7
•• •• •• •• TURK KUL TU · RU SAY1479 YIL XLI MART 2003

TURK ·RU - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D00206/2003_479/2003_479_AKINM.pdf · 2019. 2. 8. · SAYI479 Münir AKIN YILXLI disiplinli başkan. Muhammed Ali Cinnah'tı3.Cinnah'ta

  • Upload
    others

  • View
    2

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

  • •• •• •• •• TURK KUL TU·RU SAY1479 YIL XLI MART 2003

  • BATILI BİR SÜRELİ YAYININ HİNDUMÜSLÜMAN ÇATIŞMASINA YAKLAŞTh1 TARZI

    Müniı· AKIN*

    GİRİŞ

    19.yüzyıl insanlığın parçalanışının yüzyılı oldu. Bununla kastettiğim sa-dece ulusal parçalanma değildir. Bilimlerdeki parçalanış, yeni bilim alanlan-nın ortaya çıkışı ve bunun insanoğlunun yaşamı üzerindeki yoğun etkileri de bu parçalanmaya dahildir.

    Bir yandan insan bir "tür'' olarak diğer biyolojik varlıklar arasında ince-lenmeye başlamış, öte yandan da bu canlının sosyal davranışını çözümleme-ye yönelik teoriler ortaya atı lmıştır.

    Diğer taraftan Avrupa'nın büyük güçleri Dünyanın neredeyse tamamına ait coğrafyanın - kaba hatları ile- fiziki ve zihinsel bir haritasını çizmişlerdir. İngilizler ve Fransızlar, kendilerinin "Doğu" tabir ettikleri ülkeleri ele ge-çirmek konusunda hızlı bir yarışın içerisine girmişlerdir. Fransızlar, Kuzey Afrika ve Mısır' da hakimiyet sağlamaya çalışırken (ngiltere, hem Fransa'nın bulunduğu yerlerde hem de Güneydoğu Asya'da bu faaliyetini sürdürmekte-dir.

    Aynı güçler Kuzey Amerika'da da yeni oluşumlara öncülük ederken "Rusya İmparatorluğu" şeklinde beliren güç ile diplomatik ilişkileri sıkılaştırmak suretiyle Osmanlı Devleti'nin kontrol altına alınmasını kolaylaştırmışlardır.

    Özellikle Bıitanya Krallığı, kendi topraklan dışındaki her mekanda kao-sun da teşkilatçısı olmuştur. Hindistan topraklarında hiilii devam eden "ça-tışma" buna en iyi örnektir ..

    (57) 121

  • SAY!479 TÜRK.KÜLTÜRÜ YILXLı

    Bir asırdan fazla Hindistan'da hüküm süren Britanya Krallığı, 1947'de buradan ayrıldığını söylediğinin birkaç ay sonrasında uzun süreli ~ir çatış'. mayı "Hindu-Müslüman"da arkasında bırakmıştır.

    Ben, bu çatışma sürecinin başlamasından itibaren, batılı düşünce adamının konuyu yorumlarken nasıl bir yol izlediğini bulmak ve anlamak amacıyla bu çalışmayı yaptım. Bunu yaparken temelde The Middle East Journel der-gisinin 1947 ve bunu izleyen yıllardaki makalelerini rehber yaptım. Bundan başka; Britanya Krallığı büyükelçiliğinin 1873-74'te Keşmir ve Kaşgar'a yaptığı seyahati anlatan Kashmir and Kashgar-A Narrative of the Joume/ (H. W.Bel/ew, London,1875), Pakistan Historical Society Dergisi, Kas/ımir Before Accession-Lahor, West Panjab,1948 (Katliamlara dair resmi istatistlikler}, Kashmir From tize Early Times, G.MD. SUFI-Lahor,1948, adlı eserler okumamı desteklediler.

    ÇATIŞMANIN KUSURLU YORUMLARI

    Hint tarihine olan ilk İngiliz ilgisi, Avrupalı seyyahlann, Hindistan'ın geçmişini anlayışı üzerine temellenmişti.ıBu, hafife alınabilecek bir durum değildir; seyyahların anlattığı öyküler üzerine hayalen bir 'Hint ülkesi' çiz-mek.

    The Middle East Journal dergisinin Ekim 1948 tarihli sayısında Phillips Talbot2, yazısına başlarken; Pakistan Dünyanın en acayib ülkesi olarak zik-redilir, diyor. Bunu söylerken kıstas aldığı hiçbir şeyi göremiyoruz. Çünkü böyle bir yargı ancak, Dünya nüfusunun yarısından fazlasının hem buray~ hem de Dünyanın geri kalanını dolaşarak bir sonuç elde etmesi ile kabul edilebilir. Ama öyle görünüyor ki Onun bu tür endişeleri yok. Şöyle devam ediyor Talbot, "il.Dünya Savaşı'ndan sonra Büyük Britanya'nın değişen kaderi, Onu, Hindistan'ı vakit kaybetmeden terk etmeye zorladı. Bununla beraber O, Hindistan'ı güçlü ve sağlam bırakarak terk etme yolunu arıyordu; fakat uzlaşma çabalan için artık çok geç olmuştu." Derken, makalenin başka bir yerinde " 19.yüzyılın sonlarından bu yana Britanya politikacıları, (tam çevirisi, policy makers:politika yapıcılar) Müslümanların desteğini kazaıımak için J{indu orta sınıfına karşı onlan desteklediler." Demiş olduğunu unutmuşa benziyor. Bununla da yetinmeyerek "ne Britanya Hükümeti ne de Hindu Kongre partisi çatışmalardan sorumluydu. En büyük sorumlu ise sert

    *Hacettepe Üniversiıesi Tarih Bolumu Yüksek Lisans Öğrencisi 1 Muhammed Şefik Bhattı,Pakisıan Historical Society. July-September,2002,s.86. 2 J 939-43 arasında diploma~ donanma mensubu, vs. olmuştur. 1946-48'de de Tlıe C/ıialf' Daily News adlı derginin muhabiri olarak Hindistan'a gelmiştir.

    122 (58)

  • SAYI479 Münir AKIN YILXLI

    disiplinli başkan . Muhammed Ali Cinnah'tı3.Cinnah'ta mollalıkla alakalı hiçbir şey yoktur; O daha çok bir "politik strateji" uzmanıdır ve neredeyse tesadüfen kendisini dini bir oluşumun başında bulmuştur."

    Peki acaba daha çok bir İngilize benzeyen bu şahsın, dini bir oluşumun başına "tesadüfen" gelmesine nasıl bilimsel bir açıklama bulunabilir. Tesa-

    . düfen demekle tüm akıl yürütmelerin önünün kesilmesi ve Cinnah'ın şahsiyetini oluşturan arka plandan hiç söz edilmemesinin anlamı ne olabilir? Cinnah nerede politik strateji uzmanı olmuştur? Bunlardan haber yok.

    Talbot, Britanya Hükümetini anlayabilmek için elinden geleni yapmakta-dır. Başka bir yerde "Hintli politikacılar, Britanya hükümranlığına amansız bir karşı koymanın olumsuzluğu içinde yetiştirilmişlerdi, bu yüzden de an-laşma stratejisi öğrenilmemişti.,, Demekle dolaylı olarak, İngilizlerin getirdi-ği politik meziyetlere sahip olamadıkları da ifade ediliyor.

    Bir kere en başta şurası atlanıyor; politika. Hindistanlıların, "politika,, te-riminin muhteviyatını anlamalarını zorunlu kılan nedir? Tamamen başka bir mekandan çıkma bu ucubeyi Hindistan'a enjekte edenlerin masumiyeti bu-rada da vurgulanıyor. ·

    Keşmir'in, iki teşekkül (Pakistan-Hindistan) arasındaki ilişkileri zehirle-yen baş madde olarak gösterilmesi; ama Keşmir'i sorun olarak ortaya çıkaran etkenlerden eser yok.

    Alice Thomer4,17ıe Kashmir Conjlict adlı makalesinde, "Hindistan'ın bö-lünmesinin temelinde, çekişmeyi l 940'ta ileri götüren Müslüman Birliği olmuştur ki bu,Müslüman ve Hinduları ayrı milletler halinde biraraya getiı;miştir.,,

    Ne yani Keşmir diye bir bölge ve orada yaşayan insanlar var değil miydi? Zaten yaşamakta olan Hindu ve Müslüman Hintliler, İngiliz politik örgüt-lenme biçiminin bu topluluklar arasında te'sis edilmesinin doğurduğu çarpık yapılanmalar neticesinde böylesi bir çıkmaza girmişlerdir. Çünkü böylesi oluşumunlar İngiliz hükümetince desteklenmişlerdir.5

    Bayan Thomer, bir haber kanalında çalışmanın verdiği malumata dayanıyor olsa gerektir ki, Hindu-Müslüman çatışmasının bir safhasında "fakat

    l Muhammed Ali Cinnah, aslında Urducayı bile başkan olduktan sonra öğrenme gereği duy-muş, giyinişinde, konuşmasında ve tavırlarında bir lngiliz diplomatının belirleyici özellikleri-nin bulunabileceği bir şahsiyettir.Bkz.Aynı derginin aynı sayısı.s.382. 4

    Alice Thomer, "The Kashmir Conflict",T/ıe Middle Eası Joıırnel, Januaıy-1949,s.17-30.Alice Thomer, bu dönemde A.8.0. 'nin Radyo Haber Alma Servisinin Hindistan analistidir.(Bkz.aynı dergi) 5

    Bkz.Phillips Talbot,T/ıe Midd/e East Joıırnal,October-1948, s.381.

    (59) 123

  • SAYI479 TÜRK KÜLTÜRÜ YlLXLI

    Hindistan, savaşa doğru ilk adımı atan taraf olup da Dünya nazarındaki ftiba. rını tehlikeye atmakta tereddüt etti,,."Dünya nazarı,, derken bununla sadece "Batı,, ve onun büyüklerinin kast edildiğini şuradan anlıyoruz: Bir kere yıl 1947'dir yani Hindistan'ın resmi olarak bağımsızlığının Britanya tarafından bağışlanaşının yılı. Nasıl oluyor da aynı yıl dünya nazarında barışçıl bir iti-bar elde ediliyor? Üstelik Dünyadaki diğer ülkelerle diplomatik i lişki aşamasına henüz girmişken. Yaklaşımının böylesine temelsiz olması umrunda değil.

    Ocak 1950 tarihli makalesinde6

    , Wilfred Cantwell Smith, Haydarabad ile ilgili şöyle bir başlangıç yapmakta: "Britanya hükümranlığındaki Hint Lnpa-ratorluğu farklı politik şekillerin,dinlerin, kültürlerin ve sosyal yapıların bir kompleksi idi.,, Burada da Talbot'unkine benzer bir yaklaşımla karşı karşıyız: illa da Britanya'yı temize çıkarmak. Halbuki bahsedilen sosyal yapı, dinler, kültürler, vs. -politik şekiller hariç- yüzyıllardan beri varolandır. Her ne hikmetse bunlar, Britanya Hülcümeti buradan ayrılmaya karar verince çatışmacı unsurlara dönüşmeye başlıyorlar.

    Ardından Haydarabad'ı soruna dönüştüren bir "Arka Plan Tasvirine,, ge-çiyor. Sadece 1941'den ele aldığı bu arka plan tasvirinin ardından, "arka plana dair bu kadar çok referanstan sonra, şimdi 15 Ağustos 1947'yi takip eden iki yıl içerisindeki olayların bir araştırmasına bakalım.,,

    Yine "arka plan,, açıklarken Haydarabad'da 1937'de yapılan bölgesel se-çimleri şöyle değerlendiriyor: "Uzun bir tarihten sonra, Hint milliyetçiliği J937'deki bölgesel seçimleri kazandı.,, Nereden itibaren başlayan "uzun tarih,, yirmi yıl öncesi mi? Elli yı l öncesi mi? Fransız İhtiliil'inden önce mi? Yoksa İngiliz Hükümetinin varolmadığı bir uzun tarih mi? Öyle ya Hindular ve Müslümanlar, İngiliz düşünce sistemini doğru anlamamışlarsa, bunda Britanya Hükümetin'in ne suçu var?

    Yine "bu sorun İslam'ın modern dünyaya girişindeki ruhsal bunalımının bir parçasıdır.,, Acaba hangi "modem dünyadan bahsediliyor? Bununla tilin dünyanın modernleştiği ama geriye sadece İsliim'ın kaldığı ima ediliyorsa bu pek inandırıcı olmaz. O zaman mı;ıdemleşen -kendi özgün ortamında- bir yer var ve burası ıJa karşılaştırmada Isliim, modem olmayanlar, grubuna sokul-makta. Halbu j konuyu değerlendirirken böylesi bir kıyaslamadan kaçınmak gerekirdi. Böylelikle yanlılıktan kurtulanabilirdi.

    "Onlar -Müslümanları kastederek- geleneksel o larak kurnaz ve ateşlidir· ler; fakat kolayca yanlış yönlendirilmişlerdir.,, Makalenin seyriı}den anlaşıl-

    6 Tlıe Middle East Joıırnal,s.27-51.

    124 (60)

  • SAYI479 MünirAKlN YJLXLI

    dığı kadarıyla; yanlış yönlendinne yine Müslümanlar liderler tarafından ya-pılmıştır. Tüm bu olanların altında ise şu "geleneksel,, olan yatmaktadır. Böylelikle yazar, Haydarabad hakkında da genel hükümlere vararak, istenil-diği zaman kullanılabilecek, sıkıntılı zamanlarda imdada yetişecek bir kav-ramı popüler kılmaktadır.

    İşin en çarpıcı yanı, aslında ortada sağlam temel yokken, süreli yayınlar yolu ile kitlelerin zihinlerinde, onları derinlemesine düşünme zahmetinden kurtaracak, kestinne tanımlar inşa etmek ve tanımların içerisinde, üzerlerin-den kolaylıkla sosyal bilim metodlarının uygulanabileceği klişeler yaratmak-tır.

    Süreli yayınların, tabiatta tekrardan dolayı etkinlik kazanan her meka-nizma gibi, nüfuz edebilme kabiliyeti göz önünde bulundurulmalıdır. Şöyle: bir dergi, bir gazete, bir radyo kanalı vs. arkasında, güçlükle anlaşılabilecek bir kadroyuda saklar. Hele bir de kıt'alar arası bir yayın ağına sahipse, mese-le daha iyi anlaşılır.

    Bunun dışında böylesi kadroları bir araya getiren dürtükleyicinin de dü-şünülmesi gerekir. Tabii ki, bu da bir mes'eleyi tam anlamıyla kavramaya yetmeyebilir. Ama hareket birliğine sahip olan, iyi teşkilatlanmış bir sosyal sistemler mekanında sarfedilecek sözler, zamanla büyük bilim adamı toplu-luklarınca gerçeğin nihai noktası olarak kabul edilebilir.

    İşte burası durgunluk noktasıdİr.Durgunluk, insanoğlunun tabiatına ta-mamen zıt olduğundan, onun tepkisi de yine insana doğru olacaktır. Bunun sonuçları ise zaten kolaylıkla tahmin edilebilir.

    Şimdi de Leonard Binder'in7 yorumuna bakalım. O, Mevlana Muhaın~ med Ali'nin, Pakistan ' ın eğitimli orta sınıfının ibadet ve hilafetin tabiatı ile ilgili konularda tamamen cahil olduklarına dair sözlerine katılıyor ve devam ediyor: "Onların cehaleti gördükleri eğitimin İngilizce olmasından kaynakla-nıyordu, onJar her hfil-u karda İslam Hukuku konusunda cahil kalacaklardı. Fakat İngilizce eğitim, Hilafetin farklı bir nosyonuna yol açtı ( Von Kramer'in Kıılturgeschichte des Orients eserine atfen).

    Evet doğru, bir farklılık oluştu, buna şüphe yok. Peki "nasıl olsa İslam Hukuku konusunda cahil kalacaklardı, fena mı en azından İngilizceyi ve bu dilin getirdiği düşünceyi öğrendiler,,. Dercesine kehanette bulunmak da ne-yin nesi? Ayrıca "onlar, ulemanın İslamı politik tahribattan korumak için oluşturdukları karmaşık yasal geleneği ne bilebilir ne de değerlendirebilirdi,,.

    7 Leonard Binder, "Pakistan And Modem Nationalist-İslamic Theory",Tlıe Middle East

    Joıırnal.

    (61) 125

  • SAYI 479 TÜRK KÜL TÜRÜ YILXLI

    · Belirgin bir şekilde, bir kitlenin kendisine olan güvenini yok etmeye.yö-nelik olan bu sözler, her nedense onu alıkoymuyor ve "onlar anlayamaz ama ben ~nlanm,,. Bu yüzden makalesi boyunca "icma,içtihad,hilafet,şeriat...,, gibi Islam Hukuku terimleri üzerinde bolca duruyor. Demek ki Ona, Pakis-tanlı orta sınıf okumuşundan farklı olarak bilinmeyen bir makamdan "üstün,, bir kavrama ve anlama yeteneği verilmiş. Nereden olduğu ise bilinmiyor.

    Leonard Binder, Britanya emperyalizmine karşı olan Hindu ve Müslüman tepkilerini yorumlarken "Britanya emperyalizmine genel olarak Müslüman-lar "negativ,, cevap verirken, pek çok Hindu "pozitiv,, idi (W.W.Hunter'in The India Musıılma/IS adlı eserine atfen),, diyor. Diğer bir yerde de "daha esnek olan Hinduizm' in doktrine! sistemde, Hristiyan prensiplerini asiınile etmek için daha fazla bilinçli bir çaba vardı,,.8

    Şunun bilinmesinde yarar var: Çatışma süreci boyunca gündemde "plebiscite, nationalizm, autonomy, party, politics .... ,, gibi terimler kendile-rine bolca yer bu: .nuşlardır. Tüm bu terimlerin ortaya çıktığı tarihi, kültürel ve fiziki mekan, Hindistan 'ın uzağında, Avrupa'dadır. Oysa yeryüzünün her yerinden kendisine has, medeniyet ve tarih oluşturdukları vardır. Bu şekilde insanoğlu doğal çevresi ile uyum içerisinde yaşayabilmektedir.

    Kişi veya topluluk üstünlüğü fikrinden hareket edip illa da bir yerde daha üstün bir başkasının varolduğuna dair peşin hükümleri ispatlayabilecek bir güç- şimdilik ve şu mekanda mevcut değildir. İnsana, onun özüne yakışmayan bir şekilde "deneysel,, bir malzeme, bir "kobay,, bakışı ile bakıldığında, ortaya çıkanlar şaşırtıcı bir hal alabilmektedir. Maurice Keen9 "hiçbir insani durum mekanik terimler içinde anlaşılamaz,, derken, sosyal bilimcinin adımlarını ne kadar dikkatli atması gerektiğine de işaret etmektedir.

    Sosyal bilimci gerçeğe olan yaklaşımında gözönünde bulundurulması ge-rekenleri bulundurmadığı için dışarıdan sıkıştırılm ış ve sıkılaştırılmış dü-şünme tarzının esiri olabilir. Sık karşılaşmışmıyımdır bilmiyorum; ama tüm yorumlardan, müdahalelerden bağımsız olabilme özgürlüğü, gerçekliği dai-ma şaşırtıcı kılar. Her canlı organizma için, bunların oluşturdukları geniı sistemler için, bu sistemlerin birbirleri ile alakalan için ve tüm evren içeri· si.İıde sahip oldukları konum için ayrı bir gerçek; bizim algıladığımız gerçek ve onların kendilerini algılayışları gerçeği tabii bir de olmasını istediğimiz gerçek. ..

    Bu düşünce tarzıyla bir metedoloji geliştirilrnediğinde doğru ve doğrµlara ulaşılabilir mi?

    8 Leonard Binder,a,g.nı. 9 Maurice Keen,Medieval Eıırope.London,U.K.1969,s.IG4.

    126 (62)