608
KOMPOZİSYON KAVRAMININ TANIMI VE ÇEŞİTLERİ TANIMI: Farklı parçaları, uyumlu ve düzenli şekilde bir araya getirmeye Kompozisyon denir. Fransızca kökenli bir kelime olup, düzenleme anlamındadır. Kompozisyon kelimesini, genel anlamı içinde değerlendirecek olursak, yaşadığımız dünya ve evrenin kendisi de bir kompozisyondur. Bir mimarî eser nasıl meydana gelir? Mimar ve mühendisler, binanın kâğıt üzerinde projesini hazırlar. Elektrikçi, elektrik kablolarını döşer. Duvar ustası duvarını belli ölçüler doğrultusunda örer. İşçiler harcını kararınca karar... vb. Bütün bu çalışmaların sonunda bir mimarî eser ortaya çıkar. Farklı iş kollarında çalışan insanlar uyumlu bir tekilde bir araya gelerek eseri oluştururlar. Eğer, düzenli bir çalışma olmazsa, düzenli bir eser da ortaya çıkmaz. Konuyla ilgili daha çok örnek vermek mümkündür. İnsan hayatının kendisinde de bir kompozisyon vardır. Sabah belli saatlerde kalkılır, el ve yüz yıkanır, kahvaltı yapılır, okula ya da işe gidilir, öğle ve akşam yemekleri yenir, uyunur... vb. İnsan, günlük işlerinde bir düzenleme yapmazsa mutlu ve başarılı da olamaz. Her sanat dalında ayrı bir kompozisyon görülmektedir. Müzikte beste düzenleyenlere "Kompozitör" denilmesi de buradan kaynaklanmaktadır. Dilde kompozisyon ise; Bilgi, gözlem duygu, düşünce ve hayallerin güzel,etkili ve planlı bir şekilde sözle veya yazıyla anlatılmasına kompozisyon denir. Pek çok insan yazı yazar. Ama, kompozisyon kurallarına uygun yazı yazan pek azdır. Herkes konuşma yapar. Ama, kompozisyon kurallarına uygun konuşma yapan 1

turuz.com · Web viewKOMPOZİSYON KAVRAMININ. TANIMI VE ÇEŞİTLERİ. TANIMI: Farklı parçaları, uyumlu ve düzenli şekilde bir araya getirmeye Kompozisyon denir. Fransızca kökenli

  • Upload
    others

  • View
    31

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

KOMPOZİSYON KAVRAMININ

TANIMI VE ÇEŞİTLERİ

TANIMI: Farklı parçaları, uyumlu ve düzenli şekilde bir araya getirmeye Kompozisyon denir. Fransızca kökenli bir kelime olup, düzenleme anlamındadır. Kompozisyon kelimesini, genel anlamı içinde değerlendirecek olursak, yaşadığımız dünya ve evrenin kendisi de bir kompozisyondur.

Bir mimarî eser nasıl meydana gelir? Mimar ve mühendisler, binanın kâğıt üzerinde projesini hazırlar. Elektrikçi, elektrik kablolarını döşer. Duvar ustası duvarını belli ölçüler doğrultusunda örer. İşçiler harcını kararınca karar... vb. Bütün bu çalışmaların sonunda bir mimarî eser ortaya çıkar.

Farklı iş kollarında çalışan insanlar uyumlu bir tekilde bir araya gelerek eseri oluştururlar. Eğer, düzenli bir çalışma olmazsa, düzenli bir eser da ortaya çıkmaz. Konuyla ilgili daha çok örnek vermek mümkündür. İnsan hayatının kendisinde de bir kompozisyon vardır. Sabah belli saatlerde kalkılır, el ve yüz yıkanır, kahvaltı yapılır, okula ya da işe gidilir, öğle ve akşam yemekleri yenir, uyunur... vb. İnsan, günlük işlerinde bir düzenleme yapmazsa mutlu ve başarılı da olamaz. Her sanat dalında ayrı bir kompozisyon görülmektedir. Müzikte beste düzenleyenlere "Kompozitör" denilmesi de buradan kaynaklanmaktadır.

Dilde kompozisyon ise;

Bilgi, gözlem duygu, düşünce ve hayallerin güzel,etkili ve planlı bir şekilde sözle veya yazıyla anlatılmasına kompozisyon denir. Pek çok insan yazı yazar. Ama, kompozisyon kurallarına uygun yazı yazan pek azdır. Herkes konuşma yapar. Ama, kompozisyon kurallarına uygun konuşma yapan pek azdır. İnsan, yazı yazma ve konuşmada düzenleme yapabildiği takdirde başarılı olmayı da yakalar.

İyi bir kompozisyonda gereksiz bilgiler olmamalıdır. Konu derli toplu ve planlı bir şekilde ele alınmalıdır. Kompozisyonun üç temel öğesi vardır:

1.Duygu, düşünce ve hayal

2.Belirli bir düzen

3.Açık, canlı, çarpıcı bir anlatım

İki türlü kompozisyon vardır:

a. Yazılı Kompozisyon

b. Sözlü Kompozisyon

A. YAZILI KOMPOZİSYON

İyi ve güzel yazabilmek sabır ve titizlik ister. İnsan, iyi yazmayı çabuk yazmakla öğrenemez. Aksine, iyi yazarak, çabuk yazmayı öğrenir. Bunun için yazılı anlatımda başarılı olabilmek, yazılı kompozisyon ilkelerini bilmek ve bunları yazma çalışmaları ile geliştirmek gerekir.

İyi yazı yazmak; "İyi düşünmek, doğru duymak, uygun anlatmak, aynı zamanda düşünce, ruh ve beğeni (zevk) sahibi olmak" demektir. İyi ve başarılı yazı yazabilmek için önce, doğru düşünmek ve duymak, sonra da en iyi biçimde bunları anlatabilmek gerekir. Yani, "yazmadan önce, düşünmeyi öğrenmek" başta gelen özelliktir.

Güzel yazmak bir sanattır. Özel bir yetenek ister. Örneğin; şiir, hikâye, roman yazmak... Fakat, iyi ve doğru yazmak ise, yeteneğe bağlı değildir. Yazma zevk ve alışkanlığına sahip olan, yazma tekniğini ve dil kurallarını bilen, plân ve paragrafların oluşmasıyla ilgili gerekli deneyimi bulunan herkes, zamanla başarıya ulaşır. İyi yazmak, kolay bir iş değildir. Kişinin kendini yetiştirmesi, geliştirmesi ve düzeltmesi gerekir.

Yazıda, iki türlü ifade şekli vardır:

(1) Nazım: Nesirden farklı olarak, genellikle ölçülü, kafiyeli dizelerden oluşan ifade şeklidir. Nazımla oluşmuş eserlere Manzume adı verilir. Her manzume, şiir değildir.

ŞİİR: Duygu, düşünce ve hayallerin nazım yoluyla ahenkli ve etkili olarak anlatıldığı kompozisyon türüdür (edebî türdür).

Şiir yazabilmek için şu özelliklerin bulunması gerekmektedir:

(a) Şiir yazacak kişi, her şeyden önce büyük bir bilgi birikimine sahip olmalıdır. Bu bilgileri kendi arasında sınıflandıracak olursak şunlar ortaya çıkmaktadır:

(ı) İçinde yaşamış olduğu toplumun genel yapısını, geçmişini, gelenek ve göreneklerini, kutsal bildiği değerleri iyi bilmelidir. Şiirinde, bu değerlere ters düşecek ifadelerden uzak durmalıdır.

(ıı) Dil bilgisi, imlâ (yazım) kuralları ve noktalama işaretlerini hem teoride, hem de uygulamada iyi bilmelidir.

(ııı) Zengin kelime hazinesine sahip olmalıdır. Kültür dilinde bulunan kelimeleri, şiirde kullanmasa da okuyup anlayabilecek düzeyde bilmelidir. Yani, kültür dili bilincine sahip olmalıdır.

(ıv) Şiirinde kullanacağı kelimeleri seçerken; yaşayan, anlaşılan kelimeler olmasına dikkat etmelidir.

(b) Şiir yazacak kişi, üstün bir deneyime sahip olmalıdır. Bu nedenle, başka şairlerin şiirleri çok okunmalı; şiir yazma denemesi çok yapılmalıdır. Yazdıkça, daha güzel şiirlerin oluşacağı unutulmamalıdır.

(c) Şiirin üç önemli unsuru vardır: "Duygu, düşünce ve hayal". Şair, bunlardan birini ön plâna çıkarabilir.

Düşünceyi ön plâna çıkaran şairlerde, ideolojik endişeler önemlidir. (Örnek: Tevfik Fikret, Ziya Gökalp, Mehmet Âkif ERSOY, Nazım Hikmet, Necip Fazıl KISAKÜREK vb.)

Duygu ve hayali ön plâna çıkaranlarda ise estetik yapı (güzellik) önemlidir. (Örnek: Cenap Şahabettin, Ahmet Haşim vb.)

Bazen de duygu ve hayal coşkunluğu içinde düşünceyi uyumlu bir şekilde öne çıkaran şairler görülmektedir. (Örnek: Yahya Kemal BEYATLI vb.)

Şiir yazacak kişi, bu ana unsurlardan hangisine ve nasıl önem vereceğini iyi bilmelidir. Ayrıca, düşüncenin çok açık olduğu (sırıttığı) şiirlerin herkes tarafından her çağda tutulmayacağına dikkat edilmelidir.

(d) Bunların ötesinde, şiir yazmanın bir yetenek olduğu unutulma-malıdır.

NOT: Şiir örnekleri için "Metinler" başlıklı bölümü inceleyiniz.

(2) Nesir (düz yazı): Roman, hikâye, makale, fıkra, deneme, söyleşi (sohbet), görüşme (mülâkat), mektup, dilekçe, eleştiri (tenkit), anı (hatıra), biyografi, gezi yazısı, röportaj, inceleme, rapor, atasözü, vecize vb. türler bu gruba girmektedir.

B. SÖZLÜ KOMPOZİSYON

Nutuk, konferans, açık oturum, münazara, tartışma, ders anlatma vb. sözlü kompozisyon türleri.

GÜZEL YAZI YAZMA SANATI

YAZMAYI ÖĞRENMEK EĞLENCE Mİ, YOKSA İŞ Mİ?

Okula giden her insan az buçuk okuma ve yazma bilir. Ancak az buçuk yazabilmek ve güzel yazabilmek arasında büyük bir fark vardır. Her kim ki, bu konuda alıştırma yapmamış ise, söylemek istediğini dilediği gibi yazamaz, çünkü yeteri kadar kelime hazinesine sahip değildir, veya imla kurallarını bilmiyordur. Yazma sanatını becerebilen insan ise, ne demek istediğini açık bir dille ifade edebilir ve okuyucusunu ikna etme kabiliyetine sahiptir.

Yazmak doğuştan gelen bir kabiliyet değildir. Her ne kadar insanlar arasında kabiliyet farkı var ise de, en kabiliyetlisinin bile yazma sanatının tekniğini ve ana hatlarını öğrenmesi şarttır.

Konuşma sanatı ile yazma sanatı arasındaki farka baktığımızda yazma işinin daha zor bir sanat olduğunu görürüz.

Bazı insanlar tanırız, toplumda saatlerce konuşup, bütün gün boyu hiç zorlanmadan herkesi eğlendirebilirler. Konuşurken sanki kelimeler bir pınardan fışkırır gibi akar durur, ve bu tür insanların sohbetine doyum olmaz, çünkü çevrelerindeki insanlara çok şey verir, onları hem güldürüp, hem ağlatabilirler...

Ancak ne var ki, güzel konuşabilen, güzel yazabilme kabiliyetine otomatikman sahip değildir. Konuşurken karşımızda bir veya birden fazla insan bulunur ve onların gösterdiği reaksiyonlardan nasıl konuştuğumuzu fark ederiz. Eğer konuşmamız sıkıcı ise aramızdaki iletişimden bu konuşmanın ne yöne gittiğini anlarız. Eğer ilgi çekici bir şeylerden konuşuyorsak, yine aynı şekilde karşımızdaki insanın reaksiyonundan bunu hemen fark ederiz. Konuşurken sadece kelimeler değil, bakışlarımız, ellerimiz, yüz ifademiz, hareketlerimiz de birlikte konuşur. Konuşma tempomuz, vurgulama yöntemimiz, arada nefes almalarımız ve duraksamalarımız hep karşımızdaki insana hitap eder.

Hayatımızda yazdığımız kelimeleri toplasak, büyük bir olasılıkla 50.000 kelimeyi geçmez. Bu sayı çok gevezelik ettiğimiz bir günde konuştuğumuz kelime sayısına eşit gelir. Bu da demek oluyor ki, hemen hemen her insan yazma sanatı konusunda bir çocuk seviyesindedir... Konuşmaya gelince ise, saatlerce konuşabilir, dertlerimizi anlatabiliriz. Rüyada bile konuşuruz...

Neden konuştuklarımızı yazamayız? Elimize boş bir kağıt aldığımız vakit veya bilgisayarımızın ekranını açtığımız vakit, dakikalarca ne yazacağımız ve nasıl başlayacağımız hakkında düşünür dururuz. Kelimeler öyle kolay akmaz, konuşur gibi fikirler yağmaz. Bazen beynimiz durur gibi olur, kalem tutan elimiz ise sanki bir anda felç olmuş gibi hareket etmez. Neden acaba? Konuşma ile yazma arasında neden bu kadar fark var?

ÇÜNKÜ  KONUŞMAYI  KESİNTİSİZ  VE  UZUN  SÜRE  DENEYEREK, ÖĞRENMİŞİZ...

Yazarken yukarıda sıraladığımız şartlar yoktur. Kendi kendimizle başbaşa olduğumuzdan, bize herhangi bir tepki gelmez. O yüzden kullandığımız dilin okuyucuya ne şekil yansıdığını göremeyiz, sadece kendi yazdıklarımızdan sezinleyebiliriz.

Kelimeler dilin eti ve kanı gibidirler. Gramer ise yazılanın yaşayan organizmasıdır. Küçücük bir hata, herhangi bir organda bir bozukluk ve hastalık yaratır. Yazma sanatındaki bu hastalıkları sıralamaya kalksak, neler neler görürüz:Boş laflar, eğri karşılaştırmalar, şişirmeler, zincirlemeler, kirli benzetmeler, yanlış ifadelerin her biri dilimizi hasta eder...Açık ve isabetli düşünce ise bu hastalıkların tek tedavi yöntemidir...

Geleceğin yazarlarının dikkat etmesi gereken en önemli nokta Türkçe’ye hakim olabilmeleridir. Türkçe dünyanın en güzel ve en canlı dillerinden biridir... Ve onu kullanırken, coşkunca ve tutkulu olmaya özen gösterilmelidir.

Hatasız yazabilmek, etkili yazabilmek değildir. Her yazarın etkili yazabilmeyi öğrenmesi gerekir...Bunu yapabilmek demek büyük adımlarla yürümek, fikirleri anlamlı bir düzene sokabilmek ve doruk noktalara çıkabilmekle mümkündür...

Hayatta hiçkimse başarının yollarını elleri cebinde çıkmamıştır. Herşeyin bir zor ve bir kolay yolu vardır. Bazı kimseler için yazmak bir ceza gibi gelirse de, bazıları yazma sanatına yaratıcı bir ihtiyaç gibi bakarlar... Emek, sabır ve disiplin yazma sanatının temel taşıdırlar...

YAZIYA NASIL BAŞLAMALI?

İlk önce yazacağınız şey hakkında bir fikriniz olması gerekir. Yani ruhunuzda bir konu belirlemesi yapmanız şarttır. Sonra bu konuya ait fikirlerinize şekil vermek gelir. Elinize bir kalem kağıt alıp, ilk fikirlerinizi hemen yazmaya başlamalısınız...

Eski yazarlar genellikle el yazısıyla yazmışlardır, ve bu methodu kullandıkları için, hep yazdıklarının yan taraflarına notlar almış, önemsiz yerlerin üzerini çizmişlerdir. Bir yazıyı son şekline getirmeden önce üç dört nüshadan geçirmişlerdir. Ünlü yazarların hemen hemen hepsi eserlerinin oluşmadan önceki elyazısı yazılarını da bırakmışlardır...

Onun için yazarken bilgisayara yazıları geçirmeden önce kağıda yazmanın birçok fikrin kaybolmaması açısından önem taşıdığını unutmamak gerekir. Boş ve beyaz kağıdı nasıl aşacağımızı da Herman Hesse’yi ibret alarak öğrenebiliriz. Hermann Hesse bir yazının ilk şeklini kullanılmış kağıtlara yazarmış. Ön tarafı basılmış faturalara, takvim yapraklarına, mektuplara ve kalitesi düşük her çeşit kağıda. Bu methotla başlama anındaki güçlüğü ve tutukluğu yenermiş...

Bilgisayar çağında alışkanlık icabı hemen bilgisayara düşüncelerimizi aktarmayı seçiyoruz. Ancak bazen bir yazıyı tam bitirmek üzereyken, aniden hepsini kaybettiğimiz veya birşeyi sildikten sonra bir daha asla geri getiremediğimiz de oluyor bazen.

Önemli olan ilk adımların mükemmel olması değil, önemli olan bir başlangıç yapabilmektir. Yazarken de konu tesbiti yapılmadan hiçbir şey yazılmaz, hiçbir fikir gelmez. Not almadan veya herhangi bir konuda birkaç fikir üretmeden de içerik oluşmaz. İçerik meydana gelmeden de bir yazıya form verilmez. Yazarken bütün bu adımlar dikkate alınmalıdır.

İçeriğe alınacak tüm şeylerin ilk önce not edilmesi gerekir. Bir konuyu işlerken de okuyucuya o konuyu elle tutulur, gözle görülür bir şekilde yansıtmak gerekir.

Bir örnek vermek gerekirse:‘Araba ağzına kadar tıklım tıklım doluydu. Kadınlar, erkekler, çocuklar vardı içinde. Nefes kokusu ve gürültü son derece rahatsız ediciydi. Pencereyi açmak mümkün değildi, çünkü bozuktu pencere.’ Bu ifadeleri daha güzel şöyle anlatabiliriz:

Noah Gordon’un ‘Şaman’ kitabından alıntı:

‘Uzun Vagon askerlerle, işadamlarıyla, köylülerle ve kadınlarla tıka basa doluydu, bazılarının da yanlarında çocukları vardı. Çocuk sesleri değil de, Vagonun içindeki ekşi çorap kokusu, kirli çocuk bezleri, kötü sindirim kokusu, terli ve kirli insan vucutları ve sigara dumanıydı insanı asıl rahatsız eden.’

YAZMAK DEMEK ANLATABİLME SANATIDIR...

Kendini bir başkasına veya bir seyirciye öyle anlatabilmek ki, okuyucu yazılandan bir akıntıdan sürüklenir gibi sürüklensin...

Yazarın biri, James Thurber, bir öyküsünü tam onbeş kez yeniden yazmış ve şöyle demiş:

‘Bilmiyorum, neden, ama benim ilk nüshalarım öyle geliyor ki bana, sanki temizlikçi kadın yazmış. Sadece bir kere yazmak istediğim bir yazıyı bir kalemde yazmışımdır, şimdiye kadar.’

Amerika’lı Stefen King ise ‘Hayat ve yazmak’ kitabında şu notu sunmuş okuyucularına:

‘Kapalı kapılar ardında yazdığım yazı çeşidi pişmemiş yazı çeşididir: Çıplak bir hikaye, üstünde sadece bir çorap ve bir kilot vardır. Onun için Size tavsiyem, düzeltilmiş şekli okumadan önce, çıplak şekline bir göz atınız’. Biraz ilerde de: ‘Şimdi Sizlere yazımın düzeltilmiş şeklini sunuyorum, üzerinde kıyafeti olan bir hikaye, saçları taranmış, kulağının ardına kolonya sürülmüş şekli. Bu değişiklik kayıt edildikten sonra, kapımı bütün dünyaya açmaya hazırım’, diyor yazar.

Yazının başlangıcı nasıl olması konusuna gelince:

BAŞLANGIÇ ETKİLEYİCİ OLMALIDIR!..

Başlangıçla okuyucu kendine çekilir... Şimdi başlangıçtaki büyü yöntemlerini sıralayalım:

Okuyucuya neyi hissettirmekse amacınız, onunla başlayın!.. Mesela: Yakalayıp, sürüklemek mi, şok etmek, heyecanlandırmak mı, sürpriz yapmak mı, duygulandırmak mı? Ya da dikkatli ve sessizce başlamak mı, canlı, gözalıcı, akıllıca mı veya amacınız bir şakayla başlamak mı? Canınız nasıl istiyorsa, öyle başlayabilirsiniz... Başlangıçla ilgili hiçbir kural ve tarife yoktur, herşey ne yazmak istediğinize bağlıdır. Etkileyici bir başlangıç derken, hızlı bir efektten bahsediyoruz. İyi bir başlangıçta yazar bütün sanat anlayışını sergiler, çünkü ilk satırlarıyla okuyucuyu yazısının akışına sürükler.

Bakın Douglas Adam ‘Per Anhalter durch die Galaxis’ (Otostopla Galaksinin içinden) kitabında dünyayı nasıl tarif etmiş:

‘Uzaklarda, dışarıda daha henüz keşfedilmemiş, modası geçmiş bir Galaksinin sağ spiral kolunda önemsiz, küçük sarı bir güneş vardır. Onun etrafında yaklaşık doksansekiz milyon kilometre uzaklıkta önemsiz, küçük mavi-yeşil bir gezegen dolaşır, üzerinde maymunlardan türeme ilkel yaratıklar vardır ve o ilkeller hala digital saatlerin inanılmaz bir buluş olduğuna inanırlar’.

Bu başlangıçla Duoglas Adam hem dünyayla, hem de insanlarla gır gır geçiyor tabi...

Bir başka örnek:

‘Jenö’yla ilk tanıştığımda dokuz yaşımdaydım, o zamanlar Edgar Wallace’ı ve Cannon Doyle’yi okuyordum. Sınıfta kalmıştım ve Hint domuzları yetiştiriyordum.’ (Wolfdietrich Schnurre: Jenö arkadaşımdı, kitabından alıntı).

Şok edici başlagıçlara bir örnek:

‘Gregor Samsa bir sabah korkunç bir rüyadan uyanınca, kendisinin yatağında devasa bir böceğe çevrildiğini gördü.’ (Franz Kafka: Die Verwandlung (Dönüşüm) kitabından alıntı).

Başlangıç her zaman sihir dolu sözler içermelidir ve okuyucuya bir atmosfer yaratmalıdır. İyi yazarların romanlarında, hikayelerinde, öykülerinde kullandıkları başlangıç metotları ya tasvir edicidir, ya mizah doludur, ya şok edici, ya da şaşırtıcıdır. Onların kalemlerinden insan kendi başlangıç metodunu çıkarabilir.

Okuyucuya nasıl bir metotla hitap edeceğinizi, onu nasıl etkileyeceğinizi bilmelisiniz. Bir mizahla mı? Şaşırtıcı bir teşhisle mi? Yoksa okuyucuyla kurulan bir diyalogla mı?

Eğer kesin bir stile sahipseniz, şaşırtıcı bir teşhisle yazınıza başlayabilirsiniz. Bu tür başlangıçlarda okuyucu ilk önce kendini kaygan buzlarda yürüyormuş gibi hisseder, sinirlenir ve merakla şaşırtıcı teşhisinize iştirak eder. Çünkü olağanüstü birşeyler beklemektedir...

Bir Çin Atasözüyle noktalıyorum, devam edecek olan bu yazı dizisini:

‘Bin kilometrelik bir yol bir tek adımla başlar’.

DİL VE EDEBİYAT HAKKINDA BAZI ÖĞÜTLER

1. Her gün, iyi bir eserden, yüksek sesle beş on sayfa oku! Bu sayede konuşma ve söz söyleme istidadın gelişir.

2. Rastladığın edebî, fikrî, felsefî bazı güzel parçaları ezberle! Bu sayede hem kelime ve ifade hazinen zenginler, hem de hafızan kuvvetlenir.

3. Her şeyden evvel, ana dilini iyi konuşmayı ve iyi yazmayı öğren! İnsan için en faydalı olan ana dilidir. Kişinin kıymeti, dilinin altında ve kelimenin ucunda gizlidir; onu söz ve yazı açığa vurur. Dilbilgisi gaye değil vasıtadır; asıl olan fikir zenginliğidir.

4. Sözlerin ve yazıların kısa, açık ve mânâlı olsun. Çok konuşma; yerinde ve özlü konuş! Kıymet ve tesir çok sözde değil, yerinde ve özlü sözdedir.

5. Dilini tut ve bil ki dil yarası bıçak yarasından daha vahimdir.

6. En yakın arkadaşına bile şakaların hoş, sözlerin tatlı ve tavırların zarîf olsun. İnsanın kabası ısırgan köpek gibidir, herkes tarafından taşlanır!

7. İşinde ve sözünde doğruluktan ayrılma. Hak doğruların yardımcısıdır.

8. Boşuna iddia ve inat etme; hakikati ara ve sev! Hakikat sevgisi, insan için, sevgilerin en yükseğidir.

9. Bir mevzu hakkında bir eser veya bir yazı yazmağa karar vediğin zaman, önce bu mevzu üzerinde evvelce yazılmış eserleri araştır ve oku ki, yazılmış ve söylenmiş şeyleri tekrar edip ömrünü israf etmeyesin!

10. Dâimâ çalış, çok oku, öğren; çünkü bilgili olan güçlü olur!

TÜRKÇE’NİN SEFALETİ

Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilâsun

 Dili kullanış, bir milletin millî hassasiyetini gösteren ölçülerden biridir. Fakat dil söz konusu olunca, memleketimizde bir millî hassasiyetten dem vurmak imkânsızdır. Bu alandaki sefaletimiz, sokaklarda, dâirelerde, evlerde boy boy teşhir edilmektedir.

İstanbul caddelerini gezenler, Türkçe bakımından çok acıklı bir manzara ile karşılaşırlar. Yüz metrede bir dikilen dolmuş durakları, Türkçe'nin sefalet ilânlarıdır. Bu duraklardaki "Bekleme yapılmaz" ibâresi karşısında, hiçbir Türk'ün yüreğinin sızlamaması ayrı ve daha büyük bir fâciadır. "Bekleme yapmak, konuşma yapmak, gecikme yapmak" diye diye Türkçe'de kendi başına çekilen fiil kalmayacaktır. "Bekleme yapılmaz" cümlesi, iki Türkçe kelimeden meydana gelmesine rağmen, Türkçe değildir. Bunun Türkçesi, "Beklenmez" şeklinde olacaktır. Türkçe'de trenler, "Gecikme yapmaz", "Gecikir". Son zamanlarda her kelime ile beraber "yapmak" ve "almak" fiillerini kullanış, çirkin bir moda hâline geldi. Dolmuş şoförleri artık "Taksim ve Beyazıt yapıyorlar" Çok daha işgüzarları, "Bebek yapıyor" Kibar bürokrasi, dâirelerde "Çay ve kahve alıyor". Lokantada yemek için oturuyorsunuz. Garson geliyor ve soruyor: "Ne alırsınız efendim ?" Siz, listeden "Alacağınız” (Her hâlde çantanıza koyacaksınız) yemeği seçiyorsunuz; sonra da garson size "Servis yapıyor".

"Banyo almak" başka bir kibarlık (!) örneğidir. Artık memleketimizde manavdan domates alınır gibi, "banyo alınmaktadır".

Dilimizin güzelim "Gerek" kelimesi de her kalıba giren bir ucube oldu. "Lâzım" veya "Lüzum" kelimelerini kullanmak istemeyenler, hemen "Gereğini yapıyorlar". "Çalışmaya lüzum yok" mu diyecekler; "Çalışmaya gerek yok" derlerse,Türkçe konuştuklarını sanıyorlar. Bu sirk soytarılarına benzeyen bir Türkçe'dir. "Lüzum" u kullanmak istemeyen "Çalışmak gerekmez" der.

Türkiye'de bir "TRT Televizyonu" var ki, tam bir Türkçe bozan yuvasıdır. Evlerinde televizyonu olanlar, haftanın dört gününde, yarımşar saat bu ibâreyi seyrederler. "Türkiye Radyo Televizyon Televizyonu" ne demek diye soran bir Ankaralıya henüz rastlamadık. Bu "Televizyon televizyonu", 10 Kasım münâsebetiyle yayınladığı bir programda, Atatürk'ün Anıtkabir taşlarına kazılmış sözlerini okudu. Ekranından da bu sözleri aksettirdi. Ekranda gösterilen cümlelerden biri, "Yurtta sulh, cihanda sulh" idi. "Televizyon televizyonu" nun spikeri, bunu "Yurtta barış, dünyada barış" diye okudu. "Cihan"ı "Dünya" diye Öz Türkçeleştiren kafa, ne menem bir kafadır diye düşünmeyiniz. Bu kurumlu kurum, ne "Cihan"ın da "Dünya" nın da Türkçe olmadığını bilir, ne de iki kelime arasındaki mânâ farkını.

"Bundan dolayı, bundan ötürü, bu yüzden" gibi üç tane karşılığı bulunan, "Bu sebeple" yerine "Bu nedenle" uydurmasını kullananlara inanmayınız. "Bütün insanlar" demek varken, "Tüm insanlar" diyenlere hiç aldanmayınız. Çünkü, "Bütün" soyu sopu bilinen Türkçe bir kelimedir. "Siyâsî" yerine, "Siyasal"; "Tarihî" yerine, "Tarihsel" demenin Türkçecilikle ilgisi yoktur. Kökler, yine Arapça'dır. Siz de, "Resmî vazife" yerine "Resimsel görev" derseniz, bu işin gülünçlüğü ortaya çıkar. "Televizyon televizyonu" geçenlerde, "Şehirsel manzaralar" çeken bir fotoğrafçıyı tanıtıyordu. Dilimizde, isim tamlamalarının bulunduğunu da neredeyse unutacağız. Bir gün çocuklarımız, "Kitap yaprağı" yerine, "Kitapsal yaprak"; "Kalem ucu" yerine, "Kalemsel uç" derlerse hiç şaşmayınız. Zaten, şu isim tamlamalarının başına gelmedik kalmadı. Önce, "Sümerbank, Etibank, Raybank" diyerek, kolları bacakları kırıldı; sonra da "Restoran Yılmaz", "Otel Bonjur" diyerek tepe taklak edildi. Şimdi sıra "sallı, selli" çıkıntılara gelmiştir.

Türklerin sefaleti maddî yaramız ise, Türkçe'nin sefaleti de manevî yaramızdır. Bir millet iktisâdî yoksulluktan ölmez ama kültür yoksulluğundan ölür. Türkçe ölürse, Türk milleti de yok olur. O zaman,ortada iktisâdî bakımdan kalkındıracak bir millet de kalmaz. Günümüzde Türk aydınının zihni Türkiye'nin kalkınmasını ekonomik temele bağlamakla şartlanmıştır. Kültürsüz bir milletin yaşayamayacağı âdeta unutuldu. Kültürün kaynaklarının dilde olduğunu ise, bilen yok gibi. Memleketimize bale dersi değil, Türkçe dersi lâzımdır.

GÜZEL YAZI YAZMA SANATI: 15 ALTIN KURAL

Her insan değişik yazsa da, herkes kendi çapında güzel yazı yazmak ister. Şimdi Size başarılı bir yazar olma yolunda on beş altın kural sunmak istiyorum:

1) İLK ÖNCE BİRİNCİ CÜMLEYİ YAZMADAN NEYİ NE İÇİN, KİME VE NE KADAR UZUNLUKTA YAZACAĞINIZI DÜŞÜNÜN! Bazı kimseler çok konuşur, hiçbir şey söylemez. Bazıları da çok yazar, hepsi amaçsız, faydasız. Bir konuyu yazmaya başlamadan önce insanın kendi kendisine sorması gerekir, Niçin, neden, kime ne yazıyorum. Yazılması gereken haber mi, yaşanan bir olay mı, veya düşünülen, tasavvur edilen bir konu mu, beni ve kimi ilgilendirir bu konu. Bu soruya cevap aramak demek, hem kendine, hem, yayımlayıcıya ve hem de okuyucuya yardım etmek demektir.

2) YAZDIĞINIZ KONUYA AŞIK OLUNUZ! ONU ÇOK İYİ TANIYINIZ VE ONA SADIK KALINIZ.

Ilk önce “Meseleyi” yazın. Sonra tanıdığınız bildiğiniz şeylere geçin. Her bilirkişi, en başarılı yazar bile her konuyu bilemez. Kendi bildiklerine göre yazarsa da çok sürmeden “KURU TOPRAKLARDA” bulur kendini.

Her şeyden önemlisi “NEREDE, NE BULMAKTIR” Birinci nokta: Kendi kafanızda, ikinci nokta: Archivlerde, Gazetelerde, mecmualarda, üçüncüsü: Ansiklopedilerde, Sözlüklerde, Bibliografilerde, Kütüphanelerde, dördüncüsü: Internette.

Daha sonra ise “NASIL YAZMAYI BİLMEK”. Bunun için gerekli olan ön şart „Yazma Sevgisidir“.

3) FİKİRLERİNİZİ BİR DÜZENE SOKUNUZ. BİR

TREN MİSALİ BİR YOLCULUK YOLU ÇİZİNİZ!

Bir çorba pişirir gibi her türlü sebzeyi bir tencereye doldurup, pişirmeyiniz. Yazdığınız konuyu satır satır düzene sokunuz. En önemlisi konunun ana hatlarını belirlemeniz. Sonra ise yan hatları. Her şey yerli yerine gelinceye kadar toplayınız, düzünüz ve içiçe yerleştiriniz. Roman, Film, Tiyatro, Radyo yayınları için de bu kural geçerlidir.

4) KENDİNİZ İÇİN YAZMAYINIZ! OKUYUCUNUZ

İÇİN YAZINIZ, YANİ BASİT!

Her insan kendi dilini konuşur. Kimi zaman insanlar bilimsel yazar ve kimse bir şey anlayamaz. Kimi zaman da çok basit yazılır. Iki şekil arasında bir sürü basamak vardır. Yine de Allah´a şükür etmek lazımdır ki, herkesin kendine göre bir dili vardır, yoksa hepimiz hepimizden bıkar, sıkılırdık.

Ama hepimizin çok sevdiği bir dil vardır ki, o dil basit, anlaşılır, kısa ve öz, zaman almayan, zorlamayan, açık ve yanlış anlaşılmayan bir dildir.

Bir noktayı başka türlü yazarsanız, okuyucu kaybedersiniz, eğer ama temelden başka türlü yazarsanız o zaman hepsini kaybedersiniz.

Yazım kuralları içinde en çok zedelenen kural „BASİTLİK KURALIDIR“. O yüzden yazılanlar çoğu zaman okunmaz. Kelimeler, cümleler, düşünceler mezara döner. Neden mi? Çünkü elimizdeki kağıt, önümüzdeki ekran, elimizdeki alıcı aniden bizi bizden uzaklaştırır da ondan. Kendimiz olmayı hemen unutuveririz. Konuştuklarımız bir cümleler curcunasına döner, okuduklarımız ise düzensiz bir Akordeona.

Büyük düşünceler basit şekle getirilemez mi? Evet, getirilir. Tüm büyük yazarlar bunu başarabilmişlerdir. Siz de başarabilirsiniz! Yazdığınız her cümleye karşı bir savaş açarsanız, cümleleri düzenlerseniz, aklınıza nasıl geliyorsa, öyle yazmazsanız! İşte orada gerçek anlamda “BASİT YAZMA SANATI” başlar. Bu oldukça zor bir iştir.

Bize inanmıyor musunuz? O zaman Schoppenhauer´e inanın: „Hiçbir şey anlamlı düşünceleri herkesin anlayabileceği şekle getirmek kadar zor değildir.”

5) BAŞLIK MIKNATIS GİBİ OLMALIDIR, FAKAT

BAŞLANGIÇ GÖZ AÇMALIDIR!

Başlık bir mıknatıs mı olmalı? CERAMS’ın yazdığı ‘TANRILAR, MEZARLAR, ALİMLER’i gibi yani. Tam milli piyangoyu tutturmak gibi. Bu kitapta herşey doğru idi, kitabın isminden tutun, içeriğine, yayınlanış tarihine ve okuyucunun okuma öğrenme ihtirasına kadar. Kitap roman olmasa da anlatım tarzı Cerams’ın ne kadar güzel tasvir ettiğini gösteriyor.

Alman’ların büyük düşünürlerinden Lessing bakın başlık hakkında ne demiş: Bir başlık yıkanır bir kağıt parçası olmamalıdır. ‘Ne kadar az yazının içeriğini ele verirse, o kadar iyidir’. Acaba Tolstoy’un ‘ANNA KARENINA’sı’ HAMSUN’un ‘VOCTORIA’sı’ Thomas Mann’nın ‘BUDDENBROOKS’ kitapları başlıklarıyla mı meşhur oldular? Ne dersiniz?

Yazar hemen başta okuyucusunun gözlerini açmasını bilmelidir. İlk etapta ‘MERAK’ uyandırmalıdır. Bir olayı anlatıyorsa, kimin, nerede, ne yaptığını anlatmalıdır. Ve neden, nasıl, ne yaptığını yazmalıdır.

Yazar bir cümleyle Thomas Mann ve Tolstoy gibi hemen olaya atlayabilir, suya atlar gibi. Veya Gabriel Garcia Marques gibi birinci cümleyle okuyucusunu kenetlemesini bilir ve onun kitabın sonuna kadar heyecanla birinci cümleyi takip etmesini sağlar.

6) SADECE PARMAKLARINIZLA YAZMAYINIZ, BEŞ

DUYU ORGANINIZIN BEŞİNİ KULLANINIZ!

Siz görebiliyor, tadabiliyor, koklayabiliyor, hissedebiliyorsunuz, değil mi? Okuyucularınız da aynısını yapabiliyor. Ancak ne var ki, bazı yazarlar bunu unutuyorlar. Zavallı Yazarlar, zavallı okuyucular!

Her dil kendine göre zengindir. Dilleri bir Restorana benzetebiliriz. Bu restorandın mutfağında bir yemek nasıl pişirilir, nasıl kızartılır, nasıl tabağa konur ve nasıl servis ediliyorsa, güzel yazı sanatı da aynı özellikleri taşır.

Yazarken okuyucunun beş duyusunu canlandırmalısınız. Anlatım tarzınız sadece bir duyuya hitap etmemeli.

7) YABANCI KELİME KULLANMAYINIZ!

OKUYUCULARINIZ SIZE MINNETTAR OLUR!

Türkçe yazıyorsanız, Türkçe yazın, Arapça yazıyorsanız Arapça yazın, Almanca yazıyorsanız Almanca yazın, lütfen! Yabancı kelimeler ‘YANLIŞ BOZUK PARA’ gibidirler, okuyucu hemen anlar o paraların geçmediğini. En çok yabancı kelime kullananlar Sosyologlar, Psikologlar, Politologlardır. Bazı yazarlar 400 sayfalık eserler yazarlar. Onların yazdığı anlaşılmaz dili ‘BASİT’ bir dille yazsa insan, 100 sayfa bile etmez söylemek istedikleri. Aynı şey Ekonomistler ve Banka çinciliği için de geçerlidir. Yani çok konuşur, hiçbir şey söylemezler. Bazıları da yabancı kelimeleri siper olarak kullanıp, aslında bir şeyi bilmediklerini göstermemeye çalışırlar. Bazıları da LUHMANN gibi anlaşılmak istemezler. Nıklas LUHMANN’nın bıraktığı ‘Sistem Teorisini’ dünyada anlayan pek az kişi (beş – on kişi) vardır. Adam gerçekten üç beş kişinin kendisini anlamasını istemiş. Belki de çoğunluğu hor gördüğünden kaynaklanmış.

8) NESNELERLE SAVAŞINIZ!

Bildirge yapmayınız, bildiriniz! Açıklama yapmayınız, açıklayınız! Sınırınızı bilip, bilinçlendiriniz okuyucuyu. Kardeşinize sevgi hazırlamayınız, ona sevgi veriniz! Firkriniz için ilgi uyandırmasanız da, milletin fikirlerinize sıcak bakmasını sağlayınız! Nesneler her dilde kanser hücresi gibidirler. Açıkça kelime üretimi, başka hiç birşey değil.

Nesneler yerine ‘YÜKLEM’ kullanınız. Fiiller her zaman cümlelere can katar.

Bu hastalığa karşı ise Sizin elinizdeki silah ‘KIRMIZI KALEMİNİZDİR’. Onu kendinize arkadaş ediniz. Eğer kırmızı kaleminizle iyi bir dostluk kurabilirseniz okuyucunuzun da dostu olursunuz. Bir örnek vermek gerekirse:

JULIUS CESAR şöyle yazmamıştır: Olay yerine geldikten ve şartları teşhis ettikten sonra, Zafer kazanmamız mümkün olmuştur. Hayır, o şöyle söylemiştir: BEN GELDİM, GÖRDÜM VE KAZANDIM!’

Bir başka örnek: ‘İnsan Şeytanın resmini duvara çizerse, şeytan görünür’. (Alman Atasözü) Orada ama şöyle denmiyor: ‘Şeytanın resmini duvara çizdikten sonra şeytanın gelme olasılığı tehlikesi doğmuştur’.

Elinize bir makale alın. Herhangi bir gazete parçası ve kırmızı kaleminizle bakın o yazılara. Kaç tane ‘Vır, vır, vır!’ görürseniz silin o ‘vır vırları’. BUNU GERÇEKTEN YAPIN! Boş laf eden çok da, dolu laf eden az olur!

‘BASİT’ ve ‘ÖZ’ ve ‘OKUNUR’ bir Türkçe yazmanın yolu kırmızı kalemden geçer. Eğer böyle bir Türkçe’yi yazmayı öğrenirseniz, o zaman okuyucularınızın da Sizin yazılarınızı geçekten severek okumalarını sağlamış olursunuz.

9) YAZDIĞINIZ NE ISE NEFES ALMALIDIR! Bakın

VOLTAIR ne demiş: ‘YAZI HER ÇEŞİT YAZILIR, BIR

TEK SIKICI YAZILAMAZ!’

Yazı okunmak için yazılıyorsa, kendi kendine konuşur gibi yazılmamalıdır. En kuru konuyu bile işleseniz, okuyucu söylemek istediklerinizi öğrenmek ve benimsemek ister. Öğretirken de, açıklarken de okuyucuyla sohbet etmelisiniz. Zevkle dinlemek, ancak zevkle yazmakla mümkündür. İyi bir aşçı kokuşmuş bir deri parçasıyla da güzel bir yemek pişirir. Yani okuyucuda bir tad bırakmalı yazdıklarınız. Önünüzdeki boş kağıda konuşmadan önce o hazzı vermeğe çalışmalısınız. Okuyucuyla bir ikili konuşma köprüsü kurmalısınız! LESSING’in ‘ANTI- GOEZE’ eserinde yaptığı gibi. Yazar sanki bir Parlamento Debatı yazmış: Hitap, çağrı, eleştiri, karşı koyma, soru üzerine soru, cevap üzerine de cevaplar.

İkili konuşmanın ustası olunuz! Dilerseniz karşınıza bir ayna koyun ve aynayla konuşur gibi yapın. Yazarken yaşadığınızı görürsünüz. Bu çeşit yazma ‘HAYAT DOLU YAZMAKTIR. NEFES ALAN YAZI YAZMAKTIR.

10) CÜMLELERİNİZİ ÖYLE YERLEŞTİRİN Kİ,

OTURSUNLAR!

Çok basitmiş gibi görünür ama, herkes bu işi beceremez. Belki de hiç kimse cümleleri tam yerlerine oturtamaz. Mesela bazı yazarlar vardır, bir cümleyi defalarca değiştirirler, tıpkı her sahneyi yüz kere çevirten Rejisörler gibi. Charly Chaplin mesela kör bir kadından çiçek satın alma sahnesini tam yüz kez yeniden çevirtmiştir. Ta ki mükemmel bir alış-veriş sergileyinceye kadar.

Ancak birçok cümleyi tutup, atmakla tabi ki ne Charly Chaplin ne de Thomas Mann olabilirsiniz.

Schopenhauer özetle şöyle söylemiş: Insanoğlu bir anda bir düşünceyi düşünebildiğinden Stilistikteki temel bir kural, aynı anda birçok düşünceyi yansıtmamak olmalıdır. Okuyucudan iki veya daha fazla düşünce anlaması beklenemez. Düşünceleri dolap gibi birbirine dolamak demek altı şeyi bir anda söylemek içindir. Halbuki en doğru şey, bir şeyi diğer şeyin ardından söylemekten geçer. Schopenhauerin demek ıstediğini Adalbert Stifter çok güzel sergilemiş:

‘İnsan Gülecinden tepeye doğru kiraz ağacının bulunduğu yere, kuzeye doğru giderse, bir çayırlığa gelir, içinden bir dere geçen çayırlıkta arkadaşım meşe ağaçları yetiştirir ve onlardan arkadaşım kışlık odun ihtiyacını giderir, onun yanı sıra da o ağaçları atölyesinde kereste ve mobilya yapımında kullanır’. :

Adalbert ne kadar güzel tek tek düşünce sıralamış. Ludwig Reiners bu stilde insanın bir kitabı bir cümle ile yazabileceğini iddia etmiş.

Bir cümlenin ne kadar uzun olması gerektiğini kestirmek mümkün değildir. Bismark ‘Düşüncelerim ve Hatıralarım’ kitabında 34 kelime kullanmış. Heinrich Böll 31 kelime, Max Frisch ise 19 kelime kullanmış, genel olarak.

Bir cümlede kısa ve uzunları karıştırıp, 15-20 kelime kullanırsa insan en doğrusunu yapar. Ancak döner dolaplardan kaçınılmalı, birbirine bağlı bir yığın cümle kurmamalı.

11) KIRMIZI KALEMİNİZİ UZUN OLAN KISIMLARI

PARAGRAF PRAGRAF AYIRMANIZ İÇİN DE

KULLANMALISINIZ!

Yolculuk planınızda bir istasyondan diğerine giderken bazen durmanız gerekir, bazen de istasyon olduğunu bilir, durmazsınız hızlı bir trenin her durakta durmadığı gibi. Okuyucularınız ama bazen nefes almak isterler, o yüzden her 12-15 ‘inci cümlede bir paragraf konulması, bir düşünme molası vermek gerekir. Birçok paragrafın da arasına bir veya en çok iki cümleli paragraflar konulmalıdır. Çünkü okuyucu da yazar gibi dinlenerek, okumak ister.

12) CÜMLELERİNİZDE CİMRİ OLUN! AZ VE ÖZ

YAZIN: AZ, DAHA AZ, EN AZ!

Fransız Filosofu VAUVENARGUES ‘En iyi yazarlar bile çok konuşuyorlar!’ demiş.

SCHOPPENHAUER da şöyle buyurmuş: ‘Her kim ki sonraki dünyaya seyahata çıkmak isterse, yanına fazla ağır bir bagaj almamalıdır.’ Bununla şu kastediliyor: Her fazla ünite, her fazla paragraf, her fazla cümle, her fazla harf atılmalıdır.

Ludwig Rainers Atma sanatı üzerine şunları söylemiş: ‘Fuzuli herşeyi atmak, zaruri herşeyi de bir kez söylemek; bu basit sanatı ne yazık ki, tüm yazarların onda dokuzu bilmez’.

Birinci, ikinci ve üçüncü nüshanızda çizdiğiniz her cümle yazınıza yalınlık, düşüncelerinize açıklık katar, emin olunuz!

13) ELBETTE AÇIK BİR DİLLE YAZMALISINIZ!

TOLSTOY bunu şöyle açıklamış: ‘Ne düşünürseniz düşünün, ama öyle bir şekilde düşünün ki, Sizi herkes anlayabilsin. Açık ve basit bir dille konuşulan veya yazılan hiçbir şey kötü olamaz’.

Sisli bulutlu, kapkara, konuşanlar, aslında kimsenin kendilerinin bir şey bilmediklerini sezinlememeleri için öyle bulanık konuşurlar. Her kim ki açıkça düşünebiliyorsa, açık ta yazabilir. Karanlık ve anlaşılamamazlık kötü bir belirtidir. Yüzde 99 düşüncenin beilrsiz oluşundan kaynaklanır. İnsan düşünebiliyorsa, düşüncesini açıkça bir anlamda söyleme kabiliyetine sahiptir. Çift ve birçok anlam kullanmalar, birbirine bağlı zincirler üretmeler esasen o kişilerin söyleyecek bir şeylerinin olmadığının göstergesidir.

14) KULAKLARINIZLA YAZIN!

Kulaklarla yazmak demek, yazdığınızı yüksek sesle okumak demek. O zaman nerede ne hata olduğunu daha iyi kavrar insan.

Bu kuralı yerine getirmenin en güzel yolu, yazdığınızı bir kasete almaktır. Sesinizi aldığınız kasete birkaç gün dokunmayın. Sonra elinize yazdığınız yazıyı alın ve kaseti dinleyin. O zaman kırmızı kaleminizi nerelerde kullanmanız gerektiğini anlarsınız. Çalışmanızda düzgün olmayan yerler bulunduğuna şaşar, onları çok güzel belirleyebilirsiniz.

15) SON CÜMLENİZİN NOKTASI GERÇEK SON DEĞİLDİR!

Bazıları yazının sonunu hiç zor görmezler. Bazıları da ‘Bitirmek başlamaktan zordur’ derler. Hangisi doğru acaba? Ne o, ne de o. Eğer bilimsel bir çalışma yaptı iseniz, bitirmek en kolay iştir. Önemli cümlelerle özetler, bitirisiniz. Biraz da gelecekteki gelişmelerin neler olacağını bildirirsiniz.

Ancak eğer bir şeyler anlattı iseniz, o zaman sona gelmek biraz zordur.

Bu konuda bir tavsiye vermek gerekirse: Büyük adamların, örnek yazarların eserlerine bakınız, onlar yazılarını nasıl bitirmişlerse, onlar Size ibaret olsunlar!

Evet, GÜZEL YAZI YAZMA SANATININ sonuna gelmiş bulunuyorum. Umarım bu kurallar geleceğin büyük adamlarına ALTIN KURALLAR olarak ışık tutar ve nice okuyuculara zevkle okuma kaynağı olurlar.

KOMPOZİSYON HASIL YAZILIR?

1. BİLGİ BİRİKİMİ

Üniversite eğitimiyle bir meslek için hazırlık yapılır, o mesleğin gerektirdiği birikim aktarılmaya çalışılır. Aydın insanın bilmesi gerekenler ise sadece kendi mesleğiyle, ilgi alanlarıyla, çevresiyle ve dönemiyle sınırlanamaz. Kendisine yöneltilen hemen her soru için az çok söyleyecek sözlerinin olması beklenir. “Ben inşaat mühendisiyim, ülke sorunlarından, sosyal çevreden, spor faaliyetlerinden, trafikten ... hiç anlamam” demek aydın insana yakışmaz. Kişinin çevresine karşı duyduğu sorumluluk; onu araştırmaya, incelemeye ve öğrenmeye yönlendirir. Böylece bilgi birikimi için ilk adımlar atılmış olur.

Herhangi bir bilim veya sanat dalıyla ilgili özel araştırmalar ve deneyimler sonunda elde edilecek uzmanlık bilgisini saymazsak genel bir kültür sahibi olmak ve (sözlü veya yazılı) kompozisyonlar meydana getirmek için aşağıda sayılan etkinliklerin yapılmasında yarar vardır:

a) Okuma

Yazılı veya sözlü anlatım yeteneğini geliştirmenin en etkili ve en güzel yollarından biri, çok okumaktır. İlgi duyulan alanlarla ilgili gazeteleri, dergileri, kitapları... okumak insanı hiç şüphesiz, başkalarından daha bilgili kılacaktır. Bilhassa, sanat değeri taşıyan, okumaya değer, klâsik kitapları, yazıları okumakla yazarının bilgi birikiminden, deneyimlerinden de yararlanmak mümkündür. Kişi ne kadar çok okursa dil ve anlatım yeteneği, düşünme yeteneği, bilgisi, duygu ve hayâl gücü... o derecede gelişir.

Okuyan insan doğruyu yanlıştan, güzeli çirkinden, iyiyi kötüden daha kolay ve isabetli ayırt eder; kendisini, çevresini, insanları, dünyayı ... daha iyi tanır.

"Ben aydınım" diyebilen bir insan; en az günde bir gazete, haftada bir dergi, ayda bir kitap okumak zorundadır. Düzenli olarak ayda bir kitap okuyan birisi elli yılda altı yüz kitap okur. İnsanlık tarihinin başlangıcından günümüze kadar yazılmış milyonlarca kitap içinde altı yüz kitabın önemi ne kadardır?

Her çeşit kitabı düzenli aralıklarla okuyanlarla, hayatında eline hiç kitap almamışlar arasındaki fark; beyaz renkle siyah rengin arasındaki fark gibidir. Birisi bilim ve aydınlık, diğeri ise cehalet ve karanlıktır.

Her şeyden önce, okumayan insanın kelime hazinesi gelişmez. Bu durumda sınırlı sayıda kelimelerle hangi duygu ve düşünceler etkili bir şekilde anlatılsın?

Yazarlar, şairler ve sanatkârların düşüncelerini daha iyi anlayabiliyoruz. Çünkü, kelime hazineleri büyük. Çünkü, onlar okumaya önem veren, okumanın insan için bir üstünlük olduğunu kavrayan kişilerdir. Bilgili ve bilinçli aydın olabilmenin yegâne yöntemi okumak, çok okumaktır.

Doğal olarak, yazılı ve sözlü kompozisyonda başarının önemli sırlarından birinin de düzenli okumak olduğunu unutmamak gerekir.

b) Kütüphanelerden yararlanma

Herhangi bir konuda ayrıntılı bilgiye sahip olmak; konuyu araştırmak, incelemek, öğrenmek, kısacası kendimizi daha iyi yetiştirmek için gidilecek yerlerin başında kütüphaneler gelir. “Ulusların kalkınmasında iki önemli kaynak başta gelir: Bunlardan biri, bilgi birikimlerinin toplandığı yer olan kütüphanelerdir; diğeri de yeni bilgilerin yöntemlerin araştırıldığı yer olan lâboratuvarlardır. Kütüphanelerin sayısı ne kadar çoksa, içindeki kitapların sayısı duyulan gereksinmeyi tam olarak karşılayabiliyorsa, daha da önemlisi, oradan yararlananların sayısı ne kadar çok ise, o ülke o ölçüde kalkınmıştır.”[1]

Günümüzün imkânlarıyla kütüphanelerden değişik şekillerde yararlanmak mümkündür: Klâsik bir yol olarak, kitabı okur, işimiz bitince yerine koyarız veya kütüphaneye üye olarak kitapları ödünç alıp istediğimiz yerde okur, süresi içinde geri veririz. Yeni bir yol olarak internet aracılığıyla kütüphanelerin web sayfalarına girerek bilgisayar ortamına aktarılan kitapları inceleyebilir, yararlanılacak yerleri kendi bilgisayarımıza kopyalayabilir veya istediğimiz sayfaları yazdırabiliriz.

Okuyucuya daha kolay ve daha iyi hizmet verebilmek için kütüphanelerde -imkânlar ölçüsünde- bilgisayarlardan ve bilgisayar programlarından yararlanılmaktadır. Bugün kütüphanelerde yavaş yavaş ayrı bölümler açılarak CD kütüphaneleri oluşturulmaya başlanmıştır.

c) Düşünmek (fikretmek = tefekkür)

İyi ve güzel yazı yazmak, etkili konuşmak için gerekli olan özelliklerden biri de "düşünmek" tir.

Yazı yazmanın temelinde düşünme yatar. Okuduğumuz bir eser ya da parça, kafamızda birçok düşünceler yaratır. Dış dünyamızda gördüğümüz canlı ve cansız bütün unsurlar, kafamızda birtakım düşünceleri ve hayalleri canlandırır. Görülen, duyulan, okunan, incelenen somut ve soyut bütün kavramların bağlantıları, düşünce içerisine girer. Düşüncelerimizi açık, ilgi çekici, canlı bir biçimde ortaya koymalıyız. Düşünme, iç gözlem ile elde edilir. Gözlem; dışarıyı görmek, düşünme ise içimizi incelemek ve görmek demektir.

Doğal olarak, bütün insanlar düşünceye sahiptir. Ama, düşünceden düşünceye fark vardır. Düşünce ile plân (tasarı) arasında sağlam bir bağ kurulmalıdır. İnsan, yaşamış olduğu ortam gereği; kişi, çevre, toplum, konu, olay vb. kavram ya da faaliyetlerde sağlıklı ve plânlı düşünmek zorundadır. Düşüncelerdeki dağınıklık ve plânsızlık, insanın çevreyle ve olaylarla bağlantısını bozar, uyumunu engeller. Bu durumda ise mutsuz ve başarısız bir kişilik ortaya çıkar.

Sağlıklı düşünemeyen, düşüncelerinde plân yapamayan bir insan, nasıl iyi ve güzel yazı yazsın? Nasıl etkili konuşma yapsın? Öyleyse, bir konu ya da olay hakkında yazı yazmadan, konuşma yapmadan önce mutlaka düşünmeliyiz. Yazacağımız ya da konuşacağımız duygu ve düşüncelerimizle ilgili, ayrıca bir plân yapmalıyız.

d) Gözlem yapma

Başarılı bir kompozisyon oluşturmanın temel şartlarından biri de gözlemdir. Çevrede olup bitenleri, varlıkları, nesneleri, tabiatı duyular aracılığıyla (bir anlamda) fark etmek, bunlardan yararlı sonuçlar elde etmek ve deneyimler kazanmak iyi bir gözlemle mümkündür. Sanatçıları diğer insanlardan ayıran önemli özelliklerden biri, bunların iyi bir gözlem yeteneğine sahip olmalarıdır. Onlar, bizim göremediğimizi, önemsemediğimizi, fark etmediğimizi hemen görürler. Çünkü onlar bakma ile görmeyi birbirinden çok iyi ayırırlar.

Gözlem; bakmak değil görmek, doğanın canlı cansız bütün unsurlarını, ayrıntılarıyla görmek demektir. Gözlem; doğru görmeyi, doğru tanımayı öğretir.

Bir şeyi iyi anlayabilmek için onun kendi kendine ortaya çıkan türlü belirtilerini gözden geçirmek işine "Gözlem" denir. Gördüklerimizi anlamak ya da anlatmak için gözlem yapılır.

İnsanların çoğu, kendilerinin iyi birer gözlemci olduğunu söylemelerine karşın, iyi yazı yazamaz ya da etkili konuşma yapamaz. Öz eleştiri yapıldığı takdirde görülecek ki, insanlar; başta aile olmak üzere, çevre, okul ve en yakın arkadaşları hakkında ayrıntılı bilgilere sahip değildir. Oysaki, önceden derinlemesine yapılan gözlemler, çevre ve kişilerle uyumu kolaylaştıracak, iletişimi hızlandıracaktır.

Bir dilencinin sokak aralarında, dolmuş kuyruklarında dilenmesini; hele hele dilenmekten utanan yoksul insanların toplumla ilişkilerini, ruh hâllerini gözlem yapmayan bir insan, nasıl "yoksulluk" konusunda yazı yazabilir, konuşma yapabilir?

Öyleyse, hangi konuda yazı yazmak, konuşma yapmak istiyorsak; o konuyla ilgili önceden gözlemlere sahip olmalıyız. Bu düşüncelerden hareketle; siz de, ailenizi, çevrenizi, öğretmenlerinizi, arkadaşlarınızı kolay iletişim ve başarılı olmak için mutlaka gözlem yapmalısınız.

Üzerinde iyi gözlem yapmadığımız konuları veya eşyayı başkalarına anlatmak oldukça güçtür. Ömründe deniz görmemiş birine denizin ne olduğunu anlatabilmek ancak iyi bir gözlem sonunda mümkündür.

Gözlem yoluyla hayattan dersler almak, deneyimler kazanmak da ihmal edilmemelidir. Meselâ, on dakika geciktiği için derse alınmayan arkadaşlarını gören öğrenciler, bundan kendileri için bir ders çıkarabilmelidirler.

e) İnternetten yararlanma

Akla gelebilecek hemen her alandaki ve her konudaki bilgiye internet sayesinde kolaylıkla ulaşmak mümkündür. Sanal kütüphaneler, on-line araştırma dergileri, internet ortamındaki kitaplar, dergiler, antoloji sayfaları... meraklıları için sadece birkaçıdır.

f) Bilgisayar programları ve CD (VCD, DVD)’lerden yararlanma

Bilgisayar programları kullanılarak ciltlerlerce kitapta yer alan bilgi, harita, resim veya belgeseller, filmler CD veya DVD’lere aktarılabilmektedir. Etkileşimli (interaktif) olarak hazırlanan eğitim programlarıyla daha çok bilgiye, çok çabuk, çok ekonomik ve çok keyifli bir şekilde ulaşmak mümkündür.

g) Dinleme

Bir dersi, konferansı, açık oturumu, tartışmayı, sohbeti vb. dinlerken de çok şeyler öğrenmek mümkündür. Özellikle bir amaca yönelik yapılan dinleme; dinlemeye hazır durumda, dikkati konu üzerinde toplayıp, kavramaya çalışarak, duyguları kontrol edip not tutarak yapılacak olursa dinlemeden elde edilecek yarar daha da artacaktır.

h) Kesik (Kupür) biriktirme

Kesik (kupür); gazete, dergi vb. yerlerden kesilen yazılardır. Okunan gazetelerde, dergilerde ilgi çeken, daha sonra kaynak olarak kullanılabilecek türden haber, makale, fıkra vb. gibi yazılar kesilerek gereğinde konulara göre ayrı ayrı zarflarda veya dosyalarda biriktirilerek bir arşiv oluşturulabilir. “Ünlü bir yazara kendisini nasıl yetiştirdiğini sormuşlar, şöyle açıklamış: Okuduğum bir kitaptan beğendiğim sözleri not eder, bir zarfa koyarım; gazetelerden, dergilerden kestiğim yazıları bir başka dosyada saklarım. Zamanla bir hazine ortaya çıkar. Yazmaya oturduğum zaman benim için her şey artık hazırdır.”[2]

ı) Şiir defteri tutma

Şiir kitaplarındaki şiirler güzeldir. Ancak bazı şiirler vardır ki bize göre daha güzeldir, en güzeldir. İşte bu şiirlerin bir defterde toplanmasıyla hem güzel yazılar yazarak yazma alıştırması yapılmış olacak hem de duyguları en güzel şekliyle ifade yolları konusunda birikim kazanılacaktır.

i) Günlük yazma

Herhangi bir olay, haber veya yorumla ilgili kişisel düşüncelerin sıcağı sıcağına, günü gününe bir deftere veya ajandaya düzenli olarak yazılması anlatım yeteneğinin geliştirilmesinde etkili yollardan biridir.

j) Özlü sözleri derleme

Yazılı veya sözlü anlatımda sözü uzatmamak, etkiyi artırmak, örnek vermek... için özlü sözler başlığı altında topladığımız atasözleri ve özdeyişlerden yararlanılabilir. Bu sözlerde uzun yılların deneyimi ve birikimi en veciz şekliyle ifadesini bulmuştur. Özlü sözlerin derlendiği kitaplar okunup (istenirse konularına göre) seçme yapılarak bir deftere yazılabilir. Böylelikle hem düşünce ufku genişletilmiş hem de yazı veya konuşma için malzeme de toplanmış olur.

2. P L Â N

Herhangi bir konuda sıralanacak düşüncelerin, duyguların, olayların mantıklı ve etkili biçimde düzenlenmesine plan denir. Bir yazıda ana düşünce çevresinde beliren yardımcı düşüncelerin, ana düşünceyle ilişkileri yönünden uzaklık ve yakınlıkları vardır. Bunları sıraya koymak, gereksizleri atmak, ancak plân yapmakla mümkündür.

Plan, yazarın, neyi nerede söyleyeceğini belirtir ve okuyucunun da fikrî gelişmeyi en iyi şekilde izlemesini sağlar. Mimarın, yapacağı binayı önceden plânlaması gibi, yazar da ortaya çıkaracağı eserin plânını yapar ve ona göre hareket eder.

Önce, konu seçilir, sınırlanır; sonra bir ana düşünceye bağlanır. Bu ana düşünceye göre bilgi toplanır. Daha sonra bu düşünceler, birlik ve bütünlük sağlanacak biçimde düzenlenir ki, bu düzenleme işlemine, Plânlama denir. Yazının çatısı, iskeleti olan plân, bize yol gösteren bir araçtır.

Plânın uygulamada iki şekli vardır: Yazılı plân, yazısız plân. Uzun bir yazı için, her yazarın bir yazılı plâna ihtiyacı vardır. Çünkü, fikir sayısı çok olduğundan hata yapmak daima mümkündür. Böyle bir plân büyük kolaylıklar sağlar. Kısa yazılar için yazısız plân yeterlidir. Yazar, zihninde bir tertip yapar ve ona göre yazısını yazar. Fakat yazmaya yeni başlayanlar, kısa yazılar için de yazılı plân yaparlarsa daha iyi olur.

Esasen, bütün plânlar önce zihinde teşekkül eder. Mütemadiyen konusunu düşünen ve araştırmalar yapan yazar, bir yandan da bunları tertip etmekle meşgûldür.

Bazan da ard arda iki plân yapmak gerekir. Birincisi ön plândır ve geçicidir. Elâstikiyeti vardır, yani değiştirilmesi her zaman mümkündür. Böyle bir plân taslak vazifesi görür, araştırmalarda rehber olur. Noksan bilgileri gösterir, zihinde bir fikir sırası oluşturur ve yazarı tertipli düşünmeye sevk eder.

ikinci ve son plân ise, malzeme toplama işleminden sonra, yazıya başlamadan önce yapılır. Böyle bir plân, yazara her bakımdan faydalı olacaktır. Yazarın, dikkatini bir noktada toplamasını sağlar. Belli bir fikrin ne zaman ve nerede işleneceğini gösterir. Konudan uzaklaşmamayı temin eder. Zamanı iyi kullanmakta yardımcı olur. Elinde ayrıntılı bir plânı bulunan yazar, meydana gelmesi muhtemel kesilmelere rağmen yazısına devam edebilir.

Plânda üç ana unsur vardır: Giriş, esas kısım, sonuç. Bunların üçü de çok önemlidir ve itinâ ister.

Giriş, yazının baş kısmında yer alır. Okuyucunun ilk karşılaşacağı bölümdür. Muhatap, yazının devamını okuyup okumamaya burada karar verecektir. Bu sebeple girişin son derece câzip, anlaşılır ve merak uyandırıcı olması gerekir.

İyi bir giriş için tavsiye edilebilecek bazı şekiller vardır: Meşhur bir sözü nakletmek, ilgi çekici bir hikâye, fıkra veya olay anlatmak, bir konuşmayı aktarmak, bunlardan sadece bir kaçıdır. Hikâye türündeki eserlerde ise en iyi usûl, bir olay veya diyalogla giriş yapmaktır.

Plânda ikinci kısım, konunun işleneceği, fikirlerin söyleneceği ve olayların gelişeceği yerdir. Her ne olacaksa burada olacaktır.

Sonuç ise, yazarın okuyucunun huzurundan ayrıldığı yerdir. Artık söylenecekler söylenmiş, vedalaşma zamanı gelmiştir. Yapılacak iş, okuyucu üzerinde olumlu bir intiba bırakmaktır. iyi bir sonuç fikirlerin kabulünde önemli rol oynar. Burada yazıyı özetlemek, temel fikirleri tekrar etmek, güzel bir söz nakletmek, bazan da yazının gayesine uygun bir hikâye anlatmak mümkündür. Her yazının kendine göre bir sonucu vardır ve bu hususta kesin ölçüler koymak doğru değildir.

Plân nasıl yapılır?

Konusuyla ilgili fikirleri tesbit eden ve bunları destekleyecek yardımcı unsurları derleyen yazar, ilk iş olarak, elindeki malzemenin bir listesini yapmalıdır. Bu listeyi dikkatle okumalı ve yeterli olup olmadığını tesbite çalışmalıdır. Eğer eksik bilgiler varsa tekrar araştırma yapması gerekir. Malzeme yeterliyse ikinci safhaya geçilebilir.

ikinci safhada, malzemelerin konuya uygunluk dereceleri tayin edilir. işe yaramayacak fikirler ve gereksiz unsurlar atılır. Bu ayıklama işlemi sayesinde eldeki malzemenin sayısı azalacaktır. Böyle bir azalma, fikirleri ve destek unsurlarını daha yakından tanımanızı sağlar.

Üçüncü safhada yapılacak ilk iş, temel fikirleri tesbit etmektir. Kısa bir yazıda bunların sayısı muhtemelen üç veya dörttür. Daha sonra, yardımcı fikirleri destekleyici müşahhas malzemeler temel fikrin altında kümelendirilir. Bu işlemleri yaparken çok düşünmek, fikirlerin birbiriyle münasebet derecesini iyi kavramak gerekir.

iyi bir plânda temel fikirler tesbit edilmiş ve müşahhas misallerle desteklenmiştir. Her fikre, yazıdaki ehemmiyeti nisbetinde yer verilmiştir. Fikirlerin sıralanışı muntazam ve mantıklıdır. Maksada en iyi hizmet edebilecek ayrıntılar seçilmiş ve lüzumsuz malzemeler ayıklanmıştır.

a. PLÂN TÜRLERİ

Herhangi bir yazıda konunun içeriğine ve ele alınış yöntemine göre üç türlü plân vardır:

(1) Devinsel (Harekî) Plân: Olaya dayanan, tahkiyeli kompozisyon türlerinde uygulanır. Örneğin; hikâye, roman, tiyatro, gezi yazıları vb.

(2) Duygusal Plân: Mutluluk, üzüntü, acı, heyecan, hayal kırıklığı, korku vb. insanî özellikleri anlatan yazılarda uygulanır. Örneğin; şiir, mensur şiir vb.

(3) Düşünceye ait (Fikrî) Plân: Düşünceye dayalı yazı türlerinde uygulanır. Örneğin; makale, fıkra, deneme, konferans vb.

Her yazıda, genellikle şu üç bölüm bulunur:

Giriş: Okuyucunun ilgisini çekecek bir özellikte olmalıdır. Bu bölüm oluşturulurken, güncel olaylardan, atasözü, vecize ve deyimlerden yararlanılabilir.

Gelişme: Ana düşünceyi destekleyecek ve geliştirecek yan düşünceler, bu bölümde verilir. Tanımlama, örnekleme, karşılaştırma, tanık gösterme, istatistikî bilgi verme, anı aktarma, kişi ya da olayı tasvir etme, aksi düşüncelerden yola çıkma vb. yöntemler aracılığı ile ana düşünce, açıklanır ve geliştirilir.

Sonuç: Yazı boyunca verilen düşüncelerin özü saptanır; okuyucunun beyninde oluşan soruların cevaplanması sağlanır; yazının önceki bölümlerinde atılan düğümler, teker teker çözülür.

b. PLÂN YAPMANIN YARARLARI

(1) Kişiyi boş sözlerden ve konu dışına çıkmaktan kurtarır.

(2) Düşüncelerin rahatça anlatılmasını ve yazının kolay anlaşılmasını sağlar.

(3) Duygu, düşünce ve hayallerin ölçülü biçimde anlatılmasına yardımcı olur.

(4) Kişiyi kararsızlıktan ve zaman kaybından kurtarır.

(5) Konu birliğini korur.

Plân yapmadan oluşturulan bir paragraf örneği:

"Havanın dikkate alınması, bir uçak yolculuğunda daima mevcut ve devamlı bir faktördür. Hava şartlarının tesirleri, sayıca o kadar fazla ve değişiktir ki, ancak hava yolculuğunun yapılması ile ilgili diğer bütün faktörlerle olan alâkası muvacehesinde dikkate alınınca, tam bir şekilde değerlendirmeye tâbi kılınmış olur. Bu, bilhassa meteorolojik hava tahminlerinin, plânlanmış veya tasavvur hâlinde olan bir hava yolculuğuna uygulanmasında açıkça kendini gösterir. Bu sebeple, seyahat şayet müessir bir şekilde plânlanacaksa, plânlamasının hava şartlarına bağlı olduğu her seyahat tam süresine şamil olacak güvenilebilir bir hava tahmininin iyice incelenmesine ve bu tahminin gerektirdiği şekilde, plânlarda uygun değişiklikler yapılmasına ihtiyaç hissettirir."

Yukarıda plânı yapılmadan oluşturulan (Anlamı bilinmeyen kelimeler, yapısı bozuk cümleler kullanılmış, düşünceler kapalı, dolaylı ve anlaşılmaz verilmiştir.) paragraftaki düşünceler, şu şekilde verilebilirdi:

"Bir uçak yolculuğu yapılmak istendiğinde, hava şartlarının etkileri göz önünde tutulmalı; bu nedenle, hava tahmin raporları iyice araştırılmalıdır."

c. YAZIDA PLÂN

(1) Konunun seçimi

(2) Konunun sınırlandırılması

(3) Ana düşüncenin belirlenmesi

(4) Yardımcı düşüncelerin belirlenmesi

(5) Yardımcı düşüncelerin sıralanması

(6) Yazı türünün belirlenmesi

(7) Başlığın belirlenmesi

Örnek Yazı Plânı:

Konu : "Duvarı nem, insanı gam yıkar." (Türk Atasözü)

Ana Düşünce : Nem ve gam. (Açıklayacağım nedir?)

Yardımcı Düşünceler: Nemin duvarı yıkması / Gamın insanı yıkması

Yazı Türü : Fıkra

Plân Türü : Düşünceye ait plân (Fikrî plân)

Başlık : Nem ve Gam

Paragraf Kuruluşu : Giriş, Gelişme ve Sonuç

NEM VE GAM

Bir atasözümüz, "Duvarı nem, insanı gam yıkar." der. Nem ve gam içine sızdıkları varlıkları uzun sürede, ağır ağır, içten içe çürütüp yıkmayı bildirirler. Nem duvarı nasıl yıkarsa, gam da insanı öyle yıkar.

Nem, duvarı yıkar. Belli ki balyoz gibi, dinamit gibi birdenbire yıkmaz; bunların aksine, önce boya, sıva gibi dış koruma kaplamaları dökülen yerlerden nem duvarın içine sızar, yapı maddelerini eritir, sertliğini ortadan kaldırır, dayanaksız durumuna getirir. Direnme, ayakta kalma gücü yok olan duvar bir yerlerinden başlayarak ufalanmaya, erimeye, giderek yıkılmaya başlar. Gerçekte yıkılan duvar değildir: Bir değer bilirliğin, bir düşüncenin, bir umudun son buluşudur. İlgisizliğin, bakımsızlığın, unutulmuşluğun sonun-da kocaman duvar gözden kaybolup gider. Acıdır ki herkesin gözü önünde, duvar ile nem arasındaki savaşta, duvar neme yenik düşer.

Gam da insanı yıkar. Gam, diğer adıyla üzüntü, insanın güven duygu sunu yitirmeye başlamasıyla ortaya çıkar. Gam nemle ya da kanserle özdeştir. Ağır ağır, sessiz, sinsice, içten içe eriten gam, sanki görünmez bir düşman gibidir. Bir hastaya gerekli ilâçlar verilirse, hasta kurtulabilir; fakat "gam" dediğimiz hastalığın ilâcını kim bulacak, o hastalığa yakalananı kim kurtaracak? Kurtulsa bile yitirilen yılları kim geri getirebilecek?

İnsan eliyle, emeğiyle, bilgisiyle yaratılıp anıtlaştıran duvarı nem eninde sonunda yıkar; onun gibi, insanı gam zamanından önce çökertir ve sonunda yıkar.

d. KOMPOZİSYON KONULARINI SINIRLAMA

Çok geniş konular üzerine yazı yazmak ya da konuşma yapmak oldukça zordur. Her şeyden önce geniş konuları aktarmak için geniş zamana ihtiyaç vardır. Onun için yazı yazarken, konuşma yaparken önce, konu sınırlanmalıdır. Amaca uygun sınırlanmış konular üzerinde çalışmalara yoğunluk verilmelidir.

Örnekler:

GENEL KONU : "Roman"

ALT KONULAR :

I. Türk Edebiyatında Roman

A. Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatında roman

1. Reşat Nuri Güntekin'de Roman

a. "Yeşil Gece" de Roman

1) "Yeşil Gece" Adlı Romanda Tiplerin Tahlili

a) "Yeşil Gece" Adlı Romanda "Şahin Efendi" Tipinin Tahlili

GENEL KONU : "Kültür"

ALT KONULAR :

I. Millî Kültür

A. Türk Töresi

1. Gelenekler

a. Dinî Bayramlar

1) Dinî Bayramlarda "Bayramlaşma" Âdetleri

a) Dinî Bayramlarda Bayram Ziyaretleri

i. Dinî Bayramlarda Büyükleri Ziyaret

GENEL KONU : "Resim"

ALT KONULAR :

I. Resim Eğitimi

A. Ortaokulda Resim Eğitimi

1. Ortaokulda Yağlı Boya Resim Eğitimi

a. Portre Çalışması

1) Çocuk Portre Çalışması

a) Kız Çocuklarının Portre Çalışması

GENEL KONU : "Atatürk"

ALT KONULAR : ?

I. ?

A. ?

1. ?

a. ?

1) ?

a) ?

Yukarıdaki genel konuya uygun alt konuları bularak konu sınırlaması yapınız.

e. 5 N FORMÜLÜ

Herhangi bir düşünceyi yazılı ya da sözlü olarak ortaya koyabilmek için aşağıdaki soruları dikkatlice kendimize sormalı ve cevaplar aramalıyız:

* NEREDE yazacağım ya da söyleyeceğim ?

* NİÇİN "

* NE "

* NASIL "

* NE ZAMAN "

Plân örneği

Konu: Uzaktan eğitimin yararlarıKonunun maddesi: Uzaktan eğitimKonunun görüş noktası: YararlarıKonunun şekli: Makale

PLÂN

1. Uzaktan eğitim

a) Tanımı

b) Özellikleri

2. Uygulama şekilleri

a) İnternet aracılığıyla

b) Televizyonla

c) Kitapla

3. Yararları

a) Zaman ve mekân sınırlamasının olmayışı

b) Farklı seçeneklerin sunulması

c) Geniş kitlelere ulaşması

 Uygulama: Örnek olarak Mehmet Kaplan’ın Hisar dergisinin, 1972 Mayıs sayısında yayınlanan Kompozisyon adlı yazısı aşağıda verilmiş ve bu yazının plânı çıkarılmıştır.

KOMPOZİSYON

Öğrencilerin imtihan kâğıtlarını okuyorum. Çoğunda bir yığın bilgi var, fakat konu ile ilgisi yok ve karma karışık. Kompozisyon işte bunların zıddıdır. Çeşitli konularda düzensiz bir yığın bilgiye sahip olmak yeterli değildir. Öğrenci herhangi bir konuda lüzumlu ile lüzumsuzu seçebilmeli, fikirlerini bir sıraya koymasını öğrenmelidir.

Karışık bir taş, demir ve cam yığını bir araya geldi mi, bir mimarî eser vücuda gelmez. Yapı için elbette buna benzer malzemeye ihtiyaç vardır. Fakat mimarî, her şeyden önce, bir düzendir. Her taş bir plânın içinde yerli yerine konulunca bina göklere yükselir ve bir saadetin şarkısını söyler.

Batı dillerinden alınan kompozisyon kelimesi, çeşitli şeylerin düzenli olarak bir araya getirilmesi manasını taşır ve çeşitli sahalarda musikide, resimde, mimarîde ve edebiyatta kullanılır. Kelimenin çeşitli sahalara tatbiki de gösteriyor ki, kompozisyon muhtevadan, yahut malzemeden ziyade, onların bir araya getirilişi ile ilgilidir ve bu çok mühim bir şeydir.

Tabiat ve hayat, insanoğluna şekil vererek güzel ve faydalı eserler vücuda getirilebileceği muazzam bir malzeme deposudur. Resim mi yapmak istiyorsunuz? Dünyada renkten boyadan çok ne vardır? Hakikî bir ressam konu bakımından da bir sıkıntı çekmez. Bütün tabiat ve hayat işlenecek konu ile doludur. Mühim olan, herhangi bir konu etrafında bir renk kompozisyonu vücuda getirmektir.

Sanatçının tabiata ilave ettiği şey, yeni bir düzendir.

Sesler, taşlar, kelimeler ve fikirler için de durum aynıdır. Dünyada bir yığın çalgı aleti ve ses çeşidi vardır. Bunları gelişi güzel bir araya getirirseniz, sadece gürültü çıkarmış olursunuz. Musiki çeşitli sesler arasında güzel bir düzen kurmaktır. Yahya Kemal, şiiri bir “kelimeler istifi” olarak tarif eder. Güzel bir mısrada, kelimenin yerlerini değiştirdiniz mi, derhal büyüsü kaybolur.

Öğrencilere çeşitli örnekler vererek dizi, sıra, istif veya düzenin emniyetini anlatmak lazımdır. Düşünce karşılığının önüne ancak böyle geçebiliriz.

Aslında her insan duyar, düşünür ve etrafında olanları fark eder. Fakat bunlar bizim içimize karma karışık olarak girer. Her insan bir duygu, düşünce ve intiba deposudur. Konuşur veya yazarken, içinde bulunulan duruma göre, bu depolanan bazı şeyleri seçer, cümle haline getiririz. Eğer onlar arasında bir bağ kuramazsak, yazılan veya konuşulan şeyler, başkalarına saçma gelir. Saçmak ile ilgili olan saçma kelimesi, düzenin zıddıdır. Nazım, nizam, tanzim ve muntazam kelimeleri de birbirinin akrabasıdır. Tanzim edilmiş her şeyde şiire yakın bir taraf vardır. Bir manav dükkanı veya vitrin tanzim edilince göze güzel görünür.

Nizam deyince akla asker veya ağaç dizisi gibi basit bir düzen gelmemelidir. Tabiatın yarattığı canlı varlıkları, nebat ve hayvanları yakından incelerseniz, teferruatına kadar işlenmiş bir nizam görürsünüz. Çiçek, kelebek, kuş, balık, hatta bazı madenlerdeki renk ve şekil ahengi hayret vericidir. Bütün varlık açık veya gizli bir nizama dayanır. “Güneş manzumesi”, “yıldızlar cümlesi” deyimleri bir gerçeğe tekabül eder. İlim kainatın nizamını keşfe çalışır. Öğrencilerde nizam fikrini uyandırabilmek için, ilimlerden de faydalanılabilir.

Sosyal hayatta nizamın ehemmiyetini gösteren aktüel bir konu vardır: Trafik! Vasıtalar düzenli bir şekilde hareket ederse, caddelerde hiçbir karışıklık olmaz. Hayat canlı bir şekilde akar gider. Düzene uymayanlar tarafından yol tıkanırsa, herkesin canı sıkılır. Fakat İnsan, kafasının içinde bir nizam tesis edemezse, dışarıda onu nasıl kurabilir? Kompozisyon derslerinin gayesi öğrencilere kendi duygu ve düşünce dünyalarına bir çeki düzen vermektir.

Mehmet KAPLAN ( Hisar Dergisi, Mayıs 1972 ,s 9 )

 PLÂN

1. Sınav kâğıtlarındaki düzensizlik

2. Kompozisyon

a) Tanımı

b) Özellikleri

c) Nasıl yapılacağı

d) Kompozisyonda düzen

3. Sosyal hayatta kompozisyon

3. K E L İ M E

Kelimeler, mânâların sembolü ve cümlelerin yapı taşlarıdır. Bir fikir, duygu, hareket, durum veya özellik ifâde ederler.

Yazarların, maksatlarını doğru ve açık bir şekilde anlatabilmeleri için kelime hazinelerinin zengin olması gerekir. Hangi kelimenin hangi mânâya karşılık geldiğini tam olarak bilmeyenler fikirlerini başkalarına aktaramazlar. Dil, kavramlardan oluşur, kavramların sembolleri de kelimelerdir. Düşünmenin, anlamanın ve anlatmanın aracıdır kelimeler. Kalbimizde filizlenen duyguları ve zihnimizde yeşeren fikirleri başka insanlara taşıyan posta güvercinleridir onlar.

Kelime hazinesi nasıl zenginleşir?

Bunun için en iyi yol, kaliteli kitapları dikkatle okumak ve güzel konuşan kimseleri dinlemektir. Bir kitabı okurken, mânâsı bilinmeyen kelimeler için lûgate bakmak faydalıdır.

Her kelime bir düşünceyi içine alır. Yazılı ve sözlü anlatımda düşüncelerin istenen düzeyde anlatılabilmesi için kelimeleri bulabilmek ve seçebilmek son derece önemlidir. İstenen kelimenin bulunamaması ya da seçilememesi durumunda düşünceler önemini kaybedebilir ya da verilmek istenen mesaj tam anlamıyla aktarılamaz.

Düşüncelerin açık, doğru, mesaj değerinde bir azalma olmadan aktarılabilmesi için uygun kelimeleri bulmak oldukça zordur. Bu yolda başarı kazanabilmenin yolu söz varlığının zenginleştirilmesidir.

Kelimelere hâkim olabilmek, onları anlam ve işlevlerine uygun biçimde kullanabilmek için ana dilin seçkin eserlerinin ve özenle yapılmış çevirilerin ilkokuldan itibaren okunması gerekir.

Kelimelerin bir düşünce ifade etmesi, doğru ve yerinde kullanılmasını zorunlu kılar. Ayrıca, tam olarak kavranamayan kelimelerin sözlüklerden araştırılması ve verilen örneklerin incelenmesi de oldukça yararlıdır.

Kelimelerin de bir ömrü vardır. Onlar da doğar, yaşar ve ölürler. Yazar, yaşayan, canlı kelimeleri kullanmak durumundadır. Okuyucularınız tarafından anlaşılamayacak eskimiş kelimeleri kullanmayınız. Keza, henüz kabul görmemiş yeni kelimeleri de yazılarınıza sokmayınız. Bir kelimenin kullanılabilmesi için, onun ekseriyet tarafından kabul edilmesi ve anlaşılması gerekir.

Kelimelerin de dil içinde birer izafî değerleri vardır. Bazı kelimeler merkezî nakış gibidirler, diğerleri onların etrafında kümelenir, birer tamamlayıcı olurlar. Özellikle "terim"ler küçücük kalıpları içinde büyük bir anlam dünyası taşır, zengin tedaîler uyandırırlar. Bazan da bir bayrak, bir arma, bir flama gibi farklı fikir sistemlerinin sembolleri olurlar.

Sistemli düşünmeyi temel insanî özelliklerden biri kabul eden ve kendine iş edinen herkes, önünde sonunda hasret yüklü bir ses tonuyla mırıldanacaktır:

Kelimeler... Kelimeler...

Anlamlı dil birlikleri olan kelimeler; canlı, cansız, somut, soyut bütün varlıkları, kavramları, hareketleri karşılar. "ki, fakat, ile, da / de, ve, veya" gibi başlı başına anlamı olmayan, fakat cümle kurmaya yarayan dil birlikleri de kelime sayılır.

Kelimeler, yapıları yönünden iki türlüdür:

(a) Türemiş Kelimeler: Kelimeye eklendiğinde anlamını değiştiren, yapım eklerini alarak oluşturulan yeni kelimelere "türemiş kelime" ya da "gövde" denir. Bütün yapım ekleri çıkarıldıktan sonra kalan kelimeye ise "kök" denir.

Türkçede kelimeler üç yolla türetilir:

(a) İsim köklerinden

(b) Fiil köklerinden

(c) Gövdelerden

(2) Birleşik kelimeler: İki ya da daha çok kelimenin aralarına ek giremeyecek kadar kalıplaşıp bitişmesinden oluşan kelimelere "Birleşik Kelime" denir. (E. KANTEMİR, Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 194 - 203)

Aşağıda, Ahmet Haşim'den alınan metinde bir uçurtma canlandırılıyor. Kelimelerin seçimindeki başarıya ve bunun sağladığı etkiye dikkat ediniz:

'... Gözler havada, ellerde yumaklar, göklerde renk renk, baş vura vura yükselen, kuyruk ata ata tepe aşağı gelirken tekrar havalanarak hızla doğrulup böbürlene böbürlene bulutlara karışan; kılavuzu kendinden, armudî, dört köşe, beşli, altılı uçurtmalara ne diyeceksiniz ?... Bunlar hem göz hem gönül alır; akıl, fikir dağıtır..."

a. KELİMELERİN GERÇEK VE MECAZİ ANLAMDA KULLANILMASI

Kelimeler, mecâzî ve hakiki olmak üzere iki şekilde kullanılırlar. Kelimenin lûgatteki karşılığı hakiki mânâsıdır. “Babam odun aldı,” cümlesindeki “odun” kelimesi, hakiki mânâda kullanılmıştır. “Erdal odun kafalının biridir,” cümlesindeki “odun” kelimesi ise, mecâzî mânâdadır. Erdal’ın anlayışının kıtlığını, zekâ seviyesinin düşüklüğünü ifade eder.

Kelimelerin sözlüklerdeki anlamları sınırlıdır; bu anlamlar da herkes tarafından bilinir.

Mecaz: Kelimelerin gerçek sözlük anlamlarının dışında kullanılması demektir. Sözlükteki anlamlarıyla "sınırlandırılmış" kelimeler, çoğu zaman sınırsız heyecanları, düşünceleri anlatmak için yeterli olmayabilir. Bu nedenle onları bir benzerlik, bir ilgi, dolayısıyla herkesçe bilinen anlam dışında kullanılması, anlatımın mecazlı olduğunu gösterir. Kelimelerin mecâzî mânâda kullanılması sonucunda birçok edebî sanatlar doğmuştur. Bu sâyede dil zenginleşmiş, doğrudan ifade edilemeyen bazı mânâlar kolaylıkla anlatılabilir hale gelmiştir.

Mecazlar, kelimeyi daha geniş anlamda anlatır, daha zengin bir düşünceyi, heyecanı davet eder. Günlük konuşmalarda “İçime bir ağırlık çöktü.”, “size yük olmak istemem”', “Sizinle konuşunca açıldı” vb. örnek-lerde "ağırlık, yük, açılmak" kelimeleri kendi anlamlarının dışında "rahatsızlık veren, neşelenmek, ferahlamak" anlamlarıyla kullanılmıştır.

"Evin açık duran kapısından bir adam içeriye girdi." cümlesinde, kelimeler genel anlamlarıyla kullanılmıştır.

"Evin açık duran kapısından bir adam gölge gibi kaydı." denildiği zaman mecazî anlamlarıyla kullanılan gölge ve kaydı kelimeleri sayesinde, o kimsenin içeriye yalnızca girdiği değil, nasıl girdiği de anlatılmış olur.

b. KELİMELERİN KULLANILIŞLARINA GÖRE ÇEŞİTLERİ

(1) Günlük yaşama ilişkin olanlar:

çocuk, akıl, ceket

ekmek, çorap, lâmba

ocak, kalem, pantolon

sevmek, rahat, bardak vb.

(2) Yazı diline ilişkin olanlar:

Yazı dilindeki kelimelerin büyük bir bölümü günlük dilde bulunmaz. Çeşitli uzmanlık alanlarıyla ilgili, günlük hayatımızda yeri olmayan düşünceleri anlatan bu tür kelimeler, şu şekilde sınıflandırılabilir:

(a) Kullanımdan düşmüş (arkaik) olanlar: Türk yazı dilinin belli bir döneminde kullanılmış olmakla birlikte bugünkü dilde görülmeyen kelimelerdir. Bu tür kelimelerin bir kısmı Türkçe kökenlidir.

çaşıt (casus), âli (yüce, yüksek)

çeri (asker), fırka (tümen)

tamu (cehennem), istihsal (üretim)

ötmek (geçmek), kumandan (komutan)

sü sülemek (asker sevk etmek), vakıa (olgu)

uçmak (cennet), yevm (yevmiye) vb.

(b) Kullanılmakta olanlar:

araç, anket

bölük komutanı, gramer

dil bilim, helikopter

dizi, taarruz

toplantı, tayin vb.

(c) Yeni olanlar: Bu tür kelimeler, yabancı dillerden alınmış ya da dilin kendi imkânlarıyla türetilmiş olabilir.

ayrım, by-pass

birikim, check-up

olgu, egzoz

süreç, frekans

4.C Ü M L E

Cümle, düşünce birimidir. Kelimelerden meydana gelir. iyi bir yazının doğru ve tesirli cümlelerden teşkil edildiği düşünülürse önemi daha iyi anlaşılır.

Etkili Bir Cümle: Düşünce ve gramerce doğru, açık, kelimeler ve noktalama işaretleri yerinde kullanılmış bir cümle iyi sayılmakla birlikte, etkili olmayabilir. Cümlelerin, okuyan ya da dinleyenlerin ilgisini çekmesi, dolayısıyla etkili olması sanıldığı kadar basit değildir.

Etkili bir cümle için, şu dört esas göz önünde tutulmalıdır.

a. VECİZLİK

İyi bir cümle vecizdir, yani maksadı en az kelimeyle eksiksiz ifade eder. Acemi yazarlar, yerli yersiz çok sayıda kelime kullanır, fakat yine de mânâyı aktaramazlar. Bu tip yanlışlar, genellikle iyi düşünememekten, kelimeleri yeterince tanıyamamaktan ve tembellikten doğar. Yazı, tekrar tekrar gözden geçirilirse bu kusur giderilebilir.

İfadenin vecizliği, yazanın iyi düşünmesi ve eseri üzerinde çalışması ile mümkündür. Yazı, değişik zamanlarda gözden geçirilirse, fazla kelimelerin çıkarılabileceği görülür.

1. Örnek: "Zevkin bozulması, sanatçının taklitçi olmamak endişesinden doğan aykırı yollar araması ve yeniliksever halkla birlikte yolunu şaşırmasından doğar."

2. Örnek: "Bu durum tam üç saat devam etti. Şoförümüz uykusunu almış olacak ki yola tekrar devama başladık. Sabah olmaya başlamıştı."

3. Örnek: "Birkaç gün önce geldiğim bu şehirde sürekli dolaşıp duruyoruz. Kampa gelen arkadaşlar birbirini çok seviyor ve her tarafta birlikte dolaşıyoruz. Senin de burada olmanı bilsen ne kadar çok istiyor ve seni arıyorum."

İlk örnekte aynı kökten gelen doğan, doğar ve yollar, yolunu kelimeleri tekrar edilmiştir.

İkinci örnekte devam, başlamak, olmak iki kez kullanılmıştır. Ayrıca tam ve tekrar kelimeleri gereksizdir. Üç saat dedikten sonra tam kaydına ihtiyaç yoktur. Yola tekrar devama başladık cümlesindeki tekrar kelimesi fazladır; devam, tekrar düşüncesini de anlatır.

Üçüncü örnekte dolaşıp duruyoruz, senin, seni kelimeleri tekrar edilmiştir. Sürekli kelimesi ise gereksizdir.

İyi ve etkili cümlelerde düşünceleri tam anlamıyla anlatan kelimeler yer alır; karışık, fazla kelimeyle anlatılan düşünceler etkisini yitirir. Yerine göre, düşünceyi kelimelerle uzun cümle hâlinde ya da yerinde kelimeler kullanarak en kısa yoldan ifade etmek daha yararlıdır.

"Şimdilik burada bir pansiyonda kalıyorum. Bursa gerçekten cennet gibi bir yerdir... Doğa güzelliği ve tarihî eserleriyle iftihar edilecek bir yer... Dün, arkadaşlarla Uludağ'a gittik. Çok güzel bir yer... Özellikle havası mükemmel..."

Yukarıdaki cümlede düşünceler karışık ve etkisizdir; ne anlatılmak istendiğinin farkında olunmadığı gibi, yazı herhangi bir düzeltmeden de geçirilmemiştir. Aşağıdaki cümleler ise, etkili ve kısadır :

" ... Ertesi gün konağın tek atlı arabasına hanımefendi, ben, valide bindik. Çarşıya gidildi. Bir şeyler alındı, bir şeyler ısmarlandı. ... Araba, hanımefendiyi konağa bıraktı., sütninemi aldı. Bohçamı, daha birkaç paket de beraberimizde olduğu hâlde, bizi evimize götürdü..." AHMET RASİM, Falaka'dan

Düşünce bakımından güçlü, açık kısa cümlelerle, özlü söz söyleme sanatına İcaz adı verilir. Vecize ve atasözlerinin akılda kalmasının en önemli sebepleri, bu özellikleri taşımasıdır :

Vecize ve Atasözlerine Örnekler:

Ben, askerliğin her şeyden ziyade sanatkârlığını severim.(K. ATATÜRK)

Hayatta en hakikî mürşit ilimdir. (K. ATATÜRK)

Kuvvet birdir ve o milletindir. (K. ATATÜRK)

Türk dili; Türk milletinin kalbidir, zihnidir. (K. ATATÜRK)

Zora dağlar dayanmaz. (Atasözü)

Ak akçe, kara gün içindir. (Atasözü)

b. KELİMELERİN SIRALANIŞI

"... Gece, her çeşit kuruntuların kafatasımızın kovuklarından çıkıp, hakikat çehreleri takınarak sürü sürü ortaya dağıldıkları, yeri ve göğü tuttukları zamandır..." Ahmet HAŞİM

"... Hele notalar, diyordu, görseniz ne hâlde (Hele notaların ne hâlde olduğunu görseniz diyordu.) Bilmem bazıları da ötede mi kaldı, konakta mı ? (Bazılarının ötede mi, konakta mı kaldığını bilmiyorum.) ..."

Mehmet RAUF

Yukarıdaki düşüncelerin dizilişleri gramer bakımından aynı değildir. İlk cümlede (Özne + tümleç + yüklem) şeklinde kurallı bir diziliş vardır. İkinci örneğin cümlelerinde ise, yüklem ortada kalmıştır.

c. CÜMLE UZUNLUĞU

Etkili cümlenin kısa ya da uzun olması gerektiği hakkında kesin bir şey söylenemez. Ancak uzun cümleler, kısa cümlelere oranla düşünce bakımından daha zengindir. Cümle, anlatılmak istenilen düşüncenin önemine, genişliğine ve yerine göre uzun ya da kısa olabilir.

Uzun cümleler; genellikle anlaşılması güç, okunuşu sıkıcı ve yorucu olduğundan istenen cümle olamaz. Baştan sona kısa cümlelerle yazılı bir metin de yazıya monotonluk vereceğinden okumayı zevksizleştirir. Sonuç olarak, yerine göre, çeşitliliğe gitmek en doğru yoldur.

Örneğin, aşağıdaki parçada, evini satmak isteyen tellâla sinirlenen bir kimsenin konuşması canlandırılıyor. Heyecan ve kızgınlık sonucunda söyle-nen bu cümlelerin kısa olması doğaldır:

“...Benden ne istiyorsun? Evimi bana zorla mı sattıracaksın? Sen benim keyfimin kâhyası mısın? Benim işime ne hakla karışıyorsun? İster satarım, ister satmam, sana ne oluyor? Hiç insana zorla evini sat denir mi? Olur şey mi bu? Haydi edebinle çık, git, çekil karşımdan!...” Abdülhak Şinasî HİSAR, Çamlıca'daki Eniştemiz'den

Bu konuda uzun cümleleriyle tanınan Türk roman geleneğinin en usta yazarlarından biri olan Halit Ziya UŞAKLIGİL şöyle diyor :

“...Uzun cümlelere eğilimli olmayan ve onun aleyhinde bulunan kimselerse, bunlar o cümlelerin zorluğundan yılanlar ya da bir uzunluk arasında düşünceleri izleyebilecek kadar dikkatini toplama ve sürdürme yeteneğinden yoksun olanlardır.

Öyle düşünceler vardır ki, bütün ayrıntılarıyla birlikte, ayrı ayrı çözülemeyecek olursa dağılacak, bir inci tespihe benzer; imamesinin etrafında sağlam bir ibrişimle bağlı ve toplu olmaya muhtaçtır. Bu ibrişim, söz dizimidir; onu her el, kopmayacak, incilerini her biri bir tarafa savrulmak tehlikesine metanetle bükmek yeteneğine sahip değildir...”

Halit Ziya UŞAKLIGİL

Arka arkaya gelen hep uzun ya da hep kısa cümleler tekdüzeliği dolayısıyla etkili olamaz. Cümleler, kelime sayısı bakımından farklı olmalıdır. Birbirini izleyen cümleler hem uzun, hem kısa; anlamlarına göre, olumlu, olumsuz, soru vb. türlerde olursa, bu değişiklik ilgiyi çekmeye yarar.

Yazıda bunun için bir kural konulamaz; ancak yazının her sayfasındaki cümlelerin hepsi olumlu ise, bunların birkaçını olumsuz ya da soru cümlesi yapmak daha doğrudur. Eğer, arka arkaya gelen cümlelerin hepsi birleşik ise bunlardan bazılarını basit cümle durumuna getirmek ifadeyi daha etkili kılar. Aynı şekilde, cümlelerin hepsi on, on beş kelime uzunluğunda ise beş altı kelimelik cümleler hâline getirmek de bir etki oluşturabilir.

Kısa cümleleri “ancak, bununla birlikte, fakat...” gibi bağlaçlarla birbirine ekleyerek, uzun cümleler oluşturmak mümkündür. Aşağıdaki parça, dikkatle okunduğunda, cümlelerin uzunluk ve tür bakımından değişik ve etkili olduğu görülebilir :

“... Vapur, limandan biraz açıkta demir atmıştı. Bunun etrafını derhal irili ufaklı bir sürü sandal, motor, mavna sardı. Bunlar içerileri yüz binlerce oğul arısıyla dolu kovanlar gibi vızıltılı, uğultulu idi. Rumca, Fransızca, İngilizce, İtalyanca birtakım sesler ve bazen bunların hepsinin kalıntısı bir Akdeniz lehçesi ile söylenmiş sözler, aralıksız denizden güverteye doğru fışkırıyordu; hatta bunların içinde Türkçe birtakım nidalar bile işitilmeye başladı; çünkü Doktor Hikmet, başında fesiyle güvertenin tenha bir noktasından bu geveze kalabalığa sarkmış bakıyordu; lâkin bütün bu kalabalık içinde yalnız bir nokta, yalnız bir şey Doktor Hikmet'in hayret ve dikkatini çekmişti: Türk bayrağını taşıyan bir sandal ve bunun ortasında koltuğunun altında birtakım paketlerle ayakta duran ve gözlerini bir saniye bile kendisinden ayırmayan bir adam...”

Y. Kadri KARAOSMANOĞLU, Bir Sürgün'den

d. CÜMLEDE UYUM (âhenk)

Cümlede aranan mühim bir özellik de âhenktir. Bunun ne olduğunu tarif etmek imkânsızdır. Tecrübeyle elde edilir. En büyük faydası, okuyucunun duygularını harekete geçirmesidir. Bir cümlenin âhenkli olup olmadığını anlamak için onu yüksek sesle okumak gerekir. Şiirdeki mısraların, nesir cümlelerinden daha âhenkli olduğu açıktır.

Ahengin temininde başvurulan hususlardan bazıları şunlardır: Sert veya yumuşak hecelerin ard arda getirilmemesi, yerinde yapılan tekrarlar, cümle içindeki kelimelerin yerlerinin değiştirilmesi vs.

Kelimelerin düzeninde, cümle uzunluğunda ve cümle türlerinde değişiklik kadar uyum da cümleyi güzelleştirir, etkili hâle getirir.

Bir yazının uyumlu olduğu, ancak yüksek sesle okunduğu zaman anlaşılır. Kelimelerin, düşünceye uyum sağlayan müzikle ifade eder tarzda seçilmesi, sert ya da yumuşak hecelerden meydana gelen kelimeleri arka arkaya getirmemek, tekrir sanatı uyumu sağlamaya yarar. Tekrir kadar, aynı ya da benzer seslerin tekrarı da uyum meydana getirir. Ara sıra aliterasyon ve asonanstan yararlanmak gerekir.

Aşağıdaki cümleler, kelimeleri oluşturan seslerin uyumuna göre güzeldir. Bu cümleleri yüksek sesle okuyarak, uyumu hissetmeye çalışınız:

"... Mahmur karanfil ! Avucumda kokun değil, koku hâlinde canındır giden... Baharlı vedaını dinleye dinleye menzilime doğru benim giden... Zira ardımızdan başka ellerde ve başka karanfiller geliyor... Solarken sen kokunla feryat etmiyor musun? Bil ki ben de senin açtığın, senin düşeceğin toprağa bağlıyım... Onun güneşi yanaklarımı karartsa, rüzgârı saçlarımı dağıtsa, buzu alnımı dondursa, dikeni elime ve çakılı ayağımı kanatsa da başka âlemde gözüm yok, muradım yok... Bahçeden, coşkunluğu, gölgemi şimşek gibi aydınlatan bülbül!... Canımın sesi, sen olaydın... O ses gibi, ben de ömrümün lezzet demlerini gece gündüz dinmez humma ile anlatıp sonra sükûta varaydım, hicransız sükût..."

Ruşen EŞREF, Damla Damla'dan

Aşağıdaki cümleler her bakımdan etkilidir. Gereksiz kelime kullanılmadığı gibi, kelimelerin sıralanışında, cümle türlerinde değişiklik vardır; uyum sağlanması için aliterasyon, asonans, tekrir ve kelimelerin birbiriyle kaynaşmasından doğan uyumdan da yararlanılmıştır. Metni, bütün bu özellikleri anlamaya ve hissetmeye çalışarak dikkatle okuyunuz.

AĞAÇ

Ağaçların baharda nasıl çalıştığına dikkat ettiniz mi? Bunların hâli, ibret alabilecekler için ne büyük bir derstir. İskelet gibi kupkuru ağaç, bir sabah karşımıza çiçeklerle donanmış, taze bir gelin çehresiyle çıkar. Bu değişim, hiçbir gürültü uyandırmadan, hiçbir suretle göze çarpmadan meydana gelmiştir. Hiçbir insan gözü ağaçta çiçeklerin ne zaman açtığını görmemiştir. Sükût içinde o, şu dallarda hayatı hazırlamış... Dallar sükût içinde çiçek açmış... Gene tam bir sükût içinde yeşil yapraklar, yarın açacak ve öbür gün de renkli yemişler dallardan sarkacak... En hafif rüzgârda en çok gürültü çıkaran, yapraksız kış ağaçlarıdır. En büyük fırtına da bile bahar bahçesinin sallanışında ancak tatlı bir hışırtı duyulur. O ağır sallanış bile yemişler için zarardır. İşler, sükût içinde düşünülür, sükût içinde doğar: Ağaçların yapraklarının yemiş vermesi gibi... Ahmet HAŞİM

Görülüyor ki, bir bakıma cümlenin düzenlenmesi kolay görünse de, aslında çok zordur. Düşüncenin olduğu gibi aktarılması gerekir. Yazar, kendisi için anlaşılan bir şeyin, başkası tarafından anlaşılmayacağı sorununu düşünmek zorundadır.

Düşüncelerimiz sağlam, hayallerimiz canlı olabilir; bunlar, yanlış, karışık ve belirsiz bir ifade ile anlatıldığı takdirde önemini yitirir.

İyi cümle, düşüncelerin her bakımdan doğru ve açık, etkili anlatıldığı cümledir; etki, cümledeki düşünceyi canlandırır, ilgiyi çeker. Gereksiz kelimeler kullanmamak, kelimelerin sıralanışındaki değişiklik, düşüncelerin önem ve özelliklerine göre cümlenin uzun ya da kısa olması, cümlelerin tür bakımından aynı olmaması ve uyum gibi cümleyi etkili kıl