58

Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

  • Upload
    drmario

  • View
    196

  • Download
    112

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

Citation preview

Page 1: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları
Page 2: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları
Page 3: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

Ö N S Ö Z

Bandan önce neşrettiğim “ Gizli Türk Musikisi ,, hak - 1 km daki kitabım ın ilim âlem i tarafından lâyık olduğu kadar karşılanm ış bulunduğunu burada uzun uzadıya söylem eye temeddühe atfolunur düşüncesiyle lüzum görmüyorum. O küçük kitabım ın büyük teveccühlere ve takdirlere mazhar olduğunu, yalnız bu kitabın m uhtevasını ölçm ek için söy­leyebilirim .

Türkiyede gizli m usikiler daha düne kadar cereyan ettiğ i gibi bu kitabda an lattığ ım gizli oyunlar da düne kadar cereyan etm iş olduğu halde ne ilim adam larım ız ve ne de bu uğurda oğraşdıklarm ı gördüğümüz ve bildiğim iz h alkıyatçı- larım ız bunlardan haberdar değillerdi. Bu hususta bâzı dü­şünceler, yalnız, görünüşe saplanıp kalıyor ve ondan öteye gidemeyordu. Nitekim kitabda sebepleri teşrih edildiği gibi Türk dînî oyunları’nm herkesin huzurunda icra edilm iş olan *Mevlevî sema’lanndan » ibaret olduğu zannediliyor ve bunla­rın, halkdan ayrı «Aristokrat» bir zümre olan * Mevlevî’« sâlikleri tarafından < Türk Şâmânîylik > oyunlarından k aldığı aykırı mü- talealarla iddia ediliyordu.

Bu küçük risale, « Şâmânîylik » den kalm a oyunların hangi­leri olduğunu ve Türkiye’ye nasıl girdiğini ve kim ler tara­fından nasıl icra edildiğini yerü yerine ve cerhi kabil olma­yan delillerle gösterm ek için yazılm ıştır.

f \Y ine bu küçük risale, hiç bir temeddüh ve tefahur duy­

gusuna kapılm ıyarak ve bilâkis tevazu içinde ve fa k a t h akikati anlatabilm ek cesaretiyle; diyebilirim kİ: büyük İlmî bir m uâdeleyi çözmüş olacaktır. K itapda, oyunların karak­terlerini ve ona uygun hareketlerini olduğu gibi gösterm ek için notalar ve m anzum eler de kullanilm ıştır; Bu suretle bu kitap ayni zamanda « Gizli musiki > ve < Gizli edebiyat > la da sıkı sık ıya alâkadardır. İşte bu cihettendir ki bu kitabın mevzuu daha ■ bâkir • ve daha nâşeniydedir.

Ben, bu kitabın âciz bir muharriri olm ak bakımından şüphe yok ki onun sahibiyim , fa k a t onun asıl sahibi «TÜRKİYE CÜMHURİYETİ» dir. Çünkü bu mevzular ancak Türkiye Cüm-

Page 4: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

horiyeti idaresinin kültür siyasetin in feyizleridir. Çünkü, Cüm hariyet idaremizden evvelki idarelerde her güzel m ev­zulara olduğu gibi böyle « Bakir» m evzulara da yanaşm ak pek zordu.

Bir fo lk lor m ütehassısı s ıfa t ve sa lâh iyetiyle yazdığım ve neşrine cesaret ettiğ im bu âciz k itabım la Türk halk bil­gisine ve Türk ilim ve irfan hâzinesine ben de bir » damla » karıştırabildim se çekdiğim em eklerin m ü kâfatın ı ancak umulanlardan büyük olan bu « damla » da bulacağım .

VAH İT LUTFİ SALCI

Page 5: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

B İ R İ K İ S Ö Z

Folklor muharriri olarak şimdiye kadar muhtelif neş­riyatta bulunan Bay Vahit Lutfi Salcı, bu kitabını (neşrin­den evvel) bir kere gözden geçirmemi arzu etti. Ben de bu nezakete şu birkaç satırın ilâvesi suretiyle mukabelede bulunmak ve teşekkür etmek istedim.

Meraklı müdekkıkm bütün yazıları gibi bu risalesi de tenkid,mukayese ve intişar etmemiş malzeme gibi üç unsurdan terekküp ediyor; sonra da, münavebe ile bir musikiden, bir şiirden, bir diğer her hangi âdetten söz açıyor.,. Me­selâ, «Eski Türk eenıiiyetinde bektaşiliğir. rolü», «Mevlevi simamın menşe ve hususiyetleri» gibi ayrı ayrı mevzuları bir takım mukayese ve tenkitler halinde sıraya koymuş ki böyle terkiplerden her zaman ve her yerde sadece müellif­ler mes’ul olmuşlardır. B. Vahit Lutfinin bu sefer de birkaç orijinal târif verdiği görülüyor. Fakat, halk içinde büyü­yerek ve halk âdetlerinin hususî güzelliklerini duyarak halkı o yollardan tanıtmaya çalışan yurt bilginlerinin ya-

ş ve anlatış tarzı da başlı başına olklor olduğunda şüp­he yoktur. Ezcümle yeni risalesinin tertibinde ben muhar­rire ve Bektaşiliğe hâs samimî ve mert kalenderliği gördüm ; risalenin kıymeti de buradadır sanırım. Bay V. Lutfi objektif bir kalemle müşahedelerini düpe düz tespit eden bir bitaraf ilim adamı gibi onuşmuyor, aynı za­manda Bektaşî halk sanatının iç âlemini bir Bektaşinin nasıl yaşadığını hissettirmiye çalışıyor.. «Nefes»lerde böyle bir artistik iç âlemi cidden vardır ve nefistir.

Muharrir, Bektaşî topluluklarında yapılmış olan oyun­lara da «gizli» vasfını ilâve ediyor: gerçi Bektaşî Âyinleri gizli yapıldığı için her şeyi ister istemez gizli idiyse de, meselâ Bektaşî sazının, makam ve usullerinin, ses ve nağ­melerinin gizli tarafı olamazdı: yüzlerce nefes Bektaşî ol-

Page 6: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

6

mıyanlarca bilinmemiş, çünkü öğrenilmemiş olabilirdi; fakat o nefeslerin mensup olduğu ezgi tipleri ve halk işi ağızları, gizli ve ayrı olamazdı. Halbuki, aynı âyinlerin, «toplu» yapılan tarafları —kelimenin bütün şiddetiyle ve mahremiyetiyle— gizli kalıyordu : oyunlar ve deste nefesler­de varlığı anlatılan icra hususiyetleri işte bu toplu kısım­dandı: bunlara ait târiflerde bulunmak ta, unutulmağa mah­kûm nefes metinlerini neşretmek kadar hayırlı bir iş olur. B. V. Lutfi yeni risalesiyle böyle toplu taraflara âit ilk tarifleri çıkarmıya başlamış bulünuyor. Ne kadar mem­nun olsak yeridir.

Gelecek neşriyatı hakkında yine metodla alâkalı bir temennimizi buraya ilâve etmeden edemiyeceğiz. Fotoğra­fın mefkut bulunduğu eski asırlarda şarka gelen ecnebî seyyahlar —ressam olmasalar da— gördükleri orijinal şey­lere ait hatıraları çizgilerle de ellerinden geldiği kadar tespite çalışırlardı. Hiçbir hakikî ressamın memleketimize ayak basmadığı uzak asırlardan kalma olarak bu sayede öyle canlı resimlere sahip bulunuyoruz ki yardımlariyle XV ve XVI inci asırlara ait nice renkli türk sahnelerini bugünkü gibi görebiliyoruz. İşte, merasim sahneleri de Öyle çizgilerle canlandırıîsa fotoğrafın yardımına lüzum kalmadan her şey tam manasiyle tecessüm ettirilmiş olur; toplu sahneler için Bay L. Salcıdan bunu rica ederiz. [1]

Tekrar ediyoruz ki, oyunların menşeleriyle alâkalı, mu­kayeseli ve tenkidi görüşler tamamiyle B. V. Salcının kendi kanaat ve hükümleridir. Orijinal tarifleri cidden dikkate şayandır.

Yaşça büyüğüm olan Bay Vahidin senelerdenberi neş­rettiği malzemeden şahsen çok istifade ettim, bilmediğim çök şeyler öğrendim; kendisine hocam diye hitap etmekten bu itibarla zevk duyar oldum. Neticede takdir ve tebrik­lerim samimî olacaktır. Bol bol malzeme neşretmesini büs­bütün çekinmeden isteyebilceğim.

Mahmut Ragıp Kösem ihal

[1] Kendi çizeceği taslakları bir ressam arkadaşa ayrıca yaptırabilir.

Page 7: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

Oyunlar hakkında neşriyat vesikaları Ustllnde incelemeler

Benim anlatmak istediğim oyunlar da, alevî Türk kabilele­ri arasında yapılan gizli musiki ve edebiyat gibi gizli olarak yapılmıştır; yine bu oyunlar kabilelerin âdet ve türeleri ve inanış mucibince gayet^izli kalmıştır. Edebiyat gizliliği her hangi bir cönkün bulunması ile biraz meydana çıkıyor ve musikisi meraklılar tarafından bir ikisinin notaya alın- masıyle ve görülmesiyle esas hakkında bir fikir ve malû­mat ediniliyorsa da, oyunların ne şekli, ne de hareketleri her hangi bir suretle zabıt ve tesbit edilmeye imkân olma­dığından anlaşılması da mümkün olmadığı için ötekilerden daha ziyade gizli kalıyordu. Bunun içindirki, diğer tari­katların «Sema’» dedikleri oyunlarının, başka hiç bir zümre ve kabile ve tarikat tarafından icra olunmadığına zâhib olunmuş ve böylelikle Türk tarihinin başlangıcmdanberi yürüyüp gelen ve Türk alevî kabileleri ve kolları içinde kalan bu güzel ve millî oyunlardan kimsenin haberi ol­mamıştır.

Yasak edilen tarikatların her biri ayrı ayrı dinçlikleri gibi kendi mensup oldukl a^tarikatin pîriıie “Tapınarak, kendi tarikat göreneklerinin daha mâkul ve Allah indinde daha makbul olduğu zehâbmı taşır olduklarından «Sema’ » işini de böylece yalnız «Mevlevi» 1er «benimsemiş» lerdir. Bektaşî ve ona mensup bütün Alevî kolları, kendi«Sema » oyunlarını gizli tutup meydana çıkarmamayı inanışlarına uygun bulduklarından bu «gizlilik» Mevlevîlere «Sema’» si­yasetinde birinciliği ihraz etmek hünerini göstermek ve bütün âyinler Acem dilile olduğu halde, bu oyunların, eski Türklerden kalma oyun âdetlerinden ve rakıs an’ane-

Page 8: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

8

lerinden intikal ettiği tezadını ileri sürmek cesaretini vermiştir.

Şimdi, bu sözlerimizi isbat için, sabık İstanbul valisi Bay Muhitttin Üstündağ tarafından İstanbul Konsevatu- varında ta’lim hey’etinin haricinde yalnız eski «Şark mu- sikicileri» nden seçilip « Türk musikisini tasnif ve tesbit heyetin ismi verilen hey’etin 1934 yılında neşrettiği «Mevlevi âyinleri» ne ait altıncı nota cüzünün mukaddimesinde «ön söz» başlığı altında yazan hey’et reisi merhum «Bay Rauf Yektâ» nın «Mevlevi âyinlerinin tarihî menşe’i» hakkm- daki makalesini buraya naklediyoruz.

[ . . . . Türklerin ilk ibadet şekillerine dair an’ane ha­linde yaşamış ' ve zamanımıza kadar gelmiş bir rivayet vardır îr:, geçenlerde Yunus Nadi Bey bu rivayeti cidden üstaaane bir uslup ile yazdı. Cumhuriyet gazetesinin 13-1-1934 tarihli sayısında baş makale olarak çıkan bu yazının bu mevzu bahsimize pek yakından alakası olan kısmının -daha iyi anlaşılması için - müsadelerine güvene­rek aynen İauraya naklediyoruz : ]

Diyerek Yunus Nadinin o makalesinin bazı kısımlarını şöylece naklediyor:

(Rivayet ederlerki, Türkler, vasati Asya yaylalarında ilk göz açtıkları zaman, gündüzler sonsuz bir yükseklik ve geceleri sayı­sız yıldızlarla dolu esmer bir parlaklık arzeden gök yüzünün büyüklüğüne şaşmışlar, Türk dilinde « Tan» yüce demekmiş. Türkler, yüksekliğinden kinâye olarak bu gök kubbeye < Tan» demişler ve ona bir sahib tasavvur etmek akıydesine yükselince de bu kâinatı yaratana (Tanrı) diye ad koymuşlar. Tabiata mutabık ve doğrudan doğruya ondan mülhem olan böyle bir inanın yüceliğine bu gün de hayran olabiliriz. Öyle bir akıyde ki, onun mebde’i Güneş, Ay ve bütün yıldızlarile göklerin teşkil ettiği muhteşem kubbeden ibarettir. İnsan, insan olalı henüz bundan daha büyük bir mebde inşa edemedi. Bir mebde ki, Tan­rısı da onun içinde ve onun derinliğindedir. Rivayet bu kadarla kalmıyor. Onun arkasını da hikâye ederek diyorlar ki, akıyde namına Tanrıyı göklere yerleştiren Türkler, ibadet olarak da kâ-

Page 9: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

9

incitin muazzam ve mevzun harekâtına uygun bir deveran ile mestü medhûş olmak usulünü bulmuşlardır. Onlar yer yer toplanarak bir taraftan İlâhî seslerle kâinatın deveranındaki âhenge tempo tutarlar, diğer taraftan muntazam adımlarla yürüyüp dönerek kendi aralarında cihanların cereyanlarını tan- zir ederlermiş. Hani biz de (Mevlevi âyinleri) vardı ya, bunların en yüksek şekilleri gibi bir şey. Zaten büyük kitabının Farisî dilinde yazılmış olmasına rağmen «Mevlânâ» nm vasatî Asyadan gelmiş hâlis bir Türk olduğu katiyetle malûm ve mazbut oldu- ğuna göre, müşarün-ileyh tarafından ihdas olunan musikili âyinlerin, o dediğimiz ilk Türk aşıtlarına çıkan ibadet şekille­rini ihyadan ibaret bulunması ihtimali yok değildir.)

Şimdi yine Rauf Yekta anlatıyor:[Bu rivayette musiki felsefesinin en derin manasını

bulan Yunus Nadi Bey, yazısında daha birçok sözler söy­ledikten sonra, makalesinin sonlarına doğru diyorki: ]

diyerek yine Yunus Nadinin; hoşuna giden o yazısından bir parçayı daha şöylece naklediyor:

( . . . Musikinin emsalsiz yüksekliği anlaşıldıkça,ilk akıyde ve ibadet şekillerine âit olarak yukarıya kaydettiğemiz rivayetin adeta hakikat olmasını istiyeceğimiz geliyor. Kâinatın anlaşılmaz esrarı karşısındaki böyle bediî anlayış şekli, ecdadımıza şeref veren çok büyük bir meziyet teşkil ederdi.)

Bay Yunus Nadinin kendi kanaat ve ihtimallerine da­yanarak yazdığı bu makale üzerine, merhum Bay Rauf Yekta, artık cesaretini Nuh tufanı gibi coşturmuş ve bu heyecan ile o kudretli kalemini yanlış istikametlere sevk etmiştir. [1]

Bay Rauf Yekta tekrar devam ediyor:( . . . Yunus Nadi beyin bir hakikat olmasını temenni

ettiği bu rivayet, bizim şahsî kanaatimizce, hakikatin ta kendisinden başka bir şey değildir. Çünki, muhterem üs­tadın yine bu makalesinde yazdığı gibi, insan, kâinata

[ t ] Bay Rauf Yekta ölmüştür. Onun ilmine hürmetim vardır. Bu yazıları ona bir târiz olarak değil, oyunlar hakkında ilmi nazariyeler yapmak zarureti karşısında kendisinden bahse mecburiyet hasıl olmuştur.

Page 10: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

10

tabaatı' musikiye merbut ve dans etmeye meclûbdur. Hatta alelumum bütün güzel sanatların menşei tabiat ve kâinat­tır denilebilir. Kâinat, mevzun, âhenkli ve muntazam hareketli bir âlemdir. Ondan cüz alan insan mahlukunun da içinde bulunduğu kâinatın gidişine uymaya mütemayil olması gayet tabiîdir.

Cumhuriyet baş muharririnin şahsî mütalaası olarak yazdığı o hakimane sözlerin, başka bir lisanla ifade edilen ve mamafih, ayni felsefî esaslara dayanan şeklini, Mevle- vîler tarafından yazılmış eserlerde de görüyoruz. Mevlevi tezkirecilerinden, «Sâkıp» Dedenin «Sefinei Mevleviyan» isimli eserinde - ifadesinin çok tomtıraklı olmasına rağmen - naklettiğimiz aşağıdaki satırlar o cümledendir.)

Sâkıp Dedenin o yazısını şöylece dercediyoruz:Eşref-i evlâd-ı âbâ-i eflâk olan insan «elveledü sırrı ebihi»

muktazasmca mazhar-ı sırr-ı felekî olup mânend-İ eflâk-i pür emlak, bâ sevabitü seyyar kevkeb-i tabenâk, istilayı aşk-ı pâkiyle deveran-ı bi bak i masevada mürid i ecsam-ı ulviyye olan felek-i atlasın devrine mukabil âyini hikmet ekinlerinde ndevrei veled- diye» işareti pergârkeşi meydan cevelan olup...)

Şimdi yine Rauf Yektâ devam ediyor:[ Sâkıp Dedenin Mevlevi âyinlerine başlanırken «Devrei

velediyye» namile üç defa sema’haneyi dolaşmalarının mis­tik sır ve hikmetini izah eden bu beyanatı ile Yunus Nadi Beyin sözleri arasındaki birlik çok dikkate şayan değilimdir?

Zaten biliyoruz ki; eski Türklerin «Şâmanîlik» adı veri­len dinlerinde bir takım merasim ve âyin yapılırdı. Bu âyinlerin nasıl yapıldığına dair etraflı malumatımız yok ise de, bunların içinde dînî mâhiyeti hâiz rakısların bulun* ması ve bu rakısların da Mevlevîlerin raksına benzemesi ihtimali çok kuvvetlidir. Çünki son asırlarda orta Asyayı dolaşan Avrupalı seyyahların eserlerinden naklen musiki tarihinde görülen resimlere göre, Asyadaki Türk kabileleri arasında Mevlevîlerin raksının hemen de ayni denilecek şekilde ve dinî mahiyette rakısların hâlâ yapılmakta oldu­ğu anlaşılmaktadır.

Page 11: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

11

Mevlânâ’nın orta Asyada Belh şehrinde doğmuş ve pek gene yaşında Konyaya gelmiş bir Türk olduğunu düşünür­sek, yaşadığı mistik hayatın icabı olarak vakit vakit ma­nevî, ruhanî zevk ve neş’e ile coşduğu, mutasavvıflar lisanında (vecdi hâl) denilen haleti ruhiyye ile hallendiği vakitte Şâmanîlik devrinden beri Türkün ana yurdunda carî olan tarzda raksetmiş olduğuna muhakkak nazarile bakılabilir. ]

Bay Rauf Yektânın bu kısma ait mütalaaları burada bitiyor. Şimdi biz de tetkiklerimizi anlatalım •’

Cumhuriyet gazetesi Baş Muharriri Bay Yunus Nadinin makalesi, yalnızca bir ihtimalden bahsetmektedir. Yunus Nadi, mevlevîlerden başka, kesafet halinde Anadoluda bulunan Türk kabilelerinde geceli gündüzlü «Sema oyun­ları» yapıldığını bilmediği için, bunun mevlevîlere atf ih­timalini mütalaa olarak yazmaktadır. Binaenaleyh, Yunus Nadinin temennisi yine yerindedir. Aşağıda anlatacağımız delillerden de anlaşılacağı gibi eski Türklerden kalan ve Şâmanîlikden gelen dînî ve millî Türk rakıslarmm deva­mı Farisî metinlerle dolu olan Mevlevi âyinlerinde olma­yıp, asırlardanberi dualarını Aarapca ve Acemceden tecrit ederek Türkçe okuyan ve «İlâhî» 1erini«Nefes» adı altında Türkçe okuyan ve bütün âdet ve an’anelerini eski Türk kabilelerinden getirip dininden ve harsinden esirgeyerek saklayan ve kuvvetli bir inat ile düne kadar icra edile gelen (Anadolu) da ve (Rumeli) de yer yer kesafet halinde ve biribirlerini müteakip köylerde yerleşmiş bulunan ve Mevlevi adetlerine milyonlarca defa kahir bir ekseriyetle üstün bulunan Türk alevî kabilelerinin rakıslarmdadır. Bay Yunus Nadinin temennisi yine yerini bulmuş ve bu suretle düşündüğü ihtimal yine yabancı din ve dil taşıma­mış olan Türk kabilelerinde tahakkuk etmiştir. Bu oyun­ları anlattığımız zaman bizzat Yunus Nadinin de bize yerden göke kadar hak vererek memnun olacağına hiç şüphe etmiyoruz. Çünki biz, bitaraf olarak tetkik ve tahlil yapıyoruz ve yapacağız. Bu hususta hiç bir tesir ve kay­da bağlı değiliz.

Page 12: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

12

Cumhuriyet Baş Muharriri Mevlevi rakıslarmm eski Türklerden kalma rakıslardan olduğu ihtimalini söyle­mekte mazurdur. Fakat «Türk musikisini tesbit ve tasnif hey­eti» reisliği gibi şumullu ve İlmî vazifeleri üzerine alan Bay Rauf Yektâ gibi âlim bilinen bir zatın bu ihtimali kestirme olarak Mevlevîlere atfetmesi hiçbir zaman mazur görülemez. Bil’akis bu cihetten mes’uldür de....

Bay Rauf Yektânm şuradan, buradan göstermiye çalış­tığı deliller ise, iddiasını tevsik edecek debileren değildir. Mevlevi Sâkıp Dedenin beyanatı indî bir teşbih ve düşün­ceden ibaret olup ilmi ve tarihî bir vesika teşkil edemez. Türklerin eski dinleri «■Şâmanîlik» olmak ve onların dînî rakısları bulunmak meselesi ve keyfiyeti, mutlaka Mevlevi rakısları demek imkânı gösterilen delillerde mevcut değildir.

Ecnebî seyyahların Anadoluda gördükleri Mevlevi oyun­larının Orta Asyadaki Tüak kabileleri arasında yapılan oyunların ayni olduğu ifadesi de çürüktür. Eğer o seyyahlar milyonlarca Anadolu Türk Alevilerinin büyük şekillerde yaptıkları gizli dînî «Sema’» ları görselerdi, hangisinin « Türk Şâmaniliği» ve kabileleri oyunlarına benzediğini daha kestir­me söyliye bilirlerdi. Bu kabilelerin oyunlarını görmek ise, ecnebî seyyahlara değil, Alevî olmıyan [Kızılbaş Türklerden olmıyan] Türkiyeli Türklere bile nasip olamainıştır. Görülmi- yenbir şey hakkında mütalaa yürütülemezse de, Anadoluda milyonlarca Alevî bulunduğunu ve bunların «Sema’ rakısları» olduğunu, kültürel bir mes’uliyeti üstüne almış olan İlmî bir müessesenin pek derin bir tetkikcisi olarak gösterilen ve bilinen bir zâtın kısmen işidib ve bilmesi ve hiç olmazsa bir parçacık bahsetmesi lâzımgelirdi. Bu suretle, dînî oyun­ların yalnız Mevlevîlerde olduğu gösterilmiş ve bu nevi Türk raksına benzemiyen bu Mevlevi sema’ları büyültüle büyültüle milyonlarca-sema’ yapan hakikatler çiğnenerek orta Asyaya götürülmüş ve hemen bir hamlede ıSamaniliğe» dayatılmıştır.

Mevlânânın Belh şehrinden gelerek Anadolu halkı üzerinde tasavvufî tesirler yaptığı iddiası da çok fazla mübalağalıdır. Elimizde olan bütün vesikalar Mevlânânın

Page 13: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

13

bir Türk olduğunu göstermekle beraber, dilinin Acem ol­duğunu ve yaptığı tesir ise Farisî bilen birkaç mahdut şehirli zümrelere münhasır kaldığı anlaşılmaktadır. Eğer onun oğlu Sultan Veled gelerek babasının tarikatini Türkçe eserlerle müritlerine bildirmeseydi, Mevlevi olarak yetişen birkaç şehirli zümre de yetişmezdi. Umumiyetle halk küt­lesine ne Mevlânâ, ne de oğlu müessir olamamıştır, Ana­dolu halkı üzerinde tasavvuf tesirlerinin yayılmasına dair ve kimler tarafından yayıldığı hakkında, büyük ilim ada­mımız Haşan Alî Yücelin « Türk edebiyatına toplu bir bakış» adlı eserinden aşağıya naklettiğimiz kısımlar dikkatle oku­nursa hakikat tamamile aydınlanmış olur. Haşan Âlî Yücel bu eserinin 54 üncü sayfasında şu suretle İlmî ve tarihî mütalaalar yürütüyor:

8 . . . (Horasan erenleri) tabiri ıztırap içinde yaşıijan Ana­dolu halkı üzerinde, kendilerini kurtarmak için mânevi ışıklar getiren, ümit veren insanlardı» diyor. Bu fıkradan da anlaşı­lıyor ki, Anadolu halkı üzerinde maddî ve mânevî tesirler yapan, Belh şehrinden gelen Mevlânâ değil, Horasandan gelen «Yeseviye» halifeleri ve «Kutbettin Haydar» derviş­leri idi. Şimdi, yayılma şeklini anlatırken muharrir, yine bu eserinin 56 mcı sayfasından başlayarak aşağıdaki ifa­delerde bulunuyor.

« . . . Diğer taraftan halk kütlesi, on üçüncü asırda yaşayan göçebe Türkmenler üzerinde en çok iz bırakan şahsiyet «-Hacı Bektaşi Velî» olmuştur. Kendisi o devirde Anadöluyu baştan başa kaplayan «Baba’i-Batmî» akıydelerini yaymıştır. Tesis ettiği tari­kin esasında muhtelif tarikatların izlerini ve bilhassa Şâmanî- likten kalan itikatlar görülür. Bu itibarla Bektaşîlik millî bir mahiyet almış ve esas kanaatlarını öz dil ile söyliyen birçok halk tekke şairlerinin doğmasına Sebep olmuştur. Yesevîlikten çıkan Bektaşîlik, Nakşibendîlik ile beraber yürüyen tam bir Türk ta- rikati idi. Fakat Nakşibendilik «ortodoks» du. Tamamile sünnet ehline uyuyor, Bektaşîlikte ise, eski Türk an’aneleri yaşıyordu. Meselâ, eski Türk hayatında kadın nasıl, cemiyetin kaçmıyan bir unsuru idiyse, Bektaşîlikde de böyle kaldı, fslamdan öncekiha- yatta, kadınların da iştirâk ettikleri kopuzla, kımızlı şölenlerden

Page 14: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

s

başka birşey olmıyan «Ayini Cem» lerinde Şeriatın yasağına kar­şı kûdın bulundu; kımız yerine üzüm suyu içildi. Oruç ve namaz te’vil've tefsir ile silinip yok edildi.

Böylece dünyevî bir mahiyet alan ve din kayitlerinden ferd- leri kurtaran, şeriate karşı tam bir itidal arzeden bu «Rafızî» fakat ilmi tarikat, Selçuk ytkımından sonra Anadolu Türklerinde görülen ayrılıkları mânevi birliğe çağırmış ve kısmen muvaffak olmuştu, yeniçeriler ocağında okunan gulbank leri «İsmail Sa- fevî» ye istemiyerek kılıç çeken bir ordunun manevî bağlarını açıkça bize göstermiyormu ? »

Muharrir, eserinin 57 inci sayfasında da, Anadoluda cereyan eden Mevlevîlikle Alevîliği ve tesirlerini tahlil ederek diyor k i:

« . . . Daha ziyade fikrî ve aristokrat bir şehir tarikati olan (mevlevî) lik karşısında vaziyet, alan halkçı ve Türkçü (Bekta­şilik ve kizılbaşlık) tam bir Halk Alevîliğini temsil ediyordu. Hernekadar Mevi ân â da :

Mescudi melâik şüd Âdem zi Ali şüd '■Âdem çu yegi kıble ve mescud AH Şâd

Diyordu, fakat Bektaşîlerin tasavvur ve tasvir ettikleri Âli tamamile Türktü. Dünyayı ve dünyevî hususları, bütün siyasî ihtirasları ezerek hiçe sayan temiz yürekli, Türkçe tabirile « Yiğit Ali», millî bir kahraman haline getirilmişti (Muhammed Alidir, Ali Muhammed) düsturile iki şahsiyet birleştirildiği gibi

Allah birdir, Muhammed Alidir, Ali Muhammed,Her sabah, her sabah ötüşür kuşlar Allah bir Muhammed A li diyerek

Kul HimmetBen dahi nesne bilmem Allah bir Muhammed Ali,Özümü gurbete salmam Allah bir Muhammed Ali.

Hatay î {Şah İsmail)Mtsralarından anlaşıldığı veçhile Aliyi Allah yapmhya uyar,

bir {üçleme = teslis) vücude getirilmişti. Eski ozanların Köroğlu Türkülerini çaldıkları sazların tellerinde {Âli) nin ruhu,{Hüseyin) in âhı inliyordu. Bu iki şahsiyet ve evladları [Â li abâ], bizim

14

Page 15: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

15

halk edebiyatımıza hatıralarım üflüyordu. Erenler meyda­nında mest bir eda ile (tmam Ali) nakaratlı nefesleri söyleyip sazlarını inleten âşık dervişler, posta değişmiş eski Türk ozan­larından başka birŞey değillerdi . . . »

Bundan Başka bu hususta son neşriyattan bir mühim vesika daha göstermek mümkündür. Çok iyi bir tetkikci- miz olduğu değerli yazılarından anlaşılan Bay Haşan Feh­mi Tugal arkadaşımızın İstanbul Eminönü halkevi tarafın­dan ayda bir çıkarılan «Halk bilgisi bahisleri» adlı pek ilmî mecmuanın Temmuz 940 ayına ait 105 sayılı nüsha­sındaki (Ahîlere dair halkdaki bilgiler) başlıklı ehemmiyetli bir yazısında davamıza dair iyi bir tahlil görüyoruz. Ahi­lik de Alevîliğin ve Bektaşîliğin mühim bir kolu ve yiıie onlar gibi tarihî Türk kabilelerinden olduğundan o yazıda Ahî ve Kızılbaş gizli oyunları hakkında bizi teyit eden satırlar okumuş olduğumuzdan o makalenin bu bahse ait bazi fıkralarını buraya kaydediyorum:

[ . . . Vaktiyle umumî ve âdî görülen birçok meseleler, meşgaleler bilahara muayyen zümrelere inhisar etmiştir. Meselâ, Mevlevi âyinlerindeki Sema’ bir zaman Anadolu gece hayatında bütün zengin salonlarında olagelmiş bir şeydi. Hatta bazan Mevlânâya mensup zümrenin, bu sema’ ya iştirâkine mümanaat olunurdu demekki sema mevlevîliğe mahsus değildi. Bilhassa mevlevîliğin icat ve tesisi değildi. Sultan Veledi Konya ulularından birisi bir gece sema’ ya davet etmişti. Yârânı semada biraz mübalağa yaptılar. Ahî Mustafa kızarak: bundan sonra mevlevîlerin bizim sema’- mızda işleri yoktur. Bunların mübalağalı varışlarından hiç kimse sema’da yer bulamıyor, dedi.

«Demek bizim zannettiğimiz gibi Sema’ mevlevîliğin ihtî- raı değildir. İbni Batuta seyyahatnamesinde Ahî zaviyele­rinde geceleri geçen hayattan bahsederken: «yiyorlar, içi­yorlar, söyliyorlar, raksediyorlar» der. İbni Batuta sema’yı raks ile ifade etmiştir sanırım.

«Mevlevîlik, Alevîlik ve Kızılbaşlıkta da olan sema’yı açık bir ibadet salonuna çıkarabildi. Diğerlerinde buna imkân vermiyen iki mühim sebep vardı: Rakı ve kadın . . .

Page 16: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

16

«Mevlevîlikten bahsederken raks ve musikiyi ibadetle meze edebildiklerinden hayretle bahsederiz. Bu doğru bir ifade değildir. Başlangıcı tamamen dînî olan raks ve mu­sikinin hâlâ Türk zümrelerinde mevcudiyetini muhafaza edebildiğini söylemek, iptidaî dinlerdeki raks ve musi- kiniîı-Tslamlaştırılmış bir şeklidir demek daha doğru olur.]

İşte, bu ince elemelerden de anlaşılıyor ki, Anadoluda kahir bir çoklukla yapılan tasavvuf hareketlerinde Mevle­vi tesirleri olmadığı gibi yapılan edebiyat da Mevlevi ede­biyatı ve bunlar arasında yapılan Semalar da Mevlevi oyunları olmayıp «Horasan erenleri» denilen şahsiyetler ile «Şamanîlik» den getirilen eski Türk dinine uygun Türk halk tasavvufu, Türk Halk Alevî edebiyatı ve Türk Alevî Sema’ı dır.

İleride bunların yapılış mevki ye tarzlarını etrafile an- latdığımız zaman bu iddia daha açık olarak tebarüz edecek ve isbat olunacaktır.

Page 17: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

Dfnî oyunların menşei

Dînî oyun dediğimiz sema’ve rakısların menşei hakkında da geçen fasılda sözü geçen «Mevlevi oyunları» cüzünün mukaddemesinde şöyle bir fıkra anlatıyor:

[İslam an’anası sema’ın Peygamber Hazretleri tarafından da icra edildiğini rivayet eder. Vak’anm nasıl olduğu şöyle anlatılmaktadır: Peygamberimizin huzurunda bir şairin söy­lediği bir manzume okunurken, hazreti Peygamber vecde gelip raksetmiye başlamış, hattâ raks esnasında hırkaları yere düşmüş. Mecliste bulunan Eshabtan Muâviye: «—Ey Allahın elçisi ne güzel oynuyorsun» demiş. Peygamber de ona cevaben: «—Sus, ya Muâviye! sevgilimin adı zikrolunurken harekete gelmiyen insan kerim değildir» buyurmuşlardır.]

Bu rivayeti «Makasıdil-elhan» isimli (Hoca Abdülkadir Meragi) nin kendi kitaphanesinde bulunan el yazması bir kitaptan nakleden muharririn bu ifadesi doğru olsa da, Bektaşîlerde dahil olduğu halde Anadolu Türk Alevî kabi­lelerin, sema’m menşei hakkında ki umumî inanışlarına uymuyor. Bu ayrılık da gösteriyor ki, şehir zümresinin Mevlevi inanışı başka, Anadolu Türk halk tasavvuf inanışı başkadır.

Tasnif heyetince i:e Türk musikisi namı altında yalnız zümrevî «Arap- İslâm» hars ve an’anesine uygun ve ağda­laşmış ve sünnîleşmiş dinî edebiyat ve musiki ve oyun­ları ile meşgul olunmuştur.

Türk halk Alevî kabilelerinin sema’m menşei hakkmdaki inanışları böyle değildir. Bektaşiler de beraber olduğu haldé bütün Türk Alevî kol ve kabileleri esas inanışlarını «Kırklar cemi» dedikleri Muhammed zamanında Alinin re­isliği altında kurulan gizli bir toplantıda yapılan hareket­

Page 18: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

18

lerden almışlardır. Bunu alanlar ve yayanlar (Hoca Ahmet Yesevî) 1er, (Hacı Bektaş) 1ar, (Şeyh Safî) 1er, (Kutbeddin) ler, (Rükneddin) 1er, (Necmeddin) 1er ve (Taceddin) ve bu suretle sair ilk Türk miitasavvıf ulularından teşekkül eden «Horasan erenleri» ve »Rum erleri» dir. Bundan sonra (Balım sultan) 1ar (Abdal Musa sultan) 1ar, (Seyyid Ali sultan) lar,. (Sarısaltık sultan) lar, (Gaygusuz sultan) lar, (Kul Himmet) ler ve nihayet (Hatayî) ler, (Pir sultan) lar, (Kul Hüseyin) ler, (Kul Veli) ler ve (Muhiddin abdal) lar gibi ayni zamanda Türk edebiyatçısı (Velî) ler de, Türk kabilelerine kendi dil­lerde bu inanışı yaydıkları gibi, yine ayni zamanda «Rumeli Fatihleri» ve »-Öncüleri» ve «Akıncıları» olan «Rum erenleri» de bu türeyi Arnavutluğa kadar götürmüş ve orada topluluk halinde olan halka yaymışlardır. Hatta bu inanışlar Hır is • tiyanlara kadar tesir ve teşmiller yaparak birçok Alevî evliya­sının Hiristiyanlıktan gelme oldukları bile iddia olunmuştur»

Ingiliz müsteşriklerinden «Hasluk» tarafından neşredilip müderris Ragıp Hulusi tarafından Türkceye çevrilen «Bek- taşiler» adlı kitabın «iki taraflı inanış» başlıklı fasli bu sö- müzün delilidir. Yukarıda da dediğimiz gibi hiçbir tarikat bu kadar tarihî kök salmış ve hususiyetlerini eski göre­neklerinden ve ilk Türklerin âdetlerinden almış değildir.

Alevîlerin toplanış muhabbetleri «Kırklar cemi» ni tanzir etmekdi. Yukarıda isimlerini saydığımız büyük maddî ve manevî azizlerin onlara söylediklerine göre: o akşam Muhammed göke çıkarak «Miraç» etmemiş, onun miracı* cebrail vasıtasıle «Kırklar cemi» ne, o gizli toplantıya gitmiş olmasıdır. Muhammed ilk önce orada gördüğünden tered­düt etmiş, onların «cem» lerinin hak olup olmadığından şüpheye düşmüş, fakat (kırklar) kendilerinin hak oldukla­rını isbat etmek için içlerinden birinin kolu biraz kesilince kırkından birden — Muhammd de dahil olduğu halde — bileklerinden kan akdığını görmüş ve onların «Cem» leri­nin «Hak» olduğuna inanmış. Bundan sonra orada bulunan «Selman» bir üzüm çekirdeğini ezmiş, «Kırklar» m her biri onun suyundan içmiş. Muhammedle beraber hepsi de esrik [serhoş] olmuş, işte o zaman Muhammed vecde gelerek

Page 19: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

19

kalkmış, «Sema » etmiş. Sema’ esnasında sarığı çözülmüş, kırklar onun sarığını alarak «Kırk pare» yapmışlar ve bel­lerine sarmışlar. O gece böylece «Cem» sürülmüş.

Ertesi gün meclisteki eski zahirî eshabı — Muhammedi gökden indi sanarak — onun miracını kutlulamışlar. Bunun içindir ki, Alevîlerde, merasim ve usul dairesinde . Alevî oldukları gece merasimi bittikten sonra Alevî veya bektaşi olan zata «Miracın kutlu olsun» derlerdi. Alevîler ve Bektaşiler Muhammede mürşid, Aliye rehber dedikleri gibi Bazanda Aliye mürşit ve Muhammede rehber dediklerinin sebebi bu «Kırklar Cemi» ne riyaset etmiş olmasından ötürü Alinin mürşitlik etmiş olmasındandır. İşte, bütün Alevîlerin inandıkları bu «Cem» dir. Orada o gece (Fatma ana) da varmış. Yine bu­nun içindirki Alevîler, kadınları da «Cem» e koyarlardı. Cem de içkinin olması, kırkların içtiği «üzüm suyu» dur. Nefes okunması Alinin mürşit, Muhammedin rehber olma­sına medhiye ve onları tes’ittir. Sema edilmesi de Muham­medin oynamış olmasına işarettir. Dervişlerin bellerine «Şai» ve muhip olanların «Tülbent» bağlamaları o gece Muhammedin kırk pâre edilen sarığının kırklar tarafından bellerine bağlanmış olmasının benzeridir.

Mecburî İslam olan Türklere, yeni dîni, bu suretle Türklerin tıpkı eski âdetlerine uygun olarak gösteren «Horasan erenleri» bunda, çok muvaffak olmuşlardır. Çünki eski türe ve görenek alışkanlıklarından pekçok şey kay­betmediklerini gören Anandolu Türkleri bu tarikati ve daha doğrusu kendilerini yadırgamayan bu «Rejim» i se­vinçlerle karşılamışlardır.

Duaları Arapça olmayıp Türkçe, namazları eski tapın­maları gibi «Niyaz», eskiden olduğu gibi cemiyetlerinde ve din işlerinde «Kadın» yine beraber, «Kopuz» ve «Kımız» yine bunda da mebzul, oyunlarını da, Şâmanîlikten kalma oyunlara uydurduktan sonra artık gocunacak, gücenecek birşey kalmıyordu. Onların kendi dilinden konuşan şairleri de bütün bu Miraç ve sair inanışları nazmen ve kuvvetle yaymış olunca bu inanış durmıyarak ilerileyor, kökler sa­

Page 20: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

20 -

lıyor, Arapların din bahanesi ile yaptıkları zulumdan bizar olan Türkler *Ayni Cem» lere giriyorlar, alevî oluyorlar, ıztıraplarmı böylelikle dindiriyorlar ve sazlarının tellerinde dertlerini derin derin inliyorlardı.

Miraç inanışına dair halk tasavvuf edebiyatından birkaç örnek verelim:' Meşhur «Hatayı» şu manzumeyi «Miraciye» adı ileyazmıştır ve yaymıştır:

M îrâciye

*Yakm bil abcedi burhan Alidir.Beyanı tevhidi kur’an Alidir-

Muhammed miraca vardığı gece,Kapıda gördüğü arslan Alidir.

İçinde söylenür sırrı hakikat,Kurulmuş perdei mizan Alidir.

İleri yürüyüp kakdı kapuyu,A na: «Kimsin» deyu soran Alidir.

Dedikim: «Hadımı hayrül-enamım», Hemandem kapuyu açan Alidir.

İçerü giriben kıldı muhabbet,«Biri kırk, kırkı bir» diyen Alidir.

Acayip remz içinde kaldı Ahmed,■Bu remzi gösteren, asan Alidir.

Birine çaldı neşter kırk da akdi,■ Hem ol dem neşteri çalan Alidir.

Ezildi şerbet oldu içti canlar,Cununi âşıkî hayran Alidir.

Page 21: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

Çıkardı bir üzüm sa’il tutanda, Eline hadimin sunan Alidir.Çalındı keffi dest koptu Semah, Buları mest eden sultan Alidir.Yo-giken yer ve gök arş ile kürsî, Hakikat mizanın kuran Alidir.Bu biçare «Hatayî» nin penahı, Devâsız dertlere derman. Alidir.

«Pir sultan» ın Miraciyesinden:

Ezel meclisinde kırklar demind, Muhabire i nuruna boyandı Ali, Kırklar ile bile irfan ceminde,Bu aşkın rengine boyandı Ali.Alim terk eyledi kendi kellesin, Muhammede dedi «Cem» e gelesin, Meydana getirdi aşkın dolusun, Kırklara bahşetti hem sundu Ali.Tubâ agacmdan aldı dört yaprak, Çar pareden hırka eyledi er hak, Fahir libasını sundu son toprak, Geyindi eğnine donandı Ali.Hu! deyüp birliğe kuruldu divan, Hakikat sürüldü dem ile devran, Sema'a kalktılar cümle âşikan, Meydanda kırk kere dolandı Ali.(Pir sultan) ım eder: hak muhabbette, Dahi yol gidermi birlikten öte, Muhabbetten kaçan eğri sıfata, «Lanetullah!» dedi ilendi Ali.

Page 22: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

«Kul H im m et» in M iracîyesind en:

Zâhid hü demeyi eyleme inkâr,Ya niçin çağırır insan hü deyu,Hü demenin aslı nedir, nedendir, Eyleyeyim sana beyan hü deyu.

Muhammed Mustafa peygamber oldu,Ali cümle velîye server oldu,Şah Cebrili Emin hem rehber oldu,Öl demde kuruldu erkân hü deyu.

Bir üzüm tanesi ol şah elinde, Kırklara sundu ol hikmet gününde, Hak Resulullahın Miraç yolunda, Şeydullah eyledi Selman hü deyu.

Üzümü kırklara iletti Selman, Kırklarda ol demde oldular üryan, Muhabbet şerbetin içtiler her can, Saki kadeh sundu üryan hü deyu.

Kırklar ol şerbeti içti mest oldu,Şahı merdan cümlesinden üst oldu, Fatma ol mecliste mevcut bulundu, Okudular hem de Kur’an hü deyu.

Hü demenin aslı şöyledir söyle,Ne sözün var ise gel beri söyle, Tasdik iman getür şehadet eyle,Sen de bu esrara boyan hü deyu.

«Kul Himmet» ol meyden serhoş olalı, Can gözü tecelliye duş olalı, Hubbullah aşkına yoldaş olalı,Hayali gönlümde mihman hü deyu.

Page 23: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

23

Bunlardan başka bütün tanınmış ileri gelen Alevî ve Bektaşi uluları şairleri bu miraç menkibesini bu yolda ufak tefek farklarla tasvir ede gelmişlerdir. Şu halde, sema’ oyunları da Alinin riyaseti altında kurulan tarihî cemdeki sema’i tanziren yapılmaktadır. Bu itikat, Müslüman dininin birçok mezhep ve tarikatlara ayrılması yüzünden yine bazı farklarla yürüye yürüye Batınî ve Alevî Türk kabilelerine kadar gelmiştir. Şehir bektaşiliği ile köy bektaşiliği ve alevîlığinin farkları da kısmen buradan ayrılır. Şehir bek­taşiliği «Cem bezmi» üzerinde ehemmiyetli tadiller yapan bir sınıf bir zümreye ayrılmıştır. «Balım Sultan» a atfe­dilen sonradan yapılma bir «Erkân name» vücut bulmuştur. Halbuki köy alevî kabilelerinin cümlesi bu tadile asırlar- lardanberi muhalefet etmişlerdir. Hacı Bektaşm ve ondan önce gelen alevî ulularının güttükleri erkânı kendi yürüt­tükleri erkân gibi olduğunu iddia ederler ve kısmen de haklıdırlar. Bununla beraber bu kabileler arasında da son­radan ve biribirine benzemiyen usul ve erkân bolluğu vardır. Hattâ, «Hitabî» isminde bir halk şairi bu erkân bolluğundan şikâyet etmektedir:

Cefaya tutmuşsun yüzü akibet,Kemale erdirdin nazı akibet,Usandırdı candan bizi akibet,Bu âdetler, bu erkânlar, bu yollar.

demiştir.Balım sultan erkâniyle âyin yapanlar şehirlerde ve bil­

hassa Arnavutlukta kesafet halindedirler. Bunlar, Jema’ın vücudüne kail bulunmuş ve inanmış olmakla beraber «sema’» oyunlrrmı toplu bir halde bilmezler. Köy bektaşi­liği ve onu teşkil eden ekseriyet ve topluluk halindeki Türk alevî kabileleri Sema’ oyunlarının muhabbetin ve Cemin esasını teşkil ettiğine kanidirler. Toplanışlarında baştan nihayete kadar muhabbetleri (Sema’ etmek—oyun oynamak) ile geçer.

Page 24: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

Gizil Dînf oyunlar nerede ve nasıl yapılır?

Bizim târif etmek istediğimiz oyunlar baştan beri an­lattığımız gibi Türk Alevî kabilelerinin içinde merasim* usul ve erkânına göre dînî ve fakat gayet gizli olarak oynanır. Onların her bir hareketleri »Str» olduğu için sema­larda böylece »Sır—Gizli» kalmıştır.

Sema’ oy imlan «Cem bezmi» ve muhabbetlerin tertibine göre yapılır. Küçük muhabbetlerde, muhabbetin nihaye­tinde ve büyük muhabbetlerde de zaman zaman fasıla ile oyunlara kalkılır. Bu büyük muhabbetlerin en nihayetinde de ileride tarif edeceğimiz gibi bütün muhabbette olan kimselerin —yüzlerce kişi olsa da— hepsi birden sema’a kalkmak suretile yapılır.

Sema’a başlamak zarüanını; muhabbetin, yani o cemin en dînî ulusu demek olan mürşit emreder. Sema’ oyunla­rının ağır, orta ve çabuk hareketlileri vardır. Evvelâ ağır hareketli sema nefesleri sazlarla beraber söylenir. Bunlar ne kadar ağır hareketli olsalar yine «oturak» nefeslerinden daha oynaktır.

Biraz ağırca hareketli olan «Sema’» nefeslerinden biri­nin birer sözü ile sazını örnek olarak verelim :

Bektaşîlik kolay zannetme âşık,Tariki nâzenîn sırrı lâ feta.Eline, diline, beline sadık,Olmıyan bektaşi taklittir cânâ.

Şeriat babından girmiyen âşık,Tarikat sırrına ermiyen âşık,Mârifet âbına yunmıyan âşık,Hakikat kâmili sayılmaz aslâ-

Page 25: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

25

Dört kapuyu dört makamı görmiyen,Miracı marifet nurun bilmiyen,Muhammed Aliye secde kılmıyan,İblisin ta’atı hebadır hebâ.

Hacı Bektaş erkânına girelim,Hakikatin pazarını görelim,Deste deste güllerini derelim,Muhabbet bahçesi safâdır safâ.

(Haşan Cemali) der: seçer kallâşı,Cevherle karışmış olsa çay taşı,Taklit kabul etmez asla bektaşi,Kem ayarı tanır çeşmi urefâ.

Bu nefesin bestesi Alevî kabilelerinin hemen umumiyetle «nefes» ve «Sema’» bestesidir. Besteleri muayyen olarak belli olmıyan bütün «on bir» heceli nefesleri pek çok kabileler bu beste ile okurlardı. Yukarıya koyduğumuz nefes manzumesinin sahip ve şairi olup bundan on beş yıl kadar önce doksan yaşında olarak ölen «Haşan Cemali» bulunduğu ve idare ettiği bütün Bektaşi «Cem» ve «mu­habbet» lerinde otururken de ve Sema’ vaktinde de ilk önce bu beste ile bu nefesi okumak ve okutmaktan büyük zevk alırdı. Beste şudur:

[1] Gerek bu ve gerek bundan sonra konulan nefes notalarının ancak bîr beyitlik başlangıç kısmının bestesi verilmiştir. Müteakip beyitlerde yine bu besteye göre nihayete kadar devam edilmek lâzımdır.

Page 26: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

26

Trakyanın Bedreddînî kabilesine mensup Türk Alevî zümreleri bu nefesi Yunusun şu manzumesi ile ve bu beste ile daima okurlardı. Yunusun nefesi şudur.

Canım kurban olsun senin yoluna Adı güzel kendi güzel Muhammed Hak nasib eylesin seni dilime Adı güzel kendi güzel Muhammed.

Aşk ile tevhidim sürülmez oldu,Goynümün aynası silinmez oldu,İçimdeki sırrı görülmez oldu,Adı güzel kendi güzel Muhammed.

Çıkar arş üstüne seyran edersin,Mahşerde ümmetin haktan dilersin,Kürsünün üstünde cevlan edersin,Adı güzel, kendi güzel Muhammed.

Çoktur dervişlerin cevrü cefası,Cennette anların zevku sefası,On sekiz bin âlemin Mustafası,Adı güzel, kendi güzel Muhammed.

Sen hak peygambersin şeksiz şüphesiz Sana inanmıyan dinsiz imansız,Derviş «Yunus» neylerdünyayı sensiz,Adı güzel, kendi güzel Muhammed.

Bundan sonra (muhabbet) ilerledikçe ve heyecan art­tıkça biraz daha oynak nefeslere geçilir.

Bunlardan bir tanesini örnek verelim :

Okuyup yazdığım Kur’an içinde (hü, hü!)Nurdan bir Ayetsin (şahım) ey Hacı Bektaş(hü,hü) Hastalara, düşkünlere, her derde (eyvallah)Sutfu inayetsin (şahım) ey Hacı Bektaş (hü, hü!)

Page 27: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

27

Bindiğin duvar emrinle yürüdü (hü, hü!)Dağı, taşı hep beraber sürüdü (eyvallah!)Mucizatın üstümüzü bürüdü (hü, hü!)Bahri kerametsin (şahım) ey Hacı Bektaş (hü, hü!)

Bende bildim sen de gerçek Velisin (eyvallah!) Hakkın, erenlerin (şahım kudret elisin (hü, hü!) Tanrının aslanı hazreti Alisin (eyvallah!)Şahı velâyetsin (şahım) ey Hacı Bektaş (hü, hü !)

Kapında kulundur bu garip «Emrah» (eyvallah!) Bana sen gösterdin (şahım) en doğru bir rah (hü,hü!) inandım, imân ettim bî iştibah (eyvallah!)Evvel, nihayetsin (a şahım) ey Hacı Bektaş (hü, hü !)

Bu nefesin bestesi de şudur:

s i - . - n ha et b<* faş hu . . . . . . hûı ıs r 1 rp !■ r ı rv4Bu nefes ve beste okunup çalınırken gerek mısralarm

ortalarına (eyvallah) veyahut da (Şahım) veya (a şahım) kelimeleri ilâve olunur. Böyle olduğu halde ne mısraın ve ne de bestenin söyleniş ve çalmış seyrine halel gelmez.

Okuyup yazdığım Kur’an içinde (eyvallah)Nurdan bir âyetsin(Şahim)ey Hacı Bektaş (hü, hü!)

gibi mısralar nihayetine ve ortalarına yapılan ilâveler bes­te motif ve mısralarma kolaylıkla sığdırılır.

Page 28: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

28

Çabuk hareketli nefeslerden örnekler:Gel bir şaha kul olagör,Her kez mağrur olmaz ola,Bir eşiğe yaslana gör,Kimse elden'almaz ola.

Bir boya boyanmak gerek,Bir sudan sulanmak gerek,Bir dili söylemek gerek,Feriştehler bilmez ola-

Kuş oluben uçmak gerek,Ovalara göçmek gerek,Bir doludan içmek gerek,İçenler ayılmaz ola.

Çok behreler almak gerek, Ummanlara dalmak gerek,Bir gevhere çıkmak gerek,

■ Değme sarraf bilmez ola.

Bahçelere girmek gerek,Güllerini dermek gerek,Er hak deyüp durmak gerek, Gerçek âşık ölmez ola.

(Şah Hatayı) m der: geç, otur, Hizmetini hora yetür,Gerçeklerden bir er getür,Cana, başa kalmaz ola.

Bu nefesin de bestesi şudur:

Page 29: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

Sema ların yapılışı

Semalar iki, dört, altı, sekiz ve daha ziyade kişilik olarak da oynanır. Oyun oynarken yorulanlar olursa değişmek için erkek olan Cem de bulunan başka bir erkeğin dizini öper (niyaz eder). Kadın olan da diğer bir kadının dizini öper. Bu hareketin dizi öpülmüş olan kimseyi kendi yerine Se- ma’a davet etmek olduğu kabileler türesinee' de saygı ile kaydolunmuştur. Cem de kadınlar da bulunduğundan on­lar da Sema’a kalkar ve oynarlar. Bu suretle dizi öpülen erkek veya kadın; zarurî bir mazereti olmazsa; bu dâvete icabet etmek mecburiyetindedir. Esas itibarile bu dâvet memnuniyeti mucip ve yüksek bir saygı işareti talakkisine mazhar olmuştur.

Sema’larda el ele tutuşmak yoktur. Karşı karşıya oyna­nır. Eller, kollarla beraber ileriye doğru uzanır ve tekrar geri çekilerek gögüse kavuşmak suretile hareket eder. Ayaklar, besteye uygun hareket ederek biri birleri üzeri­ne ayak parmakları konmak suretile yürünür ve dolaşılır. Ağır ve orta usullü semalarda mutlak surette her ölçüye göre ayak ve vücut hareketleri yapılmaz. El, kol ve ayak hareketleri ile serbest hareketler icra edilir. Fakat, bu ser­best tarzda da yine besteye uygunluklar vardır.

Bazan her darp yerine her ölçü veya bir buçuk ölçüye göre ayak ve vücut hareketleri tanzim olunur. Bu suretle besteye ve güfteye uygun hareketler icra edilir. Sema edenler, «Cem bezmi» nin ortasında açılan boşlukta, fakat olduğu yerde durarak değil dolaşarak mevzu kaidesine göre oynanır. O tarzda yürünür ki, sema edenler «Mum» ların yanmakta olduğu mahalle gelince, orası «Çerag tahtı» denilen «Mukaddes» bir yer olduğundan, o mevkiden, oyna­yanlar arkaları dönülmek suretile geçemezler. Yüzleri

Page 30: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

30«Çerâğ— mum» lara müteveccih olarak ve berayi hürmet eller gögüste olmak ve hafifçe boyun eğmek suretile ge­çerler ve diğer mahallerde yine serbest döner ve oynarlar.

Sema’ nefesi okunurken nefesin biteceği kıt’a da, o ne­fesi yapan zatın ismini —ki buna «Şa/ı beyit» derler— oku­nurken o yun oynayanlar olduğu yerde hareketsiz kalıp nefesi yapan şairin hürmetine biraz dururlar ve o zatın ismi geçen mısra’dan diğer mısra’a gelinceye kadar bu vaziyette durularak öteki mısra’a geçildikten sonra yine oyuna eski vaziyet ve «Ritim» ile devam ederler. Meselâ:

«Şah Hatayı» m der: geç, otur,Hizmetini hora yetür.

Beytinin ilk mısraında ki nefesin kaili (Şah Hatayi) is­mini havi mısra okunurken bütün mısra iki defa söylenüp ikinci misra’a geçilinceye kadrr oyun hareketi durur ve ikinci mısra’a başlarken «Hizmetini» derken oyuna tekrar devam edilir ve böylece şairliğin hürmeti yükseltilir.

iki, dört ve sekiz kişilik semalarda bu tarzda yapılır ve erkek ve kadınlarla oynanılır. Esasen muhabbetlere de kan koca gidilmesi köy alevîliğinde şarttır. Dul kadın ve dul erkeklerin de gitmeleri caizdir. Çünkü onlar, evvelce karı koca olarak cemlere gitmiş olduklarından bunların mahiyet ve hüviyetleri layıkile anlaşılmış ve binaenaleyh

İmz gelmelerinde bir mahzur görülmemiştir. «Muhabbet»e davet etmek de ilk baştan bu kaidelere riayet etmekle olur Davetsiz hiç kimse bir muhabbete gidemez. Bu cihetler daima göz önünde tutulur ve ehemmiyetli bir hassasiyetle takip ve tatbik olunur. Bu itibarla «Cem bezmi» İçtimaî güzel bir muaşeret adâbmı câmı parlak bir «sosyete» ha­yatıdır. Daha doğrusu Türk kabilelerinin asırlardan beri alıştıkları ve gördükleri bir nevi «BaZo» dur.

On altı kişilik semalarda vardır. Bu nevi evvelce oy­nandığım bildiğimiz ve şimdi de bazı baloların sonunda oynandığını gördüğümüz (Kadril) oyununa benzer. Fakat bunun şekli daha başkadır. Dörder kişi olarak karşı kar­şıya dört dizi üzerine vaziyet alırlar. Cebhelerde karşılıklı

Page 31: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

31

dörder erkek dörder kadın vardır. Bu nevi, çabuk Sema’ usuliyle oynanır.

Çabuk Sema’a dair örnek.

Oynak § • f ln ‘ nan m ai- s' n eY 1,011 11 z,t:

E

Bu car km sa â i ¿i if- Jt efe 9H ■s-

Bu nefesin güftesi şudur:

Niçin inanmazsın ey kanlı Yezit, Bu çarhm sahibi Ali değilmi? Arşda bir hayale uğradı Habip, Hatemi indiren Ali değilmi?

Dostlar arasında ne işin senin?Hey Yezit tükenmez kesretin senin! Bin üç yüz yıl evvel al devin bendin, Bağlayıp da çözen Ali değilmi ?

Necef deryasına Zülfükar attı, Derya bulut olup havaya aktı,Nisan yağmurları anda halk oldu, Bu aşkın deryası Ali değilmi?

Ta ezel Mehdidir senin bahşişin, Anlardan evveldir senin gelişin, Doksan bin kelâmı hep beyan işin, Okunan Kur’anda Ali değilmi?

(Kul Veli) yim söyle sözün hatasın, Öldür nefs çerisin hakka yetesin, Uzatma ey kardeş sözün ötesin,Bu mülkün sahibi Ali değilmi ?

Page 32: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

32

Bu Sema’ oyununda öyle hareket edilir ki; saflarda bu­lunan şahıslar telâki edip biri birini geçerken cebheden ve yandaki şahısların bir birine çarpmadan taraklama suretiy­le geçmeleri pek sanatlı, görmeye değer bir vaziyette olur.

Busema’da her darbe, yani yarım ölçüye bir ayak ha­reketi isabet eder. Bu tarz sema musikisinde de «dem tut­mak» âdeti vardır. Bütün nefesin tonalitesine uygun olarak, oynayanlar «ya şah, ya şah!» diye oynarlar.

Bundan daha büyük Sem’alar vardır k i ; bunun adına «Çoban baba» ve bazı kabilede de «Koyun baba» adı veril­miştir. Bu sema’a bütün cemde bulunan büyük bir kalaba­lık kütlesi olan halkın hepsi birden iştirak ederler. Bu sema’ eskiden büyük tarihî uluların mezarları başında «Îîevruz» ve «Hıdırellez» bayramlarında yapılırdı. Bütün Alevî kabi­leleri kendilerine en yakın bulunan büyük «Yatır» larin türbelerine yiyecek, içecek ve yatacaklarile giderler ve ora­da günlerce «Muhabbet» ederlerdi. Bazı yerlerde üç gün, bazı yerlerde yedi gün süren bu kır «Muhabbet» lerinin sonuncu güıiünde de hepsi birden bir mürşidin idaresinde bu «Çoban» ve yahut «Koyun baba» sema’ma kalkarak bu sema’ı bitirdikten sonra dağılışırlardı. Bu sema’ı da görmek ve seyretmek başlı başına bir tarih yaşamak de­mektir. Anadoluda Alâiyede «Elmalı baba» ve «Abdal Musa Sultan» da, Mısırda «Gaygusuz Sultan» da, Kırşehirde «Hacı Bektaş» da, Trakyada Dimetokada «Seyid Ali Sultan» da, Edirnede Ece köyünde «Ece Sultan» da, Kırklarelinde Çöke köyünde «Muhiddin Abdal» da, Pınar hisar da «Bin bir oklu Ahmed baba» da ve böyle sair türbe ve büyük zaviyelerde yüzlerce halk tarafından yapılırdı.

Osmanlı meşrutiyetinin ilânı yılı olan 1324 yıhnda İstan- bulda toplanan Bektaşi kongrasma Mısırdan iştirak eden Gaygusuz sultan zaviyesi şeyhi Mehmet Lutfi babanın an­lattığına göre bu merasim Mısırda büyük Prens ve prens- seslerin de iştiraklerde çok muazzam olarak yapıldığını ve hattâ bir sene Hidiv Abbas Hilmi Paşanın da sureti mah- susada orada bulunduğunu işitmiş idik.

Page 33: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

33

Türbenin üstüne nakşeylediler, Seni dört köşeye baş eylediler, Yezidin başına taş eylediler,

. Gel dinim, imanım imam Hüseyin.Akan sular gibi akasım gelmez, Şehrine girince çıkasım gelmez, Yezidin yüzüne baksım gelmez, Gel dinim, imanım imam Hüseyin.İmam Hüseyinin kolları bağlı, Hazreti Fatmanın ciğeri dağlı, Hazreti Alinin sevgili oğlu,Gel dinim, imanım imam Hüseyin.Senin abdalların sema’m tutar, Mezhebimiz imam Cafere uyar Kadir geceleri şem’alar yanar, ’Gel dinim, imanım imam Hüseyin.(Pir sultan) ım Hayder erenler nerde, Çalısız, kayasız bir sahra yerde, Kerbelâ çölünde kandilde, nurda, Gel dinim imanım imam Hüseyin.

Bu nefesin bestesi de şudur:

Page 34: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

Beylerimiz gelir gönül üstüne (Efendim) Ağlar gelir şahım abdal Musaya,Urum abdalları postun eğnine,Bağlar gelir pirim abdal Musaya.

Urum abdalları Ali dost deyu, Geydiğimiz hırka kemer post deyu, Hastalar da gelir derman isteyu,Sağlar gelir pirim abdal Musaya.

Meydanında hûlar çeker köçekler, Çalınır koç kurbanlara bıçaklar, Dögülür kudümler altuiı sançaklar, Tuğlar gelir pirim abdal Musaya.

Her matem ayinda kanlar dökerler, Uyaruben çırağını yakarlar,Demine hu deyüp gülbank çekerler, Pirler gelir şahım abdal Musaya.

Koç yigitin ikrarıdır yuları,"Muhaneti çeksem gelmez içeri,

Ak pınarın yeşil gölün suları,Çağlar gelir pirim abdal Musaya.

Alim Zülfükarı almış destine,Kılıç çalar Yezitlerin kasdine,Tümen tümen olmuş gelir üstüne, Dağlar gelir şahım abdal Musay.

Hintden bezirganlar gelir yayılır,Pişer lokmaları açlar doyurur,Ere muhib olan gelir soyunur,Beyler gelir pirim abdal Musaya.

Bir isteğim vardır ganî kerimden, Münkir bilmez evliyanın halinden, (Gaygusuzum) cüda düştüm pirimden, Ağlar gelir pîrim abdal Musaya.

Page 35: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

35

Edirne ile Kırklareli arasında «Çöke» denilen mevkide yatan ve ayni zamanda Yunus ve Gaygusuz gibi nefesler ve Nesimi gibi tuygular söylemiş olmakla şöhret alan bir ehemmiyetli şair olduğu gibi Bektaşî ulularından bulunan «Muhiddin abdal> m zaviyesinde de kendi eseri olan şu semâ’ manzumesi söylenir ve oynanırdı:

Yazı, kışı eksik olmaz,Yağmuru karı Çökenin.Ne nişandır kimse bilmez,Dumanlı başı Çökenin.

Çevrilip havadan iner,Kulesine Şahin konar,Açılır cennete döner,Yazı baharı Çökenin.

İsmi âleme saçılır,Yolunda serden geçilir,Akı kuladan seçilir,Gök turnaları Çökenin.

Gök turnalar katar katar,Ak kuğusu sema’ tutar,Hu diyene gelip yeter,Gayipten eri Çökenin

Erenlerden rivayettir,Bir kelâmdan ibarettir,Sanasın âbı hayattır,Suyu, pınarı Çökenin.

Yüz sürene münacattır,Nuh tufanından necattır,Aşıka aynı hâcattır,Çevre diyarı Çökenin.

Page 36: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

36

Âşıkları divânedir, Sâdıkları mestânedir, Muazzam öl Edimedir, Şehri pazarı Çökenin.

(Muhittin) aşk ile çağlar, Gelir sema’ tutar beyler, Seyrangâhtır gönül eyler, Çevre diyarı Çökenin

Bu manzumenin bestesi şudur:

Ya zt kt ;/ ek sik o/ mat

Yağ mu

—i— — —

ru ka fit ÇÖ̂

-------M İ

kp tıtn — --- r------n

f r * r —— ------- ±= r - M-----Ç— L - b i — 1--------

Bu büyük ve umumî sema’ların, hususî şahıslar tarafın­dan da yapıldığı nâdir değildir. Esasen zengin bir Alevî hânedanı böyle bir büyük muhabbeti her yıl mutlaka bir defa olsun' yapar. Bundan başka bâzı vakti ve hali yerin­de olan kimseler de arzu ettiği bir işinin olması için «Şu işim olursa bir «Koyun baba» kaldıracağım,» der ve bu su­retle «Adak» etmiş ölür. Bu takdirde her hangi bir köy alevîsibu «Koyun baba»yı kaldırmak istediği zaman herkes­ten önce kendi köy halkı — her kaç hane olursa olsun — o muhabbete, davetname beklemeden davetlidir. Artık da­vetnameler köy haricinde olan alevîlere icap eden şekil ve mıkdarda yapılır. Bu büyük «Muhabbet» ve «sema’» yeri için büyük odalar tahsis edilir. Davetlilerin gelmelerinin çokluğuna göre halkı odalar almayacak olursa mesele kır­lara intikal eder. Eğer mevsim de müsait ise artık her şey muntazam gider. Bütün bu hazırlıklar hep «Koyun baba se- ma'ı» nın umumiyeti ve muhabbetin ona göre parlaklığının temin olunması içindir.

Kabileler içinde semaları oynamak için şöhret almış çok

Page 37: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

37

güzel mümareseler peyda etmiş kimseler de vardır, Pehli- van meraklıları güreş müsabakalarına iştirâk edeceğini işittikleri meşhur bir pehlivanın seyrine nasıl heyecan içinde koşarlarsa, her hangi bir muhabbete gidecek olduğu işıdi- len iyi ve güzel sema oynayan semacmın muhabbetine de öyle koşarlar. Hattâ, bazı kabilede soy adı olarak «Semacı oğullan» diye anılan nesil vardır.

İyi sema oynamakla mâruf olan kimseler hakikaten, oyun esnasında yapılması mutad olan hareketler dahilinde yaptıkları kıvrak ve fakat yine vakur hareketler görülme­ye layıktır. Yürüyüşteki eda, ritime uyan ince inhinalar, topukların ayrılmasını müteakip ayak parmaklarının bir­biri üzerine bel hareketine uygun olan teması, aksak gibi yürürken düz harekete geçiş hareketi ve bütün bu oyna­yışlar sırasında nefes söyleyenlerin tonlarına ve danslarına göre «ya şah!» diye huzû ve huşû ile haykırış korları çok bediî bir manzara teşkil eder ve görenler üzerinde o nisbette heyecan uyandırır. Fakat bu kıvraklık biç bir za­man ciddiyet hududunu geçmez. Bu yalnız tevazu ve zarafet inceliklerinin hususiyetine mahsus takdirli bir eda gösterir.

İyi sema oynayanlar olduğu gibi nefes okumaktaki ma­rifetiyle şöhret almış kimselerin yine sema esnasında nefes okuyuşları hele maruf sazcıların ve halk saz şairlerinin yine ciddiyet ve vakarı elden bırakmıyarak saz çalışları da inzimam ederse oyunun güzelliği daha ziyade tebarüz eder ve semalara daha çok parlaklık verir.

Bir münsebetle de söylediğimiz gibi bu kabilelerdeki usul ve erkân farkları gibi sema oynamak hareketlerinde de bazı fer’î ve görünür farklar vardır. Balkan harbinden sonra Bulgaristandan gelip Çorluda oturan <Baba’ î» Alevî- leri çabuk hareketli sema oynamak hususunda meşhurdur­lar. Hatta Trakya Alevîleri onların bu türlü sema oynayış­larına «Çorlu sema’in adını vermişlerdir. «Amucan, « Yeni şarh» ve «BedreddinU kabilelerinin de Trakya da semaları pek meşhurdur.

İşte bu mebzul Türk Alevî kabilelerinin bazılarının ge­rek «oturak» ve gerek «sema» nefeslerinin okunuşlarında

Page 38: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

38

iki ve daha çok sesli ve polifonik musikiyi işaret eden parçaları vardır. Bu türlü okunuş ve çalmış hususiyetlerine kabileler ve bölgeler itibariyle «Deste nefesi» ,«Takım nefesi», «Arka nefesi» gibi isimler verilmiştir.

Bu bestelerden olup Türk gizli musikisinde çok sesli musikiler olduğuna dair alâmet ve hareketler gösteren bir «Koyun baba» büyük sema nefesinin, Ülkü mecmuasının 1938 tarihi Nisan nüshasında neşrettiğim gibi daha evvel İstanbulda çıkan «Millî mecmua» da neşretmekliğim üze­rine yazılarımla yakından alâkadar olamak lutfunda bulu­nan Fransız musiki ustadlarmdan B. Ojen Borel bu ve da­ha başka gizli musiki parçalarımla beraber Parisde 1935 yılında basdırarak kitapçı «Pol Gonter» mağazasında satılan:

[Sur la musique sekrete de tribus Turques Alevî] adlı kita­bında bu parçaları tetkik ederek mevcudiyetlerinden ehem- yetle bahsetmiştir.

Page 39: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

Gizli oyunlarda da (Arm oni) ve (Koro) alâmet ve hareketleri

Mevzu itibarile bir kere daha söylemek icap ediyorki; bizde, musiki folkloru pek geri kalmıştır. Bu nevi musiki­nin ise başlı başına bir hususiyeti olduğu derin tetkikler­den anlaşılmakdadır. Aranmamış, bulunmamış, anlaşılma­mış ve anlatılmamış koskoca bir mevzu, koskoca bir ilim, millî harsimizin çok mühim bir kısmını alakadar eden iş­lenmemiş, karanlık ve esrar perdelerde örtülü kalmış çok kıymetli bir define üstündeyiz. Bu define oturulduğu yer-

Page 40: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

40

den açılmaz, kitaplar karıştırmakla bulunmaz, kürsülerden haykırmakla keşfedilmez. Bu bâkir mevzu üzerinde üyrü- mek, Türkün bu kısım musikisini bulmak, tespit etmek bu günkü neslin ödemesi lazım gelen esaslı bir borcudur.

Edebiyat araştırıcıları musiki araştırıcılarını çok geçmiş­lerdir. Halbuki onların buldukları gizli edebiybtm kendisi ile beraber yürümüş bir de musikisi vardır.

Bu parça geçen faslın sonlarına doğru oynandığından bahsettiğim ve yalnız melodisinin notasını verdiğim «Koyun baba— Çoban baba» parçasının çok seslisidir. Bu tarzda oku­maya çalışan kabileler bu nevi çok sesli nefeslere «Deste nefesi» derler. Ben bu parçayı bu şekilde ilk defa İstan- bulda çıkan «millî mecmua» n m (1340—İ341 ikinci kânun) ve (1342—1343 Temmuz) nüshalarında çıkan (polifonik mu­sikimiz) başlıklı iki yazım ile intişar etmesi üzerine bu yeni mevzua karşı musiki muharrirlerimiz bundan ehemmiyetle bahsetmiş oldukları gibi ecnebi musiki alimlerinden Fran- salı Bay Ojen Borelde Parisde çıkardığı bir risale [1] ile eserin İlmî ehemmiyetinden uzun uzadıya mütalaalar yü­rütmüş ve takdirli cümleler kullanmıştır.

Ayni parçayı ikinci defa olarak (Bela bartokun konferansları) başlığı altında (Ülkü) mecmuasında da anlat­maklığım üzerine, mevzu ile hiç meşgui olmadığını ve sadece bir musiki elemanı olduğunu bildiğimiz bir muharrir arka­daş da bir gizli musikinin varlığını bile inkâr ederek bu parçayı sahtelikle ittiham etmiye kadar cesaret etmişti. Halbuki bu parçanın melodisi İstanbul konservatuarı (Türk musikisini tasnif ve tesbit heyeti) nin neşrettiği iki cüz (bektaşi nefesleri) nin ikinci cüzünde aynen var idi. Ziyanı yok. tşidilmemiş her hangi bir hadise işidildiği zaman bi­raz dedi kodu yapar.

Şimdi bu parçanın okunması ve oynanması tarz ve şek­line geçelim: bu nefes geçenki faslın (Çoban baba) muhab­betlerine dair olarak anlattığım (büyük muhabbet) in so­nunda o muhabbeti tertip eden adak sahibinin şerefine

[1] Sur la musique secrete des tribus Turques A levi.

Page 41: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

okunur ve oynanır. Bu suretle bütün muhabbette olanlar oyuna (sema’a) kalkarlar. Şu halde orada bulunanların hepsipin vaziyeti şu şekil alır.

Okuyucular M u r ş i bJ inci j m a

O k u y u c u l a r,3 o fr c ı “ I

A■ iı '

\

JJ /nS ' Okuyucular

Birinci okuyucular melodiyi okurlar. İkinci okuyucular ise melodiyi bir üçlü aşağıolarak yarım ölçü sonradan başla­mak suretile (Kanon) şeklinde tekrar ederek takip ederler ve parçanın nihayetinde ikinci (la) notunda birleşirler. Birinci parçanın tekrarında ve ikinci parçanın çalışında da bu su­retle okumaya devam ederler. Nefesin okunuşu müddeti zarfında ise sağda ve solda bulunan figür okuyucular (ya şahı vilayet) diyerek «dem tutmak» kabilinden okuyuşlar yaparlar. Şeklin ortasında nokta ile işaret olunan dairede de muhabbette bulunan bütün halk âdap ve erkân üzere muhtelif ton ve seslerle «ya şah, ya şah!» diye diye usul ve erkânına göre dönerler.

Ben, bu nefesin böyle çok sesli okunuşunun sebeplerini ve nereden kalmış olduğunu tahkik ettim isede hiç kim­seden ilmi bir cevap alamadım. Bazıları ikinci okuyucuların yarım ölçü geriden farkla söylediklerini birinci okuyuçu- lardan uzak olduklarmdan söylemekte geri kaldıklarını ve bir üçlü aşağı okumalarının sebebini de yine onlarm ses­lerini işitmediklerinden birleşdiremediklerini söyledilerse de bu sözler kanaat verecek bir cevap değildi. Çünki ne­fes başlarken ikinci okuyucular bil iltizam yarım ölçü ge­riden geliyorlar ve yine bil iltizam seslerini alçaltıyorlar oldukları ve parçaların sonlarındaki ikinci «la» da birleşe-

Page 42: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

42

rek durmalarından ve parçaların başlarında yine birinci okuyucuları yarım ölçü beklemelerinden anlaşılıyordu. Bu tarz okuynşun ne zamandan ve nasıl kaldığı hakkmdaki tahkikatımda ise münevver okuyuculardan bazıları (Ulu) lardan böyle kaldığını ve bu nefesin ve buna benzer ayrı sesli okunuşlarının nadir olmadığını söylemişlerdir. Bende bu neviden birkaç tane daha vardır. Bunlara hiçbir not ve ses katmaksizın tonaliteye muhalif olduklarına göre de olduğu gibi aldım. Burada örneğini verdiğim bu çok sesli oyun nefesi «Rumeli» nefesidir. Bu bölge de bu nevi ne­feslere «Deste nefesi» derler. Eskişehir ve Kütahya bölge­lerinde de böyle çok sesli nefesler olup adına «Takım nefesi» derler. Kırşehir, Çorum, Yozgat alevîleri de bu nevi ne­feslere «arka nefesi» adını vermişlerdir.

Bü nefesi böyle çok sesli okumasını bilmiyen başka kabilelerde vardır. Bu itibarla bu gibi (Deste nefeslerinin) bu hale gelişi, ilkönceleri (Dem tutmak) tan başladığına hükmetmek lazım geliyor. Bu «dem tutmak» başka sebeblerle de yapılmakta idi. Bilmem dikkat edilmişmidir. Kadiri ve Rufai dervişlerinin halka da sirayet eden toplu «Zikir» âyinlerinde ayakta yapılan ve (Högürdeme) devrine giren zamanda (Fa majör) dan

ilahisi zâkirler tarafmdan okunurken tehlilde bulunan dervişler de (Allah, Allah, hu!) esmasını tertil ederler. İla­hînin fa majör dan gidişine göre de dervişler bu (Allah, Allah, hu) yu yine fa majordan hecelerin taktii ile

Noldu bu gönlüm Allah Noldu bu gönlüm Derdü gamınla gamınla Doldu bu gönlüm

/JJ h h fH /ah hu

Page 43: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

43

figürlerile takip ederler ve dem tutarlardı. Bazan bufll ıa/ı /U lah Au fit /ah AV /ah hum r r

sesleri

fi/

l $ ı % rç -

/ah fi/ /ah hu

ve bazan da

fi/ /övî f i/ / a h h u

/ ----------------------------------------------

.. * f h -p —

. . û «y ..........

diye söylenirdi.Bu çoşkunluk esnasında sağ ve sol cenahları dinlerseniz

onların da dedikleri a, . . . . ,fit lah fil lah hu

Ütişidilirdi. Hattâ bu seyirde (Modolasyon) lar da olurdu. Zâkir birden bire tonu de­ğiştirir «Hey!» diye uzun bir «Re» sesi haykırırdı. Bu işaret üzerine ritim daha çabuklaşırdı. Bu defa sol majör tonundan bir ilâhı başlamış olurdu. Bütün saftaki dervişler de bu tona uyar ve artık (Allahı Allah hû) sesleri yine taktile

fii /ah fi! lah hu

seslerine tebdil edilirdi.

Page 44: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

44

Bu itibarla anlaşılıyor ki bu gibi toplu söylenişlerde de akor dahilinde «dem tutmak» öteden beri caridir. İcabinda bu hususa dair başka örnekler de verebiliriz. Bizim deste nefesini anlattığımız çok sesli parçanm üçüncü sırasındaki figür notları da bu «dem tutmak» kabilindendir. Tesadüfe bakınız ki sanat ve teknike daha ziyade uygundur. Porta üstündeki (si) ve (lâ) seslerinden portanın yukarısındaki (si) ye ve (lâ) dan (lâ) ya (re) 1er ve (fa) 1ar vasıtasile avdet etmek üzere ve taktile (ya şahı vilayet) sözleri üzerinde ve akorlar dahilinde hareketler yapılmıştır.

Mezhepler sebebile gizli kalmış olan bu ehemmiyetli hakikatlerin şüpheye mahal kalmadan keşfi için mühim tetkikler yapılmak lâzımdır. Böyle münferit çalışmaktan bir şey çıkmadığı gibi iğrenç dedi kodular da yapıldığını esefle görmekteyim. Bunun için bir İlmî heyet vazifedar edilmeli ve ehemmiyetle çalışmalıdır.

Page 45: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

S O N S Ö Z

Bizde Osmanlılığın kötü bir mirası olarak pek fena ruhî bir halet vardır. Bunun izlerini bazı yerlerde çok acı ola­rak seziyoruz. Bu, «görünüşe aldanmak ve ona saplanıp kalmak» âdetidir. Bu görünüşler bize daima yabancılardan gelmiştir. En başta din olmak üzere dil, tarih, edebiyat, musiki ve rakıslarımızda hep yabancıları, hem de aziz ca­nımıza kast eden yabancıları taklit etmişizdir. Dinde cahil Halifeler, dilde Acemce söyliyen mevlanalar, tarihde dalkavuk vak’a nevisler, edebiyatda yabancı dil kullanan şairler ve edipler, musikide öz Türkülerimizi bırakarak yabancıların uyuşuk zümre musikilerini bize mal etmiye kalkışan tiryakiler bizim başımıza ne dertler açmamışlar­dır. Bu yabancılara kapılmak yüzünden kendi millî benli­ğimizi de unutmuş ve yüksek münevver geçinen ve âlim olarak tanıdığımız kalem sahipleri bile kendileri de dahil oldukları Türklük için «Etrâki bî idrâk» gibi âdîce bir tabiri bir «uslubu murassa» olarak kullanmaktan çekinmemişler ve hiçbir vicdan azabı duymamışlardır.

İşte bu kitabın mevzuu olan millî rakıslarda da böyle olmuştur. Bunları da Aristokrat bir zümre olan Mevlevîler «Türk musikisi» ve «Türk raksı» etiketi altında parlak ke­limelerle âleme yaymaya ve herkesi inandırmaya var kuv­vetleri ile çalışmak suretile benimsemişlerdir.

Bu rakıslarda olduğu gibi gerek bu rakıslarm ve gerek diğer Türk halk musikisinin aslında Türk olan ruhu da enderun musikisi, zümre musikisi ve nihayet melez şark musikisi denilen musiki nev’ine feda edilmişler ve edilmekte bulunmuşlardır. Nitekim esaslı cihetlerini kısmen anlat­tığımız gibi kitabımızın başına yazısını koyduğumuz ve üzerinde tahlillerle işlediğimiz Cumhuriyet gazetesi baş

Page 46: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

Muharriri Bay Yunus Nadinin temennisi ve verdiği ihtimale rağmen Millî oyunların esası Mevlevi rakısları olmadığı görülmüştür.

İstadbul Eminönü halkevi tarafından basılan «Falklor ve edebiyat» adlı iyi bir tetkik mahsulü olan kitabın mu* harriri Bay Pertev Nailî Boratav’ın Ülkü mecmuasmın 1940 Temmuz nüshasında neşrettiği Kızılbaş şairi meşhur «Pir sultan» a ait yazısının sonunda şairin bir nefesinin alına­rak arşivlenmiş olduğunu ehemmiyetle söylemektedir. Bu gibi parçalar toplanıp arşivleniyorsa çok iyi iş yapılıyor de­mektir. Fakat ben bunların acele ve bir kere işidilip he­men fonofrafla alınıp iktifa edilmiş olmasından korkuyorum. Çünki böyle gizli musikilerden neşredilmiş olanlar bana, böyle yapılmakta olduğuna dair kanaat verdiriyorlar. «Nesimi» nin «ben melâmet hırkasını kendim geydim eği­me» nefesi ile «Pir sultan» m (güzel âşık çevrimizi çeke­mezsin demedimmi?) nefesi hiç oldukları gibi alınmış ve neşredilmiş değildir. Nesimî’nin ki hiçbir Türkiye alevısi tarafından hiçbir bölge de öyle okunmuş olmıyan alelacayip bir besteden başka birşey değil... Pir sultan’m ki ise yine hiçbir yerde öyle okunmamış olan bir «Mehter» çalgıcılığı gürültüsüne boğulmuş olduğu görülmektedir.

Gerek açık ve gerek gizli edebiyat ye musikiler mut­laka alındıkları yerlerden başka bölgelerde de birçok defa­lar kontrol edilip sıhhati tespit olunmadıkça arşivlenme- melidir. Arşivlemek usulü asırlardan sonra gelecek nesle atalarının musikilerini dinletmek için ise yanlış alman bir parçanın arşivlenmesi torunlarımızı sakat bilgilere sevk etmiş olmamız demek olmazmı? Bunun içindir ki ben, fonograftan ziyade iyi musikici olup kulak dolgunluğu mü- maresesi bulunan kimseler tarafından bu parçaların notaya alınmaları ve fakat tekrar tekrar kontrol edilmek suretile sıhhatlendirerek notaya çekilmeleri tarafdarıyım. Böyle yapılmayınca işin aslından ve olduğundan çıkarak geçmiş­te olduğu gibi yine bir başka türlü «zümre musikisi» ih­dasına yol ve kapı açılmış olacağını ve böylece kaş yapa­lım derken göz çıkarılacağını zannediyorum.** *

46

Page 47: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

47

Burada, bu kitabın bazı ehemmiyetli malzemesini top­lamakta bana yardımı dokunan bir zattan bahsedeceğim. Bu zat Kırklarelinin Kızılcıkdere köyünden şair merhum «Mehmet Fahri» dir. Mehmet Fahri medreseden yetişmiş ve sonraları bektaşi babası olmuş olmasına rağmen her iki tarafta da müteassıplık ve yobazlık göstermiyen pek mü­nevver bir zattı. Hatta, 926 yılında Türkiyenin her tara­fında mühim teşkilatlarla iş görmüş olan «Halk bilgisi derneği» nin ben Kırklareli mümessili iken o da derneğe faal âza kaydedilmiş ve haylice İlmî hizmet ve yardımlar­da bulunmuştur. Fahri, 938 yılında Ölmüştür. Onun hem yardım ve hizmetine karşı teşekkür, hem hatırasını taziz ve hem de ayni zamanda mevzuumuz olan sema oyunları­na dair malzeme örneği göstermek için şairin gerek güfte ve gerek bestesi kendi eseri olan iki nefesi kitabımızın sonuna ek olarak koyuyoryz. Bunun birisinde derin bir yalvarış ve birisinde de mütevazi bir şahlanış karakteri vardır ki ayni zamanda bu şairin duygusunu ve sanatının inceliğini gösterir.

Biz bu kitabı yalnız ve yalnız Türk milletinin tarihlere ve milletlere hayret veren tarihî menkibelerinin karanlıkta kalmış olan İçtimaî muaşeret ve yaradılışındaki kültürel yaşayış seyirlerini bildiğimiz kadar anlatmaya çalışmayı istihdaf ederek neşrettik. Şunu da söylemeliyim ki, bu kitaptaki raksa dair anlatışlar henüz bir mukad­dime mahiyetindedir. Bunların daha umumî şekil ve tarzlarını bu kadarcık bir kitaba sığdırmak mümkün değildir. Üç cilt olarak neşretmeye gayret etmekte oldu­ğum «Kızılbaş şairleri» adlı eserimin tamamını neşre mu­vaffak olursam [1] orada daha bazı fer’î ve fakat etraflı malumat —gerek edebiyat ve gerek musiki bakımından— tamamile verilmiş olacaktır.

Böyle olmakla beraber bu risaledeki izahat da kâfî de­recede anlayışlıların merakını tatmin etmiş olacağını sanı­yorum. Burada meşhur bir atalar sözümüzü anarak kita­bıma nihayet veriyorum : Anlayana sivri sinek saz,

__________________ Anlamıyana davul zurna az.[1] «Kızılbaş şairleri» Eminönü Halkevi tarafından çıkarılan «Halk bilgisi

haberleri« mecmuasında tefrika edilmektedir.

Page 48: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

T E Ş E K K Ü R

Bu kitabım da, bundan önce neşredilen (gizli musikiler) kitabı gibi, benim çalışmalarımı daima tetkikten geçirerek takdir etmek lutfunda bulunan yüksek irfan sever tğne Adalı Bay Haydar Dugun şahsi himayesi altında çıkmak mazhariyetine nâil olmuştur.

İnsan, böyle ilim severlerin alaka ve himayesine maz- har oldukça çalışmalarına da daha işlek ve içlek bir düzen veriyor. Bay Haydar Dugun pek mutevazıâne bir surette yapmış olduğu bu himaye ile böyle bir ilim risalesinin in­tişarına sebep olması ayni zamanda Cumhuriyet rejiminin kültürel hakikatlerine ve Türk irfanına hizmet etmiş bu­lunması yönünden kitabın muharriri sıfatile herkesten önce kendim teşekkür eder ve ebedî minnetlerimi bu yük­sek hâmîme candan sunarım.

V . L. SALCI

Page 49: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

Kırklarelili M. Fahri (baba) nın nefesleri

[*] 1

Gece gündüz hayaline dönerim,Bir gece rüyama gir Hacı Bektaş.Günahlıyım günahımdan bezerim,Özüm dara çekem sor Hacı Bektaş.

Arının yaptığı bala benzersin,Şu gurbet ellerde gönlün eylersin,Bend edüp de ikrarına bağlarsın,Sailin sattığı kul Hacı Bektaş.

Kâhi bulut olup göge çıkarsın,Kâhi yağmur olup yere yağarsın,Aymısın günmüsün günden doğarsın.Ilgın ılgın esen yel Hacı Bektaş.

Derdimin dermanı, yaremin ucu,Dört anasır meycut guruhu naci,Belinde tıgbendi, başında tacı,Yüzünde nur balkır pir Hacı Bektaş.

Hatayi, Kul Himmet eyler niyazı,Pir sultan katardan ayırma bizi,Mahşer günlerinde isteriz 'sizi,(Mehmet) önünde çağır Hacı Bektaş,

t ' J Bazı cönklerde bu nefes Kul Mehmede kayıtlıdır. Halbuki bu nefesin bu Mehmede ait olduğunu pek yakından biliyoruz, Şairin bu nefesi «Fahri» mah- lasını almadan gençliğinde yazılmıştır.

Page 50: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

50

Bu nefesin bestesi şudur.

2

Harâbatlığı aldım ele,Nâmım gitti dilden dile,Balım sultan yardım kıla,Acep benim halim nola. [*3

Yalvarırım gece gündüz,Dağlar taşlar oldu dümdüz,Arşâlâ da Zühre yıldız,Acep benim halim nola.

Koyun gibi ses anladım,Ismaile koç yolladım,Kanım verdim canım aldım,Acep benim halim nola.

Anka gibi dağ beklerim,Zahir, batın emeklerim,Söylenen nutku haklarım,Acep benim halim nola.

Baykuş gibi viranlardan,Haylim çoktur erenlerden,El, etek tuttum anlerden,Acep benim halim nola.

1*1 Merhum şair bu mısra’ı bir kaç kere tekrar eder ve her defasında başka K .| lr. «indallah da makbul ola» ve «Azap yoktur mümin kula> va «Aaap çoktur uı&nkir kula» diye okur ve coşar, bacan da götleri yaşarırdı.

Page 51: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

51

Bülbül gibi gül dalinde,Muhammet Ali rahmda,Ateşin sönmez tenimde,Acep benim halim nola.

Turna gibi göle kondum,Göl içinde cevher buldum,Sarraf oldum kıymet bildim,Acep benim halim nola.

Arı gibi gömecim var,(Fahri) gibi duacım var,Gaygusuzdan bir tacım var,Acep benim halim nola.

İndallah da makbul ola,Azap yoktur mümin kula,Azap çoktur münkir kula,Acep benim halim nola.

Bu nefesinde bestesi şudur :[*]

[*] Merhum şair bu kendi bestesile meghur Ha tay ini a «Gel bir şaha kul ola gör» mıaraile başlıyan nefesini de okumaktan sevk alırdı.

Page 52: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

Kırklarelili Tevfik Bey (Baba)nın Nefesleri

Tevfik bey baba, bütün Trakyanm en mâruf ve hattâ «enerjik» bir Alevî ve Bektaşî şahsiyetidir. Onda sünnîlere karşı «Hatayi» ve «Pir sultan» ın sönmez gayzı olduğu ka­dar, bu yüzden de halifelere, karşı yenilmez bir kini var­dır. Bunu, bütün hayatında göstermiş ve bunun içindir ki Abdül Hamid devrinin takibatına urayarak Trabulus gar­ba sürgün edilmiş ve orada ölmüştür.

Kendisinin şairlikteki iktidarı meşhur Kırklarelili «Ha- sibî» yi tanzir ve onun meşhur bir gazelini tahmis edecek kuvvette olduğu kadar da halk şiirlerinin lirik bir nevi olan «Bektaşi nefesleri» nde de kifayetini pek ziyade gös­terebilmişti?: İlim sahasında da nice zamanın âlimlerinin hürmetini kazanmış olmakla derecesini isbat etmiştir. Reşid Âkif paşa gibi yüksek bir şair ve ilim adamının karisiyle beraber ona intisap ederek «nasib» almış olması sözümü- müze güzel bir delil olsa gerektir.

Tevfik bey baba tarih yönünden de pek müdekkik bir 'Şahsiyettir. Bütün Türk anane ve âdetlerinin eski kaynak­larını kendi tetkiklerde bulmuş ve bunların üzerinde işle­mesini bilmiştir. Trakyadaki Babaeski kasabasında bulu­nan «Sarı Saltık» hakkında pek önemli incelemeler yapa­rak bu büyük Türk fatihinin 93 harbinde, Rusların işgali esnasında tekkesinin «Aya Nikola» olduğu iddiasile kilise­ye tahvil olunarak bir de kule yaptırılıp çan takılması üzerine Ruslar nezdinde teşebbüslerde bulunarak Sarı Sal­tığın Türk olduğunu ve makamının Türk evliyası makamı bulunduğunu isbat. ederek çanı indirtdiği eski edime vilâ­yeti dosyalarında olduğu gibi bugün sağ bulunan şairin torunu Bay «Muhiddin Özenbaş» da bunu teyid etmektedir.

Page 53: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

53

Bu yüksek şahsiyetin «Tevfik bey» ve «Tevfik bey baba» olmasının aslı; kendisinin esaşen Kırımın bahçesaray kasa­basına bağb «özenbaş» köyünden olup o zamanki Rus me­zaliminden İstanbula sığman Hacı İsmail beyin sulbünden 1252 Şabanında İstanbulda Şehzadebaşmdaki konağında «Bey sülalesinden» doğmuş olmasıdır. Şairin babası Türki- yeye hicretinden sonra Kırklareliye bağlı «Tekke şeyhler» ve «Ariz baba» çiftliklerini satın almış olduğundan kendisi­nin vefatı üzerine oğlu «Tevfik bey» Trakyaya nakletmiştir.

Tevfik bey, Eski Sivastâpol muharebesinde, kendisi ta­raf mdan iaşeleri temin edilmiş olmak suretiyle yirmi atlı ile gönüllü olarak iştirak etmiştir. Sivastapol mnharebesin- den döndükten sonra dır ki Köprülü Mehmet paşa ahfadın­dan ve Mevalîden Hacı Hüsnü beyin kızı ile evlenmiş ve bundan sonra bektaşi tarikatina intisab etmiştir. Mü$idü Filibeli maruf (Bağdadi zade Mehmet efendi) dir. ’

Şair, bektaşi tarikatine intisabdan hayli zaman sonra da «babalık icazeti alarak, bu suretle bu (Tevfik bey), artık (Tevfik bey baba) olmuştur.

Bu Tevfik bey baba, ayni zamanda bir masondu da! Ceylan derisi üzerine yazılmış 1275 tarihli bir mason dip­loması olduğunu torunu Bay «Muhiddin Özenbaş» bize bildirmiştir.

Tevfik bey babanın tasavvufî, ilmi, şahsî, ve edebî ha­yatını anlatmak burada uzun gider.

Onun bektaşi tarikatine dair inanışları tarihî menkibe- lerle yaymıya çalışan Ve İlmî itibarile salahiyetli bir zat lisanından çıkmış olduğu anlaşılan pek kıymetli birkaç nefesini buraya dercediyorüz. Türk tarihî ananelerinin büyük macera ve menkıbelerinde yer tutan iki büyük Türk kahraman ve fatihlerini, inandığı mezhebin ye tetkik et­tiği tarihin esaslarına dayanarak şöyle anlatıyor:

Page 54: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

Hakikat destinden şerbet içenler,Hünkâr Hacı Bektaş, Şah Seyit Ali.

Horasan mülkünden Ruma geçenler,Hünkâr Hacı Bektaş, Şah Seyit Ali.

Biri müminlerin kıblegâhıdır,Biri Rumelinin padişahıdır,

Biri Âsümânm mihrimahıdır,Hünkâr Hacı Bektaş, Şah Seyit Ali.

Biri yürütmüştür cansız duvarı,Biri tiğden geçirmiştir küffârı,

Biri aşıkların dili, güftârı,Hünkâr Hacı Bektaş, Şah Seyit Ali.

Biri sülâlei hayrül beşerdir,Biri Âli Ahmed, nesli Hayderdir,

İtkisi yek vücut hakka mazhardır,Hünkâr Hacı Bektaş, Şah Seyit Ali.

Keda «Tevfik» böyle beyanm benim,Tariki müstakim erkânım benim,

Ervahı ezelde imanım benim,Hünkâr Hacı Bektaş, Şah Seyit Ali.

Başka bir nefesinde de tarihî bilgilerini şahsiyetler üze­rinde daha ziyade tebarüz ettiriyor. Bu cümleden olarak (Gâzi Evrenoz) ile (Gazi Mihal) in Bektaşi olduklarını tevsik eder Mahiyette kıymetli ifadelerde bulunuyor.

O nefesi de aşağıya aynen yazıyoruz.

Horasandan bir işaret göründü,Rumeli serdarı Seyit Aliye.

Alem verdi camesine büründü,Rumeli serdarı Seyit Aliye.

Page 55: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

Seyit Ali sultan kırklara baştır,Dergâhında usul, erkan tiraştır,

Gaip erenleri hazır yoldaştır,Rumeli serdarı Seyit Aliye.

Kırklar bile geldi hizmet eyledi,Şahım cümlesine himmet eyledi,

Gazi Evrenoz da biat eyledi,Rumeli Serdarı Seyit Aliye.

Seyit Rüstem gazi kazı’iasker,Binbir oklu Ahmed babada bir er.

Kanber Ali baba olmuştur Kanber.Rumeli serdarı Seyit Aliye.

Aris baba kudüm çaldı, hu çekti,Kara baba anda sancağın dikti,

Gazi Mihal gelip yüz suyun döktü,Rumeli serdarı Seyit Aliye.

Balım sultan Mürsel baba gullamı,Seyit Ali cümlesinin imamı,

(Tevfik) eyler tehiyyatü selamı»Rumeli Serdarı Seyit Aliye.

Page 56: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

Bu nefesin kendine mahsus bestesi şudur:

fio ra'son dan bi r ı şa /’(’f /'iirr di/'

ittfHrum e it Ser da

£S ey y if a ^ Li , y<? I ,sey yit a it ye

IÇffJjlCtf r ig lü L İif f i j i lBu münasebetle şairin bir güzel nefesini daha veriyoruz

Aşkı muhabbetle bezmi erkândan,Gelin canlar âbı kevser içelim,

Kevserin sâkisi şahı merdandan,Gelin canlar âbı kevşer içelim.

Ders alıp mektebi irfana gelüp,Nuru Nübüvvetle imana gelip,

Huzuru hazreti sultana gelip,Gelin canlar âbı kevser içelim.

Sâki bu dem bizim imanımızdır.Mukavves kaşların kur’anımızdır,

Şarâben tahûrâ erkânımızdır,Gelin canlar âbı kevser içelim.

Page 57: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

Meclisimiz nuru ziya değilmi,Yardımcımız bizim Hiida değilmi,

Bir vücuttan cümle eşya değilmi,Gelin canlar âbı kevser içelim.

Böyle kurulmuştur hükmü bidayet,Gerçek erenlerden gelsin inayet,

Allah ider (Tevfik) bize hidayet,Gelin canlar âbı kevser içelim.

Bu Tevfik bey babayı bilmiyen bazı arayıcılar, eserle­rini görünce İstanbullu ve muzikayı hümayunlu olup diğer bir Bektaşî şairi olan (Tevfik bey) ile karıştırıyorlar ve bu iki adaşı bir şahıs imiş gibi tetkiklerini yanlış istikamet­lerde yürütüyorlar.

57

Page 58: Vahit Lütfi Salcı, Gizli Türk Dini Oyunları

Muharririn basrim if kitapları

Feryadı istibdat Menfa hatırasıHafiye darbesi PiyesSaz şairleri gibi Şiir mecmuasıGizli halk musikisi MüzikGizli Türk dînî oyunları Müzik ve oyun

Muharririn bakılacak kitapları

Trakya şairleri 1 ciltTrakya da Türk kabileleri 2 cilt•Kızılbaş şairleri 3 çiltTürkleşmiş Hıristiyan Bektaşî şairleri 1 ciltTürk Alevî kadın şairleri 1 ciltNeşredilmemiş Bektaşî nefesleri notaları 2 cilt