Upload
others
View
0
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
ve4 A y l ı k H a k e m l i D e r g i • H a z i r a n ’ 0 7
SAYI:01
Diyanet-Sen Ad›na Sahibi:Ahmet YILDIZ
Sorumlu Yaz› ‹flleri MüdürüSüleyman BAHADIR
Genel Yay›n KoordinatörüRecep EKMEKÇ‹
Yay›n ‹dare MerkeziGMK Bulvar›, fiehit Danifl Tunal›gil Sk.
No: 3/10-11-12 Ankara
Tel: 0312 230 46 86Faks: 0312 232 13 99
Büro Cell: 0533 657 70 21 - 22www.diyanet-sen.org.tr
Yay›n Periyodu: Y›lda 3 say› yay›mlan›r.Yay›n Türü: Yerel Süreli / Ücretsiz Da¤›t›l›r.
1 Haziran 2007
Grafik-Tasar›mHangar Marka ‹letiflimi ve Reklam HizmetleriCevizlidere Mah. 7. Sk. No:5 Balgat-Ankara
Tel: 0312 472 07 90www.hangarreklam.com
Bask›Öncü Bas›mevi
Kaz›m Karabekir Cad. Ali Kabakç› ‹flhan›No: 85/2 ‹skitler-Ankara
Tel: 0312 384 31 20www.oncubasimevi.com
Din ve Toplum, Diyanet-Sen’inilmî, bilimsel, akademik ve sosyal hayata katk›s›d›r.
ve4 A y l ı k H a k e m l i D e r g i • H a z i r a n ’ 0 7
YAYIN ‹LKELER‹
A. YAYINLANACAK ÇALIfiMALAR
‹slam dini,tarihi,co¤rafyas›,bilimi,sanat›,esteti¤i alanlar›nda yap›lan orijinalaraflt›rma-inceleme yaz›lan;‹slam’›n temel dini,ilmi,sosyal ve kültürel meseleleriy-le ilgili,‹slam’› gerçek kimli¤iyle tan›tmay› hedefleyen önceden hiçbir yerde yay›m-lanmam›fl ilmi makalelerin çevirileri.
Türkiye’de ve dünyada oluflan gündemleri takip eden,bunlar› irdeleyenönerilerde bulunan ve günümüz insan›n›n ve toplumlar›n›n sorunlar›na çözümyollar› arayan yaz›lar, klasik ve modern dönem ilim adamlar›n› çal›flmalar›yla tan›-tan yaz›lar, Türkiye’de veya yurtd›fl›nda yay›nlanm›fl her çeflit kitap hakk›nda il-mi tan›t›m ve tenkit yaz›lar›, sempozyum,panel ve konferans gibi ilmi faaliyet-lerin tan›t›m,tahlil ve tenkidi ile ilgili yaz›lar, ilmi muhteval› röportajlar.
B.MAKALELER‹N YAZIM VE YAYIM ESASLARI
1. Yay›n için kabul edilen yaz›lar›n her türlü yay›n hakk› dergiye aittir.Ya-z›lar›n daha önce hiçbir yerde yay›nlanmam›fl ve yay›n için bir baflkayere verilmemifl olmas› gerekmektedir.Yaz›lan›n ilim ve dil yönündensorumlulu¤u yazarlar›na aittir.
2. Derginin yay›n dili Türkçe’dir.Arapça,‹ngilizce,Frans›zca,Almanca gibidillerdeki özgün yaz›lar da Türkçe’siyle birlikte veya orijinal dilinde ya-y›nlan›r.
3. Yaz›lar 3 nüsha olarak,1.5 sat›r aral›kl› Times New Roman veya Arialfontlar› ile 12 punto,ka¤›tlar›n tek yüzüne üst 4,sol 3,5,alt 3.sa¤ 2,5 cmboflluklu en az 5.000 en fazla 8.000 kelime olacak flekilde düzenlenme-lidir.Daha uzun makalelerin bölünerek yay›nlanmas› hususu dergi yöne-
timinin takdirindedir.Yaz›lar›n bir nüshas›n› elektronik ortamda da gön-derilmesi gerekmektedir.
4. Makaleye eklenen ilave bir sayfada makalenin/yaz›n›n bafll›¤›,yazar›nad› ve akademik unvan›,yaz›flma adresi,telefon numaras› ve e-postaadresi belirtilmelidir.Dergiye ilk defa yaz› gönderen yazarlar k›sa haltercümelerini de eklerler.
5. Ön sayfada makalenin ‹ngilizce bafll›¤›,toplam 400 kelimeyi aflmayanTürkçe ve ‹ngilizce özetiyle iki dilde anahtar kelimeler de bulunmal›d›r.
6. Makalede kullan›lan kaynaklar›n künyeleri dipnotlarda ilk geçtikleriyerlerde-örneklerdeki gibi-tam olarak verilmeli,sonraki geçifllerindeat›f ile yetinilmeli,makale sonuna bibliyografya eklenmemelidir.Eserad› ve k›saltma yaz›mlar›nda ‹slam’i ilimler için TDV ‹slam Ansiklopedi-sininin(D‹A)ve TDK ‹mla K›lavuzunun yaz›m ve referans kurallar› esasal›nmal›d›r.
7. Makale gönderim adresi: [email protected]. Makalelere telif ücreti ödenir.
YAYIN HAKKI
1976 Copyrigth Act’e göre,yay›nlanmak üzere kabul edilen yaz›lar›nher türlü yay›n hakk› dergiyi yay›nlayan kuruma aittir.
Bu dergide yay›nlanan makalelerin ilim ve dil yönünden sorumlulu-¤u yazarlar›na aittir.Fikirlerden yay›nc› ve editörler sorumlu tutula-maz.Din ve Toplum Dergisinde yay›nlanan yaz›lar bilimsel amaçlarla(kaynak göstermek kayd›yla özetleme ve al›nt› yap›labilir.)Dergide ya-y›nlanan yaz›, flekil ve resimlerden yazarlar› ilan ve reklamlardan firma-lar› sorumludur.
DANIfiMA KURULUDoç. Dr. Ömer Nadir Alper(‹stanbul Üniversitesi, ‹lâhiyat Fakültesi, ‹slâm Felsefesi)
Doç. Dr. Halil Altuntafl(Tefsir, Din ‹flleri Yüksek Kurul Üyesi)
Prof. Dr. Mehmet Ayd›n(Selçuk Üniversitesi, ‹lâhiyat Fakültesi, Dinler Tarihi)Prof. Dr. M. Naci Bostanc›(Gazi Üniversitesi, ‹letiflim Fakültesi)
Yrd. Doç. Dr. Ayfle Canatan(Gazi Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Felsefe)
Doç. Dr. ‹brahim Coflkun(Dicle Üniversitesi, ‹lâhiyat Fakültesi, Kelâm)
Prof. Dr. ‹brahim Çal›flkan(Ankara Üniversitesi, ‹lâhiyat Fakültesi, ‹slâm Hukuku)
Yrd. Doç. Dr. Süleyman Dönmez(Çukurova Üniversitesi, ‹lâhiyat Fakültesi, Felsefe Tarihi)
Prof. Dr. Ali Durusoy(Marmara Üniversitesi, ‹lâhiyat Fakültesi, Mant›k)
Yrd. Doç. Dr. ‹smail Erdo¤an(F›rat Üniversitesi, ‹lâhiyat Fakültesi ‹slâm Felsefesi)
Doç. Dr. Osman E¤ri(Hitit Üniversitesi, ‹lâhiyat Fakültesi, Din E¤itimi)
Doç. Dr. Mehmet Nuri Güler(Harran Üniversitesi, ‹lâhiyat Fakültesi, ‹slâm Hukuku)
Doç. Dr. Mehmet Katar(Ankara Üniversitesi, ‹lâhiyat Fakültesi, Dinler Tarihi)
Prof. Dr. Mustafa Kara(Uluda¤ Üniversitesi, ‹lâhiyat Fakültesi,Tasavvuf)
Prof. Dr. M. Fatih Kesler(Çanakkale Üniversitesi, ‹lâhiyat Fakültesi, Tefsir)
Doç. Dr. Hüseyin Karaman(K.T.Ü. Rize ‹lâhiyat Fakültesi, ‹slâm Felsefesi)
Doç. Dr. Üzeyir Ok(Cumhuriyet Üniversitesi, ‹lâhiyat Fakültesi, Din Psikolojisi)
Doç. Dr. Ayfle S›d›ka Oktay(Süleyman Demirel Üniversitesi, ‹lâhiyat Fakültesi, ‹slâm Felsefesi)
Prof. Dr. Mehmet Emin Özafflar(Ankara Üniversitesi, ‹lâhiyat Fakültesi, HAD‹S)
Prof. Dr. Mevlüt Özler(Atatürk Üniversitesi, ‹lâhiyat Fakültesi, Kelâm)
Prof. Dr. Kaz›m Sar›kavak(Gazi Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Felsefe)
Prof. Dr. Ali Seyyar(Sakarya Üniversitesi, ‹.‹.B.F.)
Prof. Dr. Mehmet fieker(Dokuz Eylül Üniversitesi, ‹lâhiyat Fakültesi, ‹slâm Tarihi)
Yrd. Doç. Dr. Mehmet Vural(Uzman, TBMM)
YAYIN KURULU
Yrd. Doç. Dr. Kaz›m Ar›can (Cumhuriyet Üniversitesi, ‹lâhiyat Fakültesi, Din Felsefesi)Yrd. Doç. Dr. Zülfikar Güngör (Ankara Üniversitesi, ‹lâhiyat Fakültesi, Türk-‹slâm Edebiyat›)Doç. Dr. ‹brahim Paçac› (‹slâm Hukuku, Din ‹flleri Yüksek Kurul Üyesi)Doç. Dr. Mehmet Sait Reçper (Ankara Üniversitesi, ‹lâhiyat Fakültesi, Din Felsefesi)Dr. ‹hsan Toker (Ankara Üniversitesi, ‹lâhiyat Fakültesi, Din Sosyolojisi)Prof. Dr. ‹smail Hakk› Ünal (Ankara Üniversitesi, ‹lâhiyat Fakültesi, Hadis, Din ‹flleri Yüksek Kurul Üyesi)
EDİTÖRDEN
‹lk say›s›yla yeni yay›n hayat›m›za giren dergimiz, her fleyden önce uzunömürlü olmas›n› ve ülkemizin fikir hayat›n›n canlanmas›na katk›da bulun-mas›n› Allah’tan niyaz ederim.
Bütün dünyada dinin toplumsal etkisinin daha çok hissedildi¤i ve görüldü-¤ü bugünlerde dergimizin böyle güzel bir bafll›kla, insan›m›zla, genelde din,özellikle de ‹slam, toplum iliflkilerini bilimsel olarak ortaya koymay› ve ko-nuyla ilgili meseleleri tart›flarak sonuçlar›n› paylaflmay› hedef edinmifltir.
Tarihte, bugün de görüldü¤ü gibi dinlerin toplumlar üzerine büyük etkileriolmufltur. Din ile toplum ve toplumsal olaylar aras›nda karfl›l›kl› çok yak›nmüspet veya menfi iliflkiler olmufltur. Dinler güçlü ve toplumsal olabildikle-ri ölçüde toplumlar de¤ifltirmifllerdir. Aksine dinler zay›f ve az›nl›k dini ol-duklar› durumlarda, toplumlar dini de¤ifltirmifllerdir. Bunlar›n tarihen en ya-k›n iki örne¤ini ‹slam ve H›ristiyanl›k teflkil eder. ‹slam çok k›sa bir süredetoplumsal bir taban oluflturabildi¤i ve bu aç›dan güçlü hale gelebildi¤i için,çok farkl› kültürlere ve ›rklara mensup milletleri bir araya getirerek hepsinide¤ifltirmifltir. H›ristiyanl›k bafllang›c›nda yaklafl›k üç as›r toplumsal olamad›-¤› için, özellikle Yunan ve Roma toplumlar›n›n bu dini kabul edebilmelerigayesiyle ilk H›ristiyan düflünürleri bu toplumlar›n eski kültürel ve inançsalde¤erleriyle ‹sa’n›n ö¤retilerini yorumlama yoluna gitmifllerdir. Böylece H›-ristiyanl›k asli hüviyetini koruyamam›flt›r. Bize göre H›ristiyanl›kta bir akidebiçimi olarak üçleme /teslis inanc›n›n oluflturulmas› bunun sonucudur.
Gerek Türkiye’de gerekse dünyada birçok siyasi ve toplumsal güncel mese-lelerin tart›fl›lmas›nda tatmin edici çözümlerin bulunamamas›, dinin bu me-selelerle iliflkisinin olmad›¤› veya olamayaca¤› gibi bir varsay›mla yaklafl›lma-s›ndand›r. Oysaki din, her zaman oldu¤u gibi bugünde bir yönüyle toplum-sal bir vakad›r. Hem dine uygun hem de topluma uygun çözümler üretile-meyince tart›flmalar›n sonu gelmiyor.
Pozitivist ve materyalist düflüncelerin etkisiyle dünyada 19’cu yüzy›ldan20’ci yüzy›l›n ilk yar›s›na kadar ülkeler ve devletler dinin sosyal bir olgusall›-¤›n› hesaba katmaks›z›n siyaset ve toplum tasar›mlar› oluflturmufllard›r. Nevar ki bugün birçok bat›l› ülkenin gerek devletlerinin ve gerekse siyasi par-tilerinin art›k sadece kendi ülkeleri için de¤il di¤er ülkeler için bile din siya-setleri vard›r. Bunlar sadece dinler için yap›lm›yor, hatta daha fazla olaraksiyasetler için yap›l›yor. Bu, dinin siyasete alet edilmesi anlam›n› tafl›maz; bubir siyasi ve sosyal zorunluluk olarak art›k ortaya ç›km›flt›r. Çünkü devletle-rin halklar›, ço¤u yerde bir dine de¤il birçok dine mensuptur. Bu din men-suplar› kendi kelâmî meselelerini flüphesiz kendileri çözeceklerdir. Fakatgünden güne girift ve s›k›nt›l› hale gelen sosyal yaflam, insanlarda ister iste-mez manevi boyutun varl›¤›n› hissettiriyor. Bu durumda kiflilerin sosyal ha-yatlar›ndaki iliflkilerini dini yönelifllerle iliflkilendirmeleri gayet do¤al olmak-tad›r. ‹flte bu ba¤lamda hem de özellikle dinin siyasete alet edilmemesini or-tadan kald›rmak için dini konu alan siyasetlerin gelifltirilmesi son derece birihtiyaç olarak görünmektedir.
Dergimizin yay›n hayat›nda baflar›l› olmas› ve toplum-din konular›nda çö-zümler sunabilmesi için bütün bilim adamlar›ndan ve akademisyenlerdenkatk›da bulunmalar›n› bekliyoruz. Bu vesileyle bütün okuyucular›m›za selamve sayg›lar›m›z› sunar›z.
Prof. Dr. Mehmet BAYRAKDAR
Din, her zamanolduğu gibi
bugündebir yönüyletoplumsal
bir vakadır.Hem dine uygunhem de toplumauygun çözümler
üretilemeyincetartışmaların
sonu gelmiyor.
BAŞLARKEN
Din, insanl›kla do¤mufl, insanl›kla geliflmifl ve insano¤lunun ondan uzakkalamad›¤› bir kurumdur. Din, daima insanl›kla birlikte var ola gelmifltir.Tarihin hangi devresine bak›l›rsa bak›ls›n, dinsiz insanlar bulunsa da din-siz bir toplum görülmemektedir. Nerede bir toplum varsa orada din devard›r. ‹nsanl›k tarihinin her döneminde din canl›l›¤›n› korumufl, insan›nönemli say›labilecek daha baflka nitelikleri bulunsa da din onun en barizniteli¤i olagelmifltir. Çünkü, insan her zaman kendisinin insanüstü ba¤la-r› bulundu¤unu düflünmüfl, kendini aflan bir kudrete yönelme ihtiyac›duymufltur. Bir insan veya insan toplulu¤unun dinden bütün bütün kop-mas› mümkün de¤ildir. Din, hem tarihin her yerinde, hem de hayat›m›z›nher köflesinde kendini gösteren bir olgudur.
Din, insanlar› yönlendiren, kanunlar›n ulaflamad›¤› yerlerde onlar› iyi, do¤-ru, yararl›ya götüren, vicdanlara hükmeden bir hayat nizam›d›r.
Tarihte, iktisadî maddi yönden güçsüz toplumlar›n yaflad›¤› görüflmüfltür,fakat dini duygular› zay›flam›fl, manen çökmüfl toplumlar›n varl›klar›n› de-vam ettirebildikleri pek görülmemifltir.
Din, özü itibariyle kainata, hayata, insan›n s›rr›na, ölüm ötesine çözüm ge-tiren bir inanç sistemidir. Bilim ve felsefenin çözemedi¤i sorulara cevap ve-ren, insan› rahatlatan ve tatmin eden din, ferdin yan›nda ayn› zamanda top-lumu da yönlendiren, ona hükmeden bir kurumdur.
Birlik, beraberlik, disiplin, yard›mlaflma, dayan›flma, ö¤retme, üretme ve sa-vunma gibi toplumsal, ö¤renme, kazanma, iyilik ve çal›flma gibi ferdi olgu-lar büyük çapta dinden kaynak bulur.
Hukuk, ahlak, iktisat, siyaset, e¤itim gibi birçok bilim dal› ya dinden ayr›lm›flveya ondan destek en az›ndan etki görmüfltür. Birçok kurumun temelindedin yatar. Din, insan›n düflünce, idare, his, vicdan ve davran›fl gibi bütün ka-biliyet ve temayüllerine hitap eder. Dolay›s›yla din, insan›n akl›na hitap edenfelsefe, gönlüne hitap eden sanat gibi bir cepheyi hedef almaz; o, insan›nbütün benli¤ine yönelen ve onu etkileyen bir olgudur.
Din sosyal bir gerçektir; insanl›k tarihinde hiçbir toplum bu gerçekten biga-ne kalmam›flt›r. Medeni bir topluma yaraflan, bu sosyal gerçe¤i görmezlik-ten gelme de¤il, topluma bu ihtiyac›n› en s›hhatli bir flekilde karfl›lamak tar-z›nda yard›mc› olmakt›r.
Ailenin oluflmas›, devam›, görevleri, sevgi, sayg›, milletin birlik beraberli¤i,kaynaflmas›, millet-devlet iliflkileri, itaat, uyum, vatandafll›k görevleri, insan-lar›n insanlara, insanlar›n devlete karfl› görevleri hep dinle iliflkilidir. Milletintarifinde dinin de bulundu¤unu bu arada hat›rlatabilirim.
Do¤rulu¤u, dürüstlü¤ü, iyili¤i dinle anlatmak daha kolayd›r. Ailede, okulda,camide, k›fllada do¤ruluk, dürüstlük, iyilik, tasarruf, israf etmeme, çal›flma,yard›mlaflma, baflkalar›n›n haklar›na, düflünce ve inançlar›na sayg› göster-menin dini temelleri anlat›l›rsa, devlet de çeflitli kurumlar›yla uygulamadadestek verirse sonuç baflar›l› olacakt›r.
Diyanet-Sen olarak “Din ve Toplum” dergisi ile din konusunda mevcut bil-gi kirlili¤ini gidermek yönünde çok önemli bir hizmet sunaca¤›m›z inanc› ilesizi dergimizle bafla bafla b›rak›yoruz.
D‹YANET-SEN
Din, insanın düşünce,
idare, his, vicdan ve
davranış gibi bütün
kabiliyet ve
temayüllerine hitap
eder. Dolayısıyla din,
insanın aklına hitap
eden felsefe, gönlüne
hitap eden sanat gibi
bir cepheyi hedef
almaz; o, insanın
bütün benliğine
yönelen ve onu
etkileyen bir olgudur.
İİÇÇİİNNDDEEKKİİLLEERR
22 Akıl, Bilgi veİmanDoç. Dr. Mehmet Sait REÇBER
27 İslâm’ın KökHücreye BakışıProf. Dr. M. Saim YEPREM
33 Mevlânâ’ya GöreHz. Muhammed’inÜstünlüğü
Prof. Dr. ‹brahim EM‹RO⁄LU
08
0011
DinlerarasıDiyaloğun Üç YüzüProf. Dr. Mehmet BAYRAKDAR
40 Mevlânâ’nınİnsana BakışıDr. Osman KÜÇÜK
55 Sosyal Değişme,Modernleşme ve DinDr. ‹hsan TOKER
46 Mevlid/Kutlu DoğumGeleneğimiz veHz. PeygamberAlgımız ÜzerineProf. Dr. Seyfettin ERfiAH‹N
66 Haksızlık KarşısındaGösterilmesiGereken TavırDoç. Dr. Bünyamin ERUL
70 Yaşlılık veEmeklilikÜzerineYrd. Doç. Dr. Ayfle CANATAN
78 Ömer İbn AbdülazizDevrinde SosyalPolitikalarProf. Dr. Ali SEYYAR
erçekte dinleraras› diyalog denendüflünce ve hareketin ne oldu¤ununtam olarak anlafl›labilmesi için, bât›-nî ve zâhirî bütün yönlerinin veamaçlar›n›n tam olarak ortaya kon-
mas› gerekir. Esas konumuz dinleraras› diyalo-gun do¤rudan öne ç›kar›lmayan ve üzerinde du-rulmayan üç bât›nî yönünü ayd›nlatmakt›r; an-cak önce diyalog ve dinleraras› diyalog kavram-lar› üzerinde k›saca durmak istiyoruz. Zira dinle-raras› diyalogun gizli anlam› ve amac› her fleydenönce bu kavramlar›n kullan›m›nda sakl›d›r.
I- Diyalog ve Dinleraras›Diyalog Kavramlar›Bu kavramlar›n anlamlar›n›n ne oldu¤u bilin-
mekle birlikte, yukar›da ifade etti¤imiz gerekçe ile
konumuza onlarla girmek istiyoruz.
A- Diyalog
a) Sözlük Anlam›: Diyalog, bilindi¤i gibi
iki kiflinin karfl›l›kl› konuflmas› ve sohbetidir. Bu an-
lam›yla diyalog, tek kiflinin veya kiflinin kendi ken-
dine konuflmas› anlam›na monologun z›dd›d›r.
G
DinlerarasıDiyaloğun Üç Yüzü
Prof. Dr. Mehmet BAYRAKDARAnkara Üniversitesi, ‹lahiyat Fakültesi
Ancak burada dikkat edilmesi gereken fley, diya-
log veya monologun iki veya tek kiflinin alelade
konuflmas› de¤ildir. Diyalog, bir konu etraf›nda iki
farkl› görüfle sahip iki veya daha fazla kiflinin ko-
nuflmas›d›r. Dolay›s›yla diyalog, konuflmada taraf-
lar›n iki veya fazla kifli olmas›ndan ziyade farkl› iki
görüflün tart›fl›lmas›n› ifade eder. Buna karfl›l›k
monolog, konuflmada tek veya fazla kiflinin olma-
s›ndan ziyade benimsenen tek ve ayn› bir görüfl
üzerinde konuflulmas›d›r. Diyalog fikir ayr›l›¤›n›,
monolog fikir birli¤ini ifade eder. Diyalog fikir ay-
r›l›¤› üzerinde konuflma oldu¤u için bir konuda ay-
r› iki fikri konuflan ister istemez en az iki kifli veya
iki taraf olacakt›r. Monolog ayn› fikir üzerinde tar-
t›flma oldu¤undan, say›ca birden fazla kifli de olsa,
tart›flma yine monologdur.
b) Felsefî Anlam›: Felsefî bir kavram olarak
diyalogun iki fleklî kullan›m› vard›r. Birincisi, Eflâ-
tun’un kullan›m›d›r; ki o, diyalogu felsefî anlamda
ilk kullanan filozof kabul edilir. ‹kincisi Hegel ve he-
gelcilerin kullan›m›d›r, ki Hegel ile diyalog daha ge-
nifl kullan›m alan›yla Diyalektik ad›n› al›r. fiimdi fel-
sefî bir kavram olarak diyalogun bu iki kullan›m
fleklini k›saca aç›klamaya çal›flal›m.
1- Eflâtun ve Do¤runun TespitYöntemi Olarak Diyalog: Bilindi¤i gibi Ef-
lâtun’un eserlerinin büyük bir k›sm›na “Diyalog”
ad› verilir. Çünkü Eflâtun eserlerinde diyalogu
do¤runun tespitini yapmada felsefî bir yöntem
olarak kullanm›flt›r. Eflâtun ele ald›¤› bir mesele
hakk›ndaki do¤ru görüflü bir kiflinin a¤z›ndan ve
yanl›fl görüflü baflka bir kiflinin a¤z›ndan söyletir
ve bu iki kifliyi do¤ru görüflün do¤rulu¤unun or-
taya ç›kmas›na kadar uzun uzad›ya tart›flt›r›r. So-
nunda do¤ru görüflü savunan, yanl›fl görüflü sa-
vunan› ikna eder. Böylece ele al›nan mesele hak-
k›ndaki do¤ru görüfl, ki bu Eflâtun’un kendi gö-
rüflüdür, ortaya konur.
2- Hegel ve Do¤runun Doktrini Ola-rak Diyalog: Hegel’de diyalog, bir yöntem de-
¤il bizzat doktrinin, yani bir konu hakk›ndaki ö¤-
reti veya nazariyenin kendisidir. Hegel’e göre bafl-
lang›çta hiçbir felsefî fikir tam do¤ru veya tam
yanl›fl de¤ildir; o halde bir konu hakk›ndaki tez ile
o tezin karfl›t› veya z›dd› olan tez birlefltirilmelidir.
Bundan daha do¤ru olan sentez do¤ar. Bilindi¤i
gibi Hegel bunu: Tez, Antitez ve Sentez fleklinde
ifade eder.
Ne var ki Hegel’e göre iki z›t fikrin diyalogu-
nun sonucu ortaya ç›kan sentez son durak de¤il-
dir. Sentez, yeni bir tezdir; bu yeni tezin yeni anti-
tezi vard›r. Bunlar da sentezlenerek yeni bir sente-
ze ulafl›l›r. Bu tez-antitez-sentez ifllemi, sürekli ye-
nilerek devam eder gider ki, buna Hegel diyalektik
der. Diyalektik son bulunca tam hakikat kendini
gösterecektir. Burada hegelci diyalektik anlay›fl›n›n
teferruat›na girmeye gerek yoktur.
Asl›nda Hegel’in bu diyalektik anlay›fl›, Eflâ-
tuncu diyalog anlay›fl›n›n genellefltirilmifl bir flek-
linden ibarettir. Hegelci bu diyalektik anlay›fl›n›n
Bat›’da do¤ruluk, hakikat, bilgi ve din konusun-
da farkl› göreceli, flüpheci ve inkârc› felsefî olan
ve olmayan anlay›fllar›n ortaya ç›kmas›na neden
olmufltur.
Hakikatin ve do¤rulu¤un sabit olmad›¤›n›
savunan tarihselcilik ve hermenötik ak›mlar›, he-
gelci diyalekti¤in ça¤›m›zdaki flüpheci dünya gö-
rüfllerindendir. Matematikçi filozof Edmun Hus-
serl’in hakl› olarak septik diye niteledi¤i bu ak›m-
lar›n söyledikleri, W. M. Watt gibi oryantalistlerin
teflvikiyle Fazlur Rahman Türkiye’deki ve ‹slâm
dünyas›ndaki onun takipçileri taraf›ndan Kur’an-
› Kerim’i anlaman›n yegane yöntemi olarak kabul
edilmifltir.
Hegelci diyalekti¤in bilim felsefesi alan›ndaki
yans›mas›, Th. S. Kuhn gibi filozoflar›n bilimsel na-
zariyelerin oluflumunu “Paradigma” varsay›m›yla
izahlar›nda kendini göstermektedir. Bilim onlara
göre sürekli yanl›fllanan ve bunun için de sürekli
bozulan ve sürekli yeniden oluflan paradigmalarla
oluflturulmaktad›r. Bilimde esas olan yanl›fllamad›r
derler. Postmodern bilim anlay›fl› olan bu paradig-
mac›l›k, asl›nda bilimde sürekli sorun olmufl olan
Ortaça¤ h›ristiyanl›k tarihini aklama gayretinden
öte bir fley de¤ildir. Çünkü h›ristiyanl›k hurafeleriy-
le oluflturulan Bat› Ortaça¤ bilimi sürekli yanl›fllan-
m›flt›r; bu yüzden de bilindi¤i gibi sürekli kilise-bi-
lim çat›flmas› yaflanm›flt›r. Kilise, Galile’yi örne¤in
daha 1986 y›l›nda affedebilmifltir.
DİN
VE
TO
PL
UM
9
DİYANET-SEN
Burada hakikatin ve do¤runun sürekli de¤ifl-
kenli¤ini ve göreceli¤ini iddia eden bu görüflleri
tenkid edecek de¤iliz. Sadece bir örnekle bu ak›m-
lar›n ne tarihen ne de hakikat aç›s›ndan tutarl› ol-
mad›klar›n› ifade etmekle yetinelim: Arflimed’in
bilim paradigmas› suyun kald›rma gücünün oldu-
¤unu keflfettirmiflti; aradan yaklafl›k 2500 y›l geç-
mesine ra¤men onu yanl›fllayan baflka bir bilim
paradigmas› henüz oluflturulamam›flt›r.
Özetleyecek olursak, diyalog Eflâtun’da oldu-
¤u gibi felsefî bir yöntemi olarak iki görüflten biri-
sinin do¤rulanmas›, di¤erinin yanl›fllanmas›d›r.
Doktrin olarak Hegel ve sonrakilerde oldu¤u gibi
yanl›flla do¤runun birbirine kar›flt›r›larak harman-
lanmas›d›r.
B- Dinleraras› Diyalog
Dinleraras› diyalog ad›yla yürütülen faaliyet
için kullan›lan diyalog kavram›, tesadüfen seçilmifl
olamayaca¤›na göre, yukar›da k›saca anlatt›¤›m›z
hangi anlam›yla seçilmifltir?
Diyalogun hangi anlam› benimsenerek seçil-
mifl olursa olsun, neticede diyaloga taraf olanlar›n
ortaya at›p tart›flt›klar› bir mesele olmas› laz›md›r.
Taraflar mesele hakk›nda birbirlerini etkilemeden
sadece görüfllerini izhar edip geçiyorlarsa, zaten
bu diyalog olmaz. Birinde olmaz di¤erinde birbir-
lerini etkiliyor veya Hegelci anlay›flta oldu¤u gibi
farkl› görüfllerini sentezliyorlar ise, diyalog mant›-
¤›na göre zaten bunlardan birisi olmas› gerekir,
kim do¤ru veya kim yanl›fl olacakt›r? Örne¤in ‹s-
lâm h›ristiyan diyalogunu düflündü¤ümüzde, bir
yanda ‹slâm ve müslümanlar, di¤er yanda h›risti-
yanl›k ve h›ristiyanlar vard›r; sonuçta hangi konu
tart›fl›l›rsa tart›fl›ls›n, madem diyalog mant›¤› taraf-
lardan birisinin kazançl› di¤erinin zararl› ç›kmas›n›
öngördü¤üne göre taviz veren kim oluyor? Diye-
lim bazen bir taraf, bazen di¤er taraf. Bu durum-
DİN
VE
TO
PL
UM
10
DİYANET-SEN
da taraftarlar›n, do¤rulan›p yanl›fllanabilen kabul
ettikleri inançlar›na, dinî inan›fllar›na iman etmele-
rinin anlam› ne olabilir? Bu durumu örtbas etmek
için özellikle h›ristiyanlar biz kelâmî/teolojik ihtilaf-
l› konularda de¤il, ‹slâm’daki ve H›ristiyanl›k’taki
veya genel olarak dinlerdeki ortak ahlâkî ve mane-
vî de¤erler üzerinde diyalog yap›yoruz diyorlar.
Böyle oldu¤unu kabul etsek dahi, bu diyalog ol-
maz monolog olur. Kald› ki hangi konuyu tart›fl›r-
san›z tart›fl›n›z bunun do¤rudan veya dolayl› ola-
rak kelâmî konularla ilgisi vard›r.
Öte yandan yaklafl›k 30 y›l› aflk›n fiilî diyalog
geçmiflinin bugün geldi¤i noktay› de¤erlendirdi¤i-
mizde, tam aksi bir durumla karfl› karfl›yay›z. Diya-
logcu müslüman kesimin söylemlerine, yaz›p-çiz-
diklerine bakt›¤›m›zda ‹slâm’› di¤er bütün dinler-
den ay›ran en temel akide Tevhid’i bile neredeyse
Teslis’in vaftiz suyuyla suland›rma aflamas›na gel-
di¤ini görüyoruz. Konuyla ilgili diyalogcu müslü-
manlar›n geldikleri noktay› ve verdikleri tavizleri
baflka bir yaz›n›n konusu yapaca¤›m›zdan burada
daha fazla bir fley söylemek istemiyoruz. Bu aç›-
dan bakt›¤›m›zda yap›lan gerçek anlam›yla kuflku-
suz diyalogdur. O halde bu faaliyetler için seçilen
diyalog kelimesi tesadüfen de¤ildir.
Bu arada dinleraras› diyalog kavram›yla ilgili
baflka bir konuya da iflaret etmede fayda vard›r.
Türkiye’de dinleraras› diyalog olarak bilinen bu
kavram›n, Vatikan’›n resmî kullan›m› ile tam böyle
de¤ildir. Vatikan’›n kullan›m›, Dinîler veya Dindar-
lararas› Diyalog’tur: “Interreligious Dialogue”. As-
l›nda bu Vatikan kullan›m› birçok aç›dan daha
do¤rudur. Her fleyden önce dinleri diyaloga sokan
din mensuplar›d›r; dinlerin kendisi de¤ildir. ‹kinci
ve daha önemli bir neden, kavram› böyle kullan-
makla h›ristiyanlar, her vesileyle söyledikleri ve di-
yalog sürecinde de zaman zaman ifade ettikleri gi-
bi, insanl›¤›n tek kurtulufl dinin h›ristiyanl›k oldu-
DİN
VE
TO
PL
UM
11
DİYANET-SEN
¤unu öne sürdüklerinden h›ristiyanl›¤› hiçbir dinle
efl tutmak istememeleridir.
Konuyla ilgili baflka önemli bir noktaya daha
iflaret etmek gerekir. Bu, dinleraras› diyalogun,
Bat›’da son dönemlerde artan Do¤u dinlerine ve
bu arada ‹slâm’a yönelifllerin önünü kesme gibi
psikolojik bir ortam yaratmas›d›r. Böyle bir yan et-
ki, bafltan düflünülsün veya düflünülmesin sonuçta
taraflar dinleraras› diyalog yaparak ortak de¤erle-
rini öne ç›karacaklar›na göre, bu insanlarda bir
dinden di¤erine geçmeye gerek yoktur; bütün
dinler ayn›d›r gibi bir psikolojik etki yarataca¤› gi-
bi, tam aksine dinlere ba¤l›l›¤› gevfleterek, bir din-
den di¤erine geçifli de kolaylaflt›racakt›r. Tabii bu
son durumdan, kim daha çok misyonerlik yapabi-lirse, o kazançl› ç›kacakt›r.
Dinleraras› diyalogun Bat›’da halk aras›ndanas›l bir etki yapt›¤›n› bilmiyoruz; fakat Türkiye’deve di¤er ‹slâm ülkelerinde diyalog sonras› h›zland›-r›lan misyonerlik faaliyetlerine paralel olarak h›ris-tiyanlaflt›r›lanlar›n say›s›n›n art›fl gösterdi¤i bir ger-çektir. Dolay›s›yla dinleraras› diyalogun, ‹slâmdünyas›nda ‹slâm’a ba¤l›l›¤› gevfleltici ve kopar›c›psikolojik bir etki yapt›¤›ndan söz edilebilir.
II- Diyalogun Üç YüzüDinleraras› diyalog, afla¤›da izah etmeye çal›-
flaca¤›m›z gibi insanl›¤› dönüfltürmek için yap›lm›flbüyük projenin özel bir projesidir. Bir aç›dan bak›l-d›¤›nda dinleraras› diyalogun farkl› yüzleri veamaçlar› oldu¤u görülür. Sadece Türkiye’de de¤ilDo¤u’da ve Bat›’da ço¤unlu¤un bilmedi¤i diyalo-gun bu farkl› yüzlerinden burada üçü üzerinde du-raca¤›z.
1- Oryantalizmin Yeni Bir SöylemiOlarak Dinleraras› Diyalog
Bugünkü anlam›yla bir fikir olarak ifllenen vebir faaliyet olarak yürütülmekte olan dinleraras›diyalog, asl›nda 20. yüzy›l oryantalizminin yeni birprojesidir. Bilindi¤i gibi oryantalizm veya flarkiyat-ç›l›k, kökenleri 10. yüzy›la kadar inen ve bizzat Pa-pa II. Sylvester’›n giriflimiyle kurulmufl olan siyasîve ilmî bir kurumdur. Oryantalizm, tarihî geliflimiiçin de sadece Papal›¤›n bir kurumu olarak kalma-m›fl Bat› devletlerinin de akademik bir kurumu ha-line gelmifltir. Oryantalizmin bafllang›çtan bugüne
DİN
VE
TO
PL
UM
12
DİYANET-SEN
Dinlerarası diyalogun
Batı’da halk arasında
nasıl bir etki yaptığını
bilmiyoruz; fakat
Türkiye’de ve diğer İslâm
ülkelerinde diyalog
sonrası hızlandırılan
misyonerlik faaliyetlerine
paralel olarak
hıristiyanlaştırılanların
sayısının artış gösterdiği
bir gerçektir.
DİN
VE
TO
PL
UM
13
DİYANET-SEN
1 Bu aç›dan M.A. Palacios, “H›ristiyanlaflt›r›lm›fl ‹slâm” anlam›na gelen Islam Cristianizado (Madrid, 1931) adl› eserindeMuhyiddin ‹bn’ül-Arabî’nin fikirlerinde h›ristiyanl›k tesirlerini araflt›r›r. Var veya yok; fakat yazar›n eserinin bafll›¤› tambir oryantalizm mant›¤›n› ve zihniyetini yans›tmaktad›r; ‹bn’ül-Arabî’de iddia edildi¤i gibi e¤er bir h›ristiyanl›k tesiri var-sa eserin bafll›¤›nda “‹slâm” kelimesinin yeri nedir? ‹slâm ayr›, müslümanl›k olarak ‹bn’ül-Arabî ayr› olmas› gerekir. Or-yantalizmin bu yanl›fl tutumu maalesef biz müslümanlara da geçmifltir.
kadar ki esas amac›, ‹slâm dinini ve kültürünü in-
celeyerek, ‹slâm ve Müslümanlara karfl› dinî ve si-
yasî olarak savunma oluflturmak ve hatta f›rsat
buldukça da ‹slâm’›n varl›¤›na kasdetmeye yönelik
bilimsel ve stratejik faaliyetler oluflturmakt›r.
Tarihî süreci içerisinde, misyonerlik ve diplo-
masi ile elele faaliyet gösteren oryantalizm, edindi-
¤i tecrübeler sonucu farkl› taktik ve yöntemler ge-
lifltirmifltir. Oryantalizm bafllang›çtan 17. yüzy›la ka-
dar uzun süre ‹slâm düflmanl›¤›n› aç›ktan ve aleni-
yetle yapm›flt›r. Misyonerlik, diplomasi ve baz› gizli
örgütlerle yapt›¤› iflbirli¤iyle 18. ve 19. yüzy›llarda
emperyalizmi gerçeklefltirmifltir. Emperyalizm ile ifl-
gal ettikleri müslüman ülkelerde efendiler olarak
yaflayan oryantalistler, hatta onlardan baz›lar› müs-
lüman ismi alarak ve müslüman giysileriyle “Müslü-
manca” yaflayarak, yeni tecrübeler edinmifllerdir.
Bu yeni tecrübe ile oryantalizm, ünlü ‹ngiliz oryan-
talisti R. Bell’in de dile getirdi¤i gibi, daha etkili ve
baflar›l› olabilmek için, ‹slâm karfl›tl›¤›n› d›fltan ve
alenen de¤il içten yapmaya yönelik yöntem ve tak-
tik de¤ifliklikleri yapman›n zaruretini fark etmifltir.
Bu yeni yöntem ve taktik, ‹slâm dini ve kültü-
ründeki varolan baz› kavramlar ve düflüncelerle
kendilerinin yahudi-h›ristiyan gelene¤indekilerle
benzerlik ve yak›nl›k kurmak olmufltur. Bu aç›dan
20. yüzy›l oryantalistleri aras›nda Yahudi as›ll› or-
yantalist I. Goldziher (1850-1921) ile özellikle h›ris-
tiyan oryantalistler M. Asìn Palacios ve Louis Mas-
signon’un çal›flmalar› ayr› bir önem arz etmektedir.
Burada konumuz aç›s›ndan oldukça ilginç ol-
mas› yönüyle k›saca L. Massignon (1883-1963)
üzerinde dural›m. H›ristiyanl›¤›n ‹slâm tasavvufuna
bir tesiri oldu¤u iddias›ndan hareketle, M. Asìn Pa-
lacios gibi1, Massignon da tasavvuf, özellikle de
Hallâc’›n fikirleriyle ilgilenmifllerdir. Ona göre Hal-
lâc’›n sadece tasavvuf anlay›fl› de¤il, idam edilerek
öldürülmesi bile Hz.‹sa’n›n hayat›na ve çarm›ha ge-
rilmesine benzemektedir. Kur’an’daki Hz.‹sa ve
Hz.Meryem anlat›m›n›, h›ristiyanl›kla ortak bir ze-
min oluflturaca¤›na inanan Massignon, yine
Kur’an’›n “Ehl-i Kitap” kavram› üzerinde durarak
‹slâm ile Yahudi-H›ristiyan gelene¤i aras›nda s›cak
iliflkiler kurulabilece¤ini ortaya atar. Sonuçta II. Va-
tikan Konsili’nde al›nan resmî dinleraras› diyalog
nazar›ndan çok önceleri Massignon, özellikle h›ris-
tiyanlar›n Hz.‹sa ve Hz.Meryem ile Ehl-i Kitap kav-
ramlar› etraf›nda müslümanlarla diyalog yapmalar›
önerisinde bulunur. ‹slâm, H›ristiyanl›k ve Yahudili-
¤in Hz.‹brahim gelene¤ine ba¤l› dinler oldu¤undan
hareketle “‹brahimî Dinler” kavram›n› ortaya atar.
Anlafl›laca¤› gibi, Massignon bugünkü diya-
logculardan önce onlar›n s›kça kulland›klar› temel
kavramlar› ve fikirleri oluflturmufltur. Zaten, Papa
4. Paul’a II. Vatikan Konsili esnas›nda da dan›fl-
manl›k yapan Massignon, “Dinleraras› Diyalog”
karar›n›n Konsil’de resmen karara ba¤lanmas›nda
etkin rol oynam›flt›r.
II. Vatikan Konsili öncesi, dinleraras› diyalog
fikrinin do¤mas›na baflka aç›lardan hizmet eden
baflka kifli ve fikirler de vard›. Yahudi as›ll› Frans›z
vatandafl› müslüman R. Génon ve onu takipçileri-
nin oluflturduklar› “Gelenekselcilik” ve “Dinlerin
Aflk›n Birli¤i” fikirleri, baflta ‹slâm, H›ristiyanl›k ve
Yahudilik gibi bu üç dinin, ezelî gelene¤i ve felse-
feyi oluflturan ortak zeminleri vard›r. Génon’a gö-
re örne¤in, h›ristiyanl›kta gelene¤i oluflturan Kato-
liklik’tir, di¤er anlay›fllar sapmad›r; ‹slâm’da gele-
ne¤i tasavvuf temsil eder. Dolay›s›yla bu gelenek-
ler zemininde dinler bir birlik olufltururlar. Ayr›ca
Allah’›n indinde farkl› dinler olmayaca¤›ndan bü-
tün bu dinler “Aflk›n” olarak da birdirler; fakat ta-
rihte farkl› tecelli etmifllerdir.
Bu k›sa aç›klamalardan da anlafl›laca¤› gibi 20.
yüzy›l›n oryantalistleri II. Vatikan Konsili öncesi or-
yantalizmin yeni bir projesi olarak dinleraras› diya-
log fikrini oluflturmufllard›r. Dolay›s›yla dinleraras›
diyalogun bir yüzü oryantalizmdir. Meflhur Lawran-
ce ile ortak çal›flmalar yapan L. Massignon’un din-leraras› diyalog mimarlar›ndan olarak amac›n›n neoldu¤unu Edward Said’in flu cümleleriyle anlatal›m:“Massignon özel bir tavr› seçti; ‹slâm’› yeniden ta-n›mlay›p, onu bir yandan Avrupa’ya di¤er yandanda kendi Katolikli¤ine karfl› savundu. Do¤u’nuncanland›r›lmas› ve müdafaa edilmesi yolundaki bumücadele iki fleyin sembolü idi; birincisi kendisi Do-¤u’nun farkl› oldu¤unu kabul ediyordu. ‹kincisi,onu (Do¤u’ya) istedi¤i flekle sokabilece¤i ümidiylegiriflti¤i teflebbüs ve sarfetti¤i çabalar.”2
L. Massignon takipçileri say›lan W.M. Watt, L.Gardet, W.C. Smith gibi di¤er oryantalistler, diya-log için alt yap› haz›rlanmadan ‹slâm-h›ristiyan di-yalogunun iyi sonuç vermeyece¤i kanaatindedirler.Bunun için özellikle Watt, daha önceleri Arthur Jef-fery ve Theodor Nöldeke gibi, Kur’an’a tarihselci veedebî tenkid yöntemlerinin uygulanarak, Kur’an’dasözüm ona anlafl›lmas› mümkün olmayan ayetlerindaha do¤ru anlafl›labilece¤ini vurgulayarak, k›sacaKur’an’›n düzeltilmesini istiyor. Watt’›n düzeltilme-sini önerdi¤i ayetlerden birisi, “Allah kat›nda dinflüphesiz ‹slâm’d›r” (Mâide: 19) ayetidir3. Çünküonlar›n zihniyetine göre müslümanlar ‹slâm’a tekgerçek din olarak bakt›klar› sürece diyalog gerçek-leflmeyebilir.
O halde Ed. Said’in de ifade etti¤i gibi, tarihi19. yüzy›la kadar giden dinleraras› diyalog fikriyleoryantalistlerin çabas›, ‹slâm’› ve müslümanlar›nzihniyetini katolikli¤e ve h›ristiyan zihniyetine dö-nüfltürmekten ibarettir. Müslümanlar nezdinde budüfllenen zihniyet dönüflümünü sa¤laman›n üç te-mel kavram› olan “Diyalog”, “‹brahimî Dinler” ve“Ehl-i Kitap” kavramlar›n› ortaya at›p, içeriklerini deistedikleri flekilde dolduran oryantalistlerdir.
2- Yeni Dünya DüzenininBir Arac› OlarakDinleraras› Diyalog
Dinleraras› diyalog fikri ve faaliyeti bu adla1962-1965 y›llar› aras›nda yap›lan II. Vatikan konsi-
linde Papal›k taraf›ndan Konsil karar› olarak res-
men onayland›¤› için, ço¤u insan bunu söz konusu
tarihte ortaya at›lan Papal›¤›n bir projesi olarak gö-
rür. Asl›nda bu tarihte Vatikan, kendisine biçilen
özel rol ve amaçla, Yeni Dünya Düzeni (Novus Or-
do Seclorum) denen büyük projeye resmen ortak
olmaya ikna edilmifltir.
Yeni Dünya Düzeni’nin ne oldu¤unu ve kim-
lerin projesi oldu¤unu anlatmak elbette çok uzun
bir bahistir. Burada sadece 1980’li y›llar›n bafl›n-
dan beri gelinen siyasî ortama uygun olarak ald›¤›
isimleri hat›rlarsak bu düzenin ne oldu¤u hakk›n-
da az-çok bir fikre sahip olabiliriz: Kürüsellefltir-
me/Küreselleflme (Globalizasyon), Büyük Ortado-
¤u Projesi, Dünya Organizasyonu, Armegedon,
Kaos’tan Düzene (Ordo Ab Chao), Yeni Ça¤,
Üçüncü Dalga, Medeniyetler Çat›flmas› ve Mede-
niyetler ‹ttifak› vb. isimler.
Yeni Dünya Düzeni projesi ve düfllemesi, bu
isimle asl›nda 16. yüzy›l›n bafllar›na kadar geri gö-
türülebilir. 14 Temmuz 1556 günü ‹ngiltere Bafl-
bakan› Disraeli, Avam Kamaras›’nda flu hitapta
bulunuyordu:
“Bu Kamara’dan nadiren bahsetti¤imiz bir
güç var. ... Gizli cemiyetlerden bahsediyorum... ‹n-
kâr etmek yersiz, çünkü Avrupa’n›n büyük bir k›s-
m›n›n... bu gizli cemiyetlerin flebeke a¤› ile örül-
dü¤ünü örtbas etmek imkâns›z. ... Peki amaçlar›
ne? Hiçbir fleyi saklamaya çal›flm›yorlar. Anayasal
bir hükümet istemiyorlar. ... Dinî kurulufllara bir
son vermek istiyorlar. Baz›lar› daha da ileri gidebi-
lir...”4
Özellikle II. Dünya Savafl› arefesinde etkin ha-
le gelen Yeni Dünya Düzeni projesi, Avrupal›lar›
birbirine k›rd›rtm›flt›. Yine bir ‹ngiliz Baflbakan› W.
Churchill, olay›n faillerini araflt›r›rken, “grubun
kökenlerinin Spartacus’a dayanabilece¤ini yaz-
m›flt›. Elbette, 1 May›s 1776’da Avrupa’da Illumi-
nati Tarikat›n› kuran Cizvit profesör Adam Weis-
DİN
VE
TO
PL
UM
14
DİYANET-SEN
2 Said (Ed.): Oryantalizm, çev. S. Ayaz, 3. bask›, ‹stanbul, 1991, s. 423.3 Watt (W.M.): “Western Approach to the Understanding of the Qur’an”, Uluslararas› Birinci ‹slâm Araflt›rmalar› Sem-
pozyumu, ‹zmir, 1985, s. 25-30.4 Webster (Nesta): Secret Societies and Subversive Movements, London, 1924, s. 71.
haput’tan bahsediyordu.”5 Bu cümlelerini al›nt›-
lad›¤›m Texe, Illuminati’nin köklerini çok daha ile-
riye götürerek, Tap›nak fiövalyelerine ve Jacques
de Molay olay›na ba¤lamaktad›r6.
Netice flu ki Yeni Dünya Düzeni bugün Ame-rika Birleflik Devletleri’nde flekillenmekte ve ora-dan idare edilmekte oldu¤unu, Senatör Robert F.Kennedy’nin flu cümleleri özetlemektedir: “Her bi-rimiz eninde sonunda Yeni Dünya Düzeni’nin ku-rulmas›na ne kadar katk›da bulundu¤umuzdansorgulanaca¤›z.”7
Dünya Düzeni’nin kimler taraf›ndan kurgu-land›¤›na böylece iflaret ettikten sonra, bu düzenneler içeriyor ve amac› nedir sorusuna, bu düze-nin önde gelen teorisyenlerinden Alder VeraStanley’nin cümleleri cevap vermektedir:
“Bütün yarat›l›fl›n ard›nda bir plan var. Evri-min flu anda ilerledi¤i hedef Dünya Birli¤i. DünyaPlan› flunlar› içeriyor: Dünya Örgütü... Dünya Eko-nomisi... Dünya Dini...”8
Dünya dini, hangi dindir? Bu, C.W. Smith’inifadesiyle: “Tanr›’n›n plan› bütün ›rklar›, dinleri vefelsefeleri birlefltirmeye vakfetmifltir. ... mezheple-re ayr›lmam›fl ve Büyük Ifl›k diye bilinen ve zaten
var olan yeni bir din.”9 Toffler ise bu yeni dini flöy-
le tan›mlar: “Üçüncü Dalga: ... kültürleri, de¤erle-
ri ve ahlâk anlay›fllar›n› birlefltirir. ... Bundan böyle
farkl› dinî inançlar olmayacakt›r.”10
Yahudi as›ll› Amerikal› senatör Al Gore söz
konusu oluflturulmak istenen yeni din ve tanr›n›n
ne oldu¤unu flöyle ifade eder: “Do¤a her fleyiyle
Tanr›’d›r. ... ‹nsanl›¤›n kaderi, gelecekte yeni bir
dinin ortaya ç›kmas›na ba¤l›. Böyle bir dinle güçle-
nerek, dünyay› yeniden kutsama imkân›na sahip
olabiliriz.”11 Bu Yeni Dünya Düzeni için düfllenen
baflkenti Texe Marrs flöyle aç›kl›yor: “Dünyay› giz-
liden gizliye idare eden, ama 2000 y›l› itibari ile
tüm dünyan›n hakimiyetini ele geçirmek isteyen
belli bafll› hanedanlar› ve aileleri inceleyerek, bu
kötü ruhlu grubun gelece¤imize yönelik genel dü-
flüncelerini kavramaya bafllad›k. ‹ç Çember’in
adamlar›, baflkenti Kudüs olacak flekilde bir Dün-
ya Hükümeti, hatta Dünya ‹mparatorlu¤u kurmak
için çal›fl›yorlar. Siyonizmi yüceltiyor, Yahudilerin
Büyük Tap›na¤›n› yeniden infla etmeyi ama asl›nda
bunlar› yaparken, ne Tevrat’›, ne Musa’n›n fieria-
t›’n›, ne de Mesih ‹sa’y› flereflendiriyorlar. ‹nsanl›-
¤›, küresel hakimiyet hedefinin önünde engel tefl-
kil eden faydas›z yiyiciler olarak görüyorlar.”12
DİN
VE
TO
PL
UM
15
DİYANET-SEN
5 Marrs (Texe): Illuminati, Entrika Çemberi, çev. A. Çimen ve P. Demir, ‹stanbul, Timafl Yay›nlar›, 2002.6 A.g.y.: A.g.e., s. 243.7 R.F. Kennedy’nin cümlesi için bkz. A.g.y.: A.g.e., s. 153.8 Stanley (A.V.): When Humanity Comes of Age, New York, 1974, s. 190-193.9 Smith (C.W.): “God’s Plan for America”, The New Age Dergisi, Eylül, 1950.
10 Toffler (H. ve A.): Creating A New Civilization, Atlanta, Turner Publishing, 1995, s. 84.11 Gore (A.): Earth in the Balance, New York, 1991, s. 263-265.12 Marrs (T.): A.g.e., s. 79.
“Bütün yaratılışınardında bir plan var.
Evrimin şu andailerlediği hedef
Dünya Birliği.Dünya Planı
şunları içeriyor:Dünya Örgütü...
Dünya Ekonomisi...Dünya Dini...”
O halde Yeni Dünya Düzeni’nin mimarlar›-
n›n kim oldu¤u ve amaçlar›n›n ne oldu¤u az çok
anlafl›ld› san›r›m. Amaçlar› dünyay› sadece para-
sal aç›dan de¤il din aç›s›ndan da yönetmektir.
Dinden anlad›klar› yukar›da da iflaret edildi¤i gibi
insan›n Tanr›’n›n yerine hakim k›l›nd›¤› bir din
anlay›fl›d›r. K›saca Yeni Dünya Düzeni, modern
bir Firavunculuktur ki, zaten bu düzenin mimar-
lar›n›n çok çeflitli kurulufllar›n›n sembol ve ritüel-
leri Firavunlar›n sembol ve ritüelleridir. Evrensel
Ifl›k, Piramit, Pergel ve Gönye gibi. Firavun sözcü-
¤ünün anlam› da zaten “Ulu mimar” veya “Us-
ta” demektir.
Tarihte görüldü¤ü gibi Yeni Dünya Düzenci-
leri, sürekli dinleri kendi din anlay›fllar›na dönüfl-
türmek ve bu yolla insanlar› ve toplumlar› kendi
hakimiyetleri alt›na alabilmek için baflta yahudilik
ve h›ristiyanl›k kurumlar› ve din adamlar›yla s›k›
iliflkiler kurmufllard›r. Dean Grace’in flu cümleleri
bunu ortaya koymaktad›r.
“... Marksist, Sosyalist, Komünist, Siyonist,
Mason ve Enternasyonalist benzeri de¤iflik isimler
alt›nda saklan›rlar. Londra, Berlin, Roma, New
York gibi yerlerde yaflarlar. Birleflmifl Milletler’i,
Wall Street’i ve Washington DC’yi idare ederler.
Silah sanayine maddî kaynak sa¤lar, isimsiz asker
benzeri an›t mezarlar›n dikilmesine yard›mc› olur-
lar... Üyelik nesilden nesle, ‹ngiltere ve Avrupa’n›n
soylu ailelerinden, uluslararas› finans piyasalar›n›
yöneten saraylardan, Dünya Yahudili¤i ile Roma
Katoliklik hiyerarflisinden geçer.”13
Yeni Dünya Düzencilerinin yahudiler ve h›ris-
tiyanlarla do¤rudan iliflkileri oldu¤unu gösteren
bu ifadelerden sonra, merkezî görevini Vatikan’›n
üstlendi¤i bugünkü dinleraras› diyalog onlar›n bir
projesi midir? diye daha aç›k bir flekilde sormak
gerekir.
Din her zaman her toplumda çok önemli bir
DİN
VE
TO
PL
UM
16
DİYANET-SEN
13 Dean Grace: A Little Masonic History Book: The OneDollar Bill, Aral›k 1984; bu kaynaktan Texte Marrs’›nat›flar› yoluyla faydaland›k. Bkz. A.g.y.: A.g.e., s. 54.
dönüfltürme arac› ve toplumlar› idare etme gücü-
nün kayna¤› olmufltur. Din ço¤unlu¤un dini ol-
du¤unda toplumu dönüfltürür; az›nl›¤›n dini ol-
du¤unda toplum dini dönüfltürür. Birincisine ‹s-
lâm örnek teflkil eder; daha ilk günlerinden itiba-
ren etkin ve ço¤unluk dini haline gelen ‹slâm,
toplumlar› de¤ifltirmifltir. ‹kincisine örnek h›risti-
yanl›kt›r; yaklafl›k üç as›r ço¤unlu¤un ve idareci-
ler s›n›f›n›n dini olamayan h›ristiyanl›k ortama
uyum sa¤lamak amac›yla teologlar› ve cemaat-
leri taraf›ndan dönüfltürülmüfltür. Bu mesele ko-
numuz d›fl› oldu¤undan teferruata girmeyece¤iz.
Dinin bu öneminden dolay›, Yeni Dünya Düzen-
cileri 21. yüzy›l›n efli¤inde, tarihî süreçte gelinen
aflamalar ve kazan›mlar›n oluflturulmakta olan,
Al Gore’un yukar›da aktar›lan sözlerinde de ifade
edildi¤i Evrensel Dünya Dininin gerçeklefltirilme-
sine h›z vermesi, hatta buna en büyük engel ola-
bilecek ‹slâm’›n ve müslümanlar›n da art›k s›k› bir
kontrole al›nmas› inanc›yla bütün dinleri tek
merkezden sistematik idare etmenin daha sa¤-
lam vas›tas› olarak dinleraras› diyalog fikrini ge-
lifltirdiler ve bunu da II. Vatikan Konsilini f›rsat
olarak de¤erlendirip konum itibariyle en flansl›
kurum olan Papal›¤a yüklemifllerdir. Bunun böy-
le oldu¤unu söz konusu Konsilin haz›rl›k safhas›
aflamas›nda ve Konsil sonras› faaliyetlerden aç›k-
ça anl›yoruz. fiimdi de k›saca bu noktalar üzerin-
de dural›m.
Her ne kadar baz› kimseler II. Vatikan Konsili
toplant›s›n›n esas yap›l›fl amac›n›n dinleraras› diya-
logu kurumsal hale getirmek oldu¤u fikrinde ise-
ler de, belki bu biraz abart›l› karfl›lanabilir. Fakat
gerçek flu ki bu Konsilden ç›kan ve h›zl› bir flekilde
uygulamaya konan sonuçlardan en önemlisi dinle-
raras› diyalog olmufltur.
1869-1870 y›llar›nda yap›lan I. Vatikan Konsi-
li’nden sonra, h›ristiyanl›k dünyas›nda ortaya ç›kan
çeflitli teolojik meseleler, kilise idaresi ve iç hukuku
ile ilgili konular, ortaya ç›kan toplumsal ve ahlâkî
sorunlar karfl›s›ndaki Vatikan’›n tavr›n›n belirlenme-
sine yönelik yeni bir konsilin icras›na ihtiyaç oldu¤u,
1958 y›l›nda Papa seçilen 23. John taraf›ndan dile
getirilmifltir. O, bu fikrini 25 Ocak 1959 tarihinde
DİN
VE
TO
PL
UM
17
DİYANET-SEN
kardinallere açt›ktan sonra, Konsilin haz›rl›k safhas›
bafllam›flt›r14.
Papal›¤›n II. Vatikan Konsili haz›rl›¤› gündeme
gelir gelmez, söz konusu konsilin yap›lmas› fikrini
atan Papa 23. John’un kendisi konsilde yahudiler-
le h›ristiyanlar›n yak›nlaflmas›n› sa¤layacak mesele-
lerin de ele al›nmas›n› istemifltir. “H›ristiyan Birli¤i
Sekreteryas›”n› 18 Eylül 1960’da kurdurtmufl ve
bafl›na yahudi as›ll› Kardinal Augustine Bea’y› getir-
mifl ve onu h›ristiyan-yahudi yaklafl›m›n› sa¤layacak
bildiri ve projenin haz›rlanmas› için görevlendirmifl-
tir. Yahudi as›ll› Frans›z tarihçi Jules Isaac bir heyet-
le 13 Haziran 1960 günü Papa 23. John’u ziyaret
etmifl ve isteklerini bir rapor halinde kendisine sun-
mufltur. Ayn› y›l›n Ekim ay›nda Alman yahudilerin-
den bir heyet yine ayn› Papa’y› ziyaret etmifllerdir.
A.B.D. New Jersey’de bulunan Yahudi-H›ristiyan
Araflt›rmalar› Enstitüsü ile Hollanda’daki “Apeldo-
orn Çal›flma Grubu” konuyla ilgili ayr› ayr› haz›rla-
d›klar› raporlar› söz konusu Papa’ya göndermifller-
dir. Kardinal Augustine Bea, bu raporlar›n ve ziya-
retlerin talepleri do¤rultusunda ilk taslak plan›n›
1961 y›l›nda haz›rlayarak, bunu 1962 y›l›nda Kon-
sil’de müzakere edilmek üzere Merkezî Komis-
yon’a havale etmifltir. Söz konusu taslak plan bü-
yük tart›flmalara neden olmufltur. Neticede plan
geri çekilmifltir.
Papa 23. John’un 3 Temmuz 1963 günü ölü-
mü üzerine yerine geçen Papa 6. Paul, yahudi me-
selesi üzerinde pek fazla durmak istememifltir; fa-
kat bask›lar nedeniyle 17 May›s 1964’te kurdu¤u
“H›ristiyan Olmayan Dinler Sekreteryas›” baflkan›
olarak atad›¤› kardinal Paula Marella’dan yahudi-
lerle ilgili yeni bir taslak metin haz›rlamas›n› iste-
mifltir. Ancak bu metin de kilise içerisinde büyük
tart›flmalara neden olmufltur. Baz› kardinaller bu
yeni taslak metninin iptal edilmesi yönünde fikir
beyan etmifller.
Bütün bu tart›flmalara son vermek için Papa
6. Paul, sadece yahudiler ile de¤il bütün dinlerle
diyalog yap›lmas›n› önerdi¤i 6 A¤ustos 1964’te
“Ecclesian Suam” isimli bir genelge ilan etmifltir.
DİN
VE
TO
PL
UM
18
DİYANET-SEN
Anlaşılacağı gibi II. Vatikan Konsili
esnasında ve sonunda bazı
hıristiyan otoriteler, dinlerarası
diyalog ile ilgili kararların
alınmasında Vatikan dışı çevrelerin
gizli elleri olduğu hakkında
şüpheleri olmuştur.
14 Güngör (A.‹.): Vatikan, Misyon ve Diyalog, 2. bask›,Ankara, Alperen Yay›nlar›, 2002, s. 73, 86.
Yahudilerle ilgili bir önceki taslak metin yeniden
gözden geçirilerek son haliyle Yahudilik ile birlikte
‹slâm, Hinduizm ve Budizm gibi di¤er dinlerle de
diyalog yap›lmas›n›n gere¤i anlat›lan bir dekleras-
yon, Nostra Aetate ad›yla 14 Ekim 1965 y›l›nda
250 çekimser oya karfl›l›k 1763 olumlu oyla kabul
edilmifltir.
Nostra Aetate’nin son flekliyle ç›kmas›, baz›
yetkililerce Papa 6. Paul’un Yahudilerin veya Arap
dünyas›n›n bask›lar›na teslim olmas› fleklinde yo-
rumlanarak, kuflkuyla karfl›lanm›flt›r. Xavier Rynne,
Papa ile ilgili flüphelerini flöyle ifade etmifltir: “De-
¤ifltirilip k›ymeti bozulan bu metni Papa 6. Paul’un
desteklemesi belki de onun tek ve en büyük hata-
s›yd›. Bu olay onun niyeti hakk›ndaki flüphelerin art-
mas›na sebep olmufltur.”15
Anlafl›laca¤› gibi II. Vatikan Konsili esnas›nda
ve sonunda baz› h›ristiyan otoriteler, dinleraras›
diyalog ile ilgili kararlar›n al›nmas›nda Vatikan d›fl›
çevrelerin gizli elleri oldu¤u hakk›nda flüpheleri ol-
mufltur.
II. Vatikan Konsili sonras› geliflmeler ve giri-
flilen diyalog faaliyetleriyle ilgili vurgulanmas› ge-
reken ve konumuz aç›s›ndan önemli baz› husus-
lar da vard›r. Bunlar, Dünya Kiliseler Konseyi ve
Milli Kiliseler Konseyi gibi Yeni Dünya Düzeni ku-
rulufllar›n›n maddî deste¤ine sahip16 baz› h›risti-
yan kurulufllar›n›n II. Vatikan Konsili’nde müflahit
üye s›fat›yla bulunmalar› yan›nda, diyalog top-
lant›lar›n›n Vatikan yetkilileriyle birlikte tertipçile-
ri olarak da faaliyette bulunmalar›d›r. 1973 y›l›n-
da H›ristiyan Olmayanlar Sekreteryas› baflkan›
olan kardinal Pignedoli Dünya Kiliseler Konse-
yi’ne ba¤l› “Yaflayan ‹nançlar ve ‹deolojiler Diya-
log” kurumundan kendi faaliyetlerine kat›lma
daveti alm›flt›r ve Sekreteri P. Rossano, onlar›n
bütün toplant›lar›na kat›lm›flt›r. ‹slâm-H›ristiyan
dinleraras› diyalog toplant›lar›n›n birço¤unu tek
bafl›na veya Vatikan ile birlikte Dünya Kiliseler
Konseyi tertip etmifltir. 12-18 Temmuz 1972
Brounsana-Lübnan ve 26-30 Haziran Cenevre-
Chambesy gibi önemli büyük diyalog toplant›lar›
bunlardan baz›lar›d›r.
Di¤er yandan Yeni Dünya Düzencileri, kutsal
kitaplar› da birlefltirme giriflimini yaparak, insanl›¤›
dönüfltürmek istemektedirler. ‹ngiliz Kraliçesinin
efli Prens Philip, Garter Düzeni baflkan›d›r ve ayn›
zamanda Birleflmifl Milletler Kutsal Yaz›n Mütevel-
lisi baflkan›d›r; bu s›fat›yla “söz konusu mütevelli,
dünyadaki tüm ‹ncilleri, Kitab-› Mukaddesleri ve
kutsal kitaplar› tek bir merkezde toplamak için ha-
z›rlanan gizemli bir projeyi yönetiyor. Amac› ise,
tüm insanl›k için ortak ahlâk ve dinî yaflam kural-
lar› oluflturacak, Tek Bir Dünya ‹ncili gelifltir-
mek.”17 Bu do¤ru ise, ister istemez insan›n akl›-
na, geçti¤imiz sene Arapça ve ‹ngilizce olarak bas-
t›r›lan ve Irak’ta da¤›t›lan “el-Furkânu’l-Hakk” ad-
l› sözde yeni vahiy kitab›n› ayn› mütevellinin yaz-
d›rt›p yazd›rtmad›¤› sorusu akla gelmektedir. Filis-
tin kökenli Amerikal› Rahib Anis Shorrosh’un yaz-
d›¤› san›lan bu kitap, Kur’an’› tahrif için yaz›lm›fl-
t›r. Birçok Kur’an ayeti, ‹ncil sözleriyle birlefltirile-
rek ‹ncil ile Kur’an’›n ayn› fleyleri söyledikleri fikri
ifllenmek istenmifltir.
O halde yukar›da da izah etmeye çal›flt›¤›m›z
gibi dinleraras› diyalog fikri oryantalizmin eseri-
dir; fakat onu, dinler yoluyla insanl›¤› Yeni Dün-
ya Düzeni’ne do¤ru dönüfltürmek için uygulama-
ya koyanlar veya koydurtanlar Yeni Dünya Dü-
zencileridir.
3- Misyonerlik OlarakDinleraras› Diyalog
Dinleraras› diyalogun gizli üçüncü yüzü flüphe
götürmez bir biçimde yeni bir misyonerliktir; zira
afla¤›da görece¤imiz gibi II. Vatikan konsilinin res-
mî kavramlar› bunu böyle tan›mlamaktad›r.
Oryantalizmin, yukar›da k›saca anlatmaya ça-
l›flt›¤›m›z flekilde son iki yüzy›ldan ‹slâm’› içten fet-
hetme projesinin bugünkü son aflamas› olan din-
leraras› diyalogu, kendi emelleri do¤rultusunda
kullanmak isteyen Yeni Dünya Düzencileri, yine
DİN
VE
TO
PL
UM
19
DİYANET-SEN
15 Rynne (X.): Letters from Vatican City, London, 1966, IV/163.16 Marrs (T.): Illuminati, s. 30.17 Marrs (T.): A.g.e., s. 76.
anlatt›¤›m›z gibi II. Vatikan Konsili’ni f›rsat bilerek
bunun yürütülmesini Papal›¤a havale etmifllerdir.
Papal›k da kendi hesab›na bunu sahiplenmifltir;
çünkü ‹slâm dünyas›nda üzerinde as›rlar öncesine
varan misyonerlik faaliyetlerinden istedi¤i baflar›y›
elde edememiflti; Oryantalizmin bilimsel ve akade-
mik, Yeni Dünya Düzencilerinin malî ve siyasî des-
tekli bu dinleraras› diyalog papal›k için bulunmaz
bir imkând›.
Dinleraras› diyalogcular, bunlar ister müslü-
man kesimden olsun ister h›ristiyan kesimden ol-
sun, diyalogla ilgili olarak sürekli, özel olarak
Konsil’in 4. oturumunda kabul edilen ve Papa 4.
Paul’un onay›yla 28 Ekim 1965 tarihinde ilan edi-
len “Nostra Aetate” karar›na ve genel olarak
1964 tarihli “Lumen Gentium” karar›na at›fta
bulunurlar. Bu kararlarda h›ristiyan olmayan din
salikleri ve bu arada müslümanlarla diyalog yap›l-
mas›n›n gere¤i dinlere sayg› ve dinlerdeki ortak
de¤erler olarak ortaya konuyor. Müslümanlarla
diyalog yap›lmas›n›n gere¤i Nostra Aetate’de
flöyle aç›klarlar:
“Katolik Kilisesi, müslümanlara da büyük bir
sayg›yla bakar. Onlar tek, diri, mevcut, ba¤›fllay›c›
ve Kadir-i Mutlak, Cennet’in ve yeryüzünün yara-
t›c›s›, insanlara seslenmifl olan Tanr›’ya taparlar.
Onlar, kendi inançlar› ile ‹brahim’in kendi inanc›
ile kendisini Tanr›’n›n plan›na adamas› aras›nda
ba¤ kurarak Tanr›’n›n gizli emirlerine samimiyetle
boyun e¤meye çal›fl›rlar. Her ne kadar onlar ‹sa’y›
Tanr› kabul etmeseler de, O’nu bir peygamber
olarak yüceltirler; O’nun bakire annesine de hür-
met ederler...”18
Al›nt› yapt›¤›m›z pasajda da ifade edildi¤i gi-
bi, yukar›da isimlerini zikretti¤imiz iki kararda ‹s-
lâm-H›ristiyan dinleraras› diyalog anlay›fl› tama-
men h›ristiyanlar›n ‹slâm ve H›ristiyanl›k aras›ndaki
gördükleri benzerliklere dayand›r›lmakla birlikte,
bu iki kararda diyalogun gerçek amac› zikredilme-
di¤i için, diyalogcular s›kça duydu¤umuz insanla-
raras› hoflgörü, dünya bar›fl›na katk›, medeniyetler
ittifak› gibi çok güzel slogan vari sözde ülküsel ifa-
delerle diyalogun amac›n› ortaya koymaya çal›fl-
maktad›rlar.
Ancak, II. Vatikan Konsili Papal›¤›n kendi aç›-
s›ndan dinleraras› diyalogun amac›n› belirledi¤i
“Ad Gentes” karar›na diyalogcular hiç at›fta bu-
lunmazlar. Konsilin 1965 y›l›ndaki dördüncü son
oturumunda Kilise’nin misyonerlik faaliyetleri hak-
k›ndaki Ad Gentes kararlar›nda dinleraras› diyalo-
gun amac›n› afla¤›daki cümlelerle aç›kça misyo-
nerlik olarak tan›mlamaktad›r:
“‹kinci bölüm, misyonerlik çal›flmas›yla ilgili-
dir (10-18). Bir taraftan h›ristiyan flehadetini, di-
yalog arac›l›¤›yla (11) ve sadaka (charity) sunu-
muyla (12) ve di¤er taraftan ‹ncil’in ö¤retilmesiy-
le Tanr›’n›n halk›n› toplayan h›ristiyanlaflt›rmay›
(evangelisation) sentezler (13-14). Zaten misyo-
nerlik faaliyeti olan birincisi, tabii olarak ikincisi-
ne götürür.”19
Ayn› fley II. Vatikan Konsilinden sonra çeflitli
vesile ve nedenlerle baz› Vatikan yetkililerince de
ifade edilmifltir. Örne¤in 1973 y›l›nda H›ristiyan
Olmayanlar Sekreteryas›’n›n sekreterli¤ine atanan
Pietro Rossano: “Diyalogtan söz etti¤imizde bu
faaliyeti Kilise flartlar› çerçevesinde misyoner ve ‹n-
cil’i ö¤reten bir cemaat olarak yapmakta oldu¤u-
muz aç›kt›r. Kilise’nin bütün faaliyetleri, üzerinde
tafl›d›¤› fleyleri yani Mesih’in sevgisini ve Mesih’in
sözlerini aktarmaya yöneliktir. Bu sebeple diyalog,
Kilise’nin ‹ncil’i yayma amaçl› misyonun çerçevesi
içinde yer al›r.”20 diyerek ayn› flekilde aç›k bir dil-
le diyalogun, misyonerlik oldu¤unu ortaya koy-
maktad›r.
Nitekim en yetkili a¤›z olan ve dinleraras› di-
yalog karar›n›n uygulay›c›s› Papa II. John Paul da-
ha da aç›k bir biçimde dinleraras› diyalogun mis-
yonerlik oldu¤unu 1991 y›l›nda yay›nlad›¤› “Re-
demptoris Missio” adl› genelgede aynen flöyle ifa-
de etmifltir:
DİN
VE
TO
PL
UM
20
DİYANET-SEN
18 Nostra Aetate, 3.19 Neuner (J.) ve Dupuis (J.): The Christian Faith in the Doctrinal Documents of the Catholic Church, 3. bask›, London,
1983, c. I, s. 323. Ad. Gentes’›n ilgili II. bölümünün metninin tercümesi uzun olaca¤›ndan, bu iki yazar›n metnini öze-tinden k›sa bir al›nt›y› yapmakla yetiniyoruz. Tam metnin tercümesini baflka bir yaz›m›za b›rak›yoruz.
“Dinleraras› diyalog, Kilise’nin bütün insanla-r› Kilise’ye döndürme amaçl› misyonunun bir par-ças›d›r. ... esasen misyonla ve misyonun flekilleriy-le diyalog aras›nda özel bir ba¤ vard›r. Bu misyonasl›nda Mesih’i ve ‹ncil’i bilmeyenlere ve di¤er din-lere mensup olanlara yöneliktir. ... Diyalog Tan-r›’n›n Krall›¤›na do¤ru bir yoldur ve bunun süresi-ni ve mevsimini sadece Baba bilse de, mutlaka so-nuç verecektir.”21
Bu aç›klamalardan dinleraras› diyalogun ger-çek amac›n›n misyonerlik oldu¤u flüphe götür-mez bir biçimde art›k anlafl›lmas› gerekir.
Sonuç: Dinleraras› diyalog, oryantalizmin enson ulaflt›¤› ‹slâm’› h›ristiyanl›k ve yahudilikleuyumlu hale getirmenin bir fikri, Yeni Dünya Dü-zeni kurmak isteyenlerin dünyay› tek elden yönet-meye yönelik projesinin önemli bir vas›tas› ve Va-tikan’›n da yeni misyonerlik yöntemidir. Dinlerara-s› diyalog, Küresellefltirme, Büyük Ortado¤u, Me-deniyetler ‹ttifak›, Avrupa ‹slâm’›, Dinî Ço¤ulculuk,Light ‹slâm gibi bu isimlerde seslendirilen fikirlerinve yap›lan faaliyetlerin ayr›lmaz ve tamamlay›c› birparças›d›r.
Bu flekliyle yürütülmekte olan bugünkü din-leraras› diyalog, gelecekte sadece ‹slâm için de¤ilbizzat h›ristiyanl›k ve musevilik için de bir tehlikearz edebilir. Çünkü dinleraras› diyalog bu dinleriçin, tamamen dinî amaçl› olarak yap›lmamakta-d›r. Diyaloga kat›lan taraflar, her zaman aç›kçaifade etmeseler de bundan kendileri için bir f›rsatve imkân yakalama umuduyla samimi duygularasahip olabilir; fakat insanl›¤›n birli¤i, bar›fl› vehoflgörüsü gibi ülküsel amaçlar için yap›ld›¤› söy-lenen 30 y›ll›k diyalog sürecinde, terör ve flidde-tin, savlar›n ve iç çat›flmalar›n giderek artt›¤› bir
dünyada yaflamakta oldu¤umuzu da görmezlik-ten gelemeyiz.
Tertip ettikleri Abant Platformlar› ve benzertoplant›lar›yla dinleraras› diyaloga kat›lan Fethul-lah Hoca Efendi, iflin nereye varaca¤›ndan kuflku-lar› ve çekinceleri olmufl olmal› ki, kendi ifadesiyle“Ama bununla beraber, “acaba iyi ediyor muyuz,yanl›fl anlafl›l›r m› bu mesele?” diye oturup bir yer-de h›çk›ra h›çk›ra a¤lad›¤›m› bilirim.”22 demifltir.
Nitekim di¤er taraftan, öteki taraf olan Vati-kan da ‹slâm-H›ristiyan dinleraras› diyalogda yasamimi görünmüyor veya ona kuflkulu bak›yor.Zira Papa 16. Benedictus’un 28 Kas›m-1 Aral›k2006 tarihleri aras› Türkiye ziyaretinin hemen ar-kas›ndan Kardinal Carlo Caffarra’n›n Corrieredella Sera gazetesine verdi¤i demecinde Vati-kan’›n gerçek anlamda dinleraras› diyalogun sa-dece Yahudilikle yap›labilece¤ini vurgulayarak,‹slâm ile ancak makuliyet çerçevesinde ve e¤itimtaban›nda iliflkiler kurulabilece¤ini ifade etmifltir.‹slâm ile yap›lacak gerçek diyalogun Bat› h›risti-yan kimli¤inin bozulmas›na iflaret ettikten sonra,oysa Kilisenin Bat› kimli¤ini korumak zorunda ol-du¤unu belirtir23.
DİN
VE
TO
PL
UM
21
DİYANET-SEN
20 Rossano (P.): “The Sekretariat for Non-Christian Religions from the Beginnings to the Present Day: History, Ideas, Prob-lems”, Bulletin, XIV/2-3, Roma, 1979, s. 100.
21 Papa John Paul II: Redemptoris Missio, Libreria Editirce Vaticana, Roma, 1991, s. 55-57. Papa’n›n son cümlesi, Resul-lerin ‹flleri I, 7’den al›nma bir cümledir.
22 Zaman Gazetesi, 30.3.2004.23 L’Intervista il Cardinale Caffarra, Corriere della Sera, 14 dicembre 2006, s. 13.
elsefî ve dinî düflüncede gelenekselleflmifl bir tar-
t›flma alan›n› oluflturan iman ve ak›l aras›ndaki ilifl-
ki günümüzde de canl›l›¤›n› sürdürmektedir. Bu
tart›flman›n oda¤›nda ise imana taalluk eden
inançlar›n aklî olup olmad›klar› ve buna ba¤l› ola-
rak söz konusu inançlar›n do¤ruluklar›n›n dinlerin vahiy iddi-
alar›ndan ba¤›ms›z bir flekilde ortaya konulup konulamayaca¤›
sorular› yer almaktad›r. Örne¤in, teizmin öngördü¤ü en temel
inançlar›n bafl›nda gelen Tanr›’n›n varl›¤› salt aklî bir temele da-
yand›r›labilir mi? Bu soruya doyurucu bir cevap verebilme ça-
bas› de¤iflik felsefî ve dinî gelenekte ontolojik, kozmolojik ve
teleolojik gibi teistik kan›tlar ile kötülük sorununa dayanan ki-
mi ateistik iddialar› da içine alan oldukça genifl oldukça say›la-
bilecek bir literatürün ortaya ç›kmas›na neden olmufltur. Daha
çok felsefî bir zeminde cereyan eden bu tart›flmalar genel an-
lamda Yahudilik, H›ristiyanl›k ve ‹slam gibi bütün teistik dinleri
ilgilendirmektedir. Çünkü bu dinlerin hepsi en temelde bir ta-
k›m özsel (zatî) niteliklere sahip Tanr›’n›n varl›¤› inanc›na da-
yanmaktad›rlar. Bu durumda iman ve ak›l aras›ndaki iliflki bafl-
ta Tanr›’n›n varl›¤› olmak üzere imana dâhil olan bütün inanç
unsurlar›n›n aklî bir yolla temellendirilip temellendirilemeyece-
¤ine ba¤l› olarak de¤iflecektir.
Ancak, öyle görünüyor ki, iman ve ak›l aras›ndaki iliflkiye
dair bir tart›flma en temelde bizim ‘ak›l’ ve ‘iman’ kavramlar›na
yükledi¤imiz içeriklere ba¤l› kalacakt›r. Tahmin edilece¤i üzere
bir iman›n aklî olup olmad›¤› önemli ölçüde ihtiva etti¤i unsur-
lar›n ‘aklî’ olarak adland›rd›¤›m›z bir yolla hakl› ç›kar›l›p ç›kar›la-
mayaca¤›na ba¤l›d›r. Bütün teistik dinlerin iman esaslar›n›n ba-
fl›nda Tanr› inanc› gelmekle birlikte böyle bir inanc›n›n aklîli¤ini
F
Akıl, Bilgi veİmanDoç. Dr. Mehmet Sait REÇBERAnkara Üniversitesi, ‹lahiyat Fakültesi
ortaya koyman›n tek bafl›na bu dinlerin hepsini ve-
ya her birinin bütün inançlar›n› hakl› ç›karamaya-
ca¤› aç›kt›r. Bunun nedeni de yeterince aç›k olsa
gerektir. Bu dinler en temelde Tanr›’n›n varl›¤›n›
öngörmekle beraber ‘Tanr› tasavvuru’, yani Tan-
r›’n›n nas›l bir varl›k oldu¤u noktas›nda birbirlerin-
den önemli ölçüde ayr›lmaktad›r. Bir baflka ifadey-
le, bu dinler Tanr›’ya atfettikleri baz› nitelikler ko-
nusunda birleflmekle beraber, O’na dair di¤er bir
tak›m nitelikler hususunda birbirlerinden ayr›lmak-
tad›rlar. Zaten onlar›n birbirinden ayr› dinler olma-
lar›n›n nedeninin de bu oldu¤u rahatl›kla söylene-
bilir. Bu ba¤lamda bir dinin kalbinde o dinin Tanr›
tasavvurunun yer ald›¤›n›; bir dini o din yapan ve
böylece onu di¤er dinlerden ay›ran en temel et-
menin o dinin Tanr› tasavvuru oldu¤unun alt› çizil-
melidir. Aksi halde, söz konusu dinlerin Tanr› ta-
savvurlar› aras›ndaki kimi benzerliklerden yola ç›-
karak onlar›n ayn› Tanr›’ya inand›klar›na hükmet-
mek eksik ve hatal› bir ç›kar›m olacakt›r. Çünkü,
felsefede Leibniz’in yasas› olarak bilinen ilkeye gö-
re, a ve b fleklindeki iki varl›¤›n ayn› varl›k olabil-
mesi için birbirlerinin bütün niteliklerine karfl›l›kl›
olarak sahip olmalar› zorunludur. Bu durumda te-
istik dinlerin inanç esaslar› aras›ndaki fakl›l›klar
dikkate al›nd›¤›nda onlar›n ayn› Tanr›’ya inand›k-
lar›n› söylemek mümkün görünmemektedir. Ayn›
flekilde birden fazla Tanr›’n›n varl›¤›n›n imkâns›zl›-
¤› düflüncesinden de bütün inananlar›n ayn› Tan-
r›’ya inand›klar› sonucuna varmak da do¤ru olma-
yacakt›r.
Görüldü¤ü gibi, burada Tanr› tasavvurunun
aklîli¤i en az Tanr›’n›n varl›¤›n›n aklîli¤i kadar
önem arz etmekte ve hatta ona mant›ksal öncelik
teflkil etmektedir. Öyleyse, iman›n oda¤›nda yer
alan Tanr› inanc›n›n aklîli¤inin önkoflulu akla uy-
gun, akl›n do¤rular›yla çeliflmeyen bir Tanr› tasav-
vurudur. Bir baflka ifadeyle, do¤ru bir Tanr› tasav-
vuru ile akla uygun bir Tanr› inanc› aras›nda kaç›-
n›lmaz bir ba¤ vard›r. Yanl›fl ya da akla uygun ol-
mayan bir Tanr› tasavvuru ile Tanr›’n›n varl›¤›na
dair aklî bir sonuca varmak mümkün olmayacak-
t›r. O halde, Tanr› inanc›n›n aklîli¤i ile Tanr› tasav-
vurunun aklîli¤i birbirinden ayr› düflünülemez.
Dinleri en temelde farkl›laflt›ran Tanr› tasav-
vurlar› ayn› flekilde onlar›n ‘iman-ak›l iliflkisi’ nok-
tas›ndaki yaklafl›mlar›n› da önemli ölçüde etkile-
mifltir. Bu yüzden burada ‘Tanr›’ya inanmak rasyo-
nel midir?’ ya da ‘‹man akla dayand›r›labilir mi’
fleklindeki genel ve genifl sorunlar›n bir tart›flmas›-
na girmeyip, dinleri birbirlerinden farkl›laflt›ran
Tanr› tasavvurlar› ile buna kaynakl›k eden farkl›
iman ve vahiy anlay›fllar›n›n öngördükleri veya ön-
gördü¤ü düflünülen inançlar›n aklî çerçeveleri
üzerinde durmak istiyorum. Fakat bu noktaya
geçmeden önce akl›n neli¤i üzerinde k›saca dur-
mak yerinde olacakt›r.
DİN
VE
TO
PL
UM
23
DİYANET-SEN
Ak›l nedir? Veya ‘aklî’ olan›n ölçüsü nedir?Ça¤dafl felsefecilerden Anthony Kenny’nin de ifla-ret etti¤i gibi, “akl›n ne oldu¤unu tan›mlamakiman›n ne oldu¤unu tan›mlamaktan çok daha
zor”1 görünmektedir. Akl›n aç›k bir tan›m› yap-man›n önündeki güçlüklerden biri bu kav-
ram›n farkl› felsefî veya felsefî olmayanekoller taraf›ndan de¤iflik flekillerde
anlafl›lmas›d›r. Bu güçlüklerdenbir di¤eri de akl›n genifl an-
lamda kullan›lmas›, örne¤ina priori sezgilerimizden
tecrübî temellendirme-lere kadar bir çok hu-susun akl›n kapsam›çerçevesinde eleal›nmas›d›r. Bu nok-tada akl›n kayna¤›,mahiyeti ve s›n›rlar›kendi bafl›na geniflbir tart›flman›n ko-nusu olabilir. An-cak bu tart›flma biryana, öyle görünü-yor ki, akl›n gerek-sinimleri konusun-
daki asgari zorunlu-lu¤un “akl›n do¤rula-
r›”n›n temelinde yeralan “düflünce yasala-
r›”na ba¤l› kalmak gerek-ti¤i aç›kt›r. Buna bir fleyin
aklî olmas›n›n mant›ksal ön-koflulu da diyebiliriz. Akl›n bu en
temel do¤rular›n›n bafl›nda bilindi¤igibi özdefllik ilkesi ile çeliflmezlik ilkesi
gibi do¤rular gelmektedir. Bir fleyin aklî ol-mas› buna göre en temelde çeliflkiyi d›fllayan bu
düflünce yasalar›na uygun olmas›na ba¤l›d›r. Kufl-kusuz bir fleyin kendi içinde tutarl› olmas›, mant›k-sal bir çeliflki içermemesi tek bafl›na o fleyin do¤ruoldu¤unu göstermez. Buna karfl›l›k bir fleyin do¤-
ru olabilmesi için bir çeliflki içermemesi (tutarl› ol-
mas›) ise kaç›n›lmazd›r.
Dinlerin Tanr› tasavvurlar› aras›ndaki kimi
farkl›l›klara ve bu farkl›l›klar›n o dinlerin iman ve
vahiy anlay›fllar›n› etkiledi¤ine de¤indik. Asl›nda
bu farkl›l›klar dinlerin “ak›l ve iman” konusunda-
ki yaklafl›mlar›nda da önemli ayr›flmalara neden
olmaktad›r. Örne¤in, ‹slam ile H›ristiyanl›¤›n ak›l-
iman konusuna yaklafl›m›n› en temelde farkl›lafl-
t›ran fley her iki dinin önemli noktalarda ayr›flan
Tanr› tasavvurlard›r. Öyle ki ‹slam’›n Tanr› tasav-
vurunun Tevhid temelinde inanc› yer al›rken H›-
ristiyan Tanr› tasavvurunun oda¤›nda Teslis inan-
c› bulunmaktad›r. ‹ki din aras›ndaki bu farkl›l›k
tarihsel olarak da onlar›n akla bak›fl›n›, iman›n
ak›lla temellendirilip temellendirilemeyece¤ini
önemli ölçüde biçimlendirmifltir.
Ak›l ve iman aras›ndaki tarihsel gerilime
önemli ölçüde H›ristiyanl›¤›n teslis ve hulûl doktrin-
lerinin ak›lla temellendirilememesi veya temellendi-
rilemeyece¤i görüflünün kaynakl›k etti¤i söylenebi-
lir. Asl›nda bu yaklafl›m H›ristiyan inanc›na d›flar›-
dan yöneltilen elefltirilerle s›n›rl› olmay›p, bizzat bir
çok H›ristiyan düflünürün de dikkate ald›¤› ve sa-
vundu¤u bir fleydir. Bu durum ünlü Orta Ça¤ H›ris-
tiyan düflünürü St Thomas Aquinas’› “akl›n do¤ru-
lar›” ile “iman›n do¤rular›” aras›nda temel bir ay-
r›m yapmaya götürmüfltür. Aquinas’a göre “Tanr›
hakk›nda ifade etti¤imiz hakikatin iki flekli (modu)
vard›r. Tanr› hakk›ndaki baz› hakikatler insan akl›-
n›n bütün gücünü aflar. Tanr›’n›n üçlü olmas› haki-
kati böyledir. Do¤al akl›n da eriflebilece¤i baz› ha-
kikatler vard›r. Tanr›’n›n var oldu¤u, O’nun bir ol-
du¤u ve benzeri [hakikatler] böyledir. Gerçekte,
Tanr› hakk›ndaki bu hakikatler do¤al akl›n ›fl›¤› ta-
raf›ndan yol gösterilen filozoflar taraf›ndan aç›k bir
flekilde kan›tlanm›flt›r.”2 Böylece teslis ve hulûl gi-
bi inançlar ak›l taraf›ndan temellendirilemeyen, ak-
l› aflan inançlar olarak görüldü¤ünden H›ristiyanlar
taraf›ndan “iman›n s›rlar›” olarak kabul edilmifltir.3
Bu inançlar›n akl› aflan bir s›r olarak görülmelerinin
DİN
VE
TO
PL
UM
24
DİYANET-SEN
1 Anthony Kenny, What is Faith? (Oxford: Oxford: University Press, 1992), s. 32 Thomas Aquinas, “The Harmony of Reason and Revelation” (‹ng. çev., A. G. Pegis), Philosophy of Religion:: Selected
Readings, der. M. Peterson ve di¤erleri, (New York: Oxford University Press, 1996), s. 59.
en temel nedeni ise onlar›n tatmin edici mant›ksal
(çeliflki içermeyen) bir formülasyonunun do¤urdu-
¤u zorluluklar olmufltur.
‘Akl›n do¤rular›’ ile ‘iman›n do¤rular›’ aras›n-
da köklü bir ayr›m› öngören böyle bir yaklafl›m›n
ak›l-iman iliflkisi aç›s›ndan, daha do¤rusu iman›n
aklîlefltirilmesi noktas›nda önemli s›k›nt›lar do¤ur-
du¤u aç›kt›r. Her fleyden önce ‘akl› aflan’ bir fley
nas›l bir fley olabilir? Akl› bütünüyle aflan, ak›l ta-
raf›ndan anlafl›lmas› mümkün olmayan bir fleyi
‘s›r’ olarak adland›rmak mümkün müdür? Daha-
s›, French’in de iflaret etti¤i gibi, ‘akl›n do¤rular›’
ile ‘iman›n do¤rular›’ aras›nda bir ayr›m kabul edi-
lecek olursa, hakikatin birli¤i (bütünlü¤ü) ortadan
kalkacakt›r. Bu durumda da insan zihninin peflin-
den koflaca¤› bir amaç-hakikat olmayaca¤›ndan
bilgiyi (hakikati) birlemeyip ikiye ay›ran bir yaklafl›-
m›n entelektüel bir amac›n›n olup olamayaca¤›
sorusu bir yana, böyle bir yaklafl›m›n kendine
mahsus bir amaç ortaya koymas› ve bunu gerçek-
lefltirmesini bile beklemek mümkün olmayacakt›r.
Bir kimsenin iki efendisinin olmas› nas›l olanakl›
de¤ilse, iki hakikate inanmas› da ayn› flekilde ola-
nakl› görünmemektedir.4
Ak›l-iman iliflkisine ‹slam aç›s›ndan bak›ld›¤›n-
da böyle bir ayr›ma gidilmedi¤ini ve gitmek için bir
nedenin de bulunmad›¤› rahatl›kla söylenebilir.
Her fleyden önce, ‹slam’a göre, ak›l ve iman birbi-
rini d›fllayan de¤il, gerektiren fleylerdir. Bunun ne-
denlerinin de bafl›nda ‹slam iman›n temelini teflkil
eden tevhid inanc›n›n akl›n do¤rular› olabilinen
zorunlu do¤rularla çeliflmemesinin de ötesinde
onlar›n do¤rulu¤unu gerektirmesidir. ‹smail R. el-
Faruki’nin ifadesiyle, ‹slam’a göre, “‹lahi birlik ile
hakikatin birli¤i ayr›lmazd›r. Onlar bir ve ayn› ger-
çekli¤in boyutlar›d›r”5. Böylece akl›n do¤rular›
aç›s›ndan bak›ld›¤›nda ‹slam iman›n ayr›cal›kl› bir
yere sahip oldu¤unu görmemek mümkün de¤il-
dir. ‹slam’daki iman esaslar›n›n temelini teflkil
eden Tanr›’n›n birli¤i herhangi bir çeliflkiyi d›flla-
man›n da ötesinde akl›n en temel do¤rusu olarakkabul edilen çeliflmezlik yasas›n› do¤rulu¤unu ge-rektirir. Hatta, denilebilir ki, Tanr›’n›n birli¤i ile çe-liflmezlik yasas›n›n da temelini oluflturan özdefllikyasas› aras›nda ayr›lmaz bir ontolojik ba¤ vard›r.Buna göre, her fley kendi kendisiyle özdefl-tir ve dolay›s›yla kendinden baflka hiç-bir fleyle özdefl de¤ildir. Öyleyse,Tanr› ancak kendi kendisiyle öz-defl olabilir, Tanr›’n›n d›fl›nda-ki hiçbir varl›k O’nunla öz-defl olamaz. Tanr›’n›n bir-li¤i inanc›n›n özü de buolsa gerektir.
O halde, ‹slam’›niman anlay›fl› aç›s›n-dan hakikat ve haki-katin yasalar›n› ifa-de eden akl›n do¤-rular› ile iman›n ha-kikatleri aras›ndabir ayr›ma ve ikile-me gitmek söz ko-nusu olamaz. Asl›n-da bu Kur’an’›n aklaveya akletmeye yap-t›¤› vurgunun ve ça¤-r›n›n da temelinde yeralan bir fleydir. Çünkü,Kur’an’a göre, gerçekte‘akletmek’ ile ‘iman etmek’aras›nda ayr›lmaz bir ba¤ ol-du¤undan bunlar birbirini d›flla-yan de¤il, karfl›l›kl› olarak gerekti-ren fleylerdir. Ayn› flekilde, ‹slam’da bil-gi ile iman aras›nda da herhangi bir d›fllay›-c›l›ktan söz edilemez. Do¤ruluktan ba¤›ms›z birbilgi söz konusu olamayaca¤›ndan (yani, gerçek an-lamda bilgi do¤rulu¤u öngördü¤ünden/ gerekti¤in-den) iman ile bilgi aras›nda bir çat›flma söz konusude¤ildir. Kur’an’›n bir çok ayetinden anlafl›laca¤›
DİN
VE
TO
PL
UM
25
DİYANET-SEN
3 Kenny, age, s. 66.4 F. C. French, “The Doctrine of the Twofold Truth”, The Philosophical Review, Vol. 10, No. 5, s.. 487.5 Isma’il R. al Faruqi, Tawhid: Its Implications for Thought and Life, (Kuala Lumpur: International Institute of Islamic
Thought, 1982), s. 51.
üzere gerçek anlamda “bilenler” ile “iman eden-ler” birbirlerinden farkl› veya birbirleriyle çeliflen kü-melerde yer almaz.
Ak›l, bilgi ve iman aras›nda öngörülen bukarfl›l›kl› gerektirmeden dolay› ‹slam’da, Bat› dü-flüncesinde s›kça karfl›laflt›¤›m›z anlamda fideist(imanc›) yaklafl›mlara rastlanmaz. Bat› düflünce-sinde ak›l, bilgi ve iman aras›ndaki temel bir ayr›-l›¤› ve hatta d›fllay›c›l›¤› öngören fideizmin de¤i-flik nedenlerinden söz edilir. Bu yaklafl›mlar›nönemli nedenlerinden birisi yukar›da da de¤indi-¤imiz gibi ak›lla temellendirilemedi¤i için “ima-n›n s›rlar›” olarak adland›r›lan bir tak›m inanç un-surlar›n varl›¤›d›r. Bat› düflüncesinde fideist yak-lafl›mlar›n bir di¤er nedeni de özellikle Kant’labirlikte bafllayan ve mant›ksal pozitivizmle doru-¤una eriflen bilgiyi sadece duyu tecrübesiyle s›-n›rlayan epistemolojik indirgemeciliktir.6 Bu in-dirgemeci yaklafl›mlar duyu verilerine dayanandeneysel bilginin d›fl›ndaki bütün bilgi alanlar›n›ve çeflitlerini keyfi bir flekilde d›fllad›klar›ndanmetafiziksel, dinî, ahlâkî alanlardaki önermeleriya bilgi alan›n›n d›fl›nda tutmufllard›r, ya da man-t›ksal pozitivistler gibi anlams›z önermeler olarakgörmüfllerdir. Salt duyu tecrübesinin do¤rulan-mas›na dayal› bir iman anlay›fl›n›n karfl›laflt›¤› aç-maz kimi inananlar› iman ile ak›l-bilgiyi birbirin-den ay›ran ve dini inançla ilgili do¤ruluk iddiala-r›n› kendi içine hapseden ve böylece göreceleflti-ren fideist yaklafl›mlara neden olmufltur. Fideiz-me neden olan bu iki nedeni de d›fllayan ‹slaminanc› gerçek anlamda iman, ak›l ve bilgi aras›n-da herhangi bir çeliflki görmeyip, aksine bunlar›birbirini gerektiren ve tamamlayan unsurlar ola-rak görmüfltür7.
6 Kant’›n bu yaklafl›m›yla ilgili genifl bir de¤erlendirmeiçin bkz. Mehmet Sait Reçber, Tanr›’y› Bilmenin ‹mkân›ve Mahiyeti, (Ankara: Kitabiyât, 2004), s.64-88.
7 Bilgi ve iman aras›ndaki iliflki için bkz. Age, s. 33-38.
Bu konu do¤rudan Kur’an ayetlerinde buluna-mayaca¤›na göre, Kur’an’›n bütününden ç›kar›lan“‹slâm’›n Temel Prensipleri Aç›s›ndan Kök Hücre Ça-l›flmalar›” fleklinde ele al›narak mütalâa edilmesi enuygun yaklafl›md›r.
‹nsan›n bafllang›c› “zigot” hali oldu¤undan, is-ter laboratuar ortam›nda olsun isterse ana rahmindebulunsun, kök hücre elde etmek maksad›yla embri-yonun itlâf›na olumlu bakmak mümkün de¤ildir. An-cak herhangi bir sebeple sonland›r›lm›fl gebelik, dü-flük, kürtaj ve IVF’de implantasyon sonras› artan em-briyolar gibi materyallerden bu maksatlarla yararlan›-labilir.
‹slam, embriyonik kök hücre yerine yetiflkin kökhücrelerinin, düflük veya ölü do¤an bebeklerden el-de edilen kök hücrelerin kullan›lmas› gibi alternatifçal›flmalar› desteklemektedir. Bu daha az sorun geti-recektir. Ancak kök hücre çal›flmalar›, bir hastal›¤› te-davi etmek veya önlemek gibi yüce maksatlar içinkullan›ld›¤› takdirde elbette bu müdahale ‹slâm’›n dadestekledi¤i ve tavsiye etti¤i bir müdahale olarak ka-bul edilmelidir.
Anahtar Kelimeler: Kök hücre, tüp bebek
There are no verses that directly talk aboutstem cell in Quran, but there are some interpretati-ons on “the stem cell research regarding the basic Is-lamic principles.” It lays down the principle of Ictihadas a mechanism of interpreting the basic Islamicprinciples in terms of the changing realities and re-quirements of life.
Indeed a zygote is valuable because it has thepotential to grow into a human being. It is not possib-le to accept destroying the stem cells both the fertili-zed ovum in the dish and the fertilized ovum in thewomb of its mother. However, researchers can usethe embryos which obtained from abortion, extraembryos of in vitro fertilization implantation, finishedpregnancy, and miscarried for scientific reasons.
It is also good to encourage the research on thealternative: to use adult stem cells instead of emb-ryonic or fetal stem cells which are obtained frommiscarried or stillborn fetuses. This would be muchless controversial. For this reason, if the stem cellsare used for curing or preventing any disease, Islamaccepts and encourages using them.
Key Words: Stem cells, fertilization in vitro
İslâm’ınKök Hücreye Bakışı
Prof. Dr. M. Saim YEPREMMarmara Üniversitesi, ‹lahiyat Fakültesi
Özet Abstract
An Islam Perspective On Stem Cell
DİN
VE
TO
PL
UM
28
DİYANET-SEN
inler ve Kök Hücre Paneli’nde “‹s-
lâm’›n Kök Hücreye Bak›fl›” bafll›¤›
alt›ndaki bir tebli¤de, do¤rudan ko-
nuya girmeden önce, “‹slâm’›n Ba-k›fl›”n›n ne anlam ifade etti¤i üze-
rinde durmak istiyorum. Bilindi¤i gibi, vahiy ile
gelmifl bir din olan ‹slâm’›n ana kayna¤› Kur’an-›
Kerim’dir. Hz. Peygamber 23 y›l süren vahiy alma
sürecinde, peyderpey gelen âyetleri her tebli¤
ediflinde, gerek duyuldukça aç›klamalarda bu-
lunmufl, anlafl›lmas›nda güçlük çekilen k›s›mlar›
tafsilen izah etmifltir. Kur’an âyetleri nüzul zama-
n›nda bizzat Peygamber taraf›ndan vahiy katiple-
rine yazd›r›ld›¤› halde, hadisler bir buçuk as›r
sonra derlenerek kaleme al›nmaya bafllanm›fl ve
böylece, âyetleri aç›klayan hadisler de haz›rlanan
kitap ve mecmualar içinde, di¤erleriyle birlikte
yer alm›flt›r.
Gerek Kur’an âyetlerinin ve gerekse hadisle-rin dili o günkü ilk muhataplar›n›n kulland›¤› ArapDili idi. Bunu bizzat Kur’an-› Kerim müteaddidayetlerde aç›kça belirtmektedir. “Biz onu Arapçabir metin olarak indirdik ki, akl›n›z› kullana-rak belki onu kavray›p özümlersiniz. 012-Yu-suf/002”. Ayr›ca bk. “020-Tâhâ/113, 039-Zü-mer/028...”
Tabiidir ki zaman›nda kullan›lmakta olanArap Dili ile gönderilen Kur’an Metni, o tarihtekibölge sakinlerinin bildi¤i, anlad›¤› kavramlar› içeri-yordu. Çünkü Allah’›n insanlara do¤ru yolu gös-termek üzere gönderdi¤i kitapta onlara, bilmedik-leri, anlamad›klar› kavramlarla hitap etmesi düflü-nülemezdi. Evrenselli¤in bafllang›ç noktas›n›n böy-lece anlafl›l›r olmas› gerekirdi. Nitekim Allah,Kur’an’›n bir Evrensel Hidâyet Kitab› oldu¤unubirçok ayette belirtmektedir.
Kur’an’›n evrensel bir hidayet kitab› olmaözelli¤inden dolay›d›r ki, akademik, bilimsel vas›f-taki bir kitab›n, kuru ifadeli, sistematik yap›s›ndanfarkl› olarak, konuflma dilinin hakim oldu¤u, ede-bî yönleri dorukta bir üslub tafl›d›¤› aç›kça görül-mektedir. Baz› ayetlerde, tarihi, co¤rafi, astrono-mik, biyolojik, arkeolojik, fiziki, hukuki, iktisadivb… konulara, tarih, yer, isim, formül vs. bulun-maks›z›n, genel hatlar›yla de¤inilmekte, misallerverilmekte, o günkü muhatab›n bildi¤i kavramlarüzerinden evrensel mesajlara yönlendirilmekte vedüflünüp ibret almalar› istenmektedir.
Bu sebepledir ki bugünkü bilgilerimizin göz-lü¤ü ile bak›ld›¤›nda, pozitif bilimlerin ilgilendi¤ikonular› ça¤r›flt›ran ve bu alanlarla ilgili oldu¤u in-tiba›n› uyand›ran baz› ayetlerden hareketle, bun-lar›n o bilim dallar›na ait bilimsel gerçekleri iflaretetti¤i sonucuna ulaflmak, tarihte ve günümüzde,tefsir ve ilahiyat ilimleriyle meflgul olan ilahiyatç›la-r›n büyük ço¤unlu¤una göre, do¤ru bir yaklafl›mde¤ildir.
Her ne kadar, bugün oldu¤u gibi tarihte de,zaman zaman, bilimsel tefsir gibi isimlerle an›labi-lecek tarzdaki çabalar olmuflsa da, özellikle, tarih-teki bu bilimsel yorumlar›n birçoklar›n›n, günününgenel-geçer bilgileri de¤ifltikten sonra, sadece ta-rihi hat›ra olarak kald›klar› bir gerçektir. Bu ger-
D
çek, günümüzde benzer anlay›fltaki çal›flmalar içinde muhtemel sonuçtur.
Nitekim Kök Hücre konusunda da, güncel bil-gilerimiz aç›s›ndan bak›ld›¤›nda, Kur’an’da bizati-hi kök hücre olarak, yahut kök hücre uygulamala-r› olarak, hatta klonlama olarak, alg›lanabilecekbirçok ayet görülecektir. Ne var ki bu yaklafl›mlar‹slam alimlerinin ço¤unlu¤unun uygun görmedi¤ibir yorum biçimi olan zorlama yorumlard›r. Bizimde tercih etti¤imiz tefsir metodu aç›s›ndan müna-sip olmad›¤› için bunlara temas etmeyece¤iz.
Kanaatimizce kutsal metinlerin, tarihi flartla-r› içinde yorumlanmas› zarureti, sadece Kur’an-›Kerim için de¤il, bütün kutsal kitaplar için de ge-çerlidir.
“‹slâm›n Bak›fl›” kavram›, ana kaynak olanKur’an-› Kerim’de o konudaki âyetlerde yer alan,buna ilaveten âyetler+hadisler formülünde bu-lunan görüfl anlam›na kullan›l›yorsa, yuka-r›da da ifade etti¤imiz esaslar dahi-linde bu husus, metinlerle s›-n›rl›d›r. Ve tabiidir ki, bilimde,teknikte, günlük hayatta ortaya ç›kan yeni konu-lar hakk›nda ayet ve hadise rastlamak mümkünde¤ildir. Zorlama yorumlarla, bât›nî tefsirlerle, he-men hemen her seferinde ayetleri, - gelifl sebeple-ri (sebeb-i nüzulleri) dahil - ba¤lam›ndan kopara-rak ve Arap dilinin özelliklerini göz ard› ederek, bukonular› herhangi bir âyetle iliflkilendirmek do¤ruve bilimsel bir yaklafl›m de¤ildir.
‹slâm Alimlerinin tarih boyunca ortaya koy-duklar› görüfllerle yetinerek “‹slâm›n Bak›fl›” n›ntesbiti de, yaflayan, evrensel bir din için, kanaati-
mizce, güncel bir görüfl ortaya koymaktan uzakt›r.Bu yaklafl›m ancak tarihteki “‹slâm AlimlerininBak›fl›” olur ki de¤eri, kuflkusuz, tarihi de¤erdir.
“‹slâm›n Bak›fl›” tabirinden, “Müslümanla-r›n Bak›fl›” kasdediliyorsa bu durumda, dünyadayaflayan müslüman topluluklar›n tarihi, co¤rafi,demografik, siyasi, mezhebî… çeflitlilikleri kadarfarkl› bak›fl aç›lar› tesbit edilebilecektir ki, budurumda, uzun bir sosyolojik alan çal›fl-mas›na ihtiyaç vard›r.
Kanaatimizce “KökHücre” konulu bir t›pk o n g r e s i n d e“‹slâm›n
Kök Hücre-ye Bak›fl›” denin-
ce, bu bak›fl do¤rudanKur’an âyetlerinde bulunama-
yaca¤›na göre, Kur’an’›n bütünün-den ç›kar›lan “‹slâm›n Temel Prensipleri Aç›s›n-dan Kök Hücre Çal›flmalar›” fleklinde ele al›na-rak mütalaa edilmesi en uygun yaklafl›md›r.
Kur’an-› Kerim’de insan yarad›l›fl›ndan bahse-
dilirken 5 ayr› surede bir kal›p halinde “min nef-sin vahidetin ”1 (insanlar› tek bir nefisten –canl› öz – den ve eflini de ayn› özden yaratt›) flek-
lindeki ifadeler yer almaktad›r. Burada, ihtiva etti-
¤i çeflitli birçok anlam içinde, bugünkü anlay›flla
kök hücre olarak da yorumlanmas› mümkün olan
NEFS kelimesinin, ayetler içinde ön görülen unsur
olmad›¤›, metinlerin tamam› okundu¤u zaman
aç›kça görülecektir. (Dipnotlar burada okuna-bilir)
DİN
VE
TO
PL
UM
29
DİYANET-SEN
1 “Ey insanlar, sizi tek bir nefisten (canl› öz) yaratan, ayn› özden de eflini var edip ikisinden birçok erkek ve kad›n üretenRabb›n›za sayg›l› davran›n. Kendisi ad›na birbirinizden dilekte bulundu¤unuz Allah’tan ve akrabal›k ba¤lar›n› koparmak-tan da sak›n›n. fiüphesiz Allah sizi görüp gözetlemektedir. 004-Nisa/001”“Sizi bir tek nefisten (canl› öz) yarat›p üreten O’dur. Sizin için bir süre kalma ve geçici olarak bulunma yerleri de yarat-m›flt›r. Anlayan bir toplum için ayetleri ayr›nt›lar›yla aç›klad›k. 006-En’âm/098”“Sizi bir tek nefisten (canl› öz) yaratan, ayn› özden de yan›nda huzur bulmas› için eflini yaratan O’dur. Efline yaklafl›ncaefli hafif bir yük yüklendi ve onu bir süre tafl›d›. Hamileli¤i a¤›rlafl›nca Rablar› Allah’a, “Bize kusursuz bir çocuk verirsenelbette flükredenlerden oluruz” diye dua ettiler. 007-A’râf 189”“Hepinizin yarat›lmas› ve yeniden diriltilmesi, [O’nun için] tek bir nefs[in (canl› özün) yarat›lmas› ve diriltilmesi] gibidir:fiüphe yok ki Allah, her fleyi ifliten, her fleyi görendir. 031-Lokman/028”“O sizi tek bir nefisten (canl› öz) yaratt›. Sonra da ayn› özden eflini var etti. Sizin için hayvanlardan sekiz çift meydanagetirdi. Sizi de annelerinizin kar›nlar›nda üç katl› karanl›k içinde çeflitli aflamalardan geçirerek yaratmaktad›r. ‹flte bu, hü-kümranl›k sadece kendisine ait olan Rabb›n›z Allah’t›r. O’ndan baflka tanr› yoktur. Öyleyken nas›l olur da O’ndan dön-dürülürsünüz? 039-Zümer/ 006”
Burada dikkatin yo¤unlaflt›r›lmas› gerekennokta Kur’an’a göre insano¤lunun erkek ve diflibir çift olarak her ikisinin de ortak bir canl› özdenyarat›lm›fl oldu¤u ve di¤er insanlar›n da bunlardan
bildi¤imiz flekilde üretildi¤i gerçe¤i karfl›s›n-da, insanlar›n toplum ve fert olarak Al-
lah’a karfl› sayg›l› ve birbirlerine kar-fl› da anlay›fll› ve flefkatli davran-
malar› gerekti¤inin vurgulan-makta olmas›d›r. Bunun ya-
n›nda, yaratma ve kainatatasarruf konusunda Al-
lah’›n tek hakim ve ya-rat›c› varl›k oldu¤u,müteaddid ayetlerdeönemle hat›rlat›l-maktad›r. (039-Zü-mer/062)2.
Nitekim labo-ratuarlarda bizimyapt›¤›m›z ifl, ge-rekli materyallerive flartlar› haz›rla-y›p start verdiktensonra yarad›l›fl›n na-
s›l gerçekleflti¤ini sa-b›rla bekleyip göz-
lemlemektir. Bilimselgerçeklere iflaret etti¤i
fleklinde yorumlananâyetlerin tamam›nda ayn›
espri hakimdir.
Bu durumda 2. Kongresiniyapmakta oldu¤umuz Kök Hücre
çal›flmalar› acaba “‹slâm›n TemelPrensipleri Aç›s›ndan”, “Nefsi ve nesli
muhafaza” ilkeleri ba¤lam›nda Allah’›n yaratma-
s›na, f›trata bir müdahale olarak de¤erlendirilebilirmi?”
Kök hücre, genetik kopyalama, IVF, PGD vb.çal›flmalarda dini endifleleri olan çevrelerin ilerisürdükleri ilk hususlardan biri budur. Biz de bunokta üzerinde k›saca durmak istiyoruz.
Sorunun cevab›na geçmeden önce, Kur’an-›Kerim’in pozitif bilim çal›flmalar›na nas›l bakt›¤›nabir göz atmakta fayda vard›r. Örnek olarak 088-Gâfliye Sûresinin 17. ve devam› âyetler3 ele al›na-bilir. Ayetler okundu¤u zaman görülecektir ki herbiri pozitif bilimlerin konusu olan tabiat olaylar›-n›n ve bu arada yaratma iflleminin nas›l gerçeklefl-ti¤inin incelenmesini emretmektedir.
Buna dayanarak rahatça söyleyebiliriz ki, bafl-ta kök hücre çal›flmalar› olmak üzere klonlama,IVF, PGD vb. çal›flmalar, bilimsel araflt›rmalar ola-rak, Allah’›n “keyfe” (nas›l) sorusu ile yaratma fi-ilinin keyfiyetine yönlendirdi¤i araflt›rma ve incele-me kapsam›nda mütalaa edilebilir. O halde, ‹sla-m›n bu çal›flmalar› engellemesi flöyle dursun, isterbir fayday› elde etmek (celb-i menfaat), isterse birzarar› önlemek (def-i mazarrat) kabilinden olsun,destekledi¤ini söylemek gerçe¤i ifade etmektir.
Ancak bilimsel araflt›rmalar tamamlan›p uy-gulama safhas›na geçildi¤i zaman durum de¤ifl-mekte, zincirleme rezervler koyma gere¤i ortayaç›kmaktad›r.
‹flte “Kök Hücre çal›flmalar› acaba “‹slâm›nTemel Prensipleri Aç›s›ndan”, “Nefsi ve neslimuhafaza” ilkeleri ba¤lam›nda, Allah’›n yaratma-s›na, f›trata bir müdahale olarak de¤erlendirilebilirmi?” sorusu bu noktada gündeme gelecektir. Buçal›flmalar, bozulan bir dengeyi yeniden sa¤lamak,bir hastal›¤› tedavi etmek veya önlemek gibi yücemaksatlar için kullan›ld›¤› takdirde elbette bu mü-
DİN
VE
TO
PL
UM
30
DİYANET-SEN
2 “ALLAH her fleyin yarat›c›s›d›r ve yaln›z O’dur her fleyin yönünü ve sonucunu belirleme gücüne Sahip olan. 039-Zü-mer/062”
3 “PEK‹, [o yeniden dirilmeyi inkar edenler] bakmazlar m› ya¤mur yüklü bulutlara, (veya develere) [ve görmezler mi] nas›lyarat›lm›fl onlar?” “Ve (bakmazlar m›) gö¤e, nas›l yükseltilmifl?”“Ve da¤lara, nas›l sa¤lamca dikilmifl?”“Ve topra¤a, nas›l yay›lm›fl?”“‹flte böyle, [ey Peygamber,] onlara ö¤üt ver; senin görevin yaln›z ö¤üt vermektir”:“sen onlar› [inanmaya] zorlayamazs›n. 088-Gâfliye/017 – 022”
dahale ‹slam›n da destekledi¤i ve tavsiye etti¤i bir
müdahale olarak kabul edilmelidir. Kur’an’da
“sahhara”4 “o her fleyi sizin emrinize ve yararlan-
man›za boyun e¤dirdi” kelimesi ile müteaddid
âyetlerde ifade edilen kavram içinde ele al›nmal›-
d›r. Kuflkusuzdur ki bu boyun e¤dirme, do¤ay› ve
do¤adaki varl›klar› dejenere etmek, do¤an›n den-
gesini bozmak, insanl›¤›n zarar›na ve mahv›na se-
bep olmak gibi tasarruflar› da kapsad›¤›ndan, bu
sonuçlar›n elde edilmesinde rol oynayan insan›n
sorumlulu¤u içinde yer almaktad›r ki yarad›l›fla bu
tür müdahaleyi ‹slam›n hofl gördü¤ünü söylemek
mümkün de¤ildir.
Kök Hücre uygulamalar›nda bir baflka rezerv
de Kök Hücrenin elde edilifl safhas›ndad›r. ‹slam›n
önemli prensiplerinden biri, meflru bir gayeye ula-
fl›lmas›ndaki vas›tan›n ve metodun da meflru ol-
mas›n›n gerekti¤i prensibidir. Bu prensip “Yetiflkin
Kök Hücre” için de özellikle “Embriyonik Kök
Hücre” için de geçerlidir.
28-29 Nisan 2006 tarihinde ‹stanbul’da yap›-
lan “2. ULUSLARARASI TÜP BEBEK TEDAV‹LER‹N-
DE B‹L‹MSEL VE ET‹K YAKLAfiIMLAR KONFERAN-
SI” nda, üyesi bulundu¤um Din ‹flleri Yüksek Ku-
rulu’nun uzman raporlar› ve kurul mütalaalar›na
dayan›larak, taraf›mdan haz›rlan›p Diyanet ‹flleri
Baflkanl›¤› ad›na sunulan tebli¤de yer alan bir pa-
ragraf› aynen tekrarlamak istiyorum:
“‹slam Dini, hasta ve sakat da olsa, insan›n
yaflama hakk› oldu¤unu savunmakta, onun bafl-
lang›c›ndan itibaren herhangi bir flekilde ve her-
hangi bir gerekçeyle hayat›n›n sona erdirilmesine
olumlu bakmamaktad›r. Bu yüzden PGD ve ben-
zeri yöntemleri, embriyonun zarar görmesine veya
itlaf edilmesine yol açmamak kayd›yla, bilimsel
araflt›rmalar d›fl›nda, t›bbi lüzum ve gerekle s›n›rl›
olmak üzere kullan›labilir. Ancak kötü maksatl›la-
r›, moral ve etik de¤erler aç›s›ndan tolere edileme-
yecek uygulamalar›, önlemek için yasal ve idari
tedbirler de al›nmal›d›r.”
Bahsi geçen tebli¤de müstakil insan›n, ferdolarak, gerçek ve mant›ki bafllang›c›n›n, ba¤›ms›ziki ayr› varl›k durumundaki yumurta ve spermindöllenip tam bir insan› oluflturmak üzere aktivi-teye geçti¤i an “zigot” oldu¤u ifade edil-miflti. Bu itibarla ister laboratuar orta-m›nda olsun isterse ana rahmindebulunsun kök hücre elde etmekmaksad›yla embriyonun itlafedilmesine olumlu bakmakmümkün de¤ildir. Sözüedilen tebli¤den bir pa-saj daha naklediyo-rum:
“Bu sak›ncay›giderebilmek için,tüp bebek uygula-mas›nda e¤ermümkünse ihti-yaçtan fazla yu-murta döllenme-meli ve bunlar ko-runmal›, sadece ih-tiyaç duyulan yu-murtalar›n döllen-mesiyle yetinilmeli-dir. Aksi takdirde ar-tanlar›n imha edilmesidini yönden sak›ncal›olacakt›r.
Ancak t›bbi zaruretlerveya teknik imkan/imkans›zl›k-lar sebebiyle elde edilmek istenenbebek say›s›ndan fazla embriyo olufl-turulmas› gerekti¤inde, bu ifllem müm-kün olan minimum seviyede tutulmal›, ve ar-tanlar itlaf edilmek yerine tedavide kullan›lmaküzere kök hücre çal›flmalar›na tahsis edilmelidir.Ana rahmine implantasyonu gerçekleflen blasto-cistlere, t›bbi zaruretler d›fl›nda, art›k kesinliklemüdahale edilmemelidir.”
DİN
VE
TO
PL
UM
31
DİYANET-SEN
4 “Yeryüzünde var olan her fleyi ve koydu¤u (fizikî) yasalara uyarak denizde seyreden gemileri size boyun e¤direninAllah oldu¤unu görmüyor musun? Ve gök cisimlerini, kendi izni olmad›kça yeryüzüne düflmemeleri için, yerlerinde, yö-rüngelerinde tutan[›n O oldu¤unu görmüyor musun?] Gerçekten de Allah insanlara karfl› çok ac›y›p esirgeyen, çok flef-kat gösterendir. 022-Hacc/065”
Bu mant›kla düflünüldü¤ü takdirde IVF çal›fl-
malar›ndan ba¤›ms›z, münhas›ran kök hücre elde
etmek üzere, ister laboratuar ortam›nda isterse
ana rahminde, embriyo oluflturmak ve gelifltir-
mek, yukar›da sözü geçen prensipten ötürü, bafl-
lang›ç halindeki müstakil bir canl›n›n itlaf› anlam›-
na gelece¤i için, daha baflka formüllerin ikame
edilmesi araflt›rmalar›na a¤›rl›k verilmelidir.
Nitekim son dönemlerde, medyada, yetiflkinkök hücrelerden, embriyonik kök hücrelerin bü-tün özelliklerini tafl›yan hücrelerin yap›labilece¤inigösteren çal›flmalardan s›k s›k bahsedilmektedir.
Ancak herhangi bir sebeple sonland›r›lm›fl ge-belik, düflük, kürtaj ve IVF’de implantasyon sonra-s› artan embriyolar gibi materyallerden bu mak-satlarla yararlan›labilir.
Organ transplantasyonunda kullan›lmak üze-re, organ üretmeye yönelik kök hücre çal›flmalar›ise, embriyolar›n itlaf› sonucunu do¤urmayacakveya kad›nlar› yedek parça fabrikas› haline getir-meyecek yöntemlerle yürütülmeli ve uygulamayageçilmelidir.
“Embriyonik kök hücrelerin d›fl›nda vücu-dumuzun di¤er organlar›ndan al›nan kök hücre-lerin de ayn› fonksiyonu icra edebilece¤ine dairyap›lan çal›flmalar› ise embriyonik kök hücreler-den ayr› de¤erlendirmek, bunu organ nakli gibigörmek ve böylece tedâvi amaçl› kullan›m›na di-
ni aç›dan müsbet bakmak gerekir diye düflünü-yoruz.
Kök hücre hayvan cenininden al›narak yap›la-bilirse bu uygulamada dinî aç›dan bir problem ol-maz. Bu konuda dînî bir engel yoktur.?5
Kök hücrelerin genetik yap›s› üzerindeki çal›fl-malar amans›z hastal›klar›n tedavisine imkan vere-cek flekilde yürütülüp bu maksatl uyguland›¤› tak-dirde, evrensel nitelikte, etik ve moral de¤erleraç›s›ndan ve tabiidir ki ‹slam aç›s›ndan da, teflvikedilecek nitelikte faaliyetler olmakla birlikte, sonderece tehlikeli uygulamalara da yol açabilece¤idaima göz önünde bulundurulmal›d›r.
Sonuç olarak flunlar› belirtmekte fayda var-d›r. 2. Ulusal Kök Hücre Kongresi’nde ‹slam’›nKök Hücreye Bak›fl› isimli tebli¤i Kur’an Tefsirin-deki metod anlay›fl›m›z sebebiyle ‹slam’›n KökHücre Çal›flmalar›na Bak›fl› flekline çevirdiktensonra ‹slam’›n Temel Prensipleri aç›s›ndan KökHücre Çal›flmalar›na ana hatlar›yla bak›fl yapmayaçal›flt›m. Tabiidir ki bu bak›fl, do¤matik karakterli,kesin nasslar›n sonuçlar› olmad›¤› içindir ki, ayn›bafll›k alt›nda, esasta - prensipte de¤il detayda, azçok farkl› görüfller de ortaya konabilir. Bu farkl›-l›klar, tarihte oldu¤u günümüzde de, görüfl sahi-binin bilimsel nitelikteki gerekçelere dayal› tercih-lerindeki önceliklerin farkl›l›¤›ndan kaynaklan›r.Bu da tabiidir.
Kesin olan fludur ki, bioetik, t›bbi etik… dahil,evrensel nitelikteki bütün etik ve moral de¤erler,kesinleflmifl bilimsel gerçekler, ‹slam’›n da ayn› za-manda muteber addetti¤i de¤erlerdir. T›bbi, bi-limsel, zaruret ve gereklilikler ‹slam›n da zaruret vegereklilik hükümleri için geçerli dayanaklard›r.
Sözün Özü, Kök Hücre Uygulamalar› Konu-sunda ‹slam›n Bak›fl›n› belirlemek için gerekli bütünveriler T›b ve ilgili bilim adamlar› taraf›ndan verile-cek veriler olaca¤›na göre, bu bak›fl›n flekillenmesin-de birinci derecede rol yine sizlerin olacakt›r.
Sözlerime son verirken, Kongre’nin haz›rlan›pbaflar›yla yürütülmesinde eme¤i geçen bütün fla-h›s, kurum ve kurulufllar› tebrik eder, teflekkürleri-mi sunar, bütün kat›l›mc›lar›n, uzman ve akade-misyenlerin Kök Hücre Çal›flmalar›nda insanl›¤›nyarar›na hay›rl› sonuçlara ulaflmalar›n› dilerim.
DİN
VE
TO
PL
UM
32
DİYANET-SEN
5 Dr. Muhlis Akar, Genetik Kopyalama, Din ‹flleri Yüksek Kurulu Uzman Raporu.Copyright © 2007 by Türkiye Klinikleri
evlânâ Celâleddin er-Rûmî (1207-1273), ha-yat›n› ilme, irfana, ahlâka k›sacas› Hakk’a vehalka adam›fl gönül ve hizmet ehli bir kiflidir.Hz. Peygamber ‘in güzel ahlâk›n› kendisineörnek alan Mevlânâ, bütün eserlerinde in-
sanlara fazilet ve meziyet yollar›n› ö¤retme, onlar› Resu-lün kutlu yoluna iletme çabas› içindedir.
Mevlânâ, eserlerinde, peygamberlere, onlar›nmücadelelerine ve ahlâkî güzelliklerine s›kça yer verir.O, Kur’ân’da ad› geçen hemen hemen her peygam-
bere flu veya bu yolla deyinir. Bunlardan Hz. Musa,‹sa, Âdem, Yusuf, ‹brahim, Süleyman ve Hz. Muham-med s›kça yer verdi¤i peygamberlerdir. Bu yer verilenpeygamberler içerisinde Mevlânâ’n›n Hz. Muham-med’e verdi¤i yer, de¤er ve önemin hepsinin üstündeoldu¤u görülür.
O, Hz. Peygamber’i anlat›rken a¤›rl›klaKur’ân’a, hadislere, tarihi olaylara ve rivayetlere da-yan›r. Rûmî, bu malzemeyi, derin aflk›n›n fliirsel ifa-delerini de katarak zengin bir anlat›mla de¤erlendi-
M
Mevlânâ’ya GöreHz. Muhammed’in
ÜstünlüğüProf. Dr. ‹brahim EM‹RO⁄LU
Dokuz Eylül Üniversitesi, ‹lahiyat Fakültesi
rir. Bunu yaparken, yer yer Hz. Muhammed’inmuçizelerine de de¤inir ve bunlar› güçlü fliirselanlat›m›yla süsleyerek anlat›r.
Onun, eserlerinde, peygamberimizi en çok,s›ras›yla Ahmed, Muhammed, Mustafa, Peygam-ber, Rasûl, Ahmed-i Muhtar, Nebî, Tanr› Elçisi,Peygamberler Ulusu, Sultan, Padiflah ve Yâsîn ad-lar›yla and›¤›n› ve ona yer ay›rd›¤›n› görürüz.
Mevlânâ Celâleddîn er-Rûmî’nin, Allah’a veAllah’›n gönderdi¤i son elçi olan Hz. Muham-med’e gayet ba¤l›1, Hz. Peygamber gibi ibadeteoldukça düflkün biri oldu¤uyla ilgili çok say›da ri-vayetle karfl›lafl›r›z.2 Ömrünün büyük k›sm›n› iba-detle, zikirle, Allah’a hamd ve Resulü Hz. Muham-med’e salât ve selâm ile geçirdi¤ini görürüz,
Mevlânâ’ya göre Hz. Muhammed’i anlamakbüyük bir ifltir. O, bunun azametini flöyle ifade eder:
“E¤er Uhud Da¤›, beni anlasayd› o da¤dan›rmak ›rmak kan akard›” deyip duruyor,
Sen bu ad› babandan, anandan iflittin deonun için bu ada gafilce yap›flt›n.3
Hazret-i Ahmet, e¤er o ulu ve yüce kanad›n›açarsa Cebrail, ebedî olarak kendisinden geçip
gider.4
Hz. Peygamber’i gerçek anlamda anlayana veonun yolunu izleyene yard›mlar ve bol ba¤›fllarvard›r.5 Fakat Hz. Peygamber’i do¤ru anlayabil-mek için cehaleti, önyarg›lar›, kibri, h›rs› ve yanl›flmuhakemeyi terk etmek gerekmektedir.6
Mevlânâ’ya göre topraktan nice insanlar halkedilmifltir, fakat bu yarat›lanlar içinde en üstün ola-n› Hz. Muhammed’dir. Hatta o, Hz. Muhammed’i,ilk etapta sünnî kelâm anlay›fl›na uygun düflmeye-cek bir ifade ile, “mâhiyeti ve keyfiyeti bilinemezolan Tanr› fleklinde görünmesi” olarak yorumlar.7
Peygamberlerin sonuncusunun yolu/dini hür-metine âleme bereketler saç›l›r, Onun nefesiyleaç›lmam›fl kap›lar aç›l›r; duas›, iki âlemde de müs-
DİN
VE
TO
PL
UM
34
DİYANET-SEN
1 Bkz. Eflâkî, Ahmet, Ariflerin Menk›beleri (Menâk›bu’l-Ârijîn), Çcv. Tahsin Yaz›c›, ‹stanbul, 1995, C. I, ss. 256, 283-284,330, 334, 380-386, 396-397, 471, 580, 700-701, 707; C. II, ss. 148, 151, 154-156, 183-184, 194, 238, 245-246.
2 Bkz. Eflâkî, Ariflerin Menk›beleri, C. I, ss. 560-561, 591, 562.3 Mevlânâ Celâleddin er-Rûmî, Mesnevi, Çev. Veled ‹zbudak (M.E.B. Yay›nlar›), ‹stanbul, 1991, C. II, s. 39, b. 510-511.4 Mesnevi, C. IV, s. 304, b. 3800.5 Mesnevî, C. IV, s. 307, b. 3439-3442.6 Mesnevî, C. I, s. 315, b. 3957-3959; C. IV, s. 307, b. 3443-3444.7 ‹lgili beyit aynen flöyledir: “Neliksiz, niteliksiz Tanr›, Mustafa Peygamber’in fleklinde göründü...” (Mcvlânâ Cclâlcddin
cr-Rûmî, Dîvân-› Kebîr, Çeviren ve Haz›rlayan: Abdulbâki Gölp›narl›, (Kültür Bakanl›¤› Yay›nlar›), Ankara, 1992, C.V, s. 287, b. 3398.)
tecap olur.8 O, bu dünyada da flefaatçidir, o dün-yada da; bu dünyada insan› dine götürür, o dün-yada da cennetlere.
Topra¤›n nice flafl›lacak çocuklar› vard›r, fakatAhmed, hepsinden üstündür!9 Nerede olursa ol-sun onun çoluk çocu¤u da üstündür. Zira gül da-l› nerede biterse bitsin gül, Günefl nereden do¤ar-sa do¤sun, yine günefltir!10 Hz. Peygamber’inkendi güzel oldu¤u gibi, soyu-sopu da güzeldir.Onun zahiri soyu yüce oldu¤u gibi, bât›n› da em-salsiz güzellikteydi.
...Ard›nca da Kureyfl emirleri gidiyorlard›.Çünkü Peygamberin atas› Kureyfl ulular›ndand›.
Adem Peygamber’e kadar bütün geçmiflleri,mecliste de en ulu kiflilerdi, savaflta da!
Bu soy, onun zahiri soyuydu, ulu padiflahlarpadiflah›ndan süzülmeydi.
‹çiyse zaten soydan, soptan uzakt›, pakt›. Ba-l›ktan “simak” denilen y›ld›za kadar onunla cins
ve eflit olacak kimse yoktu! 11
Mevlânâ’ya göre Hz. Muhammed’in büyüklü-¤ünün ve üstünlü¤ünün alâmetleri henüz o çocuk-ken kendisini belirtmeye bafllam›flt›. “O, öyle birvarl›kt› ki varl›¤›n›n günefli balç›k do¤usundan do¤-madan önce ›fl›¤›n›n par›lt›lar›, sabah gibi âlemi nu-ra garketmiflti. Nitekim hikâye ederler; bundan ön-ce, yani daha peygamber de¤ilken Mekke’de birk›tl›k yüz göstermiflti. Kâfirler, birisi gerek ki rahmetkap›s›n›n halkas›n› oynats›n, kaza ve kader kap›s›n›çals›n ki k›tl›k, halk›n tozunu savurdu; ne hayvankald›, ne insan, ne bitki, yaflay›fl bitmek-tükenmeküzere; ne yapal›m, ne edelim diye Abdulmuttalib’inkat›na geldiler. Abdulmuttalib, benim ne gökyüzü-ne yüz tutacak, yalvaracak yüzüm var, ne yeryüzü-ne dedi; ancak aln›mda Adnan’da karar eden, on-dan Abdimenaf in göbe¤ine geçen ve Abdimanaftaraf›ndan bir müddet için Abdullah’a verilen birnur var ki Abdullah, onu emanet olarak Amine’ye
teslim etti; flimdi o nur huzur âlemine gelmifltir; onugetirin de onun hürmetine Tanr›’ya dua edelim, di-le¤imizi dileyelim; belki onun yüzüsuyu hürmetinebir ifl olur. Muhammed’i getirdiler; Abdulmuttalib,onu görünce aya¤a kalkt›; onu al›p ba¤r›na bast›,götürüp baflköfleye oturttu. Bir çocu¤u baflköfleyeoturtuyorsun dediler. Evet dedi, görünüflte baflkö-flede ben oturmuflum ama bât›n tap›s›ndan, o, sen-den ziyade onun hakk› diyorlar. Ondan sonra Ab-dulmuttalib, kullar, flehzadeleri nas›l okflarlarsa öy-lesine okflad› onu ve al›p Kabe kap›s›na getirdi.Onunla oynamakta, âdet oldu¤u gibi onu havayaat›p tutmaktayd›. Ya Rabbi dedi, bu senin kulunMuhammed’dir, derken kendisini tutamad›, a¤la-maya bafllad›. Önüne ön olmayan lütuf dad›s› mer-hamete geldi; rahmet denizi coflup köpürdü. Yer-den bir dumand›r koptu, gö¤e a¤d›; bulutun gözü-ne vard›; ya¤mur ya¤maya bafllad›. Çevredeki kuyu-lar, çukurlar doldu; bitkiler suya kand›; ölmüfl âlemdirildi. Daha çocukken kutlu zât› yüzünden puta ta-pan kâfirler belâdan (kurakl›ktan) kurtuldular. Buk›yamet flefaatçisi bir gün flefaat kemerini belinekuflan›p flefaate giriflirse o sonu olmayan, s›n›r› bu-lunmayan rahmet, nas›l olur da inananlar› dertte,belâda b›rak›r? Bunlar ulular ulusunun üstünlükle-rinden birazc›¤›n› duyup dinledi¤in fleyledir...”12
Muhammed, ümmîydi, yetimdi. Onu mekte-be götürecek, ona yaz› ve hüner ö¤retecek anneve babadan mahrumdu. Buna ra¤men, diyor Mev-lânâ, onun binlerce bilgi ve irfan› ö¤renip varl›¤›nbafllang›c›nda beri âleme gelen, âlemde olan her-fleyi ad›m-ad›m, anlatmas›, herkesin kutlulu¤un-dan, kutsuzlu¤undan haber vermesi; cennet bah-çelerini a¤aç-a¤aç göstermesi; hurilerin kulaklar›n-daki küpelere var›ncaya dek haber vermesi; Ce-hennem zindanlar›n› çukur-çukur, bucak-bucakanlatmas›13, daha do¤rusu bu bilgilerin ona Allahtaraf›ndan ö¤retilip anlatt›r›lmas›14 onun üstünlü-¤ünün bir baflka kan›t›d›r.
DİN
VE
TO
PL
UM
35
DİYANET-SEN
8 Mesnevî, C. VI, s. 15, b. 164-167.9 Mesnevî, C. IV, s. 84, b. 1017.
10 Mesnevî, C. VI, s. 16, b. 175-179.11 Mesnevî, C. IV, s. 85, b. 1035-1038.12 Mevlânâ Cclâlcddin cr-Rûmî, Macâlis-i Sab’a (Yedi Meclis), Çeviren ve Haz›rlayan: Abdulbâki Gölp›narl›, Konya,
1965, ss. 79-80, Meclis: V.13 Macâlis, s. 96, Meclis: VII.14 “Sonradan var olan (hadîs) bir fley, eskiden var olandan (kadîm) nas›l haber verebilir? Binaenaleyh bunlar› onun söyle-
medi¤i, Tanr›’n›n söylemifl oldu¤u anlafl›ld›. Çünkü, “O kendili¤inden konuflmamaktad›r. Onun konuflmas› ancak bildi-rilen bir vahiy iledir” (Nccm, 53/3-4) buyurulmufltur.” Fîh, s. 62.
Mevlânâ’n›n flu beyitlerinde de Hz. Muham-med’in üstünlü¤ü ifllenmektedir:
Denizi yarmak, Musa’ya ait bir çeviklik; fakatAy’›n kaftan›n› y›rtmak, Ay’› ikiye bölmek,
Mustafa’n›n ifli.15
‹sa, Musa’n›n efli; Yunus, Yusuf’un dengi;Ahmet ise yapayaln›z oturmufl; yani ben onlar-dan ayr›y›m diyor.
Anlam denizi aflkt›r; her birisi o denizde birbal›k. Ahmed ise denizdeki inci...16
Ahmed’i övüfl, haç›n üstüne nakfledilinceputtan birlik s›rr›, apaç›k duyulurdu.17
Kafilemizin baflbu¤u dünyan›n kendisi ileövündü¤ü Mustafa’d›r.18
Eflâki’nin nakletti¤i flu iki olayda da Hz. Mu-hammed’in üstünlü¤ü ifllenmektedir: fiems-i Teb-rizî ile Mevlânâ’n›n o ilk büyük karfl›laflmalar›ndafiems; ona flöyle bir soru yöneltir: “Ey dünya vemâna nakitlerinin sarraf›, Tanr› adlar›n›n bilgini!Söyle, Muhammed hazretleri mi büyük yoksa Ba-yezid mi büyüktü? Mevlânâ: “Hay›r, hay›r, Mu-hammed Mustafa bütün peygamber ve velilerinbaflbu¤u ve reisidir. Hakikatte büyüklük ve ululukonundur” diye buyurdu.19
Mevlânâ hazretleri fiam taraf›na, ilimleri eldeetmek için hareket etti¤i vakit kafile yolda Sis vila-yetinde bir ma¤arada konaklad›. O ma¤aradadünyadan elini ete¤ini çekmifl k›rk münzevi rahipvard›. Onlar riyazetle o dereceye gelmifllerdi ki, budünyan›n bütün s›rlar›n› keflfediyor, bu süfli âle-min ¤ay›plarmdan haber veriyor ve insanlar›n için-de olanlar› söylüyorlard›. Etraftan da kendilerinehediyeler ve adaklar geliyordu. Mevlânâ hazretle-rini gördüklerinde bir çocu¤a iflaret ettiler. Çocukhavaya z›plad› ve yerle gök aras›nda durdu. Mev-
lânâ hazretleri de mübarek bafl›n› önüne e¤miflmurakabede idi. Birdenbire o çocuk: “Bana bir ça-re bulunuz, burada ba¤lan›p kald›m ve o murak›pflahs›n heybetinden ölece¤im” diye feryat etti.Onlar: “Afla¤› in!” dediler. O da: “‹nemiyorum,sanki beni buraya çivilemifller” dedi. Ne kadar ça-l›flt›larsa da afla¤› inemedi. Hepsi Mevlânâ’n›nayaklar›n› öpüp: “Ey dinin sultan›! Lütfet, görmez-likten gel de bizi rüsva etme” dediler. Mevlânâ da.“Tevhid kelimesini söylemekten baflka çare yok-tur” dedi. Çocuk derhal “Allah’tan baflka Tanr›yoktur, Muhammed O’nun kulu ve elçisidir” diyeflehâdet getirdi ve kolayl›kla afla¤› indi. Onlar›nhepsi söz birli¤i ile iman ettiler ve hazretle arkadaflolup gitmek istediler...20
Mevlânâ’nm Fîhi mâ Fih’indeki flu cümlelerin-de de Hz. Peygambcr’in üstünlü¤ü vurgulanmak-tad›r.
... Nebi, o ölmeyen aflk ve sevgiden ibarettir.Biri dedi ki: “niçin minarede yaln›z Tanr›’ya senaetmeyip, Muhammed’i de an›yorlar?” Ona dedilerki. “Muhammed’in övülmesi, Tanr›’n›n senas› de-¤il midir sanki?”21
Ulu Tanr›, “Ey Peygamber sana selâm olsun!”buyurdu. Bu demektir ki: Sana ve senin cinsindenolan herkese selâm olsun.22
... Güvenden güvene de fark vard›r. MeselâMuhammed’in (Tanr›’n›n selâm ve salât› onunüzerine olsun) di¤er nebilerden üstünlü¤ü, bu gü-ven bak›m›ndand›r. Yoksa bütün nebiler güveniçinde olup, korkudan kurtulmufllard›r...23
Musa önce konufltu, iflitti; sonra Tanr›’n›n dî-dar›na talip oldu. Söz söylemek makam› Mu-sa’n›n, görmek makam› ise Muhammed’indir(Tanr›’n›n selâm ve salât› onun üzerine olsun).24
DİN
VE
TO
PL
UM
36
DİYANET-SEN
15 Dîvân, C. V, s. 405, b. 5370.16 Dîvân, C. VII, ss. 598-599, b. 7948-7949.17 Dîvân, C. IV, s. 54, b. 449.18 Eflâkî, Ariflerin Menk›beleri, C. I, ss. 256-257.19 Eflâkî, Ariflerin Menk›beleri, C. I, s. 256. (Mevlânâ, bu vak’ay› anlat›rken: “Bu sorunun heybetinden sanki yedi kat
gök birbirinden ayr›l›p yere y›k›ld› ve içimden ç›kan büyük bir atefl kafatas›m›n içini kaplad›. Oradan bir duman ç›k›pArfl’›n ayaklar›na kadar yükseldi¤ini gördüm” buyururlard›. (Eflâkî, a.g.e, C. II, s. 194).
20 Eflâkî, Ariflerin Menkîbeleri, C. I, ss. 249-250.21 Mevlânâ Celâleddin cr-Rûmî, Fîhi Mâ Fîh, Çeviren: Meliha Ülker Anbarc›o¤lu, Milli E¤itim Bakanl›¤› Yay›nlar›, ‹stan-
bul, 1990, s. 346.22 a.g.e, s. 287.23 a.g.e, s. 75.
... Böylece Muhammed’in as›l oldu¤u malûmoldu. Çünkü hakk›nda: “Sen olmasayd›n felekleriyaratmazd›m.” buyurulmufltur.25
... ‹flte bunun için, önderin Muhammed oldu-¤unu bil. Her fley, ilk önce Muhammed’e gelme-den bize eriflmez.26
Bu devir veya âhir zaman, Hz. Muhammed’indevridir. Mevlânâ’nm belirtti¤ine göre, Musa pey-gamber bile, Hz. Muhammed döneminde yaflaya-rak onun ümmeti olmak için Yüce Allah’a yalvar›fl-ta bulunmufltur.
Ey Ahmed, yeryüzünün askeri kim oluyor ki?Aya bak, ay›n bile aln›n› yar!
Bu suretle y›ld›zlar›n yomlu, yomsuz oldu¤u-na inanan bihaberler, bu devrin, senin devrin ol-du¤unu, kamerin devri olmad›¤›n› anlas›nlar!
Bu devir, senin devrindir. Çünkü Kelîm olanMusa bile daima senin zaman›n› arzulad›.
Musa, senin devrinin parlakl›¤›n›, o devirdekitecelli sabah›n›n zuhurunu gördü de;
“Ya Rabbi, o ne rahmet devri, o devir, rah-metten de ileri, o devirde rüyet var.
Musa’n› denizlere dald›r da Ahmed’in dev-rinde izhar et” dedi.27
Yüce Allah iki âlemi de Hz. Muhammed’in
hat›r› için yaratm›fl, yeri ve gö¤ü onun hizmetineamade k›lm›flt›r.
(Senin çocu¤un, çocuk ruhlu ama) iki âlemde onun yavruca¤›, onun için yarat›lm›fl! Biz, âle-mi onunla diriltir, fele¤i onun hizmetine kul köleederiz.! 28 Âlemden maksat insand›r; ‹nsandanmaksat da o soluktur.29
Hz. Peygamberin bu ve benzeri üstünlüklerin-den dolay› Mevlânâ onu birçok güzel adlar ve ahlâ-kî vas›flarla anar. Bu üstün vas›flardan bir kaç› flun-lard›r: Mustafa, korkutucu ve müjdecidir. O, pey-gamberlerin en güzel, en aç›k ve yerinde söz söyle-yenlerindendir. Hz. Muhammed, efli-örne¤i bulun-mayand›r. Peygamberlerin ulusu; gökyüzünün de,yeryüzünün de ›fl›¤›d›r. ‹ki âlemin elçisi, insanlara vecinlere yol gösterendir. O, Peygamberlerin sonun-cusudur. Hz. Muhammed’in bizzat kendisinin be-lirtti¤i gibi, ondan sonra hiçbir peygamber gelme-yecektir; hiçbir peygamberin ümmeti de ondan üs-tün olmayacakt›r; onun ümmeti Isa ve Musa üm-metinden üstündür. Onun dini önceki dinlerin hü-kümlerini kald›rd›¤› gibi, bu son dinin hükümlerinikald›racak, bozacak, de¤erden düflürecek bir din deyoktur. Rahmetlerin en üstünü, övüfllerin, esenlikle-rin en parla¤› ona olsun...30
DİN
VE
TO
PL
UM
37
DİYANET-SEN
24 a.g.e, s. 144.25 a.g.e, s. 165.26 a.g.e, s. 343.27 Mesnevi, C. II, ss. 28, b. 353-358.28 Mesnevi, C. IV, s. 85, b. 1030-1031.29 Macâlis, s. 45, Meclis: II.30 Macâlis, s. 8, Meclis: I.
Yine Mevlânâ, Hz. Muhammed’in üstünlü¤ü-nü, k›smen övgü sözcükleriyle birlikte flu flekilde an-lat›r: “Allah, Peygamberimiz Muhammed’i gönder-mifltir; Allah’›n rahmeti ve esenlik ona; ezelî yard›monun bilgi sermayesidir.; Ay’›n yar›lmas› (Kamer,54/3) iflaretidir. “Ve az kalm›flt› ki kâfirler Kur ‘ân ‘›duyduklar› zaman seni gözleriyle yeyip helak etsin-ler” (Kalem, 68/519) âyeti, nazardan, kötülüktenkoruyucusu, “Gözü ne kayd›, ne haddini aflt›”(Necm, 53/179) âyeti himmetidir, rütbesi. Dünyaonun için yok olmufltur da âhiret vard›r. Rab mabu-dudur onun, mâbud da maksûdu. Allah koruyucu-sudur onun; Cebrail hizmetçisi. Burak bine¤idironun, mî’raç yolculu¤u. Son s›n›r a¤ac› (Necm,53/14) makam›d›r, Kaabe Kavseyn (Necm, 53/9) di-le¤i, meram›. S›dd›yk âfl›kt›r ona, ondan feyiz diler.Faruk adaletidir onun, azmidir, kuvvetidir. Zin-nû-reyn damad›d›r onun, kendisine uyulacak dostu.Murtazâ yi¤ididir onun, k›l›c›d›r, kudretidir.”31
“... Arz, Muhammed’in vücududur. Göklerise, onun düflüncesi, tasavvuru ve parlak muhayyi-lesidir... Herkes ona muhtaçt›r. Mevlânâ’n›n ifade-siyle, Sen: “Ben Tanr›’ya ulaflm›fl›m, Muham-med’den müsta¤niyim” diyorsun. Fakat Tanr›,Muhammed’den müsta¤ni de¤ildir. Nas›l olur kionu (Miraçta) huzuruna götürmüfltür... Tanr›, Mu-hammed için “E¤er sen olmasayd›n felekleri yarat-mazd›m” dedi. Muhammed de “Gözü gördü¤ün-den meyletmedik (Necm, 53/17) âyetiyle buyrul-du¤u gibi hareket etti ve “Sen herkesin aras›ndabeni seçtin. Ben de senden baflkas›n› istemiyo-rum” dedi...”32
Mevlânâ Celâleddin, Hz. Muhammed’in dahaçocukken baz› ola¤anüstü özellikler tafl›d›¤›n›, Ka-be’deki büyük putlar›n bile onun risâlete haz›rlan-d›¤›n› bildiklerini, bundan dolay› Hz. Muhammed’ionaylamada tereddüt gösterilmemesi gerekti¤ini
dile getirir.33 Müflriklerin, Hz. Muhammed’in sa-deli¤i, güvenirli¤i, bildirdiklerinin hak ve do¤rulu-¤u, bunlara ilâve olarak da insanlar› bir benzeriniortaya koymakta âciz b›rakan mucizelerine ra¤-men onu tastik etmemeleri, hakl› ve rasyonel ne-dene de¤il, duygusal nedenlere dayanmaktad›r.Onlar âdeta dogmatik inançs›zl›k örne¤i sergiliyor-lard›. Bununla ilgili olarak Mevlânâ bir çok örnekvermektedir.34
Birçok üstün nitelikler tafl›yan Hz. Muham-med’e uymak gerekir. Çünkü o, insanlar› flirkten,putlara tapmaktan, cehaletten, zulümden kurta-r›p, bunlar›n yerine tevhid inanc›n›, ilmi, hakk› veadaleti tesis etmifltir. O, vahye muhatap oldu¤uiçin söyledikleri do¤rudur ve sözlerine uymak,buyruklar›na teslim olmak gerekir. Bu teslimiyetigösteren can, ebediyen mutlu olur.35 Mevlânâ,Hz. Peygamber’in; “Ben, zamane tufan›na gemigibiyim; biz ve ashab›m, Nuh’un gemisine benze-riz. Kim bu gemiye el atar, kim bu gemiye girersekurtulur”36 hadisini naklederek, ebedi kurtulufliçin ona uyma ve onun yolundan gitme gereklili¤i-ni ifllemifltir. O, bu gereklili¤i ifllemekle kalmam›fl,Hz. Muhammed’e ve dinine arka ç›kanlara dâimaduac› olmufltur:
“... Muhammed’in fleriat›na arka olan›n ...Allah yüceli¤ini dâim etsin; kuvvetlendirsin onu;yard›m etsin ona, görsün gözetsin onu, hayr› esir-gemesin ondan hiçbir zaman; âhiretini de güzelbir hale soksun, dünyas›n› da.” Mevlânâ’da bunabenzer dualar, özellikle Mektuplar’mda. s›kça yeralmaktad›r.37 O, yine birçok mektubunda, “Pey-gamber’in yolunu tutan” kifliyi övüp, bunlara sev-gi ve sayg›s›n› iletmifltir.38
Mevlânâ’ya göre Hz. Muhammed, bütündünyadakilerin, onun yurdunda konuklad›¤› birpadiflaht›r.39 As›rlar geçmesine ra¤men Hz. Mu-
DİN
VE
TO
PL
UM
38
DİYANET-SEN
31 Macâlis, s. 77-78, Meclis: V.32 Eflâkî, Ariflerin Menkîbeleri, C. II, ss. 245-24633 Mcsnevî, C. III, ss. 263-264, b. 3220-3237; C. VI, s. 372, b. 4668-4671.34 Bkz. Mesnevî, C. I, ss. 172-173, b. 2146-2147, 2154-2160; C. VI, s. 167, b. 2098-2101.35 Mesnevi, C. I, s. 18, b. 225, 227-228.36 Mesnevî, C. IV, s. 44, b. 538-539.37 Bkz. Mevlânâ Cclâlcddin cr-Rûmî, Mektuplar, Çeviren ve Haz›rlayan: Abdulbâki Gölp›narl›, ‹stanbul, 1963, s. 171,
Mektup: CXIV.38 Mektuplar, s. 173, Mektup: CXV1.39 Mesnevî, C. V, s. 10, b. 65.
hammed’in dininin dimdik ayakta durmas›, onunüstünlü¤üne bir delil olmaktad›r.
Fakat Muhammed’in kurdu¤u varl›¤a bak,hicretten bu kadar y›l geçmifl, hâlâ durmada; nesa¤lam yap›.40
Mustafa, Medine’ye do¤ru yola ç›kmad› m›,padiflahl›¤a ulaflmad› m›? Yolculuktan kutlulu¤aermedi mi, padiflahl›¤a kavuflmad› m›, zaferler el-de etmedi mi?4I
Mustafa’n›n nurundan do¤an cana adalet-ten, zulümden bahsetme.42
Ecelle, ölümle Mustafa’n›n ad› yanmam›flt›r.Çünkü o ad›n sahibi ileriden de ileriydi, uludan daulu!43
Öyleyse bu üstün nitelikteki örnek ve modelinsan›n yolundan gitmek gerekecektir.
...fian›na, “sen olmasayd›n gökleri yaratmaz-d›m” denen erden lokma ye, onun kulu-kölesi ol.44
Nöbeti baflla da çabucak Ahmed’in nöbetiniçal. Çal da varl›k karm erisin, Arap güneflini gör.45
“...Muhammed’in uyumas› onun Mi’raca gitme-sidir. Sen de onun arkas›ndan gidersin. Yaln›z gön-lünde karar k›l›nacak bir yer elde etmeye çal›fl.”46
Fakat Muhammed Mustafa’n›n yolundangitmek ve onun gibi yüceliklere ermek için aflkgereklidir.
Aflk Burak’›, Cebrail’in k›lavuzlu¤u olmad›kçaMuhammed gibi konaklara nas›l gideceksin?47
Mevlânâ, sadece dille veya flekilde kalarak Hz.Muhammed’i sevmenin kan›tlanamayaca¤›n›, bu-nun yan›s›ra, onun yolunu takip etmenin önemli ol-du¤unu ›srarla belirtir. Salâvat verip duruyor amaMustafa’n›n temizli¤inden ne var onda?48 diye so-ran Mevlânâ, bir defas›nda da, kendisine nasihatvermesini isteyen Emîr Pervâne’ye flöyle ç›k›flm›flt›r:“Mademki, Tanr› ve O’nun elçisinin sözlerini oku-du¤un, gerekti¤i gibi bahsetti¤in ve bildi¤in halde osözlerden nasihat alam›yorsun ve hiçbir âyet ve ha-dîsin gerektirdi¤i flekilde amel edemiyorsan, benimnasihatimi nas›l dinler ve ona nas›l uyars›n?”49 Hz.Muhammed’in yolunda olmak demek, bir bak›maonu sevmek, onun hasretini çekmek ve onun içinfedakârl›k yapmak demektir.50
Sonuç olarak, kendisini Kur’ân’m kölesi veHz. Muhammed ‘in aya¤›n›n tozu olarak görenMevlana’ya göre, Hz. Muhammed yarat›lanlar›nen üstünüdür. Yerler gökler ona kuldur, ona muh-taçt›r. Duas› iki âlemde de kabul olunand›r. OnunAllah kat›nda apayr› bir yeri vard›r. Allah mahluka-t› onun hat›r› için yaratm›fl ve onu âlemlere rahmetolarak göndermifltir. Ona benzer ne gelmifltir nede gelecektir. Bu yüzden son peygamber olmufl-tur. Kur’ânda da ifade edildi¤i gibi, Hz. Muham-med ölse de onun tebli¤ etti¤i din baki kalacakt›r.O, yapt›¤› mücâdele, ortaya koydu¤u sa¤lam ah-lâkî mirastan dolay› minnet duyulacak bir insand›r.Sevgi ve sayg›y› en çok hak eden birisi oldu¤u içinona teslim olmak, itaat etmek ve yolunu izlemekgerekmektedir.
DİN
VE
TO
PL
UM
39
DİYANET-SEN
40 Dîvân, C. III, s. 97, b. 754.41 Dîvân, C. III, s. 206, b. 1909.42 Dîvân, C. V, s. 243, b. 2803.43 Mesnevî, C. IV, s. 230, b. 2865.44 Dîvân, C. IV, s. 84, b. 722. (T›rnak içindeki cümle hadîs-i kutsi olarak rivayet edilmifltir.)45 Dîvân, C. II, s. 261, b. 2129.46 Eflâkî, Ariflerin Mcnkîbelcri, C. II, s. 246.47 Dîvân, C. IV, s. 278, b. 2681.48 Dîvân, C. V, s. 270, b. 3159.49 Pervane, bu ç›k›flmadan sonra a¤layarak kalk›p gitti. Ondan sonra iyi amel iflleme, adalet ve ihsan ile meflgul oldu, hay-
ratta bulundu ve böylece dünyada bir tane oldu. (Eflâkî, Ariflerin Mcnkîbeleri, C. I, s. 344.)50 Bkz. Dîvân, C. VII, s. 31, b. 419-420; s. 509, b. 6685.
DİYANET-SEN
üm varl›k âlemi, bir a¤aca benzetile-cek olursa Mevlânâ, tasavvufî düflün-ce gelene¤iyle paralel olarak insan›bu a¤ac›n meyvesi yani varl›k ailesiningaye varl›¤› olarak de¤erlendirir. ‹n-
san, kendinde tüm varl›¤›n bilgisini, ilahîisim ve s›fatlar›n tamam›n› bar›nd›-
ran potansiyele sahip bir varl›kolmas› nedeniyle varl›k ailesi-
nin en kâmil üyesidir. ‹n-san, tüm varl›¤›n bilgi-
sini tafl›yan eksiksizbir kitap gibidir.
Bu yüzden sûfîdüflünce ge-
lene¤in-de in-
san, kendinden önceki tüm varl›k mertebelerinizat›nda toplayan bir varl›k düzleminde kabul edil-mifltir ve buna atfen insana “mertebe-i câmiâ(toplay›c› varl›k düzlemi)” denilmifltir.
Dinî literatürde insan›n Allah’›n halifesi olarakyarat›lmas›yla (Bakara 2/30) ilgili ö¤retiyi Mevlânâ,insan›n ilahî s›fat ve isimlerin tam bir tecelligâh› ola-rak yarat›lmas› fleklinde yorumlar. Mevlânâ bu hu-susu mistik düflünce gelene¤indeki ayna semboliz-minden hareketle îzah eder. ‹nsan, Mevlânâ’ya gö-re varl›k ailesi içinde ilahî s›fat ve isimleri do¤rudanalg›layabilen yegane ayna gibidir. Mevlânâ, insan›nbu vasf› hakk›nda bizlere flöyle seslenir:
“Ey Hakk’›n kitab›n›n kopyas› olan sen
Ey padiflah›n güzelli¤ine ayna olan sen,
Alemde senin d›fl›nda olan bir fley yoktur.
Ne istiyorsan kendinden iste, kendinden ara...
Ne ar›yorsan sensin, sen?1
‹nsan, gönlünün ilahî tecellilere maz-har olma vasf›yla Mevlânâ’ya göre ustur-
lab-› Hakk’t›r. fiu da ilave edilmelidir ki bu
T
Mevlânâ’nınİnsana Bakışı
Dr. Osman Nuri KÜÇÜKErciyes Üniversitesi, ‹lahiyat Fakültesi
1 Mevlânâ, Fîhi Mâ Fîh., s. 121. Mevlânâ’n›nbir sohbetinde aktard›¤› bu rubâinin, Nec-meddin-i Kübra’n›n halifelerinden olan veMevlânâ’n›n ça¤dafl› olan Sa’deddin-i Ha-mevî’ye (ö. 650/1252) ait oldu¤u söylen-mektedir. (bkz.: Konuk tercümesi, s. 49).
usturlaptan2 ancak usturlab›n özelliklerini bilen veverilerini do¤ru okuyabilenler yeterince istifadeedebilirler. ‹nsan›n kullan›m gayesini bilmeyenlerMevlânâ’ya göre bu eflsiz varl›¤› hiç de lay›k olma-d›¤› alanlarda kullanmaktad›rlar. Mevlânâ bu hu-susla ilgili sohbetlerinden birinde flöyle der: “Bak-kal ve mânâvda da usturlap bulunabilir, fakat on-dan bir fayda göremez. fiu halde usturlap, gökbi-limci için faydal›d›r. Usturlap, nas›l göklerin halle-rini gösteren bir ayna ise, ‘Kendini bilen Rabbinibilir’ misali, insan›n varl›¤› da Hakk’›n usturlab›d›r.Yüce Allah onu, kendini bilen, duyan, anlayan, biryarat›k olarak yaratt›¤›ndan, zaman zaman insan,kendi varl›¤›n›n usturlab›ndan Hakk’›n tecellisinive eflsiz güzelli¤ini par›lt› halinde görür. O cemalhiçbir zaman bu aynadan eksik olmaz. Yeter kibunu görecek göz olsun.”3
Mevlânâ’ya göre varl›k âlemindeki her fley sû-ret-mânâ sarmal› üzere yarat›ld›¤›ndan insan dabu ilahî ilkeden nasibini alm›flt›r. Bu do¤rultudaMevlânâ, insan› ‹slâmî/tasavvufî gelenek içinderuh ve beden bütünlü¤ü ile ele al›r. Ancak insan›nas›l ciheti Mevlânâ’ya göre görünen sûret varl›¤›n-da de¤il mânâs›ndad›r. Mevlânâ bunu flöyle dilegetirir: “Vettîni Sûresi’ndeki: “‹nsan› en güzel fle-kilde yaratt›k” ayetini oku! Ey dost! en de¤erli in-
ci când›r. ‹nsan ger-çi beden olarak bir ha-mur teknesi boyundad›r an-cak en güzel flekil olan insanflekli, Arfl’tan da üstündür, düflün-ceye de s›¤maz. Bu paha biçilmez fleyinde¤erini söylesem, ben de yanar›m duyan dayanar.” (M, VI, 1005-7)
‹nsan varl›¤›n›n topraktan gelen ve yine top-ra¤a dönecek olan k›sm› insan›n ilk etapta alg›la-nabilen sûret varl›¤›na karfl›l›k gelirken; insan var-l›¤›na as›l de¤er ve canl›l›k kazand›ran fley Mevlâ-nâ’ya göre her insan›n potansiyel olarak bar›nd›r-d›¤›, onun sonsuzluk mahiyetini temsil eden ve Al-lah taraf›ndan kendisine ba¤›fllanan mânâs› yaniruhudur. Bu yönüyle insan, varl›¤›nda hem fizikîâleme hem de metafizi¤e yönelimi bar›nd›ran birpotansiyele sahiptir. ‹nsan, gerçek huzur ve mut-lulu¤u ancak varl›¤›n›n bu her iki katman›n› tatminile yaflayabilece¤i gibi bunlardan birinin ihmali in-san›n varl›k formundaki harmoninin bozulmas›anlam›na gelir. Bu bozulma ile insan, bir anlamdakendi varl›¤›n›n rükünlerine ihanet ederek ahenkve dengesini çarp›klaflt›rm›fl olmaktad›r.
“Ben yere gö¤e s›¤mam, ancak mümin kulu-mun kalbine s›¤ar›m” kudsi hadisini s›kça kulla-
41
2 Usturlab, önceden gök cisimlerinin hareket ve yerlerini tespit için kullan›lan aletin ismidir.3 Mevlânâ, Fîhi Mâ Fîh., ss. 17-8.
nan Mevlânâ, insan›n mahlukat içinde Tanr›’y› isti-ap edebilen eflsiz bir yetiye sahip oldu¤unu belir-tir. Mevlânâ’ya göre insandaki bu eflsiz yeti gö-nüldür. Tanr›y› dahi istiap edebilecek bir sonsuz-lukta bulunan gönlün Mevlânâ’ya göre âlemdeihata edemeyece¤i bir fley yoktur. Gönül, bu yüz-den Mevlânâ’ya göre insan›n sonsuza aç›lan pen-ceresidir. Mevlânâ gönüldeki bu potansiyele flöyleiflaret eder: “Gönül öyle bir varl›kt›r ki bu yedi gökgibi yedi yüz tanesini oraya koysan kaybolur gi-der” (M, V, 870).
Gönül her insanda potansiyel olarak bulun-mas›na ra¤men bu potansiyelin ifllevsel hale gel-mesi gönlün her türlü günah ve kötülükten ar›nd›-r›larak tertemiz hale getirilmesiyle sa¤lanabilir. Buyüzden Mevlânâ’ya göre ilahî tecellîlere tam ola-rak mazhar olabilen gönül, kâmil insan›n gönlü-dür. Di¤er insanlar gönüllerini tam olarak ar›nd›r-mad›klar› sürece gönüllerine yans›yan Rabbânî te-cellilerin fark›na varamazlar.
Mevlânâ’ya göre bir insan ancak gönlüne ya-ni iç dünyas›na yapaca¤› yolculukla gerçek itibarve de¤erinin fark›na varabilir. ‹nsan, bu iç yolcu-luktan elde edece¤i irfân arac›l›¤›yla varl›ktaki im-tiyaz ve de¤eri anlayabilir. Var olmadaki as›l gaye-sinin ne oldu¤unu, bu gayenin onu ne kadarönemli ve de¤erli k›ld›¤›n›; bu gayeyi ihmal etme-nin kendisini ne kadar de¤ersizlefltirdi¤ini gönülyolculu¤u sayesinde idrâk eder.
Mevlânâ düflüncesinde insan, varl›k olarak okadar üstün bir meziyet ve de¤ere sahiptir ki, ahi-ret bile insana nispetle tali ve ikincil bir unsurdur.Her iki âlem Mevlânâ’ya göre insan hakikatinin d›-fla yans›mas›ndan ibarettir. ‹nsan varl›¤›n› bir cev-here dünya ve ahireti de bu cevhere ba¤l› arazla-ra benzeten Mevlânâ, as›l olan cevheri b›rak›p dateferruatta kendini kaybedersen kendine yaz›k et-mifl olursun der.4 Mevlânâ ço¤u insan›n gönlün-deki bu potansiyelden habersiz yaflad›¤›n› teessüf-le belirterek flöyle der: “Sen de¤erinle ve düflün-cenle iki aleme bedelsin. Ama ne yapay›m ki ken-di de¤erini bilmiyorsun. Kendini ucuza satma,çünkü de¤erin yüksektir.”5 Mevlânâ insan›n ken-
di hakikatinden habersizli¤ini bedeni ve gönlüsembolize eden bu¤day çuval› ile padiflah›n müh-rü teflbihleriyle flöyle örneklendirir. “‹nsan bedenibu¤day çuval› gibidir ancak padiflah›n çok de¤erlimührünü bar›nd›ran bir çuval gibidir. Padiflah:bu¤day› götürene ‘O bu¤day› nereye götürüyor-sun! Benim mührüm onun içindedir’ diye sesleni-yor. O götüren ise mühürden gafil bir halde bu¤-daya batm›flt›r. E¤er padiflah›n mühründen haberiolsayd›, bu¤daya iltifat edip onunlayetinir miydi?”6
Mevlânâ’ya göre in-san varl›¤› z›tlar›n hü-küm sürdü¤ü bir are-nad›r. ‹nsan varl›¤›n-daki bu mücadeleMevlânâ’ya göre kay-na¤›n› ruh ve bede-nin yönelimalanlar›ndanalan ak›l ilenefsânî fleh-vetin çat›fl-m a s › n d a nkaynaklan›r.‹nsan›n yar›s›n›bal›¤a yar›s›nay›lana benzetenMevlânâ, bu teflbi-hiyle as›l vatanlar›toprak ve su olan y›-lan ve bal›k metaforla-r› üzerinden insan›n ruhve bedeninin yönelimalanlar›na iflaret etmektedir.Mevlânâ, ak›l ve flehvet eksenin-de varl›k türlerini üç kategoriye ay›rarak bu hu-susu flöyle îzah eder:
“Birinci s›n›f varl›k türü, s›rf ak›ldan ibaretolan meleklerdir ki, onlar›n yarat›l›fl› ibadet ve itaa-ti gerektirir. ‹kincisi, hayvanlar s›n›f›d›r ki bunlars›rf flehvettir. Kendilerini kötülükten al›koyacakak›llar› yoktur, dolay›s›yla sorumluluklar› da yok-
DİN
VE
TO
PL
UM
42
DİYANET-SEN
4 Mevlânâ, Fihi Ma Fih, ss. 92-3.5 Mevlânâ, age., ss. 24-5.6 Mevlânâ, age., s. 305.
tur. Üçüncü olarak ak›l ve flehvetten oluflan zaval-l› insan kal›r. Yar›s› melek, yar›s› hayvan; yar›s› y›-lan, yar›s› bal›kt›r. Bal›k olan k›sm› onu suya do¤ruçekiyor, y›lan olan taraf› ise topra¤a. Bunlar birbir-leriyle keflmekefl içinde kavga etmektedirler. Akl›,flehvetine galip gelen, meleklerden daha yüksek;flehveti, akl›na galip olanlar ise hayvanlardan dahaafla¤›d›r.”7
Mevlânâ’ya göre melek bilgisiyle, hay-van da bilgisizli¤iyle varl›k
serencâm›n›n tehlikelerin-den kurtulmuflken in-sano¤lu bu ikisi ara-s›nda keflmekefltekalm›flt›r. (M, IV,1496).
Ak›l, Mevlâ-nâ’ya göre in-
san varl›¤›nakonulan birnurdur vemeleklerile ak›l,ayn› nur-dan yara-
t›lm›fllard›r.Ak›l, bir bak›-
ma Mevlânâ’yagöre insan varl›¤›-n›n meleklik yönü-ne karfl›l›k gelmek-te iken nefsânî lez-
zetlere hitap edennefsânî flehvet akl›n
karfl› kutbunda yer almak-tad›r. Nefsânî flehvetin bir an
önce arzusuna kavuflma iste¤ine karfl›n insan-da onu kontrol eden ak›ld›r. Ak›l ve nefs mücade-lesi sonunda kazanan taraf›n yönelimleri do¤rul-tusunda o kiflinin davran›fllar›, flahsiyeti ve yaflamtarz› flekillenmektedir. Kayna¤›n› ruhtan alan ak›lnuru bu mücadeleden gâlip gelirse flehvet, aklatabi olur ve insan ifllerin ak›betini görebilen nurâ-nî akl› ile hareket eder. Nurânî akl›n flehvete ma¤-
lup olmas› durumunda ise ak›l flehvetin emrineram olur. Onun isteklerini yerine getirebilmek içinfikir ve çözümler üretmeye bafllar. As›l kayna¤› ileirtibat›n› unutur, kendi aslî ifllevine yabanc›lafl›r.
Mevlânâ’ya göre manevi bir e¤itimden geçme-yen ve kendini kontrol hakk›nda ciddi bir etüt ve ça-l›flmas› olmayan s›radan bir insan›n akl› ço¤unluklaflehvetine ma¤luptur. Çünkü insan›n nefsanî flehve-tinin arzulad›¤› fley, gözü önünde ve hali haz›rdadurmakta oldu¤undan onu ifllemeye yöneltme hu-susunda flehvet insan› ak›ldan daha da güçlü moti-ve eder. Buna mukabil kifli flayet yapaca¤› fleyin mu-hasebesini yapabilirse akl›n›n sesi yapaca¤› fleyingelecekteki kötü sonuçlar› konusunda kendisiniuyar›r. Ancak akl›n bu uyar›s› gelece¤e yönelik ol-du¤undan insan ço¤unlukla ânl›k duygular›n›n de-di¤ini yapmaya daha ziyade meyleder.
Mevlânâ’ya göre insan varl›¤›nda ak›l ve nefsgibi yönelim alanlar› bak›m›ndan karfl›t kutuplar›nbulunmas› gereksiz olmay›p ‹slâm inanc›na göreinsan›n imtihan için dünyada bulunmas›yla ilgiliilahî bir hikmete mebnidir. Mevlânâ bu nedeniflöyle îzah eder:
“Her fley z›dd› ile belirir ve ortaya ç›kar. YüceAllah insanlar›n içinde her fitrata sahip olan›n bel-li olmas› için, insanda melekle, hayvanl›¤› bir ara-ya getirmifltir. Çünkü eflya z›dd› ile belli olur; s›cak-l›k-so¤ukluk, yükseklik-alçakl›k gibi ve z›dd› olma-yan bir fleyi târif etmek imkâns›zlafl›r. Meselâ;Adem’in karfl›s›nda ‹blîs, Mûsâ’n›nkin de Firavun,‹brahim’in karfl›s›nda Nemrut, Mustafa’n›nkindeEbu Cehil’in olmas› gibi. Emir, emre muhatap ola-n›n, hofllanmad›¤› bir fleyi yapmas›n› istemektir.Yoksa aç bir kimseye ‘Helva ve fleker ye’ demekemir de¤il ikram olur. Yasaklama da insan›n yap-mak istedi¤i fleye yöneliktir, hofllanmad›¤› fleyede¤il. Meselâ; insana tafl ve diken yeme! denmesido¤ru olmaz. Dense bile bu bir yasaklama olmaz.Bir hayr›n ifllenmesi veya bir kötülükten sak›nd›r›l-mas› için öncelikle kötülü¤e meyleden bir nefsinbulunmas› gerekir.”8
Nurânî ak›llar›n› nefsânî flehvetlerine tabi k›-lanlar bilinçsizlikte ve yapacaklar› kötülükler ile
DİN
VE
TO
PL
UM
43
DİYANET-SEN
7 Mevlânâ, age., ss. 122-3.8 Mevlânâ, Fihi Ma Fih, ss. 126-7.
kendi-lerine ve baflkalar›nazarar vermede hayvanlar› dahi geride b›-rak›rlarken flehvetlerini ak›l nuru ile e¤iten ve onatabi k›lanlar ise melekleri dahi geride b›rakabilecekbir ulviyete eriflebileceklerdir. fiunu ilave etmeliyizki burada bahsi geçen nurânî ak›l, salt bir düflün-sel faaliyet olmay›p insan davran›fllar›n› de¤ifltirenboyutta bir bilinç durumu anlam›n› da ihtiva et-mektedir.
‹yilik, kötülü¤ün üstesinden gelebilmek veonu yenebilmek oldu¤undan varl›k sahnesindekiiyilikler ve bar›fllar Mevlânâ’ya göre beraberindekötülük ve mücadelenin varl›¤›n› da zorunlu k›l-maktad›r. ‹nsan, varl›k ailesinin di¤er üyeleri ara-s›ndaki imtiyaz›n› ve de¤erini, varl›¤›n›n z›t unsur-lar› aras›ndaki çat›flmay› olmas› gereken denge ile
çözümleyerek elde etmektedir. Bir anlamda insanvarl›¤›ndaki bu z›tl›k, insan de¤erinin üzerindeyükseldi¤i bir ön flartt›r.
Mevlânâ Kur’an’da yerlerin ve göklerin yük-lenmekten çekindikleri ancak insan›n cüret göste-rerek yüklendi¤i ilahî emanetin (Ahzâp 33/72) in-san›n ak›l ve irade sahibi sorumlu bir varl›k olmas›oldu¤unu belirtir. Binâenaleyh her bir insan›n de-¤erini belirleyen k›stas Mevlânâ’ya göre insanatevdi edilen ilahî emanete vefa göstermedeki ba-flar›s›d›r.
Mevlânâ’ya göre insan›n dünyadaki bafll›cagörev ve ödevi, kendi varl›¤›n›n hakikatini bilmesi-dir. Bir insan kendi varl›¤›n›n hakikatini bilmedik-ten sonra dünyada hangi hüner ve bilgiye sahipolursa olsun Mevlânâ’ya göre as›l görevini ihmaletti¤inden muteber bir ifl yapm›fl say›lmaz. Mevlâ-nâ bu hususu verdi¤i flu örnekle îzah eder: “Me-selâ; bir padiflah seni belirli bir ifl için bir köye gön-derse, sen de gidip yüzlerce ifl yapt›¤›n halde onuyapmadan dönersen, esasen hiçbir fley yapmam›flsay›l›rs›n. ‹nsan da bu dünyaya bir ifl için gelmifltirve gayesi odur. E¤er onu yapamazsa hiçbir fleyyapmam›fl olur.”9
Mevlânâ insan›n çeflitli uzmanl›k ve hünerle-riyle övünerek “Elimden flu kadar ifl geliyor, amao ifli yapam›yorum” demesini ise bir tür ahmakl›kolarak niteler. Çünkü as›l görevini unutan insa-n›n bu yapt›¤› Mevlânâ’ya göre eflsiz de¤erdekimücevherlerle süslü fiyat biçilemeyen bir hançe-ri, kokmufl bir lefli asmak için çivi yerine kullan›pdaha sonra da “Ben bu aletleri ifle yaramaz birhalde b›rakm›yorum ve onlar› baflka ifllerde dekullan›yorum” diyen birinin mazeret ve hamaka-t›na benzer. Bu tür kimseler hakk›nda Mevlânâflöyle der:
“Böyle yapan birine tabi ki gülünür. Paha biçi-lemeyen bir b›ça¤› böyle bir ifl için kullanmak ak›lkar› m›d›r? Yüce Allah insana pek büyük bir de¤ervermifltir...” Gelelim flimdi sana... “Kendimi yüksekifllere veriyorum. Hukuk, felsefe, astronomi, t›p vedaha baflka ilimler okuyorum, ö¤reniyorum” diyebahaneler gösteriyorsun. Unutma ki bunlar›n hep-si temelde senin içindir. E¤er ö¤rendi¤in hukuk ise
DİN
VE
TO
PL
UM
44
DİYANET-SEN
9 Mevlânâ, Fîhi Mâ Fîh, s. 23.
bu, bir kimsenin elinden ekme¤ini kapmamas›, el-biseni üstünden soymamas›, seni öldürmemesi veselamette bulunman içindir. Astronomi ö¤reniyor-san gökyüzünün hallerini, y›ld›zlar›n yeryüzüne te-sirlerini anlamak, yeryüzünde ucuzluk mu olacak,pahal›l›k m›; eminlik mi hüküm sürecek, korku mubilmek ve ona göre kendini ayarlamak içindir. E¤erastroloji ise u¤urlu, u¤ursuz bir y›ld›z›n senin tali-hinle ilgili bulunmas›ndand›r. Düflünecek olursanbütün bu teferruata ait fleylerin temelinde insan ol-du¤unu anlars›n. Teferruat›nda dahi bunca çok veflafl›lacak haller, bilgiler bulunursa, as›l olan sendeneler olaca¤›n› bir düflün. Senin yemek ve uykuylabesledi¤in bedeninden baflka beslemen gerekenbir hakikatin daha var. Sen ise bu yönünü unutmuflsadece bedeninle meflgulsün. Ancak unutma ki bubeden senin at›nd›r, bu dünya da o at›n ah›r›. At›ng›das› hiç ata binene, g›da olabilir mi?. Onun dakendisine göre uykusu, g›das› ve gizli bir beslen-mesi var. Fakat hayvanl›k duygusu seni yenmifl ol-du¤undan, at›n hükmü alt›na girmifl ve onun esiriolarak kalm›fls›n.”10
Mevlânâ insan›n, varl›¤›n›n derunundaki ha-kikat ile meflguliyetinin onu, dünyadaki di¤er iflle-rinden al›koymayaca¤›n› da bildirir ve bunu o eflsizörnek verme kabiliyeti ile flöyle örneklendirir: Me-selâ; hamile bir kad›n›n gündelik meflguliyeti s›ra-s›nda, yemek, uyku gibi tüm hallerinde karn›nda-ki çocuk büyür, kuvvet ve duygu kazan›r. Halbukiannenin bundan haberi yoktur. ‹flte insan›n da oruhu yüklenmesi bunun gibidir.11
Sonuç olarak Mevlânâ’n›n insana bak›fl›na dairflu genel de¤erlendirmede bulunabiliriz. Mevlâ-nâ’n›n düflünce sisteminde insan, varl›k zincirininson ve tamamlay›c› halkas›n› teflkil etmektedir. Var-l›¤› itibariyle insan, her iki âlemi de kendinde bar›n-d›ran ve ruh-beden bütünlü¤ünden meydana gelenbir halife-i Rahmand›r. ‹nsan, varl›k ailesi içindeki
imti-yaz›n› do¤rudan Al-lah’la irtibat kurabilen ruhundan, ak-l›ndan ve gönlünden almaktad›r. Bu do¤rultudaMevlânâ insan›n kendi hakikatini bilmesini Yarat›c›-s›n› bilmekle, Rabbini bilmeyi de kendini bilmekleözdefl görür. ‹nsan türüne ait bahsedilen eflsiz imti-yaz, her insanda potansiyel olarak bulunmaktad›r.Ancak her bir insan› de¤erli yahut de¤ersiz k›lanMevlânâ’ya göre gönlünü nas›l inflâ etti¤idir. Çün-kü insan, Mevlânâ’ya göre gönlünden ibarettir.
DİN
VE
TO
PL
UM
45
DİYANET-SEN
10 Mevlânâ, Fîhi Mâ Fîh, ss. 23-7.11 Mevlânâ, age., s. 286.
Niçin Kutlu Do¤um Kutlamas›?
ncelikle flunu soral›m: Hz. Muham-med (sas) bizim neyimiz olur? VeyaBu ülkede yaflayan birisinin Hz. Mu-hammed (sas)’i tan›ma hakk›, ihtiyac›hatta görevi var m›d›r? Elbette vard›r!
Mesela biz bireyleri mümin/Müslüman, erkekleriMehmet, kad›nlar› Gül, k›fllas› Peygamber oca¤›,askeri Mehmetçik veya Asâkir-i Mansûre-i Mu-hammediye olan bir millete mensubuz. Bunlar bi-ze nereden geldi dedi¤imizde Hz. Muhammed(sas) ile karfl›lafl›r›z…
Geçmiflte Mevlid Kandili / Kutlu Do¤um Haf-tas› bu ihtiyaca cevaben ortaya ç›km›flt›r. Bu kutla-malar için birisi dinî di¤eri millî olmak üzere iki te-mel gerekçenin oldu¤u kanaatindeyim
Dinî gerekçe: Her fleyden önce Hz. Muham-med bizi, Yüce Allah’›m›za ulaflt›rm›fl, iki dünyadamutlu k›lacak dinimizi tebli¤i etmifltir. Biz, mümin/ Müslüman olma karar›yla birlikte iman›n alt› esa-s›ndan biri olan peygamberlere iman ettik. Hz.
Muhammed’e de son peygamber oldu¤u içininand›k. O bir Müslüman için hayat modeli, örnekflahsiyet, usve-i hasenedir.
Zira Yüce Allah “Hiç kuflkusuz sizin için, Al-lah’a ve ahiret gününe inananlar ve Allah’› çokzikredenler için Allah’›n Resulü üsve-i hasene / gü-zel bir örnektir.? (Ahzab 21) buyurmaktad›r. Çün-kü O, bütün insanl›¤a gönderilen tek peygamber,Eflref-i mahlukat (yarat›lm›fllar›n en flereflisi), Fahr-i kâinat (evrenin gururu), Rahmeten li’l-alemin(alemlere rahmet), Habibullah (Allah’›n en sevdi¤ikifli)’t›r. Çünkü O, iki dünya mutlulu¤unun kayna-¤› olan ‹slam›n peygamberidir.
Ayr›ca Yüce Allah’›n gönderdi¤i Hz. Peygam-ber’e itaat etmek, Allah’a itaat etmek demektir:“Kuflkusuz, Resul’e itaat eden Allah’a itaat etmiflolur” (Nisa 4/80)
Millî gerekçe: Hz. Muhammed milletimizedünyada baflar›n›n yollar›n› da göstermifltir. Bizle-rin bu milletin üyesi olarak kültür ve kimli¤imizdevar olan Hz. Muhammed’i tan›mak, anlamak vealg›lamak hakk› ve ihtiyac›m›z vard›r. Çünkü O,
Ö
Mevlid / Kutlu DoğumGeleneğimiz veHz. PeygamberAlgımız Üzerine
Prof. Dr. Seyfettin ERfiAH‹N
Ankara Üniversitesi, ‹lâhiyat Fakültesi
millî kimlik ve kültürümüzün enönemli unsurlar›ndand›r.
O’nun izinden giden atalar›m›z,milli kimliklerini korumufllar ve güç-lendirmifllerdir. Bu gün aç›kça gör-mekteyiz ki onun yolundan gitme-yen kimi Türk boylar› art›k Türklükle-rini kaybetmifllerdir. Öte yandan Bal-kanlardaki baz› topluluklar örne¤inde oldu¤ugibi, kimi toplumlar da Müslümanlaflmakla Türk-leflmeyi ayn› görmüfllerdir.
O’nun izinden giden atalar›m›z h›zla yerleflikhayata geçmifl, kentlileflmifltir. Kentlerimiz, mima-rimiz, hanlar›m›z, hamamlar›m›z O’nu tan›d›ktansonra güzelleflmifl ve ço¤alm›flt›r.
O’nun izinden giden atalar›m›z, k›sa süredeyaz›l› kültüre geçmifltir. Önceki dönemlerdeki zen-gin sözlü kültürümüz ‹slami dönemde yaz›l› afla-maya geçmifl, Kutadgu Bilig baflta olmak üzer kü-tüphaneler dolusu eser kavuflmufltur.
O’nun izinden giden atalar›m›z, co¤rafya vemedeniyet bak›m›ndan Bat›l›laflm›flt›r. Türklerin birk›sm› Müslüman olduktan sonra co¤rafi olarak
dahabat›ya gelmifllerdir. Ayn› zamanda medeniyet ba-k›m›ndan da; Do¤u/Çin medeniyet havzas›ndanayr›l›p ‹slam medeniyeti ve H›ristiyan Bat› medeni-yetinin de menflei olan do¤u Akdeniz medeniyetdairesine girmifllerdir.
O’nun izinden giden atalar›m›z, büyük biliminsanlar› yetifltirmifllerdir. ‹slam medeniyetine ve il-min geliflmesine dolay›s›yla insanl›¤a büyük katk›-lar sa¤layan Farabî, ‹bn Sinâ, Harezmî, Ferganî,Ulu¤ Bey, Ali Kuflçu gibi yüzlerce bilim insan› budönemin yetifltirdi¤i evrensel de¤erlerdir.
O’nun izinden giden atalar›m›z sanatta flahe-serlere imza atm›fllard›r. Süleymaniyeler, Selimiye-
DİN
VE
TO
PL
UM
47
DİYANET-SEN
ler, Sultan Ahmetler, Tac Mahaller, hatlar, ebrular,minyatürler, musikiler bu dönemin eserleridir.
O’nun izinden giden atalar›m›z, adalet, mü-samahave emniyete dayal› dünya hakimiyetinikurmufllad›r. Dünyan›n stratejik bak›mdan enönemli bir o kadar da zor co¤rafyalar›nda milleti-miz O’nun yolundan giderek tutunmufl, bar›fl, hu-zur, emniyet ve refah›n teminatç›s› olmufltur. Boz-k›rlardan gelen milletimiz, Akdeniz, Karadeniz,Hazar Denizi, K›z›ldeniz gibi denizleri Türk göllerihaline getirmifl, okyanuslarda donanma yüzdür-müfltür.
Nas›l Kutlu Do¤um Kutlamas›?
Hz. Muhammed’in dünyaya teflrifleri özelliklebizim kültürümüzde Mevlid Kandili’nden KutluDo¤um Haftas›’na uzanan bir gelenek içinde kut-lanagelmifltir.
Do¤um, do¤um zaman›, do¤um yeri demekolan mevlid, Hz. Muhammed (sas)’in do¤umunu,bununla ilgili merasimleri, eserleri ve O’nun do¤-du¤u evi ifade etmektedir. Hz. Muhammed, Arap-lar›n Fil y›l›nda, Kameri takvimle 12 Rebiülevvel Pa-zartesi gecesi (20 Nisan 571) Mekke’de dünyayagelmifltir.
Hz. Muhammed’in do¤um günü farkl› co¤-rafyalarda farkl› flekillerde idrak edilmifltir. Elimiz-de Asr-› Saadet, Emevîler ve Abbâsîler dönemle-rinde bir kutlama oldu¤una dair kay›t bulunma-makla beraber; ilk resmi mevlid kutlamas›n›n sa-rayda sadece devlet erkan› aras›nda M›s›r fii-i Fâtimî Devleti (910-1171) taraf›ndan yap›ld›¤› bi-linmektedir. (Ahmet Özel, “Mevlid”, D‹A, c. 29, s.475)
Erbil Atabeyi Begteginli MuzafferuddunGökbörü, halka aç›k ilk resmi mevlid merasimini(604/1207) düzenleyen devlet baflkan› olarak ta-rihe geçmifltir. (Özel, “Mevlid”, D‹A, c. 29, s.475-476) ‹slâm aleminin büyük bir k›sm›n›n ha-berdar edildi¤i, ilim ve sanat erbab›n›n ça¤r›ld›¤›,fikrî ve ilmî tart›flmalar›n tertiplendi¤i, vaazlar›nverildi¤i, çeflitli sanatsal gösteriler ve flenliklerinyap›ld›¤›, yoksullara ziyafetlerin verildi¤i, kurban-lar›n kesildi¤i bu törenlerde kent d›fl›na kurulanota¤larda alim, sanatkâr ve insan topluluklar›a¤›rlan›rd›.
DİN
VE
TO
PL
UM
48
DİYANET-SEN
Daha sonra, de¤iflikli¤e u¤rayarak, Mekke’dede mevlid ihtifallerine bafllanm›flt›r. Bunu takibenTürkistan, M›s›r, Kuzey Afrika, Endülüs, Hindistanve di¤er yerlerde muhteflem mevlid ihtifalleri dü-zenlenmifltir.
Osmanl›lar’da resmi mevlid kutlamalar›n Ka-nuni döneminde bafllad›¤› kuvvetle muhtemeldir.II. Murad zaman›nda 1588’de camilerde kandilleryak›larak Mevlid ve di¤er kutsal geceler devleteliyle daha coflkuyla kutlanmaya bafllanm›flt›r.Önceleri Ayasofya Camii’nde, sonralar› ise SultanAhmed Camii’nde yap›lan merasimlere, devlet er-kan›yla birlikte halk da kat›l›rd›. Önce Kur’an-› Ke-rîm okunur, akabinde vaaz, verilir, sonra mevlit-hanlar s›rayla kürsüye ç›kar Mevlid’ten bir bölümüokur inip hediyesini al›rd›. Belirlenmifl kaideler çer-çevesinde kutlamalar sona ererdi.
Türkiye’de Cumhuriyeti döneminde de Mev-lid kutlamalar› sürdürülmüfltür. Halk›n özel me-kanlarda yapt›¤› kutlamalar yan›nda Diyanet ‹flleriBaflkanl›¤› önderli¤inde de resmi kutlamalar yap›l-makta, radyo ve TV’lerde mevlid özel programlar›yay›nlanmaktad›r.
Geleneksel Mevlid kandili, Diyanet ‹flleri Bafl-kanl›¤› ve Türkiye Diyanet Vakf›’n›n öncülü¤ünde1989 y›l›ndan beri Kutlu Do¤um Haftas› olarakkutlanmaktad›r. Bu uygulamada hem gelenekselmevlid kandili ›hya edilmekte hem de yeni aç›l›m-lara kap› aralanmaktad›r. Milletimizin genifl ilgisinikazanan Kutlu Do¤um Haftalar›, bilim, kültür, sa-nat faaliyetleriyle dolu birer flölen haline gelmifltir.
Kutlu Do¤um Haftas› münasebeti ile yap›lanönemli etkinliklerden baz›lar› flunlard›r:
‹lmi araflt›rma ödülü: ‹lmi inceleme vearaflt›rmay› teflvik etmek amac›yla1995’ten beri din ve kültür alan›nda ya-p›lm›fl baflar›l› bir araflt›rmaya ödül veril-mektedir.
Uluslararas› ‹lmî Sempozyum: Dünyan›nde¤iflik ülkelerinden gelen ilim insanlar›-n›n adamlar›n›n kat›l›m›yla her y›l de¤i-flik bir konuda sempozyum tertiplen-mektedir.
Bilgi yar›flmalar›: Peygamber sevgisiniyayg›nlaflmak için MEB ile koordineli ola-
rak Türkiye genelinde orta ö¤retim ku-rumlar›nda bilgi yar›flmalar› düzenlen-mektedir.
Yurt sath›nda Hz. Peygamber anlat›l-maktad›r: Bu hafta boyunca, bini aflk›nbilim insan› ve din görevlisi, binlerce ko-nuflma yapmaktad›r. Böylece hem üni-versite mensuplar›, halk›m›z, ve din gö-revlilerimiz aras›nda kaynaflma ve daya-n›flma imkân› sa¤lanmaktad›r.
fiiir yar›flmalar›: Özellikle Türk cumhuri-yetleri, Balkanlar ve Türk Topluluklar›nayönelik Peygamber, vatan ve millet sev-gisi konular›nda fliir yar›flmalar› düzenle-nerek edebiyat›m›za yeni eserler kazan-d›r›lmaktad›r.
Bir Dal Gül Ver Kampanyas›: Hz. Mu-hammed’in rahmet ve sevgi peygamberioldu¤unu vurgulamak için 1995’te kül-türümüzde Hz. Peygamber’i ifade edengül verme kampanyas› bafllat›lm›flt›r.
Kutlu Do¤um Afl›: ‹lki 1996 y›l›nda ger-çeklefltirilen “Kutlu Do¤um Afl›”, Türkkültürüne uygun bir flekilde icra edilmek-tedir.
Sanat Faaliyetleri: Hafta münasebetiyleverilen Türk Tasavvuf Musiki konserleri-ne halk›m›z büyük bir coflkuyla yo¤un il-gi göstermektedir.
Buna ilaveten hastaneler, huzur evleri,hapishaneler, yetimhaneler vb yeler ziya-ret edilmeli, yoksullara yard›m kampan-yalar› yap›lmal›d›r. Bütün bunlar gerçek-lefltirilebilsin ki milletimiz ve bütün insan-l›k onu hakk›yla anlayabilsin, onun ma-nevi p›nar›ndan doya doya kanabilsin.
Bafllang›çta sadece Ankara’da yap›lan kutla-ma programlar›, art›k bütün illerimizde, Türk dün-yas›, Balkanlar, K›br›s, Avrupa ve Amerika ülkele-rinde yayg›n olarak düzenlenmektedir.
Kutlamalarda Ortaya Ç›kan Hz. Muham-med (sas) Alg›s›
Son üç as›rd›r geçirmekte oldu¤umuz de¤i-flim ve dönüflümler göz önüne al›nd›¤›nda Hz.
DİN
VE
TO
PL
UM
49
DİYANET-SEN
Muhammed (sas)’i do¤ru anlamak ve alg›lamakdaha da önem kazanmaktad›r. Bütün Kutlu Do-¤um faaliyetlerinin amac› da Hz. Muhammed’ido¤ru ve doyas›ya tan›ma ihtiyac›m›za cevap ver-mek olmal›d›r. Zira son yüzy›llarda MüslümanlarHz. Muhammed (sas)’le ilgili indirgemeci, afl›r› yü-celtici ve mutedil bak›fl aç›lar›yla karfl› karfl›yad›rlar.
1. ‹ndirgemeci bak›fl: Bu bak›fl aç›s›n›n Mo-dernistler ve radikaller olmak üzere iki tür mensu-bu bulunmaktad›r. Modernistler peygamberli¤i veson peygamber Hz. Muhammed’i maddi / dünye-vi ölçülere indirgeyerek de¤erlendirmekteler. Bun-lara göre genelde peygamberlerin özelde Hz. Mu-hammed’in baflar›lar› ve üstünlükleri, ‹lahi bir ba¤veya teyid olmaks›z›n akbariyyetlerinde (dehalar›n-da) yatmaktad›r. Bir k›sm› da Hz. Muhammed’indavetini ve faaliyetlerini Marksist terminolojiye uy-gun olarak ‘kifah’ (hegemonya ile mücadele) ve‘nidal’ (özgürlük mücadelesi) kavramlar›yla anlat-maktalar. Elbette modernist bak›fl, nübüvvet kuru-munu de¤erlendirmede bir sapman›n ifadesidir.Zira bu bak›fl aç›s›nda dinin metafizik boyutu gör-mezlikten gelinmekte veya z›mnen inkar edilmek-tedir.
Radikallere gelince, bunlar Hz. Muhammed’iadeta yaflad›¤› döneme, VII. Yüzy›la indirgemekte-ler, hapsetmekteler. Tarihte Selefilik olarak bilinenbu grubun temsilcileri günümüzde daha çok Veh-habilerdir. Bunlar tevhidi korumak ad›na Müslü-manlar› Hz. Peygamber’den uzak tutmaktalar.Mesela, Ravza-› Mutahhare’yi hatta Hz. Muham-med’e muhabbet ve hürmeti, bir tür flirk saymak-talar. Bu dar anlay›fltan hareketle Hicaz’da Sahabemezarlar› ve Hz. Muhammed’in kabrine ziyaretes›n›rland›rma getirmifllerdir. Müslümanlar›n yüzy›l-lar içinde Hz. Muhammed’e olan muhabbet, hür-met ve hasretlerinin ürünü olan maddi-manevikültür unsurlar›n› yok etmifllerdir.
Geçenlerde medyada yer alan haberler bukültür y›k›m›n›n çok daha vahim boyutlara ulaflt›-¤›n› gözler önüne sermektedir:
“Hz Muhammed’in annesi Amina’n›n meza-r› buldozerlerle y›k›ld› ve içine benzin döküldü. ‹s-lam dünyas›nda kimse bu y›k›m› durdurmak içinharekete geçmedi. Bugün Mekke’de 1400 y›l ön-ceden kalma 20’den az yap› kald›. Peygamberin
ilk efli Hz Hatice’nin evi y›k›ld› ve yerine abdest-hane/flad›rvan yap›ld›. Peygamberin en yak›ndostu Hz Ebu Bekir’in evi flimdi Hilton Oteli’ninkompleksi içinde. 1200 y›ll›k Ebu Kubeys Cami-i’nin yerinde Kraliyet Saray› var. 80 y›ll›k SuudiKrall›¤›’n›n y›k›mlar› Hz Muhammed’in do¤du¤uevi tehdit etmeye kadar vard›. Ev yerle bir edildi.Yerinde kap›lar› ve pencereleri kilitli uyduruk birkütüphane binas› var.
Kabe’yi kuflatan gökdelenlere flimdi bir yenisiekleniyor: Zam Zam Tower! Güç, azamet ve zen-ginli¤in göstergesinin gökdelenler oldu¤unu sa-nan zihniyet için büyük bir zafer! Peygamberineflinin mezar kal›nt›lar› 1950’de yok edildi. Suudipolisi gece gündüz nöbet tutarak insanlar›n meza-r›n yerine çiçek b›rakmas›n›, sayg› göstermesiniengelledi. .
Y›k›mlar ve yerlerine yap›lan gökdelenlerMekke’yi flimdi Las Vegas’a dönüfltürdü. Star-bucks, Cartier, Tiffany, H&M, Topshop, fastfoodmarkalar› ve gökdelenler ihramlar içindeki milyon-larca insan›n görüntülerini siliyor.” (‹brahim Kara-gül “Mekke Las Vegas’a döndü!” Yeni fiafak 22.03. 2007)
2. Afl›r› Yüceltici Bak›fl: Bu bak›fl›n temsilcile-ri de abd ve resul olan Hz. Muhammed’inabd/kul/beflerli¤ini unuturcas›na / unuttururcas›-na O’na befler üstü vas›flar atfetmifllerdir. O, ar-t›k neredeyse yemeyen, içmeyen, yatmayan,uyumayan, gülmeyen insanüstü bir mertebeyeyükseltilmifltir. Bu konumdaki Peygamber, beflerölçülerinde yaflayan müminlerce örnek al›namaz,izinden gidilemez duruma getirilmifl, adeta ha-yattan d›fllanm›flt›r. Halbuki Kur’an’›n ve siyerinbize ö¤retti¤ini göre Hz. Muhammed insan-üstüde¤il üstün insand›r.
3. Mutedil geleneksel bak›fl: Sahabenin veMüslümanlar›n ezici ço¤unlu¤unun mensup oldu-¤u bu bak›flta Hz. Muhammed, son peygamber,üstün insan ve insanl›k için modeldir. Sahabiler,Peygamberimize her fleyden daha çok sayg› vesevgi beslemifller; fakat asla ilahl›k derecesine ç›-karmam›fllard›r. Bu bak›fl› ifade eden en özlü beyitfludur:
Muhammedun beflerün la ke’l-befler / Bel hu-ve ke’l-yakuti beyne’l-hacer
DİN
VE
TO
PL
UM
50
DİYANET-SEN
Muhammed beflerdir, ama befler gibi de¤ildir/ Belki o, tafllar aras›nda yakut gibidir...
Müslümanlar tarih boyunca Hz. Muham-med’i yaflad›klar› zaman ve mekân›n siyasî, sosyal,ekonomik ve kültürel flartlar› içinde yorumlay›p al-g›lam›fllard›r. Kutlu Do¤um etkinliklerinde de Hz.Peygamber, indirgeme ve afl›r› yüceltme yanl›fllar›-na sapmadan, mutedil bir flekilde an›lmal›, anlat›l-mal› ve alg›lanmal›d›r. Zira H›ristiyanlar›n afl›r› yü-celtici yaklafl›mla peygamberi Tanr›laflt›rmalar›, Ya-hudilerin ise indirgemeci bir tav›rla peygamberiafla¤›lamalar›, hatta öldürmeleri din ve nübüvvetkurumuna büyük sayg›s›zl›k oldu¤u gibi insanl›¤ada büyük zararlar vermifltir.
Burada flunu ifade etmeliyiz ki Kutlu Do¤umHaftas› münasebetiyle yap›lan baz› uygulamalardasöz konusu hatalar›n tekrarlanmas› endiflesi do¤-maktad›r. Haftas›’n›n, konunun ruhundan uzakla-flarak fleklen Bat› medeniyetinin ruhsuz gün kutla-malar›na indirgenmesi tehlikesi vard›r. Dinin, Ya-hudiler ve H›ristiyanlar›n yapt›¤› gibi, y›l›n birkaçgecesine hasredilmesi Müslümanlar›n dini ve kül-türel anlay›fllar›nda bulunmayan bir durumdur.Kutlu Do¤um’un flekilcili¤e bo¤ulmas› ve ticariranta dönüfltürülmesi; Hz. Peygamber’in mesaj›-n›n buharlaflmas› sonucunu do¤urabilir.
Bir di¤er endifle kayna¤› da Hz. Muahm-med’in Kur’an ve Sünnet’te ortaya konmufl olanmisyonunun ve vizyonunun küresel konjoktürehizmet edecek flekilde eksik yorumlanmas› ve su-nulmas›d›r. Mesela, Hz. Peygamber’in sadece gülile özdefllefltirilmesi eksik bir alg›d›r ve kayg› verici-dir. Bu yaklafl›mda Hz. Muhammed, s›radanlaflt›r›l-makta, pasiflefltirilmekte, sözde dinleraras› diyalogve hoflgörü giriflimine hizmet eden ifllevsiz bir ko-numa indirgenmektedir. Asl›nda Süleyman Çele-bi’nin Vesiletü’n-Necat’›n› kaleme alma sebebi debu e¤ilime karfl› de¤il midir? Hz. Muhammed alg›-s›n› bu topraklarda zay›flatmak isteyen bir vaizeveya anlay›fla karfl› O’nu yücelten fliirini yazm›flt›r.
Halbuki Peygamberimiz gülü sevdi¤i gibi, ka-lemi ve da k›l›c› sevmifltir. Gelene¤imizde de buböyle alg›lanm›flt›r. Hepimiz biliriz ki, gelenekselkültürümüzde her peygambere bir meslek nispetedildi¤inde Hz. Muhammed tâcir olarak an›l›rd›.Ancak, atalar›m›z›n tutunma ve yerleflme gayreti
içinde olduklar› ve askerî mücadele verdikleri 14.yüzy›l Anadolu’sunun siyasî ve sosyal flartlar› ba¤-lam›nda Hz. Muhammed için gâzilik s›fat› öne ç›-kar›lm›flt›r. Bu dönemde yaz›lan bir K›sas-› Enbi-ya’da “Muhammed Mustafa ¤aziyidi” denmekte-dir. (‹ Cemilo¤lu, 14. Yüzy›la Ait Bir K›sas-› EnbiyaNüshas›, TDK Yay. Ank. 1994. 133) Fütüvvet-Nâ-meler de Hz. Muhammed’e gâzilik yak›flt›rmaktave flu hadise yer vermektedir: “Her kimse içün birhirfet (meslek) vardur. Benüm hirfetüm ikidür: Bi-ri fakr, biri cihaddur. Her kim bu ikiyi sever, benisever; ve her kim bu ikiye bu¤z ider, bana bu¤zider. (A. Torun, Türk Edebiyat›nda Türkçe Fütüv-vet-Nâmeler, Ank. 1998, 133)
Unutulmamal› ki Peygamberimiz “Gül Mu-hammed”, “Güllerin Efendisi” oldu¤u kadar da“Gâzi Muhammed”tir. Bu, bizim kültürümüzünkimli¤imizin önemli vas›flar›ndand›r. Son iki devle-timizin kurucusunun unvan› da gâzidir: OsmanGâzi ve Gâzi Mustafa Kemal. Hem bu topraklarda,ne ile tutundu¤umuz san›l›yor. Bizler buraya zihni-mizdeki ve gönlümüzdeki gâzi Muhammed alg›-s›yla gelmedik mi? Bölgede bir cihan devletini buanlay›flla kurmad›k m›? Çanakkale’yi bu zihniyet-
ler kazanmad›k m›? Bu alg›n›n ruhu Milli Mücade-le’mize yans›mam›fl m›d›r?
Do¤rusu, Hz. Peygamber, Kur’an ve Sünnetve Müslümanlar›n tarih içinde gelifltirdikleri alg› bi-çimi içinde tan›nmal› ve tan›t›lmal›d›r.
Çünkü mutedil geleneksel Hz. Muhammedalg›s› Müslümanlar› hayat›n her alan›nda baflar›-dan baflar›ya koflturmufltur!
Bu alg› insanl›¤›n bu güne ulaflmas›na önem-li katk›lar sa¤layan ‹slam medeniyetini kurup dün-yaya hediye etmifltir.
Bu alg› Müslümanlara dünya ve ahiret mutlu-lu¤unu temin etmifltir.
Bu alg›da Hz. Muhammed, varl›¤›n sebebi,bilginin menba›, ahlak›n kayna¤›, güzelli¤in timsa-li, de¤erlerin flârii ve nafliridir. Baflka bir ifade ile O,bir peygamber, bir medeniyet kurucusudur.
Mevlid: Vesiletü’n-Necat (Kurtulufl Vesi-lesi): Milletimizin Peygamber Sevgisi ve Alg›-s›n›n fiiirleflmifl Hali
Hz. Peygamber’in do¤umunu ve hayat›n› an-latan, O’nu medh ve senâ eden, pek çok fliir kale-
DİN
VE
TO
PL
UM
52
DİYANET-SEN
me al›nm›flt›r. Edebiyat›m›zda bunlara Na’t den-mektedir. Hatta ‹slam edebiyat›ndaki na’tlar›n%80’inin milletimizce yaz›ld›¤› malumdur. Ayn›amaca hizmet eden bir baflka nazm türü de “Mev-lid”tir. Bu eserler mevlid merasimlerinde mevlid-hanlar taraf›ndan makamla okunmufltur.*
Bunlar›n en meflhuru Süleyman Çelebi’ninVesiletün-Necât (1402) adl› eseridir. Bu eser; mü-nâcaat, velâdet, risâlet, mîrâc, rihlet ve duâ bahir-lerinden oluflmaktad›r. Süleyman Çelebi; Münâca-at’a söze Allah’›n ism-i flerîfi ile bafllar. Velâdet bö-lümünde Hz. Peygamber’in do¤umuna genifl yeray›r›r, annesinin do¤um s›ras›ndaki duygu ve dü-flüncelerini, bu ânda bütün varl›klar›n O’nu büyükbir nefle içinde karfl›lad›klar›n› hikaye eder. Risâletbahrinde, nübüvvetin geliflini; Mirâc bölümündeise bütün zenginli¤i ile yüce yolculu¤u tasvir eder.Derin üzüntüyle yazd›¤› rihlet (ahirete göç) ve du-â ile eserini bitirir.
Kanaatimizce Mevlid’in yaz›l›fl amaçlar›ndanbirisi Türklere milli kimliklerini hat›rlatmakt›r. Sü-leyman Çelebi, Timur’un Anadolu’yu istilas› aka-binde yaflanan Fetret Devri (1402-1421) mücade-leleri içinde, hakimiyetini, istiklalini, istikbalini vebenli¤ini kaybetmek üzere olan milletimizi “Vesi-letü’n-Necat” / Kurtulufl Yolu olan Hz. Peygamberetraf›nda yeniden toparlam›flt›r. Bu ifadenin günü-müzdeki ad› “Kutlu Do¤um” dur. Mevlid ayn›misyonu flimdi de sürdürmektedir.
Durmufl Hocao¤lu’nun Mevlid’in dinî ve millikimli¤imizdeki yeri ile ilgili de¤erlendirmesi olduk-ça ilgi çekicidir:
“…Türklerde, hassaten Anadolu Türk dün-yas›nda çok derinlere kök salm›fl peygamber afl-k›n›n en aç›k bir belgesi, baflka hiçbir Müslümantoplumda bir benzeri bulunmayan “Mevlîd” ge-lene¤idir. Özellikle Osmanl›-Türk Müslümanl›¤›n-da Mevlîd ve hassaten Süleyman Çelebi Mevlîdi,netice itibariyle befler ürünü edebî bir metin ol-mas›na ra¤men adetâ kutsallaflt›r›lm›flt›r; öyle ki,O, bizler için sanki Kur’ân’›n Türkçe flerhi gibidir.
Kur’ân ile birlikte tilâvet edilir; elbette -hâflâsümme ve kellâ- Kur’ân de¤ildir, ama, Kur’ân’agösterilen sayg›n›n handiyse - abart›l› olarak ifa-de ediyorum - hemen-hemen dengine yak›n birsayg› görür.
Uzman okuyucular› olan “mevlîdhanlar” ta-raf›ndan k›raat edilen Mevlîd mukaddes bir metingibi diz-üstü, derin bir samimiyet ile ve ola¤an-üs-tü bir huflû içinde dinlenir: Hepimiz toparlan›r›z,ihtiram vaziyeti al›r›z, befler kelâm› etmeyiz; kad›n-lar›m›z bafllar›n› örter; kolay m›, anlat›lan O’dur!Bütün k›raat esnas›nda s›rt›m›zdan flerâreler akar,vücudumuzu ürpertiler sarar; “Merhaba” bahrin-de gözlerimiz dolar, zira Merhaba dedi¤imizO’dur: Efendimiz!
“Mevlîd” bahrinde Âlemlerin Efendisi’nin budünyay› teflrifini anlatan “Geldi bir akkufl kanad›y-la revan/ Arkam› s›¤ad› kuvvetle hemân” m›srala-r›yla birlikte bedenlerimizden bir elektrik ark› bo-flal›r, sanki “Efendimiz” hemen o anda flu kap›danbizim hânemize girecekmifl gibi hissederiz, hay›rbu ifade yetersiz oldu, tashih ediyorum: “Efendi-miz” hemen o anda flu kap›dan bizim hânemizegirecekmifl gibi hissederiz de¤il, “Efendimiz”, fle-faatç›m›z, sevgisi Îmân sembolü olan mürflidimiz -flu ibareyi kullanmama izin veriniz - babam›z, he-men o anda flu kap›dan bizim hânemize girmekte-dir! Padiflah, hattâ Padiflah-› Cihan dahi olsak -O’na k›yasla Kul da Padiflah da müsavidir - “padi-flahlar›n padiflah›”n› karfl›lamak için ürpererek,gözlerimiz dolarak el ba¤lar›z ve aya¤a kalkar›z,bir ‘akkufl’ gibi birbirimizin s›rt›n› s›¤ayarak O’nasalât ve selâm göndeririz.
“Mîrac” bahrinde Mîrac’a O’nunla birlikte ç›-kar, Allah ile “bilâ harf u savt” konufluruz.
Fakat, fakat dostlar! Bir bahir vard›r ki anlat›-lamaz, sadece hissedilir, sadece yaflan›r: “Ve-fat”!... “Vefat” bahri kelimenin tam mânâs›yladehfletengîzdir, ürpertici olman›n ötesinde kahre-dicidir, o bambaflkad›r, harikulâde a¤›rd›r, bizimkald›ramayaca¤›m›z kadar a¤›r! Ne demek! Biraz
DİN
VE
TO
PL
UM
53
DİYANET-SEN
* Baz› alimler karfl› ç›kmakla beraber, Ebû fiâme el-Makdisî, fiehâbeddin el-Kastallânî, ‹bn Hacer el-Askalânî, Celâleddines-Suyûti gibi alimler Mevlid kutlamalar›n›n “bid’at-› hasene” kabul edip caiz görmüfllerdir. Peygamberimizin dünyayagelmesine sevinmenin, bu gün muhtaçlara yard›m etmenin, O’nu öven fliirler okuman›n güzel ameller oldu¤u ifade et-mifllerdir. (Bkz. Ahmet Özel, “Mevlid”, D‹A, c. 29, s. 477-478; Ahmet Özel, “Mevlid: Tarihi ve Dini Hükmü”, Dîvân ‹l-mî Araflt›rmalar Dergisi, Bilim ve Sanat Vakf›, ‹stanbul, 2002/1, say›: 12, s. 243-246.16).
DİN
VE
TO
PL
UM
54
önce kap›m›zdan nas›l da girmiflti; flimdi bizi b›ra-k›p da nereye gidiyor? Ömer hakl›ym›fl, hattâ azbile yapm›fl! Ben olsayd›m, Mekke’yi yakard›m,“O öldü” diyenin yedi göbek ecdâd›n› do¤rard›m;çünkü bende ak›l kalmazd›. ‹flte Vefat bahri bunubindörtyüz sene sonra bize aynen yaflat›r. O’nunbu dünyay› terk ediflini anlatan m›sralara canlardayanmaz, en metanetli er kifliler dahi gözlerin-den akan kanl› yafllar› zaptedemez; o yüzden buçok firakl› bahir avâm aras›nda hemen-hemen hiçokunmaz. …
‹flte dostlar, bunun için, flimdi baz› yeni yet-me, haddini bilmez, gelenek düflman›, özentili ‘z›-p›r ve ukala’ Müslümanlarda yayg›nlaflan ‘Mevlîdkarfl›tl›¤›’n› fliddetle protesto ediyorum! (DurmuflHocao¤lu, “Türk Müslümanl›¤› Üzerine Baz› Not-lar” Köprü, Türk Müslümanl›¤› Bahar 99, 66. Say›)
Yaz›m› ‹slam flairi olarak da an›lan M. Akif Er-soy’dan hat›r›mda kalan flu dizelerle bitirmek isti-yorum
On dört as›r evvel yine bir böyle geceydi /Kumdan ay›n on dördü bir öksüz ç›k›verdi…
Derken büyüyüp k›rk›na gelmiflti ki öksüz /Bafllarda gezen kanl› ayaklar suya erdiBir nefhada kurtard› insanl›¤› o masum /Bir hamlede kayserleri kisralar› serdiAczin ki, ezilmekti bütün hakk›, dirildi /Zulmün ki, zeval ak›l›na gelmezdi, geberdiAlemlere rahmetti evet flerr-i mübini /fiehbalini adl isteyenin yurduna gerdiDünya neye sahipse onun vergisidir hep /Medyun ona cemiyeti medyun ona ferdiMedyundur o masuma bütün bir befleriyet /Ya Rab! Bizi mahflerde bu ikrar ile haflret.
DİYANET-SEN
irçok sosyolog gibi fierif Mardin de
yaz›lar›nda sosyal de¤iflmeden söz
eder bu yaz›da daha çok onun fi-
kirlerini örnek alarak konuyu iflleye-
cegiz.
De¤iflmenin Sosyal Temelleri
Seref Mardin sosyal degiflmeyi kaç›n›lmaz ka-bul eder. Sosyal ve kültürel de¤erlerin sabit olma-y›p, zaman zaman çok yavafl olabilse de mütema-diyen de¤ifltiklerini ifade eden fierif Mardin, bu
de¤iflme olay›n›n ard›ndaki etkenler aras›nda flun-
lar› saymaktad›r:
a. Bütün toplumlarda kültür unsurunun an-
lam itibariyle tamamen kapal› durumda olmama-
s›. Yukar›da da belirtildi¤i gibi Mardin, de¤iflmeyi
mümkün k›lan faktörlerden biri olarak toplum
içinde oluflan anlamlar›n herkes için ayn› olmama-
s› tesbitini dile getirmifltir. Anlam farkl›l›¤› ve vur-
gu de¤ifliklikleri, toplumdaki de¤iflme olay›n› da
yak›ndan etkilemektedir. Mardin’in bu konudaki
B
Sosyal Değişme,Modernleşme ve Din
Dr. ‹hsan TOKERAnkara Üniversitesi, ‹lahiyat Fakültesi
örne¤i, Atatürk’ün Türk toplumunda anlafl›l›flfarkl›l›klar›d›r: Atatürk bütün Türk vatandafllar› içinayn› anlama gelmemektedir; okullardaki Atatürkbaflka, köylünün padiflah kavram›n› ça¤r›flt›ranAtatürk’ü baflkad›r.1 Yine Mardin’e göre dini sim-geler de bireysel düzeyde flekillendirilebilir niteli¤esahiptirler. Nitekim Gellner’a atfen o, simgeselaraçlar›n zorunlu bir flekilde tafl›d›¤› karars›z niteli-¤in kendisinin toplumsal de¤iflime kap› açt›¤›n›nakletmektedir.2
b. ‹nsanlar›n kültür de¤erlerini ayn› oranlar-da içsellefltirememeleri.
c. Kültürün baz› durumlarda insanlar taraf›n-dan özel amaçlar için kullan›l›yor olmas›.3 Asl›ndade¤iflme olay›n›n motor gücünü temin eden bilimalan›ndaki geliflmelerin kökeninde iktisadi faktör-lerin mevcudiyeti Mardin taraf›ndan kabul edil-mektedir. Bununla birlikte as›l özellikler; simge da-¤arc›¤›, de¤er yap›s›, toplumsal örgütlenme gibisüzgeçlerin söz konusu oldu¤u toplumsal süreç-lerde edinilmektedir.4
Ayr›ca yabanc› kültürler de de¤iflme faktörle-ri aras›nda bulunmaktad›r. Mesela Türk sosyal de-¤ifliminde Bat›l› tarz, Müslümanlar›n gündelik ha-
yatlar›na girerek, onlar›n bu hayata uyum sa¤lama
çerçevelerini tahrip etmifltir. Bunun sonucunda da
ne yap›labilece¤ine dair karar verme zorunlulu¤u
hissedilmifltir.5
Di¤er taraftan sosyal faktör olarak görülebile-
cek durumlardan biri olarak o, toplumdaki marji-
nal unsurlara da göndermede bulunmaktad›r.
Mardin, de¤iflmenin itici gücünün ço¤unlukla ke-
narda kalm›fl, kendi tabiriyle ‘iki cami aras›nda bi-
namaz’ unsurlardan geldi¤ine dikkat çekmektedir.
Bu, önemli ölçüde, bir sistemi en iyi inceleyenlerin,
onun kenar›nda kalan kimseler olmalar› gerçe¤iy-
le ba¤lant›l›d›r.6
Kuflkusuz sosyal de¤iflme konusunda önemverilen etmenler aras›nda geleneksel kültürler ilemodern toplumlar›n tafl›d›klar› özellikler de yeralmaktad›r. Buna göre geleneksel kültürlerderastlanan husus, çok fazla de¤iflme gösterme-yen, ancak çok yavafl bir flekilde de¤iflen bir orta-m›n söz konusu olmas›d›r. Burada insan ve dev-let düzeni sanki hiç de¤iflmeyecekmifl gibi görün-mektedir. Mardin, bu özelliklerin bu toplumlardatarihin devrevî tarzlarda ifade edilmesine yol aç-t›¤›n› belirtir. Bu durumlara birer örnek olarak daYunanl›lar›n tarih görüfllerini ve ‹bn Haldun’unaç›klamas›n› vermektedir. K›s›r bir döngüye daya-l› bu olayda tarih, ezeli bir tekerrür olarak alg›-lanmaktad›r.7 Ancak insanl›k tarihindeki yeni biraflama, bu geleneksel kültüre meydan okuyucuözellikleri beraberinde getirmifltir; bu, modern-leflme sürecidir.
Modernleflme
Günümüzün en s›k kullan›lan kavramlar›ndanbiri olan modernleflme, sosyal bilimlerde bir sosyalde¤iflme çerçevesidir. fierif Mardin’e bak›ld›¤›ndakendisinin, modernleflme olay›n› ba¤›ms›z bir teo-rik bütün halinde ele almad›¤› görülmektedir. Bukonudaki k›smi aç›klamalar ise onun belli sosyal
1 fierif Mardin, ‹deoloji, Ankara, 1982, s.119 ve 88, dipnot k›sm›.2 fierif Mardin, Said Nursi Olay›, ‹stanbul, 1997, s.39.3 fierif Mardin, ‹deoloji, s.119.4 a.g.e., s.152.5 Said Nursi Olay›, s.220-21.6 ‹deoloji, 39.7 a.g.e., s.124-127.
Günümüzün en sıkkullanılan kavramlarından
biri olan modernleşme,sosyal bilimlerde bir sosyal
değişme çerçevesidir.Şerif Mardin’e bakıldığında
kendisinin, modernleşmeolayını bağımsız bir teorik
bütün halinde ele almadığıgörülmektedir.
DİN
VE
TO
PL
UM
57
DİYANET-SEN
olaylar› aç›klamak amac›yla baflvurdu¤u kavramsalenstrümanlardan ç›kart›lmak durumundad›r.
Mardin’e göre geleneksel kültürün tafl›d›¤›özellikler, modern dönemde büyük dönüflümlerlekarfl› karfl›ya kalm›flt›r. Sözgelimi zaman anlay›fl›çeflitli toplumsal etkenler sonucu de¤iflmifltir. O,bunun bir bafllang›c› olarak Giambattista Vico’da-ki tarihin belli bir birikimden sonra nitelik bak›m›n-dan dönüflüme u¤ramas› olay›na iflaret etmekte-dir. Feodal sistemin y›k›lmaya bafllanmas›, mat-baan›n icad›, co¤rafi keflifler bunun ard›ndakiönemli faktörler olmufllard›r. Rönesans’ta ortayaç›kan bu yeni zihniyet Ayd›nlanmaya da tafl›nm›fl,sanayi devrimiyle iyice pekifltirilmifltir. Bütün bun-lar›n sonucunda daha önce de¤ifltirilemez olarakgörülen bir tak›m fleylerin de¤ifltirilebilecekleri,bunun insanlar›n elinde olan bir fley oldu¤u düflü-nülmeye bafllanm›flt›r. Modern dönemin bu ba-k›mdan tafl›d›¤› nitelik, onda sosyal iliflkilerin bü-yük bir h›zla de¤iflme göstermesidir. Modern özel-likler toplumsal planda yaflanan çalkant›larla ba¤-lant›l›d›rlar.8 Nitekim Mardin’in sosyal de¤iflme vemodernleflme olay›n› de¤erlendirdi¤i ana eksen-lerden biri dünyan›n daha geliflkin kesimleriyle,daha az geliflkin kesimleri aras›nda ba¤lant› im-kanlar›n› art›ran iletiflim flartlar›, ya da onun deyi-fliyle iletiflim devrimidir ki, bunun ‹slam toplumlar›ve de¤iflim iliflkisine etkileri daha sonraki k›s›mlar-da ele al›nacakt›r.
Mardin Türk sosyal de¤iflim sürecini izaha yö-nelirken, s›k s›k, toplumlarda sembollerin dönü-flüme yönelik kapasiteleri üzerinde durmufltur. Jo-seph Levenson’a atfen modernleflmeyi gözlemle-mede de¤iflim imkanlar›n›n, toplumun sembolleri-nin gözden geçirilmesinin ve gelenek içinde gelifl-melere yol açabilecek bir gerilim sunma aç›s›ndantaze düflgücü ile gelenek aras›nda oluflabilecek bir
gerilimin önemli oldu¤unu vurgulamaktad›r.9
Kuflkusuz, modernleflmenin daha çok dikkatçeken ve vurgulanan bir boyutu laikleflme olgu-sudur. Nitekim fierif Mardin’e göre de, Türk mo-dernleflme sürecinin bir yönü din alan›n›n, siya-setten kademeli olarak ayr›lmas›d›r.10 Çal›flmala-r›nda onun yer yer, Türk modernleflmesinin laik-leflme süreciyle ilgili içeri¤ine dair örneklere de-¤indi¤i görülür. Mesela Tanzimatla birlikte ‹slamhukukunun d›fl›ndaki Bat›l› hukuk kaynaklar›n-dan gelen düzenlemelerin ön plana geçmesi11,Halife Sultan iktidar›ndan, millî hakimiyet düflün-cesinin kurumlaflt›r›lmas›na yönelinmesi bunlar-dan bir kaç›n› oluflturmaktad›r.12 fierif Mardin,Tanzimat reformuyla birlikte gelen yeni sosyaliliflki anlay›fl›n›n, ‹slam kökenli davran›fl normlar›-n› devre d›fl› b›rakt›¤›n›, toplum anlay›fl› olarak ki-fli d›fl› bir mekanizmadan hareket etti¤ini belirt-mektedir.13
Mardin’e göre radikal nitelikteki Kemalizm’indin ile ilgili olarak benimsedi¤i de¤iflim görüflü, Os-manl› çok milletli Müslüman terkibinin, ‹mparator-lu¤un y›k›lmas›yla ortadan kalkmas›n›n ortaya koy-du¤u imkanlar sayesinde uygulama alan› kazanabil-mifltir. Atatürk’te de devleti uleman›n ve tarikat li-derlerinin nüfuzundan kurtarma amaç olmakla bir-likte, onda devletin önceli¤i de¤il, modern devletkavram›n›n önceli¤i söz konusu olmufltur. Bu projeuyar›nca ve bir uygarl›k dini aray›fl› çerçevesinde dinancak ikinci derecede bir unsur olarak marjinal birrole sahip olabilmifltir. ‹slam’›n, vatandafla sorumlu-luk fleklinde bir özerklik tan›mayan devlet dini ola-rak görülmesinin yerini, ona modern toplum gerek-leri içerisinde bireylerin daha fazla sorumluluk üst-lenebilmelerine imkan verecek olan kiflisel bir de¤erolarak bak›lmas› alm›flt›r.14
8 Ayn› yer.9 fi. Mardin, ‘Türkiye’de Dînî Sembollerin Dönüflümü Üzerine Bir Not’, çev. Gülflat Aygen Tosun, Türkiye’de Din ve
Siyaset, derl. Mümtaz’er Türköne, Tuncay Önder, ‹stanbul: ‹letiflim Y., 1991, s.211.10 Said Nursi Olay›,s.168.11 Bkz. Mardin, ‘Türkiye’de Din ve Laiklik’, çev. Fahri Unan, Türkiye’de Din ve Siyaset, s.46; Ayr›ca bkz. Mardin,
‘Türkiye’de Dini Sembollerin Dönüflümü Üzerine Bir not’, s.206.12 ‘Türkiye’de Din ve Laiklik’, s.65-66.13 Said Nursi Olay›, s.2114 Mardin, ‘Modern Türkiye’de Din ve Siyaset’, çev. Mustafa Erdo¤an, Türkiye’de Din ve Siyaset, s.120-121. Ayr›ca
bkz. Mardin, ‘Nas›l Bir Toplum ‹stiyoruz?’, fi. Mardin, Türk Modernleflmesi, derl. Mümtaz’er Türköne, Tuncay Önder,‹stanbul: ‹letiflim Y., 1991, s.341-342.
DİN
VE
TO
PL
UM
58
DİYANET-SEN
Yine önemli görülen bir baflka boyutu isemilliyetçilik teflkil etmektedir. Mardin’e göre gelifl-mekte olan ülke ayd›nlar›, toplumlar›nda gelenek-sel ayr›mlar› ortadan kald›rma do¤rultusunda, ide-olojik harekete milliyetçi bir yön vermifller, bu par-çalar› milliyetçilik ideali etraf›nda toplam›fllard›r.Bu arada modern Bat› ülkelerindeki fonksiyonelfarkl›l›klar›n yaratt›¤› s›n›flaflma olay›ndan kaç›nmaçaresi olarak da sosyalist düflüncelere yönelmifller-dir ki, her iki husus da, Mardin’e göre Kema-lizm’de ortaya ç›km›flt›r.15
Azgeliflmifl ülkelerde ortaya ç›kan milliyetçilik,geleneksel kültüre ait unsurlara karfl› nas›l davra-n›laca¤› hususunda farkl› yönelimler sergilemekte-dir. Bu ülkelerin ço¤u, bu unsurlara yer vermeyitercih etmifltir. Mesela Tanzanya’da Julius Nyere-re’nin Afrika sosyalizmi, cemaat anlam›ndaki uc-maa kavram›na dayand›r›lm›flt›r. Yine Cemal Ab-dunnâs›r, M›s›r’da milliyetçi/sosyalist uygulamalar-da ‹slam dinine özel bir yer vermifltir. Hatta ikinciyönelime ait temel bir örnek olan Atatürkçülüktebile tesanütçülü¤ün tercihi, bu hususta çarp›c› birörnek teflkil etmektedir.16 Türk milliyetçili¤i bak›-m›ndan Cumhuriyet döneminde, yeni de¤erlereduyulan s›n›rs›z ba¤l›l›k arac›l›¤›yla oluflturulan
toplumsal dayan›flma, aslî bir özellik tafl›maktad›r.Bu yeni communitas›n oda¤›nda ulus bulunmak-tad›r ve bu arada ‹slamî kültürün sembolik iletiflimkaynaklar› d›fllanm›fl durumdad›r.17
fierif Mardin’de sosyal de¤iflme konusunun eleal›n›fl›nda dikkat çeken bir nokta da, bu toplumsalrealitenin geleneksel kültürden modern hayat tarz›-na do¤ru seyredifl ekseninde, her iki durumu birarada alarak karfl›laflt›rmalara baflvurma fleklinde biraç›klamaya gidilmek istendi¤idir. Bu bak›mdanMardin, sözgelimi, Türk modernleflme süreci örne-¤inde, gelenekten moderne geçiflin; toplum ba¤la-r›n›n kiflilere dayand›¤› bir toplulukla, bu ba¤lar›nsoyut ilkeler etraf›nda kuruldu¤u topluluk aras›nda-ki de¤er uyuflmazl›¤› temelinde gerçekleflti¤ini be-lirtmifltir. Ona göre bu da, Bat›l› düflünürlerin etki-sinden de¤il, Bat›dan al›nan yeni kurumlar›n zorun-lu olarak kendilerinde tafl›d›klar› yeni hayat de¤erle-rinden kaynaklanm›flt›r.18 Ne olursa olsun onunyaklafl›m›, de¤iflim içerisinde süreklilik, ya da sürek-lilik içerisinde de¤iflim biçiminde bir temay› akla ge-tirmektedir.
Dinler ve De¤iflme Olgusu
fierif Mardin’in yaz›lar›nda din ve sosyal de-¤iflme aras›ndaki iliflki de öne ç›kan konulardanbiridir Ona göre dinler kendilerine özgü de¤iflimkültürlerine sahiptirler. Di¤er taraftan onun çal›fl-malar›nda bu iliflki konusunda birbirine z›t iki çiz-gi de¤iflik vesilelerle yerlerini almaktad›rlar. Mar-din, dinleri de içine alacak flekilde mitoslar›n flek-len, dünyadaki dalgal›l›¤› ve tutars›zl›¤› yans›tt›k-lar›n›, ancak kesin bir sonuca da ulaflt›klar›n› söy-lemifltir. Mardin’in örne¤ine göre Hristiyanl›k’ta-ki apokalips, insanl›k tarihinde iyinin ve kötününhakim olduklar› devirlerin birbirlerini izleyecekle-ri fleklinde bir kabulü yans›tmaktad›r. Realist birflekilde dünyan›n yans›t›lm›fl olmas›na karfl›l›k iyi-nin en sonunda yerleflece¤ine dair kesin bir so-nuca gidilerek bu çevrim tamamlanmaktad›r.19
Ancak bu döngüsel nitelikli yaklafl›m, dinlerin demodernleflmenin çekim alan›na girmelerini en-
15 ‹deoloji, s.137. Ayr›ca bkz.a.g.e. s.180.16 a.g.e., 180-183.17 ‘Türkiye’de Dini Sembollerin Dönüflümü Üzerine Bir Not’, s.206 vd.18 fi. Mardin, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri, 1895-1908, ‹stanbul: ‹letiflim Y., 1983, s.16.19 ‹deoloji, s.113.
DİN
VE
TO
PL
UM
59
DİYANET-SEN
gelleyememifltir. Nitekim Mardin, çeflitli örneklerüzerinden de¤iflik yerlerde bu iliflkiye de¤inmek-ten uzak durmam›flt›r.
Dinin modernleflmesi
Bütün toplumlarda oldu¤u gibi dînin muha-fazakar sosyal yap›larla eklemlenmesi s›kça rastla-nan bir durum olmakla birlikte onun, modernlefl-me do¤rultusuna yönelip, bu u¤urda ifllev göster-di¤i örnekler de az de¤ildir. Bu yöndeki örnekler-den biri olarak fierif Mardin, dinin modernleflmesürecinde oynad›¤› rol ba¤lam›nda Rönesans’›n ilkdönemlerinde mistik düzeydeki dini unsurlar›n la-ik bilimsel düflünce do¤rultusunda imkan verdi¤is›çramaya gönderide bulunmakta ve bunu SaidNursi örne¤inde mütekabil örnek olarak takdimetmektedir. Said Nursi bilime yönelik yerli kaynakaray›fl›nda bilimi dini semboller aras›nda bulmayaçal›flm›flt›r. Dolay›s›yla bu, Türk de¤iflim süreci aç›-s›ndan, inkara gitmeden, geleneksel ‹slâmî mesa-ja yönelik bir de¤ifltirmeyi ifade etmektedir.20 Birbaflka örnek, dînin yorumsama faaliyetleriyle karfl›karfl›ya kalmas›yla ilgilidir. fierif Mardin, Risale-iNûr örne¤inde hermenötik çaban›n modernlefl-meye hizmet aç›s›ndan önemine iflaret etmekte-dir. Ona göre Said Nursi dinin do¤ru metodolojisi-ni kitlelere açmay› hedeflemifltir. Modern flartlardaortaya ç›kan problemlerin arzetti¤i çeflitlilik Kur’anyorumlar› için bir zemin temin etmifl, bu da mo-dern toplumdaki uygulamalar›n genelde meflru-laflt›r›lmalar›yla sonuçlanm›flt›r.21
Yine Mardin, Protestan hareketlerin, belirme-ye bafllam›fl olan Kapitalizmin geliflmesine müsaitbir ortam temin etti¤ini, buna karfl›l›k Protestanl›-¤›n de¤er yap›s›n›n henüz rufleym halinde olan yö-neliminin pekiflmesiyle sonuçland›¤›n› belirtmek-tedir.22
Dünyadaki yap›sal de¤ifliklikler bir sosyal ilifl-kiler sistemi olarak mesela ‹slam’›n dinamiklerinide de¤ifltirmifltir. Bu alandaki bafll›ca de¤iflmeler,daha genifl bir nufusun kademeli olarak sosyal ile-
tiflim a¤›na ve ilgili süreçlere dahil olmas›, tarikatfaaliyetlerinin kapsam›n›n genifllemesi, dini iletiflima¤lar›n›n Cumhuriyet döneminde de varl›¤›n› sür-dürmesi olarak s›ralanmaktad›r ki, Mardin bu sü-reci genel olarak çevrenin hareketlenmesi bafll›¤›alt›nda toplamaktad›r.23
fierif Mardin modernleflmenin dine olan etki-leri ba¤lam›nda yayg›nlaflt›r›lm›fl e¤itim sistemiyle,k›rsal kesimle ulema aras›nda orta katmanda yeralan tabakan›n okuyan kesimlere kat›lm›fl olmas›-n›n bir sonucu olarak kamuoyunun art›k dinleriningereklerini anlamak için ‘yüksek’ gelene¤in tem-silcilerine ihtiyaç duymad›klar›n› belirtmektedir.Sosyal iletiflimin geliflmesine paralel olarak maneviihtiyaçlar da genifllemekte, alt s›n›flardan insanlardini mesajlar› kendi bildikleri tarzda yorumlayabil-mektedirler.24 Mardin, Türk sosyal de¤iflim süre-cinde laiklefltirici reformlar›n ‹slam’› yaflanan amasorgulanmayan bir fley olmaktan ç›kard›¤›n›, buflekilde dinin de kendi s›n›rlar› dahilinde flekillen-meye bafllad›¤›n› kaydetmektedir. Bunun sonu-cunda da vurgulanmaya bafllanan kültürel öz, iba-detler kadar önemli ve onlar ölçüsünde ‹slâmî sa-y›lmaya bafllanm›flt›r.25
20 Said Nursi Olay›, s.323-324.21 a.g.e., s.361.22 ‹deoloji, s.152.23 Said Nursi Olay›,s.234.24 a.g.e.,,s.348-349.25 a.g.e.,,s.234.
DİN
VE
TO
PL
UM
60
DİYANET-SEN
fierif Mardin, Said Nursi ve Nurculuk örne¤in-de, yenilikçi rol üstlenen karizmatik liderin, gele-neksel bir dekorla ifle bafllam›fl olsa bile, taraftarla-r›na yeni yükümlülükler getirdi¤ini belirtmekte-dir.26 Mardin, ayn› örnekte, modernleflme süre-cinde yaflanan mekanizasyonun, taflrada dini birgrubun durumunda ortaya koydu¤u sonuçlar› ak-tarmaktad›r.27
Mardin, Said Nursi’nin tarihi ilerleme kavra-m›n› benimsedi¤ini, ‹slâmî ahlak›n rasyonelli¤i dü-flüncesini tafl›d›¤›n› söylemektedir. Ona göre art›kdin sadece ilan edici olmakla yetinmeyip, iknaedici tezlere dayanmak durumundad›r. BunlarTürkiye’deki modernizasyon sürecinde dinin para-lel gitme durumunu yans›tmaktad›r.28
fierif Mardin, Türkiye’deki köklü unsurlar›ndini kesimler taraf›ndan hesaba kat›lmak duru-munda olduklar›n›, bu paralelde Müslüman en-tellektüellerin söylemlerinde demokratik politikkurumlar› destekleyen modifikasyonlar bulundu-¤unu, bu kesimin laik entelektüel söylemini kul-land›¤›n›, bunlar›n prestijli yay›nlar›n›n taklit edil-di¤ini, modern dergicilik özelliklerini ortaya koy-
duklar›n›, kad›nlara yönelik dergiler ç›kart›ld›¤›n›belirtmektedir.29
Mardin, Said Nursi’nin yapt›¤›n›n, ‘gündelikolan’ içerisindeki kültürel kaynaklara, yani dinisöyleme sahip ç›karken, bunlar› modernlik ge-rekleriyle uyumlu hale getirecek ölçüde zengin-lefltirmek oldu¤unu belirtir. Bu arada o, üzerindeyo¤unlafl›lan dini unsurlara yeni biçimler verile-bilmifltir.30
fierif Mardin, yine ayn› örnekte, modern flart-larda bütünleflmenin daha evrenselci bir tarz› do¤-rultusunda liderin merkezi rolünün mesaj›n kendi-sine kayd›r›lm›fl oldu¤una iflaret etmifltir. Bu geçiflbir yandan Allah’›n birli¤ine, di¤er yandan Risale-iNûr’a, bu arada da tabiattan hareket eden yeni birsimge kümesine do¤rudur.31
Tüm bunlar, onun Türk toplumsal tarihindedînin, daha önce kitleler taraf›ndan bir protestomanivelas› olarak kullan›m› söz konusuyken, mo-dern dönemde Türkiye Cumhuriyeti’nin laik kültü-rü dahilinde tatminkar bir konum meydana getir-menin arac› haline geldi¤inden bahsediflinin geri-sindeki ayr›nt›lar› ifade etmektedir.32
26 a.g.e., s.41.27 Bkz. a.g.e., s.249.28 a.g.e., s.273-274.29 fi. Mardin, ‘2000’e Do¤ru Kültür ve Din’, çev. Gülflat Aygen Tosun, Türkiye’de Din ve Siyaset, s.231-232.30 Said Nursi Olay›,s.346-347.31 a.g.e., s.288.32 ‘Türkiye’de Dînî Sembollerin Dönüflümü Üzerine Bir Not’, Türkiye’de Din ve Siyaset, s.194-195.
DİN
VE
TO
PL
UM
61
DİYANET-SEN
Modernleflmeye Tepkilerin Dine ‹liflkinYönleri
fierif Mardin, de¤iflme zorunluluklar› karfl›s›n-da modern dönemde toplumlarda her zaman Bat›-ya dönük bir modernleflme gerçekleflmedi¤ine vezaman zaman eski görüfllerin kurtar›lmas› çabalar›-n›n ön plana geçti¤ini de iflaret etmektedir.33 Buda, de¤iflmeyi ideolojiler ile ba¤lant›l› halde sundu-¤u çal›flmas›nda toplumsal çalkant›dan bahsedenve bu ifadenin çok esnek bir yap›ya sahip oldu¤unadikkat çeken Mardin’in verdi¤i örnekle çok yak›n-dan ilgilidir. Buna göre Türk sosyal de¤iflimi örne-¤inde toplumun temelden sars›lmas› olay›nda, top-lumun de¤iflik katlar›nda Atatürkçülükle gelen de-¤er de¤iflmesi 1920-1938 aras›nda oluflurken, bu-na dini planda bir yeniden can vermenin 1960’l› y›l-larda giderek artan bir güçle sahneye ç›kmas› sözkonusu olmufltur.34
fierif Mardin’de modernleflmeye karfl› diren-menin çeflitli tezahürlerinin ele al›nd›klar› görül-mektedir. Bunlar bizatihi dini faktörler, gelenekselgörünümler, yerlici hareket olarak nitelendirdi¤ioluflumlar ve nihayet ‹slâmî canlanma hareketle-rinden gelen tepkilerdir.
Modernleflme karfl›s›nda dini unsurlar›n ken-disinden kaynaklanan faktörler hususunda fierif
Mardin, de¤iflme olay› karfl›s›nda muhafazakarboyutun ‹slam topluluklar›nda, di¤er toplulukla-r›ndakinden çok daha keskin bir iflleve sahip oldu-¤unu bildirmifltir. Bu topluluklar, toplum ve ahlakde¤erleri konusunda sonuna kadar elefltiriye aç›kde¤ildirler. Özellikle halk katlar›ndaki inançlardagözlenen bu özellik, bu topluluklarda bir çarp›kl›kolarak alg›lanmaktad›r. ‹slâmî inançlar Bat›’darastlanan türden bir izâfîlik durumuna müsait hal-de de¤ildirler. Osmanl› devlet gelene¤inde her fle-yin bir haddinin bulunmas› gerekti¤i35 fleklindekido¤rultuyla birlikte bu özellik, Türk sosyal de¤ifli-mi bak›m›ndan önemli ölçüde bir engelleyici roloynam›flt›r.
Di¤er yandan Mardin, ‹slâmî söylemin, mo-dernizasyon çabalar› karfl›s›nda karfl› karfl›ya kald›-¤› sorunlarda büyük bir direnç gösterdi¤ini bildir-mifltir. Ona göre bu direnç, ‹slâmî kültürdeki kav-ramsal araçlar›n zenginlik ve esneklik niteliklerinedayanmaktad›r.36
Din alan›nda modernleflme aç›s›ndan kad›nla-r›n olumsuz tav›rlar›na da de¤inen Mardin’e göreMüslümanlar aras›nda kad›nlar genellikle en tutu-cu tav›r al›fllar›n nüvesini oluflturmaktad›rlar. Yinebuna paralel olarak o, yaz tatilleri ve denizde yüz-me gibi olaylar›n, dünya kültürüne ait unsurlar›nTürk kültürüyle birleflme imkan› yaratmas› cihetiy-
33 a.g.e., 112.34 a.g.e., s.171.35 Mardin, ‘Tanzimat ve Ayd›nlar’, Türkiye’de Din ve Siyaset. s. 283-284.36 Said Nursi Olay›, s.28.
DİN
VE
TO
PL
UM
62
DİYANET-SEN
le, engelleme çabalar›n›n bu konuda önemli prob-lemlere yol açmak durumunda oldu¤unu da ifa-de etmektedir.37
Bu arada fierif Mardin de¤iflme bak›m›ndanuleman›n engelleyici tutumunu da tesbit etmifltir.Ona göre ulemada kitlelerin, anlay›fllar›n› aflt›¤›n›düflündükleri konulara el atacaklar› yönünde birkorku mevcuttu. Nitekim ilk Türk matbaas›na mu-halefetin sebebi de burada bas›lacak kitaplar›n la-ik bilimlerle ilgili olacak olmalar›ndan ziyade, kitapdolafl›m›nda meydana gelecek art›fla bu kesiminitiraz› olmufltur.38 Mardin’e göre ulema zümresi-
ni de¤iflme olay›nda menfi tavra iten önemli birunsur, bu zümrenin dini de¤erlerin himayesini üst-lenmifl olmas›d›r. Belli bir konuma sahip görülme-leri, onlar›n fikirlerinin kolayl›kla bir tarafa at›lama-mas› sonucunu vermifltir. Mutlak gücü s›n›rlamafleklinde ifade edilecek bir fonksiyonunu ifa edenen önemli mekanizmaya onlar sahiplerdi.39
Geleneksel görünümlü kültürel unsurlar›n damodernleflmeye dirençte önemli bir yer arzettikle-ri Mardin’in çal›flmalar›nda örneklendirilmifltir. O,Niyazi Berkes’te de gözlendi¤i üzere, modernlefl-meye engel teflkil eden, tamamen dini nitelikte ol-
37 ‘2000’e Do¤ru Kültür ve Din’, s.231. Bunlar, Mardin’in o dönemlerde geçerli olan olgusal durumla ilgili erken dönemde¤erlendirmelerini yans›tmaktad›r. Günümüzde bu durum k›smen de olsa de¤iflmifltir.
38 Bkz. fi. Mardin, ‘Türkiye’de ‹letiflimin Modernleflmesinin Erken Safhas› Üzerine Baz› Notlar, çev. Gökhan Çetinsaya, TürkModernleflmesi., Türk Modernleflmesi, s.153.
39 fi. Mardin, ‘Türkiye’de Muhalefet ve Kontrol’, s.178.
DİN
VE
TO
PL
UM
63
DİYANET-SEN
mayan ve dinin arkas›na gizlenme durumundaolan bir tak›m yap›sal etkenlerin, ‘dînî’ olarak gö-rüldüklerine iflarette bulunmaktad›r. Bu flekildekimuhafazakarl›k kaynaklar› olarak Mardin’in verdi-¤i örnekler; Osmanl› toplumsal yap›s›ndaki savaflç›gruplar›n de¤erleri, toplumun merkezi durumun-daki mahalle, yeniden ülefltirici ahlak ve yöneticielitin servet üzerindeki k›smî tekelidir.40
Mardin’in, Türk sosyal de¤iflimi konusundaJön Türkler döneminde Japon örne¤ine göre de¤i-flim modelinin beli bir etki kazand›¤›ndan bahsediflide bu ba¤lamda zikredilebilir. Bu model, özellikleJaponlar›n 1905’te Ruslar› yenilgiye u¤ratmalar›n-dan sonra yayg›nl›k kazanmaya bafllam›flt›r. Bunagöre Bat›’n›n teknolojisi al›nacak, ama dini ve gele-neksel de¤erler korunacakt›. Japonya olay› bunudesteklemek için bir örnek olarak kullan›lm›flt›r.41
Bir baflka örnek olarak fierif Mardin, modernleflmeak›m›na kat›lan ‹slam topluluklar›n›n Bat›l›laflman›nilk safhas›nda gösterdikleri karakteristik bir tepki-nin, âdil toplum ideali oldu¤unu belirtir.42 Nitekim,Jön Türkler için zikretti¤i bulgu bu yöndedir. Onlarradikal de¤il muhafazakar bir tutumu sergiliyorlar-d›. Sonra bu radikallik eksikli¤i modernleflme süre-cine giren bütün ‹slam topluluklar›nda görülmekte-dir. M›s›r’da, Hindistan’daki Müslümanlar radikalözellikler göstermemifllerdir. Endonezya’da bir ratuAdil, yani adil padiflah ideali, uzun zaman geçerlili-¤ini sürdürmüfltür.
Yine Mardin’de, Abdulhamid döneminde des-teklenmifl olmakla birlikte esasl› bir flekilde1908’den sonra ortaya ç›kt›¤›n› belirtti¤i ‹slamc›l›khareketine, de¤iflme koflullar›na dini bir cevap ver-me bak›m›ndan yer verildi¤i görülmektedir. Bu ak›-ma göre Müslümanlar aras›nda ortaya ç›kan gerilik,Müslümanlar›n ataletinden kaynaklanmaktad›r. Ba-t›y› taklit etmek gerili¤i ortadan kald›ramad›¤› gibi,kendisini hareketlendiren as›l dinami¤i söndürmüfl-tür. Bunun düzeltilmesi için daha önceden bir me-
deniyet kayna¤› olan, bilim ve kültürde ilerlemeyeengel oluflturmayan ‹slam’›n benimsenmesi, di¤erbir deyiflle ‹slamlaflma gerekmektedir.43
Yerlici Tepki
Mardin’in modernleflme olay›na karfl› ortayaç›kan bir tepki olarak Yerlici olarak adland›rd›¤› birduruma da temas etti¤i görülmektedir. Bunun ar-d›nda yatan temel bir etken ona göre tüm bir ya-flam sistemini ortadan kald›r›p, yerine yenisini koy-may› amaçlayan bin yana sahip oldu¤unu söyledi-¤i Bat›’ya karfl› ortaya ç›kan k›zg›nl›kt›r. Yerlici ide-olojilerin karakteristikleri, Bat›’y› tamam›yle inkartepkisinden do¤mufl olmalar› ve geleneksel uygar-l›¤›n de¤iflmeden yeniden yaflat›lmas›n› amaçla-malar›d›r. Bunlar istilac› kültüre yönelip onu yoketmeye giriflmektedirler. Japonya’da Hristiyanl›¤›kabul edenleri bast›rma hareketi, Sudan’dakiMehdi hareketi bunun örnekleri aras›nda yer al-maktad›rlar.44
Mardin, ayr›nt›lar›na afla¤›da girilecek olanyeniden canland›rma hareketleri ile yerlici olarakadland›rd›¤› durumlar› birbirinden ay›rdeder. Bafl-vurdu¤u bir örnek Cemal Abdunnas›r’›n durumu-dur. O, ‹slam’a yer vermifl olmas›na ra¤men bunuyeterli görmeyenler ortaya ç›km›flt›r. Bunu temsileden önemli bir grup Müslüman Kardefller Cemi-yeti’dir. Bunlar eski durum ile yeniyi birlefltirmeyeçal›flmaktad›rlar. Mardin’in buna Türkiye’den ver-di¤i örnek ise zaman›n Millî Selamet Partisidir. Buparti ‹slâmî ve s›naî medeniyeti bir bütün olarakgörmektedir.45
Ayr›ca modernleflme sürecini yaflayan gerikalm›fl ülkelerde gözlenen bu toplumlar›n kendide¤erlerinin romantiklefltirilmesi, bunlara Ba-t›’n›n üstünde bir yer tan›nmas› ve önceki itibar-l› dönemler üzerinde durulmas› da benzer biryerlici tutumun göstergeleri olarak de¤erlendiri-lebilir.46
40 Mardin, ‘Tanzimattan Sonra afl›r› Bat›l›laflma’, Türk Modernleflmesi, s.78.41 Mardin, ‘‹slamc›l›k’, Türkiye’de Din ve Siyaset, s.17.42 Jön Türklerin Siyasi Fikirleri, s.67.43 ‘‹slamc›l›k’, s.26. Bu konuda ayr›ca bkz. Mardin, ‘Modern Türkiye’de Din ve Siyaset’, Türkiye’de Din ve Siyaset,
s.118-119.44 ‹deoloji, s.183-184.45 a.g.e., 184.46 Jön Türklerin Siyasi Fikirleri, s.221. Mardin, Jön Türkler’in bu romantizme yönelmediklerini belirtmektedir.
DİN
VE
TO
PL
UM
64
DİYANET-SEN
Dînî Canlanma
Di¤er taraftan de¤iflme zorunluluklar› karfl›-s›nda eski görüfllerin kurtar›lmas› çabalar›n›n önplana geçti¤i bir durumda, eski görüflle yeni du-rumlar›n ba¤daflt›r›lmas› için uygun formüllerinaranmas› söz konusudur ki, Mardin bu durumunyeniden canlanma hareketi olarak adland›r›lmas›n›uygun bulmaktad›r.47
fierif Mardin, ‹slam ülkelerinin toprak kayb›ve Osmanl› ‹mparatorlu¤unun zay›flamas› netice-sinde yeniden diriliflçi bir tak›m hareketlerin orta-ya ç›kt›¤›na, ‹slam’›n ikinci bin y›ll›k dönemininçöküfl de¤il canlanma dönemi olaca¤›na kuvvet-le inanan bu hareketlerin, ‹slam’›n bir bütün ola-rak yeniden hayatiyetine kavuflturulmas› hedefi-ne yöneldiklerine de¤inmektedir. Burada asli birözellik Müslümanlar› hem zaman ve mekan bak›-m›ndan, hem de ‹slam’› çok daha genifl bir tarihifenomen olarak birbirlerine ba¤lamakt›r. Esasenbu, tarikatlarda genelde görülen bir husustur.48fierif Mardin, modern fundamentalist hareket-lerde, Bat›’y› taklit eden entelektüel s›zma karfl›-s›nda edilgen kalan Müslüman nufusun modern-leflme olay›na dahil olmad›klar›n›, bunda ‹slâmîsembollere dayal› bir harekete geçirici gücünesas al›nmas›n›n söz konusu oldu¤unu, yaflanan
dönemde bu yolla soluk alman›n amaçlanm›fl ol-du¤unu ifade etmektedir.49
Mardin, baz› durumlarda kiflilerin özgürlükyolunun Allah’a ulaflmak için kültürel yollarla ta-yin edilmifl araçlar›n kullan›lmas› sürecinden geç-ti¤i gözlemini aktarmaktad›r. Tabii bu, dini sim-geleri kapsam›na alan bir süreçtir. Bundan dola-y› kiflilerin bu simgeler kümesini kullanmalar›n›nönüne geçilmesi oldukça sars›c› darbeler olufltu-rabilmektedir. Çünkü bu, zihni denge, flahsi tat-min ve toplumla bütünleflmeyi ilgilendirebilen birdurum olma özelli¤i tafl›maktad›r. Nitekim Asr›Saadet yönelimleri, belli bir mahrumiyet duru-munun ürünleri konumunda bir saik olarak sade-ce iktidar› kontrol araçlar›n› ele geçirmeye dönükolmay›p, bir kutsal kelam›n yeniden oluflturulma-s› giriflimini de içermek durumundad›rlar. Türki-ye’de dini söylemin gücünün k›r›lmas› bir tak›mkatmanlarda oldukça yo¤un bir flekilde hissedil-mifltir. Buna karfl›l›k yeniden diriliflçi hareketleriçin bu, bir imkan temin etmektedir.50 Mardin,modernleflme giriflimine direnç gösterme duru-mundaki ‹slâmî söylemin, k›rsal dünyada yo¤rul-mufl olmakla birlikte periferideki dönüflümler hu-susunda kayg› duyan kiflilerin gittikçe daha Bat›-l›laflan flehirli kültür alan›na girmelerine imkanverdi¤ini belirtmektedir.51
Modernleflme sürecinde dini canlanman›nkazand›¤› boyuta dikkat çeken Mardin, dini ha-reketlili¤in komplocu özelliklerle s›n›rland›r›lma-mas› gerekti¤ini, bunun abart›ld›¤›n› söylemekte-dir. Zira dînî yöndeki canlanma hareketleri sade-ce Türkiye ile s›n›rl› de¤ildir. Bu duruma iliflkinolarak verilen bir örnek, Melamili¤in Yugoslav-ya’daki durumudur. Buna göre, 1930’lu y›llardado¤an Melamilerin tarikat iliflkilerinin resmi, sta-tik ve flekilsiz olmas›na karfl›l›k, 1960’l› y›llardado¤anlar›n tarikata yeniden renk ve heyecan kat-malar›n›n nedeni, fanatizm de¤il, bu tarikat›nö¤retilerinin daha genifl ve modern bir çerçevedeyorumlanabilmesidir.52
47 a.g.e., 112.48 fi. Mardin, ‘Bediuzzaman Said Nursi (1873-1960): Bir Tebli¤in fiekillenifli’, Türkiye’de Din ve Siyaset, s.189-190.49 Mardin, ‘Türkiye’de Dini Sembollerin Dönüflümü Üzerine Bir Not’, s.210.50 Mardin, a.g.e.,s.39-40.51 a.g.e.,s.28.52 ‘2000’e Do¤ru Kültür ve Din’, s.219.
DİN
VE
TO
PL
UM
65
DİYANET-SEN
Komplocu yaklafl›mlar›n ötesinde bu sosyalgerçekli¤e e¤ilen Mardin, modern flartlar›n ‹slâmîcanlanma hareketlerine sa¤lad›¤› imkanlardanda bahsetmifltir. Onun bu konuda ön planda yerverdi¤i bir örnek modern iletiflim koflullar›d›r. OnSekizinci yüzy›lda Mekke’nin, Akdeniz bölgesin-de yeni bir iletiflim yo¤unlu¤una kat›lm›fl olmas›,bir yüzy›l sonraki dünya iletiflim devrimi, Nakfli-bendilerin bu sayede yeni yay›l›m imkanlar› eldeetmesi, çeflitli Nurcu faaliyetler, bu durumu orta-ya koymaktad›rlar. 53
Nitekim, Türkiye’de Bat›l›laflma ak›m›n›n yer-leflik dini düflüncelerin savunulmas› aç›s›ndan pekde beklenmeyen tesirler yaratmas›nda bir örnekde, Osmanl› ‹mparatorlu¤unda matbaac›l›k prati-¤inin ortaya koydu¤u durumdur. Matbaac›l›ktakicanlanma ‹slâmî klasiklerin tekrar tekrar yay›nlan-malar› imkan›n› da beraberinde getirmifl, bunlarher yerde, üstelik de ucuz fiyatlarla bulunabilir ha-le gelmifltir. Ayd›nlanma düflüncesini tafl›yan eser-lerin, bu kitaplar karfl›s›nda çok az say›da kalm›flolmalar› da bu durumun boyutunu ortaya koyucuniteliktedir.54
‹slam toplumlar›nda modernleflme paralelin-de gözlenen bir durum da, ‹slam ülkelerinde ce-maat›n hak ve yükümlülükleri teorisiyle meflrulafl-t›r›lan itirazc› tavr›n yeniden harekete geçirilmesi-dir. Müminler toplulu¤u, resmi makamlara karfl›elefltirel bir tutum tak›nmada kendilerini yetkili
görmektedirler. Nitekim son ‹ran devriminde buözellik aç›kça görülmektedir.55
Sonuç
fierif Mardin,. dinin sosyal de¤iflme ve mo-dernleflme süreçleri aç›s›ndan incelenmesi iflinde,çok boyutlu ve zenginlefltirici katk›larda bulun-mufltur. Mardin’in yaklafl›m›nda din ve di¤er top-lumsal süreçler s›rf yap›sal ya da ifllevsel yönlerdeteorik çabalar gözetilerek ele al›nmam›flt›r. Sosyo-lojinin bu yöndeki klasik ve hakim paradigmalar›-n›n d›fl›na ç›kmaya çal›flan Mardin, ayn› zamandaTürkiye’de dinle ilgili toplumsal tezahürlerin eleal›n›fl›ndaki yayg›n pozitivist çerçevelere meydanokuyan akademik giriflimlere de önemli ölçüdeöncülük etmifltir.
Konumuz aç›s›ndan bak›ld›¤›nda o, ne mo-dernleflmeye ne de sosyal çerçevede dine sabit vekendi alanlar›nda otonomiye sahip toplumsal te-zahürler olarak bakmaktad›r. Bu anlamda din demodernlik de birbirlerini sürekli olarak yenidenüretmektedirler. Modernleflme sürecinin elbettedin kurumu ve anlay›fllar› üzerinde ciddi etkileriolmufltur. Ama modernli¤in kendisinin ortaya ç›-k›fl›nda dini etmenlerin söz konusu oldu¤u gibi,toplumdaki dini tezahürler modernli¤in flekillen-mesinde, dolay›s›yla modernleflme sürecinde gö-zard› edilemeyecek tesirler göstermeye devametmektedirler.
53 Said Nursi Olay›,s.45.54 a.g.e.,s.58-59.55 a.g.e.,s.257.2
ulüm, k›saca adaletsizlik ve haks›zl›kdemektir. Hak ve adaleti, her fleyinüstünde tutan ‹slam Dini, haks›zl›¤›nher çeflidini yasaklam›flt›r. Zira ‹s-lam’›n din olarak gönderilifl sebebi,
hak ve adaleti tesis ve temsil etmektir.
Yüce kitab›m›z Kur’an’da en çok üzerindedurulan temel kavramlardan biridir zulüm. KiflininRabbine ortak koflmas›, en büyük zulüm (flirk) ola-rak nitelendirilirken (31. Lokman 13); di¤er insan-
lara karfl› zulmü ise, neticesi itibariyle kiflinin ken-
disine karfl› yapt›¤› zulüm olarak anlat›lmakta ve
yüzlerce ayette müslümanlar zulmün her türlü-
sünden sak›nd›r›lmaktad›r.
Sevgili peygamberimiz de zulüm kavram›n›
de¤iflik vesilelerle kullanm›fl, ashab›n› ve müslü-
manlar› zulme karfl› uyarm›flt›r.
Hz. Peygamber’in elinde ve evinde yetiflen
Enes b. Malik’in anlatmaktad›r. Birgün Allah Rasu-
Z
Haksızlık KarşısındaGösterilmesi
Gereken TavırDoç. Dr. Bünyamin ERUL
Ankara Üniversitesi, ‹lâhiyat Fakültesi
“Zalim de olsa, mazlum da olsa kardefline yard›m et!”
(Hadis-i fierif)
lü ashab›yla oturmufl, onlarla sohbet etmektedir.Sohbet esnas›nda flu veciz ifadeyi kullan›r:
- “Zalim de olsa, mazlum da olsa kardeflineyard›m et!”
Hz. Peygamber’in bu sözü karfl›s›nda dostlar›hayli flafl›r›rlar. Zira onlar ilk defa Cundub b. El-Anber b. Amr b. Temim adl› meflhur Arap flairi ta-raf›ndan söylenilen bu sözün yabanc›s› de¤illerdir(‹bn Hacer, Fethu’l-Bârî V. 118). Nas›l flafl›rmas›n-lar ki, kabile taassubu çok güçlü olan Araplar ara-s›nda herkes taraf›ndan benimsenip söylenen buözdeyifli, Hz. Peygamber de kelimesi kelimesinesahâbeye telkin etmifltir. Cahiliyye düflüncesindeönemli bir yer iflgal eden bu deyifli Hz. Peygam-ber’den ifliten sahâbe, önce câhiliyye dönemindeanlafl›ld›¤› gibi zâhiri üzere anlam›fllar ve:
- “Ey Allah’›n Rasûlü, hadi o kardefle mazlumoldu¤unda yard›m edelim, peki, zâlim oldu¤undanas›l yard›m edebiliriz ki?!” diye sormufllard›. Bu-nun üzerine Hz. Peygamber:
- “Onu da zulümden men edersin, zulmüneengel olursun, bu da ona yard›m demektir” buyur-mufltu. (Buhârî, Mezâlim 4, III. 98, Ikrâh 7, VIII. 59;Tirmizî Fiten 668, no: 2255, IV. 523; Ahmed, III.99, 201 bkz: Muslim, Birr 62-3, III. 1998.)
Baz› versiyonlar›nda hadisimizin sebeb-i vüru-du (söylenifl sebebi) olarak flöyle bir olay anlat›l›r:Medine’de Ensar’dan bir genç ile Muhacirlerdenbir genç her ne sebeptense dövüflürler. Bir andakavga büyür. Ensar’dan olan genç Ensar’a, Muha-cirlerden olan genç de Muhacirlere seslenerek acilyard›m ister. Hz. Peygamber’in yerinde müdahale-si olmasa, kimin hakl›, kimin haks›z oldu¤u anlafl›l-madan iki mü’min grup neredeyse birbirine gire-cektir. ‹flte tam o hengamede Allah Rasulü ç›karak:
- “Bu cahiliyye dâvâs› da neyin nesidir?!” diyesorar. ‹ki gencin dövüfltüklerini söylemeleri üzeri-ne, bu hikmetli hadisini dile getirir. (Müslim, Birr62-63, III. 1998; Ahmed, III. 324) Câbir b. Abdul-lah’›n anlat›m›nda ise, olay bir gazve esnas›ndameydana gelmifltir ve Muhacirlerden biri, En-sar’dan birini dövmüfltür. Durumdan haberdarolan Allah Rasulü:
- “B›rak›n bunu! Zira bu, kokuflmufl (cahiliyyetavr›)d›r!” diyerek, bu vesile ile müslümanlardan
DİYANET-SEN
iki tarafa da yard›m etmeleri tavsiyesinde bulun-mufltur. (Müslim, Birr 62-63, III. 1999.)
Bu hadiste, tamamen câhiliyye kültürüne aitolan ve ›rkç›l›¤a, kabile taassubuna dayal› cahilîdüflüncelerin, Hz. Peygamber’in dilinde yeni birmânâ ve ‹slâmi bir muhtevâ kazand›¤› görülmek-tedir.
Câhiliyye döneminde bu sözden kastedilen,bir kimsenin kendi kabilesinden olan kardefline zâ-lim de olsa, mazlum da olsa arka ç›kmak fleklindemutlak bir yard›m idi. Yani zâlim bile olsa, ona buzulmünde destek verme fikri, kabile taassubunungetirdi¤i câhiliyye hamiyyetinin tipik bir gösterge-siydi.
Rasûlullah ise, buradaki kardefl ifadesine ?dinkardeflli¤i? anlam›n› yükleyip, zâlime yard›ma da,?onu zulmünden al›koyma? fleklinde bir yorumgetirerek, oldukça kat› bir câhiliyye deyiflinin lafz›-n› aynen korurken, ona bambaflka bir muhtevakazand›rm›flt›r. Ayn› kelimelere yüklenen bu farkl›anlamlar, bir taraftan cahiliyye düflüncesi ile Hz.Peygamber’in yüce mefkuresi aras›ndaki aç›k fark›gözler önüne sererken, di¤er taraftan da O’nunengin düflünce dünyas›n› göstermektedir.
Hz. Peygamber’in bu iki gencin kavga-dövüfletmesinden çok, her birinin kendi kabilesindenyard›m ça¤r›s›na tepki göstermesi çok manidard›r.
Zira, iki çocu¤un veya gencin aralar›nda kavga et-meleri, dövüflmeleri ola¤an fleylerdendir. Ancak,böylesi s›radan bir kavgay›, bir anda kabileler ara-s› çat›flmaya dönüfltürecek olan ça¤r› Hz. Peygam-ber’i endiflelendirmifl ve bunu “kokuflmufl cahiliy-ye ça¤r›s›!” olarak nitelendirmifltir. Zira ‹slam, butür kabileci¤e, ›rkç›l›¤a dayal› cahiliyye ça¤r›lar›na,cahiliyye zanlar›na, cahiliyye hamiyyet ve taassup-lar›na son vermek için gönderilmifltir. (48. Feth 26)Buradan anlafl›lmaktad›r ki, zulme u¤rayan müslü-man birey, imdat ve yard›m ça¤r›s›n›, sadece ken-di kabilesine de¤il, genel olarak tüm müslümanla-ra yöneltmelidir. Mazlumun imdad›na koflan müs-lümanlar da, zalimin ve mazlumun hangi kavimveya kabileden olduklar›na bakmaks›z›n, her ikikardefle de yard›mc› olmal›d›rlar.
Hz. Peygamber, bu ve benzeri hadislerle,haks›zl›k karfl›s›nda tak›n›lmas› gereken tavr› orta-ya koymaktad›r:
“Zulüm, k›yamet gününde karanl›klar demek-tir.” (Buhârî, Mezâlim 8, III. 99) O’nun israrla üze-rinde durdu¤u ö¤retilere göre:
“Müslüman müslüman›n kardeflidir, ona zul-metmeyece¤i gibi, onu zulme de terk veya teslimetmeyecektir.” (Buhârî, Mezâlim 3, III. 98)
Nitekim Allah Rasulü, genç yaflta Yemen’evali olarak gönderirken Muaz b. Cebel’e, zekatla-r› tahsil ederken dahi kimseye haks›zl›k yapmama-s›n›, mal sahibinin en gözde mallar›n› almamas›n›israrla tenbihlemifl ve flöyle demiflti:
“Mazlumun bedduas›ndan sak›n! Zira o bed-dua ile Allah aras›nda hiçbir perde yoktur!” (Buhâ-rî, Mezâlim 9, III. 99)
Buhari’nin Sahîh adl› k›ymetli hadis kitab›ndahaks›zl›klara dair açt›¤› bölümde nakletti¤i bir ha-diste ise, Hz. Peygamber’in ashab›na emretti¤i ye-di fleyden bir tanesi de “mazluma yard›m et-mek”tir. (Buhârî, Mezâlim 5, III. 98)
Bütün bu hadislerde verilen mesajlara göremüslüman birey, öncelikle kimseye haks›zl›k yap-mayacakt›r. Zira o, hem bir kardefline, hem de ne-ticesi itibar›yla kendisine zulmetmifl olacakt›r. Bu-rada, mazlumun bedduas›n› almak, k›yamet günüde karanl›klarda kalmak gibi hem dünyevi, hemde uhrevi ceza unutulmamal›d›r. (42 fiûrâ 41-2)
DİN
VE
TO
PL
UM
68
DİYANET-SEN
DİN
VE
TO
PL
UM
69
‹kinci olarak mazluma yard›mc› olacak, onadestek verecek, onun hakk›n› kollayacakt›r. Kendi-si için istemedi¤i böyle bir durumu, mü’min karde-fli için de istemeyecektir. ‹man›n ve din kardeflli¤i-nin gere¤i olarak, kardefline sahip ç›kacak, asla“haks›zl›k karfl›s›nda susan dilsiz fleytan” pozisyo-nuna düflmeyecektir.
Üçüncü olarak da, haks›zl›k yapan zalimi en-gellemeye çal›flacakt›r. ‹flte buradaki tavr›n, sadecesözlü uyar›, nasihat etme, yap›lan haks›zl›¤›n ken-disine anlat›larak vazgeçirme fleklinde bir engelle-me mi, yoksa zalime fiilî olarak karfl› koyma fleklin-de mi olaca¤› hususu tart›fl›lm›flt›r. Hadisin birçokversiyonunda “nehyetsin, menetsin” fleklinde söz-lü engellemeye iflaret edilirken, baz› versiyonlar›n-da ise “el koyma” ifadesiyle fiilî engelleme öneril-mektedir. Buradan hareketle ‹bn Hacer, sözle me-netmenin yeterli olmamas› halinde, zulmün fiilîolarak engellenmesinden söz etmektedir. (‹bn Ha-cer, Fethu’l-Bârî V. 118).
Di¤er taraftan zalim, asl›nda kendisine zul-metti¤i için, hem zalim, hem de mazlum duru-mundad›r. Dolay›s›yla burada zalime yap›lan yar-d›m, haddi zat›nda mazluma da yap›lm›fl demek-tir. Kiflinin kendisini zulümden al›koymas› da bucümledendir. (‹bn Hacer, Fethu’l-Bârî V. 118). Hz.Peygamber’in bu tavsiyesine uyan birey, hemmazluma, hem zalime ve hem de zulmetmeyerekya da zulme seyirci kalmayarak kendisine olmaküzere üç kifliye birden yard›m etmektedir.
Hadisi, ‹krah (zor kullanma) Bölümü’nde denakleden ‹mam Buhari’nin oradaki bafll›¤› flöyledir:
“Kiflinin, öldürülmesi vb. korkusuyla arkada-fl›na (din) kardefli olmas› hasebiyle yard›m etmesi,ayn› flekilde her zor kullan›lan kimsenin karfl›s›nda-ki zalimi bertaraf etmesi, mazlum kardefli için sa-vaflmas›, onu yaln›z b›rakmamas›, e¤er onun u¤-runa savafl›rsa bundan dolay› kendisine diyet veya
k›sas gerekmemesi ile ilgili bab” (Buhârî, ‹krâh 7,VIII. 59)
Buhari’nin bu bafll›¤›ndan, bir müslüman›nmazlum kardeflini yaln›z b›rakmay›p ona arkaç›kmas›, zalimi engellemesi, hatta bu yolda dö-vüflmesi halinde verilebilecek muhtemel zarar-lardan dolay› hukuki olarak sorumlu dahi olma-yaca¤› fleklinde f›khi bir sonuç ç›kard›¤› anlafl›l-maktad›r.
Ancak bireylerin fiili müdahalesinin, ya da ey-leme baflvurmas›n›n, daha büyük kargaflaya yolaçabilece¤i, toplum içerisinde daha zararl› çat›fl-malara ve kaosa sebebiyet verebilece¤i ihtimaligöz önünde bulundurularak, fiilî engellemeninyetkililere b›rak›lmas› daha uygun görülmüfltür.Dolay›s›yla böyle durumlarda, ortama, flartlara, or-taya ç›kacak yarar ve zarara göre hareket etmeken makul yöntem olacakt›r. Birbiriyle kavga-dövüfleden iki M›s›rl›y› engellemek için “Salli ale’nne-biy!” (Hz. Peygamber’e salevat getirin bakal›m!)demek yeterlidir. Ama, otokontrolün neredeyseyok oldu¤u toplumumuzda, gözü dönmüfl bir za-lime b›rak›n fiilî müdahaleyi, sözlü müdahaleler bi-le bazen cinayetlerle sonuçlanabilmektedir. Onuniçin yap›lacak müdahalenin makul ve meflru olma-s›, yasal ve hukuka uygun olmas› flartt›r.
Ecdad›m›z bu hususu ne kadar da güzel ifadeetmifltir:
“Alma mazlumun âh›n›, ç›kar âheste âhes-te!”,
“Zalimin zulmü varsa e¤er, mazlumun da Al-lah’› var!”
Yaz›m›za, Yüce Allah’›n, zulme u¤rad›ktansonra üstün gelenlerden söz ederek noktalad›¤›fiuara Suresi’nin son ayetiyle noktay› koyal›m:
“O zulmedenler, nereye döneceklerini çok ya-k›nda ö¤renecekler!” (26. fiuarâ 227)
DİYANET-SEN
o¤umla birlikte, insanlar yaflamaya
bafllad›¤› andan itibaren yafllanma da
bafllar. Bebek olarak do¤ar, geliflerek
genç, olgunlaflarak yetiflkin ve niha-
yet yaflam›n son döneminde yafll›
olur. Her yafl döneminin kendine has özellikleri ve
yerine getirilmesi gereken görevleri bulunur. Kro-
nolojik olarak 60’l› yafllara gelindi¤inde yafll›l›¤›n
bafllad›¤› düflünülmektedir. Yafll›l›k döneminin bir
çok özelli¤i vard›r. Bu yaz›da yafll›l›k döneminde
önemli bir yeri olan hatta yafll›l›k dönemi yerine
de kullan›lan “emeklilik” olgusu baz› yönleriyle
ele al›nacakt›r.
Modern toplum her yafl grubunu de¤ifliközellikleriyle ele alarak onlara bir di¤erinden farkl›sosyal görevler yüklemektedir. Örne¤in, okul ça¤›çocuklar› 6-12 yafl aras›nda zamanlar›n›n ço¤unue¤itimle geçirmektedirler. Ergenler e¤itim süreciiçinde yetiflkin olabilmek için gerekli donan›mlar›sa¤lar ve kimliklerini gelifltirmektedirler. Genç ye-tiflkinler ailelerinden ayr›l›p kendilerine ait bir ha-yat kurma giriflimi bafllatmaktad›r. Yani çal›flarakgelir elde etme ve ard›ndan evlenme amac› ortayaç›kmaktad›r. Yetiflkin orta yafll›lar evlili¤i sürdür-me, çocuk büyütme ve kariyer gelifltirmeye yöne-liktir. Modern toplumun görev da¤›l›m›nda yafll›la-ra emeklilik rolü düflmektedir.
D
Yaşlılık ve EmeklilikÜzerineYrd. Doç. Dr. Ayfle CANATAN
Gazi Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi
Emeklilik Rolü
Modern toplumda emeklilik rolü, daha önce-ki yaflam dönemlerinde di¤er rollerde oldu¤u gibido¤al bir ak›fl içinde gerçekleflir, ancak yafll› bireygençken çal›flmaya bafllay›p çal›flmas›n› kanunlar-da belirtilen süre ile gerçeklefltirirse ve sosyal gü-venlik fonuna ödemelerini düzenli olarak yat›r›rsakazan›labilir. Yani emeklilik bireyin elde etti¤i, ka-zan›lan bir roldür. Emeklili¤in tan›m›n› yapmak ge-rekirse “ bireyin ileri yaflta ifl gücünden uzaklafl-mas›”, “ileri yaflta sosyal bir süreç olarak çal›flmarollerinin ve aktivitelerinin sona ermesi”, “çal›fl›r-ken ödenen sosyal güvenlik kesintilerinin ölünce-ye kadar maafl olarak geri al›nmas› dönemi” de-nilebilir. Bu dönemi yafll›lar›n dinlenerek geçirme-leri, yetiflkinlik dönemlerinde zaman ay›ramad›k-lar› serbest, gönüllü ve bofl zaman etkinliklerinigerçeklefltirmeleri beklenmektedir.
Yetiflkin insanlar enerjilerini, zamanlar›n› vesosyal rollerle ilgili yükümlülüklerini yaflam dairesiiçinde adeta yuvarlak bir pastada oldu¤u gibi di-limlere ay›rarak bölüfltürürler. Fakat bunlar›n için-de birey için iki rolün yeri öncelikli ve genifltir: Ai-le hayat› ve ifl hayat›. Çünkü ikisinin de sorumlu-luklar› ve yapt›r›mlar› bireyin yaflam›nda ön plan-dad›r. ‹kisi de bireyin kimlik duygusuna en fazlakatk› sa¤layand›r. ‹nsanlar genç yetiflkin olarakbafllad›klar› ifl hayat›ndan yafll› olarak ayr›l›rlar. Buayr›l›k kolay gerçekleflmeyebilir. Emekli olmak bizioldukça fazla etkilemektedir. Y›llard›r yap›lan biraktivitenin noktalanmas› yafllanan birey için pekçok anlam içerebilir. Haftada befl gün en az sekizsaat yap›lan bir aktivitenin sona ermesi kay›p gibide yaflanabilir, özgürlü¤e kavuflmak gibi de yafla-nabilir. Birey için emeklilik olumlu da olabilir olum-suz da olabilir: ‹fli b›rakmak, emekli maafl› almak,emekli rolü oynamak ya da uzun süre çal›flt›ktansonra yaflam›n sonuna gelmek gibi.. Burada bire-yin ne hissetti¤i ve genel olarak yaflama bak›fl biçi-mi önemlidir. Yar›s› su dolu bir barda¤a dolu k›s-m›ndan m› yoksa bofl k›sm›ndan m› bak›ld›¤› örne-¤inde oldu¤u gibidir. Fakat günümüzde özellikleekonomik s›k›nt›lar›n artmas›na neden olan ishtih-dam eksikli¤i, rekabet gibi etmenler ve küresellefl-menin etkisiyle elde edilen gelirlerin düzeyinin dü-flük olmas›, uzun y›llard›r enflasyon oran›n›n yük-sek olmas› paran›n de¤er kayb›na u¤ramas› gelifl-
mekte olan toplumlarda ekonomik s›k›nt›lar› önplana ç›karmaktad›r. Bu nedenle emeklilik kararla-r›nda da ekonominin olumsuz etkisi di¤er etkenle-re göre daha fazla öne ç›kmaktad›r.
‹fl Doyumu ve Yafl
‹fl doyumuyla yafl aras›nda iliflki olup olmad›¤›sorgulanm›flt›r. ‹lk çal›flmalar yafll› iflçilerin gençle-re göre daha fazla doyum elde etti¤i fleklindekibulgular, bu iliflkinin fleklini belirtmiyordu. Fakatde¤iflik yafl gruplar›n›n çal›flmaya karfl› de¤er vetutumlar›nda farkl›l›klar oldu¤u belirtilmifltir. Çal›fl-ma düzeyi, cinsiyet ve maafl yafl farkl›l›klar›yla bir-likte iflleyen faktörlerdir. Kariyerlerinde üst nokta-lara ulafl›nca kifliler ifl tatmininde bir düflüfl yaflaya-bilirler.
‹nsanlar iflten emekli olurlar, çal›flmaktan de-¤il. Genellikle, insanlar çal›flmadan duramazlar. ‹fl-lerindeki pozisyonlar›ndan emekli olurlar. Ald›klar›maafl engelli ya da iflsiz maafl›ndan farkl›d›r. Kifli-nin kendi kimlik alg›s› de¤iflmifltir. Sosyal pozisyo-nu soruldu¤unda “emekliyim” der. Bu söz alt›ndagizli bir anlam yatar. Bireyin bir ifli tamamlamaklaelde etti¤i gurur vard›r.
Emeklilik 20.yüzy›l›n olgusudur. Endüstri dev-riminden sonra çal›flma hayat›n›n kurallar›n›n dü-zenlenip uygulanmas› ve o geçifl döneminin sa¤l›kalan›ndaki olumlu etkileriyle de daha uzun yafla-mak olanakl› hale gelmifl ve çal›flma süresi de uza-m›flt›r. 1900’lü y›llara kadar 65 yafl›n üstündeki er-keklerin %70’i çal›fl›yordu. Yafll› çal›flanlar›n iflleriço¤unlukla yüksek statülü ve prestijli ifllerdi. Onla-r›n bilgileri ve deneyimleri çok de¤erli idi. Bu ne-denle çal›flma ortam›nda bulunmalar›na çok önemverilirdi. Ekonomik krizle 1930’larda U.S. de ilk zo-runlu emeklilikler uyguland›. Yafll› iflçiler emeklili-¤e zorlan›nca emeklilik maafl› almay›nca fakirlikiçinde yaflad›lar. 1935’de sosyal güvenlik hareketiyafll› nüfusa gerekli olan mali yard›m› sa¤lad›.1940’lara kadar ifl güvenceli yafll› iflçilerin oran› gi-derek azald›. Çal›flma hayat›na ait bu de¤iflmelerbat› dünyas›nda 1960’l› y›llara kadar olumsuz et-kisini sürdürdü ve emeklili¤e olan tutumlar ço¤un-lukla olumsuz oldu ve ifli olmamak fakirlikle bir tu-tulur hale geldi.
1970’ler kazançlar›n artmas› ve sosyal güven-lik kazan›mlar› ile emeklilik kabul edilir hale gel-
DİN
VE
TO
PL
UM
71
DİYANET-SEN
meye bafllad›. 1986’da 70 yafl›ndan önce zorunluemeklili¤e bir çok alanda son verildi.
De¤iflen emeklilik yasalar›yla iflçilerin emekliolduktan sonra da çal›flmalar› mümkün olmufltur.Yafl ayr›mc›l›¤› ve emeklilik yasalar›ndaki de¤iflme-ler , geçmiflteki potansiyel gerilimi düflürdü veemekliler art›k kötü sa¤l›k, düflük gelir ve statükayb› yaflamad›lar. Avrupa’da endüstrileflmifl ülke-lerde de emeklili¤e daha olumlu bir imaj verilme-sine yard›m etmifltir. Bu ülkelerde ve U.S. deemeklilere ödenen maafllar›n ödeme plan› içindezorluk ç›karmamas› için yafll› iflçilerin çal›flmaya de-vam etmeleri de desteklenmektedir.
Günümüzde geliflmifl ülkelerden az geliflmiflolanlara do¤ru inildikçe ekonomik koflullar›n kö-tüleflti¤i, sa¤l›kl› yafllanman›n azald›¤› ve ortalama
yaflam süresinin de k›sald›¤› bir gerçektir. Bu ne-denle emeklilik problemleri de henüz geliflmifl ül-kelerdeki düzeyde olmamakla birlikte gerekli dü-zenlemelerin yap›lmam›fl olmas›, nüfusun önemlibir k›sm›n›n sosyal güvenlik flemsiyesi alt›na gire-memifl olmas›, bu konudaki bilinçlenmenin yeter-siz oluflu, ekonomik etkinliklerin tar›msal nitelikliolmas› geri kalm›fl ve geliflmekte olan ülkelerdekarfl›lafl›lan en önemli sorunlardand›r. Gelenekseltoplum yap›s›n›n tar›msal ekonomisinde genifl ai-le temel üretim birimi olarak kuflaklar aras› daya-n›flma yoluyla bireylere yafll›l›k dönemi için her ko-flulda güvence sunabilmektedir. Ancak sosyal de-¤iflme etkisiyle genifl ailenin çözülme sürecine gir-mesi ailenin verdi¤i hizmetleri de k›s›tlamaktad›r.Bir baflka deyiflle çekirdek ailenin genifl aile ile yerde¤ifltirmesi yafll›lar›n aile içinde bak›mlar›n› zor-laflt›rm›fl onlar› da kendi çekirdek aileleriyle ya dayaln›z yaflamaya yöneltmifltir. Bu nedenle çok say›-da hiçbir geliri ve sa¤l›k güvencesi bulunmayanyafll›lar kitlesiyle karfl› karfl›ya kal›nmaktad›r. Devle-tin sosyal deste¤inin de yetersiz oluflu en düflükyaflam koflulu kural›n› da aflarak özellikle yafll› yok-sullu¤u denilen bir olguyla toplumu karfl› karfl›yagetirmektedir.
Toplumsal kaynaklar›n yetersizli¤i ya da iyiplanlanmamas› k›t olan kaynaklar›n yafl gruplar›aras›nda da¤›l›m›nda sorunlar oluflturmaktad›r.Bu durum özellikle toplumun yafll›lara karfl› önyarg›l› bir tutum gelifltirmesine hatta yafl ayr›mc›-l›¤›na (ageism) yol açmaktad›r. Yafl ayr›mc›l›¤›yafll›lara yaflam hakk› vermeyen tutumlarla ve bututumlar›n yasalar yoluyla ifade edilmesiyle anla-fl›lmaktad›r. Zorunlu emeklilik böyle bir uygula-man›n örne¤idir. Atchley’(1982) e göre endüstri-leflmifl ülkeler emeklili¤i iflsizli¤i kontrol etmekmaksad›yla kullanmaktad›rlar. Bu ülkelerdeemeklilik yafl› giderek gençleflmektedir. Örne¤inAlmanya’da ortalama emeklilik yafl›n›n 1965-70’lerde erkeklerde 64.7 iken 1990- 1995’lerde60.4’e düfltü¤ü belirtilmifltir. Bizim ülkemizde isezorunlu emeklilik yafl› 65 ve 67 dir. Zorunluemekli edilme bireyin hak ve özgürlükleri aç›s›n-dan tart›fl›lan antidemokratik ve k›s›tlay›c› bir uy-gulama olarak de¤erlendirilmektedir. Zamaniçinde bireyleri mutlu edecek daha esnek biremeklilik plan› sunulabilmelidir. Bu konuda çal›-
DİN
VE
TO
PL
UM
72
DİYANET-SEN
flanlar ve iflverenleri bir araya getirip çözüm üret-meye yönelik çal›flmalar gerçeklefltirilmelidir.
Bizim gibi geliflmekte olan ve nüfusu Avru-pa’ya göre genç olan ülkelerde gençlere f›rsat ya-ratmak için emeklilik yafl›n›n daha erken oldu¤u-nu görmekteyiz. Bugün ülkemizde 45 yafl›nda ka-riyerinin zirvesinde emekli olanlar bulunmakta-d›r. Genellikle erkekler emekli olup baflka biralanda ya da uzmanl›k alanlar›nda çal›flmaya de-vam etmektedirler. Ancak kad›nlar için bu durumpek geçerli de¤ildir. Geleneksel kal›plar›n gizli elikad›n› ev içi rollere ve bofl zaman etkinliklerineyöneltmektedir. Ancak kad›nlar›n e¤itim düzeyle-ri yükseldikçe kolayca emekli olmaya yönelmeyipkariyerlerinde yükselmeyi hedefledikleri söylene-bilir.
Emeklili¤in Aflamalar›
A.Emeklilik öncesi
Yafllar› ilerledikçe geçmiflten gelen deneyimbirikimleriyle bireyler olabilecekleri düflünürler veplanlarlar. ‹flte emeklilik te emekli olmadan önceplanlanabilir bir süreç içerir. ‹lk olarak birey ken-dine bir emeklilik günü belirler. Ayr›ca bu karar›nverilmesiyle birlikte birey kendini yapt›¤› iflten ya-vafl yavafl çekmeye bafllar. Hatta yapt›¤› iflin art›ks›k›c› oldu¤unu belirtir. ‹kinci olarak, emeklilikfantezileri kurmaya bafllar, bunlar›n baz›lar› ger-çekçi olmayabilir. Gerçekçi olmayan fanteziler birtür savunma mekanizmas› gibi iflleyerek gerçek-lerden ve gerilimlerden uzaklaflma ifllevi görebi-lir. Ancak bunlar çok fazla ve gerçekleflmesi im-kans›z ise bireyin verece¤i kararlar› olumsuz etki-leyebilir. Gelir ve sa¤l›kla ilgili endifleler emeklili-¤in ifl kayb› olarak de¤erlendirilmesine nedenolabilir. Emeklilik bafllad›¤›nda üç aflama geçirilir:bal ay›, mevcut emeklilik rutini, dinlenme ve ra-hatlama.
B.Emeklilik
1-Bal ay›
Bu dönemde birey daha önce yapmaya f›rsatbulamad›¤› her fleye zaman bulmufltur. ‹stedi¤ifleyleri istedi¤i zamanda yapma serbestli¤i kazan-m›flt›r. Uzun seyahatlere ç›kabilir, engel yoktur.Baz› insanlar bal ay› safhas›na girmezler. Çünküolumlu bir yönlendirmeleri bulunmamaktad›r. Bal
ay› safhas› para gerektirir. Uygun olmayan ekono-mik koflullarda bireyler bu safhay› yaflamadanemeklilik rutinine geçerler.
2-Mevcut emeklilik rutini
Birey e¤er günlük yaflam›n› oturtursa doyuru-
cu bir hale de getirebilir. Bu durum önceden kuru-
lan iliflkiler, gruplar ve etkinlikler içinden yapmak
istediklerinin seçimi ile gerçeklefle bilir. Özellikle
bofl zaman etkinlikleri gençlik döneminden itiba-
ren sürdürülen etkinlikler içinden seçilir. Gençken
hiç yap›lmam›fl etkinliklerin emeklilikte yap›lmaya
bafllanmas› kolay olmaz.
DİN
VE
TO
PL
UM
73
DİYANET-SEN
Modern toplumdaemeklilik rolü, dahaönceki yaşamdönemlerinde diğerrollerde olduğu gibidoğal bir akış içindegerçekleşir, ancak yaşlıbirey gençkençalışmaya başlayıpçalışmasını kanunlardabelirtilen süre ilegerçekleştirirse vesosyal güvenlik fonunaödemelerini düzenliolarak yatırırsakazanılabilir.
DİN
VE
TO
PL
UM
74
DİYANET-SEN
3-Dinlenme ve rahatlama
Çok aktif bir bal ay›n›n ard›ndan dingin ve azetkinlikli bir safha gelir. Uzun bir ifl yaflam›ndansonra bireyler “aman bofl ver” diyerek etkinlikleri-ni iyice azaltabilirler. ‹ki üç y›l süren bu döneminard›ndan yeterli bir dinlenme ve rahatlamadansonra yeni emeklilik etkinlikleri planlanabilir.
Ba¤›ml›l›ktan kurtulmak
Baz› insanlar emeklili¤e uyumu kolay bulama-yabilirler. Bal ay›ndan sonra hayat yavafllar ve mo-notonlafl›rsa ba¤›ml›n›n madde aray›fl› gibi eski ifl-lerini arayabilirler. Bu aray›fl madde yoksunlu¤un-da çekilen ac› ve hasret gibi yaflanabilir. Bu olum-suzluklar›n yaflanmamas› için emeklilik öncesindegerçekleflmeyecek fanteziler kurulmamas› iyi olur.Yeniden ifl aray›fl› efl kayb› ile de ortaya ç›kabilir.Yaln›z kalan birey ac›lar›n› da dindirmek için eskial›flkanl›¤›na yani ifline dönmek isteyebilir.
Yeniden yönlenme
Bu dönem bireyin yeni aç›l›mlar keflfetti¤i birdönemdir. Gerçekçi hedefler oluflturarak uygula-nabilir. Çevresinden ailesinden ve arkadafllar›ndandestek alarak çeflitli etkinliklerine kat›labilir ve ha-yat›ndan doyum elde edebilir.
C.Emeklilik rutini
Bu dönemde birey art›k daha dura¤an biremeklilik hayat›na geçmifltir. Aray›fllar bitmifl se-çimler yap›lm›fl ve meflguliyetlerle dolu bir hayatgelmifltir. Birey emeklilikten doyum almaya baflla-m›flt›r ve bu doyumu sürdürme çabas› içinde aktifbir yaflant› içindedir. Kendine yeterli, yapabilecek-lerini ve k›s›tl›l›klar›n› bilen bireyin art›k emeklilikrolünü olabildi¤ince tam yerine getirmesi beklenir.
Emeklili¤in bitmesi
Baz› bireyler için bu rolün uzun sürmesi s›k›c›gelebilir ve yeniden ifle dönmek isteyebilirler. Budurumda emeklilik b›rak›l›p ifle dönülür. Ancakemeklilik ço¤unlukla hastal›k ve engellilikle sonbulur. Ba¤›ms›z yaflamay› sürdürmeye el vermeyensa¤l›k koflullar› nedeniyle yafll› art›k yan›nda birdestekle yaflayabilir. Baflka bir insana ba¤›ml› yafla-mak ruhsal aç›dan olumlu sonuçlar üretmez.
Genel olarak emeklilik yukar›daki aflamalar-dan geçerek gerçekleflse de tamamen bireysel birrota izler. Bireyin yaflam plan› ile ilgili olarak geliflir.
Emeklili¤in Birey Üstündeki Etkileri
Sosyoloji teorilerine göre yafllanman›n sosyalroller üstüne etkisi önemlidir. Çal›flma rolünün
kaybedilmesi ruhsal ve fiziksel sa¤l›k üzerine etkilimidir? Yafla ba¤l› ifllevsel kay›plar emeklili¤i getirirmi? Yoksa çal›flma kal›plar›nda de¤iflme ve ileriyafllarda sa¤l›k aras›nda kesin bir iliflki yok mudur?Bu sorulara kesin cevaplar bulmak kolay de¤ildir.Bireysel ayr›l›klar›n etkisi fazlad›r.
Emeklili¤in birey üstündeki etkileriyle ilgili üçteorik yaklafl›m bulunmaktad›r. Fakat bunlar ön-celikle erkekleri ele alarak onlarla yap›lan çal›flma-lar›n sonuçlar›ndan ç›karak ileri sürüldü¤ü gözönünde tutulmal›d›r.
Uzun y›llar baflat emeklilik yaklafl›m› rol teori-si oldu. Bu teoriye göre bireylerin rolleri veya nor-matif davran›fl beklentileri bireyi toplumla bütünlefl-tiren bir kaynak sa¤lam›flt›r. Bireyin üstlendi¤i roller( iflçi, aile reisi, arkadafl,..) onun psikolojik ve fizikselsa¤l›¤›n› yükseltir. Fakat bu roller içinde yetiflkin içinçal›flma rolü en önemli oland›r. Çünkü günlük akti-vitelerini, statülerini ve en önemlisi sosyal grubunubelirler. Rol teorisine göre yafll›lar sosyal rollerinikaybettikçe toplumla bütünleflmelerini de kaybe-derler. Emeklilikle b›rak›lan çal›flma rolü bireyi an-lams›zl›k, ifle yaramazl›k, kendini önemsiz hissetme,depresiflik, gerginlik ve yal›t›lm›fll›k hissetmesine yolaçar. Bu olumsuz etkiler sa¤l›kta bozulmaya ve k›s-men yüksek ölüm riskine neden olur. ‹fllerinde güç-lü bir psikolojik yat›r›m› olanlar, emekli olduktansonra daha fazla s›k›nt› çekerler.
Devaml›l›k teorisi ise emeklili¤in kimlik alg›-s›, sosyal ba¤lant›lar ve üretkenlik duygular›na cid-di bir kopma getirmedi¤ini ileri sürer. Bu yaklafl›-ma göre emeklilikle birleflen çal›flma kal›plar›ndakide¤iflmeler bireyin benlik tan›m›nda önemli bir ek-siklik oluflturmaz. Emekliler önceki amaçlar›n›, ya-flam örüntülerini ve iliflkilerini sürdürürler. Sadeceher gün gittikleri ifle gitmezler. Yafll› yetiflkinleremeklili¤i kariyerlerinin bir aflamas› olarak görürlerve olumlu olarak de¤erlendirirler. Bir çok insan›nresmen emekli olduktan sonra da çal›flmay› sür-dürdüklerini devaml›l›k teorisinin bir kan›t› olarakgöstermek mümkündür. Emeklilik öncesinde bafl-ka veya farkl› düzeyde çal›flmaya geçifl yap›lm›fl isebir kriz oluflturmaz.
Yaflam ak›fl› yaklafl›m› emeklili¤i meslekigeliflimin beklenen bir basama¤› olarak görür.Yaflam›n bu dönemiyle birleflen de¤iflmeler, er-
DİN
VE
TO
PL
UM
75
DİYANET-SEN
DİN
VE
TO
PL
UM
76
DİYANET-SEN
ken yaflam olaylar›n›n mant›kl› bir sonucudur. Bi-
reyin önceki mesleki geliflimini flekillendiren fak-
törler emeklilik boyunca var olan etkiler olacak-
t›r. Örne¤in; kad›nlar›n ifl yaflam› erkeklerinkine
göre de¤iflik faktörlerce flekillendirilir. Bu faktör-
ler emeklili¤i yaflarken de rol oynamaya devam
edeceklerdir. Yaflam ak›fl› yaklafl›m› olaylar›n
normatif zamanlamas›n› da vurgular. Bu görüfle
göre emeklilik gerginlefltirici ve zamanlamas›
beklenmedik oldu¤unda zorluk yarat›r. Birey
planlanandan önce emekli olmak zorunda b›rak›-
l›rsa zaman›nda emekli olana göre daha yüksekderecede gerilim yaflayabilir.
Emeklili¤e Uyumu Etkileyen Faktörler
Sa¤l›k ileri yafllarda do¤rudan emeklilik sebe-biyle bozulmaz. Ancak araflt›rmalara göre emekliolanlar›n üçte biri için ifl rolü kayb› gerilimli bir ya-flam olay›d›r. Bireylerin emeklili¤e uyum örüntüle-ri çeflitlidir. Beklenenden önce sa¤l›k nedeniyleemekli olmuflsa çal›flma rolünü b›rakmay› redde-debilirler. Bu kifliler çal›flmaya zorlan›rsa daha iyiolabilir. Sa¤l›k problemleriyle erken emekli olanlarise sa¤l›klar›n› gelifltirme f›rsat› bulduklar›ndanmemnun olurlar. Bireyler fiziksel ve psikolojik sa¤-l›klar› iyi ise ve istiyorlarsa 70’li 80’li yafllarda daçal›flabilirler. Sa¤l›kl› ya da sa¤l›ks›z olmak bireyle-rin nas›l bir yafll›l›k geçireceklerini belirleyen enönemli faktördür.
Emeklilik zamanlamas› ise bir baflka fak-tördür. E¤er aniden ve zorunlu gelirse bireyleremeklilik kontrolünü kaybedeceklerinden kendile-rini kötü hissedebilirler. Gönüllü emeklilik olumlugörünse de az da olsa bir stres yarat›r.
Emeklilik için bir zaman›n ayr›lmas› önemli birfaktördür. En az›ndan iki y›l emeklilik için planla-ma yapmak, emeklili¤i olumlu yaflamak içinönemlidir. Özellikle emeklilikte yaflam doyumunuolumlu etkileyecektir. Emeklilik doyumu ile sosyo-ekonomik düzey aras›nda karmafl›k bir iliflki vard›r.Üst sosyo-ekonomik düzey çal›flanlar› emekli ol-maya istekli de¤ildir. Çok ileri yaflta emekli olurlar.‹flle ilgili içsel doyum yüksek meslek düzeylerindeprofesyoneller yöneticiler emeklilik planlamas›yapmaya pek yanaflmazlar. Yüksek e¤itim düzeyiemeklili¤e uyum yapmak için bir avantajd›r. Ayr›-ca yüksek sosyo-ekonomik düzeydekiler emeklilik-te bir çok f›rsata da sahiptirler, üretici olabilirler vebofl zaman aktivitesi yapabilirler. Seyahat, özel ilgigrup etkinlikleri gibi.. Üst sosyo-ekonomik düzeyemeklilikte isterlerse yar›-zamanl› ifl bulma flans›nada sahiptirler. Toplumsal örgütlerde gönüllü çal›fl-mak bu kifliler için ödül sa¤lama f›rsat› da verir.Uzun süreli olarak bir iflte çal›flmak ve emekli ol-mak emeklilikte arkadafll›k sosyal aktiviteler emek-lilik doyumu aç›s›ndan da önemlidir. Yani ifl d›fl›n-da ilgiler ve u¤rafllar varsa emekli olunca da do-yum al›n›r tersi durumda ise emeklilikten doyumal›nmaz.
Emeklilikte gelir durumu da önemli faktör-dür. E¤er gelir çok düflerse bireyler emekli olmayayanaflmazlar. Gelir ve sa¤l›k iliflkisi genel olarak ça-l›flma yafl›ndaki yetiflkinlere ve emeklilere uygula-nabilir. Gelir yüksek ise sa¤l›¤› korumak ve gelifltir-mek, hem de daha iyi bir emeklilik yaflamak kolayolacakt›r.
Kiflilik ve emeklilik iliflkisinde kendilik mem-nuniyeti iyi olan bireylerin düflük anksiyete düzey-leri oldu¤undan yüksek yaflam doyumuna sahipolmalar› beklenir. Yani kendileri kendi yaflamuyumlar›nda aktif görenler emeklilikte doyumaulafl›yorlar.
Evli çiftler içinde iki yönlü sonuç ç›kar›labilir.Emeklilikte kad›n için “ayak alt›nda dolaflan er-kek” y›llard›r var olan yaflam düzenini etkileyecek-tir. Sadece erkek için de¤il kad›nlar›n da bu duru-ma uyum yapmas› gerekecektir. Ya da her an “elele” olunan yeni bir “bal ay›” olarak de¤erlendiri-lebilir.
‹kisi de çal›fl›yorsa birinin çal›fl›p di¤erininemekli olmas› evlilik doyumu için sorun olabilir bunedenle ikisinin birlikte iki y›ll›k emeklilik planla-mas› yapmas› daha uygun olabilir. Dulluk ya da to-runlarla ilgili sorunlar emeklilik uyumuna zorluklargetirmektedir.
Emeklilik ve Sa¤l›k
Rol teorisine göre çal›flma rolünün kayb› bire-yin sa¤l›¤›nda da bozulma getirecektir. Uzun y›llaremeklilik araflt›rmac›lar› yaflam›n önemi ve oda¤›olan ifli kaybetmenin emeklinin sa¤l›¤›n› olumsuzetkileyece¤ine ve ölümü art›rd›¤›na inand›lar. Bafl-ka bir deyiflle yaflamda amac› olmayan emeklininhemen hasta olup ve ölece¤ini öngördüler. Bu se-naryo uç noktalarda emeklinin genel bir ifle yara-mazl›k ve ilgisizlik duygusuyla intihar giriflimindebulunaca¤›n› da söyler. Burada yafll›n›n manevi ya-flant›s› önem kazan›r, dini inançlar› ve etkinlikleriolan yafll›lar içinde bulunduklar› duruma daha me-tanetli yaklaflabilirler.
Yafll› insanlar gerçekten hastalan›r ölebilirler,fakat bu de¤iflme yafllanma ve yafll›larda çok rast-lanan kronik hastal›klarla birlikte görülür. Bir bafl-ka emeklilik ve sa¤l›k inanc› ise sa¤l›¤› kötü olan-lar veya psikolojik rahats›zl›k çekenler gönüllüemeklili¤e daha fazla giderler. Baz› insanlar emek-
li olunca ifl stresinden uzak kal›nca sa¤l›klar› dahaiyi olabilir kendilerini daha iyi hissedebilirler sa¤l›kdavran›fllar› geliflebilir. Çünkü sa¤l›k gelifltiren ak-tivitelere daha fazla zaman ay›rabilirler, sa¤l›ks›zal›flkanl›klar›n› b›rakabilirler. Psikolojik olarakemeklilik benlik sayg›s› ve depresyon üzerindeolumsuz etki yapmaz. Aksine olumlu etkisi vard›r.Örne¤in; kendini iyi hissetme stres azalmas› ve ge-rilimin düflmesi gibi.
Emeklilik Deneyiminde Cinsiyet Farkl›l›klar›
Emeklilik çal›flmalar› ço¤unlukla erkeklerle ya-p›lm›flt›r. 1970’lerden sonra kad›nlarla yap›lan çal›fl-malar gündeme geldi. Do¤al olarak 1900’lü y›llardaöncelikle erkekler çal›flma ortam›nda idiler. Atc-hley’in (1982) araflt›rmas›na göre kad›nlar emeklili-¤e erkeklere göre daha kolay uyum göstermekte-dirler. Ancak onlar›n aras›nda da farkl›l›klar vard›r.1970’lerde çal›flan kad›nlar›n en önemli nedeniekonomik kaynakl› oldu¤undan bu zorunluluk kal-k›nca emeklilik doyumunun da yüksek oldu¤u bu-lunmufltu. 1980’lerde kad›nlar bir önceki gruba gö-re daha az emeklilik doyumu elde etmifllerdir. E¤erkad›n statüsü düflük bir iflte çal›fl›yorsa emeklilikuyumunda zorluklar görülme olas›l›¤› yüksektir.Emeklilik karar› almada erkekler ço¤unlukla kifliselkarar verirken kad›nlar ailevi durumu daha fazla dü-flünüyor, evde bak›m gerektiren aile üyesi varsa hiçdüflünmeden emeklilik karar› verebiliyorlar.
Sonuç olarak, emeklilik insan yaflam›ndaönemli bir karar ve bu karar›n haz›rlan›fl›, bireyimutlu edip etmeyece¤i geçirilen yaflam›n tümü iledo¤rudan iliflkilidir. Günümüzde yaflam ak›fl› teori-siyle belirtilen aktif yafllanma, pozitif yafllanmayaklafl›mlar›, ileri yafl döneminde nas›l bir yafll› ola-ca¤›m›z›n gençken planlanmas› gerekti¤ini ilerisürmektedirler.
Hepinize mutlu ve sa¤l›kl› gelecek dile¤i ile..
Yararlan›lan kaynaklar:
Atchley,Robert C Social Forces and Aging,Wadsworth, 9th. Ed. 2000.
Whitbourne Suzan Krauss , Adult Develop-ment and Aging, John Wily and Sons Inc. 2nd.ed.2005.
Yrd. Doç. Dr. Ayfle Canatan Gazi ÜniversitesiFen-Edeb.Fak. Felsefe Böl.
DİN
VE
TO
PL
UM
77
DİYANET-SEN
nne taraf›ndan nesebi Hz. Ömer’edayanan Ömer ‹bn Abdülaziz(682–720), Emevilerin sekizinci ha-lifesi olmakla birlikte üstün ahlâkîvas›flar›ndan ve ileri sosyal sorum-
luluk fluurundan dolay› II. Ömer ve V. Râflid ha-life olarak an›lan büyük bir devlet adam›d›r.Ömer ‹bn Abdülaziz, 717–720 tarihleri aras›n-da yaklafl›k iki buçuk y›ll›k Hilafet döneminde‹slâm’da ilk tecdid ve de¤iflim hareketini ger-çeklefltirdi¤i gibi dünya tarihinde belki de ilkdefa modern bir sosyal devletin temellerini at-m›flt›. O, ‹slâm’›n sosyal ahlâk ilkelerini devletpolitikalar›na aktararak, modern sosyal devlet-lerin hedefledi¤i sosyal bar›fl, sosyal dayan›fl-ma, sosyal refah ve sosyal adaleti sa¤layabil-miflti. Bunu da kendi flahs›nda büyük fedakâr-l›klarda bulunarak, ‹slâmî esaslara uygun sos-yal politikalar arac›l›¤› ile hayata geçirebilmiflti.‹flte onun hilafeti döneminde de¤iflik sosyalgruplara ve alanlara yönelik uygulamaya konu-
lan sosyal politikalar›n temel özellikleri ve so-mut yans›malar›:
1 Hukuk sistemini (Kuran ve Sünneti) çok iyibilen on bilim adam›ndan oluflan, yetkilerledonat›lm›fl ve devlet politikalar›n› denetle-yen bir dan›flma kurulu oluflturulmufltur.
2 Arap milliyetçili¤inin ve kay›rmac›l›¤›n›n yolaçt›¤› her türlü ayr›mc›l›¤a son verilerek,sosyal eflitli¤in yayg›nlaflmas› ve Arap olma-yan kavimlerin de devlete ba¤l›l›¤› sa¤lan-m›flt›r. Sosyal vatandafll›k ilkesi benimsen-mifltir.
3 Hukuka sayg›s› olmayan, keyfince idareeden, kendi bafl›na buyruk ve özellikle Eme-vi soyuna mensup birçok vali görevindenuzaklaflt›r›l›p bunun yerine ehil, inançl› vesosyal duyarl› valilerin göreve getirilmesi ilebütün ülkede devlet-millet kaynaflmas›n›nön flartlar› yerine getirilmifltir. Halk›n, devle-te güveni art›r›lm›flt›r.
A
Ömer İbn AbdülazizDevrinde
Sosyal PolitikalarProf. Dr. Ali SEYYAR
Sakarya Üniversitesi, ‹.‹.B.F.
4 Kendi akrabalar›ndan bile olsa haks›z ka-zanç elde edenler, ellerinde bulundurdukla-r› halk›n ve devletin mal›n› iade etmek mec-buriyetinde kalm›fl ve buna uymayanlar datutuklanm›fllard›r. Rüflvet ve adam kay›rma-c›l›¤a s›f›r tolerans gösterilmifltir.
5 Vergi sistemi, sosyal adalet ilkelerine göreyeniden belirlenmifltir. Arap olmayan Müs-lümanlar, savafl ve seferlere kat›lmalar›nara¤men haraç verme mecburiyetinde idiler.Savafllarda elde edilen ganimetlerden Arap-lara oranlara daha az hisse almakta idiler.Maafltan da mahrum idiler. Bütün bu yanl›fl-lardan vazgeçilip, Araplardan farkl› muame-leye ve Müslüman olduklar› halde baz› ver-gilere tâbi tutulan uygulamalara son veril-mifltir.
6 Terörizmi ve anarfliyi önleyebilmek için, siya-sî, sosyal ve dinî sapmalar içinde bulunanbölücü gruplarla (Haricilerle) sosyal diyalogageçilerek, fikrî zeminde tart›flmalara izin ve-rilerek, sosyal geliflmenin önündeki engellerortadan kald›r›lm›flt›r.
7 Serbest meslek erbab› hariç din, dil, ›rk vecinsiyet ayr›mc›l›¤› yap›lmaks›z›n bütünmuhtaç fertler, sosyal güvenlik kapsam›naal›nm›fl ve maafla ba¤lanm›flt›r. Böylece top-lumun genel refah seviyesi art›r›labilmifl vesosyal adalet sa¤lanabilmifltir.
8 Hane halk› nüfus say›m› yap›larak, dezavan-tajl› sosyal gruplar (yetim, özürlü, dul, yafll›vb.) kapsam›nda olabilecek aile fertleri tes-pit edilmifl ve kamu sosyal yard›m yöntem-leriyle kendilerine aynî veya nakdî desteklersa¤lanm›flt›r.
9 Sosyal güvenlik kapsam›nda olanlar›n ölme-leri durumunda ödenen maafllar, mirasç›la-ra intikal ettirilmifltir.
10 Evlenmek isteyen yoksul vatandafllar›n mih-ri, beyt’ül mal (sosyal bütçe) kaynaklar›ndanfinanse edilmifltir.
11 Maddî s›k›nt› içinde olup borcunu ödeye-meyenlerin borcu, beytü’l mal›n borçlularfonundan karfl›lanm›flt›r.
12 fiehirleraras› yollarda tüccarlara ve yolcularaücretsiz konaklama imkân› sa¤layan hanlarve kervansaraylar (oteller) yapt›r›lm›flt›r.
DİN
VE
TO
PL
UM
79
DİYANET-SEN
13 Kent merkezlerinde fakirler için “darru’t-ta-am”lar (aflevleri) tesis edilmifltir.
14 Sosyal konut politikas› uygulanm›flt›r. Evsiz-lere bar›nabilecekleri evler infla edilmifl vekendilerine yetecek kadar ev eflyas› da veril-mifltir.
15 Maddî zarara u¤rayan vatandafllara derhalsosyal tazminat ödenmifltir. (Mesela, fiamahalisinden birisi, ordunun, tarlas›ndan ge-çerek ürününü yok etti¤ini söylemesi üzeri-ne kendisine 10 bin dinar tazminat öden-mifltir).
16 Sosyal faydas› olan giriflimlerde ve gönüllüolarak topluma dönük sosyal hizmetlerdebulunan kifliler, de¤iflik sosyal teflvik prog-ramlar›yla ödüllendirilmifllerdir (Örn. Maddîmükâfat, Hac seyahati vb.).
17 ‹nsanlara ve özellikle mazlumlara, kendileri-ne yap›lan haks›zl›klar› rahatl›kla flikâyetedebilecek bir sosyal hukuk sistemi inflaedilmifltir. Bu çerçevede vatandafllar›n, sos-yal hukuk kurallar›na riayet etmeyen veadaletle hükmetmeyen valilere karfl› sivil ita-atsizlikte bulunabilmeleri, devletçe garantialt›na al›nm›flt›r.
18 Kat›l›mc› demokrasi ve merkeze karfl› sivilitaatsizlik flartlar›n›n belirlenmesinden sonrahalka hitaben yay›nlanan genelgelerle dev-letin yanl›fl politikalar›n› elefltirip alternatifönerilerde bulunanlar›n maddî ödüllerle(100 ile 300 dinar aras›nda) desteklenmele-ri esas›na dayanan bir sivil denetim sistemioluflturulmufltur.
19 Hayvanlar, haklar›n› arama yetene¤ine sa-hip olmad›klar› için, özel olarak koruma al-t›na al›nm›fllard›r. Bu anlamda bir koyunubo¤azlamak için zorla mezbahaya sürüklen-mesi, bo¤azlanacak hayvanlar›n yan›nda b›-çak bilenmesi, hayvanlara fazla yük yükletil-mesi ve sebepsiz yere a¤›zlar›na gem vurul-mas› yasaklanm›flt›.
Kaynaklar:
Erdo¤an, Latif; Ömer b. Abdülaziz; Ifl›k Yay›nlar›;‹zmir, 2000.
A¤›rakça, Ahmed; ‹slamî Toplumun Yeniden ‹n-flâs›: Ömer ‹bn Abdülaziz; Fide Yay›nlar›; ‹stan-bul; Eylül 2006.