52
VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ ÖZET KİTABI

VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

  • Upload
    others

  • View
    11

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİKONGRESİ

ÖZET KİTABI

Page 2: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

Kongre Onursal BaşkanlarıProf.Dr. Uğur Erdener

Kongre BaşkanlarıProf.Dr. Serhat Ünal

Prof.Dr. Canan Akyüz

Kongre SekreteriDoç.Dr. Melih Elçin

Düzenleme KuruluYrd.Doç.Dr. Orhan Odabaşı

Öğr.Gör. Arif OnanÖğr.Gör.Dr. Sevgi Turan

Arş.Gör. Umut ArıözArş.Gör. Bilge Başusta

Afiş TasarımDr. Seyfi Durmaz

Page 3: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

Dr. Filiz AkbıyıkDr. Ali AkdoğanDr. Bülent AkdoğanDr. Meltem Akkaş CamkurtDr. Sercan AksoyDr. Ali Emre AksuDr. Salih AksuDr. Canan AkyüzDr. Yasemin AlanayDr. Şule Apraş BilgenDr. Dilek AslanDr. Enver AtalarDr. Pergin Atilla Dr. Şevkat Bahar Özvarış Dr. Burak BalDr. Ferhun BalkancıDr. Mustafa BerkerDr. Aytekin BesimDr. Mustafa CengizDr. Edip Güvenç ÇekiçDr. Hamdi ÇelikDr. Nesrin ÇilingiroğluDr. Selçuk DağdelenDr. Gökhan DemirkıranDr. Günnur DikmenDr. Ali DursunDr. Bahar DoğanDr. Saniye EkinciDr. Gonca ElçinDr. Melih ElçinDr. Mine ErbilDr. Yunus ErdemDr. İsmail Aydın ErdenDr. Koray ErgünayDr. A. Mert ErtunçDr. Özgen EserDr. İbrahim EsinlerDr. Ersin FadıllıoğluDr. Şafak GüçerDr. Levent Mert GünayDr. Figen GürakanDr. Mürvet HayranDr. Nuray KanburDr. Ateş KaraDr. Rana KarabudakDr. İsmail KarabulutDr. Derya KarakoçDr. Heves Karagöz Dr. Tevfik KaragözDr. Bayram KaymakDr. Alpaslan Kılıçaslan

Dr. Gülnihal KulaksızDr. Çetin KocaefeDr. İncilay LayDr. Salih MarangozDr. M. Cem MocanDr. Sevda MüftüoğluDr. Gülay NurluDr. Berna OğuzDr. Hakan OruçkaptanDr. Nüket Örnek BükenDr. Fatih ÖzaltınDr. Levent Özçakar Dr. Uğur Özçelik Dr. Yasemin ÖzdemirDr. Necla ÖzerDr. Gökhan ÖzyiğitDr. Özgür ÖzyüncüDr. Almila Gulsun PamukDr. Berna PehlivantürkDr. Bora PeynircioğluDr. Cansın SaçkesenDr. Sarp SaraçDr. Zeynep SarıbaşDr. İskender SayekDr. Nilgün SayınalpDr. Beril TalimDr. Gonca TatarDr. Murat TuncelDr. Ömrüm UzunDr. Akın ÜzümcügilDr. Elif Anıl Yağcıoğlu Dr. Ebru YalçınDr. Mahmut Yardım Dr. Mustafa YılmazDr. Şule YiğitDr. Işın Pınar Zarakolu

Page 4: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,
Page 5: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİPROGRAM

12 MAYIS 2010

09:00-10:30 Açılış Töreni (M Salonu) A1. “Kongre Başlarken”

Prof.Dr. Serhat Ünal A2. “İyi Hekimlik Uygulamalarında 5 Yıl” Ödül Töreni

A3. “İnsan Bilimleri, Etik ve Tıp Eğitimi”

Prof.Dr. Yaman Örs

10:30-11:00 Ara

11:00-12:00 Sözlü Sunumlar-I

B1. Tıp ve Tarih (Yeşil Salon) Oturum Başkanları: Prof.Dr. Şule Yiğit Çağhan Tönge (Dönem III)

B1.1 Ve Tıbba Kadın Eli Değer... Ekim Helhel, Şule Gül, Tuba Ceviz, Selim Deniz

B1.2 Kılık Değiştiren Ölüm Betül Deniz, Bilge Ada, Gökçen İlçioğlu, Metehan Gündem

B1.3 Dünya Tarihini Değiştiren Vitamin Mustafa Balcı, Abdullah Fatih Demirci, Sinan Köse, Hüseyin Koşak

B1.4 Reçetelerimize Neler Oluyor? Aysu Sinem Koç, Burçak Aydın, Ece Erbağcı, Neslihan Demirel

B1.5 Ceset Hırsızlığı Merve Aksoy, Yiğit Çay, Hamide Özge Çizmeci, Efe Cem Erdat

B1.6 Emirle İyileşmeyen Yaralar ve Ölen Bebekler Mustafa Akşar, Egzon Audullahi, Engin Demirayak

12:00-13:30 Öğle Arası

13:30-15:00 Sözlü Sunumlar-II

B2. Tıp ve İnsan (Yeşil Salon) Oturum Başkanları: Prof.Dr. Şafak Güçer Merve Özcan (Dönem II)

B2.1 Kaç Eşliyiz? Ahmet Alp Karakaşlı, Azad Duman, Emre Cem Esen, Osman Sayın B2.2 Taşıyıcı Annelik Ebru Kurt B2.3 Peki Ya Biz Hastayı Tedavi Etmek İstemiyorsak? Cem Çöteli, Ahmet Faruk Yüksel, Gülizar Porhan B2.4 Genetik Tanıklar Murat Baştopçu, Dicle Canoruç, Ilgın Akbıyık, Zeynep Dayıcan B2.5 Tıp Öğrencisi Gözüyle Sağlıkta Dönüşüm Programı Gökçe Naz Küçükbaş, Olgu Erkin Çınar, Ceyhun Çağlar, Mahdi Houssein Deepak Raj Pant

Page 6: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

B2.6 Birkaç İyi Adam Hanife Küçükyıldız, Canan Ersoy, Muhammed Çağrı Külekçi, Zeynep Karabacak B2.7 Hasta İçin Bürokrasi Eşittir Korku mudur? Cihan Yeşiloğlu, Damla Ünal, Tareq Asi Muhammed Jaiteh B2.8 Toplumsal Patoloji: Bekaret Hilal Yağar, ÖzgecanYılmaz, Faruk Pekgül, Mehmet Tekden

15:00-15:15 Ara

15:15-17:00 Sözlü Sunumlar-III

B3. Tıp ve İnsan (Yeşil Salon) Oturum Başkanları: Prof.Dr. Nükhet Örnek Büken İltürk Özdoğan (Dönem I)

B3.1 Ne Kadar Farkındayız? Çağhan Tönge, Ahmet Olgun, Recep Yılmaz, Ali Keleş B3.2 Kendimize Doğrulttuğumuz Silah Orçun Ortaköylü, H.Rengin Güvenç, Yusuf Canavar B3.3 Tıp Eğitiminde Kangurular Erdem Yusuf Çamırcı, İhsan Çetin, Yusuf Ziya Güven, Emrah Yılmaz B3.4 Hacettepe’nin Tepesine Giden Yol Mevlüt Doğrutürk, Elif Arslanoğlu, Enes Çakmakkaya B3.5 Bir “Tıp”çının Yaşam Döngüsü; Ara Konak: Hacettepe Fatih Aktoz, Gül Sema Can, Rauf Hamid, Emmanuel Mills B3.6 Memnun musunuz? Mahmut Onur Kültüroğlu, Gökçen Memiş, Eyüp Yüksekal, Mücahit Koçoğlu B3.7 Hekimlerin Organ Bağışı Bilincinin Oluşturulmasında Tıp Eğitiminin Yeterliliği Ferhat Keser, Naime Gül Demirel, Nuray Öztürk, Taha Yusuf Kuzan B3.8 Engelleri Kaldırın!

Ahmet Soykurt, Özlem Çimen, Zeynep Gül Şimşek B3.9 Psikiyatrik Hastalara Dünyadaki Bakış Seray BILDIR, Elif BAYRAM, Cemal SEYHUN, Sadiqe OSMANLI

13 MAYIS 201010:00-11:00 Sözlü Sunumlar-IV C1. Tıp ve Sanat (Yeşil Salon) Oturum Başkanları: Prof.Dr. Figen Gürakan Aysu Sinem Koç (Dönem II)

C1.1 Mozart EtkisiAbdullah Yıldırım, Büşra Fırlatan, Görkem Yavaş, Ömer Uludağ

C1.2 FTD ve Yaratıcı BeyinAybike Korkmaz, Hatice Merve Abuş, Ömer Faruk Solğun

C1.3 Müziğin Bebekler Üzerindeki EtkileriMuhsin Özgün Öztürk, Mahmut Erkan Arslan, Şükran Demirbaş

C1.4 Cerrahi ve SanatDamla Özyürek, Gül Nihal Güler, Kelim Naimi, Murat Kiracı

C1.5 Hastalıkların Sanatçılardaki Dışa VurumuMerve Turan, Neslihan Turan, Meltem Yıldız, Benie de Dieu Bonzene Sahar, Sardar M. Rasekh

Page 7: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

C1.6 Yanılmalara Açılan Pencere: Gözlerİlknur Yılmaz, Hacer Gözde Gül, Zeynep Türkmen, Oğuzer Usta

11:00-11:15 Ara

11:15-12:15 Sözlü Sunumlar-V

C2. Tıp ve Sanat (Yeşil Salon) Oturum Başkanları: Prof.Dr. Şevkat Bahar Özvarış Azad Duman (Dönem III)

C2.1 Müziğin İnsan Psikolojisine EtkileriSıla Özdemir, Mert Derigöz, Emre Aybakır, Abdullah Ersan Hafalır

C2.2 Türkiye’de ve Dünya’da Medikal İllüstrasyonRıfat Bezirci, Cengiz Demir, Pınar Akkuş

C2.3 Sanatçıların Geleceğin Tıbbına Bakış AçılarıNevinur Kökavcı, Azad Özdemir, Mustafa Cem Yılmaz, Yiğit Güleryüz

C2.4 Yeşilçam Sinemasından Tıp Bilimine Parmak Isırtan KesitlerOnat Yetim, Arda Küçükgüvenoğlu

C2.5 Tıbbın Türkülere YansımasıMerve Genç, Gökçen Cesur, Hüseyin Çivici, Mustafa Yalçın

C2.6 İçimize YolculukEmine Feyza Uzuner, Selahattin Biçer, Buğra İpek, Abdülkadir Tekin

12:15-13:30 Öğle Arası

13:30-14:45 Sözlü Sunumlar-VI

C3. Tıp ve Sanat (Yeşil Salon) Oturum Başkanları: Prof.Dr. Mürvet Hayran Cem Çöteli (Dönem III)

C3.1 Sanata Hastalıklı BakışlarEkin Süt, Tuğba Meliha Fatma Ercan, Sümeyra Nur Gürler

C3.2 Çöpte Açan ÇiçeklerVedat Menderes Özçiftci, Esma Cihan, Elif Ermiş, Mehmet Davutoğlu

C3.3. Minik Sanatçıların Gözüyle TıpAli Teoman, Evren Sencer, Yalın Şahin, Batuhan Bahadır

C3.4 Milyon Dolarlık HatalarMiraç Guran, Beyza Karafilik, Mustafa Özcan, Hatice Köseoğlu, Abdülkerim Şahin

C3.5 alSANATıpAdil Güzel, Çisil Erkan, Hilal Hacıömeroğlu, Seda Bostan

C3.6 Çizgi Dünyasında Tıp Ögeleri Barış Boyraz, Eralp Kubilay, Hatice Güney, Merve Yağmur

C3.7 Sadece Doktor Değiller Orhan Erboğa, Erman Mercan, Oğuz Poyrazoğlu

14:45-15:30 Poster Tartışmaları

15:30-16:15 Dinleti: “İki Nefes Bir Öykü” M. Şenol Akın

Page 8: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010Özet Kitabı

8

Fatih Aktoz Kamile Akyol Özlenur Cesur

Erdem Yusuf ÇamırcıAzad Duman Ahmet GürcanEmre KaymakçıFatma Yekta Ürkmez

16:15-17:15 Ödül Töreni (Yeşil Salon)

17:30-19:00 Kongre Yemeği (Öğretim Üyeleri Kafeteryası)

Gün Boyu: Posterler (Fuaye)

Page 9: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

Sözlü Sunumlar

Page 10: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,
Page 11: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010Özet Kitabı

11

Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK, Mahmut Erkam ARSLAN, Şükran DEMİRBAŞ Müzik insanların çok uzun süredir çeşitli amaçlarla kullandıkları önemli bir yardımcısıdır. Kullanım amaçları; rahatlamak, kendini iyi hissetmek, kendini müzikte bulmak,kimi zamanda dansa eşlik etmek olan müziğin bundan daha fazlasını da verebildiği görülmektedir. Son 15 yılda müziğin geliştirici etkisiyle ilgili yapılan çalışmalar; önemli sonuçlar vermekte ve müziğin belki de en önemli özelliğini insanlığa sunmaktadır: Zihinsel ve bedensel gelişim.Beyin gelişiminin %80’inin 3 yaşına kadar tamamlandığı düşünüldüğünde gerek fetal dönemde gerekse bebeklik döneminde müzik gelişiminin etkisi önemli paya sahiptir. Bu yüzden bilim adamları bu geliştirici etkiyi saptayabilmek için birçok çalışmalar yapmışlardır. Kısacası, doğumdan üç ay öncesinden itibaren bebeğe klasik müzik dinletmek onun zihinsel, duygusal, fiziksel ve sosyal gelişimini olumlu yönde etkilemekte, bilişsel zekânın, kulak ve dilin gelişimine yardımcı olmaktadır. Aileler yavaş, sessiz bir ninni ile fazla hareketli yada çok sık ağlayan bir bebeği yatıştırabilir.

Mozart Etkisi Abdullah YILDIRIM, Büşra FIRLATAN, Görkem YAVAŞ, Ömer ULUDAĞ Amacımız,Tıp dünyasında tedavilerin sadece ilaçlarla olmayacağını, sanatın en önemli kollarından biri olan müziğin de bu amaçla kullanılabileceğini göstermek;müzikle tedavide uygulanan yöntemleri, gelinen son noktayı ve bu tedavi yöntemlerinin başarısını sizlerle paylaşmaktır. Müzik duygularınızı etkileyebilir: mutlu, huzurlu, yaratıcı, umutlu, heyecanlı, güçlü, inançlı ve cesur kılabilir. Fakat müziğin tüm bunların ötesinde bir gücü daha vardır. Belli başlı sesler, tonlar ve ritimler, özellikle Mozart’ın müziği zihni açar, yaratıcılığı geliştirir ve bedeni iyileştirir. İşte bu duruma Mozart Etkisi adı verilir. Müziğin akıl hastalıkları tedavisindeki rolünü araştıran bilim adamları, Mozart’ın müziğinin akneden Alzheimer’a, çok sayıda hastalığın tedavisinde, öteki bestecilerin eserlerinden daha etkili olduğu ileri sürülüyor. Çocuklarda öğrenim ve dikkat bozuklukları,hiper-aktivite ve ruhsal bozuklukların tedavisinde Mozart müziği etkin bir rol oynuyor.

Müziğin İnsan Psikolojisine Etkileri Sıla ÖZDEMİR, Mert DERİGÖZ, Emre AYBAKIR, Abdullah Ersan HAFALIR

*Yapılan deneylerde görülmüş ki bebek, müzikte araya giren yanlış notaları ayırt edebilmektedir. Zatorre de müziğin sağ mı yoksa sol beyin işlevi olarak mı işlendiği sorusunun, zaten doğru bir soru olmadığı görüşünde. ‘Gerçek’ müziği dinlemenin, aslında duygularıyla, belleğiyle, çözümlemeleriyle, beynin neredeyse tümünü ele geçirdiğinden de pek kuşkusu yok. Harvard Üniversitesi’nde müzik üzerine yürüttüğü araştırmaların yanı sıra müzisyenliğiyle de tanınan Mark Tramo’ysa, beyinde belirli bir müzik merkezi olmadığına inanan bir diğer araştırmacı. Normalde müzik dinlerken ayağınızla veya başınızla tempo tuttuğunuzda, ya da müziğe dansla eşlik ettiğinizde beyninizdeki motor korteksin etkinleşmesi doğal bir sonuç.Ama biri size kendinizi tutmanızı ve kıpırdamamanızı söylese, siz de ona uysanız bile motor korteksiniz oralı olmuyor. Yani siz dursanız da motor korteksiniz dansa devam ediyor! Düzenli müzik eğitimi sözel bellekte uzun dönemli gelişmeyi tetiklemektedir. Bu, müzisyenlerin beyinlerinde sözel bellekten sorumlu bölgenin daha büyük olduğunu gösteren eski bulgularla da örtüşüyor. Bilim adamları müziğin evrimsel bir uyum mekanizması olduğu konusunda düşünmektedir.

Tıbbın Türkülere Yansıması Merve GENÇ, Gökçen CESUR, Hüseyin ÇİVİCİ, Mustafa YALÇIN Yüzyıllar boyunca insanlar bildiklerini, hissettiklerini, gördüklerini kısaca tüm yaşantılarını sanatla ifade etmiş ve sanatla ölümsüz kılmışlardır. Toplumumuzda ise bunun en çarpıcı örnekleri türkülerimiz olmuştur. Türküler kültürümüzü, geçmişimizi anlatan önemli kaynaklardandır. Konusunu hayatın içinden alır ve hastalıklar, ölümler hayatın ta kendisidir. Bu nedenle tıbbın türkülere yansımasını incelemek istedik. Yöntem olarak;çeşitli türküleri ve hikayelerini internetten araştırarak bunlardaki tıbbı ilgilendiren parçaları incelemeyi seçtik

Çöpte Açan Çiçekler Vedat Menderes ÖZÇİFTCİ, Esma CİHAN, Elif ERMİŞ, Mehmet DAVUTOĞLU İlk metal gruplarının şeytanın notalarına el atmasından bu yana epey uzun zaman geçti fakat metal kültürü hala gözde. Eski fanlar işin peşini bırakmadılar ve bir o kadar yenisi de bu kültürün içine girmekte. Peki ama bu kadar dışlanan, kategorize edilen ve hor görülen bir kültür nasıl olur da bunca zıt tepkiye rağmen ayakta kalır? Tüm bu olumsuzluklara zıt bakışlara rağmen metal dinleyicisi neden kendini bu kültürün içine atar ve popüler kültürün tabiriyle ne olurda yoldan sapar ? Cevap bekleyen en temel sorular bunlardır. Metal müziği aktif olarak icra eden profesyonel müzisyenlerin biyografilerini incelendiğimizde hemen hemen hepsinin geçmişinde kırılma dönemleri yaşayan bireyler oldukları göze çarpmaktadır. Kimi müzisyenlerin çok genç yaşta aile bireylerinden veya sevdiklerinden birinin kaybıyla sarsıldığı, kimisinin maddi ya da manevi olarak eksik sosyal çevrelerde yetişmiş olduğu gibi ortak geçmiş yaşamdaki mutsuzluklardan söz etmek mümkündür. Öte yandan dinleyici profilini incelendiğimizde bu ve benzer yaşanmışların bu müziğe başlama da önemli bir etken olabileceği gözükmektedir. Sonuçta aslında kırılma olarak tanımladığımız durum ruhsal travmatik yaşantının kendisidir. Bu noktadan hareketle; dinleyici ya da müzisyen kitlesinin içinde yer alan bireyler arasında önemsenecek derecede herhangi bir travma sonrasında bu müziğe başlama, ilgisinde artma ya da kendini ifade aracı olarak bu kültürün tercih edilmesi gibi durumların gözükmesi sonucuna varabiliriz. Travmadan sonra kişide olumsuz ruhsal sonuçların olumlularla birlikte ortaya çıkması olasıdır. Burada da genel kanının aksine metalin bireyleri umutsuzluğa sürüklemesi, depresyon tetikleyicisi olması gibi kanıların aksine bireyde travmaların yarattığı olumsuz ruhsal sonuçlardan güçlenerek ve değişerek çıkma yani post-traumatic growth olarak tanımlanan durumu sağladığı gözümektedir. Genelde müziğin üretilmesi, özelde heavy metalin çıkış ve yaygınlaşması bunun bir örneği olabilir.

Sanata Hastalıklı Bakışlar Ekin SÜT, Tuğba Meliha Fatma ERCAN, Sümeyra Nur GÜRLER Sanatçılar ve Hastalık Karşısındaki Duruşları… Bizler; Sanatçının hayata ve sanata bakış acısının hastalık sonrasında ne denli değiştiğini araştırma çabasındayız. Toplumun belki de en duyarlı kesimi: Sanatçılar.. Peki onlar için sağlık ne kadar önemli? Hastalık onları nasıl etkiliyor? Eserlerine yansıyor mu? Hastalığın zor bir süreç olduğunu biliyoruz ve bunun hayata etkisinin nasıl olduğunu hayatlarını, duygularını ürüne dönüştürmüş insanlar; sanatçılar aracılığıyla anlamak istiyoruz. Hastalık ve hastalığın sanatçılar üzerindeki psikolojik etkilerini hastalık geçirmiş sanatçıları,hayatlarını ve eserlerini inceleyerek araştırmak isteğiyle bu projeyi ortaya koyduk. Daha önce hastalık geçirmiş, hastalığından önce ve sonra çalışmalarına devam etmiş sanatçıların hastalığa bakış açılarını ve tepkilerini eserlerindeki değişimi göz önüne alarak inceledik. Bunun için hastalık geçirmiş sanatçıları araştırmaya başladık. Öncelikle hastalık geçirmiş sanatçıları ve onların hayatlarını araştırmaya başladık. Daha sonra hastalıktan önceki ve sonraki eserlerini,hayata bakış açılarını,yaptıklarını ve söylediklerini inceleyip önceki eserleriyle karşılaştırdık. FTD ve Yaratıcı Beyin Aybike KORKMAZ, Hatice Merve ABUŞ, Ömer Faruk SOLĞUN Bardağa dolu tarafından bakabilmek, bu hastalık için yeterli olsa gerek. Frontotemporal demansta, sadece yeti kayıpları değil, hastalığın beraberinde getirdiği kazanımlar da önemlidir.Bu demansta, frontal ve anteriyor temporal korteks ağırlıkla etkilenir. FTD’nin bir özelliği olan sağ paryetal lobun korunması ise demans zemininde görsel yaratıcılığın ortaya çıkmasında önemli bir etkendir.Böyle yaratıcılığı olan bireylerin çoğunda FTD’nin temporal varyantı olan semantik demans(SD) vardır. SD’de sonradan sanata karşı ilgi geliştirilen bireyler tanımlanmıştır. Görsel ürünler tipik olarak gerçekçi ve izlenimci özellik taşır. Kusursuz, renkli ve kompulsif resimler görülebilir. FTD’de sağlam kalan beyin bölgelerinin incelenmesi bu tip demansların anlaşılmasına olanak sağladığı gibi, sanatsal yaratıcılığında anlaşılmasını kolaylaştırır. Kısaca FTD, bizden çok önemli şeyler götürürken küçük ama önemli bir hediyeyi (YARATICI BEYİN) bırakan hastalıktır.

Page 12: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010Özet Kitabı

12

İçimize Yolculuk Emine Feyza UZUNER, Selahattin BİÇER, Buğra İPEK, Abdülkadir TEKİN Türünün ilk örneklerinden olan Body Worlds sergisi plastinasyon tekniği ile kadavraları adeta zamanda dondurup insan vücudunun derisinin altındakilerin gizemini anatominin yardımıyla gösteren bir sergidir. Bu serginin tartışmaya çok açık olsada,sergilenenin insan vücudunun kendisi olması ve insan vücudunun çoğu insanın daha önce görmediği şekliyle göstermesinden dolayı ilgimizi çekti ve sergi hakkında araştırma yapmaya başladık. Literatür taramaları yaparak,arama motorları kullanarak plastinasyon tekniğinden bu serginin sanatsal değerine kadar görsel veya yazılı birçok bilgiye ulaştık.Hacettepe Ünv Anatomi bölümünden hocamıza danışarak plastinasyon tekniği hakkında yakından bilgialdık ve birçok kaynağa ulaştık. Hacettepe Ünv Dönem 1 tıp öğrencilerine uygulanmak üzere bir anket hazırladık.Bu anket öğrencilerin sergi hakkındaki genel düşüncelerini ve serginin sanatsal değerinin dönem bir öğrencilerinin gözünden ölçmeyi amaçlamaktadır. Ayrıca anketteki soruların bir kısmı sunumuzu dinledikten önce bir kısmı ise dinledikten sonra cevaplandırılmak üzere hazırlanmıştır. Bu yöntemle sunumumuzun insanların sergi hakkındaki düşünceleri üzerindeki etkisini ve sergi hakkındaki düşüncelerin bilgilendikten sonra hangi yöne doğru değiştini ölçmeyi amaçladık.

Cerrahi ve Sanat Damla ÖZYÜREK, Gül NİHAL, Güler Kelim NAİMİ, Murat KİRACI Projemizde tıp ve sanatın Hipokrat’dan beri olan tüm ilişkisini inceledikten sonra çalışmamızı cerrahi ve sanat alanında yoğunlaştırdık.Projemiz cerrahi ve sanat bileşkesinin en güzel örneği olan Şerafeddin Sabuncuoğlu’nun eserlerini içeriyor.Bizim amacımız bu projede cerrahi ve sanatın benzerliğini vurgulamak.

Minik Sanatçıların Gözüyle Tıp Ali TEOMAN, Evren SENCER, Yalın ŞAHİN, Batuhan BAHADIR projenin asıl amacı çocukların tıp algısını anlamaktır. bu amaçla çocuklardan resim yapmaları istenmiş ve çocukların hastane doktor hemşire ambulans deyince ne hayal ettikleri anlaşılmaya çalışılmıştır. ayrıntılı analiz henüz tamamlanmamıştır ancak yaptırılan resimler sonucunda genel olarak; -çocukların en çok dikkatini çeken şeyin ambulans olduğu, -doktoru ve hemşireyi mutlu, hastayı ve hasta yakınlarını mutsuz çizdikleri, -hastanenin nasıl bir yer olduğunu bildikleri,

-bazılarının ameliyathaneyi bile bildiği, sonucuna varılmıştır.

Çizgi Dünyasında Tıp Ögeleri Barış BOYRAZ, Eralp KUBİLAY, Hatice GÜNEY, Merve YAĞMUR Projemiz, daha çok sosyal bir konuyu -çizgi dünyasında karşılaştığımız tıp ögelerini- anlatmaktadır. Çocukluğumuzdan bu yana çevremizde hep bu dünyadan parçalar var, çizgi diziler, sinema filmleri, karikatürler, animasyonlar... O kadar geniş bir dünya ki bu hemen hemen hayatın her konusunu içeren türleri var. İşte, bu kadar geniş alanda sağlık kavramı kadar hayatla iç içe olan bir kavramın bulunmaması imkansız. Çizgi dizilerde doktorlukla, hastanelerle ilgili alt mesajlar, bir hastanın anılarını anlatan karikatür kitapları, animasyonlarda tıp dünyasına bakış açısı... Biz grup olarak, bu geniş dünyada bir araştırma yaparak geçmişten bugüne çizgi ‘dünyasının’ tıp ‘dünyasına’ bakış açısını gözlemledik. Bu projeyle birlikte aslında farkında olmadan ‘sağlık’ kavramına daha çocukluktan beri bir bakış açısı geliştirdiğimizi ve belki de bilinçaltımızda bunlardan birçok iz taşıdığımızı fark ettik. Türkiyede ve Dünyada Medikal İllüstrasyon Rıfat BEZİRCİ, Cengiz DEMİR, Pınar AKKUŞ Türkiyede eksikliği sıkça hissedilen medikal illüstrasyon konusunu dünü ve bugünüyle ele aldık. Dünyada adını duyurmuş medikal illüstratörlerin çalışmalarını ele aldığımız bu projede medikal illüstrasyonun faydalarını ve tıp eğitimindeki yerini incelemeye çalıştık.Tıbbın nasıl bir sanat öğesi haline dönüştüğü ve bu iki alanın aslında birbiriyle ne kadar içiçe olduğu bu projeyle yeniden gözler önüne serildi.

Sanatçıların Geleceğin Tıbbına Bakış Açıları Nevinur KÖKAVCI, Azad ÖZDEMİR, Mustafa Cem YILMAZ, Yiğit GÜLERYÜZ Yaşamı boyunca bir çok olaya tanık olmuş ve bu olaylardan yararlanarak gelecek hakkında öngörüde bulunabilen sanatçıların, deneyimlerininden ve yaratıcılıklarından faydalanarak günümüz ve geleceğin tıbbı, hekimlik uygulamaları

hakkında ne düşündüklerini öğrenmek istedik. Bu amaçla resim, müzik, heykel, edebiyat gibi farklı sanat dallarında uğraş veren sanatçılarla görüştük. Onların düşüncelerini derledik. Tıp bilimindeki etik olguya nasıl baktıklarını öğrendik. Gelecekte hekimlik uygulamalarında nasıl değişiklikler olabileceğini tartıştık. Tıp bilimiyle sanat dalları arasında bağlantı kurmalarını ve bu bağlantılardan yola çıkarak tıp biliminin mevcut sanatsal yönlerini tartıştık. Kendi sanatsal yaşamları ile tıp bilimi arasında herhangi bir etkileşim olup olmadığını öğrendik.

Hastalıkların Sanatçılardaki Dışa Vurumu Merve TURAN, Neslihan TURAN, Meltem YILDIZ, Benie de Dieu BONZENE, Sahar Sardar M. RASEKH 1-Peyami Safa ; dokuz yaşında iken sağ elinin ekleminde kemik hastalığının başlaması, on üç yaşında iken de hayatını kazanmak zorunda kalması nedeniyle düzenli okul öğrenimi göremedi ve kendi kendini yetiştirdi. Ama geçirdiği hastalığı asla unutamadı. Hiç şikayet edemeyeceği bir hediye de verdi ona. Çünkü geçirdiği bu hastalık, edebiyat dalında çok güzel eserler vermesinde büyük bir etken olmuştu. 2-Füreya, verem teşhisi ile genç yaşta hastahaneye yatırılır. Hastalığı ilerlemeye devam edince İsviçre’deki bir hastahanee yatar. Tedavi devam ederken ressam olan teyzesinin yönlendirmesi ile kendisini sanatın (seramik) içinde bulur. Bu sanat, hastalığı boyunca kendisine en iyi arkadaş olacaktır. 3-Edward Munch annesini 1868 yılında verem hastalığından kaybetti.Ardından 1877 yılında kız kardeşi Sophie’yi de aynı hastalıktan kaybeden Edward çocukluğunda ve gençlik yıllarında yaşadığı bu ölüm korkusundan hayatı boyunca kurtulamadı.Ünlü resmi olan “Çığlık” (1893) modern insanın ruhsal acılarının simgesi haline geldi. Ailesinde karşılaştığı bu hastalıklar ona bu şekilde geri dönüyordu. Kullanılan renkler ve deformasyonun bir ifade aracı olarak böylesine yoğun şekilde kullanıldığı ilk modern başyapıt olma özelliğini kazandı. 4-Beethoven, 1798 yılında işitme problemleri yaşamaya başladı. Bu tarihten itibaren 21 yıl boyunca hiç kimseyle iletişim kurmadı. Ancak 1819 yılına gelindiğinde yazarak insanlarla diyalog kurmaya başladı. 21 yıl boyunca çekilen yalnızlık çok derin acılar yaşamasına neden oldu. Beethoven bütün senfonilerini işitme problemi yaşamaya başladıktan sonra bestelemesi de dikkate değer bir olaydır. 5-Van Gogh, ömrünün son dönemlerinde psikolojik rahatsızlıklarla boğuşmuştur.Hayatının son on yılı boyunca yaklaşık 900 suluboya/yağlıboya resim ve 1100 karakalem çalışma üretmiş, en meşhur eserlerini ise ömrünün son iki yılında yapmıştır. Görülen o ki; geçirdiği bu ruhsal bunalımlar, Van Gogh’un sanatçı kimliğini kamçılamıştır. Yanılmalara Açılan Pencere: Gözler İlknur YILMAZ, Hacer GÖZDE, Gül Zeynep TÜRKMEN, Oğuzer USTA Gözlerimiz hayata bakar.Ağaçlara,kuşlara,sevgiliye,farklılıklara ve ayrıntılara...Ve her bakışta belki bir yanılma var.Farkedemediğimiz farklılıklar ve yanıldığımız ayrıntılar olur çoğu zaman.Ve bir sanat harikası olan gözlerimiz,sanatla buluşur bu yanılgılarla. Çeşitli sanat dallarında özellikle resim(MC Escher gözlerimizin fizyolojisi ve beynimizin nörolojik algısıyla ilgilidir.Göz yanılmalarına neden olan mekanizmaların başında gözümüzün kör noktası ve beynimizin iki gözden gelen görüntüleri birleştirme mekanizması geliyor.ayrıca derinlik algısı,uzaklık algısı ve üç boyutlu algılama mekanizmaları da kullanılan doğal sistemlerdir.Şizofreni gibi bazı hastalıklarda ise bu yanılmalara karşı direnç mekanizmaları görülmektedir.Gözlerimiz ve beynimizin doğal algılama mekanizmalarının kullanılmasıyla hazırlanan sanat harikalarını incelemeye hazır mısınız? alSANATıp Adil GÜZEL, Çisil ERKAN, Hilal HACIÖMEROĞLU, Seda BOSTAN Yıllardır sanat sanat için midir sanat toplum için midir diye düşünüp durduk.Son noktayı koyuyoruz, “Sanat tıp içindir”.Sanatın pek çok alanında etkisini bırakan tıp son zamanlarda mizahta ve sinemada da etkilerini hissettirmiştir..Tıp eğitimi,doktorlar ve hastane anıları pek çok komedyen, karikatürist,film, dizi ve eğlence programının konusu olmuştur.Bu projede amacımız tıpla ilgili güldürü unsuru taşıyan, tıpa farklı açılardan yaklaşan video ve karikatürlerden yararlanarak;çeşitli komedyenlerin ve sanatçıların, sizlere sunmaktır. Bu çalışma sırasında gördük ki tıp içinde bulundurduğu zorlukların yanısıra sahip olduğu meslek gruplarının ilgisini çekmektedir. Biz de bu projemizle sanatçıların tıpa farklı bakış açılarını yansıtmaya çalıştık. Ve tıp öğrenimi sürecinin ve çalışma hayatının bu şekilde yansıtılması da bizler için motivasyon kaynağı olmuştur.

Page 13: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010Özet Kitabı

13

Milyon Dolarlık Hatalar Miraç GURAN, Beyza KARAFİLİK, Mustafa ÖZCAN, Hatice KÖSEOĞLU, Abdülkerim ŞAHİN Dev bütçelerle çekilen film ve dizileri dikkatle izlediğimizde birçok hatayla karşılaşıyoruz. Gerek Hollywood filmlerinde gerek Türk filmlerinde bu hatalar karşımıza çıkıyor. Türk sinemasının Malkoçoğlu serisinde Cüneyt Arkın’ın atıyla dörtnala koşarken arka planda elektrik direklerinin görülmesi, Bizans askeriyle dövüşürken kolunda saatinin olması, uzay filmlerinde uzay araçlarının ses çıkarması bu hataların sadece birkaçıdır. Milyon dolarlık film ve dizilerde yapılan bu hataların bir bölümünde de tıbbi yanlışlar yer almaktadır. Film ve dizilerde bu sahneleri yanlış şekilde gören insanlar etkilenip acil bir durum esnasında istenmeyen olaylara sebep olabilir… Üzerinde durduğumuz tıbbi hatalar gibi yanlış örnekleri hayatlarında uygulamak durumunda kalırlarsa istenmeyen durumlarla karşılaşacaklardır. Bizler doktor adayları olarak bu hataların yapılmamasını sağlayarak koruma görevimizi tam olarak yerine getirmek istemekteyiz.

Sadece Doktor Değilleer(!) Orhan ERBOĞA, Erman MERCAN, Oğuz POYRAZOĞLU Biz bu projede tarihten ve sinema dünyasından belirlediğimiz bazı doktor ve aynı zamanda seri katil, cani ve hatta yamyam olan kişileri tanıtıp bunların doktor olmasına rağmen neden bu kadar kötü olduğunu psikolojik tahliller yaparak anlamaya çalıştık.Burda bizim asıl yapmak istediğimiz bu kişilikleri tanıtıp aslında biz doktorlarla onlar arasında ne kadar benzerliklerin bulunduğuna dikkat çekmektir. Bunlar tarihten Jesef Mengele nazi toplama kampında insanlar üzerinde sadistlik ve iğrenç deneyler yapmış bir doktordur. Gerçek hayatta ki yaşamış diğer şahsiyet ise kesinleşmiş rakamlar göz önüne alındığında 218 cinayetle tarihin en çok insan öldürmüş seri katili, ingiliz doktor Harold Shipman’dır. Sinema gibi bir sakinlik ve hissizlikte kurbanlarını kesip biçen Dexter.Diğeri ise müthiş beyefendi, gurme, aşçı, psikiyatr, antropolog, müzikolog, rönesans tarihçisi, yamyam ve aynı zamanda doktor olan ve The Silence of the Lambs, Red Dragon ve Hannibal filmleriyle bilinen Dr. Hannibal Lecter’dır.

Tıp ve Tarih Ve Tıbba Kadın Eli Değer... Ekim HELHEL, Şule GÜL, Tuba CEVİZ, Selim DENİZ 1922 yılında on genç kadının tıp fakültesine girişiyle başlar her şey... Türkiye’de kız ğrencilerin tıp fakültesine girdiği yıllarda Avrupa ve Kuzey Amerika’daki bazı üniversitelerin ya tamamına ya da bazı fakültelerinde kız öğrencilerin öğrenim göremediği, ders ve seminerleri izleyebilenlerin de diploma sınavlarına kabul edilmediği göz önünde tutulursa bu olayın önemi daha iyi anlaşılır. Her ne kadar dönemin koşulları işlerini kolaylaştırsa da hiçbir şey altın tepside sunulmaz kadın doktor adaylarına. Tıp fakültesinin ilk kız öğrencileri 1928’de stajlarını tamamlayıp diplomalarını alırlar fakat erkeklerle eşit eğitim görmelerine rağmen resmi görevlere kabul edilmezler ve ihtisas kadrolarına kabullerine izin verilmez. Ancak 1929’da Dr.Sabiha Süleyman Sayın bir kadın hekim olarak ilk maaşlı kadroyu alabilir. Ve yıllar içinde kadınlar pek çok ilki gerçekleştirir. Karşılaştıkları tüm zorluklara rağmen...

Kılık Değiştiren Ölüm Betül DENİZ, Bilge ADA, Gökçen İLÇİOĞLU, Metehan GÜNDEM İlk çağlardaki insanlar tıbbi bilgileri yeterli olmadığından hastalıklarla baş edemiyorlardı. Bu yüzden en basit hastalıklarda dahi doğru ve gerekli tedavi yapılamadığı için ölüm oranları yüksekti. Yıllar geçtikçe insanoğlu sosyal bir varlık haline geldi ve çevresindeki erken ölümlerin sebeplerini sorgulamaya başladı. Böylece insanları iyileştirmekle görevli olan şifacılar ortaya çıktı ve tıbbın ilk temelleri atılmış oldu. Tıp bilimi yüzyıllar geçtikçe ilerledi. Tıbbi bilgi arttı, tedavi yöntemleri gelişti. Geçmişte insanların ölümüne sebep olan pek çok hastalığın tedavisi bulundu. Buna karşılık değişen doğal dengeler, sanayileşme, kentlerde nüfusun artması gibi pek çok nedenden dolayı yeni hastalıklar baş gösterdi. Önceden insanlar tifo ve veba gibi hastalıklardan ölürken, günümüzde bunların yerini kanser ve kardiyovasküler hastalıklar aldı. Sonuçta artan tıbbi bilgi ve gelişen onca tedavi yöntemine rağmen, ölüm hala başka kılıklarla da olsa karşımıza çıkmaya devam ediyor ve bundan sonra da devam edecek.Ölümün tarihteki bu yolculuğunu izlerken; çağlar boyu büyük kitlesel ölümlere yol açan influenza, HIV, tifo, sıtma, kara veba, çiçek hastalıklarının tarihi ve coğrafi özelliklerini inceledik. Bunların yaptığı pandemilere ve ölüm oranlarına baktık. Günümüzde en sık karşılaşılan ve ölüme sebebiyet veren hastalıkları saptadık. Son olarak da gelecekteki ölüm oranı muhtemelen yüksek olacak hastalıklar ve geçmişteki büyük pandemilerin tekrarlanma olasılığı üzerine araştırmalarımıza dayanarak tahminler yürüttük.

Dünya Tarihini Değiştiren Vitamin Mustafa BALCI, Abdullah Fatih DEMİRCİ, Sinan KÖSE, Hüseyin KOŞAK Bu projede c vitamininin ilk ne zaman bulunduğunu, eksikliğinde neler olabileceğinin ilk ne zaman fark edildiğini ve bilimsel anlamda ne zaman gün ışığına çıkarıldığını araştırdık. En önemlisi c vitamini eksikliğinin dünya tarihini nasıl değiştirdiğini araştırdık. Örneğin Haçlı seferleri sırasında askerlerin c vitamini dolayısıyla yaralarının çok geç zamanda iyileşmesiyle savaşta Hristiyan tarafına olumsuz yansımıştır. Bir başka örnek Fatih Sultan Mehmet ve Kanuni Sultan Mehmet başka kıtaların bulunması için birçok denizcisini sefere yollamıştır ancak c vitamini eksikliği nedeniyle derilerinde olan bozulmalar ve kollojen sentezindeki bozulmalar baş gösterdiği için hiçbir adamı geri dönememiştir.Bir başka örnek Osmanlı Devletinin Kırım’da çok büyük yara aldığı Kırım Savaşı’nı kaybetmesinin önemli nedenlerinden bir tanesi de bu yüzdendir. Askerlerine gerekli yiyecek temin edilemediğinden bu durum savaşı kaybetmelerinde önemli rol oynamaktadır. Ayrıca Kristof kollomb ve arkadaşları açık denizde yol alırken buldukları adada bazı yiyecekler yiyerek bu tür belirtilerden kurtulunca adaya Curacao (Türkçesi deva) adını vermişlerdir. Bütün bu olanlar c vitamininin dünya seyrini nasıl değiştirebileceğini gözler önüne sermektedir.Ayrıca bunun gibi birçok olay yaşanmıştır tarihte.C vitamininin eksikliklerinin bilinmesine rağmen c vitamininin bilimsel anlamda bulunuşu 1911 yılında olmuştur.

Reçetelerimize Neler Oluyor? Aysu Sinem KOÇ, Burçak AYDIN, Ece ERBAĞCI, Neslihan DEMİREL

-Ben sizin sıralarınızda ders alırken bu ilaç reçetelerde ilk sıradaydı, şimdi adını söylemekten bile utanıyoruz yan etkileri yüzünden… -Biz asistanken derdik

Page 14: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010Özet Kitabı

14

ki “ asit yoksa ülser de yoktur”, o sırada Avustralya’ da bir patolog çoktan bu yargıyı kırmıştı bile… - Biz size şimdi gelip bunları anlatıyoruz ama iki yıl sonra hepsi zaten değişecek… Tıp dünyasında yer alan herkes için aslında hiç şaşkınlık yaratmayan bu cümlelerin özne ve nesneleri siz bu satırları okuyorken bile değişmiş olabilir.Artık adı bile anılmayan o ilaç tekrar başka bir hastalık tedavisinde kullanılmaya başlanabilir ya da iki yıl sonra değişen bilgiler bize on yıl önce terk ettiğimiz bilgileri hatırlatabilir!Peki bizler tıp fakültesi öğrencileri ve geleceğin doktorları, bilim insanları olarak böyle hızla değişen ve kendi içinde tekerrür etmeyen dinamik tıp tedavi tarihinin ne kadar farkındayız? Bize öğretilen tedavi yöntemlerini kullanacağımız zaman, reçetelere o adını sık sık duyduğumuz ilaçları yazarken kendimizi, bilgimizi sorgulayacak

Ceset Hırsızlığı Merve AKSOY, Yiğit ÇAY, Hamide Özge ÇİZMECİ, Efe Cem ERDAT Bilinen ilk ceset hırsızlığı olayı 1319’da Bologna’da yaşandı ve 4 tıp öğrencisi tutuklandı.15. yyda İtalya’da diseksiyon yasal kontrol altına alındı ve yılda genel katılımlı 2 kadavra incelemesiyle sınırlandırıldı. Anatominin Yükselişi Leonardo Da Vinci Anatomide detaylı çizimleriyle ilham perisi oldu. Floransa’da idam edilen insanların cesetlerini nehirden ve yeni kazılan mezarlardan çalıyor, üzerinde diseksiyon yapıyor, kokmaya başlayınca da tekrar nehre bırakıyordu. Mahalleye kimse onun yüzünden yaklaşamıyordu. Venedik’e yerleştiğinde Venedik hükümeti ona gerekli kadavraları sağlamaya başladı. Ama yine de o tepki çekmemek için anatomi çizimlerini iyi bir şekilde sakladı. Hatta o kadar iyi sakladı ki 300 yıl sonra bulunabildi. Detaylı anatomik incelemeler sayesinde insan vücudunun çalışmasının anatomik prensiplerini de ortaya koydu. Andreas Vesallius Kadavra üzerinde çalışmalarıyla ünlendi. Bu çalışmaları için gerekli cesetleri geceleri darağacından çalıyordu. Bu yüzden Fransa’dan kovuldu. Fransa’dan kovulması pek etkili olmadı. Ceset çalmaya ve incelemeye devam etti. Hatta bir seferinde darağacından bir ceset çalarken düştü ve kalçasını kırdı. De Humani Corporis Fabrica eserini yazarak Galen’in yaptığı gibi hayvanlar üzerinde yapılan çalışmaların insanlar için yeterli olmadığını kanıtlayarak, Galen’in yazdıklarını dogma olarak kabul eden herkese uyarıda bulundu: Eğitim için gereken kadavra ihtiyacının artması ve İngiltere’de VIII. Henry’nin eğitim için sadece 4 kadavraya kadar izin vermesi ceset hırsızlığını arttırdı. O dönemde tıbbi çalışmaların ve eğitimin büyük kısmı İngiltere’de yoğunlaşmış ve öğrenci sayısı gitgide artmıştı. Öğrencilerden profesörlere kadar hemen her tıpla ilgilenen insan ceset hırsızlığına başlamıştı. Zamanla ihtiyacın daha da artması ceset hırsızlığını profesyonel bir meslek haline getirdi ve kadavra satarak üniversitelerden para alan insanların ortaya çıkmasına neden oldu.

Emirle İyileşmeyen Yaralar ve Ölen Bebekler Mustafa AKŞAR, Egzon AUDULLAHİ, Engin DEMİRAYAK Kosova’da bağımsızlık savaşına katılan doktorların gözünden hekimliğe bakışı konu aldığımız çalışmamızda dönemin karanlık yanlarını aydınlatmak amaçlı yazılı kaynaklar ile Egzon Audullahi tarafından yapılan videolu röportajlar kullandık. Görsel içerikli kaynaklarla zenginleştirilen konumuzda savaş dönemi ve sonrasında hekimlik yapan meslektaşlarımızın yaşadığı sıkıntıları kendi ağızlarından dinledik. Kosova’nın savaştan nasıl etkilendiğini, sağlık sisteminin bu dönemde ne halde olduğunu ve dönem sonrası yaşanan gelişmeleri belgesel tadında aktarmaya çalıştık.

Tıp ve İnsanKaç Eşliyiz? Ahmet Alp KARAKAŞLI, Azad DUMAN, Emre Cem ESEN, Osman SAYIN İnsanın cinsel ve sosyal yönlerden monogamik mi yoksa poligamik mi olduğuna dair antropoloji ve genetik bilimlerinin bakış açılarını karşılaştırmak amacıyla yaptığımız projede; iki disiplinden de bu konuda yapılmış araştırmaları ve bilimsel makaleleri inceleyip derleyerek, ortak bir görüş ortaya koymak istedik. Bu sebeple antropologlar veya genetikçiler tarafından oluşturulan bilimsel yayınları ayrı ayrı inceledik. Bu konuda uzman kişilerin yardımını da alarak konu hakkında çıkarımlar yaptık. Konunun sosyal yönünü de göz önünde bulundurarak bu konudaki güncel haberlerden de faydalandık. Yaptığımız çalışmalarla; değişik görüşler ortaya konulmakla beraber cinsel ve sosyal davranışın her zaman örtüşmediğini ve bu konuda antropoloji ve genetik biliminin çoğu yerde aslında benzer görüşlere sahip olduğunu gördük. Ayrıca bundan sonraki çalışmalarda konunun sosyolojik olarak da incelenmesini uygun görüyoruz.

Taşıyı Annelik Ebru KURT, Ali NEBİOĞLU, Zahit TAŞ (Mersin Üniversitesi Tıp Fak.) Son günlerde oldukça gündemde olan taşıyıcı annelik; birçok ülke tarafından tartışılmakla birlikte bazı ülkeler tarafından yasallaştırılmış durumda.Etik bulmadığı için reddeden çoğu insan ise aslında yeterli bilgiye sahip değil.Biz de bu projeyle taşıyıcı anneliğin biyolojik, psikolojik, hukuki ve etik yönlerini ortaya koymak istedik. Taşıyıcı annelik; uterus veya ovaryumları hamileliğe engel teşkil eden bayanların çocuk sahibi olabilmek için başvurdukları bir yöntemdir.İki şekilde uygulanmaktadır: -Uterustaki bir sorun nedeniyle hamilelik sürecini tamamlayamayan bayanlarda; çiftlerden alınan üreme hücreleri döllendirilerek çocuğun gelişimini tamamlayabileceği başka bir rahme sevkedilir.

-Uterusla birlikte ovaryumlar da çalışmıyorsa; yumurta üretimi gerçekleşemeyeceğinden, babanın spermi ve üçüncü bir şahıstan alınan yumurta döllendirilerek yine taşıyıcı anneye nakledilir. Fakat ikinci yöntemde çocuğun anneye genetik ve tıbbi bir aitliği bulunmadığından, iki taraf için de ciddi sorunlar ortaya çıkabileceği için pek tercih edilmemektedir. Taşıyıcı anne olabilmek için; menapoza girmiş dahi olsa sağlıklı bir rahme sahip olmak yeterli.Bununla birlikte bebek annenin yaşadığı travmalardan etkilenebilmekte, bulaşıcı hastalığı varsa enfeksiyon kapabilmekte ve alkol, sigara gibi kötü etkenlerden gelişimini anormal tamamlayabilmektedir.Bu yüzden taşıyıcı anne seçiminde maddi manevi birçok noktaya dikkat edilmektedir.Fakat bunların dışında bebeğe herhangi bir kalıtımsal özellik aktarımı söz konusu değildir.Çünkü bebek anneden sadece metabolik ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Yasal olan ülkelerde; anlaşmalar geçerli sayılıp çocuk anlaşmalı evlat edinme yoluyla veya doğrudan anne-babaya teslim edilmektedir.Fakat yasal değilse; çocuk taşıyıcı anneden ancak anlaşmalı evlat edinme yoluyla alınmakta ve sözleşmeler hükümsüz sayılmaktadır.Türkiye’de ise yasalarda boşluklar görülmekle birlikte, henüz yeni bir düzenleme yapılmadığından yasak bir uygulamadır. Devlet kontrolünde ve son çare olarak görüldüğü takdirde, bu yöntemle birçok insana yardım edilebileceği kanaatindeyiz.

Peki Ya Biz Hastayı Tedavi Etmek İstemiyorsak? Cem ÇÖTELİ, Ahmet Faruk YÜKSEL, Gülizar PORHAN İnsanlık tarihi boyunca bireylerin hasta olması doğal olarak hekimlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Hekim ve hasta arasındaki ilişki de dolayısıyla insanlık tarihi kadar eskiye dayanmaktadır. Günümüzde bu karşılıklı ilişkide daha çok “hasta hakları” gündemi meşgul ederken, söz konusu bu haklardan da “hastanın hekim seçme hakkı” şüphesiz ki en başta gelen tartışma konularından birisidir. “Hastanın hekim seçme hakkı” bu kadar fazla tartışılırken biz de grup üyeleri olarak “Peki ya biz hastayı tedavi etmek istemiyorsak?” sorusunu sorma gereği duyduk. Biz bu projede, bu soru çerçevesinde hekimin hastaya karşı sorumluluklarını incelemeyi, bu sorumlulukların sınırlarını çizmeyi, yani hangi şartlarda hekimin de hastasını seçebileceğini saptamayı ve “hekimin de hastayı seçmesi” hakkında tıp öğrencileri ve hekimlerin görüşlerini örnek vakalar üzerinden almayı amaçladık. Elde ettiğimiz veriler ışığında da “olması gereken” teorik ile hekimlerin ve hekim adaylarının uyguladıkları ve/veya uygulamayı düşündükleri pratiği karşılaştırdık.

Page 15: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010Özet Kitabı

15

Genetik Tanıklar Murat BAŞTOPÇU, Dicle CANORUÇ, Ilgın AKBIYIK, Zeynep DAYICAN Moleküler biyolojideki gelişmelerin sonucunda genetik analizler kalıtsal bozuklukların tayini, göçlerin takibi gibi konuların yanında babalık testleri, kimlik saptamaları, GDO’ların patentleri gibi alanlarda da hukuksal önem kazanmıştır. Bardak, gözlük, suç aleti, insan kalıntıları gibi delillerden çok küçük miktarlarda DNA’nın olay yerinden toplanmasıyla davaları ve araştırmaları aydınlatan yüksek güvenirlikli sonuçlar elde edilebilmektedir. Tabi ki genetik analizler yapılırken, delillerin uygun taşınması, korunması gibi teknik ve anne karnında babalık testi yapılması gibi etik sorunlar da ortaya çıkmaktadır. Ne olursa olsun genetik analizin tıpa getirileri göz ardı edilemez. Bu yöntemler tıbbın çeşitli basit vakalarında kullanıldığı gibi tarihsel önemi olan olayların aydınlatılmasında, işin içinden çıkılmasının zor göründüğü birçok durumda çözümde önemli bir yer bulmaktadır. Bu sayede Romanov ailesinin bulunamamış iki çocuğu, soyundan gelmiş insanlar su yüzüne çıkarılmıştır. Bunlar gibi çeşitli önemli konunun aydınlatılmasında genetik analizin yerinin incelenmesi ve anlaşılması önemlidir

Tıp Öğrencisi Gözüyle Sağlıkta Dönüşüm Programı Gökçe Naz KÜÇÜKBAŞ, Olgu Erkin ÇINAR, Ceyhun ÇAĞLAR, Mahdi HOUSSEİN, Deepak Raj PANT Sağlıkta Dönüşüm Programı(SDP), Sağlık Bakanlığı tarafından sağlık hizmetinin ve tıp eğitiminin kalitesini artırmak üzere oluşturulmuş bir reform programıdır. SDP’nin sağlık hizmetini güçlendirmek için üç temel uygulaması aile hekimliği, performans sistemi ve paket fiyat uygulamasıdır. Günümüzde SDP’yle ilgili yapılmış çalışmalar arasında tıp öğrencilerinin SDP hakkındaki görüşlerini yansıtan bir çalışma yoktur. Bu nedenle projemizde, kliniğe henüz geçmemiş ve hem tıp eğitimi hem de sağlık hizmeti hakkında en çok bilgi birikimi olduğunu düşündüğümüz Dönem III tıp fakültesi öğrencilerine, SDP’nin sağlık hizmeti ve tıp eğitimine olan etkisine dair görüşleri sorulmuştur. Araştırmamızda, 98 adetHÜTF dönem III öğrencisine, SDP’nin etkileri hakkındaki görüşleri anket aracılığıyla sorulmuş ve sonuçların değerlendirilmesinde SPSS programından yararlanılmıştır. Anket sonuçlarına göre öğrenciler SDP’nin sağlık hizmetine ve tıp eğitimine olan etkisini sırasıyla %63 ve %56 çoğunlukla olumsuz bulmuştur. Aynı zamanda öğrenciler SDP’nin üç temel başlığı olan aile hekimliğinin, paket fiyat uygulamasının ve performans sisteminin sağlık hizmetine olan etkisini sırasıyla %78, %63 ve %70 çoğunlukla olumsuz bulmuştur. Sonuç olarak, HÜTF dönem III öğrencileri, SDP’nin tıp eğitimi ve sağlık hizmeti üzerinde olumsuz bir etki yaratacağını ve sağlık hizmetinin belirtilen üç temel uygulama tarafından olumsuz etkileneceğini düşünmektedirler.

Birkaç İyi Adam Hanife KÜÇÜKYILDIZ, Canan ERSOY, Muhammed Çağrı KÜLEKÇİ, Zeynep KARABACAK Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde sürekli karşılaştığımız, hepimizin gördüğü ama çoğumuzun hakkında fazla bir şey bilmediği ve merak ettiği çalışanları var.Onları daha yakından tanımak ve onların gözünden tıp fakültesine ve tıp öğrenciliğine bakmak istiyoruz. Bu sayede onların bize bakışlarını, bizler hakkındaki düşüncelerini öğrenebileceğimizi, yıllar içindeki tıp fakültesi ve tıp öğrencesi profilindeki değişimi onların gözünden görebileceğimizi düşünüyoruz.

Hasta İçin Bürokrasi Eşittir Korku Mudur? Cihan YEŞİLOĞLU, Damla ÜNAL, Tareq ASİ, Muhammed JAİTEH Bürokrasi Devlet idaresinde bir işi yapabilmek için alınması gereken izin, onay, imza ve uyulması gereken kurallar bütünüdür. Bürokratik işlemler düzenin sağlanması için kaçınılmaz olsa da artan iş gücü ihtiyacı, zaman ve para kaybının yanında sağlığımız için de bir tehdit oluştumaktadır. Kişilerin bürokrasiden korkularının somut örneklerini gösterebilmek için bu işin en yakınında bulunan tıp öğrencilerine yaptığımız anket sonucu tıp öğrencilerinin dahi bürokrasiden korkarak, sağlıkları söz konusuyken bile, hastaneye gitmekten çekindikleri sonucuna ulaştık. Bu projede, insanları sağlıklarından vazgeçmeye dahi iten bu işlemlerin neler olduğunu belirtmek tıp doktor adaylarının ve tıp doktorlarının bu konuda bilinçlenerek hastaya yaklaşımını yeniden gözden geçirmesini sağlamaktır.

Toplumsal Patoloji: Bekaret Hilal YAĞAR, Özgecan YILMAZ, Faruk PEKGÜL, Mehmet TEKDEN Günümüzde ülkemizde ve doğu toplumlarında tabu haline gelmiş bekaret kavramı büyük bir önem taşımaktadır. Bu yüzden tamamen kapalı olması durumu dışında herhangi bir patolojisi veya hastalığı bulunmayan kızlık zarına(hymen) toplumsal alanda birçok anlamlar yüklenmektedir. Bu yüklenen anlamlarla hasta hekim ilişkisindeki gizlilik, hastanın onamını alma gibi ilkeler göz ardı edilmektedir. Kızlık zarı incelenmesi ile çoğunluğunu adölesan yaştaki bireylerin oluşturduğu kişilere psiko-sosyal olarak da şiddet uygulanmaktadır. Hekimin amacı insan sağlığını korumak ve hastalıklarının iyileştirilmesini sağlamaktır. Halbuki adli sebepler dışında kızlık zarı incelemesinin yapılması hekimlerin bu amacın dışına çıkmasına sebep olmaktadır. Bu projenin amacı kızlık zarı ve kızlık zarı incelenmesi üzerine oluşması gereken etik yaklaşımları belirlemek ve yorumlamak, hukuksal olarak da bu konu hakkında hekimleri ve hekim adaylarını bilgilendirmektir.

Ne Kadar Farkındayız? Çağhan TÖNGE, Ahmet OLGUN, Recep YILMAZ, Ali KELEŞ Ne kadar farkındayız? Tıp eğitimi sadece dersten mi ibaret? Hekimlik ve doktorluk arasındaki fark nedir? Neden etiği öğrenmeliyiz? Hastalar müşteri midir? Toplumdaki doktorların ne kadarı meslek ahlakına önem veriyor? Bu projemizde, bu ve buna benzer birçok sorudan yola çıkarak, işin özünde bulunan, ilk sorulması gereken sorunun cevabını bulmak için bir çalışma gerçekleştirdik. Tıp eğitimimiz yeterli mi, mezun olduğumuzda hastalar hakkında doğru karar verme yetisine sahip olacak mıyız? Hazırladığımız vaka üzerinden sorduğumuz etik analizi çalışmasında, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencilerinin %17’si, durum hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığını belirtiyor. Diğer veriler mi? O zaman yaptığımız bu çalışmaya bir göz atın.

Kendimize Doğrulttuğumuz Silah Orçun ORTAKÖYLÜ, H.Rengin GÜVENÇ, Yusuf CANAVAR Antibiyotik kullanımında ihmaller, temel olarak mikroorganizmalarda antibiyotik direncine neden olmaktadır. Bu direnç gelişiminde doktorların, hastaların ve sağlık politikalarındaki hataların büyük payı olmasıyla birlikte antibiyotiklerin hatalı kullanımı sadece bununla sınırlı değildir. Hayvancılık sanayiinde, özellikle değineceğimiz üzere tavukçulukta antibiyotiklerin hatalı kullanımı hem hayvanlarda hem de hayvanlardan elde edilen ürünleri tüketen insanlarda antibiyotik direnci tablosuna neden olmaktadır. Bunun sonucunda hayvanların yaşam kalitesi düşmekte, yaşam süresi kısalmaktadır ve bunları tüketen insanlarla toplumun sağlık kalitesi düşmektedir. Bu projede amacımız, antibiyotik kullanımında ihmaller hakkında; özellikle antibiyotiği son kullanıcısına ulaştıran eczane sahibi eczacıların görüşlerinin alınması ve bu görüşlerle bu konuda yayınlanmış bilimsel makalelerin karşılaştırarak tartışılmasıdır. Yöntem geniş bir alanda rastgele seçilmiş eczanelere uygulanmıştır.

“Tıp Eğitiminde Kangurular” Erdem Yusuf ÇAMIRCI, İhsan ÇETİN, Yusuf Ziya GÜVEN, Emrah YILMAZ Tıp eğitimi şüphesiz ülkemizde ve dünyada kabul edilen en zorlu eğitimlerden birisi. Bu zorlu süreç hakkındaki yorumlar ve önyargılar giderek yaygınlaşıyor. Halk arasında geçen “Tıp çok zor olacak, her şeyi ezberleyeceksin…” “her şeyi ezberliyor musunuz?” tümceleri bunlara birkaç örnek. Belki de bunlar; tıp eğimi hayatı boyunca her öğrencinin defalarca tekrarladığı ve eğitimi boyunca derinine irdelenmesi gereken en önemli olgular. Sonuçları öğrencileri daha öğrencilik hayatlarında düşünsel hatta fiziksel yıkımlara uğratan süreçleri başlatabilen ve tıp eğitimini bırakmaya yönelten

“küçük” felaketler. Eğitim, öğrenilen bilgiler unutulduktan sonra geriye kalan şeydir. Tıp eğitimi denince akla gelen ilk şey ise ezberlemek... Peki şu sorunun yanıtını verebiliyor muyuz? “Tıp fakültesinde neyi ezberliyoruz?” Tıp eğitimi gibi insan hayatı üzerinde dünyanın en önemli eğitimi olan bu süreç “unutmak için çalışmayı” betimleyen “ezber” üzerine mi olmalı? Bunun yanıtını birçok tıp eğitimi gönüllüsü elbette hayır olarak verecek ve ezbere yönelik eğitimin azaltılması konusunda hemfikir olacaktır. İşte bu aşamada ilk soru büyük önem kazanıyor: “Tıp fakültesinde neyi ezberliyoruz?” Bizler dönem 3 öğrencileri olarak bu sorunun yanıtlarından birisini araştırıyoruz. Yani “Tıp Dili”. “Anlaşılamayan; yeni karşılaşılan herhangi bir süreci, eylemi, durumu ya da nesneyi tanımlayan on binlerce tıp terimi…” Üzerine düşünülmesi gereken yer burası oluyor. “Tıp eğitiminde tıp dilinin öğrenciler

Page 16: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010Özet Kitabı

16

üzerindeki etkisinin araştırılması ile eğitim sürecinde dil odaklı sorunların giderilerek etkin, nitelikli, ezberden uzak, daha verimli eğitim almak için çözüm önerileri üretmeyi kendimize projemizde görev edindik” Hacettepe tıp fakültesi öğrencileri ve öğretim üyelerinin görüşleri anketlerimizde toplanıyor. Türk Dil Kurumu Tıp Terimleri Çeviri Kurulu ve TÜBA (Türkiye Ulusal Bilimler Akademisi)Bilim Terimleri Çeviri Kurulu ile ortak gerçekleşiyor. Sonuçlarını hep beraber paylaşıp, çözüm üzerine “harekete geçmek” elimize. Bu proje ise öğrenciler olarak kendi eğitim dilimiz hakkındaki

“düzeltilemezler” hakkında ilk adımlarımız... Şunu soruyoruz: “Tıp dilimizdeki kangular etrafımızı daha fazla sarmadan önlemimizi alabilecekmiyiz? *Kanguru: Bundan yüzyıl önce Avustralya kangurusunu gören bir İngiliz koloni üyesi bir Avustralya yerlisine “Bu nedir?” diye sormuş. “Kangroo” diye yanıtlamış yerli. İngiliz hayvanın bir resmini çizmiş, ülkesine gittiğinde de onu anlatmış, “Kanguru”yu… Ve tüm dünya onu “Kanguru” olarak tanıdı. Bir süre sonra yerlilerini incelemeye giden bir dil bilimci yerlilerin bu hayvan için başka bir sözcük kullandığını duyar ve sorar:

“Kangroo nedir?”. “Kangroo” yerli dilinde “Seni anlamıyorum.” anlamına gelmektedir!

HacetTEPE’nin Tepesine Giden Yol Mevlüt DOĞRUTÜRK, Elif ARSLANOĞLU, Enes ÇAKMAKKAYA Tıp fakültesi öğrencileri olarak, hepimiz, tıp eğitimine başladığımız ilk günden itibaren, mezun olduğumuzda ne yapmak istediğimizi düşünmüşüzdür. Kimimiz belirli alanlarda ihtisas yapıp uzmanlaşmak, kimimiz de akademik hayatın içinde yer alıp, öğretim üyesi olmak istemektedir. Geleceğimizi yönlendirecek olan bu kararı verirken, aslında tıp fakültelerinin öncelikli ilk üç amacından eğitim, araştırma, hizmet- hangisiyle daha çok ilgileneceğimizi de belirlemiş oluyoruz. Bu noktada sorun şu ki, arkadaşlarımızın sadece bir kısmı -özellikle akademik hayatı hedefleyenler- bu konuda gerekli araştırmayı yapıp, önünde duran ve kendisinin şekil vereceği bu yolda ne yapması gerektiğini bilmektedir. Bu konuda şimdiye kadar Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencileriyle, sonuçları paylaşılmış somut bir çalışma olmadığından; akademik hayat, çoğumuz için bilinmeyen bir dünyadır. Amacımız; Türkiye’nin en iyi tıp fakültesinde okuyan geleceğin doktorları bizler için “akademik hayat” sürecinde araştırmak; Hacettepe’de öğretim üyesi olma şartları, avantajları, dezavantajlarını öğrenmek ve öğrenci arkadaşlarımızın bu konuda yeterli bilgi sahibi olmasını sağlamaktır.

Bir “Tıp”çının Yaşam Döngüsü; Ara Konak: Hacettepe Fatih AKTOZ, Gül Sema CAN, Rauf HAMİD, Emmanuel MILLS Üniversite gençliği içerisinde bambaşka bir yere sahip olan biz tıp fakültesi öğrencilerinin dertleri, sıkıntıları hiç bitmez.Bazen abartıya kaçsa da bu veryansınlar anlamlıdır. Çünkü ne hayaller kurup beklediğimiz “gençlik yılları” kütüphanelerde, çalışma salonlarında, masa başlarında geçmektedir. Bu kadar emek vermesine rağmen kimsenin gözüne giremeyen tıp öğrencisini de anlamak gerekir. Bir döngüye giren hayatımız temel ihtiyaçlardan ibaret hale gelirken yaptığımız garip davranışlar da insanın özüne dönüşününün(bakınız: evrim teorisi) bir ispatıdır. Arkadaşına “Günaydın” demeden “Komiteden kaç aldın?” diyen hekim adayı da aslında kötü talihinin (bakınız: büyük umutlarla Hacettepe Tıp Fakültesi’ne girmek) bir kurbanıdır. Bu durumda “o”nu suçlamak en kolayıdır. Biz; “o”nun bu zorlu dünyada ayakta kalmak için verdiği savaşı, fotoğraflarımızla bir belgesel tadında işlemek istedik.

Memnun Musunuz? Mahmut Onur KÜLTÜROĞLU, Gökçen MEMİŞ, Eyüp YÜKSEKAL, Mücahit KOÇOĞLU Üniversitemize gelen hastaların memnuniyet düzeyleri ne seviyedeydi? Ne kadarı, nelerden memnun, nelerden şikayetçiydi? Tekrardan hastanemize gelirler miydi? Ve tüm bunlar yaş, cinsiyet, eğitim durumu gibi değişkenlere ne derece bağlıydı? İşte bu sorularla başladık projemize. Özeleştiri yapmaktı amacımız. Türkiye’nin en iyi üniversite hastanesine başvuran hastalar burada nelerle karşılaşıyor, neleri beğeniyor, nelerden yakınıyorlardı? Tüm bu soruların cevapları içinse hastanemize başvuran 300 hastaya anket uyguladık. Onlara hastanemizdeki doktorlar, diğer sağlık personelleri ve sekreterler hakkında sorular sorduk. Bunların yanında hastanemiz fiziki koşullarını da sorgulayarak hastaların düşüncelerini aldık. Elde edilen verileri grafiklendirerek sunuma uygun bir şekle getirdik. Eğer sizde bu soruların cevaplarını merak ediyor ve hastanemizin hastalarda bıraktığı izlenimi öğrenmek istiyorsanız Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi’nde bizleri izleyebilirsiniz!

Hekimlerin Organ Bağışı Bilincinin Oluşturulmasında Tıp Eğitiminin YeterliliğiFerhat KESER, Naime Gül DEMİREL, Nuray ÖZTÜRK, Taha Yusuf KUZAN Organ bağışı, yaşam süresini ve kalitesini arttıran bir tedavi yaklaşımı olmakla birlikte, ülkemizde oldukça az sayıda vakaya uygulanabilmektedir. Organ naklinin uygulayıcısı olan hekimler beyin ölümü kavramını iyi bilmezse, acılı bazen de öfkeli olan hasta yakınlarının organ bağışlaması mümkün olmaz.Bu çalışma ile Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde (HÜTF) organ bağışı konusunda verilen eğitimin yeterliliğini saptamayı amaçladık. Organ bağışı konusundaki anket soruları, herhangi bir eğitim almamış 100 Dönem 1(D1) öğrencisi ile tıp fakültesi eğitimini tamamlamak üzere olan 100 Dönem 6(D6) öğrencisi tarafından cevaplandırıldı. Verilerin analizi SPSS 17.0 paket programında yapılmıştır. Kategorik değişkenler yüzde olarak ifade edilmiştir. D1 öğrencilerinin %64’ü, D6 öğrencilerinin %90’ı beyin ölümü konusundaki bilgilerini yeterli bulmaktadır. Bununla birlikte beyin ölümünün geriye dönebilir olduğunu düşünenlerin veya kararsız olanların oranı D1 öğrencilerinde %54, D6 öğrencilerinde %27’dir.D6 öğrencilerinin %80’i 1-4 saat teorik eğitim aldıklarını söylemekle beraber, eğitim alanların %53’ü kendi organlarını bağışlamayı düşünmemektedir. D1 öğrencilerinin %12’si, D6 öğrencilerin %10’u organ bağışında bulunduklarını belirtmişlerdir. D1 ve D6 öğrencilerinin %20’si yakınlarında beyin ölümü gerçekleşirse yakınlarının organlarını bağışlamayı düşünmemektedir. Tartışma: HÜTF öğrencilerine beyin ölümü ve organ nakli konusunda verilen 1-4 saat teorik eğitimin yetersiz olduğu görülmektedir. Bu eğitim, D6 öğrencilerinin kendi ve yakınlarının organlarını bağış oranını arttırmamıştır. D6 öğrencilerin %27’si hala beyin ölümünün geriye dönebilir olabileceğini düşünmektedir. Ülkemizde yapılan organ nakil sayısını arttırabilmek için, öncelikle anlatıcı, yayıcı, ikna edici ve uygulayıcı olan hekimlerin katılımı sağlanmalıdır. Bu nedenle de tıp fakültesinde verilen eğitimin süresi ve kalitesi arttırılmalıdır.

Engelleri Kaldırın! Ahmet SOYKURT, Özlem ÇİMEN, Zeynep Gül ŞİMŞEK Toplumumuzun eksik kalan yanlarından biri olduğunu düşündüğümüz “zihinsel engellilere yaklaşım ve zihinsel engellilerin sosyal hayattaki yeri” ana fikrinden yola çıkarak zihinsel engellilerin sosyal hayatta yapabilirliklerini incelediğimiz projemizde, zihinsel engellilerin eğitim gördüğü ve çalıştığı pek çok kurumu yerinde ziyaret ettik. Sosyal hayatta aslında kendilerine şans verildiğinde ne gibi başarılara imza attıklarına şahit olduk ve bu gözlemlerimizi sizinle paylaşmayı amaçladık. Yeterli maddi ve manevi destek sağlandığında, hayatın her alanında

“Ben de varım!” diyebilmeleri aslında çok da zor değil… Bir kapı açın, ve “Engelleri Kaldırın!”

Psikiyatrik Hastalara Dünyadaki Bakış Seray BILDIR, Elif BAYRAM, Cemal SEYHUN, Sadiqe OSMANLIMuvafak aytek grubu Ruhsal hastalığı olanların damgalanması kökeni, tarihin derinliklerinde saklı olan, insanlık tarihinin güçsüzlük ve bilgisizlik dönemlerinde, bu belirtilerin açıklanamadığı ve korkuya kapıldığı zamanları kapsar. Damgalama kuramının öncüsü Amerikalı sosyolog Goffman damgalamayı, “damgalanan bireye daha az değer verme davranışı, bu etiketi taşıyan insanların daha az istenebilir ve neredeyse insan gibi algılanmaması” olarak tarif etmiştir Ayırımcılık toplumdaki kişi ya da grupların diğerlerini damga ve önyargı nedeniyle bazı hak ve menfaatlerden yoksun bırakmasıdır. Böylece damga, bazen en az hastalığın kendisi kadar tehlikeli olmaktadır. Damgalanan ruhsal hastalığı olan birey ve aileleri tedavi tercihini yapmaktansa evde soyutlanmayı tercih eder hale gelmişlerdir. Bu nedenle var olan damgalama ile mücadele bir tedavi kadar etkili olup, hasta ve ailelerin yaşam sürecini olumlu kılmaktadır. Nazi Almanyasında 1939-1945 yılları arası altı yıl içerisinde 180 bin psikiyatrik hasta, psikiyatristlerin gözetiminde öldürülmüştür Ruhsal hastalığa yönelik damgalamadan bahseden yayınlarda özellikle şizofreni daha ön saflarda yer almıştır. Sağlık çalışanlarının şizofreni hastalarına yönelik tutumlarını değerlendiren çalışmalar incelendiğinde; sağlık profesyonellerinin tutumlarının da genel halkın sahip olduğu tutumlar gibi olduğu görülmektedir. Dünya Psikiyatri Birliği (World Psychiatric Association- WPA) ruh sağlığının korunması ve sürdürülmesi, ruhsal hastalıkların önlenmesi, ruhsal sorunu olan bireylerin bakım standartlarının sağlanması ve geliştirilmesini

Page 17: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010Özet Kitabı

17

hedefleyen bir birliktir. Dünyada 1960 yılından itibaren yaşanan toplumsal olumsuz değişiklikler, psikiyatride olumsuz davranışların artmasına neden oldu. Madrid deklerasyonu ile birlikte WPA hedefleri doğrultusunda kötü gidişe dur demek için eğitim programları düzenlenmeye başlandı. Bu doğrultuda 1996-1999 yılları arasında gerçekleştirilen “schizophrenia: open the doors” başlıklı damgalama ile mücadele eğitim programı büyük yankı uyandırdıToplam 18 ülke bu programa dahil oldu (Avusturya, Brezilya, Kanada, Şili, Mısır, Almanya, Yunanistan, Hindistan, İtalya, Japonya, Fas, Polonya, Romanya, Slovekya, İspanya, Türkiye, Amerika ve İngiltere) Damgalama bu hastalıklara ayrılan kaynak miktarını sınırlamakta, ev ve iş bulma, toplumsal etkileşim sorunlarını ağırlaştırmaktadır.Damgalama karşıtı çalışmalarda öncelikle toplumda var olan yanlış inanç ve bilgileri değiştirmeye çalışmak uygun bir yaklaşımdır.Damgalama ile mücadelede; kişilerarası, toplumsal, endüstriyel, yönetsel, hükümet politikalarını da içine alan bir önlem uygulaması ile gerçekleştirilmelidir. Bu uygulamalarda hasta merkezli yaklaşımın hedef grup çalışmaları ile yürütülmesi önerilmektedir .

Page 18: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,
Page 19: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

Posterler

Page 20: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

Alan Adı Dönem Sayfa

Edebiyat (Öykü, Roman, Şiir) DI 21

Müzik DI 23

Resim, Heykel DI 25

Sahne Sanatları DI 29

Sinema DI 30

Tarih DII 32

Arkeoloji DII 41

Antropoloji DIII 41

Teknoloji DIII 42

Sosyoloji DIII 43

Etik DIII 49

Hukuk DIII 51

Page 21: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010Özet Kitabı

21

Tıp ve EdebiyatTıp İçin Neleri Feda Edersiniz?Işıl GÖĞEM, İmren Ümit AKPINAR, Kerem ENSARİOĞLU Faust’un Mephisto ile yaptığı antlaşma sonucu kendi ruhunu satıp,mutlak bilgi elde etmiştir. Her ne kadar bu elde ettiği bilgiyi amaçları doğrultusunda kullanmamış olsa da,başlangıçta tıp ve bilim için yaptığı fedakarlık küçümsenemez. Diğer Faust versiyonları benzer antlaşmalara ve benzer sonuçlara sahiptir. Örneğin Guilty Gear adlı oyundaki Faust karakteri benzer bir antlaşmayı cerrahi yeteneklilik için yapmış,fakat antlaşma şartlarına uymayınca bu yetenekleri ondan alınmıştır. Asla gerçekten sahip olmadığı yeteneklerden övündüğü ve kendisinin bunlar olmadan bile başarılı olduğunu düşünmesi, hastasını kaybetmesine sebep olmuş, bunun sonucu olarak bunalıma girmiştir. Yorum: Tıp, her zaman fedakarlık gerektirir. Bu fedakarlık bazen zaman,bazen gençlik,bazen ihtiyaçlara mal olur. Faust karakteri fedakarlıkların en üstünü yapmış,amacına ulaşamamasına rağmen, niyeti ve fikri her zaman tıpa ve bilime hizmet olmuştur. Fedakarlık kavramı konusundaki çalışmalarda, gerçek kişilikler olduğu kadar kurgudan da yararlanılmalıdır. Şüphesizdir ki,gerçek insanların ve doktorların yaptığı fedakarlıklar üstündür, ancak edebiyatta işlenen fedakarlık kavramının insanlar üzerindeki etkisi de küçümsenemez ve insanların duygularına ulaşılabilirlik konusunda kitaplar ile yarışabilen başka bir şeyden söz edilemez.

Tıp Öğrencilerinin Sanatsal Yönelimleri Muhammed Said BEŞLER, İlkay Şamil BEYDİLLİ, Arif SAVCI Tıp fakültesi öğrencilerinin ders çalışma süreci dışındaki sanatsal yönelimleri yüz yüze anket yapılarak araştırıldı. Elde edilen veriler ışığında tıp öğrencisinin sanatsal profili çizildi.

Fıkralarda Doktorlar Buram ÖZTÜRK, Enes KARAMAN, Abdurrahim KAR Fıkralarda doktorların gelir düzeyinin yüksek olmasına değinilmiş ve bu durum mizahi bir şekilde işlenmiştir.Doktorların hastaları bilgilendirirken bilimsel bir dil kullanması sonucu ortaya çıkan iletişim sorunlarına ve bunun neticesinde tedavinin yanlış uygulanmasına veya hiç uygulanamamasına sebep olduğu vurgulanmıştır.Ayrıca doktorların reçeteleri okunaklı bir şekilde yazmaması fıkralarda yoğun bir şekilde eleştiri ve mizah konusu olmuştur.

Doktorlar da Okur, Ama Neyi? Bulut AYYUB, Hasan KUZU, Büşra GÖKER, Ayşegül DEMİRSU Daha önceki senelerde doktorların izlediği filmler üzerine bir araştırma yapılmış. Biz de doktorların okuduğu edebi kitaplar üzerine bir araştırma yapacağız. Araştırmamızı anket üzerinden yapmayı planlıyoruz. Araştırma alanımız Hacettepe Üniversitesi Hastanesi olacak. Hocalarımıza kitaplarla ilgili sorular yönelteceğiz ve bulduğumuz sonuçları derleyip, arkadaşlarımızla paylaşacağız.

Halk Şairlerinin Doktorlara Bakış Açısı Nurullah YUCA, Muhammet Hakan GEREKLİ, Muhammed Ali KARATAŞ, Tevfik Mehmet ÜNSAL,Baraa EL DANCACHLIProjenin gerçekleştirilmesindeki amaç,içten gelen samimane duyguların yer aldığı bir sanat olan şiirin penceresinden doktorlara bakmak ve Türk halk kültüründen yola çıkarak Türk halkının hekimlere olan bakış açısını yansıtmaktır.Halk şairlerinin halka daha yakın olmaları ve duygularını daha açık şekillerde ifade etmeleri de projede geniş yer tutmalarına neden olacaktır. Hekimin halka ve hastalarına karşı tutumunun halk tarafından nasıl karşılandığını şiirlerde aramayı amaçlamaktayız.Bunun içinde halk şiirlerini iyi bir kaynak olarak görmekteyiz. Projenin amacını kısaca özetleyecek olursak; Türk milleti, daima hekimleri gözlerinde çok önemli bir yere koymuştur. Ayrıca tüm insanların hekimlerden bir beklentisi vardır. Hekimler de halkın gözündeki yerine yakışır ve onların beklentilerine cevap verecek durumda olmalıdırlar.

Epilepsinin Yazarlar Üzerindeki Olumlu Etkisi ve Bu Yazarların Epilepsi Hastalığının Özelliklerini Hatice KOÇ, Sezgin YENİ, Canan CAKA, Mehtap ALTUNTAŞ Epilepsinin yaratıcılık üzerinde çok büyük etkisi olduğu ve çok ünlü epileptik yazarların nöbetleri sırasında hissettiklerini karakterlerine yansıttıkları öğrenildi. Bu araştırmamız sayesinde epilepsi ve bazı yazarlar hakkında yeni şeyler öğrendik.Yeni araştırmalarımızla projemizi geli,ştirmeyi hedefliyoruz

Son Dönem Batı Edebiyatında Tıp Algısının Zamanla Değişimi Mesut TANKO, Şevket Onur YOLALAN, Erkay UZUN Edebiyat ve tıp sanıldığı kadar farklı değildir. İkisinin konusu da insandır ve insanı her yönüyle tanıma arayışı içindedirler. Edebiyat ve tıpın kesiştiği birçok nokta da vardır.Doktor olan yazar ve şairler, hastalıklarıyla ilhamı bulan edebiyatçılar, kitaplardan etkilenip doktor olmaya karar veren öğrenciler vb. Bizim projemizin konusu ise edebiyatın bakışıyla tıp: Edebiyat tıpla ne kadar ilişkilidir? Edebiyat insanların hekimlikle ilgili düşüncelerini değiştirebilir mi? Edebiyatın dönüştürücü gücü tıp için de geçerli midir? Hekimlik algısı zaman içinde nasıl değişti? Kurumsallaşmış tıpın sosyal ve kültürel alanlardaki gücü ve belirleyiciliği var mıdır? Tıbbın gelişen bilim ve teknolojiyle değişimi edebiyatın tıbba bakışını zamanla nasıl değiştirmiştir? Tıbbı edebiyat için çekici kılan onun öylümle içiçeliğimidir? Teknolojiye giderek bağımlı hale gelen tıbbın vaadi iyi bir yaşam mıdır, iyi bir ölüm müdür, gibi sorulara cevaplar aradık. İlkel şamanlardan modern tıbba geçişte edebiyat iyi bir gözlemci olmuştur. Edebiyatın tıp algısını anlayarak, yapacağımız işi daha iyi tanır, hekimliğin sadece bir meslek olmadığını bilip, etikle estetetikle varoluşsal problemlerle ilişkisini çözebiliriz.Hedefimiz gelişen teknolojiyle değişen tıp ve doktor algısının edebiyata yansıyışı ve zamanla değişimini anlamak.Bu yüzden batı edebiyatına yöneldik.Tıbbın ve pozitif bilimlerin aydınlanmayla en hızlı geliştiği coğrafyaya.Bilim ve teknolojinin hızlı gelişiminden faydalanan tıp 18. yy dan günümüze sürekli değişmiş ve ilerlemiştir. Bunun topluma yansımasını görmek ve tıp algısının nasıl değiştiğini izlemek,roman ve öykülerin, doktorları ve tıbbı ele alışının zamanla değişimini izlemekle mümkündür. 18. yy da tıp henüz bağımsız bir bilim değildir. Felsefeden dinden ‘büyücülerden’ etkilenmektedir.Doktorların çalışmalarında hastaneler ikinci plandadır. Rousseau’nun, Voltaire’in, Le Sage, Montequieu ve birçok edebiyatçının kitaplarında doktorlar geneldelde eleştiri konusudur. 19.yy da modern tıp giderek gelişmiştir.Hastalıkların bakteriyel sebeplerinin bulunması hastalıkların bulaşmasına engel olacak yöntemler geliştirilmiştir: anestezi, asepsi, antisepsinin bulunuşu...Edebiyatçılar ise daha umutludur.Charles Dickens, Gogol, Kierkegaard,Nietzsche, Çehov un eleştirileri ve önerileri vardır.Doktor para ilşkisi ise hala sorgulanmaktadır. 20.yy da ise Camus Kafka Saramago Orwell Marquez Susan Santog gibi edebiyatçılar ilgi çekici olurken bazen metafor olarak hastalılar kullanılmış bazen de sistem eleştirisi yapılmıştır. Romanlarda tıbbın ele alınışı daha yöntemli ve çeşitlidir.Veba da Rieux umutsuz ama direngen, Körlük’te kör olan göz doktoru çaresiz, Kolera Günlerin’de Aşk da otoriter özgüvenli, Bir Taşra Hekimi’nde tersine otoritesiz ve çekingen, Fakirler Nasıl Ölür de kayıtsız ve insan sevgisinden uzak doktorlarla karşılaştık. Tıbbın değişim ve gelişiminin izlerini edebiyatın yaratıcı yöntemleriyle izleyerek, günümüzü doğru şekilde okuyabilir, geleceğin tıbbını kurgulayabilir ve daha adil ve gelişkin bir tıp sistemi yaratabiliriz.

“Tıp”a Edebi Yaklaşım Ece AKYOL, Emre EMEKLİ, Emre Onur BAL, Musa ÖZTÜRK Doktor ve hasta ilişkisinde her şey anamnezle başlar ya tıpta. Anımsama ve anlatmayla yani… Sözcüğün en geniş anlamıyla bir “öykü” oluşur her karşılaşmada. “Acı çeken” ile “tedavi eden” arasındaki ilişkinin temel taşını oluşturur bu metin. Belirtiler, izler ve göstergeler peşindedir doktor… Her ne kadar bir sanat yapıtı oluşturmak değilse de amaç, bir insanı tanımaya, neden-sonuç ilişkilerini bulmaya ve hastalığı belirmeye yöneliktir çabaları. Hastanın yaşı, cinsiyeti, alışkanlıkları, yaşam koşulları, ailesi, ilişkileri vb. üstüne toplanan bilgilerle bir portre çizilir. Nesnel biçimde değerlendirilen tüm bu bilgiler de “yazı” ile saptanır. Ve bir portre çizilir hekimin gözünde. Bu süreç edebiyatçının yaptığının aynısıdır aslında.Amaç insan sağlığı ve mutluluğudur;aradaki tek fark ise sanat kaygısıdır. Aslında insan bedeni sanatın temelidir. Estetik felsefesinin en güçlü ismi olan Schopenhauer’un “Beden, hakikate açılan yegâne dar kapıdır” sözleri bu olgunun en gerçekçi açıklamalarından biridir. Bir hakikatse,en iyi sözlerle anlatılır. Toplumda en geniş kitleye ulaşan, kamuoyu oluşturma gücü en yüksek olan sanat dalının edebiyat olduğu da göz önüne alındığında edebiyatla uğraşan hekimlerin mesleklerini nasıl

Page 22: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010Özet Kitabı

22

tanıttıklarının ya da hekim olmayıp hekimlerin yaşantı ve birikimlerini konu alan eserler veren edebiyatçıların konuya ilişkin fikir ve yönlendirmelerinin büyük önem taşıdığı anlaşılmaktadır. Çalışmamız sırasında bir hekim olan ve Anton Çehov gibi “Tıp eşim,edebiyatsa metresimdir.” görüşünü savunan yazarlar ile hekim olmayıp konuyla ilgili yazan yazarlar sınflandırmasının yanısıra Türk edebiyatı ve yabancı edebiyat karşılaştırılarak hekim-hasta ilişkilerine ilişkin evrensel bir bakış açısı kazandırmak ve bu görüşlerin okuyucular üzerindeki etkileri temel alınarak bu ilişkiyi düzenlemeye ilşkin yeni fikirlere yol açmak amaçlanmıstır

Dr. Faik Çelik’in “Çağdaş Türk Tıp Şiirleri” Adlı Eserine Dayanarak Hekimlere Bakışın İncelenmesi Şadiye Hande SOYER, Ersel TURAN, Kübra CANASLAN, Sayed Hekmatllah HEKMAT Tıp yaşamla iç içe, hekimler ve hastalar yaşamın birer parçaları.., böyle olunca da tıp ve hekimler sanatla yan yana.Hekimlikte mesleki teorik ve pratik ön planda görülmekte ise de, hekimlik farklı etik, ahlaki ve vicdani ve tabii ki insani yönleriyle gerçekten farklı bir meslektir.Hekimlikteki “ustalık”, hastasının veya kendinden yardım isteyen insanların duygu ve düşüncelerini, acılarını ve beklentilerini anladığı ölçüde o hekimde anlam kazanır .Bunun için hekim duyarlı olmalıdır, bu duyarlılığa giden en sağlam yollardan birisi edebiyat, en kestirmesi de “şiir”dir.Dr. Füsun Sayek’in Türk Tabipleri Birliği adına yazdığı bir yazıda da söz ettiği gibi: ““Şiir yaşamdan çıkar” Eğer şiir gerçekten yaşamdan çıkmışsa, yaşam da sağlıksa, yaşam ve sağlıkla toplumcu köprüyü kurabilen şairlere ve bu köprünün temel elemanlarından olan sağlıkçılara bu güzel şiirleri toplu halde ulaştırmak anlamlı.”Biz de bu anlamlı çabaya biraz da olsa katkıda bulunmak için şairlerin, toplumun; tıpa ve hekimlere bakışını incelemek istedik.

Beyin Hastalıklarının Sanata Etkisi Sabri Engin ALTINTOP, Mustafa Altay TEKEŞ, Onur IRAK, Mehmet DİLER Beyinde bazı hastalıkların yetenekleri bozmayacak alanlarda ortaya çıkması halinde, eserlere olumlu katkı sağlayabileceği, dünya çapında bazı sanatçıların nörolojik veya psikiyatrik rahatsızlıklarını yaratımlarında kullanarak, ünlü yapıtları meydana getirebildikleri görüldü. Özellikle bipolar bozuklukların manik dönemlerinde uykularının azaldığı, çalışma sürelerinin arttığı, renklerin, coşkuların, tutkuların arttığı gözlemlenmiş.

Değeri Anlaşılamamış Bir Osmanlı Aydını: Beşir Fuad Murathan ÇELİK, Ekin Yiğit KÖROĞLU, Yusuf Barış GÜLEÇ Bu projede Beşir Fuad’ın tıp alanındaki ilginç fikirlerini irdeledik. Pek çok farklı alandaki kişisel görüşlerini temel alarak deneysel intiharının nedenlerini saptamaya çalıştık. Vardığımız sonuç her ne kadar bir tahminden öte gidemese de Beşir Fuad’ın, yaşadığı dönemde kendine has bir kişilik olduğunu ortaya koyması yönünden ilgi çekici olmuştur denilebilir.

Divan Edebiyatında Tıp Harun KARAAĞAÇ, Yunus TETİK, Raji HASAN Bu çalışmamızda divan edebiyatının tıp, doktor, hasta ve tedavi şekilleri hakkında yazılan beyitlerini araştırdık ve buldugumuz beyitleri yorumladık. Eski yaşamdaki tıp ve sağlık kavramlarını günümüz tedavi yöntemleri ve hasta hekim ilişkileriyle karşılaştırdık. Ve benzerlik ve farklılıkları sunduk.

Doktorlarda Okur Ama Neyi? Büşra GÖKER, Bulut AYYUB, Hasan KUZU, Ayşegül DEMİRSU Projenin konusu: Hepimizin bilinçaltında doktorların ulaşılamaz, çok yoğun ve çalışkan insanlar oldukları kanısı vardır. Doktorların yaşayış şekilleri ve hayat düzenleri diğer insanların hep ilgisini çekmiştir. Projenin amacı: Doktorlarla ilgili insanların akıllarını kurcalayan bir takım sorular her zaman varola gelmiştir.’Doktorlar kendilerine vakit ayırabiliyorlar mı? Kitap okumaya ne kadar vakit ayırabiliyorlar? Hangi tür kitaplar okurlar? Doktorlarla yaptığımız anket sonucu yanıt bekleyen bu soruların cevaplarını bulduk.

Edebiyat ve Müzik Penceresinden Tıbba Bir Bakış Ali Rıza KEKLİKCİ, Bayram ALKAN, Kasım YAKUT Tıp ve sanat... Her ne kadar uzak gibi görünseler de, dikkatli gözler tarafından incelendğinde bir bağlantının olabileceğini ortaya çıkarmak ve paylaşmak için

projeyi seçtik. Tıbbın edebiyat ve müziğe yansımalarını incelemek, kültürümüz içinde bu bilim dalının ayak izlerini takip ederek toplum gözündeki yerini belirlemek amacıyla bu projeyi benimsedik. Türkülerimizde,şiiirlerimizde anonim sözlü, yazılı ve müzik ürünlerimizde tıbbın, hekimliğin, hastalığın yansımalarını farketmek ve farkettirebilmek için bu konuyu seçtik.

Page 23: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010Özet Kitabı

23

Tıp ve MüzikMüzikle Tedavi’nin Evrimsel Psikolojik İncelemesiŞiyar Bahadır DEVLET, Burak BAYKAM, Muhammet Ali EKŞİ, Mustafa Emre BULUT Profesor Martin Sereno, Profesor George A. Miller’ın çalışmaları ve doğadan bir kaç örnek eşliğinde (Güney Avustralya Lir Kuşu gibi) müziğin memeli dünyasındaki yerinin incelenerek, müzikle tedavi olgusunun psikolojik temellerinin gözlenmesi ve bu temel üzerinde, müzikle tedavi’nin gerçekliğinin incelenmesi adına bir kontrollü, double blind deney önerisinin yapılması.

Tıp ve MüzikFurkan ÇETİN, Gökhan YAVAŞ, Ozan ÜNLÜ Tarihin Anadolu medeniyetlerinde de müziğin tedavi amacıyla kullanıldığı bilinmektedir. Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerinde de müzik tedavi amacıyla kullanılmıştır. Anadolunun çeşitli bölgelerinde ve illerinde bu amaçla kurulmuş birçok darüşşifa bulunmaktadır. Bizde yaşadığımız toprakların bize mirası olan bu tedavi yöntemini projemizde incelemek istedik.

Sessizliğin Sesi Hakan SELÇUK, Şeyma MERİÇ, Merve AÇIK, Burak ÇAĞLARSU Konumuz sağır müzisyenler. En eskisi ve bilineni Ludvig Van Beethoven’dır. Beethoven ileri yaşlarda duyu kaybına uğradığında bile beste yapmaya devam eder ve ömrünün son deminde yazdığı 9. senfoni bu durumun doruk noktasıdır. Bilindiği üzere 9. senfoni biter, artık çalınacaktır. Beethoven eseri dinlemek (daha doğrusu izlemek) üzere yerini alır. Eser bittiğinde büyük bir alkış kopar salonda ama Beethoven eserin bittiğini ancak orkestra şefinin hareketinden anlar. Sonra en öndeki yerinden ayağa kalkar ve seyircilere bakar. Herkes ayakta çılgınlar gibi alkışlamaktadır. Sahneye şefin yanına çıkarırlar, selamını verip doğrulduğunda ağlamaktadır Beethoven. Eserin ilk sahneleşinden bir kaç yıl sonra 10. senfonisini bitiremeden hayata veda eder. Beethoven gibi tüm senfoni orkestrasını beyninde canlandırıp, duyup, koca bir senfoniyi yazmak herkesin yapabileceği bir şey değil; ancak vurmalı çalgılarda durum farklı. Titreşimleri hissetmek ve ritmi yakalayıp enstrümanını çalmak bir nebze daha akla yatıyor. Bunun örnekleri şöyle ; Yakın dönemin önemli sağır müzisyenlerinden Evelyn Glennie var. Glennie 12 yaşında sağır olmuş bir perküsyonist. Sahneye çıplak ayakla çıkma sebebi imaj değil. Glennie titreşimleri çıplak ayaklarıyla daha iyi alır, ritmi yakalar ve müziğini yapar. Sanatçının 1989’da en iyi oda müziği dalında Grammy’si var. 1800’ün üstünde vurmalı çalgısı olduğu gibi 15 farklı üniversiteden doktoraları olan başarılı bir sanatçıdır. İşitme temelde özel bir dokunma şeklidir. Ses basitçe, kulak tarafından toplanan ve elektrik sinyallerine dönüştükten sonra beyin tarafından yorumlanan titreşen havadır. İşitme duyusu bunu yapabilen tek duyu değildir, dokunma duyusu da bunu sağlayabilir. Eğer yolun kenarında duruyorsanız ve büyük bir kamyon geçiyorsa, titreşimi işitir misiniz, hisseder misiniz? Cevap, her ikisi de. Çok düşük frekanslı titreşimde kulak yetersiz kalmaya başlar ve vücudun geri kalan bölgelerinin dokunma duyusu devreye girer. Bir nedenle, gerçekte aynı şey olmalarına rağmen, sesi işitme ile titreşimi hissetmeyi birbirinden ayırırız. Sağırlık işitememek değildir, yanlızca kulaklarda bir sorun var demektir. Tamamen sağır olan biri bile sesleri işitebilir, hissedebilir. Bir de keman virtüözü Chris Buck var sağır müzisyenlerden. 14 yıl boyunca beyin tümörü tedavisinde aldığı radyasyon nedeniyle duyu kaybına uğrayan Buck kemanı bırakmadığı gibi keman öğretmenliği de yapmış. Kısa kısa diğerlerine bakacak olursak: 1924’de ölen Gabriel Fauré besteci, organist, piyanist ve öğretmen kimliğiyle öne çıkan sağır müzisyenlerden. Alman besteci Robert Franz var sonra, 1892’de ölmüş. 12 yaşında tamamen sağır olmuş başka bir müzisyense şarkı yazarı, piyanist ve şarkıcı Johnnie Ray. 1951’den 1962’ye kadar üretmiş, müzik yapmış, çalmış söylemiş bu adam. Sağır bir Fin’li Rapçi var bu arada, adı Marko “Signmark” Vuoriheimo. Sağır bir ailenin çocuğu olan “Singmark” şarkılarını söylerken işaret dilini de kullanıyor. Bu durum rapçilerin el hareketlerine çok uygun aslında. Bedřich Smetana ise Beethoven gibi 50 yaşında sağır olmuş Çek besteci.

Sanat Terapisi Mehmet ŞAHDALAMAN, Sibel KONCA, Zekrullah ZİYAI, Merve Şeyma PARMAK Sanatla tedavi,sanatın eğitim ve tedavide kullanılmasıdır.Sanat,sanat öğeleri,sanat

nesneleri,sanatsal eylemler,sanatsal dışavurumla ifade gibi sanata ilişkin çağırışımlar yanında eğitim öğretim ve tedavi gibi insan yetiştirme ve gelişimsel alanın çağrışımları da akla gelir. İçe atılmış yaşantılar ve fiziksel engellerin vermiş olduğu hasar dışa vurulamazsa ruh sağlığı risk altındadır. Sanat bu riske karşı koruyucu işlev görür. Gerek sanat eğitimcisi gerek terapist bireyin iç dünyasını duygu ve düşünce, davranışını tanımak, gelişimi ve süreci kolaylaştırır ve hızlandırır. Ayrıca yıllar boyu çözülemeyen birçok sağlık sorununun çeşitli sanatsal çalışmalar,terapiler eşliğinde aşılabildiği görülmüştür.

Sanatın Hekimlerin Mesleksel Yetilerine Etkisi Esra KESKİN, Tuğba GÜNGÖR Yeşim SİPARİŞ Özge Aydın hekimlik mesleğinde sanatın etkisini gözlemek istedik. Biz sanatla uğraşan hekimlerin mesleklerindeki başarısı diğer meslektaşlarndan farkı..bunları çeşitli röportajlarla ve makalelerle ortaya koymaya çalışacağız. Müzik ve Ruh Sağlığı Tushar KUNWAR, Ahmet Birkan KARAMAN, Ahmet Yasir ALTUNBULAK, Jamila Kazimi, Baktazh RAHİMİ Müzik insanın bütün beyni kullanarak yaptığı çok az aktivitelerinden biridir. Müzik dil öğrenmek, hafızayı geliştirmek ve dikkati odaklanmak için faydalı olmakla birlikte vücudun fiziksel koordinasyon ve gelişmesi için de önemlidir. Yakında Finlandiya’da stroke hastaları üzerinde yapılan araştırmada hiç müzik dinlemeyen ya da masallar yüksek sesle söyleyerek okuyan hastalardan bile müzik dinleyen hastaların hafızalarında gelişmesi ve daha dikkatli olmaları gözlenmiş. Müzik zekayı, öğrenmeyi ve İQ’yu geliştirir. Çocuklar üzerinde yapılan bir çalışma sonucu müziğin aşağıdaki alanlarda yardımcı olduğu göründü: Okuma ve edebiyat yetenekleri. Düşünme ve neden verebilme yetenekleri matematik zekası yani matemmatik soruları çözebilme Duygusal zekası eskiden sadece klasik müziğin faydalı olduğu düşünüldü ama son zamanlarda yapılan araştırmalar kişinin sevdiği herhangi tür müziğin o kişiye olumlu etki yarattığını öne sürüyor. Beat pattern dakikada 60 olan Mozart ve Baroque müziği ardı arda sol ve sağ beyni aktive eder. Beynin bu kısmı öğrenmek ve bilgilerin kaydetmesi ile ilgilidir. Müzik dinleyerek okumakta okuduğumuz bilgileri sol kısmı aktive ederken müzik sağ kısmı aktive eder. Bu da beynin iki tarafını da aynı anda kullanmamızı sağlar. Bunun yanı sıra müzik aleti çalmak gibi beyinin hem sol hem sağ kısmını kullanan aktiviteler beynin bilgileri daha iyi işletmesini sağlar. Ayrıca müzik ile beraber okuduğumuz bilgileri aynı müziği tekrar ederek kolayca hatırlayabiliriz. Ama öğrenmek yada hafızaya katkıda bulunmak için müziğin kelimesiz olması gerekir. Yoksa biz okuduğumuz bilgilerin yerine o şarkının sözleri hatırlayacağız. Müzik uykuyu getirir İmsomnia hastalar üzerinde yapılan araştırma göstermiş ki müzik uyumadan önce 45 dakika müzik dinleyenler rahat dolu uykuya dalabilir. Frekansı az olan müzik sempatik sinir sisteminin aktivitesini, stresi kan basıncını, kalp atış hızını ve solunum hızını düşürür. Bu da genelde klasik müziklerdir. Müzik stresi nasıl düşürür? • Kasların gevşemesini sağlayarak • Yoga gibi etkileri yaratarak • Olumsuz duyguları önleyerek.

Müzik Yeteneği ve Genetik Hasan Can HASTÜRK, Demet ALBAYRAK, Barış SEVİNÇ Yakın geçmişteki birtakım ünlü klasik sanatçı ve bestecilerin anne veya babalarının da müzikle ilgilenip ilgilenmediklerini araştırıldı. Bu kişilerin ailelerinin müzikle ilgilerine dayanarak müzik yeteneğinin genetik özellikleri hakkında yorum yapıldı.

Türklerde Müzikle TedaviMuhammet Ali AYDEMİR, Oğuzhan KATAR, Fatih GÖK, Ahmet ÇELİK Müzikal seslerin ve melodilerin fizyolojik ve psikolojik etkilerini çeşitli ruhsal bozukluklara göre ayarlamak suretiyle, düzenli bir yöntem altında yapılan tedavi şekline “müzikle tedavi” tedavi denmektedir. Bu tedavi şeklinin pek çok kullanım alanı vardır: psikolojik sorunların giderilmesi, sosyal ilişkilerin geliştirilmesi, özgüven duygusunun geliştirilmesi, fiziksel fonksiyonların geliştirilmesi gibi pek çok tedavide müzikle tedaviden yararlanılır. Müzkle tedavi yöntemi, kökeni çok eskilere dayanan bir metoddur. Dünyanın pek çok yerindeki pek çok medeniyet tarafından ilkel veya bilinçli olarak kullanılmış, günümüze kadar da geçerliliğini korumuştur. Müzikle tedavinin bilimsel yönden araştırılmasına ilk olarak 2. Dünya Savaşından sonra Amerika’da başlanılmıştır. 1947 yılında ise müzik, Michigan Devlet Hastanesi’nde tedavi metodları arasında yerini almıştır. Müzik, sanat

Page 24: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010Özet Kitabı

24

dalları içerisinde insanı en çok etkileyen sanat dalıdır. Bu yüzden sanatsal tedavi yolları arasında en çok tercih edilenidir. Tıp biliminin alt dalları olan onkoloji, nöroloji, kardiyoloji, pediatri gibi alanlarda karşılaşılan vakalarda müziğin yardımcı tedavi olarak uygulanması olumlu sonuçlar vermektedir. Örneğin, Avusturya Meidling Klinik’te çalışmakta olan Dr. Gerhard Kadir Tuçek, komadaki ve yoğun bakımdaki hastalara günde yaklaşık 20-30 dakika Klasik Türk Müziği veya Klasik Batı Müziği dinletilmesi sonucunda, hastaların kımıldatamadıkları organlarını kımıldatabildiklerini görmüştür. Bunun dışında madde bağımlılığının çözülmesinde, tümörlerle mücadelede, psikolojik bozuklukların tedavisinde müziğin olumlu etkisi kanıtlanmıştır. Bütün bu gelişmelere rağmen müzikle tedavide açığa kavuşturulması gereken pek çok nokta vardır. Bunlar: insan fizyolojisinde müziğin etkilerinin net olarak gösterilmesi, müziğin hangi tedavilerde ne kadar etkili olduğunun belirlenmesi gibi konulardır.

Müziğin Zihinsel Engelliler Üzerindeki Etkisi Gülay AKSAK, Emel ÇOLAK, Mehmet COŞKUN, Ömer Faruk YÜCE müziğin beyin bölümlerinin bazılarının gelişiminde etkisi büyüktür. Biz de müziğin bu etkisini araştırdık ve ileride müzikle tedavinin ilerletilebileceğini düşünüyoruz ayrıca müzikle terapi de yapılmaktadır.

Müzikle Tedavi Ozan ÜNLÜ, Hüseyin Gökhan YAVAŞ, Furkan ÇETİN Bu projemizde müziğin özellikle psikolojik olmak üzere çeşitli hastalıklarda tedavi amaçlı kullanımını araştırdık. Müziğin psikoloji ve fizyolojideki etkilerini göstermeye çalıştık. Geçmiş zamanlarda müziğin tedavi amaçlı kullanıldığını ve çeşitli bilim adamlarının bu konudaki çalışmaları hakkında bilgiler bulduk. Müzikle tedavinin stratejilerini belirlemeye ve bu tedavinin uygulamasını yetişkinler ve çocuklar arasındaki farklara değinerek anlatmaya çalıştık.

Müzik Aletlerinin Çalan Kişiler Üzerindeki Fiziksel Etkileri Helin CEREN KÖSE, Ramis ÇATALBAŞ, Emre KUDU, Ayşe GÜREL Müzik aletlerinin onları çalan kişiler üzerinde bazı olumsuz fiziksel etkilere yol açtığı tespit edilmiştir. Bu fiziksel etkiler genellikle üflemeli çalgılar çalanlarda gırtlak ve ses telleri; çello, piyano gibi oturarak çalınan aletlerde sırt ve bel; keman çalanlarda ise boyun ve omuz sorunları şeklinde gözlenmiştir. Bizim projemiz de bu sorunların sebepleri ve önlenmesi üzerine. Bu sorunların ve bu sorunların tedavi yöntemlerinin belirlenmesi müzisyenlerin sağlığı açısından faydalı olacaktır. Çünkü sanat, ancak sağlıklı bir şekilde yapılırsa insana mutluluk verebilir.

Hadi Anne, Biraz Müzik Dinleyelim! Ahmet ÇÖPÜR, Mustafa Burak TUNÇ, Adem KUZU, Doğukan Anıl TUTAL Projemizde müziğin bebeğin gelişimine olan etkisini incelemek istedik. Müziğin anne karnında ve yeni doğan bebeklere olan olumlu etkilerinin kavramak istedik. Bu amaçla internet üzerinden makale ve bilgi taraması yaptık. Pubmed’ten ve google dan bulabildiğimiz bilgileri derlemeye çalıştık. Yaptığımız bu çalışmalarda müziğin bebeğe birçok alanda olumlu etki gösterdiğini gördük. Kısaca saymak gerekirse; müzik, bebeğin görsel zekasına, matematiğine ve başka yetilerine olumlu etkiler bıraktığı yapılan çalışmalardan anlaşılmıştır. Müziğin bilinçli bir şekilde kullanılmasıyla bebeğe olumlu etkiler bırakacağını düşünüyoruz. Bu düşünce, Projemizin çıkış noktası oldu.

Sanat ve Psikiyatri İlişkisi Mert ASLAN, Seda CAYMAZ, Dilara KIYAK Sanatsal ve yaratıcı eylem diğer tüm insan etkinlikleri gibi beynin bir ürünüdür. Son yıllarda sinirbilimlerdeki kimi gelişmeler sanatsal ve yaratıcı eylemin nöronal temellerini ortaya koyabilme umudumuzu artırmıştır. Yaratıcı eylem, sanatçılar, düşünce adamları, bazı toplum önderleri ve bilim adamları arasında sık görülür. Ama sanatsal yaratıcılık söz konusu olunca, işin içine estetik kavramı girer. Semir Zeki ve bazı diğer araştırmacılar son zamanlarda ilgilerini estetik kavramının ve soyutlamanın beyindeki karşılığına yöneltmiştirler. Beynin neyi, nasıl güzel bulduğunu araştırmayı hedefleyen bu araştırmacılar, bu çalışmaları nöroestetik adı altında toplamaktadırlar. Görsel bilgi işleme ve anlamamıza olanak sağlamaktadır.

Ressamların akromotopsi, ihmal sendromu gibi durumlardan nasıl etkilendiği, sağ veya sol beyin hasarı sonrası sanatsal tarzlarının nasıl değişebildiğim gösteren çok sayıda olgu çalışması vardır. Frontotemporal demans olgularında görsel ve müzik alanında daha önce var olmayan becerilerin gelişebildiği bildirilmiştir. Ravel gibi bazı sanatçıların müzikal yeteneklerinin beyin hastalıkları veya demans gibi durumlardan etkilenmeleri söz konusu olmuştur. Sinirbilim insana en özgü bilişsel yeteneklerden biri olan sanatsal yaratıcılık konusundaki gizemi bir ölçüde aydınlatmak potansiyelini taşır gözükmektedir.

Müziğin İnsan Psikolojisi Üzerindeki Etkisi Gökhan GÜL, Onur DEMİRTAŞ, Sinan ÖCALAN İnsanların müziğe verdiği tepkilerin tıbbi olarak eleştirilmesi, araştırılıp insanlara nasıl faydalı olacağı hakkında fikir sahibi olunması

Heavy Metal Müzikte Doktorlar Yusuf ÖZAY, Meriç BAYRAM, Ümit GÖKDERE Bu projede heavy metal müziğin doktorlara bakış açısı inceleme altına alınacaktır.Örnek şarkılar sunulacak, sözler üzerinden konu açıklanmaya çalışılacaktır. Otizmden Diğer Birçok Hastalığa Kadar İlaç: Müzik Özden KAYA, Merve POSTALCIOĞLU, Özge YETGİNOĞLU, Nazlı ŞENER Projemiz otistik insanlar üzerinde müziği kullanarak yapılan çalışmaların incelenmesi ve etkilerinin araştırılmasına yönelik bir çalışmadır.

Müziğin Tıpta Kullanımı Anıl KAYA, Görkem ABDİKAN, Kadir ÇİÇEK, Salih GÜNEY Müzik uzun yıllardan beri tıpta etkin olarak kullanılmaktadır. Eski Türk Devletleri ve Osmanlı Devleti’nde de müziğin farklı makamları farklı tedavilerde kullanılmıştır. Bizim amacımız bu tedavi yönteminin daha da yaygınlaşmasını sağlamak.

The Effect of Music on Brain and Mind Abedalluh Ahmet ABDELJABAR, Hazma M.Z. SALAYMA, Nadin MOHAMADBrain is the central part for the human process and it is the manager for all other parts, whereas music is a world wild phenomena . so as student we are trying to connect both of them in this project to reach the knowledge and to get benefit for farther use. Many important researches are taking place widely about the music and its effects on the body in general and the brain and mind specifically and it shows that the music will have an important role in the medical life . Our aim is to find out the relationship between the health and music and the effect of the music on the brain and mind and mood.

Music for the LungsBelal F.K. RABAH, Mohammed YAMİN, Mustafa ALSHAIKHThe aim of this project was to show the importance of musical therapy to the human health, and also dangers that could be caused by music. So we did some research on how music affects the lungs in both good and bad ways. Chronic obstructive pulmonary disease (COPD) is an umbrella term used to describe airflow obstruction that is associated mainly with emphysema and chronic bronchitis. Emphysema causes irreversible lung damage by weakening and breaking the air sacs within the lungs. As a result, elasticity of the lung tissue is lost, causing airways to collapse and obstruction of airflow to occur. So to help cope with it we use the harmonica which helps people who have COPD cope and breathe better. As for loud music it can be very dangerous causing some disease. Loud music can cause what is called Pneumothorax. Doctors think that the intense pulses of low frequency, high frequency cause the lungs to rupture. Other than that we can use music in the identification of some disease depending on different sounds emitted by the lungs which are: Wheezes(Sibilant), Stridor, Wheezes (Sonorous), Fine Crackles, Coarse Crackles, Bronchovesicular Breath Sound, Bronchial Breath Sound.To conclude, the lungs and the music are correlated and have alot in common since music is used for the healing, diagnosis and unfortunately may cause damage to the lungs.

Page 25: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010Özet Kitabı

25

Tıp ve Resim HeykelKitap Kapakları Tasarımında Nörolojinin ve Psikolojinin KullanılmasıBüşra BAYRAMOĞLU, Eylem Şerife KAYMAZ, İbrahim KAMEL, Mesut Fidan kitap kapakları tasarlanırken dikkat edilecek hususlar nelerdir? kendi kitaplarının kapaklarını kendisi tasarlayan ulm üniversitesi nöroloji uzmanı manfred spitzerin de kitap kapaklarından örnekler verdik. bu kapakları tasarlarken nelere dikkat ettiğini nelerden yararlandığını anlamaya çalıştık. kitap kapaklarının insan psikolojisi üstünde nasıl bir etkiye sahip olduğunu gördük.

FTD ve Yaratıcı BeyinAybike KORKMAZ, Hatice Merve ABUŞ, Ömer Faruk SOLĞUN Bardağa dolu tarafından bakabilmek, bu hastalık için yeterli olsa gerek. Frontotemporal demansta, sadece yeti kayıpları değil, hastalığın beraberinde getirdiği kazanımlar da önemlidir. Bu demansta, frontal ve anteriyor temporal korteks ağırlıkla etkilenir. FTD’nin bir özelliği olan sağ paryetal lobun korunması ise demans zemininde görsel yaratıcılığın ortaya çıkmasında önemli bir etkendir.Böyle yaratıcılığı olan bireylerin çoğunda FTD’nin temporal varyantı olan semantik demans (SD) vardır. SD’de sonradan sanata karşı ilgi geliştirilen bireyler tanımlanmıştır. Görsel ürünler tipik olarak gerçekçi ve izlenimci özellik taşır. Kusursuz, renkli ve kompulsif resimler görülebilir. FTD’de sağlam kalan beyin bölgelerinin incelenmesi bu tip demansların anlaşılmasına olanak sağladığı gibi, sanatsal yaratıcılığında anlaşılmasını kolaylaştırır. Kısaca FTD, bizden çok önemli şeyler götürürken küçük ama önemli bir hediyeyi (YARATICI BEYİN) bırakan hastalıktır.

Görmeden Gören Beynin Sırrıİltürk ÖZDOĞAN, Burhan KALIN, Mehmet Fatih ATAK, Shuja NAZARI Geçirdiği genetik mutasyon sonucu doğuştan gözleri olmayan ve çizdiği resimlerle insanları kendine hayran bırakan ressam Eşref Armağan’ın beyin fonksiyonları ile ilgili yapılan araştırmaları inceleyerek; görmeyen insanların çizebilmesi mümkün olmayan bu resimleri nasıl çizdiğini; ayrıca sadece görsel girdi varlığında görsel beyinde saklanabileceği ve ancak görebilen insanların kağıda dökebileceği düşünülen perspektifi resimlerinde nasıl kullanabildiğini araştırmaya çalıştık.

Kanserli Sanat Fehmin HAKVERDIYEV, Arzu Hazal AYDIN, Gizem KAVAK Biz «Tıp ve Sanat» genel başlığı altında sanatın tıbba, tıbbın da sanata etkisini incelemek amacıyla «Kanser ve tıp» konusunu ele alıyoruz.Bilindiği gibi pek çok yönden tıbbın sanata yansıması, sanatla hastalıkların tedavisinin mümkün olduğu ispatlanmıştır. Biz de bu fikirleri deslemek amacıyla, kanseri konu alan sanat eserlerinden yola çıkarak kanserin sanata nasıl yansıdığını, niye sanatla kanserin anlatılmak istendiğini inceliyoruz. Ayrıca sanatla anlatılan kanserin topluma nasıl etki ettiğini, bu etkinin nasıl sonuçlar doğurduğunu ve bu konuda yapılan ve yapılması gerekenleri anlatacağız. Sunum içerisinde düşüncelerini göze alarak değerlendirmeler yapacağız. Sanatla anlatılan kanserin insanlara etkisini açıklamak için de TUVALDE RESİM YARIŞMASI(kanserli hastalar ve yakınlarıın yapmış olduğu resimler)ndan seçtiğimiz resimleri ve KIZ KARDEŞİMİN HİKAYESİ adlı filmi konu alan anket sonuçlarından faydalanacağız(anketi kendimiz yaptık).Son olarak ta neden kanseri konu olarak seçtiğimizi açıklayacağız.

Geçmişten Geleceğe Çizgi Filmlerin Çocuk Ruh ve Beden Sağlığına Etkileri Mert ATMACA, Ezgi UYSAL, Ali Cem KÜÇÜKDAĞLI Projemizin ana teması çizgi filmler ve bunun çocukların ruh ve beden sağlık gelişimi üzerindeki etkileridir. Sunumumuzda genel olarak çevredeki izlenimlerimiz, istatiksel veriler ve farklı örneklerle kişisel düşüncelerimiz öncülüğünde birşeyleri anlatmaya çalışacağız. Kimi zaman olumlu durumların yanında,olumsuz yanlarını öne sürerek farklılık ve benzerliklerini gösterip çocuk sağlığının major ve minör etkenlerini ortaya çıkartacağız. Projemizde hocalarımızla konuşarak onlarında bilgi ve deneyimlerinde yararlandık. Böylece etkili bir sunum oluşturabileceğimize inanıyoruz. Proje tanımı açısında bir araştırmanın yanında araştırma değerlendirmesi niteliğinde olup salt bilgilendirme ve örneklendirmeli bir yöntem izlemektedir.

Yaşamak İçin Öldürmek Hasan BAŞ, Elif ACAR, Bilge Nur MUSMAL Bir sinema filminden yola çıkarak klonlamanın etikliğini ve dolayısıyla sanatın etkisini incelemek.

Tıp Eğitiminde Sanatsal Etkinliklerin Yeri ve Önemi Hasan Burak RASTGELDİ, Tevhide Sıla SAĞAN, Mehmet Ali CULHA, Hilal ERDOĞAN Projemiz tıp eğitimi boyunca öğrencilerin sanatsal konularda daha etkin olabilmeleri için yapılabilecek iyileştirmeleri belirlemektir. Araştırmamızın temeli anketlerden oluşmaktadır. Böylece konunun merkezindeki çoğunluğun görüşlerini öğrenerek daha etkili sonuçlara ulaşmayı planlıyoruz. Projenin sonunda da elde edilen görüşlerin ışığında öğrencilere daha sanatsal bir tıp eğitimi sunulabilmesi için gerekenler belirlenmiş olacaktır.

Hastalığa Kafa Tutan Sanatçılar Meryem KOCATÜRK, Kübra ÖZSOY, Lokman KIRAN, Yusuf YILMAZ Hastalıklarına kafa tutan, kendi rahatsızlıklarını sanatlarında bir engel olarak görmeyen ve bunu sanattaki başarılarıyla da bize açıkça gösteren kişileri inceleyeceğiz. Beethoven’ın sağırlığı güzel besteler yapmasına engel olamamıştır, J.S.Bach ileri devrelerindeki körlüğüne rağmen müzikle uğraşmaya devam etmiştir, Sarah Bernard’ın kesik ayağı onu sahnelerden uzaklaştıramamıştır, Aşık Veysel Şatıroğlu görememesine rağmen saz çalmaya ve şarkılar yazıp söylemeye devam etmiştir, Eşref Armağan doğuştan kör olmasına rağmen hiç görmediği nesneleri büyük bir başarıyla resmetmiştir. Rahatsızlıkları veya kusurları bu kişilerin sanatlarında doruğa çıkmalarına engel olamamıştır. Bu sanatçılar herkes için güzel birer örnektir. Hastalıklarımızla, kusurlarımızla barışık olabiliriz. Hastalıkların insanlar üzerinde oluşturduğu karamsar etkiyi biraz olsun uzaklaştırıp hastalara farklı pencereler açabilmeye biz hekim adaylarınında katkısı bulunabilir. Hekim adaylarının ve hekimlerimizin bu sanatçı örnekleri hakkında bilgi sahibi olması hastaya yaklaşımında fark yaratacaktır.

Benim Bedenim Ama Kardeşimin Yaşaması İçin Özge YAMANKILIÇ, Zişan ULU, Erol Can ULUKUŞ, Abdallah S.A.ALFGQAHAA Bir hayatın devamı için daha başlamadan her yönüyle diğeri için uyarlanmış başka bir hayat… Ne olacağı, nasıl hissedeceği hiç düşünülmeden sadece vücudu kullanılmak amacıyla dünyaya getirilmiş bir çocuk… Küçük yaşta hasta olmamasına rağmen sayısız ameliyat,nakil ve operasyon geçiren, iğneler vurulan minik bir kız çocuğu bu kadar işlemi sadece hasta olan ablasını tekrar yaşama bağlamak için geçiriyor… Akut promiyelositik lösemi olma ihtimali bulunan ablasına mükemmel bir doku uyumu sağlayan alojenik bir donör olan Anna,bir süre sonra sırf ablasının yaşamı için dünyaya getirildiğinin farkına varıyor ve bu durum karşısında ruhsal sorunlar yaşamaya başlıyor… En sonunda ciddi bir karar alarak ailesine karşı vücudunun kullanım haklarını alabilmek için dava açıyor… Günümüzde bu amaç doğrultusunda birçok çocuk düşünülmeksizin dünyaya getiriliyor. Ebeveynler doğru veya yanlış olduğunu tartmadan hasta çocukları uğruna sağlıklı çocuklarını bir sürü işleme tabi tutuyorlar. Bu işlemlerin çocuklarına ne gibi zararları olacağını,çocuklarında nasıl hasarlara yol açacağını göz önünde bulundurmuyorlar. Oysa bunlar vücudu kullanılmak üzere tasarlanan çocuktaciddi ruhsal problemlere neden oluyor.Üzerinde ciddiyetle durulması gereken nokta da bu ruhsal çöküntüler. Ailelerin bu konuda her iki çocuğunun da sağlığını göz etmesi ve buna göre uygun bir karar alması gerekmektedir. İnsanların bu ciddi durumun farkına varmasına ve yaşananlara tanık olmasına “Kız Kardeşimin Hikayesi” filmi yardımcı olacaktır.Gerçek hayattan bir kesit olan bu film,böyle bir yaşamın içinde olanların yaşantısına, çocukları için böyle bir yaşam kaynağı seçmeyi düşünen ailelere de ilerde yaşanabilcek sorunlar adına bir ayna görevi görecektir…

Tıbbi Simgelerin Sanata Yansımaları Ebru SEÇİLMİŞ, Mustafa Atılgan GÜÇ, Ayşe Nur DALLI Uluslararası olarak kabul görmüş tıp simgesi ve içerdiği figürler geçmişten günümüze kadar resim, heykel, edebiyat gibi birçok alanda kendini göstermiştir. Bu projede amacımız, mitolojik kaynaklı olan bu simgelerin taşıdığı temel anlamları ve çeşitli sanat eserlerindeki yerleşimlerini incelemektir.

Page 26: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010Özet Kitabı

26

Resim Terapisi Hande BALTACI, Berk HAZIR, Mustafa NUHUT, Burak YÜRÜK Toplum içerisinde kendisini ifade etmekte zorlanan, paylaşamayan, ikili ilişkilerde zayıf olan; alkol ve madde bağımlılığı olan, ruh sağlığı bozuk olan ve bunun gibi bir çok sorunu olan kişilere belirli bir süre bireysel terapi uygulanır, ardından resim terapisi grup ortamında devam ettirilir. Resim terapisi bir anlamda rahatlamayı sağlıyor. İnsanlar kendi kendine, güzel olmuş kötü olmuş farketmeden kendilerini anlatan eserler meydana getiriyorlar. Dünyadan ve onun bütün iyi kötü yanlarından uzak, kendilerini, iyiyi ve kötünüyü arıyorlar.Resim terapisi resim ve psikolojinin birleştiği noktadır.Resim terapisi alanı bir yandan karanlık çağa kadar temellerini taşırken, bir yandan da psikolojinin bir alt dalı olarak bilimsel anlamda ilerlemesini sürdürmektedir. Ülkemizde de yavaş yavaş resimle terapi artmaktadır.Hatta Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı tarafından düzenlenen bir eğitim programı vardır : “sanatla terapi ve yaratıcılık”. Sadece resim değil bir çok sanat dalıyla tedavi yollarının öğretildiği bir eğitim programıdır. Sonuç olarak resimle terapi bu tip sorunları olan insanları tedavi etmede önemli bir yoldur. Ülkemizde de önemi anlaşılmaya başlanmış ve bununla ilgili çalışmalar başlamıştır.

İnsanda Estetik Ahmet Mitat BOZÜYÜK Erdost YILDIZ, İlkyaz ZEYBEK, Salim TECE Her insan bir sanat eseridir. Tıp da insanları en derinden inceleyen bilim dalı. Tıpta da mutlaka sanat olmalı bu nedenle. İşte bundan bahsedeceğiz. Tıptaki sanattan, estetik cerrahiden. Bir çok insan şuna buna benzemek istiyorum diye geliyorlar. Botox, silikon, burun ve çene müdahaleleri... Ancak çok önemli bir şeyi kaybediyorlar; gerçek güzelliklerini ve eşsizliklerini. Başta estetik cerrahlar olmak üzere doktorlara sorduk:”Nedir insanı ‘güzel’ yapan?”

Altın Oran ve Burun Estetiği Ruken YILMAZ, Kürşad GÜREŞÇİ, Ali DEMİRYORGAN Heykelde kullanılan oranlar ve bunun burun estetiğine uygulanması

Engellerini Sanatla Aşanlar Ezgi AYDIN, Funda Ekin KUTLAY, Gizem Olgu KORKMAZ,Semanur ÖZSAN Sanat terapisi, duygularını yansıtmakta güçlük çeken bireylerin düşüncelerini sembollerle, imajlarla, çizimlerle, renklerle ya da resim gibi tekniklerle duygu ve düşüncelerinin dışa vurumudur. Sanatla kendini ifade etmenin oldukça eski bir tarihçesi vardır. Sanat terapisi, sanat yapma sürecinin tedavi edici ve hayat değiştirici bir etkisi olduğu düşüncesini temel alır ve güçlü bir iletişim biçimine aracılık eder. Biz de projemizde bu konuyu temel alarak engelli çocuklarda bir tedavi yöntemi olarak uygulanan sanat terapisinin etkilerini inceledik. Yaptığımız araştırma, inceleme ve değerlendirmelerle bu olumlu etkiyi göstermek ve sanat terapisinin önemine farkındalık kazandırmak istedik. Projemizin öncelikli amacı sanat terapisinin zihinsel ve bedensel engelli çocuklara sağladığı katkıları örneklere ve çalışmalara dayanarak ortaya koymaktır. Bunun yanında sanat terapisinin ne ölçüde etkili olduğu, hangi sanat dallarının daha etkili olduğu, tedavi öncesi ve sonrası çocukları inceleyerek elde edilen kazanımları derledik. Sanat terapisi çocukların saklı kalmış yaratıcılıklarını ortaya çıkarır. İşitme engelli çocuklarda, sanat dış dünyayla aralarında bağlantı oluşturur. Konuşma yeteneği de az olan bu çocuklarda aynı zamanda dile aralarında bir bağlantı kurar. Genelde resim yoluyla duygularını, korkularını dışa vururlar. Görme engelli çocuklar bu yöntemle büyük ilerleme kaydetmektedirler. Özellikle dokunma duyularını kullanarak hem yaratıcılıklarını geliştiriyorlar hem de bu yeteneklerini hayatlarına yansıtıyorlar. Böylece çalışma sürecini ve duygularını kontrol etmede gelişme göstermişlerdir. Estetik olan materyali seçmişler ve böylece bu yönlerini de geliştirmişlerdir. Duygusal bozuklukları olan çocuklarla yapılan çalışmalar sonucu sosyal ve duygusal problemlerini büyük ölçüde yenmişlerdir. Özellikle tiyatral yöntemler etkili olmuştur. Otistik çocukların söze dökülemediği için içlerine attıkları, birikmiş yaşantı izleri, anıları, öfkeleri vardır. Yaşıtları kendilerini ifade edebilirken otistik çocuklar duygularını kontrol edemezler. Sanat terapisiyle bu tür çocukların duygularını kontrol ederek kendilerini ifade etmeleri sağlanmıştır. Yaptığımız araştırmalar ve incelediğimiz çalışmalar sonucu yaptığımız değerlendirmelerle engelli çocukların sanat terapisiyle elde ettikleri kazanımları belirledik. Sanat terapisiyle çocuklar, duygularını kontrol edebilmeyi öğrenmiş, terapi sırasında ve

sonucunda kendilerini rahatça ifade edebilmiş ve bunu eğlenerek yapmışlardır. Üretici faaliyetleri gelişmiş, materyal ve alet kullanma becerileri artmıştır. Fiziksel sınırlarını eliştirmişlerdir. Yaşamlarını organize edebilme becerisi kazanmışlardır. Görüldüğü gibi sanat terapisi çocuklarda özellikle engelli çocuklarda olumlu birçok etkiye sahiptir. Bu terapiyle bu tür çocuklar diğer çocuklarla aralarındaki farklılıkları kaldırmışlardır. Bu terapi yöntemi dünya da bir çok merkezde uygulanmaktadır ve terapist yetiştiren birçok eğitim kuruluşu mevcuttur. Ne yazık ki ülkemizde bu durum istenilen düzeyde değil. Ama bu eksikliği gidermek için üniversitelerde bölümler açılmakta ve sanat terapi merkezlerinin sayıları artmaktadır.

Psikolojinizi Tasarlayın Elif İpek İPEKOĞLU, Nur Betül BAŞTUĞ, Sevtap ARSLAN Ruh sağlığı günümüzde önemi oldukça iyi anlaşılmış konulardandır. Bu önemin anlaşılmış olması ne yazık ki ruh sağlığımızı etkileyen faktörlere önem vermemizi sağlamamıştır. İnsanlar günümüzde belli başlı bazı faktörler dışındaki faktörlerin ruh sağlıkları üzerindeki etkilerini görmezden geliyorlar. Bu faktörlerden biri de içinde bulunulan ortamın tasarımı. Bu konuda renklerle ilgili çalışmaların yapılmış olması insanların bu gerçeği görmelerine yardımcı olmuş olsa da insanları sadece renkler üzerine odaklanmak gibi yanlış bir davranışa da yöneltmiştir. Elbette ki renkler psikolojimiz üzerinde önemli etkiye sahiptir ama bu diğer faktörlerin (evin arazisinin seçimi, eşyaların yerleşimi…) de psikolojimiz üzerinde etkili olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Biz de bu gerçekten yola çıkarak ortam tasarımının insan psikolojisine etkilerini göstermeyi amaçladık.

Minyatürlerde Osmanlı ve İslam Tıbbı Bayram GEYİK, Ahmet YAZICI, İdris MİNTAŞ Minyatürler, İslam da resim yasak olduğundan sürekli gelişmiş, farklı amaçlarla kullanılmıştır. Bir kullanımı da tıp alanında olmuştur. Minyatürler tıp alanında, tıp bilgilerini kalıcı kılmak, tedavi yöntemlerini göstermek amacıyla kullanılmıştır. Bunun en güzel örneklerini, Osmanlı zamanında yaşamış o dönemin en büyük hekimlerinden biri Şerafettin Sabuncuoğlu’nun Cerrahat’ül Hanniye eserinde bulmaktayız. Projede çeşitli araştırmalar yaparak bulduğumuz minyatürleri bir sunuda sergiledik.

Akıl Hastalıklarının Teşhisinde Resim Fulya YAPRAK, Ali TAHERİ NEDA D.İ. AHMED ALSHEİKH, Pınar YILMAZ Hastaların iç dünyalarından gönderilmiş işaretler ve hastalıklarıyla ilgili ipuçlarıyla dolu resimler. Onlar, kendilerini bir şekilde yaptıkları tablolar ile ifade etmeye çalışmışlar. Özellikle hastaların atak dönemlerinde yaşadığı iç dünya ile dış dünyanın farklılaşması çok net biçimde görülebilir. Türkiye Psikiyatri Derneği İzmir Şubesi Başkanı Prof. Dr. Köksal Alptekin de resim çizen hastaların tablolarına bakarak ne durumda olduklarını; yani iyileşiyorlar mı yoksa hastalık hali devam ediyor mu, iç dünyası karmaşık mı, düşünceleri bozulmaya başlamış mı, görebildiklerini vurguluyor.Hastalar çizimlerinde en çok göz objesini kullanmış. Uzmanlar bu duruma “Göz onları iç dünya ile dış dünyalarının bir aynası gibidir ve dış dünya tarafından sürekli gözetlendiklerini düşündükleri için gözü çok kullanmışlardır.” yorumu yapıyorlar. Resimlerde doğa manzaraları, karmaşık semboller dışında portre çalışmaları da yoğunlukta. Kendi portrelerinin yanı sıra hayallerindeki sevgililerinin, düşmanlarının yüzlerini de çokça resmettiklerini görüyoruz. Ve ne gariptir ki portreler genellikle ortadan ikiye ayrılmış şekilde çizilmiş. Kendilerini ağaç ya da kuş olarak çizenler de var. İşte tüm bu işaretlere ve ipuçlarına bakılarak hastalıklarının seyriyle ilgili bilgi sahibi olunabiliyor. Çünkü onlar bir anlamda kendilerini çizimleriyle ifade ediyorlar ve insanların kendilerini anlamaları için de kapı açıyorlar. İşte bundan dolayı ki bu resimleri iyi okumak gerekiyor. Güleryüz’e göre bu resimler üzerinde derinlemesine durulursa ve hastalar takip edilirse çok önemli veriler bulunabilir.

Onları Ressam Yapan Hastalıkları mıydı? Aylin GARİP, Sarper KARATAYLI, Armağan KESKİN Migren, katarakt ve şizofreni sadece günümüzün sorunu değil, yıllardır hayatımızdalar. Birçoğumuzun işini gücünü, günlük yaşamını bazen gayet ciddi aksatan bu hastalıklar, dehaların eserlerini yaratmalarını engelleyemedi. Biz projemizde bu hastalıklardan kataraktın ressamlara ve tablolarına etkisini araştıracağız.

Page 27: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010Özet Kitabı

27

Artistik Anatomi Rıza Mert ÇETİK, Oğuzhan DEMİR, Mustafa Erdem ARSLAN Bizim projemiz, tıp ile sanat arasındaki ilişkiyi, anatomi bilimi üzerinden kurmaktadır. Resim ve heykel gibi insan figürü üzerinde çalışan sanat dallarının, anatomi biliminden ne şekilde faydalandıklarını; bu ilişkinin tarihçesini ve çeşitli örneklerini açıklamaya çalıştık. Projemizin, tıp-sanat ilişkisini güzel bir görsellik eşliğinde oldukça iyi açıklayabileceğine inanıyorum.

Sanat ve Otizm Eray UZUNOĞLU, Ahmet MİRZA, Yaprak Özüm ÜNSAL, Ömer Furkan ERBAY Sanatsal yolla herhangi bir terapi yönteminin amacı, estetik yönün yaşanması ve ortaya çıkabilmesi için güvenli ve yargılamayan bir ortamın oluşturulmasıdır. Sanatsal etkinlik, etkin şekilde bir nesne ile uğraşmayı, gelişime; renklerin, kokuların ve dokuların duyulara; genel sürecin ise fiziksel koordinasyona yararı olduğu varsayılır. Böylece, hem estetik farkındalığın, hem de çeşitli becerilerin gelişmesi beklenir. Sanatın, bireyi cesaretlendirerek, onu teşvik ederek iletişim yolunu açacak olması beklenir. Tanınmış otistik sanatçılar; Alonzo Clemons, Amerikan Clay heykeltraş Tony De Blois, Amerikan müzisyen Leslie Lemke, Amerikan müzisyen Jonathan Lerman, Amerikan sanatçı Thristan Mendoza, Filipinli marimba dahisi Derek Paravicini, kör Britanyalı müzisyen James Henry Pullen, Britanyalı hünerli marangoz Matt Savage, Amerikalı jazz dahisi Henriett Seth-F., Macar bilgin, şair, yazar ve sanatçı Daniel Tammet, Britanyalı savant Stephen Wiltshire, İngiliz mimar sanatçı Richard Wawro, İskoç sanatçı olmakla beraber,bu sanatçılar arasından,Stephen Wiltshire Jonathan Lerman,Alonzo Clemons,Leslie Lemke, James Henry Pullen gibi sanatçıların eserlerindeki otizm etkilerini rahatlıkla gözlemleyebiliyoruz. Çalışmalarımız sırasında, sanatın otizm tedavisindeki etkilerinin ve otistik bireylerdeki sanat ruhunun araştırılması üzerine fazlaca gidilmediğini gözlemledik. Yaptığımız araştırmalarda,otizm ile sanat arasında doğrudan kanıtlanmış bir ilişkiye rastlayamadık. Ancak; sanatın otizmde tedavi yöntemi olarak fazlaca kullanıldığını öğrendik. Bunun da otistik bireylerde sanata olan eğilimde bir etkisi olabileceği de bir bakış açısı.

Estetik Cerrahide Altın Oranla Gelen Güzellik Zehra ARSLAN, Bahar ARSLAN, Doruk ATMACA Güzellik yüzyıllar öncesine dayalı, sürekli değişip gelişen ve hepimizin etkilendiği bir kavramdır. Bedenimizdeki güzel görünümü açıklayabildiğimiz oran olan “Altın Oran” tarih boyunca çoğu sanatçı tarafından kullanılmış ve bu sanatçılar göze güzel gelen eserler ortaya çıkarmışlardır.Günümüzde insanların zihninde oluşan genel güzellik anlayışının aksine her insanın kendine has ölçüleriyle altın oranı bulabileceği gerçeği,güzellik amaçlı başvurulan “Estetik Cerrahi” sinde kullanılmaktadır.Altın oran doğuştan her insanda olmayacağından insanlar cerrahiye başvurur ve estetik cerrahide kullanılan yöntemlerin çeşitlilği altın oran prensibine dayandığında hasta hayal ettiğinden daha güzel bir görünüme kavuşacaktır.

‘’Çizmeseydim Deli Olacaktım’’- Karikatürlerde Doktorlar Neslihan KELEŞ, Hazal ŞİMŞEK, Melisa ADEMAGIÇ, Gökçen NAİLER Projemiz; hekimlik mesleğinin, karikatüristlerin mizah anlayışıyla incelenmesini içermektedir. Kimi zaman hastalarımızın, kimi zaman hekimlerimizin karşılaştığı pek çok zorluğu, güldürürken düşündürmektedir. Bu amaçla günümüz sorunlarını da içeren pek çok karikatür derlenmiştir.

Işığı Parmaklarıyla Bulanlar Öznur EGE, Emine Müleyke YÜKSELEN, Mine Merve YILMAZ Çevremizde olup bitenleri algılamanın ve algıladıklarımızı yorumlayıp dışa vurmanın insan doğasındaki yeri vazgeçilmezdir. Duyu organlarımız, algılama işlevini görme, duyma, dokunma gibi farklı açılardan yerine getirirken; dışavurum sanatsal etkinliklerle gerçekleştirilmektedir. Görmek ve resim yapmak algılamayla dışavurumun uyumlu bir birlikteliği olarak göze çarpsa da görmeyenlerin oluşturduğu eserler “görsel algılama için mutlaka gözlere ihtiyaç olduğu” düşüncesini ortadan kaldırıyor. Peki görsel algılama görsel sanatlar eğitimiyle geliştirilebilir mi? Bu soruya cevap bulabilmek için doğuştan görmeyen ve resim dersi alan, doğuştan görmeyen ve resim dersi almayan, hiç görme problemi olmayan sekizinci sınıf düzeyindeki onar öğrenciye çizim yaptırıldı. Çizim

yaptırılırken hareketli hareketsiz algısı, perspektif algı ve gölgelendirme özellikleri dikkate alındı. Sonuçlar daha önceki çalışmaları destekler nitelikte olmakla birlikte resim dersi alan doğuştan görme özürlü öğrencilerde her üç çizimi de doğru yapan öğrenciler çıkarken, bu durum resim dersi almayan öğrenciler için mümkün olmadı. Doğru çizim oranının hiç görme problemi olmayanlarda en yüksek, doğuştan görmeyen ve resim dersi almayan grupta en düşük değerde olduğu tespit edildi. Böylece, görme özürlü öğrencilere verilecek görsel sanatlar eğitiminin onların dünyayı daha somut bir şekilde algılamalarına yardımcı olacağını söyleyebiliriz.

Dünyayı Parmaklarıyla Gören Adam Serhat SEKMEK, Zeynep Sezgi ERDAL, Merve BERBER, Levent DOĞAN Tıpta da sanatta da gelişmenin bir sınırı yoktur. İki alanda da şu an olağanüstü gibi görünen olaylar insan faktörünün değişik yönlerden katkılarıyla bir gün gerçek olur. Projemizde de bu ortak noktadan yola çıkarak, tıp ve sanat arasındaki ilişkiyi çok uygun bir örnekle açıklamak istiyoruz

Tıp ve Heykel Ezgi Yağız ERTUNA, Hudaifa ALNAHARİ Projede tıp ve heykel sanatı arasındaki ilişki incelenmektedir. Geçmişten günümüze gelen; tıp alanında (özellikle anatomi dalında) kullanılan bal mumu heykeller bulunmaktadır. Balmumu heykeller maketlerden farklı olarak kadavra yapısına daha yakındır ve plastik maketlerden daha gerçekçidir. Balmumu heykeller ayrıca özel tıbbi durumları (doğum anı gibi) da sergilemek için kullanılır.

Grey’s Anatomy Mustafa YILDIZ, Kübra DEMİR, Halil İbrahim BİLİR, Nazmi Gökhan ÜNVER İnsan vücudunun mükemmel yapısı asırlarca sanatçılara ilham kaynağı olmuştur. Çoğu ressam çalışmalarında insanın anatomik yapısından faydalanmıştır. Günümüz ressamlarından Alex Grey de bir çok ressam gibi anatomiden yararlanmıştır. Daha çocukken canlıların iç yapısına meraklı olan Alex Grey’in anatomiye bakış açısı alışılagelmişin bir hayli dışındadır. Grey, insan vücudunu sadece eti ve kemiğiyle değil ruhuyla, zihniyle bir bütün olarak algılamıştır. Buradan hareketle 5 yıl boyunca Harvard Tıp Fakültesi’nde, morglarda kadavralar üzerine çalışmalar yapmış ve insan anatomisini en ince ayrıntısına kadar öğrenmiştir. İnsan ruhunun resmini çizmeye öncelikle insan vücudunu tanımaktan başlamıştır. Yaşamın doğal süreçleri olan olguları “ Progress of the Soul” adı altında en güzel şekilde resmetmiştir. İnsanın kendisini evrenden bağımsız göremeyeceğini savunan Alex Grey bireyi sadece fiziksel ya da zihinsel bir boyutun değil; daha öte, aşkın bir boyutun parçası olarak görür. Yüzeysel olanın altındakini, ruhun betimlenebileceğini göstermek amacıyla “Sacred Mirrors” adlı çalışmasını hazırlamıştır. Biz de bu projemizle Alex Grey’in hayat felsefesini ve anatomiye bakış açısını biraz olsun yansıtabilmeyi amaçladık.

Goya’nın Doktoruna Minneti Selimcan YIRTIMCI, Koray DURMAZ, Mustafa GÜLMEN Zaragoza’lı bir yaldız ustasının oğlu olan Goya,en büyük İspanyol ressamlarından biridir.Ne var ki 1792de geçirdiği ciddi bir hastalık sonucu tamamıyla sağır olan sanatçı derin bir umutsuzluğa kapılmış, içine düştüğü karamsarlık hissi eserlerinde işlediği konulara yansımış.1819da 73 yaşında çok ciddi birhastalığa yakalanmış ve ölüme çok yaklaşmış. Dr Arrieta bu sıkıntılı dönemimde ona yardımcı olan ve ilerleyen zamanlarda daha iyi hissetmesini sağlayan doktoru ve arkadaşıdır.Self-Portrait With Dr Arrieta isimli resim,Goya’nın hayatını kurtardığı için Dr Arrieta’ya karşı olan bir şükran borcu niteliğindedir.Dr Arrieta’nın hastalıktan dolayı bitap düşmüş olan İspanyol ressama bir bardak içerisinde ilaç vererek onu iyileştirmeye çabaladığını betimleyen resim oldukça dokunaklıdır. Resmin altında ise şu ifadeler bulunur: ‘Goya 1819 yılının sonlarındaki kısa ve tehlikeli hastalığı süresince, onun hayatını kurtaran arkadaşı Arrieta’ya ilgisi ve becerisi sebebiyle teşekkür eder. 1820 yılında çizilmiştir’

Karikatür Penceresinden Tıp Fatma TOPAL, Özgün GÖZÜBÜYÜK, Neslihan UNUR, İbtisam MOHAMMAD Projemiz, çeşitli karükatiristlerin ve karikatür yayınlarının tıptaki öğrencilik ve doktorluk hayatına bakış açısını, eleştirel ve mizahi yönden değerlendirmeyi içermektedir.

Page 28: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010Özet Kitabı

28

Hastanelerdeki Sanat Eserlerinin Sağlık Üzerine Etkisi Mert KÖROĞLU, Kaan YAVUZ, Büşra Nur ÖZLÜ, Mustafa ALTUN Projemiz ile hastanelerdeki sanat eserlerinin, hastalar üzerinde olumlu ya da olumsuz etkilerini inceleyeceğiz. Personelin bundan olumlu ya da olumsuz etkilenmesini ve bunu gerekli bulup bulmadıklarını göreceğiz. Hastanelerin tercih edilmesinde içerisinde bulunan sanat eserleri katkı sağlıyor mu araştıracağız.

Tıptan Karikatüre Yansıyanlar Elif Seray KAVAK, Fatma YAŞAR, Bayram GÜVENÇ Biraz gerek tıbbın zorluğu ve Türkiye’de karşılaşılan sağlık sorunları karikatürlere yansımıştır. Biz de bu katikatürlerden oluşan yer yer bizim yorumlarımızın da olduğu bir proje hazırladık. Herkesin bildiği karikatüristlerden Yiğit Özgür, Selçuk Erdem, Erdil Yaşaroğlu ‘ndan yararlandık. Eğlenceli bir proje olduğunu düşünüyoruz.

Tıp ve Sanatın Buluşma Noktası: Estetik Cerrahi Mustafa Nail ÇALICIOĞLU, Sultan GÜLBAHÇE, Yunus Emre İNCE, Fatih ÖZEL, SEDA TANYERİ Estetik cerrahinin sadece ameliyatlardan, kesip biçmekten ibaret bir tıp dalı değil, aynı zamanda güzele ulaşmayı hedefleyen adeta bir sanat dalı olduğunu göstermektir.

Altın Oranın Tıbba Bakışı Gökçe Sultan TÜZÜN, Özge KAYA, Rahime DURAN, Sıla ÖKSÜZ Altın oran, doğada sayısız canlının ve cansızın şeklinde ve yapısında bulunan özel bir orandır. Doğada bir bütünün parçaları arasında gözlemlenen, yüzyıllarca sanat ve mimaride uygulanmış, uyum açısından en yetkin boyutları verdiği sanılan geometrik ve sayısal bir oran bağıntısıdır.Bizim amacımız ise,sanatçılara estetik ameliyat geçirmiş insanların resimlerini göstererek altın orana uyanların daha estetik olduğunu saptamak ve sanatın insan vücuduna ve tıbba yaklaşımını araştırmak .

Çocukların Hayal Gücünün Tıp Çemberi İçerisindeki ve Dışındaki Yürüyüş Yolu Fadime ERDOĞAN, Görkem Ece ÖZENİR, Gözde AYVA, Yama AHMADİ, Nilüfer SAVURMUŞ Belirli bir yaş grubundaki çocuklara hastane ve doktorlarla ilgili resimler çizdirildi.Aynı uygulama hastanede yataklı hasta olan çocuklara da yaptırıldı.Bu iki uygulama karşılaştırıldı.Geliştime noktasında da iki grup çocuğa birlikte aynı uygulamayı yaptırmayı planladık.Yapılan resimlerde kullanılan renkler ve şekillerden yola çıkılarak sonuçlara varıldı.Yorumlar yapıldı.

2.Beyazıt’ın Edirne’ye Hediyesi: 2. Beyazıt Külliyesi Beyza SEZER, Betül SOMUNCU, Burak ŞEKER, Adem ÖZDEMİR 2. Beyazıd külliyesi’nin içinde 1488’den beri yer alan hastane, 400 yıl aralıksız hastalara hizmet vererek ruh ve akıl hastalarının müzik, su sesi ve güzel kokularla tedavi edilmesini sağlamıştır. 1997’den beri ise Trakya Üniversitesi tarafından müze olarak kulanılmaktadır. Türkiye’nin bu şekilde düzenlenmiş tek sağlık müzesidir. Bu nedenle 500 yıllık tarihe sahip bu yapıyı araştırmak istedik.

Karikatüristlerin Gözünden Tıp ve Hekim Erensu BAYSAK, Cansu AYHAN, Alper Tuna GÜVEN Karikatüristler tıp ve hekimler hakkında ne düşünüyor, bu düşüncelerini mizah dergilerine nasıl aktarıyor, okuyucularda ne gibi düşünceler uyandırıyor sorularına cevap aradığımız bu projede tüm bu sorularımıza cevap bulabildik.

Renk ve İnsana Psikolojik Etkileri Alper Adil ÇETİNKAYA, Halid Esad YAVAŞ, Ahmet ÇULCU, Merve GÖKÇE Renklerin insana psikolojik, fiziksel ve fizyolojik bir çok etkisi vardır. Renkler bu yönleriyle insanların ilgisini çekmiş ve çeşitli araştırmalara konu olmuştur. Sarı üzerinde yapılan deneyler başta olmak üzere çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Renkleri sıcak ve soğuk diye katagorize edip, istatistiksel verileri de kullanarak renklerin insanlarda oluşturduğu bir çok etki projemize konu olmaktadır.

Ham SanatKudret Lütfü AKAR, Mustafa GENÇ, Harun BAYRAK, Yasin İlkay SEVERBu sanat akımı antisosyallerin, kişilik bozukluğu olanların sanatla kazandırmaya çalışılmasıdır. Yapılan resimlerin değerlendirilmesi ile öğrenilmeye çalışılmakta ve ayrıca onun sosyalleşmesi sağlanılmaktadır.

Tıp ve Resim Gizem Tuğçe GÜZ, Elif GÜRKAN, Hatice Kübra ÖZSOY, İlbilge GÜNDÜZ, Kübra TOPUK Psikolojik tanıda çocukların sözel olarak ifade edemedikleri duygularına, iç dünyalarına inebilmek; psiko-pedagojik açıdan çocuğu tanımak; zeka, kişilik ve yakın çevre özelliklerini anlayabilmek için; sözcüklerinden daha güçlü bir anlatım aracıdır resim. Bir çocuk için doğru veya güzel çizme endişesi yoktur resim yaparken, gördüklerinin değil, bildiklerinin resimlerini yapar. Her fırça darbesi, her çizgide biraz daha yaklaşırız onlara. Biraz daha inebilmek için onların dünyasına 12 yaşın gözünden görmeyi denedik ailelerini, yaşamlarını ve hayallerini… Onlara kendilerini en iyi ifade edebilecekleri bir yol sunduk, resim yaptırdık, ailelerini çizmelerini istedik onlardan. Babasını kaybeden küçük bir kızın evindeki kocaman boşluk ve boş çizdiği babasının koltuğu veya aile içi şiddet gören bir çocuğun ailesinin ellerini ve gözlerini kocaman ve kıpkırmızı çizmesi… Onlar çizgilerle bir yol sundu bize, biz o kapıdan girerek çizgilerini izledik…

Mona Lisa’nın Hastalıkları Dilhan KARACA, Hanife ÖZKAN, Savaş ÖZDEMİR, Selman CANDAN Bir eser sayesinde eserin yapıldığı zamandaki hastalıkları öğrenebiliriz. Onların belirtilerine ulaşabiliriz. Bu belirtilerden yola çıkarak resmedilen kişinin çeşitli hastalıklarına ulaşılabilir, hastalığın durumuna göre genelleme yapılabilir. Bu konuyla ilgili çeşitli çalışmalar yapılmış, eserler üzerindeki hastalık eserleri araştırılmış. Biz de bu eser üzerinden çıkan özellikleri genel olarak yansıtıp bu hastalıkların özelliklerini vermek istedik. Bulgularımız, kişideki herhangi bir hastalığın resim üzerine yansıtılabildiği ve bunların araştırılarak kişi hakkında bilgiler elde edilebileceğini göstermektedir. Bundan sonra diğer eserler de araştırılarak insanlarda, toplumda o zaman tanımlanamayan ama şimdi bilinen hastalıkların izlerine ulaşılabilir. Ne zaman, hangi tarihler arasında, ne tür hastalıklar görülmüş bu soruların cevabına ulaşılabilir. Biz de projemizde temel olarak Mona Lisa eserini gözlemleyerek ksantelazma ve lipom hastalıklarına ulaştık. Bu hastalıklar hakkında bilgiler verdik. Ksantelazma hastalığından yola çıkarak resmi çizilen kişide ailesel hiperlipidemi olma olasılığını göz önünde bulundurduk. Biz bu projemizde temel araştırma yöntemini kullandık. Araştırmamız bilgileri derleyerek, seçilen olguyu açıklama ve yorumlama aşamalarını içermektedir. Araştırdığımız konu hakkında ön araştırma yapıp, bunun sonucunda ulaşmak istediğimiz konuyla ilgili kaynakları derleyip üzerine düşüncelerimizi ekleyeceğiz.

Sanat ve Tıbbın İçiçeliği Betül ATİLA, Bilge BAYER, Işıl GENEL Leonardo Da Vinci, figür eskizleri üzerinde çalışırken; hareketler konusunda çizim için dış gözlemleri yeterli görmemiş ve gerçeğe en yakın çizimleri yapabilmek için vücudun içini de görmesi gerektiğine karar vermiştir. Kemiklerin, kasların ve eklemlerin birbiriyle ilişkisini anlamaya çalışması, onu anatomi alanına itmiştir. Anatomi araştırmalarına çok vakit ayırması, bu alana olan ilgisinin açık bir ifadesi niteliğindedir. Yaptığı araştırmalar sadece kendi sanatsal gelişimine katkı sağlamanın ötesinde evrensel bir boyut kazanmıştır. Sanatın yanı sıra tıbbın gelişimine de çok büyük katkılar sağlamıştır. Anne karnındaki bebek çizimi için bir insan kadavrasına disseksiyon yapmayıp, inekleri inceleyerek, oradan elde ettiği sonuçları insan anatomisine uyarlaması da Leonardo Da Vinci’nin bir çalışmasının ürünüdür. Omurganın “çift s” formunu ilk tanımlayan kişi olmasının yanısıra, anatomi alanındaki çalışmalarının yazılı tarihteki ilk robot tasarımına öncülük etmesi de başarısının en önemli ispatıdır. Da Vinci’nin çizimlerinden yola çıkan bir cerrahın, kalp kapakçıkları üzerinde çalışıp, yeni bir yöntem geliştirerek bir çok hastayı bu yöntemle tedavi etmesi de; yaptığı çalışmaların hala geçerliliğini koruduğunun en büyük kanıtı sayılmalıdır. Tüm dünyanın, çok büyük bir sanatsal yetenek gözüyle baktığı ünlü ressam Leonardo Da Vinci, hiç kuşkusuz ki tıbbın gelişmesine de çok büyük katkı sağlamış bir sanatçıdır. Leonardo Da Vinci, yaptığı tüm bu çalışmalarıyla bize sanat ve tıbbın içiçeliğini açıkça vurgulamıştır.

Page 29: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010Özet Kitabı

29

Resimli MaskelerSevda KANAT, Ömer VURAL, Ferhat YILDIRIMÖzellikle onkoloji servisindeki çocukların maske kullandığını gözönünde bulundurarak pediatrik onkoloji servisine gittik. Oradaki psikologlarla ve pediatrik cerrahindeki psikologlarla görüştük.Onkoloji servisinde 7 yaşında bir hastanın annesine ‘Çocuğunuzun gerçekten bu konuda rahatsız olduğu bir durum var mı? Maske takarken zorluk çıkarıyor mu? Eğer biz böyle bir proje yaparsak sizce faydalı olur mu?’ gibi sorular yönelterek gerçkete böyle bir sorunıun var olduğunu ve projemizin hasta yakınlarınca onay gördüğünü tespit ettik. Biyokimya anabilim dalındaki hocalarımıza maskeleri boyamamnın sağlığa zararlı etkilerinin olup olmayacağını sorduk ve bilgi aldık. Daha sonra Onkoloji servisine giderek çocuklara hayallerindeki maskenin resimlerini çizmelerini istedik.B u resimleri maskeye aktarıp her çocuğa kendi çizdiği maskeyi verip onların maskeleri severek takmalarını sağlamayı düşünüyoruz.

Tıp ve Sahne SanatlarıDown Sendromu ve Sanat Abdülkadir BAŞDAŞ, Ahmet ORUÇ, Rıyaz Abdool RAHEEM, Özkan ZÜHRE, Mustafa ÇAĞRI Projeyle insanlara down sendromluların iyi eğitildiklerinde sanatta ne kadar ileri gidebileceğini göstermeyi hedefliyoruz.

Hekim Gözüyle Semazenler Gökhan YILMAZ, İlkay BAŞARAN, Kerem KENARLI, Fatma Sıla SOY Bu projede amaç; semazenlerin başlarının neden dönmediğini açıklamaktır. Semazenlerde, sema çalışmalarına başladıkları ilk günlerde bulantı kusma gibi semptomlar görülmektedir. Fakat yaklaşık bir hafta sonra bu vestibüler semptomlar yatışmaktadır ve semazenlerin hergün yaptıkları çalışmalar sayesinde semazenlerde baş dönmesi hiç olmamaktadır. Denge; vestibüler sistem,vizüel sistem ve propriyoseptif sistemin uyumlu bir şekilde çalışmasıyla sağlanmaktadır.Semazenler dönerken başlarına düşey ekseni dik bir pozisyon vererek yatay düzeydeki hareketi algılamazlar.Dolayısıyla bu eksende yapılan dönme eylemi onlarda baş dönmesi yapmaz.Baş dönmesi aslında gerçek bir hastalık değildir. Anormal bir duruma karşı verilen normal bir cevaptır. Dengenin sağlanmasında rol oynayan merkezlerden herhangi birinde sorun olması ise vertigoya yol açar. Taşıt tutmasının bulguları ve baş dönmesi, merkezi sinir sistemine diğer sistemlerden zıt mesajlar geldiğinde ortaya çıkmaktadır.Sema yapan kişi stres atmış,rahatlamış ve ruhen hafiflemiş olur.İşte bu nedenden dolayı sema aynı zamanda ruhi tedavi aracıdır.Sonuç olarak; semazenlerin yaptıkları alıştırmalar vestibüler sistemi sürekli uyararak yapılan çalışmalar sırasında ortaya çıkan vestibüler semptomları yok etmektedir. Ayrıca diyetle aldıkları besinlere dikkat etmeleri ve kendilerini ruhsal açıdan motive etmeleri semazenlerin sağlıklı bireyler olmaları açısından önemlidir.

Alzheimer’a Sanat Darbesi Mehmet TENDİR, Enes VEZİROĞLU, Ali ORHAN, Hakan İNCEBAY Alzheimer hastalığı, günlük yaşamsal aktivitelerde azalma ve bilişsel yeteneklerde bozulma ile karakterize, nöropsikiyatrik semptomların ve davranış değişikliklerinin eşlik ettiği nörodejenaratif bir hastalıktır. Çok dikkat çekici, erken semptomlardan biri hafıza kaybıdır. Bu hafıza kaybı, geçmiş hafızanın korunduğu, hastalığın ilerlemesi ile birlikte sıklıkla telaffuz edilmeye başlanan küçük unutkanlıkların başlaması şeklindedir.Bu hastalığı Alois Alzheimer bulmuştur. Alzheimer hastalığı için kesin bir sağaltım yoktur, bu yüzden bu hastalığa yakalananların tedavisinde birincil hedefler, kognisyonu ve saldırganlık düzelterek yaşam kalitelerini iyileştirmek ve işlevsel performanslarını en yüksek düzeye çıkarmaktır. Alzheimer hastalığı ilerleyici ve geri dönüşsüzdür, ama belirtileri bir süreliğine geciktirebilir, hatta iyileştirebilir. Bundan yola çıkarak sanatın insan psikolojisi ve fizyolojisi üzerindeki etkileri de dikkate alarak alzheimer tedavsinde sanatın nasıl kullanıldığını ve kullanılabileceğini araştırma konusu yaptık. Bu doğrultuda bazı verilere ulaştık. Dünya genelinde baktığımızda New York Sanat galerisinin hastalara kapılarını açtığını öğrendik.Türkiye’de ise Ege Üniversitesi’nde hastalara müzik dinletisi yapıldığını da öğrendik. Sanat dallarının ayrı ayrı Alzheimer’a etkisini incelersek ; -Resim, hafızayı güçlendirip yorumlama kabiliyetini arttırıyor.Resimle uygulanan tedavide hem hastalıkta yavaşlama oluyor hem de hasta sosyal yönden hayattan kopmuyor. -Müzik,çocukluk müzikleri dinletilerek hastalara kendi hafızalarında gezintiye çıkma şansı verilmiş oluyor. Böylece unutkanlık önlenmiş oluyor. Müzikle uygulanan tedavide hem hastalık gerileme sürecine girmiş hem de hastaların insanlarla iletişim bir nevi düzeltilmiş oluyor.

Sema Gösterilerinin Tıbbi Açıdan İncelenmesi Merve SAGUŞ, Ezgi GÜNGÖRDÜ, Tuba Naciye DOĞAN Bugüne kadar sadece bir ibadet şekli olarak değerlendirilen sema ayinleri bilimsel bir temelde incelenirse bu mucizevi dansın tıbbi olarak nasıl mümkün olabildiği ve semazenlerin vücut kontrolü, denge üzerindeki yetilerinin gelişmişliğinin nedenleri mantıklı bir temelde açıklanabilir. Bu bulgular göz önünde bulundurularak otomobil ve deniz tutması, bulantı gibi vestibüler semptomlar, psikoterapi, meşguliyet sema hakkında biraz bilgi verelim: Bilindiği gibi sema’ mevlevi dervişlerinin mûsikî nağmeleri eşliğinde vecde gelerek (kendinden geçiş) yaptıkları dönme hareketidir. Bu raksı yapanlara semâ’zen adı verilir. Başdönmesi, bulantı, kusma

Page 30: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010Özet Kitabı

30

gibi semptomlar ortaya çıkmadan sema edilebilmesi ancak belirli disiplin altında eğitimle mümkün olmaktadır. Bu eğitimin incelenmesi sema’yı anlayabilmek için büyük önem taşımaktadır. Meşk olarak adlandırılan sema eğitimi, meşk tahtası denen yaklaşık bir metrekarelik bir tahta üzerinde yapılan egzersizlerle başlar. Bu tahtanın orta kısmında yuvarlak bir çivi vardır ve üzerine tuz dökülür.Tuz, meşk esnasında ayağın rahatça kaymasını sağladığı gibi, ayak epidermisinin ülserasyon sonucu yara olmasını da engeller. Sema eğitimi alacak olan kişi sol ayağının baş parmağıyla ikinci parmağı arasına çiviyi alır. Sağ kolu üstte olacak şekilde kollarını göğsünün üstünde çapraz bir şekilde bağlar.Daha sonra çark adı verilen hareketine başlar. Çark atmak,yani sağ ayağı kaldırıp sola doğru atarak yere basmak hızlı bir şekilde yapılınca bu hareket fark edilmez, sadece sabit olan sol ayak görülür. Bu yüzden Mevlevilerin tek ayak üstünde döndüğü zannedilir. Sema çalışmasına ilk başlandığı günlerde böşdönmesi, bulantı, kusma gibi vestibüler semptomlar sıkça görülür. Yaklaşık bir haftada semptomlar yatışmaktadır. Bütün sır semazenlerin dönerken başlarını hafif eğmelerinde yatıyor. Sema yaparken başa 20-25 derecelik bir eğim verilir ve bu eğim iç kulaktaki denge sirküler kanallarının eşit derecede uyarılmasını sağlıyor. Bu durumu Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Yöndemli yaptığı araştırmalara göre şöyle açıklıyor. Semazenler Tennure adı verilen kumaştan bir elbise giyer. Etek biçimindeki dönerken açılan bu elbise kumaş ile yer arasında bir potansiyel enerji oluşturur. Ayrıca dönme sırasında açılan kumaş bir merkez kaç kuvveti kazandırır. Sema yapmadan önce abdest alınırken su vücuttaki negatif enerjiyi alır. Yer yüzeyindeki + yüklerin çekimi engellenir. Sema yapmadan önce abdest alınmadığında ve tennure giyilmedğinde denge kaybı artıyor. Bütün bu açıklamaların baş dönmesiyle ilgisine gelince biz döndüğümüz zaman başımız kendi etrafında daire çizecek şekilde dönmez. Dönüş hızı sıfır olan sol orta kulak zarıdır. Biz ve enerji aynı yönde döndüğü için bi hiza söz konusudur. Konuşulan bütün semâzenler, en dalgalı deniz yolculuklarında bile başdönmesi, bulantı-kusma olmadığını ifade etmişlerdir. Sema sadece bir fizik faaliyet, beden eğitimi şekli olarak düşünülse bile, performans üzerine son derece belirgin tesir ettiği gözlenir. Hacettepe ve Selçuk Tıp Fakültelerinde gerçekleştirilen araştırmalarda, semazenlerde serum lipid, kolestrol ve trigliseridleri normal seviyelerde olduğu ve hiçbirinde hipertansiyon şikâyeti olmadığı gözlenmiştir. Çark atma, kol açma, direk tutma, çark atarak yürüme ve düz hat üzerinde sağa-sola sapmadan ilerleme şeklinde yapılan hareketler, vestibüler sistemi değerlendirmek için günümüzde kullanılan metodlara şaşılacak derecede benzemektedir.

Sinema ve Dizilerdeki Doktor Karakterleriyle Gerçek Hayattaki Doktorların Karşılaştırılması ve Hasta Elif Tuğçe ÜNALAN, Buğu BULAT, Gamze SABAN, Emre ÇİÇEKYURT Hastalara dizilerde ve sinemada gözlemlediği doktor karakterleriyle gerçek hayatta karşılaştıkları doktorları karşılaştırabilecekleri sorular tarafımızca hazırlanan bir anket ile yöneltildi. Bu sorularda doktorları güvenilirlik, bilgi, birikim, insancıl özellikler açısından 1’den 5’e kadar olan bir kıstasta değerlendirilmesi istendi. Ayrıca ideal doktor özelliklerini tanımlayabilecekleri açık uçlu bir soru yöneltildi.

Psikodrama: Psikoloji+Tiyatro Enise İrem İNCESOY, Yasin Şahin OĞUZ, Nidal A. M. KITTANA, Muhammed Enes BİNGÖL Tanıdık gelmedi mi? O halde yakından bakma zamanı! Psikodrama nedir, nereden çıkmıştır, nasıl bir yöntemdir, ülkemizdeki durumu nedir? Psikodrama, anlaşılacağı üzere, psikolojik tedavide tiyatroyu kullanan bir felsefe ve kuramlar bütünü. Jacob Levy Moreno’nun 20. yüzyılın başlarında oluşturduğu bu yöntem ilerleyen zamanlarda psikanalistler ve Geştalt terapistlerinin katkılarıyla gelişmiştir. Üç sözcük yetecektir aslında psikodramayı açıklamaya: yaratıcılık, spontanlık ve eylem. Yani psikodrama ile kişiler bir grup içerisinde yaratıcılıklarını spontan bir şekilde eyleme dökerek ilişkilerini ve kendi iç dünyalarını ciddi anlamda gözden geçirme şansını yakalayarak farkındalıklarını artırır ve ilgili sorunlara çözümler oluşturmayı başarırlar. Birçok tekniği, safhası ve uygulama yöntemi olan psikodrama ülkemizde 1974’te uygulanmaya başlamıştır. O günden bugüne birçok eğitim grupları başlamış, çeşitli dernekler kurulmuş ve kongreler düzenlenmiştir. Günümüzde psikoterapi; sadece bir tedavi yöntemi olarak değil eğitim, sağlık, endüstri gibi alanlarda kişisel gelişim amaçlı uygulanması biçiminde karşımıza çıkmaktadır.

Tıp ve SinemaSinema ve Psikiyatrik Hastalıklar Övgü BIÇKICI, Nimet Gülşah ŞAHAN, Aslı URUNCA Şimdiye kadar yüzlerce filmde akıl hastalıkları işlendi ve bu filmlerden onlarcası büyük gişe başarılarına imza attı.Oyuncu ve yönetmenlerine birçok ödül kazandıran bu filmler toplumu doğru yönlendirmede de ödül törenlerinde olduğu kadar başarılı mıydı?Sinema salonlarını dolduran ve film yapımcılarına büyük paralar kazandıran seyirciler filmlerden nasıl etkileniyordu?Araştırmalarımızı vizyonda olduğu dönemde büyük ses getiren filmlerde yoğunlaştırdık.Sonuçlar gösterdi ki filmlerin bazıları akıl hastalıklarını ustaca,bilimsel yardımlarla,gerçeklerle işlemişken,bazıları ise ne yazık ki toplumun akıl hastalıklarına ve akıl hastalarına bakış açısını olumsuz yönde etkilemiştir.Filmlerin baştan sona yanlış ya da baştan sona doğru olduğunu söylemek güç olsa da danışman ışığında yapılan filmlerin çoğunlukla olumlu etki bıraktığı,doğru bilgilendirdiği su götürmez bir gerçektir.

Yaşam Boyu Kahkaha Hulusi Can KARPUZCU, Volkan İĞDİR, Emre ALP Sağlık sistemini iyileştirmek, değişik bir davranış ve yönetim tarzı uygulanması için ihtiyaç duyulan şey, filmde işlenen şekilde olduğu gibi hem hastaları hem de doktorları heyecanlandıracak, rahatlatacak çözümler bulmak ve tıbbı bir iş sektörü olmaktan çıkararak insanlığın hizmetine sunmaktır. Bu filmde anlatılanların gerçek hayatta var olan Hunter Campbell “Patch” Adams’ın öyküsünden uyarlanarak aktarıldığı düşünülürse; neden olmasın?

Medicine and Cinema Rıham MOHAMAD, Letta Leah HISKIA, Mert GEBELEK How medicine is adapted to cinema; various examples of shows and movies that are about or relating to medicine; different views and implications concerning these productions.

Film Yapımcılarının Bakış Açısından Tıbbi Tedaviye Zorlanmak/Donör Çocuk Sahibi Olmak Mustafa GÜLLÜEV, Anıl ÇOLAKLAR, Muhammed AKBOLAT, Mehmet BAĞLIOĞLU Orijinal ismi ‘My Sisters’ Keeper’ olan film üzerinden yapacağımız projede, filmde ele alınan konudan ve filmde bu konunun işlenişinden bahsedeceğiz. Filmde kemik iliği kanseri olan çocuklarına donör olması için bir çocuk daha yapan bir ailenin hikayesi anlatılmaktadır. Donör çocuk küçük yaşlardan itibaren bir çok operasyon geçiriyor ve belli bir yaşa geldikten sonra bu durumdan olumsuz etkilenmeye başlayarak ailesini dava ederek bu durumu engellemek istiyor. Bizim projedeki amacımız böylesine tehlikeli ve önemli geçen tıbbi sahneleri hocalarımıza danışarak, verilen bilgilerin doğruluğunu araştırdık.

Tıp ve Diziler Burak ÇINKIL, Hilmi ALKAN, Ferhad ÖZER, Fatih Yunus EMRE Tıp ve dizinin birbirinden bağımsız olması düşünülemez. Diziler kendilerini izletebilmek için tıbı bir araç olarak kullanıyor. Çünkü insanlar tıptan etkileniyor.

Yeşilçamdan Tıp Dünyasına Parmak Isırtacak Kesitler Onat YETİM, Arda KÜÇÜKGÜVENOĞLU Yeşilçamdan kesitler sunarak insanları eğlendirirken düşündürmeyi amaçlıyoruz.

Gregory HOUSE, MD – Tıp ve Sosyoloji Emir BASKOVSKİ, Hatice ÇOŞKUN, İzatullah JALALZAI, Yusra M. ALHELO Deha iyi bir hekim olmaya yeterli mi? Bizim görüşümüze göre – hayır. Hastanelerdeki bu soru House M. D. isimli dizide öne çıkarılmıştir. Amacımız; hekimliğin sadece teoriyi bilmek ve bunu pratikte uygulamak olmadığını, insancıl bir şekilde yaklaşarak insanları tedavi etmek olduğunu göstermektir.

Page 31: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010Özet Kitabı

31

Lorenzonun Yağının İnsana Öğrettikleri Muhammet Fatih ERTAŞ, Erayb TUNCE, A.Kadir DALGA, Ramazan ASLANPARÇASI Tıp konusunda herhangi bir bilgisi olmayan Lorenzo’nun anne ve babası çocuklarına ADL teşhisi konması ve 2-3 yıl ömür biçildiğini öğrenmeleriyle beraber bu hastalığa karşı mücadeleye başlarlar. Bu süreç dahilinde anne ve baba kütüphanelerdeki çoğu tıp kitabını araştırır ve bu hastalık hakkında edindiği bilgileri birçok doktor karşısında açıklama fırsatı bulur ve doktorların da yardımıyla bir tedavi süreci başlar ve Lorenzo kurtulur

Bilinçaltına Yerleşen Kareler Mehmet Nur YILDIRIM, Cem Çaylı BAHADIR, Orkun ÖZBAY, Ebubekir ERAVŞAR Bilinçaltı kareler kavramı 1950’li yıllarda Amerika’da ortaya çıktı. James Vicary adlı reklamcılık uzmanı, sinema salonlarında yaptığı bir deney sonucu patlamış mısır ve kola satışlarının arttığını iddia etti. Bu deneyde film perdede oynarken, saliselik görüntüler halinde ‘patlamış mısır ye’ ve ‘kola iç’ sloganları çıkıyordu. Seyirci bu sloganları bilinciyle algılayamadığı halde, bilinçaltına hitap eden bu sloganlar sayesinde kola satışlarının yüzde 18.1, patlamış mısır satışlarının ise yüzde 57.7 arttığı iddia edildi. Bilinçaltı reklamları Amerika ve İngiltere gibi ülkelerde yasaklandı. Daha sonraları bu alan genişledi. Reklamcılıkta ve propagandacılıkta kullanılmaya başlandı. Çeşitli resim, müzik sinemalar aracılığıyla bu mesajlar bilinçaltını etkilemek üzere kullanıldı. Biz de bunların bizim hayatımızda ne kadar etkili olduğunu bilincimizi ne kadar, özellikle nasıl etkilediğini araştırmaya çalıştık. Bunları araştırırken bu konu hakkında yazılmış makaleleri, tezleri ve yürürlükte olan yasaları kaynak aldık. Kullanılan tekniğin reklam ve propagandacılık dışında bireysel eğitimde kullanılabilir olduğunu düşünüyoruz.

Bilim Kurgu Eserleri ve Tıp Semik COŞAN, Yekta Onur ARDAĞ, Aybüke COŞKUN, Meva Hazal PEKUZ Bilim kurgu eserleri, daha çok filmleri ile tıp arasındaki etkileşim incelenmiş ve hayal olarak ortaya çıkan bilim kurgu eserlerinin gerçek olarak karşımıza çıkışı işlenmiştir. Bugün bilimkurgu olarak hayal edilen şeyler ilerleyen dönemlerde bilimsel gerçekler olaraak karşımıza çıkacaktır.

Sinema Gözüyle Hastalık Ercan ERTAŞ, Selen KANTARCI, Gizem NERMİNER Film senaryolarında hasta veya sakat insan figürünün sıklıkla yer aldığı ve bu figürün senaryoya güç kattığı; bu konunun genelde filmin dramatik yönünü pekiştirmesi açısından, bazen de izleyicilere ders vermek amacıyla tercih edildiği; bu hastalık unsurunun başarıyla yerleştirildiği filmlerin hem sanatsal değer bakımından, hem de hasılat değeri bakımından başarıya ulaşabileceği anlaşıldı.

Şov Dünyasında “Küçük Boyluluk” Merve KARABOĞA, Fuad HÜSEYİNLİ, Şükrü Mert BAŞPINAR Hepimiz görürüz onları... Yolda, otobüste bazen de televizyonda karşılaşırız onlarla. Kimden mi bahsediyorum? ‘Küçük boylu insanlardan’ Böyle denmesini tercih ediyor onlar. Cüce denmesi incitiyor onları. Ama küçük boylu olmaktan da kompleks duymuyorlar. Peki bizim onlara bakımışız nasıl? İlk başta cüce diyerek incitiyoruz onları. Sonrasında da böyle oldukları için acıyoruz onlara. Peki televizyon dünyasındaki “küçük boylu insanlar” cüceler onlara olan bakışımızı değiştirebiliyor mu? Yaptığımız ankete göre, aslına bakarsanız evet onlar bu işi gayet de güzel yapıyorlar. Pek çok kişinin yapamadağı işi televizyonda yapabiliyorlar. Onlarda her şeyi başarabileceklerini, aslında bizim sandığımız gibi olmadıklarını kanıtlıyorlar..

Ötenazi Eşiği Fahrettin YILDIZ, Gökçen ÇÖNDÜ, Hakan GÜDÜCÜ Ötenazi ile ilgili iki filmi inceledik filmlerde insanların uğraştıkları sanatsal faaliyetlerin yaşadıkları kısıtlı hayata bakışlarını değiştirip değiştirmediğini inceledik.

Cinayet mi Merhamet mi Büşra KOÇALİ, Pelin TÜTÜNCÜOĞLU, Safi KOLKIRAN, Adilet DZDOLDOSHBEKOV “Bir yaşama mal olan özgürlük özgürlük değildir.” “Bir özgürlüğe mal olan yaşam da yaşam değildir.” Bunlar 28 yıl boyunca tetraplejik olarak yaşamış Ramon Sampedro’nun sözleri. Oldukça hayat dolu bir gençken geçirdiği talihsiz kaza sonucu yatağa mahkum olan Sampedro “bu şekilde yaşamanın onursuz bir şey olduğunu” düşünmektedir. Bu yüzden hayatına son vermek ister ancak bunu kendi kendine yapamadığı için birinin yardımı gerekmektedir.İsteği yetkili makamlarca kabul görmeyince başladığı büyük mücadele zamanla inanılmaz kitleleri etkiler. Alejandro Amenabar’ın “İçimdeki Deniz” adlı filmi Ramon Sampedro’nun gerçek hayat hikayesini konu alan ve büyük mücadelesini objektif bakış açısıyla işleyen bir film. Bizim bu projedeki amacımız ise “İçimdeki Deniz” filminden yola çıkarak yıllardır tartışılagelen ötanazi konusunu derinlemesine incelemek ve ötanazi hakkındaki tüm görüşleri tarafsız bir şekilde ortaya koymaktır. Bu çalışmamız sırasında başta Ramon Sampedro’nun büyük kitleleri etkileyen hayatı ve fikirleri olmak üzere ötanazi ile ilgili tüm görüşleri derinlemesine inceledik. Konu hakkında çeşitli makaleler ve yazılar okuduk. Elde ettiğimiz verilerle her iki ucun görüşünü de yansıtmaya çalıştık. Peki sizce doğru cevap hangisi? Ötanazi cinayet mi yoksa merhamet mi?

Page 32: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010Özet Kitabı

32

Tıp ve TarihTıp Ve Bayezit Külliyesi Burak KEKLİKÇİOĞLU, Tuğçe ATASEVEN, Hazel Ezgi KAYA Yaptığımız çalışmalar ile bayezid külliyesi’nin yapılış amacı,bölümleri,yapıldığı tarihte ne amaçla kullanıldığı,külliyede uygulanan tedavi yöntemlerinin haricinde günümüzde müze olarak kullanılması ve tıp ile uğraşan böyle bir yapının günümüzde sanatın özünü yansıtan bir müze olması...

Deli Derken Özge MIHCI, Safiye KIZIŞAR Delilik nedir?Nasıl tedavi edilir?Bütün bu soruların çağlar boyu her toplumda cevabı aranmıştır. insanlara karşı davranışlar, tedavi şekilleri değişiklikler göstermiş; bu insanlar kimi zaman dışlanılmış kimi zaman da el üstünde tutulmuştur.Deliliğin bir hastalık olup olmadığı üzerine düşünülmüştür.Tüm soruların yanıtlarını araştırmak ve benzerliklerle farklılıkları ortaya koymak için çalışmalarımıza koyulduk.Değişik inanç tarzları ve kültür farklılığı olan birkaç ülkeyi araştırdık.Edindiğimiz bilgilere göre toplumlar arasındaki farklılıklar yaklaşımları ve tedavi şekillerini de etkilemiştir.Örneğin Hristiyan toplumlar delilik konusunda şeytanı suçlarken;Arap toplumunun cini suçladığını görüyoruz.Bununla beraber çok büyük benzerlikler de görülmektedir.Örneğin;Birçok toplumda deliliğin humoral teoriye göre 4 sıvının dengede olmamasına ya da doğaüstü güçlerin etkisiyle olduğuna inanılmaktadır.Yunan toplumunda histerinin kadın rahminin yarattığı buhran olarak,aynı zamanda seksüel doyumsuzluğunun bir sonucu olarak düşünülmüştür.Hatta bunun yarattığı korkudan dolayı toplumdaki homoseksüelliğin arttığı görülmüştür.Bilim geliştikçe yaklaşımların daha bilimsel olduğunu görüyoruz.Bununla beraber toplumun gelişmişlik düzeyinin de bu bakış açısını etkilediğini tüm gelişmelere rağmen eski inanışlarında varlığı sürdürdüğünü görmekteyiz.Tüm bunlarla beraber insan ruhunu tedavi etmeyi amaçlarken aslında onu yaftalama biçimimizden dolayı ciddi hasarlar verip,tek sorunu diğerleri gibi olmamak olan insanlara suçlu muamelesi yapıp sanki hastalığı onun kabahatiymiş gibi davranmaktan geri durmamaktayız.Bizim amacımız tüm benzerlik ve farklılıkları göz önüne koyarak değişmeyen tek yargının bu önyargılı yaklaşım olduğunu göstermektir.

Düşünceyi Görselliğe Kavusturan İşaret Dilinin Tarihi Tuba KARAKUŞ, Esin GÖZCÜ, Hafza Feyza ÖZER Binlerce yıl, birçok toplumda işitme engellilerin topluma tehlikeli olduğuna inanılarak çok zor şartlarda yaşamaya mahkum edilmiş, hatta birçok ülkede bu kişiler akıl hastanelerine kapatılmış veya çoğu kez öldürülerek onlardan kurtulma yoluna gidilmiştir. Fakat diğer engelliler gibi bugün birçok modern ülkede işitme engellilere, onların bu zorluklarına yardımcı olmak için birçok eğitim kurumları geliştirilerek toplumdaki diğer insanlar gibi yaşama haklarına kavuşturulması başarılmıştır. Bu başarılardan birisi de işaret dili (“sign language”) dediğimiz bir çeşit alfabenin geliştirilerek iletişimin sağlanabilmesidir. İşaret dili, parmaklar, yüz ve dudak hareketleri ile vücut hareketleri ve bunların kombinasyonları kullanılarak insanlar arasında iletişimi sağlayan bir işaret dili alfabesidir.İşitmeyen kişilerin eğitimine ilişkin ilk yazılı kaynak Markides’e göre ; M.S. 700 yıllarına ait olup, Hagulstad piskoposunun sağır ve dilsiz bir gence konuşma öğretmesinden söz eder.16. asırda İtalyan hekimi Jerome Cordan zor olmakla beraber sağır ve dilsizlerin eğitilebileceğini iddia etmiştir. 16. asır İspanyasında sağırların eğitimi Benedik’te rahip olan Pedro Pance De Le’on tarafından yapılmıştır. Tarihte sağırlarla uğraşan ilk öğretmen olarak kabul edilir. Diğer bir Benedikli rahip Juan Pablo Bonet sağırların eğitimine ait ilk bilinen ders kitabını yayınlamıştır. Oxford’da okul müdürü olan George Dalgarno 1680 de ilk defa komple parmakla konuşma alfabesini icat etti. 18. yüzyılda sağırlar eğitimine büyük önem verilerek okullar açılmaya başlandı. Fransa da ilk sağırlar okulu 1755 de Paris yakınlarında,bir papaz olan Abbe de l’epee tarafından açıldı.19. ve 20. yüzyıl işitme özürlülerin eğitiminde büyük gelişmelerin yaşandığı çağlardır. Eğitime mümkün olan en küçük yaşta başlamanın yararları açık olarak ortaya çıkmıştır. Okul öncesi eğitim yaygın hale getirilmiştir. Çocuklarla birlikte velilerin eğitimine de önem verilmiştir.

Tarihteki En İlginç Hastalıklar Ebru DEMİR, Tuğba AKTÜRK, Fatma ÇAĞLAYAN Tıp tarihi, insanlık tarihinin gelişimine bağlı olarak tıp ve sağlık alandaki gelişmeler, tarih boyunca tıptaki uygulamalar, yaklaşımlar, buluşlar, hekim ve sağlık kurumları, tıbbi gereçlerle ilgili bilgi sahibi olmamızı sağlar. Tıp tarihinde karşılaşılan çok ilginç hastalıklar vardır. Haberlerde dinlediğimiz, gazetelerde okuduğumuz bazen dünyanın bir ucunda bazen de yakınımızda ve görülme ihtimali düşük olan bu hastalıklar mutlaka ilginizi çekmiştir. Bu hastalıklar tarihte ilk nerede ve nasıl görüldü? Kimler tarafından ve nasıl teşhis edildi? Tedavileri bulundu mu ve üzerinde yapılan araştırmalar var mı? Bu hastalıkların görülmesindeki etken ne idi? Çevre mi, yoksa genetik mi? Şu an bize çok uzak gelen bu hastalıklar belki bir gün karşımıza çıkacaktır…Üzerinde araştırma yaptığımız hastalıklar; Polyglandular addison hastalığı,Resesif sempatik sinir hastalığı,Trimethylaminuri,Morgellons hastalığı,Harlequin ichthyosis, Porfiri, Su alerjisi. Amacımız ; sayısız hastalıklar arasından seçilen bu en ilginç hastalıkları insanlara tanıtmak ve yeni bir bakış açısı kazandırmaktır.

Tarihte Epilepsiye Bakış Açısı Atilla Hikmet ÇİLENGİR, Vedat ÖZTÜRK, Ahmad ELTURK, Ali Erman KILLI Epilepsi, merkezi sinir sistemi nöronlarının tümünün ya da bir kısmının kontrolsüz, ani ve aşırı deşarjlarına bağlı olarak değişik şiddetlerde nöbetlerin geçirildiği bir hastalıktır. Epilepsi tarih boyunca insanların dikkatini çekmiştir ve hakkında birçok yorumda bulunulmuştur. İlk olarak insanın içine kötü bir ruhun girdiği düşünülmüş ancak zaman içinde bu görüş terk edilmiş ve epilepsinin beyinden kaynaklanan bir hastalık olduğu görüşüne varılmıştır. Hipokrat, Galen, İbn-i Sina gibi tarihteki önemli bilim adamları da bu konu hakkında yorumlarda bulunmuştur. Bizim de bu projeyi hazırlamamızdaki amacımız, tarih boyunca ilgi çeken ve üzerinde birçok araştırma yapılan bu hastalığa tarihteki bakış açısını ortaya koymaktır.

Organ Nakli ve Geçmişten Günümüze Gelişimi Sibel KAPLAN, Mustafa ARMAĞAN, Yasin HAYDAROĞLU Organ bağışı, bir insanın organlarının bir kısmını veya tamamını, henüz sağlıklı iken, beyin ölümünün ardından başka insanlarda yararlanılmak üzere bağışlaması işlemidir.Tarihçesi milattan öncelere kadar uzanan organ bağışı işleminin yeni tarihi 17. yüzyıla kadar uzanıyor.Bu yüzyılda ilk olarak deri nakliyle başlayan bu işlemin gelişim sürecini ; 1883 yılında zarar görmüş iç organların nakli ile ilgili denemeler yapılışı izedi.Daha sonra bu gelişmeyi Carrel’in doku uyuşmazlığını keşfetmesi takip etti.Geliştirdiği damarları dikme tekniğini doku ve organ naklinde uygulamaya geçirmesiyle Carrel 1912 yılında Nobel ödülü aldı. 1944 yılında Hollandalı Willem Kolff tarafından “Diyalizatör” ismi verilen yapay bir böbrek geliştirildi. Böbrek hastaları bu mekanik böbrek yardımı ile hayatta kalabiliyorlardı.Böylelikle de organ nakli çalışmaları sırasında diyaliz keşfedilmiş oldu. İlk başarılı böbrek transplantasyonu, 1954 yılında Şikago ‘da Joseph Murray tarafından yapıldı. Jean Dausset Paris ‘de Human Leukocyte Antigen -System (HLA - System)’i buldu. Jean Dausset, bağışıklık sisteminin kendisinin veya yabancıların organ ve dokularına tepki göstermesi ile genetik kalıtımlar arasındaki bağlantıyı buldu. Bu buluşu ile organ naklinda en temel sorun olan doku uyuşmazlığına ışık tutarak büyük bir gelişme kaydetti. 1967 yılında Christian Barnard tarafından ilk kalp nakli gerçekleştirildi.Bu yıllarda ard arda yapılan nakil denemeleri başarısızlıkla sonuçlanmasına karşın gelecek çalışmalara ışık tuttu. 1985 yılında dünyada ilk defa tüm bir akciğerin transplantasyonu Joel Cooper tarafından gerçekleştirildi.Rudolf Pichlmayr tarafından 1988 yılında bir ölüden alınan karaciğer ile transplantasyon gerçekleştirildi. Aynı yıl ince bağırsak transplantasyonu Eberhard Deltz tarafından gerçekleştirildi. 1998 yılında David Sutherland, yaşayan bir organ bağışcısından alınan bir parça ile pankreas transplantasyonunu gerçekleştirdi. Bu tarihlerden sonra hızlı bir gelişim süreciyle birlikte şu ana kadar tüm dünyada yaklaşık yarım milyon böbrek nakli gerçekleştirilmiştir. Organ naklinin katedilen gelişmelerle tüm dünyada uygulanabilir hale gelmesi ve hayat kurtarıcı özelliği organ bağışının önem ve gerekliliğini ön plana çıkarmıştır.Bu konuda ülkelerde yasal düzenlemeler geliştirilmiştir.Ama dünya genelinde organ bağışı henüz yeterli seviyede değildir.Bu konuda halkı bilinçlendirme yolunda devletler eğitim kapsamında çeşitli önlemler almalı ve düzenlenecek çeşitli seminerlerle de bu bilinç geliştirilmelidir.

Page 33: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010Özet Kitabı

33

Asklepios - Yunan Mitolojisi’nde Sağlık ve Hekimlik Tanrısı Gökçen BÜYÜKBAŞ, Deniz ÇEKİÇ, Mohannad BANNOURA Tıbbın ve Sağlığın Tanrısı Asklepios, Apollon’un oğludur. Tıbbın simgesi olan yılanlı asanın sahibidir. Hekimlik eğitimini yarı insan yarı at olan Kheiron’dan alır. Asklepion’da yaşamış ve o çevredeki halka sağlık hizmeti vermiştir. Asklepios, Gorgo canavarının şifalı kanını ölüleri diriltmek için kullanmıştır. Ancak insanların ölümsüz olma fikrinden hoşlanmayan Zeus tarafından, başına bir şimşek fırlatılarak öldürülmüştür.

Mezopotamya Tıbbı Taner SEZGİN, Ersu ÇELEBİ, Deniz ŞAHİN Mezopotamya uygarlıkları hastalıkları tedavi etmek için bilimsel yöntemler yanında büyü de kullanılmaktaydı.Hekim, bir taraftan tıbbi ilaçları uygularken diğer taraftan da elde edeceği muhtemel başarıyı önceden görmek için kehanete başvurmaktaydı. Bu yüzden Mezopotamya tıbbı, büyü ve kehaneti de içine almaktadır.Bizim amacımız mesleğimizin bu coğrafyada nasıl icra edildiğini görmek ve hastalara uygulanan tedavi yöntemlerini öğrenmek. Ayrıca doktorların geçmişte hastaya nasıl yaklaştıkları, ilk reçeteler ve ilaçlar konumuz dahilindedir. Geçmişteki tıbbin günümüzdekiyle hangi noktalarda benzer hangi noktalarda farklı olduğunu ve Mezopotamya doktorlarının günümüzdeki hastalıklardan hangilerini teşhis edebildiklerini öğrenmek amaçlarımız arasındadır. Bunun sonucunda Mezopotamya dan günümüze kadar korunmuş bilgilerin ve yöntemlerin olup olmadığını görebilmeyi amaçlıyoruz. “Kocakarı” Tıbbı Samet TAŞKIN, Ahmet Sefa YETER, Muzaffer REHA, Ümütlü OMRAN, H.Q. MARAQA Geçmişten günümüze tıpta tanı koyma ve tedavi yöntemleri oldukça değişmiş, gelişmiştir. Eskiden insanların kulaktan dolma bilgilerle uyguladıkları “kocakarı” yöntemleri kimi zaman amacına ulaşmış kimi zaman ise yetersiz kalmış, herhangi bir etkiye sahip olamamış veya uygulayana ciddi zararlar vermiştir. Bu projede bu yöntemlerden bazıları incelenmiş ve bu incelenen yöntemlerin bir kısmının günümüzde uygulanan modern tıbbın temelini oluşturdukları görülmüş bir kısmının ise hurafeden ileri gidemedikleri anlaşılmıştır. Mesela söğüt ağacı yaprağının ağrı kesici özelliğinin askorbik asitten kaynaklandığının anlaşılmasıyla geleneksel bir yöntemin bilimsel boyutu açıklanmış oldu. Bu ve bunun gibi örneklerle birlikte bilimsel olarak hiçbir geçerliliği olmayan yöntemler de ortaya çıkarıldı. Abbasiler Döneminde Tıp Sinem AKKASAR, Salah DUHAİR, Mahmoud SHAHEEN, Emmanuel AWAMBERG Abbasiler Dönemi İslam tarihinin gelişiminde önemli bir yere sahiptir. Gerek tıp kitaplarından yapılan çevirilerle, kurulan hastaneleriyle ve gerekse tıp alanında yetişmiş bilim insanlarıyla İslam medeniyetine çok büyük katkılar sağlamıştır. Biz de yapmış olduğumuz bu projede Abbasiler çalışmaların Avrupa’da ne gibi gelişmelere katkıda bulunduğunu araştırdık. Bu dönemin en önemli temsilcileri İbni Sina, El Razi ve Huneyn bin İshak’tır. Ayrıca Abbasiler döneminde tıbbi nebevinin etkileri de gözlenmektedir.

Antik Çağda Tıp Aletleri Özgür UMAY, Muhammed TABASHİ Antik çağ tıp aletleri ile günümüz tıp aletlerini karşılaştırarak zamanla tıbbın nasıl bir süreçten geçtiğini ve nelerin değiştiği, geliştiğini görmek mümkün olmaktadır. Modern zamanlar öncesindeki tedavi yöntemleri çoğunlukla can acıtıyordu. Hastalıklar hakkında bilinenler azdı ve tedavi yöntemleri de oldukça ilkeldi. İlkel de olsa tıp tarihine ışık tutan bu aletler şimdi bilim müzelerinde sergileniyor. Tarih boyunca genel olarak hekimler cerrahîye pek ilgi duymamışlar ve hatta cerrahî tedavinin gerekli olduğu durumlarda bile, ilaçla tedaviyi tercih etmişlerdir. Bunun sebebi cerrahî müdahalede hayatî tehlikenin çok yüksek olması ve bu tehlikeyi asgariye indirecek ve ameliyatı kolaylaştıracak bazı teknik imkanların bulunmasıdır. Bu tip imkanların oluşması için, yani antibiyotik, analjezik, antiseptiklerin ve bunların yanı sıra anatomi bilgisinin yeterince gelişmesi için 19. yüzyılı beklemek gerekecektir. Antik Çağ’da tıp esas itibariyle dört sıvının(kan, balgam, sarı safra,

kara safra) dengesine dayanan teori üzerine kurulmuştur. Bu teoriye göre dört sıvı vücutta denge halinde, belli bir oranda bulunmakta ve bu oranın bozulmasıyla da hastalıklar ortaya çıkmaktadır. Hastalıkların tedavisi, dört sıvının tekrar ahenkli hale gelmesi ile mümkündür. Bunu sağlamak içinde bir takım aletler kullanılmıştır. Aletler genelde bronz olup demir, bakır, çelik, fildişi ve tahta olanlarıda mevcuttur. Özellikle demirin toprak altında oksitlenmesi günümüze ulaşan demir tıp aleti sayısını azaltmıştır. Bulunan eserlerin eserlerin çoğu bronzdur. Bu eserlerde koter, kemik elevatörü, spatül sonda, kaşık sonda, cucurbitula(kan alma kabı), kemik forsepsi ve vaginal spekulumu örnek gösterebiliriz. Hippokrates, Celcus, Galen ve Soranus gibi antik çağ hekimlerinin metinlerinde aletler hakkında verdikleri bilgiler ve aletlerin kulnım şekilleri bulunmaktadır. Şerafettin Sabuncuoğlu’nun Cerrahiyetül Hüniyye isimli kitabında da bazı tıp aletlerinin kullanımları ile bilgi ve çizimler bulunmaktadır. Biz de projemizde Prof.Dr. Erdoğan Yalav hocamızla röportaj yaptık ve tıp aletleri ile ilgili koleksiyonunu sergilediği sergisini gezip notlar aldık. İnsanoğlu, pek çok konuda olduğu gibi sağlık konusunda da deneyerek, gözlemleyerek, hatta üzülerek ve sevinerek karşılaştığı ve çözümlediği problemleri kendisinden sonraki nesillere ulaştırarak bugüne varmıştır.

Gen Tedavisinin Dünü, Bugünü, Yarını... Derya YUMUŞAK, Medi ŞAHİN, Özlem DOĞAN, Hazal Fatma ERDOĞANGen tedavisi; kalıtsal hastalıkları tedavi etmek amacıyla, genlerin, DNA ve RNA moleküllerinin, insan hücrelerine transfer işlemini içeren bir tedavi yöntemidir.İnsanda gen tedavisiyle ilgili ilk klinik deneme 1990’da pediatrist genetikçi olan W. French Anderson tarafından yapıldı.1990’dan 1999’a kadar klinik gen tedavisi denemelerinin sayısında hızlı bir artış gözlendi. Malesef 1999 ve 2002 yıllarında gerçekleştirilen iki klinik gen tedavisi denemesinde hastalarda beklenmeyen yan etkilerin görülmesi üzerine denemeler sekteye uğradı. Gen tedavisi klinik deneme sayısı açısından durağan bir döneme girdi. Ancak son yıllarda katedilen yol ve klinik denemelerden elde edilen başarılar sayesinde 2003 sonrasında yıllık onaylanan klinik gen tedavisi denemelerinin sayısında tekrar bir artış gerçekleşti.Son gelişmeler ışığında gen tedavisinin artık başlangıçta kendisinden beklenileni vermeye başladığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunun yanında, gen tedavisinin pek çok genetik hastalıkta halen tek çözüm yolu olduğunu, uygulamanın rutin hale dönüştürülebilmesi için daha çok çalışma yapmamız gerektiğini hiçbir zaman unutmamalıyız .

Geçmişten Bugüne Diabetes Mellitus ve İnsülin Sevdenur TOKER, Erol İŞYAR, Hakan TAŞKIRAN, Yusuf ÖZTÜRK Şeker hastalığı diye bilinen diabetes mellitus hastalığının tarihi çok eski yıllara dayanmaktadır. Hatta o kadar eski ki antik çağlardan beri ciddi bir sağlık problemi olarak görülen şeker hastalığı ile ilgili ilk kayıtlar M.Ö. 1550 yıllarına ait olan Ebers papirüslerinde dahi yer almaktadır. Eksikliği veya yokluğunda şeker hastalığına yol açan insülin hormonunun keşfi ise şeker hastalığının aksine daha çok yeni denilebilir. Üzerinde uzun yıllardır yoğun çalışmalar yapılmasına ve bulunmasından elde edilmesine kadar pek çok noktada çok önemli gelişmeler yaşanmış olmasına rağmen hala bu esrarengiz hormon hakkındaki çalışmalar son sürat devam etmektedir. Biz projemizde ilginç, zorlu ve uzun uğraşlar sonucu hakkında bilgiler elde edilen insülinin bulunması, elde edilmesi, incelenmesi ve üretilmeye çalışılması aşamalarında nelerin yaşandığı, bu aşamalarda iki kez Nobel ödülü kazandıran gelişmeleri, şeker hastalığıyla beraber insülinin bu yüzyılda hala bilinemeyen ve aydınlatılmaya çalışılan noktaları ve bu konuda çağımızda bizleri nelerin beklediği konularını ele aldık.

Akşemseddin ve Tıp Ahmet EKEN, Musab Medeni ZORLU, Mehmet Kasım KARAÇÖL Tıp ile ilgili Türkçe yazdığı Maddet-ül Hayat’ta geçen “Hastalıkların insanlarda birer birer ortaya çıktığını sanmak yanlıştır. Hastalıklar insandan insana bulaşmak suretiyle geçer. Bu bulaşma gözle görülemeyecek kadar küçük fakat canlı tohumlar vasıtasıyla olur.” cümlesi ile ilk mikrop teorilerinden birini ortaya atmıştır. Onun bu açıklamaları yaptığı dönem, mikropları ilk olarak tanıtan İtalyan hekim Fracastor’dan yaklaşık 100 sene öncedir. Pasteur’un teknik aletlerle Akşemseddin’den dört asır sonra, kesin olarak ulaştığı neticeyi dünyada ilk olarak haber veren kişi olduğu düşünülmektedir. Aynı zamanda ilk kanser araştırmacılarından olan Akşemseddin, o devirde seratan denilen bu hastalıkla çok

Page 34: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010Özet Kitabı

34

uğraştı. Sadrazam Çandarlı Halil Paşanın oğlu Kazasker Süleyman Çelebi’yi tedavi etti. Sultan II. Murat ve II. Mehmet’e çok yakın olan Akşemseddin, yaptığı ilaçlarla saray ve çevresinde birçok hastayı iyileştirmesiyle bilinmektedir. Ayrıca hangi hastalıkların hangi bitkilerden hazırlanan ilaçlarla tedavi edileceğine dair bilgiler ve formüller ortaya koymuştur.

Kesitsel Görüntüleme Tekniklerinin Tarihçesi Hülya YILDIRIM, İbrahim KAPLAN, Batuhan BAŞPINAR, Mehmet VURAL Bu projeyi yapmaktaki amacımız kesitsel görüntüleme tekniklerinin tarihsel gelişimi ve diğer bilim dallarının bu sürece olan katkılarının incelenmesidir. Literatür tarama sonucunda edinilen bilgilere göre kesitsel görüntüleme metodu 20.yüzyılla beraber matematik ve fizik alanındaki gelişmelerle gündeme gelmiştir. Analog tomografiyle başlayan bu yolculuk Dünya Savaşlarında denizaltılarda kullanılan askeri teknolojinin ışığında geliştirilen sonografi ile yeni bir boyut kazanmıştır. Analog tomografi tekniği gelişen bilgisayar teknolojisiyle birleştirilmiş, bilgisayarlı tomografi kavramı ortaya çıkmıştır. 1970’lerden itibaren kliniklerde kullanılmaya başlanan bilgisayarlı tomografi günümüzde hekimlerin vazgeçilmez yardımcısıdır. Bilgisayarlı tomografiye göre daha sonra geliştirilmeye başlanan Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRI) 1970lerde canlı örneklerden alınan ilk görüntülerle tıbbi görüntüleme tekniklerinde yeni bir çığır açmıştır. Bütün bu gelişmeler olurken, 1986 da National Library of Medicine öncülüğünde “Visible Human Project” başlatılmış ve insan vücuduna ait kesitsel görüntülerin yer aldığı bir veritabanı oluşturulmuştur. Kendini sürekli yenileyen ve tıbba katkıları artarak devam eden görüntüleme alanı tıp dünyasının vazgeçilmez bir parçasıdır. Türkiyede Aşı Hakan Abdullah ÖZGÜL, Faruk Kemal BENİ, Ömür Burak ADIGÜZEL, Selmin ZIK Tarihteki ilk aşının M.Ö. 590 Yılında çinde çiçek hastalağından korunmak için yapıldığı bilinmektedir. Modern aşı 1798 yılında Edward Jenner tarafından başlatılmış ve günümüze kadar dev adımlarla ilerlemiştir. Ülkemizde 1800’ lerde Jenner tipi uygulamalar başlamıştır. 1884’te Pasteur Enstitüsünde ilk kuduz aşısı geliştirilmiş ve ilk kez bir insan üzerinde denenmiştir. 1887’ de Eersaadet Daülkelp ve Bakteriyoloji Ameliyathanesi kurulmuştur. Kuduz aşısı sadece bu kurumda 3 yıl sonra üretilebilmiştir. Çiçek aşısı ve difteri serumu da bu topraklarda üretilmiştir. Ulusal Kurtuluş Savaşı’ nda ilk kez tifüs aşısı üretilmiştir. 1920-1921 Yıllarında telkihhanede üretilen çiçek aşısı Fransız, İngiliz ve Amerikalılara ihraç edilmiştir. Cumhuriyet döneminde aşı ve serum üretimi Merkez Hıfzısıhha Enstitüsünde toplanmıştır. Difteri, tetanoz, kuduz, çiçek, pinemökok aşısı üretilmiştir. 1950 yılında ulusal influanza merkezi DSÖ tarafından tescil edilmiştir. Şu an aşı gereksinimini karşılamak için sağlık bakanlığı her yıl 13 milyon dolar ödemektedir. Bu Türkiye’ de kullanılan aşının sadece yüzde 60’ı için ödediğimiz paradır. Yeni bir aşı üretim tesisi kurulmasının maaliyeti bir defaya mahsus 40 milyon dolar olacaktır. Bu durumda neden kendi aşımızı biz üretmiyoruz..

Kız Kulesi’nde Karantina mı Var? Gökhan GÖZÜN, Hasan ŞAHİN, Orhan Ali ÖZKAN, Mehmet Fatih ORUÇ 1831’de İstanbul’da baş gösteren kolera salgını üzerine Karadeniz’den gelen gemilere İstinye Körfezi’nde, İslam ve Osmanlı gemileri için de Rumeli Feneri yakınındaki koyda karantina uygulamalarının başlatılmasına karar verilmiştir. Kız Kulesi’nin karantina hastanesi olarak kullanımı ise önce 1830-1831’de İstanbul’da görülen kolera salgını sırasındadır. Bu salgında hastane, Karatodori Paşa yönetiminde idi. Daha sonra 1836-1837 yılında görülen ve 20-30 bin kişinin öldüğü veba salgını sırasında hastaların bir kısmı burada kurulan mat’un hastanesinde tecrit edilmişlerdir. İstanbul’daki karantinahaneleri askerler korumuş, üstün hizmet edenlere madalyalar verilmiştir. Salgın sonrasında da Akdeniz ve Karadeniz’den gelen gemiler Serviburnu, Kuleli ve Kız Kulesi’nde muayene edilmiş, muayene sonucunda yalnızca hasta olmayanlara İstanbul’a giriş izni verilmiştir. Sonuçta bu tedbirlerin yararı görülmüş ve salgınların önü alınmıştır. Kız Kulesi tarihte bir karantina yeri olarak önemli bir konuma sahiptir. Özellikle boğazdan geçecek olan gemiler için kontrol ve muayene noktası olmuştur. Çeşitli hastalıkların tedavisi için ev sahipliği yapmıştır.

Nobel Reçetesi Ece AĞTAŞ, Mehmet Batu ERTAN, Yasemin KAPUCU 1901’den beri verilen Nobel Ödülleri bilim ve kültür dünyasının en prestijli ödülüdür. Fizik, kimya, tıp, barış, ekonomi ve edebiyat alanlarında verilmekte olan bu ödüllerin sahipleri alanlarında dünyanın en başarılı, en zeki, en yetenekli kişileridir. Peki tıp alanında Nobel ödülü alanların ortak özellikleri ve çalışmaları hakkında yeterince bilgi sahibi miyiz? Emil von Behring’in serum tedavisini bulmasıyla başlayan bu süreçte Pavlov’un köpeğine, Fleming’in meşhur penisilinine, insülinin bulunmasına, MRI’ın hayatımıza girişine, son olarak da yaşlanmanın önüne geçecek telomerlerin sırrının çözülmesine tanık olduk ve bunlar ilerde tanık olacaklarımızın sadece bir başlangıcı… Projemizde günümüze kadar verilmiş Nobel tıp ödüllerini incelemeyi amaçladık, böylece geçmişten bugüne tıptaki gelişmeleri takip ederek, ödüllerin hangi alanlarda verildiği, çalışmaların daha çok hangi ülkelerde yapıldığı, kazanan bilim adamlarının ortak özelliklerinin neler olduğu sorularına cevap aradık. Bulduğumuz cevaplarla bir nevi Nobel kazanma reçetesi oluşturmaya çalıştık. Kim bilir belki bu reçeteyi kullanan genç Türk bilim insanları ülkemize de bir Nobel ödülü getirir. Tıp ve Hukuku Birleştiren Nokta Betül YAVUZASLANOĞLU, Merve BAKALİ, Nuriye Tuğçe ÖZBİLGİÇ, Cihan ETGÜL Adli Tıp suçlunun toplum düzenine uymayan eylemlerini, bu eylemler neticesinde meydana gelen olaylarla (Yaralama, ölüm, zehirleme, v.s.) suçlu kimliği tayini, ceza sorumluluğunu, medeni ehliyetini tıpsal bakımdan inceleyen bir bilim dalıdır. Dünyada ilk olarak adli tıbbı ilgilendiren bilgilere Babil’deki Hammurabi Kanunları(M.Ö 1400)nın içinde rastlanmaktadır. Ayrıca Eski Mısır, Hindistan, Çin, İran, Yunanistan ve Roma’dan günümüze ulaşabilen belgeler mevcuttur. Bunun dışında Bizans döneminde Justinian Kanunu’nda (M.S. 483-565) adli tıpla ilgili olarak birçok hüküm bulunmaktadır. Türkiye’de ise tarihi, Hitit yazıtlarına kadar ulaşmakla birlikte, ilk modern adli tıp çalışmaları Mektebi Tıbbiye-i Şahane’nin kurulmasıyla başlamıştır. Projemizde bu temel bilgilerin yanı sıra, adli tıbbın gelişmesinde etkili olan medeniyetler ve bu medeniyetlerin oluşturdukları tıp hukukuyla ilgili kanunlar ve adli tıbba katkıda bulunan önemli isimler yer almaktadır.

Biyolojik Silahlar ve Savaşlar Hanife Ezgi YILMAZER, Ahmet KAPLAN, Gökhan EMİROĞLU İnsanoğlunun üretme,şaheserler meydana getirme yeteneği olduğu gibi belki bundan daha fazla tahrip yeteneği var. Çünkü tahrip etmek,yapmaktan daha kolaydır... Yapılan keşiflerin pek çoğu doğru amaçlarla kullanıldığında insanlara hizmet verirken,bilimsel güç yanlış ellere geçtiğinde,yanlış amaçlarla kullanıldığında tahribata neden olmaktadır...Biyolojik savaş canlılarda hasara neden olmak veya öldürmek amacıyla,biyolojik maddelerin kullanılması demektir.Biyolojik savaş yeni bir durum değildir.Tarihte ilk kez Kafka limanında Cenevizlilere karşı biyolojik silah kullanılmıştır.Veba etkeni taşıyan pireleri barındıran ölü fareleri mancıklarla kale üzerinden şehre atmışlardır. Ayrıca tarih boyunca biyolojik silahlar suikastlardada kullanılmıştır...Biyolojik silahlar, üretim kolaylığı,sadece organizmaya zarar vermesi,kısa sürede ve kolayca yayılması gibi nedenlerle pek çok ülkenin dikkatini çekmiştir. Bu konuda araştırmalar yapılmıştır, ülkeler yarışma içerisine girmişlerdir ve en sonunda biyolojik silahların geliştirilmemesi,kullanılmaması,temin edilmemesi için 1972’de Cenevre’de uluslararası bir toplantı yapılmıştır. Mikroorganizmaların pek çoğundan insanoğluna hizmet edecekleri yönde yararlanmak mümkünken, biyolojik silahlar birçok masum insanın ölümüne sebep olmuştur...

Biyolojik Silahların Tarihçesi Kemal SARUHAN, Ozan YAR, Ömer Faruk TURAN Biyolojik silahlar; bakteri, virüs gibi biyolojik materyaller kullanılarak hazırlanan kitle imha silahlarıdır.Peki bu silahlar günümüze kadar nasıl bir gelişim gösterdi? MÖ 300lü yıllarda içme sularına hayvan leşlerini atma şeklinde olurken günümüzde daha farklı gibi görünse de aslında aynı temele dayanmaktadır. Sağlık sektörünün bu kadar gelişim gösterdiği bir dönemde acaba ne kadar güvendeyiz? Bir hiç üzerinden şimdiki konumuna gelen insanoğlu hala bu silahlara karşı çaresiz kalmaktadır. Tarih boyunca yüzlerce biyolojik silahtan milyonlarca insan hayatını kaybetti. Ama bu silahları kullanan da bunlardan zarar gören de insandı ve bütün

Page 35: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010Özet Kitabı

35

bunların sebebi insanoğlunun duyarsızlığıdır. Projemizle farkındalık yaratmak istedik. Böylece bu silahlar kullanılmadan önce iki kez düşünülecek.

Anestezinin Tarihsel GelişimiEvrim Burcu TURAN, Begüm KILIÇ, Burak KAYA, Mehmet Eren GÜNER Bu hikaye oldukça dramatik bir hikaye olup şu anda gelinen nokta pek çok deneyimin ve ayrı ayrı kazanılmış ortaya çıkan ağrı ve şok cerrahinin gelişmesini yavaşlatmıştır. Bu yüzden tıp dünyası ağrıyı yok edecek maddeler aramıştır. Her ne kadar anestezi ilk kez Birleşik Devletler’de keşfedilmiş ve cerrahinin kullanımına sunulmuşsa da, uyuşturucu, narkotik ve analjezik ajanlar ve afyon türevleri binlerce yıldır zaten kullanılmaktaydı. Ayrıca alkole yüzyıllardır vücut yüzeyinde veya kemikler üzerinde gerçekleştirilecek cerrahi prosedürlere müsaade edecek şekilde hastayı ağrıya duyarsız yapması için başvuruluyordu. Batın ameliyatları, sezaryen de dahil, çeşitli zamanlarda ve yerlerde zaten gerçekleştirilmekteydi. Ancak vücut boşluklarına ve iç organ sistemlerine sistematik olarak girilmesi hastanın uzun süreli operatif menevralara dayanacak kadar derin ve güvenli bir uykuya dalması sağlanana kadar mümkün olmadı. 1772de Joseph Priestley güldürme gazı olarak bilinen nitröz oksit gazını buldu. Humphry Davy güldürme gazının anestezik etkilerini keşfetti. Nitröz oksitin kullanılması anestezinin başlangıcı olarak kabul edilir. İlk başlarda kullanılan anesteziğin bir gaz maskesi üzerine damlatılmasından ibaret olan açık metodun yerini zamanla kapalı sistemler aldı. Solunum üzerinde tam bir hakimiyet kurulmasını sağlayan endotrakeal anestezi geliştirildi.Günümüzde halen inhalasyon anesteziklerinde ve intravenöz ajanlarda anestetiğin aranmasına devam edilmektedir. Biz Tıp Tarihine Ne Kadar İlgiliyiz?Osman Alper ARSLAN, Emel YERLİ, Mertcan ERZİNCAN Tıp tarihine ne kadar ilgiliyiz ? Zamanımızın ne kadarını tarihe ayırıyoruz ? Tıp ve tarih konusu kapsamında hazırlanan projemizde, tıp öğrencilerinin tarih üzerine ilgilerini ölçme doğrultusunda hazırlanmış anket çalışması yaptık. Amacımız farklı dönemlerde tıp fakültesi öğrencilerine, genel kültür düzeyinde sayılabilecek sorular yönelterek, onların kendi meslekleriyle ilgili tarih konularına, deontolojiye ne kadar ilgili olduklarını ortaya koymaktı. Proje kapsamında gerek soruların niteliği, gerekse yapılacak kişi sayısı, dönem sayısı belirlemede biyoistatistik bölümünün rehberliğiyle hareket ettik. Oluşturulan anketi tıp fakülteleri öğrencilerine uyguladık ve daha sonra elde edilen sonuçlar istatistiksel yöntemlerle inceledik. Ortaya çıkan sonuçlarsa oldukça ilginç.

Ölümcül Yalnızlık Mustafa EKİCİ, Uğur GÜLPER, Hamdullah Cem KAÇMAZ Günümüzde domuz gribi gibi ölüm riski yüksek bulaşıcı hastalıkların yurt dışından gelişine karşı termal kamera gibi teknolojik yöntemlerle teşhis ve korunma konusundaki çalışmalar hız kazanıyor. Osmanlı İmparatorluğu döneminde bulaşıcı hastalıklarla mücadele için karantina adası oluşturulmuştur. Kurulduğu dönemin en modern dezenfeksiyon sistemleriyle donatılmıştır. Karantina sayesinde, bulaşıcı hastalıklar tecrit edilerek yayılması önlenmiştir. Padişah Abdülmecit tarafından Fransızlara yaptırılan ada 1865 ile 1950 yılları arasında faaliyet göstermiştir.O yıllarda kullanılan buhar kazanları ve elbiselerin koyulduğu dezenfekte makineleri bile küçük bir tadilatla çalışabilir durumdadır.Adanın kara bağlantısını sağlayan yol ise Büyük İskender zamanında yaptırılmıştır. Biz de bu projeyle tarihin karanlık denizinde sular altında kalmış karantina adası ve onun bir taraftan ölümcül yalnızlık sunan bir taraftan da hayata can veren fonksiyonunu araştırmak istedik.

Günümüz Tıbbında Geçmişin İzleri Halil UZUNDAL, Olgun BİNGÖL, Gökhan YIRGIN Amacımız geleceğimize ışık tutmak için geçmişimizde iz bırakan değerli hekimlerimizin yaptıkları çalışmaların ve hayatlarının kısaca hatırlanması.. Bu amaçla da Osmanlı Döneminde yetişimiş ve isimleri günümüze kadar ulaşmış seçkin hekimlerin katkı sağladığı bilimsel konuları günümüz koşullarıyla kıyaslayarak değerlendirilmesine katkıda bulunmak. Aynı zamanda dönemin hekimlerinin o günkü koşullarda tıp dünyasına yapmış oldukları katkıları hangi koşullarda yetiştiklerini göz önüne alarak değerlendirmek.

Genetik Biliminin Dünyada ve Türkiye’de Tarihsel Gelişimi Aycan BÖLÜK, Betül KIRŞAVOĞLU, Rudına CENGU, Mandukhaı DUNGEE Dünyada hayatın başladığı kabul edilen 4.6 milyar yıl önce, DNA(deoksiribonükleikasit) yaşamın hücresel metabolik aktivasyonlarını ortaya koyan genetik yapı olarak hizmet etmiştir. “Gen” terimi 1900. yıllara kadar kullanılmamasına rağmen genin fonksiyonu ile olan araştırma 1800 lü yıllarda başlamıştır. Gregor Mendel, Avusturyalı din adamı, manastırının bahçesinde yıllarca çalışıp, farklı bezelye çeşitlerini melezlemiştir. 1884 yılında Mendel öldüğü zaman çalışmasının değerini kimse bilmiyordu. Mendel’in bulduğu faktör veya kalıtım ünitelerini gen olduğu 1900 yıllara kadar anlaşılamadı. 1900 yıllarda Mendelin çalışmalarının yeniden keşfinden sonra genin doğası hakkında büyük bir bilgi patlaması olmuştur. Biyoloji alanında çalışan bilim adamları, hücredeki çekirdek ve kromozomun önemi üzerinde durdular. Çünkü gözlemlerde, kromozomlar yumurta ve polen/spermi oluşturmak üzere mayoz esnasında sayısını yarıya indiriyor ve sadece bölünme sırasında görülüyordu. Bu sebeple DNA moleküllerinin nasıl faaliyete geçerek organizmaları ürettiklerini anlamak için birçok çaba sarf edildi. Amerikalı James Watson ve İngiliz Francis Crick birkaç biyolog araştırmacıyla 1953 yılında DNA nın çift heliks yapısını incelediler. DNA kavramı yaşamın geleneksel dili olduğu bakterilerde, mantarlarda, bitki ve hayvanlarda yapılan çalışmalarla ortaya konuldu. Yaşayan organizmalar arasında yer alan bu ilişki biyoteknoloji ve genetik mühendislik biliminin gelişimine neden olmuştur. Mühendislik teknolojisi, bitki ve hayvanları geliştirmek için yaşayan diğer organizmaları ve canlıların kısımlarını kullanmıştır. Genetik bilimi, Türkiye’de gelişimi oldukça yenidir. Çalışmalar, 1950 yıllarında sonra sitogenetik, biyometri, populasyon genetiği, mutasyon genetiği alanında başlamıştır. 1978 yıllarında genetik sahasında çalışanlar biraraya gelmek için faaliyetlerde bulunmuşlar ancak faaliyet devam etmemiştir. Çalışmalar TÜBİTAK desteğiyle sürmekte olup, Üniversitelerde dış ülkelere görevlendirilen elemanların 1985 yıllarından sonra dönerek yeni teknikleri uygulamalarıyla sitegenetik ve moleküler genetik sahasında ilerlemeler olmuştur. Bu arada Üniversiteler kendi bünyelerinde merkez laboratuvarları kurma yoluna gitmişlerdir. Son zamanlarda RFLP, RAPD, PCR, in-situ melezleme, ısozyme, PAGE gibi metodlar DNA ve proteinler üzerinde uygulanmaktadır. Çalışmalarda yeni tekniklerin bulunmasından ziyade metodların pratiğe uygulanması ağırlık kazanmıştır.

İnsanlığın Gizemi: Beyin Tolgahan KAYA, İskender Arda NACAR, Esin APAYDIN, Büşra ÖZEY Ortalama ağırlığı 1,4 kg olan ve insanı diğer türlerden farklı yapan insan beyni, kelimenin tam anlamıyla gizemli bir organ. İnsan beyni çok gelişmiş bir telefon santrali ya da bilgisayara benzetiliyor. Bunun da ötesinde, en gelişmiş bilgisayardan çok daha karmaşık bir yapıya sahip olduğu ve daha hızlı çalıştığı düşünülüyor. Beynin nasıl çalıştığı, duyguların nasıl oluştuğu, hafıza ve öğrenmenin mekanizmaları tam olarak bilinmiyor. M.Ö 4000’li yıllarda Sümer yazıtlarıyla başlayan beynin tarihi günümüze kadar gelen süreç içerisinde birçok ilginç olaya ve kilometre taşlarına tanıklık etmiştir. Biz de bu tarihi serüven içerisinde yaşanan ilklerden ilginizi çekebileceğini düşündüklerimize araştırmamızda yer verdik.

Geçmişten Günümüze Mikroskop Ahmad EL DANDACHLİ, Sabri ŞİROLU, Vahit ÜNAL Projemizde, şu an birçok alanda kullanmakta olduğumuz mikroskopların bulunuşunu ve tarihsel gelişimini araştırdık. İlk mikroskopların gelişimini, günümüzde kullanılan mikroskopları ve bu sürece katkıda bulunan bilim adamlarını araştırmalarımızda bulabilirsiniz. Dünden Bugüne Cüzzam Burhanettin Burak YURT, Elif Özge ÇINAR, Kübra KILINÇ, Ulkar SHAMKHALOVA Bu çalışmada geçmişten günümüze kadar cüzzam hastalığına toplumun bakışı ve cüzzam hastalarının toplumdaki yerini görebilme üzerinde durulmuştur. Bu konuyu pek çok roman ve sinema yazarı da ele almış, cüzzamın toplum gözündeki yerini kimi zaman sert eleştirilerle vurgulamıştır. Bilim insanları da cüzzamlıları topluma kazandırmayı amaçlayan birçok çalışmada bulunmuştur.Yaptığımız bu çalışmayla başta tıp fakültesi öğrencileri olmak üzere topluma; geçmişte toplumsal

Page 36: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010Özet Kitabı

36

olarak, özellikle hasta insanlara (dış görünüşü olumsuz yönde etkileyen hastalıkları nedeniyle) yapılan önyargı kökenli yanlışları,cüzzam hastalığı/hastaları üzerinden gösterebilmeyi amaçlıyoruz.Cüzzam hastalığı geçmişte uzun yıllar boyunca yadırganan bir hastalık olmasına ve cüzzamlıların toplumdan dışlanmasına rağmen gelişen bilim ve toplumun modernleşen düşünce sistemiyle artık bu durum değişmeye başlamıştır.Bu durumdaki insanlara sahip çıkan dernek ve benzeri kuruluşlara verilen önemle yaşadıkları sorunları en aza indirmede atılan adımlar hızlandırılabilir.

Evlat Edinilmeyi Bekleyen Hastalıklar Sıla SOYLU, Funda DANDIL, Ali Can KARAKUYU, Ahmed ZAYED Hastalıklara karşı verdiği savaş, insanoğlunun hayatta kalma mücadelesinin önemli bir bölümünü oluşturuyor. Bugün bilim ve teknolojideki gelişmeler sayesinde geçmişe oranla çok daha fazla hastalığı yenebiliyoruz. Ancak yine de çaresi bulunamamış pek çok hastalık var. Bu size ürkütücü geliyorsa daha kötüsünü söyleyelim: Çok ender rastlandığı için çaresi (pek de) aranmamış hastalıklar... Fakat kötümserliğe de kapılmıyoruz, çünkü insanlık pek çok konuda olduğu gibi şimdiye kadar büyük ölçüde ihmal ettiği bu “öksüz hastalıklar” konusunda da bilinçlenmeye başlıyor. Biz de insanlığın belleği olan tarihin ışığında bu bilinçlenmeye katkıda bulunmak istedik… Aslında “öksüz hastalık” tanımı iki ayrı hastalık grubu için kullanılıyor. Bunlardan biri nadir hastalıklar, diğeri ise ihmal edilmiş hastalıklar. Nadir hastalıklar genel nüfusta görülme oranı düşük olan hastalıkları ifade ediyor. İhmal edilmiş hastalıklar ise gelişmekte olan ülkelerde yaygın olarak görülüyor, ancak bu ülkeler de bu hastalıklarla mücadele edebilecek sosyoekonomik yeterlilikte olmayabiliyor. Gelişmiş ülkelerdeki ilaç endüstrisi ise bu ülkeleri kârlı bir pazar olarak görmediği için bu hastalıklara odaklanmıyor. Nadir hastalıkların her biri nadir görülse de aslında toplamda etkiledikleri insan sayısı hiç de az değil.Biz de öksüz hastalıklar nedir konusunda farkındalık sağlayıp, bunlardan biri olan ALS(Amyotrofik lateral skleroz) nin tarihsel gelişimini inceleyeceğiz. Spectacular Miracle...Childbirth Ayşe Ece ÇALI, Canan TİAMBENG, Rawda ZENATİ, Nilgün OKTAR Have you ever wondered where modern techniques of child birth have originated from? As a group, we were curious about the development of some of the most common methods of parturition (child labor) throughout the ages. Hence, we aimed to do research on the history of Cesarean section (C-section), water birth and Lamaze. Cesarean section is believed to be a method for giving birth since ancient times, particularly in Greek mythology as well as in ancient Hindu, Egyptian and Roman cultures. However, this was only practiced when the mother was near death, which then became a very common method today due to the development of antiseptics, anesthetics and modern surgical techniques. Water birth began in the late 1960’s as the practice of immersing newly-born infants in warm water in order to mitigate the effects of any possible birth trauma that could occur during the transition from the womb to the outside world. This method was then practiced in the United States by women giving birth at home, which was soon introduced to midwives and obstetricians in the hospitals and birth centers. Lamaze was introduced in 1951 by Dr. Fernand Lamaze as a method used during childbirth in France. This method became known as “the Lamaze method” which consists of childbirth education classes, relaxation, breathing techniques and continuous emotional support from the father and a specially trained ancient times, new methods have been invented and developed to improve the conditions of child birth.

Katil Kim? Ali SEZGİN, Kamuran AYDIN, Ceren IRMAK, Mehmet Emre PEKER Adli Tıp denince akla ilk otopsi gelir. Otopsi ise ölüm nedenini anlamak için yapılan tıbbi incelemedir. Mesela MÖ 44 yılında Julie Cesar suikast sonucu öldürüldüğünde, o sıralarda Roma’ da uzman hekim olarak görev yapmakta olan Antistius cesedi muayene ederek, 23 bıçak yarası olup, bunlardan birinin göğüs duvarında birinci ve ikinci kaburga arasından girerek ölümü meydana getirdiğini ortaya koymuştur. Otopsi Adli Tıp’ın kullandığı yöntemlerden sadece bir tanesidir. Hukuki meseleleri aydınlatmak, en temel ve ilk akla gelen manasıyla “Katil kim?” sorusunun cevabını bulmak için tıp bilgisine ihtiyaç duyulmasıyla Adli Tıp doğmuş ve günümüze kadar gelişerek gelmiştir. Bu projedeki amacımız Adli Tıp uygulamalarının geçmişten günümüze nasıl bir değişim ve gelişim geçirdiğini göstermektir.

Ötenazinin Tarihçesi Burak YOĞURTÇUOĞLU, Ali Burak BOSTAN, Yunus Emre HASKILIÇ, Asaad KASABASHİ Eutanasia sözcüğü Grekçe’den gelmektedir. Eu: İyi, güzel; Thanatosis: Ölüm anlamındadır. Romalı tarihçi Suetonius “Euthanasis” sözcüğünü ilk kullanan yazardır. Antik Yunan’da özellikle asillerin hasta bir beden içinde görünmesinin alçaltıcı olduğu düşüncesi, ötenazinin uygulanmasındaki en önemli etken olmuştur. Antik çağın aksine, Hristiyanlığın yaygınlaşmasıyla birlikte ötenazi uygulama alanını kaybetmiş, bu durum Reform ve Rönesans hareketlerinin ortaya çıkmasına kadar devam etmiştir. Dönemin batı dünyasında, ötenazinin fazla uygulanmamasının nedenleri arasında, devletlerin yaptırım gücü ve insanların hissettikleri Tanrı korkusu gösterilebilir. Pek çok Avrupa ülkesinde ötenazinin sözlüklere girdiği dönem 17. yüzyıl olarak görülmektedir. Yirminci yüzyıllın ilk yarısında ötenaziye izin veren çeşitli kanun çıkarma girişimleri başarısızlığa uğrarken, aynı yüzyıllın ikinci yarısından sonra kimi devletler kanun yapma yoluyla ötenaziye onay vermişlerdir. 1980’li yıllardan itibaren Hollanda’da hem aktif hem de pasif ötenazi, A.B.D.’de ise sadece pasif ötenaziye izin verilmeye başlanmıştır. Son yıllarda ise Hollanda ve Belçika ötenaziyi hukuka uygun hale getiren yasalar çıkarmışlardır. Ancak ötenazinin uygulanabilirliği etik açıdan tartışılmakta olduğundan ülkemizde ötenaziye izin veren bir yasa bulunmamaktadır. Acil Tıbbın Tarihi Salih EMRE, Salah HSSO, Engin Zafer TERZİ, Ahmet TEZCAN Acil Tıp, kişilerin sağlık sorunlarında ölümleri ve kalıcı sakatlıklarının önlenmesinde gerekli olan hızlı müdahale ve hızlı karar vermeyi içeren bir bilimdir. Akut hastalıklarda ve yaralanmalarda eğitilmiş hekimler, hastanın sürekli hazır ve uygun stabilizasyonunu, değerlendirilmesini, tedavisi ve yönlendirilmesini sağlamak için çalışır. Acil tıp hem acil servislerde hem de hastane öncesi verilen hizmetleri kapsamaktadır.Acil Tıp sürekli ve hastanın talebine göre devam eden bir bakımdır. Bugün bildiğimiz anlamdaki acil servisler ve acil tıbbi hizmetlerin başlangıcı 1960 yıllarda başlar. İlk olarak ABD’de ayrı bir uzmanlık dalı olarak ortaya çıkması nedeniyle dünyadaki gelişimi ABD’deki gelişimine paralel olmuştur. 1993 yılına kadar Türkiye acil tıp sistemi içinde “gelişmemiş ülkeler” arasında görülüyordu. Türkiye’de acil tıbbın gelişimi gerçek anlamda 1990 yılında İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi’nin (DEÜ) daveti ile Türkiye’ ye gelen ABD’ li bir Acil Tıp Uzmanı olan Dr. John Fowler’ın DEÜ Hastanesi Acil Servisi’nde çalışmaya başlaması ile oldu. Dr. John Fowler’ ın etkin çabaları sonucu 1993 yılında acil tıp uzmanlığı ayrı bir uzmanlık dalı olarak kabul edildi ve aynı yıl Türkiye’de iki acil tıp anabilim dalı kuruldu (Dokuz Eylül Üniversitesi ve Fırat Üniversitesi).

Firavunun Laneti Aslı ALKAN, Şebnem ŞAKAR, Gizem Pınar SUN, Emine ERİŞMEN Tutank Amon. Eski Mısır’ın en genç yaşta ölen firavunu. M.Ö. 1334-1315 yılları arasında yaşamış firavunu lahitine yerleştirenler, onu akıllara durgunluk veren bir savunma mekanizmasıyla kuşatmışlardı. Henüz 9 yaşındayken tahta geçip 19 yaşında ölümüyle tahttan inen firavunun mezarı ölümünden binlerce yıl sonra, 1922’de büyük bir tantanayla açılır. İngiliz arkeolog Howard Carter, Tutank Amon’un mezarına girip duvardaki hiyerogliflere göz attığında şu cümleyi okuyacaktır: “Ölüm, firavunların huzurunu bozanı kanatlarla katledecektir”. Binlerce yıl kapalı kalan mezarın açılmasından kısa süre sonra, kazıya katılan en az üç düzine araştırmacı ard arda hayatlarını kaybederler. İlk teşhis “kan zehirlenmesi”dir. Arkeoloji dünyası uluslararası kamuoyunda hızla yayılmaya başlayan “lanet” söylentilerini ısrarla reddeder, fakat beklenmedik ölümlere mantıklı bir açıklama da getiremez. Firavunun mezarıyla bir şekilde teması olanların ani ölümleri, sonraki günler ve haftalarda da şaşırtıcı bir sıklıkla devam eder. Bazı araştırmacılar -Carter gibi- kazı sonrasında çok ağır ateşli hastalıklar geçirir; ancak ölümü yenerek normal hayatlarına devam ederler. Yapılan çalışmalarda mezar odasıyla herhangi bir şekilde teması olan insanların ciğerlerinde özel bir mantar hastalığının geliştiği fark edilir. Vücuda girdikten sonra yüksek ateşe yol açan Aspergillus flavus adlı bu mantar, kişinin solunum sistemini kilitliyor ve boğularak ölmesine yol açıyor. Uzun süre uykuda kaldıktan sonra gerekli ortam oluştuğunda tekrar ve daha etkin bir biçimde geri dönebiliyor. Hastalığın etkili olmasındaki en önemli nokta ise; bu mantarın hastalığa ilk yakalananlarda önce hafif belirtiler göstermesi ve bu sırada başka canlılara da yayılması, ve ardından şiddetli belirtilerle ölüme yol açmasıdır.

Page 37: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010Özet Kitabı

37

Gevher Nesibe Darüşşifası Oğuzhan YÜRÜK, Mehmet Akif TÜRKER, Muhammet ERGÜL, Gökhan SARIKIR Anadolu’da yapılmış tıp medreseleri içinde en seçkini ve en erken tarihlisi; Gevher Nesibe Sultan Tıp Medresesi ve Darüşşifası’dır.Fakat bu önemli yapıtın tıbba katkıları pek bilinmemektedir.Kayseri’de bulunan bu tarihi yapıt sadece tıp okulu şeklinde değil,hamamı ve diğer üniteleri ile bir tıp kompleksi şeklinde planlanmıştır.İlk kurulduğunda kadrosunda iki hekim,bir cerrah,bir göz hekimi,bir eczacı ve bir idareci bulunduran bu darüşşifanın; yapılan tarihi araştırmalar neticesinde tıp ve eczacılık bilimine önemli katkılarının bulunduğu ortaya çıkmıştır.

Tarihteki İlk Obsesif Kompulsif: Howard Hughes Betül Nur ALTUNTAŞ, Aylin GÜNGÖR, Büşra GÖRMEZ Çağımızda psikolojik hastalıklardan muzdarip olanların sayısı epeyce artmıştır. İnsanların yaşamını oldukça etkileyen ve kurtulmak istedikleri hastalıklardan biri de obsesif kompulsif bozukluklardır. Obsesyon irade dışı gelişen saplantılar, kovulamayan tekrarlayıcı düşünceler ; kompulsiyon ise bu saplantılı düşünceleri kovmak için irade dışı yinelenen hareketlerdir. Hastalar çoğu zaman; yapılan etkinliğin asıl amacını unutturacak derecede ayrıntılar ile uğraşı ve işin bitirilmesini zorlaştıran mükemmeliyetçilik gösterirler. Peki tarihte keşfedilen ilk obsesif kompulsif kimdir? Projemizde Howard Hughes, onun ilginç hikayesi konu alınarak; yaptığı filmler ve yaşam tarzı üzerinden bu hastalığın keşfi anlatılacaktır.

Atatürk’ün Üniversite Reformu ve Tıp Alanına Etkileri Sinan Murat BOZ, Burcu ERTÜTEN, Ş.Şeyma KARAYILAN, Serkan SUYABAKTürk gençliğinin milli bilince sahip ve modern kültürlü olarak yetişmesini amaçlayan Atatürk, 1933 yılında ‘‘Üniversite Reformu’’ nu gerçekleştirmiştir. Bu reformla birlikte gerek İstanbul’da gerek Ankara’da ve ilerleyen yıllarda diğer illerde birbiri ardına üniversiteler açılmış, bu dönemde laboratuarlar ve kütüphaneler geliştirilmiş Türkiye dünya literatürü ile tanışmaya başlamış Avrupa’yı etkileyen yeni fikir akımları yurt dışından gelen hocalar yoluyla ve dönemin Türk hocalarının da katkılarıyla Türkiye’ye girmiş,bilimin pek çok alanında gelişmeler yaşanmıştır. Gelişmelerden en çok etkilenen alanlardan biri de tıp olmuştur. Projemizde, Atatürk’ün üniversite reformuyla Türkiye’ ye gelen bilim adamlarının tıp alanında yapmış olduğu yeniliklerin geçmişteki önemini ve günümüze yansımalarını ortaya koymayı amaçlıyoruz. Türkiye’nin pencerelerini Batıya açmış ve ülkemizde evrensel ölçülerde bilimsel çalışmalar yapılmasına katkıda bulunmuş bilim adamlarının hayatlarını ve çalışmalarını ortaya koyarak günümüz modern tıbbının temellerinin nasıl atıldığını göstermek istiyoruz.

Osmanlı’dan Cumhuriyete Tıp Kurumlarının Serüveni Haydar KAYALI, Rashed EL ABED, Yavuz Emre PARLAR Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne her alanda olduğu gibi tıp alanında da köklü değişiklikler yaşanmıştır. Avrupa’da tıp alanında yaşanan gelişmelerden etkilenen ve bu alanda gelişmeleri takip etmeye çalışan Osmanlı Devleti’nde temelleri atılan tıp kurumlarının, modern Türkiye’nin kurulmasıyla beraber yurt çapında sağlık hizmetlerinin yaygınlaştırılması prensibiyle gelişmelerine önem verilmiştir. Kurumların geçmişleri ve gelişim çizgilerinde hangi noktalardan geçtikleri, günümüzdeki durumu belirleyen önemli parametrelerdendir. Geçmişte karşılaşılan zorluklar,yapılmış doğru işler ve hatalar bugüne rehberlik etmede önemli işlev görür.Ayrıca ülkemiz tıbbına katkı yapmış insanları hatırlatmak ve örnek alınacak rol modeller önermek yeni nesillerin gelişiminde önem arz edecektir. Savaşların Kaderini Değiştiren Salgın Hastalıklar Furkan DONBALOĞLU, Oğuzhan KARAMAN, Mehmet ÇİFTÇİ, Selkan AHMETOĞLU Şüphesiz ki savaşlar tarihte çok önemli bir yere sahiptir.Geçmişimizi değiştiren ve günümüze yön veren savaşlara biz de tıbbi açıdan yaklaştık.Örneğin; birçok insanın hayatını kaybettiği 1. Dünya Savaşı’nda, İspanyol gribinin etkisi göz ardı edilemez.Yine tarihte birçok kez, düşmanı savaş dışı bırakmak için kasıtlı çıkarılan hastalıklar da olmuştur. Bu gibi ancak daha az bilinen ve daha ilginç örneklerle projemizi hazırladık.

Şans Eseri Bir Nobel’den PET’e Galiye Aylin TOLUNAY, Erkan Arda ABACI, Mustafa UYANIK Wilhelm Conrad Röntgen, 8 Kasım 1895 günü laboratuarında çalışırken gözlemlediği ilginç fenomenin, dünya bilimine neler kazandıracağını henüz kendisi de bilmiyordu. 1890’lı yılların ortalarında çoğu araştırmacı gibi o da katot ışın tüplerinde oluşan lüminesans olayını incelemekteydi.Bu deneyleri sonucunda mat yüzeyden geçebilen yeni bir ışın tanımladı ve cebirde bilinmeyeni simgeleyen x harfini kullanarak x ışını ismini verdi. Buluşunun 28 Aralık günü, Würzburg Tıbbi Fizik Derneğine “Yeni bir ışın tipi ; Preliminer bildiri” başlıklı ilk yazısıyla bildirdi. Dernekte yaptığı sunum 23 Ocak 1896’da gerçekleşti. Ne olduğu bilinmeyen bu ışına X- ışını adı verildi ve sonraları Röntgen’in buluşuna atfen bu ışınlar Röntgen ışınları olarak anılmaya başlandı. Çalışmaları sırasında eşi Bayan Röntgen’in ve bildirisi sırasında ünlü Anatomist Albert van Köllicer’in bir fotoğraf kaseti üzerine X - ışınları ile görüntülediği eller Türk-Yunan savaşında yani çok geniş bir coğrafyada askerlerin vücudundaki kurşun ve şarapnel parçalarının yerlerinin belirlenmesinde kullanılarak geliştirildi. X- ışınlarının bu kadar yaygın olarak kullanımının ve geliştirilmesinin sebebi de, 1901’de Nobel ödülüne layık görülen Röntgen’in bu buluşunun tüm insanlığın hizmetinde özgürce kullanılabilmesi için patent altına alınmasını reddetmesiydi. Bu ışınlar tanı amaçlı kullanılırken ortaya çıkan biyolojik etkiler bilim adamlarının dikkatini çekti. Zaman içinde, X-ışınlarının insan cildinde eritem ve kuru ve ıslak deskuamasyona yol açtığı keşfedildi. Ayrıca epilasyonun görülmesi ve uzun süreli uygulamalarda görülen ülser ve nekrozlar X- ışınlarının cilt ve dokulardaki tahrip edici etkilerini ortaya koymaktaydı. Bir çok klinisyen X-ışınlarını ve radyumu dermatolojide kullanmaya başladı. Yan etkilerine rağmen günümüzde X-ışınları diagnostik amaçlı olarak, 1970’lerde EMI Ltd.’nin araştırma laboratuarlarında Godfrey Hounsfield tarafından geliştirilen bilgisayarlı eksenel tomografide ve daha yeni bir yöntem olan Pozitron Emisyon Tomografisi’nde (PET) kullanılmaktadır.Biz de projemizde X ışınlarının basit el röntgenleriyle diagnostik amaçlı başlayan macerasının, tarihsel süreç içinde PET gibi karmaşık tanı araçlarına kadar ulaşması sürecini sizlerle paylaşmak istedik.

Tarihteki Pandemiler Serdar BARAKLI, Ahmet AKÇAY, Mehmet Ali TÜZ, Berkan AKTUĞ Uzak Doğu’dan kaynaklanan ve hala ölümlere neden olan kuş gribi salgının ardından önce Meksika da görülen ve bazı ülkelere de yayılan domuz gribi salgını büyük korku yaratırken, salgın hastalıkların tarihsel süreçte toplumların bile ortadan kalkmasına neden olduğu bilinmektedir. Sıtma, veba, frengi, çiçek, tifüs, kolera gibi bulaşıcı ve salgın hastalıklar geçmişte büyük acıların yaşanmasına neden olmuştur. Çeşitli kaynaklardaki bilgilere göre tarih boyunca milyonlarca insanın ölümüne yol açan sıtmaparazitlerinin insanlık tarihinin başladığı zamandan beri var olduğu biliniyor. Örneğin birçok düşünür tarafından insanlıkla birlikte var olduğuna inanılan bir hastalık olarak nitelendirilirken antik Mısır, Çin ve Hindistan el yazmalarının birçoğunda bu hastalıktan bahsediliyor olması dikkati çekiyor. Cüzzam hastalığının kayıtların MÖ 600’lü yıllara ait olduğu belirtiliyor. Tifüs de önemli salgınlar yapmıştır. Özellikle Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu’nda salgın hastalıklar nedeniyle olan ölümlerde tifüsün en yüksek orana sahip olduğu görülmektedir. Ayrıca İkinci Dünya Savaşı sırasında özellikle Alman tutsak kamplarında da yaygınlık kazanmıştır. Çiçek hastalığı; 30 Yıl Savaşları sırasında Avrupa´da tam 60 milyon insanı; 18. yüzyılda Avrupa hükümdarları da dahil olmak üzere 60 milyon insanı öldürmüştür. Yalnızca 20. yüzyılda tahminen 300 milyon insan çiçek hastalığından ölmüştür. Ama virüs tümden yok olmamış, dünya üzerinde iki noktada resmi olarak çiçek virüsü depolanmıştır. Bu depolar Dünya SağlıkÖrgütü’nün (World Health Organizaton [WHO]) yüksek güvenlikli laboratuvarlarıdır ve biri Birleşik Devletlerde, diğeri ise Sibirya’dadır. Bazı hastalıkların izlerini şu an görmesek bile hastalık etkenlerinin çeşitli yerlerde saklandığını bilmekteyiz. Bu da insanların aklında biyolojik silah olarak kullanılabileceği şeklinde soru işareti bırakmaktadır. Ayrıca bugünkü bilgiler ışığında bazı salgın ve ölümcül hastalıkların hala devam ettiği gerçeğinden, tarihte yaşanan örneklerden elde edilen veriler ışığında çeşitli önlemler geliştirmenin önemi görülmüştür.

Elmas Bir Gözdür Yürek... Melike ARSLAN, Ezgi YILMAZ, Halit BACI Tüm insanlık tarihi boyunca kalp, mucizevî bir organ olarak algılanmıştır.Yeryüzündeki tüm kültür ve medeniyetlerde hayatın ve canlılığın kaynağı olduğu

Page 38: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010Özet Kitabı

38

kadar sevgi, dostluk, yardımseverlik, güven ve cesaretin simgesi olarak kabul edilmiştir.Belki de tüm bu nedenlerden dolayı kalbe dokunulmamış; kutsal görülerek açılması, cerrahisi imkânsız olarak görülmüştür. Başlangıcından 87 yıl sonra insan hayatını idame ettirecek kadar ilerleme gösteren kalp cerrahisinin, tıp tarihine girişinden sonra gelişimi büyük bir patlama göstermiştir. Sadece yeni tekniklerin geliştirilmesini sağlamakla kalmamış aynı zamanda tıp ve teknolojinin hemen her dalında yeni aşamaları da beraberinde getirmiştir. 21. yy.ın başlangıcında olduğumuz bu zaman diliminde kalp cerrahisinin yolculuğunun henüz tamamlanmadığını ve aksine yapay kalp ve minimal invaziv girişimlerin olduğu yeni boyutlara doğru yol aldığını görmekteyiz.

Tıp Tarihinde Beş Yıldız Emre LEVENTOĞLU, Melih AKYÜZ, Mustafa ANĞI, Ulaş Yalım UNCU Bu projede tarih boyunca bilim insanlarının ve hekimlerin tıp bilimine yapmış olduğu pek çok katkı arasından beş önemli buluş olan aşı, in vitro fertilizasyon (IVF), insülin, aspirin ve elektrokardiyografi (EKG) seçilmiş ve bu buluşların kimler tarafından nasıl gerçekleştirildiği anlatılmıştır. Bu proje ile günümüz tıp dünyasını bugün sahip olduğu imkânları nasıl elde ettiğini düşünmeye yönlendirmek amaçlanmış ve tıbba katkı sağlamanın önemi vurgulanmaya çalışılmıştır. 3H Sendromu “Hastayım,Hekimim,Haklıyım!” Özge ZORLU, Mücahit ÜNAL, Abdullah Tarık ASLAN, Veli ÇETİNASLAN Hekimlik, tarihsel süreç boyunca tüm toplumlarda en saygın mesleklerden biri; hekimler ise kendilerinden doğruluk, güvenilirlik ve insancıllık gibi iyi özelliklere sahip olması beklenilen kişiler olmuşlardır. Süreç içerisinde, hastanın yatağının başucunda yapılan tıbbi uygulamalar, hastanelere; hekim ise hastalarına yalnızca bilim ve teknolojiyle hizmet verme eğilimine yönelmiştir. Bu durum ilerleyen zamanda hekimlerin halktan kopmalarına neden olmakla birlikte hastaların hekime saygı gösterme, talimat ve önerilerine koşulsuz ve sorgusuz uyma gibi tutumlarını güçleştirmiştir. Zaman içinde tıp mesleği insanlara yardım etme güdüsünü kaybetmeye başlamış ve hastalar bilimsel bilginin değerini bildikleri halde, verilen bakım hizmetlerinden şikayet etmeye başlamışlardır. Geçmişten günümüze her zaman için hekim ve hasta arasında eşit olmayan bir güç farklılığı var olmuştur. Bu güç dengesizliğini kontrol etme sorumluluğu ise her zaman hekimde olmuştur. Toplumsal yapısını babacıl tutum biçimlerinin belirlediği öteki ülkelerde olduğu gibi, ülkemizde de hekim-hasta ilişkisinde hekim genellikle ilişkideki yetke öğesidir. Oysaki hekimin, hastasının değerlerini dikkate alarak tedavi yöntemini seçmesi ve olası riskler konusunda hastayı bilgilendirmesi kadar, hastanın da bu bilgileri talep etmesi, kendi değerleri açısından en uygun olanı seçmesi ve bu süreçteki haklarını bilerek, gerektiğinde talep etmesi “karşılıklı katılım” türünde bir ilişki için ön koşuldur. Biz bu projeyle geçmişten günümüze hasta-hekim ilişkisinin hangi yönde ve nasıl değiştiğini, bu değişimle birlikte ortaya çıkması kaçınılmaz olan hasta ve hekim haklarının günümüze kadar ne yönde geliştiğini ortaya koyacağız. Hemodiyaliz: Geçmişten Bugüne Hakan KÜÇÜKER, Murat BAYAV, Orhan AYAN Hemodiyaliz, böbrek yetmezliği durumunda hastaların kanında biriken üre, kreatin gibi metabolik artıklar ve fazla suyun kandan ayrılması için kullanılan 3 yöntemden (peritonal diyaliz, böbrek nakli ve hemodiyaliz) biridir. Çözeltilerin yarı geçirgen bir zar üzerinden difüzyonu ilkesine dayanmaktadır. Peki ama hemodiyaliz makineleri nasıl bulundu, günümüze kadar ne gibi değişiklere uğradı? Hemodiyaliz makinelerini kullanan birçok kişinin, bu konuyla ilgili çok az fikri bulunmaktadır. Çok değil, bundan 50 yıl öncesine kadar böbrek yetmezliği olan hastaların yaşam standartları çok düşüktü. Günümüzde, nefrolojinin de hızla gelişen bilimden nasibini alması ve yeni tıbbi cihazların icadı sonucunda bu hastaların da günlük hayatlarına normal şekilde devam edebilmeleri sağlanmaktadır. 1960’larda kullanılan hemodiyaliz yöntemleri, günümüze kadar gelişen bilimden nasibini ne ölçüde aldı, ne gibi değişiklikler geçirdi? Bu değişim, hastaların sağlık durumlarına ve sosyal hayatlarına ne gibi faydalar sağladı? İşte bu sorular ve cevapları projemizin konusunu oluşturmaktadır.

Evrenden İnsana Dört Unsur Teorisi Hatice Kübra PARLAR,Sümeyye KAMAOĞLU, Merve DENİZLİ, Ünal KARACA Evrenin temel maddesi ve nasıl oluştuğu konusunda tarih boyunca insanlar tarafından ileri sürülmüş bir çok fikir bulunmaktadır.Doğa düşünürü Empedokles de evrenin dört unsurdan(ateş,su,toprak,hava) oluştuğunu savunmuştur.Bu konunun bizim ilgimizi çeken kısmını ise Hipokrat’ın bu teoriyi benimseyip insan bedenine uygulaması oluşturmaktadır. Hipokrat vücutta kan, balgam, kara safra, sarı safra olarak isimlendirilen dört sıvının bulunduğunu, yenilen, içilen gıdaların bu dört sıvıya dönüştüğünü savunmuştur. Modern tıptaki homeostazis kavramına da uygun olarak bu dört sıvının maksimum denge içinde olmasının sağlık için gerekli olduğunu düşünmüştür.Hastalık tedavisini de bu teoriye dayandırmış, tedaviye; drog, diyet, kan almak, lavman yapmak - boşaltım, kusturucu, idrar söktürücü ilaçlar vermek gibi somut yöntemler sokmuştur.Ayrıca dört unsur teorisi İslam tıbbında da İbn-i Sina tarafından işlenmiş, konuya değişik yorumlar getirilmiştir.Biz de projemizde tıp tarihinde önemli bir yeri olduğunu düşündüğümüz bu konunun ortaya çıkışını, dayanak noktalarını ve bunlardan yola çıkarak modern tıpla ne ölçüde örtüştüğünü görmeyi amaçladık.Tıp tarihi açısından dört unsur teorisi Doğu ve Batı tıbbında yaklaşık 2500 sene yürürlükte kalması, günümüzde ise bazı yönleriyle halk tıbbında yaşamaya devam etmesi gibi nedenlerle her zaman ilgi çekici bir konu olmaya devam edecek. Çağların Gizemli Dokunuşu: Refleksoloji Alper ALNAK, Özlem Dilara AYDIN, Sümeyye KARASAKAL, Abdullah SÜRÜCÜ Yaklaşık on iki bin yıllık bir geçmişi olan refleksolojinin ilk uygulama yeri geleneksel tıbbın doğuş ve uygulama yeri olan eski Çin ve Mısır’ dır. Modern tıbbın gelişimiyle artık “complementery medicine (tamamlayıcı tıp)” sınıflamasına dahil olan refleksoloji, ayaklarda bedenin tüm bölgelerine, organlarına ve sistemlerine karşılık gelen refleks noktaları olduğu ve bu noktaların beden anatomisinin aynası olduğu prensibine dayanan bir sanattır. Özel el ve parmak teknikleriyle refleks noktalarına uygulanan baskı, stresin azalmasını sağlayarak bedende fizyolojik değişikliklere yol açarak vücut fonksiyonlarının normale dönmesi ile insana rahatlama hissi veren bir yöntemdir. Bu yöntem oldukça eski olup temel olarak eski insanların, maymun türlerinin davranışlarını gözlemlemesi ve bundan esinlenmesiyle ortaya çıkan bir tedavi yöntemidir. Zira bugün de, bir çok maymun türünün çeşitli stres koşulları altında hem kendi hem diğer maymunların el ve ayak tabanlarını ovuşturup kaşıdıkları bilimsel bir gerçektir. İnka ve Çin medeniyeti migren, bel -boyun fıtığı gibi nörolojik hastalıklar başta olmak üzere tiroid disfonksiyonları ve mide rahatsızlıkları gibi diğer hastalıklarda da bu yöntemi uygulamışlardır. Bunun yanısıra refleksoloji terapisinin bireyi günlük stres ve anksiyeteden uzaklaştırıp rahatlattığı bilinmektedir. Anestezi ve Tarihçesi Gamze KURTULUŞ, Selin KAHRAMAN, Aysun YÜCEL, Hüseyin KAYA Anestezi kelimesi eski Yunan’dan gelmektedir. “Aesthesia” “duyu”, “An” ise olumsuzluk eki olan “siz”dir. Bu şekilde “Anesthesia” duyusuzluk, baska bir yorumla; ağrısızlık yada ağrı duyusunun kaldırılması olarak özelleştirilebilir. İnsanlık tarihinin yaşam mücadelesi içindeki en önemli kısmı fiziksel ağrıya karşı verdiği sürekli cevaptır. Bu hikaye oldukça dramatik bir hikaye olup şu anda gelinen nokta pek çok deneyimin ve ayrı ayrı kazanılmış zaferlerin tümüdür.

Onlar İmkansız Sözcüğünü Hiç Sevmediler Göktürk GÜGÜNAĞAOĞLU, Yusuf Cihan DİRİM, Ahmet DEMİR Projemizde tarihe damga vurmuş birkaç sporcuyu inceledik. Fakat bu sporcuların farklı olmasını sağlayan bir şey vardı: Onlar, spor yapmalarına engel olan tıbbi nedenlere rağmen branşlarında zirveye çıkmayı başarmışlardı. Bu projede “Azmin zaferi” sözünü tam anlamıyla doğrulayan örnekler bulacaksınız. İnanıyoruz ki bu inanılmaz sporcuların hayat hikayelerini okuduktan sonra; “imkansız”ın abartılı bir sözcük olduğuna sizler de inanacaksınız. “Piçhane” Özlem BAYRAK, Marzia HAKIMI, Esra ÇOLAK “1892 yılının İstanbul’unda ilk kez bir Viladethane açılır. Açan da Paris’te eğitimini

Page 39: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010Özet Kitabı

39

tamamlamış olan Besim Ömer Paşa’dır.”Açılır” dedik ama bu hiç de kolay olmaz. 1885’te de Vehbi Bey bir viladethane açma girişiminde bulunmuş ama saraydan izin çıkmayınca tüm çalışmalar rafa kaldırılmıştı. Geçen 7 yıl içinde birçok kadın doğum anında ölürken, bir o kadar da çocuk sakat kalır. Besim Ömer Paşa belli çevreler tarafından hakarete uğrar, Cağaloğlu’ndaki evi taşlanır. Bunun nedeni PİÇHANE kurmasıdır.”Hangi kadın gider oraya doğum yapar, elbette doğacak çocuğun babası belli olmayan.” Böyle düşünür kimileri Besim Ömer Paşa’yı şeytan ilan ederler. Evet, viladethane ‘doğumevi’ demektir ve onun kuruluşunda öncülük yapan Besim Ömer Paşa da kadın doğum uzmanı olan bir biliminsanıdır.” Sunay Akın böyle bahsediyor Anadolu’da kurulan ilk kadın doğum evinden. Bizim bu projede amacımız bu ülkede bir kadın doğum evi açılırken bile ne kadar zorluk yaşandığı gerçeğini gözler önüne sermektir. Ayurveda Tuğba POLAT, Alican GÜNEŞ, Oğuzhan TÜRKSAYAR, Ozan UYAN Ayurveda veya Ayurvedik tıp Hindistan’ın alt kıtasında ortaya çıkan antik bir sağlık sistemidir. Günümüzde Hindistan, Nepal, Sri Lanka’da uygulanmaktadır. Çin ve Tibet tıp sistemleri üzerinde etkileri olmuştur. Konvansiyonel tıpta ilaçlar hastalığın mikroorganizmalar gibi spesifik nedenlerini yök etmeye yönelik geliştirilirken Ayurvedik tıpta hastalığın, bedenin hastalığa yönelik dayanıklılığını azaltan bedensel ve zihinsel unsurlardaki dengesizlikten kaynaklandığına inanıldığından, dengesizlik düzeltilerek bedenin savunma mekanizması bitkisel formüllerle güçlendirilir.Ayurvedik tıbbın ana kavramlarının başında bedenin “doşa” denilen üç ana tipe ayrılması gelir.. Bunlar; Vata, Pitta ve Kaffa’dır. Ayurvedik hekimler çeşitli teşhis yöntemleriyle kişide hangi doşanın ağır bastığını tespit eder. Mustafa Behçet Efendi’nin Tıp Dünyasındaki Yeri Çağlar ÇETİN, Çağlar ÜSTÜN, Alihan KOKURCAN, Seyit Ali Murat ÇEKİL Tıp dünyasına büyük yenilikler getirmiş olan Mustafa Behçet Efendi 1774 yılında doğdu.Osmanlı saray hekimlerinden olan Mustafa Behçet Efendi, Tıbbiye’nin kurulmasında emeği geçmiş, tıp ve tabiat bilimlerinin önemli eserlerinden bazılarını Türkçe’ye çevirmiştir. Divan-ı Hümayûn katiplerinden Mehmed Emin Şükühi Efendi’nin oğlu, Hekimbaşı Abdülhak Molla’nın ağabeyi, Abdülhak Hamid’in büyük amcasıdır. Büyük bir ihtimalle Süleymaniye Tıp Medresesi’nde okuduktan ve hekimlik deneyimi kazandıktan sonra, 1791’de Sinan Ağa Medresesi Müderrisliğine, 1796’da saray hekimliğine, 1803’te Padişah III. Selim’in hekimbaşlığına getirildi. 1807’de Padişah III. Selim’in tahttan indirilmesi üzerine bu görevine son verildiyse de, on yıl sonra, Padişah II. Mahmud zamanında yeniden hekimbaşı yapıldı. Doğu ve Batı dillerinden birçoğunu kendi çabasıyla öğrenen Mustafa Behçet Efendi, 18. yüzyılın ünlü tabiat bilginlerinden Buffon’un “Genel ve Özel Tabiat Tarihi” adlı 44 ciltlik dev eserinin iki kitabını, Arap tarihçi Abdurrahman B. Hasan el-Ceberti’nin Fransız işgali altındaki Mısır’ın birkaç yıllık tarihini günü gününe tutulmuş notlarla anlatan eserini de Türkçe’ye kazandırmıştır. Bu arada, eski çağlardan kalma tedavi yöntemleriyle ilaçlar derlemek amacıyla yazmaya başladığı ve ancak 850 sırrı derleyebildiği “Bin Sır” adlı kitabı ölümü üzerine yarım kalmış, kardeşi Abdülhak Molla’nın bitirmeye çalıştığı bu eseri tamamlayarak yayına hazırlayan, Abdülhak Molla’nın oğlu Hayrullah Efendi olmuştur. 1834 yılında ölmüştür. Tıp Bayramının Tarihçesine Farklı Bir Bakış Çise TÜCCAR Tıp fakültesine adım attığımızdan beri her birimiz ‘Tıp Bayramı’nın bir parçasıyız. Ama bu gün hakkında ne kadar bilgiye sahibiz? İşte bu cümle projemizin çıkış noktası oldu. Projemizde amaç; çağdaş tıbbın dönüm noktalarını,bunlarda payı olan kişileri ve modern tıbbın gelişme kaydetmesi ile tıp bayramının kutlanması arasındaki bağlantıyı incelemektir.Proje kapsamında Tıp Bayramının geçmişteki gelişimini ve günümüzdeki önemini birlikte inceleyerek Tıp Bayramına farklı bir bakış açısıyla yaklaşmaya çalıştık. Transplantasyonda Yedek Oyuncu: Türkiye Merve ÖZCAN, Caner COŞKUN, Sedat Can GÜNEY, Zeynep BAŞÇI Ülkemizde organ bağışı bir tabu olarak görülmekte ve organ bağışı oranı ihtiyacı karşılamamaktadır. Bunun gerekçesi ise halkımızın ve hatta doktorlarımızın yeterli bilgi ve bilince sahip olmamasıdır. Biz de bu sorunun farkına vararak organ nakli ve bağışına dikkat çekmek, bu konudaki farkındalığı ve bilinci artırmak amacıyla

bu konu üzerinde çalışmaya karar verdik. Çalışmalarımıza organ nakli tarihini araştırarak başladık. Bizce tarihi süreci bilmek, bu konuda temelden bir bilgi birikimine varmak farkındalık yaratmak amacıyla ilk ve temel adımdı. Ülkemizdeki süreç ise üniversitemizde ilk transplantasyon ünitesini kuran ve ilk böbrek transplantasyonunu yapan Prof. Dr. Mehmet Haberal ile başladı. Projemiz dahilinde organ naklinin ülkemiz koşullarındaki teknik, sosyal ve yasal gelişimini araştırarak; bu konuda attığımız adımları, başardıklarımızı ve başaramadıklarımızı inceledik. Sonuç olarak, gelişmelere rağmen bu konuda katetmemiz gereken çok yol olduğunu gördük ve buna yönelik birtakım çözüm önerileri sunduk

Bak Sen Şu Doktora Atike Burçin TEFON, Döndü Nilay PENEZOĞLU, Büşra Döndü YAMAN, Mustafa ODLUYURT Tarih süresince çok ilkel koşullar altında bile birçok deney yapılmış ve günümüz bilimsel çalışmaları bu eski deney ve çalışmaların birer meyvesi olmuştur. Günlük hayatımızda bilimsel olarak bile değerlendirmediğimiz, internet sitelerinde okuyup eğlendiğimiz çeşitli deneylerin aslında bilimsel açıdan birer eser olduğunu göstermek ve aynı zamanda bu deneylerin tarihsel süreçte değişimlerini, gelişimlerini sunmak amacıyla seçtiğimiz bazı örnekleri sizlerle paylaşmak istedik. Zimbardo deneyi: Stanford Hapishane Deneyi, herhangi bir sadist eğilime ya da psikolojik rahatsızlığa sahip olmayan sıradan insanların, hapishane gibi katı kuralların ve disiplinin hakim olduğu bir ortama girmeleri durumunda birbirleri ile ne türden ilişkiler geliştireceklerine odaklanıyordu. (1961-Yale Üniversitesi) İkinci Dünya Savaşı deneyleri: Sünya savaşı döneminde Nazi doktorları toplama kamplarında insanlar üzerinde bir çoğu kalıcı hasar bırakan hatta ölümle sonuçlanan deneyler yaptılar. Bu deneyler gerek etkileri gerek yapılışları olsun hala büyük yankı uyandırmaktadır. Dünya’da ve Türkiye’de Uyku Çalışmalarının Tarihçesi Esra MOUSTAFA, Selin AVLIYAOĞLU, Özge CİNDEMİR, Sümeyye AYKON Hayatımızın yaklaşık üçte birlik bir bölümünü harcadığımız uykunun gizemini çözmek için insanoğlu asırlar anlaşılmaya ve anlatılmaya çalışılmıştır.Uyku hakkında bilinen ve tahmin edilen tüm özellikler uyku tanrısı Hipnoza atfedilmiştir.Tek tanrılı dinlerde de uyku hakkında ilginç bilgiler mevcuttur. Bilim dünyasındaki kayıtlarda bir çok büyük düşünür, Aristo, Hipokrat, Freud ve Pavlov uyku ve rüyanın psikolojik ve fizyolojik temellerini açıklamaya çalışmıştır. Uykunun bazı uyaranlarla geri döndürülebilen bir bilinçsizlik hali olduğu anlaşıldıktan sonra bilinç durumu ve beyin elektrofizyolojisi ile ilgili çalışmalar hız kazandı.insan EEG sinin de ilk kez Hans Berger tarafından çekilmesinden sonra gelişmeler çok hızlandı. Gerçek anlamda uykuda gözlenen parametreler üzerinde çalışıldı. Sağlıklı uykunun sırları çözülmeye başlandığında uyku bozukluklarındaki değişikliklerin kayıtları da merak edilmeye başlandı. Gözlemlere dayanan bilgilerin bilimsel olarak değerlendirilmesi aşamasına geçildi. Beyaz Önlük ve Tarihçesi Mevlüt APAYDIN, Tamer YOUNIS, Tevfik AŞGIN ‘Beyaz önlük’ hipertansiyonu, hastaların kan basıncının hastane ortamında normalden daha yüksek bulunması durumuna verilen addır. Bu ve benzeri adlandırmalarda da görüldüğü gibi beyaz önlük, hekimliğin ve sağlık hizmetlerinin en önemli sembollerinden biridir. ‘Beyaz Önlük Giyme Töreni’yle başlayan tıp eğitimimizin bir parçası olan bu kongreye, beyaz önlüğü ve tarihçesini araştıracağımız bir projeyle katılmaya karar verdik. Bu geleneğin köklerinden günümüze uzanışını, beyaz önlüğe yüklenen anlamlarla beraber araştırıp irdeleyeceğiz.

Tıp Bayramı ve Tarihçesi Ekin Zeynep ALTUN, Ceren TUFAN, Gözde KESKİN, Caner ÖZTÜRK Ülkemiz tam anlmıyla bir ‘önemli gün ve haftalar’ cennetidir.işte bunca önemli bir çok günle dolu takvim yaprakları arasında 14 Mart Türkiye’deki hekimler için ayrılmış bir gündür. Tıbhane-i Amire’ nin kuruluş tarihi olan 14 Mart 1827 tarihine ithafen 14 Mart 1919’ da Darulfünün Tıp Fakültesi’ nde ilk Tıp Bayramı kutlandı. 1921 yılında 14Mart 3. kez kutlanırken, 12 Mayıs 1400’de Yıldırım Beyazid tarafından Bursa’da kurulan Osmanlı Devleti’nin ilk darüşşifasının kuruluş tarihini başlangıç tarihi olarak kabul edenler de 12Mayıs ‘da bir program düzenlemişlerdi.

Page 40: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010Özet Kitabı

40

Başlangıcı ister 14 Mart ister 12 Mayıs olarak kabul edilsin bu topraklarda süren tıp eğitiminden geçen bizler, bizden önceki meslektaşlarımızın cephede canları pahasına devam ettirdikleri tıp eğitimini daha iyi seviyelere getirmek için canla başla çalışmalıyız. Mumyacılık Tarihi Mustafa Emre DUYGULU, A.Gözde ŞAKUL, A.Onur KILIÇ, Rıza ÖZBEK Tarihçi Herodotos, Mısır’da bulunduğu sırada (M.Ö. 450) üç ayrı tipte mumyalama gördüğünü yazar. Sonrasında Hellenistik devir tarihçisi Diodoros ve Romalı tarihçi Strabon’da mumyacılıkla ilgili yararlı bilgiler vermiştir. Bu bilgiler ışığında yıllarca çalışmalar yapılmış ancak hala bu gizemli efsane için kullanılan ecza malzemeleri ve kimyasallar tam anlamıyla keşfedilememiştir. Peki nedir o yüzyıllarca korunup günümüze şeklinden ufak kayıplarla gelebilen mumyaları bizim kadavralarımızdan ayıran? Formalin yerine bitumen (zift, asfalt)kullanmış olmaları mı? Yoksa bundan 3000 yıl önce bile beyni burun deliklerinden çıkarmayı akıl edebilen mumyacıların, organları vücuttan uzaklaştırıp “Kanopus” adını verdikleri küplere koymaları mı... Mumyacılık tarihi tamamen çözülmeyi bekleyen bir sır, Mısır’da tıp bilimini de öyle. Türk Tıbbında Öncü Kadın: Dr. Pakize İ. Tarzi Tuna ÇELİK, Nihal YAMAN, Can YENER, Gizem Nil CEYLAN Gerçek bir cumhuriyet kadınıydı… Hekimliğe adadığı hayatında hep ilklerin kadını oldu: Türkiye’nin ilk bayan kadın doğum uzmanı ve ilk kadın doğum kliniği kurucusu… İstanbul Boğaz’ını yüzerek geçen ilk kadın... İstanbul Soroptimis Kulübü ve Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği’nin kurucularından… Ve bunun gibi daha nicesiyle yaşamını dolu dolu ve insanlığa hizmet anlayışıyla geçiren Dr. Pakize İ. Tarzi, doktorluğu ve meslekte başarının sırrını şu sözleriyle açıklıyordu: “İnsanları sevmeyen, doğaya aşık olmayan, karşılık beklemeden kendinden vermeyi bilmeyen hekim olmamalı… Bir hekim için önemli olan, moral yönünden doyuma ulaşmaktır. Buna ulaşılmazsa, yaşamaktan hiç zevk alınamaz. Hekim önce hayatın yüceliğini bilmek, hayata saygı duymak zorundadır. Benim mesleğimde kin, nefret, öç alma gibi şeyler yoktur. Temel ilke insana yardımdır. Hekimlik; yardım isteyene hiçbir biçimde sırtını çevirmeden, karşılık beklemeden, tam bir içtenlikle yardım etmeyi ilke edinen, bundan sonsuz zevk alan kimselerin mesleğidir ve böyle olmalıdır.” Anadoluda Şifacılık Tarihi Barış YILDIZ, Leyla SERT, Osman OCAL, Murat DURAK Anadolu’nun tarihin başlangıcından beri birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olması Anadoluyu tarihi açıdan incelemeyi her zaman ilginç kılmıştır. Coğrafi olarak köprü konumunda olması da Anadolunun tarihi açıdan zengin olmasının farklı bir sebebidir. Şifacılık da insanların toplum olarak yaşıyor olmalarından beri var olan bir olgu. “Şifacı” şahıslar genelde toplumun dini inancıyla ilişkili olmuştur. Bunlar hem din adamı hem de şifacıdırlar genellikle. Toplumlar evrimleşse bile eski alışkanlıklarından vazgeçemezler. Bu şifacılık olgusunda da böyledir. En basitinden ta binlerce yıl önce devam eden gelenek ilginç kılmaktadır.

Geçmişten Günümüze Tıp Aletleri Gamze ZENGİN, Özen GÜL, Kandemir CENGAVER, Can BENLİOĞLU Tıp bilimi ve dolayısıyla tıp aletleri insanoğlunun var oluş tarihinin en başlarından itibaren günümüze kadar varlığını sürdürmektedir. Tabi ki bu varoluş, günümüzde, başlangıçtaki haliyle göz önünde değildir. Asırlar boyunca tıp biliminin ilerleyiş serüveninin içinde,tıp bilimine paralel olarak tıp aletleri de insanların sürekli devam eden çabaları doğrultusunda inanılması güç gelişmelerle son derece ilkel biçimlerinden şu anki hallerine gelmişlerdir. Bizim de bu projede amaçladığımız; geçmişten günümüze tıp aletlerinin bu gelişimlerini yansıtmaktır.

Korkulan Hastalık Lepra Elif DEMİRÖREN, Haluk Çağlar KARAKAYA, Kerime KÖFÜNYELİ, Kutlay TAŞ, Ahmet BİLGİN Asırlar boyu çok korkulan bir hastalık olan leprayla mücadele, tarihin pek çok noktasında toplumun lepra hastasıyla mücadelesi biçimine dönüşmüştür. Lepralılar geçtiğimiz yüzyıla kadar lanetlenmiş kimseler olarak kabul edilip toplumdan dışlanmakta ve insanlık dışı muameleler görmekteydi. Lepra önyargısı pek çok esere ve sinema yapıtına da konu olmuştur. Günümüzde kesin tedavisinin bilinmesi ve bulaş yollarının önlenmesiyle lepra korkulacak bir hastalık olmaktan çıkmıştır.

Dr. Türkan Saylan, Che Guevara, Mahatma Gandhi gibi isimlerin katkıları lepra önyargısıyla mücadele sürecine insanlık tarihinde önemli yer kazandırır.

Page 41: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010Özet Kitabı

41

Tıp ve ArkeolojiTrepanasyon Sedat ÇİÇEK, Abdurrahman İSAK, Muhammet Fatih ACEHAN,İlyas Halil AYDIN Baş delgi ameliyatı ya da tıp dilindeki adıyla trepanasyon kafatasında seçilen bir bölgede, baş derisi kaldırıldıktan sonra bir parçanın belirli bir teknik ve amaç doğrultusunda beyin ile dura matere zarar vermeden çıkarılıp alınması demektir. Trepanasyonun amaçları arasında beyindeki kötü ruhun çıkartılması, gelenek haline gelmiş olması, tıbbi müdahaleler (kafa travması gibi durumlarda) gösterilebilir. Günümüzde olduğu gibi eski çağlarda da belirli uzman kişilerce bu kritik ameliyatın gerçekleştirildiği tahmin edilmektedir. Trepanasyon çeşitli kültürlerde rastlanması ve tarihsel bir geçmişi olması nedeniyle,aynı zamanda kültürel boyut da içermektedir. Projemizde; trepanasyonun ne olduğunu, tekniklerini, kullanılan aletleri, kimlerin yaptığını, amacını ve nerelerde görüldüğünü anlatmaya çalıştık. Bunu yaparken de arkeolojik kazı verilerinden, bazı makalelerden ve bunlara ait resimlerden yararlandık.

Papirüs’ten Textbook’a İrem BOZKURT, Mert ERSAN, Tuğçe ERTÜRK, Tuba CİHANGİR Dünyadaki ilk tıbbi textbookun jinekolojik hastalıklarla ilgili olup M.Ö. 1800 lü yıllarda antik Mısır’da yazıldığını biliyor muydunuz? Flinders Petrie tarafından 1889’da keşfedilen Kahun Papirüs’ü ve bunun gibi pek çok papirüs günümüz textbooklarının temelini oluşturmaktadır. Bu araştırmalar 19.yüzyılda arkeologlar tarafından büyük ilgi görmüş, artan araştırmalarla bulgular çoğalmıştır. Biz de “Papirüs’ten Textbook’a” adlı projemizle bu papirüsleri inceleyip günümüz textbooklarını baz alarak dizin, dil ve terim kullanımı ve aynı zamanda bilimsellik kategorilerinde kıyaslama yapıp; tıp literatürünün gelişimi ile ilgili sonuçlara ulaştık. Bulunan bu tür eserlerin tıp tarihini aydınlatmadaki önemini kavrayarak yeni gelişmelerin yanı sıra tarihin de bilginin gücünü artıracağını açıklamayı amaçladık.

Firavun Lahitlerindeki Sır Tuğba ULUDAĞ, Fatma BAL, Zeynep ŞAHİN Tıp, hastalıkları iyileştirmek, hafifletmek veya önlemek amacıyla başvurulan teknik ve bilimsel çalışmaların tümüdür. Tıp tarihi insanlığın varlığıyla başlar.İnsanlar her çağda hastalarını iyileştirmek için çeşitli yöntemler kullanmışlardır.Bazen denenen bu yöntemler işe yaramış ve çağlar boyunca aktarılıp geliştirilerek günümüze kadar gelmiştir. Ama bazıları da var olduğu medeniyetle birlikte tarihin karanlık sayfaları arasında kalmıştır.21. yüzyılda bile tarihin karanlık sayfalarından çıkartamadığımız birçok konu vardır. Mısır varolduğu zamanın en görkemli tıp ve eczacılık bilimine sahip bir medeniyettir.Ölümden sonraki yaşama inandıkları için ölülerini hayatlarındaki her şeyleriyle birlikte gömüyorlardı.Bedenlerin çürümesini engellemek için mumyalıyorlardı.Bu sayede insan anatomisi ve hastalıların teşhisinde büyük ilerlemeler kaydetmişlerdir. Mısır’da her sınıfa dahil insan mumyalanırdı. Tanrı-kral firavunlar ise daha özel yöntemlerle mumyalanarak servetleriyle birlikte lahitlere gömülürlerdi.1922’de Mısır’da firavun Tuthankamon’un lahitinin bulunması bilim dünyasının dikkatini çekti.Son dönemde yapılan çalışmalarda da anlaşıldı ki firavun mezarının laneti olarak bilinen ve mezara giren kişilerin kısa sürede ölmesine sebep olan Aspergilus flavus türü mantardır. Bu mantar günlük yaşamımızda da karşımıza çıkar. Fakat eski yapılarda, kullanılmayan binalarda yani uygun ortam şartlarında ölümcül sonuçlar doğurur.

Tıp ve AntropolojiAnatominin Temel Taşı Kadavralar Merve GÜVENOĞLU, Hilal KALYONCU, Tülay TAN Kadavra, tıp öğreniminde üzerinde çalışmak için hazırlanmış ölü insan vücududur. Öğrencilerin insan vücudunu her yönüyle tanımasının amaçlandığı anatomi dersinde kadavra üzerinde inceleme yapılamaması halinde ideal bir tıp eğitiminden söz edilemez. Anatomi bilgisinden yoksun tıp adamları bir köstebeğe benzerler ve belirsizlikler içinde karanlıkta çalışan elleriyle birçok mezarlar kazarlar. Tıp eğitimindeki önemi bu kadar büyük olan kadavraların temininde büyük sıkıntı çekilmektedir. Bu projeyi yapmadaki bu konu ile ilgili yaşanan sorunları araştırmaktır. “Adli Antropoloji” Ceren Damla DURMAZ, Ayşe Bilge GÖZÜBÜYÜK, Ersin TAŞKIN Adli antropoloji çeşitli yöntemlerle ölüm nedeni anlaşılamamış ya da kimliği tespit edilememiş, tüm yumuşak dokularını kaybetmiş ve tamamen iskeletleşmiş adli vakaların çözümünde rol oynar. Bizde Adli Antropologun ölüm nedeninin tespiti ve kimliklendirme sürecinde izlediği yolları ve kullandığı teknikleri araştrdık. Özellikle, kimliklendirmenin son aşaması olan “yeniden yüzlendirme” tekniğini ayrıntılı olarak işledik ve tıp fakültesindeki arkadaşlarımıza da adli antropolojinin ne olduğunu, adli antropologun ne yaptığını ve hangi teknikleri kullandıklarını anlatmak istedik. Ailenizin Kaçıncı Çocuğusunuz? Zeynep BALIK, Nevin GÜLER, Esra ÇETİN, Seher KIZIL Bireyin kişiliği, zekâsı ve başarısı daha hayata gözlerini açmadan belirlenir. İnsan hayatının bu çok önemli yapıları genetik, yetiştirilme tarzı, yetiştirildiği çevre ve daha birçok etmen tarafından etkilenir. Doğum sırası çok eskiden beri yapılan çalışmalara konu olmuş ve çok çeşitli yönleri incelenmiş bir konudur.Doğum sırasının çocukların zeka puanlarını tahmin etmede bir faktör olarak baktığımızda çocuğun doğum sırası arttıkça zeka puanında bir düşüş görülür.Bu düşüş IQ testinde 3 puanlık bir düşüştür.I.Q. testlerindeki üç puanlık fark çok görülmeyebilir. Fakat bu B+ ile A- notları arasındaki fark gibidir.Bu fark bunun sadece anne karnındaki ortama bağlı biyolojik etkilere değil, aile dinamiklerine bağlı olduğunu da göstermektedir.Anne çocuk ilişkisi de doğum sırasının çocuğun gelişim aşamalarında önemli rol oynadığını gösterir, buradaki en önemli faktörlerden birisi annenin yaşıdır. Anne ilk çocuğunu doğurduğunda onunla arasındaki yaş farkı diğer çocuklara oranla daha azdır. Bu yaş farkının azlığı ileriki yıllarda anne ile büyük çocuğun iletişiminin diğer çocuklara oranla daha iyi olacağını gösterir. İlk doğanlar, ebeveynlerinin bölünmemiş dikkati ile büyürler ve daha sonra kardeşleri olsa da toplamda daha çok ilgiyle yetişirler. Bu da kelime haznesi ve mantık kabiliyetlerinin zenginleşmesine yol açar. Ayrıca önlerindeki tek modelleri olan anne babalarını dikkatle izler, onları örnek alıp onlarla özdeşleşirler.Dolayısıyla ilk çocukların, daha sonra doğan kardeşlere kıyasla anne babaları memnun etmeye daha fazla odaklandıkları görülür.Daha sonra doğan kardeşlerin ise ailelerin ilgisini çekebilmek için ağabey veya ablalarında farklılaşma çabası ile daha başkaldıran, soysal ilişkilerde daha kolay, ve radikal fikirlere daha açık, yaratıcı oldukları bulunmuştur.Ancak bu bilinçaltı bir başkaldırıştır.Sonuç olarak ilk doğan çocukların daha fazla otoriteye uyum sağlayan, kurallara uyan kişilikler sergilerken küçük kardeşlerin, büyüklere nazaran daha maceracı bir hayat yasayıp sosyal etkinlikler, spor, müzik ve tiyatro gibi başka alanlarda kendilerini geliştirdikleri görülür.Tüm bunlara rağmen zekâ ve doğum sırası arasında birebir sebep sonuç ilişkisi kurulamamaktadır. Doğum sırasının başka faktörlerle birleşmesiyle de bu sonuçlar değişebilmektedir.Doğum sırasının karakter üzerine olan etkisi zeka üzerine olan etkisine daha baskındır,bu da zeka gelişimini dolaylı olarak etkilemektedir. Bizanslılar’ın Adli PaleodemografisiAhmed AHMEDOV, Didem KARA, Nasıf ORTAŞ İskelet koleksiyonları (özellikle antik dönem kazılarından elde edilen iskeletler) üzerinde yapılan antropolojik incelemeler ile iskeletin, ölüm sırasındaki yaşı, boyu, fizik yapısı, cinsiyeti, ırkı, mesleği, alışkanlıkları, ölüm nedeni, ölüm zamanı, kemik travmaları ve kemiklerin kaç iskelete ait olduğu gibi soruları yanıtlayarak arkeolojiye, antik dönem insanının sosyal ve bireysel yaşamına ilişkin çok yeni

Page 42: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010Özet Kitabı

42

birçok yol gösterici bilgi verebilecek. Kemikler ve dişlerle ilgili verileri inceleyerek modern cinayetleri çözen Adli Tıp, kullandığı bir çok tekniği artık antik dönem yaşamına ilişkin çok sayıdaki soruları yanıtlanabilmek için kullanıyor. Adli osteolog çalışmalarında kullandığı tekniklerle ölüm nedeni ve fiziksel bilgilerin yanında, kişinin hayatta iken sahip olduğu biyolojik yapının tanımına, sosyoekonomik durumuna ve beslenme özelliklerinin belirlenmesine kadar bir çok bilginin ortaya çıkmasını sağlayabilecek. Anadolu’nun Gen Haritası ve Bunun Tarihi Yapısı Çağrı TURAN, Süleyman Ekrem ALBAYRAK, Faruk KOCA, Necip Enis KAYA Mitokondriyal DNA (mtDNA) çalışmaları son yıllarda oldukça önem kazanmıştır. Çeşitli insan toplumlarının mtDNA’sındaki polimorfik bölgeler incelenerek toplumlar arası ilişkiler, tarih boyunca süre gelen göç yollarının belirlenmesi şeklinde çalışmalar yapılmaktadır. Bu projenin amacı Türk popülasyonundaki mtDNA polimorfizmlerinin ortaya çıkarılması, diğer toplumlarda kullanılan haplotip çalışmaları doğrultusunda Türk toplumundaki mtDNA haplotipinin belirlenmesi, Orta Asya’da yaşayan insanların genetik farklılıklarının tarihi temellerinin yansımalarını araştırma ve bu konuda çıkarımlarda bulunmak olmuştur. Anadolu’nun tarih boyunca çeşitli uygarlıkların, ticaret ve göç yollarının üzerinde yer aldığı düşünülürse sunulan bu çalışmada elde edilen bilgilerin önemli olduğu açıktır. Mitokondriyal DNA (mtDNA) üzerindeki çalışmalar hem mitokondriyal hastalıklara neden olan mutasyonların saptanması şeklinde hem de toplumlarda mtDNA’sı üzerindeki polimorfik nükleotid dizilerinin araştırılmasına dayanan toplumsal, arkeolojik çalışmalar şeklinde görülmektedir.Biz de etnik kökene yönelik çalışma yaptığımızdan mitokondrial DNA üzerine yapılmış birçok makale taradık. Ayrıca konuyla ilgili Y kromozom polimorfizmi üzerine yapılmış çalışmalardan da faydalandık. Daha çok mitokondri üzerine yapılan çalışmalara yoğunlaşma ile beraber 2 tür çalışmayı karşılaştırmalı olarak incelemeyi ihmal etmedik. Sonuçların çok benzer nitelikte olması dikkatimizden kaçmadı. Ayrıca Nei’nin HSV 1 sekansına göre yaptığı çalışma sonucunda çıkarılan popülasyon ağacında da görüldü ki Türk Asya Popülasyonları, İngiliz ve Türkiyeliler bir kutbu; Avrupa popülasyonları ise diğer kutbu oluşturuyorlar. Comas et al.(1998)’de de Türk popülasyonunun İngiliz popülasyonuna Asya Türk popülasyonundan daha yakın genetik özellikler taşıdığını rapor etmiştir. Bu muhtemelen seçilen örneklemden kaynaklanmıştır. Bize temel kaynak oluşturan Standford çalışmasına göre ise Türklerin İngiliz popülasyonuna diğer Avrupa ülke popülasyonlarından daha yakın olduğunu söyleyebiliriz.

Tıp ve TeknolojiFezaya Gittim Öner İSKENDER, Kamranbay GASİMOV, Faiq ALHAJABUHASAN 1932’de K. G. Jansky adındaki bir mühendisin rastlantı sonucu bulduğu uzaydan gelen radyo yayınları, daha sonraki yıllarda radyoteleskopların doğmasına ve uzayın derinliklerinin dinlenmesine, bu radyo yayınlarının kaynaklarının ve nedenlerinin bulunmasına yol açtı. II. Dünya Savaşı sırasında Almanların geliştirdiği V-1 ve V-2 füzeleri daha sonraki yıllarda uzayın keşfi için yapılacak çalışmalarda büyük bir adım oldu. 1947-1956 yılları arasında özellikle ABD, uzay çalışmalarına büyük hız verdi. Yapılan uzay uçuşu denemelerinin hiçbiri bir uzay aracını yörüngeye oturtmayı başaramadı. Bu arada SSCB, 1957 yılında üç kademeli Vostok füzeleri ile “Sputnik” adındaki ilk yapma uyduyu Dünya çevresinde yörüngeye oturtarak uzay yarışında öne geçti. Uydulardan elde edilen uzay üzerine bilgiler, canlıların, özellikle insanların uzayda yaşayabilmeleri için hangi koşulların yerine getirilmesi gerektiğini ortaya koydu. Böylece uzay tıbbı doğdu ve gelişti. Uzayda ilk insan ise 12 Nisan 1961 tarihinde SSCB’nin uzaya gönderdiği Yuri Gagarin oldu. Bu arada, insanların uzay boşluğuna yerleşmelerini sağlamak, uzayı uzaydan izlemek, Dünya üzerinde haberleşme kolaylıkları sağlamak için binlerce uydu yörüngeye yerleştirildi ya da uzayın boşluğuna fırlatıldı. Nihayet 1969 Temmuz’unda Ay’ın ABD’li astronotlar tarafından fethedilmesi, uzay çalışmalarında en önemi adımlardan biri oldu. Günümüzde uzay yarışı büyük bir hızla sürmektedir. Özellikle de Amerika ve Rusya bu büyük yarışta amansız birer rakiptir.

Kim Bilir Belki De Çalar Saatlere İhtiyacımız Yoktur Hadice YİĞİT, MOhammed Y.M.DARAGMA, Umutcan KAYIKÇI Bu projedeki amacımız beynimizin ve vücudumuzun programının biyolojik saatler tarafından yönetildiğini açıklamaktır. Yakın zamana kadar beynimizin hipotalamus bölgesinde bulunan,yaklaşık 10.000 adet sinir hücresinin (SCN=Suprachiasmatic Nücleus) vücut içindeki tüm iç saatleri yönettiği düşünülüyordu. Ancak 1900’lü yılların ortalarında, canlılardaki sirkadien ritim dediğimiz biyolojik saatin 4 temel gen tarafından yönetildiği ortaya çıktı. İşin ilginç yanı da bu genlerin sadece SCN’de değil de vücudun hemen hemen tüm dokularında bulunması. Biyolojik saat genelde 24 saatlik ritimler halinde işliyor ve vücut saatimizi Dünya’nın kendi çevresinde dönme hareketiyle ortaya çıkan aydınlık –karanlık döngüye göre ayarlıyor. Yaz-kış, sabah-akşam ayrımı dışında günün saatlerini de hisseden bu iç saatimiz, bir kronometre gibi işliyor ve belirli bir etkinlik sırasındaki zaman aralıklarını ortaya çıkarıyor. Günümüzde biyolojik saatin mekanizması, etkileyen parametreler (hormon vs.), yaşlanmadaki rolü biliniyor. Acaba bilinmeyen noktalar da aydınlatılırsa Parkinson, kanser, mevsimsel depresyon vb. hastalıkların tedavisinde ve yaşlanmayı geciktirmede bir ümit olabilir mi?

GDO: Kim Haklı? Selin SEVİNÇ, Friday Ellias CHITSONGA, Serkan YETER İnsanoğlu doğayla yaşamaya alıştı önce, uyum sağladı. Zamanla tahılları evcilleştirdi, hayvanları evcilleştirdi. Binlerce yıl geçti aradan, bu sürede doğayı kendi lehine kullanmaya çalıştı ve bu çabasını günümüze de yansıttı biyoteknoloji devrimini gerçekleştirerek. Bu devrim, genetik olarak değiştirilmiş bitkiler her yararlı yenilik gibi yerleşti hayatımıza. Ne var ki çok geçmeden bu iyileştirme çabalarının altından başka nedenler bitmeye, üstünden beklenmeyen sonuçlar çıkmaya başladı. Bu duruma paralel olarak ulaşılabilir bilgi kaynaklarında gitgide artan, önlenmesi zorlaşan bir bilgi kirliliği baş gösterdi. Başta ziraat, hukuk ve tıp uzmanları olmak üzere konuyla ilgili uzmanlar, her geçen gün farklı argümanlarla karşımızda beliriyor. Dünya ülkelerine baktığımızda birçok Avrupa Birliği ülkesi mal ithali konusunda dahi sıfır tolerans politikası izlerken; ABD’nde ekili tarlaların yüzde 90’ında GDO’lu tohum kullanılıyor. Gelişmelerin siyasi alt metni gündemden düşmezken, ülkemizde çok kısa periyotlarla yönetmelikler çıkarılıyor, değiştiriliyor. Amaçlananlar ilgilileri destek verme konusunda cezbediyor cezbetmesine; fakat ekolojik, tıbbi, siyasi uyarılar ve çeşitli üniversitelerden deneyler, hangi noktada durmamız gerektiğini uzunca düşündürüyor. Bu konuda her yönüyle haklı olan bir taraf, gerçekten var mı?

Page 43: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010Özet Kitabı

43

Seçilmiş Bebekler Ecem CANTÜRK, Türkü ÇOBANOĞLU, Mehmet FATİH, Kağan DEĞİRMENCİ, Erhan EKREN, Orhan EFEGünümüzde, ilerleyen teknoloji ve genetik bilimindeki gelişmeler sayesinde gen yapısı tasarlanmış embriyolar üretmek mümkün. Ailesel geçişli hastalıklar sebebiyle sağlıklı çocuk sahibi olamayan insanlar bu gelişmeler sayesinde çocuk sahibi olmaktalar. Burada kullanılan işlemlerin bütününe preimplantasyon genetik tanı (pgt) diyoruz. Kullanılan yöntemlerin benzerleriyle bazı belirli gen dizilimlerine sahip çocukların dünyaya gelmesi de mümkün kılınıyor. Kardeşleri için kökhücre,doku veya organ donörü olarak tasarlanan bu çocukların embriyoları, birtakım genetik ayıklama işlemleri ile hla tipi tam uyumlu olanlar arasından seçilip rahme transfer ediliyor. Ancak yapılan bu yöntem birtakım etik tartışmaları da beraberinde getiriyor. Cinsiyet tercihinin de yapılma ihtimali, doğacak tasarlanmış çocuğun sahip olduğu haklar, bedeni üzerinde söz sahibi olma durumu bu etik tartışmalardan bazıları. Kimi yasalarla düzenlemeler getirilmeye çalışılsa da yaptırım gücüne sahip değiller. Dünya Sağlık Örgütü’nün PGT teknolojisinin donör çocuk üretiminde kullanılmasına net bir yasak getirmemesi Avusturya, Amerika’da uygulama serbestken İngiltere’de yasakların uygulanmasına, bu konuda bir birlik bulunmamasına sebep olmakta. Tüm dünya da tartışılan bu konu önemi sebebiyle kitaplar ve filmlere de yansımakta. Buna örnek olarak son dönemde çok ses getiren “Kızkardeşimin Hikayesi” filmini verebiliriz.

Tıp ve SosyolojiTıp ve Cinsiyetçilik Efe Cumhur SEZGİN, Elif Melisa ÖNDER, Esra TEHMEN, Zeynep TÜREN İki tip cinsiyetçilik vardır: toplumsal ve fiziksel. Toplumsal olanı, toplumun cinsiyete yüklediği görevleri kapsarken; fiziksel cinsiyet kavramı doğuştan gelen özelliklerimizi yansıtır. Toplumsal cinsiyetçiliğin her meslek alanını belli oranda etkilediği aşikârdır. Türkiye’de sağlık alanında yaşadığımız ya da farkına vardığımız cinsiyet ayrımcılığına çalışmamızda değinmek istedik. Erkeklere hemşirelik hakkının daha yeni verilmesi ve Hacettepe Üniversitesi Hastanelerinde bayan jinekoloji uzmanı bulunmaması bizi bu konuda araştırma yapmaya sevk etti. Özellikle tıp alanında insanların cinsiyet bakımından değerlendirilmesi yerine, yapılan işin değerine bakılması gerektiğini düşünüyoruz. Dolayısıyla bahsedilen durumlarda, bize göre her iki cinse de aynı oranda mesleksel hak tanınmalıdır. Üniversitemizde “kadın” kadın doğum uzmanlarına neden daha az kadro verildiğini, erkek hemşirelerin mezun olup hastanelere geçişiyle, hastaların bir erkek tarafından bakıma maruz kalmasının hastalarca nasıl karşılanacağını merak ediyoruz. Projemizde tıpta cinsiyet ayrımcılığı konusunda bilgi vererek konu hakkında farkındalık uyandırmaya çalışacağız. Yüksek Ökçeler Neşe Merve KARTAL, Seda KÖSE, Sinan GÖRGÜLÜ, Adna DURSUN Amaç: Kadınların yaklaşık %59’u günde 1 ila 8 saat arasında değişen sürelerde yüksek topuklu ayakkabı giymektedir. Uzun süre yüksek topuklu ayakkabı giymek kas-iskelet sistemi üzerinde, özellikle alt ekstremite fonksiyonlarında tüm vücudu etkileyecek olumsuz etkilere neden olabilmektedir. Bu sorunların tedavisinin getirdiği maddi kaybın yanında çalışma hayatında da gün ve saat kayıpları nedeniile verimsizliğe neden olmaktadır. Bu çalışmada Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi üçüncü sınıfta (Türkçe) okuyan kız öğrencilerin uygunsuz ayakkabı kullanım sıklığının ve buna bağlı gelişebilecek sorunlar hakkında bilgilendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Hazırlanan bir anket formu üzerinden, tıp fakültesi dekanlığından da izin alınarak 08.03.10 tarihinde toplam 75 kız öğrenciden veri toplanmış, toplanan bu veriler SPSS 15.0 programı aracılığı ile değerlendirilmiştir. Araştırmaya katılım yüzdesi sorun ağrı iken bu ağrı nedeni ile doktora başvuru yapılmamaktadır. Ayak sağlığı ile ilgili doktora yapılan başvuruların başında ise nasır ve yüzeyel dokularda his kaybı gelmektedir. Günlük ayakkabı giyim alışkanlıklarına bakıldığı zaman ise; günlük kullanımda 0-0.9 cm aralığı daha çok tercih edilirken, derecelendirilen diğer topuk yükseklikleri (1-3 cm arası, 3-5 cm arası) haftalık ve aylık sıklılarda belirgin bir farklılık oluşturmamaktadır. Katılımcılardan % 10 u uygunsuz ayakkabı kullanımına bağlı gelişebilecek ayak bel ve sırt ağrısı olmayacağını düşünürken, % 20 si ayakta olduğu gibi bel ve sırtta da ağrı yapabileceğini ancak lumbar lordoz yapmayacağını düşünmektedir. Katılımcılarda uygunsuz ayakkabı kullanımına bağlı en sık karşılaşılan sorunların başında ağrı ve nasır oluşumu ile ayakkabı vurması gelmektedir. Dikkat çeken bir diğer nokta ise katılımcıların çoğunun yılda birkaç kez de olsa 5 cm ve üzerinde topuklu ayakkabı giydiklerini belirtmeleri olmuştur.”Niçin yüksek topuklu ayakkabı giyiyosunuz?” sorusuna alınan cevaplardan önceliğin beğeni olduğu, beğeniyi ise boy uzatmanın takip ettiği, özel gün ve gecelerde de yüksek topuklu ayakkabıların öncelikli olarak tercih edildiği öğrenilmiştir. Yine elde edilen anket sonuçlarına göre kadınların ayakkabı giyim alışkanlıklarında sağlıktan ziyade beğeni ve görsel imaj daha ön planda gelmektedir. Öneriler: Kız öğrencilerin uzun süreli uygunsuz ayakkabı kullanımında olabilecek sorunlar hakkında bilgilendirilmeye gereksinimleri bulunmaktadır. Böylece toplum sağlığı açısından lumbar lordoz gibi ciddi hastalıklar yada sırt ve bel ağrısı gibi günlük aktiviteye kısıtlama getiren, çalışma hayatında gün ve saat kaybına yol açan bir takım sorunlar meydana gelmeden önlenebilir.

Tıp Eğitiminde Nerdeyiz? Berin İNAN, Dilan Ece GEYLAN, İrem İYİGÜN, Pelin ERTOP Hekimlik, her toplumda saygı gösterilen gözde meslekler arasında yer almaktadır. Tıp fakültelerine ve daha sonrasında uzmanlığa öğrenci seçerken dikkat edilen belirli hususlar vardır. Bu projemizde tıp fakültelerine ve uzmanlık eğitimine öğrenci seçerken ABD, İngiltere ve Türkiye’deki sistemleri inceledikve bunları karşılaştırarak en ideal seçim kriterlerini ortaya koymaya çalıştık. Ülkemizdeki tıp

Page 44: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010Özet Kitabı

44

eğitimi, İngiltere’ye daha yakındır. ABD’de tıp eğitimi başvurusunda 2-3 senelik lisans eğitimi (premed) diploması istenmektedir. İngiltere’de UKCAT, ABD’de MCAT adında tıp eğitimine giriş sınavları bulunurken, ülkemizde tüm üniversitelere girişte ortak olarak kullanılan YGS - LYS sınavları mevcuttur. Yabancı öğrenciler içinse, diğer koşullara ek olarak; ABD’de 4 senelik bir lisans programı mezuniyeti, sosyal aktiviteler ve projelerde faaliyet göstermiş olmaları, İngiltere’de ise mezun oldukları okulun seviyesi ve lise diploma notları dikkate alınır. Uzmanlık programlarına girişte ABD’de ECFMG ( USMLE, CSA, TOEFL) istenmekte, Türkiye’de ise yalnızca TUS sınavının sonucu dikkate alınmaktadır. Ülkemizde 6 yıllık tıp eğitimi ve 300-600 iş günü süren bir mecburi hizmetin ardından pratisyen hekim olarak +3 sene special registrar), ABD’de ise 8 sene (3 sene premed+4 sene tıp eğitimi+1 sene intörnlük) eğitim sürecinden geçmektedir. Ülkemizde çok yüksek oranlarda tercih edilen uzmanlık eğitimi, İngiltere’de çok fazla tercih edilmemektedir. Eğitim sistemlerinin dışında, sağlık harcamalarına ayrılan paylar da ülkeler arası farklılık göstermektedir. (İngiltere %6.7, Türkiye %3.7) Ayrıca on bin kişi başına düşen hekim sayılarına bakacak olursak; Türkiye’de 16, ABD’de 26, İngiltere’de 23 tür. Türkiye’de temel tıp eğitimi süresinin kısa oluşu nedeniyle pratisyenliğin tercih edilmeyişi ve uzmanlığa yönelim olması, ayrıca kişi başına düşen hekim sayısının düşük olması; tıp sisteminin sorgulanması ve tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini göstermektedir. Bu eksiklikler göz önüne alınarak sınav şekillerinin ve kriterlerinin geliştirilmesine ihtiyaç vardır.

Dumansız Hava Sahası Hasan MUTLU, Gökçen KAMIŞ, İsa Alptuğ KIRIK, Abdullah Sencer KAYA Günümüzde sigara en önemli halk sağlığı problemlerinin başında gelmektedir. Özellikle ülkemizde sigara kullanımı ve sigaraya bağlı morbidite ve mortalite oranları ciddi düzeylere ulaşmıştır. 2009 da yürürlüğe giren 4207 sayılı dumansız hava sahası yasası ile sigara kullanımı bir ölçüde önlenmeye çalışılmıştır Sigarayı bırakma yöntemlerini; hasta eğitimi, ters güdülenme, kendi kendini yönetme ve izleme teknikleri, ani bırakma veya azaltma, klinikler ve gruplar, hipnoz, akupunktur, hekim telkin veönerileri, 4207 sayılı yasanın kapsamı 19 Temmuz 2009 tarihinden itibaren genişletilmesi ile ülkemizdeki sigara kullanım oranı ülke genelinde yüzde 10 azaldı. Tütün ve alkol piyasası denetleme ve düzenleme kurulunun verilerine göre temmuz 2007 de 10 milyar 700 milyon adet sigara tüketilen ülkemizde, temmuz 2008 de ise 10 milyar 180 milyona düştü. Ülkemizin %99.4’ü tarafından desteklenen yasaya uyulma oranı da %95’ten fazladır. Bilinen sigarayı bırakma yöntemlerinin geliştirilmesi ve bu yasanın getirileri ile ülkemizde sigara kullanımı ciddi oranda azalırken, sigaranın zararları konusunda da halkımız bilinçlenmiş olmaktadır. Sonuç olarak yasayı daha başarılı hale getirmek için özellikle sağlık çalışanları arttırmak için sigara ile savaşmaya devam etmeliyiz.

Hekimlerin Toplumsal Konumları Onur KIRAT, Ruba TAHİR, Ulaş KARAOĞLU Toplumun oluşturduğu temel kurumlar içinde en önemlilerinden biri meslektir. Meslek sahibi olmak sosyolojik açıdan çeşitli sonuçlar doğurur. Toplumda tanınan bir meslek sahibi olmak üyelerine ekonomik, sosyal, politik ve yasal ayrıcalıklar sağlayacağı gibi, birçok prestiji de beraberinde getirir. İnsanların toplumda saygınlık sağlayacak rollere sahip olabilmesi için bireylerin belirli bir gelire sahip olması önemlidir. Ancak gelir düzeyinin aynı olduğu rollerde de yaşam biçimi aynı olmayabilir. Gelirin harcanış biçimine göre de yaşam tarzı farklı olabilir. Kişinin sahip olduğu mesleğin sadece maddi kazanç sağladığı söylenemez. Çünkü insan sadece para kazanmak için çalışmaz. Çalışarak bir şeyler elde etmesi sonucunda haz duyar ki bu da kişi için manevi tatmin sağlar. Her mesleğin toplumdaki itibarı büyük ölçüde farklı olduğu için meslek insanın sosyal statüsünü de büyük ölçüde tayin eder. Meslekleri toplum hemen hemen görüş birliği ile derecelemektedir. Derecelemenin dayandığı esaslar: Para,İnsanlığa edilen hizmet, Yapılan işin özel mahiyeti,Bu işte aranan vasıflar olabilmektedir. İşte bu sorunlar ışığı altında bizde doktorluk mesleğinin sosyal statüsünü projemizde işledik. Yaptığımız anketler sonucunda da doktorların büyük çoğunluğunun bir hobiye sahip olduğunu, kültürel faaliyetlere katıldıklarını, izledikleri televizyon programlarındaki seçiciliği, spor faaliyetlerine katılımları ve gelir düzeylerini araştırdığımızda yaşayışlarının orta-üst tabaka seviyesinde olmasına rağmen; üst tabakaya ait yaşam algıları ve toplumun elit kesimiyle uyumlu bir hayat anlayışları olduğunu değerlendirdik.

Hasta Gözüyle Hacettepe Yasin Maruf ERGEN, Abdülbaki GAYDAN, Mehmet Ramazan ÇELİK, Pınar Burcu DOĞAN Tıp fakültesinde aldığımız iyi hekimlik uygulamaları ve etik dersleri bünyesinde hasta-hekim ilişkisinin nasıl olması gerektiği üzerine eğitimler aldık, aldığımız eğitimlerin devamında pratik süreçlere dahil olduk. Biz de yaptığımız anket çalışması ile Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastaneleri’nde görev yapan hekim ve hocalarımızın hekim-hasta ilişkisine ne kadar riayet ettiğini göstermek istedik. 50 hasta üzerinde yaptığımız anket sonucunda hastaların genel olarak hekim yaklaşımından memnun olduğunu ancak elde ettiğimiz verilere göre hastanemizde bazı etik kuralların yeterince uygulanamadığını gördük. Bunun da başlıca sebebinin hastanemizin hasta yükünün fazla olmasından kaynaklandığını hastalardan öğrendik.

‘Aşı Olmalı Mıyım?’: Cutter Vakası Üzerinden Bir Bakış Oğuzhan KAHRAMAN, Ayhan Işık ERDAL, Ecem ERGÜN 2009 yılı sonunda yaşadığımız domuz gribi pandemisi, tüm dünyanın etkili bir aşıya ihtiyaç duymasına neden oldu. Ülkemizde de halkımızı tedirginlik ve merak içinde bırakan bu pandeminin üstesinden gelme amaçlı çalışmalar yapıldı. Bu çalışmaların en önemli kısmını da yeni piyasaya sürülmüş domuz gribi aşılarının yurtdışından satın alınması oluşturdu. İnsanlar domuz gribi endişesiyle acil çıktı: ‘Bu aşılar ne kadar güvenli?’. Bu soruya çeşitli uzmanlar ve uzman olmayan kişiler yanıt vermeye çalıştı. Sonuç olarak halkımız korku nedeniyle aşılama çalışmalarına rağbet etmedi ve satın alınan aşılar depolarda kaldı. Biz projemizde, yeni, domuz gribi gibi aşıların güvenirliğinin, halka sunum şeklinin aşının başarısına etkisinin tarihteki örneklerine bakarak değerlendirilmesini amaçlandık. Method: ‘Tıbbi facia’ olarak anılan Cutter Vakası ile ilgili literatür taranmış, konu ile ilgili bir kitaba ve NEJM’de bir makaleyi ulaşılmıştır.

Her Takıntı, Bir Sıkıntı Gülcan YÜCEL, Merve GÖRGÜLÜ, Aslı ÇANKAYA, Merve İBRAHİMAĞAOĞLU, Mert ÖZSOY Hepimize bir yerlerden tanıdık gelir; tırnak yemekten parmaklarını yara yapan arkadaşlar,her an her şeyin simetrik durmasını isteyen tanıdıklar,acaba ocağı açık unuttum mu kapıyı kilitledim mi diye sürekli şüphe içindeki komşular... Takıntılar ya da tıbbi literatürde obsesyonlar, kişiyi rahatsız eden, tekrarlayıcı ve zorlayıcı düşünceler, duygu veya dürtülerdir. Hastalık haline gelmişse psikiyatride obsessif-kompülsif bozukluk olarak tanınır. Günlük hayatında; titizlik, tertiplilik, kontrolcülük, kuralcılık gibi birçok zaman insana faydalı olabilen ’masumane’ takıntıları olan ve bunları senelerdir sürdüren birçok insan olduğu gibi bu obsesyonlardan fiziksel ve ruhsal açıdan hayat kalitesi ciddi zarar görenlerin sayısı hiç de az değildir. Biz projemizde, takıntılı davranışları çeşitleri ve sebepleriyle araştırıp konuyla ilgili bilimsel veriler elde etmeyi amaçladık. Gerek anketimizle gerekse uzmanlara danışarak konuya bir bakış açısı ve farkındalık getirmeye çalıştık. Sonuç olarak insanların farkında bile olmadıkları çok çeşitli obsesyonları olduğunu, farkında olanların bir çoğumun ise obsesif-kompülsif bozukluk düzeyinde bile olsa hiç bir tıbbi yardım almadan hayatlarını sürdürdüklerini gördük. Her takıntı hastalık değildir ama hastalık için psikiyatrik yardımların dışında ilaçlarla da tedavi edilebilmektedir.

Onların Sadece Sevgileri Bulaşıcı Deniz Can GÜVEN, Onur ENGİN, Duygu ERCAN Otizm, sosyal ve iletişim becerilerinin oluşmasını etkileyen bir gelişim bozukluğudur.Otizm hastalarının Down Sendromlu hastalar gibi ileri derecede zeka geriliği yoktur.Otizm vakalarında davranış bozukluğu söz konusudur. Biz de grup olarak toplumumuzda genel olarak yanlış anlaşılan bu hastalık hakkında tıp fakültesi öğrencilerinin düşüncelerini öğrenmek istedik. Bunun için 10 soruluk bir mini anket yaptık. Hedef kitlemiz 40 dönem 2 ve 60 dönem 3 öğrencisiydi.Anket dönem 2 ve 3 amfilerindeki toplam 695 kişiden 100’üne uygulandı. Anketler elden dağıtılıp toplandı. Anketimizin soruları otizmin sebebi, tedavisi, otistiklerin konuşma becerileri ve otizmin cinsel istismarla ilişkisi üzerineydi. Anketimizin sonucunda dönem 2 ve dönem 3 öğrencilerinin de toplumun genelindeki gibi bir bilgi eksikliği içinde olduğunu gördük. Ayrıca dönem 2 ve dönem 3 öğrencileri arasında sorulara verilen cevaplar açısından kayda değer bir farklılık görülmedi.

Page 45: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010Özet Kitabı

45

Örneğin doğru cevap verme yüzdesi dönem 2’lerde %34.75 iken dönem 3 öğrencilerinde bu oran %33.66 olarak bulundu. Bilgisi olmadığını söyleyenlerin oranı ise dönem 2’lerde %26 iken dönem 3 öğrencilerinde %23.33 oldu. Bu anketle, dönem 2 ve dönem 3 tıp öğrencileri arasında otizm farkındalığı açısından belirgin bir fark bulunmadığı ve bu hastalığın daha iyi anlaşılabilmesi için ülke çapında preklinik tıp fakültesi öğrencilerine yönelik dönem ayrımı yapılmadan geniş çaplı bir bilgilendirme kampanyası yapılmasının gerekli olduğu sonucuna vardık.

Kendini Keşfetme Yolunda İnsanlık Mustafa Çağrı YILDIZ, Melek YAMAN, Armağan ARAL, Berkay MEVLANAOĞLU, Tigist SİNTAYO Konumuz DNA’nın keşif aşamasında aktif rol alan insanlardan başlamakla birlikte tarihi süreç içerisinde bu gelişime katkıda bulunan insanları ve onların bu süreçte oynadıkları rolleri kapsamaktadır. Watson-Crick DNA modelinden bugüne kaydedilen ilerleme gerçekten insanlığı hayran bırakacak durumdadır ve özellikle yapılan çalışmaların tıp sahasında uygulamaya geçirilmesi, birçok hastalığın teşhis ve tedavisinde aktif rol alıyor olması, kısa bir süre önceye kadar tedavisi mümkün olmayan ölümcül olarak adlandırılan hastalıkların tedavisini mümkün kılmıştır. Bu çalışmalar yapılırken zaman zaman sekteye uğramıştır. Fakat insanoğlunun azmi sayesinde günümüzdeki noktaya gelmiş ve ilerlemeye devam etmektedir.

Raflarda Ne Var? Emine YAZICI, Fadime KARA, Tuğba Nur TORUN, Deniz ATILGAN Projenin amacı son üç yılda ruhsat alan ilaçların sınıflandırılması ve bu sınıflandırma baz alınarak ilaç üretimini etik açıdan değerlendirmek. Gerekçe: ilaç firmalarının özellikle hangi alanlarda ilaç piyasaya sürdüklerini ortaya koymak ve nedenlerini yorumlamaktır. Gereç ve yöntem olarak:2007-2009 yılları arasında ruhsat alan ilaçlar resmi gazete aracılığıyla öğrenilmiştir. Bu ilaçlar Vademecum İlaç Fihristine göre sınıflandırılmıştır. Yapılan çalışmalar sonucunda: analjezik, antibakteriyel antibiyotik/ sentetik, antidepresan antimanikler, antienflamatuar(nonsteroid), antihipertansif, antineoplastik, aşılar, demans tedavisi ilaçları, dermatolojikler, nöroleptikler (antipsikotik, majör transkilizanlar), solunum yolu ilaçları, vitamin ve minerallerin daha fazla üretildiği ve piyasaya sürüldüğü görülmüştür. Buradan yola çıkarak, neredeyse her evde bu grup ilaçlardan birinin bulunduğu ve bu hastalıkların daha sık olduğu, ilaç firmalarının da bu sebeplerden dolayı bu alanlara yatırım yaptıkları varsayımında bulunabiliriz. Kaynak olarak: İEGM(İlaç Eczacılık Genel Müdürlüğü) www.iegm.gov.tr, resmi gazete http://rega.basbakanlik. gov.tr/, ilaç sınıflandırması için ilgili ilaç rehberi internet adresi http://www.turkmedikal.net/vademecum/,HÜTF Sıhhiye Kütüphanesi’nden yararlanılmıştır.

Milgram Deneyleri ve Otoritenin İnsan Davranışları Üzerine EtkisiMustafa Oktay ELUMAR, Barış ESEN, Onur İNAM İnsanlık tarihi boyunca toplulukların güçlü bir otorite tarafından kendilerinden yapılması istendikleri şeyleri yüksek bir oranda yerine getirdiği Milgram deneylerinin sonuçları vasıtasıyla çarpıcı bir şekilde gözlemlendi. Biz de projemizde insanların kendilerine birileri tarafından yapılması istenen şeyleri nasıl yaptıklarını ve bunda otorite faktörünün etkili olup olmadığını araştırmayı planladık. Milgram deneylerini örnek alarak rastgele seçtiğimiz sabit hatlı telefon numaraları ile insanlara ulaştık ve insanları organ bağışı konusunda bilgilendirme toplantısına çağırdık. Toplam 100 denek içinde 50 tanesi kendisini Hacettepe’de doktor olarak tanıtan biri tarafından, diğer 50’si ise bir öğrenci tarafından arandı. Deneydeki diğer faktör etkilerini azaltmak amacıyla tüm aramalar aynı kişi tarafından, aynı konuşma metniyle yapıldı. Bütün denekler cumartesi günü 14.00 – 16.00 saatleri arasında arandı. Doktorun aradığı 50 kişiden 33 tanesi çağrıyı kabul ederken, öğrencinin yaptığı 50 çağrının sadece 20 tanesinden olumlu yanıt alındı. Doktorun aradığı kişilerden 27’si erkekti ve 18 tanesi olumlu yanıt verirken, geriye kalan 23 kadından ise 15 tanesi olumlu yanıt verdi. Öğrencinin aradığı kişilerden ise 23’ü erkekti ve 12 tanesi olumlu yanıt verdi. Geriye kalan 27 kadından ise 8 tanesi olumlu yanıt verdi. Sonuç olarak sağlık kurumlarında otorite kullanımı her aşamada önemlidir.

Uzmanlık Eğitiminde Üniversite Hastanesi Mi? Eğitim Araştırma Hastanesi Mi? Mehmet POYRAZER, Necmettin AKTÜRK, Akbar HAJİYEV, Hamidullah KHURAMİ Uzmanlık eğitimi bir hekimin tıp hayatında lisans eğitimi kadar önemlidir. Hekimin kendisine uygun uzmanlık alanı seçmesi kadar uzmanlık eğitimi aldığı hastane de bir o kadar önemlidir. Uzmanlık eğitimi veren hastaneler iki başlık altında toplanabilir. Üniversite hastaneleri ve Sağlık Bakanlığı’na bağlı eğitim araştırma hastaneleri. Peki bu hastanelerin seçiminde hekimin tercihini belirleyen faktörler nelerdir? Eğitim araştırma hastanelerinin ve üniversite hastanelerinin birbirlerine göre artıları eksileri nelerdir? Tercihleri etkileyen major faktör nedir? Bunları gözönünde bulundurduğumuzda major faktörün maddi hassasiyetler olduğu anlaşılmaktadır. Eğitimin kalitesi ikinci planda kalmaktadır. Bu da ülkemizde yetişen uzman hekimlerin yeterliliklerini sorgulamamıza neden olmaktadır.

Medyatik Tıp Nazım COŞKUN, Osman Burak KAPLAN, Cansu Nermin ÖZTÜRK, Murat ÇAĞAN Televizyon, ulaşılması uzak olmayan birçok medya kanalı sayesinde çok geniş kitlelere sağlık mesajları yayma potansiyeline sahiptir ve günümüzde bireyler boş zaman aktivitelerini çoğunlukla televizyon seyrederek geçirmektedirler. Bu alanda herhangi bir kontrol mekanizmasının bulunmaması, izleyenler açısından zaman zaman yanlış hatta zararlı yönlendirmelere neden olabilmektedir. Bu araştırmada görsel medyanın bireyler üzerine olan etkilerinin incelendiği verilerden yararlanarak Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Dönem 1 İngilizce Grubu öğrencilerinin konu hakkındaki görüş ve yaklaşımlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Araştırmanın verileri 9 Mart 2010 tarihinde, 10:30-11:30 saatleri arasında toplanmıştır. Kesitsel tipte kurgulanmış olan araştırmada 183 kişilik bu grubun 161’ine ulaşılmış ve katılım yüzdesi 87.9 olmuştur. Anket sonuçları SPSS programı ile değerlendirilmiştir. Araştırma için izin Tıp Fakültesi Dekanlığı’ndan yazılı olarak alınmıştır. Çalışmada gündüz kuşağında yer alan kadın programlarına katılan herhangi bir tıbbi ehliyeti veya statüsü olmayan insanların tıbbi konularda çeşitli materyalleri pazarladıkları ve yöntemler açıkladıkları görülmüştür. İlgili konularla yapılan araştırmada bu materyallerin veya tekniklerin yüksek çoğunluğununfaydasının olmadığı kanaati oluşmuştur. Katılımcıların %60’ı erkek, %40’ı kadındır. Öğrencilerin %57.1’i yurtta, %22.4’ü evde kendisi, %20,5’i evde ailesiyle yaşamaktadır. Araştırmaya katılanların %9.3’ü hiç televizyon izlemezken, %76.4’ü ara sıra, %14.3’ü sıklıkla izlemektedir. Erkek öğrencilerin kız öğrencilere göre “show programı” izleme sıklığı istatistiksel açıdan anlamlı olarak daha yüksek çıkmıştır. Bazı derslere katılmayan öğrencilerin (%57.6), tüm derslere katılan öğrencilere göre (%18.2)düzenli olarak “show programı” izleme sıklığı daha yüksek çıkmıştır. Anket sonuçları incelendiğinde genel olarak katılımcıların ilgili programlardaki sağlık konulu tartışmalara bilinçli ve araştırmacı bir bakış açısıyla yaklaştığı görülmüştür. Mevcut durumun devamı ve toplumun bilinçlendirilmesi için bu konuda eğitim programları ve seminerler düzenlemesi faydalı olacaktır. Medyanın kitlelere ulaşım gücü göz önüne alındığında, ilgili programların daha sıkı kontrol mekanizmalarından geçirilmesi daha uygun olacaktır. Ayrıca programların güvenilirliği açısından, programlara konuşmacı olarak katılan sağlık çalışanlarının alanında yetkin olması daha yerinde olacaktır.

Farklı Dünyaların Hastaları Ayşegül EREN, Merve ERDEM, Saliha ERDEM,Emine Özlem BOSTANCI, Ayşegül DEMİR Gelişmemiş toplumlarda önlenebilir ve salgın hastalıklardan, yetersiz beslenmeden, hijyenik olmayan yaşam koşullarından kaynaklanan sağlık problemleri gözlenirken;gelişmiş toplumlarda obezite, hipertansiyon, diyabet ve paralelinde gelişen hastalıkların daha sık görüldüğü bir gerçektir ve bunun altında insanların yaşam standardının büyük payı olduğu aşikardır. Bununla ilgili olarak sosyoekonomik düzeyleriyle farklılıklar gösteren toplumlarda morbidite mortalite oranlarını karşılaştıran bilimsel çalışmalardan, makale ve istatistiklerden yararlandık. İlaç firmalarının ticari kaygılarla fakir ülkelerde insidansı yüksek olan hastalıklara yönelik ilaç araştırmalarına ve üretimine önem vermemesi,ayrıca gelişmemiş ülkelerde tedaviye ulaşım imkanlarının oldukça kısıtlı olmasının da önemli etkenlerden olduğunu gördük. Bu projeyle amacımız dünyadaki ekonomik

Page 46: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010Özet Kitabı

46

eşitsizlik sonucu toplumlarda sık görülen hastalıklar, hastaların tedavi olanakları arasındaki eşitsizlik hakkında bilgi vermek ve insanların dikkatini çekmektir.

Farklı Bakış Açılarıyla Aile Hekimliği Irmak KARACA, Ece ÖZDEMİR, Erdi ÖZDEMİR Dünya da birçok ülkede uzun yıllardır uygulanmakta olan aile hekimliği, ülkemiz gündemini de bir süredir oldukça meşgul etmektedir. Sağlık Bakanlığı’na göre aile hekimliği uygulamasıyla birlikte hastane kapılarındaki kuyruklar bitecek, birinci basamak sağlık hizmetleri tamamen ücretsiz olacak, hastaların doktora ulaşmasındaki engeller aşılacaktır. Ancak başta Türk Tabipler Birliği olmak üzere, meslek örgütleri ve birçok sağlık çalışanı durumun görünenden farklı olduğunu savunmaktadır. Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi’nin yayınladığı bildiride “Koruyucu sağlık hizmetleri temel alınarak, ekip anlayışıyla verilmesi gereken birinci basamak sağlık hizmetleriyle ilişkisi olmayan aile hekimliği ülkemizin ihtiyacı değildir. Sağlık ocaklarımızın geliştirilmesi gerekmektedir.” den söz edilmektedir. Ayrıca aile hekimliği ihtisas programlarının yeni yeni geliştiriliyor olması ve bu nedenle bu uygulamanın, kısa süreli eğitim sonucu pratisyen hekimler tarafından üstlenilmesi uygulamanın yeterliliği hakkında soru işaretleri yaratmaktadır. Bu durumda IMF güdümlü “Sağlıkta Dönüşüm Projesi” nin esas ayaklarından biri olan aile hekimliğinin toplumun ne kadar yararına olacağı tartışmalıdır. Aile hekimliği, Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı gibi ülkemizde şimdiye kadar çözülmemiş sağlık sorunlarına çözüm bulacak bir rüya model mi yoksa doktoru işletmeciye, sağlığı ise ticari bir araca dönüştüren piyasacı anlayışın bir ürünü mü? Projemizde aile hekimliğini tüm yönleriyle ele alıp, ülkemizin ve doktorlarımızın geleceğinde önemli rol oynayan bu kararlar siteminin faydaları ve zararları üzerinde cevaplar bulmaya çalıştık.

Yabancı Dilde Eğitim Bizi Nasıl Etkiliyor? Funda ÇOKTAŞ, Emre BİLGİN, Berkem BÜYÜKAKKUŞ, Emine DEMİRYAPAN, Ebru EREN Eğitimin temel aracı dildir. Etkili bir eğitim, dilin düzgün kullanımıyla mümkündür. Biz hekimlik mesleğini seçtik ve toplumun sağlığı için mesleğini bütünüyle kavrayarak, hatasız öğrenmesi gereken bireyleriz. Bunun için de etkili bir tıp eğitimine ihtiyacımız var. Gerçekten bunu başarabiliyor muyuz? Mesleğimizi anadilimiz dışında bir dille ‘tam olarak öğrenebilmek’ mümkün mü? Biz de bu sorulardan yola çıkarak yabancı dilde eğitimin tıp öğrencilerini ve öğrenmelerini nasıl etkilediğini araştırmaya karar verdik. Amacımız; yabancı dilde tıp eğitiminin öğrenmeye etkisini araştırmak, olumlu ve olumsuz yönlerini tartışmaktır. Projemizde,anket uygulama yöntemi kullanılmıştır. Yabancı dilde tıp eğitiminin öğrenmeyeetkisini sorgulamak üzere hazırladığımız iki farklı anket Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İngilizce Grubu öğrencilerine ve öğretim üyelerine uygulanmıştır. Anket verileri uygun istatiksel yöntemlerle işlenip anket çalışması sonlandırılmıştır.

Deney Tüpünde İnsan Yaratmak Emre KAYMAKCI, Neşe DİKMEER, Yakup ÖZGÜNGÖR, Fatih TEKİN, İdris GUELLAH Projemizi hazırlarken tıbbın, hukukun ve toplumun IVF’e bakış açısını objektif bir gözle değerlendirmeyi amaçladık.Bu amaç doğrultusunda “Bu yöntemler eşlerden birinin infertil olduğu ailelerde mi uygulanabilir yoksa her başvuran aile bu yöntemlerden yararlanabilmeli midir?”, “Genetik ayıklama ve cinsiyet seçimi hangi durumlarda yapılabilir?”, “Donörlerin kimliği aileye ve çocuğa açıklanmalı mıdır?”, “IVF, sperm bankaları ve taşıyıcı anneliğin toplumun sosyolojik yapısına ne gibi etkileri vardır?” gibi sorulara yanıt aradık.Ayrıca bu yöntemle dünyaya gelen çocukların topluma uyum sürecinde ne gibi zorluklarla karşılaştığını araştırmayı planladık.Yaptığımız çalışmalar sonucunda bu konuda etik ve hukuki açıdan cevaplanması gereken birçok soru bulunduğunu gördük.Elde ettiğimiz veriler ışığında toplumun bilinçlendirilmeye, hukukun ise bazı düzenlemelere ihtiyaç duyduğu sonucuna vardık.

Adli Vaka Damgası Merve KOCAR, Orkun AYDIN, Alper TÜRKEL Bu projede intiharın adli vaka olarak değerlendirilmesi ele alınmıştır. İntihar,”insanın kendi kendisini cezalandırma veya kendisini kasıtlı olarak dünyadan

ayırmak için girişilen eylem” olarak tanımlanmakta ve “diğer bir deyimle insanın yaşamına son vermek amacı ile yaptığı ve başarı ile sonuçlandırdığı patolojik bir davranış” olarak yorumlanmaktadır. Bu projede intiharın hekim,insan ve adli kurumlar açısından nasıl algılandığı, bu konuda neler yapıldığı, acil intihar vakalarının sebeplerinin (araştırılmsı amaçlanmıştır.Yöntem olarak Hacettepe Üniversitesi büyük acil polis kayıtlarının 01.07.2009 -30.12.2009 tarihleri arasında incelenip sınıflandırılması ve bu konuda uzman kişilerle görüşülmesi sonucu edinilen bilgiler kullanılmıştır. Araştırmalar sonucunda intihar edenlerin %77 sinin kadınlar, %23 ünün erkekler, %82 sinin ilaç intoksikasyonuyla, %10 unun bilek kesisiyle, %8 inin yüksekten düşmeyle intihar ettiğiyle ilgili bulgular elde edilmiştir.Ayrıca bu bu vakaların %36 sının hayati tehlikesi varken, % 64 ünün hayati tehlikesi bulunmamaktadır.Kadınlarda bu kadar sık intiharın görülmesi ve hayati tehlikenin düşük olması akla sekonder kazanımlar mı yoksa adli bir durum mu sorularını getirmektedir. Erkeklerde ise; kadınlara göre ilaç intoksikasyonu yüzdesi hada azken, bilek kesisi ve yüksekten düşme oranları daha fazladır. Bu durum erkeklerle ilgili vücuduna zarar verme kararlılığı daha mı fazla yoksa adli vaka olma olasılığı daha mı yüksek sorularını akla getirmektedir. Ayrıca intiharın hukuki bir yaptırımının bulunmadığı ancak sebebinin araştırılması amaçlı hukuka başvurulduğu ve hekimin acil bir duruma,””aydınlatılmış onamın” aksine, müdahale gerekliliği, İnsan Hakları Bildirgesine göre insanın yaşama hakkı olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

Nazi Zulmünden Türkiyede Tıp Eğitimine Ozancan BABAOĞLU, Ebubekir BAĞIŞ, Hasan Mervan AYTAÇ, İzzet ERDAL Nazi zulmünden kaçıp Türkiye’de bir çok üniversitede tıp alanında öğretim görevlisi olarak çalışmış bilim adamlarının isimlerine ulaştık. Onların çalışmalarını inceleyip değerlendirdik… Prof.Dr. Erich Frank:1940`lı yıllar. İkinci Dünya Savaşı tüm dünyada büyük acılar yaratırken, bu cinnet yıllarını kendi kabuğuna çekilerek atlatmaya çalışan ülkemizde 1934 Eylülü,Türk tıbbı için önemli bir zamandır. İleriyi görmekte bir deha olan büyük önder Atatürk`ün emriyle 1933 yılında yapılan üniversite reformundan hemen sonra, Nazizm`in baskısı altında her an ölümlerini bekleyen Musevi asıllı Alman bilim adamlarına, Türkiye de açılmakta olan bu yeni üniversite ve fakültelerden kucak açılmıştı.Bu hocalar arasında dönemin İç Hastalıkları alanında en yetkin isimlerinden biri olan Prof.Dr. Erich Frank, Türk Hükümetinin davetini kabul edip,İstanbul Üniversitesi 2`nci Dahiliye Kliniği Ordinaryüs Profesörlüğü`ne atanmıştır.Prof.Dr. Erich Frank,ilk defa ağızdan alınan şeker düşürücülerin diyabet alanında kullanılabileceğini göstermiştir. İlk defa ideal kan şekerinin 110 mg/dl değerini aşmaması gerektiğini, `Balayı döneminde bile tip 1 diyabetiklerin insulin kullanmaya devam etmelerini söylemiştir ki, günümüz tıbbı bu noktaya ancak çok yakında gelebilmiştir. Ülkemizde ilk kalp laboratuvarı, tüberküloz ve intaniye servisi,dahiliye kliniğinde diyet koğuşu ve modern anlayışlı diyet mutfağını kuran Frank Hoca,yalnızca muayene ve tahlil yöntemleriyle yetinmeyip,vaka üzerinde geniş tartışma ve değerlendirme yaptıktan sonra sonuca ulaşan bir yaklaşım şeklini yerleştirmeye çalışmıştır. Prof.Dr.Rudolf NİSSEN:Alman hekimi (Ntes-se 1896-İsviçre/Basel 1981).Berlin Üniversitesi’nde tıp öğrenimi gördükten sonra,aynı üniversitede cerrahi profesörlüğü yapmakta olan Sauer-burch’un asistanlığını üstlendi.Dünyada ilk kez pnömonektomi ameliyatında başarılı olması,göğüs cerrahisi alanında kısa sürede ünlenmesine neden oldu, 1930’da Berlin Üniversitesi’nde cerrahi profesörlüğüne getirildi. 1933’te Almanya’da Nazilerin iktidara gelmesinden sonra Yahudi kökenli bilim adamları üzerinde uygulamaya başladıkları baskıdan kaçarak İstanbul’a geldi ve İstanbul Üniversitesi’nde cerrahi profesörü olarak göreve başladı.Türkiye’ye gelecek yabancı hocalarla Türk Hükümeti arasında aracılık yaptı. Cerrahpaşa’daki 1. Cerrahi Kliniği’nin yöneticiliğini üslenerek kliniğin elverişsiz koşullarına karşın en yeni cerrahi tekniklerinin uygulanmasını başlattı. Özelikle karın ve göğüs cerrahisinin temellerini attı.Bu arada yeni bir klinik binasının yapımı ve donatımıyla ilgili girişimlerde bulundu. Ayrıca Türk cerrahisine yaptığı katkılardan dolayı kendisine Hacettepe Üniversitesince onur doktorası da verildi.

Tıp Eğitimi Modelleri Merve ALTUNBAŞ, Merve İNCE, Zehra TEKİN Tıp eğitiminin amacı tüm insanların sağlıklı yaşamalarını sağlamak için hekim yetiştirmektir. Daha iyi hekimler yetiştirmek için tüm dünyada farklı eğitim sistemleri kullanılmaktadır.Bunlar: 1. Klasik tıp eğitimi 2. Entegre tıp eğitimi 3.

Page 47: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010Özet Kitabı

47

Probleme dayalı tıp eğitimidir. Biz de projemizde Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Farmakoloji ve Klinik Farmakoloji Anabilim Dalı’ndan Emine Demirel Yılmaz’ın “Tıp Eğitimi Sistemleri, Yöntemleri ve Tıp Fakültelerinin Sorumlulukları” isimli makalesinden yola çıkarak, internetten yaptığımız araştırmaların ve TEBAD’daki hocalarımızın yardımıyla tıp eğitiminde kullanılan yöntemlerin birbirlerine göre üstünlüklerini ortaya koymaya çalıştık. On dokuzuncu yüzyıl öncesinde tıp eğitimi “usta çırak” ilişkisi şeklindedir.Zamanla öğrenci sayısının artmasıyla kalabalık bir öğrenci topluluğuna ders anlatmaya dayanan “klasik tıp eğitimi” ortaya çıkmıştır.Ama bu sistemde konular birbiriyle bağlantılı değildir ve ancak sene sonunda öğrenci tarafından bütünleştirilebilmektedir.Bunun üzerine eksiklikleri gidermek için ”entegre sistem” geliştirilmiş ve konuyla ilgili bilgiler bütün olarak verilmeye başlanmıştır. Ancak bu sistemde de sınav bütün konulardan yapıldığı için öğrenciler bazı konuları bilmeden de sınıfı geçebilmektedir. Zamanla tıptaki bilginin çok artmasıyla öğrenciye bilgiye nasıl ulaşacağı ve onu nasıl kullanacağını öğretmeye dayanan “probleme dayalı tıp eğitimi” ortaya çıkmıştır.Fakat bu sistemin iyi birşekilde uygulanabilmesi için küçük gruplar olması ve eğiticilerin iyi eğitilmiş olması gerekmektedir.Üç sistemde de çeşitli sorunların yaşanması hangisinin daha etkili olduğu konusunda tartışmalara yol açmaktadır. Sistemler arasında başarı olarak küçük farklar bulunsa da aynı tıp eğitimi sistemini uygulayan fakülteler arasında başarı farkının olması bize hangi eğitim sisteminin uygulandığından çok o sistemin nasıl uygulandığının önemli olduğunu göstermektedir.

Anadil ve Sağlık Mehmet Budak AYTEK, Hüseyin ÇELİKSÖZ, Hamza ÇOBAN, Yunus Emre DÜNDAR Tıp eğitiminde, tanı koymak için en önemli basamak anamnez (öykü) almaktır.Aynı dili konuşmayan hasta ve doktor arasındaki iletişim sorunundan dolayı uygun anamnezin alınamamasını,bundan doğan hasta doktor gerginliğini,yanlış tanı konulmasını ve bunun sonucu olarak yanlış tedaviyi vurgulamak. Yöntem Bu konuda yapılmış çalışmaları; Boğaziçi üniversitesi TRICC çalışması,Türk Tabibler birligi -SES birlikte düzenledigi Anadil ve Sağlık sempozyumu, kısa filmler,tıp öğrenci tecrübeleri(tercüman), diğer ülkelerdeki modelleri anlatmak. İnsanları başka bir dilde konuşmasının psikolojik etkileri.Ülkemiz ve benzer durumdaki ülkerlerdeki durumları anlatmak. Sonuç Anadilinde konuşamama kaynaklı, iletişimsizlik sonucu oluşan saglık sorunlarını bütünsel olarak ele olmak.Yapılan çalışmalar,tecruübeler,araştırmalar temelinde çözüm önerileri sunmak..

İstismarın Çocukları Fırat BALUKEN, Fikriye Gözde BAYRAK, Esra AYDIN Çocuk istismarı dünyanın birçok bölgesinde bilim literatüründe yer alan bir konudur. Ancak, çocuk istismarı çeşitli toplumlarda ve kültürlerde farklı şekilde algılanmakta ve tanımlanmaktadır. Kültür, bir toplumun inanç ve davranışlarının birikimidir. Ayrıca, genel olarak kabul edilen çocuğun bakımı ve büyütülmesi prensiplerini ortaya çıkaran bir alt yapıdır. Bu nedenle ailelerin çocuklarına karşı davranışları farklı olabilmektedir. Bu durum yapılan davranışın normal, ihmal veya istismar olarak değerlendirilmesinde farklılıklara yol açmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) 1999’da yaptığı tanıma göre, “Çocuk İstismarı (Child abuse) veya çocuğa karşı kötü muamele; sorumluluk, güven ve yetenek ile ilgili genel durumunda çocuğun sağlığına, yaşamına, gelişimine ve değerine zarar verebilen, fiziksel ve/veya emosyonel kötü davranışı, cinsel istismarı, ihmali, her türlü ticari çıkar için çocuğun kullanılmasını içeren her türlü davranışlardır.” Bir başka deyişle çocuk istismarı, kendinden en az 6 yaş büyük bir yetişkin, toplum veya ülkesi tarafından çocuğun sağlığını ve fiziksel gelişimini olumsuz yönde etkileyecek şekilde bilerek veya bilmeyerek yapılan davranışlardır. Bu davranışların mutlaka çocuk tarafından algılanması veya yetişkin tarafından bilinçli olarak yapılması şart değildir. Çocuk ölümleri ile ilgili sınıflandırmada farklılıklar olmasına karşın, genel olarak kabul edilen istismar nedeniyle olan ölümlerin resmi kayıtlardakilerden daha fazla olduğudur. En önemli ölüm nedenleri içerisinde başa yapılan darbeler gelmekte olup, bunu karın bölgesine yapılan darbeler izlemektedir. Son yıllarda Türkiye’de çocuk istismarına olan ilgi ve farkındalık, yeterli olmamakla birlikte artmaktadır. Bu projenin amacı çocuk istismarını ve tiplerini tanıtmak, risk faktörleri ve istatistiksel bilgileri analiz etmek, toplumun ve sağlık çalışanlarının konuya dikkatini çekmektir. Bu konuda yapılmış istatistikler, hastane ve hoca verileri incelenmiş ve projeye hazır hale getirilmiştir.

Sağlıkta Dönüşüm: Ne Kadar Haberdarız? Meltem AKGÜL, Murat AKCİVAN, Fatma Nur ARSLAN, Sena AKSOY Sağlıkta Dönüşüm Projesi, yaklaşık beç yıldan beridir aşama aşama uygulanan ve büyük bir çoğunluğu uygulamaya geçmiş bir hükümet projesidir. Türkiye de sağlık konusundaki onca açmaz ve karmaşanın çözümlenmesi için getirilen ancak bu sorunun direkt muhatabı olan hekim ve hastaların,son zamanlarda gündeme getirilene kadar pek de haberdar olmadığı bu proje ile hekimlere verilen ve daha çok hekimlerden alınan haklar,kuşkusuz biz hekim adaylarının gelecekleri konusunda derin şüphelere düşmemize neden olmakta. Sağlıkta Dönüşüm Programının üç temel bileşeni vardır. Bunlar; sağlık ve sosyal güvenlik kurumlarının tek çatı altında toplanması, aile hekimliği ve genel sağlık sigortasıdır. Maalesef bu kapsamda, sağlık hizmetleri devletin karşılaması karşılıksız sağlaması gereken bir hak olmaktan çıkarak sigorta priminin ödenmesi üzerinden doktorlarca sunulan ücretli bir hizmet konumuna düşmüş bulunmaktadır. Hekimliğe yıllarını,özverisini,emeğini vermiş onca doktorla hastası arasına daha fazla girmesine yol açılan maddi çıkar çatışması tehlikesinin yanı sıra,özel sigorta sistemi ile gelecekte tıbbi konularda bilgisi olmayan insanların da hekimlerin kararlarında söz hakkına sahip olma durumu, başlı başına etik bir sorun olarak ileriki yıllarda karşımıza çıkacağa benziyor.Projemiz çerçevesinde yaptığımız araştırmamızda, fakültemiz öğrencilerinin,medya tarafından da konunun gündeme gelmesi ile,yasadan haberdar ve getirilerinin farkında olduğunu gördük. Çalışma saatlerinin artırılması,a ile hekimliğinin içeriği vb. birçok konuda yenilik getirmekte olan yasanın bilinirliğini araştırdığımız projemiz, hekim adaylarının gelecekleri konusunda düşünmeleri ve ne şartlarda şekilleneceğini anlamaları açısından da yararlı bir proje olmuştur.

Tıp’tan Usandıran Seçim Mehmet KIŞ, Süleyman KAYA, Harun MANKIR, Mehmet KARAKURUMER Amacımız son yıllarda iyice rant elde eden ve tıp öğrencilerinin hayatında vazgeçilmez yere sahip olan tıpta uzmanlık sınavı dersanelerini incelemek. Bildiğimiz gibi günümüzde bir çok doktor adayı hasta yerine TUS kitaplarını tercih etmekte. Bu durumun gelecekte bizi nasıl etkileyeceğini göreceğiz. Tıp fakültesinin 6 sene boyunca sunduğu eğitim acaba yeterli değil mi? Bunu tam olarak bilemeyiz ama bildiğimiz şey birileri bunun üzerinden büyük bir rant sağlamakta..

Ülkemizde Doktorlara Bakış Açısının Tarihsel Değişimi Muhammed İbrahim AKPINAR, Şuayyip ALKIŞ, Yakup ALPAY, Furkan Bahadır ALPTEKİN

Doktorluk, tüm dünyada olduğuı gibi ülkemizde de saygın bir meslek.İnsanların doktorlara karşı teveccühü, saygısı yadsınamaz bir gerçek. Herkes ailesinde bir doktor bulunsun ister. Tıbbın bütün bu ayrıcalıklarını bizler de tıp fakültesini kazandığımız günden beri yaşıyoruz. Peki,doktor olmanın getirdiği bu ayrıcalıklı konum hala aynı şekilde devam ediyor mu? Son on yıllarda toplumumuzun hekimliğe bakış açısı nasıl değişti ve bu değişimde rol oynayan etmenler nelerdir? ’Doktorluk’ mesleğinin marka değerini artıran ve azaltan etmenler nelerdir? Biz projemizde belli bir yaşın üstündeki vatandaşlarla ve doktorlarla yaptığımız anketler ve birebir röportajlarla, bu süreçte toplumsal yapıda değişimin, tıbbın ilerlemesinin, doktor profilindeki değişimin, hastanelerdeki fiziki koşulların tıbba olan bakış açısını nasıl etkilediğini irdelemeye çalıştık.

Gen+Etik=Genetik Ertuğrul Çağrı BÖLEK, Erinç EVRENSEL, Mehmet ÖZKAN, Özge ÖZER Bizim bu projede amacımız, tıp ve biyolojideki gelişmelerle paralel olarak ilerleme gösteren genetik biliminin özellikle sağlık alanındaki giderek yaygınlaşan kullanımının getirdiği etik sorunları incelemektir. İlerleyen genetik bilimi hekimlerin bu alan hakkında hem bilgi sahibi olmasını hem de yasal sorumlulukları doğru uygulayabilmesini gerektirmektedir. Biz de bu çalışmamızda belli başlı sık karşılaşılan sorunları ele alarak geniş olan konuyu özetlemeye çalıştık. Bunlardan bazıları, “Genetik taramasında Huntington Koresi saptanan bir kızın babasına genetik sonuçlar açıklanmalı mıdır (Bilgilerin Gizliliği)? “ veya “Genetik özellikleri seçilerek gebeliği düzenlenen embriyoların işlemlerinde hangi hususlara dikkat edilmelidir(Akondroplazili ebeveynlerin çocuklarının da uygun ortam gerekçesiyle bu genetik kusurla dünyaya gelmesini istemesi) (Preimplantasyon tanısı ve embriyo

Page 48: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010Özet Kitabı

48

seçimi)?” olarak sıralanabilir. Bu gibi sorunlar sebebiyledir ki, genetik çalışmalara hukuki olarak belirli sınırlamalar getirilmekte, bu noktada hastaların da onamının alınması gerekmekte ve hastaların rızası ön plana çıkmaktadır. Sonuç olarak gelişen genetik ilerlemelerin beraberinde getirdiği etik sorunlara günümüzde belli bir çözüm getirilemediği gibi, gelecekte de bir süre bu problemlerle meşgul olunacak gibi görünmektedir. Biz de bu şekilde geleceğin hekim adaylarını bu sorunun varlığı hakkında bir nebze de olsa bilgi sahibi etmek istedik.

Tüccarlaşan Doktorlar Ayşe Nur UZUNER, Cihan TÜRKER, İlkay Nur CAN Hekimlik tarih boyu tüm toplumlarda saygın bir meslek olagelmiştir. Hekim yardımsever, dürüst, güvenilir, özverili ve idealist bir kişi olarak algılanmıştır. Peki, bir hekimin esas amacı ve görevi ne olmalıdır? Bir hekimin öncelikli görevi, hastalıkları önlemeye ve bilimsel gerekleri yerine getirerek hastalıkları iyileştirmeye çalışarak insanın yaşamını ve sağlığını korumaktır. (TTB meslek etiği kuralları madde–5) Hekimin öncelikli görevi hastalarının sağlığı olmasına rağmen, esas amacını maddi kazançları olarak gören ve hastalarına da bu yönde davranan hekimler ‘tüccarlaşan’ doktorlardır. Bu gün dünyanın birçok ülkesinde ve bizim ülkemizde de ‘tüccarlaşan doktorlar’ mevcuttur. Buna hekimin organ ticareti yapması, ilaç yolsuzluklarına ortak olması, ilaçlara hastalık icat etmesi, parayla sahte rapor yazması gibi birçok durum örnek verilebilir. İşte biz öncelikle ‘tüccarlaşan’ hekimliğin ne olduğunu, hekimlerin neden tüccarlaştığını, hekimin kişiliğinin yanı sıra sağlık sistemi ve yasaların hekimin tüccarlaşmasına etkilerinin neler olduğunu, bu tür etik dışı hekim tutumlarının sonuçlarını ve hasta hekim ilişkisini nasıl etkilediğini ve bu tür tutumların önüne geçmek için neler yapılabileceğini araştırdık. Bu konuda anket yaparak dönem–3 tıp fakültesi öğrencilerinin görüşlerini aldık. Amacımız bu tür etik dışı hekim tutumlarının önüne geçebilmek için bu konuda tıp fakültesi öğrencilerini en iyi şekilde bilgilendirmektir.

Bana Hemcinsim Baksın Seçil BABUÇCUOĞLU, Şerife DÜLGER, İlknur GÜNDEŞ,Neziha Özlem GÜNBULUT Ülkemizde hastalar doktor tercihinde iyi olması yanısıra cinsiyet kavramını da göz önünde bulundurmaktadır. Hatta yaptığımız röportajlar sonucunda en ön sırada bile yer aldığını görmüş bulunmaktayız. Biz hastaların gözünden bu durumun sebeplerini araştırmaya karar verdik. Ne gibi durumların bu seçimde etkili olduğunu araştıracağız. Eğitim düzeyi, aile, çevre vs. gibi etkenlerin seçimde ne kadar etkili olduğunu inceleyeceğiz.

Marmara Depremi ve Akut Böbrek Yetmezliği Ümran ŞENYER, Yakup DERİN, Aykut ÇELİK Merkezi Gölcük olan 7.4 şiddetindeki Marmara Depremi Cumhuriyet tarihimizin en ağır felaketlerinden biriydi ve Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi rakamlarına göre 17,480 kişinin ölümüne ve 43,953 kişinin de yaralanmasına yol açmıştı.Depremden birkaç gün sonra deprem bölgesinden gelen haberler ile karşılaştığımız felaketin boyutları ortaya çıkmaya başladı. Yüzlerce yaralının çeşitli hastanelerin acil servislerini doldurması çok fazla sayıda akut böbrek yetersizlikli hastanın tedavisinin gündeme geldiğine işaret ediyordu. Depremden sağ kurtarılan vatandaşlarımızın yaklaşık %40’ı Crush Sendromu’yla karşı karşıyaydı. Crush Sendromu terimi ile travmaların yol açtığı rabdomiyolize bağlı olarak cerrahi ve medikal zeminde gelişen pek çok belirti ve bulgu (örneğin; hipovolemik şok, akut böbrek yetersizliği, hiperpotasemi,kalp yetersizliği, solunum yetersizliği,infeksiyonlar vb.) içeren bir tablo kastedilir. Afetzedelerimizde crush sendromu uzun süre enkaz altında kalmalarına bağlı olarak gelişmişti ve ağırlıklı olarak ekstremitelerinin enkaz altında kalması; baş ve gövdenin fazla etkilenmemesi nedeniyle yaşamlarını idame ettirebilmişlerdi. Batın ve göğüs bölgesi enkaz altında kalanlar ise muhtemelen çok daha erken dönemde enkaz altında kardiyorespiratuar, iskemik, vb. sorunlar nedeniyle yaşamlarını yitirmişlerdi. Marmara depreminde bu duruma karşı tıbbi olarak nasıl müdahele edilmişti,ne kadar yeterli olmuştu, deprem kuşağında bir ülkede yaşıyor olmamız itibariyle önümüzdeki İstanbul depremi gibi olası felaketlere ne kadar hazırlıklıyız, depremden sonraki ayrı bir trajik tablo olan Crush Sendromunu ne kadar tanıyoruz, bunları öğrenmek istedik.

Estetik Psikoz Özlem IRAK, Gizem KAVAL, Hüseyin Adil ÖNER, Ekin TUNÇELİ Güzel olma sevdası yıllar öncesinden beri hep var olmuştur. Pürüzsüz bir cilt için yapılan süt banyoları, değiştirilen saç renkleri, yüz ve vücut makyajlarıyla başlayan güzellik yolculuğu bugün kulak, burun, meme gibi organ değişikliğine kadar gitmiştir. Hepimizin bildiği gibi estetik ameliyat, bir hastayı güzelleştirmek ya da görünümünü düzeltmek amacıyla yapılan cerrahi müdahaledir. Yani insanlar uzuv kopması gibi zorunlu olayların yanı sıra, vücutlarının beğenmedikleri yerlerini değiştirmek için, sırf güzellik uğruna bıçak altına yatmaktadırlar. Bu operasyonların psikolojik temelleri olduğu kadar, psikolojik yansımaları da vardır. Estetikle değiştirilen yalnızca görünüş müdür yoksa amaç psikolojiyi mi düzeltmektir? Ya da ameliyat olan kişilerin hayattaki başarıları gerçekten bir artış göstermekte midir? Belki de sorulması gereken görünüşünden mutsuz olan kaç kişiyi, bu görünüş değişikliğinin ne kadar mutlu edebileceğidir. Projemizde estetik ve psikolojinin bu yakın ilişkisi üzerinde durduk. Birbirlerinin sebep ve aynı zamanda sonucu olan bu iki durumun bağlantısını daha yakından incelemeye çalıştık.

Gerçek Yüzünüzde Gizli Erhan UZUN, Ahmet USTA, Ayşe METE, Özge ŞEN İnsanların neden ve nasıl yalan söylediklerini,bazılarının bu konuda başarılı olurken neden diğerlerinin olamadığını,kimileri yalanı sezmekte yeteneksizken,kimilerinin ne kadar yetenekli olduğunu,aldatmada hangi belirtilerin güvenilir olduğunu ve hangilerinin olmadığını inceledik.Araştırmalar sonucu elde ettiğimiz veriler ses tonu,beden dili ve özellikle yüz ifadelerinin o kişinin yalan söylediğini işaret edebileceğini öğrendik.Mikroifadeler denilen ve insanın yüzünde saniyenin beşte biri kadar süre kalan yüz avcılarının en iyi ipucu olmuştur.Yargıçlar,polisler ve bu konuda eğitilmiş kişiler normal bir insanın genellikle pek dikkat çekmeyen ama dünyanın son 20 yıldır epey önem verdiği bu konuya dikkat çekmek istedik.

Doktor-Hasta İlişkisinde Cinsiyetin Yeri Dilek MENTEŞOĞLU, Güldeniz TAŞ, Birsen ÖZTÜRK Hekimlik mesleğine başlarken din, milliyet, cinsiyet, ırk ve parti farklarının görevimiz ile vicdanımız arasına girmesine izin vermeyeceğimize dair ettiğimiz yemindeki bir kelime, günümüz tıbbi mesleklerin en başta gelen tartışma konularından birine yol açar: cinsiyet. Hekimin temel görevi insanların yararına çalışmaktır. Bir doktor kişisel düşüncelerini hastasının sağlığından üstün tutamaz. Doktorun birincil niteliği sağlık görevlisi olmasıdır, bir cinsiyete mensup insan olması değil. Bu noktadan hareketle denilebilir ki hekimlik cinsler üstü bir meslektir. Tıpkı bunun gibi hastanın kadını erkeği olmaz. Ayrıca sağlık hizmetinden yararlanma, bireyin doğumdan ölüme kadar gereksinim duyduğu bir süreçtir. Bu süreçte birey, belli dönemlerde ve belli aralıklarla doktorla karşı karşıya gelebilmekte ve bu hizmetten yaralanma durumunda kalabilmektedir. Ancak sağlık hizmeti alımı sürecindeki doktor hasta ilişkisinde bazı iletişimsel sorunların yaşandığı da yadsınamaz bir gerçektir. Bu yüzden projemiz, başta cinsiyetin hekim hasta ilişkisinde etkisini incelemek ve bunun yanında bu hassas iletişimin birçok bileşeninin de olduğunu ve bunlara aynı özenle dikkat edildiği takdirde etkili, her iki tarafı da tatmin edici bir görüşme olabileceğini neden ve sonuçlarıyla sorgulamayı amaçlamaktadır. Toplumun geleneksel yapısının bu sorunlara zemin hazırladığı göz önüne alındığında, eğer bireyin yetiştirilme şekli ve eğitimi bu eşitsizlik düşüncesini ortadan kaldıracak şekilde sağlanırsa cinsiyet ayrımının hasta-hekim ilişkisindeki olumsuz etkisi ortadan kalkabilecektir.

Page 49: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010Özet Kitabı

49

Tıp ve EtikAydınlatılmış Onam Şeyda BOZKURT, Turgay POLAT, Metecan KARAHASAN, Seid ALİ Aydınlatılmış onam,iyi hekimlik uygulaması önkoşullarından biridir ve tıp etiğinin temel ilkelerinden özerklik ilkesine dayanmaktadır.Aydınlatılmış onam süreci de;hastanın kendisine uygulanacak herhangi bir tıbbi işleme onay verebilmesi ya da reddedebilmesi için yeterince bilgilendirilmesi,aldığı bilgi üzerine düşünmesi,özgür seçimine dayalı kararını vermesi sürecidir.Sağlık hukukunun ana unsuru olan bu konunun ne anlama geldiği halen hekimlerce ve hastalarca yeterince anlaşılamamıştır.Biz de geleceğin hekimleri olarak bu konuyu daha iyi anlamak ve anlatmak amacıyla bu çalışmayı yapmaya karar verdik. Yasal ve tıp etiği bağlamında aydınlatılmış onam,görevlerin paylaşımı ve onamı kimlerin alması gerektiği,çocuk hastalardan ve psikiyatri hastalarından almada farklılıklar gibi konuları araştırdık.Ayrıca bu konuyla ilgili Türkiyede yapılmış 3 farklı çalışmayı inceledik. Tıbbi Etik Yoksa Tıbbi Atık Mı? Sinem GİRGİN, Tuncay GÖKÇEN, Recep KAR Tıp fakültelerinde tıp öğrencilerine tıbbi etik dersleri veren ve tıbbi etik uzmanı yetiştiren akademisyenler isyan içinde, çünkü Türkiye’de yetiştirilecek tıp uzmanları listesinden 19 Haziran 2002 tarihinde yürürlüğe giren kanunla Tıbbi Etik Uzmanlığı çıkarıldı. Doktorların ihtisas yapacakları dallar tespit edilirken 43 tane uzmanlık dalı ve yan dallarla beraber 81 tane uzmanlık dalı kabul edildi, bir tek Tıbbi Etik Uzmanlığı kaldırıldı. Bizim de bu projedeki amacımız Tıbbi Etik Uzmanlığı’nın kaldırılmasının sebeplerini incelemek ve bu durumun sonuçlarını uzmanların görüşleri doğrultusunda değerlendirmek. Ötenazi M.Akif CİLA, Mükremin ÇITIR, İbrahim AYLAK, M. Ali Fayıs ALTAMIMI Tıbbın tarihinden beri tartışılan bir konu olan ötenazinin farklı bakış açılarıyla ve farklı yönleriyle araştırılması ve dinleyicilerimizin yada gözlemcilerimizin bilgilendirilmesini amaçladık. 1) Genelhatlarıyla Ötenazi -Tanımı -Tarihçesi -Ötenaziyle ilişkin ayırımlar .Aktif ötenazi-Pasif ötenazi .İradi ötenazi –Pasif ötenazi .Dar anlamda ötenazi-Geniş anlamda ötenazi-En geniş anlamda ötenazi .Kazai ötenazi-Medikal ötenazi- Yasal ötenazi -Tıbbi etik açısından ötenazi -Dinler açısından ötenazi 2) Hukuki Açıdan Ötenazi -Farklı devletlerin ötenazi algısı -Türk hukukunda ötenazi.

Açlık Grevlerinde Tıp Etiği Mehmet GÖKÇEK, Mehmet Afşin KARAOĞLAN, Ahmet GÜNER Projemiz tartışmalı bir konu üzerine aydınlatma amacı taşımaktadır: açlık grevleri ve ölüm oruçları.Kimi zaman çeşitli sebeplerle insanlar kendilerine zarar vermek istemekteler. Biz de konuyu tıp ne diyor başlığı altında inceleyeceğiz. Daha önce birçok kere gündeme gelmiş ve bazı ülkeler bu konu hakkında çeşitli kurallar koymuş ve girişimlerde bulunmuşlardır. Malta Bildirgesi ve Tokyo Bildirgesi ve bu konu hakkında yapılan çok sayıdaki araştırma bize bu konunun çok eski tarihlerden beri tartışıldığı hakkında bilgi vermiştir.Bunun gibi farklı durumlarla karşılaştığımızda olayın ne tarafında duracağımız ve nereye kadar müdahale edeceğimizi, insanın kendine zarar vermek istemesi halinde bizim sorumluluklarımızın ne olduğunu düşündürmeyi amaçlamaktayız. Euthanasıa Asem EL-ABED, Hilwah AHMAD FARİD, Zarifi Alaa-Eddin KAMARİ In this project we are hoping to get and show a better key ideas about what people think about an important issue in our human ancient and recent life,which is “EUTHANASIA”. This joint between two states; being alive suffering (living wills) or giving decisions to die. Because we know nowadays that this issue is becoming important increasingly with the presence of new malignant and untreatable diseases that are very difficult to live with. And we will be discussing why some people agree and some disagree with that and what they based on to prove thier point of views. Simply euthanasia is a delibelerate killing of aperson for the benefit of that person. We are aiming to define euthanasia in details with mentioning the types of it. We based mainly to get our information about this project on the

internet (like BBC, wikipedia,...etc) and some e-books, some articles and magazines from both countries that agree and disagree. Moreover we are trying to get some info from people who had experience about that, probably from some hospitals or through the internet . Hastalar Haklı, Peki Ya Hekimler? Mesut ÖZTÜRK, Emre Yağız SAYACI, Cem ŞİMŞEK, Tolga ZEYDANLI, Fatih Çağrı SARIKAYA Günümüzde hasta- hekim ilişkisi hâlâ en çok üzerinde fikir yürütülen ve tartışılan konulardan biridir. Bu ilişkinin önemli bir bölümünü de hasta hakları oluşturmaktadır. Hastaların özgürce hekim seçme, hekimi tarafından belirlenen tedavi şeklini uygulamayı reddetme, mahremiyetine ve gizliliğine saygı gösterilmesi gibi pek çok hakkı var. Acaba hekimlerin de hakları var mı? Varsa ne gibi haklar bunlar? Hasta hakları kadar geniş bir yelpazede mi? Peki bu çift taraflı ilişkide neden sadece bir tarafın haklarından bahsedilmekte? Hasta ve hekim hakları bir çeşit çatışma içerisinde mi? Yoksa hasta haklarının yanında hekim hakları bir öneme sahip değil mi? Bütün bu sorulardan yola çıkarak hekim hakları odaklı bir proje çalışması yaptık. Hekim haklarının hukuktaki yerini, hangi şartlarda uygulandığını, hasta haklarıyla olan ilişkisini, hangi merciler tarafından korunduğunu araştırdık. Hekim haklarının hekimin sorumluluklarıyla ne derece bağlantılı olduğunu, nerede öne geçtiğini, nerede geri planda kaldığını yansıtmaya çalıştık. . İntersex Olgularda Medikal ve Etik Problemler Erhan YILMAZ, Mehmet SAĞLAM Seksüel farklılaşma bozuklukları, yenidoğanda en sık eksternal genital organların anormal görünümüyle ortaya çıkar. Tıbbi, psikolojik ve sosyal komplikasyonları olan, bazı hallerde acil müdahaleyi gerektiren ve tanının hızlı bir şekilde belirlenmesinin gerektiği acil bir durumdur. İntersex vakaların tedavisinin yönetilmesi multidisipliner bir çalışmayı ve etik problemleri de beraberinde getirmektedir. Bu projedeki amacımız hastalığın tedavi karmaşasının ve oluşan etik ve medikal problemlerin nasıl önüne geçilebileceğini araştırmak ve uygun tedavi için nelere dikkat edilmesi gerektiğini belirlemekti. Araştırma sırasında öncelikle hastalığın tanımının iyi yapılması amacıyla akademik olarak kabul görmüş kaynakları taradık. Sonrasında bu konuda yayınlanmış makaleleri ve vaka takdimlerini inceledik. Karşılaşılan problemleri 3 temel başlık altında topladık. Bunlar; çocuğun iyi bir olgunlukta yetiştirilmesi sorunu, çocuk ve adolesanların haklarını önde tutarak onların hür iradeleriyle karara katılmalarını sağlama sorunu ve aile ve çocuk arasında oluşan problemlerdir. Haklar, ihtiyaçlar ve ilgilerle sınırları çizilmiş olan bu durumda dengeyi sağlamak için kullanılabilecek 9 öneriyi toparlamaya çalıştık. Ölüm Kararı Aslı BİLGE, Perihan ALADAĞ, Burcu ULAŞ DNR (do not resuscitate) “Beni Resüsite Etme” talimatı, akut bir kardiyak veya respiratuvar bir hastalık ortaya çıktığında hiçbir kardiyopulmoner resüsitasyon girişiminde bulunulmaması olarak tanımlanmıştır. Kardiyopulmoner resüsitasyon dünyanın her yerinde çok yaygın olarak uygulanmaktadır. Bu uygulamanın hangi şartlarda uygulanabilir olduğu hangi şartlarda uygulanmaması gerektiği soruları daha sık sorulmaya başlanmıstır. Bu konuda en önemli sorumlulukları hekimler, hastalar, hasta yakınları, hasta vekilleri ve hukukçular üstlenmiştir. Biz de yaptığımız bu projede DNR talimatları hakkında daha fazla bilgi sahibi olmaya ve hastaların sahip oldukları bu haklarını, hastaların ve doktorların açısından hukuki ve etik değerler çerçevesinde incelemeye çalıştık. Adli Tıptaki Hukuki Çıkmazlar Yunus Emre ŞENTÜRK, Mert SEÇER, Yasin SAYAR, Umut SUADİYE Günümüzdeki dünya üzerinde yapılan adli tıp uygulamalarının ve teşhislerinin hukuki olarak incelenerek alınan kararlar bu uygulamalar doğrultusunda veriliyor.Bu işlemlerde alınan kararlar veya ulaşılan sonuçlar taraflar arasında veya kendisinin doğru olduğuna kesin gözle bakan taraf için çok tatminkar olmuyor. Günümüzde buna benzer birçok örnek görmekteyiz. Bu olgular medyaya çok fazla yansıyıp ülke geneli tartışmalar ve ikilemler oluşturuyor. Bu olguları değerlendirmenin bu proje için tatminkar bir sebep olduğunu düşünüyoruz.

Page 50: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010Özet Kitabı

50

Etik Olmayan Kazanımlar Meltem KOCA, Hilal NALCI, Fatma NAZLI, Emir KALYONCU Bugün en sıklıkla kullandığımız antibiyotiklerden, anatomi bilgimize temel oluşturan bazı büyük anatomi atlaslarına kadar tıp ve ve başka bir çok bilimdeki keşfi, İkinci Dünya Savaşı sırasında bazı devletlerin etik kurallarını gözetmeksizin yaptığı deneylere borçluyuz. Şimdi pek çok hayat kurtaran bu buluşların kullanımı, sadece etik olarak düşündürücü değil, aynı zamanda gelecekte yapılacak etiğe aykırı bazı çalışmalara da potansiyel bir koruyucu kılıftır. Bunun da ötesinde, bugün tıptaki seviyemizin borçlu olduğu çalışmaları etik olarak kabul etmemiz bir istikrarsızlık doğurmaktadır. Bu soruları çözmek için yakın tıp tarihinde söz konusu deneyler kınanırken sonuçlarının nasıl kullanıldığını, elde edilen bilgilerin yolculuğunu ve yasal tanınmasını araştırdık. Çalışmamızda tarihi verilere dayandık ve yazılı kaynaklara başvurduk. Bu çalışmayla Tıp Fakültesi öğrencilerini bu konuda bilgilendirmeyi, daha sonra ve dolayısıyla daha yanlış bir zamanda düşünebilecekleri soruları onlara şimdiden sordurmayı ve onları kendi meslek hayatlarındaki etik kararlar konusunda daha bilinçli kılmayı amaçladık.

Naziler Döneminde Yapılan Tıbbi Deneylere Etiksel Yaklaşım İrfan BİNİCİER, Muhammed EL HASAN, Erkan KALAFAT II. Dünya Savaşı sırasında, bir grup Alman doktor toplama kamplarındaki binlerce esir üzerinde, onların rızasını almaksızın acı veren ve genellikle ölümle sonuçlanan deneyler yaptı. Üçüncü Reich Dönemi’nde yürütülen etik dışı tıbbî deneyler üç kategoriye ayrılabilir. İlk kategori Mihver ordularının askerî personelinin sağ kalmasını kolaylaştırmayı hedefleyen deneylerden oluşur. Dachau’da, Alman Hava Kuvvetleri’nden ve Alman Havacılık Deney Enstitüsü’nden doktorlar düşük irtifa odalarını kullanarak, zarar gören uçaklardan personelin atlayabileceği üst sınırı bulmak için yüksek irtifa deneyleri yaptı. Bilim adamları hipotermi için etkili bir tedavi yöntemi bulmak amacıyla esirleri kullanarak sözde dondurma deneyleri yürüttü. Ayrıca deniz suyunun içilebilmesine ilişkin çeşitli yöntemleri denemek için de esirlerden faydalandılar. İkinci kategori ise, Alman askerî ve işgalci personelinin sahada karşılaştıkları yaralanma ve hastalıklara çare bulmak için ilaçların ve tedavi yöntemlerinin geliştirilmesi ve denenmesini kapsıyordu. Alman toplama kampları Sachsenhausen, Dachau, Natzweiler, Buchenwald ve Nuengamma’da, biliminsanları sıtma, tifüs, tüberküloz, sarı humma ve bulaşıcı hepatit de ve sera deneyleri yaptı. Ravensbrueck kampı kemik greflemesi deneyleri ve kısa zaman önce geliştirilen sülfa (sülfanilamid) ilaçlarının etkinliğinin denendiği yerdi. Natzweiler ve Sachsenhausen’de ise, esirler olası antidotların test etmek adına fosgen ve zehirli hardal gazına maruz bırakıldı. Tıbbî deneylerin üçüncü kategorisi ise Nazi dünya görüşünün ırkî ve ideolojik öğretilerini ilerletmek için yapıldı. Bu deneylerin en ünlüsü, Auschwitz’deki Josef Mengele’nin yaptığı deneydir. Mengele ikizler üzerinde tıbbî deneyler yürütmüştür. Ayrıca Werner Fishcher’in Sachsenhausen’de yaptığı gibi, farklı “ırkların” bulaşıcı hastalıklara nasıl tepki verdiğini belirlemek için Roman (Çingeneler) üzerinde serolojik deneyler yaptı. Strasbourg Universitesi’nden August Hirt’in araştırması da “Yahudilerin ırksal anlamda aşağılık” olduğu gerçeğini ortaya koymayı hedefledi. Nazilerin ırkla ilgili hedeflerinde ilerleme kaydetmeyi amaçlayan diğer korkunç deneyler ise öncelikle Auschwitz ve Ravensbrueck’te yapılan bir dizi kısırlaştırma deneyidir. Bu kamplarda bilim adamları esirlerin üzerinde Yahudilerin, Romanların ve Nazilerin ırksal ya da genetik açılardan istenmediğine kanaat getirdiği diğer grupların etkin ve masrafsız bir şekilde toplu kısırlaştırılmasını sağlamak amacıyla birçok yöntem denedi. Projemizde hem bu dönemde yapılan deneyleri hem de yakın tarihimizde olan daha birçok tıbbi yanlışa etiksel açıdan ele aldık.

Tıpta Gönüllü Denekliğin Etiği Meltem Ece ÖZCAN, Burcu ÖZATA, Aslı MELEK, Ömer ÖZSARAÇ, Meryem TEHMEN Projemizde tıptaki araştırmalara gönüllü olarak katılan kişilere uygulanan prosedürleri etik açıdan inceledik. Araştırmalara katılan deneklerin katılma amaçlarını, uygulanan deney sırasındaki durumlarını ve deney sonrası görüşlerini araştırdık. Tıpta gönüllü deneklerin haklarının korunması için oluşturulmuş Helsinki Bildirgesi ve diğer yasaları, ayrıca aydınlatılmış onamı irdeledik. Tıp biliminin ilerlemesi ve gelişmesi için temeltaşı olan gönüllü denekliğin, deneklerin hakları gözetilerek hangi etik şartlar altında yapıldığını gördük.

Klonlama ve Etik Sancar Alp OVALI, Mehmet Tolgahan ÖRMECİ, Mustafa ÇETİN Genetik mühendisliğin ve tıp teknolojilerinin oldukça hızlı ilerlediği günümüzde, klonlama çalışmaları önemli yere sahiptir. Etik olarak çok tartışılan bu konu felsefe, roman, sinema gibi bir çok alanda da işlenmiştir. Şu ana kadar hayvanlarda denenmiş bu yöntemi biz daha çok paramedikal açıdan inceleyeceğiz. Çeşitli alanlarda faydalı olacağı düşülen klonlama yönteminin insan üzerinde uygulanmasının olası faydaları ve zararları konusu ortaya konulacaktır. Ortaya çıkabilecek problemler etik açıdan değerlendirilecektir.

Türkiye Klinik Deney Cenneti ‘’Mi?’’Merve SOYSAL, Berrak BARUTCU, Mesut ÇETİN Bu yılki Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi kapsamında ‘’Tıp ve İnsan’’ başlığını seçtik ve bu başlık altında günümüzde oldukça tartışılan etik konusu üzerinde çalışmaya karar verdik.Ülkemizde ve dünyada son yıllarda klinik deneylerle ilgili yapılan yasal düzenlemelerin, Türkiye’yi dev ilaç şirketleri için klinik deney cenneti haline dönüştürdüğü iddialarından yola çıkarak proje çalışmamızı yaptık.Ülkemizdeki ilaç deneklerinin durumunu ve gönüllülük oranlarını ortaya koyan çalışmalardan esinlendik. Amacımız; Türkiye ve dünyada klinik deneylerin nasıl yapıldığını anlamak,Türkiye’de bu konudaki yönetmelik ve uygulanan politikayı incelemek, uygulanan politikanın vatandaşlarımızın sağlığı üzerinde olumsuz etkilerinin olup olmadığını araştırmak, klinik deneylere katılan insanların sosyoekonomik düzeylerini ortaya koymak ve elde ettiğimiz verileri diğer ülkelerdeki klinik çalışmalarla karşılaştırmak,aralarındaki benzerlik ve farklılıkları ortaya koymaktır. Projenin uygulanması sırasında veri toplamada; konuyla ilgili yazılmış makalelerin bulunduğu dergilerden,internetten,hukuk kitaplarından,gazete arşivlerindeki haberlerden ve konuyla ilgili uzman görüşlerinden yararlanıldı. Sağlık Bakanlığı, hazırlıklarını tamamladığı ‘Beşerî Tıbbî Ürünlerin Klinik Araştırmaları Hakkında Yönetmelik’ ile ilaç ve tedaviye dair klinik araştırmaların önündeki bürokratik engelleri kaldırarak ülkeye bu alanlarda, özellikle ilaç Ar Ge’sinde yabancı yatırım çekmeyi planlamaktadır.Yabancı firmalar ise ilaç araştırmalarında madde bağımlılığı ve alkol tüketiminin düşük olduğu ülkemizi tercih etmek istemekte ve vatandaşların haklarını yeterince gözetmediğini düşündüğümüz yönetmelikse bu firmaların amaçlarını gerçekleştirmede kolaylık sağlamaktadır. Klinik deney cenneti olduğunu düşündüğümüz Türkiye bulduğumuz verilere göre;sanılanın aksine yapılan araştırma sayısı ve nüfusa oranı bakımından geri plandadır.Ancak şu da bir gerçektir ki; ülkemizdeki ekonomik koşullar ve ilaç şirketlerinin Türkiye’deki yönetmelik açıklarından yararlanma istekleri, ülkemizdeki araştırma sayısını son birkaç yılda olağandışı arttırmıştır. Ülkemizdeki klinik deneylerdeki gönüllü sayısının oranının artıyor oluşu gerçeğinin sosyoekonomik ve kültürel nedenlerini saptamak amacıyla gönüllü deneklerle anket çalışması yapılabilir. Yönetmeliklerle ilgili düzenlemeler ve bilgilendirmeler için sivil toplum örgütleri ve Türk Eczacılar Birliği çeşitli çalışmalar yapabilir,Sağlık Bakanlığı’nı bu yönde uyarabilir.

Page 51: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,

VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010Özet Kitabı

51

Tıp ve HukukBütün Gün mü? Ceren DURMAZ, Yağmur BAYINDIR, Serdar CEYLAN, Alp Buğra BAŞAT Tam Gün Yasası, geçmişte ülkemizde benzer uygulamaları olan bir yasadır. Benzer yasalar çeşitli zamanlarda çıkartılmış ancak ömürleri uzun süreli olamamıştır. Avrupa ülkeleri ve Amerika’da da sağlık sektöründe çalışma saatleri ve koşulları yasalarla belirlenmiş, ancak bu ülkelerdeki yapılanmalar, ülkemizde yürürlüğe giren yasadan oldukça farklıdır. Amacımız, bu deneyimlerden yola çıkarak, incelemiş olduğumuz Tam Gün Yasası’nın uzun ve kısa dönemdeki sonuçlarını inceleyerek tıp öğrencilerinde farkındalık yaratmaktır.

Hekimlik Eğitimimizde Hasta Haklarını Ne Kadar Öğreniyoruz? Mustafa Şenol AKIN, Begüm Bahar BAŞOĞLU, Eren VURGUN, Havva YEŞİLDAĞLI Bir hekim bir hastaya ne zaman müdahale etmeli? Acaba hekim hastanın her isterdiğini yerine getirmeli midir? Peki ya hekim hastanın üzerinde her türlü protokolü uygulayabilir mi? Bizler tıp fakültemizde ve Ankara’daki önde gelen tıp fakültelerindeki arkadaşlarımıza yaptığımız anket sonucunda bu konuda hekim adaylarının ne kadar bilinçlendiğini gözler önüne sermek istedik. Anketimizde “onsekiz yaşından küçük bir çocuğa müdahale”, “hekimin hastaya uygulayacağı protokol öncesi izni”, “kürtajda hekimin yapması gerekenler” ve “organ bağışı ne gibi durumlarda yapılmalı” konularına yönelik sorular sorduk. Dönem I ve Dönem VI daki arkadaşlarımıza uyguladığımız anketlerle altı senelik bu zorlu eğitimin hasta hakları açısından bir farkındalık yaratıp yaratmadığını ölçtük. Acaba tıp fakülteleri hekimleri tıp eğitiminin yanında hekimleri ileride zor duruma düşürebilecek yasalar hakkında ne kadar iyi eğitebiliyor? Kim Haklı? Kimin Hakkı? Ömer KOMAÇ, Selin KESTEL, Merve GÜNER Amacımız, ileride meslek yaşamımızda karşılaşabileceğimiz sorunları şimdiden görmek ve bunlara karşı önlem almak. Hekim ve hasta hakları konusunda yeterli bilgiye sahip olup, daha bilinçli ve yeterli hekimler olabilmek. Bu projede, geleceğin hekimleri olarak öncelikle kendi haklarımızı öğrenmeyi amaçladık. Hekimlerin kendi haklarını bilmemesi ve duyarsız olması nedeniyle meslek yaşamında en sık karşılaştığı sorunları/olguları irdelemeyi amaçladık. ‘Bugün biz neler yapabiliriz?’e yanıt verebilmeyi amaçladık. Ayrıca hastaların hakkına saygılı olabilmek ve hastalarımıza karşı sorumluluklarımızı yerine getirebilmek ve yeterli hekimler olabilmek için, hasta hakları hakkında bilgi sahibi olmak da amaçlarımızın arasındadır. Bu sebeple projemizde hasta haklarının nasıl ortaya çıktığından bugüne kadar olan gelişimine kadar, aynı zamanda biz hekimleri ilgilendiren malpraktis yasasından, malpraktis konusunda en çok sorun yaşayan tıp uzmanlıkları ve sebeplerine kadar geniş bir yelpazede projemizi sunmayı amaçlamaktayız.

Ötenaziyi Hukuk ve İnançta İrdeleyelim Omar Khouja AHMAD, Tuğçe TAŞKINDERE, Onur ÖKMEN Ötenazi sorununun toplumların hukuk ve inançlarının farklılığı hatta bu konudaki bireysel fikir çatışmaları sonucunda doğurduğu etik probleminin temellerini ele almak istiyoruz. -Bu projede amacımız Dünyanın her yerinde ötenazi çok tartışılan bir konu olmasına rağmen Türkiye de halen bu konu üzerinde verimli bir tartışmanın olmayışını gündeme getirmek istiyoruz. -Bu konuda hacettepe tıp fakültesi öğrencileri katılması ile bizim tarafımızdan yapılan anket sonuçlarını sunacağız . -Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından bir Olgu üzerinden yapılan anket sonuçlarını sunacağız. -ötenazi sözlüğü tanımı yapacağız . -hukuki açıdan ötenazi olarak, ötenazi suç saymayan devletlerde (ABD,Belçika ve Hollanda ….gibi ülkelerde ) ötenazi uygulanması için yasal olma koşulları,tarihi ve ötenazi ile ilgili düzenlenen kanunlarını sunacağız . -Türk kanununda ötenazi ile ilgili maddeyi göstereceğiz . -Son olarak inanç ve dinlerde (Hıristiyanlık,İslamiyet ve diğer dinlerde ) ötenaziye bakışı göstereceğiz

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Sağlık Personelini ve Özellikle Hekimleri Kamile AKYOL, Özlenur CESUR, Eda OTMAN, Fatma AKSOYTürkiye Cumhuriyeti devleti bünyesinde görev yapmakta olan her hekim; görev ve sorumluluk bilinciyle hareket etmeli, hak ve özgürlüklerini bilmeli, meslek yaşamında kendisini ilgilendiren, yönlendiren, bazı hallerde kısıtlayan ve sınırlarını belirleyen, şu anda geçerliliği bulunan eski (657 nolu kanun) ve yeni (5947 nolu kanun) yasaları bilmelidir. Gerekçemiz; tüm sağlık personelinin ve adaylarının, hak ve sorumluluklarını yasalarca çizilen sınır dâhilinde bilmesidir.

Page 52: VI. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ · VI. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2010 Özet Kitabı 11 Tıp ve Sanat Müziğin Bebekler Üzerindeki Etkileri Muhsin Özgün ÖZTÜRK,