218
0

· Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

0

Page 2: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

KARAGÜN DOSTUYUM (II)

TASAVVUFDA AŞK VE GÖNÜL

YAZAN:

Nusret Tura Uşşâkî

İstanbul

1965

İRFAN SOFRASI

NECDET ARDIÇ

TASAVVUF SERİSİ (85)

ÖN SÖZ

1

Page 3: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Muhterem okuyucularımız. M. Nusret Tura Uşşaki Hz. Efendi Babamızın eserlerinin daha çok kimseler tarafından istifade edilmesini sağlamak için çalışmalar yapmaktayız. Bunlardan biride yazıldığından sonra (1964) Dizgi : Garanti Matbaası.Baskı: Yeni Savaş Matbaası – İstanbul 1964 senesinde (Karagün dostuyum,) (ııı) Hikâyeler – Vecizeler – Atalar sözü İsmi ile basılan kitabıdır. Daha evvelce çalışmalarını yaparak dosya kitap haline getirdiğimiz, (16) Nolu, (Divan-3-) kitabımızda bahsi geçen divan dan alınma bazı şiirler var idi, ancak (Divan-3-) e bunların tamamı alınamamış idi, bu vesile ile yeni oluşturulan divanda Nusret Babamızın bütün şiirleri bulunmaktadır. Bu çalışma (88) Nolu (M. Nusret Tura divanı) olarak kitaplarımızın arasında yerini almıştır. -------------- NOT= Vaktim olsaydı, yenileme çalışması yaptığımız bu kitabın içinde geçen, Arabi ve Farisi kelimeleri de, güncel kelimelere çevirmek isterdim ama, vakit yokluğundan kitap üstünde ancak bu kadar bir çalışma yapabildik. Ancak metni okumayı kolaylaştırmak için arkasına küçük bir lügat ilâve edilmiştir. -------------- (77) Nolu, (Aşk ve muhabbet yolu/M. Nusret Tura) (82) Nolu, (Mektuplar da yolculuk/M. Nusret Tura) Bunları sitemize yükleyip kardeşlerimizin istifadesine sunmuş idik. Bu dosya kitabımızda böyle bir çalışmadır. Bu çalışma ise (84) Nolu (M. Nusret Tura (Karagün dostuyum,) (ııı) Hikâyeler – Vecizeler – Atalar sözü olarak kitaplarımızın arasında yerini almıştır. -------------- Şimdi de Nusret Babamızın, (1965) senesinde basılan (Tasavvufta Aşk ve gönül) kitabını aslına sadık kalarak yeniden okunur hale getirip okuyucularımızın hizmetine sunulmuş, kitaplarımız arasında yerini almıştır. --------------

2

Page 4: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Bu çalışmaların oluşmasında emeği geçen. Murat Pay Ve Fazıl Bulut evlâtlarımıza teşekkür eder diğer her türlü çalışmalarında da başarılar dilerim. Böylece bu kitapta, diğerleri gibi âdeta yeniden gün yüzüne çıkan değerli bir hazine hükmündedir. Cenâb-ı Hakk okuma fırsatını bulup okuyanların kitabın ve Nusret Babamızın ruhundan ve nurundan, faydalanmalarını Cenâb-ı Hakk’tan niyaz ederim.-------------- Bu kitaptan meydana gelecek ma’nevi hasılayı, evvelâ Efendimiz Muhammet Mustafa, (s.a.v.) nın ve vâlidelerimizin ruhlarına ve ehli beyt hazaratının ruhlarına, ve Nusret Babam ve Rahmiye Annemin ruhlarına ve ceddlerinin ruhlarına ve ahrete intikal etmiş olan evlâtlarının da ruhlarına hediye eyledim kabul ve haberdar eyle yarabb-i. Âminn…. --------------

Muhterem okuyucularım; yine bu kitabı da okumaya başlarken, nefs’in hevasından, zan ve hayelden, gafletten soyunmaya çalışarak, saf bir gönül ve Besmele ile okumaya başlamanızı tavsiye edeceğim; çünkü kafamız ve gönlümüz, vehim ve hayalin tesiri altında iken gerçek mânâ da bu ve benzeri kitaplardan yararlanmamız mümkün olamayacaktır.

Gayret bizden muvaffakiyyet Hakk’tandır. (Terzi Baba, Necdet Ardıç) Tekirdağ

TASAVVUF ÂLEMİNDE

Kitaplarımı uykunuz varken okumayın. Çünkü ömrü boyunca uyuyanları uykudan uyandırmak için yazılmıştır.

Tok karnına da okumayın. Çünkü tok karnına denize girilmez. Bu da bir deniz, hem de aşk denizidir. N.T.

3

Page 5: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

AŞK ve GÖNÜL

Bismillâhirrahmânirrahîm.

Eyyyy. Aziz okuyucularım.

Dünyada hiçbir kimsenin ele almağa cesaret edemediğini zannettiğim bir mevzuu ele aldım.

Bütün şümûl ve mânâlar ile yazmağa ne ilmim, ne de ömrüm kâfi gelir. Bunu yirmisekiz harf ile ifade etmek kabil değildir. Fakat (söyleyenden dinleyen Ârif gerek) sözü yok mu? İşte sizlerin lep demeden leblebiyi anlayan idrâkinize güveniyorum.

Rahman ve rahiym olan ALLAH’ın ismiyle başlıyorum. O isim bana söz söylemek, maksadımı anlatabilmek için ilim kaynağı olduğu gibi size de anlamak kabiliyetini verecek bir tek eşsiz varlığın ismidir. Cümlemiz ondan idrâk temenni edelim.

Mârifetname sahibi İbrahim Hakkı hazretlerinin gönül hakkındaki duygusunu sizlere izah edelim.

Vasf-ı lisan seninledir vasf edemem gönül seni Nutk-u beyan seninledir vasf edemem gönül seni Her hünerin kemâlisin; her güzelin cemâlisinHüsnile ân seninledir vasf edemem gönül seniŞevk-ü talep ki sendedir, zevk-ü tarab ki sendedir Aşk ile can seninledir vasf edemem gönül seni Fikrin olursa Bilhüdâ; kalmaya sende mâsivaEmn-ü âman seninledir vasf edemem gönül seni Olmasa kibriyle riyâ; sensin o beyt-i kibriyâ Günc-i nihân seninledir, vasf edemem gönül seni Olsa gılâfı ten cüdâ, âyinesin cihannümâ Ayn-ı ayân seninledir vasfedemem gönül seniBilmedi kimse cevherin; âleme doldu kevserin Zevk -i cenân seninledir vasf edemem gönül seniAslı cihânsın ey gönül; vasla mekânsın ey gönül Kevn-ü mekân seninledir vasf edemem gönül seni Hükmüne (Hakkı) bendedir cânı seninle zindedir Cümle cihân seninledir, vasf edemem gönül seni.

4

Page 6: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Başlangıca ve özete ne lüzum var? Hayat; geniş bir nehir gibi gürül gürül akıp gidiyor. Tavuk mu yumurtadan? Yumurta mı tavuktan? Başına ve sonuna aklımızın eremeyeceği bir âlem, nereden başlasak O; baş değildir, nerede bitirsek O, son değildir. İstiyorum ki anlamadığınız bir şey kalmasın. Âlemleri yaratan; sevgilisine öyle emretmiş. O da (Rahman ve Rahiym olan ALLAH'ın ismiyle başlıyorum) demiş! Bu sözlerle başlanan işte muvaffakiyet vardır.

Rahmân, yoktan varlığa, mânâdan sûrete getiren demektir. Âlemlerin zuhûra gelmesi gibi; bitkilerin, hayvanların, insanların zuhûra gelmesi gibi; hattâ bütün insanlara şâmil bir lütûftur. Din tefriki yoktur.

Rahiym, sûretten mânâya, varlıktan yokluğa doğru bir gidiş; yâni asla varış yollarını gösteren, ilim ve idrâk kabiliyetlerini açan ALLAHü azimüşşan demektir. Bu isimlerle bir işe başlanır da muvaffak olunmaz olur mu?

Musiki dersinde beş hat dört beyaz vardır bilirsiniz. Altında ve üstünde olan beyazlar da vardır ya, onlar daha ziyade alafrangada kullanılır. Biz de üst ve alt perde arasındaki sesleri kullanarak bir âhenk, emsalsiz bir âhenk hazırlamak istiyoruz. Bir veya iki üç ses arasındaki sesler ya Arab’ın ya leyl’ine veya yeknesak bir Lâz havasına benzer ki usanç verir.

Yalnız dünya meşgalesi arasında okursanız, bu kitaptan bir şey anlayamazsınız. Bir kaç zaman bu meşgalelerden, geçmişten, gelecekten hatırınızda ne varsa hepsini boşaltın. Çünkü sizi götüreceğim yer bir Kâbe’dir ki çok temiz olmak lâzımdır. Dışınız ve içinizde bir toz dahi bulunmamalıdır. Şimdi ben ağız olayım siz de dikkatli bir kulak; sözlerim tohum olsun. İdrâkiniz o tohumları yeşertecek, olduracak, büyütecek bir toprak olsun.

Ne gönül, ne de aşk târife sığmaz. Biz kelimelerle bunu izâha çalışırken, siz de münakaşa mevzuu olan itirazlardan vazgeçiniz, her ikimiz de ALLAH’dan yardım ve feyz isteyerek söylemeğe ve anlamağa çalışalım.

Yeryüzünden gökyüzüne doğru yedi kat gök derler ya bu; âfâki bir anlamdır.

Bir de gönlün derinliklerine doğru yedi mertebe vardır ki bu da gönlün semasıdır.

5

Page 7: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Vücûdumuzda iki meme ile midemizden geçen bir üçgen tasavvur ediniz; bu üçgen dahilinde bir sonsuzluk vardır. Hariçteki renkleri, şekilleri bir kesafet âlemi olarak görelim, işte gönül aynasının bir tarafında bu kesâfet olmasa gönül bir ayna gibi şekilleri lâyıkiyle aksettiremez.

Aynaların sırrı olmasa ayna da aynalıktan çıkar. Yaptığımız işlerin değil hayalimize gelen şeylerin bile iyiliği ve kötülüğü gönül aynasını bulandırır. İç âlemimizin gözü, orada bir şey göremez olur. Hakikat kulağımız da oradan gelmesini beklediği ilhamları duymaz olur. Gönüller, ALLAH’ın baktığı bir aynadır. Tecelli sahasıdır. İlham kaynağıdır. Gönlün yedi kat içinden doğan bir nûr vardır. Gökyüzündeki güneşin büyüklüğüne bakmayın. O, gönüldeki güneşin peykidir. Gönülden doğan o nûra, nûri Muhammedi derler. İdrâk ve kemalât nûrudur. Daha içeri doğru beş mertebe daha vardır. Çok saf ve temiz bir gönül sahibi olanlar bunu bilirler. Onlara «varis-i Muhammed» derler, o makama kimse çıkamaz. O, ona mahsustur. Her zaman bir adet bulunur.

Dünya yüzündeki Kâbe, Hakkın tecelliyatına mazhar olan gönül Kâbe’sinin taştan yapılmış temsîlî bir ifadesidir.

Peygamberimiz böyle bir Peygamberdir, Kur‘ân-ı Kerim oradan gönderilmiştir. Mî’râc-ı şerif oraya doğrudur. İbâdetler, niyazlar, duâlar hep oraya doğrudur. İstenen her şey oradan istenir. Veren, alan orasıdır. İnsan böyle bir insandır. Cenâb-ı ALLAH «İnsan benim sırrımdır. Ben de onun sırrıyım.» buyuruyor. Bizler de kapalı olan bu sözü açıyoruz.

Âyinedir bu âlem her şey Hakk ile kaimMir’ât-ı Muhammedden ALLAH görünür dâim

diyen zattan ALLAH razı olsun. Çok yüksek bir söz söylemiştir. Hakikatin tam aynidir.

Gönül aynasına bu âlemde olan her şey akseder. Aynada böyle akisler olursa, Hakkın lâtif olan varlığı görülebilir mi? Hissedilebilir mi? Kur’ân-ı Kerimde «Biz rahmetimizi gökten indiririz.» diye bir hakikat vardır. Sûrette de öyledir. Yağmur gökten yağar. Bu âfâki kısmıdır. Bir de enfüsi kısmı vardır ki, ilâhi vâridatlar, ilhamlar, Kur’ân-ı Kerimden anlayamadığımız Arapça hikmetli sözler, mânevi rahmetler gönül gökünden yağar. Bunları insanlara tarikat öğretir. Bazı câhiller, birkaç söz bellemekle âlim oldum diye ortaya çıkarlar. Yobazlık, gericilik bunlardadır.

6

Page 8: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Bu iş yıllarca nefis mücadelesine bağlıdır. Esasen mücâhede edilmeden ortaya çıkanlar, halkı aldattıktan başka kendileri de aldanmışlardır. İlim kadehleri ufaktır. Son damla taşmağa başladı mı «Oldum.» diye feryadı basarlar.

Olgun kimseler zâten (oldum) diyemezler. (Oldum) demek hamlığa delâlet eder. Anın için Peygamberimiz (fakirlikle iftihar ederim) buyurmuşlar, (en yüksek makam kulluktur) demişler.

(Ben-im) diye meydana çıkanın karşısına birçok (ben)ler çıkarlar ve rekabete, benlik iddiasına girişirler.

«Bilirim» diyene bir şey öğretmezler. Bilemiyorum diye itirafta bulunmak daha fazlasını öğrenmek arzusunu gösterir, kişinin kemâlât sâhibi olduğuna delâlet eder.

Beşikten mezara kadar okuyun, dinleyin. Herkesi rengine boyayın, hakikat ilmini öğrenmek isteyenler belli olur. Size gönlünüz haber verir. Gönül yalan söylemez. Eğer talepte sadık ise anlayabileceği şekilde konuşabilirsiniz. Yolda giderken içinizden bir his gelir. Bu sokaktan gitme, öteki sokaktan git. O sözü dinlersiniz. Öteki sokakta sizin kısmetiniz olan bir cüzdan bulacaksınız, onun için oraya sevk olundunuz.

Bir otobüse binmeyi canınız istemez veya gazeteye dalarsınız o otobüs kaçar, ikincisine binersiniz. İlk otobüsün devrildiğini ve birkaç kişinin öldüğünü görürsünüz. Mesele, eceliniz gelmemiştir. Sizin elinizden çıkacak işler, yapacağınız iyilikler vardır. ALLAH muhafaza etmiştir. Aksi de vakidir. Sanki eceli gelenler bir gemide, bir uçakta veya bir otobüste toplanmışlardır.

Size şimdi ilmin esrarını anlatayım.

Her sahadaki ilim, Cenâb-ı ALLAH tarafından halk edilmiştir. Yaratılmıştır. O ilme sahip olması mukadder olan kimseler, o ilmin câzibesine kapılarak o istikamete doğru gitmeğe çalışırlar. O kimse muvaffak olduğunu zanneder. Sûrette muvaffak olmuştur. Hakikatte kendisine nasip olan ilim veya erzak veya para kısmeti verilmiştir. Müsâid şartlar olmasa, meselâ babası ölse veya fakir düşse o kimse mektepte terakki imkânını bulamaz. Bugünkü eriştiği mevkie de tabiî erişemez.

Din kitaplarımızda tûbâ ağacından bahsedilir. Dikkat ediniz her ağacın kökü topraktadır, dalları, meyveleri ve yaprakları gök’e doğru yükselir. Tûbâ ağacının kökü semâdadır. Gönlünüzdeki gökyüzünün çok derinliklerindedir. «Samediyyet» makamındadır.

7

Page 9: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Kâinatı ihâta eden dalları, meyveleri, çiçekleri vardır. Oradan indiği makama ehadiyet derler. Sonra makamı vahidiyette zuhur ederek, meyveleri, insanı kâmiller olmuşlardır.

Aklımızı, fikrimizi, ruhumuzu bu beşer gözü ile göremeyiz. Fakat bunlar vardır, inkâr edemeyiz. Dünya gözü ile göremiyoruz. Çünkü kesif bir âlemdeyiz. Kesafette olan letâfet âlemini göremez.

Ruhların âleminden sonra ehadiyyet ve samediyyet âlemlerindeki lâtif, nûrâni ve tek âlemi görmek tabii kabil değildir. O, lâtif ve nûrani âlem bizi görür. Gönlümüzden geçeni bilir. En gizli sözleri işitir.

İşte bu âlemlerin hepsinin sahibi ALLAH’u Teâlâ hazretleridir. O ismi şerifin şûmûlünü size şöyle anlatayım, (ALLAH ismi şerifi esmâi mütekabile ve sıfâtı mütezâdde cem’inin ehadiyyetine) derler. Cenâb-ı Hakkın zâtının ismidir. Sonsuz sıfatlarını da (99) adedinde izah ederler.

Parmağınız sırtınızı görmez. Ayak memeyi görmez. Tırnak gözü görmez, böbrek ve benzerleri dışarısını görmez. Damarlarda çalışan kan her tarafı dolaşır, besler, fakat dış âlemi göremez. Fakat hepsine bunların insan deriz, Ahmet, Mehmet deriz, bizim gözümüze hepsini görmek kudreti verilmiştir. Mesele bunun gibi.

En büyük sonsuzluktan en küçük sonsuzluğa kadar hepsini içten ve dıştan ihâta eden bir varlıktır ki bizler göremeyiz, ancak idrâk ederiz. Basiret gözümüzle.

Denizin içinde olup da denizi arayan ve soran balıklar gibi ki, büyük balık da (siz bana denizsiz yeri gösterin ben de size denizi göstereyim) demiştir.

İşte madencilik, füzecilik, atomculuk, tayyarecilik, doktorluk… Bunlar hep tasavvuf, ledün ilminin ufak birer şubeleridir, asl olan mâna ilmidir.

Herkes bir yol tutmuştur. Herkes, Hakk tarafından kendisine verilen ilmin peşindedir. ALLAH’ın rahmeti her an yağıyor. Nisan yağmuru gibi altında duranlara hayat veriyor.

Ne garip tecellidir ki, o yağmurdan yılan ve akrep de istifade eder ama onlar da zehir olur ve sedeflerin ağzı açıksa, oraya girer, inci olur, yağmur küpünde sivrisinek olur. Nebatlarda ve agaçlarda meyve, sebze; çiçeklerde renk ve koku olur.

8

Page 10: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Herkese istediği ilmin anahtarları verilmektedir. Yalnız yolunda bulunmak lâzımdır. Bir müddet çıraklık etmek lâzımdır. Gözünüzün, halka halka olan dairelerine bakınız, ortada bir nokta vardır, göz bebeği derler. İnsan da kâinatin göz bebeğidir. Bütün varlıkların terakki hamlelerinin sonu insandır. Gâyeleri insan olmaktır. Sebzeler ve meyveler hattâ hayvanlar dört gözle bakarlar. İnsanlar beni yesinler diye. Çiçekler, türlü sallanışlarla, yok mu, beni koklayan? diye inim inim inlerler, kemâle ermiş insanlar da inim inim inlerler, ALLAH, ALLAH diye. İnsanın gayesi de budur.

Her varlık ibtilâ halinde sevdigi şeye (âşık) olmuş demektir, yenecek, içilecek, giyilecek her şey bu aşkın tesiri altındadır. Hepsi hal lisanlariyle insanlara âşıktırlar.

Soframızda müteaddit yemekler gibi. Hepsi insanda fâni olmak yâni yok olmak isterler. Hem bunların bazıları soframıza gelinceye kadar kaç defa ölüp ölüp dirilmişlerdir.

Buğdayı düşünelim evvelâ, sapı kesilir, sonra başaklardan daneler ayrılır. Kurutulur, değirmende ezilir, su ile yoğrulur, fırında pişirilir, nihayet yenilir, hepsi ölmek, dirilmek kanunu. Hep (LÂ İLÂHE İLLÂLLAH, LÂ FAİL İLLÂLLAH, LÂ MEVCUD İLLÂLLAH) diyen bir kâinat kitlesi.

Bilerek bilmeyerek, isteyerek istemeyerek, arzu ile cebr ile hep bu zikrin zakirleriyiz. Mü’min, kâfir, nebat, hayvan, insan. Hepimiz.

Garb lisanlarına çalıştığımız gibi biraz insaflı olup dinimizin lisanı olan arapçaya da biraz alâka göstermek lâzım. Göz bebeğimiz görme nûrunu gönülden alır. Bir göz bebeği de gönlümüzde vardır. Bundan gafil olanlar bakar gibi görünen körlerdir. Esasen özüne, gönlüne bakanlar da pek dışarısını görmezler ya, nice güzel simâlar vardır ki beğenir ve âşık olursunuz, biraz konuşursanız buz gibi soğursunuz.

Çünki siz can gözü ile, alıcı gözü ile bakarken onun da can ikliminden söz etmesini beklersiniz. Kümesten bahsederse tavuk, ahırdan bahsederse at, gırtlaktan bahsederse aç gözlü, giyim, kumaşdan bahsederse arsız ve saygısız olduğunu anlarsınız. Akıl ve mantık yolu ile de olsa bizlere âşık olup bu hale getirinceye kadar hiç bir lütfûnu esirgemeyen Hazreti ALLAH’a, mukabil bir sevgi gösteremezsek ne cahil, ne nankör bir kul olduğumuz anlaşılır, aşk ve sevgi gücümüzü evvelâ ALLAH’a tahsis etmeliyiz, ona garplılar

9

Page 11: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

plâtonik aşk diyorlar. Leylâ ile Mecnunun aşkları buna bir misâldir. Birbirlerini görmeğe bile tahammülleri yoktur. Nerede ki el hareketleri olacak? Gönül âleminden haberi olmayanlara, aşktan habersiz olanlara ne isim takmak icab ettiğini sizlere bırakıyorum.

Kâinatın sebebi, zuhuru aşktır. İzhâr-ı azamettir. Aşkı târif ederken (gönülde bir ateşdir ki (mâsivâ) denilen Hakktan gayri herşeyi yakar) diyorlar.

Hazreti Mevlâna âşk söze gelmez diyor. (Ben ol da gör) diyor ve dönmeğe başlıyor.

Âlemlerin dönmesini, Hakkın kullarına olan aşkının bir ifadesi telâkki ederek o da dervişleriyle beraber dönüyor ve o hâli tanzir ediyor.

Hazreti Mevlâna ile Hazreti Şems arasındaki aşk da plâtonik bir aşktı.

Resulullah Efendimiz de kâh gönül kâbesine uruç ederlerdi, kâh Medine şehrine akıl ve dimağ mahfazası olan mübarek başlarına nuzül ederlerdi, çünkü beş hissin merkezi olan akılda dünya işleriyle meşgul olurlardı. Bir defa gönül âlemine mîrâc edebilen, dayanamaz ve o âlemden ayrılmağa razı olamaz. Orada ebedilik vardır. Bu âlemde oraya varanlar, yâni ölmeden evvel ölenler ölümden korkmazlar.

Bilirler ki, ölmek olmadığı gibi, doğmakta yoktur. Var olan her dâim, her an vardır. Sûretteki tahavvülât Hakkın saltanatının icâbıdır. Şuûnât-ı zâtidir.

Resulullah Efendimiz akıl âleminden gönül âlemine yükselmek isteyince (Erihni yâ Bilâl) beni ruh âlemine uçur derlerdi. Bilâl-i Habeşinin güzel sesi mîrâc kapılarını açardı. (kellümini yâ Humeyra) buyurarak, Ayşe validemizin konuşmalarını isteyerek dünya âlemine gelirlerdi. Gayelerin gayesi olan o menzile varıp oranın cazibesinden ayrılmak istemeyen bir kimse inzivâya çekilmek için istihareye yatmış, makamı gaybelguyubdan İmam Rabbani Ahmet Faruki Hazretlerine şöyle hitâp edilmiş (yakınıma kadar gelme, yükselme. Bu gayesizliktir, her an seni degiştiren zâta uy, in, çık. Zevk oradadır.)

Doğru değil mi? Yükseldiniz, benliğinizi o câzibeden geri çekemediniz mi, size meczûp derler, deli, divâne derler, âşık derler.

10

Page 12: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Evliya hazeratı, seçilmiş kimseler gönüllerinin derinliklerine doğru yükselirler, oradan aldıkları esrârı, dönüşte isteklilere yâni bizlere hediye getirirler. Söylerler, irşâd ederler. Bir müddet beşeriyet âleminde kaldıktan sonra yine aşk refrefine binerler. Vuslata koşarlar, insan ne kadar çok inip çıkarsa, o kadar çok, çıkışta vuslata ererler, inişte de feyz ve esrar fışkırırlar.

Bu âleme telvin âlemi derler. Renkten renge giren, daldan dala konan bir kuş gibi ruhlarımız, her gördüğü şeye imrenir, sâhip olmak isterler. Halbuki âlemde her şey bizim için yaratılmıştır. Herşey bizlere müsahhardır. Müsahhar demek teshir edilmiş, büyülenmiş, sihirlenmiş demektir. Meselâ, çocuk dünyaya yeni geldiği için gençlerden ziyade Hakka yakındır. Yâni sonsuz bir âlemden, ezeliyetten yeni gelmiştir. Henüz günah işlemeğe yaşı müsait değildir. Anun için çocukları herkes sever, onda Hakkın zuhurunun ifadesi vardır. Yakınlık nûru ile o, âdeta büyüklerini sihirlemiştir.

Büyüdükçe Hakktan uzaklaşır, kabahatler yaparak kirlenir. Vücûdumuz kirlenince su ile nasıl yıkanıp temizlenirsek, ruhumuzun yıkanması için de (Estağfirullah, tübtü illâllah ve neheytü kalbi an mâsivALLAH) demeği yüz defa tekrar etmeği peygamberimiz tavsiye buyurmuşlardır.

Ondan sonradır ki, namaz, oruç, hac, zekât, Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman oluruz, selâmete ereriz.

İslâmiyetin şartları yukarıda saydığımız bu beş maddedir. Karpuzu, kavunu… Birçok meyveleri, kabuğunu soymak sûretiyle içini çıkarırız, yeriz.

Yâni herşeyin özüne, hakikatine nüfuz etmek isteriz. Bir çok ilimlerde de ihtisas sahibi olmak isteriz. İşte İslâm dininin beş ana maddesine «Şeriati Muhammediye» derler ki, bu dış kısmıdır.

Dinde, ihtisas sâhibi olmak isteyenler tarikat, hakikat yollarından geçerlerse, mârifet sırrına ererler. Bu kimseler de Hakka yakınlaşmışlardır. Bunlar da herkesi teshir etmişlerdir. Anın için seve seve ihtiyarlara, âlimlere hürmet ederiz, saygı gösteririz.

Bu kimseler arz ettiğim yollardan gönül âlemine girmişlerdir. Hani askerlikte endaht ve nişan tahtası vardır ya, 12 No. merkezdedir. Bunlar da gönlün 12 nci numarasına ermişlerdir. Kâh âşık, kâh mâşûk olurlar.

11

Page 13: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

İşte aziz kardeşlerim, insan telvin makamından temkin makamına geçerek terakki etmiş olur. Hakka erişir, nefis kuşuna sahip olmuştur, daldan dala kondurmaz. Esasen bütün gördüğümüz ve sevebildiğimiz şeyler bize birer tuzaktır. Çok mühim nasihatlerimden biri budur ki, sizler için yaradılmış olan her şeye sahip olmağa çalışın. Sevin, sevilin, fakat hiç birisini ALLAH’a tercih etmeyin. Evvelâ sevginizi ALLAH’a veriniz; gönlünüz O’nun muhabbetiyle dolu olsun. Bir No’lu dostunuz O olsun. Numara sırasıyla diğerlerini de sevebilirsiniz, bizleri yoktan yaratan, büyüten, doyuran, tatmak zevkini veren ALLAH’u Azimüşşân dururken, mâsiva denen ondan gayri şeyleri sevmek, o tuzakların câzibesine kapılmak en büyük gaflettir. En çok ALLAH’ı sevip şükrederseniz ne olur? Nimetlerinizi ziyâde eyler, çünki mal ve mülk sahibi yalnız O'dur. Muhabbetinizi O'na vermeyüp de diğerlerine taksim ederseniz ne olur? ALLAH gücenir, verdiği nimetlerini azaltır. Sıhhatiniz bozulur, sizi sevdiklerinizle terbiye eder. Yâni sevdiklerinize ya muvaffak olamazsınız veya onlardan nefret ve kabalık görürsünüz. Sevginize karşı sevgi göstermezler. Kızmaca yok. Çünkü siz de, sizi seven ve nimetlerine gark ederek yaradan ALLAH’u Azimüşşâna mukabil bir sevgi göstermemiştiniz, niçin öfkeleniyorsunuz?

Halbuki (Yâ Rabbe'l âlemin beni islâm diyarında ve islâm olarak yarattın, sakat etmedin, bu yaşa kadar bütün nimetlerini verdin, benden esirgemedin, bütün bunları bana veren sensin, sonsuz şükürler olsun. Ben aciz bir kulum, bu nimetlerinin hiçbirisi için sana nasıl mukabele edeceğimi bilemiyorum, bana bir yol göster ki şükrümü yapabileyim) deyüp emirlerini yapar, nehiylerinden kaçarsanız. O da; (Ey sevgili kulum. Hiç kimse benim nimetlerimi küçümseyemez ve mukabelesini yapamaz. Fakat senin bu hâlin, aczini itiraf etmen benim için kâfidir, dile benden ne dilersen, istersen, kâinatı altın yapayım) diyecektir. Hazreti Musâ ile aynı tarzda konuşulmuştur.

Peygamberimiz Efendimize de anın için habibim, Muhammedim, bana gel günde beş vakit huzuruma gel, beşeriyetten soyun, mî’râc et. Senede bir ay oruç tut; senin gönlün benim tahtıgâhımdır, nazargâhımdır, tecelligâhımdır. (Kadir denen o gecede seni ziyarete geleceğim. Merak etme, aynı muameleyi ümmetine de yapacağım, onları müjdele) buyurmuşlardır.

Temkin makamı demek, doğrulukta, insanlıkta mekân tutmak demektir. Daldan dala konmaktan vazgeçme, kemâle erme demektir. Renklere boyanmak değil, olduğu gibi görünmek

12

Page 14: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

demektir. Temkin makamından sonra velâyet makamı gelir. Velâyetten içeri şehadet yâni görmek makamı gelir, şehadetin sonu da sıddıklık makamıdır. Bu yolda her gidiş gelişte sadakatten, doğruluktan ayrılma demektir. Fena makamından sonra beka ve dâimlik makamıdır. Şehadet ile sıddıklık arasındaki hâlât sözle ifade edilemez, hattâ bu haller işaret dahi kaldırmaz. Bundan sonraki yüksek makam nübüvvettir, peygamberliktir. Tam kurbiyyettir.

Sular denize varıncaya kadar ses çıkarır, çağlar, şırıldar, denize döküldükten sonra sularda ses kalmaz, suyun suluğu, nehirliği, dereliği kalmaz artık. O, deniz olmuştur.

Cenâb-ı ALLAH ilim sıfatını halk eyledi. Sonra arzu eden halkın erişebileceği yerlere müteveccih kıldı. Bilinmesini irâde buyurduğu miktarı; o yolda emek sarf edenlere münkeşif kıldı.

Yâni bir meyve gibi asılı duran dallara uzanma gayretini gösterenleri muvaffak eyledi. Şu halde ilim ağacının kökü semâdadır. Yukarlarda Tûbâ ağacından bahs etmiştik ya.

Bu semâ gönlümüzdeki semâdır. Zâtın ilmine varanlar yâni gönlün derinliklerindeki on ikinci mertebeye erişenler, ilmin asıl kökünü yakalamışlardır. Diğer bütün ilimler teferruat kabilindedir. Elektrik, telefon, telsiz, atom, hidrojen, mühendislik, doktorluk… Binlercesi zat ilminin şubeleridir. Cenab-ı ALLAH her isteyene istediğini vermektedir. Bütün bu keşifler Hakk vergisidir. Kul bu işleri kendisinden bilemez. Ben yaptım, çalıştım, oldum, yarattım derse, o adam hamdır, hiçbir şey olmamıştır.

Esâsen ilmin sonu da cehildir. Ruh âlemindeki ve ilim deryâsındaki nâmütenâhiliği idrâk eden bir cehli tâm içinde yüzdüğünü anlar. Bütün ilimleri bırakup Hak ilmi peşinde gayret sarf edenler ve Hakka vasıl olanlar diğer ilimlerin de, âlemlerin de, kâinatın da fâni ve ölüme mahkûm olduklarını bilirler, o zevkten ayrılmağı tenezzül sayarlar.

Sultan huzuruna girmeğe muvaffak olanlar oradan bir kahve içmek veya hizmetçi kızı okşamak için ayrılmağı düşünürler mi? O huzuru yakalayan, Sultanım bana bir fidan ver, bir eş yapmak için bin liraya ihtiyacım var der mi?

Padişah ona sarayında yer veriyor. Ne kadar acıkırsa acıksın, «müsaade eder misiniz, yemeğe gideyim» demek küstahlığında, cür’etinde, ahmaklığında bulunur mu hiç?

13

Page 15: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Biraz daha bekler, er geç sultan da yemek, içmek, hiç olmazsa ısmarlamak arzusunda bulunacaktır. Cenâb-ı Hak «bana bir karış gelin, ben size bir adım atayım, bana bir adım atın, size koşayım» buyuruyor. Diğer taraftan, «damarlarınızdan yakınım» buyuruyor.

Şimdi size iki gözüm namazdan bahsedeyim. Bunlar birer büyük sırdır, fakat her hususta ilimlerin emreylediği nisbette biz de size o nisbette büyük açıklamalar yapacağız. Bunları yobazlar bilemezler, anlayamazlar, küfür sayarlar.

Zarar yok. Belki hidâyete erişen kimseler, bu hususta çalışan vatandaşlar vardır.

Bir taraftan sular akar, sorar susuz hani?Bir taraftan susuz sorar ki âb hani?İşte kardeşlerim ab-ı hayat bizim çeşmede. Sizin

susuzluğunuzu gidereceğim.Bu mânevi ilimler bir birlerine eklenmiş su borularına

benzerler. Su boruları gönüllerdir. İlmi ilâhi gönülden gönüle akar, deryâya ulaşır, şu anda benim sağımda hasenat defterini yazan melekler faaliyettedirler. Çünkü sizleri irşâd için uğraşıyorum. Solumdaki günahlarımı yazanlar boş oturuyorlar. Bu yazıları okurken ve mânâlarını hecelerken sizin de öyle. Ezan davet demektir. Câmiye çağırmak, Hakka çağırmak, yâni gönül âlemine çağırmaktır.

Cebrâil Aleyhisselâmın sesidir. Evvelâ sünnet namazına başlıyorsunuz, farz için kamet alınıyorsa o da bir ezandır. Bu defa yine o ses sizi daha içerilere çağırıyor.

Adeta Cenâb-ı Hakkın size müştak olduğunu bildiriyor. Sizin yeter bulduğunuz yerde kalmanızı istemiyor. Mî’râcın gayesi olan vûslata çağırıyor.

Yürü kim meydan senindir bu gece Sohbet-i Cânân senindir bu geceMısraı ne güzel müjdedir ki (gece kalk ve nezr et) ayeti

kerimesine tevafuk eden bir teşviktir.Kırım hanlarından Adil Giray'ın manzum bir eseri vardır:

Yüksel ki yerin bu yer degildir Dünyaya geliş hüner değildir Yüksel ki, yerin sefil ve dûndur

14

Page 16: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Rağbet ana âdetâ cünundurHanzade idim velâdetimdeDoğmuş idim pek kalenderâneBeytleriyle maddi ve mânevi yükselmeği tavsiye ediyor,

hem de kendini anlatıyor.Daha sonra Refiki isminde bir zat da (ALLAH razı olsun) o da

bizim gibi gönül yolunu tutmuş, bizleri yedinci mertebeye çağırıyor.Gel! Durma gönül râh’ına erkânı AlidirEy cân gözün aç sıdkile bürhanı AlidirPâk eyle gönül kâbesini durma tavâf etHer şahsa nasip olmaz o divânı AlidirKalbinde eğer doğdu ise şemsi hakikatRef’eyle o dem perdeni meydanı AlidirMaksudun eğer ru’yet-i didâr ise ey dostZâtında o bir noktai irfan-ı AlidirTakdis edegör sen de o mihrâbı elesti Hestin görünen âleme imkânı AlidirSen senden haber aldın ise sen de RefikiSeyir eyle özün gözle ki seyranı AlidirRadyolarınızın başında istirahat ederken veya içki

âlemlerinde dinlediğiniz şarkılar içinde bile gönülden söylenmiş ne içli sözler vardır ki belki dikkat nazarlarınızı bile çekmez.

Fakat aziz kardeşlerim, bunları söyleyenler boş kimseler değildirler. Olgun ve kâmil insanlardır. Meselâ: (bir hâdise var cân ile cânân arasında)... diyorlar. İşte biz bu hâdiseleri anlatmak istiyoruz. Söz, bizim gibi bir insanındır. Fakat ondan söyleyen başka bir varlıktır. Bu gibi şarkılar hemen ruhumuzu bedenimizden ayırır, gönül âlemine götürür, bir ferahlık duyarız. Bu da bir davettir. Ruhumuzu kesafetten kurtaran hoş bir davettir.

«Gözlerine bakamam, gözlerim erir» diye ne güzel bir ifadedir. Demek ki gözleri eriten gözler de varmış. Acaba o nasıl bir göz ki, ok gibi nüfuz ediyor. Ateş gibi değdiği yeri eritiyor. Bu göz gönülden bakan, gözden fışkıran, aşk nûrunu taşıyan basiret gözüdür.

Esâsen göze bakan Ârifler, karşısındakinin gönlünü görürler ve okurlar. Öyle bir gözün câzibesine tutulanlar çoktur. Hemen hemen kendilerini bu câzibeden bir müddet kurtaramazlar. (Sana kim baktı yârim, yüzünde göz izi var) diyen âşıkın gözlerinde ne kudret var hissediyor musunuz? Bir hanım okuyucu da,

Şarap mahzende yıllanırAşkın gönlümde yıllanır

15

Page 17: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

İnan! İnan! İçim yanıyordiye aşkını anlatıyor.

Fakat sevgilisi hissiz davranıyor, duymamazlıktan geliyor ki, âşıkını inletiyor, rüsvay ediyor demektir. Meselâ (Âşık oldur kim kılar cânın fedâ cânânına) şarkısı da ne güzeldir. Aşk ahkâmının gayet açık bir ifadesidir.

Bu âlem cahiller için, şuursuz hareket edenler için bir cehennemdir. Kendi hâlinde olup kimseye zararı dokunmayan, elinden geldiği kadar iyilik yapan, ALLAH’ını, Peygamberini bilen kimseler için bir cennettir.

Ehli dil olan Ârifler, kâmiller, sâdıklar, vâsıllar için bir vuslathanedir, aşk sahnesidir. Dünyanın sefâsını bunlar sürer. Esasen bu âlem herkes için bir mekteptir. Her yaprak bir kitaptır. Bunları okuyabilmek için iyi ve muktedir bir hocanın elinden tutmak lâzımdır. Tahsili noksan bir hoca sizi nihayet kendi mertebesine çıkarır. Halbuki daha ileride çok uzun yollar vardır.

Görüyorsunuz ya, bu âlem hep aynı âlemdir. Değişiklik bakanlardadır. Bakanların gözleri de aynıdır. Basiret gözleri de aynı güneşin nurundandır.

Fark nerede biliyor musunuz?Basiret gözünüzü perdeleyen perdelerdedir. Sevdiğiniz birisi

vefat ederse, kederlenirsiniz, ilkbahar size bir ilhamda bulunmaz, vücûdunuz hasta olur, ruhunuz hastalıkla meşguldür. Cânandan haber alamaz, gözlüğünüz karadır.

Fakirsiniz, fakat bir sevgiliye, bir dert ortağına sahipsiniz, yazın kuraklığı, kışın buzları size cennet havası yaşatır. Bütün bu âlemleri yaratan ALLAH’dır (Celle Şânühû), her yerde onun eserini görüyorsunuz. Tetkike dalıyorsunuz, herşeyi tetkik etmeğe, hakikatini anlamağa bir değil, birkaç ömür bile kâfi gelmez.

Büyük Peygamberimiz Hazreti Muhammed, hayatın bu devresinde iken Cenâb-ı Hakkın kelâmı imdada yetişiyor. (Ey habibim. Kendi kitabını oku. Bugün için bu sana kâfidir.)

İnsan kâinatın özüdür, ruhudur. Kitapların ruhu, özü de Kur’ân-ı Kerimdir. Söyleyen ALLAH’u Teâlâ Hazretleridir. Yaradan ALLAH’u Teâlâ Hazretleridir. O bâkidir. Biz gelip geçici. Bugün var, yarın yok olabiliriz. Hem de maddî ve mânevî bütün sahip olduğumuz şeyleri burada bırakacağız, beşeriyetin on, yüz, bin bir çok dertleri vardır. Bu dertleri bire indirebilen rahata, huzura kavuşur. O dert de derd-i âşktır. ALLAH sevgisidir. O sizi seviyor,

16

Page 18: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

hem de pek çok seviyor. Size bütün nimetlerini, lütuflarını vermiştir, hiç esirgememiştir. Kitaplar, peygamberler, veliler göndermiştir. Doğru yolu bulmakta müşkilât görmiyesiniz diye.

Onun aşkından, sevgisinden agâh olasınız diye. Bu azamet ve kudret sahibinden yüz çevirip de sizin emrinizde olan şeylere muhabbet ederseniz, gönül bağlarsanız size nasıl cezâ vermesin. Sabırlıdır, mühlet verir. Gafil kullarım belki bir gün uyanırlar diye.

Kabahatlerin cezâsını vermekte acele etmez. Bir gün tövbe edip pişmanlık duyarlar diye.

Kabahatlerinizi bir başkasına âşikâr etmez, örter. Zalimler, mazlumların âhını almadıkça cezâlar te’cile uğrar, mazlumun âhı gönülden gelir, ciğeri yana yana inkisar eder. Cenâb-ı Hakk adaleti de sever ve harekete geçer, sebebler halk eder, zâlimi daha kuvvetli bir zâlimle terbiye eder.

Hastalıkla, fakirlikle, yangınla, zelzele ile, kazalarla, milletleri de milletlerle harp ile terbiye eder.

Hiçbir zâlim yoktur ki cezâsının hiç olmazsa bir kısmını burada çekmesin, vicdan âzabı da bir cezâ değil midir zâten? Cenâb-ı ALLAH kendisini sevenlerle, mağdur ve mazlum olanlarla, kalbi kırık kimselerle beraberdir.

Bir iyilik yaparsanız gönlünüz bir ferahlık, bir sevinç duyar, işte bu sevinç Hakk’tandır. Sevindirdiğiniz kimsenin gönlünün aksi sedasıdır ki, ALLAH da sizden razı olmuş demektir.

Bir fenalık yaparsanız elem ve azap duyarsınız, o da kırdığınız gönül sahibinin mahzunluğunun size aksetmesidir.

Dokunma kalbime, zirâ ki incedir, kırılırO tıpkı mabede benzer, önünde hıçkırılır

ne güzel bir sözdür. Ne hoş bir şarkıdır.Her gönül bir mâbedtir. Oraya kirli ve teessürlü olarak

girilmez, namaz kılarken de yüzümüz kıbleye karşı ruhumuz da gönlümüzde olmalıdır. Hazreti Mûsâ’ya bile (ayağındaki nalınları çıkar, o zaman beni görürsün) diye emir gelmiştir. Bu, sûret ve mânâ temizliğini emreden bir ihtardır.

Hz. Mevlânâ’nın, meclisimize gelenler dilenci iseler bay olurlar. Bay iseler sultan olurlar, demesi ne güzeldir. Hepimiz hak ve hakikat ilminin dilencileriyiz. Bundan müstağni olanlar nasıl insandırlar bilemem.

17

Page 19: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Gönül radyosuna hepimiz sahibiz, hangi tarafı istersek orayı dinleyebiliriz. Çeşid çeşid verici istasyonlar vardır.

Muhterem kardeşlerim, Hakkın gönülden gönüle olan radyosunu arayın, bulun, o da daimâ neşriyat yapmaktadır. Bu neşriyât namaz vakitlerinde, oruçlu zamanlarımızda, mahzun olduğumuz vakitler daha net ses verirler.

Mısri Niyâzi hazretleri nasihatlerine de kulak vermek yerinde olur.

Ey gönül gel, gayriden geç, aşka eyle iktidâZümrei ehli hakikat aşka olmuş müktedâCümle mevcudat ve malûmata aşk akdemdirZira aşkın evveline bulmadılar ibtidâHem dahi cümle fena buldukta aşk bâki kalırBu sebepten dediler ki aşka yoktur intihâDilerim senden hüdâya eyle tevfikin rakikBir nefes gönlümden asla aşkını etme cüdâMâsivâyı aşkının sevdasını gönlümden alAşkını eyle iki âlemde bana âşinâAşk ile tâmûda olmak cennetidir âşıkınLeyk cennette olursa tâmûdur aşkın anâEy Niyazi mürşid istersen bu yolda aşka uyEnbiyâ ve evliyâya aşk olubdur rehnümâGönül kâbesine giden yol başımızda bulunan akıl

medinesinden geçmezse Hakka varılmaz. Fahr-i Âlem Efendimiz, (Ben ilim şehriyim, Ali de o şehrin kapısıdır) buyuruyorlar. Buradaki işâret, bulmak ve öğrenmekten sonra görmek lâzım geldiğini ve Hazreti Ali'nin göze teşbih edilmesi ve Ebu Bekir Hazretleri’nin de kulağa teşbihi onların vücûdumuzdaki mertebeleri anlatılmak isteniyor. Cümlesinden ALLAH râzı olsun.

Bütün mevcûdâtın gayesi, hedefi insana vasıl olmak ve insanın gönlünden hakikate ulaşmaktır.

İnsan da:

Devredüp geldim cihana yine bir devrân olaBen gidem bu ten sarâyı yıkılup virân olaDört yanımdan nâr ve bâd ve âb ve hâk ede hücumBenliğim anlar alup bu varlığım nâlân ola.diye teğanni ediyor.

18

Page 20: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Aşk keyfiyetinde bir kurnazlık vardır. Bunu âile hayatına da tatbik edebiliriz. Eskiden tanışmadan evlenilirdi. Çiftler aracıların târifleriyle birbirlerini tanırlar. Sonra evlenirler, sevişirlerdi. Bu evlilik ALLAH tarafından gittikçe kuvvetlenir, bağlar gittikçe kalınlaşır, ölünceye kadar devam ederdi. Boşananlar pek azdı.

Erkek, sevgisine şefkati katık yaparken, kadın da sevgisine hürmeti ve saygıyı katık yapardı. Bu güzel gidişi gören çocuklar da utanılacak hallere şahid olmadan kemâle ererlerdi.

Tabiî her iki taraf bir birini severdi. Yalnız, aşkını idare edüp karşısındakine hissettirmeyen taraf mâşûk mevkiine yükselir. Sevgisini gizlemeği bilmeyüp de âşikâr eden üzüntü içinde kalır ve pek mesut sayılmaz, kıskançlık başlar; sevgiyi israf etmemeli, ciddiyeti elden bırakmamalı.

Erkek mâşûkluk mertebesinden indi ve âşık mertebesine düştü mü kılıbık derler. Kadın aşkını gizleyemeyince şımarık derler ki, sonunda uzun uzun düşünmeler, hüzün devresi, zâfiyet ve hastalık, nihayet verem devresiyle yuva yıkılır.

ALLAH ile kul arasındaki sevgi de böyledir. Fakat burada Hazreti ALLAH mâşûk-u hakikidir. Sevilendir. Gizlenmiştir, aşkını gizlemiştir.

Kullara kulluk yakışır. Âşıklık yakışır. Mâşûkta gâip olup da o mertebeye çıksalar da, oradan eli boş dönmezler, yâ kitap, yâ ilham, yâ nasihat gibi incilerle geri dönerler. Asıl aşk budur.

Âşık olmağı tercih edenler, sık sık vuslattan zevk almak için çıkarlar, inerler. Fakat aziz kardeşlerim nazarı dikkatinizi başka bir tarafa çekeceğim, cânânımın müsaadesiyle.

Cenâb-ı Hak ve kadiri mutlak hazretleri evvelâ insana âşık oldu da ona lâzım olan her şeyi ve bu âlemi yarattı.

Bu aşk evvelâ erkeklik, kadınlık şeklinde tecelli etti. Saklambaç oynar gibi zuhurda kemal hasıl olunca, kendi gizlendi. Bu gizliliğin farkında olmayanlar sûrete takıldılar kaldılar. Kimi Meryem’e, kimi İsâ'ya, kendi yaptıkları putlara tapmağa başladılar. (Hayat budur) dediler.

Her gün birçok kişilerin doğdugunu ve öldüklerini gördükleri halde geçmişlerden ibret almadılar. Bu hayat seneleri bitmez zannettiler ve ilmü irfân tahsilini en sonraya bıraktılar. O zaman da ecel geldi, inleye inleye hasretle geçüp gittiler.

19

Page 21: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Baktılar ki, hepsi boşmuş.

Aralarında vatanı asli dedikleri o âleme, ölmeden evvel ölmek sûretiyle yâni ihtirasları, ibtilâları terk ederek hakikat yoluna yöneldiler, bir zarar görmediler. Fahrî âlem Efendimiz (Bazı insanlar derin bir uykuya dalmışlardır, ancak ölünce uyanacaklardır) buyuruyorlar. Ben bu sözü de çok doğru buldum. Siz ne dersiniz? Geceli gündüzlü çektiğim zahmetler, sizi bu gidişten, bu ölümden, bu uykudan haberdar etmek içindir.

Bir tecrübe ediniz. Emin olunuz, kârlı çıkacaksınız. Peşinde koştuğumuz dünya ve nimetlerini, idrâk cihetiyle terk ettiğiniz an yâni onlara lüzumundan fazla kıymet verip bağlanmadığınız zaman onlar sizin peşinizden koşacaklardır.

Güneşe arka dönerseniz gölgenizi tutabilir misiniz? Hem kaçar, hem büyür, hakikat güneşine doğru yürüyünüz. Gölge arkanızda kalacak ve peşinizden gelecektir.

Köylerde sıra ile su küpü, sirke küpü, pekmez küpü diye birçok küpler vardır. Yabancı olup hangisinde ne var anlayamaz-sanız, dışındaki ıslaklığa parmağınızı dokundurup yalayın. O zaman anlarsınız.

İnsanlann alacası içindedir. İçimizde olanları sözlerimizden anlamak kabildir. Cânândan, gayb âleminden haber veren sözlere rağbet ediniz. Âşıkların sözlerindeki nûr, belki bir gün sizin de kalbinizi aydınlatır. Bir gün Fahr-i Âlem Efendimiz, Hazreti Ali'ye büyük bir sır söyleyerek içini hafifletmişler ve tabiî rahat etmişler ve mahrem olduğuna da işâret etmişler. Hazreti Ali de ne yapsın? Hâmile kadınlar gibi bir ağırlık basmış, o da bu sırrı birine söylemek istiyor. Hem emir var söylememesi için, hem de kimsenin idrâkine güvenemiyor, nihayet kör bir kuyunun ağzından içeri (yâ hû) diye haykırıyor, kuyudan bir aksi sedâ (yâ hû) diye ona sesleniyor. Kendisi de bir kenara yıkılarak kendinden geçmiş. Bu basit görünen bir hikâyedir. Fakat içten içe derin mânâları vardır, kulak kesilin idrâkinizi benim sözlerimin peşinden koşturun, gördüklerinizi, duyduklarınızı ömrünüzün sonuna kadar hecelediğiniz vakitler cennete girmiş sayılırsınız. Hû ismi Hak Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin birçok isimlerinden birisidir; mânâsı (O) demektir. İnsanlar ben ALLAH’ım, sen ALLAH’sın diyemezler, fakat O denildi mi Cenâb-ı ALLAH celle şânühû hatıra gelir.

Arap harflerinde (H) harfi, insanı kâmilin gözünün şeklidir. Her insanın gözüdür diyemiyorum, çünki o göz Hakkı gören bir

20

Page 22: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

gözdür. (Hû) ismi, insanı kâmilin yüzünde gözlerinden sonra (V) şeklinde ağzında nihayet bulur. Yâni kâmil insanların gözle görüp ağızlarından çıkardıkları sözler; kendi malları değil. Cenâb-ı Hakkın mânâ âleminden harf ve kelimelere bürünerek çıkan sözlerin zuhuriyle âyân oldu. Susunca gönül ve mânâ âleminde gizlidir. Mânâsını anladı da kendinden geçti. Hissi, görmek ve işitmek keyfiyetleri de diğer keyfiyetler gibi nûrânidir. Bizim bir varlığımız yok ki gördük diyelim. Bizden gören Hakktır. Biz ona gölge gibiyiz ve kendi kendimize çevirdiğimiz varlıkla (gördüm) diyoruz.

Aksi sedâyı yâni yankıyı bilirsiniz. Hazreti Ali Ya hû diye ALLAH’ı kastederek seslendi, ona da taşlar, otlar, topraklar arasında sen o isme daha lâyıksın. O sende gizlidir, gibilerde onun kulağına gelen yâ hû hitabı aklını başından aldı, bir an için Hû’luğa karıştı, eğer o kuyuya ben deseydi, kuyudan da ona ben diye cevap gelecekti; yâni sen yoksun, ben varım diyecekti.

Buradan anlaşılıyor ki, insanlar da ne ekerlerse onu biçerler, iyi, fena ne gibi bir harekettte bulunurlarsa muhakkak o hareketin aksi sedâsını işidirler. O iyilik ve fenalıkla karşılaşırlar.

Âşıkların bol gözyaşı ile derinden çektikleri bir de âh... ları vardır.

Teessürden ve fazla sevinçten de gözyaşı akar. (Gözün içinden gelen suya yaş derler ve göz yaşından başka kulak yaşı da olmaz ki, boyuna göz yaşı diyoruz. Lisan alışkanlığı, hoş görün.)

Âşıkların yaşlarının çoğu gönül âlemine akar ve yağmurun sokakları temizlemesi gibi gönlü de temizler. Âşıkların gözlerinden aktıkları görülen birkaç damlanın kıymetine baha biçilmez. Onları ancak Cenâb-ı Hakk meleklerine toplattırır derler.

Âşıkların âhı gönlün yedi kat derinliğinden gelir ve bu mertebelerden geçerken her tarafı aydınlatır. Nihayet ağızdan çıktığı zaman yakıcı bir hali vardır. Yusuf Peygamber bir gün Mısır'a sultan olduktan sonra at üzerinde çarşıda gezerken ucu gümüş kaplı kamçısını yere düşürüyor. Yanındakiler attan inip kamçıyı yerden kaldırıncaya kadar eski firavunun karısı Züleyha dünyayı terk etmiş vaziyette gezerken, Yusuf’u görünce aşkı tazelenir. Yaklaşır ve yere düşen kamçıyı alır, sapını ağzına götürür (Huh) der ve (buyurun sultanım) diyerek at üstündeki Yusuf’a uzatır. Yusuf Aleyhisselâm kamçıyı sapından tutunca eli yanar (uuf...) der ve diğer taraftan tutar. Züleyha (ne o sultanım, eliniz mi yandı? Ben o ateşi 20 yıldır içimde saklıyorum) der, ağlamağa başlar.

21

Page 23: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Ne çare ağlamaktan gözlerinde yaş da kalmamış. Biraz ıslaklık ve biraz da kırmızılık belirir.

Yusuf Aleyhisselâm bunun Züleyha olduğunu o zaman anlar, her ikisi de bekâr olduklarından evlenmelerinde mahzur yoktur. Ve nihayet evlenirler, mahzun gönüller şâd olur. Aziz kardeşlerim aşk böyle bir aşk olmalıdır. Yüksek kalitede vakur bir aşk sabreden âşıkların er veya geç mâşûklarına varacakları muhakkaktır.

Âşıkların yedi kat gönülden gelen ahlarının bir izâhını daha yapalım. Eminim bunu duymamışsınızdır. Âh ne olurdu beş on sene evvel dünyaya gelseydim de çok açık ve geniş mânâlı olan Arapçayı da öğrenseydim. ALLAH’ın lisanı, dinimin esası olan bu ulvî lisana vukuf peyda etseydim. Eski zamanda bir ebced hesabı vardı. Harfleri adetlemişlerdi, bu sûretle doğum, ölüm ve keşif tarihlerini yazı ile söylerlerdi.

Ebced, hevvez, hutti, kelemen, saafes, karaşet, dağzigilen

A 1, B 2, C 3, D 4, H 5, V 6, Z 7, H 8, T 9, Y 10, K 20, L 30, M 40, N 50, Se 60, Ayın 70, F 80, Zi 90, K 100, R 200, Ş 300, T 400, Dat 500, Zı 600, G 700, Lam 800.

Ah derken, üst üste iki A vardır. Bunların ebced hesabına göre 1+1=2 eder. H de 5 rakkamını gösterir. O zaman AAh. 7 yapar ki, âşıkların uzattıkları Ahh. Gönlün yedi kat semâsından geldiği için yakıcıdır.

Biz gelelim Hazreti Ali’nin kuyusuna.

Bu ilâhi nağmeye dayanamayan bir kamış büyümüş fakat bu sedânın cevherini özünde toplamış, gel zaman, git zaman, bir çoban bunu keser. İçini boşaltır, başımızdaki delikleri hesap ederek yedi delik deler.

Bu deliklerin içine girseniz, son durak akıldır. Anın için bir delik de bu yedi deliğin karşısına sekizinci delik delmiş. Başlamış çalmağa. Tekemmül etmiş kavala. Ney demişler. Hû diye üflemekle bir çok nağmeler elde etmişler. Hazreti Mevlâna da Ney'i, kâmil insana teşbih eder. Neydeki nağmeler kendinden değildir. Üfleyendedir. Bunun gibi insanı kâmilin de sözleri kendinden değildir. ALLAH’dandır, anın için o sözler hayat veren birer Nef’hadır. Kuyu, bir sırdaşın gönül kuyusudur.

Gerek kamış, gerekse tellerden gelen sesleri kendilerinden sanma. Hakikî sahiplerinin tezahürüdür. Yalnız kamışın içi boş

22

Page 24: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

olduğu gibi, insanın da gönül âlemi temiz olursa bizleri öldüren, dirilten, sevindiren, ağlatan ne nağmeler duyulur.

Fahr-i Âlem Efendimiz, Cenâb-ı Hakkın habibi olduğu halde ve mî’râcını yaparak vûslatı hakikiye ermişken bu âlemi teşriflerinde yanındakilerin adımına ayak uyduruyor. Aşk ve gönül hikâyelerinin sonu yoktur. Ve bu iki görünen tek varlığın evveli de yoktur.

Sus diye emir alıncaya kadar devam edelim. İbâdet, hüzün, tefekkür, zikir, riyâzet bunlar gaib zannedilen hakiki varlığın eteklerine yapışan ellerdir. Sonu, o zâta varan yollardır.

Korkmayın, sevin, sevilin. Gayba imân edin. Gaybda ruhların âlemi vardır. Varlığı yokluğa verip âlemi oradan temâşâ etmelidir. Herkes o âlemi göremez.

Hazreti Mevlânâ’nın «gelin, gelin, yüz kere tövbenizi bozmuş olsanız bile yine geliniz. Yalvarınız, seher vakitlerinde ağlayınız. Yaptıklarınızın cezâsını geciktirmekteki maksad af dilemenizi temin etmek, yalvarmanıza mühlet vermek içindir. Dediklerimi yapın, korkmayın, ümitsizliğe düşmeyin. Çünkü O'nun büyüklüğünü, lütuf ve keremini takdir edemezsiniz» sözleri ne kadar derindir.

O bizim yabancımız değildir. Gayet yakından tanırım. Aramızdan su sızmaz, beni söyleten O'dur. Sizlere müjde vereyim, ne yaptınızsa yaptınız. Can ve gönülden nedâmet duymanız şartiyle, O'nun sevgilisine uymak sûretiyle, pişmanlığınızı isbat etmek şartiyle korkmayın. Utanarak yere bakmanız kâfidir.

Hiç şüphe etmeyiniz ki, hayat sahnesinde bir cümbüşün husule gelmesi için herkes aynı rolü yapamaz. Aynı rol yapılsa yeknesaklık olur, zevk olmaz.

İnip çıkmalar, düşüp kalkmalar, gülüp ağlamalar aynı hareketlerdir. İki göz var ama görme keyfiyeti birdir. İki kulak var ama biri başka diğeri başka işitmez, iki eliniz var, fakat birinin yaptığını digeri bozmaz, netice birdir.

Bu âleme temiz geldik, kirlenmemiz mukadderdir. Tekrar temiz olmamız için mücadele lâzımdır. Ben temizim diye aylarca su yüzü görmeyen, yıkanmayan kimse pis pis kokar.

Kur’ân-ı Kerim hikmetlerle dolu bir kitaptır. Dünya delillerle doludur. İnsan, her şeyi kendinde bulmalıdır. Anın için (Ey habibim kendi kitabını oku, bugün için bu sana yeter.) emri gelmiştir. Siz de

23

Page 25: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

O habibin ümmetindensiniz. O hitâb aynı zamanda sizedir. Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla demek istenmiştir.

Kendinizi bilirseniz, gönül kitabını okuyabilirseniz, ayağınızı arştan ferşe indirmezsiniz, aynanın ayna olabilmesi için bir tarafın kara olması lâzımdır, her şey zıddiyle meydana çıkar, âşikâr olur. Kemâlâtâ eren noksan ve çirkin görmez, aşk bir gönlü istilâ etti mi, ayıplar ve noksanlar gözükmez, çünkü her nakış aynı nakkaşın yed-i kudretinden çıkmıştır. Hayır şerle, kemâl noksanlıkla, güzel, çirkinlikle anlaşılır; bir camın iki tarafı da kirli ve kara olursa, ona ayna denmez, bütün renklerden ve şekillerden feragat ederseniz, yâni fena makamına erişmedikçe Hakk kapısını bulamazsınız. Hiç bir ferd gönüle varan yolun dördüncü kapısı olan mutma’inne mertebesine gelmedikçe, fazilet ve kemâlâtı ilâhiyeden nasibini alamaz, en yüksek makam kulluk makamıdır. Yokluğunu, aczini, fakirliğini idrâk etmek, Rab ile karşı karşıya gelmek ve üstün sıfatları ona bırakmak demektir.

Cenâb-ı ALLAH, huzurunda tutmak istediklerine fakirliğini, hastalığı, ilmin sonundan gelen cehli, yâni kulluğu bahşetmiştir. Bunların kıymetini bilmek lâzımdır. İnsan, kâinatın özüdür. İnsanın özü de gönüldür. Hakkın tecelliyatına ayna olan bir sırdır. Namazlarda yüzümüz kıbleye, ruhumuz gönlümüze karşı olmalıdır. Kâmil insanın namazı, isimlerin, sıfatların ve eserlerin zatına olan iştiyakının aynıdır. Çünkü her mahlûkun kıblesi, insanı kâmildir. Kâmil, ârif ve vâsıl olmayanların her hâli belâdır. Cefadır. Kâmillerin, vasıl olan âriflerin ise belâları vuslat ve huzurdur. İnsan kanaat sahibi oldukça hürdür. Kanaat sâhibi değilse üstüne düştüğü şeyin esiridir. Ömrünüz dünya nimetleriyle pek hoş geçebilir, fakat devamı yoktur. Bu muvakkat hoşluğa aldanmayın, sana yeten az, seni azdıran çoktan hayırlıdır. ALLAH için olmayan her hatıra, her tefekkür, ALLAH ile aranızda perdedir, hadisi şerif muktezasınca, yeryüzünde olanlara acıyınız ki, gökte olanlar da size acısın.

İlmin anahtarı sormaktır. Münakaşa değildir. Münakaşa ile insanlar birbirlerini incitirler. Neticede bir şey elde etmiş olmazlar. İlim, idrâk, tecrübe farkları varken, barika-i hakikat meydana gelmez. Âriflerin sohbetinde bulunanlar, onlardan öğrendikleri şeyler kadar mârifete ererler.

Öğrendiklerini hayatlarına uydururlarsa, bildiklerini candan öğrenmişlerse, onların lâtife ve işaretlerini anladıkları kadar da Hakka yaklaşırlar. Âriflerin huzurunda edebli olmak lâzımdır. Edebli olunmazsa söylenen sözler yararlı olmaz, zararlı olur.

24

Page 26: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Cenâb-ı Hakkın dünyaya ihtarı (Ey dünyâ! Bana kulluk yolunda yürüyene engel olma! Beni unutup senin peşinden koşanlara da yüz verme ve zahmet çektir.) Siz Hakkın maiyetinde olursanız âlem de sizin maiyetinizde olur. ALLAH’ı anmadan geçen her saat boş yere geçmiştir sayılır, zamanınızı değerlendirmek ve kendi değerinizi anlamak istiyorsanız ALLAH’ı sık sık anınız, ALLAH’ı bütün sevgilerin üstünde tutunuz.

Ey muhterem kardeşlerim!

Şeriatın haricinde gibi gördüğünüz ve aykırı zannettiğiniz bu sözler bir hakikattir. İster kabul edin, istemezseniz kabul etmeyin. Ben size Fahr-i Âlem Efendimizin şefaatini dağıtıyorum. Biz ölü yıkayıcı değiliz. Atları tımar eden seyis değiliz(*)1. Aşk ve vahdet sırlarının toplandığı projektörü gönlünüze tutan bir kulum. İçinizden yetişmiş bir âcizim, size Peygamberimizin arkasından giden nûrlu bir yolun kılavuzluğunu yapıyorum. Yiyin, için, eğlenin, ALLAH’ı unutmayın. Peygamberimizi sevin, ibadeti ihmal etmeyin. Ey âlemi envar, ey Hakk güneşi, senin kıymetini bilemiyorlar, hattâ inkâr ediyorlar, fakat körlerin güneşi inkârından ne çıkar, tasdikinden ne çıkar, göz kör olduktan sonra eline seyyar elektrik lâmbasını dahi alıp yürüse düşmekten kendini kurtarabilir mi? Hz. Mevlânâ'nın buyurdukları gibi, hastalığım geçsin diye bana fâtiha okuyorlar, halbuki beni hasta yapan fâtiha. Evvelâ fâtiha’yı ben okudum, gönlümün kapıları açıldı. Aşk âleminin bahçeleri ve muhteşem sarayı gözüktü gözüme. Ben de kendimi gaib ettim. O âleme mahsus sözler söylemeye başladım. Şu 28 harf çerçevesi içinde gönlümün esrarını sizlere fâş ediyorum.

Gönül ve aşk âlemi, nûr âlemidir. Sizin geceniz benim gündüzümdür, gündüzünüz gecemdir. Beni deli zannedip hasta iyi olsun diye üzerime fâtiha okuyorlar. Halbuki o fâtiha, o fetih ve fütühat sûresi beni bu hale soktu. On deli arasında bir akıllının varlığı nasıl acınacak bir hal ise, on akıllı arasında bir delinin varlığı da öyledir. Bu âlemde ekseriyet sizde. Halbuki İsâ'nın nefesi bizde. Ölüleri dirilten o nefes sözlerimizdedir. İsrâfilin nefhası bizdedir. Sûrû kalemimizdedir. Bir nefeste sizi öldürüp yok yapacak, ikinci bir üflemede sizi hakiki mâşûka ulaştıracak ve onunla beraber ebedi kılacak. Nefha-i sûrû her an öttürmeğe başladık. Kulaklarınızı tıkamayın, çınlasın, iniltimizi, feryâdlarımızı duyun. Aşk ne imiş, tadın, darı tanesi yemeğe alışan bülbül ruhunuza, saman ikram etmiyoruz.

1

25

Page 27: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Kamışta şeker nasıl gizlenmişse, insânı kâmilin toprak olan vücûduna da Hakkın nefhaları gizlenmiştir. Vücûdlarımızda gönül aynasının gizlendiği gibi, toprak gibi alçak gönüllü ve temiz yürekli olun, bu sözlerle gönül tarlanıza buğday ve pirinç taneleri ekmiş oluyoruz. Hakktan inâyet bir iki mevsim sonra mahsul vereceksiniz. Herkes birbirinin hem cebraili, hem ezraili, hem isrâfili, hem de mikâilidir. Düşünün, heceleyin, yanlış anlamayın, hakikî sevginin adresi bizdedir. O sevgili seyre çıkınca, bir gün sizin de gönül evinize uğrayacaktır. Ârif kimseler gönül kapısından ayrılmazlar, bir gün olur da dost gelirse karşılayayım, beni evde bulsun, boş dönmesin diye. Ona, şanına münasib bir karşılama yapayım diye. Zavallı canlar toprağa esir olmuşlar, dağlara, taşlara, yıldızlara köle olmuşlar. Aşk bunları esâretten, kul ve kölelikten kurtarmak istiyor. Evvelâ meyvenin dalını çekin, sonra meyveyi koparıp ağzınıza atınız, dalı çekmeden meyve ağzınıza girmez.

Meryem oğlu İsâ'yı çok sevmeğe başlamıştı. Hattâ Hakkı bile unutmuştu. Gâipten bir ses geldi (içindeki temiz ruh haleti sebebiyle sana yaz ve kış rızık veriyoruz. İç âlemden yaradanın sevgisini silersen istediğin her şeyi zorlukla bulursun.)

Bu söz o zaman Meryem'e idi. Şimdi de Türk ve İslâm evlâdlarınadır. Ermiş hanımlardan Râbia hatun vardır. Meşhurdur. Bir gün birisi bu hanımın peşine takılıyor. Yüzünü kızartıp evlenmek teklifinde bulunuyor. Çok sevdiğinden ve ancak kendisiyle mesut olabileceğinden bahs ediyor.

Hanım dinlemiş dinlemiş, arkamdan kız kardeşim geliyor. O benden daha genç ve daha güzeldir, diyor. Adamcağız bu kadından daha genç ve güzel olan kardeşi, acaba nasıl bir âfettir, diye başını çevirip arkaya bakmasıyla yüzünde bir tokat şaplıyor. Rabiâ hanım (Seni utanmaz, yalancı, ahlâksız seni. Eğer sözünde sadık olup beni sevseydin, arkana dönüp bakmazdın. Başka bir sevgili aramazdın. Defol.) deyip yoluna devam eder.

Âlemleri yaratan ALLAH’ü azimüşşândır. Her şeyi de bizim için yaratmıştır. Evvelâ onu seversek, onun sevgisini tercih edersek, gönlümüze onun sevgisinden başka bir şey sokmazsak, ihtiyacımız olan her şeyi bize verir.

O dururken mahlûklarına, hizmetimize verdiği nesnelere dönersek, ona yüz çevirip arka dönersek, tabiî tokadı yeriz. Çok can yakıcıdır, bu Hakk'ın sillesi.

26

Page 28: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Hazreti ALLAH’dan istediğiniz şeyin en çoğu, O’nun indinde çok ufak ve ehemmiyetsizdir. O’nun Şânı ile mütenâsib bir talepte bulunursanız, onun en ufak lütfunun bile ölçüsünü hesaplaya-mazsınız.

Hazreti ALLAH’ın mekri, yâni kulları yola getirmeğe mahsus mücahedeye sevk eden hilesi, O’nun hilmiyetinde gizlidir. Her türlü nimetleri verir. Kıymetini bilmeyene ve bu nimetleri verenin kendisi olduğunu anlamayana da felâketler yağdırır, uslanmaları için kullarına mühlet verir. Gaflette devam edenlerden de bu lûtuflar gittikçe eksilmeye başlar.

Âşık, gönül âlemine dahil olup yedinci mertebeye varınca, feryâdı, iniltisi kalmaz. Zatının deryâsına girmiştir. Gâib olmuştur. Artık namsız ve nişansız olan o âşıka mâşûk derler.

Gözlerinden ve hattâ mesâmatının her deliğinden aşk fışkırır. Her tarafı göz olmuştur.

Cenâb-ı ALLAH kullarını aşk-ı hakikiye alıştırmak için bazen mecâzi aşktan hisse bahş eder. Ayşe’yi Ahmed’e, Hasan’ı Fatma’ya sevdirir. Bir taraftan sevilmesini istediği kimseye bir câzibe, bir güzellik verir ki, zavallı âşık gayri ihtiyari pervane gibi onun etrafında döner, diğer taraftan âşıka da yanmak, yakılmak, inlemek, feryâd etmek için kuvvet bahş eder.

Mecâzi aşktan ümidini kesenlere de (gel benim has kulum. Yüzünü bana dön) der. Bu söze uyan mesuttur. Kul, bu aşk ve gönül yolunda merhaleler kateder. Rabbimizin hoşuna giden bu tevekkül ve terakki sahibine (ey benim sevgili kulum, dile benden ne dilersin. Senin arzun benim fermanımdır) buyurur. Malûm ya, aşka ilk mertebelerde meyil, muhabbet, aşırı sevgi denir. Ve nihayet mecâzi aşk hakiki aşk olarak tecelli eder ve son bulursa dere, çay, ırmak, nehir gibi sonu denize varır.

Hazreti Mevlânâ’ya bir dervişi «aşk nedir?» diye soruyor. O da ayağa kalkıyor, sağ avucunu semâya, sol avucunu yere baktıracak şekilde uzatıyor, boynunu sola büküp sağa bakıyor ve dönmeğe başlıyor. Kendisi mihverde dönerken dervişleri de hem kendi etraflarında, hem de Hazreti Mevlânâ’nın etrafında dönüyorlar. Güneş manzumesini tanzir ediyorlar. O zaman aşkın târifinde (Ben ol da gör) buyuruyor. Aşk târif edilmez. Ancak âşık olmakla onun hakikati anlaşılır. Harfler ve kelimeler, onu târifde âcizdir. Kudretleri yoktur. Onu anlamaktan akıl da âcizdir. Malûm

27

Page 29: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

ya, sözleri tanzim eden akıldır. O âciz kalınca, sözün zuhuruna meydan kalır mı?

Yine bir kitabında, aşk âleminde (aklı maaş yâni yemek içmek gibi maddi şeyleri düşünen akıl, çamura batmış eşşeğe benzer) diyorlar. Diğer taraftan Fahr-î Âlem efendimiz (akıl ubudiyyeti eda içindir. Rububiyyeti idrâk edemez) buyuruyorlar.

Akıl, şeriat işlerini ayarlar. Sağa sola inhiraf etmeyen bir hayat yolu çizer. Maişet ve medeniyet peşinde koşar. Akıl on mertebeye yükseldikten sonra kemâle erer. Bu âlemin ve bu âlemdeki zevklerin hepsinin geçici ve ölüme mahkûm olduğunu düşünür. Daha ileri gidemez, yanmaktan korkar. Aşk gönülden tecelli ettiği gibi, gözden ve kulaktan alınan feyizlerle de galeyan haline gelir.

Gönül âlemine açılan birinci kapıdan ancak masivâ denilen sûret âlemine ferâgat gösterenler geçebilir.

İkinci kapı, yaptığı hareketlerin fenalığını düşünerek kendisine levmeden ve bir daha yapmamaya, o eski şuursuz hale dönmemeye azmedenlere açılır.

Üçüncü kapı, mânâ âleminden ilham almaya başlayan kimselere açılır.

Dördüncü kapı; bu kapı Hakk kapısıdır. Bu yollar doğru yoldur, bizi aslımıza ulaştırır. Gittikçe artan nûrlu bir âlemden geri dönmeği aklına bile getirmeyen kimselerin kapısıdır.

Beşinci kapıya ulaşan yolcu, artık anlamıştır ki, ölü hiçbir şey yoktur. Her şey hayattadır. Bizim varlığımız, sahilde ışıklar yandığı bir gece suya akseden ve hareket eder gibi görünen yakamozlu bir hayattır. Bu dünya hayatıdır.

Asıl hayat yukardadır. Vücûdlar hareket kabiliyetini oradan alıyorlar. Diğer bir tabirle (insanlar uykudadırlar. Ancak öldükten sonra uyanırlar) kelâmı kudsisini anlayanlara açılan bir hayat kapısıdır.

Onun için insanlar kemâle erdikçe, olgunlaşdıkça bu hakikati anlarlar. Bu hakikati anlayanlara da ölmeden evvel ölmek yâni ibtilâ ve ihtiraslara son vererek hakikate doğru yönelmek ihtiyacını tam mânâsiyle duymuşlardır.

28

Page 30: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Ezelde içilen Tahûr şarabiyle ekseri insanlar sarhoş olmuşlardır. Ayılma hali gösterenler olduğu gibi tamamiyle ayılanlar, kendini bulup bilenler de vardır ki, bu ayıklara Ârif, Kâmil, Vâsıl, Âşık, ermiş… derler. Gözden gönüle, gönülden Hakka yol vardır. Göz bebeğinin etrafındaki daireler de mânâlıdır. Gönüle giden yoldaki kapıların adedi kadardır.

Gözden gönlün hâlini anlayanlar vardır. Gönül ehli yüzünüze gözünüze bakar, o sizin özünüzü sizden evvel bulmuştur. Huzurda mısınız? Serâpta ve telâşta mısınız? O bilir.

Hele bir iki kelime de konuştunuz mu (herkes küpündeki malı satar) sözü yok mu? Sizin ne gibi hallerde bocaladığınızı anlar. Eğer ukalâlık edip de itiraz ederseniz, teferruata girişip anlayamadıklarınızı sormaya ve münakaşaya kapılırsanız (evet, evet haklısınız) der ve renginize boyar, geçer gider. Şimdi herşeyi gaib etmişsinizdir. Sükût eder dinler ve anlayamadığınızı sonradan düşünüp hecelerseniz, edepten ayrılmazsanız, bir çocuk gibi elinizden tutar idrakinizi sözleriyle, misalleriyle yükseltir. Âdetâ ruhunuz beden kesafetinden kurtulur, o âlemleri özlemeğe başlarsınız. O sohbetleri daima ararsınız. Sizi kademe kademe kendi hizasına getirir.

Eğer evvelâ kendi makamından konuşsa bir şey anlamanıza imkân yoktur. Onun sözleri, Hazreti İsâ’nın ölüleri dirilten nefhası gibidir. İsrafil aleyhisselâmın sûrû bir üflemesiyle taze hayat vermesinin aynı gibidir.

Yâni Lâ ilâhe illâllah - Sen, ben, hiç bir ilâh yok, ancak ALLAH var. Dünya şarabı ağızdan içilir. Sarhoş eder. İnsana her fenalığı yaptırır, habâsetlerin, fenalıkların anasıdır.

Aşk şarabı gözden içilir. Dudaktan verilir. Kulaktan alınır, sarhoş eder. Ölümsüz bir hayata eriştirir. Bütün günahlarınızı yakar. Benliğinizi yıkar. Sizi sultanı aşka ulaştırır.

Altıncı kapı bütün varlıkların, Hakkın zatiyle var olduklarını anlayanlara açılır. Vahdeti vücûdun idrâki buradan başlar. Hıristiyanlar ve bunlara uyanlar, bu ilme panteizm derler, tevhid ilmi diyemezler. Çünkü arapçadır. Akılları ermez, bilmezler ki kendileri de o deryânın birer katresidirler.

Aziz kardeşlerim.

29

Page 31: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

İşte bu dakikada Reşad isminde çok sevdiğim bir arkadaşımın vefat haberini aldım. Cenâb-ı ALLAH cümlemizi imân selâmetinden ayırmasın. Taksiratımızı af etsin. Âmin.

Sinemde felek açtı bugün bir koca yâreElden ne gelir ağlamadan gayrı bu hâleŞimdi size biraz da ölümden bahs edeyim; yemeklerden,

içmelerden hasıl olan birkaç katre koyu su, bir insan vücûdunun aslıdır.

Maden, nebat, hayvan komprimelerinden hasıl olmuş bir hülâsadır, özdür, Cenâb-ı Hakkın kudreti ile cemal ve celâl elleriyle yoğrulmuştur. Evvelâ bu sulu hamur, âlemi berzah denilen dar bir menzilden çıkar. Nisbeten daha geniş bir mahalde dokuz ay kaldıktan sonra bu âleme gelir, birinci menzilden kopup ölmüştü. İkinci menzile eriştiğinde (oh eski yerim çok dardı. Burası daha geniş çok şükür Rabbime) diyerek şükrediyor, dokuz ay sonra bu âleme intikal ettiğinde orasının da çok dar olduğunu anlıyor. Her ne kadar bu genişlikten korkup feryâdı basıyor ise de, az zamanda alışıp Rabbimize yine şükürler ediyor.

Büyüdükçe yani kabahat ve günah işlemeğe münasib bir pozisyona girince Hakktan uzaklaşıyor. Eğer düşünme kabiliyeti varsa ve kendisine Hakkın bahş ettigi lûtuflar arasında ana, baba ve mekteb terbiyesinden sonra bir insanı kâmil ile arkadaşlık ederse, bu âlemin geçici zevklerine pek kulak asmıyor, vatanı aslisini hatırlıyor.

Tirenle yahut vapurla yapılan bir yolculuk gibi, 80-100 senelik bir ömür, bitmez gibi görünen o ihtiraslı ve heyecan günleri bitiyor. Kâmil insanların vücûdlarına (Misafirânı vücûdı mutlak) diyorlar. Eğer kemale erdiyse böyle bir misafir olduğunu bilerek bir şebi arûs esnasında vûslata eriyor. Beşerî kisvelerini terk ediyor, yemek, içmek, yorulmak, uyumak, üşümek, terlemek olmayan sonsuz bir âleme göçüyor ki, beden kaydından kurtulması dolayısiyle sonsuz bir rahata varıyor. İşte hepimizin olacağı budur. Bunu bilerek her gün nümunelerini görerek bu fâni âleme mi sarılalım? ALLAH’a mı sarılalım? Takdirinize bırakıyorum.

Bir gün Sultan Süleyman cenge hazırlanıyor. Kendisine faideli olabilecek hayvanlardan bile asker topluyor.

Hüd-Hüd kuşu (Yâ Nebiyyullah beni de yanına al. Ne olursun) diyor. (Benim gözlerim hepinizden daha ziyâde görmek hassasına maliktir. Hattâ gökte uçarken yerde ne kadar derinlikte

30

Page 32: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

su var, görürüm. Size haber veririm. Askerleriniz susuz kalmaz) diyor.

Karga bu sözü işitince kıskanıyor. Bunun meziyetini çekemiyor. (Yâ Nebiyyullah) diyor, (sen onun sözüne inanma. Madem ki gözleri iyi görüyor, niçin konacağı yerin tuzak olduğunu görmüyor da çabucak yakalanıyor?)

Hüd-Hüd kuşu cevap veriyor. (Alın yazısı nedir bilmiyor. “Kaza gelirken göz görmez” olur sözünden ne mana çıkar anlamıyor ya Süleyman) demiş ve zamanımıza kadar gelen bu sözler çoklarımızı uyaramamıştır.

Sabahleyin vazifeye gitmek için gün doğmazdan iki saat kadar evvel kalkarım, bir, bir buçuk saat kadar Cânanımla konuşuruz. Kâh o söyler, ben dinlerim; kâh ben söylerim o dinler.

(Arkadaşım, ne konuşursunuz bu uzun zamanda?) di-

diyeceğinizi tahmin ediyorum.

Mûsâ (Alh.) gibi şöyle yalvarırım ve hüngür hüngür ağlarım. (Benim azimüşşan olan büyük ALLAH’ım! Beni yoktan yarattın. Alil, hasta, sakat eylemedin. Akıllı bir insan eyledin, islâm memleketinde, islâm eyledin. 60 yaşıma kadar beni korudun. Aradığım bir eş ihsan ettin. Terbiyeli ve namuslu çocuklar ve torunlar verdin. Çocuklarıma verdiğin eşler de onlardan aşağı değildirler. Benim tahminim fevkindedirler. Duâlarla istediğim şeyleri verdikten başka hatırıma gelmeyen atâlarda da bulundun. Sen âlemlerin Rabbisin. Kudretin, kuvvetin, lûtfun sonsuzdur, umumidir. (Bunlara karşılık ne yapmalıyım ki borcumu ödemiş olayım?) derim. Rabbimin cevabı şöyledir. (Ey sevgili kulum, ben de biliyorum. Her mahlûkum benim lûtuflarıma mukabele etmekten âcizdir. Bu hâli idrâk etmeniz, bana kâfidir. Ben de bunu idrâk etmenizi istiyorum.) buyuruyor.

Müflis bir köle efendisinin yanında varlık izhar edemez. Karşı karşıya geldiği zaman ağız açmak değil, kulaklarına bile hâkim olamayacak derecede erimiştir. Eğer bana bir benlik verdi isen o da senindir. Benim (Ben) demekliğim bile saçmadır. Akıllı kârı değildir. Bana sensin, dedin, kulum dedin. Ben o zaman benliğimi anladım. Verdiğin akıllla geçmiş ve geleceği düşündüm. Senin lütfundan, azametinden başka bir şey görmüyorum. Ancak beşeriyet âlemine tenezzül ettiğim zaman, kardeşlerime gördüklerimi anlatmak sûretiyle yetiniyorum. İçim boşalıyor. Derdim hafifliyor. Dilediğin

31

Page 33: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

zaman göreceksin, bu vücûd libâsını da derhal terk edip nasıl huzuruna koşa koşa geleceğim… diyorum. Son nefesimi, senin ismini ağzıma almadan canımı alma ey benim Rabbim.

Her Âşık Mâşûkunu karşısında görür gibi olur. Bu hal aradaki perdelerin incelmekte olduğuna delâlet eder.

Hattâ ciğerimi yarsalar sevgilim çıkacak derler ya, benim de ciğerimi yarsalar sen çıkacaksın diyeceğim geliyor. Onun için ciğerim yarılmadan kâinatın uyuduğu bu saatte hep seni anıyorum. Hep seni zikredip düşünüyorum. Ama bana deli diyeceklermiş ne zararı var; zaten insanın adı deli çıkmayınca veli olamaz. Veli, yolu sana varana, peygamberin peşinden gidene, aynı yolu takip edene derler. Benim yolum kalmadı artık.

Hani sen bana (Ey has kulum biraz arkana bak) demiştin. Ben o zaman arkama baktım ince bir kervanı takip eden birkaç kişi görmüştüm, hemen yine sana döndüm. Ağzımı açamadım utanıyordum sen benim kalbimi okuyordun: İşte diyordun (benim sevgili Nusretim vakit ahır zamandır. Dört milyar insan hevâ ve hevesine kapılmış; biraz daha eğlensinler. Sanki benimle hiç alâkaları yokmuş gibi, sanki onları yaratan, yaşatan ve nihayet öldürecek olan ben değilmişim gibi nasıl gaflet içindeler) diyordun. Ve devam ediyordun, (Haydi bakalım benim ey sevgili kulum, habibimin habibi, dünya âleminde yapacak işlerin var. Seni bekleyenler var. Daimâ seninle beraberim, korkma… Yaz, konuş. Şu anda verdiğimi kimseye vermedim, koruyucun benim. Benim elim senin elindir. Senin sözün benim sözümdür. Müsade ediyorum. Beşerî faaliyetine başla. Sana ne istersen vereyim. Âlemler senin olsun. Emrine âmade olsun. Sen de benimsin) buyurduğu zaman ben de (Ey benim yerleri, gökleri yaratan ALLAH’ım, benzerin yoktur. Yarattığın âlemleri içinden ve dışından ihâtâ etmişsin. Ben dünya âleminin müştâkı değilim. Birkaç zaman senin saltanatını temâşâ etmek istiyorum. Âciz, hakir, fakir bir kulunum, beni kulluktan ayırma) dedim, yaşlarımı sildim. Secdelere kapandım. Sokağa çıktım. Bazı evler zifir gibi karanlık. İçerisinde, yorgun dünya sarhoşu gafiller horul horul horluyorlar.

Yarınki başlarına gelecek hallerden bî haber uykudalar, bir kısım evlerin lâmbaları yanmış. Onlar da yâ işlerine erken gideceklerin evleri veya yatakta inleyen bir hastanın odası veyahut da derdi aşk ile ALLAH, ALLAH diye feryâd eden bir âşıkın lâmbası yanıyor.

32

Page 34: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Gönül evlerinin lâmbası da böyle sönük oldu mu onları gaflet içinde bilin. Yaşayan ölü farz edin.

Gönül evinin lâmbası yananlar, sözlerinden belli olur, nûrlu yüzlerinden belli olur. Adetâ gözlerinden Rabbimizin aşkı, sevgisi, güneşi nûrlar saçar. Aziz kardeşlerim bu âlemi boş sanmayın, neler var neler… Size yalan, bana gerçek olan bu hakikat âleminden hayal âlemine geçelim.

Rab, terbiye eden demektir. Nasıl ki Hazreti İbrahim (Efendimizin ceddi âlileri) annesine soruyor:

-Anne benim Rabbim kim?-Ben’im, oğlum.-Senin Rabbin kim?-Baban.-Babamın Rabbi kim?-Hâkân.-Onun Rabbi?-Onun Rabbi yok, hem bunlar nasıl sualler İbrahim?-Hayır anne olamaz, Rabsız kimse olamaz. Rab dediğin

böyle doğarak büyüyen, sonra da ölen kimseler olamaz. Deyip sözü kesiyor ve annesini hayretler içinde bırakıyor.

Hava kararıp gece olunca yıldızlara bakıyor. Hah diyor, ben bunları her gece gökte görüyorum zaten, işte (Rab) budur diyor. Birkaç gece sonra ay doğuyor. Bunu yıldızlardan büyük görünce (Hah budur) diyor ve yatıyor uykuya.

Sabah olunca güneşi görüyor, akşamki hal aklına geliyor. (Hah işte Rab budur) diyor. O çıkınca ay ve yıldızlar görünmez oluyor, diye sevinmesi guruba kadar devam ediyor. Güneş de gâib olunca (Bu da Rab degilmiş bir gözüken, bir gâib olan varlık Rab olamaz) diyor.

(Alâ merâtibihim) her büyük ve yaşlı, kendinden küçüklerinin Rabbıdır. Bu hali çocuklarda bile müşâhede etmek kabildir. Bir yâş bile büyük olan kardeş küçüğe emir eder. Öyle yap, böyle yapma; şöyle yürüme, buradan yürü… diye. Cenâb-ı ALLAH’a (Rabbülerbâb) derler, Rabların Rabbı demektir. Bir ressam resmini nasıl özene bezene yapar. Hatasız olmasına dikkat eder. Emek sarf ettiği için tablosunu çok severse… Bir heykeltraş, bir mimar, bir hoca… dahi öyledir. Yâni bunlar işe başlamadan evvel tasarlamışlar, sonra eserlerini vücûda getirmişler, sevmişler, beğenmişlerdir. Noksan bir eseri, sahibi bile benimsemeğe utanır.

33

Page 35: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

İşte bu kâinat nakşını yaratan ve yaratma sıfatına sahip olan tek varlık ALLAH’tır. İsmini kendisi koymuştur.

Şu halde aşk, evvelâ onun tarafından geliyor. Âşık kullar da bu sevgiyi anlayıp takdir ediyorlar. Hakka âşık oluyorlar. Bu sûretle Hakkın aşkı insanın gönlünde mekân buluyor ve oradan adetâ fışkırıyor. Ağızdan, gözden, kalemden dışarı taşıp dökülüyor, her satıcı vücûd küfesinde, küpünde ne varsa onu satar. Biz de size aşk satıyoruz, satmak değil, onun değeri yoktur, bahâ biçilmez aşk dağıtıyoruz.

Bazı hocalar size cehennemi târif ederek o hayatı hem yaşarlar, hem de sizi yaşatırlar, yâni cehenneme sokarlar. Bazı hocalar medh ede ede cennet hayatı yaşarlar ve yaşatırlar. Hûri, Gılman, akan ırmaklar, buz gibi şerbetler… Onun da ehli var, bunların da ehli var.

Arabistan çöllerinde yanmış bir bedeviye güzel ahlâk sahibi olabilmesi için cennetin ırmaklarını bağışlamak kâfidir. Nefse uyup fuhuş yoluna sapılmaması için erkeklere Hûri, kadınlara Gılman bağışlamak bir vaaddir.

Âşık bir kimseye cennetin üzerine neyi tercih edersin? demişler, o da; Cennet demiş yemek, içmek, sevişmek yeridir. Rahat bir hayat sahasıdır. Onu ne yapayım demiş. Bana iki rekât namaz kılarak Hakkın huzurunda bulunmak, bu sûretle mî’râc yaparak vücûd kesâfetinden kurtulmak daha evlâdır demiş. Bu âlemde herkes bir arzunun esiri olmuş. Herkes çeşit çeşit putlara tâbi olmuş gidiyor.

İşte biz de Hazreti İbrahim gibi gönül evinizdeki putları kırmak istiyoruz. Bana kızmayınız. Hakktan başka her ne ki var, puttur. Mâsivadır. Rağbet edilmeğe layık değildirler.

Bir gönülde iki sevda olamaz dedikleri de doğrudur. Bir tarafta dünyanın zevkleri, eğlenceleri, diğer tarafta onları yaradan vardır. O yaradan aynı zamanda sizi de yaratmış ve yine O’na döneceksiniz. Hangisini sevmeği tercih edersiniz? Bunun cevâbını verebilmek için fazla akıllı olmağa, tahsilli olmağa, yaşlı ve tecrübeli olmağa hacet yoktur.

Gelelim gönlün içine giden tek yolun son kapısına, son kalesine. Burası Hakkın Cemâline mâni olan bütün sûretlerin, şekillerin, renklerin mahv ve müzmahil olduğu bir âlemdir.

34

Page 36: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Ey yürekleri Cenâb-ı ALLAH‘ın aşkının derdiyle yanan kardeşlerim! Bundan evvelki kitaplarımızda da olduğu gibi söylediklerimiz hep aşka dâir. Biz de aşk ile bozanlardan, bütün varlığını O’na hasredenlerdeniz, fakat muhtelif mertebelerden konuştuğumuz için yadırgamayınız.

Bahsettiğimiz hep aşk ve gönlün işleri, eserleri, muhtelif görünen vasıflarıdır. Zatından bahis câiz değildir. Bundan beşeriyet tamamiyle âcizdir. Aşkın deryâsına dalıp orada gâib olanlardan ses çıkmaz ki. Size, bana söylesinler. O âlemde kelimeler, harfler değil, kâinat ve bütün ilimler bir noktanın içine gizlenmiş ve gâib olmuşlardır.

Yazarken öyle anlar geçiriyorum ki, aşk kâh terevvuh ediyor, kâh tecessüm ediyor. Lisâna gelip gülünç bir çehre ile dudak ısırarak (Ben o muyum? Neler söylüyorsun? Senin sözlerini duyanlar hiç olmak teşebbüsünde bulunmazlar, gayretten ve çalışmaktan kesilirler, bazan “Biz böyle olamayız” diye ümitsizliğe bile düşerler) deyiveriyor, ben de utanıyorum.

Filvaki vücûd, ilim, idrâk katrelerinizde tûfanlar hâsıl etmek istiyorum ki, Hakkdan ve sevgiden başka bir şey bırakmasın, ne varsa boğsun, yok etsin. Gönüllerimiz, şimşeklerden ve fırtınalardan sonra çıkan yaz ve bahar güneşi gibi tertemiz olsun. Gönlümüzü aşk güneşi istilâ etsin. Karanlık bir yer kalmasın istiyorum.

Ey sevgilim niçin kendini gizliyorsun? Kulların gönül demişler, aşk demişler, ruh demişler, nefis demişler, tabiat demişler, akıl demişler, çoğaltmışlar da çoğaltmışlar. Niçin asıl ismini ve hüviyetini söylememişler?

Korkma, onların söylemediği şeyi ben söyleyecek değilim. Haddim değil bu kadar sözden sonra bir de sükût âlemi, heceleme âlemi, geviş getirme âlemi vardır ki, benim buraya kadar getirdiklerimin hangisine istersen duvağını aç mir’atı Cemâlini göster.

Ey sevgilim sen bu âlemlerin dışındasın, mislin ve misâlin yoktur. Aynı zamanda en içerimizde, en görünmez yerlerde de sen yoksun denemez. Benim âciz vücûdüm sana fener olmuş, sen onun nûrusun desem, içimde parlayan nûrsun desem, diğer vücûdlarda da senden başka bir varlık yok ki gözüksünler. Yâ kabahat yapanlarda da gizli olana nasıl isim takalım…

35

Page 37: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

İşte bunun için âleme, halife olarak gönderdiğin şu münferid insanlara senin nûrunun gönüllerden şa’şaa pâş olabilmesi için kesâfet âleminin gönül aynasının bir tarafından silinmesini tavsiye ediyorum. Kesâfet, vücûd camının bir tarafında bulunması kâfidir diyorum. Tek taraflı olursa makbuldür.

Diğer tarafın çok temiz olmasından başka bakan gözde de görme kabiliyetinin bulunmasını şart koşuyorum.

Kör, âleme bakmış, güneşe bakmış, aynaya bakmış neye yarar? Gözü açık da karga gibi leşten başka bir şey göremiyor. Aynadan, nûrdan anlamıyor, neye yarar?

Ömrü sâadetle geçirmek için; âşıkın mâşûka lâyık bir güzellikte olması lâzım. Mâşûk hükmederken âşıkın boyun eğmesi lâzımdır. Âşık, müsaadesiz mâşûk rolüne çıkınca küstahlık etmiş olur.

Sana giden yolu bu kadarcık nurlandırmak istedim. Aşkı hastalık telâkki edenlerle, aşkı tevil edenlerle işim yok. Hevayü hevese aşk diyenlere de sözüm yok. Kuş kadar akliyle itiraz edenlere de cevabım yok. Hazreti Mevlânâ’nın buyurduğu gibi yanmakta olduğum bu mevkiden inip de ölü yıkamaya çıkmış bir adam değilim. Hayvanları tımar eden seyis de değilim. Gönülden konuşmak şüphesiz lisan ile konuşmaktan çok iyidir. Yalnız alıcı istasyonların bozuk olmaması şart.

Aklın lisânı aşkın beyânında bî tâkattir. Mücerred sözde kalan bî halettir diyorlar. Aynı aşk âlemini yaşamak lâzım demek istiyorlar. Bu âleme dahil olmak için birçok şartlar lâzım. 8-10 yaşında çocuğunuz size atom hakkında, top, tüfek, uçak hakkında sual sorarsa vereceğiniz cevapların hiç birisini anlamıyacak ve sizi birçok suallerle rahatsız edecektir. Esaslı anlayabilmesi için hiç olmazsa yedi, sekiz senelik bir tahsil ile tekemmül devresine ihtiyaç vardır.

Her insanın ve her mahlûkun gıdası başkadır. Alışık olmadığı gıdadan başkasını yiyemez, zevk alamaz, enerji temin edemez.

Bülbül saman yemez, doğan kuşu leş yemez, kedi bal yemez, beygir yumurta yemez. Kurt ekmek yemez. Domuz balık yemez, her insanın da aşk sözlerine tahammülü yoktur. Gölge, güneşten mahrumdur.

Dünyaya dalanlar aşktan mahcubdurlar. Güzel yüzünüzle, kibar ve zârif hareketlerinizle, tatlı sözlerle karşınızdakinin gönlüne

36

Page 38: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

girmiş ve kendinizi sevdirmiş olursunuz. Bu muhabbet biraz devamlı olursa, mecâzi aşka kadar gidebilir. Eğer bu aşk dürüst olursa hakiki aşka tebeddül edebilir. Gönlünü fethettiğiniz kimsenin bütün âzalarına ve servetine sâhip olabilirsiniz. Fakat kendi gönlünüze sâhib olabilirseniz hareketlerinizde riyâ ve menfaat yoksa ki (bunu yalnız siz bilirsiniz, karşınızdaki evvelâ fark edemez) kendi kendinizi sevmiş olursunuz. Sizi seven ve takdir eden ALLAH’tır. Gönlünüzün derinliklerindeki Hakkın nûru parlamağa başlamıştır. Size iyi hareketinizden dolayı onun razı olması sizin gönlünüze aksetmiştir. Aksi olarak fenalığınızda da O müteessir olmuştur. Hiç kimse görmemiş, bilmemiş olsa dahî.

Buna vicdan azabı derler. Aksine de vicdan rahatlığı, huzuru kalb, kalbi selim derler.

Cenâb-ı ALLAH’ın kullarından beklediği, istediği de ancak kalbi selimdir. Bir kâmil insanın gönlüne girmek, kalbini kazanmak da böyledir. Kâbe’ye girmek, Cennete girmek gibidir.

Kâmil insanlar da nisbeten yaşlı olduklarından, onlardan vücûd hareketiyle hizmet beklenemez. Onlar mâşûk olmuşlardır. Onlar ancak himmet ederler. Onları Hakk sevmiş ve övmüştür. İyi insanlar onları severler ve sayarlar, fena kimseler sevmezler, sevemezler. Çünkü kâmil ve olgun insanın gönlü bir ayna gibidir. Tabiî oraya bakan, kendini görür. Fena olanlar iyilerle bağdaşamaz, anlaşamazlar.

Bilirsiniz ki, güller birbirine aşılanabilir, erikler de böyle, diğer meyveler de. Fındığa armut aşılanamaz çünkü bağdaşamazlar ve aşı tutmaz, koyunla kedi çiftleşemez.

İyiler de kötülerle birleşemezler, iyiler kötüleri idare ederler, rengine boyarlar, istemiye istemiye evet derler.

Fakat ârif insanlar karşısındakinin gözünden girip gönlünü okurlar. Bazı sözlerle ve tedricen onu uyanıklığa dâvet ederler. Gaflette inad ve ısrarlarını görürlerse, kendilerini gizlerler. O zaman büyükler ben ölü yıkayıcı değilim, katır tımarcısı değilim derler. İyi ve usta bir terzi âdi kumaşlara el sürmez, iyi ve usta bir aşçı kokmuş et ve çürük sebze kullanmaz, iyi bir manav ham ve çürük meyve satmaz. İyi bir ressam da iyi bir fırça, iyi bir boya, güzel bir kağıt arar. Sanatını döktürmek için.

Cenâb-ı ALLAH da tek, Azimüşşân bir Hâlık’tir. Gönlü temiz, ahlâkı temiz, ârif, kâmil, olgun bir insana tecelli eder. Sırlarını ona

37

Page 39: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

söyler, mükâlemesi onunladır. Bir baba beş aylık çocukla ne konuşabilir? Bir hoca dört beş yaşındaki çocuğa ne öğretebilir?

Kendisine uygun arkadaş bulamıyan kimseler ârif olsun, câhil olsun, kadın olsun, erkek olsun gurbettedirler, mesut değillerdir. Bedbaht olmuşlardır. Evlilik hayatı da böyledir.

Zâlim bir insanın terbiyesinde bulunan hayvanlar da böyledir. Üzüm üzüme baka baka kararır derler, çok doğrudur. Fenalarla devamlı arkadaşlık eden de fena olmağa mahkûmdur.

İyiler ateş gibidir. Kömür ve odun ne kadar sert olursa olsun, ateşle arkadaşlık ederlerse yanmak ve yakmak keyfiyetini benimserler. Câmilerde namaz kılmak da böyledir. Birbirlerini câmiye teşvik ederler. Namaz kılmayanlar ya onlara özenir, ya onlardan utanır, nihayet câmiler dolar.

Bütün gönüller Hakkın huzurunda ve tek imamın arkasındadırlar. İmamlar da Kâbeye müteveccih olduklarından her namaz vakti Kâbei şerifin en yakınından tutun, en uzaklarına kadar Müslümanlar el pençe Hakkın huhuzurunda, divândadırlar.

(Cem’i Cem’ül cem’ile feth oldu ebvabı hüda) sözü Hazreti Mısri’nindir. Yâni evvelâ yediğimiz bir çok yemekler vücûdumuzda toplanır, bu bir cemiyettir. Topluluktan sonra bir aile reisi etrafında evde toplanılır, sonra bir memleket dahilinde toplanılır ve düşmana karşı harekete geçilir.

Câmilerde bir imam, tekkelerde bir mürşid etrafında toplanı-lır. Onlar da vücûdlariyle gönülleriyle Kâbeye müteveccihtirler.

O âlemde tek imam, âhır zaman peygamberi, Fahr-i Âlem efendimizdir. (Kendisine, arkadaşlarına, aile efradına, O’na tâbi olan ümmetine saadetler ve selâmetler dileriz.) Cenâb-ı ALLAH’a giden başka diğer bir yol yoktur.

Akılla bu kadar bilinir. Bilinmeyen ve söylenemeyen daha ne sırlar vardır. Garb filozoflarının düşüncesi hayal mertebesinden ileri gidemez. Boş bir gayrettir. Sonu cehalete ve hayrete gider. Bazısı gittiği yerden geri de dönemez.

Bu âleme insan olarak geldik, insan olarak ölelim.Bu âleme islâm olarak geldik, islâm olarak ölelim.Bu âleme efendi olarak geldik, efendi olarak ölelim, köle

olmayalım. Bu âleme gelirken gerçi ağladık ve etrafımızdakiler de

38

Page 40: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

çocuğumuz oldu diye seviniyorlardı, gülüyorlardı. Giderken de onlar ağlasın, biz gülelim. Şebi arûsda ne gelin ağlar, ne de damat.

Toprağa dikilen bitkilere dikkat ettiniz mi? Bütün bir kış mevsimi daneler toprak altında düşünürler. Ağaçlar yapraklarını döker mütevazi bir sabır devresi geçirirler. Bahar gelince hepsi harekete geçer, kımıldamağa ve yükselmeye başlarlar. Bu da aşkın onlara mahsus bir tecellisidir.

Danelikten çıkıyor, sinesini paralıyor. Lisanı hal ile (Yâ Rabbi beni öyle bir insana kısmet et ki, ibâdetinde, zikrinde, tesbihinde ona kuvvet olayım da sana kadar olan mî’râcım tamam olsun) diyor.

Zavallı insan, vücûdündeki mî’râcdan ve tekamül kanunlarından bî haber, koruktan helva, dut yaprağından atlas, topraktan insan, kırmızı kandan süt, daha neler neler imâl eden kudret ve hikmet sâhibi bir yaradanın kuluyuz. O sevilmez de kim sevilir? O’na ibadet edilmez de kime tapılır? Ondan korkulmaz da kimden korkulur?

Çiçekler bile durup durup Nûru Muhammedi’den hisselerine düşen tekamül nûrunu alarak sinelerini açıyorlar. Kokularını neşrederek şükür ve tesbihde bulunuyorlar. Kokan o ufacık zerrecikler aşk nağmeleridir, onların son sözleridir.

Kemâle eren her meyva kurtlanmaktadır. Bu da onun aşkıdır. Son tekâmül merhalesidir. İnsanlann da gönlünde aşk cevheri nasıl olur da kımıldamaz? Hareket etmez, mahbus kalmayı tercih eder, bir türlü anlayamıyorum.

--------------

Şimdi size Taceddin zâde Şükrü Nâhid isminde bir zâtın, akıl yolu ile eriştiği yükseklik derecesini gösteren yazısını takdim ediyorum.

Ruh eğer bir ârif olduysa bunu bildi ve sustu, değilse yanıldı. Yahut itirafı acz ederek ALLAH men etti diye korkup çekildi. Fennin o kahhar sihri bile mebhut ve mütehayyir kaldı. Ancak herkes kanaati zatiyenin sedayi ilhamını okudu. Halbuki bu bâkir mânâ tamamiyle ilâhi ve mânevi idi. İnkâr edemem. Bu esrarı bilen bir zümrei irfân vardı. Onlar bir elinde meş’alesi irfân; bir elinde âsâyı kemâlât vehbî ilimlerini; âlemi ruha, âlemi emre kadar yükselterek hayli esrâra agâh idiler. Fakat bunlar, hep sükûtu hatta sâliklerine bile muhafazai ketûmiyet ederler. Bu zümreye mensub ne dervişler

39

Page 41: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

tanırım ki, ruhtan bir şey söyleyecekleri zaman kulaktan kulağa fısıldaşırlar. Bunu en mahrem bir sırrı ilâhi talakki ederler. Ruh nedir? diye bir soran olsa, derhal renkleri tagayyür eder, boyunları bükülür, yutkuna yutkuna cevap verirler. (Onu ALLAH bilir.

ALLAH’ın emrinde olan şeyi bize sorma.) Fakat kabil olsa da onların kanaati ilmiyelerine nüfuz edilse o zaman onların için için gülerek, ah! şer’i şerife ifrat hörmetimiz olmasaydı, size ondan haber verirdik dedikleri vücûdlarını birer boş kılıfa, ruhlarını da o kılıf içinde neşri envar eden birer ziyâ farz ederek mevcudiyetlerini kağıttan birer fenere benzetmiş olduklarını görürdük. Acaba mânâyı rûh vücûdumuzda bir şemai hidayet midir? Yoksa bizden nebeân eden bir hava mı, bir gaz mı, bir madde mi, bir esiri kuvvet mi?

Mahsusat, şuûnat gibi iki büyük âlemin içtimâi ve müşterek yardımı ile husule gelen bir âleme âlemi imkân diye ad vermişler, bu iki âlemden her biri müctemian veya münferiden şey’i mevhûmun imkânı tecellisini idare ve idâme ederler. İşte bu iki âmili mühimden şuûnat âlemine âlemi hayat, mahsusât âlemine de alemi ruh diyoruz. Ruh ve hayat bunlar tev'em2 ama ayni zamanda başka başka şeylerdir. Ruh, şey’i tecellinin mevcudiyeti asliyesi; hayat ise anın aksi envarıdır. Ruh bâki, hayat âfildir. Ruh lâyeteğayyerdir. Hayatta inkilâbât vardır; teceddüd, tekemmül vardır. Hayat, rûhı azamın kanun-ı iradesiyle mestur bir kitaptır. Ruh ise yazdığı o kitabı bizzat hayat göziyle okuyan sehhar bir san’atkârdır. Ruh, ilâhi bir irâdedir, ulvidir, musaffadır. Hayat ise varlığını onun mevcudiyetine medyun bir hiç-i hayal; aynı varlığın efserde3 bir gölgesi, nakıs, pür riyâ bir gâzei kesâfeti; zelil, hakir bir emektarıdır. Ruh, âlemi lâ yezalinin bütün mehasinimi, bütün bedâyiini, bütün kudret ve kuvvetini câmi bir nefhai mukaddesdir. Hayat ise onun fıtratındaki kenzi tecellinin4 bir aksi, bir şekilesi, onun varlığı huzurunda bir aynada görünen sanki bir aksi, bir tasviridir. Ruhun iradei hassasiyetiyle müsahhar olan âfil hayat, pür füsûn bir incilâyı şa’şââdârî içinde, zatında bir vücûdı imkân görür, bir şuûra, bir kuvvei irâdiyeye malikiyetini iddia eder. Ruhun varlığiyle, ruhun hassasiyetiyle yine de ruha bigâne kalmak ister, heyhat!... Hayat mefkûresinden sünûh eden bu kanaati ruhiyyenin, bu itimadı nefsin yine ruhun varlığiyle husule geldiğini hayata kim temin ederdi?

2

3

4

40

Page 42: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Sahibi nefehat yâni Kâdiri Mutlak hazretleri, mevcudiyetini izhar etmek, hüsnünü, kemâlini bizzat aşkı tecellâsında müşahede etmek için âlemi emri tahrik ederek nefhai zâtiyesini âlemi fezâya serptiği zaman bu nefehat, desti kazâ ile daha uzak ve münsi iklimlere dağılır. Artık bir derikei cehl içinde hüsün toplamak; kemâl dilemek için ayrı ayrı âlemlerde münferid seyranlara hazırlanan ve ruhı azamın zâtî mevcûdiyetini câmi bulunan bu nefehât, yaradılış icabı her uğradığı yerde bir ünsiyet bularak ve her tesadüf ettiğiyle beraber olarak seyrini ikmâl ve itmama çalışır. Pek kâdir bir kuvvei câzibeye malik bulunduklarından, uğradıkları âlemlerin kemâl ve mehasinini eme eme tekessüf ederek birer kuvve halini almaya başlarlar. İklim iklim dolaşarak nihayet bir gün yollarının manzumei şemsiyeye ugradığı olur. Orada birer birer seyyârâtı ziyâret ederek maddeye inkilâb eder ve imkâna gelir. Artık o envârı tecellâ huzurunda aksi mevcudiyetlerinin şahidi olarak hayat denilen demi ezvaka girmiş olurlar, şimdi bu vücûd bir hayatın varlığı, var olan bir ruhun gizlenişi demektir. Bu varlıkta yokluk, yoklukta varlık kazıyesinin aksi tezadı imkânda yeni bir kuvvet tevlidini bâis olur ki, bu kuvvet, hayatı mevcudiyetine bir şebekei havas hissi terdif eder.

İşte bu sûretle gözlerine tutiyayı gaflet çekilen hayat, esasatı tecellinin emektar bir mukallidi olarak kalır. Burada hayat ile ruhi yekdiğerinden tefrik edebilmek için, misâl olsun diye bir çiçeği tetkik edeceğiz.

Çiçek şüphesiz bir unsurı nebâtidir. Onun tarâveti, bûy’i letâfeti, rengi, mehasını, demi hayatı oluyor. Fakat onun şekli hazırının aldığı o ânı mehasının mihrakı tecellisine ruh diyeceğiz, yâni hayat bir şekil, ruh ise o şeklin esâsâtı maneviyesi oluyor. Manzumei şemsi bir vücûda benzetirsek, onun heyeti âzasını teşkil eden seyyarelerden arzı da o vücûdün batnı mesabesinde tanıyacağız. Belki onun doğrudan doğruya bir rahmi mâdere benzediğini bile iddia edeceğiz. Filhakika dünyâ ve dünyeviler süt emen bir çocuk gibi hep emmek, emdikçe büyümek isterler. Hep böyle bir hissi nef’i ile bir emel takip ederek yaşamaz mıyız? Sanki serâpâ bir iştihayız. Mevcudiyetimizi teşkil eden bütün âzamızda usanmak, bıkmak bilmeyen bir ihtiyaç ıztırabı gizlenmiştir. Emmek, her şeyin bidâyetini emmektir. Arz bile eme eme câzib ve pür iştiha, çılgın ve ateşli ihtiyaçla bizi başka âlemlerden çeke çeke havzai iklimine sokar. Sonra emzire emzire büyütür. İşte bütün bu olanlar bir kanuni ihtiyaçtan başka bir şey değildir. Her şeyin ihtiyacı, dairei nisbetini tecavüz edemez. Bir vücûd tekemmül ettikçe ihtiyacı artar. Vücûdün tekemmülü, kemâlin tezayüdünü

41

Page 43: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

intaç eder. Kemâl ziyâdeleştikçe hayata bigânelik, ric’ate hazırlık başgösterir.

Zavallı beşer! Dem-i hayatın muvazzah bir memuru idi. Bir çiftçinin tarlasına saçtığı bir avuç tohum gibi, arsai imkâna dağılan nefhatını bizzat toplamaya mahkûmdu. Çünkü âlem, âlemi imkân; vücûd, vücûdı ekmel; vakit ise mevsimi hasaddı. Şimdi bir taraftan envâı levni tecelliye boyanan o nefehat, mütenevvi hulki mehasin ve kemâlât içinde onu arar. Bu temâşâgâhda mütenevvi şekil hey’etinde ve elvâhı muhtelifei tabiiyye içinde onu çağırır. Ona ulaşmak için isticâl eder. Öteden vücûd dahi onların cezbei iştiyâkiyle bir meczub gibi döner dolaşır. Demi hayatta rahat yüzü görmez. Zavallı beşer çalışır çabalar, arzularının husul bulduğunu zanneder. Döner, bakar ki yine bir noksaniyet, yine bir boşluk, yine bir ihtiyaç, tekrar çalışır, koşar. Hayf ne bilir ki o noksâniyet ve boşluk kemâlindedir; o ihtiyaç ruhundadır.

Evet; onun bütün uzviyâtı birer hak talep ederler her âzâ muhtaç olduğu gıdayı dâva eder. Her birisi birer nefhai zevk, birer hissei ihtiyaç içinde sabırsızlanır. Mütemadiyen onu iz’aç ederler; onların arzusu varlıklarını birer sûretle toplamaktan ibarettir. Nazarlar görmek, kulak işitmek, mide nevale, gönül ise huzur ister. Bittabi her ihtiyâç bir noksaniyetin kemâline hizmet eder. Bittabi ihtiyâcâtı beşer kemâle, hüsne olan meclûbiyetiyle bütün bunların en kâmilini, en ahsenini ister; ruhunun âşinâ olduğunu tefrik ve intihab eder ve bu gıda ile ruhunu besler.

Kemâlât en güzel bir huydur, çünkü her şeyin mükemmeli, o şeyin en güzeli demektir. Lâtif bir renk, güzel bir koku bir çiçeğin huyu olduğu gibi insanın huyu da, sözü, haşr oldugu irâde ihtiyaciyle belli olur. Eğer noksan ise henüz kemâlâtın kokusunu alamadığından noksanlıklar içinde dolaşır, rûhi bir maraz içinde inler; eğer bu maraz müzminleşirse yavaş yavaş derikei süfliyete doğru sukuta başlar ve insaniyetten uzaklaşır. Bir vücûdün kemâlâtı, gayesinin ulviyyeti, ahlakının yüksekliği ile anlaşılır. Her kemâl, mertebe-i insaniyete ikmâl ve itmam olur. Bütün eşya hazreti insana âşıktır; bâzan en noksan bir vücûd, muhtacı tasfiye bir mevcudiyetin cezbesine kapılır.

Gayesinden uzaklaşmağa ve muvakkat bir zaman için noksaniyet içinde pûyân olmağa mahkûm olur. Yalnız şurası inkâr edilemez ki vücûdün ihtiyacı her şeyde bir mükemmeliyet arar, her arzu ettiği şeyi o şeyin en güzel olmasını ister ve bu sûretle imkânı vücûdündeki boşluğu aradığı ahsen kemâlât ile telâfiye uğraşır. İrâdemizin bigâne kaldığı her şey, bizim için muzirdir, gerçi âlemde

42

Page 44: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

muzir, çirkin bir şey yoktur. Her şey güzel ve mükemmeldir, ancak bizim noksan gördüğümüz bütün hâlât, yine bizim noksaniyetimizi ifham eder. Huyumuzdaki zaif, onları bize nakıs olarak kabul ettirir. Bu vebal, noksaniyet ancak bize aittir; eğer beğenilmeğe lâyık olduksa her şeyi beğenir, âlemi bir gülşeni pür bedi’i, bir cenanı ebediyet olarak kabul ederiz. Bunu idrâk edecek bir mertebede değilsek azab içindeyiz. Sahnei hayat bizim renk ahlâkımız demek olduğundan, haiz olduğumuz evsaf, kemal mertebesinde bizim iç yüzümüzü nazarlarımıza sermiş olur. Biz de ancak kemâlât zâtiyemizin şahidi oluruz.

Rızk, mütemadiyen o câmiai ekseriyete dahil olarak kesif bir kitlei zerrât şeklinde vücûdün itmamını, ikmâlini ihzar eder. Sonra hayâtı mevcûdiyetinde birer tasfiye görerek birer nûrı bînişan halinde tecellii ervaha karışırlar, onlardan inhilâl eden bu boşluğu bir zümrei diğer doldurmağa uğraşır bu sûretle hayat, yegâne bir tabii kanûnûn ahkâmını icrâ eyler. Nasıl ki bir nefha vücûda ulaşmağı arzu ederse vücûd da ayni ihtiyaç içinde kıvranır. Benliğinin bakiyei mevcudiyesini bir an evvel toplayarak tekemmül etmek ister. Nihayet o külfetin de hitam bulduğu arsai imkâna ekilen o mahsula da bir nihâyete erdiği gün gelir. Her âzada bir edâyi istiğna mahsus olduğu bir an gına gelir. Mevcûdiyetleri, zarûreti ihtiyaçtan, cidâli dünyeviyeden kurtaran bu sabâhı ferda; artık o vücûda bütün kemâlinin, bütün ihtiyâcâtının ve iştiyâkının istihdaf ettiği büyük gayeyi tebşir ederek âlemi hayatla vedalaşmasını tenbih eder. Artık o kâmil vücûd müsterihane enzarı sûrûrunu ezeliyete doğru çevirir, sevine sevine yurduna döner. Bâğı hüsnün bedâyiini müşahede ettikden, âyinei zâtiyesinde zâtı hüsnünü seyir ettikden, nefsini idrâk ettikden sonra zaten hayat ile ne alâkası kalmıştır. Gayesi bu idi. Bunca külfet, mihan ve meşak bunun içindi. Bütün âlâm ve ıztırarı hayâtiye bu gâyenin hîyzi husûlü için susmuş; kendisine bunun için gına gelmişti. Nefehat bir câmiai ekseriyet şeklinde tecelli etmeğe başladığı zaman hayata olan kurbiyeti nisbetinde bir aksi tecelliye mazhar olur.

Yâni nefehat bir araya ictima etmek sûretile bir mevcûdiyeti külliye halini almağa başladığı zaman aksine şahid olur. İşte o vakit âkis ile mâkûs beyninde bir mücâdele başlar ki ona mücadelei hayatiye derler. Burada âkis ve mâkûsun fıtri câzibeleri karşılaşır. Zâtı vücûd âyinei aksine uğrayan her şe’eni tecellâdan, her nefhai mehasinden bir türlü zevki kemâl, bir türlü nûrı irfân, bir türlü sefai garâm alırken ötede ayinei aks diye tasvir etmek istediğimiz hayat âleminde noksaniyetin terbiyei kemaline olan iştiyakı dolayısiyle onun gölgei kesafetini tekrar çeker alır, bu sûretle yekdiğerine

43

Page 45: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

mâkûsen mütenasip bu iki câzibe müfit bir mücâdele musâreasile birbirine muin ve zahîr kesilirler. Fakat burada zâtı vücûd dediğimiz esâsât, tahayyülden ibaret olduğundan o bir nûrı bînişandır. Bunun için imkânda ancak şekilei mevcudiyet dediğimiz mevcudiyeti hayatiye görünüyor ki her iki kuvayi hâmil ve her iki kuvanın faaliyeti onda meşhud oluyor. Mâkûsen inzimam eden bu ikinci kuvve onda dafia vazifesini görür.

Bu iki zıd ceryân imkânı mevcûdiyetin muvazenesini temine çalışır burada vücûd câzibesiyle bir müstahsil, dafiasiyle bir müstehlik olur. Daimâ bunlar bir düstur üzerine hareket ederek istihsâlât ve istihlâki aynı muvâzene ile idare olunur. Onlar bu çığırı kaybettiği gün, vücûdü bir fevkalâdelik, bir arıza istilâ eder. İstihlâk fazlalaşır da hasılat tenakus ederse, azayı vücûdda derhal bir ihtilâl kopar. Emrâzı cünûn, emrazı sâire baş gösterir. Bunun aksi takdiri bir harikai inkılâb hazırlar ve derhal nûrı irfan zûhur eder ki buna ilmi mevhibe derler. Bu da gıdanın kesretiyle olmayıp vürud eden mahsulde az fakat zengin ve kâmil bulunması şartiyle olur. Çünkü vücûdü yoran gayri safi ve kesreti tegaddidir. Nûrı irfan ile müşerref olan bu vücûd, artık nefsini idrâk eder. Esrarı hayatın bütün muzlim ve gayri mekşûf gibi esrarengiz görünen akidelerini çözer ve perdei hayalini yırtarak irâde-i külliyeye nüfuz eder ve o kâdir irâde ile hayatı imkânda hukuku tasarrufa malik olur. Mûcizeler, kerametler bu mertebeden sonra başlar. Bidâyet zamanlarda bir vücûd kadar terü taze bulunan nefehât, tabiatiyle az mahsul ve az kesâfetle gelirler. Bu esnada vücûdün letafet ve revnakını muhafaza etmekle diğer taraftan kemalât bir acziyet içinde hırpalanır. Vakta ki istihsâlât zenginleşmeye başlar, kesafet de o nisbette artar, vücûdünde yavaş yavaş letafet ve taraveti çenberleşmeğe, kıymeti kemâlinde dahi bir eseri selâh müşahede edilmeye başlar. Vücûd tekessüf ettikçe kemâl artar, daha sonraları hamulei kesâfetle bitâb; vurud eden nefehat peydayı muavenet ettiği vücûdü dahi aynı hamulei kesâfetle ezer, yıpratır. Bu zaman gerçe nefehatın en ekmel en zengin bir ânıdır. Ne çare ki her vücûdün buna kabiliyeti olamadığından, bundan istifade etmesini ihmal ederek onu israf eder. Bu israfat aynı istihlâk demek olduğundan, vücûdün bu devresi ekser defa malûliyetle hitama erer. Taceddin zâde Şükrü Nahid

--------------

Hiç şüphesiz bu zât, ârif ve kâmil bir insanın arkadaşlığına mazhar olsaydı, daha ziyâde olgunlaşır, ulaşmak istediği hedefe vasıl olabilirdi. Eğer misk yağiyle arkadaşlık etseydi, o şişeye kapak

44

Page 46: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

olsaydı, ölünceye kadar o kokuyu benimserdi. Kendi kokusu gibi kokardı. Eğer kuvvetli bir kıvılcıma hedef olan kuru bir ot veya odun olsaydı, ayaklar altında ezilmez, cayır cayır yanar ve yakardı.

Günahsızım, kabahatsizim, ömrümce doğru yoldan ayrılmadım diyenlerde emin olun iş yoktur. Onlarda kaf dağı denilen bir benlik vardır ki o kolay kolay ortadan kaldırılamaz.

Bu benliğe bir de ilmî varlıklar koyun. O kimselerin kalplerine, gönüllerine girilemez. O kuyularda petrol bulunmaz. O dünyâ mamuresinde hazine bulunmaz. Virânelerde hazine arayanların muvaffakiyet ihtimalleri daha çoktur. Sadakai fitire fakirlere verilir, zekât fakirlere verilir. Zenginim diyenlere verilmez. Hastayım diyenlere hekim gelir, tedavi eder. Sıhhatte olanlar tedaviye ihtiyaç göstermezler.

Dertliyim, âşıkım diyenlere hâkimin eli yetişir. Tedavi eder. Cahilim diyenlere ilim öğretilir. Çantasındaki birkaç taş parçasına güvenenlere kafasındaki birkaç senelik ve beş on kitaplık ilme güvenenlere kıymet verilmez. Ârifler indinde bu böyledir. Bir defa küpünüzde dünyevi varlığa delâlet eden ne kadar tuzlu su varsa hepsini dökün. Gönül kabınızı yıkayın. İnci ile dolduralım tabiî küpünüzde ne kadar öte beri varsa, boş yer o kadar azalmıştır. Ve o kadar da inci koyabiliriz. Netice, az kârla avdet edersiniz.

Aziz kardeşlerim! Şimdi şu satırları yazmakta olduğum bu vakit ne vakittir biliyor musunuz? Gece yarısından sonra saat 2. Sabah yedide oluyor.

Altıda, yedide yâni işçilerin ve mü’minlerin uyandığı bir saatte uyanan âşıkın ne kıymeti vardır? Mâşûkiyle baş başa hasbihal edebilmesi için, dertleşme, sözleşme ve vuslat için ancak bu saat yakışır âşıklara. Bizler âlemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin evlâtlarındanız. Ümmetindeniz. Biz de onun bu sıfâtına ayine olduk. Gönlümüzde onun cilveli hareketleri, söz ile emirleri, el ile işâretleri «bu sıfâtımızı açıklayın» buyuruyor.

Yukarıda arz ettiğim gibi benim günahım yok diye aşka bigâne kalanlarda iş yok. Hazreti ALLAH’ın rahmeti günahkârlaradır. Yalvaranlaradır. Ağlayanlaradır. Anın için ümitsizliğe düşmeyin, genç veya ihtiyarsınız, erkek veya kadınsınız, bilerek ve bilmiyerek bizim de bir çok günahlarımız vardır. Âlemleri yaratan zâtı vacibülvücûd hazretlerinin rahmeti, mağfireti, âlemdeki bütün âsilerin, kabahatlilerin günahlarını örtecek

45

Page 47: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

derecede geniştir. Bizzat kendisi (Rahmetim gazabımı kaplar) buyuruyor.

Gönlümde aşk dalgaları kabardı. Varlık şehirlerini yıkıp istilâ ediyor. Sinemde aşkın ateşi alev alev yanıyor. Benliğe kadar olan bütün varlıkları yakıp yok ediyor.

Benim varlığımı yakan bu ateş günah bırakır mı? Öyle ya! Ben var isem ilk sâhib olduğum şey benlik, ilim, kibir, gurur, azamet, servet olacak. Değil bana, bütün kullara perde olan bunlardır. ALLAH’da perde yoktur. Kendi, feyzi, rahmeti, gün gibi âşikârdır. Bütün esmâ ve sıfâtı ilâhiyye Hakka yalvarıyorlar. Bize birer vücûd ver de saltanatımızı sürelim diyorlar. Bu isim ve sıfatlara zıd olanlar da dahil.

Meselâ: Kahhar ismi şerifi de kahretmek için bir cesede girmiş, o vücûdda saltanat sürüyor. Etrafı kahrediyor.

Adalet isim ve sıfatı da, Müntakim isim ve sıfatı da hepsi harekettedirler. Bizim vücûdümüzde de Rahiym ismi şerifine bağlı nusret sıfatı hareket halindedir. Güneş gibi döner, gölgede olmayanlar nûrlanır, pişer, olgunlaşır.

Dünyâ ve ahirette hükmünü icrâ eden tek bir sır var. Onu tek nefeste tek kelime ile söylemek istiyorum. Boğazım dar geliyor. Düşüp kendimden geçiyorum. Elbet bir gün o da olacaktır, o sır karşıma geliyor. Sus diyor, beni ele verme, gizle beni, gizleyeyim seni diyor. Bu iş sözle değil anlamak ile, idrâk ile olur. Ben diyor, susanla da beraberim. Fakat yüzüm söyleyenin karşısındadır.

Ama dinleyenin de idrâkini allak bullak, hurdahaş ederim, yakar geçiririm. Tâ ki yeniden, temiz bir taht kurulsun. Bana lâyık olsun. Bektaşilerde güzel bir ata sözü vardır. Almayanın elini keserler, vermeyenin dilini. Fakîr Nusret kulunuz da size aşk ve muhabbet veriyorum, alınız ki eliniz kesilmesin.

Size ben bir perdeyim, benden yâni perde arkasından konuşanı görünüz. Bu kadar ifşaata karşı görmeyenin de gözünü çıkarırlar. ALLAH’u Teâlânın rahmeti tecessüm etti, karşınıza geldi, kıymetini biliniz. Zaman gelecek bu rahmet terevvuh edecektir. O zaman hasret ateşi ciğerlerinizi dağlayacaktır, fakat ne çare.

İseviler, Museviler, aleviler gibi olmayın, çünkü son pişmanlık fayda vermez. Sözlerim umuma şamildir. Arapça değil, rusça değil, ingilizce değil, fransızca değil. Tercüme istemez. Onlar ne yaptık, ne ettik diye sinelerini döverler, faydasızdır.

46

Page 48: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Geçen geçmiştir artık, ânı müstakbelse müphemdir Hayatından nâsibin bir şu geçmek isteyen demdir

Size varlık veren vücûdlardan bir an için soyunun. Cenâb-ı Hakk karşısında varlık istemez, rakibe tahammülü yoktur. Bugün secdeye baş koymayanlar yarın bir leş gibi arka üstü uzanacaklardır. Bu âleme çıplak gelip çıplak gitmekteki nükteyi anlamıyanların Mısır firavunlarının arkasında hüsrana kapılmaları çok muhtemeldir. Gözün bir tek ilâcı vardır. Lokman Peygamber buna tûtiyâ diyor, biz de sizin gözlerinize tûtiyâ çekiyoruz, ebedî körlük arız olmasın diye.

Vücûdunuz bu âlemden göçüb gitse de o göz nûru, idrâk nûru, Hakkın nûru bâki kalır. Ruhlar bâkidir. Vücûdlardan, cesedlerden başka birşey göremeyen bu dünyâ gözlerinin önünde sonsuz bir de ruhlar âlemi vardır.

Herhangi bir kimse ile konuşurken dikkat ediniz. Karşınızda bir insan vardır. O insandan konuşan O’nun nefsidir, gönlüdür. Size gönül küpünde olanı satıyor. Zenginse paradan, hem de binlerden bahsediyor. Sizin muhatabınız altın, gümüş, bakır oluyor.

Aldığı, yaptırdığı, satmak istediği, satıp da çok para kazandığı apartman, han vesaire ise sizinle konuşan taş topraktır. Çapkınlıktan ve içkiden bahsederse sizinle konuşan tavuk ve horoz ruhlu bir kimsedir; heva ve hevesle koca bir ömrü yerinde kullanmayan bir müflistir. Zavallıdır. Eğer özden ve gönülden ama perdesiz bir gönülden, Hakk aşkından bahsediyorsa onu dinleyiniz. Çünkü onun sözü, Hakkın ve Peygamberin sözüdür, ruhunuzu kesafet âleminden almış sizi asıl vatanınıza götürüyor. Sizi Kâbe etrafında dolaştırıyor. Onlar insanlar arasındadır, fakat tek tüktür. Arayan kolay kolay bulamaz. Bulan da kıymetini bilmez. Acaba o mudur diye şüpheler içinde kıvranır.

Fahr-i Âlem Efendimiz, bir çok ibâdetlerden sonra kendi akıllariyle arkadaş olarak yâni mücadeleye son vererek gönül huzurunu elde ettikten sonra hakikat âlemine mî’râc etmişler, kul olarak Rabbın huzuruna gitmişler. Fakat akıl, her şeyi görmek isteyen akıl, madde âleminden başka bir şey bilmeyen akıl, aczini itiraf edince halkımızın da refref ve düldül diye tanıdıkları aşk kızağına binmişler, ruh olarak sonsuz bir âlemde cevelân ve seyrana çıkmışlardır. Avdette Kur’ân-ı Kerim dediğimiz Hakkın kelâmını bizlere hediye olarak getirmiştir. İçinde Cenâb-ı Hakkın azametini gösteren âyetler, bizim iyiliğimiz için yapılmaması lâzım gelen işler, doğru yolda gidenlere vaad olunan mükâfatlar, kabahat yapanlara cezalar, hikâye tarikiyle ibretli levhalar, doğru yolda

47

Page 49: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

yürümeyip azanları, binleri aşan milletler dahi olsalar nasıl mahvedildikleri yazılıdır.

Bütün bu ifâdelerin arasında sevgilileri vuslatla, aşkla teşhir eden müjdeler de gizlenmiştir. Kitap yazanların çoğu usulden. Cezâların nev’ilerinden yâni cehennemden bahsederler. Adetâ o cehennem hayatını yaşarlar, hem de okuyanları yaşatırlar. Hakkla kul arasında büyük büyük uçurumlar açarlar. Korku ve ümitsizlikle kulları Hakktan uzaklaştırırlar.

İsteyen oraya gider, isteyen bu âlemdeki zevkleri kâfi görür. Ruh olarak vücûdsuz kaldıkları zaman orada cennette nasıl yaşayacaklarını düşünerek hayal kurarlar.

Biz de şu ufak ufak kitaplarımızla Kur’ân-ı Kerim’in özünü, incilerini ele alıyoruz. Sizi Hakka yaklaştırmağa, aranızı bulmağa çalışıyoruz. Perdeleri yırtmağa uğraşıyoruz. Hattâ beraberliğinizi isbat etmeğe çalışıyoruz, isteyen de bizimle gelsin.

Şunu bilmeli ki, âlemleri yoktan yaradan Hazreti ALLAH, bilerek bilmiyerek kabahat yapan âciz bir kulunu yakmaktan zevk almaz.

Ama adalet lâzımdır. Bir başkasının hakkına tecavüz eden cezâlandırılır. Fakat Cenâb-ı ALLAH (Benim Rahmetim gazabımı örtmüştür) buyuruyor. Kur’ân-ı Kerim, bir bakımdan âşıkların mâşûku olan Hazreti ALLAH’dan kullara gönderilmiştir. Yâni mâşûktan âşığa emir ve nasihatlerle doludur. Biz de deriz ki, Kur’ân-ı Kerim âşıktan mâşûka gönderilmiştir. Çünki ana baba çocuklarının üzerine titrerler ve iyi olmasını isterler. Ressam, heykeltraş, mimar… Herhangi bir sanatkâr, eserinin hatasız olmasını ister. Cenâb-ı ALLAH da sevdiği, övdüğü, âşık oldugu insanların gayet tabiî ki çok çok iyi olmalarını ister. (Kişi sevdiğinin üzerine pervane gerek) derler. İşte aziz kardeşlerim, biz mâşûk idik, sevgi ve muhabbet dolu olarak yaradıldık. Bizim etrafımızda teşkilâtımızı tamamlamak için yaradılan tabiatın varlıklarına, hoşluklarına ve birbirimize gözümüz ilişti.

Hayat ve saadet bu imiş diye yanlış yola saparak onlarla meşgul ola ola ömrü geçirdik. Eğer vaktinizi değerlendirmek istiyorsanız, Hazreti ALLAH’ı çok zikrediniz, anınız. Onu bütün sevgilerin üstünde tutunuz. ALLAH’ı anmadan geçen her saatiniz boş yere geçmiştir, israf olmuştur. ALLAH ile kul arasında pek kuvvetli bağlar vardır. Hepsi aşkla düğümlenir. Esfeli sâfiline indirildik. Beşeriyetin icâbı budur. Tekrar eski mâşûk makamımıza

48

Page 50: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

yükselinceye kadar âşık olmamız lâzım. Ağlamamız, yalvarmamız, ibâdet etmemiz, yanıp yakılmamız lâzım. Yanmakta olan herşeyde yakmak kabiliyeti de vardır. Bazı kimselerin gönül küplerinde bulunan tevhid şırası mürûru zamanla kuvvetli bir şarap olur.

Üzüm tanelerinin de küplerde bekletilmesi gibi bizim küpümüzde de aşk ve nasihat taneleri 43 seneden beri beklemekte idi. Şarap kemâle erdiği için dağıtmaya başladık. Evvelâ sizi şarapla yokluğa, sarhoşluğa götürüyoruz. Sonra tam manasıyla var olacaksınız, ebedî olacaksınız. Şarap içenler mutlaka bir sevgilinin hayâlini düşünerek içerler. Gam ve keder âleminden kurtulmak için içerler ve nihayet kendilerinden geçerler.

Bir an için sarhoşluğunuzu unutun; aklı, fikri bir kenara birakın, onlar ayağınıza köstektir, ihtiraslardan, ibtilâlardan, maldan, mülkten… Hakktan gayri ne varsa hepsini bırakın, unutun. İşte Lâ ilâhe illellah diyoruz ya, hep bu sözlerimizden maksad budur. Yokluktan sonra varlık. Ebedilik, sonsuzluk gelir.

Mevsimler de bunu söyler, gece ile gündüz de bunu söyler. Yeşeren, kuruyan otlar da, meyvalar da bunu söylerler. Toprak, hava, su, ateş, gökte, yerde, denizdeki mahlûklar da bunu söylerler. Semâvi dört kitap da bunu söyler. Aklına, parasına, sıhhatine güvenen gafil insanlar da bunu söyleseler ne olur? Cihan kitabının sahifelerinde okumaya değer neler vardır.

Müslümanlar da, Hıristiyanlar da böyle sonsuz kudret ve kuvvet sâhibi olan bir varlığın bir dostu, bir sevgilisi olmanın tabiî olacağını bildikleri için bir peygambere tâbi olmuşlardır.

Biz bildiklerimizi, söylediklerimizi, yazdıklarımızı, tattığımız aşkı haddimiz mi var ki kendimizden söyleyelim. İşte bize islâmiyetin bu nûrlu yolunu aydınlatan, tevhid hüzmesini üzerimize tutan, bazı gözleri zayıf olanlarımızın da gözlerini kamaştıran, âlemlerin sevgilisi bir Hz. MUHAMMED (S.A.V.) vardır.

O da, «Ben bir kulum» diyor. «Sizin gibi bir beşerim» diyor. Yalnız ona Hakk tarafından bir melek gönderilmiş.

Daha ne olsun sevgili kardeşlerim. O melek niçin bize gelmiyor? Bizim gibi Hakkın varlığına arkasını dönüp dayanmış değil. Tam cepheden O’nun nûrunu almış.

Kur’ân-ı Kerimi okurken kendinden geçiyor. Benliğini Hakkın nûru, rûhu istilâ ediyor. Peygamber ağzından Hakk konuşmuş oluyor. Ahlâkı ve sıfatları tam Rabbına uygun. Ona aykırı hiç bir

49

Page 51: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

hareketi yok. İşte insanlar da ancak bu kanaldan Hakka varabilirler, yol bu yoldur.

Aristolar, Sokratlar, Bethovenler… Babalar, dedeler, atalar Hazreti Muhammed’in gittiği bu yoldan yürümedikçe hakikate vâsıl olamazlar. O yoldan yürümeyip de vuslata erenlerin müstesnası yoktur. Bu âlemde gül ve karanfil gibi kokuları koklayabilirsiniz fakat bunların mânevi ifâdelerinden gafil olarak meşâmı hakikatiniz bu kokuları almamışsa hattâ her an bu kokuları koklamağa alışmamış iseniz milyoner de olsanız, en yüksek mevkilerde de bulunsanız, kıymetinizin solda sıfır olduğunu söylersem bana gücenmeyiniz. Bu sözlerin değerini, ancak hasta ve ölüm döşeğinde anlayacaksınız. Fakat heyhat! Ben sizden daha evvel yok olacağım. Mahcup ve gaflette olanlar, «Rabbim bize ibâdetle meşgul olarak kabahatlerimizi, gafletimizi affettirecek bir mühlet, bir ömür ver» diyecekler, ama O «vermiyeceğim» diyor.

Sâkiden şarap dileniyorum. Kendimi kaybettim, âlemi kaybettim. Şimdi biraz aklım başıma gelir gibi oluyor.

Fakat ne o? Benim aradığım bu sâki idi. ALLAH’ım, sevgilim, Rabbim, Sultanım, bana sen gel. Şaraptan, kadehten de vazgeçtim. Nasıl? Beni anlamıyacak sandın. Bana şârabı içirecek, sonra da alay edecektin. (Behey gafil ben varken şarabı ne yapacaktın, sen sarhoş olmağa lâyık değilsin. Çocuksun, acemisin) deyip kaçacaktın değil mi? Kadeh zaten çatlak, onu ne yaparsan yap. Hayır! Hayır! Şarabı da isteyenlere ver, ben şarap ile sarhoş olmak değil, seninle beraber olmak istiyorum. Ben yokum. Sen varsın ey sevgili… Sen.

Uzun bir sarhoşluk devresini sessiz, yazısız, düşüncesiz geçirdim. Kardeşlerim etrafa mânâsız gözlerle baktım durdum. Çünki gözlerim de, ruhum da sevgiliye takılıp gitmişti. Ben yaşayan bir ölü idim.

Hayır! Hayır! Öyle değil. Ölü ve hissiz görünen yekpare bir hayat idim, kaynayan, fışkıran bir hayat.

İbni vaktem ben ebulvakt olmazamAbdi mahzem ben, tasarruf bilmezemÂnı dâimem ben doğmazam ben ölmezem

sırrına mazhar olmuştum.Toprakta da varım, suda da varım, arşta da varım. Var olan

yok olur mu hiç? Kamışın içi boş olursa delik delerler. Ney derler, kaval derler. Hoş nağmelerle ruhları mî’râc ettirirler. İçi dolu olursa

50

Page 52: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

ona odun derler. Üfleseniz ses vermez. İşte ben de yârimin elinde böyleyim. Odunluktan kurtuldum. O, istediği gibi üfler. Ben de yine onun istediği gibi ötmüş olurum. Biz beraber olduk, ayrılık, uzaklık, yakınlık kalmadı, ben onun cesedi gibiyim. Evi gibiyim, kafesi gibiyim. O da benim ruhum gibi. Ev sahibim gibi, kuşum gibi. Öten kuştur, kafes değildir.

Evin taş duvarından ses gelmez. İçinde okuyan bir hafız vardır. Cesede biraz yüz verirseniz, ot torbasından bahseder. Onu terbiye ederseniz efendisinin emriyle hareket eder. O cesedde konuşan da ruhtur.

Ey kalem sâhibleri, idrâk sahibleri!

Yazınız! Elinizde fırsat oldukça yazınız. Elden kalemi bırakmayınız. Zaman âhır zamandır. Bu ormanda yangın oldu. Neylik, kavallık yapacak kamış kalmadı. Varsa da, pek az. Ezân okuyacak hafızlar da, müezzinler de günden güne azalıyor. Camiye davet eden sesler varsa da harem sarâyı vahdette vuslata dâvet eden mâşûk derecesinde âşıklar milyonda bire indi.

Yaz mevsimi geçti. Vakit sonbaharın sonudur. Yaprak dökümü zamanıdır. Bir peygamber daha gelecek değildir. Harekete geçin ey kalem sâhibleri, gücünüz yettiği kadar, bildiğiniz kadar aşkı yazınız. Bu âlemde her satıcının bir alıcısı muhakkak vardır.

Sevgili, odasının ince perdelerini indirmiş, lâmbasını söndürmüş, rahat rahat etrafı seyrediyor. Âşıklarının hallerini takip ediyor. Sevgilinin lâmbayı yakması görmekten ziyâde kendini göstermek içindir. Pervâne gibi âşıklar da daha ziyâde yaklaşmağa başlarlar. En cesurları da bu hareketi bir davet telâkki ederek damdan, bacadan, duvardan içeri girmek üzere serden geçerler. İçeri girerler, vuslata ererler. Vuslata ermeseler de pek yakından görmek şerefine nâil olmuşlardır ya. Bizim de gönül evimizde cânân ışığını yaktı. Fakat görmek için değil, kendini göstermek için. O ışık bu kitaplardır. Ama ne çare ki bu âlemden göçmeden kıymet bilinmiyor. Bu güneşli âlemde kandil ile sevgilisini arayanlara da acımamak elden gelmiyor.

Yanlış anlaşılmamasını rica ettiğim bir mesele var. Görüyorsunuz bütün mahlûklar doğarlar, bir müddet yaşarlar, sonra ölürler. Eğer derin bir düşünce ile işi ele alırsak âlemin hilkatinden gaye insandır. Herşey insan içindir. İnsan da doğar, yaşar, ölür. Fakat hayvan gibi ölmek değil. İnsan, Cenâb-ı ALLAH’ın varlığını idrâk etmeğe lâyık olmuş, devreler geçirdikten sonra su ile

51

Page 53: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

toprağın karışmasından mutedil hararetle ve havanın yardımı ile hâsıl olmuş, hayatını kazanmış, inkılâb geçire geçire tekâmül ede ede insan olmuştur.

İnsan vücûdunden başka huzûru Mevlâya lâyık bir vücûd yoktur ki tekâmül devrelerinden sonra başka bir şekil alsın. Bu defa ruhun tekâmülü vardır ki, nerelerden geldiğini düşünür, nereye gideceğini anlar ve bu 80-100 senelik hayat müddetince öğrenir, olgunlaşır. Ruhî tekâmülü bir evvelkinden alır. Onun bıraktığı yerden ilerletmeğe başlar. Başkasına devrü teslim eder. İşte bu ruhî kemâlât da gayesini, sonunu, Fahr-i Âlem Efendimiz Hazreti Muhammed Aleyhisselâm’da bulmuştur. Cenâb-ı Hakkın kelâmı olan Kur’ân-ı Kerimde ALLAH’ın insanlardan uzak olmadığı, insana O’ndan yakın bir varlık bulunmadığı; insana kendi nefsinden şefkatli olduğu belirtilmektedir.

Hattâ ateşi el ile tutmak isteseniz, sizi o halden alıkoyan muhakeme kuvveti ALLAH’dandır. Kulların benim diyecekleri bir varlık yoktur. Ne doğmakta ne de ölmekte kumanda sahibi değiliz.

Bizim hiçbir dediğimiz olmaz. Hep ALLAH’ın irâdesi hâkimdir. Yalnız bizim arzumuz, ALLAH’ın münasib görmesiyle atbaşı, yâni paralel giderse, o iş olur. Demek ALLAH bizde gizli imiş. Görebilenlere âşikâr imiş. Bütün tarikat ve hakikat adamlarının gayesi bu keyfiyeti anlatmaktan ibarettir.

Demek ALLAH, sevgili kullariyle çok âşikâr, az sevdiklerinde az âşikâr, fena huylularda da çok perdeli ve kapalı imiş. Hakkın (semâların ve arzın rûhuyum; bir el lâmbasının nûru gibiyim) demesindeki hikmet gördüğümüz ve göremediğimiz âlemlerin hepsi insanın vücûda gelmesi içindir. (İnsanı da kendim için yarattım) buyuruyor. Âyetlerimi okusun, beni tanısın, hamd etsin. Benimle konuşsun, benim sözümü anlasın diye, çiçekler de böyle değil mi? Büyür, büyür, gonca açar, güzel kokusunu neşreder, solar gider. Mevsimler geçer, yağmur, kar, sonra ilkbahar güneşiyle yine açar ve solar, insanlar da böyle.

ALLAH ile kul arasında mükemmel bir yakınlık ve sıkı bağlar varken biz cehalette kalınca aramızda uçurumlar hasıl oluyor. Çıplak gelmemiz ve çıplak gitmemiz, bizim için büyük bir ibret levhasıdır. ALLAH ile kul arasına kimse giremez derler ya, bu son mertebede doğrudur. İnsanı bu olgunluğa getirmek için bir hocaya, bir mürşide, bir peygambere ihtiyaç vardır. Demek araya bunlar giriyormuş. Gideceğimiz şehre vardıktan sonra tabiî kılavuza ihtiyaç kalmaz. İşte bu şehir gönüldür, herkeste vardır. Yaşamak

52

Page 54: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

için, zevk ve sefa için, her ne ki varsa bunlar gönül aynamıza akseder. Bizi idrâk yolumuzdan alıkor, mektebe gitmekte olan çocukların sokaklarda, canbazhanelerde, sinemalarda oyalanmaları gibi.

İşte o zaman hedef kaybolur, idrâkimiz noksan kalır, yükselemeyiz. Gençliği böyle geçen bir kimsenin ihtiyarlığı da sefaletle, yoklukla geçer. Dünyası eğlence ile geçen kimselerin de ebedî âlemde hali aynı bedbahtlık olur.

Bu iş, hastanın bir müddet perhiz yapması ve ilâç alması gibidir. Doktoru dinlemezseniz ömrünüz kararır ve inleye inleye ölürsünüz. Bir müddet için bu dünya âlemine bigâne kalıp gönül âlemine, ibâdetlerle, Hakkın huzuruna girmeğe alışırsanız herşey sizin içindir. Sıhhate kavuşan, hastalığı kalmayan kimseye ne ilâç lâzımdır, ne perhiz. Evvelâ ekmeğinizi kazanmak, hayatınızı temin etmek, dünya ahvalinin temposuna uymak, diğer milletlerden geri kalmamak ve onlara ayak uydurmak lâzımdır.

Fakat bu yalancı dünyaya da lüzumundan fazla bağlanmamalıdır. Çünkü fânidir, aldatıcıdır, vefasızdır, sonsuzdur. (İhtiyarlıkta yaparım) diye ibâdete geç başlayanları görüyoruz, ya ecel gelir de sizi vakitsiz alırsa, ya vücûdünüzdeki dinçlik, idrâk ve ibâdet kuvvetleri azalmaya başlarsa; gözler görmekten, ayak yürümekten, kollar işlemekten, dimağ düşünmekten kalırsa ne yaparsınız? 24 saatin bir saatini ALLAH için ayırmağa gençlikte başlarsanız, ahlâkınız güzelleşir, imânınız kemâl bulur, bir çiçek gibi siz de koku vermeğe başlarsınız. Gönül aynasından dünya heveslerinin dalgalarını silmeğe muvaffak olursanız, oraya ALLAH’ın nûru dolar, sonra onunla beraber ne yaparsanız yapınız, esasen o zaman da fenalık yapamazsınız. Mes’ut olabilmek için beklemek olmaz, bir tek hedef için çalışmak da olmaz; hiçbir taraf ihmal edilmeğe gelmez.

Saadeti parada ararsanız, ailece olan endişeler mes’ut olmanıza mânidir, güzel bir eş de ararsanız o da para ister. Şehirlerin zevkini tadanlar, köylere avdet etmek istemezler. Her şeyi Hakktan bilerek aza kanaat etmeyi öğrendiniz mi, mes’ut oldunuz demektir. Ben niye milyoner olamadım, niye cumhur başkanlığına adaylığım kabul edilmedi, niye meşhur olamadım, niye apartmanım yok, niçin benim eşim çok güzel değil gibi ihtiraslar saadetinizi baltalar.

Her olayda bir noksanlık görürseniz bahçıvan sizi ham koparmış demektir. Ancak hayvana gıda olursunuz. Her gün geçen

53

Page 55: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

hayatımızın muhasebesini yaparak iyiliğe yükselin. Bazen gönlünüzden bir arzu gelir, şu işi yap, namazı vaktinde kıl, şu işi yapma, şu duvarın altından geçme, bu ay bir tayyare bileti al diye gönlün emirleri vardır. Buna tasavvufta takaza derler.

Bu, ana rahmindeki çocuğun oynaması gibidir. Vakti yaklaşıyor, dışarı çıkmak istiyor demektir. Gönlün takazası da o işin tarafınızdan yapılmasının zamanı geldiğini gösteriyor. Belki ölüm zamanınız gelmiştir. O da başka, ALLAH’ın takdiri tedbir ile bozulmaz. Yalnız o işin husulünde O’nun takdiri var mıdır, yok mudur bilinmez, çalışmayıp takdire uyuyorum diyenler aç kalır. Evlâd ve âyâl için, memleket için çalışmak da bir ibâdettir. Ancak gönlünüzün ALLAH’ın rızası için çalıştığınızı tasdik etmesi lâzımdır.

Bütün kâinat güneşiyle, yıldızlariyle, bütün unsurlariyle çalışma, dönme ve tekâmül halindedir. Niçin biz de bu tempoya uymayalım. Coğrafî vaziyetimiz itibariyle yüzyıllardan beri harp halindeyiz; padişahlara takdim edilen ecnebi kadınların yetiştirdiği çocuklar başımıza geçtiler. Dedelerinin kazandıklarını yiye yiye zevk ve sefâhât âlemlerinde kendilerini, saraylarını idâre edemediler. Nerede kaldı ki bir memleketi veya 30 milyonluk bir kitleyi idare edecekler?

Kimi deli oldu, kimi hastalıklı. Kimi odasına, kimi hamama kapandı, her devirde olduğu gibi onların yanlış hareketlerini görüp de memleketi ıslâh etmeğe kalkışanlar, karşılarında satılmış saray adamlarının silâşörleriyle karşılaştılar. Netice itibariyle hem dini, hem de dünyayı ihmal ettiler. Taş, toprak, kuru tahta üzerinde namaz kılacağımıza niçin temiz halılar, seccâdeler üzerinde kılmayalım?

Bir teneke su ısıtıp, titreye titreye mutfakta yıkanacağımıza, niçin sıcak bir banyoda temizlenmiyelim? İnsan kuvvetiyle bir senede ekip biçip bin kilo mahsul alacağımıza, fennî usullerle niçin daha az zamanda on misli mahsul almayalım? Düşman karşımıza gelirse süngü ile ona hücûm ederiz, ya o tabanca, tüfek, top ile bizi yanına sokmadan öldürürse, niçin onların sâhip olduğu silâhlara biz de sâhip olmayalım?

Onun için dünyâ işlerini de ihmal etmemek lâzım.

Fikirlerimi, duygularımı belki yavan kelimelerle ifade ediyorum, belki kullanılması icabeden kelimeleri bilemiyorum, bulamıyorum, yerinde kullanamıyorum. Fakat şunu arz etmek isterim ki bu sözler, inleyen bir kalbin ihtizazıdır. Aşk ile yoğrulmuş

54

Page 56: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

bir vücûdun sizleri kendi çevresine davetidir. Mâşûkı hakikinin aksi sedasıdır.

Akıldan, fikirden soyunmuş bir zavallının hıçkırıklarıdır. Belki son nefesidir bu sözler ve dağınık ifadeler, ALLAH, ALLAH diye muhtelif saatlerde inleye inleye sararmış bir dilhastanın, kâinatın tekâmül temposuna uymaklığımız için gizli ve âşikâr temennileridir. Bu âlemde her iki tarafı da idare edemediğimiz için müteessir olan yaralı bir yüreğin sızlamasıdır. Ne dünyâlık olabildik memleketçe rehafa kavuştuk; ne de mânâlık olabildik cennete ve huzura kavuşabildik; ne de ikisi ortasını, cehennem köprüsü üzerinde cambazlık yapabiliyoruz. Sonra da yaşıyoruz, diyoruz. Hâlimizden memnun gözüküyoruz. Yarınımızı göremiyoruz, görenlerin sözüne inanmıyoruz. Hattâ onları susturmağa uğraşıyoruz.

Muhterem okuyucularım,

Biz yine gelelim aşkın yuvası olan gönüllerimize, gönül küpümüzü üzüm taneleriyle dolduralım yâni göz ve kulak tarikiyle âşıkların hâlâtını belleyelim. Hem ibâdet ve güzel ahlâk peşinde koşarak ruhumuzun tasfiyesi için çalışalım, hem de özlü ve candan gelen sözleri heceleyelim. Malûm ya, üzüm küpte ne kadar çok kalırsa o kadar kuvvetli şaraba sâhib oluruz. Belki bir gün âşıkların hikâye ve dedikoduları bizim de halimiz olur, belki bir gün ruhumuza da bir âşık kisvesi ve hatta mâşûk libâsı giydirirler, göğsümüze vahdet gülü takarlar. Başımıza arştan bir taç gönderirler. Sevgiliyi anmak, O’nun hayâlini yakalamak ve O hayâl ile kendinden geçmek için şarap içilir.

Siz de keskin ve uzun senelerin tecrübesiyle yıllanmış bu küpe sahip olursanız, o şarabın katresi bir kişiyi mest etmeye kâfi gelir. Size gönlün içinde miyiz, dışında mıyız diye bir sual sorarlarsa cevabını verebilirsiniz zannederim.

Meselâ, bana sorarlarsa şöyle cevap verebilirim. Bu cevap her ne kadar sizin cevabınız gibi mükemmel değilse de fikrimi ve beni anlamış olursunuz.

Gönül, sûret ve mânâ âleminin tam ortasındadır. İçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki tezahürler, her ne ki varsa dayanmaz, erir.

O idrâk tekrar vücûda avdet eder, gönlün içerisinde dolaşır durur, dışarı çıkarken çıplak çıkmaz. Evvelâ ruhun fânilasını giyer,

55

Page 57: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

sonra akıl ve fikir gömleğini sırtına geçirir. Maddî ve mânevî hislerden ayağına iki ayakkabı geçirir, Nusretim der meydana çıkar.

Sûret âlemine gelince, sırtımıza bile bir iğne batsa görmediğimiz halde hissederiz. Görme, işitme, koklama, yoklama, tadma kuvvetleri ki beş adet dışarıda olduğu gibi bunların mukabili beş adet de iç âlemimizde vardır. Bunların aldığı haberler akıl vasıtasiyle gönüle gider.

Gönül bu vasıtalarla yıldızların, ayın, güneşin varlığını müdrik olduğu gibi sonsuzluğa da gidebilir, hattâ onları ihata eder.

Cenâb-ı Hakkın huzuru, dahilde olduğu gibi hariçte de sonsuzluğa gidince, hayretle karışık bir yokluk, sonra ise bir heplik hâsıl olur ki «Habibim Peygamberim, kâinatı senin için yarattım» diyen hitâbı izzet, Fahr-i Âlem Efendimizin vücûdü şeriflerinde bir kemâl libâsı giymiş oldukları halde Kur’ân-ı Kerim’i okumuştur. Şu halde dahilde, hariçte ve gerek kâinatta gerekse vücûdumuzda gören, işiten, bilen, yaratan, bir tek varlık vardır. Eşi benzeri yoktur, misli olamaz. Her yerde hazır ve nâzırdır. Bütün varlıkları, tezahürleri gönlün nûru ihata etmiştir. Onsuz bir şey yoktur. Hattâ hayatın tâ kendisidir. Lütûf ve keremin tâ kendisidir. Kullara verdiği iz’ân ve idrâk nûru bile târife sığmaz.

Bir de zaman keyfiyeti vardır aziz kardeşlerim.

Nefes alıp vermekteki zaman bir saniye olsa (dakikanın altmışta biri) buna ilk numarayı versek de yükselte yükselte saysak, dakika, saat, gün, hafta, ay, sene, asır (yüz sene), dehr (yüz asır) diye ölçü kabul etmeyen bir dereceye varırız. Bundan ötesi akla ziyandır diye bırakalım mı? Hayır, hayır asıl iş bundan sonra başlıyor. Bir nefeste dehir deyip, asır deyip geçiyoruz. Eğer ruhumuz ve idrâkimiz beşer vücûdunda kalırsa, üzerimize güneşin doğup batmasiyle zamanın hükmüne tâbi oluyor ve zamanın içinde bulunuyoruz.

Cenâb-ı Hakk «Ben mekânların mekânıyım» diye her varlığı muhit olduğunu bildiriyor. Anın için insânı kâmilin rûhâniyeti, idrâki de zaman mefhumunu ihâta ederse dışarda kalmış oluyor. Varlık ve yaradılmış âlemleri kaplamış oluyor artık. O, ezel ve ebed dâiresinin neresinde olursa olsun, ânı dâim sırrına mazhar olmuştur.

Göz açıp kapayacak kadar geçen zaman zarfında mî’râcını yapar, hedefe ulaşır, âlemi devir eder veya kâinatın mihveri ve

56

Page 58: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Kâbesi olur. Her şey onun etrafında döner, yâni âlemlerin mihrak noktası olmuştur. Güneşin arza nûrunu saçtığı gibi o da tevhid güneşini, idrâk nûrunu ruhlar üzerine saçar, ruhları kendine çeker, yok eder. Sonra da hayat vererek iâde eder. Bu kimselere ebülvakt (Vaktin Babası) derler. Yanmakta zevk bulan âşıklar ise ibnülvakt (Vaktin Oğlu) olmağı tercih ederler. Bunlar her an degişen tecelli’i ilâhinin temâşâsındadırlar. Neş’elerine pâyân yoktur.

(Bana bakan Hakkı görür), (Beni medhedin. Korkmayın, gördüğünüzden fazla söyleyin; olduğumdan noksan söylemeyin) diyen Efendimizin gözüyle görür, ağziyle konuşursunuz.

Sözlerimi anlayanların az olduğunu biliyorum. Anlayamıyanlara da bir ışık tutup yol gösteriyorum. Heveslerini ve gayretlerini arttırmış oluyorum. Aklım ermez diye ümid kesmeyiniz; (lâ taknetü min rahmetillâh) veren çok zengin, bizler gibi hasis değildir.

Yalnız, elbise ile denizde yüzülmez, evvelâ soyunmak lâzımdır. Hazreti Mûsâ’ya nalınlarını çıkar, emri verildiği gibi, biz de size beşeriyet libâsından soyunun tavsiyesinde bulunuyoruz. Bu âlem hem dünyâ âlemidir, hem ruhlar âlemidir, hem vuslat âlemidir, gözlüye gizli yoktur.

Âşıkların kendilerinden geçerek mâşûkta fâni oldukları için onlar Hakktan başka varlık bilmezler. Yüzünü gözünü mâşûktan ayırmayanlar başkasını görmezler ki; sûretin güzelliğini, çirkinliğini, ayıbını, kusurunu görsünler.

Hazreti ALLAH, sevdiği ve seçtigi kulunun gönlünü kendi sevgisiyle, kendi nûriyle doldurur. Bu kullar az çok simâlarından, gözlerinden hal ve harekâtından tanınabilirler.

Âşıklar da o kanaldan Hakka varmağı arzularlar.

Hakkın aşkı o zâtı şerifin gözlerinden de fışkırır. Sözlerinden de zülâli muhabbet, şârâbı aşk, âbı hayat saçılır. Sakın hâ öyle bir kimse ile karşılaşırsanız münakaşaya, ukalâlığa girişmeyiniz. Onu darıltırsanız, hiç birşey elde edemezsiniz, boş dönersiniz. Hızırı kaçırmış olursunuz. Güneşi, devrini yapmadan batırmış olursunuz. Hele bir de kabalık ederseniz, dünyanız da harâb olur, âhiretiniz de. Ebedi hüsrânda kalırsınız. O zahmetli telâkki ettiğiniz şeriat, yıllarca sizi pişirir. Tarikata hazırlar ve yine târikat sizi hakikat ehli olmağa hazırlar. Hakikat ehli olabildinizse siz de mârifet güneşi olur, etrafı

57

Page 59: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

nûrlandırırsınız. İslâm dini budur, tasavvuf budur. Beşeriyet icabı kişi erişemediği şeyi kötüler.

Mûsiki âletlerinin tamamı mevcut olan bir orkestra, bir caz, bir saz hey’eti farz edin. Bu çalgı hey’etinin adedini 28 milyon farz edin. Yâni Türkiyemizin nüfûsu olsun, herkes kendisine düşen vazifeyi yapıyor. Keman, ud, ney, kaval, viyolonsel, def, darbuka, zurna… çalanlar ve yardımcılarından biri yorulursa, biri ölürse, yerine diğeri geçiyor. Cünbüş tamam, ortada da nim üryan bir dilberi pür hüsnü ân raksediyor, bâde sunuyor, farzediniz.

Emekli bir âşık kapıdan içeri girmeğe muvaffak oluyor. Bir de ne görsün? Sevgilisi herkesin gözü önünde pür işve raksediyor. Âşık «Aman sevgilim! Sultanım! Bu ne hal? Bu kadar yıldır seni aradım. Bezmi vuslatınıza nâil olmak için 60 senelik ömrümü beni size çeken yollarda geçirdim, türlü mihnetler çektim. Siz bir aşifte gibi kendinizi herkese teşhir etmişsiniz, bu ne hal?» diye hayret ve dargınlığını açığa vuruyor. Sevgili cevap veriyor ve kulağına söylüyor ki:

- Ey benim âşığım! Sen üzülme, ben seninim her zaman, sen de benimsin. Bu gördüğün kalabalık seni şaşırtmasın, hepsi kördür. Müsterih ol! Herkes elindeki aletiyle bizi eğlendirmekle vazifelidir. Ara sıra bazılarına biraz şarap sunuyorum, sayıklaya sayıklaya sarhoş olup sızıyorlar.

«Ben, benim için zahmet çekenlerin sevgilisiyim. Namaz kılanların, oruç tutanların, iyilik yapanların sevgilisiyim, yâni seninim. Onlar dünyâ ehlidir. Benim rızam için hizmet etmiş değillerdir. Bir kısmı taş toprak yâni mücevherat ve bina için, bir kısmı midesi için, bir kısmı şehvâni zevkleri için, bir kısmı hevâ ve hevesleri için tempo tutuyorlar. Ben de onların basiret gözlerini kapadım, hakikat kulaklarını tıkadım, sen benimsin, ben seninim, devrân bu devrândır ve senindir. Âlemi senin için, seni de kendim için yarattım. İstersen kâinatı altın yapayım da gör. Ben sende gizliyim, sen benimle âşikârsın; senin emrin benim emrimdir. Sen benim habibimsin, mahbubumsun. Habibimin habibisin ki buraya gelmek için sana yol gösterdi.»

«Bu gafilleri yaradan ben, büyütüp besleyen ben, yine de bana karşı bigâne kaldılar, ben de gözlerine perde çektim…»

«Bir müddet sonra alıştıkları bu âlemden ciğerlerini söke söke çekeceğim. O zaman görecekler, kitap, peygamber, veli sözlerini dinlemeyip nankörlükte devam etmek nasılmış? Elleriyle

58

Page 60: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

yaptıkları tanrılara tapmak nasılmış? Kendi kafalarında olanları Rab intihab ederek benim gösterdiğim yoldan gitmemek nasılmış? En güvendiklerini, en sevdiklerini birer birer öldürüp leş yapıyorum da hâlâ onların ölüsüne tapıyorlar?»

Tapanlar taptıklarının yanına gidecekler şüphesiz. Bu ne gaflet ki o zaman gelmeden, o ayrılık şarkılarını söylemekten bir türlü ayrılamıyorlar.

Aziz kardeşlerim,

Şimdi sizi bir mezarlığa götüreyim. Korkmayın, oraya nasıl olsa ergeç hepimiz gideceğiz, hayatta iken gidelim de, sizi orada yatanlarla görüştüreyim. Evvelâ şunu tekrar ifâde etmek isterim ki, ya âlem, üzerindeki varlıkların yaptıkları vazifelerle, Halikdan aldıkları emir mûcibince hareket eden aynı âlemdir. Bütün tahavvüller insanların idrâkindedir.

Yahud insan sabit bir varlık sâhibidir, yâni malûm olan zâtın şuûnatına, sıfatların tenevvü ve tahavvülüne tâbidir. Tahavvül arzda, yıldızlarda, tabiat âlemindedir. İdrâk sâhibi olmıyan her varlık tasarruf âleminde cansızdır. Cansızlar, canın ve canlıların emrindedir. Şu halde âlem, kanunlariyle, nizamlariyle saat gibi hareket eden bir fabrikadır ve tasarruf sahibinin emrindedir. Doğmak, yaşamak ve ölmek bakımından vücûdlarımız da aynı kanuna tâbidir. Dünyâ zevklerine de geçici oldukları için kıymet vermezsek mânevî zevk meselesi, aşk âlemi, gönlün ahkâmı, Yaradanın huzûru ve bu huzûru elde edinceye kadar geçen hâlât ve şuûnât sahnesinde rol almak ve bazan da seyirci olmak keyfiyeti, (hayattan maksat nedir?) sualinin izâhı oluyor. İnsanlarda Cenâb-ı Hakk öyle bir kudret ve kuvvet tâbiye eylemiş ki, dilemek ve emretmek ve arzu ettiğimiz husûsâta teveccüh ederek ilerlemek muvaffakiyetimizin şartıdır. Bu iş kâh mücadeleli olur kâh sabır ve intizarla hasıl olur.

Meleklerde ve cesedden ayrılmış ruhlarda bu hassa yoktur. Şeyhülekber Muhiddin Arabî Hazretleri sorulan suale cevap veriyorlar: «Ya biz âlemi ervâha gider, ziyaret etmek istediğimiz ruhu buluruz, yahut istediğimiz ruhları karşımıza davet ederiz, yahut da rüya âleminde birbirimize tesadiif ederiz, tanışırız.» Bu ifşâattan anlaşıldığına göre, aradığımız şey her ne olursa olsun Hakkdan gayri ise o bizim emrimizdedir. Duâ ile Hakktan istememiz hattâ gönülden geçirmemiz kâfidir. O işin husulü için aradığımız Hakk ise onun yolunu bulmamız lâzım; bir kılavuz aramamız lâzım. Vücûd hastalıklarına hekimler karışır. İyi etmek için şu ilâcı al, şu

59

Page 61: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

yemeği ye, bu yemeği yeme diye emir ve nehiy verirler. Gönül hastalarına da hakîm karışır, hocalık eder. Onun sözlerini, yap dediği şeylere uy, başka çare yoktur. Bunlar için saadetler, selâmetler vardır. Hakkın yolu açılmış demektir.

İrfân sahiblerinin nazarında üzerinde bulunduğumuz arz nedir? Su, hararet, hava vasıtasiyle üzerinde cıvıl cıvıl hayat sahiplerinin doğmalarını, yaşamalarını, ölmelerini temin eden bir toprak parçasıdır. Bunu bir karpuz kadar küçültelim. Gelmiş, geçmiş ruhları da bu yuvarlaktan ayrılmayan birer zerre farz edebiliriz. Geleceği ve bilhassa geçmişi Kur’ân-ı Kerim’in bildirdiği veçhiyle biliriz.

Yaşayanların ibret alabilmeleri için arzın üzerinde, huzurumuza geçmiş ruhları çağıralım ve biz de kabirlerle dolu bir kenara oturalım. Servi ağaçları semâlara doğru yükselmiş, etrafımızda irili ufaklı, kokar kokmaz çiçekler, yeşil otlar, Hû diye esen bir sonbahar rüzgârının emriyle dallar sallanıyor, otlar secdeye kapanır. Yakından, uzaktan böcek ve kuş sesleri gelir. Şimdi idrâkimizde ölüleri canlandıralım.

O mezar taşları üzerinde, (baki kalan ancak O’dur, hüvelbâki) yazılarına karşılık, her toprak zerresinden bize bakan bir göz peyda olur, o gözleri insan çehreleri çevreler. Kimi melûl, mahzun, pişman! Ah ne olur yine diriltse de, ALLAH’ıma iyi bir kul olmak için nasıl gece gündüz ibâdet edeceğimi göreceksiniz, diyor.

Kimisi zâlim ve kahhar bir simâ ile sararmış, boynu bükülmüş, ağzını bile açmak istemiyor. Çünki ümidsiz; yaptıklarından utanıyor. Bir tarafta dünyâ âleminde sevdiğine kavuşamıyan güzel bir kız, hayatında vefa görmemiş; bir tarafta dünyâ âleminde sevdiğine kavuşamıyan genç bir erkek, hayatın zevkine doyamamış; bir tarafta altınlardan, apartmanlarından zorla ayrılan gafiller, mahcub mahcub toprağa bakıyorlar.

Bir tarafta emrü kumanda ile ömrünü harcamış, siyasî dalaverelerle dünyâya sahip olacakmış gibi gecesini gündüzünü Hakktan uzak, ibâdete akıl erdiremiyen, parti kavgalariyle koca bir ömrü heder edenler.

Bir tarafta aza kanaat ederek saadeti yudum yudum içmiş ihtiyâr bir karı koca, çocukları ve torunları hep orada, fakat birinden diğerine hiç fayda yok, tanışmak bile yok. Bu öyle bir âlem ki anadan, babadan, dededen, atadan fayda yok. Netekim onlara da kimseden fayda yok, herkes «nefsî, nefsî» diyor. Buket buket

60

Page 62: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

çiçekler de kendileri gibi kurumağa mahkûm. Bakınız kulak veriniz bir ses geliyor (Limenil mülkül yevm) bugünkü gün kimin içinmiş, çıt yok. Yine aynı ses cevap veriyor (Lillâhil vahidül kahhar) Vahid ve Kahhar olan ALLAH içindir. Şurada bir kaç çocuk var, soruyoruz:

-Yavrum ismin ne?-Efendim, ismim Figen.-Seninki?-Efendim, benimki Serâb.-Seninki yavrum?-Kaya.ALLAH ALLAH, bu ne iş çocuklar, Figen acemce feryâd ve

fiğan mânâsınadır. Serâb, çölde gidenler susuz kaldılar mı uzakta suyun hayâlini görür gibi olurlar; giderler, bakarlar ki ne su var, ne bir şey. Ona serâb derler. Nazlı, nâzenin, bin bir itinâ ve alâka ile üzerine titrenen yavruya, bir nişânei sevdâ ve muhabbet olan bu zavallı yavruya taş demek olan Kaya ismini koymuşlar. Hayret, zehi gaflet!

Yavrularım! Size şu ismi takan analarınızı, babalarınızı çağırın bakayım.

Hanımlar, beyler! ALLAH’ımızın ve Peygamberimizin güzel ve derin mânâları olan isimleri varken bu yavrulara taş, toprak, feryâd, hayal, yokluk mânâsına gelen isimleri niçin koydunuz? Bu zavallıların mânâ ile olan irtibatlarını keserek büsbütün gönül kapılarını kapadınız. Bunlara yazık değil mi? Kendinizi hiç ölmeyecek mi zannettiniz? Mü’minlerin ibâdet saatlerinde sizler yemek, içmek, gezmek, kumar ve içki ile kendinizi mes’ud zannediyordunuz, şimdi nasılsınız? Binbir itinâ ile eğlendirdiğiniz, beslediğiniz vücûdlarınız şimdi leş gibi kokmaya başladı. Yılanlar, böcekler bile sizden iğrenib kaçıyorlar. Nasılsınız ey gafiller, ey zâlimler gürûhu?

- Efendim, bizler de analarımızdan, babalarımızdan, atalarımızdan böyle gördük.

Ey!... Bu mükemmel islâm dininin ahkâmını öğrenmeyen ve evlâdlarına öğretmeyen analar, babalar, atalar! Ben size şefaat için geldim. Haydi hayatta olduğum müddetçe, kızıl cehennem ateşleri içinde yanarken fatihalar okuyup da size yollayayım. Kızgın çölde yanan bir insan topluluğuna bir poyraz rüzgârı estirir gibi bir an ferahlık vereyim. Sonrası yine ateş, hüsran. Yaptığınız günahları, dine karşı gösterdiğiniz alakasızlığı ve gafleti affettirmek için birer

61

Page 63: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

fakiri de mi memnun etmediniz ki, onların şefaat rüzgârları ateşinizi söndürsün.

Ne acâib bir haldir ki içki sofrasında tanımadığı kimseyi yanına dâvet ederler, hattâ masadan masaya hesabı ben vereceğim, derler. Birçok masrafa girerler de ekmek parası isteyen bir fakire bir liracık bile vermezler ki o zavallının da karnı doysun.

Erkek ve kadın çok tanıdıklarım var. Genç ve güzel birer eşdirler, zengindirler, kültürlüdürler, eğlenceli, hareketli bir ömür sürerler. Tam mânâsiyle mes’utturlar. Fakat her şeyin bir sonu olduğu gibi, bu hayatın da bir sonu vardır. Yüz buruşmağa başlar, gözler eski nûrunu kaybeder. Eller titremeğe, ayaklar sendelemeğe, kanbur ziyâdeleşmeğe, bir müddet eskileri düşünen hafıza yavaş yavaş bildiklerini de unutmağa başlar, turşu gibi olmuşa ve boş bir çuvala benzerler. Heyhat.

Bize bu vücûdu, bu ömrü, bu hayatı, sonsuz nimetleri veren, bir gün gelip hesap sormıyacak mı? Ne sanıyorlar, herkesin yaptığı yanına mı kalacak?

Tabiî soracak. İşte aziz kardeşlerim, arabca olan Kur’ân-ı Kerim’in bazı sahifelerinin Türkçe olarak izâhını sizlere takdim ediyorum. Duyduk duymadık demeyin. İşte evvelimiz, işte sonumuz. ALLAH’ı düşünen bir aklınız, ALLAH’ı zikreden bir ağzınız, ALLAH sevgisiyle çarpan bir kalbiniz varsa, size ne azab var ne sual.

Bu sözlerime inanıp günde bir saatinizi ibâdete ayırın; eğer dediğim gibi hareket ederseniz mükâfatını ölmeden de bulacaksınız, huzur içinde yaşayacaksınız, yâni birşey kaybetmiş değilsiniz. Yâ dediklerimi yapmazsanız? Dünyanın doktorları bir araya gelse, yine sizi inleye inleye can vermekten kurtaramazlar, sonraki cezalar da caba. Neme lâzım herkes ettiğini bulur, biz de lâfı burada kesip âşk âlemine dönelim sevgili kardeşlerim.

Hakka giden yolları tutan erenler var. Onlardan Uşşaki Hüsâmeddin Hazretlerine birer selâm verelim ve o yolu takip ederek hakikat kâbesine varalım. 12 cihetten bu şehre varan yollar, her ne kadar ayrı gibi gözükürlerse de, bizim kâbemiz, bütün bu yolların birleştiği merkez noktasıdır. Birçok kimselerin yorularak yollarda kaldıklarını düşünmeyin, onları unutun. Biz haremsarâyı vahdette, mahremiyetin birlik odasına, aşk sultanının huzûruna yok olarak sızacağız. Elbiselerinizi çıkarın, vücûd denilen çadırı da rüzgâra verin, ruhlarınızı da âbı hayat hamamında temizleyin, işte

62

Page 64: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

şimdi bir esans gibi olduğunuzun siz de farkında değilseniz elimden tutunuz Rahiym kapısından giriyoruz.

İşte bu saray; her zaman bir tek olan mahbûbı cihân; hazret insânı kâmil ve mükemmelin mübarek gönlüdür. Güneş nûru oradan alır diyeyim, diğer taraflarını siz idrâk ediniz. Bu sarayın damına çıkalım, 999 pencereye birer birer etrafa bakmak sûretiyle dolaşalım. Her pencerenin altında üzerinde ismi yazılı bir kapı var, bazı kapıların önünde bekleyenler kuyruk olmuşlar, gözümüzün göremeyeceği kadar uzaklara gidiyorlar. Bazı kapılarda kimse yok, bazısında da şöyle böyle;

Yâ Rezzak kapusunda açlarla dolu bir uzun kuyruk, Yâ Şâfi kapusunda hastalarla dolu bir uzun kuyruk, Yâ Alîm kapusunda cahiller ilim istiyorlar. Yâ Kerim kapusunda lütuf ve kerem istiyorlar; Yâ Cevad kapusunda cûd ve âtâ isteyenler var, Yâ Adil kapusunda âdâlet isteyen mağdurlar dolu. Yâ Müntekim kapusunda intikam isteyen mağdurlar var. Yâ Hayy kapusunda ebedî hayat isteyenler var. Yâ Mâşûk kapusunda aşk isteyen âşık namzedleri var. Bunlar azınlıkta kalıyorlar. Fakat bunların ekserisinin hedefleri temiz aşk ise de birer put bulmuşlar. Onun için yanıp yakılıyorlar da o mecâzi aşkı hakiki aşk sanıyorlar.

Yâ Mahbub kapusunda da kimseler yok. İşte şimdi birisi geliyor. O kapının önüne gelebilmek için bile fakrü mezelleti, hakirliği, râzîliği, yokluğu tercih etmek lâzım. Halbuki sevgililer de hep o kapıdan içeri girebilmektedirler. Büyük Peygamberimizin «Fakirlik ile iftihar ederim» sözü anlayanlara bir işâret ve beşârettir.

Anın için en yüksek mertebe kulluk, abdiyyet mertebesidir, demişlerdir. Kulluk makamı Rabbül’âlemin Hazretlerinin tam karşısına düşen bir makamdır. Ayna vazifesi görür. Elinize bir ayna geçerse, onu tam karşınıza getirirseniz, cemâlinizi net olarak görebilirsiniz.

Sağa, sola, yukarı, aşağı tutmazsınız. Onun için var olan Hakkın karşısında yok olmalı ve aynada da leke olmamalıdır.

Bu âleme gelenler ya tenlerini can yaparlar, ya canlarını ten yapıp giderler. Can olarak gelip can olarak gidenlere ne mutlu. Ten olarak gelip ten olarak gidenler de gönül şehrinin rızık ve hayat, şifa ve ahsen sıfâtın mukabili olan kapularda celâl sıfatlarının sahiplerinden teşekkül eden kuyrukları uzatırlar. Kuyrukların ucunda üç büyük topluluk görüyoruz. Bunlardan biri yağmur

63

Page 65: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

sularının toplandığı büyük bir göl kenarında bulunuyorlar; sen içme, ben içeyim diye sopa ile kalemle, ağız ile, tüfenk ile birbirlerine saldırıyorlar.

İkinci kısmın önlerinde büyük bir leş. Onlar da sen yeme, ben yiyeceğim diye birbirlerine girmişler.

Üçüncü kısım dış duvarları temiz, badanalı, boyalı, resimli büyük bir çöplüğün kapısında «ben iyiyim sen fenasın», «ben gireceğim sen girmeyeceksin» diye münakaşadalar.

Ey kardeşler! Size bu igrenç manzaraları gösterirken bir an için de olsa birdenbire aşk ve gönül âleminden o süflî âleme götürdüğüm için özür dilerim.

Biz gelelim yine aşk âlemine.

Mademki hayata gelmekte ihtiyârımız yok, yâni «ben bu âleme gelmiyeceğim» diyemiyoruz. Kudret elinin ittiği yere gidiyoruz. Şu halde biz hiç imişiz. İsmimizden başka bir varlığımız yokmuş. Vücûdumuzu aklımız idare eder. Aklımız ise bu gönlümüzün tasarrufu altındadır. Aczimiz âşikâr oldu. O halde etrafı inciterek yaptığımız hamleler şuursuz bir hareket değil de nedir?

Eğer bu âlemde muvvaffak olup da bir baltaya sap olabildik ise, yaradanın lütfudur. Herhangi bir hareketimiz, teşebbüsümüz gönüle verilen bir emrin neticesidir.

O emri vereni bilmek ve bulmak için bir zaman, kullara kul olarak kulluk kapısında beklememiz lâzım.

Bir gün elbette Hakkın lütfu yetişir, kulluk perdesi kalkar. Kendinin ne olduğunu anlarsın. Mertebeler o kadar sonsuzdur ki aşkın bile perde olduğu bir makam vardır. Çünkü aşk yâni muhabbetin, sevginin yakıcı derecede olan şiddetlisi, iki varlığa delâlet eder. Birine âşık, diğerine mâşûk derler. Aşk perdesi de yanıp kalktı mı âşık denilen varlık mâşûkun nûru karşısında erir, kaybolur. Kendinden, ilminden, vehminden dileklerinden soyunmuş olur.

Ömrünü ganimet bil! Kıdemli kulları hidâyet ve şefaat nûru bil! Bir gün beşeriyet sıfatları üzerinden kalkınca semâvât ve arzın nûru gibi olursun. O zaman ismin de kalmaz, resmin de kalmaz, Hû olursun.

------------------

64

Page 66: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Âşıkın mâşûkunu yüceltmek için sarfettiği güzel, uyarıcı, ağlatıcı, heyecanlı sözler, mâşûkun aynasında gördüğü kendi cemâlini ilân ve ifşa etmesidir.

------------------

Mâşûk aynası, bu şekilde tebellür etmemişse, namütenahi büyüklükte bir tabiat aynası karşısında olduğunuzu görürsünüz.

Her şeye mahlûk göziyle baksan o mahlûk olurHakk göziyle bak ki bi şek nûri yezdan andadırMâşûk aynası kâmil bir insan olursa âşık, nûru

Muhammediyi taşıyan ve etrafa ziyâ saçan bir vârisi hakikati Muhammediye karşısında demektir. Bu keyfiyet târikat ile hasıl olur.

Âşıkın karşısında mâşûk telâkki edilen bir kadın, bir erkek, bir put olabilir. O zaman âşıka âşık denemez. Öyle bir aşkla şehevi bir feveran, şûursuz bir hastalık denilir. Onun aşkı sabun köpüğü gibi sönmeye mahkûmdur.

İnsan düşünceleriyle, istekleriyle ölçülür. Fikri ne ise insan odur.

------------------

Ey canlar, cân geliyor. Çabuk olun! Gönüllerinizi temizleyin. Temiz olmayan yere girmek değil, cânân nazar bile etmez. Eğer gönlünüzde diğer bir cân dahi varsa onu da çıkartıp atın, çünkü cânandan gayridir, çünkü o cânan birdir, hepdir, rakipsizdir.

------------------

Aşktan anlamayanların yanında âşıkların susması daha hayırlıdır. Çünkü karşısındakinin gönlünde bir toz koparır. Hayatını zehir eder. Akıllılar arasında bir delinin mevcudiyeti nasıl hande uyandırırsa, deliler arasında bir akıllının mevcudiyeti de acımak uyandırır.

------------------

Un almağa giderken elinizdeki çantanın balık kokmaması lâzımdır. Pekmez almak için boya kokusu veya gaz şişesiyle gitmeyin. Aşk, şevk, cezbe istiyorsanız, bütün evham ve hayallerden temizlenmek lâzımdır.

65

Page 67: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

------------------

Ben sarrafım, siz çantanızı lahana, pırasa veya çimento ile doldurmuşsunuz. Oraya ne kadar altın konur? Size ne verebilirim?

Aşk hocasının karşısına gittiğiniz zaman da boş çanta ile gidiniz, alacağınız şey az olmasın. Gönül kabınız sâdakat tahiniyle, yarım da olsa aşk pekmeziyle imtizaç edebilir. Pekmez su kabul etmez, netekim tahin de sirke kabul etmez.

------------------

Muhabbet, âşık ile mâşûk arasında bir perdedir ki, ancak seherde gözyaşlariyle o perde yırtılabilir.

Hakkın sıfâtının nûru tecelli ederse, her âzâ kendi lâyıkını, kendi hissesini alır. Eğer zâtının nûru tecelli ederse, tecelli mahalli neresi olursa olsun orası göz olur.

------------------

Mâşûktan lebbeyk sedâsı gelinceye kadar âşıkın yanması, yakılması, incelmesi, ah etmesi, ağlaması icab eder. Bir damlaya bir deniz satın almak buna derler.

------------------

Âşıkın zâri zâri ağlama vakti belli olmaz. Eğer seher vakti ise o yaşlarla mâşûkun da yanağı ıslanır.

------------------

Hakikî âşık, mâşûkun gayrisiyle teselli bulmaz. Şayet beşeriyet icâbı gözleri başka şeylere takılsa da ağlamaktan kalsa bu defa mâşûkun gözyaşları âşıkın yanaklarını ıslatır.

------------------

Hariçten gelen sesleri, kulak zarı titreyerek bize haber verir. Cânândan gelen sesi de evvelâ gönül duyar. Kulak zarını içerden titretir. Âşık olmıyanların kulağı gönülden gelen sesleri duymaz. Âşık olanlar da dışardaki gürültü ile alâkalanmaz, çünkü gözü kulağı içeriye, gönül âlemine müteveccihtir.

Gerek ziyâ veren, gerekse sıcaklık dağıtmak için yanan herşey, ömrünün son zamanlarını yaşıyor demektir. Elbette

66

Page 68: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

akümülâtör boşalacak veya zengin bir enerjiden hasıl olmuşsa ampul yanacak, tel çürüyecektir.

Yanmakta olan odun ve kömür ise, onun ömrü daha kısadır. Lâmbaların ve ocakların, sobaların da bir gün yâ işi bitecek, söndürecekler veya gazları bitecektir.

Bütün bu maddeler kendilerini feda ediyorlar. Neden? Isıtmak veya aydınlatmak için yâni insanlara faydalı olabilmek için kendilerini feda ediyorlar demektir.

İşte âşıklar da böyle, Hakkın tecellisine mazhar olan mürşitler de böyle.

Dünyaya gelmekten maksat nedir? Bunu öğrenesin, öğretmek yolunda bulunasın. Kemâl ve irfan ehli kimselerin bu âlemde rolleri bitince nöbet teslim etmektedirler. Yanmaları kendileri için değil, etrafındakileri ısıtmak veya nurlandırmak içindir.

Meselâ: Aklıma şu çeşit bir yanma ve itiraf teranesi geldi.

Yâ rabbi senin nûruna ben bir fener oldumGörmek dileyen gözlere gûya hedef oldumHer kim ki bakar Nusrete mutlak seni gördüMüştâkın olan; döndü sana bendeni gördüŞimdi bu sözleri inkâr eden çok olacak, belki tenkit de

edeceklerdir. Fakat kırk küsur sene Hakkın aşkiyle yana yana yokluk mektebinin son sınıfını da bitiren herkes böyle konuşabilir. Bunda şaşacak şey yok.

Ananın, babanın konuşmalarından 3-4 yaşındaki çocuklar bir şey anlamazlar. Aşk logaritmasinden, kuş dilinden konuşmaları da, âşık olmayanlar anlayamazlar, yaşları ne kadar yüksek olursa olsun.

Herkes az zamanda istediği bir lisanı öğrenebilir. Bu gönül lisanı kolay kolay öğrenilmez. Hidâyet, şefaat, istidat ve nihayet baht işidir.

ALLAH ile kul arasında ne münasebet olur demeyin. Bütün nisbetler, mertebeler, dedikodular bu ikisi arasındaki uzaklık ve yakınlık derecelerinin izahıdır, ifadesidir.

Çünkü biri tam mânâsiyle vardır. Biz o varlık karşısında kendimizi yok görürüz. Onun nûruna bir fener olduğumuzu idrâk

67

Page 69: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

ederiz. Biz biliriz ki, vücûdumuzdaki hikmet, ilim, aşk, O’nun nûrunu isbat etmektedir.

Ey çocuklar! Gözünüze görmek kabiliyeti verildi mi, kendinize bakarsınız, sizi yaşatacak, eğlendirecek, oyalayacak şeyleri görür, onların peşinde koşarsınız. Onu göremezsiniz, düşünemezsiniz. En tecrübeliniz de, aklımızın ermediği şeyle ugraşıp deli divâne olacak değilim ya, der.

Biz O'nun yolunda aklı terk etmiş, divâneliği, zilleti, fakirliği kabul etmiş ve kendimizi de inkâr etmiş kimseleriz. Gözlerimiz, O’nun varlığından başka birşey görmez. Nakşa bakınca nakkaşa secde ederiz.

Heykellere bakın! Onların kanun ve nizam altındaki hareketleri doğup, büyüyüp yaşamak halleri, heykeltraşın azametini gösterir. Onu tesbih, takdis, tekbir, tâzim, tahmid ederek ALLAH ALLAH der ve can verirler.

Biz biliriz ki, onun sevgisi yolunda her can verişimizde bize daha tazesi ikram olunur. Gökyüzündeki yıldızlarda hayat varmış yahut yokmuş, bunun tahkiki bizim işimiz değil. Onlarla da ehli ugraşsın.

Bizim işimiz, onları da yaratan, kudreti, kuvveti, azameti sonsuz olan Hazreti ALLAH’a ulaşmaktır. Arzımızı bir tiyatro sahnesi seyreder gibi seyredelim. Rububiyet ile ubudiyet arasında birçok makamlar ve o makamların üzerinde mücadele edenlerle doludur.

Bir çocuğun önüne serpilen oyuncaklarla oynaması gibi herkes bir işle meşguldür. Kimsenin hatırına gelmez ki, kendisini bu dünyaya getiren var. Ödünç olarak bir ömür sermayesi vermiştir. Oyuncaklar da o zatındır. Mal sahibi memnun edilirse bütün oyuncakları size bağışlar.

«Ben damarlarınızdan yakınım» diyor da kimse bu kadar yakın olan zat kimdir? Niye göremiyorum demiyor ve aramıyor. (Milyonda bir müstesnalar vardır ki, onlar da sözümüzün dışındadır.)

Cânan bazı âşıklarının gönlünde tahtını kurar. O vücûdda tasarruf eden O’dur. O’nun nûru gözden, sözden bir pınar gibi fışkırır. İlk defa Fahr-i Âlem efendimiz de böyle olmuştur. Ve bizleri Kur’an ile bu keyfiyetlerden haberdar etmiştir. Bazan da cânan, gözü ile göz kapağı arasına yerleşir.

68

Page 70: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

O zaman âşıkın uykusu kaçar, gözünü açar açmaz da cânanı görür. O da Mevlânâ Celâleddin Rûmi Hazretlerinde vâki olmaktadır.

Bizler de o mübarek zevatın izlerinden giderek «damarları-nızdan yakınım» sözüne mim koyduk, ezberledik, izahını bir türlü bitiremiyoruz. Biz değil, o yakınlığı, kâinat kitap olmuş yazılmış. Bir yaprağı bile elimize alsak doğuşunu, hayatını, ölümünü, rengini… tetkik etsek, orada da sır denebilecek bir takım gizlilikler var.

O zaman da (Ey Habibim, onları bırak. Kendi kitabını oku, bugün için bu sana yeter) diyen Hâtifî bir ses duyuyoruz. Bakınız küçük yaşta çiçek hastalığı ile gözlerini kaybeden Kemâli isminde Mevlevi dedesi aşk hakkında neler söylüyor.

Aşktır hayvânı insân eyleyen, insânı nûrBu rumuzatın basiret ehline pünhânı yokAşksız âlemde âdem olmanın imkânı yokDert devâdır âşıka bî dertlerin dermânı yokAşktır her müşkülün miftâhı, fethi, fatihiAşk sergerdânının bil! Müşkül-ü, âsânı yokNârı unsur; nûrı aşk ile olur gülzarı tâmServeri hûbânı aşkın nûru var; nirânı yokSen seni bilmek dilersen, aşka terk et sen seniAnda mahv ol kim Kemâli şan-ü âdı, sânı yokBizler de Kemâli dedenin nağmelerine, duygularına iştirak

ederek:Kendi sevmiş, kendi yapmış, kendi bilmiş kendiniKendi zâtında sıfâtın eylemiş seyrânı Hakk

diyebiliriz.Aziz okuyucularım,

Elbette anlamışsınızdır ki (kara gün dostuyum) serisi altında hamdım, piştim yanıyorum diye birinci kitapta olsun, münâcat, vecizeler ve nihayet kendimi açığa vurarak gönül ve aşk diye yazmak hevesine kapıldığım şu kitapcıklarda sözleri, dönüp dolaşıp ALLAH sevgisine getiriyorum. Bu nedendir bilemiyorum.

Cayır cayır yanan bir gönül, enerjisini ALLAH’dan alıyor. Sonsuzluğa doğru inliyor, ağlıyor, feryâd ederek koşuyor. Sevginin ve muhabbetin çok şiddetlisine aşk denir. Bunu siz de bilirsiniz. Vahdeti vücûd nazariyesine ve hakikatine göre «bu âlem tek bir

69

Page 71: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

vücûddur» diyenler aşkı düşünerek söylüyorlar. Fakat kendileri de o vücûddan dışarı değillerdir.

Hazreti ALLAH’ın aşkı tabiatta başlıyor, insanda kemâlini buluyor ve vücûdlarda devrediyor. Gönülleri arınmış vücûdların misafirlik müddeti dolunca hazreti aşk, kendisine me’va olabilecek diğer bir vücûddan doğuyor. Âşıklık, mâşûkun yaralı halidir. İştiyakın tahammül edilmez olduğu bir zamanda gurbetin ve hasretin son demleridir. İnsan da kendini yaradana, kendini ve âlemleri yaşatana ve bir nizam tahtında cereyan eden bu kâinat manzumesinin bir tek sahibine âşık değilse âşık olmalıdır.

Vefakârlık, sadakat ve olgunluk nişânesidir. Âşık olmıyanlar, olamıyanlar tam devrini yapamıyan varlıklardır.

Vücûdlarımız nedir?

Ruh kâğıdının üzerine yazılmış satırlardır, ayetlerdir. Kur’ân-ı Kerim'de olduğu gibi hikâyeleri, ibretleri, takdis, tesbih, tenzih, tahmid, tâzim satırlarını gösteren vücûdlarımız vardır. Cennet ve cehennem hâlâtını gösteren vücûdlarımız da vardır. Yine o Kur’ân-ı Kerim’de heva ve hevese uyarak azgınlıklar yapanların âkıbetleri yazılıdır. Bugün de aynı âkıbetler tecelli edebilir.

Yine o Kur’ân-ı Kerim’de ismi âzam gibi gizlenmiş inciler bu âlemdeki aşk ve irfan sahiplerinin vücûdları gibidir. Netekim bir insanın da muhtelif sıfatları vardır. Eski zamanların Musevileri, İsevileri, Muhammedileri bugün de vardır. İşte aşk ehli, gönül ehli olanlar da o Kur’ân-ı Kerim’i gönlünde bulmuş, okumuş, okutma yolunda gayret göstermiş kimselerdir. Bu âlemde onlar da gizlenmiştir.

Psikolojik bir keyfiyet vardır ki verem hastaları nasıl olsa yolcu olduklarını bilirler, başkalarına da kendi hastalıklarını aşılamak için başkalarının bardaklarından su içerler ve birçok teşebbüslerde bulunurlar. Bu halleri gazetelerde okuduk durduk. Âşık olanın da başkalarına aşk aşılamaları gayet tabiidir ve kudsi bir arzudur bu.

Aşk bütün vücûdu istilâ ederse, ALLAH’ın ve Peygamberinin rengine boyanmış olur. O vücûdun uzuvlarından işleyen Cenâb-ı Hakktır. O vücûd sâhibine, konuşan Kur’ân derler. Çünkü sözü Kur’ân’dan hariç değildir.

70

Page 72: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Variyette âriyet sırrını temaşa etmek lâzımdır. Yani var olarak görülen bu vücûdun bize âriyet olarak ödünç verildiğini hakkiyle idrâk etmek lâzımdır.

Eğer temiz bir gönülle bir âşıkın huzurunda bulunursanız, onun gözlerindeki nûr, sizin gözlerinizden gönlünüze akar ve yakar. Âşıkın sözleri de tesirlidir. O da kulak yoluyla gönlünüze girer ve istilâ eder. Yazıları tam bir dikkatle ve feragatle okunursa, o âşıka peyk olmağa mahkûmsunuz. Bu keyfiyetler talih işidir. Çünkü herkese âşık aynı gözle bakmaz. Sizin alıcı vaziyetinde temiz bir gönüle sâhip olmanızın saati de eşref saate mütevakkıftır. Çünkü dünya gailesinden kurtulmak zordur.

İşte size yine Mevlevi âşıklarından âmâ olan Kemâli Hazretlerinin sâkin bir halde iken söylediği sözler:

Âh etme gönül âh ile hûbân ele girmezFeryad mı o? Feryâd ile Cânan ele girmezVarlıkla varılmaz deri ihsânına yârinİhsân ile ol sahibi ihsan ele girmezDerd ehline derman yine derd içre nihândırErbâbı dile derd gibi derman ele girmezCan baş ile bil hizmeti pîrânı ganimetHer şey bulunur sohbeti pîrân ele girmezKaldırma yüzün hâki rehî Şâhı Necef'denHaydar gibi sultanlara sultan ele girmezEy nutfe iken ahseni takvim olan insanBil kadrini! Bil! Sûreti insan ele girmezTek bir nefesin gâfil olup verme hevâyaSıhhat gibi bir nimeti sübhan ele girmezHer bir güzele meylederek ateşe yanmaYûsuf çok olur. Yûsufı Kenân ele girmezÂmâlığıma, hırkai peşminime bakmaOsman gibi bir sahibi irfân ele girmezBir âh edeyim âhı da cangâhı da yaksınEflâke çıkup şu’lesi tâ arşa dayansınAhvâli perişânıma dildârım inanmazYâ Rab! O sitemkârı inandır da inansınYok bende liyâkat bilirim vuslatı yâra Amma nideyim? Talii nâsâzım utansınMadâmeki cânân, talebi candan usanmazBâri dilizârım tamaı candan utansınEy bâdı saba! Zârımı neşreyle cihânaAşk ehli sükûtı ebediyyetten uyansın

71

Page 73: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Gözyaşım ile aktı gözüm rehgüzarindeFermân ediyor hâki tenim kana boyansınCanını feda eylemeyen yâre KemâliBeyhude figan eylemesin ateşe yansın

Kemâli’nin bizlere de güzel bir nasihati var:

Aşkın beni rüsvâyı cihan eyledi gittiYaktı ciğerim bağrımı kan eyledi gittiEfgan ne büyük hâil imiş râhı talebdeHep ehli taleb geldi figân eyledi gittiErbâbı dili gör ne taleb var, ne emel varHakk ile gelüp Hakkı beyân eyledi gittiCânân yüzünün sırrını fâş etmedi kimseErbabı sefâ dilde nihân eyledi gittiİrfansız eğer şâhı cihân olsa da insanİnsanlığı âlemde ziyân eyledi gitdiİnsan ikiden hâli değil işbu cihandaYa cânını ten, ya teni cân eyledi gittiOnlar ki bu âlemde gelüp daldı sivâyaHayvan gibi her işi yaman eyledi gittiEsmâda müsemmâyı görüp fakre erenlerEcsâda nihân sırrı âyân eyledi gittiCânân ile cân birliğini buldu rızadaRûhunu rızasiyle revân eyledi gittiÂmâ ise de nûru bâsiretle KemâliNâmını melâmette nişan eyledi gitti

Kur’ân-ı Kerim hakkında da bakın ne güzel söylemiş.Anlamaz Kur’ânı bil Kur’ânla tev’em olmayanCismü cân kâim biiznillâh olan insan gerekEylemez Kur’ân nüzul ruh olmasa rûhul’eminKalbi ârif âşinayı münzil Kur’ân gerekAşkı Rahmân şeklidir insandaki şeklü suverDahili arş olmağa fânii firrâhmân gerek

Gönül hakkında Kemâlinin şu sözlerine kulak verirseniz birşey kaybetmezsiniz.

Zâhidâ Hakkı ararsan Hakka Burhandır gönülAra bul Hakkı gönülde beyt-i Rahmândır gönülVüs’atı arz ü semâvâtı geçen cennet nedir?Gönlüne gir kim tecelligâhı sübhandır gönülVâriyette âriyet sırrı tahakkuk etmedenKenzi lâ yüfna bilinmez mahzı zindandır gönülUnsurı idrâke sığmaz macerâyı aklı kül

72

Page 74: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Mâverâyı aklise dergâhı insandır gönülGâh olur bir dilberin zinciri zülfünde esirGâh külli âleme hakim Süleyman’dır gönülTerkizan, kat’ı izafat etmeden mahvı vücûdOl ne bilsin mahzeni esrârı Yezdândır gönülSıdkı hizmetle ülül’elbâba dahil olmiyanZahir olmaz sinesinde lübbi Kur’ândır gönülHer nefeste duymayan «ikr’a kitabek» sırrınıBilmez ol ümmülkitabı kevnü fürkandır gönülHayy ve Kayyum sırrını serde emânet bilmiyenBilmez ol; esrârı Hakka bir nigehbandır gönülOlalı mehcûr gönülden kalalı âmâ, gâribEy Kemâli derd ile her bâr nâlândır gönülSabahları erken kalkmayı âdet edinin ve hakikî âşıkların

yazılarını okuyun, ruhunuzun ne kadar hafiflediğini, nerelere yükseldiğini göreceksiniz. Bu konforlu, altınlı, gümüşlü âlemin kıymet derecesini o zaman anlayacak ve gafletinizden utanacak-sınız.

Bu hususta en kestirme sözü uşşaki meşayihinden, âlîm, fâzıl, mütefekkir, zamanının bir tanesi, 40-50 sene evvel rahmeti rahmana kavuşan Mustafa Sâfi hazretleri «Sen çık aradan - Kalsın yaradan» diye mahvu perişân olmağa mahkûm bulunan bu sûret âleminde ölmeden evvel öl, yâni bütün beşerî hallerinden ve emellerinden soyun, «Yaradan kalsın» demek istiyordu.

Netekim «Etle kemiğe büründüm, Yûnus oldum göründüm» diyen zâtı şerif de koca kitapların özünü iki cümlede tamamlamıştı. Diğer bir zâtı şerif de (âlem yahşi men yaman, âlem buğday men saman) demek sûretiyle tevazuunu ve mahviyetini göstermiştir.

Bu Nusret kulunuz da,

Sûrete bak sireti gör siretin var siretiHakka mir’at istiyorsan karşına al Nusreti Diyerek, sûrete bakmakla gönüllerin içini temâşa

mümkündür. Kendi cemâlini görmek istiyorsan benim gibi bir ayna sana yeter. Veyahut hakkı görmek istiyorsan benim gönlüm ve dolayısiyle vücûdumun her zerresi Hakka mekân olmuştur. Demek istiyorum.

Sonra, Süleymaniye Kütüphanesi Müdürlüğünden emekliye ayrılarak hac farizasını ifa esnasında hastalanan ve avdetten bir hafta sonra ebediyete intikal eden âlîm ve fâzıl, mesnevi şerh

73

Page 75: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

ederek taşlara hayat veren Hacı Hazmi Tura Hazretlerinin de şu şiirleri çok hoştur.

(1)

Ey âşıkanı bâ sefâ, ey sadıkanı pür vefaDuydum bugün bir nev seda, buldu gönül zevkü sefâDosttan düşünce ben cüdâ çektim nice cevrü cefâBin derde oldum mübtelâ geldi gönülden bu nidâÇün dostla oldum âşinâ bulam anınla rûşinâSem’ime erdi bu nidâ doldu nice arz ü semâMâşûk yüzün tutmuş sana iltifatı dolmuş câna«Âşık, bana bak" der bana sen bakarsın gayri yanaUşşaka denildi selâ yoktur selâmızda riyâGelsin bugün merdi Hûda kalbine versin bir cilâSûzi demiş bir hoş edâ buldu gönül anda sefaMazmununa Hazmi feda duysun bunu ehli heva

(2)Ey goncai bağı sefa ey virdi handanım yetişBûy’in senin derde devâ ey derde dermanım yetişDolmuş gözüm gönlüm senin aşkınla ey nazlı güzelSensiz cihanı neylerim ey munisi cânım yetişİçtim gözünden bir kadeh aşkın şarabın mest olubAyılmazem tâ haşredek ey çeşmi mestanım yetişEy tutii sükker dehan, nutkun verir bu cisme canKurban yolunda baş ve cân, ey mâhı tâbânım yetişNûrı cemâlin şem’ine pervâne veş yandı gönülAşkından ayırma beni ey şemsi tâbânım yetişDil bülbülü feryâd eder. Ağlar durur şâmü seherBekler o cânândan haber ey cânı cânânım yetişEy goncai bağı emel; ey hüsnü ânı bi bedelEy Hazminin Leylâsı gel, Sultanı hubanım yetiş

(3)Tuttum yüzüm divânâ geldimDergâhı şeyhe ihsana geldimMecnûn olalı Leylâyı hüsneDeşti cûnûnda cevlâna geldimGeçtim cihandan bu cismü candanCânâna canım kurbana geldimZülfün teline bağlandı ruhumZünnarı kırdım imâna geldim

74

Page 76: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Dil yâresine derman ararkenBuldum tabibim lokmâna geldimYüzün görünce ey şemsi tâbânAklım yitirdim divâna geldimHazmi Fakirin kuldur kapundaDergâhı pire ihsana geldim

(4)Gel durma gönül rahına erkânı AlidirEy can gözün aç sıdk ile burhânı AlidirPâk eyle gönül kâbesini durma tavâf etHer şahsa nasib olmaz o divânı AlidirKalbinde eğer doğdu ise şemsi hakikatRef eyle o dem perdeni meydanı AlidirMaksudun eğer rüyeti didâr ise elhak Zâtında o bir noktai irfânı AlidirTakdis edegör sen de O mihrabı elestiHestin görünen âleme imkânı AlidirSen senden haber aldın ise sende refikiSeyir eyle özün sır eyle seyrânı Alidir

------------------

Mülki bekadan gelmişem fâni cihânı neylerimBen dost cemâlin görmüşem hûri cenanı neylerimVahdet meyinin cür’asın mâşûk elinden içmişemBen dost kokusun almışam miski reyhanı neylerimİsmailim Hakk yoluna cânımı kurban eylerimÇünki bu can kurban sana ben koç kurban neylerimİsâ gibi dünyâ koyub göklere seyrân eylerimMûsâya dîdâr olmuşam ben (lenterâni) neylerimİbrahimim Cebrâile hiç ihtiyacım kalmadıMuhammed dosta giderim ben tercümanı neylerimÂşık Yûnus Mâşûkuna vuslat edince mest olurBen şişeyi çaldım taşa nâmus ü ârı neylerim

Muhterem kardeşlerim,«Sırrı hubbı ezelî ber heme eşya sârist» diye bir büyük sözü

vardır.

Ezele yani asla ait bir muhabbet vardır ki, bu bütün eşyaya sirâyet etmiştir. Bitkilerde de, hayvanlarda da, insanlarda da böyledir.

75

Page 77: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Erkeklerin kadına olan muhabbeti, aslını kadında gördüğü içindir. Kadınların erkeğe olan muhabbeti de aslını erkekte gördüğü içindir. Kadın ve erkek müsbet ve menfi tellere benzerler. İki müsbetten yahut iki menfiden nûr, şerare, ateş çıkmadığı gibi, müsbet ve menfinin birbirleriyle birleşmesinden bir nûr, erkek ile kadının birleşmesinden de evlâdlar hâsıl olmaktadır. Bu sûretle zürriyet devam etmektedir.

Fakat bu şekli soysuzlaştırmamalı, meşru bir şekilde devam ettirmelidir. Bu hormon aşklarından başka asıl olan bir de ilâhi ve kudsi aşk vardır. Bizim de anlatmak istediğimiz budur. İlâhi aşk kelimelerle, cümlelerle anlatılmaz ve anlaşılmaz. Bu keyfiyet mekteb ve medreselerdeki akıl yolu ile tahsil ile elde edilmez. Yolunda bulunmak lâzımdır. Hem de uzun yıllar gayret göstermeli ki aşk sultanı sizde de tecelli etsin.

Kirli ve buruşuk kâğıtlara yazılan mektuplar nasıl yüksek makama lâyık görülmezse, aşk tecellisinin zuhuru için de temiz bir gönül sahifası lâzımdır.

Ancak temizlendikten sonra sıra beklemek lâzımdır ki aşk hadisini yazacak ve okuyacak olan size el uzatsın. Bütün insanları bir dairenin dışında gezen karıncalar gibi farz edelim, dâirenin merkezi gönüldür. İlim ve aşk noktası da Kur’ân-ı Kerimin tecelli tahtasıdır. Bütün muhit oradan idare edilir.

Her insanda gönül ile alâkalı olduğu için merkeze doğru yol almak imkânı vardır. Dışarıdaki çokluklara, âlâyişe aldanmamak için Hakkın emri, şeriate riâyettir. Hükümlerini icrâdır.

O zaman bir mertebe içeri girseniz de kâfi değildir. Asıl yol tarikat namını alan bir takım âdetlere, çalışmalara ihtiyaç gösterir. Güneşten arza gelen ziya çizgileri gibi gönüllerin birleştiği merkezden insanlara nûr gelir; hayat, akıl, fikir, idrâk gelir. Buna arka çevirenler yine toprağa avdet edecekleri gibi, bu nûra erişenler de ölmez bir âlemde olduklarını anlayacaklardır ki bunlar Hakkın cennetine de değil, cemâline mazhar olmuş seçilmişlerdir.

Her hareketimiz, her muvaffakiyetimiz, her zevkimiz, her ilim ve idrâk nûru, bizim için tahsis edilen bütün lütuflar, her şey o merkezden geldiği halde nasıl oluyor da ona iltifat etmiyoruz.

Damarlarımızdan yakın olduğunu söyleyen o yaratıcıya karşı lâkayd kalıyoruz, hayret, bin kere hayret. Nefes alabilmemiz bile onun lütuf ve keremiyledir. Çünkü o hayatın tâ kendisidir. Biz

76

Page 78: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

O’nunuz. O’nun nûrunu taşıyoruz, O’nun sıfatlarına nâil olmuşuz, her şey O’nun lütfu ile emrimizde.

Gözümüzü açınca ilk gördüğümüz O, gözümüzü kaparsak iç âlemimizden gören de O, gördük dediğimiz de O. Bizim ismimizden başka bir şeyimiz yok. Onu da O halketti. Bize verdi, habibim dediği anda biz var olduk. O’na muhatab olduk. Bu varlıktan kaçılır mı?

«Ey âlemlerin Rabbi! Sana her şeyimiz hattâ canımız dahi feda olsun» dersek, o canımızı kabul edeceği zamanı bilir. «Ey ALLAH’ım sana bir şey veremem hattâ seni tanımam» (hâşâ) desek bile canımızı kurtarabilir miyiz? Ölümümüzü bir saniye önce alabilir miyiz?

Öyleyse Peygamberimizin buyurdukları gibi «Ey ALLAH’ım senden sana sığınırım» deyip sık sık boyun eğmemiz lâzımdır. Hem de kime eğeceğiz? Bizim vücûdumuz gibi bir vücûda sahip olana değil. Yalnız özünden mesâmatına kadar, Hakkın nûrunun istilâ ettiği bir vücûda eğileceğiz ki, üzüm üzüme baka baka kararır dedikleri gibi biz de ona baka baka nûr olalım.

Ateşle arkadaşlık eden bir odun, bir kömür gibi yanalım ateş olalım. Bunun için de Cenâb-ı Hakkın bize emirleri, tavsiyeleri kendisini zikretmek, seslenmek, çağırmaktır. Saf bir gönlün titreyişiyle hasıl olan zikrimize, dâvetimize elbet icabet eden olacaktır.

Baktı dil mir’âtı dilden oldu dildarım âyânGitti dil dildar geldi başka dildar istememZâtı Mevlâ kendini tesbih eder kendin bilirGaflet ü nisbetle ben tâat ve ezkâr istememHakk diyen zâkirde Hakk olmazsa zikri şirk olurFikri Hakktan gayri dilde başka efkâr istememHer nefeste nefy-ü isbat etmeyen MevlâsınıZâkir olmaz nefsini isbatla inkâr istememKâbetullaha giren şah olsa da giymez libasBen ziyarethaneme tesbih ve zünnar istememSâimim gerçe iki alem muradından bugünBen Kemâli iyde yettim başka iftar istemem

İşte Mâşûkun hasretiyle yanıp kül olan bir âşıkın şiiri daha.Sebadan dün gece ol gülruhun hâlin sual ettimDedi bûyun getirdim. Cânımı nezri nihal ettimNihalı kametin bâğı gönülde her salındıkça

77

Page 79: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Salındım vecde geldim aklü fikrim pâyimâl ettimFirâkı nârı hasret ol kadar yandırdı ki cismimCihânı, cânı yanmış serbeser âteş hayal ettimGeçüp feryâdü zârım tâ feleklerden süreyyayaNücûmun sâbit ü seyyaresin garkı melâl ettimBelâyi dert ve mihnetten rehayâb olmadım ammaKemâli kâmil insana uyub kesbi kemâl ettim

Vuslattan sonra da bir feveran geçiriyor.Dedim cânân mısın yâ cân mısın, cevher misin ya nûr

Dedi herşey ben’im kendimde ben kendim ayan ettimBelâ ve derdi aşktan gayri yokmuş âşıka merhemAnınçün sinemi dert ve belâya âşiyân ettimGedanın zilleti, şahın bekasız devleti bir âhAnınçün bu cihanın vârını yok itibar ettim Giden mazur gelen mazur, gülen hem ağlayan mazurCihanı serbeser mazur görünce itizar ettim

Ve bazı sırlarını fâşediyor.Bana benlik veren arz ü semânın nûrudur mutlak«Vücûdunla dedi sırrı vücûdum âşikâr ettim»Belâlardan şikâyet bir belâyı mahzı ekbermişBelâya sabrı her nolsa rızaya iftikar ettimHalâsı nefse çâre ölmeden ölmekle mümkünmüşRehi aşk içre can vermek; tarikin ihtiyar ettimFirâk ü vaslı dil, dildar; kuyudı ehli irfandırKemâli cehl ü gafletle visâle intizar ettimÖlmeden evvel öldükten sonra da sanki gözüne bir gözlük takılmış gibi makam değiştiriyor ve görüş tarzını anlatıyor.Aşk mahvetti beni yoktur nişânı kabriminKameti hüzn âverim sanki mezarımdır benimOlmak istersen azizi âlem, ol AbdülazizRuhumun ilhâmı nazmım yadigârımdır benimFarkı akvamü milel yoktur kitabı aşktaAnınçün halkı âlem cümle yârânımdır benimGünçi uzlet; arz ve cennetden de vasidir banaTerki can etmek bu yolda iftirakımdır benimZühtden geçmek, fedâyı din ve nâmus eylemekBâisi ikbal ve izzû iftiharımdır benim.Sevgili kardeşlerimiz, size bir hakikat daha açıklayayım.

Fahr-i Âlem Efendimiz âleme rahmet olarak gönderildi. İşe evvelâ şeriatten başladı. Çünkü cehennem korkusiyle zalimleri, cahilleri frenlemek; cennet tebşiriyle de gafilleri uyandırmak, dünya

78

Page 80: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

nimetlerine karşı zayıf ve haris olanları da dürüst hareketlerle bu âlemde muvvaffak olmasalar bile saldırganlık yapmayıp sabırla ve öldükten sonraki ebedî âlemde muvaffak olacaklarına dair bir ümit uyandırmak, vaadlerde bulunmak en doğru bir yoldur.

Bir takım kimseler de ebedî âleme olan iştiyakları dolayısiyle bu âlemin zevklerinin bâki olmadığını düşünerek her şeyi feda ettiler.

Onlara aşkın da, vuslatın da bu âlemde bulunabileceğini anlatmak lâzımdı. Bu keyfiyeti Hazreti Ali’ye âşikâr olarak, Hazreti Ebu Bekir’e de gizli olarak öğrettiler. Zikir ve tesbih ile en yüksek makamlara ulaştırdılar ve ulaşma yolunu talim ettiler. Şu var ki aşk, ölçü, hesab, tahmin tanımaz. Bunlar akıl işidir, aşk makamı şeriat makamının sonundan sonra başlar. Bu makam bütün makamların üstündedir.

Akıl öğrenmek ister. Aşk, bildiklerini unutmak, yok etmek ister. Akıl, her zevki tadmak ister, her şeye sahip olmak ister sonunda hepsini bırakıp helâk olacağını düşünmez. Rûhun üzerine bindiği ve saltanat sürdüğü vücûd topraktan yaratılmış olup, Tanrı lütfiyle birkaç zaman orada ârâm eder. O toprak mevcut rûh ile şenlenir, nûrlanır. Fâni dünyaya aldanmayan âşık, kahır yollarını seçer, hiç bir zevke, mala, mülke teveccüh etmez. Gafletle geçen bir dakikasına bile acır, teessüf eder. İstiğfar eder. Hattâ bu geçmişi anış lüzumsuzdur. O an sevgiliden gaflettir. Bunların hükümleri birbirine zıddır.

İşte Fahr-i Âlem Efendimiz için için yanan aşkını gizledi. Mî’râc yoluyla biraz belirtti. O kadar. Çünkü iki zıd fikrin ilânı islâmiyeti tehlikeye düşürür ve kendisi de birçok cahillerin itirazlarına hedef olurdu ki onlarla uğraşmaktan kendi zevkine devam edemezdi. Nihayet insanlara «Akıllarının erdiği kadar söz söyleyin» dedi, gitti. Aşk âlemindeki duygularını ifşâ edemedi. Bulunduğu muhit, aşkı idrâkten âcizdi. Aşk sofrasındaki yemekleri her mide kabul etmez.

Mî’râc gecesi Cibrili akıl «Ben daha ileri gidemem, yanarım yâ Resulullah» demiş. Efendimiz de «Öyle ise sen dur burada kardeşim Cibril, yanarsam ben yanayım» diye, zâtının sonsuzluğunda kaybolmuş. Akıl ve fikir faktörlerini Hakkın zâtının kapısında bırakmış nefhadan ibaret olan ruhunu uçuruvermiş.

Karıncalar bütün yaz yiyeceklerini taşırlar, toprak altında toplarlar. Kazma darbeleriyle, ateş ve su âfetleriyle gıdaları değil,

79

Page 81: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

kendileri de helâk olurlar. İnsanlar da çalışırlar, didinirler, meşru ve gayri meşru servet toplarlar. İyilik yapmazlar, komşusu aç yatarken, fakir bir kız evlenmek için çeyiz bulamazken, o üst üste yığar veya gece sefâhat âlemlerinde, içki sofralarında zehirlenir, vücûd yıpratır.

Aşk ölçü, hesap tanımaz, hattâ şeriat ölçüleri bile aşka kadardır. (Aşk, âşık, mâşûk) tek bir varlık oldukları zaman kendilerini bulamazlar. Şeriat, aşk için çalışır. İnsanları arındırır. Günah bırakmaz, yol erkân öğretir. Bir sağdıç gibidir.

«Ey sultanı aşk! Sana bir nûr daha iltihak ediyor» der uçurur. Gider, bekler.

Yanmakta olan bir varlık ateşten korkar mı? Hattâ bu kömür ateşi, bu odun ateşi, bu petrol ateşi diye tefrika imkân var mıdır? Ağaç, işe yaradığı müddetçe ağaçtır, odundur, sonu ateştir. İnsan da doğar, bir müddet öğrenir, dünyalık temin eder. Evine, vatanına bir müddet hizmet eder. 10-15 yaşından beri devam ettiği şeriat usulleriyle güzel ahlâk sahibi olarak bir ömür sürer. Sonra «Aman ALLAH’ım bu yeknesak hayattan bıktım» der. Herşey aslına gidecektir. «Şimdiye kadar bedenimin hükmünde idim. Şimdi de ruhlar âlemine ulaşmak, nûr olmak istiyorum. Yanarsam yanayım» diye bir özleyişle pervâne gibi nûr deryâsına atılır. Bu hal gerçektir. Atılanlar vardır. İşte bunlara biz Hakk âşığı diyoruz. Adetleri çok azdır.

Fahr-i Âlem Efendimiz vasıtasiyle islâm dini tekemmül etti. Şeriat dediğimiz âdâb ve erkân ile insanlar hayvanlıktan kurtulup doğru yolda hız almağa başladılar. Fakat şeriat hükümleriyle aşkın hükümleri birbirine zıd gibidir. Halbuki ikincisi birincisinin devamıdır, mükemmelidir.

Kısa akıllılar bunu bilmezler. Herkes idrâki çerçevesi dahilinde devrini yapar ve diğerlerini inkâr eder. Koca Peygamber zıd söz söylemez. İnsanlara akıllarının derecesinde söz söyleyin demesi de bundandır.

Şeriat; vücûd hareketile aklî nizamatı idrâktir.

Tarikat; ruhun tekamülü ile güzel ahlâkı âdet hükmüne getirmektir.

Hakikat; hedefe varıştır.

Mârifet; yine bu âleme ilim hazinesiyle dönüştür.

80

Page 82: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Nasıl olur da aşkı alenen tâlim eder. Nihayet Mî’râcı şerifdeki izahat ile bizleri tenvir buyurdular.

İşte Peygamber Hazretlerinin sırlarına mazhar düştüğü bildirilen aşk âleminin bir tek gülü olan Hazreti Şemsettin Tebrizi de bu hâli izhar ederek Hazreti Mevlânâ’yı bu vazife ile vazifeli görmüştür. Yâni Resulullah Efendimizin zamanı saadetlerinde, sırlı, kapalı söylediklerini o açıklamıştır.

Âşık cefadan yılmaz. Herkes için faydalı olmağı ister ve olur. Çünkü Mecnûn her baktığı yerde Leylâ’yı gördüğü gibi Hakk âşığı da her baktığı yerde Mevlâsını görür. O gördüğüne de fenalık yapmağı düşünmez.

«Sen de onun eserisin, seni de benim sevgilim yarattı, aynı kapının kullarıyız» der. İslâm, hristiyan, fakir, zengin, erkek, kadın seçmez. Her tarafa hizmettedir. Bir pırlanta gibidir. Cefaların artması onu yıldırmaz, belki aşkını arttırır. Âşıkın cefalara tahammülü, aşkının derecesi nisbetindedir. İşte «Yanarsam ben yanayım» diyen şânı büyük ve eşsiz Peygamberimiz bu kadar bir ışık gösterdi ve rûhaniyetlerinin tecellisiyle de Hazreti Mevlânâ’yı söylettiler.

Siz de şeriat hükümlerine riayetle aşk mertebesine yükselebilirsiniz. Kaleme, kâğıda dökülemeyen ne zevklere, neş’elere sahip olacaksınız. Tadan bilir derler. Tatmağa çalışınız.

Bu âlem cefa âlemidir. Biraz gözü açılana bir cennettir. Tevhid ve aşk gözlüğü takabilene bir nûr ve huzûr âlemidir. Aşk hâlâtını kalemler yazamaz kurur. Ağızlar söylerken nefes tükenir. Dinleyenlerin kulakları çınlar durur. Yalnız gönüller konuşur, gözler görür, yarasaların gözlerinin güneşin nûruna mukavemetleri yoktur. Halbuki aşksız bir şey yoktur. Fakat ne çare? Gaflet, hakikati görmemize mâni oluyor. Emrimize verilen şu âleme esir olmuşuz. Taparcasına bağlanmışız. Bir gün gelecek, bağırta bağırta buradan ayıracaklar cümlemizi. Fakat ne fayda.

Ey kardeşlerim! Gelin; bu âlem sizi terketmeden, siz bu âlemi terkedin. Bakın nasıl peşinizden gelecek, aman diyecek, bir tecrübe ediniz. Sözlerimi yanlış anlamayın. ALLAH’ın huzurunda olduğunuz zaman herşeyi gönülden çıkarın demek istiyorum. Zaman gelecek daima onun huzurunda olduğunuzu idrâk edeceksiniz.

81

Page 83: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Bir pazar günü radyoda Faruk Nafiz Çamlıbel ismindeki şairimizin «Yolcu ve Arabacı» şiirini Münir Nurettin bey sazlariyle sözleriyle şekillendirmişlerdi, dinledim. Hatırıma Mî’râcı şerife tatbik etmek geldi ve başladım yazmağa. Burada yolcu ruhumuz, arabacı akıl, araba vücûdumuz, at ise nefsimizdir. Satırlar arasında da anlaşılacaktır. Fakat peşinen söylemiş olalım.

Yolcu:Sökemem ben bu yolu başladım ammâ nideyim?Bir uzun yolculuğun yolcusuyum gitmeliyimGece, gündüz yürüsem elli yıl ister ki varamNe ömür; âh! ne de kuvvet, buna yetmez ne yapam?

40 yaşlarına doğru idrâki yükselmeğe başlayan ruh yolcusu, arabacı ile karşılaşarak konuşmağa başlar:Merhabâ ey babalık! Sana ben müşteri olsamBeni alsan ve götürsen de O cânânımı görsemBeni gönderdi bu iklime O, durmaz yanarımHele kırk yıl oluyor ki sabah akşam anarımDedi cânân bana «git, gez, yürü, eğlenmene bak»Sana verdim koca servet; deme asla kara, akNe görürsen bana anlat seni bekler dururumSıkışırsan seni ben, andığın anda bulurumBütün âlem senin olsun. Bunu bil sen de benimBunu bil kim seni ben cümleden üstün severimSana verdim bir saray ben; buna ister de kafesBeni an her nefesinde bu da diğer bir hevesYürü ey gonce-i zâtım! Yürü ey rûhi revân!Seni ben gurbete saldım sonu kurbettir inan

Arabacı söze başlıyor:Buyur ey rûhi revân! Seni gezdirmeğe geldimBana «ben aklı maaşsın» dediler, bekleyiverdimŞu beyaz at, araba, ben «bir vücûdsun» dedilerBize «insan» diyecekler. Sana izah edeyimSeni ben kâbei maksuda iletmek dilerimBunu emretti Hüdâ. Sonra da asla dönerimOraya 10 durağım var. Her durak ismim degişirSon duraktan ileri gidemem at can çekişirO şehirde yanarım az daha gitsem ileriGidemem ben, göremem ben nasıl yerdir o yeri

Nihayet onuncu durağa vardılar. Resulullah efendimizin Mî’râcı şeriflerinde olduğu gibi insânı kâmillerin akılları da aşk

82

Page 84: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

merhalesinde «ileri gidemem yanarım» derler. Ve himmeti noksan olanlar dururlar geri dönerler.

Çünkü orası aşk âlemidir. Müşahade ve vuslat âlemidir. Orada ilim, hayal, dilek, vücûd benlik istemezler. Benliği olmayan kimseden günah, sevab da istenmez. O da bir kayıddır ki ortadan kalkmıştır.

Şeriatta kemâl tarikata yol açar, tarikatın beşinci şehrinden sonra aşk âlemi başlar. Altı durak sonra da mâşûk ile vuslat ve nihayet yine âlemi vücûda gelinir. Âşıkın ruhu yine eski vücûduna iâde edilir. Tekrar şeriatten başlanır. Bu öyle bir devri dâimdir ki önümüz ebediyet arkamız ezeliyet olur. Biz de bu dairenin bir noktasında sür’atle devrettiğimiz için vücûd dairemiz yuvarlak bir nûr gözükür.

Bu hayat, vücûd arabamız eskiyinceye kadar devam eder. Bu müddet zarfında arabaya girmek isteyenler olursa alınır fakar temizlik imtihanından geçirirler, nalınlarını çıkarttırırlar.

Şimdi sâhibi mî’râc konuşuyor:Gidemezsin giderim ben yanacaksam yanayımBenim aslım, temelim O, ne olursam olayımBeni yoktan yaradan O, size bağışlayan OBana Kur’ânı veren, âlemlere serdar eden O

Burada bizlere dönüyor.Bana varlık vererek sonra habibim diyen OO âyân oldu benimle size pünhan yine OSize arz eylediğim yol O’na vuslat yoludurBuna aşk kervanı derler sonu yok, Hakk yoludurNideyim ben ki şeriat diye yazdım bir kitabBunu kâfi görenin gözlerini kapladı hâbYolunuz bitmedi ey nâs! Bu ne gaflet, bu ne naz?Geliver bir an için nâzı bırak eyle niyâzNe gezersin bu harabatta biraz göklere çıkGönül âfâkına uç bir görünür her yer açıkBakıyor düldülü pâkize sana açtı kanadNe durursun yürü! koş! ver elini! etme inadBırakup rahatı; çâk eyle cehil perdesiniGöreyim sende beni ta göresin bende seniAzıcık kendine gel dinle beni anla O’nuYatağa düştüğün an anla hayatın bu sonuGüleceksin bugün amma yarın ağlayacaksınGel ağla bugün aşk ile ki yârın güleceksinBiraz aşk ehline yâr ol çoğu yok bil yoğu çok

83

Page 85: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Ye, iç, eğlen, oku, öğren bu bir yol ki sonu yokNerede kaldı o günler? Nerede ehli dilân?Diye nevmid oluyorsan bana gel aşkıma yanBilemezsen, bulamazsan, aramazsan oyalanBana gerçek olan herşey sana elbette yalanBütün âlem fener olmuş mumu sensin iyi bakEğer ALLAH’ı ararsan beri gel gönlüme akBiz onun sırrıyız ey dost! Sana sır aşılayalımAşı tutmazsa eğer her ikimiz ağlayalımNerede Hazreti Kur’ân okunur? Orda varımNerede ehli kemâl sohbeti? Orda hazırımBeni sevmek kuru lâfla olamaz, fakre dalınBana ümmet olanın hali budur aşka yanınBeni gönlünde bulur çok arayan; sevgiliminSize Nusret yetişir beklemeyin haydi gelin

Ey hakikat yolunun yolcuları!Bilirsiniz Şemsi Tebrizi Hazretleri, Hazreti Mevlânâ ile

buluştuktan sonra birkaç gün geçmişti ki, pencere kenarından beş on kitabı havuza atmıştı. Bu hâli gören Hazreti Mevlânâ çok üzülmüştü.

Hazreti Şems, üzüldüğünü gördüğü Hazreti Mevlânâya Feridüddini Attar Hazretlerinin bir kitâbının baba yadigârı olduğunu öğrenince, tekrar elini uzattı ve suyun içinden tozları bile kaybolmayan o kitabı alıp verince şaşıran Mevlânâ’ya, «Bu kitaplar hep kîl ü kaldir» dedikodudur. Kitabı sudan ıslatmadan ve tozları üzerine çıkartmak da hâl ehli olanların yapabileceği bir iştir. Daha ne zamana kadar şu evliya böyle dedi. Bu evliya şöyle yaptı. Falanca şöyle kerametler gösterdi diyeceksin. Sen de onlar gibi ol. O işleri yap. Sen de «Rabbim bana da şöyle dedi diye gönül âleminden inciler çıkar» demişti.

İşte bu söze uyarak âlemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmeti olmak şerefiyle şereflenmiş, yıllarca ve ömrü boyunca aşk kervanına dümdarlık ederek gönül âleminin merkez noktasından avdet etmiş. Âciz, fakir bir ferd sıfatiyle hitab ediyorum.

Rabbim dedi ki:

«Ey benim nimetlerime şükürden hâlî kalmayan kulum. Sen ki dünya lezzetlerini bir kul olarak taddın, fakat benim tecelligâhım olan gönlüne sokmadın; esasen hepsi senin içindi. Sen onlara bağlanmadın, ibtilâ halinde sevmedin. Sevilecek her şeyde beni

84

Page 86: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

tercih ettin. Benim habibimi sevdin ve habibime tâbi olanları da tanıdın ve sevdin. Her şeyi olduğu gibi benim eserim olarak kabul ettin. Habibimin habibinin habibi kaç göbek devam ederse etsin benim de habibimdir. Habibimin düşmanları benim de düşmanlarımdır. Gözünün önüne serilen her varlıkta habibimin nûrunu gördün. Yâni görülenlerde habibimi, görülmeyenlerde de beni tek olarak gördün. Odun, çıra, kibrit, kandil… yanmakta olan herşey ateş demektir. Nûr demektir. Biri diğerinden farklı değildir. Etrafını aydınlatmak için yana yana ömrünü tamamlıyorsun, bu bana kâfidir. Şu halde her gördüğün cemâlim, her duyduğun ses benim sesim olunca, âlem aynasında kendimi temâşa ediyorum, senin gözünden, kulağından bütün mahlûkatımın niyazlarını görüyor ve tesbihlerini işitiyorum. Vücûd kafesi varmış veya yokmuş ne mânâ ifade eder. Sen bana iltihak eden bir nûr değil, benim nûrumun devamısın. Deryâyı zâtımdan ayrılan bir katresin.

Kişi yaktığı çerağ üzerine pervâne gerektir. Beni, gözleri ile göremiyenler çok, âlemi istilâ eden bir nûrum. Çünkü var gözüken bu âlem benim nûrâni varlığımın devamı olarak uzanan bir gölgedir. Ben bütün mahlûkatımla beraberim. Benim sevgili kullarım tende sabrı, ağızda şükrü, gönülde zikri devam ettirenlerdir.

Cennetde bahsettiğim ve vaad eylediğim dört ırmağın enfüsi mânâsı şöyledir.

1– İnsanı kâmilin elini tutarlar. Müsbet menfi birleşmesiyle aşk uyanır veya devam eder. Hedefini bulur.

2– İnsanı kâmille göz göze gelirler. Feyz alırlar.

3– İnsanı kâmilin ağzından çıkan her söze kulak verirler. Bu sûretle şerâbı mârifet içerek mest olurlar.

4– İnsanı kâmilin gönüllerine girebilirlerse ne mutlu onlara, benimle orada vuslata ererler. Aramızda, mürsel de bulunmaz. Bu vesile ile şunları da tekrar açıklarım ki;

Âlemleri ve tabiatı yaratırken bunların hepsini bir nizama bağladım. Toprak, su, hava, ateş dediğiniz dört unsuru evvelâ yarattım.

Emrimle ve cemâl tecellilerimle toprak, zuhura getirir, besler, büyütür.

Emrimle ve cemâl tecellilerimle su, toprağı besler.

85

Page 87: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Emrimle ve cemâl tecellilerimle ateş, ısıtır ve vücûd da hareketi temin eder.

Emrimle ve cemâl tecellilerimle hava, hareket dolayısiyle yanan kanı temizler hayatı devam ettirir.

Emrimle ve celâl tecellilerimle toprak, kendisinden zuhura gelenleri yine kendine çeker, yok eder.

Emrimle ve celâl tecellilerimle su, toprağı ve topraktan çıkanları beslediği gibi boğar öldürür.

Emrimle ve celâl tecellilerimle ateş, yakar ve öldürür.

Emrimle ve celâl tecellilerimle hava, daima hareketiyle hayatını temin ettiği şeyleri durma hareketiyle son nefesini çekerek öldürür.

Bütün bunlar ezelde kün emrimle faaliyete geçmişlerdir. Hayat ilk evvelâ sudan, sonra da nebattan başlar, nebatın terakkisiyle hayvanat çoğalır ve insanlığa intikal eder. Bitkiler daima huzurumda ve kıyamdadırlar. Hayvanlar daima rükûdadırlar.»

«İnsanlar da huzurumda hasbihal için, dertleşmek için tehiyyatta otururlar, benden meşrû olarak her şey isteyebilirler ve istedikleri elbette kabul olunur, beş vakit namazdan başka, âşıklarımın zikrü teşbihlerini, gecelerin sonunda ve sabahtan evvel kabul ederim. Ben de onların gönüllerine sessiz sedasız esrarı ilâhiyemden bazı haberler sunar ve onları it’âm ederim.»

«İşte emr ettiğim namaz: Sûretteki mî’râcın bir tekrarıdır, duâları namazdan sonra kabul ederim.»

«Yaratma tecellime ilk mazhar olan topraktır. Secde yeridir. Bütün âlemlerden feragat eden bir âşıkın başını koyacağı mahal secde mahallidir. O secdeyi kabul ettiğimi karşımda tehiyyatta oturmanıza müsaade etmemden anlayabilirsiniz.»

«Benim ezelde yazmış olduğum kaderinizi, dualarınızla değiştiririm. Sadaka mukabili ömrünüzü uzattığım gibi. Ey Nusret! Kullarıma şunu da söyle ki, namaz ile onlar bana urûc ederler, Ramazanda da ben tecellilerimle onlara tenezzül ederim, misafir gelirim ben Azimüşşân’ım ve Rabbülâlemin’im. Kelâmı kadimimde habibime emir ve nehiylerimi bildirirken daima «ey nâs» diye hitap

86

Page 88: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

ettim. Sen bunları tasnif ederek her sınıf halka anlayacağı tarzda anlat.»

İşte sevgili kardeşlerim!

Rabbim bana; ben âciz, fakir kuluna da bunları söyledi ve söyletti, sönmek üzere olan bir alevin son bir parlaması vardır ya. İşte bu kitab da bizim son nûrumuzdur. Bundan sonra yazmak, ya nâsib olur, ya olmaz. Beynimiz sulanacak, takmakta olduğum gözlük kâfi gelmeyecek, el ayak titreyecek, hepinize masum gözlerle bakacağım, «bu kitapları yapan ben miyim» hayret edeceğim ve nihayet kendimi son bir inkâr ile ALLAH diyüp göçeceğim, bir devir daha kapanmış olacaktır. Bir yaprak daha kuruyacaktır.

Ey kardeşler!

Her ne kadar Adem Baba ile Havva Ana'nın çocukları olduğumuz için kardeşiz, fakat ruh itibariyle ruh denizinden gelip birer cesede gizlenmişizdir. O'yuz. İsimlerimiz, şekillerimiz, değişik olmasına rağmen hep O'yuz. Sûret itibariyle hiç, mânâ itibariyle bir’in şûûnat ve tecellisine mazhar olmuş gelip geçen bir yolcuyuz.

Vücûdlanmız ruhlarımıza ödünç verilmiş birer elbisedir. Bizim varlığımız O’ndandır. O dâima vardır, biz dâima yokuz. Çünkü bir kölenin kendi vücûdu efendisine aittir. Tabiî kölenin sahip olduğu her şey de efendisinin malıdır. Köle cahillik edip de şu kolumdaki saat benimdir derse, gülünç olur. Onu da efendisinin aldığı muhakkaktır. Şu halde bizdeki aşk da (gerek hormon aşkı olsun, gerek gönül aşkı) ondan gelmektedir.

Bizim onu sevmek kabiliyetine sâhip olabilmemiz için bize eksiksiz olarak verdigi bir çok şeylerle birlikte aşkı da verdi. Biz de O'ndan aldığımız aşkı şuna buna sâhip olmak yolunda sarfedersek, yanar yakılırsak, bu da bizim gafletimizi, olgunluk derecemizin düşüklüğünü, tansiyonumuzun azlığını gösterir. Aşkı kitapta okumak başka, âşıkları görüp alay etmek başka, onlara acıyıp hayretle baka baka uzaklaşmak başka, âşık olmak başkadır.

Âşıklar da kendilerine geldikleri zaman, mâşûkunun huzurundan uzaklaştıkları vakit onlara acırlar. Onun da hayreti «ALLAH’ım! Aynı mâyadan yaratıldığımız halde bu ayılık nedir? Mûsâ ile Firâvun farklan ne kadar derindir.» der. Bu sefer Hazreti Mâşûk hizmet penceresinden konuşur, aşk makamına gelinceye kadar olan muhtelif derecelerdir. Yeni doğan çocuk baba, dede

87

Page 89: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

oluncaya kadar birok devreler geçirir. Kimisinin yaşı elliyi, altmışı bulmuştur, ama çocukluktan kurtulamamıştır. Buğday da ekmeğin aslıdır; ama birçok devreler geçirmeyince ekmek olup yenemez. Meselâ «Her şeyi yaratmaya kadirim, ama saltanatımın daralmasını istemiyorum.» buyuruyor.

«Benim Cemâl sıfatlarım olduğu gibi Celâl sıfatlarım da vardır. Onlar da saltanat sürmek istemez mi?» buyuruyor. Hasan, Hüseyin, Ayşe, Fatma için ölmeyi isteyenler, hattâ ölenler var. Kaç para?

Hakk âşıkı Mâşûkundan uzak düştü mü tekrar yükselmek ve ulaşmak için bulunduğu mertebede ölür, bir üstündekinde dirilir, orada da ölür ve daha yukarıki mertebede dirilir.

Böylece ölüp dirilmelerden sonra huzura varır, ama kendisinde de vücûd ve benlik namına bir şey kalmaz, nihayet yine makamı esfele iâde edilir. Bütün insanlar deniz kenarına dizilmişler. Kime sorsanız, bu su benim diyor. Deniz suyu taksimata uğrayabilir mi? Olsa olsa temas ettiği karaların ismini alır, hattâ bütün meyveler ve sebzelerin vücûdlarında suyun varlığı tam haddini bulmuştur. Hepsinin aslı deniz olduğu halde kavun, karpuz, üzüm, ıspanak… diye bir çok elbiselere bürünen; tad, koku, şekil değişikliği ile kendini gizlemiştir.

Aslı buğday demek olan un ise, ekmek, simit, pasta, kek, börek, makarna, şehriye… diye isim ve elbise almışlardır.

Tabiidir ki, herşeyin aslı olan su, toprak, hava, ateş denilen dört unsurda da kendini gizleyen bir varlık vardır. Bunlar tekâmül ve ittihad ede ede insana kadar varan tek varlık insan isimleriyle de kendini ayırmış ve yine gizlenmiştir. Yahud bütün varlıklarda âşikâr olan da odur.

Bu âleme bakışın da tasnifi vardır. Hayvan bakışı bakar, görür geçer. İşine yarayanın başına oturur, gözü başka şey görmez.

Gafletle bakış ise, yazın sıcak der beğenmez. Kışın soğuk ve yağmurlu der beğenmez. Yesin, içsin, sevişsin, yatsın. Ekmek parasını zahmetle kazananlar, ömrünü kabahatle geçirenler, hastalıklı olanlar için bu âlem bir cehennem manzarası arz eder. Rahat para kazanan, babadan kalma malla zengin olan, sıhhatte olanlar için bu âlem bir cennettir.

Bir kısım bakış sahipleri, baktığı her şeyde Cenâb-ı Hakk'ın varlığına, büyüklüğüne delâlet eden bir hayat ve peyda oluş şekli

88

Page 90: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

vardır, onu görürler; bunların bütün düşüncelerinin sonu hayrete varır. Acizdir, yokluktur, çünkü akıl bu işleri ihâta edemez. İşte o zaman, «Ey habibim, kendi kitabını oku, bugün için bu sana yeter.» diyen bir ses duyarlar.

Çünkü âlemin özü insandır. Tanrının da istediği insan kemâlâtının bu dereceye yükselmesidir. O, insanın sesini ve gönlünden geçeni duyar, bilir. Fakat her cihetten de onun bize hitabı vardır. Onu duymak meseledir. Kirli çamaşırları temizlemek için içini dışına çevirirler, işkembeleri temizlemek için de ters yüz yaparlar. İnsanların da tersi gönülleridir. Bunların da şeriat ahkâmiyle temizlenmesi lâzımdır. İnsanlara birbirlerinin gönüllerini görmek kabil olsa, o insan şekillerinde ne korkunç hayvanların şekli gözükür, hayret edersiniz. Ben bu muyum dersiniz. İşte tevhid yâni vahide irca usulüyle bu şekillerden kurtulmak, kâmil insanlığa erişmek kabildir. Bütün sırların âşikâr olacağı bir zaman elbette gelecektir. Hakk yolunda kendinden geçen âşıkların da da gönülleri, iç âlemleri bir güneş olmuştur ki nereye baksalar kendilerini görürler, nûr âleminde beşeriyet kesâfeti ve necaseti nazarı dikkati çekmez. Saç ve sakalınızın ağardığı zaman veya bastonsuz yürüyemez olduğunuz vakit, (herkesin idrak ve kabiliyet derecesine göre) bu ana kadar çekinip de söyleyemediğiniz bir hakikati itiraf mecburiyetinde kalacaksınız.

«İlim Hakk'ı bilmekmiş. Bundan mâdâsı kuru emekmiş.»

Hazreti ALLAH'ımızın lütuf ve keremi bütün mahlûklaradır ve bilhassa insanlaradır. Herkesin gönül kuyusunun derinliklerinde aşk petrolü vardır. Kazmak ve çıkarmak lâzımdır. İçerden onun tazyiki de vardır.

Boş çıkan kuyular varsa da bilemediğimiz için ve mücadele hızından geri kalmamak için bunu açıklayamayız. Yalnız petrol ararken definelerin zuhur etmek ihtimalleri de yok değildir. İşte size baştan başa hikmetlerle, ibretlerle, sırlarla dolu bulunan Kur'ân-ı Kerim'deki kuyuya atılan Yusuf Peygamberin hikâyesindeki nükte.

Şimdi size bir de konuşan insanlar hakkında bir tasnif yapayım.

1- Bilmez konuşmaz.

2- Bilmez konuşur. Delik kova ile kuyudan su çekip kazan doldurmağa benzer.

3- Bilir konuşmaz.

89

Page 91: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

4- Bilir ve konuşur.

5- Çok az bilir, konuşur.

6- Az bilir, çok konuşur.

İşte ben bu sonuncu sınıfa mensubum. Şimdi benim zamanım altı cihet kapılarını kapatıp gönül âleminde demlenmek zamanıdır.

Fakat gönülden de bir ses geliyor ki, «Demi geçmeden hikmet, ibret, aşk ve ilim pencerelerinden başını uzat! Seni yahud beni görmek isteyenler var» diyorlar. Çok kimsenin arayıp bulamadığı, göremediği O Mahbubu Ezeli ile beraber olarak yazmağa devam edelim. Kaç defa son vermek için bağlamağa hazırlandım. Olmuyor, olmuyor. Şimdi de Rabbimin emirleri üzerine ilk mektebin birinci sınıfından, son mektebin sonuncu sınıfına kadar olan ve talebe olarak anılan bir ekseriyete hitab ediyorum.

Tahsil çağını bitirmeyip, hayata atılmayan her genç bence çocuktur. Bu vatandaşların şu yoldan gitmeleri lâzımdır.

Hayatını tanzim edecek vakte kadar büyüklerinin sözlerinden çıkmamalan lâzımdır.

Ömrü, sıhhati ve saadeti veren Hazreti ALLAH’dır. O’nu unutmamak, O'nun emirlerini yapmağa ve (yapma) dediği şeyleri yapmamağa gayret etmelidir. Küçük bünyeleri içki, kumar, çapkınlık nasıl harap ederse, siyaset de öyledir. İdrâki cılız ve kısır bırakır.

Ana, baba, komşular, hocalar, çocukların iyi olmalarını isterler. Aykırı hareketinize mukabil olan tenbih ve tekdir, kulak çekmek ve hafif tokatlara mukabele etmeyi ve şikâyette bulunmayı, Mârifetname sâhibi İbrahim Hakkı Hazretleri köpek huylu diye vasıflandırıyor. Kâmil insan kendisini terbiye için harekete geçen sopayı ısırmaz, ateşle barut bir arada birleşemedikleri için müsbet ve menfi gençlerin birleşmeleri de onları yoldan alıkor. Mevki sahibi cahiller, ham ervahlar çoğalır. Sefahat ve sefalet artar. Ahlâk barometresi fenaya gider. Küçükler, büyüklerin her yaptığını yapmamalıdırlar. Onların süte alışmış mideleri, rakıyı, turşuyu hazmedemez. Mektebini bitiren herkesin bir de askerlik devresi vardır.

Ey asker!

90

Page 92: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Dedelerinden tevarüs ettiğin merdlik, cengâverlik, centilmenlik huylarından ayılma. Zayıflara yardım edenlerden ol, muhafazakâr ol. Fakat çok eskilere gidip de talancı olma. Çok eski devirlerde aslımız dinsiz olarak kendilerine müsait bir muhit buluncaya kadar çarpıştı, öldürdü, kırdı, yaktı. Fakat iki cihan güneşi peygamberinin kitabını bulduktan sonra, barbarlığını da bıraktı. Eski acaib lisanını da bıraktı. Sûret âleminin geçiciliğini, faniliğini düşünerek mâna âleminde mücadeleye başladı. Ve orada da nefis mücadelesini kazananlar çok oldu. Bu din, bu vatan hududu dahilindeki kardeşlerin sana Hakkın emanetidir. Kendi menfaatini de düşün, fakat ikinci plana al, amirlerin gibi çok uzakları görmeğe çalış. Fakat meskenete de yaklaşma, amirlerine âsi olma.

Amir isen memurlarını sev, koru. Onların halinden anla. Zulüm yapma, düşmanlarına dahi zulüm yapmamakta örnek ol. Vatan bir toprak parçasıdır. Harplerde şehid olacağını düşün ve korkma. Yalnız şunu bil ve unutma ki, ALLAH için harp edersen şehidsin, vatanım için deyip de yanlış yollara sapma, esasen ALLAH'ın emri de vatanın ve vatan sathındakilerin müdafaasıdır.

Ey askerliğini yapmış olan gençler!

Şimdi vatan sizindir, istikbâl sizindir. Çalış, kazan, evlen, mesud ol. Memleketine de temiz ahlâklı, çalışkan, Rabbini, peygamberini tanıyan, büyüklerine hürmet, küçüklerine şefkat göstermesini bilen, alnı açık, merd evlâtlar yetiştir. Devrân senindir. ALLAH'ını unutma, siyaset hayatına ancak şimdi atılabilirsin, fakat kalleş olma; vatanın selâmeti, milletin saadeti için mertçe fikirlerini müdafaa et, verdiğin sözü tut. Doğru bildiğin fikrinden menfaat için cayma, evleneceğin zaman dengini bul, sonra sefil olursun, kendinden çok güzel, kendinden âlim, kendinden zengin, kendinden çok genç veya yaşlısı ile evlenirsen saadete eremezsin, kadının esiri olursun, kılıbıklıktan kurtulamazsın; yüz güzelliğine pek bakma; ahlâk, terbiye, saygı ile gönlü bezenmiş olanı tercih et.

Memleketinin her zaman sana ihtiyacı vardır. Ecnebi memleketlerde gözün olmasın, onların sûretteki âlâyişine aldanma.

Oraya gidersin. Orada evlenirsin, zürriyet sahibi olursun, o zaman ne senden, ne karından, ne çocuğundan hayır gelmez. Memleket seni gaib ettigi gibi, sen de memleketini, dinini, imânını gaib etmiş, göçebe kavimlerin bir ferdi gibi olursun. Garblıların ahlâk telâkkisi başkadır. Medeniyet, islâm medeniyetidir. Ahlâk,

91

Page 93: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

islâm ahlâkıdır. Garblılar bile «iyi bir adam olsaydın, memleketini bırakıp buralara kadar gelmezdin, karaktersiz adam» derler.

Ey orta yaşlı erkekler!

Az çok hayatın girdisini, çıktısını öğrenmişsinizdir. İsraf haramdır. Gerek hormon israfı olsun, gerek para israfı olsun. Eşinizin de aşka susadığı zamanlar onlara verecek su bulamazsınız, nefsin çok hilesi vardır. Sualleri, cevapları vardır. Yuvanızın yıkılmasına sebep olmayın. Para israfı da böyle. Sonra fakirliğe düşersin, çok zor olur. Eskisi gibi çalışamayacağın zamanları hatırla, düşün.

Hiç ölmeyecekmiş gibi çalış! Yarın ölecekmiş gibi ibadet et. Yaşlılıkta kan harekâtı yavaşlar, azalır. Saldırganlık düşünceye ve sükûnete intikal eder.

Çocuklarının ve eşinin, hattâ herkesin kabahatlerini pek görmeği adet edinme, kendinin ve âile efradının terbiyesiyle alâkadar ol.

Ey yaşlı vatandaşlar!

Artık burnunuza toprak kokusu, ALLAH kokusu gelmeye başlamıştır. İhtiyarlıkta, hırs ve tama artar. İlk devrelerde gençlerle aşık atmağa kalkarlar, ama iş işten geçmiştir. Hastalıklar başlar ve sıklaşır. Çok yemek, çok içmek, çok istirahat diğer devredekilerden daha zararlıdır. Gözlüğe, bastona ihtiyaç hasıl olur. İlâçlarınızı cebinizde taşımağa başlarsınız, eğer gençliğinizde ALLAH’ı hatırlayıp şeriat emirlerine uymuş iseniz, ihtiyarlıkta da Cenâb-ı ALLAH sizi hatırlar. Unutmuş degildir ya, yâni sizi muhafaza eder. İçi boşalmış boş çuvallara, boş eski küfelere benzemeyiniz de, O yine sizin gönlünüzü imân nûriyle doldurur. Eğer gönlünüzde ALLAH muhabbeti, Peygamber sevgisi evvelce yerleşmemiş ise, teninizi can etmek için bir gayret sarf etmemiş iseniz, boş gelmiş, boş gidiyorsunuz. Gelmeniz ile gitmeniz; varlığınız ile yokluğunuz müsavidir.

Cami cami dolaşıp vaizlerin peşinden ayrılmasanız dahi, kaç para eder? Dünyâda muvaffak olduktan sonra, cennet arzusu gelir. Âşıklar cennete de tenezzül etmezler. Onlar dünyada bütün mertebelerden yükselip harem sarayı vahdete yükselip, müşahede zevkine dalmışlardır. Ölmezliğe, sonsuzluğa ermişlerdir. Mahbubun mahbubu olmuşlardır.

92

Page 94: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Fakat siz hayatta görülen bir ölüsünüz. Daha siz gençliğinizde ölmüşsünüz, ne ektiniz ki ne biçeceksiniz? Altmış seneden beri hiç senden ayrılmayanı, seni yaradıp yaşatanı hiç düşünmedin, aramadın, lütufların cahili kaldın. Halbuki O sana her gün beş vakit ezan okutarak huzuruna, uyanıklığa çağırmıştı da sen dünyâya aldanmıştın. «Bana değil» demiştin. Şimdi artık O lütufkâr, merhametli, şefkatli Rabbini, karşında seni cehenneme götüren kahır ve azap melekleri gibi düşüneceksin. Her taraf sana zindan görünecek. Öyle iken O yine, tövbe edin, mağfiret dileyin diyor. Selâhiyet verdiği bazı velileriyle seni irşâd ediyor, bâri onlara kulak ver. Bir tarafta kümeyle ateş var, diğer tarafta da bir metre kadar uzakta odunlar var, odunlar ateşe baka baka yanar mı? Tabiî yanmaz. Onunla yan yana, üst üste, sarmaş dolaş arkadaşlık etmeleri lâzım ki onlar da ateşliğe yükselsinler, nûr olsunlar. Ateş ve nûr nasılmış anlasınlar.

Bir bina var, bu binanın yanması için, ya içerden bir yangın başlar da binayı yakar, yahud dışardan bir yangının ateşi sirayet eder de yanar. İnsan vücûdu da bir binadır. Bu binanın eskiyip de yıkılmasını beklemeyin, şeriat yolunu tutarak, geceli gündüzlü dualarla aşk isteyin. Altın, gümüş, toprak, bina değil, aşk isteyin.

Niçin aşk tavsiye ediyorum biliyor musunuz?

Aşk, kalblerde bir ateştir ki mahbubtan, Mâşûktan başka ne bulursa yakar. Sûretteki ateş de ne bulursa yakar. Her şeyi temiz kül yapar. Kendine benzetir. Gönülde bulunan aşk ateşi de gönüldeki mâsivâyı yakar. Çer çöp, pislik kalmaz. Geçmiş günahlarınızın hepsi hayatta iken af olur. Çünkü aşk ile yandınız.

Muharebede şehid olanlar bir defa ölür ve tenden kurtularak can âlemine ulaşırlar. Fakat âşık, her nefes ölür ve ölüm sayısı bilinmez. Elverir ki, Hazreti Mâşûk aşkını verse de bir anda temizlenebilseniz. Odunların, çalı çırpıların içine düşen bir ateş gibi odun mevkiinde olanların arasına da bir âşık girebilir. Veya bir odun bir kaç âşıktan ibaret bir meclise dahil olabilir. Fakir, zaif, noksan görülen, fakat Bâri Tealâ'nın aşkiyle ateş fıçısına benzeyen o kâmil insanları elden bırakmayın. Arkadaşlığını ve gönlünü kazanın. Elini ayağını öpün. Çünkü onun gönlü öyle bir kâbedir ki, içeri girebildiniz ise ne mutlu size. Dünyâya değil, âhirete ve cennete dahi bakmazsınız. Çünkü o gönül, Hazreti ALLAH’ın mekânıdır, nazargâhıdır, tecelligâhıdır.

Dünyâya bağlanarak ölmekten korkmaktansa, titremek-tense, intikal devresinden evvel şu vücûdu bırakın. Bir kaç zaman

93

Page 95: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

gönül âlemine varın. Nasıl olsa ölüm var. Vücûdunuzu asıl sahibine teslim ederek kaygıdan kurtulup ruhunuzu arşa uçurun. Taş olmakta inad ederseniz, ayak altında kalmağa mahkûmsunuz. O taş ki ikiyüz metre yükseklikte bir kule taşı dahi olsa yıkılmağa mahkûmdur.

Âdet olmuş cümle âlem yılda bir kurban keser Gün be gün saat be saat ben senin kurbanınım

deyiniz. Yolunda kurban olmağa lâyık bir varlığa kavuşunuz. Hayatta bütün zevklere bir tuzak diyebiliriz. Çünkü biri

bitmeden biri çıkar. Hakktan, hakikatten alıkor. Ömür geçer. İhtiyarlık başlar.

Hazreti ALLAH'a yüzümüz olsun diye aklımız başımıza gelir secdelere kapanırız, beşe beş katarız. Heyhat! Ne vücûdta tâkât, ne de akılda idrâk kabiliyeti kalmıştır. İşte 60-70 senelik yanmayan, yanamıyan bir kütükten ne beklenir. Ağaçlar yaşken eğilir. O zaman istediğiniz şekli verebilirsiniz. İşte cehennem yakmak için böyle odun arar, herkes oraya kendi odununu kendi götürür.

Bu yolda akıl ve fikir yoranlar, güç, kuvvet sarf edenler şöyle diyorlar, vücûd sarayında, ruh sultanı, eşi bulunan nefse «işte servet ve saray hepsi senin. Sen de benimsin» diyor.

Nefis, ruhu yalnız bırakıp sarayın aşağı tabakalarında çalışanlarla zevk ve sefa âlemleri kurmakta veya aşçı ile hizmetçilerle, bahçıvanla… meşgul ve gece gündüz onların işleriyle, rahatlariyle, eğlentileriyle alâkadar oluyor, uzun bir müddet sonra saray eskiyor, harap oluyor, yıkılıyor. Bu sefer nefis hanım, ruh sultanına «aman efendi, saray yıkılıyor, ne yapalım» diye koşuyor. Ruh ise «Ben geldiğim yere gideceğim, dedemin diyarına, sen de dâima meşgul olduğun maiyetinle nereye gidersen git. Mademki beni bıraktın. Daima süfliyatla uğraştın. Aslından, makamı esfelden, su ve toprak âleminden kurtulmağa çalışmadın. Haydi def ol, onların yanına» deyip vücûd sarayından uçup gidiyor. Saraydaki hizmetçiler, vücûdtaki kuvvetlerdir; mâsivâdır; Hakk'tan alıkoyan zevklerdir.

Eğer ruh ile iyi arkadaşlık etseydi, kocasıyla beraber cennet saraylarında Cemâli Kibriyâ ile müşerref olacaklardı. Ve bunlardan lâtifei kalbiyye denilen bir çocuk doğacaktı. O da babasına benzeyecek, ömür çağını ilim ve ibâdetle geçirecek veya anasına tâbi olup iptilâlarla, ihtiraslarla heba olup gidecekti. Şimdi nefis hanım şu şarkıyı söylemektedir:

94

Page 96: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Düştüm elemi gurbete dildârın elinden Yandım alevi hasrete bed kârın elinden Attım canımı câhi cefâya çıkabilmem Hep çektiğim, ol şûhi sitemkârın elinden Göz yaşım ile beslemişim kâkül-ü zülfünMevlayı seversen, sakın ağyarın elinden Ey bâd-ı seba herkese bir nâme getirdinYok mu bize bir nâme aceb yârin elindenŞettarlığımız âleme fâş oldu KemâliRüsvalığımız hep bu dilizârın elinden

Mevlevi şeyhlerinden Kemâli Hazretleri (Mevlâ razı olsun), yaşlı kimselerin ağzından ne güzel terennüm etmiş. O’nun sûret gözleri görmüyordu, mânâsı açıktı. Aşk ve hikmet sırlarından gafil olanların da basiret gözleri görmeyen, görüyor zannedilen hakikat körleridir.Bülbüli şeyda ne yapsın zar ve giryân olmasınGül gibi ömrü geçen netsin de nâlân olmasın Ben Cemâli yâre nezr ettimdi cân kurban edemHangi müftü söylemiş âmâya; kurban olmasın Her ne yüzle baksanız göz aynada kendin görür Vechini pâk eyle kim mir'âta bühtan olmasınBakma eşyaya gözün eşk ile tathir etmedenYok dürür bir şey ki, anda sırrı Kur'ân olmasın Herkesin şeytanı vehminden doğar anda ölürVehmini idrâk kıl gönlünde şeytan olmasın Herkesin zannı kılar kendisini hâr ve azizZannı ıslah eyle kim tââtin isyân olmasın Ârifin gönlünde esrarı avâlim gizlidirPek sakın kim bir gönülde iki sultân olmasınSırrı aşkı şüpheli dillerde bulmak pek muhalSakla her nâ mahreme bu sır ilân olmasınBir nefestendir hayatın, bir nefestir sözlerin Pek sakın nâ ehilden kim o sır tâlân olmasın Ekmeli mahlûk iken düşme makamı esfeleFehim kıl mevhum vücûdun Hakka tuğyan olmasın Didei insan neye baksa görür MevlâsınıGörmeyen hayvandır ol kesrette insan olmasın Bir hâvanın nefhidir kâhi nefes kâhi kelâm Bunların sırrı Kemâli; Nefyi Rahman olmasın.

Âşıkların Mâşûk oldukları devre de vardır. Fakat Rahmân'ın Cemâl ve Celâl parmakları bazen Celâl tarafına çevirerek dünyâya iâde eder.

95

Page 97: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Cenâb-ı ALLAH, o kulunun tekrar aşk mertebesinde yanıb yakılmasını ister, o da O'nun zevkidir. Çünkü âşık Cebbar'ın eliyle itilir. Râhim eliyle çekilir. Esasen âşık da uzaklaştığını anlayınca yanmaya başlar ve şöyle gazeller okur.

Ağlarım yıllarca bir tâb-ü tüvan kaldım yetişBitti cismim ser be ser âh-ü figân oldum yetişNâr-ı hasret yaktı senden gayri bende her ne var Ateş-i aşkınla pâ malı cihân oldum yetişGülmedim gülmek de sensiz istemem ey kânı hüsn Her ümidim söndü her idbâre kân oldum yetişKalmadı hiç bir emel ancak muradımdır ecelAl elim Rahm eyle menfûr-i cihân oldum yetişElli yıldır ağlarım sensin teselli âverimElli yıldır didei eşkile kan doldum yetişSen buyurdun ümmete «âmâyâ şefkat, merhamet» Hamdülillâh dahili emnü âmân oldum yetişNûr içinde zulmete düştüm ve tende kalmışımHasta dil, âmâ, garib, mehcuri cân oldum yetişİstesem sensiz hayat. Noksan Kemâli neyleyimHuyi bed, âvârei âhîr zaman oldum yetiş

Âşıkın Hazreti Mâşûkta fâni olarak vuslata ermesi bir an meselesidir. Eğer tatlılıkla huzurdan ayrılmışsa, kendisi gibi aşk yolunda fedâiler arar. Kâh mahbuba hitâb eder. Kâh gafillere.Aman ey pâdişahım! Şah-ı mün'im bi âmân olmaz Kapunda ben gibi düşkün, zaif ve nâ tuvan olmaz Ne sabra takatım, ne ah ve feryâd etmeğe kudretNe yapsam bilmem ol mâha; figân etsem figân olmaz Hava birdir nefes bir, ayrilan tenlerde can birdirAnınçündür ki, cânân olduğu bir tende cân olmazKimi kimden, neyi ihfa ve izhar eylemek mümkün Gözün aç! Ârif-i nefs olana bir şey nihân olmaz Şifâsı, nimeti cismin kalır girdübı unsurda Tabiatta kalan ruhun hayatı Câvidân olmazHümayı himmeti süfli tabiatte kalan bi baht Esiri nefsidir. Dünyâları yerse doyan olmazEy insanoğlu! ALLAH aşkına gel dinle bu pendim Bu darül'imtihandan başka dâri imtihan olmazGözün aç bak ki, her gün gitmede hem cins ve akranın Didişme bunca derdlerle bu yerde kâmuran olmazSana senden yakın ALLAH’ı kendinden uzak görme O ALLAH ki, bütün cân ve cihân ansız cihân olmaz Yanar nârı sivâde, kavrulur sicni tabiatte

96

Page 98: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

O dil kim Ârifi Peygamberi âhîr zaman olmazZuhur etmezse «eynema tûvellu semme vechullah» Anın zikri kabul-i bârigâh-i müstean olmazDümmûû eşki haşyetle taharet etmeyen âşıkSelâti dâimundan lem'ai envâr âyân olmazGönül sâhiblerini gözle görmek kaydına düşme Baka âşıklarında kisve ve nâmü nişân olmazNesimi «eynema küntüm» esen bir başa tâc olsa Olur dağ üstü bağ, enhâr akar anda dumân olmazRûmûz-i «Külli şey'in hâlikûn illâ»yı aşktan sor Kemâlî ravii aşkın hadisinde yalan olmaz

Ey hanım kızlar, ey istikbalin anneleri!Mektebe başlayıncaya kadar oynadığınız oyunları, yaptığınız

küçüklükleri kâfi görün. Evinizin dışında neler oluyor? Neler bitiyor? Hayat nasıl şeydir? Din ne demektir? Ve daha bir çok problemler vardır ki bunları çözmek yolunda ilk adımı atmış oluyorsunuz.

Aileniz içinde din ile alâkadar kimse yoksa komşularınızdan öğreniniz. Size kâfir, dinsiz derlerse kızarsınız tabiî. Göçebe değilsiniz. Sizin de bir milliyetiniz var. Türksünüz. Dininiz var, islâmsınız.

Kâfir ve dinsiz değilsiniz. Âlemleri yaradan, kullarının selâmetini ve saadetini istediğinden islâm dinini bizlere bildirmiş. Dinimizin bildirdiğine göre, insanlarla beraber peygamberler de Tanrının emriyle tekâmül yolunda bir takım emirler almış ve yapmışlardır. Bunları kabul etmeyip âsi olanlar azab ve işkenceler içinde can vermişlerdir. O peygamberlere itaat edenler de rahat ve huzura kavuşmuşlardır. Sizin yazılarınız, resimleriniz, el işleriniz ilk evvel kargacık burgacık anlaşılması güç bir halde iken, yavaş yavaş tekâmül ede ede herkesin okuyabileceği güzel yazılar, herkesin beğenebileceği güzel eserleri vücûda getirmeğe başlıyorsunuz.

İşte peygamberler de yüksele yüksele, kemâle ere ere bizim peygamberimiz Hazreti MUHAMMED MUSTAFA’ya (S.A.V.) sıra gelmiş, en kâmil, en olgun, en hayırlı bir peygamber olarak ve Tanrı'nın çok sevdiği bir kul olarak üzerimize gönderilmiş, peygamberimiz, peygamberlerin en hayırlısı, en yararlısı, en sevgilisi olduğu için, biz de en sevgili ümmet olarak ona tâbi olmak şerefini kazanmışız. Peygamberlerin bir kısmı Tann’nın «yapsınlar ve yapmasınlar» diye emirlerini hâvi birer kitap veya sahifelere sahiptirler. Bizim peygamberimiz de Hakkın kelâmı olan Kur'ân-ı Kerim'i bizlere getirmiştir. Bu kitap ve ahkâm, islâmlarla

97

Page 99: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

beraber kıyamet gününe kadar bâki kalacaktır. Dinsiz milletler hayvan sürüsü gibidirler.

Din, elbise, konfor, medeniyet mizanları ile ölçülmez. Dini yaşatacak insanlardır. İnsanların da yaşamalan için bu dünyâ âleminde yiyip, içmeğe ihtiyaçları vardır. Demek evvelâ yaşamak lâzım ki, doğru yolda gidebilmek için varlık ve kuvvet sahibi olalım.

Adı, islâm isimlerinden birisi olur da dine ait hiçbir malûmatı yoksa dinsiz demektir.

Adı hristiyan olup da dininin icabatını yapanlar, dinsizlerden çok hayırlıdırlar. İyidirler, üstündürler. Medeniyet, vücûdun giyinip kuşanmasını, yemesini, içmesini, dünyâda insan rahatlığı için icap eden her şeyi ögreten ilimlerin hükümlerini icrâ etmesi demektir.

Şüphesiz bu lâzımdır. Gecekonduda ve çadır altında yatmakla, apartmanlarda yatmak başkadır. Zeytin, ekmek yemekle baklavalar, biftekler, püreler yemek başkadır. Hayvan derisini sırtlayıp çarık giymekle, bugünkü elbise ve ayakkabılar arasında şüphesiz fark büyüktür.

Din, insanları mânevi bir olgunluğa ulaştıran usulleri gösterir. Yâni ruhun terbiyesidir. Güzel ahlâkı öğretir. Eğer siz de ana ve babanızdan din bilgilerini öğrenemiyorsanız, mektepler de sizi tatmin etmiyorsa, komşularınızdan veya kitaplardan, camilerde vaaz eden hocalardan mutlaka öğrenmeniz lâzımdır.

Her evde bulunması lâzım gelen Tanrı kelâmının Türkçe'ye çevrilişini okumalı, anlaşılmayanı sormalıdır. Kızlar, büyükleriyle beraber olmadan gezmemeli. Dünyâda çeşid çeşid insanlar vardır. Bence arkadaşlarla uzun gezmelere çıkmak bile mahzurludur. Hele erkek arkadaşlardan tamamiyle kaçmalısınız. Onlardan yalnız birisiyle ancak evlendikten sonra tam bir arkadaş olabilirsiniz. Aksi takdirde sokak kızı olmağa mahkûmsunuz. Lekelenirsiniz.

Kendi lisanınız, islâm dininin lisanı varken ecnebi lisanlar size bir faide vermez. Onlara rağbet etmek de fuzuli bir meşguliyettir, masrafı mucibdir. Meselâ, size ingilizce ne zaman lâzım olur? Bir İngiliz’le evlendiğiniz zaman. Meselâ, size Fransızca ne zaman lâzım olur? Bir Fransız'la evlendiğiniz zaman. Halbuki siz bir İslâmsınız. Bir Hristiyan’ın emri altına girmeği ister misiniz? Belki isteyenler de vardır. Artık o kız Türk ve İslâm değildir. Kendini, ana babasını, memleketini, ALLAH'ını, Peygamberini düşünmüyor demektir. İnleye inleye yaşamağa, sürünmeğe, vatan hasreti içinde

98

Page 100: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

ölmeğe mahkûmdur. Kızların hayatta erkekler arasında işleri yoktur ve olmamalıdır. İyi bir ana olan kız, muvaffak olmuş demektir. Kızın çalışma yeri evidir. Dahildedir. Bence hayata hangi kızlar atılmalıdır?

1- Üveği ana veya üveği baba yanında rahatı kaçıp istikbalinden emin olamıyanlar,

2- Fakir olup da ihtiyar anasına ve babasına bakmak mecburiyetinde kalanlar,

3- Kendilerini çirkin görüp de koca bulmakta şüphesi olanlar.

Namus ve ciddiyetle hayata atılanlar da bir koca bulup evlendikten sonra işinden ayrılıp evinde analık yapmalıdır.

Daha fazla kazanmağı düşünen çiftlerin çoğu, mes'ut bir yuva kursalar da yaşatamazlar. Yaşatsalar bile çocuklarının

terbiyesini temin edemezler. Bu defa çocuklar onun bunun elinde bedbaht olurlar. Kadınların çalışması, erkekler arasında işsizlik meydana getirir. Bir kadın yerine bir erkek çalışırsa, o erkek evlenecek, yuva kuracak, hem bir kadının iâşesini üzerine alacak, hattâ birkaç da çocuk sâhibi olacaktır.

Amirler, patronlar yanlarında kırıta kırıta çalışan kadınları tercih ederler ve onlarla sevişirler. Ama evdeki hanım bunu hissederse boş durur mu?

Bu defa silâhlar konuşur, intikamlar ve namus temizlemek için cinayetler başlar. Garb medeniyetinde ahlâk mefhumu başkadır. Domuz sürüleri gibi eşlerini kıskanmayan erkekten ve kadından hayır gelmez. Kadına hürriyet vermek için Garb yolunu izlemek, şahsi menfaat sahiplerinin tuzağıdır. Milliyet, din, şeref, namus elden gider. Mânevi ve ruhî olgunluklar akamete uğradıktan sonra bu medeniyetten ne hayır gelir?

Dokuz ay gebe üç ay lohusa olan bir kadından ne randıman alınır? Karşılıklı müsâmaha sahiplerinde fazilet aranır mı? Kadınlar cinsi aşklarını gizlerlerse ev hayatlarında da çok muvaffak olurlar, bu kadar uzun sözden maksadım da, bu aşk meselesine gelmektir.

Cenâb-ı ALLAH, kadınları Mâşûk rolünde yaratmıştır. Bunların aşkları da erkeklerinkinden fazladır. Fakat aşkını gizlemesini bilmeyenler, mes'ut olamazlar. Neticede harab olup, çok derin uçurumlara düşebilirler. Erkeklere, âşık olmak ve hamle yapmak hassaları verilmiştir. Yanlış anlaşılmış bir medeniyet

99

Page 101: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

yolunu takip edenler düşünmelidirler ki, gerek ferdler, gerek âileler arasındaki çöküntüyü ve zehirlemeyi giderecek panzehire sahip olmadıkça kızlarımız akın akın ecnebilerle evlenmek arzusunda oldukları gibi, erkeklerimiz de isterik arzularla işçi olarak gitmekle zayi olurlar. Acaba bunların kaçta kaçı yurda dönecek, kaçta kaçı da gittiği gibi gelecektir? Yarını bile düşünmekten âciz bir haldeyiz. On sene sonra nasıl bir hal alacağımızı da hesaba katarak uzun uzun düşünmek lâzımdır.

Vatanın istikbâli gençlerin eline geçer. İhtiyarlar devirlerini tamamlarlar, gençler de değerli, mütedeyyin, temiz ahlâklı anaların terbiyesiyle iyi bir genç olabilirler. Şu halde, iyi bir terbiye alan evlâdlar vatanına ve hemcinsine çok yararlı olurlar. Aynı zamanda anası babası çalışırken hizmetçilerin ellerinde kötü terbiye olanlar da vatanına ve hemcinsine zararlı olurlar ki onlar da zayi olmuşlar demektir.

Çocuklar yuvada ne görürlerse onu yaparlar, benimserler. İçki, kumar, eğlence âlemlerini kaçırmayan ana babanın çocukları da öyle alışır ve sefahat âlemlerinde heder olur giderler. Ve etrafı da aşılarlar. İyiye giden arkadaşlarını da baştan çıkarırlar. Kızların korkuları koca bulamamak, sevilmemek endişesidir ki, boştur. Her kız, her kadın güzeldir. Vücûdlar aşağı yukarı aynı vücûdlardır. Behimi arzuları tatmin ederler.

Fakat asıl güzellik ruhda olmalıdır. Erkeğe hizmet, iltifat, saygı göstermesini bilmelidir. Onun haz duyduğu hususatı keşfedüp ona intibak etmesini becermelidir. Az masrafla iyi ve temiz giyinmesini bilmelidir.

İbâdetini, Rabbini, Peygamberini unutmayan kadınlarda bir de nûrâni güzellik vardır. Kadın icâbında erkeğe karşı müsâmaha göstermelidir. Onun her hareketiyle yarış etmek ve tenkit etmeye kalkışmak, erkeklerin nefret ettiği şeylerdir. Kendinizi, yalnız kocanıza güzel göstermek için ne yapmak lâzımsa yapınız. Mubah-tır, sevaptır.

Evinin işi dururken, el ve ayak tırnaklariyle uğraşmak akıllıca bir hareket değildir. Boyalarla, kaş ve kirpiklerle güzel yüzünü harab edip, acâyib şekillere girmemelidir. Kâfi miktarda te-mizlendikten sonra, misafir karşılamasını, edâlı hareketlerle, güzel sözlerle, zârif hareketlerle karşısındakinin gönlünü kazanmayı bilmelidir. Asıl olan, gönül temizliği, ahlâk güzelliğidir.

100

Page 102: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Cenâb-ı Hak, daha biz doğar doğmaz rızkımızı, kısmetimizi, eşimizi tayin etmiştir. Mukadder değilse, zâten istesek de olmaz, mukadderse, üzülmeğe değmez. Evvelâ ALLAH'ı seviniz. O'na kul-luk ediniz. O, sizin yüzünüze ve gözlerinize öyle bir câzibe verir ki, hayret edersiniz. Güzel huylu nice çirkinler vardır ki, kocasının bir tânesidir. Nice güzel görünen kadınlar da vardır ki, üzerlerinde yı-lan donukluğu taşırlar.

Mecnun'a Leylâ'nın güzel bir kız olmadığını ve nasıl olup da sevdiğini sormuşlar. O da «Ona benim gözümle bakınız» demiş. Şu halde, sevmek keyfiyeti acaib bir haldir. Bir kızın bir ufak hareketi, işvesi, karşısındaki erkeğin gönlünde bir yara açabilir. Bakmasını, gülmesini de bilmek lâzımdır.

Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş derler. Seçmekte ace-le etmemeli, sabırlı olmalıdır. Farkında olamazsınız ama sizin her hâlinizi tetkik edenler vardır. Her mahlûk sevişen bir ana ile bir babanın muhabbetinin mahsulüdür.

Her varlık, aşk neticesi dünyâya gelmiştir. Aşk ile yaşayıp, aşk ile ölmelidir. Aşırı hareketler, vücûdunuzu yıpratmaktan başka bir şeye yaramaz. Ağır, temkinli, hürmetkâr olunuz ki, erkeğinizden saygı ve şefkat göresiniz.

Bazı hafif meşreb erkekler ecnebi kadınların gayri samimi ve sever görünen hareketlerine aldanıp onlarla evleniyorlar. Bunlar da ekseriya din ile alâkası bulunmayan maddi insanlardır. Herkesle gezip tozan «ben hürriyetime sâhibim» diye, koca bulmak arzusuyla her taşa baş vuran kızların yüzde doksan dokuzu hayatta muvaffak olamazlar. Olanlar da kendileri gibi kılıbık, şıpsevdi erkeklerle mesut olamayan bir hayat sürerler.

Evinizin işinden yılmayınız. Mecbur olmadıkça ellere muhtaç olmayın. Kendi işinizi kendiniz görün. Bir âilenin her ferdi böyle düşünürse sonunda refaha kavuşurlar. Hem bu işler sâf bir duygu eseri olduğu için ibâdet sayılırlar. Yuvayı yapan dişi kuştur, hüsnü niyetle çalıştıkça. Yuvayı bozan da dişi kuştur, erkeğini idare etme-sini bilemiyorsa. Her iki taraf da karşılıklı olarak ipin ucunu kaçırmamalıdırlar. Eşini seven onun sevdiklerini de sever, onun âile efradını küçük görmez, dolayısıyla ALLAH da onu sever.

Ey zenginler!

101

Page 103: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Hepimiz biliriz ki, bu âleme çıplak gelir ve çıplak gideriz. Eğer Hakkın lütfu olmazsa birkaç arşın bezden bile mahrum kalırız, yananlar ve boğulanlar gibi.

Para kazanmak iyi bir şeydir, bunu herkes beceremez. Parayı para kazanır. Para ile dostluk kazanmasını da bilmelidir. Muhtaç olanları da düşünmelidir. Dinimizin esası yardımdır. Şarap parası, kumar parası vermek haramdır. Para, ahlâkın da düşmanıdır. Parayı kazanmasını bildiğiniz gibi yerinde sarf etmesini de biliniz. Evinin idaresinde acemilik çekenler memleket de idare edemezler. Kendi nefsini idare edemeyenler bir ev de idare edemezler, dört öküzü suya götürüp getiremezler.

Memleket, borç içinde ecnebi piyasalardan yardım ararken, zenginlerimiz harekete geçmelidir. Çünkü para, bu memlekette kazanılmıştır. Fakirlere yardım etmelidir. Komşularınız aç iken otomobil sefalarını azaltmak, müsrifçe para harç etmekten sakınarak fakirleri doyurmak, giydirmek, okutmak, evlendirmek size vicdan huzuru, ALLAH muhabbeti verecektir. Unutmayınız ki, sadaka ömrü uzatır, belâları defeder. Duâlar da kaderi değiştirir, iyiliğe yöneltir. Hakkın huzuruna, elleri boş, fakat gönülleriniz dualarla dolu olarak giriniz.

Ey memurlar!

Amirlerinizin âleyhinde bulunmayın. Devlet malına tenezzül etmeyin. Halka hizmet, Hakka hizmettir. Kalp kırmadan hizmette bulunun ki, aldığınız para helâl olsun ve sizin de kalbiniz kırılmasın.

Ey amirler!

İyi hareketlerle memurlarınıza nümune olun. Garezkâr ve in-tikamcı olmayın, herkesi âilenizin bir ferdi gibi görün. Bu makam size bâki değildir. Muhalif bir rüzgâr sizi harman gibi savurabilir. Herkes her akşam vazifesi hitamında nefsini hesaba çekmelidir. Kötülükleri azaltarak iyiliklerini çoğaltmalıdır.

Ey dindaşlarım ve ey vatandaşlarım!

Evvelki yokluğumuzu düşünelim. Doğduk ve büyüdük, Rabbül’âlemin hazretlerinin, lütfiyle geçen her gün vücûdumuzda ve aklımızda bir terakki ve ilim hasıl oluyordu, gelişiyordu. Son nok-taya vasıl olduktan sonra yine küçüleceğiz. Unutkan olacağız, ha-reketten kalacağız ve nihayet yok olacağız. Bu birkaç satırla ömrümüzün bütün mevsimlerini yaşamış oluyoruz.

102

Page 104: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Bütün bu keyfiyetler, kendi kendine olmadı ya. Bu âlemi nizam ve intizam dairesinde, tabiat kanunları çerçevesinde devir ede ede yaşamakta, âyân ve nihân olan büyük bir sâhibi vardır. Her eserin bir sâhibi vardır. Bu âlemin sâhibi de ALLAHÜ AZİMÜŞŞANDIR. Eşi yok, benzeri yok, yemez, içmez, bütün sıfatları ile hala faaliyettedir. Bütün kapılara sahiptir. Ondan başka güvenilecek, müracaat edilecek bir kapı daha yoktur.

Gelenleri, gidenleri görüyoruz. Bizleri sevdiği için yarattı, ni-çin bizden de sevgi ve alâka görmesin? Niçin yap ve yapma dediklerinin tam tersini yapıyoruz? Hatırımıza yarının endişesi hiç gelmiyor mu? Harekâtımızı kontrol için bir de peygamber ve kitap gönderdi. Onları da velilerle takviye etti ve devamlı kıldı. Konuşan bir kimsenin aklı, fikri, bütün duyguları, söyleyeceği sözlerin önünden yahud söylediği sözlerin peşinden gider. Hâtalı konuş-mamak için bütün ruhiyle, varlığıyla böyle yapması lâzımdır. Söz, insanın gönlünden doğan, akıl tarafından da şekillendirilen, kendi mânâsının zâhir olmasıdır. Mânânın elbisesidir. Kendine göre biçer ve giyer. Yâni O, O’dur. Söz sahibinin ta kendisidir. Şu halde benim yazılarımdan, beni anlamak kabildir. Şeklimi de aşağı yukarı tahayyül edebilirsiniz. Ben bu kitabın ayniyimdir. Kur'ân-ı Kerim'den de Fahr-i Âlem Efendimizi takdir eder ve görmüş olabi-lirsiniz. Kâinat gibi bir eseri olan tek varlığın da ALLAHÜ AZÜMÜŞŞAN olduğunu anlayabilirsiniz.

Hazreti ALLAH, «damarlarınızdan yakınım» diye çok mânâlı bir söz söylemiştir. Kendini âşikâr etmiştir. Lâ ilâhe illallah diyerek de kendisini gizlemiştir ve aratmaktadır. Muhammed Resûlullah diye de bütün şa’şââsiyle ondan nûr saçtığını anlatmak istemiştir.

Şu halde güzel ahlâk ve ibâdet neticesi insan, mî’râc edip Hakkta yok ve nihayet Hakk ile bâki ve ölmez olabiliyormuş. Damgalı da olsa, damgasız da olsa altın altındır. Niçin sen bende, ben sende O'nu görmüş olmıyalım? Bir çocuk, ihtiyar oluncaya kadar bir çok istihaleler, tahavvüller geçirir, o çocuğun vücûd itibariyle büyük bir vücûdda devresi tamam olur. Fakat ruh, akıl, idrâk, şeriatın hükümlerini icrâdan sonra târikat denilen bir yol tâkip ederek aşk âlemindeki ebedî varlığa ulaşabilir. İşte ruhun muhtelif dereceleri, kemâle eremeyerek yoldaki rastladığı tuzaklara, şekillere, renklere takılıp noksan kalması, devrini yapamaması, noksanlarla arkadaşlık etmesindedir.

Bir ahbabınıza birkaç sahifelik bir mektup yazarsınız, zarfa kor gönderirsiniz. Mektup içinde bulundukça zarf da kıymetlidir. Çünkü gizlenmesi icab eden şeyleri örtmekte ve gizlemektedir.

103

Page 105: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Zarfı yırtıp atarsınız, mektubu elde tutarsınız. İşte insanın da ruhu, gönlü bir mektuptur, vücûd zarftır. Bu temsilden vücûdun, yâni zarfın kıymetini anlamış olursunuz. Tırnaklara varıncaya kadar boyamakla zâyi ettiğiniz vakitlere acırsınız. Çünkü sonu toprak ve leştir. Lâzım olan, gönül kitabıdır. Ruh âlemidir. Aşk sefasıdır. Şimdi o mektubun selâmları, sabahları, tıraşları da nihayet bir satırlık öz havadisi örter. Meselâ: Sizden para isteyecektir. İyiliğinizden bahseder, hâlini hikâye eder. Sizi över, iki üç sahife sonra maksada gelir. İşte insan da kâinat kitabının özüdür. Bütün varlıklar onun teferruatıdır. Onun zûhûra gelmesi için çalışmak-tadırlar.

Biz de, bizim emrimize verilen şekillere aldanarak, küçülürsek, üstümüzdeki yâni özümüzdeki hakikate erişebilir miyiz? İşte Kur'ân-ı Kerim âşıktan Mâşûka, özden sûrete Hakktan halka gönderilmiş mübarek bir kitaptır…

Sizi bir yere misafirliğe davet ediyorlar, yemekte bulunmanızı istiyorlar. Size ikrâm edilen yemekler nelerdir, biliyor musunuz? Ev sahibinin kendi sevdiği, seçtiği yemeklerdir. Sizin de seveceğinizi hesab eder.

Akıllı bir misafir yemeklere aldanmaz, çünkü bu bir tuzaktır. Bu kadar masrafı icâb ettiren sebep, aşktır. Size ilân-ı aşk edecektir. Veyahud o masrafların on misli fazla bir talepte bulunacaktır. İşte bu âlem misafirhanedir. Her şey bize lütf edilmiş bir ikramdır. Fakat tuzaktır.

Bizi besler, fakat canımızı ister, başımızı ister. İşte âşık bu nimetlere iltifat etmez. O zaten Mâşûkunu aramaktadır. Aşk âleminde malın, mülkün, hattâ vücûdun kıymeti mi olur? Mâşûkun sarayında başını vermeği göze alarak hele bir yok ol. Bak Sultan seni nasıl tekrar diriltir. Çünkü seni öldürmekten, bütün huylarını, elbiselerini soymaktan maksad, halvetine almak ve sana bir idrâk çocuğu nefh etmekten ibarettir. Çünkü saltanatının devamını istiyor.

Size O muhteşem sevgili, şu cihandan ibâret bir fasıl heyeti hazırlamıştır. Evvelâ o fasıl heyetinin içinde mûsiki âletlerini tanırsınız, kullanmasını öğrenirsiniz. Bütün makamlara âşinâ olursunuz. Size verilen vazife ile o fasla iştirâk edersiniz.

Sesiniz, bilginiz, sevgilinin hoşuna gitti mi, çalgı olan vücûdu yere çalarsınız, ruh olarak sevgilinin yanındaki mevkiinizi alır ve seyirci olursunuz.

104

Page 106: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Elinize bir perdavsız alınız, yere eğilip bakınız. Çok ufak hay-vancıkların birbirlerini yediklerini veya kıvrım kıvrım süründüklerini görürsünüz. Perdavsızı bırakın. Meselâ: Bir ölü hayvanın leşine bakınız, üzerinde yeni teşekkül ederek hayata gelen kurtlar görürsünüz. Gözünüzü yerden uzaklaştırdıkça bir evvelkileri göremez olursunuz. Daha büyükleri yâni fâreleri, kedileri, köpekleri… görürsünüz. Arzdan biraz yükselin, eski gördükleriniz gözden gaib olmuştur. Şimdi insanların gidip geldikleri, çalıştıkları, ekmek parası için nasıl çırpındıklarını görürsünüz. Daha yükseklere uçunuz, arz, ay, güneş vesaire yıldızları büyüklü, küçüklü noktalar halinde görürsünüz. Yıldızları da göremeyecek kadar yükselin. Yokluk içinde bir şey göremez olursunuz, ancak kendinizi görür ve his edersiniz. İşte gönlünüzün nâ mütenâhiliği içinde de bu hale varırsanız, Hazreti ALLAH'ı sizinle beraber görürsünüz. İşte bu görüş ânında Hazreti Peygambere kavuşmuş olursunuz, çünkü bu, mî’râc sahibinin yükselişini taklid etmektir. Onun bize gösterdiği bu yoldan gidebilirsek Kur'ân-ı Kerim'i ezberden okumak kabildir.

Bazı gençler evlerine bir paket alıp götürmeğe utanırlar. Halbuki kimse onun farkında değildir ve bu hareket ayıplanacak bir hareket de değildir.

Bazı hanımlar yeni bir elbise, şapka, pabuç giyerler ve koskoslanırlar. Halbuki onun elbisesinin yeniliğinin kimse farkında değildir. O kendi kendini aldatır da farkında değildir. Mektebe giden ve ufak çapta bazı malûmat elde eden bir çocuğun gururundan geçilmez. Sanki öğrenilecek başka şey kalmamıştır.

İşte hep bu keyfiyetler nefis ve şeytan denilen kuvvetlerden-dir. Koca vücûdlar ekseriya o ayırıcı, şaşırtıcı kuvvetlerin elinde oyuncak gibidirler. Ruh vücûdumuzdaki candır. Akıl ise nefsin mukabilidir. Vücûdumuzu ibadete sevk eder. Ruhumuzu bize bahş eden varlığa, yâni Cenâb-ı Hakka doğru sevk eder. Bunlar ölünceye kadar mücadele halindedirler. Biri yukarı, diğeri aşağıya çeker. İnsanlar bu sûret âlemine mensubdurlar. Mânâyı görmezler, bilmezler. Bu sûretin icâbâtını yaparlar. İşte peygamberler, kitaplar bizim aklımızın rehberleridir, yardımcısıdırlar. Hidayet ve şefâat bu ikisindedir.

Hazreti ALLAH'ın zâtının sıfatları ve sıfâtı sübûtiyesi vardır, sonsuzdur. Bizde de bu sıfatlar aynen vardır, fakat mahduddur. Hazreti ALLAH'ın Cemâl-İyilik, Celâl-Öfke sıfatları vardır. Bizde de bunlar vardır. İşte Hakka yönelmek, ibâdet, iyilik Cemâl sıfatımızın galebesinin neticesidir. Fena huylar, inkârlar, heva ve hevesimizde Celâl sıfatımızın galebesinin neticesidir. Mesele, bunları tefrik ede-

105

Page 107: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

bilmektedir. Doğru mudur? Eğri midir? Ayırmak lâzımdır. Kitap, sünnet ve şeriat bunların mihenk taşıdır.

Eğer bunlara uyuyorsa yapmalıdır, doğrudur. Uymuyorsa yapmamalıdır, eğridir. Meselâ nefis der ki «Adam sen de canına yazık değil mi? Bu soğukta abdest alarak üşüyeceksin, namaz kılarken pantalonunun ütüsü bozulacak. On iki saat aç durup da ne olacak? Bu kadar iyi yemekler varken, yenmez mi? Şimdi gençsin, ihtiyar olunca her ibâdeti yaparsın...»

Bu fikirler, şeriata, dinimize aykırıdır. İbâdette idman, açlıkta perhiz, vücûd dinlenmesi, zindelik vardır. Ama Cemâl sıfa-tını gözleyen ruh, gönül kulağıyla vicdanının sesini dinler «Seni yaratan Cenâb-ı ALLAH böyle istiyor. O ki, beni yarattı. Beni sevmiştir. Benim iyiliğimi ister. Beş vakit namaz vücûdumuzdaki beş duyunun şükrü içindir. Bu duyulardan hangisini bırakırsınız ki, onu gösteren namazları terk edin. Görmekten mi, işitmekten mi, koklamaktan mı, yoklamaktan mı, tatmaktan mı vazgeçersiniz?»

Namaz kılmayanlardan bu hislerin iç âlemine mukabil olanları Hakk tarafından alınır. İhtiyarlıkta dış âleme ait olanlar da alınır. Haydi şimdi ne yaparsanız yapınız. Siz günde iki defa yemek sûretiyle oruçtan mı kaçıyorsunuz? Haydi size bir tansiyon veya şeker perhizi veya bir mide hastalığı, haydi bakalım haşlama pırasa ile biraz patatesle yatın da görün.

Cenâb-ı ALLAH’ın bir de Cebbar sıfatı vardır ki, cebren kahren istediğini yaptırır.

Sevgili kardeşlerim, geliniz siz onun emirlerini seve seve kabul edin, zararlı çıkmazsınız.

Günler geçtikçe ve her yeni gün şunu da yaz diye gönülden emir alıyorum. Güneşi bilirsiniz. Gözü açık olanlar görür de bilir de, o güneşten arzımıza kadar uzanan ışık çizgilerinin üzerinde ve arzımıza değen yerlerindeki her zerre bile «ben güneşim» derse yalan söylemiş olmaz. Ne vakit ki güneş gâib olur, yâni arzımız güneşe arka döner, o zaman güneş olmadığımızı anlarız.

Fakat bu defa da yıldızlar lisana gelse, onlar birer birer «ben güneşim derse» o da yalan değildir. Bir cephesi güneşi görüyor ya. O taraf dolayısıyla arzımız da «ben güneşim» derse, aydınlık taraflarda kabul edilen bu söz dolayısıyla karanlık taraftakiler de o söze iştirak edebilirler.

106

Page 108: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Çünkü aynı arz üzerindedirler. Bir de kâinat manzumesinin tarihini düşünürsek bütün yıldızlar da asıllarına göre «ben güneşim» diyebilirler.

Fakat bu demek değildir ki, her varlık teker teker güneşim derse kâfidir. Asıl mesele bütün âlemin de güneş olduğunu kabul etmek lâzımdır. Gönlünde Hakkın nûru doğan ve yerleşen kâmil insanlar da böyledir. Cenâb-ı Hakk ise «Habîbim» dediği kimselerin gönlünde, nûrunu, tecellilerini, gizli hâzinelerinin anahtarlarını, di-lerse âşikâr eder, dilerse gizler. O sevgili kulu, bu hâli bilir. Bu tecellî karşısında kendini görmez, unutmuştur. Onun feyzini alanlar da bu hâli kendilerinden bilirler. Bazen coşarak «Ene'l-Hakk» derler.

Coşmayanlar ise tenezzül ettikleri ilk anda edebe riâyet ederek «Hüve’l-Hakk» derler. Gözlerinin her değdiği şeyi Hakk görmek lâzımdır. O kimse bilir ki, karşısındakilere kendi nûrunun şevki vurmuştur. Onları inkâr edemez, çünkü kendini inkâr etmiş olur. Kendisi asıldır. Ona bakanlar hakikatlerini görürler. O, kar-şısındakine bakarsa aynaya bakmış olur. O zatın gönlüne gönül bağlayanlar, bu hâli muhafaza edebilirlerse, zevkten zevke, tecelli-den tecelliye mazhar olurlar. Gönüllerinde aşk çerağı alev alev ya-nar. Beşeriyet icâbı o pınardan, o nûr menbaından ayrıldılar mı, gönülleri kararır, yanmağa başlarlar. O nûra alıştıkları için bu ayrılık ve hasret onlara çok ağır gelir.

Siz de namaz kılarken (Kâbe'ye gitmiş olmasanız da) gözünüzün önüne orayı getirseniz, orada namaz kılıyorsunuz demektir. Ara yerdeki bütün hâiller, perdeler, resimler bir mânâ ifade etmezler. Onlar yok demektir. Çünkü sizden â-lâka görmüyorlar.

İşte insanlar da Hakkın varlığıyla vardırlar. Bir taraftan da var görülen yoklardan ibârettir. O'nun nûrunun olmadığı bir yer yoktur. O'nun zâtının nûrunu taşıyan her şeyde vardır, fakat kendini bilmek lâzımdır. Asıl mesele buradadır. İlk, orta, lise, üniversite ne ise, İslâmlıkta da şeriat, tarikat, hakikat, marifet odur. Bu iki ilmin sûretteki insanı varlığa; tasavvuf ile alâkalı aşk kısmı yokluğa, hiçliğe, ebediliğe götürür.

Şimdi Mekke-i Mükerreme'yi gözünüzün önüne alınız veya oraya teveccüh ederek namaza durunuz. İşte bu sırâtı müstakimdir. Doğru yoldur. Her namazın her rekâtında (el-Hamd) sûresinde okunulan budur. Ve Hakkın bizlere olan hediyesidir.

107

Page 109: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Neticede şunu anlatmak istiyorum ki hedef olan Kâbe-i Muazzama'ya yâni gönül âlemine doğru giderken, sağa sola inhiraf-lar doğru değildir. Altına, gümüşe, apartmana, kadına, erkeğe ta-kılıp putları kıble yapmak doğru değildir. (İhtiyarlıkta hakikate yönelirim) demek de doğru değildir. Çünkü ömrün sonunu bile-meyiz. Vücûdumuza ve aklımıza ârızalar geldikten sonra zaten iş işten geçmiştir. Evvelâ bu hakikati bilir, bulursak diğerleri nasıl olsa bizimdir. Kısmetimizdir. Kâbe'ye vardınız, ötesine geçtiğinizi farz edelim. Yine doğru yürümeli ki Kâbe'nin üzerinden geçen büyük kuşak çevresinden ayrılmayalım. Ayrıldığımız zaman yolumuzu şaşırmış ve uzatmış oluruz.

Kâmil insan, ârif insan, bir muma, bir kandile benzer. Eskiden câmilerde elektrik yerine kandiller yakılırdı. Cam ve hususî çanaklara zeytinyağı konur, içine bir de fitil uzatılırdı. Yağ seviyesinden yukarda kalan fitil başlarını kibritle tutuştururlar, yağ bitinceye kadar o fitiller yanardı. İşte o insanın ruhu, ilim ve idrâki o alevdir. Vücûdu da fitildir. Yağ ise onun yanmasını temin eden maddedir. Âriflerin gönlündeki irfân ve ilim yağını, hayat kabiliyetini Cenâb-ı ALLAH verir. Âşıklar da boyuna söylerler, yazarlar. Gaflet karanlıklarında olanları aydınlatırlar.

Ölenler için kandilin yağı bitti derler. Biz de bunu zamanımıza uydurursak ruh ile nefis, müsbet, menfi tellerdir. Ampul olan insan vücûdunun nûru, o tellerin birleşmesinden hâsıl olur. Ya dış teller çürür, kopar. Ampul söner yahud ampulün dışı kırılır, bazen de içindeki teller kopar, yine aydınlık gâib olur. Yerine karanlık kaim olur. Ta güneş doğuncaya kadar. Vücûdlarımızın yaşamasında gökten inen rahmetlerin tesiri büyüktür. Yenecekler, içecekler ancak bu sûretle temin edilmiş olur. İnsanların bir de gönüllerinde semâ, yâni gök yüzü vardır. Oradan da varlığımızın mânevi kısmına rahmet yağar, feyz, ilim ve hikmet yağar. Gönül âlemimiz bir kaya parçası gibi ise üzerine yağan rahmetler akar, gider. Temiz bir toprak gibi olan gönüller bu yağmurlardan istifade ederler. O gönül toprağına ne ekilse bire on, yüz mahsul verir. Ağaçlan doyurur. İşte rahmet Hakktansa, gönül toprağını kurtlardan, taşlardan, yabâni otlardan temizlemek de bizdendir.

«Kayaların toprak olabilmesi de Hakktan değil midir?» derseniz, evet, o da öyledir. Geçmiş kavimler, idrâksiz kimseler kaya gibidirler. Malûm ya, toprak da kayaların tekâmül etmesinden hâsıl olur.

Yâni varlıklar yok olacaklar ki, diğer bir varlık olarak meydana çıksınlar. Onların kemâlâtı değil midir ki kayalar azaldı,

108

Page 110: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

topraklar çoğaldı? Diğer peygamberler göçtü, fakat nûru sönmeyecek, modası geçmiyecek olan Peygamberimiz sonra geldi. Ümmetler de böyle sevgili kardeşlerim. Rağbet sonadır. Çünki hamlıklar olgunluğa dönmüştür.

İslâm dininin gösterdiği yollardan gitmiyenler ne kadar zengin olursa olsunlar, ne kadar keşf ehli olurlarsa olsunlar, medeniyet dedikleri dünyâ refahının kaçıncı mertebesinde bulunurlarsa bulunsunlar, Muhammed ümmeti olmak şerefinden mahrum kalınca noksan demektirler. Varlığın her cephesinde muvaffak olanlar hastalık ve ihtiyarlık çilelerine girerken intihar ediyorlar. İşte bilhassa Amerikalılarda zuhur eden bu hastalık anınçin müzminleşmektedir. Özlerinin, ruhlarının kemâlâtı yolunda çalışsalar ne kadar nûrlu bir hayat sürerlerdi. Mânevi olgunluktan yoksun kalmazlardı.

Filvâki onların günleri geceleri aydınlık, ama gönülleri kapalı ve karanlık. Dağlarda, ormanlarda, göklerde iş aramak, zevkle yaşama aramak keyfiyeti, gönül âleminde hız alamamalarındandır. İlim hâzinesi insanlara göklerden daha yakındır. Hangi tarafa yürürseniz orada ilerlemeniz muhakkaktır.

Elektriği, televizyonu, telsiz âletleri… keşf edenlere ilim deryâsından birer katre verilmiştir. Hattâ daha ileri gidelim, onlar onun için yaradılmışlardır diyebiliriz ve halimize şükr edebiliriz. Onların hali şuna benzer ki Amerika'nın doğu sahilinden batı sahiline gitmek için trene, uçağa binmiyorlar da, vapurla Afrika'nın güneyinden Hindistan ve Japonya civarından gitmek sûretiyle yolu uzatıyorlar. Fakat Kâbe hedefinin yolları müşkilâtlarla doludur. Buna da ömür vefa etmez.

Bu sabah radyoda sineklerden penguenlere kadar olan bir çok hayvanların aşkından bahsettiler.

Muhterem okuyucularım, bu âlem esasen aşk ve muhabbet esası üzerine yaradılmıştır. Yaradan fakat görülmeyen âşık rolünde iken, zuhur kemâle erince mahlûkatında tâbiye ettiği aşkı tedricen lisana getirince mâşûk olup gizlenmiş, âşık olarak âşikâr olmuştur. Bütün mahlûkatta aşk esası üzerinde derece derece renk ve şekillere bürünen bir varlık ve heplik makamı vardır.

Bitkilerden başlayalım: Bunların tohumları rüzgârın tesiriyle çiftleştikleri gibi, yere ekilen dâneler de erkek rolünde toprak muhafaza ederek, kemâle erdirerek büyük bir ana mevkiindedir.

109

Page 111: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Tabiî bu aşk ve sevgi hayvanlara da sirâyet edince her erkek dişisini aramağa koyulmuştur. İnsana kadar varan bu tekâmül tabiî çiftleşme sûretiyle tezâhür edecek ve bu sûretle nesilleri çoğalacaktır. Topraktaki dâneler de karnından çatlayarak ölmüş telâkki edilir, fakat ağaç, çiçek veya meyve şeklinde tezâhür eden yine o dânelerdir. Sevmek tabiî bir haktır. Dişi nâz mevkiindedir. Bekler ve nihâyet muvafakat etmek onun bileceği bir şeydir. Fakat aşkını gizlemeyi erkekten daha iyi bilir. Erkek hamlecidir. Niyâz mevkiindedir, yalvarıcıdır. Her ikisinin de birbirlerinden başka sevecekleri çok şey vardır. İşte bu aşırı sevgilere ihtiras dedikleri gibi insanın kendi yüksek mevkiini unutup da aşağı mertebelere göz koyması bir tenezzüldür. Bütün mahlûkatın gayesi insana kadar yükselmek, onda fâni olmak, nefsini insana fedâ etmektir. İnsanın da çırpına çırpına aşağılara inmesi doğru değildir. Ya ne yapsın insan?

ALLAH'dan başka olan her şeye mâsivâ derler. Mâsivâya bakmasın, gönül kaptırmasın, aşağı düşmesin. Kendi mânâsında, hüviyetinde, benliğine gizlenmiş olan Rabbini bulsun. Her şeye sâhip O'dur. Ve gizlendiği yer gönüldür. İşte Kur'ân-ı Kerim'deki esfeli safiline red edilen insan tekrar yükselip Hakk âşığı mevkiini almağa çalışmalıdır. Belki bir gün Mâşûk üniformasını da giydirirler de ebedî varlığa ulaşır, sonsuz âlemde hiç bir şeyin ölü olmadığını anlar.

Kudsi aşk, sultanî aşk hormonları ve uzviyeti harekete getirmez, kendi kendinde erir, kaybolur. Nûr olarak tezâhür eder. İşte o avdet zamanında gönül kitabını, Hakkın kelâmını dinler ve okur. İşte o zaman,

Kendi sevmiş, kendi yapmış kendi bilmiş kendini Kendi zâtında sıfâtın eylemiş seyrân Hakk

dediği gibi.

Katreler deryâda, deryâlarda katre gizlidirNâr içinde nûr var nûr içre niyrân istemem Kudreti aşkından âlâ var mı Rabbü'l-âlemin Her ne var aşkın Kemâli, aklü iz'an istemem

diyebiliriz.Bütün peygamberler hazeratı, insan şeklinde

halkolunmuşlardır. Fakat Âdem aleyhisselâm başka, MUHAMMED aleyhisselâm başkadır. İtibâr sonadır, fazilet bakımından. Âdem aleyhisselâm vücûd itibâriyle buğdaydan yer ve cennetten kovulur.

110

Page 112: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Havvâ anamız (Âdemim) diye ağlarken, Âdem babamız da «Rabbim bizi affet» diye ağlardı.

Fakat yenilen dâne buğdaydan ziyâde insan ruhunun, idrâkinin Hakktan başkasına olan iltifatıdır.

İşte bu ve emsâli sırlara yalnız hikâye gözüyle bakanlar aldanırlar, başka sırları çözmek için ser olmak lâzımdır. Her ilimde ihtisasın bir mevkii vardır ve şümullüdür. İtirazlar, ukalâlıklar, mü-nakaşalar sırları gizler ve üzerine bir kilit daha koyar.

Aşk ehline âlemlerin esrârı âyândır Âriflere envârı Hüdâ sanma nihândır Onlar ki ânâsırda kalır misli behâyim Bağçei âlemde neye baksa ziyândır Hâk, ateş ü bâdâbda kalmak ne yamandırAhlâkı selim olmayanın kavli yalandır ALLAH diyen âşıkların ölmez dil ü cânı Uşşâkı bekâ cümlesi binâm ve nişandırALLAH'ı bilen dilde sivallah bulunur mu? Zulmette güneş gün gele; zulmet hezeyandır Eşyayı hakikatle gören gözlere bir şey Hail olamaz çünkü o göz nûr efşândırEy mahzeni esrârı Hüdâ, eyle tefekkür Hâk, ateş ü bâd âbde kalmak ne yamandır İblisi mizâç habsi anâsırda ne bilsin Mescûdı melâik olan Âdemdeki candır Izhârı Kemâl eyleme varlıkla Kemâli Bil Rabbi Râhimin keremi nutk-u beyândır

Kemâlî Hazretleri bakınız Âdem'deki sırrı nasıl açıklıyor:Âdem oldur ki ola âlemi eflâki muhit Habsi nefse düşenin haclegehi zindandır Sırrı Mevlâyâ erüb kisvei abde bürünen Yüzü insan, özü Yezdân, sözü hem Kur'ân'dır Fakrı tamma erişüb sırrı HUVALLÂHI bulan Bulur elbette Kemâlî ona kul sultandır

Eğer sabah namazından evvel kalkıp şu satırları da okursanız, hayretten bütün gün nerede olduğunuzu bilemeyeceksiniz.Âşık ü Mâşûk ve mahbub ü habib bir nûr iken Kesreti esmâ, sıfatta kaldılar nâdânı aşk Kenzi aşkın masdarı Ahmed, Muhammed, Mustafa Cem ü tafsiline ânın nezzele'l fürkanı aşk

111

Page 113: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Aşk ile olsun salât ile selâm ol nûra kim Nûrı vechini görenler oldular süzânı aşk Döndürür dâim «Muid» ismi Muhammed aynini Perdei aşkı açanlar oldular kurbanı aşk

Bir memleketi idâre edenler için oluşturulmuş birer kadro vardır. Meselâ cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar…

Bir dâirede bir müdür, birkaç muâvin, beş on adet servis şefleri… Buralarda bulunan şahıslar hep değişicidir. Biri gider, diğeri gelir, devran döner, zaman geçer, ömürler yürür, biter. Yenisi gelir.

Mânâ âlemini idare edenler de böyledir. Müddeti dolan gider. Aşk âleminde de şârâp kadehi değişebilir. Altın kâseleri değişebilir. Şârâp aynı şârâp, altın aynı altındır. Kıymetlerinden kaybetmezler, şahıs aynı şahıstır. Fakat muhtelif elbiseler giyebilirler. Âlemde aşktan başka birşey yok. Hazreti ALLAH kullarına âşık olarak yarattı. Câhil ve gâfil kullar taşa, toprağa ve nihayet birbirlerine âşık. Ârifler de ALLAH'a âşıktır. Onun aşkıyla var olurlar. Yaşarlar ve gel diye dâvet oldu mu, vücûd elbisesini bu sûret âleminde bırakırlar. Koşa koşa «lebbeyk» diye asıllarına giderler.

Makamlar boş kalmaz. Şahıslar değişir. Bu âlemde birkaç gün misâfir kalan, mutlak vücûdun kervan yolcuları birer söz söylerler, birer hâtıra bırakırlar, göçer giderler. Onun için bu göçme zamanına şebi arûs diyorlar.

Ey benim sevgili Rabbim, âlemlerin Rabbi! Gül, bülbül nasıl baharın müjdecisi ise, fâkir âciz Nusret kulun da, ezân okur gibi senin vasıflarının, güzelliklerinin tatlı terânesiyle kullarını sana ça-ğırıyor. Ne olur, onlara duyan birer kulak ver. Gönüllerine bakan birer göz ver ki kulaklar senin ismi şerifinden başka bir şey duy-masın. Gözler, gönüllere baka baka gönül olsunlar. Cesetler cân olsunlar. Sözlerim, onlara İsrâfil'in sûru gibi olsun. O mânâ elbise-leri olan sözler, Cebrail’in getirdiği haberler gibi olsun. Herkes gö-nül evine girip çıkmağı öğrensin. Dünyâ evine girip çıktıkları gibi.

1962 senesinin aralık ayında Konya’daki anma törenleri son bulduktan sonra iki gece de İstanbul’da Spor ve Sergi Sarayı’nda bu âyin haşmetle tekrar edilmiş. Biz de gidip görenlerden işittik.

Bütün mahlûklar, kâinâtı teşkil eden bütün yıldızlar, kendile-rini ve asıllarının etrafında peykleriyle beraber dönmektedirler. Bu işe ne vakit başlamışlar? Bu iş ne vakit bitecek? Bilen yok.

112

Page 114: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Cevapsız kalan birçok suâller gibi bilen yok. Bilmemek, sükût etmek aczin ifadesidir. Her şeyi bilenin ve Yaradan'ın huzu-rundaki aciz, her hareketi tabiata havale edenler sıkılmasınlar. Tabiatı ve kanunlarını, nizamlarını birer intizam dahilinde hareket ettirenin, Hazreti ALLAH olduğunu söyleyiversinler. Vücûdlara hayatiyet verilmeden evvel ruhları yaradan O; şânı, şerefi, azameti sonsuz olan ALLAH, bütün yarattıklarını sıraya koydu. Taşın, toprağın üzerine bitkileri, bitkilerin üzerine hayvanları, hayvanların üzerine insanları, insanların üzerine islâmları, islâmların üzerine de seçilmişlerini, diğerlerinden farklı muameleye tâbi tuttu. İlim de-recesine göre yarattı.

Bir kısım insanlar bâsiret gözlerinin açılmasını istemediler, bilemediler. Bu âlemin binâlarına, saltanatına, parasına, güzellerine, hevâ ve hevesine rağbet ettiler. Bir kısmı «bunlar bâki değildir, geçicidir» dediler. Bir cennet hayatına talip oldular. Bir kıs-mı da ALLAH'dan aldıkları aşk ve muhabbeti yine onun yoluna sarf edebilmek için çırpındılar, durdular. Aşk sar’aları, muhabbet nöbetleri geçirerek mum gibi eridiler. Rablarını gönüllerinden çıkarmadılar. Zaten Rabbimizin nazarı da gönülleredir. O dürüst olursa, âzâların harekâtı hatalı olsa da zarar etmez. İnsanların en sevgili yeri gönlüdür. Onu taşa, toprağa vermek yazıktır. Gönlün kıymetini bilmemek demektir.

Gönülsüz, aşksız varlıklar ve onu fenaya kullananlar iki ayak üzerinde durmaya muvaffak olamıyan kimselerdir. Bütün varlıkları gönlün derinliklerindeki bir noktada toplamak ilmine vakıf olamamışlardır. Hazreti Mevlânâ bu hâli bildiği gibi yaşatmaktadır. Sağ el, Hakkın rahmetine açılmış, sol el ile de bir çeşme gibi de-posunda toplanan füyuzâtı kendisinden sonrakilere akıttığını anlat-mak istemiştir.

Baş tabiî yana eğilecek. Hakkın huzurunda varlığa ve kibre delâlet eden dik durmak olur mu? Boyun bükük, gözler açık dururlarsa da bakışlar mânâsızdır. Kapalı dursa da gönül âlemindeki birliği temâşâ eder. Ah!... Kardeşlerim!

Bu sahnede dönenler olduğu gibi bir de bunları seyreden gözler vardır. Sahne dışındadırlar. Bir de bütün bu olan bitenleri, yâni ortada dönenlerle kenarda onları seyir ve temâşâ edenleri sinesinde, gönlünde ihâta eden bir tek varlık, Hazreti Kutbuzzaman vardır.

Resulullah Efendimiz'i temsil eder. Cenâb-ı Kibriyâ'nın tecellilerine mazhardır. Âlemleri sevgi alış verişi yapmak için

113

Page 115: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Yaradan'ın zâtına mahsus bir sevgilisi olacaktır. Şüphesiz bu da habibini izleyenlerin içinden yetişir. İşte o zâtın gönlü ibâdet edenlerin kıblesidir. Onun nazarı, tam kendisine teveccüh edenlerin üzerindedir. Onlara gözden, gönülden neler verir bir bilseniz.

Çiçekler ben güzel kokuluyum diye övünebilirler mi? Hayır! Akan sudan, kara topraktan nasıl olmuştur da o renklere, kokulara sâhip olabilmişlerdir? Bal, «ben şekerden tatlıyım» diyebilir mi? Arılar bu hususta kendilerinde baldan ve hendesi kutulardan dolayı gururlansa ne olur? Bal olmazsa arının ne kıymeti var? Arı olmazsa da bal olmaz, çiçekler de dağınık olarak kalır. Hakk vergisi olmazsa, insanda kemâlât, irfâniyet, aşk ve muhabbet olabilir mi? İşte bu kimseler de (seyyidü'n-nâs hâdimihüm, insanların efendisi onlara hizmet edenidir) sırrına mazhar olmuşlardır. Esen rüzgârdan aşk kokusu alırlar, öten kuşlardan aşk terânesi dinlerler. Bir lokma için bin bir çiçeği dolaşan arılar gibidirler. Bütün varlıklarda hikmet, ibret, kudret temâşâsındadırlar. Herkes hissesi kadar kısmetini alır. Kimisi alâka bile göstermez. Fakat ârifler, kâmiller nazarında;

Ayinedir bu âlem her şey Hakk ile kaim Mir'âtı Muhammed'den ALLAH görünür dâimdiye cenneti de arkada bırakıp zâtının deryâsına dalmış, temâşâ zevkinden hayran kalmışlardır.

ALLAH’la kul arasına girilmez derler. İmân ediyorum. Öyledir. Öğrenmek için hocalara müracaat ediyoruz, bu nedir?

İnsan etrafını öğrenmek için hocaya muhtaç olduğu gibi kendini ve Rabbini öğrenmek için de bir rehbere, bir bilene ve öğreticiye ihtiyaç âşikârdır. İslâm dinini, Rabbü'l âlemin hazretlerini bilmek için evvelâ kendini bilmek lâzımdır. Kendi vücûdumuzun icâbâtını mekteplerde öğreniyoruz. Fakat manevî vücûdumuzu, idrâk kabiliyetimizi öğrenmek için akıl bile âciz kalmıştır. Onun da usulleri vardır. Hattâ beş on senede bile öğrenilemez. Bu bilmek yolundan ziyâde olmak yoludur. Benim de günlerce zahmet çekerek yazdığım bu yazılar Nasrettin Hocanın hesabına uygundur. Hoca memleketteki gölün suyuna yoğurt karıştırıyormuş. Ne yaptığını sormuşlar, «Gölün suyuna yoğurt mayası çalıyorum» de-miş. Alay etmişler, «Göl yoğurt tutar mı?» diye.

Hoca cevap vermiş «Ben de biliyorum ki, bu maya ile koca göl yoğurt olmaz. Fakat ya tutarsa!» demiş. Seyyidünnas hâdimihüm.

114

Page 116: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Ben de onun gibi, bu sözlerim belki bir kaç kişiden mâadâsının dikkatı nazarını bile çekmiyecek. Ya bir de ağızdan ağıza, kulaktan kulağa, gönülden gönüle bir kıt'aya yayılırsa, o zaman secdeden kalkmayan başım huzûr içinde dinlenmiş olacak. Akan yaşlarım tuzlarını bırakıp, âbı hayat olacak.

Gece uykusuz geçen saatlerime, gündüzün ufak bir odacığa kapanıp harcadığım ömrüme yanmıyacağım, acımıyacağım. Helâl olsun emeklerim, senin yoluna dönenlere. Ey sevgili Rabbim, bizden sana namazlar, niyâzlar, oruçlar, zekâtlar. Senden de hidâyet, sıhhat, âfiyet, af ve mağfiret dileriz. Bize bu yolu gösteren habibine ve onun habiblerine selât ve selâmlar olsun, ondan da şefaat bekleriz.

Ey doğru yol üzerinde yürüyen kardeşlerim! Bütün mahlûklarını her nefes lütûf ve keremiyle tatmin eden Rabbimizin bir an bizlerden gafil olduğunu düşünen, tasavvur eden var mı? Eğer «var» derseniz, yazık bana ki sizlere O’nu iyi târif edememişim. «Yok» diyeceğinizi bildiğim için de bir sual soracağım. «Lütûf ve kereminin ve o nisbette âzâbının sonu olmayan Rabbimizin, niçin yap dediğini yapmazsınız ve niçin yapma dediğini yaparsınız?»

Ben öldükten sonra bile siz hayatta olsanız da, olmasanız da bu sualimle kulaklarınızı çınlatacağım. Tâ ki sevgililere uyunuz ve çok sevildiğinizi biliniz. Hatırdan çıkarmayınız. Her an bizimle beraber olduğunu söyleyen Rabbimiz, her hareketimizi takip edebilecek bir yakınlıkta imiş. Belki de O, mektup gibi, biz O'nun zarfı gibiyiz. Belki biz O'nun yazdığı mektup, O da bizi muhafaza eden zarf gibi. Belki de hep O. Bize kulum dediği anda O'na muhâtâp olan bir nefis tebellür etmiş, «emret ALLAH'ım» demiş. Ve vücûdun idâme ve tasarrufu için aklı vekil bırakmış, «nefisle kardeş kardeş geçinin» demiş. Bir müddet sonra da «ben sizin Rabbiniz değil miyim?» demiş. Biz de «evet» diye cevâp vermişiz. Bu konuşmalar hilkatten evvel olduğu gibi namaz kılanların ve iyilik yapanların kulaklarında her zaman aksi sedâ yapabilen bir ihtardır.

Tek bir rahmet kapısını gözeten sevgili kardeşlerim!

Bazı maddî kimseler vardır ki, gördüklerine imân ederler. Evet, maddeye bakan göz olduğu gibi mânâya, ruha, gönül âlemine bakan göz de vardır. Ama onların iç âlem gözleri kapalıdır. Kendilerinin sipsivri dünyâya gelmedikleri gibi, büyüme ve idrâk kabiliyetleri de vardır. Akıl ve fikirleri vardır. Bunları da göremedikleri halde tasdik ederken, mâna âleminin bazı hallerini

115

Page 117: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

inkâr, kendilerini inkâr değil midir? Hakikatte gizli bir şey yok. Çalış, gözündeki benlik ve gaflet hastalığını gider, tedavi ettir. Perdeleri yırt, gönlün de sıhhate kavuşsun, bak nasıl her şeyi görürsün. Kendi hakikatini ve yaradanını nasıl görürsün. Bak senin vücûdun, Hakkın varlığına ve vücûduna bir delildir. Bunu idrâk etmen için muhtaç olduğun dersleri, talim ve terbiyeyi gösterecek olan zât da peygamberdir. Bunda anlaşılmayacak ne var?

Beşer idrâki bu çarhın nasıl yapıldığını, nasıl dönmeğe başladığını, nasıl duracağını bilemez, düşünemez. Esasen onlar da bize lâzım değil. Yediğin ekmeğin fırıncısını, değirmencisini, eken biçen köylüsünü arayıp bulmağa kalkarsan muvaffak olamazsın. Yolun değirmene kadar gider. Ondan evvelsi muhtelif şahısların buğdaylarını tefrik edemezsin, hem bundan da hiç bir kazancın olmayacaktır. Ancak aramak eziyeti seni yoracaktır. Topraktan itibâren insana gelinceye kadar muhtelif mertebeler olduğu gibi bir insanın da doğduktan sonra ihtiyarlayıncaya kadar da muhtelif vücûd tebeddülleri vardır. Ya ruhun? O da Âdemiyetten itibaren makamı MUHAMMEDiye'ye kadar 28 peygamber mertebesi vardır ki, hiçbir menzilde eğlenmeyip bu mertebeye yükseldin mi, mî’râcını yapmış, ârif ve kâmil bir âdemi mânâ olmuş olursun.

Âşıklık mertebesinde ise mâşûkunun hayâliyle dolmuş olan bir gönül sâhibi, her baktığı yerde mâşûkunu görür. Her bir budakta, hattâ noktada mâşûkunun gözlerini görebilir. Duvarların üzerindeki deliklerden bir yılanın, bir

kertenkelenin çıkması beklenebilir. Virân yerlerde de kazılınca bir define tahayyül edilebilir. Bir pîri fâninin de gözlerinden fışkıran nûrlardan gönül evinin, pek büyük sırların mihrak noktası olduğu anlaşılabilir. Âdeta o gözlerden bakan ve konuşan birisi var. «Benim mekânım bu adamın gönlüdür. Geliniz, beraber bu gözlerden içeri girelim» diyor.

Âşık (50 sene evvel camilerde olduğu gibi) yanmakta olan bir kandile benzer. Bütün âlem, tabiatıyla ve insanlarıyla onun hayatını, yanmasını temin eden zeytinyağına benzer. Zeytinyağı bitinceye kadar fitil yanar. Anın için ölenlere «Kandilin yağı tükenmiş» derler.

Bazan da güneş gibi en nûrlu bir varlık peyda oldu mu kandilin ışığı gözükmez olur, «püf» der söndürürler. Fakat güneşin ve benzerlerinin olmadığı yerlerde en ucuza mâl olan nûr kan-dillerdir. Müşâhede mertebesine ermek için şöyle bir fikir yolu takip ederek deryâda zevkle yüzebilirsiniz. Herhangi bir dâneye dikkatli

116

Page 118: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

bakarsanız onun gayri gibi görülenleri ve muhtelif şekil hallerini O'nun zâtında temâşâ etmek mümkündür.

Erik, şeftali… çekirdeklerinden birini karşımıza koyalım. Kalın bir gövde, daha ince dallar, sayısız yapraklar, çiçekler, meyvalar o tek dânenin neresinde gizlenmiştir? Mevsiminde ekilirse zamanı gelince gizli olanlar âşikâr oluyor. Rabbü'l erbâb olan Hazreti ALLAH'ın işine, hikmetine, kudretine ve nihayet hiçbir sıfatına nihâyet yoktur. Nereye bakarsa baksın, tetkike nereden başlarsa başlasın, akıl bu işlerde âciz kalır.

Şu hâlde âciz olan bir varlık, kudret ve kuvvet sâhibinin huzûrunda secdeye kapanıp şükretmesini bilmelidir. İnsan da böyledir. Yediğimiz gıdaların özünden Kur'ân-ı Kerim'de buyrulduğu gibi aleka, alekadan mudga ve sonra kemikler iplik iplik bir halde iken büyümeğe başlıyor. Dokuz ay sonra da bildiğimiz çocuklar doğuyor. Odunu, yaprakları, çiçekleri, meyveleri çekirdekten gayri görmemek lâzım.

Her çeşit renkte, vücûdda, şekilde ve ahlâkta olanlar da topraktan yetişen gıdaları yiyerek vücûduna maleden ve en yüksek mertebesi insan olan ruhî tekâmüllerle, nefis mücadelesiyle Cenâb-ı ALLAH'da fâni olmasını öğrenen ve daha sonra âlemi nûrdan kopan bir güneş, âlemi akıldan doğan bir nûr, deryâyı zâttan renk ve sûret bağlayan Hakkın tâ kendisi olduğunu anlar. Cenâb-ı Hakk noksan sıfatlardan münezzehtir. Halk arasına karışınca noksan sıfatlarla beşeri hallerle esfeli sâfiline reddedilmiş olur. Fakat onun mânâsı yine Hakktır.

Bütün mesele de görülenin aczini, doğup, yaşayıp öleceğini bilmek, görünmeyenin de sonsuz bir kudrete ve saltanata sâhip olduğunu anlamak, idrâk etmek lâzımdır.

Kur'ân-ı Kerim'de en baştaki Elif Lâm Mîm Sûresi'nde insanların gayba imân etmeleri tavsiye ediliyor.

Muhterem kardeşlerim! İşte gayb dediğimiz de gözlerin gör-dükleri varlıkları, yaradan kuvvet ki o da Hazreti ALLAH'ındır. Bu il-mi bizlere hediye eden de âlemlere rahmet olarak gönderilen Hazreti MUHAMMED aleyhissalâtü vesselâm Efendimiz hazretleridir. Sûrette ve mânâda, evvelde ve âhırda, içte ve dışta, her şey O'nundur. Gözünün görmediğini inkâr edenlerden olma sen. Bu sırları lâyıkiyle idrâk, Efendimizin zamanına kadar kimseye nâsib olmadığı gibi ondan sonrakiler de bu ilâhî idrâke ancak O'nun yolundan yürüyerek varabilmişlerdir. Kendileri âlemlerin

117

Page 119: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Efendisidir. Kâinât O'nunla iftihar eder. Cenâb-ı ALLAH Kadiri Mutlak'tır. Efendimize habibim dediği gibi O'nun dostları da «Habibim» hitâbı celiline nâil olabilirler.

Efendimiz âlemlere rahmettir. İlim nûrudur. Bu idrâke erişmek ululuğuna erdirilenler de, kendini ve âlemin hakikatini an-layınca herkese rahmet ve şefkatten geri kalamazlar. Olanca kuvvetini bu yola sarf ederek veyahut niyâz kapısında boyun bü-kerek sabahın seherinde bir müddet için göz pınarlarını kaynatmak lâzımdır ki bu en yüksek mertebeye ulaşılabilsin.

(Elhamd) Sûresinde de bahsedilen sıratı müstakim, insan sûretinden yine gönüldeki Hakkın nûruna giden yoldur. Sağa sola sapanlara yol uzar. Ömür de müsaade etmezse hayvan gelir, havyan gider.

Ah kardeşler!

Sizlere nasıl anlatayım ki bu âlem, aşk âlemidir. Meydanda bir âşık, bir de mâşûk vardır. İki varlık bir arada olamadığına göre (pervânenin ateşte kaybolduğu gibi) âşık da mâşûkunda kaybolma-sını, fenâ bulmasını bilmelidir ki O'nu bulmuş olsun. Bir an için de olsa mâşûk cübbesini giymiş sayılır.

Mahvü fenâ makamında bir âşık da «Cübbemin altında ALLAH var» diye bir söz söylemiştir. Celle şânühü cübbenin dışında O yok mu? diye bir sual hatıra gelebilir. Geliniz o suali biz sormayalım. Yalnız söz söylemek bir hünerdir ki her tarafı düşün-mek lâzımdır. Dikenli yollarda korunarak yürümeğe benzer. Tek ta-raflı sözler tenkide çok müsâittir.

O zât, Hüve'l Bâtın açısından konuşmuştur. Bakınız âlemlerin rahmeti, Hakkın sevgilisi bu hususta nasıl konuşmuştur. Hiç tenkid edilecek tarafı var mıdır? Bakın, «Hüve'levvel, Hüve'lâhir, Hüve'zzâhir, Hüve'lbâtın».

İşte bakın en doğru söz! Bunun üzerine söz yok. Cenâb-ı ALLAH'ın, altı cihetin hem içinde hem dışında olan sonsuzluğunu anlatıverdi. Kendisi için de «Fakirlikle iftihar ederim, insanların efendisi, onlara hizmet edendir» buyuruyor.

Ona selât ve selâm olsun. Rahmet ve şefâat de O'nun âline, eshâbına, etbâına olsun. Mısrî Hazretleri'nin (Zât-ı ilme Mustafa esmâya âdemdir emin/İkisinden zâhir olmuştur ulûmı enbiyâ) sözü ne derin mânâlı bir sözdür.

118

Page 120: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Kâşânei muhabbeti yıktı tegâfülün İsbât ettim kendimi yetmez mi tecâhülün Bâki midir sandın sen kudret ile şevketin? Zevkü sefâhetlerle en son esfel sâfilin Nerden dönsen kârındır, gel yüzün bize dön Bir gün tecelli eder sende de ilmü ledünBir ahbâbınızı ziyârete gidiyorsunuz. Eli boş gitmek ayıp, bir

iki kilo meyva alıp götürdünüz. Onları yalnız arkadaşınız yiyecek değil ya, karısı, çocukları, anası, babası ve daha kim varsa arkada-şınızın sayesinde sebeplenirler.

İşte Cenâb-ı ALLAH da, habibi olan Hazreti MUHAMMED aleyhisselâmın zuhûru için bu âlemleri yarattı, biz de onun sâyesinde bu nimetlerden nimetleniyoruz.

Bazen coşkun yazarlar naklen, taştan topraktan yapılmış olan Kâbe'ye Tanrı'nın hiç girmediğini yazmaktadırlar. Bu söz gönlün ulviyetini belirtmek için söylenmekte ise de bu tarzda konuşmak hatalıdır. Hatalı sözlerin cezâsını Hâkîmi Mutlak hazretleri verir. Hem de insandan baş isterler. Epey misâlleri vardır; burada hakem hey'etine lüzum görülmez.

Kundaktaki çocuklara balık yağı içirilmez, çikolata verilmez. Hazreti Şems'in de şarap ve mahbub imtihanları da belki birer rivâyettir. Acemler her şeyin ifratına kaçarlar. Âdetleridir. Hazreti Ali'ye izafe edilen dev ve cenk hikâyeleri de bu kabildendir. Maksadımız onları küçümsemek değil, gülünç olmaktan kurtarmak ve ufak akılları bir çıkmaza sokmamaktır.

Bir defa Cenâb-ı ALLAH herşeyi yaratmağa, yapmağa muktedirdir. Onun kuvveti dilediği kurallardan da tezâhür edebilir. Onsuz bir yer yoktur. Kur'ân-ı Kerim'de de işâreti veçhiyle semâvât ve arzın nûrudur. Kâbe'ye girmemiş imiş, böyle söz olur mu? Cenâb-ı ALLAH yürüyen bir varlık değildir ki bulunmadığı yer olsun. Vahdeti vücûd sırrına vâkıf olanlar bu sûretle konuşmazlar. Konuştukları anda gönül sıkıntısından kurtulamazlar. Bundan evvelki kitabımızda da anlattığımız veçhiyle (ALLAH) ismi şerifi sonsuz ve muktedir, tek varlığın zâtının ismidir. Târifini yapmağa kalkarsak (ismü'zzât müstecmiu bicemîu'ssıfattır), (esmâi mütekabile ve sıfatı mütezâdde cem'inin ehadiyetidir) İzahını arabca bilenlerden sormanızı rica ederim.

Ey Cenâb-ı Hakk'a âşık, ciğerleri derd-i aşk ile yanık yanık olan sevgili kardeşler! Rabbimizi, mahbubı ezeliyi medh etmek, ta'zîm ve tekrîm eylemek için söze başlarsanız «Ben o kadar

119

Page 121: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

mıyım? Saydığın sıfatlardan başka sıfatlarım yok mudur?» diye darılır. Daha sayarsınız. Hatırınıza başka bir şey gelmez. «Bak şu sıfatlarımı unuttun» der.

Mahcûb olup susarsanız, «Ne susuyorsun, konuşsana. Bilmediğini zaten sana bildirmediğim için söyleyemezsin. Bildiklerini söylesene, bilmeyenlere yol göstersene, tanımayanlara beni tanıtsana. Benden korkanlara beni sevdirsene...» diye takaza eden bir tek sevgilimizin ne sıfatlarına, ne işlerine, ne eserlerine son yoktur. Saltanatı da sonsuzdur. Lütuf ve keremi de sonsuzdur. Her işi adilâne ve hâkimânedir. Çocukluk, cahillik, gafillik, bigânelik hallerinde olanları büyükler, akıllılar, âlimler, alâkalılarla terbiye eden bir Rabbü'l Erbab'dır. İşte aşk ve muhabbet kapısının ve köşkünün tek sâhibi, tek yaradıcısı ve cihânın bir tek sevgilisi böyle bir zâttır.

İsmi Azîmüşşândır. Onun da sevgilisi Hazreti MUHAMMED aleyhisselâmdır. Ve onun arkasından, onun izinden gelenlerdir. Sonsuz selâmlar hepsine.

Aşksız olma ki ölü kalmayasın. Aşkla öl ki dirilikten ayrılmayasın.

Dosta bela yakışır. Öd ağacına ateş, pervaneye alev yakıştığı gibi.

Ah sevgili kardeşlerim. Hazreti ALLAH'ın, cemâl ve celâl sıfatları vardır. Güneşin de nûru ve ateşi vardır. İnsanın da âşıklık ve mâşûkluk hali vardır. Nâz ve niyâz zamanı vardır. İşte bunlar hattâ müsbet menfi iki kutub arasındaki bütün sıfatlar hep bir tek varlığın, ALLAH'ın sıfatlarıdır. Bütün bu haller aynı zamanda insanın sıfatlarıdır. Çünkü insanın dışı halk, içi Hakk iledir. Mevlâmızın insana bahşettiği bu idrâk mertebesi alâkasızlıkla elde edilmez.

Bu hal öyle nazik bir konudur ki yanlış ve anlaşılması güç bir söz söylemekten korkuyorum. (Hazreti ALLAH kendi aşkını, ilmini herkese vermemiştir) desem, O'nu hasis tanıtmış olurum.

(Vermiştir) desem (Bu zıt ve gaflet hareketleri nedir?) diyeceksiniz. Bir babanın ve ananın bütün çocuklarına aynı lütuflarda bulunmalarına mukabil, çocukların çalışması, hal ve hareketleri, sevme ve sevilme kabiliyetleri aynı değildir diyerek tatlıya bağlayalım.

Ânâsır dediğimiz su, ateş, hava, toprak itidal ile güneşin, yıl-dızların ve mevsimlerin terbiyesiyle uzviyet teşekkül ediyor. Bun-

120

Page 122: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

ların ölüp dirilme ve çoğalmalariyle hal lisanlarında LAİLÂHE İLLELLAH zikrini hissedebiliriz.

Rabbimizin emri diye izah edilen ruh nasıl bir keyfiyettir ki âlemi yaşatır? Herhangi bir vücûdla alâkasını kesince öldürür.

Bir de tekâmül nazariyesini takip ederek insan sınıfına geldikten sonra vücûddan başka bir de idrâkin kemâle erme keyfiyeti vardır ki o zaman Kur'ân-ı Kerim'de Cenâb-ı Mevlâ «Âdem'e ben ruhumdan nefh ettim, üfledim» buyuruyor.

İşte Hakkı idrâk eden bir ruh ve nefha her insanda yoktur. Hazreti ALLAH'ın insana âşık olmasına mukabil insanın da O'na karşı duyduğu ilâhî aşk kâmil insanlarda bulunur.

Yüksek idrâk nefhası bulunmayan duygusuz kalmış kimseler daha aşağı mertebelerdeki sevgililerin peşinden koşarlar. İşte Hazreti Peygamberimiz bu idrâk yolunu bize gösteriyor. Görmek istemiyoruz, anlatıyor. Kulak tıkayıp işitmek istemiyoruz. «Benim gibi olun da Cenâb-ı Hakk size de habibim desin» diyor. Adam sen de! Hayvan geldim hayvan gideceğim diye ısrar edenler bulunuyor.

İşte bütün bu farklar lâ ile illa arasındaki anlayış derecelerindedir. Bilerek ve bilmeyerek her nefeste tekrar ettiğimiz bu Kelimei Tevhid'i gönlümüzün derinliklerine kadar sindiremiyoruz vesselâm.

Şu halde «Size damarlarınızdan yakınım» diyen Hazreti ALLAH yalan söylemiyor. Çünkü kıpırdamağa başladığımız zaman O'nun varlığının bizimle olduğunu anlıyoruz. Onun için «ALLAH'dan başka kimse yoktur,0 Bir'dir» dersek, kendi ruhumuzu tasdik etmiş oluruz. Bundan da âlemin başlı başına bir rûh ve nûr âlemi olduğu meydana çıkar.

Vücûd kesâfeti de o rûh deryâsının muhtelif renk ve şekildeki libâsıdır. Nasrettin Hocamızın «kâfir soğan, kat kat urba giyerest» demesi de bu vahdeti, birliği meydana koymaktadır.

Bütün varlıklardan birer birer elbiselerini çıkarınız, en son et ve kemikden ibâret cesedlerinizi de toprağa gömerek ruhları tecrid ediniz. Kendinizin rûh deryâsından bir katre olduğunuzu idrâk edersiniz. Cesedimizin atomlarında erkekli dişili hayat bulunduğunu görmek bugün için kabildir.

İşte kelimelerimizle târif edilemeyen büyük ALLAH'ın azametini, sıfâtını, kudretini gören gözlerin sahiplerine de

121

Page 123: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

«kendisini bilen Rabbini bilir» diye bütün ilmin insan ruhunda olduğunu anlatmak istemişlerdir.

İnsan gönlü de bütün ruhları ve cesetleri içine alabilecek bir kabiliyettedir. Gönülden her şeyi çıkarırsanız, Hakkın aynası, vuslat ve saltanat mahalli, kendini gören ve gösteren bir nûr âlemi olduğunu idrâk edebilirsiniz. Hakkın sevgilisi Hazreti MUHAMMED de bir insandır. Ama böyle bir insan ki bir tarafı Hakka, diğer tarafı halka bakan bir insan. İslâmiyet de böyle bir din ki bizlere bunu öğretmek istiyor. Efendimiz «Siz de benim gibi habib olabilirsiniz» diyor. Gönül temizliğinin yanında sûret temizliği, gönül ve mânâ ilminin yanında sûret ilmi çok yavan kalır.

Sonsuz bir zevk olan, müşâhedeye ve birliğe dayanan mânâ ilmi elbette tercihe lâyıktır. Ne çare ki bir tek buğday tânesi gözümüzün bebeğinde beliriyor. Sonra benliğimizi istilâ ediyor. Hakkı görmemize mâni oluyor. O'ndan bize sevgi ve aşk erişmesine mâni oluyor. Bizde ne hassa, ne fevkalâdelik var ki O'nu sevmeğe yeltenelim? Mesele, O'nun sevgisine olan gaflet ve alâkasızlık derecemizdedir.

Gönlüm istiyor ki sevgiliyi birer birer herkesin gözünün önünde olduğunu isbat edeyim. Mânâ incilerini herkesin önüne oyuncak gibi sereyim. Ben açıkladıkça O saklanıyor. İncilere kıymet verecek, bâhâ biçecek sarraf bulunmuyor. «Ben O muyum?» diyor. Öyle bir söz söyleyeyim ki, tamamiyle örteyim, sevgilimin saçının telini bile göstermiyeyim diyorum. Heyhat, o kadar âşikâr ki âyân beyân ki, âdeta beni tekzîb ederek «Ben O değil miyim?» diyor.

İşte kardeşler, ablalar, analar, babalar… Öz olarak yazılarımı, fikirlerimi incelemeğe veya tüm olarak bir değer vermeğe kalkışırsanız, size peşin olarak söyleyeyim ki hiç yorulmayın çünkü hep bildiğiniz hakikati söylüyorum.

(Lâ ilâhe illâllâh, Muhammeder Resûlullah) birlik cümlesini tekrar ediyorum. Kimlerle? Su, Toprak, Hava, Ateş, Mâden, Nebat, Hayvan, bütün yıldızlar ve tabiat kanunlariyle, nizamlariyle hep aynı cümleyi tekrar ediyoruz.

İç âleminiz aydınlık, iç âlemimizdeki gözleriniz açık, kulaklarınız delik olsun sevgili akrabalarım. Sûretteki vuslatı gönül âlemine tatbik ederseniz çok şeyler kazanırsınız. Bu gurbet âleminde aynı dertle malûl olduğumuz için akraba sayılabiliriz. Hattâ bu vuslat âleminde aynı sevgi ile müşerref olduğumuz için yine akraba sayılabiliriz. Yalnız bazılarımız öze yakışan sevgiyi

122

Page 124: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

sûrette arıyorlar o kadar. Bu yazılarımda beşeriyeti İslâmiyet'e, islâmları câmiye, câmiye girenleri de gönül âlemine çağıran bir ezân-ı MUHAMMEDİ nağmesi de vardır. Hem de tamamiyle hurâfelerden kurtulmuş son asır idrâkine uygun olarak hakîmâne bir dâvete işâret olarak da telâkki edebilirsiniz. İslâmların tevhid cümlesi olan (ALLAH'dan başka diğer bir yaradan yoktur) mukabili (Lâ ilâhe illâllâh) ölüm döşeğinde tam bir ifadesini bulmaktadır.

Hayatta bulunduğumuz zaman gâibi inkâr ederek lâ, hazırı tasdik ederek illâ diyorduk. Ölüm döşeğinde ise, yaşadığımız hayatı ve kendimizi inkâr, görülmeyen âlemi tasdik ederek illâ diyoruz. Çünkü o zaman iç âlemimizin, basiret gözümüzün açılmasiyle bütün hakikati anlamış oluyoruz.

Fakat hayatta iken hakikat şehrine girebilen sofiler, ârifler, kâmiller için inkâra delâlet eden lâ kelimesinin yeri yoktur. Hep illâllâh vardır. İnkâr edecek varlık göremezler dünyâda bizler yokken de O vardır. O'nun için yokluk tasavvur edilemez.

Ey Tanrı'nın sûrete bağlanmış nûru! Bizi ve hattâ kendini yanlış anlama! Biz insanlar pisliğe konan sinekler, etlere konan kargalar olmamalıyız. Vücûd kesâfetinden kurtularak gönül semasında sonsuzluğa uçmayı öğren, birkaç zaman yan. Sonra nûr olacaksın, birkaç zaman ağla, sonra çok güleceksin. Birkaç zaman bekle, tâ ki kırmızı ve kara kan süt olsun. Birkaç zaman inle ve sözlerimi iyi dinle ki bütün iniltileri işiten olacaksın ve onlara rahmet, şefaat serpeceksin. Kendini bil ki Rabbini bilmiş olasın.

Ey üşüyen, terleyen, acıkan, hastalanan, ihtirâsı peşinde koşan! Toprak kafesten kurtulmasını bil. Bugün için zindandasın. Uyumuşsun ne olacak, uyanmışsın ne olacak? Yine her tarafın taş duvar değil mi, yine bu tabiat âleminin mahpusu değil misin?

Hürriyetine kavuş ki uyanıklığının nimetlerinden istifade edesin. Gönül âlemindeki sırları birer birer çözmesini bil. Oranın hususi lisanını öğren ki tılsım bozulsun. Her zerreden sana «Yâ Hû» diyen bir ağız belirsin, nihayet gönlünden de «Beni nerelerde arıyorsun? Ben buradayım» diyen bir ses duyabilesin. Birkaç zaman için gönül küpünü temizle, her şeyi çıkar at! Sonra musluğunu kapa. Üstten, gönül semâsından yağan yağmurların damlalariyle bir gün küpün dolar. O zaman emir alırsan musluğunu aç, alan alsın, kan kokan tarafa dönüp koklama! Cân kokusu olan tarafa yönel, sonunda bırakmağa mecbur kalacağın şeylerin arkasından koşarak yorulma, zaman sarfetme. İyi bil ki, senden başka her şey cândır. Sen de cânânsın, fakat bundan gafilsin.

123

Page 125: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Ben bir çakal eriği idim, bir gün uğurlu bir el değdi bana, Arabistan hurması aşısı yaptı. ALLAH'ın izniyle tutuverdim. O hurmayı bırakmadım ve nihâyet hurma oldum.

Erenlerin bir nefesi geldi ben fâkire; âciz ilallah, gâib fillâh, kâdirbillâh, nâzırı cemâlullah, mazharı lütfullah, her

dem fîemânullah, nasrun minallâh, fakir Mehmet Nusret Tura Uşşâki'ye erenler aşı yaptı; şimdi ara sıra kendimi arıyorum. Çünkü onda kaybolduğumu hissediyorum, kendimi bulunca evvelki hâlimi soruyorum.

Ağaçları görüyorsun, kar yağınca her tarafları bembeyaz oluyor. Hemen koskoslanmağa ve övünmeğe başlarlar. Halbuki hakikat güneşi doğunca üzerlerindeki beyaz elbiseler gider. Asıl vücûdları meydana çıkar. Ey kuru gibi gözüken dallar, ağaçlar! Üzülmeyin, kederlenmeyin, nûr saçan güneşimizin sıcaklık dağıt-ması zamanı yakındır. Bu defa yeşil elbise giyeceksiniz. Meyva ver-mek sûretiyle murâda ereceksiniz.

Bahar meltemleri Kâbe'den koptu geliyor. Bâtın ismi şerifi-nin tecellisiyle özünüze çekilen yeşil yapraklarınız, tomurcuk halindeki meyvalarınız olacak, hamlıktan kurtulacak. Siz de bir devre daha idrâk etmiş olacaksınız. Eğer yeşilliğinizin, yaprakları-nızın dökülüp kaybolmamasını istiyorsanız size de bir tevhid aşısı yapalım, her dem taze kalınız. Zâhir, bâtın, evvel, ahîr ismi şerifleri, mevkilerini ânı dâim sırrına terk etsinler.

İsrâfil aleyhisselâmın evvelâ sizi sizde öldüren, sonra Hakk ile bâki kılan sûr nefhası işte budur. Burada ölmeden evvel ölmeği öğrenirseniz artık size ölüm yoktur. Dâima hayysınız, bâkisiniz. İşte bugün 1963 senesinin Ocak ayının 27nci pazar günü yâni Ramazanı şerifin birinci günü size hiç kimseden duymadığınız bir sırrı açıklayayım. Ay, değirmi olarak bayraktardaki gibi hilâl şeklinde görülünce Ramazan olur; ay çevresi genişleye genişleye tostoparlak olunca Ramazan'ın on dördü gelmiş olur. On beşi de öyle devam eder. Ve sonra yine küçülmeğe başlar. Bir gece hiç gözükmez gibi olur. Sonraki ayın başladığı gün tekrar çıkar ve büyümeğe başlar. Bu defa bayram olur.

Şimdi her olayı alâkasız karşılamağa alıştığımız için bunda ne var diyeceksiniz; şu var ki, ay nûrunu güneşten alır. Kâmil insan da ilim ve keşif nûrunu Resulullâh Efendimiz'den alır. Daha evvel de arz ettiğimiz gibi namaz, ALLAH'ın azâmeti karşısında

124

Page 126: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

kaybolmak yâni mî'râc yapmak imkânını vermek için kullara emir edilmiştir. Bize yükselme yolu gösterilmiştir.

Oruç ise boş mide sahiplerinin ibâdetle gönülleri de temiz olur. Hazreti ALLAH da temiz olmıyan gönüllere tecelli etmiyeceği cihetle misâfire lâyık bir oda temizler gibi ALLAH için de gönlünüzün temiz olması lâzım. Onun için oruç da farzdır. Beşeriyet ve ihtirâs kirlerinden gönülleri temizlemek için namaz, oruç, riyâzet, teşbih… lâzımdır.

Cenâb-ı Hakk sizi kendisine çekmek dilerse en kısa yol, kalbinizi kırar, kırdırır, bir dert verir. Öyle ki amân diye O'na koşmağa mecbur olursunuz, bütün kapılar size kapanır. Bir tek kapı vardır. O da O'nun kapısıdır. İşte nasihatlerimizle uslanmıyanlar, böyle bir tekdire ve cezaya çarptırılırlar. Hakkın (El-Cebbâr) isim ve sıfatı şerifesi harekete geçer. Ayın büyümesi gibi, gönül âleminiz gibi, tedricen gönlünüzdeki herhangi bir insan-ı kâmilden akseden Nûru MUHAMMEDİ de ufalır ve kaybolur.

Fakat siz bir nûru doğurmak için ne yapmak lâzım geldiğini öğrendiniz ya, işte bu kâfidir. Namaz, oruç ve zikirle aynı nûrun tiryâkisi olursunuz. Cehalet, gaflet, beşeriyet karanlıkları sizi tatmin etmez olur. Hakktan ayrılmıştık. Beşeriyet âleminde O’nu aramamız, O’na vâsıl olmamız lâzımdı fakat dünyâ zevkleri, ihtiyaçları, oyuncakları bizi alıkoydu, oyaladı; bu halde göçersek çok yazık! Ömrümüz heder oldu demektir. Bir sevgiliniz var. Onu dâima gönlünüzde bulursunuz. Bazan da O’nun bulunduğu yeri tahayyül ederek siz oraya gidersiniz. Netice itibariyle dâima onunlasınız, biriniz diğerinizi hatırladınız mı temiz bir gönül sâhibi iseniz, siz de onu hatırlarsınız. Avam arasında kulak çınlaması bu sûretle anış olarak telâkki edilir. Bazen sizin anmanız O‘ndandır. Bazen da O’nun anması sizdendir.

Şimdi Cenâb-ı Hakk da bizleri evvelâ sevdi sonra yaratmak sûretiyle zuhûra getirdi. Her an O bizimle beraberdir. Bizim de O sevgiliden dâima haberdar olmamız icâb ederken, dünyâ ikinci derecedeki güzellikleriyle bizi oyalıyor. Gönlümüzü ibtilâ putları doldurmuş. Bizi sevenden, anandan, Yaradan'dan gaflete düşürüyor, ayırıyor.

Bir gün kimsesiz kedilere balık veriyordum. İlk attığım balığı hastalıklı kedinin elinden çekerek, hırlayarak diğer azılı bir kedi aldı. Mahzun kalan kediye daha büyüğünü verdim. Öteki arsızlığiyle kaldı ve zarar etti. Hattâ zayıf olana tekrar saldırdığı zaman da dövdüm onu. Bir de bunların arasına girmeyerek uzaktan istekli

125

Page 127: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

nazarlarla bana bakan üçüncü bir kedi vardı. Onun arsız olmadığı, kibar bir terbiye aldığı belli idi. Onun ayağına kadar gittim. En iyi parçayı uzattım karnını doyurdum. Birinci kedi, saldırmasıyla, arsızlığıyla bir iş yaptım ve muvaffak oldum zan etti. Fakat diğerleri daha çok kazandı, yedi.

İşte muhterem kardeşlerim! Ekmek kavgası, hayat mücâdelesi, insanlarda da böyle. Hazreti ALLAH da bizim rızkımızı taksim etmiş, münâsip gördüğü kadar hepimize veriyor. Saldırgan insanların da hırlayan kediden farkı yok, mazluma olan zâlimin zulmünü ALLAH görür.

Kâmil ve akıllı insanlar da rızk dağıtanın huzûruna varınca kemâli edeble, sabırla, istiğnâ yâni tokgözlülükle O'na bakmağı ve gözünü O'ndan ayırmamağı bilmelidir. Bak o zaman O bize neler yapar? Neler verir? O rızık verenin kendisini buluncaya kadar da çalışmak ve aramak lâzımdır. Hayatta sır namına gizli hiçbir şey yoktur. Hepsi söze dökülmüyorsa, anlamak hususunda tam bir fe-ragatle, sonsuz bir gayretle çalışmamışlığımızdandır. Lâzım olan kâinât kitabını gönülde bulup okumayı öğrenmelidir.

Peygamber Efendimize bu âlemden üç şey sevdirilmiş:

1- Güzel koku yâni kokusuz veya ağır kokulu çiçeklerin yanında bu güzel kokudan, gönlü hemen Yaradan'a akmış. Onun kudreti karşısında kendinden geçmiş. Adetâ sevgilisinin kokusunu o kokuda bulmuş. Öyle ya; aynı su, aynı toprak, aynı güneş ve hava; bu saltanattaki azamet nedir? Nereden topladın, icâd ettin bu güzel kokuyu? Tohumu düşünürseniz, o da iğne topuzu kadar bir şey. Ne keyfiyettir, ne sanattır ki o kuru zerrede dallar, yapraklar, çiçekler, kokular gizlenmiştir. Adetâ zuhûr zamanı gelince burada da «Salta-natımı görmek, kudretimi takdir etmek kabildir ey habibim» diye orada gizlenen ve konuşan bir varlık gözükmektedir.

2- Kadına hayâtın idamesi için yaratmak kabiliyeti verilmiştir. Kadın gözünden de konuşan yine O Rab'dır. Erkeğe bakan kadın, bu bakışın farkında olmasa da. O’nun üzerindeki asıl varlık «Ey habibim, beşeriyette taşkınlıkların itidalden ayrılmaması için sana lâyık bir eş de yarattım. Sana hediyem olsun, hep bu kanaldan devir dâim yolu ile canlı mahlûkları yarattım. Cennet gibi olan bu âlem, ekilip biçilen bu koca arz da senin içindir. Bu kadının son merhalesi senin kalbindir. Hattâ ilk merhalesi de senin kalbin-dir. Birbirlerinizin vuslatiyle çoğalacaksınız. Kadın da dahil olduğu halde her şey senindir. Fakat sen de Benimsin» diye habibinin rûhunun kendi nefhası olduğunu ifhâm ediyor. Erkek de kadına âşık

126

Page 128: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

olur. Kaşından, gözünden, saçından, yürüyüşünden türlü mânâlar çıkararak aşk hâlini lisana getiririz. Halbuki onun özündeki Hakkın nûrunu görmemezlikten gelirsek, ölüm yolcusuna olan bu rağbet nedendir? Hastalanır, zayıflar, çirkinleşir. Halbuki bâki ve ebedî olan özümüzde ve karşımızda dururken, fâni vücûdlarda ne ararız bilmem. Bu uğurda hırsızlık yapmaktan, cinâyet işlemekten, gece gündüz çalışmaktan çekinmeyiz, yorulmak bilmeyiz.

3- Gözümüzün nûru namaz. Başımız daralınca, Yaradan'ın cemâlini görebilmek için veya ondan bir şey isteyebilmek için na-maza kalkmalıdır. Namaz mü'minin mî’râcıdır. Gönlünüz ancak bu ibâdetle teselli ve huzûr bulur. Duâlar da bir istekte bulunmak için namaz şarttır. Âşık olanlar, namazda Hakkın huzûrunu yakaladıktan sonra bir şey istemekten utanırlar.

Yolunda ve eşref saatinde olmayan ricalar kabul edilmez. Kendinizi Rabbınıza sevdirirseniz olmasını istediğiniz şey hatırınıza geldiği anda olur. Sizin namaza kalkmanız iyi bilin ki sizi huzurunda görmek isteyen O Azimüşşân olan Rabbimizin emri ve dileğidir. Siz de o dâvete uyunuz ki muhakkak gelecek bir lütfu vardır. Gönlünüzde bir aşk ve muhabbet mi belirdi, biliniz ki o, Rab'dan gelmiştir. Bu tecelliler oradan gelmektedir. Halinize şükredin ve sevinin. İşte Efendimize sevdirilen şeylerden, Hakka yol olduğu gibi her gönülden de O'na gizli bir yol vardır.

Ne yapın yapın o yolun yolcusu olun veya o yolun yolcularını izleyin. Korkmayın. O yolda bir azman için toprak olun, üzerinize basılsın da geçilsin.

Onun üzerinize basmasını minnet bilin çünkü orada hayat vardır. Bazen «Atının bastığı yerde ot bitmez» derler. Onlar nâsın Rabbidir. Melikidir. İlâhıdır. Onlardan kaçınmak lâzımdır. İstiâze lâzımdır. Herhangi bir kimse ile konuşurken onun sözlerine dikkat edin. Hangi baştan geliyor. O sözlerde menfaat, ibtilâ, ihtiras, mâsivâ kokusu yoksa o sözün menbâı, yüce Tanrı'nın tâ kendisidir. O söze korkmadan Kur'ân-ı Kerim de diyebilirsiniz. Çünkü arapça söylenen kitabımızın hudutları dahilinde Türkçesidir. O sözler hik-met doludur. Ya Tanrı'yı yüceler ve O’nun mükâfatından, gazabından bahseder veya ibretler, hikâyeler yolu ile aşkından, sevgisinden, kudretinden, kuvvetinden bahseder. Bu sözler çam ağaçları gibidir; dâimâ yeşilliğini, terâvetini muhafaza ederler, diğer ağaçlar gibi kurumak ve yaprak dökmek gibi tahavvülleri yoktur.

127

Page 129: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Aşk mı istiyorsunuz? Her şey gibi o da sizin gönlünüzde var. Yalnız diğer lüzumsuz putları kırmak lâzım. Esâsen siz Yaradan'ın mâşûkusunuz. Fakat birkaç zaman âşık olmak, yanmak yakılmak lâzımdır. Bu da yalnız başına olmaz. Bu ilmin de ordünaryüs pro-fesörleri vardır. Yanlış kapı çalmayın. Dikkat edin. Kaybettiğiniz ömür hazinesi bir daha ele geçecek değildir. Her gün dünyâ kadar kazanç temin etseniz yine zarardasınız. Çünkü giden o ise avdet etmez. Arayan elbette bulur. ALLAH'ı da, şeytanı da.

Öyle insan vardır ki âlemin gözbebeği gibidir. O, Rabbında kaybolmasını bilmiştir, öğrenmiştir. O yolda her şeyini fedâ etmiştir. Rabbi da ona mükâfat olarak kendi sıfatlarından birini veya birkaçını hediye etmiştir. O da verir, hasis değildir. Yalnız, alabilecek kabiliyette olmalı, birkaç zaman O'nun aşk potasında erimeli. O zaman herşeyin Mâşûk olduğunu öğrenirsiniz. Âşıklığın da sizde inleyen bir gayret ve benlik perdesi olduğunu anlayacaksınız. Âşıkların kârı inlemektir, ağlamaktır, sevgilisinin güzelliğini, temiz huylarını övmektir. Netekim sevdiği ve saydığı bir kimseyi öven insanların hemen yüzde doksanı «şöyle cömertti, böyle âlicenâbdı, fukara babasıydı...» derler ve medhede ede ağlayanlar da olur. Çocuklar ve kadınlar ufak üzüntülerden bile müteessir olup ağlarlar. Erkekler daha büyük kayıplar karşısında ağlarlar.

Aşırı sevinç dolayısıyla ağlayanlar da vardır ki biraz sonra gülerler. Fakat bir de âşıkların, sevgililerin ağlamaları vardır ki, onların yaşları Rabbimizin yanında altından kıymetlidir. Meselâ «Benim Nusret kulum niçin ağlıyor?”» der ve bütün lütûflarını ona verir ve geçmişteki, gelecekteki bütün günahlarını bağışlar. Bir gün bir gazetenin tefrikasını kestim, saklamak için dosyama koydum, kalan ksımları attım.

Malûm bir gazete alırız, başından sonuna kadar okumayız. Siyâsiler, sporcular, romancılar, satış ilânları, ölüm doğum, pehlivan hikâyeleri, dinî mevzular. Herkes evvelâ biz göz gezdirir. Halbuki gazeteyi almaktan maksadı bir polis meselesi idi veya tayyare piyangosu numaralarını öğrenmekti, onu âdetâ süze süze içe içe okur. Gazeteler okunduktan sonra paket yapılır, yakılır, atılır. Artık onun vazifesi bitmiştir.

O sakladığım parça ile arkasındaki yazılar da dosyada saklanır onlar atılmaz, yakılmaz, bir müddet daha yaşarlar. İşte Hazreti ALLAH’ın sevgili kulları da böyledir. Hakkın dosyası ve mahfazası içindedir. Bir tarafındaki yazılar şerefine arkasındaki yazılar ve resimler veya onlar da o meyanda dosyaya girer. Onlar,

128

Page 130: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

sevgili kullarının âile efradı ve arkadaşları, komşuları gibidir. Nisbeten o sayede muhafaza edilir, hörmet görürler. Geçinip giderler. O sevgili şerefine ona rahmet melekleri gelir. Yâni Hakkın muhabbeti ve sohbeti, sırlı sözleri o sevgilinin muhitinde olanları da nûrlandırır, rahmete boğar demektir.

Buradaki ilim ve irfan zevkinden şu kimseler bir miktar nasiblerini alırlar ki can gözünü, hakikat kulağını açarak maddî hiçbir şeye iltifat etmezler. Fakat bu olmak demek değildir. Hikâyelerden çocuklar ve çocuk tabiatında olanlar zevk alır. Merd olan vak'aların içine girer. Mücâmea hakkında ufak bir çocuğa bahis açarsanız, hem çocuk birşey anlamış olmaz, hem de size deli ve sapık derler. Çocuk bulûğa erdi mi tatlı tatlı dinler. Daha sonra harekete geçer, evlenmek için zâti kudretinden başka ne lâzımdır. Hediyeler, düğün masrafı, ev veya eşya masrafları... gibi binlerce liranın kazanılarak sarf olması icâb etmektedir.

Hiç hatırınıza gelmiyor mu ki, melekler ve vücûd kaydından kurtulan ruhlar ne yaparlar? O zamandan kıyâmet gününe kadar beraber düşünelim. O insanın hayatı hangi âlemde ve nasıl ge-çiyorsa, son nefesini de öyle verirse, ruhu da o âlemden ayrılmaz.

Kötülerin o âlemdeki vazifeleri de süflilik, miskinlik ve hay-vanî sıfatlardan hangisine meyilli kalmışsa onlarla haşır ve neşir olmaktadırlar. İyi ve pek iyi ruhlar da (kendi hassaları olmak itibâ-riyle) anıldıkları sohbet meclisinde bulundukları gibi bir âşıkın, tam mânâsıyla namaz kılmasını bilen bir sevgilinin arkasında saf saf durup namaz kılarlar. Güzel sesli hâfızların etrafında halka olup Kur'ân-ı Kerim dinlerler. Mevlevilerin ve diğer târikatların zikir, tesbih ve semâları etrafında cûş ve hûrûşa gelirler. Bu bakımdandır ki cân ve gönülden Resûlullah Efendimizi mi zikrediyorsunuz? Onun huzurundasınız, namaz mı kılıyorsunuz? Ruhunuz kâinâtı temsil eden şu unsurî vücûdunuzdan kurtulmuştur. Arşın üstünde, bir nûr denizinin ortasında taşlıktan bitki, bitkilikten hayvan, hayvanlıktan insan, insanlıktan gözbebeği gibi bir nûr âleminde tek Yaradanımızı tekbir, tahmid, tâzim ederek kendinizden geçebilirsiniz bile. Çükü nûr âleminde beşerin beşerliği kalmaz.

Cenâb-ı ALLAH'ı çok mu zikrederdiniz? O zâten dâvet etsen de, etmesen de bizimle beraber. Yalnız ikilikten hazzetmez, memnun olmaz. O'nun hûzûrunda kendinizi unutmak lâzım. Tâ ki sizin zikrinizle O kendini zikretmiş olsun. İşte o zaman bu âlemde geçen ömrünüz heder olmamıştır. «Âşıklar ölmez, mâşûk ile beraberdirler, ebedî hayata kavuşmuşlardır» sözleri sizin için söylenmiştir.

129

Page 131: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

İnsan vücûdu doğar, büyür, tahsilini bitirir, hayat mücâdelesine başlar. Onun para kazanması tam mânâsıyla kemâle erdiğini müjdelemektir. Bu defa maddî aşk ile de vücûd kemâlâtının zirvesine çıkmış olur. Ruhun kemâlâtı da şöyledir: Mekteplerde okur, dinin emirlerini anadan, babadan, kitaplardan öğrenir, aldığı bu dersleri fikrinde heceler ve yavaş yavaş hazmeder. İbâdet arzusunu hisseder. İslâmlığın beş esas şartını yerine getirmeğe fâsılasız devam etmek lâzımdır. Bir gün bu ibâdet yoruculuktan çıkar. Âlemleri yaradan ALLAH'a ve emirlerine aşk ile sarılır. İşte bu ibâdetlerin aşka intikal devresinde kendisine, hedefe, maksada ulaştırabilecek bir hoca araması da elzemdir. Bu ilimdir ki sâhibi Çin'de bile olsa gidip aramak lâzımdır, buyuruluyor.

İşte ibâdetin sonu tekâmül çevresi de kudsî aşktır. Tanrısal sevgidir. Topraktan yaradılan vücûdun kemâli, aşk âlemi, evlenmek iledir. Buna vuslatı bedeniye, aşkı şehvâni, hormon aşkı diyorlar.

Hakkın nefhası olan ruhun, özbenliğin de kemâli ibâdetten sonra aşkı ilâhi, platonik sevgidir ki, bunun sonu da âşıkların vuslat dedikleri Hakkın zâtında yok olmak gelir. Pervânenin ateşte yok olmayı kabul etmesi gibi.

Zamanımızda üstün insan diye ecnebilerden nümuneler gösteriyorlar, kitap dolusu yazılar tercüme ediyorlar. Eğer aranılan bu vasıflar ise bunlar, İslâm dininde, İslâm büyüklerinde mevcûttur. Bu selâmet yolu Peygamberimiz kanalından geçen Hakk yoludur.

Fahr-i Âlem Efendimiz de «Ben ilim şehriyim, Ali onun kapısıdır» buyuruyorlar, yâni «Ben kemâle ermiş bir aklım. Akıl başta bulunur, ilim de müşâhede yoluyla olmalıdır. Bunun uzvu da gözdür» demek istiyorlar. Bundan şu mânâ çıkıyor ki hepsinin üstünde olan gönül âleminin de ALLAH'a mahsus olduğu anlaşılır. İşte Kur'ân-ı Kerim'deki sırlardan, gizli hakikatlerden birisi de budur.

«Marace'l-bahreyni yeltekıyân, beynehümâ berzehun lâ yebgiyân»

İki deniz öyle birleşiyorlar ki aralarında aşılmaz bir berzâh vardır, demenin çeşitli misâllerini size anlatayım:

1- İyilerle fenâlar arasındaki berzâh (Hattâ karı koca arasında dahi olsa) vardır. Biri içki ile kumar ile vakit geçirirken, diğeri namazında ve orucunda bulunur.

130

Page 132: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

2- Akdeniz, Karadeniz, Marmara Denizi diye ayrılan denizlerin birleştiği yerde bir çizgi hayâl edersiniz. Hakikatte bir tek deniz vardır. Fakat isimleri ayrıdır. İşte Zât denizi ile muhtelif renk ve şekiller de böyledir. Aynı ruhu taşırlar, hareketler birbirlerine zıttır. Aynı şekilde insandırlar. Kimi İslâm, kimi Hıristiyan'dır.

3- Veliler ve peygamberler de aramızda bulunurlar. Yerler, içerler, çiftleşirler fakat Tanrı ile olan irtibatları diğerlerinde yoktur.

4- Vücûdumuzda ruh denilen bir Hakk nefhası ile nefis denilen tabiata çekici kuvvet aynı vücûdda beraberlerdir. Fakat aralarında müthiş geçimsizlik vardır.

5- Vücûdumuzda bir gönül âlemi vardır, sonsuzdur. Oraya herkes giremez, bir de vücûdlarımız vardır ki gönül denizinin sahilinde hareket ederler.

6- Denizde bir sandal var; altı su, üstü hava, birbirlerine zıd iki varlık.

7- Bir tarafta Hakkın vücûdu, diğer tarafta da benlik iddiasında olan mahlûkat.

Bir gece âlim bir insan rüyâsında Resulullâh Efendimizi görüyor. Tanıdıkları hakkında birer birer malûmat soruyor. Falanca zât nasıldır yâ Resulallâh? Filânca zâtı nasıl tanırsınız yâ Nebiyyullah?... diye. Peygamber Efendimiz de cevap veriyorlar. İsmini unuttuğum bir zât için de cevap isteyince «O Cenâb-ı Hakka bensiz gitmek istedi, benim yolumdan geçmedi. Ayağı kaydı, cehenneme düştü» buyurmuşlardır.

İşte garb âleminin filozofları, âlimleri, mütefekkirleri ne kadar üstün adam olurlarsa olsunlar, İslâmlık yolundan yürümemişlerse yolculuklarının sonu hüsrandır. Papazlar, Aristolar, Sokratlar hep böyledir.

Hakka giden yolun Hazreti MUHAMMED'e uğramadan kutsal olmasına imkân ve ihtimal yoktur. Onun için çok doğru bir söz var-dır «İlim, Hakkı bilmektir, bundan gayrisi kuru emektir» Üstün insan için nümune arıyorsanız Fransızlarda, İngilizlerde aramayın; mânâ ve sonsuz ilim itibariyle Hazreti MUHAMMED gelmiş ve gelecek insanların üstündedir. Çünkü Rab Teâlâ Hazretleri âlemleri O'nun şerefine yaratmıştır.

131

Page 133: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Dinsizlikte üstün adamlar Rusya’da yetişir. Bu zamanda en zengin hükûmetin başkanı Kennedy de üstün adamdır. Harbci, kurucu kurnaz, şanlı, en yakın tarihteki üstün adam Atatürk’tür.

Şimdi size biraz daha namazdan bahsedeyim. Peygamberimiz Efendimize dünyâ âleminde sevdirilen üç maddenin sonuncusu «Gözümün nûru namazdır» buyurmuşlardı. Kılınan namazları bir sıralayalım. Bakınız hangisi en makbuldür.

1- Usulünde abdest alındığını, bu sûretle iç ve dış âzalarımızın da temiz olduğunu farz edelim. ALLAHu ekber derdemez hatırımıza birçok hayâller dolacaktır, düşünceler dolacaktır. Kimimiz bunlarla uğraşırken, ağzımız da âyetleri okur, namazı kıldık ve kendimizi borçtan kurtardık sayarız. Halbuki gönlümüzde Hakktan ve O'nun sevgisinden başka ne varsa ona mâsivâ derler, put derler. Hakk ile aramıza putlar girmiştir. İsmimiz İslâm olmakla beraber puta tapmışızdır. Ona ibâdet etmişizdir. Hattâ günaha girmişizdir. Vazifesini yapmış bir mü'min rolü oynamamız da ikinci falsodur. Birisi bize putperest dese kızarız, halbuki hakikat budur. Cenâb-ı ALLAH bu namazı yüzümüze çarpar ve bu namazın sonunda duâlarımızın zıddını verir. Put yalnız tahtadan yapılmış haç değildir. Hakktan başka sevilen her şey puttur. Şimdi hesap ediniz. Hangimiz lâyıkiyle namaz kılmış sayılıyorz?

2- Namaza dururuz, fakat hep nefsimizle, putlarla mücadele ederek namazı bitiririz. Bu iyidir... Nefisle mücadeleyi ölünceye kadar yapmak mecburiyetindeyiz. Tedricen gönlümüzü temizleye-bilmek imkânı hasıl olur inşallah.

3- En makbul namaz Hazreti ALLAH'ı görür gibi kılınan namazdır. Size bunun da kolayını öğreteyim. «Doktor kimdir? Başından hastalık geçendir» derler. O mühim ve o kadar da güç mesele ile ben de yıllarca uğraştım. Cenâb-ı Hakkı nasıl tahayyül etmeli ki, O'nun karşısında olasınız. Bu bahis çok kimsenin bilmediği, hattâ bilenlerin de söyleyemedikleri bir bahisdir. Bugün şefkatim galebe çaldı. Bu mübarek Ramazan gününde idrâkinize Hakkın rahmetini serpiştireyim de bana duâ ediniz.

Kardeşlerim! Âlemlerin Efendisi olan Peygamberimizin bir sözü vardır: «Semânın herhangi bir yerinden arza bir ip uzatılsa, muhakkak ki Rabbimin üzerine iner.» Bir de velilerin sözleri vardır «Sen çık aradan, kalsın Yaradan» diyerek gönül temizliğini murâd ederler. İşte o zaman, yâni bu sözlerin çok derin mânâlarını düşü-nerek Mekkei Mükerreme'de namazınızı kılabilirsiniz. Bunun için

132

Page 134: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

sağ, sol, ön, arka, üst, alt kapılarını kilitlersiniz, gönlünüzün içini boşalttıktan sonra başka bir varlık sokmazsınız. Rabbin tecellîsi gönüledir. Aynası gönüldür. Tahtını oraya kurmuştur. Bütün vücûdunuzu gönül yapabilirsiniz, bu koca kâinatı bir nûr âlemi farz edebilirsiniz. İşte bu koca âlemde âşık olarak fâni olabilirsiniz. Hazreti Mâşûk'u yapayalnız bırakabilirsiniz.

4- Bir namaz daha vardır ki ona herkes muvaffak olamaz. Hakk vergisidir. Bu Hakk vergisine mazhar olabilmek için bile en aşağı kırk sene lâzımdır. Çileli bir ömür süreceksiniz. Bu âlemde hiçbir şeye lüzumundan fazla kıymet vermeyeceksiniz. O zaman kâinâtı gönülden çıkararak değil, hiçbir şey bırakmamak şartiyle hepsini gönlünüze sokacaksınız.

«ALLAHu Ekber» dediniz mi uyuyanların değil, az buçuk uyanıkların bile haberi olmayacak. Arşın üzerinde namaz kılacaksınız.

Bu makamdan evvel bin derdi bire indireceksiniz ve nihayet derd ile derman kaydı da kalmıyacak. Ânı dâim sırrına ereceksiniz, doğmak yok, ölmek yok. Hakkın zâtının isminden başka bir şey yok; onu siz söyleyip, siz dinleyeceksiniz. Gece, gündüz kaydı da yok, çünkü güneş ve yıldızlar bile gönlünüzde yapacaklardır devirlerini, hareketlerini.

İşte o zaman Cenâb-ı ALLAH'ın habibinin habibi olduğunuzu anlayacaksınız; o zaman âlemlerin sizi yetiştirmek için emir aldık-larını idrâk edeceksiniz. «Ben bir gizli hazineyim, kendimi âşikâr etmek diledim» kelâmı kudsisinden maksadın siz olduğunuzu utana utana duyacaksınız. O zaman Kur'ân-ı Kerim'deki secdeler size farz olacak; o secde namaz secdesinin dışındadır. O secdede okunması icâb eden cümleler (Secdetü bi'r-rahmân, amentü bi'r-rahmân, mağfirlî zünûbî yâ Rahmân) diyerek o ana kadar geçen gaflet zamanlarınız için toptan mağfiret dilemiş olacaksınız.

Bu sözlerimi anlamağa çalışınız, saadet bundadır, tam dirilik bundadır. Toprak olan cesedinizi nûr yapmış olacaksınız. Kendiniz-den ümidiniz olmasa bile yolunda bulunmanız bir gün Hakkın ho-şuna gidebilir. Sevgili kardeşlerim, çalışmak bizden tevfik ALLAH'dan. Bugün 10/2/963 Tercüman Gazetesine bir göz gezdireyim demiştim. Duâhan H. Yahya Eskişehirli imzasıyla ve gönül köşesi başlığıyla şu yazıyı okudum ki, altmış yaşıma kadar hiçbir Türk gazetesinde böyle özlü bir yazı okumadım, maalesef bu bir hakikattir. Belki benim okumadığım günlerde yazılmıştır, onu da bilemem. Yazı şu:

133

Page 135: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

--------------

(Sevgilerin en berrak ve muhabbetlerin en hâlisi, en durusu, mü'minlerin gönül aynasında âlemlerin incisini seyir ve temâşâ et-mesidir. Muhabbet kulun kendi varlığında ALLAH'ın ışıl ışıl yanan Cemâlinin zevkine, seyrine dalmasıdır. Gönül bu yolda parladıkça esrar perdeleri birer birer açılır. İnsan her zerrede, her damlada bir hikmetin bulunduğunu okur ve görür. Onun sâhibine hemen gönül verir. İlâhi Muhabbetin, Sevgilerin en hâlisi olması, Cân ile düğüm-lenmesinden, gözden değil, gönülden doğmasından ileri gelir. İnsan sevdikçe açılır. Açıldıkça sever. İlâhî varlığının derece derece yüce-lik ve güzelliklerine karşı ruhunun derinliklerinden gelen bir ılıklık duyar. O zaman kendini, soydaşlarını, bütün insan kardeşlerini sev-mekle fâni varlığını ebediyete götüren imân yolunu bulmuş olur.

Bu mâhiyet dolayısiyle ilâhi muhabbet aşkın en yüksek derecesi, ALLAH'dan başka her varlığın gözden silinerek gönülden de çekilmesidir. O hakikat yolu, bilinmeyen âlemlerden gelen nûrlarla aydınlanmıştır. Yalnız ilâhi muhabbetin bir menfaat mukabili olmayıp yüksek bir ferâgat hissiyle beslenmekte olduğunu unutmamalıdır. Âşıklar ALLAH'a giden yol üzerindedirler. Bu yolda yürüyenlerin aşkın icâbâtına uymaları lâzımdır. Seve seve de uymaktadırlar. Evet, ilâhi muhabbet gönülden dünyâ paslarının, menfaat ve hırslarının silinmesiyle ALLAH'ın nûru'l envâr, sâhibi Cemâl ve Kemâl olarak bilinmesi, sevilmesi icap eder. Böyle bir gönülde benlik de kalmaz ve bütün mevcûdât Hakkın varlığına bir delil olur) Şu halde gönül kâinatın göbek adıdır.

--------------

Ey sevgili kardeşler!

Bu kadar uzun sözleri birkaç sahifede özetleyelim ki yüz yirmi dört bin peygamber ve yüz dört kitap insana insanlığını, kendi kıymetini öğretmek için gönderilmişlerdir. Rab Teâlâ hazretlerini bilmek, bulmak ve O'nda gaib olmanın yolunu göstermek için gön-derilmişlerdir.

Bilirsiniz, insanın bir vücûdu vardır. O vücûdun diriliği ruhla kaimdir. Vücûdun istediği kendisinin ihtiyacı olan her şeydir. Ruhun istediği de aslına olan saygısı ve ALLAH sevgisidir. Çünkü yaradandan başka sevilmeğe lâyık bir şey yoktur. Kişi onu memnun ederse, kendini ona sevdirirse, her şeye sâhip olabilir. Diğerleri teferruattır.

134

Page 136: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Yaradan'ın aşkına, aşkla mukabele etmelidir. Bizim için yarattığı ve sırası gelince kullanmak üzere emrimize verdiği şeylerle alâkadar olarak çok lütufkâr olan kudret ve kuvvet sahibi bulunan bir tek Yaradanımızı ikinci plâna bırakmak, gafletlerin en büyüğüdür. Bize kendi varlığından veren O yüce ALLAH'dan bir an için bile olsa nazarlarımızı başka tarafa çevirmemeliyiz. Dört ayaklı hayvanların iltifatları ya leşedir, ya otadır. Biz de onlar gibi olmamalıyız.

Hormon aşkı ve bunun levâzımatının geçici zevklerine kapılıp yorgun ve dermansız kalmadan plâtin sâfiyetinden ve kıymetinden çok yüksek olan ilâhi aşka, ruhumuzun halk olduğu tarafa yönelmemiz bizim için çok hayırlı olur. Kendi geçici varlığımızla kendimize perde icâd ediyoruz. ALLAH'la kul arasında ne münasebet var, demeyiniz. Ruhumuz O'nun nefhasıdır. Dâimâ O'nunla beraberiz yahud O dâimâ bizimledir. Bizimle olmadığı zaman, nefhasını ciğerlerimizden aldığı zaman nasıl bir leş olarak taş gibi hareketsiz kaldığımızı, açıkta bırakılırsak ne fena kokular çıkardığımızı ve iğrenç bir hal aldığımızı söylemeye bile lüzum yoktur. Bütün saltanatlar Rabbimizindir. Semâvî kitaplar gök yüzünden değil, gönül özünden gelmişlerdir. Namaz, niyâz, oruç, hep insanların fenalıklardan arınmaları için sabun ve su faktörleri gibi emirlerdir.

Gönlümüz de ibâdetle arınmış olursa, orada Hakk ve hakikat güneşi doğabilecektir. İdrâk kabiliyetimiz artacaktır. Esasen Hakk ve hakikat güneşi doğmuştur yâni baştan sona kadar vardır. Batmış değildir ki, doğmuş olsun; biz ona yan ve arka çevirirsek, cehil ve gaflet karanlığına gömülürüz. Hakikati, ilmi, sevgiliyi gaip zannederiz.

Rab ile kul arasındaki sevişme/muhabbet yollarını gösteren bütün kitaplar Rabbimizin ilhâmı ile yazılmıştır. Adetâ onun ağzından ve kaleminden çıkmış gibidir. Bu kitapların en mükemmeli Kur'ân-ı Kerim'dir. İnsanların en mükemmeli Fahr-i Âlem Efendimiz’dir. Cenâb-ı Hakk «Ben gizli bir hâzineyim. Kendimi âşikâr etmek diledim, bu âlemi yarattım» buyuruyor.

Nitekim, biz de insanlar arasında gizli idik, yazılarımızla sahayı müşahadede görünmek istedik. Elimizdeki cevherleri dağıtmak istiyorum. Güzel ve çirkin herkese yakışabilecek olanları vardır.

Şu halde sevgili kullarında olan hâzinenin de asıl sâhibi kul değil, Mevlâ imiş. Hayatınızdaki bütün neş’eler, zevkler, yakaladığı-

135

Page 137: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

nızı zannettiğiniz saâdetler hep geçicidir. Siz de geçicisiniz, sevdik-leriniz de geçicidir. Hepsi fânidir. Benim diyerek sâhip olabildiğiniz hiçbir şey yoktur.

Geçici bir âlemdesiniz, geçici bir vücûdunuz var. Taparcasına sevdiğiniz herşey geçicidir. Niçin bâki ve sonsuz olan varlığa doğru yürümüyorsunuz? Gönlünüzün derinliklerinde ruhunuzu uçurun, hedefe varınız. Mânâ âleminde hakikat güneşine varın ki evvelâ zaman kaydından kurtulun, ruhunuzun o âlemde uçabilmesini temin için vücûdunuzu hafifletin, ihtiras ve ibtilâ elbiselerinden soyunun, ruh olarak kalın. Sokakta gezildiği gibi denizde yüzülmez. Denizde yüzüldüğü gibi havada uçulmaz, havada uçulduğu gibi nûrâni âlemde sefâ sürülmez. Nûrâni âlemde de kalmamak lâzımdır. Çünkü bütün âlemleri ihâta eden ve aynı zamanda en ufak zerrede bile hayat âlâkasını gösteren bir hüviyeti mutlaka âlemi vardır.

Kedi işkembe yerken gözü etrafı görmez; hayvanlar azgınlık zamanlarında, şehvet esnasında ölümü bile istihkâr ederler. Âşıklar da akıllarını, hislerini aşkla değiştirirler. İkinci bir varlığa lüzum hissetmeden kendi esans denizlerinde yok olurlar. Ancak tekrar bu âleme iâde edildikleri zaman, hiç değil, hep olduklarını anlarlar.

Suların üzerindeki habbeleri bilirsiniz. İnce bir su tabakasıyla örtülmüş havacıktır. Lisanı hal ile aslı üzerinde biraz yükselmiş, nereden geldiğini, nereye gideceğini gözü ile görmüş ve dağılmış-tır. Çiçekleri ve meyveleri bilirsiniz, kemâle erdikten sonra boyun-ları bükülür, aşağı sarkarlar. Ağacın ve dalların vücûdlarından maksad o çiçekler veya meyvelerdir. Hâl lisâniyle onlar şöyle şük-rederler «Evvelce toprak idim. Sonra tohum olarak gizlendim, yaprak ve diken devrelerini de geçirdim. Nihayet meyve oldum veya çiçek oldum. Şimdi beni koparacaklar, özümü yiyecekler, po-samı yine toprağa atacaklar, devrem, vazifem tamam olacak» diye asıllarını temâşâ ede ede kopma zamanlarını beklemeleri insanlara örnek olacak ve uzun uzun düşünmelerine yol açacak bir keyfiyettir. Düşüncelerinizi daha derinleştirip ibâdetle idrâkinize sonsuz ufuklar açabilirseniz vahdeti vücûd denilen bir birliğe ulaşırsınız ki o da sizin vücûdunuzdur. Ve bütün makamâtı nefsinizde idrâk etmiş oluyorsunuz. Bunun için «Nefsini bilen Rabbini bilir» buyurulmuştur.

Bir buğday dânesinde harmanlar müşâhede edildiği gibi bir çekirdekte de ağaçların dalları, meyveleri, çiçekleri gizlidir. Anlamış olmalısınız ki bir insanda Hakk Tealâ Hazretleri'nin, isimleri, sıfatları, zât’ı mevcuttur. Cennet, cehennem, sûret, mânâ, ruhlar

136

Page 138: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

âlemi, ilimler âlemi melekler âlemi hep insandadır. Nihayet Rubûbiyetin tecelli sahnesi de insanın gönlüdür.

Hazreti ALLAH «Yeryüzünde sevgili kullarımızı bize vâris yaparız» kudsi konuşmalariyle ermiş kullarına tasarruf kabiliyetini de vereceğini bizlere vaad ediyorlar. Atılan oku geri çevirmek hassaları onlara verilmiştir. Kaza ve kader sırları da onlara âşikârdır.

Âlemleri yaratan ALLAH’ıma çok şükürler olsun, sinemi ve ağzımı açabildim, içimi boşaltabildim. Alan alsın. Helâl olsun. Artık yöneleceğiniz tarafı intihâbda serbestsiniz. Siz ona bir adım atın. O da size on adım atsın.

Elinizde bir meş’âle gibi tutmanız için size 1001 hâdis-i şeriften bazılarını tekrar ediyorum.

- Efendimiz mî’râcda cehennem kapısında durmuşlar, içeri girenlerin çoğu kadın ve zenginler imiş.

- Efendimiz Cennet kapısında durmuşlar, içeri girenlerin çoğu fakir imiş.

- Kıyamet gününde ümmet-i Muhammed’in yanına birer kâfir verilecek ve senin için hesab edilen cehennem azabını senin yerine bu kâfir çekecek diyeceklermiş.

- Mü’minlerin cennete girmelerine sebep güzel huyudur.

- İnsanların cehenneme girmelerine sebep alt ve üst delikleridir.

- Bir Hak sevgilisini sevenlerden (70 bin) kişi cennete iltimas edilecektir.

- Kıyamette ilk defa ele alınacak hesap namaz hesabıdır.

- Herhangi bir kabahat için cehenneme girenler, alınlarında secde izinden tanınır ve kurtarılır.

- Bu din pek garib başladı, sonunda garib olacaktır. Bu zamanda gelen Müslümanların büyük ecirleri vardır.

- Namaz kılanın önünden geçen kimse, bu hareketinin cezasını bilseydi, kırk gün bile beklerdi.

137

Page 139: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

- Secde eden Müslümanın yanından şeytan ağlayarak kaçar. Sede etmediği için mel’un olduğunu hatırlar.

- Besmele-i şerife fatihanın ve her surenin başıdır, birinci ayettir.

- Hakkı batıl gibi, batılı Hakk gibi gösteren deccaldır.

- Amellerin en faziletlisi en güç olanıdır.

- Dualarda emretmek gibi değil… Sana sığınırım demeli.

- Haya ve kerem Hakkın sıfatıdır. Açılan ellere istenileni vermemek yapamaz.

- Sabahın sünnetini arkanızdan düşman süvarisi gelse dahi terketmeyin.

- Bir kul ya Rabbi beni cehennemden azad et dese, cehennem de ya Rabbi beni şu kulundan kurtar diye yalvarırmış.

- Bir kul günah istese de yapmasa bir şey yok. Bir kul sevap istese de yapmasa bir sevap var. Bir kul sevap istese de yapsa 700 kadar sevap, Bir kul günah istese de yapsa bir günah yazılır.Resulullah Efendimize her sene Cibril gelirken vefat ettikleri

sene iki defa gelmiş. Bundan vefatını anlamış. Bu hali Fatma validemize söylediklerinde ağlamış, ilk evvel bana iltihak edecek sensin dediklerinde gülmüş.

•••

Bellediği sûreyi, âyeti unutan insanı çok günahkâr buluyorlar.

•••

Efendimiz Cenâb-ı Hakk’dan üç şey istemiş:

1- Düşmanların birleşerek ümmete musallat olmaması - kabul edildi.

2- Boğulmak ve kıtlıktan ölmek – kabul edildi.3- Ümmetin arasında ayrılık olmaması – reddedildi.

•••

138

Page 140: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Kaderi dua değiştirir, ömrü de sadaka uzatır. •••

Saidlik veya şakilik Hakkın takdiridir. Buna mazhar olan kullara o iş kolay gelir.

İNLEYİŞLER

MEDED YÂ RESÛLALLAH!

Sehâm-ı aşkına her dem vücûdum bir siper olduFakat gönlüm göğüs açmış hedeftir yâ ResûlallâhSenin şevkinle geldim âleme sensiz serâb olduGece gündüz senin müştâkın oldum yâ ResûlallâhDüşe kalka geçen altmış yıl ömrüm hep helâl olsunSeni görmek diler dîdem görün bir yâ ResûlallâhSana nisbet edince kendimi sarhoş olub kaldımAğız ismin, gönül sevginle meşgul yâ ResûlallâhHuzurunda seher vakti senin medhin okurken benAceb idrâk hatamız var mı bilmem yâ ResûlallâhSeninle hasbihâl eyler iken leylim nehâr olduŞeb-i yeldâ olur sensiz geçen her gün yâ ResûlallâhGönül âyinemi pâk eyledim nolur bana bir bakÖlürken nakşını kıble edinsem yâ ResûlallâhNiyâz etmekle ben çok hoş, sana nâz eylemek hoşturDilersen nûr-i vuslatla yakıp mahv et yâ ResûlallâhSenin nûr-i cemâlinde fakir pervâneyim her ânDilersen Nusret’i şâd et, diler yak yâ ResûlallâhEğer mâziyi fikr etsem hârâb ender hârâbım benHuzurunda şerimsârım kerem kıl yâ ResûlallâhBana bir lâhza ümid ver gözümden akmasın yaşlarCehennemler söner sonra yaşımdan yâ ResûlallâhSeni ahîr zamanda gerçi anlar pek az olmuşturSana dâvet edem halkı emir ver yâ ResûlallâhEğer halk-ı cihân bilse ki zâtın, Zât-ı Rahmân’dırSıfatınsa sıfat-ı Hakk şefaat yâ ResûlallâhAğız söyler akıl sus der, gönül yaz der şaşırdım benGözüm gözler seni lûtfet görün bir yâ ResûlallâhSenin zikrinle sinemden alevler arşa yükseldiSeni görsem ne bayramlar yapar dil yâ ResûlallâhCenâb-ı Zât-ı Bâri’ye giden tek yol senin gönlünFakirden de sana varsın gönüller yâ ResûlallâhBilir bilmez, görür görmez, bütün âlem sana dönmüşKemâlin nuru sendedir muhakkak yâ Resûlallâh

139

Page 141: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Yüzümden perdeyi açtım nümûne olmadır kasdımNe yâr kaldı, ne ağyârım soyundum yâ ResûlallâhBoyun büktüm seher vakti kapunda inledim durdumSesimden başka ses var mı bilinmez yâ ResûlallâhSeni bende gören olsa bağışlardım ona CânımBeni senden bilenlerse bizimdir yâ ResûlallâhKerem kıl! Nusret’i şâd et! Bağışla cürmümü ŞâhımHuzûr-ı Hakk’a aç râhım yoruldum yâ ResûlallâhRûhu’l Kudüs’ün feyzi eğer Nusret’e inseElbette diriltir ölüyü, körler olur şâdİsâ nefesin bir nazarı çirkine değseSultân-ı acem âşık olub eyleye feryâdBir gamzede bir dîde açar istese MevlâBir hande ile bazen eder âşıka imdâdBirkaç gün için lâfı bırak zikre devâm etMutlak gelecek karşına Nusret sana mir’at

BİR KARDEŞE

Ne âciz bir fakiriz biz, ne mahzun bir gedayız bizBu âlemde hiçiz ama Habibi Mustafâyız bizEvvelce nûr idi ismim, bugün Nusret dedi cânânVazifem çok basit amma şu dem sırrı Hüdâ’yız bizO mahfidir bugün bizde, yarın biz onda mahfiyizBizimle âşikâr oldu delil ü rehnümâyız bizBizi keskin kılıç sanma bugün rahmet dolu sinemHeman bir damla yaşla gel, inan abdülgâfuruz bizVücûd ile varırlar kâbeye yâ Kâmil insânaSoyun ruhunla gel zirâ ölüb tenden cüdâyız bizBuna derya-yı zât derler bırak sen yâr ve ağyarıSakın sûretle aldanma harimi zülcemâliz bizGönülden söylenen sözler dışardan anlaşılmazmışGülistanı visâlinde hezârı hoş sedayız bizNe Hûriden, ne gılmandan, ne eyyamdan haberdarızBeni Âdem libâsiyle gezen Şâh-ı cihânız bizBugün tebdil, yarın uryan, öbür gün şekli rahmânızBizle gel anla ey zâhid sâhibi zülfikarız bizHazine bulmak istersen bayırda, dağda olmaz oSerâpâ günci mahfiyiz tılsımı cânküşâyız bizBize lâyık mı görmezsin, muhiblik kisvesin CânaEbû Cehilin pîşin terket bugün mürği sefâyız bizBiraz gönlümde yer tutsan, canımla hasbihal etsenSerâser nûr olurdun sen inan! Nûri vücûduz biz

140

Page 142: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Dilhânen kapkara bir taş sorarlarsa adın islâm Ecel sûrundan evvel gel şefaat kâni olduk bizSana aşktan kanat taksam Cibrili arşa uçurtsamSerâptır durduğun âlem, yazın âbı hayatız biz

DİĞER BİR KARDEŞE

Senden içre bir diğer sen var ki ahbâbım benimSen onu görmezsin amma âşinâm oldur benimKâh bakar senden bana kâhice benden âlemeGafil olma Ârif ol zinhar inkâr eylemeGözlerinden fırlayan oklar gider çok kalb delerSen de rahat görmeden bir gün ayağın sendelerBen de fırlattım sehâmı ülfeti tam kalbineYâre aldın çok derinden yâremiz yoktur demeGönlüne hiç girmemiştir böyle bir ok şüphe yokBağlamışlar her vücûdu bir kazıkta çare yokŞöyle üç beş yıl gezersin sonra anlarsın biziYüz buruşmuş, sine bomboş dâimâ artar sızıİsteyenler çok saadet sırrın, herkes bulmadıBizdedir sırrı saadet gafil agâh olmadıDehrin âlâmû mesârı bir birin tâkib ederKabrimin üstünde her ot sırrı aşktan bahs ederAşkı sâfiden haberdar olmayan taştan beterEhli aşk olmak dilersen al kitabımdan haberRuhların birleşmesinden gayri bir zevk var mıdırMahbese girmez gönül ondan güzel eş var mıdırGöz izimle doldu veçhin sende senlik kalmadıGözlerin birleştiği ân bende benlik kalmadı

SEN YÜCE TANRININ SÛRETE BAĞLANMIŞ NÛRUSUN Uyku torbası olan vücûduna bir delik aç, etrafını gör ve

düşün, altından olan bülbül kafesine haşerat dolmuş... Onları ateşe yak, kudretini bizlere ALLAH vermiş.

Filvaki kendimizden küçüklere bakıp böbürleniriz, horozlanırız, kendimizden büyüklere bakıp ufalırız. Kendimize bakıp Tanrı lûtuflarını kendimizden biliriz. Bizleri kurtar ey ALLAH’ım bu yanlış fikirlerden.

Bir zaman gelecek, dünyâ bizi terk edecek. Onun gençlikteki tebessümlerine aldanmayarak daha evvel onu terk etmek idrâkini bizlere ver.

141

Page 143: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Hakk yolunda ilerlerken, önümüze gelen her mâniayı yenerek, hiçbirine iltifat ettirme. Hareketli ve neşeli günlerimiz, eğlenceli gecelerimiz bir gün son bulacaktır. O zaman boş bir çu-vala benzeyeceğiz. Her ne kadar Rabbü'l âlemin hazretlerinin «ku-lum» demesine, habibi olan Fahr-i Âlem Efendimizin «ümmetim» demesine istinad ederek şımarmakta, sevinmekte haklıyız ama habibine lâyık ümmetten bir ferd olmağa çalışmak, onun huyuyla huylaşmak lâzım. Cenâb-ı Hakk'ın aşkından da müstefid olalım.

Esasen bütün âlem ezelde kendilerine verilen bu iki kadeh şarabın sarhoşudurlar. «Kulum ve Ümmetim»

Ârif, Kâmil ve vâsıl olanlardır ki bu şarabın sarhoşluğundan ayılmışlardır. Çünkü bu hitaplar çocuklara yapılan okşayıcı sözler-dir. Bizleri yanan, gaflete düşen kullardan ve ümmetlerden eyleme ya Rabbe'l âlemîn! Yokluktan başlayıp hepliğe ulaşmak nasib eyle.

Yazılarımın içinde birçok yavan, tatsız, tutsuz sözlererastlayacaksınız. Fakat bunlar mertebe icâbıdır. İnsan her zaman âşık ve mâşûk makamında kalamaz. Alevin yanında durulmaz, yakar. Geçmek mecburiyetinde iseniz, yanından sür'atle geçiniz. Etrafınızı ateş sarmışsa bir hamlede o daireden dışarı çıkmak lâzımdır. Aşk ateşi de böyledir. O da yakar. Yanında fazla durulmaz. Üşüyenler bile ısınınca çekilmelidirler.

Size nasıl anlatayım kendimi, bilemiyorum. Sinemde bazen dumandan da eseri kalmayan bir kor yığını var. Beni o halde göremiyorsunuz. Benim benliğim O’dur. O'nun nûrudur. Ateşime veya topraktan olan şeklime, darmadağınık olan hallerime ve sözlerime bakmayın; yavan ise icap ettiği yerde tuz, icap ettiği yerde de şeker koyunuz; muhakkak gönlünüzün beğeneceği bir yemeğe kavuşmuş olursunuz.

Yanımdan geçen iki kişinin benden garip ve zavallı diye bahsettiklerini duyduğum zaman mest olurum. Sarhoş olurum, kendimden geçerim. Çünkü garip diye anasız, babasız, kimsesiz, doğup büyüdüğü diyardan da uzak, belki de aç ve susuz bir kimse hatıra gelir, böyle kimselerin gönülleri de Hakk sevgisiyle, aşkın nûruyla doludur.

Aşksız olmuş da bütün akraba ve taallükâtı hayatta olmuş, kaç para eder? Zengin olmuş, mânâ fakiri olduktan sonra, Yaradan'la münasebetini göremedikten sonra kaç para eder? İki cihân serveri «Fakirlikle iftihar ederim» demiş; ne güzel demiş, ne derin konuşmuş. İşte benim için söylenen bu garip kelimesi böyle

142

Page 144: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

mânâlar taşır. Her şeyle alâkamı keser, sevgilinin huzuruna uçuruverir.

Herkesin hürmet ettiği yüksek rütbeli, zengin, âlim bir kim-seden mi bahsedildi? Tanrı'nın verdiği ömür hazinesini hep bu fâni âlem için sarf etmiş, kendini beşeriyet için feda etmiş bir kahraman hatırıma gelir. «Şu adam meczubun, delinin birisidir, âşık mıdır nedir?» dedikleri de, Tanrı'nın nûrunu görerek onlara kul köle olmuş; yediğinin, içtiğinin, tokluğunun, açlığının, fakirliğinin farkında olmayan bir insan demektir. Ne gam var o kimse için ki ölmeden evvel ölmüştür. Hesaplarını temizlemiş, bir ruh gibi ayakta durmaktadır. Onun başka bir âlemi vardır. Belki de orada sultandır. O bilir ki sırtındaki paçavralar ile zenginlerin ipekli elbiseleri ebediyen çıkarıldığı o gün aynı seviyede, aynı hizada bulunup Rabbin emirlerini bekleyeceklerdir. Hattâ hattâ zât cennetinin baş köşesi onun yeridir.

İşte benim düşüncelerim bunlardır. Size derdimi anlatamıyo-rum. Bizi anlamıyorsunuz, bizi hakiki varlığımızla göremiyorsunuz; görülene bakıp şekillere kıymet biçiyorsunuz, görenle beraber olmuyorsunuz, görenin nûr deryâsında yüzemiyorsunuz. Ateş görüp yanarım diye korkuyorsunuz, kaçıyorsunuz.

Zamanı gelecek, haklı olduğumu anlayacaksınız. Elbet bir gün gönlünüzde aşk ve ilim nûru belirecek. Hakk ve hakikat güneşi doğacaktır. Can ve gönülden temennim budur. O zaman fâni vücûdunuzun Kâbe'de bir direk, idrâkinizin kıblesinde bir kandil olduğunu anlayacaksınız.

Kendinizi, bütün ervâhın başlarının üzerine basarak arşın üs-tünde, Fahr-i Âlem Efendimizin avucunun içinde gâib olmuş göre-ceksiniz. Şemsi Tebrizi'ler, Mevlânâ'lar, sizler, bizler hep aynı nûr-dan, MUHAMMED nûrundan (s.s.) aydınlanan gönüllerimiz var. Kendimizin bile farkında değiliz.

Kâinatta bütün varlıkların, insanları yetiştirmek için hizmette, insanların da dinli dinsiz muhtelif putların ve peygam-berlerin arkasına düştüklerini, hepsinin de (peygamber dahi olsa) Hazreti Peygamber'e müteveccih olduklarını bilseniz, geçmiş günlerinizden tövbe edersiniz.

Hele Hazreti MUHAMMED'in cübbesinin altına girebilip etrafa bir bakabilseniz yâni Kâbe-i Muazzama'daki siyah örtünün üzerin-den göz olup etrafa bir bakabilseniz! İbadetlerin size müteveccih olduğunu da görürsünüz.

143

Page 145: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Gönül vicdaniyle bulmazsa ALLAH'ı hakikince Mücerred dildeki ilim veya irfanı neylerler

diyerek birdenbire söylenen sözlerin hepsine bir kibrit çakıp aşka teslim olalım kardeşlerim.

Ah! Niçin beni anlamıyorsunuz? Nasıl söyleyeyim? Arapça söylendi, anlamıyorsunuz. Acemce söylendi, anlamıyorsunuz. Türkçe söylüyoruz, anlamıyorsunuz. İngilizce'den tercüme edil-mesini mi istiyorsunuz?

Bu kitap, gönül kitabıdır. (Ey sevgilim! Kendi kitabını oku! Bugün için bu sana yeter) emriyle bildirilen kitap bu kitaptır. Kendi-nizi habiblikten uzak görmeyin. Aynı zamanda hepimize söylenmiş bir sözdür, bir emirdir.

Öyle bir idrâk sahibi olun ki, Efendimize gönderilen Kur'ân-ı Kerim'i kendi gönlünüzden de okuyun.

Kadir gecesini mi yaşamak istiyorsunuz? Her geceniz kadir olabilir. Bayram gününü mü yaşamak istiyorsunuz? Her gününüz bayram olabilir. Ezânı Muhammedî, Lebbeyk, Mevlût… seslerini mi duymak istiyorsunuz? Gönül kulağınızı açınız. Her an bunları duyabilirsiniz.

İsmi Âzam duasını mı öğrenmek istiyorsunuz?

«ALLAH» ismi şerifinden büyük «İsmi Âzam» mı olur? Yalnız o ismi mübareki söyleyebilecek ağıza sahip olun. Balık, gözünü açar açmaz ilk gördüğü şey denizdir. İnsan da böyledir. Gözünüzü açar açmaz, ilk gördüğünüz varlık Hazreti ALLAH'ın nûrudur. Gözünüzü kapayın, gön-lünüzdeki kendi âleminizde gördüğünüz yine O'nun nûrudur. Esasen sizden gören de O'nun nûrudur. Şu halde siz züccâce içindeki nûrsunuz. Bunları niçin anlamıyorsunuz?

Elinize aldığınız herhangi bir kitap muhakkak ki bir nûr neşreder. Bu nûr, kiraz böceklerinin yanar söner ziyasından başlar, deniz fenerleri gibi aralıklı ışıldayanlar, mum ışığı ve daha kuvvet-lileri, projektörler ve nihayet güneş gibi sonsuz nûr saçanlar vardır.

İşte Kur'ân-ı Kerim, sönmez bir nûr ve eşsiz bir kitaptır. Hakk kelâmıdır, Fahr-i Âlem Efendimizin gönül semasına indirilmiştir. Bu hal gösteriyor ki, Rabbimiz, kullarından uzak ve alâkasız değildir. Aranızda tasavvur ettiğiniz ayrılık, kendi evham ve hayâlimizdendir. Mekânların mekânı olan yüce «ALLAH» çok temiz olan mahlûkatın içlerinde «İnsana olan tecellim gibi hiçbir mahlû-

144

Page 146: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

kuma tecelli etmedim» buyururken, huzuruna, cismanî ve ruhanî hiçbir perde ile gelmememizi istiyor.

Benim bir hâlim var biliyor musunuz?

(Salli alâ seyyidinâ Muhammed) dendiği zaman, birden beşeriyetim kemâle erer. Saçlarım ve sakalım beyazlanır. Sanki o habîbin rûhu vücûduma girmiş, gönlümü istilâ etmiştir.

Kıyamda durup hamd etmek mi lâzım? Ederim. Rükûa varıp tâzîm etmek mi lâzım? Ederim. Secdeye kapanıp yüzümü, gözümü, alnımı, burnumu aslım olan toprağa sürmek mi lâzım? Sürerim.

Kaç def’a...

Eğer iki, üç, dört def’adan fazla emredilse ebced hesabında hoşuma giden «mim» harfinin delâlet ettiği 40 rakkamına kadar secdeye varmak isterim.

Huzûr-ı izzette (Dile benden ey habîbim! Ne dilersen verece-ğim. İstersen dünyâyı altın yapayım) vaadi ilâhîsi tecelli ettiği za-man, (Yalnız ümmetimin selâmetini niyâz ederim) diyen o sevgililer sevgilisi hatırıma gelir.

Bu mübarek ismi ister ben söyleyeyim, ister siz söyleyin; varlığımın onda fâni olması, beşeriyyetimin erimesi için kâfidir.

Ümmet meşreb olup bütün beşeriyyetin günahlarını affedesim geliyor. Elimde, avucumda, cebimde, ilmimde, gönlümde nem varsa veresim geliyor.

Birdenbire insanların değil, meleklerin bile üstüne çıkarım. Cebrail'i de geride bırakırım.

Geçtiğim yollarda Cehennem söner. İçindekiler sevinir, bayram yaparlar.

Cennet ve içindekilerin hayretten ağızları açık kalır.

- Bu nûr nereden geliyor?- Bu kokunun sahibi kim?- Lika ullah bu mudur? Diye sorarlar. Bizi ararlar.Fakat biz onların da üstüne çıkarız. Oralarda âşıkın düldülü

de yoktur. Refrefi de yoktur. Benliği de yoktur. Havaî fişengi patlayan âşık kandil kandil arzımızın üzerine iner. Onlar Hikmet, Rahmet, Şefkat, Merhamet nûrlarıdır.

145

Page 147: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Hareket noktama vâsıl, aslıma râci olurum. Nusret olarak nâm alır, görünürüm.

Vücûdumdaki her katre kanda milyonlarca hayat vardır. Bunlar hemen boyun bükerler, vecde gelirler, «ALLAHû Ekber» diye semâa başlarlar.

Siz de bu mî’râcı yapabilirsiniz. Siz de bu sevgililer sevgilisinin yolundan giderek O olabilirsiniz.

O olun! Âlemlere rahmet olun! İnsanlığımızın şerefini bilin! İslâm dininin nasıl bir din olduğunu idrâk edin!

İnsan iken âşık, âşıklıktan sonra da mâşûk olun! Bu zevke, bu mertebeye varmazdan evvel de ne olduğunuzu siz idrâk buyurun aziz kardeşlerim.

•••

Ey sevgilim! Sen de herkes gibi vücûduna bir çok elbise çeşitleri seçmişsin, fakat senin elbisen insan vücûdudur. Hem de saçı sakalı ağarmış, rengi sararmış, gözleri yaşlı, vücûdları zayıf, fakir kılıklı, mütebessim ve beşuş çehreli herkese yararlı olan vücûdlar.

Birbirlerini seven bir ailenin müşterek olarak sevdikleri bir de çocukları… Bu uğurda yapmadıkları fedakârlık, çekmedikleri zahmet —israf derecesine varsa dahi— sarf etmedikleri para yoktur. Sebeb? Sevgi!

Kediler doğurdukları yavruyu yalarken gerek süt kokusu, gerek tam bir teslimiyette gördükleri için çıtır çıtır yerler. Sebeb? Sevgi, kıskançlık.

Yıllarca yaşarız, nihayet ölürüz. Bizleri öldüren kuvvet, aynı zamanda yaratan ve yaşatan kuvvettir. Ölmemize sebeb yine sevgidir. Çünkü o kul sıhhatte ise hastalığı ve ihtiyarlığı çok üzücü olacaktır. Hasta ise çok sıkıntı çekmemesi için ölüme hazırlıklıdır. Zengin ise Hakka karşı isyanına meydan verilmemiş olacaktır. Fakir ise ölerek zilletten kurtulur.

Âşıksa kendisine çekmek için canını ister. Vücûd kaydından kurtarır.

Şu halde neticesi bizim için iyi ölüm çok hayırlıdır. ALLAH'ın sevgisine delâlet eder.

146

Page 148: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Şu halde biz kullar da ölmeden evvel ilmimizdeki her varlıktan ve hayalden ölerek kurtulup Yaradanımız'a kavuşursak, iştiyakla emirlerini yapıp nehiylerinden kaçsak da, mukabil sevgimizi göstersek fenâ mı olur?

O'nun verdiği can nefhası istesek de, istemesek de, yine ona râci olacak. İyisi mi, rızamızla bu işi yapsak da can ve ten kaydın-dan kurtularak ona teslim olsak, kulluğumuzu ve sevgimizi isbat etsek olmaz mı?

Bu yazılarımla size bir hakikati duyurmak istiyorum: Para sarfiyle ve gece gündüz çalışmaktan maksadım da ilâhi sevgiyi anlatmak içindir. «Ben de biz gizli hazineyim. Bilinmekliğimi diledim. Şu kitapları yazdım.»

Kâinât da ALLAH'ın kitabıdır. Bir yaprak, bir çekirdek, nihayet bir insan mükemmel bir kitaptır. Kur'ân'dır. Muhtelif çiçeklerde, muhtelif güzellikte kokular vardır. Bu dünyâ bahçesinde burnumuzu ve yüzümüzü hoş koku gelen tarafa çeviririz ve yürürüz. O çiçeği buluruz, koklarız. Sebep? Yine sevgi. Çiçeğin dâveti var «Ben senin için yaratıldım. Beni kokla. Ben bu kokuyu Rabbimden aldım» diyor hal lisaniyle.

Bu sevgi yazıları da benim ilmü irfân kokumdur. Rabbimden aldığım tevhid kokusudur. O da diyor ki: «Ey insan! Çiçeklere olan tecellim budur. İnsanlara da idrâk yolu ile sırlı sözlerle, işaretlerle tezâhürlerim ve tecellilerim vardır. Konuşan, dinleyen, kokan, koklayan hep «Ben»im. Bu benim zevkimdir, saltanatım icabıdır. Çiçeklerdeki koku, yediğin şeylerdeki lezzet, güzellerdeki cazibe, ibâdetlerdeki huzur ve huşu hep benim.

Niçin bu letâfet, tevhid ve aşk yolundan bana gelmiyorsun? Nusret kulumun yazmağa çalıştığı kitaplar da benim arzuma muvafıktır. Ona lütf-u mahsusum vardır; onları oku, anlamaya çalış!

Arapçasını gönderdim «Lisan bilmiyorum, ben Türk'üm» dedin. İşte Türkçe yazdırdım, gönderdim. Şimdi de vaktim yok diyorsun. Emin ol cezalarımı sana da tattıracağım. Rabbinin, velilerinin sözlerine kayıtsız kaldığından, sevgime ve lütuflarıma sevgi ve şükür ile mukabele etmediğinden nankörlüğünün karşılığını göreceksin.»

«Sabah karanlığında, herkes uyurken o benim feyz kapılarımı bekledi. Varını yoğunu benim rızâi ilâhiyem için sarfetti. Ben de ona «Nusret»ime hayat, ilim, semii, basar, irade, kudret,

147

Page 149: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

kelâm, tekvin, idrâk hazinelerimden verdim. Âlemleri sizin için yarattım. Sizi de kendim için. Bunu biliniz ki, nasıl olsa sizleri huzuruma çekeceğim. Bana ait olan canı alacağım. Hem de günlerce döşekte inlettikten sonra.»

«Huzuruma pis elbise ile günah kiri ile kirlenmiş bir vücûdla gelmeyin. Dünyâ âleminde kirlendiğiniz gibi yine orada temizlenin, öyle gelin. Bu temizlik için günde bir saat bana yeter, yirmi üç saat sizin olsun.»

Bazen nefsi emmâre, nefsi mutmainne üzerine galebe çalar. Deccal'ın zuhuru gibidir.

Hazreti İsa'nın gökten zuhuru ile Deccal'ı katletmesi, rûhun nefsi emmâreyi tekrar katletmesi gibidir.

Dabbetü'l arz, nefsi levvâmeden kinayedir. Mescid-i haram-daki ev, Beytullah'tır. O da gönüldür. Bazı kimselere oraya gitmek lütfedilmiştir.

•••

Vücûdumuzu örten elbiseler, çamaşırlar kirlendikçe yıkanır. Eskidikçe yenisini giyeriz, eskileri atarız. Vücûdumuz da ruhumuzun elbisesidir. 50, 60, 70 yaşında onu da atarız. Böylece birbirinin üzerine altı kat iç çamaşırımız vardır. En içte ve ortada olan gönül güneşidir. Beyti ilâhîdir. Şemsi hakikattir. Bunu idrâk eden nûr-u Muhammed'e mazhar olanlardır. Orada kavga, münakaşa, ayıp, çokluk yoktur. Bu 6 elbiseyi ilim, tasavvuf yolu ile idrâk edenler ölmeden evvel ölmüş, huzura kavuşmuş kimselerdir. Hal ve hareketleri, sözleri özlerine lâyıktır. Kur'ân'dan konuşurlar. Güzel ahlâk kokuları neşrederler.

•••

Her meslek için bir kabiliyet, bir istidat lâzımdır. Fakat Hakk vergisinde pek böyle sebebler aranmaz. Çünkü verenin lütfuna son yoktur. Atâsı boldur. Taşta kabiliyet olmadığı halde onu bile söyletir. Toprağın kara yüzünü ay gibi yapar. Yan yana iki fener gibi çakan gözlerinden bakar durur. Şart olan kabiliyet değil, onun vermek istemesidir. Ahh! İnsan bir kendisini bilebilse, bulabilse...

Öyle bir kimseyi sevin ve öyle bir kimse ile arkadaşlık edin ki bir anda gönlünüzdeki bulutları, kesafetleri, sûreti beşeriyetinizi silsin, nûra gark etsin. Siz ona baktığınızda, tecelli aynasında Cemâlinizi göresiniz.

148

Page 150: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

•••

Günde beş vakit Hakkın huzurunda durmayı âdet edenlere «zahit» bunu az gören iştiyak sahiplerine «âşık», dâima Hakkın huzurunda olduğunu idrak edenlere «Vasılı Hakk, Mâşûk, Ârifi Billah» derler. Namazla başlayan ve biten kulluk, iftarla son bulan ve sahurla başlayan oruç avâmın kârıdır. Havas, her zaman huzurda, her zaman oruçludur.

•••

Eğer bütün şerlerden emin olarak Hakk’ın muhafazasında bulunmayı istersen, herkese sıtkü sadakat göster. Halka insaf, büyüklere hizmet ve hürmet, küçüklere şefkat, düşmanlara hilmiyyet, dostlara vefa, nefsine inzibat, dervişlere cömertlik, âlimlere tevâzû, câhillere sükût göster.

•••

Bu âlemde din büyükleri, âlimler padişahdırlar, sultandırlar. Âlimlere fikir, dervişlere zikir lâzımdır. Fikirsiz âlim serap peşindedir. Nuh’suz gemidir. Tur’suz Musâ’dır. Zikirsiz derviş haraplık yolundadır. Ruhsuz kalıptır, nursuz kandildir.

•••

Ayağa kalkarsan hizmer kastiyle kalk, konuşacaksan hizmetli konuş, oturacağın yere saygı ile otur.

•••

Gözün kahredici bakışı Azrail, lütfedici beşuş bakışı İsrafil, kulak Mikail, ağız Cebrail aleyhümüsselâmın mazharıdırlar.

•••

Hamı pişiremezsen bâri pişmişi soğutma.

•••

Bu gece düşündüm, sabaha kadar düşündüm. İçime teessür ve acımak âteşi düştü. Bakınız kimlere acıyorum:- Kendi içindeki meleklerden, şeytanlardan haberi olmayıp da dışarıda melek arayıp hayalinde tasavvur ettiği şeytanlardan korkanlara.- Kendi elleriyle yaptıkları şekillere ilâh ismi vererek tapanlara.- Kendi nefsini, kendi evini idare edemeyip memleket idaresine kalkışanlara.

149

Page 151: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

- Büyük mevkilere yükselip de küçük söz söyleyenlere.- Eline üç beş lira geçirip de milyoner gibi fiyaka yapanlara.- Hayatlarını tanzim edemeyip çoluk çocuğa ahlâk ve fazilet dersi vermeğe kalkan babalara.- ALLAH’a karşı yüzü kara olduğu halde halka direktif vermelerine. (Küçük hükûmetlerin büyüklere mesaj vermesi gibi.)- Yüksek adam olmak için canlarına kıyarak üst üste yığdığı cesetlerin tepesinden aşağı bakarak alkış bekleyenlere.- Gökteki yıldızlardan mânâ çıkarmak için başı yukarıda yürürken önündeki kuyuya düşen mağrur müneccimlere.- Şöhret peşinde koşarken idam sehpasında can verenlere.- Birçok suçları, kabahatleri olduğu halde ALLAH’dan mağfiret istemeyi bilmeyenlere ve unutanlara.- İlk mektebi bitirince anasını, babasını, câhil ve küçük gören çocuklara.- Bardaktaki su kadar ilmine bakıp kendini deryâ sananlara.- Hortumunun bir ucu fıçıda olduğu halde yangın söndürmek için çalışanlara.- «Şarap haramdır, içeni kesmeli ve kanının sıçradığı yeri bile kazımalıdır» diye fetva verenin eline böyle bir mahkûmun kanı sıçrayınca kimse görmesin diye o eli pantolonuna silen kadı efendilere.- Ömrünü zilletle geçirip para biriktiren dilencilere, apartman diken gafillere.- Sonu zillet olan sefahat ve israf sahiplerine.- Hakikî ilmi bırakıp da faydasız ilim peşinde koşanlara.- Hayatı yalnız maddî gözle görenlere, mânâ gözü kapalı olanlara.- Bütün çalışıp kazandığını bir anda içkiye, kumara verenlere…

Bu mevzu da sonu olmayan bir mevzudur kardeşlerim. Hemen derhal söyleyeyim ki kendime de acıyorum. Çünkü bu yazılarımla belki kimseyi uyarmak kabil olmayacak. Bir çanak yoğurtla bir göle maya çalınmaz, biliyorum. Fakat ne yapayım, huylu huyundan vazgeçmiyor.

Ey Rabbim! Seni tanımayanların, seni bilmeyenlerin, sana yakınlık derecelerini tahmin edemeyenlerin bazı hallerini kâğıda düşürdüm. Gerek onlara, gerek bana sen acı! Senin lütfun, senin afvu mağfiretin olmazsa hepimizin hali harap…

Sâmiha Ayverdi’nin sözlerinden seçmeler:

150

Page 152: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Efendim! Ben şu olayım, bu olayım, iyi olayım, kötü olayım… Yalnız kabul eyle ki Senin kulun olayım. İdrâkim beni buraya kadar getirdi. Şunu da öğrendim ki afv-ü mağfiretin, lütf-ü âtıfetin, aşk-ü muhabbetin biz kulların içindir.

•••

Bir tebessüm vardır ki sâde sana gösterilir.Bir ünsiyyet vardır ki yalnız seninle çift olunur.Bir sır vardır ki senden başkasına söylenmez.Senden başka mahremi olmayan kimse, bu gizlilikleri sana

ifşâ ediyorsa kabahat sayma, hoş gör!•••

Bir çiçeğin bile açması için bünyesinde ne uzun, ne hesaplı hazırlıklar yaptın. İçten kaynayan bir faaliyet devresine lüzum göterdin.

Madem ki bir tohumun sürüp gelişmesi, madem ki kokusunu ve çeşnisini yayması hoşuna gitmeyecekti, niçin onu kemâle erdirmeden kurutmadın? Filiz halinde iken yapraklarını dökmedin?

•••

Ey benim Rabbim! Niçin benim gönlümde yanmak ve yakmak kudretini bahşettiğin bir ateş külçesi koydun da ağzıma kilit vurdun. Ve «Bu aramızdaki sevişmedir, kimseye söyleme» dedin.

Afv et ALLAH’ım! Şimdi anlıyorum ki, delilere, akılsızlara hazine verilse kıymetini bilmez, az zamanda israf eder, dağıtır. Çocuklara evlilik sırları târif edilmez, hastalara aşk şarabı içirilmez. Zaif mideler kaymağı ve balığı hazmedemezler, mektep talebesine yüzlerce lira harçlık verilmez, ateşle barut bir araya konmaz… Tekrar yalvarırım Sana, ben Nusret kulunu affet!

•••

Hacı Bektaş Veli Cenâb-ı Hakkı rüyasıda görmüş, «Sana eren yol hangisidir?» diye sormuş.

- Kendinden geçince erişirsin. Sen çık aradan, kalsın yaradan, demiş.

•••

151

Page 153: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Hakk yolunda yürüyenler memnun olmalıdırlar ve şükür etmelidirler ki, evvelâ Hakk onları isteyici oldu, o isteyip çekmeseydi, kul da ona yol alamazdı.

•••

Namaz kılarken yerde senden başka kul olmadığını düşün. Karşında da ALLAH’dan başka kudret, kuvvet sahibi bulunmadığını idrâk et. Hakkın tecellisini gönlünde bulursan daha iyi.

•••

Efendimiz, huzuru kalb ile olmayan namaz, namaz değildir demiş. Nafile ve lüzumsuz şeylerle meşgul olmak âdemiyyeti öldürür, şeytanlığı kuvvetlendirir.

Namazı bedenî bir hareket ve idman olarak eda edersen kalbin huzurunu temin edemezsin. Gaflettesin, ruhun ise ölü demektir. İbadetin putadır. Gönlün ise kilisedir. Kâbe değildir. Dervişler için râbıta bu cihetten faydalıdır.

•••

İnananın cemâli, güzelliği sözündedir. Kemali harekâtındadır.

•••

Dervişlerle oturup konuşan insan kazanır. Onlarla alay edenin, sözlerine inanmayanın kalbinden iman nuru silinir.

•••

Bir şey istemek için yapılan ibadet makbul değildir.

•••

Cenâb-ı ALLAH bir kulundan kendisini gizlerse ona kimse şefaat edemez. Hidayet yok demektir.

•••

Ahmet Yesevî Hazretlerine tevhidi sordular. O da dervişe kocaman 10 kiloluk bir küp şekeri gösterdi, sordu:

- Bu nedir?- Şeker!

152

Page 154: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

(Hazret o şekeri 40-50 parçaya ayırarak parçalar gösterdi ve sordu)

- Bu nedir?- At, fare, kedi, kutu.(Hepsini un gibi dövdürdü, sordu)- Bu nedir?- Şeker.- İşte her şeyin aslına bak, istihalelere, şekillere bakıp

aldanma. Tevhid budur. •••

Muhiddin Arabî Hz. «Fâni olan, insanın vücûdu değil cehlidir. Vücûd aynı vücûddur» dedi.

Ahmed Yesevî Hz. «Her hangi işte olursan ol Azrail geldiği zaman o işi bırakıp huzur aramaya kalkarsan, heyecandan kendini şaşırırsın. Doğruluktan ayrılma» dedi.

Eğer bir şey verirsen anla ki, sen memursun. Veren ALLAH’dır. Vermekten imtina edersen, mâni olan ALLAH’dır, sen mazursun.

•••

Evliya ve enbiya hazretleri mâdem ki, Hakkın tecelliyatına mazhar olmuşlardır, kendi varlıklarını O’nun zâtında yetiştirmişlerdir, o halde onun âletidirler. Âletin yaptığı iş ise kendisinden değildir. Sâhibinindir.

Nitekim yazı yazan kalemin ihtiyarı kâtibin elindedir.

İşte mucize ve kerametin dedin, mânâları zahir oldu.

•••

Terki dünya ve ukba sünnet, muhabbeti mevlâ farzdır.

•••

Âdemden güneşi, güneşten arzı ve diğer yıldızları, arzdan da ayı peyk olarak yarattın. Bunlara birer vazife verdin. Hepsi insan vücûduna hizmetle mükelleftirler.

İnsanda, kemâlâtını idrâk eden gönüllerde saltanat otağını kurdun, «Damarlarınızdan yakınım» dedin. Ne olur? Bu mahremiyetten haberi olmayanları da hoş gör. Bunların firkat ve hasret ateşinde kalmalarını kâfi gör. Seni göremiyen gözler zâten

153

Page 155: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

kördürler, senin sesini duymayanlar zâten sağırdırlar. Bunlar da, bizim gaflet senelerimizdeki noksanlığımız gibi ham ve çocuk kalmışlardır. Mağfiret eyle cümlemize.

Henüz doğan ve bu âleme yeni gelen bir yavruyu gülerek, severek karşılarız. Çünkü o da bizim gibi doğmuştur. Bizim gibi yaşayacak, gam ve sevinç dalgaları arasında bocalayacak, nihayet göçüp gidecek. O da bizim geçtiğimiz yollardan geçip gidecek. O bizim dert ortağımızdır. O doğarken tanımadığı bir âleme geldiği için acemilik çeker. Babadan ana rahmine intikal ettiği zamanda dar yollardan geçerek geniş âleme geçmişti. Anasındaki dar muhitten bu âleme geçtiği için ilk heyecan devresi geçtikten sonra gülecektir. Çünkü geldiği yer ferahdır. Öldükten sonra da daha ferah, üşümesi, terlemesi, acıkması, yorulması olmayan bir âleme, sonsuzluğa kavuşacaktır.

Öz ve son olarak sizlere şunu anlatarak bu kitaba son veriyoruz. Kendi mertebenizi kendiniz bilin. Yüksek makamlara urûc etmeye çalışın.

1- Şerîatte kulluğun icapları yapılır. Hakk'ı göklerde ve uzaklarda zannederler. Müslümanlar bu yolda yavaş veya hızlı yürürler. İslâm'ın beş şartını kendi zanlarına göre yaparlar. Vazifelerinin bunları yapmakla bittiğine inanırlar.

Bunların gidişlerine (seyri ilâllah = ALLAH'a doğru gidiş) derler. Günahtan kaçmak, sevap kazanmak için çalışırlar. Herkesi küçük, kendilerini de ibâdet yapmaları dolayısiyle makbul bir kul zannederler. Benlikçi ve tenkitçidirler.

Şeriat ahkâmını sarıklı hocalar öğretir. İlâhi aşktan haberleri yoktur. (İnsan benim sırrımdır. Ben de onun sırrıyım) müjdelerini kavrayamazlar.

Hristiyanlara nazaran islâmlar ne kadar azlıksa, islâmlara nazaran tarikat ehli de o kadar azdır.

Tarikat ehline nazaran hakikat ehli ne kadar azsa, hakikat ehline nazaran mârifet ehli o kadar azdır. Hakk ile Hakk olan bu kimseler de o kadar azdır.

Bazı şeriat ehli namaz kıldıklarını zannederler, gönüllerdeki putlarla ALLAH'ın huzurunda olduklarından ibâdetleri yüzlerine çarpılarak iade edildiğinin farkında değillerdir.

154

Page 156: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

2- Tarikat ehli nazarında, Hz. ALLAH ile kendileri arasında mürşid bulunur. Cibrillik yapar; onun sözü Hakk sözü gibidir. Gidiş süratleri, şeriat ehlinden fazladır. Bunların yolu da ALLAH'a gidiştir. Bu gidiş kendilerinin yokluğu mânâsınadır.

Bir şişenin suyunu boşaltırsanız içeri hava dolar. Dervişin gönlü içindeki mâsivâ putları atılırsa da Hakkın tecelli nûrları dolar. İlim ve irfânları artar. Tarikat ilmini öğreten zâta «Şeyh» derler. Nefisle mücadele burada başlar. Gönüldeki ihtiras ve gaflet putlarını kırarak câmi haline getirirler ki, dördüncü mertebede o gönüle «gönül kâbesi»derler. Fena fillâh mertebesi burada son bulur.

3- Hakikat ehlinin gönüllerinde Hakk'ın tecelliyatının şimşekleri çakar. Yavaş yavaş ilâhi sırlar âşikâr olur. Bu makam âşıklar mekânıdır. Füze süratiyle hız alırlar. Bunların gidişine (Seyri billâh = ALLAH ile beraber olmak) derler.

Çocuk doğarken ağlar, etrafındakiler güler. Ölürken de kendisi gülmeli, etrafındakileri ağlatmalıdır. Ölürken ağlayan kabahatli insan ne fena insandır ki etrafındakiler de, «o öldü de kurtulduk» diye gülerler.

Geçmişi ve geleceği düşünmezler. Cehennem korkusu, Cennet arzusu bunlar için değildir. Likaa ve huzur isterler. Rab ile kendileri arasındaki perdeler bire inmiştir. Hattâ o da çok incelmiştir.

Hakikat ilminin hocası aşktır. Nefis mağlûp olmuştur. Bunların katreleri ummâna varmış, benlik zerrelerini güneşle dâim bulmuşlardır. Cibril-i aklın «Yanarım ben, gidemem» dediği makama bunlar uça uça, seve seve giderler. «Beka billah» mertebesinin zevki de burada başlar.

4- Mârifet, bir güneştir. Artık gizli kapaklı kalmamıştır. Nefisle ruh arkadaş olmuşlardır. Buradan avdet, âleme rahmet olarak Hikmet Kitabıyla bir dönüştür.

Âşıklık perdesi yırtılmıştır. Mâşûk Hz. ayân olmuştur. Gözünden gören, kulağından işiten, elinden tutan Hakktır. Kulluk perdesi kalkmıştır. Aradaki nebi ve mürselin varlığı da zâil olmuştur. Mârifet ehlinin gönülleri, Hakkın Cemâline mukabil düşmüş temiz bir ayna gibidir.

Bunlar halkın istidat sahiplerini uyandırırlar. Gönüllerinin çeşmesinden akan mârifet şarabiyle açları doyururlar. İlâhi sırların

155

Page 157: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

anahtarları bunlardadır. Bunların istemesi Hakkın «kün» emri gi-bidir. Kâinât kitabını okuyan ve okutan bunların gönülleridir. Habibullahın habibi olmuşlardır. Mâşûk mertebesidir.

Hz. Ali'nin (Görmediğim ALLAH'a secde etmem), (Ben ba altındaki noktayım) dediği, seyrânı zatî mertebesidir. Ânı dâim sırrı bu mertebede tecelli eder ki bu, makamları kaplayan makamsızlık, mekânları çevreleyen mekânsızlık mertebesidir.

Burada doğmak, ölmek yoktur. Ezel ve Ebed uçlarının birleştiği vücûd dairesinin tek noktası bunların gönlüdür. Bize yazmak kuvvetini veren Mevlâmıza hamdü senâlarımızla, size de idrâk kabiliyeti vermesini niyaz eylerim.

Kurbu Hâs mertebesinde olanlar, her şeyi hoş karşılarlar. Onlar her şeye razı ve her şey de onlardan razı ve hoşnuddurlar.

•••

Göz kırpacak kadar geçen zaman zarfında dâhi senden gâfil olmayandan, sen nasıl gâfil oluyorsun?

•••

O her nefes alışında bile seni lûtfü ihsanında ayırmaz.

•••

Tam derviş uzaklık ve yakınlık bilmez. Çünkü ikilik şirktir.

Dervişlikte ALLAH’dan başkasına ihtiyaç hissetmeyene fakir derler ki, dünyanın zengini onlardır. Çünkü ALLAH’la her nefes beraberdirler.

•••

Efendimiz: «Ben tevhid ilmini evvelkilerden ve sonra geleceklerden daha iyi bilirim. Siz ve onlar da dünya ilmini benden iyi bilirsiniz» buyurmuşlarıdır.

•••

Enbiya ve evliya Hz. ALLAH’ın âletidirler. Aletin yaptığı her iş ise ustasının merhametindendir.

•••

Hacı Bektaş Veli rüyasında Hz. ALLAH’ı görmüş. Ve demiş ki:

156

Page 158: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

- Ya Rab! Sana nasıl ulaşayım?- Kendinden geç. Cevabını almış.

•••

Gezen, er bulur. Duran, er olur.•••

Terki dünya sünnet, muhabbet-i Mevlâ farzdır.

•••

Bir kuş semâlarda uçacak kuvvete sahip olmasa da arzdaki tuzaklardan kurtulacak kadar yükselmesi kâfidir.

Bir derviş bir çok kemalâta sâhip olmasa da Pazar ehli olmaktan kurtulması da bir muvaffakiyettir.

•••Bizi sen nesl-i âdemden gelen bir kabzai Hakk sanmaBizi beş damlacık âbı muhabbetten dahi sanmaBiz al bir âşıkı âvâreyiz kim her seher ağlarızSerâpâ ruh olup geldik habîb-i Mustafâ’yız bizGehi nâlân, gehi şâdân, gehi hasta, gehi gamlıBeşer şekli libâs olmuş mücessem nurı Hakkız bizBizi yer ve içer gördün deme, bu da bir evhamlıHüdâ’nın abd-ı hâssıyız onunla pür nevayız bizArarken hâlime haldaş, gözümde kalmadı tek yaşHakir görme bizi kim zülfikârı Murtazâ’yız bizVücûd mülkünde bir kenz-i hafiyiz, sırrı YezdânızTende cânız, cânda cânan, gizliyiz, çünkü sultanızFakiriz, dertliyiz gerçi bu sûretle kuluz ammaCihânda nesl-i pâkiz biz gönülde nûri beyzâyızAdım Nusret işim hizmet, garibiz sûretâ ammaTabibi âşikanız hem harîmi kibryâyız biz

•••

Herkese merhem ol, diken olma. Bütün yüzler bile şükür için ağızlarını açsalar, yine kul Hakka şükürlerini yapmış sayılamazlar. Hakkın lütuflarının karşılığını vermekten kullar âcizdirler.

Nice kıymetli taşlar vardı ki, cifelerin boynundadır. Nice değersiz taşlar da vardır ki, mahbubebin gerdanında güzel ve değerli görünür. Şüphe bile uyandırmaz.

157

Page 159: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Kilisede taş da taşdır. Karşısında hürmetle duranlarla alay eder. Camilerdeki taş da taşdır ama mütevazi duruşu ile size secde eder. Sokakta üzerine bastığımız taş da taştır. Veliler üzerinden geçerken âdeta inler. Vazifesinin ulviyetine inanmıştır. Hâline şükreder. Helâlardaki taş da bir başka vazifededir. Fakat Kâbe’de kıble yerinde duranlardan habersizdir.

•••

Çoluk çocuğun elinde ise altın bile altınlığını kaybeder. Oyuncak sanılır. Tâ ki sarrafın eline geçe.

•••

Ölmeden evvel ölmüş, gönlünü fâni sevgilerin tesirinden kurtarmış olan ehlullahın her hareketi ALLAH’dandır. Onlar kâtip elindeki kalem gibidirler. Âleti Hakkdırlar. Âriflerden ne zuhur ederse onu Hakkdan bil! Yerinde söylenmediğini zannettiğin sözleri bile mânâsız ve cevhersiz görsen de alay etme. Anlayamadığını bil.

•••

Hz. Bektaşi Veli, Sarı Saltuk Hazretleri ile ilk temasında «maksudunu istihsal etmek için hangi velii vasılı bulmak istiyorsan o ben’im» buyurmuşlar, kendilerini âşikâr etmişlerdir.

•••

Âdemin gönlü öyle bir vuslathanedir ki ricâl, gaybiyye oraya girerler, çıkarlar. Tâ ki sende ölü, donmuş, gaflet uykusunda olmayasın, nefsinin inkâriyle taşlaşmış olmayasın.

•••

İbadetin en faydalısı ehlullah ile sohbettir.

•••Rahmân olan ALLAH Kur’ân’ı sevgililerine tâlim etti. Bunları

ara, bul.

•••

Bir kâmil, câmi kapısında şeytanı gördü. «Ne beklliyorsun?» diye sordu.

158

Page 160: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

- İçerde bir zahid var. Onu baştan çıkaracağım. Yanındaki ârif zattan çekiniyorum. Ondan uzaklaşmasını bekliyorum, demiş.

•••

Hz. Bektaşi veliye sordular:

- Hakk’a giden yolun sonu neresidir?

- Hakka varınca yol biter. Bir de Seyri fillah-Hakkda seyir- vardır ki, onun sonu yoktur. Kendinden geçince Hakka vâsıl olursun. Fakat esrar ve mârifet âleminin sonu gelmez.

•••

Âriflerin uykusu câhillerin ibadetinden hayırlıdır.Âriflerin iftarı câhillerin orucundan hayırlıdır.Âriflerin tebessümü câhillerin ağlamasından hayırlıdır.Âriflerin lâtifesi câhillerin ciddiyetinden hayırlıdır.

•••

Kerîm, yemez verir, Behil, yer vermez.Sahî, yer verir, Şâkî yer vermez.

Leîm, yemez vermez, verene mâni olur.•••

Eğer sana gönül darlığı geliyorsa, fenalığa gönlünde yer verdiğindendir. Yoksa gönlün daralmaz. İki cihanla da alâkalanma. Herkesin incinmesinden sana ne? Mesd isen, seni incideni de incitme.

•••

Gönül vesveseli iken namaz kılan, Kur’ân okuyan kimseden daha iyidir. Oturduğu halde kendi aczini, ALLAH’ın azametini düşünen kimse.

•••Hacı Bektaş Veli’den sordular: En iyi, en güzel yer neresidir?

- Dervişin gönlüdür. Ârif sınıfına geçen o dervişin, dünyadan ve dünyadakilerden haberi kalmamıştır. Huzûra varmıştır.

Tam bir yokluk, aczu meskenet ile huzurunda bulunmamızı emrediyor ki tek varlığın kendisine mahsus olduğunu bütün kulları anlasın.

159

Page 161: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Aziz kardeşlerim, bundan başka bir yol daha yoktur. Her katre ve her zerre devirlerini yaparlarken, insanı kâmili kıble ettiklerini her göz göremez.

Biz insanalara yakışır mı ki, Rabbimizin huzurunda iken emrimize tahsis olunanlarla alâkadar olalım. Gönül aynamızı kirletelim. İşte bizi Hakka ulaştıracak tek kısa yol, aşk yoludur.

Muhabbetle fâni olan, mâşûka kavuşmuş demektir. Hazreti ALLAH cümlemizi muvaffak buyursun, âmin…

- SON –

Terzi Baba Baskısı olan kitaplar.

1. Necdet Divanı:2. Hacc Divanı:3. İrfan Mektebi, Hakk Yolu’nun Seyr defteri:4. Lübb’ül Lübb Özün Özü, (Osmanlıca’dan çeviri):5. Salât- Namaz ve Ezan-ı muhammedi’de Bazı Hakikatler: “İngilizce, İspanyolca” 6. İslâm’da Mübarek Geceler, bayramlar ve Hakikatleri: (Fransızca)7. İslâm, İmân, İhsân, İkân, (Cibril Hadîs’i):8. Tuhfetu’l Uşşâkiyye, (Osmanlıca’dan çeviri):9. Sûre-i Rahmân ve Rahmâniyyet:10. Kelime-i Tevhid, değişik yönleriyle:11. Vâhy ve Cebrâil:12. Terzi Baba (1) ve Necm Sûresi:13. (13) On üç ve Hakikat-i İlâhiyye: 14. İrfan Mektebi, “Hakk Yolu”nun seyr defteri ve şerhi 15. 6 Pey-(1) Hz. Âdem Safiyyullah (a.s.) 16. Divân (3)19. Sûre-i Feth ve fethin hakikat-i.21. 6 Pey-(2) Hz. Nûh Neciyyullah (a.s.)22. Sûre-i Yûsuf ve dervişlik:24. 6 Pey-(3) Hz. İbrâhîm Halîlûllah (a.s.) 35. Fâtiha Sûresi: 39. Terzi Baba: (2)

160

Page 162: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

41. İnci tezgâhı:49. 36-Yâ’sîn, Sûresi: 51. 81-Tekvir, Sûresi: 52. 89-Fecr, Sûresi: 59. 6 Pey-(4) Hz. Mûsâ Kelîlmullah (a.s.) 60. 6 Pey-(5) Hz. Îsâ Rûhullah (a.s.)61. 6 Pey-(6) Hz. Muhammed (s.a.v.)67. 67-Mülk Sûresi: 91. Terzi Baba (7) Biismi has “Selâm” (13)------------------------------

Terzi Baba kitapları sıra listesi

(Gönülden Esintiler)

1. Necdet Divanı:2. Hacc Divanı:3. İrfan Mektebi, Hakk Yolu’nun Seyr defteri:4. Lübb’ül Lübb Özün Özü, (Osmanlıca’dan çeviri):5. Salât- Namaz ve Ezan-ı muhammedi’de Bazı hakikatler: “İngilizce, İspanyolca” 6. İslâm’da Mübarek Geceler, bayramlar ve Hakikatleri: (Fransızca)7. İslâm, İmân, İhsân, İkân, (Cibril Hadîs’i):8. Tuhfetu’l Uşşâkiyye, (Osmanlıca’dan çeviri):9. Sûre-i Rahmân ve Rahmâniyyet:10. Kelime-i Tevhid, değişik yönleriyle:11. Vâhy ve Cebrâil:12. Terzi Baba (1) ve Necm Sûresi:13. (13) On üç ve Hakikat-i İlâhiyye: 14. İrfan mektebi, “Hakk yolu”nun seyr defteri ve şerhi 15. 6 Pey-(1) Hz. Âdem Safiyyullah (a.s.) 16. Divân (3)17. Kevkeb. Kayan yıldızlar.18. Peygamberimizi rû’ya-da görmek. 19. Sûre-i Feth ve fethin hakikat-i.20. Terzi Baba Umre (2009)21. 6 Pey-(2) Hz. Nûh Neciyyullah (a.s.)22. Sûre-i Yûsuf ve dervişlik:23. Değmez dosyası:24. 6 Pey-(3) Hz. İbrâhîm Halîlûllah (a.s.)

161

Page 163: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

25. -1-Köle ve incir dosyası: 26. Bir zuhûrât’ın düşündürdükleri: 27. -2-Genç ve elmas dosyası: 28. Kûr’ân’da Tesbîh ve Zikr: 29. Karınca, Neml Sûresi: 30. Meryem Sûresi: 31. Kehf Sûresi: 32. 3-Terzi Baba İstişare dosyası: 33. Terzi Baba Umre dosyası: (2010)34. -3-Bakara dosyası: 35. Fâtiha Sûresi: 36. Bakara Sûresi: 37. Necm Sûresi: 38. İsrâ Sûresi: 39. Terzi Baba: (2) 40. Âl-i İmrân Sûresi: 41. İnci tezgâhı: 42. 4-Nisâ Sûresi: 43. 5-Mâide Sûresi: 44. 7-A’raf Sûresi: 45. 14-İbrâhîm Sûresi: 46. İngilizce, Salât-Namaz: 47. İspanyolca, Salât-Namaz: 48. Fransızca İrfan mektebi:49. 36-Yâ’sîn, Sûresi: 50. 76-İnsân, Sûresi: 51. 81-Tekvir, Sûresi: 52. 89-Fecr, Sûresi: 53. Hazmi Tura: 54. 95-Beled-Tîn, Sûresi: 55. 28- Kasas, Sûresi: 56. İrfan-Mek-Şer-Fransızca-Baba: 57. 20-TÂ HÂ Sûresi: 58. Mirat-ül-İrfan-ve-şerhi: 59. 6 Pey-(4) Hz. Mûsâ Kelîlmullah (a.s.) 60. 6 Pey-(5) Hz. Îsâ Rûhullah (a.s.)61. 6 Pey-(6) Hz. Muhammed (s.a.v.)62. -4-Bir ressam hikâyesi:63. İnci mercan tezgâhı64. Ölüm hakkında:65. Reşehatt’an bölümler: 66. Risâle-i Gavsiyye: 67. 067-Mülk Sûresi: 68. 1-Namaz Sûrereleri: 69. 2-Namaz Sûrereleri: 70. Yahova Şahitleri: 71. Mü-Geceler-Fran-les-nuits: 72. Îman bahsi:

162

Page 164: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

73. Celâl Cemâl Celâl: 74. 2012 Umre dosyası: 75. Gülşen-i Râz şerhi: 76. -5-Doğdular, yaşadılar hikâyesi: 77. Aşk ve muhabbet yolu: 78. A’yân-ı sâbite. Kazâ ve kader:79- Terzi Baba-(4) İstişare dosyası.80- Terzi Baba-(5) İstişare dosyası.81- Hayal vâdîsi’nin çıkmaz sokakları: 82- Mektuplarda yolculuk-M.Nusret-Tura.83- 2013 Umre dosyası. 84- Nusret Tura-Vecizeler ve ata sözleri.85- Nusret Tura-Tasavvufta aşk ve gönül.86- Terzi Baba-(6) İstişare dosyası.87- Terzi Baba-İlâhiler derleme.88- Nusret Tura-Divanı.89- 6-Her şey merkezinde hikâyesi. 90- İnsân-ı Kâmil A.K.C. Cild (1) şerhi. 91- Terzi Baba (7) Biismi has “Selâm” (13)92- İnsân-ı Kâmil A.K.C. Cild (2) şerhi. 93- 7. İngilizce. İslâm, İmân, İhsân, İkân, (Cibril Hadîs’i):94- Mescid-i Dırarr-Kubbet-ul Kara. 95- Terzi Baba-(8) (19/53)96- 41-Fussilet Sûresi.97- 2015 Umre dosyası. 98- Solan bahçenin kuruyan gülleri. 99- Terzi Baba-(9) İstişare dosyası. 100-14-İrfan mektebi ve şerhi-İspanyolca.101- Bosna Hersek dosyası. 102-14-İrfan mektebi ve şerhi-İngilizce.-------------------------

Altı peygamber serisi:

15. 6 Pey-(1) Hz. Âdem Safiyyullah (a.s.) 21. 6 Pey-(2) Hz. Nûh Neciyyullah: (a.s.)24. 6 Pey-(3) Hz. İbrâhîm Halîlûllah: (a.s.)59. 6 Pey-(4) Hz. Mûsâ Kelîlmullah: (a.s.) 60. 6 Pey-(5) Hz. Îsâ Rûhullah: (a.s.)61. 6 Pey-(6) Hz. Muhammed: (s.a.v.)-------------------------

Terzi Baba kitapları serisi:

12- 1-Terzi Baba-(1) 39- 2-Terzi Baba-(2)32- 3-Terzi Baba-(3) İstişare dosyası.79- 4-Terzi Baba-(4) İstişare dosyası.

163

Page 165: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

80- 5-Terzi Baba-(5) İstişare dosyası.86- 6-Terzi Baba-(6) İstişare dosyası.91- 7-Terzi Baba (7) Biismi has “Selâm” (13)95- 8-Terzi Baba-(8) “19-53”99- 9-Terzi Baba-(9) İstişare dosyası.

-------------------------

Bir hikâye birçok yorum serisi.

25. -1-Köle ve incir dosyası: 27. -2-Genç ve elmas dosyası: 34. -3-Bakara dosyası:61. -4-Bir ressam hikâyesi:76. -5-Doğdular, yaşadılar hikâyesi: 89. -6-Her şey merkezinde hikâyesi. -------------------------

Dîvanlar serisi:

1. Necdet Divanı:2. Hacc Divanı:16. Divân (3)87- Terzi Baba-İlâhiler derleme.88- Nusret Tura-Divanı.-------------------------

İbretlik dosyalar serisi:

17. Kevkeb. Kayan yıldızlar.23. Değmez dosyası:73. Celâl Cemâl Celâl:81- Hayal vâdîsi’nin çıkmaz sokakları: 94- Mescid-i Dırarr-Kubbet-ul Kara. 98- Solan bahçenin kuruyan gülleri. ------------------------

Mektuplar ve zuhuratlar serisi:Terzi Baba İnternet dosyaları:

------------------------ Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar.1-2- 3-4-5- 6-7- 8- 9- 10-

Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar.11- 12- 13- 14- 15- 16-17- 18- 19-20-

Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar .

164

Page 166: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

21- 22-23- 24-25- 26-27- 28-29-30-

Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar.31-32-33- 34-35- 36- 37- 38- 39-40-

Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar.41- 42-43- 44-45- 46-47-48- 49-50-

Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar.51-52- 53-54-55- 56-57- 58-59- 60-

Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar.61- 62-63-65-66- 67-68- 69-70-

Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar.71-72-73-74-75-76-77-78-79-80-

Kitaplar devam ediyor şu an Yekün= (102/80=182

KAYNAKÇA

1. KÛR’ÂN VE HADîS :2. VEHB : Hakk’ın hibe yoluyla verdiği ilim.3. KESB : Çalışılarak kazanılan ilim.4. NAKİL : Muhtelif eserlerden, Mesnevi’i şerif,

İnsân-ı Kâmil, Fusûsu’l Hikem veSohbetlemizden müşahede ile toplanan ilim.

NECDET ARDIÇ

Büro : Ertuğrul mah.Hüseyin Pehlivan caddesi no. 29/5Servet Apt.59 100 Tekirdağ.

Ev : 100 yıl Mahallesi uğur Mumcu Cad.Ata Kent sitesi A Blok kat 3 D. 13.59 100 Tekirdağ

Tel (ev): (0282) 261 43 18

165

Page 167: · Web viewİçerilere kadar girebilip ilerleyen bir idrâk, Hakkın huzuruna kadar gidebilir. Sıcağa kar dayanmaz dedikleri gibi Hakkın nûruna da benlik, ihtiras, ibtilâ, sûretteki

Cep : (0533) 774 39 37

Veb sayfası: Amerika: <http:// necdetardic. org/

Veb sayfası: Amerika: <www.necdetardic.info>

Veb sayfası: Almanya: <www.terzibaba.com> Radyo adresi (form): <terzibaba13.org> İnternet, MSN Adresi: Necdet Ardıç <[email protected]

------------------------------------------------------------------

166