120
YABA YAYINLARI.: 56 DÜNYA YAZARLARINDAN SEÇMELER ISBN 975 - 386 - 021 - 8 1. Basım, Kasım 1994 • Kapak düzeni: D. Piranlı • Dizgi, basım, cüt: Ziive Ofset - Tel: 229 66 84 YABA YAYINLARI P.K. 404 ULUS 06043 ANKARA Tel+Fax:316 64 00 VLADIMIR NABOKOV SOLGUN ATEġ (Pale Fire) Çeviren: YaĢar Günenç YABA YAYINLARI ĠSTAN BU L [^jALK^ KÜTÜPHANESĠ

Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

  • Upload
    uterw

  • View
    1.068

  • Download
    118

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

YABA YAYINLARI.: 56

DÜNYA YAZARLARINDAN SEÇMELER

ISBN 975 - 386 - 021 - 8

1. Basım, Kasım 1994

• Kapak düzeni: D. Piranlı

• Dizgi, basım, cüt: Ziive Ofset - Tel: 229 66 84

YABA YAYINLARI P.K. 404 ULUS 06043 ANKARA Tel+Fax:316 64 00

VLADIMIR NABOKOV SOLGUN ATEġ

(Pale Fire)

Çeviren: YaĢar Günenç

YABA YAYINLARI

ĠSTAN BU L [^jALK^ KÜTÜPHANESĠ

Page 2: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

VLADIMIR NABOKOV (1899 -1977)

«MÜLTECĠ» KiMLtKLERĠN YAZARI: NABOKOV

Vladimir Nabokov 1899 yılında Petersburg'da doğdu.Ailesinden birçok kiĢi Çarlık döneminde önemli

görevlerde bulunmuĢtur. Babası, liberal bir devlet adamıydı; 1917'de Kerenski'nin baĢbakanlığında kurulan

hükümette bakanlık yapmıĢsa da, devrimi benimsemediğinden ailesiyle birlikte yurtdıĢına kaçmıĢtır. Bu

«iltica» olayı Vladimir Na-bokov'u derinden etkiledi; yapıtlarındaki baĢkiĢilerin çoğu «mülteci»lerdir.

V. Nabokov, Londra'da Cambridge Üniversitesi'nde Fransız ve Rus Edebiyatları konularında öğrenim gördü;

1922'de Berlin'e taĢındı. 1938'dc Hitler yönetiminden kaçarak Paris'e, iki yıl sonra da ABD'ye yerleĢti. Böcek

bilimi konusunda öğrenim görmek üzere Harvard Üni-vcrsilcsi'ndcn burs aldı; bu bilgisini daha sonra Solgun

AteĢ romanında kullanmıĢtır. Bu romanda kendi kendini sürgün eden Kral gibi, Na-bokov, ülkeden ülkeye göç

ederek sonunda Ġsviçre'nin Montreux kentine geldi. Lolita romanının ve bundan S. Kubrick'in çektiği filmin

geliri, kendisine yalnızca edebiyatla ve böcek bilimiyle uğraĢma olanağı sağlıyordu. YaĢamını aynı kentte

noktaladı (1977).

Nabokov, Borges ve Kafka gibi, dünyayı ve insanları, kendine özgü bireysel bir bakıĢ açısıyla görüp

yansıtmıĢtır. Uslupçuluğuyla tanınır. Bu özelliğini infaza Çağrı romanında Ģöyle açıklamakta: «Sözcüklerin nasıl

bir araya getirilebilecekleri, sıradan bir sözcüğün canlanması ve komĢusunun pırıltısını, sıcaklığını, karartısını

paylaĢırken bir yandan da tüm satır ıĢıltıya dönüĢene dek kendini komĢusunda yansıtıp aynı süreç içinde

komĢu sözcüğü yenilemesi...»

Nabokov, yarattığı ve insanlara mutsuzluktan baĢka bir Ģey vermeyen evrende kendisini anlatır, ama

değiĢtirerek, baĢka bir kiĢinin kimliğine büründürerek. Yapıtlarındaki baĢkiĢiler, Nabokov'un kiĢiliğinden çok

Ģey taĢırlar. Yazar, anılarında, küçükken okuyup etkisinden kurtulamadığı romanlar arasında Mayne Reid'in

BaĢsız Süvari romanını da sayar. Bu romanda iki kiĢi, birbirleriyle giysilerini değiĢirler; bunun sonucunda da,

aranan kiĢi değil, onun kılığına giren kiĢi öldürülür. Bir kiĢinin baĢka bir kiĢinin benzeri olması, çift kiĢilik, kiĢilik

bölünmesi, E. Allan Poe ile R.L. Stevenson tarafından da iĢlenmiĢtir. Aynı temaya eğilen Nabokov, yapıtlarında

baĢkiĢilerin kimliğine, yani ikinci bir kimliğe bürünerek kurmaca bir evrende kendisini yaĢatmıĢtır. Umutsuzluk

(Despair, 1936) romanında bir iĢadamı, kendisine benzeyen bir yoksulla giysilerini ve pasaportunu değiĢtirir,

sonra onu öldürür; ama kendi kiĢiliği de, öldürdüğü adamın kiĢiliğine dönüĢür. Göz (The Eye, 1938)

romanında olayların anlatıcısı olan genç Rus, bir kızın çevresinde dolanıp da ondan yüz bulamayan bir adamı

anlatır; olayların sonunda, anlatıcı durumundaki gencin, aslında anlattığı kiĢinin kendisi olduğu ortaya

çıkmaktadır.

Nabakov'un PriglaĢeniye Na Kazıt adıyla 1934'te Rusça yayımladığı ve 1950'lerde Ingilizceye infaza Çağrı

adıyla çevirdiği romanı, Kafka havasmdadır. Romanın baĢkiĢisi, düĢünce ve duygularını insanlardan gizleyen,

bu yüzden de toplumca ve devletçe dıĢlanıp ölümle yargılanan bir kiĢidir. Aslında bu roman, politik bir yapıt

değildir; çevresinden kendini yalıtan bir insanın toplumca dıĢlanması olgusunun abartılı, fantezili bir

anlatımıdır. Bu romanın ilginç bir yanı da, sonradan Lolita romanının baĢkiĢilerinden birini oluĢturacak olan,

cinsel yönden saldırgan kız çocuğu tipini içermesidir.

Lolita (1955) romanı, ruhsal bakımdan dengesiz iki insanın iliĢkilerini anlatır. Rus göçmeni orta yaĢlı bir.

profesör, çocukken, kendi yaĢında bir kız çocuğuyla kurduğu, yarım kalmıĢ cinsel iliĢkinin özlemi içinde, çocuk

yaĢtaki bir kıza tutulur. ĠliĢkiyi ilerletmekten korkan erkeğin edilgenliğine karĢın çocuk yaĢtaki Lolita, cinsel

yönden giriĢkendir. Adamın saplantısı, iki tarafa da yıkım getirir.

Nabokov'a göre insan, geçmiĢini anımsarken onu çarpıtır, değiĢikliğe uğratır. Yine insan, bir baĢkasının

anlattıklarını dinlerken ya da yazılı bir metni okurken ve bunları kendi hayalgücüyle canlandırırken kendinden

bir Ģeyler katar. Yazar, (Sebastian Knight'ın Gerçek YaĢamı (1941) romanını bu bakıĢ açısıyla oluĢturdu: ÖlmüĢ

olan yazar Sebastian Knight'ın yaĢam öyküsünü, üvey kardeĢi yazıya geçirmektedir. Ama bunu yaparken S.

Knight'ın geçmiĢ yaĢamını değiĢtirmekte, bu geçmiĢe kendi yaĢamını karıĢtırmakta, giderek S. Knight'ın

kiĢiliğine bürünmektedir. Sebastian Knight da, üvey kardeĢi de Rus göçmenidirler. Otobiyografik yanı ağır

basan bu romanda Nabokov'un kendisi de ikinci bir kiĢiliğe bürünerek karĢımıza çıkmaktadır.

Vladimir Nabokov'a göre okurların, kitaplardaki baĢkiĢilerden biriyle özdeĢleĢmeleri yanlıĢtır; yapıtın asıl

yazan okuyucular olmalıdır. Geleneksel romandaki anlatıcı, her Ģeyi bilen ««tanrısal anlatıcı»

görünümündedir. Bu anlatıcı türünün artık bir yana bırakılması gerekmektedir. Okuyucu, bir yapıtı yeniden

üretmelidir. Okuyucular burada yazar kimliğine (ikinci bir kimliğe) bürünmüĢ olmaktadır. Nabokov'un bu

Page 3: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

anlayıĢla yazdığı Solgun AteĢ (Pale Fire, 1962) romanı, «KarĢı Roman» (Anti-Roman) akımının en önemli

örnekleri arasında yer alır.

Geleneksel öykülemc yöntemiyle ve roman kurgusuyla bağını koparan KarĢı Roman'ın ilkeleri, Ģöyle

sıralanabilir: Okuyucuyu, romandaki karakterlerden biriyle özdeĢleĢmekten uzaklaĢtırmak; bununla birlikte

onun romana katılmasını (baĢkası olarak değil, kendisi olarak) sağlamak; zamanda olayların geri ve ileri

sıçraması (bilinç akımı).

KarĢı Roman'da, geleneksel romanlardaki «tip» yaratıcılığı görülmez. Sözdizimiyle aĢırı oynanması, bu

romanlarda rastlanan baĢka bir özelliktir. Daha aĢın özelliklere rastlamak da olasıdır: Kitapta boĢ sayfaların,

atılacak sayfaların, değiĢik biçimde sıralanabilecek sayfaların, resimli sayfaların bulunması.

KarĢı Roman'ın özellikleri, ilk olarak Laurence Sterne'ün Tristram Shandy (1767) romanında görülür. Bu türün

önemli örnekleri arasında James Joyce'un Ulyssess ve Finnegans Wake, Virginia Woolf un Mrs Dalloway ve

Dalgalar, Samuel Beckett'in Molloy, Claude Simon'un Flandres Yolu, Nabokov'un Solgun AteĢ adlı yapıtları

sayılabilir.

Solgun AteĢ'te, öldürülen Ģairin uzun Ģiirinin ardından, bu Ģiirle ilgili geniĢ açıklamalar gelmektedir: bu

açıklamalar, Ģairin arkadaĢı ve onun Ģiirinin yayımcısı olan kiĢi tarafından yazılmıĢ görünmektedir.

Açıklamalarda, överken yeren ve yererken öven bir dil kullanılmıĢtır. Bu açıklamalar, Ģiiri anlamamıza ne

ölçüde yardımcı olmaktadır? Bu

açıklamaların tümüne güvenebilir miyiz? ġiiri yayımlayıp yorumlayan kiĢi, kendisinin kral olduğunu

söylemektedir. Gerçekten Kral mıdır, yoksa hapisten kaçan kralın kimliğine mi bürünmüĢtür? Kral değilse,

anlattıklarının ne kadarı kendisine, ne kadarı krala iliĢkindir? Sonra, ölen kimdir? Kim, kimin kimliğine

bürünmüĢtür? Gerçekten bir ölen var mıdır? ġairin arkadaĢı, acaba Ģairin kendisi midir? Yoksa katili mi? Yoksa

saçmalayan bir akıl hastası mı?

Bu soruların yanıtlarını okuyucuların kendileri bulacaklardır; KarĢı Roman'ın ilkelerine uygun biçimde, hiçbir

karakterle özdeĢleĢmeden, ama romana kendi kiĢilikleriyle katılarak, romanı yeniden üreterek. Belki baĢka

sorulara yanıt arayacaklardır. Solgun AteĢ'i Türk-çeleĢtirirken eklediğimiz dipnotların okuyuculara, bir yere

kadar, yardımcı olacağını umuyor ve dünya edebiyatının baĢyapıtları arasında yer alan bu romanı, bir buçuk

yıllık bir çeviri serüveni sonunda dilimize aktarmanın mutluluğunu yaĢıyoruz.

Ekim 1994/Ankara

YaĢar GÜNENÇ

Vera'ya

,?3S*-

Bu bana, onun bay Langston'a anlattığı gülünç öyküyü anımsatıyor; soylu bir delikanlının soysuzluğuyla ilgili

olayı. «Beyefendi, en son olarak onun sokaklarda kedileri kovalayıp kurĢunladığını söylediler bana». Derken

bir gün, sözümona hoĢ hayallere dalmıĢ gitmiĢken, en sevdiği kedisini anımsayıverdi, dedi ki: «Ama Hodge

öldürülmeyecek. Hayır, hayır, Hodge öldürülmemeli»

— James Boswell, SamuelJohnson'ın Yasamı.

11

ÖNSÖZ

Solgun AteĢ, beĢ ayaklı beyitler halinde^ dört kantodan oluĢan, toplam dokuz yüz doksan dokuz dizelik bir

Ģiir olup John Francis Shade (doğumu: 5 Temmuz 1898—Ölümü: 21 temmuz 1959) tarafından, ABD'de

yaĢamının son yirmi gününü geçirdiği Appalachia bölgesinin New Wye kentinde yazılmıĢtır. ġairin, ilk yazdığı

metinden temize çektiği, bizim de bu kitapta olduğu gibi yayımladığımız elyazması metin, seksen iane orta

boy dizin kartına dağılmıĢ durumdadır ki Shade, bu kartların pembe renkli ilk satırlarına baĢlıkları (kanto sıra

numarası, tarih) yazmıĢ, açık mavi renkli öbür satırlara (her kartta on dört satır) ince uçlu bir kalemden çıkan

küçük, temiz, son derece okunaklı bir yazıyla, bölüm aralarını belirtmek için bir satır atlayarak, Ģiirini

geçirmiĢtir; bir kantoyu bitirdikten sonra öbür kantoyu aynı kartın arka sayfasına değil, boĢ bir kartın ön

yüzüne yazmaya baĢlamıĢtır.

Kısa (166 dize) olan Birinci Kanto, tüm a acaip kuĢları ve ufkun yukarılarına serpilmiĢ renkli lekeleriyle, on üç

kartlık yer kaplamaktadır. En çok beğeneceğiniz îkinci Kanto ile ĢaĢırtıcı bir uslalık ürünü olan Üçüncü Kanto,

aynı uzunluktadırlar (334 dize); her kanto, yirmi yedi kart tutmaktadır. Dördüncü Kanto, Birincinin

Page 4: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

uzunluğundadır, onun gibi on üç kart sürmektedir; Ģairin, öleceği gün yazdığı son dört kart üzerinde,

kantonun bitiĢ bölümü, düzeltilmiĢ taslak biçiminde kalmıĢ, temize çekmeye yazarın ömrü yetmemiĢtir.

Düzenli çalıĢmayı seven John Shade, yazdığı dizeleri genellikle aynı günün gecesi temize çekmiĢ ve

yanılmıyorsam, içimi zaman bir

(*) BeĢ ayaklı beyit (heroic couplet): Her dize, beĢ ayaktan oluĢur. Bir ayak ise, bir kısa ve bir uzun hece ya da

bir vurgusuz ve bir vurgulu hece biçimindedir. Aruz veznini andırır-Çev.

12

kez daha temize çektiği halde, kartın ya da kartların üzerine son düzeltme tarihini değil, taslağın ya da ilk

temize çekilmiĢ metnin bitiĢ tarihini koymuĢtur. Demek istiyorum ki, yapıtlarını yarattığı tarihleri, ikinci ya da

üçüncü düzeltme tarihlerine yeğ tutmuĢtur. ġimdi kaldığım pansiyonun tam karĢısında çok gürültülü bir

lunapark vardır.

Böylece, onun yapıt üzerindeki çalıĢmalarını gösteren eksiksiz bir takvim kazanmıĢ bulunuyoruz. Birinci Kanto,

2 Temmuzda, ge-ceyarısından sonra yazılmaya baĢlamıĢ ve 4 Temmuzda bitirilmiĢtir. Ġkinci Kanto'ya, sanatçı,

doğum yıldönümünde baĢlamıĢ, 11 Temmuzda son vermiĢtir. Üçüncü Kantoyu bir haftada bitirdikten sonra

19 Temmuzda Dördüncü Kantoyu yazmaya koyulmuĢtur; daha önce belirttiğimiz gibi, bu kantonun üçte birini

oluĢturan son bölüm (949. dizeyle 999. dize arası), düzeltilmiĢ taslak biçiminde kalmıĢtır, iĢlenmesi gereken

bu bölüm, bazı sözcüklerin karalanmasıyla bozulmuĢ, yapılan eklemeler de onu büsbütün kötüleĢtirmiĢ ve

böylece bitiĢ bölümü, düzeltilmiĢ taslak üzerindeki haliyle, kartlara yazılı ilk biçiminden çok uzaklaĢmıĢtır; oysa

Ģiirin öbür bölümleri, temize çekilmiĢ elyazmasındaki biçimleriyle, kartlara yazılı ilk hallerinden hemen hemen

farksızdırlar. Gerçekte, hiçbir korku duymadan dalsanız da gözlerinizi o bulanık yüzeyin altındaki duru sularda

açı verseniz, gördüklerinizin doğruluğundan hiç kuĢkulanmazsınız; hoĢlanırsınız bile. Ne bir çatlak dize vardır,

ne belirsiz bir anlatım. Bu durum, bazı suçlamaların asılsız olduğunu kanıtlamaya yeter sanıyoruz: Bir

gazetede, 24 Temmuz 1959 günü, kendisiyle yapılan söyleĢide, Shade uzmanı geçinenlerden biri, daha Ģiirin

elyazması metnini görmeden onun "tam bir metin özelliği taĢımayan taslak parçalarından oluĢtuğunu" öne

sürmüĢtür. Büyük bir Ģairin yapıtının ölüm tarafından yarım bırakılmasını umursamayanlarca söylenen bu tür

sözler, sanatçının hem editörlüğünü hem de eleĢtirmenliğini yapan kiĢinin yeteneğine, belki de dürüstlüğüne

çamur atmaya yönelik bulunmaktadır.

ġiirin yapısı ile ilgili olarak da, Prof. Hurley ve kafadarları tarafından öne sürülen bir sav vardır. Sözkonusu

söyleĢiden, olduğu gibi aktarıyorum: 'John Shade'in ne uzunlukta bir Ģiir tasarlamıĢ olduğunu kimse

söyleyemez; ama öyle görünüyor ki, onun bize bıraktıkları, alacakaranlıkta cam üzerinde gördüğü bir biçimin

ufacık bir parçasıdır yalnızca'. Yine saçmalıyorlar! Dördüncü Kanionun içeriğine dikkat etselerdi, 'bitti'

borusunun çınladığını duyacaklardı. Ayrıca, 25 Temmuz 1959 günlü bir belgeden anlaĢılacağı gibi, Sybil

Shade, kocasının 'dört

13

bölümden öteye uzanmayı hiç istemediğini' kabul etmektedir. Sanatçı, Üçüncü Kantoyu, yapıtının sondan bir

önceki bölümü olarak tasarlamıĢtır, bunu ben kendisinden iĢitmiĢtim; bir akĢamüstü birlikte yürüyorduk;

Shade, konuĢarak düĢünüyormuĢ gibi, o gün yazdıklarını gözden geçiriyor, bağıĢlamamız gereken kendine

hayranlığını el hareketleriyle dıĢa vuruyordu; yanında yürüyen sırdaĢı, uzun ve hızlı adımlarını boĢ yere, kılıksız

yaĢlı Ģairin ağır ayak sürümelerine uydurmaya çalıĢıyordu. Ben Ģimdi (gölgelerimizin, bizden ayrı birlikte

yürümelerini sürdürmekte olduklarına dayanarak) diyorum ki, Ģiire eklenmesi gereken bir tek dize kalmıĢtır

(1000 dize); bu dize, ilk dizenin aynısı olmalıydı. O zaman, birbirini destekleyen geniĢ ve özdeĢ iki ana

bölümden oluĢmuĢ gövdesiyle simetrik bir yapıya sahip olan Ģiire daha güçlü bir simetri kazandırılırdı;

böylece, kendilerine bitiĢik kısa yan bölümlerle birlikte bu ana bölümler, beĢer yüz dizdik bir çift kanat olur

çıkardı, müziğe boĢ vererek. Onun bileĢim yaratmadaki yeteneğini ve ezgide denge kurma konusundaki ince

duyarlığını bilen bir kimse olarak ben, hiç sanmıyorum ki Shade, belli bir büyüklüğe kavuĢturmak uğruna

kristalinin yüzeylerini bozup çirkinleĢtirmeyi göze alsın. Yukarıdaki açıklamalarımı yeterli bulmayanlar —

aslında yeter de artar bile— o unutamadığım 21 Temmuz akĢamı zavallı arkadaĢımın kendi sesinden,

çalıĢmalarının bittiğini ya da nerdeyse bittiğini iĢitmiĢ olduğumu bilmelidirler. (Açıklamalar Bölümünde, 991.

dize için yazdığım nota bakınız)

Lastik Ģeritle bağlı seksen kartlık tomarı çözüp son bir kez, dizelerin yüceliğine tanık olduktan sonra Ģimdi,

dinsel bir saygıyla yeniden bağlıyorum onu.Tomann konduğu zarfın içinde incecik, zımbalanmıĢ on iki karttan

oluĢan bir takım daha var ki bunların üzerinde bulunan ek beyitler, ilk taslakların kannakanĢıklığı içinden, kısa

Page 5: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

ve yer yer kirli bir yolu izleyerek geçiyorlar. Genellikle Shade, taslakları yok ederdi, onlara baĢvurmaktan

kurtulmak istediği anda: Ta-raçamdan, pırıl pırıl bir sabah vakti, gördüğüm o sahneyi dünmüĢ gibi

anımsıyorum; arka bahçedeki ocağın solgun ateĢine fırlattığı taslaklar yanarken Shade, günah iĢleyen bir

insanın yakılmasında hazır bulunan devlet görevlisi gibi, baĢı önüne eğik, dikilip duruyordu, suçlunun

ölüsünden rüzgarın koparıp uçuĢturduğu kara kelebeklerin ortasında. Ama bu son on iki kartı yok etmeyip

sakladı; çünkü özü çıkarılınca maden cürufuna dönüĢen taslakların karĢısında, el değmemiĢlikleriyle

parıldıyorlardı. Belki de Ģairin kafasında, temize çekilmiĢ el-

14

yazmasmdaki kimi dizelerin yerine bu kanlardaki görkemli dizeleri koyma amacı saklıydı, ya da, daha büyük

olasılıkla, bu dizeleri Ģiirinin bölüm baĢlarına birer özet olarak yerleĢtirmek için duyduğu isteği, sanatsal

kaygılarla ya da Bayan S'nin hoĢ karĢılamayıĢı nedeniyle, bastırarak bekliyordu, ta ki arınmıĢ metin, mermersi

bozulmazlığıyla, daktilodan çıksın*-*) ve sözkonusu dizeleri ya uygun görüp içine alsın ya da ne denli güzel

olurlarsa olsunlar onları, kendi arınmıĢlığına göre pis bularak aforoz etsin. Yukarıdaki olasılıklara Ģunu da

eklememe izin verin: ġair, belki de yapıtını, övünmek gibi olmasın,bana okuyup önerilerimi almak

niyetindeydi.

ġiirin dıĢında bırakılmıĢ olan bu dizeleri, kitabın açıklama bölümünde okurlara sunuyorum. Sözkonusu

dizelerin, Ģiirin neresinde bulunacakları saptanmıĢ ya da en azından, önerilmiĢtir; bunu yaparken, metnin

taslağında bu dizelere komĢu olan ve metnin son biçimine de aktarılan dizeleri dikkate aldım; böylece, metin

dıĢı kalmıĢ dizeleri, yapıtın son biçiminde yer alan bu dizelerin yanlarına yerleĢtirmeyi önermiĢ oluyorum.

ġiirin dıĢında bırakılmıĢ dizeler, denebilir ki, hem sanatsal hem de tarihsel bakımdan, metnin son biçimindeki

en güzel bölümlerin bazılarından daha değerlidirler. ġimdi, Solgun AteĢ'in tarafımdan yayımlanmasıyla

sonuçlanan süreci gözler önüne sermek istiyorum.

Sevgili arkadaĢım ölür ölmez (daha gömülmeden) ben, elyazmasını alıp güvenli bir yere sakladıktan sonra,

para kazanma amacıyla ya da sözde bilimsel amaçlarla çevrilecek dolapları önlemek için, o günlerde aklını

yitirmiĢ gibi olan karısını razı ederek onunla bir sözleĢme yaptım; yapıtın Ģair tarafından bana bırakıldığının

belirtildiği bu sözleĢmeye göre ben, zaman geçirmeden yapıtı, kendi açıklamalarımla birlikte, seçeceğim bir

yayınevine yayımlatacaktım; sağlanacak kazanç, yayımcının payı düĢüldükten sonra, sanatçının karısına

verilecekti; kitap yayımlandığı gün, el yazması, Meclis Kitaphğı'nın sürekli koruyuculuğuna bırakılacaktı. Hiç

kimsenin, dolandırıcılık yapmıĢ olduğuma iliĢkin suçlamalarını kabul etmiyorum. Yine de, bu sözleĢme,

"gerçekdıĢı Ģeylerden ahlaksızlıkla oluĢturulmuĢ bir karıĢım" diye adlandırılmıĢ (Shade'in eski avukatı

tarafından); baĢka birisi (Shade'in yapıtlarının yayımıyla uğraĢan kiĢi) de, 'Bayan Shade'in

(*) Metnin daktilodan çıkıĢı, Hıristiyanlık inancına göre Meryem'in günahsız, arınmıĢ olarak dünyaya geliĢini

andırmaktadır. —Çev.

15

titrek imzası, sakın, çok farklı bir kırmızı mürekkeple atılmıĢ olmasın?' diye, aklınca alay etmiĢtir. Böyle

yürekler, böyle kafalar elbet uzaktırlar insanın bir baĢyapıta duyacağı büyük sevgiyle bağlılıktan; oysa bu

insanı, yapıtın örgüsünün alt yüzüdür çeken; kendisi hem onun, gözleri önünde ilmik ilmik dokunuĢunun

tanığıdır hem de biricik esinleticisi; geçmiĢi de, burada, yapıtın suçsuz yere öldürülen yaratıcısının yazgısıyla

sarmaĢ dolaĢtır.

Notlarımın sonuncusuydu galiba, orada belirttiğim gibi, Shade'in ölümü bir su altı bombası Ģiddetiyle

patlayıp öyle gizleri havaya uçurmuĢ, öyle çok balık ölüsü sermiĢti ki su yüzüne, ben tutuklanmıĢ katille son

görüĢmemin hemen ardından, New Wye'dan ayrılmak zorunda kalmıĢtım. Açıklama bölümünün basımını,

ortalık durulduktan sonra kendimi baĢka bir takma adla gösterinceye dek, ertelemem gerekiyordu ama Ģiirin

basımı geciktirilemezdi. Uçağa atlayıp New York'a gittim, el yazmasının fotokoposini çektirdikten sonra

Shade'in yayımcılarından biriyle iliĢki kurdum ve tam iĢi bağlıyordum ki, gün-batımı rengine boyanmıĢ

evrenin ortasında (ceviz tahtasıyla camdan yapılmıĢ bir hücrede oturuyorduk, bokböceği dizilerinin elli kat

yukarısında) karĢımdaki adam, söz arasında Ģunu dedi: 'Sizi mutlu kılacak bir haberim var, Dr. Kinbote;

Profesör Falanca (Shade için kurulan komisyonun üyelerinden biri) yapıtın yayıma hazırlanmasında

danıĢmanımız olmayı kabul etmiĢ bulunuyor.1

'Mutluluk' kadar öznel bir Ģey yoktur. Bizim Zembla'nın en aptalca atasözlerinden biri, 'Eldiven yitirmek,

mutluluk getirir', der. Hemen çantamı kapatıp bir baĢka yayımcının kapısını çaldım.

Page 6: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Aptal, beceriksiz bir dev getirin gözünüzün önüne; öyle bir tarihsel kimse ki, para konusundaki bilgisi, ulusal

borcun Ģu kadar milyar olduğu biçiminde, soyut bir bilgiden öteye geçmesin; sürgün bir Ģehzade düĢünün,

kol düğmelerindeki Golconda'dan habersiz olsun/*) Yani diyeceğim —abartarak da olsa— ben, dünyanın,

uygulamacılık alanında en beceriksiz insanıyım. Böyle bir insanla yayın dünyasının kurnaz bir tilkisi arasında

kurulan iliĢkiler, baĢlangıçta, göz yaĢartacak kadar kaygısız ve arkadaĢçadır; çekinmeden karĢılıklı Ģakalar

yapılır, armağanlar alınıp verilir. Hiç sanmam ki, ileride bir aksilik çıksın da Ģimdiki yayımcım, dostum Frank'la

kurduğumuz iliĢkinin sürekli biçimde geliĢmesini engellesin.

(*) Golconda: Hindistan'da elmaslanyla ünlü bir yer. Bu sözcük ayrıca "büyük zenginlik kaynağı" anlamında

kullanılır. —Çev.

16

Kendi yaptırdığım dizgiyle ortaya çıkmıĢ ilk baskıyı Frank onayladıktan sonra benden, açıklama bölümündeki

yanlıĢlardan yalnızca kendimin sorumlu olacağımı Önsöz'de belirtmemi istedi; bu isteğini seve seve yerine

getiriyorum. Deneyimli bir düzeltmen, Ģiirin ilk basımını fotokopisiyle, hem de büyük dikkatle karĢılaĢtırdı ama

bula bula benim gözümden kaçmıĢ birkaç önemsiz yanlıĢ bulabildi; baĢkalarının bütün katkısı, iĢte bu

kadardır. Sybil Shade'in, kocasının ya-Ģamöyküsünü yazmak için gerekli bilgileri bana göndermesini nasıl

beklediğimi söylemem bile gereksiz; yazık ki, benden önce New Wye'dan ayrılıp Qucbec'teki akrabalarının

yanına gitti. Çok verimli yazıĢmalarımız olacaktı, ama Shade uzmanları engellediler. Kendisiyle uzak

düĢmemizin, onun kararsız kiĢiliğiyle bağlantımı yitirmemin hemen ardından, bu adamlar sürü sürü Kanada

yoluna döküldüler, gidip zavallı kadının baĢına üĢüĢtüler. O da, benim Ccdarn'daki sığınağımdan

gönderdiğim ve bir aydır yanıt beklediğim mektuptaki beynimi kıvrandıran sorulara, ki bunlar "Jim Coatcs'ın

gerçek adının ne olduğu" gibisinden sorulardı, yanıt vereceğine apansız bir telgraf sıktı bana; kocasının

Ģiirinin yayıma hazırlanmasında Prof. H. (!) ile Prof. C. (ü)'nin yardımcılığını kabul etmemi istiyordu. Nasıl

ĢaĢırdım, nasıl yaralandım anlatamam! ArkadaĢımın bir zamanlar karısı iken Ģimdi kötü niyetlilerin güdümüne

giren bir insanla, doğal olarak, iĢbirliğine yanaĢamazdım.

Sağlığında, gerçekten eĢi bulunmaz bir arkadaĢtı o! Günlüğüme bakıyorum da, ancak birkaç aylık bir

tanıĢıklığımız olmuĢ; ama bazı insanlar bu kadarcık sürede ne dostluklar kurdular! Öyle dostluklar ki, ite kaka

yürütülmezler, kötülük dolu müziğin tekdüzeliğine bağlı kalmadan ilerleyen belirgin bir ritmin sonsuzluğunda

geliĢirler. Ġçimi sevinçle dolduran o günü hiç unutamam: Tatilini geçirmek üzere Ġngiltere'ye giden Yargıç

Goldsworth'un bana kiraladığı kent dıĢındaki evin, ki buraya 5 ġubat 1959 günü taĢınmıĢtım, dizelerini yirmi

yıl önce Zcmbla dilinde söylemeye çalıĢtığım o ünlü Amerikalı Ģairin evine bitiĢik olduğunu öğrendiğim

zaman, okurlarımın ilerideki sayfalarda bulacakları bir notta da belirttiğim gibi, nasıl sevinmiĢtim! Bana

böylesine çekici gelen bir komĢuluk sağlamasının dıĢında, Gold-sworth Ģatosu, çok geçmeden farkcilim ki

hiçbir çekiciliğe sahip değildi. Isıtma sistemi laçkaydı; bodrumda titreyip inleyen kazanın ılık havası,

döĢemedeki dağıtıcıların yarıklarından, can çekiĢen bir insanın son soluğu gibi ölgün yayılıyordu odalara. Üst

katuıki yarıkları ka-

17

palarak oturma odasındaki dağıtıcının gücünü arttırmaya çalıĢtım ama ısı düĢtü, çünkü odayla dıĢarıdaki

kutup bölgesi arasında ince bir kapıdan baĢka engel yoktu; antre filan hak getire —ya bu ev, buraya

yerleĢmeye gelen ama New Wye'in kendisine nasıl bir kıĢ hazırladığını bilemeyen biri tarafından yaz ortasında

yapılmıĢtı ya da eski zamanların kibarlık geleneklerine uyularak, herhangi bir ziyaretçinin kapıyı açınca daha

eĢikteyken, oturma odasında gizli kapaklı hiçbir Ģey yapılmadığına inanması istenmiĢti.

Zcmbla'da ġubat'la Mart (bizim deyimimizle, dört 'beyaz burunlu ayların son ikisi) çok sert geçerdi buradaki

gibi, ama bir köylünün evinde bile her zaman insanı ısıtacak bir sıcaklık bulunurdu— bulunmayan Ģey,

doğarken ölmüĢ olan bütün o taslakların herhangi birine dayanan ısıtma sistemleriydi. Gerçi, bütün yeni

gelenlere yaptıkları gibi bana da, gelmek için, yıllardır görülmeyen korkunç bir kıĢ mevsimini seçtiğimi

söylemiĢlerdi —oysa burası, Palermo'yla aynı enlem üzerindeydi. TaĢınmamın üzerinden birkaç gün geçmiĢti

ki bir sabah, yeni almıĢ olduğum, motoru güçlü, kırmızı arabama binmiĢ, üniversiteye gitmeye hazırlanırken,

Bay Shade'lc eĢi gözüme iliĢti; daha kendileriyle bir araya gelip konuĢmuĢ değildik (sonradan öğrendiğime

göre, benim, yalnız bırakılmak istediğimi sanmıĢlardı). Buz tutup kayganlaĢmıĢ bahçe yolunda, eski Packard

arabayı yürütmeye çabalıyorlardı; otomobil acıyla haykırıyor ama kıvranıp duran arka tekerleğini, bir türlü,

buz cehenneminin kuyusundan çekip çı-karamıyördu. John Shade, bir kovadan avuçladığı kahverengi toprağı

mavi buzun üzerine serpiyordu beceriksizce, tarlaya tohum saçar gibi. Çizmelerini giymiĢti, lama yününden

Page 7: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

yakası sımsıkı kapalıydı, gür beyaz saçları güneĢle kırağı gibi parlıyordu. Birkaç ay önce hasla olduğunu

biliyordum; komĢularıma, benim güçlü arabamla üniversiteye gitmemizi önermek üzere, hızlı hızlı yürümeye

koyuldum. Eğimli araziden inip dar yola ulaĢtım ama karĢıya geçmeye çalıĢırken ayağım kaydı, devrildiğim

karın bu kadar sert olacağını düĢünemezdim bile. Shadc'icrin hanial arabası, benim düĢüĢümden güç almıĢ

gibi, birden fırladı, sarsılarak giderken az kalsın beni çiğniyordu. Tekerleğe canı sıkılan John, Ģuralını asmıĢtı,

Sybil ona sert sert birĢeyler söylüyordu. Her ikisinin de beni J'arkeimcmcsi, pek inanılır değil bence.

Ama birkaç gün sonra, 16 ġubat Pazartesi akĢama doğru, fakülte kulübünde verilen bir yemekle, yaĢlı Ģaire

takdim alildim. 'En sonunda sunabildim itimatnamemi', diye biraz alaylı, günlüğüme yaz-

18

mıĢtmdır bunu. Her zamanki masasında, dört beĢ değerli profesörle birlikleydi; beni aralarına çağırdılar;

duvarda Wordsmith Üniversitesinin büyütülmüĢ bir resmi vardı, aptal görünüĢlü, kılıksız; 1903 yazının

kapkaranlık bir günü çekilmiĢ. Shade'in bana 'domuz etini dene'memi önermesi canımı sıktı. Ben, kararlı bir

etyemezim ve kendi yemeğimi kendim piĢirmek isterim. Herhangi bir insanın el sürdüğü bir Ģeyi yemek, diye

açıkladım bu kanlı canlı eğlence düĢkünlerine, beni o insanın kendisini yemiĢim gibi tiksindirir, bu yaratık —

sesimi alçaltarak söyledim— bize hizmet eden, biryandan da kalemini yalayan Ģu atkuyruklu, meyve püresini

andıran kız öğrenci bile olsa, benim için farketmez. Hem, evrak çanlamdaki meyveyi yemiĢtim zaten, üstüne

de bir ĢiĢe üniversite birası içmiĢtim, bu bana yeter, diye sözümü bağladım. Kaçamak yapmadan, açıkça

konuĢmam üzerine herkes yatıĢtı. O alıĢılmıĢ sorulan sıktılar üzerime: yumurtalı içecekler, sütlü dondurmalar,

inancıma aykırı düĢüyor mu, düĢmüyor mu? Shade, benim inancıma aykırı bir görüĢteydi: Dediğine göre,

sebze yemek için kendini iyice zorlaması gerekiyordu. Salata yemek, soğuk havada denize girmek gibi

birĢeydi. Hele, gücünü iyice toplamadan, bir elmanın kalesine saldırmayı göze alamazdı. Ben, Amerikalı

cntellektüeller sürüsünün ortak özelliği olan o bezdirici takılmalara, alaylara boĢ vermeyi öğrenememiĢtim

daha; bütün o sırıtkan adamların önünde Shade'e, Ģiirlerinin hayranı olduğumu söylemekten çekindim, çünkü

edebiyat üzerine baĢlayacak ağırbaĢlı bir tartıĢma hemen yozlaĢıp alaya dönüĢebilirdi. Bunun yerine ona,

ikimizin de derslerini izleyen bir öğrenciyi sordum; karamsar, duygulu, olağanüstü bir gençti. Ama ağarmıĢ

perçemini kararlı biçimde sallayan Shade, öğrencilerinin yüzleriyle adlarını bellemeyi epey zamandır bırakmıĢ

olduğunu, kendisinin Ģiir derslerine girenlerden yalnızca, koltuk değncklcriylc gelen bir bayan misafir

öğrenciyi gözünün önünde canlandırabildiğini söyledi. 'Haydi canım', diye atıldı Profesör Hurley,

•'balcrinlcrinki gibi dar siyah giysisiyle 202 No.lu sınıfa gelip giden o nefis sarıĢın, senin kafanda ya da

kalbinde hiçbir görüntüsünü bırakmadı mı demek isliyorsun bize, Shade?' Yüzüne kırıĢıklar yayılırken Shade, -

susturmak için Hurley'in bileğine Ģakacıktan vurdu. Bir baĢka enkizisyoncu, sorgulamayı sürdürerek, bana,

evimin bodrum katına iki uınc ping-pong masası koyduğumun doğru olup olmadığını sorunca ben de ona

sordum, 'bu yaptığım ayıp mı?' diye. Hayır, dedi, ama neden iki? Ben, 'bu ayıp mı?' diye direttim, bu kez hepsi

güldü.

19

Yüreğinin sendelemesi (735. dizeye bakınız), kendisinin hafifçe topallaması ve ilerleme yönteminin eğri

büğrülüğü, Shade'in uzun yürüyüĢ tutkusunu yok edememiĢti; ama karda pek yürüyemezdi, bu yüzden

dersten sonra kendisini karısının arabayla gelip almasını yeğlerdi. Birkaç gün sonra ben, Parthenocissus

Salonu'ndan ya da Main Sa-lonu'ndan (yazık ki Ģimdi Shade Salonu) çıkmak üzereydim ki onun, dıĢarıda

Bayan Shade'i beklediğini gördüm. Sütunlu sundurmanın basamaklarında bir an, onun yanında dikildim;

eldivenlerimi tek tek parmaklarıma geçirirken, bir alayın yaklaĢıp önümden geçmesini bek-lcrcesine gözlerimi

uzaklara diktim. 'Ne sıkıcı iĢ', diye yorum yaptı Ģair. Saatine göz attı. Ö sırada saat camına bir kar tanesi

kondu. 'Kris-tal.kristali bulur', dedi Shade. Benim güçlü Kramler'imle kendisini evine bırakmayı teklif ellim.

'Hanımlar ihmalci olurlar, Bay Shade'. KarmakarıĢık saçlı baĢını kaldırıp kitaplığın duvarındaki saata baktı.

Rüzgara açık, karla kaplı çimenliğin bir baĢından öbür baĢına, renkli giysilerile pırıl pırıl parlayan iki delikanlı

kahkahalar savurarak kayıyordu. Shade yeniden kol saatine göz altı, sonra omuz silkiĢiyle teklifimi kabul etti.

Yolu uzatmamın kendisi için bir sakıncası olup olmadığını sordum; Halk Mağazası'na uğrayıp çikolatalı

bisküviyle biraz havyar alacaktım. Bunun kendisi için de iyi olacağını söyledi. Süpermarkete girdim, bir ara

pencerenin dökme camından baktığımda yaĢlı delikanlının içki satılan bir dükkana girdiğini gördüm.

Alacağımı alıp çıktığımda o, beni arabada bekliyordu; resimli bir küçük gazeteyi okumakta oluĢunu

yadırgadım; böyle bir nesneye hiçbir Ģairin el sürmek istemeyeceğini sanıyordum ben. Rahatlatıcı bir geğirme

koyuvermesinden anladım ki, kendisini sımsıcak tutan giysilerinin bir yerine küçük bir ĢiĢe brandy saklamıĢtı.

Page 8: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Evlerinin önüne geldiğimizde Sybil'i orada durur bulduk. Hayal dolu olduğumu gösterecek bir tavırla,

kibarlıkla çıktım arabadan. Sybil bana döndü, 'Kocam insanları tanıĢtırmayı saçma bulduğu için bu iĢi biz

kendimiz yapacağız. Siz Dr. Kinbote'sunuz, değil mi? Ben de Sybil Shade'. Kocasına, bürosunda biraz daha

bekleseydi karĢılaĢacaklarını söyledi: Arkamızdan korna çalıp durmamızı istemiĢ ama duyuramamiĢ, böylece

geri gelmek zorunda kalmıĢtı, falan filan.Ben, aile içi bir çatıĢmaya tanık olmak islemiyordum, dönüp

gidiyordum ki kadın durdurdu: 'Bizimle bir içki alın', dedi, 'daha doğrusu benimle; çünkü John'un içkiye el

sürmesi yasaktır'. Fazla kalamayacağımı söyledim; evimde, önce bir seminer çalıĢması yapmak,

20

sonra da masa tenisi oynamak üzere, cana yakın ikiz kardeĢleri ve baĢka bir oğlanı bekleyecektim, baĢka bir

oğlanı.

Artık bu ünlü komĢum gittikçe daha çok gözüme çarpar oldu. Evimin penceresinden öyle Ģeyler görüyordum

ki birinci sınıf eğlence yerine gitseydim bu kadar eğlenirdim; hele geç gelen misafirimi beklediğim akĢamlar

bu oyalanma, benim için daha da önem kazanıyordu. Ġkinci kattan baktığımda, özellikle de ağaçların

yapraklan dökülmüĢken, Shade'lerin oturma odasının penceresi lam karĢımda olurdu. Hemen her akĢam,

Ģairin tcrlikli ayağının hafifçe sallandığını görüyordum. Bundan,onun alçak bir sandalyede oturup kitap

okduğu anlaĢılıyor ama lambanın yoğun ıĢığında zihinsel bir emmenin gizli ritmiyle aĢağı yukarı inip kalkan o

ayakla gölgesinden baĢka hiçbir Ģey görülemiyordu. Hep aynı saatte kahverengi deri terlik, yün çoraplı

ayağından kayıp düĢüyor; yine de ayak, bu kez daha yavaĢ, sallanmasını sürdürüyordu. Adam, yatma saatinin ,

bütün dchĢetiyle, gelip çattığının bilincine varıyordu sonunda; ayağının ucu, biraz uğraĢarak terliği

yakaladıktan sonra benim, kara bir dalın böldüğü altın görüĢ alanımdan kayboluvcriyordu. Kimi zaman da

Sybil Shade, hızla içeri girip öfkeyle kollarını sallıyor; ama çok geçmeden, uygunsuz bir komĢusuyla kurduğu

arkadaĢlık için, bağıĢlamıĢ oluyordu onu. DavranıĢlarının gizini çözmeyi baĢardım sonunda; bir gece, hem

onların telefon numarasını çeviriyor hem de pencerelerine bakıyordum ki Sybil'in, birden kendisine büyü

yapmıĢım gibi telaĢlı, aptalca hareketlere baĢladığını gördüm, ĢaĢırdım kaldım.

Ah, bu gidiĢle çok yakında tüm sinirlerim bozulacaktı. John Shade'in, benimle arkadaĢlığı öbür insanlarla

arkadaĢlıktan üstün tuttuğunu farkeden akademik kenar mahalle sakinleri*- ^ kıskançlık zehirlerini üzerime

fıĢkırtmaya koyuldular. Sevgili bayan C, evinizdeki o sıkıcı partiden sonra ben, yaĢlı, yorgun Ģairin

ayakkaplarını bulmasına yardım ederken sizin kıs kıs gülmeniz, gözümüzden kaçtı sanmayın. Bir gün, ingiliz

Yazını bürosuna gireceğim tuttu; Onhava'daki Krallık Sarayı'nın resmi bulunan bir dergiyi arıyordum,

arkadaĢıma gösterecektim; içeri girince, yeĢil kadife ceketli genç bir doçentin sözleri çalındı kulağıma. Ben,

insanlık gösterip ona Gerald Emerald diyeceğim burada; ama o, hiç çekinmeden, sekreterin sorusuna Ģu yanıü

veriyordu: 'Sanırım, Bay Shade Koca Kunduz'la birlikte çoklan çıkıp

(*). Üniversite kampüsünde görev yapanlar. —Çev.

21

gitti.' KuĢkusuz, ben oldukça uzun boyluyum, sakalım da kapkara ve sık; bu gülünç adı bana taktıkları besbelli,

ama üzerinde durulmaya değmez buluyorum ve sesimi çıkarmadan, masadan dergiyi alıp Gerald Emerald'ın

yanından geçerken birden elimi uzatarak onun gevĢek kravatını çekiveriyorum. Yine bir sabah, bizim bölümün

baĢkanı olan Dr. Naltochdag, resmi bir sesle oturmamı rica ettikten sonra kapıyı kapadı, asık suratıyla döner

koltuğuna oturdu, beni 'daha dikkatli olmaya' zorladı. Hangi konuda dikkatli? Gençlerden biri, öğretmenine

dert yanmıĢ.Dcrdi neymiĢ peki? Ben, onun izlediği bir edebiyat dersini eleĢtirmiĢim ('yeteneksiz, gülünç bir

adamın yönetiminde, gülünç yapıtların gülünç incelemesi'). Korktuğum, baĢıma gelmeyince içim rahatladı,

gülerek dostum Netoçka'yı kucakladım, bir daha patavatsızlık yapmayacağımı söyledim. Bu arada ona

saygılarımı sunmayı unutmadım. Bana karĢı hep öyle incelik göstermiĢtir ki, kimi zaman merak etmiĢimdir,

Shadc'in kuĢkulandığı Ģeyden hiç kuĢkulanmıyor mu diye; o Ģeyi yalnız üç kiĢi (rektörün kendisiyle yönelim

kurulunun iki üyesi) kesinlikle biliyordu.

Ah, daha böyle çok olay geldi baĢıma. Tiyatro öğrencilerinin oynadığı bir taĢlamada beni, hep Housman'dan

söz eden, havuç kemirip duran, Alman vurgusuyla konuĢan, kasıntılı, kadınlardan nefret eden bir kiĢilik olarak

canlandırdılar; Shade'in ölümünden bir hafta önce de, canavar ruhlu bir kadın, kendisinin derneğinde 'Hally

Valley' üzerine konuĢma yapmak istemediğim için (çünkü Odin'in Salonu'nu bir Fin destanıyla karıĢtırıyordu)

bütün kiniyle bana, bir bakkal dükkanının ortasında Ģöyle dedi: 'Siz çok ters bir adamsınız; John'la Sybil size

nasıl katlanıyorlar, anlamıyorum'. Benim kibarca gülümsemem üzerine çileden çıktı: 'Kafadan da sakatsınız'.

Page 9: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Ġzninizle, bütün bu saçmalıkların dökümünü çıkarmayayım burada. Kim ne düĢünürse düĢünsün, ne derse

desin; ben, John'un dostluğunu, kendime yeter ödül sayıyorum.Bu dostluk, içtenliği herkesten gizlendiği için,

daha de değer kazanıyordu; özellikle yalnız olmadığımız zamanlar John'un bana gösterdiği kabalık,

diyebilirim ki, ödünsüz ağırbaĢlılıktan kaynaklanıyordu. O, bütün varlığıyla, bir maskeydi. John Shadc'in

bedensel özellikleri, herhangi bir insanrtaki uyumluluktan öylesine yoksundu ki, onu gören, gizlenmek için

çirkin bir ki-, lığa büründüğünü ya da bedensel olarak son biçimini almadığını ve evrim aĢamasında

bulunduğu sanır, sevemezdi; çünkü Romantizm Çağının, Ģairin erkeksi görünüĢünü inceltmek üzere, boynunu

tüm çe-

22

kiciliğiyle açıkta bıraktırması, profilini yontup güzelleĢtirmesi, dik bakıĢlarına dağ gölünün durgunluğunu

getirmesinin aksine, günümüzün Ģairleri, belki yaĢlanmaya olanak bulabilmelerinden ötürü, gorillere ya da

akbabalara benzemektedirler. Soylu komĢumun yüzünün öyle bir özelliği vardı ki, yalnızca arslanda ya da

yalnızca kızılderilide görülseydi, hoĢa giderdi; ama ne yazık, sözkonusu özellik, komĢumda, bu iki yaratığı

birleĢtirerek yalnızca ĢiĢko, ayyaĢ, cinsiyeti belirsiz, Hogarth meraklısı^ bir insanı çağrıĢtırıyordu. Biçiınsiz

bedeni, karmakarıĢık saçları, küt parmaklarının sararmıĢ tırnakları, fersiz gözlerinin altındaki ĢiĢlikler, bütün

bunlar, Ģairin Ģiirlerini yontup arındıran aynı kusursuzluğun güçleri tarafından onun gerçek varlığından

ayıklanıp atılmıĢ kötü ürünler sayılmalıdır. O, kendini kendinden dıĢlayan adamdı.

Bende onun çok ilginç bir fotoğrafı var. Bir zamanlar dostum olan biri tarafından, pırıl pırıl bir bahar günü

çekilen bu renkli resimde Shade, eskiden halası Maud'un kullandığı bir bastona dayanmıĢ görülmektedir.

(86'ncı dizeye bakınız.) Benim üzerimde, küçük bir spor giyim mağazasından aldığım beyaz bir ceketle Cannes

iĢi, leylak rengi pantolon... Sol elimi kaldırmıĢım— sanıldığı gibi Shade'in omuzuna vurmak için değil, güneĢ

gözlüklerimi düzeltmek için; ama resmin saptadığı yaĢamda, bunu hiç yapamayacağım, sağ kolumun altında

ise, Zcmbla'daki aletsiz jimnastik türleriyle ilgili bir kitap var; resmi çeken ve benimle aynı pansiyonda kalan

genç arkadaĢımın bu kitabı ilginç bulacağını umuyordum. Ama o, bir hafta sonra, benim Washington'a kısa

bir süre için gitmemden alçakça yararlandı; döndüğümde gördüm k, saçı baĢı dağılmıĢ bir fahiĢeyle

oynaĢmakta, taranırken kadının kafasından dökülen saçlar tüm odalara yayılmıĢ, banyo odalarının üçünü de

kadın kokusu doldurmuĢ. Hemen ayrılmaktan baĢka yapacak Ģey yoklu. Perde aralığından dıĢarıya baktım;

alçak Bob, kaldırımda çok zavallı bir h:j! le dikilmiĢ, duruyordu kırpılmıĢ kafasıyla; eski va-liziyle, benini

verdiğim kayaklar, darmadağın bırakılmıĢtı ycre.Kcndisini, bir daha dönmemesiye alıp götürecek olan öğrenci

arkadaĢını bekliyordu. Her Ģeyi bağıĢlarım, ihaneti asla.

Benim acılarımla sıkıntılarını. Shadc'le aramızda söz konusu edilmezdi. Bizim yakın dostluğumuz, duygusal

"değil, daha yüksek düzeyde,, zihinsel bir dostluktu; bir taraf, öbür tarafın üzüntülerinden

(*) William 1 loganh (1697-1764); Ġngiliz ressamı ve oymacısı.-

23

uzak durur, onları paylaĢmazdı. Ben Ģairi ĢaĢkınlık ve hayranlıkla seyrederken, yüksek bir dağda dinlenmeye

çekilmiĢim duygusuna kapılırdım. BaĢka, yani aĢağı düzeyden insanlarla birlikte olduğumuzda, ona

baktığımda, büyük bir ĢaĢkınlığa düĢerdim. Hele bu insanların, benim hissettiğim Ģeyleri hissetmediklerini,

benim gördüğüm Ģeyleri görmediklerini ve Shade'in, diyelim, dcstanlaĢmıĢ kiĢiliğine tüm sinirlerini

daldıracakları yerde onu hemen öylece kabul ettiklerini far-keltiğimde, bu ĢaĢkınlığım daha da büyürdü, iĢte

karĢımda, derdim kendi kendime, onun kafası ki taĢıdığı beyin, çevresinde toplanmıĢ Ģu kafataslarındaki

peltelere hiç mi hiç benzemiyor. Taraçada durmuĢ, bakıyor (Prof. C'nin evinde, bir Mart akĢamı) uzaktaki göle.

Onu seyrediyorum. Benzerine rastlanmayacak bir fizyoloji olayına tanık olmaktayım: John Shade, evreni

algılıyor ve dönüĢtürüyor; önce içine alıyor onu, parçalarına ayırıyor, bu parçaları değiĢik biçimlerde

birleĢtiriyor, depoluyor; ileride, belirsiz bir zamanda organları, doğaüstü bir Ģey üretecek, imgeyle müziğin

bileĢimi, bir Ģiir dizesi. Onu seyrederken kapıldığım heyecanı, çocukluğumda amcamın Ģatosunda bir

hokkabazı seyrederken de duymuĢtum; beni ĢaĢkınlığa düĢüren hokkabazlıklarını bitirdikten sonra gelip

masaya, karĢıma olurmuĢ, sessizce vanilyalı dondurma yiyordu. Ġlgiyle bakıyordum ona: Yanakları pudralıydı,

yakasına taktığı sihirli bir çiçek renkten renge girdikten sonra açık kırmızıda durmuĢtu; hele o sıvıyı andıran

parmakları büsbütün ĢaĢırtıcıydı, kaĢığı yakalayıp çevire çevire ıĢına dönüĢtürebiliyor, havaya fırlattığı tabağı

güvercin haline getirebiliyordu.

Gerçekten de Shade'in Ģiiri, tek bir sihirli hareketle yaratılan olağanüstü bir Ģeydir: Kır saçlı dostum, benim

sevgili ihtiyar büyücüm, Ģapkasına bir deste dizin kartı doldurup salladı— hop diye Ģiir çıktı.

Page 10: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

ġiir üzerine birkaç söz daha edeceğim. Yazdığım bu önsöz, bence, yetersiz sayılamaz. Açıklama bölümünde,

birbirine bağlı olarak yer alan notlar, en doymak bilmez okuru bile kandırmaya yetecektir. Gerçi bu notlar,

geleneğe uyularak Ģiirden sonra konmuĢtur ama ilk önce onların okunmasını önereceğim; sonra Ģiirin kendisi

okunmalı, kuĢkusuz okurken notlara bir kez daha baĢvurulmalıdır; Ģiir incelendikten sonra, sanırım, tabloyu

tamamlamak için notların üçüncü kez okunması gerekecektir. Kitabın baĢından sonuna gidip gelmeyi

önlemek için, bence en iyisi, sayfaları kopardıktan sonra, Ģiir sayfalarına, açıklamaların ilgili sayfalarını

iğnclemcli ya da daha kolay bir yöntem olarak, bu kitaptan iki tane satın alıp bir masada bunları rahat rahat

bi-

24

tiĢlirip yanyana getirmelidir— ama bu bitiĢtirme, benim daktilo yazıcımın geçici olarak baĢtacı edildiği o

önemsiz iliĢkiye ben-zcmcmelidir, New Wye'dan kilometrelerce uzakta, kötü bir motelde, kafamın hem içinde

hem dıĢında cümbüĢ, Ģamata, izninizle belirteyim ki, Shade'in Ģiiri, benim notlarım olmasa, insana iliĢkin hiçbir

gerçeği yansıtamaz; çünkü onunki gibi, özyaĢamöyküsü olamayacak denli ürkekçe, sır saklarcasına yazılmıĢ

bir Ģiir, Ģairi tarafından düĢüncesizce metinden atılan tamamlanmamıĢ birçok dize dikkate alınmazsa, yalnızca

yazarını, onun çevresini, iliĢkilerini kapsayan bir gerçekliğe dayandırılmıĢtır; öyle bir gerçeklik ki, benim

notlarım okunursa kavranabilir. Bu sözlerimi, sevgili Ģair dostum belki kabul etmezdi; ama kötü de olsa, iyi de

olsa, son söz yorumcunundur.

CHARLES KINBOTE

19 EKĠM 1959, Ccdarn, Utana

SOLGUN ATEġ BĠRÎNCÎ KANTO

Gölgesiydim ben, mumkanat kuĢunun, öldürülmüĢ,

Sahte gökmavisiyle pencere camının;

KülleĢmiĢ bir kuĢtüyünün lekesi oldum

YansımıĢ gökte yaĢadım, uçtum.

Camın odaya bakan öbür yüzüne çıktı görüntüm

Çekmeyip perde geceye, bıraktım, karanlık cam

Assın tüm eĢyaları çimenliğin üzerine,

Öyle güzel ki yağması karın

Perde çekip çimenlikle arama, yığılması

Kardan yatakla sandalyeler oturtması

DıĢarıdaki kristal toprağın üzerine!

Biçimlerini yitirmiĢ kar taneleri

Ġnerken ağır ağır, sallanarak, ıĢığı yansıtmadan,

Karanlık beyazdır renkleri, günün solgun beyazı değil,

Havaya asılı karaçamlar, renksiz bir ıĢıkla yüzen,

Bakanla bakılanı kaynaĢtırırdı gece,

YavaĢ yavaĢ mavilik doğardı her iki yanda,

Sonra sabah, donmuĢ elmaslar

ġaĢkınlık içindedir: Kim yürüdü mahmuzlu ayaklarıyla

10

20

27

Soldan sağa, yolun boĢ sayfasında?

Soldan sağa, kıĢ alfabesiyle yazılmıĢ yazılar:

Bir iz, ucu geriye dönük ok... Sülünün ayakları!

Burma güzellik, soylu ormantavuğu,

Evimin lam arkasındaymıĢ demek, arayıp durduğun Çin-.

Yoksa Sherlock Holmes muydu uğrayan,

Ters giyip de ayakkabılarını? Ondan, ayakizlcrinin burnu geriye

dönük.

Renklerin hepsi mutlu ederdi beni: isterse kır olsun.

Fotoğraf makinesin icn farksız gözlerim 30

Page 11: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Resim çekerdi. Ne zaman fırsat versem onlara

Ya da, sessiz bir ürpertiyle, buyursam,

GörüĢ alanımda bulunan her Ģey—

Evin içi olsun ya da ceviz ağacının yaprakları,

Buz tutmuĢ sarkılların ince bıçakları—

Yansırlardı göz kapaklarımın ardına,

Birkaç saat, silinmeden kalırlardı,

Görüntüler yitince de ben

Kapatıverirdim gözlerimi, yeniden üretirdim

Görüntülerini yaprakların, odanın ya da saçakların. 40

Aklım almıyor, gölden nasıl

Gördüğümü taraçamızı o zamanlar giderken

Göl Yolu'ndan okula, ama Ģimdi, hiçbir ağaç

Engellemiyorsa da görmemi, baktığımda göremiyorum

Çatıyı bile. Sanki umulmadık biçimde, gökyüzü

Katlandı ya da karıĢtı ve örttü üzerini

Görüntünün, yeĢil alanlı ahĢap evin,

Goldswort'la Wordsmith arasında.

Oradaydı benim kabuğu tüylü genç ağacım Yaprakları koyu yeĢil, sık; siyah yaĢlı Gövdesi, Ģerit Ģerit soyulan.

Balan güneĢ TunçlaĢlırırdı ağacı ki çevrsine, dağınık

28

50

Çelenklcr gibi düĢerdi gölgesi yaprakların. ġimdilik sağlığı yerinde ağacın, sıkıntısı yok. Beyaz kelebekler mor

kesilir, geçerlerken Gölgesinin içinden, sanki hafif hafif sallanır Küçük kızımın hayaletinin salıncağı.

Evimiz de pek değiĢmedi. Bir koltuk

Yeniden kaplandı yalnız. GüneĢ banyosu için bir oda.

Güzel bir manzaraya açılmıĢ pencere, çevresinde sandalyeler. 60

TV'nin dev anteni parıldar Ģimdi

Rüzgârgülünün yerinde. Konar sık sık

Üstüne saydam, aptal diĢi papağan

Dinlediği programları anlatıp duran;

'Cik cik' sesleri dönüĢür sonra

'Te ve, tc ve' seslerine, sanki bir törpü sesi:

'Gel bakayım, gel bakayım, gel bayım'; kuyruğunu diker

iĢveyle yukarı yada zarif zarif baĢlar

Zıplamaya, sonra birden (te-ve!) 70

Döner tüneğine—yeni TV'ye.

Babamla anam öldüklerinde çocuktum daha.

Ġkisi de kuĢbilimciydi. ÇalıĢtım

Sık sık duyurmaya onlara ki bugün

Binlerce anam babam var benim. Acınacak biçimde

Kendi erdemlerinin içinde eriyip gittiler,

Arasıra bazı sözler iĢitirim, okurum,

Örneğin 'kalp hastalığı' sözünü, babamla ilgili olarak,

'Pankreas kanseri' olduğu söylenir annemin. ,

GeçmiĢ zaman tutkunu: soğuk kuĢ yuvaları biriktiren.

Buradaydı yalak odam; Ģimdi konuklar için ayrılmıĢ. 80

Kanadalı hizmetçi beni buraya tıkardı,

Alt katlardan gelen sesleri dinlerdim, dua ederdim

29

Herkes hep iyi olsun diye:

Amca, dayı, hala, teyze, hizmetçi, hizmetçinin yeğeni Adele

Page 12: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Ki Papa'yı görmüĢtür, ayrıca kutsal kiĢileri ve Tanrıyı.

Maud halacığım büyüttü beni; tuhaf alıĢkanlıkları vardı,

Hem Ģairdi hem ressam. Severdi

Somut varlıkları karmakarıĢık biriktirmeyi

Acaip bitkilerle, ölüm simgeleriyle birlikle.

Doğacak bebeğin haykırıĢını duymak için yaĢardı. Odası 90

Sağlığındaki gibi duruyor. EĢyaları,

Kendi tarzında yarattığı gerçekçi bir tablodur: Bir kâğıt lulan/1*

DıĢbükey camdan yapılmıĢ, içinde bir göl,

ġiir kitabı, dizin bölümünde açık kalmıĢ (Moon,

Moonrisc, Moor, Moral)(2), sahipsiz kalmıĢ giıar,

Bir kafatası, ayrıca yerel gazele Star'ın

Bir sayısı, anlaĢılmaz yazısıyla: Red Sox Beat Yanks 5-4

Seyyar Sancının Güvercininde, kapıya çivilenmiĢ. 100

Tanrım genç yaĢta öldü. Ona tapınmayı

Alçaltıcı buluyordum, bence hiçbir gerçekliği yoktu.

Özgür insan Tanrıya gereksinmez; ama özgür müydüm ben?

Duyuyordum nasıl kopmaz biçimde bana yapıĢık olduğunu doğanın,

Çocuk damağıma nasıl hoĢ gelirdi tadı

Hem balık, hem bal, o eĢsiz hamurun!

Çocukluğumun resim kitabı

Kafesimizi kaplayan resimli kağıt:

Ayın çevresinde leylak halkalar; kan portakalı güneĢ;

Yay gibi tris^; olağanüstü bir Ģey

(1) Kağıtların ü/crinc dağılmamaları için konan ağırlık. —Çcv.

(2) Ay, Aydoğması, I-as'lı, Ahlaksal. —Çev.

(3) Ġris, Yunan mitolojisinde, gökkuĢağı tanrısıdır. Hu sözcük, "gökkuĢağı" anlamına da gelir. —Çcv.

30

trisscl bulul^ çok güzel, ĢaĢırtıcı,

Sıradağların üzerinde, parlak gökyüzünde

Oval, yanar söner bir küçük bulul

Yansıtır gökkkuĢağını, onu doğuran yağmur

Uzak bir vadide yağmıĢtır gürleyen fırtınanın eĢliğinde—

Bir sanatçı zcvkiylc, özene bezene kapanmıĢtık biz, kafesin içine.

Bir duvar ki seslen: her akĢam

Milyonlarca cırcır böceğinin ördüğü,

Yol vermez duvar! Tepeye çıkarken, yarıyolda

Onların çılgınca bağırmalarından büyülenip kalırdım.

tĢte Dr. Sutton'ın ıĢığı. ĠĢte Büyük Ayı.

Bin yıl önce, beĢ dakika

Kırk ons ince kuma eĢitti.

Yıldızlar titreĢirler. Sonsuz geçmiĢle

Sonsuz gelecek, baĢının üstünde

Kapanırlar dev kanallar gibi; ölürsün.

Diyebilirim ki, sıradan bir adam

Daha mutludur: görür Samanyolunu

Yalnızca iĢediği zaman.Oysa ben

Tehlikeler içinde yürüdüm durdum: dallarla tokatlanıp .

Kütüklerle çelmelenerek. Astımlı, topal, üstelik ĢiĢman,

Tek bir topa bile tekme almadım, raket sallamadım.

Hayaletiydim ben mumkanat kuĢunun, öldürülen

Sahte uzaklığından pencere camının.

Page 13: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Bir beynim vardı, beĢ duyum (biri benzersiz),

Ama nasıl tuhaftım bilemezsiniz.

Uykumda, öbür çocuklarla oynadığımı görürdüm.

Ama hiçbir Ģeylerine imrenmezdim— belki yalnız

110

120

130

(4) "Irisscl bulut", Shade'in uydurduğu bir sözcük olup "gökkuĢağı renklerine bürünmüĢ bıılııtçuk"

anlamındadır. (Charles Kinbote'nin, 109. dize için yazdığı nota göre). —Çcv.

31

O sckizseli özlerdim, bırakılmıĢ Islak kumsalın üzerine öylece, hızlı Tckerlcklcriyle bisikletin.

Telini, incecik sızıların Çeker durur Ģakacı ölüm, sonra salıverir, Ama her zaman o tel vardır, içimden geçer. Bir

gün, On bir yaĢıma yeni girmiĢtim, uzanmıĢtım Yüzükoyun yerde, kurmalı bir oyuncağa bakıyordum— Saçtan

bir autrabası, saçtan bir çocuğun ittiği— Sandalye ayaklarının yanından geçip yalağın altına girmiĢti.

Birdenbire güneĢ çaktı kafamın içinde.

Sonra kapkara gece. Yüce karanlık.

Duyuyordum hem uzaya, hem zamana dağıldığımı:

Ayağımın teki bir dağın tepesinde, bir elimse

Çakıllarının altında, soluyan kıyının,

Bir kulağım Ġtalya'da, bir gözüm ispanya'da,

Kanım mağaralarda, ve yıldızlarda beynim.

Yürek atıĢlarım vardı ağır, Triassic'imdc(5); yeĢil

IĢık yayan bölgeler, Üst Pleistocene(6) çağımda,

Bir buz titremesi, TaĢ Çağımda^

Tüm yarınlar da, dirseğimin duyarlı bölgesinde/8-1

Bütün bir kıĢ, öğleden sonraları Gömüldüm o bir anlık baygınlığa. Sonra bitti. Ġzleri gittikçe yilti.

140

150

160

(5) l'riassic. : Jeolojik bir çağ olan Mcso/oic Çağın ilk dönemi. —Çev.

(6) Pleistocene : Dördüncü Çağ'ın ilk dönemi — Çev.

(7) Taj ÇaSr- Jeolojik bir çağ. —Çev.

(8) Dirseğin duyarlı bölgesi : Dirseğin bu bölgesinden özel bir sinir geçer; dirsek, bir yere çarpınca, bundan

dolayı liırer. —Çev.

32

Sağlığım geri geldi. Yüzme bile öğrendim. Ama bir yeni yelme gibi, bir kızın saldırdığı, iğrenç susuzluğunu

gidermek için onun arı diliyle, Kirlendim zamanla, önce korktum; ama alıĢtım, Doktor Coil dostum, söylesin

dursun beni iyileĢtirdiğini Hangi haslalıktansa, acılarım artıyordu aslında, Tutkularım sürüyordu, utançla bir

arada.

ĠKĠNCĠ KANTO

Gençlik çağımın çılğınlıyla, bir an geldi

Benden gizlendiği kuĢkusuna kapıldı o gerçeğin

Ölümden sonra yaĢama olgusunun ki biliniyordu

Sanıyordum herkes tarafından: Bendim yalnızca

Hiçbir Ģey bilmeyen; alçakça bir anlaĢma

Vardı kitaplarla insanlar arasında, benden gizlemek için gerçeği.

Sonra bir an geldi, baĢladım güvenmemeye insan aklına: Nasıl yaĢayabilirler, bilmeden Kesinlikle nasıl bir

uyanıĢın, nasıl bir ölümün, yargının Beklediğini insan bilincini, mezardan öte?

En sonunda geldi o uykusuz gece,

Karar verdiğim, araĢtırmaya ve karĢı koymaya

Korkunç, kabul edilmez dipsiz boĢluğa,

KirlenmiĢ yaĢamımı adayarak, bu

Page 14: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Tek amaca. Bugün altmıĢ bir yaĢımdayım. Mumkanat kuĢları

Gagalıyor meyveleri. Ötüyor bir ağuslosböceği.

170

#tö

180

33

Elimde bir küçük bir makas, pırıl pırıl,

Ki bir yanı güneĢ, bir yanı yıldız.

Pencerenin önünde durup kesiyorum

Tırnaklarımı, o anda sezer gibi oluyorum

Bazı ürkünç benzerlikleri: baĢparmak.

Bizim bakkalın oğlu; iĢaret parmağıysa sıska, somurtkan

Starovcr Blue, üniversitenin astronomi öğreticisi;

Ortadaki arkadaĢ, tanıdıklarımdan uzun boylu bir papaz; 190

Dördüncü parmak ki kadın görünüĢlü, o da eski bir sevgilim;

Küçük parmak, onun eteğine asılmıĢ.

Yüzüme vuran bir iğrenmeyle kesiyorum ince ince

Tırnaklarımı, Maud Hala'mın deyimiyle 'Ģapka'lan.

Maude Shade seksenine girmiĢti, apansız bir suskunluk

DüĢtü yaĢamına. Gördük öfke kızıllığının

Ve felç kasılmalarının saldırdığını

Onun soylu yanaklarına. Pinedale'c götürdük,

Hastanesiyle ünlü bir yer. Otururdu öylece

Camlı verandada, seyrederdi uçan sineği 200

Giysisine konan, sonra da bileğine.

Gittikçe kaplıyordu dumanlar belleğini.

Yine de konuĢabiliyordu. Duraksıyor, uğraĢıyor, buluyordu

Aradığını sandığı sözcüğü.

Ama komĢu hücrelerden çıkıvcriyordu birtakım yalancılar,

Kaplıyorlardı onun aradığı sözcüklerin yerini; o zaman, bakıĢıyla

Yardım istiyordu, umutsuzca çabalarken

Alt etmek için beynindeki canavarları.

Çökerken günden güne yaĢam, hangi andır o

Yeniden canlanmanın seçtiği? Hangi yıl? Hangi gün? 210

Kimin elinde kronometre? Kim sarar bandı yeniden?

Bazıları daha mı az Ģanslıdır, yoksa herkes mi kurtulur?

34

Bir kıyastı baĢka insanlar ötür; ama ben BaĢka insan değilim; öyleyse ben ölmem. Uzay, bir kaynaĢmadır

gözlerde; ve zaman Bir Ģarkı kulaklarda. Ben bu kaynaĢmada HapsedilmiĢim. Ama yaĢamdan önce eğer biz

DüĢicycbilscydik yaĢamı, nasıl çılgınca, Olanaksız, akılalmaz, mucizegibi, Olağanüstü bir saçmalık

gerçekleĢirdi!

220

O zaman niye katılmalı aĢağılık gülmelere? Niye

Yerin dibine balırmalı varlığı kanıtlanamayan ötcdünyayı:

Türk'ün mutluluğunu, geleceğin Ģarkılarını, söyleĢmeleri

Sokratcs'le ve Proust'la sclviliklcrde,

Yüce meleği ki kanatları altı tane, flamingo kanadı.

Sonra Flamanların cehennemini, diĢli çarklarıyla ve baĢka Ģeyleriylc?

GerçekdıĢı bir düĢ değildir gördüğümüz:

Sıkıntımız Ģu ki gösteremiyoruz onun

Gerçek olmadığını yeteri kadar, olsa olsa

Bir ev perisi olduğunu düĢünebiliyoruz. 230

Page 15: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Ne kadar gülünçüir çabalamak: Çevirmek

îçin genel yazgıyı kiĢisel dile!

Özlü bir iannsal Ģiirle değil de

Kopuk kopıjk notlarla, Uykusuzluğun bayağı dizeleriyle!

YaĢam bir mesajdır,karanlıkta kargacık burgacık yazılmıĢ. imzasız.

Gördük bir çamın gövdesinde, Eve doğru yürürken kızcağızın ölüm gününde, ZümrütycĢili bir boĢ kesecik,

kurbağa gözü gibi, Ağaca yapıĢık; yanında, ona benzeyen bir Ģey,

(9) Kıyas: Aristo Mantığında, bir akılyüriiıme biçimi —Çcv.

35

250

Zamka bulanmıĢ bir karınca. 240

Nice'teki o ingiliz, Kasıntılı, mutlu dilbilimci:^ nourris Les pauvres cigales— yani kendisi Besliyordu zavallı

«sea gull»l^1

Lafontaine yanılmıĢtı: Çenekemiği ölür crgeç, ölmeyense Ģarkıdır, iĢle ben de kesiyorum tırnaklarımı,

düĢünceli; iĢitiyorum Senin ayak seslerini yukarıdan gelen; yani her Ģey yolunda, sevgilim.

Sybill. daha lise yıllarımızda farkındaydım ben

Si'-n"\ çekiciliğinin, ama sana tutkunluğum

O gezide baĢladı, son sınıftayken yaptığımız,

New Wye Çağlayanı'na. Öğle yemeğimizi ıslak

çimenlerde yemiĢtik.

Yerbilim öğretmenimiz söz ediyordu

Çağlayandan, ki hem gürlemcsiyle, hem yedi renge boyalı su

tozlarıyla,

Bir masal dünyasına çevirmiĢti parkı. Bense uzanmıĢtım

Nisan'ın hafif sisi içinde, hemen arkasında

Senin narin sırtının ve seyrediyordum küçük, güzel baĢını,

Yana eğdiğin. Avucunu, açık parmaklarınla,

Bir yıldız çiçeğinin ve bir taĢın arasında

DayamıĢtın çimene. Küçük parmaklarından biri

Titreyip duruyordu. Sonra bana dönüp sunmuĢtun

Birkaç yudum acı bir çay.

Profilin değiĢmedi hiç. IĢıl ıĢıl diĢler, Bakımlı dudağını ısıran; o gölge ki vurur

260

(10) «Jc nourris les pauvres cigales» Fransızcadır, «zavallı ağuslosböc'.klcrini besliyordum.» anlamına gelir.

«Sea gull», Ingitizcedc «martı» dcmcV;,r. Fransızca «cigale» (ağustosböceği) sözcüğüyle Ġngilizce «Sea gull»

(martı) i.özcüğünün okunuĢu aynıdır: Sigal. Okuyucuların buna dikkat etmelerini sağlamak için Ġngilizce

sözcüğü, Ģiirde olduğu gibi bıraktık. Demek ki martıları besleyen dilci, kendisini Lafonlaine'in masalındaki

karınca gibi görüyor. -

36

270

Gözlerinin altına uzun kirpiklerinden; Ģeftali tüyleri, Elmacıkkcmiğini çevreleyen; koyu kahverengi ipeksi Saçlar

yukarıya toplanmıĢ, Ģakaklardan ve enseden; Boynun ki çırılçıplak; Ġranlı'ya özgü biçimi Burnunun, kaĢlarının;

korumuĢsun tümünü, eskisi gibi— Yine duyarız, sessiz gecelerde, o çağlayanı.

Gel ki tapılasın, gel ki sevilesin

Kara Vanessa'm, kızıl çizgili, kutsal

Kelebek Sultan'ım(lı) benim! Söyle bana

Nasıl, akĢam karanlığında Leylak Yolu'nda

Sen, baĢarabildin ağlatmayı hoyrat John Shade'i

Tutkuyla, ıslatarak gözyaĢlarıyla yüzünü senin, kulağını ve omuzunu?

Kırkıncı yılma vardı evliliğimiz. En az

Dört bin kez kırıĢtı yastığımız

BaĢlarımızdan. Dört yüz bin kez

Page 16: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Büyük saat, boğuk Wetsminister çınlamalarıyla

Bölümledi zamanımızı. Daha kaç

Takvim, mutfak kapısını süsleyecek?

280

Nasıl seviyorum seni, durduğunda çimenlikte

Bakarak ağacın gövdesindeki bir Ģeye: 'ÖlmüĢ gitmiĢ.

Küçücüktü daha. Geri gelir belki?' (Bu sözleri

Bir fısıltıyla söylersin öpüĢten de yumuĢak.)

Nasıl seviyorum seni, çağırdığında, hayranlıkla seyredeyim diye

Jetin pembe izini, günbatımı kızıllığının yukarısında.

(11) «Sultan» yerine aslında «hayran olunmaya değer» demek, sözcük anlamına daha uygun olurdu; çünkü

Ġngilizce metinde bu sözcük, «Admirablc»'dir. ama özel isim gibi, büyük harfle baĢlatılmıĢtır. Açıklamar

Bölümünde Charles Kinbolc, bu sözcükle «Admiral» (Amiral) sözcüğü arasında iliĢki bulunduğunu belirtiyor;

ben de, ona güvenerek «Admirable-Admiral» çiftinin anlamlarını «Sultan» sözcüğüyle kar-Ģıiadfm.Sanmam ki

Kinbolc, bir çok kez yaptığı gibi bu kez de yalan söylemiĢ olsun!—Çev.

37

Seviyorum seni, Ģarkı mırıldanarak doldururken

Valizi ya da çekerken o gülünç araba çantasının

Çepeçevre fermuarını. Seviyorum seni en çok da

Selâmladığında onun^ hayaletini bir baĢ sallamasıyla, kendinden

geçip, 290

Avucunda onun ilk oyuncağıyla; ya da baktığında

Onun gönderdiği bir posta kartına, kitabın içinde kalmıĢ.

O, belki sen olurdu, belki ben, ya da güzel bir bileĢim:

Doğa beni yeğledi, burkmak ve parçalamak için

Senin kalbini, benimkini de. Önceleri gülümserdik, derdik:

'Tüm küçük kızlar tombul olurlar' ya da 'Jim McVcy

(Göz doktorumuz) yok etmeli o hafif

ġaĢılığı biran önce? Daha sonra da: 'Kız, büyüyünce

Güzel olacak, biliyorsun'; ve, azaltmaya çalıĢarak

Büyüyen üzüntüyü: 'GeliĢme çağında herkesin kusuru olur.' 300

'Binincilik dersleri almalı,' diyordun sen

(Senin bakıĢlarınla benimkiler buluĢmuyorlar). 'Oynaması iyi olur

Tenis, ya da badminton/13^ Daha az hamuriĢi, daha çok meyve!

Güzel bir kız değilse de, hem Ģirin hem akıllı.'

Hiç yararı olmadı, hiç yaran... Kazanılan ödüller

Fransızca'da, tarihte, dbcı sevindiriciydi;

Noel partilerindeki oyunlar, zordu elbet,

Bu yüzden, ürkek küçük konuk, oyundıĢı bırakılabilirdi;

Ama dürüst olalım: onun yaĢındaki çocuklar

Cin, peri rollerini alırlarken sahnede,

Ona, göstermelik bir rol verilirdi;

Benim tatlı kızım, Zaman Ana rolünde görünürdü,

Ġki büklüm bir temizlikçi kadın, elinde pis su kovasiyla süpürge,

Bense aptal apıal ağlardım tuvaletle.

310

(12) ġairin ölen kızı. —Çcv.

(13) Tenise benzer bir oyun. —Çcv.

38

Bir baĢka kıĢ geçti, ağır ağır eridi karlar.

DiĢotu Beyazı^ dadandı ormanımıza, Mayıs gelince.

Yaz tükendi, sonbaharsa yandı gitti.

Page 17: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Ne çare ki kirlibeyaz kuğu yavrusu dönüĢemedi

Ağaç ördeğine. Yine senin sesin:

'Ama yanlıĢ bir düĢünce bui Sevinmen gerek

Kızın günahsız kaldığına. Neden abartmalı

Bedensel hazzı? Kızımız güzel görünmemcli.

Bakireler, çok güzel kitaplar yazmıĢlar.

AĢk yapmak, herĢey demek değildir. Güzellik

Pek de gerekli değil!' Gelgeldim

O eski Pan, çağırıyordu renk renk tepelerden,

Acımamızın Ģeytanları, konuĢup duruyordu:

Hiçbir dudak, onun rujunu paylaĢmayacak;

Telefon çalar danstan önce

iki dakikada bir Sorosa Haü'de

Ama onun hiç çalmayacak; beyin tırmalayan

HaykırıĢıyla tekerleklerin çakıllı yolda, kapıya doğru.

Cilâlı gecenin içinden beyaz boyunbağlı bir delikanlı

Hiç gelmeyecek onun için; gidemeyecek o

Bir peri gibi tüller, yaseminler içinde, dansa. ^

Ama biz, yine de gönderdik onu Fransa'daki Ģatoya.

GözyaĢları içinde döndü oradan, yeni hüsranlarla,

Yeni mutsuzlarla. Eğlence günlerinde, tüm sokakları

Üniversite Kent'in, salona çıktığı halde, o otururdu

Kitaplığın basamaklarında, bir Ģeyler okurdu ya da örerdi;

Yalnız olurdu çoğunlukla, ya da o sevimli

Narin oda arkadaĢıyla birlikte (Ģimdi rahibe olan o kızla);

Birkaç kez de, benim öğrencim olan Koreli gençle çıktı, o kadar.

Tuhaf korkuları vardı, tuhaf hayalleri, tuhaf bir gücü

320

330

340

(14) Okuyucuların, Kinbote'nin bu dbclcrc iliĢkin açıklamalarına baĢvurmalarını is-lemekıen baĢka Ģey

gelmiyor elimden! —Çev.

39

KiĢiliğinin— bunlar o üç geceden sonra oldu,

Bazı seslerle ıĢıklar duyup görerek geçirdiği

O geceden sonra, bir ahırda. Ters çeviriyordu sözcükleri: pot, top,

Örümcek, kecmüro, pudra, ardup.

Seni didaktik kalydid(15> diye adlandırmıĢtı.

Gülümsediği pek enderdi; gülümseyiĢi ise 350

Bir acıdan doğardı. EleĢtirirdi

Tasarılarımızı acımasızca; gözleri

boĢ boĢ bakarak, otururdu dağınık yatağında

Uzatarak ĢiĢ ayaklarını, kasırdı kafasını

Sedef hastalığına tutulmuĢ tırnaklarıyla, ve inerdi

Korkunç sözcükler mırıldanarak monoton sesiyle.

Benim canımdı o: huysuz, asık suratlı—

Âma bir tanemdi benim. Anımsıyorsundur o

Sessiz akĢamlan, hani oynardık

Mah-jong^16^ ya da senin kürkünü giyerdi o, çekici

Görünürdü oldukça; iĢte o zaman aynalar gülümser,

IĢıklar sevencenleĢir, gölgeler yumuĢardı.

Kimi zaman otıa Latince dersinde yardım ederdim,

Page 18: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Bazı akĢamlar yatak odasına çekilip okurdu, bitiĢiğinde

Benim yatak odamın. Sen çalıĢırdın

Kendi odanda, iki kere uzakta benden;

Arasıra seslerinizi duyardım:

'Anne, grimpen"¦ -1 ne demek?' 'ıV\ no demek?' 'Grim Pen.'

Bir an sessizlik, ardından senin çekineon açıklaman. Bir daha:

360

(15) Katydid: Hi tür çekirge. «Didaktik» sözcüğünün ters yazılmıĢ biçimine benziyor. Belki de kız, annesinin

didaktik (öğretici) yanıyla alay ediyor; onun bir çekirge gibi sürekli, baĢ ağrıtacak kadar çok ses çıkardığını

vurguluyor.Burada, sözcükleri ters çevinne oyunu oynanmaktadır; ama sözcüğün ters çevrilmiĢ biçiminin de

bir anlamı olmalıdır. Örneğin, bir önceki dizede «spider» (örümcek) sözcüğünün Icrsi «redips» olup «yeniden

yükselen» anlamına gelmektedir. Çeviride bu özellikler yansuılamamaktadır. —Çcv.

(16) Mah—Jong: 136 taĢla oynanan bir Çin oyunu. —Çev. ¦

(17) Grimpen: Saldırgan kalem. —Çev.

40

'Anne chionic^ ne demek?' Onu açıkladın, 370

Sonra sordun: 'Mandalina isler misin?1 'Hayır. Evet. Peki sempiternal ^19^ ne demek?' Duraksadın. O zaman

ben, gür sesimle ilettim Yanıtı masamdan, kapalı kapının ardından.

Okuduğu ne olursa olsun

(gözboyayan modern bir Ģiir, hani nitelendirilmiĢti

Ġngiliz Edebiyatında, bir belge olarak

'Engazhay^20) ve anlaĢılması güç'— bunun ne anlama geldiği

Kimsenin umurunda değildi); gerçek Ģu ki, bu üç

Oda o zaman birbirine bağlanmıĢtı seninle, onunla,«bcnimle, 380;

ġimdi ise bir triptik^ oldu ya da üç perdelik oyun

Ki saklayacak sonsuza dek o sahneleri, birlikle oynadığımız.

Sanırım, küçücük çılgın bir umudu o, hepsi besledi durdu.

Yeni bitirmiĢtim Pope üzerine yazdığım kitabımı.

Daktilo görevlim Jane Dean, bir gün önerdi kızıma

BuluĢmasını, kuzeni Pete Dean'la. Jane'nin niĢanlısı

Yeni arabasıyla onları alıp götürecekti

Hawai içkisi içebilecekleri bir yere.

Delikanlı geldiğinde, çeyrek geçiyordu

Sekizi New Wye'da. Sulusepken kar örtüyordu yollan. Sonunda 390

Gittiler o yere,—ama birden Pete Dean

Bağırdı elini' alnına vurarak, dediğine göre

UnutmuĢtu buluĢacağını yakın bir arkadaĢıyla

Ki hapse atarlardı onu, Pete gelmezse,

(18) Chtonic: Yeraltında bulunan (ölü). —Çev.

(19) Sempiternal: Öncesi/., sonsuz.—Çev.

(20) Tırnak içindeki ifadede yer alan «engazhay» sözcüğü, ingilizceyi iyi bilmeyen bir öğretim görevlisinin

(Shade'in de öğretim görevlisi olduğu okulda) yanlıĢ söylediği bir sözcük olabilir. Bu konuda Kinbotc'nin

açıklamaları okunmalıdır. —Çev.

(21) Triptik: Üç^ahncli resim.—Çcv.

41

Falan filan. Kızım, anladığını söyledi.

O gittikten sonra üç genç durup kaldılar

Bir an, mavi antrenin önünde.

Su birikintilerine neon lambaları vurmuĢtu yol yol;

lümseyerek

Kızım, burada/az/a olduğunu söyledi, daha iyi olurdu

Eve dönseydi. ArkadaĢları eĢlik ettiler ona

Page 19: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Otobüs durağına kadar ve ayrıldılar; ama o, dönmeyip

Eve, aldı baĢını gitti Lochanhead'a.

sonunda gü-

400

Sen, kolundaki saate bakmıĢtın! 'Sekiz onbeĢ/22^ (iĢte, zaman çatallandı) Açıyorum onu.' Ekranın renksiz

Sıvısında bozbulanık canlı bir Ģey büyüyordu, Sonra müzik fıĢkırdı.

Kıza Ģöyle bir baktı delikanlı, Ardından, çevirip bakıĢlarını bir ölüm ıĢını sıktı iyi yürekli Jane'e.

Bir erkek eli çizdi Florida'dan Maine'e doğru,

Eğimli uçan oklarını Aeolis'lilerin^ ^ savaĢlarda.

Dedin ki, daha sonra bir cansıkıcılar dörtlüsü,

Ġki yazarla iki eleĢtirmen, tartıĢacaklar

ġiirin ilkelerini 8. Kanalda.

Bir peri geldi, tek ayağının burnu üstünde dönerek, bürünmüĢ

Beyaz taç yapraklara, bahar ayininde

Diz çökmeye ormanın içinde bir sunağın önünde,

Süs eĢyaları doldurulmuĢ üstüne.

Yukarı çıktım, yapılımın ilk düzeltmesini okudum,

410

(22) Hurdan haĢlayarak, iki olay, birbiriyle uyumlu biçimdi; geliĢmekledir. Televizyondaki olaylarla

birlikle, Ģairin kızının buluĢma öyküsü verilmekledir. Hu-luĢluğıı gencin, kızı beğenmemesi, bir gerekçe

uydurarak ayrılması, kızın olobüse binip evden uzağa gitmesi, bekçi tarafından ölüsünün bulunması. Hu

olayla ilgili dizeler, Kinbole tarafından italik dizdirildi.—Çev.

(23) Acolis: Anadolu'da eski bir Yunan kolonisi.—Çcv.

42

Rüzgarın çatıdaki heykelleri devirdiğini iĢitiyordum.

'Oynayan kör dilenciyi seyret, Ģarkı söyleyen topalı'

Çok çirkin çınlıyor; bir özellik bu,

Çağının saçmalığından kaynaklanan. Sonra senin sesin geldi,

Benim duygulu papağanım, salondan yukarıya.

indiğimde kısa bir övgü yapılıyordu bana,

Birlikte çay içtik seninle: adım

iki kez anıldı, her zamanki gibi, arkasından

(gelen çamurlu ayak) Frost'un

'Kusuruma bakmazsınız, değil mi? Exton uçağına yetiĢmeliyim, çünkü biliyorsunuz Geceyarısına kadar parayı

götürmeyecek olursam—' '

Sonra bir gezi filmi baĢladı:

Arabanın içindeki sunucu, geçirdi bizi sisinin içinden

Mart gecesinin; önıĢıklar uzaktan

YaklaĢıyor, büyüyordu geniĢleyen yıldız gibi.

UlaĢtı yeĢil, civit gibi bir denize

Bizim de otuz üçte gitmiĢ olduğumuz,

Kızımızın doğumundan dokuz ay önce. ġimdi üstü

Siyah ve beyaz noktalarla kaplanmıĢ, güçlükle anımsatıyor

O ilk uzun yolculuğu, çiğ ıĢığı,

Yelkenleri (biri maviydi, arasında beyaz

Ve denize yakıĢmayanların, iki tanesi de kırmızı),

Eski spor ceketli adamı, ekmek kırıntılarını,

Dayanılmaz çığlıklarıyla martı sürüsünü,

Aralarındaki paytak siyah güvercini, getirmiyor aklımıza.

'Bir ses mi var?' Kapıyı dinliyordun.

Bir Ģey yok. Programı yerden aldın.

Ön ıĢıklar daha da büyüdü sisin içinde. Hiçbir anlam kalmadı

Page 20: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

IĢıklı camda: Yalnızca bir beyaz parmaklık

Bir de reflektör direkleri akıp gidiyordu kupkuru.

420

430

¦J :'

440

43

'Onun doğru davrandığı biraz kuĢkulu değil mi?' SormuĢtun.

'Bilimsel konuĢursak, daha ilk buluĢması bu onun.

Peki, PiĢmanlık filmini seyretsek nasıl olur?' 450

Böylece razı olduk, tam bir sessizlik içinde,

O ünlü filmin yaymasına sihirli otağını;

O ünlü yüz girdi içeri, güzel ama aptalsı:

Dudakları aralık, gözleri süzgün,

Yanakları allıklı, benzersiz güzellik,

YumuĢak kıvrımlı bedeni dağılıyor, prizmasında

Genel arzunun.

Dedi ki, 'Sanırım,

'Buradan gitmem gerek? 'En iyisi Lochanhead.' 'Evel, öyle.' Apansız bir sancıyla bakakaldı Hayaleti andıran

ağaçlara. Durdu otobüs. Yitli otobüs. 460

Cengelde Fırtına. 'Hayır, onu değil!'

Pat Pink, konuğumuz (atoma karĢı bir konuĢma).

On biri vurdu saat. Sen içini çektin. 'Korkarım

Ġzlenmeye değer bir Ģey çıkmayacak.' Oynamaktaydın

Kanal ruleti: Kadran döndü, sonra trak.

Reklamların kafasını kopardın. Yüzlerini tokatladın.

Silivcrdin açık bir ağzı, Ģarkının ortasında.

Uzun favorili bir salak, tam

Kullanacaktı ki silahını, sen ondan çabuk davrandın.

Zencinin biri neĢeyle kaldırdı trompetini. Trak. 470

Senin yakut yüzüğün yaĢamı yarattı, yasayı koydu.

Ah, kapat Ģunu! YaĢamın koptuğu andu gördük

Nokta kadar kalmıĢ ıĢığın küçüldüğünü, öldüğünü, kapkara

Sonsuzlukla.

Göl kıyısındaki kulübesinden Bir bekçi, Zaman Baba, saçı ağarmıĢ, beli bükülmüĢ,

44

Çıktı dıĢarı; köpeği huysuzlaĢtı. Gitti

Sazlarla kaplı kıyı boyunca. Ama çok geç gelmiĢti.

Kibarca esnedin, tabağını aldın götürdün.

Rüzgarın sesini duyuyorduk. Duyuyorduk saldırdığını, fırlatüğını

Dal parçalan pencerenin camına. Telefon mu çaldı? Değil. 480

BulaĢıkları yıkamana yardım eltim. Bu uzun vakit,

Yok edip durdu genç kökleri, yaĢlı kayaları.

'Geceyansı,' diyordun. Ne anlama gelir geceyansı, genç insan için?

Ve birden bir festival ateĢi, fırlattı ıĢığını

Sedir ağaçlarının arasından, kar benekleri parladı,

Ardından, engebeli yolumuzda bir polis arabası

Gürültüyle durdu. Geri al, geri al!

Ġnsanlar önce sanmıĢlardı onun(24^ geçmeye çalıĢtığını gölden

Lochan Neck'te, buradan coĢkulu patenciler geçerlerdi

Exe'ten Wye'a ulaĢırlardı buzlu günlerde. 490

Kimileri de sanmıĢlardı yolunu kaybettiğini

Page 21: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Sola dönerek Bridgeroad'dan; kimisi de söylüyordu

Onun, kendi zavallı yaĢamını avladığını. Ben anlamıĢtın! Sen anlamıĢtın.

Sıcak bir gecöydi, çiçeklerin açtığı,

Havanın görkemli canlılığıyla. Kara bahar

KöĢede duruyordu, titreyerek

Islak yıldızıĢığına bürünmüĢ, ıslak toprağın üzerinde.

Göl, sislerin içinde uzanıyordu, buzları suda boğuluyordu.

Bulanık bir Ģekil, kıyıdaki sazlıktan çıktı

HıĢırtılı, yutucu bataklığın içine doğru, ve battı. 500

\{

(24) ġairin kızının. —Çev.

45

ÜÇÜNCÜ KANTO

L'if, yaĢamsiz ağaç^25^ Senin büyük Belki'n, Rabelais: Büyük patates.

I.P.H., kiliseden bağımsız Ensilitü(I), hazırlık (P) çalıĢmaları yapan Ötcdünya (H) için, yani If, bizim Büyük if

(belki) dediğimiz kuruluĢ, görevlendirdi beni Bir dönem, ölüm üzerine konuĢmak için ('ders vermek Ġçin

Toprakkurdu konusunda' diye yazmıĢtı BaĢkan McAbcr).

Sen, ben,

Kızımız (minicik bir çocuktu daha), gittik New Wye'dan Yewshadc'e; daha yüksek bir eyaletti. Yüce dağları

severim ben. Demir kapısından, Orada yerleĢtiğimiz viranenin, Bir Ģey görünürdü karla kaplı, öyle uzak, öyle

belirgin; Ġçini çekerdi ancak insan, sanki böyle yapmakla Onu içine daha kolay sindirecekti.

Iph

Bir larvaydı, bir menekĢe: Bir mezardı Aklın ilkbaharında. Ancak Bulamıyordu var olanın özlediği çözümü;

510

(25) Kinbotc, L'if sözcüğünün I-'ransızcada porsukaftacı anlamına geldiğini belirtiyor, i'orsukağacı, kiliselerin

bahçelerinde sık görülen bir ağaçtır. Ama Ģiirde, Ġngilizce (eğer;... ise) sözcüğüne ses yönünden

benzemekledir. Ġngilizce mclindc «l.'if, lifeless tree» ifadesinin «l.'if yaĢamsız ağaç» olarak yapılan çevirisinde

L'if sözcüğünün Life ı çağrıĢtırması gösterilememiĢtir. Ġkinci dizedeki 1.1M1. kısaltmasının if olarak

okunduğuna ve t/(eğer) sö/cüğünü anımsaılığma dikkat edilmelidir. — Çev.

46

IHI

Çünkü biz her gün ölürüz; unutmak, boy verir

Kupkuru uylukkcmiklerindc, kanlı canlı yaĢamda bile;

GeçmiĢimizin en güzel günleri, Ģimdi iğrenç urlarıyla kaplı

KarmakarıĢık adların, telefon numaralarının, sararmıĢ dosyaların.

Razıyım küçük bir çiçek olmaya

Ya da iri bir sinek, ama unutkan olmaya asla.

Ġstemem ölümsüzlüğü, yoksun kalacaksam eğer

Hüznünden ve sevecenliğinden

ölümlü yaĢamın, tutkulardan ve acılardan yoksun kalacaksam;

Kızıl ıĢığı, küçülen uçağın

Çobanyıldızı'ndan uzaklaĢtıkça; senin telaĢlı halin

Sigarasız kalınca; kendine özgü

Gülümsemen köpeklere; gümüĢsü sümük izi

Salyangozların kaldırımda bıraktığı; Ģu iyi mürekkep, Ģu uyak,

Dizin karlı, ince lastik Ģerit

Ki çözüldüğünde bir Ve izi bırakır,(26>

Bütün bunlar, bulunacaktır. Cennette, yeni ölcnlerce,

Yıllar boyu birikmiĢ olarak.

Oysa

Öne sürüyordu Enstitü, daha akla uygun olduğunu Çenet umuduna pek fazla kapılmamanın: Ya yoksa

hiç'kimse hoĢ geldin diyecek Yeni gelene? Hiçbir kabul töreni, hiçbir telkin Yapılmayacaksa? Ya

Page 22: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

fırlatılacaksanız Sonsuz bir boĢluğa, yolunuzu yitireceğiniz? Ruhunuz çırılçıplak ve yapayalnız, Çileniz

bitmemiĢ, acılarınız anlaĢılmamıĢ, :

520

530

540

(26) Lastik Ģerit, Ģairin, Ģiirlerini yazdığı dizin kartlarını bağladığı Ģerittir. ġerit, çıkarılınca kan üzerinde Ve izi

bırakmaktadır ama bu iz, Vcnin kısa ifadesi olan &

iĢaretinin izidir. —Çev.

47

Çürümeye baĢlarken bedeniniz,

Belki de giysisini çıkarmadan

Dul eĢiniz yüzükoyun uzanacak karanlık yatağa,

Görüntüsü eriyecek dağılan beyninizde!

Hiçlediği halde tüm tanrıları, yani büyük Ö'yü de^

Iph, değersiz birtakım süprüntüler ödünç aldı

Gizemci görüĢlerden; öneriler sundu

(Kehribar gözlük, yaĢam tutulmasına karĢı^)—

Hayalet haline gelirildiğinizde, dehĢete düĢmemenin yolları:

Gizli gizli ilerleyip kayarak

Katı bir bedene rastladığınızda onun içinden geçin

Yoksa bırakın o sizin içinizden geçsin.

karanlıkta bulmanızın yolları, soluğunuz kesilerek,

Mutluluk Ülkesi'ni, yeĢim taĢı renginde.

Uzayın karmakarıĢıklığında ĢaĢırmamanın yollan.

Alınacak önlemler, anormal hallerinde

Yeniden bedenlenmenin^: Ne yapmanız gerektiği,

Birdenbire anladığınızda

Toy ve savunmasız bir kurbağa olduğunuzu

Pat diye düĢüveren, kalabalık caddenin ortasına;

Ya da bir ayı yavrusu, tutuĢmuĢ ağacın altında;

Ya da bir kitap kurdu olmuĢsanız, bir papazın içinde.

Zaman, ardardalık demektir, ardardalıksa değiĢim: Oysa zaman-dıĢılık, yok eder Ardardalığını duyuların. Bir

öğüdümüz var

550

560

(27) Öz. Burada, Hıristiyanlığın tannsı. —Çev.

(28) YaĢam tutulması: GüneĢ lululmasuıa benzer biçimde, yaĢamın tutulması (kararması). —Çev.

(29) Ruhun dünyada yeni doğan bir bedene geçmesi. —Çev.

48

Dul erkeğe. Ġki kez evlenmiĢ oluyor o:

Karilanyla buluĢmakta; ikisi de sevilmekte, ikisi de sevmekte,

Ġkisi de birbirini kıskanmaktadır. Zaman.büyümc demektir,

Büyüme ise hiçbir anlam taĢımaz Cennet yaĢamında.

OkĢayarak hiç büyümeyen çocuğunu, solgun sarı saçlı kadın

Üzgün oturmakladır kıyısında, anımsanmıĢ bir gölün

Ki doludur düĢssel bir gökle. Öbür karınız, sarıĢın,

Ama üzerine vuran gölgeyle koyu kumral görünen

Kadın, laĢtan bir irabzana uzatmıĢ ayaklarını, dizler bitiĢik,

Otururken yaĢlı gözlerini dikmiĢtir

Hafif sisin içine, delip geçemediği.

Nasıl baĢlamalı? Önce hangisini öpmeli? Hangi oyuncağı

Vermeli bebeğe? AğırbaĢlı küçük oğlan

Page 23: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Biliyor mu o kazayı, fırtınalı

Bir Mart gecesi hem anayı hem çocuğu öldüren?

Peki ya o, ikinci sevgili, çıplak bacaklı,

Siyah balerin giysili; neden takıyor o küpeleri,

Öbürünün mücevher kutusundan aldığı?

Neden öfkeyle çeviriyor genç yüzünü?

DüĢlerimizden biliriz ne denli güç olduğunu

ÖlmüĢ sevdiklerimizle konuĢmanın! Onlar önemsemezler

Bizim korkumuzu, iğrenmemizi, utancımızı—

Kapıldığımız, dehĢeti; kendilerini eski hallerinden farklı duğumuzda.

Uzak bir ülkede savaĢırken ölen okul arkadaĢımız

ġaĢırmaz görünce bizi evinin kapısında,

Sevinsin mi üzülsün mü, bilemeden

Gösterir bodrumunu basan suları.

Ama kim tanıtabilir o düĢünceleri, tek tek çağıracağımız,

Bizi duvara doğru yürür bulduğunda sabah,

Bir senaryoda, ahmak bir politikacının sahneye koyduğu

Yada üniformalı birköpcksuratlı maymunun?

570

580

590

bul-

600

49

Yalnızca bildiğimiz konulardır, düĢüneceğimiz—

Uyak imparatorlukları, ölçü Hindistanları;

Dinleriz uzak horozların ötüĢlerini, bakarız ki

Kaba taĢtan gri duvann üzerinde olağanüstü bir eğrelliotu;

Ve bağlanırken kral ellerimiz

AĢağılarız bizden aĢağıda olanları, alay ederiz

Kendilerini ülküye adamıĢ budalalarla, tükürürüz

Ta gözlerine, zevk olsun diye.

Kimse yardım edemez sürgün, yaĢlı adama

Bir motelde ölüm döĢeğinde, gürültülü vantilatör 610

Dönerken kızgın bozkır gecesinde

Ve dıĢarıdan, renkli ıĢık parçaları

Sanki geçmiĢten uzanan karanlık ellerdir yalağına,

Mücevherler vermek için; çarçabuk gelir ölüm.

Adam, boğulurken yalvarır iki dilde,

Ciğerlerinde geniĢleyen uzay bulutlarına.

Bir burkulma, çatlama—bundan fazlası bilinemez önceden.

Belki bilinir le grand neantp0^ belki

Yeniden doğulur, sarmal gibi, yumru kökün gözünden.

Senin de söylediğin gibi, son çıkıĢımızda 620

Enstitüden: 'Bilmiyorum gerçekten

Ne fark olduğunu burasıyla Cehennem arasında.'

Ölülerin yakılmasını savunanlar, kahkaha savuruyor, öfkeyle soluyorlardı

Grabcnnann karĢı çıkarken imbik Yöntemine Engelleyeceği için hayaletlerin cesetlerden doğmasını/3 ^

Hepimiz kaçınıyorduk inançları eleĢtirmekten.

(30) Bir inanıĢa göre, insan ölürken, hayaleti görünür. —Çev.

(31) Kinbote, Lc grand ncant: büyük hiç (618. dize). —Çev.

640

Page 24: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

50

tl_ HAUK KÜĠOPH

Üstad Starover Blue, anlatıyordu önemini

Gezegenlerin; ruhların çıkacağı karalardı onlar.

Hayvanların kaderi tartıĢılıyordu. Bir Çinli

Anlatıp duruyordu çay törenini 630

Atalarla birlikte yapılan; bunun yaygınlaĢtırılmasını savunuyordu.

Ben yırtıp attım Poe'nun fantezilerini,

Benim önem verdiğim, çocukluk anılarıydı, tuhaf

Sedefli ıĢınları ergenliğin ötesine ulaĢan.

Enstitünün denetçilerinden biri genç bir papaz

Öbürü eski bir komünistti. Iph, hiç olmazsa

Boy ölçüĢebiliyordu kiliseyle ve partinin.siyasetiyle.

Sonraki yıllarda baĢladı gerilemeye:

Budizm kök saldı. Bir medyum, içeri sokuverdi \

Renksiz pelteleri, yüzen bir mandolini.

Fra Karamazov, mırıldanıyordu ahlaksızca

Her Ģeye izin vardır, sürünen sınıflar için;

Uygun görerek balığa düĢkünlüğünü rahmin

Freud yandaĢları, baĢtacı ediyorlardı mezarı.

Bu saçmalıklar bir yönden yararlı oldu bana. Öğrendim neyi yadsımam gerektiğini, bakarak Ölümün

uçurumuna. Çocuğumuz öldüğü zaman, Anladım hiçbir Ģey olmayacağını: ne çağrılan Bir ruh dokunacaktı

tahta klavyeye Belirtmek için göbekadını, ne de bir hayalet Görünecekti incelikle karĢılamak için seni, beni

Karanlık bahçede, ceviz ağacının yanında.

'Bu tuhaf gıcırtı ne?—duyuyor musun?' 'Merdiven kapağı yalnızca, canım'

51

650

'Uyumuyorsan, ıĢığı yakalım.

Nefret ediyorum Ģu rüzgardan! Satranç oynayalım.1 'Olur.'

'Hiç sanmıyorum kapak olduğunu, iĢte — yine.1

Pencereye çarpan asmadır.'

'Çatıdan kayıp da gümlcyen o Ģey neydi?'

'Rüzgarın yuvarladığı toprak yığınıdır.' 660

'Ne yapacağım Ģimdi? Alım sıkıĢtı.'

Kim bu allı, geccyarısı rüzgarda?

Yazarın acısıdır. Çılgın

Mart rüzgarıdır. Babadır, yanında çocuğuyla.

Derken dakikalar, saatler, koca günler gelip geçti,

Kızımız çıkmıĢtı aklımızdan; öylesine hızlı

ilerliyordu yaĢam, o tüylü tırtıl.

italya'ya gittik. GüneĢ banyosu yaptık

Beyaz bir kumsalda, pembe ve esmer öbür

Amerikalılarla birlikte. Küçük kentimize geri uçluk. 670

Öğrendim ki, denemeler demetim VahĢi

Denizatı 'genellikle beğenilmiĢti.'

(Üç yüz tane satılmıĢtı bir yılda.)

Yeniden okul baĢladı; uzak yolların çevirdiği yamaçlarda

Kesintisiz akıntısı görülüyordu

Araba ıĢıklarının, geri dönüyorlardı o düĢe:

Üniversite eğitimine. Sen yine baĢladın

Marvell ile Donnc'ı Fransızcaya çevirmeye.

Bu yıl, fırtınaların yılıydı: Kasırga

Page 25: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Lolita süpürdü geçti Florida'dan Maine'c kadar. 680

M;ırs parıldadı. ġahlar evlendi. Hüzünlü Ruslar casus oldular.

Lang senin portreni yaptı. Ve bir gece ben ölüverdim.

Crashaw Kulübü parayla tuttu beni, konuĢayım diye ġiirin neden dolayı bizim için önemli olduğu konusunda.

Vaazımı verdim; yavan ama kısa. : Tam ayrılıyordum ki aceleyle, allamak için

'Soru sorma aĢaması'nm üzerinden, konuĢmam bitince, i O patavatsız heriflerden biri, hani gelirler ya

Bu tür toplantılara, yalnızca karĢı çıkmak için, iĢte

Öyle biri, kalktı ayağa ve piposuyla beni göslerdi.

O anda oldu, ne olduysa— bir baskın, bir baygınlık Yani eski krizlerimden biri. ġansım varmıĢ ki Bir doktor

oturuyordu en önde. Ayaklarının dibine DevrilmiĢim. Kalbimin atıĢı durmuĢtu Sanki; epey zaman sonra

Canlandı, zar zor yürümeye koyuldu Son durağa doğru. Bana verin Ģimdi Tüm dikkatinizi.

Açıklayamam size nasıl Anladığımı— Ama anladım geçtiğimi Sınırın ötesine. Sevdiğim her Ģey yitmiĢti Ama

aort, hiçbir üzüntü belirtisi göstermiyordu. Kauçuktan bir güneĢ, çırpındı batlı; Kankarası hiçlik, baĢladı

döndürmeye O düzeneği, birbirine bağlı pillerin oluĢturduğu, Birbirine bağlı pillerin, birbirine bağlı; Bir

gövdenin içinde. Korkunç bclirginliğiyle Karanlığa karĢı, uzun beyaz fıskiye fıĢkırıyordu.

Elbette farkindaydım onun yapılmadığının

Bizim atomlarımızdan; öyle bir akıl vardı ki

Sahnenin arkasında, bizimkinden farklıydı. YaĢamda,

Ġnsan zekâsı çabuk yanılır

Doğanın aldatmacalarıyla, bu yüzden gözleri

Düdüğü kuĢ görür; yumrulu ince dalı

Tırtıl; kobranın baĢını da, kocaman

690

700

710

53

Ve bükülmüĢ hain bir güve. Ama Benim beyaz fıskiye olayımda Algılanan Ģey öyleydi ki, bence,

Algılanabilmesi için, inĢân baĢka bir dünyada YaĢamalıydı, benim yolumu ĢaĢırıp girdiğim o dünyada.

Bir an görünmüĢ, sonra eriyip yitmiĢti:

Bense daha bilincimi toplayamadan dönmüĢtüm yeryüzüne.

Anlattığım bu olay doktoru eğlendirdi.

Ona kalırsa, büyük bir olasılıkla,

Benim durumuma düĢenler "sanrıya kapılabilir

Ya düĢ görebilirler, duyularıyla. Daha sonra belki,

Ama yaĢam güçleri azaldığı sırada değil.

Olamaz, Bay Shade.'

Ama, doktor, o sırada ölüydüm ben! Gülümsedi. 'Pek değil: yalnızca yarım bir shade,' ^

720

Ben karĢı çıkıyordum buna. Kafamda

Canlandırdım aynı olayı. Yeniden indim 730

Platformdan, bir tuhaf oldum, yükseldi ateĢim,

Sonra o delikanlı kalktı ayağa, ben devrildim; değil ama

Sözümü kesen birinin piposuyla beni göstermesi sebep,

Sebep belki de zamanın hızla büyümesiydi

Çarpıp da sendelesin diye

Dayanıksız havagemisi, o yaĢlı aksak yürek.

Gözümün önünde canlanan olay, gerçek gerçek tütüyordu.

Özel bir havası vardı, tuhaf bir çekiciliği

Kendi gerçekliğinden gelen. Bir gerçekti o. Zaman geçip gidiyor

Ama onun zafer tacı eskimeksizin parıldıyordu. 740

Page 26: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

(32) ġairin soyadı (Shade) çeĢitli anlamlara gelmektedir: Gölge, nüans, hayalet. Kalp krizi geçirip kendini

yitiren Ģair, yarım bir Shade (kendisi), yan gölge ya da yarı hayalet olmuĢtur. Bu anlamlara dikkat çekmek için,

Ģairin soyadı, ilgili dizede küçük harfle baĢlatılmıĢtır. —Çev.

54

Sık sık bunaltırdı beni çiğ ıĢığı

DıĢarının, didiĢmelerin; o zaman dönerdim içime,

Orada, ruhumun gerisinde beklerdi

Eski Dost! Varlığıyla beni hep

Oydu avutan. Günlerden bir gün

Ġkili bir gösteriyle karĢılaĢtım.

Bu, dergilerin birinde yayımlanan söyleĢiydi

Bayan Z'yle yapılmıĢ; kadının duran kalbini

OvalamıĢtı yaĢama doğru bir doktorun hızlı elleri.

Bayan Z. dergide anlatıyordu

'Perdenin Arkasındaki Ülke'yi; görmüĢ gibiydi

Melekleri, parıldıyordu renk renk

Pencereler, hafif bir müzik duymuĢtu, güzel

Ġlahiler, sonra annesinin sesi gelmiĢti;

Daha sonra gördüğü, uzak

Bir manzaraymıĢ, puslu bir meyva bahçesi.

Sözlerini aktarıyorum: 'O puslu meyve bahçesinin ötesinde

FıĢkıran uzun beyaz fıskiyeyi gördüm ben-öyle uyandım.'

Bilinmeyen bir adada, Kaptan Schmidt Görülmedik bir hayvan yakalasa Sonra da, çok geçmeden, oradan Bir

post getirse, var demektir o ada. Bizim fıskiyemiz bir iĢaret direğiydi Karanlıkta dikili duran; Bir kemik kadar

sağlam, diĢ kadar dayanıklı, Ve kabaydı, göze batan gerçekliğiyle!

Bayan Z'yle konuĢan, Jim Coates'dı. Ona Hemen mektup yazıp kadının adresini aldım. Batıya doğru Uç yüz

millik yolu aĢtım UlaĢtım. AteĢli bir mırlamayla karĢılandım.

750

760

770 55

Görünce o mavi saçı, çilli elleri, baygın

Tavırları, anladım ki oyuna getirilmiĢtim.

'Kim kaçırır buluĢma fırsatını

Böyle büyük bir Ģairle?' Onur vermiĢti ona

Bu ziyaretim! Umutsuzca çabaladım

Soru sormaya. Ama duymazlıktan geldi:

'Belki baĢka bir zaman.' Nasıl olsa, yazdıkları

Gazetecinin elindeydi. Üstelemesem de olurdu.

Mey vali kek sundu bana, çevirdi görüĢmemizi

Aptalca konuĢmaların yapıldığı bir toplantıya. 780

'inanamıyorum,' diyordu, 'sizsiniz demek!

Sevdim o Ģiirinizi, Blue Review'da basılan.

Mon Bloriu anlatan Ģiirinizi. Bir kız yeğenim

Mallcrhom'a tırmandı. Öbür kısmını

Anlayamadım. Anlamını yani. •

Çünkü, aslında, anlamı — Aslında kalın kafalıyım ben!1

Öyleydi gerçekten. Ben vazgeçmeyebilirdim.

Belki anlattırabilirdim ona daha fazlasını,

Ġkimizin de 'perdenin ötesinde' gördüğümüz beyaz fıskiye

Konusunda. Ama ben, anımsatsaydım o Ģeyi 790

Kadın hemen üzerine atılacaktı onun, aramızda

Duygusal yakınlık, dinsel bir bağ varmıĢcasına

Page 27: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Ġkimizi aynı gizem içinde birleĢtiren;

Belki ruhlarımız hemen kardeĢ olacak

Ürpcrecckti kıyısında, tatlı bir akraba

Zinasının. 'Vakit çok geç oldu, sanırım.' diye konuĢtum.

Coalcs'ın yanına da uğradım.

Ama o, kadınla yaptığı görüĢmenin notlarını yitirmiĢ oimaklan Korkuyordu. Sonra çelik dolaptan bulup

çıkardı: " 'Metin doğru. Kadının sözlerini hiç değiĢtirmedim. 800

Tek bir dizgi yanlıĢı olmuĢ— O da pek önemli değil:

56

Mountain olmAıyAı, fountain değil/33) Büyük farklılık.'

Ölümsüz yaĢam— dizgi yanliĢıymıĢ meğer!

Arabamı sürerken eve, dalmıĢ gitmiĢtim: bu bana ders olmalı

Vazgeçmeli miyim boĢluğu incelemekten?

Ama hemen dank elti kafama; buydu gerçek

Dayanağım, çoksesli ezgi;

Yalnız bu: konu değil, konunun anlatılıĢ biçimi; düĢ değil,

Uyumsuz Ģeylerin yarattığı uyum;

Kâğıt gibi çürük saçma sözler değil, duyuların sağlam kumaĢı. 810

Evet! YaĢamda bulabilirdim

Bir tür sertçe-serçe/34)

Oyundaki benzer sözcükleri andıran örnekler,

Uyumlu bir güzellik; bulabilirdim bunları,

O zevkle birlikte, oyunu oynayanların duymuĢ olduğu.

Farkctmez, kim olurlarsa olsunlar. Ne bir ses

Ne bir gizli ıĢık geliyordu, akılalmaz iĢler

Çevirdikleri evlerinden, ama oradaydılar, soğuk ve sessiz;

Dünyalarla oyun oynuyorlar, ilerletiyorlardı piyonlarını

Tckboynuzlu, fildiĢinden atlara, keçi ayaklı abanoz cinlere karĢı; 820

Uzun bir yaĢamın mumunu yakıyorlar bir yerde,

Kısa bir yaĢamı söndürüyorlardı baĢka bir yerde; bir Balkan kralını

öldürüyorlardı; DüĢürerek bir buz parçasını

Yükseklerdeki bir uçağın üzerinden, ölmesine neden oldular Bir çiftçinin kurĢun yemiĢ gibi; gizlediler

anahtarlarımı,

(33) Yani kadın, sözümona öldükten sonra, fıskiye (fountain) değil, dağ (mountain) görmüĢ; ama bir dizgi

yanlıĢıyla m yerine/konunca Shade, kadının, kendisi gibi, fıskiye gördüğüne inanmıĢ. Kinbote'nin belirttiği

gibi, bu iki sözcüğün çevrilmesi, büyük güçlük yaratmaktadır; çünkü o zaman, aralarındaki ses ben/erliği

gösterilememiĢ olmaktadır. —Çcv.

(34) Kinboıc'dcn öğrendiğimize göre Ģair, sözcük oyunları oynamaya düĢkündü. Ayrıca 819. dizede

«dünyalarla oyun oynama» ifadesinde, word (sözcük) ile world (dünya) arasında ses benzerliği vardır. —Çcv.

57

Gözlüğümü, pipomu. Uyumlu biçimde birleĢtirdiler Bu olayları ve nesneleri, çok farklı olaylarla Ve yok olmuĢ

nesnelerle. Süs yaptılar Raslantılarla olasılıklardan.

Paltomla girdim içeri: Sybil, sarsılmayan

înancımdır benim— 'Sevgilim, kapıyı kapat.

Nasıl geçti yolculuğun?1 Çok iyi— Üstelik

Yine inanmaya baĢladım bulabileceğime

El yordamıyla da olsa— 'Söyle canım?' Cılız umudu.

830

DÖRDÜNCÜ KANTO

Artık güzelliğin peĢine düĢeceğim, daha tutkulu

Herkesten. Artık haykıracağım, daha yüksek

Herkesten. Artık öyle bir Ģeyi deneyeceğim ki

Page 28: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Kimse göze alamamıĢtır. Hiç kimsenin yapmadığını ben yapacağım.

Bu olağanüstü araçtan söz ediyorum: 840

Kafamı kurcalıyor farklılığı

iki kompozisyon yönteminin: A, yani birincisi

Yalnızca, Ģairin kafasının içinde uygulanır,

UysallaĢtırılmıĢ sözcükleri sınavdan geçirir

ġair, yıkarken üçüncü kez bir bacağını,

B, öbür yöntem yani, çok daha uysaldır

Yazmaya baĢlayınca çalıĢma odasında.

58

B yönteminde el, düĢüncenin yardımcısıdır,

Soyut savaĢ somutlasın

Kalem, durakahr havada, birden iniverir ıĢın gibi,

Canlandırmaya ölü günbaümını ya da yenilemeye bir yıldızı,

Böylece maddeselliğiyle rehberlik eder tümceye

Mürekkep labirentinden geçip cılız günıĢığına ulaĢması için.

Ama A yöntemi, acıyla kıvrandım! Beyin Hemen sıkıĢır acıların çelik Ģapkasının içinde^ Esin perisi, iĢ tulumunu

giymiĢ, çalıĢtırır matkabı, Ne denli istenirse istensin, durdurulamaz, O sırada, robot gibi bilinçsiz çalıĢan adam

Çıkarır daha yeni giydiği elbisesini, Ya da hızla gider köĢedeki dükkana Satın almaya daha önce okuduğu

gazeteyi.

Neden böyle olur? Belki, kalemsiz çalıĢırken

Kalemin havada kaldığı duraksamalar olmaz,

Aynı anda üç eli birden kullanmak gereklidir,

Uygun düĢecek uyağı araĢtırırken

Tutup getirmek için dizeyi gözün önüne,

Önceki çabalan akılda tutmak gereklidir.

Belki de, yaratma süreci daha derindir, olmayınca masa

YanlıĢa destek olup Ģiiri yükseltmeye yarayan.

Çünkü öyle gizemli anlar olur ki

Düzeltme yapamayacak denli yorgun, düĢürürüm kalemimi;

O aradığım sözcük öter, konar elime.

En sevdiğim vakit, sabahtır; mevsim olarak

Yaz dönümü. Bir keresinde farkettim

Uyandığımı, oysa öbür yarım

Henüz uyuyordu yatakta. Koparıp özgür bıraktım ruhumu,

Sonra yetiĢtim kendime— çimenlikte,

850

860

870

59

Yoncanın yapraklan kavramıĢtı kadeh gibi, Ģafağın topazını,

Shade dikilip kalmıĢtı gcceliğiyle, bir ayağında ayakkabı

Sonra ayrımsadım bu yarımın 880

Hızla uyumaya koyulduğunu; ikimiz de güldük, ben uyandım

Güvenlik içinde yatağımda, gün çatlatırken kendi kabuğunu,

Kızılgerdan kuĢları yürüyor, duruyorlardı; Sudan

Elmaslarla süslü çimenlerde kahverengi bir ayakkabı unutulmuĢtu!

Benim gizli damgam, Shadc'in simgesi, miras bırakılmıĢ giz.

Seraplar, mucizeler, yaz dönümü sabahı.

YaĢamöykümün yazarı, ya fazla sakınımli,

Ya da az Ģey biliyor, bundan dolayı söyleyemiyor

Shadc'in traĢ olduğunu banyoda, diyor ki:

Page 29: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

'ġair, taktırmıĢtı

MenteĢeli bir düzenek, bir çelik destek 890

Geçiyordu küveti boydan boya, tutmak için Aynayı tam Ģairin yüzünün karĢısında Ayağının ucuyla musluğu

açıp kapatıyordu, Bir kral gibi oturmuĢtu, kanlan akan Marat gibi.1

Ben ne kadar ağırsam cildim de o kadar dayanıksızdır;

Yer yer, gülünç derecede ince;

ĠĢte ağzımın yanında: o uzaklık, ağzımla

BuruĢmuĢ yüzüm arasında, kötü bir çentik yaratıyor.

Boynun sarkan derisi: Bir gün dolayıp boynuma

Çıkarmayacağım Newport atkısını, kendi tüyümmüĢ gibi. 900

Adem elmam, aslında firavun inciri^:

ġimdi sıkıntımı, umutsuzluğumu anlatacağım,

Kimsenin anlatmadığı biçimde. BeĢ, altı, yedi, sekiz,

Dokuz vuruĢ ycunez.On. Ovalıyorum

(35) Kaktüs cinsinden, dikenli bir bitki. —Çev.

60

Çilekli kremle o korkunç kiri

Bir de bakıyorum ki olduğu yerde duruyor dikenler/36^

Pek inanmıyorum o tek kollu herife

Hani reklamlarda, tek bir kaygan vuruĢla^37)

Dümdüz bir patika açar kulağından çenesine doğru,

Sonra yüzünü silip nasıl olduğunu inceler eliyle, sırıtarak. 910

Bense, titiz ikiclcilcr sınıfındanim.

Dar giysili, dikkatli bir delikanlının eĢlik etmesi gibi

Bir kıza, jimnastik gösterisinde,

Sol elim, yardım eder, tutar, bacaklarının duruĢunu ayarlar.

Ben diyeceğim ki... Sabundan çok

Duygudur Ģaire gerekli olan;

O zaman esin, buzul parılusıyla,

Birden doğan imge, birden gelen sözcük,

Yayarlar üçlü dalgalarını tenin üzerine 920

Farklı olarak reklamlarda biçilmesinden

Kılların, yardımıyla Bizim Krem'in.

ġimdi yavanlıklardan söz edeceğim, baĢkalannın

Yaptığından farklı biçimde. Tiksindiriyor beni caz;

Beyaz çoraplı budala, hani iĢkence eder

Kara boğaya, kırmızıyla kızıĢtırıp; soyut yapıt koleksiyoncuları;

Ġlkel toplumların yaptığı maskeler; ilerici akımlar;

Tiksindirir beni süpermarketlerdcki müzik; yüzme havuzlan;

Kıyıcı insanlar, can sıkıcılar, sınıf ayrımı yapan dargörüĢlüler, Freud,

Marx,

DüĢünür bozuntuları, pohpohlanmıĢ Ģairler, bilir görünen

bilgisizler. 930

(36) Ademelmasının üzerindeki kıllar. —Çev.

(37) «VuruĢ» sözcüğü.burada, jilet darbesi anlamında; önceki bölümde ise ovalama anlamındadır. —Çev.

61

TraĢ bıçağı, kazıyarak, hıĢırdıyarak

Giderken ülkesinde yanağımın,

Arabalar geçiyor caddeden; yokuĢ çıkarken

Büyük kamyonlar yavaĢlıyorlar çenekemiğimin kemerini aĢarken;

ġimdi sessiz bir gemi doklara yanaĢıyor;

ġimdi de güneĢ gözlüklüler geziyorlar Beyrut'u;

Page 30: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Yürüyorum yaĢlı Zembla tarlasında, kırlaĢmıĢ anızlarımın

Ortasında, köleler ot biçiyor ağzımla burnumun arasında.

insanın yaĢamı bir açıklamadır, kapalı ama

Yarım kalmıĢ Ģiire. AnlaĢılmasını sağlayan dipnot. 940

Tüm odalarda giyinerek Ģiir kuruyorum, geziniyorum

Evin içinde, avucumda ya tarak

Ya ayakkabı çekeceği, birden bunlar kaĢık oluveriyor

Yumurta yediğim. Öğleden sonra

Arabanla beni kitaplığa götürüyorsun. AkĢam yemeğimiz

Altı buçukla. Benim biricik esin tanrıçam,

Nereye gitsem yanımdadır

Kitaplıkta, arabada, koltuğumda.

Sen de orada oluyorsun sevgilim, o sırada,

Ya bir sözcüğün altındasın, 950

Ya bir hecenin üzerinde, vurgulamak için

YaĢam ritmini. Duyardım bir kadın giysisinin

GeçmiĢten gelen hıĢırtısını. Çoğunlukla farkederdim

Senin yaklaĢan düĢüncenin sesini, anlamını,

Sen gençlikle dolusun; ycnileĢtirirsin

Anarak, senin için yaptıklarımı.

Sisli Körfez benim ilk yapıtım (serbest nazım); Gece Dalgalarının Sesi ikincisi; ondan sonraki llebe'nin

KadehP^\ son içkimdir

(38) Ilebc: Yunan mitolojisinde.Gençlik Tannçasidır, aynca öbür tanrıların Ģakiliğini yapardı. —Çev.

62

Bu acılar karnavalında, çünkü Ģimdi diyorum ki

Her Ģey Ģiirdir, arlık kıvranmıyorum.

(Ama bu saydam Ģeye konacak

BaĢlık, Ayın bir damlası olmalı. Yardım et bana, Will!*39)

960

Solgun AteĢ.)

Gün geçti kesintisiz tatlı

Hafif bir ezgi gibi. Beyin aktı gitti,

Kahverengi çiçek öbeği, o ad, kullanmak istediğim

Ama kullanmadığım, kuruyor çimentonun üzerinde.

Belki de, duyduğum tensel sevgi, consonne

D'appuf^ için, Echo'nun^41^ ölümlü çocuğu için;

Köklü bir duygudan doğmakladır, fantastik biçimde düzenlenmiĢ

Zengin uyaklı bir yaĢama duyduğum hayranlıktan.

Sanırım kavrayabiliyorum VaroluĢu, ya da en azından bir bölümünü Kendi varoloĢumun, yalnızca Ģiirimin

aracılığıyla, Zevklerin bir bileĢimi halinde; Nasıl vezinli ise benim iç dünyam, Öyle vezinlidir tanrısal galaksiler

dizisi Ayaklı*42^ bir dizeden farksızdır bence. Ġnanıyorum doğru olarak, aslında ölmeyeceğimize, Benim bir

tanemin Ģimdi bir yerlerde yaĢadığına; Nasıl inanıyorsam, doğru olarak, uyanacağıma

970

(39) Will sözcüğü istek, irade anlamına gelir. Ama Kinbote'nin açıklamasına inanacak olursak bu sözcük,

Shakespcare'in küçük adının (William) kısaltılmıĢıdır. Kin-bole'ye inanmakla onun oyununa gelmiĢ

olacağımdan korkuyorum! —Çev.

(40) Consonne d'appui: Destekleyici ünsüz harf. ġair, zengin uyakları sevdiğini belirtiyor olmalı.—Çcv.

(41) licho: Yunan mitolojisinde bir peri; Narsis'e duyduğu sevgi yüzünden eriyip yok olmuĢ.-geride yalnızca

sesi kalmıĢtır. —Çev.

(42) Ayak: Bir kısa ve bir uzun heceden oluĢur; bu vezni «.-.-.-» biçiminde gösterebiliriz. — Çev.

63

i

Page 31: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Yarın saat altıda, Temmuzun yirmi ikisinde Bin dokuz yüz elli dokuzda, Belki de yarının güzel bir gün

olacağına; Önemi yok, esnetse de beni bu çalar saat Koydursa da Shade'in 'ġiirler'ini raftaki yerlerine.

Ama daha yatma zamanı değil. Vardı yolun sonuna güneĢ

Son iki penceresinin camlarında, bizim Dr. Sutton'ın evinin.

Bu adamın yaĢı-kaçtı? Seksen? Seksen iki?

YaĢı, seninle evlendiğim gün, benim yaĢımın iki katıydı.

Nerdcsin sen? Bahçede. Görebiliyorum

Gölgenin bir parçasını ceviz ağacının yakınında.

Fırlatılan at nallarının sesi geliyor bir yerden.

(SarhoĢ gibi elektrik direğine yaslanarak.)

Kızıl çizgili, kara Vanessa dönüp duruyor

Sönen güniĢığında, yere konuyor, sergiliyor

Güzelliğini kanatlarının, mürekkep mavisi renginde, beyaz benekli.

Akıp giden gölgenin^43), uzaklaĢan ıĢığın içinden,

Bir adam, kelebekle ilgilenmeden—

Bir komĢunun bahçıvanı, sanırım— geçip gidiyor

Sürerek boĢ el arabasını yolda.

980

990

(43) Gölge (Shade),aynı zamanda Ģairin soyadı olduğuna göre; «akıp giden gölge», Shade'in geçip giden

yaĢamının simgesi sayılabilir. Vanessa adlı kelebek de, Ģairin kimse tarafından önemsenmeyen Ģiiri olsa gerek!

— Çcv.

64

AÇIKLAMALAR

1.—4. Dizeler: Gölgcsiydim1-44^ ben, mumkanat kuĢunun../45^ BaĢlangıç dizelerinde yer alan bu imge,

besbelli ki, pencere camının dıĢ yüzüne vuran gök yansısının, hafif karanlığı ve bulutlarıyla, uzayın devamıymıĢ

gibi görünmesine aldanan bir kuĢun son hızla kendini cama çarpmasını belirtmektedir. Sevimsiz görünüĢlü,

ama iyi geliĢmiĢ bir çocuk olarak John Shade'in ergenlik çağında, ölüm karĢısında ilk olarak geçirdiği sarsıntıyı

gözümüzün önüne getirebiliyoruz; ĢaĢkın parmaklarıyla, çimenlerin üzerinden, tortop olmuĢ ölüyü kaldırarak

kurĢuni— kahverengi kanatlan süsleyen kırmızı çizgilere, yeni boyanmıĢcasına uçlarının sarısı parlayan güzel

kuyruk tüylerine uzun uzun bakmıĢtır sanırım. YaĢamının son yılında, önsözde belirttiğim gibi, New Wye'in

Ģiirli tepelerinde onun komĢusu olma mutluluğuna eriĢtiğim zaman, evinin köĢesinde yetiĢmiĢ ardıcın daha

olgunlaĢmamıĢ meyvelerini sevinçle yiyen bu ilginç kuĢları sık sık görmüĢtüm. (181.—182. dizelere bakınız.)

Avcs bahçesi hakkında bildiklerim, kuzey Avrupadaki bahçeler konusunda bildiklerimle sınırlıydı; ama New

Wye'da, kendisine ilgi duy-

(44) 'Gölge' olarak çevirdiğimiz 'shadow' sözcüğü, 'yansı, hayalet' anlamlarına da gelir. —Çev.

(45) 'Mumkanat kuĢu' biçiminde çevirdiğimiz 'waxwing', çeĢitli türde kuĢları kapsar; bunlardan birini

'mumkanat' olarak çevirdik. Kinbole'nin söz edeceği 'ipekkuyruk' kuĢu da bu türlerdendir. —Çev.

65

duğum o genç bahçıvan (998. dize için yazdığım nottan anlaĢılacağı gibi), Ekvator bölgesi kuĢlarını andıran

küçük yaratıklardan bir çok türü, biçimleriyle ve acaip haykırıĢlanyla tanımayı öğretti bana; doğal olarak,

herhangi bir ağacın noktalı tepesi, masamdaki kuĢbilim kitabına yönelmiĢti, ben de bir adlandırma tutkusuyla

çimenlikten fırlayıp bu kitaba koĢardım, 'Kızılgerdan' adını bu kuĢa yakıĢtırmak için kendimi çok zorladım;

çünkü bu çirkin kuĢ, zevksiz donuk kırmızı giysisiyle ve uzun, zavallı, savunmasız kurtlan yerken sergilediği

iğrenç açgözlülüğüyle, bir kenar mahalle dilberinden farksızdı!

Bu arada, vurgulamak isterim ki, Zembla dilinde sampel (ipek-kuyruk) diye adlandırılan ibikli kuĢ, biçimiyle,

gölgesiyle, mumkanat kuĢuna çok benzer; Zembla kralı (1915 doğumlu) Sevgili Charles'ın krallık armasında

yer alan üç yaratıktan biridir (öbür ikisi, doğal renkli bir rcngeyiği ile gökmavisi bir denizadamıduv46) Bu

kralın yüce talihsizliği üzerinde arkadaĢımla çok konuĢmuĢuzdur.

Bu kanto, yazın lam ortasında, 1 Temmuzda, geccyarısını birkaç dakika geçe yazılmaya baĢlamıĢtır; o sırada

ben, yaz kurslarına katılan genç bir Ġranlıyla satranç oynuyordum. ġairimiz, inanıyorum ki anlayıĢla

karĢılayacaktır, kader diyebileceğimiz bir olayla, yani kralın sözde katili Gradus'un Zembla'dan ayrılması

Page 32: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

olayıyla, Ģiirin yazılıĢını eĢzamanlı kılma konusunda, açıklamacının^47^ duyduğu isteği. Gerçekte, Gradus,

Onhava'dan, 5 Temmuzda Kopenhag uçağıyla ayrılmıĢtır.

12. Dize: Kristal toprak

Sanırım bu benzetme, Zembla'yla, benim sevgili ülkemle ilgili. Bunun arkasından, Ģiirin taslağında, bazı dizeler

geliyor ama okunaksız yazılmıĢ, üstleri sonradan çizilmiĢ olduğundan, doğru okuyabildim mi bilmiyorum:

Ah, unutmamalıyım bir Ģeyler söylemeyi ArkadaĢımın bana sözettiği kral hakkında. Yazık! Çok Ģeyler

söyleyecekti; evindeki Kari düĢmanı kadın, Ģairin her dizesini dcncilcmcseydi! Çok kez, Ģakayla karıĢık, kız-

mıĢımdır ona: 'Sen, yaĢlı, kötü Ģair! Anlattığım olağanüstü Ģeyleri kul-

(46) Denizadamı: Deni/Juzlan gibi belden aĢağısı balık olan adam. —Çev.

(47) Kinboıe'nin. — ev.

lanacağına söz vermelisin!' Sonra ikimiz de, oğlanlar gibi kıkır kıkır gülerdik. Ama esin dolu akĢam

gezmelerinin sonunda, ayrılma saati gelip çatardı; onun zapledilmez kalesiyle benim zavallı evim arasındaki

köprüyü, acımasız gece, kaldırırdı.

Kralın yönetimi (1936-1958), en azından birkaç dikkatli tarihçinin kabul ettiği gibi, huzur dolu bir incelikler

dönemiydi. Akıllıca düzenlenmiĢ anlaĢmalar sayesinde, onun zamanında Mars, yasalara karĢı gelmemiĢtir.

Ülkenin içinde, yolsuzluk, alçaklık, ihanet ve AĢırı'cılık girmeden önce Halk Sarayı (parlamento), Krallık

Konseyiyle kusursuz bir uyum içinde çalıĢmaktaydı. Uyum, gerçekten de, krallık yönetiminin parolası.tcmel

ilkesiydi. Güzel sanatlar, edebiyat, bilim geliĢiyordu. Teknoloji, uygulamalı fizik, endüstri kimyası ve benzeri

alanlarda da geliĢme gozleniyqrdu. Mavi camdan ufak bir gökdelen, dimdik yükseliyordu Onhava'da. Ġklim

bile sanki düzelmeye yüz tutmuĢtu. Vergileri herkes severek ödüyordu. Fakirler biraz zenginleĢiyor,

zenginlerse biraz fakirleĢiyordu (ileride belki de Kinbote Yasası olarak adlandırılacak bir yasanın uygulanması

sonucunda). Sağlık hizmetleri, ülkenin sınırlarına dek yaygınlaĢtırılmıĢtı: Her sonbaharda ülkeyi dolaĢan kralın

gönül okĢayıcı konuĢmaları, boğmacalı çocukların öksürük korosu tarafından, gittikçe daha az kesilmekteydi.

ParaĢütçülük, yaygın bir spor haline gelmiĢti. Kısacası, herkes hoĢnuttu— ülkeyi yıkmaya çalıĢanlar bile;

bunlar, büyük bir hoĢnutlukla yıkıcılıklarını sürdürüyorlar, Sosed (Zcmbla'nın komĢusu olan süper devlet)

büyük bir hoĢnutlukla onlara para veriyordu. Ama bu tatsız konuyu fazla kurcalamayalım.

Krala dönelim: KiĢisel kültür sorununu ele alalım. Kralların, özel araĢtırmalara giriĢtiği kaç kez görülmüĢtür?

Deniz salyangozu gibi hayvanların spiral kabuklarını inceleyenler, eksik parmaklı bir elin parmakları kadardır.

Zcmbla'nın son kralı, biraz da, büyük bir Shakespeare çevirmeni olan amcası Conmal'ın etkisiyle (39.-40. ve

962. dizelere iliĢkin açıklamalara bakınız), sık sık gelen migren ağrılarına karĢın, edebiyat incelemelerine

tutkundu. Kırk yaĢında, tahtını yitirmesinden az zaman önce, öyle bir bilimsel yetkinliğe ulaĢmıĢtı ki,

saygıdeğer amcasının ölüm döĢeğindeki Ģu son dileğini yerine getirme cesaretini gösterebildi: 'Öğret, Karlik!'

Bir kralın, öğretim görevlisi kılığına bürünerek üniversite kürsüsüne çıkması, gül yanaklı gençlere, Finnegans

Wake^ romanını, Angus MacDiarmid'in 'anlaĢılmaz uy-

(48) James Joyceun ünlü yapılı. —Çev.

66

67

gulamalar'ının ve Southey'in Büyük Dil'inin ('sevgili stumparumper', vb.) saçma bir uzantısı olarak sunması ya

da on ikinci yüzyıl anonim edebiyatının baĢeseri Kongsskugg-sio (Kral Aynası)'nm Hodinski tarafından

1798'de Zembla'da derlenmiĢ biçimini ders olarak iĢlemesi, aslında bir krala yakıĢmaz. Bu nedenle, baĢka bir

ad altında tanıtarak kendisini, ağır bir makyaj yapıp peruk ve bıyık takarak kürsüye çıkıyordu. Tüm kara sakallı,

elma yanaklı, mavi gözlü Zemblalılar seçkin kralımıza benzediği gibi, bir yıldır traĢ olmayan ben de, onun tıp-

kısıyım diyebilirim. (894. dize için yazdığım nottan anlaĢılacaktır.)

Öğretim görevlisi olarak göründüğü süre boyunca Charles Xavier, üniversitelilerin yaptığı gibi, Coriolanus

Sokağında kiraladığı bir evde kalmayı adet edinmiĢti: merkezden ısıtılan, sevimli bir çalıĢma odası, birbirine

bitiĢik banyo ile ufak mutfak... Açık kurĢuni yer halısı, inci renginde duvarlar (birinin üzerinde, Picasso'nun

Chandelier, pot et casserole emailee tablosunun kopyası), beceriksiz genç Ģairlerin bir raf dolusu yapıtları,

bakirelere yaraĢır bir yalak, üzerinde de panda postunu andıran battaniye; bunları anımsamak, sıla

özleminden duyulan zevkin aynısını veriyor insana. Bu dinlendirici sadelikten ne kadar uzaktı saray ve iğrenç

Konsey Salonu, o çözülmez sorunlarıyla, ödlek Konsey üyeleriyle!

17. Dize: YavaĢ YavaĢ; 29. Dize: Kır(49)

Page 33: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Olağanüstü bir çakıĢma yaratarak (belki Shade'ın sanatındaki iki anlamı aynı anda belirtme özelliğinin sonucu

olarak) Ģairimiz,sanki burada, bir adamın adını vermeye çalıĢmaktadır (gradual, gray); üç halta sonraki ölüm

anında göreceği, daha önce (2 Temmuzda) varlığını bile bilmediği bir adamın adını. Jakob Gradus, çeĢitli

adlar altında boy göstermiĢtir: Jack Degree, Jacques de Gray, James de Gray. Ayrıca polis kayıtlarında Ravus,

Ravenstone ve d'Argus adlarıyla yer almıĢ bulunmaktadır. ġu kızıl Sovyet Rusya'ya manyakça bir hayranlık

duyduğundan, kendi soyadının Rusça vinograd (üzüm) sözcüğünden gelmiĢ olması gerektiğini, sonuna

eklenen Latince bir takıyla Vinogradus biçimini aldığını öne sürerdi. Babası Martin Gradus, Riga'da Protestan

papazıydı; ama bu adamla dayısı (polis memuru, aynı zamanda Sosyal Devrim Partisinin yarım üyesi ) R^.nan

Tse-

(49) «YavaĢ yavaĢ; aĢamalı olarak» anlamlarına gelen «gradual» sözcüğüyle, «gri, kır» anlamındaki «gray»

sözcüğü arasında ses benzerliği vardır. Kinboıe'nin yanlıĢ ya da doğru (!) açıklamalarını anlamak (!) için bu ses

benzerliği göz önünde bulundurulmalıdır. — Çev.

68

lovalnikov dıĢında, öyle görünüyor ki, bu soyun tüm üyeleri alkollü içki iĢiyle uğraĢıyorlardı. Martin Gradus

1920'dc ölünce karısı Straz-burg'a yerleĢti, çok geçmeden o da öldü. Bir baĢka Gradus, Alsaslı bir tüccar, iĢin

tuhafı bizim katille uzaktan yakından hiçbir akrabalığı olmadığı halde yalnızca onun akrabalarının yakın bir iĢ

arkadaĢı olarak, çocuğu evlat edindi, kendi çocuklarıyla birlikle yetiĢtirdi. Bildiğimiz kadarıyla, genç Gradus bir

süre Zürih'le eczacılık öğrenimi gördü; gezgin Ģarap çeĢnicisi olarak, sisli bağlarda dolaĢtı. Daha sonra

kendisini, önemsiz birtakım yıkıcı eylemlere kalkıĢmıĢ görüyoruz; saldırgan broĢürler bastı, yasadıĢı sendikalist

gruplar arasında aracılık yaptı, cam fabrikalarında grevler örgütledi, falan filan. Derken, kırklı yıllarda

Zembla'ya brandi tüccarı olarak geldi. Orada bir meyhanecinin kızıyla evlendi. AĢırılar Partisiyle iliĢkileri, o

yıkıcı iğrenç eylemlere baĢladığından bu yana sürüyordu; devrim patlak verince, örgütlenmeyle ilgili aĢırıya

kaçmayan önerileri uygulandı. Yüreğinde alçakça bir amaç ve cebinde dolu bir silahla Amerika'ya doğru yola

koyulması, suçsuz bir Ģairin suçsuz bir diyarda lam da Solgun AtcĢ'in Ġkinci Kanto'sunu yazmaya baĢladığı

güne rastlıyordu. Uzak ve karanlık Zcmbla'dan yeĢil Appalachia'ya doğru yolculuğunda ona, hayalimizde,

sürekli olarak eĢlik edebiliyoruz Ģiir boyunca; iĢte kendisi, Ģiirin ritminin yolunda ilerliyor, uyakların içinden

geçiyor, anlamı daha sonraki dizelere kadar süren bir dizenin köĢesini dönüyor, dizelerin içindeki duraklarda

soluklanıyor, sayfanın dibine doğru satırdan satıra atlıyor daldan dala atlarcasına, iki sözcüğün arasına

gizleniyor(596. dize için yazdığım nottan anlaĢılacağı gibi) sonra yeni bir Kantonun ufkunda görünüveriyor,

duraksamadan yaklaĢıyor bir kısa bir uzun adımlarla/50^ caddeleri geçiyor, vali/.iyle birlikle beĢ ayaklı

yürüyen merdivcnd.cn'- ' yukarı çıkıyor, uzaklaĢıyor, bir trene biniyor hayalimizde, otelin salonuna giriyor,

yatak odasının ıĢığını söndürüyor ki o sırada Shade bir sözcüğü karalayıp silmektedir, sonra yatıp uyuyor gece

olunca Ģairin kalemi bırakmasıyla birlikte. 27. Dize : Sherlock Holmes

Gaga burunlu, zayıf, uzun boylu, oldukça sevimli özel detektif; Conan Doylc'un öykülerindeki baĢkiĢi. Bu

dizede onun hangi öyküsüne gönderme yapıldığını Ģu anda saptayamam; ama sanırım Ģairimiz, Ters DönmüĢ

Ayak Ġzleri Olayı'nı anımsıyor.

(50) ġiir, bir kısa bir uzun hecelerden oluĢmaktadır. —Çev.

(51) Her dize, beĢ ayak (.—) ölçüsüyle yazılmıĢtır. —Çev.

69

i

i

34. - 35. Dizeler: Buz tutmuĢ sarkıtların ince bıçakları ġairimiz, bu Ģiirini ılık bir yaz gecesi yazmaya baĢladığı

halde nasıl da kararlılıkla kıĢ imgeleri yaratıyor daha ilk dizelerde! ÇağrıĢımlarını anlamak kolay (cam, kristali

çağrıĢtırıyor, kristal de buzu); ama bunları Ģaire fısıldayan, adını gizli tutmaktadır. ġairle onun Ģiirini gelecekte

yorumlayacak olan kiĢinin tanıĢtıkları kıĢ günü, bu yaz mevsimine yansımıĢtır, diye düĢünmeyecek kadar

alçakgönüllüyüz. Bu notun baĢında yer alan güzel dizenin 'sarkıt' sözcüğüne dikkat edilmelidir. Bu sözcüğün

anlamı, benim sözlüğüme göre 'saçaklardan düĢen damlalar dizisi, mağaralardan damlayan sular'dır. Bu

sözcüğü daha önce Thomas Hardy'nin bir Ģiirinde gördüğümij anımsıyorum. Parlak buz, parlak damlaların

ölümsüz olmasını sağlamıĢtır. Ayrıca, casus tuzağının bu 'ince bıçaklar'daki parıltılı anlatımına ve kral katilinin

uyaklara vuran gölgesine de dikkat edelim. 39. - 40. Dizeler: Kapatıverirdim gözlerimi Bu dizeler, taslakta,

değiĢik biçimde yer almaktadır:

(39)...............eve koĢarlardı hırsızlarım,

Page 34: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

(40) Buzlan çalan güneĢ, yapraklı ay.

Atinalı Timon'un IV. perdesinin 3. sahnesini anımsamamak elde değil; burada, insanları sevmeyen biri, üç

çapulcuyla konuĢur. Mağarasında yaĢayan Timon gibi, ben de eski bir tahta kulübede yaĢadığımdan, kitaplığa

sahip değilim; hemen bir alıntı yapabilmek için, Timon'un Zcmbla dilinde yapılmıĢ Ģiirsel bir çevrisinden, bu

bölümü Ingili/.ccye çevirmek zorundayım; umanm, metnin aslına çok yakındır ya da en azından yapıtın özünü

yansıtabilmiĢtir: GüneĢ, hırsızdır: çeker denizi Alır. Ay bir hırsızdır: GümüĢlü ıĢığını çalar güneĢin. Deniz,

hırsızdır: eritir ayı.

' Shakespeare'in yapıtlarının Conmal tarafından yapılan çevirileri, 962. dize için yaptığım açıklamada etraflıca

gözden geçirilmiĢtir. 42. Dize: Gördüğümü

Mayıs sonunda, benim imgelerimden bazılarını, Ģairin üstün yeteneğinin onlara verdiği biçimler içinde, ana

çizgileriyle görebiliyordum; Haziran ortalarında artık onun, beynimde yanan göz kamaĢtırıcı Zcmbla'yı Ģiirinde

yaratacağına hiç kuĢkum kalmamıĢtı. Onu

70

hipnotize etmiĢtim ülkemle; düĢlerimle doyurmuĢtum; bir sarhoĢun çılgın cliaçıklığıyla, ona aktarmıĢtım

kendimin Ģiire dökemeyeceğim Ģeyleri, Ģiirin tarihinde, buna benzer bir duruma rastlamak kolay değildir:

Ülkeleri, yetiĢme biçimleri, çağrıĢımları, ruhsal yapıları, düĢünme yöntemleri farklı olan iki insan arasında böyle

bir iliĢki, görülmemiĢ bir Ģeydir; öyle iki insan ki, birisi kozmopolit bir öğretim görevlisi, öteki ise yurdunda

yaĢayan bir Ģair; bu insanlar, gizemli bir iliĢkiye giriyorlar. Sonunda Ģairin, benim Zembla'mı güzel uyaklarla

açtıracağına, kirpiklere doğru fıĢkırtacağına inandım; buna hazırdı artık. Her fırsatta onu, kökleĢmiĢ

tembelliğini alt ederek yazmaya baĢlaması için dürtüyor, zorluyordum. Günlük defterimde Ģöyle ifadeler yer

alıyor: 'Ona, beĢ ayak ölçüsüyle yazmasını önerdim'; 'kaçıĢı yeniden anlattım'; 'benim evimde sessiz bir odada

çalıĢmasını önerdim'; 'yararlanması için, benim anlattıklarımın banda kaydedilmesi konusunda tartıĢtık; ve en

son, 3 Temmuz tarihinde: 'ġiir baĢladı!'

Sonuç, yani ortaya çıkan Ģiir, solgun ve saydam haliyle, yazık ki dolaysız bir yansıması olamamıĢtı benim

anlattığım serüvenin (özellikle Birinci Kanto için yazdığım açıklamalarda, fırsatını buldukça, yalnız birkaç

bölümünü aktarabildim bu serüvenin) ama Shadc'ın üç hafta içinde bin dizelik bir Ģiir üretmesini sağlayan o

sürekli yaratıcı coĢkunluk sürecinde, kuĢku duyulmamalıdır ki benim öykümün gün-batımı kızıllığı, katalizör

görevi üstlenmiĢtir. Dahası, Ģiirle öykü arasında, aynı soydan geldiklerini gösteren bir renk benzerliği vardır.

Yeniden okudum, zevk duymadan değil ama, onun dizelerine yazdığım açıklamaları; birçok durumda, Ģairimin

ateĢli küresinden bir tür ya-narsöner ıĢık ödünç almıĢ olarak yakaladım kendimi, ayrıca onun yazdığı eleĢtiri

yazılarındaki söylemi de bilinçsizce taklit etmiĢ olduğumu anladım. Ama Shadc'ın dul eĢi, çalıĢma arkadaĢları,

kaygılanmayı bıraksınlar ve yumuĢak huylu Ģaire verdikleri öğütlerin meyvesinden zevk alsınlar. Ah evet, bu

biçimiyle Ģiir, tümüyle Shadc'indir.

Üç yerde (605, 822, 894) krallıktan rastlantısal olarak sözediĢini, ayrıca 937. dizede Pope'tan aktardığı

'Zembla' sözcüğünü saymazsak, ki saymamalıyız bence, anlaĢılan Ģudur: Benim katkılarım, Solgun AteĢ"\n son

biçiminden titizlikle ve en ufak bir iz bırakmamacasına çıkarılıp atılmıĢtır; ama Ģunu da farkediyoruz ki,

evindeki sansürcünün ve Tanrı bilir baĢka kimlerin, benim Ģairime uyguladıkları denetime karĢın o, yazdığı,

ama Ģiirin son biçimine alınmayan dizelerin mahzenlerinde, sığınmacı kralı barındırmıĢ bulunmaktadır. ġiirin

taslak

71

metninde, olağanüstü bir ezgiye sahip on üç dize (Birinci Kanto'nun 70, 79 ve 130. dizeleriyle ilgili

açıklamalarımda bu dizeler verilmiĢtir; söz konusu kanto üzerinde Ģair, belli ki, sonraları hoĢlandığı özgürlük

derecesinden daha yüksek bir yaratma özgürlüğüyle çalıĢmıĢtır) benim anlattıklarımın damgasını, Zembla ve

onun talihsiz kralı konusunda söyledilerimin birazını, bir yıldızın küçük ama gerçeğe uygun görüntüsü gibi,

taĢımaktadır.

47. - 48. Dizeler: AhĢap evin, Goldsworth'la Wordsmiih arasında Bu adlardan ilki, benim kiraladığım, Dulwich

Caddesindeki evle ilgilidir; evin sahibi Hugh Warren Goldsworth, Roma hukuku alanında bilgisiyle tanınmıĢ,

seçkin bir yargıçtır. Evsahibimle tanıĢmak mutluluğuna kavuĢamadıysam da, Shade'in elyazmalarını nasıl

gördüysem, onun da elyazmalarını görmüĢ bulunuyorum. Ġkinci ad, kuĢkusuz, Wordsmith Üniversitesini

göstermektedir. Bu iki yerin arasındaki yolun tam ortasını belirtmek isliyor görünmekteyse de, Ģairimiz,

aslında, beĢ ayaklı beyit tarzının iki ustasından yardım dilemek üzere onların adlarının ilk hecelerini

birbirleriyle değiĢtirmiĢtir kur-nazcasınaj çünkü kendi esin perisini bu Ģairlerin arasına hapsetmiĢti/ ^

Page 35: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Gerçekle, 'yeĢil alanlı ahĢap ev', Wordsmiih kampusunun batısından beĢ mil uzakta, ama benim doğuya

bakan pencerelerimden ancak elli yarda^ ' kadar ötedeydi.

Önsözde, evimin güzel yanlarını sergilemekten kendimi alamamıĢtım. Bu evi, gidip görmediği "halde benim

için tutan sevimli, an-laĢmazlığıyla da sevimli hanımefendi (691. dizeyle ilgili açıklamama bakınız), kuĢkum

yok, iyi niyetli davranmıĢtı; Ģu bakımdan ki, bana bulduğu ev, 'eski dünyanın ferahlık ve zarifliği'ni yansıttığı

için, çevrede çok beğeniliyordu. Gerçekte, eski, sıkıcı, siyahlı beyazlı, yarı ahĢap bir evdi, benim ülkemde

worihaggen denirdi buna; alınlığı oymalı, pencereleri cumbalıydı, ' yarı soylu' dedikleri türden çirkin bir

veranda vardı önünde. Yargıç Goldsworth, karısı ve dört kızıyla birlikte yaĢıyordu. Aile fotoğrafları, beni holde

karĢıladılar, üstelik odadan odaya peĢimi bırakmadılar; her ne kadar Alphina'nın (9), Betty'nin (10),

Candida'nın (72), Dce'nin (14) çok yakında, ĢeytanlaĢmıĢ okul-

(52) Bu iki Ģair, Wordsworth ile Goldsmith'ıir. Kinbote'yc inanırsak. Shade, bu iki adın ilk hecesine yer

dcğiĢtirıiyor, böylece Wordsmith ile Golsworth sözcükleri ortaya çıkıyor. —Çev.

(53) YaklaĢık elli metre. —Çcv.

72

kızları olmaktan çıkıp sevimli genç hanımlar, erdemli anneler haline geleceklerinden kuĢku duymuyordumsa

da, açıkça söylemeliyim ki yılıĢık resimleri sinirime dokunduğundan, hepsini tek tek topladım, saydam

torbalarla kefenlenmiĢ kıĢ giysilerinin dizildiği darağacının dibine fırlatıvcrdim. Anneleriyle babalarının büyük

bir resmini buldum çalıĢma odasında; ikisinin de cinsiyet değiĢtirmiĢ gibi göründüğü bu resimde Bayan G.,

Malcnkov'u andırırken, Bay G. de Medusc^54^bukleli bir cadıya benziyordu. Bu resmin yerine, Picasso'nun

sevdiğim ilk tablolarından birinin tıpkıbasımını astım: Yağmurbulutu atını süren toprak süvari. Ama evin her

yanına dağılmıĢ olan kitaplarının sinirime dokunduğunu söyleyemem; çeĢitli çocuk ansiklopedilerinden dört

takım, ayrıca duygularını belli etmeyen yetiĢkin bir tane vardı ki merdiven boyunca raftan rafa ilerliyor, çatı

katına dek yükselip son parçasını oraya fıĢkırtıyordu. Bayan Goldsworlh'u, kendi odasındaki romanlara

dayanarak yargılarsak; Ambcr'dcn Zen'e doğru sıralanan kitaplardan, onun kafaca çok geliĢmiĢ olduğunu

anlarız. Bu alfabetik ailenin baĢkanı da, ayrı bir kitaplığa sahipli; ama bu kitaplık, hukuksal yapıtlardan ve

ilginç Ģeyler yazılmıĢ kocaman defterlerden oluĢuyordu. Hukuktan anlamayan bir insanın iĢ olsun diye

toplayacağı her Ģey, deri ciltli bir albümü dolduruyordu; bu albüme yargıcın büyük bir sevgiyle yapıĢtırdığı

resimler ve yaĢamöyküleri, kendisinin cezaevine gönderdiği, ölmelerine karar verdiği insanlarla ilgiliydi: geri

zekalı katillerin unutulmaz çehreleri, içilen son sigaralar, son sırıtmalar, boğarak öldüren bir katilin herhangi

bir insan elinden farksız elleri, kendi kendini dul yapmıĢ bir kadın, bir manyak katilin birbirine yakın acımasız

gözleri (ölü Jacques d'Argus'u andırdığını söylemeliyim), babasını öldüren yedi yaĢında parlak bir çocuk

('ġimdi, evlat, nasıl yaptığını anlat bize'-), kendisine Ģantaj yapan adamı havaya uçuran, tıknaz, yaĢlı, üzgün bir

oğlancı. Beni oldukça ĢaĢırtan bir Ģey de, aileyi, yüksek öğrenim görmüĢ cvsahibiınin yönetiyor olmasıydı;

'hanımefcndi'sinin sözü geçmiyordu. Yeni taĢınan bir insana düĢmanca davranan komĢular^55) gibi çevremi

saran eĢyaların ayrıntılı bir listesini bana bırakmakla yetinmeyen Bay Goldsworth, akıl almaz bir sıkıntıya

katlanarak benim için, kağıl pusulalar üzerine tavsiyeler, açıklamalar, yasaklamalar ve tamamlayıcı bilgiler

içeren listeler yazmıĢtı. Daha bu eve geldiğimin ilk günü, el sürdüğüm her Ģey, Gold-

(54) Yunan mitolojisinde, yılan saçlı büyücü kadın. - Çev.

(55) Aslında 'yerliler' diye çevirmek gerekirdi. Kinbote, her zamanki gibi sinsice çatıyor komĢusu ve yakın

arkadaĢ'ı Shade'c. - Çev.

73

sworth'un bu yapıtlarından birini çıkarıyordu karĢıma. Banyodaki ilaç dolabını açınca, dıĢarı fırlayan bir bildiri

beni, kullanılmıĢ jiletlerin atıldığı kulunun haddinden fazla dolu olduğu konusunda uyardı. Buzdolabını açtım,

havlayarak 'giderilmesi zor kokular yayan ulusal ye-mekler'in buraya konmamasını istedi. ÇalıĢma odasında,

masanın orta çekmecesini çektiğimde, içini çok verimsiz buldum: Bir tane catalogue raisonne, kül tablaları

kolleksiyonu, ġam çeliğinden bir kağıt bıçağı (ev sahibine göre 'Bayan Goldsworth'un babası tarafından

Doğu'dan getirilmiĢ antika hançer), eski ama kullanılmamıĢ bir cep takvimi (umutla büyüyordu, ilgili olduğu

yılın dönüp gelmesini bekleyerek.) Evin su, elektrik Ģebekesi, kaktüs bakımı ve baĢka konularda, kilerdeki ilan

tahtasına yapıĢtırılmıĢ emirler, açıklamalar arasında bir de yemek listesi buldum; bana evle birlikte bırakılan

kara kedinin yemek programıydı bu:

Pzt, ÇrĢ, Cu: karaciğer

Salı, Per, Cmr: Balık

Page 36: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Pazar: Et

(Ama ben, sütle sardalyeden baĢka Ģey vermedim; küçük, sevimli bir yaratıktı, gelgeldim bir süre sonra

hareketleri sinirime dokunmaya baĢladı, ben de onu temizlikçi kadın Bayan Finley'e verip beslettim.) Ev

sahibinin bana yazdığı bu notların en eğlencelisi, diyebilirim ki, pencere perdelerinin çekilmesine iliĢkin

olanıydı; güneĢin mobilyaya vurmasını önlemek için, farklı saatlerde farklı pencerelerdeki perdelerin çekilmesi

gerekiyordu. Pencerelerin her biri için, güneĢin durumu, mevsimlik ve günlük olarak, belirtilmiĢti; ama ben, bu

uyarılara göre davranmaya kalksaydım, yelken yarıĢına katılmıĢım gibi uğraĢıp duracaktım. Bununla birlikle,

dipnot olarak, yüce gönüllülükle, baĢka bir öneride bulunuyordu: Perdeleri çekmek istemiyorsam, en değerli

mobilyaları (iki tane iĢlemeli koltukla ağır bir 'kral konsolu') güneĢin etki alanından uzaklaĢtırmakla

yetinebilirdim, ama bunu dikkatli yapmalıydım, yoksa duvarlara zarar verirdim. Tanrıya Ģükür ki, Shade'in

yaĢam dolu kahkahaları, bu kurtulamadığım damnum infect um1*¦ ' havayı iyice dağıtıyordu. Yargıcın,

mesleğinden kaynaklanan yavan düĢünme tarzıyla yargılama yöntemi üzerine, arkadaĢım, anlattığı fıkralarla

beni eğlendiriyordu; kuĢkusuz bunların çoğu, halkın abartmasıydı, bazıları da apaçık uydurmaydı, ama hiçbiri

kötülük içer-

(56) Kahrolası mikroplu. - Çev.

74

miyordu. Yargıç Goldsworth'un cübbesinin yeraltına^ savurduğu korkunç gölgeler/58^ ya da kapatıldığı

zindanda raghdirst (öce Su-samıĢlık) içinde kıvranarak ölmekte olan bir canavar hakkında - budalalarla

vicdansızların uydurduğu iğrenç söylentiler - iyi kalpli dostum, bana gülünç öyküler anlatmadı hiç; bu

söylentileri yayanlar, kendilerini duygulandıracak hiçbir serüven yaĢamayan, tekdüze bir yaĢantıdan

kurtulamayan, ve masalsı bir krallığın, fokderisi gibi çizgili, kızıl göklerini, rüzgarın oluĢturduğu kahverengi

kum tepeciklerini bilmeyen basil insanlardır/ ^ Ama bu konuyu keselim Ģimdi. Biz yine sarimizin

pencerelerine dönelim, Çarpık çurpuk biçimlendirilmiĢ bir romanın içine, yapısını anlamak için bir alet

sokmaya istek duymuyorum.

Shade'in evini, ayrıntılı olarak anlatamayacağım; çünkü onu, kaçamak bakıĢlarımın, göz kaymalarımın ve

penceremin sınırlılığı ölçüsünde tanıyorum. Daha önce belirttiğim gibi (Önsöz'de), yazın geliĢi, karĢıma bir ıĢık

problemi çıkarıyordu: ağacın sık yapraklan, her zaman benimle aynı görüĢte olmuyordu: YeĢil monoklü, ıĢık

geçirmez levhayla karıĢtırıyor; koruma amacını da, engel olma amacıyla karıĢtırıyor, bulandırıyordu. Bu arada

(günlüğüme göre 3 Temmuzda) öğrcnebilmiĢtim - John'dan değil ama Sybil'den - arkadaĢımın uzun bir Ģiir

yazmaya baĢladığını. Birkaç gün, Ģairi görmemiĢtim; onun yol kenarındaki posta kutusuna gelen yayınları

kendisine götürmek üzere aldım; bitiĢiğinde Goldsworth'un posta kutusu vardı (ama ben onu ilgilenmeye

değer bulmazdım, çünkü broĢürlerle, reklamlarla, satıĢ kataloglarıyla ve benzeri süprünıülerle doluydu);

Shade'in bahçesinde, önce Ģahin gözlerimden bir fundanın gizlediği Sybil'lc karĢılaĢtım. Hasır Ģapkasıyla,

bahçe cldivenlcriylc, çiçek tarhının önünde çö-mclmiĢ, birĢeyler buduyor ya da bağlıyordu; Kahverengi,

sımsıkı pantolonu bana, bir zamanlar kendi karımın giydiği (benim de Ģaka yollu adlandırdığım) mandolin

çoraplarını anımsattı. Sybil, böyle önemsiz Ģeylerle kocasını rahatsız etmememizi söyledikten sonra, bir Ģey

açıkladı; Ģair 'gerçekten büyük bir Ģiir yazmaya baĢlamıĢtı.' Kanımın yüzüme saldırdığını hissediyordum; sonra,

Shade'in, bu Ģiirini Ģimdiye

(57) (58) Yeraltı (underground), suçlular dünyası anlamına geldiği gibi, ölüler dünyası anlamına da gelir.

Gölge (shadow), hayalet ya da ruh anlamını içermekledir. IJuna göre, «Goldsworth'un cübbesinin öbür

dünyaya fırlattığı ruhlar» ifadesi, daha ye-. rinde olabilir. - Çev.

(59) «Zindandaki canavar», Ģairin katili olsa gerek. Bu canavar hakkında «iğrenç söylentiler» yayanlara kızan

iÇinbote, katili savunmuĢ olmuyor mu? «Masalsı krallık» Kinbolc'nin ve katilin geldiği ülke olan Zembla'dır. -

Çev.

75

dek bana göstermemiĢ olduğu konusunda bir Ģeyler geveledim. Sybil doğruldu, kır düĢmüĢ siyah saçlarını

alnından sıyırdı, bana baktı, konuĢlu, 'Ne demek isliyorsunuz, göstermedi sözüyle? O hiçbir zaman, bitmemiĢ

bir Ģey göstermemiĢtir. Hiçbir zaman. Yapıtını hemen hemen bitirmeden sizin görüĢünüzü almak da

istemeyecektir.' Ina-namıyordum buna; ama çok zaman geçmeden, arkadaĢımla yaptığım bir konuĢmada

onun, ĢaĢırtıcı bir suskunluk içinde oludğunu, bu konuda karısının öğütlerine sımsıkı bağlı kaldığını keĢfettim.

'Sırça köĢkte oturanlar Ģiir yazmamalı,' biçiminde dostça takılmalarımla onu konuĢturmaya çabaladığımda

esneyip kafasını salladı yalnızca, sonra sert bir yanıt verdi, 'Yabancılar, alasözlcrinden^60^ uzak

Page 37: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

tutulmalıdırlar.' Gelgeldim, kendisine cömertçe verdiğim bütün o canlı, görkemli, yürek çarpıntılı malzemeyle

ne yapmakta olduğunu öğrenmek istiyordum; onu çalıĢırken görmek tutkusu da dürtüyordu beni

(çalıĢmalarının meyvesi, beni dıĢlasa bile). Bastıramadığım bu istekler, onurumu çiğnemiĢ olacağımı filan

düĢünmeden, gözetleme alem-lcrine*-61' kendimi kaptırmama neden oldular.

Çağlar boyunca, birinci kiĢi ağzıyla yazılmıĢ sanat yapıtlarının dayanağı, hepimizin bildiğimiz gibi, pencereler

olmuĢtur. Ama bu yapıttaki gözetleyici,*-6"'1 Zamanımızın Bir Kahramanının gizlice dinleme olanaklarına

sahip değildir; Yitik Zaman'm anlatıcısı gibi her yerde hazır ve nazır da olamamıĢtır. Yine de zaman zaman,

baĢarılı avcılıklarımın sonunda bir takım yiyecek artıklarına kavuĢtuğum da yadsınamaz. Pencerem, ağacın

yapraklarla kaplanması yüzünden iĢe yaramaz hale gelince ben de, verandanın ucunda, sarmaĢık kaplı bir

köĢe buldum; Ģairin evinin cephesini buradan rahatça görebiliyordum. Evin güney tarafını gözetlemek

istediğim zaman, garajımın arkasına inerek bir ağacı siper alıp meyilli yolun karĢı yakasındaki az ıĢıklı

pencerelere bakıyordum; çünkü Ģair perdeleri kapatmazdı (kapatan karısıydı). Evin öteki taralını arzuladığımda

ise, yapacağım tek Ģey, bahçemin yukarısına doğru çıkmaktı; orada koruyuculuğumu yapan ardıç kümesi,

yıldızları ve geleceğe iliĢkin belirtileri gözetlerdi; aĢağıdaki yolda tek baĢına duran elektrik direğinin altına

soluk bir ıĢık lekesi vururdu. Burada söz konusu ettiğim mevsim baĢlamadan önce çok özel bir takım

korkularımı yenmeyi baĢardım. (62. dizeye yazdığım açık-

(60) Atasözü: «Sırça köĢkte oturanlar, baĢkalarına taĢ almamalı.» - Çev.

(61) Oturak alemini andırıyor (Kinboteye göre). - Çev.

(62) Kinbotc. - Çev.

76

lamada bu korkularımı anlatmıĢ bulunuyorum); artık karanlıkta, bahçemin ollarla kaplı, kayalık bir yer olan

doğu tarafında ilerlemekten oldukça zevk alıyordum; böylece, Ģairin evinin kuzey cephesine yukarıdan bakan

akasya korusuna ulaĢıyordum.

Otuz yıl önce, o korkunç ergenlik çağımda, Tanrıyla iliĢki halindeki bir adamı yakından görmüĢtüm.

Doğduğum yer olan On-hava'da, Dük Kilisesi'nin arkasında, bizim adlandırmamızla Gül Av-lusu'nda

geziniyordum; o sırada ilahiler okunuyordu. Ben, çıplak baldırlarımı sırayla kaldırıp dümdüz bir sütuna

dayayarak serinletirken, bastırılmaya çalıĢılan çocuk neĢesine bulanmıĢ tatlı sesler, sanki uzaktan, kulağıma

geliyordu; bu neĢeye ben katılamamıĢtım, oğlanın birine duyduğum kıskançlığın öfkesiyle. Küskün bakıĢlarım,

avlunun mozaik döĢemesine takılmıĢtı; taĢtan güller, yeĢil mermerden, tek tek seçilebilen dikenler. Hızlı ayak

sesleri, bakıĢlarımı yukarı çevirmeme neden oldu. Bu dikenlerle güller arasından siyah bir gölge ilerliyordu:

Uzun boylu, solgun yüzlü, uzun burunlu, siyah saçlı genç papaz, ki daha önce birkaç kez görmüĢtüm

kendisini, giyinme odasından çıkarak uzun adımlarla yaklaĢtı ve beni görmeksizin avlunun ortasında durdu.

Suç iĢlemiĢ insanların özelliği olan nefret, ince dudaklarını çarpılmıĢtı. Gözlüklüydü. Yumduğu elleri, sanki

görünmez bir hapishane hücresinin demirlerini kavrıyordu. Ama insanların hepsinin hakkı olan bağıĢlanmaya

hiç gereksinmesi yoktu. BakıĢları birden değiĢti, yüce bir esriklikle parladı. Böyle bir mutluluk parıltısını daha

önce görmemiĢtim ben; ama bu ruhsal gücün ve tanrısal bakıĢın bir benzerini Ģimdi, baĢka bir ülkede, doslum

John Shadc'in çirkin ve arsız yüzünde görebilecektim. Bütün ilkyazı uykusuz geçirmemin faydası olmuĢtu;

böylece, onun yazdönümündc üstlendiği doğaüstü görevini yerine getiriĢini gözlemlemeye hazır hale

gelmiĢtim; içine doğan esinin ana çizgilerini nereden ve ne zaman izleyeceğimi kesinlikle biliyordum arlık.

Dürbünüm, uzaktan Ģairi, islerse farklı yerlerde çalıĢsın, yakalıyacak, üzerinden ayrılmayacaktı: geceleri, üst

kattaki çalıĢma odasının menekĢe kırmızısı ıĢığında Ģairin kamburlaĢmıĢ sırtını, kulağına soktuğu

kurĢunkalemini (arada bir onu inceliyor, tadına bile bakıyordu) nazik bir ayna, bana gösteriyordu; sabahlan,

Ģair birinci kaltaki çalıĢma odasının çarpık gölgeleri arasında saklanıyor, ama parlak bir kadeh, ağır ağır, dosya

dolabından masaya, masadan kilap-raflarına doğru geziniyordu (gerektiğinde Danıc'nin büstünün arkasına

saklanmak üzere); sıcak günlerde, bir çardağın yaprakları ara-

77

sindan gözüme çarpan renkli masa örtüsünün üzerinde Ģairin dirseklerini, Ģakaklarına dayadığı, mcleklerinki

gibi tombul yumruklarını farkedebiliyordum. Kimi zaman çerçevenin, kimi zaman yaprakların

olumsuzlaĢtırdığı görme ve ıĢık koĢullan, Ģairin yüzünü iyice görmemi engelliyordu çoğunlukla; belki de

doğanın aldığı önlemlerdi bunlar, yaratıĢın gizlerini olası hırsızlardan saklamak için. Ama kimi zaman, Ģair,

evinin çimenliğinde gezinirken ya da kanapenin ucunda bir an otururken, ya da pek sevdiği ceviz ağacının

Page 38: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

altında soluklanırken, kafasının içinde sözcüklere dönüĢen imgelerle birlikte yüzünde beliren heyecanlı

esrikliği, yücelmeyi farkedebiliyordum ve anlıyordum ki, kuĢkucu arkadaĢım yadsıma yoluna sapsa da, Tanrı o

anda kendisiyle beraberdi.

Bazı geceler, gözetlediğim üç ayrı noktadan bana evin üç cephesi de, içindekilerin olağan yatma saatinden

çok önce karanlık görünse bile bu karanlık, onların evde olduklarını haykırıyordu sanki. Otomobilleri, garajın

yanında dururdu böyle gecelerde, ama ben onların yürüyüĢecjktıklanna inanamazdım, çünkü verandanın

ıĢığını açık bırakıyorlardı yürüyüĢe çıktıklarında. Epey düĢündükten sonra, iĢin aslını incelemeye karar

verdiğim gecenin, 11 Temmuz olduğunu saptamıĢ bulunuyorum Ģimdi; Shade'in ikinci Kanto'yu bitirdiği

gündür bu. Sıcak, karanlık, rüzgarlı bir geceydi. Çalılığın içinden evin arka tarafına sızdım. Önce, evin bu

dördüncü cephesinin de karanlık olduğunu sandım; böylece sorunu çözümleyip içimde tuhaf bir rahatlama

hissetmemin hemen arkasından farkettim ki, Ģimdiye dek bilmediğim ufak bir odanın penceresinin altına

soluk bir ıĢık dörtgeni düĢmüĢtü. Pencere, sonuna kadar açıktı. ParĢömeni andıran abajuruyla uzun bir

lambanın aydınlattığı dip tarafta Sybil, eyere oturur gibi, divanın ucuna, arkası bana dönük oturmuĢtu; John,

divanın yanındaki minderin üzerinde, pasyans oynamıĢcasına dağıtmıĢ olduğu kartları Ģimdi ağır ağır toplayıp

istifliyordu. Sybil, titreyip burnunu çekiyordu, John'un yüzü kızarmıĢ, yaĢ içindeydi. O zamanlar arkadaĢımın

yazmak için ne tür kağıt kullandığını bilmediğimden, bir iskambil oyunu insanı nasıl bu kadar gözyaĢına

boğabilir diye ĢaĢmaktan kendimi alamadım. Korkunç esneklikte bir kutunun üzerine çömelip daha iyi

görmeye çabaladığım sırada çöp tenekesinin kapağını devirdim. KuĢkusuz bunu rüzgarın yaptığını sanmıĢ

olmalıydılar; Sybil rüzgardan nefret ederdi; hemen yerinden fırlayıp pencereyi güm diye kapattı, storları da

gıcırdatarak çekti aĢağıya.

78

Emckleye emckleye döndüm kasvetli evime; yüreğim burkulmuĢ, kafam karmakarıĢık. Yüreğim öylece

burkulmuĢ kaldı, ama kafamın karıĢıklığı birkaç gün sonra yok oldu, sanırım ErmiĢ Swithin Bay-ramı'nda;

çünkü cep takvimime baktığımda, o tarihin altında, bir önseziyle yazılmıĢ 'promnad vespert mid J. S.' ifadesini

buluyorum, üstünü öyle bir öfkeyle çizmiĢtim ki kalemin ucu kırılmıĢtı. O gün, yolda, arkadaĢımın benim

yanıma gelmesini, günbatımının kızıllığı akĢamın karanlık küllerine dönüĢünceye dek, bekleyip durduktan

sonra evinin ön kapısına doğru yürümüĢtüm, binayı saran karanlıkla sessizliği farketüğimde kararsızlık içinde

kalmıĢ, evin çevresini dolanmaya baĢlamıĢtım. Bu kez, arkadaki oturma odasından ıĢık gelmiyordu; ama

mutfağın hiç Ģiirselliği olmayan çiğ ıĢığı bana, görülemeyecek biçimde gizlenmiĢ bir masanın ucunu

gösterdi; burada Sybil, gözlerinde öyle esrik bir ifadeyle oturuyordu ki Ģimdiye dek bilinmeyen bir yemek

türünü kafasında yarattığını sanırdınız. Aralık duran kapıyı tıklatarak açıp içeriye neĢe dolu sözler fırlattığım

sırada masanın öbür ucunda oturan Shade'i farkettim; karısına bir Ģey okuyordu, yazdığı Ģiirin bir bölümü olsa

gerekti. Ġkisi birden irkildiler. Shade, ağzından, buraya aktaramayacağım bir küfür kaçırdı, elindeki kart

destesini pat diye masaya vurup bıraktı. Kapıldığı bu öfke fırtınasını, daha sonraki günlerde bana, yakın

gözlüğüyle bakmasından dolayı iyi bir arkadaĢını seyyar bir satıcı sanmıĢ olmasıyla açıklayacaktı; ama bu

olayın beni sarstığını, hem de çok sarstığını belirtmeliyim, bundan sonraki olayları iğrenç bulmaya yöneltti

beni. 'ġey... oturun,' dedi Sybil, 'bizimle kahve için.' (Galipler, eli açık olurlar.) Kabul ettim. Çünkü Ģu okuma

iĢinin ben varken sürdürülüp sürdürülmeyeceğim merak ediyordum. Sürdürülmedi. 'SanmıĢtım ki,' dedim

arkadaĢıma, 'birlikte gezmemiz için dıĢarı çıkmak üzereydiniz.' O da, bugün kendisini iyi hissetmediğini

söyledi, gelemeyeceği için özür diledi, sonra piposunun ağzını temizlemeye koyuldu ama öyle bir öfkeyle ki

sanki benim yüreğimdi oyduğu.

Shade'in, yazdığı Ģiiri düzenli olarak karısına okuduğunu o zaman anlamakla kalmadım, bir Ģeyi daha anladım

Ģimdi: yine düzenli olarak Sybil, kocasına aĢıladığım ve onun geliĢmesine katkıda bulunan o yüce Zcmbla

temasıyla ilgili her Ģeyi'ya Ģiirden çıkarttırıyor ya da si-liklcĢıiriyordu, Shade'i yönlendirerek. Oysa ben, o

sırada, Ģiirin nasıl bir "geliĢme izlediğini bilmediğimden, mutluydum; Ģiirin zengin dokusu, benim verdiğim

temanın iplerine örülecekli! Bunu ummuĢtum.

79

Aynı ağaçlık tepenin yukarılarında Dr. Sutton'un tahtadan evi vardı, Ģimdi de var olduğundan kuĢku

duymuyorum; en tepede, Profesör C.'nin göz kamaĢtıran villasını yıkmaya zamanın gücü yetmez, terasından

bakınca, güneyde, birbirine bağlı Omega, Ozero, Zero adlı göllerin en irisi, en mutsuzu görülür. (Buraya ilk

gelen göçmenler, kı-zılderililerin kullandığı göl adlarını bozup çarpıtarak yanıltıcı, beylik sözcüklere, asılsız

imgelere dönüĢtürdüler.) Tepenin kuzey yanında Dulwich Caddesi, anayolla birleĢir, bu yoldan Wordsmith

Page 39: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Üni-versitesi'ne gidilir. Sözkonusu üniversiteden burada yalnızca birkaç sözcükle sözetmemin nedenlerinden

biri, tanıtım broĢürlerinin posta yoluyla kolayca elde edilebilmesidir. Ama üniversiteyle ilgili açıklamalarımın,

Goldsworth'a ve Shade'e ait evlerle ilgili açıklamalarımdan daha kısa olmasının esas nedeni Ģudur:

Üniversitenin bu iki eve uzaklığı, evlerin birbirine uzaklığından çok daha fazladır. Belki de ilk kez, uzaklığın

sızısı, anlatım biçimini etkilemekte ve topografık özellikler, uzaklığa bağlı olarak küçülen tümceler dizisinde

ifadesini bulmaktadır.

Çimenlikle kuĢatılmıĢ, suyu bol evlerin arasından, doğu yönünde dört mil kadar ilcrliycn anayol, sonunda iki

kola ayrılır; soldaki kol, New Wye kentine, burada bekleme halindeki hava alanına ulaĢır. Öbür kol, üniversite

kampüsüne gider. Kampüste neler yok ki? iĢte: Büyük blokları çılgınlığın, kusursuzca planlanmıĢ yatakhaneler

- cengel müziğiyle çınlayan tımarhaneler - görkemli yönetim sarayı, tuğla duvarlar, kemerli geçitler, yeĢil

zeminli eğri büğrü avlular, küçük kilise, Yeni Okuma Salonu, Kitaplık, dersliklerle büroları içeren ve

hapishaneyi andıran büyük bina (Ģimdi buraya Shadc'in adı verildi), tüm ağaç türlerini görebileceğiniz,

Shakespeare adını verdikleri ünlü cadde, uzaktan gelen bir uğultu, belirsiz bir sis, gözlemevinin firuze

kubbesi, salkım bululun solgun uçları, tahta perdeyle çevrelenmiĢ ve Roma tiyatrolarındaki gibi sıralar

döĢenmiĢ futbol alanı (yazın kimse olmazdı üzerinde; bazan dalgın bakıĢlı bir oğlan, gökyüzünde, uzun

kontrol hattı üzerinde uçurduğu motor takılı bir model uçakla vızıltı çemberleri çevirirdi).

Ulu Isa, birĢeyler yap.

49. Dize: Kabuğu tüylü

Tüylü ceviz/63) Ağaçları, hem özsuları hem de gölgelcriyle birlikte

(63) Kuzey Amerika'da yetiĢen, kabuğu tüylü vc-Ģerit Ģerit soyulan ceviz ağacı. - Çev.

80

Ģiire dikme konusunda Ģairimiz, ingiliz ustaların eĢsiz becerisine sahip.

Bizim kralımızın eĢi, kraliçemiz Disa, en çok baldırıkara ve ja-caranda ağaçlarını severdi; yıllar önce John

Shade'in llebe'nin Kadehi adlı Ģiir kitabından kendi defterine aktardığı kısa Ģiiri buraya yazmaktan kendimi

alamıyorum. (Fransa'nın güney bölgesinden bana gönderilen, elime 6 Nisan 1959 günü geçen bir mektuptan

aktarıyorum.)

KUTSAL AĞAÇ

Ginkgo(64) yaprağı, sapsarı, döktüğünde Misket üzümünü,

Artık yıpranmıĢ bir kelebektir, buruĢmuĢ; GörünüĢüyle.

Kampüste, Shakespeare Caddesi dedikleri yolun sonuna, üstün yetenekli bir bahçe düzenleyicisi (Repburg)

tarafından dikilmiĢ olan bu kutsal ağaçların bir sırası, yeni Piskoposluk kilisesinin yapımında (549. dizeyle ilgili

notta sözettim bundan), buldozerlerin hoĢgörmesi sonucu, varlıklarını sürdürüyorlar. Uygun düĢmüĢ mü,

bilmiyorum ama ikinci dizede bir kedi-fare oyunu var*- \ 'ağaç' sözcüğünün Zembla dilindeki karĢılığı

'grados' tur.

57. Dize: Küçük kızımın hayaletinin salıncağı ġiirin taslağında, bu dizelerden sonra aĢağıdaki dizeler yer

almaktadır, hafifçe karalanmıĢ olarak:

IĢıklar iyi; okuma lambaları uzun boyunlu; Tüm kapılar anahtarlı. ÇağdaĢ mimarınız Gizlice anlaĢmıĢ

psikanalistlerle: Aına babaların yatak odalarına Kilitsiz kapı taktırıyor, geriye bakınca Görsün diye gelecekteki

hastası, gelecekteki Doktor taslağının, kendisini bekleyen ilk Sahneyi. 61. Dize: TV'nin dev anteni Shadc'in

yaĢamıyla ilgili olarak, 71-72. dizeler için yazdığım notta

(64) Çin'de yetiĢen, meyveleri san, yapraklan yelpaze biçiminde bir ağaç. - Çev.

(65) «Muscat» (Misket) sözcüğünü Kinbotc, «mouse» (fare) ve «cat» (kedi) diye ayırıyor, ama bundan hiçbir

Ģey anlamadım ben. - Çev.

81

belirttiğim gibi, gerçeğe aykırı ve aptalca bir sav atıldı ortaya; Sybil Shade'den aldıkları elyazması bir Ģiiri

yayımladılar. Dediklerine göre bu Ģiir 'Ģairimiz tarafından, kesinlikle Haziran sonunda, yani ölümünden bir ay

önce bile değil, yazılmıĢ olduğundan, onun elinden çıkan son kısa metindir.'

ĠĢte:

SALINCAK

Batan güneĢ, tutuĢturur uçlarından

Dev antenini TV'nin

Çatının üzerinde;

Page 40: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Kapılokmağının gölgesi

Günbatımında, beyzbol sopasıdır

Kapının üzerinde;

Kardinal kuĢu, sevinçle

'Cik cik, cik cik' der

Ağacın üzerinde;

Sallanır küçük boĢ salıncak

Ağacın altında: Bunlar iĢte

Parçalayan yüreğimi.

Bu Ģiir, Solgun AteĢ'in aynı temaları içeren bölümünden yalnızca birkaç gün önce yazılmıĢ olabilir mi? Buna,

benim Ģairimin okurları karar versinler. Bence, çok önce yazılmıĢ olmalıdır. (Altında yazılıĢ tarihi yok ama

kızının ölümünden hemen sonrasına larihlcnmclidir.) Bu Ģiir Shade'in, eskiden yazdıklarını eĢeleyip de Solgun

AteĢ'te kullanmak için çıkardığı metinlerden biridir. (ġairin ölümü dolayısıyla bir yazı döĢenen kiĢi, belli ki,

Solgun AteĢ'in varlığından habersiz.)

62. Dize: Sık sık

Sık, sık, hemen her gece, 1959 ilkyazında, yaĢamımı yitirme korkusuna kapıldım. Yalnızlık, ġeytan'ın

atmeydanıdır. Yalnızlığımın, sıkıntımın ağırlığını anlatacak sözcük bulamıyorum. Çimenliğin karĢı yanında,

ünlü komĢumun evi vardı gerçi, bir süre de evimin bir odasını genç bir zevk düĢkününe kiraladım (eve

genellikle ge-ccyarısından epey sonra gelirdi). Ben, ülkesinden kovulan bir ruh için, yalnızlığın soğuk, katı

çekirdeğinin ne denli zararlı olduğunu vurgulamak istiyorum. Herkes Zembla'lıların, yöneticilerini öldürmeye

nasıl düĢkün olduklarını bilir: iki kraliçe, üç kral, ayrıca tahtla hak sahibi on dört kiĢi korkunç biçimde öldüler,

boğazlandılar, bıçaklandılar,

82

zehirlendiler, suda boğuldular; bütün bunlar tek bir yüzyıla sığdı (1700-1800). Goldsworth Ģatosunu özellikle

alacakaranlıktan sonra saran ıssızlık, sanki beynime de akĢamı getirirdi. HıĢırtılar, geçmiĢ yılın ayak sesleri,

tembel bir esinti, köpeğin devirdiği çöptenekesinin tangırtısı, herĢey bana, sinsice yaklaĢan acımasız bir katili

anımsatırdı. Pencereden pencereye gider gelirdim, ipekli gecetakkem terden sırılsıklam, çıplak göğsüm de

buzlan eriyen göle dönmüĢ, bazan yargıcın çiftcsiyle silahlanmıĢ olarak karĢı koymaya kalkıĢırdım terastan

sızan tehlikelere. Ağaçlara yürüyen yeni yaĢamın sesleri, bahar gecelerine maske giydirse de, eskiden beri

beynimin içinden eksilmeyen ölüm çatırtılarını andırıyordu korkunç biçimde; dehĢete kapıldığım böyle

gecelerde komĢumun pencerelerine bakardım, kurtuluĢ ıĢığı ararcasına. (47-48. dizeler için yazdığım

notlardan anlaĢılacağı gibi). Bu aradığım kurtuluĢu ben kendim, veremezdim Shade'e, kendisi yeni bir kalp

krizine tutulsa (691. dizeden ve buna yazdığım açıklamadan anlaĢılacağı gibi), beni de hemen, gecenin

ortasında pencereleri ıĢık saçan evine çağırsaydı, sevgiden, kahveden, telefon konuĢmalarından, Zcmbla'nm

bitkisel ilaçlanndan (öyle etkilidirler ki!) oluĢan büyük bir ısı patlamasında, yeniden canlanan Shade benim

kollarımda ağlarken ('Geçti, geçti, John'). Gelgeldim, evi Mart boyunca, geceleri kapkaraydı tabut gibi. Ben,

bedensel bitkinliğime ve evimin mezar soğukluğuna dayanamayıp üst kata çıkarak iki kiĢilik tenha yalağıma

uzanırdım, uyuyamadan, zorlukla nefes alarak —sanki ülkemde geçirmiĢ olduğum gecelerin tehlikesini yeni

farkediyordum; o zamanlar, her an çılgın bir devrimciler çetesi içeri girip beni, mehtap ıĢığı vur-, muĢ bir

duvara doğru ite kaka götürebilirdi. ġimdi, hızlı bir otomobilin ya da iniltili bir kamyonun sesi bana öyle acaip

geliyordu ki, yaĢamın kurtarıcılığı mıydı bu gelen yoksa ölümün korkunç karaltısı mı, ayır-dedemiyordum: Bu

karaltı, benim kapıma mı dayanacaktı? Bu katil hayaletler benim için mi geliyorlardı? Beni hemen vuracaklar

mıydı— yoksa kloroformla bayıltılmıĢ öğretim görevlisini kaçınp Zembla'ya, Rodnaya Zembla'ya götürerek

parlak bir sürahinin, iĢkenceci koltuklarında sevinçle oturan bir sıra yargıcın karĢısına mı

çıkaracaklardı?

Bazan, kendimi yok etmekle, bu gittikçe yaklaĢan katillerden kurtulabileceğimi düĢünürdüm; çünkü katiller

benim içimde, kulak zarımda, nabzımda, kafatasımın içindeydi, yoksa o ayyaĢ, çekilmez, unutulmaz Bob'un

yanımdan ayrılıp Candida'nın ya da Dce'nin yatağına

83

dönüĢüyle uyuyamaz hale geldiğimden, uyuklayarak gittiğim sırada üzerime ve yüreğime dolanan upuzun

yolda aramamalıydım katilleri. Önsözde kısaca belirttiğim gibi, sonunda evden kovdum Bob'u; ondan sonra

ne Ģarap, ne müzik, ne de dua yok edebildi gece korkularımı. Öte yandan, baharın tatlı günleri pek

Page 41: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

sıkmıyordu beni; derslerimi herkes beğeniyordu; ben de buna dayanarak, yararlanacağım tüm sosyal

çalıĢmalara katılabiliyordum. Ama neĢeli akĢamların ardından yine o sinsi yaklaĢma gelirdi; ayaksürümeler,

dolanarak yukarıya doğru çıkar, sonra dururdu, çok geçmeden çatırtılar baĢlardı yeniden.

Goldswort'un Ģatosunda bir sürü yan kapı vardı; ben, yatmadan önce alt kattaki bu kapılarla panjurları ne

denli sıkı denetlersem denetleyeyim, sabahleyin ikinci kez gözden geçirirdim ama kilidi açılmıĢ hiç bir kapı ya

da pencere bulamazdım; kuĢku uyandırıcı hiçbir belirti göremezdim. Bir gece, kendisi için güzel bir tuvalet

yeri hazırladığım bodruma doğru aktığını gördüğüm kara kedi, daha birkaç saniye geçmiĢti ki ansızın müzik

odasının eĢiğinde beliriverdi; uykusuzdum, Wagner dinliyordum; sırtını kabartan kedinin boynunda beyaz

ipekten bir fiyonk vardı, bunu kendisi takmıĢ olamazdı kendi boynuna. Hemen 11111 numaraya telefon ettim;

birkaç dakika sonra gelen polisle suçlunun kim olabileceği konusunda görüĢtük, sunduğum kiraz likörünü

pek beğendi. Ama içeriye giren her kimse, hiçbir iz bırakmamıĢtı. Gaddar insan, öyle ustaca kurbanıyla oynar

ki, isterse onu, kendisine iĢkence edildiğini sanma hastalığına yakalandığına inandırır, isterse peĢine bir katilin

sinsice takılmıĢ olduğuna, ya da isterse, sanrılar görüp durduğuna inandırır. Sanrılar! Oysa ben, bir gerçeğin

far-kındaydım: Tezlerini kabul etmediğim bazı genç doçentlerin arasında en azından bir kiĢi vardı kötü

yaratılıĢtı, eĢek Ģakası yapmayı seven. Bunu, öğrenci ve öğretmenlerle yapılan zevkli, baĢarılı bir toplantıdan

eve döndüğüm günden beri biliyordum. (O toplantıda ben, coĢarak paltomu çıkardıktan sonra bazı istekli

öğrencilere Zembla güreĢçilerinin kavrayıĢ biçimlerinden birkaçını göstermiĢtim.) Evde paltomun cebinde bir

kağıt buldum, çirkin bir dille yazılmıĢ imzasız not: 'Çok kötü sa....ılar görüyorsun dostum.' Eksik harfli

sözcüğün 'sanrı' okluğu bellidir; kötü niyetli bir insan bu eksik harflerin, ingilizce okutmanı Bay Anon'un

güçlükle söyleyebildiği sesleri gösterdiğine dayanarak bu sonucu çıkarabilecektir/ ^

(66) Kinbote

84

, kaypak bir dille Bay Anon'u suçluyor. —Çev.

Ama sevinerek belirtmeliyim ki korkularım, Paskalya'dan hemen sonra, bir daha dönmemek üzere yok

oldular. Alphina'nın ya da Betty'nin odasına bir baĢka konuk geldi: Loam Prensi Balthasar, ki ben prenslik

vermiĢtim ona, ilkel bir düzenlilikle dokuza dek uykuya daldı; sabahın altısında, baktım, bahçede güneĢçiçeği

(Heliotropium turgenevi) dikiyordu/ ^ iĢte bu çiçektir, hiç azalmayan kokusuyla, Ģimdi uzak düĢtüğüm bu

kuzey ülkesindeki akĢam karanlığını, bahçe sırasını, boyalı tahtadan evi bana unutturmayan.

70. Dize : Yeni TV

ġiirin taslağında (3 Temmuz tarihli), sözkonusu dizenin ardından, numaralanmamıĢ bazı dizeler geliyor; bunlar

belki de Ģiirin daha sonraki bölümlerine alınacaklardı. Üstleri çizilmemiĢ, yalnızca yanlarına bir soru iĢareti

konmuĢ ve harflerin bazılarının üzerinden geçen dalgalı bir çizgiyle çevrelenmiĢler:

Öyle olaylar, ĢaĢırtıcı olgular var ki Simgeler halinde gelirler usumuza. Yitik mecazlardır bunlar, sürüklenirler,

kopuk kopuk, Hiçbir Ģeye bağlanamazlar, iĢte o kuzeyli kralın Cezaevinden baĢarısız kaçıĢı baĢarıldı: Dostları

Onun kimliğine hüründüler, o kaçıyormuĢ gibi kaçtılar. O hiç ulaĢamazdı batıdaki ülkenin kıyısına, eğer

gizli destekleyicileri, romantik çağ yiğitlerini andıran gözüpek kiĢiler tutkuya kapılmasalardı, uçan kral

kimliğine bürünmek için. Ona benzemek üzere kırmızı kazak, kırmızı kasket giydiler, orada burada mantar

gibi bittiler, devrim polisini ĢaĢkınlığa düĢürdüler. Bazıları kraldan çok daha gençtiler ama bunun önemi

yoktu; çünkü kralın resimleri, dağ köylülerinin kulübelerinde olsun, öbür köylerin miyop dükkanlarında olsun

(ki buralarda sülük, zencefilli çörek, zhiletka jiletleri satılırdı), taç giyme gününden bu yana yaĢlanmıĢ

değildiler. Gülünç bir çizgi film gibiydi: Kronblik Oteli'nin taraçasından hareket eden teleferik, turistleri Kron

buzuluna götürüyordu ki havada gülünç bir yaratık dalgalandı, kırmızı güve biçiminde; iki koltuk arkasında ise

Ģapkasız, Ģanssız bir polis vardı: Sanki, düĢlerde görülen, ağır çekimli bir kovalamaca içindeydiler. Ama sonu

mutlu bitti. Teleferik durağa ulaĢ-

(67) Prenslik bağıĢladığına göre Kinbote, Zembla'nm son kralıdır aslında; ama kendisini kral sayan bir manyak

da olabilir. Bunu, eğer anlayabüirsek, sonraki sayfalarda anlayacağız. —Çev.

85

madan önce, sahte kral, telin altındaki demir direklerden birine atlayıp aĢağıya kayarak kurtulmayı baĢardı.

(Ayrıca, 149. ve 171. dizeler için yaptığım açıklamalara bakınız.)

71. Dize : Ana baba

Övülecek bir çabuklukla Profesör Hurley, Ģairin ölümü üzerinden bir ay geçmeden, onun basılı yapıtlarına

iliĢkin bir Değerlendirme çıkardı. Adını Ģimdi anımsayamadığım incecik bir yazın dergisinde yayımlanan bu

Page 42: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

yazıyı bana Chicago'da gösterdiler; o sırada ben, otomobilimle New Wye'dan Cedar'na giderken, burada

birkaç gün mola vermiĢtim.

AğırbaĢlı bilimsel bir yöntemle yazılması gereken bir Açık-lamaj68^ yukarıda adı geçen anma

yazısındaki saçmalıkları çürütmenin yeri değildir. Bu yazıya değinmemin nedeni, Ģairin anasıyla babasına

iliĢkin bazı yetersiz bilgileri buradan almıĢ olmamdır. ġairin babası Samuel Shade, 1902'de elli yaĢında öldü;

gençliğinde üp öğrenimi gördükten sonra Exton'da bir tıp araçları Ģirketinde baĢkan yardımcılığı görevinde

bulunmuĢtu. Ama en büyük tutkusu, bizim usta ağıtçının deyimiyle, 'tüylüler familyasını incelemekti'. ġunu da

belirtiyor: 'Bir kuĢ türüne onun adı verilmiĢtir: Bombycilla Shadei'. Aslında bu, 'shadei' olacak kuĢkusuz/69^

ġairin annesi, kızlık soyadıyla Caroline Lukin, kocasına, bu çalıĢmalarında yardımcı olarak eĢsiz güzellikteki

Meksika KuĢları'nın resimlerini çizdi; bunları arkadaĢımın evinde gördüğümü antmsıyorum.Ağıtçmın bilmediği

bir Ģey var: Lukin sözcüğü Luke'tan geliyor; Locock, Luxon, Lukashevich sözcükleri de. Bunlar, dede adından

türeyip soyun üremesiyle çeĢitlenen, tek bir biçimleri olmayan ölü taĢlardır ki, bazan fantastik biçimler

kazanırlar ve soy üyelerinin vaftiz adlarının, bu bayağı çakılların çevresinde görünürler. Lukin'ler, Essex'in eski

ailelerindendir. insanların adları/7^1 mesleklerden gelir, örneğin Rymer, Scrivener, Limner (resim yapan),

Botkin (botlekin yapan, yani güzel ayakkabı yapan). . Çocukluğumda, Iskoçyalı öğretmenim, yıpranıp yıkılacak

gibi olan binalardan 'hokey evi' diye söz ederdi. Ama bu konuyu uzatmayalım.

John Shade'in okurları, onun üniversite öğrenciliğiyle, son derece tekdüze yaĢamının 4O'lı yıllarıyla ilgili

birkaç önemsiz olguyu pro-

(68) Kinboıc, kendi Açıklamasından söz ediyor. ¦—Çey.

(69) Yani özel isim değil de cins isim olacak, demek isliyor. Böylece ıcuĢa verilen adın, Shade'le ilgisi

olmadığını söylüyor sinsice. —Çev.

(70) Vafüz adlan değil. —Çev.

86

fesörün yazısında görmek isteyebilirler. Tümüyle durgun, yavan olacaktı, deyim yerindeyse, bazı özel

durumlar onu biraz ha-rcketlendirmeseydi/71) Böylece, arkadaĢımın baĢyapıtına yalnız bir kez değiniliyor. (Bu

baĢyapıt, daha önce belirttiğim gibi, düzgünce istiflenmiĢ olarak masamın üzerinde, gün ıĢığında

beklemektedir, masallarda rastlanabilecek bir madenin külçeleri gibi.) Profesörün sözlerini «marazi» bir zevkle

aktarıyorum: 'ġairimiz, öyle görünüyor ki, beklenmedik ölümünden hemen önce, özyaĢamöyküsünü

ĢiirleĢtirmeye koyulmuĢtu'. Onun ölümüyle ilgili olgular, profesör tarafından çarpıtılmıĢ bulunuyor; aslında,

basında yazan beyefendileri izliyor bu tutumuyla. O basın ki, suçlunun hangi itkilerle suçu iĢlediğini ve

bununla ne amaç güttüğünü, belki de siyasal nedenlerle gizlemiĢ, çarpılmıĢtır, onun yargılanmasını

beklemeden; sözkonusu yargılanma, yazık ki, bu dünyada gerçekleĢmeyecek (notlarımın sonuncusundan

anlaĢılacağı gibi). Ama, kuĢkusuz, burada ele aldığım anma yazısının en çarpıcı özelliği, John'un yaĢamının

son aylarını nur-landıran o eĢsiz arkadaĢlığa hiç değinmemesidir.

ArkadaĢım, babasının yüzünü anımsayamıyordu. Kral da, üç yaĢına bastığında babası Kral Alfin öldüğünden

olsa gerek, onun yüzünü hiç anımsamıyordu, çikolatadan yapılmıĢ o tek kanallı uçağı çok iyi animsıyordııysa

da; kendisi tombul bir bebekken çekilmiĢ fotoğrafında, 1918 Npel'indc çekilen ve külot pantolonlu, hüzünlü

havacının son olarak göründüğü bu fotoğrafta, küçük bebek, ellerinde çikolatadan uçakla, isteksizce,

rahatsızca bu havacının kucağında yatıyordu.

Bunak Alfin, (1873—1918; krallık yılları 1900-1918, ama biyografi sözlüklerinin çoğunda, Eski Takvimden Yeni

Takvime geçiĢten kaynaklanan bir yanlıĢlık yüzünden 1900-1919) takma adını, -Amphiıheatricus'a borçludur

(liberal gazetelerde, sığınmacı Ģairlerin yapıtları üzerine acımasız yazılar yazan bu kiĢi, benim baĢkentime

Uranograd adını bağıĢlamaktan da sorumludur!). Kral Alfin'in dal-cınlığı anlatılır gibi değildi. Yabancı dil

bilgisi, çok yetersizdi; belleğinde birkaç Fransızca ve Danimarkaca deyim vardı yalnızca; ama uyruklarının

karĢısında, zorunlu iniĢ yaptığı uzak vadilerden birinde kendisini ağızları açık dinleyen Zcmbla'lı hödüklerin

karĢısında ko-

(71) Burada Kinbole, profesörün yazısından söz ediyor, ama ifadesi, Shadc'in yaĢamına iliĢkin, sinsice bir

değerlendirmeyi de içeriyor.—-Çev.

87

nuĢma yaparken kafasında dencüeyemediği bir düğme harekete geçiyor, o zaman kral, bu Fransızca ve

Danimarkaca deyimlere baĢvuruyor, konuya göre onları biraz Lalinceyle tatlandırarak kullanıyordu. Onun

bilincini yitirdiği dalgınlık nöbetleriyle ilgili fıkraların çoğu, gülünçlükleri ve edepsizlikleriyle bu sayfaları

Page 43: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

kirletebilir. Ama hiç gülünç bulmadığım bir tanesi, Shade'i çirkin kahkahalarla güldürmüĢtü (sonra da beni;

öğretmenler odasında, olayın iğrenç biçimde çarpıtılarak anlatılması yüzünden); bu fıkrayı örnek olarak

aktarmaktan (çarpıtılmamıĢ haliyle elbette) kendimi alamıyorum. Birinci Dünya SavaĢından önce, bir yaz,

içlerinden birini yeğlemeye el vermeyecek kadar sayılan az olan büyük krallıklardan birinin imparatoru, bizim

küçük ama güçlü ülkemize, pohpohlamak niyetiyle, hiç umulmadık bir ziyaret yapmıĢtı; babam, onu ve

cinsiyetini belirtmeyeceğim genç bir çevirmeni alarak, yeni yaptırttığı otomobilinin içinde, taĢrayı gezmeye

çıkmıĢtı. Kral Alfin, her zamanki gibi, koruma görevlisi almamıĢtı yanına; hem bu durum, hem de onun hızlı

araba sürüĢü, konuk imparatoru kaygılandırmıĢa benziyordu. Geri dönerlerken, Onhava'ya yirmi mil kala, kral

Alfin, onarım için durmaya karar verdi. Kendisi motoru kurcalarken kralla çevirmen, yol kıyısındaki çamların

altında gölgelik bir yer aramaya koyuldular. Kral Alfin, ancak Onhava'ya döndüğünde, ne yaptığını anladı,

ama yavaĢ yavaĢ; yüzüne karĢı çılgınca soruların yinelenip durmasından, gerçeği kavradı sonunda: Birisini

yolda bırakmıĢtı. 'Hangi imparator?' Bu söz, bize ondan kalan en akıllıca ve unutulmaz özdeyiĢtir. Benim

katkılarımdan (ya da katkım olsun diye anlattıklarımdan) biri olan bu olayı, Ģairime, yazılı hale getirmesini

büyürdüm kuĢkusuz, ama dedikodu biçiminde yaymasını değil; ne yaparsınız, Ģairlerin de insanlarla ortak

yanları var.

Kral Alfin'in bu dalgınlığı, kendisinin makinelere duyduğu tutkuyla karıĢarak acaip bir bileĢim oluĢturuyordu.

Özellikle, uçan Ģeylere tutkundu: 1912 yılında Fabre marka bir 'deniz uçağı' ile havalanmayı baĢarmıĢ, ama

Ģemsiyeye benzeyen bu araçla, Nitra ve Indra arasındaki denize düĢmüĢ, boğulmasına ramak kalmıĢtı. Böyle

uçuĢlarda iki Farma, üç Zembla uçağı ve bir tane Santos Dumont modeli canım Demoiselle parçaladı. Blcnda

IV, çok özel, tek kanatlı bir uçak olup 1916 yılında kral için, kendisinin değiĢmez 'hava emir-subayı' Albay

Peter Gusev tarafından yapıldı (bu kiĢi daha sonra, paraĢütçülerin öncüsü olmuĢtur; yetmiĢ yaĢında ise çağın

en büyük at-

88

layıcısı); iĢte bu uçak, kralın kötü talih kuĢuydu. Açık, pek de soğuk olmayan bir Aralık sabahı melekler, onun

hafif, arı ruhunu ağla yakalamaya karar verdiler: Kral Alfin, gökyüzünde uçağıyla, tek baĢına, çok tehlikeli bir

dikey takla deniyordu; kendisine bunu, ünlü uçak can-bazı ve Birinci Dünya SavaĢı kahramanı, Rus prensi

Andrcy Kachurin, Gatchina'da öğretmiĢti. Ama bir terslik vardı; öyle görünüyordu ki küçük Blenda kontrol dıĢı

bir dalıĢa geçmiĢti. Kralın uçağının gerisinde, biraz daha yukarıda çift kanatlı Caudron uçağının içinde Albay

Gusev (o zamana kadar Rahl Dükü) ve Kraliçe, baĢlangıçta soylu ve yüce görünen ama sonra baĢka bir Ģeye

dönüĢen bu manevraların ilginç anlarını fotoğraf makinesiyle saptıyorlardı.Son anda Kral Alfin, uçağını

düĢmekten kurtardı; yeniden yerçekimine egemen oldu ama hemen ardından koca bir otelin yapı iskelesine

toslayıvcrdi; otel, sahildeki çalılığın ortasında, sanki kralın yoluna dikilsin diye, yapılmaktaydı. Bu

tamamlanmamıĢ ve barsaklan iğrenç biçimde dökülmüĢ yapıyı Kraliçe Blenda yıktırarak yerine zevksiz bir anıt

diktirdi; bu granitten anıtın tepesine bronzdan, var olmayan modelde bir uçak kondurulmuĢtu. Korkunç olayı

belgeleyen fotoğrafların büyütülmüĢ, parlak baskılarını bir gün sekiz yaĢındaki Charles Xavier, kitap dolabının

çekmecesinde buldu. Bu benzi solmuĢ resimlerin bazılarında, ĢaĢılacak kadar kaygısız pilotun omuzlarıyla deri

baĢlığı görünüyordu; sondan bir önceki resimde ise, kazayı bulanık bir beyazlıkla saptayan resimden önce

yani, pilot, zaferini duyurmak ve seyredenleri rahatlatmak için bir kolunu kaldırmıĢtı, tam çarpacağı anda.

Çocuk, bu resimleri bulduktan sonra korkunç düĢler gördü; ama annesi, onun bu cehennem sahnelerini

görmüĢ olduğunu hiçbir zaman anlamadı.

Annesini az çok anımsıyordu: Ata binen, uzun boylu, iri, sağlam yapılı, kırmızı yanaklı bir kadın. Kuzenlerinden

biri onu, saygıdeğer bay Camnbell'in koruyuculuğu altında oğlunun güvenlikte ve mutlu olacağına

inandırmıĢtı. Bay Campbell, görevlerinin bilincinde olan küçük prenseslere kelebekleri germe yöntemlerini ve

Lord Ronald'ın Ağıtı'n&m hoĢlanmayı öğretiyordu. Deyim yerindeyse, kitap kurtlarını incelemekten tutun da,

ayı avlamaya kadar bir sürü boĢ uğraĢın portatif sunağında, kendi yaĢamını kurban etmiĢti. Yolda yürürken

Mac-beıh'i baĢlan sona ezbere okuyabilirdi; ama görev ahlakına sahip değildi, hanımları beylere yeğ tutardı,

Zembla aıcĢkrallığının sorunlarına bulaĢmak istemezdi. Ülkede on yıl kaldıktan sonra 1932'de, baĢka ilgi

89

alanları bulmak üzere gitti. O yıllarda Prens'imiz on yedi yaĢına basmıĢtı; zamanının bir kısmını Ûniversite'ye,

bir kısmını da kendisine bağlı alayla ilgilenmeye ayırmıĢtı. YaĢamının en mutlu dönemi, bu yıllar olmuĢtur.

Hangi uğraĢın daha zevkli olacağına karar veremiyordu: ġiir sanatının - özellikle Ġngiliz Ģiirinin - incelenmesi

mi, törenlerde hazır bulunmak mı yoksa maskeli balolarda oğlankızlarla ve kı-zoğlanlarla dansetmek mi?

Page 44: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Annesi, 21 Temmuz 1936'da birdenbire öldü, soydan gelen bir kan hastalığı yüzünden; hastalığın niteliği an-

laĢılamıyordu. Ġki gün önce kadının durumu çok daha iyiydi. Charles Xavier ise Grindelwod'da Dükün Kubbesi

diye bilinen yerde düzenlenen baloya gitmiĢti o gece: Ģimdilik, spordan sonra dinlenmek amacıyla, karĢı

cinslerin bir araya geldiği bu resmi balolara katılıyordu. Sabaha karĢı saat dört sularında, güneĢ ağaçların

tepelerini ve Faik Dağının pembe konisini tutuĢtururken Kral, sarayın kapılarından birinin önünde, güçlü

arabasını durdurdu. Hava öylesine yumuĢak, ıĢık öylesine tatlıydı ki Kralla yanındaki üç arkadaĢı, konuklara

ayrılan Pavonian KöĢkü'ne ıhlamur korusunun içinden yürüyerek gitmeye karar verdiler. Birbirlerine platonik

bir yakınlık duyan Kral'la Otar, frak giymiĢler, ama silindir Ģapkalarını anayolun yellerine kaptırmıĢlardı.

Karanlığın ve aydınlığın keskinleĢtirdiği uçurum ve düzlükten oluĢmuĢ düzgün manzarada bu dört kiĢi, genç

ıhlamurların altında dikilirlerken, beklenmedik bir Ģeyle karĢılaĢıp çarpıldılar. Zarif, kültürlü bir pengueni

andıran, koca burunlu, seyrek saçlı Otar, iki sevgilisini de yanında getirmiĢti: On sekiz yaĢındaki Fi-falda

(onunla daha sonra evlendi) ve on yedi yaĢındaki Fleur (ilerideki sayfalarda yer alan iki notta da onunla

karĢılaĢacağız); kızların annesi Countess de FylerP2^ Kraliçe'nin, yanında bulundurmaktan en hoĢlandığı

hanımefendiydi. Bu resim, istense de unutulamıyor; zamanın ileri bir noktasında durup geriye bakıldığında,

insanın yaĢamının bir an içinde nasıl tümden değiĢtiği hemen görülüyor. ĠĢte Otar, kraliçe'nin dairesinin uzak

pencerelerine, ĢaĢkınlık içinde, bakıyor; iki kız da, yanyana duruyorlar, ince bacaklarıyla, parıltılı giysileriyle,

yavru kedilcrinkini andıran pembe burunlarıyla, uykulu yeĢil gözleriyle; küpeleri, güneĢin yangınından parçalar

yakalıyor, bırakıyordu durmadan. Sarayın bu giriĢinin yakınında, her zamanki gibi, birkaç insan vardı; önünden

bir yol geçer, Doğu karayoluna ulaĢırdı. Nöbetçi kulübesinde bunalan, traĢsız, karanlık, genç nailden (gecenin

çocuğu), kendisini

(72) Fyler Kontesi. - Çcv.

90

buradan kurtaracak olan nöbetçiyi bekliyordu; henüz gelmemiĢ olan nöbetçinin annesi, piĢirdiği çöreğiyle, bir

taĢa oturmuĢ, pencereden pencereye ilerleyen zayıf ıĢıkları kadınca bir hayranlıkla seyrediyordu; iki iĢçi,

bisikletlerini tutarak, öylece ayakta, bu ĢaĢırtıcı ıĢıklara bakıyorlardı; posbıyıklı bir sarhoĢ, sallanarak dolaĢıyor,

ıhlamur ağaçlarına tosluyordu. YaĢamın böyle yavaĢlama anlarında, önemsiz Ģeyler farkediliyor. Kral, iki

bisikletin gövdesine kızılımsı bir çamurun bulaĢmıĢ olduğunu ve ön tekerleklerinin, birbirlerine paralel

biçimde, aynı yönde döndüklerini gördü. Birden, leylak çalılıklarınınn arasındaki dik patikadan - Kraliçenin

dairesini dıĢarıya bağlayan en kısa yoldan - aĢağı Kontes, uzun entarisinin eteğine ayakları lakıla takıla

koĢmaya baĢladı; tam o anda da, sarayın öbür yanından, meclis üyelerinin yedisi birden, görkemli

kıyafetlerinin üzerinde üzümlü kekleri andıran niĢanlarıyla, taĢ basamaklardan kasıntılı bir aceleyle iniyorlardı;

Kontes, karĢısında saygıyla dizilen bu adamların yüzüne önemli haberi tükürdü. SarhoĢ, 'Karlie-Garlie'

hakkında açık saçık bir türkü söylemeye baĢladı, sonra karanlık bir hendeğe yuvarlandı. Büyük bir sarayın

çeĢitli özelliklerini, bir Ģiir için yazılmıĢ kısa açıklamalarda ayrıntılarıyla belirtmek kolay değildir; bu güçlüğü

bildiğimden, Haziran ayında John Shade'e, açıklamalarımın bazılarında (örneğin 130'ncu dizeyle ilgili

notumda) değineceğim olayları anlattığım sırada daha iyi anlaması için, Onhava Sarayının odalarını, ta-

raçalarını, burçlarını, güzel bahçelerini gösteren ustalıklı bir plan çizdim. Büyük (boyutları otuz ve yirmi inç)

mukavvadan bir levhaya renkli mürekkeplerle ve özenle çizilen bu resim, yok edilmcmiĢse ya da

çalınmamıĢsa, en son Temmuz ayında gördüğüm yerde olmalıdır, yani meyve odası dedikleri odaya açılan

küçük koridorun duvar oyuğunda, büyük siyah bir ağaç gövdesine tutturulmuĢ olarak, eski çamaĢır

makinesinin karĢısında. Orada değilse, Shade'in üst kattaki çalıĢma odasında bulunabilir. Bu konudaki

mektuplarıma bayan Shade yanıt vermemiĢtir. Plan kaybolmamıĢsa, bayan Shadc'dcn rica ediyorum, sesimi

yükseltmeden ve iyice küçülerek; Kral'ın en aĢağı uyruklarından biri, elinden alınan haklarının hemen geri

verilmesini nasıl küçülerek dilerse, öyle (plan benimdir; üzerinde, 'Kinbotc' adından sonra, satrançtaki siyah

Ģahın tacından bir iĢaret vardır) ; planı iyice paketleyerek, ambalajın üzerine bükülmeyecek diye yazarak,

taahhütlü postayla yayımcıma göndersin; bu kitabın daha sonraki basımlarına bir örneğinin konması için.

Artık tüm gücüm tükenmiĢ bulunuyor; Ģu kor-

91

kunç baĢağnlarım, yeni bir plan çizmek için belleğimi ve gözlerimi zorlamama olanak vermiyor. Siyah ağaç

gövdesi, daha büyük bir kahverengi gövdenin üzerindedir ve yanılmıyorsam içi doldurulmuĢ bir tilki ya da

kurt var ayrıca, onlarla birlikte aynı karanlık oyukta.

79. Dize: GeçmiĢ zaman tutkunu

Page 45: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

ġiirin taslağında, bu dizenin yakınında, sayfa kenarına yazılmıĢ iki dize var, ama yalnızca birincisi okunabiliyor.

ġöyle: "AkĢam, günü övme vaktidir"

Hiç kuĢkum yok; arkadaĢım, karısıyla birlikte benden, mutlu anlarımda iĢittikleri bazı dizeleri özetlemeye

çalıĢmaktadır; Zembla'nın Ģairi Elder Edda'dan, Ġngilizceye kimin çevirdiğini (Kirby olabilir mi?) bilmediğim

güzel bir dörtlüğü sık sık okurdum; Shade bunları tek dizeye sığdırmıĢtır. Sözkonusu dörtlük Ģöyleydi: Bilge,

günü över akĢam olunca, Kan, göçüp gidince, Buz aĢılınca, gelin Devrilince, ve at yorulunca.

80. Dize: Yatak odam

Prensimiz, Fleur'ü kızkardeĢiymiĢ gibi severdi; ona bu tür bir sevgi duymasının nedeni, akrabayla zina etme

düĢkünlüğü değildi kuĢkusuz, gizli bir eĢcinsellik de değildi. Kızın küçük, solgun yüzünde elmacık kemikleri

çıkık, gözleri parlaktı; kıvırcık siyah saçlıydı. Bir söylentiye göre, sosyetenin heykelcisi ve Ģairi Arnor, elinde

Cinderella'nın porselen fincanı ve terliği, aylarca dolaĢtıktan sonra, aradığını kızda buldu, onun göğüsleriyle

ayaklarını Lilit P3^ Adem'i Çağırıyor yapıtında kullandı; ama bu ince iĢlerden hiç anlamam ben. Sevgilisi olan

Otar anlatırdı: Fleur'ün arkasından yürüdüğünüzde, o da sizin arkasından yürüdüğünüzü farkelliğinde, zarif

kalçaları artistik bir salınım tuttururdu, daha sonra boğazlanacak olan Parisli özel pe-zevenklerden özel

okullarda dans dersi alan Arap kızları gibi. Zarif salınımlarla yürürken birbirine sımsıkı yapıĢtırdığı narin

ayakbilekleri, sevgilisinin dediğine göre, Arnor tarafından yazılan miragarl (serap kız) Ģiirinde 'eĢsiz

mücevherler' diye anılmaktadır ki 'zaman çöllerinde düĢlerin Ģeyhi, onları ele geçirmek için üç yüz deveyle üç

pınarı gözden çıkarır.'

(73) Yahudi inancına göre Lilit, Adem'in ilk karısıydı; Havva, onun elinden Adem'i aldı, o zaman Lilit kötü bir

cine dönüĢtü.-Çev.

92

On sâgaren werem tremkfn tri stâna Verbâlala wod gev ut tri phantâna (Vurgulu heceleri iĢaretledim.)

Prens, tümünü belki de kızın annesinin yönlendirdiği bu kitsch söylentilerini önemsemiyordu; yine de bu

söylentiler, buraya ak-tarıldıysa bu, Fleur'ün ya'nızca bir kardeĢ olarak görülmesindendir: Mis gibi kokan,

modaya göre giyinen bir kız; boyalı boyalı so-murturdu; anlatmak istediğinin pek azını açığa vurmasına

elveren, Fransızlara özgü bulanık bir anlatımı vardı. Sinirli, geveze Kontes'e karĢı takındığı soğukkanlı kabalık,

Prens'in hoĢuna giderdi. Prens, bu kızla (yalnızca onunla) dans etmekten zevk duyardı. Kız onun elini ok-

Ģadığında ya da açık ama sessiz dudaklarını onun, sabaha karĢı balo bitmiĢken bulanık ıĢığın islendirdiği

yanağına bastırdığında Prens, kıvranır dururdu, sıkıntıyla. Flcur, daha erkeksi zevkler uğruna onun tarafından

terkcdildiğinde, hiç üzgün görünmüyordu; sonra onunla yeniden, bir arabanın karanlığında ya da bir

kabarenin yarı-kızıllığında buluĢtuğunda, kendisini bir yeğen gibi öpen adamın dudaklarında, gizlemeye

çalıĢtığı çift anlamlı bir gülümseme beliriyordu.

Kraliçe Blenda'nın ölümünden Prensin taç giymesine kadar geçen kırk gün, onun yaĢamının belki en gerilimli

dönemiydi. Annesini hiç sevmemiĢti; kendisini bunaltan umutsuz ve çaresiz vicdan azabı, giderek yozlaĢıp

annesinin hayaletinden korkma biçiminde bedensel bir hastalığa dönüĢlü sonunda. Bütün bu süre içinde

kendisine dost görünen Kontes, onu, usta bir Amerikalı medyumun katılacağı masa seanslarına götürdü; bu

seanslarda Kraliçenin ruhu, ölümünden önce Thormodus Torfaeus ve A.R. Wallace ile çene çalmakta

kullandığı planĢeti^74) çalıĢtırarak, hızla Ģunları yazıyordu: 'Charles sev sev aĢkı çiçeği çiçeği.' Kontesin verdiği

rüĢvetle, içinin çürüklüğü dıĢına vurmuĢ, çürük armut gibi, yaĢlı bir psikiyatrist, Prensi Ģuna inandırdı: Prensin

günahları, bilinç allında, annesini öldürmüĢtü ve eĢcinsellikten vazgeçmemesi halinde, bu günahlar,

öldürmeye devam edecekti annesini 'Prensin içinde.' Saray entrikası, ağını germiĢ örümcek gibidir; her

umutsuz çırpınıĢınızda sizi daha kötü yakalar. Prensimiz gençti, deneyimsizdi, uyuyamamakıan dolayı

sersem gibiydi. Fazla di-

(74) PlanĢet, üçgen ya da yürek biçiminde bir levhadır; iki köĢesinden tekerleklere, üçüncü köĢesinden de

dikey bir kaleme dayanır; parmakla hafifçe dokunulduğunda bu aracın sözcükler yazdığına inanılırdı. - Çev.

93

renemedi. Kontes, onun kahyasını, koruma görevlisini, teĢrifatçısını ve birçok saray görevlisini satın almak için

bir servet harcadı. Anıtsal, yüksek Güney Batı Kulesi'nin en üst katındaki daire biçiminde, geniĢ, gösteriĢli

bölümde Prens kalıyordu; onun yatak odasına bir kapıyla bağlı olan küçük odada yatmaya baĢladı Kontes.

Prensin kaldığı yer, eskiden babasının sığınağı, yalnız baĢına dinlenmeye çekildiği yerdi; eskiden olduğu gibi,

burası, duvarda açılan hoĢ bir geçitle, aĢağı kattaki salonun yuvarlak yüzme havuzuna bağlıydı; öyle ki genç

Prens güne, babası gibi baĢlayabiliyordu: Ranzasının arkasındaki levhayı kaydırınca, açılan geçide

Page 46: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

yuvarlanıvcriyor, oradan da dosdoğru berrak suyun içine düĢüyordu bir anda. Uykunun dıĢındaki

gereksinmelerini karĢılamak istediği zaman, Charles Xavier, Iran halısıyla kaplı bir yerin ortasında otururdu;

koskacaman, oval, gösteriĢli fırfırlarla çevrelenmiĢ, saten bir yastık, ama üç yatak büyüklüğünde. Bu geniĢ

yuvada uyuyordu artık Flcur, ortadaki çukurlukla kıvrılarak, dev bir panda kürkünün altında; bu kürkü, Prensin

taç giyme töreni için, Tibet'ten bir grup Asyalı, iyi dileklerini sunmak üzere, daha geçenlerde aceleyle

getirmiĢti. Kontes'in yerleĢtiği küçük oda, kendi iç merdivenine ve banyo odasına sahip olmakla birlikte,

kayarak açılan bir kapı aracılığıyla Batı Galcrisi'ne bağlanıyordu. Fleur'e annesi nasıl bir öğüt ya da buyruk

verdi, bilemiyorum; ama bizim küçük, pek kötü bir ayartıcı oldu. Sessizce, bir gerizckalı gibi, bıkmadan, kırık

bir aĢk viyolasını onarmaya çalıĢıyor ya da üzgün bir pozda oturarak, eski zamanlardan kalma iki flütü

birbiriyle karĢılaĢtırıyordu; ikisi de mutsuzluğun ezgisini üfleyen, gücü tükenmiĢ flütler. O sırada Charles Xa-

vicr, Türk giysisiyle, babasının geniĢ sandalyesinde sallanıyordu, bacaklarını sandalyenin bir koluna dayayarak;

Historia Zemblica'mn bir cildine dalmıĢ, oradan bazı bölümleri kopya ediyor, arada bir sandalyenin dibindeki

gizli köĢelerden bir çift eski sürücü gözlüğü, siyah bir opal yüzük, gümüĢlü çikolata kağıdından bir top, ya da

nerden geldiği belirsiz bir yıldız avlıyordu.

AkĢam güneĢi odayı ısıtıyordu. Nikahsız evlilik gibi görünen gülünç beraberliklerinin ikinci gününde Flcur,

düğmesiz ve kolsuz bir gömlekten baĢka Ģey giymemiĢti üzerine. Kızın dört çıplak uzantısıyla üç fareçukuru

(Zcmbialının vücut yapısı) Prensin sinirine dokunuyordu; taç giyme törenindeki konuĢmasını tasarlarken

odada gezindiği sıralar, kıza çarpıyordu (yüzüne hiç bakmıyordu) ya da onun donuna, havlu hırkasına

rastlıyordu. Bazan, rahatlatıcı eski sandalyeye

94

geri döndüğünde, kızı orada oturmuĢ buluyordu, tarih kitabındaki bir bogtur (eski zaman savaĢçısı) resmine

üzgün üzgün dalmıĢ durumda. Onu sandalyeden dıĢarı süpürüyordu, gözlerini elindeki yazılı kağıtlardan

ayırmadan; Fleur geriniyor, sonra pencerenin önündeki koltuğa, tozlu güneĢ ıĢığının altına oturmaya

gidiyordu; ama çok geçmeden gelip Charles'a sarılmaya çabalıyor, delikanlı onun siyah bukleli, çukur dolu

kafasını bir eliyle ilmek zorunda kalıyor, öbür eliyle ise yazmayı sürdürüyor ya da onun küçük, pembe tırnaklı

pençesini kolundan, kemerinden söküp uzaklaĢtınyordu, parmaklarını tek tek ayırarak.

Geceleyin Flcur'ün varlığı, öldürmüyordu uykusuzluğu; ama en azından, Kraliçe Blcnda'nın inatçı hayaletini

yaklaĢtırmıyordu. Prens, bitkinlikle uyuklama arasında bocalarken, boĢ iĢlerle oyalanıyordu; sözgelimi,

yataktan kalkıyor, Flcur'ün çıplak omuzuna vuran zayıf ay ıĢığını söndürmek amacıyla bir sürahiden azıcık

soğuk su döküyordu kızın üzerine. Kontes ise, ininde yüksek sesle horluyordu. Prens, uykusuzluğun bekleme

odasından, arada bir uyuyakaldığı bu yerden, bitiĢikteki karanlık, soğuk galeriye geçiyorduk ^ orada, kilitli

kapının ilerisinde, renkli mermer zeminli, sütunlu derinliklerde içoğlanları, sürüyle, uyuklayarak ya da

inleyerek, yığılmıĢlardı; Troth'tan, Tos-cana'dan, Albanoland'dan getirilmiĢlerdi.

Prens uyandığında, elinde tarakla Fleur'ün dikildiğini görürdü kendisinin - aslında dedesinin - boy aynasının

karĢısında; olağandıĢı görüntüler yaratan bu ayna, dipsiz parlaklığın oluĢturduğu bu triptik, yapımcısı Bokay'lı

Sudarg'ın elmasla çizilmiĢ imzasını taĢıyordu. Kız, bu aynanın karĢısında dönüp duruyordu: Gizemli bir

yansıma oyunuyla, sonsuz sayıda çıplak kız birikmiĢti aynanın derinliğinde; zarif, hüzünlü kızlardan meydana

gelmiĢ çelenkler, berraklığın içinde uzaklaĢtıkça küçülüyorlar, ya da bu çelenkler parçalanarak tek tek su-

pcrilerine ayrılıyorlardı, ki bazıları, kızın mırıltılarından anlaĢıldığına göre, kendisinin ninelerinin gençliklerini

andırıyor olmalıydı: dibi gözle görülecek kadar sığ sularda, saçlarını tarayan basit köy kızları; daha derinlerde

ise, masalların azgın denizkızları; daha derinlerde ise, hiçbir Ģcy.<76)

(75) DüĢ görüyordu. - Çev.

(76) Aynada görüntülerin giuikçe küçülmesiyle sulann gittikçe derinleĢmesi arasında paralellik kurulmuĢtur. -

Çcv.

95

Üçüncü gece, iç merdivenlerden, ayak sesleriyle silah Ģangırtılarının oluĢturduğu büyük bir gürültü duyuldu,

sonra birden içeriye Konsey BaĢkanıyla üç milletvekili, yeni muhafız alayının komutanı giriverdi. ĠĢin tuhafı, bir

kemancı torununun kraliçe yapılmak istenmesi, en çok, milletvekillerini çileden çıkarmıĢtı. Böylece Charles

Xavier'nin Fleur'le yaĢadığı günahsız aĢk serüveni sona erdi. Tatlı bir kızdı; nazik yaratılıĢlı köpek, yabancı

türden yaratıkların çirkin kokularına katlanamazsa da, bazı kediler kendisini iğrendirmeyebilir. Beyaz

bavullanyla çağı geçmiĢ kemanlarını alıp, iki hanımefendi, sarayın ek binasına yollandılar. Kurtarıcı, hoĢ bir

Page 47: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

tıngırtının ardından, küçük odanın kapısı, sevinçli bir çatırtıyla kaydırılıp açıldı ve içeriye yuvarlandı bütün

putti1-77^ kalabalığı.

Charles, on üç yıl sonra, 1949'da Payn DüĢesi Disa ile evlenince çok daha sarsıcı bir serüven yaĢadı;

evlenmeleri, 275. dizeyle ve 433 -434. dizelerle ilgili notlarda anlatılmıĢtır; buraya, Shade'in Ģiirinin

yorumcusu, tam zamanında ulaĢacaktır, aceleye gerek yok. Birbirinin peĢinden serin yazlar geldi, geçti. Zavallı

Fleur, pek farkedilmese de, yakınlarda dolanıyordu. Disa onu, Kontesin ölümünden sonra arkadaĢ edindi. YaĢlı

kadın, 1950'de açılan Cam Hayvanlar Sergisi'nde, yangın çıkınca, koĢuĢturma sırasında ölmüĢtü. Serginin bir

bölümü yangınla yok olunca, iĢçi örgülü üyesi olmayan kundakçıların ya da en azından onlara benzetilen

kiĢilerin (Danimarkalı iki ĢaĢkın turistin) linç edilmesi için Gradus, itfaiyecilerin ortalığı temizleyip yer açmasına

yardım etmiĢti. Genç Kraliçemiz, solgun yüzlü nedimesine karĢı anlaĢılmaz bir yakınlık duyuyor olmalıydı. Kral,

kızı zaman zaman, bir pencerenin yanında, dıĢardan vuran ıĢıkla bir konser programını okurken görürdü;

bazan da onun, B Katı'nda madensi bir Ģeyle çaldığı ezgileri duyardı. Kralın bekarlık yıllarındaki güzel yatak

odası, 130. dizeyle ilgili notta yeniden anılmıĢtır; ama bu kez, cansıkıcı ve gereksiz Zembla Dcvrimi'nin ilk

yıllarında geçirdiği 'zevkli tutsaklık' hücresi olarak.

85. Dize: Ki Papa'yı görmüĢtür

X. Pius, Guiseppe Melchiorre Sarto, 1835 - 1914; Papalık yılları 1903 - 1914.

(77) «l>utto»'nun çoğulu (Ġtalyanca). «Putto» (oğlan çocuk). Romalıların aĢk tanrısı Kupidon'un, Rönesans

döneminde resim ve heykelde somuılandınlan biçimidir.

96

86.- 90. Dizeler: Maud hala

Maud Shade, 1869 - 1950, Samuel Shade'in kızkardeĢi. Öldüğünde, Hazel (1934 doğumlu) pek de 'bebek'

değildi 90. dizede belirtildiği gibi. Resimlerini çirkin, ama ilginç bulmuĢtum. Maud hala, evlenmemiĢ bir kıza

hiç benzemiyordu; kapıldığı kabalık ve taĢkınlık krizleri, New Wye'in nazik bayanlarını ürpertmiĢ olmalıdır.

90.- 93. Dizeler: Odası

Taslak Metinde, bu dizeler Ģöyleydi:

....................................................Odası

Sağlığındaki gibi duruyor, EĢyaları, bize göre, Kendisine özgü Ģeylerdi: mezar yaprak (Ay Böceğinin cansız,

buruĢmuĢ kozası)

Burada değinilen Ģey, benim sözlüğümde 'iri ve kuyruklu, açık yeĢil, bir pervane; tırtılları, ceviz ağacında

yaĢar.' diye tanımlanıyor. Shade tarafından bu bölümün değiĢtirilmesinin nedeni, sanıyorum, güvesinin adının,

sonraki dizede geçen 'Ay' ile çatıĢmasıdır.

97. Dize: EĢyalar

Bunların arasında bir albüm vardı ki sayfalarına Maud hala, belli bir dönemde (1937-1949), farkında olmadan

gülünç ve kaba olanlarını kestiği kupürleri yapıĢtırmıĢtı. Bu dizinin birinci ve sonuncu kupürlerini görmeme

Shade bir gün izin verdi. Sözkonusu kupürler arasında, her nasılsa, çok güzel bir uyum var, diye

düĢünmüĢtüm o zaman. Ġkisi de aynı aile dergisinden, Life'tan üremiĢti; bu dergi, haklı olarak, aile dergisi diye

ünlenmiĢti ki bu da, erkek cinselliğinin gizleri konusunda pek çekingen davranmasından kaynaklanıyordu;

böylece, bu ailelerin ne denli uyarılmaya yatkın ve ne derecede Ģehvete düĢkün oldukları anlaĢılabilmektedir.

Kupürlerin ilki, derginin 10 Mayıs 1937 günlü sayısının 67. sayfasından kesilmiĢ bir reklâm; Pantolon Kancaları

(oldukça kavrayıcı, acıtıcı bir ad bu; söz aramızda). Resimde, bedeninden erkeklik fıĢkıran genç bir beyefendi,

baygın bayanların arasında durmaktadır, altta Ģöyle bir yazı: Pantolonunuzun önünün böylesine etkileyici

oluĢu sizi ĢaĢırtacak. Derginin 28 Mart 1949 günlü sayısının 126. sayfasından kesilen ikinci resimde, Hancs

Ġncir Yaprağı Külotlan'nın reklâmı yapılıyordu; çağdaĢ Havva, yeni dikilmiĢ bilgi ağacının arkasından genç

Adem'i dikizliyordu hayranlıkla; ona yan gözle bakan Adem ise, sıradan ama temiz iççamaĢırları giymiĢti;

reklâm edilen külotunun önü, göze çarpacak biçimde karartılmıĢtı;

97

Hiçbir Ģey, incir yaprağını delemez diye bir reklâm sözü vardı resimde.

Sahte Cupid'lerden^78) oluĢmuĢ yıkıcı bir çete var, kesinlikle var ve bu tombul, tüysüz cinleri ġeytan

görevlendirdi, kutsal yerlerde iğrenç Ģeyler yapsınlar diye.

92. Dize: Kağıttutan

O eski korkuların yarattığı hayal, ĢaĢılacak biçimde, Ģairimize görünmüĢtür. Onun bir Ģirini kesip saklıyorum;

antikacı dükkânında ayrıca, turistlerin hayran kaldığı bir manzara var:

Page 48: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

DAĞ GÖRÜNTÜSÜ

Dağla gözün arasına Uzaklığın ruhu, çekiyor Mavi özlem tülünden perdeyi, Gökyüzünün gerçek kumaĢını

Meltem ulaĢıyor çamlara; bense Katılıyorum genel övgüye.

Ama hepimiz biliyoruz, böyle süremez, Dağ güçsüzdür, bekleyemez— Yeniden biçimlendirilip cam kaba

konsa bile Benim içimde; kağıttutanın iç'indeymiĢcesine.

98. Dize Seyyar Satıcının Güvercininde

Keats'in Amerika'da sık sık anılan ünlü sonnet'sinin baĢlığına gönderme yapılmıĢ; ama dizgici dalgınlıkla bu

sözcükleri baĢka bir metinden, bir spor karĢılaĢmasıyla ilgili tümceye aktardığı için gülünç bir ifade ortaya

çıkmıĢ.BaĢka önemli dizgi yanlıĢlannı 802. dizeye iliĢkin notta göstereceğim.

101. Dize : Özgür insan Tann'ya gereksinmez

Ġnsan yaratıcılığının tarihinde, sayısız düĢünür ve Ģairin akıllarının

(78) Cupid, eski Roma'da cinsel aĢk tanrısı; yay ve ok taĢıyan bir .erkek çocuğu biçiminde düĢünülürdü. —

rÇev.

98

özgürleĢmesinde dinin, engelleyici olmaktan çok geliĢtirici olduğu gözden kaçırılmazsa, bu sıradan özdeyiĢin

doğruluğunun sorgulanması gerekir. (Ayrıca 549. dize için yazdığım nota bakınız.)

109. Dize : Irissel bulut

GökkuĢağı renklerine bürünmüĢ bulutçuk; Zembla dilinde mu-derperlwelk; 'irissel bulut' terimi, sanıyorum,

Shade'in kendi uydurması. Temize çekilmiĢ metinde (9. kart, 4 Temmuz) bu terimin yukarısına, Ģair tarafından

kurĢun kalemle 'Tavus-kılı' yazılmıĢ. Tavus-kılı, bir tür yapma sinek olup 'kızılağaç' diye de anılır. Bu motor

üssünün sahibi olan bir balık avı hastasının bana yaptığı açıklama böyle. (Ayrıca 634. dizedeki 'tuhaf sedefli

ıĢınlar' ifadesine bakınız.)

119. Dize: Dr. Sutlon

Bir adın baĢındaki 'Sut' ile bir baĢka adın sonundaki 'ton' heceleri alınıp birleĢtirilerek 'Sutton'

oluĢturulmuĢtur. Emekliye ayrılan iki ünlü doktor, bizim bulunduğumuz tepede oturuyorlardı, ikisi de

Shade'in eski dostuydular; birinin kızı, Sybil'in kulübünde baĢkandı. Benim, 181. ve 1000. dizelere iliĢkin

notlarımda canlandırdığım, Dr. Sutton'dur. Aynı ad, 986. dizede de geçmektedir.

720.—121. Dizeler : BeĢ dakika, kırk onsa eĢitti, vs.

Sayfanın sol kenarında, bu satıra paralel olarak: 'Orta Çağ'da, bir saat, 480 ons ince kuma ya da 22560 atoma

eĢitti.'

Bu tümceyi ya da beĢ dakika, yani üçyüz saniye konusunda Ģairin hesaplamasını inceleyip doğruluğunu

saptayabilecek durumda değilim; çünkü 480'nin 300'e bölünme iĢlemini filan, kavrayamam, belki

yorulduğumla kalırım. John Shade'in bunları yazdığı gün (4 Temmuz), SilahĢor Gradus, Zembla'dan ayrılmaya

hazırlanıyordu; dünyanın öbür yanına geçerek, her Ģeyi yüzüne gözüne bulaĢtıracaktı. (181. dizeyle ilgili nota

bakınız.)

130. Dize : Tek bir topa bile tekme atmadım, raket sallamadım.

Doğrusu, ben de futbolda ve krikette baĢarılı olamadım; ama iyi bir biniciyim, kurallara uymasam da hızlı bir

kayakçı, yetenekli bir pa-linajcıyıin, ayrıca becerikli bir güreĢçi, korku bilmez bir dağcıyım.

Taslakla, 130. dizenin ardından, dört dize geliyor ama Shade bun-" lan, Ģiirin son biçimine almadı, Ģiirsel akıĢ

kesilmesin diye (131. dizeyle devamı).

99

Bu yanlıĢ baĢlangıç, Ģöyleydi:

Oynarken çocuklar Ģatoda, bulurlar

Oyuncaklarla dolu eski dolapta

Hayvanların, maskelerin arkasında, kayan bir kapı

[dört sözcük karalanmıĢ, okunamıyor.] gizli bir geçit—

iliĢki, belirsiz kalmıĢtır. Sanırım, Ģairimiz,yeniyetmeliğindeki baygınlık anlarında gizemli bazı gerçeklere,

tökezleyerek yaklaĢmıĢ olduğunu belirtmek istemiĢtir. Bu dizeleri Ģiirden attığına nasıl üzülüyorum,

anlatamam. Üzüntüm, bu dizelerin benzersiz güzelliğinden değil yalnızca, aynı zamanda Shade'in benden

edindiği bir Ģeye dayanarak canlandırdığı görüntünün de böylece yitip gitmiĢ olmasındandır. Zembla'nın son

kralı Charles Xavier'nin serüvenlerini ve arkadaĢımın bu öykülere ne büyük bir ilgi gösterdiğini, notlarımda

Page 49: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

daha önce anlatmıĢtım. Bu olayın değiĢik bir biçiminin yazılı olduğu dizin kartı, 4 Temmuz tarihlidir ve

Shade'le birlikte günbatımında New Wye'in ve Dulwich'in mis kokulu sokaklarında gezindiğimiz zamanlar

benim anlattıklarımın eksiksiz bir yansımasıdır. 'Biraz daha anlat bana' derdi arkadaĢım, boĢ piposunu kayın

ağacına vurarak; gökyüzünde renkli bulut sallanıp dururken, uzaktaki tepenin üzerinde ıĢıklan yanmıĢ evde

Bayan Shade rahatça oturup video filmi seyrederken ben, arkadaĢımın isteğine sevinçle boyun eğerdim.

Ayaklanmanın ilk aylarında Kral'ın kendisini nasıl bir tuhaf duruma düĢmüĢ hissettiğini, anlaĢılır bir ifadeyle

Shade'e anlatmıĢtım. Kendisini bir satranç oyununda tek bir siyah taĢ olarak duyumsamak, kralın hoĢuna

gidiyordu; öyle ki, satranç problemleri kuran bir kimse onu, yalnız kral tipi çözümde kullanılmak üzere köĢede

bekleyen kral diye adlandırabilirdi. Kralcılar ya da en azından Ilımlı Demokratlar devletin modern bir tiranlığa

dönüĢmesini önleyebilirlerdi; ama bunun için, güçlü bir polis devletinin ancak birkaç deniz mili öteden

Zembla Devrimine pompaladığı kirli altınla ve robot sürüsüyle baĢa çıkabilmeleri gerekliydi. Durumun

umutsuzluğuna karĢın Kral, tahtını bırakmayı reddediyordu. Kibirli ve somurtkan, bir tutsak olarak, taĢtan

sarayına hapsedilmiĢti; Sarayın köĢesindeki küçük kuleden dürbünle bakıldığında, masalsı bir spor derneğinin

yüzme havuzuna a» lyan kıvrak delikanlılar görülebiliyordu ve cennet kadar uzakta, toprak bir alanda Bask

antrenörle tenis oynayan, eski moda fanila giysili ingiliz elçisi. Nasıl da apaçık görünüyordu dağlar;

gökkubbenin batısına nasıl bir özenle çizilmiĢlerdi!

100 JL

Her gün, sisle kaplı kentin içinde bir yerlerde, Ģiddet, tutuklama ve idamlar patlak veriyordu; ama kentin

büyük kısmı her zamanki gibi dingin bir yaĢam sürdürmekteydi; kahvehaneler dolup taĢıyor, Krallık

Tiyatro'sunda görkemli oyunlar sahneleniyordu. Mutsuzluğun yoğunlaĢtığı tek yer, saraydı. TaĢ suratlı, dar

omuzlu komizarlai içeride ve dıĢarıda, görevli askerlere sıkı disiplin uyguluyorlardı. Yobazca bir ahlak, Ģarap

mahzenlerinin kapısını kilitlemiĢ, güney binadaki kadın hizmetçileri uzaklaĢlırmıĢtı kuĢkusuz, kraliçenin

nedimeleri de gitmiĢti, uzun zaman önce; yani Kral, Fransız Riviyerasındaki villaya Kraliçeyi sürgün gönderdiği

zaman. Tanrıya Ģükür, o korkunç günleri bu pis sarayda geçirdi hanımefendi!

Her odanın kapısında nöbetçi duruyordu. Ziyafet salonunda üç bekçi vardı; dört tanesi de kitaplığın içinde

aylak aylak geziniyordu, karanlık raflar ihanetin gölgelerini barındırırken. Sarayda bırakılan birkaç uĢağın

yatak odaları da, kendi silahlı asalaklarını barındırıyordu; bunlar, yaĢlı uĢaklarla gizlice rom içiyorlar ya da

oğlanlarla pis iĢler yapıyorlardı. GelmiĢ geçmiĢ tüm kralların eĢyalarının sergilendiği görkemli salona

girdiğinizde, artık içi boĢalmıĢ o yiğitlerin çelik zırhlarına parmak atan terbiyesizleri görürdünüz açıkça. Ve

nasıl bir kösele ve keçi kokusu sarmıĢtı, bir zamanlar karanfil ve leylak kokularının doldurduğu o havadar

odaları!

Bu korkunç konuklar topluluğu, baĢlıca iki kümeden oluĢuyordu: cahil, yaban görünüĢlü ama aslında pek

zararsız, pıule'lu acemi erler, bir de devrimin ilk ateĢinin tutuĢtuğu o ünlü Cam Fabrik,ası'ndan gelen nazik ve

az konuĢkan AĢırılar. O kiĢi, artık açıklayabilir (Paris'te güvenlik içinde olduğuna göre): bu toplulukta en

azından bir yiğit kralcı vardı ve öyle ustalıkla kimlik değiĢtirmiĢti ki, hiçbir Ģeyden kuĢkulanmayan

arkadaĢlarını sıradan taklitçiler durumuna düĢürmüĢtü. Gerçekten de, Odon, Zembla'nın en ünlü

aktörlerinden biri olup çıkmıĢtı o zamanlar; Krallık Tiyatrosunda, oyunda rol almadığı gecelerde çok alkıĢ

topluyordu. Odon'un aracılığıyla Kral, kendisine bağlı birçok kimselerle, genç soylularla, sanatçılarla,

üniversite sporcularıyla, kumarbazlarla, Kara Gül ġövalyeleriyle, eskrim kulüplerinin üyeleriyle, ve moda

dünyasının, serüvenciliğin ünlü isimleriyle iliĢki kurmaktaydı. Bir lakım söylentiler patlak vermiĢti. Tutuklunun

yakında özel bir mahkemede yargılanacağı öne sürülüyor, ama baĢkaları onun göze çarpacak biçimde bir

hapishaneye götürülürken öldürüleceğini söylüyordu. Her gün, kralın kurtarılması konusunda tasarılar ku-

101

ruluyorduysa da bunlar, pratik olmaktan çok estetik kurgulardı. Zemb-la'nın batısındaki Blawick (Mavi Koy)'un

kıyısında, bir mağarada güçlü bir deniz motoru hazır tutuluyordu; koyun arkasındaki sıradağlar, kenti

denizden ayırmaktaydı; saydam denizin taĢ duvar ve motor üzerine yapacağı yansımalar, güçlük yaratabilirdi

ama Kralı kaçırmayı tasarlayanlar, onun Ģatodan nasıl çıkacağını, çevredeki askerlerden nasıl sıyrılacağım

bilemiyorlardı.

Güney Batı Kulesi'nde, rahatlık içinde geçirmekte olduğu tutukluluğunun üçüncü ayında, bir Ağustos günü

Kral, züppe iĢi el ay-nasıyla, yüksekteki penceresinin kanadından dıĢarıya, güneĢ ıĢınlarını yansıtarak gizli

iĢaretler vermekle suçlandı. Görüntünün geniĢliği, ihanete yardımcı olmakla kalmıyor, ayrıca yukarıdan bakan

Kral'ın kendisini, aĢağı katlardaki gardiyanlardan daha üstün sanmasına neden oluyordu; suçlamalar böyleydi.

Page 50: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Bu gerekçeyle bir akĢam, Kralın gemici ranzası, sarayın aynı yanında ama birinci katla bulunan kasvetli bir

sandık odasına taĢındı. Bu oda, yıllar önce dedesi Üçüncü Thur-gus'un giyinme odasıydı. Thurgus'un 1900'de

ölmesinin ardından görkemli yatak odası, küçük bir kiliseye dönüĢtürüldü; bitiĢiğindeki oda ise, çok yüzlü boy

aynasından ve yeĢil ipekli kanepesinden yoksun bırakılarak, yoz bir Ģey durumuna düĢürüldü, yarım yüzyıldır

bu durumda, eski eĢyaların atıldığı bir oda; bir köĢede kilitli bir bavul, öbür köĢede hurda bir dikiĢ makinası...

Oda kapısının açıldığı mermer döĢeli koridor, odanın kuzey yanından ilerleyerek batısına doğru keskin bir

dönüĢ yapıp Saray'ın güneybatısında bir antre oluĢturuyordu. Tek penceresi vardı, o da sarayın güney

bölümündeki iç avluya bakıyordu. Bu pencere, bir zamanlar, üzerinde bir ateĢkuĢu ve avcı resmi bulunan

renkli camıyla, benzersiz bir düĢ dünyasıydı; ama son zamanlarda bir futbol darbesi hu görkemli orman

görüntüsünü yok etti, yerine adi cam takıp dıĢarıdan demir parmaklıkla çevirdiler. Batıdaki duvarda, beyaz

boyalı dolabın yukarısında, siyah kadife zeminli çerçevenin içinde büyük bir fotoğraf asılıydı. Kuleden iĢaret

vermekle suçlanan, kısa ömürlü, güçsüz ama binlerce kez vuran güneĢ ıĢığı, bu resmi par-laklaĢtırmıĢtı;

sözkonusu resim, Ģimdi adı anılmayan bayan sanatçı iris Acht'ın romantik profilini gösteriyordu, geniĢ ve

çıplak omuzlanyla. Söylentilere göre bu bayan, apansız öldüğü 1888 yılına dek, uzun bir zaman Thurgus'un

metresi olmuĢtu. KarĢıda, doğu yönündeki duvarda uçarı görünüĢlü bir kapı vardı; odanın koridora açılan

öbür kapısı gibi turkuvaz renkli olan ama Ģimdi sımsıkı kapatılmıĢ bulunan kapı, es-

102

kiden, ihtiyar zamparanın yatak odasına açılıyordu; kristal topuzunu artık yitirdi; iki yanına konan, bir

yerlerden sürgün gelmiĢ oyma resimler, odanın çürüme döneminden kalmadır. Bu resimler buraya

seyredilmek amacıyla konmamıĢtı; koridorların ve oturma odasının süslenme gereksinimini karĢılamak üzere

konan sıradan resimlerdi yalnızca; bir tanesi, Tenier'lerin^79^ yöntemiyle yapılan zavallı, acin-dırıcı bir Fete

Flamande^ ' resmiydi; öbürüyse, bir zamanlar çocuk odasında asılı dururdu ki buranın uykulu sakinleri,

resimdeki köpüklü dalgalara bakarlardı, hüzünlü koyunların bulanık biçimlerine bakmak yerine; Ģimdiyse bu

koyunlar açıkça görünüyorlardı.

Kral içini çekti, soyunmaya baĢladı. Portatif karyolasıyla küçük bir masa, kuzey doğudaki köĢeye, pencerenin

karĢısına konmuĢtu. Do-ğuc*a turkuvaz kapı, kuzeyde koridorun kapısı, batıda dolabın kapısı, güneyde

pencere vardı. Siyah spor cckctiyle beyaz pantolonu, eski uĢağının uĢağı tarafından alınıp götürülmüĢtü. Kral,

pijamasını giyip yatağın kıyısına oturdu. Adam bir çift deri terlikle geri geldi, onları efendisinin halsiz

ayaklarına geçirdi, eskimiĢ iskarpinleri alıp çıktı. Kralın çevrede gezinen bakıĢları, yarı açık duran pencere

kanadına takıldı. Buradan, donuk bir ıĢığın vurduğu avlunun bir bölümü görünüyordu; çitle çevrili kavağın

altındaki taĢ sırada iki asker kâğıt oynamaktaydı. Yaz gecesi yıldızsız, kıpırtısızdı; sessiz ĢimĢeklerin uzaklarda

apansız parlamalarını saymazsak. TaĢ sıranın üzerindeki fenere bir pervane, yarasa gibi körcesinc, çarpıp

duruyordu; sonunda askerin biri, Ģapkasıyla vurup onu yere indirdi. Kral esnedi; ıĢığın altında kâğıt

oynayanlar, onun gözyaĢlarının prizmasında titreĢtiler, dağılıp yok oldular. Kralın sıkkın bakıĢları, bir duvardan

öbürüne yol alıyordu. Koridorun kapısı az açıktı; nöbetçinin yaklaĢıp uzaklaĢan ayak sesleri iĢiülcbiliyordu.

Dolabın yukarısında iris Acrit, omuzlarını düz-lcĢtirdi, uzaklara baktı. Bir cırcır böceği cırladı. Yatağın yanındaki

lamba, dolabın kilidinde duran yaldızlı anahtarın üzerine ıĢığını gönderecek kadar güçlüydü, iĢte anahtarın bu

parıltısıdır ki tutuklunun beyninde görkemli bir yangın tutuĢturdu.

ġimdi, 1958 Ağustosunun ortalarından otuz yıl geriye, bir Mayıs ikindisine dönüyoruz; o zamanlar Kral,

güneĢle esmerleĢmiĢ elinin iĢa-

(79) Tenier'ler, Raman ressamları olan YaĢlı David (1582-1649) ile Genç David (1610-1690)'dir. —Çev.

(80) Flaman Festivali. —Çev.

103

ret parmağında gümüĢ yüzük taĢıyan güçlü, esmer bir oğlandı, on üç yaĢında. Annesi Kraliçe Blenda,

Viyana'ya ve Roma'ya gitmek üzere ülkeden yeni ayrılmıĢtı. O yıllarda Kralın bir çok değerli, yakın oyun

arkadaĢı vardı ama hiçbiri Rahl Dükü Oleg'le boy ölçüĢemezdi. Festivallerde— ki bizim ülkemizin Kuzeye özgü

uzun bahar mevsiminde epeyce Ģenlik günü vardı— yüksek tabakadan ailelerin geliĢmiĢ oğlanları, kolsuz

kazak, siyah tokalı ayakkabılarla kısa çorap, ve çok dar, çok kısa, bizim holinguens dediğimiz bir pantolon

giyerlerdi. Okuyucularım için, böyle giyinmiĢ oğlanların resimlerini çizebilmeyi çok isterdim (makasla

silâhlanmıĢ çocuklar için kartonlara çizilen bebek resimleri gibi.) Böylece, beynimi tüketen bu karanlık

akĢamlan biraz aydınlatmıĢ olurdum. Oğlanların ikisi de yakıĢıklıydı; uzun bacaklarıyla Varang'larur ' katıksız

örnekleriydiler. Oleg, on iki yaĢındaydı ve Dükler Okulu'nun en çarpıcı öğrencisiydi. Hamamın ortasında

Page 51: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

soyunup parıltılar saçtığında, kızlarınkini andıran zarifliğiyle sert erkekliği arasındaki keskin çeliĢki, göze

çarpardı. Kurallara düĢkün bir satirdi o. iĢte, böyle özel bir günde, akĢama doğru, güçlü bir sağnak, sarayın

bahçesinde ilkyaz yapraklarını cilalıyordu; ah, Ġran leylakları karmakarıĢık, nasıl devriliyorlar, çarpıĢıyorlardı

yeĢil bir çağlayanı andıran ametist lekeli pencere camlarının ötesinde! Çaresiz, dıĢarı çıkılmayıp içeride oyun

oynanacaktı. Oleg gecikiyordu. Acaba gelecek miydi?

Prens, değerli bir oyuncak takımını arayıp bulmaya karar verdi; daha yeni öldürülmüĢ bir kralın armağanı olan

bu oyuncak, son Pas-kalya'da Oleg'le kendisini pek eğlendirmiĢ ama sonra, bağlı oldukları zevk balonundan

kopunca müze varlıklarının unutulmuĢluğuna gömülen tüm özel, iĢçilik emeği oyuncaklar gibi, bir yana

atılmıĢtı. Prens, özellikle, güzel bir oyuncak sirki bulmak istiyordu; onu büyük bir kutuya koymuĢtu. Çok

özlüyordu onu; gözleri, beyni, ve beyninde baĢparmağının ucuyla ilgili bir yer, parlak pullu kalçaları olan o

kahverengi akrobat oğlanları dünmüĢ gibi anımsıyordu, ayrıca kırmalı yaka takmıĢ zarif, hüzünlü palyaçoyu.

Hele tahtadan yapılıp boyanmıĢ üç yavru fil vardı ki oynak eklemleriyle bir önayakları üzerinde dur-

durulabiliyorlar ya da kırmızı çemberli küçük bir fıçının tepesine dimdik konabiliyorlardı. Olcg'in ziyaretinden

bu yana iki hafta geçmemiĢti; o ziyaret gecesi ilk kez iki oğlanın aynı yatağı paylaĢmasına

(81) Varanglar, 9. yüzyılda Rusya'ya giren Ġskandinavyalı bir halktır. —Çev. 104

izin verilmiĢti. O gece yaptıkları kötü iĢi anımsayınca Prensin parmaklarında canlanan karıncalanma, ve aynı

Ģeyi yineleyecekleri ikinci bir geceyi beklerken içini saran kızıĢma, Ģimdi bir utanma duygusuyla birleĢiyordu;

bu utanma, çok önceleri çok daha masum oyunlarda sığınak olmuĢtu ona.

Mandevil Ormanındaki piknikte ayağı burkulduğu için yalaktan çıkamayan Ġngilizce öğretmeni, bu sirkin

nerede olduğunu bilmiyordu; Batı Koridorunun sonundaki sandık odasına gidip aramasını salık verdi Prense,

o da bu odaya gitti. ġu tozlu siyah bavul? Prensin umudunu boĢa çıkardı. Geveze bir oluğun yakında oluĢu

nedeniyle, yağmur burada daha iyi iĢitilebiliyordu. Peki, ya dolap? Yaldızlı anahtarı isteksizce döndü. Rafların

üçü de, altlarındaki boĢluk da çeĢitli Ģeylerle tıkabasa doluydu: birçok günbatımının tortusuyla yüklü bir palet;

bir fincan dolusu fiĢ; fildiĢinden bir sırtkaĢıyıcısı; dayısı Conmal tarafından yapılmıĢ Atinalı Timon çevirisinin

otuz ikinci basımının bir örneği; oyuncak denizkovası; bu kovanın içindeki çakıllara ve istiridye kabuklarına

Prensin çocukluk döneminde raslantıyla katılmıĢ, aslında ölen babasının takılarından olan, altmıĢ beĢ kıratlık

mavi bir elmas; tebeĢirden bir parmak; artık unutulmuĢ bir oyunun oynandığı, kareleri ayrılmıĢ dörtköĢe bir

tahta. Nasıl olmuĢsa, rafın arkasına kara bir kadife parçası sıkıĢmıĢtı; Prens önemsemeden, dikkati baĢka

yerde, bu parçayı çıkarmaya uğraĢırken raf oynadı, bir ucunun hemen altında bir anahtar deliği göründü;

anahtar buraya da uyuyordu. Sabırsızlıkla öbür iki rafı da boĢalttı (eski giysilerle ayakkabılar), öncekine yaptığı

gibi onları yerlerinden çıkardı; dolabın arkasındaki anahtar deliğine anahtarı sokup çevirince kapı yana doğru

kayıp açıldı. Filleri unutan Prens, gizli'geçidin eĢiğinde dikiliyordu. Geçit, koyu bir karanlık içindeydi ama bir

gırtlağın derinliklerinden gelen sesleri andıran, mağaralardaki yankılara da benzeyen birtakım sesler, çok

önemli olayları haber verir gibiydi. Ġki tane elfeneriyle bir tane adımölçer getirmek üzere hemen odasına

döndü. Döndüğü sırada Oleg'in geldiğini gördü, elinde bir laleyle. Ama o yumuĢak, sarı bukleleri kesilmiĢti;

Prens, içinden Ģöyle diyordu: eskisi gibi davranmayacağını biliyordum. Buna karĢılık Oleg, allın kaĢlarını

birleĢtirip ĢaĢırtıcı buluĢu iĢitmek için ilgiyle baĢını yaklaĢtırdığında genç Prens, onun kırmızı kulağının tüylü

sıcaklığından ve araĢtırma önerisini onaylamak için baĢını istekle sallayıĢından anladı ki hiç değiĢmemiĢti

sevgili yatak arkadaĢı.

105

Mösyö Beauchamp, Mr Campbell'in yalağının yanına satranç oynamak üzere oturup yumulu avuçlarını,

seçmesi için adama uzatır uzatmaz Prens de Oleg'i alıp sihirli dolaba götürdü. YeĢil halı kaplı, sakınımlı, sessiz

basamaklardan parke taĢlı bir yeraltı geçidine iniliyordu. Aslında hep 'yer altında' değildi; örneğin, sandık

odasının önünden geçen güneybatı koridorunun altında bir tünel biçiminde ilerledikten sonra bir dizi terasın

allından, krallık parkının huĢ ağaçlı caddesinin altından geçiyor, daha ileride de birbirini kesen üç yolun, yani

Akademi Bulvarıyla Coriolanus ve Tinıon Sokaklarının altından gidiyor, ama yine de hedefine ulaĢamıyordu.

Öte yandan, geçeceği binaların durumuna göre kendini ayarlayan bu geçil, bazan bir köĢeden sapıyor, bazan

kemer biçimini alıyordu; karĢısına çıkan bir sete yanını vererek, cep defterindeki özel yerine konan bir kalem

gibi, onunla çakıĢıyor, ya da bir konağın, izinsiz girenleri haber veren karanlık koridorlarla dolu

mahzenlerinden geçiyordu. Büyük olasıklıkla, zaman içinde, bu terkedilmeĢ geçitle dıĢ dünya arasında gizemli

bağlantılar kurulmuĢtu: Ya rastlanu sonucu yukarıdaki binaların yıkılması ya da zamanın körcesine parmak

sokmasıyla yer yer oluĢan yarıklar ve bir delinin girebileceği dar, derin koridorlar, içlerindeki pis, tatlı su

Page 52: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

birikintileri dolayısıyla bir kale hendeğinin altında bulunulduğunu ya da karanlıkta duyulan toprak ve çimen

kokularıyla, yukarıda, çok yakında eğimli bir bayırın var olduğunu gösteriyorlardı; çeĢitli çöl bitkilerini

toplamasıyla ünlü seraların bulunduğu görkemli dük villasının bodrumunda geçit emekleyerek ilerlerken,

hafif kumlardan oluĢmuĢ yer, yürüyenlerin ayak seslerini değiĢikliğe uğratıyordu. Oleg önde yürümekteydi:

çivit mavisi kumaĢın sımsıkı sardığı biçimli kalçaları kıpır kıpırdı; dikleĢmiĢ parlaklığı, elindeki fenerden daha

çok; aydınlatıyordu sanki alçak tavanı ve sıkıĢık duvarları, ıĢık sıçramalarıyla. Arkasından gelen Prensin feneri,

yere oynak ıĢıklar salarken Oleg'in çıplak uyluklarının gerisini ince unla kaplıyordu. Hava soğuk, küf

kokuluydu. Fantastik tünel gidiyor, gidiyordu. Sonra hafifçe yukarıya yöneldi. Pedometre 1.888 yardayı

gösterirken yolcular tünelin sonuna ulaĢtılar. Sandık odasındaki dolabın sihirli anahtarı, Ģimdi karĢılarına çıkan

yeĢil kapının anahtar deliğine, onları sevindiren bir kolaylıkla kayıp giriverdi; böyle rahat giriĢiyle onlara

vadettiği Ģeyi baĢarmak ü:.crcydi ki kapının arkasından gelen, tanımadıkları seslerin oluĢturduğu patlama,

kaĢiflerimizi durduruverdi. Ġki korkunç ses; biri kadının, öbürü de erkeğin olmak üzere, bazan tutkulu

haykırma bi-

106

çiminde yükseliyor, bazan fısıltı düzeyine iniyor ve Batı Zcmbla'da konuĢulan Gutnish dilinde birbirlerini

aĢağılıyorlardı. Ġğrenç bir tehdit, kadının korkuyla çığlık almasına neden oldu. Birden sesler kesildi. Ama

hemen ardından, adamın gevĢek bir biçimde mırıldandığı kısa onaylama tümceleri ('Çok güzel, sevgilim' ya

da 'Daha iyisi yapılamazdı') iĢitildiyse de bunlar, daha önce olanlardan daha tüyler ürperticiydi.

Prensle arkadaĢı, birbirlerini unularak, saçma bir paniğe kapıldılar ve adımölçerin delice vuruĢları eĢliğinde

gerisingeri koĢarak baĢladıkları yere döndüler. 'Of!1 dedi. Oleg, son raf da yerine konur konmaz.

Merdivenlerden salma salına çıkarlarken genç Prens ona 'Arkadan tebeĢire bulanmıĢsın,' diyordu. Odaya

girdiklerinde, Bcauchamp'la Campbcll'i, oyunda berabere kalmıĢ halde buldular. Yemek saati yaklaĢıyordu.

Oğlanlara, ellerini yıkamaları söylendi. Önceki serüvenin heyecanı yokolup yerini bambaĢka bir Ģeyin heyecanı

almıĢtı. Yukarı çıkıp bir odaya kapandılar.

Ġçten görünüĢünü ve lekelerle kaplı dıĢtan görünüĢünü anlatmak zaman almıĢsa da, bu anı, aslında Kralın

belleğinden bir an içinde geldi geçti. GeçmiĢin bazı yaratıkları ki, bu da onlardan biriydi, yaĢadıkları doğal

ortam korkunç bir yıkıma uğramıĢ olsa bile, otuz yıl boyunca uykuya yatmıĢ olarak vardılar. Gizli geçidi

buldukları günlerde az kalsın zatürreeden ölüyordu. Hastalığı sırasında kapıldığı sanrılarda, bir kez, sonsuz bir

tünelde ilerleyen parlak bir disk görüp onu izlemeye kalkmıĢ, sonra da önündeki sarıĢın ateĢin eriyen

kalçalarını yakalamaya çalıĢmıĢtı. Sağlığına kavuĢsun diye onu bir kaç mevsimliğine güney Avrupaya

göndermiĢlerdi. Oleg'in on beĢ yaĢında, bir kızak kazasında ölmesi, ikisinin yaĢadığı serüvenin gerçekliğini

yok • etmeye yaradı. O gizli geçidin yeniden gerçek bir varlık haline gelmesi ise, ulusal bir devrimin

gerçekleĢmesini beklemiĢti.

Nöbetçinin gıcırtılı ayak seslerinin uzaklaĢtığından kuĢkusu kalmayınca Kral, dolabı açtı. ġimdi boĢtu içi;

yalnızca bir köĢeye atılmıĢ Tlmon Afinsken cildi vardı, bir de dip bölmeye tıkıĢtırılmıĢ eski spor giysileriyle

jimnastik ayakkabıları... Nöbetçinin ayak sesleri yaklaĢıyordu. Kral, araĢtırmasını sürdürmeyi göze alamayıp

dolabın kapısını yeniden kilitledi.

Tam bir güvenlik içinde olacağı birkaç dakika gerekliydi ona; ancak o zaman, en az gürültüyle birtakım küçük

iĢleri baĢarabilecekti: dolaba girmek, içeriden kilitlemek, rafları sökmek, gizli kapıyı açmak,

107

W

rafları yerlerine koymak, karanlığın açılmıĢ ağzına girmek, gizli kapıyı kapayıp kilitlemek. Hepsi doksan saniye.

Koridora çıktı; oldukça yakıĢıklı ama inanılmaz ölçüde aptal olan nöbetçi hemen ona doğru ilerledi.

'Kurtulamadığım bir istek var içimde,' dedi Kral. 'Yatmadan önce piyano çalmak istiyorum, Hal.' Hal (adı bu

ise), onu müzik odasına götürdü; burada, Kralın bildiği gibi, üstü örtülü harpın yanında Odon beklerdi hep.

Tilki suratlı, iriyarı bir Ġrlandalıydı, pembe kafasına Russki fabrika iĢçilerinin giydiklerine benzer kibar bir kasket

yerleĢtirmiĢti. Kral oturdu; nöbetçi uzaklaĢır uzaklaĢmaz da, durumu kısaca açıkladı, bir eliyle tuĢları

tıngırdatırken. 'Böyle bir geçitten söz edildiğini hiç duymadım,' diye mırıldandı Odon, yenildiği satranç

oyununda üstün gelmesi için nasıl oynaması gerektiği kendisine gösterilen biri gibi canı sıkkın. Majesteleri

kesinlikle yanılmıyordu, değil mi? Majesteleri yanılmıyordu. Bu geçidin, sarayın dıĢına açıldığını mı tahmin

ediyordu? Kesinlikle sarayın dıĢına açılıyordu.

Page 53: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Ama Odon, biraz sonra gitmek zorundaydı, çünkü o gece Balık adam'da rolü vardı; eski, güzel bir melodramdı

bu, dediğine göre, en az otuz yıldır oynanmamiĢtı. 'Benim melodramım bana yeter,' diye yanıtladı Kral. 'Yazık,'

dedi Odon; alnı kırıĢtı, ağır ağır deri paltosunu giyiyordu. Bu gece hiçbir Ģey yapma olanağı yoktu.

Komutandan, görevde kalmasına izin vermesini istese kuĢku uyandırırdı ve en ufak bir kuĢku bile, ölüm

getirebilirdi. Yarın bir fırsatını bulup bu yeni kaçıĢ yolunu inceleyecek; uygun olup olmadığını, ucunun bir yere

açılıp açılmadığını araĢtıracaktı. Charlie (Majesteleri), o zamana kadar herhangi bir iĢe kalkıĢmayacağına söz

verir miydi? 'Ama gitgide yaklaĢıyorlar,' dedi Kral, Resim Galerisinden kendilerine doğru gelen rap rap

seslerini kastediyordu. 'Pek değil,' diye yanıtladı Odon, 'saatte bir inç, belki iki. ġimdi gitmem gerek.' Böyle

derken gözünü kırparak, nöbeti devralmaya gelen ağırbaĢlı, ĢiĢko askere dikkatini çekiyordu.

Krallık mücevherlerinin Sarayda, bir yerde saklandığı biçiminde yanlıĢ bir inanca kapılan yeni yönetim, bunları

buldurmak üzere iki yabancı uzman getirtmiĢti (681. dizeyle ilgili notta belirtildiği gibi). Bu verimli çalıĢma bir

aydır sürüyordu. Konsey Salonunu ve baĢka odaları yerle bir ettikten sonra bu iki Rusyalı, eylemlerini galeriye

sıçrattılar; burada Eystein'in görkemli yağlı boya tabloları, Zembla Krallığının her kuĢaktan prens ve

prenseslerini yakalayıp hipnotize etmiĢti. Eystein, yüzleri asıllarına uygun çizemediği için, akıllılık edip ken-

108

dini, geleneksel övücü pome yöntemine bağlı kalmakla sınırlamıĢtı; ama bu soylu kimseleri çevreleyen çeĢitli

nesneleri, en küçük ayrıntılarına dek büyük ustalıkla çiziyordu; severek ve baĢarıyla canlandırdığı düĢmüĢ

yapraklar ve cilalı panoların aksine bu portreler, büsbütün ölü görünüyordu/82^ Ama Eystein, portrelerin

bazılarında, yanıltmacaya baĢvurmuĢtu: tahta, yün, altın, kadife gibi süslemelerin arasına, baĢka yerle ilgili bir

madde de katmıĢtı. GörünüĢe göre, resmin derinlik ve renk etkisini güçlendirme amacına yönelik bu

aldatmaca, Eystein'in alçaklığını da gösteriyordu, yeteneksizliğini de; ayrıca, Ģu temel olguyu gözler önüne

seriyordu: Gerçeklik, sanatın ne öznesidir ne de nesnesi; sanat, insan gözünün algıladığı ortalama 'gerçeklik'

ile ilgilenmez, kendine özgü bir gerçeklik yaratır. Ama biz, teknisyenlerimize dönelim yine; koridor boyunca,

tak tak diye vurarak, Kral'la Odon'un yola çıkmaya hazırlandıkları köĢeye doğru ilerliyorlardı. Burada eski

Hazine Bakanı Kont Kernel'in portresi asılıydı: ihtiyar, bitkin adam, parmaklarını hafifçe, kabartmalı ve armalı

bir kulunun üstüne dayamıĢtı; kutunun seyirciye dönük yanı dikdörtgen, bronzdandı; kutunun karanlık

içindeki kapağının üzerinde, perspektif kurallarına uygun biçimde ustaca yapılmıĢ bir tabak, tabağın içinde de

iki loblu, beyni andıran, ikiye bölünmüĢ bir ceviziçi göze çarpıyordu.

'Buraya geleceklerini düĢünmemiĢtik,' diye mırıldandı Odon, annesinin diliyle; bu sırada ĢiĢman asker, bir

köĢede silahla ilgili sıkıcı kuralları uygulamaya dalmıĢtı.

Ġki Sovyet uzmanı, gerçek bir madenin arkasında gerçek bir boĢluk bulacaklarını sandıkları için haksız

sayılmazlar. ġu anda levhayı mı sökeceklerini yoksa resmi mi indireceklerini karara bağlamak üzereydiler; ama

biz bir öngörüde bulunuyoruz ve okuyucuların Ģu gerçeğe inanmasını istiyoruz ki dikdörtgen prizma

biçimindeki boĢluk, duvarın arkasındaydı gerçekten; gelgeldim, içinde hiçbir Ģey yoktu, fındık kabuklarından

baĢka.

Bir yerde, demir bir perde kalktı, resmi çırılçıplak ortaya çıkardı, su perileri ve nilüferleriyle. Odon, ana diliyle,

anlamlı bir biçimde 'Yarın flütünüzü getiririm,' diye bağırdı, sonra gülümsedi, el salladı, çoktan sislere

bürünmüĢtendi tiyatro dünyasının uzaklıklarına çekilmiĢti.

(82) Aslında, ressam, korktuğu için bu soyluları gerçek çirkinlikleriyle çizmiyor, övücü yöntemle onları

güzelleĢtiriyordu; ama çevrelerindeki nesneleri ustalıkla çizerek, soyluları ölü durumuna düĢürüyor, öc

alıyordu. —Çev.

109

ġiĢman nöbetçi, Kralı odasına geri götürdü, yakıĢıklı Hal'e teslim etti. Saat dokuz buçuktu. Kral yatağa girdi.

Oda uĢağı olan serseri, ona her gece içtiği süt ve konyak karıĢımı içkisini getirdi, terlikleriyle sabahlığını alıp

götürdü. DıĢarı çıktığı anda, Kralın ona ıĢığı söndürmesini buyurması üzerine dıĢarıdan kolunu uzattı, eldivenli

eliyle odanın düğmesini bulup çevirdi. Yine de, bazan uzaklardan ıĢık vuruyordu pencereye. Kral karanlıkta

içkisini bitirip boĢ bardağı masanın üzerine koyarken bardak, demir bir fenere çarpıp çınlattı; bu fener, zaman

zaman ortaya çıkan elektrik kesilmelerine karĢı, düĢünceli yöneticiler tarafından Kral'a verilmiĢti.

Bir türlü uyuyamiyordu. BaĢını çevirip kapının altındaki ıĢık çizgisini seyretti. O anda kapı usulca açıldı; yakıĢıklı

genç gardiyanı, içeriye bir göz atlı. Kralın kafasında tuhaf, ufak bir düĢünce dansetmeye baĢladı; ama bütün

gençler, bitiĢik avludaki arkadaĢlarına katılmak istediklerinde bu niyetlerini ve geri gelecekleri saate dek

kapının kilitli kalacağını tutukluya bildirmek zorundaydılar. Kral, bir gereksinimi olduğunda, pencereden

Page 54: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

bağırabilirdi. 'Ne kadar zaman burada bulunmayacaksınız?' diye sordu askere, o da 'Yeg ved ik (Bilmiyorum),'

diye karĢılık verdi. Ġyi geceler, kötü çocuk,' diye uğurladı onu Kral.

Askerin siluetinin avlu ıĢığına girmesini bekledi; orada öbür Kuzeyliler oyunlarına davet ettiler askeri. Sonra

Kral, karanlığın güvencesine sığınarak dolabın dibinde eski giysiler aramaya koyuldu; kayak pantolonunu

andıran bir Ģeyi ve eski kazak gibi kokan bir giysiyi pijamalarının üzerine çekti. El yordamıyla aramayı

sürdürünce, hafif tenis ayakkabılarıyla yünlü bir baĢlık buldu. Sonra, kafasında önceden saptadığı hareketleri

yineledi. Ġkinci rafı çıkarıyordu ki yere ufak bir gümbürtüyle bir Ģey düĢtü; onun ne olduğunu tahmin etmiĢti,

uğur getirsin diye yanına aldı.

Karanlığa tümüyle karıĢıncaya dek, el fenerinin düğmesine basmayı göze alamadı, ayağıyla bir yere

çarpmaktan da çekindi; bu yüzden, Kron Dağının likenli kayalarında aĢağı, oturup kayarak inen acemi bir

papaz gibi Kral, karanlıkta göremediği on sekiz basamağı nerdeyse oturarak inmek zorunda kaldı.Sonunda el

fenerinden salabildiği donuk ıĢık, onun en yakın arkadaĢı oldu; Olcg'in hortlağı, özgürlük hayaleti. Kral, acıyla

zevk karıĢımı, aĢk benzeri bir duyguyla dolmuĢtu ki böyle bir duyguyu en son, taç giyme töreninde tanımıĢtı;

o gün, tahtına doğru yürürken, kimin yapıtı olduğunu hiçbir zaman öğ-renemediği olağanüstü zengin, derin

bir müzik, kulağını titretmiĢ,

110

ayak taburesindeki gül yaprağını alıp atmak için eğilen güzel içoğ-lanının saçından yayılan hoĢ kokuyu içine

çekmiĢti; Ģimdiyse el fenerinin ıĢığında, parlak kırmızı giysilere bürünmüĢ olduğunu far-kediyor, korkunç

buluyordu.

Gizli geçit, eskisinden daha pis gibiydi. Ġçerisi, iki oğlanın ince kazaklarla kısa pantolonlar giyip titreyerek

burayı araĢtırdıkları güne göre, daha açıkseçik görülüyordu. IĢıltılı su birikintisi geniĢlemiĢti; kıyısında, kırık

Ģemsiyeyle yürüyen bir kötürüm gibi hasta bir yarasa ilerliyordu. Bellekten silinmeyen o renkli kum tabakası,

Oleg'in otuz yıllık ayak izlerini taĢıyordu; üç bin yıl önce Nil'in mavi çamuru üzerine Mısırlı bir çocuğun evcil

geyiğinin basmasıyla oluĢup güneĢte kuruyan ayakizleri kadar ölümsüzdüler. Geçit, ileride bir müzenin

bodrumundan geçiyordu; her nasılsa buraya, Merkür'ün kafası kopuk heykeli sürülmüĢ, atılmıĢtı;''Yeraltı

Dünyasına gidecek ruhların reh-beri/83) Ayrıca çatlak bir Ģarap sürahisi; yüzeyinde, siyah bir palmiyenin

altında iki siyah insanı zar atarken gösteren bir resim vardı.

Son bir dönemeçten sonra geçit, yeĢil bir kapıyla bitiyordu; ama kaçağın ona ulaĢması için tahta yığınını

sendeleye aĢması gerekti. Kapıyı açtı, ama ağır ve siyah bir perdeye tosladı. Dikey kıvamlan el yordamıyla açıp

geçecek yer ararken, fenerinin cılız ıĢığı umutsuzca devirdi gözbebeğini ve yitli. Kral, fenerini düĢürmüĢtü, yok

edici hiçliğin içine. Ġki kolunu da, çikolata kokulu kumaĢın katmanlarına soktu; içinde bulunduğu anın

süprizlerine ve tehlikesine karĢın gülünç görünen hareketleri, sinirli bir aktörün önce bilinçli, ama sonra

delicesine hareketlerle perdeyi boĢuna sarsıp dalgalandırarak sahneye çıkmaya çabalamasını andırıyordu. Bu

tuhaf olay, ġeytanın yardımıyla, geçidin gizini çözüverdi, sonunda Kralın perdeyi aĢıp yarı karanlık, yarı

dağınık lumbarkamer'c girmesinden önce; burası eskiden, Krallık Tiyatrosunda iris Acht'ın giyinme odasıydı. O

öldükten sonra terkedilmiĢ, toz içindeki bu odanın açıldığı koridorda sanatçılar, gezine gezine rollerini

ezberlerlerdi, bazan. Mitoloji konulu oyunlarda kullanılan dekor parçalan, duvara yığılarak Kral Thurgus'un

tozlanmıĢ fotoğrafını yarı yarıya örtmüĢtü; bir mil uzunluğundaki koridorun, Iris'le buluĢmak için büyük

kolaylık sağladığı o günlerdeki haliyle, yani fırça

(83) Yeraltı Dünyası, cehennemdir. Romalıların inancına göre Merkür, güzel söz söyleme, hırsızlık, vb.

tannsıdır. Kinbote, ölen Ģair Shade'in hırsız olduğunu ima ediyor. —Çev.

111

bıyığıyla, kelebek gözlüğüyle, madalyalanyla görünüyordu Thurgus, bu fotoğrafta.

Koyu kırmızı giysileriyle kaçak, gözlerini kırpıĢtırarak çıktı. Buraya giyinme odaları açılıyordu. Uzakta bir alkıĢ

fırtınası koptu, ağır ağır geçti. Uzakta baĢka sesler, oyunun arasını vurguladı. Kostümlü sanatçılar.Kralın

yanından geçiyorlardı; Kral, içlerinde Odon'u tanıdı; pirinç düğmeli kadife ceket, golf pantolonu, çizgili uzun

çorap giymiĢti, Gutnish balıkçılarının Pazar giysisiydi bu. Odon,bu kılığın içinde, eliyle kağıt bir bıçak

kavramıĢtı; az önce sevgilisini bu bıçakla öldürmüĢtü. 'Ulu Tanrım,' dedi, Kralı görünce.

Fantastik giysiler yığınından bir çift pelerin çekip alan Odon, Kralı sokağa açılan merdivene doğru itti. Aynı

anda, sahanlıkta sigara içmekte olan kalabalık hareketlendi. AĢırılar yöneliminin görevlilerine kuyruk

sallayarak tiyatronun yönetimini elegeçiren yaĢlı bir entrikacı, birdenbire titrek parmağıyla Kralı gösterdi; ama

kapıldığı öfke yüzünden, takma diĢleri takırdadığı, kendisi de kekeleme krizine tutulduğu için konuĢamadı.

Page 55: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Kral, Ģapkasını eğip yüzünü gizlemeye çalıĢtı, dar basamaklardan inerken az kalsın düĢüyordu. DıĢarıda

yağmur vardı. Bir su birikintisine Kralın kırmızı silueti vurmuĢtu. Arabaların içinde kendi yarıĢ arabasını arayan

Odon, bir an onun çalındığı korkusuna kapıldı, ama sonra zarif bir ferahlamayla anımsadı onu yan sokağa

parkettiğini. (149. Dizeye iliĢkin ilginç notumuza bakınız.)

131.—132. Dizeler : Hayaletiydim ben mumkanat kuĢunun, öldürülen, sahte uzaklığından pencere camının.

ġiirin baĢlangıcını oluĢturan iki dizenin hoĢ melodisi, burada yeniden yükselmektedir. Bu uzun ezginin

yinelenmesiyle ortaya çıkacak monotonluğu önlemek üzere, 132. dizede ustaca bir değiĢiklik yapılmıĢtır; ikinci

sözcükle sondaki uyaklı sözcüğün arasındaki ses benzerliği, kulağa çok tatlı bir gevĢeme zevki vermektedir;

hani yarım yamalak anımsadığımız hüzünlü Ģarkılar vardır, bunların ezgileri, bize sözlerinden daha anlamlı

gelir ya, iĢte onun gibi. Bugün, sözkonusu 'sahte uzaklık' o korkunç iĢlevini gerçekleĢtirdiğine göre; geriye

kalan hayalet ya da gölge de yalnızca elimizdeki bu Ģiir olduğuna göre; dizelerde, ayna oyunundan ve serap

görüntüsünden daha gerçek bir Ģeylerin varlığını görmekten kendimizi alamıyoruz. Gradus'un kiĢiliğinde

kaderin, kilometrelerce 'sahte uzaklığı' aĢarak zavallı Shade'e ulaĢtığını anlıyoruz. ġair de, kaderin zorladığı bir

kör uçuĢ sonunda, yansıyan bir görüntüye çarparak yok oluyor.

112

Gradus, birkaç tür ulaĢım aracı (kiralık arabalar, kısa mesafeli trenler, yürüyen merdivenler, uçaklar) kullanmıĢ

olduğu halde, her nasılsa aklın gözü onu görebilmekte, aklın kasları onu hissedebilmektedir, her zamanlci gibi

gökyüzünde kayarken, denizleri ve karaları aĢarak, bir elinde siyah yolcu bavulu, öbüründe gevĢek katlanmıĢ

Ģemsiyesiyle. Onu hareket ettiren güç, Shade'in kendi Ģiirinin büyülü eylemidir; veznin güçlü motorudur onu

çekip getiren. Alınyazısının amansız ilerleyiĢi, daha önce hiçbir Ģiirde böylesine somut anlalılamamıĢtır. (Duyu

organlarıyla algılanamayan bu ilerleyiĢ için Ģairin yarattığı baĢka imgeler, 17. dizeyle ilgili açıklamamda

gösterilmiĢtir.) 137. Dize : Sckizscl

Benim ağır, eski sözlüğüm, bunu 'dördüncü dereceden sekizsel eğri' diye açıklıyor. Bu sözcüğün bisiklet

sürmeyle ilgisini an-ltyamıyorum ve sanıyorum ki Shade'in bu. sözleri, hiçbir anlam içermemektedir.

Kendisinden önceki Ģairler gibi o da, benim kanıma göre, ses uyumu kaygısına kapılmıĢ, bu yüzden anlamda

bir bozulmanın kurbanı olmuĢtur.

Çarpıcı bir örnek verelim: Müziğe yatkınlık ve plastik güzellik açısından hangi sözcük, coramen sözcüğünden

daha çınlayıcı, daha parıltılı, daha anlamlı olabilir? Ama gerçekte bu sözcük, Zcmblalı bir sığırtmacın, sürüyü

vebodar'a (yaylaya) götürürken kendi basit yiyeceğini ve partal battaniyesini en uysal ineğin sırtına bağlamak

için kullandığı kabasaba kayıĢ anlamına gelir yalnızca. 143. Dize : Kurmalı oyuncak

Talihim yardım etti de gördüm onu! Mayıs ya da Haziranda, bir akĢam üstü, birtakım broĢürleri anımsatmak

için arkadaĢıma uğradım; kaçık bir rahip olan dedesinin yazdığı bu kitapçıkları Ģair, bodrumda sakladığını

söylemiĢti bana. Kendisini, sıkıntılı, bazı konukları bekler durumda buldum; iĢ arkadaĢlarıyla eĢleri,

yanılmıyorsam, resmi bir yemek için onun evinde toplanacaklardı. Beni sevinerek bodruma indirdi; ama tozlu

kitap ve dergi yığınlarını didik didik aradıktan sonra, onları baĢka bir gün bulmaya çalıĢacağını söyledi. ĠĢte o

zaman gördüm oyuncağı; bir rafın üzerinde, Ģamdanla akrepsiz çalar saatin arasında duruyordu. ġair, bunun,

ölen kızına ait olduğunu düĢünebileceğimi sanarak, aceleyle oyuncağın, kendisi kadar yaĢlı olduğunu bildirdi.

Tenekeden yapılıp boyanmıĢ zenci bir çocuktu bu; yan tarafında anahtar deliği vardı; kısacası, iki profilin

birbirine yapıĢtırılmasıyla oluĢturulmuĢtu; el arabası ise bükülmüĢ, kıvrılmıĢtı.

113

i

Giysisindeki tozlan silkelerken Shade, onu bir memento morfin olarak sakladığımı söyledi— çocukluğunda,

bu oyuncakla oynarken bir gün, tuhaf bir baygınlık nöbeti geçirmiĢti. Sybil'in yukarıdan bizi çağıran sesi,

konuĢmamızı yarıda kesti, ama önemli değil; nasıl olsa artık bu köylü makinesi çalıĢacak, çünkü anahtarı

bende.

149. Dize : Ayağımın teki, bir dağın tepesinde

Sarp dağların iki yüz millik bir zincir Ģeklinde dizilmesiyle oluĢan Bera Sıradağları, Zembla yarımadasının

kuzeyine pek yaklaĢamaz,(çıl-gınlığın anakarasından gelen aĢılmaz bir su kanalı, zincirin ucunu kesip attı);

dağlar, yarımadayı ikiye böler: Onhava'nin ve Aros, Grin-dclwod gibi kazaların bulunduğu geliĢmiĢ doğu

bölgesi ile, güzel balıkçı köylerinden ve plajlardan oluĢmuĢ daracık balı Ģeridi. Ġki sahil, birbirine iki büyük

asfalt yolla bağlanmıĢtır: eski yol, güçlüklerden kaçınarak doğudaki bayırların arasından kuzeye doğru gidiyor

ve Ode-valla, Yeslove, Embla'ya ulaĢınca batıya dönerek yarımadanın kuzeydeki en uzak noktasına dek

Page 56: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

ilerliyordu; yeni yol ise, bakımlı, bükümlü, hayranlık verici biçimde iniĢli çıkıĢlı olup Onhava'nın kuzeyinden

Bregberg'e doğru, sıradağları batı yönünde aĢıyordu, bu yüzden turist broĢürlerinde 'zengin görüntüler

sunan yol' diye övülüyordu. Dağlan aĢan birçok patika da vardı; bunlar, en fazla beĢ bin feet yükseklikteki

geçitlere açılırlardı; iki bin feet kadar daha yükseğe ulaĢan bazı doruklar, yazın ortasında bile karlıydılar;

bunların en yükseği ve en sarpı olan Glitterntin Tepesinden, havalar açıkken bakıldığında, doğu yönünde

uzaklarda, Surprise Körfezinin öte yanında bulanık bir gökkuĢağı görülürdü, bunun Rusya olduğu söylenirdi.

Tiyatrodan kaçtıktan sonra dostlarımız, eski yol üzerinden, kuzey yönünde yirmi mil gitmeyi, sonra soldaki

bakımsız, pek kullanılmayan yola sapmayı kararlaĢtırmıĢlardı; bu yol onları, Bera Sıradağlarının doğu

yamacındaki bir çam ormanında, bir baron Ģatosunda gizlice üslenen Karl'cılara ulaĢtıracaktı. Ama o uyku

bilmez kekeme, kasılmalı herif kesik kesik konuĢmasıyla patlayıverdi; telefonlar delicesine iĢledi; kaçaklar

ancak on mil kadar yol almıĢlardı ki önlerinde, eski ve yeni yolların birleĢtiği yerde, karanlığın içinde büyük

yangın baĢgösterdi; bu yangın, en azından, iki yolu da bir barikat gibi kesmekle, çok yararlı olmuĢtur.

(84) Laıinccde «öleceğinizi unutmayın» anlamına gelir; tngilizecde «ölümlülüğün anım-salıcısı, insana ölümlü

olduğunu anımsatan Ģey» demektir (özellikle kafatası). -Çev.

114

Odon gördüğü ilk dönemeçte arabasını çevirerek batı yönünde dağların içine vurdu. Onları yutan dar,

dönemeçli yol bir odunluğun yanından geçerek ırmağa ulaĢıyor, tahta çatırtılarıyla onu aĢıyor, kıyıdan kütük

döĢeli olarak devam ediyordu. Mandevil Ormanının önüne gelmiĢlerdi. Korkunç ölçüde kararmıĢ gökte

kasırga güdüyordu.

Ġki adam, birkaç saniye durup yukarıya baktılar. Gece ve ağaçlar, bayın gizlemiĢti. Buradan tırmanacak iyi bir

dağcı, tan vaktinden önce Bregberg Geçidine ulaĢabilirdi; ama önce ormanın kara duvarını delip geçtikten

sonra kesintisiz bir keçiyoluna ayak basmayı baĢarması gerekliydi. Harekete geçmeye karar verdiler; Charlie,

deniz ma-ğarasındaki hazineye doğru uzun bir yolculuğa baĢlayacak, Odon da geride, yem olarak

kalacaktı.Dediğine göre, onları gülünç bir ko-valamacaya itecek, ĢaĢırtıcı biçimde kılık değiĢtirecek, sonra

örgütün öbür üyeleriyle iliĢki kuracaktı. Annesi Amerikalıydı, New England'ın New Wye ilinde doğmuĢtu.

Söylendiğine göre bu kadın, dünyada, uçaktan kurtları ve, yanılmıyorsam, baĢka hayvanları vuran ilk kadındı.

El sıkıĢma, fenerin yanıp sönmesi. Islak, karanlık eğreltiotlarının arasından ilerlemeye çalıĢan Krala bunların

kokusu, dantelli esneklikleri ve yumuĢak otlarla sarp yerin birlikteliği, buralarda piknik yaptığı günleri

anımsatıyordu— ormanın baĢka yerinde ama dağın aynı yamacında, daha yükseklerde, çakıllı bölgede,

çocukken; o gün Mr Campbell, ayak bileği burkulduğundan iki güçlü arkadaĢının yardımıyla aĢağıya

taĢınmıĢtı, piposunu içerek. Pek aptalca anılardı bunlar, genellikle. Yakınlarda bir avcı kulübesi olmayacak

mıydı—Silfhar Çağlayanı'nın hemen öbür yanında? Onnantavuğu ve çulluk avı— Ģimdi ölmüĢ olan annesi

Blenda'nın en sevdiği spor, tüvit giysili, binicilik tutkunu Kraliçenin. Siyah ağaçları bir sağnak dövüyordu;

durup dinleseniz, yüreğinizin güm güm atıĢını, kasırganın, uzak gürleyiĢini duyardınız. Saat kaç olmuĢtu, kot

orl Özel saatinin düğmesine bastı, ürken saat tısladı, sonra yirmi bir kez çınladı.

Gecenin karanlığında, sarp bir yamaçta, düĢman gibi önünü kesen ot yığınlannı aĢarak tepeye çıkmaya

çabalayan bir insan, bizim dağcımızın nasıl korkunç bir engelle karĢı karĢıya kaldığını bilir. Ġki saatten fazla

zorladı engeli, kütüklere ayağı takıldı, çukurlara yuvarlandı, görünmez çalıların ağına takıldı, kozalaklar

ordusuna karĢı dövüĢtü. Pelerinini yitirdi bu arada. Çalılıkların içine çöküp gün-doğumunu beklemesinin daha

iyi olacağına karar verecekti nerdeyse.

115

O anda iğne baĢı büyüklüğünde bir ıĢık parladı ileride; hemen ardından Kral, kaygan, yeni biçilmiĢ bir çayırda

sendeleyerek yürüdüğünü farketti. Bir köpek havladı. Bir taĢa basıp yuvarladı. Dağ yamacındaki bore

(çiftlik)'lerdcn birine gelmiĢ olduğunu anladı. Bir Ģey daha anladı: Çamur dolu bir hendeğe yuvarlanmıĢtı.

EciĢbücüĢ çiftçi ile tombul karısı, Ģu tatsız masallardaki kiĢiler gibi, barınaklarında korumak istediler sırılsıklam

olmuĢ kaçağı; yanlıĢ bir algılamayla onu, grubundan kopmuĢ tuhaf kampçılardan biri sanmıĢlardı. Kurunması

için, sıcak mutfağa götürdüler; peri masallarında olduğu gibi, kendisine ekmekle peynir, bir de dağların

balından yapılmıĢ bir çanak bal Ģerbeti sundular. Kralın duyguları (minnettarlık, bitkinlik, hoĢ bir sıcaklık,

uyuma isteği, filân) anlatılmaya gerek kalmayacak derecede belli, yoğundu. Ocakta karaçam kökleri tutuĢmuĢ,

çatırdıyordu; Kral, sallanan sandalyesinde kestirirken, yitirdiği krallığından kalma lüm gölgeler onun çevresine

toplanarak ateĢle toprak kandilin titrek ıĢığı arasında oynaĢıyorlardı; kandil, gagalı bir Ģeydi, Romalıların

kullandıklarına benziyordu, rafın üzerine asılıydı; rafta, yoksul iĢi, boncuklan ya da sedeften küçük eĢyalar,

Page 57: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

amansız bir savaĢa tutuĢmuĢ mikroskopik askerleri andırıyordu. Tan vakti ineğin boynundaki çıngırağın ilk

çınlayıĢıyla uyandı; evsahibini dıĢarıda, yaradılıĢın aĢağılık gereksinimlerini gidermeye ayrılmıĢ ıslak bir köĢede

buldu; iyi kalpli grunter (dağ çiftçisi)'ne, en kısa yoldan geçide ulaĢan yolu göstermesini buyurdu. 'Miskin

Garh'ı uyandırayım,' dedi çiftçi.

Kabasaba bir merdiven, çatı odasına çıkıyordu. Çiftçi, boğumlu elini boğumlu trab/.ana koyarak yukarıdaki

karanlığa bir çağrı yö-nclltti, gırtlaktan gelen sesiyle: 'Garh! Garh!' Bu ad, iki cinsiyet için de kullanılmakladır

ama doğrusunu söylemek gerekirse, erkeklere yaraĢan bir addır; Kral bu yüzden, çıplak bacaklı bir dağ

delikanlısının, kumral bir melek gibi, görünmesini bekliyordu tavanarasından; gcl-gclelim, genç, pasaklı bir

sürtük çıktı oradan; dizlerinden aĢağı inen bir erkek gömleğiylc, kocaman ve kaba kunduralar giymiĢti. Bir an

gözden yiııiktcn sonra, sanki bir dönüĢüm eylemiyle, yeniden göründü; sarı saçları dümdüz, toplanmamıĢ,

ama kirli gömleğini çıkarıp kirli kazak giymiĢ, bacaklarında kadife pantolon. Babası, geçide ulaĢan en kısa yolu

yabancıya göstermesini söyledi. Kalkık burunlu yuvarlak yüzünü bulanıklaĢtıran ama çekiciliğini yok

edemeyen uykulu somurtmayı kız, buranın çobanlarına karĢı kullanıyor olmalıydı; ama babasının isteğini seve

seve kabul etti. Adamın karısı, çanak çömlekle uğraĢırken eski bir türkü mırıldanıyordu.

116

Ayrılmadan önce Kral, adı Grif olan ev sahibine, cebine her nasılsa girmiĢ eski bir altın parayı vermek istedi;

baĢka parası yoktu. Grif, lüm gücüyle karĢı çıktı; bir yandan karĢı çıkmayı sürdürürken bir yandan birkaç ağır

kapının kilidini açmak, sürgüsünü çekmek gibi ağır bir iĢe baĢladı. Kral, adamın yaĢlı karısına bir göz attı; onun

kabul anlamında göz kırpması üzerine, suskun dükü rafa bıraktı, mor bir deniz kabuğunun yanına; bu kabuğa

dayandırılmıĢ renkli bir fotoğraf, Ģık bir saray muhafızıyla çıplak omuzlu karısını gösteriyordu: Sevgili Kari,

yirmi yıl kadar önceki haliyle; ve genç kraliçesi, öfkeli bakire, kömür karası saçları ve buzul mavisi gözleriyle.

Yıldızlar yeni sönmüĢtü. Tan vaktinde yüksek dağlara tiyatro ıĢığı gibi vuran günıĢığında patika, kırmızı ve

parlak çiylcrle kaplıydı; Kral, önünde yürüyen kızla Ģen çobanköpeğini izleyerek bu patikadan yukarı çıkıyordu.

Hava, hafif renkli bir camı andırıyordu. Patikanın bir yanı uçurumdu, buradan bir mezar soğukluğu

yayılıyordu; ama patikanın öbür yanından inen yamacın aĢağılarında, seyrek yayılmıĢ çamların tepeleri

arasında sıcaklığın kumaĢını dokuyordu günıĢığı. Ġkinci dönemeçte, bu kumaĢ, kaçağı çepçevre sardı; çakıllı

bir yamaçtan aĢağı siyah bir kelebek iniyordu dans ederek. Patika, gittikçe damlıyordu ve derece derece

yoğunlaĢan bir taĢ yığınının içinden geçerek yozlaĢıyordu. Kız, ilerideki bayırı gösterdi. Kral, anladığını

belirtmek için baĢını salladı; sonra 'Sen eve dön,' dedi. 'Ben biraz dinlenip tek baĢıma yola devam edeceğim.'

KarmakarıĢık bir ağaç kümesine yakın, çimenliğin içine oturdu, parlak havayı içine çekü. Soluyan köpek onun

ayaklarının dibine uzandı. Garh, ilk kez gülümsedi. Zembla'nın dağlı kızları, genellikle, rastlantılara bağlı olarak

iĢleyen Ģehvet makineleridir, Garh da bunların dıĢında tutalamaz. Kralın yanına oturur oturmaz, eğildi,

karmakarıĢık saçlı kafasından kalın gri kazağını sıyırıp çıplak sırlını, blancmange^¦ •* göğüslerini ortaya

seriverdi ve denetimsiz kadınlığın tüm acılığıyla yavanlığını sıkılgan arkadaĢının üzerine akıttı. Soyunmayı

sürdürecekti, ama Kral onu bir el hareketiyle durdurdu, kalktı. Yardımları için teĢekkür etli. Suçsuz köpeğe pal

pat vurdu ve ardına bir kez olsun dönmeden, yaylanan adımlarla, çimcnli bayırı tırmanmaya koyuldu.

Sürtüğü nasıl da bozguna uğrattığını düĢündükçe kıkır kıkır gülerek, çevresini koca kayaların sardığı ufak bir

göle ulaĢtı; buraya yıl-

(85) Süüü kek gibi yiyecekler..—Çcv.

117

larca önce, birkaç kez, kayalık Kronberg kıyısından gelmiĢti. ġimdi, bir erozyon baĢyapıtı olan doğal bir

kemerin açıklığından, gölün parıltısını görüyordu. Kemer alçaktı, bu yüzden suya yaklaĢmak için baĢını eğdi.

Berrak suda kendi kırmızı yansımasını farketli; ama tuhaf olan Ģu ki yansımıĢ görüntüsü, onun ayaklarının

dibine düĢeceğine, sanki bir ıĢık oyunuyla, kendisinden koparak, uzağa düĢüyordu; bu kadarla da kalmıyor,

kralın altında durduğu kaya çıkıntısının dalgalarla çarpıtılmıĢ görüntüsü suda, adamın görüntüsüyle yanyana

duruyordu. Böyle bir görüntü olayı, us dıĢı bir Ģeydi; insan ölmeden önce görünen hayaleti gibi, bu kırmızı

kazakh, kırmızı Ģapkalı görüntü, dönmüĢ ve kayıplara karıĢmıĢtı;^' onun seyircisi, yani kral hareketsiz ka-

lakalmıĢken. Sonra gölün kıyısına yaklaĢtı; burada, kendisini yanıltan o görüntüden daha büyük, daha belirgin

bir yansımasını gördü ve iĢle bunun, gerçek bir yansıma olduğunu düĢündü. Kıyı boyunca yürümeye baĢladı.

Az önce sahte bir kralın bulunduğu boĢ kaya çıkıntısı, koyu mavi gökyüzüne doğru yükseliyordu. Alfear

ürpertisi (cinlerin neden olduğu korku), kürekkemiklerinin ortasından aĢağı kaydı. Her zaman okuduğu bir

duayı mırıldandı, haç çıkardı, korkusunu yenerek geçide doğru ilerledi. Yakındaki bir yamacın yukarısında bir

Page 58: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

ste-inmann (bir yükseliĢin anıtı olarak, dikilmiĢ taĢ yığını), Kralın onuruna, kırmızı bir yün baĢlık giymiĢti.

Güçlükle yürüyordu. Ama yüreği, konik bir ağrı olmuĢ, onu gırtlağından yukarı dürtüyordu. Bir zaman sonra

durdu, koĢulları değerlendirdi. Bir karar vermesi gerekliydi: Ya karĢısındaki taĢlı bayın tırmanacaktı ya da sağa

doğru, li-kenli kayalıklar arasından dolana dolana giden, yılanotlarıyla bezeli çimen Ģeridini izleyecekti, ikinci

yolu yeğledi ve gecikmeden geçide ulaĢtı.

Yol kenarında, biçimleri değiĢik kocaman kayalıklar vardı. Güneydeki nippern (kubbeli tepeler ya da 'sisler')

arasından, ıĢıklar ve gölgeler içinde, taĢlı ve çimenli bir bayır çıkıyordu. YeĢil, kurĢuni, mavimsi dağlar kuzeye

doğru eriyip gidiyorlardı: Kardan ku-kuletasıyla Falkberg, çığdan yelpazesiyle Mutraberg, sonra Paberg

(Peacock Dağı) ve öbürleri;bunlann arasındaki dar, loĢ vadilere serpiĢtirilmiĢ pamuklu-yünlü bulut parçalan,

sanki dağların böğürlerinin birbirine sürtünmesini engellemeye yarıyordu. Bu dafların ar-dında,maviliğin

sonunda, Glitterntin Dağı hayal meyal görülüyordu,

(86) Belki de, Kral, birlikte tiyatrodan kaçtıkları aktör arkadaĢını anımsıyor. KiĢilik bölünmesi de olabilir.—Çev.

118

parlak bir yaprağın tırtıklı kenan gibi. Güney yönünde ise, birbirlerinin önüne düĢüp sonsuz bir dizi halinde,

ağır ağır yokluğa doğru uzaklaĢan bayırlar, hafif bir sisle örtülüydü.

Geçide varılmıĢ, granit ve yerçekiminin hakkından gelinmiĢti; ama en tehlikeli bölge, Kralın önünde Ģimdi

baĢlıyordu. Batı yönünde, parıltılı denize ulaĢmak , için, çalılık yamaçlar dizisini aĢmak gerekiyordu. O ana

kadar dağ, Kralla körfezin arasındaydı; Ģimdiyse adam, bu kabaran ateĢle karĢı karĢıya kalmıĢtı. Yamaçtan

inmeye baĢladı.

Üç saat sonra düzlüğe indi. Meyve bahçesinde çalıĢan iki yaĢlı kadın, ağır ağır doğruldular, arkasından

baktılar. Boscobcl koruluğundan geçip Blawick rıhtımına yaklaĢtığı sırada, meydandan gelen siyah bir polis

arabası Kralın yanında durdu. ġoför, 'Oyunun tadı kaçü.'diyc konuĢuyordu. 'Yüz kadar soytarıyı Onhava

cezaevine tıktık. Eski Kral onların arasında olmalı. Yerel cezaevimiz, daha fazla kralı barındıramayacak denli

küçük. Bundan sonra, kılık değiĢtirmiĢ kim görülürse hemen vurulmalı. Gerçek adınız ne, Charlie?' Ingilizim

ben. Turistim,' diye yanıtları Kral. 'Her neyse, Ģu kırmızı fufa'yla baĢlığınızı çıkarın, verin.' Bunları arabanın

arkasına attıktan sonra sürüp gittiler.

Kral yürümeye devam etti; mavi pijamasının üst kısmı, kayak pantolonunun içine sokulunca, tuhaf da olsa bir

gömlek sayılabilirdi. Sol ayakkabısına ulak bir taĢ kaçmıĢtı, ama Kral onunla uğraĢamayacak kadar yorgundu.

Sahildeki lokantayı görür görmez tanıdı; yıllarca önce burada, baĢka bir kılığa bürünmüĢ olarak, eğlendirici,

hem de çok eğlendirici iki denizciyle öğle yemeği yemiĢti. ġimdi, sardunyaların kapladığı verandada ağır

silahlı askerler bira içiyorlardı; ayrıca tatile çıkanlar vardı, bazıları uzaktaki dostlarına mektup yazmaya

dalmıĢlardı. Sardunyaların arasından eldivenli bir el uzandı, Krala resimli -bir posta kartı verdi; üzerinde acele

çiziktirilmiĢ yazıyla Ģu sözcükler okunuyordu: R.M.'ye doğru gidin. Ġyi yolculuklar! Kral, geliĢigüzel dolaĢıyor

gibi yaparak, rıhtımın sonuna ulaĢtı.

Güzel bir ikindiydi, hafif rüzgârlı. Batı ufku, ıĢıklı bir boĢluk gibi, aceleci yürekleri içine çekiyordu. Kral,

yolculuğunun en canalıcı yerindeydi Ģimdi; çevresine bakındı, gezinenleri inceledi; bunlardan hangilerinin sivil

polis olduğunu ve kendisi alçak duvarı aĢıp Ripplcson Mağaralarına koĢarsa kimler tarafından

engellenebileceğini anlamaya çalıĢtı. Parlak kırmızıya boyanmıĢ bir yelkenli, bazı kimselerin tuha!

119

beğenileri yüzünden, denizin yüzünü çirkinleĢliriyordu. KarĢı karĢıya gizli barıĢ görüĢmeleri yapıyor görünen

iki kara adacık vardı; adları Nitra ve Indra (Ġç ve DıĢ) olan bu adaların resmini bir Rus turist, duvarın üzerinden

çekiyordu; tıknaz çenesinin altı sarkık, genaraller gibi kalın enseli biriydi. Uçuk benizli karısı, bol çiçekli bir

eeharpe' a bürünmüĢtü; gördüklerini, tekdüze bir Moskovalı sesiyle Ģöyle değerlendiriyordu: 'Ne zaman,

bunun gibi bozulup çirkinleĢenleri görsem, Nina'nın oğulunu anımsamaktan kendimi alamıyorum. SavaĢ,

büyük acılar getiriyor.' 'SavaĢ mı?' diye kuĢkusunu belirtti adam. 'Bu, Cam Fabrikalarının 1951'de

patlamasından kaynaklanıyor, savaĢla ilgisi yok.' Kralın yanından, onun geldiği yöne doğru geçip gittiler.

Kaldırımdaki sırada bir adam, yüzü denize dönük; yanında kolluk değ-neklcriyle, Post gazetesi okuyordu;

Onhava'da çıkan bu gazetenin ilk sayfasında Odon, AĢırılar örgütünün üniformasını giymiĢ olarak, bir de

Balıkadam rolünün kılığıyla görünüyordu. Bu benzerliği saray koruyucularının farketmemesi inanılır gibi

değildi. ġimdi aktörün yaptıklarının bir özeti sunularak, yakalanmasının gerekçesi ortaya konmuĢ oluyordu.

Dalgalar, kıyıdaki çakılları, düzenli biçimde yalıyordu. Gazete okuyan adamın yüzü, az önce sözü edilen

patlamada yanıp korkunç bir görünüm almıĢtı; daha sonra yapılan plastik ameliyat ise, adamın yüzünü

Page 59: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

mozaik gibi benekli, iğrenç bir hale getirmekten baĢka iĢe yaramamıĢtı; sanki yüzünün dıĢ çizgileri, yanakları

ve çenesi, bir kahkaha aynasında, birbirinden ayrılıp uzaklaĢıyor ya da birbirine girip kaynaĢıyordu.

Bir ucunda lokanta, öbür ucunda granit kayalığın bulunduğu sahil yolu, boĢtu; yalnızca ileride, solda üç balıkçı

kayığa kahverengi ağları yüklüyorlardı; kaldırımdan aĢağı yaĢlıca bir kadın da nokta süslemeli giysisiyle,

kıyının çakıllarına olurmuĢ, örgü örüyordu, üç köĢeli Ģapka biçiminde kailayıp kafasına geçirdiği gazetede

'Kaçak Kral görüldü' haberi vardi.Bandlarla sarılı bacaklarını kumlara yaymıĢtı; bir yanında halı kumaĢından bir

çift terlik, öbür yanında kırmızı yün yumağı duruyordu; kadın bunun ucunu zaman zaman, Zemblah

örgücülerin geleneksel dirsek hareketiyle gererek yumağı döndürüp ipliği uzatıyordu. Son olarak, kaldırımda,

balon cleklikli küçük bir kız, tekerlekli patenlerini beceriksizce ama yılmadan, cızırdatarak sürüyordu. Polis

örgütünden bir cüce, atkuyruklu çocuk rolü yapabilir miydi?

Kral, sıranın yanında durarak Rus ailenin uzaklaĢmasını bekledi. Mozaik suratlı adam, gazetesini katladı ve

konuĢmaya baĢlamasından

120

önceki bir saniye içinde (ağzın tülmesiyle patlaması arasındaki zamanda), Kral onun Odon olduğunu

anlayıverdi. 'Kısa bir zaman içinde bu kadarı yapılabilirdi,' diyen Odon, yanağını çekiĢtirerek, yüzüne

yapıĢtırdığı rengarenk yarı-geçirgen zarın bir ucunu kaldırdı. 'Nazik bir insan, doğal olarak, zavallı bir adamın

bozulmuĢ yüzünü çok yakından incelemez,' diye ekledi. Kral, 'Shpik'Xcn (sivil polisleri) kolluyordum,' deyince

Odon 'Bütün gün rıhtımda tur attılar. ġimdi yemeğe gittiler,' diye yanıtladı. 'Hem susadım, hem acıktım,' dedi

Kral. 'Sandalda bir Ģeyler var. Rusların uzaklaĢmasını bekleyelim. Çocukıansa zarar gelmez.' 'Ya Ģu sahildeki

kadın?' 'O, Baron Mandcvil denen delikanlıdır; geçen yıl düello yapan kiĢi. ġimdi gidebiliri/..' 'Onu da yanımıza

alsak?' 'Gelemez. Karısı, bebeği var. Haydi Charlie, gidelim, Majesteleri.' 'Taç Giyme Törenimde benim

yardımcılığımı yapmıĢtı o.' Böyle konuĢarak Ripplcson Mağaralarına ulaĢtılar. Bu açıklamamın okuyuculara

zevkli dakikalar geçirttiğine inanıyorum. 762. Dize : Onun arı diliyle...

Burada, dolambaçlı bir ifadeyle, bir köy kızının utangaç öpüĢü tanımlanıyor; ama bu bölümün tümü, fazla

barok. Shade'in bayılma nöbetlerinde uzaktan elde ettiği hiçbir Ģeye gereksinme duymayacak kadar mutluluk

ve sağlık içinde geçirdim ben yeniyelmeliğimi. Sanırım o, hafif sara nöbetlerine yakalanıyordu, birkaç hafta

boyunca, her gün, rayların aynı dönemecinde aynı bölgede sinirleri raydan çıkıyordu; gerçi sonunda doğa, bu

aksaklığı giderdi. Kim unutabilir terle parlayan uysal yüzlerini, bakır göğüslü demiryolu iĢçilerinin; kazmalarına

dayanarak, ağır ağır giden trenin pencerelerini gözleriyle izleyen?

767. Dize : Bir an geldi

ġair, Ġkinci Kanto'ya (ondördüncü kartta), 5 Temmuzda, yani altmıĢıncı doğum yıldönümünde baĢlamıĢtı. (181.

Dizeyle ilgili nota bakınız: 'bugün') YanlıĢ yaptım: AltmıĢ birinci olacak. 769. Dize : Ölümden sonra yaĢama

549. Dizeyle ilgili açıklamaya bakınız. 7 77. Dize : Alçakça bir anlaĢma

Kralla Odon'un kaçıĢlarından sonra, hemen hemen bir yıl boyunca AĢırılar, onların Zembla'dan ayrılmamıĢ

olduklarına inanıp durdular. Bu yanılgı, en geliĢmiĢ uranlığın içinden yıkımına geçen aptallık hattına

bağlanabilir ancak.Havada uçan makineler ve onlarla ilgili herĢey,

121

bizim yeni yöneticilerin kafasına, gerçek anlamıyla , bazı sözcükler fırlatmıĢtı; bunların hoĢ öyküsü, birdenbire,

dümdüz ve dikine uçan araçlardan bir kutu dolusu oyuncak yapılmasına neden oldu. Önemli bir kaçağın hava

yoluyla tüyemeyeceği, onlara hiç de akıldıĢı gelmiyordu. Krallık Tiyatrosunun arka merdivenlerinden Kralla

aktörün telaĢlı adımlarla inmelerinin üzerinden birkaç dakika geçtiğinde, göklerdeki ve yerlerdeki her kanat,

çoktan kontrol altına alınmıĢtı— bu denli etkindi devlet. Birkaç hafta, hiçbir özel uçağa ve yolcu uçağına kalkıĢ

izni verilmedi; dıĢardan gelen uçakların yolcuları öyle uzun, sıkıcı soruĢturmalarla karĢılaĢtılar ki uluslararası

uçak Ģirketleri, On-hava'ya inmemcyi kararlaĢtırdılar. Bazı aksilikler de oldu. Kırmızı bir balon akılalmaz

biçimde vurulup düĢürüldü, içindeki havabilimci de Surprise Körfezinde boğuldu. Lapland havaalanından

kalkan bir pilot, barıĢçı amaçlarla uçarken siste yolunu ĢaĢırdı, Zembla avcı uçaklarının saldırısından kurtulmak

için bir dağ doruğuna konmak zorunda kaldı. Bu olaylar, bir nedene bağlanabilir yine de. Sarp yarımadamızın

dağlarını, ormanlarını araĢtıran tüm alayların Kralcılar tarafından pusularda yok edilmesi, buralarda Kral'ın

bulunduğunu sandırıyordu devlete. Kral rolü yapan yüzlerce kiĢiyi cezaevlerine dolduran yönetim, büyük bir

ciddiyet ye gülünç bir çabayla bunları ayıklamaya koyuldu. Çoğu, özgürlüğe dönüĢ yolculuğunu taklit ettiler;

çok az kısmı ise, yazık ki, bu yolda devrildiler. Sonra bahar gelip çattığında, bir gün , yurt dıĢından ajınan bir

haber, ülkeyi ĢaĢkınlığa boğdu. Zembla'lı aktör Odon, Paris'te bir film yönetiyordu!

Page 60: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

O zaman yönetim, Ģöyle bir akıl yürüttü , ki doğruydu: Odon kaçmıĢsa Kral da kaçmıĢtır. AĢırılar hükümetinin

olağanüstü toplantısını saran uğursuz sessizlikte, bir Fransız gazetesi elden ele dolaĢtı; haberin baĢlığı

Ģöyleydi: L'EX-ROI DE ZEMBLA EST-ĠL Â PARĠS ?(8^

Gradus'un da üye olduğu gizli örgütü, sığınmacı kralın öldürülmesi için plan yapmaya iten Ģey, devlet

stratejisi olmaktan çok, öc alma tut-kusuydu. Kinci canavarlar! Hani katiller vardır, tanıklığıyla onları yaĢam

boyu hapse tıktıran soylu kiĢiye, bir zarar vermeye güçleri yetmediği halde, iĢkence yapma hırsıyla tutuĢurlar;

sö/.konusu örgüt üyeleri de öyleydi. Ellerine geçircmediklcri bu adamın erbezlcrini avuç-layarak burkup

koparmak tutkusuyla hücrede kıvranan böyle katiller,

(87) Zembla'nın eski kralı, Paris'te mi? —Çev.

122

onun güneĢli bir adada çardakta oturduğunu ya da güvenli bir yerde dizlerinin arasına aldığı güzel yavruyu

okĢamakta olduğunu, üstelik kendilerine güldüğünü düĢündükçe çılgına dönerler, kuĢku yok buna!

Bastırmaya güçlerinin yetmediği bu Ģen kahkahalar, gittiçe yaklaĢarak onlan kuĢatıp vahĢi beyinlerini

zorlarken kapıldıkları çaresiz acı, Cehennem acılarından bile korkuçtur. Kendilerine Gölgeler adını yakıĢtıran

bir grup bağnaz AĢırı, toplandılar ve Kral'ın peĢine düĢmeye, onu buldukları yerde öldürmeye and içtiler.

Onlar aslında Karl'cıların ikiz gölgeleriydiler, Kral'cılar arasında kuzenleri, erkek kardeĢleri vardı. KuĢkusuz, her

iki grubun doğuĢu, aynı kaynağa, yani öğrencilerin kardeĢlik derneklerindeki ve subay topluluklarındaki

korkusuzluğa, törenlere bağlanmalıdır; bu gruplar bazan geçici heveslere kapılırlardı; ama yansız bir tarihçi,

Karl'cılara romantik, soylu bir yakınlık duyabilmesine karĢın bunun gölgesi olan gruptan, Gotik ve çirkin

niteliği olan bu gruptan iğrenirdi. Yarasayla yengeç arası biçimsiz bir yapıya sahip Gradus, öbür Gölgeler'den

pek farklı değildi; örneğin Odon'un, kart oyununda hile yapan üvey kardeĢi Nodo saralıydı, karĢı-madde elde

etmeye çalıĢırken bir bacağını yitiren Mandevil deliydi. Gradus, ne kadar saçma sol örgüt varsa hepsine

üyeydi uzun zamandır. Yavan yaĢantısı boyunca, birçok kez tuzağa düĢürülmüĢse de öl-dürülememiĢti.

Sonraları vurgulayarak belirttiğine göre, Kralı bulup öldürme görevi kendisine bir kart oyunu sonucunda

verilmiĢti— ama Ģunu anımsatalım ki kâğıtları karan da, dağıtan da Nodo'ydu. Belki adamımızın yabancı bir

ülkeden oluĢu, kendisinin bu göreve atanması konusunda örgütte gizli bir eğilim yaratmıĢtı; Zembla

çocuklarının, kral katili olma onursuzluğuna uğramaktan kurtarılması için. Sahneyi gözümüzün önüne

açıkseçik olarak getirebiliyoruz: gölgelerin o gece toplandıkları, Cam Fabrikasına bitiĢik laboratuvarda solgun

neon ıĢıkları; tuğla döĢelil zeminde yatan maça ası; deney tüplerinden bir dikiĢte içilen votka; Gradus'un

kambur sırtına vuran bir sürü el, ve bu ikiyüzlü kutlamaları kabul ederken yüzündeki üzüntü-sevinme karıĢığı

ifade. Bu kader anını saat 0.05, 2 Temmuz 1959 biçiminde ta-rihlcndircceğiz, ki aynı gün çarpıcı bir rastlantıyla

suçsuz bir Ģair ilk dizelerini yazıyordu son Ģiirinin.

Gradus gerçekten bu iĢ için uygun muydu? Hem evet, hem hayır. Ergenlik yıllarında, büyük ve sıkıcı bir karton

kutu fabrikasında haberci olarak çalıĢırken üç arkadaĢa iyi bir yardımı dokunmuĢtu; onlar, bir festivalde

motosiklet kazanan, oranın yerlisi bir delikanlıyı pusuya

123

düĢürüp dövmeye karar vermiĢlerdi. Genç Gradus, bir balla bulup ağaçlardan birini devirme iĢinin baĢına

geçti; ama yanlıĢ devrilen ağaç, bekledikleri avın her akĢam, alacakaranlıkta hiçbir Ģeyden kuĢkulanmadan

geçtiği kır yolunu tam olarak kapatamıyordu. Üç serserinin pusu kurduğu yere doğru hızla motosikletini

sürmekte olan zavallı delikanlı, ince uzun, yakıĢıklı bir Lorraine'liydi; onu bu zararsız eğlencesinden yoksun

bırakmak isleyecek kimselerin pek aĢağılık yaratıklar olduğuna inanmak gerekiyor. Ama ĢaĢılacak bir Ģey oldu;

o üç kiĢi yere uzanıp beklerken, ileride kral katilliğine aday gösterilecek kiĢi bir hendekte uyuyakaldı; bu

yüzden de, kısa süren savaĢı kaçırdı: yiğit Lorrainc'li, parmaklarına geçirmiĢ bulunduğu bir dizi demir halkayla

saldırganlardan ikisinin suratını dağıtmıĢtı; motosikletin altında kalan üçüncü saldırgan ise, yaĢamı boyunca

sakatlıktan kurtulamayacaktı.

Gradus, Ģarap satıcılığı ile broĢür yayımcılığı arasında sık sık yaptığı cam iĢinde gerçek bir baĢarı sağlayamadı.

ĠĢe, Deseartes Ģeytanları (alkol dolu tüplerde batıp çıkan cam Ģeytanlar) yapıp Söğütçiçeği Haftasında

caddelerde satmakla baĢlamıĢtı .(88) Devlet fabrikalarında, çeĢitli iĢlerde çalıĢtı; ben Ģuna inanıyorum ki,

denizcilerin toplandığı görgüsüz ama renkli Kalixhaven'dcki büyük devlet labarotuarına kırmızı ve kehribar

rengindeki iğrenç pencereleri takmaktan o da sorumludur. Bir ara, bağ ve bahçelerde kuĢları kaçırtmak için

kullanılan feuilles d'alarme adlı Ģeylerin parılularıyla çınlamalarını 'geliĢtirmeye' kalkıĢtı. Onunla ilgili notlarımı,

bir derecelendirme sistemiyle sıraladım (kendisinin öbür eylemlerinden belirsizce söz ettiğim, 17. dizeye

Page 61: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

iliĢkin notuma bakınız); yani ilk notum, en kapalı ifadeyle yazılmıĢ olup onu izleyen notlar, gittikçe kesinleĢen

bir anlatımla (Gradus'un uzayda ve zamanda gittikçe yaklaĢmasına uygun olarak) yazılmıĢ, eylemler gittikçe

daha belirgin biçimde sergilenmiĢtir.

Kurmalı adamımızın içinde hareket yaratan yaylar, çok düzgündü, katıksız madendendi. Ahlaktan ödün

vermeyen bir insandı belki de, Gradus. Basitliği içinde korkunç bir nefret, onun donuk ruhunu kaplamıĢtı:

adaletsizlikten ve yalancılıktan nefret ediyordu. Birbirinden hiç ayrılmayan bu iki kötülüğün birlikteliği onda,

sözcüklerle anlatılamayan, zaten anlatılması için sözcüklere gereksinmeyen bir öfke

(88) Deseartes Ģeytanları: Tübün kapağına farklı basınçlar uygulandıkça, oyuncak bebekler alkole balar,

çıkarlar. —Çev.

124

uyandırıyordu. Bu nefret, onun onmaz aptallığının bir yan ürünü olmasaydı, övgüye değerdi. Oysa Gradus,

aklının ermediği herĢeye haksızlık ve yalancılık damgasını vuruyordu. Genel kavramlara tapıyordu, ölçüsüz bir

kendine güvenme duygusuna kapılmıĢtı. Genel özellikler tanrısal, ama bireysel ya da kümesel özellikler

Ģeytansaldı. Zengin bir insanla yoksul bir insanı gözönüne aldığımızda; bunlardan birini zengin, diğeriniyse

yoksul kılan etkenler, ne olursa olsun, önemli değildir; iki kiĢi arasındaki bu farklılık, açık bir haksızlıktır; buna

karĢı çıkmayan bir yoksul, eĢitsizliği doğru bulup savunan bir zengin kadar suçlu sayılır. Çok fazla Ģey bilen

insanlar, bilim adamları, yazarlar, matematikçiler, kristalograllar, ve benzerleri, krallardan ya da papazlardan

daha iyi değildirler: onların ellerinde tuttukları güç; öbür insanlar kurnazca safdıĢı bırakıldığı için bu denli

yoğundur. Doğanın ve çevrenin, bazı insanlara haksızlık yaparak baĢka insanlara verdiği ayrıcalıklara karĢı her

namuslu insan, uyanık olmalıdır.

Zcmbla Devrimi, Gradus'u sevindirmekle birlikte, zaman zaman kızdırdı. Olayların geliĢiminde, Gradus'un

umduğu ama bulamadığı düzenlilik konusunda, sinir bozucu bir örnek olarak, geçmiĢ bir olay anlatılmaya

değer. Ġnsanları scvmcsiylc ünlü bir adamın oğlu, teniste attığı servislere karĢı durulamayan Julius Stcinmann,

ki aynı zamanda büyük bir baĢarıyla Kralın kimliğine bürünmüĢtü, bir yeraltı radyosundan, devletle alay eden

konuĢmaları, Sevgili Charlcs'in sesini eksiksiz taklit ederek öyle ustaca yapıyordu ki polis örgütü nerdeyse sinir

krizine tutuluyordu. Aylarca gizlenmeyi baĢardıktan sonra bir gün yakalandı, Gradus'un da bulunduğu özel

mahkemede yargılanıp ölüm cezası aldı. Ġdam mangası, iĢi yüzüne gözüne bulaĢtırdı; çok geçmeden, yiğit

genç adamın bir taĢra hastanesinde yaralarının iyi-rcĢlirilmektc olduğu öğrenildi. Gradus bunu duyunca o

görülmemiĢ öfkelerinden birine yakalandı— bu iĢi Kralcıların düzenlediği kanısına vardığından değil; ölümün

temiz, namuslu yasal yolu, pis ve namussuz, yasadıĢı bir yöntemle kesildiği içindi öfkesi. Kimseye danıĢmadan

hastaneye koĢtu, fırtına gibi girdi içeri, Julius'u kalabalık bir koğuĢta buldu, üzerine iki kez ateĢ etmeyi

baĢardı, ikisinde de tutturamadı, sonunda iriyarı bir hastabakıcı silahı onun elinden aldı. Gradus o zaman

kıĢlaya gitti çarçabuk; bir manga askerle döndüğünde, hastası çoktan kaybolmuĢtu.

Böyle Ģeyler acı verir insana—- ama Gradus'un elinden ne gelirdi? Kader tanrıçaları, kendisine karĢıydılar. HoĢ

göreceğiniz bir sevinçle

125

belirtelim ki onun benzerleri hiçbir zaman, kurbanlarını öldürmenin büyük heyecanını tadamamıĢlardır. Ah,

kuĢkusuz, Gradus etkin, yetenekli, yararlı, çoğunlukla da gerekli bir insandır. Kar yağıĢlı, kurĢuni bir sabah

vakti, gecenin kar pudrasını idam sehpasının dar basamaklarından süpüren kiĢi, Gradus'un kendisidir; ama

onun uzun, kösele gibi suratı bu dünyada, sözkonusu basamaklardan çıkmak zorunda kalan adamın göreceği

son yüz değildir. Eski bir yoldaĢın yatağının altına, içindeki saatli bombayla birlikte, daha Ģanslı bir herif

tarafından bırakılan basil örme çantayı önceden satın alan, yine Gradus'tur. Yalancı ilanlar aracılığıyla luzak

kurmayı kimse Gradus'tan iyi beceremez; ama tuzağa düĢürdüğü yaĢlı zengin dul, baĢkası tarafından ayartılıp

öldürüldü. DüĢük tiran, çırılçıplak ve uluyarak, tören alanında bir kalasa bağlandıktan sonra halk tarafından

parçalanarak öldürülürken, herkes ondan bir parça koparıp yiyerek canlı bedenini bölüĢürken (gençliğimde

bir italyan diklatörüyle ilgili öyküde okuduğum böyle bir olay, benim, yaĢamım boyunca bir etyemez

oluĢumun nedenidir), Gradus bu Ģeytan ayininde yer almaz: o, elveriĢli aracı gösterir ve etkesme eylemini

hazırlar.

HerĢey, olması gerektiği gibidir; dünyanın Gradus'a ihtiyacı var. Ama Gradus, kralları öldürmemelidir.

Vinogradus asla, asla Tanrıyı kızdırmamalıdır. Leningradus, yalancı silahını insanlara yö-ncltmcmelidir, düĢte

de olsa; yoksa sütun gibi kalın, görülmemiĢ derecede kıllı iki kol, onun arkasından boynuna dolanır ve sıkar,

sıkar, sıkar.

Page 62: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

772. Dize : Kitaplarla insanlar

O siyah cep defterini yanımda taĢıdığıma iyi etmiĢim; hoĢuma giden alıntılar var bu defterde: Boswell'in

yazmıĢ olduğu Dr. John-son'un YaĢamı'ndan bir dipnot, Wordsmith'in ünlü caddesinin iki yanındaki ağaçların

üzerine yazılmıĢ ifadeler, St. Augustine1 in bir sözü, bunun gibi Ģeyler iĢte. Bu alıntıların arasında, dağınık

olarak, John Shade'le yaptığım konuĢmalar da var; kendisiyle dostluğumu merak edenlere ya da

sevmeyenlere aktarmak amacıyla not etmiĢtim bunları. Açıklamalarımın düzgün akıĢını durdurup da, ünlü

arkadaĢıma, kendisinden sözcımcsi için olanak vereceğimden ötürü hem onun, hem benim okuyucularımız

tarafından hoĢ görüleceğimi umuyorum.

EleĢtirmenler konusunda, Ģöyle demiĢti: 'Derin kavrayıĢın ıĢık saçan somut bir görüntüsünü kucaklamayı

bazan arzulamıĢsam da, basılı bir övgüyü hiçbir zaman istemedim; ayrıca, penceremden dıĢarı

126

eğilip pis sulan zavallı bir beygirin(89) tepesine boĢaltmak sıkıntısına girmek de istemedim. Sövgüyle övgü

aynı değerdedir benim gözümde.' Kinbote: 'Sanırım birincisini, bir kaz kafalının saçmalan olduğu için

reddediyorsunuz; ikincisini ise, ince bir ruhun dostluk gösterisi olduğu için.' Shade: 'Taslamam öyle.'

Fazla önemsenmiĢ Rusça Bölümünün baĢkanlığını yapan ve astlarına karĢı kabalık derecesinde kuralcı olan

Prof. Pnin'den söz açıldığında (baĢka bir bölümde öğretim görevlisi Prof. Botkin, bu kaba 'yetkinlikçi'ye bağlı

olmadığı için Ģanslıdır) Shade Ģöyle demiĢti: 'Gogol, Dostoyevski, Çchov, ZoĢçenko gibi eĢsiz humor'cularla

onların sürdürücüleri olan lif ve Petrov gibi büyük yazarları yetiĢtirmiĢ olan Rus aydınlarının bugün humor

duygusuna muhtaç durumda kalmaları, ĢaĢılacak bir Ģey.'

Tanıdığımız iriyarı bir adamın kabalığından söz ederken: 'Herif, yemek bulaĢmıĢ bir aĢçı önlüğü kadar bayağı.'

Kinbote (gülerek): 'Çok güzel!'

Üniversitede Shakespeare'in öğretilmesini Ģöyle nitelendiriyordu: 'Her Ģeyden önce, düĢüncelerin, toplumsal

koĢulların bir yana atılması; öğrencilere, daha ilk günden, nasıl ürpcreceklerinin, Hamlet ya da Lear'm Ģiirini

içip sarhoĢ olma yöntemlerinin, kafalarıyla değil de omurgalarıyla okumaları gerektiğinin öğretilmesi.'

Kinbote: 'Özellikle, gösteriĢli bölümleri beğeniyorsunuz demek.' Shade: 'Öyle sevgili dostum Charles; soylu bir

köpeğin pislettiği çimenlikte sevinçle yuvarlanan melez bir hayvan gibi yuvarlanırım ben, onların üzerinde.'

Marksizm'le Freudizm'in benzerlik ve farklılıkları üzerine konuĢurken, ben Ģöyle demiĢtim: 'Bu iki yalancı

öğretinin en kötüsü, yok edilmesi en güç olandır.' Shade: 'Hayır, Charlie, daha basit bir ölçütle: Marksizm'in

diktatöre gereksinimi var, diktatörün ise gizli polis örgülüne; sonuçta, lam bir yıkım. Ama Frcud'un

düĢüncelerini benimseyen bir kiĢi, islerse aptal olsun, oy sandığına oy atabilir, bunu [gülümseyerek] siyasal

dölleme diye adlandırmaktan zevk duysa da.

Öğrencilerin ödevleriyle ilgili olarak: 'Ben genellikle, yardımcı olmayı severim [demiĢti Shade]. Ama bazı ufak

Ģeyler var ki, ben hoĢ göremem.' Kinbote: 'Örneğin?' 'Okunacak kitabı okumamak. Onu bir aptal gibi okumak,

içinde simgler aramak; örneğin "Yazar, yeĢil yap-

(89) Burada, 'beygir' anlamına gelen 'hack' sözcüğünün ikinci anlamını da dikkate almak gerekmektedir:

'ücretli yazar.' —Çev.

127

raklar imgesini çarpıcı biçimde kullanıyor; çünkü yeĢil, mutluluğun ve hayalkırıklığının simgesidir." Ayrıca,

"açık" ve "içten" sözcüklerini övgü olarak kullanan öğrencinin notunu iyice düĢürürüm, Ģu örneklerde olduğu

gibi: "Shclley'nin üslubu, her zaman açık ve iyidir" ya da "Yeats, her zaman içtendir" Bu tür yargılar çok yaygın;

ben, bir eleĢtirmen tarafından bir yazarın içtenliğinden sözedildiğini duyduğumda, anlarım ki, ya eleĢtirmen

budaladır ya da yazar.' Kinbote: 'Ama bu düĢünme tarzının yüksek okullarda aĢılandığını söylediler bana.'

'ĠĢle, süpürge vurulacak ilk yerler, oralarıdır. Bir çocuğa otuz farklı konuyu öğretmek için otuz uzman

gereklidir; böyle yapılmayıp çocuk, sıkıcı bir taĢra öğretmeninin eline bırakılırsa o da, çocuğa bir çeltik

tarlasının resmini gösterip buranın Çin olduğunu söyleyecektir, çünkü Çin hakkında bildiği bu kadardır,

enlemle boylam arasındaki farkı bile söyleyemez.' Kinbotc: 'Size katılıyorum.'

181.Dize: Bugün

Yani 5 Temmuz 1959, Pazar günü. ikinci Kanlo'yu Shade, 'sabah erkenden' yazmaya baĢladı (14. Kart'ın üst

köĢesinde belirtildiği gibi). Gün boyunca yazmayı sürdürerek 208. dizeye ulaĢtı. AkĢamın çoğunu ve gecenin

bir kısmını Ģair, en sevdiği on sekizinci yüzyıl yazarlarının 'Dünyanın KoĢuĢturmacası ve BoĢunalığı' dedikleri

Ģeye ayırdı. Sonuncu konuk da gittikten (bisikletle), kül tablaları boĢaltıldıktan sonra bütün pencereler, iki saat

karardı; ama saat 3 sularında, evimin üst katındaki banyo penceresinden baktığımda Ģairin, çalıĢma

Page 63: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

odasındaki leylak rengi ıĢığa gömülmüĢ masasına döndüğünü gördüm; iĢle bu gece çalıĢması, kantoyu 230.

dizeye ulaĢtırdı (18. Kart). Bir buçuk saat sonra, tan vakti, banyo odama bir kez daha gittiğimde, Ģairin

oturduğu odadaki ıĢığın yatak odasına geçmiĢ olduğunu gördüm ve hoĢgörüyle gülümsedim; çünkü

hesaplamama göre, üç-bin-dokuz-yüz-doksan-dokuzuncu kez'in üzerinden ancak iki gece geçmiĢti; ama

önemi yok. Birkaç dakika sonra herĢey yine kapkara kesildi, ben de yatak odama döndüm.

Dünyanın öbür yarım küresinde, Onhava'nın yağmurla yıkanmıĢ havaalanında 5 Temmuz günü, öğle vakti,

Gradus, bir Fransız pasaportuyla, Rus uçağına doğru yürümekteydi; uçak, Kopenhag'a gidecekti. Shade, Ġkinci

Kanlo'nunilk dizelerini kurduğunda ya da bunları yalakta kurduktan sonra yazıya geçirdiğinde, Atlantik kıyısı

saatiyle, sabahın erken vaktiydi; iĢte Gradus aynı anda, dünyanın öbür

128

yarımküresinde uçağa bindi. ġair, yirmi dört saat sonra 230. dizeye ulaĢtığında Gradus, kendisi de önemli bir

Shadow^ olan elçimizin Kopenhag'daki yazlık evinde geçirdiği dinlendirici bir geceden sonra, bu Shadow'la

birlikte, giysi satılan dükkana giriyordu^ ilerideki sayfalarda (açıklamaların, 286. dizeden 408. dizeye kadar

giden bölümünde) kendisiyle ilgili tanımlamaya uymak üzere. Migren bugün yine azdı.

Benim iĢlerime gelince; yaratıcılık açısından, duygu açısından, toplumsal açıdan, hiç de iyi gitmiyordu.

YaĢamımın bu uğursuz dönemi, ne zaman baĢladı, biliyorum: Genç bir arkadaĢa, benim güçlü Kram-ler'ime

binmesini teklif etmek inceliğinde bulunduğum gece. Onu babasının çiftliğine, bütün yolu, iki yüz millik ufak

bir uzaklığı aĢarak götürecektim. Yaptığı bir dizi trafik kazasından sonra sürücü belgesi elinden alınan bu

arkadaĢı benim üçüncü pingpong masamın sürekli bir konuğu haline getirmeyi düĢünüyordum. Orada

geceleyin eğlence düzenlediler; ben, bir yabancılar kalabalığı— gençler, yaĢlılar, tiksinti verecek derecede

koku sürünmüĢ kızlar—arasında ve donanma fiĢeklerinin, ızgara kokularının, eĢekĢakalarının, caz ezgilerinin,

yüzme yarıĢlarının oluĢturduğu bir ortamda, dansetmek ve Ģarkı söylemek için yaratılmıĢ aptal oğlandan ayrı

düĢtüm; onun akrabalarının sıkıcı mı sıkıcı, bilgiççe gevezelikleriyle kuĢatıldım; derken, nasıl olduysa oldu,

kendimi baĢka bir çiftlikte, baĢka bir eğlencenin içinde buldum; o çiftliğin salonunda, tanımlanamaz bir oyuna

katıldım, az kalsın sakalım kesiliyordu; sabahleyin, meyveyle pirinçten oluĢmuĢ kahvaltımı bitirdikten sonra,

binici pantolonu giymiĢ ayyaĢ bir ihtiyar olan, adını bilmediğim çiftlik sahibi beni, ahırlarının çevresinde

gezmeye götürdü. Arabamı yolun dıĢına, bir çam korusuna çektim; sonra ön koltuktan dıĢarı iki tane ıslak

erkek mayosuyla gümüĢ iĢlemeli bir kadın terliği fırlattım. Frenler gece boyunca yıpranmıĢtı, bozuk yolda çok

çekmeden denetimi yitirdim. Wordsmith Üniversitesi'nin saatleri altıyı vururken ben, Arcady'ye vardım; bir

daha böyle yakalanmamaya içimden and içiyordum ve tüm temiz yürekliliğimle, Ģairimin yanında geçireceğim

dingin gecenin avuntusunu özlüyordum. Evimin ko-ridorundaki sandalyeye bıraktığım, kurdeleyle bağlanmıĢ

karton kutuyu farkettiğimde anladım ki az kalsın onun doğum günü toplantısını kaç iriyordum.

(90) «Shadow» aslında özel ad değildir, «gölge» anlamına gelen bu sözcük, Ģairin adı olan Shade'e

benzemekledir. Acaba bu gölge, Kral'ın mı yoksa Shade'in mi göl-gesidir? —Çev.

129

ġairin doğum tarihini, kitaplarından birinin kapağında görmüĢtüm; daha sonra onun kahvaltı giysisinin ne

kadar döküntü bir Ģey olduğunu düĢünmüĢtüm; Ģaka yaparcasına kolumu onunkine dayayıp ölçtükten sonra,

Washinglon'dan pırıl pırıl bir ipek sabahlık alıp getirmiĢtim giysin diye; doğu renkleriyle bezenmiĢ gerçek

ejderha derisinden; sa-muraylara layık bir giysi. Karton kutunun içindeki buydu iĢte.

Çabucak giysilerimi değiĢtirdim, en sevdiğim ilâhiyi bağırarak söylerken duĢumu aldım. Becerikli bahçıvanım,

bana çok gereksindiğim sert masajı yaparken bir haber de verdi: Shadc'lcr, bu gece büyük bir 'hafif yemek

vereceklerdi; konuklar arasında senatör Blank da vardı (sözünü sakınmaz bir devlet adamı, aynı zamanda

John'un kuzenlerinden biri).

Yalnız bir adamı, birdenbire katılma olanağı bulduğu bir do-ğumyıldönümü kutlamasından daha mutlu kılıcı

bir Ģey olamaz; ben sanıyordum— hayır, emindim—ki, gün boyunca telefonum çalmıĢ durmuĢtu,

açılmaksızın; sevinçle çevirdim Shade'lerin numarasını; ve kuĢkusuz Sybil oldu yanıtlayan.

'Bon soir, Sybil.'

'A, merhaba Charles. Yolculuğunuz iyi geçti mi?'

'ġey, doğrusu...'

'Bakın, John'u aradığınızı biliyorum ama dinleniyor Ģimdi, benim de iĢim baĢımdan aĢkın. Sizi sonra çağıracak;

tamam mı?'

'Sonra, ne zaman— bu gece?'

Page 64: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

'Hayır, yarın, sanırım. Kapının zili çalıyor. HoĢçakalın.'

ġaĢırtıcı. Kapı zilinin çaldığını Sybil nasıl duyabilirdi, çevresinde bir hizmetçiyle aĢçıya ek olarak iki de beyaz

ceketli garson dolanırken? YanlıĢ bir gururlanma beni, yapmam gereken Ģeyi yapmaktan alıkoyuyordu; yani

görkemli armağanımı kolumun altına sıkıĢtırarak, o konuksevmez eve doğru açık açık, çekincesiz yürümekten.

Kim bilir, belki beni arka kapıda bir damla mutfak Ģa-rabıyla ödüllendirirlerdi. Yine de umutluydum; bir

yanlıĢlık vardı bu iĢte, az sonra Shade telefon edecekti. Öfkeli bir bekleyiĢ; pencerenin önünde yapayalnız

içliğim bir ĢiĢe Ģampanyanın tek etkisi ise, kötü bir crapula (baĢağırısı).

Perdenin arkasından, ağaç yapraklarının arkasından, akĢamın altın tülünü ve gecenin kara örtüsünü

bakıĢlarımla delerek o çimenliği, o araba yolunu, mücevher parıltılı pencereleri gözetliyordum. GüneĢin

130

batmasına kalmadan, saat yediyi çeyrek geçe, ilk konuğun arabasının yaklaĢtığını duydum. Ah, tümünü

gördüm onların. Bizim Dr.Sutton'un, karbeyaz kafasıyla, kusursuz ovallıktaki küçük, soylu yüzüyle, sendeleyen

bir Ford'un içinde, yanında da bayan Starr, yani bir savaĢ dulu olan uzun boylu kızı olmak üzere, geldiğini

gördüm. Bir çiftin yaklaĢtığını da gördüm; daha sonra Colt olarak tanıdığım, o yörede avukatlık yapan adamla

karısıydı; bunların saygısız Cadillac'ı benim bahçe yoluma girdi biraz, hemen ıĢıklı gözlerini telaĢla yumup

açarak geri çekildi. Dünyaca ünlü, yaĢlı bir yazan da gördüm; üretken yeteneksizliğinin ve yazınsal ödüllerinin

ağırlıyla beli bükülmüĢ; Shade'lc birlikle küçük bir dergi çıkardıkları o eski, bulanık zamanların içinden çıkıp

gelmiĢti taksiyle. Shade'lerin iĢlerini yapan Frank'ın steyĢın arabayla uzaklaĢtığını gördüm. Emekli bir kuĢbilim

profesörü de çarptı gözüme; yasalara aykırı olarak arabasını bıraktığı anayoldan doğru geliyordu. Maud

Halanın son sergisini destekleyen, güzel sanatlar patroniçesi, bir delikanlı gibi yakıĢıklı ve karmakarıĢık saçlı

kız arkadaĢıyla birlikte ufacık Pulex'e kurulmuĢ, geliyordu; gördüm onları da. Sonra Frank'ın geri döndüğünü

gördüm; yanında New Wye'li, yarı kör antikacı bay Kaplun'la karısı, gücü tükenmiĢ kartal. Derken, üniversiteyi

yeni bitirmiĢ, smokinli bir Kore'li gencin bisikletle geldiğini gördüm; ardından da, çuval gibi giysisi içinde

üniversite yöneticisini, yaya olarak.Tören hareketleriyle, aydınlıkta ve loĢlukta, bir pencereden öbür

pencereye, martinilere sodalı viskiler havada, Merihliler gibi yüzerken, gördüm otelcilik okulundan gelmiĢ

olan beyaz ceketli o iki delikanlıyı içeride; bunlardan zayıf olanını iyi, oldukça iyi tanıdığımı hemen farkettim.

En sonunda,sekiz buçukta (ben, konukları bekleyen hanımefendinin, sabırsızlandığı zaman yaptığı gibi

'parmaklarını çıtlatmaya baĢladığım düĢünüyordum ki) uzun siyah bir limuzin, resmi bir parlaklıkla ve cenaze

arabası ağırbaĢlılığıyla, araba yolunun atmosferine girdi; ĢiĢko zenci Ģoför arabanın kapısını açmak için

fırlarken ben, evinden dıĢarı çıkmakta olan Ģairimi acımayla seyrediyordum; ceketinde beyaz bir çiçek, içkinin

kızarttığı yüzünde bir hoĢgeldin sırıtıĢı.

Sabahleyin, yatılı olmayan hizmetçi Ruby'yi alıp getirmek üzere Sybil'in arabayla uzaklaĢtığını görür görmez,

incelikle ama sitem belirtecek biçimde katladığım karton kutuyla birlikte onların bahçesine girdim.

Garajlarının önünde, yerde bir büchmann farkettim: Küçük bir sütun oluĢturacak Ģekilde, üst üsle yığılmıĢ

kitaplar; kitaplıktan aldığı

131

bu kitapları Sybil, belli ki burada unutmuĢtu. Merak yükümün ağırlığına dayanamayıp onlara doğru eğildim:

çoğu bay Faulkner'ın yapıtlarıydı. O anda Sybil dönmüĢtü; arabasının lastikleri tam arkamda, çakılların

üzerinde gıcırdadı. Armağanıma kitapları ekledim, bu küçük sütunu Sybil'in kucağına bıraktım. Çok

naziktim— ama neydi bu karton kutu? John'a bir armağan yalnızca. Armağan mı? ġey, dün onun doğum

yıldönümü değil miydi? Evet, öyleydi; ama doğum yıl-dönümlcri, saçma geleneklerden sayılmaz mıydı?

Saçma da olsa, dün, benim doğum yıldönümüm aynı zamanda— on altı yıllık küçük farkla, hepsi bu. Ah

benim! Ġyi dileklerimle. Peki doğum yıldönümü partisi nasıl geçti? ġey, bilirsiniz nasıl geçer böyle partiler (bu

sırada elimi cebime sokmuĢtum, baĢka bir kitap çıkarmak için— onun hiç beklemediği bir kitap). Evet, nasıl

geçer bu partiler? Ah, tüm yaĢamınızda yüzgöz olduğunuz ve yılda bir gün davet etmekten kaçmamadığmız

insanlar; Ben Kaplun gibi, eski okul arkadaĢımız Dick Colt gibi kiĢilerdir de Washington'daki kuzen, ve John'la

ikiniz tarafından romanları beĢ para etmez bulunan Ģu adam.Sizi çağırmadık, çünkü böyle Ģeyleri ne denli

sıkıcı bulduğunuzun bilincindeyiz. KonuĢma sırası bendeydi.

'Romanlar üzerine değerlendirme yaparken,' diye baĢladım, 'anımsarsanız, ortak bir saptamamız vardı: Bizce

Proust'un yontulmamıĢ baĢyapıtı kocaman bir insanyiyen peri^91^ masalıydı, bir kuĢkonmaz dramı, anlattığı

kiĢiler Fransız tarihinde rasllanamayacak uydurma tipler, cinsellikle ilgili bir travestissemenP2\ bitmeyen bir

fars, bir da-hinin^93) söz dağarcığı, Ģiirsellik, ama hepsi o kadar, inanılmaz kabalıkta ev sahibi hanımlar,

Page 65: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

lütfen konuĢmamı kesmeyin, üstelik onlardan da kaba konuklar, Dostoyevski'nin yapıtlarındaki gibi mekanik

tartıĢmaların ve Tolstoy'u anımsatan züppece ayrıntıların yinelenmesi ve dayanılmaz ölçüde yayılması, göz

alıcı deniz görüntüleri, sıcaktan eriyen caddeler, hayır, kesmeyin sözümü, en büyük Ġngiliz Ģairlerini

kıskandıracak ıĢık ve gölge efektleri, mecaz çiçeklerinden bir bahçe ki —yanılmıyorsam Coctcau'nun

tanımına

(91) «Peri» anlamındaki «fairy»'nin ikinci anlamını da dikkate almak gc-ckmektcdir: «KĢcinscl erkek».

(92) «Kaba liyatro gösterisi» anlamındaki bu sözcük, cinsel sapkınlık belirten «ıravesti» sö7xüğünü

anımsatmaktadır.

(93) «Dahi» anlamına gelen «genius» sözcüğünün «iblis» anlamı da vardır. (Bir iblisin söz dağarcığı).

132

göre— "asma bahçe mucizesi", daha bitirmedim, saçma bir aĢk serüveni, kahramanları da sarıĢın, genç bir

rezil (uydurma Marcel) ve gerçeğe aykırı bir genç kız, bu kızın göğsüne bastırdığıysa Vronski'nin (ve Lyovin'in)

kalın boynu, bir de Cupid'in kalçaları yanak yerine; ama— bırakın, tatlılıkla bitireyim sözümü—yanlıĢ yaptık

Sybil, "insan merakı"nı uyandırma yeteneğimizi dikkate almayınca yanlıĢ yaptık: iĢte burada; belki onsekizinci,

belki de onyedinci yüzyılı anımsatıyor, ama var böyle bir belirti. Lütfen inin, yeniden inin içine, örümcek, bu

kitabın (ona kitabı sunarken), Fransa'dan aldığım bu kitabın içinde ilginç bir iĢaret bulacaksınız. John'un bunu

saklamasını istiyorum. Au revoir, Sybil. ġimdi gitmem gerek. Sanırım telefonum çalıyor.

Çok kurnaz bir Zcmbla'lıyım ben. Böyle durumlar için Proust'un yapıtının üçüncü ve son cildini getirmiĢtim

cebimde (Pleiade Ya-yınevi'nce 1954'tc, Paris'le yayımlanmıĢ); kitabın 269—271. sayfalarda bazı yerleri

iĢaretlemiĢtim. Mme de Mortemar, o akĢam düzenlediği toplantının 'seçilmiĢ'leri arasında Mme de

Valcourt'un bulunmamasına karar vermiĢ, ertesi gün ise ona Ģöyle bir mektup göndermeye kalkmıĢtı: 'Sevgili

(Edith, sizi özlüyorum; dün gece pek ummuyordum gelmenizi (Edith merak etmiĢti: Nasıl umabilirdi, beni

davet etmediğine göre?), çünkü biliyorum, böyle toplantılara düĢkün değilsiniz; sıkılırsınız bile.'

Shade'in son doğumyıldönümü partisi için söyleyeceklerim bu kadar.

181—182. Dizeler : mumkanat kuĢları... ağustosböcekleri

l.~4. ve 131. dizclerdeki kuĢ, yine karĢımızda. ġiirin son dizesinde yeniden görünecek; baĢka bir

ağustosböceği, arkasında bırakarak kozasını, zafer türküsü söyleyecek 236-244. dizelerde.

189. Dize : Starovcr Blue

627. Dizeyle ilgili açıklamaya bakımz.Bu, Kazın Görkemli Oyunu'nu anımsatmakla; ama sözkonusu oyun

burada, boyalı tenekeden minik uçaklarla oynanmıĢ: bir yabankazı oyunu, daha çok (209. kareye dek gidilir).

209. Dize : Çökerken günden güne

Uzayzaman, çöküĢün la kendisidir. Gradus, batıya doğru uçuyor; Ģimdi gri-mavi Kopenhag'a varmıĢtır (181.

Dizeyle ilgili nota bakınız). Yarından sonra (7 Temmuzdan sonra) Paris'e ulaĢacak. Bu dizenin

133

içinden hızla geçti gitti- pek yakında sayfalarımızı yeniden karartmak üzere.

213-214. Dizeler : Bir kıyas

Bunu bir çocuk beğenir ancak. Daha sonraları, yaĢamımızın içinde öğreniriz ki, biz de o 'baĢka insanlar'danız,

230. Dize: Ev perisi

Yakın zamanlarda ziyaret ettiğim, Shade'in eski yazmanı Jane Provost bana Hazel hakkında, babasının

anlattığından çok daha fazlasını anlattı, Chicago'da: Shade, ölmüĢ kızından söz etmeye istekli görünmüyordu;

ben de, bu sorgulama ve yanıtlama metnini önceden okumuĢ olmadığım için onu, benimle bu konuda

konuĢup içini dökmeye zorlayamamıĢtım. Aslında Ģair, bu kantoda içini iyice dökmüĢ bulunuyor Hazel'in

oldukça belirgin ve eksiksiz bir portresini çiziyor; ama gereğinden fazla eksiksiz bir portre bu, bir mimar

özeniyle çizilmiĢ, öyle ki, okuyucular bu portrenin, daha değerli ve az rastlanır özelliklerini yok edecek

biçimde geniĢletilip ayrıntılarla bezendiğini hissetmekten kendilerini alamazlar. Ama hiçbir eleĢtirmen,

görevini savsaklayamaz; derleyip aktaracağı bilgiler ne denli can sıkıcı olursa olsun. Böylece bu açıklama

ortaya çıktı.

Büyük bir olasılıkla, 1950 yılının baĢlarında, ahır olayından çok önce (347. Dizeyle ilgili açıklamaya bakınız), on

altı yaĢındaki Hazel, bir. takım ürkünç 'ruh devinimi' olaylarına bulaĢtı; bu durum, bir ay kadar sürdü. Önceleri,

evin kötü çiniyle yeni ölmüĢ olan Maud Hala'nın aynı olduğu düĢünülüyordu. Ġlk olay, Hala'nm bir zamanlar,

yarı inmeli olan köpeğini yatırdığı sepetle ilgili olaydı (iskoç teriyesi diye adlandırdıkları bu soy köpeklere

Page 66: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

bizim ülkemizde 'salkım söğüt köpeği' denirdi). Bu köpeği, Hala'nın hastaneye yatırılmasından hemen sonra,

Sybil ortadan kaldırmıĢtı; bunu öğrenen Hazel de öfkeden deli gibi olmuĢtu. Bir sabah bu sepet, hızla fırlatıldı

'dokunulmamıĢ' kutsal odadan dıĢarı (90-98. Dizelere bakınız) ve o sırada Shade'in çalıĢmakta olduğu odanın

önünden, koridor boyunca uçtu gitti; açık kapıdan Ģair, sepetin, içideki ıvır zıvın ortalığa saçtığını gördü: lime

lime bir yatak örtüsü, parlak bir kemik, rengi atmıĢ bir minder. EĢya hareketleri, ertesi gün de sürdü; yemek

odasında, Maud Hala'nın tablolarından biri (Servi ile Yarasa), duvara doğru çevrilmiĢ halde bulundu. Bunu

baĢka olaylar izledi: kadının albümünün havalarda uçtuğu olaylar (90. Dizeye iliĢkin açıklamaya bakınız);

bunlarla birlikte, kuĢkusuz, darbe seslerinin her türlüsü; özellikle kutsal odadan gelen bu

134

sesler, bitiĢik odada, elbette huzur içinde, uyuyan Hazel'i yatağından sıçratıyordu. Ama çok geçmeden, bu

Ģeytanca olaylar, Maud Hala'dan kaynaklandıklarını düĢündürmenin ötesine geçtiler ve, diyebiliriz ki, daha

seçimlik (eklektik) hale geldiler. Böyle olaylarda nesnelerin yapmaktan kaçınamayacağı sıradan, adi

devinimler, burada da görüldü. Tencereler mutfakta Ģangır Ģungur yuvarlandı; bir kartopu (mevsimsiz olmalı)

buzdolabında bulundu; birkaç kez Sybil, bir tabağın havada disk gibi uçtuğunu, sonra sapasağlam sofaya

indiğini gördü; evin çeĢitli yerlerinde lambalar yandı; sandalyeler badi badi yürüyerek kilerde toplandılar;

nerden geldiği anlaĢılmayan ip parçaları bulundu yerde; görünmez sarhoĢlar gecenin ortasında,

merdivenlerden sendeleyerek indiler; ve bir kıĢ sabahında Shade, kalkmıĢ, pencereden havaya bakıyordu ki;

Kutsal Kitap kadar değer verdiği Webster'i M harfinde açılmıĢ olarak bıraktığı küçük masanın, çalıĢma

odasında olması gerekirken, akıllara durgunluk verecek biçimde bahçede, karların üzerinde bulunduğunu

gördü. (Belki de 5-12. dizelerde dile getirdiği görüntü, bu olayın yüceleĢtirilmiĢ biçimidir.)

Benim düĢünceme göre, bu olayların sürdüğü dönemde Shade'ler, ya da en azından John Shade, dengesini

yitiren insanların heyecanı içindeydi; sanki her gün, dünya gittikçe daha çılgın biçimde dönüyor ve siz,

lastiklerinizden birinin çıkıp yanınızda yuvarlandığını ya da direksiyonunuzun koptuğunu görüyordunuz.

Zavallı arkadaĢım, yc-niyetmeliğinin ilk yıllarında geçirdiği sarsıcı krizleri anımsamaktan kendini alamıyor,

soydan gelen bu hastalığın biçim değiĢtirerek ortaya çıktığı kuĢkusuna kapılıyordu. Bu ürkünç ve utanç verici

olguyu komĢularından gizlemeye çalıĢan Shade, kendini düĢünerek yapmıĢ değildi bunu. Önce dehĢete

kapılmıĢ, sonra yüreği acımayla burkulmuĢtu. Hem'kendisi, hem de Sybil, iradesiz, güçsüz, beceriksiz ama

ağırbaĢlı kızlarını bu konuda sıkıĢtıramıyorlardı; oysa kız, bu olaylara karĢı, korkmaktan çok, ilgi duymaktaydı;

kızın anasıyla babası onun, bu kargaĢalığı yaratan gücün aracısı olduğundan kuĢku duymuyorlardı; ikisinin de

gördüğü gibi, bu güç, (Jane P.'nun sözlerini aktarıyorum) 'bir delilik biçiminde, delice Ģeyler yaparak' kendini

dıĢa vuruyordu. Bu konuda pek bir Ģey yapamıyordu babasıyla anası; çünkü çağdaĢ bir vo-odoo olan

ruhbilimden hoĢlanmıyorlardı, ama aslında çok korkuyorlardı Hazel'dcn ve ona bir zarar vermekten. Yine de,

eski kafalılığına karĢın bilgili bir insan olan Dr. Sutton'la bir görüĢme yaptılar; bu görüĢme sonucunda,

karamsarlıkları azaldı. BaĢka eve ta-

135

sınmayı düĢünüyorlardı, ya da, daha doğru bir. anlatımla, yoldan geçen birinin duyacağı biçimde yüksek sesle

birbirlerine, iblis evden gider gitmez baĢka eve taĢınmayı düĢündüklerini söylüyorlardı; bu kötü günlerin bir

moskovett gibi geçip gideceğini umuyorlardı; bu sert rüzgâr, bu soğuk hava anıtı, Mart boyunca doğu

kıyılarımızda eser durur, derken bir sabah kuĢ cıvıltılarını iĢitirsiniz, zambaklar dallarında ağırlaĢırlar; dünyanın

tüm çizgileri, yerine oturmuĢtur. Kötü olaylar dizisi sonunda kesildi; unutulmasa bile, en azından bir daha

anılmadı; ama ne tuhaftır ki, sinir hastası bir çocuğun cılız bedeninden fırlayan Hcrkül ile Maud Hala'nın hırçın

hayaleti arasındaki gizemli eĢit iĢaretini farketmiyoruz; ne tuhaftır ki, aklımız, bulduğu ilk açıklamadan hoĢnut

olur; aslındaysa, bilimsel ve doğaüstü, kasların mucizesi ve aklın mucizesi, bunların ikisi de açıklanamaz

Ģeylerdir, Ulu Tanrının hikmetidirler çünkü.

231. Dize : Ne kadar gülünç, vs.

ġiirin taslak metninde, bu dizeler farklı biçimdedir; güzel bir bölümdür ama dizelerden birinin ortasında bir

kopukluk var (6 Tcm-muz'da yazılmıĢ):

Bilinmez Öle Dünya, tüm ölü doğmuĢlarımızın oturduğu,

Sevdiklerimizin yaĢama kavuĢtuğu, yatalakların iyileĢtiği.

Akıllar öldükten sonra oraya giderler:

Zavallı yaĢlı Swift, zavallı—, zavallı Baudelaire

Page 67: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Buradaki kısa çizgi, ne anlama gelebilir? 'Baudelaire'dcki okunmaz e'nin, Shade, vezin gereği okunmasını

istemedikçe, ki iyi biliyorum onun Ġngilizce dizede böyle bir Ģey yapmak islemediğini (501. dizeye bakınız,

'Rabelais'), buraya konması gereken ad, bir vurgulu ve bir vurgusuz heceden oluĢmalıdır. DelirmiĢ ya da

yaĢlılıktan bunamıĢ olarak tanınan büyük Ģairlerin, ressamların, filozofların vs. adları arasında, bu ölçüye

uygun birçok ad bulabiliriz. Yoksa Shade, akla uygun bir seçim yapmasını önleyecek kadar büyük bir

çeĢitlilikle karĢılaĢtığı için mi bıraktı boĢluğu, böylece onu uygun biçimde doldurmaktan Ģairleri bağıĢık tutan

gizemli organik güce mi bel bağladı? Acaba baĢka bir Ģey miydi bunun nedeni; her nasılsa kendisinin yakın

arkadaĢlarından biri olmuĢ seçkin bir adamın adını anmaktan Ģairi ala-koyan bulanık bir sezgi, ileriye dönük

(peygamberce) bir kaygı mı? Belki de evinde bunları okuyan biri vardı ve Ģairin, ima ettiği adı açıkça

yazmasına karĢı çıkabilirdi, bu adı sevmediği için. ġairin sakınımlı

136

bir ifade kullanmasının nedeni bu muydu acaba? Eğer öyleyse, bu trajik bağlamda onu niçin ima ediyordu?

AnlaĢılmaz, karıĢık düĢünceler.

238. Dize : Zümrüt yeĢili, boĢ kesecik

Bunun ne olduğunu biliyorum! Bir ağaç gövdesinde, ergin bir ağustosböceğinin çıktığı kılıf, yarısaydam, boĢ.

Shade anlattı: Sınıfı dolduran üç yüz öğrenciye, ağustosböceğinin nasıl bir Ģey olduğunu sordu, bile bile üç

kiĢi bildi onun ne olduğunu. Yeni gelmiĢ göçmenler, bilgisizliklcriylc, 'locust' adım yakıĢtırdılar ona; aslmdaysa

bu sözcük, çekirgenin adıdır. Aynı saçma yanlıĢlık, Lafontainc'in La Ci-gale et la Fourmi (243-244. Dizelere

bakınız) parçasını çeviren bütün bir çevirmenler kuĢağı tarafından da yapılmıĢtır. Cigale'm arkadaĢı, karınca,

az kalsın kehribarla mumyalanıyordu.

Gün baümlarında, Ģair arkadaĢımla çok gezimimiz olmuĢtur; Haziran ayı içinde (notlarıma göre) en az dokuz

gezinti, ama Tcmmuz'un ilk üç haftası boyunca yalnız iki gezinti. (Kaldığı yerden devam edecek, BaĢka Ycr'de!)

Bu gezintilerimizde arkadaĢım, cilveli diyebileceğim bir tavırla bastonunu uzatarak doğadaki çeĢitli tuhaf

Ģeyleri gösteriyordu. Bu örnekler aracılığıyla bana, bıkıp usanmadan, Kanada YaĢamörıüsüyle Avustralya

YaĢamöriüsünün nasıl da olağanüstü bir karıĢım oluĢturduğunu kanıtlamaya çalıĢıyordu; bu karıĢım,

Appalachia'nın özel bir bölgesinde, Ģimdi bulunduğumuz 1500 feet yükseklikte 'elde edilebilir' (kendi

sözleriyle); burada kuĢların, böceklerin, bitkilerin kuzeye özgü türleriyle güneye özgü olanları harmanlanmıĢ

bulunuyordu. Ünlü sanatçıların çoğu gibi Shade, Ģu gerçeğin farkında değildi sanki: UlaĢılmaz bir dahiyle

baĢbaĢa kalmayı sonunda baĢaran zavallı hayranı, ondan 'diana'nın (çiçek olsa gerek) New Wyc'da 'atlantis'

(bu da, bir çiçek'olmalı) ile birlikte yetiĢtiğini filan duymayı değil de, kendisiyle edebiyat ve yaĢam üzerine

söyleĢmeyi ister. Sinirimi bozan bir akĢam gezintimizi (6 Temmuz) hiç unutamam; bunu Ģairim bana büyük bir

gönülyüccliğiyle bağıĢlamıĢtı; aldığım kötü yaranın karĢılığı olan bu gezinti- armağanını Ģairin kansı da uygun

bulmuĢ, bunu kanıtlamak üzere, Dulwich Ormanına ulaĢan yolun bir kısmında bize eĢlik etmiĢti. Shade,

doğaya iliĢkin öykülere doğru yaptığı kurnazca gezintiyle beni oyalayıp duruyordu; oysa ben, bir isterik gibi,

çılgın gibi, içimi yiyerek, öğrenmek isliyordum Ģu son beĢ günde onun, Zcmbla Kralıyla ilgili serüvenlerden

uım olarak hangilerini ĢiirlcĢtirmiĢ olduğunu. Benim doğal bir kusurum olan gururum, Ģairi dolaysız sorularla

zorlamaya, sıkıĢtırarak konuĢturmaya

137

elvermiyordu; bu yüzden, önceden anlattığım serüvenleri yeniden anlatmaya koyuldum: Saraydan kaçıĢ,

dağlardaki serüven. Sanılır ki bir Ģair, hele uzun ve güç bir yapıtı oluĢturma sürccindeyse, basanlarından ve

sıkıntılarından söz açma fırsatı çıkar çıkmaz bunun üzerine balıklama atlar. Ama ne gezer! Kibarca, ölçüyü

kaçırmadan kendisine yönellttiğim sayısız sorunun karĢılığında bütün elde ettiğim, Ģu :ürlü yanıtlar oldu: 'Ya

iyi gidiyor,' ya da 'Yok. Söylemiyorum.' Sonunda Kral Alfred hakkında oldukça çirkin bir fıkrayla beni baĢından

savdı; fıkraya göre Kral, yakın çevresinden Norveçli bir adamın anlattığı öyküleri zevkle dinler, ama baĢka iĢle

uğraĢırken onu yanından kovardı. Daha önce anlatmıĢ olduğu Norveç efsanelerinden birinin değiĢik, ama

güzel bir biçimini dokumaya gelen kibar Norveç'liye, kaba kral, 'Sen mi geldin yine?' diye çıkıĢırdı. 'Yine mi

sen geldin?' ĠĢte o günden beri, sevgili dostlarım, masal sürgünü ve TaTlrı csinlisi kuzeyli ozan, ingiliz

öğrencilerin belleğine gülünç bir takma adla yerleĢmiĢ bulunmaktadır: Yinemisen.

Nasıl olduysa oldu! Sonraki bir karĢılaĢmamızda, kaprisli ve kılıbık arkadaĢım, çok daha nazik davrandı (802.

Dizeyle ilgili notuma bakınız).

240. Dize: Nice'deki o ingiliz

Page 68: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

KuĢkusuz, 1933 yılının martıları çoktan öldü. Ama onlara iyilik edenin adını, eğer Shade kafasından

uydurmamıĢsa, öğrenmek için The London Times'a bir ilan vermek yeter. Çeyrek yüzyıl sonra Nice'e

gittiğimde orada, Ģiirdeki Ingilizin yerine, kentin tanınmıĢ bir kiĢisini gördüm: YaĢlı, sakallı bir serseri...

Turistlerin ilgisini çektiği için halkın katlandığı ya da Ģımarttığı bu herif, keçeleĢmiĢ saçlanna tüneyen, ne

verilse yiyen bir martıyla, Verlaine heykeli gibi dururdu bazan; bazan da, herkesi ısıtan güneĢin altında, sırtını

denizin uyutucu gürültüsüne dönerek, rahatça sıraya yaslanarak Ģekerleme yapardı; bu sıranın altındaki

gazetenin üzerine, nelerden oluĢtuğu anlaĢılmaz, renk renk yiyecekleri özenle sererek kurumaya, belki de

mayalanmaya bırakırdı. Çok az ingiliz, oraya gezinmeye giderdi; ben, birkaç tanesini, Mentonc'nin tam

doğusundaki rıhtımda gezinirlerken görmüĢtüm; burada, Kraliçe Victoria'nın onuruna büyük bir anıt dikiliydi;

hafif rüzgarın güçlükle kucakladığı, ama henüz giysisini sıyıramadığı bu heykel, Almanların alıp götürdüğü

eskisinin yerine dikilmiĢti. Oldukça çarpıcı biçimde, cici hayvanının sabırsız boynuzu, giysiyi içeriden

zorluyordu.

138

246 Dize: ... sevgilim

ġair, karısına söylüyor bunları. Aslında, ona adadığı bu bölüm (246-292. dizeler), Ģiirin yapısında, kızıyla ilgili

temeya geçiĢte köprü iĢlevi görmektedir. Yine de ben, diyebilirim ki, sevgili Sybü'in yukarıdan gelen ayak

sesleri, baĢımızın üzerinde öfkeyle, güm güm vururken herĢey 'yolunda' gitmezdi hiç! 247. Dize: Sybil

John Shade'in karısı; kızlık soyadı Irondell (demir cevheri çıkarılan küçük vadinin adı değil de 'kırlangıç'

sözcüğünün Fransızcası). Kocasından birkaç yüĢ büyüktü. Sybü'in Kanadalı bir soydan geldiğini anladım,

soyadından; Shade'in anneannesi de öyleydi (Sybü'in dedesinin en büyük kuzeniydi aynı zamanda; belleğim

beni fazla yanıltmıyorsa).

Daha ilk günden, arkadaĢımın karısına son derece nazik davranmaya çalıĢtım; ama daha ilk günden o, benden

hoĢlanmadı, bana güvenmedi. Çok sonra öğrendim ki kendisi, benden üstükapalı biçimde sözederken

topluluğun içinde, 'fil kafalı, iri kıyım atsineği, barsak solucanı, bir dahinin sırlından geçinen dev kene'

adlarıyla anıyordu beni. BağıĢlıyorum onu— onu ve herkesi. 270. Dize : Kara Vancssa'm

Sanıyorum bir araĢtırmacının gönlü, Orfeus dini içinde bir kelebek türüne yer bulmak için, onun konabileceği

bir temel-ad arıyor ve bu arada kaçınılmaz olarak, Vanhomrigh, Esther adlarına gönderme yapıyor. Bu

bağlamda, Swift'in Ģiirlerinden (hangisi olduğunu bi-lemiyeceğim, bu balta girmemiĢ ormanın içinde) iki dize,

belleğime batıp duruyor:

O zamanlar, ah! Gençliğinin içinde Vanessa Ġlerledi Atalanta'mn yıldızı gibi

Vanessa denen kelebek, 993-995 dizelerde yeniden görünecek (ilgili nota bakınız). Shade'in belirttiğine göre

bu kelebeğin Eski In-gilizcede adı 'Red Admirable'^94* iken düĢe düĢe 'Red Admiral' oldu bugün. Sözkonusu

kelebek, benim tanımak olanağı buldum birkaç tür kelebekten biridir. Zcmbla dilinde ona harvalda denirdi;

armaya benzer anlamına gelen bu ad, kelebeğe, belki de onun herkesçe la-

(94) ġiirin Türkçe metninin altındaki 11 no.lu dipnota bakınız. —Çev.

139

nmabilcn resminin Payn Dükleri armasında doğmuĢ olmasından ötürü verilmiĢtir. Bazı yıllar, sonbaharda bu

kelebek, oldukça sık biçimde Saray Bahçeleri'nde görünür, gündüz uçan bir pervaneyle birlikle Michaelmas

papatyalarının üzerinde dolanırdı. Onu, cıvık eriklerle kendine ziyafet çekerken gördüm, bir kez de ölü bir

tavĢandan bir Ģeyler koparmaya çalıĢırken. Bu kelebek, oyuna, eğlenceye pek düĢkündür. Yazgının kendisine

hazırladığı acı sona doğru ilerlerken John Shade'in bana gösterdiği son doğa yaratığı, bu kelebeğin

eveilleĢmiĢ bir örneğiydi. (Bakınız, Ģimdi bakınız 993-995. dizelerle ilgili notuma.)

Notlarımın bazılarında Swifl'ten esintiler var. Ben de, yaratılıĢtan, umutsuz bir adamım, huzursuz, hırçın,

kuĢkucuyum, her ne kadar uçarılık vefou rire®^ anlarım varsa da.

275. Dize : Kırkıncı yılına vardı evliliğimiz John Shade ile Sybil Swallow(96) (247. dizeyle ilgili nota bakınız)

1919'da evlendiler. Kral Charles'ın Disa ile evlenmesinden lam oluz yıl önce (Disa, Payn DüĢesiydi). Krallığının

(1936-1958) ilk gününden beri, ulusun temsilcileri, som balıkçıları, sendikasız camcılar, ordu çevresi, üzgün

akrabalar, özellikle de sıcakkanlı, bir ermiĢ kadar temiz bir adam olan yaĢlı Ycslovc BaĢpiskoposu, Kralı,

bereketli ama kısır zeklcrindcn vazgeçerek bir karı edinmeye razı etmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Bu,

bir ahlak sorunu değil, soyun sürdürülmesi sorunuydu. Kralın, oğlanlar için yanıp tutuĢan ataları, sert yaratılıĢli

eski krallar zamanında olduğu gibi, Ģimdi de, din adamları, genç bekârımızın dinsizce tutkularını, iyi

yüreklilikle görmezden geliyorlar ama onun, kendisinden önce hüküm süren ve bu konuda kendisinden daha

Page 69: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

da isteksiz olan Charles gibi davranmasını istiyorlardı: bir geceyi gözden çıkarmak ve yasal yoldan bir ardıl

meydana getirmek.

Böylece, 5 Temmuz 1947 gecesi, amcasının sarayındaki maskeli baloya giden Kral, on dokuz yaĢındaki Disa'yı

ilk kez orada gördü. Kız, Tirol'lu bir delikanlı kılığındaydı; biraz çarpık bacaklıydı, ama çekiciydi yine de. Onu

ve (çiçekçi kız kılığına girmiĢ) iki erkek kuzenini Kral, tanrısal, yeni spor arabasına bindirerek caddelerden

geçirip görkemli doğumyildönümü ıĢıklandırmalarını, donanma fiĢeklerini, havaya çevrilmiĢ soluk yüzleri

görmeye götürdü. Ama iki yıl, evlenme iĢini sürüncemede bıraktı; sonra, güzel konuĢan ve acıma nedir bil-

(95) Fou rirc : kahkahaları salıverme. —Çev.

(96) Swallow : Kırlangıç. —Çev.

140

meyen danıĢmanlarının üstelemelerine direnemeyip boyun eğdi. Nikaha bir gün kala, Onhava katedralinin

geniĢ, soğuk ıssızlığına yapayalnız kapatılan Kral, gecenin çoğunu yakarmakla geçirdi. Yakut ve ametist

iĢlemeli pencerelerden, kendilerini beğenmiĢ eski krallar bakıyordu ona. Tanrıya, o geceye kadar hiç bu denli

içten yakarmamıĢtı, yol göstermesi için, kendisine güç vermesi için. (433-434. dizelere iliĢkin olarak ileride

yaptığım açıklamaya bakınız.)

ġiirin taslak metninde, 274. dizeden sonra, Ģu baĢlangıç yer alıyor (Ģiirin son biçiminde yok):

Adımı beğenirim : Shade, Ombre, hemen hemen 'adam' Ġspanyolca'da./97^

Ne iyi olurdu; Ģair, bu temayı bırakmayıp geliĢtirseydi de okuyucuyu bu dizelerin ardından karĢısına çıkacak

yavan içdökmelerden kurtarsaydı.

286. Dize : Jetin pembe izi, günbatımı kızıllığının yukarısında

Ben de, Ģairimin dikkatini, akĢam vakti gökyüzünde beliren uçakların Ģiirsel güzelliğine çekerdim hep. Kim

tahmin ederdi ki; tam o gün (7 Temmuz), Shade'in bu solgun ıĢıklı dizeyi yazdığı gün (yirmi üçüncü kartın son

dizesini), Gradus, takma adı Degre, Kopenhag'dan uçarak Paris'e inecek, uğursuz yolculuğunun ikinci

aĢamasını tamamlayacaktı! Benim bulunduğum Arcady'de bile Ölüm, mezar yazılarında konuĢuyor.

Gradus'un Paris'teki eylemleri, Gölgeler^ tarafından oldukça ustalıklı planlanmıĢtı. Kralın nerede olduğunu

yalnız Odon'un değil, eski Paris elçimiz (Ģimdi sağ değil) Oswin Bretwit'in de bildiğini, Gölgeler tahmin

ediyorlar, bunda hiç de yanıliniyorlardı. Gradus'un önce Bret-wit'i bulmasını istediler. Soylu bir kiĢi olan

Bretwit, Meudon'daki dairesinde yalnız baĢına yaĢıyor, dıĢarı pek çıkmıyordu, Ulusal Kitaplığa gittiği günleri

saymazsak; burada, tanrıya iliĢkin felsefe kitapları okuyor, eski gazetelerdeki satranç problemlerini çözüyordu.

Evine konuk çağırma alıĢkanlığı yoktu. Gölgeler'in ustalıklı planı, biraz da raslanü sonucunda açığa çıktı. Bu

örgüt, Gradus'un, coĢkulu bir Kralcı rolünü oynamak için gereken akıl donanımına ve mimik yeteneğine sahip

ol-

(97) ġairin adı (Shade), «gölge» anlamına gelir, ispanyolca karĢılığı «ombre», yine îs-panyolcada «adam»

anlamındaki «hombre» sözcüğünü andırır.—("ov.

(98) «Gölge» anlamındaki «Shadow», Ģairin soyadına benzemektedir. —Çev.

141

duğundan kuĢkuluydu; bu yüzden onun, politikayla ilgisiz bir aracı, para kazanmaktan baĢka Ģey düĢünmeyen

basit bir adam rolü oynamasının daha iyi olduğunu düĢünüyordu; bu basit adam, sözde, birtakım kimselerce

kendisine, Zembla'nın dıĢına kaçırıp gerçek sahiplerine ulaĢtırması için verilen belgeler karĢılığında iyi para

kazanan biriydi. O anda Karl'cılardan yüz çeviren talih, bu planın uygulanmasına yardımcı oldu. Kendisini

burada Baron A. diye anacağımız, Gölgeler arasında yer alan ama pek ağırlığı olmayan kiĢinin bir kayınbabası

vardı; onu da Baron B.diyc anacağız; devlet memurluğundan uzun zaman önce emekli olan bu yaĢlı, antika

adam, zararsız biriydi; yeni yönetimin Rönesans sayılması gereken uygulamalarını kavrayamıyordu. Oswin

Bretwit'in babası olan eski DıĢiĢleri Bakanının yakın arkadaĢıydı, ya da öyle olduğu sanılıyordu. (Uzaklardan

geçmiĢe bakmak, her Ģeyi güzel gösterir.) Yeni yönetimce Oswin'in persona grata®9) sayılmadığını anlamıĢtı;

ona, ailesiyle ilgili, eline geçmiĢ olan değerli belgeleri ulaĢtırma olanağını bulacağı günü iple çekiyordu.

Derken, o günün geldiğini kendisine haber verdiler: belgeler hemen Paris'e iletilecekti. ġu notu eklemesine de

izin verdiler:

«iĢte, ailenize ait birtakım değerli belgeler. Bunları, önce He-idelberg'de hem öğrencim, hem arkadaĢım,

sonra diplomatlık mesleğinde öğretmenim olan büyük insanın oğlunun ellerine teslim etmekten daha iyi bir

Ģey yapamazdım. Verba volant, scripta manentSm)

Page 70: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Sözkonusu scripta, iki yüz on üç uzun mektuptan oluĢuyordu ki bunlar, yetmiĢ yıl önce, Odevalla Belediye

BaĢkanı ve Oswin'in dedesinin kardeĢi Zule Bertwit ile kuzenlerinden, Aros Belediye BaĢkanı Ferz Bretwit

arasında alınıp verilen mektuplardı. Bürokratik yavanlıkların ve bayağı nüktelerin basit değiĢtokuĢu olan bu

yazılar, yerel tarihle ilgilenen araĢtırmacıların değer verebileceği o sınırlı çekiciliğe bile sahip değildiler; ama

atalarına aĢırı bir duygululukla bağlı bir insanın ilgisini neyin çekip çekmediğini söylemek olanaksızdır; Oswin

Bretwit de, böyle bir adam olarak tanınıyordu. Oswin Bret-wit'le ilgili sıkıcı bir açıklamayı bu anlattıklarımın

arasına sıkıĢtırıp kendisine kısa bir övgü sunmak, bana zevk verecek.

(99) «Gözde kiĢi» —Çev. (100) «Söz yiter, yazı kalır.» (Latince). ¦—Çev.

142

Bedensel özelliklerini sıralarsak; saçsızdı, hastalıklı bir kellikti onunki; sararmıĢ bir salgı bezini andırırdı. Yüzü,

ĢaĢılacak Ģeydir, hiçbir özellik göstermezdi. Gözleri, sütlü kahve rengindeydi. Belleklerde, hit zaman yas bandı

takan bir adam olarak yer almıĢtır. Ama kahramanımızın kiĢiliğini, bu sönük görüntüsüne bakarak de-

ğerlendiremcyiz. Okyanusun parıltılı dalgalarının ötesinden, buradan, yiğit Bretwit'i selamlıyorum! Ellerimiz bir

an, denizin üzerinden uzanarak, simgesel bir güneĢin allın görüntüsünün yukarısından, birbirini bulup sımsıkı

kavrasın. Hiçbir sigorta ya da havacılık Ģirketi, bir derginin parlak sayfasında, bir hostesin, sunabileceği her

Ģeyle birlikte sunduğu rengarenk görüntülü kahvaltıyla aplallaĢmıĢ ve onurlandırılmıĢ emekli bir iĢadamı

resminin altına, madalya gibi yerleĢtirmesin bizim bu içten el sıkıĢmamızı; daha iyisi, karĢıt cinsler arasındaki

iliĢkiyi yücelten ikiyüzlü çağımızda, bu soylu el sıkıĢması, korkusuzluğun ve kendinden vazgeçmenin sonuncu,

ama son bulmayan gösterisi olsun. Ġnsan kendini alamıyor, böyle bir gösterinin, ama sözcükler halinde, bir

baĢka ölmüĢ arkadaĢın Ģiirini kaplamıĢ olabileceğini düĢünmekten; yazık ki gerçekleĢmedi bu düĢ.^ ^ Solgun

AteĢ'lc (ah, gerçekten solgun), senin elini kavrayan elimin sıcaklığını bulmaya çalıĢmak, ne kadar boĢ bir çaba,

zavallı Shade!

Biz yine Paris'in çatılarına dönelim. Oswin Bretwit'te yiğitlikle doğruluk, incelik', ağırbaĢlılık, üstükapalı bir

anlatımla çekici toyluk diyebileceğimiz özellik birleĢmiĢti. Havalanından telefon eden Gra-dus, onun iĢtahını

kabartmak için Baron B'nin kısa mektubunu (Latince atasözünü atlayarak) okuyunca Bretwit'in aklına gelen,

kendisine güzel bir Ģeyin verileceğiydi. Gradus telefonda, sözkonusu 'değerli kâğıtlar'ın tam olarak ne

olduğunu söylemeye yanaĢmamıĢa; ama anlaĢıldığına göre, eski elçi, babasının, Ģimdi ölmüĢ olan bir

kuzenine yıllar önce bağıĢladığı değerli pul kolleksiyonunu bugünlerde kendisine göndereceklerini

umuyordu. Bu kuzen, Baron B'yle aynı evde oturmuĢtu. Kafası böylesine karmaĢık ama sevindirici

düĢüncelerle dolu olarak, eski elçi, ziyaretçisini beklerken kaygılanıyordu da: Acaba Zembla'dan gelen bu

adam, tehlikeli bir dolandırıcı mıydı? Bütün albümleri hemen verecek miydi yoksa zahmetine karĢılık ne

koparacağını anlamak amacıyla azar azar mı getirecekti? Bretwit, iĢin o gece biteceğini umuyordu; çünkü

ertesi sabah hastaneye yatacak, belki ameliyata alınacaktı (gerçekten ameliyata alındı ve bıçak altında öldü).

(101) Bir önceki tümcede Kinbote, eĢcinsel iliĢkiyi övüyor. —Çev.

143

DüĢman ülkelerin iki casusu, bir akıl savaĢında, karĢı karĢıya geldiklerinde, bunlardan biri tümüyle akıldan

yoksunsa sonuç çok gülünç olabilir; ikisi de salaksa sonuç da salakçadır. Vicdanımın sesine kulak vererek

yaptığım bu açıklamada, Ģimdi okuyucuların önüne sereceğim sahneden daha aptalca, daha yavan bir olayı,

casusluk ve karĢı- casusluk tarihinde bulacak olanın alnını karıĢlarım.

Bir yıl kadar önce üzerine yorgun bir kralın uzandığı kanapenin kıyısına rahatsızca oturan Gradus, valizinden

çıkardığı kalın bir kağıt paketini evsahibine uzattı ve onun paketi bağlayan sicimle savaĢımını rahatça

seyrelmek üzere, kalçalarını yakındaki bir sandalyeye aktardı. Bretwit, sonunda açabildiği pakete ĢaĢkınlıkla,

sessizce baktı bir süre. Kendini toplayıp konuĢtu:

'Yazık, düĢlerim gerçekleĢmedi. Bu mektuplar, 1906 ya da 1907 yılında yayımlanmıĢtı. Ferz Bretwit ölünce dul

karısı tarafından bana gönderilen bir baskısını kitaplarımın arasında bulabilirim zaten. Hem bu getirdiğiniz

belgeler, mektupların asılları değil; yayımcılara verilmek üzere tek bir elden çıkmıĢ kopyaları. Dikkat ederseniz,

iki belediye baĢkanının da yazısı aynı, bu mektuplarda.'

'ġaĢılacak Ģey,' dedi, kağıtlara dikkatle bakan Gradus.

'Ama bunları bana göndermenin bir incelik olduğunu anlıyorum,' diye konuĢtu Bretwit.

Gradus hoĢnutlukla 'Anlayacağınızdan kuĢkumuz yoktu,' dedi.

Bretwit sürdürdü: 'Baron B.'nin belleği zayıflamıĢ olmalı. Ama yineliyorum; kendisinin inceliği duygulandırdı

beni. Bu değerli Ģeyleri getirdiğiniz için, sanırım, para isteyecektiniz.'

Page 71: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

'Sizin hoĢnut olmanız, bizim için yeterli ödüldür,' diye yanıtladı Gradus. 'Ama doğrusunu söylemek gerekirse,

bu iĢi baĢarmaya çalıĢırken çok sıkıntı çektik, epeyce uzun bir yol aĢtık. Yine de, size küçük bir anlaĢma

önermek isliyorum.Siz bizi sevindirirseniz, biz de sizi sevindiririz. Biliyorum ki parasal olanaklarınız—' (Küçük

balık iĢareti ve göz kırpma.)

'Doğru sayılır,' diye içini çekti Bretwit. 'Bizimle anlaĢırsanız, tek kuruĢ ödemezsiniz.' 'Ah, bir Ģey verebilirim.'

(somurtma ve omuz silkme.) 'Paranız gerekmiyor bize.' (Trafiği durdurmak içinmiĢ gibi uzatılan el.) 'Planımız

Ģu. Bazı sığınmacılara bazı baronlardan haberler ge-

144

tirdim. Daha doğrusu, bu sığınmacıların en gizemlisine verilecek mektuplar var yanımda.'

"Nasıl?" diye bağırdı Bretwit, gerçek bir ĢaĢkınlıkla. 'Ülkemizde, Majestelerinin yurt dıĢına çıktığını biliyorlar

mı?' (Bu hoĢ adamı tutup, kıçına Ģaplakları indirmek isterdim.)

'Elbette', diyen Gradus elerini ovuĢturuyor, hayvan gibi soluyordu zevkle - içgüdüsel bir sevinçti bu, çünkü

Gradus kendi akıl düzeyiyle kavrayamazdı eski elçinin bu gafının, Kralın yurt dıĢında olduğunu kesinlikle açığa

vurduğunu. Anlamlı bir yan bakıĢla, 'Elbette', diye yineledi, 'beni Bay X'e tanıtırsanız bu iyiliğinizi unutmam.'

Bu sözler üzerine Bretwil'in kafasında ĢimĢek çaktı (ama sahte bir ĢimĢekti), kendine kızarcasına mırıldandı:

Tamam! Ne aptalım! O da bizden! Sol elinin parmaklan, isiemdıĢı bir biçimde oynamaya baĢladı; sanki kukla

oynatıyordu; gözlerini de belli bir amaçla Gradus'un ellerine dkmiĢ; onun, aĢağı sınıf insanlarının sevinmelerini

ifade eden el ovuĢturmalarını seyrediyordu. Kari yanlısı casusluk örgütünün bir üyesinden, üst rütbeli bir

casusla karĢılaĢınca, kendisini tanıtmak için X iĢareti yapması beklenir (Xavier'nin ilk harfi); bunu, sağır-

dilsizlerin tek el alfabesine göre yapmak zorundadır: yatay olarak uzatılan elin iĢaret parmağı aĢağıya doğru

gevĢekçe kıvrık (sarkar gibi), öbür parmaklarsa birleĢmiĢ durumdadır. Birçok kiĢi, 'süngüsü düĢmüĢ' anlamını

çağrıĢtırdığı için bu iĢareti eleĢtirmiĢlerdir; bu iĢaretin yerine artık daha erkekçe bir bileĢim kullanılmaktadır.

Sözkonusu iĢaret, karĢısında ne zaman yapılsa Bretwit, bir an boĢlukta sallandığını sanır (bir gecikme

olayından çok, zamanın dokusunda bir yarıktır bu), kriz baĢlamadan önce sinir sistemini saran o tarifsiz, sıcak-

soğuk öfkeye kapılır, beyni dumanlanırdı. iĢte o büyülü Ģarabın, kafasına doğru yükseldiğini hissediyordu

yine.

'Tamam. Hazırım, iĢareti gösterin bana,' dedi tutkuyla.

Tehlikeye atılmayı göze alan Gradus, Bretwit'in kucağında duran eline Ģöyle bir baktı; sahibi farkında olmadan

bu el, sanki Gradus'a bir Ģey yapmasını fısıldıyordu. Parmaklarını o elinkilere benzetmek için çabaladı; ama

pek az benzetebildi.

'Hayır, hayır,' dedi Brelwit, çırağın acemiliğini hoĢgörürcesine gülümseyerek, 'Öbür elle, dostum. Majesteleri

solaktır, biliyorsunuz.'

Gradus yeniden denedi; ama bu kez, terbiyesiz suflör, kovulan bir kukla gibi yokolmuĢtu. Bir koyunun

aptallığıyla kıllı parmaklarına

145

baka baka Gradus, beceriksiz ve parmakları yan felçli bir gölge oyuncusu gibi, bir takım harekeler yapıyordu.

Sonunda, yarım yamalak bir V yaplı çıktı. (Zafer iĢareti.) Bretwit'in gülümsemesi, silinmeye baĢladı.

Artık gülümsemeyi bırakan Bretwit (bu ad, satranç Ustası anlamına gelir), sandalyesinden kalktı. Büyük bir

odada olsaydı, aĢağı yukarı gidip gelebilirdi; ama tıkabasa dolu bu çalıĢma odasında böyle bir olanağı yoklu.

Beceriksiz Gradus, bedenine sımsıkı yapıĢmıĢ ceketinin üç düğmesini ilikledi, kafasını birkaç kez sağa sola

salladı.

'Bence', diye üzüntüyle konuĢlu, 'dürüsl olmak gerekir. Bu değerli kağıtları size getirirsem, bana onunla bir

görüĢme ayarlamanız, hiç olmazsa adresini vermeniz uygun olur.'

'Kim olduğunuzu anladım,' diye bağırdı Brelwit, eliyle onu göstererek, 'siz muhabirsiniz! Cebinizden görünen

Ģu adi Danimarka gazetesinden geliyorsunuz.' (Gradus, elini cebine attı, öfkelendi.) 'Beni rahatsız etmekten

vaz geçeceklerini umuyordum! Ne terbiyesizlik! Sizin için hiçbir Ģey kutsal değildir; kanser, sürgün, bir kralın

yüceliği, farkeımez sizin gözünüzde.' (Yazık, bu saptama yalnızca Gradus için geçerli olmakla kalmıyor;

Arcady'de bile, onun gibi düĢünenler var.)

Gradus, yeni ayakkabılarına gözlerini dikmiĢti: Kahverengine çalan kırmızı renkteydiler, burunları küçük

deliklerle kaplı. Üç kat aĢağıda, karanlık caddelerden bir hastane arabası, her zamanki sa-bırsızlığıyla

haykırarak geçiyordu. Bretwit öfkesini, masanın üzerinde duran, ala mektuplarından çıkardı. AçılmıĢ paketin

Page 72: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

içindeki düzgün istiflenmiĢ mektup tomarını kaptığı gibi çöp sepetine fırlallı. Sicim-, sepetin dıĢına, Gradus'un

ayakları dibine düĢtü; o da onu yerden aldı, Scripta'ya kattı.

'Lütfen gidin,' dedi zavallı Brctwit, 'Kasıklarımda bir ağrı var, sanki beni çıldırtacak. Üç gecedir uyuyamıyorum.

Siz gazeteciler, inatçı olursunuz ama ben de inatçıyım. Kralım hakkında benden hiçbir Ģey

öğrenemeyeceksiniz. Gülcgülc.'

Sahanlıkla bekledi, ziyaretçinin adımları aĢağıya inip dıĢ kapıya ulaĢıncaya kadar. Kapı açıldı, kapandı; o anda

merdivenlerin otomatik lambası tık diye söndü.

287. Dize: Mırıldanarak doldururken (sen) Bu bölümü (287.-299. dizeleri) içeren, yirmi dördüncü kartın

üzerinde 7 Temmuz tarihi var; ben de aynı tarihte cep deflerime Ģu notu

146

çiziktirmiĢim: Dr. Ahlert, öğleden sonra 3.30. Ben o gün bu notu defterimde farkeıtiğimdc, doktora

görünmeye gidecek insanların çoğu gibi, biraz ürkekleĢmiĢtim; bu yüzden, yani aldatıcı bilime güvenmekten

kaynaklanan nabız hızlanmasını gidermek üzere, bir eczaneye uğrayıp yatıĢtırıcı ilaç almaya karar verdim.

Aradığım hapları bulup hemen bir tanesini eczanede yuttuktan sonra lam çıkıyordum ki bitiĢikteki dükkandan

Shadc'lcrin çıkmakla olduklarını gördüm. Bayan Shadc'in elinde yeni bir yolculuk çantası vardı. Tatile

çıkacakları düĢüncesiyle sinirlerim alı üst oldu; yultuğum hapın hiçbir yararı kalmadı. Bir insan, bir baĢkasının

yaĢamını, kendi yaĢamına paralel akar durumda görmeye öyle alıĢır ki, bu uydunun apansız yörüngesinden

çıkıp uzaklaĢtığını farkederse ĢaĢırır, boĢlukta kaldığını sanır, haksızlığa uğradığını düĢünür. Üstelik bu baĢkası,

daha bitirmemiĢse 'benim' Ģiirimi!

Dudaklarımda bir gülümsemeyle, çantayı göstererek sordum: 'Yolculuk mu var?'

Sybil, çantayı kulaklarından tavĢan gibi tutup gözlerimin önüne kadar kaldırdı: 'Evet. Ayın sonunda. John,

yapıtını bitirince.' (ġiir!)

'Nereye, lütfen söyler misiniz?' (John'a dönerek.) Shadc'in bakıĢları karısına kaydı; onun adına verdiği yanıtta

hanımefendi, her zamanki ters tavrıyla, Ģimdilik kesin olarak bilmediklerini açıkladı; belki Wyoming olurmuĢ,

belki Ulah ya da Montana. Belki 7000 fect yükseklerde bir kulübe kiralarlarmıĢ.

'Acıbaklalarla telli kavakların arasında,1 dedi Ģair, ağır ağır. (Sahneyi gözümüzün önünde canlandırırcasma.)

iohn'un yüreği için zararlı olacak kadar fazla olduğunu düĢündüğüm bu yüksekliği, metre cinsinden

hesaplamaya baĢladım, onların duyacakları biçimde; ama Sybil kocasını kolundan tutup sürükledi, bir yandan

da ona daha alacakları çok Ģey olduğunu söylüyordu. Böylece beni, 2000 metreye ulaĢtığım sırada, ağzımda

ke-diolu tadı bırakan geğirmemle baĢbaĢa koyup gittiler.

Ama arasıra da olsa, kara talihimizin güldüğü olur bize! Aynı zamanda Shade'in doktoru olan Dr. A. on dakika

sonra bana, olayı bütün yavanlığıyla anlattı: Shade ailesi, baĢka bir yere giden dostlarının, Utana ilinin Ccdarn

kasabasındaki küçük çiftliğini kiralamıĢlardı. Doktorun yanından fırlayıp bir gezi acentesine gittim, aldığım ha-

147

ritalarla kitapçıkları inceledim ve anladım ki Cedarn'ın yukarısında, dağın yamacında birkaç ufak ev vardı;

hemen Cedarn Postanesine bir haber uçurdum; eskiden bana gönderilmiĢ olan fotoğraflarda mujik ku-

Iübesiyle sığınma kampı barakası arasında bir Ģeyi andıran, ama tuğladan bir banyosu olan bu evlerden birini,

birkaç gün içinde kiraladım; Ağustos boyunca kalacağım bu yer, Appalach dağlarında tuttuğum yazlıktan

daha pahalıya oturdu bana. Ne Shade ailesi, ne ben.yaz mevsimini geçireceğimiz bölge hakkında birbirimize

tek sözcük fısıldamıĢtık; oysa ben biliyordum, ve onlar bilmiyorlardı, tatilimizi aynı yerde geçireceğimizi. Bu

yeri benden gizlemek konusunda Sybil'in açıkça görülen kararlılığına olan öfkem arttıkça, bir kayanın

arkasından benim Tirol'lu kılığımla apansız ortaya çıkacağım ve John'un koyun gibi, ama sevinçle sırıtacağı

konusundaki öngörümün bana verdiği zevk de artıyordu. Ġki hafta boyunca, her gün cinlerimi çağırdım; sihirli

aynamı Ģunlarla doldursunlar diye: pembeli mavili kayalıklar; kara ardıçlar, dönemeçli yollar; geniĢ alan

kaplayan hoĢ kokulu çalılıklar; yine mavi çiçeklerden geniĢ bir alan, ölüm kazığı tel-likavaklar; yeĢil Ģortlu

Kinbote ailesinin^1 \ kanlarıyla birlikte gelen Ģairleri bir güldeste gibi çevresine topladığını gösteren film

Ģeridi sahneler... Ama büyülü sözleri söylediğim sırada korkunç bir yanlıĢlık yapmıĢ olmalıyım; çünkü dağın

yamacı susuz, ıssızdı, yıkılmak üzere olan Hurley çiftliği'ndeyse tek canlı yoktu. 293. Dize: O

ġairin kızı Hazel Shade; 1934'te doğdu, 1957'de öldü. (230. ve 347. Dizeler için yaptığım açıklamalara bakınız.)

316. Dize: DiĢotu Beyazı dadandı ormanımıza...

Page 73: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Doğrusu, bunun ne anlama geldiğini pek bilmiyorum. Sözlüğümü açıp baktım; 'diĢotu' sözcüğü için 'bir tür

tere' denmiĢ; 'beyaz' sözcüğü ise 'çiftlik hayvanlarının katıksız beyaz türü ya da kınkanatlıların bir türü' diye

açıklanmıĢ. Bu dizenin, sayfa kıyısına yazılmıĢ değiĢik bir biçimi var; belki biraz yararı olur:

'Mayıs gelince, ormanlarda Virginia Beyazlan görünür'

Halk edebiyatındaki kahramanlardan biri olmasın bu? Peri mi yoksa? Lahana kelebeği mi desek?

(102) Buraya dikkat!—Çev. 148

379. Dize: Ağaç ördeği

Güzel bir benzetme. Zümrüt yeĢili, ametist rengi, açık kırmızı renklerinin üzerinde siyah ve beyaz beneklerle,

renk yönünden zengin bir kuĢ olan ağaç ördeği, gereğinden fazla değer verilen kuğudan çok daha güzeldir.

O kuğu ki, sarımsı pelüĢlerin süslediği kirli boynuyla yılan gibi kıvrılan bir kazdan baĢka Ģey değildir, bir

kurbağaadamın siyah lastik yüzgeçlerini giymiĢtir fazladan.

Bu arada, belirtmeden geçemiyeceğim: Amerika'da halkın hayvanlara verdiği adlar, bu iĢte öncü olanların

basit faydacı anlayıĢlarını yansıtmakta, Avrupa'da hayvanlara verilen adların bilimselliğine ulaĢamamaktadır.

334. Dize: Hiç gelmeyecek onun için

'Hiç gelecek mi benim için?1 Bekler, beklerdim kehribar ve gül rengindeki karanlıklarda, gelsin diye bir ping-

pong arkadaĢım, ya da eski dost John Shade. 347. Dize: ahırda

Hazel Shade'in ölümünden birkaç ay önce (Ekim 1956'da) 'olağanüstü bir olay'ın meydana geldiği bu ahır,

daha doğrusu kulübe, Paul Hentzner adlı birinindi. Soyca Alman olan bu çiftçi, tuhaf bir insandı; hayvanların

derilerini doldurup asıllarına benzetme, bitki yetiĢtirme gibi modası geçmiĢ uğraĢları vardı. Ondan söz etmeyi

seven Shade (yalnızca bir kez, o da rastlantısal; canının azıcık sıkkın olduğu bir sırada) anlatmıĢtı:

Soyaçekimde pek görülmeyen bir olgu olarak Hentzner, büyük doğabilimcilerin üç.yüz yıl önceki babaları

sayılması gereken 'eĢi bulunmaz Almanlar'ın bir örneğiydi. Aslında bu adam, bilimsel ölçülerle

değerlendirildiğinde, eğitimsizin biriydi; uzayda ya da zamanda uzak olay Ģeyler hakkında bilgisi yoktu; ama

renkli ve toprağa bulanmıĢ bir yanı vardı ve ingilizce Bölümünün taĢralı arın-mıĢlığmdan daha çok çekiyordu

Ģairi/103) Birlikte yürüyeceği insanların seçilmesinde büyük bir titizlik gösteren Shade, iĢ bu sıska ve gururlu

Almanla yürümeye geldi mi, Dulwich'e ulaĢan orman yolundan yukarıya doğru ya da iyi bildiği yerlerde iki

akĢamda bir, onun yanında bin bir güçlükle yürümekten zevk alıyordu. Kullanmaktan

(103) «toprağa bulanmıĢ» anlamındaki «earthy», «kaba» anlamına da gelir; «arınmıĢtık»

anlamındaki «refinement» sözcüğünün «kibarlık» anlamı da vardır, h manki dokundurmasıyla, Ģairin kaba

insanlardan hoĢlandığım be-

«arınmıĢtık Kinbote, her zamanki lirtmektedir. —Çev.

149

hoĢlandığı, gerçeği de yansıtan sözcüklerle, kendisinin gözünde 'Ģeylerin adlan'nı öğreneceği kiĢiydi bu

Alman. Oysa bu adlar ya yöresel çarpıtmalardı ya da Almanca sözcükler; bir kısmı da tümüyle bu ihtiyar

zamparanın uydurmasıydı.

ġimdi baĢka bir arkadaĢıyla yürüyordu. O akĢamı, bugünmüĢ gibi anımsıyorum: ġair dostum, etrafına,

nüktelerden, özlü sözlerden, kısa öykülerden yıldırımlar fırlatıyor; ben de bunlara yiğitçe saldırıyordum,

Zembla'ya iliĢkin sözlerim ve nefeskesen kaçıĢ öykülerimle! Dulwich Ormam'nın yanında beni durdurdu; bir

patikanın geçtiği yosunlu kayalıklarda, çiçek açmıĢ kızılcıkların allında bulunan doğal bir mağarayı gösterdi. Ġyi

yürekli çiftçinin her zaman uğradığı yerdi burası; bir gün, Ģairle birlikte yürüyen Alman'ın yanına, her nasılsa

küçük çocuğu da takılmıĢ; onlardan geride kalmamak için koĢarcasına yürüyen oğlan, mağarayı gösterip

açıklama yapmıĢ: 'Babam buraya iĢer.' Daha az saçma bir baĢka öykü, beni tepenin yukarısında bekliyordu;

burada dörtköĢe bir alan, çevresindeki uzun saplı sarı çiçeklere karĢın yakı otlarıyla, sütleğen otlarıyla

doluydu; üzerinde kelebekler kaynaĢıyordu. Çocuklarını da alan karısının kendisini terketmesi üzerine

(herhalde 1950 yılında) Hentzner, çiftlik evini sattı (Ģimdi yerinde, arabalarla birlikte girilen bir açıkhava

sineması var) ve kasabaya taĢındı; ama elinde tuttuğu tarlasının sonundaki kulübeye her yaz gecesi uyku tu-

lumuyla gider, yatardı; iĢte bu kulübede bir gün, öbür dünyaya göçtü.

Kulübe, elinde Maud Hala'nın en değerli bastonuyla Shade'in dür-tüklediği, Ģimdi bulunduğumuz bu yaban

otlarla kaplı düzlükteydi yo-kolmadan önce. Bir Cumartesi akĢamı, kampusun otelinde görevli öğrencilerden

biri ile azgın bir köylü kızı, mutlaka amaçlrolarak, buraya girmiĢlerdi; çene çaldıkları ya da uyudukları sırada,

takırtı sesleri ve uçuĢan ıĢıklarla yerlerinden fırladılar; akıllan baĢlarından gitti; toz oldular oradan. Onları böyle

bozguna uğratan Ģeyin gerçekte ne olduğuna kimse dikkat etmedi; öfkeli bir hortlak mıydı bu yoksa yüz

Page 74: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

verilmeyen bir köylü genç miydi? Olayı yarım yamalak duyan Wordsmith Gazette (ABD'nin en eski öğrenci

gazetesi), karın deĢen bir köpek gibi, onu rastgele çekiĢtirip çirkin Ģeyler çıkardı içinden. Derken, kendilerini

ruh araĢtırmacısı diye adlandırılan kiĢiler, burayı ziyarete koyuldular; sonunda, üniversitenin en alaycı

kiĢilerinin de bu-ĠaĢmasıyla olay, öyle saçma sapan bir duruma getirildi ki; bu iĢe yaramaz kulübenin, kasıtlı

ama yerinde bir yangınla yok edilmesini Shade'in yetkili makamlara Ģikayet etmesi sonucunu doğurdu.

150

ĠL HALK

•-i ESĠ

Ama bu konuda Jane P.'den edindiğim bilgiler çok daha farklı, çok daha dokunaklıydı; o zaman anladım

arkadaĢımın neden bana sıradan bir öğrenci Ģeytanlığını sunmayı uygun gördüğünü; ayrıca Ģu yüzden, bir

piĢmanlık duydum: Daha önceki bir açıklamamda belirttiğim gibi Shade, çocuğunun ölümüne değinmekten

hoĢlanmazdı; bundan dolayı, beni sevindiren bir duraklamayı Ģair, yan bilinçli diyeceğim biçimde, bulanık bir

anlatım kullanarak, Onhava Üniversitesi'nin tarihinden alınma çarpıcı bir olayla doldurmaya baĢlamıĢtı; ama

ben, onun bunu yapmasına engel olmuĢtum; üzüntüm bundandı. Sözkonusu olay, Milattan Sonra 1876

yılında meydana gelmiĢti. ġimdi biz, yine Hazel Shade konusuna dönelim. Kız, kulübedeki 'olağanüstü olayı'

gidip yerinde incelemesi gerektiğine karar verdi; sonucu 'bir konuyla ilgili' raporda belirtecekti. Bunu ondan,

üçkağıtçı bir psikoloji profesörü ödev olarak istemiĢti; adam 'Amerikalı üniversite öğrencileri arasında Au-

loneurynology Örnekleri' üzerine veri topluyordu. Hazel'e anasıyla babası, kulübeyi geceleyin ziyaret etmesi

için izin verdi; ancak (kendisine bir tutunma sütunu olacağı sanısıyla) Jane P.'nin de onunla gitmesini Ģart

koĢuyorlardı. Bütün gece sürecek olan, elektrik yüklü bir fırtına, tiyatro gösterisini andıran ulumalanyla ve

ĢimĢek pa-rılularıyla kulübeyi öyle sarmalamıĢtı ki içerideki seslerle ıĢıklan kızların farkelmesini olanaksız

bırakmıĢtı. Ama Hazel vazgeçmedi; birkaç gün sonra, yine gitmelerini istedi Jane'den; Jane bunu göze

alamadı.Bana anlattığına göre, kendisinin yerine White ikizlerinin gitmesini önerdi (Shade'lerin evlerine kabul

ettikleri bu ikizler, sevimli oğlanlardı). Bu öneriyi elinin tersiyle iten Hazel, anası ve babasıyla ağır bir

tartıĢmadan sonra tek baĢına yola koyuldu. Kötü cin olayının yinelenmesi olasılığı, Shade'leri dehĢete

düĢürüyordu; buna kuĢku yok. Ama sivri akıllı Dr. Sutlon, hangi yetkiyle, bilmiyorum, onları Ģuna inandırmaya

çalıĢtı: Bir insanın geçirdiği bir bunalıma allı yıl aradan sonra yeniden yakalanması, rastlanmamıĢ bir durumdu.

Hazel'in, kulübede tanık olduğu olayı an an saptadığı notlar, sonradan daktiloya çekilmiĢti; Jane'in izniyle

bunları defterime aktardım: «10.14 (öğleden sonra): Sorgulama baĢladı. «10.23: Sürtünme sesleri, yazma

hıĢırtıları. «10.25: Solgun ıĢıktan bir daire, fincan tabağı büyüklüğünde; karanlık duvarlarda, kapalı

pencerelerde, sonra yerde gezindi; yer değiĢtirip duruyordu; orada burada oyalanıyordu yükselip alçalarak;

151

sanki bir oyun oynuyordu da, umulmadık biçimde fırlayıp atılmak için fırsat kolluyordu. Yokoldu.

«10.37: Göründü yine.»

Sayfalarca yer kaplayan bu notları, kuĢkusuz, sözcüğü sözcüğüne vermeye kalkacak değilim burada. Uzun

duraklamalar ve 'cızırtılar, hıĢırtılar', ıĢıklı dairenin birkaç kez yeniden görünmesi. Hazel onunla konuĢtu. Bu

ıĢık, kendisine çok gülünç bulduğu bir Ģey sorulduğunda ('Sen, bataklık yakamozu musun?') kesin bir

olumsuzlama anlamında, hızla ileri geri gidip geliyordu; ama ciddi bir soruya ciddi bir yanıt vermesi

istendiğinde ('Sen ölü müsün?'), ağır ağır yükseliyordu, olumlu yanıt olarak etkileyici biçimde düĢmek için

gerekli yüksekliğe ulaĢmak amacıyla. Kimi zaman harf söyleninceye kadar hareketsiz kalıyor, o harf

söylendiğinde ise küçük bir sıçramayla onayladığını belli ediyordu. Bu sıçramalar gittikçe güçsüzleĢiyor; birkaç

sözcüğün ağır ağır ortaya çıkmasından sonra ıĢık, yorulmuĢ bir çocuk gibi tökezliyor, derken bir yarığın içine

doğru sürünüp yitiyordu; çok geçmeden delicesine dıĢarı fırlıyor, oyunu kaldığı yerden sürdürme isteğiyle

duvarlarda dört dönüyordu. Kız sonunda, birtakım sözcük parçalarını ve anlamsız heceleri, karmakarıĢık bir

diziliĢle, yani sıralarını bozmadan, kısa bir satır halinde yazıya geçirmeyi baĢardı. Buraya aktarıyorum:

«pada ata lane pad not ogo old wart alan ther tale feur far rant lant lal told.»

Bu saptamaların altına eklediği açıklamada Hazel, alfabeyi seksen kez söylemek zorunda kaldığını, ya da en

azından, söyleme iĢine baĢladığını (talihli a'lar, çoğunluğu oluĢturmaktadır) ama bu giriĢimlerden on yedisinin

hiçbir sonuç vermediğini belirtiyor. Farklı uzunluktaki bu aralara göre yapılan gruplandırma, herhangi bk

ilkeye da-yandırılamamıĢtır; yazıya geçirilen saçma sözcükler, daha değiĢik dil birimlerine dönüĢtürülebilir

(örneğin, war, talant, her, arrant, vb.) ama bunlar da öncekiler kadar anlamsızdırlar.Bu ahır perisi, sanki felçten

yeni kurtulan birinin beceriksizliğiyle açığa vuruyor kendini, ya da tavandaki ıĢık tarafından bir kılıç vuruĢuyla

Page 75: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

kesilen yarım düĢten yarım sıyrılan birinin beceriksizliğiyle; öyle bir savaĢ bozgunu ki bu , yarattığı kozmik

etkileri kaba ve yeteneksiz dil, sözcüklere çeviremez tam olarak. Biz de, bu konuda okuyucunun ya da yakın

bir dostumuzun soru sormasına meydan vermemek için, unutkanlığın sunacağı mutluluğa gömülmek

isteriz—ama Ģeytan dürtüyor, ortada gizli bir abrakadabra numarası,

152

(182) 'Bir tür gül ve bülbül, bir tür

(183) 'KarĢılıklı iliĢkiler oyunu' olup olmadığını araĢtırmak için.

Nefret ederim böyle oyunlardan; Ģakaklarımı iğrenç bir ağrıyla zonklatırlar— ama buna göğüs gerdim, bir

eleĢtirmenin sonsuz sabn ve nefretiyle inceledim Hazel'in bulaĢtığı bu olay hakkında tutmuĢ olduğu raporda

yer alan sakat heceleri; belki zavallı kızın acı sonunun ön belirtilerini bulurum diye. Böyle bir belirtiye

rastlamadım. Onun yakın olan ölümünü önceden bildiren ya da hazırlayan olgular arasında, yaĢlı Hentzner'in

hayaleti olsun, pusuya yatmıĢ bir serserinin cl-feneri olsun, en küçük bir olasılıkla bile yer alamazdı; kızın sinir

buhranına kapılıp hayaller görmesini de etken olarak gösteremezdik.

Hazel'in raporu daha uzun olacaktı, eğer-kendisinin Jane'e söylediği gibi— o 'kazıma' seslerinin apansız

yinelenmesi, zaten yorgun düĢmüĢ sinir sisteminin direncini tükeüneseydi. O ana dek uzaklığım koruyan ıĢık

dairesi, kızın ayaklarına öyle bir saldırdı ki az kalsın onu oturduğu kütükten düĢürüyordu. Korkuya kapılan

Hazel, ne olduğu anlaĢılmayan, belki de çok kötü bir cin olan varlığın karĢısında yapayalnız durduğunun

bilincine vardı; kollarım nerdeyse omuzlarından çıkaran bir titremeyle, yıldızlı gecenin cennet kucağına doğru

fırladı. Görür görmez tanıdığı patika, yumuĢak kıvrımlarıyla sinirlerini yatıĢtırıyordu; bu patikayla birlikte

birtakım avutucu küçük etkenler (yalnız bir cırcırböceği, yalnız bir sokaklambası) ona, evine giderken

kılavuzluk ettiler. Birden durdu, korkuyla bağırdı: koyu ve açık lekelerle kaplı, masallarda görülen türden bir

yaratık, bahçede, sundurma ıĢığının zar zor aydınlattığı banktan kalkmıĢtı. New Wye'da, Ekim ayında ortalama

sıcaklık derecesinin ne olduğunu bilmiyorum ama bir babanın, açık havada, pijamasıyla ve benim verdiğim

do-ğumgünü armağanından önce (181. dizeyle ilgili notumda belirttiğim gibi) kullandığı bornozuyla nöbet

tutacak denli büyük bir gerilkn içinde olduğunu görünce ĢaĢmamak elde değildi.

Peri masallarında 'üç gece' vardır hep; bu acıklı peri masalında üçüncü gece var. Bu kez Hazel, anasıyla

babasının da bu 'konuĢan ıĢığı' görmelerini istiyordu. Bu üçüncü toplantının dakikaları, korunmaya alınmıĢ

değil; ama ben, sözkonusu toplantıyı, okuyuculara Ģöyle bir sahne halinde sunmak istiyorum ve bu sahnenin

gerçeğe pek aykırı olamayacağına inanıyorum:

153

PERĠLĠ AHIR

(Zifiri karanlık. Baba, Anne ve Kız'm, ayrı ayn yerlerden, hafif solumaları iĢitilmektedir. Üç dakika geçer.) BABA

(Anne'ye): Orada rahat mısın? ANNE: Hıhı. Bu patates çuvalları pek... KIZ (buharlı lokomotif gibi): ġĢĢĢ!

(Sessizlik içinde on beĢ dakika geçer. Gözler karanlıkta, yer yer, gecenin mavimsi çatlaklarını ve bir yıldızı far-

ketmeye baĢlamıĢtır.)

ANNE : Sanırım, Baba'nin karnından geldi bu ses. Hayalet değil. KIZ (mırıltıyla): Ne Ģaka!

(On beĢ dakika daha geçer. Kendi iĢiyle ilgili düĢüncelere dalan Baba, ağır ağır içini çeker, nedeni belli

değildir.) KIZ : Durmadan içimizi çekmemiz gerekli mi?

(On beĢ dakika daha.)

ANNE: Horlamaya baĢlarsam, Hayalet çimdiklesin beni. KIZ (öfkesini bastırmaya çalıĢarak): Anne! Lütfen!

Lütfen, Anne!

(Baba gırtlağını temizler; ama konuĢmaktan vazgeçer.

On iki dakik geçer.)

ANNE: ġu anda buzdolabında epeyce börek bulunduğunu kimse bilmiyor mu acaba?

(Bu sözler, bardağı taĢırın)

KIZ (patlar): Neden herĢeyi mahvedersiniz? Neden, her zaman her Ģeyi mahvedersiniz? Ġnsanı yalnız

bırakamaz mısınız?

BABA : Bak, kızım; Annen konuĢmayacak artık, burada ikimiz de bekleyeceğiz— ama bir saattir oturuyoruz,

vakit de geç oldu.

(Ġki dakika geçer. YaĢam umutsuzdur, yaĢamsonrası yüreksiz. Karanlıkta Hazel'in hafifçe ağladığı duyulur. John

Shade bir fener yakar, Sybil de sigara. Toplantı ertelenmiĢtir.)

Page 76: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

IĢık, bir daha görünmedi ama sonradan Shade'in yazdığı bir Ģiirde yeniden parladı; 'Elektriğin Doğası' adlı bu

Ģiir, 1958'dcn önce, New York'ta yayımlanan YakıĢıklı Adam ve Kelebek dergisine Shade tarafından

gönderildiyse de ölümünden sonra yayımlanabildi: «Ölü, soylu ölü —kim bilir?—

154

Lambanın tungsten telini yurt edinmiĢtir,

BaĢucumdaki masada parıldayansa,

Bir baĢka adamın yeni evlenmiĢken ölen kansı.

Belki Shakespeare sel basmıĢtır

Sayısız ıĢıklarla tüm kenti,

Shelley'nin akkor ruhudur çeken

Solgun pervanelerini yıldızsız gecelerin.

Sokak lambaları numaralanmıĢ; herhalde Dokuz yüz doksan dokuz numaralısı (IĢıl ıĢıl gülümseyen, bir ağacın

içinden Ki yemyeĢil) eski arkadaĢlarımdan biri.

Mavimsi kırların yukarısında, ĢimĢeklerdir

Çatal çatal devinen: Belki de bir Timur

ĠĢkence yaptırıyor orada,

Acıyla bağırıyor tiranlar, cehennemde.»

Bu açıklamayı bitirirken, Ģunu vurgulamak istiyorum: Dünyadaki elektriğin apansız kesilmesi durumunda

Yeryüzünün parçalanıp ölmekle kalmayıp bir hayalet gibi görünmez olacağını söyler bize bilim.

347.—348.Dizeler: Ters çeviriyordu sözcükleri

Babasının verdiği örneklerden biri, ilginç. Duraksamadan söyleyebilirim ki bendim o ömeği bulan. Bir gün,

'ayna sözcükler' konusunu ele almıĢtık; ben 'örümcek' sözcüğünün tersinin 'yeniden yük-selen'^104^

olduğunu farkcdip söylediğimde Ģairin nasıl afalladığını bugünmüĢ gibi anımsıyorum. O zaman bir Ģey daha

anlaĢılmıĢtı: Hazel Shade, bazı yönleriyle bana benziyordu. 376. Dize: ġiir

Hangi Ģiirden sözedildiğini (içinde bulunduğum, kitapsızlık dağ ininde) kestirebilirim; ama bu Ģiiri görmeden

Ģairi hakkında 'Ģu kiĢidir' demek islemiyorum. Ne olursa olsun, arkadaĢımın, kendi döneminde . yaĢayan en

büyük Ģairlere böylesine kinle saldırmasını hoĢ karĢılamıyorum.

(104) Bu konuda 15 no.lu dipnotuma bakınız! —Çev.

155

376.-—377. Dizeler, hani nitelendirilmiĢti Ġngiliz Edebiyatında

Bu tümcenin yerine, taslak metinde, daha anlamlı ve ahenkli olan Ģu ifade var:

'Bölüm BaĢkanınca nitelendirilmiĢti'

Bu sözler, Hazel Shade'in öğrenciliği sırasında Bölüm BaĢkanı olan adama (her kimse) iliĢkin sayılabilir; ama

biz bu sözleri Paul H. için geçerli sayarsak suçlanmamalıyız. Ġyi bir yönetici ve yeteneksiz bir bilgin olan bu

kiĢi, 1957 yılndan beri Wordsmilh Üniversitesinin ingilizce Bölümünün baĢkanıydı. Kendisiyle arasıra

karĢılaĢırdım. (Önsözde ve 894. dizeyle ilgili notumda belirttiğim gibi). Benim bağlı olduğum Bölümün

baĢkanı, Prof. Natlochdag idi; biz bu sevimli adamı 'Netoçka' diye adlandırırdık. Bana korkunç acılar çektiren

ba-Ģağrılarımın kimseyi ilgilendirmemesi gerekirdi; ama her nasılsa kendisinin yanındaki koltuğa oturduğum

o konserde, baĢım ağrıyınca kalkıp gittiğimde Paul H. ilgilenmiĢti baĢağrılanmla, hem de pek fazla. Gözleri

benim üzerimdeydi; ansızın, John Shade'in bana kalan yapıtı hakkında bu adam, teksir ettirdiği bir yazıyı

dağıtmaya koyuldu. Yazının ilk bölümü Ģöyle:

«ingilizce Bölümünün üyeleri, John Shade'in, ölümüyle bıraktığı elyazması Ģiirin geleceği konusunda büyük

bir kaygı içindedirler. Bu metni eline geçiren kiĢi, onu basıma hazırlayacak yeteneğe sahip değildir, uzmanlık

alanı farklıdır; üstelik bu kiĢi, çevresinde, aklının dengesizliğiyle tanınmıĢtır. Yasal yollara baĢvurarak, vb.»

'Yasal yola' bir baĢkası tarafından da baĢvurulabilirdi. Ama önemli değil. ġunu bilmenin verdiği mutluluk,

insanın öfkesini gideriyor: adı-geçen engage ^105^ beyefendi, burada açığa vurulan bölümü okuduktan

sonra, arkadaĢımın Ģiirinin talihi konusunda daha az kaygılanacak. So-ulhey, akĢam yemeği olarak fare

kızartırdı—Piskoposu farelerin yemiĢ olması açısından, çok gülünç bir durumdur bu.

384. Dize : Pope üzerine yazdığım kitap

Herhangi bir üniversite kitaplığında bulunabilen bu yapıtın adı Yüce KutsanmıĢ olup Pope'un tam olarak

anımsayamadığım bir dizesinden alınmıĢtır. Kitap, Pope'un Ģiir tekniği üzerine yazılmıĢsa da 'çağının üstün

ahlakı' konusunda derin gözlemler içermektedir.

Page 77: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

(105) BaĢkasının hizmetinde, kiralık. —Çev.

156

385.-386. Dizeler: Jane Dean, Pete Dean Ġki suçsuz insanın biraz değiĢtirilmiĢ adlan. Ağustos'ta Chicago'dan

geçerken Jane Provost'a uğramıĢtım; daha evlenmemiĢ olduğunu gördüm. Bana, kuzeni Peıer'le arkadaĢl;..

inin güzel resimlerini seyrettirdi. Peter Provost'la tanıĢmak isterdim; yazık ki Detroit'te, otomobil saücıst.

Jane'in bana anlattığına göre (kendisine inanmamak için bir neden bulamıyorum), Peter, en sevdiği okul

arkadaĢlarından birine verdiği sözü yerine getirmek zorunda olduğunu belirtirken belki biraz iĢi büyülüyor,

ama yalan söylemiyordu. Bu okul arkadaĢı, gösteriĢli bir genç olup, sporcuydu da; kendisinin 'çelengi'

herhalde 'kız-larınkinden küçük' değildi. Pctcr'in yerine getirmek zorunda olduğu bu' görev,alaya alınacak ya

da iğrenilecek türden değildir. Jane, o acı olaydan sonra Shade'lere durumu açıklamaya çalıĢtığını, ardından

Sybil'e uzun bir mektup yazdığını söyledi; bu mektuptan, kimsenin haberi olmamıĢu o güne dek. Ben.bu

açıklama karĢısında, yeni öğrenmiĢ olduğum bir deyimi kullandım (biraz da, onu baĢarıyla kullandığımı

göstermek için): 'Durumu çakmıĢtım zaten!'

403.—404. Dizeler: Sekiz onbeĢ. (ĠĢte, zaman çatallandı.) Buradan 474. dizeye dek, aynı anda iki tema

geliĢtirilmekledir: Shade'lcrin oturma odasındaki televizyonda gösterilen programla birlikte Hazcl'in buluĢma

öyküsü veriliyor; Pctcr'lc karĢılaĢması (406— 407), hemen ayrılmak zorunda olduğu için adamın özür dilemesi

(426—428), Hazcl'in otobüse binmesi (445—447 ve 457—459),bckçi tarafından ölüsünün bulunması (475—

477).Bu olayla ilgili dizeleri italik dizdirdim.

Bu bölüm, çok sıkıcı ve uzun geldi bana; eĢzamanlılık yönteminin Flaubert ve Joyce tarafından, insanı

bıktıracak biçimde kullanılması, özellikle bu olumsuz etkiyi yarattı benim üzerimde. Yoksa yöntemin kendisi

kusursuz.

408. Dize : Bir erkek eli

10 Temmuz günü, yani John Shade'in bunları yazdığı gün, belki de otuz üçüncü dizin kanını kullanmaya

406.—407.dizelere baĢladığı sırada Gradus, kiralık bir arabayla Cenevre'den Lcx'c gidiyordu; film çekimini

bitirdikten sonra Odon'un gidip oraya yerleĢtiği biliniyordu, eski arkadaĢlarından Amerikalı Joseph S.

Lavcndcr'in villasına. Usta entrikacı Gradus, Joe Lavcndcr'in, Fransızlarca ombriole diye adlandırılan türden

sanatsal fotoğraflar topladığını duymuĢtu ama bun-

157

lann nasıl Ģeyler olduklarını bilmediği için 'resimli abajur' sanıyordu. Kurduğu aptalca plana göre kendisini,

Strazburg'lu bir sanat yapıtları satıcısının aracısı olarak tanıtacak, Lavender'le ve onun konuğuyla içki içerken

Kralın bulunduğu yer konusunda onlardan bilgi koparmaya çalıĢacaktı. Gelgeldim, hesaba katmadığı bir Ģey

vardı: Tehlikeleri sezmekte üstün bir yeteneği olan Donald Odon, Gradus'un tokalaĢmak için elini hafifçe

eğmesinden (ve halktan kaptığı, kendisine kaba gelmeyen baĢka hareketlerinden) hemen anlayacaktı onun,

nerede doğmuĢ olursa olsun, aĢağı sınıflan Zembla'lıların arasında uzun süre yaĢamıĢ olduğunu ve bundan

dolayı bir casus ya da daha kötü bir adam olduğunu. Gradus, Lavcnder'in ne tür resimler topladığını da

bilmiyordu; boĢbağazlığım için bana gücenmeyeceğinden emin olduğum Joe'nun topladığı ombriole'lcv,

yüce bir güzellikle aĢın bir ahlaksızlığı (incir ağaçlarına karıĢmıĢ çıplakları, azgınlığı, kadın çekiciliğinin

kötülüğünü) kaynaĢtıran fotoğraflardı.

Cenevre'de kaldığı otelden telefonla Lavender'e ulaĢmaya çalıĢan Gradus, onun öğleden önce

gelemeyeceğini öğrendi. Yolculuğunu sürdürerek geldiği Montrcux'den, öğle vakti bir daha telefon elti;

aradığını Lavender'e haber vermiĢlerdi; Bay Degre çay saatinde bekleniyordu. Gradus, göl kıyısındaki bir

lokantada yemek yedikten sonra kentte dolaĢtı, hediyelik Ģeyler satılan bir dükkanda küçük bir kristal

zürafanın fiyatını sordu, gazete alarak sıraya oturup okudu, sonra arabasına bindi, yola koyuldu. Lex

yakınlarında, dik ve dolambaçlı dar sokaklarda yolunu ĢaĢırdı. Bir bağın yukarısında yapımı bitmemiĢ bir evin

önünde durdu; üç duvarcının üç tane iĢaret parmağı, yolun karĢı yanındaki çimcnli bayırın yukarılarında

görünen Lavender Villasının kırmızı çalısını gösterdiler ona. Arabayı bırakıp yürüyerek gitmeye karar verdi;

villanın kapısına ulaĢan taĢ basamaklar, en kestirme yol olsa gerekti. Gözlerini yokuĢun üst ucundaki kavağa

dikerek yorgun argın tırmanmaya koyuldu; ağaç, bazan kırmızı çatıyı gizliyor, bazan önünden çekiliyordu.

GüneĢ, yağmur bulutlarının arasında bir çatlak buldu; mavi boĢluğun lime lime olmuĢ kenarları parıltılar

saçmaya baĢladı. Gradus, Kopenhag'dan yeni aldığı, buruĢmuĢ giysisinin ağırlığını hissediyor, kokusunu

duyuyordu. Oflaya puflaya, saatine arada bir bakarak, yeni Ģapkasıyla yelpazelenerek yolun, baĢka bir yolla

Page 78: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

kesiĢtiği yere ulaĢtı, karĢıya gcçıi. Küçük bir bahçe kapısından girip çakıllı paükayı da aĢınca kendisini

Lavender'in yazlığının önünde buldu. Yapının adı olan Libilina, kuzeye bakan demir kafesli pencerelerin yu-

158

karısına, siyah tellerden elyazısı harflerle yerleĢtirilmiĢ; Ylann üstüne nokta olarak, beyaz duvara çakılmıĢ iri

çivilerin baĢlan katranlanmıĢu. Bu yazı yöntemini ve kuzeye bakan pencerelerin demir kafesle örtülmesini

Gradus, daha önce Ġsviçre'de gördüğü yapılardan biliyordu; ama klasik sanala karĢı bağıĢıklığı onu, ölülere ve

mezarlara egemen olan Roma lannçalarına Lavcnder'in ölüm düĢkünlüğünün gösterdiği saygıdan zevk

alamayacak duruma sokmuĢtu. Onun dikkatini baĢka bir Ģey çekmiĢti: KöĢedeki bir kapalı pencereden dıĢarı

piyano sesi geliyordu. Kendisinin daha sonraları bana anlattığına göre, bu hızlı ve gürültülü sesler, nasıl

olmuĢsa olmuĢ, o ana dek düĢünemediği bir olasılığı aklına gelirmiĢ ve elinin hemen arka cebine kaymasına

neden olmuĢtu; karĢısında Lavendcr'i değil, Odon'u da değil, yetenekli ilahici Sevgili Chares'ın ta kendisini

göreceğini sezdirircesine. Evin ĢaĢırtıcı yapısıyla kafası karıĢan Gradus, camlı sundurmanın önünde ka-

lakalmıĢken müzik durdu. YeĢil üniformalı yaĢlıca bir uĢak, yeĢil bir yan kapıda göründü, onu antreye aldı.

Yorucu provalarla geliĢtirilmemiĢ bir ilgisizlik havasıyla Gradus, ona önce orta bir Fran-sızcayla, sonra berbat

bir îngilizceyle, en sonunda da iyi bir Al-mancayla, evde çok konuk bulunup bulunmadığını sorduysa da uĢak,

gülümsemckle yetindi, baĢını saygılı bir tavırla eğerek onu müzik salonuna buyur etli. Müzisyen ortadan

kaybolmuĢtu. Harp sesini andıran tıngırtıların gelmeye devam eıtiği büyük piyanonun üzerinde bir çift plaj

terliği duruyordu, zambak rengi havuzun kıyısında dururcasına. Pencerenin yanındaki koltuktan, sıska b ir

hanım, füze gibi dimdik doğruldu ve kendisini, Bay Lavcnder'in erkek yeğeninin özel eğilmeni olarak tanıttı.

Gradus, Lavender'in ünlü kolleksiyonunu görmek için sabırsızlandığını açığa vurdu; bu çarpıcı kollksiyon,

meyve bahçelerindeki seviĢme sahnelerinden oluĢuyordu. Ama, yüzünün güzelliğinden dolayı, Kral

tarafından, Mademoiselle Baud yerine Mademoiselle Belle^106^ diye çağrılan eğitmen bayan, patronunun

özel ilgileriyle gizli hazineleri hakkında hiçbir ilgisi olmadığnı söyledi çabucak; ardından ziyaretçiye, bahçeyi

gezmesini önerdi: 'Gordon size en sevdiği çiçeklerini göstersin,' dedikten sonra yandaki odaya seslendi:

'Gordon!' isteksiz bir tavırla zayıf ama sağlıklı görünen bir oğlan çıkiı oradan; on beĢ yaĢlarında olmalıydı;

üzerine vuran güneĢ ıĢığıyla teni, lüysüz Ģeftali rengindeydi. Çıplaktı; beline, leopar kürkü

- (106) pransızcada «Belle», güzel demektir, «Mademoiselle» ise, evlenmemiĢ bayanlar için «bayan»

anlamında kullanılır. —JÇev.

159

gibi benekli bir peĢtcmal dolamıĢtı yalnızca. Kısa kesilmiĢ saçları, teninden daha açık renkteydi. Çekici bir

kabalığı olan yüzü, somurtkanlıktan ve sinsilikten oluĢan bir ifadeye bürünmüĢtü. Bizim entrikacımız ise, kafası

düĢüncelerle dolu olduğundan, bu ayrıntıları farketmedi, karĢısındaki delikanlının yozlaĢmıĢ biri olduğu

izlenimini edindi sadece. 'Gordon müzik alanında bir dahidir,' dedi Bayan Baud; çocuk birden ürktü. 'Gordon,

beyefendiye bahçeyi gezdirir misin?' Delikanlı kabul cııi; ayrıca, kimseyi rahatsız etmezse, banyo yapmak

istediğini söyledi. Sandallarını giydi, konuğun önüne düĢtü. Bu tuhaf ikili, gölgelerin ve ıĢığın içinden

ilerlemeye baĢladı: beline sarmaĢıklar dolamıĢ zarif oğlan ve ucuz kahverengi giysili, yaĢlı katil, ceketinin sol

cebinde görünen gazeteyle.

'ĠĢte Mağara,' dedi Gordon. 'Burada arkadaĢımla bir gece geçirmiĢtim.' Gradus, yosunlu kovuğun içine ilgisiz

bir bakıĢ fırlattı; buradaki açılır kapanır yatakla, portakal rengi naylon örtüsünün üzerindeki siyah lekeyi

farketmek zor değildi aslında. Kaynak suyunun fıĢkırdığı boruya oğlan, hırsla yapıĢtırdı dudaklarını, sonra ıslak

ellerini siyah donuna sürdü. Gradus, saatine baktı. Gezinmeyi sürdürüyorlardı. 'Daha bir Ģey görmediniz,' dedi

Gordon.

Evde en az yanm düzine modern hela vardı; ama Bay Lavender, dedesinin Delawarc'dcki çiftliğine duygusal

olarak çok bağlıydı; bu yüzden, Ģimdi oturduğu yazlığın görkemli bahçesinde, kavak ağaçlarının en uzununun

altına, köy iĢi bir hela yaptırmıĢtı; seçkin konukları için bir hizmeti daha vardı: Bilardo salonundaki Ģöminenin

çevresine dizilmiĢ güzel nakıĢlı, yürek biçimindeki minderlerden birini, böyle hizmetlere humor duygulan

dayanıklı olan bu konuklardan birine, taht'a giderken yanında götürmesi için sunardı.

Kapı açıktı ve iç yüzünde, bir oğlanın kömürle çiziktirmiĢ olduğu Ģu tümce vardı: Kral uğradı.

'HoĢ bir kartvizit,1 dedi Gradus, zoraki bir gülüĢle. 'Nerede olabilir Ģimdi, bu kral?'

'Kim bilir?' diye konuĢtu oğlan. 'Nerdeyse bir yıl oldu. Sanırım, Cöte d'Azur'a gitti; ama yanılıyorum belki.'

Page 79: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Sevgili Gordon yalan söylüyor, çok da iyi ediyordu. Aslında biliyordu değerli arkadaĢının artık Avrupa'da

olmadığını; ama sevgili Gordon, hiç söz etmemeliydi Riviera'dan; çünkü yalan diye söylediği bu yer, bir

gerçeği gösteriyordu yine de; bu yerin adını ondan duyan

160

Gradus, Kraliçe Disa'nın orada bir sarayı olduğunu anımsayıp pat diye vurmuĢtu aklının elini alnına.

ġimdi yüzme havuzunun kıyısındaydılar. Derin düĢünceye dalan Gradus, bir tabureye çöktü. Hemen merkeze

telgraf çekmesi gerekiyordu. Bu ziyareti burada kesmeliydi. Öte yandan, birdenbire kalkıp gitmesi de kuĢku

uyandırırdı. Oturduğu tabure çatırdadı; oturacak baĢka bir Ģey bulmak için çevresine bakındı. Genç

ormanperisi, gözleri kapalı, havuzun mermer kıyısına sırtüstü uzanmıĢtı; Tarzan donunu çıkarıp çimenlere

fırlatmıĢtı. Gradus, tiksintiyle tükürdü yere, kalktı, eve doğru yürüdü. Sundurmadan aĢağı koĢarak inen uĢak,

üç dilde ona, telefonla arandığını bildirdi. Eve dönemeyecek olan Bay Lavender, Bay Degre ile konuĢmak

istiyordu. Telefonda karĢılıklı hal hatır sorulduktan sonra bir sessizlik oldu, ardından Lavender sordu: 'O adi

Fransız gazetesinin her Ģeye burnunu sokan adamlarından değil insiniz?' 'Ne?' diye bir söz çıkü Gradus'un

ağzından; 'what' diyememiĢ, 'vot' demiĢti. 'Her Ģeyi karıĢtırıp kirleten bir orospu çocuğu ol-mayasınız?'

Gradus telefonu kapadı. Gidip arabasına bindi; yamacın tepesine sürdü. Aynı bölgede, parlak sisli bir Eylül

sabahı Kral, Cenevre Gölünün pırıltılı dalgacıklarını ve onlara sessizce yanıt veren, yamacın bağlarındaki kalay

yaprakların korkulu parıltılarını sey-retmiĢti.Gradus, orada durup umutsuzlukla aĢağıya, ağaçların

koruyuculuğuna sığınmıĢ Lavender Villasının kırmızı kiremitlerine bakarken, kendisinden daha üstün

kimselerin yardımıyla, farkedebiliyordu çimenliğin bir kısmını, havuzun bir bölümünü; kıyısındaki bir çift terliği

bile (Narcissus'tan geriye kalanları) görebiliyordu. Sanki aldatılmadığından emin olmak için çevrede biraz

beklemesinin uygun olup olmadığı konusunda bir karar vermeye çalıĢıyordu. Ta aĢağılardan, yarım kalmıĢ evi

yapmayı sürdürenlerin takırtıları, Ģangırtıları gelmekteydi, ansızın bir tren geçti bahçelerin arasından ve bir

arma kelebeği, siyah üzerine kırmızı çizgili, volant en am"ere(107) yaklaĢıp korkuluğu aĢtı, John Shade yeni bir

kart aldı.

417.—421. Dizeler : Yukarı çıktım...

Bunların yerine, taslakta çok ilginç dizeler var:

(417) «Cazın ilk bağırtısıyla yukarı kaçtım

DüzeltilmiĢ metni okudum: 'ġöyle dizelerdi;

(Ġ07) «Gerilerden uçarak.» Sözkonusu kelebek, Ģiirde Vanessa adıyla geçmekledir. Ayrıca, farklı eylemleri

içeren bu uzun tümce, romanı anlamak açısından çok önemlidir. —Çev.

161

"Oynayan kör dilenciyi seyret, Ģarkı söyleyen topalı, Bu ayyaĢ bir kahraman, deli bir kral" Acımasız çağlarının

Ģaman.' Sonra senin sesin geldi" Bunlar kuĢkusuz, Pope'un tnsan Üzerine Bir Deneme'sinden. insan,

hangisine ĢaĢacağını bilmiyor: Pope'un, 'deli' sözcüğünden önce 'bu' sıfatını koyabilecek biçimde Ģiirin veznini

ayarlayamamasına mı yoksa Shade'in, kendi Ģiirinin taslağındaki güzel bir bölümün yerine, son metinde

yoğunluksuz dizeler koymasına mı? Sakın gerçek bir kralı darıltmaktan korkmuĢ olmasın? GeçmiĢ yılları

düĢündüğümde, Shade'in benim gizimi açığa çıkarıp çıkarmadığını anlayamıyorum; her ne kadar kendisi, bir

gün, gizimi öğrendiğini bana söylemiĢ olsa da. (991. Dizeyle ilgili notuma bakınız.)

426. Dize : Arkasından (gelen çamurlu ayak) Frost'un KuĢkusuz, burada değinilen kiĢi Robert Frost (1874

doğumlu). Bu dize, cinasla mecazı birleĢtirmekte Ģairimizin, her zamanki gibi, baĢarılı olduğunun bir kanıtıdır.

Herkes bilir: ġiir yeteneğinin ısı grafiğinde yüksek, alçak demektir, alçaksa yüksek; buna göre, tam bir

kristalleĢmenin- oluĢum derecesi, kolaylığın ılık derecesinden daha yüksektir. Alçakgönüllü Ģairimiz, kendi

ününü çevreleyen hava için böyle bir değerlendirme yapıyor.

Frost, Ġngiliz dilinde yazılmıĢ en değerli kısa Ģiirlerden birinin yaratıcısıdır; her Amerikalı delikanlının ezbere

bildiği bir Ģiirdir bu: karlı ormanlar, akĢamın hüzünlü alacakaranlığı, yoğunlaĢan karanlıkta atın çıngıraklarını

çınlatarak nazikçe karĢıkoyuĢu ve Ģiirin dokunaklı, hayranlık uyandıran bitiĢi; son iki dizenin, hece hece,

birbirinin aynısı oluĢu ama birinin maddesel ve kiĢisel, öbürününse fizikötesi ve evrensel içerik taĢıması... ġiiri

buraya belleğimden aktarmayacağım; küçücük bir sözcüğün yerini değiĢtiririm diye korkuyorum.

Bütün o üstün yeteneğine karĢın John Shade, kendi kartanelerini böylesine uyumlu yerleĢtirememiĢtir.

431. Dize : Mart gecesi... önıĢıklar uzaktan

Televizyonda gösterilen filmle Ģairin kızının serüveninin, bu bölümde ne güzel kaynaĢtığına dikkat ediniz

(ayrıca 445. dize: ÖnıĢıklar daha da büyüdü sisin içinde).

Page 80: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

433.—434. Dizeler : Denize... Bizim de otuz üçte gitmiĢ olduğumuz

162

1933 yılında Prens Charles, on sekiz yaĢındaydı; Payn DüĢesi Disa beĢ yaĢında. Bu dizelerde söz konusu olan

yer, Nice'tir (240. dizeye de bakınız); Shade'ler yılın ilk bölümünü burada geçirmiĢlerdi; yazık' ki yine,

arkadaĢımın geçmiĢ yaĢam kristalinin o kadar çok sayıdakrbü-yülcyici yüzlerine baktığımda, ayrıntıları

göremiyorum (bunun için Ġçimi suçlamalı, sevgili S.S?)^1 \ bundan dolayı, Shade'lerin kıyı boyunca ilerleyip

ilerlemediklerini, ilerlemiĢlerse Türk Bumu'na ulaĢıp ulaĢmadıklarını ve genellikle turistlere açık, zakkumlarla

kaplı dar geçitten Kraliçe Disa'nın villasına Ģöyle bir bakıp bakmadıklarını söyleyebilecek durumda değilim.

Ġtalyan sanatının özelliklerini taĢıyan bu yazlık, 1908'dc Kraliçenin dedesi tarafından yaptırıldığında Villa Pa-

radiso diye adlandırılmıĢtı; Zembla dilindeki karĢılığı olan Villa Pa-radisa, Disa'nın onuruna kısaltıldı: Villa

Disa... Disa, yaĢamının ilk on beĢ yazını burada geçirdi; ülkesine döndükten sonra, 1953 yılında 'sağlık

sorunlarından dolayı' geri geldi; halka açıklanan buydu ama gerçekte Kraliçe sürgüne gönderilmiĢti; bugün de

aynı villada oturmaktadır.

Zembla'da devrim patlak verince (1 Mayıs 1958) Disa, bir mü-rebbiye tngilizcesiyle terbiyesiz bir mektup

yazdı Krala; gelmesini, durum açıklığa kavuĢana dek yanında kalmasını istiyor, onu kandırmaya çalıĢıyordu.

Mektup, Onhava'da polisin eline geçti; AĢırılar partisinin bir Hindu üyesi tarafından Zembla diline kötü

biçimde çevrildikten sonra, tutuklu Kralın yüzüne karĢı, sarayın aptal komutanı tarafından, yüksek ve

sözümona alaylı bir sesle okundu. Bereket versin ki mektupta bir— Tanrıya Ģükür, yalnızca bir duygusal tümce

vardı: 'Beni ne denli incitsen de aĢkımı incitemediğini bilmeni istiyorum.' Bu tümceyi gerisingeri ingilizceye

çevirirsek Ģöyle olur: 'Beni dövdüğün zaman seni arzuluyor ve seviyorum.' Komutanın sözlerini kesen Kral,

onu bir soytarı, bir ahlaksız olmakla suçladı; orada bulunan herkesi öyle korkunç biçimde aĢağıladı ki, AĢırılar,

ya ona hemen kurĢunu sıkmak ya da mektubun aslını vermek konusunda hızla bir karara varmak zorunda

kaldılar.

Sonunda, Kral, sarayda tutuklu bulunduğunu Disa'ya duyurmayı baĢardı. Korkusuz Disa aceleyle Rivicra'dan

ayrıldı; Zcmbla'ya dönmek amacıyla romantik, ama talihin yardımıyla baĢarıya ulaĢmayan bir giriĢimde

bulundu. Eğer ülkeye girseydi hemen tutuklanacak ve

(108) S.S, Ģairin eĢi Sybil Shade olmalı; Kinbote, Ģairin geçmiĢ yaĢamına iliĢkin ay-nnıılı bilgi edinememiĢ;

buna, Sybil'in neden olduğunu söylemek istiyor. —Çev.

163

böylece, Kralın kaçıĢının önündeki engelleri arttıracaktı. Karl'cılann, bu anlaĢılması kolay düĢünceleri içeren

mesajı Disa'nın Stockholm'e gelmesine olanak bırakmadı; hayalkırıklığıyla, öfkeyle geri tüneğine uçtu.

(Öfkesinin asıl nedeni, sanırım, bu mesajın kendisine, kuzenlerinden biri olan iyi yürekli Curdy Buff tarafından

iletilmesiydi; onu sevmezdi Disa.) Aradan haftalar geçti. Kocasının idam edileceği dedikodusuyla kızıĢan

Kraliçe, yeniden yola çıktı Türk Burnundan. Brüksel'e ulaĢtı; kuzeye uçmak üzere bir uçak kiraladığı sırada,

kendisine bu kez Odon'un gönderdiği ikinci bir mesaj, Kral'la birlikte Zembla'nın dıĢına çıkmayı baĢardıklarını,

kendisinin de Villa Disa'ya dönüp orada yeni haberleri beklemesinin daha iyi olacağını bildirdi ona. Aynı yılın

sonbaharında Lavender bir haber iletti: Disa'nın yanma gelecek olan, kocası rolündeki bir adam, kendisiyle,

Zembla'nın dıĢındaki ortak malları konusunda görüĢecekti. Kraliçe, evinin terasında Lavender'e kırgınlık dolu

bir mektup yazmaktayken, onu uzaktan seyretmiĢ olan uzun boylu, saçı kesik, sakallı bir adam, elinde çiçek

bu-ketiyle, gölgelerin çelenkleri arasından ilerledi. Kadın, baĢını kaldırıp baktı; ne takılan siyah gözlükler, ne

yapılan makyaj, adamın onu bir saniye olsun aldatmasına yetmemiĢti elbette.

Zembla'dan son ayrılıĢından bu yana Disa'yı, iki kez ziyaret etmiĢti adam; sonuncusu, iki yıl önce

gerçekleĢmiĢti; bu iki yıl içinde kadının, solgun teniyle ve kara saçlarıyla vurgulanmıĢ güzelliği, yeni, olgun,

hüzünlü bir çekicilik kazanmıĢtı. Kadınlarının çoğu çilli sarıĢın olan Zembla'da bizim Ģöyle bir atasözümüz

vardır: belwif invurkumpf wid snew ebanumf (Güzel bir kadın, dört abanoz yaprakla çevrelenmiĢ fildiĢi gül

gibi olmalıdır). ĠĢte Disa, buna uygun bir geliĢme göstermiĢtir. Bir Ģey daha vardı ki bunu ben, Solgun AteĢ'i

okuduğum zaman, daha doğrusu hayalkırıklığının ilk kızgın dumanları gözlerimden dağıldıktan sonra Ģiiri

yeniden okuduğum zaman farkedecektim. Shade'in, karısının özelliklerinden söz ettiği 261.—267. dizeleri

geçiriyorum aklımdan. ġair, bu Ģiirsel portreyi çizdiği sırada, karısının yaĢı Kraliçe Disa'nın yaĢının iki katıydı.

Bu ince konuları dilime dolayacak kadar kabalaĢmak istemem ama gerçek Ģu: AltmıĢ yaĢındaki Shade, burada,

Disa'nın iyi ve soylu yüreğinde taĢıdığı ya da taĢıması gerektiği yüce, ölümsüz özellikleri, yaĢlı bir kadına

ayarlayarak, aktarmaktadır. Gerçekten de Disa, son ziyaret edildiği yıl olan 1958 Eylül'üade, otuz yaĢında,

Page 81: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

ĢaĢılacak derecede benziyordu, benim tanıdığım yıllardaki Bayan Shade'e değil elbette, Ģair tarafından Solgun

AteĢ'in sözkonusu

164

dizeleriyle yüceleĢtirilen insan tipine. YüceleĢtirilmiĢ, ömek bir yaĢlı kadın tipidir bu; ama o mavi terasta,

öğleden sonra ziyaret edilen Kraliçe Disa'ya benzemesi için bu resmin iyice rötuĢ edilmesi gereklidir. Bu

farklılığı okuyucuların anlayacağına inanıyorum; çünkü an-lamazsalar ne Ģiir yazmanın bir anlamı kalır, ne

Ģiirlere açıklamalar yazmanın, ne de baĢka bir Ģeyin.

Kraliçe, eskisinden daha dingin görünüyordu; öz denetimi güçlenmiĢti. Bundan önceki karĢılaĢmalarında,

hatta Zembla'daki evlilik yıllarında, kocasının karĢısında korkunç öfke patlamalarına kapılırdı. Evliliklerinin ilk

yıllarında adam, onun bıktırıcı alevlenme ve patlamalarını dindirmek, onun bir kadın olarak uğradığı

talihsizliği akılcı bir bakıĢla görüp benimsemesini sağlamak için çabalamıĢtı; ama sonraları yavaĢ yavaĢ

bunlardan yararlanmayı öğrendi; dört gözle bekler oldu Disa'nın öfke patlamalarını; çünkü yakındakinden

uzaktakine dek kapıların güm diye kapatılmasının ardından karısını geri çağırmayarak, bazan da kendisi

saraydan çıkıp kırsal yaĢamın gizliliğine sığınarak, uzun zaman onun varlığından kurtulma olanağına

kavuĢuyordu böylece.

Uğursuz evliliklerinin baĢlangıcında, canla baĢla karısına sahip olmaya çalıĢmıĢtı, ama boĢuna. Daha önce hiç

aĢk yapmadığını da söylemiĢti ona (bu kesinlikle doğruydu; kadının bu iĢ için tek bir organ tanıdığı

düĢünüldüğünde). O zaman, kibar fahiĢeler tarafından çok genç ve deneyimsiz müĢterilere ya da çok yaĢlı

müĢterilere uygulanan uyarma yöntemlerini adam, karısının da tüm saflığıyla ve görev duygusuyla, bilinçsiz

olarak kendi üzerinde denemesinin alçaltıcılığına katlanmak zorunda kalmıĢtı; bu gösteriye karĢı birĢeyler

söylediğinde (iĢkenceye son verilmesi konusunda), bu kez karısı çok vahĢice bir oyun sergilemiĢti önünde.

Adam, birtakım ilaçlar kullanarak kendini gülünç duruma sokmaktan da çekinmemiĢti; ama kadının o talihsiz

cinsiyetinin ön eklentileri, aĢılmaz bir engel olarak çıkıyordu adamın karĢısına. Bir gece, Ģansını kaplan çayıyla

denemek istemiĢ, bunun sonucunda umutlan dimdik kalkmıĢtı; o zaman karısına, baĢka bir yöntemi

uygulamalarını rica etme yanlıĢlığında bulunmuĢ, karısı da onun bu dileğini doğaya aykırı ve iğrenç olarak

suçlama yanlıĢlığını iĢlemiĢti. Adam sonunda, bir binicilik kazası yüzünden cinsel gücünün eksildiğini ama

arkadaĢlarıyla birlikte çıkacağı bir deniz yolculuğunun ve bol bol deniz banyosunun yardımıyla gücünün

elbette artacağını söylemiĢti Disa'ya.

165

Kraliçe, anasıyla babasını yeni kaybetmiĢti; kulağına gelmesi kaçınılmaz dedikoduları iĢittiğinde gidip

soracağı, danıĢacağı gerçek bir dostu da yoklu; konuyu nedimelerine açmayacak kadar kibirliydi; birtakım

kitapları okudu, Zembla'da erkeklerin alıĢkanlıkları hakkında her Ģeyi öğrendi; bundan sonra, aptalca

sıkıntılarını, iğneleyici bir bilgiçliğin arkasına gizleme numaralarına baĢladı. Onu, davranıĢlarından dolayı

kutlayan adam, gençlik alıĢkanlıklarından vazgeçtiği, ya da en azından vazgeçeceği konusunda, kutsal Ģeyler

üzerine and içli; ama yol boyunca her yerde pusuya yatmıĢlardı karĢıkonulmaz ayartmalar. Bu ayartmalara

kendini bıraktı arada bir, sonra iki günde bir, derken her gün birkaç kez; bu olayların çoğu, Shalksbore Baronu

Harfar'ın kau yöneliminin sürdüğü dönemde yer alır; ĢaĢırtıcı yetenekleri olan bu hayvansı gencin,

'üçkağıtçının çiftliği' anlamına gelen soyadı, büyük bir olasılıkla 'Shakespeare'den türetilmiĢtir. Harlar,

hayranlarının taktığı adla Curdy Buff, yanında cambazlardan, eyersiz binicilerden koca bir kalabalık

bulundururdu; iĢler öylesine çığırından çıktı ki, Ġsveç gezisinden beklenmedik sırada dönen Disa, sarayın bir

sirkten farksız olduğunu gördü. Kocası yeniden and içti, yeniden günah iĢledi, ve aldığı bütün önlemlere

karĢın yeniden yakalandı. Sonunda Disa onu, Ġngiltere'den getirilmiĢ, Eton yakalı, tatlı sesli ve her isteneni

yapan uĢaklarla gönlünü eğlendirmeye bırakarak Riviera'ya

gitti.

Adamın o zamanlar Disa'ya beslediği duyguların ulaĢtığı düzey neydi? Dostça bir ilgisizlik, soğuk bir saygı.

Evliliklerinin ilkbaharında bile, en ufak bir sevecenlik, en ufak bir heyecan duymamıĢtı. Acıma duysun ya da

yüreği sızlasın; sözü bile edilemezdi bunların. Adam, her zamanki gibi, soğuk ve acımasızdı. Ama karısından

ayrılmasından önce de, sonra da, bedenindeki yüreğin soğukluğuna karĢın sıcacıktı hep düĢlerinin yüreği.

Disa'yı, adam, günlük—görünürdeki yaĢamının izin verdiğinden daha sık ve daha yoğun duygularla

görüyordu düĢlerinde; onu pek az düĢündüğü zamanlarda, kaygılarının ondan hiç kaynaklanmadığı sırada

ortaya çıkan bu düĢlerde adam, karısını, yüce bir evrende, savaĢ yapılırken, reformlar gerçekleĢtirilirken, çocuk

masallarının Züm-rüdüanka KuĢu biçiminde görüyordu. Bu yürek paralayıcı düĢler, karısına olan duygularının

Page 82: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

düzyazısını, tekdüzelikten kurtararak güçlü, ĢaĢırtıcı bir Ģiire dönüĢtürüyordu; bunun dalgalan, geri çekildikten

sonra, gün boyunca parıltılarıyla onu bunaltıyordu, çünkü acıyı ve taĢ-

166

kınlığı geri getiriyordu, daha sonra yalnız acıyı, ondan sonra da yalnızca parıltılı yansımasını. Ama bu durum,

adamın gerçek Disa'ya davranıĢ biçimini hiç mi hiç etkilemiyordu.

Onun uykularına sürekli olarak giren bu hayal kadın, uzaktan seçilen bir kanapeden kalkarken olsun,

perdelerin arasından yeni geçtiği söylenen haberciyi aramaya giderken olsun, hep modaya uygun giysilerle

görünürdü; oysa gerçek Disa, Cam Yapıtlar patlamasının gerçekleĢtiği o yaz mevsiminde de, son pazar

gününde de, sonuç olarak, gelmesi kaçınılmaz anın tüm bekleme odalarında da giydiği aynı giysiyle, hiç

değiĢmedi; adamın ona, kendisini sevmediğini ilk kez söylediği gün de, aynı giysi vardı üzerinde: Disa, o gün

nasıl görünmüĢse öyle kaldı. Adamın onu sevmediğini yüzüne söylemesi, Ġtalya'ya yaptıkları umutsuz gezi

sırasında olmuĢtu; göl kıyısındaki bir otelin bahçesinde, güller, soluk yeĢil ortancalar arasında, bulutsuz bir

akĢam vakti; uzak kıyının dağlan hafif sisin içinde yüzerken, hafif bir mavilik bulandırırken gölün Ģeftali

suyunu; taĢ sıranın yakınına, pis yere serilmiĢ olan gazetenin yazıları, sığ ve saydam kirin altından rahatça

okunurken adamı, sesini çıkarmadan dinlemekte olan kadın, yürek burkucu bir halle çimenlere çökmüĢ, bir

otun eklemli sapını incelerken çatık kaslarıyla, onun bu haline dayanamayan adam hemen geri almıĢtı

sözlerini; ama inen darbe, onarılmaz biçimde çatlatmıĢtı aynayı; iĢte o zamandan beri düĢlerinde, karısının

hayali bu itirafın anısıyla mik-roplanmıĢtı, bir hastalığın sonucunda ya da burada söylenmeyecek kadar özel

bir ameliyatın gizli etkileriyle mikrop kapmıĢcasına.

Sözkonusu düĢlerin konuları değil de temaları, adamın, karısına karĢı duyduğu sevgisizliği sürekli olarak

yadsıyordu. DüĢlerinde yaĢadığı aĢk, duygusallık açısından olsun, ruhsal Ģehvet ve derinlik açısından olsun,

adamın yüzeysel varoluĢunda yaĢadığı tüm tutkulardan üstündü/109) Bu sevi. elleri sıkıntıyla birbirine

kenetleyip sürekli olarak sıkmak gibi bir Ģeydi, ya da sonsuz bir umutsuzluk ve piĢmanlık labirentinde aĢkla

yoğrulmuĢ düĢlerdi, çünkü sevecenlik vardı içlerinde ve adama, baĢını kadının kucağına gömmek, geçmiĢin

korkunçluğuna karĢı hıçkıra hıçkıra ağlamak isteği veriyordu. Bu düĢler, kadının öylesine genç ve öylesine

çaresiz oluĢunu bilmenin adamda yarattığı ürpertiyle doluydu. Adamın, yaĢamından daha temizdi düĢ-

(109) Gerçek yaĢamını 'yüzeysel voroluĢ' diye adlandınyor.DüĢ dünyası, bu durumda 'içsel varoluĢ'oluyor.—

Çev.

167

691

3^(---- '(aioS BUIUIIlBpiB 1SU1S U1UaioqUl)() Jipm>|EUi>(IS 1UIUKD UlUBSlfl '5(3111111

-iX 1UI3B1 iabui uiuE|qui3^ !))bsji|b oiB5f>j|p nunioudip n[ou oil JipsDfouuaX BpuijSB >|EjBdEX iqiS joao

iXbsiq 'aioqui)( iueX '(bjx nq Jipjffaq Bp UBpuisEiu

-JOS IJ3|J0t)A03nUl BUISB3O>( OpSOUlIll I)jBJUOS Jiq ;j|pO1)(OUJUnJnp 1J3|J31JA33

-nui 'iffsp iuiseoojj MipjO|Xo5 ıfıpjOA jogop ua uiubsiq 'ua|j3qA3:>nui uidbi jub^ jjpXoi i|ui3Uo us apunzog

uiubsiq 'isbui[o SiiuiiijX ıumı iubX 'nun>|nX psap -pBiu 'uiuise3o)[ (£ Inpifuiauo BijBp uapuissuuufX iui§i|[Bj)f

'isBiujo §nui]nun)| UBpnui)(is uiuiseoo>( 'spunzog inuBsig ([ :j|))3J38 >|bui|b 3iB)))(|p uopjiq iuiuib[UB

-ap '2 uapjsjuap iġı i>fi aamni ng

A3^>— '>)iiiB JijiqBXEiXoq wiqip uızıu

q2 pv« isboo^ ojo8 bX^siq (j nipS uapjiq buiB[Ub , uie[ub uiSXbX ununfnozps ,3D[q: uapS buiuib|ue

,U3Q, (Oil)

-jn3 'ijE>[nX usisoje)} /joXi^ojoS ubuıbjbzuıı uojoSpq izBa, 'ipop ,'uirp pq >[bobAbujriiXbs ub§B[O uuBjunq

'buo Bp uiEpt? Snpjos nungnp

-JO OU UIUU3[J3lJA0Dnui UT3B] 'B[JIAB] Jiq Z0U13SUI0UQ (ni) 0J°^ B/^.BS!Q

-spy 'fUJB ipji[iq9jnuıoS oztuap '>[3p ouızojjq>ı uio[quig uBpu.namg Bjquig 'n>[nX ^ ^ yop uiu,B[qiuoz '3-

JQS Bungnpio §iiu>{i5 iui|BS §bs BuiSip 95(jn ^isbdo>( ipuif§ "ipjijoq iB(§i>|Bq uoq >pp|i§ijB o '

-ZOS UIU.BSIQ (nSlUIUBlE >[BJB[O IUBUl5lUBQ U3J§§

iy\ aioiun^nq ngnpjn>[ uubjui§v) FOuiXBj§Bq oXaunazos U9pj9(oui§u

-3Î? JBSBXlS I^Bp.BjqiUSZ'lUBpV '!P?3 0J9Zn ÎJ31UJ0A IUB[3S Jfq 5utl[

-n8 iui§Bq Bp o 'oows ipojAos luiseurepB ıuubjbjb spjod oXoq 'Burepy •3urs>[B uiu3U3[>ioq U3pu;sipuo>[

'npjoXijSoX lUisauuiSid ;§i 3[Xa§iq -Bj mursB3O5( ijjuBs 'tpBiuuB|§oij uopunuinjoq ijiSif bi^jbq uiuoaiuos cure

:ıı§ı[b5 bXbuijipubiubo opunugzoS nunSnjnoioX X ui5[ea" 3a ipo[Uip 9[>jaoz iursBuiB[uiiuBi iuipi5o3

Page 83: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

ii[BjoX uB§B[n -H 'unuo 'uipBX "znusij npjoXiiuiiBJAi>i oiXijjq5iij uıuubjızıs p ziiuigipjBi>{B oduo zb

'uo>{jnt?juB nunsnjjXo uıuı§ı5b5( BiXiiuipjBX üruis -uk§ ubp/bjbs 'Sniujnjo bisbjoi'bpuıġı[zbX uîuısubîj 'fpıuiS

urepy

•jojipjipiiq nunfnp[o fnuijo unuo ESJBpou uap8

UOS U9 ilUlSlpJB JOX ^BJB[O Uiq U9pjO|I§I>J§Bq BpUBUIOJ Jiq 'lUlġipUOf -A3 B[XlUIBpB§f I[BîfIJOUIV

-Hq BJUOS 'nunġnpJO Bl>{BUJ>fBX §O1B Jiq

unuo Ejuos 'npjoXnJfloq iuiġrpBiUBun[nq uiurpB>( 'jbjiou uaipan ouisip

-U9JJ 3|9 U3PJ3 OA npjoXljn§BIZIS5{BUBIO IUISBUI§B[n BXd 'g

891

ubsui i^spunuo. buib tipXnsuioiXos ıui§ipA3s î(o5 ıuisıpuo>ı ' -|nq U3UJ3U, Tuipc^i 'npAnıınıu so^jsq

'n§iui§(§3 X§ ' ISUB5J >ıivre 'urepB BpuiġipBjJOZ iuipu3>j uıji 5jBUiîfBq § J ) -Jos nq buib

tn^ooopossiq nunġnpjo Bi>pui>(Bq ouisipuo^ uopuıso§o>ı uiuouiostuninS jiq jtXsz 'unuo urepB oa

ipjsi^ODoXnjnX bubXubX Tn^B^l -os U3|5flp3uniq luipe 'isi^i bjuos UBpuo ^BJBUBijn^ tuubiuiisi>( uo§np

îjuop BJBi5pn§oq i>jBpuiSBJB iJBiumns uBzqBJi uops^nX 'unioS '.n^ooopo uuipjBX u;5i TSBuniiB^ eSbXe

sı>ıiıuouıı5 t>tEpuisiXi^(o3 iuXe 'euısue>ı 'urepy 'nq ipXi§HE5 §b^ Jiq TgEOEXBUiEinun uiuojoS §np îipjBiuB

iuıġbo -bje uıuı§hb6 §E5f jijEq Jiq zBuinuByiBîi 'iuijoX —zbujIuXb jquXB iSjojeX -yl —iuı§EOEjoqXBî( BpuB Jiq

ununq uojijopojXos tXeuiı§ı pppunznX unuo uesuj •jip9i>j3UJitq3J3A non8 auissuınınS buo 'igıpouı

zBuipsJES i§jb>i 3J3i!§pı nounön ueXeuip n5ns b\\\ sp jiq 'iJB(iEjn>i ngjoS boziujeX ;jıi§ıuıubpî>(bX bStjeiseIi

Jiq iouijj jnuo '5uoj§i 'ifipouno >jEq ap 5iq 'isiJB5( 3a jq§iuii3isoS§Bq >pıb§bSje^ jiq Bpunqnj uiu.bsiq i

aiXniunzn Jiq ^nXnq 'unsio uspjappEji dijE^EuisBq ı§ipo|>p p^

-BIJ IJUIIASS UJl5(ElJiq UnUO 'UnSJO UBpUlġlJUEpEJlS UIJEJBUJSnUOĠJ

^njunS igndnX Biunuo spunsnp 'urepB '.npjoXqjpoS heaub^ ^X&W ı^ı bXejbSeui p{EpiXi>i Ep eX

JoXn§nuo>i EpuijpjBq ijbjbi^ 3lXoji§uj3q§Eq bX 'joX^eje^ iuissj Jiq eX 'esio •ipzouioXoiuo -jnq uiui§9jnX

'ssjqS uii5j missuiosuininS uojipq U3p§npi

U3^JEpB 3UU3IU3jSO8 ÎHI30u! iPP-138 ISBUldBX 'UEpUlSIOE UIUEUIEJ

-UB iXss J3ij 'unuo eujb —ipjinqBireXEp ipXEsp uiq ziseuiiob 9a louEq -bX 'i§pi u3jo§ n§np —ipjijiqBUBXBp

uesuı buı§ııjı§b uiusmuq nunjnj -nS oa luisioE unuo 'ipjiJipuaiuoX luiJopa^sjEq uiui5§i jiq uese]>jbX

}{BJBXBıXbUO BjXlSBq 3A 5(EJB5lBq EXlJE^nX '3JU9Aipj3Ul Jiq EpUIJBHOiJ

nj§op sXsjoousd ^iji^ Bp bX ipji|E>ı Epunjoz ^suısıuip luusi^ipzaA

-3§ U1Ui5i9JBXıZ ^ip3UIU3l>l9q O EX BUIB tipjlUB^nOUOq J31 EpUIU

-|B î(ı5b 'unSjos uiu,Bsia 'ustuaq ipjBjuB nunfnpp siuuiasSop uiuipB>( —iuiS9Uizi5 piuiq i>(Epui§BiBX—

iuisa8pq Jiq uiunouBH! 'uiBpy '{uip nq ipjnBzn sXip unsindo bjuos 'jEuanX nunonAE ui5i 5(3ui3|zi8 iXss -mı

'uipE>ı •npjnjgğ iui§ip9iXos jajXoSjiq uiuisBqEi>fB spzos 'uEi iiusp î{boeXbuiıo ijpq asXapjsu nznX 'UBiîjBzn

^o5 EX,Esia 'uiEpy ¦3pjs|§np nq npioX usX tıuısuo ^3d ;npjoXi^ EpjEjuB^nX 'Bpui§ -Bzn ^o5 uiU3ur/Bq \\t\%

'iSBpjnq qsEd up3Aq3S 'Mil^SQ 'UBp.EjpuEuiix pzn8 3iXiıiJEA lîpîpuniE unun§n|uo 'uBp.BiuXjqd ıpusö uaıs

:npjoXi(

-38 UBpjElUipEîJ iġipUBUnîl 91§I nq UIUISB3O^ §

iuısıpu33( 'npjoXiujpS ubp,bsiq 'BABq psup

lerle birlikte, bir telefon tırmanıyordu. Kraliçenin eski nedimelerinden, gevĢek hareketli, zarif Fleur de Fyler

(Ģimdi buruĢmuĢ, solmuĢ), eski günlerdeki gibi, kuzguni saçlarına taktığı incilerle, geleneksel beyaz salıyla,

Disa'nın odasından bir takım belgeler getirdi. Defnelerin arkasından Kralın tatlı sesini duyar duymaz tanıdı,

artık Kralın ustalıklı makyajı kendisini aldatamazdı. Latin ırkından oldukları belli, genç ve yakıĢıklı, üniformalı

iki uĢak, çay getirdiler ve Fleur'ü reverans yaparken yakaladılar. Ani bir esinti, sarmaĢıklar arasında yol aradı.

Çiçeklerin toplanması. Fleur, Disa orkidcleriyle dönüp giderken, Kral ona, viyola çalmayı sürdürüp

sürdürmediğini sorunca birkaç kez baĢını yana salladı; çünkü Krala, saygılı bir ifade kullanmaksızın söz

söylemek istemiyor, ayrıca uĢakların kulak menzilinde olabileceklerini düĢünerek, cesaret edemiyordu

konuĢmaya.

Yeniden yalnız kaldılar.Disa, Kralın istediği belgeleri çabucak buldu. Bu iĢi bitirince, bir süre, önemsiz

konularda söyleĢtiler, ama zevkli konulardı bunlar: Örneğin, Odon'un Paris'te ya da Roma'da çevirmeyi

umduğu, bir Zembla destanına dayanan film. Merak ediyorlardı; sisli bir gökten sürekli olarak damlayan

ejderha zehriyle günahlıların ruhlarına iĢkence edilen cehennem koridoru, yani narstran bu filmde nasıl

Page 84: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

canlandırılacaktı? KonuĢmaları, genellikle, adamı rahatsız etmeyecek biçimde sürüyordu—oturduğu

sandalyenin koluna karısının parmakları, dokununca biraz titreseler de. ġimdi dikkatli olmalı.

Disa soruyordu, 'Ne yapmayı düĢünüyorsun? Niçin, burada istediğin kadar kalmıyorsun? Lütfen kal. Yakında

Roma'ya gideceğim, bütün ev sana kalacak. DüĢünsene, kırk konuğu yatırabilirsin burada, kırk haramileri.'

(Bahçedeki kocaman toprak saksılar, bunu söyletiyor

ona.)

Adam, gelecek ay Amerika'ya gideceğini, yarın da Paris'te bir iĢi

olduğunu söyledi.

Niçin Amerika? Orada ne yapacaktı?

Öğrenim görecekti. Parlak, çekici gençlerle birlikte yazınsal baĢyapıtları inceleyecekti. Ancak Ģimdi özgürce

boyun eğebildiği bir tutkuydu bu.

'Bilemem elbette,' diye geveliyordu Disa, 'Bilemem sence uygun olup olmadığını; New York'a gelebilirim—

yani bir ya da iki hafta kalabilirim yalnızca; bu yıl değil de gelecek yıl.'

170

Adam onun gümüĢ pullu ceketini övdü. Kadın direniyordu, 'Uygun mu?' 'Saç biçimi de çok yakıĢmıĢ.' 'Ah, hiç

önemi yok,' diye hayıflandı kadın, 'hiçbir Ģeyin önemi yok arlık!' 'Yoluma gitmeliyim,' diye fısıldadı adam

gülümseyerek ve kalktı. Disa, 'öp beni,' dedi; onun kollarında bir an, gevĢek bir bezbebek gibi, titredi.

Adam bahçe kapısına doğru yürüdü. Patikanın dönemecinde, ardına bir bakıĢ fırlattı; uzakta, beyazlar içindeki

kadın, tarifsiz acısının verdiği zarif bir halsizlikle, bahçe masasının üzerine eğilmiĢti ve o anda sallantılı bir

köprü kuruldu uyanmanın duygusuzluğuyla düĢteki aĢkın arasında. Kadın kımıldadı; o zaman adam, onun hiç

de Disa olmadığını, çay bardaklarının arasına bırakılmıĢ belgeleri toplayan zavallı Fleur de Fylcr olduğunu

gördü. (80. Dizeyle ilgili açıklamaya bakınız.)

Ben, 1959 yılının Mayıs ya da Haziran aylarından birinde, çıktığımız akĢam gezintisinde Shade'e bu eĢsiz

malzemeyi sunduğum zaman o, sorarcasına baktı yüzüme, sonra konuĢtu: 'Hepsi güzel bunların, Charles.

Yalnız iki sorun var. Oldukça etkileyici kralınızın yaĢamıyla ilgili bu çok özel açıklamaların doğru olduğunu

nereden biliyorsunuz? Hem doğru olsa bile, diyelim ki yaĢamakta olan kiĢilerin özel yaĢamına iliĢkin bu

olguları yayımlama umudunu nasıl taĢıyabiliriz?

'John, dostum,' diye nazikçe, ama inatla konuĢtum, 'önemsiz Ģeyleri dert edinmeyin.Bu anlattıklarım,

tarafınızdan Ģiire dönüĢtürüldüğünde gerçek olacak, kiĢiler de o zaman yaĢamaya baĢlayacak. Bir Ģairin arıttığı

gerçek, kimseyi üzmez, aĢağılamaz. Gerçek sanat, sözde onurun çok üstündedir.'

'Elbette,' dedi Shade. 'Sözcükleri, boyunduruğa vurulmuĢ pi-rclcrmiĢccsine gütmek olanaklıdır, bu pirelerin

baĢka pireleri çekip götürmesini sağlamak da. Ah, elbette.'

'Dahası,' diye sürdürdüm, yolun sonuna, güneĢin batmakta olduğu engin ufka doğru yürüdüğümüz sırada,

'Ģiirini bitirdiğin zaman, Zcmb-la'nın görkemi senin Ģiirinin görkemiyle birleĢtiği zaman, son gerçeği

bildireceğim sana, olağanüstü gizi; o zaman aklın duracak.' 469. Dize: silahını

Gradus, arabasıyla Cenevre'ye dönerken, silahını kullanma olanağını ne zaman bulabileceğini merak

ediyordu. Otele varınca, uzun mesafeli bir telefon konuĢması yaptı merkezle. Çok kötü bir konuĢma oldu bu.

BIC diline göre daha az dikkat çekeceği kanısıyla komp-

171

locular, telefon konuĢmasını ingilizce yaptılar, bozuk bir ingilizceyle, tek bir zaman kullanarak, tanım

edatlarına boĢ vererek, sözcükleri her iki taraf da yanlıĢ söylüyordu. Üstelik, hegemonyacı BIC ülkesinde

oluĢturulan, Ģifre sözcüklerin farklı iki dizi halinde kullanılmasını öngören kurnazca yöntemi uygulayarak,

örneğin 'kral' sözcüğünün yerine merkezin 'büro' kodunu kullanmasına karĢılık Gradus'un 'mektup' kodunu

kullanmasıyla, aralarındaki iletiĢimi kördüğüm haline getiriyorlardı. Bu yüzden, daha telefonda, birbirlerinin

sözcüklerini anımsayamaz oldular; arapsaçına dönmüĢ, pahalı konuĢmalarını bir hece bulmacasına, bazan da

karanlıkta engelli koĢuya döndürdüler. Merkez, gizlice Villa Disa'ya girilerek Kraliçe'nin masasının

çekmecelerinden Kral'ın mektuplarının alındığı biçiminde yorumladı Gradus'un sözlerini; oysa hiç de böyle bir

Ģey söylemeyip yalnızca Lex'e yaptığı gezinin sonuçlarını bildirmeye çalıĢmıĢ olan Gradus, merkezin sözlerini,

Nice'de Kralı aramaya gitmeyip Cenevre'de, kendisine gönderilecek ambalajlı sombalıklarını teslim almak

üzere beklemesi gerektiği biçiminde yorumlayarak üzüldü. AnlaĢılan tek bir Ģey vardı: Bir daha kesinlikle

telefon etmemeli, ya telgraf çekmeli ya da mektup yazmalıydı.

470. Dize: Zenci

Page 85: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Bir gün, ırkçılık üzerine konuĢuyorduk. Daha önce, Fakülte Ku-lübündeki öğle yemeğinde, Boston'dan emekli

sarsak bir öğretim üyesi— kendisini davet eden Prof. H. tarafından derin bir saygıyla 'gerçek bir yurttaĢ, kanı

temiz bir Brahman' diye tanıtılmıĢtı (bu Brah-man'ın^113) dedesi, Belfast'ta kuĢak ticareti yapmıĢtı)—bir ara,

yapmacıksız, nazik bir ifadeyle, Üniversite Kitaplığının yeni görevlisi olup pek de sevimli sayılmayacak adamın

soyuyla ilgili olarak 'SeçilmiĢ Halk'lan biri, sanıyorum,' demiĢti (rahatlamak isteyen bir at gibi, zevkle

burnundan soluk vererek); bunun üzerine, kızıl saçlı müzisyen (aynı zamanda doçent) Misha Gordon, kendi

düĢüncesini belirtmiĢti: 'KuĢkusuz, Tanrı, kendi halkını seçmeye yetkilidir; ama insanoğlu da kendi genlerini

seçmeye yetkilidir.'

Yine bir akĢam, ben ve arkadaĢım, gezintimizi, birbirine komĢu olan Ģatolarımıza doğru sürdürüyorduk;

üzerimize inen hafif Nisan yağmurunu lirik Ģiirlerinden birinde Ģöyle canladırılmıĢtır:

'Hızlı hızlı yazıyor Ġlkbahar'in kalemi'

(113) «Brahman» sözcüğü, «soylu» anlamındadır. —Çev.

172

Bu yürüyüĢümüzde Shade, dünyada en çok Bayağılık'tan ve Kıyıcılıktan tiksindiğini, bu ikisinin ırkçılıkta

ülküsel bir bileĢim oluĢturduğunu söyledi. Bir sanatçı olarak, 'yahudi' sözcüğünü 'Musevi' sözcüğüne, 'Zenci'

sözcüğünü 'renkli' sözcüğüne yeğlemekten kendisini alamadığını belirtti. Ama hemen Ģunu ekledi ki, bu farklı

iki kavramı aynı kefeye koymak, dikkatsizce ya da kötü amaçla toplama yapmanın iyi bir örneğiydi (Solcular

böyle yapıyordu); Çünkü o zaman, Ģu iki tarihsel cehennem arasındaki fark gözardı edilmiĢ oluyordu: Ģeytanın

cezalandırılması^1 I4^ ve köleciliğin barbarlığı. Öte yandan (diye kabul etti) kötülüğe uğramıĢ tüm insanların

gözyaĢları, tek tek, matematiksel olarak birbirine eĢitti, her çağın umutsuzluk getirdiği gözönüne alındığında.

Belki de (diye düĢüncesini belirtti) öfkelerine kapıldıkları zaman, sarı kuĢaklı linç-ediciyle mistik Yahudi

düĢmanının, aynı soydan olduklarını (maymunların burun deliklerinin gerilmesi, gözlerinin bulanıklaĢması

dikkate alınarak) kanıtladıklarını öne sürmek, pek de yanlıĢ sayılmazdı. Shade'in bu sözlerine karĢı ben,

Önsöz'de adı geçen unutulmaz kiracımı kovduktan hemen sonra bahçıvan olarak tuttuğum genç zencinin

(998. dizeyle ilgili açıklamama bakınız) hep 'renkli' sözcüğünü kullandığını söyledim. Shade, eski olsun, yeni

olsun her sözcüğü değerlendiren bir sanatçı olarak, bu kötü sözcüğü kesinlikle tutmadığını belirtti; çünkü

sanatsal açıdan yanlıĢlığı bir yana, anlam açısından ele alındığında 'renkli' sözcüğü, kullanılıĢ biçimine ve

kullananlara göre çok değiĢkendi. Bilgili zenciler (kendisi bunun farkındaydı) tek onurlandırıcı sözcüğün

'renkli' olduğunu, duygusallık taĢımadığını, ahlaka aykırı olmadığını düĢünüyorlardı; zenci olmayan kibarlar,

onların bu konudaki onaylarını rehber edinmek zorunda hissettiler kendilerini, ama Ģairler kendilerine

rehberlik edilmesinden hoĢlanmazlar; kibar tabakadan kiĢiler, onaylanmıĢ Ģeylere taparlar, iĢte bu yüzden

'zenci' sözcüğünü değil de 'renkli insan' sözcüğünü kullanıyorlar, 'çıplak' yerine 'nü' ve 'ter' yerine 'nem'

dedikleri gibi. Ama elbette (diye kabul etti) öyle zaman olur ki Ģair, 'nü' deki mermer kalçanın gamzesine

hayran kalır ya da 'nem' sözcüğündeki parlak ıslaklığı beğenir. ġuna da tanık olunmuĢtur ki (diye sürdürdü)

ırkçıların anlattığı, karaderililerle ilgili fıkralarda 'renkli beyefendi' nitelemesi, saçma bir Ģey söyleyen ya da

yapan zenciyle üstükapalı alay etmek

(114) Shade, biraz aĢağıdaki sözleriyle, Yahudi düĢmanlarım kötülüyorsa da, burada Yahudi düĢmanlığı

yapmakta, Yahudilerin birer Ģeytan olarak dünyada cezalandırıldıklarım öne sürmektedir (Kinbote'nin

aktardığına göre). —Çev.

173

için kullanılmaktadır. (Victoria döneminin kısa romanlarında da, böyle alaylı bir biçimde 'ibrani beyefendi'

nitelemesi kullanılmıĢtı.)

Ben, 'renkli' sözcüğüne Shade'in sanat açısından karĢı çıkmasının gerekçelerini pek kavrayamadım. Bana Ģöyle

bir açıklama yaptı: Çiçekler, kuĢlar, kelebekler ve baĢka Ģeylerle ilgili ilk bilimsel yapıtlarda resimler, elle

boyanırdı. Kusurlu baskılarda ya da ilk basımlarda bazı resimler, boyanmamıĢ çıkıyordu. 'Bir beyaz' ile 'bir

renkli adam' yan-yana getirilince Shade, bunların benimsenmiĢ anlamlarını öyle unutuyordu ki, o boĢ

resimleri, herkesçe kabul edilmiĢ renkleriyle boyanması gereken o resimleri anımsıyordu kaçınılmaz olarak:

yeĢille ve morla boyanacak egzotik bitki, koyu maviyle renklendirilecek kuĢ tüyleri. 'Üstelik (diye ekledi) biz

beyazlar, tam beyaz renkli değilizdir; doğduğumuz sırada leylak renginde, daha sonraları çayçiçeği renginde

oluruz, en sonunda da bütün iğrenç renklerle donanır çıkarız.'

475. Dize : Bir bekçi, Zaman Baba

Okuyucular, 312. dizeye verilen güzel yanıta baĢvursunlar.

Page 86: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

490. Dize: Exe

Aslında Exton'dir. Omega Gölü'nün güney kıyısında, bir fabrikalar kentidir burası. Kentin oldukça ünlü bir

doğa tarihi müzesi de vardır; burada, Samuel Shade'in yakaladığı kuĢlar, çok sayıda küçük ca-mekanlar

içerisinde sergilenmektedir.

493.Dize : Kendi zavallı yaĢamını avladı

AĢağıdaki açıklama, intiharın bir savunması değildir; ruhsal bir durumun basit ama ciddi biçimde

betimlenmesidir yalnızca.

YaĢam tuhaftır; bir insanın kadere inancı ne denli berrak ve güçlüyse, kaderi yenmek için kapıldığı kıĢkırtma

da o denli büyüktür, ama kendini yok etmekle iĢlemiĢ olacağı müthiĢ günah karĢısında duyduğu korku da o

denli büyük olur. Önce kıĢkırtılma konusunu ele alalım. Açıklamalarımın bir yerinde daha geniĢ olarak

anlattığım gibi (550. dizeyle ilgili notuma bakınız), bir insanın kafasında, yaĢamötesinin herhangi bir biçimine

iliĢkin ciddi bir kavrayıĢın bulunması, ancak ve ancak o kiĢinin kadere, hangi ölçüde olursa olsun, inanmasına

bağlıdır; tersinden alırsak, bir insanın gerçek bir Hıristiyan olması için kesinlikle ruhsal bir yaĢamölesinc

inanması gerekir. Bu yaĢamötesinin görüntüsü, akla uygun olmak zorunda değildir; yani ne kiĢisel

kuruntuların açıkseçikliğine, ne de alttropikal bir Doğu parkının genel görünüĢüne sahip olmak zorundadır .

Zembla'da, inancı tam bir Hı-

rıstiyana öğretildiği gibi, doğru bir inanç, resimlere ya da haritalara gereksinmez; bu konuda taĢıdığı güzel

umudun sıcak buğulan, kendisini hoĢnut etmeye yeter de artar bile. Basit bir örnek verelim: Küçük

Christopher'in babası, yaĢamboyu görev yapacağı uzak bir koloniye atandığı için ailesi de buraya gidecektir.

On yaĢlarında narin bir çocuk olan Christopher, büyüklerinin yolculuk konusundaki düzenlemelerine lam bir

güven duyuyordu (böyle bir güven duyduğunun bilincinde olamayacak kadar tam bir güven besliyordu, daha

doğrusu). Gidecekleri yerin özelliklerini hayalinde canlandıramazdı, canlandırmaya kalkıĢmadı zaten, ama

burasının, Ģimdiki çevresinden çok daha iyi olduğu konusunda, belirsiz olsa da kendisini hoĢnut etmeye yeten

bir inanç vardı içinde. ġimdiki çevresinde, oturdukları ev, meĢe ağacı, dağ, bahçe, bir midilli ve ahır

bulunuyordu; ayrıca, çevrede kimse yokken çocuğu okĢamayı huy edinmiĢ yaĢlı seyis Grimm.

Yukarıda örneği verilen yalın inanç, az çok, bizde de bulunmalıdır. Bir insan, kendi varlığından çıkan kesin

inanç sisinin, bu tanrısal sisin karĢısında, kıĢkırtmaya yenik düĢebilir ya da düĢsel bir gülümsemeyle kendi

avucunda bir tabancanın, Ģato anahtarından ya da çocukların para kesesinden pek büyük olmayan deri kılıfı

içinde bir tabancanın varlığını hissedebilir; belki de gözlerini diker ayartıcı uçurumun derinliklerine, duvarın

üzerinden. Hepsi olabilir bunların.

Burada sergileyeceğim tipler, rastgele seçilmiĢtir. Kurallara düĢkün insanlar, bu iĢ için, soylu beylerin bir çift

tabanca kullanmaları gerektiğini öne sürerler (her Ģakağa bir tabanca dayamak üzere), soylu bayanlarsa ya

zehir içmelidir ya da beceriksiz Ophelia'yla birlikte suda boğulmalıdırlar. Daha alçakgönüllü kimseler, çeĢitli

boğulma biçimleri uygulamıĢlardır; küçük Ģairlerse, kötü bir pansiyonun banyo odasında, dört ayaklı küvetin

içinde, bileklerini kesmek gibi çarpıcı kurtuluĢ yöntemleri dcncmiĢlerdir.Bunların hepsi, kesin sonuç vermeyen,

üstelik iğrenç yöntemlerdir, insanın kendi bedenini cansız yere sermesini sağlayan pek az sayıdaki yöntemin

en yücesi düĢ-mek,düĢmek, düĢmektir; ama atlayacağınız yeri öyle dikkatle seçin ki kendi bedeninizin ya da

bir baĢkasının bedeninin yara bere içinde kalmasına neden olmayasınız. Yüksek bir köprüden atlamak, yüzme

bilmeseniz bile, salık verilemez; çünkü rüzgarla su, ĢaĢırtıcı olasılıklar çıkarır karĢınıza; bir de bakarsınız

trajediniz, bir dalma rekoruyla sonuçlanmıĢ ya da bir polisin ödüllendirilmesiyle. Samanyöluna kafa tutan ıĢıklı

bir gözleme kalıbı biçimindeki yüksek bir otelde, 1915 ya

174

175

da 1959 numaralı hücrelerden birini tuttunuz ve pencereyi açıp dıĢarıya— düĢmediniz, atlamadınız— yalnız

yuvarlanıverdiniz diyelim, havada soğumak istercesine; bu durumda, köpeğini gezdiren zararsız bir

uyurgezere çarpıp onu kendi cehenneminize yollama Ģansınız her zaman vardır; böyle bir iĢ için, arkada bir

oda daha güvenli olabilir, özellikle eski bir evin çatısına bakan bir oda; çatıya çok yukarıdan baksa bile, bir

kedinin apansız ortaya çıkıvereceğini bilmelisiniz. BaĢka bir atlama noktası, bir dağın 500 metre yükseklikteki

zirvesi olabilir; yalnız unutmayın, sapma açınızı yanlıĢ hesaplayabilirsiniz, aĢağıda göremediğiniz bir çıkıntı

olabilir, budala bir dağcı koĢup sizi kurtarmaya çabalayabilir, o zaman yumuĢak bir yere düĢersiniz, ha-

yalkırıklığına uğramıĢ, sakatlanmıĢ ve gereksiz bir yaĢamı sürdürmeye yargılanmıĢ olarak. En iyisi, uçaktan

atlamaktır; kaslarınız gevĢemiĢ, pilotunuz afallamıĢ, kapalı paraĢütünüz sırtınızdan çıkarılmıĢ, fır-laühvermiĢ—

Page 87: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

elveda shootka (küçük paraĢüt)! Alçalmaktasınızdır; kendinizi havada asılı ve yüzer gibi hissederek, uyuklayan

bir güvercin nasıl ağır taklalar atarsa öylesine yuvarlanarak, havanın kuĢ-tüyü yatağında sırtüstü uzanmıĢ ya

da dönüp yastığını kucaklamıĢ durumda. YumuĢak, derin ve ölümle doldurulmuĢ yaĢam yatağının üzerinde,

son anlarınızın tadını çıkarırsınız, yeryüzünün bir inen bir çıkan yeĢil tahterevallisine binersiniz; sonra kendinizi

Ģehvetle çarmıha gererek gittikçe artan bir hızla ve vınlamayla inersiniz; artık sevgili bedeninizin ölümü,

Tanrının kucağında gerçekleĢmiĢtir. ġair ol-saydım,bir insanın gözlerini kapayıp onu acılı ölümün

koruyuculuğuna teslim etme tutkusunu yücelten bir Ģiir yazardım. ErmiĢcesine bir esrime halinde insan, özgür

kalmıĢ ruhun sığındığı Tanrısal Kucağın enginliğini, bedensel erimeyi sağlayan sıcak banyonun varlığını,

insanın geçici kiĢiliğinin tek gerçek yanını oluĢturan o küçük bilinmezi yutan evrensel bilinmezi önceden

hissedebilir.

Ruh, ölümlü dünyada kendisine yol gösteren Yaratıcı'ya taparken, yolun her dönemecinde onun ya bir kayaya

çizdiği ya da bir köknar gövdesine çenttiği ok iĢaretlerini farkederken, insanın kader defterinin her sayfası

Yaratıcının filigranını taĢırken, onun bizden, sonsuz yaĢamı esirgemeyeceğini nasıl düĢünebiliriz?

Öyleyse, öbür yana geçmekten bizi ne alıkoyabilir? KarĢı konulmaz kıĢkırtmaya karĢı direnmemize ne yardım

edebilir? Tanrının varlığına karıĢıp yitmek için duyduğumuz yakıcı isteğe boyun eğmemizi ne engelleyebilir?

»

176

Biz ki hergün pisliğin içinde debeleniriz, günahlarımızı durduracak son bir günah yüzünden bağıĢlanabiliriz.

501. Dize: L'if

Fransızcada porsukağacı. iĢin ilginç yanı; aynı sözcük Zembla dilinde, salkımsöğüt anlamına gelir

(porsukağacının karĢılığı ise tas).

502. Dize : Büyük patates

Ölümün önemsenmemesini vurgulamak amacıyla yapılmıĢ iğrenç bir benzetme. Öğrencilik yıllarımda

okuduğum Fransızca bir ders kitabında yer alan ĢaĢırtıcı sözler arasında, Rabelais'nin soi-disanfiu^ 'son

sözleri'ni de görmüĢtüm: Je men vais chercher le grand peut-

502. Dize: IPH

ġairimizin bu kantoda haksız yere alaya aldığı, aslında, yüksek bir felsefe kurumu olan bu saygın enstitünün

gerçek adını açıklamama nezaketim ve iftira yasası izin vermiyor.Son harfler, yani Hp, enstitünün öğrencilerini

Hl-Phi özetiyle donatmaktadır^17^ Shade bunların değiĢik bileĢimlerini (IPH ya da 10 yapıyor, incelikli bir

alayla. Enstitü, burada adı gizli tutulması gereken bir güneybatı ülkesinde, çok güzel bir yörede

bulunmaktadır.

ġunu belirtmek zorundayım ki yalnızca dinin karĢılayabileceği ruhsal bazı beklentiler (550. dizeyle ilgili nota

da bakınız) konusunda Ģairimizin takındığı küstahça tavrı hiç mi hiç onaylamıyorum. 549. Dize : Hiçlediği

halde tüm tanrıları, yani büyük Ö'yü de Bütün sorun, öz^11^ olarak, bu iĢte. Sanırım yalnız enstitünün değil

(517. dizeden anlaĢılacağı gibi) Ģairimizin kendisinin de yitirdiği budur. Bir Hıristiyanın açısından, ruhumuzun

sonsuz yaĢamdaki serüveninde Tanrının belirleyiciliğini hesaba katmaksızın bir Öte-yaĢamın varlığını kabul ya

da hayal etmek, olanaksızdır. Tanrıya inanmak da zorunlu olarak, her günahın büyüklüğü oranında bir cezayla

karĢılık göreceğine inanmak demektir. Küçük defterimde, Ģairle yap-

(115) Sözümona. —çev.

(116) Çekip gidiyorum büyük bclki'yi (olabiliri) aramaya. —Çev.

(117) «Higher philosophy» (yüksek felsefe)'nin kısaltılmıĢı (özeti) «Hi-Phi»'dir. Yani enstitü, öğrencilerine

yetersiz bir felsefe bilgisi sunmaktadır. —Çev.

(118) «Öz» sözcüğü, Hıristiyanlıkta «tann» anlamına da gelir. Sözcüğün «büyük Ö» üe baĢlatılması bu ikinci

anlamı da kapsamasını sağlamaktadır. —Çev.

177

tığım bir konuĢmaya iliĢkin notlar var. 23 Haziran günü, 'evimin ta-raçasmda, berabere kaldığımız bir satranç

karĢılaĢmasından sonra' yaptığımız bu konuĢmayı, yalnızca, Ģairin konuya yaklaĢımına parlak bir ıĢık tuttuğu

için aktarıyorum buraya.

Ben, bir ara, benim bağlı olduğum kilise gelenekleriyle onun kilise geleneklerinin farklılığına değinmiĢtim.

Protestanlığın bir kolu olan Zembla inancının törenleri, 'daha yüksek' düzeydeki Anglikan törenlerine sahipti.

Zembla'da Reform hareketi, dahi bir besteci tarafından yönetilmiĢti; bizim dualarımıza zengin bir müzik eĢlik

ederdi; bizim koro oğlanlarımız dünyanın en tatlı korocularıydı. Sybil Shade, Katolik bir soydan geliyordu ama

Page 88: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

yeniyelmeliğiriden bu yana, kendisinin bana söylediğine göre, 'kendine özgü bir din' geliĢtirmiĢti ki bu, en

iyimsel bir tahminle, yarı dinsiz bir tarikata yarı gönülden bağlanma anlamına gelir, ya da en kötüsü, ılımlı bir

tanrıtanımazlık. Kocasını, dedelerinin bağlı olduğu Piskoposluk kilisesinden koparmakla kalmadı, bütün

törensel tapınma biçimlerinden de soğuttu.

Günümüzde 'günah' kavramının genel olarak bulanıklaĢtığı ve bunun, çok daha Ģehvetli bir düĢünce olan

'suç'la içice geçtiği konusuyla baĢlamıĢtık konuĢmamıza; ben, kilisemizin törenleriyle çocukluğumun kurduğu

iliĢkilere kısaca değinmiĢtim. Günah çıkartma sırasında günahlar, papazın kulağına fısıldanırdı, gözalıcı

biçimde döĢenmiĢ bir hücrede; itirafçı, elinde yanan ince bir mumla, rahibin yüksek arkalıklı koltuğunun

yanında dururdu; bu koltuk, iskoç krallarının taç giyme töreninde oturdukları koltuğu andırıyordu. Mumun,

parmağıma düĢüp kabuklaĢan gözyaĢları papazın morlu siyahlı yenlerini lekeler diye korkuyordum, çünkü

terbiyeli bir çocuktum; midye kabuğunu ya da cilalı orkide yaprağını andıran kulağının parlak içbükey yüzü

ĢaĢırtıyordu beni; salyangoz kabuğu gibi burkulmuĢ bu kutu, benim küçük suçlarım için çok fazla büyük

görünüyordu.

SHADE: Yedi korkunç günahın tümü, küçük suçlardır; ama onların üçü, yani Kibir, ġehvet, Aylaklık olmasaydı

Ģiir sanatı belki hiç doğmazdı.

KINBOTE: EskimiĢ kavramlara dayanarak bir görüĢe itiraz etmek doğru bir tulum mudur?

SHADE: Bütün dinler, eskimiĢ kavramlara dayandırılmıĢtır. KINBOTE: DoğuĢtan Gelen Günah dediğimiz Ģey,

eskimiĢ bir olgu sayılamaz.

178

i

SHADE: O konuda bilgim yok. Çocukluk çağımda bu günahın, Kabil'in Habil'i öldürmesi olduğunu sanırdım.

Ben, o eski en-fiyecilerden yanayım: L'honvne es t ne bon. ^19^

KINBOTE: Ama Tanrısal Irade'yi tanımamak, Günah'ın temel özelliğidir.

SHADE: Bilmediğim bir Ģey için, onu tanımadığım söy-lenmemelidir; bilmediğim Ģeyin gerçekliğini yadsımaya

hakkım vardır.

KINBOTE: Cık, cık! O zaman günahların varlığını da mı yadsıyorsunuz?

SHADE: Yalnız iki tane saptayabilirim: Öldürmek, bir de bilerek acı çektirmek.

KINBOTE: Peki, mutlak bir yalnızlık içinde yaĢamını harcayan insan, günahlı değil midir?

SHADE: Hayvanlara iĢkence edebilir. Adasındaki pınarları zehirleyebilir. Suçsuz bir insanın ölümünün ardından

onu karalayan bir bildiri yayımlayabilir.

KINBOTE: O hade parolamız—? SHADE: Acımak.

KINBOTE: ama bunu kafamıza yerleĢtiren kim, John? YaĢamı Yargılayan, ölümü Belirleyen kim?

SHADE: YaĢam büyük rastlantılar dizisidir. En büyük rastlantının ölüm konusunda karĢımıza çıkmaması için bir

neden göremiyorum.

KINBOTE: ġimdi yakaladım sizi John; herkesin ölümsonrası se- . rüvenini tasarlayan ve yönlendiren bir yüksek

Akıl'ın varlığını yadsıyacak olursak, o korkunç Rastlantı kavramının Ölümsüz YaĢam için de geçerli olduğunu

kabul etmek zorunda kalırız. Durumu gözden geçirelim. Sonsuz YaĢam'da zavallı ruhlarımız, önceden

bilinmeyen olaylarla karĢılaĢacaklar demektir. Ne yakarma vardır, ne öğüt, ne destekleme, ne koruma; hiçbir

Ģey. Zavallı Kinbote'nin ve Shade'in ruhları, yanılabilirler, yanlıĢ yöne sapabilirler— ah, ya dalgınlıktan ya da

sadece akıl erdiremedikleri evren oyununun en basit bir çözüm yolunu bilmediklerinden; eğer varsa böyle bir

çözüm yolu.

SHADE: Satranç problemlerinde çözüm yolları vardır; örneğin, çift çözüm yasağı.

((119) «insan, iyi olarak doğar.» —Çev.

179

K1NB0TE: ġeytanca yollara baĢvuran taraf, bizim onları kavramamız üzerine bunlardan vazgeçebilir, iĢte bu

yüzden goetic büyü, her zaman istenen sonucu vermez/120) ġeytanlar, bizimle anlaĢmayı kötülüklerinin

prizmasında çarpıtırlar, biz yeniden bir rastlantılar kargaĢasının ortasında kalırız. Rasüantı'yı Gerekirlik'le

yoğursak ve tanrısız bir determinizmi, yani sebep—sonuç mekanizmasını kabul etsek, böylece ruhlarımızı

ölümden sonra, varlığı kuĢkulu bir Olasılık Ötesi ile avutmaya çalıĢsak bile, beklenmedik terslikleri hesaba

kalmak zorundayız, yani Ruhlar ülkesinde bağımsızlık kutlamasına katılmak üzere bin ikinci hava yoluyla

gelenlerin bir kazaya uğrayabileceğini. Hayır, hayır, ölümden sonraki yaĢam konusunda ciddi olmak istiyorsak

Page 89: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

onu bir bilim kurgu masalı ya da ispirtizma olayı düzeyine indirgemekle baĢlamayalım iĢe. Yol gösterecek bir

Tann olmaksızın, insanın ruhunun, sonsuz ve karmakarıĢık bir ötedünyaya kendisini fırlatacağı düĢüncesi—

SHADE: KöĢede her zaman bir yolgösterici olur, öyle değil mi?

KINBOTE: O köĢede asla, John. Tanrısal yardım olmazsa ruh, kendi kabuğunun toprağına dayanmak

zorundadır, beden ha-pishanesindeki yaĢamında devĢirdiği deneyimlere. O zaman küçük— kent

geleneklerine, yerel konumlara ve kendi hapishanesinin parmaklıklarının gölgesinden baĢka bir Ģey olmayan

bireyselliğine sarılır çocuk gibi. Böyle bir düĢünce, dine bağlı bir akıl tarafından, bir an için olsun kabul

edilemez. Çok daha akıllıcadır— kibirli bir dinsizin açısından da!—kabul etmek Tanrının var olduğunu—

baĢlangıçta zayıf bir fosfor parıltısı, bedensel yaĢamın donukluğunda solgun bir ıĢık, ondan sonra da

gözkamaĢtırıcı bir ıĢıma olarak mı? Ben de, evet ben de, sevgili dostum John, eskiden dinsel konularda

kuĢkuların saldırısına uğramıĢtım; onları yenmemi kilise sağladı. Bana Ģunu da öğretti ki çok fazla soru

sormamak gerekir, hayal edilemiyecek bir Ģeyin çok belirgin görünüĢünü aramamak gerekir. St. Augustine der

ki—

SHADE: Ne diye her zaman StAugusüne'in sözlerini aktarmak zorunda kalıyorlar bana?

KINBOTE: St Augustine'in dediği gibi, insan, Tanrının ne olmadığını bilebilir; insan, Tanrının ne olduğunu

bilemez.' Sanırım ben, Tanrının ne olmadığını biliyorum: Umutsuzluk değildir. Korku de-

(120) «goetic» sözcüğü, yanılmıyorsak, Goelhe'nin adından geliyor^ burada Faust'un ġeytanla anlaĢması

anımsatılıyor. —Çev.

180

ğildir. Birinin hırıltılı gırtlağındaki toprak değildir; kulaktaki o uğursuz mırıltı değildir, hiçbir Ģey söylemeyen,

hiç olup giden. ġunu da biliyorum: dünya, rastlantı sonucu var olamaz; evrenin oluĢturulmasında, nasıl olursa

olsun bir Akıl, varlığı kaçınılmaz, temel etkendir. Evrensel Akıl için, ya da ilk neden için, ya da Mutlak için, ya

da YaĢam Gücü için doğru bir ad bulmaya çalıĢırsak, beni derim ki en uygun ad Tanrı'dır.

550. Dize : süprüntü

Ġlk notlarımdan biri (12. dizeyle ilgili olanı) hakkında bir Ģeyler söylemek istiyorum. Vicdan ve bilim, konuyu

yeniden ele aldılar; Ģimdi vardığım kanıya göre, o notta aktarılan iki dize gizli bir özlemle, bilinçli olarak yanlıĢ

okundu ve aktarıldı. Bu yorucu notlan yazma yolunda ilerlediğim sırada, üzüntümün ve hayalkırıklığımın

yüzünden, bilinçli bir yanlıĢ aktarmanın kıyısında oturduğum tek andır bu. Korkarım doğru okumadığım bu iki

dizenin dikkate alınmamasını okuyuculardan rica etmek zorundayım. Bunları, yayıma vermeden önce çıkarıp

atabilirdim, ama o zaman notun tümünü ya da en azından büyük bir bölümünü baĢtan yazmak gerekirdi,

benimse böyle budalalıklara vaktim yok.

557.—558. Dizeler : Karanlıkta bulmanızın yolları, soluğunuz kesilerek, Mutluluk Ülkesi'ni yeĢim taĢı renginde.

Bu kantonun en güzel dize-ikilisi.

576. Dize : öbür karınız

ArkadaĢımın yaĢamında ikinci bir kadının varlığını ima etmek uzak olsun benden .TaĢralı hayranlarının

kendisinden beklediği örnek koca rolünü oynuyordu açık açık, üstelik karısından ölümüne korkuyordu. En az

iki kez, onun adını öğrencilerinden birinin adıyla yanyana getiren dedikoducuların ağızlarını kapatmıĢımdır

(Önsöze bakınız)'. Çoğu BirleĢik ingilizce Bölümünün üyesi olan, günümüzün Amerikalı romancıları, dünyanın

öbür insanlarından daha fazla sanat yeteneğiyle, Frcud hayranlığıyla ve karĢıt cinsiyete yönelik iğrenç

tulkuyla^12^ öylesine tıkabasa dolmuĢlardır ki konuyu, sürükleye sürüklcye, soyunun tükeneceği bir noktaya

getirmiĢlerdir; bu yüzden ben, o genç bayanı burada tanıtma sıkıntısına katlanamayacağını. Zaten, hemen hiç

tanımıyorum onu. Kendisini bir akĢam evimdeki partiye çağırmıĢtım,

(121) Kinboıe, kadın-erkek iliĢkilerini kötülüyor yine. —Çev.

181

Shade'lerle birlikte; amacım, bu dedikoduları bir darbede çürüğe çıkarmaktı. Hatırıma gelmiĢken, soğuk New

Wye'daki tuhaf davet ve karĢı-davet gelenekleri hakkında bir Ģeyler söyleyeyim burada.

Cep defterimi karıĢtırdığımda, Shade'lerle iliĢkilerimizin sürdüğü beĢ aylık dönem içinde onların beni tam

tamına üç kez masalarına davet etmiĢ olduklarını görüyorum, ilk davetin tarihi, 14 Mart cumartesiydi; onların

evinde akĢam yemeğini o gün, Ģu kiĢilerle yemiĢtim: Nattochdag (kendisini bürosunda her gün

görmekleydim); Müzik Bölümünden Profesör Gordon (konuĢmaları tümüyle o yönlendirmiĢti); Rusça

Bölümünün BaĢkanı (hakkında çok az kiĢinin çok iyi Ģeyler söylediği bir ukala dümbeleği); Uç dört tane

değiĢtokuĢ edilebilir kadın ki bir tanesi (sanırım bayan Gordon) hamileydi, aralarında bir tane yabancı vardı

Page 90: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

ve bu kadın, yemekten sonra koltukların çok talihsiz biçimde dağılımı yüzünden, saat sekizden onbire dek,

ara vermeksizin konuĢtu bana, ya da daha doğrusu içime doğru. 23 Mayıs Cumartesi günü konduğum ikinci

ziyafet, ilkinden daha küçük, ama bir souper'dcn^22^ hiç de daha zevkli değildi; benden baĢka Ģu konuklar

vardı: Milton Stone (yeni bir kütüphaneci; Shade onunla ge-ceyarısına dek, Wordsmith kitaplığının

düzenlenmesini görüĢtü), eski dost Nattochdag (kendisini her gün görmeye devam ediyordum) ve son

olarak, kokusu giderilmemiĢ bir Fransız kadın (California Üni-versilesi'ndeki yabancı dil öğretiminin düzeyini

gözlerimin önünde canlandıran bir örnekti). Shade'lerin evinde üçüncü ve son yemeğimin tarihi, deflerime

yazılmamıĢ; ama Haziran ayı içinde olduğunu biliyorum; bir sabah, onların evine Kral'ın Onhava'daki sarayının

güzel bir planını getirmiĢtim, onlar da hazırlıksız ve acele bir öğle yemeğine kalmam için beni nazikçe

zorlamıĢlardı. ġunu da eklemeliyim ki, karĢı çıkmama kulak asılmayarak, yemeklerin her üçünde, benim gibi

bir etyemezin bağlı olduğu kurallar çiğnenmiĢti; içindeki ya da yöresindeki hayvansal parçalarla murdarlaĢmıĢ

sebzeleri koymuĢlardı önüme, sanıyorum ben de bunları tadacak kadar alçakgönüllük göstermiĢtim. Bunlara

çok akıllıca karĢılık verdim. Shade'ler, toplam olarak bir düzineyi bulan yemek davetlerimden yalnızca üçüne

geldiler. Verdiğim ziyafetlerin tümünde yemekler, sebzelerden oluĢuyordu; bu sebzeleri ben, Parmenlicr'nin

kendi yetiĢtirdiği yumru köklere uyguladığı kadar çok sayıda, ustalıklı yöntemle dönüĢüme uğratmıĢtım. Bu

'.iyafcilcrc, Bayan Shadc'i eğlendirecek türde bir konuk getirmeyi unutmuyordum. (Bayan Shade—izin

verirseniz, sesimi bir kadınınki gibi incelteyim—

(122) «Souper» (Fransızca), gecenin geç saatinde yenen yemek.—Çev.

182

armuda, ahududuna, ayvaya karĢı allerji duyuyordu/m; aslında 'a' ile baĢlayan herĢeye karĢı bedeninde allerji

uyanıyordu). Yemek masasında, makyajlarını bozmakla peçetelerini kirleten, ve belli etmeden, anlamsız

gülümsemelerin arkasında, sahte diĢetiyle ölü diĢeti arasına kaçmıĢ bir çekirdeği kırmaya çalıĢan yaĢlıca

insanların oluĢturduğu davetlilerle çepçevre kuĢatılmıĢ bir kimsede iĢtah namına bir Ģey kalmaz. Bu yüzden,

genç insanları, öğrencileri çağırmıĢtım yemeklerime: ilk davetimde bir padiĢahın oğlu, ikincisinde bahçıvanım

bulunmuĢtu; üçüncü ziyafetime uzun beyaz yüzlü, gözkapaklan cadı yeĢiline boyalı genç kızı çağırmıĢtım, ama

çok geç gelmiĢti; Shade'ler ise çok erken ayrılmıĢlardı evimden; bu yüzleĢtirme,sanmıyorum ki on dakikadan

fazla sürmüĢ olsun. Ondan sonra ben, genç bayanı ağırlama görevimi yerine getirmek için ona, bir gece

birisine telefon ederek kendisine Dulwich'teki öğle yemeğinde eĢlik etmesini istediği konuĢmanın ses

kayıtlarını dinletmiĢtim.

584. Dize : Hem anayı hem çocuğu

Est ist die Mutter mit ihrem Kind (664. dizeyle ilgili açıklamaya bakınız).

596. Dize : Gösterir bodrumunu basan suları. Sularına bir tür Stygian'ın gömüldüğü, çatlak borulardan

Lethe'nin sızdığı o düĢleri hepimiz biliriz/123-1 Bu dizeden sonra gelen bölümün baĢlangıç dizeleri, Ģiirin

taslağında çok farklı; bu dizeleri gördüğümde uzun ve esnek omurgamın içinden geçen ürpertiyi bir derecede

okurlarımın da hissedeceklerini umuyorunr11V):

'Should the dead murderer try to embrace His outraged victim whom he now must face? Do objects have a

soul? Or perish must Alike great temples and Tanagra dust?1

(123) «Stygian», Yunan mitolojisine göre yeraltındaki karanlık ruhlar ülkesinde (öbür dünyada) Styx

ırmağında yüzen ruh (ölenin öbür dünyaya giden ruhu) anlamına geldiği gibi, «saldırgan» anlamına da gelir.

«Lethe», Yunan mitolojisine göre, ölüler dünyasında, suyundan içenlere geçmiĢlerini unutturan ırmaktır

(bellek yitimi).—Çev.

(124) Son dizedeki «Tanagra dust» sözcüklerinden Kinbote'nin neler ürettiğini okuyucuların anlaması

açısından, metinde dizeleri çevirmeden bıraktık; Türkçelerini burada veriyoruz: «Olü katil, kucaklamaya

kalkınmalı mıdır/ saldırısının kurbanını, Ģimdi kaçınılmaz olarak yüzyüze gelince? /Nesnelerin ruhları var

mıdır? Ya da yok mu olacaklardır/ Büyük tapınaklar gibi, toprak yığınına dönüĢen Tanagra gibi?»

Tanagra, antik bir Yunan kentidir. —Çev.

183

'Tanagra' sözcüğünün son hecesiyle 'dust' sözcüğünün son üç harfi, katilin adını oluĢturuyor; onun çelimsiz

hayaleti çok yakında Ģairimizin parlak ruhunun ' ' karĢısında görünecektir. 'Yalnızca bir rastlantı!' diye

bağırabilir Ģiirden anlamayan bir okuyucu. Ama görmeye çalıĢsın, benim görmeye çalıĢtığım gibi, böyle

bileĢimlerden ne kadar çok sayıda oluĢturmanın olanaklı ve olası olduğunu. 'Leningrad wsed to be

Petrograd?"A prig rad (read filinin artık kullanılmayan geçmiĢ zamanı) usV-^^

Page 91: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Buraya aktardığım dört dize, öyle olağanüstü bir Ģey ki bilim adamı olarak sahip olduğum disiplin ve gerçeğe

duyduğum saygı, bu dizeleri Ģiire katmaktan alıkoyabiliyor beni; yine aynı nedenlerle, Ģiirin uzunluğunu

değiĢtirmemek için baĢka yerindeki dört dizeyi (örneğin pek zayıf olan 627.—630. dizeleri) çıkarıp

atamıyorum.

Shade bu dizeleri 14 Temmuz Salı günü yazdı. O gün Gradus ne yapıyordu? Hiçbir Ģey. Kader bileĢimi,

Ģimdilik iĢleyiĢini durdurmuĢtu. Gradus'u en son, 10 Temmuz akĢamı Lex'ten Cenevre'deki oteline dönerken

görmüĢ, kendisini orada bırakmıĢtık.

Cenevre'deki ilk dört gününü, huzursuzluk içinde geçirdi. Eylem adamlarının gülünç bir çeliĢkisi vardır: çok sık

olarak, uzun eylemsizlik, aylaklık dönemlerinin sıkıntılarıyla bunalırlar; çünkü bu boĢ zamanları baĢka Ģeylerle

dolduramazlar, serüven yaratma yetenğinden yoksun oldukları için. Az kültürlü insanların çoğu gibi Gradus,

gazetelerin, broĢürlerin, burun damlalanyla ve sindirim haplarıyla birlikte gönderilen her dilden yazının

doymaz bir okuyucusuydu; zihinsel açlığını yalnızca bunlarla gideriyordu; ama gözleri zayıf, tüketilecek yerel

haberler de sınırlı olduğundan, yol kıyısındaki kahvehanelerin miskinliğine sığmıyor ya da uykuda çözüm

arıyordu.

Uyumadan, tembel tembel oturan krallar, kendisinden çok daha mutluydular; zengin, korkunç hayalgüçleriyle

yoğun hazlar, coĢturucu acılar üretiyorlardı taraçanın parmaklığından akĢam vakti, aĢağıdaki gölden ve

ıĢıklardan, akĢam kızıllığında koyu kayısı rengine bürünen uzak dağların görünüĢlerinden, soluk mürekkep

renkli doruktaki çam ağaçlarından, ve gidemediği için büsbütün özlediği ıssız, hüzünlü kıyı

(125) «Ruh» anlamındaki «spirit» sözcüğünün «zekâ, duyarlık» anlamlan da vardır. Buna göre katil, Ģairin

kendi hayalinde yarattığı bir imge olabilir (mi?). —Çev.

(126) Kinbote'nin «Gradus» sözcüğünü elde etmeye çalıĢtığı bu tümcelerin Türkçeleri: «Leningrad eskiden

Pclrograd mıydı?» , «Kendini beğenmiĢ adam bizi okudu mu?» —Çev.

184

boyunca suların oluĢturduğu kırmızı ve yeĢil fırfırlardan. Ah, benim tatlı Boscobel'im! O güzel ve korkunç

anılar, o utanç, görkem, çıl-dırtıcı haberler ve bir yıldız ki hiçbir parti üyesi ona eriĢemez.

ÇarĢamba sabahı, hiçbir haber gelmemesine artık dayanamayan Gradus, Merkeze telgraf çekerek daha fazla

beklemenin anlamsız olduğu kanısına vardığını ve bundan sonra Nice'teki Lazuli Otelinde kalacağını bildirdi.

597.—608. Dizeler : düĢünceler, tek tek çağıracağımız

Okurlar bu bölümü, bir önceki açıklamada verdiğimiz olağanüstü dizelerle birlikte değerlendirmelidirler;

çünkü yalnızca bir hafta sonra 'kral ellerimiz' toprak yığınına dönüĢen Tanagra'ya kavuĢmuĢ olacaklardır,

gerçek yaĢamda, gerçek ölümde.

Kaçmasaydı, II. Charles'ımız idam edilirdi; sarayla Rippleson Mağaraları arasında yakalansaydı kesinlikle böyle

olacaktı; ama kral, saraydan kaçarken, arada bir kaderin kalın parmaklarını hissetmiĢti; Mandevil Tepesinin

ıslak, eğreltiotlarıyla kaplı yamacında kayarken (149. dizeyle ilgili açıklamada görüleceği gibi) o gece, (bir

bakirenin kızlığını yoklayan yaĢlı, acımasız bir çobanın parmaklarını anım-satırcasına) kaderin parmaklarının,

kendisini yokladığını hissetmiĢti; ertesi gün de, daha ürkünç bir yükseklikte, sarhoĢ edici maviliklerde, o dağcı

tarafından bir hayaletin farkedildiği anda kral, yine hissetmiĢti bu parmakları. O gece birçok kez, önündeki

tehlike her ne ise onu daha az sıkıntıyla allatmak olanağını bulacağı tan vaktini beklemek zorunda kendini

hisseden kral, kendini yere atıp durmuĢtu. (Ben, öteki Charles'ı, baĢka bir uzun boylu, karanlık adamı

düĢünüyorum.) Bu ya maddesel bir Ģeydi ya da sinir bozukluğunun sonucuydu; ama ben, çok iyi biliyorum ki

Kral'ım eğer yakalansaydı ve kurĢuna dizilmeye gö-, türülseydi, 606.—608. dizelerde davrandığı gibi

davranacaktı: küstah bir ağırbaĢlılıkla çevresine bakınacak

'AĢağıla(yacaklı) (kendisinden) aĢağıda olanları, alay ede(cekıi)

'Kendilerini ülküye adamıĢ budalalarla, tükür(ecekti)

Ta gözlerine, zevk olsun diye.'

izin verirseniz, bu önemli açıklamamı, Dawin karĢıtı bir özdeyiĢle bitireyim: Öldüren, öldürdüğü canlıdan her

zaman daha aĢağı düzeydedir.

603. Dize : Dinleriz uzak horozların ötüĢlerini Ġnsan, Edsel Ford'un son Ģiirlerinden birindeki çarpıcı bir sahneyi

anımsamaktan kendini alamıyor:

185

Genellikle horozun ötüĢüyle, titrer bir ateĢ Sabahın ve sisli otluğun içinden.

OÜuk (Zembla dilinde otluluk); ahırın bitiĢiğindeki, samanların yığıldığı alandır.

Page 92: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

609.—614. Dizeler : Kimse yardım edemez Bu bölüm, Ģiirin taslağında, farklı yazılmıĢ: (609)'Kimse yardım

edemez sürgün adama, ölümün kucağında, Bu nemli gecede Amerika'nın sıcak Soluğunun girdiği belirsiz

mağarada: GiriĢi örten kayağantaĢlarından sızan renkli ĠĢık çubukları, arıyor onun yatağını— eski zaman

büyücüleri AĢk elmasları parlayan— hızla çekilir yaĢamın suları.' Yukarıdaki dizeler, bu notları düzenlemeye

çalıĢtığım 'belirsiz ma-ğara'yı (tuğlalardan örülü bir küveti olan, kütüklerle yapılmıĢ kulübeyi) oldukça iyi

canlandırıyor. Önce, yolun öbür yanından gelen Ģeytanca müziğin uğultusundan pek rahatsızdım; herhalde

orada bir lunapark vardı (sonra turist kampı olduğu ortaya çıktı); buradan baĢka bir yere gitmeyi

düĢünüyordum, ama bana engel oldular. ġimdi oldukça sessiz bir yer; yalnızca inatçı bir rüzgar, kurumuĢ

tel-ükavaklarda takırdıyor ve yeniden bir hayalet kasabaya dönüĢen Ce-darn'da, ne yaz budalaları var, ne de

beni gözetleyecek casuslar; blucinli küçük balıkçım ise artık suyun içindeki taĢının üzerinde dikilmiyor; belki

de böylesi daha iyi. 615. Dize : Ġki dilde

ingilizce ve Zemblaca, Ġngilizce ve Rusça, Ġngilizce ve Estonyaca, Ġngilizce ve Litvanyaca, ingilizce ve Rusça,

Ġngilizce ve Ukraynaca, Ġngilizce ve Polonyaca, Ġngilizce ve Çekçe, Ġngilizce ve Rusça, Ġngilizce ve Macarca,

ingilizce ve Arnavutça, Ġngilizce ve Sırp-Hırvatça, ingilizce ve Rusça, Amerikanca ve Avrupaca. 619. Dize :

yumru kökün gözünden Sözcük oyunu filizleri (502. dizeye bakınız). 627 Dize: Üstad Starover Blue

Prof. Blue'nun izniyle olsa dahi, böyle gerçek bir kiĢinin, kurgusal bir ortama, ne derece istekli ve gönüllü

olursa olsun, sokulması, üstelik bu kurguyla uyum sağlayacak bir dönüĢüme uğratılması, zevksiz bir sanat

oyunu olarak insanı yadırgatıyor; çünkü öbür gerçek kiĢiler, ailenin üyelerini saymazsak, Ģiirde takma adlarla

yer alıyorlar.

186

Çok çarpıcı bir ad: Maviliğin üstündeki yıldız^127), bir gökbilimciye pek uygun düĢüyor; aslında ne adının, ne

de soyadının gök-sellikle ilgisi var3128^ Adı, dedesinden geliyor; bir Rus sıarover'i yani (bölücü bir mezhep

üyesi) Ġlk Ġnanan olan dedesinin adı Sinyavin'dir; bu ad, Rusça, siniy (mavi) sözcüğünden türetilmiĢtir. Sinyavin,

Sa-ratov'dan Seattle'a göç etmiĢ, orada bir oğul-sahibi olmuĢtu; bu oğul, sonradan adını Blue olarak

değiĢtirmiĢ, Stella Lazurçik'le evlenmiĢti; bu kadın, AmerikalılaĢmıĢ bir Slavdı. Böyle ürer gider. Dürüst

Starover Blue, Shade tarafından Ģaka yollu kendisine bağıĢlanan unvanı duysa ĢaĢardı belki de. Bu satırların

yazarı, eski dostlarından olan bu ilginç kiĢiye burada küçük bir övgü sunmaktan kendini alamayacak;

kampüste herkes ona hayrandı, eğlenceye pek düĢkün oluĢundan dolayı öğrenciler kendisine Albay

Starbottle^29) adını takmıĢlardı. Aslında, Ģairimizin çevresinde baĢka üstad kiĢiler vardı, örneğin yetkin bir

öğretim üyesi olan Zembla'h Oscar Nattochdag.

629. Dize : Hayvanların kaderi

Bunun yukarısına Ģair.baĢka bir Ģey yazmıĢ, sonra çizmiĢ: 'Delilerin kaderi'

Delilerin ruhlarının ne olacağı konusunu inceleyen birçok Zemblalı tanrıbilimcinin genel kanısı: iyice

bozulmuĢ, en deli bir akılda bile, ölümden sonra varlığını sürdüren akıllı bir temel parçacık vardır ki birdenbire

sanki patlar, sağlıklı ve zafer sevinciyle dolu kahkaha tufanına dönüĢür, ürkek budalaların ve düzen meraklısı

dangalakların dünyası çok gerilerde kaybolduğunda. Ben, hiç deli görmedim; ama New Wye'da birkaç gülünç

olay iĢittim ('Sanki Arkady'deyim' diyor Dementia, kurĢuni sütuna zincirlenmiĢ durumda). Bir keresinde,

öğrencinin biri çıldırmıĢtı. Üniversitenin olağanüstü dürüst, güvenilir ka-'pıcısı bir gün, Projeksiyon

Salonu'nda, kız öğrencilerden birine bir Ģey göstermiĢti; elbette, bu zor beğenen kız, o Ģeyin çok daha iyi

örneklerini görmüĢtü önceden. Ama bence en çarpıcı delilik örneği, bayan H.'den dinlediğim, bir demiryolu

görevlisiyle ilgili olaydı. Hur-ley'ler, okulun yaz tatiline girmesi dolayısıyla büyük bir parti veriyorlardı; ikinci

ping-pong masamdaki eĢlerimden, aynı zamanda Hurley'lerin dostu olan biri beni oraya götürdü; Ģairimin bir

Ģeyler

(127) «Starover Blue».—Çev.

(128) «Göksellik», tanrısallık anlamında kullanılıyor.—Çev.

(129) «Yıldız ĢiĢe.» AyyaĢın biri olduğu söylenmek isteniyor. —Çev.

187

okuyacağını öğrendiğim için gitmek istiyordum partiye; bu Ģiirin benim Zembla'mla ilgili olabileceği

düĢüncesiyle kendimden geçmiĢtim (oysa Ģairin anlaĢılmaz arkadaĢlarından biri tarafından, anlaĢılmaz bir Ģiir

okundu yalnızca— Ģairim, bu yeteneksiz kiĢiye pek nazik davranıyordu). Bulunduğum yükseklikten kendimi

kalabalığın içinde 'kaybolmuĢ' hissetmeyeceğimi, ama H.'lerin evinde fazla kiĢiyi tanımadığımın da bir gerçek

olduğunu söylersem, okuyucular anlayacaklardır. Yüzümde bir gülümseme, elimde kokteyl kadehi, kalabalığın

Page 93: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

içinde dönüp dururken, uzaktan, yanyana iki koltukta sırtları bana dönük oturan Ģairimle bayan H.'yi

farkctüm. Arkalarına iyice yaklaĢtığım sırada Shade, kadının bir düĢüncesine karĢı çıkmaktaydı:

'YanlıĢ bir nitelendirme bu. Bir insan, tekdüze ve mutsuz geçmiĢini bilinçli olarak üzerinden sıyırıp atar, onun

yerine, kendi yarattığı görkemli bir geçmiĢi kuĢanırsa, böyle bir nitelemeden uzak tutulmalıdır. Bu yalnızca, sol

elle yeni bir sayfa çevirmek demektir.'

ArkadaĢımın baĢına elimle hafifçe vurdum, Eberthella H.'yi baĢımla selamladım. ġair, bana dalgın gözleriyle

bakıyordu. Bayan H.

Ģöyle konuĢtu:

'Bize yardım edin, Bay Kinbote. Biliyorsunuz, Exton tren istasyonunda yaĢlı bir adam çalıĢıyordu; adı her

neyse, bu kiĢi, kendisini Tanrı sanıyor, trenleri, istediği gibi yönlendiriyordu; bence o, yaptıklarına göre, delinin

biriydi; ama John onun, kendisi gibi, Ģair olduğunu söylüyor.'

'Bir bakıma, hepimiz Ģairiz, hanımefendi,' diye yanıtladım, sonra diĢlerinin arasında piposuyla arkadaĢımın, iki

elini gövdesinin değiĢik yerlerine vurduğunu görünce kendisine yanan bir kibrit sundum.

Bu notun baĢında aktardığım tatsız varyantın, üzerinde durulmaya değer olduğunu pek sanmıyorum; aslında,

IPH'nm çalıĢmalarıyla ilgili bölüm, eğer ağır yürüyen vezni bir ayak kısa tutulsaydı, Hu-dibrastik(13^ bir

özellik kazanacaktı.

662. Dize : Kim bu atlı, geceyarısı rüzgarda? Bu dize, aslında bütün bölüm (653.—664. dizeler), Goethe'nin

ünlü bir Ģiirine göndermedir; sözkonusu Ģiir, perili kızılağaç ormanında oturan ve çocukları ölüm ülkesine

götüren ihtiyar cinin, ge-

(130) Solgun AteĢin dizeleri, on hecelidir. Hudibrastik Ģiir, on yedinci yüzyılda Samuel Buıler'in sekiz heceli

dizelerle oluĢturduğu alaylı bir Ģiir olan Hudibras'a benzeyen Ģiir demektir (sekiz heceli dizelerle oluĢturulmuĢ

alaylı Ģiir).

188

cikmiĢ bir yolcunun tatlı oğluna duyduğu aĢkı anlatır. Ortasında üç hece ölçüsü uygulanmıĢ olan bu balladın

kesik ritmini Shade, kendisinin farklı vezindeki Ģiirine aktarabilmek için ustaca bir yöntem kullanmıĢ olsa bile,

yeteri kadar hayranlık uyandırıcı değil bu:

(662) Kim bu allı, geceyarısı rüzgarda?

(663) ........................................

(664) ............Babadır, yanında çocuğuyla.

Goethe'nin Ģiirinin bu ilk iki dizesi, benim dilimde olağanüstü zengin uyaklarla (Fransızcada da: vent-

enfant/131) en güzel ve aslına uygun biçimde beliriyor:

Ret worcn ok spoz on nâtt ut veli? Elo est vötehez ut mfd ik delt.

BaĢka bir gerçeküstü^132^ uygulayıcı/133^ Zembla'nın son kralı; özgürlüğüne kavuĢma serüveninde,

karanlık dağda önüne çıkan eğ-reltiotlarının oluĢturduğu engeli aĢarken, yukarıdaki dizeleri hem Zemblaca,

hem Almanca yineleyip durmuĢtu kendi kendine, yorgunluğun ve kaygının rastlantısal olarak vuran davul

tokmaklarının eĢliğinde.

677.—672. Dizeler : VahĢi Denizatı

Browning'in 'Son DüĢesim' yapıtına bakınız.

Bakınız ona ve bir denemeler derlemesini ya da Ģiir kitabını — ya da uzun bir Ģiiri, yazık ki— geçmiĢin az ya

da çok tanınmıĢ bir Ģiir yapıtından aĢırılan sözcüklerle adlandırma biçiminde yaygınlaĢan uygulamayı

kınayınız. Böyle adlar, belki iyi Ģaraplara ya da tombul lüks fahiĢelere uygun düĢen bir çekiciliğe sahiptirler

ama sanat konusunda yeteneksizliğin göstergesidirler, çünkü sanatçının hayalgücünü değil de okuryazarlığın

kopyacılığını gerektirirler ve yeteneksiz kiĢinin omuzlarına iyi söz seçmenin sorumluluğunu yıkarlar; çünkü

Yaz-dönütnü Gecesi DüĢünün ya da Romeo ile Juliel'in ya da Son-nel'ler'in^4^ sayfalan arasından geçmek ve

sözcük seçmek olanağı vardır.

(131) «vent-enfant»; rüzgar—çocuk.—Çev.

(132) Bu biçimde karĢıladığımız «fabulous» sözcüğü «hayal ürünü» anlamına geldiği gibi «olağanüstü,

eĢsiz» anlamlarına da gelir; bunlardan birini kullanarak okurları yönlendirmekten kaçındık.—Çev.

(133) Bu sözcükle karĢıladığımız «ruler» sözcüğünün «yönetici, kral» anlamını da dikkate almak

gerekmektedir. «Uygulayıcı» anlamı, kralın, Shade gibi, Gocıhe'nin dizelerini kendi diline aktardığını

vurguluyor. —Çcv.

(134) Shakcspeare'in yapıtları. —Çev.

Page 94: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

189

678. Dize: Fransızca'ya

Bu çevirilerin iki ianesini içeren Nouvelle Revue Canadienne dergisinin Ağustos sayısı, Üniversite

Kasabası'ndaki kitapçılara Temmuzun son haftasında geldi; üzüntünün ve kafa karıĢıklığının yoğun olduğu bir

zamandı; bu yüzden cep defterimdeki eleĢtiri notlarını Sybil Shade'e göstermeme iyi yürekliliğim engel oldu.

Karısı öldükten sonra Donnc'ın yazdığı Kutsal Sonnet X'un Ģu dizelerine bakalım:

'Ölüm gururlanma, deseler de sana bazıları 'Güçlü ve Ürkünç; hiç de öyle değilsin' Sybil'in yaptığı Fransızca

çeviri:

'Ne soit pas fiere, Mort! Quoique certains te disent 'Et puissante et terrible, ah, Mort, tu ne l'es pas' Çevirinin

ikinci dizesinde, duraklamayı güçlendirme amacıyla fazladan konmuĢ olan ünlemeyi ^135^ görünce insan,

'vah vah' demekten kendini alamıyor.

Ayrıca, Ģiirin aslında, bu dizeyle onu izleyen dizenin uyakları (değilsin—bozgun), Fransızca çeviride pas—bas

biçiminde uyak bulma Ģansını vermiĢtir çevirmene; ama, yine Fransızca çeviride 1. ve 4. dizelerin uyakları

(disent-prise) hiç de uygun değil, çünkü görsellik kuralının çiğnenmesi olanaksızdı.

Yalnız 'kadere' ve 'rastlantıya' değil, aynı zamanda bize ('krallara ve gözükara insanlara') bağlı olan Ölüm'ün

yüzüne karĢı, St Paul papazı Dean'in söylediği sert sözlerin bu Kanada çevirisindeki gafları ve bulanıklıkları

tümüyle sergileyecek kadar boĢ yer bulamam burada.

Öbür Ģiir, yani Andrew Marvell'in 'Kır Perisi, Doğurduğu Yavru Geyiğin Ölüsü BaĢında' Ģiiri, Fransızca'ya

dökülemeyecek denli çetin bir metin sayılır. Donnc'ın Ģiirini çevirirken bayan Irondell, ingilizce dizelerin beĢ

ayaklı veznini Fransız alexandrine'lcrine^3^ dönüĢtürmekte çok baĢarılı olsa bile; ikinci çeviride, Marvell'in

sekiz heceye sığdırdığını dokuz heceye sığdırmayı yeğleme zorunluluğunu neden duyduğunu anlamıyorum.

ġu dizeleri ele alalım:

'Pek ilgilenmeden benim acılarımla [erkek geyik] 'Yavrusunu bıraktı bana, ama kendi yüreğini aldı gitti'

(135) Dizenin Ġngilizce aslında bulunmayan 'ah, ölüm' (ah, Mort) (inlemesini görünce insan üzülüyor; ama

Sybil'in beceriksizliğine! —Çev.

(136) «Alexandrine», 6 ayak ölçüsüyle yazılmıĢ dize; 3. ayaktan sonra duraklama vardır. —Çev.

190

Fransızca çevirisi Ģöyle olmuĢ:

'Et se moquant bien de ma douleur 'Me laissa son faon, mais pris son coeur'

Yazık ki çevirmen, vezninin rahmi daha geniĢ olduğu halde, yavru Fransız geyiğin uzun bacaklarını içeride

tutamamakta ve 'pek ilgilenmeden' değil, 'sans le moindre egard pour' (hiç ilgilenmeden) ancak bu kadarını

baĢarabilmektedir.

Daha ileride, Ģu dizeler:

'Senin aĢkın, çok daha iyiydi 'Yalancı, acımasız insanın aĢkından' Sözcüğü sözcüğüne doğru olarak, Ģöyle

çevrilmiĢ: 'Que ton amour etait fort mcilleur 'Qu'amour d'homme cruel ct trompeur'

Gelgeldim, bu çeviri, öyle sanıldığı gibi, Ġngilizce dizelerin içerdiği asıl anlamı tam olarak taĢımamaktadır. Çok

güzel olan son dizeler:

'Uzun zaman yaĢasaydı 'Zambaksız kalırdı, güllerin içinde'

Bunların Fransızca çevirisinde, hanımefendi, dilbilgisi yanlıĢlığı yaptığı gibi, dur iĢaretine aldırmayıp hızla

geçmektedir: 'Ġl aurait ete, s'il eut longtemps 'Vecu, Iys dehors, roses dedans.'

Büyük usta Conmal'in 'aynanın dili' diye nitelendirdiği bizim büyülü Zcmbla dilimizde, yukarıdaki dizeler,

benzersiz bir güzellikte yansıtılabilmektedir!

'Id wodo bin, war id lev lan, 'Ġndran iz lil ut roznitran.'

680. Dize: Lolita

Amerika'da büyük kasırgalara diĢi adları verilmiĢtir. Bunun nedeni, kasırgaları, sinirli kızlara ve cadalozlara

benzetmekten çok, yaygın meslek uygulamalarıdır. Buna göre, herhangi bir makine, onu kullanmayı sevenin

gözünde diĢidir; ateĢ ('solgun' bile olsa), ateĢçinin karĢısında diĢidir; su, tutkulu bir muslukçu için diĢidir.

ġairimizin, 1958'de tanık olduğu kasırgaya, az kullanılan (bazan da papağanlara takılan) ispanyolca bir adı

niçin verdiği, niçin Linda ya da Lois demediği anlaĢılamamaktadır.

191

681. Dize : hüzünlü Ruslar casus oldular

Page 95: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Bu hüzün, metafiziksel ya da ırksal bir nedene bağlı değildir. AĢırılar yönetimi akındaki Zemblahların ve

Sovyet yönetimi altındaki Rusların özelliği olan o korkunç karıĢımın, yani tıkanmıĢ milliyetçilikle, taĢralılara

özgü aĢağılık duygusunun bileĢiminin dıĢa vurumudur bu hüzün. ÇağdaĢ Rusya'da düĢünceler, standart

olarak üretilirler, sabit renktedirler; en küçük bir farka bile izin yoktur, boĢluklar duvarlarla kapatılmıĢtır ve

çizgideki eğrilikler, hoyratça basılarak düzeltilmiĢtir.

Yine de, bütün Ruslar hüzünlü değildir; Zembla Krallık Tacının mücevherlerini buldurmak için yeni

hükümetimizin Moskova'dan getirttiği iki genç uzman, çok neĢeli insanlar olup çıktılar. Hazine Yöneticisi

Baron Bland'ın, Kuzey Kulesi'nden atlamadan ya da düĢmeden önce bu mücevherleri saklamayı baĢardığını

düĢünen AĢırılar, ya-nılmıyorlardı; ama Baron'un bu iĢte birisinin yardımından yararlandığını

bilmiyorlardı; ayrıca, ak saçlı nazik Bland'ın ölmeden önce hiç ayrılmadığı sarayda mücevherlerin bulunacağını

sanmakla yanılıyorlardı. BağıĢlayacağınızı umduğum bir hoĢnutlukla Ģunu da bildiriyorum: mücevherler,

Zembla'nın çok farklı, hemen hiç akla gelmeyecek bir köĢesine saklanmıĢlardı, bugün de orada duruyorlar.

Daha önceki (130. dizeyle ilgili) bir açıklamamda, okuyucular bu hazine avcılarını bir an iĢbaĢında

görmüĢlerdi. Kralın kaçıĢından ve gizli geçidin çok geç olarak ortaya çıkarılmasından sonra bu kiĢiler, sistemli

kazılarının sonucunda sarayı petek gibi delik deĢik ettiler, yer yer de yıktılar; odalardan birinin duvan

devrilince burada kimsenin aklına gelmeyen bir oyuk olduğu anlaĢıldı; içinde antika bronz bir tuzlukla, Kral

Wigber'in Ģarap içtiği boynuz vardı; ama ne yaparsanız yapın, bizim tacımızı, gerdanlığımızı, asamızı ele

geçiremezsiniz.

Bütün bunlar, tanrısal oyunun iĢleyiĢinden, kader öyküsünün değiĢmez sonucundan baĢka bir Ģey değildir ve

iki Sovyet uzmanın yeteneğinden kuĢkulandıracak biçimde yorumlanmamalıdır— hem bu uzmanlar daha

sonra baĢka bir iĢte büyük bir baĢarı göstereceklerdir (747. dizeyle ilgili açıklamaya bakınız). Adları

Andronnikov ve Ni-agarin'di (takma ad olabilir). Bu iki arkadaĢtan daha sevimli, daha düzgün görünümlü bir

çift insanı balmumu heykeller arasında bile zor buluruz. Herkes onların özenle traĢlanmıĢ çenelerine,

basit yüz ifadelerine, dalgalı saçlarına, kusursuz diĢlerine hayrandı. Uzun boylu, yakıĢıklı Andronnikov, pek

seyrek gülümserdi; ama gözlerinin çev-

192

resindeki kırık çizgiler, sonsuz bir humor taĢırdı; o sırada biçimli bu-rundeliklerinin yanlarından inen iki çizgi,

kahraman pilotları ve kafaları çclenkli yiğitleri çağrıĢtırırdı. Öte yandan Niagarin, arkadaĢından daha kısaydı,

daha etine dolgundu, ama oldukça erkeksi yüz çizgilerine sahipti; fırsatı geldikçe, saklanacak bir Ģey gören iz-

cibaĢlannı ya da televizyon Ģakalarına kendilerini kaptıran o beyefendileri anımsatırcasına, kocaman bir oğlan

gülümsemesi ça-kıverirdi yüzünde.

Bu parlak Sovyet uzmanlarının avluda koĢuĢturmalarını ve kirece bulanmıĢ, kocaman, ĢiĢkin (böyle bir

ortamda öylesine büyük ve kel görünen) bir futbol topunu tekmelemelerini seyretmenin tadına doyum

olmazdı. Andronnikov ayağının ucunda onu belki on kez oynattıktan sonra kuvvetli bir vuruĢla, roket gibi

gönderiyordu hüzünlü, ĢaĢkın, ağarmıĢ, suçsuz göğe doğru; Niagarin ise usta bir Dinamo kalecisinin

hareketlerini iyi taklit ediyordu, ikisi de, mutfaktaki oğlanlara Rus karamelaları dağıtırlardı; akĢamları,

kızarmakta olan gökyüzünde belirginleĢen çizgileriyle bu gençler, siperlerin üzerinde, duygulu asker düetleri

söylemeye baĢladıklarında, Ģehvetli köy kızları, böğürtlenlerin kapladığı patikalar boyunca sürünerek

siperlerin dibine yaklaĢırlardı. Niagarin'in dokunaklı bir tenor sesi, Andronnikov'unsa güçlü bir bariton sesi

vardı ve o sırada ikisi de zarif uzun çizmelerle yumuĢak deriden giysilere bürünmüĢ olurlardı; sırtını dönen

gökyüzü, havasal omurgasını gösterirdi.

Niagarin, bir süre Kanada'da bulunduğu için Ġngilizce ve Fransızca konuĢabiliyordu; Andronnikov biraz

Almanca'dan anlıyordu. Tanıdıkları Küçük Zemblalının adını o gülünç Rus vurgulamasıyla, yani sesli harfleri,

yabancı dil öğretircesine dolgun seslendirerek söylüyorlardı. Zembla tören alayı, bu uzmanların yürüyüĢ

biçimini örnek almıĢtı; benim sevgili Odonello'm, onların yürüyüĢüne öykünme tutkusunu yenemediği bir

gün, komutandan kötü bir azar iĢitmiĢti: iki Rus, biraz kasıntılı bir havayla yürürdü, üstelik gözle görülür

biçimde ikisi de çarpık bacaklıydı.

Benim çocukluk yıllarımda, Zembla sarayında Rusya'nın saygınlığı vardı; ama çok farklı bir Rusya'ydı o;

tiranlardan ve kültürsüzlerden, adaletsizlikten ve iĢkenceden nefret eden bir Rusya; soylu hanı in efendilerin

ve beylerin, özgür bırakılmıĢ tutkuların Rusyası. Scv-.gili Charles bile damarlarındaki azıcık Rus kanıyla

övünebiliyordu. Orta Çağ'da, dedelerinden ikisi, Novgorod'lu prenseslerle ev-

193

Page 96: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

lenmiĢlerdi. GeçmiĢteki ninelerinden Kraliçe Yaruga (1799-1800 yıllarının kraliçesi), yarı Rustu; birçok

tarihçinin kanısına göre, Ya-ruga'nın tek çocuğu olan lgor, kesinlikle sonuncu Uran'ın (1798-1799 dönemi

kralının) oğlu değildi, Kraliçenin sevgilisi Rus serüvenci Ho-dinski'den olmaydı; Yaruga'nın dalkavuğu (goliart)

ve yetenekli bir Ģair olan Hodinski, söylendiğine göre, seviĢmekten artakalan bir zamanında, herkesin adı

bilinmeyen bir on ikinci yüzyıl ozanı tarafından yaratıldığını sandığı bir ch,anson de gesıe^1^ uydurmuĢtu

kafasından.

682. Dize: Lang

ÇağdaĢ bir Fra Pandolf olmalı. Shade'in evinde böyle bir resim gördüğümü anımsamıyorum. Acaba Ģairin

kafasında bir fotoğraf mı var? Hem piyanonun üzerinde, hem de Shade'in çalıĢma odasında bir fotoğraf

portre dururdu. Hanımefendi benim ısrarlı sorularıma yanıt vermeye tenezzül etseydi hem Shade'in, hem

onun arkadaĢının okurlarına iyilikte bulunmuĢ olacaktı. 691. Dize : baskın

Join Shade'in kalp krizi (17 Ekim 1958), kılık değiĢtirmiĢ kralın Amerika'ya varıĢıyla çakıĢıyor; paraĢütle

atlamıĢtı kral, kiralık bir uçaktan; gerçek bir sığırcık kuĢu olmayan Baltimore^38) yakınlarında, saman nezlesi

yapan, çiçekli yüksek otlarla kaplı bir yere inmiĢti. Her Ģey çok iyi zamanlanmıĢtı; kral, alıĢkın olmadığı Fransız

paraĢütüyle uğraĢmaktayken, Sylvia O'Donnel'in Ģatosundan yola çıkmıĢ olan Rolls-Royce, caddeden saparak

yaklaĢıyordu; arabanın ĢiĢman tekerlekleri, hoĢnutsuzluğunu belirtmek istercesine zıplıyor, parlak siyah

gövdesi ağır ağır ilerliyordu. Yararlı bir ulaĢım biçimi olmaktan çok duygusallığın verdiği bir alıĢkanlık olan bu

paraĢütle atlama olayını ayrıntılarıyla anlatmak isterdim ama Solgun AteĢle, ilgili notlarım için pek de gerekli

değil. Güvenilir bir kiĢi olan yaĢlı Ġngiliz Ģoför, kötü katlanmıĢ koca paraĢütü canla baĢla bagaja tıkmaya

çalıĢırken ben, ondan aldığım bir açılır-kapanır sandalyeye oturmuĢtum; arabanın büfesinden çıkarıp sunduğu

viskiyi yudumlarken (Amerika'ya geldiğinde Chateaubriand'ı hayran bırakan sarı ve kestanerengi kelebekler

girdabının ortasında, ağustosböceklerinin alkıĢ sesleri altında) The New York 7'imc.v'taki bir yazıya

gözgezdiriyordum; bu, 'ünlü Ģair'in hastaneye yatırıldığı konusunda New Wye'dan alınan bir haber olup sa-

(137) Kahramanlık Ģiiri.—Çev.

(138) «Baltimore» aynı zamanda, bir tür sığırcık kuĢu anlamına gelir. —Çev.

194

urların altı, Sylvia tarafından kırmızı kalemle kuvvetlice ve okunmayı önleyecek kadar kötü çizilmiĢti.

KarĢılaĢmak için can attığım, bu en sevdiğim Amerikalı Ģair, o anda hissettiğim gibi, bahar gelmeden çok önce

ölecekti. Ama çaresiz bir üzüntüyle aklın omuz silkmesinden çok, bir hayalkırıklığıydi bana egemen olan;

gazeteyi attım; ve , bur-numdaki tıkanıklığa karĢın, sağlık durumumdan hoĢnut bir tavırla çevreyi seyrettim.

Otlarla kaplı alanın ilerisinde çimenlik, geniĢ basamaklar halinde yükseliyordu, renk renk fidanlıklara doğru;

onların yukarısında, Ģatonun beyaz yüzü seçilebiliyor, bulutlar maviliklere karıĢıp eriyordu. Birden aksırdım, bir

daha aksırdım. ġoför Kingsley, bana bir içki daha getirdi ama kabul etmedim, demokratik bir hareketle ön

koltuğa oturarak ona eĢlik ettim. Sylvia hastalanmıĢ yatıyordu; Afrika'nın özel bir bölgesine geziye

baĢlamadan önce kendisine yapılan özel bir iğneden dolayı rahatsızlanmıĢtı. Hatırını sorduğumda, And'lann

olağanüstü güzellikte olduğunu söyledi, mı-rıldanırcasına; sonra daha gevĢek bir sesle, adı çıkmıĢ bir kadın

oyuncu hakkında sorular sormaya baĢladı, oğlunun bu kadınla yasadıĢı iliĢki içinde olduğu dedikodusu

dolaĢıyordu ortalıkta. Ben, Odon'un, o'« kadınla evlenmeyeceği konusunda bana söz verdiğini belirttim. Uçak

yolculuğumun nasıl geçtiğini sordu, sonra bronz bir çanı çaldı. Sylvia'cık! SarhoĢ olduğu zaman hoĢ

görülebilen, tavırlarındaki an-laĢılmazlık, davranıĢlarındaki gevĢeklik, biraz onun yaradılıĢından, biraz da

yetiĢme biçiminden kaynaklanıyordu; Fleur de Fyler'de de görülen bu gevĢekliği Sylvia, geveze kuklası

tarafından sözü kesilen bir vantrologu anımsatan ağır bir konuĢma tarzıyla birleĢtirmeyi baĢarmıĢtı. DeğiĢmez

Sylvia! Otuz yıl boyunca, çeĢitli zamanlarda, çeĢitli saraylarda, aynı kısa, düz, ceviz renkli saçları, aynı açık mavi

çocuksu gözleri, aynı anlamsız gülümsemeyi, aynı zarif uzun bacakları, aynı duraksamalı ince hareketleri

görmüĢümdür.

tçeriye meyve ve içkiyle donatılmıĢ bir tepsi getirildi, bir jeune beaute *¦ ^ tarafından, sevgili MarcelW ^

dediği gibi, ayrıca, Afrika'yla ilgili yazılannda siyah afacanların saten gibi tenlerini tutkuyla öven bir baĢka

yazarı, yani Parlak Gide'i burada anımsamazlık etmeyelim.

(139) «jeune beaute», genç ve güzel insan. —Çev.

(140) Marcel (Proust) ve bir satır aĢağıda anılan «Parlak Gide» (Andre Gide) eĢcinseldiler. —Çev.

195

Page 97: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Sylvia, Wordsmith Üniversitesi'nin yönetim yetkilisiydi (mütevelli); aslında, bana oradaki tuhaf

okutmanlık görevimi ayarlamaktan sorumlu tutulacak tek kiĢiydi. Dedi ki: 'En parlak yıldızımızla karĢılaĢma

fırsatını az kalsın yitiriyordunuz. Üniversiteye az önce telefon eltim— evet, Ģu tabureyi alın— sağlık durumu

Ģimdi çok daha iyi. Bu maskana meyvesinden de alın, sizin için getirttim, ama az önceki uĢak yabancıdır,

Majesteleri her yerde artık çok dikkatli olmalıdırlar. Yeni durumunuzu seveceğinizden kuĢku duymuyorum;

her ne kadar, Zembla dilini öğrenmek isteyen insanlar çıkacak mı, bunu neden öğrenmek istesinler diye

merak ediyorsam da. Disa'nın buraya gelmesi iyi olur. Sizin için, buraların en güzel evi olarak bilinen bir yer

kiraladım, Shade'lerin evinin yanında.'

Sylvia, onları pek az tanıyordu ama Ģair hakkında 'Amerika'daki rektörler arasında Latince bilen birkaç

rektörden biri' olan Billy Re-ading'den çok hoĢ öyküler dinlemiĢti. Bu dağınık, dalgın, kötü giyimli ama

etkileyici adamla Washinton'da iki hafta sonra tanıĢma onurunu elde ettim; lam bir beyefendi olan Reading'in

beyni kitaplık gibiydi, »tartıĢma salonu değil. Ertesi gün Sylvia uçakla bir yerlere gitti; ama ben bir süre burada

kaldım serüvenlerime ara vererek, hayaller kurdum, okudum, notlar aldım, iki sevimli bayanla ve onların

utangaç küçük seyisleriyle birlikte at sürerek kırların güzelliğini seyrettim. HoĢlandığım bir yerden ayrılırken

içimi bir duygu kaplar: sanki bir siyah, tatlı Ģarap ĢiĢesinin sıkı tıpası açılmıĢtır; ondan sonra siz, yeni bağlara ve

fetihlere doğru yola çıkarsınız. New York ve Was-hington'daki kitabevlerini gezerek, Noel kutlamaları için

Florida'ya uçakla giderek iki zevkli ay geçirdim. Yeni Arcady'me doğru yola çıkmaya hazır olduğumda, Ģaire

nazik bir not göndermemin hem bir incelik, hem bir ödev olduğu kanısına vardım: sağlığına kavuĢtuğu için

onu kutladıktan sonra, çok ateĢli bir hayranının , ġubat ayının girmesiyle kendisine komĢu olmaya baĢlayacağı

konusunda Ģaka yollu 'uyardım.' Hiçbir yanıt alamadım, bu nazik hareketim daha sonraları da anımsanmadı;

sanırım mektubum, birçok 'hayran' mektubu arasında kaybolup gitti; yine de, Sylvia ya da bir baĢkası,

Shade'lere, benim geliĢimi haber vermiĢ olabilir.

ġairin sağlığı çok çabuk düzeldi; kalbinde bir rahatsızlık olsaydı, böyle bir iyileĢme mucize olurdu. Ama yoktu;

Ģairlerin sinirleri, bazan oyun oynarlarsa da sağlığın ritmine hızla kavuĢabilmektedirler; çok geçmeden John

Shade, oval bir masanın baĢındaki koltuğunda otu-

196

rarak, sekiz dindar genç adama, kötürüm bir kadına, sekiz kız öğrenciye en sevdiği Ģair olan Pope'tan söz

etmeye baĢladı yeniden. YürüyüĢe çıkmak gibi alıĢkanlıklarını azaltması, kendisinden istenmemiĢti; ama ben

bu değerli ihtiyarın, ilkel bahçe aletlerini kullanırken ya da çağlayana doğru çıkan bir Japon balığı gibi

üniversitenin iç merdivenlerinden yukarı çırpınırcasına tırmanırken soluğunun kesilmesinden, yürek çarpıntısı

geçirdiğini anlamıĢ, soğuk ter döktüğünü görmüĢtüm. ġunu da ekleyeyim: Okuyucular, o yetenekli doktora

ilgili bölümü ne fazla ciddiye almalı, ne de sözcüğü sözcüğüne doğru kabul etmelidir; öyle yetenekli bir

doktor ki, benim de tanık olduğum gibi, bir keresinde nevraljiyi beyin sertleĢmesiyle karıĢtırmıĢtı. Shade'in

söylediklerinden anladığıma göre, en ufak bir ivedi ameliyat yapılmamıĢ, yüreğe masaj da uygulanmamıĢtı;

yüreği kan pompalamayı durdurmuĢtu belki ama bir an için ve yüzeysel olarak. KuĢkusuz, bütün bunlar,

691.—697. dizelerin destansı güzelliğini yok edemez.

697. Dize : Son durak

Gradus, 15 Temmuz 1959 günü, öğleden sonra Cöte d'Azur havalimanına indi. içindeki sıkıntıya karĢın,

görkemli kamyonların, çevik motosikletlerin, her ulustan özel arabaların seline hayran kalmaktan kendini

alamadı. Havanın aĢırı sıcaklığıyla denizin kör edici maviliğini sevmedi. Lazuli Oteli'nde, Ġkinci Dünya SavaĢı

baĢlamadan önce veremli bir Bosna'lı eylemciyle bir hafta kalmıĢtı; o zamanlar kesintisiz bir sessizlikle

çevrilmiĢ olan otelin Ģimdi karĢısında bulunan yapı makinesinin çıkardığı öğütme ve vurma sesleriyle, birbirini

kesen caddelerde akan araçların dinmez gürültüsü, Gradus için hoĢ bir sürpriz oldu; kafasını sorunlardan uzak

tutacak ufak gürültülere bayılırdı; yapı makinesinin temizliğini yapan kadının özür dilemesi üzerine, ona

söylediği gibi 'ça distrait.'^141^

Dalgın dalgın ellerini yıkadıktan sonra dıĢarıya çıktı; çarpık omurgasından aĢağı, ateĢi yükselmiĢcesine,

heyecan ürpertileri iniyordu, iki caddenin kesiĢtiği noktada, bir kahvehanedeki masalardan birinde, fahiĢe

olduğu besbelli bir kadınla birlikte oturan koyu yeĢil ceketli bir adam, yüzüne kapadığı avuçlarının arasından

boğulmuĢ aksırıklarının sesini yaydı ortalığa, ama elleriyle yüzünü maskelemeyi sürdürdü; ikinci aksırık

nöbetini bekleme numarası yapıyordu. Gradus, rıhtımın

(141) Bu (gürültüler) kendisini oyalıyordu. —Çev.

197

Page 98: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

kuzey kıyısı boyunca yürümeye baĢladı. Bir hediyelik eĢya dükkanının vitrini önünde bir an durakladıktan

sonra içeri girdi, mor camdan yapılmıĢ ufak bir suaygırının fiyatını sordu, çıkarken Nice ve çevresini gösteren

bir harita saün aldı. Gambetta Sokağında taksi durağına doğru yürürken gözüne iki genç turist iliĢti; çiğ

renklere bulanmıĢ gömlekleri terden lekelenmiĢti; hem sıcağın hem de güneĢte fazla gezmenin etkisiyle

yüzleri ve boyunları, parıltılı bir pembe renk almıĢtı; ipek astarlı, çift düğmeli siyah ceketlerini özenle katlayıp

kollarında taĢıyorlar ama bizim hafiyeye doğru bakmıyorlardı; yine de Gradus, tüm dalgınlığına karĢın,

kendisine bu adamların sürıünerek geçiĢi sırasında, tanıyacak gibi olduğu bir Ģeyin dalgalandığını hissetti.

Turistler, Gradus'un yurtdıĢındaki varlığından haberli olmadıkları gibi, onun üstlendiği ilginç görev hakkında

da bir Ģey bilmiyorlardı; aslında, Gradus'un Cenevre'de değil Nice'de bulunduğu, hem kendisinin hem de bu

iki adamın amirleri olan kiĢiler tarafından ancak birkaç dakika önce farkedilmiĢti. Gradus'a, yapacağı

araĢtırmalarda, o iki Sovyet sporcunun, Andronnikov'la Niagarin'in yardım edeceği de bildirilmemiĢti (Gradus

onlarla, daha önce birkaç kez, Onhava Otelinin bahçesinde kırık bir pencereye cam takıldığı sırada, sonra yeni

yönetim adına eski krallık seralarından birinde ince Rippleson camları denenirken karĢılaĢmıĢtı.) Ama eski bir

Cadillac'ın arka koltuğuna kısa bacaklı adamların becerebileceği tedbirli bir büzülmeyle otururken Gradus,

tanıma ipinin ucunu yitiriverdi; Ģoföre, Pellos ile Türk Burnu arasındaki bir lokantaya gitmek istediğini söyledi.

Adamımız neyi umuyor, neyi amaçlıyordu? Kestirmek güç.Acaba yalnızca, mersinlerin ve zakkumların

arasından, hayalini kurmuĢ olduğu bir yüzme havuzuna bakmak mı istiyordu? Yoksa Gordon'un bestesinin,

daha büyük ve daha güçlü eller tarafından, yeniden seslendiriliĢini dinlemeyi mi umuyordu? Belki de,

armalardaki, kanat ve ayakları gerilmiĢ kartalları anımsatırcasına kol ve bacaklarını yayarak uzanıp

güneĢlenen, göğsündeki kıllar bile bu kartalı andıran bir deve doğru sürünerek yaklaĢacaktı, elinde

tabancayla. Bilmiyoruz, belki Gradus'un kendisi de bilmiyordu; ne olursa olsun, çok gereksiz bir yolculuktu bu

yaptığı. Günümüzün taksi sürücüleri, eskinin berberleri kadar gevezedirler; böylece bizim talihsiz katil, daha

araba kentten çıkmadan, Ģoförün erkek kardeĢinin bahçıvan olarak Villa Disa'da çalıĢtığını ama Ģu anda orada

kimsenin bulunmadığını, Kraliçenin Temmuz ayı sonunda Ġtalya'dan dönebileceğini öğrendi. ĠĢleri ters

gidiyordu yine.

198

Otelde, kendisine bir telgraf verdiler. Bunu gönderen üstleri, Cenevre'den ayrıldığı için, Danimarka diliyle,

Gradus'u azarlıyorlar, yeni bir emre kadar hiçbir giriĢimde bulunmamasını bildiriyorlar, görevini unutmasını ve

hoĢuna giden Ģeylerle oyalanmasını öneriyorlardı. Ama Gradus'un hoĢuna gidecek Ģeyler ne olabilirdi (kanlı

düĢlerin dıĢında)? Gidip ilginç yerleri gezmek ya da deniz kıyısında gezinmek, zevk vermiyordu ona. Uzun

zamandır içmiyordu da. Konserleri sevmiyordu. Kumar alıĢkanlığı yoktu. Cinsel dürtüler, eskiden kendisine

egemen olmuĢlardı, ama artık sona ermiĢti bu. Karısı, bir çingenenin peĢine takılarak kendisini terkettikten

sonra Gradus, kaynanasıyla yasadıĢı bir iliĢkiye girmiĢti; sonunda kadın, kör olduğu ve vücudu su topladığı

için bir dullar bakımevine kaldırılmıĢtı. O günden bu yana Gradus, birkaç kez kendisini iğdiĢ etmeye kalkıĢmıĢ,

bedeninin korkunç ölçüde mikroplanması yüzünden hastaneye yatırılmıĢtı; artık kırk dört yaĢına girmiĢti ve

Doğanın, bu büyük üçkağıtçının, ürememizi sağlamak için içimize soktuğu Ģehvetten hemen hemen tümüyle

kurtulmuĢtu. HoĢuna gidecek Ģeylerle oyalanmasını öneren üstlerinin sözleri, elbette kendisini

öfkelendirecekti. Sanırım bu açıklamayı daha fazla sürdüremeyeceğim.

727.—728. Dizeler : Olamaz, bay Shade... yalnızca yarım bir shade/142)

Farklı Ģeylerden bileĢimler oluĢturma büyücülüğünde Ģairimizin özel bir yeteneği olduğunu gösteren baĢka

bir güzel ömek. Ustaca düzenlenen cinas, 'shade' sözcüğünün 'nüans' anlamına ek olarak iki anlamını daha

çağrıĢtırmaktadır. Bu dizelere göre doktor, kendinden geçen Shade'in bu sırada kimliğinin yansını

korumasının yanında, yarı hayalet haline geldiğini de öne sürmüĢtür. O zamanlar arkadaĢımın sağlığıyla

ilgilenen bu doktoru yakından tanıdığım için, kendisinin böyle bir nükte yapamayacak denli kalın kafalı

olduğunu öne sürmekten çekinmeyeceğim.

741. Dize : Çiğ ıĢık(I43)

Shade'in 698.—746. dizelerle uğraĢtığı sırada (16 Temmuz sabahı), Nice kentinin alaycı aydınlığıyla kıĢkırtıcı

gürültüsünün or-

(142) Ayrıca 32 no.lu dipnotuna bakınız.—Çev.

(143) «Çiğ ıĢık» anlamındaki «glare», aynı zamanda «kötü bakıĢ» anlamına gelir. 741.—742. Dizelerde «çiğ

ıĢığı dıĢarının, kötülük dolu bakıĢları didiĢmelerin» anlamı vardır.—Çev.

199

Page 99: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

tasında bir günü daha zorunlu bir eylemsizlik içinde geçirmekten korkan aptal Gradus, pis otelinin loĢ

bekleme salonunda, kötü kokuları soluyarak, deri bir koltukta oturmaya ve açlık kendisini zorlayıncaya dek

dıĢarı çıkmamaya karar verdi. Yakınındaki bir masanın üzerinde yığılı duran eski dergilere doğru ağır ağır

yürüdü. Oturdu; küçük bir sessizlik heykelini andırıyordu; içini çekiyor, yanaklarını ĢiĢiriyor, sayfayı çevirmek

için baĢparmağını yalıyor, ağzını açarak resimlere ba-kakalıyor, bir yazının sütunlarından aĢağı inerken

dudaklarını kımıldatıyordu. Sonra dergileri düzgünce masaya istifleyip koltuğuna yaslandı; birleĢtirdiği ellerini

açıp kapayarak çeĢitli sıkıntı binaları kurmakla oyalandığı sırada, yanındaki koltukta oturmakta olan bir adam,

ayağa kalkıp dıĢarının çiğ ıĢığına doğru yürüdü, arkasında gazetesini bırakarak. Gradus onu kucağına çekti,

açtı ve dondu kaldı gözüne çarpan bir yerel haberi okuyunca: Villa Disa'nın kapısını kırıp içeri giren hırsızlar,

bir masanın çekmecesini açmıĢlar ve buldukları mücevher kutusundaki değerli madalyaları alıp kaçmıĢlardı.

insanın kafasını kurcalayan bir olay bu. Kendi göreviyle bir ilgisi olabilir miydi bu Ģüpheli hırsızlığın? Bu

konuda bir Ģey yapması gerekiyor muydu? Merkeze bir telgraf çekse? Basit bir olayı, Ģifreli biçimde

yazmadıkça, öz olarak ifade etmek zordu. Haberi kesip uçakla mı göndermeli? Odasında jiletle haberi

kesmeye çalıĢtığı sırada kapıya hızlı hızlı vuruldu. Gradus, >hiç beklemediği bir ziyaretçiyi aldı içeri; Gölgeler

örgütünün en önemli kiĢilerinden olan bu adamı Gradus, on-hava-onhava (uzakta, çok uzakta) sanıyordu,

vahĢi, fırtınalı, sisli, efsane ülke Zembla'da! MakineleĢmiĢ çağımız, büyük bir sihirbaz; yaptığı hokkabazlıklarla,

yaĢlı Uzay anayı, yaĢlı Zaman babayı ĢaĢkınlıklara boğuyor!

Ziyaretçi, yeĢil kadife ceketiyle, neĢeli, belki de fazla neĢeli görünüyordu. Kendisini kimse sevmezdi, ama

kafası iyi çalıĢan biri olduğu belliydi. Adı, Izumrudov, Rus adını andınyorduysa da, aslında Umrud'lu anlamına

geliyordu; Umrud, bir Eskimo oymağıdır; bazan, kısa küreklcriyle umyak (deri kaplı kayık)'larını, ülkemizin

kuzey kıyıları boyunca, zümrüt yeĢili sularda ilerlettiklerini görürdük. Ziyaretçi sırıtarak yoldaĢ Gradus'a, gezi

için gerekli tüm belgelerini yanına alıp bulabileceği ilk New York uçağına binmesi buyruğunu iletti. . Doğru

yeri ve doğru yolu böylesine bir kavrayıĢ gücüyle belirlediği için, baĢıyla selam vererek onu kutladı. Evet,

Kraliçenin yazı masasından Andron'la NiagaruĢka'nın ele geçirdiği (çoğu tahvil, önemli

200

ĠLHALK KÜTÜ pe

fotoğraflar ve Ģu gülünç madalyalardan oluĢan) ganimetin içinde Kral'ın bir mektubu bulunmuĢtu; Kral, kendi

adresini bildiriyordu mektupta, kimsenin aklına gelmeyecek bir adresli bu. Böyle bir Ģey yapmadığını

bildirmek için, karĢısında baĢarıları müjdeleyen kiĢinin sözünü kesen adamımızdan, önemsiz bir rolde

kalmaması isteniyordu. Izumrudov, kahkahalarla sarsıla sarsıla gülmeye baĢladı (ölüm, insana kahkaha attırır);

bir kağıt parçasına Gradus için, müĢterilerinin (!) takma adını, öğretim görevlisi olduğu üniversitenin ve

yerleĢtiği ken-tin adını yazdı. Hayır, bu kağıt sürekli saklanmayacaktı. Bu pusulayı gizli tutmanın tek yolu, onu

ezberlemekti. Bademli kurabiye fabrikalarında kullanılan bu kağıt türü, hem kolay sindiriliyordu, hem de pek

lezzetliydi. Bu eğlendirici öngörü (vizyon), daha geliĢmeden, geri alındı— adamın alçaklığını kaldığı yerden

sürdürmek üzere elbette. Nefret edilecek kiĢiler hepsi!^144^

768. Dize : adres

Mektuplarımdan birinde John Shade hakkında kullandığım üs-tükapalı ifade, okurlarımın hoĢuna gidecek

sanırım; Güney Fransa'da oturan bir mcktup-arkadaĢıma 2 Nisan 1959 günü yazdığım bu mektubun bir

örneğini saklamakla çok iyi etmiĢim:

«Canım; düĢüncesiz davranıyorsun. Evimin adresini sana da, baĢkasına da vermiyorum, vermeyeceğim; senin

sanmaktan hoĢlandığın gibi yanıma gelmenden korktuğum için değil; mektuplar, iĢyeri adresime

gönderilmektedir. Burada kentin dıĢ mahallelcrindeki evlerde, ağızları sokağa açık posta kutuları var; herhangi

biri, bu kutuları reklamlarla doldurabilir ya da içlerindeki mektupları çalabilir (merak duygusuyla değil,

anlarsın, kötü bir amaçla). Bu mektubu uçakla gönderiyorum ve ısrarla, sana Sylvia'nm verdiği adresi

yineliyorum: Dr. Ç. Kinbotc, KINBOTE (senin ve Sylvia'nın yazdığı gibi Charles X. Kingbot Ekselansları değil;

lütfen daha dikkatli ve akıllı davran), Wordsmith Üniversitesi, New Wye, Appalachia, ABD.

«Sana kızgın değilim; ama kaygılara boğulmuĢum, sinirlerim gergin. Burada, benim çatımın altında yaĢayan

birinin beni sevdiğine sarsılmaz inancım vardı; iĢte bu kiĢi bana hainlik etti, bende onulmaz yaralar açtı;

dedelerimin çağında böyle bir Ģey hiç olmazdı, o dedelerim ki suçluları iĢkenceden geçinirlerdi; kuĢkusuz ben,

hiç kimseye iĢkence çektirmekten yana değilim.

(144) önceki tümcede geçen «vizyon» ve «sürdürmek» sözcükleri, romanın anlaĢılmasında anahtar olacak

sözcüklerdendir. —Çev.

Page 100: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

201

«Burada çok korkunç soğuklar oldu; ama Tanrıya Ģükür, bu düzenli kuzey kıĢı Ģimdi bir güney baharına

dönüĢmüĢ bulunuyor.

«Avukatının sana söylediklerini bana açıklamaya çalıĢma; onun, benim avukatıma bu açıklamaları yapmasını

sağla, benim avukatım bu sözleri bana iletecektir.

«Üniversitedeki iĢim, hoĢuma gidiyor. Çok sevimli bir komĢum var; içini çekip kaĢlarını kaldırma canım, çok iyi

bir beyefendi o; senin bitki albümündeki ginko meyvesi lokmasının sorumlusu gerçekten bu beyefendidir (49.

dizeyle ilgili açıklamaya bir daha bak-yani okuyucular bir daha baksın demek istiyorum)/145^

«Bana bu kadar sık yazmazsan daha güvenli olacak, canım.»

782. Dize : Ģiiriniz

Buraya aktarmak istediğim, ama elimde bulunmayan o Ģiirin bulutu arkasından, bir an, Mont Blanc'ın 'mavi

payandaları, güneĢ yağı sürünmüĢ kubbeleri' görünmüĢtü. 'Beyaz dağ', Shade'in bu son Ģirinde de beliriyor

tema olarak; dizgi yanlıĢlığından dolayı Ģairin 'beyaz fıs-kiye'sinc dönüĢen dağ, onu düĢünde gören

hanımefendinin kaba söy-leyiĢiyle bulanık bir görüntüye büründürülmüĢ.

802. Dize : dağ

ġairin kullandığı altmıĢ beĢinci dizin kartında yer alan 797.—809. dizeler, 18 Temmuz günbatımından 19

Temmuz tan vaktine kadar olan süre içerisinde yazılmıĢtır. O sabah ben, farklı iki kilisede dua ettim (New

Wye'da bilinmeyen ama Zembla'da yaygın olan mez-hebimdeki gibi, iki tarafta); evime doğru yürürken

içimde bir yü-celmiĢlik duygusu vardı. Tutkulu gökte tek bulut bile görülmüyordu ve yeryüzü, Tanrımız isa'ya

kavuĢma özlemiyle içini çekiyordu sanki. Böyle aydınlık, üzgün sabahlarda umutlu olurdum: her Ģeye karĢın

Ccnnet'ten dıĢlanmama olanağına sahiptim, yüreğimdeki donmuĢ çamura ve korkuya karĢın bana da kurtuluĢ

bağıĢlanabilirdi. BaĢım önüme eğik, zavallı kiralık evime doğru çakıllı patikadan çıkarken, kulağıma Shade'in

sesi geldi, hem de açık seçik; sanki hemen ar-kamdaydı da ağır iĢiten bir adamın duyacağı biçimde

bağırıyordu: 'Bu gece uğra, Charlie.' Korkuyla bakındım çevreme, ĢaĢırdım: Benden

(145) Çin'de yetiĢen ginko ağacrnın meyveleri kayısryı andırır. Kinbote'nin sözkonusu açıklamasında, Shade'in,

ginko ağacına iliĢkin kısa bir Ģiiri var. Kısalığı yüzünden, bu Ģiiri, meyveden koparılmıĢ bir lokmaya benzeten

Kinbote, Ģairin meyveyi (ve herĢeyi) bozduğunu mu söylemek istiyor? —Çev.

202

baĢka kimse yok gibiydi. Hemen telefon ettim. Shadc'ler evde yoklardı; Shade'in hayranı olan, pazar günleri

onun evine yemek piĢirmeye gelen ve kuĢkusuz Ģairin, karısı evde yokken, kendisiyle yatmasını sağlama fırsatı

arayan iğrenç bir hayranı, gönüllü hizmetçisi olan bir yüzsüz kız, bana böyle söyledi. Ġki saat sonra yeniden

telefon açtım; karĢıma her zamanki gibi Sybil çıktı; arkadaĢımın kendisiyle konuĢmakta direttim (çünkü

bıraktığım haberler ona ulaĢtırılmıyordu); telefona gelen Ģaire, kendisinin bahçemdeki koca kuĢlardan biri gibi

bağırdığını iĢittiğim o öğle saatinde ne yaptığı sordum, elimden geldiği kadar sakin olmaya çalıĢarak. Shade,

pek anımsamıyordu ne yaptığını, ama bir dakika dedi, Paul (her kimse) ile golf oynamıĢtı ya da en azından

Paul'ün, baĢka bir iĢ arkadaĢıyla oynadığı golf oyununu izlemiĢti. Kendisini bu akĢam görmem gerektiğini

haykırdığım anda, hiç nedensiz, gözlerimden yaĢlar boĢandı, telefon sırılsıklam oldu; soluk soluğa kaldım; 30

Martta Bob tarafından terkedildiğimden bu yana böyle bir bunalıma düĢmemiĢtim. Karı koca Shadc'ler

arasında bir söz kasırgası koptu, sonra John konuĢtu benimle: 'Dinle Charles. Bu gece bir sağlık yürüyüĢüne

çıkalım; sekizde buluĢuruz.' O sıkıcı doğa konuĢmasının yapıldığı 6 Temmuz yürüyüĢünden sonra, bu ikinci

sağlık yürüyüĢümüzdü; üçüncüsü, 21 Temmuzda, umulmadık kısalıkta bir yürüyüĢ olarak gerçekleĢecekti.

Neredeydim? Evet, John'la eski günlerdeki gibi yeniden Arcady ormanında yorgun argın yürüyordum, sarımsı

pembe göğün altında.

NeĢem yerine gelmiĢti: 'Peki, dün gece yazdığın konu neydi, John? ÇalıĢma odanın penceresi ıĢık saçıyordu.'

'Dağlar,' diye yanıtladı.

Dimdik kalkmıĢ damarlı taĢtan Bera Dağı, üzerindeki kaba tüylü köknarlarla, önümde yükseliyordu tüm gücü

ve gururuyla. Bu olağanüstü haber, yüreğimi küt küt attırmaya baĢladı; Ģimdi benim de ona karĢı yücegönüllü

davranmayı baĢarabileceğimi hissediyordum. ArkadaĢımdan, eğer istemiyorsa, bana daha fazla açıklama

yapmamasını rica ettim. Hayır dedi, istemiyordu; sonra, üzerine almıĢ olduğu görevin güçlüklerinden

yakınmaya koyuldu. Hesapladığına göre, son yirmi dört saat içerisinde beyni, kabaca, bin dakikalık iĢ yapmıĢ

ve elli dize (yani 797.—847. dizeleri) ürcuniĢli ki bu, her iki dakikada bir hece demekti. Üçüncü Kanlo'sunu

Page 101: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

bitirmiĢ, son kanto olan Dördüncü Kanto'ya baĢlamıĢtı. (Önsöz'e bakın, Önsöz'e bakın hemen.) Acaba

evlerimize doğru yürümeye baĢlasak fazla kusuruna bakar mıydım?

203

Gerçi saat daha dokuzdu; onun yeniden kendi kaos'unun içine dalmasına ve oradan, bütün ıslak yıldızlarıvla

kozmos'unu çekip çıkarmasına izin verir miydim?

Nasıl hayır diyebilirdim? O dağ havası, beynime iĢlemiĢti: bu adam, toplayıp yeniden birleĢtiriyordu benim

Zembla'mı!

803. Dize : dizgi yanlıĢı

Shade'in bu Ģiirinin çevirmenleri, bir vuruĢta 'mountain'i 'fountain'e dönüĢtürmekte büyük bir güçlükle karĢı

karĢıyadırlar/146^ Fransızca, Almanca, Rusça ya da Zemblaca'da bu iĢin üstesinden gelmek olanaksızdır; o

zaman çevirmen, sabıkalıların resimlerinin toplandığı albümleri andıran dipnotlara koymak zorunda kalır bu

sabıkalı sözcükleri. Yine de değer! iki değil, üç sözcükle ilgili olağanüstü, inanılmayacak kadar hoĢ bir durum

geliyor aklıma. Aslında olayın kendisi pek sıradan (belki de uydurma). Rus çarının taç giyme törenini anlatan

bir gazetede, korona (taç) sözcüğü, yanlıĢ dizgi sonucu vorona (karga) olarak çıkmıĢ, ertesi gün okurlardan

özür dilenerek 'düzeltildiğinde' yine dizgi yanlıĢıyla korova (inek) olarak çıkmıĢtı. Bu sözcüklerin ingilizce

karĢılıkları olan crown-crow-cow dizisi ile Rusça korona-vorona-korova dizisi arasındaki uygunluk, benim

Ģairimin baĢını döndürecek denli sanatsaldır, hiç kuĢkum yok. Sözcük oyunu yarıĢmalarında böyle bir Ģeye

rastlamıĢ değilim; iki Ģeyin yakın benzerliğine karĢın aralarındaki farklar, hesaplanamayacak kadar çoktur.

810. Dize: duyuların kumaĢı

Garajın beĢ odasından birinde buranın sahibi kalıyor; gözleri sulanmıĢ yetmiĢlik bir adam; topallamasıyla bana

Shade'i anımsatıyor. Yakın bir yerde benzin istasyonu iĢletiyor.bahkçılara solucan falan satıyor. Beni genellikle

rahatsız etmiyor. Ama geçen gün odasındaki raftan 'eski bir kitap kap'mamı önerdi bana; hatırını kırmak

istemedim; kafamı bunların sayfalarına tek tek sapladım; hepsi de, karton kapaklı, döğüĢlü polis öyküleri

anlatan kitaplardı; okuyanda, içini çekip gü-Iümsemckten baĢka etki yaratmıyordu. Bana, bir dakika bekle

dedi, yatağının yanındaki dolaptan yıpranmıĢ bez ciltli bir hazine çıkardı. 'Yaman bir herifin büyük yapıtı.'

Franklin Lanc'in Mektupları. 'Raincr Parkı'nda görevli olduğum yıllarda, gençliğimde, onu gezinirken çok

görmüĢümdür. Bu kitap birkaç gün sizde kalsın. PiĢman olmazsınız!'

(146) Bu konuda 33. dipnotumuza bakınız. —Çev.

204

Olmadım. Ameliyat sırasında ölmeden önce, 17 Mayıs 1921'de Lane tarafından yazılmıĢ bir metinden buraya

aktaracağım satırlar, Shade'in Üçüncü Kanto'nun sonundaki sesinin yankısı sanki: 'Öbür ülkeye geçecek

olursam, arayacağım kiĢi kimdir orada?... Aristo! —Ah, konuĢacağım bir kiĢi var! Onun, bir insanın ellerinden,

dizginleri alır-casına, yaĢamının uzun ipini aldığı, olağanüstü serüvenlerin ĢaĢırtıcı labirentinden bu ipi

izleyerek geçtiğini görmek ne hoĢ olurdu!... Eğrilikler düzeltilmiĢtir. Yukarıdan bakan göz, Dcdalos'un planın/

^ basitleĢtirmiĢtir— karmakarıĢık, ürkünç Ģeyi güzel bir doğruçizgi haline getiren becerikli bir baĢparmağın

izlerini andıran beneklerle çıkıĢ yolu iĢaretlenmiĢtir.

819.Dize : dünyalarla oyun oynuyorlar

Çevresine ıĢık saçan arkadaĢım, sözcük oyunlarını, özellikle sözcük golfu denen oyunu, çocukça bir

düĢkünlükle herĢeye üstün tutardı. Renk renk ıĢıklı bir konuĢmanın akıĢını durdurur, sözcük oyunlarına

kendisini kaptırırdı; doğal olarak, onunla böyle bir oyun oynamayı reddetmek benim için kabalık olacaktı.

822. Dize : bir Balkan kralını öldürüyorlardı

ġiirin taslağında bu tümcenin .'bir Zembla kralını öldürüyorlardı' biçiminde yazılmıĢ olduğunu bildirmek için

delice bir istek duyuyorum. Yazık ki, taslak halinde olan dizelerin yazılmıĢ bulunduğu kartı Shade saklamamıĢ.

835. —838. Dizeler : peĢine düĢeceğim

AltmıĢ sekizinci kartın üzerine 19 Temmuz'da yazılmaya baĢlanan bu Kanto'nun ilk dizeleri, Shade'in kendine

özgü yöntemini yansıtıyor: iç uyakları olan, ilk dizede bitmeyip ikinci dizeye taĢan tümcelerden oluĢturulmuĢ

ustaca bir doku. Aslında, bu dört dizede verdiği sözü Ģair tutmadı; yine de, bu dizelerin büyülü ritmini 915.

dizede ve 923.— 924. dizelerde yinelemeyi baĢardı (bunların ardından, 925.—930. dizelerde öfkeli bir saldırı

baĢlayacak). ġair, ateĢli bir horoz gibi kanat çırpar görünüyor, yaratıcı patlamasıyla sahte bir esinin; ama

güneĢ doğmuyor. GerçekleĢtireceğine söz verdiği delidolu Ģiirin yerine, burada biz birkaç alaylı söz, biraz

taĢlama buluyoruz yalnızca; bir de kantonun bitiminde sevecenlikle dinginliğin görkemli parıltısını.

(147) Yunan mitolojisinde Dedalos, zindandan kaçmak için bir labirent oyar. —Çev.

Page 102: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

205

841. —872. Dizeler: iki kompozisyon yöntemi

Aslında üçtür; üst dünyanın parıltısına, flütüne ve 'sessiz komutuna' güvenme gibi çok önemli bir yöntemi de

sayarsak (871. dize).

873. Dize : En sevdiğim vakit

Sevgili arkadaĢım bu dizesiyle 20 Temmuz tarihli kart destesini doldurmaya baĢlarken (yetmiĢ birinci karttan

yetmiĢ altıncı karta dek, 948. dizeyle bitirerek), Orly havaalanında Gradus bir yolcu uçağına bindi, oturdu,

kemerini bağladı, gazetesini okumaya koyuldu; uçakla birlikte yükseliyor, süzülüyor, göğün kutsallığını

kirletiyordu.

887. —888. Dizeler : YaĢamöykümün yazarı, ya fazla sakınımlı yâ da az Ģey biliyor.

Kim fazla sakınımlı? Kim az Ģey biliyor? Zavallı arkadaĢım, onun kim olacağını kestirseydi, böyle

değerlendirmelere kalkıĢmazdı. Bu dizelerin ardından gelen dizelerde sözünü ettiği düzeneği ben, bir Mart

sabahı, görme zevkini ve onurunu tatmıĢ bulunuyorum. Washington'a gidiyordum; tam yola çıkacağım sırada,

Shade'in, Meclis Ki-taplığı'ndaki bir Ģeyi incelememi istemiĢ olduğunu anımsadım. Belleğimin kulağında

Sybil'in soğuk sesi: 'Ama John Ģimdi sizi göremez, banyoda' Banyodan Shade'in boğuk kükremesi: 'Bırak

gelsin, Sybil; ırzıma geçecek değil ya!' Shade'in bana sözünü ettiği Ģeyin ne olduğunu kendisi de, ben de

anımsayamadık.

894. Dize : kral

Zembla Devrimi'nin ilk aylarında Kral'ın resimleri Amerika'da sık görülüyordu. Kampüste kendilerini

ilgilendirmeyen iĢlere burunlarını sokan bazı belleği güçlü kiĢiler ya da kulüpte Shade'in ve ilginç arkadaĢının

peĢinden ayrılmayan bazı kadınlar arasıra, bilinçli olarak takındıkları aptalca ifadeyle bana, o talihsiz krala ne

kadar benzediğimi bir söyleyen çıkıp çıkmadığını sorarlardı. Ben 'tüm Çinliler birbirine benzer,' biçiminde,

benim için tehlikeli olacak bir yanıt verir, konuyu değiĢtirirdim. Ama bir gün, Fakülte Kulübünün dinlenme

salonunda, öğretim görevlisi arkadaĢlarla çene çalarken, hiç beklemediğim bir saldırganlıkla karĢılaĢtım.

Oxford'dan burayı ziyarete gelen bir Alman okutmanı, benzerliğin 'akıl almaz ölçüde' olduğunu söyledi ba-

ğırırcasına; ben, ilgisiz bir tavırla, bütün sakallı Zembla'lılann birbirine benzediğini ve Zembla adının gerçekte,

Rusça zemlya sözcüğünden bozma olmadığını, yansımalar ülkesi ya da 'benzeyenler' ülkesi anlamındaki

Semblerland'dan geldiğini açıkladım. ĠĢkencecim,

Ģöyle dedi: 'Evet ama Kral Charles'ın sakalı yoktu; karĢımdaki de tastamam onun yüzü! Karımla birlikle

1956'da Onhava'ya Spor YarıĢmalarını izlemeye geldiğimde Kral locasının yakınında bir yere oturma onurunu

elde etmiĢtim. Evimizde onun bir resmi var; uĢaklarından birinin annesi olan ilginç kadını, karımın kızkardeĢi

iyi tanıyor. Görüyor musunuz [Shade'in giysisinden asılarak] yüzlerin ĢaĢırtıcı benzerliğini? Yüzün üst yanı,

gözler, hele gözler, sonra kemerli burun...'

'Hayır, beyefendi [dedi Shade, düĢüncesini belirteceği zamanlar yaptığı gibi ayak ayak üstüne atıp koltuğuna

hafifçe gömülerek), arada hiçbir benzerlik yok. Haber filmlerinde Kral'ı gördüm; hiç benzerlik yok.

Benzerlikler, farklılıkların gölgeleridir. Farklı kiĢiler, farklı benzerlikleri ve benzer farklılıkları görürler.'

Ġyi yürekli Netoçka, bu konuĢma sırasında pek huzursuzlaĢmıĢtı; yumuĢak sesiyle, böylesine 'sevimli bir kralın'

belki de zindanda ölüp gittiğini düĢünmenin ne denli acı verici olduğunu söyledi.

Ġçeriye bir fizik profesörü girdi. Ġlerici eğitim adını verdikleri bir eğitimi, Rusya için casuslk yapanların

dayanıĢmasını savunan, yalnızca ABD bombalarının yıkım yarattığını öne süren, Dr. Jivago'yu da kapsayacak

biçimde Sovyet baĢarılarını öven ilericiler grubunun bir üyesi olarak bu profesör, Ģöyle konuĢtu: 'Üzülmenize

gerek yok. O zavallı kralın, rahibe kılığına girerek kaçtığı biliniyor. Ama baĢına ne gelmiĢse ya da gelecekse,

Zembla halkını ilgilendirmez. Mezar taĢına Ģu yazılmalı: Tarih, onu suçlu bulmuĢtur.

Shade: 'Doğrudur, beyefendi. Zamanı gelince, tarih herkesi suçlu bulur. Kral belki ölmüĢtür; belki sizin gibi,

Kinbote gibi sağdır, ama biz gerçeklere saygılı olmak zorundayız. [Beni göstererek] ondan öğ-retidiğime

göre, ortalığa yayılan bu rahibe masalı, AĢırılar yönetimini destekleyenlerin kaba bir uydurması. AĢırılar

yönetimiyle destekçileri, uğradıkları bozgunu gizlemek için bir sürü saçmalık uydurdular. Gerçek Ģudur: Kral,

yürüyerek saraydan çıktı, dağları tırmanıp aĢtı, ülkeyi terketti; evde kalmıĢ uçuk benizli bir kızın kara kılığıyla

değil, kırmızı yünden sporcu kılığıyla.'

'Tuhaf, tuhaf diyen Alman, son konuĢmalarda gizli olan gerçekten etkilenmiĢ tek kiĢiydi.

Shade {gülümserken benim dizimi ovalayarak]: 'Krallar ölmezler, yalnızca ortadan kaybolurlar, değil mi

Charles?'

Page 103: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

206

207

'Kim söyledi bunu?' diye tiz bir sesle sordu, bir esrime halinden sıyrılırcasına; konuĢmalardan haberi olmayan,

her zaman kuĢkucu Ġngilizce Bölümü BaĢkanı.

Sevgili ArkadaĢım ise, Bay H.'ye aldırmadan konuĢmasını sürdürdü:

'Benim durumumu ele alalım. En az dört kiĢiyi andırdığım söylendi bana: bunlardan biri, Samuel Johnson'dır;

öbürü, Exton Müzesinde sevecenlikle kurgulanmıĢ olan insanın atası; iki tanesi, yöremizin insanlarından olup,

bunlardan biri, Levin Hall kafeteryasında çorba dağıtan pasaklı cadıdır.'

'Üçüncü cadı,' diye hoĢ bir özetleme yaptım, herkes güldü.

Bay Pardon— Amerikan Tarihi, Ģöyle konuĢtu: 'Bence bu kadın, özellikle iyi bir yemekten sonra öfkelenmiĢ

haliyle yargıç Goldsworth ('Bizden biri,' diyen Shade, baĢını eğdi) gibi görünüyor bana.'

Netoçka aceleyle 'Goldsworth ailesinin iyi eğlendiğini duydum,' dedi.

înatçı Alman mırıldanıyordu: 'Yazık ki sözlerimin doğruluğunu ka-nıtlayamıyorum. Burada bir resmi olsaydı...

Acaba yok mu—'

'Vardır,' diyen genç Emerald, koltuğundan kalkıp gitti.

Profesör Pardon, bana sordu: 'Siz, Rusya'da doğdunuz sanıyorum; adınız, Botkin ya da Botkine adlarının

değiĢtirilmiĢ biçimi olabilir mi?'

Kinbote: 'Beni Yeni Zembla'dan gelen bir sığınmacıyla karıĢtırıyorsunuz' [Alaylı bir biçimde 'Yeni' sözcüğünü

vurgulayarak].

Dostum Shade sordu: 'Kinbote sözcüğünün kral katili anlamına geldiğini bana söylememiĢ miydin, Charles?'

'Evet. Kral'ı yokeden demektir,' yanıtını verdim (kendi kimliğini sürgünlük aynasına gömen bir kral, bir bakıma

kral katilidir; bunu onlara açıklamak isterdim.)

Shade [Alman ziyaretçiye]: 'Profesör Kinbote, takma adlar üzerine ilginç bir kitap yazmıĢtır. Sanırım [bana] bu

yapıtın Ġngilizce çevirisi basılmıĢtı.'

'Oxford, 1956,' diye açıkladım.

Pardon sordu: 'Ama Rusça biliyorsunuz, değil mi? Yanılmıyorsam, geçen gün sizin konuĢtuğunuzu duydum o

kiĢiyle... Adı neydi.. Aman Tanrım' [dudaklarını güçlükle birle;,'adi]

208

Shade: 'Beyefendi, o adı ağıza almak, bizim için de güçtür' [gülerek].

Profesör Hurley: 'DıĢ lastiği sözcüğünün Fransizxa karĢılığını düĢünüyorum: punoo.'

Shade: 'Korkarım, güçlüğü patlattınız' [gürültüyle gülerek]. 'Sönük adam,' diye dalga geçtim. Pardon'a

dönerek sürdürdüm, 'Evet, Rusça biliyorum. Zembla sarayında ve soylular arasında en gözde dil, Fransızcadan

çok, Rusçaydı. Bugün, durum farklı elbette; artık aĢağı sınıflara Rusça öğretiliyor, zorla.'

ilerici profesör: 'Biz de okullarımızda Rusça öğretmeye çalıĢmıyor muyuz?'

O sırada genç Emerald, odanın öbür ucunda, kitaplığın raflarını araĢtırıyordu. Bulduğu resimli ansiklopedinin

T-Z cildiyle yanımıza gelerek, 'iĢte,' dedi, 'kral burada; ama gördüğünüz gibi, genç ve yakıĢıklı.' ('Ah, bu yeterli

değil,' diye Alman ziyaretçi yakındı.) Genç, yakıĢıklı, üniforması ise parlak renkli.' diye konuĢmayı sürdürdü

Emerald. 'Aslında parlak hercai menekĢe/148^

Ben, istifimi bozmadan ona, 'Siz de, ucuz yeĢil ceketli, iğrenç düĢünceli bir köpeksiniz,' dedim.

'Kötü bir Ģey söyledim mi ben?' Çevresindekilere soruyordu, Le-onardo'nun Son Yemek tablosundaki havari

gibi ellerini açarak.

Shade ortalığı yatıĢtırdı: 'Genç arkadaĢımız, sizin kral adaĢınızı aĢağılamak amacı gütmüyordu kesinlikle,

Charles.'

'istese de yapamaz zaten,' diye yumuĢak bir tavırla, iĢi Ģakaya döktüm.

'Gerald Emerald elini uzattı— bu el, Ģimdi, yazma anında da aynı durumda bekliyor.

895.—899.Dizeler : Ben ne kadar ağırsam... Bu basit, tiksindirici dizelerin yerine taslakta Ģunlar vardı: (895)

Yadsımıyorum, belli bir tutkunluğum var Parody'ye, aklın son sığınağı bu; 'Doğa didiĢmesinde, direnç üstün

geldiğinde Kurban sendeler, yengi kazanansa baĢaramaz.' (899) Evet, okuyucularım, Pope bu.

(148) «Hercai menekĢe» sözcüğü, «eĢcinsel» anlamına da gelir. —Çev.

209

922.Dize : yardımıyla Bizim Krem'in

Tam böyle değil.Sözkonusu reklamda krem değil, köpüklü bir madde kullanılıyordu traĢ için.

Page 104: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Bu dizeden sonra, 923.—930. dizelerin yerine, taslakta, üstleri çizilmiĢ olarak Ģu dizeleri buluyoruz:

Tüm sanatçılar, mutsuzluk çağı derler Doğdukları çağa; en kötüsü benim ki: Bir çağ ki, uzaybombaları,

uzaygemileri için Yabancı adlı bir dahiyi görevlendirir, Öküz herifin biri, birĢeyler yapar; Bir çağ ki, yanıltıcı

görüntüler ĢaĢırtır Aybilimciyi; bu gülünç çağda Dr Schweitzer, büyük bilge sanılır.'

Bu dizelerin üzerini çizen Ģair, onların yerine baĢka bir temayla ilgili dizeler yazdı, ama sonra onları da çizdi:

'ġairlerin yükseklerde uçtuğu Ġngiltere ġimdi onları yerde yürütmek ister Kanatlı esin atına saban çektirmek;

ġimdi bayağılıkları sanat diye yutturanlar, Haberci, baykuĢu andıran Aptal Ve çağımızın tüm Toplumsal

Romanları Kömür tozlarıdır yalnızca, sayfaların üstünde.' 929. Dize: Freud

Hayalimde yine, Ģairin çimenlere devrildiğini, yumrüklanyla otları döverken sarsıla sarsıla kahkahalar attığını

görüyorum; kendimi, yani Dr Kinbote'yi de görüyorum yeniden, sınıftan yürüttüğüm bir kitaptaki hoĢ

bölümleri, gözlerimden sakalıma akan yaĢlarla okumaya çalıĢırken. Bu kitap, Amerika Üniversitelerinde, evet,

Amerika Üniversitelerinde okutulan, psikanalizle ilgli bilimsel bir yapıt. Yazık ki cep defterimde, sözkonusu

bölümlerin yalnızca iki tanesi var:

«Bütün yasaklamalara karĢın parmağın buruna sokulması, ya da giysilerdeki iliklere sürekli biçimde

parmakların sokulması, cinsel açlık çeken kiĢilerin hayalgüçlerinin hiçbir sınır tanımadığını gösterir.» (Prof. C.

tarafından Ģu yapıttan aktarıldı: Psikanaliz Yöntemi, yazan Dr. Oscar Pfister, 1917, N.Y., sh. 79).

«Kırmızı BaĢlıklı Küçük Süvari söylencesinin Almanya'da yaygın olan biçiminde, kırmızı kadifeden küçük takke,

aybaĢı kanamasının

210

simgesidir.» (Prof. C. tarafından Ģu yapıttan aktarıldı: Unutulan Dil, yazan Erich Fromm, 1951, N.Y., sh. 240).

Bu soytarılar, öğretmeye çalıĢtıkları Ģeyin doğruluğuna gerçekten inanıyorlar mı?

934. Dize: büyük kamyonlar

Yöremizden sık sık 'büyük kamyonlar' geçtiğini gösteren motor sesleri duyduğumu anımsamıyorum.

Gürültülü otomobiller geçiyordu, kamyonlar değil.

937. Dize : YaĢlı Zembla Yorgun ve üzgün bir açıklamacıyım bugün. ġair, ölümünden az önce,yelmiĢ altıncı

kartın sol yanına, Pope'un insanlar Üzerine Deneme'sinin Ġkinci Bildirisi'nden bir dize aktarmıĢ; herhalde bunu

bir dipnot biçiminde belirtecekti. ġöyle: 'Grönland'da, Zembla'da ya da Tanrı bilir nerde' Hain, yaĢlı Shade'in,

Zembla hakkında, benim Zembla'm hakkında söyleyebileceği bu kadar mıydı? Anızlarını traĢ ederken?

Ġnanılmaz, inanılmaz.

959.—940. Dizeler : Ġnsanın yaĢamı

Bu özlü ifadeyi doğru anladımsa, Ģairimiz burada insan yaĢamının, büyük kapsamlı ve anlaĢılması güç ama

yarım kalmıĢ bir baĢyapıt için bir dizi dipnot olduğunu söylemek istiyor. 949. Dize : O sırada

Böylece John Shade, 21 Temmuz sabahı, yani yaĢamının son günü, son kart demelini (yetmiĢ yedinci karttan

sekseninciye kadar) kullanmaya baĢladı.Ġki sessiz zaman bölgesi birleĢerek bir adamın yazgısının kesin

zamanını belirlediler; New Wye'da Ģairin, New York'ta katilin, o sabah, her ikisini de yönlendiren Zaman

Hakeminin kronometresinin korkunç çmlayıĢıyla, aynı anda uyandırılmaları olanaksız değildir.

949, Dize : O sırada

O sırada adam, buraya gittikçe daha çok yaklaĢmaktaydı. Gradus'u, Paris'ten New York'a geldiği gece (20

Temmuz Pazartesi) ürkünç bir kasırga karĢılamıĢtı. Ekvator yağmurları gibi bir sağanak, binaların zemin

kaüarıyla metroyu basmıĢtı. Irmağa dönüĢmüĢ caddeler, üzerlerinde oynaĢan yansımalarla, kaleidoskopları

andırıyorlardı. Vinogradus, böyle bir ıĢık oyununu daha önce hiç gör-

211

memiĢti. Jacques d'Argus da öyle: Jack Grey bile (unutmamamız gereken bir kiĢidir Jack Grey!) Üçüncü sınıf

bir Broadway oteline kapağı atü; karnı yukarda, yalak örtülerinin üzerine, çizgili pijamasıyla yalıp uyudu; her

zamanki gibi, çoraplarını çıkarmadı; Ġsviçre'de bir Fin hamamına gittiği 11 Temmuz gününden beri, kendi

ayaklarını çıplak görmemiĢti.

ġimdi 21 Temmuzdu. Sabah saat sekizde New York'un güm-lemeler ve gümbürtülerle uyandırdığı Gradus,

pislikle dolu günlük yaĢamına, her zamanki gibi, sümkürmckle baĢladı. Geceleri bir karton kutuya koyduğu

olağanüstü iri ve vahĢi diĢ takımını buradan çıkarıp ağzına yerleĢtirdi; aslında çok zararsız bir insan olduğunu

belli eden yüzünün tek aksaklığı, bu diĢlerdi. Sonra evrak çantasından iki küçük bisküviyle, bunlardan daha

önceki bir zamandan kalma olduğu halde yine de taze, lezzetli, ufak bir sandviç çıkardı; bunları, cumartesi

gecesi Nice'ten Paris'e yaptığı tren yolculuğu boyunca niçin sakladığını kendisi de bilmiyordu; tulumlu bir

Page 105: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

insan sayılmazdı (zaten Gölgeler, epeyce bir para vermiĢlerdi); ama Gradus, tutumlu yaĢamak zorunda kaldığı

gençlik yıllarının alıĢkanlıklarına hayvanca bir bağlılık gösteriyordu (bir tür içgüdü). Bu lezzetli Ģeylerle kahvaltı

yaptıktan sonra, yaĢamının en önemli gününe hazırlanmaya koyuldu. TraĢını dün olmuĢtu; alıĢkanlığı değildi

aslında. Hükümlülerinkini andıran pijamasını bavula koymayıp evrak çantasına tıkıĢtırdı, giyindi, çekelinin iç

yüzünden iĢlemeli akik bir tarak çıkardı, diĢlerinin arası dolmuĢ bu tarağı dik saçlarından geçirdi, keçeli

Ģapkasını özenle kafasına yerleĢtirdi, koridorun sonundaki helaya girerek zarif, modern, kokusuz lavaboda

hoĢ, modern sıvı sabunla iki elini de yıkadı, iĢedi, bir elini sudan geçirdi; kendisinin tepeden tırnağa tertemiz

olduğuna inanarak gezinmeye çıktı.

New York'u daha önce gezip görmemiĢti; ama kafası ağır iĢleyenlerin çoğu gibi o da yenilikleri kavramaktan

uzaktı. Önceki gece, bir sürü gökdelenin kat kat yükselen ıĢıklı pencerelerini saymıĢtı; Ģimdi birkaç binanın

daha yüksekliğini hesapladıktan sonra, artık bilinmesi gereken ne varsa hepsini öğrendiğini düĢünüyordu.

Kalabalık ve rutubetli bir büfede bir fincan dolusuyla yarım tabak kahve içti; sis mavisi sabahın kalan kısmını,

Merkez Parkı'nın batı yakasındaki ağaçlı yollarda kanapeden kanapeye, bir gazeteden öbür gazeteye

gitmekle geçirdi.

212

Ġlk okuduğu gazete, The New York Times oldu. Dudaklarını, kıvranan kurtlar gibi kımıldatarak, hemen hemen

bütün sayfayı okudu. HruĢçov (yaygın adlandırılıĢıyla KruĢçev), iskandinavya'ya yapacağı ziyareti ansızın

erlelemiĢti; çünkü Zembla'ya gidecekti (sözlerini önceden aktarıyorum: Vi nazivaete sebya zemblerami , siz

kendinizi Zembla'lı diye adlandırıyorsunuz, a ya vas nazivayu zemlyakami, ben de sizi taĢralı yoldaĢlarımız

diye adlandırıyorum! [Kahkaha ve alkıĢlar]). BirleĢik Devletler, atom enerjisiyle çalıĢan ilk ticaret gemisini

denize indirmeye hazırlanıyordu (Rusların canını sıkmak için, kuĢkusuz. J.G.). Dün gece Newark'ta, Güney

Caddesinde bir kasırganın 555 nolu apartmana çarpmasıyla bir TV alıcısı zarar görmüĢ ve Ģiddetli bir stüdyo

fırtınasında bir bayan sanatçının kaybolmasını seyreden iki kiĢi yaralanmıĢtı (Ģu acı çeken ruhlar ne korkunç!

C.X.K. tohumunun kabuğu J.S.). Brooklyn'deki Rachel Mücevher ġirketi, yayımlattığı bir duyuruda,

yakutların parlaülmasından anlayan birini arıyordu; bu kiĢi 'giysi mücevherleri konusunda deneyimli olmalıdır'

(ah, Degre öyleydi!). Helman kardeĢler, 11 000 000 dolarlık bir senedin ödenmesiyle ilgili görüĢmelerde

Decker Cam Fabrikası ġir-keti'ni desteklemiĢ olduklarını açıkladılar; borcun ödenme tarihi 1 Temmuz 1979'du;

Gradus, yeniden gençleĢerek, bunu iki kez okudu, belki de bu tarihten sonra altı bin dört yüz dört gün daha

yaĢayacağı biçiminde kırlaĢmıĢ bir düĢünce vardı kafasında (açıklama yok). BaĢka bir kanapede aynı gazetenin

pazartesi sayısını buldu. Beyaz At sokağındaki (Gradus, çok yakınına gelen bir güvercini tekmeledi) müzeyi

ziyaret etliği sırada Ġngiltere Kraliçesi, Beyaz Hayvanlar Sa-lonu'nun köĢelerinden birine doğru yürüdü, sağ

eldivenini çıkardı, kendisini seyreden bir sürü insana sırtını dönerek alnını ve bir gözünü ovaladı. Irak'ta Kızıl

yanlısı bir ayaklanma patlak verdi. New York'taki Sovyet sergisi için ne düĢündüğü sorulan Ģair Cari Sand-

bug'un yanıtını buraya aktarıyorum: 'Kendilerini en yüksek zihinsel düzeylerde tanıtıyorlar.' Turistlere yönelik

sıradan kitaplarla uğraĢan bir yayımcı, Norveç'le yaptığı geziyi değerlendirirken, fiyortların, kendisi tarafından

tanıtılmayı gerektirmeyecek kadar ünlü olduklarını belirtti, tüm Ġskandinavyalıların çiçek sevdiklerini de ekledi.

Her ulustan çocukların katıldığı bir kır eğlencesinde Zembla'lı bir yavrucak, Japon arkadaĢına Ģöyle bağırdı:

Ufgut, uf gut, velkam ut Semblerland! (HoĢça kal, Zembla'da görüĢelim!) Açıklamaktan çekinmiyorum: kısa bir

213

zaman yaĢayabilen yaratıkları *- ' bir omuzun arkasından incelemek, gerçeklen çok zevkli bir oyundu.

Jacques d'Argus yirminci kez saatine baktı. Elleri arkasında, bir güvercin gibi gezinmeye baĢladı. Broadway'de

bir lokantada lahana tur-Ģusuyla birlikle koca bir tabak yarı çiğ domuz eti, lastik gibi Fransız kızartmasından

iki porsiyon, üzerine de ham bir kavunun yarısını yedi. KiralamıĢ olduğum karanlık hücreden onu

seyrediyorum ĢaĢkınlıkla: iĢte orada, canavarca bir iĢe kalkıĢacak olan yaratık— iĢte baĢladı çiğ et yemeye

hayvanca bir mutlulukla! Bu harekeli sırasında, kafasındaki hayallerin ileriye dönük geliĢmesi, sanırım, durmuĢ

kabul edilmelidir, bütün olası sonuçların eĢiğinde; olası sonuçlardan biri, organı kesik bir yaratığın hayaletimsi

ayak burunlarıdır ya da satranç tahtasına eklenerek yayılan hayalet karelerdir, öyle ki boĢluğun üzerinden at-

layabilen bir at, gerçek karelerin son sırasında beklerken, satranç tahtasının ötesine ulaĢan bu hayalet

yayılmaları 'hisseder' ama bu yayılmalar, gerçek oyunda atın gerçek hareketlerini değiĢtirmez kesinlikle.

Güvercin yürüyüĢüyle geri döndü; Beverland Oteli'nde geçirdiği kısa ama hoĢ zaman için tam üç bin Zembla

kuronu ödedi. Deneyimleriyle beslenmiĢ öngörüsünün yanıltıcılığına kapılarak bavulunu ve —bir an

duraksadıktan sonra— yağmurluğunu, tren istasyonundaki emanetçinin pek de sağlam olmayan

Page 106: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

güvenilirliğine bıraktı; bu eĢyalar, sanırım bugün de orada güvenlik içinde durmakladır; nasıl benim kıymetli

taĢlarla süslü krallık asam, yakut gerdanlığım, elmas kakmalı tacım, açıklamaya gerek görmediğim bir yerde

güvenlik içinde duruyorsa, öyle. Kaçınılmaz yazgıyı belirleyen yolculuğuna çıkarken yanına, Ģu bildiğimiz siyah

ve yıpranmıĢ evrak çantasını aldı yalnızca; içinde temiz bir naylon gömlek, kirli bir pijama, traĢ makinesi, tek

bir bisküvi, boĢ bir karlon kutu, parkta tümüyle okuyamadığı bir resimli dergi, eskiden metresi için yaptırmıĢ

oldğu bir lens ve yıllar önce kendi elleriyle bastığı, on kadar sendika kitapçığı (çoğaltılmıĢ olarak) vardı.

Öğleden sonra saat 2'de havaalanında olması gerekiyordu. Dün gece yer ayırtırken, New Wye kentine gitmek

için, daha önceki uçakta yer bulamamıĢtı; o zaman demiryolu listesini incelemiĢti, ama boĢuna.

(149) Gradus'un okuyup geçtiği gazetelerin haberlerindeki kiĢiler olabilir. —Çev.

214

Çünkü trenlerin hareketini gösteren listeyi, eĢek Ģakası yapmaktan hoĢlanan biri düzenlemiĢti besbelli;

aktarmasız bir tek tren vardı; içinde sarsılıp zıplayarak yol alan öğrencilerimizin adlandırmasıyla Kare tekerlek

olarak ünlenen bu tren, sabahleyin Saat 5.13'te kalkıyor, istasyonlarda zaman öldürüyor ve Exton'a ulaĢmak

için dört yüz millik yolu onbir saatte alıyordu. Kurnaz davranıp Washington üzerinden gitseniz bile, orada en

az üç saat, uyuĢuk banliyö trenini beklemeniz gerekiyordu. Otobüsler, Gradus'un ilgi alanının dıĢındaydr,

otobüs yolculuğunda rahatsızlandığı için kendisini Fahrmamine haplarıyla uyuĢturmak zorunda kalıyordu ki

bu da, onun amacını gerçekleĢtirmek istediği Ģu anda, çok sakıncalıydı. Aslında amacını pek sık aklına

getirdiği yoktu ya, neyse.

Gradus Ģimdi bize, uzayda ve zamanda, önceki kantolara göre daha fazla yaklaĢmıĢ bulunuyor. Kısa kesilmiĢ,

dik, kara saçları var. Yüzünün boĢ dikdörtgenine, gerekli öğelerin çoğunu yerleĢtirebiliriz, örneğin kalın

kaĢlarını, çenesinin siğilini. Cildi gergin ama sağlıksız. Yüzünün hemen hemen ortasında, biraz

hipnotizmacılarınkini andıran görme organlarını farkediyoruz. Kambur gibi duran, ucu yivli, hüzünlü burnunu

görüyoruz. Çenesinin madensel maviliğini, kesilmiĢ bıyığının yerinde kum gibi dağılan noktaları farkediyoruz.

ġimdiden onun bazı hareketlerini tanıyoruz; geniĢ gövdesiyle, kısa arkaayaklarıyla, bir Ģempanze gibi

yürüdüğünü biliyoruz. BuruĢuk giysisi hakkında yeterli bilgi edindik. En azından boyunbağını tanımlayabiliriz;

Onhava'daki eniĢtesi, giyim konusunda zevk sahibi bir kasaptı, boyunbağını Paskalya armağanı olarak

Gradus'a almıĢtı; , yapma ipekten, çikolota renginde, kırmızı çizgili olan bu bo-yunbağının ucu,

1930'lu yılların Zembla- modasına göre, gömleğin ikinci ve üçüncü düğmeleri arasına sokulurdu. Gradus'un

dürüst, kaba ellerinin üzeri iğrenç kara kıllarla kaplıydı; sendika-ötesi bir ustanın özenle temizlenmiĢ

elleriydi bunlar, iki baĢparmağı da bi-çimsizleĢmiĢti, avize yapanlarda görüldüğü gibi.Sonra, sanki

birdenbire, Gradus'un ıslak etini farkediyoruz. Bu kadarla da kalmıyoruz: Önden, ama oldukça tehlikesiz, bir

hayalet gibi onun içinden, uçan makinesinin parlak pervanesinin içinden, bize el sallayıp sırıtan delegelerin

içinden geçtiğimiz sırada,Gradus'un parlak al ve dut rengindeki iç organlarını görebiliyoruz, bir de içini

dolduran tuhaf, hafif kabarmıĢ denizi.

215

ġimdi daha fazla ilerleyebiliriz; bir doktora ya da bizi dinlemek isteyen herkese bu primatın^50) zihinsel

özelliklerini anlatabiliriz. Okuma, yazma, hesap yapma yeteneğine sahipti; az da olsa, kendi varlığına iliĢkin bir

bilinç (bunu nasıl kullanacağını bilmiyordu), biraz akıl, ama yüzleri, tarihleri saklayan güçlü bir bellek

bağıĢlanmıĢtı kendisine. Ruhsal gerçeklik açısından, bir varlık sayılmazdı. Ahlak açısından ise, uydurma bir

kiĢiyi izleyen baĢka bir uydurma kiĢiydi. Silahı gerçek bir silahtı, avı da son derece geliĢmiĢ insan türünden bir

canlıydı; ama bu gerçek, bizim olaylar dünyamızda yer alıyordu, onun dünyasında ise hiçbir yer tutmuyordu.

Size Ģunu bildireyim: 'Kralı' yok etme düĢüncesi, ona bir ölçüde zevk veriyordu. KiĢisel yetenekleri için

tuttuğumuz listeye, bu yüzden, onun kavramlar oluĢturma yeteneğini de eklemeliyiz; genel kavramlar

oluĢturmakla sınırlı bir yetenektir bu (Ģimdi hangisi olduğunu araĢtırma sıkıntısına katlanamayacağını baĢka

bir notumda da sözelmiĢlim bundan). Gradus'un aldığı sözkonusu zevk (benim kendisinde bunu yüksek

ölçüde belirlememe karĢılık) az, pek az bir tensel zevk olabilirdi; bir dev aynasının önünde adi bir

hcdonistW151) durup soluğunu tutarak yüzündeki koca sivilceyi iki yanından, iki baĢparmağıyla öldüresiye

bastınp içindeki yarı saydam, yılansı irini tümüyle dıĢarı (oh! diye bir rahatlama sesiyle birlikte) çıkarırken

duyduğu zevk kadar küçük olabilirdi Gradus'un zevki. Onun kimseyi öldürmemesi için, (belirgin bir geleceği

hayal etme yeteneğinin elverdiği kadar) kafasında kurduğu bu eylemden zevk almaması yetmezdi; ayrıca,

onun adalet anlayıĢını paylaĢan kiĢilerce kendisine önemli (iĢe bakın ki öldürmesini zorunlu kılar hale gelen)

Page 107: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

bir ödev yüklenmesinden de zevk almaması gerekiyordu; ama öldürme iĢinde, o sivilce düĢmanının iğrenç

ürpertisine benzer bir Ģey bulmasaydı, bu ödevi kesinlikle kabul etmezdi.

Önceki notlarımdan birinde (Ģimdi bunun 171. dizeyle ilgili açıklama olduğunu biliyorum) 'otomatik

adam'ımızın hoĢlanmadığı Ģeyleri ve bunlara bağlı olarak güdülerini ele almıĢtım; ona bu adı taktığım sırada

kendisi, Ģimdiki kadar bedenselleĢmemiĢti, akıl kurallarını da Ģimdiki kadar çiğnemiyordu; kısacası, bizim

güneĢli, yemyeĢil, çimen kokulu Arcady'miz'den uzaktaydı o zamanlar. Ama yüce Tanrı, insanoğlunu öyle

hayran olunacak biçimde yaratmıĢtır ki onun, kendini,

(150) Primat; insanları ve maymunları kapsayan omurgalılar türü. -Çev.

(151) YaĢamda tek ahlak ilkesi olarak «zevk almayı» benimseyen kiĢi.—Çev.

216

çocuklarını savunma ya da yaĢamım sürdürme zorunluluğu dıĢında nasıl ve neden, kendi gibi bir insanı yok

etmeye kalkıĢtığını açıklamak için (bu düĢüncenin, Gradus'a sürekli bir insan statüsü bağıĢlamayı

gerektirdiğinin farkındayım) hiçbir güdü avcılığı ve akılcı araĢtırma, elveriĢli olmamaktadır; Gradus'un, Taç

davasında, kendisi hakkında verilecek son yargıda, ben diyorum ki, yalnızca silahının Ģarjörünü boĢaltmak

üzere Atlantik'in karĢı kıyısına yaptığı aptalca yolculuğu açıklamak için, onun tamamlanmamıĢ bir insan

oluĢunun yetersiz bir sebep olduğu hükmüne varılması halinde Ģunu kabul edebiliriz ki, doktor, bizim yarı-

insanımız aynı zamanda bir yarı-deliydi.

GüneĢe doğru uçmakta olan ufak, konforsuz uçağın içinde kendisini, New Wye Dilbilim Konferansına

gecikmeli giden delegelerin arasına sıkıĢmıĢ buldu. Bu delegelerin tümü, aynı yabancı dilin uzmanlarıydı; ama

hiçbiri bu dili konuĢamıyordu; konuĢmalar (yerinde büzülüp kalan katilin üzerinden aĢarak, kımıltısız yüzünün

dört yanından) Amerikan Ġngilizcesiyle yürütülüyordu. Ama bu sıkıntılı ortamın içindeki Gradus, karĢılaĢtığı

baĢka bir sıkıntının nedenini bulmaya çalıĢıyordu;uçaktan indikten sonra da kurtulamadığı bu sıkıntı,

çevresindeki tekdilcilerin gevezeliklerinden kat kat kötüydü. Rahatsızlığını, yemiĢ olduğu domuz eti, lahana,

kızarmıĢ patetes ve kavundan hangisine bağlayacağını bilemiyordu; bunları tek tek, bir kaç kez tatmıĢ; mide

sancıları açısından geçmiĢe dönük bir araĢtırma yapmıĢ, ama hepsinin eĢit ölçüde sancı verici olduğunu

bulmuĢtu. Benim saptamam Ģudur (doktorun bunu doğrulamasını isterdim): Fransız sandviçi, barsaklarda

Fransız kızartmasıyla, iki tarafa da yıkım getiren bir savaĢa tutuĢmuĢtu.

Saat beĢten sonra New Wye havaalanına indiler. Gradus iki kâğıt bardak dolusu taze, soğuk süt içti; masadaki

haritayı inceledi. Haritada, kıvranan bir mideyi andıran kampusun resmine küt parmağıyla hafifçe vurarak,

üniversiteye en yakın otelin adını görevliye sordu; yaya olarak Merkez Bina'dan (Ģimdiki adıyla Shade

Salonu'ndan) beĢ dakikalık uzaklıkta olan Kampus Olcli'ne arabayla gidebileceğini öğrendi. Oraya giderken

midesi karıĢtı, otele varır varmaz helaya koĢtu; içindekilerin sıcak bir sel gibi boĢalmasıyla rahatladı.

Pantolonunu çekip arka cebindeki ĢiĢliği kontrol etmiĢti ki bulantı ve sancı yeniden bastırdı; bir kez daha

pantolonunu aceleyle indirirken az kalsın arka cebindeki küçük Browning'i helanın derinliklerine kaçınyordu.

217

Kendi varlığıyla ve evrak çantasıyla güneĢin canını sıkmaya koyulurken de inlemesini, takma diĢlerini

takırdatmasını sürdürüyordu. GüneĢ ağaçların arasından renk renk benekler saçıyor, Üniversite Kasabası

öğrencilerle ve dilbilim toplantısı için gelen uzmanlarla cıvıl cıvıl kaynıyordu; bu kalabalığın içinde Gradus,

Amerikalı küçük öğrencilere yönelik Temel ingilizce kitapları satan ya da çeviri iĢinde herhangi bir insan ya da

hayvandan çok daha hızlı, akılalmaz çeviri makinelerinin pazarlamasıyla uğraĢan gezgin bir satıcı sanılabilirdi

kuĢku uyandırmadan.

Merkez Bina'da kendisini büyük bir hayalkınklığı bekliyordu: bugün kapalıydı. Çimenlere uzanmıĢ olan üç

öğrenci ona, Kitaplığa gitmesini önerdiler; üçü de parmaklarıyla, çimenliğin sonundaki binayı gösteriyorlardı.

Katilimiz, yorgun argın, oraya doğru yürüdü.

DanıĢma yerindeki kız, 'Onun ev adresini bilmiyorum,' dedi, 'ama Ģu anda kendisinin burada olduğunu

biliyorum. Kuzeybatıdaki üçüncü salonda bulursunuz kesinlikle, Ġzlanda Yapıtları salonunda. Kuzeye doğru

yürüyün [kalemini sallayarak], batıya dönün, sonra yine batıya; orada Ģeyi göreceksiniz [kalemiyle havada

çember çiziyordu— yuvarlak masa mı, yoksa yuvarlak raf mı?]— Ama, bir dakika, en iyisi Florence Houghton

Salonu'nu buluncaya dek dosdoğru batı yönünde gidin, oradan kuzeye dönün; böylece yolunuzu

ĢaĢırmazsınız.' [kalemi yeniden kulağına yerleĢtirdi].

Bir gemici ya da kaçak kral olmadığı için Gradus, gideceği yeri hemen ĢaĢırdı; raflı labirentte boĢuna

dolaĢtıktan sonra, çelik bir dolaptaki kartları kontrol eden ağırbaĢlı kütüphaneci anaya yaklaĢarak Ġzlanda

Page 108: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Yapıtları Salonu'nu sordu. Kadının yavaĢ ve ayrıntılı açıklamaları, kendisini çabucak, baĢladığı yere geri

götürdü (danıĢma yerine).

BaĢını ağır ağır sallayarak, kıza 'bulamıyorum,' dedi:

'Bulamadınız mı?' diye konuĢmaya baĢlayan kız, birdenbire iĢaret etti: 'A, bakın, iĢte kendisi orada!'

Salonun üzerindeki koridorda, uzun boylu, sakallı bir adam, hızlı bir asker yürüyüĢüyle doğudan batıya geçti,

dolabın arkasında kayboldu; ama Gradus onun, sağlıklı iri gövdesinden, dik yürüyüĢünden, yüksek kemerli

burnundan, düz alnından ve canlı kol sallayıĢlarından hemen anladı Sevgili Charles Xavier olduğunu.

Bizim iz sürücü, en yakın merdivene doğru fırladı— bir anda kendisini Eski Kitaplar Odası'nm büyülü

sessizliğinde buldu. Oda güzeldi,

218

ama hiçbir kapısı yoktu; gerçekte, kendisinin geçmiĢ olduğu perdeli giriĢ yerini ancak birkaç dakika sonra

yeniden görebilmiĢti. Kafasında bu kovalamacanın yarattığı ĢaĢkınlık, kamındaysa yinelenen o da-• yanılmaz

sancı; geri dönüp hızla üç basamak indi, sonra dokuz basamak yukarı fırladı, daire biçimindeki bir odaya

giriverdi o hızla, burada Havai gömleği giymiĢ, teni güneĢte yanmıĢ kel bir profesör, yuvarlak bir masanın

baĢına olurmuĢ, yüzünde alaycı bir ifadeyle Rusça bir kitabı okumaklaydı. Gradus, kendisine aldırmayan

adamın yanından geçti, uyuyan küçük beyaz köpeğin üzerinden sessizce atladı, sarmal merdivenleri

takırdatarak indi, mahzeni andıran bir yere ulaĢtı. Buradan, iyi aydınlatılmıĢ, boru döĢenmiĢ bir koridor onu

hiç ummadığı bir hela cennetine götürdü; su borusu döĢeyicileri ya dâ kaybolmuĢ üniversiteliler kullansın

diye yapılmıĢ olmalıydı. Bela okuyarak çarçabuk tabancasını, tehlikeli arka cebinden ceketine aktardıktan

sonra karnını ağrıtan cehennem sıvısının bir kısmını daha boĢaltarak rahatladı. Geldiği yerden yukarı tırmandı;

rafları aydınlatan tapınak ıĢığında, oranın görevlisi olan narin Hindu delikanlıyı gördü, elinde baĢvuru kartıyla.

Onunla hiç konuĢmuĢluğum yoktu, ama mavi-kahverengi gözlerini birkaç kez bana diktiğini hissetmiĢtim,

öğretim üyesi olarak kullandığım takma ad da kendisine yabancı değildi kuĢkusuz; ama delikanlının içinde

duyarlı bir hücre, bir sezgi teli, katilin sorusundaki hoyratlığa tepki gösterdi; beni olası bir tehlikeden korumak

istercesine genç Hindu, gülümseyerek Ģöyle dedi: 'Onu tanımıyorum, beyefendi.'

Gradus, bir kez daha, danıĢma yerine gitti.

'Çok kötü,' dedi kız, 'Onun Ģimdi buradan ayrıldığını gördüm.'

'Bozhe moy, bozhe moy! diye homurdandı Gradus, sinirleri bo-, zulduğunda böyle Rusça ünlemler kullanırdı.

Kız, 'adres defterinden onu bulursunuz,' diye Gradus'un önüne defteri sürdü; sonra kendisini karın ağrılanyla

baĢbaĢa bırakarak, elinde selefon kaplı kalın bir kitap bulunan bay Gerald Emerald'la ilgilenmeye koyuldu.

Ġnleyerek, ağırlığını bir ayağından öbürüne aktararak Gradus, defterin sayfalarını çeviriyordu; ama aradığı

adresi bulduğunda, oraya ulaĢma sorunuyla yüzyüze geldi.

Emerald sordu: 'Siz, Profesör Pnin'in yeni asistanı mısınız?"

'Hayır,' dedi kız. 'Bu adam, sanırım Dr Kinbote'yi arıyor. Siz, Dr Kinbote'yi arıyorsunuz, değil mi?'

219

'Evet, ama artık arayamam,' dedi Gradus.

'Öyle sanmıĢtım,' diye kız sürdürdü, 'Onun evi, bay Shade'inkine yakın mıdır, Gcrry?'

'A, elbette,' diyen Gerry, katile dönerek konuĢtu: 'Ġslerseniz sizi arabamla oraya götürebilirim. Yolumun

üzerinde.'

Bu iki karakter, yeĢil giysili adamla kahverengi giysili adam, konuĢtular mı arabanın içinde? Kim bilebilir?

KonuĢmadılar. Buna karĢın araba yolculuğu yalnızca birkaç dakika sürdü (güçlü Kramler'imle, yolculuğum

dört buçuk dakika sürdü).

'Sizi burada indirsem iyi olur,' dedi Bay Emerald. 'ġu yukarıdaki ev.'

Gradus'un, öbür adıyla Grey'in o anda neyi daha çok istediğini söylemek güç: Silahını boĢaltmak mı yoksa

barsaklanndaki bitmez tükenmez lavdan kurtulmak mı? Kapıyı aceleyle açmaya çalıĢırken, ona yardım etmek

üzere alçakgönüllü Emerald eğildi, onun üzerinden uzandı, sanki onunla bütünleĢti, kapıyı açtı; sonra kapıyı

hızla kapattı, vadide buluĢacağı bir yere doğru sürdü gitti. Okuyucularım, katille yaptığım uzun bir

konuĢmadan sonra kendilerine bildirmek yorgunluğuna katlandığım bütün bu ayrıntıların değerini

anlayacaklardır diye umuyorum; hele, polis tarafından sonradan yayılan söylenceye göre Jack Grey'in

Roanoke'tan ya da herhangi bir yerden baĢlayan yol boyunca kamyonla yalnız bir sürücü tarafından

götürülmüĢ olduğunu söylersem, okuyucularım bu ayrıntıların değerini daha iyi anlayacaklardır! Kitaplıkta ya

Page 109: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

da bay Emerald'ın arabasında unutulan Ģapkanın yansız bir araĢtırmayla ortaya çıkarılacağını ummaktan

baĢka bir Ģey gelmiyor elimizden.

957. Dize : Gece Dalgalarının Sesi

Amerikalı Ģair Shadc'le ilk iliĢkimi oluĢturan Gece Dalgalarının Sesi'nden, küçük bir Ģiir geldi aklıma. Amerikan

Edebiyatı okutmanlığı yapan Boston'lu parlak ve sevimli delikanlı, bu ince ama hoĢ kitabı bana Onhava'da,

öğrencilik yıllarımda göstermiĢti. 'Sanat' baĢlığını taĢıyan sözkonusu Ģiirin ilk dizeleri, kıvrak ve latlı ezgileriyle

bana zevk veriyorlar; çok 'yüksek' Zcmbla kilisemizden içime damlayan dinsel duyguların üzerinde

titreĢiyorlar:

'Mamut avlayanlardan ve Odiseus'lardan

'Ve doğu büyülerinden

Ġtalyan tanrıçalarına

'Kollarında Flaman bebekleri taĢıyan.'

220

962. dize : Yardım et bana, Will. Solgun AteĢ(152)

Bu sözcükler, açıkça Ģu anlama geliyor: Shakespeare'in yapıtlarına bakayım da baĢlık olarak kullanabileceğim

sözcükler bulayım. Bulduğu, 'solgun ateĢ.' Ama Ģairimiz bunu Bard'ın hangi yapıtından dev-ĢirmiĢ olabilir?

Okurlarım bunu kendi araĢtırmalarıyla bulsunlar. Bende yalnızca Atinalı Timon'un ince bir cep kitabı biçiminde

basılmıĢ Zemblaca çevirisi var! Bu yapıtta, 'solgun ateĢ' anlamına gelebilecek hiçbir Ģey bulunmuyor

(bulunsaydı, benim Ģansım olağanüstü bir yaratık olurdu).

Zembla'da ingilizce öğretimi, bay Campbell'in döneminden önce yapılmıyordu. Conmal, Ġngilizceyi kendi

kendine öğrendi (sözlük ezberlemeye ağırlık vererek); 1880 yılında bunu baĢardığında henüz genç bir

adamdı; önünde bir söz cehenneminin değil, oldukça dingin bir askerlik mesleğinin kapıları açılmıĢ gibi

görünüyordu; ilk yapıtı (Shakespeare'in Sonnet'lerinin çevirisi) subay arkadaĢıyla tutuĢtuğu bahsin ürünüydü.

Ondan sonra, kılıcıyla subay giysisini temelli çıkarıp üniversite öğretim görevlilerinin cübbesini kuĢandı ve

Fırtına'mn hakkından geldi. Shakespeare'in yapıtlarını, ağır bir iĢçilikle yarım yüzyılda çevirmeyi baĢardı;

tümünü 'dze Bart' adı altında topladı. 1930 yılında ise, çağları delip geçmeye, Milton'u ve öbür Ģairleri

çevirmeye koyuldu. Son çevirisi, Kipling'in 'Üç Fok Avcısının ġiiri.' (ġimdi bu, Rus'un Yasası oldu, çelikle ve

silah atıĢıyla uygulanıyor.) Conmal, çekmiĢ olduğu Altamira hayvanları resimleriyle donatılmıĢ görkemli bir

tavanı olan yatak odasında ölümüne yatarken, son sayıklamasının son sözlerini söyledi : 'Comment dit-on

"mourir" en anglais?*• ' Güzel ve dokunaklı bir son.

Conmal'ın eksiklikleriyle alay etmek kolaydır. Büyük bir öncünün toyluğundan kaynaklanıyordu onlar. Kendisi,

kitaplığında gereğinden fazla yaĢamıĢtı, oğlanlarla gençlerin içindeyse gereğinden az. Yazarlar, dünyayı

görmeli, onun incirleriyle Ģeftalilerini toplamalı ve sarı fildiĢi kulede sürekli olarak düĢüncelere

kalmamalıdırlar; bir bakıma Shade de yaptı bu yanlıĢlığı.

Unutmamamız gereken bir Ģey var: Conmal, bu büyük görevine baĢladığında hiçbir Ġngiliz yazarı Zemblacaya

çevrilmemiĢti, Jane de Faun'dan baĢka (bu hanım romancının on cilt tutan yapıtlarından hiç-

(152) Bu konuda 39. dipnotumuza bakınız!—Çev.

(153) 'Ġngilizcede "ölmek" nasıl denir?'—Çev.

221

biri, tuhaftır ki, ingiltere'de bilinmiyordu); Byron'un Ģiirlerinin birkaç parçası, o da Fransızca çevirilerinden,

Zemblacaya aktarılmıĢtı, hepsi bu.

iri, tembel bir insan olan Conmal'ın tek tutkusu Ģiirdi; bu yüzden sıcak Ģatosundan ve armalı elli bin

kitabından pek seyrek ayrılmıĢtır. Onun, iki yılını yalakta okuyarak ve yazarak geçirdiği, böylece güç

topladıktan sonra ilk ve son kez Londra'ya gittiği, ama havanın sisli olması ve kendisinin ingilizce'den

anlamaması nedeniyle ertesi yıl yatağına geri döndüğü bilinmektedir.

ingilizce, Conmal'ın ayrıcalığı olduğu için, Shakspere çevirisi de, uzun yaĢamının büyük bölümünde kendisinin

dokunulmaz kalesi olarak kaldı. Saygıdeğer Dük, yapıtının soyluluğuyla ünlenmiĢti; onun aslına uygunluğunu

çok az kiĢi sorgulamaya kalkıĢtı. Bense, buna kalkıĢacak denli korkusuz olamadım. Acımasız bir öğretim üyesi

yaptı bunu, ama sonunda koltuğunu yitirdi; ayrıca Conmal, belki biraz yanlıĢ bir Ingilizceyle, yine de canlı bir

sonnet'de onu çok sert payladı. ġiirin ilk dizeleri Ģöyleydi:

'Ben köle değilim. Beni eleĢtiren köle olsun.

'Ben olamam. Shakespeare de istemezdi bunu.

Page 110: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

'Resim öğrencileri yapsın resmini yaprakların.

'Ben, Ustayla birlikte sütun pervazını yapacağım!'

997.D/ze:atnallan

O çınlama seslerinin nereden geldiğini Shade anlayamadığı gibi ben de anlayamamıĢımdır. Yolun karĢı

tarafında, ağaçlı tepemizin alçak yamaçlarında oturan beĢ aileden hangisinin iki akĢamda bir at-nallarıyla

halka oyunu oynadığını bilmiyorduk. Ama Dulwich Te-pesi'nin akĢam korosuna, yani çocukların birbirlerini

çağırmalarından, evlerine çağrılmalarından ve çevrede nefret uyandıran bokser köpeğinin coĢkuyla sahibine

havlamasından oluĢan ses karmaĢasına, bu atnallarının tangırtısı, hüzünlü güzel bir ara müziği gibi katılırdı.

Güçlü arabamla kitaplıktan evime döndükten sonra hemen sevgili komĢumun ne yapmakta olduğunu

görmeye gittiğim o çok önemli, çok aydınlık 21 Temmuz akĢamında çevremi iĢte o madense! ezgi kuĢatmıĢtı.

Sybil'le, kasabaya doğru arabasını sürdüğü hırada karĢılaĢmıĢtım, bu da benim o akĢam için bazı umutlar

beslememe neden olmuĢtu. Size açıklayayım ki ben, karısı evden ayrılan genç bir adamın yalnız kalıĢını fırsat

bilen uyanık bir metres sayılsam yeriydi!

222

Ağaçların arasından John'un beyaz gömleğiyle ağarmıĢ saçlarım farkettim; 47-48. dizelere iliĢkin açıklamamda

sözettiğim sarmaĢıklı verandada, kendi deyimiyle Yuva'sında oturuyordu. Biraz daha yaklaĢmaktan kendimi

alamadım- ah, çıt çıkarmadan, ayaklarımın ucuna basarcasına; iĢte o zaman Ģairin yazmaktan çok,

dinlenmekte olduğunu gördüm ve hiç çekinmeden onun yuvasına ya da tüneğine doğru yürüdüm. Dirseğini

masaya, elini Ģakağına dayamıĢtı; yüz çizgileri çarpılmıĢ, gözleri nemli ve bulanıktı; kafayı bulmuĢ yaĢlı bir

cadıyı andırıyordu. Yerinden kımıldamadan, öbür elini havaya kaldırdı beni selamlamak için; eskiden beri

yaptığı bu hareket bu kez Ģairin dalgın olmaktan çok, umutsuz olduğunu gösterircesine beni çarptı.

'Esin perisi, size iyi davranıyor mu?' diye sordum.

'Çok iyi,' diye yanıtlarken eliyle desteklenmiĢ baĢını biraz eğdi:

'Olağanüstü bir iyilik ve eliaçıklık gösterdi. ĠĢte burada [muĢambanın üzerinde, kendisine yakın duran, karnı ĢiĢ

bir zarfı iĢaret ederek] ürünün hemen hemen tümünü toplamıĢ bulunuyorum. Birkaç küçük düzeltmeden

sonra [yumruğunu birden masaya indirerek] bitti demektir bu iĢ.'

Bir ucu kapatılmamıĢ olan zarf, içindeki kart destesiyle, bir tepeyi andırıyordu.

Hanımefendi yoklar mı?' diye sordum (ağzım kurumuĢtu).

'Buradan çıkmama yardım et, Charlie,' diye rica etti, 'Ayağım uyuĢmuĢ. Sybil, kulübünde yemek yemeye gitti.'

'Bir öneride bulunacağım,' dedim, titreyerek. 'Evimde yarım galon Tokay var. En sevdiğim Ģarabı en sevdiğim

Ģairle paylaĢmaya hazırım. Yemek olarak ceviz, iki iri domates, bir demet muz yiyeceğiz. Eğer 'bitmiĢ

ürün'ünüzü bana göstermeyi kabul ederseniz güzel bir Ģey daha sunacağım: Yapıtınızdaki temayı size niçin

verdiğimi, daha doğrusu kimin verdiğini açıklayacağım.'

Koluma yaslanmıĢ olan Shade, "Ne teması?' dedi dalgın dalgın; ayağı uyuĢukluktan kurtuluyor, o da

yürümeye çalıĢıyordu.

'Yokülkemiz mavi Zembla, kırmızı Ģapkalı Steinmann ve deniz mağarasındaki motorlu kayık, sonra...'

'Hah,' dedi Shade, 'Sanırım, senin gizini çoktan anlamıĢ bulunuyorum. Yine de Ģarabının tadına zevkle

bakacağım.Tamam, artık yürüyebilirim.'

223

Evinde kendisine sıkı bir içki kısalması uygulandığından, herhangi bir altın damlaya karĢı direnemeyeceğini iyi

biliyordum. Ġçe dönük baĢarılı bir atlayıĢ yaptım ve Ģairi, basamaklardan inmesini güçleĢtiren koca zarftan

kurtardım. Çimenliği aĢtık, yolun karĢı yanına geçtik. Klink-klank, atnallarının müziği geliyordu Gizemin

Kulübesi'nden. TaĢıdığım zarfın içindeki sert köĢeli ve lastikle bağlı dizin kartı destesinin katılığını

hissedebiliyordum. Ölümsüz imgelerin, karmaĢık düĢüncelerin ve konuĢan, ağlayan, gülen canlı insanlarla

dolu yeni dünyaların yazı denilen iĢaretlerle sergilenmesi mucizesine saçma bir hayranlık besliyoruz. Bunun

doğruluğundan hiç kuĢkulanmıyoruz; bu yüzden, ağaçta yaĢayan insandan Browning'e kadar, mağara

adamından Keats'e kadar Ģiirsel anlatım ve kurgunun aĢamalı geliĢme tarihini, çağların bu ortak örgüsünü,

saçma hayranlığımızın kaba hareketleriyle, bir bakıma söküp bozuyoruz. Bir gün hepimiz, uyandığımızda

kendimizi, okuma yeteneğimizden tümüyle yoksun kalmıĢ bulursak ne olacak? Yalnızca okuduğunuz Ģey

karĢısında değil, onun okunabilir ~ ' oluĢunun mucizesi karĢısında da soluğunuzun kesilmesini isterdim

(öğrencilerime bir zamanlar söylediğim gibi). Mavi büyüyle uzun zaman amatörce uğraĢtığım için,dünyadaki

tüm düzyazı yapıtlarının taklitlerini üretebilirim (ama ĢaĢılacak Ģeydir ki nazım türünden yapıtları taklit

Page 111: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

edemiyorum— ben iyi bir Ģair taslağı değilim); bu taklit yeteneğime dayanarak kendimi gerçek bir sanatçı

saymıyorum elbette; ancak vurgulamam gereken bir özelliğim var: Ben, yalnız gerçek bir sanatçının

baĢarabileceği Ģeyi yapmaya yetenekliyim— unutulmuĢ esin kelebeğini yakalamaya çalıĢırım; sıradan Ģeylere

bağlılıktan kendimi kurtarırım; dünya denen ağı, bu ağın iplerini görürüm. Sol koltukaltımda taĢımıĢ olduğum

Ģeyi, dinsel bir tören yaparcasına elimde tutuyordum; bir an kendimi, anlatılmaz bir ĢaĢkınlık içinde buldum;

sanki dağlanıp yaralanmıĢ gökyüzünde, acı çeken ruhlar adına ateĢböceklcrinin okunabilir bir Ģifreyle

anlattıklarını çözmüĢ ya da bir yarasanın okunabilir biçimde yazdığı iĢkence öyküsünü okumuĢtum.

Tüm Zcmbla'yı kalbime sımsıkı bastırarak tutuyordum.

993.-995. Dizeler : Kara Vanessa

Shade'lc ikimiz, onun bahçesinden benimkine geçerken ardıçlarla çiçekli çalıların arasına daldığımız sırada,

Ģairin ölümüne bir dakika

1

(154) Bu paragrafın son tümcesine dikkat edilmelidir. —Çev.

kala, bir kızıl Amiral (270. dizeyle ilgili açıklamaya bakınız), renkli bir alev gibi, çevremizde baĢdöndürücü bir

hızla dönerek yaklaĢtı. AkĢamın gölgesi patikaya düĢerken alçalan güneĢin yapraklar arasında bulduğu

boĢluktan son ıĢıklarını göndererek kahverengi kumlan yaldızladığı yerde, Shade'lc ben aynı anda aynı adamı

farkedinceye kadar kelebek bir ya da iki kez görünüp yitti. Hızla uçarken güneĢ ıĢınları altında parlayan,

sönen, yeniden parlayan kelebek, gözlerimizden kaçıyordu; sanki bilinçli olarak korkutucu bir oyun

oynuyordu; sonunda, bundan zevk duyan arkadaĢımın koluna konarak oyunu durdurdu. Havalandı; bu kez

onu, bir defne ağacının çevresinde, kendinden geç-miĢcesine hızlı bir uçuĢa kapılmıĢ gördük; arasıra cilalı bir

yaprağın üzerine konup onun ortasındaki oluktan aĢağı kayıyordu, do-ğumyıldönümünde Ģimarıp trabzandan

kayan bir çocuk gibi. Sonunda gölgenin dalgası, defnelere ulaĢtı ve kadife-alev karıĢımı görkemli yaratığı

yuttu.

998. Dize : Bir komĢunun bahçıvanı

Bir komĢunun! Benim bahçıvanımı Ģair birçok kez görmüĢtü; burada açıkça belirtmemesini ben onun, bilinen

kiĢi ve Ģeyleri Ģiirselliğin örtüsüyle, belirsizliğin sisiyle kaplama tutkusuna bağlayabilirim ancak (adları

kullanacağı baĢka yerlerde de bu tutkusuna kapılmıĢtır) — Ģairin, zayıf ıĢıkta bahçıvanımı, bir yabancı için

çalıĢan baĢka bir yabancıyla karıĢtırmıĢ olması da güçlü bir olasılıktır. Bu yetenekli bahçıvanı ben, boĢ

olduğum bir bahar günü, rastlantıyla keĢfetmiĢtim; o gün,üniversitcnin içindeki yüzme havuzunda çıldırtıcı ve

utanç verici bir serüven yaĢadıktan sonra ağır ağır evime gidiyordum. Bahçıvan Appalachia'riın en ünlü

caddelerinden birinde, bir ağaca dayadığı merdivenin en üstünde oturuyor, ağacın hasta dalıyla ilgileniyordu.

Kırmızı pazen gömleğini çimenlerin üzerine atmıĢtı. O yukarıda, ben aĢağıda, biraz çekingen, konuĢtuk. Bütün

hastalarının, tek tek, hangi ülkeden geldiklerini bilmesi bende hoĢ bir ĢaĢkınlık yarattı. Bahar mevsimiydi;

Ġngiliz gezginlerin bir baĢtan öbür baĢa resmini çektikten sonra ayrıldıkları güzel ağaç sütunlarının arasında

yalnız biz kaldık. Bu ağaçların ancak birkaç türünü sayabileceğim burada: Jüpiter'in gürbüz meĢe ağacı ve

öbür iki türü: Ġngiltere'den getirilen gökgürültüsü ağacıyla bir Akdeniz adasından getirilen boğumlu ağaç;

hava tutan ağaçlarından bir sırr. (Ģimdi ıhlamur), bir anka ağacı (Ģimdi palmiye), bir çam, bir sedir (Cedrus),

hepsi de ada ağaçları; Venedik'ten gelen bir firavuninciri; iki söğüt, yeĢil olanı Venedik'ten getirilmiĢ olmalı,

224

225

beyaz yapraklısı Danimarka'dan; bir karaağaç, kabuklu parmaklarında sarmaĢık yüzükleri; insanı gölgesinde

oyalanmaya çağıran bir dut ağacı; bir palyaçonun mezarından alınmıĢ üzgün selvi ağacı (Arnavutluk

dolaylarından).

Bahçıvan, daha önce Maryland'da bir zenci hastanesinde, hastabakıcı olarak iki yıl çalıĢmıĢtı. BeĢparasizdı.

Bahçe düzenlemeciliği, bilkibilim ve Fransızca öğrenimi görmek ('Baudelaire ve Dumas'yı asıllarından

okumak') istiyordu. Onu parasal yönden destekleyeceğime söz verdim. Hemen ertesi gün, benim bahçemde

iĢe baĢladı. Çok sevimli, hüznüyle insanı etkileyen bir görünüĢü vardı; gelgeldim biraz fazla geveze ve

tümüyle güçsüzdü, bu beni umutsuzluğa düĢürüyordu. Aslında sırım gibi bir bedene sahipti; onu sabırla

toprağı iĢlerken, çimen döĢerken, özenle çiçek soğanları dikerken seyretmek bana estetik açıdan zevk

veriyordu. Bazan da patikaya taĢ döĢemekle uğraĢıyordu; bu, Ġngiltere'den güvenlik içinde döndüğü zaman

evsahibim için hoĢ bir karĢılama olabilir, belki de olmaz (umarım, orada kana susamıĢ manyaklar kendisinin

peĢine düĢmemiĢlerdir!). Onu (evsahibimi değil, bahçıvanımı) büyük bir sarıkja Ģalvar giymiĢ, ayağına halhal

Page 112: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

takmıĢ görmeyi nasıl isterdim! Onu, eskidenberi hayallerde canlandırılan romantik Moritanyalı prens örneğine

göre giydirirdim kesinlikle, eğer kuzeyli bir kral olsaydım- daha doğrusu, krallığımı sür-dürseydim(sürgünlük,

zararlı bir alıĢkanlık oluyor). Kınayacaksın beni, alçakgönüllü adamım, bu açıklamamda senin hakkında bu

kadar çok Ģey yazdığım için; ama sana borcumu ödemeliyim böylece. Ne de olsa, benim yaĢamımı kurtardın.

Senle ben, John Shade'i hayatta gören en son kiĢileriz. Sen Ģairle birlikte geldiğimizi farkettiğin zaman tuhaf

bir önseziye kapılmıĢ, iĢini bırakmıĢtın; bizim, fundalıklardan yü-' rüyerek yaklaĢmakta olduğumuz verandada

duran kiĢi— (bu karanlık kiĢinin adını sen bana söylemiĢtin ama o uğursuz sözcüğü yazmaktan batıl

inançlarım alıkoyuyor beni.)

7000. Dize : [= 1. Dize : Gölgesiydim ben, mumkanat kuĢunun, öldürülmüĢ.]

Bütün iyi Amerikalılar gibi Shade, gömleğinin altına, tuhaf bir Ģey giyerdi; gömleğin tene yapıĢan yerlerinde

küçük pembe lekeler olurdu (sırtında). ġairi alçaktaki omuzunu kımıldatır, öbürünü yükseltirken, dağınık kır

saçlarıyla, buruĢuk ensesiyle, arka ceplerinin birinden sarkan parlak renkli mendiliyle, öbür cebinde ĢiĢkinlik

yapan cüzdanıyla, biçimsiz iri kalçalarıyla, oturduğu olların boyadığı haki pantolonuyla,

226

sürüyerek yıprattığı topuksuz ayakkabı larıy la, kısacası o günkü haliyle görür gibiyim. Benim önümde

yürürken baĢını arkaya çevirip hoĢ bir homurtuyla Ģuna benzer sözler söylüyordu: 'Hiçbir Ģeyin üzerinden at-

lamamalısın— tavĢan tazı oyunu değil bu,' ya da [irkilerek] 'Sah geceleri geçen Ģu kahrolası kamyonlar için

Bob Wells'e [belediye baĢkanı] yeniden yazmam gerekecek.1

Caddenin karĢı yanına geçip Goldsworth arazisine, oradan da taĢlı bir yola girmiĢtik; bu yol, bir çimenliğin

yanından tırmanıyor ve Dul-wich yolunu Goldswort'un ön kapısına bağlayan taĢlı patikayla birleĢiyordu.

Shade, 'Bir ziyaretçin var,' dedi.

Verandada kısa, tıknaz, siyah saçlı bir adam, kahverengi takım elbise giymiĢ, eliyle de eski, biçimsiz bir evrak

çantasını gülünç sapından yakalamıĢ, bize profilini gösteriyordu; kıvrık iĢaret parmağı, henüz bastığı zil

düğmesine yönelmiĢ kalmıĢtı.

'Öldüreceğim onu', diye mırıldandım. Yakın zamanlarda, baĢlıklı bir kız, elime bir tomar dinsel kitapçık

tutuĢturmuĢ ve sinir hastası bir genç olduğunu sandığım erkek kardeĢinin, benim evime gelerek Tanrının

iradesi konusunu görüĢeceğini, kitapçıklarda anlamadığım Ģeyler çıkarsa onları bana açıklayacağını

söylemiĢti.. Gençlik iĢte!

'Ah, öldüreceğim onu,' diye yineledim fısıltıyla Ģiirin —esrik edici akıĢının kesintiye uğratılabileceğini

düĢünmek, öylesine katlanılmaz bir Ģeydi. Davetsiz konuğu uzaklaĢtırmak için öfkeli bir acelecilikle Shade'in

önüne geçtim; Ģair, kendisine suacağım içkiye ve açıklamaya doğru paytak paytak yürümüĢtü önümde o ana

dek.

Daha önce Gradus'u hiç görmüĢ müydüm? Durun düĢüneyim. Evet mi? Belleğim, baĢını iki yana sallıyor.

Amaıiaha sonraları katil, bana, bir, zamanlar kulemden Sarayın bahçesine baktığım sırada kendisini eski

uĢaklarımdan bir gençle birlikte seradan, cam yataklar içinde bitkileri atlı bir arabaya taĢırken gördüğümü ve

kendisine el salladığımı söylemiĢtir, yine de ziyaretçi, bize doğru dönerek donuk ve birbirine yakın yılan

gözleriyle bizi yerimize mıhladığında ben, onu tanımanın ürpcrlisiyle öyle sarsıldım ki yatağımda düĢ görüyor

olsaydım hay-kırarak uyanırdım.

Sıktığı ilk kurĢun, yazlık siyah ceketimin kol düğmesini kopardı, ikincisi kulağımın yanından vınladı geçti.

Onun, arkamda duran kır bukleli beyefendiye niĢan aldığını, beni hedeflemediğini öne sürmek, büyük bir

akılsızlık olur (beni kitaplıkta yeni görmüĢtü - tutarlı olalım,

227

beyler, her Ģeye karĢın bizimki akla uygun bir dünyadır). Ah, bana niĢan alıyor, ama her seferinde ıskalıyordu,

kurtulamadığı sakarlığıyla. Bense arkadaĢıma siper olup bağırarak, güçlü kollarımı açarak (sol elimde Ģiiri

tutmayı sürdürerek, Matthew Arnold'un deyiĢiyle (1822 -1888) 'dokunulmaz gölgeyi^155^ bırakmaksızın') o

çılgın herifin yaklaĢmasını engellemeye, John'u korumaya çabalıyordum, çünkü sakarlıkla sıkılacak bir

kurĢunun onu rastlantı sonucu öldürmesinden korkuyordum. O sırada canım arkadaĢım beceriksiz John, okul

çocuklarının fırlattığı kayalardan felçli kardeĢini kurtarmaya çalıĢan zavallı topal bir oğlanın özeniyle beni

tutup peĢinden götürmeye, bel bağladığı defnelerin koruyuculuğuna doğru sürüklemeye uğraĢıyordu.

Hissettim - yine hissediyorum - benim elimi yakalamaya çalıĢan John'un elini, parmaklarımı arayıp sonunda

bulan parmaklarını, yüce bir bayrak koĢusunda hemen yaĢam değneğini bana aktarmak istercesine elime

teslim olan elini.

Page 113: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Beni ıskalayan bir mermi onu yandan vurup kalbine girdi; arkamda olduğu için çabalarımı boĢa çıkardığı gibi

dengemi de bozdu; aynı anda, yazgının bu saçma oyununu bitirmek üzere bahçıvanım, elindeki beli arkadan,

silahlı Jack'ın kafasına var gücüyle indirip onu yere devirdi. Katilin elinden düĢen silahı, kurtarıcımız kaptı;

ayağa kalkmama yardım etti. Kuyruksokumumla sağ bileğim, kötü incinmiĢti ama Ģiir kurtulmuĢtu. John ise,

beyaz gömleğinde kırmızı bir leke, yüzükoyun yere serilmiĢti. YaĢadığından umutluydum yine de. Deli,

verandanın basamağına oturmuĢ, ĢaĢkınlık içinde kanlı elleriyle kanlı kafasını tutuyordu. Onu bahçıvanın

gözcülüğüne bırakarak eve koĢtum; paha biçilmez zarfı helada yığılı duran kız ayakkabılarının, kürklü kar

çizmelerinin, beyaz lastik .çizmelerin altına sakladım; beni sihirli Ģatomdan dıĢarı ve Zembla'mdan bu

Arcady'ye iletmiĢ olan gizli geçidin ağzıydı sanki hela; çıktım. Telefonda 11111 numarayı aradıktan sonra bir

bardak suyla cinayet sahnesine geri döndüm. Zavallı Ģair, Ģimdi sırtüstü yaüyordu, aydınlık akĢamda göğün

maviliğine açılmıĢ ölü gözleriyle. Silahlı bahçıvan, yaraladığı katilin yanına oturmuĢtu; basamakların üzerinde

sigara içiyorlardı. Katil, ya acı çektiğinden ya da yeni bir rol oynamaya karar verdiğinden, beni unutmuĢ

gibiydi; sanki ben, Onhava'nın Tessera Meydanı'nda, taĢtan bir at üzerinde taĢtan bir kraldım; ne olursa olsun,

sonuçta Ģiir kurtulmuĢtu.

(155) Gölge (shade) aynı zamanda Ģairin soyadıdır.— Çev.

228

Basamakların yakınındaki saksının yanına bıraktığım bir bardak suyu bahçıvan aldı, katille paylaĢtı, sonra

zemin kattaki helaya kadar ona eĢlik etli; polisle birlikte hastane arabası geldi o anda. Katil, adını Jack Grey

olarak bildirdi; sürekli bir oturma adresi yoklu, Katil Deliler Bakımevi'nin dıĢında; ici^56^ sadık köpeğin hiç

ayrılmadığı, tek oturma adresidir aslında; polis de onun buradan yeni kaçmıĢ olduğunu düĢünüyordu.

'Bizimle gel, Jack, Ģu kafana bir Ģeyler sokacağız senin.' Bir aynasız, sakin ama kasıtlı biçimde böyle

konuĢurken ölünün üzerinden atlıyordu; iĢle o korkunç anda Dr Sutton'ın kızıyla Sybil Shade'in içinde

bulunduğu araba kapının önüne yaklaĢıyordu.

Bu kargaĢalık gecesinde Ģiiri, Goldsworth'un dört perisinin çizmelerinin altından benim siyah bavulumun

sağlam koruyuculuğuna aktarmama olanak veren bir an bulabilmiĢtim; ama hazinemi gözden geçirmek için

en güvenli anı ancak Ģafak sökerken buldum.

Shade'in, Zembla Kralı hakkında destansı bir Ģiir yaratmakta olduğuna nasıl sarsılmaz ve nasıl aptalca bir

inanç beslediğimi hepimiz biliyoruz. Beni bekleyen büyük hayalkınklığıyla karĢılaĢmaya hazırız artık. Ah,

kendisini tümüyle bu temaya adayacağını ummamıĢtım aslında. Bu temaya, kuĢkusuz, kendi yaĢamından

parçalarla bazı Amerikan malları karıĢtırabilirdi; ama Ģiirinde, kendisine anlattığım krallığımın benzersiz

atmosferinin yer alacağından bir an bile kuĢku duymamıĢtım. Güzel bir Ģiir baĢlığı da önermiĢtim ona; benim

için hiçbir anlam taĢımayan Solgun AteĢ yerine, kitaplığımda bulunan ve kendisinin sayfalarını keseceği bir

kitabın adını, Ģiirine baĢlık yapmasını istemiĢtim: Solus Rex.^51^ ġiiri okumaya baĢladım. Gittikçe ' hızlanarak

okuyordum. YaĢlı bir yalancının vasiyetnamesini öfkeyle okuyan genç bir mirasçı gibi çabuk ve söylenerek,

baĢtan sona okudum. Nerdeydi benim günbatımında yükselen kalemin siperleri? Güzel Zembla'm nerdeydi?

Sıradağları nerde? Sisin içinde ülkemin uzun titreyiĢleri nereye gitti? Ve sevimli çiçek oğlanlarım, ve

pencerelerde yansıyan yedi renk, ve Kara Gül Bekçilerim, ve bütün olağanüstü öyküm, hani? Hiçbiri yok! Bir

hipnotizmacı sabrıyla, bir aĢık baskısıyla Ģairin kafasına yerleĢtirdiğim karıĢım, olması gereken yerde

(156) Burası.—Çev.

(157) Yalnız Kral.—Çev.

229

!|

yoktu. Ah, acım anlatılır gibi değil! Çılgınca, tutkuyla yaratılmıĢ bir destan beklerken, ne geçmiĢti elime? Esas

olarak Ģairin kendi yaĢamını konu edinen, Appalachia bölgesini yer olarak seçen ve Pope'un kullandığı veznin

yeni bir biçimiyle yazılmıĢ, eski türden bir yapıt; güzel yazılmıĢ olduğu kuĢku götürmez elbette; Shade, güzel

yazardı her zaman; ama Ģiiri, benim engin ve büyülü çılgınlığımın akıĢından yoksundu; ben iĢte bu akıntının,

Ģiiri bir baĢtan öbür baĢa geçeceğine ve onu zamanının ötelerine ulaĢtıracağına inanmıĢtım.

Kafamı ağır ağır topladım; Solgun Atefı yeniden, daha dikkatli okudum. ġiiri, ilk okuyuĢumdakinden daha az

beğeneceğimi sanırken aksine, daha çok beğendim. Neydi sebebi? Neydi o uzaktan belli belirsiz gelen müzik,

havadaki hafif renklenmeler? ġiirin orasında burasında, özellikle, evet özellikle bazı dizelerin farklı

biçimlerinde aklımın yankılarını ve parıltılarını, geçip giden görkemimin arkada oluĢturduğu dalgalan

keĢfediyordum. ġiire, acımayla karıĢık bir sevecenlik göstermeye baĢlamıĢtım. Sanki sahip olduğumuz dönek

Page 114: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

bir genç yaratık, siyah bir dev tarafından kaçırılıp hoyratça sevildikten sonra Ģimdi salonumuzun ya da

bahçemizin içinde yeniden güvenliktedir ve seyislerle ıslık çalmakta, evcil fokbalığıyla yüzmektedir. Onur

yarası ağrımaya devam eder, ağrıması da gerekir, ama biz tuhaf bir gönül borcuyla o ağır, ıslak gözkapaklarını

öperiz, o kirletilmiĢ eti okĢarız.

ġiirle ilgili, Ģimdi okuyucularımın ellerinde tuttukları açıklama notlarım, kaynağı bende olan o yankıları ve ateĢ

titreĢimlerini, ve solgun fosfor parıltılarını, ve Ģairin farkında olmadan benden aldığı her Ģeyi bulup gösterme

giriĢimimin ürünleridir. Bu notların bazılarında belki sert bir ifade var— ama haklı yakınmalarımı kamuoyuna

duyurmamak için elimden geleni yaptım notlarımda. Burada ek bir açıklama yaparken amacım, gazetecilerin

ve ölüm yazılarında Ģairin 'arkadaĢları' diye kafadan uydurulan kiĢilerin, kasıtlı biçimde, Shade'in ölümüyle

ilgili olayları yanlıĢ yansıtarak yaptıkları kaba, katilce saçmalamalardan yakınmak değildir. Onların bu olaylarla

benim aramda kurdukları bağlantıyı ben, engerek zchiriyle güçlendirilmiĢ gazeteci acımasızlığı olarak

değerlendiriyorum. Ġyi biliyorum ki bu açıklamalarımı ya-yımlattığtm zaman çoğunu, asıl suçlu sayılması

gereken kiĢiler ellerinin tersiyle iteceklerdir. Kocası tarafından 'her Ģey kendisine gösterilmiĢ olan' bayan

Shade, sözkonusu farklı dizelerin yine kocası la-

230

rafından kendisine gösterildiğini anımsamayacaktır. Çimenlere uzanmıĢ üç öğrenci, birdenbire belleklerini

yitireceklerdir. Kitaplık'taki danıĢma görevlisi kız, cinayet günü Dr. Kinbote'yi soran adamı anımsamayacaktır

(çünkü kendisine anımsamaması söylenecektir). Yine biliyorum; bay Emerald, memeli bir öğrencinin esnek

güzelliği üzerinde yaptığı incelemeyi kısa keserek, kıĢkırtılmıĢ erkekliğinin gücüyle yadsıyacaktır o akĢam

arabasıyla benim evime birisini götürmüĢ olduğunu. Yani bireysel varlığımın, değerli arkadaĢımın acı sonuyla

iliĢkisini koparmak için elden gelen her Ģey yapılacaktır.

Ama az da olsa öcümü almıĢ bulunuyorum: kamuoyunun yanlıĢ anlayıĢı, Solgun AteĢ'i yayımlama hakkını

kazanmama dolaylı yoldan yardım etmiĢtir. Benim dürüst bahçıvanım, gördüğü olayı herkese heyecanlanarak

anlatırken bazı konularda yanılıyordu; yine de olaydaki 'kahramanlığımı abartması, takma adıyla Jack Grey'in

bilinçli olarak Shade'e niĢan aldığını söylemesi kadar yanlıĢ değildi; ama Shade'in dul eĢi, hiç

unutamayacağım bir sahnede katille hedefi arasına 'kendimi fırlatmıĢ' olduğum düĢüncesiyle öyle etkilendi ki

ellerimi sıkarak bağırdı: 'Böyle Ģeylerin karĢılığı ne bu dünyada ödenebilir, ne öbür dünyada.' ġu 'öbür dünya',

inanmayan kiĢinin kötü talihine yakalanmasıyla gerçekleĢir; bunu bir yana bırakıyorum ve iĢin doğrusunu

açıklamamaya karar vererek diyorum ki: 'Ah, yine de bir karĢılık ödenebilir, sevgili Sybil. Senin gözünde, küçük

bir istek sayılabilirse de... Shade'in son Ģiirini basıma hazırlama ve yayımlama hakkını bana vermeni istiyorum.'

Bu hak hemen bana verildi; yeni ağlamalar, yeni kucaklamalarla; ertesi gün de, hızlı bir küçük avukata

hazırlattığım anlaĢmaya imzasını bastı. Bu güzel üzgünlük anını çok çabuk unuttun, sevgili kız. Ama Ģunu

unutmamanı isterdim: hiçbir kötü amaç gülmedim ben; ayrıca, bütün entrikalara ve alçaklıklara karĢın John

Shade, sanırım bu açıklamalarımdan pek rahatsız olmayacaktır.

Bu alçakça düzenler yüzünden, insanların soğukkanlılıkla (birdenbire haykırarak bana saldırmalarına meydan

vermeyecek biçimde) bu trajedideki gerçeği görmelerini sağlamaya çalıĢtığım sırada, karabasanımda bazı

güçlüklerle karĢılaĢtım^ ). Bu trajedide ben, bir rastlantı tanığı' değildim; aksine, baĢlıca, en büyük (yazık ki öl-

(158) Bu romandaki olaylar, bir karabasanın ürünü olmasın sakın? — Çev.

231

dürülemez olmayan) kurbandım. Bu gürültüler, yeni yaĢamımı etkileyerek sona erdi, bu basit dağ kulübesine

taĢınmamı gerektirdi; ama ben, cezaevine konmasından hemen sonra tutukluyla bir görüĢme, belki de iki

görüĢme yapmayı baĢardım. ġimdi, evimin verandasında yüzü kan içinde otururkenki haline göre daha aklı

baĢındaydı; bana bilmek islediğim her Ģeyi anlattı, iĢlediği iğrenç suçu - tımarhaneden kaçmıĢ Jack Grey

kimliğine bürünerek polisi ve halkı (aynı zamanda, kendisini buraya gelmesini buyuran kiĢiyle karıĢtıran

Shade'i) aldattığını itiraf ettirmek için onu, yargılanması sırasında yardımcı olabileceğime inandırmıĢtım. Ama

beklenmedik bir aksilik oldu: birkaç gün sonra, çöp sepetinden ele geçirdiği bir jiletle gırtlağını keserek

adaletin gerçekleĢtirilmesini önledi. Öldü. Kendisini öldürmesinin nedeni, bu öyküdeki rolünü oynadıktan

sonra arlık gereksiz bir varlığa dönüĢtüğünü görmesi değildi; bu son beceriksizliğiyle, baĢarısızlıklarına taç

giydirmesiydi: öldürmesi gereken kiĢi önünde dikilirken o, tutup yanlıĢ kiĢiyi öldürmüĢtü. Yani onun yaĢamı,

kurmalı bir oyuncağın motorunun durmasıyla sona ermedi; insana özgü umutsuzluğun zorunlu kıldığı bir

hareketle tükendi. Bu kadar yeter. Jack Grey sahneden çıkar.

Page 115: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

New Wyc'da, bir daha dönmemek umuduyla ayrılmadan önce geçirdiğim o korkunç haftayı, ürpermeden

anımsayamıyorum. Pırıl pırıl hazinemden beni hırsızlar yoksun bırakacaklar diye sürekli bir korku içinde

yaĢadım. Belki bazı okuyucularım, öğrendiklerinde gülecekler ama ben anlatacağım yine de: ġiiri telaĢ ve

korkuyla siyah bavulumdan çıkarıp evsahibimin çalıĢma odasındaki boĢ çelik kutuya kapattım önce; birkaç

saat sonra çıkardım; uzun zaman giydim onu sanki; yani doksan iki tane dizin kartını bireysel varlığımın

üzerine yaydım: yirmi tanesi ceketimin sağ cebinde, bir o kadarı sol cebinde, kırklık bir tomarı sağ mememin

üzerinde, dizelerin değiĢik yazılmıĢ biçimlerini içeren çok değerli on iki tanesi ise en içteki sol göğüs cebimde.

Kendi kendime kadın iĢi yapmayı öğrenmiĢ olduğum için talihime Ģükrediyordum; çünkü ceplerimin

dördünün de ağızlarını dikmeyi baĢarmıĢtım. Böylece, dikkatle adım atarak, aldattığım düĢmanların arasında

dolaĢıp duruyordum, Ģiirle zırhlanmıĢ olarak, uyaklarla silahlanarak, bir baĢka adamın dcstanıyla yiğitleĢerek,

kartonla desteklenmiĢ olarak, en sonunda kurĢun iĢlemez bir varlık haline gelerek.

232

Yıllarca önce - kaç yıl olduğunu söylemeye istek duymuyorum hiç— yetiĢkin bir insan gibi uykusuzluk

hastalığı çeken allı yaĢında küçük bir adam olan bana, Zemblalı hastabakıcımın Ģöyle dediğini anımsıyorum:

'Minnamin, Gut mag alkan, Pern dirslan' (küçüğüm, Tanrı acıktırır, Ģeytan susatır). ġimdi ey ahali, bu güzel

salonda birçoğunuz, sanırım en az benim kadar aç ve susuz; burda dursam iyi olur arlık, ey ahali..

Evet, dursam iyi olur. Açıklamalarımla birlikte varlığım da tükenmek üzere. Sayın baylar, çok acı çektim ben;

hiçbirinizin düĢünemeyeceği kadar çok acı. Yüce Tanrının kutsaması, zavallı yurttaĢlarımın üzerinden eksik

olmasın, iĢim sona erdi. ġairim öldü.

'Peki sen, sen kendin ne yapacaksın, zavallı kral, zavallı Kinbote?' diye soruyordur belki de kibar, genç bir

insan sesi.

Bu yapıttaki öbür iki karakterin kaderini paylaĢmak tutkusundan kurtulmam için Tanrı bana yardım edecek;

inanıyorum buna. Var olmayı sürdüreceğim. BaĢka gizlenme yollarını, biçimlerini deneyebilirim; ama var

olmaktan vazgeçmeyeceğim. BaĢka bir kampüste yeniden ortaya çıkabilirim yaĢlı, mutlu, sağlıklı, cinsel açıdan

karĢı cinse ilgi duyan bir Rus, sürgünde bir yazar olarak; ünsüz, geleceksiz, dinleyicisiz; sanatından baĢka Ģeyi

olmayan bir insan. Yeni bir filmde Odon'la güçbirliği yapabilirim: Zembla'dan KaçıĢ (saraya top mermisi, saray

bahçesine bomba). Tiyatro eleĢtirmenlerinin ilkel beğenilerini karĢılamak üzere bir oyun, o kötü

melodramlardan bir tane ko-tarabilirim, üç ilkeye bağlı kalarak: bir deli (düĢte var olan bir kralı öldürmek

istemektedir), baĢka bir deli (kendisini o kral olarak düĢlemektedir) ve seçkin bir yaĢlı Ģair (ayağı takılarak

savaĢ alanına düĢüverir, düĢsel iki varlığın çarpıĢmasıyla yokolur). Oh, çok Ģey yapabilirim! Öykünün geliĢimi

izin verirse, yelken açabilirim yeniden elegeçireceğim krallığıma doğru; hıçkırıklarla selamlayabilirim ülkemin

kurĢuni kıyılarını, yağmur allında hafifçe parlayan bir çatıyı. Bir tımarhaneye tıkılmıĢ, haykırıp yakınıyor

olabilirim. Ama ne olursa olsun, sahne nereye kurulursa kurulsun, adamın biri, Ģimdilik epey uzakta, bir bilet

satın almakta; otobüse, gemiye, uçağa binmekte; karaya ayak basmıĢ bulunuyor, bir milyon fotoğrafçıya

doğru ilerliyor; Ģimdi kapımı çalacak - daha iri, daha saygın, iĢinde daha becerikli bir Gradus.

233

DtZĠN

f talik olarak dizilen sayılar, dizelerin

ve onlarla ilgili açıklamaların numaralarıdır. G,K£ büyük harfleri ise

bu açıklamalardaki üç baĢkiĢiyi

simgelemektedir,

A., Baron, Oswin Affengin, son Aff Baronu, önemsiz bir hain, 286.

Acht, iris, tanınmıĢ kadın sanatçı (ölümü 1888'de), tutkulu ve etkili bir kadın, Üçüncü Thurgus'un gözdesi, 130.

Resmi açıklamalara göre, intihar etmiĢti; ama resmi olmayan bilgilere göre, aktör dostu tarafından kıskançlık

sonucunda kendi odasında boğulmuĢtu (Ģimdi doksan yaĢında olan bu adam, Gölgeler (bk.) grubunun en

yaĢh,ve en alt üyesidir.)

Alfın, Kral, takma adı Belirsiz, 1873-1918, tahta oturuĢu 1900'de; K.'nin babası; kibar, dalgın bir kral; en çok

otomobillerle, uçan makinelerle, denizmotorlanyla, bir zaman da deniz kabuklanyla ilgilenirdi. Uçak kazasında

öldü,77.

Andrronnikov ve Niagarin, gömülü hazineyi arayan iki Sovyet uzmanı, 130, 681, 741; Tacın Mücevherleri'ne

bakınız.

Arnor, Romulus, Zemblalı Ģair ve yurtsever, 1914-1958; aktarılan Ģiiri 80. AĢırılar tarafından idam edildi.

Page 116: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Aros, Zembla'da güzel bir kent, Conmal düklüğünün baĢkenti; bir zamanlar buranın belediye baĢkanı, Sayın

Ferz ('satranç kraliçesi') Bretwit idi; kendisi Oswin Bretwit'in (bk.) büyükamcasınm kuzeniydi, 149,286.

B., Baron, Baron A.'nın tasarlanmamıĢ kayınbabası ve Bretwit (bk.) ailesinin, hayal ürünü eski dostu, 286.

235

Bera, yarımadayı uzunlamasına bölen sıradağlar, parıltılı do-ruklarıyla, gizemli geçilleriyle ve güzel bayırlanyla

ünlüdür, 149.

Blawick, Mavi Koy, Zembla'nın batı kıyısında hoĢ bir dinlenme yeri; gazino, golf alanı, deniz ürünleri lokantası,

kiralık de-nizmotorları, 749.

Blenda, Kraliçe, kral'ın annesi, 1878-1936; yönetime 1918'de baĢladı, 71.

Boscobel, yazlık sarayın bulunduğu yer, güzel, çamlık ve kum te-pecikleriyle kaplı, Batı Zembla'da bir bölge;

yumuĢak çukurlukları, yazarın birçok aĢk anısıyla dolu; ġimdi (1959) bir 'çıplaklar kolonisi' -nasıl bir Ģeyse

149,596.

Botkin, V., Rus asıllı Amerikalı bilgin, 894; king bot (kral kurtçuk), soyu tükenmiĢ bir sineğin kurtçuğu,

mamutların iç organlarında erginleĢirdi, sonunda onların yeryüzünden silinmesine neden oldu, 247; boltekin

yapımcısı, 71; bot, cup, ve boteliy, koca göbekli (Rusça); botkin ya da bodkin, bir Danimarka hançeri.

Bregberg, bk. Bera.

Bretwit, Oswin, 1914-1959, Zemblah yurtsever ve diplomat, 286. Ayrıca Odevalla ve Aros maddelerine bakınız.

Charles (Ġkinci), Charles Xavier Vseslav, Zembla'nın son kralı, takma adı Sevgili, 1915 doğumlu. Krallık yıllan

1936-1958; ibikli kuĢu 1, araĢtırmaları ve krallığı 12, atalarının acı sonu 62, destekçileri 70, ana babası 71,

yatakodası 80, saraydan kaçıĢ 130, dağları aĢması 749, Disa'yla niĢanlanması 275, Paris'ten geçiĢi 286,

isviçre'den geçiĢi 408, Villa Disa ziyareti 433, dağlarda geçirdiği geceye iliĢkin anılar 597, 662, damarlarındaki

Rus kanı, ve Tacın Mücevherleri (bakılacak elbette) 687, ABD'ye varıĢı 697, Disa'ya gönderdiği mektubun

çalmıĢı 747, bu mektubun içeriği 768, yüzü konusundaki tartıĢmalar 894, kitaplıkta görülmesi 949, nerdeyse

açığa vurulan özdeĢlik 997, Solus Rex 7000. Aynca Kinboteye bakınız.

Conmal, Aros Dükü, 1855-1955, K.'nin amcası, aynı zamanda Kraliçe Blenda'nın (bk.) en büyük üvey kardeĢi;

soylu yorumcu 72; Atinalı Timon çevirisi 39,130; yaĢamı ve çalıĢmaları 962.

Çeviriler (ġiir); tngilizcc'dcn Zemblacaya Conmal'ın yaptığı Shakespeare, Milton, Kipling çevirileri 962;

Ġngilizce'den F.ansızca'ya Donne ve Marvell çevirileri 678; Almanca'dan Ġngilizce ye ve Zemb-laca'ya Der

Erlkönig 662; Zemblaca'dan Ġngilizce'ye Timon Afınsken (Atinalı) 39; Elder Edda 79; Arnor'dan Miragarl 80.

236

Din: Tanrıyla iliĢki 47, Papa 85, aklın özgürlüğü 707, günah ve inanç sorunu 549. Inlihar'a bakınız.

Disa, Payn DüĢesi; benim tatlı, solgun, hüzünlü Kraliçem; düĢlerimi ziyaret eden, benim düĢlerim tarafından

ziyaret edilen; 1928 doğumlu; albümü ve sevdiği ağaçlar 49; 1949'da evlendi 80; filigranlarını seçemediğim

ince kağıtlara yazdığı mektuplar; uykumda görünüp beni rahatsız etmesi 433.

Embla, sisli yarımadanın en sıkıcı, en ıssız, en kuzey noktasında, ollarla kaplı bir bataklığın çevrelediği ahĢap

bir kilisesi olan küçük, eski kasaba, 749,433.

Emblem, Zembla dilinde 'çiçekli' anlamına gelir; Batı Zembla'nın en güneyinde mavimsi ve siyah, ĢaĢılacak

kadar çıplak kayalıklarla ve hafif eğimli bayırları kaplayan çiçekli süpürgeotlarıyla ünlü, güzel bir koy. 433.

Falkberg, pembe tepe 71; kar baĢlıklı 749.

Farklı dizeler, hırsız güneĢ ve ay 39-40; planlama 57; Zembla Kralı'nın kaçıĢı (K'nın katkısı, 8 dize) 70 ; Edda

(K'nın katkısı, 1 dize) 79; Ay Böceğinin cansız kozası 90-93; çocuklar gizli bir geçit buluyorlar (K'nın katkısı, 4

dize), 750; zavallı yaĢlı adam Swift, zavallı-(belki K'ya taĢ atıyor) 237; Shade, Ombre 275 ; Virginia Beyazları

376; Bölümümüzün BaĢkanı 377; Pope'tan yeni dizeler (belki K'ya taĢ atılıyor) 477; Tanagra (dikkate değer bir

öncedcn-bilme örneği) 596; Amerika'nın 609-614; dizenin değiĢmiĢ ilk iki ayağı 629; Pope'un gülünç bir

taklidi 895-899; mutsuzluk çağı, ve Toplumsal Romanlar 922.

Flatman, Thomas, 1637-88, Ġngiliz Ģairi, öğretim üyesi ve min-yatürcüsü; yaĢlı hırsız onu tanımazdı, 894.

Fleur, Countess de Fyler, Kralçenin hizmetinde güzel bir bayan, 71,80,433.

G. Bakınız: Gradus.

Garh. bir çiftçi kızı 149,433. Ayrıca Troth'un kuzeyinde bir karayolunda, 1936'da bulunmuĢ, pembe yanaklı kaz

çobanı (yazar onu ancak Ģimdi anımsıyor).

Gliıierniin, Bera Sıradağlarında (bk.) görkemli bir dağ; yazık ki bir daha oraya tırmanamayacağım, 749.

Gordon, bakınız: Krummholz. Gölgeler, Kralı öldürmek için kurulan örgüt; bu örgüt, kendi ken-

Page 117: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

237

dini sürgün eden kralı öldürme görevini Gradus'a (bk.) vermiĢti. Örgüt yöneticisinin korkunç adı açıklanamaz,

bir öğretim görevlisinin tanınmamıĢ yapıtının dizininde bile. Bu kiĢinin, ana tarafından büyükbabası, ünlü,

bilgili, çalıĢkan bir bina yapımcıstydı; kendisini, kıĢlaları onarması için Thurgus (Turgid) görevlendirmiĢti

(1885'te). Sarayın mutfağında; Yan, Yonny, Angeling biçiminde güzel adları olan üç genç yardımcısıyla birlikte

zehirlendi (kuĢku uyandıran bir ölüm). Adına yakılan ağıt, ülkemizin vahĢi vadilerinde bugün de

söylenmektedir.

Gradus, Jacob, 1915-1959; öbür adları Jack Degree, de Grey, d'Argus, Vinogradus, Leningradus, vb.; Jack (ufak

iĢler ve katillik) 72,77; yanlıĢ kiĢiyi linç etmesi 80; kendisinin hedefe yaklaĢması, S'nin kendi Ģiirini geliĢtirme

aĢamalanyla eĢzamanlıdır 120,131; seçimi ve geçmiĢ sıkıntıları 777; yolculuğunun ilk uğrağı, Onhava'dan

Kopenhag'a 181, 209; Paris'e varması, Oswin Bretwit'le buluĢması 286; Cenevre'ye geliĢi, Lex yakınlarında Joe

Lavender'in yerinde küçük Gordon'la konuĢması 408; Cenevre'den merkeze telefon etmesi 469; bir dizenin

farklı yazılmıĢ biçiminde onun adının yer alması, Cenevre'de beklemesi 596; Nice'e varıĢı, orada bekleyiĢi 697;

Nice'te Izumrudov'la görüĢmesi, Kral'ın adresinin ele geçiriliĢi 747;Paris'ten New York'a 873; New York'ta

949(1); New York'ta ilk sabahı, Nw Wye'a yolculuk, kampüse varıĢ, Dulwich Cd 949(2); büyük yanlıĢlık 7000.

Griff, Zemblah yurtsever ve dağlı çiftçi 749.

Grindelwod, Doğu Zembla'da güzel bir kasaba 71,149.

Hodinski, Rusyalı serüvenci (ölüm tarihi 1800), Hodyna adıyla da tanınır 681; Zembla'da 1778-1800 yıllarında

bulundu; güzel bir nazirenin yazarı olup Prenses (sonra Kraliçe) Yaruga'nın (bk.) sev-gilisiydi. (Kraliçe Yanığa,

ikinci lgor'un annesi, Thurgus'un ni-nesiydi.).

Igor (tlcinci), 1800-1845 yılları arasında hüküm süren akıllı, iyi yürekli kral; Kraliçe Yaruga'nın (bk.) oğlu ve

Üçüncü Thurgus'un (bk.) babası. Sarayın resim galerisinde, kapısı yalnız krala açılan ama meraklı bir

yeniyetmenin P Salonundan bir gedik bulup girebileceği özel bir bölüm vardır ki burada lgor'un sevgilileri

olan dört yüz oğlanın pembe mermerden, cam göz takılmıĢ, ayrıntılı iĢlenmiĢ heykelleri bulunurdu; gerçeğe

uygunluk ilkesine dayanan, kötü sanat anlayıĢının örneği bu sergi, sonraları K. tarafından Asyalı bir krala da

gösterildi.

238

Ġntihar, bu konuda K.'nın düĢünceleri 493.

K. Bakınız: Charles II ve Kinbote.

Kalixhaven, Batı kıyısında, Blawick'in (bk.) birkaç mil kuzeyinde, canlı bir liman 777 ; birçok tatlı anı.

Kinbote, Charles, Dr, S'nin yakın arkadaĢı ve onun sanat danıĢmanı, editörü, yorumcusu; S ile ilk karĢılaĢması

ve dostluğu, Önsöz; Appalach kuĢlarına duyduğu ilgi 1; kendi yaĢamına iliĢkin öyküleri S'ye kullandırmak

konusundaki iyi niyetli isteği 12; alçakgönüllülüğü 34; Timon gibi yaĢadığı hücresinde kitaplığının

bulunmadığı 39; S'yi etkilemekle olduğuna inanıĢı 42; Dulwich Caddesindeki evi, S'nin evinin pencereleri 47;

Prof. H.'nin yanlıĢlarını düzeltmesi 67,77; sinir gerginlikleri ve uykusuzlukları 62; S için çizdiği harita 77; humor

duygusu 79,97; 'irissel bulut' teriminin S'nin uydurması olduğuna inanıĢı 709; yorgunluğu 720; spor

çalıĢmaları 130; S'nin bodrumunu ziyareti 143; açıklamasını okuyucuların beğeneceğine güveniĢi 749; ye-

niyetmeliğine ve Doğu Ekspresi'ne iliĢkin anıları 762; okuyucuların sonraki bir nota baĢvurmalarını istemesi

769; G'yi nazikçe uyarması 777; bir yerdeki festivale katılması, eve döndüğünde S'nin doğumgünü

toplantısına çağrılmamıĢ olduğunu farketmesi, ertesi sabah yaptığı kurnazca Ģaka 181; Hazel'in 'gulyabani'

olayına iliĢkin duydukları 230; zavallı kim 231; S'nin doğa tarihi hakkında konuĢmayı bırakıp yapıtından söz

etmesini sağlamak için boĢuna uğraĢması 238; Nice ve Mcntone rıhlımlarıyla ilgili anılan 240; arkadaĢının

karısına karĢı gösterdiği büyük incelik 247; kınkanatlılar konusunda sınırlı bilgisi ve kendi doğasının da, siyah

Vanessa'yı anımsatacak biçimde, sevinç parıltılarının zaman zaman belirlediği bir siyahlıkta oluĢu 270;

Cedarn'a S'yi götürmek konusunda bayan S'nin tasarıları, buna karĢı kendisinin de oraya gitmeyi

kararlaĢtırması 288; kuğulara aldığı tavır 319; Hazel'e yakınlığı 334,348; bir zamanlar perili ahınn bulunduğu,

otlarla kaplı bölgeye S ile birlikte gitmesi 347; dönemin ünlü sanatçılanna S'nin takındığı düĢmanca tutuma

karĢı çıkıĢı 376; Prof. H.'ye (dizinde yok) duyduğu nefret 377; hızlı çalıĢan belleği 384; Jane Provost'la

karĢılaĢması ve güzel gölkıyısı fotoğraflarını incelemesi 385; 403-474. dizelerin oluĢturduğu bölüme iliĢkin

eleĢtirisi 403; kendisinin gizinin S tarafından tahmin edilmesi, belki de edilmemesi; Disa hakkında S'ye

anlattıkları ve S'nin tepkisi 477; Irklara ve yabancılara düĢmanlık konusunda S ile tartıĢması 470; intihar

konusundaki düĢünceleri 493; hüzünlü bir ağacın Fransızca adının, Zembla dilinde baĢka bir ağacın

Page 118: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

239

adıyla aynı olduğunu farkettiğinde ĢaĢırması 507; Üçüncü Kanto'nun bazı önyargılı bölümlerini uygun

bulmaması 502(2); günah ve inanç üzerine görüĢleri 549; editör olarak dürüstlüğü ve ruhsal açıdan zavallılığı

550; bir kız öğrenci hakkında düĢünceleri, ayrıca Shade'lerle birliku yediği yemeklerin sayısı ve özelliklerine

iliĢkin saptamaları 579; ard arda gelen iki sözcüğün heceleri arasında oluĢan gizemli birlik karĢısında duyduğu

sevinç ve ĢaĢkınlık 596; öldüren ve öldürülen konusunda özdeyiĢleri 597; Cedarn'daki, ağaç kütüklerinden

yapılmıĢ kulübesi ve balık avlayan, bal tenli oğlan, belden yukarısı çıplak, pantolonunun bir paçası kıvrık

otururken ceviz ve koz helvası yiyordu, ama sonra okul açıldı, belki de hava değiĢti 609; H'lerin evinde

görünmesi 629; Fırtına ya da baĢka yapıtlardan aktarılan 'solgun ateĢ' gibi sözcüklerin yeni yapıtlara baĢlık

olarak konmasına yönelttiği sert eleĢtiri 671; humor duygusu 680; Bayan O'Donnel'in kır evine gittiği güne

iliĢkin anılar 691; çarpıcı bir sözcük bileĢimi hakkında görüĢleri ve bunu kimin yaptığı konusunda kuĢkusu 727;

iĢleri örgütleyen, sonra soylu ve toy bir yüreği yalnız bırakan, kendisinin kurbanı hakkında aptalca öyküler

anlatan ve onu eĢek Ģakalarıyla bunaltan bir adama duyduğu nefret 747; psikolojik engeller yüzünden ya da

ikinci G'ye karĢı duyduğu korku yüzünden, yalnızca altmıĢ ya da yetmiĢ mil uzakta bulunan bir kente, orada

iyi bir kitaplığın varlığını kesinlikle bildiği halde, gidemeyiĢi 747; bir hanıma gönderdiği 2 Nisan 1959 günlü

mektup; bu hanımefendi, yazın Roma'ya giderken sözkonusu mektubu, Nice yakınlarındaki yazlığında değerli

eĢyalarının içinde, kilitli bırakacakur 768; sabah dinsel görevlerini yerine getirmesi, akĢam da Shade ile yaptığı

gezintide Ģairin en sonunda Ģiirinden söz etmesi 802; sözcükbilimsel ve dilbilimscl bir mucize üzerindeki

gözlemleri 803; F.K.Lane'in kitaplaĢtırılmıĢ mektuplarını okumaya koyulması 810; arkadaĢının banyo odasına

girdiğinde onu küvette traĢ oluyor halde bulması 887; Oturma Salonu'nda kendisinin Kral'a benzerliği

konusundaki bir tartıĢmaya katılması ve E. (dizinde yok) adlı kiĢiyle tüm dostluk bağlarını koparması 894; Prof.

C. (Dizinde yok) tarafından yazılmıĢ bir ders kitabındaki hoĢ sözleri okurken Shade'le birlikte sarsıla sarsıla

gülmesi 929; mutsuzluğunu belirtmesi ve nazikçe sitemde bulunması 937; Onhava Ünivesitesi'ndeki genç bir

okutmanı dünmüĢ gibi anımsaması 957; Ģairin kameriyesinde S ile sonuncu buluĢması 991; üniversiteliler gibi

bilgili bahçıvanı keĢfettiği günü anımsaması

240

998; S'yi ölümden kurtarmadaki baĢarısızlığı, ama SE'yi^159^ kurtarmayı baĢarması 7000; bunu, iki 'uzman'ın

yardımı olmaksızın yayımlamayı kararlaĢtırması, Önsöz.

Kobaltana, dağların üzerinde, yıkık kıĢlanın yakınında, bir zamanlar çok gidilen bir dinlenme yeri; Ģimdi soğuk,

ıssız, ulaĢılması güç, ama asker aileleri ve ormanlardaki Ģatolarda oturanların unutmadığı bir yer, mcundeyse

unutulmuĢ.

Kronberg, Bcra Sıradağlarında, kardan baĢlığı olan, çıplak bir dağ; rahat bir otel vardır burada, 70,130,149.

Krummhoh, Gordon, 1944 doğumlu; Joseph Lavcnder'in ünlü kız-kardeĢi Elvina Krummholz'un oğlu, bir

müzik dahisi ve hoĢ bir sevgili 408.

Lane, Franklin Knight, Amerikalı avukat, devlet adamı, 1864-1921; etkileyici sözleri vardır, 870.

Lavender, Joseph S., bak: O'Donnell, Sylvia.

Mandevil, Baron Mirador, Rodomir Mandcvil'in (bk.) kuzeni, deneyci, deli, hain 777.

Mandevil,Baron Radomir, 1925 doğumlu, modaya düĢkün, Zemb-lalı yurtsever; 1936'da taç töreninde Kral'ın

yardımcısı 130; 1958'de kılık değiĢtirip kendini gizledi, 149.

Marcel, Proust'un 'YitirilmiĢ Zamanın PeĢinde' romanında, züppe, hoĢ olmayan, baĢkiĢinin yerini tutamayan ve

herkesçe pohpohlanan bir kiĢi 787, 697.

Marrowski, dıĢ ülke saraylarında kendi adını yanlıĢ söylemekle ünlü, ondokuzuncu yüzyıl diplomatı Rus Kont

Komarovski'nin adının eksik söyluımiĢ biçimi.

Mulırabcrg, bakınız: Bera.

Mumkanat kuĢları, bunların oluĢturduğu kümenin adı Bombycilla, 1-4,131, 1000; Bombycilla shadei, 71 ;

sonradan gerçekleĢmiĢ ilginç bir soydaĢlık.(160)

Niagarin ve Andronnikov, gömülü hazineyi bugün de aramakla olan iki Sovyet 'uzmanı' 750, 687, 741; Tacın

Müccvhcrlcri'ne bakınız.

Niıra ve Ġndra, Blawick'in açığındaki adalar 149.

(159) Shadein Elyazması. —Çcv.

(160) Shadcin kuĢa dönüĢtüğü belirtilmek isteniyor. —Çcv.

241

Page 119: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

Nodo, Odon'un üvey erkek kardeĢi, 1916 doğumlu; Leopold O'Donnell'in ve Zemblalı oğlan kiĢiliğine

bürünmüĢ birinin oğlu; kartlarda hile yapan, alçak bir hain, 777.

Odevalla, Doğu Zembla'da, Onhava'nın kuzeyinde güzel bir kent; eskiden burası, saygıdeğer Zule ('satranç

kalesi') Bretwit'in belediye baĢkanlığı yaptığı yerdi; bu adamın kardeĢinin torunu Oswin Bret-wit'tir (bak, bak,

kargaların dediği gibi) 149, 286.

Odon, Donald O'Donnel'in takma adı; 1915 doğumlu, dünyaca ünlü aktör ve Zembla'lı yursever; gizli geçidin

varlığını K.'den öğrenir ama tiyatroya gitmek zorundadır 130; K.'yi tiyatrodan alıp Mandevil Dağının eĢiğine

götürür 749; deniz kıyısındaki mağaranın yakınında K. ile buluĢup onunla birlikte, deniz motoruyla kaçar, aynı

yer; Paris'te film yönetir 777; Lex'te Lavender ile birlikte oturur 408; dağınık saçlı, kalın dudaklı sinema

yıldızıyla evlenmemesi gerekir 697; aynca bk. O'Donnel, Sylvia.

O'Donnel, Sylvia, kızlık soyadı O'Connell, doğumu 1895? 1890? Odon'un (bk) annesi, çok gezmiĢ, çok

evlenmiĢ bir kadın 149, 691; üniversite yöneticisi Leopold O'Donnell ile (Odon'un babası) 1915'te evlenip

ayrıldıktan sonra Rahl Dükü Peter Gusev ile evlendi ve 1925'e kadar Zembla'yı onurlandırdı; aynı yıl,

Chamonix'te tanıĢtığı Doğulu bir Ģehzadeyle evlendi; az ya da çok görkemli baĢka evlilikler de yaptı; son

olarak, (bu dizinde daha önce anılan Joseph'in kuzeni) Lionel Lavender'den boĢanmaya çalıĢıyordu.

Oleg, Rahl Dükü, 1916-1931, (1885 doğumlu olup çevikliğini yitirmeyen Albay Gusev'in oğlu); K'nın sevgili

oyun arkadaĢı, bir kızak kazasında öldü 130.

Onhava, Zembla'nın güzel baĢkenti 12, 71, 130, 149, 171, 181, 275,894,1000.

Otar Koni, karĢı cinse düĢkün adam, Zemblalı yursever, 1915 doğumlu; seyrek saçları, iki genç metresi, Fleur

ve Fifalda (daha sonra Kontes Otar), Kontes Fyler'ın mavi damarlı kızları, merak uyandıran hafif ıĢıklar 77.

Paberg, bakınız: Bcra sıradağları.

Payn Dükleri; arması 270; bakınız: Disa, benim Kraliçem.

Pencereler , Önsöz, 47, 62,181.

Potaynik, taynik (bk.)

Rippleson Mağaraları, Blawick'te deniz mağaraları; bunlara adı verilen Ripplcson, ünlü bir cam yapımcısıydı;

mavi-yeĢil denizin yüzeyindeki ıĢık beneklerini ve dalgalanmalarını, çemberi andıran çeĢitli yansımaları, Saray

için yaptığı pencere camlarına aktarmıĢtı 130,149.

Saklama yeri, potaynik (bk.)

Shadejlazel, S'nin kızı, 1934-1957; büyük bir övgüyü hakketti, çünkü ölümün güzelliğini yaĢamın çirkinliğine

yeğ tuttu; ev perisi, 230; Perili Ahır, 347.

Shade, John Francis, Ģair ve öğretim üyesi 1898-1959; Solgun AteĢ konusundaki çalıĢmaları ve K. ile dostluğu,

Önsöz; dıĢ görünüĢü, tavırları , alıĢkanlıkları vb, aynı yerde ; ölümle ilk çatıĢması (K.'nin hayal ettiği biçimde),

Ģiiri yazmaya baĢlaması (bu sırada K., Öğrenciler Kulübü'nde satranç oynamaktadır) 1; K. ile akĢam gezintileri

12; doğaüstü bir yetenekle, G.'nin varlığını, belirsiz de olsa, önceden bilmesi 77; ıĢıklı pencerelerden K.'nin

gördüğü biçimde Ģairin evi 47; Ģiire baĢlaması, ikinci Kanto'yu bitirip Üçüncüyü yarılaması, bu sıralarda

kendisini üç kez K.'nin ziyaret etmesi, aynı yerde; anababası, Samuel Shade ve Caroline Lukin 77; bir dizenin

farklı yazılmıĢ bi-çimindeK.'nın etkisi 79; Maude Shade, S'nin babasının kızkardeĢi 86; memento mori olarak

sakladığı kurmalı oyuncağını S., K.'ya gösteriyor 143; K., S.'nin hafif krizlerini anlatıyor 762; S'nin ikinci

Kanto'ya baĢlaması 767; eleĢtirmenler, Shakespeare, eğitim, vb konularda S'nin düĢünceleri 772; K.'nin,

kendisinin ve S'nin doğumyıldönümündc S'ye gelen konukları seyretmesi ve S'nin ikinci Kanto'yu yazıĢı 787;

S, kızıyla ilgili eski kaygılarını anımsıyor 230; kibarlığı, ya da sakınganlığı 231; yörenin hayvanlarına ve

bitkilerine gösterdiği abartmalı ilgi 238, 270; K.'nin evliliğindeki karmaĢıklığa karĢı S'nin evliliğindeki rahatlık

275; K'nin, günbatımında gökyüzünden geçen pastel bir lekeyi S'ye göstermesi 286; ortak yapıtlarını

bitirmeden önce S'nin gitmesi olasılığı karĢısında duyduğu korku 288; 15 Temmuz günü S'yi boĢuna

beklemesi 338; S'yle birlikle, yaĢlı Hentzner'in çayırlarında yürümesi ve kafasında, S'nin kızının Perili Ahır'a

yaptığı yürüyüĢü canlandırması 347; S'nin Pope'la ilgili kitabı 384; Peter PRovost'a öfkesi 385; 406-416. dizeler

üzerindeki çalıĢmaları, G'nin Ġsviçre'deki eylemleriyle eĢzamanlıdır 408; yine sakınganlığı, ya da kibarlığı 417;

olasılıkla, yirmi altı yıl önceki Villa Disa'yı ve yanında Ġngiliz eğil-meniyle küçük Payn DüĢesini bir an gözünün

önünde canlandırması 433; Disa'ya iliĢkin bilgileri özümsemiĢ görünmesi ve K'nın ona, son

242

243

Page 120: Vladimir Nabokov - Solgun Ateş

gerçeği de bildiriceğine söz vermesi, aynı yerde; Önyargı konusunda S'nin düĢünceleri 470; intihar konusunda

K'nın görüĢleri 493; günah ve inanç üzerine S'yle K'nın düĢünceleri 549; S'nin kötü konukseverliği ve benim

evimde etsiz yemeklerden aldığı zevk 579 ; bir kız öğrenciyle iliĢkisi konusunda dedikodular, aynı yerde; bir

demiryolu görevlisinin deli olduğuna inanmaması 629; kendisinin kalp krizi, olağanüstü bir serüvenin

sonunda K'nın ABD'ye varıĢıyla eĢzamanlıdır 691; Disa'ya yazdığı mektupta K'nın S'den üstükapah söz etmesi

768; S ile son gezintisi ve S'nin çok sıkı biçimde 'dağ' teması üzerinde çalıĢtığını öğrenince sevinmesi- trajik

bir yanlıĢ anlama 802; S ile oynadığı golf oyunları 819; S için bir kitabı bulmaya duyduğu istek 887; S'nin

Zembla Kralını savunması 894; ruhbilimci ve edebiyat uzmanı(!) Prof. C.'nin ders kitabındaki zırvalara S ve

K'nın kahkahalarla gülmeleri 929; son kart destesine yazmaya baĢlaması 949; iĢini tamamlamıĢ olduğunu K'ya

söylemesi 991; baĢkasını öldürmek için atılan bir mermiyle kendisinin ölmesi 7000.

Shade, Sybil, S'nin karısı, çeĢitli yerlerde.

Shalksbore, Baron llarfar, Curdy Buff olarak tanınır, 1921 doğumlu, salon adamı ve Zemblalı yurtsever 433.

Sözcük golfu, S'nin bunu yeğlemesi 819.

Steinmann, Julius, 1928 doğumlu, tenis Ģampiyonu, Zemblah yurtsever 171.

Sudarg (Bokay'lı), dahi bir cam yapımcısı, Zembla'nın dağlannda, Bokay'ın ermiĢ patronu 80; yaĢamı hakkında

bilgi yok.

ġiirler, Shade'in kısa Ģiirleri: Kutsal Ağaç 49, Salıncak 61, Dağ Görüntüsü 92, Elektriğin Doğası 347, Nisan

Yağmurundan bir dize 470, Mont BLanc'tan bir dize 782, Sanat'm ilk dört dizesi 957.

Tacın Mücevherleri, 130,681; bakınız: Saklama Yeri.

Taynik, Rusça; gizli yer; bakınız: Tacın Mücevherleri.

Thurgus (Üçüncü), takma adı Turgid, K'nın dedesi, 1900 yılında yetmiĢ beĢ yaĢında öldü; uzun ve sıkıcı bir

krallık sürdü; su geçirmez kasketiylc, yün ceketine takılı tek bir niĢanla, parkın içinde bisiklet sürmeyi severdi;

iri bedeni, kel kafası, kıpkırmızı burnu, sönmüĢ bir tutkunun dikleĢtirdiği asker bıyığıyla, yeĢil ipekten

sabahlığının içinde, elindeki feneri yukarıya kaldırarak her gece, seksenli yılların ortalarında fazla sürmeyen bir

zaman içerisinde, kukuletalı sevgilisi iris Acht'ı (bk) karĢılardı, sarayla tiyatroyu birbirine bağlayan ve sonraları

lorunu tarafından keĢfedilen gizli geçidin ortalarında, 130.

Tinlarron, Orta Çağ'da, Zembla dağlannda, Bokay denen yerde yapılmıĢ, koyu mavi, değerli Cam türü 749;

bakınız; Sudarg.

Uran (Sonuncu), 1798-1799 yıllarında hüküm süren Zembla im-naratoru; inanılmaz ölçüde kurnaz, görkemli

ve acımasız olan bu diktatörün ıslıklı kırbacı, Zembla'yı topaç gibi döndürüp kıvrandırmıĢtı; bir gece,

kızkardeĢinin yandaĢlarınca öldürüldü 681.

Vanessa, sumpsimus soyundan; anımsanması 270; isviçre'de, bir tepenin yamacında, korkuluk duvarını aĢması

408; resminin çizilmesi 470; karikatürleĢtirmesi 949; akĢam güneĢinin ıĢıkları alünda S nın son adımlarına eĢlik

etmesi 993.

Yaruga Kraliçe, 1799-1800 yıllarında hüküm sürdü; Uran'ın (bk.) kızkardeĢi; geleneksel Yeni Yıl Eğlencesi

sırasında Rus sevgilisiyle birlikte, buzun kırılmasıyla suya düĢüp boğuldu 681.

Yeslove, Onhava'nın kuzeyinde güzel bir kasaba ve piskoposluk bölgesi 749, 275.

Zembla, uzaklarda bir kuzey ülkesi.