41
YAŞAM ÖZETİM : Sivas, Yıldızeli/Banaz Köyünde 1950 yılında doğmuşum. 13 yaşında Ankara’ya geldim. Dışarıdan sınavlarla Akşam Sanat Okulunu bitirdim. 40 yıl süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan emekli olmakla birlikte, halen çalışmaktayım. Sosyal yaşama ve devamında, "Aleviliğin özgürleşmesi ve Alevilerin de, kendilerini ifade etmeleri" kavgasına, 1978 yılında müdahil oldum. Üyesi olduğum Banaz Köyü Pir Sultan Abdal Derneğinin 1980 darbesiyle kapatılmasından sonra, 1988 yılında Ankara'da yedi arkadaşımla birlikte Pir Sultan Abdal Kültür ve Tanıtma Derneğini kurduk. Derneğin Kurucu Başkanlığına getirildim. 1998 yılına değin 10 yıl genel başkanlık görevinde bulundum. Kuruluşu üç yıl süren ve 2000 yılında mahkeme kararıyla yasallaşan Pir Sultan Ab dal 2 Temmuz Kültür ve Eğitim Vakfı’nın başkanlığına getirildim. 2000 -2005 yılları arasında 5 yıl ve 2008-2011 yılları arasında 3 yıl olmak üzere 8 yıl vakıf başkanlığı görevinde bulundum. Yurt içinde ve dışında çeşitli program, panel ve açık oturuma konuşmacı olarak çağrıldım. Dergilerde ve Cumhuriyet Gazetesinde çok sayıda makalem, söyleşim yayınlandı. Radyo ve televizyon programlarına çağrıldım.

YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

  • Upload
    others

  • View
    2

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

YAŞAM ÖZETİM : Sivas, Yıldızeli/Banaz Köyünde 1950 yılında doğmuşum. 13

yaşında Ankara’ya geldim. Dışarıdan sınavlarla Akşam Sanat Okulunu bitirdim. 40 yıl süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan emekli olmakla birlikte, halen çalışmaktayım. Sosyal yaşama ve devamında, "Aleviliğin özgürleşmesi ve Alevilerin de, kendilerini ifade etmeleri" kavgasına, 1978 yılında müdahil oldum. Üyesi olduğum Banaz Köyü Pir Sultan Abdal Derneğinin 1980 darbesiyle kapatılmasından sonra, 1988 yılında Ankara'da yedi arkadaşımla birlikte Pir Sultan Abdal Kültür ve Tanıtma Derneğini kurduk. Derneğin Kurucu Başkanlığına getirildim. 1998 yılına değin 10 yıl genel başkanlık görevinde bulundum. Kuruluşu üç yıl süren ve 2000 yılında mahkeme kararıyla yasallaşan Pir Sultan Abdal 2 Temmuz Kültür ve Eğitim Vakfı’nın başkanlığına getirildim. 2000-2005 yılları arasında 5 yıl ve 2008-2011 yılları arasında 3 yıl olmak üzere 8 yıl vakıf başkanlığı görevinde bulundum. Yurt içinde ve dışında çeşitli program, panel ve açık oturuma konuşmacı olarak çağrıldım. Dergilerde ve Cumhuriyet Gazetesinde çok sayıda makalem, söyleşim yayınlandı. Radyo ve televizyon programlarına çağrıldım.

Page 2: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

2 Temmuz 1993 PSA Şenlikleri sırasında Derneğin ve Şenliklerin Başkanlığını yürütmekteydim. Bu mücadele sürecinde üç tanesi DGM'de olmak üzere otuzdan fazla davadan yargılandım: Gözaltı, işkence ve polis dayağını yakından tanıdım. Bir süre Alevi Bektaşi Federasyonu MYK Üyeliğinde bulundum. Halen Pir Sultan Abdal Kültür Derneği ve 2 PSA Temmuz Kültür ve Eğitim Vakfı üyesiyim. “Kuşatılmış Bir İnancın Tarihi: Alevilik” adlı kitabım, Nokta Yayınlarında çıktı ve 1. basımı tükendi. 2 Temmuz 1993 Sivas Katliamını konu eden Ateş-i Aşk” adlı kitabım

Kırmızı Kedi yayınlarından çıktı. II. Baskısı şu an kitapçılarda… Haftalık yazılarım yaklaşık üç yıldan bu yana Odatv’de yayımlanmaktadır. Murtaza DEMİR

Pir Sultan Abdal’ın yaşadığı dönem:

Alevi-Bektaşi deyişlerinin ve halk türkülerinin/şiirimizin doruklarından biri olan Pir Sultan

Abdal, aynı zamanda yaşam serüveniyle de, Anadolu'nun bahtsız ve başsız halkının tarihini,

şiirleriyle bugünlere aktaran ulularımızın ve sanatçılarımızın başında gelir.

15. yy.’ın sonlarında (1485–1495 arasında) doğduğu ve Hakk’a yürüdüğünü varsaydığımız1

Pir Sultan Abdal, şiirleri ve yaşamıyla, Osmanlı toplumsal düzeninin de aynası; mihenk

taşlarından biridir. Halkın yaşama biçimine, yönetenlerin halka davranışlarına tanıklık eder;

bunu saza söze döker, günümüze ve geleceğe taşır. Sivas’ın Yıldızeli ilçesinin Banaz

köyünde doğan Pir Sultan Abdal’ın “Benim aslım Horasan’dan, Hoy’dandır” dizelerinden,

atalarının Banaz’a, Horasan’ın Hoy kasabasından geldiği anlaşılmaktadır. “Bize de Banaz’da

Pir Sultan derler...” dizesi gibi; kızı Senem’in söylediği; “Uzundu usuldu dedemin boyu/

Yıldız’dır yaylası, Banaz’dır köyü...” dizeleri de bu savımızı tamamlar niteliktedir.

Senem’in “dedem” deyişinde kimi yazar ve araştırmacılarımızı yanıltan “dedem”

sözcüğüdür. Banaz’da, fiilen yol ve erkân yürüten dedelerin çocukları gibi Senem de,

babasına ‘dede’ diye hitap etmektedir. Gelenek bugün de aynı biçimde sürmektedir. Bu

yüzden kimi yazarlarımızın,2 şiirden yola çıkarak Sanem’i, Pir’in torunu olarak

kabullenmeleri yanlıştır.

Pir Sultan Abdal’ın YOL ve çile dostlarının geçmişi, ortak-kolektif geçmişimizdir. Bugün

dahi itilip-kakılmamızın nedenleri, ta o dönemden süzülüp geldiğine göre, bu konuyu

derinlemesine irdeleyip, bugüne dair doğru sonuçlar çıkarmak zorunluluğuyla karşı karşıya

olduğumuz gerçeğiyle, çabalarımızı sürdüreceğiz. Öncelikle yıllardan buyana zihinselimizde

biriken soruları doğru bir biçimde soralım ve yine hep birlikte yanıt arayalım.

Pir Sultan Abdal’ı 16. yüzyıldan bugünlere getiren anlamlı ve duyarlı gerçekliğin yanı sıra,

onu tarihin derinliklerine gömmeye çalışan ve adına dahi tahammülü olmayan, üstelik o

günden günümüze değin halen egemen olan bir zihniyet gerçeğini kabullenmeden, onun

yaşamı ve yapıtları konusunda doğru saptamalar yapmanın olanağı yoktur.

Osmanlıyı tüm gerçekliğiyle anlayamayanlar ve pür-i pak sananlar, ya da sunanlar, Pir Sultan

Abdal gerçeğini anlayamazlar. Onu, bilinçli olarak anlamak istemeyenleri doğallıkla bu

değerlendirmenin dışında tutarak, rahatlıkla şu tespiti yapabiliriz: Osmanlıyı ve Pir’i

anlayamamış olmamız, onun hainliğini ve zındıklığını meşrulaştıran temel nedenlerden

1 Ki, bu konuda rivayet ve savlar muhteliftir. Ancak biz, doğumu konusunda verdiğimiz tarihi ileri sayfalarda ele alacağız ve savımızı,

olabildiğince yeni kanıtlar ortaya koyarak güçlendirmeye gayret edeceğiz.

2 Örneğin Vecihi Timuroğlu, İnançları uğruna öldürülenler, Yurt Kitap-Yayın, 1991, s. 176

Page 3: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

biridir. Kuşkusuz bu gerçeklik, kültürel, sosyal ve politik tarihimizin tümü için geçerlidir.

Padişahların ve egemenin çıkarını-meşruiyetini esas alarak yazılan bir tarih anlayışıyla

bugünlere taşınan ve gerçekmiş gibi önümüze konulan senaryo, geçmişin karanlığını

aydınlatamamış, bizim bu topraklar üzerinde yaratılan birçok kültür değerinden, sanattan ve

gerçeklerden habersiz kalmamızın baş nedeni olmuştur. Sürekli devlet batırmamız, sonra yeni

devletler kurma peşinde koşmamız, “kahraman bir millet” olduğumuzun değil, kültür ve

teknoloji üretimine yatkın bir millet olmadığımızın göstergesidir.

Osmanlı kul düzeninde yok sayılan halkın yarattığı sanat da, doğal olarak yok sayılıyordu. Ve

bu nedenle ulusal kültürün en zengin, en önemli, en yaygın kaynağı olan halk kültürü ancak

halkın gönlünde, dilinde, sözünde yaşatılabiliyordu. Cumhuriyetle birlikte başlatılan bilinçli

çabalar, hiç değilse, birçok halk ozanıyla buluşmamızı sağladı. Yunus Emre’den

Karacaoğlan’a, Dadaloğlu’ndan Köroğlu’na, Pir Sultan Abdal’a ve Kul Himmet’e3 değin

tanıştığımız ozanlarımızla, halk şiirimizin zenginliğini ve boyutlarını kavramaya, keşfetmeye

bu dönemde başladık. Bu kavrayışla çoğalan halk kültürü araştırmaları, ulusal kültürümüzü

zenginleştirmeye devam ediyor. Ancak yüzyıllar süren bu geç kalma olgusu, hemen hemen

tüm halk ozanlarımızın yaşamlarını ve yapıtlarını derleme konusunda birçok zorluklara neden

oluyor ve kesin, gerçekçi, çerçeveli bilgilere varmamızın önünü tıkayan bir unsur olmaya

devam ediyor.

Bu yüzden, bu işe gönül veren ve adeta iğneyle kuyu kazarcasına gerçeği bulmaya çalışan

herkes gibi biz de, onun yaşadığı coğrafya ve şartlardan yola çıkarak, baktığımız yerden

görünen Pir Sultan Abdal’ı resmetmeye çabalıyoruz.

Böylelikle, hem şiir ve deyişlerinde görülen doğa, aşk, inanç gibi farklı fakat son derece de

insani duyarlılıkların nedenini irdeleyerek, yazarlar tarafından birden fazla “Pir Sultan var”

değerlendirmelerine neden olan kargaşayı ortadan kaldırmaya, hem de halen bir mitoloji

kahramanı gibi anlatılan Pir Sultan resminin biraz daha netleşmesine katkıda bulunmaya

çalışıyoruz.

Tanrının yarattığı bütün varlıkları seven, kurda, kuş, turnaya, güvercine tutkun olan; öküze,

kağnıya, koyuna, koça, kuzuya türküler yakan; âşık olan, inanan ve sonra da halkının

sorunlarıyla ilgilenen, bunu bir aşk, bir sevda gibi kovalayan Pir Sultan Abdal, tekdüze biri

değildir. Onun, birçoğumuz gibi, farklı yaşam evreleri, duyarlılıkları, eğilimleri, merakları

olan biri olduğunu kabul etmeliyiz. Bu önkabulden sonra göz önünde tutmamız gereken

önemli bir unsur, sosyo-ekonomik nedenlerdir. Sürecin-yaşamın (1500’lü yıllar) sosyal,

siyasal, iktisadi gerçeğini, koşullarını ve devlet- yurttaş ilişkisini, ya da egemenle- tebaa

ilişkisini anlamak ve özellikle ekonomik durumu kavramak gerekiyor.

“Toprak baştanbaşa sahipsiz, boş ve muattal kaldığından kıtlık ve açlık

başladı. Fakir halk ot yapraklarını, ağaç kabuklarını, daha sonra

çöplüklerde ve yollarda buldukları cifelere yediler. Kurtlar gibi

köpekleri, kedileri avladılar. Kedi, köpek de kalmayınca halk kokmuş

3 Alevi - Bektaşi yazınında en ünlü, en yaygın ve çok saygın bir yere sahip birkaç ozandan biri olan Kul Himmet'in yaşamı üzerine elimizde

yeterli bilgi ve belge yoktur. Şiirlerinden Şah Tahmasb (ölm. 1576) ve Şah Abbas (ölm. 1628) dönemlerinde yaşadığı öğreniliyor. Tokat'ın

Almus ilcesine bağlı Varzıl (bugünkü adı Görümlü) köyündendir, ölünce de oraya gömülmüştür. Şiirlerine "Menakıbü'l - Esrar Behçetü'l -

Ahrar" adlı 1608 tarihinde yazılmış ve "Buyruk" adıyla da tanınan yapıtta rastlanması yaşadığı çağı aydınlatan başka bir ipucudur. Pir Sultan

Abdal'ın talibi ya da çok yakın dostu olduğu sanılıyor. Alevi - Bektaşi edebiyatının Pir Sultan'la birlikte en iyi örneklerini veren Kul Himmet,

geleneği izleyerek heceyle şiirler yazmış, kendine özgü bir söyleyişle günümüze dek gelebilmiş soluklu ve diri bir ozandır. 16. yüzyıl

sonlarıyla 17. yüzyıl başlarında yaşadığı kesin. Pir Sultan Abdal asılınca, Kul Himmet ve arkadaşları kaçıp saklanmıştır. Özmen, İsmail,

aleviyol.com web sitesi, makale

Page 4: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

hayvanların kanlarını, leşlerini ve nihayet çocuklarını boğazlayarak

yemeye başladılar.”4

Bu paragraf, Sivaslı Şeyh Recep’in yapıtından bir bölümdür. Olup bitenler, 16. yy’da

Sivas’ın içinde bulunduğu ekonomik durumu anlatıyor ve gerçekten bir taraftan insanın içini

parçalayan şeyler söylerken, diğer yandan da düşündüren bir kesit göstererek, insanın kanını

donduran bir sefaleti, bütün çıplaklığıyla önümüze seriyor.

16. yüzyılın ortalarından sonra, her alanda dayanılması güç bir darlık yaratan iktisadi sarsıntı,

devlet ve toplum yaşamına önemli yıkıcı etkiler getirmiştir. Devlet düzenindeki aksamalar,

akça değerinin düşmesi ve hazine gelirlerinin masraflara yetmemesi nedeniyle önemli boyuta

ulaşmıştır. Reaya (çiftçi) yükseltilen vergiler altında ezilmeye ve ücretli dirlik sahipleri,

reayaya musallat olmaya başlamıştır. Faizcilik, borçlandırdıkları köylülerin ürünlerini ucuza

kapatma, ele geçirdikleri topraklarda ekicilik ve hayvancılık yapma gibi işlerle halkı

sömürmeye başlamışlardır.

Hazine ve vakıftan pay alan müftü, kadı, naip, müderris gibi kişiler ise, bağ, bahçe, tarla,

otlak, hayvan edinerek çiftçilik ve hayvancılıkla köylüyü ezmektedirler. Mültezim, emin,

amil gibi kişiler de benzeri işler yapmaktadırlar. Rüşvet ve irtikâp haddini aşmıştır: Öyle ki,

rüşvet değilse selam dahi alınmamaktadır.5 İstanbul’da oturup çeşitli vilayetlerde hasları ve

4 Akt. Coşkun, Zeki, Öteki Sivas, s. 101

5 Fuzuli: Mehmet oğlu Süleyman, (d. Kerbela, 1480 - 90? - ö. Kerbela, Bağdat, 1556) Azeri asıllı Türk divan şairidir. Asıl adı Mehmet oğlu

Süleyman'dır.

Kanuninin Bağdat'ı fethinden sonra (1534) padişaha kasideler sunmuştur. Padişah tarafından beğenilen kasideler karşılığında 9 akçelik

maaşla ödüllendirilmiştir. Maaşını alamayınca Şikâyetnameyi yazmıştır. Şikâyetname Fuzuli'nin en önemli eserlerinden biridir.

Şikâyetnamesinde Fuzuli şöyle der:

“Selam verdim rüşvet değildir deyu almadılar

Hüküm gösterdim faydasızdır deyu mültefit olmadılar.”

Fuzuli, Bağdat civarında yaşayan fakir bir şairdir. Kanunî'ye yazdığı bir mektupta durumunu belirtmiş ve devlet hazinesinden kendisine maaş

bağlanmasını istemiştir. Padişah, kendisine bir berat göndermiş ve bu beratta Bağdat'taki vakfın zevaidinden, yani masraflar çıktıktan sonra

kalan fazlasından Fuzuli’ye maaş bağlanmasını istemiştir. Fuzuli, beratını alır almaz vakıf idaresine gitmiş ve beratın gereğinin yerine

getirilmesini istemiştir. Kendisine bürokrasinin her zamanki cevabı verilmiştir. "Sen git, biz gereğini yaparız" Ne var ki aradan haftalar, aylar

geçer ama garibim Fuzuli’yi ne arayan vardır ne de soran. Tekrar vakıf idaresinin yolunu tutar ve beratının gereğinin niye yerine

getirilmediğini sorar. İkinci gidişte karşılaştığı muameleyi ve memurlarla arasında geçen diyalogu Nişancı Paşa (Padişahın Genel Sekreteri)

Celalzâde'ye "Şikâyetname" olarak yazar.

İşte meşhur " selam verdim, rüşvet değil deyü almadılar" ifadesi bu şikâyetnamenin baş tarafında geçer. Fuzuli’nin "dedim, dediler" şeklinde

aktardığı konuşma, bürokratik çarktaki sevimsizliğin, keyfi idarenin, çalınan minareye kılıf uydurmanın, asırlar geçse de karakterini

koruduğunu göstermektedir. Diyalogun söz konusu bölümü şöyle cereyan eder:

Dedim, - Beratımın mazmunu niçin suret bulmaz. (Beratımın gereği niye yerine getirilmez)

Dediler, - Zevayiddir husûli mümkün olmaz. (Artan kısımdan maaş bağlanması istendiği için yerine getirilemez)

Dedim, - Böyle vâkıf zevayidsiz olur mu? (Böyle büyük bir vakfın artanı olmaz mı?)

Dediler, - Zaruriyât-ı Asitane'den ziyade kalırsa bizden kalır mı? (İstanbul'un gereksinimlerini karşılamaktan artarsa bizden artar mı?)

Dedim, - Vakıf malın ziyade tasarruf etmek vebaldir. (Vakıf malında hak edilenden fazla tasarruf etmek günahtır)

Dediler, - Akçemizle satın almışız bize helâldir.

Dedim, - Hesap alsalar bu sülukunuzun fesadı bulunur. (Teftiş olursa bu tuttuğunuz yolun yanlışlığı ortaya çıkar)

Dediler, - Bu hesap kıyamette alınır.

Dedim, - Dünyada dahi hesap olur, zira haberin işitmişiz. (Haber almışız ki dünyada da hesap alınır)

Dediler, - Andan dahi bakimiz yoktur, zira kâtipleri razı etmişiz. (Ondan da korkumuz yoktur, çünkü kâtipleri razı etmişiz)

Fuzuli, kişisel mücadelesinin sonuç vermediğini ve ümitsizliğini "Gördüm ki sualime cevaptan gayri nesne vermezler ve bu bera t ile hacetim

reva görmezler, naçar terk-i mücadele kıldım. Meyus-u mahrum guşe-i uzletime çekildim" sözleri ile dile getirir. Bugünkü Türkçe ile der ki:

"Baktım ki sorduklarıma cevaptan başka bir karşılık vermiyorlar ve bu berat ile ihtiyacımı karşılamıyorlar, çaresiz olarak onlarla

cebelleşmeyi bırakıp karamsar ve hiçbir şey elde etmemiş olarak kendi yalnızlık köşeme çekildim."

Page 5: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

çiftlikleri bulunan “rical” ve sancakbeyleri ve beylerbeylerinden oluşan ümera köylünün

sırtından servetlerini çoğaltmaktadır. Bunların “ekâbir” denilen adamları köylüye baskı

yapmaktadır. Vergiler sürekli arttırılmakta, bu da köylüyü ezmektedir. Hükümet adamlarının

usulsüz ve yasaya dayanmayan bedavacılıkları da (haraçları, konaklama giderleri gibi) ağır

gelmekte; göçerlerin yağmaları ve geçip gittiklere verdikleri zarar da bunların üstüne

binmekte ve sürekli borç altına giren köylülerin durumu günden güne kötüleşmektedir.

Tarlasını bırakıp oraya buraya kaçan ve adına “çift bozan” denilen köylüler, ya ulaşılmaz dağ

koyaklarına, ya da levendlik, başıbozukluk yapmak üzere kasabalara ve kentlere akmaya

başlamış; geçimi köye bağlı olan kentlerdeki yaşam da çekilmez bir hal almıştır.

İşte, işleri olmayan, levend diye adlandırılan bu insanların yarattığı 1525–1603 yılları

arasındaki bu çalkantılı dönem “Anadolu Halk Ayaklanmaları” olarak adlandırılan dönemdir.

Toplumun “gazilik-cihat” ruhunun yerini “imparatorluk” ruhunun alması; ülkenin dört bir

yanına Türk, Arnavut, Rum, Bulgar, Kafkasyalı ve başka milletten insanların akması;

Amerika kıtasının keşfiyle Kuzey Avrupa’dan başlayan büyük ekonomik gelişmelerin

Rusya’ya kadar yaydığı uluslararası canlı ticari alışverişin tüm Akdeniz’in kuzeyindeki

ülkeler gibi Türkiye’yi de sarsmasıdır. Buralarda aç ve işsiz kalan yığınların soygunculuk,

hırsızlık ve eşkıyalık yapmasına yol açmaktadır. Osmanlı’daki ekonomik çöküntü bu

yığınların çoğalmasını getirmektedir.

Akdağ:

“Daha 1515 yılında, Kayseri Sancağı Beyi Hüseyin’e yazılan bir “hükm-i

hümayun”da bazı yerlerde “hırsız ve haramilerin faaliyette oldukları’nı

belirtip bu konuda sayısız şikâyet olduğunu ve yetkililere “suçlu ve Koçi Bey, XVII. asrın başında Sultan IV.Murad'a yazıp sunduğu risalede, eski kanunun bozulduğundan, memuriyetlerin çoğunun rüşvet ile

ehliyetsiz kişilere verildiğinden acı acı şikâyet eder. Aynı şekilde çağdaşı Kâtip Çelebi, Mizanü'l-Hakk isimli eserinde, rüşvetin haram

olduğu bilindiği halde alınıp verildiğinden şikâyet eder: " Dünyada bir zararı ve cezası görülmediği yerde hiç bir kimse tereddüt etmeyip

kabul eder. Etmeyen de dindarlığından ve Allah korkusundan dolayı değil, hazmı müşkildir diye halkın dilinden korkar. Zira bir tatlıca

nesnedir, hazzı vardır, derler"

Tanzimat dönemine gelindiğinde rüşvet devlet yönetimini tehdit eder düzeye ulaşmıştır. Nitekim Sultan Abdülmecit 1839'da yayınladığı

Tanzimat Fermanı'nın bir bölümünde, Sadrazam Reşit Paşa'ya hem rüşvetin ulaştığı vahim boyutu hatırlatır hem de yasaklanması için yasal

düzenleme yapılmasını ister: "Şer'an menfur olup, harabbiyet-i mülkün sebeb-i a'zamı olan rüşvet madde-i kerihesinin fimâbâd âdem-i

vuku'u maddesinin dahi bir kanun-ı kavi ile te'kidine bakılsın." Günümüz Türkçesi ile Padişah: "Dinen red edildiği halde ülkenin alt üst

olmasının en büyük sebebi olan rüşvet denen iğrenç şeyin bundan böyle alınıp verilmemesi de kuvvetli bir kanunla sağlansın." diyordu.

Fermanda, rüşvetin ülkeyi çöküntüye götüren en büyük sebep olarak gösterilmesi çok ilginçtir . Ne var ki sultan bir konuda yanılıyordu. O da

rüşvetin yasa çıkararak kolay kolay önlenemeyeceği meselesi idi.

Rüşvetin bir de diplomatik boyutu vardır. İngiliz Devlet Arşivi'nde konuyla ilgili ilginç bir belgeye rastlamıştım. Olay 1878'de geçiyor.

Osmanlı - Rus savaşı devam etmektedir. Sultan II. Abdülhamit, İstanbul'daki İngiliz Büyükelçiliğinin 1. kâtibi Mr. Sandison’a çok değerli

elmaslarla süslü bir enfiye kutusu hediye etmek istiyor. Mr. Sandison, büyükelçi Mr. Layard'a danışmadan hediyeyi alamayacağını beyan

ederek huzurdan ayrılıyor. Konuyu Henry Layard'a açıyor ama o da bir karar veremiyor. Meseleyi resmi bir yazı ile Londra'daki Dışişleri

Bakanı Lord Salisbury'ye bildiriyor. Lord Salisbury, Layard'a yazdığı cevabî yazıda selam kelamdan sonra şu ilginç cevabı veriyor: "It

depands on service which is expected" (Public Recard Office, F.O: 195 – 1169 no: 828) yani Mr. Sandison'un bu hediyeyi alıp almaması,

Sultan Abdülhamid'in hangi beklentiye karşılık olarak bu hediyeyi verdiğine bağlıdır. Mr. Sandison söz konusu hediyeyi aldı mı almadı mı

bunu bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var ki, o da İngiliz diplomasisinin gösterdiği bu hassasiyetin Şark'ta mevcut olmamasıdır.

Doğu toplumlarında durumun böyle olmasının temel sebebi, buralarda hukuk ve prensipler hâkimiyetinin olmamasıdır. Hukukun, kuralların

hâkim olmadığı yerde şahısların inisiyatifi ön plana geçer. İnisiyatif, kişiye göre muameleyi doğurur ve bu da keyfiliğin topluma hâkim

olması anlamına gelir. Keyfiliğin olduğu yerde ise rüşvetin âlası döner. Batı ülkelerinde rüşvetin asgariye indirilmiş olması, hukukun

üstünlüğüne dayalı şeffaf devlet yapılanmasına sahip olmaları sonucudur.

Günümüz Türkiye'sinde rüşvet alınıp veriliyor mu? diye sorsanız, cevabım "hayır" olur. Sadece bir kısım memurlarımız işini biliyor, bir

kısım vatandaşlarımız da işini gördürüyor! Bunda ne fenalık var?

Kaynak:www.birebir.net/detay.asp

Page 6: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

sanıkların sorumlular eliyle mutlaka yakalanmaları gerektiğinin” 6

bildirildiğini söylüyor.

Ülke, bu türden idari basiretsizlikler yüzünden hırsızlık ve haramiliğin kıskacına girmiş, işsiz

ve bekâr ordusuna Osmanlı askeri düzeninin ve medrese sisteminin getirdiği bekârlık da

eklenince toplumsal ve ahlaki sorunlar baş göstermiştir. Taht kavgaları, devlet görevlilerinin

halk sırtından geçinmeleri, seferlerin yapılmaması, yağma ve ganimet elde edilememesi

nedeniyle Osmanlı ülkesinde siyasal karışıklıklar başlamıştır. Çift bozanlar, çoğalmakta, bir

araya gelmektedir. Yavuz Sultan Selim’in sert, zalimce ve kanlı kovuşturmaları, karışıklıkları

daha da çoğaltmıştır.

Osmanlı yöntemine karşı ilk önemli ayaklanma Yozgat (Bozok) Türkmenleri arasında

başlamıştır. Celal adındaki bir kişinin önderliğinde ayaklananlar Tokat’a geçmiş ve

Kızılırmak-Yeşilırmak arasındaki bölgede etkin olmuşlardı. Ayaklanma bastırılıp Celal

öldürüldükten sonra da ayaklanmaların ardı arkası kesilmedi ve tarih bu dönem

ayaklanmalarına “Celali Ayaklanmaları” adını verdi. Bir yandan çift bozanların, bir yandan

da Osmanlı vergi toplayıcılarının, yöneticilerin soygunlarıyla bunalttıkları Türkmen bölgeleri

halkı çeşitli yerlerde, çeşitli önderlerin çevresinde toplanmayı sürdürdüler. Kanuni’nin tahta

geçmesinden sonra getirdiği “arazi tahriri”nin uygulanması ve vergi yükü iyice ağırlaşan

çiftçilerin topraklarının ellerinden alınmasıyla da tam anlamıyla kızılca kıyamet koptu. Arazi

yazımının verdiği hoşnutsuzluk geniş ayaklanmalara dönüştü.

Ayaklanma önce Bozok Türkmenleri arasında başladı. İl yazıcısı Kadı Muslihiddin’in, arazi

vergilerinin arttırılmasına itiraz eden Türkmenlerin “sakallarını kestirmek” gibi aşağılayıcı

cezalar vermesiyle başlayan olaylar Sivas, Yeşilırmak çevresi, Tokat, Yozgat, Kırşehir,

Maraş, Adana, Tarsus ve İçel bölgelerine yayıldı. Süklün Koca, Baba Zünnun, Beğce Bey,

Şah Veli gibi önderlerin oluşturduğu Türkmenler, gerçek bir ordu gibi savaşarak hükümet

güçlerini bozguna uğrattılar. Ankara yöresindeki Kalender ayaklanması en güçlülerinden biri

oldu. Osmanlı tarihçilerinin ısrarla “Kızılbaş Ayaklanması” olarak gösterdiği bu olaylar,

çiftçi halkın adaletsizliklere ve zulümlere karşı başkaldırmasından başka bir şey değildir. Çift

bozan-Levend birikintilerinin Celali bölüklerine dönüşmesi, yani eşkıyalığın toplumsal bir

kimliğe bürünmesi olayın dikkat çekici yanıdır.7

Türkmen Kocası Pir Sultan Abdal'ın yaşamı, bir yanıyla Osmanlı Padişahları Yavuz Selim ve

Kanuni'yle, diğer yanıyla da Safevi Türkmen Devletinin Şahları, Şah İsmail Hatayi ve Şah

Tahmasb'la kesişmektedir. Kendisini var edip geçmişten günümüze, günümüzden de geleceğe

taşıyan şiirleri, edebiyat alanındaki öncülüğü, cem ehl-i kişiliği ve toplumsal önderliği,

devşirme analı padişahlarla onların kulu olan devşirme ulemanın büyük tepkilerine neden

oldu. İtildi kakıldı ve idamına değin sürekli takip altında kaldı.

Bugün halen devam eden -ettirilen Alevi-Sünni; dindar-dinsiz fitnesinin tohumları, Şehzade

Yavuz'un Trabzon valiliği döneminde atıldı ve Safevi baskısından kaçarak, Osmanlıya

kapılanan Sünni ulema bu konuda çok etkili oldu. Gerçekten de Anadolu’da arka arkaya

patlayan isyanların 1508–1509 yıllarında başlaması ve giderek yoğunlaşması tesadüf değildir.

Ve tarihçilerin Osmanlı konusunda fikir birliği ettiği çok az konudan biri, Yavuz’un,

Türkmen’e olan düşmanlık düzeyindeki tutumudur. Şehzade Yavuz'un (Padişahlığı 1512–

1520) katı bir Sünni şeriatçısı olarak yetişmesinde, İran’dan kaçıp Osmanlı’ya sığınan Sünni

ulemanın etkisiyle birlikte, Memluk devletinin işgalinden sonra, o ülkeden getirilen dini

ulemanın Alevi karşıtı telkinleri ve düşmanlığı da Yavuz üzerinde son derece etkili olmuştur.

Bunlardan başka, babası Bayezid’in Bektaşi eğilimlerinin veya toleransının ve oğlu Murat’ın

Kızılbaşlığı seçmesine karşı verdiği tepkiyi de göz ardı etmemek gerekir.

6 Akdağ, Mustafa. Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi, s. 98–99

7 Yağcı, Ö. Pir Sultan Abdal, s. 21,22

Page 7: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

Halk şiirinin kulaktan kulağa, kuşaktan kuşağa aktarılan özelliği nedeniyle günümüze

taşınarak, sonsuza gidecek olan Pir Sultan Abdal, Cumhuriyete kadar hep görmezden

gelinmiştir. Cumhuriyetle başlayan ulusallaşma sürecinin getirdiği arayışların halk

kaynaklarına da yönelmesiyle birlikte Pir Sultan Abdal yeniden keşfedilmiş, keşfedildikçe,

büyüklüğü ve halkın bağrında bunca yıl yaşamasının gizi ortaya çıkmıştır.

Her çalışma ve eserden sonra adeta yeniden doğan, sosyo-kültürel alanda hak ettiği

saygınlığa ulaşan ve Ruhi Su’nun besteleriyle daha bir ete kemiğe bürünen Pir Sultan Abdal,

Anadolu halk sanatının ve haksızlığa muhalif olmanın da anlamlı bir simgesi olmuştur.

Fuat Köprülü, Sadettin Nüzhet (Ergun), Pertev Naili Boratav, Hasibe Çatbaş, Vehbi Cem

Aşkin, Ali Balım, Adülbaki Gölpınarlı gibi araştırmacıların emekleriyle gür ışığına çıkmaya

başlayan Pir Sultan’ın deyişleri; yakın zamanda İbrahim Aslanoğlu, Mehmet Bayrak, Asım

Bezirci, Sabahattin Eyüboğlu, Azra Erhat, Atilla Özkırımlı, İlhan Başgöz, Ahmet

Köklügiller, Cevdet Kudret, Orhan Ural, Erol Toy, Selami Münir Yurdatap, Ali İlger,

Mehmet Fuat, Cahit Öztelli, Hasan İpçi, Muzaffer Uyguner, A. Haydar Avcı, Ali Yıldırım,

Esat Korkmaz, Vecihi Timuroğlu gibi araştırmacıların ortaya çıkardıkları yeni deyişlerle

zenginleşmiş ve deyişlerin yanında Pir sultan Abdal’ın yaşamıyla ilgili bilgiler de toplumsal

ve yazınsal tarihimize girmeye başlamıştır.

Pir’in yaşadığı tarihsel aralığa dair...

Pirin yaşadığı tarihsel gerçeğin (1485–95 ve 1560–65), yılları olduğuna dair bir kanıya

varmamızın güçlü ve mantıklı olduğunu düşündüğümüz başka gerekçeleri de vardır. Banaz

çevresinde onlarca isyan, kalkışma ve olaya değin ad ve zaman vermeyen Pir, deyişlerinde

Şah Kalender’den söz etmekle kalmaz, Hacı Bektaş’a gidip geldiğine, duaz-niyaz ettiğine

dair kısmi ayrıntılar da verir. “Benim şahım Şah Muhammed Ali’dir” derken, bu şahın, Şah-ı

Merdan Ali olduğunu söyleme gereği duyması, bir ihtiyaç ya da, Şah Tahmsab’a gitmesinden

sonra duyduğu kırgınlıktan kaynaklanmış olmalıdır. Pir için Hz. Ali, darda kaldığında

başvurduğu-çağırdığı mitolojik kurtarıcı kahramandır, uludur, tanrıdır; ya da gül yüzlü

Ali’dir...

Pir Sultan Abdal’ın yaşamında, güçlü bir şah motifinin varlığı çok net görülüyor. Bu yüzden

Pir’in, çeşitli dönemlerinde “şah” diyerek umar aradığı iki ulu ereni daha vardır: Bunlardan

biri Şah İsmail, diğeri de Şah Kalender’dir... O halde Pirimizin yaşamına dair tarihsel aralığa

ulaşmak konusunda üç şahın; Şah İsmail, Şah Kalender, Şah Tahmsab dönemlerinin çarpıcı

olaylarını, olayların içindeki Pir Sultan Abdal’ın ozanlıktan kaynaklanan etkisini ve Musahip

Ali Baba-Pir Sultan Abdal ilişkilerini inceleyerek bir sonuç çıkarmak, en mantıklı yöntem

olabilir. Bu simalarla Pirimiz arasında doğrudan ve yoğun bir ilişkiler süreci yaşanmıştır. Bu

yüzden Pir Sultan’a dair belge kıtlığını, sözünü ettiğimiz diğer tarihsel simalara ilişkin somut

belgelerle destekleyerek, daha kabul edilebilir sonuçlara ulaşmak olası görünmektedir. Kaldı

ki, salt bu yazılanlarla kalmayıp, bunun yanına derlenen bilgileri ve kişisel bulgularımızı da

ilave ederek, belirlememizi daha da pekiştirmemiz mümkün görünmektedir.

Pirimizin, Hz. Ali’den sonra ikinci mitolojik kahramanı Şah Hatayi’dir. O, ulular ulusu,

canlar canıdır: Pirimize göre Şah gelecek, Osmanlı’nın tacını tahtını yerle bir edecek, kızıl

sancağını Kazova’ya dikecek ve Hüsey’nin öcünü alacaktır. O, Mehdi’dir: sahib-i zamandır:

Şah Hatai’dir. Cemimize, demimize, günümüze ve geleceğimize damgasını vuran, kurallar

koyan, deyiş ve duazimamlarıyla ölümsüzleşen ulularımızdandır. Çok açık ki, Pirimiz Pir

Sultan, Şah Hatayi’yi yakına yakın tanımamakta, bütün âşıklar gibi sadece methini

etmektedir. Hatayi‘yi methetmek, yüce bir aşkla bağlanmak, cemin, dedeliğin ve zakirliğin

olmazsa olmaz kurallarından biridir.

Karşı karşı karlı dağlar

İndi Şah’a secd eyledi

Page 8: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

Mülk iyesi ulu beyler

İndi Şah’a secd eyledi

Benim istediğim kendi

Erenler ikrara kandı

Muhammed miraçtan indi

İndi Şah’a secd eyledi

........

Yaraya ekerler tuzu

Aydan değirmidir

Yer altının sar’öküzü

İndi Şah’a secd eyledi

..........

Çağırın gelsin Ali’yi

Hacı Bektaş-i Veli’yi

Erenler içti doluyu

İndi Şah’a secd eyledi

.........

Gökyüzünde ulu kuşlar

Erenler sohbete başlar

Kırklar yediler üçler

İndi Şah’a secd eyledi

........

Pir Sultan’ım oldu tamam

İşte geldi Sahip Zaman

Dahi indi On’iki İmam

İndi Şah’a secd eyledi

Yavuz Selim-Şah İsmail arasında geçen Çaldıran Savaşından sonra, Pir’in yaşadığı hayal

kırıklığı ve ruh hali, bütün Anadolu göçer Türkmenlerinde görülen ruh halidir. Safevi

Kızılbaş devletine ve Şah’a duyulan özlem ve kurtuluş beklentisinin hayal kırıklığıyla

sonuçlanması, Anadolu Türkmen taifesinin ilk hayal kırıklığı değildir. Bu, Şah İsmail dönemi

öncesinde8 başlayıp, daha sonra iyice belirginleşen ve umutsuzluğa dönüşen bir hayal

kırıklığıdır ve bütün Türkmen aşiretlerinin trajedisinin ve çaresizliğinin devam ettiğinin

kanıtıdır. Bu bakımdan Türkmen önderlerinin arayışı; “her ne arar isen kendinde ara”

şiarında olduğu gibi bu kez içe dönük olarak sürmektedir.

...

Bir bend oldum şu meydana atıldım

İkrar verdim ikrarıma tutuldum

İptida taliptim Pir’e katıldım

Pir’in eteğini tutmağa geldim

8 16.yy.’ın hemen başlarında

Page 9: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

Pir Sultan Abdal’ım yüreğim döğün

İmamlar rengine boyandım bugün

Rehberi pişirir talibin çiğin

Pir önünde ikrar tutmağa geldim

Açıktır ki, burada söz edilen pir’in, tarihsel süreci ve konuyla ilgili diğer göstergeleri

değerlendirdiğimizde, Pirimizin görüştüğü, ziyaret edip, eşiğine yüz sürdüğü makamın

Serçeşme, Şah’ın da Kalender Şah olduğu görülür. Türkmen umarsız ve çaresizdir. Çare

uzakta aranmış, uzaktaki kutsaldan beklenen kurtuluş beklentileri tek tek boşa çıkmış,

tükenmiştir. Oysa Hacı Bektaş’a gidilmemiş, yüz sürülmemiş, dertler söylenip, derman

aranmamıştır. Şimdi Türkmen, alay alay, bölük bölük Serçeşme’ye akmakta, Balım Sultan

evladı (?) Kalender Şah’tan derdine derman istemektedir.9

Hz. Ali’nin devri yürüye

Ali kim olduğu bilinmelidir

Alay alay gelen gaziler ile

Şehitlerin öcü alınmalıdır

Kendin teslim eyle bir serçeşmeye

Er odur ki yarın senden şaşmaya

Bin gaziye bir münafık düşmeye

Hak aşkına kılıç çalınmalıdır

Yer yüzünü kızıl taçlar bürüye

Münafık olanın bağrı eriye

Sahib-i Zaman’ın emri yürüye

Sultan kim olduğun bilinmelidir

........

Pir Sultan Abdal’ın ey Dede Dehman

Kendine cevretme andan gel heman

İstanbul şehrinde ol Sahib-Zaman

Tac-ı devlet ile salınmalıdır

9 A. Haydar Avcı, Kalender Çelebi Ayaklanması, s. 34–35. Hacı Bektaş-ı Veli’nin soy ağacı konusunda tartışmalar sürmektedir. Biz, daha

bir mantıklı olduğunu gördüğümüz A. Haydar Avcı’nın tespitlerini buraya aktarıyoruz:

1- Hacı Bektaş ( D: ?- Ö: 1271).

2- Seyit Ali Sultan (Kızıl Deli Sultan) 1310–1402.

3- Seyit Ali Sultanoğlu Resul Bali, 1361–1441.

4- Seyit Ali Sultanoğlu Mürsel Bali, 1384–1438.

5- Mürsel Balioğlu Balım Sultan (Hızır Bali) 1473–1516

6- Mürsel Balioğlu Kalender Çelebi, 1476–1527

Osmanlı kaynaklarının verdiği bilgiye göre Kalender Çelebi, Kadıncık Anaoğlu Habib Efendi torunlarındandır.

Bu soyağacı ise şöyledir:

1- Kadıncık Anaoğlu Habib Efendi.

2- Habib Efendioğlu Resul Çelebi.

3- Resul Çelebioğlu Balım Sultan.

4- Balım Sultanoğlu İskender Çelebi.

5- İskender Çelebioğlu Kalender Çelebi.

Page 10: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

***

.....

Pirim uyan dedi kalktım uyandım

Gerçeklerin boyasına boyandım

Mürvet dedim eşiğine dayandım

Hacı Bektaş Veli Sultan Balım var

Gördüm güvercin donunda oturur

Urum abdalları hizmet yetirür

Zemheride tomurcuk gül bitürür

Hacı Bektaş Veli Sultan Balım var

..........

Pir Sultan’ım biat ettik ol erden

Muhabbet kokusu geliyor serden

Katardan ayırma ey Şah-ı Merdan

Hacı Bektaş Veli Sultan Balım var

Akla en yatkın olanı; isyan tarihi, yengi ve yenilgileri, Şah Kalender kıyamının neredeyse

bütün evrelerinin Banaz ve çevresinde geçmiş olması, bu şahın Kalender Şah olduğunu

büyük olasılıkla ortaya koymaktadır. Bunca açıklamadan sonra, bu şahın, Şah Kalender

olduğunu kanıtlamak için, öyle uzun uzadıya teori ve analize ihtiyaç olmaması gerekir.

Kıyamın10

güçlü tanıklarından ve katılımcılarından biri de Pir Sultan Abdal’dır. O, bu

dönemde sadece çağına ve olaylara tanık olmakla kalmaz; bozuk düzene itiraz eder: Saz, söz

ve konuşmalarıyla yönetenleri uyarır, tüm bunlardan sonuç alamayınca, bir çözüm ihtimali

olarak ortaya çıkan Kalender Şah kıyamına "73 er ile katılarak", haksız ve adaletsiz

Osmanlı'yla savaşa tutuşur. Tarih; 1527 yılının Nisan veya Mayıs ayıdır.

Yetmiş üç er idik girdik bu yola

Yalbırdak kılıçlar hep aldık ele

İman Kur'an nasip olsa bir kula

Kudretten okunur onun Yâsin'i

....

Göre idim Sultan'ımı Hânımı

Bula idim can içinde cânımı

Mehdi alır İmamların kanını

Ko desinler n'oldu Seyyit Nesimi

Pir Sultan Abdal'ım der ey gaziler

Böyle yazılmıştır bize yazılar

Kerbelâ dedikçe sinem sızılar

Şu gelen ses yoksa Düldül sesi mi?

Pirimizin deyişlerini incelediğimizde, Hacı Bektaş dergâhına bir aşinalığı olduğunu

görmekteyiz. Gerçek bir yol oğlu olarak dergâhı ziyaret etmiş, eşiğine yüz sürüp, mürşidinin

10 Yanlışın ve haksızın üstüne yürümek eylemi.

Page 11: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

elini öpmüştür. Dergâhta post makamında Balım Sultan11

oturmaktadır. Kalender Şah’la

tanışıklığı da buradan gelmiş olmalıdır. Bu yolculuğun salt ziyaret amacı mı taşıdığı, dertlerin

söylenip derman mı arandığı, yoksa dedelik yapmak üzere el almak amacı mı taşıdığı veya

bütün bu söylediklerimizin hepsini mi kapsadığını bilemiyoruz. Deyişlerde verilen ipucu; Pir

Sultan’ın, Dergâhın postunda oturan Balım Sultan’ı ziyaret edip, elini öptüğü ve Şah

Kalender’le tanışıp, muhabbet ettiğidir.

Güvercin donunda gördüm oturur

Ziyaret eyledim Balım Sultanı

Zemheride elmasını yetirir

Ziyaret eyledim Balım Sultanı

Tekkesine geyik postu döşeten

Cemine de kurban gelür köşeden

İnüp Al’Osman’a kuşak kuşatan

Ziyaret eyledim Balım Sultanı

.......

Pir Sultan’ım kork Allah’ın işinden

Tesellimiz aldık pınar başından

Biz de geçtik ol delikli taşından

Ziyaret eyledim Balım Sultanı

Kendi söylemiyle “ham iken pişen, talip olup yola giren” ve âşık olarak zakir postuna oturan

Pir sultan Abdal, üstü kan köpüklü meşe seli olduğu, çağıl çağıl aktığı ve “73 er ile yayan

yalbırdak” Şah Kalender ordusuna katıldığını söylediği 1527 yılında kaç yaşında olmalıdır?

.......

Dost elinden dolu içmiş gibiyim

Üstü kan köpüklü meşe seliyim

Ben bir yol oğluyum yol sefiliyim

Be de bu yayladan Şah’a giderim

Pir sultan Abdal’ım dünya durulmaz

Gitti giden ömür geri dönülmez

Gözlerim de Şah yolundan ayrılmaz

Ben de bu yayladan Şah’a giderim

Tam bir “usta malı”12

olarak gördüğümüz bu deyişteki coşkuyu, olgunluğu, Alevi süreğinde

yola girme, zakir postuna-makamına oturma sürecini birlikte değerlendirdiğimizde, 1527

11 Balım Sultan (1428–1516): Kimi söylence ve kaynaklarda Mürsel Bali oğlu söylense de, türbesindeki kitabeye göre Resul Bali oğlu

olduğu anlaşılan Balım Sultan, Alevi-Bektaşi geleneğinde Hacı Bektaş’ın dördüncü göbek torunu sayılmaktadır. Dedesinin, Bektaşiliğin

önemli öncülerden ve Balkanlar’da yayılmasını sağlayan isimlerden Seyid Ali Sultan, namı diğer Kızıl Deli olduğu söylenir. Balım Sultan

1500 yılına kadar Dimetoka’da Kızıl Deli/Seyid Ali Sultan dergâhı postnişiniyken, 1500–1501 yılında Hacı Bektaş dergâhına gelmiş ve

posta oturmuştur. Bektaşi tarikatını yeniden düzenlemesi nedeniyle “Pir-i Sani” yani ikinci pir olarak kabul edilir. Pir Sultan’ın ve Alevilerin

adını saygıyla andığı önde gelen erenlerdendir. A. Haydar Avcı’nın yaptığı incelemelerden çıkardığı sonuca göre, “Şah Kalender’in, Balım

Sultan’la kardeş olduğu savı doğru değildir. Şah Kalender’in babası Mürsel Balioğlu Yusuf Bali ile Resul Balioğlu Balım Sultan kardeş

çocuklarıdır. Bu durumda Balım Sultan, Şah Kalender’in amcazadesi olmaktadır.” A. Haydar Avcı, Kalender Çelebi Ayaklanması, s. 42–45

12 Çok tanınan âşıkların elinden çıkan ve beğenilen deyişler için kullanılan bir Alevi deyimi.

Page 12: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

yılında Pirimizin en az 30, en fazla 35 yaşlarında olabileceğini varsayabiliriz. Kaldı ki, bu

öngörümüzü daha sonra ortaya koyacağımız yeni savlarımızla da destekleyeceğiz. Şu halde,

hâlihazır bulgularımıza göre Pir Sultan Abdal’ın doğum tarihi olarak 1485–95 yıllarını esas

almamız ve değerlendirmemizi bu tarihe göre inşa etmek bizi yanıltmayacaktır.

Bıkıp usanmadan talibinin sorunlarına çare arayan ve arayışını darağacına kadar sürdüren Pir

Sultan Abdal’ın, gidip gördüğünü-görmek istediğini söylediği iki “şahı” daha vardır: Birisi:

“çok uzak yollardan özendim geldim” demesinden anladığımız, uzaktaki idolü Şah

İsmail’dir. İsmail Çaldıranda yenilmiştir ama Alevi-Bektaşiler üzerindeki etkisi daha da

artmış, adeta ölümsüzleşmiş, Mehdi yerine konulmuştur. Savaşı kaybeden Şah İsmail, Alevi-

Bektaşi dünyasına Hatayi olarak geri dönmüş, Alevi inancının en zirvesine oturmuş gönüller

sultanı ve baş tacı olmuştur. Alevi süreğinde bu etkilenmeyi her an görmek fazlasıyla

mümkündür.

Bu etki, Pirin, Şah ülkesine gitmesinin de nedeni olmalıdır. Pir Sultan Abdal, “çok uzak

yollardan özenip” Tebriz’e13

kadar gitmiş, ölümsüz (Mehdi-Sahib-i Zaman) Hatai’yi ararken

Şah Tahmsab’ı bulmuştur. Tahmsab’ı bulmuş, çaresiz, “divanına da durmuştur” ama “Niye

geldin Urum Sofusu?” denilerek adeta kovulmuş mudur?

Aşağıda, insanın içini yakan deyişinde böyle bir hüsran yaşadığı görülmektedir: Ama önce

Şahı’nı görmek üzere uzun bir yolculuk yaptığını, yol iz sorduğunu, Kösedağ’dan, Hama’dan

Mardin’den geçip, “Güzel Şaha giden yolları,” aradığını anlattığı deyişine bir göz atıp, sonra

Şah’ın adamlarıyla arasında geçen diyalogu görelim.

.........

Yolumuz aşıp Hama’dan Mardin’den

Yandı ciğer kebap oldu derdinden

Erzurum’un Kösedağ’ın ardından

Güzel Şaha giden yollar bu mudur

.......

Kayası taşı yok dümdüz ovalar

Çeşmim yaşı birbirini kovalar

Size derim hey gaziler ağalar

Güzel Şaha giden yollar bu mudur

Pir Sultan Abdal’ım coşup gideriz

Coşuben haddinden taşıp gideriz

Ay ile yıldızı aşıp gideriz

Güzel Şah’a giden yollar bu mudur ***

İptida bir sofu Şah’avarınca

Niye geldin derler Urum Sofusu

Çevre çevre dört yanına bakınca

Niye geldin derler Urum Sofusu

Ateşin yanmadan dumanın tüter

Murtaz’Ali katarıdır bu katar

13 Safevi devletinin başkenti.

Page 13: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

Bunca evliyaya hizmetin yeter

Niye geldin derler Urum sofusu

Çok uzak illerden özendin geldin

Şu tozlu yollara bezendin geldin

Urum’dan ne günah kazandın geldin

Niye geldin derler Urum Sofusu

Bülbül gerek gül dalına konmaya

Şah İsmail gibi semah dönmeye

Müsahibin yok mu derdin yanmaya

Niye geldin derler Urum Sofusu

Pir Sultan Abdal’ım hele yazsalar

Arasalar ülke ülke gezseler

Yolu doğru sürmeyeni assalar

Niye geldin derler Urum Sofusu

Bu şiire bakılırsa, Pir Sultan Abdal’ın, Şah İsmail’in Hakk’a yürüdüğünü bilmeden onu

görmek üzere İran’a gittiği, bu anlamda olağanüstü bir hayal kırıklığı yaşadığı; hayatında en

çok değer verdiği Şah’ının Hakk’a yürüdüğünü işitince bütün dünyasının yıkıldığını anlamak

zor olmasa gerek...

Deyişinde, bu yönelim ve ziyaretten çok mutlu olmadığı, hatta kendisine karşı gösterilen

kuşku ve sorgulama nedeniyle büyük hayal kırıklığı yaşadığı, üzüntü ve pişmanlık duyduğu

görülüyor. Önemsenmediğini; bu nedenle de Şah’la görüştürülmediğini, Şah yerine, Şah

adına kimi adamları tarafından sohbet-muhabbet bile değil, adeta sorgulandığını; “niye geldin

Urum sofusu? Urum’da ne günah kazandın da geldin? Derdini yanmaya, Şah İsmail gibi

semah dönmeye musahibin yok mu ki, buralara kadar geldin” dediklerini söylüyor.14

Bu çok “uzak illerden özenip” gidilen, ama büyük hayal kırıklığı yaşanan, sorgulanıp

aşağılanan; makamı ziyaret etmesine, yüz sürmesine dahi izin verilmeyen yer, başka neresi

olabilir? “Urum sofusu” tanımı, ancak Urum’dan giden birine verilen sıfattır. 1500’lü yılların

“Rum”=Urum eyaleti, Şimdiki Sivas merkez olmak üzere15

çevresindeki illerin tamamına

yakınını kapsayan büyük bir bölgedir. Bu bakımdan, bu “ziyaret edilen” yer, Urum

bölgesinden farklı bir yer-bölge olmalıdır ki, bu sıfat kullanılabilsin. Urum’dan, Urum

çevresine ziyaret yapan birine “niye geldin Urum sofusu” denmemesi gerekir. Bu hayal

kırıklığından sonra, Pir’in dünyası yıkılmış, Şah’ı da değişmiş gibidir. Artık “Benim Şah’ım

Şah’ı Merdan Ali’dir” demekte, Ali’ye çağırmaktadır. Şah’ı artık Şah İsmail değil, Şah’ı

Merdan Ali’dir... “Şah, Şah” diye çalıp, çağırdığı ulunun kim olduğunu söylemek ihtiyacı bu

ziyaretten sonra doğmuş olmalıdır.

Benim Pirim Şah-ı Merdan Ali´dir.

Sefiller Carına Yeten Haydardır.

Kapıyı Hayberi Şahadet Parmağıyla.

14 Avcı, Ali Haydar, Osmanlı Gizli Tarihinde Pir Sultan Abdal, s. 145.

15 Divriği, Tokat, Amasya, Bozok, Canik, Malatya, Arapkir, Harput, Çorum, Zile, Niksar, Budaközü, Hüseyinabad, Keskin, Karahisar -ı

Şarki sancaklarından oluşur ve neredeyse Anadolu’nun tamamı demektir.

Page 14: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

Kaldırıp Asumana Atan Haydardır

Onlar Girer Zahir Batın Donunda.

Onların Rızkı Gelir Kudret Kolunda

Asuman Yüzünde Aslan Donunda.

Resulün Yolunda Yatan Haydardır. ***

Pirimiz, bu büyük hayal kırıklığını 1534 yılı sonrasında yaşamış olmalıdır. Çünkü aşağıda

vereceğimiz “Bağdat” şiiri, Pir’in, Safevi Şahından beklentisinin bu tarihlere kadar devam

etiğinin bir kanıtı sayılmalıdır. Ve “niye geldin urum sofusu” denilerek sorgulanan, hatta

aşağılanan ve ziyaretten büyük pişmanlık duyan birinin, hele de Pir Sultan Abdal gibi

onuruna, kavline ve kararına bunca düşkün birinin, kırıldığı birine (o insan Şah bile olsa)

böylesine duygulu bir şiiri yazmaması ve Safevi Şahından yana tutum almaması gerekir.

Anımsayalım: Ne diyordu Hınzır Paşa’ya:

.........

Can için yalvarmam sana

Şahımşah bana darılır

Bu nedenle, Pirin, Safevi (günümüzdeki İran) ülkesini (Tebriz’i) ziyareti, bütün isyanların ve

özellikle Kalender Şah kıyamının sonuçsuz kalmasının ardından, 1534 yılı sonrasında, 45–50

yaşlarındayken gerçekleşmiş olmalıdır.

Güzel Şah’ım çok yerlerden görünür

Aslı nedir niye verdin Bağdad’ı

Şahım birdir binbir dona bürünür

Aslı nedir niye verdin Bağdad’ı

......

Çeksen askerini de gelsen idi

Hacı Bektaş Hanına konsan idi

Kırsan ol Yezidi olmaz mı idi

Aslı nedir niye verdin Bağdad’ı

Pir Sultan Abdal’ım Üçler Yediler

Kırklar da bu demde hazır idiler

Bağdad’ı Basra’yı verdi dediler

Aslı nedir niye verdin Bağdad’ı

Yeri gelmişken, Pirin yaşadığı tarihsel aralığa dair isabetli düşünceleri ve bulguları olan iki

araştırmacının görüşlerinden de yararlanmak istiyorum:

Bunardan biri, Ali Haydar Avcı, diğeri de İsmail Kaygusuz’dur. Kaygusuz, analizlerini şöyle

somutlar:

“(...) Böyle olunca onun 1475–80 arasında doğmuş olabileceği

ortaya çıkıyor.

Bu tarihi esas aldığımızda, ‘Pir Sultan’ın zamanında, yaşadığı

çevrede herhangi bir halk hareketi olmamış ve kendisi de böyle

bir harekete katılmamıştır’. Diyenlerin niyetlerinin karanlık

Page 15: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

olduğu görülür. Çünkü Pir Sultan Abdal, bu tarihe göre, idam

edilinceye kadar en az on Alevi halk hareketi yaşadı. Büyük

kırımlar gördü. Kanla bastırılan onca ayaklanmaya, Çaldıran

Savaşına (1514), savaş öncesi ve sonrasında yüzbinlerin

öldürüldüğü toplu Kızılbaş kırımlarına tanık oldu. (Bu nedenle Pir

Sultan Abdal MD.) İran savaşları sırasında (1548–55) Kanuninin

Kızılbaş kırımından yakasını kurtaramadı.”16

Ali Haydar avcı, bizim gözlemlerimize oldukça yakın saptamalar yapan Kaygusuz’un bu

çabasını daha da ileri götürerek, ortaya çıkardığı yeni belgelerle somutlar ve şu tespitleri

yapar: Önce, Sn. Avcı’nın derlediği belgeleri verip, sonra da yorumlarına bakalım:

Hüküm: 1 Yazıldı.

Hüsrev Beg’e virildi.

Fi 27 Şaban sene 967

Rum Beglerbegisi Hızır Paşa’ya hüküm ki:

Haliya il-voyvodası olub fevt olan Kasım Voyvoda’nın âdemlerinden şekva

olınub Südde-i Sa’adet’üme arz-ı hal sunılmağın teftiş olınub görilmesin

emr idüb ve arz-ı halün aynı ile ihrac olınub sana gönderilüb buyurdum ki:

Vusül buldukda arz-ı halde mastür olan ahvali malüm eyleyüb dahı

mezkürleri her kandeyse ele getürüb teftiş eyleyüb zuhur iden mevvadı

yazub bildiresin. Bu hususı kimesneye ifşa itmeyüb ele getürüb

göresin.17

Görüldüğü üzere gerçekten de; miladi 23 Mayıs 1560 yılında (27 Şaban, 967), Rum

Eyaletinde18

“Hızır” adında biri beylerbeyi olarak görev yapmakta, bu bölgeyi

yönetmektedir. Sn. Avcı, adı geçen eserinde19

bu kanıtı güçlendiren başka belgeler de

vermektedir. Ancak bu belge, kafamızı sürekli meşgul eden “Pirin hangi tarihte asıldığı”

sorusunun aydınlatılması için başkaca bir kanıta ihtiyaç göstermeyecek kadar nettir. Ve

Pirimizin bu Hızır tarafından astırılmış olabileceğini, güçlü bir şekilde desteklemektedir.

Pir sultan Abdal’ın akıbeti, kimliği ve Osmanlı kayıtlarında adına rastlanmamasıyla ilgili

olarak, çeşitli olasılıklardan söz edebiliriz. Bunlardan biri de Osmanlının sıklıkla başvurduğu,

gizli-kayıtsız ve keyfi “katl” 20

yöntemidir. Pirin asıldığı tarihle ilgili olasılıklar üzerinden

yürüttüğümüz çabalar, muhtemeldir ki, Osmanlı kaynakları-kayıtları içinde “Pir Sultan

Abdal’ın asılmasına dair” düzenlenmiş somut bir belgenin bulunamamasıyla sonuçlanabilir.

Ancak, bu çaba ve çalışmalar bakımından gözden kaçırılmaması gereken başka bir unsur

daha vardır: O da, Pirin akıbetiyle ilgili kaydın, güçlü bir ihtimal gibi gözüken “Koca

Haydar” ismiyle kayda geçirilmesi ihtimalidir. Osmanlı belgeleri üzerinde çalışan

araştırmacılarımızın bu ve buna benzer diğer olasılıkları gözden kaçırmamaları gerekir.21

16 Kaygusuz, İsmail, Anadolu Bilgeleri, Su Yay. S. 283–284

17 3 no’lu Mühime Def. (966–968/1558–1560), s. 513, Hüküm No:1167, Ali Haydar Avcı, age. S. 175

18 Buraya, bütün Anadolu’yu ifade eden Rum’dan tefrik için, Rumiyye’i suğra adı da verilmiştir.

19 Osmanlı Gizli Tarihinde Pir Sultan Abdal.

20 Bkz. Mumcu, Ahmet, Osmanlı Devletinde Siyaseten Katl. S. 121–124

21 Zelyut, Rıza, Öz Kaynaklarına Göre Alevilik, s. 285’de aynı konuda şu bilgileri veriyor: “1 Numaralı Mühimme Defterinde bulunan 1055

sıra numaralı 19 zilhicce 961 (1553) tarihli Divan-ı Hümayun (padişah) fermanı, ilk Hızır Paşa konusunda açık ve önemli bilgiler veriyor.

Page 16: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

......

Biz de gezinirdik irfanda sazda

Biz de bulunurduk cem de niyazda

Bize de gel oldu kanlı Sivas’ta

Hızır Paşa bizi astı bulunmaz

Pir Sultan Abdalım destim damende

İsmim Koca Haydar neslim Yemen’de

Garip başa bir hal gelse zamanda

Orda her kişinin dostu bulunmaz

Aşağıda, “Ali Baba, musahiplik, Rüstem Paşa” bölümünde daha ayrıntılı görüleceği üzere,

doğum tarihiyle ilgili yürüttüğüm mantık, arkadaşlarımın tezleriyle örtüşmektedir. Ben

doğum tarihi olarak, 1485–1495 arasını verirken, Kaygusuz 1475-80’li yılları, Avcı da

1490’lı yılların başlarını işaret etmektedir.

Sn. Avcı’nın da isabetle tespit ettiği gibi, Pir Sultan Abdal, “Arzulamış pire gitmiş” ve

Pir’ini, Balım Sultan’ı ziyaret etmiştir. Nitekim Pirimiz, deyişinde bunu çok açıklıkla ifade

etmektedir: Hem de yer, mekân ve isim belirterek.

Balım Sultan’ın (D:1428- Ö:1516) postnişinliği, (1500–1516) yılları arasıdır. Öyleyse

Pirimiz, 1516 yılında Hakka yürüyen Balım Sultanımızı hangi yıllarda ziyaret etmiş olabilir?

Böylesi bir gereksinim hissedip yollara düşen bir hak aşığının en az 25–30 yaşlarında

“olması gerekir” bile demiyorum: Şarttır. Hem o duygu yoğunluğuna-olgunluğa, hem de

“şeriat kapısının” kurallarına22

uygun düşmesi bakımından, mantığın böyle yürütülmesi

isabetli olacaktır.

Şu halde verilerimizin, bilgi ve belgelerimizin ışığında bu konuda [şimdilik kaydıyla] şunu

söyleyebiliriz; Pir sultan Abdal, 1485’li yıllarda doğmuş, 1560’lı yıllarda da öldürülmüş;

Hak’ka yürümüştür. Yol gereği [şartı değil] aynı yaşlarda olması gereken musahip Ali

Baba’nın ölüm tarihi, 28 Cemaziyelevvel (Ocak) 982/1574’dir.23

Konumuzu bu tarihsel

yönüyle incelendiğimizde de, yürütülen mantığın birbiriyle çakıştığı ve belgelerle de gayet

somut bir duruma geldiği görülmektedir.

Fermanın özeti şöyle: “Sivas sancağındaki Bahtabat Köyü çavuşu Cafer, görevini bırakmıştır. Bu görevin, eski Rum (Sivas)

beylerbeyi Hızır'ın isteği üzerine, aynı köy halkından Hüseyin'e verilmesi için Rum Beylerbeyine hükümdür...”

Bu belgenin ilginç yanı, emekli olarak İstanbul'da bulunan eski valinin, Sivas'ın bir köyünü etraflıca hatta bu köyden bazı insanları

ayrıntısına inebilecek biçimde tanıdığını göstermiş olmasıdır. Demek ki bu vezir, Sivas'ta oldukça uzun kalmış, çevreyi ve halkı tanımış,

halktan da kendisi ile bağlantıyı sürdürenler çıkmıştır.

Kesine yakın biçimde şu söylenebilir: Pir Sultan Abdal'ı astıran Hızır Paşa'dır. Gelenek, söylentiler ve Alevi şiiri bunun böyle olduğunu

gösteriyor. Bu idamı yaptıran işte bu ilk Hızır Paşa'dır. Diğer Hızır Paşa'nın Sivas'ta görev yaptığını gösteren resmi bir belge

bulunmamaktadır. Bu nedenle, eldeki bilgilere göre, Pir Sultan Abdal'ın 1547 ile 1553 yılları arasındaki bir tarihte asıldığını söyleyebiliriz.

Zaten bu dönem, Osmanlı-İran ilişkilerinin çok gergin olduğu bir dönemdir. 1548 yılında Kanuni Süleyman, İran'a sefere çıkmıştır. İran

yandaşı olarak bilinen insanlar, bu seferler sırasında temizlenmişlerdir. Bununla ilgili katliam iznini de Şeyhülislam Ebussuud Efendi

önceki bölümde görüldüğü gibi 1548’de vermiştir. Pir Sultan Abdal'ın da böyle bir kargaşa ortamında tutuklanıp asıldığını varsaymak

yanlış olmayacaktır. Tarihi de 1548 olmalıdır. »

22 Zakir-âşık olup, ceme oturabilmek bakımından, şeriat, tarikat, hakikat, sırrı hakikat olarak bildiğimiz dört makamın ilki olan şeriat

kapısının geçilmesi gerekir. Bu kapının aşılması da asgariden 25–30 gibi bir yaş ve olgunluk düzeyini zorunlu kılar.

23 Başbakanlık, Mühime Defteri 25/264

Page 17: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

Yine Ali Baba’nın yaşamına ve Pirimizin deyişlerine dayanarak, bu konudaki gizin

aydınlatılması çabalarına şu saptamayı da ilave edebiliriz: Önce deyişten iki mısra verelim:

Ala gözlüm zülfün kelep eylesin

Döksün mah yüzüne nikap eylesin

Ali Baba Hak’tan dilek dilesin

Bizi dâr dibinde eğlemesinler

Eğer Ali Baba söze uyarsa

Ferman büyük yerden beyler kıyarsa

Ala gözlü yavrularım duyarsa

Al’ın çözüp kara bağlamasınlar

Anımsayalım: Ali Baba 1574 yılında, eceliyle ölmüştür.

O halde bu deyiş neyi ifade eder? Şunu: Pir’in, ele geçirilip Sivas merkezinde bulunan

Toprakkale Zindanı’na atıldığı ve Osmanlı deyimiyle “siyaset edilmeyi” beklerken söylediği

bu deyişin söylendiği tarihte, Ali Baba’nın henüz sağ, Pir’in ise ölüme gitmekte olduğunu

ifade eder. Bu bilgi bize, “1590 yılında asıldığı” söylenen Pir Sultan’ın, 1574 yılında ölen Ali

Baba’ya; “söze uysun”, benim için “dilek dilesin” diyerek gönderme yapmasının

düşünülmemesi gerektiğini anlatır. O halde on dört yıl önce ölen birinden anlamsız şekilde

dünyevi yardım istemiş olacağını, bunun da Pir Sultan Abdal gibi ulu bir ozana

yakışmayacağını bilmek, kabul ve ikrar etmek gerekir.

****

Pir Sultan Abdal’ın, yaşamı, duruşu, farkı ve inancıyla, bir tarih yazdığını görüyoruz. Burada

aslında, kendi trajedisini şiirleştirerek, Türkmen’in trajedisine birebir tercümanlık yapan ve

günümüze aktaran bir Türkmen ozanın yaşamına tanıklık etmiş oluyoruz. Ayrıca bu simanın,

tarihsel süreçlerde benzeştiği birçok önemli sima ile neredeyse birebir özdeş olduğunu da

görüyoruz. Kuşkusuz uğradıkları büyük haksızlıklar nedeniyle Pir Sultan Abdal gibi

ölümsüzleşen yüzlerce önemli tarihi kişilik vardır. Buna ilişkin tarihin derinliklerinden

Sokrates, Spartaküs, Galileo gibi dışarıdan örnekler de verileceği gibi, Mansur, Nesimi, Baba

İlyas, Baba İshak gibi yakın örnekler de verilebilir. Konumuzla ilgili olarak, aynı tarihsel

kesitten, hatta birebir aynı coğrafyadan, fakat daha da trajik bir olayı, çok ilgi çekici ve

öğretici olduğuna inanarak, burada anlatmak istiyorum.

Tarih, ihanet ve dönekliklerle doludur. Belgeler, Pir Sultan Abdal’ın Safevi ziyaretinde

yaşadığı hayal kırıklığından sonra, Osmanlı ülkesinde yaşadığı trajedinin bir benzerini; hatta

daha da trajik olanını, Şah İsmail’e sığınan Şah Kulu’nun yaşadığını göstermektedir. Pir

Sultanımızın umutları kırılmış, dünyası yıkılmıştır ama Şah Kulu’nun yaşadıkları, ciltler

dolusu romanlara konu olacak kadar büyüktür ve bugün dahi ibret almamız gereken derslerle

doludur.

Şahkulu trajedisi esas konumuz olmamasına karşın, Pir’in yaşadığı döneme rastlaması, sosyal

ve siyasal nedenlerdeki benzerlik, dönemin Osmanlı-Safevi-Türkmen ilişkilerini ve inançsal

ruh halini bire bir yansıtması bakımından burada değerlendirmeyi uygun buldum.

“Pir Sultan Abdal diye bir insan yaşadı mı?”

Bu denli belge kıtlığında konumuzla ilgili olan, H. 5 Safer, 1053, (M. 1643) tarihini taşıyan

bu belgenin birçok bakımdan önemsenmesi gerektiğini düşünmekteyim. O denli önemlidir ki,

Pirimizin 1560’lı yıllarda öldürüldüğünü anımsarsak, bu belgenin veriliş tarihinin, Pirimizin

ölüm tarihinden aşağı yukarı doksan yıl sonraya rastladığını ve henüz Pirin anısının taze

Page 18: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

olduğunu kabul etmemiz gerekir.

Verdiğimiz belgenin, ciddi ve saygın bir kurum olan dergâhın mührünü ve imzasını

taşımasının yanında, içerdiği bilgiler de en az diğer boyutları kadar önemlidir. Burada,

kitabın müellifi olmam hasebiyle, “Pir Sultan evlatlarından Seyit Salih Çelebi’ye (...)

icazetname verilmiştir.” cümlesine ihtiyati bir şerh konulup- konulmaması seçeneğini kendi

dünyamda tartıştığımı söylemeliyim. Bunun hem yazar olarak kişisel sorumluluğum

bakımından, hem de Pir Sultan Abdal gibi dünyalar ulusu bir zata torun olan Banazlı

komşularıma daha da ağır sorumluluklar yüklemesi bakımından, ne derece önemli olduğunu

söylemeye ve bu konuya tekraren dikkat çekmeye ihtiyaç olmayacağını umut etmek isterim.

Belgenin ortaya çıkardığı gerçeklikten yola çıkarak, bu gerçekliğin elbette Pir’e kan bağıyla

bağlı olanların, Ona yaraşır insan olmak zorunluluğunun hiç tartışmasız kabul edilmesi

gerekliliğinin yanında, “Pir’e yaraşır olmak” sorumluluğunun salt kan bağı olanlara ait bir

zorunluluk olmadığının da kabul edilmesi gerekecektir. Yolumuz ve inancımız için, çoluk-

çocuğu, eşi, yâri ve yareniyle bunca bedel ödeyen bir ulu insana talip olmak, komşu olmak,

Alevi-Bektaşi, Banazlı, Yusufoğlanlı, İslimli, Yakup Köylü, Doğanlı’lı, Pir Sultanlı olmak,

hele hele insan olmak, daha da ötesi Onun adına kurulan vakıf ve derneklerin üyesi olmanın

da, aynı derecede onur ve sorumluluk gerektireceği açıktır…

Pir Sultan Abdal konusu geçmişten günümüze, “soyut-mitolojik, menkıbei vari bir yaklaşım

ve ezbercilikle” ele alınmış, bu çalışmalara da genellikle ticari ve ideolojik kaygılar egemen

olmuştur. Elimizdeki ürünlere baktığımızda kısmi-küçük değişikliklerin yanında, nerdeyse

birçoğunun birbirinin tekrarı olduğu görülmektedir. İlgili yazar dostlarımız,24

Banaz’ı, ya

haritada gören, ya da “geçerken uğrayan” insanlarımızdır. Eleştirilerimizden, yapılan

çalışmaları yadsınma, verilen emeği küçümseme veya bunu yaparak kendime pay çıkarma

peşinde olduğum sonucu çıkarılmamalıdır. Ama bu kolaycı yöntemin ne büyük yanlışlara

neden olduğu; bizatihi ele alınan ulu kişiye, onun hak, hukuk ve insanlık kavgasına ve

özverisine ne büyük haksızlık yapıldığı da artık anlaşılmalı ve bu eleştiri muhataplarımız

tarafından dikkate alınmalıdır.

“Pir Sultan Abdal” diye bir insan yaşadı mı? Ara başlığını ve sorusunu anlamsız bulanlar

olabilir ama Pir Sultan Abdal konusu ülkemizde o kadar soyut, menkıbeci ve mitolojik bir

yaklaşımla ele alınmıştır ki, artık iş “Pir Sultan diye biri var mıdır; yok mudur?” noktasına,

ne yazık ki, getirilmiştir ve böyle bir “iddia” konu edilerek, kitaplar dahi yazılabilmiştir.

Oysa yapılan işe biraz emek verip, işine-aşına asgari saygı gereği, konuyu içtenlikle ele

almak, bilgi ve bulgulara yönelmek, alan araştırması yapmak25

yaşadığı çevrede hiç değilse

bir ay kadar kalmak, havasını, suyunu, insanını tanımak gerekmez mi? Bu kadar “ucuzcu”

olmak yakışır mı? Avustralya’da yerli Aborjinler üzerine roman yazan bir edebiyatçı

hanımın, romanının gerçekçi olması için her türlü riski, meşakkati ve yorgunluğu göze alarak

altı ay boyunca “ilkel” Aborjinlerle yaşadığını anımsamalıyız. Sadece bu örnek bile değil, bu

yöntemle yazan, işine, eserine, hatta rolüne saygı gösteren ve ürününün gerçekçi olması için

aynı yönteme başvuran daha yüzlerce örnek göstermek mümkün iken, bizim insanımızda

benzer ciddiyeti görememek gerçekten acı ve hüzün vericidir.

“Defter edilen kırk bin Kızılbaş?”

Yine Yavuz’un Çaldıran seferi öncesinde Kör Müftü Hamza Gürüz ve Şeyhülislam İbn-i

Kemal’den aldığı fetvaları anımsayalım: “... Kızılbaş, Rafizi ve Mülhid adına her kimesne

var ise defter edilmesine...”26

Bunlar gerçekten de “defter edildi.” Bu defter edilme

konusunda Osmanlı tarihçilerinin hiçbir tereddütleri yoktur. Kaldı ki, Kızılbaş kırımı

24 Önemli gördüğüm birkaç çalışmayı ayırarak ifade ediyorum.

25 Kaldı ki, Pir Sultan Abdal gibi bir ulu ozanın yaşamını yazmak isteyen insan, her türlü fedakârlığa katlanmasını da bilmelidir.

26 Kitabımızın fetvalar bölümüne bakınız.

Page 19: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

konusunda Sultan Süleyman, “babası -Yavuz’a- rahmet okutmuştur.” Adı sanı bilinmeyen

yüz binlerce insanımız, bu kanla beslenen insan kasaplarının emriyle katledilmişlerdir. Bunca

insandan günümüze ulaşan ne bir isim vardır, ne de bir iz... Bu “defteri dürülen” 40 bin

kişinin listesi bulundu mu?”

Onları nasıl yok sayabiliriz?

Bildiklerimizi yazıyoruz; ya bilmediklerimiz? Hiç düşündük mü: Bildiklerimiz,

bilmediklerimizin kaçta kaçıdır? Türkmen-sevmez Osmanlıcı tarihçiler; “Osmanlı’da menfi

veya müspet her gelişmenin kaydı vardır.” diyorlar. Oysa gerçekler ve Prof. Ahmet

Mumcu’nun Osmanlı şer-i belgeleri üzerinde yaptığı incelemelerin sonucu, söylenenleri

doğrulamıyor. Bu belgelere göre, padişahlar, sadrazamlar ve yetkiyi eline geçiren herkes,

tebaa üzerinde her türlü baskı kuruyor, insanların malını talan ediyor ve sorgusuz sualsiz

adam öldürebiliyordu. Taner Timur; “... devlet otoritesinin kaybolduğu zamanlarda (...) pek

çok valiler, sorgusuz, yargılamasız katletme emri verebilmişlerdir. Bilhassa anarşik

devrelerde idareciler bu fiili fakat gayrı meşru yetkilerini insafsızca kullanmışlardır. Pek tabi

(şeriat yasaları geçerli olsa dahi) bu katliamları hukuki saymak imkânı yoktur.”27

Binbir Bacalı (Eski) Banaz’dan, kitabın daha önceki bölümlerinde söz etmiştim. Burada, bu

eski köyümüzün arazisi içinde tesadüfen bulunan mağaradan da söz etmek istiyorum: Beş yıl

kadar önceydi; 2 Temmuz 1993 Sivas-Madımak katliamının yıkıntıları içinde boğuştuğumuz,

bugünlerde yaşadığımız şerit yanlısı hükümetlerin habercisi olan kötü yıllarda! Ortalığa bir

haber yayıldı: “Yazı’da bir mağara bulundu, içinde binlerce kuru kafa ve kemik

kalıntıları var.” deniliyordu. Birkaç gün sonra olay yerine, yerel gazete muhabirleri, polis,

jandarma, sivil birtakım adamlar üşüştü, bu adamlar olayı güya tetkik ettiler; yerel gazeteler

küçük-önemsiz bir haber olarak sayfalarında birkaç gün yer verdiler. Sivas müze yetkilileri,

muhtemelen aldıkları talimat doğrultusunda, “kemiklerin M.Ö. bilmem kaç yıllarına ait

olduğuna” kanaat getirdiler. O ara jandarma mağaranın girişini tekrar kapattı, kimsenin

girmemesi için nöbetçi koydu, daha sonra nöbet işini “devriye’ye” çevirdi ve sonra olay

kapandı ve tamamen unutuldu...

Biz bu olayın nasıl, ne zaman, hangi şartlarda olup- bittiğini, kimler tarafından, kimlerin

neden katledildiğini bilmiyoruz. Çünkü olayın belgesini bulamadığımız gibi, tanığı da

değiliz. Ama olayla ilgili olduğunu tahmin ettiğimiz somut olaylar, gelişmeler var. Her

şeyden önce koskoca bir Osmanlı tarihi ve ona bağlı olan kanlı mı kanlı, yüzyıllarca devam

eden bir süreç var. Salt bu bölgede, yani Yıldız Dağının Banaz’a bakan Tokat-Sivas

havzasında onlarca büyük kıyam olmuş ve bu kıyamların kanla bastırılması sonrasında,

onlarca köy-kasaba yakılmış, dağıtılmış, yüz binlerce insan katledilmiş veya kaybolmuş:

Hepsi de aynı şey!

Kitabımızın çeşitli bölümlerinde sırası geldikçe verilen Osmanlı görevlilerinin katletme

usullerinde, “bazen başka infaz usulleri de kullanılmıştır. Mesela, Amasya, Canik ve Tokat

taraflarında eşkıyalık eden Kızılkcaoğullarını tenkile II. Murat tarafından tam yetkili olarak

memur edilen Yörgüç Paşa dört yüz kadar eşkıyayı (!) bir mağaraya hapsederek içine duman

salıp boğdurmak usulü ile idam etmiş ve cesetlerini bozkıra attırmıştır. Bu yazar, idam

edilenlerin hepsinin suçlu olmadığını da zikrediyor.”28

Sözünü ettiğimiz bu Banaz havzasında, 1500’lü yıllarda büyüklüğü ve mamurluğuyla

çevredeki herkesin övündüğü, “Bin bir Bacalı Banaz” denilen koskoca bir kasaba vardı ve

şimdi bu kasabanın yerinde gerçekten de “yeller esiyor!” Kasaba da yok, insanları da... Bize,

yaşlı Banazlılarca rivayet edilerek kuşaktan kuşağa aktarılan bilgiler şöyle: “Eski Banaz

yakılıp yıkılmış, insanları “Şah diyenin dilini kesen” Osmanlı tarafından katl edilmiş,

27 Mumcu, Ahmet, Osmanlı Devleti’nde Siyaseten Katl. s.124

28 Yıl: 1426, Aşıkpaşazade, age., s. 168

Page 20: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

kurtulabilenlerden yedi kişi (aile), çok sonraları bu Banaz’ı kurmuş.”

Pir Sultan Abdal’ın efsanevi yaşamı

Dost elinden dolu içmiş deliyim

Üstü kan köpüklü meşe seliyim

Ben bir yol oğluyum yol sefiliyim

Ben de bu yayladan Şah’a giderim

Hızır adlı bir genç de Pir Sultan’ın adını duyup ondan feyiz almak için gelen köylülerden

biridir.

Hızır, Sivas’ın Hafik ilçesinin Sofular köyündendir. Köyündeki insanların ve yaşamın

bozulması nedeniyle gelip Banaz’a yerleşir; Pir Sultan Abdal’a kapılanır. Hızır’ın Pir Sultan

Abdal’a hizmeti ve müritliği yedi yıl sürer. Yedi yıl sonra Hızır, Pir Sultan Abdal’dan

himmet ister. “Pirim bana himmet edin, ruhsat verin, gideyim büyük adam olayım.” der.

Pir Sultan Abdal da ona “Ben sana ruhsatı da himmeti de veririm Hızır.” der. “Ama sen gidip

de büyük adam olunca, Vezir, Paşa olunca gelip beni asarsın.”

Böyle der ama duasını eksik etmez. İstanbul’a yolcu eder Hızır’ı.

Hızır İstanbul’da saraya gider ilerler, paşa rütbesi alır ve Sivas Valiliği’ne gönderilir. Vali

olunca tüm inanıcını, ikrarını unutur. Yoksulları ezmeye, onlara zulmetmeye, haram yemeye

başlar. Hak gözetmez, namus bilmez bir vali olur. Artık adı Hızır Paşa olan Hızır’ın Sivas’ta

Kara Kadı ve Sarı Kadı adlı iki kadısı vardır. Bu iki kadı da aldıkları rüşvetlerle, haklıları

haksız çıkarmakta, adaletsizlikleriyle ünlüdürler. Yoksul halkın bu iki kadıdan çekmediği

kalmamıştır.

Pir Sultan Abdal da iki köpeğine Sarı Kadı ve Kara Kadı adlarını vermiştir. Pir Sultan Abdal

köpeklerini Kara Karı, Sarı Kadı diye çağırınca, düşmanları gidip iki kadıya söylerler.

Adlarının köpeklere verildiğini duyan kadılar, kızıp küplere binerler. Hemen Pir Sultan

Abdal’ı tutuklatıp Sivas’a, huzurlarına getirirler. Köpeklerinin adlarını sorarlar. Pir Sultan

Abdal gerçeği yadsımaz. “Evet” der. “Benim köpeklerimin adı Kara Kadı ve Sarı Kadı’dır.

Ama onlar sizden daha iyidir. Çünkü benim köpeklerim haram yemez.”

“Köpeklerinin haram yemeyeceğini nereden biliyorsun?” diye sorarlar.

Pir Sultan Abdal; “isterseniz deneyin” diye yanıt verir.

Denemeye karar verirler. İlin ileri gelenleri toplanır ve bir kaba haram, bir kaba haram

olmayan yemek hazırlarlar. Kapları işaretleyip kadıların huzuruna getirirler. Kara Kadı ve

Sarı Kadı önlerine konan haram yemeği bir güzel yerler. Sonra aynı biçimde köpekler için

yemek hazırlanır. Pir Sultan Abdal’ın Kara Karısı ile Sarı Kadısı ise, içinde haram yemek

olan kabı bir kez kokladıktan sonra yemeyip haram olmayan yemekten yerler. Böylece ilin

ileri gelenleri kadıların haram yediklerini öğrenirler. Bunun üzerine Pir Sultan Abdal da “iyi

köpek kötü kadıdan efdaldır (yüksektir, erdemlidir).” diyerek köpeklerin sırtını sıvazlar,

sonra da sazını eline alıp şu demeyi söyler:

“Kocabaşlı koca kadı İman eder amel etmez Sende hiç din iman var mı? Hakkın buyruğuna gitmez Haramı helali yedi Kadılar yaş yere yatmaz Sende hiç din iman var mı? Hiç böyle kör şeytan var mı?

Fetva verir yalan yukarı Pir Sultan’ım zatlarımız Domuz gibi dağı dolan Gerçektir şöhretlerimiz Sırtına vururum palan Haram yemez itlerimiz

Page 21: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

Senin gibi hayvan var mı? Bu sözümde yalan var mı?”

Bu demeyi de dinleyen kadılar başlarını yere eğerler ve çaresiz Pir Sultan’ı serbest bırakırlar.

Bu olaydan kısa bir üre sonra Sivas Valisi Hızır Paşa adı Koca Başlı Kör Müftü olan İl

müftüsünden bir fetva alır. Bu fetvada “Şahın adının yasaklandığı, Şah diyenlerin dillerinin

kesilip öldürülecekleri...” söylenir. Tellallar meydan meydan, sokak sokak gezip bu fetvayı

duyururlar. Pir Sultan Abdal bu fetvayı duyunca hemen şu demeyi söyler:

“Fetva vermiş kocabaşlı Kör Müftü

Şah diyenin dilin keseyim deyü

Satır yaptırmış Allah’ın laneti

Ali’yi seveni keseyim deyü

Şer kulların örükünü uzatmış

Müminlerin baharını güz etmiş

On ikiler bir arada söz etmiş

Âşıkların yayın yasayım deyü

Hakkı seven âşık geçmez mi

Korkarım Allah(tan, korkum yok senden

Ferman almış Hızır Paşa Sultan’dan

Pir Sultan Abdal’ı asayım deyü”

Bununla da yetinmez Pir Sultan. Her gittiği yerde fetvaya karşı çıkar. Nereye gitse Şah’ı

över. Bunun için ölümü de göze aldığını duyurur, yeni yeni demeler söyler:

“Padişah katlime ferman dilese Eğer beni katsa kervan göçüne

Yine geçmem ala gözlü Şah’ımdan

Götürseler Hindistan’a Maçin’e

Cellâtlar karşımda satır bilese Urganım atsalar darağacına

Yine geçmem ala gözlü Şah’ımdan

Yine geçmem ala gözlü Şah’ımdan

Onyedi yerimden vursalar yara Ahiri katlime ferman yazılsa

Cerrahlar derdime kılmasa çare Çıksam teneşire tabut düzülse

Kemendi bend ile çekseler dara Kefenim biçilse mezar kazılsa

Yine geçmem ala gözlü Şah’ımdan

Yine geçmem ala gözlü Şah’ımdan

Karadır kaşları benzer kömüre Pir Sultan Abdal’ım derim vallahi Münafıklar zarar verir ömüre Ölsem terk eylemem Pir’i billahi İk’ellerim bağlasalar demire Huzur-u mahşerde dilerim Şah’ı Yine geçmem ala gözlü Yine geçmem ala gözlü

Page 22: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

Muhbirler ve münafıklar, Pir Sultan’ın bu dediklerini hemen Hızır Paşa’ya yetiştirirler.

“Senin fermanını da müftünün fetvasını da dinlemiyor bu adam” derler. “Her gittiği yerde

Şah’tan söz ediyor”

Hızır Paşa’da askerlerini gönderip Pir sultan Abdal’ı Sivas’a getirir. Eski Piri’ne saygıda

kusur etmez. Fetvadan, Pir’in demelerinden hiç söz etmez. Siniler içinde nefis yemekler

sunar Piri’ne. Ama Pir Sultan yemeklere elini sürmez. Hızır Paşa Piri’nin yemeklere elini

sürmediğini görünce sorar:

“Pirim, yoldan geldin açsındır. Ama yemeklere elini sürmedin. Neden?”

Pir Sultan eski müridine şunları söyler:

“Sen haram yedin. Zina ettin. Yetin malına el attın. Onların ahını aldın.

Yoksullara haksızlık ettin. Senin bu haram parayla yaptırdığın

yemeklerine ben değin köpeklerim bile ağızlarını sürmezler.”

Pir Sultan, bunları söyledikten sonra Paşa konağının penceresinden Banaz’daki köpeklerine

seslenir. Banaz’daki köpekler koşarak gelirler konağa. Sofradaki yemeklere yaklaşırlar ve bir

kez kokladıktan sonra da hiç dokunmadan geri çekilirler.

Bunu kendisine hakaret kabul eden ve çok kızan Hızır Paşa, Pir Sultan’ı tutuklatıp Sivas’taki

Toprakkale’ye hapsettirir. Ama birkaç gün sonra yaptığından pişman olur. Ne de olsa Pir

sultan onun eski Piri’dir ve çevrede saygı gören, sevilen birisidir. Pir Sultan’ı hapisten

çıkartıp huzuruna getirir. Ona bir öneride bulunur.

“Pir’im, içinde ‘şah” sözü geçmeyen üç deme söyle seni bağışlayacağım.”

Hızır Paşa’nın bu sözleri üzerine Pir sultan sazını eline alır ve ilk demesini söyler:

“Hızır Paşa bizi berdar etmeden Her nereye gitsem yolum dumandır

Açılın kapılar Şah’a gidelim Bizi böyle kılan ahdi amandır

Siyaset günleri gelip tetmeden Zincir boynum sıktı halim yamandır

Açılın kapılar Şah’a gidelim Açılın kapılar Şah’a gidelim

Gönül çıkmak ister Şah’ın köşküne Pir Sultan’ım eydür mürvetli Şah’ım

Can boyanmak ister Ali müşkine Yaram baş verdi sızlar ciğergahım

Pirim Ali On İk’imam aşkına Arsa direk direk olmuştur ahım

Açılın kapılar Şah’a gidelim Açılın kapılar Şah’a gidelim.”

Yaz selleri gibi akar çağlarım

Hançer aldım ciğerciğim dağlarım

Garip kaldım şu ara ağlarım

Açılın kapılar Şah’a gidelim

Pir Sultan’ın dilinde hep Şah vardır. Hızır Paşa bu demeyi dinleyince kızar.

“Pirim” der. “Sazı yanlış çalıp, yanlış söylüyorsun. Dikkat et!”

Pir Sultan ikinci demesine geçer:

Şah’ımdan Şah’ımdan”

Page 23: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

“Kul olayım kalem tutan ellere Münafıkın her dediği oluyor

Katip ahvalimi Şah’a böyle yaz Gül benzimiz sararuban soluyor

Şekerler ezerim şirin diline Gidi Mervan şad oluban gülüyor

Katip ahvalimi Şah’a böyle yaz Katip ahvalimi Şah’a böyle yaz

Allah’ı seversen kâtip böyle yaz Pir Sultan Abdal’ım hey Hızır Paşa

Dün ü gün ola Şah’a eylerim niyaz

Gör ki neler gelir sağ olan başa

Umarım yıkılsın şu kanlı Sivas Hasret koydu bizi kavim kardaşa

Kâtip ahvalimi Şah’a böyle yaz Kâtip ahvalimi Şah’a böyle yaz.”

Sivas illerinde zilim çalınır

Çamlı beller bölük bölük bölünür

Ben dosttan ayrıldım bağrım delinir

Kâtip ahvalimi Şah’a böyle yaz

Sanki meydan okur Pir Sultan. İnadına “Şah!” der: Şah’la sürdürür ve yine Şah’la bitirir

demelerini. Hızır paşa iyice kızar. Çevresindekiler, “Bir Kızılbaş parçası seni dinlemiyor. Bu

nasıl iştir? Nerde senin paşalığın?” derler.

Pir Sultan ise kimseye aldırmadan üçüncü demesine başlar:

“Karşıdan görünen en güzel yayla Alınmış abdestim aldırırlarsa

Bir dem süremedim giderim böyle

Kılınmış namazım kıldırırlarsa

Ala gözlü Pir’im sen himmet eyle Siz de Şah diyeni öldürürlerse

Ben de bu yayladan Şah’a giderim

Ben de bu yayladan Şah’a giderim

Eğer göğerüben bostan olursam Abdal’ım dünya durulmaz

Şu halkın diline destan olursam Gitti giden ömür geri dönülmez

Kara toprak senden üstün olursam

Gözlerim de Şah yolundan ayrılmaz

Ben de bu yayladan Şah’a giderim

Ben de bu yayladan Şah’a giderim.”

Dost elinden dolu içtim deliyim

Üstü kan köpüklü meşe seliyim

Page 24: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

Ben bir yol oğluyum yol sefiliyim

Ben de bu yayladan Şah’a giderim

Artık Hızır Paşa iyice çileden çıkar:

“Günah benden gitti. Atın şu adamı zindana da aklı başına gelsin!” diye bağırır adamlarına.

Pir Sultan’a döner ve “Yarın asılacaksın, Pirim!” diye ekler.

Sivas Toprakkale Zindanına götürürler Pir Sultan’ı, Sivas’ın Kepçeli denilen mal meydanında

onu asmak için bir darağacı kurarlar. Sabah güneş doğmadan önce asmak için alıp Kepçeliye

getirirler. Darağacına çıkarırlarken kimsenin ardından yas tutmasını istemez Pir Sultan.

Başlar bu demeyi söylemeye:

“Bize de Banaz’da Pir Sultan derler Eğer Ali Baba sözü uyarsa Bizi kem kişi de bellemesinler Ferman büyük yerden beyler kıyarsa Paşa kıdemine tembih eylesin Ala gözlü yavrularım duyarsa Kolum çekip elim bağlamasınlar Al’ın çözüp kara bağlamasınlar Hüseyn Gazi binse gelse atına Surrum işlemedi kaddim büküldü Dayanılmaz çarh-ı felek zatına Beyaz vücudumun bendi çözüldü Benden selam olsun ev külfetine Önüm sıra Kırklar Şah’a çekildi Çıkıp ele karşı ağlamasınlar Daha beyler bizi dillemesinler Ala gözlüm zülfün kelep eylesin Pir Sultan Abdal’ım coşkun akarım Döksün zülfün kelep eylesin Akar akar dost yoluna bakarım Ali Baba Hak’tan dilek dilesin Pirim aldım seyrangaha çıkarım Bizi dar bidinde eğlemesinler Yıldızdağı seni yaylamasınlar.”

Hızır Paşa: Pir Sultan’ın asılmasından önce bir buyruk daha verir.

“Herkes Pir Sultan’ı taşlayacaktır. Taşlamayanlar ölümle

cezalandırılacaklardır.”

Pir Sultan’ın asılmasını izlemeye gelenler ellerine taşlar alıp atmaya başlarlar ona. Ama

hiçbir taş değmez Pir Sultan’a.

Pir Sultan’ın musahibi Ali Baba’da bu buyruğa uymak zorunda kalır. O pirine taş atabilir mi

hiç? Bir gül alır eline ve gizlice Pir Sultan’a fırlatır.

Pir sultan, Ali Baba’nın kendisine gül attığını görür ve çok üzülür. İdam sehpasında şu

demeyi söyler:

“Şu kanlı zalimin ettiği işler Pir Sultan Abdal’ım canım göğe ağmaz

Garip bülbül gibi zareler beni Hak’tan emrolmaz irahmet yağmaz Yağmur gibi yağar başıma taşlar Şu ellerin taşı hiç bana değmez Dostun bir fiskesi pareler beni İlle dostun gülü yaralar beni.”

Page 25: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

Dar gününde dost düşmanım bell’oldu

On dergim var ise şimdi ell’oldu

Ecel fermanı boynuma takıldı

Gerek asa gerek vuralar beni

“Hala dilini tutmuyor bu adam!” deyip hemen ipi geçirirler boynuna.

Kalabalık dağıldıktan sonra Ali Baba, Pir Sultan’ın yanına gelip ayaklarına yüz sürer ve ağlar.

Kanlı yaşlar akıtır gözlerinden. O gün ve ertesi günler Pir Sultan’ın asıldığı haberi çevreye

yayılır. Kızı Sanem saçını başını yolar ve sazını eline alıp babasının öldürülüşüne üzülür ve şu

ağıtı yakar:

“Dün gece seyrimde coştuydu dostlar Kemendimi attım dara dolaştı Seyrim ağlar ağlar Pir Sultan deyü Kafirlerin eli kana bulaştı Gündüz hayalimde gece düşümde Koyun geldi kuzular meleşti Düşde ağlar ağlar Pir Sultan deyü Koçlar ağlar ağlar Pir Sultan deyü Uzundu usuldu dedemin boyu Pir Sultan Abdal’ım yücedir şanın Yıldızlar yaylası Banaz’dır köyü Kudretten çekilmiş bir senin bunun Yaz bahar ayında bulanır suyu Hakk’a teslim ol şirin canın Çaylar ağlar ağlar Pir Sultan deyü Dostlar ağlar ağlar Pir sultan deyü.” Pir Sultan kızıydım ben de Banaz’da Kanlı yaş akıttım baharda yazda Koç babamı kurban verdim Sivas’ta Darağacı ağlar Pir Sultan deyü

Bundan sonra söylentiler alır yürür Sivas ve çevresini. Sabahleyin darağacının yanına

gelenler orada Pir Sultan’ın cesedini değil hırkasını görürler.

Başka söylentiye göre, ertesi gün kahvede oturup söyleşenler arasında şu konuşmalar olur:

“Hızır Paşa dün sabah Pir Sultan’ı astırmış, duydunuz mu?” diye sorar birisi.

“Ne asması yahu? Bu sabah ben Pir Sultan’ı Koçhisar yolunda, Seyfebeli’nde gördüm.” Diye

yanıt gelir birinden.

Bir başkası: “Yanlışın var. Bu sabah gün ışırken ona Malatya yolunda, Kardeşler Gediği’nde

rastladım.” Der.

Bunun üzerine biri atılır:

“Yanılıyorsunuz arkadaşlar, ne diyorsunuz siz? Yeni Han29

yolunda, Şahna Gediği’nde

gördüm ben onu.”

“Hepimiz yanlışsınız: Ben onu Tavra Boğazı’nda gördüm” diye bağırır bir başkası da.

Bir türlü anlaşamazlar. Kimse kimseyi ikna edemez. Hepsi kendi gördüğünün gerçek

olduğuna yemin eder.

29 Yıldızeli İlçesi’nin eski adı

Page 26: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

Kalkıp hep birlikte darağacının olduğu Kepçeliye giderler: Bir de ne görsünler? Darağacında

Pir Sultan’ın cesedi değil, hırkası asılıdır.

Meğer Pir Sultan darağacından inip yola düzülmüş. Onun gittiğin gören Hızır Paşa’nın

asesleri de peşine düşmüşler. Yakalamak için koşmuşlar yetişememişler. Pir sultan

Kızılırmak Köprüsü’ne gelince dönüp bakmış ki asesler iyice yaklaşmışlar. Hızlıca köprüyü

geçmiş ve geçtikten sonra “Eğil Köprü eğil!” demiş. Köprü eğilip suya batmış ve asesler

karşıya geçememişler. Pir Sultan’ın kerametini anlayıp geri dönmüşler.

Pir Sultan Şah’a gitmek için Horasan’ın yolunu tutmuş. Yolda giderken bir musahiple

karşılaşmış. Adam onun Pir Sultan olduğuna inanmamış. Çünkü musahip, Pir Sultan’ın

asıldığını biliyormuş. Üstelik bu yüzden Sivas’ta ateşler yanmıyor, kazanlar kaynamıyormuş.

Pir Sultan, birkaç nefes söyleyip adamı inandırır.30

Pir Sultan, Horasan’a varıp Şah’ın huzuruna çıkar. “Niçin geldin?” derler. Pir Sultan da alır

sazını eline ve şu demeyi söyler:

“Diken arasında bir gül açıldı Ben bend’ oldum şu meydana atıldım Bülbülüm bahçede ötmeğe geldim İkrar verdim ikrarıma tutuldum Bezirganım yüküm gevher satarım İptida talipten pire katıldım Ali pazarına dökmüğü geldim Pirin eteğine tutmağa geldim Baç’ım vermeyince yüküm açılmaz Pir Sultan Abdal’ım yüreğim döğüm Gevherin hasına hile katılmaz İmanlar rengine boyandım bugün İnkar toru ile şahin tutulmaz İrehber pişirir talibin çiğin Bir gerçek tor’una düşmeğe geldim Ahiri bu imiş pişmeğe geldim”

Ardından şu demeyi söyler Şah’ın huzurunda:

“Zahir batın On’ki imam aşkına Erenler yolundan bir taş kaldırdım

Aman Şah’ım mürüvvet deyü geldim

Gönül bahçesinde gülün soldurdum

Pirim nazar eyle şu ben düşküne Bugün eksikliğin nefsi öldürdüm Aman Şah’ım mürüvvet deyü geldim

Aman Şah’ım mürüvvet deyü geldim

Bakmaz mısın cesedimin narına Pir Sultan’ım eydür karşımda

durma Elim ermez oldu cihan karına Gidip münkirlere yol ekran

kurma Yüzüm yerde geldim durdum darına

Alnımın karasın yüzüme vurma

Aman Şah’ım mürüvvet deyü geldim

Aman Şah’ım mürevvet deyü geldim.”

30 Yağcı, Öner, Pir Sultan Abdal, s. 43

Page 27: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

Hacı Bektaş oğlun günahkar gördüm

Aradım isyanı özümde buldum Yüzümün karasın elime aldım Aman Şah’ım mürüvvet deyü geldim

Pir Sultan, Horasan’dan Erdebil’e gider, orada ölür ve gömülür.

Kimi söylentilere göre Pir Sultan’ın mezarı Erdebil’dedir. Bir Başka görüşe göre ise

Merzifon’dadır.

Gerçekte ise, araştırmacıların tespitlerine göre Pir Sultan, asıldığı yere gömülmüştür.

Gönümüzde Sivas’ta mal pazarı olarak kullanılan ve Kepçeli denilen semtte üstü taşlarla

örtülü, boyu beş, eni iki metre kadar olan bir taş yığını, Pir Sultan’ın mezarı kabul

edilmektedir.

Söylentiye göre, asıldığı yer Sivas'ta eskiden Keçibulan adını taşıyan, sonra uzun süre

Darağacı diye anılan, şimdi ise Kepçeli denilen yerdir. Bugün Sanayi Çarşısı'nın karşısında

Mal Pazarı olarak kullanılan bu alanın Gazhane bitişiğinde, sıra söğütlerin bitiminde bulunan,

boyu beş metre, eni bir metreden fazla, bakımsız toprak yığını onun mezarıdır. Üstündeki

moloz taşlar, asılması sırasında Hızır Paşa'nın emriyle halkın attığı taşlardır.31

Kalender Çelebi Ayaklanması ve Pir Sultan Abdal,

“O mübarekler yenileceklerini daha baştan biliyorlardı.”32

Kalender Şah’ı anmaya, tüm içtenliğim, takdir duygularım ve aziz anısı önünde turab olmaya

hazır olduğumu belirterek başlıyorum:

Anısı, talibi, sevenleri ve toprağı bol olsun.

Kitabımızın çeşitli bölümlerinde değinildiği gibi Şah Kalender, bugüne değin onurlu

duruşumuzu sağlayan, düzgün insan davranışıyla dünya-âleme örnek olan, geçmişimizin yüz

akı simalarından biridir. O, bulunduğu oldukça etkili ve yüksek makamı33

ve kişisel ikbalini

riske etme pahasına, mazlumu kayıran ve haksıza karşı kıyama duran; dünya tarihinde eşi az

bulunan yüksek bir şahsiyettir. Şah Hatayi’yi anarak; “Ser vermezsem yoluna Şah-ı Kadimin/

Âlemde dahi bana Kalender demesinler” ona olan bağlılığının derecesini bu dizeleriyle dile

getirmektedir.

Her cana kalan serseriya er demesinler

Ser vermeyenin ismine server demesinler.

Bir kimesnede olmasa ol aşk-ı Ali’den

Pes nice ana Kâfir-i Hayber demesinler

Her cak ki Şehi bilmese bu kişver içinde

Şah kulu değil çaker-i Kanber demesinler

31 Yağcı, Öner, age., s.47

32 Banaz’lı dedeler

33 Osmanlının ilk dönemlerinde çerağ akçesi ve ayrıcalığı vererek desteklediği makam

Page 28: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

Güzel görünür işbu gönül her kimi sevse

Tahkik budur özge haberler demesinler

Efsane sözün söyleme ey zahid-i hodbin

Sakın ki sana cahil-i ebter demesinler

Katlanmaz isen sabr idüben cevrine yârin

Ol bi hünere aşk eri rehber demesinler

Ser vermezsen isem yoluna Şah-ı Kadimin

Âlemde dahi bana Kalender demesinler

Şah Kalender, kişisel insani özelliklerinin yanında, kan ve gözyaşı üzerinden saltanat yürüten

devşirme Osmanlı yönetiminin yönetim anlayışına engel olmaya çalışması; hiç değilse bu

gelişmeye itiraz ederek duraksatması bakımından da tarihsel bir şahsiyettir.

Anadolu insanının Osmanlıya karşı kıyamı Kalender’le başlamamıştır: Bu kıyam ilk de

değildir, son da... Çok öncelerden başlamış, öyle sürüp gelmiş, yine öyle sürüp gitmektedir.

Çocukluğumu anımsıyorum: O yoksul ama mutlu çocukluk yıllarımı... Cemlerde gül yüzlü

dedelerimizden dinlediğim “dürüst olun, insan olun, tüyü bitmedik yetim hakkını almayın,

rızasız lokma yemeyin” öğütlerini; toprağı ve rahmeti bol olsun babamı; köy odalarında “Ehli

Beytin cenklerini, keşf-i kerametlerini” toplu dinlediğimiz kış akşamlarını...

Hz. Ali’nin, Battal ve Hüseyin Gazi’nin cenklerini hikâye eden kitaplar okunurdu. Hikâye

içinde adı geçen savaşın sonunda, kâfire, Yezide, Muaviye’ye karşı savaşan Ali, Hasan,

Hüseyin’in, imamların, Şahların, Eba Müslim Horasani erenlerinin hepsi de mutlaka

yeniliyor; odada bulunan özellikle büyüklerimiz olmak üzere herkes, gözyaşlarına

boğuluyordu. “Ne bahtsız insanlar şu bizimkiler” derdim kendi kendime, “bütün sevdikleri

öldürülmüş zavallıların; ama hep mazlumdan-güçsüzden yana olmuşlar!”

Ağlamalar, yavaş yavaş yerini sessizliğe bırakırdı. Herkes gözyaşlarını ve burunlarını

silerken ilk söze yine dede başlardı: “Kuzular” derdi, “o mübareklere her şey ayandı: Onlar

bu kavgada yenileceklerini zaten biliyorlardı. Ama onlara, savaşmaktan, tatlı canlarını ortaya

koymaktan başka yol bırakılmamıştı ki... Yezide, Muaviye’ye biat edemezlerdi...” Anılar

tazelenir, dedenin duasının ardından, hep bir ağızdan ve yüksek sesle “Allah Allah” denilir,

biraz kendimize geldikten sonra okumaya devam edilirdi.

Çocukluk işte: Neredeyse her yılın kış akşamlarında sık sık tekrarlanarak okunan bu

methiyeleri, yine de can kulağıyla dinlemeleri ve tarihin çok eski dönemlerinde olup-biten bir

olay nedeniyle bile, büyüklerimizin bu denli duygulanmaları karşısında kendimizi tutamaz,

kimi zaman için için gülerdik.34

Ama yaşadık ve gördük ki, “tarih sürekli tekerrür eden” bir

34 Bu okuma akşamları, hatırlı birinin ya da dadenin gözcülüğünde sürdürülür, varsa eğer, genellikle de hatırlı bir ailenin büyük olan

odasında toplanılırdı. Bu muhabbetlerde bazen gerçekten komik olaylar da olabiliyordu: Çok güldüğümüz anılardan biri şöyle: Köyde okuma

akşamlarında okunan kitaplar, hep aynı kitaplardı. Ve herkes, neredeyse bütün kitabı baştan aşağı ezberlerdi. Yine bir akşam sohbetinde aynı

kitabı okumaktan bıkmış olan arkadaş; başladı rakamları abartmaya. Doğal olarak kitapların, “ah, vah, canlarım, lanet olsun” denilerek tepki

gösterilen en acıklı kısımları, Kerbela Katliamı gibi Ehl-i Beyt katliamlarıyla ilgili bölümler okunurken, özellikle de kadın-erkek yaşlılar

salya sümük ağlamaklı olur, bu durumlarda ne okunduğu zaten bilindiğinden okuyana pek dikkat edilmezdi. Kaldı ki, çoğu kez ne okunduğu

iç çekmelerden, ah vah seslerinden anlaşılamazdı.

Bugün okunan konuda Eba Müslim Rum tekfurunun kalesine tek başına yalın kılıç saldırıyor, makine gibi hiç durmaksızın boyuna kelle

uçuruyordu. Kitapta yazıldığı biçimiyle, her kılıç darbesinde elli kâfirin başını düşürmesi gereken Eba Müslim, bu akşam yüzer yüzer

Page 29: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

şeymiş... Ve Çorum, Maraş, hele de Sivas’ta yaşananların, tarihte yaşanan binlerce

katliamdan hiçbir farkı yokmuş! Ve anladık ki, bizim, kendimizi, onlara göre daha eğitimli ve

bilgili olduğumuzu farz ederek hafife aldığımız o sahneler fazlasıyla gerçekmiş. Ve onlar, bir

bakıma geçmişe değil, kendilerine ve ecdatlarına çektirilen eziyetlere, aşağılanmalara ve

ondan da çok, çocuklarının, yani bizim kuşağımızın göreceği olası eziyet ve zulümleri

düşünür, kaygılanır, o nedenle ağlarlarmış! Sonraki yıllarda, “inancımız nedeniyle neden bu

kadar aşağılandığımızı ve eziyet edildiğini” babama sorduğumu anımsıyorum:

“Neden olacak oğul” derdi, “biz dönemiyoruz; böyle gelmişiz böyle gidecek!”

Rahmetli anacığım çok az ve öz konuşurdu ama yüzyılların ötesinden gelmiş bilgeler gibiydi.

Zalimlerin zulmüne hedef olan atalarımıza, dedelerimize yapılanları sorduğumda, çoğu

kereler Banazlı dedelerimin söylediği özdeyişleri örnek verir; “O mübarekler

yenileceklerini daha baştan biliyorlardı.” derdi. Ama sanki bir şey eksik söylenirdi;

söz edilen yenilgiler, bizim anladığımız anlamda yenilgiler değildi. Taraflar, kendi

dünyalarının kavgasını veriyordu. Biri zahiri dünyanın malı, mülkü, gücü, kuvveti, safahatı

ve kişisel debdebesi için, diğeri de Batıni dünyanın gereği olan insanlık, adalet, kardeşlik ve

eşitlik adına kavga ediyordu. Birinin kavga aracı top, tüfek, kılıç, zırh gibi öldürme araçları,

diğerinin en temel silahı ise düşünce, tasavvuf ve felsefeydi. Bu değerleri dünyaya yaymak ve

egemen kılmak istiyorlardı.

Biri, halkının aç bırakılması uğruna sefil-eğlenceli, debdebeli bir hayat sürmek ve gününü

gün etmek istiyor, diğeri dünü, bugünü, yarını ve tüm zamanları kucaklamak istiyordu.

Osmanlı, bölge ülkelerinin Amerika’sı, halkı da Kızılderili’ydi sanki. Kavganın temelinde

tamamen farklı bir dünyada yaşama kurgusu ve arzusu vardı. Kavga, yengi, yenilgi

kaçınılmazdı. Ve nihayet resmi tarihçiler ne derse desin, bir taraf hep lanetle anılmak için,

diğeri de hep özlem, sevgi ve minnetle anılmak için kavga ediyordu.

Çok okuyup yazdığını, üst düzeyde bir bilge olduğunu eylem ve nefeslerinden bildiğimiz Şah

Kalender de biliyordu elbet ne olacağını, ama halkının, taliplerinin, insanların çığlığını,

açlığını, feryadını görmemezlikten gelemezdi: O, mazlumun, taliplerinin, gâvur ve

Müslüman’ın feryadını-çığlığını duydu ve önlerine düştü...

***

Bir Hırvat dönmesi olan Osmanlı tarihçisi Peçevi İbrahim Efendi35

Peçevi Tarihi adlı

eserinde, Kalender’in kıyamını şöyle değerlendirmektedir:

“... Adı geçen Kalender Şah o kadar güç ve itibar kazandı, o kadar

kalabalık bir topluluğun başı oldu ki, böylesi şimdiye dek hiçbir asiye

nasip olmuş değildi. Işık ve abdal diye anılan ne kadar inancı bozuk

kimseler var idiyse yanına toplayıp yirmi, otuz bin kadar eşkıyadan oluşan

büyük bir çete meydana geldi. İster istemez, bunların yakalanmaları için

sadrazam ve başkomutan İbrahim Paşa görevlendirildi. İbrahim Paşa üç

düşürmeye başlamıştı. Kitap aynı kitaptı ama dedenin okuma yazma bilmemesini fırsat bilen, biraz da ağız-burun temizleme seslerinden

istifade etmeye kalkışan arkadaş, bugün, kafası kesilen kâfirlerin sayısını iki katına çıkararak okumaya başlamıştı. Okuyan şahsın rakamları

abarttığını derhal fark eden dede; “kuzu” dedi, “orası öyle olmayacaktı herhal.”’

“Dede” dedi okuyan şahıs; “burada öyle yazıyor, istersen gel bak!”

Konuya daha sonra açıklık getiren arkadaş, “dede” dedi, “Aba Müslim vurdukça öyle mutlu oluyorsun ki, o yüzden ben de kâfir sayısını

abarttım, bunun ne zararı var?”

35 1574 yılınada Macaristan’ın Peçoy kentinde doğdu. Meşhur Sokoloviç ailesindendir. Sokollu Mehmet Paşa’nın akrabasıdır.

Page 30: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

bin yeniçeri ve iki bin sipahi ile Üsküdar yakasına geçti ve düşman36

üzerine koyuldu.”37

İşgal ettiği Bizans ülkesinin aristokrasisi ve Enderun kökenli devşirmeler tarafından tersine

işgal yaşayan Osmanlı sarayı ve bürokrasisi, Anadolu halkından tamamen soyutlanmış,

başkalaşmış ve tebaa üzerinde olağanüstü bir sömürü ağı kurmuştu. Sömürünün boyutları,

artık dayanma-tahammül etme boyutlarını çoktan aşmıştı. Baki Öz, Kalender Çelebi

ayaklanmasının taraflarını ve niteliğini şöyle yorumlamaktadır:

“Hacı Bektaş soyundan olan Kalender Çelebi ayaklanmasının kitle tabanı

köylü-çiftçi kesimiydi. Yoksul halktı. Geniş Türkmen yığınlarıydı. Elinden

dirliği alınmış, yoksulluğa itilmiş küçük dirlik sahipleriydi. Devletçe

dışlanmış, baskıyla düzen içerisinde tutulmaya çalışılan kesimlerdi.

Bunların geneli Alevi ve Türkmenlerdi. (içlerinde) Sünni öğeler de

vardı.”38

Osmanlı tarih yazıcıları, örneğin İbrahim Peçevi, Müneccimbaşı ve Solakzade Kalender Şah

ayaklanmasından uzun uzun söz etmekteler. Ortak noktaları, Kalender'in büyük güç ve itibar

kazandığı, arkasında çok sayıda ve her kesimden halkın toplandığıdır. Osmanlı resmi tarih

yazıcılarının hepsi de, kalkışmayı kendi inançları doğrultusunda yorumlamış, bunları “dinden

çıkmış, inancı bozuk, dinsiz-mezhepsiz” oldukları noktasında fikir birliği etmiştir. Bu

nitelemelerinde Alevi halkı, “Rafızî, mülhid, Kızılbaş” diye adlandırırlar.

Oysa günümüzün itibarlı tarihçilerinden biri olan İsmail Hami Danişment, Osmanlı tariçilerini

onaylamaz:

“Devşirmelerin Osmanlı idaresinden soğutmuş oldukları Sünni Türklerle;

Çiçeklü, Masatlu, Akçakoyunlu ve Bozoklu Türkmen (Alevi) aşiretleri ve

bunlardan başka Baba-Zünnün İsyanı’nın kılıç artıkları da Kalender’in

maiyetine iltihak etmiş, netice olarak Anadolu’nun ortasından Şarkına

kadar büyük bir saha isyan sahnesi haline gelmiştir. Bütün bu isyan ve

tenkil hareketlerinden dolayı anavatanı muazzam bir harabbeyeçeviren

ve mütamadiyen Türk kanı dökülmesine sebeb olan bu feci vaziyetin

bütün tarihi mesuliyeti Anadolu Türklerini en müthiş zulümlerle Osmanlı

idaresinden soğutmuş olan devşirme zümresinin boynundadır. Daha Fatih

devrinden itibaren İstanbul fethinin veyahut mensup oldukları yabancı

milliyetlerin intikamını Anadolu Türklerinden almak istediklerini kendi

dilleriyle açıkça söylemiş birtakım vatansız ve hain serseriler paşalık,

vezirlik serdarlık sıfatlarıyla Anadolu Türklerine musallat edilmiş,

Karamanoğullarının, Şiilerin, Dulkadir beylerinin vesairenin tenkili

bahanesiyle bu serserilerin işlemedikleri cinayet kalmamıştır. İşte

bundan dolayı bu seferki vaziyet (Şah Kalender isyanı) Anadolu’da rüzgâr

ekmiş olan Osmanlı idaresinin fırtına biçmesi demektir.”39

Solakzade şunları yazmaktadır:

36 Peçevi, Anadolu Türkmenlerini “düşman” diye niteliyor

37 Efendi, Peçevi İbrahim, Peçevi Tarihi, Cilt I, s. 93

38 Öz, Baki, Osmanlı'da Alevi Ayaklanmaları, İstanbul 1992, s. 185

39 Danişment, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. II. s. 124

Page 31: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

“Kalender adlı kötü yollu bir âşık... Zamanın Mehdi'siyim diyerek (ortaya

çıktı)... Abdallar, torlaklar, dinsiz meşrepliler ile mezhepsizler, pek çok

kötülük severler ile onun havasına uyarak, yanına toplandılar. Bunların

otuz bin kadar olduğu anlaşılmaktadır.”40

Ayaklanmanın merkezi karargâhı Hacı Bektaş Dergâhı çevresi olmuş; yığınlar burada

toplanmıştı. Hacıbektaş- Kırşehir hattında başlayan hareketlilik, Ankara, Bozok, Tokat

hattına doğru yürüyüşe geçti. Yoksul-aç köylüler, ırgat ve tımar sahipleri, göçerler,

yerleşikler, muhipler, talipler ve bu zulme dayanacak gücü kalmayan herkes ayağa

kalkmıştı.“Ali nesli güzel İmam” Şah Kalender ve Türkmen, doğrudan Osmanlı üstüne

yürüyordu:

Yürüyüş eyledi Urum üstüne

Ali nesli güzel İmam geliyor

İnip temenna eyledim destine

Ali nesli güzel İmam geliyor

Doluları adım adım dağıdır

Tavlasında küheylanlar bağlıdır

Aslının sorarsan Şah'ın oğludur

Ali nesli güzel İmam geliyor

Tarlaları adım adım çizili

İrakip elinden ciğer sızılı

Al yeşil giyinmiş gerçek gazili

Ali nesli güzel İmam geliyor

Magripten çıkar görünü görünü

Kimse bilmez evliyanın sırrını

Koca Haydar Şah-ı Cihan torunu

Ali nesli güzel İmam geliyor

Pir Sultan Abdal'ım görsem şunları

Yüzüm sürsem boyun eğip yalvarı

Evvel baştan On'ki İmam serveri

Ali nesli güzel İmam geliyor

Pir Sultan Abdal, bu kıyamın merkezindeydi. Çalıp-söylüyor, konuşuyor; “bu zulme artık

başkaldırmak gerektiğini, Güzel Şah’ın çevresinde toplanıp, haram yiyenlerin üstüne hep

birlikte yürünmesini” istiyordu. Dergâhın kapısına yıllar önce yüz sürmüş, ziyaret etmişti.

Köyünde, çevresinde olanları, Osmanlının dayanılmaz zulmünü, Balım Sultan erenlere

herkes gibi o da arz etmişti. Kalender Şah’la görüşüp, tanışmış, niyazını duazını almış,

Banaz’a davet etmişti. İşte şimdi Kalender Şah’tan gelen haberle dilekleri kabul oluyordu.

Kazova’da, Tokat’ta, Turhal’da, Yıldız Dağında, Banaz’da ve çevrede bulunan yerleşim

birimlerinde toplantılara katılıyor, çalıp söylüyor, “birliğin sağlanması durumunda sancağın

40 Solakzade Tarihi II, s. 154

Page 32: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

Kazova'ya dikileceğini” müjdeliyordu.

Gözleyi gözleyi gözüm dört oldu

Alim ne yatarsın günlerin geldi

Korular kalmadı kara yurt oldu

Ali'm ne yatarsın günlerin geldi

Kızıl Irmak gibi bendinden boşan

Hama'dan Mardin'den Sivas'a döşen

Düldül eyerlendi Zülfikar kuşan

Ali'm ne yatarsın günlerin geldi

Mümin olan bir nihana çekilsin

Münafık başına taşlar üşürsün

Sancağımız Kazova'ya dikilsin

Ali'm ne yatarsın günlerin geldi

...

Pir Sultan Abdal'ım bu sözüm haktır

Vallahi sözümün hatası yoktur

Şimdiki sofunun Yezidi çoktur

Ali'm ne yatarsın günlerin geldi

Ankara, Kırşehir, Bozok (Yozgat), Sivas, Tokat, Amasya, Erzincan hattını teşkil eden bölge,

Kızılbaş Türkmenlerin en yoğun yaşadığı bölgeydi. Bu hattın tam orta yerinde Tokat-Sivas

arasında, Yıldız Dağı’nın Kuzey Batısında, Kazova bölgesi bulunmaktaydı. Çok verimli

toprakların bulunduğu Kazova bölgesi, aynı zamanda da, insan yapısı nedeniyle Osmanlının

en çok zulmettiği bölgelerden biriydi. Kalender Şah’ın Bozok, Sivas, Tokat, Amasya yönüne

doğru yürüyüşe geçtiği haberi, bu bölgede heyecan, sevinç ve kurtuluş beklentisinin doruğa

çıkmasına neden oldu.

Havada dolanan kuşlar

Gerçek mi gördüğüm düşler

Saf saf oldu yürüyüşler

Pirim Kalender geliyor

Mehdi-i zamandır adı

Bitsin mazlumun feryadı

Hacı Bektaşın evladı

Pirim Kalender geliyor

.....

Benim pirim adil vezir

Çağırdığım yerde hazır

Yardımcımız İlyas Hızır

Pirim Kalender geliyor

Er isen erliğin bildir

Page 33: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

Düşkünü meydandan kaldır

Sürdüğün bir ulu yoldur

Pirim Kalender geliyor

Koyun Abdal eydür erler

Yardımcımız olsun pirler

Sarp geçitler ulu şarlar

Pirim Kalender geliyor

Koyun Baba bölge insanının beklentisini ve heyecanını böyle yansıtıyordu. İzlenen

güzergâha baktığımızda Kalender güçlerinin, Kırşehir, Bozok bökesinden sonra Sivas

bölgesindeki ilk büyük molayı Yenihan’a41

bağlı Sarıkaya köyü korusunda verdiği, bu

moladan itibaren Pir Sultan Abdal’ın da 72 arkadaşıyla Kalender güçlerine burada katıldığı

büyük bir ihtimaldir. Sarıkaya köyü, Sivas- Ankara karayolu üzerinde bulunan Karakaya

köyünün Güneydoğusunda, Banaz’a 60 km. uzaklıktadır.

..........

Kırkların kapıyı çaldı birisi

Birinden mest oldu kalan gerisi

Sarıkaya derler Şah’ın korusu

Duralım gaziler İmam aşkına

.....

Pir Sultanım bu yol uludur deyu

Çağrışur Muhammed Ali’dir deyu

Cümlemiz bir ikrar kuludur deyu

Soralım gaziler İmam aşkına

***

Yetmiş üç er idik girdik bu yola

Yalbırdak kılıçlar hep aldık ele

İkrar iman nasip olsa bir kula

Kudretten okunur onun yasını

......

Böyle yazılmıştır bize yazılar

Kerbela dedikçe sinem sızılar

Pir Sultan Abdal’ım der ey gaziler

Şu gelen ses Düldül sesi mi?

Kalender Şah, Sarıkaya’dan Kazova’ya, oradan da Yıldız dağına geldi. Burada Kalender’in

saklayanı-bekleyeni çoktu. Beduhtun,42

Yıldız, Saru-Yar,43

Yusufoğlan, Gazi, Banaz gibi

büyük ve nüfus bakımında kalabalık Türkmen köyleri, Onu büyük bir sıcaklık ve saygıyla

bağırlarına basmış, bir dediğini iki etmiyorlardı. Karar toplantısı olan Yıldız dağındaki

“cenge başlama” toplantısının katılımcıları, genellikle Türkmen kocaları, halifeler, babalar,

dedeler, zakirler, talipler, musahipler ve bölgenin ileri gelen simalarıydı. Başta Şah Kalender

41 Şimdiki Yıldızeli ilçesinin eski adı.

42 Şimdiki Güneykaya kasabası

43 Şimdiki Sarıyar köyü

Page 34: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

olmak üzere, Pir Sultan Abdal, Koyun Baba ve Kul Himmet gibi Alevi-Bektaşi dünyasının

güvenilir tanınmış öncüleri, toplantının yönünü ve kaderini tayin edecek bir noktada

oturmuşlar, toplantıyı bir bakıma erenlerin cemini yürütmekteydiler.

Dağ yüzünde Şah-ı kervan duruyor

Onun katarından ayırma bizi

Önünde Düldülle Kanber yüyüyor

Onun katarından ayırma bizi

....

Yağar yağmur yeryüzüne saçılır

Gün vurur dağlardan duman açılır

Yürür Şah-ı kervan yollar geçilir

Onun katarından ayırma bizi44

........

Zordu kuşkusuz ama mutlak surette de bir karara varılması gerekiyordu. Türkmen’in

dayanacak hali kalmamış, bıçak kemiğe dayanmıştı. Şah ne derse öyle olacaktı. Şah,

öncelikle cem olma nedenlerini açtı: Müşkülü akılcı bir üslupla ve yola uyan demelerle,

bütün boyutları ve olasılıklarıyla anlattı ve çözüm için canların düşüncelerine başvurdu.

Kalender ve Pir Sultan Abdal’ın içinde bulunduğu çoğunluk, “Şah Tahmsab ülkesine giden

yolları tutan Osmanlı güçlerini yarıp, Kızılbaş ülkesine gidilmesini,45

buradaki Türkmen

güçleriyle bir araya gelinmesini ve geriye dönüp, sancağın Kazova’ya dikilmesi gerektiğini”

söylüyorlar, “kurtuluş için tek yolun bu olduğu” konusunda ısrar ediyorlardı.46

Kırk yılın başında bir nur doğuyor

On’ki İmam Mehdi ile geliyor

Düldül eğerlenmiş Ali biniyor

On’ki İmam Mehdi ile geliyor

....

Sorarsanız bir elmadan çıkıptır

Kâfirlerin kal’asını yıkıptır

Sancakları Kazova’ya dikiptir

On’ki İmam Mehdi ile geliyor

Ali nurdan bir taç giymiş başına

Kim karışır ol Ali’nin işine

On’ki İmam berk yapışmış peşine

44 Pir Sultan Abdal

45 Sümer, Faruk, Safavi Devletinin Kuruluşu, s.77

46 Toplantıda, bu grubu destekleyen, Osmanlı karşıtı bir oluşum daha bulunmaktaydı; tımarlarını ve servetlerini Osmanlıya kaptıran ve geri

almak için bu oluşuma katılan Dulkadirli beyleri... Dulkadirli boylarının ayaklanmanın başlaması ve yitirilmesinde önemli rolleri olmuştur.

Dulkadirliler ayaklanmanın başlaması noktasında Kalender Çelebi’ye geniş ölçüde destek vermiş, hatta teşvik etmiş, Osmanlı güçlerinin

Sivas yakınlarında Karaçayır-Cincife bölgesinde yenilgiye uğraması için ciddi çabalar göstermiştir. Daha sonra Osmanlıyla ulufe ve diğer

çıkarlar karşılığında girdiği işbirliği sonunda Kalender güçlerine ihanet etmiş, yenilmesinde başrolü oynamıştır. Dulkadirli beyi

Şehsuvaroğlu Ali Bey ve beş oğlu, 1522 yılında Kanuni tarafından hile ile öldürülmüş, beyliğin tımarlarına ve tüm servetine Osmanlılar

tarafından el konulmuştu. Ali Haydar Avcı, Kalender Çelebi Ayaklanması, S.21

Page 35: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

On’ki İmam Mehdi ile geliyor

Rum ilinde devlet hanlar tutuldu

Şad olunup top tüfekler atıldı

Zahir oldu kurt koyuna katıldı

On’ki İmam Mehdi ile geliyor

Pir Sultan Abdal’ım söyler özünden

Kafir kırar topuğundan dizinden

Ahdim kaldı ol Mehdinin yüzünden

On’ki İmam Mehdi ile geliyor

Koyun Baba ve onu destekleyenler ise, bu yolun çok tehlikeli olduğunu; “Osmanlı hattını

yarsalar bile, Osmanlı adına hareket eden Diyarbakır Beylerbeyi Kürt Hüsrev güçlerini

geçme imkânın olmadığını, bunun daha önce de çeşitli kereler denendiğini” söylüyor,

kalkışmanın yeni bir kırıma neden olacağı iddiasıyla Kalender’i kıyamdan vazgeçirmeye

çalışıyorlardı.

Seni Şah’a gider derler

Gel gitme güzel Kalender

Anan atan yüzü suyun

Gel gitme güzel Kalender

....

Sen Hacı Bektaş gülüsün

Şu alemde dopdolusun

Sen de bir erin oğlusun

Gel gitme güzel Kalender

.....

Bölük bölük oldu beyler

Dikildi sayvanlar tuğlar

Koyun Abdal durmuş ağlar

Gel gitme güzel Kalender

Diyor, “aman yapma güzel Kalender” diyerek gidilmemesini istiyor ve yalvarıyordu. Ama

yola çıkılmıştı bir kere ve dönüşü yoktu bu yolun. Doğrudan doğruya üzerlerine gelen

Osmanlı güçleri üzerine yürüdüler. Resmi Osmanlı kaynakları, tımarı ellerinden alınmış kimi

beylerin ve özellikle Dulkadirli beylerin de bu toplantıların bir bölümüne katılarak “bu isyanı

tüm varlıklarıyla desteklediklerini” söylediklerini; bir bakıma da kendi çıkarları uğruna

Türkmenleri kışkırttıklarını, sonra da gizli pazarlıklar sonucu çekilerek Kalender’i yalnız

bıraktıklarını kesin olarak belirtiyorlar.

Aşağıda vereceğimiz belge, Osmanlının bu isyan nedeniyle tedirginliğini ve bütün gücüyle

bu olayı bastırmak üzere çareler aradığını göstermektedir. Ayrıca Kalender güçleri içindeki

casusları ve çevredeki gözcüleri aracılığıyla, hareketin adım adım izlenerek rapor edildiğini

ve raporların ilgililere iletildiği görülüyor.47

Semm-i semend-i saadete ruhsare-i niyazı sürab takbil-i rikab-ı

47 Avcı, Ali Haydar, Osmanlı Gizli Tarihinde Pir Sultan Abdal, s. 95

Page 36: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

hümayunla dest-res bulduktan sonra arz-ı bende-i bi-miktar ve zerre-i

haksar ol-dur ki atı güçlü ve çevik yönetime ve yüksek makama mutluluk/sevinç dileklerimle perişan

halli bu aciz kullarının yerlerde yüz sürerek –niyaz ederek- sunduğu küçük bir arzı –raporu/bildirimi-odur ki,

bundan akdem daha önce Budak Özi Çorum/Sungurlu ilçesi ve Keskün nevahillerinde taraflarında huruç eden ayaklanan Kızılbaş Kaz Göli Tokat-Turhal arasında, Yeşilırmağın sol

yanında bulunan göl. Kazova mevkisi, Kazğölüne çok yakındır. nam mahalden isimli yerden kalkup

Artukabad Artova canibine yönüne müteveccih olduğu haber arz olunup yöneldiği

haber verilip şimdiki halde beglerbegi hazretleri Rum (Sivas eyaleti) beylerbeyi Takup

Paşa. Canibinde tarafında olan âdemlerimizden Veys nam ademümüz

Artukabad ayağında yakınlarında Silis Özi Zile Artova arasında bir köy nam mahalden

gelüb şöyle haber verdi ki, Kızılbaş-ı lâin lanetli Kızılbaşların Artukabad’a

konduğu haber istima olub duyulup nefs-i Sivası ihrak etmek niyetin istima

edicek Sivas bölgesini yağmalamak niyetinde oldukları duyulunca Rum beglerbegisi

hazretleri Yakub Paşa dahi ılgalayub hızla gelerek Sivas’a kondukta, Kızılbaş-

ı mahzul dahi Rezil/rüsva Kızılbaşlar daha sonra Artukabaddan Yılduza Yıldız Dağı

dibindeki Yıldız köyü dönüb, Sivas ile Tokat arasından geçüb Yılduza konub

andan daha sonra Gökçe Belden Geynik ve Bedohtun (Güneykaya) Kasabası’nın Güneyindeki bir

geçit. (Bedohtun Boğazı) Banaz’ın komşu köyleri aşub kara kurayı Endişeyi bıragub ağzını

çit-hane eyleyüb Kapatıp dıyar-ı şarka Doğu illerine gitmege müteveccih

oldukta Yönelince beglerbegi hazretleri dahi mahruse-i Sivasdan kalkub,

Tahta Köpri Sivas yakınlarında, Kızılırmak üzerindeki bir köprü nam köpriye konub andan

Koçhisara Hafik ilçesi varmak tedarik oldukta Düşünülünce bu nahif Aciz dahi

mübarek Recep ayının on dokuzuncu güni ki duşenbe güni dür.48

Artukabaddan öte Yıldıza karib çok yakın olan Fineze49 nam mahalle isimli yere

konub andan ara yatı gece vakti Koçhisarda beglerbegi hazretlerine mülakat olmak yetişmek üzere tahmin olunmışdur.50 inşallahu-ı aziz padişah-ı alem-

penah Alemlerin sığınağı hazretlerinün eyyam-ı saadetlerinde mutlu günlerinde

enva-ı çeşitli yüz aklıkları hasıl ola başarılar kazanıla melain-i mezkure dahi herkesin nefretini kazanmaya sebep olanlar bile eski kızılbaşdan kimesne tabi olmayub katılmayıp ve bazı yerlere ki fitne ü fesad bıragup bazı yerlerde bozgun ve karışıklıklar

çıkarıp yer yer huruc isyan etdirmek tedarik etmişler idi. ettirmeye uğraşmışlardı ol

fitneleri dahi rast gelmeyüb bozgunculukları amacına ulaşmayıp yer yer bozulub ve

48 Bu tarih 21 Nisan 1527 Cuma gününe denk gelmektedir.

49 Fineze: Tokat-Çamlıbel bucağına bağlı Fineze köyü. Yeni adı Güzelce’dir. Bkz. Köylerimiz, Dahiliye Vekaleti – Mahalli İdareler Umum

Müdürlüğü Yayını, İstanbul 1933, sayfa 259; Köylerimiz, İçişleri Bakanlığı Yayını, Ankara 1968, sayfa 653., Türkiye Mülki İdare Bölümleri

– Köyler-Belediyeler, sayfa 818., Fineze köyü, Yıldız dağı ve Yıldız köyüne yakın olduğu gibi, Çırçır bucağı ve Banaz köyünüde yakındır.

50 Bu bilgiden anlaşıldığı kadarıyla Osmanlı Beyleri ve paşaları Koçhisar’da (yeni adı Hafik) toplanarak hem güçlerini birleştirmek, hem de

Sivas-Koçhisar arası Kızılırmak vadisinde yolların nasıl kesileceği ve isyancıların nasıl çevrileceğine ilişkin görüşme yapmayı düşünmüş

olmalılar. Bu bölge aynı zamanda Saferi ülkesine giden önemli geçiş yollarından birisidir. Osmanlı tarihçisi Ferdi’ye göre Kalender Çelebi

bu yol üzerinden “Şah’a gitmek istemiştir. Ferdi, Tarih, 100b-103b, Ayasofya Kütüphanesi, No: 3317, Aktaran: Faruk Sümer, Safevi

Devletinin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü, Sayfa 77.

Page 37: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

Boz Ok ta’ifesinden dahi ümitvar oldugı51 kimesneler dahi kendülere tabi

olmayub bu nahif aciz yanına gelüb ve andan gayri her gün bölük bölük

içlerinden kaçub ve kaçub gelenlere dahi kat’a kesinlikle kimesneyi dahl

etdirmeyüb yaklaştırmayıp ekserine çoğunluğuna aynı ile yanlarında bulunan bulunan rızk

ü malın yiyecek ve malları dahi alıvermek ile içlerinden hayli adem kaçub

perişan-hal olub hatta Çiçek oglı Hasan Beg52 nam kimesne ki sabıka

tutılub önceden söylendiğince yakalanıp bu nahife geldükde hılatlanub giydirilip, kuşatılıp

salıverildükde Kızılbaş arasında olan karındaşı Turak Beg ki cemi’i

umurların toplumun işlerini görüp başaran mezkur adı geçen Turak Bege

mektublar gönderilüb ol dahi içlerinden kaçub amma bu nahife dahi gelüb

ulaşmayub bazılar akebinden Kızılbaş yetüb katl etdi bazı Kızılbaşlar gerisinden

yetişip öldürdüler ve bazılar henüz bizlere gelmege ihtiyat edüb hazırlanıp bir

vesile aracıyla ile gelmek ister derler şol derecede önemli ölçüde aralarına

tefrika ayrılık düşmişdür ki nihayet yedi sekiz yüz atlu ve üç dört yüz

piyade kaldı deye tahkik ederler doğrularlar53 Ümiz dür ki umulur ki Hakk-ı

Subhanahu Ta’alanun inayetinden ulaşılduğı mahalde Allah’ın yadımıyla ulaşıldığı

yerde olancası dahi kılıçdan geçüb sa’irlere diğerlerine ibret vaki ola ders verici

durum ola İnşallahu Ta’ala baki-i ferman sa’adetlü sultanum hazretlerinün

re’v-i şeriflerine menutdur. Allah’ın izniyle ebedi buyruk mutluluk verici sultanım hazretlerinin

şerefli onaylarına bağlıdır.

Az’afü’l-ibad (kulların en zayıfı)

Mahmud el-fakir

Ve bu abd-ı nahif bu aciz kul dahi gayet sürat ile gitmegin Boz Ok’a

ta’ifesünün boy begleri ve sipahileri yetişüb ekser çerileri gelüb mülakat

olamadılar çoğunluk askerler gelip katılamadılar amma ruz-be-ruz gün be gün gelmek

üzere dururlar heman boy beglerinden birkaç boy begi gelüb mülakat

olamadı aramıza katılamadı anlar dahi bir iki menzil durak bu nahifden gerüde

gelüb ulaşmak üzere dururlar.

Tavakkaltu al-Allah (İşimi Allah’a bıraktım)

51 Bu söylemden, o dönemde Bozok bölgesinde tekke, zaviye ve ocaklar yoluyla Kalender Çelebi’ye bağlı çevrelerin geniş bir alanda

örgütlü ve etkili olduğu anlaşılmaktadır. Bkz. Yunus Koç, XVI. Yüzyılda bir Osmanlı Sancağının İskân ve Nüfus Yapısı, Sayfa 23.

52 Kalender Çelebi’nin yaptığı çağrı üzerine ayaklanmaya geniş bir şekilde destek veren Çiçekli aşireti, o dönemde Bozok bölgesinde

yerleşmiş bulunan Bozulus Türkmenlerinden bir oymaktır. Bkz. Tufan Gündüz, Anadolu’da Türkmen Aşiretleri, Bilge Yayınları, Ankara

1997, Sayfa 64.

53 Bu rakamlardan Mahmut Paşa’nın, Kalender Çelebi’nin çevresinde toplanan isyancıların gerçek sayısını bilmediği ve bütün girişimlerine

karşın doğru bilgiler edinemediği de anlaşılmaktadır. Belki de “ulufe” ve “hilat” karşılığı Mahmut Paşa’nın yanına kaçan işbirlikçiler ya da

Pir Sultan’ın deyimiyle “dönenler” Kalender Çelebi çevresini küçümsediklerinden ya da önemsiz gördüklerinden dolayı böylesine düşük

rakamlar veriyorlardı. Bir olasılıkla Şah Kalender çevresindeki öncülerin, Osmanlı yöneticilerinin aşırı önlemler almasını engellemek ve ağır

saldırılara girişmesini engellemek için taktik gereği böyle yanıltıcı bilgiler yaydığı da düşünülebilir. Nitekim bu yanılgı ve küçümsemelerin

Osmanlı ordusuna oldukça pahalıya patladığını söylemek gerekir. Osmanlı güçleri isyancılarla bölgede karşılaştıkları her yerde ağır

yenilgilere uğramişlar, savaş meydanlarında –bu arzı saraya gönderen Mahmut Paşa’da dahil olmak üzere –birçok bey ve paşa kalmıştır.

Page 38: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

Mahmud bin Abdullah54

Bu olaylar adı geçen bölgede 933 (1527) yılı Mart-Nisan ayları arasında meydana gelmiştir.

Rapordan, Osmanlı güçlerinin isyancıları adım adım izledikleri çok net bir biçimde

anlaşılmaktadır.

Verilen bu güzergâhtan anlaşıldığına göre, Tokat –Artukabad tarafından gelen isyancılar,

Bedohtun yazısı üzerinden Gökçebel’e yönelip orayı da geçtikten sonra Çırçır bucağı

yakınlarından ve Banaz köyünün kuzeyinden geçerek, düzenli Osmanlı güçleri karşısında

çatışmaya ve korunmaya elverişli bir bölge olmasından dolayı Yıldız Dağı eteklerinde

konaklamışlardır.55

Padişah Sultan Süleyman, artarda yenilgi haberlerinin gelmesi üzerine, ayaklanmayı

bastırmak için Sadrazam İbrahim Paşa’yı görevlendirdi. Onun emriyle hareket eden Anadolu

beylerbeyi Behram Paşa ile Karaman beylerbeyi Mahmud Paşa’nın askeri birlikleri, ayrı ayrı

yönlerden Kazova'ya yönelen Kalender Şah'ın ardına düştüler. Kazova'daki korkunç savaşta

Kalender'in yoksul savaşçıları Osmanlı ordusunu bozguna uğrattı. Arkasından Mahmud

Paşa'yla birleşen diğer Osmanlı güçleri Sivas Karaçayır kasabası yakınlarındaki Cincife

denilen yerde, 27 Mayıs 1527 yılında yapılan savaşta yine yenildiler. Karaman beylerbeyi

Mahmud Paşa, Alaiye beyi Sinan bey, Amasya beyi Koçi bey, Anadolu Timar defterdarı Ruh

ve Karaman defterdarı kethudası Şeyh Mehmed öldürüldüler.

Bu yenilgilerle birlikte Osmanlı ordusunun tüm ağırlıkları Kalender Şah birliklerinin eline

geçti. Osmanlı tarihçilerinden Solakzade'nin söylemiyle:

“Bütün torlaklar ağırlıklı silah, hayme ve çadırlar edindiler. Çıplak ve perişan iken giyinip

kuşandılar. Övünülecek giysilerle donandılar.”56

Pir Sultan Abdal, bu olayları anlattığı

deyişinde Kızıl Deli Sultan’a ve kırklara da çağrı yapmakta, onların adlarını anarak manevi

güç kazanmayı düşlemektedir.

Kırklar Urum'a geçti sen duydun mu

Tanrının aslanı geldi bildin mi

Pınar yanında kendini buldun mu

Kırklara serçeşmesin pirim Ali

Cümlemizden ulusun Kızıl Deli

Kırklar bir bir arda sökün eyledi

Domuz kâfirlerin yolun bağladı

Tanrının arslanı imdat eyledi

Kırklara serçeşmesin pirim Ali

Cümlemizden ulusun Kızıl Deli

Geldi Kazova'sın duman bürüdü

54 Abdullah, “Abdullah’ın kulu” anlamına gelmektedir. Bu isim, bütün dönme ve devşirmelerde –belki de aslını unutturmak amacıyla –baba

adı olarak kullanılan bir isimdir. Bu nedenle Osmanlı kaynaklarında bütün dönme ve devşirmeler “Abdullahoğlu”, yani “Allahkuluoğlu”

olarak geçer.

55 Burada, bölge araştırmalarımız sırasında gözümüze çarpan önemli bir ayrıntıyı daha belirtmek istiyoruz. Banaz köyünün çok yakınında

(yaklaşık 1 km. uzaklıkta, kuzey-batı tarafına düşen yönde) derelik, dulda bir yerde “Çelebiler” adlı bir Tekke bulunmaktadır. Büyük bir

olasılıkla Banaz’ı da ziyaret eden ve birçok yoğun olayın doğrudan içerisinde bulunan Kalender Çelebi’nin, bu tekke ile bir ilişkisi var mıdır?

Bu tekkenin adı neden Çelebiler’dir? Üzerinde düşünmekte yarar görüyoruz.

56 Solakzade Tarihi II, s. 155

Page 39: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

Kara kâfirlerin yağı eridi

Allah allah deyüp Kırklar yürüdü

Kırklara serçeçmesin pirim Ali

Cümlemizden ulusun Kızıl Deli

Kırklar Rum ilinde makam tuttular

Makamlar açtılar çırağ yaktılar

Bütün kâfirleri dine çektiler

Kırklara serçeşmesin pirim Ali

Cümlemizden ulusun Kızıl Deli

Pir Sultan’ım bu sözleri söyledi

Kâfirleri Yezitleri bağladı

İlk selamı essela'da söyledi

Kırklara serçeşmesin pirim Ali

Cümlemizden ulusun Kızıl Deli

Osmanlının Anadolu’daki en büyük vurucu gücü durumundaki Dulkadirliler, Kalender

güçlerinin başarısını görünce, tüm güçleriyle Kalender saflarına geçtiler. Bu durum

karşısında Sadrazam İbrahim Paşa, Dulkadıroğulları'ndan (Kalender tarafına geçen) Başatı,

Karacalu ve Dokuzboy beylerine gizlice haber (casus) gönderdi ve “Kalender saflarını terk

etmeleri durumunda, daha önce gasp edilen bütün dirliklerinin derhal geri verileceğini”

bildirdi. Ayrıca yolsuzlukların düzeltileceğini duyurdu.57

Vali Ferhad Paşa ile bazı sancak

beyleri de “halka yanlış davranıyorlar” gerekçesiyle, ama aslında ayaklanmacıları

ezemedikleri için idam edildi. Dulkadir beyleri Osmanlı tarafından bu biçimde, yani

Kalender’e ihanet etmeleri karşılığında doyurulunca, Kalender yanında yer alan diğer belli

başlı tımar sahibi beyleri de, İbrahim Paşa’nın istekleri doğrultusunda yanlarına çekmeye ve

Kalender saflarını boşaltmaya başladılar. Böylece Kalender Şah ayaklanmasına katılanlar

içinde büyük çözülmeler baş gösterdi.

Sonuçta Osmanlı, savaşta yenemediği Kalender güçlerini onların hazır olmadığı içten

parçalama siyasetiyle güçten düşürdü. Dulkadirlilerin Osmanlıya satılmaları, Kalender

güçleri için sonun başlangıcı oldu. Her gecenin sonunda sabaha çıkıldığında birçok insanın

Kalender saflarını terk edip gittiği görülüyordu. İhanetler, ikrarını inkâr edenler, çıkar

karşılığı satılanlar birbirini izledi ve öyle ki, Kalender Çelebi'nin yanında “3–4 bin Kalenderi

kaldı.”58

Pir Sultan Abdal'ın “dostların muhabbeti kaldırıp, geriye kaçışını”, vefasızlığı ve

ihaneti anlatan şiirinden birkaç dörtlük ve arkasından da her ne pahasına olursa olsun

kendisinin, dönmeyeceğini anlatan deyişini verelim.

Çıktım yücesine seyran eyledim

Gönül eğlencesi küstü bulunmaz

Dostlar bizden muhabbeti kaldırmış

Hiçbir ikrarından ahdi bulunmaz

Zülüfleri top top olmuş cığalı

57 Bardakçı, Cemal, Anadolu İsyanları, s. 27, Akt. A. Haydar Avcı, Kalender Çelebi Ayaklanması, S. 57

58 Müneccimbaşı Tarihi II, s. 527

Page 40: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

Rakiplerin Hak'tan olsun zevali

Bir günahkâr kulum doğdum doğalı

Günahkâr kulunun dostu bulunmaz

Kanı benim ile lokma yiyenler

Başı canı dost yoluna verenler

Sen ölmeden ben ölürüm diyenler

Dostlar da geriye kaçtı bulunmaz

Yine kırcılandı dağların başı

Durmuyor akıyor gözümün yaşı

Vefasız ardından gitse bir kişi

Hakikat ceminde desti bulunmaz

***

Koyun beni Hak aşkına yanayım

Dönen dönsün ben dönmezem Pir'imden

Pir'imden dönüp mahrum mu kalayım

Dönen dönsün ben dönmezem Pir'imden

Benim Pir'im gayet ulu kişidir

Yediler ulusu Kırklar eşidir

On İki İmamın server başıdır

Dönen dönsün ben dönmezem Pir'imden

Kadılar müftüler fetva yazarsa

İşte kement işte boynum asarsa

İşte hançer işte kellem keserse

Dönen dönsün ben dönmezem Pir'imden

Ulu mahşer olur divan kurulur

Suçlu suçsuz gelir anda derilir

Piri olmayanlar anda dirilir

Dönen dönsün ben dönmezem Pir'imden

Pir Sultan’ım arşa çıkar ünümüz

O da bizim ulumuzdur Pirimiz

Hakka teslim olsun garip canımız

Dönen dönsün ben dönmezem Pir'imden

Kalender Çelebi ve yanında kalanlar bakımından, “Şah’a gitme” olanağı kalmamıştı. Sayıları,

destekleri, güçleri azalmış, ihanete uğramış, bitkin bir durumda yönlerini Şah yönünden yani

Doğudan, Güneye- Adana yönüne çevirmişlerdi. Elinde kalan güçlerle birlikte, Kayseri -

Sarız üzerinden geçti, biraz da güç bulmak umuduyla bu bölgede bir süre oyalandıktan sonra

Page 41: YAŞAM ÖZETİM süren ticari yaşamdan sonra, BAĞ-KUR'dan ...dunyaalevibektasi.com/tr/wp-content/uploads/2015/01/Murtaza-Demir.pdf · Pir Sultan Abdal’ın yaadığı dönem: Alevi-Bektaúi

Nurhak Dağları'na çekildi.

Kalender Şah'ın elindeki inançlı ama yetersiz kuvvet, Sadrazam İbrahim Paşa’nın“Mehmet

Ağa ile Pervane adındaki iki eşkıya avcısı”nın emrindeki, doğrudan İstanbul’dan İbrahim

Paşa maiyetinde gelen altı bin kişilik ordu tarafından, 22 Haziran 1527 günü Başsaz adlı

yaylada gece uykusunda tuzağa düşürüldü.59

Burada Kalender Çelebi ve sadık adamı Veli

Dündar60

öldürüldü. Başları bir atın terkisine asılarak Padişah'a götürüldü.

Bu kırımdan, Kalender taraftarlarından Pir Sultan Abdal’ın da içinde olduğu pek az insan

kurtuldu, diğerleri tamamen kılıçtan geçirildi.

Kalender Şah Ayaklanması'nı bastırması nedeniyle, Kanuni Süleyman (1520–1566)

Sadrazam İbrahim Paşa’yı adeta ödüle boğdu. Sadrazamın yıllık ödeneğini iki katına (1

milyon 200 bin akçeden 2 milyon akçe'ye) çıkardı ve daha birçok ödül vererek, bu isyandan

ne derece tedirgin olduğunu ortaya koydu.

59 Peçevi Tarihi I, s. 94

60 Dulkadirli beyleri içinde Kalender’e ihanet etmeyen tek adam