Upload
ygt-yfa
View
231
Download
2
Embed Size (px)
DESCRIPTION
En Farklı Gençlik Dergisi
Citation preview
Fkhjcf
GENÇ GELECEK KÜNYE
Genel Koordinatör- Özel Araştırmalar
Takım Lideri
Yiğit AKKOCA
İnsan Kaynakları Koordinatörü
Burçin TOKSÖZ
Dergi Editörü
Şeyda KAYA
Görüntü Yönetmeni
Melike GÜNEŞ
Dış İlişkiler Koordinatörleri
İdil ÖZMAÇİN
İş-Staj Koordinatörü
Sinan SÖNMEZ
Sosyal Organizasyon Koordinatörü
Mihraç NALBANTOĞLU
Stratejik Araştırmalar Takım Lideri
Barhan KAYNAK
İÇİNDEKİLER
. ÇOKTAN SEÇMELİ ……….…………………………..1
. İNTERNETİME DOKUNMA …..…….……………. 6
. 12 HAZİRAN SEÇİMLERİ …………………..…….. 8
. KRİSTOF KOLOMB …….………………………….. 11
. AKBABA SÜRÜSÜ ………….………..……………… 21
. 18. ŞAMPİYONLUK …………….…………………… 24
. ÖĞRET-MEN ………………………………………….. 27
. GÜNEYDEKİ CENNET …………..…………………. 29
. EV …..………………………..………………………….. 32
. SANSÜRLERLE YAŞIYORUM …….……….……… 33
. PROJE KÖŞESİ …………………..……………………. 35
. EMANET ……………………………………..………….. 39
Hazırlayan:
Young Future Academy
Website:
www.youngfutureacademy.tr.gg
Adres:Cumhuriyet Bulvarı No:219
Kalyon Apt. Daire:5 35220
Alsancak, İZMİR
Tel:05065882913
NOT : Her türlü eleştiri ve yorum için
[email protected] adresine mail
atabilirsiniz. Ya da yazarlarımızın yazılarının
altındaki mail adreslerinden direkt onlara
ulaşabilirsiniz. İyi okumalar
ÇOKTAN SEÇMELİ
Sevgili Akp seçmeni, sana sesleniyorum.
Oyunu neden bu partiye veriyorsun?
1) Milliyetçi olduğu için mi?
Sence hiç milliyetçi adam ülkesinin zararına iş yapar mı?
Mesela ; satış yolu ile özelleştirilen ve yabancılaşan
yerlerden bahsedeyim sana. Hani şu önemli kuruluşlar
var ya devletin elinde kalması gereken, stratejik
noktalar. İşte onları sattı senin partin. Devede kulak
olacak ama çok az bir kısmını yazıyorum senin için.
2003 – Kuşadası Limanı satıldı.
2003 – PETKİM Standart Kimya Şirketi satıldı.
2003 – TCDD İzmir Limanı satıldı.
2004 – Kütahya Şeker Fabrikası satıldı.
2005 – TÜRK TELEKOM satıldı.
2006 – TÜPRAŞ satıldı.
Ya peki milliyetçi biri milletinden pek çok can almış bir
terörist başıyla gidip İmralı’da pazarlık yapar mı? Yaptı
senin biricik partin. Bir de üstüne o itten bahsederken
“sayın” dedi senin parti başkanın. Oysa ki aynı
zamanlarda milletine canları pahasına hizmet eden
kutsal askerine dil uzatılıyor ondan da mı haberin yok?
Terörist başı “sayın” olsun ama benim askerim aslı astarı
olmayan sebeplerle hapse atılsın, hükmü kesinleşmeden
kendisinden “terörist” diye bahsedilsin, senin milli
destanının adı olan “Ergenekon” karalanma
kampanyasında kullanılsın ki millet soğusun Türklükten
falan. Yurtdışındaki teröristler gelince ülkede davullarla
zurnalarla karşılansın senin partinin hükümeti
döneminde, baş tacı edilsin üstü açık otobüslerde şehir
turu yapsın… Ondan sonra da bana bazıları gelip
milliyetçiysen akp’ye oy ver demesin. Günahımı vermem,
ne oyu.
2) Laik olduğu için mi ?
“Hem laik, hem Müslüman olunmaz. Ya Müslüman
olacaksın, ya laik." Eminim laik olduğu için söylemiştir
bunu başbakan.
3) Dindar olduğu için mi?
İşte en çok buna gülüyorum. Adam oğlunu trilyoner yaptı
kaşla göz arasında, gemi aldı senle gemicik diye dalga
geçti. Yahu, Allah korkusu olan biri hırsızlık yapar mı?
Nerden geliyor bu değirmenin suyu diye sormayı hiç mi
akıl edemedin arkadaşım? Gemi almak kolay mı sanki, ay
tamam gemicik olsun yine de çok pahalı, senin cebinden
aşırıyor haberin yok.
Kpss sonrasında kadrolar hep yandaşlarıyla doldu,
mülakatlar hep çalınan minarenin kılıfıydı anlamadın
mı? 95 alan modern görünüşlü genç kadrolara
yerleştirilmedi ama 73 alan dini isimli fabrikasyon çıkışlı
birisi o kadroya girdi. Dindar insan kul hakkı yemez,
yoksa yer mi? Hangi dini kitapta yazıyor gösterin bana.
Üniversitelere giriş sınavında kopya olayları ayyuka çıktı.
O zaman da mı anlamadınız adamların günde 3 öğün kul
hakkı yiyerek karın doyurduklarını?
4) Terörü sonlandıracağı için mi?
Ne gerek var, akp başa gelmeden önce zaten bitirilmek
üzereydi terör. 2000 yılında hiç şehit vermemiştik, 2001
yılında ise 6 askerimiz şehit düşmüştü. Peki sonra ne
oldu?
2003 yılında 21 şehit
2004 yılında 73 şehit
2005 yılında 92 şehit
2006 yılında 121 şehit
2007 yılında 118 şehit
2008 yılında 150 şehit
2009 yılında 135 şehit verdik.
2010 yılında terör saldırıları bir anda artarken,
eylemlerin yalnızca Güneydoğu bölgelerinde sınırlı
kalmadığı, Karadeniz Bölgesi başta olmak üzere, Batı’ya
doğru bir kaymanın başladığı hiç dikkatini çekmedi mi?
5)Demokratik ve özgürlükçü olduğu için mi?
Özgürlüklere önem verdiği için özgürce düşüncelerini dile
getiren değerli gazeteci ve yazarların hepsini tek tek
sudan bahanelerle içeri alıyor zaten akp. Dışarıda
muhalif kalmıyor be, terörün kendisi akp aslında,
zorbalıkla korkuyla cumhuriyet yönetildiği nerde
görülmüş?
İnsanlar o kadar özgürdü ki dışarı hayatlarında, bir ev içi
özel hayatlarına müdahale edilmediği kalmıştı o da oldu
sonunda, her eve gir yatak odasına yerleştir kamerayı
ondan sonra temiz siyaset yapıyor akp desinler. Bunlara
kimse inanmaz, o kadar aptalı olmaz bizim milletin
içinde!
Çok özgürlükçü hükümetimiz sağ olsun herkesin
telefonunda böcekler tele-kulaklar, ooh kimse özel bir şey
konuşamasın, hep dinlendiği endişesini taşısın içinde
insan. Ne kadar özgürüz aman Allahım…
Sizin demokratik ve ilerici dediğiniz partinin genel
başkanı “Demokrasi bizim tramvayımızdır, istediğimiz
durağa gelince ineriz” desin, alenen demokrasi amaç değil
araç diye ima etsin siz hala akp demokratik diyin
bakalım… Adamın “ben gizli emellerime ulaşınca
demokratikleşmeden vazgeçeceğim bak haberiniz olsun”
diye ilan etmediği kalmış bir tek.
6) Ekonomik politikaları başarılı olduğu için mi?
Devletin Borcu :
Aralık 2002 148.5 Milyar Dolar
Aralık 2010 306.1 Milyar Dolar
Ortalama İşsizlik Oranı:
1988 - 2002 Arası %8
2003 - 2010 Arası %11.2
Cari İşlemler Açığı:
Aralık 2002 0.6 Milyar Dolar
Aralık 2010 48.6 Milyar Dolar
Matematiğinin iyi olmasına gerek yok, sayılar ortada, her
şey kötüye gitmekte. Zaten buğday ambarı gibi bir ülke
buğday ithalatında şampiyon olmayı başarabiliyorsa,
tarım ülkesi olmakla övünüp nohutu Meksika’dan
mercimeği Kanada’dan alıyorsa, sözün bitiği yerdeyiz
demektir.
7) Kadın haklarının savunucusu olduğu için mi?
Kesin o yüzden “Dekolte giyen kadınlar tecavüzü hak
eder” diyen profesör hala görevinin başındadır.
8) Ülkeyi dışarıda dik başlı temsil ettiği için mi?
ABD gezisi sırasında “ABD’de özgürlük anlayışı var benim
ülkemde yok” diye mızmızlanıyor, ülkesini şikayet ediyor
utanmadan, bunun da adı ülkeyi iyi temsil etmek mi
oluyor? Sonra gidip Fransa Cumhurbaşkanı’ndan
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin başbakanı sıfatıyla
“bizim oralarda bir gelenek vardır, anlaşma yapılacaksa
bir şeyler verilir. Yapacağımız bu anlaşmadan sonra bir
uçağı da bedava verirsin artık” diye rüşvet istiyor ve sen
hala bundan rahatsızlık duymuyor musun?
O zaman bunların dışında senin akp’ye oy veriyor
olmanın tek sebebi vardır. O da aşağıdaki seçenekler
arasında, doğru bilirsen 10 puan senin :)
A) Cahilsin
B) Hainsin
C) Safsın
D) Çıkarcısın
Şeyda KAYA
Dergi Editörü
İnternetime Dokunma
Geçtiğimiz günlerde tam on ilde on binlerce kişi eylemdeydi. 15
Mayıs’taki “İnternetime Dokunma Eylemi” , siyasi gayeden uzak, bir
fikir ya da siyasi görüş etrafında toplanan insanların değil,
özgürlüklerinin peşindeki herkesin katıldığı bir eylemdi. Eyleme
katılanların amacı ise 22 Ağustos’ta girecek olan ve herkesin İnternet
Sansürü olan ve de adını hak eder gibi duran yönetmeliği protesto
etmekti. Ben uzun uzadıya bu yönetmeliğin ne olduğu maddeleri,
içerdiği paketlerin içeriği gibi ayrıntılarla uğraşmayacağım, onun
yerine bu yönetmeliğin neleri değiştireceğini anlamaya çalışacağım.
Her şeyden önce bu protestoları, yasaklı siteye girmek
isteyenlerin çırpınışı gibi gören ve göstermeye çalışanlar bulunmakta.
Maalesef olay bu kadar basit değil, olay bize hangi sitelere girip
hangilerine giremeyeceğimizi söyleyen zihniyetin bununla sınırlı
kalmayacağının farkına varılmasıdır. Bize kaç çocuk yapacağımızı,
hangi sitelere gireceğimizden tutun da alkolümüze kadar karışan
zihniyet, giyeceğimiz kıyafete, hatta söyleyeceğimiz söze karışacaktır.
Protestolar yasaklı sitelere girmek değil, neye göre ve kaç tane
olacağı bilinmeyen yasaklanacak sitelerin ve özgürlüklerin
kısıtlanmaya çalışılmasına karşıdır.
Bilgi Teknolojileri İletişim Kurulu’nun ilk kurbanı da büyük
olasılıkla evrim teorisi ve Darwin’in hakkında yayın yapanlar olacaktır.
MEB’in bile müfredattan çıkardığı Darwin’i artık internette de bulmak
imkansız hale gelecek anlaşılan. Darwin teorisine inanırsınız ya da
inanmazsınız kimse bunu sorgulayamaz ancak, dünyanın kabul ettiği
bir teoriyi yasaklamanın hiç bir açıklaması olabileceğini
zannetmiyorum.
Bu yönetmelik sadece Darwin teorisi ya da benzer sitelerle sınırlı
kalır sananlar bir daha düşünsün, çünkü muhalif sitelerin sesleri de
çok basit nedenlerden, hakaret içeriyor denilerek kapatılabilinecek.
Yani haklı olarak dahi yapacak eleştiriler nedeniyle siteler
kapatılabilinecek.
En önemli noktayı ise sona sakladım, bu yönetmelikle artık suç
unsuru teşkil eden bir siteye erişim yapıp yapmadığınız tespit
edilebilinecek ve hakkınızda cezai işlem yapılması talep edilecek. Bu
uygulama suç işleyenlerin bulunması açısından iyi görünse de,
istemeyerek ve de bilmeden bu sitelere girecek pek çok kişi mağdur
olacak. Bilgisayarların IP numaralarından takiple yürütülecek
işlemden sakınmanın yolu yok çünkü IP adresleri her bilgisayar için
sabit ve değişmez numaralar.
BTK filtreleme işlemi için hazırladığı yasaklar listesini servis
sunucularına göndermişti. Ancak listedeki saçma kelimeleri ve
bunlara tepkileri görünce geri adım atmış ve sunuculara gönderdiği
listeleri “unutmalarını” söylemişti
BTK’nın söz konusu yönetmeliğine karşı yapılan protestolar işe
yaramış görünüyor ki, ben bu satırları yazarken söz konusu
yönetmeliği yeniden görüşmek üzere toplanma kararı aldı. Umarım
bu işin sonunda BTK da bu yönetmeliği “unutma “ kararı alır.
Hamdi AYAR
12 HAZİRAN SEÇİMLERİ Siz bunları okurken seçime günler kalmıĢ olacak.
Türkiye bir kez daha seçime gidiyor. Yine bizi
mecliste temsil edecek insanları seçiyoruz. Türkiye
Cunhuriyet'inin 61. Hükümeti bu seçimle görevine
baĢlayacak. ġimdiden Türkiye için hayırlısı olsun.
Birçok anketler yapılıyor seçimler için ama benim takip ettiğim
sadece Mynet.com sitesinin her hafta yaptığı seçim anketi. Site
her hafta sonuçları yeniliyor. ĠĢte Sitenin Ģimdiye kadarki yaptığı
2 seçim anketinin sonuçları ;
6 - 10 Mayıs ;
AKP : %37.7
CHP : % 31.7
MHP : %18.2
BAĞIMSIZ : %3.8
HEPAR : %2.5
SP : %1.4
HAS PARTĠ : %1.2
BBP : %1.1
DP : %0.6
TKP : %0.6
EMEP : %0.3
MMP: %0.2
DSP: %0.2
LDP: %0.2
MP : %0.1
DYP: %0.1
AKP : 47 ĠL ( Ġstanbul 1. , 2. ve 3. bölge , Ankara 2. bölge )
CHP : 26ĠL ( Ġzmir 1. ve 2. bölge , Ankara 1. bölge )
MHP : 6 ĠL
BAĞIMSIZLAR : 2 ĠL
Oy Kullanan KiĢi Sayısı : 76217
11 - 17 Mayıs tarihleri arasındaki ankete bakacak olursak ;
AKP : %36.0
CHP : %32.4
MHP : %20.9
BAĞIMSIZ: %3.2
HEPAR : %2.0
SP: %1.3
BBP : %1.1
HAS PARTĠ : %1.0
DP : %0.6
TKP: %0.4
MMP: %0.2
DSP : %0.1
EMEP : %0.1
LDP : %0.10
MP : %0.1
DYP : %0.1
AKP : 43ĠL ( Ġstanbul 1. ve 3. Bölge )
CHP: 26 ( Ġstanbul 2. Bölge , Ankara 1. ve 2. Bölge , Ġzmir 1. ve
2. Bölge )
MHP : 12
BAĞIMSIZ : 1
Oy Kullanan KiĢi Sayısı : 72521
CHP ve MHP'nin 2. ankette yükseliĢi görülüyor. Püskevit
muhabbetlerine rağmen MHP'nin baraj sorunu olmadığı açık
hatta geçen seçimlere oranan artıĢta. MHP’nin kaset
iddialarına rağmen oylarını arttırması da MHP için önemli bir
olay. Yine de AKP %36 ile iktidara 3. kez yakın. CHP'nin
Kemal KILIÇDAROĞLU'yla atağa kalktığı kesin. . Bağımsızların
oyları düĢüĢte. 61. Hükümet koalisyonla kurulabilir. Bu da bir
ihtimal tabi. Siyaset biraz ince bir konu o yüzden sözü kısa
kesmek istiyorum. Kimsenin yanlıĢ anlamasını istemem çünkü.
Young Future Academy olarak objektif olmayı yeğleriz. Bu
yüzden bu yazıyı son sözlerimle bitiriyorum.
Artık her Ģey liderlerde. Sonuçların ülkemiz için hayırlı olmasını
dilerim. Seçimde ülkemiz ve kendimiz için oyumuzu inandığımız
partiye , kiĢiye verme görevimizi yerine getirmeyi es
geçmeyelim.
SAYGILARIMLA
Kaan TÜRKELİ
Kristof Kolomb; Asıl Amaç Ne? Amerika mı ?
Hindistan mı?
Yaygın efsanenin tersine, Kristof Kolomb İspanya kralı ve
kraliçesini ya da bir başkasını dünyanın yuvarlak olduğuna
inandırmakta hiçbir güçlük çekmemişti. Bu, 1492'den çok uzun süre
önce, eğitimli Avrupalıların genelde kabul ettikleri bir bilgiydi.
Kolomb'un planına direniş, farklı ve çok daha radikal bir fikirle, yani
Avrupa'dan batıya yelken açarak Asya'ya yeni bir yol
keşfedebileceğiyle ilgiliydi. Genel geçer anlayışa göre, eğer Asya'ya
denizden ulaşılacaksa, bu ancak Afrika'yı dolaşıp, doğuya, Hint
Okyanusu'na doğru ilerleyerek mümkün olabilirdi. Aslında Asya,
Avrupa'nın doğusunda olduğundan, bu tam anlamıyla mantıklı bir
plandı ve 1499'da Portekizli kaşif Vasco de Gama'nın Hindistan'a
ulaşmasıyla başarılı bir şekilde sonuçlandırılmıştı. Tersine, Kolomb'un
"Hindistan Seferi" önemli değildi. Eğer Hindistan (o zaman
söylendiği gibi, Asya) Atlantik'in bir yerlerinde bulunuyorsa bile, bir
15. yüzyıl denizcisi için, bu, çok uzağa yapılacak bir gezi olurdu.
Kolomb'a en sıcak yaklaşan coğrafyacı, Paolo del Pozzo Toscanelli,
Hindistan'ın, Kanarya Adaları'nın 3500 mil batısına düştüğünü
tahmin etmişti ve çoğu bilimci daha da uzakta olduğuna inanıyordu.
Ama herkesin bildiği gibi, Kolomb vazgeçecek gibi değildi. Avrupa ve
Asya'yı sadece 2760 millik bir açık denizin ayırdığını hesaplamış,
İspanya kral ve kraliçesi, Ferdinand ve İsabella'yı bu yolculuğu
finanse etmeye değeceğine inandırmıştı. Böylece, 1492 Eylülünde.
Nina, Pinta ve Santa Maria Kanarya Adaları "udun denize açıldı.
Sadece beş hafta sonra tam da karayı bulacağını tahmin ettiği
noktada Kolomb kıyıya ayak bastı.
Elbette Kolomb'un karaya ayak basma başarısının garipliği,
onun Asya'ya yakın bir yerlerde olmayışında yatıyordu. Bu örnekte
genel kabul gören anlayış tamamen doğruydu: Asya, Kolomb'un
şimdi ayak basmış olduğu Bahama adasının en az 6.000 mil
batısındaydı. Eğer Avrupa ve Hindistan arasında iki kıta ve sayısız
ada olmasaydı, Kolomb ve mürettebatı kesinlikle denizde yok olup
giderdi. Dört yüz yılı aşkın bir süre, Atlantik'in her iki yakasında
anlatılan Kolomb öyküsü, büyük bir yanılgıya rağmen Amerika'yı
keşfeden büyük kahraman öyküsü işte böyleydi. Ama 20. yüzyıl
sona ererken, bu öykü gitgide daha çok kuşku çekmeye başladı.
Birçok tarihçi Kolomb'un bu kadar büyük bir yanılgıya nasıl
düşebileceğini soruyordu. Ayrıca, bulduğu toprakların Çin ya da
Japonya olmadığına ilişkin çok kesin kanıtlar karşısında, buraların
Hint Adaları ve halkının "Hintli" olduğunu iddia etmeyi nasıl
sürdürebilmişti? Bazı tarihçiler Kolomb'un hiçbir zaman Asya'ya
gitme niyeti olmadığını ve bu "Hindistan Seferi'"nin sadece diğer
kaşifleri atlatmak için düzenlenen bir oyun olduğu sonucuna
vardılar.
Onlar başından beri, Kolomb'un amacının Yeni Dünya'yı
keşfetmek olduğunu öne sürüyorlar. Kolomb tüm dünyaya amacının
kesinlikle Hindistan'a ulaşmak olduğunu söylemişti ve çağdaşı
vakanüvisler de ona inanmıştı. Bunların içinde en dikkat çekeni
Bartolome de las Casas'dı. Casas, sadece Kolomb'un gezilerinin en
kapsamlı tarihini yazmakla kalmamış, Kolomb'un kendi
günlüklerinden parçaları da kitabına eklemişti. (Orijinalleri
kaybolmuştu.) Las Casas'ın belgelediği şekliyle, Kolomb'un
günlüğünün girişinin, amacını beklenebilecek en büyük açıklıkla
tasvir ettiği görülüyor. Kaşif, Ferdinand ve Isabella'ya seslenerek
şöyle yazıyor: "Majesteleri, ben Kristof Kolomb'u, yöneticileriyle
görüşmek, şehirlerini, topraklarını, düzenlerini ve tüm diğer şeyleri
görmek üzere Hint ülkesine göndermeye karar verdiler... Bana
doğuya alışılagelen kara yoluyla değil, bildiğim kadarıyla henüz hiç
kimsenin yolculuk yapmadığı batı yolunu izlememi emrettiniz."
Kolomb'un günlüğünün 21 Ekim tarihli bölümünde, uzak bir
ada olarak tanımladığı bir yere ayak bastıktan sonra, hala "Büyük
Han"a Çin İmparatoru Ferdinand ve İsabella'nın tanıtma
mektuplarını sunmak amacıyla Asya anakarasına ulaşmaya kararlı
olduğunu yazmıştı. Kolomb İspanya'ya dönüş yolunda, Ferdinand ve
Isabella'ya kurmuş olduğu kalenin "...Büyük Han'la olduğu gibi, en
yakın anakarayla her tür ticarete" uygun olduğunu yazmıştı.
Bunların hiçbiri Kolomb'un nereye yöneldiği ya da nereye varmayı
düşündüğü konularında hiçbir kuşku payı bırakmıyor. En önemli
ikinci çağdaş kronikçi, kaşifin oğlu, Ferdinand Kolomb'du ve
babasının amacı konusunda aynı şekilde kesin konuşmuştu.
Ferdinand, sadece Kolomb'un ilk yaşamöyküsünü yazmakla
kalmamış, aynı zamanda geleceğin tarihçileri için paha biçilmez
değer taşıyan kenar notlan içeren babasının kitap-larını da
korumuştu. Bunlar Kolomb'un, Marco Polo ve John Mandeville gibi
ortaçağ yazarlarının yapıtlarını okuyarak Asya hakkında bilgi sahibi
olduğunu gösteriyor. Aynı zamanda Kolomb'un, ikisi de Hindistan'a
gitmek için batıya yelken açılabileceğinden söz etmiş olan Aristoteles
ve Seneca'ya da başvurduğu anlaşılıyor.
Kolomb'un kitaplığındaki iki ortaçağ kitabı Pierre d'Ailly'nin
'İmago Mundi'si ve Papa II. Pius'un 'Historia Rerum'u okyanusun ne
kadar dar olabileceği konusunda çeşitli tahminler yürütüyordu ve
ilgili bölümlerin altı belki de Kolomb'un kendisi tarafından gerektiği
gibi çizilmişti. Bu arada, Ferdinand'in yaşamöyküsü, babası ile
Toscanelli arasındaki mektuplaşmaların kopyalarını da içeriyordu.
İtalyan coğrafyacının Avrupa ve Asya arasındaki uzaklık tahmini,
Kolomb'un kendi teorisine ek bir destek sunmuştu. Ferdinand,
Toscanelli'nin mektubunun "Amiralin içine daha büyük bir keşif
coşkusu saldı" diye yazmıştı. Daha etkileyici olanı ise, Las Casas'ın
"Bunun Kolomb'un aklım başından almış olmasıydı" diye yazınasıydı.
Ama, hem Las Casas hem de Ferdinand Kolomb, Kolomb'un asıl
hedefi konusunda hiçbir kuşkuya sahip olmamakla birlikte, her ikisi
de "Sefer"e çok farklı bir şekilde ışık tutan bir öykü anlatıyordu.
Öykü ilk kez 1539'da, Gonzalo Fernandez de Oviedo'nun Amerika'nın
keşfi tarihinde yayınlanmıştı. Oviedo'nun söylediğine göre,
Portekiz'den İngiltere'ye gitmekte olan bir gemi kötü hava koşullan
nedeniyle epey batıya sürüklenmiş, en sonunda çıplak insanların
yaşadığı bazı adalara ulaşmıştı. Dönüş yolunda ise kılavuz kaptan
ölümden kıl payı kurtulmuş ve 1480'lerin başında Kolomb'un zaman
zaman yaşadığı Madeira Takımadalan'nda karaya oturmuştu. Kılavuz
kaptan da kısa süre içinde ölmüş ama ölmeden biraz önce yanındaki
haritayı çıkarıp Kolomb'a vermişti.
Eğer "meçhul kılavuz kaptan" öyküsü doğruysa, o zaman
Kolomb, sadece meçhul bir teorinin desteklediği büyük bilinmeze
doğru yola koyulmamıştı. Eğer haritası varsa, nereye gittiğini belli
ölçülerde biliyordu ve burasının Hindistan olmadığından kuşkulanma
nedenleri de vardı. Ama öyküyü anlatan ilk kişi, Oviedo, bunun
doğru olmayabileceği sonucuna ulaşmış, Ferdinand Kolomb da
inanmamıştı. Öykünün epey yayıldığını düşünen Las Casas bir parça
daha inanmış görünüyordu ama bu, onun Kolomb'un Hindistan'ı
aradığına olan inancını sarsmamıştı. Daha sonraki tarihçiler de
onların yolunu izleyerek, bu öyküden söz etseler bile üzerinde
durmamışlardı. Kılavuz kaptana inanan birilerinin çıkması için 20.
yüzyılın başını beklemek gerekecekti. Henry Vignaud'un yirminci
yüzyılın başında, bir dizi ciltte ısrarla öne sürdüğü şaşırtıcı tezi
Kolomb'un hiçbir zaman Hindistan'a gitme niyetinde olmadığıydı.
Meçhul kılavuz kaptan Kolomb'a Amerika'dan söz etmiş ve Kolomb
bu toprakları kendi gözleriyle görmek istemişti. Böylece, pekala
Hindistan'a erişemeyeceğinin tamamen farkında olarak, sadece
başka kimsenin Amerika yolunda önüne geçmemesini sağlamak için
"Hint seferi"ni uydurmuştu. Vignaud, Kolomb efsanesi yaratıldıktan
sonra, tarihçilerin "Kolomb'un ısrarla savunduğu gibi, bilimsel bir
fikri gerçekleştirme amacıyla hazırlamış olduğu büyük seferin
sıradan bir keşif gezisi boyutlarına indirgenmesi" korkusuyla buna
karşı çıkmaya cesaret edemediklerini öne sürmüştü. Başka bir
deyişle, Kolomb yalancıydı. Üstelik, Vignaud'ya ve izleyicilerine göre,
tek yalanı meçhul kılavuz kaptan değildi. Bir kere, seyir defteri
(günlük) Kolomb'un gerçek amacını gizlemek için (ya Kolomb ya da
Las Casas tarafından hazırlanan) bir sahtekarlıktı ya da en azından
buna uygun bir biçimde tekrar yazılmış ve çarpıtılmıştı. Toscanelli
mektuplaşmaları da, ya Kolomb'un ya da oğlunun düzmecesiydi. En
başta, birbirlerine yazdıkları mektuplara ilişkin tek kanıt, Ferdinand'ın
kaleminden çıkan, bizim için güvenilebilir olan tek yaşamöyküsünde
bulunuyordu. Ayrıca Vignaud gibi kuşkucular, o zamana kadar
görmezlikten gelinen ya da en azından hasır altı edilen bazı belgeleri
kendiliklerinden öne çıkardılar. Bunların en önemlisi Kolomb ile
İspanya kral ve kraliçesi arasında "Kapitülasyonlar" adlı sözleşmeydi.
Kapitülasyonlar geziden Kolomb'un alacağı kar payının ayrıntılarına
iniyordu ama bunlarda Hindistan adı hiç geçmiyordu.
En kuşku uyandıranı da, kapitülasyonların Kolomb'u Çin
imparatorunun kesinlikle hoşgörüyle karşılamayacağı bir deyimle,
karşılaştığı her adayı "keşfetme ve ele geçirme" yetkisiyle
donatmasıydı. Gerçekten de, imparatorun bir adayı hafif silahlı üç
İspanyol gemisine teslim edeceğini düşünmek zor. Vignaud çok
daha büyük bir olasılıkla, Kolomb'un, ayrıca Ferdinand ve
İsabella'nın, kafasında bazı yeni ve Avrupalılarca bilinmeyen
toprakların keşfi ve ele geçirilmesinin yattığına inanıyordu.
Gelenekçiler Kolomb'u savunmak için ayağa kalktılar. Denizci ünü
tarihçi olarak güvenilirliğine olağanüstü katkıda bulunan Samuel
Eliot Morison'un başını çektiği gelenekçiler, kapitülasyonlar açıkça
Hindistan'dan söz etmese bile, Kolomb'un hepsi de Asya ürünleri
olan inci, değerli taşlar ve baharattan alacağı paylara değinen
bölümlerin, açıkça onun amacının Asya'ya gitmek olduğunu
gösterdiğini söylediler. Meçhul kılavuz kaptan öyküsüne gelirsek,
Morrison öyküye olduğu gibi inanan denizcilikten habersiz insanları
alaya aldı. Burada tarihçinin denizcilik deneyimi işe yaradı; öykünün
meteorolojik bakımdan olanaksız olduğunu, çünkü sürekli rüzgarların
bir tekneyi tüm Atlantik boyunca doğudan batıya
sürükleyemeyeceğini öne sürdü. Morrison, elbette Kolomb'un batı
adaları ve Portekizlilerin kontrolü altındaki adalarda karaya oturan
garip gemi enkazları hakkındaki masalları duymuş olabileceğini
teslim ediyordu. Kaşif işitmiş olduğu denizci öykülerinden pekala
etkilenmiş olabilirdi. Ama gizli harita ya da meçhul kılavuz kaptan
yoktu; Morrison, Oviedo'nun öyküsünün "büyük adamların ününe
talihsiz bir biçimde leke çalma eğilimi"nden başka bir şey
göstermediğini söylüyordu. Morrison'un ünü ve bilginliği Kolomb'un
kaidesinden devrilmesini önlemişti. Ama Vignaud ve yandaşları,
özellikle Kolomb'un daha sonraki seferleri söz konusu olduğunda,
geleneksel öykü üzerine epeyce kuşku uyandırmayı başarmışlardı.
Kolomb'un keşif seferi Yeni Dünya'ya yaptığı dört
gezinin sadece ilkiydi; 1493'de yeni kıtaya dönmüş ve sonra tekrar
1498 ve 1502'de de seferlerine devam etmişti. Vignaud'un
izleyicileri, yolculukta bir yerlerde, bulmuş olduğu adaların Marco
Polo ve John Mandeville'nin anlattıklarıyla uzaktan yakından ilgisi
olmadığını görmüş olması gerektiğini öne sürdüler. Kolomb'un
gerçeği kabul etmeye en çok yaklaştığı an belki üçüncü gezisindeydi.
1498 Temmuzunda, Venezuela'nın Paira Yarımadası olarak bilinen
yere ulaştı ve burasının Çin açıklarında bir ada olmayacağından
kuşkulanmaya başladı. Geniş Orinoco Nehri deltasına baktı ve doğru
olarak bu kadar büyük bir tatlı su kaynağının sadece hayli büyük bir
ana karadan gelebileceği sonucunu çıkardı. Las Casas'ın belgelediği
şekilde, günlüğünde Kolomb şöyle yazdı; "Burasının bugüne dek
bilinmeyen çok büyük bir kıta olduğuna inanıyorum."
Ama bu bir anlık aydınlanmadan sonra, Kolomb ilk "Hindistan
Seferi"nden çok daha saçma bir sonuca sıçradı. Yeni kıtanın
"Yeryüzü Cenneti" efsanevi Cennet Bahçesi olması gerektiğini
düşündü. Ferdinand ve İsabella'ya yazdığı sonraki mektup tanrıbilim
ve coğrafyanın garip bir bileşimiydi: "Yeryüzü Cenneti'nin söylemiş
olduğum yer olduğu konusunda kafamda hiçbir kuşku olmadığına
tamamen ikna oldum." Bunun nedeni, burasının "en iyi otoritelerin
her zaman Cennet'in bulunabileceğini öne sürdüğü Ekvator'un tam
yukarısına" düşmesi. Sonra, daha garip bir anlayışa sıra gelmişti;
Kolomb yeryüzünün yuvarlak olmadığım, "çok belirgin bir çıkıntı
yapan sapı dışında her tarafı yuvarlak olan bir armut şeklinde
olduğunu... sapın bulunduğu bu kesimin en yukarıda bulunduğunu
ve gökyüzüne en yakın yer olduğunu" söylemişti. Kolomb, işte bu
gökyüzüne en yakın yerde Cenneti bulmuştu. Kolomb aklını mı
yitirmişti? Belki de! Büyük bir baskı altındaydı ve o sırada hastaydı.
Ama çoğu tarihçinin görüşüne göre, onun "Yeryüzü Cenneti"nin,
öteden beri gezilerinin Tanrı tarafından esinlendirildiği inancından
doğmuş olması daha büyük bir olasılıktı. Ayrıca Kolomb'un Cenneti
bulduğuna inanması hiçbir biçimde Asya yolunda olduğu iddiasıyla
çelişmiyordu. İspanyol hükümdarlarına yazdığı gibi, Cennet tam da
otoritelerin söylediği yerdeydi; gerçekten de, Kolomb'un
kitaplığındaki en çok okunan kitaplardan birinde, Imago Mundi'de
adlan geçen birçok ortaçağ Hıristiyan yazarı, Cennet Bahçesi'ni
Uzakdoğu'nun en uzak noktasına yerleştirmişti. Her neyse, Kolomb
daha sonra Yeryüzü Cenneti fikrinden vazgeçti.
1502'de, Yeni Dünya'ya dördüncü ve son gezisi sırasında, bu
yeni kıtadan Asya'ya geçebileceği bir boğaz aradığını ilan etmişti.
Hala Las Casas ve Ferdinand Kolomb'un izinden giden tarihçilerin
çoğunluğu, Kolomb'un hiçbir zaman bu yeni kıtanın boyutlarını
anlamadığını, aslında, hiçbir zaman burasının gerçek bir kıta
olduğunu düşünmediğini vurguladılar. Daha çok, Kolomb'un
kafasında, burası Malaya Yarımadası'nın bir uzantısıydı. Elbette,
onun sandığından büyüktü ama geçebileceği ya da dolanabileceği
bir yol bulsa, Asya tam onun ardında uzanıyordu. En büyük
olasılıkla, Kolomb Hint Adaları'na ulaştığına inanarak ölmüştü. Eğer
öyleyse, Kolomb olağanüstü inatçı ve kararlı biriydi; aksi halde daha
sonraki gezilerinin ve hatta, bu konuda, ilk gezisinin kanıtlarını göz
ardı edebilmiş olmasının başka bir yolu yoktu. Demek ki, Kolomb'un
Ferdinand ve İsabella'yı kendi gezisini finanse etmeye ve
bilinmeyene yelken açmasını sağlamaya ikna eden, bu olağanüstü
inatçılığı ve kararlılığı olmuştu.
Tarihi sorgulamak geleceğe ışık tutmaktır.Umarım siz sevgili
okuyucularımda sorgulamadan bir dünya var olacağını düşünenlere
katılmayıp,her zaman bütünün arkasındakini görmeye odaklanırsınız.
Yiğit Akkoca [email protected]
AKBABA SÜRÜSÜ
Susmak bana yaramıyor, zira çatlayabilirim…
Ortalıktan 1-2 ay kayboldum yine neler olmuş. Aslında pek
de şaşılacak bir şey yok. Seçime yaklaşılan günlerde ne
görsek normal! O kadar çok şey var ki irdelenmesi gereken,
nerden başlasam bilemiyorum. Ama sanırım yine ekseni
siyasete kayan bir yazı olacak. Çünkü şu bölücü
köpeklerine şehit muamelesi yapıp, leşleri yerde kalmasın
diye, askeri çiğneyerek sınırı geçip leş toplayanların, bir de
hiçbir şey yokmuş gibi seçime hazırlanmasını ve buna göz
yumulmasını an-la-mı-yo-rum.
Her gün televizyonu açtığımda ya da gazete okurken,
yeni saçmalıklar görüyorum. Biz hiçbir şey yapmazken
(evet burada askeri bir müdahaleden bahsediyorum.), bir
grup kendini ayrı hisseden insancık sürekli yeni yıkıcı
faaliyetler içinde. Askere pusu, sivillere bombalı saldırı…
Sorarsanız tüm bunları ezildikleri, hakları çiğnendiği ve
özgür olmak istedikleri için yapıyorlar. Aslında tabloya
bakarsanız, yaptıkları her şeye göz yuman, hepsi bir değil
diyerek kenara çekilen bizler daha çok eziliyoruz, daha çok
kayıp veriyoruz. Biz ve onlar demek bana çok dokunuyor.
Bu ayrımı hiçbir zaman sevmedim. Zaten bu ayrımda
kullandığım “onlar” kesinlikle Kürt kökenli vatandaşlarımız
değil; Kürt kökenli vatandaşlarımızın hakkını koruduklarını
iddia ederek bölücü faaliyetlerde bulunan, orada burada
eylemler düzenleyen, kendisini koruyan askeri vuran ve bir
de tüm bunları yapanları alkışlayanlardır.
Mecliste çok sesli bir temsilden rahatsızlık duymuyorum.
Türkiye sınırları içerisinde farklı ülkelerden öyle veya böyle
sürülmüş, göç etmiş birçok topluluk yaşıyor. Uyumlu bir
ortam yaratmak adına her kesimden insanın mecliste
olması aslında çok da mantıklı. Ama her yazımda
bahsettiğim gibi bazıları bunu farklı amaçlar için kullanıyor
ve Kürt kökenli vatandaşlarımızın adını kirletiyor. İyice
incelendiğinde bunu görmek çok mümkün. Kürt kökenli
vatandaşların özgürlüğü için askere saldıran zavallıların
eğer gerçekten amacı bu olsaydı, Kürt kökenli askerlerimiz
şehit olur muydu? Aileleri Kürtçe ağıtlar yakıp, terörü
lanetler miydi? Kimse bana biz Kürt vatandaşlarımızı
koruyoruz masalı anlatmasın, yemem. Ve artık bu yalana
kimse inanmıyor. Seçimler yaklaştıkça bu olaylar daha da
artıyor. Sebebi ise çok açık; bir grup terör ve şiddet yanlısı
pislik yüzlerinde maske ile sahalara çıkıyor ve Kürt halkını
temsilen seçimlere girdiklerini açıklayıp oy dileniyor.
Yerseniz. Aslında Kürt kökenli vatandaşların kurduğu bir
parti olması fikrine karşı değilim. Ama şu an mevcut olan
partinin faaliyetlerine ve pişkinliklerine tamamen karşıyım.
Amaçlarının da söyledikleri gibi Kürt kökenli
vatandaşlarımızın huzur ve refahı olduğunu hiç
zannetmiyorum. Zira bu amacı gerçekleştirmek isteyen
kişilerin daha ılımlı ve mantıklı davranmaları gerekirken, bu
kişiler bölücü terör örgütüne açıktan destek vererek, o
haklarını savunduklarını iddia ettikleri Kürt kökenli
vatandaşlarımızın adını kirletiyorlar. Toplumda Kürtlere
karşı bir önyargı oluşturuyorlar.
Ben kesinlikle Kürt = terörist kavramına karşıyım.
Teröristler, bölücü faaliyetler uğruna şu ya da bu kökenden
fark etmez beyni yıkanmış ve kandırılmış insanlardır.
Başlarında kendini lider diye duyuran köpeğin çıkarları ve
amaçlarını gerçekleştirmek uğruna kendilerini feda
ettiklerinin farkında olmayanlardır. Dolayısıyla teröristler
içinde her milletten insan vardır. Ama işte bu parti ve
bazıları, bu durumu öyle bir sunuyor ki sanki tüm Kürtler
bölücü ve terör yanlısı. Böyle bir durumda nasıl
diyebilirsiniz ki, bu parti hakları savunuyor? Ben diyemem,
mantıklı hiçbir insan da buna inanmaz.
Sözüm ona şehitlerinin ölülerini toplamak için izin
istemişler, izini alamayınca da gizlice sınırı geçip bir kaçının
ölüsünü ülkeye sokmuşlar. Şehit dediğin kendisine karşı
yapılan bir saldırı sonucu ölen kişidir, karşılık bile
veremeyen. Senin dediğin sağa sola saldırıp, sonunda
canını kaybeden sadece ölüdür. Bunu bölücü faaliyetler
çerçevesinde gerçekleştirene ise leş denir. Eğer sen leş
toplamak için sınırı geçiyorsan da insan değil akbabasındır.
Leşle beslenir onlar. Bir saçmalık uğruna, ne yaptığını bile
anlamadan ölen insanlar üzerinden prim yapmaya çalışmak
da ancak size yakışır.
Bir de anlamadığım şu var; bu kadar alenen teröre
destek veren bir parti nasıl kapatılamıyor? Hala o iyi yürekli
insanların adını kirletip, temsil hakkına nasıl sahip
olabiliyorlar? Seçimler öncesi tepki almamak, oylarını
kaybetmemek için bu duruma göz yumulması beni deli
ediyor. Görmezden geldiğiniz kaçak bir bina yapımı değil,
milyonların kanı… Halk bundan çok sıkıldı, kirli siyaset
oyunlarınızdan bıktı. Saltanatınız sonsuza kadar sürecek
sanıyorsanız aptalsınız. Baş tacı etmeyi bilenler zamanla
sizi paspasa da dönüştürecek güce sahip olanlardır.
Burçin TOKSÖZ
18. ŞAMPİYONLUK
Fenerbahçe 18. Şampiyonluğunu kazandı. Son yıllarda kaçan iki tane de olmasa,
bugün dördüncü yıldızı göğsüne takmıştı.
Bu şampiyonluk sarı – lacivertli camiayı sayı olarak rakiplerinden de öne taşıdı.
Önemi çok büyük çünkü müthiş, dişe diş, uçurum kenarında dolaşıla dolaşıla
geldi. Rakibin değeri ve inadı da şampiyonluğun değerini arttırdı.
Sadri Şener'in bir açıklaması; “Türkiye'nin dörtte üçü bizim kazanmamızı
istiyor” demesiyle birden bire ortam bölündü. Fenerbahçeliler yalnız hissettiler
kendilerini. Halbuki bu kulüp Türkiye'nin takımıdır. Ayrılan değil kucaklayan
olmuştur hep. Fakat maçlar öyle demedi herkese. Fenerbahçe karşısında çimleri
parçalayanlar, iki hafta sonra bu hırstan çok uzak oynadılar. Söylem ile eylemin
örtüştüğünü görenler, sonunda “Biz bize yeteriz” demekte mahsur görmediler.
Bu ortam kulübü yönetenlerin de işine geldi. Her hangi bir kötü sonuca önemli
bir hazırlık ve malzemeydi ortam. Ama gerçek bu değil. Doğru olan
Fenerbahçe'nin büyüklüğüdür. Herkesin yenmek istediği takım olmakla,
herkesin yenilmekte mahsur görmediği takım olmanın analizi
“büyüklüktür”… Fenerbahçe kimsenin rakibi değil ama herkesin değeri.
Fenerbahçe'yi yenerseniz, önemlisinizdir.
Geçen sezonu hatırlayın. Bursa'nın şampiyonluğu mu konuşuldu, yoksa son
maçta Fenerbahçe ile berabere kalan Trabzonspor mu?
Şu anda adı Ziraat Türkiye Kupası olan organizasyonun değeri Fenerbahçe'nin
28 senedir kazanamamasından kaynaklanmıyor mu?
O yüzden Fenerbahçeliler kendilerini ayrı – gayri hissetmesinler. Onlar büyük
bir kulübün fertleri ve taraftarlarıdır. Rakiplerin duygularını buradan bakarak
değerlendirsinler ve hak versinler.
KOCAMAN MUCİZESİ
Aykut Kocaman'dan sezon başında bir kaçımız haricinde kimsenin umudu
yoktu. Güvenmiyorlardı. Sonuçlar da iyi gelmedi. O'nun felsefesinin
doğruluğuna inandım. Yıllardır sağlıklı bir yapının peşindeydi Kocaman.
Fenerbahçe'nin alt yapıdan oyuncu çıkarması, emekli oyunculara on milyonlarca
euro harcamaması, kendi yıldızlarını kendisinin yaratması hep beklentimizdi.
Kocaman da bunu istiyordu. Zico gibi oyuncularına “çıkın oynayın” demiyor.
Ya da Daum gibi her halde faturayı oyuncuya kesmiyordu. Bu yapının oluşması,
sonuçlardan daha önemliydi. Ama tabelacılar anlayamazdı bunu.
Kocaman bir adım bile geri atmadı fikirlerinden. Başkan, “Ona Alex'i
kazanmasını söyledik” diyor. Sanki Aykut hoca Alex'in nasıl bir oyuncu
olduğunu bilmiyor. Ama eski Alex değildi istediği. “Biraz daha sorumluluk
almasını bekledik” diyor Kocaman. Alex de böyle düşündüğünde nelerin fark
ettiğini gördük. Geçen üç senesine bakın Alex'in, Kocaman ile geçirdiği yarım
sezonla karşılaştırın. “Sen bizim her şeyimizsin” diyen Aziz Yıldırım'ın mı,
yoksa, “Sen bizim çok şeyimiz olmalısın” diyen Aykut Kocaman'ın mı haklı
olduğunu anlarsınız.
Rekor De Souza
2004-05 sezonundan FENERBAHÇE'ye transferi gündeme geldiği zaman dudak
büktüler, burun kıvırdılar.. "Gelmez" dediler. "FENERBAHÇE'de işi ne?" diye
de bilgiçce eklediler.. Hatta daha da ileri gittiler, "Kandırmayın
FENERBAHÇElileri" diye "köşelerinde" yazdılar.. "Malum kulüp" yöneticileri
(!)
Ama O, geldi..
Hem de ne geliş..
İlk geldiği sezon oynadığı toplam 48 maçta, 31 gol, 25 asist gibi muhteşem bir
istatistikle girdi Türkiye ligine..
Sonraki yıllarda çizgisini hiç bozmadı.
Saha içerisinde ne kadar verimli ise, saha dışında bir o kadar örnek insan oldu.
Rakiplerine karşı hep saygılı davrandı, çalıştığı teknik adamlara karşı hep
duyarlı oldu, görev yaptığı takım arkadaşlarına karşı hep sevgi dolu yaklaştı,
kendisinden yaşça küçük oyuncuları motive etti sürekli, verdiği mesajlarla
onların ne kadar iyi oyuncu olduklarını açıkça ifade ederek gelişimlerine katkı
sağladı. Aynı zamanda "Quality Turkish Media" nın köşelerini, manşetlerini
süsledi. Hakkında açık oturumlar düzenlendi gecenin bilmem kaçlarına kadar,
süslü süslü laflar edildi futbolculuğunu sorgulama babında… "Yata yata
oynuyor." dediler. "Koşmuyor" diye de eklediler…
Ama O, Türkiye'de 8.sezonuna girerken oynadığı toplam 328 maçta yine toplam
151 gol attı, 141 de asist yaptı. Hem de "yata yata". Olmadık anlarda ortaya
çıktı, maçı aldı götürdü. Gitti denilen maçları çevirdi. FENERBAHÇE, O'nun
oynadığı dönemler içerisinde ezeli rakipleri karşısında büyük üstünlük kurdu.
[b]Türkiye Liglerinde 6 yıl içerisinde gol atamadığı sadece 1 takım
kaldı. (Sakaryaspor)
Yine 8.sezonunda "Tek takım forması altında 100 gol barajını aşan ilk yabancı
futbolcu" oldu. FENERBAHÇE'nin "Gol kralı olmuş ilk yabancı futbolcusu."
oldu. Hem de 2 defa… FENERBAHÇE'nin 3000.golünü atma onur ve şerefine
erişti nitekim. Diğer rekorlarını ise anlatmaya gerek yok…
İşte böylesi bir futbolcuyu tartıştılar yıllar boyunca, halen de tartışılmaya devam
ediyor. Türkiye'ye hangi futbolcu geldiyse hemen etiketi yapıştırdılar. "10 Alex
eder, 5 Alex eder." diye… Ama o kıyaslandığı isimlerin hiçbirisi yok
Türkiye'de... Ricardinholar, Lincolnler v.s. hepsi geldi gitti ama O, halen
burada…
Türkiye gündeminde asla ama asla olumsuz bir görüntü ile yeralmadı. Gerek aile
yaşantısı, gerekse kulüp içerisindeki günlerinin hiçbirinde en ufak bir
dedikoduya meydan verecek şekilde asla göze gelmedi. Kendisi hakkında en
acımasızca eleştiri yapanlara bile hep sevecen oldu. Rakipleri sahada tekmeledi,
sesini çıkarmadı.
Hakemlerle de arası pek iyi değil aslında bu 6 sezonda.. (!)
Servet Çetinlerle, İbrahim Toramanlarla, Sabri Sarıoğullarıyla "yarıştı" kart
konusunda. (!) 7 sezonda toplam 39 sarı, 1 kırmızı kart gördü.
Bunların neredeyse tamamı, hakemlerin kendisine yönelik veya takım
arkadaşlarına yönelik verilen haksız kararlar karşısındaki itirazlarından dolayı
gerçekleşti. Ama O, yılmadı. Tam tersi, "yıldırdı" bıktırdı, canlarından bezdirdi..
Emdiklerini burunlarından getirdi adeta.. Saha içerisinde rakiplerinin başını
döndüren hareketleri yapmasına rağmen asla onlarla alay edercesine işi şova
götürmedi. Hatta "başkaları" gibi top sektirmedi boş alanlarda.. Sadece işini
yaptı, saygı çerçevesi içerisinde..
Bu sezon da Alex cephesinde değişen bir şey yok..
"Yata yata" rekorları parçalamaya devam ediyor…
Kunter COŞKUN
ÖĞRET-MEN
Annem “ Öğretmenin sözünü dinle, üzme sakın !” diye
tembihleyip okula göndereli 15 yıl oldu. İlk birkaç yılı dışında sıkıldım
hep öğretmenlerimden. Suçu kendimde aramadım çünkü biliyorum ki
ben sorunsuz diye tabir ettikleri öğrencilerdendim. Dersimi çalışırdım,
öyle ses gürültü patırtı yapmazdım , hoca kızdığında ona bana
bağırdığından daha yüksek bir sesle cevap vermezdim. Buna rağmen
işe yaramaz demekten kaçınmadığım çocuklardan daha fazla değer
görmedim, kurunun yanında ben de yandım. Çünkü hocamız bizimle
uğraşamazdı, bir sürü işi gücü vardı zaten bir de bizimle mi
uğraşacaktı? Başka bir öğretmen olsa öyle üstün körü anlatır geçerdi
ama o bize anlatmak için uğraşıyordu… Ne lütuf ama! Halbuki bir
öğretmenin görevi konuyu öğrencilere anlatmaya çalışmak mı? Ne
münasebet! Durduk yere uğraştırıyoruz insanı…
Aslında hep sistemi eleştirdik ama ben daha sistem ne bilmeden
önce öğretmenlerime kızardım. Sıra dayağına çekmek ne demek? Bir
olayın failini bulama ve bu sebeple suçu bütün sınıfa at ve herkese
yaptırımda bulun. Ben niçin yapmadığım bir şey yüzünden
cezalandırılmak zorunda olayım? Başkasının yaptığı hatanın bedelini
niçin ben de ödeyeyim?? Evet ödemek zorundayım çünkü ben
öğrenciyim. Öğrenci her yaptığında hatalıdır, öğrenci her zaman
suçludur, pek çok zaman değersizdir. Değerli olan öğretmendir.
Normal bir insandan daha fazla egoya sahiptirler. Dünyayı
kurtarıyoruz sanırlar. Hiç çekinmeden söyleyebilirim ki gerek benim
neslimin öğretmenleri gerekse şimdiki öğretmenler hiçbir işe
yaramamakla beraber öğrencileri okuldan soğutma konusunda
oldukça uzmanlar. Kibirleri yaptıklarını aşmış durumda. Ne
yaptıklarını zannediyorlar anlamıyorum. Çoğumuz az çok bir puanla
üniversiteye giriyoruz. Ben işletme seçiyorum başka biri mühendislik
seçiyor diğeri öğretmenlik. Seçtiğimiz bölümler yapmak
istediklerimizle alakalı olarak değişiyor. Ben de 5 sene okuyorum
öğretmen olan adam da 5 sene okuyor hatta hazırlık yoksa 4 sene
okuyor. Ben özel işletmede müşterilerle 8 saat belki daha fazla
uğraşıyorum, öğretmen sabahtan ya da öğleden sonra her gün
beraber olduğu çocuk yada gençlerle 6 saat geçiriyor. Peki bu kibrin
sebebi NE ?? Sebebi yine tabi ki biziz… Her saçma insana verdiğimiz
kibirlenme fırsatını öğretmenlere de veriyoruz. Yanlış yaptıklarına “
hop arkadaşım napıyorsun sen ?? ” demiyoruz. Çook uzun yıllardır
süregelen öğretmenliğin kutsal olduğu fikri bizi sorgulamadan
alıkoyuyor. Öğretmenliğin kutsal olduğu falan yok artık. Az sayıda
ama çok değerli oldukları zamanlar geride kaldı artık. Birilerinin
öğretmenlere işlerinin eğitmek, öğretmek ve sorumlu oldukları
insanlarla ilgilenmek olduğunu hatırlatmalı. Öğrenciler günlük
sorunlarının acısını çıkaracakları kişiler değiller. Hepsi sabrı , iyi niyeti
hakediyor.
Aranızda mezun olup öğretmenlik yapacak olan varsa lütfen
unutmayın asıl mesele öğrencidir. Öğretmenler öğrenci için vardır.
Okullar öğretmenlerin krallıkları değildir. Asıl mesele hükmetmek
değil öğretmektir.
Melike GÜNEŞ
GÜNEYDEKİ CENNET
Merhaba bu ay sizlere eşsiz doğa güzelliği ve
hareketli gece hayatı olan Marmaris’ten bahsetmek
istiyorum. Marmaris’e giderken ilk yapacağınız şey
Akyaka’ya uğramak olsun. Orada sizi küçük ama şirin
tekne gezintisi beklemektedir. Tekne ile yolculuğunuz
başladığı anda filmlerdeki gibi sazların arasında
nehrin berraklığıyla suyun
içinde yaşayan büyük otlar
nehrin rengini adeta yeşile
boyamıştır. Tekne
yolculuğunuz devam ederken
kıyılarda ördek yavruları ve
onların yanından ayrılmayan
annelerini göreceksiniz. Biraz
daha ilerleyince kaplumbağa
yavruları dikkatinizi çeker. Suya baktığımda iri iri balıklar grup halinde
o cennet gibi yerde dolaşmaya çıkmışlardır. Kıyılarda ise sıra sıra
yapıtları şahane olan doğayla uyumlu evler ve oteller yerini almış bile.
Bu güzel tekne gezintimiz tadına doymadan sona erer.
Akyaka’dan çıkıp artık Marmaris’e gitme vakti gelmiştir.
Marmaris’e otelimize yerleştikten sonra merkeze bir yürüyüşe çıkın.
Hemen önünüze sanat sokağı sergileri gelecektir. El ile yapılmış takılar
incik boncuklar turistlere satışa sunulmuş beklenmektedir. Biraz daha
ilerledikten sonra Marmaris sahiline ulaşırsınız; ve orada sırayla
restaurantlar vardır. Canlı müzikler ,türkü evleri hatta Ankara
köçekleri bile oynatılır. Sahilde uzun bir yürüyüş sevdiklerinizle sizi
bekler. Ben sakinlikten hoşlanmam diyorsanız; barlar sokağına otel
servisleriyle bırakılırsınız. En başında ünlü eğlence klubü Arena sizi
büyük, açık hava, müthiş ateşli dekoruyla ve dansçı kızlarıyla kucaklar.
Yerli turistlerdense yabancı turistleri daha fazla görürsünüz.
Dj’ler sizleri şarkılarla coştururlar. Ardından oradan çıkıp Back Street
adlı mekana girdiğinizde salıncaklı dekoruyla yine içerisini coşturmuş
djler vardır. Bir başka mekan olan Joy club’te ise dekorunda
dikkatinizi yapay su
şelaleleri dikkatinizi çeker.
Orda da herkes bir
taraftan kopmuştur. En
son bir başka mekan ismi
daha Beach club’ta
dekoru bembeyaz ve
tanrıça heykelleriyle
döşenmiş yazın geldiğini
hissettiren manzarayla
karşı karşıyasınızdır. Ordan çıkıp barlar sokağında yürürken tekila bira
satan kızları ve sokakta dansçları görürseniz şaşırmayın. Kimse
kimseye karışmıyor rahat bir ortam var. Kıyıda ayrı sokaklarda bol
seçenekli restaurantlar bulunmaktadır.
Kıyılarda tekne turu için yanaşmış onlarca tekneler, yatlar
bulunmaktadır. Sabahtan başlar sizi gezdirmeye. Temiz koylara
yanaşırlar. Maviyle yeşilin buluşmasını izlersiniz. Diğer koyda açık
mavi olan deniz diğer koyda koyu renge bürünmüştür. Turunç adlı
sakin ve bir o kadarda gelişmiş beldeye yanaşırsınız. Mini sergiler
belediyenin yapmış olduğu yapılar o beldeye hoşluk katmıştır. Tabi
yabancı güzel turist kızlarla daha bir hareketlilik kazanmıştır. Akşam
olmadan bu güzel yerleri gezmenin sonuna gelinir.
En son bahsedeceğim yer ise iztuzu plajıdır. Bu plaj caretta
caretta kaplumbağalarıyla ünlü ve tatlı suyla tuzlu suyun kavuştuğu
yerdir. Bir tarafa bakarsanız gölet diğer yana baktığınızda ise uzunca
bir plaj vardır. O plajda gittiğiniz özel bazı kumsal yerler karantina
altına alınmıştır. Altında kaplumbağa yumurtaları bulunmaktadır.
Hatta yakınında kaplumbağa rehabilitasyon merkezi açılmıştır.
Söylediğimiz üzere ülkemizin cennet yerlerinden birkaç
tanesinden bahsettik. Bir an önce bu cennet yerler gidilip görülmeli
ve bu muhteşem yerlerin kıymetini bilmeliyiz.
Mihraç Nalbantoğlu
NOT: YAZI VE RESİMLER ORJİNALDİR.
EV
“Dil düşüncenin evidir.” demiş HEIDERG. Bu sözü duyduktan sonra
yaşadığım bazı olayları kısa bir süre içinde düşündüm ve bu söze
katılmadığımı anladım. Bence, düşünce dilin evidir.
Soruyorum. Biriyle konuşurken düşüncelerinizi dile getirirsiniz,
söylediklerinizi düşünmezsiniz. Ağzınızdan herhangi bir laf çıktıktan
sonra onu düşünür müsünüz? Bence hayır. Konuşurken,
söyleyeceklerinizi önce düşünürsünüz, sonra söylersiniz.
Düşüncelerimize aile, beynimize de ev diyelim. Kullandığımız dil de
evin kapısı olsun. Aile, evin içindedir. Evden çıkacağı zaman kapıyı
kullanır. Düşüncelerimiz de beynimizin içindedir. Onları, dilimizi
kullanarak dışa vururuz.
Peki sizce nedir dil, nedir düşünce? Aralarında nasıl bir bağ vardır?
Hangisi hangisinin evidir? Bu soruların cevabını nasıl öğrenebiliriz?
Aslında çok basit. Sadece düşünmeliyiz. Yaşadıklarımızı, kazandığımız
tecrübeleri, çıkardığımız dersleri düşünmeliyiz. Ve sonra bu
düşüncelerimizi başkalarıyla paylaşmalıyız. Düşüncelerimizi
birbirimizle paylaşırken bu soruların cevabını hemen bulacağız. O
zaman farkına varacağız ki, herkesin cevabı farklı olacak.
Pınar KESKİN
Sansürlerle Yaşıyorum
Bu ay ben İnternet Sansürü’ne biraz kafayı
takmış vaziyetteyim. Bunun nedeni de internete çok
düşkün olmam falan değil sadece olayın benim kişisel alanıma
doğrudan müdahale olmasından dolayı. Bu nedenle RTE ve onun
ulvi(!) hükümetinin internetten önce filtrelemesi gerektiğini
düşündüğüm(!) birkaç öneriyi paylaşmak istedim. Bunlar benim kendi
fikrim değil ama bazıları şuan hali hazırda olan bazıları da olması
kuvvetle muhtemel olaylardan derlediklerimdir. Buyurun başlayalım:
Kadın filtresi: Bu paketle memleketin “ağır ağabeyleri” ve
de “kazak erkeklerini”, kadınların eşit hak, kadına şiddete
son, kız çocukları gibi rahatsız oldukları haberlerden
korumak amaçlanmıştır. Yeterli kıroluk ve de geri kafalılığı
sağlayan herkese ücreti sağlanacaktır.
Trafik filtresi: Bu filtre ise kadın erkek ayrımı
gözetmeksizin trafikte “usta şoför” olanlara ve de her daim
yol üstünde koşulsuz üstünlük sahibi olanlar için
hazırlanacak. Araçlarına takılacak cihazlarla tüm ışıklar
yeşil, tüm şeritler boş, çarpılan her araç ve yaya ise 8’de 8
kusurlu olacak. Böylece usta şoförlerimizin trafik kuralları
gibi angaryalarla uğraşmaları engellenecek.
Eğitim filtresi: Başbakan’ın en az üç çocuk hedefi
doğrultusunda hazırlanacak pakette, ayrım yapılmaksızın
her ailenin çocuklarının okuması için kura yöntemi
uygulanacak; kazananlar okuyacak, kazanamayanlar ise
çıraklıktan başlamak üzere iş hayatına aktarılacak.
Okuyanların ise hiçbir şekilde kaliteli eğitim vb hakları
olmayacak. ( Not: kuralarda sehven oluşacak hatalardan
kimse sorumlu tutulamaz.)
Spor filtresi: başta futbol olmak üzere tüm spor dallarında
uygulanacak bir pakettir. Süper Lig’in hiç bitmemesi, başta
olmak üzere ana haberlerden spor bültenlerinin baa
alınması, sporla ilgili haberlerin memleket meselesi olarak
verilmesi gibi uygulamalar içerir.
Ekonomi filtresi: Ülkeyle ilgili ekonomik gelişmeler ve
haberler devletin sağlayacağı tek bir yerden sağlanacak.
İşsizlik artıyor, cari açık büyüdü, benzine zam gibi haberlerle
halkın canı sıkılmayacak, bu haberler gerçek dahi olsa
duyurulmayacak. Bunların yerine yapılan iyi işler ya da
yapılmasa dahi yapılmış gösterilen işler duyurulacak.
Siyaset filtresi: Hükümetin yaptığı her iş iyi sayılacak,
TBMM’de iktidar partisinin milletvekilleri asil, diğerleri
fasulyeden vekil sayılacak. İktidarın tüm mitinglerine tam
katılım zorunlu olacak, katılmayanlar evlerinden zorla alınıp,
günde 8 saat aralıksız bayrak sallamaya zorlanacak. Bu
kurallara uymayan kişi, mahalle, ilçe ya da şehirler “Gavur”
ilan edilecek.
Son bir söz daha, çocukların olumsuz etkilenmesinden
korktukları için bu uygulamanın haklı olduğunu söyleyen başta
RTE ve onunla aynı fikriyattaki herkese söylemek istediğim bir
şey var:
Eğer sizden ve sizin gibi düşünen zihniyetten kendimizi
sakınmayı biraz olsun başarabiliyor, koyun gibi peşinizden
koşmuyorsak, sizin korktuğunuz internetten hem kendimizi hem
çocuklarımızı koruyabiliriz.
Hamdi AYAR [email protected]
Proje Köşesi
Arkadaşlar merhaba; sizleri yeni bir bölümümüz ile buluşturuyoruz. İsmi
Proje köşesi bundan sonra her ay sizlerle gençler için fırsat tanınan
projeler hakkında bilgi verecek, ve sizlere bu konuda yardımcı olacağız.
Umarız siz değerli gençlerimiz bu köşe sayesinde daha bilinçli bireyler
haline gelir Dünyanın her yerindeki organizasyonlarında çeşitli görevler
alırsınız.O zaman bu ay sizler için seçtiğimiz projelere bakalım
11. Avrupa Gençlik Olimpik Oyunları 23-30 Temmuz 2011 tarihleri
arasında Trabzon'da yapılacak.
Avrupa Olimpiyat Komitesi'nin (EOC) organizasyonu olan ve Avrupa
Gençlik Olimpik Oyunları olarak da adlandırılan EYOF 2011, Türkiye'nin
olimpiyat düzeyinde düzenlediği ilk spor organizasyonu olacak.
Yani, Cumhuriyet tarihinde olimpiyat bayrağı ilk olarak Trabzon'da
dalgalanacak.
Sportif Etkinlikler
Trabzon’da Avrupa Gençlik Olimpik Oyunları’nın önerilen takvime göre
gerçekleştirilmesi hava koşulları, sosyal program ve ulusal/uluslararası
spor etkinlikleri açısından uygundur.
23 Temmuz 2011, Cumartesi Varış ve antrenman
24 Temmuz 2011, Pazar Varış ve antrenman, teknik toplantılar, açılış
töreni
25 Temmuz 2011, Pazartesi Yarışmalar
26 Temmuz 2011, Salı Yarışmalar
27 Temmuz 2011, Çarşamba Yarışmalar
28 Temmuz 2011, Perşembe Yarışmalar
29 Temmuz 2011, Cuma Yarışmalar ve kapanış partisi
30 Temmuz 2011, Cumartesi Ayrılış
11. Avrupa Gençlik Olimpik Oyunları için Olimpiyat Meşalesi 24 Mayıs Salı
günü Yunanistan'ın başkenti Atina'dan törenle alınacak.
Meşale töreni için 23 Mayıs Pazartesi günü Atina'ya heyetin gidecek
olması nedeniyle bir basın toplantısı düzenleyen Gençlik ve Spor'dan
sorumlu Devlet Bakanı ve EYOF 2011 Trabzon Hazırlık Düzenleme Kurulu
Başkanı Faruk Nafız Özak, Türkiye'de ilk olimpiyat bayrağının ilk kez
Ağustos 2009'dan beri Trabzon'da dalgalandığını hatırlatarak, "Salı günü
Atina'dan alınacak olimpiyat meşalesi ile olimpiyat ateşi de ilk kez
Trabzon'da yanacak" dedi.
Bakan Özak; Trabzon Valisi Dr. Recep Kızılcık, Trabzon Belediye Başkanı Dr.
Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu, KTÜ Rektörü Prof. Dr. İbrahim Özen, EYOF
2011 Trabzon Genel Koordinatörü Nihat Doker ile Gençlik ve Spor İl
Müdürü Şerif Özgür ile birlikte düzenlediği basın toplantısında, Avrupa
Gençlik Olimpik Oyunları ile ilgili çalışmaları değerlendirdi.
Detaylı bilgi için http://www.trabzon2011.org/
GENÇLİK PROGRAMLARI (Son Başvuru Tarihi Haziran Olanlar)
İspanya Ulusal Ajansı tarafından
İspanya'da 28 Eylül-02 Ekim 2011
tarihlerinde "APPETISER in Spain an
introduction to international youth work"
isimli eğitim kursu düzenlenecek.
Başvuruları kabul edilenlerin yeme-içme,
konaklama masrafları İspanya Ulusal
Ajansı tarafından, ekonomik sınıf yolculuk
masrafları, seyahat sigortası ücreti, yurt
dışı çıkış harcı ücreti ve vize masrafları Ulusal Ajans tarafından
karşılanacaktır. Eğitim dili İngilizce'dir. Eğitim kursu esnasında çevirmenlik
hizmeti verilmemektedir.
*Tüzel kişiliği olan ve kar amacı gütmeyen sivil toplum kuruluşları,
üniversite toplulukları, Gençlik Merkezleri, Gençlik Meclisleri adına
başvuru yapılabilir (İngilizce başvuru formunda "organisation" kısmına
kurum / kuruluş isimleri yazılacaktır).
Bir kuruluştan en fazla 1 kişiye destek verilecektir. Türkiye'den toplam
olarak 3 kişi eğitim kursuna katılım sağlayabilecektir.
Değerlendirme, başvuru formları üzerinden yapıldığından, başvuru
formunuzu açık, anlaşılır ve net olarak doldurduğunuzdan ve sizi, bu
etkinliğe katılımınızla ilgili motivasyonunuzu, somut hedeflerinizi en iyi
şekilde aktardığınızdan emin olunuz.
Son başvuru tarihi 08 Haziran 2011'dir.
Belçika'da düzenlenecek olan "CREATIVITY
and INNOVATION in YiA" başlıklı gençlik
seminerine Türkiye'den 4 genç gönderilecek .
Başvuruları kabul edilenlerin yeme-içme,
konaklama masrafları Belçika (BE-FR) Ulusal
Ajansı tarafından, ekonomik sınıf yolculuk
masrafları, seyahat sigortası ücreti, yurt dışı
çıkış harcı ücreti ve vize masrafları Ulusal
Ajans tarafından karşılanacak. Başvuru için
acele edin!Belçika'da 4-9 Ekim 2011 tarihlerinde düzenlenecek olan
"CREATIVITY and INNOVATION in YiA" isimli etkinlik ile ilgili bilgiye ve
"online" başvuru formuna sayfa sonundaki linkten ulaşabilirsiniz.
Son başvuru tarihi 24 Haziran 2011'dir.
Eğitim dili İngilizce'dir. Eğitim kursu esnasında çevirmenlik hizmeti
verilmemektedir.
*Tüzel kişiliği olan ve kar amacı gütmeyen sivil toplum kuruluşları,
üniversite toplulukları, Gençlik Merkezleri, Gençlik Meclisleri adına
başvuru yapılabilir (İngilizce başvuru formunda "organisation" kısmına
kurum / kuruluş isimleri yazılacaktır).
Bir kuruluştan en fazla 1 kişiye destek verilecektir. Türkiye'den toplam
olarak 4 kişi eğitim kursuna katılım sağlayabilecektir.
Başvuruları kabul edilenlerin yeme-içme, konaklama masrafları Belçika
(BE-FR) Ulusal Ajansı tarafından, ekonomik sınıf yolculuk masrafları,
seyahat sigortası ücreti, yurt dışı çıkış harcı ücreti ve vize masrafları
Merkez Başkanlığımız tarafından karşılanacaktır.
Değerlendirme, başvuru formları üzerinden yapıldığından, başvuru
formunuzu açık, anlaşılır ve net olarak doldurduğunuzdan ve sizi, bu
etkinliğe katılımınızla ilgili motivasyonunuzu, somut hedeflerinizi en iyi
şekilde aktardığınızdan emin olunuz.
Tüm Sorularınız için
[email protected] ve Program hakkın detaylı bilgi almak için
http://www.ua.gov.tr/ adresini ziyaret edebilirsiniz.
Young Future Academy Ekibi
EMANET
Bazen bir yazı ya da şiir hoşuma gitti mi onu not
ederim ben bir kenara. Genelde yazan kişinin ismiyle
beraber ama bazen unutuyorum maalesef sonra da arasam da bulamıyorum.
Babalıkla ilgili çok güzel bir şiir var not ettiklerim arasında, nerde duydum
ya da nerde okudum bilemiyorum ama çok duygulu bir şiir olduğu için ve
de babalar günü sebebiyle sizlerle paylaşıyorum. Umarım babalarınızın
kıymetinizi biliyorsunuzdur ve umarım babalar da çocuklarına sevgisini
gösterebiliyordur çekinmeden. Tüm babaların babalar gününü kutluyorum.
İyi ki varsınız, ne büyük nimetsiniz bizler için…
Şeyda KAYA
“Baba dediğin, çocuğunu korumak için her şeyi yapmalıdır.
Baba dediğin çocuğu çağırdı mı iki eli kanda olsa gitmelidir.
Baba dediğin zor zamanında kucaklar çocuğunu
Çünkü baba ile çocuk emanettir birbirine tanrıdan.
Anne dediğin çocuğa hayat verir.
Sonra çocuk küçük elleriyle tutar
Babanın ellerini ve çocuk babaya hayat verir.
Babanın gücünün sonudur çocuk.
Her şey unutulur onun için çokcana.
Babanın günahlarının toplamıdır çocuk.
Onun yerine yanar çokcana ateşte.
Babanın olamadığı her şeydir çocuk.
Onun umutları yaşar çokcana içinde.
Babanın yalanıdır çocuk sonunda ortaya çıkmış.
Çocuk babanın kanayan elidir çocuk
Çocuk babanın akmayan gözyaşlarıdır
Çocuk babanın sakladığı sevgisidir
Babanın yumuşak derisi, içinde atan kalbidir çocuk
Çocuğun babasını hedefleyen çocuğuna sallamalıdır kılıcı
Çocuk, babanın emaneti çocuk
Babanın kaybedemeyeceği tek şeydir çocuk.”