26
GENÇ ANALİZ Young Future Academy Aylık Gençlik Ve Kariyer Dergisi YY MAYIS 2011 SAYI : 15

YFA Genç Analiz Mayıs

  • Upload
    ygt-yfa

  • View
    245

  • Download
    3

Embed Size (px)

DESCRIPTION

En İyi Gençlik Dergisi

Citation preview

Page 1: YFA Genç Analiz Mayıs

GENÇ ANALİZ Young Future Academy Aylık Gençlik Ve Kariyer Dergisi

YY

MAYIS 2011

SAYI : 15

Page 2: YFA Genç Analiz Mayıs

GENÇ GELECEK KÜNYE

Genel Koordinatör- Özel Araştırmalar

Takım Lideri

Yiğit AKKOCA

İnsan Kaynakları Koordinatörü

Burçin TOKSÖZ

Dergi Editörü

ġeyda KAYA

Görüntü Yönetmeni

Melike GÜNEġ

Dış İlişkiler Koordinatörleri

Ġdil ÖZMAÇĠN

İş-Staj Koordinatörü

Sinan SÖNMEZ

Sosyal Organizasyon Koordinatörü

Mihraç NALBANTOĞLU

Stratejik Araştırmalar Takım Lideri

Barhan KAYNAK

İÇİNDEKİLER

. Annelere …...……….....………….…… 1

. Adam Toplayın Olay Var ………………... 5

. Sihirli Vaadler …..……………………... 7

. 21 MAYIS 1864 ……………………….. 8

. Mozart’ın Ölümünün Perde Arkası ……. 12

. Sultanlar Sultanı Fatih ..……..………… 20

. Bir Film Bir Kitap …………………… 23

Hazırlayan:

Young Future Academy

Website:

www.youngfutureacademy.tr.gg

Adres:Cumhuriyet Bulvarı No:219

Kalyon Apt. Daire:5 35220

Alsancak, İZMİR

Tel:05065882913

NOT : Her türlü eleştiri ve yorum için

[email protected] adresine

mail atabilirsiniz ya da yazarlarımıza direkt

isimlerinin altında yazan mail adreslerinden

ulaşabilirsiniz. İyi okumalar.

Page 3: YFA Genç Analiz Mayıs

ANNELERE… Geçenlerde çekmeceleri düzeltiyorum, dikkatimi

bir şey çekti. Nerdeyse ilkokul 1den beri her anneler

gününde anneme bir yazı yazmışım hediye olarak,

bazen kocaman kağıtlara yazıp duvara yapıştırmışım

kağıtların kenarında hala bant var :) bazense simli

kalemlerle renkli kağıtlara yazmışım, kokulu zarflara

koymuşum falan. Uğraşmışım yani her yıl… Hatta bir

sene oturup albüm oluşturmuşum sayfa sayfa

annemle birlikte çekildiğimiz fotoğraflardan. Bir

sayfada ağabeyimin bebeklik halleri, diğerinde

benimki, arka sayfada annemin kucağındayız vb

devam edip gitmiş. Hepsini okurken ağlamıştı annem.

Muhtemelen bunu okuduğunda da ağlayacaktır.

MAYIS - 1989

Page 4: YFA Genç Analiz Mayıs

Nasıl bir duygudur annelik? Nasıl büyük bir sevgi

anlamak imkansız gibi bir şey. Ne olursa olsun bir

annenin gözünde çocuğunun yeri değişmiyor en güzeli

ve en garibi bu. Çünkü sosyal ilişkilere bakıldığında

her türlü ilişki karşıdakinin hareketine göre değişiyor.

Ama annelik… Çocuk ne yaparsa yapsın, ne söylerse

söylesin, üzülse de kadın kahrolsa da evladına olan

duygusu, sevgisi değişmiyor… Annelik ; çocuğunun

yanında değilken onun

ağladığını göğsünün

sızlamasından

anlamaktır… Ya da

işyerine gittiğinde

omzundaki kusmuk

kokusu ona evladını

hatırlatıyor diye

iğrenmemektir :) Altını

değiştirirken gülücükler

saçabilmektir… Bir

gram fazla yediğinde

dünyalara sahip olmuş HAZİRAN- 1993

gibi sevinebilmek ya da az yediğinde ah gelişimi eksik

olacak diye dizlerini dövmek ve ertesi gün işe

morarmış bacaklarla gitmektir. Hatta inatla kusan

çocuğuna inatla aynı ölçülerde yemeği 5-10 kez

pişirebilmektir. Aman bana ne diyememektir… Her

üzüntüsünde kendini suçlamak ama her

mutluluğunda sadece çocuğuna mal edip onunla

övünmektir. Her türlü işe ve zorluğa sadece evladı için

katlanmaktır. O hasta olduğunda onunla beraber

Page 5: YFA Genç Analiz Mayıs

sancı çekmek, onunla ateşlenmek, onunla üşümektir.

Çocuğu ergenlik dönemine girdiğinde bazen onun

tarafından küçümsenmeye, hor görülmeye, bağırıp

azarlanmaya, her şeyi ben bilirim havalarına rağmen

sabretmektir. Onu üniversiteye yolladığı, askere

uğurladığı zaman içi kor ateş gibi yansa, onu

özlediğinde burnunun direği sızlasa, gözleri dolu dolu

olsa bile hasretine katlanıp bağrına taş basarak ona

destek olmak, tüm özlemlerine rağmen neşeyle

gülümseyebilmek ve ona moral verebilmektir. Kısacası

annelik hiç izine ayrılmadan, emekli olmadan, yoğun,

yorucu, bir ömür boyu karşılık beklemeden hizmet

vermektir.

EYLÜL – 2010

Ya peki bir anneye sahip olmak ne demektir? İşte

burada benim kelimelerim tükeniyor arkadaşlar,

çünkü bu kadar büyük bir tutkuyla sevilmek

anlatılamayacak kadar güzel bir duygu. İyi ki varsın

demek o kadar az ki anneme, ya da seni seviyorum

demek. İçimde güzel ne varsa onun sayesinde var,

kimi seviyorsam, kime iyilik yapıyorsam hep onun

Page 6: YFA Genç Analiz Mayıs

sayesinde. Aldığım her nefes ondan,

gözbebeklerimdeki mutluluk belirtisi hep onun

sayesinde. Ne diyebilirim ki daha fazla. Ya da ne

desem az aslında. Ailenizin kıymetini bilin arkadaşlar,

onları asla ihmal etmeyin. Bir anneyi üzmek tanrıya

karşı gelmektir. En büyük günah bir anneyi

kırmaktır. Çünkü o sizin karşınızda tamamen çaresiz,

siz onun ibadetisiniz bunu unutmayın. Allah kimseyi

annesiz bırakmasın derdim ama ölümlü dünya,

sadece onlara iyi bakın. Onlar olmasa bu dünya

çekilmezdi…

Anneler gününüz kutlu olsun ey yüce insanlar…

Ayrıcaaaa ben öyle huzur evi muhabbetine de

inanılmaz derecede kıl oluyorum, huzur evi denilen

yerlerde huzur yok. Oraları kötülemiyorum yanlış

anlaşılmasın ama gerçek huzur insanın ailesiyle

yaşadığı yerde olur ancak. İnsanlar kendilerine

bakan, büyüten anne babalarına bakmaya üşeniyorsa

yaşamasınlar daha iyi, aldıkları nefes zarar çünkü…

Dergi Editörü

Şeyda KAYA [email protected]

Page 7: YFA Genç Analiz Mayıs

Adam toplayın olay var!

Sonunda seçim vakti geldi çattı ya artık eğlenceden

geçilmez. Zaten seçimlerin en sevdiğim yanı da başımızdakilerin

sözleri oluyor. Bunların da en güzeli mahalle kavgasına adam

toplama telaşı.

Eskiden mahalle kavgaları olur, adam toplanır, husumet olan

tarafla kapışılmak koşuluyla sorunlar halledilirdi. Bu oldukça

medeni(!) yöntem artık siyasilerce kullanılıyor. Bir tarafta on bin

kişi toplayanlar, diğer yanda bin bozkurtla gelenler, çakallar,

eşref-i mahluklar derken ortalık toz duman oldu. Şikayetçi

değilim aslında nasılsa saçmalayacaklar her halükarda bari

eğlenelim birazcık…

LGs yapıldı, şifreler dolaştı, şehven adam kayırıldı derken

bizim doymak bilmez, tatmin olmaz(!) öğrenci milletimiz

kendilerine yaranılamayacağını kanıtladı ve cumhurbaşkanı ve

başbakan tatmin olsa da şifre var diye yürüyüşe kalktılar. Ya

arkadaşlar o kadar söylendi, şifre “şehven” var büyütecek bir şey

yok. Ama dinlerler mi? Sen kalk Taksim’de yürüyüş yap, slogan

at şifre var diye. RTE de haliyle sinirlendi ve o yürüyüşe

katılanların karşısına on bin kişi çıkarırız dedi. Bahçeli altta kalır

mı hiç, on bin milisini bin bozkurtumla kovalarım, Kasımpaşa’ya

zor kaçarsın dedi. Ondan sonrası toz duman vay efendim ben

eşref-i mahlukla geziyorum sen çakalla geziyorsun; sen kime

çakal diyorsunlar havada uçuştu ben de oturdum tebessümle

izledim sadece.

Page 8: YFA Genç Analiz Mayıs

Burada yapılan yanlışlardan, ötekileştirmeden, mahalle

kavgası ağızlarından, laf dalaşından bahsetmeyeceğim, bahsetsem

zaten ne yerim ne zamanım yeter. Bırakalım dalaşsınlar, oturup

izleyelim. Hatta ben de kendi “Çılgın Proje”mi sunuyorum:

Taksim Meydanı’nı yıkalım, yerine kocaman bir ring ya da

arena yapalım. Siyasilerimiz çıksınlar artık on bin kişiyle mi olur,

bin kurtla mı bilemem, çıksınlar kapışsınlar. Kazanan iktidar

olsun. Oy falan vermeyelim. Hatta mitingleri falan da boşverin

her şey burada halledilsin. Referandum mu olacak; bir tarafa koy

evet diyenleri, karşısına hayırları kapışınlar sağ çıkanın dediği

olsun. Mecliste yasa mı geçecek; muhalefet iktidara karşı. En

güzeli bu olur hem boş seçim vaadlerinden, meclise girenin

huyunun değişmesinden yakınmamız biter, hem kesin çözüm

bulur her konu, hem de o kadar toplanan adam boşa gitmez.

Ne aşağı mahallede kavga mı çıktı? Benden bu kadar bu ay,

adam toplayıp aşağı mahalleye dalcaz!

Hamdi AYAR [email protected]

Page 9: YFA Genç Analiz Mayıs

SİHİRLİ VAADLER

Bir varmış bir yokmuş, gelmiş seçim zamanı. E o zaman durur

mu hiç Kemal’i, Bahçeli’si başlamışlar masallara. Biri demiş

çalışmasan da maaş , biri demiş hilal kart ve asgari şu kadar maaş.

Aslında derdim seçim vaatlerinde bulunulması değil. Ve bu

sözlerimin arasına Erdoğan’ın yer almaması ona bayıldığımdan değil.

Benim canımı sıkan aslında mevcut durumdan kurtulma şansının

muhalefet partiler tarafından tasarlanıp kendilerine saklanması. Fazla

fazla vaatlerde bulunulabilinir, vaatler gerçekçi olmayabilir falan filan

ama yine de bu vaatler muhalefet partiler için Türkiye’nin kurtuluş

planıysa şimdiye kadar neden saklanıldı. Bu projeler hükümete

taşınmalıydı, teklifleştirilmeliydi, konuşulmalıydı. Kurtuluş yolu olarak

belirlediğin politikaları nasıl kendine saklarsın? Bu halde ben senin

dürüstçe siyaset yapmak istediğine nasıl inanırım? Derdinin sadece

iktidar olmak olmadığını aslında Türkiye’nin kurtuluşu için

çabaladığını nasıl söyleyebilirsin?

Eğer herkes bilgisini, fikrini kendine saklayacaksa TBMM ye 3

parti sokmamızın anlamı ne?? En az kızdığın, beğenmediğin hükümet

partisi kadar sen de suçlu değil misin bu gidişatta? Kendinin onlardan

farklı olduğunu nasıl ispatlayacaksın?

Bir sürü soru işareti var kafamda. Kendini aklamaya çalışanlara

çok sinirliyim. Kendisi sütten çıkma ak kaşık değilken diğerlerine

saldıranlara çok sinirliyim. Bu ülkedeki siyaset anlayışına daha da

sinirliyim. Kurnaz, bencil parti liderlerine 2 kat daha fazla sinirliyim.

Melike GÜNEŞ

Page 10: YFA Genç Analiz Mayıs

21 MAYIS 1864

Bu tarihi ve önemini pek bilen yoktur ama bu tarih Çerkeslerin

anavatanları Kafkasya'dan sürgün edilişinin tarihidir. Bu tarih

dünyanın en büyük sürgünlerinden birinin tarihidir. Peki niye

göç değil de sürgün? Çünkü göç; Birey ve grupların ekonomik,

sosyal, kültürel vb. nedenlerden dolayı bir yerden başka bir yere

gitmeleridir. Sürgün ise ceza olarak belli bir yerin dışında veya

belli bir yerde oturtmak; zorunlu göç demektir.

Çerkes Nedir ?

Aslında Çerkes diye bir şey yoktur. Çerkes; Kuzey Kafkasya'da

yaşayan halk topluluklarının adıdır. Bu halklar Adigeler

( Şapsığ, Abzekh, Hatukhay, Besleney vb.) Kabardey, Abhazlar,

Çeçenler, Çeçen-İnguşlar , Dağıstan vb. halklarıdır.

Page 11: YFA Genç Analiz Mayıs

Çerkeslerin sürülme sebebi :

Ekonomik, dini, siyasi ve kültürel sebepler yanında tarih

boyunca en çok karşılaşılan sürgün sebebi savaşlar olmuştur.

Kafkasya'dan Anadolu'ya kitleler halinde akan nüfus hareketinin

de siyasi ve dini boyutu da olmakla beraber en mühim sebebi iki

asır devam eden Rus savaşlarının Çerkesler aleyhine

mağlubiyetle sonuçlanması ve Çerkeslerin Rusya tarafından

sürülmesidir.

Tehcir Edilen Çerkes Sayısı

Büyük tehcirle ilgili resmi istatistik bilgilerinin tamamına sahip

değiliz. Ancak muttali olunabilen Rus, İngiliz, Fransız ve

Osmanlı kayıtlarında 700 binden 2 milyona kadar değişen

rakamlar mevcuttur. Osmanlıdaki nüfus hareketlerini inceleyen

Obisni İrolitimo 1866'da muhacirlerin bir milyona ulaştığını

belirtir. 1859-1879 arasında göçürülen Kafkasyalıların, çoğu

Çerkeslerden oluşmak üzere 2.000.000 civarında olduğunu,

sağ salim Osmanlı Devleti'ne ulaşan muhacir sayısının ise

1.500.000 olduğunu belirtir. Kafkasya'nın hürriyet mücadelesi

konusunda değerli bir eser yazmış olan Hızal da tehcirin

1.500.000 Kafkasyalının yurdundan sürülmesiyle

sonuçlandığını belirtir. Ancak; Kafkasya'da yaşanan iç tehcirleri,

Sibirya ve Orta Asya'ya sürülenleri, Balkanlardan Anadolu'ya,

Bandırma civarından Güneydoğuya göçürülenleri, Yahudi -

Arap savaşında Golan bölgesinin işgali üzerine Kunaytıra'dan

sürülenleri de hesaba kattığımızda, kelimenin hakiki anlamıyla

yurdundan sürülen Çerkes sayısı 3 milyonu aşmaktadır.

Çerkes Diasporası

Çerkeslerin Kafkasya dışında en yoğun yaşadığı yerler, başta

Türkiye olmak üzere, Suriye, Ürdün, Filistin, Mısır, Yugoslavya,

Page 12: YFA Genç Analiz Mayıs

bazı Avrupa ülkeleri ve Amerika gibi çok farklı ülkelerden

oluşmaktadır. Varna'da halen dört Çerkes köyü vardır ve özel

kıyafetlerini ve dillerini muhafaza etmektedirler. Trablusgarp'a

1000 aile gönderilmiş olduğu arşiv belgeleri ile sabittir. Irak,

Endonezya gibi hiç tahmin edilmeyecek ülkelerde dahi Çerkes

varlığına rastlanmaktadır. Mısır'da üç asırdan fazla hüküm

süren Çerkes Memlükleri ayrı bir bahis konusudur.

Çerkesler sürgünde sadece vatanlarını değil, sevdiklerini,

bazıları dillerini kaybetmişlerdir. Bu sürgün dünyada eşi benzeri

görülmemiş bir sürgündür. Bu yüzden Çerkesler her sene

atalarının ilk indiği yerlerden olan Kefken ( Kocaeli ) 'de sürgünü

anar. Ağıtlar yakılır, Nart ateşi yakılır, denize çelenk atılır.

Sürgünü unutmadıklarını böyle gösterirler ve sürgün yemini

ederler. İşte Çerkesleri ve 21 Mayıs 1864 Çerkes Sürgününü

kısaca böyle anlattım.

Konuyla ilgili olmasa da Türkiye'de Çerkesleri de tanıtmak

istiyorum. Aralarında en çok bilinen 'Hain' diye itham edilen

Çerkes Ethem'dir. Peki bu kadar mı Türkiye'deki Çerkesler?

Tabi ki değil. İşte onlar:

Abdüllatif Şener – Siyasetçi

Ahmet Necdet Sezer – Cumhurbaşkanı

Atilla Saral – Oyuncu

Can Bartu - Milli Futbolcu-Spor Yazarı

Cem Özer, - Aktör

Deniz Akkaya – Manken

Deniz Baykal – Siyasetçi

Doğa Aziz – Aktrist

Doğan Güreş - Genel Kurmay Eski Başkanı

Dolunay Soysert – Oyuncu

Ediz Hun - Aktör

Fahri Korutürk - Cumhurbaşkanı

Halide Edip Adıvar – Yazar

Page 13: YFA Genç Analiz Mayıs

Halit Kıvanç – Sunucu

Hasan Kabze – Futbolcu

Hıncal Uluç - Gazeteci Yazar

Gülse Birsel – Aktrist

Janset – Aktrist

Kenan Işık – Aktör

Mehmet Aslantuğ - Aktör

Mehmet Okur – Basketbolcu

Meltem Cumbul –Aktrist

Murathan Mungan - Yazar , Şair

Osman Sınav - Yapımcı , Senarist , Yönetmen

Özlem Yıldız – Oyuncu

Rauf Orbay – Siyasetçi

Rutkay Aziz – Aktör

Sinemis Candemir - Sunucu , Manken

Süleyman Seba - BJK Eski Başkanı

Türkan Şoray – Oyuncu

Uğur Dündar - Gazeteci , Haber Programcısı

Vatan Şaşmaz - Oyuncu

Ben bilgi amaçlı yazdım. Bunlar da Türkiye'deki önemli

Çerkesler.

Belki en başta söylemek lazımdı ama ben de Çerkesim ve 21

Mayıs 1864 Büyük Çerkes Sürgününü kınıyorum. Atalarımın

ruhları şad olsun. Ve son söz olarak ;

21 Mayıs 1864 Büyük Çerkes Sürgünü'nü biz Çerkesler olarak

unutmadık unutmayacağız!

UNUTMA UNUTTURMA !

Kaan TÜRKELİ [email protected]

Page 14: YFA Genç Analiz Mayıs

Sihirli Flüt-Requiem ve Mozart’ın Ölümünün Perde

Arkası

Constanze Mozart, kocasının ölümünden hemen sonra,

Mozart'ın 1791 Aralık ayında ölümün eşiğindeyken bestelediği ölülere

Ağıt, Requiem hakkında çarpıcı bir öykü anlattı. Constanze, yılın

başlarında gizemli bir habercinin Mozart'ın Viyana'daki apartmanına

geldiğini hatırlıyordu. Adam, Mozart'ın cömert bir ödeme karşılığında,

Requiem'i besteleyip bestelemeyeceğini öğrenmek istemişti. En son

operası, Don Giovanni fiyaskoyla sonuçlanan ve bu yüzden büyük

nakit sıkıntısı çeken besteci, teklifi hemen kabul etti. Haberci paranın

yarısını ödedi ve sadece Mozart'ı parçayı kimin sipariş ettiğini

araştırmaya çalışmaması için uyaracak kadar kaldıktan sonra hemen

ayrıldı. Mozart, Requiem üzerinde gece gündüz çalıştı. Besteye

kendini tamamen kaptırdı, defalarca bayıldı ama besteyi hiç

bırakmadı. Constanze, kocasının ruh halini 1798'de Mozart

hakkındaki anekdotları bir derleme halinde yayınlamış olan Friedrich

Rochlitz'e anlattı. Rochlitz, "Her zaman sessizce oturuyor ve

düşüncelere dalıyordu" diye yazmıştı. "En sonunda artık reddedecek

durumda değildi, bu eseri kendi cenazesi için bestelediğinden

kesinlikle emindi." Mozart'ın ilk yaşamöyküsü yazarlarından biri,

Constanze'ın sırdaşlarından Franz Niemetschek'ti. 1798 yılındaki bir

çalışmasında o da öyküyü bu şekilde anlatmıştı. "Mozart ölümden söz

etmeye başlamış ve.Requiem'i kendisi için bestelediğini söylemişti.

Bu hassas adamın gözlerinden yaşlar boşanıyordu. 'Kesinlikle

hissediyorum ki' diyordu, 'son günlerimi yaşıyorum, zehirlendiğimden

eminim." Mozart Requiem'i hiçbir zaman bitirmediği halde, parça bu

şekliyle bile bir başyapıt olarak görüldü. Kuşkusuz, Constanze'ın

Page 15: YFA Genç Analiz Mayıs

anlattıkları eser ve bestecisi ile ilgili bir sansasyon yarattı: İşte

karşımızda, bir yandan yaratıcılığının doruklarına yükselirken, bir

yandan ne kendisinin ne de başkalarının anlam verebildiği güçleri

tarafından kaçınılmaz bir sona sürüklenen Mozart! Mozart'ın kısa

sadece otuz beş yaşındaydı ama parlak yaşamına daha uygun başka bir

son olabilir miydi? Bu, çok ilginç ve çarpıcı bir öyküydü. Hiç kuşku

yok ki, Constanze'dan kaynaklanmıştı. 1828'de benzer bir

değerlendirmeyi yayınlayan Vincent ve Mary Novello gibi, Rochlitz

ve Niemetschek de öyküyü Constanze'dan duyduklarını söylüyorlardı.

Ama şu soruları soramadan edemiyor insan: Requiem'i sipariş eden

gizemli yabancı kimdi? Ayrıca, eğer doğruysa, Mozart'ı kim

zehirlemişti? Mozart'ın öldürüldüğü söylentileri ölümünden hemen

sonra, hatta Rochlitz ve Niemetschek'in 1798'daki

değerlendirmelerinden de önce çıkarılmıştı. 1791'in yılbaşı arifesinde,

bir Berlin gazetesi, Mozart'ın "ölümünden sonra cesedinin şişmiş

olması, zehirlendiği yolunda kuşkular doğurdu" diye yazmıştı.

Kuşkular en başta Mozart'ın öğrencilerinden birinin kocası, Franz

Hofdemel üzerinde toplanmıştı. Hofdemel'in Mozart'ın cenazesinin

kaldırıldığı gün karısına saldırıp intihar etmesi, karısının besteciden

çocuk beklediği gibi spekülasyonlara yol açmıştı. Oysa, Hofdemel'i

Mozart'ın ölümüyle ilişkilendiren tek bir gerçek kanıt yoktu.

1820'lerde, Avusturyalı eski bir saray bestecisi, Antonio

Salieri'nin adı da daha inandırıcı bir biçimde şüpheliler listesine

eklendi. Salieri adına, konuklarının sağır besteci ile iletişim kurmak

için kullandığı Beethoven'in "sohbet defterleri"nin birçok sayfasında

rastlandı. Hem Beethoven'in oğlu Kari hem de bir başka ziyaretçi,

Anton Schindler, Salieri'nin Mozart'ı zehirlediğini itiraf ettiğini

defterlere yazmıştı. Bazıları da onun bu itirafının tüm Viyana'ya

yayıldığını kaydetmişlerdi. Salieri'yi harekete geçiren şey neydi?

Kıskançlık. Hakkında kurulan dedikodu kumpasına bakılırsa, Salieri

Mozart'ın dehasını kabul ediyor ve bu yüzden ondan nefret ediyordu.

Salieri her zaman saray efendisi ve nazik bir insanken, özellikle

Page 16: YFA Genç Analiz Mayıs

Mozart'ın genelde kaba ve kibirli olmasına rağmen, Viyana sarayının

baş bestecisi olarak hep kendi önüne geçmesini çekemiyordu. En

azından, zekice düşünülmüş edebi bir tema olarak, son derece ilgi

çekici bir fikirdi bu. 1830 yılındaki bir oyunda, tiyatroya uyarlamak

için bu temayı ilk işleyen kişi Alexander Puşkin'di. En son olarak,

Peter Shaffer'in daha sonra filme de alınan 1980 Broadway hiti,

Amedeus, Salieri'yi gene parlak ama görgüsüz bir Mozart görüntüsüne

katlanamayan, vasat ama çok ciddi bir müzisyen olarak sunuyordu.

Shaffer, Salieri'yi Mozart'ı zehirleyen kişi olarak göstermekten uzak

durmuştu. Buna karşılık, saray bestecisi kurbanını sefil ve umutsuz bir

duruma iten çeşitli entrikalarıyla sadece onun ölümünü hızlandırmıştı.

Salieri'nin katil ya da dalavereci olarak gösterilmesinin sorunu,

Hofdemel'inkiyle aynıydı: Kanıt yoktu. Beethoven'in sohbet

defterlerinde geçen sözde itiraf, başka hiçbir yerde geçmemişti.

Aslında Beethoven'in öğrencilerinden, piyanist Igna Moscheles'in

günlüğüne göre, Salieri Mozart'ı zehirlediğini açıkça reddetmişti.

Gerçekten de, Moscheles, bunun üzerine Salieri'nin "onu entrikalarıyla

moral olarak çökerttiğini ve bu şekilde yaşamının birçok anına zehir

saçtığını" söyleyerek devam etmişti. Ama birkaç benzer dedikodu

kaynağından başka, Salieri'nin bırakalım Mozart'ı öldürmeyi, ondan

nefret ettiğine dair hiçbir gerçek kanıt yoktur.

Page 17: YFA Genç Analiz Mayıs

Karşımıza bu kez kuşkulu olarak çıkan tek bir kişi değil, bir

örgüt vardı: Farmasonlar. Üye olmayanlara büyücülükmüş gibi gelen

her çeşit gizli törenleriyle gizli bir dernek olmaları, Masonları

rahatlıkla kötü kuşkular için uygun bir aday haline getiriyordu.

Mozart, 1784'de küçük bir Viyana Mason locasına katılmıştı. Aktif bir

üyeydi, son tamamladığı eseri Sihirli Flüt dahil, Masonik temaları

olan birçok eser bestelemişti. Bilim insanları Sihirli Flüt'ün masonik

imalarını ancak 19. yüzyılın ortasında ortaya çıkarmıştı. Örneğin,

Mason törenlerinde büyük anlam taşıyan 18 rakamı, Mozart'ın

operasında da önemli bir yere sahipti. II. Sahnenin başında, on sekiz

papaz ve on sekiz sandalye vardır ve koronun söylediği şarkının ilk

bölümü on sekiz ölçülüktür. Ayrıca bu sahneye orkestranın girişinde

on sekiz nota grubu yer alır. 1791'de librettonun (metnin) ilk basımı,

Mozart ve librettisti (metin yazan), Emanuel Shikaneder'ın (o da

Mason locasındandır) operayı, en azından kısmen bir Masonik alegori

olarak yorumladığına ilişkin daha açık kanıtlar sunar. Librettonun

kapağında beş köşeli yıldız, bir kare ve mala ve bir kum saati yer alır

bunların hepsi de Masonların simgeleridir.

Masonların Mozart'ı zehirlediğini ilk kez 1861'de G. F. Daumer

öne sürmüş, Mozart'ın Sihirli Flüt'te bazı sırlarını açığa vurmasının.

Mason dostlarıyla arasını açtığını söylemişti. Böylece, Daumer,

Masonların ya da daha doğrusu, Masonların dar bir çevresinin intikam

aldığını ima ediyordu. Bu teori birçok 19. ve 20. yüzyıl yazarı

tarafından kullanılmıştı. Ne var ki, Hofdemel ve Saliari teorileri gibi,

Masonların komplo teorilerine de hiçbir kanıt gösterilemez. Hepsi

olmasa da, çoğu bilim insanının, Sihirli Flüt'te Masonik öğeler

bulunduğunu kabul ettikleri doğru ama Masonların opera ve

bestecisiyle ilişkilerinden rahatsız olduklarına inanmamız için hiçbir

neden yoktu. Gerçekten de, Mozart'ın ölümünden sonra, bağlı

bulunduğu loca, bir anma töreni gerçekleştirmiş ve bestecinin anısına

yapılan veda konuşmasını bastırıp dağıtmıştı. Aynı zamanda, komplo

teorisyenleri, Masonların neden librettisti olarak operanın alegorik

Page 18: YFA Genç Analiz Mayıs

öğelerinden eşit derecede sorumlu olan Shikaneder'i değil de, Mozart'ı

öldürdüklerini hiçbir zaman açıklayamamışlardı. Komplo teorisi,

kendilerine özgü bir kapalılığa sahip olmalarına rağmen Viyana'nın en

saygın yurttaşlarını da içlerine alan Masonlara haksız bir

yakıştırmadır. Gerçekten de, localar şehrin entelektüel seçkinlerinin

büyük bölümünün toplandığı yerlerdi. Aynı şekilde, Amerika'da

Masonlar üyeleri arasında George Washington, Benjamin Franklin ve

Thomas Jefferson'ı sayıyorlardı. Fransa'da ise önde gelen

cumhuriyetçilerin çoğu bu localara katılmıştı. Ne var ki, birçok

Masonun cumhuriyetçi eğilimi, Avusturya İmparatoru II. Leopold'ı

işkillendirmişti. Leopold Avrupa'daki devrimleri büyük bir kaygı ile

izliyor ve buna ülkedeki Masonları ezerek yanıt veriyordu. Çok sayıda

Mason locasını kapatmış ve geri kalanları da polisin sıkı denetimi

altına almıştı. Bazı tarihçiler, Mozart ve Shikaneder'in bir Masonik

opera besteleme kararma bu baskıların yol açmış olabileceğini

varsaydılar. Sihirli Flüt'ün halkı ve muhafazakar hükümetiMasonların

korkulacak bir yanı olmadığına ikna edebileceğini sanıyorlardı.

Eğer böyleyse, boşuna umutlanmışlardı. 1790'ların ortasında

Leopold Masonları tamamen yasakladı. Üye sayılan ve etkileri

azalmıştı. Ama Mozart'a dönersek, ölünceye kadar sadık bir mason

olarak kaldı. Ayrıca Mason dostlarının da ona aynı şekilde sadık

kaldığına inanmamız için her türlü neden var. Eğer Mozart

zehirlendiyse, asıl suçlular, kasıtlı olmasalar bile, doktorları arasında

aranmalı. Constanze doktorların ondan en az bir kez "kan aldığı"nı

Page 19: YFA Genç Analiz Mayıs

söylemişti. Bu tedavi yöntemi 18. yüzyıl sonlarında çok yaygın

olduğu için, başka örnekler de olabilir. Birçok tıp tarihçisinin inandığı

gibi, özellikle böbrek hastalığı söz konusuysa, gitgide zayıf düşen

Mozart'ın ölümüne pekala bu tedavi yöntemi yol açmış olabilir. Kan

alına dışında, tıp tarihçilerinin söyleyebileceği fazla bir şey yoktu.

Mozart'ın ölüm belgesinde ölüm nedeni "yüksek askeri ateş!" ["heated

military fever"] olarak açıklanıyordu. Bu, günümüz doktorlarına hiçbir

şey ifade etmeyen bir teşhisti. Constanze dahil, Mozart'ın ziyaretçileri

hastalık belirtilerini o kadar farklı ve o kadar belirsiz bir biçimde

açıklamışlardı ki, bunlara bakılacak olursa, bestecinin endocarditis

bakteryel, Henoch Schnlein sendromu, lösemi, stafilakok

bronşalpnömani ve beyin kanamasından öldüğü söylenebilirdi.

1991'de, Mozart'ın ölümünün 200. yıldönümünde toplanan bir tıp

sempozyumunda, ölüm nedeni için en baş sıraya iki aday

yerleştirilmişti: Böbrek yetmezliği ve römatik ateş. Ama, hiçbirinin

bestecinin zehirlendiğine inanmaması dışında, uzmanlar arasında açık

bir uzlaşma yoktu. Öte yandan, Mozart'ın kendi inancı söz konusu

olduğunda, ölümüne neden olan hastalıkların herhangi birinin getirdiği

delirium ya da depresyondan kaynaklanmış olabilir. Kuşkusuz,

Requiem'i ısmarlamış olan gizemli habercinin ziyareti, bestecinin

zihnini ölüme, özellikle kendi ölümüne kilitlemesine yol açmış

olabilir. Güçsüz düşen bestecinin gizemli haberciyi Azrail'e benzettiği

kolayca düşünülebilir. Gerçekten de, Shaffer, Mozart'ın ölüme

taktığını bilen Salieri'nin, rakibini uçurumun kıyısına itmek için

kendisini haberci kılığına sokmuş olduğunu öne sürmüştür.

Page 20: YFA Genç Analiz Mayıs

En sonunda, Mozart'ın ölümünden 173 yıl sonra açığa çıkarılan habercinin

sırrı daha az can sıkıcı olmakla birlikte, hiç de daha az acayip değildi.

1964'de, Otto Deutsch, Viyana'nın yaklaşık kırk beş kilometre güneyindeki

bir kasaba olan Wiener Neusatdt'ta bulunan bir belgeyi yayınladı. "1791

'deki Başlangıcından 1839'a Bugünkü Döneme Kadar, W. A. Mozart'ın

Requiem'inin Gerçek ve Ayrıntılı Öyküsü" başlıklı belge, bölgenin büyük

toprak sahiplerinden, Kont von Walsegg tarafından işe alınan bir müzikçi,

Anton Herzog tarafından yazılmıştı. Herzog, kontun gelecek vaat eden

bestecilerin eserlerini satın alıp, bunları kendisininmiş gibi yutturmaktan

hoşlanan ateşli bir müziksever olduğunu söylemişti. 1791 Şubatında,

kontun genç karısı öldü ve özellikle bir Requiem şaheseri ile onun anısını

ölümsüzleştirmek istedi. Bu yüzden her zamanki gibi ömert teklifiyle ve

eseri kimin ısmarladığını araştırmasın diye aynı uyarısıyla birlikte uşağını

Mozart'a gönderdi. Herzog ve müzisyen arkadaşları patronlarının

nabzına göre şerbet veriyorlardı. "Kontun [ısmarlamış olduğu diğer

parçalarda da] yaptığı gibi, bizi şaşırtmak istemesine hepimiz iyice

alışmıştık" diye anımsıyordu. "Yanındayken, her zaman bunun kendi

kompozisyonu olduğunu söyler, bu sırada gülümserdi." Dolayısıyla,

Mozart'ın son başyapıtının, bir ölüm meleği için değil, garip bir eser

hırsızı için bestelendiği ortaya çıkmıştır. Hiç de aptal biri olmayan

Constanze Mozart'ın kompozisyonlarının hızla artan değerini hesaba

katmazsak ölen kocasının hızla büyüyen ününe katkıda bulunması

umuduyla meçhul haberci öy-küsünü yaymış olabilir. Eğer böyleyse,

rüyasında bile göremeyeceği kadar başarılı olmuştu çünkü Requiem

Mozart'ın başyapıtları arasında görülmeye başlanmıştı. Ve sonuçta

nasıl bestelendiğinden bağımsız olarak, böyle kalmaya da devam

ediyor.

İnsanlar görmek istediği şekillerde bakarlar,Siz sevgili okurlarım nasıl

bakılacağını bildiğiniz zaman görmeye başlayanlardan olun.

Yiğit AKKOCA

[email protected]

Page 21: YFA Genç Analiz Mayıs
Page 22: YFA Genç Analiz Mayıs

SULTANLAR SULTANI FATİH

29 MAYIS 1453 İstanbul’un Fethi’nin 558.

Yıldönümü anısına ;

Fâtih Sultân Mehmed, 30 Mart

1432 tarihinde Edirne Sarayı’nda

dünyaya gelmiştir. Mehmed iki

yaşına kadar Edirne'de kaldıktan

sonra 1434'te sütninesi ve küçük

ağabeyi Ali ile birlikte 14 yaşındaki

büyük ağabeyi Ahmet'in sancakbeyi

olduğu Amasya'ya gönderilmiştir.

Burada ağabeyi Ahmet'in erken yaşta

ölmesi üzerine Mehmed altı yaşında

Rum sancakbeyi olmuştur. Diğer

ağabeyi Ali ise Manisa'da Saruhan sancakbeyi olmuştur.

İki yıl sonra babaları II. Murat'ın talimatıyla iki kardeş

yer değiştirmiş ve Mehmed Saruhan sancakbeyi

olmuştur. 19 yaşında ise babasının vefatı üzerine üçüncü

defa saltanat koltuğuna oturmuştur.

İstanbul’u almak için Boğaz’a hâkim olmanın şart

olduğunu bilen Sultân Mehmed, 1452’de Boğazkesen

Hisârı dediği Rumeli hisârını inşa ettirmiştir. Karşısında

Yıldırım’ın inşa ettirdiği Anadolu hisârı yükselmekteydi ve

artık böylece Osmanlı’nın izni olmadan boğazı geçmek

mümkün değildi. 1 Eylül 1452’de Edirne’ye dönen Sultân

Mehmed, hemen kendisinin planlarını çizdiği topların

Page 23: YFA Genç Analiz Mayıs

dökümüne başlamıştır. Deneyler yapılmış ve dünyanın

harp aletleri alanındaki harikaları yapılmıştır.

Planı sezen İmparator zor durumda kalmıştır.

Avrupa, yardım için Katolik olmalarını istiyordu ve

Ortodokslar ise buna hayır demekteydi. 1453 Şubatında

Edirne’den yola çıkan toplar 5 Nisanda İstanbul önlerine

gelmiştir. 6 Nisan’da muhasara başlamıştır. 53 gün

süren muhasara sırasında Fâtih’in ordusu, tarihe geçen

kahramanlıklar yazmıştır.

Bizans’ın Galata ile

Sarayburnu arasına

gerdiği zincirler, Osmanlı

donanmasının karadan

yürütülerek Haliç’e

girmesiyle parçalanmıştır.

Muhasaranın 53. Günü

Hz. Peygamber’in

müjdelediği fetih 29 Mayıs

1453 günü gerçekleşmiş

ve Osmanlı ordusu tekbir

sesleriyle Topkapı ve

Eğrikapı yönlerinden

İstanbul’a girmiştir.

Ayasofya’ya sığınan on binlerce insanın burnu bile

kanamamış, İslâm Hukukunun bu konudaki hükümleri

aynen uygulanmış ve herkese temel hak ve hürriyetleri

tanınmıştır.

Fâtih’in fetihten sonra yaptığı ilk iş, İstanbul’un

maddi ve manevi imar edilmesi olmuştur. Bu işi

Page 24: YFA Genç Analiz Mayıs

tamamladıktan sonra Belgrad hariç bütün Balkanları

Osmanlı Devleti’ne ilhak eylemiştir. Batıyı emniyete

aldıktan sonra, kendisine pürüz çıkaran Karamanoğulları

ve İsfendiyaroğulları Beyliklerini tamamen ortadan

kaldırmıştır. Bu arada Bizans’ın artığı olan Trabzon’daki

Pontus İmparatorluğu da 1461 yılında tamamen tasfiye

edilmiştir. Kırım alınmıştır.

Bütün bu fetihler, başta Abbasî Halifesi olmak üzere

herkes tarafından takdir edilirken, Akkoyunlu

Hükümdarı Uzun Hasan Fâtih’e kafa tutuyordu. Bunun

üzerine Erzincan civarındaki Otlukbeli denilen yerde

1473 tarihinde bu sıkıntı da bertaraf edilmiş ve artık

Osmanlı devleti Toroslara kadar genişlemiştir. Fâtih

Sultân Mehmed, yeni bir harbin hazırlığında iken, 1481

yılında 51 yaşında Gebze’de vefat etmiştir.

28 yıllık padişahlığı süresince 2 İmparatorluk, 14

devlet ve 200 şehir fethederek Fâtih ünvanını Hz.

Peygamber’den alan Sultân Mehmed, devletin sınırlarını

2.214.000 km2’ye genişletmiştir ki, bu 3 Türkiye

Cumhuriyeti eder demektir. Balistikteki keşifleri,

Matematik ilmindeki dehası, dinî ilimlerde büyük bir âlim

olması, Arapça, Farsça, Yunanca, Sırpça, İtalyanca ve

benzeri önemli dünya dillerinden dokuzuna vâkıf olması,

onu Osmanlı tarihinin en büyük askeri, devlet adamı ve

âlimi olduğunu, düşmana ve dosta söyletmiştir.

Şeyda KAYA [email protected]

Page 25: YFA Genç Analiz Mayıs

BİR FİLM BİR KİTAP

“Pek çok kahraman var, ama yalnızca biri

tanrı”

Aslında bu cümle bu ay tanıtacağım filmi

özetlemekte. 29 Nisan’da gösterime giren

Thor bilinen kahraman filmlerinden farklı,

Thor’u ne bir radyoaktif örümcek ısırdı, ne

kaza geçirdi, ne de başka gezegenden geldi.

Bunların hepsinden öte o bir Tanrı.

Adını İskandinav tanrısı Thor’dan alan film

Marvel çizgi romanının uyarlaması bir film. Kahramanız olan Thor bir

tanrı ve alışılmış kahramanların aksine suçla savaş gibi bir amacı yok.

Fakat oldukça kibirli olan Thor, bu kibri nedeniyle antik bir savaş

başlatınca ceza olarak dünyaya sürgüne gönderilir. İnsanların arasına

karışan ve normal bir hayat süren Thor, dünyayı istila etmek için gelen

karanlık güçlere karşı savaşırken tanrı olmanın yanında kahramanlığın

gerektirdiklerini de öğrenecektir.

Kadrosunda birbirinden önemli yıldızları barındıran Thor uzun

zamandır beklenen bir filmdi. Antony Hopkins’in büyük tanrı Odin’i

canlandırdığı filmde, Thor karakterini Chris Hemsworth

canlardırırken, Natalie Portman, Samuel L. Jackson, Stan Lee de rol

alan diğer oyuncular. Filmin yönetmenliğini ise Kenneth Branagh

yapıyor.

Miolojiyi günümüz dünyası ile harmanlayan sıradışı bir kahramanlık

öyküsü Thor izlenmeye değer bir film. Şimdiden iyi seyirler...

Hamdi AYAR

Page 26: YFA Genç Analiz Mayıs

FERAYE

'... Yüzbaşı kollarını iki yana açıp ayağını yere

vurarak, zeybeğe başladı. Daha ilk hareketi ile çok

erkeksi ve çok efece bir oyun oynadığı belli

oluyordu. Feraye şaşkın, öylece Yüzbaşı'yı

seyrediyordu. Yüzbaşı bir adımda onun yanına

yaklaştı ve yavaşça 'Hadi küçük kız, başla. Herkes

bize bakıyor, ' dedi. Feraye, utana sıkıla çevresine

bir göz attı. Kendilerinden başka oynayan kimse

yoktu. Gerçekten de herkes nefesini tutmuş,

onlara bakıyordu. Feraye de kollarını kaldırdı.

Müziğe ve Yüzbaşı'ya uymaya çalışıyordu. İlk bir

iki dakika bocaladı. Sonra, sanki çevresindeki

herkes yok oldu. Yüzbaşı'nın gözlerinden,

kendisine doğru bir alev akıyor gibiydi. Başka bir

tarafa bakamıyordu. Birbirlerine kilitlenmiş ve

uyum içinde; Yüzbaşı erkekliği, kahramanlığı ve

tutkuyu, Feraye de kadını ve zarafeti anlatan

hareketlerle oynuyorlardı... Ne zamandan beri bu

haldeydiler, kendileri de, seyredenler de farkında

değildi. Müzik devam ediyordu. Belki de ikinci

veya üçüncü tekrarıydı...'

Kurtuluş Savaşı sırasında geçen muhteşem bir aşk

hikayesi, Naşide Gökbudak’ın dilinden inanılmaz

akıcı oluyor gerçekten. Yazarın tüm kitaplarını

okumuş biri olarak size söyleyebileceğim tek şey

koşa koşa bir kitapçıya gidip bu kitabı satın

almanız olacaktır. İyi okumalar :)

Şeyda KAYA