T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ
TIP FAKÜLTESİ MİKROBİYOLOJİ ANABİLİM DALI
HASTANE İNFEKSİYONLARINDAN İZOLE EDİLEN
VANKOMİSİN DİRENÇLİ ENTEROKOKLARIN
PULSED FİELD JEL ELEKTROFOREZ
YÖNTEMİYLE GENOTİP TAYİNİ
DR. BERİL AKÇİMEN
UZMANLIK TEZİ
TEZ DANIŞMANI
PROF. DR. FATİH KÖKSAL
ADANA–2010
T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
MİKROBİYOLOJİ ANABİLİM DALI
HASTANE İNFEKSİYONLARINDAN İZOLE EDİLEN
VANKOMİSİN DİRENÇLİ ENTEROKOKLARIN
PULSED FİELD JEL ELEKTROFOREZ
YÖNTEMİYLE GENOTİP TAYİNİ
DR. BERİL AKÇİMEN
UZMANLIK TEZİ
TEZ DANIŞMANI
PROF. DR. FATİH KÖKSAL
Bu çalışma TF2007LTP 30 nolu proje olarak Çukurova Üniversitesi Araştırma Projeleri tarafından desteklenmiştir.
ADANA–2010
I
TEŞEKKÜR
Uzmanlık eğitimim süresince, bilgi ve tecrübeleri ile beni yönlendiren, her konuda
desteğini esirgemeyen, bilimsel çalışma disiplinini ve azmini örnek aldığım danışman hocam
sayın Prof. Dr. Fatih Köksal’a ve Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji
Anabilim Dalı değerli öğretim üyelerine; çalışmam süresince bana her konuda yardımcı olan
Doktora öğrencisi ve Araştırma görevlisi Tülin Gökmen’e ve çalışma arkadaşlarıma, her
konudaki destek ve katkılarından dolayı bölüm sekreterimiz Suna Gökmen’e ve tüm anabilim
dalı çalışanlarına teşekkürlerimi sunarım.
Dr. Beril AKÇİMEN
II
İÇİNDEKİLER Sayfa No TEŞEKKÜR ı İÇİNDEKİLER ıı TABLO LİSTESİ v ŞEKİL LİSTESİ vı KISALTMA LİSTESİ vıı ÖZET-ANAHTAR SÖZCÜKLER ıx ABSTRACT-KEYWORDS x 1. GİRİŞ 1 2. GENEL BİLGİLER 3 2.1. Tarihçe 3 2.2. Mikrobiyolojik özellikler 4 2.2.1. Görünüm ve Boyanma Özellikleri 4 2.2.2. Üreme özellikleri ve fizyolojik karakterleri 5 2.2.3. Hücre duvarı yapısı ve antijenik özellikleri 6 2.2.4. Sınıflama ve İdentifikasyon 7 2.2.5. Genom Özellikleri 11 2.2.6. Genetik Bilgi Transferi 12 2.3. Virulans faktörleri 13 2.3.1. Hemolizin / Sitolizin 14 2.3.2. Jelatinaz 15 2.3.3. Enterokokal surface protein 16 2.3.4. Agregasyon faktör 16 2.3.5. MSCRAMM Ace 17 2.3.6. Kapsül, hücre duvarı polisakkaritleri 17 2.3.7. Lipoteikoik asit 18 2.3.8. Süperoksitler 18 2.3.9. Seks feromonları 18 2.3.10. Hyaluronidaz 19 2.3.11. Enterococcus faecalis antijen A (EfaA proteini) 20 2.3.12. AS-48 20 2.3.13. Antibiyotik Direnci 20 2.4. Enterokoklarda antimikrobiyal direnç mekanizmaları 21 2.4.1 İnterensek Direnç 21 2.4.1.1 Beta laktam direnci 21 2.4.1.2 Aminoglikozid direnci 22 2.4.1.3 Diğer antibiyotikler 22 2.4.2 Eksterensek Direnç 22 2.4.2.1 Beta laktam direnci 22 2.4.2.2 Aminoglikozid direnci 23 2.4.2.3 Kloramfenikol direnci 24 2.4.2.4 Tetrasiklin direnci 24 2.4.2.5 Kinolon direnci 24
III
2.4.2.6 MLSB direnci 24 2.4.2.7 Oksazolidinon direnci 25 2.4.2.8 Glikopeptit direnci 25 2.4.2.8.1 Fenotipik tanımlama 25 2.4.2.8.2 Genotipik tanımlama 28 2.4.2.8.2.1 VanA Glikopeptit direnci 28 2.4.2.8.2.2 VanB Glikopeptit direnci 30 2.4.2.8.2.3 VanC Glikopeptit direnci 30 2.4.2.8.2.4 VanD Glikopeptit direnci 31 2.4.2.8.2.5 VanE Glikopeptit direnci 31 2.4.2.8.2.6 VanG Glikopeptit direnci 31
2.4.2.8.2.7 Vankomisin Bağımlı Enterokoklar 32 2.5. Kolonizasyon ve Risk Faktörler 33 2.6. Enterokok Enfeksiyonlarının Epidemiyolojisi 36 2.7. Enterokokal Enfeksiyonlar 40 2.8. Epidemiyolojik Tiplendirme Yöntemleri 42 2.8.1-Fenotipik tipleme metotları 44
2.8.1.1. Biyotipleme : 44 2.8.1.2. SDS-PAGE ile Protein fingerprinting 45 2.8.1.3. Multi-Lokus Enzim Elektroforezi (MLEE) 46 2.8.1.4. Antimikrobiyal duyarlılık testleri 46 2.8.1.5- Serotipleme 47 2.8.2. Genotipik Tipleme Metotları 48
2.8.2.1. Restriksiyon Enzim Analizi (REA) Bazlı Yöntemler 48 2.8.2.1.1. Plasmid DNA profil analizi 49 2.8.2.1.2. Pulsed Field Gel elektroforezi (PFGE) 49 2.8.2.1.3. Ribotipleme 50 2.8.2.2. Nükleik Asit Amplifikasyonu Bazlı (NAAB) Teknikler: 51 2.8.2.2.1. PCR Bazlı teknikler 51 2.8.2.2.2. Random Amplified Polimorphic DNA-PCR: RAPD-PCR(AP-PCR) 52 2.8.2.2.3. Spesifik ve Random Amplifikasyon-PCR: SARA-PCR 53 2.8.2.2.4. Amplified fragment length polymorphism (AFLP) 53 2.8.2.2.5. Rep-PCR 53 2.8.2.2.6. İntergenik rRNA spacer bölgeleri- PCR (ITS-PCR) 54 2.8.2.2.7. Diğer Amplifikasyon Bazlı yöntemler 54 2.8.2.3. Dizi Analizi Yöntemleri 55 2.8.2.3.1. Parsiyel Dizi Analizi 55
2.8.2.3.2. Multilokus Sequence Tipleme MLST 55 2.9. Enterokok Enfeksiyonlarının Tedavisi 56 2.10. Enterokok Enfeksiyonlarında Korunma ve Kontrol Önlemleri 58
3. GEREÇ VE YÖNTEMLER 62 3.1. Tür tayini ve Vankomisin duyarlılıklarının tespiti 62 3.2. Klonal ilişkinin tespiti 67 3.2.1. PFGE 67 3.2.1.1. İzolatların hazırlanması 67 3.2.1.2. İzolatların agaroza gömülmesi 68 3.2.1.3. Agaroz içindeki hücrelerin parçalanması 68 3.2.1.4. Hücre lizisinden sonra agaroz kalıpların yıkanması 69 3.2.1.5. Agaroz kalıpları içindeki DNA’nın RE ile kesilmesi 69
IV
3.2.1.6. Elektroforez jelinin hazırlaması ve kalıpların jele yüklenmesi 70 3.2.1.7. Elektroforez 71 3.2.1.8. Sonucun gözlenmesi ve analizi 71 3.2.1.9. PFGE yönteminde kullanılan solüsyonlar 72 3.2.2. RAPD 73 3.2.2.1. Kültür plaklarından DNA ekstraksiyonu 73 3.2.2.2. S13 primeri ile amplifikasyon 74 3.2.2.3. Fragmentlerin agaroz gel elektroforezi ile tespiti 74 3.2.2.4. Görüntüleme ve bant profillerinin analizi 75 4. BULGULAR 76 5. TARTIŞMA 89 6. SONUÇ ve ÖNERİLER 102 7. KAYNAKLAR 104 ÖZGEÇMİŞ 116
V
TABLO LİSTESİ
Tablo no Sayfa no Tablo 1: Enterokokların sınıflandırılması 8 Tablo 2: Enterococcus cinsi içerisinde yer alan türler 8 Tablo 3: Enterokok türlerinin fenotipik özellikleri 10
Tablo 4: Enterokoklarda direnç fenotiplerinin özellikleri 27 Tablo 5: Grup I’de değerlendirilen VRE lerin kliniklere göre dağılımı 64 Tablo 6: Grup I’de değerlendirilen VRE lerin izole edildikleri klinik materyale
dağılımları 64 Tablo.7: Grup II de değerlendirilen VRE izolatlarının kliniklere göre dağılımı 65 Tablo 8: Grup III de değerlendirilen VSE’ların izole edildikleri kliniklere göre dağılımı 66 Tablo 9: Grup III de değerlendirilen VSE’ların izole edildikleri klinik materyale
göre dağılımı 66 Tablo 10: Çalışmaya dahil edilen enterokok izolatlarının türlere dağılımı 76 Tablo 11: Enterokok izolatlarının izole edildiği örnek gruplarına dağılımı 77 Tablo12: Enterokok izolatlarının glikopeptit türü antibiyotiklere duyarlılıkları 78
VI
ŞEKİL LİSTESİ
Şekil no Sayfa no
Şekil 1: Enterokokların Gram boyama görüntüleri 5
Şekil 2: E.faecalis hücre duvarındaki polimerlerin şematik görüntüsü 7
Şekil 3: Enterokok türleri identifikasyon şeması 11
Şekil 4: Seks-feromon sistemi transfer mekanizması 19
Şekil 5: VanA operonu 28
Şekil 6: Vankomisin bağımlı enterokok 32
Şekil 7: Avrupa’da VR E.faecium prevalansı, 2007 38
Şekil 8: SmaI restriksiyon enziminin hedef aldığı baz dizisi ve kesim bölgesi. 69
Şekil 9: Hastane infeksiyonuna yol açan VRE izolatlarının PFGE ile elde edilen jel görüntüsü 79
Şekil 10: Hastane infeksiyonuna yol açan VRE izolatlarının PFGE ile elde edilen dendrogramı 79
Şekil 11: Hastane infeksiyonuna yol açan VRE izolatlarının RAPD ile elde edilen jel görüntüsü 80
Şekil 12: Hastane infeksiyonuna yol açan VRE izolatlarının RAPD ile elde edilen dendrogramı 81
Şekil 13: Kolonizasyona yol açan VRE izolatlarının PFGE ile elde edilen jel görüntüsü 82
Şekil 14: Kolonizasyona yol açan VRE izolatlarının PFGE ile elde edilen dendrogramı 82
Şekil 15: Kolonizasyona yol açan izolatların RAPD ile elde edilen jel görüntüsü 83
Şekil 16: Kolonizasyona yol açan izolatların RAPD ile elde edilen dendrogramı 84
Şekil 17: VSE izolatlarının PFGE ile elde edilen jel görüntüsü 85
Şekil 18: VSE izolatlarının PFGE ile elde edilen dendrogramı 85
Şekil 19: VSE izolatlarının RAPD ile elde edilen jel görüntüsü 86
Şekil 20: VSE izolatlarının RAPD ile elde edilen dendrogramı 86
Şekil 21: Enterokok izolatlarının PFGE ile elde edilen dendrogramı 87
Şekil 21’in devamı Enterokok izolatlarının PFGE ile elde edilen dendrogramı 88
VII
KISALTMALAR
AAC(6’)-APH(2’’): 6’Asetil transferaz-2’’fosfotransferaz AF: Agregasyon faktör AFLP: Amplified Fragment Length Polimorfizm APACHE : Acute Physiology and Chronic Health Evaluation scoring system AP-PCR: Arbitrarily Primed PCR ARDRA: Amplified rDNA Restriction Analysis ATCC: American Type Culture Collection BE: Bile-Eskulin BHIB: Brain-Heart infusion broth BOS: Beyin omurilik sıvısı CC17: Clonal Complex 17 CDC: Centers for Disease Control CNA: Columbia-Kolistin Nalidiksik agar ÇİD: Çoklu ilaç direnci DGGE: Denaturating Gradient jel elektroforezi EARSS: European Antimicrobial Surveillance System EFA: Enterococcus faecalis antigen A Eh: oksidasyon redüksiyon potansiyeli ESP: Enterokokal Surface Protein FTIR: Fourier Transform Infrared GİS: Gastro intestinal sistem GRE: Glikopeptit rezistan enterokok HICPAC: Hospital Infection Control Practices Advisory Committee HLAR: High level Aminoglikozid direnci HLGR: High level gentamisin direnci HST: Hücre süspansiyon Tamponu Hyl: Hyaluronidaz IL: İnterlökin ILLM: Inductive Learning by logic minimisation System ITS-PCR: İntergenik rRNA Spacer PCR LAP: Leucin aminopeptidaz LTA: Lipoteikoik asit MBK: Minimum bakterisidal Konsantrasyon MİK: Minimum İnhibitör Konsantrasyon MLEE: Multilocus enzyme electrphoresis MLSB: Makrolid Linkomisin Streptogramin B MLTS: Multilocus sequence typing MMP: Matriks Metallo Proteinaz MNV: Metronidazol Neomisin Vankomisin MRS: Proton Manyetic Rezonans Spektroskopi MSCRAMM Ace: microbial surface komponent recognizing adhesive matrix molecule adhesin of kollagen from Enterococci MYD88: Myeloid Differantiation factor 88 NAA: Nükleik asit amplifikasyon NAAB: Nükleik Asit Amplifikasyonu Bazlı NNIS: The National Nosocomial Infection Surveillance System ORF: Open Reading Frame PBP5: Penisilin Bağlayan Protein
VIII
PCR: polymerase chain reaction PEA: Phenil ethyl alkol agar PFGE: Pulsed Field Gel Electrophoresis PGE-2: Prostoglandin E2 PI: Patojenite adası PMNL: Polimorfonükleer lökosit PYR:Pyrolydonil b-naftilamid PYRase: Pyrolidonil arylamidase RAPD: Random Amplification of Polymorphic DNA RCR: Rolling circle replicating plasmid RE:Restriksiyon endonükleaz REA: Restriksiyon Enzim Analizi Rep-PCR: Repetitif PCR RFLP: Restriksiyon fragment Length Polimorfizm SDS-PAGE: Sodium Dodesil Sülfat poli- akrilamid jel elektroforezi TBE: Tris- Borik asit EDTA TIGR: The İnstitute for Genomic Research TGGE: Temporal temperature gradient gel elektroforezi TLR: Toll Like Receptor TMP-SMX: Trimetoprim- Sulfometaksazol TNF-Alfa: Tumor nekrotizan faktör-alfa UPGMA: Unweighted pair group mathematical averaging VDE: Vankomisin bağımlı enterokoklar VRE: Vankomisin Rezistan Enterokok VSE: Vankomisin sensitif enterokok YBÜ: Yoğun Bakım Ünitesi
IX
ÖZET
Hastane Enfeksiyonlarından İzole Edilen Vankomisin Rezistan Enterokokların
Pulsed Field Gel Elektroforez Tekniği İle Genotip Tayini
Vankomisin rezistan enterokoklar hastane enfeksiyonuna sebep olan patojenler arasında giderek artan sıklıkta izole edilmektedir. Enfeksiyonların yayılımının önlenmesinde ve kontrolünde, intestinal vankomisin rezistan enterokoklar kolonizasyonu olan hastaların erken tespiti ve hastane enfeksiyonu salgını ile ilişkilerinin gösterilmesi önemlidir. Vankomisin rezistan enterokoklar izolatları ile salgın arasındaki ilişkinin gösterilmesinde genotiplendirme yöntemleri ile klonal ilişkinin tespit edilmesi gereklidir. Bu amaçla çok sayıda moleküler bazlı genotiplendirme yöntemi kullanılmıştır. Bu yöntemlerden PFGE; hastane kökenli salgınların sürveyansında, salgın izolatlarının ilişkilendirilmesi ve salgın kaynağının tespit edilmesinde, ayrım gücü en yüksek olan ve “altın standart” olarak kabul edilen bir yöntemdir.
Bu çalışmada hastane kökenli enterokok izolatlarının glikopeptit türevi antibiyotik direnç profilleri ve bu izolatların hastane enfeksiyonları ile ilişkilerinin tespitinde Pulsed Field jel Elektroforez ve Randomly Amplified Polymorphic DNA yöntemlerinin uygulanabilirliğini araştırılmıştır. Bu amaçla Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi Merkez Laboratuarına çeşitli servislerden gönderilen; 33 (%41,77)’ü hastane enfeksiyonu tanısına uyan hastalara ait klinik örneklerden, 30 (%37,98)’u kolonizasyonu gösteren örneklerden ve 16 (%20,25)’sıda hastane enfeksiyonu dışı enfeksiyon yakınması olan hastalara ait klinik materyalden izole edilen olmak üzere toplam 79 enterokok izolatı değerlendirilmiştir.
Sonuç olarak; değerlendirilen hastane enfeksiyonu ve kolonizasyonla ilişkili izolatlar arasında vankomisin rezistan E.faecium’un hakim olduğunu, bu izolatların yüksek oranda (%93,5-80) teikoplanin direnci geliştirdikleri, hastane enfeksiyonu izolatları ile kolonizasyon izolatları arasında yüksek oranda yakın klonal ilişkinin olduğu görülmüş, Pulsed Field jel Elektroforez yönteminin vankomisin rezistan enterokoklar sürveyansında Randomly Amplified Polymorphic DNA’dan daha yüksek ayırım gücüne sahip ve stabil sonuçlar üreten bir yöntem olduğu belirlenmiştir.
Anahtar Sözcük: Genotipleme, PFGE, RAPD, VRE
X
ABSTRACT
The Genotyping of Vancomycine Resistant Enterococci Isolated Nosocomial Infections
with Pulsed Field Gel Electrophoresis
Vancomycine resistant Enterococci are isolated in increasing frequency among the pathogens that cause nosocomial infections. Early detection of patients with intestinal Vancomycine resistant Enterococci colonization and the demonstration of their relationship with the hospital infection outbreaks are important in controlling and preventing the spread of these infection. The clonal relationship between Vancomycine resistant Enterococci isolates and the outbreak should be determined with genotyping methods. For this purpose, a large number of molecular-based genotyping methods has been used. Among these methods, Pulsed field gel electrophoresis is considered as the ‘gold standard’ with the highest discriminatory power in the surveillance of nosocomial outbreaks, and the detection and association of outbreak isolates.
In this study, the glycopeptide resistance profiles of Enterococcus isolates and the applicability of Pulsed field gel electrophoresis and Randomly Amplified Polymorphic DNA methods in determining the relationship of these isolates with nosocomial infections have been investigated. For this purpose, a total of 79 enterococci isolates were evaluated which were obtained from various clinical specimens sent to the Balcalı Hospital Central Laboratory, The Faculty of Medicine, Çukurova University. Of these isolates, 33 (41,77%) were isolated from clinical specimens in patients with nosocomial infection, 30 (37,98%) from rectal specimens in patients with intestinal colonization and 16 (20,25%) from clinical specimens in patients with non-nosocomial infections.
As a result, Vancomycine resistant E.faecium was found to be the dominant isolate among the nosocomial infections and the isolates related to intestinal colonization that were evaluated. It was also found that these isolates developed a high (93,5% and 80% respectively) teicoplanin resistance and that there is a close clonal relationship between nosocomial infection isolates and intestinal colonization isolates. In the Vancomycine resistant Enterococci surveillance, Pulsed field gel electrophoresis method has been found to have a higher discriminatory power and to yield stable results when compared to Randomly Amplified Polymorphic DNA.
Keywords: Molecular typging, PFGE, RAPD, VRE
1
1.GİRİŞ
Enfeksiyon hastalıkları insanlığın varoluşundan bu yana bütün toplumları
etkileyen en önemli problemlerden biri olmuştur. Enfeksiyon etkeni olan
mikroorganizmalara karşı eski çağlardan beri çok çeşitli organik ve inorganik
kimyasallar, tütsüler ve boyalar kullanılmıştır. Penisilini keşfinden sonra antibiyotik
çağı başlamış ve takip eden yıllarda çok sayıda doğal, semisentetik ve sentetik
antimikrobiyal özelliğe sahip ajan üretilerek enfeksiyon hastalıkların tedavisinde
kullanılmıştır. Bu antimikrobiyallerle enfeksiyon hastalıklarının çoğu tedavi
edilebilmişken; antibiyotiklerin hatalı kullanımı sonucu yeni bulunan her antibiyotiğe
karşı kısa sürede direnç gelişmiş ve 1900’lü yılların son çeyreğinde A.baumanii,
S.maltophila, P.aeruginosa, S.aureus ve Enterokoklar gibi hastane florasına hakim olan
ve hastane enfeksiyonlarından sık izole edilen bu major patojenlerin klinik izolatları
arasında düşük oranda çoklu ilaç direnci (ÇİD) gösteren suşlar ortaya çıkmaya
başlamıştır1,2,3. Başlangıçta hastanelerde görülen ÇİD gösteren suşlar daha sonra
topluma da yayılmaya başlamış, sonuç olarak; bu yeni suşların sebep olduğu hastane
ve/veya toplum kökenli, klasik antibiyotik tedavisine cevap vermeyen, yeni
enfeksiyonlar tüm dünyada yüksek morbidite ve mortalitenin sebebi haline
gelmiştir1,2,3,4,5.
İntestinal ve vaginal floranın üyesi olan enterokoklar uzun zaman düşük
virulanslı patojenler olarak değerlendirilmişlerdir. Hastanelerde yoğun ve hatalı
antibiyotik kullanımı sonucu başta beta-laktam ve aminoglikozid grubu olmak üzere
glikopeptit türevi antibiyotiklere karşı direnç geliştiren enterokoklar, yatan hastalarda
barsak florasını ve anatomik yapılarını bozan diğer kemoterapatiklerin de yardımı ile
barsak lümeninden lamina propria’ya transloke olarak genel dolaşıma karışıp endojen
kökenli bakteriyemi ve endokardite, bu hastaların kontamine çıkartıları ile temas sonucu
da diğer hastalarda ekzojen kökenli hastane enfeksiyonlarına yol açarak morbidite ve
mortalitenin en önemli sebebi haline gelmişlerdir4,5. Günümüzde vankomisin ve/veya
teikoplanin dirençli enterokoklar (VRE/GRE); genel olarak hastane enfeksiyonlarının
2
dördüncü, üriner sistem ve cerrahi yara enfeksiyonlarının ikinci, kan dolaşımı
enfeksiyonlarının ise üçüncü sıklıkta görülen patojenleridir6. VR E.faecium suşlarının
insidansı ABD’de %20-40, bazı Avrupa ülkelerinde de %10’un üzerindedir. Avrupa’da
en yüksek VRE prevalansı(2007) Yunanistan ve Portekiz’de %45 bulunmuştur.7,8,143.
Hastane kökenli VRE enfeksiyonlarının insidansındaki artış trendi, hastanın
endojen florasında yer alan antibiyotiklere dirençli VRE’lerin, hastane şartlarında
kullanılan dezenfektanlar ile ortamın nem, ısı ve kuruluğu gibi in-vitro şartlarına karşı
da direnç geliştirerek, hastanede doğal veya kazanılmış immun sistemleri çeşitli
sebeplerle baskılanmış hastalar arasında kolaylıkla yayılmasına bağlanmaktadır6. Bu
sebeple VRE’lere bağlı hastane enfeksiyonlarının yayılımının önlenmesinde ve
kontrolünde, intestinal florasında VRE kolonizasyonu olan yatan hastaların erken tespiti
ve hastane enfeksiyonu salgını ile ilişkilerinin gösterilmesi önemlidir.
VRE’lere bağlı hastane enfeksiyonlarında salgın suşları arasındaki ilişkinin
tespitinde önceleri biyokimyasal özellikler, antibiyotipleme, westernblotting ve
Multilokus enzim elektroforezi(MLEE) gibi fenotipik özelliklere dayalı epidemiyolojik
izlem yöntemleri kullanılmıştır. Ancak bu yöntemler, düşük tekrarlanabilirlik ve ayırım
güçleri, pahalı ve zaman alıcı yöntemler olmaları gibi dezavantajları sebebi ile yerlerini
daha yüksek ayırım gücüne sahip yüksek tekrarlanabilirlik özelliği gösteren moleküler
epidemiyolojik izlem yöntemlerine bırakmışlardır. VRE kökenli hastane
enfeksiyonlarında, salgın suşları arasındaki ilişkinin tespitinde bu yöntemlerden:
Randomly Amplified Polimorfik DNA(RAPD), Multilokus sekans tipleme (MLST) ve
Pulsed Field Jel Elektroforezi (PFGE) gibi genotipe dayalı moleküler epidemiyolojik
yöntemler sık kullanılmıştır. Hastane kökenli salgına yol açan bir çok cins
mikroorganizmada, izolatlar arası ilişkinin tespiti ve kaynağının gösterilmesinde, ayrım
gücü en yüksek olan PFGE yöntemi “altın standart“ olarak kabul edilmektedir3,10,11,12.
Bu çalışmada PFGE ve RAPD yöntemleri kullanılarak, Çukurova Üniversitesi
(Ç.Ü.) Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi yoğun bakım üniteleri ile çeşitli servislerde yatan
hastalardan izole edilen hastane kökenli enfeksiyona ve kolonizasyona sebep olan
VRE’ler ve çeşitli poliklinik ve kliniklerde hastane enfeksiyonu öyküsü olmayan
hastalara ait çeşitli klinik materyallerden izole edilen vankomisin duyarlı enterokok
(VSE) izolatlarının hastane enfeksiyonları epidemiyolojisi açısından klonal ilişkilerinin
tespiti amaçlanmıştır.
3
2. GENEL BİLGİLER
2.1.Tarihçe
Enterokok cinsine ait mikroorganizmalar ilk olarak streptokoklar içerisinde
“fekal orijinli streptokoklar” olarak gruplandırılmıştır. Enterokok terimi, ilk kez
Thiercelin(1899) tarafından Fransa’da yayımlanan bir makalede “insan gaitasında kısa
zincirler veya çiftler halinde görülen bakterileri” tanımlamak için kullanılmıştır13. Aynı
yılda William MacCallum ve Thomas Hastings Akut endokarditli bir hastada
“Micrococcus zymogenes” denilen inatçı ve dirençli bir bakteri tanımlamışlardır14.
Birkaç yıl sonra Alexander Gordon, muhtemelen hayvan gaitası ile havadan kontamine
olmuş sıvı besiyerinde fekal streptokok izole ettiğini bildirmiş ve S.Houston lağım
suyunda bol miktarda streptokok bulunduğunu bildirmiş ve suların insan gaitası ile
kontaminasyonunu göstermede yararlı olabileceğini ileri sürmüştür. Streptococcus
faecalis tür ismide ilk olarak F.W.Andrews ve T.J.Horder (1906) tarafından, mannitolü
ve laktozu fermente eden ancak raffinozu fermente etmeyen ve sütün kesilmesine yol
açan gaita kökenli organizmaları tanımlamak için kullanılmıştır13,15.
Orla-Jensen (1919) bu grupta fermentasyon özellikleri S.faecalis’ten farklılık
gösteren Streptococcus faecium denilen ikinci bir organizma tanımlamışlar16. M.
Sherman ve Helen U. Wing tarafından (1935 ve 1937) S. faecium’a benzeyen ancak
daha az fermentasyon özelliği gösteren üçüncü bir tür olan Streptococcus durans
tanımlanmıştır. J.M.Sherman, 1937 ve 1938 yıllarında, 9.6 pH’da, 10-45oC arasındaki
sıcaklıklarda ve %6.5 NaCl içeren sıvı besiyerinde üreyebilen ve 60oC’de yarım saat
canlılığını sürdürebilen streptokoklar için “Enterococcal grup” terimini kullanmıştır17.
S.S.Nowlan ve R.H.Deibel(1967) bu gruba S.avium’u eklemiştir. A.P.Kalina (1970)
enterokokal streptokoklar için bir cins oluşturulmasını ve hücresel dizilim ve fenotipik
özelliklerine göre S.faecalis ve S.faecium’ un Enterococcus olarak isimlendirilmesini
önermiştir. Bu öneri fazla dikkate alınmamış ve uzun bir süre Enterokoklar, Lancefield
4
sınıflamasına göre serolojik olarak Grup D Streptokoklar olarak Streptococcus cinsi
içerisinde kalmıştır13.
Daha sonra, K.H. Schleifer ve R. Klipper-Baltz (1984) S.faecalis ve S.faecium’
türlerinin diğer streptokoklardan farklı olduklarını ileri sürerek bunların Streptococcus
cinsinden ayrılıp Enterococcus adı altında cinsi olarak tanımlanması gerektiğini
söylemişlerdir. Daha sonra DNA-DNA reasosiyasyon çalışmaları, 16S rRNA dizi
analizi ve total hücre protein profil analizi ile enterokokların yeni bir cins oldukları
gösterilmiştir (Tablo 1). Bu yöntemler kullanılarak yapılan çalışmalarda enterokok cinsi
içerisinde en az 34 tür bulunduğu gösterilmiştir18 (Tablo 2).
2.2. Mikrobiyolojik Özellikler
Enterokoklar sıcak kanlı hayvanların ve insanların GİS’inde, ayrıca böceklerde,
bitkilerde dışkı ile kirlenmiş toprak, su ve yiyeceklerde de bulunur. Bu sebeple içme ve
kullanma sularındaki fekal kontaminasyonun gösterilmesi için indikatör mikroorganizma
olarak kullanılırlar. İnsan dışkısında E.faecalis (105-107 cfu/gr), E.faecium’dan (104-105
cfu/gr) daha yaygın bulunur, fakat özellikle hastane ortamında E.faecium daha
baskındır19,25. Enterokoklar vajina, deri, oral kavite ve dental plaklarda daha az sıklıkta
bulunmaktadır. Bunların dışında enterokoklar laktik asit üretmelerinden dolayı peynir
yapımında başlatıcı olarak da kullanılır ve peynirlerden ve et ürünleri ve diğer
yiyeceklerden izole edilebilirler13,18,20.
2.2.1 Görünüm ve boyanma özellikleri
Enterokoklar 0,5-1 m çapında, tek tek, diplokoklar veya kısa zincirler şeklinde
görülebilen, yuvarlak, oval veya kokobasil şeklindeki bakterilerdir. Katı besiyerinde
üretilen bakteriler kok veya kokobasiller şeklinde görülürken, sıvı besiyerlerinde üretilen
enterokokların daha uzun zincirler oluşturdukları gözlenir. Anilin boyalarla kolay
boyanırlar ve Gram pozitiftirler. E.gallinorum ve E.casseliflavus hariç, çoğu
hareketsizdir13.
5
Şekil 1: Enterokokların Gram boyama görüntüleri
2.2.2 Üreme özellikleri ve fizyolojik karakterleri
Enterokoklar fakültatif anaerob mikroorganizmalardır. Optimal üreme ısıları 35oC
(10-45oC) optimal üreme pH’larıda 7.2 ±0.2 dir. Koyun kanlı besiyerinde 24 saatlik
inkübasyon periyodu sonunda, 1-2 mm çapta, streptokoklardan daha büyük, kabarık, gri-
beyaz renkli S tipi koloniler oluştururlar. E.faecalis’lerin 1/3’ü tavşan, insan ve at kanı
içeren agarda β-hemoliz oluşturabilir ancak koyun kanlı agarda hemoliz yapmazlar13,21,25.
Ancak bazı E.durans türleri bütün kanlı agarlarda β-hemoliz oluştururlar. Diğer türlerin
tamamı genellikle α- hemolitik veya nonhemolitiktir. α- hemolitik görünen suşlar gerçekte
peroksit üreten nonhemolitik suşlardır. Besiyerindeki yeşil renk α-toksin üretimi ile değil,
eritrositlerde peroksitin etkisi ile oluşmaktadır. E.casseliflavus, E.gilvus, E.mundtii,
E.pallens ve E.sulfureus kanlı agarda sarı pigment oluşturur. Yüksek ısının yanı sıra
yüksek oranda tuz ve safra tuzlarını tölere ederler ve % 6.5 NaCl ile %40 safra tuzu
varlığında üremeye devam ederler. Eskulini hidrolize eder, Bile-Esculine(BE) agarda
rahatlıkla ürerler. E.cecorum, E.columbae, E.pallens ve E. saccharolyticus hariç pek çok
enterokok türü, pyrolidonyl arylamidase (PYRase) üreterek pyrolidonyl-b-naftilamide
(PYR)’i hidrolize ederler. Bütün suşlarda leucine aminopeptidase (LAPase) aktivitesi
görülür ve leucine β-naphthylamide’i hidrolize ederler. Gram negatif bakterileri de içeren
karışık örneklerden izole edilmeleri için selektif besiyeri olarak azid içeren safra-eskulin-
azid agar veya Enterococosel agar, Columbia-Kolistin-Nalidiksik asit agar(CNA) veya
fenil etil alkol agar(PEA) kullanılabilir21. Selektif besiyerlerinin içerdikleri kimyasal
maddelere bağlı olarak koloni rengi değişebilir. Örneğin Safra-Eskulin-Azid agar gibi
eskulin içeren agarda koloniler siyah halo ile çevrelenmiş, gri-beyaz koloniler olarak
6
görülebilirken; tetrazolium tuzları içeren agarda kolonilerin ortasında tuğla kırmızısı renk
oluşur13.
Enterokokların karbon metabolizması, solunum, iyon transportu, pirimidin ve folat
yolakları, stres cevapları ve reaktif oksijen türleri metabolizmaları dikkat çekicidir.
Enterokokların bazal metabolik faaliyetleri için, B1,B6 ve B12 vitaminlerine, nükleik asit
bazları ve bir karbon kaynağına ihtiyaçları vardır. E.faecalis’in çoğalması için histidin,
izolösin, metionin ve triptofan gerekli iken, diğer bazı türler arginin, glutamat, glisin, lösin
ve valin’e ihtiyaç duyarlar13,23. Ancak bazı türler de bu aminoasitlere ihtiyaç duyulmaz.
Vankomisin bağımlı suşlarda olduğu gibi yoğun antimikrobiyal baskı, metabolik ihtiyaçları
etkileyebilir. Bu da farklı enterokokların türlerinin metabolik ihtiyaçlarının suştan suşa bile
farklılık gösterdiği anlamına gelmektedir13.
Enterokoklar hem respiratuvar tip hem de fermentatif tipte metabolizmaya sahiptir.
Enterokoklar porfirin prekürsörleri sentezleyemez ve bu yüzden sitokrom enzimleri
eksprese olmaz ve katalaz negatiftir22. Bazı E.faecalis’ler kanlı besiyerinde üretildiğinde
sitokrom aktivitesi gösterebilir ve zayıf olarak katalaz pozitifliğine yol açabilir. Ayrıca
E.haemoperoxidus türlerinde de katalaz pozitifliği bildirilmiştir. Bütün suşlar
homofermentiftir, gaz oluşturmazlar ve glukoz fermentasyonun son ürünü laktik asittir24.
2.2.3 Hücre duvarı yapısı ve antijenik özellikleri
Enterokokların hücre duvarının üç bileşeni peptidoglikan, teikoik asit ve
polisakkaritlerdir. Hücre duvarının %40’ı peptidoglikandan oluşur, geri kalan kısım ise
ramnoz içeren polisakkarit ve ribitol içeren teikoik asittir. Peptidoglikan polimerleri glikan
zincirler ve bunlara bağlanmış kısa peptitler L-Ala-D-Glu-L-Lys-D-Ala–D-Ala’dan oluşur.
Komşu peptitler, pentapeptid yan zincirler ile çapraz bağlanırlar. Peptidoglikan dışı
yardımcı polimerlerin yapısal bileşimi kesin olarak bilinmemektedir13.
Lancefield’in serolojik tiplendirmesinde; streptokokların çoğunun, baskın olan
hücre duvarı karbonhidratlarına göre sınıflanmasına karşın, enterokokların yer aldığı “D”
grubunda serolojik tiplendirme lipoteikoik asitlerin (LTA) antijenik özelliklerine göre
yapılır. Gruba özelliğini veren “D” antijeni, gliserol ünitelerine bağlanmış yüksek oranda
glukoz içeren poligliserolfosfatın teikoik asit polimeridir. LTA in lipit kısmı 1-kojibiosyl
digliseriddir. Bu glikolipit membranın bir parçası olarak bulunur. Streptokokal grup-D
7
antijenleri enterokok türleri ile Streptococcus bovis kompleks, Leuconostoc, Pediococcus
ve Vagococcus’larda bulunmaktadır25.
Şekil 2: E.faecalis hücre duvarındaki polimerlerin şematik görüntüsü
2.2.4. Sınıflama ve identifikasyon
Schleifer ve Kilpper-Balz (1984) tarafından Enterococcus cinsinin kabulünden
sonra, streptokoklardan ayrılan enterokoklar içerisine E.faecalis ve E.faecium türleri dahil
edilmişken, günümüzde enterococcus cinsinde en az 34 farklı tür tanımlanmıştır.(Tablo1
ve Tablo 2). Fenotipik farklılıkların yanı sıra 16SrRNA gen dizi analizi yöntemi ile yapılan
katalaz negatif Gram pozitif kok cinslerinin filogenetik analizi sonuçlarına göre de,
enterokoklar, streptokoklar ve laktokoklar’dan çok Vagococcus, Tetragenococcus ve
Carnobacterium cinsleri ile daha yakın ilişkili bulunmuştur. Önceleri, katalaz negatif,
Gram pozitif koklardan; BE besiyerinde üreyebilen, PYR ve LAP testi pozitif olan, % 6.5
NaCl‘ü ve 45oC’yi tölere eden suşlar enterokok olarak tanımlanmıştır. Enterokoklar bu
sınıflandırma ile, kendilerine çok benzerlik gösteren Lactococcus, Leuconostoc,
Pediococcus ve Vagococcus’dan sadece BE reaksiyonu ve % 6.5 NaCl içeren besiyerinde
üreme yetenekleri ile ayırt edilebilmiş, ancak sıklıkla hatalı sonuçlar alınarak
sınıflandırmada yanlışlıklar yapılmıştır. Diğer taraftan enterokokların %80’inde tespit
8
edilebilen Grup-D antijenininde taksonomi için yetersiz olduğu görülmüştür. Ayrıca
Pediococcus, Leuconostoc ve bazı Vagococcus’ larda grup-D antijeni taşıyabilir. Yine
GenProbe tarafından üretilen AccuProbe Enterococcus genetik prob, enterokokal rRNA
segmentine komplementerdir ve Enterokok tanımlanmasında kullanılabilir. Ancak
Vagococcus’ larda bu prob ile reaksiyon verebilir13,25.
Tablo 1. Enterokokların sınıflandırılması
Kingdom Bacteria
Division Firmicutes
Class Bacilli
Order Lactobacillales
Family Enterococcaceae
Genus Enterococcus
Tablo 2. Enterococcus cinsi içerisinde yer alan türler
Enterococcus aquimarinus Enterococcus faecalis Enterococcus pallens
Enterococcus asini Enterococcus faecium Enterococcus phoeniculicola
Enterococcus avium Enterococcus gallinorum Enterococcus pseudoavium
Enterococcus caccae Enterococcus gilvus Enterococcus raffinosus
Enterococcus canintestini Enterococcus haemoperoxidus Enterococcus ratti
Enterococcus canis Enterococcus hermanniensis Enterococcus saccharolyticus
Enterococcus casseliflavus Enterococcus hirae Enterococcus silesiacus
Enterococcus cecorum Enterococcus italicus Enterococcus sulfureus
Enterococcus columbae Enterococcus malodoratus Enterococcus termitis
Enterococcus devriesei Enterococcus moraviensis Enterococcus thailandicus
Enterococcus dispar Enterococcus mundtii Enterococcus villorum
Enterococcus durans
9
Geleneksel testler ile tanımlama hızlı değildir. Enterokoklar mannitol, sorbitol ve
sorboz içeren besiyerlerinde asit oluşturmalarına ve arginini hidrolize etmelerine göre beş
gruba ayrılırlar13.
Grup 1: E. avium, E. malodoratus, E. raffinosus, E. pseudoavium, E.saccharolyticus, E.
pallens, E. gilvus’dan oluşur. Bu türler mannitol, sorbitol ve sorboz sıvı besiyerinde asit
oluşturur, ancak arginini hidrolize etmezler.
Grup 2: E.faecalis, E. faecium, E.casseliflavus, E. haemoperoxidus, E.mundtii ve E.
gallinorum’dan oluşur. Bu gruptaki türler arginini hidrolize ederler, mannitollü sıvı
besiyerinde asit oluştururlar, sorbozdan asit oluşturmazlar ve sorbitollü sıvı besiyerinde
değişken reaksiyon verirler.
Grup 3: E. villorum, E. dispar, E. durans, E. hirae, E. ratti ve E.faecalis ile E. faecium’un
mannitol negatif varyantları bu grubu oluşturur. Bu gruptaki türler D antijeni içermez,
arginini hidrolize ederler, fakat mannitol, sorboz ve sorbitol içeren sıvı besiyerlerinin
hiçbirisinde asit oluşturmazlar.
Grup 4: E. sulfurens, E. asini, E. phoeniculicola ve E. cecorum bu grupta bulunmaktadır. Bu
gruptaki türler mannitol ve sorboz içeren sıvı besiyerlerinde asit oluşturmaz ve arginini
hidrolize etmezler. Sorbitol içeren sıvı besiyerinde ise E. cecorum asit oluştururken, E.
sulfureus asit oluşturmaz.
Grup 5: E. columbae, E. canis, E. moraviensis bu grupta bulunur. Bu gruptaki türler
arginini hidrolize etmezler, mannitollü sıvı besiyerinde asit oluştururlar, sorbozdan asit
oluşturmazlar ve sorbitollü sıvı besiyerinde değişken reaksiyon verirler.
10
Tablo 3. Enterokok türlerinin fenotipik özellikleri
11
Şekil 3. Enterokok türleri identifikasyon şeması
2.2.5. Genom özellikleri
ABD’de The Instıtute for Genomic Research (TIGR) ve Joint Genomic Institute of
the Dept of Energy laboratuarlarında hastane enfeksiyonlarından en sık izole edilen
E.faecalis, E.faecalis V583, ve E.faecium, E.faecium ATCC BAA-472, suşlarının tam
genom dizi analizi yapılmıştır. Enterokokların G+C içeriği %37-45 arasındadır26,27.
12
E.faecalis V583 genomu, 3.218.031 bp uzunluğunda olup 3182 open reading
frame(ORF)’e sahiptir. Genlerin çoğu, türler veya özellikle Streptococcus ve
Staphylococcus cinsleri arasında lateral gen transferi ile kazanılmıştır. VanB fenotipi
gösteren ilk VRE suşu olan E.faecalis V583 suşunun, genomunun yaklaşık olarak %25’i
mobil veya eksojen gen olarak kazanılmış DNA dizilerinden oluşur. Bu mobil elementler
konjugatif ve kompozit transpozonlar, patojenite adaları, integre plazmid genleri ve faj
bölgeleri ve çok sayıda insersiyon dizilerinden oluşur. Mobil gen elementlerinin kazanımı
ilaç direncinin kazanımı ve yayılımına katkıda bulunmaktadır. Bu da enterokokların ilaç
direncinde bir rezervuar olduğunun kanıtıdır. E.faecalis V583 suşunda kromozomal DNA
dışında büyüklükleri 66320 bp, 57660 bp ve 17963 bp olan 3 plazmid bulunur. Plazmidler
de sırası ile 72, 64 ve 19 ORF kodlanır. Plazmidlerin G+C oranı %34 civarındadır26,27.
E.faecium genomu 2.928.706 bp büyüklüğünde olup, 3309 ORF içerir. Genomda
toplam G+C oranı %37,8’dir26,27.
2.2.6. Genetik bilgi transferi
E.faecalis ve E.faecium suşlarında, virulans genleri veya ilaç direnci ile ilgili genetik
bilgi transferinde rol oynayan, çok sayıda plazmid, transpozon, patojenite adası, integre
plazmid geni ve faj bölgesi ile oldukça fazla sayıda insersiyon dizileri, plazmid ve
transpozon bulunmuştur13.
Enterokoklarda Rolling circle replicating plazmid (RCR), Inc18 plazmid ve feromon-
responsive plazmid olmak üzere üç sınıf plazmid tanımlanmıştır. RCR ve Inc18 plazmidleri
pek çok cinste replike olabilirken, feromon- responsive plazmid replikasyonu sadece
enterokoklarla özellikle de E.faecalis ile sınırlıdır. Plazmidi bulunmayan alıcı suşlar
ekstraselüler feromon sentezleyerek, verici hücre dış yüzeyinde agregasyon faktör (AF)
denilen proteinöz maddenin oluşumunu sağlar. AF alıcı hücrenin yüzeyine bağlanır ve alıcı
ile verici hücrenin yakınlaşması sonucu plazmid değişimi oluşur. Feromon ile indüklenmiş
transfer, plazmid geçişini 105- 106 kat arttır13,27.
Enterokoklar ayrıca konjugatif transpozonlar ile de genetik bilgi değişimi yapabilir.
Bunun için hücre-hücre teması gereklidir. Transpozonlar sıklıkla tetrasiklin, eritromisin,
gentamisin, kanamisin ve diğer aminoglikozidler gibi antimikrobiyal ilaçlara direnç genleri
taşırlar. Konjugatif transpozon Tn916, E.faecalis’lerde tetrasiklin direncini kodlarken;
13
Tn1546 vankomisin direncini kodlayan Van A gen kümesini, Tn1547, Tn1549 ve Tn 5382
VanB operonunu, Tn5281 yüksek düzey gentamisin direncinden sorumlu aac(6’) Ie-
aph(2’’) Ia genini taşır. Transpozonlar çok geniş bir konak spektrumuna sahip olup
enterokokların yanı sıra streptokoklar, laktokoklar ve diğer Gram pozitif bakterilerde de
bulunurlar. Konjugasyon ile ilişkili belirli moleküller, enfeksiyon sırasında immun
modülatör rol oynayabildiğinden patojeniteye katkıda bulunurlar13,27.
.
2.3. Virulans Faktörleri
Enterokoklar gastro-intestinal sistemde kommensal olarak bulunmalarına rağmen,
belirli predispozan durumlarda barsak dışı bölgelere yayılarak hastalıklara sebep olurlar.
Mikroorganizmanın antibiyotik direnci ve virulansla ilişkili yeni genetik materyal
kazanabilme özelliği onu daha virulan yapar ve konakta farklı bölgelere kolonizasyonuna
alışılmışın dışında enfeksiyon oluşturmasına yardım eder. Ancak kolay genetik bilgi
transferi, mikroorganizmanın virulansından sorumlu tek faktör değildir. Yapılan çok
sayıdaki çalışma ile mikroorganizmaya ait farklı virulans faktörleri bulunmuştur26.
Mikroorganizmanın virulansı genomda bulunan patojenite adaları (PI) denilen özel
bölgelerde ve plazmidlerde kodlanan virulans genleri ile düzenlenir. Enterokokların
patojenite adaları ilk kez 1980 yılında nozokomiyal salgına yol açan ÇİD E.faecalis’te
tanımlanmıştır. G+C oranı % 32,2, büyüklüğü de 150kb civarında olan bu PI; enterokokal
surface protein(esp), agregasyon faktör (asa) ve sitolizin(cyl) gibi virulans genlerinin yanı
sıra transpozazlar, transkripsiyonel regülatörler ve proteinleri kodlayan genlerin yer aldığı
129 ORF bölgesine sahiptir26,27,28,29,33. Bu PI’ın bulunmasından iki yıl sonra E.faecium
suşlarında E.faecalis’dekinden farklı olan bir PI varlığı bulunmuştur. E.faecium klinik
izolatlarında “esp” geninin görülmesi bu türdeki patojenite adası için bir indikatör olarak
kabul edilmiştir30. Farklı VRE suşlarındaki PI dizilerinin karşılaştırılması sonucu; yüksek
derecede dizi benzerlikleri olduğu ve spesifik gen bölgelerin değişen sıklıkta delesyona
uğradıkları görülerek, bu mikroorganizmaların virulans düzenleme yeteneği kazandıkları
gösterilmiştir. Diğer taraftan bu çalışmalarda PI’larının en az üçte birinin konjugatif bir
plazmidin kromozoma integrasyonu ile oluştuğu ispatlanmıştır. Ayrıca PI larda fonksiyonu
izah edilemeyen 18 ORF bölgesi kodlanmaktadır. Kommensal enterokokların PI’lerinde bu
14
ORF bölgeleri gösterilememiş, bu sebeple de, bunların enterokokların hastane ortamında
yaşamasına veya hastalık geçişine veya patogeneze katkıda bulundukları düşünülmüştür26.
Enterokokların en önemli virulans faktörleri26,32,34;
1. Hemolizin veya sitolizin,
2. Jelatinaz,
3. Enterokokal surface protein,
4. Agregasyon faktörü,
5. MSCRAMM Ace (Microbial surface komponent recognizing adhesive matrix
molecule adhesin of kollagen from Enterococci),
6. Kapsül, hücre duvarı polisakkaritleri
7. Lipoteikoik asit
8. Süperoksitler
9. Seks feromonları
10. Hyaluronidaz
11. Efa
12. AS-48
13. Antibiyotik direncidir.
2.3.1. Hemolizin/Sitolizin
Önceleri hemolizin olarak tanımlanan sitolizin, çeşitli E.faecalis izolatlarında
bulunabilen, insan, at ve tavşan eritrositlerine karşı litik aktivite gösteren bir sitotoksik
proteindir. Sitolizin eritrositler dışında, polimorfonükleer lökosit(PMNL)’ler, makrofajlar
ve Gram pozitif organizmalar içinde litik aktivite gösterir. Buna karşılık toksinin koyun
eritrositleri ve gram negatif bakterilere karşı inaktif olduğu gösterilmiştir. Sitolizin’in aynı
zamanda bir bakteriosin olduğu ve litik aktiviteye ek olarak bütün Gram pozitif
organizmalar için bakterisidal etki gösterdiği tespit edilmiştir26. Sitolizin sıklıkla büyük bir
feromon-responsif plazmid de, bazen de kromozoma integre olan bir patojenite adasında
kodlanabilen bir toksindir33,36. Sitolizin operonu cylR1, cylR2, cylLL, cylLS, cylM, cylB,
cylA, ve cylI olarak tanımlanan sekiz gen içerir. Aktif sitolizin subünitleri olan “CylLL" ve
“CylLS" ribozomda sentezlenip posttranslasyonel modifikasyona uğrar ve sonra
ektrasellüler ortama sekrete edilerek aktive olur. “cylR1” ve “cylR2” iki ayrı regülatör
15
gendir ve sitolizin yapısal genlerinin transkripsiyonunu baskılarlar32,35. Sitolizin üretimi
için bir quorum-sensing mekanizması olduğu bildirilmiştir. CylLS sekresyonunu sağlayan
quorum-sensing mekanizması ile sitolizin ekspresyonu indüklenir31,34,36. Ayrıca başka bir
çalışmada sitolizin yapısal subünitlerini kodlayan cylLL ve cylLS genlerinin
regülasyonunun ortamın oksidasyon redüksiyon(Eh) potansiyeli ile ilişkili olduğu, düşük
Eh potansiyeline sahip ortamlarda regülasyonun, yani sitolizin üretiminin arttığı
gösterilmiştir. Sitolizin operonu, sitolizin dışında af ve esp gibi diğer virulans genleri ile de
ilişkilidir32,33.
Sitolizin’in enterokokların virulansına ve enterokoksik hastalıkların prognozuna
etkileri kesin olarak belirlenememiştir. Bu amaçla yapılan bir çalışmada enfeksiyon ile
ilişkili materyalden izole edilen E.faecalis suşlarının % 60’ının ve gaita izolatlarının ise
%17’sinin sitolizin ürettiği bulunmuştur. Ancak benzer amaçlı çok sayıdaki çalışmada
ise endokardit, bakteriyemi ve gaita izolatlarında sitolizin üretiminde farklılık
bulunamamıştır. Moleküler düzeyli son çalışmalara göre; klinik E.faecalis izolatlarında
sessiz bulunan cyl geni negatif fenotipik profile yol açarken, enfeksiyon bölgesinde
bulunan çevresel faktörler ile bu genlerin aktive olabildiği gösterilmiştir32.
2.3.2. Jelatinaz
Enterokoklar tarafından üretilen jelatinaz, jelatin, kollajen, fibrinojen, kasein,
hemoglobin, insülin ve bazı bioaktif peptitleri hidrolize edebilen, matriks metallo
proteinaz (MMP) ailesinin ekstra selüler çinko içeren bir üyesidir32. Jelatinaz üreten
E.faecalis suşlarının akut toksik etkilerinin daha fazla olduğu ve hayvan modellerinde
endokardit oluşumuna katkıda bulunduğu gösterilmiştir. Jelatinaz üretiminin
inhibisyonunun doku kültüründe kemik rezorbsiyonunu azalttığı da gösterilmiştir. Ayrıca
inflamatuar hücreler, epitelyal hücreler, fibroblast ve osteoklast gibi memeli hücreleri
tarafından da üretilen jelatinaz, ekstra selüler matriksi degrade etmektedir32.
Enterokoklarda jelatinaz enziminin varlığı ilk kez 1964 te E.faecalis suşlarında
gösterilmiştir. E.faecalis suşlarında jelatinaz üretimini, Stafilokokal accessory gen
regulatör lokusu (AGR) nun bazı bölümlerine benzer dizi içeren “fsr” lokusu regüle eder.
Farklı klinik materyalden izole edilen E faecalis suşlarında jelatinaz üretim oranlarının
farklı olduğu gösterilmiştir. Genel olarak tüm izolatların yaklaşık olarak % 45-68 inde
16
jelatinaz üretiminden sorumlu olan “fsr” gösterilmişken; bir çalışmada bu gen, endokardit
izolatlarının %100’ünde, gaita izolatlarının ise %53 ünde tespit edilmiştir26,32.
2.3.3. Enterokokal Surface Protein ESP
Yüksek moleküler ağırlığa sahip, enterokokal surface proteini –Esp-, 153 kb
büyüklüğündeki bir patojenite adasında yer alan esp geninde kodlanır ve konjugasyonla
enterokok izolatları arasında aktarılabilir. Esp, salgına yol açan E.faecalis ve E.faecium
izolatlarında bulunduğundan, epidemik suşları gösteren bir marker olduğu
düşünülmektedir37, 39. Esp, bakteriyemi ve endokardit ile ilişkili suşlarda yüksek oranda bulunurken,
gaita kökenli izolatlarında nadiren bulunur. Esp’nin karboksi-terminal ucu ile, üriner
sistem enfeksiyonlarında musin veya uroplakin gibi mesane duvarı komponentlerine
bağlanarak, bir kolonizasyon faktör gibi E.faecalis’in mesane epiteline yapışmasını
sağladığı, persistense katkıda bulunduğu ve biyofilm oluşumuna sebep olduğu
gösterilmiştir. Proteinin iç kısmında tekrarlayan birimlerden oluşan ve moleküle uzayıp
kısalma özelliği kazandıran bir bölge bulunmaktadır. Bu size varyasyonlarının bakterinin
immün cevaptan kaçışını kolaylaştırdığı düşünülmektedir26, 31, 32,38.
2.3.4. Agregasyon faktörü(Af):
Agregasyon faktör(Af), bakteri yüzeyinde yer alan saça benzeyen, protein yapıda
bir adhesindir. Hücre-hücre temasını düzenleme, hücre dışı matriks proteinlerine
adhezyonla konak hücreye yapışma ve hücre yüzey hidrofobisitesini arttırma gibi
özellikleri ile virulansa katkıda bulunan Af, feromon-responsif plazmidde kodlanır.
Nötrofil ve makrofajlarla oluşan cevap değişkenlik gösterir; ancak Af’ün konak defansına
karşı koruyucu faktör olarak görev yaptığı sonucuna varılabilir. Af’ye sahip olan
enterokoklar, kompleman reseptörü yoluyla nötrofillere opsonizasyondan bağımsız olarak
bağlanırlar. Bu tür bağlanma nötrofiller tarafından bakterinin öldürülmesini engeller.
Makrofajlar tarafından fagositozda ise, reaktif oksijen türleri üretimi ile oksidatif patlama
inhibe edilerek, fagositik yıkıma karşı direnç gösterilir. Diğer taraftan Af içeren suşlarla
indüklenmiş PMNL’lerde hem ekstraselüler süperoksit üretimi hem de fagozomal oksidan
17
üretimi daha fazla olmaktadır. Bu oksidatif patlama enfeksiyonu sınırlandırmanın yanı sıra
enterokoklarla oluşan doku hasarına katkıda bulunmaktadır. Ayrıca süper antijen
aktivitesine sahip olan Af’nin T hücre proliferasyonunu, prolifere T hücrelerden TNF-β ve
IFN-γ ve makrofajlardan da TNF-α salınımını indüklediği gösterilmiştir 26,31,32.
Alıcı ve verici bakteriler arasında temasa aracılık eden Af, plazmid transferini
kolaylaştırır. Konjugasyon sırasındaki bakterilerin böbrek tübüler hücresine ve barsak
epiteline integrinler yoluyla adhezyonuna aracılık eder. Bakterinin kollajen tip1 gibi
ekstraselüler matriks proteinlerine bağlanmasını sağlar. Özellikle kateter enfeksiyonların
da E.faecium’a göre daha sık görülen E.faecalis’lere katetere tutunma yeteneği
sağlamaktadır25,34.
2.3.5. MSCRAMM Ace (Microbial surface component recognizing adhesive
matrix molecule adhesin of kollagen from Enterococci),
Yapısal ve fonksiyonel olarak S.aureus’un kollajen bağlayan proteini Cna’ya
benzer özelliklere sahip olan MSCRAMM Ace, hücre dışı matriks proteinlerine bağlanmayı
sağlayan protein yapıda bir adhezindir. Enterokoksik enfeksiyonlarda, özellikle E.faecalis
endokarditlerinde Ace yaygın olarak eksprese edilir. Klinik izolatlarda fekal izolatlardan
daha yüksek oranda bulunmaktadır41. Ayrıca bakterinin dentine adhezyonunda da
etkilidir26,32.
2.3.6. Kapsül, Hücre Duvarı Polisakkaritleri
Klinik E.faecalis izolatlarında yaygın olarak üretilen kapsül polisakkaritini
kodlayan bir operon bulunmaktadır. Bunun dışında hem E.faecalis hem de E.faecium
izolatlarında ikinci bir kapsül polisakkariti daha tanımlanmıştır. Her iki polisakkaride karşı
oluşan antikorlar koruyucudur. Enterokoklarda hücre duvarı, beta-D glikoz-1-fosfat,
teikoik asit ve tetraheteroglikan komponentlerinden oluşur. Opsonik antikorlar için hedef
olan bu yapılarda virulansın yanı sıra karşı koruyucu immünite için hedef rolü oynarlar. Bu
sebeple aşı oluşturmadaki önemleri araştırılmaktadır26.
18
2.3.7. Lipoteikoik asit-LTA
LTA, poligliserol fosfat omurgasına kovalent bağlarla glikolipit rezidülerin
bağlanması ile oluşan bir amfipatik moleküldür. Bu molekülün lipit parçası; trombosit,
eritrosit, lenfosit, PMNL ve epitel hücresi gibi pek çok ökaryotik hücreye
bağlanabilmektedir. E.faecalis suşlarında adhezif özelliği gösterilen LTA’nın donor hücre
tarafından üretilen agregasyon faktörü için alıcı hücrede reseptör olarak fonksiyon gördüğü
ve bu yüzden plazmid transferi ve agregat oluşumunu kolaylaştırarak E. faecalis’in
virulansına katkıda bulunduğu düşünülmektedir 32,42.
E.faecalis ve diğer bazı gram pozitif bakterilerde LTA’nın immunomodülatör gibi
rol oynayarak PMNL’den, TNF-α, İL1-β, IL6, IL8 ve PGE-2 gibi inflamatuar
mediyatörlerin, süperoksit radikallerinin ve lizozomal enzimlerin salınımını artırdığı
gösterilmiştir. Hücre ve doku kültüründe yapılan çalışmalarda streptokokların LTA’inin
apopitotik hücre hasarına sebep olduğu gösterilmiştir. Enterococcus hirae ATCC 9790
suşunun LTA inin otolizisi inhibe ettiği tespit edilmiştir32,42
.
2.3.8. Süperoksitler
E.faecalis’lerin çoğu ve bazı E.faecium türleri tarafından ekstraselüler
süperoksitlerin sentezlenip mikro-çevreye salındığı, bunun da bakterinin hayat süresini
uzattığı gösterilmiştir. Enterokoksik bakteriyemi ve endokarditli hastalardan izole edilen
klinik suşların gaita kökenli izolatlardan daha yüksek oranda süperoksid radikali ürettiği
gösterilerek, süperoksid üretiminin virulansla ilişkili olabileceği ileri sürülmüştür26,32,34.
2.3.9. Seks Feromonları
Seks feromonları kromozomda kodlanan, 7-8 amino asit uzunluğunda küçük,
hidrofobik peptitlerdir. E.faecalis’te sinyal peptitleri olarak fonksiyon görürler.
E.faecalis’te belirli konjugatif plazmidlerin transferi seks feromon sistemi ile birkaç kat
arttırılır. Alıcı bir suş besiyerine plazmidle uyumlu ancak onunla taşınmayan seks
feromonları sekrete eder, cevap olarak verici suş Af sekrete eder. Böylece alıcı ve verici
hücre arasında sıkı temas sağlanır ve konjugatif plazmidin geçişini kolaylaştırır32,34,44.
19
(Şekil-4). Ayrıca antibiyotik direnci ve sitolizin gibi virulans faktörleri seks feromon
sistemi ile E.faecalis suşları arasında yayılabilir32.
Bazı seks feromonları nötrofiller için kemotaktiktir, süper oksit üretimini ve
lizozomal enzim sekresyonunu indükler ve doku hasarı oluşturur32.
Şekil 4: Seks-feromon sistemi transfer mekanizması
2.3.10. Hyaluronidaz
Streptokokların dışında stafilokoklar gibi bazı gram pozitif bakterilerde
hyaluronidaz geninde -hyl- kodlanan hyaluronidaz enzimi, doğada sülük ve kancalı
kurtlar gibi parazitler, zehirli yılanlar ve spermatozoa gibi memeli hücreleri tarafından
da üretilir. Hyaluronidaz, hyaluronik asiti tahrip ederek doku hasarına yol açan bir
enzimdir. Bağ dokudaki mukopolisakkaritlerin bir kısmını depolimerize ederek
bakterinin yayılmasını sağlar. Ayrıca hyaluronik asidin degradasyon ürünü olan
disakkaritler de bakteriler için besin kaynağı olabilir. Hyaluronidaz kendi zarar verici
etkilerine ek olarak, diğer bakteriyel toksinlerin zararlı etkilerini kolaylaştırabilir ve
doku hasarının şiddetini arttırır. Diş çürüklerindeki doku hasarında rol oynayan
hyaluronidaz enzimi, enterokokların kök kanalından periapikal lezyonlara geçişini
kolaylaştırmaktadır25,32.
20
2.3.11-Enterococcus faecalis antijen A Proteini (EfaA proteini)
İlk olarak endokarditlerden izole edilen E.faecalis suşlarında tanımlanan EfaA
proteini, efaA geninde kodlanır. EfaA’nın aminoasit dizisi, streptokokal adhesinler olarak
bilinen proteinlerle %55-60 homoloji göstermektedir. EfaA, mangan transport sistemi
için solut bağlayan protein reseptörüdür. Mikroorganizmanın yaşaması ve çoğalması için
mangan gerekir ve efaA mangandan fakir ortamda fazla miktarda eksprese edilir. EfaA,
endokarditler de adhesin olarak fonksiyon gördüğü, ancak bütün klinik örneklerden,
hastane ortamından, süt, peynir ve et gibi gıda izolatlarından izole edilen E. faecalis
suşlarında da efaA’nin bulunduğu gösterilmiştir32.
2.3.12. AS-48
İlk olarak E.faecalis S-48 suşundan izole edilmiştir. Plazmid de kodlanan peptit
yapılı bir bakteriyosin olup gram pozitif ve gram negatif birçok bakteriye karşı sitolitik
aktivite gösterir. Pozitif şarjlı olduğu için ve iyon geçişini indüklemesinden dolayı, hedef
hücrede sitoplazmik membran potansiyelinin bozulmasına yol açtığı düşünülmektedir32.
2.3.13- Antibiyotik Direnci
Nozokomiyal enterokokal enfeksiyonlar, hastanın antibiyotik kullanımı sonucu
intestinal florasında bulunan duyarlı suşların ortadan kalkmaları ile birlikte antibiyotik
dirençli, sitolitik toksin oluşturma gibi virülans özelliklerine sahip suşların intestinal
floraya hakim olması ile başlar. Bu suşlar translokasyonla endojen kökenli çevreye
yayılmak sureti ile de duyarlı hastalarda ekzojen kökenli enfeksiyonlara yol açarlar. Bu
suşlarda görülen antibiyotik direnci suşların intestinal florada seçilip çoğalmasını
kolaylaştırırken, sitolitik toksin ve jelatinaz gibi faktörler de doku invazyonunu
kolaylaştırmaktadır43,57.
21
2.4. Enterokoklarda Antimikrobiyal Direnç Mekanizmalaıı
Enterokoklar diğer gram pozitif bakterilerin duyarlı olduğu birçok antibiyotiğe
kısmen veya tamamen dirençlidir. Bu sebeple enterokok enfeksiyonlarının tedavisi
klinikte karşılaşılan en önemli sorunlardan birisidir.
Enterokoklar da antibiyotiklere direncin mekanizması iki ana grupta
incelenebilir.
1-İnterensek (doğal-kromozomal) Direnç
2-Eksterensek (kazanılmış) Direnç
2.4.1. İnterensek Direnç
İnterensek direnç türe/cinse özgüdür. Enterokok türlerinin tamamında görülen
kromozomal direnci ifade eder. Mesela enterokok türleri penisilinlere, sefalosporinlere,
linkozamidlere, trimetoprim-sulfametaksazol (TMP-SMX)’e, aminoglikozidlere (düşük
düzeyde), polimiksinlere, monobaktamlara ve kinopristin/dalfopristin’e karşı kalıtsal
olarak dirençlidir5,43.
2.4.1.1. β-Laktam direnci
Enterokoklar β-laktam antibiyotiklere karşı karakteristik olarak tolerans
gösterirler, yani tedavi dozunda Minimum bakterisidal konsantrasyon/minimum
inhibitör konsantrasyon (MBK/MİK) oranı 1/32’nin üzerindedir. Bu nedenle β-laktam
antibiyotikler enterokoklara karşı bakterisidal değil, bakteriyostatik etkilidir.
Enterokoklarda interensek penisilin direnci, β-laktam antibiyotiklere düşük bağlanma
afinitesi gösteren penisilin bağlayan protein 5 (PBP-5) enziminin varlığına bağlıdır.
E.faecalis suşlarında penisilin MİK değeri streptokoklardan 10-100 kat daha yüksektir.
Diğer taraftan da E.faecium suşlarında penisilin direnci E.faecalis’e oranla daha sık
görülmektedir. Enterokoklarda yarı sentetik ve penisilinaza dirençli β-laktam
antibiyotiklere karşıda intrensek direnç oldukça yüksek oranda bulunmuştur. Ampisilin
direnci E. faecium suslarının %85–90’ ında, E.faecalis suşlarının ise %2-3’ünde
görülmektedir5,44, 49.
22
2.4.1.2-Aminoglikozid direnci
Enterokoklarda görülen düşük düzeyde aminoglikozid direnci, bu grup ilaçların
bakteri içerisine girişinin az olmasından kaynaklanır. Aminoglikozidler bakteri hücre
duvarından enerji bağımlı mekanizma ile geçtiklerinden ve enterokoklarda sitokrom
enzimleri olmadığından geçirgenlik azalmaktadır. Ancak aminoglikozid grubu ilaçlar,
hücre duvarı sentezini engelleyen β-laktam’lar gibi antibiyotikler ile kombine edilirse
zedelenen hücre duvarından daha kolay geçeceklerinden sinerjistik etki oluşacak ve
MİK değerleri önemli ölçüde düşecektir43,44, 49.
2.4.1.3 Diğer antibiyotikler
Enterokoklar linkozamid grubu antibiyotiklere karşı da düşük düzeyde direnç
gösterirler. Ayrıca enterokokların eksojen folatı kullanma yetenekleri olduğundan TMP-
SMX’e de interensek olarak dirençlidirler. İn-vitro şartlar da duyarlı görülseler de, in-
vivo şartlarda etkisiz olduklarından antibiyotik duyarlılık testlerinde TMP-SMX
kullanılmamalıdır. E. faecalis intrensek olarak quinupristin/dalfopristine’de dirençlidir.
E.gallinorum, E.casseliflavus ve E.flavescens’te interensek olarak Vankomisine düşük
düzeyde direnç gösterirler5,43.
2.4.2. Eksterensek Direnç
Kazanılmış direnç genellikle DNA mutasyonları veya transpozon, plazmid veya
patojenite adaları gibi yeni bir DNA segmentinin genoma transferi sonucu gelişir. En
sık görülen mekanizma konjugasyondur.
2.4.2.1 β-laktam Direnci
β-laktam direnci Enterokok cinsi bakterilerin tipik özelliğidir. Enterokoklar iki
ayrı direnç mekanizması ile β-laktam antibiyotiklere direnç kazanır. Direncin major
mekanizması, kromozomal olarak düşük afiniteli PBP5 miktarının artması sonucu
penisilinin hücre içine girişinin azalmasıdır. Penisilin direnci, enterokoklarda bulunan
23
PBP5 miktarı ile doğru orantılıdır ve sıklıkla E.faecium suşlarında görülür. PBP5 sentez
yeteneğinin kaybının, penisiline oldukça dirençli suşların hiper duyarlı olmasına neden
olduğu gösterilmiştir5,49.
β-laktam grubu antibiyotiklere karşı direncin diğer mekanizması ise β-laktamaz
üretimidir. β- laktamaz üreten enterokoklar nadir olarak izole edilmektedir. β-laktamaz
üreten ilk suş 1981 yılında Murray ve arkadaşları tarafından ABD’de tanımlanmıştır. β-
laktamazların çoğu yüksek düzeyde gentamisin direnç genini de taşıyan bir plazmid
üzerinde kodlanmıştır. Enterokoklardaki β-laktamazlar penisilin, ampisilin, piperasilin
ve diğer üreidopenisilinleri hidrolize eder; penisilinaza dirençli penisilinleri,
sefalosporinleri ve imipenemi etkilemez. Stafilokoklardan farklı olarak, enterokoklarda
β-laktamaz üretimi konstitüf, düşük seviyede ve inokülüm bağımlıdır5,44,49.
2.4.2.2 Aminoglikozid Direnci
Enterokoklar aminoglikozidlere karşı direnç da iki farklı mekanizma ile ortaya
çıkar.
a-Ilımlı seviyede direnç (MIK= 62-500 μg/ml) : genellikle düşük
permeabiliteden dolayı gelişir. Aminoglikozidlerin hücre duvarı sentezini inhibe eden β-
laktam grubu antibiyotiklerle kombine edilerek kullanımı ile bu tip direnç problemi
aşılabilir.
b-Yüksek seviyede direnç (MIK>2000 μg/ml): aminoglikozidlerin ribozomdaki
bağlanma bölgelerindeki değişiklik sonucu veya aminoglikozidleri inaktive eden
enzimlerin sentezi sonucu oluşur.
Yüksek düzeyli dirence yol açan bu iki yoldan aminoglikozid modifiye eden
enzim üretimi en sık görülen direnç mekanizmasıdır. Bu enzimler ile ilişkili genler
plazmid veya transpozonda yerleşmiş olup, asetil transferaz, adeniltransferaz ve
fosfotransferaz olmak üzere üç tip enzim kodlarlar. 44
Enterokoklarda gentamisin ve streptomisine karşı direnç farklı mekanizmalarla
oluştuğundan, duyarlılık testlerinde bu ajanların ikisinin de kullanılması önemlidir.
Streptomisin hariç diğer aminoglikozidlere yüksek seviyede dirençten yaygın olarak
bifonksiyonel enzim olan 6’Asetil transferaz-2’’fosfotransferaz -AAC(6’)-APH(2’’)-
sorumludur. Bu enzim, gentamisin, tobramisin, netilmisin, amikasin ve kanamisine
24
direnç oluşumunu sağlar. Bu yüzden gentamisin direnci, streptomisin hariç diğer
aminoglikozitlere olan direncin iyi bir göstergesidir. Streptomisin direnci ise ribozomal
mutasyonlar veya Adenil transferaz sentezlenmesi sonucu oluşmaktadır ve bu suşlar
gentamisine duyarlı kalmaktadır44. Penisilin-aminoglikozid sinerjisi, streptomisin’in
MİK değerinin 2000 μg/ml, gentamisin’in MIK değerinin 500 μg/ml veya daha yüksek
olduğu yüksek seviyede aminoglikozid direnci olan enterokoklarda ortaya
çıkmamaktadır5.
2.4.2.3. Kloramfenikol direnci
Enterokokların %20-42’si kloramfenikole dirençlidir ve dirençten sorumlu esas
mekanizma, plazmid üzerinde “cat” geni ile kodlanan kloramfenikol asetil transferaz
üretimidir. Ayrıca efluks mekanizması da dirençte rol alabilir43.
2.4.2.4. Tetrasiklin direnci
Dirençten sorumlu tetM, tetQ ve tetN, tetL gibi çok sayıda gen tanımlanmıştır.
tetL geni bir plazmid de taşınır. Bu genler efluks sistemini kodlayabildiği gibi ribozomal
kaynaklı dirence de sebep olabilir43. Tetrasiklinlerin hücre dışına pompalanmasını
sağlayan gen, tetrasiklin ile temas sonucu indüklenir. Tetrasiklin direnci enterokoklarda
konjugasyon yolu ile kazanılan direncin en tipik örneğidir44.
2.4.2.5. Kinolon direnci
Direnç gyrA (giraz) ve parC(topoizomeraz) genlerindeki mutasyonlara bağlı
gelişir. Enterokokal suşların çoğunluğu kinolonlara intermediate duyarlılık veya direnç
gösterir43.
2.4.2.6. MLSB (Makrolid, Linkozamid ve B tipi Streptogramin) direnci
Genellikle 23S rRNA’nın metilasyonundan sorumlu ermB geni ile ilişkilidir ve
metilasyon sonucu eritromisin ribozomlara bağlanamaz. ermB geni Tn917 transpozonu
25
ile çeşitli plazmidler üzerinde taşınabilmektedir. Ayrıca asetil transferaz veya efluks
mekanizması sonucu da oluşabilir43.
2.4.2.7. Oksazolidinon direnci
Çoklu ilaç direnci gösteren enterokoklar ile oluşan enfeksiyonlarda
oksazolidinon grubu antibiyotik olan linezolid iyi bir seçenektir. Ancak 2002 yılında
linezolid direnç bildirilmiştir ve bu dirençten 23S rRNA V domainindeki mutasyonlar
(G-2576- T) sorumlu tutulmaktadır43,45.,46.
2.4.2.8 Glikopeptit Direnci
Enterokoklarda vankomisin ve teikoplanin en çok kullanılan glikopeptitlerdir.
Enterokoklarda, normal şartlar altında, peptidoglikan sentezinde, iki molekül D-Alanin
bir ligaz enzimi ile bağlanır ve “D-Ala-D-Ala” yı oluşturur. Daha sonra UDP-N-asetil
muramil tripeptide eklenerek UDP-N-asetil muramil pentapeptit meydana getirir. Bu
peptid oluşmaya başlayan peptidoglikana bağlanır, kros bağların oluşumunu sağlar ve
peptidoglikan tabakanın gücüne katkıda bulunur. Vankomisin pentapeptit prekürsör
ünitinin D-Ala-D-Ala kısmına yüksek affinite ile bağlanır ve peptidoglikan zincire
bağlanmasını bloke ederek kros bağların oluşumunu önler. Ancak peptidoglikan yan
zincirine D-Ala-D-Ala yerine ligaz enzimi ile D-Ala-D-Laktat veya D-Ala-D-Serinin
sentezlenerek bağlanması sonucunda, vankomisinin buraya bağlanma yeteneği azalır,
hücre duvarı sentezi devam eder ve sonuç olarak vankomisine karşı direnç gelişir.
Direncin sınıflandırılması önceleri, fenotipik olarak, MİK değerlerine göre yapılmıştır.
Günümüzde ise sınıflandırma spesifik ligaz genlerinin varlığına göre yapılmaktadır.
VanA, VanB, VanD ve VanG tipi dirençte D-Ala-D-Laktat, VanC ve VanE tipi dirençte
ise, D-Ala-D-Serin sentezlenmektedir5,44,48.
2.4.2.8.1. Fenotipik tanımlama
Fenotipik olarak Vankomisin direnci, VanA, VanB, Van C, Van D, Van E ve
Van G olmak üzere 6 farklı tipte oluşabilir. VanA ve VanB direnç fenotipi,
26
enterokoklarda önceden bulunmayan, yeni kazanılmış gen dizilerinden kaynaklanır ve
ilk olarak E.faecium ve E.faecalis suşlarında tanımlanmıştır5,44.
VanA tipi dirençte; indüklenebilir yüksek seviyede vankomisin (MİK≥ 64
μg/ml) ve teikoplanin direnci (MİK≥ 16 μg/ml) görülür. Direnç vankomisin,
teikoplanin, avoparsin ve ristosetin gibi glikopeptitler ve basitrasin, polimiksin B ve
robenidin gibi nonglikopeptitler ile indüklenebilir5,44,47.
VanB tipi dirençte ise; vankomisine daha ılımlı seviyede indüklenebilir direnç
Vankomisin MİK≥ 32-64 μg/ml ( 4-1000 μg/ml) görülürken teikoplanine duyarlılık
devam etmektedir. VanA direnç determinantları, tüm enterokok izolatları arasında
transfer edilebilen büyük mobil bir elementte yerleşmişken, VanB sadece E.faecalis ve
E.faecium suşlarında görülür5,44.
VanC tipi direnç ise E casseliflavus ve E.gallinorum’da tanımlanmıştır ve
intrinsik düşük seviyede vankomisin direnci (MİK≥4-32 μg/ml) ve teikoplanine
duyarlılık görülür5,44,47.
27
Tablo 4. Enterokoklarda direnç fenotiplerinin özellikleri
Bu sınıflandırma metotlarının bazı dezavantajları vardır. Örneğin VanA
fenotipinin genetik göstergeleri E.gallinorum ve diğer enterokoklarda ortaya
çıkmaktadır50. Bir VanA tipi direnç görülen E.avium suşunda, teikoplanine tipik
seviyede direnç olmasına karşın vankomisine daha düşük seviyede direnç (MİK≥ 16
μg/ml) tespit edilmiştir. Ayrıca VanB suşlarından köken alan mutantlar, teikoplanine
direnç gösterebilmekte ve bu yüzden de fenotipik olarak VanA suşlarından ayırt
VanA VanB VanC VanD VanE VanG
Peptidoglikan
Prekürsör
D-Ala-
D-Laktat
D-Ala-
D-Laktat
D-Ala-
D-Serin
D-Ala-
D-Laktat
D-Ala-
D-Serin
D-Ala-
D-Laktat
Ligaz geni
vanA
vanB
vanC1
vanC2
vanC3
vanD
vanE
vanG
Direnç
geninin
kaynağı
Kazanılmış
Kazanılmış
Yapısal
Kazanılmış
Kazanılmış
Kazanılmış
Vankomisin
MİK μg/ml 64->1000 4->1000 2-32 64-256 16 16
Teikoplanin
MİK μg/ml 16-512 O,5->32 0,5-1 4-32 0,5 0,5
Direnç
geninin
bulunduğu
türler
E.faecium
E.faecalis
E.casseliflavus
E.gallinorum
E.durans
E.mundtii
E.avium
E.faecalis
E.casseliflavus
E.gallinorum
E.faecium
E.gallinorum
E.casseliflavus
E.flavescens
E.faecium
E.faecalis
E.faecalis
Transfer
edilebilirlik
Evet Evet Hayır Hayır Hayır Hayır
28
edilememektedir. Bu dezavantajlarına rağmen, fenotipik sınıflandırma şeması,
laboratuarlarda kolay kullanımı, düşük maliyeti ve genotipik sınıflandırma ile iyi uyum
göstermesi sebebi ile hala kullanılmaktadır5.
2.4.2.8.2.Genotipik tanımlama
2.4.2.8.2.1. VanA glikopeptit direnci
VanA tipi direnç en sık karşılaşılan dirençtir. Vankomisin tarafından yüksek,
teikoplanin tarafından ise zayıf indüklenebilir özellikte, yüksek düzeyde bir dirençtir.
vanA geni ve direnç ekspresyonu ile regülasyondan sorumlu vanS, vanR, vanH, vanX ve
vanZ gibi diğer genler, E.faecium’da sıklıkla bir plazmid üzerinde bulunan 10581bp’lik
bir transpozon (Tn 1546) da yerleşmektedir. Bu genlerin ekspresyonu sonucu,
peptidoglikan prekürsörlerin terminalinde D-Ala-D-Ala yerine D-Ala-D-Laktat
sentezlenmekte ve vankomisin bu bileşiğe daha düşük affinite ile bağlanmaktadır5,47,48.
VanA operonunda vanR, vanS, vanH, vanA, vanX, vanY ve vanZ genleri yer alır.(Şekil
5)
Şekil 5: VanA operonu
VanR ve VanS proteinleri, VanHAX gen kümesinin transkripsiyonunu
düzenleyen iki komponentli bir regülatör sistem oluşturur. van S, sensör gendir ve
29
vankomisin varlığını algılamada veya tanımada rol alan VanS proteinini kodlar. vanR,
regulatör gendir ve diğer direnç genlerinin transkripsiyonel aktivasyonunda görev alan
VanR proteini kodlar. VanS, VanR ye sinyal verir ve dirençte yer alan VanH, VanA ve
VanX gibi diğer bazı proteinlerin sentezi veya aktivasyonu ile sonuçlanan regülatör
cevabı oluşturur. VanA tipi suşlarda hem vankomisin hem de teikoplanin
transkripsiyonu indükleyebilir ancak kesin sinyaller hala bilinmemektedir.
VanA, VanH ve VanX proteinleri kor proteinleridir
VanA, D-Ala-D-laktat oluşumunu sağlayan bir ligaz proteini kodlar. VanA tek
başına vankomisin direncini sağlayamaz, çünkü D-Laktat gibi D-hidroksi asitler,
enterokoklarda genellikle sentezlenmez ve enterokokların çevresinde doğal olarak
bulunmazlar. Bu yüzden D-laktat sentezlemek için enterokoklar, VanA için substrat
üretiminde gerekli olan vanA operonu içindeki genleri kazanmalıdır. vanH, piruvattan
D-Laktat sentezini sağlayan bir dehidrogenaz enzimini kodlar ve D-laktat havuzunun
oluşumunu sağlar. vanX, bir DD-dipeptidaz enzimi olan VanX proteinini kodlar. D-Ala-
D-Ala havuzunu doğal bir enterokokal ligaz ile azaltarak, yarışma sureti ile normal
pentapentit sentezini azaltır. D-Ala-D-Laktata karşı aktivitesi yoktur. vanY, DD-
karboksipeptidaz olan VanY proteinin kodlar ve peptidin sonundaki D-Ala yı ayırır ve
ılımlı seviyede direnci sağlar. vanZ, ılımlı olarak teikoplanin MİK değerini arttırır ama
vankomisinin MİK değerini arttırmaz. Bunun mekanizması henüz aydınlatılmamıştır.
vanY ve vanZ dirence katkıda bulunabilir ama direnç için zorunlu değildir.
“vanA” geni ilk olarak E.faecium’da, sonraları ise E. faecalis, E. durans, E.
gallinorum, E. avium, E. mundtii, E.casseliflavus, E. raffinosus gibi diğer enterokok
türlerinde de belirlenmiştir.
VanA tipi direnç Avrupa’da en çok görülen direnç tipidir. ABD’de VanB suşları
oldukça yaygın olmasına rağmen VanA hala daha baskın direnç tipidir. vanA ligaz geni
enterekokal türlerin büyük kısmında ve Corynebacterium sp, Arcanobacterium
haemolyticum ve Lactococcus spp lerde bulunmaktadır. ABD izolatlarında vanA gen
kümesinin haritalanmasında bazı heterojenlikler görülmüştür. Tn 1546 bazı suşlarda
intakt olarak bulunur fakat bazılarında vanS ve vanH arasında yer alan insersiyon dizisi
de vardır. Bu vankomisin direnç genleri, ek olarak insersiyon elementleri içeren daha
büyük mobil elementlere inkorpore olabilir5,47,48.
30
2.4.2.8.2.2. VanB glikopeptit direnci
Enterokoklarda VanB glikopeptit direnci yapısal olarak VanA ligaz ile %76
amino asit benzerliği gösteren anormal bir ligaz olan VanB ile oluşturulur. VanA’da
bulunan genlerden VanZ hariç altı tanesi VanB de bulunmaktadır. vanB, kromozomal
yerleşimlidir. Ancak transpozon,-Tn 1547 ve Tn 5382- veya plazmid üzerinde de
taşınabilir ve transfer edilebilir5,44.
VanB proteini, D-Ala-D-Laktat ile sonlanan pentapeptit oluşumuna yardımcı
olur. VanA direncine benzer genler; vanHB, vanXB, vanYB, vanRB ve vanSB ile gösterilir.
D-D dipeptidaz (VanXB) aktivitesinin seviyesi vankomisin direnç düzeyi ile ilişkilidir.
VanHAX ve VanHBBXB arasında yaklaşık %70 dizi benzerliği bulunurken, VanA ve
VanB tipi VRE lerin RS ve Y proteinleri arasında %25-35 dizi homolojisi varır. Bu
organizmalarda vanZ’ ye benzer gen yoktur. vanYB bütün suşlarda bulunmaz ve gendeki
pozisyonu Tn1546daki vanY’den farklıdır.
Son çalışmalarda vanB ligaz geninin DNA dizi heterojenitesi gösterdiği ve
vanB-1, vanB-2 ve vanB-3 olmak üzere 3 subtipi olduğu gösterilmiştir. VanB sınıfı
suşlardaki regülatör sistem teikoplanin ile indüklenmeye duyarsızdır. Teikoplanin vanA-
ilişkili protein sentezini indükler fakat vanB ilişkili protein sentezini indüklemez. Diğer
yandan vankomisin her iki sistemde direnç proteinleri sentezini indükler. Şayet vanB
gen kümesindeki teikoplanine duyarlı enterokoklar önceden vankomisine maruz kalırsa,
teikoplanin direnci gelişebilir5.
2.4.2.8.2.3. VanC glikopeptit direnci
E.gallinorum’un VanC-ligazı, D-Ala-D-serin ile sonlanan pentapeptidin
oluşumunu sağlar. D-Ala yerine D-serin’in girişi, vankomisine affiniteyi azaltır.
Peptidoglikan yapıda D-Ala-D-Serin’in D-Ala-D-Alanin’e oranındaki farklılık, VanC
fenotipi taşıyan VRE izolatları arasındaki vankomisin direnci farklılığına yol açar. D-
Ala-D-Ala’nın yüksek oranda olması, daha düşük MİK değerlerini, D-Ala-D-Serin
oranının daha yüksek olması da daha yüksek MİK değerini açıklayabilir. VanC tipi
dirence sahip suşlar teikoplanine duyarlıdır. VanC tipi direnç yapısaldır, indüklenemez
ve transfer edilemez. E.gallinorum, E.casseliflavus ve E.flavescens’te vankomisine
31
düşük düzeyde direnç tipiktir. E.flavescens’in enterokokal türler arasında olup olmadığı
hakkında bazı anlaşmazlıklar olmasına rağmen; E.gallinorum’da vanC-1 geni,
E.casseliflavus’ta vanC-2 ve E.flavescens’te vanC-3 geni nükleotid dizileri
bildirilmiştir5, 43, 47,50.
2.4.2.8.2.4. VanD glikopeptit direnci
İlk kez 1991 yılında New York hastanesinde bir E. faecium izolatında vanD
olarak tanımlanan yeni bir vankomisin direnç geni tanımlanmıştır. Bu suşlar 64-256
μg/ml vankomisin ve 4-32 μg/ml teikoplanin ile inhibe edilmiştir. Bu genin; vanA ve
vanB ligaz genlerine % 67 oranında benzerlik gösterdiği, kromozomda yerleştiği ve
konjugasyonla diğer enterokoklara transfer edilemediği anlaşılmıştır. Ancak VanD
suslarında D,D dipeptidaz aktivitesi belirlenmemiştir ve karboksipeptidaz aktivitesi ise
düsük düzeydedir. D,D-dipeptidaz aktivitesi bulunmamasına rağmen vanD gen kümesi
vanXD, vanRD, vanSD, vanHD genlerini içermektedir5,43.
2.4.2.8.2.5. VanE glikopeptit direnci
VanE vankomisin direnç geni, vankomisine düşük seviyede dirençli (MİK 16
mg/ml) ve teikoplanine duyarlı (MİK 0.5mg/ml) E.faecalis BM4405 suşunda
tanımlanmıştır. Bu yeni direnç fenotipi intrinsik VanC tipi dirence benzer. Aminoasit
dizisi VanC’ye %55, VanA’ya %45, VanB’ye %43 ve VanD’ye %44 oranında
benzemektedir. Ancak VanE tipi direncin genetik belirleyicisi farklıdır ve interensek bir
bir direnç tipi değildir. vanE geni kromozomda yerleşmiştir ve transfer edilemez5,43, 47.
2.4.2.8.2.6. VanG glikopeptit direnci
Bu direnç tipi E. faecalis WCH9 susunda tanımlanmıstır. Bu suş vankomisine
düşük düzeyde (MİK=16μg/ml) dirençli, teikoplanine duyarlıdır (MİK=0,5 μg/ml). Bu
direnç tipi transfer edilemez. vanG gen kümesinin ürünü diger van genlerinin ürünlerine
%50 den daha az amino asit dizilim benzerliği göstermektedir5,43, 47.
32
2.4.2.8.2.7 Vankomisin bağımlı enterokoklar (VDE)
Şekil 6: Vankomisin bağımlı
enterokok
Vankomisin uzaklaştırıldığında D-Ala-D-Laktat daha fazla sentezlenmez ve D-Ala-D-
Ala veya D-Ala-D-Laktat olmadan hücre çoğalmaya devam edemez5, 51.
Vankomisin bağımlı enterokoklar ilk kez 1993 te, VRE ile kolonize olan,
vankomisin ile tedavi edilen bir hastanın idrar örneğinden izole edilmiştir52. Sonraları
VD E.faecalis ve E.faecium çeşitli vücut bölgelerinden izole edilmiştir. Bu vakaların
ortak özelliği vankomisin veya geniş spektrumlu bir antibiyotik kullanma
öyküsüdür51,52.
Vankomisin bağımsızlığına geri dönüş de incelenmiş, dönüşümün muhtemelen
ya D-Ala-D-laktat konstititüf üretimine yol açan bir mutasyon veya D-Ala-D-Ala
sentezini eski haline getiren bir mutasyon ile ortaya çıktığı kanaatine varılmıştır.
VDE’ların VRE’ye benzer pulsed field jel elektroforez kalıplarına sahip olduğu
bulunmuştur 5,51.
VanA ve VanB tipi VRE lerin bazı suşlarında
oluşan ilginç bir fenomen vankomisin bağımlılığıdır.
Bu enterokoklar üremeleri için vankomisine ihtiyaç
duyarlar. VDE’ler, Campylobacter veya gonokokların
izolasyonunda kullanılan vankomisin içeren agara
ekilen klinik örneklerden elde edilmiştir. Bu
izolatlarda doğal ligaz (ddl) genlerinde mutasyon
sonucu D-Ala-D-Ala nın normal üretimini sonlandırır
ve sonra yedek bir dipeptit benzeri yapı varsa
üreyebilir. VanA ve VanB tipi enterokokların
çoğunda yalnızca vankomisin varlığında ortaya çıkar,
vankomisin D-Ala-D-Laktat oluşumunda rol alan
dehidrogenaz (VanH) ve ligaz (VanA veya VanB)
sentezini indükler ve oluşan D-Ala-D-Laktat hücre
duvarı sentezinde kullanılır.
33
2.5. Kolonizasyon, ve Risk Faktörler
Vankomisin dirençli enterokok kolonizasyonu, herhangi bir enfeksiyon semptomu
veya klinik bulgusu olmaksızın VRE kültür pozitifliği olarak tanımlanabilir. Kolonizasyon
bölgesi sıklıkla intestinal ve alt üriner sistemdir. Hiçbir semptoma yol açmayan
kolonizasyon uzun süre devam edebilir ve diğer hastalara ekzojen kökenli VRE geçişi için
bir kaynak oluşturabilir. Ekzojen kökenli kolonizasyon için hastanede kalış süresi önemli
bir risk faktörüdür. Bu sürede kolonize hastaların çıkartıları ile direkt veya hastane
personelinin kontamine elleri ile indirekt olarak kontamine olmuş; hastaya direkt
uygulanan elektrokardiyografik monitor, ventilatör tüpü, pompalar, glukozmetre,
termometre, tansiyon aleti, steteskop gibi non-invazif, intravenöz kateterler, fleksible
skoplar gibi invazif enstrumanlarla, telefon, anahtar, kapı, kapı kolu, pencere, yer
döşemesi, yatak başlıkları, hasta yatağı, çarşaf, karyola demiri ve komidin gibi hasta ile
indirekt ilişkili olan malzemeler ile temasa bağlı olarak kolonizasyon riski artar. Nitekim
bu malzemelerin üzerinde VRE’nin 3-15 gün enfeksiyon yeteneğini sürdürdüğü
gösterilmiştir. İshalli kolonize hastaların bulunduğunda hasta odasındaki kontaminasyonun
daha yoğun olduğu belirtilmektedir53. Hastalardaki ekzojen kökenli VRE kolonizasyonu,
hastaneden çıkıştan sonraki aylar içinde de devam edebilir.5,53.
Ekzojen temasın prognozu ve kolonizasyon risk oranı, VRE ile maruziyete,
maruziyetin süresine, konağın duyarlılığına ve maruz kalınan VRE miktarı ile virulans ve
kolonizasyon faktörlerinin mevcudiyetine bağlı olarak değişir. VRE ile endojen kökenli
enfeksiyonlar karakteristik olarak mikroorganizmanın intestinal sistemden translokasyonu
sonucu oluşur. Bu sebeple yüksek riskli birimlerde aktif sürveyans kültürleri ile VRE
kolonizasyonunun takibi endojen ve eksojen kaynaklı enfeksiyonların kontrolü için
önemlidir. Bir serviste yatan hastalar arasında VRE ile kolonizasyon oranı %50 den
yüksekse, kolonizasyon ve enfeksiyon için diğer risk faktörleri daha az önemli
olmaktadır53,57.
Vankomisin dirençli enterokok kolonizasyonunda hastaya ait faktörler de önemlidir.
Altta yatan ciddi kronik hastalığı olan ve uzun süreli ve geniş spektrumlu antimikrobiyal
ilaç kullananlar, solid organ transplantasyonu yapılanlar veya hematoloji hastaları, VRE
kolonizasyonu için yüksek risk oluşturur.
Geniş spektrumlu antibiyotik kullanımı, intestinal florada duyarlı bakterilerin
eliminasyonuna yol açarak VRE gibi dirençli bakterilerin kolonizasyonuna ve aşırı
34
çoğalmasına yol açar. Flora bakterilerinin bakteriosinlerin yanı sıra, yabancı bakterilerin
yaşamını kısıtlayan buna karşlık sIgA gibi savunma faktörlerinin ömrünü uzatan
polyaminler gibi proteinlerin ekspresyonunu indüklediği gösterilmiştir. Bakteriyel
flajellinler, barsak epitel hücreleri ve Paneth hücrelerince salgılanan ve Gram pozitif
bakterilere bakterisid etki gösteren bir lektin olan RegIIIγ ekspresyonunu stimüle ederler.
RegIIIγ ekspresyonu, intestinal epitelde Toll like reseptör-Myeloid diferansiyasyon faktör
88 (TLR-MyD88) yolağının flora bakterilerince direkt veya indirekt olarak uyarılması ile
gerçekleşir. RegIIIγ indüksiyonu hemopoetik hücrelerde TLR-5 ekspresyonunu gerektirir
ve bu da IL-22 ekspresyonuna bağlıdır63,64. Metronidazol, neomisin ve vankomisin (MNV)
kombinasyonu ile tedavi edilmiş farelerin barsaklarında RegIIIγ seviyesinin azaldığı ve
bunun da VRE kolonizasyonunu arttırdığı gösterilmiştir. MNV alan fareler oral olarak
VRE ile infekte edildiğinde, 24 saat sonrasında kan dolaşımına geçtiği de bildirilmiştir. Bu
farelerde sistemik flajellin uygulanımı sonrası VRE kolonizasyonu dramatik olarak
azalmıştır63,64.
Genellikle uzun süreli bakım ünitelerinde kalan hastalar, sağlık çalışanları ve bunların
ev halkı da VRE enfeksiyonları için riskli gruplardır. Cerrahi reeksplorasyon ihtiyacı,
servisler arası nakil, enteral beslenme, sükralfat kullanımı, VRE ile kontamine tıbbi
aletlerle maruziyet, VRE vakasının yakınında izleniyor olmak ve VRE vakasına bakım
hizmeti veren aynı sağlık personeli tarafından bakım hizmeti almak VRE ile kolonizasyon
veya enfeksiyon için tanımlanmış risk faktörlerdir. Oral vankomisin kullanımı da VRE
kolonizasyonu için risk faktörü olduğundan antibiyotik ilişkili ishal tedavisinde oral
vankomisinden kaçınılması önerilmektedir5,53.
Enterokokal enfeksiyonlar her iki cinste eşit olarak görülmektedir. Üriner enfeksiyonlar
kadınlarda daha sık olmasına rağmen, enterokoklar komplike olmayan sistitlerin nadir
nedenidir. Enterokokal endokarditler ise erkeklerde daha fazla görülür34. Yaşlı hastalarda
enterokokal enfeksiyonlar ve kolonizasyon, bu grupta diabet, romatizmal hastalıklar,
barsak florasında bozukluklar gibi kronik hastalıkların yanı sıra, üriner kateterizasyon,
divertikülit veya safra yolları hastalıkları nedeniyle batın cerrahisi gibi hastalıklar daha sık
görüldüğü için, daha yüksek sıklıkta görülür.
Yenidoğanda ise enterokoklar, bakteriyemi ve menenjite sebep olurlar. Enterokok
salgınları daha çok, yenidoğan, yoğun bakım, çocuk yoğun bakım ve hematoloji-onkoloji
35
ünitelerinde ortaya çıkmaktadır. Ancak her şeye rağmen VRE enfeksiyonları pediatrik
hastalarda daha az görülmektedir67.
Özetle VRE ile oluşan hastane kaynaklı enfeksiyonları için risk faktörleri:
1.Demografik risk faktörleri:
· Hastanede veya Yoğun bakım ünitesinde (YBÜ) yatış süresi,
· VRE ile kolonize ya da infekte hastanın yakınında bulunulması ve VRE ile kolonize
hastaya bakım veren bir hemşireden bakım alınması,
· Hastane içinde bir servisten diğerine transfer edilmesi,
· VRE ile kontamine olmuş tıbbi aletlere maruz kalınması,
2.Altta yatan hastalığın ağırlığı ile ilgili risk faktörleri:
· Yüksek APACHE II (Acute Physiology and Chronic Health Evaluation scoring system)
skoru,
. Böbrek yetmezliği,
· Yakın zamanda ameliyat geçirme,
· C.difficile’e bağlı kolit,
· Hepatobiliyer hastalık,
· İmmunsupresyon veya organ alıcısı olmak,
· Enteral beslenme,
3.Antimikrobiklerle ilgili risk faktörleri:
· Antibiyotik tedavisinin süresi ve miktarı
· Vankomisin, 3.kuşak sefalosporin, anti-anaerob antibiyotik, kinolon, aztreonam gibi
geniş spektrumlu antibiyotiklerin kullanımı
· Operasyon öncesi barsak boşaltılması hazırlığı
şeklinde sınıflandırılabilir.
36
2.6. Enterokok enfeksiyonlarının epidemiyolojisi
Enterokoklar son yıllarda tüm dünyada giderek artan sıklıkta yol açtıkları hastane
enfeksiyonu salgınları ile dikkatleri üzerilerine çekmişlerdir. İlk yapılan epidemiyolojik
izlem çalışmaları, enterokokların hastadan hastaya ve hatta hastaneler arası
yayılabilmesinde bu bakterilerin normal barsak florasında bulunmasının temel risk faktörü
olduğunu, bu sebeple de insan dışkısından en çok izole edilen tip olan E.faecalis’in hastane
enfeksiyonlarında % 85-95’lik oran ile en yüksek insidansa sahip olan tür olduğunu, bunu
barsak florasında ikinci sıklıkda görülen E.faecium’un % 5-10 oranı ile izlediğini
göstermiştir5,53. Ancak İngiltere’den Uttley ve arkadaşları ile Fransa’dan Leclercq R
arkadaşları tarafından 1986 yılında eş zamanlı olarak vankomisin dirençli enterokokların
sebep oldukları enfeksiyonların kliniğine ait ilk bilgiler açıklanması ve direnç özellikleri
tespit edildikten sonra 1988 yılında yayınlamalarından sonra enterokoklara bağlı hastane
enfeksiyonları epidemiyolojisinde 2 önemli değişiklik yaşanmıştır55,56. Bunlar insidans da
ki hızlı artış ve tür dağılımındaki değişimdir. Özellikle Vankomisin’in hastanelerde yaygın
olarak kullanılmaya başlandığı 1989 yılından itibaren, Avrupa ülkeleri ve ABD’den başta
glikopeptid grubu antibiyotikler olmak üzere beta-laktam ve aminoglikozid grubu
antibiyotiklere karşı dirençli çok sayıda klinik izolat ve vaka bildirimi yapılmış, VRE’lerin
özellikle E.faecium’un klonal seleksiyona uğrayarak hastane ortamına hakim olduğu, ya
tek başlarına veya stafilokoklarla birlikte hastane enfeksiyonlarındaki insidanslarını hızla
artırdıkları tespit edilmiştir. 5
Centers for Disease Control and Prevention (CDC), 1990 -1992 yılları arasında,
hastane enfeksiyonları içerisinde enterokokların, E.coli ve Stafilokoklardan sonra yaklaşık
olarak % 10’luk bir insidans ile üçüncü sıklık da yer aldığını bildirilmiştir6,9. Farklı
hastanelerde yapılan çalışmaların sonuçlarının açıklandığı bildiride, enterokokların hastane
kökenli bakteriyemilerin %9’u, cerrahi yara enfeksiyonlarının % 13’ü, üriner sistem
enfeksiyonlarının %12 -16 sından sorumlu olduklarını, enfeksiyonların % 60’dan
fazlasının da eksojen kaynaklı olduğunu ve yarısından fazlasının da yoğun bakım
ünitelerinde görüldüğünü belirtilmiştir5,6.
Diğer taraftan ABD’den Ulusal Hastane enfeksiyonları Sürveyans Birimi-NNIS-
nin verilerinde; hastanelerde 1989 -1997 yılları arasındaki peryotta VRE izolasyon
oranlarının; yoğun bakım ünitelerinde görülen hastane enfeksiyonlarında %0.4 ten
%23.2’ye, diğer ünitelerde ise %0.3’ten %15.4’e yükseldiği bildirilmiştir120. Aynı
37
birimin 1998 yılı raporunda ise, yoğun bakım servislerinde görülen hastane
enfeksiyonlarında % 22,6 olan VRE insidansının, 1999 yılında %25’e ve 2003 yılında
da %28,5’e yükseldiği gösterilmiştir. Bu bildirimler dışında genel olarak ABD’de
2000’li yılların başlarında hastane enfeksiyonlarında VRE insidansının %25’in üzerine
çıktığı, hastanede yatan hastalarda VRE kolonizasyon oranının da % 5-18 arasında
değiştiği, ancak hastane dışındaki popülasyonda intestinal kolonizasyon olmadığı
bildirilmiştir122,123. Benzer şekilde Kanada’dan bildirilen 7 yıllık VRE sürveyans
raporuna göre; 2001-2003 yıllarında %0,5 olan enterokok izolatları arasında VRE
sıklığı, 2006 yılında %3,3’e çıkmıştır126.
Avrupa’da da hastane enfeksiyonlarında, VRE epidemiyolojisinde, ABD’den küçük
nüans farkları olmakla beraber benzer artış trendi yaşanmıştır. European Antimicrobial
Surveillance System(EARSS)’inin 1998 verilerine göre bakteriyemiye sebep olan
E.faecium izolatları arasında en yüksek vankomisin direnç oranı İngiltere’de %24 ve
İtalya’da ise %10 olarak belirlenmiştir. Ancak aynı sistemin 2007 verilerine göre en düşük
VRE insidansı İskandinav ülkelerinde %1 olarak verilirken, Yunanistan ve Portekiz gibi
Güney Avrupa ülkelerinde VRE oranının %45’in üzerine çıktığı belirtilmiştir. Almanya’da
EARSS verilerine göre 2001’de VR E.faecium oranı %1 iken, 2007 yılında bu oran
%15’e çıkmış ancak VR E.faecalis’lerde bu oran %1’in altında kalmıştır. Fransa’da 2005
yılında GR E. faecium oranı %5 olarak bildirilmiştir. İngiltere’de ise 2007 yılında
enterokokların sebep olduğu bakteriyemilerde VRE oranı %8,5-12,5 arasında
bulunmuştur. Bu oran E.faecium için %20-25, E.faecalis için %1,6-2,5’tir. İrlanda’da VR
E.faecium oranı 2005 yılında %30-35 olarak bildirilmekteyken, VR E.faecalis’lerde ise bu
oran %5’in altında bulunmuştur. İtalya’da ise 1995 yılında VR E.faecium oranı %9 iken,
2001’de %15’e, 2003’de %24’e çıkmış, 2007 yılında ise %11 olarak bildirilmiştir.
E.faecalis ‘lerde ise %5’in altındadır143 (Şekil 7).
38
Şekil 7. Avrupa’da VR E.faecium prevalansı (2007)
Türkiye’ de ilk vankomisin dirençli E. faecium susu 1998 yılında Akdeniz
Üniversitesi’nden Vural ve arkadaşları tarafından bildirilmiştir. Bu suş malign
histiyositozis tanısı almış, bronkopulmoner enfeksiyonu olan bir bebekte plevra sıvısından
izole edilmiştir. Bunu aynı yıl içerisinde diğer merkezlerden yapılan bildirimler takip
etmiştir61.
CDC’nin alt komitesi olan “Hospital Infection Control Practices Advisory
Committee (HICPAC)” 1995 yılı ortalarında VRE’ların hızlı yükselişini önlemek ve
kontrol altına almak üzere bir ek rehber yayınlamak zorunda kalmıştır (Appendix G). Buna
rağmen VRE’lerde artış trendi sürmüş, insidans oranındaki artış mortalite oranlarına da
yansımış ve VRE’ye bağlı enfeksiyonların mortalitesi VSE’lara bağlı enfeksiyonlara göre
2 kat artarak %36’lara kadar yükselmiştir5,58.
Enterokok kökenli hastane enfeksiyonlarının insidansında görülen dramatik
artışlarda, hastanelerde üretilen hizmetin kalitesi ve bağlı olarak yatış endikasyonu alan
hastaların özelliklerinin de etkili olduğu gösterilmiştir. Altta yatan ciddi bir hastalığı olan
veya immunsuprese hastalar, kanser kemoterapisi alanlar veya transplantasyon hastaları,
intra abdominal veya kardiotorasik cerrahi uygulanan hastalar veya vankomisin, III. kuşak
sefalosporinler, karbepenemler ve 5-nitroimidazol türevleri gibi geniş spektrumlu
antimikrobiyal kullanım zorunluluğu olan hastaların kabul edildiği, komplike tanı ve tedavi
39
girişimlerinin uygulandığı hastanelerde enterokok enfeksiyonlarının insidansı küçük ve
orta ölçekli şehir hastanelerine oranla oldukça yüksektir. Mesela transplantasyon için
bekleyen hastalarda endojen florada VRE taşıyıcılık oranı % 3.4 iken; transplantasyon
sonrası hastalardaki VRE oranının % 44’e çıktığı bildirilmiştir59.
Hastanelerde el yıkama alışkanlığının ve diğer enfeksiyon kontrol önlemlerinin
istenen seviyeye çıkarılamaması, kolonizasyon ve irrasyonel antibiyotik kullanımının
kontrol altına alınamaması glikopeptid dirençli enterokokların hastane enfeksiyonlarındaki
artışını sürdürmesine yol açacaktır. Ancak VRE veya GRE (glikopeptid resistan enterokok)
insidansındaki artışın bir diğer önemli sebebi, Avrupa’da kümes hayvanlarının rasyonlarına
gelişim faktörü olarak eklenen avoparcin gibi glikopeptit türü antibiyotiklerdir. Avrupa
ülkelerinin çoğunda çiftlik hayvanları, tavuk cesetleri, diğer et ürünleri ve atık su
örneklerinde VanA tipi VRE ciddi problem haline gelmiştir. Bu zengin rezervuar çeşitliliği
gıda zinciri ile insanlara da yansımış ve toplumda VRE kolonizasyon oranı %2-12 olarak
bulunmuştur. Ancak 1994 yılından itibaren bir çok ülkede avoparcin kullanımının
yasaklanması ve hastalarda glikopeptit grubu antibiyotiklerin kısıtlı kullanımı sonucu bu
ülkelerden bildirilen VRE oranlarında azalma tespit edildiği bildirilmiştir.60,124.
Diğer taraftan VanA tipi transposon Tn-1546 ile kodlanan direnç hayvanlar arasında
VRE’nin klonal gelişimini hızlandırmış ve sonuçta VRE’ler gıda zinciri ile insana
bulaşarak gastrointestinal kolonizasyonu artırmışlardır.
ABD’de 1997 yılına kadar kümes hayvanları ve herhangi bir hastane yatış öyküsü
olmayan kişilerde yüksek düzey dirençli (MİK>32 mg/L) VRE tespit edilmemiştir. Oysa
Almanya’da, 1994 yılında, sağlıklı insanların % 12 sinde VRE taşıyıcılığı bulunmuştur57.
Bu farkın ABD’de hayvan yemlerinde glikopeptit grubu antibiyotik kullanılmamasından
kaynaklandığı belirtilmiştir. Bu sebeplere dayanarak ABD’de VRE kökenli hastane
enfeksiyonlarında en önemli rezervuarın endojen florasında kolonizasyonu olan hastalar
olduğu tespit edilmiş ve VRE ile kolonize hastaların takip amaçlı kültürlerle izlemleri
önerilmiştir57,60. Ancak ABD’de hastanelerde glikopeptid türevi antibiyotiklerin
kullanımının daha fazla olması sebebi ile, VRE’lerin hastane enfeksiyonlarındaki
insidansları Avrupa ülkelerine göre oldukça yüksek bulunmuştur.
.
40
2.7. Enterokokal Enfeksiyonlar Vankomisin dirençli enterokok enfeksiyonu, lokalizasyon ile ilişkili semptom veya
klinik bulguların eşlik ettiği pozitif VRE kültürünün varlığı olarak tanımlanabilir. Klinik
örneklerden izole edilen suşların %80-90 ını E.faecalis,. %5-10 kadarını ise E.faecium
oluşturur. Son yıllarda çoklu ilaç direnci gösteren E.faecium suşlarının hastane
enfeksiyonlarında artış gösterdiği belirlenmiştir. Ayrıca nadir olarak E.durans,
E.casseliflavus, E. raffinosus, E.gallinorum, E.mundtii, E.flavescens, E.avium ve E.hirae
gibi diğer enterokok türleri hastane enfeksiyonlarda klinik materyalden izole edilirken
E.malodoratus, E.pseudoavium ve E.sulfureus türleri ile PYR testi negatif olan ve atipik
enterokoklar olarak adlandırılan E.columbae, E.cecorum ve E.saccharolyticus türleri henüz
insanlardan izole edilmemiştir66.
Enterokoklar İle Gelişen Hastane İnfeksiyonları: Hastanede yatan hastalarda, endojen
kökenli veya ekzojen kökenli hastane enfeksiyonları ortaya çıkar. İnfekte hastaların
çıkartılarıyla geniş bir alanı enfekte eden enterokoklar, duyarlı hastalarda idrar yolları, kan,
BOS gibi steril vücut bölgelerine yerleşerek, üriner sistem enfeksiyonları, endokardit,
sepsis veya bakteriyemi, intra-abdominal enfeksiyonlar, pelvik enfeksiyonlar, menenjit ve
cerrahi yara enfeksiyonlarına yol açabildikleri gösterilmiştir.
1- Üriner sistem enfeksiyonları
Enterokokların sebep olduğu enfeksiyonların en sık görülen tipidir ve çoğu
nozokomiyal kaynaklıdır. Üriner sistemde hastane kökenli VRE enfeksiyonları; sistit,
piyelonefrit, prostatit ve perinefritik apse gibi klinik tablolarla seyredebilir. Üriner
kateterizasyon en sık görülen risk faktörü olmakla beraber, üriner sistem anomalileri,
cerrahi girişim ve antibiyotik kullanımıda enterokokal risk faktörleri arasında yer alır.
Toplum kaynaklı üriner sistem enfeksiyonlarında, sağlıklı kadınlarda % 5’inden azında
enterokok izole edilmektedir53,58,62.
2- Endokardit
Enterokoklar infektif endokarditlerin S.viridans ve S.aureus’dan sonra en sık
rastlanılan üçüncü önemli etkenidir. Bakteriyel endokarditlerin % 5-15’inde enterokoklar
etkendir ve en sık E.faecalis görülür. Hastalık cerrahi yolla veya çeşitli maniplasyonlarla
bakterinin gastro-intestinal sistemden veya çoğunlukla genitoüriner sistemden
translokasyonu ile endojen kaynaklı subakut endokardit şeklinde başlar. Ayrıca intravenöz
ilaç bağımlılarında da %5-53 oranında enterokokal endokardit görülebilir. Vakaların
41
çoğunda altta yatan bir kapak hastalığı veya prostetik kapak bulunmakla beraber,
enterokoklar normal kapaklarda da enfeksiyon oluşturabilir62.
3- Bakteriyemi
Enterokokal bakteriyemi, endokarditlerden daha sık görülen bir klinik formdur.
Hastene enfeksiyonları içerisinde giderek artan öneme sahip olan VRE bakteriyemileri,
hastene kökenli tüm bakteriyemiler içerisinde Avrupa’da 4. ABD’de ise 3. sıklıkta
görülmektedir. VRE bakteriyemisi için risk faktörler, hemodiyaliz, organ transplantasyonu,
kortikosteroid kullanımı, kemoterapi veya parenteral beslenme, cerrahi girişimler, ciddi
hastalıklar, uzun süreli antibiyotik kullanımı, üriner kateterler, nötropeni ve mukozittir.
İnfeksiyonlar sıklıkla nozokomiyal kaynaklıdır. Olguların %21-45’i polimikrobiyal olan
bakteriyemiler de primer lokalizasyon sıklıkla üriner sistem veya karın içi enfeksiyonlardır.
Ancak, pelvik enfeksiyonlar, termal yanık, dekübitis ülserleri ve diabetik ayak gibi yaralar,
arteryel veya venöz kateterler ve kolanjit VRE’nin dolaşıma katılımını sağlayan diğer giriş
yollarını oluştururlar34, 62.
Vankomisin dirençli enterokok bakteriyemisi olan hastalardaki mortalite oranı,
popülasyona bağlı olarak değişir. Otolog stem cell transplantasyonu yapılanlarda mortalite
oranı %10 kadar düşük olmasına karşın, endokarditli hastalarda mortalite oranı % 30 dan,
solid organ tümörü olanlarda %50’den, ciddi hastalığı olanlar ve karaciğer transplant
hastalarında %70 den fazladır62.
4- Karın içi ve pelvik enfeksiyonlar
Enterokoklar karın içi ve pelvik enfeksiyonlarda sıklıkla aerop ve anaerop
mikroorganizmalarla beraber bulunur. Ancak bu enfeksiyonlarda enterokoklar sıklıkla göz
ardı edilmekte ve hastalara enterokoklara etkisi olmayan antimikrobiyal tedavi protokolleri
uygulanmaktadır. Enterokoklar, nefrotik sendrom veya sirozlu hastalarda gelişen spontan
peritonit ve periton dializi uygulanan vakalarda gelişen abdominal enfeksiyon veya intra-
abdominal abselerde tek mikroorganizma olarak izole edilebilmektir. Ayrıca salpenjit,
endometrit gibi peripartum maternal enfeksiyonlar ve sezeryan sonrası apselerde de etken
olabildikleri gösterilmiştir62.
5- Yara ve yumuşak doku enfeksiyonları
Enterokoklar nadiren selülit veya derin doku enfeksiyonlarına yol açarlar. Cerrahi yara
enfeksiyonları, dekübitis ülserleri ve diyabetik ayak enfeksiyonlarında diğer bakteriler ile
birlikte izole edilebilirler62.
42
6- Menenjit
Enterokokal menenjit nadiren görülür ve genellikle santral sinir sisteminde anatomik
bir defekt, geçirilmiş beyin ameliyatları veya kafa travması veya ventrikülo-peritoneal şant
gibi predispozan faktörlerin varlığında ortaya çıkabilir. Ayrıca bakteriyemiler, AİDS ve
akut lösemi gibi immünsüprese hastalarda da VRE menenjiti görülebilir. Etken diğer
enterokok enfeksiyonlarında olduğu gibi sıklıkla E. faecalis olup daha seyrek olmak üzere
E. faecium’dur62,69.
7- Neonatal enfeksiyonlar
Enterokoklar yenidoğan için de önemli bir patojendir. Yenidoğanlarda erken ve geç
sepsise neden olur. Enfeksiyonların %77’den fazlası kateteri olan yenidoğan bebeklerde
görülür. Yenidoğan yoğun bakım ünitesinde VRE’nin neden olduğu enfeksiyonlara bağlı
nozokomiyal salgınlar bildirilmektedir. Enterokokkal suşların %82’si E. faecalis, %14’ü E.
faecium olarak tespit edilmiştir. Enterokoklara bağlı üriner sistem enfeksiyonlarına
yenidoğanlarda nadiren rastlanır68.
2.8. Epidemiyolojik Tiplendirme Yöntemleri Enterokoklar nozokomiyal enfeksiyonların önemli sebeplerinden olmaları ve
sıklıkla çoklu ilaç direnci göstermelerinden dolayı; epidemiyolojik çalışmalar ve
enfeksiyon kontrolünde bunların tip ve subtiplerinin belirlenmesine giderek artan
oranda ihtiyaç duyulmaktadır. Bundan başka enterokokal enfeksiyonların eksojen
kazanım fikrinin desteklenmesi için de tipleme çalışmaları gerekmektedir. Özellikle
VRE lerin artan sıklıkta görülmesinden dolayı, ilaç direnci gösteren enterokok
suşlarının yayılması ile oluşan nozokomiyal salgınların araştırılması major ilgi alanını
oluşturmaktadır. Salgın araştırmalarının yanında; epidemiyolojik incelemelerde
kullanılan metotlar, enterokokların farklı çevre ve konaklardaki yayılımı ve çoklu ilaç
direnci gösteren suşların izlenmesinde de kullanılmaktadır. Önceleri enterokokal
enfeksiyonların epidemiyolojik incelemeleri fenotipik özelliklerine göre yapılmıştır.
Ancak bu yaklaşımlar bazen yararlı bilgiler sağlamasına rağmen, zaman alıcı olmaları,
tekrarlanabilirliği ve yorumlanması güç ve suşlar arasında ayrım yapmada yetersiz
43
olmaları nedeniyle epidemiyolojik çalışmalarda kullanımları sınırlıdır. Son yıllarda
geliştirilen moleküler tekniklerle beraber fenotipik yöntemlerin kullanımı yararlı bilgiler
sağlayabilmektedir70,71.
Enterokokların ayrımında oldukça başarılı olan çeşitli moleküler tekniklerin
gelişimi, epidemiyolojik yönden önemli bir anlayış getirmiştir. Ayrım gücü daha yüksek
tipleme tekniklerinin kullanımı sonucu, hastalar arasında direkt ve indirekt temas ile
eksojen olarak kazanılabilen suşların ayrımı mümkün olmaktadır. Dirençli
enterokokların hastane içinde ve hastaneler arası yayılım gösterdiği de bildirilmektedir.
Kullanılan ilk moleküler teknikler, plazmid profil analizi ve restriksiyon enzim analizi
(REA)dir70. Bu teknikler bazı durumlarda faydalı olabilmektedir, fakat kullanımlarında
bazı problemler vardır. PFGE ile DNA restriksiyon endonükleaz profilinin belirlenmesi,
enterokokal suşların ayırt edilmesinde olağanüstü yararlar sağlamaktadır. Multilokus
Enzim Elektroforezi(MLEE), ribotipleme ve RAPD-PCR veya REP- PCR gibi PCR’a
dayalı tipleme metotları da enterokok suşları arasındaki genetik ilişkinin
araştırılmasında kullanılmaktadır. PCR ürünlerinin dizilenmesi veya Restriksiyon
Fragment Length Polimorfizm(RFLP) ile incelenmesi de enterokoklardaki spesifik
direnç genleri arasındaki farklılıkları göstermede ve izlemede kullanılabilen
yöntemlerdir. Pek çok araştırmanın sonuçlarına göre; genomik DNA’nın Sma1 enzimi
ile kesildiği PFGE, suşların ayrımında belirgin avantajlar sağlayan oldukça yararlı bir
yöntemdir. Halen PFGE en yararlı ve en güvenilir tek tipleme metodudur ve
enterokokal enfeksiyonların epidemiyolojik incelenmesinde “altın standart” olarak
kabul edilmektedir3,10,11,12,70,71. Enterokokların PFGE ile incelenmesinde çeşitli
protokoller yayınlanmış olmasına rağmen, laboratuvarlar arası karşılaştırma yapabilmek
için standardize protokol gelişimine ihtiyaç vardır. PFGE diğer metotlardan daha
diskriminatif olmasına rağmen, PFGE profillerinin epidemiyolojik olarak yorumlanması
her zaman kesin değildir. Genetik değişikliklerin ortaya çıkışı ile ilişkili olarak PFGE
profilinde farklılıklar elde edilir ve bu da klonalite değerlendirilmesinde problemlere
yol açar. Bazı vakalarda polimorfizm seviyesini tanımlamak güç olduğundan, daha
uygun yorumlama tartışmalı bir konu olarak kalmaktadır.
Sonuç olarak enterokoklar için eksiksiz, tek bir tipleme tekniği yoktur; özellikle
genomik polimorfizme dayalı çeşitli tipleme tekniklerinin sonuçlarının birleştirilmesi
yakın ilişkinin göstergesi olarak kullanılabilir. Epidemiyolojik yorumların
44
aydınlatılmasına yardımcı olmak için, farklı restriksiyon enzimleri kullanılarak veya ek
bir tipleme tekniği ile beraber yapılan PFGE kullanımı önerilmektedir. Moleküler
tipleme bilgilerinin yorumlanmasındaki genel prensip, PFGE profilindeki bant
farklılıklarının incelenmesidir70,71.
2.8.1-Fenotipik tipleme metotları
2.8.1.1-Biyotipleme
Biyotipleme mikroorganizmanın metabolik ve fizyolojik karakterlerini baz alır.
Bu bağlamda enerji metabolizması, karbonhidrat kullanımı ve farklı enzimatik
aktiviteleri ölçen test yöntemleri kullanılır. Elde edilen bulgular mikroorganizmanın
genel morfolojik özellikleri ile birlikte sıklıkla otomatize edilmiş bir nümerik
değerlendirme sistemi içerisinde sorgulanır. En çok kullanılan test sistemleri APİ 20
Strep, Api 50 CH ve Rapid ID 32 Strep’dir. Ayrıca eskulinaz ve piraz aktivitesi Apizym
testi ile değerlendirilebilir. PhenePlatek PhP plate (PhPlate Microplate Techniques,
Stockholm, Sweden) enterokokların epidemiyolojik özelliklerinin araştırmasında
önemlidir ve PFGE ile elde edilen epidemiyolojik gruplar ile benzer gruplar verir70.
Bu test sistemlerinin tamamı, sınırlı sayıda enterokok türünü gösterir ve daha
ileri seviyede identifikasyon gerektirir. Biyotiplemede yaklaşık olarak bakteriye ait
1600 den fazla özellik test sistemlerinde kullanılabilirse de aslında çoğu enzimatik
özelliği tespite yönelik 6 test ile suşların büyük birçoğunun tanımlanabileceği
bildirilmiştir. Facklam and Collins, 1989’da enterokokların 20 temel fenotipik özelliğini
baz alan bir identifikasyon sistemi tanımlamışlardır. Manero ve Blanch ise 1999 yılında,
19 enterokok türünün tanımlanması için 12 temel fizyolojik ve biyokimyasal özelliği
dikkate alan bir biyokimyasal sistem geliştirmişlerdir. Reed ve arkadaşları da
enterokokların hızlı tür identifikasyonu ve vankomisin direncinin gösterilmesinde
fenotipleme sistemine dayalı bir algoritma kullanmıştır. Bunun Api20 Strep sisteminden
daha güvenilir olduğu sonucuna varmışlardır. Bejuk ve ark. tarafından 2000 yılında
bilgisayara dayalı inductive learning by logic minimisation (ILLM) sistemi geliştirilmiş
ve bu yöntemle, klinik açıdan önemli olduğu bilinen 12 enterokok türünün
tanımlanması mümkün olmuştur72. Day ve arkadaşları (2001) sadece dokuz özelliği
45
sorgulayan test sistemi ile E.faecalis ve E.faecium’u diğer enterokoklardan
ayırılabileceğini göstermişlerdir70,73.
2.8.1.2. Sodyum Dodesil Sülfat-Poliakrilamid Jel Elektroforezi (SDS-PAGE)
ile Protein fingerprinting
Fizyolojik ve biyokimyasal özellikleri baz alan nümerik biyotiplemenin zaman
alıcı ve düşük ayırım gücüne sahip olması sebebi ile daha hızlı, güvenilir ve yüksek
ayırım gücüne sahip tiplendirme yapabilen fenotipik özelliklere dayalı alternatif
tiplendirme metodları içerisinde, hücre duvarı veya tüm hücre proteinlerinin mobil bir
matriksde elektrik akımı altında moleküler ağırlıklarına göre göç ettirilerek
ayrıştırılmalarını esas alan SDS-PAGE yöntemi, sık olarak kullanılmış, bu yöntemle
çok sayıda suşun hızlı şekilde taranmasını sağlamış ve tür ve/veya alttür seviyesinde
güvenilir sonuçlar elde edilebilmiştir.
Poliakrilamid gelde elde edilen protein profillerinin bakterinin eksprese ettiği
proteinler için parmak izi olarak dikkate alındığı bu yöntem diğer sınıflandırma şemaları
ile kombine edilerek, bilinmeyen izolatların tanımlanması amacı ile kullanılabilir. Son
çalışmalarda elde edilen sonuçlar, mikroorganizmaların protein parmak izi ile DNA-
DNA homoloji değerleri arasında yüksek oranda korelasyon olduğunu göstermiştir.
Andrighetto ve arkadaşları (2001), İtalyan peynirlerinde enterokok türlerinin
identifikasyonunda SDS-PAGE’i referans metod olarak kullanmış ve RAPD-PCR ile
uyumlu sonuçlar elde etmişlerdir74. Devriese ve arkadaşlarıda (2002) filogenetik olarak
yakın ilişkili E.durans, E.hirae ve E.villorum türlerinin ayrımınının genomik metotların
yanı sıra SDS-PAGE ile de yapılabileceğini göstermişlerdir75. Klare ve arkadaşları ise,
1993-1995 yılları arasında izole ettikleri glikopeptit dirençli E.faecium suşlarında 39
kDa luk bir sitoplazmik proteinin dirençle ilişkili olduğunu ileri sürmüşlerdir76. Ayrıca
enterokoklarda penisilin bağlayan protein (PBP)’lerin SDS-PAGE kalıplarının DNA-
DNA hibridizasyon sonuçları ile korele olduğunu göstermişlerdir. Bu kalıpların, yeni
türlerin tanınması ve tür ayırımında kesin bir metot olarak dikkate alınabileceğini
vurgulamışlardır70.
46
2.8.1.3. Multi-Lokus Enzim Elektroforezi (MLEE)
Multilokus enzim elektroforezis yöntemi, ökaryotik canlıların populasyon
genetiği ve sınıflandırılmasında uzun bir süreden beri kullanılmakta olan standardize
edilmiş bir metoddur. Son 20 yıldır da giderek artan yoğunlukda bakteriyel evrim ve
sınıflandırmanın anlaşılabilmesi için kullanılmaya başlamıştır. MLEE’nin sınıflandırma
ve epidemiyolojik ilişkiyi tespite yönelik diğer fenotipik yöntemlerden farkı, allel
profillerinin tamamını elektroforetik tip olarak verebilmesidir. Bu yöntem hücre içi
enzimlerin elektroforetik hareket yeteneğine göre karakterize edilmesini esas alır ve
organizmaları oluşturdukları elektromorfo tiplerine göre diğerlerinden ayırır. Bu
elektroforetik tiplerden popülasyon karakterizasyonu için objektif bir databaz
oluşturulabilir. Genellikle, MLEE ile 20 kadar housekeeping enzimde doğal olarak
yüksek değişkenlik gösteren lokuslar hedef alınır, bu sebeple teknik monolokus enzim
elektroforezinden çok daha yüksek ayrım gücüne sahiptir70, 77.
Enterokoklar bölünme, çoğalma, enerji transferi gibi hayati fonksiyonları
düzenleyen çoğu yapısal işleve sahip 1600’den fazla enzim üretmektedir. Bu
izoenzimler farklı katalitik özellik ve bu sebeple farklı elektroforetik hareket yeteneği
gösterirler. Enzim çeşitliliği, primer izoenzim ve alloenzimler gibi direkt veya post-
translasyonel modifikasyonla oluşan sekonder izoenzimler gibi indirekt genetik
faktörlere bağlıdır. İzoenzimler farklı hücre komponentlerinde dağılabilir ve en azından
iki farklı gen ile kodlanırlar. Benzer substrat spesifitesi olan enzimleri kodlayan multipl
lokuslar gen duplikasyonları oluşumunu sağlar. Nokta mutasyonlarının sonucu olarak,
duplike genlerin kodladığı aminoasitlerin kompozisyonu değişir ve elektroforezde farklı
hareket yeteneğine sahip enzimler tespit edilir. Elektroforetik hareketteki farklılıklar
şarj ve/veya büyüklük farklılığı ile oluşur. Bu enzimler iki yönlü izoelektrofokusin
yöntemi ile enterokoklara ait farazi enzimlerin en az %50 si araştırılmıştır78.
2.8.1.4. Antimikrobiyal duyarlılık testleri
Bu tiplendirme standart bir dizi antibiyotiğe karşı farklı izolatların duyarlılık
kalıplarının karşılaştırılması esasına dayanır. Farklı duyarlılık kalıbı veren izolatlar
epidemiyolojik köken olarak farklı suşlar olarak kabul edilirler. Farklı hastaların klinik
örneklerinden izole edilen suşlar arasında yeni veya alışılmışın dışında bir antibiyotik
47
duyarlılık kalıbı ile karşılaşılması halinde o suş yeni bir salgının habercisi olarak
değerlendirilir. Bu yöntemle düşük sensitivitede de olsa bütün izolatlar tiplendirilebilir.
Yöntem rutin uygulanan bir işleme dayandığı için fazla tecrübeyi gerektirmeyen kolay
bir tekniktir. Bu sebeple enterokokların sebep olduğu enfeksiyonların
epidemiyolojisinde başarılı bir ayırt edici test sistemi olarak kullanılmıştır.
Enterokoklarda, bazı antibiyotiklere karşı görülen intrinsik direncin yanı sıra, konjugatif
plazmidlerde veya transpozonlarda kodlanan çok sayıdaki mekanizma ile çok sayıdaki
antibiyotiğe karşı direnç görülür. Benzer direnç genlerine sahip enterokok türleri hayvan
atıkları, gıda örnekleri ve çevresel örneklerde de görülebildiği için antibiyotik direnç
kalıpları, enterokok izolatlarının kaynak tespitinde yani epidemiyolojik izlemde sınırlı
öneme sahiptir. Hastane kökenli enterokoklarda, 1980’li yılların sonlarına kadar yüksek
düzeyli gentamisin direncinin yanı sıra ampisilin direnci görülürken, son 20 yılda bu
gruba % 30’lara ulaşan vankomisin veya glikopeptid direncide eklenmiştir. Enterokok
suşlarının antibiyotik kalıplarının çıkartılması bir taraftan düşük ayırım gücüne sahip
epidemiyolojik sonuçlar yaratırken, direncin engellenmesi, yeni antibiyotiklere karşı
direnç trendinin takibi ve özellikle tedavileri problemli olan VanC’ye sahip
enterokokların izlenmesi açısından önemlidir. Bu tekniğin en belirgin dezavantajı; aynı
antibiyotiğe farklı genetik mekanizmalarla direnç geliştiren izolatları birbirinden ayırt
edememesidir. Bu epidemiyolojik izlemde ayırım gücünü düşürür. Belirli bir zaman
dilimi içerisinde aynı suşun farklı izolatları bir veya birden fazla farklı antibiyotiğe karşı
farklı direnç kalıbı verebilirler70, 79.
2.8.1.5. Serotipleme
Enterokoklar opsonizan antikorların hedefi olan kapsüler polisakkarid antijenlere
sahiptir. Lancefield R.(1933) streptokokları C polisakkarit antijenlerine göre yaptığı
sınıflandırmada, enterokoklarda ortak kapsüler polisakkaridi tanımlayarak, bu grup
antijenini D grubu olarak tanımlamıştır. Enterokoklarda kapsüler polisakkarid antijen,
6-alfa-D-glucose-1-2-glycerol-3-PO4’ın tekrarlayan ünitelerinden oluşan, glycerol-
teichoic asit benzeri bir yapı gösterir. Bu yapıda glikoz molekülüne bağlı alfa1,2 ile
karbon 2 atomları yer değiştirmiştir. HCl veya formalin ile elde edilmiş kapsül
polisakkaritlerine karşı tavşanlardan elde edilen opsonizan antiserumlar kullanılarak
48
yapılan subtip çalışmalarında iki farklı şemada 24 ve 21 serotip tespit edilmiştir81,82.
Ancak Sharpe tarafından yapılan antijenik sınıflandırmada bildirilen serotiplerden
sadece 9’unun gerçek enterokok olduğu belirlenmiş ve 21 serotipli şemanın daha
gerçekçi olduğu, bu şema ile izolatların %76’nın üzerinde bir oranda tiplendirilebildiği
vurgulanmıştır80,81,82.
Enterokokların fenotipik identifikasyonu ve tiplendirilmesinde bu yöntemlerin
dışında bir çok araştırıcı tarafından bakterinin, uzun zincirli yağ asitleri, hücre
membranı yağ asitlerinin metil ester analizi, enterosin analizi, hücre membranının
pyrolizin ekstraksiyonunun mass spektro ile analizi, Fourier transform infrared
spektroskopi (FTIR) ve Proton manyetik rezonans spektroskopisi (1H MRS) gibi çeşitli
yöntemler denenmiş, sınırlı kullanım alanı bulan bu yöntemlerden bazılarının PFGE’ine
yakın ayırım gücü gösterdiği bildirilmiştir70.
2.8.2. Genotipik Tipleme Metotları
Enterokok izolatlarının hızlı identifikasyonu ve tiplendirilmesinde, son
araştırmalar moleküler biyoloji tekniklere odaklanmıştır. Enterokoklara bağlı salgın
epidemiyolojisinde kullanılan moleküler tipleme metotları Willey ve ark tarafından
1994 yılında toparlanmıştır. Kromozomal DNA’nın G+C içeriği ve DNA-DNA
hibridizasyon deneyleri gibi bakteri sınıflamasındaki ana teknikler sıklıkla yeni izole
edilerek tanımlanan suşların karakterizasyonunda kullanılmaktadır. Genomda spesifik
bölgelerin in-vitro şartlarda amplifikasyonu, amplifiye ürünlerdeki spesifik
mutasyonların restriksiyon enzimleri ile kesilerek oluşturdukları bantların polimorfizmi
ve nihayet toplam genomun spesifik şartlarda bir restriksiyon enzimi ile hazmı sonunda
oluşan bant kalıplarının polimorfizminin analizi enterokokların sebep oldukları
salgınların analizinde salgın suşlarının klonal düzeyde tanımlanması için kullanılmıştır.
2.8.2.1. Restriksiyon Enzim Analizi (REA) Bazlı Yöntemler
Enterokokların kromozomal restriksiyon analizinde, mikroorganizmalardan izole
edilen DNA uygun restriksiyon enzimlerinden bir veya bir kaçı ile kesilmesi sonucu
elde edilen DNA fragmanları agaroz jel elektroforezi ile bant büyüklüklerine göre
49
ayrıştırılır. Elde edilen bant paternlerinin polimorfizmine göre tiplendirme yapılır. Savor
ve ark. 1998 yılında klinik örneklerden izole edilen E.faecium’ları REA ve PFGE
yöntemleri ile incelemiş ancak her iki yönteminde ideal olmadığını bildirmişlerdir83.
2.8.2.1.1. Plazmid DNA profil analizi
Plazmid DNA’sı ektrakte edildikten sonra ya REA veya PFGE gibi spesifik bir
enzimle hidrolize edildikten sonra agaroz gelde moleküler ağırlıklarına göre ayrıştırılır.
Bant polimorfizmi tiplendirme amacı ile kullanılır. Ancak yöntemin önemli
dezavantajları bulunmaktadır. Mesela plazmidler fermentasyon ve diğer teknolojik
işlemler sırasında kaybolabilir veya konjugatif transfer ile rearrangementa uğrayabilir.
Donabedian ve arkadaşları (1992) E.faecium suşlarının tiplendirilmesinde
plazmid analizini plazmid restriksiyon analizi ve PFGE ile beraber kullanmıştır.
Plazmid profil analizi ve PFGE kombinasyonu ile, ev yapımı Pecorino Sardo
peynirlerinden izole edilen yakın ilişkili suşların tanımlanması mümkün olmuştur84.
Son ve arkadaşlarıda (1999) E.faecium suşlarının tiplendirmesinde direnç
paternleri ve plazmid profil analizinin RAPD-PCR’a komplementer teknik olarak
kullanılabileceğini bildirmiştir85.
2.8.2.1.2. Pulsed Field Gel elektroforezi (PFGE)
Pulsed field jel elektroforez yöntemi ile REA’de olduğu gibi genomdaki bilinen
spesifik bir bölgenin amplifikasyonu sonucu elde edilen nispeten kısa amplikonların
değil, total genomun bir restriksiyon enzimi ile hazmı sonucu ortaya çıkan bant
polimorfizmi değerlendirilir. Büyük genomdan elde edilecek bantlarında bir kısmının
oldukça büyük olacağı varsayımından hareketle bu yöntemde PCR-RFLP’den farklı
elektroforez şartları kullanılır. Tek yönlü düzenli elektrik akımı altında DNA
fragmentlerinin moleküler büyüklüklerine göre yürütülerek ayrıştırıldığı geleneksel jel
elektroforezinde 50 kb’dan büyük DNA molekülleri aynı mobiliteyi gösterirler. Bu
sebeple 50 Kb’dan büyük DNA fragmentleri jel içinde geniş, ayrışmamış bantlar olarak
görülürler ve standart jel elektroforezi ile ayırt edilmeleri imkansızdır. PFGE
50
yönteminde, elektrik akım yönünün peryodik olarak değiştirilmesi ve geldeki DNA
fragmentleri üzerine belirlenen aralıklarla düz akım gönderilebilmesi sonucu, 50kb’dan
daha büyük DNA molekülleri bile kolaylıkla ayrıştırılabilmekte ve genomun tamamını
değerlendirmek mümkün olmaktadır. PFGE yönteminde bakteriyel enzimlerin spontan
degradasyonundan korumak amacı ile agaroz jel içine gömülü haldeki bakteriden,
bütünlüğü bozulmadan izole edilen DNA, yine jel içerisinde iken bilinen 5-6 baz
uzunluğunda tanıma bölgesine sahip bir restriksiyon enzimi hidrolize uğratılarak kesilir.
Agaroz jel içerisinde elde edilen DNA fragmentleri akım yönü ve şiddeti belirli
aralıklarla değiştirilerek elektroforeze tabii tutulur. Elektroforez sonrası jelin Ethidium
bromid ile boyaması sonrası jeldeki DNA fragmentleri UV ışıkta görüntülenmekte ve
elde edilen bant polimorfizmi gözle veya bilgisayar programları kullanılarak
değerlendirilmektedir. PFGE ile elde edilen bant paternlerine göre hem kromozomal
DNA’nın büyüklüğü tahmin edilebilmekte, hem de suşların klonal olarak
ilişkilendirilmeleri mümkün olmaktadır. PFGE oldukça yüksek ayrım gücü olan,
sonuçları tekrarlanabilir ve kolay yorumlanabilir bir yöntem olduğu için genotipik
identifikasyonda, özellikle hastane enfeksiyonlarının sürveyansında referans yöntem
olarak kabul edilmektedir. Yöntemin en önemli dezavantajları pahalı ekipmanlara ihtiyaç
duyması, zaman alıcı oluşu ve hala pek çok tür için standart protokollerin
oluşturulamamış olmasıdır 3, 10, 11, 70, 71.
Pulsed field jel elektroforez yöntemi hastane kökenli enfeksiyonlardan ve
çevresel örneklerden izole edilen VRE / GRE’lerin klonal ilişkilerinin tespitinde de
başarı ile kullanılmıştır.
2.8.2.1.3. Ribotipleme
Son yıllarda epidemiyolojik sürveyans amacı ile mikroorganizmalarda 16S, 23S
ve 5S rRNA genleri arasında bulunan spacer bölgelerdeki heterojeniteyi hedef alan
nükleik asit amplifikasyonuna dayalı teknikler denenmiştir. PCR-Ribotipleme yöntemi
ile rRNA operonunda cins ve tür düzeyinde farklı büyüklüğe sahip çok sayıdaki spacer
bölgeleri hedef alınır. Bu yüzden belirli bir suşta farklı büyüklükte spacer bölgeleri
bulunduğundan çok sayıda bant elde edilir. Bu teknik E. faecium, Enterobakterler ve
Listeria monocytogenes izolatlarının tiplemesinde kullanılmaktadır70. E.faecium
51
suşlarının PCR-ribotipleme ile analizinin, bu bakteri türünde en az dört sınıf intergenik
spacer bulunduğu için, yararlı olmadığı sonucuna varılmıştır 94.
Ayrıca restriksiyon enzimleri kullanılarak da ribotipleme yapılabilmektedir. Bu
yöntemde bakteri kromozomu ekstrakte edilir ve restriksiyon enzimleri ile kesildikten
sonra agaroz jel elektroforezi ile ayrılır. Naylon veya nitroselülöz membrana blotlanan
DNA fragmentleri 23S, 16S ve 5S rRNA dizisinin hedef dizilerini tanıyan problarla
hibridize edilir. Brisse ve arkadaşları(2002), ribotipleme yöntemini hastane kökenli
VRE’lerin klonal ilişkilerini göstermek amacı ile kullanılmış, yöntemin duyarlılığının
PFGE ile kıyaslandığında yeterli olduğu, yüksek performans laboratuvarlarında değerli
bir primer tipleme tekniği olarak kullanılabileceğini bildirmişlerdir. Bu tekniğin
laboratuarlar arası tekrarlanabilirliğinin yüksek olduğunu ve epidemiyolojik olarak
önemli genotipleri identifiye edebildiği de gösterilmiştir86,87. Buna karşın Price ve
arkadaşları (2002) bu yöntemin VRE çalışmaları için güvenilir olmadığını ileri
sürmüştür88.
2.8.2.2. Nükleik Asit Amplifikasyonu Bazlı (NAAB) Teknikler Mutasyonların belirlenmesi için, mikrorganizmaların spesifik gen bölgeleri ile
direnç genleri gibi bilinen gen bölgelerinin amplifikasyonuna dayalı tekniklerdir.
2.8.2.2.1 PCR Bazlı teknikler
Bütün mikroorganizmalarda olduğu gibi enterokokların tür, suş ve genotip
tayininde başarı ile kullanım alanı bulmuştur. Bu amaçla enterokoklardaki “elongasyon
faktör tuf geni (EF-Tu) ni hedef alan primerler, cins (Ke et al) (1999) düzeyinde, D-
alanin/D-ligaz geni (ddl) (Dutka –Malen ve ark) ve groESL genini (Teng et al.) hedef
alan primerler de tür düzeyinde tanı amacı ile kullanılmıştır70. Kniff ve arkadaşları
tarafından (2001) ddl genini hedef alan tür spesifik primerler E.durans ve E.hirae için
onaylanmıştır89. PCR bazlı metodlar antibiyotik direncinin tespiti için de uygulanmış,
böylece bir taraftan hızlı duyarlılık testi yapılırken diğer taraftan izole edilen suşlar
arasında vertikal yayılan direnç genleri veya gen mutasyonları sebebi ile klonal ilişkide
gösterilebilmiştir. Dutka-Malen ve arkadaşları (1995) ddl genini hedef alan primerler ile
52
hem tür düzeyinde tanı hem de glikopeptid direncinin tespitini yapabildiklerini
bildirmişlerdir90. Miele ve arkadaşları(1995)’da van genleri için bir primer seti
geliştirmiş, aynı yıl Klare ve ark. (1995) vanA genine yönelik PCR yöntemini
kullanmıştır. vanA ve vanB genini hedef alan yeni primerler de geliştirilmiş ve aynı
primerler, Del Vecchio ve ark. (1998) tarafından flöresana dayalı PCR sistemi
LightCycler’da kullanılmıştır70. Daha sonra enterokokların tanısında ve epidemiyolojik
sürveyansında kullanılmak üzere, çok sayıdaki araştırmacı tarafından, enterokokların
16S rRNA’sını hedef alan primerlerle tür tayini ile eş zamanlı olarak vanA, vanB,
vanC1, C2 ve C3 genlerini alan primerlerin kullanıldığı, glikopeptid direncinin tespitine
yönelik multipleks PCR protokolleri geliştirilmiştir90,91. Ayrıca enterokokların virulans
genlerini hedef alan PCR teknikleri geliştirilmiştir92.
2.8.2.2.2-Random Amplified Polimorphic DNA-PCR(RAPD-PCR)/
Arbitrarily primed-PCR (AP-PCR)
Random primerler kullanılarak DNA polimorfizminin gösterilmesine dayalı
metottur. Düşük annealing ısısında, yüksek Mg+ konsantrasyonunda random
düzenlenmiş kısa primerlerin bakteri DNA’sına rastgele bağlanması ile oluşan primer-
DNA hibridlerinin amplifikasyonu sonucu oluşan DNA fragmentlerinin polimorfizmini
hedef alan PCR bazlı bir yöntemdir. RAPD metodu, iki yerine tek primer kullanımı ve
bağlanma ısısının düşük olması açısından klasik PCRdan farklıdır. RAPD-PCR’ın
klinik örnekler ve gıda örneklerinden izole edilen enterokokların tanımlanması ve
ayrılmasında güvenilir bir teknik olduğu ileri sürülmüştür70. Hastane kökenli VRE ların
epidemiyolojik sürveyansında hızlı ve güvenilir bir teknik olduğu ancak yüksek
düzeyde aminoglikozid direnci (HLAR) gösteren enterokokların tiplemesinde
tekrarlanabilirliğinin düşük olduğu bildirilmiştir93. Bazı çalışmalarda RAPD ve PFGE
yöntemlerinin sonuçlarının oldukça uyumlu olduğu gösterilmiştir94. Devriese ve ark.
AP-PCR kullanarak E.durans, E.hirae ve E.villorum’un bütün suşlarını bant
paternlerindeki farklılıklara göre gruplamıştır 95.
53
2.8.2.2.3- Spesifik ve Random Amplifikasyon-PCR: SARA-PCR
Tek bir reaksiyonda Enterokok türlerinin tanımlanması ve vanA geninin
gösterilmesini sağlayan bir yöntemdir. Teknik vanA primer seti kullanımına dayalıdır.
vanA geni bulunan suşlarda yaklaşık 700bp lik bant ile birlikte kompleks paternler
oluşur70.
2.8.2.2.4. Amplified fragment length polymorphism (AFLP)
Bu yöntem total genomik DNA’nın restriksiyon enzimleri ile açık uçlu olarak
kesilmesi sonrasında açığa çıkan DNA fragmentlerinin, ligaz enzimleri yardımı ile açık
uçla uyumlu oligonükleotit adaptörleri ile ligasyonunu ve ligasyonla yerleştirilen
oligoları hedef alan primerler kullanılarak amplifikasyonlarını hedef alan bir yöntemdir.
Klasik PCR yöntemlerinde olduğu gibi amplikonların polimorfizmi, agaroz jelde veya
kapiller elektroforezle tanımlanır. Roland Jureen ve arkadaşlarının(2003) çalışmasında
enterokokları AFLP ve PFGE ile incelemiş ve bu iki tekniğin iyi bir uyum gösterdiğini
bildirmişlerdir.96. Ancak bazı çalışmalarda VRE ler için AFLP yöntemi PFGE ye
kıyasla uyumsuz sonuçlar vermiştir97.
2.8.2.2.5. Repetitive Polimeraz Zincir Reaksiyonu (Rep-PCR)
Repetitive-PCR metodu bakteriyel genomda dağılmış olarak bulunan tekrarlayan
DNA dizilerinin kopyalarının PCR ile gösterimine dayalıdır. Bu tekrarlayan DNA
elementleri cins ve türlere göre değişmek üzere genomda farklı uzaklıklar da
yerleşmiştir. Bu tekrarlayan elementleri hedef alan primerlerin kullanıldığı
amplifikasyon sonucunda değişik uzunluklarda DNA fragmentleri oluşur. Bu
fragmentlerin polimorfizmi spesifik DNA fingerprinting –parmak izi- olarak
değerlendirilir. Yapılan kıyaslamalı çalışmalarda Rep-PCR ile oluşan polimorfik DNA
kalıplarının yorumunun PFGE’i ile elde edilen kalıplara göre daha zor olduğu ve
aralarında uyuşmazlık olduğu ileri sürülmüştür.70,98.
54
2.8.2.2.6. İntergenik rRNA spacer bölgeleri-PCR (ITS-PCR)
Enterokok türleri için spesifik olan, 16S ve 23S rRNA arasında yer alan
intergenik spacer bölgesini hedef alan primerlerin kullanıldığı bir amplifikasyon
yöntemidir70. Amplikonlar yüksek rezolüsyonlu %6 non-denatüre akrilamid-
bisakrilamid jel elektroforezi ile incelenmiştir. Bu metotla incelenen E.avium, E
raffinosus, E.malodoratus, E.pseudoavium, E.faecalis ve E. hirae benzer profil
göstermiştir. Daha ayırt edici sonuçlar elde edebilmek için amplikon Sau3A1
restriksiyon enzimi ile kesilmiş ve ortaya çıkan fragment polimorfizmi ile E. faecium, E.
casseliflavus, E. mundtii, E. durans ve E. hirae birbirinden ayırt edilebilirken E.
gallinarum için spesifik polimorfizm tespit edilememiştir100.
.
2.8.2.2.7. Diğer Amplifikasyon Bazlı yöntemler
Çeşitli klinik ve çevresel örneklerden izole edilen enterokokların cins, tür ve suş
düzeyinde tanımlanması amacı ile bakteri genomundaki spesifik bölgeleri hedef alan
çeşitli amplifikasyon bazlı modifikasyonlar kullanılmıştır. Bunlar arasında; 16S rDNA
genini çevreleyen fragmanları hedef alan, “Amplified rDNA Restriction Analysis –
ARDRA” yöntemi, PCR-Ribotipleme, SDS-PAGE ve 16S rDNA dizi analizinin
kombinasyonu olan “PCR-amplified 16S rDNA- RFLP” yöntemi, groESL geninin
spesifik primerlerle amplifikasyonu sonucu oluşan amplikonun HaeIII ve RsaI ile hazmı
sonucu oluşan band polimorfizmini hedef alan “Broad range PCR-RFLP” yöntemi,
özellikle klinik olarak önemli enterokok türlerinin tanımlanmasında yararlı olduğu ileri
sürülen, DNA dizisinde tek nükleotit farklılığını Tm ısı farklılığı ile ortaya koyan
“Temporal temperature gradient gel elektroforezi -TGGE” yöntemi, E.casseliflavus,
E.durans, E.faecalis ve E.faecium suşlarının ayrımında başarı ile uygulanan
“Denaturating Gradient jel elektroforezi –DGGE” yöntemi, insan ve hayvan orijinli
enterokokal türlerin ayrımında denenmiş olan “tRNA-intergenik length polimorfizm
analizi -tDNA-PCR” yöntemi, özellikle 16S rRNA ve 23S rRNA genleri olmak üzere
ITS bölgeleri, Chaperonin 60 (Cpn60) geni, groES ve groEL genlerini, vanA, vanB,
vanC ve vanD genini ve nihayet HLGR genlerini hedef alan probların kullanıldığı
“Nükleik asit Hibridizasyon” yöntemi, vanA ve vanB genlerini hedefleyen primerlerin
55
kullanıldığı, spesifik mRNA yı gösteren Reverse Transkriptaz- PCR (RT-PCR) yöntemi
kullanım alanı bulan önemli yöntemlerdir70.
2.8.2.3. Dizi Analizi Yöntemleri
Diğer birçok mikroorganizmada özellikle tek nokta mutasyonlarına dayalı
bilinen veya bilinmeyen farklılıkları tespite yönelik olarak kullanılan ve epidemiyolojik
metodlar içerisinde en yüksek ayırım gücüne sahip olan dizi analizi yöntemi enterokok
izolatlarının cins ve tür ayırımının yanı sıra izolatların klonal ilişkilerinin tespitinde de
kullanılmıştır.
2.8.2.3.1. Parsiyel Dizi Analizi
16S rDNA V4 ve V9 bölgelerine yönelik PCR analizini takiben yapılan parsiyel
dizi analizi, enterokokların identifikasyonu ve sınıflamasında güvenilir bir tekniktir.
VRE’lerin identifikasyonunda da multipleks PCR ile kombine olarak bu yöntem
kullanılmıştır. Bu gen bölgesi dışında izolatların identifikasyonu için; ddl geni, cpn60
geni, groES geni, sodA genlerininde dizi analizi yapılması önerilmiş, Poyart ve
arkadaşları (2000) tarafından özellikle sodA geninin dizi analizinin 16SrRNA geni dizi
analizine göre daha diskriminatif olduğu ileri sürülmüştür 101.
2.8.2.3.2. Multilokus Sequence Tipleme (MLST)
Pekçok bakteriyel türün virulans faktörlerinin ve moleküler epidemiyolojik
özelliklerin değerlendirilmesinde kullanılmıştır. Housekeeping genlerin internal
parçalarının DNA dizisindeki allelleri identifiye etmeye dayalı bir yöntemdir.
Enterokoklarda MLST nin, özellikle E.faecium suşlarının, uluslararası veri bankasını
oluşturmada uygun bir teknik olduğu sonucuna varılmıştır102.
Sonuç olarak, enterokokları tanımlama, karakterize etmede ve tiplendirmede
taksonomik ayırım yetenekleri değişen çok sayıda teknik kullanılmaktadır. Son 15 yılda
metodolojik gelişmelerden dolayı bakteriyel taksonomi yeniden gözden geçirilmektedir.
Özellikle enterokoklarda modern bakteriyel taksonomi çeşitli çalışmalarla elde edilen
56
geniş çaplı bilgilerle tamamlanmaktadır. Rutin incelemelerde klasik fenotipik
yöntemlerin önemini hala koruyor olmasına rağmen, genotipik yöntemler
mikroorganizmaların tam olarak karakterizasyonu ve klonal düzeyde ayırt edilmesine
katkıda bulunmaktadır. Ayrıca bu teknikler yalnızca gıda mikrobiyolojisi alanında değil,
bunun yanında epidemiyolojik araştırmalarda da güçlü bir araç olmaktadır. Polifazik bir
yaklaşımla, feno ve genotipik modern yöntemlerin kombinasyonu güvenli
identifikasyon için uygun bir çözümdür.
2.9.Enterokok İnfeksiyonlarının Tedavisi
Enterokok enfeksiyonlarının tedavisi, ilk seçenek antibiyotiklere karşı değişen
düzeyde direnç göstermeleri sebebi ile oldukça zor ve karmaşıktır. Enterokokların
neden olduğu üriner enfeksiyonlar, peritonit ve yara enfeksiyonlarının çoğu ampisilin,
penisilin veya vankomisin gibi tek ilaçla tedavi edilebilirken; endokardit, bakteriyemi
ve menenjit gibi ciddi enfeksiyonlar da hücre duvarına etkili bir ajanla bir
aminoglikozitin birlikte uygulanması sinerjistik etki gösterir. Penisilin alerjisi olan
hastalarda veya penisilin/ampisilin dirençli suşlarla olan enfeksiyonlarda vankomisin ve
aminoglikozid kombinasyonu da sinejistik etkilidir. Ancak, yüksek düzeyde
aminoglikozit ve ampisilin direncine ek olarak vankomisin direncinin de hızla
yayılması, başta E.faecium enfeksiyonları olmak üzere VRE ile olan enfeksiyonların
tedavisini, son derece problemli hale getirmiştir5.
E.faecalis izolatlarının hemen tamamı ampisiline orta düzeyde duyarlıdır. Bu
yüzden bu izolatlarda vankomisin direnci olsa dahi, tedavileri nispeten kolaydır. Ancak
penisilin ve ampisiline doğal olarak daha dirençli olan E.faecium’lar da da vankomisin
direnci görülmektedir5,53.
Eğer VRE ampisiline yüksek düzeyde dirençli ise, tetrasiklin, eritromisin,
kloramfenikol, yüksek düzey aminoglikozit, rifampin, florokinolon, novobiosin ve
üriner enfeksiyonlar için nitrofurantoin gibi antibiyotiklere duyarlılık
araştırılmalıdır5,103.
Farklı mekanizmalar ile direnç geliştiğinden, yüksek düzeyde gentamisin
dirençli enterokoklarda streptomisin direnci araştırılmalıdır. Her iki aminoglikozide de
direnç varsa, hiçbir tedavi rejiminin güvenilir bir bakterisidal etki oluşturması
57
beklenmemelidir. Çoklu ilaç direnci gösteren enterokoklarda tedavi seçenekleri oldukça
kısıtlıdır ve optimal tedavi bilinmemektedir5,104.
Kloramfenikol: çoklu ilaç direnci gösteren E.faecium’lara in vitro etkili olabilir
ancak VRE enfeksiyonları tedavisinde sınırlı başarı gösterir, mortalitede azalmaya yol
açmaz5
Seftriakson: glikopeptit direncini indüklediğinden normalde enterokoklara
etkisizdir. Seftriakson, vankomisin ve gentamisin kombinasyonu, glikopeptit dirençli
E.faecium’larda etkin olarak bildirilmiştir5.
Rifampin: Enterokokal enfeksiyon tedavisinde, zayıf bakterisidal etkisi ve
direnç gelişiminden dolayı kullanımı kısıtlıdır105.
Fosfomisin: Enterokoklara karşı etkinlik gösterir. Fakat tek başına
kullanıldığında hızla direnç gelişir5.
Tetrasiklin: VRE’lerin bazılarına etkilidir. Doksisiklin ve minosiklin diğer
ajanlar ile beraber kullanılabilir. Ancak tetrasiklin direnci oldukça yüksek oranda
görülmektedir. Glisilsiklin olarak bilinen tetrasiklin deriveleri çoklu ilaç direnci
gösteren enterokoklara mükemmel etkinlik göstermektedir. Bakteriyostatik etkilidir106.
Siprofloksasin ve diğer kinolonlar: Enterokoklara orta derecede etkin
ajanlardır ve kullanımları üriner enfeksiyonlar ile sınırlıdır. Gentamisin, ampisilin veya
rifampin ile kombine kullanılırsa VR E.faecium’lara etkilidir. Yeni florokinolonlar ise
Gram pozitiflere daha yüksek aktivite gösterirken enterokoklara karşı daha az etkindir.
Klinafloksazin enterokoklara en etkin ajandır. Ampisilin ile kombine kullanılırsa
bakterisidal etki gösterir5,107,108.
Nitrofurantoin: Pek çok VRE ye karşı etkilidir ve üriner enfeksiyonlarda bir
seçenek olabilir. Çoklu ilaç direnci gösteren enterokok tedavisinde etkin bir
antimikrobiyal tedavi belirlenmemiştir53.
Teikoplanin: VanB tipi enterokoklara etkin diğer bir glikopeptittir.
Aminoglikozitlerle kombine edildiğinde endokarditlerde etkin olabilir. Ancak VanB
tipi E.faecium’larda in vivo teikoplanin direnci geliştiği de bildirilmiştir. VRE
enfeksiyonlarında yeni yaklaşımlar olarak beta laktam- beta laktam, beta laktam-
glikopeptit, beta laktam- florokinolon kombinasyonları hayvanlarda incelenmiştir.
Ampisilin ve vankomisine dirençli olmasına rağmen Beta laktam-glikopeptit
58
kombinasyonunun kullanımı ile E.faecium inhibe olabilir. Bazı suşlarda vankomisin
varlığında ampisilin MİK değeri azalmaktadır109.
Son yıllarda VRE/GRE enfeksiyonlarının tedavisinde yeni seçenek antibiyotikler
denenmeye başlanmış olup bunlardan bir kısmı eski ürün olup yeni endikasyon alanı
bulmuşken bazıları hala Faz III düzeyinde, bazıları da FazIV ‘de klinik deneme
aşamasındadır. Bunlardan en önemlileri ;
Dalfopristin-quinopristin: Streptogramin grubu antibiyotiktir ve VR E.faecium
suşlarına karşı bakteriyostatik aktivite gösterir. Ancak E.faecalis suşlarına interensek
direnç sebebi ile etkin değildir53. Hayatı tehdit eden VR E.faecium bakteriyemilerinin
tedavisinde onaylanmıştır. Protez kapak endokarditi, ventrikülit, katater ilişkili
peritonitlerde etkin bulunmuştur5.
Daptomisin: Asidik bir lipopeptittir ve ümit verici klinik sonuçlar alınmaktadır.
Enterokokların bütün türlerinde MİK değeri düşüktür, inokülüm etkisi zayıftır ve tek
başına bakterisidal etkilidir. Glikopeptitler ile çapraz direnç görülmez110.
LY333328(oritavansin): Semisentetik bir glikopeptittir, VRE ye karşı en etkin
ajanlardan birisidir ve bakterisidal etkinlik gösterir. Etki mekanizması tam
bilinmemektedir. Ancak vankomisine benzer olduğu düşünülmektedir. İnsanlarda
farmakokinetik ve farmakodinamik özellikleri ile ilgili çalışmalara ihtiyaç vardır111.
Oksazolidinonlar: Yeni sentetik antibiyotiklerdir. Protein sentezini inhibe
ederler. Enterokoklara karşı etkinlikleri iyidir. Bu gruptan Linezolid FDA tarafından
onaylanmıştır53,112.
2.10. Enterokok Enfeksiyonlarında Korunma ve Kontrol Önlemleri
Enterokok enfeksiyonlarının çoğu endojen kökenli olup, barsaklardan
translokasyonla endojen kökenli sistemik enfeksiyona dönüşür. Ancak, hastanelerde
yatan hastalarda, kolonize hasta ve kontamine çıkartıları ile direkt temasla, personelin
kontamine elleriyle kontamine yüzeylerle temasla veya kontamine tıbbi aletler yoluyla
indirekt olarak hastane enfeksiyonu şeklinde bulaşın da mümkün olduğu gösterilmiştir.
Hastane enfeksiyonlarında enterokok enfeksiyonlarının, özellikle de tedaviye cevap
vermeyen VRE/GRE gibi çoklu ilaç direnci gösteren suşlarla oluşan enfeksiyonların,
1980’li yıllardan sonra artış trendine girmesi ile Center for Disease Control and
59
Prevention (CDC) ye bağlı “Hospital Infection Control Practices Advisory Committe”
(HICPAC) hastanelerde VRE yayılımını kontrol altına alabilmek amacı ile alınması
gereken tedbirleri içeren bir rehber yayınlamıştır58,114. Bu rehberde önerilen tedbirler;
1-Hastane personelinin eğitimi
Doktor, hemşire, hasta bakımından sorumlu personel, laboratuar çalışanları,
eczacılar ve öğrenciler gibi bütün hastane çalışanlarına VRE’nin önemi, epidemiyolojisi
ve kontrolünün dair eğitim verilmelidir. VRE kontrol yöntemleri ve VRE yayılımını
önleyici ilkeler konusunda düzenli olarak yılda en az bir kez eğitim yapılmalı ve VRE
sıklığında artış olduğunda bilgi yenileme eğitimi şeklinde tekrarlanmalıdır58,113.
2-Kısıtlı vankomisin kullanımı
Dirençli mikroorganizmaların kontrolünde antibiyotik kullanımının kısıtlanması
son derece önemlidir. Hastanelerde uygun olmayan endikasyonlarda vankomisin
kullanımı VRE kolonizasyonu ve enfeksiyonu için önemli bir risk faktörüdür. Ayrıca
üçüncü kuşak sefalosporinler ve anti-anaerobik etkinliği olan antibiyotiklerin kullanımı
da riski artırmaktadır. Bu sebeple özellikle VRE kontrolünde antibiyotik kullanımı
konusunda eğitim çalışmalarına önem verilmeli, HICPAC önerileri dikkate
alınmalıdır58,113,114.
3-Mikrobiyoloji laboratuarının etkin kullanımı
Mikrobiyoloji laboratuarı tüm hastane enfeksiyonlarında olduğu gibi VRE
sürveyansında ve yayılımının önlenmesinde oldukça önemli bir basamaktır. VRE ile
kolonize veya infekte hastaların en kısa sürede ve doğru olarak tespit edilmesi,
duyarlılık sonuçlarının belirlenmesi, kontrol önlemlerinin erken dönemde
uygulanabilmesini ve yayılımın sınırlandırılmasını sağlar. Bir hastanede VRE bir kez
izole edildiğinde mutlaka vankomisin duyarlılığı yönünden tekrar test edilmesi ve
enfeksiyon kontrol komitesine ve hastanın izlendiği servise bildirilmesi gerekir.
Böylece sonuç belli olana kadar hastanın izole edilmesi sağlanmalıdır. Rutin tarama
kültürleri ile kolonizasyonun tespiti ve izole edilen VRE suşları arasındaki klonal
ilişkinin moleküler tipleme yötemleri ile ortaya konulması da enfeksiyon kontrol
önlemleri açısından önem taşımaktadır58,113,114.
4-Sürveyans kültürleri
İntestinal kolonizasyonunun belirlenmesi amacıyla sürveyans kültürlerinin
alınması VRE kontrol programının en önemli basamaklarından birisidir. Prevalans
60
taramaları yeni bir VRE pozitif hasta tespit edildiğinde sadece aynı odada izlenmekte
olan hastaların taraması ile sınırlı olabileceği gibi, aynı servisteki bütün hastaların veya
yoğun bakım, transplantasyon, hematoloji onkoloji ünitesi gibi birimlerde izlenen
yüksek risk grubundaki hastaların taranması şeklinde daha geniş kapsamlı olabilir.
Kolonizasyon tespitinde diğer bir yaklaşım ise C. difficile toksini araştırılmak üzere
gönderilen gaitaların VRE yönünden taranmasıdır. Ayrıca VRE’nin yaygın olduğu
hastanelerden veya bakımevlerinden transfer edilen hastalardan perirektal kültür
alınması da diğer bir uygulamadır58,114,116.
5- Gastrointestinal kolonizasyonun eradikasyonu
Vankomisin dirençli enterokok eradikasyonunda amaç, kolonizasyonu olanlarda
enfeksiyon gelişme riskini azaltmak, hastanedeki VRE rezervuarını sınırlamak ve
enfeksiyon kontrolüne yönelik harcamaları azaltmaktır. Ancak kalıcı eradikasyon
sağlayacak antimikrobiyal tedavi henüz bilinmemektedir58. VRE kolonizasyonunun
eradikasyonunda, Lactobacillus rhamnosus içeren yoğurt kullanılmış ve başarılı
bulunmuştur65.
Vankomisin dirençli enterokoklar ile kolonize hastalarda spontan dekolonizasyon
nadir olarak oluşmaktadır. Mayo Klinikte yapılan bir çalışmada; karaciğer ve böbrek
transplantasyonu yapılmış hastalarda spontan dekolonizasyon oranı %34 bulunmuştur.
Oral basitrasin, ramoplanin ve novobiyosin gibi antimikrobiyallerin kullanımı VRE
eradikasyonunda kısıtlı başarı göstermiştir.5, 53.
6-Korunma ve Kontrol
Hastane içerisinde hastalar arasında enterokok yayılımında, temasın engellenmesi
yani izolasyon en önemli korunma yöntemidir. Teması ortadan kaldırmak veya en aza
indirmek için; sağlık personeli arasında el antisepsisi, eldiven ve koruyucu önlük kullanımı
gibi uygulamalar yaygınlaştırılmalı ve özendirici tedbirler alınmalıdır. Yapılan
çalışmalarda hastane personelinin ellerinin hastalar arası bulaşta önemli bir vektör olduğu
gösterilmiştir. Maryland Üniversitesi’nde yoğun bakım ünitelerinde aktif sürveyans
uygulanmasının VRE geçişini %39 oranında azalttığı gösterilmiştir. Bir başka çalışmada
önlük kullanımının 400.000 dolardan fazla yıllık tasarruf sağladığı bildirilmiştir53.
Bir VRE salgınında salgının önlenmesi amacı ile;
61
a-VRE ile infekte veya kolonize hastalar tek kişilik odalara veya VRE pozitif diğer
hastalarla aynı odaya yerleştirilmeli,
b- VRE pozitif hasta odasına girerken eldiven ve önlük giyilmeli; hasta odasından
ayrılmadan önce eldiven ve önlük çıkarılıp eller antiseptik ajanlarla yıkanmalı ve eller
yıkandıktan sonra hasta odasındaki yüzeylerle temas edilmemeli,
c- VRE pozitif hastalarda kullanılan tıbbi aletler diğer hastalar için kullanılmamalı,
ortak kullanılacaksa dezenfekte edilmeli ve odalar arası eşya transferinden kaçınılmalı,
d- VRE pozitif hasta ile aynı odada izlenen hastalardan gaita veya rektal sürüntü
kültürleri alınarak kolonizasyon yönünden araştırılmalı ve VRE kolonizasyonu uzun
süre devam edebildiği için, en az bir hafta arayla alınmış üç veya daha fazla negatif
kültür sonucu elde edilene kadar araştırmaya devam edilmelidir.
e- VRE yayılım şekillerini ve rezervuarı belirlemek amacıyla uygun moleküler
yöntemler kullanılarak klonal ilişki yönünden değerlendirilmelidir.
f- Sağlık personelinde VRE taşıyıcılığı ve buna bağlı VRE yayılımı bildirilmiş olmakla
beraber sağlık personelindeki taşıyıcılık VRE için tanımlanmış önemli bulaş yollarından
biri değildir. Ancak VRE yayılımı kontrol altına alınamıyorsa, sağlık personeli kronik
cilt ve tırnak problemleri yönünden incelenmeli, epidemiyolojik olarak VRE yayılımı
ile ilişkili olduğu belirlenen VRE taşıyıcısı personelin VRE negatif hastalara bakım
hizmeti vermesinden kaçınılmalıdır58, 113, 114, 115, 116.
62
3-GEREÇ VE YÖNTEMLER
Bu çalışmada Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi Merkez
laboratuarına 10.09.2009 ile 30.04.2010 tarihleri arasında farklı kliniklerden gönderilen
klinik materyallerden izole edilen 79 enterokok izolatı, muhtemel bir hastane
enfeksiyonu salgınına delil teşkil etmek üzere klonal ilişkilerinin tespiti amacı ile
değerlendirilmiştir. Enterokokların identifikasyonu ve antibiyotik duyarlılıklarının
tespitinde Vitek-2 otomatize sistemi (BioMerieux, Durham, NorthCarolina, USA)
kullanılmış, klonal ilişkinin tespitinde ise RAPD ve PFGE yöntemleri kullanılmıştır.
3.1. Tür tayini ve Vankomisin duyarlılıklarının tespiti
Hasta örneklerinden kanlı besiyerine yapılan ekimler 37oC’de 24 saat
inkübasyona bırakılmış, süre sonunda besiyerinde üreyen, küçük non hemolitik veya
alfa hemolizli, katalaz negatif bakteri kolonilerinden, yayma preparatlar hazırlanmıştır.
Bu yaymalarda Gram pozitif koklar şeklinde görünen bakteri kolonileri enterokok
şüpheli olarak kabul edilmiş ve pasajlar yapılarak saf kültürleri elde edilmiştir. Elde
edilen saf kültürler, Vitek-2 otomatize sistemi (BioMerieux, Durham, NorthCarolina,
USA) yardımı ile cins ve tür düzeyinde tanımlanarak antibiyotik duyarlılıkları tespit
edilmiştir. Sistem için özel kullanılan şeffaf plastik deney tüpüne (12x75 mm) 3 ml
steril tamponlanmış tuzlu su (%0,45-0,50 NaCl, pH 4.5-7.0) konulmuş, saf koloniler
öze ile tüpe aktarılmış ve McFarland 0.5 bulanıklığına eşdeğer homojen bakteri
süspansiyonları hazırlanmıştır. İncelenen her suş için iki tüp kullanılmıştır. Birinci tüpe
kolonilerden hazırlanan bakteri süspansiyonu konulmuş ve ikinci tüp ise boş olarak
kasete yerleştirilmiştir. Kasetin içerisinde bulunan, tüplerin arka kısmındaki bölüme,
birinci tüpün arkasına Gram pozitif identifikasyon kartı (Vitek-2 GP, BioMerieux-SA-
France) ve boş tüpün arkasına ise Gram pozitif antibiyotik duyarlılık kartı(Vitek-2-
AST-P534 BioMerieux-SA-France) takılmış ve kullanım talimatına uygun olarak kaset
63
Vitek-2 sisteminin içine yerleştirilmiş ve veri girişi yapılmıştır. 18-24 saat, 37oCde
inkübasyon sonrası, hem cins düzeyinde, hem tür düzeyinde tanımlanmaları
gerçekleştirilmiş, hem de enterokok olarak tanımlanan izolatlar antibiyotik duyarlılıkları
yönünden sistemde değerlendirilmiştir.
Saf kültür halinde izole edilen enterokoklar, suşlar arasındaki klonal ilişkinin
belirlenmesi amacıyla yapılan genotipleme çalışmalarnda daha sonra kullanılmak üzere,
%10 gliserol ve %10 kan içeren Beyin-kalp infüzyon sıvı (BHIB) besiyerinde (BBL,
Brain-Heart infusion broth), -20oC’de, saklanmıştır.
Suşların 49’u (%62,02) hastalara ait klinik materyalden ve 30’u (%37,98) yatan
hastalara ait gaita veya rektal sürüntü örneklerinden elde edildi. Klinik materyalden
izole edilen suşların 33’ünün (%67,34) hastane enfeksiyonu kriterlerine uyan hastalara,
16 (%32,66)’sının da hastane enfeksiyonu ile uyumlu olmayan, yeni yatış alan hastalara
ait olduğu tespit edildi.
Çalışmada test edilen enterokoklar üç grup altında değerlendirildi:
I.Grup: Hastane enfeksiyonu ile ilişkili 10.09.2009 ile 30.04.2010 tarihleri
arasında çeşitli klinik örneklerden izole edilen 33 VRE izolatından oluşmuştur. Bu
izolatlar hastanede yatan hastalarda, yatışı izleyen üçüncü günden sonra ortaya çıkan
enfeksiyonlardan izole edilmiştir.
Bu grupta değerlendirilen izolatların elde edildiği hastaların, 15’inin (%45,45)
kadın ve 18’inin (%54,54) erkek olduğu tespit edilmiştir. İzolatların farklı kliniklerde
takip edilen hastalara ait oldukları görülmüştür (Tablo 5).
64
Tablo 5. Grup I’de değerlendirilen VRE lerin kliniklere göre dağılımı
Klinik Suş sayısı
Dahiliye Yoğun Bakım 8
Çocuk Yoğun Bakım 5
Beyin Cerrahi Yoğun Bakım 1
Çocuk Hematoloji 2
Hematoloji 2
Diğer Klinikler 15
Toplam 33
Bu grup da değerlendirilen VRE’lerin çoğu idrar örneklerinden izole edilmiştir
(Tablo 6).
Tablo 6. Grup I’de değerlendirilen VRE lerin izole edildikleri klinik materyale dağılımları
İzole edilen
klinik materyal
VRE suş
Sayısı
VRE suş
%
İdrar 13 39,39
Kan 7 21,21
Karın içi aspirasyon mayii 3 9,09
Apse 2 6,06
BOS 2 6,06
Trakeal aspirat 1 3,03
Balgam 1 3,03
Kateter ucu 1 3,03
Peritoneal mayii 1 3,03
Yara 1 3,03
Konjonktival sürüntü 1 3,03
Toplam 33 100
65
2. Grup: Bu grupta 15.09.2009 ile 04.01.2010 tarihleri arasında, hastanede
yatarak tedavi edilen hastaların, gaita ve perirektal sürüntü örneklerinden izole edilen
ve intestinal kolonizasyon olarak değerlendirilen 30 VRE izolatı yer almıştır. Suşların
büyük bir kısmının çocuk hematoloji servisinde takip edilen hastalara ait örneklerden
izole edildiği görülmüştür (Tablo 7).
Tablo 7. Grup II de değerlendirilen VRE izolatlarının kliniklere göre dağılımı
İzole edilen
klinik materyal
VRE suş
sayısı
VRE suş
%
Çocuk hematoloji 13 43,33
Çocuk yoğun bakım 7 23,33
Çocuk onkoloji 4 13,33
Yanık 2 6,66
Dahiliye yoğun bakım 1 3,33
Beyin cerrahi yoğun bakım 1 3,33
Genel çocuk kliniği 1 3,33
Hematoloji 1 3,33
Toplam 30 100
3.Grup: Bu grupta 02.03.2010 ile 30.03.2010 tarihleri arasında polikliniklerden
takip edilen veya hastanede yatan ancak hastane enfeksiyonu tanımına uymayan
enfeksiyonu olan hastalardan alınan klinik materyalden izole edilen 16 Vankomisin
duyarlı enterokok (VSE) izolatı yer almıştır. Kontrol olarak değerlendirilen bu
izolatların 9 (%56,25)’u kadın, 7 (%43,75)’si erkek hastalardan izole edilmiştir.
Suşların izole edildiği kliniklere göre dağılımlarında bir özellik tespit edilememiş
(Tablo 8), ancak en fazla izolatın idrar örneklerinden izole edildiği görülmüştür(Tablo
9).
66
Tablo 8. Grup III de değerlendirilen VSE’ların izole edildikleri
kliniklere göre dağılımı Klinik Suş sayısı Suş %
Yanık 2 12,5
Çocuk kliniği 2 12,5
Üroloji 2 12,5
Hematoloji 1 6,25
Nefroloji 1 6,25
Dahiliye yoğun bakım 1 6,25
Cerrahi yoğun bakım 1 6,25
Beyin cerrahi yoğun bakım 1 6,25
Onkoloji 1 6,25
Cerrahi transplantasyon 1 6,25
İnfeksiyon hastalıkları 1 6,25
Fizik tedavi rehabilitasyon 1 6,25
Kadın hastalıkları-Doğum 1 6,25
Toplam 16 100
Tablo 9. Grup III de değerlendirilen VSE’ların izole edildikleri
klinik materyale göre dağılımı Klinik materyal Suş sayısı Suş %
İdrar 7 43,75
Yara 5 31,25
Kateter kanı 1 6,25
Balgam 1 6,25
Sonda ucu 1 6,25
Vajinal sürüntü 1 6,25
Toplam 16 100
67
3.2 Klonal ilişkinin tespiti
Klinik materyalden izole edilen VRE ve VSE suşlarının hastane kökenli salgın
suşları mı yoksa salgın dışı endojen kaynaklı münferit suşlar mı oldukları anlamak için
yüksek ayırım gücüne sahip genotipik yöntemlerle tiplendirilmelidir. Bu çalışmada
klonal ilişkinin tespitinde altın standart olarak kabul edilen PFGE yöntemi ile PFGE
yönteminin uygulanamadığı laboratuarlar için iyi bir alternatif olarak önerilen RAPD
yöntemleri kullanılmış ve ayırım güçleri irdelenmiştir. Yöntemlerin tekrarlanabilirliği
ve stabilitesini tespit etmek amacıyla PFGE ve RAPD yöntemi ile yapılan inceleme iki
kez tekrarlanmıştır.
3.2.1-PFGE
PFGE ile yapılan incelemede, L.Garcia-Migura ve arkadaşlarının (2005)
yöntemine uygun olarak hazırlanan kalıplar, Turabelidze ve arkadaşlarının(2000)
önerdiği elektroforez şartlarında, CHEF-DR II (Bio-Rad Laboratories, Nazareth,
Belgium)cihazında yapıldı17,118. Çalışma 8 adımda tamamlandı.
3.2.1.1-İzolatların hazırlanması
Örnekler 7 basamaklı işlem ile PFGE için hazır hale getirilmiştir. Bunlar;
1. Tür düzeyinde tanımlaması yapılmış bakterilerden kanlı agar besiyerine tek
koloni ekimi yapıldı.
2. Bir gecelik 37oC de inkübasyondan sonra kültürün saflığı kontrol edildi.
3. Buradaki tek koloniden tekrar kanlı agar besiyerine, tek koloni ekimine uygun
olacak şekilde, pasaj yapılarak 37oC’de bir gece inkübasyona bırakıldı.
4. Saf kültür halinde üreyen koloniler plastik öze ile toplanarak, 1 ml hücre
süspansiyon tamponu (HST) içinde süspanse edildi.
5. Bakteri yoğunluğu, yaklaşık McFarland 4 bulanıklığı olacak şekilde ayarlandı.
68
6. Bu süspansiyondan 240 μl 1,5 ml’lik ependorf tüplerine aktarıldı ve üzerine
10mg/ml lizozom içeren stok solüsyondan 60 μl eklendi.
7. Bu tüpler 37oC de benmaride (Memmert Wne-14 Waterbath) 10 dakika inkübe
edildi.
3.2.1.2 -İzolatların agaroza gömülmesi
1. HST içerisinde %2’lik düşük erime ısılı agaroz (BIO-RAD Low melting Agar
161-3113EDU) hazırlandı. Düşük erime ısılı agarozdan 25 ml lik balonun içerisine 0,2
g konuldu ve üzerine 9 ml HST eklendi. Balonun ağzına alüminyum folyo kapatılarak
mikrodalga fırında 10 saniye tutuldu, çıkarılarak hafifçe karıştırıldı. Agaroz iyice
çözülünceye kadar kısa süreli mikrodalgada tutma işlemi tekrarlandı. Agaroz
çözüldükten sonra, balon 45-50oC’lik su banyosuna konuldu. Daha sonra içerisine %1
sodyum dodesil sülfat ve 0,2 mg/ml proteinaz K olacak şekilde stok solüsyonlardan
eklendi. 1.5 ml’lik ependorf tüplere 200 µl dağıtıldı ve 45–50°C'deki kuru ısı bloğunda
kullanılana kadar bekletildi.
2. Her suş için bir agoroz kalıbı işaretlenip buz kabına oturtuldu.
3. İnkübasyondan sonra hemen bakteri süspansiyonundan 200 µl alınarak,
50oC'de tutulan ve içerisinde 200 µl düşük erime ısılı agaroz bulunan tüpe eklendi.
Birkaç defa pipetaj yapılarak hücrelerin agaroz içinde homojen dağılması sağlandı.
4. Bekletilmeden, hücre-agaroz karışımından 100 µl hava kabarcığı olmayacak
şekilde agaroz kalıbına (10mm x 5mm x 1,5mm, Bio Rad Laboratories) konuldu.
5. Kalıplar, agaroz katılaşıncaya kadar +4°C’de, 20 dakika bekletildi. Bu
aşamada agaroz kalıpların soğukta tutulması kaliteli DNA hazırlanması için önemlidir.
Böylece erken hücre parçalanması ve endonükleaz aktivitesi azalırken, agarozun
homojen katılaşması sağlanmaktadır.
3.2.1.3 - Agaroz içindeki hücrelerin parçalanması
1- 5 ml’lik steril kapaklı tüplere, 1 ml hücre lizis solusyonu konuldu ve 150 µg
/ml proteinaz K eklendi.
69
2- İçerisinde bakteri bulunan agaroz, kalıptan çıkarılarak lizis solüsyonuna
yerleştirildi.
3- Kalıplar 54°C’de 2 saat çalkalamalı su banyosunda bekletildi.
3.2.1.4 -Hücre lizisinden sonra agaroz kalıpların yıkanması
1- Lizis aşamasından sonra agaroz kalıbının katılaşması için tüpler +4oC’de en
az 15 dakika bekletildi ve dikkatlice lizis solusyonu aspire edildi.
3- Daha sonra agaroz kalıpları önce 15 ml ultrapür saf su ile iki defa ve 15 ml
TE tamponuyla dört defa olmak üzere 50°C’de 15 dakika süre ile yıkandı. Böylece
içinde saflaştırılmış DNA bulunan agaroz, restriksiyon enzimi (RE) ile kesime hazır
hale getirilmiş oldu.
3.2.1.5. Agaroz kalıpları içindeki DNA’nın RE ile kesilmesi
1- DNA içeren agaroz kalıbı bir lam üzerine alınarak bir bistüri yardımıyla 1/3
oranında kesildi. Restriksiyon enzimi olarak SmaI (Şekil8) kullanıldı. Parçalardan biri,
100 µl 1x SmaI tamponu içine konularak çalkalamalı su banyosunda 30°C’de 10-15
dakika bekletildi. (Diğer parçalar sonraki çalışmalarda kullanılmak üzere TE tamponu
içinde +4oC’de saklandı).
2- Her agaroz kalıbı için aşağıdaki karışım hazırlandı. Toplam hacim 100 µl
olacak şekilde kalıp başına 25 ünite SmaI enzimi (Fermentas, Lot: 00015137) konuldu.
10 µl 10x SmaI tamponu,
2.5 µl SmaI enzimi (10 U / µl) (Fermentase)
87.5 µl steril distile su (Reagent Grade Type 1)
5’-CCC↓GGG-3’
3’-GGG↑CCC-5’ Şekil 8. SmaI restriksiyon enziminin hedef aldığı
baz dizisi ve kesim bölgesi.
70
3- Agaroz kalıbının içerisinde bekletildiği enzim tamponu aspire edildi. Üzerine
hazırlanan enzimli karışımdan eklenerek, çalkalamalı su banyosunda 30°C’de, 2 saat
inkübe edildi.
4- İnkübasyon sonunda tüpler buzdolabında 15 dakika bekletildi. Kalıplar
elektroforez için hazır hale geldi.
3.2.1.6 - Elektroforez jelinin hazırlaması ve kalıpların jele yüklenmesi
1- 100 ml 0.5x TBE içinde %1.2’lik agaroz (Pulsed-field certified agarose, Bio-
Rad Laboratories) hazırlandı.
a- 1g “pulsed-field certified agarose” balona konuldu.
b- Üzerine 100 ml 0.5x TBE tamponu eklendi, yavaşça karıştırılarak
agarın dağılması sağlandı.
c- Balonun ağzı aliminyum folyo ile kapatılarak mikrodalga fırında 60
saniye tutuldu, çıkarılarak hafifçe karıştırıldı ve tekrar 15 saniye mikrodalga
fırında tutuldu.
d- Agaroz iyice çözüldükten sonra, balon 45-50oC’lik su banyosuna
konuldu.
2- Agaroz dökülecek kaset hazırlandı. Su terazisi ile düzgün olduğu kontrol
edilmiş bir zemine konuldu.
3- RE ile kesilmiş olan agaroz kalıplarının her biri, 15 dişli tarağın dişlerinin uç
kısmına tarağın uç çizgisine tam paralel olacak şekilde yerleştirildi. Tarağın iki kenar ve
ortasındaki dişlerine kontrol suşuna ait kalıplar veya moleküler standart marker
yüklendi.
4- Kurutma kâğıdı veya kağıt havlu ile agaroz kalıplarının etrafındaki sıvının
fazlası alındı. Maksimum 5 dakika oda ısısında bekletildikten sonra, örnek konulan
kısım DNA’nın yürüyeceği yöne gelmek kaydıyla, tarak agaroz dökülecek kaset içine
yerleştirildi.
5- Su banyosundan çıkarılmış ve sıcaklığı yaklaşık 45-50oC olan agaroz dikkati
bir şekilde hava kabarcığı oluşturulmadan kaset içerisine döküldü.
71
6- Oda ısısında 20–30 dakika katılaşmaya bırakıldı. Tarak dikkatlice çıkarıldı.
7- Sonra, agaroz kasetinin çerçeveleri çıkarıldı ve tabla üzerindeki agaroz
içerisinde 1900–2000 mililitre 0.5x TBE tamponu bulunan PFGE tankına yerleştirildi.
3.2.1.7-Elektroforez
CHEF-DR II sisteminde (Bio-Rad Laboratories, Nazareth, Belgium)
elektroforeze tabii tutuldu. Elektoforez şartları aşağıdaki gibi uygulandı.
BLOK-1 BLOK-2
Başlangıç vuruş süresi 3,5 sn 1 sn
Bitiş vuruş süresi 20 sn 5 sn
Akım 6 V/cm2 6 V/cm2
Sıcaklık 12oC 12oC
Süre 12 saat 8 saat
3.2.1.8 - Sonucun gözlenmesi ve analizi
1- Elektroforezden sonra jel, 5 µg/ml etidyum bromür içeren 400 ml ultra saf su
içine alınıp 20 dakika boyandı.
2- Sonra UV ışığı altında görüntülendi.
3- Gel logic 1500 imaging system (Kodak Company, NY, USA) kullanılarak
DNA bant görüntülerinin fotoğrafı çekildi. Resimler TIFF formatında kayıt edildi.
4- GelCompar II yazılım sistemi (version 5.0; Applied Maths, Sint-Martens-
Latem, Belgium) kullanılarak bant profilleri analiz edildi. Öncelikle her resimde
bulunan üç adet standart (1, 7, 15. kuyucuklarda yürütülen) yardımı ile resimler arası
normalizasyon yapıldı. “Unweighted pair group method with mathematical averaging
(UPGMA)” kullanılarak PFGE profillerinin dendrogramı oluşturuldu ve kümeleşme
analizi yapıldı. Bantlara bağlı “Dice” benzerlik katsayısına göre suşlar arasındaki ilişki
belirlendi. Benzerlik katsayısının hesaplanmasında bant ve profil toleransı, % 1,5 olarak
alındı. Bant profilleri %80 benzerlik gösteren izolatlar aynı küme içinde değerlendirildi
72
ve büyük harfle isimlendirildi. Aynı küme içerisindeki subtipler ise rakamlar ile
gösterildi.
3.2.1.9. PFGE Yönteminde Kullanılan Solüsyonlar
Pulsed field jel elektroforez yönteminde kullanılan solüsyonlar
laboratuvarımızda aşağıda tarif edildiği gibi hazırlandı.
3.2.1.9.1- Hücre süspansiyon tamponu (TE buffer)
Tris HCl(SIGMA T-3253)……………… 1.576 gr
EDTA(AMRESCO 0105-500)…………. 0.3722 gr
Ultrapure su……………………………….1 lt ye tamamlandı.
Tris ve EDTA eritilip, NaOH ile pH’sı 8.0’a ayarlandı.
3.2.1.9.2- Lizis Solüsyonu
Tris-HCl (SIGMA T-3253)………………….. 7:88gr
EDTA(AMRESCO 0105-500)……………….18.61gr
N-lauryl Sarcosine(AMRESCO 0719-500)……10gr
Ultrapure saf su………………………………….1 litreye tamamlandı.
Tris ve EDTA eritilip, pH 8.0’a ayarlandıktan sonra N-lauryl Sarcosine eklendi.
3.2.1.9.3- TBE 0.5x
Tris base (SIGMA T-1503)................. ......5.3845 gr
Borik asit (MERCK 1.00165.0500)......... 2.75 gr
EDTA (AMRESCO 0105-500)................. 0.3722 gr
Ultrapure saf su…………………………...1 litreye tamamlandı.
Maddeler eritildikten sonra pH 8.0’a ayarlandı.
73
3.2.1.9.4- Lizozim solüsyonu
Lizozim (Amresco,Ohio, Lot 2266B016) ….. 0.1gr
Distile su …………………………………… 10 ml
3.2.1.9.5- %10 sodium dodecyl sulfate solüsyonu
Sodium dodecyl sulfate (SIGMA L-5750)…….. 10gr
Ultra pure saf su ……………………………….. 100ml
3.2.1.9.6- 20mg/ml proteinase K solüsyonu
Proteinaz K (Roche,Lot 11207200) …. 100 mg
Distile su ………………………………….5 ml
3.2.2- Randomly Amplified Polimorfik DNA
Yanmen Wang ve arkadaşlarının metoduna uygun olarak yapılan RAPD yöntemi
ile bakteri DNA’sı random seçilmiş kısa primer (S13-5’-TTCCCCCGCT-3’) ile düşük
annealing ısısında amplifikasyona tabii tutulmuştur. Non-spesifik olarak DNA üzerinde
random bağlanan oligolarla elde edilen amplikonlar agaroz jelde elektroforeze tabii
tutularak elde edilen amplikonların polimorfizmine göre klonalite tayini yapılmıştır119.
3.2.2.1- Kültür plaklarından DNA ekstraksiyonu
1. Saf olarak elde edilen enterokok kolonileri distile su ile Mc Farland 5 bulanıklığında
süspanse edildi.
2. Hazırlanan bakteri süspansiyonundan 500μl ependorf tüpe alınarak, 8000 xg de 3
dakika oda ısısında santrifüj (HERAEUS Biofuge Primo R) edildi.
3. Üst sıvı atılıp ve pelletin üzerine 500 μl TE buffer (10mM TrisHCl, 0.1 mM EDTA,
pH7.5) eklendi.
74
4. Daha sonra 100oC’de, 10 dakika kuru ısı bloğunda (BİOSAN Termoblock TDB-120)
tutuldu.
5. 500 μl bakteri süspansiyonuna 150 μl boncuk( SIGMA) konuldu ve Mickle
cihazında (Mickle Tissue Disintegrator, Mickle Labratory Engineering Co. Ltd.)
maksimum hızda (10), 7 dakika mekanik lizise uğratıldı.
6. 12.000 xg de 10 dakika santrifüj edildi.
7. 200 μl süpernatant alınıp ve yeni bir ependorfa aktarıldı. Spektrofotometrede
(CHEBIOS s.r.l. Optimum-One UV-VIS Spectrophotometer) DNA kantitasyonu
yapılan örnekler PCR ile amplifikasyon işleminde kalıp olarak kullanılıncaya kadar –
20oC de saklandı.
3.2.2.2- S13 primeri ile amplifikasyon
Enterokok izolatlarından elde edilen DNA ekstraktları, random amplifikasyon
için kısa oligolardan hazırlanan S13 (5’-TTC CCC CGCT-3’) primeri kullanıldı.
Amplifikasyon; 2.5 μl 10x PCR buffer, 3.5 mM MgCl2, herbir dNTP’den 200 μM, 0.8
μl primer (100pmol/ μl stok solüsyondan), 3 U Taq polymerase ve 3 μl kalıp DNA
(100ng/μl) ve steril distile su ile toplam 25 μl’ye tamamlanan PCR karışımında
gerçekleştirildi. Amplifikasyon aşamaları termal döngü cihazında (APPLIED
BIOSYSTEMS 2720 Termal Cycler) aşağıdaki döngü sırasına göre tamamlandı:
94oC’de 5 dak. ilk denaturasyon
94oC’de 50 sn. denaturasyon
37oC’de 1 dak. bağlanma (annealing) 45 siklus
72 oC’de 75sn uzama (extension)
72oC’de 10 dak. son uzama
3.2.2.3- Fragmentlerin agaroz gel elektroforezi ile tespiti
Amplifikasyon işlemi sonrasında oluşan farklı büyüklükteki fragmentlerin
varlığını gösterebilmek amacı ile amplikonlar elektrikli ortamda agaroz jel içerisinde
migrasyonel seperasyona tabii tutuldu. Bu işlem aşağıdaki şekilde yapıldı;
1. Elektroforez matriksi olarak kullanılmak üzere % 2’lik agaroz jel 1xTBE solüsyonu
ile hazırlandı.
75
a. Bir balon içerisine tartılarak konulan 2 gr agaroz (Sigma Agarose A5093-
500G) üzerine 100 ml 1xTBE ilave edildi.
b. Karışım homojenizasyon sağlanana kadar mikrodalga fırında eritildi.
c. Oda ısısında 60 oC’nin altına düşmeyecek şekilde bekletilerek soğutuldu.
d. Eriyik haldeki agaroz içerisine 10 mg/ml’lik etidyum bromid stok
solüsyonundan 5 μl eklenerek, % 0,5 mg/ml son konsantrasyon elde edildi.
e. Hazırlanan % 0,5 ethidium bromid içeren % 2’lik agaroz jel, önceden
hazırlanmış ve tarakları uygun olarak yerleştirilmiş jel kalıp tepsisinin üzerine yavaşça
döküldü.
f. Oda sıcaklığında 20-30 dakika bekletilerek jel kalıbının katılaşması sağlandı.
g. Jel kalıbı elektroforez tankına (OWL Separation Systems Model B2 Mini Gel
Electrophoresis System) yerleştirilerek taraklar yavaşça çıkarıldı.
2. Örneklerden 15’er μl alınarak parafilm üzerinde % 20 sükroz, % 0,25 brom fenol
mavisi ile hazırlanmış 6x konsantrasyondaki 3 μl yükleme tamponuna karıştırıldı. İlk ve
7. kuyuya DNA markeri (Fermentas O’Range Ruler,100bp Ladder, Lot: 0302) ve diğer
kuyulara her birine bir örnek olacak şekilde bu karışımdan 18 μl yüklendi.
3. Tankın güç kaynağı (LABNET International Power Station 300) çalıştırılarak 120 V
akım verildi. Brom fenol mavisinin jeldeki migrasyonu takip edilerek, boya jelin 2/3’lik
kısmına ulaştığında elektroforez durduruldu.
3.2.2.4- Görüntüleme ve Bant Profillerinin Analizi
1- Elektroforezden sonra jel UV ışığa altında görüntülendi. Gel logic 1500 imaging
system ( Kodak Company, NY, USA) kullanılarak DNA bant görüntülerinin fotoğrafı
çekildi. Resimler TIFF formatında kayıt edildi.
2- GelCompar II yazılım sistemi (version 5.0; Applied Maths, Sint-Martens-Latem,
Belgium) kullanılarak bant profilleri analiz edildi. Öncelikle her resimde bulunan 2 adet
standart (1.ve 7. kuyucuklarda yürütülen) yardımı ile resimler arası normalizasyon
yapıldı. “Unweighted pair group method with mathematical averaging (UPGMA)”
kullanılarak bant profillerinin, dendrogramı oluşturuldu ve kümeleşme analizi yapıldı.
Bantlara bağlı “Dice” benzerlik katsayısına göre suşlar arasındaki ilişki belirlendi.
Benzerlik katsayısının hesaplanmasında bant ve profil toleransı, %1.5 olarak alındı.
76
4.BULGULAR
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi Merkez
Laboratuarlarında çeşitli klinik materyallerden izole edilen 79 enterokok izolatının
enterokok kökenli hastane enfeksiyonlarında; tür dağılımı ve epidemiyolojik özellikleri
belirlemek amacı ile; glikopeptit türü antibiyotiklere karşı direnç düzeyleri ile PFGE ve
RAPD yöntemleri kullanılarak klonal ilişkilerinin değerlendirildiği bu çalışmada;
a-Fenotipik kriterlere göre yapılan tür tanımlamasında izolatlardan 69
(%87,34)’unun E.faecium, 7(%8,9)’sinin de E feacalis olduğu görülmüştür (Tablo10).
Tablo 10. Çalışmaya dahil edilen enterokok izolatlarının türlere dağılımı
b-Örnek protokol numaraları sorgulandığında, E faecium olarak tanımlanan 69
izolatın 31 (%44,92)‘inin hastane enfeksiyonu tanısı alan hastalara ait örneklerden,
8(%11,59)’inin hastane enfeksiyonu olmayan ancak klinik yakınmaları olup klinik ve
polikliniklerde takip edilen hastalara ait örneklerden ve 30 ( % 43,47)’ununda yatan
Tür Sayı %
E faecium 69 87,34
E feacalis 7 8,86
E gallinorum 1 1,26
E.avium 1 1,26
E.hirae 1 1,26
Toplam 79 100
77
hastaların perirektal bölgelerinden alınan sürüntü örneklerinden izole edilen ve endojen
kolonizasyonla ilişkili izolatlar oldukları tespit edilmiştir. E feacalis olarak tanımlanan
izolatların tamamının ise hastane enfeksiyonu olmayan klinik ve polikliniklerde takip
edilen hastalara ait örneklerden izole edildiği görülmüştür (Tablo 11).
Tablo 11. Enterokok izolatlarının izole edildiği örnek gruplarına dağılımı.
İzolat Sayı Hastane enfeksiyonu Diğer Kolonizasyon
Sayı % Sayı % Sayı %
E feacalis 7 - - 7 100 - -
E faecium 69 31 44,92 8 11,59 30 43,47
E. gallinorum 1 1 100 - - - -
E.avium 1 1 100 - - - -
E.hirae 1 - - 1 100 - -
Toplam 79 33 41,72 16 20,25 30 37,97
c- Hastane enfeksiyonu tanısı alan hastalara ait örneklerden izole edilen ve
E.faecium olarak tanımlanan 31 izolatın tamamının Vankomisine dirençli (>128 µg/ml)
olduğu, bu suşlar arasında Teikoplanin direncinin ise %93,5 (29/31) olduğu tespit
edilmiştir. Kolonizasyonla ilişkili olan E.faecium suşlarının tamamının vankomisine
dirençli olduğu, hastane enfeksiyonu olmayan ancak klinik yakınmaları olup klinik ve
polikliniklerde takip edilen hastalara ait örneklerden izole edilen E.faecium izolatlarının
ise tamamının vankomisin ve teikoplanine duyarlı oldukları tespit edilmiştir (Tablo12).
78
Tablo 12. Enterokok izolatlarının glikopeptit türü antibiyotiklere duyarlılıkları.
İzolat
Tür
Sayı
Vankomisin MİK µg/ml
Teikoplanin MİK µg/ml
>128 64-16 < 16 >16 <16 S (%) S (%) S (%) S (%) S (%)
Klinik materyal
E.faecium 31 31(100) - - - - 29(93,5) 2 (6,5) E.gallinorum 1 - - 1 (100) - - - - 1 (100) E.avium 1 1 (100) - - - - 1 (100) - -
Diğer E.faecium 8 - - - - 8 (100) - - 8 (100) E.faecalis 7 - - - - 7 (100) - - 7 (100) E.hirae 1 - - - - 1 (100) - - 1 (100)
Kolonizasyon E.faecium 30 30 (100) - - - - 24 (80) 6 (20) Toplam 79 62(78,4) 1(1,2) 16(20,2) 54(68,3) 25(31,6)
d- Hastane enfeksiyonu tanılı hastalara ait klinik materyallerden izole edilen 31
E.faecium ile E.gallinorum ve E.avium izolatlarının muhtemel klonal ilişkiyi belirlemek
amacı ile genomik özelliklerinin PFGE yöntemi ile değerlendirilmesi sonucu;
büyüklükleri 10 kb ile 300 kb arasında değişen 10-20 banttan oluşan bir profil
oluşturdukları (Şekil 9) ve GelComparII proğramı ile değerlendirilen bant profillerine
göre izolatların 6 farklı gen klonuna dağıldıkları görüldü. E.faecium olarak tanımlanan
izolatların, en büyüğü en az % 80 benzerlik gösteren 27 üyeli ve 23 subtip içeren “C”
kümesi olmak üzere, “A-D” olarak tanımlanan 4 küme içerisinde yer aldıkları, farklı
türler olarak tanımlanan E.avium ve E.gallinorum izolatlarının da beklendiği gibi
birbirleri ve E.faecium izolatları ile klonal olarak ilişkisiz olan ve “E- F” olarak
tanımlanan iki farklı özel kümeyi oluşturdukları görüldü (Şekil 10). “C” kümesi
içerisinde %100 uyumlu 4 izolatın yer aldığı C15 alt kümesinin tamamının 3 aylık
periyotta dahiliye yoğun bakım ünitesinde takip edilen hastalardan izole edilmiş olması,
bu suşun salgın suşu olduğunu düşündürdü. Nitekim Dahiliye Yoğun bakım servisinden
gönderilen örneklerden üretilen 9 enterokok izolatının tamamının da C kümesi
içerisinde yer aldığı görüldü.
79
Şekil 9. Hastane infeksiyonuna yol açan VRE izolatlarının
PFGE ile elde edilen jel görüntüsü
Şekil 10. Hastane infeksiyonuna yol açan VRE izolatlarının PFGE ile elde edilen dendrogramı
80
Hastane enfeksiyonu tanılı hastalara ait klinik materyallerden izole edilen bu 33
suşa ait genomik DNA örneklerinin klonal ilişkiyi tespitte kullanılan bir diğer moleküler
epidemiyolojik yöntem olan RAPD yöntemi ile amplifikasyonu sonucu; molekül
ağırlıkları yaklaşık olarak 50-1000 bp arasında değişen 4-8 polimorfik DNA bandı elde
edildi(Şekil 11). “a-l” olarak adlandırılan12 farklı gen kümesi içerisinde, en fazla üyeye
sahip olan “a” kümesi içerisinde 8 izolatın yer aldığı, bunu 6 izolattan oluşan “e”
kümesinin izlediği görüldü(Şekil 12).
Şekil 11. Hastane infeksiyonuna yol açan VRE izolatlarının RAPD ile elde edilen jel görüntüsü
Randomly Amplified Polimorfik DNA yöntemi ile elde edilen gen kümelerinin
PFGE ile elde edilen gen kümeleri ile karşılaştırılması sonucu gen kümeleri arasında
anlamlı bir benzerlik olmadığı tespit edildi. Diğer taraftan fenotipik yöntemlerle
E.avium olarak tanımlanan ve PFGE tiplendirmesinde tek üyeli özel “E” kümesini
oluşturan izolatın (VRE-İ-31) RAPD yöntemi ile yapılan gen kümelendirmesinde PFGE
ile “C5” olarak tanımlanan E.faecium izolatı(VRE-İ-65) ile de % 100 benzer bulunduğu
görüldü.
81
Şekil 12. Hastane infeksiyonuna yol açan VRE izolatlarının RAPD ile
elde edilen dendrogramı
e- Endojen kolonizasyona yol açan ve perirektal sürüntü örneklerinden izole edilen 30
izolat genomunun PFGE ile incelenmesi sonucu, büyüklükleri 10-500 kb arasında
değişen en az 15 band verdikleri (Şekil 13), bu band özelliklerine göre de izolatların
“A-N” olarak adlandırılan 14 farklı klonal küme içerisinde toplandıkları görüldü(Şekil
14). En büyük kümeyi dokuz subtip ve 12 izolata sahip olan “I” kümesi oluşturdu.
Bunu, üç üyeli “F”, iki üyeli “A”, “C” ve “L” kümeleri izledi. Major kümeyi oluşturan
I kümesinde yakın ilişkili 12 izolatın, 4’ünün Çocuk Yoğun bakım, 4’ününde çocuk
hematoloji kliniklerinde yatan hastaların örneklerinden izole edildiği belirlendi. Ayrıca
F kümesinde yer alan, Çocuk onkoloji ve Çocuk Hematoloji kliniğinden iki izolatın
(VRE-K-17 ve VRE-K-36); Çocuk Yoğun bakım kliniğinden izole edilen üç izolatın
(VRE-K-114, VRE-K-116, VRE-K-120) ve Yanık ve Çocuk hematoloji kliniğinden
izole edilen iki suşun (VRE-K-26, VRE-K-34) bant profillerinin %100 benzerlik
gösterdiği tespit edildi.
82
Şekil 13. Kolonizasyona yol açan izolatların PFGE ile elde edilen jel görüntüsü
Şekil 14. Kolonizasyona yol açan izolatların PFGE ile elde edilen dendrogramı
83
Kolonizasyona yol açan 30 izolatın RAPD ile genotiplendirilmesi sonucu da
molekül ağırlıkları yaklaşık olarak 50-1000 bp arasında değişen en az 4-10 polimorfik
DNA bandı elde edildiği (Şekil 15), band polimorfizmine göre de izolatların “a-n”
olarak isimlendirilen 14 farklı gen kümesi içerisinde yer aldıkları görüldü. En büyük
kümenin 4 üyeli olan ve “a” kümesi olarak adlandırılan küme olduğu, bunu 3 üyeli “b,
h, l ve j” kümelerinin izlediği tespit edildi(Şekil 16).
“a” kümesi içerisindeki 4 izolatın, PFGE kalıplarına göre farklı kümeler
içerisinde yer aldıkları, buna karşılık PFGE ile %100 bant profil benzerliği gösteren ve
aynı küme içerisinde yer alan VRE-K-17 ve VRE-K- 36 ile VRE-K-114, VRE-K-116
ve VRE-K-120 izolatlarının da RAPD ile farklı kümeler içerisinde bulundukları
görüldü. Ancak PFGE ile ayırt edilemez bulunan ve % 100 band benzerliği gösteren
VRE-K-26 ve VRE-K-34 suşlarının RAPD ile de aynı küme içerisinde yer aldığı tespit
edildi(Şekil 16).
Şekil 15. Kolonizasyona yol açan izolatların RAPD ile elde edilen jel görüntüsü
84
Şekil 16. Kolonizasyona yol açan izolatların RAPD ile elde edilen dendrogramı
f- Hastane enfeksiyonu olmayan ancak klinik yakınmaları olup klinik ve
polikliniklerde takip edilen hastalara ait örneklerden izole edilen 16 VSE suşunun
PFGE ile tiplendirilmesinde yine büyüklükleri 10-500 kb arasında değişen yaklaşık
olarak 16 bant elde edildi(Şekil 17) ve bant paternlerinin dendrogramının yapılması
sonucu on değişik PFGE tipi oluşturdukları gözlendi(A-J). Major kümenin beş üyeli
“A” kümesi olarak tanımlanan gen kümesi olduğu, bunu üç üyeli “C”kümesinin
izlediği belirlendi. Kalan sekiz izolatın ise ilişkisiz izolatlar olduğu görüldü (Şekil 18).
85
Şekil 17. VSE izolatlarının PFGE ile elde edilen jel görüntüsü
Şekil 18. VSE izolatlarının PFGE ile elde edilen dendrogramı
86
Randomly Amplified Polimorfik DNA yöntemi ile incelenen 16 VSE suşunun
molekül ağırlıkları yaklaşık olarak 50-1000 bp arasında değişen en az 5-10 polimorfik
DNA bandı elde edildiği(Şekil 19), GelComparII proğramı ile elde edilen
dendrogramına göre “a-k” olarak adlandırılan 11 RAPD kümesi oluşturdukları gözlendi
(Şekil 20). “a“ ve “h” kümelerinde 3 er izolatın yer aldığı bunu 2 üyeli “e” kümesinin
izlediği, diğer 8 kümede ise birer üyenin yer aldığı görülmüştür. “a” kümesinde yer alan
3 izolatın PFGE ile de tek küme içerisinde yer aldığı ancak “h” kümesi içerisinde yer
alan 3 izolatın PFGE ile yapılan tiplendirilmesinde 3 farklı gen kümesi içerisinde yer
aldıkları görülmüştür (Şekil 20).
Şekil 19. VSE izolatlarının RAPD ile elde edilen jel görüntüsü
Şekil 20. VSE izolatlarının RAPD ile elde edilen dendrogramı
87
g-Çalışmaya dahil edilen 79 enterokok suşunun PFGE sonuçlarının bir arada
değerlendirilmesi sonucunda; suşların 28 küme içerisine dağıldıkları, en büyük kümenin
35 (%44,3) izolattan oluşan “D” kümesi olduğu, bu izolatların da 20 (%57,14)’sinin
hastane enfeksiyonuna, 12 (%34,28)’sinin kolonizasyona yol açan VRE ve 3
(%8,57)’ünün VSE olduğu gözlendi. Hastane enfeksiyonu kökenli izolatlar ile
kolonizasyon suşlarının bu küme içerisindeki ilişkisi %60 (12/20) olarak tespit
edilirken, hastane kökenli olmayan suşlar ile hastane enfeksiyonuna yol açan suşlar
arasındaki ilişki %15 (3/20) olduğu görüldü(Şekil 21-21’in devamı).
Şekil 21. Enterokok izolatlarının PFGE ile elde edilen dendrogramı
88
Şekil 21’in devamı. Enterokok izolatlarının PFGE ile elde edilen dendrogramı
89
5-TARTIŞMA
Birçok antibiyotiğe karşı gerek intrinsik gerekse kazanılmış direnç göstererek
sınırlı tedavi seçeneğine sahip olan, özellikle glikopeptid grubu antibiyotiklere direnci
mobil genetik elementlerle diğer bakterilere kolaylıkla transfer edebilen ve intestinal
florada asemptomatik persistent kolonizasyon göstererek endojen kökenli
enfeksiyonlara da yol açabilen enterokokların, hastane enfeksiyonlarında ki önemi
giderek artmaktadır. Avrupa ülkelerinde 1988 yılında, ABD’de de 1989 yılından
itibaren bildirilmeye başlanan, daha sonra bir çok ülkeden bildirilen, gerek hastane
gerekse toplum kökenli VRE/GRE suşlarında direncin kaynağı ve mekanizması ile bu
suşlarla oluşan enfeksiyonların epidemiyolojik özellikleri ve önlenmesine yönelik farklı
ülkelerde çok sayıda çalışma yapılmıştır55,56. Bu çalışmalarda enterokoklarda görülen
glikopeptid grubu antibiyotiklere karşı direncin mekanizması ve sorumlusu transfer
edilebilir genetik elemanlar ve kromozomal mutasyonlar büyük ölçüde tanımlanmış,
toplum ve hastane kökenli VRE’lerde direncin kaynağı belirlenmiştir. Hastanelerde
bulaşın ve direnç yayılımının engellenmesine yönelik düzenlenen rehberlere rağmen,
özellikle yoğun bakım ünitelerinde takip edilen hastalar arasında VRE’lerin sebep
olduğu hastane enfeksiyonlarının insidansındaki artış engellenememiştir.
Bizim Eylül 2009-Nisan 2010 tarihleri arasında kalan 8 aylık periyod içerisinde
hastane enfeksiyonu tanısı almış 33 yatan hasta ile kolonizasyonu kontrol amacı ile
perirektal sürüntü örneklerinden izole edilen 30 VRE izolatımız, hastanemizde VRE’nin
mevcudiyetini gösterirken, hastane enfeksiyonu tanımına uymayan, çoğu poliklinikten
takip edilen 16 hastaya ait klinik örneklerden izole edilen suşların tamamının VSE
olması da, VRE’nin toplumda ya bulunmadığı veya çok düşük oranlarda
görülebileceğini göstermektedir.
Enterokok türleri arasında klinik öneme sahip olan VRE’ların tür dağılımı da,
enfeksiyonun lokalizasyonu, hastanın takip edildiği servis, hastanede antibiyotik
kullanım politikalarına bağlı olmak üzere hastaneler ve bölgeler arasında değişiklikler
90
göstermektedir. Ancak tüm dünyada gerek hastane enfeksiyonları gerekse
kolonizasyonla ile ilişkili olarak izole edilen VRE türleri arasında E.faecium oranının
giderek arttığı dikkat çekmektedir. Nitekim bizim gerek hastane enfeksiyonu gerekse
kolonizasyon ile ilişkili izolatlar arasındaki tür dağılımına ait bulgularımızda bu
beklenti ile paralellik göstermektedir. Ancak gerek antibiyotik duyarlılık kalıpları
gerekse direncin bir tür içerisinde hızlı yayılımı epidemiyolojik sürveyansda salgın ve
kontrol için istenen ayırım gücüne sahip sonuçlar veremez. Bununla birlikte VRE
izolatları arasında teikoplanin ve diğer glikopeptit türevi yeni antibiyotiklere karşı
değişen oranlarda direnç gelişiminin görülmesi epidemiyolojik yönden tartışmaya değer
bulunmuştur. Son yıllarda yapılan çalışmalarda, özellikle bakteriyemiye yol açan
E.faecium izolatları arasında VRE oranının (%19), E.faecalis izolatları arasındaki VRE
oranına (%4) göre daha yüksek olduğu gösterilmiştir. ABD’de yapılan bir long-term
epidemiyolojik çalışmada; 1995-2002 yılları arasında izole edilen VRE izolatları diğer
glikopeptid türevi antibiyotiklere direnç oranları ve türler arasındaki farklılıkların tespiti
amacı ile değerlendirilmiş ve E. faecium suşlarında, tüm glikopeptit türevlerine karşı E.
faecalis’e oranla çok belirgin bir direnç artışı tespit edilmiştir125. Kanada’da üriner
sistem enfeksiyonları ve bakteriyemilerden izole edilen VRE lerin %98,3’ünün
E.faecium, % 1,7 sininde E.faecalis olduğu bildirilmiştir126.
Brezilya’da Pedro Alves D’azevedo ve arkadaşları tarafından yapılan bir
çalışmada 81 hastanın fekal sürveyans kültürlerinde, tamamı vankomisin ve
teikoplanine dirençli, 37 VRE suşu izole edilmiş ve bunların 20 (%54,05)si E.faecium
ve 17(%45,94)si E.faecalis olarak tanımlanmıştır127. Ülkemizde Ankara ve İstanbul’da
yapılan çalışmalarda 467 hastanın %1,9’unda VRE kolonizasyonu belirlenmiş ve
bunların tamamının vankomisin ve teikoplanine dirençli E.faecium olduğu
bildirilmiştir128. Biz çalışmamızda değerlendirdiğimiz 79 izolatın 69 (%87,34)’unun
E.faecium, 7 (% 8,86)’sinin de E.faecalis olduğunu tespit ettik (Tablo.10). İzolatlarımız
arasında yer alan 33 hastane kökenli enfeksiyon suşunun 31 (%93,4)’i ile perirektal
bölgeden izole edilen 30 enterokok suşumuzun tamamı VRE ve E.faecium’du (Tablo
11). Genel olarak tüm dünyada VRE izolatları arasında görülen VR. E.faecium
suşlarındaki artış trendi bölgemiz içinde benzer bulunmuştur. Ayrıca hastane kökenli
enfeksiyonlardan izole ettiğimiz 31 VR. E.faecium suşunun 29(%93,5)’u ile
91
kolonizasyonla ilişkili 30 izolatın 24(%80)’ünün teikoplanin’e dirençli olduğunu
gördük (Tablo 12).
Vankomisin dirençli enterokok epidemiyolojisi açısından, özellikle direncin
kaynağı yönünden Avrupa’dan farklılık gösteren ABD’de, VRE/GRE kaynağı
hastanelerdir. ABD ve Kanada’da 28 hastaneden hastane kökenli üriner sistem
enfeksiyonu ile ilişkili olarak toplanan 283 VRE izolatının teikoplanin direnci yönünden
değerlendirildiği bir çalışmada, izolatlar arasında Teikoplanin direncinin % 78,7
oranında görüldüğü tespit edilmiştir129.
Bizim hastane enfeksiyonu ile ilişkili olan 33 izolatımızdan ikisi E.faecium dışı
izolatlar olup, fenotipik karakterlere göre yapılan bunlardan birisi E.gallinorum biriside
E.avium olarak tanımlanmıştır ve bunlardan E.gallinorum suşunun da teikoplanin’e
duyarlı olduğu görülmüştür. Bu açıdan değerlendirildiğinde hastane enfeksiyonu ile
ilişkilendirilen VRE izolatlarımız arasında teikoplanin direnç oranı %91 (30/33) dir.
Bizim, VRE’lerin her üç gruba ait tür dağılımına ilişkin bulgularımız, benzer çalışmayı
yapan Pedro Alves D’azevedo’nın sonuçlarına kısmen uymamakla birlikte; hem
vankomisin direnci hemde tür dağılımı yönünden, VRE izolatlarının tamamını
E.faecium olarak bildiren, kolonizasyonla ilişkili suşlarla çalışan, Aygün H. ve
arkadaşlarının bulguları ile tamamen uyumludur127,128.
Diğer taraftan hastane enfeksiyonu dışı klinik örneklerden izole ettiğimiz 16
enterokok izolatı arasında 8 (%50) suş E.faecium, 7(%43,75) suş ise E faecalis’di ve
suşların tamamı vankomisin’e duyarlı (VSE) bulundu.
Bu bulgularımız, toplumda E.faecium’un, E.faecalis kadar sık görüldüğünü,
toplum kökenli enterokok enfeksiyonlarından izole edilen suşlarımız arasında VRE
olmamasının (Tablo 12), toplumun epidemiyolojik özellikler açısından, intestinal VRE
taşıyıcılık oranı %2-12 olarak bildirilen Avrupa ülkelerinden ziyade, toplumda VRE
taşıyıcılığı bildirilmeyen ABD ile örtüştüğünü göstermektedir. Yine, VRE izolatlarımız
arasında teikoplanine direnç oranlarımızın ABD ve Kanada’nın sonuçlarına göre biraz
daha yüksek olmasına rağmen, ABD’de olduğu gibi bizde de korunma ve kontrol
proğramlarının yetersizliği sebebi ile hastanelerdeki VR E.faecium’un hakimiyetinin
arttığını ortaya koymaktadır. Ancak hastane kökenli VR. E.faecium ve diğer VRE
salgınlarının epidemiyolojik özelliklerinin tespiti için salgınlarda izole edilen izolatların
tür ve direnç tayinlerinden sonra, mutlaka moleküler epidemiyolojik yöntemlerle tür içi
92
izolatlar arasındaki klonal ilişkinin gösterilmesi, varsa atasal ve ilişkili suşların
genotipik yöntemlerle belirlenmesi gereklidir.
Günümüze kadar özellikle VRE salgınlarının epidemiyolojik özelliklerinin
tespitinde, fenotipik yöntemlerin dışında, farklı moleküler epidemiyolojik yöntemler
denenmiş, tekrarlanabilirlik, yüksek ayırım gücü ve kantite edilebilir sonuçlar üretmesi
sebebi ile diğer birçok önemli bakteriyel ajanda olduğu gibi PFGE yöntemi “altın
standart” olarak kabul edilmiş, diğer testler PFGE yöntemine göre derecelendirilmiştir.
Bu yöntem farklı bakterilerle oluşan hastane enfeksiyonları salgınlarında, özellikle kısa
süreli salgınlarda, salgın suşları ve kaynak tespitinde son derece yararlı bulunmuştur.
Ancak VRE salgınlarında, PFGE ile yapılan çalışmaların salgınların önlenmesinde
yararlı olabileceğini ileri süren yayınların yanı sıra, mutasyonlara son derece açık olup,
toplumda geniş bir kolonizasyon oranına sahip olan enterokokların klonalitesini tespitte,
özellikle salgınlar ve klonlar arasındaki ilişkinin tespitinde PFGE yönteminin istenen
duyarlılıkta, kullanılabilir sonuçlar üretemediğini söyleyen yayınlarda yapılmıştır.
Mesela, Alejandra C. Corso ve arkadaşlarının(2007), Arjantin’de 1997-2000
yılları arasında 30 hastaneden elde edilen 189 VR. E.faecium izolatının glikopeptit
direnç mekanizmalarını karakterize etmek ve genetik ilişkilerini PFGE yöntemi ile
göstermek amacıyla yaptıkları çalışmada; izolatların PFGE ile 35 klonal gen kümesi
içerisine dağıldıkları, bunların 106 (%56)’sının Tip1 olarak tanımlanan klonal kümede
yer aldıkları gösterilmiştir. Bu küme içerisinde 24 alt kümenin olduğu tespit edilmiştir.
Tip1 grubunda yer alan izolatlar, örnek toplanan 30 hastanenin 19’unda bulunmuş ve
17 hastane de baskın suş olduğu belirlenmiştir. Farklı şehirlerde, farklı hastanelerde ve
aynı hastanenin farklı servislerinde bulunan Tip1 klonu hastanelere yerleşik suş olarak
kabul edilmiştir. Bu grup özel bir klondaki subtiplerin sayısının bir bölgedeki klonun
evrimini ve muhtemel yaşını gösterebileceğini ileri sürerek yöntemin hem kısa (short
term) hemde uzun soluklu (long term) sürveyans çalışmaları için kullanılabilir sonuçlar
ürettiğini ileri sürmüşlerdir. Bu grup band sayılarındaki minor değişiklikleri plazmid,
transpozon ve IS elementleri gibi çeşitli mobil genetik elementlerin kazanımı veya
kaybı kadar mutasyonlar ve rearrangement gibi olaylara bağlamışlar ve muhtemelen bir
epidemik bir klonun uzun süredir hastanelere hakim olabildiğini ileri sürmüşlerdir130.
Yine Pedro Alves D’azevedo ve arkadaşları tarafından, Brezilya’da bir eğitim
hastanesinin yoğun bakım ünitelerinde tedavi edilen hastaların sürveyans kültürlerinde
93
izole edilen 38 VRE’nin incelendiği bir çalışmada suşların ampisilin, vankomisin,
teikoplanin, gentamisin ve streptomisin’e duyarlılıkları ile PFGE profilleri
araştırılmıştır. Bu çalışmada, 81 dışkı örneğinin 20’sinde E.faecium ve 17’sinde de
E.faecalis olmak üzere 37 sinde VRE izole edildiği, izolatların tamamının Vankomisin
ve teikoplanine yüksek düzeyde dirençli bulunduğu bildirilmiştir. PFGE ile genotipleme
için her yoğun bakım servisinden 2 izolatın tesadüfi olarak seçildiği çalışmada; E.
faecalis izolatlarının 2, E.faecium izolatlarının da 5 farklı klonal küme içerisinde
toplandığı belirtilmiştir. Araştırmacılar aynı klonal küme içerisinde yer alan E.faecium
izolatlarının, 4 farklı yoğun bakım kliniğinde takip edilen 4 farklı hastadan izole
edildiğini bildirmişler ve bu klonun sekiz yıl önce tespit ettikleri ilk VRE klonundan
farklı olduğunu belirterek, hastaneye yeni bir VR. E.faecium klonunun yerleştiğini
ispatlamışlardır. Bu sonucun, PFGE yönteminin short-term kadar long-term sürveyans
için de önemini gösterdiğini vurgulamışlardır127.
Vincent CC Cheng ve arkadaşlarının (2009), Hong kong’ta bir hastanenin beyin
cerrahi kliniğinde bir aylık periyotta görülen VR. E.faecium salgınını araştırdıkları
çalışmada; 211 hastadan alınan193 klinik örnek ile 516 çevresel örneği taranmışlardır.
Çalışmada indeks vaka izolatı ile ilişkili PFGE kalıbı veren, 3’ü klinik, 2’si de çevresel
örneklerden olmak üzere 5 suş izole edilmiştir. Bu suşlar dışında da örneklerden başka
VR. E.faecium izole edilememiştir. Bulaş oranındaki düşüklük bu servis de VRE’ye
karşı alınan hijyen tedbirlerine bağlanmış ve PFGE ile klonal ilişkilendirmenin salgın
sürveyansı için önemini vurgulamışlardır131.
Rusya’da (2010) Anna N. Brilliantova ve arkadaşları tarafından yapılan ve
hematolojik malignitesi olan hastalardan izole edilen VR E.faecium izolatlarının klonal
çeşitliliğinin PFGE yöntemi ile değerlendirildiği bir çalışmada ise; 129 VanA pozitif
E.faecium suşunun PFGE yöntemi ile 23 farklı gen kümesi (A-W) içerisine dağıldığı
gösterilmiştir. Bu araştırmacılar en geniş gen kümelerinin, 30 üyeli A (A1-A30) ile 8
üyeli F(F1-F8) kümeleri olduğunu bildirmişler ve PFGE yönteminin VRE
sürveyansındaki önemni vurgulamışlardır132.
İspanya’da S. Valdezate ve arkadaşlarının (2009), PFGE, MLVA ve MLST
yöntemleri kullanılarak, 10’u hastane enfeksiyonlu, 40’ı da kolonizasyonla ilişkili
örneklerden olmak üzere toplam 50 VR. E.faecium izolatını klonal ilişki yönünden
değerlendirdikleri çalışmalarında; bütün izolatların 3’ü büyük “ana küme” olmak üzere
94
8 PFGE kümesi içerisinde toplandığı belirtilmiştir. Bu 3 major kümeden Tip1’in ilk
izole edilen indeks suş ile ilişkili suşları içerdiği ve 2 yıl boyunca 3 servisten izole
edilen 37 (%74) izolattan oluştuğu bildirilmiştir. Tip 6’nın, 101 gün içerisinde 2
servisteki toplam 5 hastadan izole edildiği ve Tip 7’nin de 7 günlük peryotta aynı
servisteki 2 hastadan izole edildiği belirtilmiştir. Bu grup PFGE yöntemi ile belirlenen
grupların hem short term hemde long term için son derece önemli sonuçlar ürettiğini
göstermişlerdir133.
M. Abelehorn ve arkadaşları ise (2006) Almanya’da, 2000 ve 2004 yılları
arasındaki 4 yıllık bir peryotta izole edilmiş, kolonizasyon veya enfeksiyonla ilişkili 24
VR. E.faecium izolatını MLST, MLVA ve PFGE ile klonal ilişki yönünden
değerlendirdikleri çalışmalarının sonucunda: MLST ile 7 ST tipi, MLVA ile 6 MT tipi,
MLST ve MLVA kombinasyonu ile 9 farklı ST/MT tipi elde etmişlerdir. PFGE ile
yaptıkları kümelendirmede ise üçü birden çok üyeli olmak üzere 13 gen kümesi elde
etmişler ve sonuç olarak hastane enfeksiyonlarından sorumlu VRE sürveyansında ancak
MLST ve MLVA kombinasyonunun PFGE’e alternatif olabileceğini ileri
sürmüşlerdir134.
PFGE ve MLST yöntemlerinin sürveyansdaki önemlerini karşılaştırmak amacı
ile X. Zhu ve arkadaşları (2009) tarafından Pekin’de yapılan bir çalışmada ise; yaklaşık
olarak 8 aylık periyotta YBÜ de takip edilen 14 hastadan izole edilen 18 VR. E.faecium
izolatı değerlendirilmiştir. İzolatların PFGE ile incelenmesi sonucunda 14 farklı gen
kümesi elde edilmiş, bir kümedeki 4 suş ve bir başka kümedeki 2 suş klonal yönden
kendi içlerinde % 100 uyumlu bulunurken, kalan 12 suşun tamamen farklı ve özel
kümeler oluşturdukları yani birbirleri ile ilişkisiz oldukları belirlenmiştir. Buna karşılık
MLST ile sekiz sekans tipi elde edildiği bildirilmiştir. Yani MLST’nin ayırım gücü
PFGE’in ayrım gücüne göre daha göre düşük bulunmuştur135.
Stampone L ve arkadaşlarının, 2001-2003 yılları arasında İtalya’da farklı
bölgelerdeki 19 hastanede yatarak tedavi gören hastalardan alınan kan kültürlerinden
izole ettikleri 31’i E.faecium, 8’i de E.faecalis olmak üzere 39 VRE izolatını klonal
ilişki yönünden PFGE ve MLST yöntemleri ile değerlendirdikleri çalışmaların da; 31
E.faecium izolatının 28’inin PFGE ile benzer bant profili verdiklerini tespit etmişler ve
bu kümeyi Tip1 olarak isimlendirmişlerdir. Bu grup, İtalya’daki bakteriyemilerden izole
edilen VRE’lerin, uluslararası yayılımı olan, hastane ortamına adapte olmuş çoklu ilaç
95
direnci gösteren bir VR E.faecium klonu olduğunu bildirilmişlerdir. E.faecium
izolatlarının MLST analizi sonucu ise baskın genotipin CC17 (ST17) olduğunu, bu
genotipin Hollanda, İtalya, ABD, Brezilya ve birçok ülkedeki hastane kökenli
enfeksiyonlardan sorumlu olan ve genellikle kinolon ve ampisilin direnci gösteren
köken olduğunu vurgulamışlardır. Bu grup PFGE yönteminin epidemiyolojik
sürveyansda tüm dünyadaki yaygın suşların tespitinde bile anlamlı sonuçlar ürettiğini,
ancak hastanelerde persiste eden ve salgın yapan suşlarda esp gibi diğer virulans
faktörleri ile MLST yöntemi kullanılarak yapılacak analizlerin özellikle de CC17 gen
kompleksinin gösterilmesinin önemini vurgulamışlardır136.
Benzer bir öneride, Anita Hallgren ve arkadaşlarının İsveç’deki 8 hastanede
yaptıkları VRE sürveyans çalışmasından sonra ileri sürülmüştür. Bu grup 21’i
E.faecium ve 94’ü E.faecalis olmak üzere toplam 115 enterokok izolatını PFGE ile
değerlendirdikleri çalışmalarında; YBÜ de yatan hastalardan alınan klinik örneklerden
izole edilen 70 VR. E.faecalis izolatından 47’sinin üç farklı PFGE kümesi içerisinde yer
aldığını, kalan 23 izolatın da farklı, tek üyeli özel, PFGE paternlerini gösterdiklerini,
bakteriyemili hastalardan toplanan izolatlardan 4 VR. E.faecium suşunun da yine tek
üyeli 4 farklı PFGE kümesi oluşturduğunu tespit etmişlerdir. Araştırmacılar YBÜ deki
hastaların rektal sürüntülerinden izole edilen 17 VR. E.faecium izolatından ise 12’sinin
genetik ilişkili 3 farklı kümede toplandığını, en büyük kümenin 8 üyeli, diğer 2 kümenin
de 2’şer üyeli olduklarını, kalan 5 izolatın ise birbirleri ile ilişkisiz tek üyeli 5 küme
oluşturduğunu bildirmişlerdir. Bu grup hastane enfeksiyonlarından izole edilen
VRE’lerin hastanede yatan hastalarda kolonizasyon yeteneğini arttıran, agregasyon
faktör-asa1, enterokokal yüzey proteini-esp ve sitolizin operonundaki 5 genden oluşan
sitolizin -cyl- gibi önemli 3 virulans faktörüne sahip olduklarını, PFGE kalıplarının bu
virulans faktörlerinin varlığı ile birlikte değerlendirilmesinin gerektiğini
belirtmişlerdir137.
Buna karşılık Kimberly A.Nichol ve arkadaşlarının, ABD ve Kanada’daki 38
hastaneden toplanan 283 üriner VRE izolatının, vankomisin, teikoplanin direncinin yanı
sıra, klonaliteye dayalı epidemiyolojik özelliklerinin PFGE ile araştırıldığı
çalışmasında, izolatlar arasında genetik heterojenite olduğu, hastane içi ve hastaneler
arası VRE yayılımındaki artışa rağmen baskın bir klonal suşun tespit edilemediği
bildirilmiştir. Bu heterojenlik, Kuzey Amerika’da VRE dağılımının, hem glikopeptit
96
direncinden sorumlu genetik elemanların horizontal transferi hem de poliklonal
yayılımını içeren karmaşık bir süreç olmasına bağlanmıştır129.
Yine Raffaele Zarrilli ve arkadaşları (2005) İtalya’da yaptıkları ve 68’i
E.faecalis ve 23’ü de E.faecium olmak üzere 91 enterokok izolatını değerlendirdikleri
bir çalışma da PFGE yöntemi ile çok sayıda gen kümesi elde ettiklerini bildirerek,
izolatlar arasındaki heterojeniteyi endojen barsak mikroflorasından sporadik suşlara
bağlamışlardır.
Lester ve arkadaşları da Danimarka’da VRE epidemiyolojisi ile ilgili yaptıkları
long-term çalışmada 2002-2006 yılları arasındaki periyotta izole ettikleri 84 VR.
E.faecium izolatını MLST ve PFGE yöntemleri ile değerlendirdikleri çalışmalarında;
genel olarak Danimarka’da enterokok infeksiyonlarında %68 oranında bir artış
görüldüğünü, bu artışın özellikle E.faecium türünde olduğunu belirtmişler ve klonal
ilişki yönünden değerlendirdikleri 84 VR. E.faecium suşunun MLST yöntemi ile 10
farklı genotip içerisine dağıldığını, ancak izolatların 82 (%97,6)’sinin CC17 dizisine
sahip olduklarını belirtmişlerdir. Böylece CC17 dizisine sahip genotipin Danimarka’da
klinik E.faecium izolatları arasında baskın genotip olduğunu ve bu sonucun diğer
Avrupa ülkeleri ile de uyumlu olduğunu vurgulamışlardır. Aynı izolatları PFGE ile
değerlendiren grup, suşların sekiz major küme içerisine dağıldığını belirlemişlerdir. Bu
kümelerden yedisinin spesifik bir ST özelliği gösterdikleri, ancak aynı PFGE kümesi
içerisinde tek lokus veya iki lokus varyantların yer alabildiğini tespit edilmişlerdir.
Sonuç olarak MLST yönteminin PFGE yöntemine göre daha yüksek ayırım gücüne
sahip olduğunu ileri sürmüşlerdir138.
Biz, PFGE yöntemi ile hastane enfeksiyonu ile ilişkili 33 VRE izolatımızın, en
büyüğü 27 üyeli olmak üzere, “A-F” olarak isimlendirdiğimiz 6 küme içerisinde
toplandıklarını gördük. (Şekil 9-10). Bizim %100-80 benzerlik oranı ile en çok üyeye
sahip olan “C” klonal kümemiz içerisinde yer alan 27 suşun tamamı E.faecium’du. Bu
kümeyi yine tamamı E.faecium izolatlarından oluşan 2 üyeli D kümesi izledi. Tek üyeli
A ve B kümelerinde de E.faecium izolatları yer alırken, E ve F kümelerinde diğer
izolatlarla ve kendi aralarında genetik yakınlık olmayan E.gallinorum ve E.avium
türlerine ait suşlar yer aldı. Farklı türler olan E.gallinorum ve E. avium’un kendi
aralarında ve diğer E faecium izolatlarından tamamen farklı PFGE profili
sergilemelerine karşılık, kalan 31 VR. E faeciıum izolatından 27’sinin 23 subtip(C1-C23)
97
ile bir tek küme (C) içerisinde yer alması, kalan 4 E.faeciıum izolatından 2 sinin tek
diğerlerininde ayrı ayrı olmak üzere 3 farklı klonal küme içerisinde yer almaları, PFGE
yönteminin, klonal farklılığın yanı sıra, tür farklılığını bile gösterebilen hastane
enfeksiyonlarında VRE sürveyansı için kullanılabilir epidemiyolojik sonuçlar
yaratabilen, duyarlı ve yüksek ayırım gücüne sahip bir yöntem olduğunu, hastanemizde
hastane ortamına egemen olan bir genotipin (C genotipi) varlığını, bu genotipin uzun
süredir persiste ettiğini (C1-C23), ancak zaman zaman küçük çaplı salgınlara sebep
olabilen yeni genotiplerin (A, B ve D) hastaneye girdiğini ortaya koymuştur. Bu
bulgularımız Pedro Alves D’azevedo ve arkadaşları ile S. Valdezate ve arkadaşlarının
çalışmalarında belirttikleri gibi, PFGE yönteminin, hem kısa hemde uzun süreli VRE
sürveyansında epidemiyolojik sonuçlar çıkartabilecek yüksek ayırım gücüne sahip bir
metod olduğu şeklindeki kanaatleri ile paralellik göstermektedir127,133.
Diğer taraftan, endojen kolonizasyonu tanımlayan perirektal sürüntü örneklerinden
izole edilen 30 E.faecium izolatının PFGE yöntemi değerlendirilmesi sonucuda “A-N”
olarak tanımladığımız 14 küme tespit ettik (Şekil 13-14). Bu kümelerden en çok üyeye
sahip olanı 12 üyeli “I” kümesi oldu. Kalan 18 izolatımız biri 3 (F1,2,3), üçüde 2’şer
üyeli (A1,2, C1,2 ve L1,2), diğer 9 izolatta tek üyeli 9 kümeye dağıldığını gördük. Hastane
enfeksiyonu ile ilişkili izolatlarımızın sayısının daha çok olmasına karşılık
kolonizasyonla ilişkili izolatlarımıza oranla daha az sayıda fakat anlamlı derecede çok
üyeli kümeler içerisinde toplanmaları, yöntemin hastane enfeksiyonlarının
sürveyansındaki başarısını göstermektedir. Ancak kolonizasyonla ilişkili izolatlarımız
arasında 12 üyeli bir kümenin bulunması ve suşların tamamının VR. E.faecium olarak
tanımlanması, bu izolatlarında hastane kökenli olabilecekleri ihtimalini akla
getirmektedir.
Nitekim hastane enfeksiyonu özelliği taşımayan ancak klinik yakınmaları olup
klinik ve polikliniklerde takip edilen hastalara ait klinik örneklerden izole edilen 16
VSE suşunun PFGE ile tiplendirilmesinde küme sayısının 10 (A-J) ve en büyük
kümelerin de 5 üyeli “A” ile 3 üyeli “C” kümesi olduğunu tespit ettik (Şekil 17-18).
Kalan 8 izolat ise tek üyeli özel kümeler oluşturdu. Bu grupta incelenen ve toplum
kökenli enfeksiyonlara yol açan izolatların sayılarının az olmasına karşılık, çok sayıda
farklı genetik profil sergilemeleri, toplumda VRE kolonizasyonunun görülmediği veya
çok düşük oranlarda olduğu sonucunun yanı sıra, kişinin barsak florasında kolonizasyon
98
gösteren enterokokların, barsağın mikroçevresinde bilinmeyen çok sayıdaki değişkenin
etkisi ile genetik modifikasyona uğrayarak, genotipik çeşitliliği yarattığını düşündürdü.
Bu bulgumuz daha önceden bildirilen Raffaele Zarrilli ve arkadaşlarının hipotezi ile de
uyumludur138.
Çalışmamızın en önemli amacı; elde edilen PFGE bulgularına dayanarak bir VRE
salgının varlığını, salgın suşları arasındaki klonal ilişkiyi göstererek ortaya koymaktı.
Bu sebeple hastanın klinik öyküsü ve örneklerin toplanma bölgeleri dikkate alınarak
tanımlanan 3 grup içerisinde yer alan klinik materyalden izole edilen VRE izolatlarının
grup içerisindeki klonal ilişkileri kadar, gruplar arası klonal ilişkinin veya ilişkisizliğin
gösterilmesi de, PFGE yönteminin, salgın tanımlamasındaki duyarlılık ve ayırım
gücünü tespitte anlamlı olacaktı. Biz bu sebeple 3 grupta yer alan toplam 79 VRE/VSE
izolatının PFGE kalıplarını genel bir dendrogram üzerinde karşılaştırdık. Bu
kıyaslamada değerlendirdiğimiz 79 enterokok izolatının en az %80 benzerlik gösteren
28 klonal küme içerisinde yer aldığını gördük. En büyük küme suşların 35 (%44,3)’ini
içine alan “D” kümesi idi (D1-30). Bu “D” kümesinin içerisinde yer alan izolatların 20
(%57,1)’si hastane enfeksiyonu ve 12 (%34,3)’si kolonizasyona yol açan VRE izolatı
iken 3 (%8,6)’ü toplum kökenli VSE izolatı idi (Şekil 21, Şekil 21-devamı). Bu klonal
dağılım grup içi dağılım sonuçları ile kıyaslandığında çok daha ilginç sonuçlara ulaşıldı.
Geneldeki klonal küme dağılımında “D” kümesi içerisinde yer alan hastane enfeksiyonu
ile ilişkili 20 izolatın tamamının, hastane enfeksiyonu izolatlarının değerlendirildiği
klonal kümelenmede aynı “C” küme içerisinde (Şekil 9-10) yer aldıkları görüldü. Yine
“D” genel küme yapılanması içerisinde yer alan kolonizasyonla ilişkili 12 izolatın da,
kolonizasyon kümelenmesi içerisinde aynı “I” kümesi (Şekil 13-14) içerisinde yer
aldıklarını gördük. Hastane enfeksiyonu ile ilişkili “C” kümesi içerisinde yer alan ve
genel kümelenmede benzerlik oranları %76,6 olduğu için “D” kümesi dışında kalan 7
izolattan 4’ünün genel kümelenmede “F” kümesini, 2’sinin “G” kümesini ve birisinin
de bir kolonizasyon izolatı “VRE-K95” ile birlikte iki üyesi olan “H” kümesini
oluşturduklarını gördük. Bu 7 suşun genel dendogramda farklı kümeler oluşturmaları,
dendogramın değerlendirilen örnek sayısındaki artışa paralel olarak duyarlılığının yani
ayırım gücünün arttığını ortaya koymuştur. Bu bulguda “farkı farklılıkda” arayan
genotipleme yönteminin duyarlılığını tespit için son derece olumlu bir sonuçtur.
99
Yüksek ayırım gücüne sahip epidemiyolojik sürveyans yöntemlerin yaratılması
arayışlarının başladığı dönemde restriksiyon enzimlerinin kullanıldığı ve/veya nükleik
asit amplifikasyonunu baz alan çok sayıda yöntem denenmiştir. Bunlar arasında
nispeten daha basit, ucuz ve hızlı, ancak tekrarlanabilirliği düşük bir yöntem olan
RAPD farklı bakterilerde birçok araştırmacı tarafından kullanılmıştır. VRE
sürveyansında da bu yöntem alternatif bir yöntem olarak denenmiş ve sonuçları
tartışılmıştır. Mesela Noe¨lle Barbıer ve arkadaşları, (1996) Fransa da bir kanser
hastanesinde 40 aylık peryotta izole ettikleri 60 VR. E.faecium izolatını PFGE ve RAPD
yöntemleri ile değerlendirmişlerdir. Araştırmacılar RAPD’ın, daha düşük ayırım gücüne
sahip olmakla beraber PFGE gibi hastane kökenli VRE sürveyansında
kullanılabileceğini bildirmişlerdir139.
Diğer taraftan N.van den Braak ve arkadaşlarının (2000) VRE klinik
izolatlarının genotiplendirilmesinde RAPD ve PFGE yöntemlerini karşılaştırdıkları ve
50’si Hollanda ve 50’si İngiltere’de izole edilmiş E.faecium, E.faecalis, E.gallinorum,
E.avium ve E.casseliflavus türlerinden oluşan 100 VRE izolatını değerlendirdikleri
çalışmalarında; RAPD ve PFGE sonuçlarının birbirine benzer olduğunu belirterek, her
iki yönteminde birbirleri için iyi bir alternatif olduğunu vurgulamışlardır140.
Ancak Vancanneyt ve arkadaşlarının (2002), Belçika, Almanya, Yunanistan,
İrlanda ve Hollanda gibi farklı Avrupa ülkeleri ile birkaç Avrupa dışı ülkede, insan,
hayvan ve besin gibi çeşitli kaynaklardan izole edilen vankomisin duyarlı ve dirençli 78
E.faecium izolatını RAPD, AFLP ve PFGE tekniği ile inceledikleri çalışmalarında;
RAPD-PCR tekniğinin tekrarlanabilirliğinin 0,91, PFGE tekniğinin
tekrarlanabilirliğinin de 0,93 olduğunu bildirmişlerdir141.
Ayrıca Werner ve arkadaşları da (2003), 24 enterokok izolatının genetik
ilişkilerini tespit amacı ile RAPD, AFLP ve PFGE yöntemlerini karşılaştırdıkları
çalışmalarında; PFGE ile 24 transkonjugatın 22 sini klonal olarak ilişkili, 2’sini de 3
banttan fazla farklılık gösteren muhtemel ilişkili suşlar olarak tanımlamışlardır. RAPD
yöntemi ile yaptıkları değerlendirme de 3 farklı primer ile çalışmışlar ve 2. ve 3.
primerlerle transkonjugatların tamamının benzer olduğunu, RAPD 1 primeri ile 2 farklı
tip elde ettiklerini bildirmişlerdir. AFLP ile bütün transkonjugatları major ilişkili bulan
grup, RAPD yönteminin genomdaki minör değişiklikleri gösteremediği, düşük
tekrarlanabilirlik ve düşük ayrım gücü olması sebebi ile bu yönteminin PFGE veya
100
AFLP yönteminin yerini alabilecek bir alternatif yöntem olmadığını bildirmiş ve
PFGE’nin genotiplemede halen önerilen metot olduğunu vurgulamışlardır142.
Biz her üç grupta yer alan ve PFGE yöntemi ile değerlendirdiğimiz 79
izolatımızı RAPD ile de değerlendirdik. Hastane enfeksiyonu ile ilişkili 33 VRE
izolatımızın, RAPD yöntemi ile incelediğimizde, “a-l” olarak adlandırılan 12 farklı gen
kümesi elde ettik (Şekil 11-12). Bu kümeler içerisinde en fazla üyeye sahip olan “a”
kümesi içerisinde 8 izolatın yer aldığı, bunu 6 izolattan oluşan “e” kümesinin izlediğini
gördük. RAPD ile elde ettiğimiz 12 gen kümesi bu yöntemin, sadece 6 gen kümesi
veren PFGE’den daha yüksek ayırım gücüne sahip olduğunu göstermiştir. Ancak her iki
yöntemle oluşan kümelerdeki üyelerin klonal ilişki yönünden dağılımlarının benzerlik
göstermediğini ayrıca fenotipik yöntemlerle E.avium olarak tanımlanan ve PFGE
tiplendirmesinde tek üyeli özel “E” kümesini oluşturan VRE-İ-31 izolatının RAPD
yöntemi ile yapılan gen kümelendirmesinde PFGE ile “C5” olarak tanımlanan VRE-İ-
65 E.faecium izolatı ile % 100 benzer bulunduğu görülmüştür. Diğer taraftan aynı
primerler ve test şartlarını uygulayarak RAPD’ı tekrarladığımızda farklı band sayısı ve
dendrogram elde ettik. Bu sonuç RAPD’ın ayırım gücünün yüksekliğine karşılık
spesifitesinin ve duyarlılığının düşük olduğunu göstermiştir.
Kolonizasyona sebep olan 30 VRE izolatının RAPD ile tiplendirilmesi sonucu
14 farklı kümede (a-n) yer aldığı ve en büyük kümenin 4 üyeli “a” kümesi olduğu ve
ardından 3’er üyeli b, h, l, j ve 2’şer üyeli d, e, f, g, ı kümelerinin geldiği ve 1 üyeli 4
kümenin yer aldığını tespit ettik.(Şekil 15-16). RAPD ile elde edilen profillerin PFGE
ile karşılaştırılması sonucu; RAPD ile %100 benzerlik gösteren izolatların PFGE ile
farklı kümelerde yer aldığı ve aynı şekilde PFGE ile %100 band benzerliği olan
izolatların RAPD yöntemi ile değişik kümelerde bulunduğu ve bu grupta da iki
yöntemin birbiri ile uyum göstermediği tespit edilmiştir.
Diğer taraftan RAPD ile incelenen 16 VSE suşunun “a-k” olarak adlandırılan 11
RAPD kümesi oluşturdukları gözlenmiştir. 3’er üyeli “a “ ve “h” kümeleri ve 2 üyeli
“e” kümesi ve 1’er üyeli 8 küme elde edildi (Şekil 19-20) “a” kümesinde yer alan 3
izolatın PFGE’ile de tek küme içerisinde yer aldığı ancak “h” kümesi içerisinde yer alan
3 izolatın PFGE ile yapılan tiplendirmede 3 farklı gen kümesi içerisinde yer aldıkları
görülmüştür. Sonuç olarak her üç grupta da PFGE ve RAPD sonuçlarına dayalı
oluşturulan kümelerin sayı ve üye dağılımlarının benzer olmadıkları, aynı örneklerin
101
tekrarlanan RAPD sonuçlarının birbiri ile uyumsuz olduğu, yani RAPD’ın
tekrarlanabilirlik değerinin düşük olduğu, ancak PFGE yönteminin long-term ve short-
term salgın sürveyansında güvenilir, yüksek ayırım gücüne sahip, standardize edilebilir
bir moleküler epidemiyolojik yöntem olduğu kanaatine varılmıştır.
102
6. SONUÇ VE ÖNERİLER
Hastane enfeksiyonlarına yol açan VRE suşlarının epidemiyolojik sürveyansında
kullanılan PFGE ve RAPD testlerinin uygulanabilirliklerinin, 33’ü hastane enfeksiyonu
ile uyumlu hastalara ait klinik materyallerden, 30’u hastanede yoğun bakım
servislerinde takip edilen ancak enfeksiyon bulgu ve yakınması olmayan hastaların
perirektal sürüntü örneklerinden, kolonizasyona işaret olmak üzere izole edilen ve 16’sı
da çeşitli poliklinik ve kliniklerde takip edilen ancak hastane enfeksiyonuna uymayan
öyküye sahip olan hastaların klinik örneklerinden izole edilmiş olan 79 enterokok izolatı
kullanılarak, test edildiği bu çalışma sonunda;
1- Toplumda VSE yaygın iken, hastanemizde VRE hakimiyetinin olduğu,
2- Özellikle glikopeptit grubu antibiyotikler başta olmak üzere beta-laktam ve
aminoglikozid grubu antibiyotiklere karşı kolay direnç geliştiren ve direnç ile ilgili
mobil elementleri paylaşabilen E.faecium suşlarının gerek hastane kökenli
enfeksiyonlardan sorumlu izolatlar (%93,4), gerekse hastanedeki kolonizasyonu yaratan
enterokok izolatları arasında (%100) baskın tür olduğu, ancak bu türün toplumda da
%50 gibi yüksek oranlara ulaştığı için izlenmesi gerektiği,
3- Hastane enfeksiyonu ile ilişkili izolatlar ile hastanede kolonizasyon yaratan
izolatlardan, E.faecium olarak tanımlanan izolatların tamamı ile E.gallinorum ve
E.avium izolatlarımızın vankomisine karşı dirençli olup bu suşlar arasında teikoplanin
direncinin (%93,5-%80) gibi yüksek oranlara ulaşarak dünya ortalamalarını yakaladığı
ve ABD verilerini geçtiği, ancak toplum kökenli izolatlarımızda glikopeptit grubu
antibiyotiklerin hiç birisine henüz direnç gelişmemiş olduğu,
4- Zaman zaman yatan hastanın endojen florasından kaynaklanan enfeksiyonlar
ve küçük salgınlar ile kolonizasyonlar görülmesine rağmen, hastane kökenli VRE
enfeksiyonlarının, hastaneye egemen bir salgın suşundan kaynaklandığı, ancak bu suşun
uzun süreden beri hastanede persiste etmesi sebebi ile genomunda bazı mutasyonların
103
meydana geldiği, kolonizasyonla ilişkili suşların da PFGE yöntemi ile, genel olarak
hem kendi içlerinde büyük klonal kümeler oluşturdukları hemde enfeksiyon suşları ile
ilişkili bir büyük klonal küme oluşturdukları, bu sebeplede PFGE yönteminin yüksek
ayırım gücüne sahip bir yöntem olarak salgın sürveyansında kullanılabileceği,
5- RAPD yönteminin düşük tekrarlanabilirlik ve duyarlılığa sahip sonuçlar
ürettiği için PFGE yönteminin bir alternatifi olamayacağı kanaatine varılmıştır. Bu
sonuçlara dayanarak aşağıdaki öneriler çıkarılmıştır.
a-Hastane kökenli VRE enfeksiyonları için, sağlık çalışanları, hasta ve hasta
yakınlarını hedef alan hastane şartlarına göre düzenlenmiş yeni önleyici rehberler
oluşturulmalı ve eğitim çalışmalarına hız verilmelidir.
b-Başta VRE olmak üzere tüm hastane enfeksiyonu etkenlerine yönelik olarak
aktif sürveyans yapılmalı ve bu sürveyans da mikrobiyoloji laboratuarları daha etkin
kullanılmalıdır.
c-VRE izolatlarında glikopeptit grubu antibiyotik türevlerinin tümüne karşı
direnç sorgulanmalı ve antibiyotik kullanımı kontrol edilmelidir.
104
7. KAYNAKLAR
1. Spelman DW. Hospital-acquired infections. MJA Practice Essentials. 2002;176:286-291. 2. Danielle MZ, Garrison MM, Allpress AL, Heath J, Christakis DA. Infection Control Policies and Hospital-Associated Infections Among Surgical Patients: Variability and Associations in a Multicenter Pediatric Setting. Pediatrics. 2005; 115: 387-397. 3. Singh A, Goering RV, Simjee S, Foley SL, Zervos MJ. Application of Molecular Techniques to the Study of Hospital Infection. Clin. Microbiol. Rev. 2006; 19: 512-530. 4. Lewis CM , Zervos MJ. Clinical manifestations of enterococcal infection. European Journal of Clinical Microbiology-İnfectious Diseases. 1990; 9: 111-117. 5. Çetinkaya Y, Falk P, Mayhall CG. Vancomycin-Resistant Enterococci. Clinical Microbiology Reviews. 2000; 13: 686-707. 6. Chou YY, Lin TY, Lin JC, Wang NC, Peng MY, Chang FY. Vancomycin-resistant enterococcal bacteremia: comparison of clinical features and outcome between Enterococcus faecium and Enterococcus faecalis. J Microbiol Immunol Infect. 2008; 41:124-129. 7. Stampone L, Del Grosso M, Boccia D, Pantosti A. Clonal spread of a Vancomycin-Resistant Enterococcus faecium Strain among Bloodstream-Infecting Isolates in Italy. Journal of Clinical Microbiology. 2005; 43: 1575-1580. 8. Abele-Horn M, Vogel U, Klare I, Konstabel C, Trabold R, Kurihara R, Witte W, Kreth W, Schlegel PG, Claus H.. Molecular Epidemiology of Hospital-Acquired Vancomycin-Resistant Enterococci. Journal of Clinical Microbiology. 2006; 44: 4009-4013. 9. Huckabee CM, Huskins WC, Murray PR. Predicting Clearance of Colonization with Vancomycin-Resistant Enterococci and Methicillin-Resistant Staphylococcus aureus by Use of Weekly Surveillance Cultures. Journal Of Clınıcal Microbıology. 2009;47:1229-1230. 10. Vancanneyt M, Lombardi A, Andrighetto C, Knijff E, Torriani S, Björkroth KJ, Franz CMAP, Foulquié MMR, Revets H, De Vuyst L, Swings J, Kersters K, Dellaglio F, Holzapfel WH. Intraspecies GenoMİC Groups in Enterococcus faecium and Their Correlation with Origin and Pathogenicity. Applied and Enviromental Microbiology. 2002; 68: 1381-1391.
105
11. Descheemaeker P, Lammens C, Pot B, Vandamme P, Goossens H..Evaluation of Arbitrarily Primed PCR Analysis and Pulsed-Field Gel Electrophoresis of Large GenoMicDNA Fragments for Identification of Enterococci Important in Human Medicine. International Journal of Systematic Bacteriology. 1997; 47:555-561. 12. Saeed B, Hallgren A, Jonasson J, Nılsson LE, Hanberger H, Isaksson B. Modified pulsed-field gel electrophoresis protocol for typing of enterococci. APMIS 2002;110: 869–74. 13. Facklam RR, Teixeria LM. Enterococcus. In: Collier L, Bolows A,Sussman (eds). Topley & Wilson’s Microbiology and Microbial infections. Vol 2 (Systematic Bacteriology). Ed: Edvard Arnold, 9th edition. London 1998; 669-682. 14. MacCallum W, Hastings T. A case of Acute Endocarditis caused by Micrococcus zymogenes (Nov. Spec.), with a description of the Microorganism. J Exp Med. 1899; 4: 521–534. 15. Andrews F, Horder T. A study of Streptococci pathogenic for man. Lancet. 1906; 2:708-713. 16. Kandler O, Schleifer KH, Dandl R. Differantiation of Streptococcus fecalis Andrewes and Horder and Streptococcus faecium Orla-Jensen based on the Amino acid composition of their murein. Journal of Bacteriology. 1968; 96:1935-1939. 17. Graham NC, Bartley EO.. Some observations on the classification of Enterococci. Journal of Hygiene.1939; 39:538-552. 18. Bilström H. Molecular epidemiology of clinical E.faecium. Carolinska İnstitutet. Thesis 2008. 19. Hijazi N, Elmanama AA, Al-Hindi A. Vancomycin-resistant enterococci in fecal samples from hospitalized patients and non-hospitalized individuals in Gaza City. J Public Health. 2009; 17:243-249.
20. Charles MAP, Franz AB, Silberhorn M, Yousif NMK, Vancanneyt M, Swings J, Holzapfel HW. Incidence of Virulence Factors and Antibiotic Resistance among Enterococci Isolated from Food. Applied and Environmental Microbiology. 2001; 67:4385-4389.
21. Winn W, Stephan A, Janda W, Koneman EW, Procop G. Koneman’s Color Atlas and Textbook of diagnostic Microbiology. Baltimore Philadelphia. Lippincott Williamsa Wilkins. 6.baskı. 2006; 40- 643. 22. Frankenberg L, Brugna M, Hederstedt L. Enterococcus faecalis Heme-Dependent Catalase. J Bacteriol. 2002; 184: 6351–6356. 23. Murray BE, Singh KV, Ross RP, Don Heath J, Dunny GM, Weinstock MG. Generation of Restriction Map of Enterococcus Faecalis OG1 and Investigation of Growth requirements of Growth requirements and regions encoding biosynthetic function. Journal of Bacteriology. 1993; 175:5216-5223.
106
24. Svec P, Devriese LA, Sedlacek I, Baele M, Vancanneyt M, Haesebrouck F, Swings J, Doskar J. Enterococcus haemoperoxidus sp. nov. and Enterococcus moraviensis sp. nov., isolated from water. International Journal of Systematic and Evolutionary Microbiology. 2001; 51:1567-1574.
25. Fisher K, Phillips C. The ecology, epidemiology and virulence of Enterococcus. Microbiology. 2009;155:1749-1757. 26. Upadhyaya PMG, Ravikumar KL, Umapathy BL. Review of virulence factors of enterococcus: An emerging nosocomial pathogen. Indian Journal of Medical Microbiology.2009; 27:301-305. 27. Tendolkar PM, Baghdayan AS, Shankar N. Pathogenic enterococci: new developments in the 21st century. CMLS, Cell. Mol. Life Sci. 2003; 60:2622–2636. 28. Shankar N, Baghdayan AS, Willems R,. Hammerum AM, Jensen LB. Presence of Pathogenicity Island Genes in Enterococcus faecalis Isolates from Pigs in Denmark. Journal of Clinical Microbiology.2006; 44:4200-4203.
29. Shankar N, Baghdayan AS, Gilmore MS.. Modulation of virulence within a pathogenicity island in vancomycin-resistant Enterococcus faecalis. Nature. 2002; 417: 746-750.
30. Leavis H, Top J, Shankar N, Borgen K, Bonten M, Embden JV, Willems RJL. A Novel Putative Enterococcal Pathogenicity Island Linked to the esp Virulence Gene of Enterococcus faecium and Associated with Epidemicity. Journal of Bacteriology. 2004; 186: 672-682. 31. Versteeg L. Pathogenesis of Enterococcus faecalis Infections Review of the Literature. Chapter I. 1997. 32. Kayaoglu G, Orstavik D. Vırulence Factors of Enterococcus faecalıs: Relatıonshıp To Endodontıc disease. Crit Rev Oral Biol Med. 2004; 15:308-320. 33. Shankar N, Coburn P, Pillar C, Haas W, Gilmore M. Enterococcal cytolysin: activities and association with other virulence traits in a pathogenicity island. International Journal of Medical Microbiology. 2004; 293:609-618. 34. Devriese L, Baele M, Butaye P.The Genus Enterococcus: Taxonomy. Prokaryotes. 2006;4:163-174.
35. Cox CR, Coburn PS, Gilmore MS. Enterococcal cytolysin: a novel two component peptide system that serves as a bacterial defense against eukaryotic and prokaryotic cells. Curr Protein Pept Sci. 2005; 6:77-84.
107
36. Haas W, Shepard BD, Gilmore MS.Two- component regulator of Enterococcus faecalis cytolysin responds to quorum-sensing. Nature. 2002; 415:84-87. 37. Oancea C, Klare I, Witte W, Werner G. Conjugative transfer of the virulence gene, esp, among isolates of Enterococcus faecium and Enterococcus faecalis. Journal of Antimicrobial Chemotherapy. 2004;54:232-235. 38. Tendolkar PM, Baghdayan AS, Gilmore MS, Shankar N. Enterococcal Surface Protein, Esp, Enhances Biofilm Formation by Enterococcus faecalis. Infection and Immunity. 2004; 72:6032-6039. 39. Coque TM, Willems RJL, Fortu´n J, Top J, Diz S, Loza E, Canto´n R, Baquero F. Population Structure of Enterococcus faecium Causing Bacteremia in a Spanish University Hospital: Setting the Scene for a Future Increase in Vancomycin Resistance. Antimicrobial Agent and Chemotherapy. 2005; 49:2693-2700.
40. Marques EB, Suzart S. Occurrence of virulence-associated genes in clinical Enterococcus faecalis strains isolated in Londrina, Brazil. J.Med Microbiol. 2004; 53:1069-1073. 41. Sillanpa J, Prakash VP, Nallapareddy SR, Murray BE.. Distribution of Genes Encoding MSCRAMMs and Pili in Clinical and Natural Populations of Enterococcus faecium. Journal of Clinical Microbiology.2009;47:896-901. 42. Fabretti F, Theilacker C, Baldassarri L, Kaczynski Z, Kropec A, Holst O, Huebner J. Alanine Esters of Enterococcal Lipoteichoic Acid Play a Role in Biofilm Formation and Resistance to Antmicrobial Peptides. Infection and Immunity. 2006; 74:4164-4171. 43. Klare I, Konstabel C, Badstubner D, Werner G, Witte W. Occurrence and spread of antibiotic resistances in Enterococcus faecium. International Journal of Food Microbiology . 2003; 88: 269–290. 44. Murray BE. Diversity among Multidrug-Resistant Enterococci. Emerging Infectious Diseases. 1998; 4:37-47. 45. Wolter N, Smith AM, Farrell DJ, Schaffner W, Moore M, Whitney CG, Jorgensen JH, Klugman KP. Novel Mechanism of Resistance to Oxazolidinones, Macrolides, and Chloramphenicol in Ribosomal Protein L4 of the Pneumococcus. Antimicrobial Agents and Chemotherapy. 2005;4:3554-3557. 46. Gómez-Gila R, Romero-Gómeza MP, García-Ariasa A, Ubedab MG, Busseloc MS, Cisternac R, Gutiérrez-Altésa A, Mingorancea J. Nosocomial outbreak of linezolid-resistant Enterococcus faecalis infection in a tertiary care hospital. Diagnostic Microbiology and Infectious Disease. 2009; 65:175–179. 47. Reynolds PE, Courvalin P. Vancomycin Resistance in Enterococci Due to Synthesis of Precursors Terminating in D-Alanyl-D-Serine. Antımicrobıal Agents And Chemotherapy. 2005; 49:21–25.
108
48. French GL. Enterococci and Vancomycin Resistance. Clinical Infectious Diseases 1998;27: 75–83. 49. Marothi YA, Agrihotri H, Dubey D. Enterococcal resistance –An overview. Indian Journal of Medical Microbiology. 2005; 23:214-219.
50. Dutka-Malen S, Blaimont B, Wauters G, Courvalin P. Emergence of high-level resistance to glycopeptides in Enterococcus gallinarum and Enterococcus casseliflavus. Antimicrob Agents Chemother. 1994 ; 38: 1675–1677. 51. Tambyah PA, Marx JA, Maki DG. Nosocomial Infection with Vancomycin- dependent Enterococci. Emerging Infectious Diseases. 2004; 10: 1277-1281. 52. Kirkpatrick BD, Harrington SM, Smith D, Marcellus D, Miller C, Dick J, Karanfil L, Perl TM. An outbreak of vancomycin-dependent Enterococcus faecium in a bone marrow transplant unit. Clinical Infectious Diseases. 1999; 29:1268-1273. 53. Zırakzadeh A, Patel R. Vancomycin-Resistant Enterococci:Colonization, Infection, Detection, and Treatment. Mayo Clin Proc. 2006; 81:529-536. 54. Taşbakan M I. Vankomisine Dirençli Enterokok Olguları Ankem Derg. 2010;24:82-84.
55. Uttley AH, Collins CH, Naidoo J, George RC. Vancomycin-resistant enterococci. Lancet; 1988;1: 57-58.
56. Leclercq R, Derlot E, Duval J, Courvalin P. Plasmid-mediated resistance to vancomycin and teicoplanin in Enterococcus faecium. N Engl J Med.1988; 319: 157-161.
57. Aktaş G, Derbentli Ş. Vankomisine dirençli Enterokokların önemi ve epidemiyolojik özellikleri. İnfeksiyon Dergisi (Turkish Journal Of Infection) 2009; 23 (4): 201-209,
58. Guıdelınes For The Preventıon And Control Of Vancomycın Resıstant Enterococcı (VRE) In Long Term Care Facılıtıes; Maryland Department of Health and Mental Hygiene Epidemiology and Disease Control Program. March 1996. 59. Bakir M, Bova JL, Newell KA, Millis JM, Buell JF, Arnow PM: Epidemiology and clinical consequences of vancomycin-resistant enterococci in liver transplant patients. Transplantation. 2001; 72:1032-1037.
60. McDonald LC, Kuehnert MJ, Tenover FC, Jarvis WR. Vancomycin-resistant enterococci outside the health-care setting: prevalence, sources, and public health implications. Emerg. Infect. Dis.1997; 3:311-317.
109
61. Vural T, Şekercioğlu AS, Öğünç D. Vankomisine dirençli Enterococcus faecium suşu. ANKEM Derg 1999; 13: 1-4. 62. Yıldırım M. Enterokoklar ve Enterokoklarla Gelisen Infeksiyonlar. Düzce Üniversitesi Tip Fakültesi Dergisi. 2007; 2: 46-52. 63. Kinnebrew MA, Ubeda C, Zenewicz LA, Smith N, Flavell RA, Pamer EG. Bacterial flagellin stimulates Toll-like receptor 5-dependent defense against Vancomycin-resistant Enterococcus infections. J.Infect. Dis. 2010; 201:534-543. 64. Brandl K, Plitas G, Mihu CN, Ubeda C, Jia T, Fleisher M, Schnabl B, Dematteo RP, Pamer EG. Vancomycin-resistant enterococci exploit antibiotic-induced innate immune deficits. Nature. 2008;455:804-808. 65. Manley KJ, Fraenkel MB, Mayall BC, Power DA. Probiotic treatment of vancomycin-resistant enterococci: a randomised controlled trial. MJA. 2007; 186: 454-457. 66. Sood S, Malhotra M, Das-Arti Kapil BK. Enterococcal infections - antimicrobial resistance. Indian J Med Res. 2008;128:111-112.
67. Butler KM. Enterococcal infection in children. Semin Pediatr Infect Dis. 2006;17:128-139. 68. Taşova Y, İnal AS. Enterokok infeksiyonlarında klinik. Yeni ve Yeniden Gündeme Gelen İnfeksiyonlar. BilimselTıp Yayınevi. 2004; 17-22. 69. Zeana C, Kubin JC, Della-Latta P, Hammer SM. Vancomycin-resistant Enterococcus faecium meningitis successfully managed with linezolid: case report and review of the literature. Clin. İnfect. Dis. 2001; 33:477-482. 70. Domig JK, Mayer HK, Kneifel W. Methods used for the isolation, enumeration, characterisation and identification of Enterococcus spp.2. Pheno- and genotypic criteria. International Journal of Food Microbiology. 2003; 88 :165–188. 71. Van Belkum A, Tassios PT, Dijkshoorn L, Haeggman S, Cookson B, Fry NK, Fussing V, Green J, Feil E, Gerner-Smidt P, Brisse S, Struelens M. Guidelines for the validation and application of typing methods for use in bacterial epidemiology. Clinical Microbiology and Infectious Diseases. 2007; 13: 1–46. 72. Bejuk D, Begovac J, Gamsberger D, Kucisec-Tepes N. Evaluation of phenotypic characteristics for differentiation of enterococcal species using an example based algorithm. Diagn.Microbiol. Infect. Dis. 2000; 38: 201– 205. 73. Day AM, Sandoe JAT, Cove JH, Phillips-Jones MK. Evaluation of a biochemical test scheme for identifying clinical isolates of Enterococcus faecalis and Enterococcus faecium. Lett. Appl. Microbiol. 2001; 33:392–396.
110
74. Andrighetto C, Knijff E, Lombardi A, Torriani S, Vancanneyt M, Kerster K, Swings J, Dellaglio F. Phenotypic and genetic diversity of enterococci isolated from Italian cheeses. J. Dairy Res. 2001; 68:303–316. 75. Devriese LA, Vancanneyt M, Descheemaeker P, Baele M,Van Landuyt HW, Gordts B, Butaye P, Swings J, Haesebrouck F. Differentiation and identification of Enterococcus durans, E. hirae and E. villorum. J. Appl. Microbiol. 2002; 92:821– 827. 76. Klare I, Heier H, Claus H, Reissbrodt R, Witte W. VanA-mediated high level-glycopeptide resistance in Enterococcus faecium from animal husbandry. FEMS Microbiol. Lett. 1995; 125:165– 172. 77. Tomayko JF, Murray BE. Analysis of Enterococcus faecalis Isolates from Intercontinental Sources by Multilocus Enzyme Electrophoresis and Pulsed-Field Gel Electrophoresis. Journal of Clınıcal Microbıology 1995;33:2903-2907 78. Feizabadi MM, Aliahmadi A, Mobasheri F, Asgharzadeh A, Asadi S, Etemadi G. Phenotypic characteristics and population genetics of Enterococcus faecalis cultured from patients in Tehran during 2000–2001. Can. J. Microbiol. 2003;49: 645–649. 79. Hsieh SE. Antimicrobial susceptibility and species identification for clinical isolates of enterococci. J.Microbiol. Immunol Infect. 2000;33:253-257. 80. Hufnagel M, Carey VJ, Baldassarri L, Reinert RR, Huebner J. Distribution of four capsular serotypes of Enterococcus faecalis among clinical isolates from different geographical origins and infection sites. Infection. 2006;34:22-25. 81. Fabretti F, Huebner J. Implant infections due to enterococci: role of capsular polysaccharides and biofilm. Int J Artif Organs. 2005; 28:1079-1090. 82. Sharpe ME , Shattock F. The Serological Typing of Group D Streptococci associated with Outbreaks of Neonatal Diarrhoea. J . gen. Microbio. 1952; 6: 150-165. 83. Savor C, Pfaller MA, Kruszynski JA, Hollis RJ, Noskin GA, Peterson LR. Comparison of genomic methods for differentiating strains of Enterococcus faecium: assessment using clinical epidemiological data. J. Clin. Microbiol. 1998; 36: 3327– 3331. 84. Mannu L, Paba A, Pes M, Floris R, Scintu MF, Morelli L. Strain typing among enterococci isolated from homemade Pecorino Sardo cheese. FEMS Microbiol. Lett. 1999;170:25–30. 85. Son R, Nimita F, Rusul G, Nasreldin E, Samuel L, Nishibuchi M. Isolation and molecular characterisation of vancomycin-resistant Enterococcus faecium in Malaysia. Lett.Appl. Microbiol. 1999; 29:118–122. 86. Brisse S, Fussing V, Ridwan B, Verhoef J, Willems RJL. Automated ribotyping of vancomycin-resistant Enterococcus faecium isolates. J. Clin. Microbiol.2002; 40: 1977–1984.
111
87. Hammerum AM, Fussing V, Aarestrup FM, Wegener HC. Characterization of vancomycin-resistant and vancomycin-susceptible Enterococcus faecium isolates from humans,chickens and pigs by RiboPrinting and pulsed-field gel electrophoresis.J. Antimicrob. Chemother. 2000;45: 677– 680. 88. Price CS, Huynh H, Paule S, Hollis RJ, Noskin GA, Pfaller MA, Peterson LR. Comparison of an automated ribotyping system to restriction endonuclease analysis and pulsed-field gel electrophoresis for differentiating vancomycin-resistant Enterococcus faecium isolates. J. Clin. Microbiol. 2002;40: 1858– 1861. 89. Knijff E, Dellaglio F, Lombardi A, Andrighetto C, Torriani S. Rapid identification of Enterococcus durans and Enterococcus hirae by PCR with primers targeted to the dll genes.J. Microbiol. Methods. 2001;47: 35–40. 90. Dutka-Malen S, Evers S, Courvalin P. Detection of glycopeptide resistance genotypes and identification to the species level of clinically relevant enterococci by PCR. J. Clin. Microbiol. 1995;33: 24– 27. 91. Perez-Hernandez X, Mendez-Alvarez S, Claverie-Martın FA. PCR assay for rapid detection of vancomycin-resistant enterococci. Diagn. Microbiol. Infect. Dis. 2002; 42: 273– 277. 92. Eaton TJ, Gasson MJ. Molecular screening of Enterococcus virulence determinants and potential for genetic Exchange between food and medical isolates. Appl. Environ. Microbiol. 2001;67:1628–1635. 93. Chiew YF, Hall LMC. Comparison of three methods for the molecular typing of Singapore isolates of enterococci with high-level aminoglycoside resistances. J. Hosp. Infect. 1998;38:223–230. 94. Van den Braak N, Van Belkum A, Van Keulen M, Vliegenthart J, Verbrugh HA, Endtz HP. Molecular characterization of vancomycin-resistant enterococci from hospitalised patients and poultry products in the Netherlands. J. Clin. Microbiol. 1998;36:1927– 1932. 95. Devriese LA, Vancanneyt M, Descheemaeker P, Baele M, Van Landuyt HW, Gordts B, Butaye P, Swings J, Haesebrouck F. Differentiation and identification of Enterococcus.durans, E. hirae and E. villorum. J. Appl. Microbiol. 2002; 92:821– 827. 96. Jureen R, Top J, Mohn SC, Harthug S, Langeland N, Willems RJL. Molecular Characterization of Ampicillin-Resistant Enterococcus faecium Isolates from Hospitalized Patients in Norway. Journal Of Clınıcal Microbıology.2003;41:2330-2336. 97. D’Agata EMC, Gerrits MM, Tang YW, Samore M, Kusters JG. Comparison of pulsed field gel electrophoresis and amplified fragment length polymorphism for epidemiological investigations of common nosocomial pathogens. Infect Control Hosp Epidemiol. 2001;22:550-554. 98. Bedendo J, Pignatari AC. Typing of Enterococcus faecium by polymerase chain reaction and pulsed field gel electrophoresis.Braz. J. Med. Biol. Res. 2000; 33: 1269– 1274.
112
99. Sechi LA, Zuccon FM, Mortensen JE, Daneo-Moore L. Ribosomal RNA gene (rrn) organization enterococci. FEMS Microbiol. Lett. 1994;120: 307– 314. 100. Park Y-J, Oh EJ, Kim BK, Kim SM, Shim SI. Phenotypic characteristics of Enterococcus faecium variants confirmed by intergenic ribosomal polymerase chain reaction and E. faecium polymerase chain reaction. Diagn. Microbiol.Infect. Dis. 1999;34:269– 273. 101. Poyart C, Quesnes G, Trieu-Cuot P. Sequencing the gene encoding manganese-dependent superoxide dismutase for rapid species identification of enterococci. J. Clin. Microbiol. 2000; 38:415– 418. 102. Homan WL, Tribe D, Poznanski S, Li M, Hogg G, Spalburg E, Van Embden JDA, Willems RJL. Multilocus sequence typing scheme for Enterococcus faecium. J. Clin. Microbiol. 2002;40:1963– 1971. 103. Murray BE.. Vancomycin-resistant enterococci. Am. J. Med. 1997;101:284–293. 104. Joseph WC. Aminoglycoside resistance in enterococci. Clinical Infectious Disease.2000;31:586-589. 105. Moellering RC, Wennersten Jr, and C.. Therapeutic potential of rifampin in enterococcal infections. Rev. Infect. Dis. 1983;5:528–532. 106. Testa RT, Peterson PF, Jacobus NV, Sum P, Lee VJ, Tally F. In vitro and in vivo antibacterial activities of the glycylcyclines, a new class of semisynthetic tetracyclines. Antimicrob. Agents Chemother. 1993;37:2770–2777. 107. Burney S, Landman D, Quale JM. Activity of clinafloxacin against multidrug-resistant Enterococcus faecium. Antimicrob. Agents Chemother1994; 38:68–70. 108. Piddock LJV. New quinolones and gram-positive bacteria. Antimicrob. Agents Chemother. 1994; 38:163–169. 109. Hayden MK, Trenholme GM, Schultz JE, Sahm DF.. In vivo development of teicoplanin resistance in VanB Enterococcus faecium isolate. J. Infect. Dis. 1993; 167:1224–1227. 110. Sabol K, Patterson JE, Lewis JS. Emergence of Daptomycin Resistance in Enterococcus faecium during Daptomycin Therapy. Antimicrobial Agents and Chemotherapy. 2005; 49:1664-1665. 111. Schwalbe RS, McIntosh AC, Qaiyumi S, Johnson JA, Johnson RJ, Farness KM, Holloway WJ, Steele-Moore L.. In vitro activity of LY333328, an investigational glycopeptide antibiotic, against enterococci and staphylococci. Antmicrob. Agents. Chemother. 1996; 40:2416–2419.
113
112. Bostic G D, Peri LA, Thal LA, Zervos MJ. Comparative in vitro and bactericidal activity of oxazolidinone antibiotics against multidrug-resistant enterococci. Diagn. Microbiol. Infect. Dis.1998; 30:109–112. 113. Alp Ş, Şardan YÇ.Vankomisine dirençli enterokokların epidemiyolojisi ve kontrolü. Hacettepe Tıp Dergisi. 2008; 39:89-95. 114. Centers for Disease Control and Prevention’s Hospital Infection Control Practices Advisory Committee (HICPAC) special report. Recommendations for preventing the spread of vancomycin resistance. Infect Control Hosp. Epidemiol. 1995; 16:105-113.
115. Tacconelli E, Cataldo MA. Vancomycin-resistant enterococci (VRE): transmission and control. Int J. AntiMicrob. Agent. 2008; 31:99-106.
116. Kim M, Lee S, Lim J, Seo KS, Kim Y, Han K, Choi JH, Yoo JH, Choi SM, Shin WS, Lee DG, Kim KM. Rectal Surveillance Culture of Vancomycin-Resistant Enterococci in Hospitalized Patients at Hematology-Oncology Unit. Infect Chemother. 2003; 35:123-129. 117. Garcia-Migura L, Pleydell E, Barnes S, Davies RH, Liebana E. Characterization of Vancomycin-Resistant Enterococcus faecium Isolates from Broiler Poultry and Pig Farms in England and Wales. Journal of Clınıcal Microbıology. 2005; 43:3283–3289. 118. Turabelidze D, Kotetishvili M, Kreger A, Morris JG Jr, Sulakvelidze A. Improved pulsed-field gel electrophoresis for typing vancomycin-resistant enterococci. J Clin Microbiol. 2000; 38:4242- 4254. 119. Wang Y, Kumar VS, Kari N, Gadwala M. Optimization of the conditions for RAPD analysis of Enterococci isolated from Silkworm Bombyx mori . Current Biotica. 2009; 3:127-134.
120. Martone WJ. Spread of vancomycin-resistant enterococci: why did it happen in the United States. Infect. Control Hosp. Epidemiol. 1998; 19: 539– 545. 121. Werner G, Coque TM, HammerumAM, Hope R, Hryniewicz W, Johnson A, Klare I, Kristinsson KG, Leclercq R, Lester CH, Lillie M, Novais C, Olsson-Liljequist B, Peixe LV, Sadowy E, Simonsen GS, Top J, Vuopio-Varkila J, Willems RJ, Witte W, Woodford N. Emergence and spread of vancomycin resistance among enterococci in Europe. Eurosurveillance. 2008;13:47. 122. Centers for Disease Control and Prevention (CDC). Nosocomial enterococci resistant to vancomycin-United States, 1989-1993. MMWR-Morb Mortal Wkly Rep 1993; 42: 597-9. 123. Bonten MJ, Willems R, Weinstein RA. Vancomycin-resistant enterococci: why are they here, and where do they come from? Lancet Infect Dis 2001; 1: 314-25. 124. . Wegener HC. Historical yearly usage of glycopeptides for animals and humans: the American-European paradox revisited. Antimicrob Agents Chemother. 1998;42:3049.
114
125. Rudy M, Zientara M, Bek T. Occurrence of antibiotic resistant enterococci in clinical specimens from a pediatric hospital. Pol J Microbiol . 2005; 54: 77-80. 126. Canadian Nosocomial Infection Surveillance Program (CNISP) Surveillance for Vancomycin Resistant Enterococci (VRE) in Patients Hospitalized in Canadian Acute-Care Hospitals Participating in CNISP 2006 Results. 127. D’azevedo PA, Furtado GHC.. Molecular characterization of Vancomycin Resistant Enterococci strains eight years apart from its first isolation in Sao Paulo, Brazil. Rev. Inst .Med.trop.S.Paulo.2008;50: 195-198. 128. Aygün H, Memikoğlu OK, Tekeli A, Azap A, Yörük F.Hastanede Yatan Riskli Hasta Gruplarında Vankomisine Dirençli Enterokok Kolonizasyonunun Sürveyansı. Türk Anest Rean Der. 2008; 36:168-173. 129. Nichol KA, Sill M , Laing NM,. Johnson JL, the NAVRESS Group, Hobana DJ, Zhanel GG . Molecular epidemiology of urinary tract isolates of vancomycin-resistant Enterococcus faecium from North America. International Journal of Antimicrobial Agents. 2006;27:392–396. 130. Corso AC, Gagetti PS, Rodrı´guez MM, Melano RG, Ceriana PG, Faccone DF, Galas MF. Molecular epidemiology of vancomycin-resistant Enterococcus faecium in Argentina. International Journal of Infectious Diseases. 2007;11: 69-75. 131. Cheng VCC, Chan JFW, Tai JWM, Ho YY, Li IWS, To KKW, Ho PL. Successful control of vancomycin-resistant Enterococcus faecium outbreak in a neurosurgical unit at non-endemic region. Emerging Health Threats Journal. 2009; 2: 9. 132. Brilliantova AN, Kliasovaa GA, Mironovaa AV, Tishkovb VI, Novichkovac GA, Bobryninac VO, Sidorenkod SV. Spread of vancomycin-resistant Enterococcus faecium in two haematological centres in Russia. International Journal of Antimicrobial Agents 2010; 35: 177–181. 133. Valdezate S, Labayru C, Navarro A, Mantecon MA, Ortega M, Coque TM, Garcıa M, Saez-Nieto JA. Large clonal outbreak of multidrug-resistant CC17 ST17 Enterococcus faecium containing Tn5382 in a Spanish hospital. Journal of Antimicrobial Chemotherapy.2009; 63:17–20. 134. Abele-Horn M, Vogel U, Klare I, Konstabel C, Trabold R, Kuihara R, Witte W, Kreth W, Schlegel PG, Claus H. Molecular epidemiyology of hospital-acquired vancomycin-resistant Enterococci. J Clin Microbiol. 2006;43:4009-4013.
135. Zhu X, Zheng B, Wang S, Willems RJL, Xue F, Cao X, Li Y, Bo S, Liu J. Molecular characterisation of outbreak-related strains of vancomycin-resistant Enterococcus faecium from an intensive care unit in Beijing,China. Journal of Hospital Infection . 2009; 72:147-154.
115
136. Stampone L, Del Grosso M, Boccia D, Pantosti A. Clonal spread of a vancomycin-resistant Enterococcus faecium strain among bloodstream-infecting isolates in Italy. J Clin Microbiol 2005;43:1575-1580. 137. Ha¨llgren A, Claesson C, Saeedi B, Monstein HJ, Hanberger H, Nilsson LE. Molecular detection of aggregation substance, enterococcal surface protein, and cytolysin genes and invitro adhesion to urinary catheters of Enterococcus faecalis and E. faecium of clinical origin .International Journal of Medical Microbiology . 2009; 299:323–332. 138. Zarrilli R, Tripodi MF, Popolo AD, Fortunato R, Bagattini1 M, Crispino1 M, Florio A, Triassi1 M, Utili R. Molecular epidemiology of high-level aminoglycoside-resistant enterococci isolated from patients in a university hospital in southern Italy. Journal of Antimicrobial Chemotherapy. 2005; 56:827-835. 139. Barbıer N, Saulnıer P, Chachaty E, Dumontıer A, Andremont A. Random Amplified Polymorphic DNA Typing versus Pulsed-Field Gel Electrophoresis for Epidemiological Typing of Vancomycin-Resistant Enterococci. Journal of Clınıcal Microbıology. 1996;34:1096–1099. 140. Van den Braak N, Power E, Anthony R, Endtz HP, Verbrugh HA, Van Belkum A. Random Amplıfıcatıon of Polymorphıc DNA versus Pulsed Fıeld Gel Electrophoresıs of Sma1 DNA Macrorestrıctıon Fragments for Typıng Straıns Of Vancomycın-Resıstant Enterococcı. FEMS Microbiology Letters. 2000;192:45-52. 141. Vancanneyt M, Lombardi A, Andrighetto C, Knijff E, Torriani S, Björkroth KJ, Franz CMAP, Moreno MRF, Revets H, De Vuyst L, Swings J, Kersters K, Dellaglio F, Holzapfel WH. İntraspecies genoMic groups in E.faecium and their correlation with origin and pathogenicity. Applied and Enviromental Microbiology. 2002;68:1381-1391. 142. Werner G, Rob J, Willems L, Hildebrandt B, Klare I, Wolfgang W. Influence of Transferable Genetic Determinants on the Outcome of Typing Methods Commonly Used for Enterococcus faecium. Journal of Clınıcal Microbıology. 2003;41: 1499–1506. 143. Werner G, Coque TM, Hemmerum AM, Hope R, Hryniewicz W, Jonshon A, Klare I, Kristinsson KG, Leclencq R, Lester CH, Lillie M, Novais C, Olsson-Liljequist B, Peixe LV, Sadowy E, Simonsen GS, Top J, Vuopiow Varkila J, Willems RJ, Witte W, Woodford N. Emergence and spread of vancomycin resistance among enterococci in Europe. Eurosurveillance. 2008; 13:1-11.
116
ÖZGEÇMİŞ
Adı Soyadı : Beril AKÇİMEN
Doğum Tarih ve Yeri : 07.01.1965, Adana
Medeni Durumu : Evli
Adres : Güzelyalı mahallesi 81003 Sokak Güzelyalı
Apartmanı Kat3 No3 ADANA
Telefon :506 5640224
Faks :-
E.posta :[email protected]
Mezun Olduğu Tıp Fakültesi :Çukurova Üniversitesi
Varsa Mezuniyet Derecesi :
Görev Yerleri : Amasya: I no’lu Merkez Sağlık Ocağı
Adana: Nusret Karasu Göğüs Hastalıkları
Hastanesi
Dernek Üyelikleri : KLİMUD
Alınan Burslar :Yok
Yabancı Dil(ler) : İngilizce
Diğer Hususlar :-