KöklüDeğişim takdim [email protected]
köklüdeğişim aralık 2009 0 Ser-dar
KöklüDeğişim takdim [email protected]
köklüdeğişim aralık 2009 1 Ser-dar
بسم اهلل الرحمن الرحيم
Aralık Ayı Takdim‟i
Önemli Not: Dergimiz KöklüDeğişim, Kapitalist Sömürü ideolojisinin fikirlerinden olan, “telif hakları” kavramını İslâm reddettiği için kabul etmemektedir. Dergimizde yer alan yazılarımız, yazarının ve
dergimizin ismi belirtilerek iktibas edilebilir. Dergimize gönderilen yazılar, yayın esaslarımıza uygun olması ve yazıların güncelliğini koruması kaydıyla, yayın kurulumuzun onaylaması halinde yayınlanır. Gönderilen
yazıların -içeriği bozulmamak kaydıyla- üzerinde değişiklik ve kısmen kısaltma yapma hakkımız vardır.
Bir Kurban Bayramı arefesindeyiz tekrar. Müslümanların birlik ve beraberlik içerisinde, bir İslami Ümmet olarak bayramlarını idrak edemedikleri bu kaçıncı bayram hiç düşündünüz mü? Kaç Ramazan Bayramını ve Kurban bayramını parçalanmışlık şemsiyesi altında kutla-dık?
Kurban‟dan açılmışken mesele, gündemimiz kurban iken bir soru daha geldi aklıma ve sormadan edemeyeceğim bu soruyu!
Peki, İslam‟ın kalkanının kırıldığı günden, asasının elinden alındığı günden bu güne kaç kurban verdik küfre ve zulme hiç düşündünüz mü?
Kurban denilince akla sadece katledilenler gelmesin! Kaç bacımızın ırzı kurban edilmiştir küfrün kucağında, kaç çocuk yetimliğe ve öksüzlüğe
kurban edilmiştir, kaç erkek çaresizliğe kurban edilmiştir, kaç ihtiyarın, gencin, yiğidin, ka-dının canı kurban edilmiştir küfre ve zulme?
İçkiye, kumara, zinaya, faize kaç hayat kurban edilmiştir? Açlık ve sefalete verilen kurban-ların sayısını biliyor musunuz? Bar-pavyon köşelerinde heder edilen gençlik, çağdaşlık adına açılıp saçılan iffetler, körpe beyinlere enjekte edilen zehirli fikirler, sabah-akşam medyanın her çeşidinden akıtılan fuhşiyata özendirilen insanlar ve daha niceleri bu sisteme verilen kurbanlar değil midir?
Ben yarım asır dahi olmayan yaşımla, milyonlarca Müslüman‟ın kurban edildiğine şahit oldum. Peki ya yaşı bir asra yaklaşanların bu soruya verecekleri cevap ne olabilir? Belki ya-rım milyar belki daha fazla Müslüman kurban edildi küfre ve zulme! Daha ne kadar kurban vereceğiz, birileri kurban olurken izlemeye devam mı edeceğiz?
Değişimin bir parçası olmaya yanaşmayanlar, öyle ise oturduğunuz koltuklarınıza daha bir güzelce kurulun ve alın elinize kalemi kâğıdı! Bu günden tezi yok tutun kurban edilenle-rin çetelesini!
Biz yine bildiğimizden dönmeyeceğiz. Bizlere beyhude çalışmanın içerisindesiniz diyenle-rin inadına bu yoldan dönmeyeceğiz. Biz bu yolda kurban olsak da, biçareler gibi koltukla-rımızda çakılı kalmayacağız. İsmail Aleyhi‟s Selam gibi keskin bıçağın altına uzatacağız boy-numuzu. Uzatacağız ki, malın ve evladın fayda vermeyeceği o günde, hem sizin hem bizim çetelemizi tutanın huzuruna yüzümüz ak gidebilelim İnşAllah.
Kurban denilince aklıma bunlar geldi benim, bu nedenle bir bayrama daha hüzünle giriyo-ruz. Bir sonraki bayramımıza İslam‟ın rayesi altında girme duası ile siz mümtaz okuyucula-rımızın mübarek İyd‟ul Edha‟sını tebrik ediyoruz.
Bu ayki dergimizi de, İrtica hep bir numara, Ortak düşman irtica makaleleri ile “irtica” me-selesi aydınlanırken, Kurban, Anlayış, Muhasebe, “İsrail” ilişkilerinde AKP‟nin samimiyeti, GDO açılımı, ABD-Rusya arasındaki Füze kalkanı çekişmesi, Küresel mali krizde son durum, İslam ve Sanayi kalkınması, Kürt meselesi için ortaya konulan çözümler, Erdoğan‟ın İran zi-yareti, 86. Yılında cumhuriyet, Kapitalistlerin Komünizmin yıkılışının 20. Yılı kutlamaları, Orta Asya devletlerinin siyasetine yönelik bir değerlendirme, ve Mandacı zihniyetin kur-ban‟a savaş açarken derisine el koyuyor, makalelerimizle gündeme ışık tutmaya gayret ettik.
Haber Merkezimiz Batı‟daki Müslümanlardan iki gelişmeyi sizlere aktarıyor. Endonez-ya‟daki Âlimler konferansına iştirak eden Serkan Kaya oradaki izlenimlerini sizler için med-reseden değerlendirdi.
Zamanın en güzel şekilde değerlendirilmesine ilişkin bir makaleyi ve Kapitalizm, Özgür-lük ve İslam başlıklı diğer makaleyi okuyucularımız sizler için kaleme aldılar.
Yazı dizilerimiz olan mefhumlar ve aile kaledir bölümlerini de bu ayki sayımızda devam ettiriyoruz.
Tefsir bölümünde ise Bakara suresinin 236-239. Ayetleri ile yolumuza ışık tutuyoruz. Suskunluğun haykırışa dönüştüğü dönemde her geçen gün değişime biraz daha yaklaştı-
ğımızı hissediyoruz. Değişimiz görmek ve yaşamak duası ile…
Not: Abonelik ücretlerinizi yan tarafta tabloda bulunan banka ve PTT hesap numaralarına yatırabilirsiniz.
Lütfen hesaba para yatırırken, adınızı, soyadınızı ve hangi il/ülke‟den yatırdığınızı görevliye yazdırın…
5.
s
e
n
e
2
0
0
4
KÖKLÜDEĞİŞİM İslâmî Fikirlere Dayalı Aylık
Siyâsî Dergi
Zilhicce 1430 • Aralık 2009
Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Ahmet Sivren
Yayın Kurulu Başkanı AbdulHamid Yazıcı
Haber Dairesi Müdürü Hüseyin Sivren
Kapak&Grafik Tasarım KöklüDeğişim
Yönetim Merkezi
G.M.K. Bulvarı 31/12
Kızılay/ANKARA
İletişim&Abone&Reklam Tel: 0.312.229.77.91
Faks: 0.312.229.77.92
www.kokludegisim.net
Temsilcilikler
Bursa
Mesut ŞAHİN
0.532.627.35.89
ŞanlıUrfa
Mustafa KÜÇÜK
0.542.274.19.43
İstanbul
Bülent Kurşun 0.536.638.67.68 0212 445 80 80
Abonelik ve Hesap Numaraları
Yurtiçi Yurtdışı
6 Aylık 6 Aylık
24 YTL 24 Euro
Yıllık (12 ay) Yıllık (12 ay) 48 YTL 48 Euro
PTT Posta Çeki Hes. 191 18 03
Euro Hesabı Ziraat Bankası
Başkent Şb. TR93000100
1683-47475782-5001
TCZBTR2A
YTL Hesabı Ziraat Bankası
Başkent Şb. 47475782-5002
Baskı:
01.11.2009
Yaprak Ofset Matbaacılık-Ankara
Yerel – Süreli ISSN: 1304-8274
KöklüDeğişim gündem [email protected]
köklüdeğişim aralık 2009 2 Ser-dar
KöklüDeğişim‟de Aralık 2009
Takdim
1 ....... Aralık Ayı Takdimi ...................................................... ...KöklüDeğişim
İçindekiler
2 ....... KöklüDeğişim‟de Aralık 2009 ......................................... KöklüDeğişim
Gündem
3 ....... İrtica hep bir numara ................................................ Süleyman Uğurlu
6 ....... Ortak Düşman İrtica. ..................................................... Mahmut Oğuz
10 ..... Kurban, Adayış, Muhasebe ......................................... Bahaeddin Carda
13 ..... “İsrail” ilişkilerinde AKP‟nin Samimiyeti ................. Yiğit Serdengeçti
17 ..... Şimdi de GDO Açılımı. .............................................. Oğuzhan Akbolat
20 ..... ABD ve Rusya Arasındaki Füze Kalkanı ............... Abdulhamid Yazıcı
24 ..... Küresel Mali Krizde Son Durum .................................. Hüseyin Sivren
30 ..... İslam ve Sanayi Kalkınması .................... Mak. Müh. Nureddin Aydın
35 ..... Kürt Meselesinde Ortaya Konulan Çözümler .....................İbrahim Er
39 ..... Erdoğan‟ın İran Ziyareti ................................ Kimyager Selçuk Güden
41 ..... 86. Yılında Cumhuriyet .................................................. Halime Aydın
45 ..... Kapitalistlerin “Komünizmin Yıkılışının .... Mak. Müh. Bülent Karaca
46 ..... Orta Asya Devletlerinin Siyasetine Dair ...................... Hamza Arslan
52 ..... Mandacı Zihniyet ........................................................... Ahmet Sivren
Haber Merkezi
56 ..... Batı‟daki Müslümanlardan Haberler .............................. KöklüDeğişim
Medrese-i Yusufiye‟den
58 ..... Dünya Âlimler Konferansını ve Atılan Dev Adım ............ Serkan Kaya
Okuyucudan Gelen
61 ..... Zamanın Önemi ....................................................................İbrahim Er
64 ..... Kapitalizm, Özgürlük ve İslam ....................................... Musab Kalkan
Mefhumlar
68 ..... Siyasi Mefhumlar (3) ..................................... Takiyyuddîn en-Nebhânî
Aile Kaledir
72 ..... Çocuk Terbiyesinin Esasları (13) ................................ Necahu‟s Sabatin
Tefsir
77 ..... Bakara Suresi 236-239. ayetler ......................................... Esad Mansur
Süleyman Uğurlu gündem [email protected]
köklüdeğişim aralık 2009 3 Ser-dar
İrtica Hep Bir Numara
Uzun bir mecburi aradan sonra siz kıy-metli okuyucularımızla buluşmayı bizlere nasip eden Allah Subhanehu ve Teâlâ‟ya hamd olsun.
Her nerede olursak olalım, hangi şartlar altında bulunursak bulunalım İslam‟a emin bir bekçi olmak ve onu hayata hâkim kılma gayretimizin asla tükenmeyeceğini, bu uğur-da feda edebileceğimiz her ne varsa feda edeceğimizi, baskıların, tehditlerin, zindanla-rın ve ölümlerin bizi mukaddes gayemizden alı koyamayacağını ve dost ve kardeşlerimi-zin kalbini ferahlatmak, ümitlerini tazelemek, azmini bilemek adına bir kez daha haykırıyor ve sizleri Allahu Teâla‟nın biz kullarına öğ-rettiği selamların en güzeli ile selamlıyorum.
Es-Selamu Aleykum ve Rahmetullah Kıymetli KöklüDeğişim okuyucuları;
Malumunuz üzere bir kez daha Allah‟ın imtihanı ile karşı karşıya kaldık. Bir kez daha yalan ve iftira kampanyasına maruz bırakıl-dık. Bir kez daha sistemin riyakâr ve çirkin yüzüne şahitlik ettik. Zulme seyirci kalma-manın, zalime boyun eğip yaltaklık yapma-manın, hakka ve haklıya tabi olmanın bedeli olarak hapsedildik. Olsun! Yusuf Aleyhi‟s Se-lam‟ın buyurduğu gibi; “zindan, onların biz-den istediği şeyden daha hayırlıdır.”
Korku ve tecrit siyasetine binaen basında hakkımızda çıkan tüm yalanlara, iftiralara rağmen İslam kardeşliğinin, İslami duruşun güzel örnekliğini göstererek yanımızda du-ran, iftiraları iftiracıların başına çalan, duaları ile bizleri yalnız bırakmayan tüm Müslüman kardeşlerimize şükranlarımızı sunuyorum.
Kardeşlikten ve İslami duruştan bihaber olup, buna rağmen meydanlarda caka satan, zulme seyirci kalmayı aşıp, zalimin gözü, ku-lağı, dili olmayı tercih edenlere gelince; Onla-rın bu kahredici durumlarını âlemlerin Rab-bi, her şeyi bilen ve gören Allah Subhanehu
ve Teâlâ‟ya havale ettik, hesabı O‟na bıraktık. Muhakkak ki Allah‟ın hesabı çetin, azabı ise şiddetlidir.
Yalnızca temiz akıl sahiplerinin öğüt ala-cağını umduğumuz bu kısa mukaddimeden sonra, bu ayki makalemizin konusuna geçe-biliriz.
Gündemin ilk sırasına yükselmesi, içinde bizlere kurulmak istenen komplonun ipuçla-rını barındırması açısından, “İrtica ile Müca-dele Eylem Planı” olarak belirledik. Ancak meselenin kimin eli ile kimin cebinde, kim kiminle birlikte kısmını oluşturan derin siyasi analizleri başka kardeşlerimize terk edip onun yerine kâğıt parçasından belgeye dönü-şen bu eylem planında da teyit edildiği üze-re, tehdit algılamasında hâlâ birinci sırada yer alan “irtica”nın seyrini kaleme alalım is-tedik.
Genelkurmay Bilgi Destek Daire Başkanlı-ğı tarafından hazırlandığı iddia edilen “ey-lem planında” dikkat çeken iki nokta var: İr-tica hâlâ düşman ve hâlâ irtica ile mücadele klasik üsluplarla devam etmekte. Klasik üs-lup eylem planında yer alan bir maddede şöyle vücut bulmuş; “İrticacı gurupların ev-lerine, iş yerlerine silah, mühimmat ve plan-lar yerleştirilecek, sonra buralara baskınlar düzenlenerek, konulan malzemeler ortaya çıkarılacak, böylece bu irticacı guruplar silah-lı terör örgütü olarak yargılanması sağlana-cak, hem de aleyhlerinde kamuoyu oluşturu-lacak.”
Ne ilginçtir ki 24.07.2009 tarihinde tamda bu eylem planında yazıldığı şekilde iğrenç bir komplo tarafımıza uygulanmaya çalışıldı. Ya bu raporu hazırlayanlar, ya bu rapordan ilham alanlar ya da bu raporun teoride kal-mayıp pratiğe dönüştüğünü göstermek iste-yenler tarafından kurulan çirkin tuzaklar el-bette kendi başlarına geçecek ve elbette haki-
irtica hep bir numara …
köklüdeğişim aralık 2009 4 Ser-dar
kat ortaya çıkacaktır. Zira onlar tuzak kur-dukça Allah‟ta tuzak kurmaktadır ve Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.
Yazımızın esasını teşkil edecek konuya dönecek olursak; Hiç kuşkusuz “İrtica ile mücadele” bu ülke halkının en çok işittiği ta-birlerin başında gelmektedir. Hâl böyle ol-masına rağmen, meşhur irticanın tarifi ya-pılmamış, eşkali belirtilmemiş, hep esnek ve soyut halde bırakılmıştır. Böylece akıllar bu-lanıklaşmış, hedefler puslanmıştır. Tabiidir ki bu durum cahillikten kaynaklanmamaktadır. Bundaki amaç irticanın kapsamam alanını olabildiğince geniş tutmaktır.
Peki, bu tanımlaması dahi yapılmayan ir-tica düşmanı nasıl doğmuştur? Hakikat odur ki; sahih bir ideolojisi olmayan dolayısıyla sahih bir hedefi bulunmayan devletler, var-lıklarını korumak adına kendilerine yapay düşmanlar icat ederler. Bu siyaset yeni bir şey değildir. Misal olarak; Romalılar küçük bir site devleti olan Kartaca‟ya karşı hiç bek-lemedikleri ağır bir yenilgi aldıklarında düşmanını bulmuş oldu. Kartaca‟yı ebedi düşman olarak ilan etti. Romalı senatörler düşmanın varlığını unutturmamak için ko-nuşmalarını “ve Kartaca‟yı unutmayalım” diyerek bitirirdi. Kartaca‟nın varlığı Roma‟yı, Roma İmparatorluğu haline dönüştürmüştür. Bugünde böyledir. ABD‟yi, ABD yapan SSCB değildir ama bugünlere taşıyan ve dünyanın jandarması olmasını sağlayan SSCB‟dir. Ko-münist tehdit bahanesiyle hem kendi halkına hem de savunmasız dünya devletlerine iste-diğini yaptırabilmiştir. Komünizm tehlike olmaktan çıkınca da, kendisine onların tabi-riyle “Radikal İslam”ı düşman olarak seçmiş-tir. İleride de geleceği üzere ABD ve avaneleri için artık tek gaye olmuştur.
Bu anlattıklarımız, sahih ideolojisi ve sa-hih hedefi olmayanlar içindir. Bir de bazı devletler vardır ki, onlarda ne bir ideoloji ne de bir hedef mevcut değildir. Böyle olunca bu devletler, kendi düşmanlarını belirlemek-ten dahi aciz kalmışlardır. Afganistan ve Irak
gibi. Bu devletlerin toprakları ABD tarafın-dan işgal edilmiş, malları talan, halkı esir du-ruma düşmüştür. Sonra işgal altında olması-na rağmen bir göz boyama ile işgalciler tara-fından yeni bir otorite kurulmuştur. Hal böy-leyken, seçimle geldiği iddia edilse dahi bu otoritelerin bağımsız olduğunu kendi ülkele-riyle alakalı kararları kendilerinin aldığını, dost ve düşman tanımlamalarını kendilerinin yaptığını hangi akıl sahibi söyleyebilir? Kuş-kusuz bu otorite sahiplerine, kimin dost ki-min düşman, neyin yapılması, neyin yapıl-maması gerektiğini söyleyen güç onlara oto-riteyi bahşeden güçtür ki, bu ABD‟dir.
Biraz daha geriye gidelim. I. Dünya Sava-şı‟nda İngiltere yanına aldığı birkaç müttefi-kiyle birlikte neredeyse tüm Osmanlı toprak-larını işgal etmiş, Osmanlı Devleti‟nin yıkılı-şının ardından sırayla bu beldelerdeki satıl-mış aşiret reislerine, bir takım çapulculara devletler ikram ederek küresel sömürge siya-setine uygun rollerini taksim etmiştir. Bu si-yasetin temelinde bir daha bir araya geleme-yecek şekilde kin ve düşmanlıklar oluştur-mak yatmaktadır. Nitekim Türkiye Cumhu-riyeti daha kurulur kurulmaz iç ve dış bir çok düşmanı karşısında buluvermiştir. İç tehdidi önce irtica sonra Şeyh Said ayaklanmasıyla birlikte Kürtler oluşturmaktadır. Dış tehdit ise tüm sınır komşularıdır. “Türk‟ün Türk‟ten başka dostu yoktur” ifadesi o zamanın ruh halini ve düşman algılamasını gayet açık bir şekilde göstermektedir.
Bilindiği ve resmi tarihte yazıldığı üzere yeni Türkiye Cumhuriyeti‟nin kuruluşunda Birinci Meclis önemli bir rol üstlenmiştir. Bi-rinci Meclis‟in vekilleri arasında ise çok sayı-da Şeyh-İmam mevcuttur. Birlikte çıkılan yolda çok geçmeden kutuplaşmalar yaşan-maya başlanmış ve kısa bir süre sonra Birinci Meclisi oluşturan zihniyet irticacı olarak gö-rülmüştür. Buda göstermektedir ki komşula-rımıza düşman tespitini yapan güç ile bize düşman tespiti yapan güç aynı malum güç-tür. Seksen altı yıldır en azılı düşman olarak kalmayı başaran “irtica” öylesine sihirli bir
irtica hep bir numara …
köklüdeğişim aralık 2009 5 Ser-dar
kelimedir ki; her türlü yağmanın, talanın, yolsuzluğun, ahlaksızlığın, hukuksuzluğun, riyakârlığın, sefaletin ve ihanetin üstünü örtmekte, görünmez kılmaktadır. Bu sihirli kelime ile gayri meşru ne varsa, meşru kı-lınmaktadır. İktidara ipotek koymuş, kendi varlığı ile devletin varlığını, kendi yokluğu ile devletin yokluğunu eş değer gören malum zümre irticayı bazen ölümcül bir silah, bazen de koruyucu bir kalkan olarak her daim kul-lana gelmiştir. Muhalifler ya da muhalif olma ihtimali olanlar bu sihirli kelime ile bertaraf edilmiştir.
Kendi halkından olan insanlara öylesine amansız ve topyekûn bir savaş ilan edilmiştir ki, paranoyak bir nesil meydana gelmiştir. Bir tarafta irtica gelecek diye zihinsel buna-lım geçirenler, diğer tarafta fişlenme, işinden gücünden olma korkusuyla kimseye güven-meyen hep diken üstünde yaşayanlar. Nere-den bakarsanız bakın, hangi tarafa bakarsa-nız bakın ruh sağlığı bozuk bir toplum oluş-turulmuştur. Ne için? İktidarlarını korumak için. Kendileri adına ulvi olan bu gaye uğru-na toplumda tam bir sürek avı başlatılmış ve bu av bugünlere kadar devam etmiştir. Tıpkı akrabaları Cengiz Han gibi…
Moğol İmparatoru Cengiz Han‟ın, Müs-lümanlara karşı olan kini o kadar şiddetlidir ki, bir kişinin ölüm emri için Müslüman ol-duğundan şüphelenilmesi kâfiydi. Dahası Cengiz Han, Müslümanları ihbar edenlere ciddi ödüller dağıtıyordu. Buradan geçimini sağlayanların sayısı azımsanamayacak kadar çoktur. Müslümanları jurnalleme iyi gelir ge-tiren bir sektör halini almıştır. Tıpkı yakın geçmişte ve hatta bugün sektör halini aldığı gibi…
Onların irtica dediklerin şeyin kaynağı bu topraklarda yaşayan insanların dini yani İs-lam olduğu için, irticanın kökünü kazımak imkânsızdır. Bu hakikatin yanında yahudi varlığının kurulmasıyla birlikte silkelenen ve kıpırdanmaya başlayan Müslümanların İs-lam‟a sarılmaları bir takım adımların atılma-
sını zorunlu kılmıştır. İrticayı kontrol edecek, kendi bekalarını tehlikeye sokmayacak, dar bir alanda hareket etmesini sağlayacak bir üs-lup değişikliğine gidildi ki, bu değişikliğin adı MSP‟dir.
Bu kontrollü değişiklik uzun bir süre ak-samandan ve tehlike oluşturmadan sürüp gitti. Sistem partilerinin yolsuzluk ve beceri-sizlik neticesinde yıpranmasının ardından RP‟nin hükümet ortağı olması ciddi bir kı-rılma yaşanmasına sebep oldu. İrticanın kontrollü de olsa iktidara gelmesini hazme-demeyenler 28 Şubat darbesini gerçekleştirir-ken, istemeden de olsa AKP‟nin doğmasını sağlamıştır.
AKP kurulup iktidara gelmesiyle birlikte irtica tanımında iki başlılık oluşmuştur. Laik-Kemalist-Ulusalcı zümre İslami emareleri üzerinde barındıran ve kendisine itaat etme-yen herkesi irticacı olarak tanımlamaya de-vam ederken, AKP Amerika‟nın düşman ilan ettiği “Radikal İslam”ı irtica olarak tanımladı ve onunla mücadeleye azmetti. Amerika‟nın radikal İslam dediği şeyin, İslam‟ı merasim dini olmaktan çıkartıp bir ideoloji, bir hayat nizamı olarak kabul eden Müslümanlar ol-duğu aşikârdır. AKP ve onun avaneleri ABD ile kol kola yürüdükleri müddetçe, bu müca-delenin de devam edeceği görülmektedir. Bu nedenle bizleri ve diğer ihlâslı Müslümanla-rın uydurma suç isnatlarıyla cezaevlerine gönderilme projesinin mimarı ABD uygula-yıcısı AKP‟dir dersek hakikati beyan etmiş oluruz.
Hülasa, Demokratik Açılım, Ermeni Pro-tokolü, Suriye, Irak, İran ile ilişkilerin güç-lendirilmesi, Yunanistan ile yakınlaşmak ve benzeri adımlar ile kadim düşmanlar birer birer müttefik haline getirilmeye başlanmış-tır. İngilizlerin I. Dünya Savaşı‟ndan sonra icat ettiği düşmanlar ABD tarafından dosta dönüştürülmektedir. Değişmeyen tek düş-man dünde bugünde “irtica”.
İkamet adresim; Sincan 2 Nolu F Tipi Ce-zaevi, Sincan / Ankara
Mahmut Oğuz gündem [email protected]
köklüdeğişim aralık 2009 6 Ser-dar
Ortak Düşman İrtica “İrtica Eylem Planı, Uygulanmakta”
"İrtica ile Mücadele Eylem Planı” ilk ola-
rak Taraf Gazetesi'nin 12 Haziran 2009 tari-hinde manşetten verdiği esrarengiz bir kay-
nağa dayanan haber ile yayınlandı. Haber,
gündeme olağanca ağırlığıyla taşındı ve çok büyük iddialar ile daha da büyütüldü. Zira
ilk defa ciddi ve somut bir iddia olarak Ge-
nelkurmay yani Ordu, hükümet aleyhine darbe planları ile itham edildi ve üstelik bir
kara delik olan Ergenekon ile ilişkilendirildi.
Adından da anlaşılacağı gibi taraf olan güruh ile karşı tarafa saldırma hamlelerinin en ciddi
hali olan ve kaynağını Genelkurmay içerisin-
de halen muvazzaf bir subaya dayandırılan haber, belli ellerde büyük bir koz olarak or-
taya çıkarıldı.
Gazetenin manşetten verdiği haberde,
T.C. Genelkurmay Başkanlığı Bilgi Destek
Dairesi tarafından hazırlandığı öne sürülen
Albay Dursun Çiçek imzalı bir andıç vardı. Habere göre andıçta, AKP ve Fethullah Gü-
len cemaatini bitirmeye yönelik planlar vardı.
Ayrıca Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde “irtica ile mücadele birimi” oluşturulduğu
iddiası da haberde yer alıyordu. Gündemi
sarsan bu haber ile alakalı, devamında daha da çarpıcı haberler bir bir haber bültenlerinin
gündemine sunuldu ve gazeteler tarafından
“darbe girişimi” olarak nitelendirildi. Or-du‟nun veya onun içindeki cuntacı kadronun
deşifre edilmesi ve yargıya hesap vermesi
söylemleri yüksek sesle dillendirilir oldu.
Aylardır gündemi meşgul bu belge, ya
darbe planı ve hazırlığı idi, gündeme taşın-
masıyla bitirildi, ya da olağan bir irtica ile mücadele çalışması idi, ifşa edildi ve hükü-
met onu kendi lehine kullanabileceği bir şe-
kilde kamuoyuna sunmaya yöneldi. Belgenin
sahte ve kurmaca olduğu ihtimali ise, yapılan
açıklamalar ve gerek hükümetin gerekse or-
dunun tavırları gözlemlendiğinde zayıf bir
ihtimalden öteye geçemez. Bununla birlikte
askerin darbe yapma imkânı ve ihtimalide, hem kamuoyu olarak, hem de iç ve dış den-
geler olarak mümkün görünmüyor, ayrıca
Ergenekon operasyonlarıyla ifşa edilen bu yöndeki unsurlar kullanılamaz hâle getirildi.
Dolayısıyla bu belge, AKP‟nin uygulamaları-
nı durdurmak, planlarını icra edemez hale getirmek, onun gücünü ve kadrolarını tasfiye
edebilmek, himayesindeki Gülen cemaatini
devlet kadrolarından uzak kılmak ve Ameri-kancı siyaseti yok edemese de belini kırmak
için hazırlanmış bir plan olarak değerlendiri-
lebilir. Zaten Ordu‟nun öteden beridir irtica kapsamında benzer dosyaları hazırladığı,
Müslümanlarla ve İslami unsurlar ile müca-
delesi mevcuttur, fakat bu meseleden farklı
olarak AKP‟ye ve Gülen cemaatine de bir bö-
lüm ayırmıştır. Çünkü Amerikancı siyasetin
gereği ılımlı -demokratik- İslam‟ı kullanarak yeni bir güç elde etmişlerdir. O yüzden bu
belge, bu hâl üzere gündeme getirilmiştir.
Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, belge için “kâğıt parçası” dedi ve belgeyi ha-
zırlayanların bulunmasını istedi. Başbakan
Recep Erdoğan ise konuya ilişkin yaptığı açıklamada, ''Bu metin, içerisinde bulunan baş-
lıklar ile değerlendirildiğinde özellikle demokrasi-
ye yönelmiş ve demokrasiyi adeta yok etmeye yö-
nelik bir girişimin ipuçlarıdır. Bunun doğruluğu,
yanlışlığı, sahte midir, gerçek midir? Bu süreç
onun takibi sürecidir. Ondan sonra da bunun fail-
lerini bulma süreci de yine bunun içerisindedir''
dedi. Bu belgenin basında yer almasının ar-
dından Askeri Savcılık tarafından olayla ilgili soruşturma başlatıldı. Aynı gün Askeri Savcı-
lık, ''Şu ana kadar elde edilen deliller değerlendi-
rildiğinde, ele geçirildiği iddia edilen belgenin,
Genelkurmay Başkanlığı‟nın herhangi bir biri-
minde hazırlanmadığına ilişkin bir kanaate
varılmıştır'' açıklamasında bulundu. Askeri
ortak düşman irtica …
köklüdeğişim aralık 2009 7 Ser-dar
savcılığın açıklaması muğlâk ifadeler içerdiği için eleştiri alınca Genelkurmay, internet site-
sine 10 maddelik bir duyuru koydu. Duyu-
ruda, "Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), demokrasi
ve hukuk devleti ilkeleri ile bağdaşmayan davranış
ve düşüncelere sahip bulunan personelini bünye-
sinde barındıramaz" ifadeleri dikkat çekti. AK Parti Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ ise
Genelkurmay‟ın açıklamasıyla alakalı olarak,
"Şüpheleri gidermekten ziyade şüphe edenleri hak-
lı çıkaran bir açıklama gibi" açıklamasında bu-
lunarak konunun, belgenin altında imzası
bulunan Albay Dursun Çiçek'e sorulması ve Genelkurmay'ın arşiv kayıtlarına bakılması
durumunda açıklığa kavuşacağını ifade etti.
Genelkurmay ise soruşturma sürecinin bek-lenmesi uyarısında bulundu.
Askerin bu sıcak gündemle alakalı konu-
lardaki sessiz tavrı veya eski dönemlere nis-petle ılımlı tavrı dikkat çekicidir. Bununla
birlikte AKP‟nin sert tavırlar takınması ve
ardından bu tavrı yumuşatıcı üsluplara yö-nelmesi de, iki farklı güç arasında kapışmala-
rın, anlaşmaların ve belli konularda uzlaşıp
ortak hareket ettiklerini göstermektedir. AKP iktidar olduğu günden beri hamlelerini çok
dikkatli atmakta, hatta bu hamlelerini akıl
aldığı gruplar ve şahıslar ile kontrollü olarak icra etmektedir. Çoğu zaman eline geçen ve-
ya ona istihbarat edilen kozları, dikkatli ve
zamanında kullanmaktadır. Zira o hem kendi planlarını, hem de Amerikancı siyasetin be-
lirlediği planları uygulamak için, bekasını
sağlama almayı amaçlamaktadır. Bu planları uygulama noktasında önüne çıkan askeri ve-
ya Kemalist engelleri bertaraf etmek için bu
belgeleri, istihbaratları ve kozları gündeme anında sunmaktadır. Aynı kendisini sıkıştır-
dığı askeri kesimin bir zamanlar irtica gibi
kozlarla gündemi lehine çevirmesi gibi, aynı silahı sahibine karşı kullanmaktadır. Çünkü
bu çürümüş düzen, ancak bu yöntemler ile
uygulanıyor, iktidara gelen her güç diğer
karşı gücü benzeri üsluplar ile pasifize etme-
ye çalışıyor. Gücünü halkına, onun inanç ve
değerlerine dayandırmayan her sistem, bu ve benzeri tezgâhlara muhtaçtır.
Aylardır gündemde en üst sıralarda yer
alan bu haberleri ve iddiaları saatlerce izle-mişizdir. Fakat bunların geri planlarının sor-
gulanmasında; Müslüman halk nezdinde
maalesef, İslami ve aydın bir düşünce ile ele alınmadığı için zafiyetler görülmüştür. Ha-
berler, iki tarafın kapışması olarak taraftar
edasıyla kabullenilmiştir. Fakat bizler İs-
lam‟ın tarafı olarak meseleyi sahih bir şekilde
algılayıp, yıllardır aynı tezgâhlarla süren bu
gidişata son vermeli ve onların düşünmemizi istedikleri gibi değil, İslam‟ın düşünmemizi
istediği gibi meseleleri düşünmeliyiz.
İlk “İrtica ile Mücadele Eylem Planı” gün-demi, yapılan gizli görüşmeler ve uzlaşılarla,
anlaşmaya varılarak gündemdeki etkileri
azaltılmaya başlanmıştır. Ordu ile hükümet pazarlığı sağlamıştır veya taraflardan biri ge-
ri adım atarak diğerine yol vermiştir. Fakat
AKP, belge ile alakalı suç duyurusunda bu-lunup olayı sivil yargıya taşıyarak, elinde
önemli bir kart bulundurur hale gelmiştir.
Albay Dursun Çiçek'in ifadesi Ergenekon savcıları tarafından alınıp "örgüt üyeliği" suç-
laması ile tutuklanmış ve Hasdal Askeri Ce-
zaevi'ne konulmuştur. Dursun Çiçek tutuk-lanmasının ardından 24 saat geçmeden jet bir
karar ile serbest bırakılmıştır. Netice itibariy-
le belge, bu kadar ses getirmişken hükümet ile Ordu arasındaki anlaşmalar, uzlaşmalar
sonucunda gündem soğutulmaya ve belge
iddialarını yönlendiren ellerin geri çekilmesi sağlandı, tabi daha sonra aleyhte tekrar kul-
lanılmak üzere.
Artık AKP‟nin istediği daha derin planla-rın icrası için mücadele edilecek zemin, taş-
lardan arındırılmış oldu. Demokratik açılım,
BOP‟a yönelik planlar ve değişim süreci adım adım işlemeye konuldu. Ta ki PKK‟lı
grubun dağdan inip teslim olması sonucunda
çıkan krize ve büyüyen tepkilere kadar. O günlerdeki yapılan MGK sonrası açılımın
durdurulması veya ertelenmesi baskıları ve
ortak düşman irtica …
köklüdeğişim aralık 2009 8 Ser-dar
perde arkasındaki Ordu‟nun memnuniyetsiz-liği sonucu süreç durma noktasına geldi. Ar-
dından “İrtica Eylem Planı” gündemi tekrar
devreye sokuldu. “Albay Dursun Çiçek'in im-
zasının bulunduğu öne sürülen İrticayla Mücade-
le Eylem Planı'nın orijinalinin, ıslak imzalı haliy-
le Ergenekon savcılarına yollandığı öne sürüldü.
Belgeyi bir subayın yolladığı iddia ediliyor.”(Yeni
Şafak) “AK Parti hükümetini yıkmak için hazır-
landığı belirtilen „İrticayla Mücadele Eylem Pla-
nı‟nın orijinal belgesiyle birlikte Ergenekon savcı-
larına gönderilen eklerde yer alan „Bilgi Destek
Planı‟ da ortaya çıktı.” (Radikal) Islak imzalı bel-ge ve onunla birlikte savcılığa gönderilen ih-
bar mektubu, tekrar gündemi AKP lehine al-
lak bullak etti. Üstelik bu ihbar mektubunda belgenin orijinal imzalı metniyle beraber bir-
de Eylül 2007 tarihli “Bilgi Destek Planı” bel-
gesi gönderildi. Bu belge de ilk ki kadar öneme sahip ve karanlık planların ifşasını
göstermekteydi. Üstelik bu belge Harekât
Dairesi Başkanlığı‟nın hazırladığı ve yalan-
lanmayan bir belge idi. Hazırlanma amacı da
“irtica” ile mücadele yani İslam ile mücade-
le…
Askerin irtica ile mücadeleden anladığı
“Müslümanlarla ve İslami unsurlar ile müca-
dele”, AKP‟nin anladığı ve vizyonu ise “Ra-dikal İslam ile mücadele” olduğu açıktır. Do-
layısıyla bu planı, askerin mi hükümetin mi
hazırladığı, askerin mi hükümetin mi uygu-ladığı önemli değil. Asıl önemli olan şuan bu
planın uygulanmakta olduğudur. Tabi ki bu
plan, mevcut hükümete ve onun himayesin-deki cemaatlere zarar vermeden, onların te-
kerine çomak sokacak İslami gruplara uygu-
lanmaktadır. Belge, askerin planlarını ifşa etmek için sunulmuş olsa da, dikkatle bakıl-
dığında haince plan ve komplolarını ister is-
temez bizlerinde görmesine fırsat vermiştir. Basında yer aldığı haliyle bu plan şöyledir:
İslami Gelişmeler:
Batı tarafından radikal İslam ile mücadele va-
sıtası ılımlı İslam olarak seçilmiştir. Bu amaçla,
özellikle ABD basın yayın organlarında Müslü-
man Kardeşler ve Hizb-ut Tahrir‟in terörist ol-
madıkları, eskisi kadar şiddet uygulamadıkları yo-
lunda yazılar yayımlanmakta, bu şekilde, terör
örgütleri dahi ılımlı İslam saflarına çekilmeye ça-
lışılmaktadır. (Yani bu ve benzeri grupları silahlı
göstermek ve basında da öyle yer ettirmek)
TSK‟nin bu gelişmeleri etkilemeye ne derece
muktedir olduğu ayrıca düşünülmelidir.
Aynı kapsamda ele alınması gereken bir diğer
konu da din ve türbandır. TSK‟nın dine karşı ol-
madığı çeşitli vesilelerle ve şekillerde gündeme ge-
tirilmeli, başörtüsü ile türban farklılığı vurgula-
narak bu konudaki yanlış anlamaların ve TSK
aleyhinde oluşmaya başlayan kanaatin önü kesil-
melidir.
Türkiye‟deki güvenlik, siyaset, ekonomi ve sos-
yal hayatla ilgili gelişmelerde AB ve ABD‟nin
önemli rol oynadığı şüphesizdir. Her ikisi ile de
duygusallıktan uzak, gerçekçi ve birebir bir diya-
log kurulmasına ihtiyaç bulunmakta-
dır.”(Radikal)
Ordu‟nun hazırladığı iddia edilen bu ey-lem planlarından Fethullah Gülen‟in daha
önceden haberi olduğu iddia edilmekte: 6
Nisan 2009 tarihinde Fethullah Gülen, herkül.org sitesinde bir açıklama yaptı: “Dün
olduğu gibi bundan sonra da, dışarıdan da besle-
nen bazı şer odakları en samimi müminleri ve ha-
kiki Müslümanları terörist gibi göstererek irtica
yaygarası koparabilirler…”
Fethullah Gülen cemaati bu eylem planı
çerçevesinde gösterdikleri tepkileri kendi
menfaatleri gereği ve samimiyetten uzak bir
şekilde göstermiştir. Zira onlar hükümet hi-mayesiyle bu eylem planlarından muaf tutu-
lunca, diğer Müslümanlara bu planların uy-
gulanmasına tepki göstermek yerine, kendi haber kaynaklarında iftiralarla destek olmuş-
lardır. Onlar bu planın Müslümanlara uygu-
lanmasını değil kendilerine uygulanmasına tepki göstermiş ve himaye edilip plan kap-
samından çıkınca da planlanın uygulayıcıla-
rından olmuşlardır. Kardeşlik bağlarımızdan dolayı, onların düzelip İslam üzere değişme-
ortak düşman irtica …
köklüdeğişim aralık 2009 9 Ser-dar
leri için dua etmekte ve tekrar aynı saflar da İslam davası için mücadele etmeyi temenni
etmekteyiz, zira işlenen cürümlere ortaklık
etmelerinden dolayı onları cehennem ile kor-kutmaktan başka çaremiz yoktur.
İşte basında yaygara koparan “İrtica ile
Mücadele Eylem Planı” resmen icra edildi ve yapılan operasyonlarda, baskınlarda yukarı-
da yönlendirilen planlar neticesinde, Müs-
lümanlara ve İslam‟ı kendine dava edinmiş
İslami gruplara karşı uygulanmaya başlandı.
“İrtica Eylem Planı”, malum cemaate uygu-
lanmaktan vazgeçilip (ki basına sızan son haberlerde bu eylem planı belgesinin bu ce-
maat tarafından ortaya konulduğu haberleri
dahi sızmaktadır), Hizb-ut Tahrir gibi İslami gruplara uygulanmaya başlandı:
“Atatürk aleyhinde yaptığı gösterilerle
gündeme gelen, Fatih Camii‟nde 2005‟te Hi-lafet isteyen ve silahlı bir yapılanma içinde
olmadığı gerekçesiyle terör örgütü kapsamı-
na sokulmayan Hizb-ut Tahrir örgütünde ilk kez silah ele geçirildi.
Ele geçirilen silahların yanı sıra Esenlerde ya-
pılacak toplantı öncesi hazırlanmış 540 "Tek
Ümmet, Tek Devlet, Hilafet" yazılı t-shirt, 1634
Hilafet bayrağı ve 29 Hilafet Devleti haritası da
bulundu.
Hizb-ut Tahrir, 1953‟de Kudüs İstinaf Mah-
kemesi Kadısı Takiyyuddin en-Nebhani önderli-
ğinde faaliyete geçti. Müslüman Kardeşlerden
koptu. Hizb-ut Tahrir, internetteki sitesinde ken-
disini, "İdeolojisi İslam olan siyasi bir parti" ola-
rak tanımlıyor. (Hürriyet)
Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi
ve MİT‟in ortak yürüttüğü takip çalışmaları so-
nucu “eylem” safhasına geçtiği tespit edilen radi-
kal dinci Hizb-ut Tahrir örgütünün hedefinin
Anıtkabir olduğu belirtildi. Polis, yasadışı örgüte
ait bilgisayar ve diğer bilişim aparatlarında yaptı-
ğı inceleme sonuçlarını savcılığa gönderdi.” (Milli-
yet)
Görüldüğü üzere bu meşum planın kimler üzerinde uygulamaya sokulduğu gayet açık-
tır. İrtica kelimesi ile, Rabbimiz Allah‟tır di-yen, ona ortak koşmayan, bu ümmet üzerin-
de oynanan çirkin planları ifşa eden samimi
Müslümanları kastettiklerini bilinen bir ger-çektir ki bu son tutuklamalar ile daha net or-
taya çıkmıştır.
T.C. devleti kurulduğu günden bugüne kadar, onu kuran ve bekasını sağlayan güçler
tarafından birçok planlar, senaryolar ve derin
komplolar yapılmıştır. Artık bu vakıayı gö-
ren her göz, görür hale gelmiş ve akıllar bu
durumu idrak için zorlanmaya başlamıştır.
Çünkü Osmanlı Hilafet Devleti, batılı kâfirle-rinde yardımıyla yıkıldığında, ona canı paha-
sına bağlı olan Müslüman halka, kendileri ve
inançları ile çelişen yeni bir düzen olarak Cumhuriyet sunuldu. Seçme hakkı olmaksı-
zın göstermelik seçimlerle dayatıldı. Müslü-
manların ve İslam âlimlerinin isyanları, dire-nişleri ve karşı koymalarına rağmen,
“ulucanlar” katledilerek, planlar, komplolar
ve fitne hareketleriyle batıdan ithal ettikleri –gayri İslami- sistemlerini hâkim eylediler.
Ogün olduğu gibi bugünde, dini İslam olan
halk ile gayri İslami sistemlerini bir arada tu-tabilmek için planlar yapmaya hiç ara ver-
memişlerdir. Tarihe tanıklık edenler, bu ül-
kenin tarihinin Hilafet‟in ilgasından sonra ne kadar karanlık olduğunu ve sinsice eylem
planlarının hiç bitmediğini görecektir.
Nihayetinde bu belgeyi hazırladığı iddia edi-len güruh ile bu belgeyi ifşa edip yargıya he-sap vermesini isteyen güruh, aynı bataklığın sakinleridir. Onlar benzer söylemleri ile laik-lik, demokrasi, insan hakları, hukukun üs-tünlüğü, batılılaşma, çağdaşlık gibi çağrılar-da bulunarak aynı çamurda debelenmekte-dir. Zira bu halden tek kurtuluş, İslam‟ın ay-dınlığı ve adaletidir.
Bahaeddin Carda gündem [email protected]
köklüdeğişim aralık 2009 10 Ser-dar
Kurban, Adayış, Muhasebe
Bir bayramı daha kutlu misafire yaraşır bir
şekilde karşılayamamanın burukluğuyla, içe-
risinde mutluluk, sevinç olmayan bir şekil-de...
Henüz bir öncekinin acısı dinmeden yaşa-
nan zulüm ve katliamlarla anaların dinmek
bilmeyen gözyaşlarına, babaların karşılığını
bulamadan kaybolan feryatlarına ve yetimle-
rin boşlukta asılı kalan avuçlarına hüzünle şahitlik ederek...
Çeçenistan, Keşmir, Guantanamo, Filipin,
Somali, Özbekistan, Irak, Afganistan, Türki-ye‟ye kadar uzanan bizim coğrafyamızda
„kurban‟ edilen, işkence edilen, zindanlara
atılan, hor ve hakir görülen mustazaflar ger-çeğiyle, karşılıyoruz.
Yine bu kurban bayramında da kurban
uygulamasını "çağdışı" bulan ve bunun yeri-ne akla dayalı varsayımlarla meseleye yakla-
şarak yorumlar getirenler muhakkak olacak-
tır. Hatta bunlar devlet zevatından da olup: “Artık bu çağda kurban kesip dağıtmak çok acil
bir ihtiyaç olmaktan çıktı. Ben, onu karşılayan
başka türlü yardımlar yapılabilir inancındayım” şeklinde ifadeler dahi kullanılacaktır.
Esasen bu eleştirileri dile getirenlerin tü-
münün vejetaryen olduğu, et yemedikleri de
söylenemez. Ancak bu kişilerin ucundan tut-
tuğu poşetteki etin de macerası daha farklı
değildir. Üstüne üstelik Amerikan patentli et-leri McDonalds‟larda tüketirken sınıf atla-
mışçasına etrafa gülücükler saçan bu zihniyet
konu bir ibadet olarak kurban kesmeye gel-diğinde yüzünü ekşitebilmektedir. Aslında
bu ve benzeri yaklaşımlar Batılı yaşam tarzı-
nın hayatımızdaki yansımalarından başkası değildir.
Hâlbuki “kurban” farklı, “hayır yapmak”
farklı şeylerdir. Örneğin “zekat” tek başına bir hayır yapmak değil, dini bir zorunluluk
şeklinde borç ödemektir. Hayır ise bayramda
da yapılabilir, bayramdan önce de, sonra da.
Bu yüzden kurban ne tek başına hayır yap-maktır ve ne de kebap-kavurma ya da et bay-
ramı…
Esasen bu yaklaşımlar hayatımızda İs-
lam‟ın ve hükümlerinin ne kadar içinin bo-
şaltıldığının, hakiki mana ve mefhumundan
uzaklaştırıldığının apaçık bir göstergesidir. Çünkü konuyu “yardımlaşma”ya indirge-
mek, “şer‟i olan” bir hükmü, uygulamayı
vicdani boyuta çekmek; yani dini hakiki za-viyesinden çıkartmak demektir. Başka bir ör-
nekle ifadelendirecek olursak namaz kılmayı
sağlıklı yaşam için spor yapmaya benzetmek-tir.
“Ben yaptım oldu” şeklindeki bir yaklaşım
ise kişiyi sınırlandıran ve düşünceleriyle dav-ranışlarını bir amaca; Allah'ı razı etmeye has-
reden İslam zaviyesinden uzaklaştırmakta-
dır. Derin düşünüldüğünde; kurban kesmeye kurban kesenin fıtri açıdan ihtiyacı, kurban
eti bekleyen yoksulun ihtiyacından çok daha
büyük ve acildir. Çünkü adına yardımlaşma dediğimiz paylaşma hassasiyeti bu öncül ko-
şul yerine getirildikten sonra anlam kazan-
maktadır.
Kurban yakınlaşmaktır…
İnsanların meslekleri, unvanları, sınıfsal
konumları, etnik konumları, kendi tercih et-tikleri veya etmedikleri bazı farklı özellikleri
dolayısıyla aralarına soktukları mesafeleri,
ayrılıkları giderme vesilesidir. Özelliklede zengine fakirin halinden anlamayı ve fakire
de yalnız olmadığını hatırlatan bir kardeşlik
çağrısıdır.
Fakat unutulmamalıdır ki bir yere yak-
laşmak bir tercihte bulunmak demektir. Bir
yere yaklaşmayı tercih etmek başka birçok yere uzaklaşmayı tercih etmeyi de beraberin-
kurban, adayış, muhasebe …
köklüdeğişim aralık 2009 11 Ser-dar
de getirir. Çünkü insan aynı anda aksi isti-kamette iki noktaya yaklaşamaz. O yüzden
Allah'a sunulan kurban insanı Allah'a yaklaş-
tırmalıdır. Buna mukabil hayatın ölçüsünün ancak O‟nun koyduğu kurallardan ibaret ol-
duğu bir düşünme şekline, İslam‟ın hakim
olduğu hayata, insanın ancak tatbikiyle mutmain olacağı bir nizama yaklaştırmalı ve
hayatı siyah ve beyaz kadar net bir düzleme
taşıyabilmelidir.
Kurban adayıştır…
Hz. İbrahim'in oğlu İsmail'i adayışının ar-
dındaki hikmeti anlamaktır. O‟nun gibi vaz-geçebilmektir bizi dünyaya bağlayan en sev-
diklerimizden,
Hz. İsmail gibi tereddütsüz yatmaktır bı-çaklar altına gözü kapalı… Haktan gelene
teslim olarak adanmaktır.
Ve sormaktır elbet kendine: Hz. İbrahim olabiliyor muyum? ve Benim İsmail'im ne?
Ardından muhatap olmaktır vahyin sor-
gulamasıyla;
خوإنكموأبنآؤكممآباؤككانإنقل وعشيرتكموأزوإجكموإ ترضونياومساكنكسادىاتخشونوتجارةإقترفتموىاوأموإلحت ىفترب صوإسبيموفيوجيادورسولوإلمومنإليكمأحب إلفاسقينإلقومييديلوإلموبأمرهإلمويأتي
"De ki: "Eğer babalarınız, çocuklarınız,
kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandı-
ğınız mallar, az kâr getireceğinden korktu-
ğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, siz-
lere Allah'tan, O'nun Rasûlü'nden ve O'nun
yolunda cihad etmekten daha sevimli ise,
artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekle-
yedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hida-
yet vermez." (Tevbe 24)
Senin İsmail'in karın, kocan, mesleğin,
şöhretin, servetin, gücün, makamındır belki...
Şimdi muhasebe zamanı
Eğer insan tercihlerinden ibaret ise;
Doğrudan başka her şeyi en estetik şekilde
dillendiren dilimiz, hak sözden, mazlumun ahından başka her şeyi duyan kulaklarımız,
menfaati icabı her yola ram olmaya hazır bo-
yunlarımızla hakiki manada bir adayışı ger-çekleştirebilir miyiz?
“Hakkı batıl ile karıştırmayın ve bildiğiniz
halde Hakkı gizlemeyin” ilahi hitabı yalanların altında ezilmiş çenemizi ve doğru postuna
bürünmüş yalanlarımızı ürkütmüyorsa, bü-
tün dünya Müslümanlarını sorumluluk dai-
remize alan “Müslüman Müslüman‟ın kardeşi-
dir. Onu yardımsız bırakmaz, düşman eline tes-
lim etmez” uyarısı kapı komşumuzdan dahi bir haber yaşantımızın tik taklarını fazlasıyla
rahatsız etmiyorsa, 'empati' kuralım diyerek
Filistin'de, Irak'ta, Afganistan'daki acımızı dahi batılı kavramlarla açıklıyorsak gerçek-
ten adanabilir miyiz?
Adlarımızın başına“Elhamdulillah Müslü-
man‟ız” kelamını iliştirenler olarak Peygam-
berin karnına bağladığı iki taşa ve birkaç
hurmadan fazlası olmayan çöldeki sahabe sofralarına inat mükellef sofralarımızda tak-
vayı arıyorsak; “Komşusu açken tok yatan biz-
den değildir.” hadisini hatırlayıp, komşumuza yardım etmek için elimizin altındakileri yar-
dım derneklerine verme tembelliğinde yaşı-
yorsak adamak ve adanmak bizden çok uzakta kalmıyor mu?
Mazlumlar, mazlumların yanında duran-
lar, haksız yere cezalandırılanlar, kovulmuş-
lar, unutulmuşlar, bedeli ne olursa olsun
hakkı ifade etmekten çekinmeyenler, hakika-
te yaraşır bir üslupla hak sözü taşıyanlar, ga-ripler, yetimler, yolda kalmışlar, kimsesizler,
şerefi dışında hiçbir sermayesi olmayanlar,
kulakları sağır eden o sesi duymadan kulak-larını o sese hazırlayanlar, gözleri yerinden
fırlatacak o gün görünmeden gözlerini ufuk-
lara takanlar, çarpılmışlar gibi uyanmadan uykulardan tüm azalarını uyandıranlar ve
yalnızlar, hakikatin çileli dergahı haricinde
sığınacak kapı bulamayanlar, her zemin ve şartta hakkı yüceltmeleri sebebiyle saf dışı
kalmayı göze alanlar yol arkadaşımız olmu-
kurban, adayış, muhasebe …
köklüdeğişim aralık 2009 12 Ser-dar
yorsa hangi saflarda neye(!) adanıyoruz kim bilir...
Evet, bir Kurban Bayramı'nı daha idrak
ediyoruz „idrak‟ kelimesinin hayatımızdaki karşılığını sorgulamaksızın.
Gelin bu bayramı Kuran‟ı doğru anlama-
nın, yaşamanın bilinciyle karşılayalım ve ha-yata hâkim kılmanın, hidayetine tâbi olmanın
kararlılığıyla uğurlayalım…
Ve hep birlikte dua edelim…
Allah‟ım Bayramlarımızı rahmetine lâyık
günler kıl…
Allah‟ım Bayramlarımızı bizi günahlardan ve kirlerimizden arındıran bir vesile kıl, bizi
günah ve hatalarımızdan beyaz elbisenin
kirden temizlendiği gibi temizle…
Allah‟ım sabır kalelerimizi sağlamlaştır,
faniliğini algılamakta zorlandığımız dünyada
bizleri her zaman tevekkül zırhıyla zırhlan-
dır.
Allah‟ım söz ve fiillerinde samimi, sus-
kunluklarında münzevi ve adımlarında mut-taki olmanın kararlılığını lütfet bilincimize…
Allah‟ım bizlere bir vücudun azaları gibi
olma bilincini bahşet…
Allah‟ım kapıldığımız dünyanın faniliğini,
ölümün aniliğini, hesabın şedidliğini bizlere
hatırlamayı nasip et…
Allah‟ım bu ümmete zalimlerin, kâfirlerin
ve işbirlikçilerinin tasallutundan kurtulup
tek bir devlet tek bir halife etrafında daha ön-ce başardığı gibi dünya sahnesinde izzet ve
şeref dolu senin rızana lâyık bir tarih yazma-
yı lütfet.
Ey Mülkün sahibi!
Ey nuru yerleri ve gökleri kuşatan Al-
lah‟ım!
Senin vaadini gerçekleştirmek için ayakla-
rımızı sabit kıl. Allah‟ım biz mustazaflara
yardımını ulaştır, rahmetini ve merhametini
eksik etme üzerimizden…
Amin.
Yiğit Serdengeçti gündem [email protected]
köklüdeğişim aralık 2009 13 Ser-dar
“İsrail” İlişkilerinde AKP‟nin Samimiyeti
Şu bir gerçek ki, yahudileri yeryüzünde
yine yahudilerden başka seven yoktur. Ken-
dilerinin sahip olduğu seçkin ırk inanışı, şı-
marık ve küstah tavırları, egoizmleri, gayri
insani ve ahlaki uygulamaları bunun en
önemli sebepleridir. Onları Ortadoğu‟da ol-
duğundan fazla güçlü gösteren ve abartılı
olarak yenilmez addeden de, yapılan sanal
haberler ve etrafındaki Müslüman ülkelerin
yöneticilerinin güçsüzlüğü, basiretsizliği ile
cesaretsizliğidir. Ayrıca yahudilerin güçlü
zannedilmesinin arkasında kâfir batılı ülkeler
de vardır. Zira onların, Müslümanların kutsal
mekânlarından birinin etrafına yerleştirilme-
leri, İslam coğrafyasının göbeğine sürmeleri
maksatlıdır. Bu sebeple kâfir batı, yahudiler
ile Müslümanları karşı karşıya getirecek bir
adım atmış ve kendisini kenara atmıştır.
Çünkü yahudiler gittikleri her yerde fitne çı-
karmışlar, Avrupa da birçok yerden sürül-
müşlerdir. Kur‟an-ı Kerim‟in tabiri ile “zelil
maymunlar” olan yahudiler kendilerine ıslah
için gönderilen Rasul‟leri ve Nebileri bile din-
lememiş ve isyan edenlerin başında olmuş-
lardır. Onların bu fitneci özelliğini bilen kâfir
batı, hem bu planı sayesinde yahudilerden
kurtulacak, hem de Müslümanların başına
böyle büyük bir sorunu sararak bir daha
kendileri için sorun olmalarını engellemiş
olacaklardı. Yahudileri bölgeye yerleştiren
İngiltere ve devam eden süreçte kollayan
Amerika, bunu böyle uygun görmüşler ve
maalesef istediklerine de ulaşmışlardır.
İslam ümmeti 1948‟den bu yana bu gasıp
yahudi varlığının kendisine yaşattırdığı acı-
ları çok tatmış ve Filistinli Müslüman kardeş-
lerimize yapılanları her gördüğünde bu acıla-
rı daha artmış ve sahip oldukları kinleri her
geçen gün büyümüştür. Ayrıca bırakın Müs-
lümanları, meseleye objektif bakan her insa-
nın bu gayri insani uygulamalardan dolayı
nefret duygularına sahip olması kaçınılmaz-
dır. İşte tüm bu cürümlerden ve kavimsel
özelliklerinden dolayı yahudilerin dostu ol-
madığı gibi, sadece ortak menfaatleri paylaş-
tığı sömürgeci ve İslam düşmanı müttefikleri
olmuştur. Ama belirli zaman aralıkları ve
konjonktüre göre değişen menfaatler yani si-
yasi hatların belirlenmesine ve zamana göre
farklı menfaatlerin oluşmasına neden olmuş-
tur. Özellikle Irak ve Afganistan da “evdeki
hesabı çarşıya uymayan ve yanlış hesabı
Bağdat‟tan dönen” Amerika, belli bir dönem
Filistin-Yahudi ilişkilerine uzak durmuş ve
Ortadoğu‟ya yönelik elinde tuttuğu bu kartı-
nı oynamamış veya oynayamamıştır. Öteden
beri “İsrail” için Amerika‟nın Ortadoğu‟daki
“yaramaz çocuğu” tabirine bakarak bu ya-
ramaz çocuğun bu saatten sonra yapacağı ya-
ramazlıkları görmezden gelmeyeceği ve son
Lübnan savaşı ile Gazze saldırıları neticesin-
de eskiden gördüğü desteği görmediği gö-
rülmüştür. Amerika‟nın yeni dünya düzeni
ve B.O.P.‟un da savaş değil barış ön planda
tutulmakta ve Obama ile Amerika yeni bir
ılımlı maske kullanmak istemektedir. Savaş
yanlısı ve saldırgan tutumu ile bilinen aşırı
sağcı Netenyahu hükümeti ile Obama‟lı
Washington‟un düşünce ve eylem farklılıkla-
rı bu sebepten olsa gerek birçok kez kendini
göstermiştir. Yani yeniden düzenlenmesi ge-
reken Ortadoğu‟da, Amerika artık düşman
“İsrail” kartını değil de dost Türkiye kartını
kullanmaya karar vermiştir. Yani bölgedeki
yeni müttefik lider Türkiye olmalı kanaatine
ulaşmıştır. Bu değişikliğin hissedilmesi ise,
yeni liderin eski lidere diklenmesi, ona karşı
tavır alabilmesi ve bu davranışlarından ötürü
“israil” ilişkilerinde akp‟nin …
köklüdeğişim aralık 2009 14 Ser-dar
bölge halklarının yeni lidere sempati duyma-
sı ile gösterilmiştir.
Milli görüş kimliğinden gelen ve bu coğ-
rafyada yaşayan her Müslüman gibi
yahudiden nefret eden Başbakan Erdoğan bu
yeni misyonu ve senaryoyu çok beğenmiş,
uygulama sahasında gösterdiği üstün per-
formans ile Müslüman aleminin sempatisini
kazanmıştır. Gerek Davos‟daki „one minute‟
çıkışıyla, gerek BM Genel kurulundaki Gazze
hatırlatmasıyla ve gerekse İran ile alakalı
nükleer tepkilere karşılık “İsrail‟in de var,
neden onu görmezden geliyorsunuz” sözle-
riyle ve daha birçok platformda bunu gös-
termiştir. Bu sözler ve çıkışlar, Türkiye‟nin
“İsrail”e bugüne kadar yapmadığı ve yapa-
madığı söylemler olduğu için “İsrail” tarafı
bunu fark etmiş olsa da ciddi bir tepki ver-
memiştir. Fakat daha sonra geçtiğimiz gün-
lerde Anadolu Kartalı Askeri Tatbikatı‟nın
yabancı devletlere yani kendilerine kapatıl-
ması, ardından TRT‟de yayınlanan Ayrılık
dizisinin konusu “İsrail‟in” ciddi bir tepki
vermesine neden olmuştur. Fakat AKP hü-
kümeti sırtını dayadığı güce dayanarak bu
tepkileri göğüsleyebilmiştir.
İşte tüm bu gelişmeler özellikle “İsrail”
zulümleri karşısında sessiz kalan Arap yöne-
ticilerinin de tavırları göz önünde bulundu-
rulduğunda, tüm Ortadoğu halkları tarafın-
dan takdir-e şayan bulunmuş ve Recep Erdo-
ğan gittiği Müslüman ülkeler de “İslam dün-
yasının lideri”, “örnek Başbakan” gibi sıfat-
larla karşılanır olmuştur. Şu bir gerçektir ki;
bugüne kadar Müslüman Filistinli kardeşle-
rine yapılan zulümlere karşılık, yöneticileri-
nin hep suskun kaldığı ve hiçbir tepki vere-
mediği “İsrail‟e” yönelik bu çıkışlar, duygu-
sal olarak Müslümanların hoşuna gitmiş ve
sevinmelerine vesile olmuştur. Osmanlı Hila-
fet devletinden bu yana beklide ilk defa bir
Türk, yahudilere karşı durmuştur. Bu da bek-
lendiği gibi diğer Müslümanların müspet
desteğini ortaya çıkarmış ve Ortadoğu yeni
liderini bu sayede tanımıştır.
Amerika yeni yüzü Obama ve BOP kap-
samında Ortadoğu‟ya barış getireceğini, var
olan husumetleri çözeceğini ve ılımlı bir siya-
set izleyeceğini öngörmüştür. Tabi bunları
yaparken Ortadoğu‟nun çıbanbaşı gasıp
yahudi varlığının da kontrol altına alınması
gerekmiştir. Yoksa süreç istenildiği verimi
veremeyebilir ve muhtemel sorunlarla karşı-
laşılabilinecektir. Hele ki Filistin meselesi
dünyadaki tüm Müslümanlar için bu kadar
önemli ve hassas iken Amerika‟nın bu yönde
adımlar atması gerekmekteydi. Amerika‟da
ise “İsrail” yerine bölgede Türkiye eksenleri
bir siyaset izleyeceğini göstererek, Türki-
ye‟nin “İsrail”e karşı çıkışlarını gizlice yön-
lendirerek ve “İsrail” ile belli konularda an-
laşmazlığa düşerek gösterdi. Ayrıca bölgede-
ki Arap liderlere de Türkiye‟nin yeni abileri
olduğunu her konuya Türkiye‟yi müdahil
ederek gösterdi. Amerika‟yı bu tür siyasi yö-
rüngeye iten nedenlerden bir tanesi de, Irak
ve Afganistan da şiddete dayalı, Filistin me-
selesinde ise yahudiden yana diplomatik
mücadele de kazanamamış olmasıdır. Son
ekonomik kriz ile birlikte Amerika savaşın
faturasını ağır ödemek zorunda kalmıştır. İş-
te bu başarısızlığı giderecek ve oyunun sey-
rini değiştirecek usta bir aktöre ihtiyaç du-
yulmuş ve Erdoğan oyuna dâhil edilmiştir.
Türkiye‟nin tarihi misyonu, jeopolitik önemi
ve iç parazitlerinden kurtulması onu uygun
oyuncu kategorisine sokmuştur. Son zaman-
larda Suriye ile sınırların kaldırılması, Irak ile
birçok konuda anlaşmalar yapılması, K.Irak
sorununun çözümü, enerji hatlarının geçiş
koridorunun sağlamlaştırılması için Ermenis-
tan protokolü, İran ile arabuluculuk gibi bir-
çok konuda ilerleme sağlanması bu meyanda
değerlendirilmesi ve BOP ile ilişkilendirilme-
lidir.
“israil” ilişkilerinde akp‟nin …
köklüdeğişim aralık 2009 15 Ser-dar
Bu arada Amerika‟nın “İsrail‟i” frenlemesi
ve Türkiye ile yer değiştirilmesi, Amerika
“İsrail‟i” sildi gibi anlaşılmamalı. Amerika
sadece yeni siyasetine göre lider oyuncusunu
değiştirdi diyebiliriz. Amerika ile İsrail ara-
sındaki ilişkilerin soğumasına şunları örnek
verebiliriz:
* Amerika yeni kurulan Yahudi lobisi J.
Street‟in 2008 yılında düzenlediği bir ankete
göre Amerika‟da yaşayan yahudilerin %60‟ı
yahudi yerleşim yerlerinin genişletilmesine
karşı, %88‟i ise barış için “İsrail”e baskı ya-
pılmasını istemektedir.
* Bugünlerde Amerika‟da yapılması plan-
lanan ve yine J. Street‟in düzenlediği konfe-
ransa Amerikalı vekiller ve Obama‟nın Ulu-
sal Güvenlik Danışmanı General James
Jones‟un katılacağı açıklanırken, Netenyahu
hükümetinin Washington Büyükelçisi
Michael Oren‟in katılmayacağı açıklandı.
* BM İnsan Hakları Konseyi‟nin Gazze
saldırısı sonucunda dörtte biri çocuk olan
toplam 1417 kişinin ölümü neticesinde hazır-
ladığı Goldstone raporunun BM güvenlik
konseyine oy çokluğu ile “İsrail”in hiç bek-
lemediği şekilde havale edilmesidir. Filistinli
yöneticiler tarafından olumlu karşılanan bu
netice, Netenyahu hükümeti tarafından na-
hoş karşılanmıştır. Raporda dikkat çeken
önemli hususlar ise şöyledir;
1- “İsrail”in Gazze‟de devletlerarası insan
hukuku ve insani hukukunu ciddi şekilde ih-
lal ettiğine dair delil olduğu, “İsrail”in ey-
lemlerinin savaş suçu dolayısıyla insanlığa
karşı suç teşkil ettiği sonucuna varmıştır.
2- “İsrail” ambargo ile toplu cezalandırma
ve sistematik tecrit siyaseti gütmüştür.
3- “İsrail” operasyon sırasında evleri, fab-
rikaları, su kaynaklarını, okulları, hastaneleri
ve diğer kamu kuruluşlarını yıkmıştır. Ope-
rasyonda 1400‟ü aşkın insan ölmüştür.
4- Hastane ve ambulanslara saldırılar dâ-
hil savaş suçu teşkil eden çok sayıda olay
mevcuttur.
5- Gıda depoları, su arıtma tesisleri ve ko-
nutların yıkılmasıyla sivillerin günlük yaşamı
daha da zorlaşmıştır.
Bu arada bu sürecin yansımaları Yahudi
basınında geniş yer bulmuş ve farklı yorum-
lar yapılmıştır. Kendi hükümetlerine yönelik
eleştirisel yaklaşımlarda bile bulunmuşlardır.
Örneğin; “İsrail şiddet yüklü Filistin direni-
şine Dökme Kurşun Operasyonları ile değil
de Gandivari bir pasiflikle karşılık verseydi,
Gazze‟de kadınlar ve çocuklar olduğu sürece
ordunun karşı ateş açmayacağını ilan etseydi,
şimdi “İsrail” ve Türkiye jetleri ortak tatbikat
yapabiliyor olacaktı.”(The Jerussalem Post)
İşte tüm bunlar yaşanan sürece ilişkin gö-
rüşlerimizdi. Fakat AKP hükümetinin üst-
lendiği bu roldeki faaliyetlerinin samimiyeti-
ne inanmış olsa idik, belki de bizlerde bu ya-
pılanlara sevinebilirdik. Ancak duygusal re-
aksiyonlar ve ekmeğimize sürülmeye çalışı-
lan bir kaşık bal ile Müslümanlar perde arka-
sındaki acı gerekçelere kanmamalıdır. Unu-
tulmamalıdır ki İngilizlerin çizdiği Ortadoğu
bugüne kadar birçok acıyı bize yaşatmıştır.
Şimdi ise Amerika bir Ortadoğu çizmek is-
temek de ve bunun ilk adımı olan Irak da
milyonlarca kardeşlerimiz katletmektedir.
Şimdi bu gerçeklere bakarak Amerikan pa-
tentli bu planlara ve bu planları uygulamaya
çalışan yöneticilere nasıl destek verelim. On-
ların samimiyetlerine nasıl inanalım. Bakın
bir taraftan bunlar yapılırken diğer taraftan
“İsrail”e halen kur yapılmaya devam edili-
yor. İşte Bülent Arınç‟ın söyledikleri: “Bu
ilişkileri bozmak niyetinde değiliz. Yahudi
karşıtı olmamız asla düşünülemez.
Yine Cumhurbaşkanı Gül “Türkiye‟nin
Ortadoğu‟da “İsrail” ve diğer ülkelerle iyi
“israil” ilişkilerinde akp‟nin …
köklüdeğişim aralık 2009 16 Ser-dar
ilişkiler içinde olduğunu ve bunun süreceğini
söyledi.” (Radikal)
Eğer AKP bu konuda yani Müslümanların
kanı konusunda ciddi ise Gazze meselesinde
“İsrail”e verilen göstermelik tepki neden Irak
da Amerika‟ya verilmedi, neden Afganistan
da bugün NATO askeri tarafından öldürülen
Afgan halkına karşı NATO ve Amerika‟ya
verilmedi. Neden Doğu Türkistan da katledi-
len Uygurlular için Çin‟e verilmedi. Eğer bir
konuda samimi iseniz, o samimiyetinizi sa-
dece size menfaat sağlayacak olanlarla ve
başkalarının istediği ile sağlarsınız, buna sa-
mimiyet değil riyakârlık denir. Bu iki yüzlü-
lükten başka bir şey değildir.
O yüzden şuan ki Amerikan çıkarları doğ-
rultusunda Türkiye böyle hareket etmekte-
dir. Eğer o çıkarlar değişir ve başka bir siya-
set izlenecek olursa, bu sefer AKP belki iste-
meyerek de olsa ona uyacak ve yeni rolünü
oynayacaktır. Ayrıca dikkat edilirse Erdoğan
Gazze konuşmalarını Müslümanlık için değil
insanlık için yapmaktadır.
Biz özü ile sözü ile fikri ile ameli ile eğrisi
ile doğrusuyla yalnızca Allah‟ın koyduğu
hükümler çerçevesinde Müslümanların hak-
larını hiçbir çıkar gözetmeden, kardeşleri ol-
ması hasebiyle arayan, kâfirlerle işbirliği
yapmayan, onlardan siyasi yardım almayı bir
intihar olarak algılayan samimi liderler isti-
yoruz. Ve o liderlerin ümmet içerisinde ol-
duğunu ve iktidara bir gün geleceklerini de
biliyoruz. İşte biz böylesi liderlerin ordusun-
da bir asker ve şahadete ulaşmak için sava-
şanlardan olmak istiyoruz.
أنبكمنترب صونحنإلحسنيينإحدىإل بناترب صونىلقل متربصونمعكمإن افترب صوإبأيديناأوعندهمنبعذإبإلمويصيبكم
“De ki: “Bizim için siz, (şehitlik veya za-
fer olmak üzere) ancak iki güzellikten birini
bekleyebilirsiniz. Biz de, Allah‟ın kendi ka-
tından veya bizim ellerimizle size ulaştıra-
cağı bir azabı bekliyoruz. Haydi bekleyedu-
run. Şüphesiz biz de sizinle birlikte bekle-
mekteyiz.” (et-Tevbe 52)
Oğuzhan Akbolat gündem [email protected]
köklüdeğişim aralık 2009 17 Ser-dar
Şimdi de GDO Açılımı
Seri açılımlar yaşıyoruz… Kürt açılımı,
Suriye, İran, Irak açılımı, Ermenistan, Yuna-
nistan açılımı derken birde GDO açılımı da
gerçekleşti. PKK‟lıların teslim olmadan (!)
Türkiye‟ye gelişi, darbe planları, domuz gribi
derken birden bire bir gece yarısında kaşla
göz arasında, hem de sadece komisyon kara-
rıyla TBMM‟yi saf dışı bırakarak, şak diye
yönetmelik çıkardılar... Birkaç yazarın birkaç
makalesinde, birkaç televizyonun birkaç sa-
niyelik üstü kapalı haberlerinde öğrendik
bizde yasayı. Madem kimse üzerinde ciddi-
yetle durmadı biz duralım ve meselenin ay-
rıntılarını aktaralım istedik.
GDO, uluslararası literatürde kısaltılmış
şekliyle "gm" veya "gmo" olarak geçen
"genetically modified organism"in Türkçe
karşılığıdır. Transgenetik terimi de aynı an-
lamda kullanılmaktadır. Bilim adamları 25 yıl
önce, genleri DNA‟dan ayırarak başka bir
canlıya yerleştirebileceklerini keşfettiler. Böy-
lece bir canlıdaki genetik özelliklerin kopya-
lanarak, bu özellikleri taşımayan bir canlıya
aktarılması işlemi başlatıldı. Bunun sonu-
cunda da yeni bir canlı türü ortaya çıkmış ol-
du. Sonuçta üretilen bu yeni canlıya Genetiği
Değiştirilmiş Organizma (GDO) adı verildi.
Bu canlılar kullanım amacı ve yerine göre
tohum, gıda, yem, maya, hammadde, ilaç, aşı
gibi ürünler olarak kullanıma sunulmaktadır.
Aynı ürünlerin geleneksel karşılıkları da bu-
lunduğundan, "GDO" terimi ürünün başına
eklenerek gen aktarılmış olanlar diğerlerin-
den ayrılır. GDO mısır, GDO patates vb gibi.
Özellikle 1980‟lerden sonra bitki
biyoteknolojisi alanında önemli gelişmeler
sağlandı. İlk genetiği değiştirilmiş ürün olan,
uzun raf ömrüne sahip Flavr Savr domatesi-
dir. 1996 yılında raflardaki yerini alan doma-
testen sonra sırayla gen aktarılmış mısır, pa-
muk, kolza ve patates raflardaki yerini aldı.
Genetiğin değiştirilmesi ile elde edilen
bitkiler, ilaçlara ya da zararlılara karşı daha
dirençli oldu. Bu da kimyasal böcek ilaçları-
nın kullanılmasını azalttı. Günümüzde mısır
ve pamuğun zararlılara, soyanın böcek ilaçla-
rına, kabağın da virüslere karşı dirençli ol-
masında GDO teknolojisinin önemli bir rolü
vardır. Genlere müdahale ederek bitkilerin
lezzet, besleyicilik ya da dayanıklılık gibi
özellikleri geliştirilmiş; çekirdek, kalın kabuk
gibi istenmeyen özelliklerden arındırılmış
böylece istenmeyen durum ve olaylara daha
kolay müdahale edilmeye başlanmıştır. Ayrı-
ca genetik müdahale ile daha bol ürün elde
edilmeye başlanmıştır. Bu özelliklerinden do-
layı, GDO‟yu savunanlar, bunun dünyada ar-
tan gıda ihtiyacın karşılanması konusunda
cevap olabileceğini, açlık tehlikesine çözüm
olacağını savunmaktalar.
Genetiği değiştirilmiş organizmaların
özellikle aşı ve ilaç yapımında kullanılması
önem kazanıyor. Susuzluğa dayanıklı bitki
geliştirme çalışmaları ise halen devam edi-
yor. İnsülin geninin domuzlardan alınıp bir
bakteriye aktarılmasıyla diyabet hastalarına
insülin sağlanabiliyor. Tiroid ve büyüme
hormonları genleri, hayvanlardan kesilerek
bakterilere aktarılıyor ve hormon eksikliği
olan insanlar faydalanabiliyor. Şekersiz yiye-
cekler kullanılan Aspartame maddesi de
GDO‟lardan üretiliyor. En önemlisi ise hepa-
tit B aşısı başta olmak üzere birçok aşının
GDO‟lardan elde ediliyor.
Tabi ki bu işin şirin yönüdür. Buraya ka-
dar da bir sorun görünmemektedir. Ama va-
şimdide gdo açılımı …
köklüdeğişim aralık 2009 18 Ser-dar
kıa tam olarak böyle değildir. Konuyu tabiat
yapısı, ekonomi ve sağlık açısından ele alma-
lıyız. Zira GDO‟da amaç ekonomi iken hem
tabiatın hem de insan sağlığı ile bire bir bağ-
lantısı vardır.
GDO‟nun ekonomiye etkisi: Meseleye
Türkiye açısından bakarak başlayalım. GDO
da verimi maksimuma çıkarmak hedeflen-
miştir. Bu manada da GDO‟lu tohumların ve
ilaçların ithalatı kanunla düzenlenmiştir.
Hadi bu yasayı çıkaran komisyon üyelerini
"GDO dünyadaki açlığa çare olacak, ülke-
mizde üretim maksimum verimle çoğalacak"
diyerek ikna edilmiş olabilir de, bu memle-
kettin çiftçisini, üreticisini nasıl ikna edecek-
ler. Türkiye‟nin sorunu üretim azlığı ve top-
rağın verimsizliği değildir? Bu memlekette
üretici kar edemediği için domatesini tarlada
çürütür, karpuzunu tarlada bırakır. Yani üre-
tim var ama tarlada kalmakta. Ayrıca yapılan
anlaşmalarla Türkiye‟de tarım ürünlerinin
ihracatı minimuma inmiştir. Yani ihracatta
yapılamayacak. Dolayısıyla GDO ya gerek
duyulmamaktadır. Yine aynı şekilde dünya-
da ki açlık ve kıtlığın sebebi üretimin olma-
ması dünya tarım alanlarının verimsiz olması
değil sömürgecilerin bu arazilerin ekimini
engellemesi veya ürüne el koymasından
geçmektedir. Dünyanın en verimli toprakla-
rında, açlık ve kıtlık sorunu vardır. Somali ve
Sudan örneğinde olduğu gibi. Yani denildiği
gibi açlığa çare değil üretimi tekelleştirmeye
yönelik bir çalışmadır. GDO‟ların ekonomik
olarak getirdiği en büyük sakıncalardan biri
bu ürünlerin patent hakkının tüm dünyada
birkaç çok uluslu şirketin elinde olması. Bu
çalışmaları yapan şirketler en büyük kazanç-
larını patent bedeli tahsil ederek sağlıyorlar.
Çiftçi terminatör genlerle kısırlaştırılan to-
humları her yıl yeniden almak zorunda kalı-
yor. Bu da çiftçiyi çok uluslu tohum üreticisi
şirketlere bağımlı kılıyor. Amaçlanan hedefte
budur zaten. Türkiye için baktığımızda daha
ziyade GDO tohumlar alarak GDO ile tanış-
mıştır. Yoksa Türkiye‟de GDO çalışmaları
yoktur. Türkiye ve benzeri ülkeler bu çok
uluslu ülkelerden GDO tohumlar alarak on-
ların servetlerine servet katmaktadır. Böylece
de satın alan ülkeler kendi tohumlarını tüket-
tikleri içende bu şirketlere bağımlı hale gelir-
ler. Aynı zamanda GDO tarımda farklı zarar-
ları da beraberinde getirmektedir. Yabani ot
ilacına dayanıklı genler aktarılmış bir ürünün
yetiştiği tarlaya ertesi yıl farklı bir ürün ekil-
diğinde, tarlada kalan geçen yılın GDO‟lu
ürünü yeni ürünü yabancı ot olarak algılar.
Ancak eski GDO‟lu yabani otlara dayanıklı
olduğundan çiftçi için büyük sorun yaratıyor
ve yeni ürüne şans tanımıyor, onunla müca-
dele etmek imkânsızlaşıyor. Böylece sadece
tohumda değil üründe de bu şirketlere muh-
taç bir hale gelinmiş olacaktır.
Tabiat açısında bakınca: GDO daha da-
yanıklı ürünler elde etmeyi sağlamaktadır.
Velâkin daha dayanıklı olan bu ürün örneğin
bir domates görüntü itibari olarak domates
olsa da hakikatte başka bir varlıktır. Yani içi
başka dışı başkadır. “Ben domatesim” diye
bağırsa bile siz inanmayın. Verimi çok olsun
diye içerisinde domuz geni, soğuğa dayanıklı
olsun diye kutup ayısı geni taşıyan garip bir
varlıktır o. Bazen de görüntüde bir değişiklik
oluşur. Şekil itibari ile bir havucu bu patates-
tir diye satmaya çalışanlar olacaktır.
Bir kez gen aktarımı başlatılınca genetiği
değişmiş ürünün, genetiği değişmemiş ürün-
lere bulaşması -ileriki nesillere de aktarılaca-
ğından- önlenemez hale gelmektedir. Böylece
yerel türler tehdit altına girmiş oluyor. Ya-
şam bir bütündür ve gen halkalarındaki en
küçük bir değişiklik beslenme zinciri yoluyla
bütündeki diğer parçaları da etkiler. Modern
tarım yüzünden zaten çeşitliler çok azalmış
durumdadır. Modern tarımın hormonlu
ürünleri kabak tadandaki karpuzlarıyla alıcı-
şimdide gdo açılımı …
köklüdeğişim aralık 2009 19 Ser-dar
sını zor durumda bırakırken GDO‟lar tarı-
mında bitmesine sebep olacaktır. Asya'da
mevcut 140 bin çeşitten sadece 6‟sı ekili top-
rakların %70 ini kaplıyor. Azalan çeşitler ise
tamamen GDO tehdidi altındadır. Çünkü
GDO‟ların aktarılmış genleri çevresinde ge-
leneksel yöntemle üretilmiş ürünlere geçe-
bilmektedir. Arılar, kuşlar, böcekler ve rüz-
gâr gibi tozlaşmayı sağlayan etkenler GDO‟lu
polenleri komşu tarlaya taşıyor ve oradaki
üründe de genetik değişikliğe yol açıyor.
"GEN KAÇIŞI" adı verilen bu bulaşma sonu-
cu yaşamın sürdürülebilirliği açısından bü-
yük önem taşıyan bitkiler tek tipleşmekte ve
doğal çeşitlilik azalmaktadır. Milyonlarca
yılda çoğalan türler 5-10 senede yok olmak-
tadır. Sonuçta insan, hayvan, bitki, mikroor-
ganizmalarda yapılan her bir değişiklik bü-
tünün bir diğer parçası olan tarımsal
biyoçeşitliliği, yani sağlıklı beslenmenin te-
meli olan gıda çeşitliliğini bozmaktadır. Has-
talık ve diğer zararlılara karşı dayanıklı ol-
ması için genleriyle oynanmış bir buğday tü-
rünün belki verimi yüksektir, ama bir hasta-
lık ya da zararlı sayesinde o türün yok olması
ve dünyada artık başka bir buğday yetişti-
rilmediği için buğday ırkının tamamen orta-
dan kalkması gibi bir felaketi beraberinde ge-
tirebilir. Yararlı böcekler yok oluyor. Zararlı
böceklere karşı dayanıklı olmalarını sağla-
mak için bazı bitkilere aktarılan toksin (zehir)
karakterli genler o böcekleri yiyen yararlı bö-
cek türlerinin de yok olmasına neden oluyor.
ذإ لوإلمووإلن سلإلحرثوييمكفيياليفسدإألرضفيسعىىتول وإ إلفساديحب
“Ve o, yanından ayrılınca yeryüzünde
fesad çıkarmaya, harsı ve nesli kökünden
kurutmaya çalışır. Allah fesadı sevmez.” (el-
Bakara 205)
Sağlık açısından GDO: GDO‟lu bitkiler
yüksek alerji riski taşır. Alerjenler, genetik
mühendisliği yoluyla bireylerin güvenli ol-
duğunu düşündükleri için tüketmekte sakın-
ca görmedikleri besinlere de aktarılabiliyor.
Bu durumda birey alerjeni taşıdığını bilme-
diği besini tüketerek kendini riske atabiliyor.
Yine GDO‟lu patateslerin fareler için toksik
etki yaptığını, bağışıklık sisteminde bozuk-
luklar, viral enfeksiyonlar gibi birçok etkileri
olduğunu ortaya çıkmıştır.
Örneğin süt verimini arttırmak için inekle-
re GDO‟lu ürünler veriliyor. Bu hayvanların
sağlıkları bozuluyor. Meme enfeksiyonları,
rahim, sindirim sistemi bozuklukları, yumur-
talık kistleri görülüyor. Gebelik oranı düşü-
yor. Antibiyotik kullanma sıklığı artıyor.
Bilim adamları ayrıca iki tür potansiyel
tehlikeye dikkati çekiyor; durgun virüsleri
yeniden harekete geçmesi ve virüsler arasın-
da yeni bulaşıcı diziler oluşturabilecek kom-
binasyonlar! Bu da hiç bilinmeyen yeni hasta-
lıkların ortaya çıkmasına sebep olacaktır.
Ben GDO‟lu ürün almam diyerek kurtu-
lamazsınız bu meseleden. Zira çıkan yasayla
"bu üründe GDO yoktur" yazması yasaklan-
mıştır.
Burada bir art niyet aramak sakıncalı ol-
masa gerek. "Vatandaş fark ederde GDO‟dan
kaçar, o nedenle bunun da önüne geçmek la-
zım" diye bir uyanıklıkla planlanmış kanun.
Abdulhamid Yazıcı gündem [email protected]
köklüdeğişim aralık 2009 20 Ser-dar
Amerika ve Rusya Arasındaki Füze Kalkanı Çekişmesi
Obama, Bush'un belirlediği füze savunma
sisteminin şeklinden vazgeçmiş olsa da onun
yerine bazı yönleri Bush'un siteminden daha güçlü olan başka bir şekildeki füze savunma
sistemi ortaya koymuştur. Ancak Obama,
genel olarak bunu Bush'un ortaya koydu-ğundan daha az kışkırtıcı bir şekilde ortaya
koymuştur. Görüntünün netleşmesi ve mez-
kûr sorunun dallarına cevap verilmesi için aşağıdaki noktaların göz önüne alınması ka-
çınılmazdır:
1. Amerikalı politikacıların yanı sıra Ame-rikalı uzmanlar, 1950'den bu yana çeşitli yol-
lar ve yöntemlerle Amerika'yı, Sovyet Balis-
tik Füze Sistemi [ICBMS] tehlikesine karşı korumak için çalışmaktadırlar. Ancak bu ça-
balar, daha sonraları olası Sovyet nükleer
saldırı tehditlerine karşı füze kalkanı siste-miyle sonuçlanan Ulusal Füze Savunma Sis-
temiyle [NMD] sınırlı kalmıştır. Nitekim 1961
yılında bir takım teknik hususlardan dolayı bu programın çalışması durdurulmuş ve
onun yerini bir takım savunma projeleri al-
mıştır. Ancak Sovyet balistik füzelerine karşı koyma ve bunlardan caydırma gücünün or-
taya koyulamamasından dolayı bu projeler
üzerindeki çalışmalar uzun sürmemiştir. Ay-
rıca bu projeler, oldukça maliyetli olmaları-
nın yanı sıra büyük teknolojik sorunlardan
kaynaklanan sıkıntılar da çekmekteydiler. Ancak füze ve füzelerden korunma rekabeti
açsından bu programlar ve füze kalkanı
programları, Amerika ve Sovyetler Birliği olmak üzere her iki ülkeyi de 1972 yılında
Anti Balistik Füze Antlaşmasını [ABM] imza-
lamaya sevk etmede etkili olmuşlardır. Bu anlaşma uyarınca her iki devlet de balistik
füze tehlikesine karşı füze savunma sistemi
inşa etmeyi başarmış olsalar da her iki ülkeyi de coğrafi sınırlarla ve kendilerini savunma
amacıyla konuşlandırılmalarına izin verilen
füze sayısıyla sınırlandırmıştır. Örneğin Sov-
yetler Birliği, sadece Moskova'yı korumak için Galoş Füze Sistemi [A-35] adında bir fü-
ze sistemi konuşlandırırken Amerika da Sov-
yet Balistik Füze Sistemi'ne [ICBM] bağlı herhangi bir üsten fırlatılacak her türlü füze-
ye karşı Birleşik Devletleri savunmak ve ko-
rumak için etrafına bir füze savunma sistemi konuşlandırmıştır.
2. 23.03.1983'te Ronald Reagan tarafından
başlatılan Stratejik Savunma Girişimi, Ame-rika'nın Sovyetler Birliği ile imzaladığı Anti
Balistik Füze Antlaşmasının [ABM] bir ihlali
sayılacağı gibi Sovyetler Birliği'ni de Ameri-ka ile yarışma kulvarına sokmuştur. Bu da
Sovyetler Birliği üzerinde bir ekonomik bas-
kıya yol açmasının yanı sıra diğer faktörlerle birlikte çökmesine yol açmıştır. Stratejik Sa-
vunma Girişimi [SDA] yada Yıldız Savaşları
olarak ta bilinen bu program, füze kalkanı sistemi inşa etmek için Amerikalıların geç-
mişte en çok yapmak istedikleri projelerden
biridir. Zira yıldız savaşları programı, hava, deniz ve uzay olmak üzere yeryüzüne füze-
ler, radarlar ve kalkanlar konuşlandırmayı
içermekte olup bunlar arasında Uzay Tabanlı
Lazer Savaş İstasyonları, Nükleer Pompalı X-
Işını Lazer Uyduları, İleri Düzeyde Gelişmiş
Komut Sistemleri ve Tahakküm Sistemleri gibi birçok sistemler de bulunmaktadır. Ayrı-
ca Yıldız Savaşları Programı [SDA], önceki
diğer programlardan da farklıdır. Zira bu, sadece Birleşik Devletleri korumaya dönük
[NMD] Ulusal Füze Savunma Sistemi gibi
değildir. Bilakis bu, Amerika'nın Avrupa'da-ki müttefiklerini Sovyet Balistik Füze tehlike-
sine karışı korumak amacıyla hazırlanmıştır.
Sovyetler Birliği'nin 1991 yılında çökmesin-den sonra yıldız savaşları programı gerilemiş
abd ve rusya arasındaki …
köklüdeğişim aralık 2009 21 Ser-dar
ve doğal olarak buna ilişkin çalışma durmuş olsa da Ulusal Füze Savunma Sistemi
[NMD], aktif olarak kalmış ve Bil Clinton
döneminde bu sistem geliştirilerek dönem dönem üzerinde çalışılmıştır. Böylece bu,
oğul Bush döneminde hem Amerikan yöne-
timinin ilgi odağı hem de Amerikan-Rus iliş-kilerinin gerilmesinde odak noktası haline
gelmiştir. Nitekim Bush, 13.12.2001'de Anti
Balistik Füze Antlaşması'ndan çekildiğini açıklamıştır ki bu olay, silaha yönelik devlet-
lerarası büyük bir anlaşmadan çekilen Ame-
rika'nın modern tarihinde bir ilk sayılır. Bu olayın sonucunda ise görevlerinden biri Ulu-
sal Füze Savunma Sistemi'nin yenilenmesine
yönelik iddialı bir plan belirlemek olan Ame-rikan Füze Savunma Ajansı'nın oluşturulma-
sı ortaya çıkmıştır.
3. Bush, 16.12.2002'de her an fırlatılmaya hazır balistik füzelere karşı savunma sistem-
lerinin başlatılmasına ilişkin özet bir plandan
ibaret olan "23 nolu Ulusal Güvenlik Yöner-gesini" çıkarttı. Ertesi gün de Amerika, res-
men hem İngiltere'nin hem de Danimarka'nın
imkânlarını Ulusal Füze Savunma Sistemi'nin restorasyonu sürecinin bir parçası olarak kul-
lanma talebinde bulundu. Bush, Ulusal Füze
Savunma Sistemi'ne Küresel Füze Savunma Sistemi adında başka bir isim verdi. Fiilen
Ulusal Füze Savunma Sistemi, uzay üssü ve
diğer deniz ve hava projelerini içermektedir. Amerika, Küresel Füze Savunma Sistemi
[GMD] çalışmasını kolaylaştırmak amacıyla
Şubat 2007'de resmen Polonya ve Çek Cum-huriyeti ile füze kalkanı üsleri inşasına baş-
lama konusunu ele almaya başladı. Amerika,
Küresel Füze Savunma Sistemi'nin başlatıl-masına gerekçe olarak da özellikle İran ol-
mak üzere Kuzey Kore gibi Avrupa ile İsra-
il'deki Amerikan çıkarlarını tehdit eden nük-leer başlıklar taşıyabilen uzak menzilli füze-
leri geliştirmeye çalışan şer devletleri oldu-
ğunu gösterdi! Oysa gerçek Rusya'yı kuşat-
mak ve onu Amerikan füze kalkanı tehdidi
dairesi içerisinde bırakmaktı. Rusya da bu
gerçeği fark etti ve Küresel Füze Savunma
Sistemi'ni kendi güvenliği için öldürücü bir tehdit olarak gördü. Nitekim Rusya NATO
Büyükelçisi Dmitri Rogozin, Kasım 2008'de
"Polonya'daki Amerikan füzelerinin dört dakika
içerisinde Moskova'yı vurabileceğini" ifade et-
miştir. Amerika'yı zor durumda bırakmak ve
bunun İran için olduğuna dair iddiasının ya-lan olduğunu ortaya çıkarmak için de Rusya,
Amerika'ya radarlarını Azerbaycan‟ın "Kaba-
la" üssündeki kendi radarlarının yanına ko-nuşlandırması teklifinde bulunmuştur. Zira
eğer hedef İran'sa burası Çek Cumhuriyeti ile
Polonya'ya oranla İran'a daha yakındır! Amerika ise bunu kabul etmedi. Çünkü he-
def, Rusya'yı tehdit etmek için Doğu Avru-
pa'ya üsler kurmaktı… Ve hedef bizzat Rus-ya olduğu sürece Amerika'nın gözetimi al-
tında kalması için Rusya'nın kendi üssüne or-
tak olmasını isteyemezdi!
Böylece Rusya, füze kalkanının bu şer
devletlerine karşı değil kendisine karşı yönel-
tilmiş olduğunu fark etti! Bu nedenle Putin, Nisan 2007'de Amerika'nın Orta Avrupa'ya
füze kalkanı konuşlandırmada ısrar etmesi
halinde yeni bir soğuk savaş tehdidinde bu-lundu. Bunun yanı sıra Amerikan tehditleri-
ne bir tepki olarak Putin, önce 1978 yılında
Amerika ile imzaladığı Nükleer Kuvvetler Anlaşması'ndan çıkmakla, ardından da Po-
lonya yakınındaki Baltık Denizi boyundaki
Klingrard bölgesine füzeler konuşlandırmak-la tehdit etti. Hatta bir Rus generali daha da
ileri giderek Amerikan füze kalkanının bir
parçası olmakta ısrar etmesi halinde Polon-ya'yı bombalamakla tehdit etti. Zira Rus Ge-
nerali Anatoliy Nogovitsyen, Ağustos
2008'de şöyle diyordu: "Polonya'nın füze kal-
kanına ev sahipliği yapması kendisini yüzde yüz
hedef haline getirecektir ve bu hedefin imhası ilk
sırada gelir."
4. Obama, Polonya ve Çek Cumhuriye-
ti'ndeki Amerikan füze kalkanı planından
vazgeçtiğine dair resmi açıklama yapmadan
önce 2009 Eylül aynın başlarında bir Ameri-
kan savaş gemisi üzerine monte edilmiş füze
abd ve rusya arasındaki …
köklüdeğişim aralık 2009 22 Ser-dar
savunma kalkanı sistemi karşılığında Doğu Avrupa'daki füze savunma planından vazge-
çeceğini açıkladı. Bu nedenle Obama'nın
17.09.2009'da Amerikan füze kalkanından vazgeçtiğini açıklaması beklenmekteydi ve
bu açıklama Bush'un Küresel Füze Savunma
Sistemi [GMD] programının değerlendirme-ye alınmasının talep edilmesinden sonra ya-
pılmıştır.
5. Obama'nın, Bush'un Küresel Füze Sa-
vunma Sistemi projesinden vazgeçmesinin
gerçek mi yoksa güvenlik açısından geçici
olarak Rusya'yı tatmin ve teskin etmeye yö-nelik bir aldatmaca mı olduğuna gelince; bu,
aşağıdaki hususların incelenmesiyle anlaşılır:
a. Obama, proje hakkındaki yeni konuş-masında şöyle demiştir: "Savunma bakanı ile
genelkurmay başkanının olası herhangi bir balis-
tik füze saldırısına karşı Amerikan korumasını
güçlendirmeye yönelik birçok önerilerini onayla-
dım. Bu yaklaşım, füze tehditlerine karşı 2007
Avrupa füze savunma programından daha hızlı
bir kapasite oluşturacak, daha verimli bir sistem
inşa edecek ve daha büyük bir savunma şekli te-
min edecektir." Ve şöyle ekledi: "Özellikle kara
ve deniz füze bataryaları ile bunların destek do-
nanımları olmak üzere kendi füzelerimizi geliş-
tirme alanında önemli ilerlemeler kaydettik… Ye-
ni yaklaşımımız modern ve gelişmiş tekniği önceki
sistemden daha hızlı bir şekilde yaymamıza fırsat
verecektir… Avrupa'daki yeni sistem, Amerikan
gücünü ve müttefiklerini korumada önceki sis-
temden daha güçlü, daha akıllı ve daha hızlı ola-
caktır. Bu sistem, daha verimli ve etkin kapasitede
yayılacak, Amerika'yı balistik füze tehditlerine
karşı koruma sözümüze güven oluşturacak ve
NATO'daki müttefiklerimizi korumayı güvenli ve
güçlü hale getirecektir."
b- Savunma Bakanı Robert Gates,
Obama'nın kararına yöneltilen bir çok eleşti-rileri şu sözleriyle çürüttü: "Avrupa'daki füze
savunma sistemini kaldırıp attık diyenler ya habe-
ri doğu şekilde dinlemediler yada konumun haki-
katini anlamamışlardır." Ayrıca Gates yeni sis-
temin, "Yaklaşık üç sene önce başlatılan eski
programdan daha iyi füze savunma kapasitesi te-
min edeceğini" teyit ederek şöyle ekledi: "Artık
-yakın gelecekte- İran ve başka yerlerden gelecek
füzelere karşı koyma imkânı verecek Avrupa'nın
Kuzeyi ile Güneyine füze sensörleri ve önleyicileri
konuşlandırma fırsatına sahibiz."
c- Obama ve savunma bakanının konuş-malarından Küresel Füze Savunma Siste-
mi'nden vazgeçtiklerine değinmedikleri gö-
rünmektedir. Bunun aksine onlar, daha kar-
maşık bir programdan bahsetmektedirler. Ni-
tekim Gates, yeni nesle ait olan Ulusal Füze
Savunma Sistemi planını şöyle diyerek ifşa etmiştir: “İkinci aşama ise 2015 yılında SM-3 ka-
rasal füze üslerinin konuşlandırılmasını içerecek-
tir.” Aynı şekilde “Euronet” web sitesi Ge-nelkurmay Başkan Yardımcısı James
Cartwright'in füzelerin konuşlandırılması
önerisine ilişkin yorumunda şu sözlerine yer vermiştir: “Erken uyarı noktalarına daha yakın
olacağından dolayı radarlar genel olarak Kafkas
bölgesine konuşlandırılacaktır.”
6. Binaenaleyh Polonya ve Çek Cumhuri-
yeti'ndeki Küresel Füze Savunma Sistemi'n-
den [GMD] vazgeçilmesinin Rusya'yı hoşnut etmek amacıyla geçici olacağı görünmekte-
dir. Zira Gates, kurnazlık yaparak Pentagon-
'un Polonya ve Çek Cumhuriyeti ile SM-3 sis-temine ait karasal model ile sistemin diğer
donanımlarına ev sahipliği yapmaları husu-
sunda görüşmelere başladığına değinmemiş-tir. Aynı şekilde Türkiye, Gürcistan ve Azer-
baycan'ın da Amerikan füzelerinin konuş-
landırılması sistemine dahil olabileceği hak-kında görüşmelerin yapıldığına dair haberler
de sızmıştır. Dışarı sızan bu haberlerin sonu-
cunda Rusya aşırı kaygı duymuştur. Çünkü bu demektir ki karasal füze üslerinin konuş-
landırılması Rusya'nın arka bahçesine kadar
uzanabilir. Ayrıca Obama ile savunma baka-nının konuşmaları da aşırı bir kaygıya neden
olmuştur. Bu nedenle Rusya, Obama'nın
17.09.2009'daki vazgeçme kararını memnuni-
yetle karşılamış ve Rusya Devlet Başkanı
Dimitri Medvedev 25.09.2009'da Klingrard
abd ve rusya arasındaki …
köklüdeğişim aralık 2009 23 Ser-dar
bölgesine füzelerin konuşlandırılmasına iliş-kin kararını geri çekeceğini açıklamış olsa da
vermiş olduğu son tepkisi Obama'nın kara-
rından tatmin olmadığını göstermektedir. Bundan dolayı Rus Bilgi Ajansı Resmi Sözcü-
sü, Obama ve savunma bakanının yukarıda
geçen konuşmalarına bir tepki olarak şu yo-rumda bulunmuştur: “Tahmin ettiğimiz gibi
Barack Obama 24.09.2009'daki konuşmasında
vazgeçme veya herhangi bir şeyin ertelendiği ko-
nusuna değinmemiştir. Aksine mevcut füze teh-
ditlerine daha iyi bir şekilde karşı koyabilen ge-
lişmiş ileri teknoloji esasına dayalı yeni bir füze
savunma programı benimsemiştir. Zira Obama,
Polonya ve Çek Cumhuriyeti'ni içine alan prog-
ramın eski programdan daha verimli olduğunu
ifade etmiştir.”
7. Amerika'nın askeri üstünlüğünün sar-
sıldığına, dolayısıyla devletlerarası konjonk-türe tahakkümünün zayıfladığına ve Rusya'-
nın askeri gücünün büyümesine karşı hesap-
lar yapıp yapmadığı sorusuna gelince; açıktır ki Amerika, şu anda Irak saldırısından önce
sahip olduğu gibi dünya üzerinde bir hege-
monyaya sahip değildir. Zira Irak ile Afga-nistan, hem gücünü hem de kaynaklarını tü-
ketmelerinin yanı sıra küresel ekonomik kriz
de Amerika'nın dünyadaki konumunu daha da zayıflatmıştır. Ancak tüm bunlara rağmen
Amerika, hala hem askeri alanda büyük bir üstünlüğe hem de devletlerarası konjonktür-
de büyük bir hegemonyaya sahiptir. Dolayı-
sıyla Amerika, hala hem dünyanın çalışma takvimini belirlemeye hem de devletlerarası
konjonktüre tahakküm etmeye muktedirdir.
Ancak Amerika, diğer büyük güçlerin birçok meydan okumaları ve rekabetleriyle karşı
karşıyadır ve yukarıda bahsedilen krizlerin
ortaya çıkmasıyla da hasımlarının meydan okumaları büyük oranda artmıştır.
Rusya'ya gelince; ekonomik servetin bir
kısmını askeri kaynaklara ve siyasi güce dö-nüştürmek üzere Amerika'nın krizlerini is-
tismar etmeyi ve petrol fiyatlarının yüksel-
mesinden faydalanmayı başarmıştır. Keza belli ölçüde Orta Amerika, Kafkaslar, Avrupa
ve Orta Asya'da da Rus rolünün olduğu göz-
lemlenmiştir. Hatta artık mevcut Rus konu-munu tanımlamak için “gelişen Rus ayısı”
tabiri dolaşmaya başlamıştır… Ancak her şe-
ye rağmen Rusya'nın geçmişteki altın günle-rine dönmesi oldukça uzaktır. Zira Rusya,
hala siyasi ve iktisadi yönlerdeki yapısal za-
yıflık krizlerinin sıkıntısını çekmekte olup bu da onun yakın gelecekte devletlerarası kon-
jonktürde bir güç olarak yükselmesini engel-
lemektedir.
Hüseyin Sivren gündem [email protected]
köklüdeğişim aralık 2009 24 Ser-dar
Küresel Mali Krizde Son Durum
Türkiye gündemi uzunca bir süredir siyasi
çalkantılar, skandallar ile sarsılsa da esaslı bir
gündem olan Ekonomik Sorun bu aralar göz-
lerden uzaklaştı veya uzaklaştırılmaya çalışı-
lıyor. Binaenaleyh Türkiye‟de AKP hüküme-
tinin yönlendiremediği tek sorun Ekonomi.
Çünkü ekonomi sel suyuna benziyor, akıp
sonunda mecrasını buluyor. Çünkü ekono-
minin tıkırında gitmesinin en önemli sacaya-
ğı toplumun alış-verişi yapmasından geçiyor
ki, buda üretim ve tüketim arasındaki den-
genin ana unsurudur. Üretim ve tüketim ara-
sındaki dengenin korunması hatta bu konu-
da çıtanın yükseltilmesi ise ekonominin
omurgasıdır. Bu nedenle toplumu harcama
noktasında yönlendiremeyen hükümet için
sorunu gözlerden ıraklaştırmak tek çare gibi
görünüyor. Veyahut bozuk olan ekonomiyi
cafcaflı sözlerle işler yolundaymış gibi gös-
termek çabasını zaman zamanda olsa uygu-
luyorlar.
Önemli olan şuan insanların para harca-
mamaları. Zorunlu ihtiyaçlar haricinde har-
camalar genel manada kısıldı. ABD Hazine
Bakanı Timothy Geithner : “Hükümetler ara-
sında, daha dengeli, sürdürülebilir büyüme
ve küresel resesyona katkıda bulunacak teh-
likeli dengesizliklerden kaçınmaya yol aça-
cak politikalar yaratma konusunda yaygın
bir uzlaşma olduğunu gördüğünü” söyleyen
Geithner, küresel ekonomi istikrarlı bir yön-
de büyüyecekse, bunun Amerikalı tüketiciler
tarafından daha az destekleneceğini büyü-
menin kaynaklarında bir değişikliğin olması
gerektiğini bildirdi. Küresel ekonominin bü-
yümesine rağmen hükümetlerin büyümeyi
destekleyecek önlemleri çekmesi için çok er-
ken olduğunu kaydeden Geithner, özel tüke-
timin toparlanmasına yardımcı olmak için
halen hükümet desteğine ihtiyaç bulundu-
ğunu söyledi.”
Ekonominin kötü gidişi ile alakalı geliş-
melere değinmeden önce Türkiye‟de ekono-
mik gidişatın realitesi olmayan sözlerle top-
lumun nasıl uyutulmaya çalışıldığına bir ba-
kalım. İşte cafcaflı sözlerden bir tanesi: Mali-
ye Bakanı Mehmet Şimşek, Türkiye'nin kriz-
den çıkış takvimini açıkladı, "Toparlanma üç
aşamada gerçekleşecek" dedi. Şimşek'e göre, bu
aşamalardan ilki 2009 sonlarından itibaren stok-
lardaki iyileşmeyle birlikte başladı. Şimşek, Tür-
kiye ekonomisinde üç aşamada güçlü bir topar-
lanma öngördüklerini söyledi. Stoklardaki iyileş-
meyle birlikte başlayan ilk aşamanın ardından
ikinci aşamada krizden ciddi şekilde etkilenen özel
sektör toparlanacak. Maliye Bakanı, özel sektörün
2010 yılının başından itibaren yaralarını sarmaya
başlayacağı görüşünde. Üçüncü aşamada yani ya-
tırımlardaki artışla birlikte de Türkiye kriz konu-
sunda rahat bir nefes alabilecek. Bakan Şimşek,
yatırımların kalıcı bir şekilde artmasında bankala-
rın rolünün önemine dikkat çekti ve "Bankaları-
mızın bu yatırımları finanse edebilecek konumda
ve istekte olması çok önemli" dedi. Her fırsatta
maliye bakanı Şimşek tozpembe bir tablo
çizmeye çalışsa da yaşantının çizdiği gerçek
çizgiler bakan Şimşek‟i yalanlıyor, her dene-
mesinde onun foyasını ortaya çıkartıyor. Ba-
kan Şimşek üç aşamada Türkiye ekonomisi-
nin düzeleceğini ifade ederken aşağıda sizle-
re aktaracağım ekonomi ile alakalı veriler ve
haberler küresel mali krizin gelmiş olduğu
son noktayı açıklayacaktır.
Türkiye açısından ekonominin yolunda
gitmediğine dair gelişmeler;
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Türkiye
ve İsviçre arasında çifte vergilendirmenin ön-
küresel mali krizde …
köklüdeğişim aralık 2009 25 Ser-dar
lenmesi anlaşmasının, İsviçre'nin özellikle
bankacılık sırları ile ilgili bilgi değişimi poli-
tikasındaki değişiklik nedeniyle yeniden pa-
rafe edildiğini belirterek, "İsviçre ile de gizli
hesap dönemi kapandı" dedi. Yani İsviçre
bankalarında vergilendirilmemiş ve ekono-
miye dâhil edilemeyen sıcak paranın peşine
düşüldü. Bu sayede likidite sorunu açılmaya
çalışılacak. 2008 yılının başında yurt dışında
parası olanların bu paralarını TC bankalarına
yatırmaları çağrısında bulunulmuştu ve bu
işlem için herhangi bir vergi alınmayacaktı.
Demek ki bu taktik tutmamış, yeni bir taktik
geliştirmişler. “siz yatırmazsanız biz zorlada
almasını biliriz mi demek istiyorlar? Bu kadar mı
çaresiz kaldılar? “
Sanayi üretimi, 2008 Eylül ayında yüzde
4,3 gerilemişti. Türkiye İstatistik Kurumu
(TÜİK), 2009 Eylül ayı Sanayi Üretim Endeksi
sonuçlarını, “sanayinin alt sektörleri incelen-
diğinde, 2009 Eylül ayında, bir önceki yılın
aynı ayına göre madencilik ve taş ocakçılığı
sektörü endeksi yüzde 6,4, imalat sanayi sek-
törü endeksi yüzde 9,3, elektrik, gaz ve su
sektörü endeksi ise yüzde 4,1 geriledi” şek-
linde açıkladı. Bu açıklama üretimin günden
güne eridiğini, dolayısı ile işsizlik oranının
da çoğaldığına işarettir. Çünkü her geçen
gün irili ufaklı birçok işyeri kapısına kilit
vurmaktadır. Dünyadaki diğer gelişmeleri
okuduğunuzda işsizlik sorununun hangi bo-
yutlara ulaştığını daha iyi anlamış olacağız.
Ayrıca Türk Eğitim-Sen'in öğretmenlerle
ilgili anket sonuçlarına göre, "Öğretmenlerin
yüzde 75.1'i aylık gelirinin harcamalarını kar-
şılamaya yetmediğini belirtirken, yüzde 67.8'i
ise son bir yıl içinde banka kredisi çektiğini
ifade etti. Gerçekten de toplumda her türlü
ilişkinin dumura uğraması ile (komşuluk, ak-
rabalık v.s.) şahıslar arasında yardımlaşma
bitme noktasına geldi. “babama dahi kefil ol-
mam” sözü çok meşhurdur. İnsanlar arasında
yardımlaşma, birbirine zor zamanında yar-
dım etme duygusu köreldiğinden insanlar
çareyi kapitalizmin azgın çarkı olan banka-
larda arar olmuş, derdine derman olması için
başvurduğu bu çare kendisini biçare duru-
muna getirmiştir. Bu çaresizlikten çıkan so-
nuç ise bankaların servetlerine servet katma-
sıdır. “Ziraat Bankası Genel Müdürü Can Akın
Çağlar, eylül ayı itibarıyla bankanın net karının 2
milyar 670 milyon lira olarak gerçekleştiğini açık-
ladı. Toplam kredilerinin geçen yılın aynı döne-
mine göre yüzde 19 artarak 33 milyar liraya ulaş-
tığına, 31 milyar lirayı aşan toplam TL kredi ba-
kiyesi ile sektörde en çok TL kredi kullandıran iki
bankadan biri olduğuna dikkati çekti.” Yani dev-
let ve bankası insanları haram olan faiz ba-
taklığına çekip, orada kanının son damlasına
kadar emmektedir.
Yine kasım ayı içerisinde İstanbul‟da ya-
pılan İslam Konferansı Teşkilatı‟nın (İKT)
Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi
(İSEDAK) toplantısının sonuç bildirgesinde
"Bizler ileriye dönük olarak ticaretin serbestleşti-
rilmesi ve ülkelerin sermaye piyasası kurumları
arasında finansal işbirliğinin sağlanması, özel
sektör arasında doğrudan yatırım ve ortaklığın ar-
tırılması ve yoksulluğun azaltılmasına yönelik
olarak çabaların yoğunlaştırılması sayesinde İKT
içi ticaretin artırılması hedefi doğrultusunda eko-
nomik ve ticari işbirliğinin geliştirilmesi yönün-
deki taahhüdü tekrarlıyoruz. İKT üye ülkelerinde-
ki verimli enerji kaynaklarını biliyor ve üye dev-
letlerarasında daha iyi bir etkileşim kurarak yeni
teknolojilerin geliştirilmesi, yenilenebilir enerji
kaynaklarının teşvik edilmesi, enerjinin verimli
olarak kullanılması ve bu enerji kaynaklarının
keşfi ve üretimine geçilmesi konusunda yatırımla-
rın artırılmasını öngörüyoruz, Üye devletlerin
merkez bankaları ve borsaları da dâhil olmak üzere
sermaye piyasaları kuruluşları arasındaki işbirli-
ğinin güçlendirilmesi konusundaki İSEDAK giri-
şimine desteklerin vurgulandı.” Kısacası arala-
rındaki ticaret hacminin genişletilmesine bir
küresel mali krizde …
köklüdeğişim aralık 2009 26 Ser-dar
çağrı var. Hem Türkiye açısından hem diğer
beldeler açısından durumun ne kadar vahim
olduğu ise Abdullah Gül‟ün şu açıklaması
her şeyi ortaya koymaktadır. Cumhurbaşka-
nı Abdullah Gül, “dünyada en az gelişmiş 49
ülkeden 22'sinin İslam Konferansı Örgütü (İKÖ)
üyesi olduğunu belirterek, öncelikli hedeflerimiz-
den biri, bu sayının mutlaka aşağı çekilmesi ve
üye ülkelerimizdeki yoksul sayısının azaltılması
olmalıdır.'' Peki bu toplumları bu hale bura-
larda yeteri miktarda yer altı ve yerüstü zen-
ginliklerinin olmaması mı, yada iş gücünün
bulunmaması mı getirdi? Bu sorunun ceva-
bını ise Afganistan cumhurbaşkanı Karzai ve
Tarık El Haşimi versin; Karzai; “dünyanın geri
kalanı ile çok iyi bir etkileşim içine girmeleri ge-
rektiğini ifade ederek, "Önümüzde gerçekten par-
lak bir gelecek var. İslam dünyasının gerekli kay-
naklara sahip olduğunu görüyoruz. Gerçekten ge-
lişmiş bir medeniyetiz. Biz 550 milyon işçimizle
birlikte önemli bir işgücü piyasasına sahibiz ve
1,4 milyar insanız. Stratejik olarak gerçekten çok
muazzam maden ve fosil yakıt kaynaklarımız,
enerji kaynaklarımız var" dedi. Irak Cumhur-
başkanı Yardımcısı Tarık El Haşimi, “İslam
ümmetinin, coğrafi olarak büyük bir alanı kapla-
masına, ekonomik kaynaklarının zengin olmasına
rağmen, dünyanın ekonomik haritasında çok
önemli rol oynayamadığını belirterek, Dünyanın
diğer bölgelerindeki bloklar, gruplar bizim kapasi-
temizin yarısına bile sahip değiller ama oldukça
başarılı olduklarını görüyoruz.” dedi.
Esasında sorun belli, sorun kalkınmak
için gereken kaynakların yoksunluğu değil,
her türlü kaynak bu ümmete Rabbimiz tara-
fından bahşedilmiş. Öyle ise sorunu kaynak-
larda değil, bu kaynakların doğru bir şekilde,
Müslümanların istifadesine yönelik kullanı-
lıp kullanılmadığında aramak gerekir. Binae-
naleyh bu ümmet bundan bir asır öncesi yer-
yüzünün en zengin ve gelişmiş medeniyetiy-
di. Fakat gelinen bu son noktada 3. Dünya
ülkesi olarak nitelendirilen beldeler İslam
beldeleri, en fakir toplumlar ise yine Müslü-
man toplumlar olarak addedilir olmuştur.
Tüm bunlara sebebiyet veren ise Müslüman-
lar üzerindeki yönetimin değişmesidir. Öyle
ise toplumların ahvali ile yönetim arasında
doğrudan etkileyici bir bağlantı vardır. Bir
asır önceki ve öncesi yönetim toplumunu en
zengin ve gelişmiş medeniyet haline getirir-
ken, ömrü bir asrı dahi doldurmamış bu yö-
netim ise tam aksine toplumu her yönü ile
büyük bir çöküntünün içerisine sürüklemiş
ve bu çöküntü içerisinde tutarak da bekasını
devam ettirme gayreti içerisindedir.
Yine, 2010 bütçesinin açıklanmasından iti-
baren bir zam fırtınası bizleri bekliyor. . 2010
bütçesinden çıkan yeni yıl zamlarıyla eko-
nominin yüzde 3,5 büyümesi hedeflenirken
vergi gelirlerinin yüzde 18,2 oranında artacak
olması, "Vergi oranları yükselecek" yorumla-
rını da beraberinde getirmişti. Atılan adımlar
da tahminleri doğruladı. Benzine son gelen
zamla birlikte kurşunsuz benzinin litre fiyatı
3 lira 36 kuruş ile rekor kırdı. Zam furyasın-
dan, motorin fiyatları da nasibini aldı. Moto-
rinin litre fiyatı yüzde2,46 artışla 2,7 liradan
2,76 liraya çıkarken kırsal motorinin fiyatları
yüzde 2,91'lik artışla 2,66 liraya yükseldi. Ye-
ni düzenlemelerle birlikte benzinin pompa
fiyatının yüzde 68'ini kırsal motorinin ise
yüzde 59'unu dolaylı vergiler oluşturuyor.
Yani benzinde, 3,3 liranın 2,2 lirası vergi...
Türkiye yüksek vergiler nedeniyle benzini
dünyada en pahalı kullanan ülke unvanını
koruyor. Vergi Gelirlerindeki Artış Tahmin-
leri (2010 Bütçesi) Vergi Değişim (2009/2010)
Gelir Vergisi % 10.2, Kurumlar Vergisi % 8.3,
KDV % 19, İthalden Alınan KDV % 23.7, ÖTV
% 31.6, bu zam ise şu manaya geliyor. Sadece
KDV üzerinden gidecek olursak yaşantımız-
da kullandığımız her türlü eşyadan KDV alı-
nıyor. Bu da otomatik olarak birçok tüketim
maddesine zam anlamına geliyor. Diğerlerini
siz hesap edin artık. Topluma harcamalarını
küresel mali krizde …
köklüdeğişim aralık 2009 27 Ser-dar
yükselttiremeyen hükümet çareyi, hem emti-
alara hem de alınan vergilere zam yapmakta
bulmuştur. Yani öyle ya da böyle toplumun
cebindeki paraya gözünü dikmiş ve zorla da
olsa onu alacaktır. Bir haber programında iz-
lemiştim. Spiker sokaktaki vatandaşa soru-
yor. “Yeni zamlar ile ilgili ne düşünüyorsunuz?”
diye. Vatandaşta “eğer devlet isterse cebimizdeki
parayı bir şekilde alır” cevabını veriyor.
Yine devletin enerji tedariki konusunda
samimiyetsizliğini ve basiretsizliğini gösteren
bir açıklama da şöyle; Doğalgaza yüzde 70
zam yapılabileceği yönünde basında çıkan
haberin sorulması üzerine Bakan Yıldız, "Bir
gazeteci arkadaşımız, 'Acaba şu hesaplar olsa do-
ğal gaza yüzde 70 zam gelir mi?' diye bir haber
yaptı. Bunun izahını yapmaya çalışıyoruz. Doğal
gazın otomatik fiyat ayarlaması, 2008 Şubat
ayında başladı. Şu ana kadar herhangi bir kesinti-
ye uğramaksızın bu devam ediyor. Otomatik fiyat,
döviz, petrol, doğal gaz fiyatlarının toplandığı bir
sepete göre belirleniyor. Bu konuda siyasi ira-
denin herhangi bir müdahalesi söz konusu
değil. Fiyatları Enerji Bakanlığı ayarlamıyor.”
açıklamasını yaptı. Oysa İSEDAK toplantı-
sında yapılan açıklamalara baktığımızda bu-
nun zıttı bir görüntü vermeye çalışıyorlar,
fakat işin gerçek yüzü bu. Şuan itibari ile
Türkiye doğalgaz tedarikinin büyük kısmını
Rusya‟dan yapmaktadır. Oysa Rusya 100 do-
lara Türkmenistan‟dan aldığı doğalgazı 250
dolara pazarlamaktadır, hatta kış aylarında
bu rakam 300 doları da geçmektedir. Direkt
olarak neden gazı kendisi alamamaktadır?
Bu sorunun cevabı çok basittir. Hem Türk-
men başı hem de Türkiye‟deki siyasi irade,
kendi iradesi ile hareket edememektedir. Ya-
ni ABD ve Rusya‟nın at koşturduğu bu böl-
geden Türkiye‟nin doğalgazı direk alması el-
bette mümkün olamayacaktır. Nabucco kuru-
luyor diye de çok sevinmeyin, zira bu du-
rumda vananın başında Rusya değil, ABD
duruyor olacak ve yine değişen bir şey olma-
yacaktır.
Diğer dünya devletleri açısından ekono-
mik durum ise şöyle;
Krizin ilk patlak verdiği süreçte birçok
devletin ekonomisi ciddi manada resesyona
girip gerileme süreci başlarken, bunun tam
aksine Çin ekonomisi beklentilerin altında ol-
sa da büyümeye devam etmişti. Fakat geli-
nen son noktada Çin ekonomisinin de geri-
leme sürecine girdiği görülmüştür. “Çin'in
dış ticareti ekim ayında, geçen yılın aynı dö-
nemine göre yüzde 10,7 daraldı. Bu arada,
ülkenin merkez bankası olan Çin Halk Ban-
kası ekim ayında verilen yeni kredilerin eylül
ayına göre yüzde 51 azalarak, 253 milyar
yuan (37,06 milyar ABD doları) indiğini açık-
ladı. Eylül ayında verilen kredi miktarı 516,7
milyar yuan (75,68 milyar ABD doları) idi.”
Bununla birlikte, Çin, kendisiyle diplomatik
ilişki kuran borçlu ve en az gelişmiş Afrika
ülkelerinin, bu yılın sonuna kadar süresi do-
lacak faizsiz kredi borçlarını sileceğini ve ay-
nı ülkelerin ürettiği malların yüzde 95'ine,
gümrük vergisinin aşamalı olarak kaldırıla-
cağını duyurdu. Uzmanlar tarafından Afri-
ka'da klasik sömürü politikası uygulamakla
suçlanan Çin, fakir ülkelerle yaptığı büyük
ticaret anlaşmalarını, fakir bölge halklarına
yaptığı yardımlarla birleştiriyor. Afrika-Çin
ticari ilişkileri uluslararası "kazan-kazan"
stratejisine göre belirleniyor. Çin, kıtanın do-
ğal kaynaklarını kendi ekonomisini güçlen-
dirmek için kullanırken, Afrika ise doğal
kaynaklarına karşılık yabancı sermaye ile
hızla gelişiyor ve ekonomik ve sosyal yatırım
kıtaya gelmiş oluyor. Görüldüğü üzere
Çin‟de artık pastadan daha fazla pay kapma
derdindedir. Buna karşın pastadan pay kap-
tırmak istemeyen kaşarlanmış sömürgeciler
ise “Uzmanlar tarafından Afrika'da klasik sömü-
rü politikası uygulamakla suçlanan Çin” açıkla-
küresel mali krizde …
köklüdeğişim aralık 2009 28 Ser-dar
masını yapıyorlar. Devlerin mücadelesi or-
tada, fakat bizler açısından dikkat edilmesi
gereken husus sömürülmeye çalışılanın kim
olduğudur. Çoğunluğunu Müslümanların
oluşturduğu Afrika. Her türlü açlığın ve sefa-
letin hat safhada olduğu fakat her türlü zen-
ginliğe sahip olan bir kıta. Çin‟de artık eko-
nomisini düzeltmek için Müslüman pastasın-
dan pay kapmanın peşine düşmüş durumda
artık.
1- G-20 Maliye Bakanları zirvesi İskoç-
ya'da yapıldı. G-20 Bakanları, ekonomiye
destek programlarını geri çekmek için erken
olduğu konusunda uzlaşmaya vardı. G-20
toplantısının sonuç bildirgesinde, küresel
ekonomide iyileşmenin başladığına ancak
düzelmenin destek programlarıyla sağlandı-
ğına dikkat çekildi. "Küresel iyileşme sağlam
temellere oturana kadar destek programlarına de-
vam" kararı alındı.
2- Amerikalı gençler arasında işsizlik ora-
nının ekim ayında yüzde 27,6'lık rekor sevi-
yeye ulaştığı, genç işçiler için meslek edinme
imkânlarının da gittikçe azaldığı bildirildi.
3- Küresel ekonomideki toparlanma sin-
yallerine karşılık hala dünyanın en büyük
ekonomilerinde işsizlik oranları çok yüksek
seviyelerde seyrediyor. Son günlerde ABD,
Fransa ve Almanya'da istihdamda yaşanan
iyileşmeler, stoklamanın yanı sıra milyar-
larca dolarlık teşvik programları gibi geçici
nedenlere dayanıyor.
4- ABD'li General Motors (GM), Avrupalı
otomobil birimi Opel'den 10 bin kişiyi çıkar-
mayı planladığını açıkladı. İşten çıkarmalar,
şirketin İngiltere birimi Vauxhall'ı da içere-
cek.
5- Uluslararası Motorlu Taşıt Üreticileri
Derneği (OICA) verilerine göre, dünyada
toplam motorlu taşıt üretimi, ilk 6 ayda yüz-
de 30,4 gerileyerek 26,4 milyon adet oldu.
6- ABD‟de küçük ve orta ölçekli işletme-
lere kredi veren başlıca bankalardan CIT
Group Inc, global kriz nedeniyle faaliyetlerini
karşılayacak fon bulamaması ve resesyon
nedeniyle verdiği kredilerdeki daralma ne-
deniyle iflas koruma talebinde bulundu. Ay-
lardır beklenen ve ABD şirket tarihinde ya-
şanan iflasları arasında en büyüklerden olan
CIT, iflas koruması altında bulunduğu süre-
de borçlarını 10 milyar dolar civarında
azaltmayı hedefliyor. CIT‟ın borcu 64.9 mil-
yar dolar.
7- Dünyanın en büyük inşaat ve madenci-
lik sektörü ekipmanları üreticisi Caterpillar,
ABD'de 2 bin 500 çalışanın işine daimi olarak
son vereceğini ve bu kişilere kıdem tazminat-
larının ödeneceğini açıkladı.
8- İngiliz petrol grubu Royal Dutch Shell
yılın başında uygulamaya koydukları daral-
ma planı çerçevesinde 5 bin işçinin işten çıka-
rıldığını açıkladı.
9- Japonya'nın 3. büyük otomobil üreticisi
Nissan, şirketin işgücünün yüzde 8,5'unu
temsil eden 20 bin kişiyi işten çıkaracağını
duyurdu. Küresel krizle baş edebilmek için
yapılacak işten çıkarmaların 2010 yılı Mart
ayına kadar gerçekleşeceği bildirildi.
10- ABD'de, finans sektöründe reform ça-
baları kapsamında, tüketicileri korumak,
bankaları kontrol altına almak ve zor du-
rumdaki kuruluşların faaliyetlerini sonlan-
dırmak için üç yeni federal kurum kurulacak.
Dodd, yasa tasarısıyla, bankaların düzen-
lenmesiyle ilgili mevcut iki kuruluşu kapata-
rak ve ABD Merkez Bankası (FED) dâhil iki
kuruluşun banka denetleme görevlerine son
vererek, bankacılığın düzenlenmesi konu-
sunda tek bir kuruluş kurulmasına çalışıyor.
11- Dünya Bankası Başkanı Robert
Zoellick, yüksek işsizlik oranının resesyonda
küresel mali krizde …
köklüdeğişim aralık 2009 29 Ser-dar
toparlanan ABD ekonomisini tehdit ettiğini
söyledi.
Bu bilgilerin haricinde bir açıklama daha
var ki, o da çok önemli; “ABD'deki krizi tah-
min eden ve bu nedenle "kriz kahini" olarak nite-
lenen ekonomist Nouriel Roubini, yeni bir krizin
kapıda olduğu uyarısında bulundu. Roubini, Bir
gün bu köpük patlayacak” dedi. Roubini, İngiliz
Financial Times gazetesindeki makalesinde,
her türlü riskli varlığın fiyatlarının fırladığına
dikkat çekti. "Bir gün bu köpük patlayacak ve
şimdiye kadarki en büyük varlık krizi yaşanacak"
uyarısı yapan Roubini, "Köpük ne kadar bü-
yükse, izleyecek varlık çöküşü o kadar büyük ola-
cak" ifadesini kullandı. Roubini, "FED ve di-
ğer siyasetçiler yaratmakta oldukları dev köpükten
habersiz görünüyor. Onların körlüğü ne kadar
sürerse düşüş o kadar büyük olacak" diye yazdı.
Birçok ekonomist Türkiye‟den olsun veya
olmasın ekonominin düzelmeye başladığını
ifade ederlerken Roubini böyle bir açıklama
yapıyor. Bir zıtlık söz konusu. İki taraftan bir
tanesi gerçekleri gizliyor. Fakat makalemizde
aktardığımız diğer veriler bize Roubini‟nin
doğru söylediğini gösteriyor. Ben bir ekono-
mist değilim, fakat ben bile krizin hız kesme-
sinin nedeninin hükümetler tarafından uygu-
lamaya konulan ek teşvik paketlerinin oldu-
ğunu görebiliyorum. Bu ek teşvik paketleri
bittiğinde ne olacak peki? “Aşağı tükürsen sa-
kal yukarı tükürsen bıyık” konumuna gelmiş
durumda şuan ekonomi. İlk teşvik paketleri-
ni bin bir zorluklarla çıkartılabildiler. Yenileri
için kaynak yok, bitti. Para bassalar devalü-
asyon kendilerini bekliyor. Yani şuan tama-
men bir çıkmazın içerisinde ekonomi ve tüm
çabalar ekonominin düzelmesine yönelik.
Fakat getirilecek çözümler asla kalıcı olmaya-
cak. Çünkü 1930‟lu yıllarda patlak veren
“büyük buhran” diye isimlendirilen ekono-
mik krizden çıkış yolu olarak ileri sürdükleri
çözümler, bugün ekonominin bu hale gelme-
sine neden oldu. Bu kriz içinde ortaya koya-
cakları çözümler daha öncesinden farklı bir
sonuç doğurmayacaktır.
Mak.Müh. N. Aydın gündem [email protected]
köklüdeğişim aralık 2009 30 Ser-dar
İslam ve Sanayi Kalkınması
Batı dünyası sanayi devriminden bu yana üstün gelişmeler gösterirken, diğer tarafta İs-
lam âlemi bu durumun gerisinde kalmıştır.
İslam âlemi altyapı eksikliği, yoksulluk, işsiz-lik ve teknolojide gelişme gösterememe gibi
konularla “geri kalmış” olarak isimlendiril-
miştir. Oysaki İslam âlemi dünyanın önemli
maden kaynaklarında en büyük rezervleri
elinde bulundurmaktadır. İslam âlemi tek
başına dünyanın toplam petrol rezervlerinin %74 ünü elinde tutmaktadır ki bilindiği üze-
re şu an petrol dünyada en önemli hammad-
dedir.
İslam âleminin ekonomisi ihracattan ziya-
de ithalata dayanır, temel ürünlerde, örneğin
tarım ürünlerinde Pakistan yıllık 30 milyar doların üzerinde üretim yapmasına rağmen
dışarıdan gıda maddesi ithal etmektedir. Or-
tadoğu petrolde zengin olduğu halde, petrol rafinerisi yokluğundan büyük miktarlarda
rafine edilmiş petrol ürünlerini dışarıdan it-
hal etmektedir.
Birçok Müslüman beldenin ekonomisi çe-
şitlilikten yoksun tutulup tek bir ürünle sınır-
landırılmaktadır. Tek çeşit ürün üzerinde ih-racat yoğunluğu nüfusun büyük kesimi için
işsizlik ve yoksulluk getirmiştir. Petrol zen-
gini Ortadoğu ve maden zengini Afrika mil-
letleri gibi ekonomiler buna örnektirler.
İslam âlemi korkunç sonuçlar doğuran ih-
racat yoğunluklu büyüme stratejilerine kal-kıştı. Tek çeşit ürün üzerinde ihracat yoğun-
luğu nüfusun büyük kısmı için işsizlik ve
yoksulluk getirdi.
İslam tarihi ve sanayi kalkınması
Çöl ortamı ve su kaynaklarının yetersizliği
Ortadoğu‟da birçok zirai gelişmelerin ortaya çıkmasına sebep oldu. Denizlerdeki med-
cezirlerden, rüzgârdan ve petrolden elde edi-
len enerjinin endüstriyel anlamda kullanımı
büyük fabrika komplekslerinin oluşumunu sağladı. Su, iklim koşullarından dolayı en
önemli meta haline geldi ve bundan dolayı
Ortadoğu‟da uzanan nehirlerin, akarsuların en iyi kullanım yolları araştırılıp, geliştirildi.
Müslüman mühendisler suyla dönen de-
ğirmenleri geliştirdiler, yatay çarklı ve dikey
çarklı değirmenleri icat ettiler. Bu endüstriyel
girişimler un değirmeni çarkı, döven taşı, kâ-
ğıt fabrikası, kereste fabrikası, tersane, maden değirmeni, çelik fabrikası, şeker fabrikası,
rüzgâr değirmeni gibi alanlara önderlik etti.
11.yy`da, İslam dünyası üzerindeki her vila-yet, Endülüs ve Kuzey Afrika‟dan Ortadoğu
ve Asya‟nın merkezine kadar bu gelişmeleri
faal olarak kullandılar.
Müslüman mühendislerin geliştirdiği su
türbinleri 12.yy dünyasını yerinden sarstı. El-
Cezeri çalışmaları sonucunda krank milini icat etmeyi başardı, piston ve silindirler aracı-
lığıyla döner hareketi meydana getirdi. Bir
makinenin içinde bunu cisimleştiren, tecrübe eden El-Cezeri‟dir. Britanya İmparatorluğu
bu anlayıştan yararlanarak, pistonları hareket
ettirmek için buhar ve kömür kullandılar ve sonunda dönme hareketini makineleri tahrik
etmek için kullanabildiler. Bu, yakıtın yan-
masıyla ortaya çıkan enerjinin pistonlar vası-
tasıyla yürüyen aksamlara aktarılması pren-
sibiyle çalışan içten yanmalı motorların kul-
lanıldığı otomobil dünyasına açılan bir pen-cere oldu.
Müslüman toplumların ayak bastığı top-
raklarda kentleşmeler bir takım gelişmelere meydan sağlıyordu. Arap çöllerindeki su ye-
tersizliğinin bölgede yaşamayı zorlaştırması
Müslüman mühendisleri Fırat nehrinden ve Dicle nehrinden su çekmek için kanallar inşa
etmeye itti. Bağdat civarındaki bataklıklar
kurutuldu, şehir sıtmadan kurtarıldı. Müs-lüman mühendisler su çarklarını geliştirdi ve
islam ve sanayi kalkınması …
köklüdeğişim aralık 2009 31 Ser-dar
yeraltına özenle su kanalları inşa ettiler. Bu, suyun borularla şehir içinde dağılımını, ha-
mamların açılmasını, hayratların yapımını,
özel ve genel helâ ve hamam ihtiyaçlarının giderilmesine öncülük etti.
Bu gelişmeler, İslam âleminde önceleri in-
san gücüyle yürütülen birçok işin makineler yardımıyla yapılmasını mümkün kıldı. Tüm
bunlar bazılarının dediğinin tersine İslam‟ın
bilim ve teknolojinin ne kadar içinde oldu-
ğunu göstermektedir. Tarih, İslam‟ın Müs-
lümanlar üzerinde bilime yönelik katalizör
etkisi yaptığını gözler önüne sermektedir.
İslam ve endüstriyel kalkınma için itici
güç
Allah(Subhânehu ve Teâlâ) Hilâfet devle-tinin amaçlarını açıkça belirtmiştir. Allah içe-
ride şer‟i hükümlerin uygulanmasını zorunlu
kılmış, dışarıda davanın taşınması ve İs-lam‟ın yayılmasını amaç göstermiştir. İslam,
sorumlu olduğu ümmetin işleriyle ilgilenme-
si için başlarına bir emir tayin etmiştir.
Allah‟ın Rasulü (Sallallahu Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurmuştur: إلكمكمرإعوكمكممسؤولرعيتو Sizin her biriniz birer yöneticisiniz“ عن
ve her biriniz kendi yönetiminden mesuldür.”
(Buhari)
Kur‟an-i Kerim‟in birçok ayetinde Allah (Subhânehu ve Teâlâ) ümmete İslam‟ı tüm
dünyaya yaymalarını, insanlığı karanlıktan
aydınlığa çıkarmalarını emretmektedir ve bu ümmeti diğer ümmetler arasından “en hayırlı
ümmet” olarak niteleyerek ayırmaktadır.
بإذنإلنورإلىإلظمماتمنإلن اسلتخرجيكإلأنزلناهكتابإلر إلحميدإلعزيزصرإطإلىربيم
“Elif lâm râ. Rab‟lerinin izni ile insanla-
rı karanlıklardan nura; Azîz, Hamîd olanın
yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz ki-
taptır.” (İbrahim 1)
Ve Allah (Subhanehu ve Teâlâ) şöyle bu-
yurmaktadır:
باطومنقو ةمنإستطعتمم اليموأعدوإ عدو بوترىبونإلخيلركمإلمو منإتنفقوومايعمميمإلموتعممونيملدونيممنوآخرينوعدو
تظممونلوأنتمإليكميوف إلموسبيلفيشيء
“Onlara karşı gücünüz yettiğince savaş
için beslenen atlardan hazırlayın! Onunla
Allah‟ın düşmanlarını ve sizin düşmanları-
nızı ve onlardan başka diğerlerini korku-
tun. Siz onları bilmezsiniz, Allah onları bi-
lir. Allah‟ın yolunda her ne infak ederseniz,
size ödenir ve siz haksızlığa uğratılmazsı-
nız.” (Enfal, 60)
Tüm bunlar, Hilâfet için gelişmiş ordula-
rın ve güçlü üretim sahalarının kurulmasının
gerekliliğini gösterirken, ekonomik hareket-lenmeyi doğuracak yola da ışık tutmaktadır.
Sanayileşme ve Ekonomik Büyüme
Avrupa‟nın hemen hemen her kesimini etkileyen Endüstri devrimi tarihçiler tarafın-
dan tarihin en önemli olayı olarak itibar edi-
lir. Bu devirde endüstri ekonominin temeli haline gelir. 1700‟lü yılların ortasına kadar
endüstri insan gücüyle sınırlı iken, İngiltere
İmparatorluğu buhar gücünü keşfeder ve bunu makineleri çalıştırmada kullanmaya
başlar. Bu ilk buharlı makinenin icadı en-
düstrileşmeyi tetikler, eski tarz üretimin ye-rini buhar makineli üretim alır, üretim 20 ka-
tına çıkar.
Endüstriyelleşme ile isçi merkezli çalışma şekli makinelerle değişme imkânı buldu ve
bu sayede seri üretime geçildi. Bununla bera-
ber enerjiye (yakıta) olan ihtiyaç arttı. Bu ih-tiyaç demir sektörünü geliştirdi. Yeni gelişti-
rilen demir yapım teknikleri kömüre olan ih-
tiyacı artırdı, bu ihtiyaç da kömürün taşın-masını kolaylaştıran demiryolu ulaşımını ge-
liştirdi. Buna bağlı olarak demiryolu ulaşımı-
nın artması yanmalı motorların geliştirilme-sinde etkili oldu. Tüm bunlar sayesinde Av-
rupa tarıma dayalı ekonomiden çıkıp endüst-
riye dayalı bir ekonomiye dönüştü, aristok-
ratlar güçlerini kaybettiler ve yerlerini tüccar-
lar ve işadamları aldı.
islam ve sanayi kalkınması …
köklüdeğişim aralık 2009 32 Ser-dar
İlk başlarda Avrupa‟nın kalkınmasını en-düstriyel devrim sürdürüyordu. Şimdi ise
endüstrinin yerini tüketim almış durumda.
Tüketime dayalı ekonomi duruma hâkim ol-du fakat bu modelin sürdürülebilir olmadığı
ispatlandı. Tüketime dayalı ekonomiye sahip
batı ülkelerinde işler borçla yürür duruma geldi. İnsanlar sahip olduklarından fazlasını
harcamaya başladılar, bu sebeple de ekono-
mik çöküş çok normal bir hal almaya başladı. İlk çöküş 1870‟lerde meydana geldi ve batı
dünyası sıradan bir çöküş, kriz, resesyon ve
felaketi yaşadı. Batı dünyası endüstriye daya-lı kalkınmayı neredeyse bıraktı ve hizmet
sektörü gibi paraya dayalı bir sektöre el attı
ancak yaşanan krizler bu yeni kapitalist dü-zenin bu şekilde devam edemeyeceğinin bi-
rer ispatını oluşturdular.
İslam Âlemi İçin Sanayi Vizyonu
Sanayi kalkınmasının 3 temel karakteristi-
ğinin yanı sıra özel coğrafî karakteristikleri
de vardır.
1. Sanayileşmede ham maddeler ve ma-
denler gereklidir. Madenler öncelikle ağır sa-
nayide yararlı maddelere dönüştürülür. Ham petrol, kömür ve demirin saflaştırılma, dö-
nüştürülme ve doğru yapıda madenlerin elde
edilme ihtiyacı rafinerilerin ve ağır sanayinin gelişmesini sağlamıştır.
2. Sonra tesisler, fabrikalar ve rafineriler
ham maddeleri çelik ve çimentoya çevirme-
nin yanı sıra bitmiş ürünlere çevirme ihtiyacı
duydular.
3. Bunun ardından, bazı süreçleri gerçek-leştirmek için teknik bilgiye ihtiyaç duyuldu.
Bunun için, Batı dünyası araştırma ve geliş-
tirmeye milyarlar harcayarak, teknolojik geli-şimin uç noktasında durmayı sağladılar.
Bunun dışında yukarıda bahsedilenlere ek
olarak dördüncü ve muhtemelen de en önemli bir konu var ki yukarıdakileri de te-
tikleyen bir şey, o da dürtüdür. Sanayileşme,
kitlelerin yoğun olarak sürece katkıda bu-lunmalarını gerektirir. Finanse edilmelidir,
sürecin başlatılabilmesi için büyük fedakâr-lıklar gerekebilir. Britanya imparatorluğunun
sanayileşmesini sömürgecilik ve üstünlük an-
layışı, ABD‟nin sanayileşmesini iç savaş ve bağımsızlık mücadelesi kazandırırken, ko-
münizmin hedefleri Sovyetler Birliğinin sü-
per güç olmasına yol açtı.
Güney Doğu Asya‟nın ihracat stratejileri,
Endonezya, Hindistan, Pakistan, Bangladeş
ve birçok Afrika ülkesini büyük borçlar altına
sokarak uzun zaman sefalet ve yoksulluk
çekmelerine sebep oldu. Bugün Müslüman
ülkelerin ekonomileri büyük ölçüde bir sana-yi olmadan sadece mal ve hizmete dayan-
maktadır. Batı Kapitalist dünyasına baktığı-
mız zaman ise sanayi tabanının kurulmasın-dan sonra hizmet tabanlı bir ekonomiye ge-
çildiği görülmektedir.
İslâm âlemi bugün sanayileşmede gerekli olan madenlerden yoksun değildir, aslında
İslâm toprakları dünyanın en önemli maden-
lerine sahiptir. Bugün, İslâm dünyası, dünya petrol rezervlerinin %74‟ünü elinde bulun-
durmaktadır ve dünya petrol talebinin %42‟si
bu rezervlerden karşılanmaktadır. Yine İslam âlemi doğalgaz rezervlerinin %54‟une sahip-
tir ve dünya talebinin %30‟u bu topraklardan
karşılanmaktadır.
İslâm topraklarında hiç bir zaman sanayi-
leşmek için gerekli olan hammadde eksikli-
ğiyle karşılaşılmadı. İslâm dünyası üzerinde
bazı sanayi gelişmeleri yaşandı, ancak Müs-
lüman ekonomilerindeki kapsamlı bir isti-
kametin olmaması sonucu hammaddeler ve-rimli olarak kullanılamadı.
Günümüzde sanayileşme sadece batının
tekelinde değildir. Son 100 yıl içinde birçok ülke çok hızlı bir şekilde birbirini örnek ala-
rak sanayileşmeyi başarmıştır. İngiltere‟de
sanayileşme neredeyse 100 yılı, Almanya ve ABD‟de ise neredeyse 60 yılı aldı. Japon-
ya‟daysa bu süre 50 yıl sürerken Çin sanayi-
leşmeyi 30 yılın altında başarmıştır. Hindis-
islam ve sanayi kalkınması …
köklüdeğişim aralık 2009 33 Ser-dar
tan ise hala sanayileşmesine devam etmekte-dir.
İslam dünyası, Müslüman topraklarındaki
kaynakları daha yararlı kullanabilmek için dünya tarafından geliştirilmiş teknolojik ge-
lişmeleri çok kolayca yakalayabilir. Teknik
bilgideki eksiklik, teknik uzmanlığı kazan-mak için yıllarca beklemektense dışarıdan
teknoloji satın alınarak üstesinden gelinebilir.
İslâmî ekonomik kalkınma mal ve hizmet-
lerin üretilmesine dayalı olan reel ekonomisi
sayesinde kararlı bir ekonomi ve ekonomik
büyüme meydana getirir. Ekonominin üze-rinden şüpheli finansal mülkiyet yolları kal-
dırıldığı zaman meydan ticarete, yatırımlara,
maaş ve servetlere kalır ve döngü sağlanır. Ayrıca, spekülasyonun etkin bir şekilde yok
edilmesiyle serbest piyasa ekonomilerinde
eksik olan ve çok ihtiyaç duyulan “istikrar” meydana getirir.
Endüstriyel kalkınmanın önemi
Sömürüye dayalı olan, ihracat öncelikli büyümeyi, tüketime dayalı ekonomileri des-
tekleyen kapitalist endüstriyel kalkınma mo-
delleri artık kendilerine destek olunamaya-cağı ortaya çıktı, güvenlerini yitirdiler ve dü-
şüşe geçtiler.
Endüstriyel kalkınma birkaç önemli se-bepten dolayı çok kritiktir. Üretim endüstrisi,
dışarıdan gelecek olan bir saldırıyı yıldırması
açısından bir ülke için çok kritiktir. Bu sebep-
le dünyanın güçlü ülkelerinde askeri sanayi
had safhadadır. Bir ülkenin savunma kapasi-
tesi de o ülkenin dünyada sesini duyurabil-mesi için önemlidir. Aynı zamanda askeri
sanayi teknoloji üretiminin kalbidir, bugün
kullandığımız gerek internet olsun gerekse teflon tavalar, plazma televizyonlar, radyo,
bilgisayar ve uçaklar bu sektörden gelişmiş-
lerdir.
Bu sebepten endüstriyel bir üsse sahip
olmak bir ülkenin bağımsız ekonomisi için
gereklidir, bu sayede ülke kendisi için önemli olan kritik ürünleri üretebilir. Aynı zamanda
ekonomiyi canlandırır. Endüstriye dayalı bir ekonomiye sahip olmak içine kapanık bir
ekonomiye sahip olmak değildir, aksine sa-
nayi kalkınması bağımsız bir iç kalkınmayı oluşturur.
Endüstriyel kalkınma zenginliğin oluşma-
sı açısından büyük bir kaynak sağlar ve diğer ekonomi modellerinde eksik olan birçok et-
kiyi de içinde barındırır. Endüstriyel kalkın-
ma;
- Ülkenin altyapısının oluşması açısından
önemlidir, ulaşıma ve yollara olan ihtiyaç ve
barajlar gibi büyük projeler istihdam sağlar ve diğer iş alanlarını harekete geçirir. Örnek
olarak ev ve iş yerlerinin inşa edilmesi, de-
miryolu, karayolu ve kanalların inşa edilmesi verilebilir.
- Zenginliğin oluşmasını teşvik eder. En-
düstrinin her alanı, madencilik, rafineriler, üretim ve satış ekonomi için katma değer ve
zenginlik sağlar.
- Ayrı bir tüketici endüstrisinin oluşma-sında etkilidir. Ağır sanayideki teknoloji nis-
peten daha hafif sanayi olan tekstil, plastik ve
yiyecek sektörüne aktarılır. Bu sektörlerin oluşması daha fazla insanin iş sahibi olması
demektir.
- Teknolojinin en uç noktası olan askeri sanayinin gelişmesinde etkilidir. Endüstriye
sahip olmak çok sayıda silahın, füzenin, ge-
milerin ve kitle imha silahının üretilmesini
sağlar. Aynı zamanda askeri sanayi çok bü-
yük iş gücü gerektirir.
- Bir ülkenin kendi kendine yetebilmesini sağlar. Zenginlik, para ülke içinde kalır ve
dışarıya bağımlılığı en aza indirir veya yok
eder. Aynı zamanda emek, emek olarak kay-bolup gitmez, yerine üretilmiş bir ürün ola-
rak ülke içinde kalır.
- İhracatı artırır, dolayısıyla ekonominin gelişmesine katkı sağlar.
- Temelde bilim ve teknolojik gelişmelere
öncülük eder, mühendisler, bilim adamları
islam ve sanayi kalkınması …
köklüdeğişim aralık 2009 34 Ser-dar
üretimin ve rafine etme yöntemlerinin daha iyi ve daha verimli yollarını ararlar.
Sonuç
İslam, İslam âleminin atması gereken adımla-rını dosdoğru bir yol üzere açıkça ortaya koymuştur. Davanın ve Risâletin yayılmasını İslâm‟ın dış siyasetinin temeline koymuştur. İslam âlemi, Batı tarafından kalkınma modeli olarak savunulan ve kendilerini hiçbir zaman kalkınmaya götürmemiş modelleri terk etme-lidir. İslam âlemi bütün gerekli kaynaklara sahiptir ve hedeflerine ulaşmak için bu yükü sırtlanacak büyük bir nüfusu vardır. Bu
amaçla yapılması gereken esasi iş, tüm iş kol-larının ve sanayinin temelini oluşturan ağır sanayi hamlesinin mutlaka yapılması ve üre-timin savaş sanayisi üzerine bina edilmesidir. Bu toplumsal tüm ihtiyaçların karşılanmasını ve ümmetin bu dünyada da hak ettiği yaşam biçiminin önünü açılmasını sağlayacaktır. Ve elbette İslam‟ın tüm dünyaya yayılmasının fikirle birlikte itici gücünü oluşturacaktır. Böylece Amerikan rüyası sona ererken, 21. Yüzyıl dünyası Allah‟ın izniyle İslam‟ın ha-yata geri dönüşüyle kendine gelecektir.
İbrahim Er gündem [email protected]
köklüdeğişim aralık 2009 35 Ser-dar
Kürt Meselesi İçin Ortaya Konulan Çözümler Aslında Problemin Kendisidir
Gün geçmiyor ki insanların başına yeni
musibetler gelmesin, maruz kaldıkları prob-
lemler yüzünden büyük sıkıntılar yaşamasın-lar. Genelde tüm insanlık, derinden hissettiği
ekonomik sıkıntılar başta olmak üzere, ruhi
ve insani/ahlaki değerlerde yaşadığı çökün-tülerle kapitalizmin pençesinde çaresizlik
içinde kıvranmaktadır. Özelde Müslümanlar
ise; devletlerini kaybedip de küfrün eline düştüklerinden bu yana, kendilerinde var
olan servetleri yağmalama peşine düşen kâ-
firlerin tasallutu altında akıl almaz muamele-lere maruz kalıp, çok ağır şartlarda ve zillet
içerisinde yaşar hale gelmişlerdir. Yaklaşık
bir asırdır, kâfirler tarafından Müslüman ka-nının akıtılmadığı tek bir gün dahi yoktur.
Bir taraftan yağmalanan mallar, kirletilen ırz-
lar, çocuk, yaşlı ve kadın demeden katledilen masum insanlar, diğer taraftan da sırf Allah‟a
(Subhanehu ve Teâlâ) iman edip, O‟nun di-
nini yüceltmek için mücadele veren ve üm-meti tekrar eski izzetli ve şerefli günlerine
döndürerek, yaşadığı bu zilletten kurtarmak
için İslami hayatı yeniden başlatmayı ölüm kalım meselesi haline getirmiş olan Müslü-
manların başlarına gelenler…
Kapitalizmin bitip tükenmeyen problem-
lerinin dünyayı kaosa sürüklediği ve insanla-
ra zelil bir hayat yaşattığı inkâr edilemez bir
gerçektir. İnsanları açlığa ve sefalete sürükle-yen ekonomik krizleri, dünyanın neredeyse
tamamında var olan siyasi krizler, mal ve
servetlerine göz dikildiği için savaş ve isyan-ların hiç bitmediği üçüncü dünya ülkeleri,
ümmetin uyanmasını engellemek ve servetle-
rini yağmalamak için işgal edilmiş İslam bel-deleri, işbirlikçi ajan yöneticiler, yurtlarından
sürülen insanlar, patlayan bombalar, katledi-
len milyonlarca masum insan v.b. kapitalist nizamın tatbikinin sonucudur.
Birinci Dünya Savaşı tamamlandığında,
Osmanlı İslam Devleti müttefikleriyle birlikte
mağlup ilan edildikten ve toprakları parça-landıktan sonra, ümmetin bağrında ortaya
çıkan binlerce problemden bir tanesi de ulu-
sal devletlerin oluşturulmasıdır. İdeolojik yapıyı parçalayan sömürgeciler, oluşturduk-
ları yeni devletçiklere ulusal kimlikler vere-
rek, milliyetçilik ve vatancılık söylemleriyle kardeşlerin arasına çektikleri sınırları sağ-
lamlaştırıp, onların birbirleriyle olan bağları-
nı tamamen yok etmenin zeminini oluşturdu-lar. Nitekim bunda da başarılı oldular. Artık
her ulus kendisini dünyanın en üstün ulusu
olarak görmeye başlamış, vatanının kutsallığı ve bir karış toprağının dahi feda edilemeye-
ceği ve bunun için canların bile verebileceği
nidaları İslam beldelerinde yankılanır olmuş-tur. Ancak bu ulus devletlerinden her biri, bu
cahiliye naralarıyla meşgul olurlarken, geride
bıraktıkları ve kendi yüzölçümlerinden en az yirmi kat daha fazla olan İslam topraklarının
ne anlam ifade ettiğini fark edecek durumda
değildiler.
Arap, Kürt, Türk ve daha niceleri asırlar
boyu İslam kardeşliğiyle birbirlerine bağ-
lanmışlar, izzet ve şerefin doruklarına ulaş-
mışlar ve üzerlerine İslam‟ı tatbik eden ve
âleme de bu risaleti bir hidayet ve nur kay-
nağı olarak taşıyan bir devletin tebaası olarak beraberce yaşamışlardır. Ancak bugün gel-
dikleri nokta onları; sömürgecilerin çıkarları
doğrultusunda birbirlerini düşman olarak görmeye ve onların empoze ettiği fikirler uğ-
runda birbirlerinin kanlarını dökmeyi mubah
saymaya kadar götürmüştür.
Bu ulus devletlerinden birisi olan Türkiye;
coğrafik konumu ve Hilafetin son kalesi ol-
ması sebebiyle, sömürgeciler açısından diğer beldelere nazaran daha fazla önem arz etmiş-
kürt meselesi için ortaya …
köklüdeğişim aralık 2009 36 Ser-dar
tir. Aynı zamanda bu bölge; gerek Birinci Dünya Savaşı sırasında ve gerekse daha son-
raki dönemlerde, kurtuluş umudunu yitir-
meyen ve İslami hayatın yeniden başlayacağı günü özlemle bekleyen, ümmetin uyanık ev-
latlarının bakışlarını en fazla yönelttikleri bir
bölgedir. İşte bu sebeplerden dolayı sömür-geciler bu bölgede açıktan gayri İslami bir
devlet kurdurmuşlar, vatancılık ve milliyetçi-
lik gibi gayri İslami fikirleri yerleştirmede ve zihinleri tamamen dumura uğratma husu-
sunda ziyadesiyle gayret göstermişlerdir.
Daha sonraki dönemde de laiklik kavramını yerleştirmeye ve İslami olan bütün hususları
silmeye aşırı önem vermişlerdir. Onların ta-
arruzu o kadar şiddetli olmuştur ki; Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğu andan itiba-
ren, bu topraklarda İslam‟dan olan ne varsa
hepsi çok şiddetli bir şekilde ortadan kaldır-mak için tüm cehtlerini sarf etmişlerdir.
İşte Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte
İslam‟a yapılan bu taarruzları fark eden, Hi-lafetin farziyetini ve ümmet için önemini çok
iyi idrak etmiş bazı ihlâslı Müslümanların kı-
yamlarına tanık olundu. Bunlardan en önem-lisi 1925 yılındaki “Kürt Said‟in” kıyamıdır.
Bu kıyam, yeni kurulmuş Türkiye Cumhuri-
yeti tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı ve milliyetçi Kürtlerin bir isyanı, yani “Şeyh Sait
İsyanı” olarak tarih kitaplarındaki yerini aldı.
Ulusalcılığa dayalı olarak kurulan ve sınırları içerisindeki diğer milletlere yaşama hakkı ta-
nımaya pek niyeti olmayan Türkiye Devleti
için bu durumu kullanmak hiç zor olmadı. Ayrıca bu tarih, aylardır gündemi meşgul
eden Kürt sorununun fiilen başlatıldığı tarih-
tir. Bu olaydan sonra o bölgede Kürtlere karşı sistematik bir sindirme politikası başlatıldı.
1937 yılındaki Dersim olaylarının bastırılma-
sı, bu sürecin en kanlı olaylarına sahne ol-muştur.
Bölge itibarıyla baktığımızda, Osmanlı
Devletinin “Diyar-ı Kürt” olarak adlandırdığı
bu bölge bir Kürt toprağıdır. Onların oradaki
varlığı, Türklerin Anadolu‟daki varlığından
daha eskidir. Ancak dönemin süper gücü olan İngilizler, dört devletin topraklarında
yer alacak şekilde ve kendisinin bölge üze-
rindeki çıkarları tehlikeye düştüğünde sigor-ta görevi oluşturmak kastıyla Kürtleri azınlık
olarak bıraktı. Böylece bölgede kendi ege-
menliği tehdide maruz kaldığında, tahrik ederek harekete geçirebileceği, karışıklık çı-
karıp müdahale ortamı oluşturabileceği bir
yapı oluşturmuş oldu. Nitekim bugün oldu-ğu gibi birçok dönemde, değişen güç denge-
lerine göre, bölge halkı milliyetçi tahriklerle
harekete geçirilerek, sömürgeci kâfirlerin Or-tadoğu‟daki çıkarlarına yönelik olarak kulla-
nılmak istenmişlerdir. Halkın bir kısmı bu
oyunlara gelmese de sistemin başarısız oldu-ğu söylenemez.
Bugün; “Demokratik Açılım”, “Milli Birlik
ve Kardeşlik Projesi” veya “Kürt Sorunu” di-ye adlandırılan bu meselenin ortaya çıkış ne-
deni, bizzat kapitalizmin kendisidir. Milliyet-
çilik ve vatancılık kavramlarının vakıasında da asla birleştiricilik unsuru yoktur. Bu kav-
ramlar yalnızca bölünmeyi ifade eder. Mesela
bugün Türk dünyası diye bilinen ve dünya-nın yer altı ve yerüstü zenginlikleri açısından
büyük önem arz eden bu bölgesinin, Türk
Milliyetçiliği fikriyle birleşmesi gerekmez miydi? Hatta yalnızca Kıbrıslı Türklerle bile
birleşemeyen, aynı düşünemeyen (Annan
Planı‟nı hatırlayalım), kısacası ortak fikir, duygu ve nizamlar oluşturup da tek bir top-
lum haline gelemeyen bir Türk milliyetçiliği,
önümüzde somut bir vakıa olarak durmak-tadır. Mesela Türkiye –Suriye sınırını düşü-
nelim; Bir Türk için tel örgünün bu tarafını
kutsal yapıp diğer tarafını kutsal olmaktan çıkaran nedir? Biz şunu çok iyi biliyoruz ki o
sınırlar, dönemin sömürgeci gücü İngilizler
tarafından masa başında çizilmiştir. Hatta sı-nır, bazı köylerin tam ortasından geçmekte-
dir. O zaman kutsallığın kriteri nedir? Irak
sınırının öbür tarafında katledilen Müslü-
manlara kayıtsız kalmamızın sebebi aradaki
o sınır değil midir? Asırlar boyu bir arada ya-
kürt meselesi için ortaya …
köklüdeğişim aralık 2009 37 Ser-dar
şamış bu ümmetin parçalanmışlığını görmek için daha ne gerekiyor?
Ulusal Devletlerin en bariz özelliklerinden
biri, ulusal bağımsızlığı kutsallaştırmalarıdır. Peki, burada kutsal olan hangi ulusun ba-
ğımsızlığıdır? Kürtlerin o bölgedeki varlıkla-
rı, Türklerin Anadolu‟daki varlıklarından daha eski olmasına rağmen ve oraların Kürt
toprağı olduğu tarihsel bir gerçek iken, bu
mantık ile Kürtlerin kendileri üzerine kuru-
lan bir Türk Devletini tanımalarını nasıl bek-
leyebilirsiniz? Mevcut durum, kendi ulusal
egemenliğini tesis etmek için, bir başkasının ulusal egemenliğini engellemek değil midir?
Onların Kürt olduğu bariz iken ve Türk ol-
maları da mümkün değil iken, onların Türk ulusunun bir parçası olmaları nasıl beklene-
bilir? Ya da neden Türk olmaktan mutlu ol-
sunlar? Bu durumun çelişkileriyle ilgili soru-lar daha da artırılabilir. Ancak buradaki kas-
tımız ne Türkler, ne de Kürtlerdir. Kastımız
yalnızca, ümmete sirayet eden milliyetçilik hastalığının, ümmetin evlatlarını düşürdüğü
duruma dikkat çekmek ve “Milli Birlik ve
Kardeşlik “ projesinin bir aldatmacadan öte olmadığını göstermektir.
Bu meselenin aylardır gündemi meşgul
etmesinin sebebi kesinlikle, yıllardır ezilen ve yok sayılan Kürt halkının haklarını gözetip,
onların sıkıntılarını gidermek değildir. Yapı-
lan bu hamleler yalnızca ABD‟nin, “Genişle-tilmiş Ortadoğu Projesinin” hayata geçiril-
mesiyle ilgili adımların atılmaya başlanma-
sıyla ilgilidir. Bu süreçle birlikte Türkiye‟nin, “içeride ve dışarıda sıfır problem” sloganıyla
hareket ettiğini görmekteyiz. Bu ise ABD‟nin
Ortadoğu‟daki bekasıyla ilgilidir. O‟nun bu bölgedeki varlığı ise bölge üzerinde oluştura-
cağı istikrara bağlıdır. Böylece bölge üzerinde
çıkar gözeten başka güçlerin, istikrarı boza-cak ortamları bulma imkânları ortadan
kalkmış olur. Türkiye Cumhuriyeti Hüküme-
tinin bu husustaki gayretleri bu yüzdendir.
Kürt meselesinin çözümüyle ilgili olarak
kullanılan söylemlerden birisi de, “Demokra-
tik Açılım Projesi” söylemidir. Kapitalist sis-temde ortaya çıkan bütün problemlerin çö-
züm adresi, bu meselede de olduğu gibi de-
mokrasidir. Aklıselim sahibi herkes; bu prob-lemin ortaya çıkış sebebinin kapitalist ideoloji
olduğunu, bu ideolojinin hayat sahasına in-
diğinden beri, insanlığa bozgunculuktan başka bir şey vermediğini açık bir şekilde gö-
rebilir. Sömürgeci kâfirler tarafından Osman-
lı İslam Devletinin yıkılıp, yerine ulus devlet-lerinin kurulması ve Müslümanların hayatla-
rında gayri İslami bir yaşantının egemen ol-
ması bu sorunun sebebidir. Kısacası bu soru-nun sebebi; kapitalist ideoloji ve onun akidesi
olan laiklikten kaynaklanan menfaatçi bakış
açısı ile yine aynı akideden fışkıran ve hayat nizamlarının kaynağını yani insan aklı ürünü
hükümleri ifade eden demokrasidir. Şimdi
aynı ideolojinin başka temsilcileri, bu prob-lemin çözümü olarak problemin ortaya çıkış
sebebini gösteriyorlar. Onlar; özgürlükler,
demokrasi ve insan hakları gibi vakıası ol-
mayan sahte söylemlerle gerçek yüzlerini
gizleyerek ve problemleri güya bu kutsal kri-
terlerle çözdükleri ve ıslah edici oldukları gö-rüntüsünü vererek insanları kandırmaktadır-
lar.
ذإ نحنإن ماقالوإإألرضفيتفسدوإلليمقيلوإ يشعرونل ولكنإلمفسدونىمإن يمأل مصمحون
“Kendilerine: "Yeryüzünde bozguncu-
luk yapmayın" dendiği zaman, „Bizler sa-
dece ıslah edicileriz‟ derler. Bilesin ki onlar
fesatçıların ta kendileridir de, bunun far-
kında değiller.” (el-Bakara 11-12)
İşte kapitalizmin problem çözme yöntemi
budur. Şu an dünyadaki var olan bütün
problemlerin sebebi kendileri olmasına rağ-men, sadece söylemleri değiştirerek ve suni
gündemler oluşturarak, insanların bakışlarını
başka yönlere çekmek suretiyle problemin üstünü örterler. Ancak problem hala ortada-
dır. Onların uyguladıkları kriz politikaları da
yine aynı şekildedir. Sistem çıkmaza girdi-ğinde kasıtlı krizler oluşturarak insanları sı-
kürt meselesi için ortaya …
köklüdeğişim aralık 2009 38 Ser-dar
kıntıya sokarlar ve sonra da insanlara biraz nefes aldırarak, insanların kendilerine ve
ideolojilerine olan güven duygularını tazeler-
ler. Bu şekilde yine problemin üzerini örtmüş olurlar.
Yine Kürt meselesiyle birlikte zikredilen
kardeşlik kavramına gelince; insanlık tarihi boyunca, İslam‟dan başka hiçbir fikir sistemi
insanlar arasında kardeşlik bağı oluşturmayı
başaramamıştır. Bundan sonra da asla başa-
ramayacaktır. Çünkü kardeşlik kavramı İs-
lam‟a has bir kavramdır. Rabbimiz şöyle bu-
yuruyor:
واتقوا المو إنما المؤمنون إخوة فأصمحوا بين أخويكم كم ترحمون لعم “Müminler ancak kardeştirler.
Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin.
Allah‟a karşı gelmekten sakının ki size
merhamet edilsin.” (el-Hucurat 10)
Türk ve Kürt kardeşliğini bu zamana ka-
dar yalnızca İslam tesis edebilmiştir. Aynen
diğer milletleri de tek bir ümmet yapıp, teba-
ası içinde kardeşlik tesis ettiği gibi. Bugünkü
“Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” diye anılan husus ise buram buram sahtelik kokmakta-
dır. Çünkü Kapitalizm gibi vahşi bir ideoloji-
nin kardeşlik tesis etmesi söz konusu bile olamaz. Ruhi yönü olmayan akidesi, ferdi-
yetçi ve menfaate dayalı bakış açısıyla dün-
yayı bir mücadele sahası haline getiren, en
basit menfaatler için bile insanları birbirleriy-le mücadele eder ve birbirlerinin kuyularını
kazar hale getiren, insanları tamahkâr yapıp,
ekmek kavgası ve hayat mücadelesi gibi kav-ramları bu hayatın içerisine sokan, milliyetçi-
lik fikri gibi sürekli çekişme ve hasımlaşma-
ların kaynağı olan bir fikri hayat sahasına pompalayan bir ideolojinin, kardeşlik tesis
etmesini beklemek cahillikten ve saflıktan
başka bir şey değildir.
Sonuç olarak sömürgeci kâfirler, Müslü-
manlar üzerindeki projelerini bütün hızıyla
uygulamaya devam etmektedirler. Müslü-manlar üzerinde görülen bütün sıkıntıların
tek bir çözümü vardır. O da; İslami hayatı
yeniden başlatmak için, Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)‟in metodunu
karışı karışına takip ederek II. Raşidi Hilafet
Devletini kurmaktır. Bu çalışma bizi, Allah (Celle Celâlûhu)‟ın rızasına ulaştıracak tek
çalışmadır. Ki o çalışma ancak Rasul(sav)‟in
Mekke de takip etmiş olduğu yoldur. Müs-lümanları kâfirlerin tasallutundan kurtaracak
ve eski izzetli ve şerefli günlerine döndüre-
cek yegâne çözüm budur.
ذا فميعمل العاممون Çalışanlar, böylesi“ لمثل ى
bir kurtuluş için çalışsınlar.” (Saffat 61)
Kimyager S. Güden gündem [email protected]
köklüdeğişim aralık 2009 39 Ser-dar
Erdoğan‟ın İran Ziyareti
Başbakan Recep Tayip Erdoğan 26-28
Ekim tarihlerinde İran‟a resmi bir ziyarette bulundu. Erdoğan‟a bu ziyaret esnasında Dı-
şişleri ve Enerji Bakanları ile Ekonomiden So-
rumlu Devlet Bakanı, milletvekilleri, çok sa-yıda gazeteci ve işadamının bulunduğu bir
heyet eşlik etti. Bu heyet İran Devrimi‟nden
bu yana Türkiye‟yi temsilen İran‟a giden en kalabalık heyet olma özelliğini taşımaktadır.
Heyet içerisinde bulunan enerji ve ekonomi-
den sorumlu devlet bakanları ziyaretin asıl amacı için bizlere açık bir delil olmaktadır.
Bundan da anlaşılmaktadır ki bu ziyaretin en
büyük amacı ekonomi, özellikle de enerjidir.
Son zamanlarda Türkiye, ABD‟nin kendi-
sine biçtiği „Neo Osmanlı görünümlü Ameri-
kan maşası‟ rolüne iyice soyunmuş, artık tüm dış politikasını bu minvalde sürdürür olmuş-
tur. İşte bu ziyaret de ABD açısından bu role
göre en önemli ziyaretlerden biriydi. Çünkü ABD‟nin Türkiye‟ye verdiği bu rolün en bü-
yük amaçlarından birisi de ABD‟nin açık açık
yapamadıklarını Türkiye eliyle yapmak, gi-remedikleri yerlere de Türkiye‟nin ayağıyla
girmektir. Peki, şu an dünya devleti konu-
mundaki ABD buna neden ihtiyaç duymak-tadır? ABD‟nin böyle bir maşaya ihtiyacı
vardır çünkü tutmak istediği kor ümmettir.
İslam ümmetinde iki dönem üst üste başkan
olan Bush‟un etkisiyle oluşan nefreti, ateşi
ancak Türkiye gibi bir maşayla kontrol edebi-
lirler. İşte bu yüzden ABD‟nin bu bölgede bir maşaya ihtiyacı vardır ki servetlerimizi daha
kolay sömürebilsin.
Bu oyunda Müslümanları rahatça kandı-rabilmek için yumuşak karnımız olan Filistin
öncelikle kullanılmaktadır. Çünkü İslam
ümmetinin en hassas olduğu nokta “İsrail”-Filistin meselesidir. Geçtiğimiz aylarda Er-
doğan‟ın „one minute‟ çıkışı ümmetin liderli-
ğini üstlenmek için Türkiye‟nin yaptığı bir çıkış olarak karşımıza çıkmaktadır. Hatırlar-
sınız bu çıkış sonrasında Halife ve Erdoğan
isimleri bazı ülkelerde pankartlarda yan yana gelmiş ve bu durum bizi şaşırtmıştı. Hatta bu
tepki bizim için yakında kurulacak olan
Raşidi Hilafet Devleti‟nin sonrası için bir müjde niteliğindeydi, çünkü bu tepki ümme-
tin Hilafet‟e olan özlem ve birleşme arzusunu
gözler önüne sermekteydi. Son zamanlarda da Erdoğan‟ın “İsrail‟e” karşı yaptığı (yaptırı-
lan) çıkışlar artmış ve ümmet içerisinde bu
tepkiler puan olarak Erdoğan‟ın hanesine ya-zılmıştır.
İşte dönen bu dolapların hepsi sömürgeci
kapitalistlerin saadet(!) anlayışlarının birer tezahürüdürler. Çünkü onların mutlu olması
yani bu hayattan zevk almalarının yolu kendi
tarifleriyle sonsuz sayıda olan uzvi ihtiyaç ve içgüdülerinin doyurulmasından geçmekte-
dir. Bu anlayışlarıyla hayvandan farkı kal-
mayan kapitalist kâfirler bu hedefe ulaşmak için toplumları katletmekten, aç ve susuz bı-
rakmaktan ve servetlerini yağmalamaktan
hiçbir zaman çekinmemektedirler. Güçlü olanın güçsüzü yediği orman kanunlarıyla
dünyayı vahşi bir ormana çevirdiler. İşte bu
ormanda ümmet ise aç hayvanların başına üşüştüğü bir yem oldu. Aynı Rasul
(SallAllahu Aleyhi ve Sellem)‟in şu hadisinde
buyurduğu gibi:
عمى األكمة تداعى كما أفق كل من األمم عميكم تداعى أن يوشك يومئذ أنتم: قال يومئذ؟ بنا قمة أمن اهلل رسول يا قمنا: قال ،قصعتيا
عدوكم، قموب من الميابة ينتزع السيل، كغثاء تكونون ولكن كثير وكراىية الدنيا حب: قال ؟ الوىن وما قمنا الوىن، قموبكم في ويجعل الموت
“Yiyicilerin (oburların) tabakları üzerine
üşüşmeleri gibi Ümmetlerin (diğer milletlerin)
her taraftan sizin üzerinize üşüşmeleri ya-
kındır.” Dedik ki: “Yâ Rasul Allah! Bu, bizim o
zaman (sayıca) çok az olmamızdan dolayı mıdır?”
Dedi ki: “Siz o zaman çok olursunuz, velâkin
selin köpüğü gibi köpükler olursunuz ki
erdoğan‟ın iran ziyareti …
köklüdeğişim aralık 2009 40 Ser-dar
düşmanlarınızın kalplerinden sizin heybeti-
niz çıkar ve sizin kalplerinize de Vehn girer.”
Dedik ki: “Vehn de nedir?” Dedi ki: “Hayatı
sevmek ve ölümü kerih görmektir.” (Ahmed İbnu
Hanbel rivâyet etti.)
İşte bu hadisi şerifte de belirtildiği üzere
bizler bugün sömürgeci kapitalistlerin kendi zevkleri için sömürdüğü bir ümmet haline
geldik. ABD bu amacına ulaşsın diye başı-
mızdaki kukla yöneticiler adeta yarışmakta-
dırlar. İşte bu son İran ziyareti de bu yarıştan
bir örnekti.
Özellikle son yıl içerisinde hayata geçi-rilmesi hızlandırılan Nabucco projesi
ABD‟nin İslam ümmetini sömürmek için ha-
zırladığı en büyük projelerden birisidir. Bu projeyle ümmetin doğalgazı sömürülecek ve
kâfirlere peşkeş çekilecektir. Bu projenin ha-
yata geçebilmesi için özellikle dünyanın en büyük ikinci doğalgaz rezervine sahip olan
İran‟ın bu projeye katılması ABD için elzem-
dir. İşte bunun içindir ki ABD İran‟la sözde küs konumunu bozmamak için bu konuyu
da bölgedeki maşasına yani Türkiye‟ye dev-
retmiştir. Yazımın başında da belirttiğim üzere bu ziyaretin asıl amacının enerji oldu-
ğu gayet açıktır. Erdoğan bu ziyarette İran‟la
sömürü planı Nabucco için anlaşmış ve ge-rekli imzalar atılmıştır. Allah Subhânehu ve
Teâlâ Yüce Kuran‟ında söyle buyurmaktadır:
إلماكرينخيروإلموإلموويمكرويمكرون
“Onlar tuzak kuruyorlar ve Allah‟ta tu-
zak kuruyor. Hâlbuki tuzak kuranların en
hayırlısı Allah‟tır.‟‟ (el-Enfal 30) Sömürgeci kâ-
firler ümmet üzerinde tuzak kurarken Allah da onlara biz mümin gençlerin eliyle bir tu-
zak kuruyor. İşte bu en hayırlı tuzak ise
Rasulü‟ne vaad edip verdiği İslam Devle-ti‟dir. İşte bugün de bu vaad bizim için geçer-
lidir. Çünkü Rabbim Nur Suresi 55. Ayet-i
kerimesinde şöyle buyurmaktadır.
الحاتوعمموإمنكمآمنوإإل ذينإلم ووعد إألرضفييمليستخمفن إلص ليمإرتضىإل ذيدينيمليموليمكنن قبميممنإل ذينإستخمفكما
لن يم كفرومنشيئابييشركونليعبدوننيأمناخوفيمبعدمنوليبد إلفاسقونمىفأولئكذلكبعد
„‟Allah, sizlerden iman edip salih amel
işleyenleri, kendilerinden öncekileri yeryü-
zünde Halife kıldığı gibi onları da yeryü-
zünde Halife kılacağını, onlar için rıza gös-
terdiği dinlerini (İslam‟ı) yeryüzünde hâkim
kılacağını, (geçirdikleri) bu korkularını gü-
vene çevireceğini vaad etti. Zira onlar yalnız
Bana kulluk ederler ve hiçbir şeyi Bana şirk
koşmazlar. Artık her kim de bundan sonra
inkâr ederse işte onlar fasıkların ta kendile-
ridir.‟‟
İşte bugün bizler bu vaade kulak vermeli,
bütün dünyanın kurtuluşu için yakında ku-
rulacak olan Raşid-i Hilafet Devleti için ça-lışmalıyız. إلعاممونفميعملىذإلمثل “Çalışanlar işte
böylesi bir iş için çalışsınlar” (es-Saffat 61)
Halime Aydın gündem [email protected]
köklüdeğişim aralık 2009 41 Ser-dar
86. Yılında Cumhuriyet
“Cumhuriyet fazilettir, cumhurun egemenli-
ğidir, hürriyettir, karanlığa gömülmüş bir halkın
kurtuluşudur” denir yıllardır. 86 yıldır öve öve bitirilemeyen cumhuriyet, inkılâplarıyla,
ilkeleriyle, ölçüleriyle, kırmızıçizgileriyle be-
raber anlatılmaktadır. Baştan sona cumhuri-yet tarihi ezberlenmekte ve ezberletilmekte-
dir. Bu tarihin hangi üsluplarla yazıldığı, ar-
ka planında kalanlar, oynanan oyunlar ört bas edilerek… Halkın özüyle çelişen inkılâp-
ların nasıl dayatıldığından, kanla uygulanan
kanunlardan, zihinlere vurulan kelepçeler-den, sırtlara yüklenen yüklerden bahsedil-
meden. Oysaki aynadan yansıyanlar ihanet
ve zulümden başkası değildir.
Cumhuriyetin, cumhurun egemenliği olup
olmadığı, cumhuriyet tarihinin ilk dönemle-
rindeki baskıcı sistemlere nazaran, yine de
sınırları çizilen bazı fikirlerin, daha açık tartı-
şıldığı bugünün Türkiye‟sinde de zaman za-
man tartışılan bir konudur. Tabi ki cumhuri-yetin cumhurun egemenliği olduğu, bazen
halk için halka rağmen bazı yaptırımların
geçmişte uygulandığı ifade edilir. Bugün ta-rihi bilgilere ulaşmak, geçmişe nazaran daha
kolay hale gelmiştir. Bu durum bazı gerçekle-
rin saklanamamasına yol açmaktadır. Buna karşın cumhuriyetçilerin her daim kendileri-
ni savunabilecekleri bahaneleri olabilmekte-
dir. Ancak sığ bir bakış açısından sıyrılan biri için, cumhuriyetin cumhurun egemenliği ol-
madığını anlamak zor olmamaktadır. Bunu
kanıtlayabilecek somut vakıalar her geçen gün yinelenmektedir. Egemen olan birileri
vardır elbette. Ancak tarihin hiçbir sayfasın-
da bu egemen güç cumhur olmamıştır. Cum-hurun yerine egemen olanlar kapital sahiple-
ri olmuştur her daim. Eğer egemen olan güç
söylenildiği gibi cumhur olsaydı, ne düşün-celeri mahkûm edilenler olurdu bu ülkede,
ne de sömürülen halkın tarih ilerledikçe şid-
detlenen isyanları…
Tüm bunların gölgesinde cumhuriyetin
86. yılı geçtiğimiz ay kutlanmıştı(!). Aslında
bu milletin haline bakıldığında, insanlık dışı vahşet olayları irdelendiğinde, geçim sıkıntısı
çeken, vergilerle, faizlerle, zamlarla bunalan
toplumun psikolojisi göz önüne alındığında, dumura uğramış maneviyatlar hissedildiğin-
de, kaybedilenler, yitip gidenler hesap edil-
diğinde, kutlanacak değil de yası tutulacak çok şeyin olduğu anlaşılacaktır. Buna rağmen
bu yıl ki kutlamalar, azımsanmayacak derece
de maddi imkânlar kullanılarak kutlanmıştır. Kutlamaları daha ihtişamlı hale getirmek için
çalışılmıştır. Halkın bu kutlamalara olan ilgi-
sinin arttırılması adına. Bu ülkede “Atatürk‟ü
çok seviyoruz çok şükür” şeklinde ki alt yazılar-
la haberler yayınlanıyorsa, muhakkak ki bu
cumhuriyete dair bir soğukluğun oluşmasın-
dan duyulan daimi bir korku olduğu içindir.
Bu yıl ki organizasyonlar içinde en dikkat çe-
ken iki vakıayı paylaşmak istiyorum inşAllah. Bunlardan birincisi; İstanbul valisi
Hilmi Güler‟in, Dolmabahçe de verdiği cum-
huriyet resepsiyonunda pastadan çıkan Ata-türk heykeli idi. Taklit hastalığına tutulmuş
insanların, taklit etmek adına düştükleri du-
rumun bir yansıması olmuştur bu olay. İkin-cisi de; dini ibareler görmeye alıştığımız cami
mahyalarında “cumhuriyet fazilettir” ibaresi-
nin yerleştirilmesi idi. Bu vakıa da dini geri plana atmayı temel edinmiş bir rejimin, ihti-
yaç duyduğunda dini istismar etmesinin bir
ürünüdür şüphesiz. İşte bu karelerle beraber cumhuriyetin 86. yılı Türkiye‟de ve Müslü-
manlar tarafından kutlanmıştır.
Ortada kutlanması gereken bir vakıa olup olmadığını idrak etmek açısından bugünün
Türkiye‟sini siyasi ve ekonomik açıdan irde-
lemekte fayda olacağı muhakkaktır. Türki-ye‟nin bugününü bu açılardan ele alalım
inşAllah;
86. yılında cumhuriyet …
köklüdeğişim aralık 2009 42 Ser-dar
Türkiye siyasi arenada büyük depremler yaşamış, devletin halk ile bütünleşmekten,
uyuşmaktan aciz kaldığı bir ülkedir. Yöne-
tenlerin, iktidar olanların arkasında, gözetle-yiciler olarak uzun yıllar sözde iktidara ege-
men olmuş, gizli yapılanmaların olduğu bir
ülkedir. Diğer İslam beldelerinde olduğu gi-bi… Bu nedenle zaman zaman iktidar olduk-
ları halde muktedir olamadıklarını, bazı ikti-
darlar dile getirmişlerdir. Halk istediği kadar egemen olduğunu söz sahibi olduğu zannet-
sin, halkın egemenliği teoride bile mutlak
olmamıştır. Seçimlerin ardından kazanan partiden geriye, farklı fikirlere sahip bir yığı-
nın olması teorik manada da çoğunluğun ka-
zanamadığını ispatlar niteliktedir. Bunlardan daha önemlisi de Türkiye, dünyayı sömüren
lider devletlerin iştahlarını kabarttığı bir ülke
olmuştur her zaman. Yıllarca milliyetçiliği, laikliği, merkeziyetçiliği, üniter devlet olgu-
sunu ön plana çıkaran ve bu çizgiler etrafın-
da siyaseti yönlendiren İngilizlerin güdümü
altında kalmış Türkiye; şimdilerde daha libe-
ral, daha ılımlı tavırları ile kemalistleri kor-
kutan Amerika‟ya hizmet etme aşkı ile yanıp tutuşan liderlere sahip bir ülkedir. Bu devlet-
lerin sömürmek adına giriştikleri savaşın
Türkiye gibi halkı Müslüman olan ülkeler de ki yansımaları çok feci olmuştur.
Tarihin akışı ile beraber Türkiye, bugün
pek çok değişikliğe şahit olmuştur. ABD‟nin geliştirdiği “Yeni Dünya Düzeni” ve “Büyük
Ortadoğu Projesi“ gibi planlar ekseninde
Türkiye‟ye önemli roller biçildiği artık gizli bir husus değildir. Türkiye‟nin, kâfirin ege-
menliğini pekiştirmesi noktasında vazgeçil-
mez olduğu muhakkaktır. Bu ilişkinin kulla-nan-kullanılan ilişkisi olduğunu anlamak da
zor değildir.
Konjoktürel anlamda değişen bu süreçte değişmeyen bir şey vardır ki o da şudur; Al-
lah Subhanehu‟nun bereketi ile birçok zen-
ginliğe sahip bir ülkenin, ister siyasi sahada
olsun, ister ekonomik anlamda olsun, ister
zihniyet bakımından olsun, başka bir devlete
hibe edilmesidir. Hem de Müslüman yöneti-ciler tarafından… Kâfirlerin kullandığı, zayıf
karakterli bu yöneticiler olmasa idi, manevi-
yattan yoksun, şeytanın dostları olan bu dev-letlerin, Müslümanların bütün zenginlikleri-
ne hâkim oldukları halde, hala Müslüman-
lardan korkan, İslam korkusunun kendile-rinde kâbus haline geldiği bu korkak devlet-
lerin, dünya üzerinde bu kadar hâkimiyet
kuramayacakları muhakkaktır.
Bu bağlamda son zamanlarda Türkiye ve
Ortadoğu‟da sıkça tartışılan “Yeni Osmanlıcı-
lık” kavramı ve bu noktada Türkiye‟den bek-lentileri değerlendirelim inşAllah.
Son yıllarda daha çok gündeme getirilen
bu akıma göre Türkiye‟nin, iktisadi, kültürel, siyasal olarak eski Osmanlı coğrafyasının
parçaları olan yeni ülkelerle tarihsel bir bir-
liktelik söz konusu olduğu için ayrılmaması olarak ifade edilir. Bu konuda “Osmanlı ruhu
içimizde yaşamaya devam ediyor” gibi sözlerin
ortalıkta dolandığını, hatta bu amaçla eserle-rin kaleme alındığını görüyoruz. Örneğin;
Mustafa Armağan “Geri Gel Ey Osmanlı”
isimli kitabında şu ifadelere yer vermiştir;
“Osmanlı‟ya düz anlamda bir geri dönüş
mümkün değil tabii ki. Ancak ben burada Osman-
lı‟nın geri dönüşünden bahsediyorum, bizim ona
dönüşümüzden değil. Faulkner'ın kehaneti çıkı-
yor galiba; geçmiş dalga dalga bizim üzerimize ge-
liyor. Osmanlı ruhunun, vizyonunun, emperya-
lizme karşı şanlı direniş macerasının, Cebelita-
rık'tan Hind yarı kıtasına, Ukrayna içlerinden
Ümit Burnu'na, İzlanda'dan Hazar Denizi kıyı-
larına kadar uzanan otuz tane Türkiye çapında
şaşılası büyüklükte ki bir coğrafyada, 6 yüzyıl
boyunca gerçekleştirilen o muhteşem organizas-
yon ve medeniyet birikiminin bizi yeniden kucak-
lamasından söz ediyorum. 'geri gel ey Osmanlı',
zaten gelmekte olan bir dalgayı haber veriyor sa-
dece. ”
Yeni Osmanlıcılık kavramının, Türkiye'ye
bu proje ekseninde bölgenin lideri, İslam ül-kelerinin başı olmak gibi misyonları yükledi-
86. yılında cumhuriyet …
köklüdeğişim aralık 2009 43 Ser-dar
ğini idrak etmek gerekmektedir. Erdoğan‟ın Davos çıkışı da, bu planın bölümlerinden biri
idi. Öyle ki Ortadoğu‟da Erdoğan‟a karşı
müthiş bir ilgiye vesile olmuştu. Örneğin; Lübnan‟da yayınlanan Dar-ül Hayat gazete-
sinde çıkan bir yazıda "Osmanlı geri gelsin,
Erdoğan‟ı da halife olarak seçelim" tarzında ki isteklere yer verilmiştir. Gazetede çalışan bir
gazeteci ise görüşlerini şu şekilde ifade et-
miştir; “Olayın ardından görüşümü soran Türk
televizyonuna söylediğimi tekrar etmek istiyorum;
bir Arap olarak Erdoğan‟ı selamlıyorum. Osman-
lı Devleti‟nin geri gelmesini ve Erdoğan‟ı halife
seçmeyi çok isterdim Teşekkürler Erdoğan. ”
1992 yılında Refah Partisi milletvekili ola-
rak yaptığı bir konuşmada Abdullah Gül‟de bu akıma yönelik isteklerini şöyle dile getir-
miştir; “Bu açıdan bu ikinci Cumhuriyet, Yeni
Osmanlıcılık kavramlarını ve bu tartışmaların or-
taya gelmesini çok sağlıklı olarak görüyorum ve
geleceğe çok ümitle bakıyorum.”
İbranice bir dergi olan ve “yönler” anla-mına gelen bir dergide de, dış güçlerin, bu
planın temellerini seksenli yıllarda oluştur-
dukları anlaşılmaktadır. 1982 yılına ait bu Siyonist belge de bir “israilli” yazar tarafın-
dan “israil” için bir strateji yazısı yazılmıştır.
Yazıda, Irak‟ın üçe bölünmesi, her bir parça-nın vilayet şeklinde ifade edilmesinden söz
edilmiştir. Basra, Bağdat ve Musul‟un ay-
rılmasından söz edilip, bunun içinde tıpkı “Osmanlı döneminde olduğu gibi” deyimi kul-
lanılmıştır. Küçük etnik ve dini cemaatlerden
oluşan bir Osmanlı şeklinde tarifler yapılmış-tır. Bu Siyonist belge daha sonraları
“ottomanization”, yani “Osmanlılaşma” olarak
ve Osmanlı‟ya dönüş olarak isimlendirilmiş-tir. ABD‟li bir düşünür, ABD, İsrail ve Filistin
başlıklı kitabında şöyle diyor;
“Bu yeni Osmanlı‟nın güçlü bir merkezi ola-
cak. Eskiden İsrail‟di, şimdi de Türkiye merkez
olacak”
İşte Türkiye‟ye ABD gibi, İsrail gibi İslam düşmanı devletler tarafından bu tür roller bi-
çilmiştir. Davos çıkışı, Kürt açılımı, PKK‟nın tasfiyesi, Ermeni açılımı, irtica belgesi gibi
tanık olduğumuz tüm bu hususlar, ileriye
dönük planların uygulanabileceği bir ortam hazırlama çabasının ürünleridir. 86 yıllık bir
tarihte gelinen süreç, bu İslam düşmanı dev-
letlere uşaklık yapmaktan başkası olmamış-tır. Türkiye bu süreçte ne dik duruşlu, Müs-
lümanların maslahatlarını gözeten, haksızlık
etmeyen bir lider yüzü görmüştür, ne de bu liderlerden bir hayır görmüştür.
Türkiye‟nin siyasi durumu budur. O halde
ekonomik anlamda 86 yıllık cumhuriyet tari-hinde ne gibi ilerlemeler olmuştur? Daha
doğrusu ilerleme olmuş mudur? Buna deği-
nelim inşAllah…
TEPAV (Türkiye Ekonomi Politikaları
Araştırma Vakfı), UNICEF ve Dünya Bankası
tarafından ortaklaşa gerçekleştirilen ve 2100 aileye uygulanan Türkiye Refah İzleme Anke-
ti‟ne göre kentlerde yaşayan yoksul ailelerin
krizden oldukça olumsuz etkilendiği açık-lanmıştır. Zaten bu krizden etkilenenler de
yine gariban Müslümanlar olmuştur. Ailele-
rin yaklaşık dörtte üçünün Ekim 2008 ile Ha-ziran 2009 arasında gelirlerinin düştüğü bil-
dirilmiştir. Ailelerin gelirlerinde ki düşüşe
uyum sağlamak için öncelikle, daha ucuz gı-dalara yöneldikleri, aynı zamanda gıda tüke-
timinin miktarında da tasarrufa gittikleri
açıklanmıştır. Bu insanlar bu kadar zengin kaynaklara sahiplerken, daha ucuz gıdaları
tüketmek zorunda bırakılmışlardır. Anketin
gerçekleştirildiği dönemde, katılımcıların üç-te birinin elektrik-gaz-su faturalarını ödeye-
mez duruma düştükleri, %9‟unun en azında
geçici süreyle de olsa faturalarını ödeyeme-diklerinden dolayı bu kaynaklarının kesildiği
belirlenmiştir. Ekonomik durumu kanıtlayan
örneklerdir bunlar. Hükümet ekonominin büyüdüğünü dile getirmeye devam etse de,
varsa eğer bu büyümenin toplum üzerine
yansımaması hiçbir şeyi değiştirmeyecektir.
Ümmetin geçim kaygısına derman olmaya-
caktır. Gelir elde edebileceği kaynakları kâfir-
86. yılında cumhuriyet …
köklüdeğişim aralık 2009 44 Ser-dar
lere satıp, halkın sırtına yüklediği zamlarla, vergilerle gelir elde etmeye çalışan bir anla-
yış, asla ekonomik rahatlamayı yaşatamaya-
caktır bu ümmete. 86 yıldır yaşanan ekono-mik krizlerin, bu anlayış hâkim olduğu süre-
ce önümüzdeki yıllarda da devam etmesi,
yeni krizlerin yaşanması muhtemeldir.
Günümüz Türkiye‟sinin 86 yılını göz
önünde bulundurarak, hangi açıdan irdeler-
sek irdeleyelim sonuç aynı olacaktır; zihniye-
ti ile kültürü ile toprağı ile ekonomisi ile si-
yaseti ile esir olmuş bir Türkiye… Dolayısı ile
bayram ilan edilecek, kutlanacak zerre kadar bir gelişmenin olmadığı açığa çıkmaktadır.
İşte bu yüzden, halkın bu donukluğu idrak
etmemesi, cumhuriyete olan bağlılıklarının sağlamlaştırılması adına olsa gerek, bu yıl ki
cumhuriyet kutlamaları daha ilgi çekici kı-
lınmıştır. Bu konuda ne kadar imkân seferber edilirse edilsin, bu husus insanına zulmeden
bir rejimin uzun bir ömre sahip olamayacağı
gerçeğini değiştirmeyecektir. Allahu Teâ-lâ‟nın uyarılarına sırt çevirerek, hadlerini
aşan insanların sistemleri yeryüzüne çakılıp,
kalamayacaktır. İşte Allahu Teâlâ‟nın kulla-rına yönelik müthiş uyarısı;
ولدهعنوإلديجزيل ومايوإخشوإرب كمإت قوإإلن اسأييايان كمفلحق إلم ووعدإن شيئاوإلدهعنجازىومولودول تغر
ن كمولإلدنياإلحياة إلغروربالم ويغر
“Ey insanlar! Rabbinizden sakının ve
babanın oğluna, oğulun babasına hiçbir
fayda sağlamayacağı o günden de korkun.
Muhakkak ki Allah‟ın vaadi haktır. O halde
dünya hayatı sakın sizi aldatmasın. O çok
aldatıcı şeytan da sakın sizi Allah ile (Al-
lah‟ın affına güvendirerek) aldatmasın.”
(Lokman 33)
أيبتغونإلمؤمنيندونمنأولياءإلكافرينخذونيت إل ذين جميعالموإلعز ةفإن إلعز ةعندىم
“Onlar müminleri bırakıp da kâfirleri
dost edinenlerdir. İzzeti onların yanında mı
arıyorlar? Gerçekten izzet tümüyle Al-
lah‟ındır.” (Nisa 139)
İşte bu uyarılara kulak asmayan yönetici-
lerin, Müslümanlara yönelik hiçbir hayırları dokunmayacaktır. Bu güne kadar da do-
kunmamıştır. Ne Yeni Dünya Düzeni, ne de
Yeni Osmanlıcılık projesinin, kâfir devletlerin hâkimiyetlerinin pekiştirilmesinden başkası-
na faydası olmayacaktır. Erdoğan bu projeler
için iyi bir oyuncudur. Ancak her oyunun
başlangıcı olduğu gibi sonu da vardır. Bu
oyunun sonu da, Osmanlı‟dan dersler çıkara-
rak, Osmanlı‟nın tecrübelerinden yararlana-rak, İslam‟ı hâkim kılmak için var olacak bir
devletin doğuşu ile gelecektir inşAllah. Eğer
Osmanlı‟ya geri dönülmek isteniyorsa, bu dönüş sadece şekli anlamda değil, teşrii an-
lamda da, Osmanlı‟nın İslamı uygulamada ki
hassasiyetleri göz önüne alınarak olmalıdır. Tabidir ki esasi dönüş Osmanlıdan da öte
Rasul(sav)‟in müjdesini verdiği, sahabe efen-
dilerimizin ameli olarak bizlere gösterdikleri Raşidi Hilafet devletidir. Bu şekilde bir dö-
nüş ise, kullanılmaya müsait liderler eliyle
değil, kâfire hizmet etmek için gözlerinin al-tına torbalar inen yöneticiler eliyle değil,
Raşid bir Halife eliyle gerçekleşebilir.
Mak.Müh. B. Karaca gündem [email protected]
köklüdeğişim aralık 2009 45 Ser-dar
Kapitalistlerin “Komünizmin Yıkılışının 20. Yılı Kutlamalarına” Tebrik!
Berlin duvarının bundan 20 yıl önce 9 Ka-
sım 1989‟da yıkılmasının anısına batılı lider-ler muzafferane bir şekilde kutlamalar yapı-
yorlar. Hâlbuki bu aşırı yanıltıcı propaganda
kokan kutlamaları hatalı bir başarı hissine
ihanet etmektedir.
1989‟da Berlin Duvarı‟nın yıkılması sem-
bolik olarak komünizmin sonunun başlangı-cına işaret etmekteydi. Komünizm bir ideolo-
ji ve sistem olarak iflas etti ve halk tarafından
da kesin bir şekilde hayattan uzaklaştırıldı. Bu durum ise kapitalizm, özgürlükler ve de-
mokrasi için bir zafer olarak anılmıştı. Gü-
nümüz batı liderleri eski kanlısı olan komü-nizm gibi çöküşte bir ideoloji olan kapitaliz-
min son kullanma tarihini uzatmak için son
20 yılın gelişmelerini istismar ediyorlar.
Ekonomi yönünden kapitalizmin çatlakla-
rı son birkaç yılda öyle sergilendi ki, batının
finans sisteminin yıkılmaya yüz tutmasına hep beraber şahit olduk. Bu felaket o kadar
büyüktü ki batı devletleri domino taşları gibi
iflas eden bankaları kurtarabilmek için ve ba-tılı ülkelerin başkentlerinin sokaklarında ka-
çınılmaz olan ayaklanmaların önüne geçe-
bilmek için her çareye başvurdular.
İşsizlik onlarca milyona tırmanırken, borç
istilasının her yeri sarması serbest piyasaya
olan güvenin kaybolmasına hatta perişan olmasına kadar vardı. Yakın zamanda BBC
tarafından yapılan bir ankete göre cevapla-
yanların %25‟i kapitalizmin kökten çatladığı-nı düşündüğünü belirtti, Fransa‟da ise bu
oran %40‟ın üzerinde.
Askeri yönden kapitalizm, yabancı ülke-lerle savaşan ve topraklarını işgal eden batı
milletleri sayesinde arzularının gerçek yüzü-
nü gösterdi. Afganistan‟ın 2002‟de batı tara-
fından askeri istilasını Irak‟ın 2003‟te işgali takip etti. 8 yıldır Afganistan‟da çatışmalar
şiddetlenerek devam ederken batılıların cep-
hesi Pakistan sınırlarına kadar uzandı. Ça-
tışmacı ve savaşçı doğal kapitalizm sergilen-
miş oldu. Silah fıçısıyla demokrasi ve özgür-
lük yayan veya hayati enerji kaynaklarına ulaşabilmek için umursamaz bir şekilde sa-
vaş suçları işleyen yönünü de sergilemiş ol-
du.
Siyasi yönden kapitalizmin tüm parlamen-
tolarının anası olan İngiltere‟nin Avam Ka-
marası daha önce hiç olmadığı kadar güven kaybına uğradı. Parlamento üyeleri vatan-
daşlara halkçılık teraneleri okurken, gelirle-
rini arttırmak ve ailelerinin yaşam standartla-rını yükseltebilmek için kendilerini o maka-
ma götüren seçmenleri haksız bir şekilde ih-
mal ederek ödenekleri sömürürken bulundu-lar.
Son olarak kapitalizmin ferdiyetçilik ve
maddeciliğe dayalı olan sosyal yapısı vahşi ve doyumsuz bir toplum üretti. Suç yaşı git-
tikçe düşerken suçlar gittikçe saldırganlaşı-
yor. Dağılan ailelerin çıplak gerçekliği, genç anneler, kayıp babalar, cinsel yolla bulaşan
hastalıklar artık istisnai durumlar olmaktan
çıkıp gitgide standart bir durum haline geldi. Elbette tüm bunlar yanlış işleyen bir toplum-
sal modelin açık birer işaretleridir.
Gerçeği söylemek gerekirse işte bu sebep-lerden dolayı komünizmin yıkılmasının üze-
rinden 20 yıl geçmesini kutlamak için Kapita-
lizmin çok az gerekçesi var.
Hamza Arslan gündem [email protected]
köklüdeğişim aralık 2009 46 Ser-dar
Orta Asya Devletlerinin Siyasetine Dair Bir Değerlendirme
Orta Asya'daki siyasi durumun detayları-
na ve değişkenliklerine girmeden önce şu hu-
susların idrak edilmesi gerekir:
1. 1991 yılında eski Sovyetler Birliği dağı-
lıp cumhuriyetlere parçalanınca Rusya, kendi
böğründe olmalarından dolayı bu cumhuri-
yetler ile sağlam bir bağlantının devam etti-
rilmesinin kaçınılmaz olduğunun farkında
idi… Böylece ilk etapta bunları "Bağımsız
Devletler Topluluğu" (BDT) denilen örgüt al-
tında toplamaya yöneldi. Ancak bu devletle-
rin çoğu bu topluluktan ayrıldı ve üç Baltık
ülkesi gibi bazıları da ilk etapta ona dâhil
olmadı… Ardından "Şanghay", ardından Or-
tak Güvenlik, ardından Kolektif Güvenlik
ardından da Acil Müdahale Gücü örgütüne
yöneldi…
Aynı şekilde Rusya, Sovyetler Birliği dö-
neminde bu cumhuriyetlerde oluşturduğu
sütunlarından da yardım aldı ki bunların en
belirgin olanları şunlardır:
a. Sovyetler Birliği'nin, Rus sakinlerinden
Orta Asya cumhuriyetlerine taşıdığı kişilerin
bu cumhuriyetlerde "birer Rus kolu" olarak
kalmasıyla özellikle buralarda ortaya çıkart-
tığı nüfus değişimi…
b. Bu cumhuriyetlerde konuşlanmış olan
ve hepsini çekmeyip bazısının Orta Asya
cumhuriyetlerinde kalmaya devam ettiği
Rusya'nın nüfuz merkezleri ve ileri karakol-
ları olan Rus üsleri.
c. Bu cumhuriyetlerde özellikle de geniş
alana sahip olması nedeniyle Kazakistan'da
gerçekleştirilen nükleer ve füze deneme saha-
ları.
d. Doğalgaz ve petrol hatları gibi bu dev-
letlerle olan bazı ekonomik bağlantıları.
2. Her ne kadar Sovyetler Birliği'nin da-
ğılması Komünist Partisinde bir nevi çöküntü
oluşturmuş ve onu yönetimden uzaklaştırmış
olsa da Komünist Partisinin eski liderleri Or-
ta Asya cumhuriyetlerinde yöneticiler olarak
kalmaya devam etmişlerdir. Yani bu cumhu-
riyetlerdeki otoritelerin, Sovyetler Birliği'nin
yok olmasından sonra bile İslam ve onun için
çalışanlarla savaşa gelmesi için habis bir
planlama sayesinde Sovyetler Birliği döne-
mindeki yöneticiler yönetimde kalmaya de-
vam ettiler. Bu da İslam'ın bu cumhuriyetler-
de etkin bir şekle yayılmasından, İslam esası
üzerine birleşmelerinden, İslam'la hükmet-
melerinden ve onun yolunda cihat etmele-
rinden duyulan korku nedeniyledir...
Hakeza Orta Asya, Rusya ve Amerika aç-
sından hayati bir çıkar ve stratejik bir bölge
olmasından dolayı aralarındaki çatışma sa-
kinleşir sakinleşmez yeniden hareketlenmek-
tedir. Bu nedenle taraflardan her birinin kul-
landığı etkin güçlere göre nüfuzun ve bölge
yöneticilerinin ajanlık yönlerinin zaman za-
man değişmesi şaşırtıcı değildir:
-Burada eski sütunları olan Rusya'ya ge-
lince: Bu cumhuriyetlerde Rus nesli olarak
isimlendirdiğimiz geçmişte oluşturduğu nü-
fus değişiminin yanı sıra eski üsleri ve eko-
nomik ilişkileri vardır…
-Amerika ise bu ülkelere sunduğu cömert
havucun, yani mali yardımların yanı sıra bu
devletlere Rusya'nın kendilerini korkutacak
büyük bir devlet olmadığını telkin etmekte
ve onları koruyacağını vaat etmektedir…
orta asya devletlerinin …
köklüdeğişim aralık 2009 47 Ser-dar
-Bu, bölgedeki Rusya ile Amerika arasın-
daki sıcak çatışma açısındandır.
-Diğer yöne gelince; yöneticilerin İslam'a
ve İslam için çalışanlara karşı adavetleridir
ve bu da çatışma taraflarının üzerinde ittifak
ettikleri bir husustur.
Artık bu cumhuriyetlerin siyasi vakıasını
arz edebiliriz:
1. Kırgızistan: Bakiyev'in 2005 yılında
Rusya'nın desteğiyle yönetime nasıl geldiği-
ni, ardından 23.07.2009'da yapılan son seçim-
lerde yönetimini nasıl yenilediğini, Ameri-
ka'nın rızası olmadığı halde Rusya'nın ona
açık bir şekilde nasıl destek verdiğini biliyo-
ruz. Zira Bişkek'teki Amerikan Büyükelçisi
şöyle bir beyanatta bulunmuştur: "Birleşik
Devletler, devlet başkanlığı seçimleri ve sonuçları
hususunda birçok gözlemcinin dile getirdiği endi-
şeleri paylaşmaktadır. Oylama sürecinde bazı
olumlu yönler görülürken Birleşik Devletler, ba-
ğımsız gözlemci gurupların ilk gözlemleriyle bir-
likte Kırgızistan Cumhuriyeti'nin seçimlerde
uluslararası yükümlülüklerin büyük bir kısmını
yerine getirmediğini görmektedir." Açıklama-
sında, "Kırgızistan Cumhuriyeti'ne, seçim ka-
nunlarını seçim sürecinin tamamında uluslarara-
sı yükümlülüklere göre kesin olarak uygulaması"
çağrısında bulundu. (AFP / 02,082009) Oysa bu
sırada Rusya, Bakiyev'in seçilmesini tebrik
etmiş ve Rusya Devlet Başkanı Dimitri
Medvedev, 31.07.2009'da Kırgızistan'a bir zi-
yarette bulunarak 02.08.2009'da yeni devlet
başkanlığı görevini resmen üstlenmeden ön-
ce kendisini kutlamak ve desteklediğini ilan
etmek üzere bir araya gelmiştir. Rus Devlet
Başkanının Kırgızistan'a yönelik bu ziyareti-
nin, Kolektif Güvenlik Örgütü'nün Kırgızis-
tan'ın "Çolpon-Ata" şehrindeki konferansı
çerçevesinde gerçekleştiği ilan edilmiştir. Ni-
tekim "Rusya Bugün" internet sayfasında,
01.08.2009'da, "Rusya Devlet Başkanı
Medvedev'in, 01.08.2009 Cumartesi günü
Çolpon-Ata şehrinde Kırgız topraklarında Rus
teşkilatlarının bulunmasını ve bir Rus ek birliği-
nin bu ülkeye konuşlandırılmasını düzenleyen iki-
li yasal sözleşme ilişkileri temelinin geliştirilmesi
ve iyileştirilmesi çerçevesinde bir belge imzaladı-
ğını, ayrıca bu belgenin Rus ve Kırgız askerlerine
ait ortak bir eğitim merkezinin inşa edilmesini de
belirttiği" geçmiştir. Yine söz konusu sitede
şöyle geçmiştir: "İki devlet başkanı, Güney Kır-
gızistan'da 49 yıllığına 25 yıl uzatılabilir Acil
Müdahale Güçlerine bağlı askeri bir üssün inşa
edilmesine ilişkin bir anlaşmanın hazırlanması ve
imzalanması üzerinde anlaştılar." Ve şöyle geç-
miştir: "Bakiyev, gelecek kasım aynın öncesinde
imzalanması gereken bu anlaşmanın ülkedeki Rus
askeri varlığını tamamıyla belirleyeceğine dikkat
çekmiştir."
Bakiyev'in, kapatmakla tehdit etmesinin
ardından Amerikan hava üssü Manas'ın kira-
lama sözleşmesini uzatmayı yenilemesine ge-
lince; onun Rusya'dan uzaklaşıp Amerika'ya
yöneldiğini göstermez. Bilakis bu, Kırgızis-
tan'daki yandaşlarını bir bütün olarak yöne-
time karşı harekete geçirmemesi için Ameri-
ka'yı hoşnut etme adına Rusya'nın izniyle
gerçekleşmiştir. Zira onlar, yönetimin "huzu-
runu" kaçırmaya, dolayısıyla Kırgızistan'da
bulunan bizzat Rusya'nın üslerini etkilemeye
muktedirdiler. Bunun açıklığa kavuşması için
üssün hikayesini baştan zikredeceğiz:
Bakiyev, Amerikan hava üssü Manası ka-
patmaya kalkışmıştır. Zira bu yılın geçen şu-
bat ayında Kırgızistan Devlet Başkanı
Kurbanbek Bakiyev, Moskova'da Manas üs-
sünü kapatacağını açıklamıştır. (Routers /
12.02.2009) Nitekim bunu şu sözüyle daha açık
bir şekilde ifade etmiştir: "Geçen üç yıl boyunca
üssün kirasının arttırılması konusunu ileri gelen
Amerikalı yetkililerle birlikte şahsen ben gündeme
getirdim. Onlara, fiyatların değiştiğini, Kırgızis-
tan'ın mali durumunun zorda olduğunu ve an-
laşma maddelerini yeniden gözden geçirmemiz
orta asya devletlerinin …
köklüdeğişim aralık 2009 48 Ser-dar
gerektiğini ifade ettim." Ve şöyle ekledi: "Sürekli
olarak bize tamam güzel deyip senelerce bunu tek-
rarlayıp duruyorlar. Ancak ne zamana kadar bek-
leyebiliriz. Biz, saygı duyulması gereken egemen
bir devletiz." (Routers / 12.02.2009)
Bundan da hem Kırgızistan'daki rejim so-
rununun para koparmak olduğu hem de
Amerikalılara tevessül ettiği halde üç sene
boyunca Bakiyev'e hiç değer vermedikleri
anlaşılmaktadır. Nitekim Bakiyev'in partisi-
nin hâkimiyeti altındaki Kırgız parlamento-
su, bu üssün Amerikalıların yüzüne kapatıl-
ması kararı almış ve bu karar doğrultusunda
çekip gitmeleri için Amerikalılara 180 gün
süre vermiştir. Bu süre dolmadan önce geçen
temmuz ayının ortalarında ise taraflar ara-
sında bir anlaşmaya varıldığı ilan edilmiştir.
Zira Kırgızistan'ın başkenti Bişkek'teki Ame-
rikan Büyükelçiliğinin, bu anlaşmaya ilişkin
olarak yayınladığı beyanatta şöyle geçmiştir:
"Birleşik Devletler hükümeti ve Kırgızistan Cum-
huriyeti, hava üssü Manas'ın kullanılması sonu-
cuna varılması hakkındaki müzakerelerinin başa-
rıyla sonuçlandığını ilan ederler." (el-Cezira /
15.07.2009) Ayrıca üssün kirasının 17 milyon do-
lardan 150 milyon dolara yükseltildiği ifade
edilmiştir! Gerçekte ise üssün daha önceki as-
li kirası "17 milyon dolar olup 133 milyon do-
larlık yardımlarla birlikte yıllık toplam 150
milyon doları bulmaktaydı." Böylece yeni an-
laşmaya göre "asli kira 60 milyon dolar olup
90 milyon dolarlık yardımlarla birlikte yıllık
toplam 150 milyon dolar olmuştur." Yani kira
meselesinde hiçbir şey değişmemiş sadece
Kırgızistan'a verilen mali ve mali olmayan
yardımlar kelimesi kira olarak belirtilmiştir.
Bu da Kurmanbek'in güya kendisine saygı
duyulmasını ve devletinin saygın bir ege-
menliği olduğunu göstermek isteyen bir dev-
let başkanı olması itibarıyla yüzsuyunu kur-
tarması içindir!! Nitekim New York Times
gazetesi, 24.07.2009'da Bakiyev'in davranışla-
rına ilişkin olarak yukarıda belirttiğimiz hu-
susları şöyle ifade etmiştir: "Kırgızistan ve Bir-
leşik Devletler hükümetlerinin geçenlerde Ameri-
kan hava üssü Manas'ın kullanılmasının uzatıl-
masına dair imzaladıkları anlaşma, üssün kapa-
tılmasına ilişkin önceki kararından cayan Kırgız
hükümetinin yüzsuyunu korumanın bir aracı ol-
maktan öte bir şey değildir." Bunun arkasında
Rusya vardır. Zira yeni anlaşmanın ilan
edilmesi, Amerika Başkanı Obama ile Rusya
Devlet Başkanı Medvedev'in 06-08.07.2009'da
görüşüp Rusya'nın, Amerikan ve NATO ik-
mallerinin Rusya ve müttefiklerinin toprakla-
rından geçişine izin verilmesine muvafakat
etmesinden sonra olmuştur. Rusya, Kırgızis-
tan'daki "Kant" üssünden dolayı kaygı duy-
maktadır. Zira Rusya, Amerika'nın oradaki
üssüne muvafakat etmemesi halinde Ameri-
ka'nın, Kırgızistan'daki çıkarlarını güvence
altına alan Bakiyev rejimini devirme uğraşısı
içerisine girerek karışıklık çıkarmasından ve
renkli devrimler gerçekleştirmesinden kaygı
duymaktadır.
İşte tüm bunlar, Bakiyev'in Rusya yanlısı
olduğunu ve Amerikalıların Manas hava üs-
sünü Afganistan'daki Müslümanlara yönelik
operasyonlarında kullanmalarını sürdürme-
lerine izin vermesinin nedeninin geçmişte se-
lefi Asker Akayev'e yaptıkları gibi kendisini
devirmek üzere harekete geçmemeleri için
Amerikalıları hoşnut etmekten öte bir şey
olmadığını göstermektedir. Bu da Amerika'-
nın Bakiyev‟i önce huzursuz edip ardından
da devirmeye çalışmasından duyduğu kay-
gıdan dolayı Kırgızistan'daki varlığını ve nü-
fuzunu korumak amacıyla Rusya'nın muva-
fakatiyle olmuştur.
Rusya ile Amerika arasındaki bu çatışma-
nın nedenine gelince; Kırgızistan'ın Orta As-
ya'daki önemli stratejik konumundan dola-
yıdır. Zira Kırgızistan'ın 858 km uzunluğun-
da Çin'le sınırı vardır. Dolayısıyla Amerika,
Kırgızistan'ı eline geçirdiğinde Çin sınırına
orta asya devletlerinin …
köklüdeğişim aralık 2009 49 Ser-dar
konuşlanmış olacaktır. Dolayısıyla da Çin'e
ve bölgenin tamamına karşı çalışması bakı-
mından Amerika açısından Kırgızistan son
derece büyük öneme sahiptir. Nitekim kalıcı
olarak 1000'den fazla Amerikan askerinin bu-
lunduğu Manas'taki üssü, 2001 yılından bu-
güne kadar Afganistan'daki Müslümanlara
karşı savaşında bir ana merkezdir ve Manas
üssünde ne olup bittiği hususunda Kırgız
hükümeti hiçbir şey bilmemektedir. Çünkü
anlaşma, Kırgız denetçilerinin veya gözlemci-
lerinin veya bunların dışında başka bir kim-
senin üsse girmemesini ve üsse girip çıkan
Amerikan kargolarından hiç birini denetlen-
memesini belirtmektedir. Manas üssü, Kırgız
gözetimden tamamen uzak olup dolayısıyla
Rus gözetiminden de uzaktır. Nitekim "Rus-
ya Bugün" internet sayfası, Medvedev'in Kır-
gızistan ziyaretini ve Bakiyev ile imzaladığı
askeri anlaşmalar konusunu aktarırken
31.07.2009'da şunları ifade etmiştir: "Kırgızis-
tan, Orta Asya bölgesinde önemli ve ayrıcalıklı
bir stratejik konuma sahiptir ve uzun yıllar Batı
devletleri ile Rusya'nın çıkarlarının kesişme nok-
tası ile karakterize olmuştur." Yani orada başta
Amerika olmak üzere Rusya ile Batılı devlet-
ler arasında bu stratejik nokta üzerinde bir
çatışma vardır. Nitekim geçenlerde Ameri-
kan Merkezi Kuvvetler Komutanı General
David Petraus, biri Kırgızistan ve diğer ikisi
Türkmenistan ve Özbekistan olmak üzere üç
Orta Asya devletini ziyaret etmiştir. Rus
"Novasti" haber ajansı, 20.08.2009'da bazı
gözlemcilerin, "Bu ziyareti, yani General
Petraus'un ziyaretini başarılı bir ziyaret şeklinde
tanımladıklarını ifade etmiştir. Zira bu üç başken-
tin yetkilileri, Birleşik Devletler temsilcilerine
Washington ile işbirliğini geliştirmek istediklerini
teyit etmişlerdir." Dolayısıyla bu ziyaret, ken-
dilerini kazanmak ve buralarda Amerikan
varlığını güçlendirmek girişimi çerçevesinde
Kırgızistan da dahil bu ülkelerdeki ciddi
Amerikan etkinliğinin bir parçasıdır. Her ne
kadar Kırgızistan Devlet Başkanı Bakiyev,
Amerikan Generali ile görüşmemiş olsa da
nihayetinde Kırgızistan Dışişleri Bakanı ile
görüşmüştür. Bakiyev, hala Amerika'nın
kendisinden hoşnut olmadığının ve seçilmesi
hususunda şüphe duyduğunun farkında olsa
da içerde ve dışarıdaki yandaşlarının gücü
nedeniyle Amerika'dan kaygı duymakta olup
dolayısıyla onu hoşnut etmeyi istemektedir.
Bu nedenle Manas üssü konusunda Amerika
ile anlaştı ve güya kendi saygınlığı ile ülkesi-
nin egemenliğini koruyacak olan para husu-
suna ilişkin düzenlemesindeki üçkağıtçılığı
dışında şartlar değişmeksizin onu kullanma-
sına izin verdi!
2- Özbekistan: "Dönek" tabirinin en fazla
yakıştığı kişi, Özbekistan Devlet Başkanı
"Kerimov'dur." Zira Sovyetler Birliği'nin da-
ğılmasının ardından "Kerimov'un" yavaş ya-
vaş Rusya'dan uzaklaştığı açık bir şekilde or-
taya çıkmıştır. Zira Rusya, eski Sovyetler Bir-
liği Cumhuriyetlerinin veya bazısının bağlılı-
ğını korumak için 1992 senesinde Ortak Gü-
venlik Örgütü'nü oluşturmuş ve ardından
2002 yılında bunun ismini Kuzey Atlantik
Antlaşması modelinde Kolektif Güvenlik
Antlaşmasına çevirmiştir… Bu örgütler kar-
şısında dönek bir karaktere sahip olan
Kerimov, Kolektif Güvenlik Antlaşmasından
çıkar çıkmaz çökmüş olan Sovyetler Birliği
Bloğundan Gürcistan, Ukrayna ve Moldova
gibi Rusya karşıtı ülkelerden oluşan "GUAM"
örgütüne katılmıştır. Ancak Amerika ile Batı-
lı devletlerin, Andican ve başka yerlerdeki
vahşi katliamlarında yanında yer alan Rusya
ve müttefiklerinin desteğiyle 2005 Mayıs
ayında işlediği Andican katliamları için bir
soruşturma ekibinin gönderilmesini talep
etmesiyle Kerimov apar topar terk ettiği Ko-
lektif Güvenlik Antlaşmasına dönmüştür…
Şimdilerde ise Amerika'nın, kendi çıkarıy-
la ilişkili olan bu katliam ile insan hakları ko-
orta asya devletlerinin …
köklüdeğişim aralık 2009 50 Ser-dar
nusunu kapatması, onunla bağlantı kurmaya
başlaması ve onu kendi yanına çekmeye ça-
lışmasıyla birden bire dönerek Rusya ile olan
faaliyetlerini dondurduğunu, Amerikalılarla
sıkı fıkı olmaya ve onlarla birlikte çalışmaya
hazır olduğunu açığa vurdu. Bunun da öte-
sinde Rusya, Kolektif Güvenlik Antlaşması-
nın kendi güvenlik ihtiyaçlarını, egemenlik
ile nüfuza yönelik açgözlülüğünü giderme-
diğini görür görmez, Acil Müdahale Gücü,
yani bölgede Rusya'nın nüfuzuna yönelik
herhangi bir tehdide karşı Acil Müdahale
Gücü denilen örgüte yönelmiştir. Bunun üze-
rine Özbekistan, bunun karşısında durarak
"Acil Müdahale Güçlerinin" kurulması ve
bunun Rusya, Beyaz Rusya, Kazakistan, Kır-
gızistan, Tacikistan, Ermenistan ve Özbekis-
tan gibi ülkelerden her birini içine alan Ko-
lektif Güvenlik Örgütünün bölgesine konuş-
landırılması anlaşmasını imzalamamıştır. Bu
devletlerin liderleri ise 04.02.2009 tarihinde,
Acil Müdahale Gücünün diğer bir tabirle Acil
Yayılım Gücünün kurulmasına karar vermiş-
ler ve Özbekistan imzalamayı reddettiği hal-
de bu anlaşmayı 14.06.2009 tarihinde Mosko-
va'da imzalamışlardır. Kerimov bu reddedi-
şini şu sözleriyle gerekçelendirmiştir: "Bu ant-
laşma, ortak güçler için ortaya koyulan misyonu
belirlememektedir." Oysa antlaşmanın şunu
ifade etmesini önerirdim: "Ortak güçler, sadece
dış düşmanları püskürtmek için ortaya çıkmıştır
ve ortak güçlerden olan her bir devletin birimi bu
devletin kendi topraklarında konuşlanacaktır."
(Novasti / 26.08.2009) Bu da Kerimov'un, bu gücün
Rusya'nın elinde olacağını, Rus güçlerinin
Özbekistan'ın da dahil olduğu mezkur Ko-
lektif Güvenlik Devletleri içerisinde konuşla-
nacağını ve bu örgüte üye olan ülkelere her-
hangi bir durumda müdahale imkanı verece-
ğini fark ettiğini göstermektedir. Çünkü bu
gücün görevleri belirlenmemiştir. Dolayısıyla
Kerimov, bu devletlere karşı bir dış saldırı
olduğunda onun görevlerinin sadece bu dev-
letlerle sınırlandırılmasını ve ortak olan dev-
letin güçleri dışındaki güçlerin tek bir devle-
tin topraklarına konuşlandırılmamasını talep
etmiştir. Yani Özbekistan topraklarına Rus
kuvvetlerinin girmesini ve Özbekistan ile
bölge içerisindeki Rusya'nın nüfuzuna yöne-
lik bir tehdide karşı herhangi bir karşılık
vermesini reddetmektedir.
Görüldüğü üzere Özbekistan, şu anda bu
anlaşmaya muvafakat etmesinin ötesinde
topraklarında Rusların ikinci bir üs inşa et-
mesine izin veren Kırgızistan'ın tersi bir ko-
numdadır. Özbekistan, geçen 26 ağustos
ayından beri Kolektif Güvenlik Örgütü böl-
gesinde yapılmakta olup önümüzdeki ekim
ayının 15'ine kadar devam edecek olan şu
andaki tatbikatlara da katılmamıştır. Dolayı-
sıyla Özbekistan'ın bu hareketi, bu örgüte
olan üyeliğini bir nevi yarı dondurmuş olsa
bunu resmen ilan etmemiştir. Bunun da öte-
sinde Özbekistan, varlığını tehdit etmesinden
dolayı Rusya'nın Kırgızistan'da ikinci bir üs
inşa etmesine de karşı çıkmıştır. Zira bu üs,
Özbek sınırları yakınında olan Fergana Vadi-
si bölgesine inşa edilecektir. Nitekim Novasti
Haber Ajansı, 05.08.2009'da Özbekistan Dışiş-
leri Bakanlığına bağlı "Jahon" haber ajansının
03.08.2009'da yayınladığı açıklamada geçtiği
üzere Özbekistan'ın, Güney Kırgızistan Kant-
'taki Rus üssüne ek olarak başka bir Rus as-
keri üssünün konuşlandırılmasına ilişkin
planın uygulanmasının zaruri veya faydalı
olmadığını düşündüğünü ve yeni bir üssün
konuşlandırılmasının bölgede istikrarsızlığa
yol açacağını belirttiğini aktarmıştır. Ayrıca
Özbekistan Dışişleri Bakanlığının bu açıkla-
masında şöyle geçmiştir: "Üç Orta Asya ülke-
sinin sınırlarının iç içe girdiği kompleksli bir böl-
gede bu tür planların uygulanması bölgenin aske-
rileşmesinin hızlanmasına sevk edebilir, farklı
milliyetçi çatışma şekillerini tutuşturabilir ve aşı-
rı radikal güçleri tahrik edebilir." (Novasti /
03.09.2009) Dolayısıyla tüm bunlar, Özbekis-
orta asya devletlerinin …
köklüdeğişim aralık 2009 51 Ser-dar
tan'daki Kerimov rejiminin son zamanlarda
Rusya'dan uzaklaşmaya ve açık bir şekilde
Amerika'ya yakınlaşmaya başladığını gös-
termektedir. Buna dair göstergelerin bazıları
şunlardır:
-Özbekistan Devlet Başkanı Kerimov,
18.08.2009'da başkent Taşkent'te General
David Petraus ile yaptığı görüşmede şöyle
demiştir: "Özbekistan, karşılıklı saygı ve eşit or-
taklık ilkeleri esasına binaen Birleşik Devletler ile
olan mevcut işbirliğini genişletmeye hazırdır."
(Rus Novasti haber ajansı/18.08.2009) General Petraus
ise buna karşılık olarak şöyle demiştir: "Özbe-
kistan'ın Afganistan'daki istikrarı ve bölge gü-
venliğini desteklemeye yönelik gösterdiği çabaları
takdir ediyorum." (Aynı kaynak) Bu da
Kerimov'un Amerikalıları yeniden dost
edinmeye ve onlarla ilişki kurmaya istekli
olduğunu göstermektir. Nitekim Amerika,
Andican katliamını araştırmaları için Batılı
denetçilerin devreye girmesini talep etmiş
bunun üzerine Kerimov ile Amerika arasın-
daki geçmiş ilişkilerin arasına kara kedi gir-
miş, ardından Amerika ona karşı yaptırımlar
uygulamış, ardından da doğal dayanağı olan
Rusya'ya dönerek Amerika'ya sırt çevirmişti.
Bunun üzerine Amerika'nın Andican olayla-
rını görmezlikten gelmesiyle tekrar Ameri-
ka'ya dönmüştür. Nitekim Amerika, son ola-
rak Özbekistan'daki Kerimov rejimine karşı
uyguladığı yaptırımları kaldırmıştır.
-Özbekistan ile Rusya arasındaki gerilim
halini gören Amerika Birleşik Devletleri, fır-
satı kaçırmayıp Özbekistan ile ilişkilerini ge-
liştirmek üzere harekete geçti ve NATO'nun
yüklerini Özbekistan üzerinden Afganistan'a
taşımak için Özbekistan ile bir anlaşma imza-
ladı. (Ulusal Stratejik Araştırma Kurumu/04.04.2009) An-
cak Özbek-Amerikan yönetimleri arasındaki
ilişkiler bunun ötesine geçerek Amerikan yö-
netimi, 18. bağımsızlık yılı münasebetiyle bir
kutlama mesajı gönderdi ve ardından da
Kerimov, Özbekistan'daki Amerikan Büyü-
kelçisi "Richard Norrland'ın" ziyaretini kabul
etti. Bundan önce de Cumhurbaşkanı
Kerimov, 18 ağustosta ABD Merkez Kuvvet-
ler Komutanı General David Howell
Petraus'u kabul etmiş, iki ülke arasında aske-
ri eğitim programları ve staj eğitimi değişi-
mini içeren bir işbirliği anlaşması imzalan-
mıştır.
Kerimov, bu yönüyle dönek bir karaktere
sahip olup mevcut vakıası Rusya'dan uzakla-
şarak Amerika'ya yakınlaşmaktadır.
Devam edecek…
Ahmet Sivren gündem [email protected]
köklüdeğişim aralık 2009 52 Ser-dar
Mandacı Zihniyet; „Kurban‟a Savaş Açarken, „Deri‟sine El Koyuyor!
Yeni bir Kurban Bayramı‟nın arefesinde bu ümmet… Yine yeni çilelerin koşuşturmaların, saklanışların, heyecanlı bir yarışın arefesindeyiz… “Çile” diyorum çünkü her türlü servetimize, birikimimize, kültürümüze kısacası bizim olan/İslâmî olan her şeyimize olduğu gibi ibadetlerimize de musallat olan sömürgeci zihniyet ile karşı karşıyayız. Onla-rın, bizim temiz ibadetlerimizden bertaraf edilmesi mücadelesiyle başbaşayız.
Dediğim gibi Kurban Bayramı geliyor ama
bu bayram beraberinde önceki bayramlarda
yaşandığı gibi bir kovalamacayı da berabe-
rinde getiriyor: Kurbanlarımızın derilerini cebe-
rut sistemin kolluk kuvvetlerinden kaçırma
kovalamacası…
منكمكذلكلنينالإلم ولحومياولدماؤىاولكنينالوإلت قوىرىالكملتكبروإإلم وعمىماىدإكموبشرإلمحسنين سخ
“Onların etleri ve kanları Allah'a ulaş-
maz. Fakat sizin takvânız O'na ulaşır. Allâh
onları size böyle boyun eğdirdi ki, sizi doğ-
ru yola ilettiği için O'nun büyüklüğünü
anasınız. (Ey Muhammed), güzel davranan-
ları müjdele.” (Hac 37)
Ne kanı ne eti ve ne de derisinin Rabbimi-
ze ulaşmayacağını bilerek kestiğimiz… Sırf O
Subhanehû Ve Teâla emrettiği için kestiği-
miz… Rabbimizin rızasını kazanmak amacıy-
la ittika ile kestiğimiz… Evet, yalnız bu niyet-
lerle kestiğimiz, bir ibadet gereği Allah‟ın
adını anarak kurban ettiğimiz kurbanlarımı-
zın derilerini, laik devletin, laik bir kurumu-
nun elimizden zorla almaya çalışması çok ga-
riptir aslında… Bu her ne kadar garipse, biz-
lerin birçok meselede olduğu gibi bu mesele-
de de sessiz kalışımız o kadar gariptir, aslın-
da.
Sistemi sorgulama sorumluluğunu yitir-
miş, her olayda olduğu gibi bu meselede de
doğru noktaya vuramamış bir Müslümanlar
topluluğu olarak yaptığımız/yapabildiğimiz
sadece yakınmak ve kendi aramızda şikayetçi
olmak mıdır? Ya da İslâm‟ı sürekli sanık san-
dalyesinde oturtan bu laik zevat karşısında
daima savunma yapmak mıdır, bir kaçış/çıkış
yolu aramak mıdır? Eminim ki, bu bayramda
da o bildik manzara bizleri karşılayacaktır:
Ufak birkaç meta karşılığında Müslümanla-
rın şaşkın evlatları ya da malum kuruluşun
elemanları tarafından, arabalara asılan THK
amblemli afişler, dövizlerle sokak sokak kur-
ban derisi avına çıkmış bu güruhtan; köşe
bucak kurban derilerini saklayan, -deri para-
larını asla ve kat‟a şampanyalı masalarda
meze etmeyeceklerini bildikleri- kendi anla-
yışlarına yakın gördükleri şahıs, cemaat ve
vakıflara verme çabası içindeki Müslümanla-
rın, haklı endişelerinin sergilendiği bir man-
zara…
Bu yaşananlar, bayramımızı fesada bula-
mak isteyen laik zevatın borazancılığını ya-
pan -gözde(!)- âlimlerin, -sözde- fetvalarıyla
da desteklenerek iç edilen bu deriler ve hatta
etler, samimi niyetle kurbanlarını kesen Müs-
lümanlarından alınmış bir ödün, onlardan
sömürülmüş bir kerte olarak İslâm aleyhinde
mücadele verenlerin hanelerine bir artı ola-
caktır. Müslümanlar ise yine kendi iç dünya-
larında ellerini ovuşturarak bir çıkmazı yavaş
yavaş, lokma lokma yudumlayacaklardır.
Skorboardına, küfür lehine bir sayı daha ek-
lenecektir, hak-batıl mücadelesinin…
mandacı zihniyet …
köklüdeğişim aralık 2009 53 Ser-dar
Sayın Hayreddin Karaman da bu mesele-
ye anlam verememiş olacak ki aşağıdaki açık-
lamayı yapma gereği hissetmiş;
“Gariplikler ve çelişkilerle doldurulmuş güzel
ülkemizde her kurban bayramı arefesinde bir çe-
kişme ve tartışma yaşanır: Tartışmanın konusu,
kurban derilerini ve etlerini toplayacak şahıs ve
kurumlardır. Laik olduğu anayasasında yazılı bu-
lunan bu ülkenin devleti bir kanun çıkarmıştır.
Kanun, kurban et ve derilerini toplama hakkını ve
imkânını, kısmen veya tamamen kamu hizmeti
gören kurum ve kuruluşlara vermiştir. Arkadan
bir de yönetmelik çıkarılmış, burada toplama hak-
kı yalnızca Türk Hava Kurumu‟na verilmiştir.
Laik devletin zekât, fitre ve kurban eti ve derisinin
toplanması ile ilgili kanun çıkarması -kanaatimize
göre- anayasaya aykırıdır. Anayasaya aykırı bu-
lunan bir kanuna aykırı yönetmelik çıkarması ise
aykırıdan daha aykırıdır. Ama gelin görün ki,
anayasaların üzerinde hakim babayasalar bulun-
duğu için her yıl bu kaos yaşanır, Müslümanlar
eza ve cefa görür, sıkıntılara düşer, baskılara ma-
ruz kalırlar. Bütün büyük başlar, kanunşinaslar
bu düzenlemenin haksız olduğunu beyan ettikleri
halde kaldırmaya ve düzeltmeye teşebbüs etmez-
ler.”
“Kurban eti ve derisine gelince, bunların, ke-
sen tarafından yenmeyeni ve kullanılmayanı
tasadduk edilecektir. Sadaka da bir ibadettir, Allah
rızası için uygun yere verilen nesnedir. T.H.K.
sadaka verilecek bir yer de değildir. Etin de, deri-
nin de tasadduk edileceği yerler, yoksullar ile din
hizmeti verenler, bu hizmete katkıda bulunanlar-
dır.
İlgililer mevcut uygulamayı savunurken ku-
rumun toplama hakkına sahip bulunduğunu, an-
cak topladıklarını tek başına sarf etmediğini, diğer
bazı kurum ve kuruluşlarla paylaştığını ileri
sürmektedirler. Bize göre adı geçen kurumun -
sadaka vermeye uygun bulunmadığı için- et ve
deri toplaması da uygun değildir. En doğru olanı
verme ve toplamanın tamamen serbest, Müslü-
manların vicdanlarına bırakılmasıdır. Eğer bu
yapılmayacaksa toplama hakkının Diyanet‟e ve-
rilmesi, Diyanet‟in de mahalli teşkilat aracılığı ile
toplanan sadakayı ilgili yerlere adalet dairesinde
tevzi eylemesidir. Her halükârda dileyenin eti ve
deriyi istediği kimseye ve yere vermesinin serbest
olması hukuk devletinin, din ve vicdan hürriyeti-
nin vazgeçilmez bir gereğidir.”
http://www.gazeten.com/thkya-zekat-fitre-vermenin-caiz-
olmayisi.html
Sayın Karaman‟ın -kendi kanaatince-
Anayasa‟ya aykırılık olarak değerlendirdiği
bu olay hakkında unuttuğu bir şey var ki,
Kapitalist ideoloji menfaati üzere düşünür.
Menfaat gördüğü her şeyi kitabına uydur-
mada üstüne yoktur. Bu nedenle bu mesele
bizim tarafımızca gayet vazıh bir meseledir
ve sistem(rejim) müthiş bir rant gördüğü için
buraya elini atmıştır. Bu tespitimiz tabi şuna
göre daha insaflı bir tespit: ibadetlerimize pis
ellerini bulaştırmak, Müslümanların huşu içinde
ibadet etmelerinin önüne geçmek ve her vesileyle
onların İslâmlıklarını burunlarından fitil fitil ge-
tirmek…
Gazeteci Nazlı Ilıcak ise her zaman olduğu
gibi olaya ferdin hürriyetleri bağlamından
yaklaşmış ve kurban meselesini de bu pence-
reden incelemiş, sorgulamış. İşte Ilıcak‟ın,
25.01.2005 tarihli Tercüman Gazetesi‟nde ya-
yımlanan Dindara Baskı ve Kurban Derisi Tar-
tışması başlıklı yazısındaki çıkarımı:
“Türkiye'de laiklik, barış ve özgürlük şemsiye-
si olmaktan ziyade, farklı anlayışlar yüzünden,
sürekli bir tartışma zemini yaratmıştır.
Son olarak kurban bayramında, kurban deri-
si çekişmesi ile aynı şeyi yaşadık. Türk Hava Ku-
rumu yetkilileri halkın Kur'an kursuna bağışladı-
ğı derilere el koydu. Hâlbuki bu davranış mülkiyet
hakkının zedelenmesinden başka bir şey değil. Üs-
telik mevzuata da aykırı…
mandacı zihniyet …
köklüdeğişim aralık 2009 54 Ser-dar
2860 sayılı Yardım Toplama Kanunu'nun
21, 22, 23 ve 29'uncu maddeleri, 29/5/1986 tari-
hinde yürürlükten kaldırıldı.
Yürürlükten kaldırılan maddelere bakıldığın-
da, Meclis iradesinin, kurban derilerinin Türk
Hava Kurumu'na verilmemesi, şeklinde tecelli
ettiği görülüyor.
İşte, 29/5/1986'da yürürlükten kaldırılan hü-
kümler:
Madde 21: "Kurban derisi, bağırsak, fitre ve
zekât dağıtmak suretiyle yardım toplama yetki-
si, Türk Hava Kurumu'na aittir." Madde 22:
"Türk Hava Kurumu'nca toplanan kurban deri-
si, bağırsak ile fitre ve zekât zarflarından sağla-
nan gelirin % 55'i Türk Hava Kurumu'na, %
20'si Kızılay Derneği'ne, % 20'si Sosyal Hizmet-
ler ve Çocuk Esirgeme Kurumu'na ve % 5'i Di-
yanet Vakfı'na dağıtılır." Madde 23: "Kurban
derisi toplama işinde çalışanlara yapılacak öde-
me ve giderlerle gelirlerin paylaşımı yönetmelikle
gösterilir." Madde 29: "Türk Hava Kurumu dı-
şında kurban derisi ve bağırsak toplayanlar, üç
aydan altı aya kadar cezaya çarptırılır."
Yukarıdaki maddeler 29/5/1986 tarih ilga”
edildi. Böylece kurban derisi toplama imtiyazı
Türk Hava Kurumu'ndan alındı.
Peki, şu anda neden sadece Türk Hava Kuru-
mu'nun yetkili olduğu belirtiliyor?
İçişleri Bakanlığı, 27.12.1999 tarihli Resmi
Gazete'de yayınladığı yönetmelik değişikliği ile,
2860 sayılı Yardım Toplama Kanunu'nun kur-
ban ile ilgili yürürlükten kaldırılan hükümlerini,
yeniden geçerli kıldı.”
“… Kanunun 21, 22, 23ve 29'uncu maddeleri,
kurban derisini toplama imtiyazının Türk Hava
Kurumu'ndan alınmasını sağlamak için kaldırıl-
mıştı. Anayasa'nın 13'üncü maddesi, "temel
hak ve hürriyetler, özüne, dokunulmaksızın
sadece kanunla sınırlanabilir" demekte.
35'inci madde mülkiyet hakkını teminat altına
almakta. 38'inci madde ise, "İdarenin, kişi hür-
riyetinin kısıtlanması sonucunu doğuran bir
müeyyide uygulayamayacağını" belirtmekte.
İçişleri Bakanlığı'nın yönetmeliğiyle fertlerin
kurban derileri üzerindeki mülkiyet hakları nasıl
sınırlanabilir?
Bir de başörtülü kızların hâlâ üniversitelere
alınmadığını hatırlatalım.
Bu durumda, Türkiye'de, dindarlar üzerinde
baskı yok diyebilir miyiz?” http://liberal-dt.org.tr
Hem Karaman‟ın hem Ilıcak‟ın ve diğer
bazı şahıs ve sivil toplum kuruluşlarının ge-
nelde üzerinde durdukları konu, bu tip me-
selelerin özgürlükler bağlamında değerlendi-
rilmesi olmuştur. Hak/İslâmî olan bir amel,
bir fikir, bir hal genellikle batıl olan özgürlük-
ler fikri etrafında savunula gelmiştir. Oysaki
mesele bir özgürlük meselesi değildir; mesele,
Müslüman‟ın ibadetlerini yalnız Allah için
yapma meselesidir; İslâmî fikirlerini sahip-
lenme, taşıma ve savunma meselesidir. Müs-
lüman bu ve benzeri olaylara özgürlükler
çerçevesinden bakamaz, ricacı olamaz.
Olayın bir diğer boyutu da, Müslümanla-
rın ibadetleri üzerinden bir takım anlayışla-
rın prim yapmaya çalışması meselesidir. Laik
sistemin bazı kurumlarının İngilizci anlayışın
işgali altında olmasına tahammül edemeyen
Amerikancı zihniyet temsilcilerinin, hiç üzer-
lerine vazife olmadığı halde Müslümanların
ibadetlerini rahatlıkla yapabilme mücadelele-
rini sahiplenmeleri, onların arasında en ön
saflarda yer almaya çalışmaları sanılmasın ki,
onların insanî erdem adına (temiz niyet mensupla-
rını istisna ederim) bunu yaptıklarıdır. Onların
gayeleri zihin dünyalarının efendisi olan
Amerika‟yı memnun etmek ve onun siyaseti-
ni kurumlarda inşa etmektir.
Bugün Müslümanların üzerine düşen gö-
rev, kendi inançlarına, ibadetlerine, giyim-
kuşamlarına, Rableri uğruna boğazladıkları
mandacı zihniyet …
köklüdeğişim aralık 2009 55 Ser-dar
kurbanlarının etlerine, derilerine uzanan sö-
mürücü zihniyet karşısında durmaktır. Bu
meseleyi, ne özgürlükler fikri çerçevesinde
değerlendirmelidirler ne de yapılan zulme
boyun eğip, rıza göstermelidirler. Tüm İslâmî
fikir ve amelleri Allah‟ın bir emri olarak te-
lakki edip bu minval üzere yaşamlarını inşa
etmelidirler…
Bu karşı duruşu dillendirirken, inşa eder-
ken batılın bir yüzünden öbür yüzüne koş-
mamalı; İngilizci despotizmden, Amerikancı
liberalizmin ağına düşmemelidirler. İşte bu
yolda takip edeceği metodu yalnız ve yalnız
Allah‟tan ve Rasulü‟nden almalıdır ey Müs-
lümanlar. Kur‟an ve Sünnetin aydınlığında
benimsediği değişmez bir metot ile çözüle-
meyecek bir sorunun, aşılamayacak bir enge-
lin olmadığı idrak edilebilmeli bu ümmet ta-
rafından. Yeter ki gevşemeden, ye‟se düşme-
den, bile-isteye bu metot üzerinde yürün-
sün…
Aslında sözün özü şudur:
Laik sistemin kurumları ve Amerikancı
özgürlükçü fikirler arasında adeta pinpon
topu misali bir o yana bir bu yana savrulan
bu mazlum ümmet, artık özlemle beklediği
devletine kavuşturacak yolda emin adımlarla
yürümelidir; önce kendini, akidesini, ibadet-
lerini sonra ailesini, Müslümanları ve hatta
tüm insanlığı kurtaracak o aziz devletine
koşmalıdır.
Artık bir son vermelidir, her yıl yaşanan
bu kovalamacaya, bir o yana bir bu yana çe-
kiştirilen kurban derilerinin sahibi olduğunu
haykırmalı ve ruhî yönünü umursamadan
sadece maddî getirisini hesaplayan, rant pe-
şinde koşan akbabaları ait oldukları yere sa-
hiplerinin memleketine, Batı‟ya sürmelidir.
İşte o zaman hep aleyhimize işleyen saat le-
himize dönmeye başlayacaktır, işte o zaman
hak-batıl mücadelesinde sayılar bizim hane-
mize yazılacaktır.
KöklüDeğişim haber merkezi [email protected]
köklüdeğişim aralık 2009 56 Ser-dar
Batıdaki Müslümanlardan Haberler
Hollanda Hükümeti, Akrabalar Arası Ev-
liliği Yasaklamaya Hazırlanıyor
Okay Pala Hizb-ut Tahrir Medya Temsil-
cisi Hollanda;
Başbakan “Balkenende” parlamento
önünde hükümetinin akrabalar arası evliliği
yasaklayacak bir kanun çıkarma niyetinde olduğunu ifade etti. Bilindiği üzere akrabalar
arası evliliği yasaklayacak olan bu kanun da-
ha önce yürürlükteydi. Daha sonra toplumun liberal değerleriyle çelişiyor iddiasıyla 1970
yılında ilga edildi. İşte hükümet bugün bu
kanunu yeniden getirmek istemektedir.
Aslında bu kanunun Müslümanları hedef
aldığı bir sır değildir. Zira bu kanuna binaen
bu ülkedeki Müslümanların amca veya dayı-kızlarıyla evlenmeleri yasak hale gelecektir.
O halde hükümet, bu kanunla İslami belde-
lerden Hollanda'ya gelen yeni göçmen akışı-nın oranını etkilemeyi düşünmektedir.
Madem olay bu boyuta ulaşmıştır o halde
Hollanda hükümetinin çok yakında Müslü-manların nüfus büyümesini durdur-maya
katkıda bulunacak birden fazla çocuk yap-
manın yasaklanması veya kesin şekilde ya-saklamaya zemin hazırlamak için Müslüman-
ların evlenme yaşını 40 olarak sınırlandı-
rılması gibi diğer kanunlar çıkarmasını ola-sılık dışı görmüyoruz.
-Alexander Pechtold- tanımladığı üzere-
ırkçı Wilders, Müslümanların bu ülkeden kovulması çağrısında gayet açıkken
“Balkenende” ve onun etrafında dolananlar
kalplerinde gizlediklerini açığa vurmamak-tadırlar. Zira bu ülkedeki Müslümanları sık-
boğaz etmeye çalışıyorlar ama bunu
provokatif olmayan yumuşak siyasi bir üs-lupla yapmaktadırlar. Dolayısıyla bu ülkede-
ki politikacıların üslupları farklı olsa da he-
defleri aynıdır. Diğer bir ifadeyle gerçekte üs-
lup dışında “Balkenende” ile “Wilders” ara-sında hiçbir fark yoktur.
Hilafet Devletinde Ekonomik İstikrar
Şâdî Ferîca Hizb-ut Tahrir Medya Temsil-
cisi Danimarka:
Hizb-ut Tahrir / Danimarka, 27.09.2009 Pazar günü beşinci yıllık konferansını bu baş-
lık altında düzenlemektedir. Bu konferans,
Allah'ın izniyle yakında gelecek olan Hilafet Devleti'nin infaz edeceği ve mali krizlerin
patlak vermesini engelleyecek olan hükümle-
rin açıklanmasını hedeflemektedir. Nitekim kapitalist ekonomik sistemin, ekonomik istik-
rarı oluşturma hususundaki acziyetinin ayan
beyan ortaya çıkmasının ardından bizler
Hizb-ut Tahrir olarak, kapitalist sistemin so-
nucunda tekrarlanan ekonomik ve mali kriz-
lerin nedenlerini ortadan kaldıracak olan İs-lam'daki ekonomik nizamın hükümlerine ışık
tutmak isteriz. Topluma yönelik şamil bir ni-
zam olması bakımından İslam Nizamı, İslami Hilafet'in yıkılmasından beri hayat içerisinde
bulunmamasından dolayı genel olarak ni-
zamları özel olarak ekonomik nizamı, nere-deyse tüm insanlar ve Müslüman toplulukla-
rı tarafından bilinmemektedir. Bunun yanı sı-
ra aydınlar ve medya organları da hala bi-linçli olarak insanlar için bir hayat nizamı
olan İslam'ın hakikatini gizlemektedirler. Bu
sebepledir ki dünya halklarının, dünyayı ma-li ve ekonomik krizlerin ateşiyle dağlayan
Sosyalizm ve onun güdümlü ekonomisi ile
kapitalizm ve onun pazar ekonomisi arasın-da sıkışıp kalmaları doğaldır. Bunun içindir
ki bizler herkesi, aşağıdaki hususları ele ala-
cak olan bu konferans yoluyla İslami ekono-mik nizama muttali olmaya davet ediyoruz:
a. Mülkiyet Çeşitleri: Kapitalizm ve sos-
yalizm sistemi mülkiyeti, ferdi ve devlet
batı‟daki müslümanlardan …
köklüdeğişim aralık 2009 57 Ser-dar
mülkiyeti olmak üzere yanlış bir şekilde iki alanla sınırlandırmışlardır. Kapitalizm, ha-
yati kaynakları, kamu mallarını ve ağır sana-
yileri özel sektör yatırımcılarına terk etmiştir. Dolayısıyla bu da onların siyasi ve ekonomik
isteklerini bütün topluma dayatmalarını sağ-
lamıştır. Buna mukabil İslam, mülkiyetlere başka bir şekilde bakmaktadır: 1- Kamu
mülkiyeti: İslam fertlerin, cemaatin kendisin-
den vazgeçemeyeceği kamu mallarını ve ha-yati kaynakları mülk edinmelerini yasakla-
mıştır. Bu mülkiyetlerin, tüm toplumun mas-
lahatı için olan genel bir mülkiyet olması ge-rekmektedir. Devlet de bu mülkiyetin ida-
resini ve insanlara ayni ve hizmet olarak da-
ğıtılmasını üstlenir. Bu da servetin zenginler arasında bir güç olmasını engeller. 2- Devlet
mülkiyeti: Ağır sanayi, savaş sanayiyi ve
benzerleri gibi yapısından dolayı devletin üstleneceği mülkiyetlerdir. Bu mülkiyetin
ürünleri, devlet mekanizmalarına veya Hali-
fe'nin harcanmasını uygun gördüğü yerlere
sarf edilir. Bu da sermaye sahiplerinin, iç ve
dış siyaset hakkındaki önemli kararlara etki
etmesini engeller 3. Ferdi mülkiyet: Genel mülkiyet ve devlet mülkiyeti dışındaki mülk-
lerdir. Bu ferdi mülkiyet korunmuş olup bu-
na saldırmak caiz değildir ve kamu-laştırılması da şeran haramdır.
b. Faizli Muameleler: İslam, faizi kesin
olarak haram kılmıştır. Bu da mevcut vakı-
ada olduğu gibi ekonomik istikrarı tehdit eden banka kredi piyasalarının ortaya çıkma-
sını engeller. Hilafet Devleti'nde, iş adamla-
rına, çiftçilere ve bunların dışında mali des-teğe ihtiyacı olan kimselere, Beytul-Mal'daki
özel bir daire yoluyla faizsiz krediler verile-
cektir. Dolayısıyla devlet, iş adamlarını teşvik edecek ve ekonomik çarkını büyüme yö-
nünde döndürecektir.
c. Mali Piyasalar: İslam hükümleri, mal
sahiplerini reel ekonomiye yatırım yapmaya
yönlendirecektir. Bu da kalıcı istikrarlı bir
ekonomik büyümeyi oluşturacaktır. İslam, faturalar, borç senetleri ve hisse senetleri gibi
gerçek bir değeri temsil etmeyen mali evrak-
ların tedavülünü haram kılmıştır. Dolayısıyla patladığında ekonomik ve insani düzeyde
vahim sonuçlara yol açan ekonomik balon-
cukları ortaya çıkaran mali piyasaların oluş-ması engellenmiş olur.
d. Nakit Karşılığı: İslam hükümleri, İs-
lam'da paranın altın, gümüş ve bunların ye-rini tutan kağıt paralar olması bakımından is-
tikrarlı bir para sistemi içermektedir. Kağıt
paraların sabit gerçek bir değeri olacaktır. Bu da enflasyon ve para krizlerini önleyecektir.
Bu para sistemi ise doların dünya ekonomi-
sindeki yıkıcı egemenliğini ortadan kaldıra-caktır.
Serkan Kaya medrese-i yusufiye’den [email protected]
köklüdeğişim aralık 2009 58 Ser-dar
Dünya Âlimler Konferansı ve Atılan Dev Adım
Değerli KöklüDeğişim‟in güzide okuyucu-ları…
Daha erkenden yazılması gereken bu ma-
kaleyi maalesef sizlere ulaştıramadım. Bu-nun tek sebebi ise, dünya âlimler konferansı
dönüşü İstanbul hava limanından İstanbul
terörle mücadele ekipleri tarafından hiçbir
açıklama ve gerekçe göstermeksizin gözaltına
alınıp saatlerce aç bekletilip, kelepçeli bir şe-
kilde 6 saat bir yolculuktan sonra Ankara te-rörle mücadele ekiplerine teslim edilmemiz-
dir ve sonrada Sincan iki nolu f tipi cezaevine
gönderilmemdir. Nasipte böylesine hayırlı bir haberi medreseyi Yusufiye‟den paylaş-
makta varmış…
Öncelikle bu gecikmeden dolayı sizlerden hakkınızı helal etmenizi istiyorum ve sizlere
üzerimde olan dünya âlimleri ve kanat ön-
derlerinin selamını iletmek isterim. Es Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve
Berekatuhu…
Değerli okuyucularımız…
Köklü Değişim idaresi tarafından, Köklü
Değişim Haber Dairesi Sorumlusu olmam
hasebi ile dünyada bir ilki gerçekleştirecek olan Hizb-ut Tahrir Endonezya tarafından
düzenlenmiş dünya âlimler konferansı adın-
da dev bir organizeye katılmam istenmişti…
Endonezya‟nın başkenti Cakarta‟da dü-
zenlenecek olan bu konferansa dünyanın bir-
çok ülkesinden seçkin âlimler ve kanaat ön-derlerinin yanı sıra Endonezya‟nın bünye-
sinde bulunan 3000‟e yakın âlim ve kanaat
önderlerinden oluşan meclisi ulemada des-tekledi…
Daha dev organizasyon gerçekleşmeden
önce dünyanın birçok ülkesinde geniş bir yankı uyandırmıştı şüphesiz. Bu seçkin şah-
siyetlerin tek amacı İslam ümmetinin içinde
bulunduğu korkunç karanlıktan, zilletten ve
zulümden nasıl kurtulacağına dair Allah Subhanehu‟nun razı olacağı bir kurtuluş re-
çetesine ulaşmaktı. İşte bu organizasyon,
ümmetin hasretle beklediği vahdetin yeniden inşasının olacağını gösteren dev bir adımdır.
Vahdeti hasretle bekleyen bir Müslüman ola-
rak bu adım beni ve benim gibilerini heye-
canlandırmıştı. Hele birde bu organizasyona
Türkiye‟den de bazı seçkin şahsiyetlerden
oluşan bir heyetinde katılacağını öğrendi-ğimde heyecanım daha da artmıştı…
Sabırsızlıkla geçen günlerin ardından artık
böylesine hayırlı bir organizasyona katılmak için hareket vakti gelmişti…
İstanbul uluslar arası hava alanında Tür-
kiye‟den de katılacak olan değerli şahsiyet-lerle de tanıştıktan sonra bende dâhil olmak
üzere 8 kişilik bir heyetle Endonezya‟nın
başkenti Cakarta‟ya 18.07.2009 tarihinde ha-reket ettik. Katar, Singapur molalarının ar-
dından yaklaşık 18 saatlik bir yolculuğun ar-
dından Cakarta‟ya varmıştık.
Organizasyon sahiplerinin muhlis gençleri
tarafından sıcak bir karşılamadan sonra kala-
cağımız otele doğru harekete geçtik. Kısa bir yolculuğun ardından kalacağımız otele gel-
miştik.
Otelin lobisi bayağı kalabalıktı otele girdi-ğimizde, çünkü bizden önce birkaç heyet da-
ha katılmıştı otele. Resepsiyondan aldığım
bilgiye göre otel tamamen dünyanın dört bir tarafından katılacak olan âlimler için ayrıl-
mış. Otele kayıtlarımızın ardından heyetçe
odalarımıza yerleştik. Kısa bir istihbaratın ardından hep beraber otelin lobisine geçtik.
Otelde kalanların tamamının âlim ve kanaat
önderlerinden olması beni heyecanlandırmış-tı. Böylesi bir atmosferde olup da heyecan-
lanmayacak bir Müslüman düşünemiyor-
dum. Otelin lobisinde kendimizi tanıtarak Türkiye‟den geldiğimizi söyleyerek selamla-
dünya âlimler konferansı ve …
köklüdeğişim aralık 2009 59 Ser-dar
şıp, sarılıp, hasbi hal yaparak yavaş yavaş ilerliyorduk oturacağımız masaya doğru…
Bu şahsiyetlerin mütevazı ve mülayim halleri
beni çok etkilemişti…
Duygulanmıştım ve duygularım taşacak
yer arar hale gelmişti. İçimden Rabbime
hamd‟i senada bulunuyordum. Böylesine duygu ve enerji dolu fırsatı bulduğum için.
Bizlerin Türkiye‟den geldiğimizi öğrenen ba-
zı kardeşler daha başka sevinmişlerdi, sıkı sı-
kı sarılıyorduk birbirimize ve bizlere, sizler
Hilafet Sancağının en son dalgalandığı yer-
den geliyorsunuz dediklerinde bizleri daha başka bir sevinç almıştı, yüreğimiz titremişti
adeta. Duyguların depreştiği bu atmosferde
birde kitaplarını okuduğumuz, istifade etti-ğimiz şeyh Ahmet el Kasas‟la tanışıp hasbi
hal yapmam beni çok sevindirmişti. Bu mu-
azzam geçen saatler yerini sessizliğe bıraka-rak istenmeyen bir istirahata götürmüştü. Er-
tesi günün sabahı otele gelen son delegelerle
otel tamamen dolmuştu. Onlarla da tanışıp selamlaştık. Otel cıvıl cıvıldı her köşesinde
hayırlı sohbetler oluyordu. Bu hayırlı sohbet-
ler yerini yapılacak olan konferansın arife gününe terk etmişti. Evet, yapılacak olan
konferansın arife gününe gelmiştik…
Otel her zamankinden biraz daha hareket-liydi. Konuşmacı âlimlerin programları, göz-
lemcilerin programları, röportajları ve diya-
logları ile daha da hareketli hale gelmişti. Bende bu günde bazı şahsiyetlerle hakkında
ön bilgi toplayarak geçirdim. Ve sonrada
Türkiye‟den gelen heyetle de şehir merkezine gidip turlamıştık. Turun ardından heyetçe
programın bir parçası olan Hizb-ut Tahrir
Endonezya resmi binasını ziyaret ederek ya-pılacak olan konferansın hazırlıklarına da şa-
hit olmuştuk. Böylesine muazzam organizas-
yon ve bunu düzenleyen kişilerin misafirlerle olan alakası Türkiye‟den gelen heyeti de baya
etkilemişti ve memnun etmişti. Heyetçe ote-
limize dönüp sabırsızlıkla yarın yapılacak
olan konferansı beklemeye başladık.
Evet, hayırlara vesile olacak olan günün sabahındaydık artık. Kendimi bir an bayram
sabahındaymış gibi hissetmiştim aslında. As-
lında gerçektende bayram sabahındaydık bence. Otobüsler yavaş yavaş oteldeki misa-
firleri ve âlimleri kafile kafile alıp konferan-
sın yapılacağı stadyuma doğru götürüyordu. Sıra bize gelmişti bizlerde otobüsteki yerle-
rimizi alıp Cakarta şehrini gözetleyerek stad-
yuma doğru yaklaşıyorduk. Kısa bir zaman sonra stada gelmiştik.
Stada yaklaştığımızda gözümüze ilk çar-
pan şey stat ve etrafının tamamen Tevhid Bayrakları ile süslenip donatılmış olmaları
idi. Muazzam bir görüntü ve dışarıda kalaba-
lık insan kitleleri vardı, hareket halindeki otobüslere el sallayarak selam veriyorlardı.
Bizde selamlarına karşılık veriyorduk. Duy-
guların yoğun olduğu bir atmosfer korido-rundan daha büyük bir atmosfere doğru ya-
vaş yavaş ilerliyorduk, kısa bir süre sonra
stadın içine girerek diğer delegelerle bizler için ayrılmış bölümde yerimizi aldık.
Stadın içi de dışarıdan farksızdı: her taraf
Tevhit Sancakları ile cıvıl cıvıl idi. Yavaş ya-vaş stat dolmaya başlamıştı. Zamanla stadı
yaklaşık 3000‟i aşkın âlim ve 7000‟e yakın
muhlis genç doldurdu. İçerinin düzeni, yer-leşimi ve misafirlere olan alaka organizasyo-
nun ne kadar kaliteli olduğunu gösteriyordu.
(Elhamdülillah)
Böylesine pozitif enerji saçan bir atmos-
ferde beklenen konferans başladı. Konferans
Hizb-ut Tahrir‟in Emiri Şeyh Ata ibn-u Halil Ebu Raşta‟nın banttan yayınlanan konuşma-
sıyla başladı.-konuşma metninin tamamı
KöklüDeğişim 59. sayısında mevcut- bu an-lamlı ve etkili konuşmanın ardından, Filistin,
Mısır, Sudan, Yemen, Türkiye, Pakistan,
Hindistan, İngiltere ve daha birçok ülkeden gelen âlimler konuşmalarını yapmak üzere
teker teker kürsüye çıkıyorlardı. Yapılan bu
konuşmaların ortak noktası, hem içerisinde yaşadıkları beldenin hem de İslam ümmeti-
nin içerisinde bulunduğu içler acısı, hazin
dünya âlimler konferansı ve …
köklüdeğişim aralık 2009 60 Ser-dar
vakanın tespiti idi. Yine âlimlerin ortak de-ğindiği bir ortak mesajda, İslam âleminin
içinde bulunduğu durumdan kurtuluşun,
yalnız ve yalnız İslami bir devletle yani Raşidi Hilafet Devletiyle mümkün olmasının
vurgulanmasıydı. Sabahın erken saatlerinde
başlayan ve akşama kadar süren bu konfe-ransın sonunda yayınlanan sonuç bildirisine
konferansa katılan bütün âlimler imzalarını
atarak bu hayırlı amele desteklerini vermiş oldular. Bu atılan dev adım, İslam ümmetini
zilletten, sefillikten, zulümden kurtaracak yo-
la atılmıştı.
Hayırlara vesile olması için dualarda bu-
lunduğum böylesi bir amele beni şahit kılan
Allah‟a hamdolsun.
Buradan zalimlere, kâfirlere, beşeri sistem-
lere boyun eğmişlere ve onların hain kukla
yöneticilerine sesleniyorum! dinleyin ey za-vallılar!
Artık İslam Hilafet Devletini ikame etmek
için 50 küsür ülkede yıllardır çalışan ve hiçbir zalimin zulmünden korkmayan bir kitlenin
işi olmaktan öteye geçmiş, ümmetin meselesi
haline gelmiştir. Artık ikinci Raşid-i Hilafet Devletinin temelleri sapa sağlam, söküleme-
yecek şekilde atılmıştır. Dünya İslam âlimleri
ve kanaat önderleri bu meseleye bu şekilde son noktayı koymuşlardır.
Atılmış olan bu dev adıma şahit olan
ümmetin Salih evlatlarının tekbir nidaları
Türkiye‟den de duyulmuş ve bazılarının uy-kularını kaçırmış olsa gerek ki: bana bu ma-
kaleyi zulüm zindanlarında yazmak zorunda
bırakmıştır! Korkularından ne yapacağını şa-şıran zalimler, Türkiye genelinde 200‟e yakın
adrese operasyon yaparak zindanlarını muh-
lis dava erleriyle doldurmuştur. Bununla ye-tinmeyen sistem Türkiye‟den davetli olan
seçkin şahsiyetlere de Endonezya‟da bomba
eğitimi almaya gitti şeklinde çirkin iftiralarını güdümlü medyasıyla topluma duyurmaya
çalışmıştır.
Yazılarını iftiralara dayandıran zavallı ba-sın organları! Şunu iyi bilin!
Bomba eğitimine gitmediğimiz muhak-
kak, fakat bomba gibi bir haberle geldiğimiz kesindir. İşte bomba -artık ok yaydan çıkmış-
tır- bu mesele ümmetin meselesidir ve Hilafet
Devletinin kurulması da an meselesidir. Ha-beriniz olsun!
بعدمنوإنتصروإكثيرإإلم ووذكروإالحاتإلص وعمموإآمنوإإل ذينإل ينقمبونمنقمبأي ظمموإإل ذينوسيعممظمموإما
“Ancak iman etmiş, salih amel işlemiş,
Allah'ı çokça zikretmiş ve zulme uğratıldık-
tan sonra zafer kazananlar müstesnadır.
Zulmedenler göreceklerdir nasıl bir yıkılış-
la yıkılacaklarını.” Şuara 227
Vesselamu Aleykum ve Rahmetullahi…
İbrahim Er okuyucudan gelen [email protected]
köklüdeğişim aralık 2009 61 Ser-dar
Zamanın Önemi
“İki nimet vardır ki, insanların büyük ço-
ğunluğu onların kadrini bilmez. Bunlar sağ-
lık ve zamandır.” (Buhari, Tirmizi, İbn i Mace)
Teknolojinin çok hızlı geliştiği ve dünya-
nın küçük bir köy haline geldiği günümüz
vakıasında, bu teknolojinin hayatımızı kolay-laştırması ve bizlere zaman kazandırması ge-
rekirken; hala zamanımızın yetersiz geldi-
ğinden, günlerin ve saatlerin yetmediğinden yakınır dururuz. Acaba bu durum gerçekten
zamanımızın yetmemesinden mi kaynakla-
nıyor, yoksa bizler mi zamanımızı yeterince iyi değerlendiremiyoruz? Acaba bu konu
hakkında gerçekten yeterince tefekkür ediyor
muyuz?
Elbette ki kapitalizmin hâkim olduğu gü-
nümüzde Müslümanların meşgaleleri arttırı-
larak derin düşünmeleri engellenmiştir. Müs-lümanlar, hayatlarını rızık endişesi içinde ve
dünyadan lezzet alma mücadelesiyle sürdü-
rür hale geldiler. Rablerini ise cumalarda, bayramlarda veya cenazelerde anlık olarak
hatırlar oldular. Rablerini unuttular ve Rab-
bimizin şu ayeti kerimesinin muhatabı oldu-lar:
ئك هم فأنسبهم أنفسهم أول ول تكىنىا كبلذين نسىا للا
Allah‟ı unutan ve Allah‟ında onlara“ الفبسقىن
kendilerini unutturduğu kimseler gibi ol-
mayın. İşte onlar yoldan çıkmış kimseler-
dir.” (el-Haşr 19)
Bu kısa girişten sonra, bir Müslüman için
zamanının ne kadar değerli olduğundan ve
onu nasıl değerlendirebileceğinden bahsede-ceğiz. Konuyu bir örnekle izah etmek istiyo-
rum.
“Dünyanın en iyi seçilmiş sınıfına profe-sör girdiğinde, öğrencilerine bakarak „bugün
zamanın en iyi yönetimi konusunda deneyle karı-
şık bir sınav yapacağız‟ dedi. Kürsüye yürüdü, kürsünün altından kocaman bir kavanoz çı-
karttı. Arkadan, kürsünün altından bir düzi-
ne yumruk büyüklüğünde taş aldı ve onları
kavanoza koyarak öğrencilere sordu: „Kava-
noz doldu mu?‟ Öğrenciler hep bir ağızdan
„evet doldu‟ dediler. Prof. „Öyle mi?‟ dedi, kür-
sünün altına eğildi ve çakıl taşlarını çıkarttı. Çakıl taşlarının kavanozdaki taşların arasına
yerleşmesini sağladı. Sonra öğrencilerine dö-
nerek bir kez daha „kavanoz doldu mu?‟ diye sordu. Öğrenciler de „dolmadı herhalde‟ diye
cevap verdiler. „Doğru‟ dedi prof. ve yine
kürsünün altına eğildi ve bir kova kum aldı, kumu yavaş yavaş taşların arasına nüfuz
edene kadar döktü. Tekrar sınıfa döndü ve
sordu, „kavanoz doldu mu?‟ Öğrenciler hep bir ağızdan „hayır‟ dediler. Prof. tekrar masanın
altına eğildi ve bir sürahi su çıkarttı sonra da
kavanoz tamamen doluncaya kadar suyu bo-
şalttı. Sonra öğrencilerine dönerek „bu deneyin
amacı neydi?‟ diye sordu. Uyanık bir öğrenci
hemen; „Zamanımız ne kadar dolu görünürse gö-
rünsün, daha ayırabileceğimiz bir zamanın mut-
laka olduğudur.‟ dedi. Prof. „hayır‟ dedi, bu
deneyin asıl amacı: „Eğer büyük taşları baştan
yerleştirmezsen, küçükler girdikten sonra büyük-
lere asla yer bulunamayacağın gerçeğidir.”
İşte değerli kardeşlerim bizler, öncelikle hayatımızdaki büyük taşları belirlemeliyiz.
Bu konuyu ele almamızın en önemli sebebi
Müslümanların zaman darlığını bahane ede-rek, Allah için yapmaları gereken amellerden
geri durmalarıdır. Ancak görünen o ki, bura-
da zamanın yetmemesi gibi bir sorun yok. Bütün sorun, zamanın planlı ve programlı bir
şekilde değerlendirilmeyip boş yere harcan-
ması sorunudur. Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem) bir hadisi şerifte şöyle bu-
yuruyor:
“Beş şeyin kıymetini beş şey gelmeden ön-
ce bilin; ihtiyarlıktan önce gençliğin, hasta-
lanmadan önce sıhhatin, fakirlikten önce
zamanın önemi…
köklüdeğişim aralık 2009 62 Ser-dar
zenginliğin, meşguliyetten önce boş vaktin ve
ölmeden önce hayatın.” (Fethu‟l Bari.)
İmam Şafi; “Zaman kılıç gibidir, sen onu
kesmezsen o seni keser.” demiştir.
Ahmet b.Hanbel ise; “Mazi artık geçti. O
ancak ibret almak için düşünülebilir. Geleceğe bel
bağlanmaz, çünkü bundan sonra yaşayacağımız
belli değildir. O halde kendisine itibar e dilecek
zaman, içinde bulunulan “an” yani şimdiki za-
mandır. Biz ancak ona sahibiz ve ne yapabilirsek
şimdi yaparız.” diyerek zamanımızın ne kadar
değerli olduğunu bize göstermişlerdir.
Hayatımızı gözden geçirdiğimizde yaptı-ğımız birçok işin boş ya da zamanı öldür-
mekten başka bir şey olmadığını görürüz.
Hâlbuki zaman çok iyi değerlendirilmiş olsa, yapılması gereken bütün işler yapıldıktan
sonra bile, hala kendimize ve ailemize ayıra-
bilecek bir zamanın kaldığını görürüz. Buda, hayatımızın her alanını kuşatacak olan ve asli
işimiz olan Allah Subhanehu‟ya kulluk etra-
fında şekillenmesi gereken ve plan program dâhilinde yapılan bir düzenleme olmalıdır.
Buradan şu anlaşılmasın; hayatımızı prog-
ramlamak demek, makineleşmek ya da mo-notonlaşmak demek değildir. Bilakis, bu plan
ve programla işlerin zamanında yapılması
demek olduğu gibi, boş yere zamanın har-canmasının da önüne geçilmesi demektir.
Zamanı olumlu kullanmaya bir örnek de
İbn-ul Kayyum el Cevzi‟den verebiliriz. İbn-
ul Kayyum el Cevzi hayatı boyunca 20 cildi
bulanan 340‟dan fazla eser vermiştir. Bu da
günde 4 defter, yılda 50-60 cilt tutmaktadır. Tabi burada biz de hayatımızın tamamını il-
me adayalım demiyoruz. Burada vaktin ne
kadar iyi değerlendirildiğini göstermek isti-yoruz. Günümüz hayatının gerçeklerini bir
kenara atamayız. Kapitalist nizam hayatımızı
fazlasıyla ele geçirmiş durumdadır ve her aya borçlu olarak başlıyoruz. Kira, elektrik,
su, telefon, vergi gibi birçok şeyi ödemek için
10-12 saat çalıştırılıyoruz veya çalışmak zo-
runda kalıyoruz. Toplumun büyük bir kısmı bu şekildedir.
İşte burada bizler hayatımızı çok iyi bir
şekilde disipline edip, en büyük taşımız olan Allah Subhanehu‟ya kulluğu, O‟nun dini için
mücadeleyi hayat kavanozumuzun içine baş-
tan koyup yaşamımızı onun etrafında şekil-lendirmeliyiz. Yoksa hem bu dünyamız hem
de ahretimiz zayi olacaktır. Günümüz şartla-
rını ele aldığımızda; 10-12 saatlik zamanı ça-
lışmaya ve yola ayırdığımızı düşünürsek,
bunun dışında da yemeğe, temizliğe, uykuya
vs. ayırdığımız zamanları çıktığımızda bize kalan vaktin 4-5 saatlik bir zaman dilimi ol-
duğunu görmekteyiz. Dolayısıyla zamanımız
fazlasıyla işgal edilmiş durumdadır. Hayatı-mızı çok iyi programlamazsak, hangi işi ya-
pacağımızı düşünüp karar verene kadar,
Onu mu yapayım? Bunu mu yapayım? der-ken, zamanın tükendiğini ve işlerin hiç biri-
sinin yapılmadığını görürüz. Şu örneğe bir
göz atalım:
“Sabah tarlasına gitmek için evinden çıkan
çiftçi traktörünün mazotunun olmadığını
fark edince mazot almaya gider. Yolda iler-lerken hayvanlara yem atılmadığını görür ve
yem almak için ambara yönelir, bu arada
yerdeki dağınık çuvalları görür ve bu çuval-lara patateslerin dolması gerektiğini hatırlar,
onları toplamak isterken yerde gördüğü
odunları eve götürmesi gerektiği için odunla-rı kucaklar, tam o sırada otların arasına hay-
vanların girdiğini görür ve bir çit yapacağını
hatırlar vs. bu arada en başta yapacağı işi unutmuştur. Her önüne çıkan vakıa da onu
bir önceki işten alıkoymuştur.” İşte hayatımı-
zı programlamak demek, yapacağımız işleri öncelik sırasına göre belirleyerek yeri ve za-
manı geldiğinde yapmaktır.
Bizler ise hayatın yükü yanında bir de Rabbimizi razı etmek gibi bir yükümlülük ta-
şımaktayız. Bu yükümlülüğün ağırlaşıp, bizi
altında bırakmaması için hayatımızı çok iyi planlamak zorundayız. Plan; “bir sonu-
ca/hedefe nasıl ulaşılacağı hakkındaki bilgi,
zamanın önemi…
köklüdeğişim aralık 2009 63 Ser-dar
teknik, strateji ve taktiklerin bir bütünlük içe-risinde düzenlenmesidir. Plan yapmak, belir-
sizliklerin oluşturduğu stres, ümitsizlik, gev-
şeklik, bir şeyleri yapamama duygusunu za-manla azaltır ve yerine başarabilme heyeca-
nımızın canlı kalmasını sağlar ve özgüveni-
mizi arttırarak ve bize daima itici bir güç olur.
Planlama yaparken öncelikle uzun dö-
nemli, orta dönemli ve kısa dönemli olmak
üzere hedeflerimizi belirlemeliyiz. Yalnız;
hedeflerimizin belirgin olmasına, ölçülebilir
olmasına, amele dönük olmasına, hayaller-den uzak/gerçekçi olmasına ve zamanında
gerçekleşecek olmasına özen göstermeliyiz.
Yapacağımız tüm işler, yaşamımızı ve amel-lerimizi daha da kolaylaştırmak ve zamanı-
mızı daha verimli kullanmak içindir. Bu
yüzden de kendimize zaman kazandıracak pratik çözümler üretmeliyiz.
Plan yaparken dikkat edeceğimiz en
önemli hususlardan biri de yaptığımız plan-lamaları mutlaka yazıya dökmemiz yani ya-
pacağımız işleri bir yere not etmemizdir. Bu-
nun için de uygun bir ajandamızın olması ve yapacağımız işleri senelik, aylık, haftalık ve
günlük olarak belirleyip yazmamız kâfidir.
Zeki olabiliriz ancak her insan unutabilir. Yazmak bizlere, işlerimizi yapma noktasında
ciddi kolaylıklar sağlayacaktır. Böylelikle
hem yapacağımız işleri unutmamış oluruz, hem de bu şekilde kendimizi muhasebe etme
imkânı oluşturmuş oluruz.
Planlarımızı hayatımıza geçirirken karşı-mıza çıkabilecek çeşitli engeller de vardır.
Bunlar kişilere göre fark ediyor olsa da, bun-
ların içinde yapılacak işleri erteleme hastalığı var ki, bu sorunların en önemlilerindendir.
Bugün yapılması gereken işler bir başka güne
kalırsa ve bu da alışkanlık haline gelmeye başlarsa, yük her geçen gün daha da artacak
ve hiç bir işi yapamamak gibi bir durum or-
taya çıkacak ve sonunda da işin terkine kadar götürecektir. Bu çok zor fark edilen ve önem-
siz gibi görülen bir hastalıktır. Bu sorunu
aşmak için, mesela boş bir kâğıt alıp yapıla-ması gereken işi yazıp, niçin yapılmadığını
ve yapılmamasının asıl sebebini yazarak ger-
çek sorunu ortaya koyabiliriz. Sorunu çözme noktasında sorundan kaçmak yerine sorunun
üzerine gidelim ki bu sorun aşılabilsin.
Uyku sorunu da zamanımızı çalan hırsız-lardandır. Kişide tembellik oluşturan ve gü-
nün büyük bir bölümünü bitiren hususlar-
dandır. Uykumuzu düzenlemeliyiz, işimiz uygun olsa bile gerekiyorsa erken kalkıp spor
yapmalı veya kitap okumalıyız, ama uyku-
muzun 6 saati geçmemesine özen gösterme-liyiz.
Bizler Müslümanlar olarak şunu unutma-
yalım ki; hayatımızın her anından hesaba çe-kileceğiz. Ümmetin evlatlarının zillet içeri-
sinde yaşadığı, canlarına ve mallarına kaste-
dildiği ve başlarındaki ajan yöneticilerin iha-netleriyle de bu durumdan kurtuluş umutla-
rının kaybolduğu bir anda Allah Celle
Celâluhu ve O‟nun dini için çalışmak varken, boş işlerle uğraşmak ve yapılması gereken iş-
leri ihmal etmek Rabbimizin katında büyük
bir mesuliyet anlamına gelmektedir. Çünkü ümmetin ve insanlığın yegane kurtuluşu İs-
lam‟ın hayata hâkim kılınmasındadır.
Allah (c.c.) bizleri, O‟nun dinini ihmal et-mekten ve boş işlerle uğraşmaktan muhafaza
etsin. Rabbimiz müminleri şöyle vasfediyor:
Onlar ki, faydasız“ وإل ذينىمعنإلم غومعرضون
işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler.”
(Müminun 3)
Musab Kalkan okuyucudan gelen [email protected]
köklüdeğişim aralık 2009 64 Ser-dar
Kapitalizm, Özgürlük ve İslam
19. yüzyılın sonlarına doğru, Osmanlı Hilafet Devleti‟nin son demlerinde Müslümanlara arız olan fikri ve siyasi çöküntü toplumun hemen her katmanında barizleşmişti. Bir yandan Batı‟nın hızla gerçekleştirdiği ilmi, iktisadi gelişim ve bunun İslam ümmeti üze-rinde oluşturduğu şaşkınlık, diğer yandan İs-lam beldelerinde Batının ajanlarının giriştiği misyonerlik çalışmaları neticesinde İslam ümmetinde Batı hayranlığı kendisini yok edecek bir hastalık olarak baş göstermişti. Bilhassa aydınlar arasında batının bu denli gelişmesinin ve kalkınmasının arkasında onun hayata bakış açısı ve bu bakış açısına bina ettiği değerler olduğu düşüncesi yaygın-lık kazanmıştı. Batı hızla kalkınıp güçlenir-ken Osmanlı devleti gerilemiş, donuklaşmış ve kan kaybetmeye başlamıştı. Bu nedenle batının sistemlerine, değerlerine ilgi artmış ve bunların İslam dünyasını maruz kaldığı geri kalmışlıktan kurtaracak fikirler olduğu düşüncesi vücut bulmuştu. 1. dünya savaşı-nın akabinde Osmanlı Hilafet Devleti orta-dan kaldırılınca Batılı fikirlerin İslam beldele-rine ve Müslümanların zihinlerine yerleşti-rilmesinin önünde artık hiçbir engel kalma-mıştı.
Bu tarihten sonra sömürgeciler İslam bel-
delerinde eğitim sistemlerini la-dini hale ge-
tirdiler. Okullarda onların belirlediği müfre-
datlar tedris edilmeye başlandı. Bu sebeple
Müslümanları zihinleri bilhassa aydınların zihinleri İslami akidesiyle çelişen Batılı de-
ğerlerle doldu. Zaten geçirdiği fikri inhitat
sebebiyle tefekkürü zayıflamış olan İslam ümmeti bununla beraber Batının kesif fikri
propagandasına maruz kalmış oldu. Bütün
bunların amacı sömürgeci kâfirlerin İslam beldelerine yerleştirdiği fikirlerini, nizamla-
rını, kurumlarını belki kendisinden daha şid-
detli müdafaa edecek Müslüman bireyler ye-tiştirmekti. Ta ki Batının İslam dünyası üze-
rindeki egemenliği, sömürüsü devam edebil-
sin.
Batının planlayıp icra ettiği bu proje bu-gün daha da hissedilir hale gelmiştir. Öyle ki
medyada demokrasi, özgürlük tartışılmaz
doğrular olarak itibar görmektedir. Aydınla-rın ve siyasilerin ağzında demokrasi, özgür-
lükler, laiklik vb. batılı değerler her gün yük-
sek perdeden tekrarlanmaktadır. Kısacası Ba-tı kendi pisliklerini ümmetin içerisinden zi-
hinleri sömürgeleştirdiği kişiler eliyle ümme-
tin üzerine boca etmektedir. Bunun son ör-neğini geçtiğimiz ay Zaman Gazetesi‟nde Ali
Bulaç ve Prof. Dr. Atilla Yayla arasında İs-
lam, liberalizm ve özgürlük tartışmasında müşahede ettik. Tartışmanın tamamı oldukça
hacimli olduğundan biz burada, Müslüman-
ların tabi olması gereken ölçünün ne olduğu-
nu belirttikten sonra, bu ölçü muvazenesinde
tartışmadan yapacağımız alıntıları değerlen-
direceğiz. Son olarak da bu kavramların ha-kikatini ve İslam‟ın bunlara bakışını ortaya
koyacağız. Umulur ki tefekkür ederler.
Müslüman‟ın sahip olması gereken şahsi-yet İslam şahsiyetidir. Bu ise ancak zihniyet
(düşünüş) ve nefsiyet (davranış) için İslam
akidesinin tek geçerli esas kabul edilmesiyle oluşur. İslami zihniyete sahip kişi yalnızca İs-
lam‟a göre düşünen zihniyettir. İslami
nefsiyet de davranışlarını bu akideden çıkan şeri hükümlere göre belirleyen nefsiyetdir.
Yani Müslüman‟ın hayat vakıasında karşılaş-
tığı herhangi bir problemi çözmede dönmesi gereken kaynak edile-i şeriyye denilen Ku-
ran, sünnet, sahabe icması ve şer‟i kıyastır.
Bunun dışında akıl, maslahat, vakıa, umumi cereyan vb. kesinlikle gayri İslami ölçülerdir.
Yüce Allah Kuran-ı Kerim‟de şöyle buyur-
muştur.
فييجدوإلثم بينيمشجرفيمايحكموكحت ىيؤمنونلوربكفل تسميماويسمموإقضيتمم احرجاأنفسيم
kapitalizm, özgürlük ve…
köklüdeğişim aralık 2009 65 Ser-dar
“Hayır, Rabbine andolsun ki; aralarında
çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip
sonra haklarında verdiğin hükümden dola-
yı içlerinde bir sıkıntı duymadan kendile-
rini tamamen teslim etmedikçe iman etmiş
olmazlar.” (en- Nisa 65)
Bu ayet-i kerimede Rabbimiz bizlere karşı-laştığımız her meselede vahyin hükmüne
başvurmamızı ve ondan gelen hükme şüphe
etmeksizin uymamızı açık ve net bir şekilde
emretmiştir.
Ölçü vuzuha kavuştuktan sonra tartışma-
nın içeriğine şöyle bir göz atacak olursak; ge-nel itibariyle kavramların vakıasından uzak
tanımlamalar ve bu tanımlamalara yapılan
eleştiriler göze çarpıyor. Haliyle kavram yan-lış tarif edildiğinden ona getirilen eleştiri de
vakıayla çelişki arz ediyor. Misal olarak;
“En başta belirtmek gerekir ki, tam bir libera-
lizm-İslam karşılaştırması yapmak hem gereksiz
hem imkânsızdır; zira liberalizm gevşek, açık uçlu
bir ideoloji İslam ise bir dindir. Tam karşılaştırma
her türün kendi içinde yapılmak zorundadır. Li-
beralizm bir ideoloji olarak sosyalizm,
konservatizm, faşizm gibi ideolojilerle ve İslam bir
din olarak Hıristiyanlık, Musevilik gibi dinlerle
karşılaştırılabilir.” (Atilla Yayla)
Batı düşüncesi ve onun dayandığı temel esasa göre din kişiyle Allah arasında olmalı-
dır. Onun hayata müdahil olması düşünüle-
mez. Tamamıyla hayattan kopuk bir alana
hapsedilmiş bir takım ibadetler ve ritüeller-
den ibarettir. İşte Batının kendi dini Hıristi-
yanlık üzerinden dine çizdiği bu sınırlar, Batı kültürünün zihinlerini iğdiş ettiği Müslüman
tahsillilere de sirayet etmiş ve onlar Allahın
gönderdiği ekmel din olan İslam‟ı bu sınırlar içerisinde tasavvur eder hale gelmişlerdir.
Hâlbuki İslam üzerinde aydın bir düşünüşle
düşünselerdi göreceklerdi ki; İslam dini, ki-şinin kendisiyle (ahlak, yiyecek, giyecek) , ki-
şinin yaratıcısıyla (akide ve ibadetler) ve ki-
şinin diğer insanlarla (muamelat ve ceza) ilişkilerini düzenleyen evrensel bir risalettir.
Bu yönüyle İslam bir ideolojidir. 13 asır bo-yunca insanların her türlü ilişkilerini kendi-
sine göre düzenlediği nizamdır. Dolayısıyla
İslam dini yazarın belirttiğinin aksine Hıris-tiyanlık, Musevilik gibi muharref inançlarla
kıyas edilemeyeceği gibi sosyalizm ve kapita-
lizm gibi batıl ideolojilerle de kıyas kabul et-mez üstünlüktedir.
Keza yine yazar;
“Müslümanlık siyasî ve ideolojik bir pozisyona
işaret etmez. Onu böyle takdim edenler Müslü-
manlığa büyük kötülük etmektedir.” demektedir.
Hâlbuki siyaset ümmetin dâhili ve harici işlerinin güdülmesidir. İslam akidesinden çı-
kan toplumsal nizamlarla asırlar boyu üm-
metin maslahatlarının düzenlemiş, siyase etmiştir. İslam devleti 13 asır boyunca sahip
olduğu ideolojiyle tarihe yön vermişken
Müslümanlık siyasi ve ideolojik bir pozisyo-na işaret etmez demek tarihe kör bakmak, İs-
lam‟ın cahili olmak anlamına gelmektedir.
Tartışmanın fikri düzeyini yansıtması açı-sından bu iki alıntıyı yaptıktan sonra geçelim
yazarların liberalizm dedikleri kapitalizm ve
onun fikirlerinde olan özgürlük fikrine.
Kapitalizm; dini hayattan ayrılması yani
laiklik esasına dayanır. Bu esas kapitalist ide-
olojinin temel düşüncesidir. Dinin, vahyin hayata müdahalesi engellenince hayatta top-
lumsal nizamları var eden, kanun koyan aciz,
eksik aklıyla insandır. Demokrasi kapitalist
ideolojide benimsenen fikirlerden bir fikir
olmasının yanında sadece bu ideolojiye mah-
sus değil, sosyalist ideolojide de benimsen-miş bir fikirdir. Kapitalist ideolojide insana
bir takım özgürlüklerin verilmesi söz konu-
sudur. Bunlar din ve vicdan hürriyeti, ifade hürriyeti, mülk edinme hürriyeti ve şahsi
hürriyettir. Kalkınma da anca ferde sınırsız
hürriyet verilmesiyle mümkündür. Kapitalist ideologlara göre fert sadece sınırsız hürriyet
sahibi olduğunda düşünebilir, üretebilir kı-
saca kalkınma gerçekleşebilir. Dolayısıyla in-
kapitalizm, özgürlük ve…
köklüdeğişim aralık 2009 66 Ser-dar
sanı sınırlandıran her şeyden din, siyasal oto-rite vs. hürriyetini elde etmelidir.
Kapitalist nizamın doğuşunda Avrupa‟da;
toplumları din adına sömüren krallarla buna bir çözüm olması kabilinden dinin hayattan
ayrılması prensibine çağıran filozoflar ara-
sındaki kanlı mücadelenin filozoflar lehine sonuçlanması müessir olmuştur. Bu tarihten
sonra laiklik prensibi kapitalist ideolojinin
üzerinde yükseldiği temel olarak var olmuş-
tur.
Bütün bu yaptığımız tanımlamalardan
sonra meselenin tahlilini iki cihetten yapabi-liriz. Birincisi akli olarak bu fikirlerin vakıa-
sın inceleyebiliriz. İkincisi ve biz iman eden-
ler için esas olan cihet ise Kuran ve sünnet öl-çüsünde bu fikirlerin değerlendirilmesidir.
Kapitalist ideolojinin temel düşüncesi laik-
lik yaratıcının hayata müdahalesini reddet-mesi itibariyle bir yaratıcı olduğunu kabul
etmektedir. Eğer bu hayatı kâinatı yaratan bir
yaratıcı varsa yaratıklarına bir nizam koyma-sı, yönlendirmesi, müdahale etmesi kaçınıl-
mazdır. Ki elan bu hakikat tecelli etmektedir.
Bu yönüyle kapitalizmin temel düşüncesi ak-lı ikna etmekten ziyade Avrupa‟da mezkûr
çatışma sonrasında krallar ve filozoflar ara-
sında bir orta çözüm yoludur.
Demokrasi fikrine gelince, o halkın kendi
kendisini yönetmesidir. Halkın tüm fertleri
kendisini yönetecek olan yasaları, kanunları
var ederler. Egemenliğin kaynağı bizzat hal-
kın kendisidir. Bunu fiziksel manada imkân-
sız olması neticesinde halk temsilciler seçer ve bu temsilciler halk adına kanunlar, nizam-
lar koyarak halkı yönetirler. Halkın kendini
bizzat yönetmesi fikri batıl olduğundan hü-kümet, parlamento oluşturulmuştur. Demok-
rasi çoğunluğun yönetimi olmasına rağmen
yönetim her zaman için azınlığındır. Çünkü bir makam için birden çok aday vardır. Ve bu
adaylar arasından en çok oy alan o makamı
elde etmektedir. Bu da o makama talip olan diğerlerinin temsil edilmeyişi anlamına gel-
mektedir. Yani vakıada çok rey alanın yöne-timidir. Bu ise her zaman çoğunluk demek
değildir. Ayrıca demokrasilerde halkın ege-
men olduğu yönünde ki teoride pratikte ya-lanlanmaktadır. İngiltere ve Amerika gibi
demokratik ülkelerde bile yönetim halktan
ziyade sermayedarların, kapitalistlerin elle-rindedir. Parlamento üyeleri halkın değil dev
şirketlerin, silah tüccarlarının, petrol devleri-
nin temsilcileridirler. Halkın iradesi bir söy-lemden, kandırma-cadan öte bir anlam ifade
etmemektedir.
Özgürlükler fikrine gelince; ifade hürriyeti kişiye yanlış veya doğru her türlü fikri dile
getirme hakkı vermektedir. Mülk edinme
hürriyeti, kişinin dilediği her şeyden mülk edinebilmesi demektir. İnanç hürriyeti kişi-
nin hiçbir kayıt olmaksızın dilediğine inan-
ması veya inanmamasıdır. Ferdi hürriyet ki-şinin her türlü fiili serbestçe ifa etmesi mana-
sına gelmektedir. Aslında bu kavramların
hayatta vakıası yoktur. Özgürlükler fikrinin aklen batıllığın anlamak içine çıkış yeri Batı-
da toplumları ferdi hürriyetlerin sürüklediği
noktayı tefekkür etmek yeterlidir. Batıda ka-nunların gölgesinde hemcinsler arası evlilik
bir hürriyet olarak mubah görülmektedir.
Caddelerde sokaklarda genç kız ve erkekle-rin ulu orta uygunsuz hareketleri normal
karşılanır hale gelmiştir. Suç oranları yük-
selmiş, uyuşturucu madde kullanım yaşı çok küçük yaşlara kadar inmiştir. İstatistiklere
göre Amerika‟da 20 milyondan fazla eşcinsel
bulunmaktadır. Yine her yıl 1 milyon kişi annesiyle, kız kardeşiyle ilişki kurmaktadır-
lar. Yazarken dahi midemizi bulandıran bu
hakikatler ferdi hürriyetler adı altıyla bugün bizim beldelerimize taşınmaktadır. Toplum-
da ortaya çıkardığı bu ifsat özgürlükler dü-
şüncesinin insan fıtratına zıt bir fikir olduğu-nu göstermektedir.
Şeri olarak meseleyi incelersek:
Demokraside insana verilen egemenlik İs-lam‟da şeriata aittir. Kanun koyucu yalnız-ca,
tek ilah olan Allah‟tır. Yeryüzündeki bütün
kapitalizm, özgürlük ve…
köklüdeğişim aralık 2009 67 Ser-dar
beşeriyet içtima etse onun tek bir hükmünü dahi değiştiremez. Yüce Allah kuran-ı Ke-
rimde şöyle buyurmaktadır.
فييجدوإلثم بينيمشجرفيمايحكموكحت ىيؤمنونلوربكفل تسميماوإويسممقضيتمم احرجاأنفسيم
“Hayır, Rabbine andolsun ki; aralarında
çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip
sonra haklarında verdiğin hükümden dola-
yı içlerinde bir sıkıntı duymadan kendile-
rini tamamen teslim etmedikçe iman etmiş
olmazlar.” (en- Nisa 65)
لموإل كمإلحإن … “…Hüküm ancak Al-
lah‟ındır” (Yusuf 40)
منأنزلوماإليكأنزلبماآمنوإأن يميزعمونإل ذينإلىترألمريدويبويكفروإأنأمروإوقدإلط اغوتإلىيتحاكموإأنيريدونقبمك
بعيدإضلليضم يمأنإلش يطان
“Sana indirilene ve senden önce indiri-
lenlere; inandıklarını iddia edenleri görme-
din mi? İnkar etmeleri emrolunmuş iken
Tâğût'un önünde muhakeme edilmelerini
isterler. Hâlbuki şeytan, onları uzak bir sa-
pıklıkla saptırmak istiyor.” (en-Nisa 59)
Hürriyetler fikri de İslam‟la taban tabana
zıttır.
İslam‟da din ve vicdan hürriyeti yoktur. Zira İslam bir Müslüman‟ın dinin terk edip
başka bir dini seçmesini haram kılmıştır. İs-
lam‟dan dönen kişinin tövbe etmesi istenir. Eğere tövbe edip geri dönmezse öldürülür ve
malları müsadere edilir. Allah Rasulü
SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuş-tur; من بدل دينو فاقتموه "Dinini değiştireni öldürü-
nüz" Ebu Bekir RadiyAllahu Anha Hilafeti
döneminde bu hükmü tatbik etmiş ve mür-tetlerle savaşmıştır.
İslam‟da mülk edinme hürriyeti yoktur.
Zira kapitalist ideolojide mülk edinme hürri-yeti adı altında her türlü yoldan mülk edin-
mek mubah kılınmıştır. Bir fert içki satışın-dan, kadın ticaretinden, faizde mülk edinebi-
lir. İslam ise mülk edinme ve mülkü sarf et-
me yollarını sınırlandırmıştır. Faiz, içki satışı vb. haram yollardan mülk edinmeyi haram
kılmıştır.
İslam‟da ifade hürriyeti yoktur. Zira İslam da fertlerin her türlü düşüncesi, fikri İslami
naslarla kayıt altına alınmıştır. Demokrasi,
kapitalizm, sosyalizm vb. İslam dışı yollara
çağrı yapmak, bunların propagandasını
yapmak haram kılınmıştır. Müslüman‟ın be-
nimseyeceği, taşıyacağı her türlü düşünce İs-lami naslara uygun olmalıdır.
İslam ferdi hürriyeti de haram kılmıştır.
Zira ferdi hürriyet ferdin davranışları üze-rinde hiçbir yetki ve otorite kabul etmez.
Hâlbuki İslam‟da fert haramlar ve helallerle
kayıt altına alınmıştır. Mesela İslam içki iç-meyi, eşcinselliği, fuhşiyatı haram kılmıştır
ve bunlara cezai müeyyideler koymuştur.
Bu izahatlarımızdan anlaşılmaktadır ki kapitalizm ve onun hürriyetler düşüncesi İs-
lam‟la taban tabana zıttır. İslam ferde her
davranışında haram ve helaller çizmişken kapitalizm ferdi her alanda başıboş bırakmış-
tır. Bunun neticesinde kapitalizm insanın fıt-
ratından sapmasını sağlamış, onun hayvan-dan aşağı derecelere indirmişken, İslam insa-
nı yüce değerlerle donatmış yaratılmışların
en üstünü kılmıştır.
Bu hakikatler karşısında biz aydın akıllara
düşen beldelerimizi işgal eden batılı fikirlerin
şerrinden bizleri koruyacak, İslamı bir bütün-lükte tatbik edip bugünkü fesadın kökünü
kazıyacak küresel hilafet projesine destek
olmak, ona omuz verenlerle beraber olmak-tır.
Takiyyuddin en Nebhani mefhumlar [email protected]
köklüdeğişim aralık 2009 68 Ser-dar
Siyâsi Mefhumlar (3)
Devletlerarası Durum
Devletlerarası durumu anlamak her bir
devletin siyasetini anlamaktan farklı bir şey-dir. Zira etkili olan devletlerin siyasetini an-
lamak daha önce de açıklandığı üzere bu
devletlerin siyasetlerinin üzerine kurulu ol-duğu düşüncenin ve metodun anlaşılmasıyla
alakalıdır. Devletlerarası durum ise devletle-
rarası etkili ilişkilerin yapısı demektir. Yani birinci devletin ve onunla rekabet halinde
olan devletlerin üzerinde bulunduğu hal
demektir. Bu durum düşünce metotla alakalı değildir. Devletlerarası ilişkilerle alakalıdır.
Devletlerin birinci devletin sahip olduğu
merkez üzerinde ve devletlerarası siyaset üzerinde yürüttükleri yarışla alakalıdır. Bu-
nun içindir ki devletlerarası durumu anla-
mak mutlaka gereklidir.
Devletlerarası durumun tek hal üzere
durmadığı da bilinmelidir. Dünyanın içeri-
sinde bulunduğu durumlara, hallere ve olay-lara göre değişiklik gösterir. Ancak bununla
birlikte devletlerarası durum hakkında açık
bir tablo ortaya koymak, genel hatlar çizmek mümkün olduğu gibi birtakım tafsilatlar
vermek de mümkündür. Fakat bunların tü-
mü vakıanın insanlara açıklandığı andaki du-ruma, zamana ve vasfına delalet eder. Dola-
yısıyla yapılan nitelendirme mevcut durum
için doğrudur. Devletlerarası durum değişti-ğinde ise aynı şekilde nitelendirmede bu-
lunmak doğru olmaz. Daha önceden mevcut
olup sonradan yok olan ve tarihi bir vakıa ni-teliğine bürünmüş bir şeyin vasıflandırılması
sayılır. Artık ortaya çıkan vakıanın yani dev-
letlerarası yeni durumun ne olduğu ortaya konulmalıdır. Buna göre vasıflandıracağımız,
şeklini çizeceğimiz devletlerarası durum ve-
ya hakkında genel hatlar ortaya koyacağımız
husus ya da tafsilatlarına gireceğimiz konu,
daha önceden olmayan veya şu anda gözlem-
lenen ya da ortaya çıkması beklenen bir vakı-
anın vasıflandırılması şeklinde olacaktır. An-
cak buna rağmen sabit bir iş sayılmaz. Bunun
içindir ki olayların kendisinde netlik kazan-ması, olaylar hakkında hüküm verebilmesi,
görüş ve düşünceleriyle arasında bağlantı
kurabilmesi için siyasetçinin devletlerarası durum ve bir devletin siyaseti hakkında bilgi
sahibi olması mutlaka gereklidir.
Devletlerarası durumu anlamak Müslü-manların dünyadaki birinci devletin duru-
munu, bu devlete ve dünya siyasetine göre
diğer devletlerin durumunu anlamalarını ge-rektirir. Aynı zamanda tabi devletlerin du-
rumunu, yörüngedeki devletlerin durumunu
ve bağımsız devletlerin durumunu bilmeyi de gerektirir.
Başkasına tabi olan devlet, harici siyase-
tinde ve dâhili işlerinin bir kısmında bir baş-ka devlete bağlı olan devlet demektir. Mısır
ile Amerika arasındaki ilişkide olduğu gibi.
Şu andaki Kazakistan ile Rusya arasındaki durumda olduğu gibi.
Yörünge devletler tabi olarak değil masla-
hatının gereği olarak dış siyasetinde bir baş-ka devletle bağlantısı olan devletlerdir. Ja-
ponya‟nın Amerika ile Avustralya‟nın Ame-
rika ve İngiltere ile Kanada‟nın Amerika, İn-giltere ve Fransa ile ve şu andaki Türkiye‟nin
İngiltere ve Amerika ile olan ilişkilerinde ol-
duğu gibi. Bağımsız devlet ise harici ve dâhili siyasetinde maslahatına göre dilediği gibi ha-
reket eden devlet demektir. Fransa, Çin ve
Rusya örneklerinde olduğu gibi.
Devletlerarası siyaset kapsamında yer al-
mayıp daha ziyade sömürgeci devletlerin iş-
galleri altındaki bir ülkeden çıkmasından kaynaklanan birtakım durumlar vardır. Bu
durumlar ve benzerleri devletlerarası siyaset-
te incelenmez ve bunlar hakkında genel hat-lar verilmez. Her durum mevcut vakıasıyla
incelenir ve o vakıaya göre bir hüküm verilir.
siyâsi mefhumlar…
köklüdeğişim aralık 2009 69 Ser-dar
İngiliz'lerin Irak'tan çıkmasının ardından 14 Temmuz 1958'de darbe yapılması ve tüm an-
laşmaları ve bağlantıları ilga etmesiyle Irak;
Fransa, İngiltere ve bağımsız herhangi bir devlet gibi devletlerarası durumda müstakil
bir devlet haline geldi. Ancak bir yönüyle her
ne kadar Irak müstakil bir devlet gibi olsa da o andaki yöneticisi Amerika'nın ajanı oldu-
ğundan vakıa olarak Amerika'ya tabi bir dev-
let oldu. 17 Temmuz 1968 darbesiyle İngiliz ajanları yönetimi ele geçirdiklerinde ise Irak
İngiliz'lere tabi bir devlet oldu.
Böylece müstakil olan devletlerin yönetici-leri ajan olur ise veya ajan olan bir kimse yö-
netime gelirse bu devlet, idarecisinin ajanı
bulunduğu devlete tabi bir devlet haline ge-lir.
Böylelikle sömürülen bütün devletler bu
gibi durumlarla karşılaşabilirler ve idarecile-rinin değişmesi neticesinde bir elden diğer
ele geçerler. Devletlerarası yönden bu gibi
devletler müstakil devlet gibi görünseler de gerçekte bağımsız değil tabidirler. Ancak
bunlar bireysel türden durumlar olup sö-
mürgelerden birisinden kurtulmaktan ve sömürgeci devletlerin sömürgelerine dönme
çabalarından veya daha başka devletlerin ön-
ceki sömürgeci devletin yerini almak için ça-balamalarından kaynaklanan bir durumdur.
Dünya siyasetini ve devletlerarası duru-
mu anlamanın önemli olması nedeniyle dün-
yada birinci devlet mertebesinde bulunan
devleti bilmek mutlaka gereklidir. Barış ha-
linde iken devletlerarasında birinci olan dev-let, devletlerarasında da söz sahibi olur. Söz
sahibi olarak bundan sonra ikinci devlet ve
siyasi olarak dünyayı etkileyebilme bakımın-dan herhangi bir diğer devlet yer alır.
Diğer devletlerin birinci devlet üzerinde
tesiri ancak dünya üzerinde etkileme ağırlığı bulunan devletlerce olur. Kişisel ve evrensel
gücündeki farklılığa göre bu etki de farklı
olur. Devletin gücündeki büyüklüğe ve ev-rensel olarak ağırlık boyutuna göre birinci
devlet üzerinde ve buna bağlı olarak da dev-letlerarası yönden dünya siyaseti üzerine et-
kisi olur.
Hem birinci devlet üzerinde etkili olma çabası bakımından hem de dünya siyasetinde
etkili olması bakımından 2004 yılı itibariyle
günümüzde bu konu için en açık örnek İngil-tere‟dir. Amerika üzerinde kurabildiği bazı
etkiler devletlerarası bakımdan sahip olduğu
birtakım hususlardan gelmektedir: Bir za-
manlar dünyada birinci devlet olmasından
kaynaklandığı gibi eski sömürgeleri üzerinde
devam eden nüfuzundan da kaynaklanmak-tadır. Aynı şekilde Amerika İngiltere ikilisi-
nin Irak‟a karşı başlattıkları savaştan sonra
Fransa, Rusya ve Almanya birlikte hareket ederek birinci devlet üzerinde etki oluştur-
maya ve buna bağlı olarak da devletlerarası
bakımdan dünya siyasetini etkilemeye çalış-mışlardır.
Birinci devlet üzerinde etkili olmayan ve
buna bağlı olarak da dünya siyasetinde müs-takil bir etkisi olmayan devletlere örnek ver-
meye gelince: Tabi devlet bunlardan birisidir.
Kendisine tabi olunan devletin kullanma gü-cü dışında bu devletin birinci devlet üzerinde
herhangi bir etkisi olmaz. Aynı durum yö-
rünge devletler için de geçerlidir. Bu devlet yörüngesinde dönüp durduğu büyük devle-
tin etkisi altındadır.
Tabi ve yörüngede olmayan devletler ise
İsviçre, İspanya, Hollanda, İtalya, İsveç gibi
müstakil devletler grubunda yer alırlar. Bi-
rinci devletin çıkarlarını destekledikleri veya tehdit ettikleri zaman devletlerarası bakım-
dan bunların dünya siyaseti üzerinde etkileri
vardır. 2003 yılında Irak‟ı işgal ettiğinde des-tek vermeleri suretiyle Amerika‟nın önemli
çıkarlarını güven altına alan İtalya‟yı ve İs-
panya‟yı buna örnek verebiliriz.
Bu nedenledir ki dünya siyaseti üzerinde
etkili olmak veya çıkarları doğrultusunda sü-
rükleyebilmek isteyen herhangi bir devletin iki yoldan birisini takip etmesi gerekir:
siyâsi mefhumlar…
köklüdeğişim aralık 2009 70 Ser-dar
1- Devletlerarası durumdaki birinci devle-tin gerçek çıkarlarını fiilen tehdit etmek.
2- Büyük devlete çıkar temin edeceği şar-
tıyla kendi çıkarı hakkında birinci devletle pazarlık yapmak.
Etkili aktif tehdit metodu kesin olarak so-
nuç getiren bir metottur. Etkisini garantile-yen ve devletlerarası durumda sesini duyu-
ran gerçek bir devlete yakışan metot da bu-
dur. Büyük devlete çıkar temin etme yoluna
girmeyi hedefleyen ikinci metot ise karanlık
bir yol olup tökezlemesinden emin olunma-
yan bir yoldur. Bazen gayeye ulaştırırken ba-zen de tehlikeye götürür. Bu yol ümmetin
varlığı ile kumar oynamak ve devletin gele-
ceğini ahmakça tehlikeye atmaktır. Çünkü büyük devletin çıkarının herhangi bir devlet
tarafından ipotek altına alınması merkezi ko-
num veya imkânlar bakımından kendisinden daha aşağı seviyede bulunan hangi devlet
olursa olsun bu çıkarlar üzerinde onunla pa-
zarlığa girişmesini engellemez.
Nitekim Amerika “eski Avrupa” nitelen-
dirmesinin ardından 2003 yılında batı Avru-
pa devletlerinden olan klasik müttefikleri ile pazarlık yapmış ve Irak meselesinde eski
müttefiklerinin yerini dolduracak doğu Av-
rupa devletleri hakkında araştırma yapmaya başlamıştır. Aynı şekilde savaş konusuna
devletlerarası meşruiyet kazandırmak için
Birleşmiş Milletlerden herhangi bir karar çı-
kartmaksızın Irak‟a saldırma hususunda İn-
giltere kıvırmaya başladığında Amerika İn-
giltere‟ye karşı tavrını hemen koymuş ve Amerikan Savunma Bakanı Rumsfeld: “İngil-
tere olmadan da Amerika Irak‟a gidebilir”
şeklinde açıklama yapmıştır.
Çıkarları tehdit etmek ve etkili olabilmek
için bu devletin kendini savunma imkânları-
na ve kendi dâhili durumuna eksiksiz bir şe-kilde hâkim olma sebeplerine sahip olması
mutlaka gereklidir. Bunun için tek doğru yol
bu devletin artan bir şekilde ilerleme yolun-da yürümesidir. Yani evrensel olarak taşıdığı,
davet ettiği bir ideolojisi bulunmalıdır. Bu işe çevresinden, komşusundan başlamalıdır ki
kendisini bir iç savaşa girmekten koruyabil-
sin. Sadece sınırlarını korumakla yetinmesin. Bilakis hem ideolojisi hem de nüfuzu ile ge-
nişlesin ve böylece devletlerarası durumda
birinci devletle rekabet edebilsin.
Herhangi bir devletin dünyadaki birinci
devleti üzerinde bulunduğu merkezi konu-
mundan kaydırabilmesi için siyasi atmosferi
kendi tarafına dönüştürmeli ve diğer devlet-
leri hem siyasi hem de fikri olarak kendine
çekmelidir. Tıpkı ikinci dünya savaşı önce-sinde Almanya‟nın yaptığı gibi. Eğer her-
hangi bir devlet bunu yapabilirse devletler-
den birisi birinci devlet merkezini teslim alıncaya kadar devletlerarası durum sallantı-
da kalır. Çoğunlukla da devletlerarası durum
ister dünya savaşı şeklinde olsun isterse sı-nırlı bir savaş şeklinde olsun ancak bir sava-
şın çıkmasıyla değişir. Veya birinci devlete
karşı bir savaş tehlikesi söz konusu ise ve bu savaşta da onunla kendi bloğunda onunla
rekabet halinde olan bir devlete ihtiyaç du-
yulduğu zaman.
Dünyada birinci devlet konumu yeni de-
ğildir, çok eski dönemlerden beri vardır. Eski
tarihte Mısır birinci devlet idi. Irak‟ta bulu-nan Asurlular o dönemde birinci devlet ko-
numu hususunda Mısır‟la rekabet halindey-
di. Bir zamanlar Bizans‟ta birinci devletti ve Fars‟lılar bu konuda onun rakibiydiler.
Raşidi halifeler döneminden haçlı savaşlarına
kadar geçen süre içerisinde İslam devleti bi-rinci devlet konumundaydı. Bu konumunda
onunla rekabet edecek kimse yoktu. Fransa
birinci devlet iken bu hususta İngiltere onun-la rekabet halindeydi. İslam Hilafet Devleti
niteliğiyle Osmanlı Devleti yaklaşık üç asır
boyunca birinci devlet olarak kaldı. On seki-zinci asrın ortalarına kadar bu konuda hiç
kimse onunla rekabet edemedi. Birinci dünya
savaşı öncesinde ise Almanya birinci devlet
idi. İngiltere ve Fransa ise bu hususta onunla
yarışmaktaydılar. Birinci dünya savaşından
siyâsi mefhumlar…
köklüdeğişim aralık 2009 71 Ser-dar
sonra ise İngiltere birinci devlet oldu ve Fransa bu konuda İngiltere ile rekabet etmek-
teydi. Sonra ikinci dünya savaşı öncesinde
İngiltere birinci devlet iken Almanya bu hu-susta onunla rekabet halindeydi ve neredey-
se birinci devlet olacaktı. Bu durum ikinci
dünya savaşına kadar devam etti. Amerika da savaşa katıldı ve savaş hem devletlerarası
siyasetin çizilmesinde hem de devletlerarası
durum bakımından Amerika‟nın birinci dev-let olmasıyla sona erdi. Öyle ki en güçlü dev-
let olarak devletlerarası siyaseti kendi tarafı-
na çekti ve devletlerarası duruma hükmeder oldu, istemediği siyasi olaylar uygulanmaz
hale geldi. Bununla birlikte Sovyetler Birliği,
İngiltere ve Fransa onunla rekabet etme giri-şimlerini sürdürdüler. Bu devletlerin her bi-
risi güçleri oranında yapabildikleri kadar
dünya siyasetinde etkili olmaya çalışıyorlar-dı. Özellikle Sovyetler Birliği güçlü bir şekil-
de bunu yaparken İngiltere ise daha zayıftı.
Sovyetler Birliği adeta ortağı veya mütte-fiki gibi Amerika‟nın yanında yer alırken İn-
giltere arka planda kaldı, günden güne daha
da geriledi ve şu anda bulunduğu hale geldi. Bunun nedeni şudur: İngiltere ikinci dünya
savaşının darbesinden yeni yeni uyanmaya
başlamıştı. Birinci devlet konumunda olan Amerika‟yı sarsmaya, yerinden oynatmaya
çalıştı. Amerika üzerinde etkili olabilmek için
siyasi operasyonlara kalkıştı, sadece göster-melik olarak Kore savaşına katıldı. Kore sa-
vaşının arkasındaki gerçek aktör olan Çin‟e Amerika‟ya ait savaş haberlerini ulaştırdı.
Böylece iğrenç ve gizli araçlarıyla İngiltere
birinci devlet konumunda olan Amerika‟yı Kore savaşında etkilemeyi başardı, şiddetli
bir şekilde sarstı. Yine doğu bloğu yanında
Hindiçini için yapılan Cenevre konferansında doğu bloğunun yanında yer aldı ve takındığı
tavırla doğu bloğu çıkarına karar çıkmasına
neden oldu. Ve yine casusluk ve askeri ha-berleri Rusya‟ya naklediyordu. Bunlardan bi-
risi de Rusya‟ya haber vermesi sonucunda
Rusların düşürdüğü Amerikan U2 casus uçağı olayıdır. Daha sonra Paris konferan-
sında Mc. Millan, Eisenhower‟a karşı
Khruschef‟in yanında yer almış ve Birleşik Devletler Başkanı sıfatına sahip olan
Eisenhower‟ın ayaklarını kaydırmaya çalış-
mış, böylelikle konferans başarısız olmuş ve Amerika‟nın konumu zayıflamıştır. Böylece
birinci devlet konumunu etkilemek amacıyla
birçok işe kalkıştı. Ancak Amerika bunların
tümünün farkına vardı. Daha sonra Viya-
na‟da Kruschef Kennedy görüşmesi yapıldı.
İşte bu tarihten itibaren İngiltere Amerika‟ya karşı saldırmaktan dönüş yaparak kendisini
koruma pozisyonunu takınma mecburiyetin-
de kaldı. Zira Rusya (Sovyetler Birliği) ve Amerika, İngiltere‟yi dünyada tasfiye etmek
için birlikte hareket etmeye başladılar.
(Devam Edecek)
Necahu‟s Sabatin aile kaledir [email protected]
köklüdeğişim aralık 2009 72 Ser-dar
Çocuk Terbiyesinin Esasları (62. Sayıdan Devam)
Dördüncü Bölüm
Davranışlarda Değişiklik Yapma, Dü-
zenleme
Davranışların değiştirilmesi, düzenlenme-
si, yirminci yüzyılın başından itibaren araş-
tırmacıların gerçekleştirdikleri sayısız bilim-
sel tecrübelerden elde edilen bazı üsluplara
dayanmaktadır. Bunlar şunlardır:
1- Takdir etme ve ödüllendirme üslubu.
2- Maksadı görmemezlikten gelme üslubu.
3- Cezalandırma üslubu.
Takdir etme ve ödüllendirme üslubu
Davranışların değiştirilmesi, düzenlenme-
si alanında köşe taşını oluşturan ilke ödül-
lendirme, takdir etme veya destekleme ilke-
sidir. Destekleme, genel bir ıstılah olup isteğe
olumlu cevap alındıktan sonra muayyen et-
kinin izale edilmesini veya sunulmasını kap-
sayan öğrenme işlemine işaret etmektedir.
Alınan bu cevabı kuvvetlendirmeye götüren
bir iştir. Örneğin çocuğun yüzüne karşı gül-
düğünde ve her girişinde ona bundan daha
güzel bir selam verdiğinde; verilen bu selam
“davranışlar” olarak isimlendirilir. Çocuğun
yüzüne gülmek ve ona selamla cevap vermek
ise “etki” dir. Bu olayda çocuk “etki” sebe-
biyle selam vermeyi öğrenmiştir.
“Etki” davranışları destekleyen, yücelten
davranışların ortaya çıkma ihtimalini artıran
iş olarak isimlendirilir. Bu etki iki türlü olur.
Olumlu destek ve olumsuz destek. Olumlu
destek, ortaya çıkması davranışların destek-
lenmesine yol açan, götüren etkidir. Sınav-
lardan tam not alan çocuğa çeyrek dinar ödül
vermen gibi. Olumsuz destekleme ise; giz-
lenmesi durumunda çocuğun davranışlarını
kuvvetlendiren etkidir. Örneğin oğlundan
hoşuna gitmeyen bir söz duyduğun her sefer
gülümsemeni ondan gizlemendir. Bundan
daha destekleyici ve evla olanı (öğrenilmeyen
ve kazanılmayan) ve ikincil olanı (öğrenilen
ve kazanılanı) vardır. Destekleme, onurlan-
dırma davranışların düzenlenmesindeki en
önemli ilkelerdendir. Bu durum bazılarını
“davranışları destekleyerek, onurlandırarak”
düzenleme üslubu diye isimlendirmeye gö-
türmüştür. Bunun nedeni desteklemenin,
onurlandırmanın sadece davranışları kuvvet-
lendirmekle kalmadığı fakat bunun birçok
göreve sahip olduğudur:
- Aktif Görev: Destekleme zatın mefhu-
munda olumlu değişiklikler doğurur.
- Teşvik edici Görev: Destekleme, iticili-
ğin anahtarıdır.
- Bilgiye Dayalı Görev: Destekleme, eda-
nın tabiatı etrafında hemen dönüş yapan bir
gıda sunar.
Davranışların değişiminde, düzenlenme-
sinde geçmiş dönem tecrübelere destekleme-
nin, güçlendirmenin tarihi diye isimlendirilir.
Yani bir ferdin herhangi bir anda yapmış ol-
duğu bir husus, geçmiş destekleme tecrübe-
lerinin neticesidir. O kimse, geçmişte dönmüş
olduğu tarz, hal üzere davranışlarına meyle-
der, yönelir. Yani elde etmiş olduğu lezzet
veya cezadan sakınma veya cezadan kaçma
tutumuna göre davranır. (İnsan Davranışla-
rının Düzenlenmesi, Değişimi)
Süratle ve Süreklilikle İyi Davranışlarla
Yetinmek
çocuk terbiyesinin esasları…
köklüdeğişim aralık 2009 73 Ser-dar
Çocuğun öğrenmesinde en üstün üslup,
arzu edilen davranışlardan dolayı ödüllen-
dirmek, arzu edilmeyen davranışlardan do-
layı da ödülden men etmektir. Zira çocuklar
konuşmayı, elbise ve ayakkabı giymeyi, ev iş-
lerine katılmayı öğrenirler. Çünkü onlar teş-
vik edilmekle, önemsenmekle, gülümseme-
lerle, kucağa alınmakla ve güzel kelimelerle
karşılaştılar. Şüphesiz ki ödüller arzu edilen
davranışların takviye edilmesinde büyük kü-
çük herkes için çok ciddi etkileri vardır.
Kur‟an-ı Kerim, Müslümanları yerine getir-
meye teşvik etmek için salih ameller için se-
vabı çok geniş bir şekilde kullanmıştır.
Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır: فيوفير إضيةعيشة موإزينوثقمتمنفأم ا “Artık kimin de tartı-
ları ağır basarsa. O memnun kalacağı bir
hayattadır.” (Karia 6-7)
يرهخيرإذر ةمثقاليعملفمن “Kim de zerre ağırlı-
ğınca hayır yaparsa onu bulur.” (Zilzal 7)
الحاتوعمموإآمنوإإل ذينإن تحتيامنتجريجن اتليمإلص إلكبيرإلفوزذلكإألنيار “İman edip Salih amel işle-
yenlere içinden ırmaklar akan cennetler
vardır. İşte büyük kurtuluş budur.” (Buruc 11)
Ağlamasını gerektirecek bir sebep olma-
dığı halde çocuk ağladığı zaman, bunun be-
denindeki herhangi bir sıkıntıdan kaynak-
lanmadığından emin olmak gerekir. Ağlama-
sını kestiğinde ise anne, hemen ona güzel ve
tatlı sözler söylemek veya kucaklamak sure-
tiyle onu önemsemelidir, ödüllendirmelidir.
Tekrar ağlamaya başladığında ise ona dikkat
etmeden önce kısa bir müddet beklemeli, ön-
cekinden daha farklı bir ses tonuyla ona ses-
lenmelidir. Bu süre içerisinde ise onu kucak-
lamak gibi daha fazla özen göstermelidir.
Çocuklarına karşı gülümsemeyen, öpme-
yen veya onları teşvik edici bir kelime kul-
lanmayan babalar çocuklarda görülen güzel
davranışları ödüllendirmenin etki boyutunu
kavramıyorlar demektir. Ki bu kimseler kalp-
lerinde merhamet bulunmayan kimselerdir.
Buharî ve Müslim‟in Aişe (RadiyAllahu
Anha)‟dan rivayet ediyorlar. Dedi ki:
“Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Ali
RadiyAllahu Anh‟ın çocukları Hasan ve Hüse-
yin‟i (RadiyAllahu. Anhum) öptü.” Bu esnada
yanında Akra‟ ibni Habis et-Temimi vardı ve
şöyle dedi: “Benim on tane çocuğum var ve on-
lardan birini bile öpmedim.” Bunun üzerine
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ona
baktı ve dedi ki: “Merhamet etmeyene mer-
hamet edilmez.”
Yine Buharî ve Müslim‟in Aişe
(RadiyAllahu Anha)‟dan rivayet ettiği bir
başka hadis şöyledir. Dedi ki: “Bedevinin birisi
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem‟e geldi ve
dede ki; Siz çocukları öpüyorsunuz fakat biz öp-
müyoruz. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve
Sellem buyurdu ki: “Allah (Subhanehu ve
Teâlâ) kalbinizden merhameti söküp almışsa
ben ne yapabilirim ki.”
Güzel Davranışları Öv
Çocuk yatağını düzelttiği zaman annesi-
nin ona şöyle demesi gerekir: Yatağını dü-
zeltmen gerçekten çok güzel bir davranış. Al-
lah seni sevecektir. Çünkü Rasulullah
SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmak-
tadır: “Sizden herkim işini sağlam yaparsa
Allah da onu sever.” Derslerinde kız kardeşi-
ne yardım ettiği zaman ona şöyle de: Kız
kardeşine yardımcı olman çok harika bir iş.
Şüphesiz ki Allah, yardıma ihtiyaç duydu-
ğun anlarda sana yardımcı gönderecektir.
Çünkü Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve
Sellem şöyle buyurmaktadır: “Kul kardeşine
yardımcı oldukça Allah da kulun yardımın-
dadır.”
Çocuğun yapmış olduğu güzel bir davra-
nışı övmek çocuğun kendisini övmekten da-
ha etkilidir. Çocuk annesinin çağırmasına
çocuk terbiyesinin esasları…
köklüdeğişim aralık 2009 74 Ser-dar
olumlu cevap verdiğinde ona: Annene itaat
etmen salih bir iş olup bundan dolayı Allah
sana sevap verir, şeklinde bir ifade kullan-
man, sen iyisin, sen harikasın demenden da-
ha güzeldir, üstündür. Bu nedenledir ki ken-
dimizi, yaptığı işten dolayı çocuğun kendisi-
ni övmek yerine yaptığı işi övmeye alıştırma-
lıyız.
Mükâfat Türleri
Başlangıçta çocuğu para, top, kitap, balon,
tatlı, cd, bilgisayar veya oyuncak gibi maddi
hediyelerle ödüllendir. Daha sonra maddi
ödülleri hafifletip övgü, önemseme, dokun-
ma, gülümseme, öpme veya kucaklama gibi
manevi ödüller ver. Çocukla satranç ve futbol
oynamak veya güreşmek veya ev oyunlarına
iştirak etmek veya beraberce hikâye okumak
ve fotoğraflı bir kitaba bakmak veya televiz-
yonda bir film seyretmek, seyahat etmek, ata-
ri veya bilgisayar oynamak, lokantaya gidip
tatlı yemek ya da hoşlandığı bir yemek ye-
mek gibi belirli hareketlilikleri içeren ödül
türleri de kullanılabilir.
Güzel Bir Davranışın Ardından Hemen
Ödüllendir
Ödüllendirmenin etkileyici olabilmesi için
istenilen bir işi yapmasının ardından çocuğa
ödülün hemen verilmesi gerekir. Bahçeyi su-
ladığında bir gün veya bir saat sonra değil
hemen ödüllendir. Namaz kıldığı zaman he-
men ödüllendir. Rasulullah SallAllahu Aley-
hi ve Sellem şöyle buyurmuştur: “İşçinin üc-
retini alnının teri kurumadan veriniz.”
Güzel Davranışlarının Ödüllendirilme-
sinde Başarısızlıktan Sakın
Said babasına şöyle diyerek eve girdi:
“Bugün Kur‟an-ı Kerim okuma yarışmasını ka-
zandım,” dediğinde baba; “mutfağa git ve an-
nene sor, yemek ne zaman hazırlanıyor,” şeklin-
de bir karşılık vermesi çok yanlıştır. Birçok
baba çocuklarının yapmış oldukları fiillere
hemen cevap vermeyip yapılması istenen
güzel davranışlarını ihmal ederler. Çocukları
güzel bir işi gerçekleştirdikleri zaman onları
dikkate almazlar, önemsemezler. Oysa baba-
ların çocukların yapmış oldukları fiillere kar-
şı tepki göstermekte dikkatli olmalı ve uyum-
lu bir konuşma yapmalıdırlar ki güzel dav-
ranışları köreltmesinler, tam tersine kuvvet-
lendirsinler veya kat kat destek versinler.
Kasıtlı Olmayarak Güzel Bir Davranışı
Cezalandırmaktan Sakın
Ahmet annesine şöyle diyor: “Öğle nama-
zını ilk vaktinde kıldım.”
Anne: “Sabah namazını ne yaptın, her zaman
yaptığın gibi uyudun.”
Bu olayda anne öğle namazını vakit girer
girmez kıldığı için Ahmed‟i övmemiş, ödül-
lendirmemiş tam tersine sabah namazını
kılmakta kusurlu davrandığı için azarlamış-
tır. Annenin bu davranışı çocuğun yapmış
olduğu iyi davranışların –ki bu olayda öğle
namazının vakit girer girmez kılınmasıdır-
yapılmasını zayıflatacak ve kötü, yanlış dav-
ranışların yapılmasını ise –ki yine bu olayda
sabah namazı vaktinde tembellik ederek na-
mazın kılınmaması, uyunmasıdır- takviye
edecektir.
Oysa yapılması gereken, sabah namazını
vakti içerisinde veya uyandıktan sonra kıl-
madığı için zamanında uyarıda bulunması,
azarlamasıydı. Beklenerek, güzel bir işi yapıp
bitirdikten sonra önceden yapmış olduğu bir
işten dolayı çocuğun cezalandırılması, ihmal
edilmesi doğru bir hareket değildir. İşte bu
türden bir davranışla anne, cezalandırma
maksadı olmadığı halde yapmış olduğu gü-
zel bir davranışa rağmen oğlunu cezalandır-
mış olmaktadır.
Ödüllendirme Kastı Olmaksızın Kötü
Bir Davranışın Ödüllendirilmesi
çocuk terbiyesinin esasları…
köklüdeğişim aralık 2009 75 Ser-dar
Babalar yapmış oldukları kötü bir davra-
nışa rağmen farkında olmadan onları ödül-
lendirmiş olmamaları için çocuklarının dav-
ranışlarına dikkat etmeleri gerekir. Çünkü
böyle yapmak gelecekte de aynı davranışı
yapmasını sürdürmesine yardımcı olur. Ör-
neğin çocuk uyandığında ağlıyor ve okula
gitmemek için hasta numarası yapıyorsa ve
anne çocuğunun bu durumundan korktuğu-
nu ve ona önem verdiğini belli ederse, ger-
çekten hasta olup olmadığını araştırmazsa
veya gerçekten hasta olduğu gerekçesiyle
onu okula göndermezse, evde oturtursa işte
bu davranış çocuğa güç verir. Benzeri du-
rumlarda çocuğunu okula göndermekte zor-
lanır.
Veya çocuk dondurma almak için anne-
sinden para istediğinde harçlığını tükettiği
için annenin ona para vermeyi reddetmesi
üzerine çocuk ağlamaya, bağırmaya başlayıp,
yanında bulunan herhangi bir çocuğa vur-
ması üzerine onun ağlamasına, bağırmasına
teslim olarak susturmak için annesi ona para
verecek olursa, bu davranışıyla kötü hareke-
tine rağmen çocuğu ödüllendirmiş, yaptığı
yanlışa rağmen onu desteklemiş sayılır. Böy-
lece çocuk nasıl inatlaşacağını, isyan edeceği-
ni, benzer bir durumun tekrarlandığı her se-
ferde bu niteliklerini nasıl takviye edeceğini
öğrenmiş olur.
Not Verme Yöntemini Kullanmak
Yukarıda anlatılan üsluplar fayda verme-
diği zaman çocukları istenilen fiilleri yapma-
ya sevk edebilmek için defter tutma, not
verme üslubunu kullanmak faydalı olur. Ço-
cuğundan bazı işlerde sana yardımcı olması-
nı istediğinde veya Kur‟an ezberlemeye teş-
vik ettiğinde ya da bazı kitapları okumasını
istediğinde bu talepleri reddediyorsa not
verme üslubunu kullan. Bu üslup şu şekilde
olur:
1- Örneğin Tevbe suresinin ezberlenmesi
gibi gerçekleştirmesi istenilen davranışlar be-
lirle.
2- Tevbe suresinin ezberlenmesi gibi ya-
pılması istenen davranışların isminin yazıl-
madığı bir notlandırma cetveli hazırla. Dav-
ranışların yapılması gereken süreyi belirle.
Daha sonra da bu davranışlardan dolayı ço-
cuğun kazandığı notların hepsini kaydet.
İstenilen Davranışlar Listesi
3- Verilecek ödüllere ait bir cetvel dü-
zenle: Ödül cetvelini not cetvelinin yanına
koy, yapıştır. Ödül cetveli, ayni ödülleri, bu
programın tamamlanmasından sonra tören
yapılması veya ailece seyahate çıkılması gibi
çocuğun elde etmek istediği birtakım aktivi-
teleri içermelidir.
4- Her bir maddi ödülün elde edilmesi
için kazanılması gereken puan miktarını ka-
rarlaştırın.
ÖDÜLÜN ADI PUANI
Gazlı içecekler 10
İslâmi Hikâyeler 20
Cd 40
Tören Yapılması 50
Geziye Çıkılması 100
5- Çocuğun kazandığı veya kaybettiği pu-
anları kaydet. Çocuk puan kazandığı zaman
coşkuyla bunu listeye yaz, davranışından ve
çocuk terbiyesinin esasları…
köklüdeğişim aralık 2009 76 Ser-dar
kazandığı puandan dolayı onu öv. Her puan
kazandığında önceki işaretin yerine yanına
yeni bir işaret koy ve puanını düzelt.
6- Maksadını en iyi şekilde ifa edebilmesi
için program adil olmalıdır. Cetvel dolduğu
zaman onu sakla ve yeni cetvel yapıştır. Dav-
ranışların ne ölçüde değiştiğini, ilerleme
kaydettiğini görebilmek için eski ve yeni cet-
velleri yan yana getirmek suretiyle mukayese
yap. Çocuk elde edeceği ödüle ait puana sa-
hip olmadıkça ödülü almadığından emin ol.
Çünkü ödüllendirme cetvelindeki puanları
doldurmadığı halde ödül aldığı zaman yap-
ması gereken işi yavaşlatır.
7- Makbul olmayan bir işi yaptığı zaman
çocuktan kazandıklarını geri alma. Bunun
yerine uzaklaştırma, azarlama ya da daha
sonra anlatılacağı üzere daha farklı bir şekil-
de onu cezalandır.
8- Dört beş yaşlarındaki çocuklar puanla-
madan daha ziyade bir mermer parçası, kü-
bik bir eşya veya düğme gibi herhangi bir
küçük maddeyi tercih ederler. Kazandığı pu-
anlar belli bir büyüklüğe ulaştığı zaman bu-
nu hikâye veya tatlı gibi maddi bir ödülle
değiştir. Sahip olmadığı, kazanmadığı bir
sembolle oynamasına izin verme.
9- Ahirette sevap ve ceza karşılığı elde
edeceği puanlama ve ödül cetvelleriyle karşı-
laştırma yap. Zira emrettiği hususlarda Al-
lah‟a itaat eden, yasakladıklarından da kaçı-
nan Salih bir mümine Allah (Celle Celâluhu)
güzellikler verir. Kötü bir iş yaptığı zaman
ise yaptığı iş ve bu nedenle kazandığı günah
yazılır. İyilikleri daha çok ise cennete girer.
Kötülükleri daha çok ise Cehenneme girer.
10- Programı durdurmak: Çocuğun dav-
ranışlarında düzelme, gelişme varsa ve yaşı
da ilerlemişse artık ahirette elde edeceği se-
vabı dünya da elde edeceği ödüllere tercih
edecek hale gelmiştir. İşleri Allah‟ın rızasını
elde etmeye, sevap kazanmaya yöneliktir. Bu
durumda anne-baba programı durdurduğu-
nu ilan eder ve çocuğa iyiliklerinin Allah ka-
tında yazılmaya devam ettiğini, âlemlerin
Rabbi katında sevaba ve ecre nail olacağını
anlatır.
11- Programın sona ermesinden sonra bir
tören yapmayı veya ailece bir seyahate çık-
mayı düşün.
(Devam Edecek)
Esad Mansur tefsir [email protected]
köklüdeğişim aralık 2009 77 Ser-dar
Bakara Suresi (236-239. Ayetler)
Kadınlara mehir göstermeden ve onlarla
birleşmeden önce onları boşamak:
لين تفرضوإأوتمسوىنلمماإلنساءقتمطم إنعميكمجناحل بالمعروفمتاعاقدرهإلمقتروعمىقدرهإلموسععمىومتعوىن فريضة
إلمحسنينعمىحقا
“Nikâhtan sonra henüz dokunmadan ve-
ya onlar için belli bir mehir tayin etmeden
kadınları boşarsanız bunda size mehir zo-
runluluğu yoktur. Bu durumda onlara müt'a
(hediye cinsinden bir şeyler) verin. Zengin
olan durumuna göre, fakir de durumuna
göre vermelidir. Münasip bir müt'a vermek
ihsan sahipleri için bir borçtur.” (el-Bakara 236)
Ayette evlilik sözleşmesi yapılıp birleş-meden önce boşanmanın caiz olduğunu gös-
teriyor. Yine de mehir göstermemek caizdir.
Ancak mehir kadının hakkıdır, onu isteyebi-lir ve bu durumda erkek bu hakkı kadına
vermelidir. Fakat bu durumda boşanma
olursa erkek belli bir miktar kadına mal ver-melidir. Zira bu kalbini memnun ettirmek
için olur. Nitekim erkek kadınla evlilik söz-
leşmesi yapıp, gerdek gecesine girmeden ve-ya onunla birleşmeden boşarsa kalbini kırmış
olur ve kadını üzer. Buna mukabil belli bir
miktar mal vermelidir. Bu çevreye göre, her-kesin gücüne göre olur. Eğer erkek zenginse
çevrelerinde boşayan zengin erkeklerin ver-
dikleri miktara kadar verir. Fakirse çevrele-rinde boşayan fakir erkeklerin verdikleri ka-
dar bir miktar verir. Bu ise, ihsan sahipleri
üzerine bir haktır.
Ayet, İslam‟ın kadına ne kadar değer ver-
diğini gösteriyor. Oysa evlilik gerçekleşme-
di, sadece, sözleşme yapıldı. Kadın da erkek gibi de evlenmeyi ister. Ama neden bu du-
rumda erkek üzerine böyle bir hak ilzam edi-
liyor ve kılınıyor denilirse; İslam kadının bu duruma pek kırılacağından dolayı onu mem-
nun ettirmek ve gönlünü kazanmak için bu
hakkı erkekler üzerine yüklemiştir. Zira er-kekler kadınlar gibi böyle hassas ve duygusal
değillerdir. Ayrıca, erkeler bu şekilde üstün-
lük göstermiş olurlar. Aynı anda bu durum onların kadınlardan sorumluluğu üstlendik-
leri ve hissettiklerini ortay çıkartır.
Kadınlara mehir göstermiş olup onlarla
birleşmeden önce onları boşamak:
ن فنصففريضةلين فرضتموقدوىن تمسأنقبلمنطم قتموىن وإ أقربتعفوإوأنإلنكاحعقدةبيدهإل ذييعفوأويعفونأنإل فرضتمما
بصيرتعممونبماإلموإن بينكمإلفضلتنسوإوللمت قوى
“Kendilerine mehir tayin ederek evlen-
diğiniz kadınları, temas etmeden boşarsa-
nız, tayin ettiğiniz mehrin yarısı onların
hakkıdır. Ancak kadınların vazgeçmesi ve-
ya nikâh bağı elinde bulunanın (velinin)
vazgeçmesi hali müstesna, affetmeniz
(mehirden vazgeçmeniz), takvâya daha uy-
gundur. Aranızda iyilik ve ihsanı unutma-
yın. Şüphesiz Allah yapmakta olduklarınızı
hakkıyla görür.” (el-Bakara 237)
Bu ayet; eğer erkek mehir takdir eder ve
kadınla birleşmeden onu boşarsa mehrin ya-
rısını kadına vermesi gerektiğini gösteriyor.
Bundan önceki ayette mehir gösterilmemiştir.
Bu nedenle, çevrelerine ve güçlerine göre er-
kek bir miktar mal verecektir. Bu ayette mehir gösterilip de kadınla birleşmeden onu
boşadığı takdirde mehrin yarısının verilmesi
gösterilmiştir. Ancak, kadın hiç bir şey iste-mese bu da geçerli olur. Çünkü bu onun
hakkıdır, hakkından vazgeçebilir. Bu du-
rumda kadın takvalılığına bir derece eklemiş olur. Zira Allahu Teâlâ mehrin yarısından
vazgeçip istememeyi takvalılıktan olduğunu
göstermiştir. Yine de erkek mehrin tamamını verebilir. Kadın onu hiç istemez ise onun
bakara suresi 236-239…
köklüdeğişim aralık 2009 78 Ser-dar
takvalılığından bir parçadır. Erkekte mehrin tamamını verirse takvalılığının bir parçası
olur. Çünkü kadının hakkının iki katını yani
mehrin tamamını veriyor.
Allahu Teala; “…Aranızda iyilik ve ihsa-
nı unutmayın. Şüphesiz Allah yapmakta
olduklarınızı hakkıyla görür.” buyurarak birbirimize yaptıklarımız iyiliği unutmaya-
lım, herkesin diğeri üzerinde bir hakkı oldu-
ğunu, iyilik yaptığı hatırlatmasında bulunu-
yor. Bu nedenle bu ifade birbirinize iyilik
yapmayı terk etmeyin manasında geçer.
Herkes başkasına iyilik yapsın ki sevgi ve yardımlaşma ruhu aranızda yerleşsin ve her-
kes diğer kişinin benim üzerimde hakkı var
diye düşünsün. Çünkü iyilikte bulunmuştu. Bu durumda, düşmanlık azalıp hafifleşir ve
müsamahakârlık yayılır. Şüphesiz ki, Allah
her yaptığımızı görüyor, bunu düşünerek bu harekette bulunalım. Nitekim bize buna kar-
şı büyük mükâfat verecektir.
Namaz kılmayı muhafaza etmek:
موإتعمىحافظوإ لةإلص فإن قانتينولموقوموإإلوسطىوإلص تكونوإلمم اعم مكمكماإلموفاذكروإأمنتمفإذإركباناأوفرجالخفتم
تعممون
“Namazlara ve orta namaza devam edin.
Allah'a saygı ve bağlılık içinde namaz kılın.
Eğer (herhangi bir şeyden) korkarsanız (na-mazlarınızı) yürüyerek yahut binmiş olarak
(kılın). Güvene kavuştuğunuz zaman, siz
bilmezken Allah'ın size öğrettiği şekilde
O'nu anın (namaz kılın).” (el-Bakara 238-239)
Allahu Teâlâ namazları vakitlerinde kıl-
mak için titizlik göstermemizi talep etmekte-dir. Başka sürelerde birkaç ayet namazı de-
vamlı olarak ve vakitlerinde kılmamız için
emir gelmiştir. Bunlar En‟am suresi 92. ayet, Mü‟minun suresi 9. ayet, Me‟ariç suresi 23.
ve 34. ayettir. Ayrıca, Allahu Teâlâ namazı
ihmal etmeyi veya vaktinde kılmama konu-sunda uyardı. Ma‟un suresi 4. ve 5. ayette
namazları vakitlerinde kılmayan veya ihmal
edenleri cehennemle tehdit etmiştir. Namazı ihmal eden veya bu hususta tembellik gös-
termenin münafıkların sıfatlarından biri ol-duğunu Tevbe suresi 54. ayette beyan etmiş-
tir.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem birkaç hadiste namazı vaktinde kılmaya ça-
ğırmıştır. Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve
Sellem‟e şöyle sorulmuştur:
“Amellerin en efdali (üstünü) hangisidir?
Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem; „Na-
mazı vaktinde kılmaktır‟ demiştir. „Ondan
sonra hangisidir?‟ diye sorulmuştur.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem; „Al-
lah‟ın uğrunda cihat etmektir‟ cevabını ver-miştir. „Bundan sonra hangisidir?‟ diye sorul-
muştur. „Ebeveyne (anne ve babaya) iyilik
yapmaktır‟ buyurmuştur.” Bu hadisi rivayet eden İbni Mesut; “Rasulullah‟ Sallallahu Aleyhi
Ve Sellem‟e daha fazla sorsaydım bana daha fazla
cevaplar verirdi.” demiştir. (Buhari ve Müslim),
İbni Hanbel, Rasulullah Sallallahu Aleyhi
Ve Sellem‟e biat edenlerden sahabe hanımı
Ümmü Fevv (Fevve‟nin annesi)‟den şunu dediğini rivayet etmiştir; “Amellerin en iyisi
namazın vaktinin başlangıcında hemen kı-
lınmasıdır.”
Nitekim Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve
Sellem namazın dinin direğinin olduğunu be-
lirterek iman ile küfür ayırımı yapan hük-mün farz olduğunu ve Müslüman‟ın kâfirden
ayırt edilmesi için de ayrıca açık işaret oldu-
ğunu belirtmiştir.
Burada önemli bir nokta vardır oda; na-
mazın vakitleri ve rekâtları Kuran‟da belir-
tilmemiştir. Bunları Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem belirtmiştir. Hem de
mütevatir hadislerde namazın vakitleri ve
rekâtları beyan edilmiştir. Bunu inkâr etmek küfürdür. Kuran‟da Hud suresi 114. Ayette;
لةوأقم إلم يلمنوزلفاإلن يارطرفيإلص “Gündüzün iki
ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz
kıl…” buyurmuştur. (Hud 114)
Bu ayette; “Gündüzün iki ucunda, gecenin
de ilk saatlerinde namaz kıl…” buyrulmuş
bakara suresi 236-239…
köklüdeğişim aralık 2009 79 Ser-dar
fakat vakit tam net bir şekilde gösterilmiş de-ğildir.
Nur suresi 58. Ayette;
يبمغوإلموإل ذينأيمانكمممكتإل ذينليستأذنكموإآمنإل ذينأييايامنثيابكمتضعونوحينإلفجرصلةقبلمنمر إتثلثمنكمإلحمم
عمييمولعميكمسليل كمعورإتثلثإلعشاءصلةبعدومنإلظ ييرةلكمإلم ويبينكذلكبعضعمىبعضكمعميكمطو إفونبعدىن جناح حكيمعميموإلم وإليات
“Ey müminler! Ellerinizin altında bulu-
nan (köle ve cariyeleriniz) ve içinizden he-
nüz ergenlik çağına girmemiş olanlar, fecir
(sabah) namazından önce, öğleyin soyun-
duğunuz vakit ve yatsı namazından sonra
(yanınıza gireceklerinde) sizden üç defa izin
istesinler. Bunlar, mahrem (kapanmamış)
halde bulunabileceğiniz üç vakittir. Bu va-
kitlerin dışında ne sizin için ne de onlar
için bir mahzur yoktur. Birbirinizin yanına
girip çıkabilirsiniz. İşte Allah ayetleri size
böyle açıklar. Allah, (her şeyi) bilendir, hü-
küm ve hikmet sahibidir.” (Nur 58)
Bu ayette Allahu Teâlâ kölelerin efendile-rinin odalarına ve çocukların baba ve annele-
rinin odalarına izinsiz girmemelerinin üç va-
kitte mahzur kılındığını gösterirken iki na-maz vakti göstermiştir. Fecir (sabah) nama-
zından önce, öğlende elbisenizi çıkarttığınız
zaman ve yatsı namazından sonra…
Burada, fecir ve yatsı namazının var oldu-
ğuna dair bir işaret vardır. Fakat bu vakit-
lerde ve diğer vakitlerde namaz kılmanın
farziyeti, bu vakitlerin başlangıcı ve sonu ve
keyfiyetlerini gösteren deliller sünnette geç-
miştir. Orada beş vaktin var olduğunu her vaktin başlangıcı ve sonu, rekâtların sayıları
ve namazla ilgili diğer hususların açıklanma-
sı hadis-i şeriflerde geçmektedir. Ayrıca, Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem, Ceb-
rail Aleyhi‟s Selam‟ın kendisine gelip kendi
önünde her vaktin başlangıcı ve sonunu be-lirttiği ve kıldığını açıklamıştır.
Tefsirini yaptığımız Bakara 238. ayette
namazların korunması bahsinde birkaç farzın var olduğuna dair delil olur. Çünkü Arapça
da çoğul üç şeyden başlar. Bunlar arasında orta namazın var olduğunu da gösteriyor. O
zaman vakitlerin sayısı üçten fazladır. Nite-
kim hadisler farz namazların sayısının beş olduğunu göstererek bunu doğrulamıştır.
Ayrıca bu ayette bütün namazları muha-
faza etmemizi emrediyor ve özel olarak orta namazın kılınmasını da korumaya çağrıldık.
Fakat bu orta namaz hangisidir ayette göste-
rilmedi. Bir takım hadisler bunun öğlen na-
mazının olduğunu göstermiştir. Başka hadis-
ler de ikindi namazının olduğunu göstermiş-
tir. Bazı hadisler de Fecir (sabah) namazının olduğunu belirtmiştir.
Âlimlerin çoğu ikindi namazının olduğu-
nu tercih etmişler. Ama ayet bütün namazla-rın vakitlerinde kılınmasını korumayı em-
retmiştir. Bu halde orta namazın hangisinin
olduğu önemli değildir.
Hadislerle beraber âlimler “ikindi nama-
zının muhafaza edilmesinin nedenini” bu
vakitte insanların çok zaman alışverişle meş-gul olmalarına bağlamıştır. Böyle olunca, in-
sanlar özellikle bu asırda değişik vakitlerde
meşgul olabilirler.
Ayette, orta vaktin belirlenmemesi her
namazın orta namazın olması ihtimalini do-
ğurur. Öyleyse, Müslüman her farz namazı-nın vaktinde kılınmasına tam titizlikle riayet
etmelidir.
Kadir gecesi de buna benzer. Kuran‟da
gösterilmedi ama hadisler ramazan ayının
son günlerinde (daha ziyade 27. gecesinde)
belirtmiştir. Fakat Müslüman özellikle rama-zanın son on gününde Kadir gecesini yaka-
lamaya çalışır.
Ayetin sonunda, Allah‟a boyun eğerek ve zillet göstererek namazı kılmamız talep edili-
yor. İslam‟ın ilk senelerinde ve özellikle Ha-
beşistan‟a hicret edilmeden önce Müslüman-lar namazda birbirleriyle konuşuyorlardı.
İbni Mesut RadıyAllahu Anha şöyle dedi:
“Habeşistan‟a hicret etmeden önce Rasulullah
bakara suresi 236-239…
köklüdeğişim aralık 2009 80 Ser-dar
Sallallahu Aleyhi Ve Sellem namaz kılarken ona
selam verince bizim selamımızı alıyordu. Habe-
şistan‟dan dönünce selam verdik cevap vermedi.
Namaz bittikten sonra bana şöyle dedi: „Senin se-
lamını almadım, çünkü namaz kılıyordum.
Allahu Teâlâ istediğini meydana çıkartır ve
meydana çıkarttığı hususlarda namazda ko-
nuşmamanızdır.” (Buhari)
Muaviye bin El-Hekem adlı Müslüman
namazdayken başka bir Müslüman hapşırın-
ca “yerhamukellah” deyince namaz bittikten
sonra ona şöyle dedi; „Namazdayken insan-
ların sözlerinden hiç bir şey geçerli değildir.
Ancak, tespih, tekbir ve Allah‟ı zikretmek
onda geçerli olur.” (Müslim)
Buna göre, namazdayken Müslüman dünya işlerinden kesilip, Allah‟a yönelip bo-
yun eğer, O‟na zillet göstererek bağlanmaya
çalışır, ayaktayken Kuran okur, rükû ve sec-de ederken tespih çeker, her harekette tekbir
getirir ve her ayet arkasında ve secde eder-
ken dua eder. Teşehhüt ve selat-ı ibrahimiyeyi bitirdikten sonra da dua eder.
239. ayet her halükarda ve ne durumda
olursa olsun korku esnasında bile namazı kılmayı muhafaza etmeyi pekiştirmektedir.
Eğer düşmandan korku varsa ayakta veya
binek üzerindeyken namaz kılmamızı Allahu Teâlâ emretmektedir. Bunun manası: Hiçbir
zaman namaz terk edilemez veya ihmal edi-
lemez. Korku olsa dahi savaşta iken de kı-
lınması gerekir.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem
şöyle buyurdu: “Korku pek şiddetli ise ayak-
tayken veya binerken işaret göstererek na-
maz kıl.” (Müslim)
Özellikle savaşta düşman Müslümanlara
saldırmak için her an fırsat beklerken Müs-lüman‟ın korkusu da artabilir. Bu durumda
ayakta veya bineği üzerinde başıyla işaret
göstererek, başını rükû için hafifçe eğilir, sü-cutta da daha fazla eğilir. Bu bir ruhsattır.
Eğer, emniyet olursa Müslümanların Allah‟ın
kendilerine bilmediklerini öğrettiği gibi Al-
lah‟ı zikredecekler, yani namaz kılacaklardır.
Burada, Allah‟ı zikretmek namazı kılmak
manasındadır. Nitekim Kuran‟da birçok yerde “Allah‟ı zikretmek” “namaz kılma”
manasında geçmektedir.
Bu ayette; Allahu Teâlâ Müslümanların bilmediklerini kendilerine öğrettiği gibi “Al-
lah‟ı zikredin” ifadesi Rasulullah Sallallahu
Aleyhi Ve Sellem‟in Sünnetinin Allah‟ın vahyettiği şey olduğunu gösterir. Çünkü
namaz kılma metodu Kuran‟da detaylıca
gösterilmedi ancak Sünnette gösterildi. Bu nedenle, Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve
Sellem şöyle buyurdu: “Nasıl namaz kılıyor-
sam sizde aynen kılın” (Buhari)
Hatta bu ayette ayaktayken ve binek üze-
rindeyken nasıl namaz kılacağımıza dair bir
açıklama yoktur. Ancak, hadislerde beyan edildi. İşaret gösterilerek rükû da baş az indi-
rilir, sücutta ise daha fazla indirilir.
Bu sebeple kesin bir şekilde doğru olan
Sünnet Kuran‟dan hiçbir şekilde uzak tutul-
maz. Sünnet ihmal edilirse özellikle Ku-
ran‟daki ahkâmla ilgili ayetler hiç anlaşılmaz ve uygulanamaz.
bakara suresi 236-239…
köklüdeğişim aralık 2009 81 Ser-dar