65
TOM GORDON'A AŞ IK OLAN KIZ STEPHEN KING Bu kitap, bana beyzbolla benim ona ö ğ rettiklerimden çok daha fazlası nı ö ğ retmeyi ba ş aran o ğ lum Owen içindir, Oyun Öncesi DÜNYANIN diş leri vardı ve canı ne zaman isterse ı sı -rabilirdi seni. Trisha McFarland, bunu dokuz ya şı ndayken keş fetti. Haziran baş lar ı nda, bir sabah saat onda, annesinin Dodge karavanı nda oturmuş , üstüne Red Sox topa vuruş antrenman kazağı n ı giymi ş (sı rtı nda 36 GORDON yazı lı olan), bebeğ i Mona ile oynuyordu. Saat on buçukta ormanda kaybolmuş tu. On birde artı k korkmamaya, "Bu tehlikeli, bu çok tehlikeli" diye düş ünmemeye çal ışı yordu, insanları n ormanda kaybolduklar ı zaman bazen çok ciddi ş ekilde yaraland ı klar ı nı ş ünmemeye çal ışı yordu. Bazen ölürlerdi. "Bütün bunlar çiş im geldi ğ i için," diye dü ş ündü... aslı nda o kadar da çok sı kış mamış t ı , bir ağ acı n arkası na giderken annesi ve Pete'den yolun başı nda bir dakika beklemelerini isteyebilirdi. Yine kavga ediyorlard ı , aman ne sürprizdi; iş te bu yüzden bir ş ey söylemeden biraz geride kalmış t ı . Sonra yoldan ayrı lmış ve yüksek bir çalı kümesinin arkası na geçmi ş ti. Onlann tart ış malar ı n ı dinlemekten, ş en ş akrak görünmeye çal ış maktan b ı kmış , annesine, "Btrak art ı k gitsin o halde! Eğ er yeniden Malden'e gidip Babamla yalamayı o kadar çok istiyorsa, neden b ı rakmı yorsun? Eğ er ehliyetim olsayd ı , burada yaln ı zca bir parça sessizlik ve huzur bulabilmek için onu ben kendim götürürdüm!" diye bağı racak hale gelmiş ti. Peki ya sonra? Annesi ne derdi o zaman? Yüzünde ne tür bir bakış belirirdi? Ve Pete... O daha büyüktü, nerdeyse on dört yaşı ndaydı ve aptal değ ildi, o halde neden aklı nı ba şı na toplam ı yordu? Neden buna bir son vermiyordu? "Kesin ş u saçmal ığı !" demek istiyordu ona (asl ı nda ikisine birden), kesin art ı k ş u saçmalığı ! Annesiyle babası bir y ı l önce boş anmış lard ı ve anneleri velayetlerini almış t ı . Pete, Boston banliyösünden Güney Maine'e taşı nmalar ı na k ı zm ış ve uzun uzun karşı koymuş tu. Bu davranışı n alt ı nda Babas ı yla birlikte olma isteğ i yat ı yordu ve bunu Annesine karşı kullanmış t ı her zaman (yanı lma-yan bir içgüdü ile en derin ve zorlu ş ekilde kullanabilece ğ inin bu olduğ unu anlamış t ı ), ama Trisha, bunun tek neden, hatta en büyük neden olmadığı n ı biliyordu. Ası l nedeni Pete'in Sanford Ortaokulu'ndan nefret etmesiydi. Maiden'de oldukça iyi ayarlamış t ı iş lerini. Bilgisayar kulübünü kendi özel krall ığı gibi idare ediyordu; arkadaş ları vardı , sersemlerdi, tamam, ama grup halinde geziyorlard ı ve kötü çocuklar onlara bula ş amı yordu. Sanford Ortaoku-lu'nda bilgisayar kulübü bile yoktu ve yalnı z bir tek arkadaş edinmi ş ti, Eddie Rayburn. Sonra ocak ayı nda Eddie de taşı ndı . O da bir ayr ı l ığı n kurbanı olmuş tu. Yalnı z kalm ış t ı Pete ve herkes onunla dalga geçiyordu. Daha fenas ı , bir sürü çocuk gülüyordu ona. Nefret etti ğ i bir lakabı olmuş tu Pete'in; BilgisayÂlemi. Babalar ı ile birlikte olmadı klar ı , Maiden'e gitmedikleri hafta sonları n ı n çoğ unda, anneleri onları gezmeye götürürdü. Gezilere çok sad ı kt ı ve Trisha'nı n bütün kalbiyle Annelerinin buna bir son vermesini istemesine rağ men gezilerde en kötü kavgalar olurdu - bu iste ğ inin gerçekleş meyeceğ ini biliyordu. Quilla Andersen'e (kı zlı k adı n ı geri almış t ı ve Pete'in bundan da nefret ettiğ ine bahse girebilirsiniz) inançlar ı cesaret veriyordu. Bir keresinde, Maldenler'in evinde babaları yla kal ı rken, Trisha babası nı n, büyükbabası yla konuş tuğ unu duymuş tu. "Eğ er Quilla Little Big Horn' da olsayd ı ,Kı zı lderililer kaybederdi," demiş ti ve Trisha Babası nı n, Annesi hakkı nda böyle sözler söylemesinden ho ş lanmaması na ra ğ men -bu sadakatsiz olduğ u kadar çocuk-çaydı da- bu dü ş üncede bir gerçeklik payı olduğ unu da inkâr edemiyordu. Son alt ı ay boyunca, annesi ile Pete'in arası giderek bozulurken, annesi onları Wiscasset'deki oto müzesine, Gray' deki Shaker Köyü'ne, Kuzey Wyndham'da New England Plant A-Torium'a, Saco nehrinde kano gezisine ve Sugarloafta kayak yapmaya götürmüş tü. (Orada Trisha bile ğ ini incitmiş ti, sonradan anne ve babas ı nı ığ lı klarla kavga etmesine neden olan bir incinmeydi bu; boş anma ne kadar eğ lenceliydi, gerçekten ne eğ lence!) Bazen eğ er bir yerden gerçekten hoş lanı rsa, Pete çenesini kapatı rdı . Six-Gun ş ehrinin "bebekler için" oldu ğ unu ilan etmi ş ti, ama annesi gezinin büyük bölümünü elektronik oyunlar ı n olduğ u odada geçirmesine izin vermiş ti ve Pete eve dönerken çok mutlu olmasa bile en azı ndan sessiz kalmış t ı . Öte yandan, Pete e ğ er annesinin seçtiğ i yerlerden birini be ğ enmezse ( ş u ana kadar en sevmediğ i yer Plant A-Torium olmuş tu; o gün Sanford'a dönerken iyice berbat bir haldeydi), fikirlerini payla ş makta çok cömert olurdu. "Birinin huyuna suyuna gitmek" sözü onun karakterine uymuyordu. Annelerininkine de uymad ığı nı ş ünüyordu Trisha. Kendisi bunun harika bir felsefe oldu ğ unu

Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

TOM GORDON'A AŞIK OLAN KIZSTEPHEN KING

Bu kitap, bana beyzbolla benim ona öğrettiklerimden çok daha fazlasınıöğretmeyi başaran oğlum Oweniçindir,

Oyun ÖncesiDÜNYANIN dişleri vardıve canıne zaman isterseısı-rabilirdi seni. Trisha McFarland, bunu dokuzyaşındayken keşfetti. Haziran başlarında, bir sabah saat onda, annesinin Dodge karavanında oturmuş,üstüne Red Sox topa vuruşantrenman kazağınıgiymiş(sırtında 36 GORDON yazılıolan), bebeği Monaile oynuyordu. Saat on buçukta ormanda kaybolmuştu. On birde artık korkmamaya, "Bu tehlikeli, bu çoktehlikeli" diye düşünmemeye çalışıyordu, insanların ormanda kaybolduklarızaman bazen çok ciddi şekildeyaralandıklarınıdüşünmemeye çalışıyordu. Bazen ölürlerdi."Bütün bunlar çişim geldiği için," diye düşündü... aslında o kadar da çok sıkışmamıştı, bir ağacın arkasınagiderken annesi ve Pete'den yolun başında bir dakika beklemelerini isteyebilirdi. Yine kavga ediyorlardı,aman ne sürprizdi; işte bu yüzden bir şey söylemeden biraz geride kalmıştı. Sonra yoldan ayrılmışveyüksek bir çalıkümesinin arkasına geçmişti. Onlann tartışmalarınıdinlemekten, şen şakrak görünmeyeçalışmaktan bıkmış, annesine, "Btrak artık gitsin o halde! Eğer yeniden Malden'e gidip Babamla yalamayıo kadar çok istiyorsa, neden bırakmıyorsun? Eğer ehliyetimolsaydı, burada yalnızca bir parça sessizlik ve huzur bulabilmek için onu ben kendim götürürdüm!" diyebağıracak hale gelmişti. Peki ya sonra? Annesi ne derdi o zaman? Yüzünde ne tür bir bakışbelirirdi? VePete... O daha büyüktü, nerdeyse on dört yaşındaydıve aptal değildi, o halde neden aklınıbaşınatoplamıyordu? Neden buna bir son vermiyordu? "Kesin şu saçmalığı!" demek istiyordu ona (aslında ikisinebirden), kesin artık şu saçmalığı!Annesiyle babasıbir yıl önce boşanmışlardıve anneleri velayetlerini almıştı. Pete, Boston banliyösündenGüney Maine'e taşınmalarına kızmışve uzun uzun karşıkoymuştu. Bu davranışın altında Babasıylabirlikte olma isteği yatıyordu ve bunu Annesine karşıkullanmıştıher zaman (yanılma-yan bir içgüdü ile enderin ve zorlu şekilde kullanabileceğinin bu olduğunu anlamıştı), ama Trisha, bunun tek neden, hatta enbüyük neden olmadığınıbiliyordu. Asıl nedeni Pete'in Sanford Ortaokulu'ndan nefret etmesiydi.Maiden'de oldukça iyi ayarlamıştıişlerini. Bilgisayar kulübünü kendi özel krallığıgibi idare ediyordu;arkadaşlarıvardı, sersemlerdi, tamam, ama grup halinde geziyorlardıve kötü çocuklar onlarabulaşamıyordu. Sanford Ortaoku-lu'nda bilgisayar kulübü bile yoktu ve yalnız bir tek arkadaşedinmişti,Eddie Rayburn. Sonra ocak ayında Eddie de taşındı. O da bir ayrılığın kurbanıolmuştu. Yalnız kalmıştıPete ve herkes onunla dalga geçiyordu. Daha fenası, bir sürü çocuk gülüyordu ona. Nefret ettiği bir lakabıolmuştu Pete'in; BilgisayÂlemi.Babalarıile birlikte olmadıkları, Maiden'e gitmedikleri hafta sonlarının çoğunda, anneleri onlarıgezmeyegötürürdü. Gezilere çok sadıktıve Trisha'nın bütün kalbiyleAnnelerinin buna bir son vermesini istemesine rağmen gezilerde en kötü kavgalar olurdu - bu isteğiningerçekleşmeyeceğini biliyordu. Quilla Andersen'e (kızlık adınıgeri almıştıve Pete'in bundan da nefretettiğine bahse girebilirsiniz) inançlarıcesaret veriyordu. Bir keresinde, Maldenler'in evinde babalarıylakalırken, Trisha babasının, büyükbabasıyla konuştuğunu duymuştu. "Eğer Quilla Little Big Horn' daolsaydı, Kızılderililer kaybederdi," demişti ve Trisha Babasının, Annesi hakkında böyle sözlersöylemesinden hoşlanmamasına rağmen -bu sadakatsiz olduğu kadar çocuk-çaydıda- bu düşüncede birgerçeklik payıolduğunu da inkâr edemiyordu.Son altıay boyunca, annesi ile Pete'in arasıgiderek bozulurken, annesi onlarıWiscasset'deki otomüzesine, Gray' deki Shaker Köyü'ne, Kuzey Wyndham'da New England Plant A-Torium'a, Saco nehrindekano gezisine ve Sugarloafta kayak yapmaya götürmüştü. (Orada Trisha bileğini incitmişti, sonradan anneve babasının çığlıklarla kavga etmesine neden olan bir incinmeydi bu; boşanma ne kadar eğlenceliydi,gerçekten ne eğlence!)Bazen eğer bir yerden gerçekten hoşlanırsa, Pete çenesini kapatırdı. Six-Gun şehrinin "bebekler için"olduğunu ilan etmişti, ama annesi gezinin büyük bölümünü elektronik oyunların olduğu odada geçirmesineizin vermişti ve Pete eve dönerken çok mutlu olmasa bile en azından sessiz kalmıştı. Öte yandan, Peteeğer annesinin seçtiği yerlerden birini beğenmezse (şu ana kadar en sevmediği yer Plant A-Toriumolmuştu; o gün Sanford'a dönerken iyice berbat bir haldeydi), fikirlerini paylaşmakta çok cömert olurdu."Birinin huyuna suyuna gitmek" sözü onun karakterineuymuyordu. Annelerininkine de uymadığınıdüşünüyordu Trisha. Kendisi bunun harika bir felsefe olduğunu

Page 2: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

düşünüyordu, ona bakan herkes babasının kızıolduğunu söylerdi. Bu bazen rahatsız ederdi onu, amaçoğunlukla hoşuna giderdi.Trisha cumartesileri nereye gittiklerine aldırmazdı; giderek kötüleşen kavgalarıazalttığıiçin mini golfsahalarıve lunapark önerisine her defasında keyifle razıolabilirdi. Ama Anne gezilerin öğretici olmasınıistiyordu - bu yüzden gidiliyordu Plant-A-Torium ve Shaker Köyü'ne. Bütün diğer problemlerinin üstüne,cumartesileri bilgisayarında Sanitarium veya Riven oynamak varken, bir de gırtlağına kadar derslerin içinesokulmasından nefret ediyordu Pete. Bir iki kere fikirlerini o kadar cömertçe paylaşmıştıki ("Edilen sözözetle ahmakça" idi, oldukça iyi özediyordu) Anne onu yeniden arabaya göndermiş, kendisi ve Trisha gerigelinceye kadar orada oturup "kendine gelmesini" söylemişti.Trisha annesine ona molaya İhtiyacıolan bir yuva çocuğu gibi davranmasının yanlışolduğunu- PeteMassachus-setts'e otostop yaparak gitmeye karar verdiğinden, bir gün geri geldiklerinde- arabayıboşbulabileceklerini söylemek istedi ama tabii ki hiçbir şey söylemedi. Cumartesi gezileri zaten yanlıştı, amaannesi bunu asla kabul etmezdi. Gezilerin bir kısmının sonuna doğru Quilla Andersen, ağzının yanındanİnen derin çizgilerle ve sözde ağrıyan başınıovan parmak uçlarıyla en az beşyaşdaha yaşlıgörünür...ama yine de gezilerden asla vazgeçmezdi. Trisha bilirdi bunu. Belki de annesi Little Big Horn'da olsaydıKızılderililer yine kazanırlardı, ama ölü sayısıhatırısayılır şekilde artardı.Bu haftanın gezisi eyaletin batısındaki bir ilçeyeydi. Appalachian Yolu, New Hampshire'a giderkençayırlarınortasından geçiyordu. Bir gece önce mutfak masasında otururken, Anne onlara bir broşürden resimlergöstermişti. Kesimlerin çoğunda mutlu yayalar, bir orman yolunun yanında yürürken veya güzel manzaralıyerlerde durup, ellerini gözlerine siper ederek ormanlarla dolu büyük vadilerin üzerinden White Dağlarınabakarken görülüyorlardı.Pete masada feci şekilde sıkılmışolarak oturup broşüre bir göz atmaktan fazlasınıyapmadı. Anne iseonun bu gösterişli ilgisizliğini önemsememeyi tercih ediyordu. Trisha, artık huy edindiği gibi, son dereceheyecanlıgörünüyordu. Bugünlerde kendisini bir TV şovunda yarışır, ancak bir tencere seti kazanmadüşüncesi karşısında neredeyse donuna edecek kadar korkar gibi görüyordu. Ya kendini nasılhissediyordu son günlerde? Kırılmışbir şeyin iki parçasınıbîr arada tutan zamk gibi. Güçsüz zamk.Quilla broşürü kapatmışve ters çevirmişti. Arka tarafında bir harita vardı. Mavi yılankavi bir yolun üzerinevurdu. "Bu 68. Yol" dedi. "Arabayıburaya park edeceğiz, bu park yerine." Mavi küçük bir kaleye vurdu.Şimdi bir parmağıyla yılankavi kırmızıbîr çizgiye vurdu. "Bu New Hampshire, Kuzey Conway'deki 68.Yolla 302'nin arasında. Yalnız altımil ve oldukça iyi olduğu söyleniyor. Şimdi... ortadaki bu küçük kısımiçin Orta-Zor deniyor, ama tırmanma gereçleri filan gerekecek kadar değil."Başka bir mavi kareye vurdu. Pete başınıeline yaslamışöteki tarafa bakıyordu. Elinin kenarıyla ağzınınsol tarafınıçekerek küçümser bir tavır takınıyordu. Bu yıl sivilceleri çıkmaya başlamıştıve alnında taze birküme parlıyordu. Trisha onu çok seviyordu, ama bazen -mesela dün akşam mutfak masasında Anneyollarınıaçıklarken- ondan nefretde ediyordu. Ona korkak bir tavuk olmamasınısöylemek istiyordu, çünkü Babalarının dediği gibi, sonuçtaişbuna varıyordu. Pete korktuğu için yeniyetme kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırıp Malden'e geridönmek istiyordu. Annesine aldırmıyor, Trisha'ya da aldırmıyor ve eğer uzun vadede kendisi için iyi olacakolmasa Baha'ya da aldırmıyordu. Pete'in tek umurunda olan açık tribünlerde birlikte yemek yiyeceğikimsenin olmamasıydı. Pete'in en çok umurunda olan birinci zilden sonra sınıfa girdiğinde birinin daima,"Hey BilgisayÂlem! N assın, homo çocuk?" dîye b ağırm asıydı."Çıktığımız park yeri bu," dedi Anne, Pete'in haritaya bakmadığınıya da bakmıyormuşgİbî yaptığınıönemsemez bir şekilde. "Saat üç sıralarında bir araba gelecek buraya. Bizi yeniden arabamıza götürecek.İki saat sonra evde olacağız ve eğer çok yorgun değilseniz, sizleri bir sinemaya götürürüm. Nasıl!..."Pete dün gece bir şey söylememişti, ama bu sabah, Sanford'dan gelişten başlayarak söyleyeceği çokşeyvardı. Bunu yapmak istemiyordu, son derece aptalcaydı, ayrıca daha sonra yağmur yağacağınıdaduymuştu, neden bütün cumartesiyi yılın böcek bakımından en kötü zamanında ormanlarda yürüyerekgeçirmeleri gerektiğini, Trisha'nın zehirli sarmaşığa değebileceğinİ(sanki umurundaymışgibi) söyledi vesöylendi durdu. Vıdıvıdıvıdı. Hatta evde oturup sınavlarıiçin çalışmasıgerektiğini söylemeye bile kalktı.Trisha'nın bildiği kadarıyla Pete hayatında cumartesi günleri hiç çalışmamıştı. Önce yanıt vermedi Anne,ama sonunda sinirine dokunmaya başladıoğlan. Fırsat verilince hep yapardıbunu. 68. Yol'daki küçüktoprak park yerine vardık-larında direksiyondaki ellerinin eklemleri beyazlanmışve Trisha'nın çok iyi tanıdığıo kısa cümlelerlekonuşmaya başlamıştı. Anne, SarıAlarmıgeride bırakmış, KırmızıAlarma geçmek üzereydi. BatıMaineormanlarında altımillik çok uzun bir yürüyüşolacak gibi görünüyordu.

Page 3: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

Önceleri Trisha, samanlıklara, otlayan atlara ve manzaralımezarlıklara doğru bağırarak onların dikkatiniçekmeye çalıştı, ama aldırmadılar ona ve bir süre sonra kucağında Mona (Baba, Mona'ya MoanieBalogna demekten hoşlanırdı) arka koltukta öylece oturdu, yanında çantasıonların tartışmalarınıdinliyordu, bir yandan da acaba ağlamalımıyım, yoksa delirmelî miyim diye düşünüyordu. Ailesinindurmadan kavga etmesi insanıdelirtebilir miydi acaba? Belki de annesinin parmak uçlarıyla şakaklarınıovmasıbaşıağrıdığından değil, beynini ani öfkelere karşıkorumak içindi.Onlardan kaçabilmek İçin, Trisha kapılarınıen sevdiği fantezisine açtı. Red Sox şapkasınıçıkardıveönündeki kalın siyah kalemle atılmışimzaya baktı; bu onu havaya soktu. Tom Gordon'un imzasıydıbu.Pete Mo Vaughn'u sever ve Anneleri Nomar Garciaparra'yıbeğenirdi, ama Tom Gordon Trisha'nm veBabasının en sevdiği Red Sox oyuncusuydu. Tom Gordon Red Sox'un bitiricisiydi; sekizinci veyadokuzuncu devrede oyun bitmek üzereyken ancak Sox hâlâ galipken girerdi. BabasıGordon'a hayrandı,çünkü sinirlerini hiç bozmazdıo "Flash'm damarlarında buzlu su akıyor," demekten hoşlanırdıLarryMcFarland, Trisha da her zaman aynışeyi söylerdi, bazen de üç-sıfırda eğri (bu ona babasının bir BostonGlobe makalesinde okuduğu bir şeydi) bir atışyapmaya cesaret ettiği için Gordon'u sevdiğini söylerdi.Yalnız Moanie Balogna'ya ve (bir kere) kız arkadaşıPepsi Robichaud'a daha fazlasınısöylemişti. Pepsi'ye Tom Gordon'u "oldukça yakışıklı" bulduğunusöylemişti. Mona ile tedbîri tamamen elden bırakmış, 36 numaranın yaşayan en yakışıklıadam olduğunuve eline bir kere dokunursa bayılacağınısöylemişti. Eğer, yanağından bile olsa, onu öperse herhaldeöleceğini düşünüyordu.Şimdi, annesi ve kardeşi ön koltukta -gezi hakkında, Sanford Ortaokulu hakkında, dağılmışhayadanhakkında-kavga ederlerken Trisha -Martta sezon bitmeden hemen önce- babasının ona aldığıimzalışapkaya bakıyor ve şunlarıdüşünüyordu:Sanford Parkı'ndayım, sıradan bir günde oyun parkından geçip Pepsi'nin evine doğru yürüyorum. Ve iştebir adam sosisti sandviç arabasının yanında duruyor. Kot pantolon ve beyaz bir tişört giymişve boynundaaltın bir zincir var-bana arkasıdönük ama zincirinin güneşte göz kırptığım görebiliyorum. Sonra dönüyorve ve görüyorum...oo inanamıyorum ama gerçek, bu gerçekten o, Tom Gordon bu, neden Sanford'daolduğu bir sır, ama bu o, evet ve ah Tanrım gözleri, sahada bir işaret İçin adamlara bakarkenki gibi, ogözler ve gülümsüyor ve kaybolduğunu söylüyor, merak ediyor acaba Kuzey Berwick diye bir şehri biliyormuyum, oraya nasıl gidebilir ve ab Tanrım, ama Tanrım titriyorum, tek kelime söyleyemeyeceğim, ağzımıaçacağım ama, babamın fare osuruğu dediği kuru bir ayaklamadan başka tek kelime çıkmayacak, amakonuşmayıdeneyince yapabiliyorum, neredeyse normal çıkıyor sesim ve diyorum ki...Ben söylüyorum, o söylüyor, sonra ben söylüyorum ve sonra o söylüyor; karavanın ön koltuğundakilerinkavgasısürüp giderken, onların nasıl konuşacaklarınıdüşünüyo-rum, (Bazen, diye karar verdi Trisha, sessizlik hayatın en büyük nimetidir.) Annesi park yerine girdiğinde ohâlâ uzaklardaydı. Trish kendi dünyasına gitti derdi babası. Olayların basit yapısının içinde dişler gizliolduğunun ve yakında bunu anlayacağının farkında olmadan, gözünü beyz-bol şapkasının vizöründekiimzaya dikmişbakıyordu. San-ford'daydı, TR-90'da değil. Kasaba parkındaydı, Appalachian Yolu'nungirişinde değil. Tom Gordon'la birlikteydi, 36 numara ile ve o da kendisine, Kuzey Berwick yolunun tarifinekarşılık bir sosİsli sandviç almayıöneriyordu. Oh, ne kadar güzel.

Birinci DevreÇANTALARINI ve Quilla'nın hasır bitki koleksiyonu sepetini kamyonetin arkasından çıkarırlarken Anne vePete ara verdiler; hatta Pete Trisha'ya çantasınısırtına yerleştirmesi İçin, kayışlarınısıkıştırarak yardımbile etti. Trisha bir an her şeyin artık iyi olacağıgibi çılgın bir düşünceye kapıldı."Çocuklar pançolarınızıaldınız mı?" diye sordu Anne, gökyüzüne bakarak. Orada hâlâ mavilik vardı, amabatıda bulutlar artıyordu gitgide. Yağmur yağacak gibiydi, ama herhalde Pete'İn ıslanmasından dolayısızlanmasınısağlayacak kadar erken değil."Ben aldım, Anne!" diye bağırdıTrisha.Pete evet olarak algılanabilecek bir sesle homurdandı."Yemekler?"Trisha'dan olumlu, Pete'den bir tane daha homurtulu ses geldi."îyi, çünkü benimkini paylaşmayacağım," Karavanıkilitledi, sonra onlarıaltında bir ok olan, BATI YOLUyazan bir levhaya giden toprak yola doğru götürdü. Orada kendi-lerinkinden başka hepsinin plakasışehirdışından olan bir düzine kadar araba vardı."Böcek spreyi?" diye sordu anne yürüyüşyoluna giden patikaya adım attıklarında. "Trish?""Aldım!" diye öttü Trisha, emin değildi, ama Annesinin sırt çantasına bakmasıiçin arkasınıdönüp durmadı.

Page 4: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

Bu Pete'in yeniden başlamasınısağlardıkesinlikle. Eğer yürümeyi sürdürürlerse Pete, kendisine ilginçgelen, en azından dikkatini dağıtacak, bir şey görebilirdi. Bir rakun. Belki bir geyik. Bir dinozor da iyîolurdu. Trisha kıkırdadı."Komik olan nedir?" diye sordu Anne."Yalnız düşündü ben," diye yanıt verdi Trisha ve Quü-la kaşlarınıçattı-"düşündü ben" bir LarryMcFarland'izm-dİ. "Çatarsa çatsın kaşlarım" diye düşündü Trisha. istediği kadar çatsın. Onunlayım veihtiyar suratsız gibi söylenmiyorum, ama o hâlâ benim Babam ve onu seviyorum."Trisha bunu İspatlar gibi imzalışapkasının kenarına dokundu."Tamam çocuklar, hadi gidelim," dedi Quilla. "Ve gözlerinizi açık tutun.""Bundan nefret ediyorum." Pete neredeyse inledi, karavandan çıktıklarından beri söylediği anlaşılabilir ilksözdü ve Trisha: "Lütfen Tanrım" diye düşündü, "bir şey yolla. Bir geyik veya bir dinozor veya bir UFO.Çünkü eğer yollamaz-san, yine başlayacaklar."Tanrıgeri gidip asıl orduya taze et geldiğini haber vermeleri kesin olan birkaç sivrisinek öncüsü gönderdive yalnızca NO.CONWAY İSTASYONU 5.5 Ml. yazan levhayıgeçerlerken Pete ve annesi ormana,kendisine, birbirlerinden başka hiçbir şeye aldırmayarak tam gaz kavgaya başlamışlardıbile. Vıdıvıdıvıdı.Trisha bunun garip bir anlaşma tarzıolabileceğini düşündü.Yazık oluyordu, çünkü gerçekten güzel bir sürü şeyi kaçırıyorlardı. Çamların o tatlıreçine kokusu, meselâ.Ve bulutların ne kadar yakın görün dükleri-buluttan çok beyazımsıgri duman izleri gibiydiler. Yürüyüşkadar sıkıcıbir şeye hobim diyebilmek İçin büyük olmak gerektiğini düşündü, ama bu gerçekten kötüdeğildi. Bütün Appalachian Yo-lu'nun bu kadar bakımlıolup olmadığınıbilmiyordu-her halde değildi-amaeğer öyleyse, yapacak daha iyi bir şeyi olmayan insanların bütün bu binlerce mili neden yürüdüklerinianlayabiliyordu. Trisha bunun ağaçların arasından geçen genişdolambaçlıbir caddeyi yürümeyebenzediğini düşündü. Asfaltlanmamıştıdoğal olarak ve hep yokuşyukarıydı, ama yine de kolay biryürüyüştü. Hatta içinde tulumba olan küçük bir kulübe bile vardı, önündeki levhada: SU İÇMEK İÇİNUYGUNDUK. LÜTFEN SÎZDEN SONRAKİİÇİN TESTİYİDOLDURUN yazıyordu.Çantasında bir şişe su vardı-tepesinden sıkmalıkocaman bir tane- ama birden Trisha'nın dünyada en çokistediği şey, o kulübedeki tulumbadan su çekip, paslıağzından soğuk ve taze bir yudum içmek oldu.içecek ve DumanlıDağlara gitmekte olan Bilbo Baggins olduğunu düşleyecekti."Anne?" diye sordu arkalarından. "Biraz durabilir miyiz şey için.""Arkadaşedinmek bir iştir, Peter" diyordu annesi. Dönüp Trisha'ya bakmadı, "öyle durup senin yanınagelsinler diye bekleyemezsin.""Anne? Pete? Lütfen biraz durabilir miyiz şey için..." "Anlamıyorsun," dedi oğlan heyecanla. "Hiçbir fikrinyok. Sen ortaokuldayken her şey nasıldıbilmiyorum, ama şimdi çok farklı.""Pete? Anne? Anneciğim? Bir tulumba var." Aslında bir tulumba vardı; doğru söylenişi buydu artık, çünkütulumba geride kalmıştıve giderek daha da geride kalıyordu."Bunu kabul edemem" dedi anne kesin bir sesle, çok ciddi, diye düşündü Trisha: Pete'i delirttiğineşaşmamalı. Sonra gücenerek: Görünmez Kız, ben, buyum işte. Düşündü. Keşke evde kalsaydım.Kulağında bir sivrisinek vızıldadıve sinirlenerek ona vurdu.Bir çatal yola geldiler. Ana yol veya bir cadde kadar genişdeğil tabii, ama yine de idare ederdi.NO.CONWAY 5.2 yazan bir levhanın işaret ettiği yol sola gidiyordu. Öteki yolda, daha dar ve yer yerbitkilerle örtülü olanda KEZAR NOTCH 10 yazıyordu."Sanırım tuvalete gitmem gerek," dedi Görünmez Kız ve tabii ikisi de aldırmadı; yan yana âşıklar gibidoğruca yürüyerek ve birbirlerinin yüzüne âşıklar gibi bakarak ve en kötü düşmanlar gibi tartışarak, KuzeyConway' e giden yola karıştılar. Evde kalmalıydık diye düşündü Trisha. Bunu evde yapabilirlerdi ve ben debir kitap okurdum. Hobbİt'i yeniden okurdum, belki de-ormanlarda yürümekten hoşlananlarla ilgili bir öykü."Napalım, ben çişyapıyorum," dedi asık suratla ve KEZAR NOTCH yazan yoldan ileri doğru yürüdü.Burada bir sürü çam ağacıvardı; tevazu İle anayoldan geride duruyorlardı, mavi-siyah dallarınıbirbirlerineuzatarak. Ve tabii ki çalılıklar da vardı-düğüm düğümdüler, Zehirli sarmaşık, zehirli meşe veya zehirlisumağıişaret eden parlak yapraklar var mıdiye baktı, yoktu... şükürler olsun Tanrıya verdiği ufak nimetleriçin. Annesi iki yd önce, hayat daha basit ve daha tatlıyken, ona bu bitkilerin resimlerini göstermiş, bunlarıayırt etmeyi öğretmişti. O günlerde Trisha annesiyle sık sık ormanda yürüyüşe giderdi. (Pete'in PlantA-Torium gezisinden şikâyetleri annelerinin oraya gitmeyi istemesİn-dendi. Bundaki açık gerçeklik, bütüngün bu konuda söylenirken ne kadar bencil olduğu konusunda kör ediyordu onu.)Yürüyüşlerinin birinde Anne, ona kızların ormanda nasıl tuvalete gittiklerini de öğretmişti. "En önemlişey-bel-kıde tek önemli şey-bunu bir zehirli sarmaşık kümesinde yapmamaktır. Şimdi bak. Beni izle veyaptığım gibi yap."

Page 5: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

Trisha iki tarafa da baktı, kimseyi görmedi ve yoldan ayrılmaya karar verdi. Kezar Notch'a giden yolkullanılmıyor gibiydi-ana yolun genişliği yanında dar bir ara sokaktı-ama yine de tam ortasına çömelmekistemedi. Bîçimsiz geldi ona bu.Kuzey Conway çatalıyönüne doğru yoldan ayrıldı, hâlâ annesiyle Pete'in tartışmalarınıduyabiliyordu.Daha sonra, tamamen kaybolup da, ormanda ölebileceğim dü-şünmemeye çalıştığısırada, net olarakduyduğu son cümleyi hatırlayacaktı; kardeşinin incinmiş, öfkeli sesiyle: Sizlerin yaptığıhatayıneden bizödemek zorundayız bilmiyorum!Şort yerine kot pantolon giymişolmasına rağmen bir çalıdemetinin üstünden dikkatle geçerek onunsesine doğru beş-altıadım attı. Durakladı, geriye baktıve Kezar Notch yolunu hâlâ görebildiğini farketti...demek oradan gelen herkes onu, sırtında yarıdolu bir sırt çantasıve başında bir Red Sox şapkasıylaçömelmişçişyaparken görebilirdi. Pep-si'nin dediği gibi çıplak kıç utancı. (Quilla Andersen bir defasındaPenelope Robichaud'un resminin sözlükte kaba kelimesinin yanında olmasıgerektiğini söylemişti.)Trisha lastik pabuçlarıyla geçen yılın ölü yapraklarından bir halıda biraz kayarak, hafif bir yokuştan aşağıindi, aşağıvardığında artık Kezar Notch yolunu göremiyordu. Güzel, Diğer yönden, tam ormanın içinden,bir erkeğin sesi ve bir kızın kahkahasınıduydu, seslerinden anlaşıldığına göre anayoldan yürüyenleruzakta değillerdi. Trisha kot pantolonunun düğmesini açarken, annesi ve kardeşinin ah-o-çok-ilginçtartışmalarınıkesip, onun ne yaptığınıgörmek için arkalarına bakar ve onun yerine bir adamla bir kızgörürlerse, belki de endişe edebileceklerini düşündü.iyi! Birkaç dakika düşünecek başka bir şey olur onlar için. Kendilerinden başka bir şey.Marifet, demişti annesi iki yıl önce ormanda geçirdikleri günlerin birinde, dışarda yapmak değil -bunuoğlanlar kadar kızlar da becerir- elbiselerini sırılsıklam etmedenyapmaktır.Trisha uygun bir çam dalına tutundu, dizlerini büktü, sonra boşta kalan eliyle bacaklarının arasına uzandı,pantolon ve iç çamaşırınıöne doğru ve ateşhattının dışına çekti. Bir an hiçbir şey olmadı-tipik değil miydibu- ve Trish içini çekti. Sol kulağının çevresinde bir sivrisinek kana susamışhalde vızıldadıve ona vurmakiçin boşta olan eli yoktu.Komikti ve gülmeye başladı, işi bitince silinmek için bir şey arayarak kararsızca çevresine baktıve-babasının tabiriyle- şansınızorlarnamaya karar verdi. Poposunu şöyle bir salladı(sanki bir işe yararmışgibi) ve pantolonunu çekti. Sivrisinek yine yüzünün yanında vızıldayınca, sertçe vurdu ona ve mutlu birhalde avucunun içindeki kan lekesine baktı. "Silahsızım sanmıştın, dostum, değil mi?" dedi.Trisha yokuşa doğru döndü, sonra hayatının en kötü fikri geldi aklına. Bu fikir Kezar Notch yoluna gerigitmektense ileri gitmekti. Yollar bir Y şeklinde çatallaşıyordu; yalnızca aralıktan geçecek ve anayola,ulaşacaktıyeniden. Çocuk oyuncağı. Kaybolmak olasıdeğildi, çünkü öteki yürüyenlerin seslerini net birşekilde duyabiliyordu. Kaybolma şansıhiç yoktu gerçekten.ikinci DevreTRISHA'nın ihtiyaç molasıverdiği çukurun batıkenarı, aşağıİndiği kenardan oldukça dikti. Birkaç ağacınyardımıyla tırmanıp tepeye çıktıve daha düz arazide seslerin geldiği tarafa yöneldi. Çok fazla çalılık vardı,dikenli, iç İçe geçmişçalıların çevresinden dolaştı. Ancak gözlerini anayoldan hiç ayırmıyordu, Bu şekildeon dakika kadar yürüdü, sonra durdu. Göğsüyle midesi arasındaki, vücudun bütün tellerinin düğümlenmişgibi olduğu o duyarlınoktada, huzursuzluğun ilk çırpınmalarınıduydu hafifçe. Şimdiye kadar AppalachianYolu'nun Kuzey Conway koluna gelmişolmasıgerekmiyor muydu? Öyle olmasıgerekiyordu; Kezar Notchkolunda çok yürümemişti, herhalde elli adımdan fazla değildi (kesinlikle altmış, en fazla yetmişten çokdeğildi) o halde Y'nin birbirinden ayrılan iki kolunun arasındaki açıklık çok büyük olamazdıdeğil mi?Anayoldaki sesleri duymaya çalıştı, ama orman artık sessizdi. Aslında, bu doğru değildi. Eski büyükbatı-kasaba çamlarının arasından rüzgârın uğultusunu duyabiliyordu, bir alakarganın gaklamasınıve kofbir ağaçta kahvaltısınıarayan bir ağaçkakanın uzaktan gelen gagalama sesleriniduyabiliyordu, yeni gelen iki sivrisineği duyabiliyordu (şimdi iki kulağının da çevresinde vızıldıyorlardı) amahiç insan sesi yoktu. Sanki bu kocaman ormanda yalnızca o vardı. Çok tuhaftır ki vücudunun o duyarlınoktasındaki kelebek yine kıpırdadı. Bu defa biraz daha güçlü olarak.Yola çıkmak, yolun vereceği rahatlığa kavuşmak için Trisha yeniden ileriye doğru ve daha hızlıyürümeyebaşladı. Devrilmişbüyük bir ağacın yanına geldi, üstünden geçemeyeceği kadar yüksek olduğundan,altından sürünmeye karar verdi. Yapılacak en akıllıca şeyin çevresinden dolaşmak olduğunu biliyordu,ama ya nerede olduğunu şaşırırsa ne olacaktı?Şaşırdın bile, dedi kafasında bir ses-soğuk, ürkütücü bir ses."Kes sesini, şaşırmadım, kes sesini," diye fısıldadıona ve dizlerinin üstüne çöktü. Küfle kaplıkof ağacınbir yerinde bir boşluk vardıve Trisha kıvrılarak girdi oraya. Orayıkaplayan yapraklar ıslaktı, ama o bunu

Page 6: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

fark ettiğinde gömleğinin önü zaten sırılsıklamdıve bunun önemli olmadığına karar verdi. Biraz dahakıvrılarak ilerledi ve çantasıağacın gövdesine çarp ti-güm."Patla lanet olası!" diye fısıldadı(patla lanet olasıPepsi ve kendisinin bu aralar en sevdiği küfürdü-nedense o kadar İngiliz sayfiye evi dili gibiydi ki- ve geri çekildi. Dizlerinin üstünde doğruldu, yapışanyapraklarıgömleğinden silkeledi ve bunu yaparken parmaklarının titrediğini f ar ketti."Korkmuyorum," dedi, özellikle yüksek sesle, çünkü fısıltılısesi korkutuyordu onu biraz. "Hiç korkmadım.Yol tam şurada. Beşdakika sonra çıkmış, onlarıyakalamak için koşuyor olacağım." Çantasınısırtındanindirip önünde itekleyerek ağacın altından sürünmeye başladı.Yarıyola geldiğinde altında bir şey kımıldadı. Yere baktıve yaprakların arasında sürünen şişman kara biryılan gördü. Bir an için beynindeki bütün düşünceler, sessiz beyaz bir iğrenme ve korku patlamasındakayboldular. Vücudu buz kesti ve boğazıtıkandı. Yılan kelimesini düşü-nemiyordu bile, ancak sıcak elininaltında onun soğuk nabız atışlarınıhissediyordu, Trisha çığlık attıve ayağa kalkmaya çalıştı, amaçevresinin hâlâ engellerle dolu olduğunu unutmuştu. Kalın bir ağaç dalıküçücük sırtının tam ortasına battı.Canıyanmıştı. Yeniden karnının üstüne düştü ve olabildiğince hızlıve kendisi de sanki bîr yılanmışgibisürünerek ağacın altından çıktı.Pİs şey gitmişti, ama korkusu duruyordu. Elinin tam altındaydı, yaprakların altına saklanmışve elinin tamaltında. Belli ki sokan cinsten değildi, Tanrıya şükür. Ama ya başkalarıda varsa? Ya zehirliyseler? Yaorman onlarla doluysa? Ve tabii ki öyleydi, orman hoşa gitmeyen bir sürü şeyle doluydu, korkulan veiçgüdüyle nefret edilen, İnsanışuursuz bir panikle dolduran her şeyle. Neden razıolmuştu sanki gelmeye?Neden yalnız razıolmakla kalmamış, bir de keyifle razıolmuştu?Çantasının kayışınıbir eline dolayıp bacağına vurarak, devrilmişağaca ve devrilmemişolanlarınaralarındaki yapraklıyerlere şüpheli bakışlar attı, yılanıgöreceğinden korkarak, aslında bir korku filmindekiyılanlar gibi bir alay yılan görmekten korkarak hızla ilerledi. Katil yılanların istilası, başrolde PatriciaMcFarland, ormanda kaybolan bir kızın ilginç hikâyesi. Trisha, "Hayır ben..." diyecekti ki omzununüstünden geriye baktığından, çamurlu topraktan çııkmışsivri bir taşa takılarak sendeledi, boşta olankolunu dengesini bulmak için boşuna bir gayretle salladıve sonra yana doğru sert bir şekilde düştü. Bu,belinde ağacın dalının battığıyerden bîr ağrıdalgasının yükselmesine neden oldu.Nemli, ama devrik ağacın altındaki boşluktakiler gibi vıcık vıcık olmayan yaprakların üstünde öylecekalakaldı. Hızla nefes alıyordu, alnının tam ortasızonklamaya başlamıştı. Aniden kederle fark etti ki doğruyöne gidip gitmediğini bilmiyordu artık. Omzunun üzerinden geriye baktı, gitmiyor olabilirdi de.Yemden ağaca git o halde. Devrilmişağaca. Altından çıktığın yerde dur ve dümdüz ileri bak, işte bu seningitmek istediğin yön, ana yolun yönü.Ama acaba öyle miydi? Eğer öyleyse, neden .anayola gelmemişti hâlâ?Gözlerinin kenarlarında yaşlar belirdi. Hırsla geri aldıonlarıgözlerini kırparak. Eğer ağlamaya başlarsa,kendi kendine korkmadığınısöyleyemeyecekti. Eğer ağlamaya başlarsa her şey olabilirdi.Yosun kaplı, devrilmişağaca doğru yavaşça yürümeye başladıyeniden, birkaç saniye için bile olsa yanlışyöne gitmişolmak, yılanı(zehirli ya da değil iğreniyordu onlardan) görmüşolduğu yere geri dönmek hiçhoşuna gitmiyordu. Üstelik yılanıtekrar göreceğini çok iyi biliyordu. Yılanıgördüğü (ve Tanrım, hissettiği)yerdeki yaprakların arasında koyu bir leke çarptıgözüne. Boylu boyunca uzanan bir kızın izi vardıtoprağınüstünde. Suyla dolmaya başlamıştıbile. Ona bakarak elini ümitsizlikle gömleğinin önüne sürdü yeniden -nemli ve çamurluydu. Bir ağacın altında süründügünden dolayıgömleğinin nemli ve çamurlu olmasışuana kadar olan en korkulacak şeydi. Planda bir değişiklik olduğunu gösteriyordu... ve yeni plan kofağaçların altındaki boşluklarda sürünmeyi içeriyorsa, bu iyi bir değişiklik değildi.Neden yoldan ayrılmıştıbir kere? Neden yolu gözden kaybetmişti? Yalnızca çişyapmak için mi? O kadarfazla gerekmediği halde çişyapmak için mi? Eğer öyleyse, deli olmalıydı. Ve sonra da meçhul ormanıniçinde güvenli bîr şekilde yolunu bulabileceğini zannettiren (aklına şimdi gelen cümle buydu) deliliğitutmuştu. Aslında bir şey öğrenmişoldu bugün: Yoldan ayrılmamasıgerektiğini. Yapılmasıgerekenler yada bunların ne kadar kötü yapıldığı, katlanmak zorunda kaldığıvıdıvidılar önemli değildi, en İyisi yoldanayrılmamaktı. Yoldan ayrılmadığın zaman Red Sox gömleğin temiz ve kuru kalıyordu. Yolda göğsün vemiden arasındaki boşlukta kelebekler kıpırdamıyordu. Yolda güvendeydin.Güvende.Trisha eliyle sırtınıyokladıve gömleğinde bir yırtık bulunduğunu hissetti.. Ağacın bir dalıdelmişti onudemek. Öyle olmadığınıumuyordu. Ve elini geri çektiğinde parmaklarının ucuna kan bulaşmıştı. Trisha iççekmeyle hıçkırma arasıbir ses çıkardıve parmaklarınıpantolonuna sildi."Sakin ol, en azından paslıbir çivi değildi," dedi. "Tanrı'ya şükret." Bu, annesinin sözlerinden biriydi veyararıolmadı. Trisha, hayatında hiç bu kadar lanetli hissetmemişti kendisini.

Page 7: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

Ağaca boydan boya baktı, hatta lastik ayakkabılıayaklarından birini yaprakların arasında dolaştırdı, amayılan dan eser yoktu. Sokan cinsten değildi herhalde, ama ne olursa olsun çok korkunç yaratıklardıryılanlar. Bacaklarıyoktur ve sürünürler, pis dillerini içeri dışarısokup çıkarırlar. Düşünmeye biledayanamıyordu, şimdi bile avucunun altında nasıl da soğuk bir kas gibi zonkluyordu.Neden çizme giymedim sanki diye düşündü Trisha, bi-leksiz Reebok'larına bakarak. Neden burada bir çiftlanet olasılastik ayakkabıylayım? Yanıt şu doğal olarak, çünkü lastik ayakkabılar yolda yürümek içinuygundur... ve plana göre de yolda kalınacaktı.Trisha bir an için gözlerini kapattı. "Yine de iyiyim" dedi. "Bütün yapmam gereken aklımıbaşıma alıpdelirme-mek. Nasıl olsa bir iki dakika içinde insan sesleri duyacağım."Bu defa kendi sesî onu biraz daha inandırdıve kendisini daha iyi hissetti. Geri döndü, ayaklarınıyatmışolduğu kara lekenin üstüne iki yana koydu ve poposunu ağacın yosunlu gövdesine yasladı, işte. Doğruilerde. Anayol. Öyle olmalı.Belki de. Ama belki burada beklesem daha iyi olur. Ses duymak için beklesem. Doğru yöne gittiğimdenemin olmak için.Ama beklemeye dayanamıyordu. Yeniden yola çıkmak ve yapabildiği kadar çabuk bu on (belki de artık onbeşolmuştu) korkunç dakikayıarkada bırakmak istiyordu. Onun için çantasınıyeniden omuzlarına astı-budefa askılarıdüzeltmek için kızgın, dalgın, ama aslında iyi olan bir erkek kardeşyoktu-ve yola koyuldu.Ormanda uçan minik böcekler, tatarcıklar onu bulmuşlardıartık ve gözlerinin önünde o kadar çokdolaşıyorlardıki görüşalanısiyah noktalarla bulanıyordu sanki. Onlarıeliyle kovaladıama vurmadı.Sivrisineklere vur ama küçük böcekleri elinde kovalamak daha iyidir, demişti Annesi...belki de Trisha'yakızların ormanda nasıl çişyaptığınıÖğrettiği gündü bu, Quilla Andersen (o zamanlar daha hâlâMcFarland'dı) vurmanın o küçük böcekleri sanki daha çok çektiğini.., ve tabii vuranın da kendirahatsızlığının daha çok farkına varmasınısağladığınısöylemişti. Ormandaki böcekler söz konusuolduğunda, bir at gibi düşünmek en iyisi, demişti Trisha'nm annesi. Onlarıkovalayacağın bir kuyruğunolduğunu düşün.Devrilmişağacın yanında durup böcekleri vurmadan kovalarken Trisha gözlerini kırk-elli metre ötedeki birçam ağacına dikmişti... Kırk-elli metre kadar kuzeyde, eğer hâlâ pusulayışaşırmadıysa. Ona doğru yürüdüve elini ağacın sakızlıgövdesine dayadıktan sonra devrilmişağaca doğru baktı. Düz bir çizgi mi? Öylesanıyordu.Cesaretlenerek bu sefer de parlak kırmızımeyveleri olan bir çalıkümesine dikti gözünü. Doğayürüyüşlerinin birinde annesi göstermişti bunlarıve Trisha onların öldürücü zehir olduklarınısöylediğinde-Pepsi Robichaud öyle de-mişti-annesî gülmüşve "Meşhur Pepsi her şeyi bilmiyormuşdemek. Rahatladım şimdi doğrusu. Bunlar böğürtlendir, Trish" demişti. Hiç zehirli değildirler. Teaberrysakızıgibidir tatları, o pembe paketli olanlardan. Annesi bir avuç dolusu böğürtleni ağzına atmışveboğulup kıvranarak yere düşmeyince, Trisha da birkaçınıdenemişti. Ona çiklet gibi gelmişti tadarı, haniağzınıkarıncalandıran o yeşiller gibi.Çalılara doğru yürüdü, keyfi yerine gelsin dîye o böğürtlenlerden birkaç tane toplamayıdüşündü, amayapmadı. Aç değildi ve bu kadar neşesiz olabileceği aklının ucundan bile geçmemişti. Aç değildi, mumluyeşil yaprakların (onlar da yenebilir demişti, Quilla, ama Trisha hiç denememişti ne de olsa bir dağsıçanıdeğildi) baharlıkokusunu içine çekti, sonra dönüp yeniden çam ağacına baktı. Hâlâ düz bir çizgideyolculuk ettiğini anladıve üçüncü bir işaret seçti bu defa, eski siyah-beyaz filmlerdeki şapkalara benzeyençatlak bir kaya. Sonra bir huşkümesiyle karşılaştıve huşlardan yavaşça bir yokuşun ortasındaki süslü bireğreltiotu yuvasına yürüdü.Bütün işaretleri göz önünde tutmaya o kadar dikkatini vermişti ki (artık başınıçevirip geriye doğru bakmakyok, tatlım) eğreltiotlarının yanma geldiğinin farkına bile varmamıştı. İşaretten işarete gitmek çok iyiydi vedüz bir çizgide kaldığınıdüşündü... Peki ya yanlışyönde düz bir çizgide ise? Belki biraz yanlışyöndeolabilirdi ama, yanlışgitmişolmalıydı. Eğer yanlışyön olmasaydı, şimdiye kadar yola çıkmışolmasıgerekiyordu. Şimdiye kadar yürüdüğü..."Aman," dedi ve sesinde hoşuna gitmeyen garip bir tıkanma vardı, "bir mil olmalı. En az bir mil."Bütün çevresini böcekler sarmıştı. Gözlerinin önünde tatarcıklar ve diğer küçük böcekler, kulaklarınınçevresinde helikopterler gibi dolaşan, o delirten vızıltıyıçıkaran nefret-lik sivrisinekler. Birine vurdu, amakendi kulağınıçınlatarak kaçırdı. Ama yine de vurmamak için kendini tutmak zorundaydı. Eğer bunuyapmaya başlarsa, eski bir çizgi filmdeki gibi durmadan kendini tokatlayacaktı.Çantasınıyere bıraktı, çömeldi, tokalarınıaçtı, kapağınıkaldırdı, işte mavi plastik pançosu ve içindekendine hazırladığıyemeğin bulunduğu kesekâğıdıburadaydı; Gameboy ve biraz güneşyağı: güneştamamen battığıve yukarıdaki mavinin son kırıntılarıda dolmaya başladığıiçin ona gereksinmesi

Page 8: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

olmayacaktı; su şişesi ve bir şişe Surge ve Twinkieleri ve bir torba patates cipsi de vardı. Ama, böcekspreyi yoktu. Bunu bilmiyor muydu zaten? Onun için Trisha onun yerine güneşlosyonu sürdü -en azındantatarcıklarıuzak tutardı- sonra her şeyi yeniden çantasına doldurdu. Twinkilere bakmak için durdu bir an,sonra o paketi de ötekilerle birlikte çantaya tıktı. Aslında çok severdi onları-eğer onlardan uzak durmayıÖğrenmezse, Pete'in yaşma gelince yüzü her halde kocaman bir sivilce olacaktı-ama şimdilik tamamentok hissediyordu kendini.Ayrıca ada Pete'in yaşına gelemeyebilirsin, dedi o huzursuz eden ses içerden. Nasıl olur da insanın içindebu kadar soğuk ve ürkütücü bir ses olabilirdi? Amacına nasıl ihanet ederdi böyle? Asla bu ormandançıkamayabilirsin."Kes sesini, kes sesini, kes sesini," diye söylendi fısıltıyla ve çantanın kapağınıtitreyen parmaklarlakapattı. İşi bitince tam ayağa kalkacakken... durdu, bir dizi eğreltiotu-nun yanındaki yumuşak toprakta,başıyukarıda, annesinden uzak ilk seferine çıkmışkaraca yavrusu gibi havayıkok-ladı. Ancak Trishakoklamıyordu; dinliyor, bütün dikkatiyle o duyguya odaklanıyordu.Rüzgârın hafif nefesiyle hışırdayan dallar. İnleyen sivrisinekler (berbat, pis şeyler). Ağaçkakan. Uzakta birkarganın gaklaması. Sessizlik ve işitebilmenin en uzak noktasında bir uçağın uğultusu.Yoldan gelen hiçbir ses yok. Tek bir ses bile yok. Sanki Kuzey Conway'e giden yol iptal edilmişgibi. Veuçağın motorunun sesi bütünüyle yok olurken Trisha gerçeği kabullendi.Midesi ve bacaklarıağırlaşmışgibi ayağa kalktı. Başını, kurşun bir ağırlığa bağlanmışgazla dolu bir balongibi hafif ve garip hissediyordu. Aniden yalnızlık içinde boğuldu, dostlarından uzaklaştırılmışbir yaratık gibiolmanın parlak ama can sıkıcıduygusu nefesini kesiyordu. Nasıl olduysa bağlarından kurtulmuş, oyunsahasının dışına, bildiği kuralların artık kullanılmadığıbir yere çıkmıştı."Hey!" diye bağırdı. "Hey! Sesimi duyan var mı? Duyuyor musunuz beni? Hey!" Bir yanıt gelmesi için duaederek durakladı, ama hiçbir yanıt gelmedi, onun için sonunda en kötü kelimeleri bağırmaya başladı:"imdat, kayboldum! İmdat, kayboldum!" Gözyaşlarıakmaya başlamıştıartık ve damlacıkların akmasınaengel olamıyor, durum sanki kont-rolündeymişgibi kandıramıyordu kendini. Sesi titredi, küçük bir çocuğuntitrek sesine benzedi ve sonra arabasında unutulmuşbir bebeğin çığlığıoldu ve bu ses, ormanda ağlayan,çığlık çığlığa yardım isteyen, kaybolduğu için yardım isteyen tek insan sesi, bu korkunç sabahta olanlarınhepsinden daha fazla korkuttu onu.Üçüncü DevreON BEŞdakika kadar, eğrelti otlarının yanında hiç kımıldamadan durup, bazen elini ağzına koyarak sesiniyol bulunduğunu sandığıtarafa doğru yöneltip bağırdı. Son bir çığlık attı-kelimeleri olmayan, kızgınlık vekorkuyla karışık bir kuşötüşü- o kadar çok yükseltmişti ki sesini, boğazıacıdı, sonra çantasının yanınaoturdu, yüzünü ellerinin arasına aldıve ağladı. Belki beşdakika kadar ağladı(tam olarak söylemekolanaksızdı, saati evde yatağının yanındaki masanın üstünde kalmıştı, Büyük Trisha'dan akıllıca birdavranışdaha) ve ağlamayıkestiği zaman biraz daha iyi hissetti kendini... böcekler dışında. Böcekler heryerdeydi, kanınıiçmek ve terini yudumlamak için sürünüp inliyorlardı. Böcekler delirtiyordu onu. Trisha,Red Sox şapkasınıböceklere doğru havada sallayarak, onlara vurmamak gerektiğini kendisine hatırlatıp,vuracağını, hem de olaylar değişmezse hemen vuracağınıbilerek ayağa kalktı. Kendisini tutamayacaktı.Yürümeli mi, yoksa olduğu yerde durmalımıydı? Hangisinin daha doğru olacağınıbilmiyordu; artıkmantıklıdüşünemez hale geldiği için çok fazla korkuyordu. Ayaklarıonun adına karar verdi ve Trisha,çevresine korkuyla bakarak, şişmişgözlerini koluyla silerek, yeniden harekete geçti. Kolunu ikinci kezyüzüne götürdüğünde üstünde bir düzine sivrisinek gördü ve üçünü vurarak öldürdü. İki tanesi patlayacakkadar şişmişti. Kendi kanınıgörmek normal olarak rahatsız etmezdi onu, ama bu defa bacaklarının gücükesildi ve bir çam ağaçlarıyla dolu bir alanda iğne yapraklıhalıya oturdu ve biraz daha ağladı. Başıağrıyorve midesi bulamyordu. Ama daha biraz önce arabadaydım, diye tekrar tekrar düşündü. Arabada, arabanınarka koltuğunda, onların birbirlerine sataşmalarım dinliyordum. Sonra kardeşinin ağaçların aralarındansüzülen kızgın sesini düşündü: Sizin yaptığınız hatalarıneden bizim ödememiz gerektiğini bilmiyorum!Bunların Pete'den duyacağıson sözler olabileceği aklına geldi birden ve bu düşünce sarstıonu, tıpkıgölgelerin arasındaki canavara benzer bir görüntünün sarstığıgibi. Bu kez gözyaşlarıdaha çabuk kuruduve artık o kadar çok ağlamıyordu. Yeniden (neredeyse farkına varmadan şapkasınısallayarak) ayağakalktığında biraz daha sakindi. Annesi ve Pete, şimdiye kadar onun kaybolmuşolduğunu anlamışlardır.Annenin İlk aklına gelen Trisha'nın tartışmalara sinirlenip arabaya geri döndüğü olacaktı. Onaseslenecekler, sonra geriye dönüp yolda rastladıklarıinsanlara Red Sox şapkasıgiyen bir kız görüpgörmediklerini soracaklar (Dokuz yaşında ama daha büyük gösterir dediğini duyar gibiydi annesinin.) vepark yerine gidip arabada olmadığınıgörünce, ciddi olarak endişelenmeye başlayacaklardı. Annesikorkacaktı. Onun korkmasıfikri Trisha'yıkendini suçlu hissettiği kadar korkuttu da. Ortalık karışacaktı,

Page 9: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

belki de korucular ve Orman Hizmetleri de işe karışacaktıve bütün bunlar onun suçuydu. Yoldanayrılmıştı. Bu, zaten karmakarışık olan aklına yeni bir endişe ekledi. Trisha, hızlıhızlıyürümeye başladı,bütün bu telefon konuşmalarıyapılmadan, olay halkın sorunu haline gelmeden önce anayola dönmeyiumut ediyordu. Düz bir çizgi üzerinde bir İşaretten ötekine, daha önceki dikkati olmaksızın yürüyordu,gitgide daha da batıya döndüğünün farkında değildi. Appalachian Yolu'ndan ve onun yan yollarındanuzaklaşıyor, çalılıklarla, derelerle, daha engebeli alanlarla dolu küçük ama sık ağaçların bulunduğu yönedoğru ilerliyordu. Bir bağırdıbir dinledi, bir dinledi bir bağırdı. Annesi ve kardeşinin hâlâ tartışmalarındakilitli kaldıklarınıve şu ana kadar Trisha'nın kaybolduğunu hâlâ fark etmediklerini bilse aklıdururdu.Gitgide daha da hızlıyürümeye başladı; tepesinde dönen böcekleri kovalıyor, çalıkümelerinin çevresindendolaşmaya zahmet etmeden doğruca ortalarından geçiyordu. Dinledi ve bağırdı, bağırdıve dinledi, amaartık gerçekten dinlemiyordu. Ensesinde, saçlarının hemen altında sıralanıp biriken ve kokteyl saatindeymişler gibi hızla kan çeken sivrisinekleri hissetmiyordu; hâlâ kurumakta olan gözyaşlarının solukyapışkan izlerine yakalanmışve kıvranan tatarcıklarıda hissetmiyordu.Paniğe kapılmasıyılanıhissettiği zamanki gibi ani olmamış, ama garip bir şekilde ağır ağır, dünyadançekilerek, duyularınıdışa kapatma şeklinde olmuştu. Gittiği yöne aldırmadan daha hızlıyürüdü; kendisesini duymadan imdat İstedi; en yakın ağacın arkasından gelse bile duyamayacağıkulaklarla dinlediyanıtı. Ve koşmaya başladığının farkında bile değildi. Sakin olmalıyım diye düşündü, lastik ayakkabılıayaklan yürüme noktasınıaştıklarında. Biraz önce arabadaydım diye düşündü koşmasısürat koşusunadöndüğünde. Sizin hatalarınızıneden biz ödemek zorundayız diye düşündü, sanki gözlerinden birinegirecekmişgibiİleri doğru çıkmışolan bir daldan eğilerek kaçarken. Ama sol yanağınıkurtaramamıştıbudaldan, yüzünün yan tarafında incecik, kanlıbir çizgi vardışimdi.Koştukça yüzüne çarpan rüzgâr serin ve ne tuhaftır ki keyiflendiriciydi, sanki çok uzaktan gelen çatırtısesleri çıkararak bir çalılığın içinden geçiyordu (pantolonunu yırtan ve kollarında sıyrıklar açan dikenlerinfarkında değildi). Bir yokuştan tırmandı, şimdi şapkasıeğrilmişve saçlarıarkasında uçuşur halde -atkuyruğunu tutan lastik çoktan kaybolmuştu- tüm hızıyla koşuyordu, eski bir fırtınada devrilmişküçükağaçların üstünden atlayarak geçiyordu... ve aniden önünde, bulunduğu yerden millerce ötede, uzakkenarında tunçtan uçurumların yükseldiği uzun gri-mavi bir vadi belirdi. Ve hemen önündeki şey, onu'anne' diye bağırarak ölüme sürükleyecek gri bir boşluktan başka bir şey değildi.Aklıgitmişti yine, korkunun o beyni durduran kükre-mesinde kaybolmuştu; ama bedeni, zamanındadurmanın uçuruma düşmeyi önleyemeyeceğini fark etti. Tek ümidi çok geç olmadan hareketinin yönünüdeğiştirebilmekti. Trisha sola döndü, bunu yaparken sol ayağıboşluğu tekmeledi. Yerlerinden oynayançakıl taşlarının eski kaya duvardan aşağıyuvarlandığınıduyabiliyordu.Trisha, ormanın iğne-kaph tabanının yerini, uçurumun kenarındaki kel taşlara bıraktığıyoldan koştu.Neredeyse düşecekti aşağıya, kafasıbu karmaşık ve yoğun düşüncelerle dolu bir şekilde koştu, bir dekahramanının kudurmuşbir dinozoru uçurumdan ölüme doğru sürüklediği bir bilimkurgu filmi hayal meyalgeliyordu gözlerinin önüne.Önünde devrilmişbir dişbudak ağacının büyük bir bölümü bir geminin pruva direği gibi uçuruma uzanmıştı.Trisha iki koluyla onu yakalayıp sarıldı, çizilmişve kanlıyanağıağacın yumuşak gövdesine dayanmış, hernefesi bir çığlıkla başlayıp bir hıçkırıkla bitiyordu. Bu şekilde, her tarafıtitreyerek ve ağaca sarılmışvaziyette uzun süre kaldı. Sonunda gözlerini açtı. Başısağtarafa dönüktü ve kendine engel oluncayakadar aşağıya bakmıştıbile.Burada uçurumun yüksekliği yalnızca on beşmetre kadardı, aralarından parlak yeşil çalılar çıkan buzlukaygan molozlarla bitiyordu. Bir yığın çürümekte olan ağaç ve dallar da vardı, uzun zaman önceki bîrfırtınada uçurumun kenarından aşağıdüşmüşcansız tahtalar. O zaman Trisha'nın gözlerinin önüne birgörüntü geldi. Bütün belirginliği içinde korkunç bir görüntü. Kendisini, çığlıklar atıp kollarınısallayarak oyığının üzerine düşerken gördü; ölü bir dalın çenesinin altından ve dişlerinin arasından girdiğini, dilinidamağına yapıştırdığını, sonra beynine girip öldürdüğünü gördü."Hayır!" dedi, alçak sesle ve hızla konuşarak. Kollarında ve yanağındaki çalıçizikleri zonkluyor ve teriyleyanıyordu, bu küçük acıların ancak şimdi farkına varıyordu, "îyi-yim. iyiyim. Evet, iyiyim." Dişbudak ağacınıbıraktı, ayaklarının üstünde sallandısonra kafasının içine panik hücum edince yeniden sarıldıona."Ben iyiyim" dedi, hâlâ yavaşsesle ve hızla. Üst dudağınıyaladıve ıslak tuzu tattı. "Ben iyiyim, beniyiyim." Bunu üst üste durmadan söyledi, ama kollarınıo dişbudak ağacına sarılmaktan vazgeçmeleri içinrazıetmesi üç dakika sürdü. Sonunda bunu başarınca, Trisha uçurumdan geri çekildi. Şapkasınıyenidendüzeltti ve vadinin ilerisine doğru baktı. Gökyüzüne çevirdi gözlerini, yağmur bulutlarıyla doluydu ve aşağıyukarıaltıtrilyon ağaç gördü, ama hiçbir hayat belirtisi görmedi - bir kamp ateşinin dumanıbile yoktu."Ben iyiyim, yine de-ben iyiyim." Uçurumdan bir adım daha geriledi ve bir şey bacaklarının arkasına

Page 10: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

dokununca çığlık attı.(Yılanlar yılanlar)Dizlerinin arka tarafıgıdıklandı. Yalnızca çalılardıtabii ki. Böğürtlen çalıları... Orman onlarla doluydu,öğğğğ. Ve böcekler de bulmuşlardıonu yeniden. Yeniden bulut oluyorlardı, gözlerinin önünde dans edenyüzlerce siyah nokta, ancak bu kez noktalar daha büyüktüler ve siyah güllerin goncalarıgibi açılıyorlardısanki. Trisha'nın Ben bayılıyorum, bu bayılma" diye düşünecek kadar zamanıoldu ve çalıların arasına sırtüstü düştü, gözleri kayıp gitti, solgun yüzünün üzerinde böcekler parlayan bir bulut gibi dolaşıyorlardı. Biriki dakika sonra sivrisinekler göz kapaklarına kondu ve beslenmeye başladılar.

Dördüncü Devrenin BaşıANNESi eşyaların yerlerini değiştiriyordu. Bu, Trisha' nın ayırırken ilk aklına gelen şeydi, ikincisi ise,babasıonu Lynn'deki Good Skates'e götürmüştü ve çocukların eski eğ-rİsahada patenlerle kaymaseslerini duyuyordu. Sonra burnunun üstüne soğuk bir şey damladıve gözlerini açtı. Bir tane daha soğuksu damlasıtam alnının ortasına düştü. Gökyüzünü saran parlak ışık yüzünden gözlerini kısmak zorundakaldı. Bunu izleyen ikinci bir şimşek onu korkutup yana döndürdü, içgüdüsel olarak cenin pozunageçerken, gırdaktan gelen bir çığlık attı. Sonra gökler delindi.Trisha kalkıp oturdu, vahşice soğuk bir göle atılan biri gibi nefes alarak (zaten böyle hissediyordu) neyaptığınıdüşünmeden düşen şapkasınıyakalayıp başına geçirdi. Sendeleyerek ayağa kalktı. Gök gürlediyeniden ve şimşek havada mor bir iz bıraktı. Burnunun üstüne yağmur damladıve saçlarıyanaklarınayapışık bir halde orada ayakta dururken, önündeki vadinin dibinde yüksek, yarıölü bir ladin ağacınınaniden patlayarak alevler içinde iki parçaya ayrıldığınıgördü. Yağmur o kadar hızlıyağıyordu ki vadi gritülbente sarılmışbir hortlak resmi gibi olmuştu.Yeniden ormanın içine doğru yürüdü. Yere çömeldi, çantasınıaçtıve mavi pançoyu çıkardı. Giydi (geçolsun da güç olmasın derdi babası) ve devrilmişbir ağacın üstüne oturdu. Hâlâ başıdönüyordu ve gözkapaklan şişmişti, kaşınıyordu. Çevresindeki ağaçlar yağmuru biraz tutuyordu, ama hepsini değil; sağanakçok şiddetliydi. Trisha pançonun başlığınıkaldırdıve yağmur damlalarının bir arabanın üstüne yağanyağmur gibi ona vurmasınıdinledi. Gözlerinin önünde hep var olan böcek bulutunun dans edişini gördü vegüçsüz bir elle kovdu onları. Hiçbir şey uzaklaştıramaz onlarıve hep aç karınları, ben baygınken gözkapaklarımdan beslendiler ve benim cesedimden beslenecekler, diye düşündü ve ağlamaya başladı.Ümitsiz ve cansız bir ağlamaydıbu. Ağlarken, tepesindeki gök her gürledİğinde korkuyla büzülüp,böcekleri kovalamayısürdürdü.Saat ve güneşolmayınca zaman da yoktu. Trisha'nın bütün bildiği, orada, devrilmişbir ağacın üstünesığınmış, mavi pançosuyla oturduğuydu. Fırtınanın doğuya doğru giderek dinmesini bekliyordu, dinmişgibigörünüyordu ama hâlâ saldırgan bir kabadayıgibiydi. Yağmur damlalarıgeliyordu üzerine. Sivrisineklervızıldıyordu, biri pançosunun başlığının siperi ve başıarasına sıkışmıştı. Başlığın dışından başparmağınıbastırdıve vızıldama aniden durdu."İşte," dedi kederle. "Bu senin hakkından geldi, vıcık vıcık oldun."Ayağa kalkmaya yeltendi ve midesi guruldadı. Önceleri aç değildi ama şimdi acıkmıştı. Acıkacak kadaruzun süre kaybolmuşolma fikri aslında çok korkunçtu. Daha başka hangi korkunç şeylerin kendisinibeklediğini düşündü ve bilmediğinden, göremediğinden dolayımutlu oldu. Belki de hiç, dedi kendikendine. Hadi canım, mutlu ol-belki de bütün korkunç şeyler geride kalmıştır artık.Trisha pançosunu çıkardı. Çantasınıaçmadan önce acıyarak kendine baktı. Baştan aşağııslaktıvebaygınlığın-dan-ilk baygınlığından beri çam iğneleriyle kaplanmıştı. Pepsi'ye söylemesi gerekecekti, tabiiPepsi'yi bir daha göreceğini varsayarsak."Buna başlama," dedi ve çantasının kapağınıaçtı. Yiyip içmek İçin getirdiklerini çıkarıp önüne düzgün bîrşekilde yerleştirdi. Yemeğinin içinde olduğu kesekâğıdınıgörünce midesi daha şiddetle guruldamayabaşladı. Saat kaç olmuştu? Kafasının içinde metabolizmasına bağlızihinsel bir saat, öğleden sonra üçsularıolduğunu, kahvaltımasasında oturup Corn Flakes'leri yutmasından sekiz, bu aptalca sonsuzkestirme yolda gitmeye başlamasından beri beşsaat geçtiğini gösteriyordu. Üçtü saat. Hatta belki de dört.Yemek torbasında soyulmamışbir katıyumurta, bir ton balığısandviçi ve biraz kereviz vardı. Ayrıca o birtorba patates cipsi (küçük), su şişesi (oldukça büyük), Surge şişesi (büyük şişe, Surge'e bayılırdı) ve deTwinkieler.Limonlu gazoz şişesine bakarken, Trisha birden açlıktan çok susuzluk hissetti... ve de deli gibi şeker yemeisteği. Kapağıaçtı, şişeyi dudaklarına getirdi, sonra durakladı. Ne kadar susamışolursa olsun yarısınıbirden kafasına dikmesi akıllılık olmazdı. Daha uzun bir süre burada kalabilirdi. Beyninin bir kısmıinleyerek bu fikri kafasından uzaklaştırmaya çalışıyordu, sadece gülüp geç ve düşünme, ama Trisha bunu

Page 11: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

göze alamazdıhenüz. Ormandan çıktığızaman yine bir çocuk gibi düşünebilirdi, ama şimdilik olabildiğincebüyük biri gibi düşünmek zorundaydı.Orada ne olduğunu gördün, diye düşündü, içinde ağaçlardan başka hiçbir şey olmayan büyük bir vadi. Neyol var ne duman. Akıllıca davranmalısın. Erzaklarım saklamaksın. Annen aynışeyi söylerdi, baban daöyle.Kendine üç büyük yudum gazoz izni verdi, şişeyi dudaklarından uzaklaştırdı, geğirdi, sonra iki küçükyudum daha aldı. Sonra şişeyi yeniden sıkıca kapattı, erzaklarının geri kalanınıdüşündü.Yumurtaya karar verdi. Kabuğunu soydu, kabuklarıkesekâğıdına koymaya dikkat etti, (oralarda çöpbırakmanın, şimdi veya sonra, -orada olduğunu gösteren herhangi bir işaretin-gerçekten hayatınıkurtarabileceği hiç aklına gelmedi) ve birazcık tuz döktü üstüne. Bunu yapmak bir an hıçkırmasına nedenoldu, çünkü kendisini dün gece San-ford'daki mutfakta bir parça mumlu kâğıdın üstüne annesinin öğrettiğigibi tuz koyarken görebiliyordu. Yukarıdaki ışığın sayesinde başının ve ellerinin formika tezgâhın üstünedüşen gölgelerini görebiliyordu; erkek kardeşinin üst katta dolaşırken çıkardığıgıcırtılarıduyabiliyordu. Buanıda onu neredeyse görünür hale getiren sanal bir gerçeklik vardı. Boğulmakta olan birinin hâlâ kendisinikayıkta sanmasıgibi, o kadar sakin ve huzurlu, o kadar dikkatsizce güvende hissetti kendini.Dokuz yaşındaydı, ama, on olmak üzereydi ve yaşma göre iriydi. Açtık, bütün anılar ve korkulardan dahagüçlüydü. Yumurtaya tuz döktü ve burnunu çekerek çabucacık yedi. Çok lezzetliydi. Kolaylıkla bir tane,hatta iki tane daha yiyebilirdi. Annesi yumurtalara "kolesterol bombaları" derdi, ama annesi orada değildive ormanda kaybolmuşsan, çizikler içinde ve göz kapakların böcek yenikleriyle o kadar şişmişveağırlaşmışsa (kirpiklere yapışan unlu yapıştırıcı, belki de) kolesterol pek önemli gibi görünmüyordu.Trisha Twinkielere baktı, sonra paketi açtıve birini yedi. "Sek-süü-el" dedi-Pepsi'nin her zamankiövgülerinden biriydi bu. Her şeyi bir yudum su izledi. Sonra, ellerinden birinin ihanet edip ağzına başka birşey sokmasına fırsat vermeden geri kalan yiyecekleri yeniden yemek torbasına koydu (tepesi daha fazlakıvrılıyordu şimdi torbanın) üçte biri dolu olan Surge şişesini kontrol etti tekrar ve her şeyi çantayayerleştirdi. Bunlarıyaparken parmaklarıçantanın yan tarafındaki bir şişkinliğe değdi ve aniden bir coşkudal-gası-belki de taze kalorilerle beslenerek-keyiflendirdi onu.Walkman'i! Walkman'ini de getirmişti!îç cebin fermuarınıaçtıve kutsal şarap ve ekmeği tutan rahiplerin en saygılısıgibi çıkardıonu. Kulaklık teliWalkman'in gövdesine sarılmıştıve minik kulaklıklar plastik gövdenin kenarlarına takılmıştı. Onun vePepsi'nin en sevdiği kaset (Chumbawamba'dan Tubtkumper) içindeydi, ama Trisha o anda müziğidüşünecek halde değildi. Kulaklıklarıtaktıve kulaklarına yerleştirdi, düğmeyi TEYP'ten RADYO'ya getirdive açtı.Önce yalnız hafif bir parazit belirdi, çünkü, bir Portland istasyonuna, WMGX'e ayarlanmışa. Ama FMbandından biraz ilerde Norveç'ten WOXO'ya geldi ve öteki tarafa doğru ayarlayınca da Appalachian Yoluüzerinde giderken içinden geçtikleri bir kasaba olan Castle Rock'taki küçük radyo istasyonunu WCAS'ibuldu. Neredeyse kardeşinin sesini duyar gibiydi ve de yeni keşfedilmişalaycılık damlayan genç sesinin"WCAS! Bugün Hicksville, yarın bütün dünya-da\" dediğini. Ve hiç kuşkusuz bu bir Hicksville istasyonu idi.Mark Chesnut ve Trace Adkins gibi mızmız şarkıcılar, çamaşır makineleri, kurutucular, Buick'ler ve avtüfekleri satmak isteyen insanların telefonlarına yanıt veren bir kadın spikerle yer değiştiriyorlardı.Vahşiliğin ortasında insan sesleri, insanlarla kurulan bir bağlantısaydırdıbu. Trisha şapkasıyla hepçevresinde olan böcek bulutunu kovalayarak devrilmişbir ağacın üstüne afallamışbir halde oturdu. Saatiİlk bildirdiklerinde üçü dokuz geçiyordu.Üç buçukta kadın spiker, Halk Ticaret Posta'sına, haberleri okumak için uzunca bir ara verdi. Caste Rockahalisi cuma ve cumartesi geceleri üstsüz dansöz oynatan bir bar İçin kavgaya tutuşmuşlardı, bir özelsağlık yurdunda yangın çıkmıştı(kimseye bir şey olmamış) ve Caste Rock Sürat Yolu dört temmuzdayeniden havai fişekleri İle açılacaktı. Bu öğleden sonra hava yağmurlu olacak, akşama açılacak, yarıngüneşli, sıcaklık otuz dereceye kadar çıkacak. Hepsi bu. Kayıp bir küçük kız yok. Trisha rahatlamalımı,yoksa endişe-lenmeli mi bilemedi.Tam piller bitmesin diye kapatmak için uzanıyordu ki kadın spikerin "Bu akşam saat yedide Boston RedSox'un o başbelasıNew York Yankee'leriyle karşılaşacağım unutmayın; bütün coşkuyu burada WCAS'da,Sox'un olduğu yerde yakalayabilirsiniz. Ve şimdi de yeniden..." dediğini duydu. Trisha, radyoyu kapatıpkablosunu ince plastik gövdesine sararken-Yeniden küçük bir kızın en berbat gününe dönüyoruz, dîye düşündü. O berbat balık midesinde dolaşmayabaşladığından beri ilk kez belki de biraz iyi hissediyordu kendini. Bir şeyler yemişolmaktıbelki de bununnedeni, ama radyonun gerçek neden olduğunu düşünüyordu.Sesler, gerçek insan sesleri, o kadar da yakın ki.

Page 12: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

Bacaklarının alt kısımlarında sivrisinekler yığılmış, pantolonunun kumaşınıdelmeye çalışıyorlardı. Tanrıyaşükür ki şort giymemişti. Şimdiye kadar tüketilmiş, biftek olmuştu bile.Sivrisinekleri kovaladı, sonra ayağa kalktı. Şimdi ne olacak? Ormanda kaybolmakla ilgil i bir şey biliyormuydu? Şey, güneşdoğudan doğar batıdan batar; hepsi bu aşağıyukarı. Bir keresinde biri ona ağacıngüney veya kuzeyinde yosun olduğunu söylemişti, ama hangisinde olduğunu hatır-layamıyordu. Belki deyapılacak en iyi şey burada oturmak, bir çeşit barınak yapmak (yağmurdan çok böceklerden korunmakiçin, bir tanesi pançosunun başlığına girmişti ve onu delirtiyordu) ve birinin gelmesini beklemekti. Kibritiolsa ateşyakardıbelki -yağmur yayılmasınıönlerdi- ve biri dumanıgörürdü. Tabii ya. Babasıdemişti bunu."Bir dakika," dedi. "Dur bir dakika."Su ile ilgili bir şey. Ormandan su yardımıile çıkmak.Birden hatırladıve yeniden bir sevinç dalgasıhissetti. Bu defaki o kadar güçlüydü ki sanki başım döndürdüonun; oynak bir müzik duyduğundaki gibi ayaklarının üzerinde sallandı.Bir dere bulurdun. Annesi söylememişti bunu ona, uzun zaman önce, belki de yedi yaşlarında iken KüçükEv kitaplarında okumuştu. Bir dere bulurdun ve onuİzlerdin, eninde sonunda o seni daha büyük bir dereyegötürürdü. Eğer daha büyük bir dereyse, onu da daha da büyük bir dereye gelinceye kadar izlerdin. Amasonunda akarsu daima denize giderdi. Ve orada ormanlar yoktu, yalnız sahil ve kayalar ve bazen de birfener. Peki nasıl bulacaktıakarsuyu?Ne olacak, uçurumu izleyecekti tabii ki. Aptalca kenarından aşağıdüşmek üzere olduğu uçurumu. Uçurumona düz bir yön gösterecek ve eninde sonunda bir dere bulacaktı. Herkesin söylediğine göre ormanlarbunlarla doluydu.Çantasınıyeniden sırtladı(bu kez pançosunun üstünden) ve dikkatle uçuruma ve devrilmişağaca doğruyürüdü. Şimdi ormana panikle dalışına, büyüklerin eskiye, çocukluk davranışlarının en kötüsünebakarkenki hoşgörüyle karışık utancıyla bakıyordu, ama hâlâ uçurumun kenarına yaklaşamadığınıfarketti. Eğer yaklaşsa midesi bulanacaktı. Yeniden bayılabilirdi...veya kusabilirdi. Bu kadar az yiyeceği varkenkusmak hiç iyi bîr fikir değildi.Sola döndü ve ormanın içinde vadiye inişi sağına alıp beş-altımetre kadar uzakta kalarak yürümeyebaşladı. Arada bir kendini daha yakınından gitmeye, uzaklaşmadığından ve genişgörüntüsüyle uçurumunhâlâ orada olduğundan emin olmak için bakmaya zorluyordu. Ses duymak için kulak kabartıyordu, amafazla ümitle değil; yol artık her yerde olabilirdi ve onu bulmak tam bir şans işiydi. Akarsuyu dinliyordu vesonunda duydu da.Eğe r o aptal uçurumdan aşağıbir şelale olarak iniyorsa bana bir yaran olmaz, diye düşündü ve dereyeulaşmadan önce duyduğu sesin şelale olup olmadığınıanlamak için yeterince yaklaşmaya karar verdi.Hayal kırıklığınıönlemek için.Ağaçlar biraz geri çekilmişti, ormanın kenarıyla uçurumun kenarıarasındaki açıklık yer yer çalılarlakaplıydı. Dört veya beşhafta sonra yaban mersinleriyle dolacaklardı. Ama şimdi yaban mersinleri yalnızcaminik tomurcuklardı, yeşildiler ve yenmezlerdi. Böğürtlenler duruyordu hâlâ, onların zamanıydıve bunuakılda tutmak da iyi fikir olabilirdi. Ne olur ne olmaz diye.Yaban mersini çalılarıarasındaki toprak, kırık taşlarla doluydu ve düzgün değildi. Trisha'nın lastikpabuçlarıaltındaki ses ona kırık tabaklarıdüşündürdü. Bu yassıçakılların üstünde daha da yavaşyürüdüuçurumun kenarından iki-üç metre kadar uzaktayken yere çöktü ve emekledi. Ve kenara ulaştığındakeyifle güldü, çünkü orada uçurum artık yoktu neredeyse.Vadiden görünen manzara hâlâ genişve etkileyiciydi, ama bu çok uzun sürmeyecekti, çünkü bu taraftakitoprak çökmekteydi; Trisha o kadar dikkatle dinliyordu ki (daha çok da kendisine aklına sahip olup, yinesıyırtmamasınısöylüyordu) bunun farkına bile varmamıştı. Son bir ufak çalıperdesinin arasından yolaçarak biraz daha ilerledi, aşağıya baktı.Uçurum şimdi yalnız beş-aitımetre ötedeydi ve artık dik değildi, kayaların yüzü dik, oyuldu bir yokuşhalinegelmişti. Aşağıda kel ağaçlar, yine meyvesiz yaban mersini ağaççıkları, çalıdemetleri vardı. Ve deparçalanmışbuzlu kaya yığınları. Sağanak durmuştu, gök gürültüsü arada bir gelen kötü huylu birmırıldanmaya dönmüştü, ama hafif hafif yağmayısürdürüyordu ve bu parçalanmıştaşların, bir madendekicüruf gibi kaygan, sevimsiz bir görünüşü vardı.Trisha geri çekildi, ayağa kalktı, sonra çaldıkların arasından akarsuyun sesine doğru yol açtıkendine. Artıkyorulmaya başlamıştı, bacaklarıağrıyordu, ama aslında iyi olduğunu düşündü. Korkuyordu doğal olarak,ama eskisi kadar değil.Onu bulacaklardı. Ormanda insanlar kaybolunca daima bulurlardıonları. Uçaklarıve helikopterleri veköpeklerle insanlarıgönderir ve kayıp kişi bulununcaya kadar ararlardı.Ya da belki de kendi kendimi kurtarırım. Ormanda bir yerde bir kamp bulurum, kapıkilitli ve evde kimse

Page 13: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

yoksa, camıkırar, telefonu kullanır...Trisha kendini geçen sonbahardan beri kullanılmamışbir avcıkulübesinde görebiliyordu; basma Örtülerlekaplıkamp mobilyasınıve yerdeki ayıpostunu görebiliyordu. Tozun ve eski soba küllerinin kokusunualıyordu; bu hayal o kadar güçlüydü ki eski hafif bir kahve kokusunu bile duyuyordu. Orasıboştu amatelefon çalışıyordu. O eski tiplerdendi, kulaklık o kadar ağırdıki iki eliyle tutmak zorunda kaldı, amaçalışıyordu ve "Merhaba, Anne? Ben Trisha. Nerede olduğumu tam olarak bilmiyorum, ama ben iyi..."derken duyabiliyordu.Hayali kulübe ve hayali telefon konuşmasına o kadar dalmıştıki neredeyse ormandan çıkan ve çakıllarlakaplıbir yokuştan akan bir dereye düşüyordu.Trisha bir kızılağacın dallarına tutundu ve dereye bakarak, hatta biraz gülümseyerek durdu. Berbat bir günolmuştu, gerçek, tres berbat, ama sonunda şansıdöner gibiydi. Yokuşun kenarına geldi. Dere köpüklerleakıyor, orada burada daha büyük bir kayaya çarpıp güneşli bir öğleden sonra gökkuşaklarıyapacak olanserpintileri döküyordu. Suyun iki yanındaki eğimler kaygan ve güvensiz gibiydi -bütün o gevşek ıslaktaşlar. Yine de yer yer çalılar vardı. Eğer kaymaya başlarsa, bunlardan birini, derenin yanındaki kızılağacıyakaladığıgibi yakalardı."Su seni insanlara götürür," dedi ve yokuştan aşağıinmeye başladı.Derenin sağtarafından, küçük sıçramalarla, yanlamasına indi. Yokuşun açısıyukardan göründüğündendaha dik olmasına ve düzgün olmayan toprak her adımda lastik ayakkabılarının altında oynamasınarağmen önceleri her şey iyiydi. Şu ana kadar fark etmediği çantası, o bebek taşıma çantalarından birindekikocaman hareketli bir bebeği andırmaya başlamıştı; her kımıldadığında dengesini sağlayabilmek içinkollarınısallamasıgerekiyordu. Yine de durumu fena değildi ve bu da iyi bir şeydi, çünkü yokuşun yarıyolunda durakladığızaman, ileri attığısağayağıalttaki gevşek taşlara gömülünce, bir daha yukarıyatırmanamayacağınıanladı. Şu veya bu şekilde, vadinin tabanına gitmek zorundaydı.Yeniden harekete geçti. Yolun üçte birinde, bir böcek -kocaman bir tane, tatarcık veya sivrisinek değil-yüzüne doğru uçtu. Bu bir eşek ansıydıve Trisha bir çığlık atarak vurdu ona. Yokuştarafında çantasışiddetle sallandı, sağayağıkaydıve bîrden dengesini yitirdi. Düştü, kayalık yokuşa bir darbe ile omuzunuvurdu ve aşağıkaymaya başladı,"İşte boku yedik!" dîye bağırdıve toprağa tutunmaya çalıştı. Bütün eline geçen kendisiyle birlikte kayankopmuşbir taşparçasıve kırık bir kuartz parçasının kestiği avucun-da bıçak gibi batan acıoldu. Bir çalıyael attıve o da aptal kısa kökünden çıktı. Ayağıbir şeye çarptı, sağbacağıkötü bir açıda büküldü ve birdenbir takla ile dünya dönerken kendini havada buldu.Trisha sın üstü düştü ve bacaklarıaçık, kollarınısallayarak acı, korku ve şaşkınlıkla çığlık atarak kaymayabaşladı. Pançosu ve bluzu omuzlarına kadar sıyrılmıştı; keskin taşlar sırtından deri parçalan sıyırıyordu.Ayaklarıyla fren yapmaya çalıştı. Sol ayağıbir kaya çıkıntısına çarptıve onu sağyanına çevirdi. Bu durumönce midesinin üstünde sonra sırt üstü ve sonra yeniden midesinin üstünde, çantasıvücuduna batarak,sonra da her düştüğünde havaya sıçrayarak yuvarlanmasına neden oldu. Gök yerdeydi, yokuşun nefret-likkırık çakıllıkenarıise yukarıda, sonra yer değiştirdiler-hadî eşlerinizi dönerek değiştirin, herkes değiştirsin.Trisha son on metreyi sol yanında sol kolu ileri uzanmışve yüzü dirseğinin içine gömülü olarak indi. Oyandaki kaburgalarım zedeleyecek kadar sert bir şeye çarptı...ve sonra, daha başınıkolundan kaldırıpbakamadan, sol elmacık kemiğinin hemen üstünde iğne acısıgibi bir acıhissetti. Trisha çığlık attıvevurmaya çalışarak dizlerinin üstüne dikildi. Bir şeyî ezdi -bir eşek arısıdaha, başka ne olabilir-tamkendisini sokarken ve gözlerini açıp çevresini sardıklarınıgördüğünde... san kahverengi, kuyruk taraflarıdaha ağır gibi duran, şişko hantal zehir fabrikaları.Yaygaracıbir derecikten altımetre kadar uzaklıktaki bir yokuşta bulunan Ölü bir ağaca kadar kaymıştı. Ölüağacın en alt çatalında, dokuz yaşında ama yaşına göre uzun küçük bir kızın göz hizasında, gri bir arıoğulu vardı. Kızgın arılar üstünde uçuşuyorlardı; daha çoğu da üstteki bir delikten çıkmaktaydılar.Trisha'nın boynunun sağtarafına, şapkasının hemen altına batan bir şey acıverdi. Bir vuruşdaha sağkolunu dirsekten yukarısızlattı. Tarn bir panik İçinde çığlık atarak koşmaya başladı. Bir şey boynununarkasını; bir başka şey sırtını, pantolonunun belinin üstünden, bluzunun sıyrılmışve plastik pançonunparamparça olduğu yerden soktu.Dere yönünde amaçsızca koştu; yalnız oradaki alan daha açık gibiydi. Çalıkümesinin çevresinden geçtive yerdeki çalılar anmaya başlayınca aralarına dalıp kendine yol açtı. Dereye gelince, nefes almayaçalışarak ve yaşlıgözlerle (ve korkuyla) omuzunun üstünden geriye baktı. Arılar gİt-miştî, ama onlardankaçıncaya kadar çok zarar vermişlerdi. Sol gözü, onu ilk yakalayanın soktuğu yerin yakınından, neredeysekapanacak kadar şişmişti.Eğer kötü bir etki olursa ölürüm, diye düşündü, ama panik duygusu ağır bastığıiçin buna hiç aldırmadı.

Page 14: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

Ağlayarak ve burnunu çekerek, kendisini bütün bu belalara sokmuşolan küçük derenin yanına oturdu.Yeniden kontrolü ele aldığınıhissedince çantasınıçıkardı. Şiddetli titremeler onu sarsıyor, her birivücudunu yay gibi geriyor ve arıların soktuğu yerlerden bıçak gibi kızgın acılar geliyordu. Kollarınıçantasına doladı, bebek gibi salladıonu ve daha çok ağladı. Çantasınıöyle tutmak ona, karavanın arkakoltuğunda yatan Mona'yı, kocaman mavi gözlü, İyi, yaşlıMoanie Balogna'yıdüşündürdü. Öyle zamanlarolmuştu ki, anne babasıayrılmaya hazırlanırken, sonra da bunu gerçekleştirdiklerinde onu rahatlatan tekşey Mona'ydısanki; öyle zamanlar vardıki Pepsi bile anlayamazdı. Şimdi anne babasının boşanmasıhiçönemli gelmiyordu ona artık. Anlaşamayan büyüklerden daha büyük sorunlar vardı, eşek arılarıvardımesela ve Trisha Pepsi'yi yeniden görebilmek için çok şey verebileceğini düşündü.Böcek sokmalarından ölmeyecekti en azından veya zaten ölüyor da olabilirdi. Annesi ve komşularıBayanThompson'un böcek sokmalarına alerjisi olan birinden söz ettiklerini hatırladı. Bayan Thompson "Böceğinısırmasından on saniye sonra, zavallıihtiyar Frank balon gibi şişti. Eğer yanında ilacıolmasaydı, sanırımboğularak ölürdü."Trisha boğulduğunu sanmıyordu, ama sokulan yerler feci şekilde zonkluyordu ve balon gibi şişmişlerdi.Gözünün yanındaki küçük kızgın deriden bir yanardağhaline gelen şişliği görebiliyordu ve parmaklarıylahafifçe dokunduğu zaman başına bir ağrıgiriyor ve acıyla bağırtıyordu onu. Artık ağlamıyordu, ama ogözden yine de çaresizce yaşlar boşanıyor du.Ellerini yavaşça ve dikkatle oynatarak kendini inceledi Trisha. En azından yarım düzine yeri sokmuşlardı(sol kalçamın üstünde bir yer var ki diye düşündü, orada iki, hatta üç tane olabilirdi, en çok da orasıağrıyordu). Sırtıberelenmişgibiydi ve yuvarlanırken son kısmında en büyük zararıgören sol kolu, bilektendirseğe kadar kan içindeydi. Yüzünün sol tarafında dalın battığıyer yine kanıyordu.Haksızlık, diye düşündü. Hak...Sonra başından aşağıkaynar sular indi birden. Walk-man'i kırılmış, küçük yan cebinde milyonlarcaparçaya ayrılmıştı. Öyle olmalıydı. Bu düşüşe dayanmışolmasıolanaksızdı.Trisha çantanın tokalarınıtitreyen kanlıellerle çekiştirdi ve sonunda kayışlarım açtı. Gameboy'unu çıkardıve o kırılmıştı, elektronik bliplerin zıpladıklarıpencereden birkaç sarıcam kırığıkalmıştıancak. Âyncapatates cipslerinin pa-ketî yırtılmıştıve Gameboy'un çatlamışbeyaz kasasıyağlıkırıntılarla kaplanmıştı.Her iki plastik şişe de, içinde su olan ve öteki Surge şişesi, ezilmişlerdi ama sağlamdılar. Yemek torbasıkaza geçirmişgibi ezilmişti (ve o da patates cipsleriyle kaplanmıştı) ama Trisha içine bakmaya zahmet bileetmedi. Walkman'im, diye düşündü, içteki cebi açarken hıçkırıklarla ağladığının farkında değildi. BenimzavallızavallıWalkman'im. însanla-nn dünyasının seslerinden büe ayrıdüşmüşolmak ona olup bitenlerinhepsinden daha dayanılmaz gibi gelmişti.Trisha cebe uzandıve bir mucize çıkardıoradan; işte Walkman'i, sağlamdı. Küçük aygıtın gövdesinedoladığıkulaklık kordonu, açılıp dolaşmıştı, ama hepsi bu kadardı. Bir ona bir de yanındaki Gameboy'agözlerine inanamayarak bakarak, Walkman'i elinde tuttu. Nasıl biri sağlam diğeri paramparça olabilirdi?Bu olasımıydı?Değil, dedi kafasının içindeki soğuk ve nefretlik ses. Sağlam görünüyor, âmâ içi kırıldı.Trisha kordonu düzeltti, kulaklıklarıyerine koydu ve parmağınıgüç düğmesinin üstüne koydu. Arısokmalarını, böcek ısırıklarını, kesik ve sıyrıklarıunutmuştu. Şiş, ağır göz kapaklarınıkapatarak birazkaranlık yaptı. "Lütfen Tanrım," dedi karanlığın İçine, "Walkman'im kırılmamışolsun," Sonra güçdüğmesine bastı."Şu anda gelen bir haber," dedi bir kadın spikerin se-si-sanki Trisha'nın kafasının içinden yayın yapıyordu,"îki çocuğuyla birlikte Appalachian Yolu'nun Castle County kısmında yürüyüşyapan Sanford'lu bir kadın,dokuz yaşındaki kızıPatricia McFarland'ın ortadan yok olduğunu, büyük olasılıkla, TR-90'ın ve Mortonkasabasının batısında ormanda kaybolduğunu bildirmiştir. "Trisha'nın gözleri fal taşıgibi açıldıve bundansonraki on dakika, hatta WCAS vazgeçemediği kötü huylarıolan biri gibi country müziğine ve de NASCARraporlarına döndüğü zaman bile dinlemeye devam etti. Ormanda kaybolmuştu. Bu resmileşmişti artık.Yakında harekete geçerlerdi, onlar kimlerse-helikopterlerini uçurmak, av köpeklerini koklatmak için hazırtutan insanlar herhalde, diye düşündü. Annesi korkudan ölecekti... ama bu olasılığıdüşününce Trishagarip bir memnuniyet hissetti.Denetlenmiyordum, diye düşündü-biraz da kendini beğenmişlikle. Ben küçük bir çocuğum ve doğru dürüstdenetlenmiyordum. Hem eğer benim canıma okursa ben de "Siz tartışmayıkesmiyordunuz ve ben artıkdayanamıyordum" derim. Pepsi hoşlanırdıbundan; tam V.C. Andrews'luk bir şey. Sonunda Walkman'ikapattı, kulaklık kordonunu yeniden sardı, plastik kaba bilinçsizce bir öpücük kondurdu ve sevgiyleyeniden çantanın cebine yerleştirdi. Ezilmişyemek torbasına bir göz attıve ton balığısandviçinin ve kalanTwinkilerin ne durumda olduklarına bakmaya dayanamayacağına karar verdi. Çok moral bozucuydu.

Page 15: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

Yumurtasınıyumurta salatasına dönmeden yemesi çok iyi olmuştu. Bu düşünce herhalde bir kıkırdamayıhak ediyordu, ama onda gülecek hal kalmamıştıbelli ki; annesinin yorulmaz olduğuna inandığı, kıkırtıkuyusu, belli ki bir süre için kurumuştu.Trisha, oraya yakınlığıbir metreden de az olan küçük derenin kıyısına oturdu ve çok kederli bir şekildepatates cipslerini önce patlamıştorbadan, sonra yemek torbasının dibinden toplayarak ve sonunda enufak parçacıklarıçantasının dibinden ayıklayarak yedi. Büyük bir böcek vızıldayarak burnunun yanındangeçince bağırdıve yüzünü korumak için elini kaldırıp büzüldü, ama yalnızca bir at sineğiydi.Trisha, bütün gün çalışmışaltmışyaşında bir kadın gibi yorgun hareket ederek (bütün gün çalışmışaltmışyaşında bir kadın gibi hissediyordu kendini), her şeyi çantasına yerleştirdi -kırık Gameboy bile girdi içinesonunda- ve ayağa kalktı. Kapağıyeniden kapamadan önce, pançosunu çıkardıve önüne tuttu, înce şeyyokuştan kayarken onu ko-ruyamamıştıve şimdi yırtıktıve başka şartlarda olsa komik bulacağışekildesallanıyordu-tam bir mavi plastik hula eteğine benziyordu-ama atmamasının daha doğru olacağınıdüşündü. Hiçbir şey olmasa bile, bulutlarınıtalihsiz başının çevresine toplamışolan böceklerden korurduonu. Sivrisinekler eskisinden de daha kalabalıktılar, kuşkusuz kollarındaki kan kokusu çekmişti onları.Kokusunu alıyorlardıherhalde."Böğ," dedi Trisha, burnunu buruşturupşapkasınıböcek bulutuna sallayarak "Ne kadar iğrenç!" Kolunukırmadığıveya kafatasınıçatlatmadığıMrs.Thomas'ın arkadaşıFrank gibi böcek sokmalarına karşıalerjisiolmadığıiçin kendine minnettar olmasıgerektiğini anlatmaya çalıştı, ama korkmuş, derisi sıyrılmış, şişmişve genellikle hırpalanmışken minnettar olmak çok zordu.Pançosundan kalan paçavrayıgiyiniyordu ki -sonra da çantasınıtakacaktısırtına- dereye baktıve suyunhemen üstündeki kıyıların ne kadar çamurlu olduğunu fark etti. Pantolonunun beli kalçasındaki eşekarısının soktuğu yere sür-tününce yüzünü buruşturarak bir dizinin üstüne çöktü ve kahverengi grimacundan bir parmak aldı. Denemeli mi de-nememeli mi?"Ne zararıolabilir," diye sordu içini çekerek ve kalçasının üstündeki şişe sürdü. Ne güzeldi serinliği,kaşıntılıağrıneredeyse aniden yok oldu. Ulaşabildiği bütün ısırıkların hepsine dikkatle sürdü. Sonraellerini pantolonuna sildi (elleri ve pantolonu altısaat önce olduklarından çok daha hırpalanmışlardı), yırtıkpançosunu giydi, sonra çantasınıtaktısırtına. Şans eseri, ısırıkların hiçbirine değmeden sırtındaki yerinialdıçantası. Trisha yeniden derenin yanında yürümeye başladıve beşdakika sonra yeniden ormana girdi.Sonraki dört saat filan, öten kuşlar ve böceklerin hiç kesilmeyen vızıltısından başka bir şey duymadandereyi izledi. Yağmur bu süre boyunca durmadan çiseledi, bir defasında bulabildiği en büyük ağacın altınasığınmasına rağmen onu sırılsıklam edecek kadar çok yağdı, ikinci sağanakta en azından gök gürültüsüve şimşek yoktu.Trisha o güne kadar kendini, o geçirdiği berbat, ürkütücü gün kararırken hissettiği kadar tam bir şehir kızıgibi hiç hissetmemişti. Orman sıkışmıştısanki. Bir süre yaşlıçamların arasından yürüyebildi ve ormanorada bir Disney filmindeki gibi iyiydi sanki. Sonra o yumruk gibi sıkışmışağaçlar çıkıyordu önüne vekendini çalıgibi ağaçların yum-rulu kümelerinin ve sıkışık çalıların (bunlar dikenlerle doluydu), kollarım vegözlerini tırmalamaya çalışan birbirine geçmişdalların aralarından geçmeye çalışırken buluyordu. Bütünamaçlarıona engel olmaktısanki ve o basit yorgunluk tükenmişliğe doğru giderken Trisha onlarda birzekâ, yırtık mavi pançolu bir yabancının varlığınıhisseden, sinsi ve zararlıbir bilinç var olduğunudüşünmeye başladı. Kendini tırmalama arzuları-hatta bir gözünü çıkaracak kadar şanslıolmalarıgerçektepek önemli değilmişgibi görünmeye başladıona; çalıların gerçek isteği, onun diğer İnsanlara ulaşmayolunu, oradan çıkışyolunu gösteren dereye gitmesini önlemekti.Trisha, eğer derenin yakınındaki ağaç kümeleri ve çalılar çok sıkışırsa dereyi gözünün önünden ayırmayarazıydı, ama sesinden ayrılmaya niyeti yoktu. Eğer derenin mırıltısıçok azalırsa, dizleri ve ellerinin üstüneçöküyor, aralarından kayıp bir delik aramaktansa, dalların en kötülerinin altından emekliyordu. Vıcık vıcıktoprakta emeklemek işin en kötü kısmıydı(çam korularında yer kuruydu ve çam iğneleri güzel bir hahgibiydi; dalların sıkışık olduğu yerlerde toprak hep ıslaktısanki). Çantasıdallar ve çalıların birbirine girdiğiyerlerde sürükleniyor, bazen gerçekten sıkışıyordu... ve bu sırada, tatarcık bulutu ve böcekler yüzününönünde asılıduruyor ve dans ediyorlardı.Bütün bunlarıbu kadar kötü, moral bozucu yapanın ne olduğunu anlıyordu, ama adınıkoyamıyordu.Bazılarınıbiliyordu, çünkü annesi anlatmıştı: huşlar, kayınlar, kızılağaçlar, ladinler ve çamlar... birağaçkakanın yankılıdarbeleri ve kargaların cırtlak sesleri... hava kararmaya başladığında cırcırböceklerinin gıcırdayan kapıgibi sesleri... ama bütün diğerleri ne olacaktı? Annesi ona söylediyse bileTrisha artık hatırlamıyordu, ama annesinin söylemişolduğunu da sanmıyordu. Annesinin ormanlardayürümekten hoşlanan, Çok az doğa kılavuzlarıokumuş, bir süredir Maine'de yaşayan, ama aslındaMassachusettsli bir şehirli olduğunu düşünüyordu. Mesela parlak yeşil yapraklarıolan kaim çalılar neydi?

Page 16: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

Lütfen Tanrım, zehirli meşe olmasın! Veya tozlu gövdeleriyle, küçük, değersiz görüntülü ağaçlar? Ya dasarkık ince yapraklıolanlar? Sanford'daki annesinin bildiği ve yürüyüşyaptıklarıormanlar -bazen Trisha ilebazen de yalnız- oyuncak ormanlardı. Bunlar oyuncak orman değildiler.Trisha, kendisini arayan yüzlerce adamın ona doğru sel gibi geldiklerini hayal etmeye çalıştı. Hayal gücüiyiydi ve başlangıçta bunu kolayca yapabiliyordu. Appalachian Yolu' nün bütün batıyönü boyunca parkyerlerine giren, yön gösteren, camlarında CHARTER ARAMA TAKIMI yazan büyük san okul arabalarımgörüyordu. Kapılar açıldıve kahverengi üniformalıadamlar döküldü dışarı, bazılarıellerinde zincirliköpekler, hepsinin bellerine takılıwalkie-tal-kie'ler, özel bir kısmıo pilli megafonlarla... ilk duyacağıonlarolacaktı; yükseltilmişTanrıseslerinin "PATRICIA McFARLAND, NEREDESİN? EĞER DUYUYORSAN,SESİME DOĞRU GEL!" diye seslenmeleri.Ama ormandaki gölgeler çoğalıp el ele tutuşmaya başladıklarında, yalnızca derenin sesi vardıve kendinefesinin sesi. Kahverengi üniformalıadamların hayali resimleri yavaşyavaşkayboluyordu.Bütün gece burada duramam, diye düşündü, kimse benden bütün gece burada kalmamıisteyemez.Paniğin yine kendisini yakaladığınıhissediyordu, kalbini hızlandırıyor, ağzınıkurutuyor, gözleriniyuvalarında zonklatıyordu. Ormanlarda kaybolmuştu, adınıbilmediği ağaçlar tarafından kıstırılmış, şehirlügatinin hiçbir işe yaramadığıbir yerde tek başına ve sonuçta hepsi ilkel olan, dar bir keşîf ve direnişalanında bırakılmıştı. Tek bir kolay adımla şehir kızından mağara kızına geçiş.Evde kendi odasında, köşedeki sokak lambasının camdan giren ışığında bile karanlıktan korkardı. Eğergeceyi burada geçirmek zorunda kalırsa korkudan öleceğini düşündü.Benliğinin bir parçasıkaçmak istiyordu. Akarsuyun onu sonunda insanlara götüreceği filan yoktu, bütünbunlar Küçük Ev bokunun uydurmasıydıherhalde. Dereyi izliyor oluşu getire getire yalnızca daha fazlaböceğe getirmişti onu. Bundan kaçmak istiyordu, gidişin en kolay olduğu yere doğru koşmak. Koşmak vekaranlık olmadan insanlarıbulmak. Bu fikir tamamen deliceydi ve fazla yaran olmadı, gözlerindekizonklamayı(ve de böcek ısırıklarının olduğu yerleri, şimdi onlar da zonkluyordu) veya ağzındaki korkununbakır tadınıazaltmıyordu.Trisha birbirine dolaşmışolan bir ağaç kümesini yararak yol açtı. Derenin sola doğru kıvrılıp hilâl şeklinialdığıaçıklığa geldi, çalılar ve ağaçlarla kuşatılan bu yer, cennetten bir küçük parçaydısanki. Hatta,devrilmişbir ağaç gövdesi, bir bank gibi duruyordu derenin kenarında.Ona doğru gitti, oturdu, gözlerini kapattıve kurtulmak için dua etmeye çalıştı. Tanrı'ya Walkman'ininkırılmamışolmasıiçin dua etmek kolaydı, çünkü düşünmeden olmuştu bu. Ama şimdi, dua etmek zordu.Anne ve babasıkiliseye gitmezlerdi. Annesi yozlaşmışbir Katolikti ve babasının, Trisha'nın bildiğikadarıyla, yozlaşacak bir şeyi hiç olmamıştı-ve şimdi kaybolduğunu, buna söyleyecek sözü olmadığınıgörüyordu. Tanrı'ya dua etti ve bu, ağzından yavan ve rahatsız edici bir şekilde çıktı, dua burada birelektrikli konserve açacağının görevini gördü. Gözlerini açtıve o küçük açıklığa baktı, havanın grileştiğinigörüyor, yara bere içindeki ellerini sinirden sıkıyordu.Annesiyle dini konularıkonuşup konuşmadığınıhatır-layamiyordu. Ama bir aydan az bir süre öncebabasına dine inanıp inanmadığınısormuştu. Malden'deki küçük yerin arkasına, hâlâ çıngırtılıbeyazkamyonuyla gelen Sunny Treat Man'den (Sunny Treat kamyonunu düşünmek Tris-ha'ya yeniden ağlamaarzusu verdi) külahlıdondurma yiyorlardı. Pete, "aşağıda parkta" eski arkadaşlarıyla eğleniyordu."Tanrı," demişti Babası, -kelimeyi sanki yeni bir dondurma tadıymışgibi tadarak- VanilyalıJimmies yerineVa-nilyalıTanrı. "Nereden çıktışimdi bu tatlım?"Bilemeyip bağım sallamıştıkız. Şimdi, bu bulutlu, böcekli haziran akşamıkaranlığında, devrilmişbirağacın üstünde otururken korkutucu bir fikir belirdi; ya ta içinde ileriyi gören bir yer bunun olacağınıgörüpde sorduysa? Kızın kurtulabilmesi için biraz Tanrıya gereksinmesi olacağına karar vererek yukarıya birişaret fişeği attıysa?"Tanrı," dedi, Larry McFarland, dondurmasınıyalayarak. "Tanrı, şimdi, Tanrı..." Biraz daha düşündü.Trisha piknik masasının bir kenarına oturmuş, onun küçük bahçesine bakıyor, ona gereksindiği zamanıveriyordu. Sonunda, "Sana neye inandığımısöyleyeceğim," dedi. "Ben Alt-du-yum'a inanırım.""Neye?" Şaka yapıp yapmadığınıanlayamayarak bakmıştıona. Şaka yapıyor bir hali yoktu."Alt-duyum. Fore Sokağı'nda geçirdiğimiz günleri hatırlıyor musun?"Fore Sokağındaki evi tabii hatırlıyordu. Bulunduklarıyerden üç blok ötede, Lynn kasabasına yakındı.Babasının daima otlarınıbiçtiği daha büyük bir bahçesi olan, bundan büyük bir evdi. Sanford... büyükanneve babalar... yaz tatilleri... Pepsi Robichaud'un yalnız yaz arkadaşıve kainattaki en komik şeyin koltuk altıosuruklarıolduğu zamanlardıonlar... tabii gerçek osuruklar dışında. Fore Sokağı'nda mutfak, bu evdeolduğu gibi bayat bira kokmazdı. Başınısalladı, çok iyi hatırlayarak,"Elektrikle ısınırdıo ev. Hatırlar mısın kenarlardaki ısıtıcılar ısıtmadıklarızaman bile nasıl uğuldarlardı?

Page 17: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

Hatta yazın bile?" BaşınısallamıştıTrisha. Babasıda sanki beklediği buymuşgibi başınısallamıştı."Çünkü alışıyorsun ona," demişti. "Ama inan bana, Trish, o ses hep ordaydı. Kenarlarda ısıtıcılarıolmayanevlerde bile sesler vardır. Buzdolabıçalışır durur. Borular tıngırdat Yerler gıcırdar. Dışarda trafik akargider. Bütün bunlarıdaima duyarız, onun için çoğunlukla hiç duymayız bile. Onlar..." Çok küçükkenokumaya yeni başladığında dizlerine oturduğu zaman yaptığıgibi, cümleyi kızın tamamlamasıiçin işaretetti. Eski sevimli davranışı."Alt-duyum" dedi, kelimenin tam olarak ne anlama geldiğini anladığından değil, ama onun bunu isteği çokaçık olduğundan."Kesinlikle," dedi, bir kere daha dondurmasıyla işaret ederek. Vanilyalıdondurmadan bir parçasıhakîpantolonun paçasından aşağıkaydıve onun o gün kaç tane bira içtiğini merak etti."Kesinlikle, tatlım, alt-duyum. Hindistan'daki her bö-ceğİn ve Avustralya'daki her kuşun düşüşünükaydeden, düşünen bir Tann'ya, bütün günahlarımızıbüyük bir deftere kaydeden ve biz ölünce biziyargılayan bir Tann'ya inanmı-yorum-kasıdıolarak kötü insanlarıyaratıp sonra kasıtlıolarak onlarıyarattığıcehennemde kızarmaya yollayan bir Tanrıya inanmıyorum, ama inanıyorum ki bir şey var."Çevresindeki çok uzamış, yer yer açılmışçimenleri olan bahçeye, kızıve oğlu için yaptığısallan-tırman'a(Pete artık onun için çok büyüktü, Trisha da öyle, ama orada olduğu zamanlarda yalnızca onu mutluetmek için birkaç defa sallanır veya kızaktan kayardı), iki tane bahçe cücesine (bol bol fışkırmışolanyabani bahar otlarından dolayıbiri zorla görülebiliyordu), en arkada boyanmasıgereken çitlere baktı. Oanda kendisine çok yaşlıgörünmüştü babası. Biraz aklıkarışık. Biraz korkmuş. (Biraz ormandakaybolmuş, diye düşündü şimdi, çantasılastik ayakkabılarının arasında, devrilmişağacın üstündeotururken.) Sonra başıyla onaylamışve yeniden kıza bakmıştı."Evet, bir şey. tyilik İçîn acımasız bir güç. Acımasız, bunun ne demek olduğunu biliyor musun?"Başıyla onaylamıştı, tam bildiğinden değil, ama onun durup açıklamasınıistemediğinden. Kendisineöğretmesini İstemiyordu, bugün değil; bugün, yalnız ondan öğrenmek istiyordu."Bence sarhoşgençleri -sarhoşgençlerin çoğunu- mezuniyet gecesinden veya gittikleri ilk büyük rockkonserinden dönerlerken arabalarınıçarpmaktan koruyan bir güç var. Bir şey ters gitse bile birçok uçağındüşmesini de önlüyor. Hepsinin değil, çoğunun. 1945'ten beri kimsenin hiçbir canlının üstünde nükleersilah kullanmamışolmasıda bizim tarafımızıtutan bir şey'in var olmasıgerektiğini gösterir. Günün bîrindebiri kullanacak, doğal olarak, ama yarım yüzyıl sonra... bu uzun bir zaman."Neşeli, boşyüzleriye bahçe cücelerine bakarak bir an duraksamıştı."Çoğumuzun uykuda ölmesini engelleyen bir şey var. Öyle kusursuz, sevecen, her şeyi gören Tanrıdeğil;bunu hiçbir kanıtın desteklediğini sanmıyorum, ama bir güç.""Alt-duyum.""işte bu."Anlamamıştıama sevmemişti. ilginç ve önemli olduğunu düşündüğün bir mektup alıp, açtığın zaman onunSevgili Kiracı'ya olduğunu görmek gibi bir şeydi bu."Başka bir şeye daha inanıyor musun, baba?""Bilinen şeyler işte. Ölüm ve vergiler ve senin dünyanın en güzel kızıolduğuna.""Ba-baa." Gülerek ona sarılmış, başının üstünden öperken dokunuşundan ve öpücüğünden hoşlanmışama nefesindeki bira kokusunu sevmemişti.Babasıonu bırakıp ayağa kalkmıştı. "Aynızamanda bira saati olduğuna da inanıyorum. Biraz buzlu çayister misin?""Hayır, teşekkürler," dedi ve belki de geleceği gören bir şey işbaşındaydı, çünkü o ayağa kalkarken"Başka bir şeye daha inanıyor musun? Gerçekten." demişti.Gülümsemesi ciddi bir bakışhaline dönüştü. Öylece düşünerek durdu orada (kütüğün üstünde otururken,babasının, onun yüzünden bu kadar uzun düşünmüşolmasının gururunu okşadığınıhatırladı),dondurmasıelinde erimeye başlamıştı. Sonra yeniden gülümseyerek bakmış"senin aşkın Tom Gordongaliba kırk oyun kurtaracak bu yıl," demişti. "Sanırım şu anda birinci liglerde en iyi kapatıcı. Tabii sağlıklıkalır ve Sox vuruşlarıyerini bulursa, gelecek kasım Dünya Serilerinde oynayabilir. Bu senin İçin yeterlimi?""Evvettt" diye bağırmıştıgülerek, kendi ciddiyeti bozularak. .. çünkü Tom Gordon gerçekten aşkıydıvebabasını, bunu bildiği ve tersleyeceğine iyi davrandığıiçin seviyordu. Gömleğine dondurmanınbulaşmasına aldırmayarak koşup sarılmıştıbabasına sıkısıkı. Hem arkadaşlar arasında azıcık SunnyTreat'in lafımıolurdu?Ve şimdi burada giderek koyulaşan grilikte oturup, ormandan gelen su seslerini dinlerken, ağaçlarınyakında ürkütücü şekillere dönüşecek olmasınıizlerken, kendisine megafonlardan ("SESİME DOĞRU

Page 18: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

GEL!" diye bağrılmasınıya da köpeklerin uzaktan gelen havlamalarınıduymayıbeklerken; Alt-duyum içindua edemiyorum. Yapamıyorum işte" diye düşündü. Tom Gordon'a da dua edemezdi-bu komikolurdu-ama belki de onun atışınıdinleyebilirdi...ve de Yankeelerin karşısında. WCAS radyosu çalışanlarıSox formalarım giymişlerdi; Trisha da kendisininkini giyebilirdi. Pillerini korumak sorundaydı, bunubiliyordu, ama birazcık dinleyebilirdi, değil mi? Ve de kim bilir? Belki de oyun bitmeden o megafonlayükseltilmişsesleri ve köpeklerin havlamalarınıduyabilirdi.Trisha çantasınıaçtı, Walkman'ini iç cebinden huşu ile çıkardıve kulaklıklarınıyerlerine yerleştirdi. Bir an,aniden radyonun çalışmayacağından, yokuştan yuvarlanırken hayati bir telin yerinden çıktığından ve budefa düğmeye bastığında ses çıkmayacağından eminmişgibi duraksadı. Belki de bu aptalca bir fikirdi,ama her şeyin ters gittiği böyle bir günde, feci şekilde olasıbir fikir gibi de görünüyordu ona, Devam et,devam et, korkak tavşan olma! Düğmeye bastı, bir mucize gibi kafasıJerry Trupiano' nün sesiyledoldu...daha da önemlisi, Fenway Park'ın sesleriyle. Orada, o su seslerinin geldiği, kararmakta olanormanda, kayıp ve yapayalnız oturuyordu, ama otuz bin İnsanıdinleyebiliyordu. Bu bir mucizeydi."...çizgiye geliyor," diyordu Troop. "Kendini hazırlıyor. Atıyor. Ve...ÜÇÜNCÜ vuruştamam, Martinezbakarken yakaladıonu! Ooo, bu bir kaymaydıve çok güzeldi! Bu iç köşeye gitti ve Bernie Williamsdonakaldı! Amannnn! İki buçuk devrenin sonunda, hâlâ Yankeeler iki, Boston Red Sox sıfır."Melodik bir ses Trisha'ya bir çeşit araba tamiri için 1-800-54 GIANT'ıaramasınısöyledi, ama o duymadı,iki buçuk devre oynanmışbile, buna göre saatin sekiz buçuk olmasıgerek. Önce bu şaşırtıcıgibi geldi,ama ışığın solgunluğuna göre, inanmak zor değildi. Sonsuzluk gibiydi; aynızamanda zaman geçmemişgibiydi.Trisha böcekleri kovaladıeliyle (bu davranışartık o kadar otomatik oluyordu ki farkında bile olmadanyapıyordu) ve sonra yemek torbasına daldı. Ton balıklısandviç korktuğu kadar kötü değildi, ezilmişveparçalanmıştıama hâlâ bir sandviçe benziyordu. Torba onu sanki korumuştu. Ama kalan Twinkieler, PepsiRobichaud'nun deyişiyle "vıcık vıcık" olmuştu.Trisha oyunu dinlerken tonlu sandviçinin yarısınıyavaşça yedi. Bu, iştahınıartırdıve kalanırahatçabitirebilirdi, ama onu torbaya koydu ve onun yerine ıslak keki kaşıklayıp içindeki kötü-tatlıkremayı(bu şeyde daima krema yerine krem gibi olur diye düşündü Trisha) parmaklayarak, vıcık-laşmışTwinkie'yi yedi.Parmağıyla yiyebileceği kadarınıbitirince, kâğıdıters çevirdi ve yalayarak temizledi. Bana Bayan Sprattdeyin, diye düşündü ve Twinkie ambalajınıyeniden yemek çantasına koydu. Kendisine üç büyük yudumSurge izni verdi, sonra Red Sox ve Yankeeler üçüncü ve dördüncü devreleri oynarken, kirli bir parmaklabiraz daha patates cipsi kırıntılarıbulmaya çalıştı.Beşinci devrenin ortasında Martinez Jim Corsi'yle yer değiştirmişti ve Yankeeler dörde karşıbirdiler. LarryMcFarland Corsi'ye derin bir güvensizlikle bakardı. Birkeresinde, telefonda Trisha İle beyzbol üzerine konuşurken "Yaz bu sözlerimi, tatlım, Jim Corsi RedSox'un dostu değildir," demişti. Trisha, elinde olmadan kıkırdamaya başlamıştı. O kadar ciddi idî ki sesi.Bir süre sonra Baba da kıkırdamaya başlamıştı. Bu onların arasında bir parola olmuştu, yalnız onların olanbir şey, bir şifre sanki; "Yaz bu sözlerimi, Jim Corsi Red Sox'ların dostu değildir."Corsi, altıncıdevrenin başında Yankeeler'e bir-iki-üç atarak Red Sox'ların dostuydu ama. Trisha radyoyukapatıp pilleri korumasıgerektiğini biliyordu. Tom Gordon, Red Sox'lann üç koşu geride olduğu bir oyundaatıcılık yapmayacaktı, ancak Fenway Park'la bağlantıyıkesme düşüncesine dayanamıyordu. Karşılıklıoynayan Jerry Trupiano ve Joe Castiglione'yi değil, deniz kabuğundan gelen mırıltıyıandıran sesleri dahahevesle dinliyordu. O insanlar oradaydılar, gerçekten orada, sosisli sandviçler yiyor, bira içiyor,hediyelikler, dondurma ve Legal Seafood'dan balık türlüsü alıyorlardı; Darren Lewis-DeeLu derdi spikerlerona bazen-vuru-cu yerine girip, gün yerini karanlığa bırakırken ışık kümeleri gölgesini arkasınadüşürdüğünde, onu izliyorlardıseyirciler. Bu otuz bin mırıldanan sesi, sivrisineklerin alçak sesli uğultusuna(karanlık çöktükçe daha da artmıştı), yapraklardan düsen damlaların sesine, cırcır böceklerinin paslırik-rik'ine.,. ve var olan başka seslere değişemezdi.Korktuğu o başka seslerdi işte.Karanlıktaki başka sesler.DeeLu sağa kaydıve bir out'dan sonra Mo Vaughn yana atılıp gitmeyen bir topu tuttu. "Geriye geriyeÇOOK GERlYE!"diye bağırdıTroop. "Bu Red Sox sahasında! Biri-sanırım Rich Garces olabilirdi-uçarkenyakaladıonu. Homerun, Mo Vaughn! Bu yılın on ikincisi ve Yankeelerin liderliği bire indi."Ağaç kütüğünün üstünde otururken Trisha güldü ve ellerini çırptıve sonra Tom Gordon imzalıkepini dahasıkıca başına yerleştirdi. Hava artık bütünüyle kararmıştı.Sekizinci devrenin sonunda, Nomar Garciaparra Green Monster'in tepesindeki ekrana İki koşuluk bir top

Page 19: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

attı. Red Sox'lar beşe dört öne geçtiler ve Tom Gordon dokuzuncunun başında atıcılık yapmak için girdioyuna.Trisha devrilmişağaçtan yere kaydı. Ağacın kabuklan kalçasındaki eşek arısıısırıklarınısıyırdıama o farketmedi bile. Sivrisinekler gömleği ve yırtık pançosunun sıyrılıp açık bıraktığısırtına anîden iştahlasaldırdılar, ama onlarıda hissetmedi. Deredeki son kalan ışık pırıltısına-solgun kararmışgümüşrengi-gözlerini dikti ve ellerini ağzının yanlarına bastırarak ıslak toprakta oturdu. Birden, Tom Gordon'untek koşuluk liderliği koruyup, sezon başında Anaheim'de yenildikten sonra bir daha hiç yenilmeyen güçlüYankeelerin karşısında zaferi garantilemesi çok önemli hale geldi."Haydi Tom," diye fısıldadı.Bir Castle View otelinde annesi korkunun ızdırabıiçindeydi; babası, Boston'dan Portland'a, Quilla veoğlunun yanına gelmek için Delta'yla uçuyordu; Rally Point Patricia olarak belirtilmişolan Castle Kasabasıbarakalarında, kayıp kızın hayal ettiklerine çok benzeyen araştırma ekipleri sonuç vermeyen ilkseferlerinden dönüyorlardı; barakaların dışında, Portland'daki üç ve Portsmouth'dan iki TV istasyonundanhaber arabalarıparketmisti; üç düzine deneyimli ormancı(bazılarının yanında köpekler vardı) Motton veNew Hampshire'ın üstüne doğru uzanan üç bağımsızkasabaya kadar uzanan ormanlarda kalmışlardı; TR-90, TR-100 ve TR-110. Ormanda kalanların anlaştığınokta Patricia McFarland'ın hâlâ Motton veya TR-90 da olduğuydu. Ne de olsa küçük bir kızdıve songörülmüşolduğu yerden çok uzaklaşmışolamazdı. Bu deneyimli kılavuzlar, av korucularıve ormangörevlileri, Trisha'nın, araştırmacıların en fazla önem verdikleri bölgenin batısına doğru neredeyse dokuzmil kadar uzaklaşmışolduğunu bilseler donup kalırlardı."Haydi, Tom," diye fısıldadı. "Hadi Tom, şimdi bir iki üç. Nasıl olduğunu biliyorsun."Ama bu akşam olmadı. Gordon dokuzuncu devrenin başlangıcınıYankeeler'in yakışıklıama kötüdurdurucusu Derek Jeteri yürüterek açtıve Trisha babasının bir zamanlar söylediği bir şeyi hatırladı; birtakım ilk yürüyüşü alırsa, kazanma şanslarıyüzde yetmişartar demişti.Eğer kazanırsak, eğer Tom kurtarırsa, ben de kurtulacağım. Bu düşünce aniden geldi aklına - sankikafasında patlayan bir havai fişek gibiydi.Aptalcaydıtabii, babasının bir üç-ve-iki atışından önce tahtaya vurması(her seferinde yaptığıgibi) kadarsalak-çaydı, ama karanlık arttıkça ve dere son gümüşışıklarınıterk ettikçe, bu iki kere ikinin dört ettiği gibi,tartışılamaz gibi görünüyordu: eğer Tom Gordon kurtarırsa o da kurtulacaktı.Paul O'Neill fırladı. Biri gitti. Bernie Williams öne çıktı. "Her zaman tehlikeli bir vurucu" dedi JoeCastiglione ve Williams hemen, Jeter'İüçüncü yaparak ortaya bir tane attı."Neden böyle dedin. Joe?" diye inledi Trisha. "Kahrolası, neden söyledin bunu?"Birinci ve üçüncü başarılıydı, yalnız biri dışında. Fenway'deki seyirci topluluğu tezahürat yapıyordu umutla.Trisha onların koltuklarında öne eğildiklerini hayal edebiliyordu."Haydi Tom, haydi, Tom," diye fısıldadı. Tatarcık ve böcek buludan Hâlâ çevresin deydi, ama artık farkınavarmıyordu. Yüreğine soğuk ve güçlü bir hüzün duygusu çöktü -kafasının içindeki nefretlik ses gibiydi bu.Yankeeler çok İyiydiler. Bir taban vuruşu berabere yapardıoyunu, bir uzun top arayıaçabilirdi ve okorkunç, korkunç Tino Martinez ayaktaydı, en tehlikeli vurucu hemen arkasındaydı; Saman Adam şimdisahada dizinin üstüne çöküp sopasınısallayarak bakacaktı.Gordon, topu fırlattı, falso olarak havalandıtop. "Dışarıaf onu!" diye bağırdıJoe Castiglione. Sankiinanamıyor gibiydi. "Harika! Martinez bir ayak farkıyla kaçırmışolmalıbunu!""İki ayak," diye ekledi Troop."Demek sonunda böyle oluyor" dedi Joe ve Trisha onun sesinin arkasında, öteki sesleri, taraftarlarınseslerinin yükseldiğini duyabiliyordu. Ritmik el çırpmalar başladı. Fenway'in. Sakinleri sanki kilisede ilahisöylemeye hazırlanan halk gibi ayağa kalkıyorlardı. "İkisi tamam, ikisi çıktı, Red Sox bir koşu ilerdeoluşuna tutunuyor, Tom Gordon tepede, ve...""Söylemeyin bunu," diye fısıldadı, elleri hâlâ ağzının yanlarına bastırılmışhalde, "sakın söylemeyin bunu!"Ama söyledi. "Ve her zaman tehlikeli Darryl Strawberry kaleye geliyor."Hepsi buydu; oyun bitmişti; Büyük Şeytan Joe Castiglione ağzınıaçmışve büyü yapmıştı. Neden sankiyalnız

Strawberry'nin adınısöylememişti? Neden herkesin bildiği gibi onlarıtehlikeli yapan o "her zaman tehlikeli"at bokuy-la başlamıştılafa?"Peki, herkes güvenlik kemerlerini bağlasın," dedi Joe. "Strawberry sopayıhazırlıyor. Jeter üçüncününçevresinde dans edip ya bir atışyapmaya ya da Gordon'un ilgisini çekmeye çalışıyor ama beceremiyor.Gordon içeri bakıyor. Ve-ritek işareti çakıyor. Set sayısına. Gordon atıyor... Strawberry sallıyor ve

Page 20: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

kaçırıyor, birinci vuruş. Strawberry iğrenmişgibi kafasınısallıyor...""İğrenmemeli, oldukça iyi bîr atıştı," diyor Troop ve Trisha, kimsenin bilmediği bir yerin koltuk altındaoturmuş, "Kes sesini Troop, bir dakikacık kes sesini," diye düşünüyor. "Straw dışarıadım atıyor...başlığınavuruyor...şimdi yine içerde. Gordon Williams'a birinci için bakıyor... set sayısına... atıyor. Dışarıçıkıyor vealçaktan."Trisha inledi. Parmaklarının uçlarışimdi yanaklarına o kadar bastırılmıştıki dudaklarıgarip birgülümsemeyle gerilmişti. Kalbi göğsünde çekiç gibi atıyordu."İşte yine başlıyoruz," dedi Joe. "Gordon hazır. Atıyor, Strawberry sallıyor ve sağsabaya doğru uzunyüksek bir atış, eğer doğru devam ederse gider, ama sürükleniyor... sürükleniyor. .. sürükleniyor..."Trisha nefesini tutarak bekledi."Faul," dedi Joe sonunda ve Trisha yeniden nefes almaya başladı. "Ama çoooook yakındıbu. Strawberryşu anda bir üç koşuluk vuruşu kaçırdı. Altıveya sekiz ayak kadar Pesky Pole'un ters tarafına gitti.""Bence dört ayak," diye ekledi Troop."Bence senin ayakların kokuyor," diye fısıldadıTrisha.

"Haydi Tom, haydi, lütfen." Ama yapmayacaktı; bunu kesinlikle biliyordu artık. En fazla bu kadar ve dahayakın değil.Yine de onu görebiliyordu. Randy Johnson gibi sıska ve uzun değil, Rich Garces gibi kısa ve tıknaz değil.Orta boylu, biçimli.. .ve yakışıklı. Çok yakışıldı, özellikle başındaki kep gözlerini gölgelerken.,, ancakbabasıaşağıyukarıbütün beyzbol oyuncularıyakışıklıdır derdi. "Genetik oluyor," dedi ona ve ekledi:"Tabii birçoğunun kafasıboştur, onun için denge oluyor." Ama Tom Gordon'un görünüşü değildi her şey.Trisha'nın dikkatini ve hayranlığınıilk çeken şey onun topu atmadan önceki dinginliğiydi.Bazılarının yaptığıgibi atışnoktasının çevresinde dolaşmaz, ayakkabılanyla oynamak için eğilmez veyareçine torbasınıkaldırıp sonra beyaz bîr toz bulutu çıkararak yine fırlatmazdı. Hayır, 36 Numara,vurucunun bütün oyalanmalarının bitmesi için öylece beklerdi yalnızca. Vurucunun hazır olmasınıbeklerken parlak beyaz üniformasının içinde o kadar sakin dururdu ki. Ve sonra, kurtarma atışında herbaşarılıolduğunda yaptığıbir şey vardı. Atışnoktasından ayrılırken yaptığıbir şey. Trisha bayılırdıbuna."Gordon atışa hazırlandıve attı... ve toprağa gitti! Veritek gövdesiyle bloke etti ve bu bir koşu kazandırdı.Beraberlik koşusu.""Kargalarıtaşlayın!" dedi Troop.Joe buna değer vermedi bile. "Gordon atıcıyerinde derin bir nefes aldı. Strawberry hazırlandı. Gordondöndü... attı... yüksek." Bir yuhalama fırtınasıkötülük rüzgârıgibi esti Trisha' nın kulaklarında."Tribünlerdeki otuz bin kadar insan bununla aynıfikirde değil, Joe," diye yorum yaptıTroop.

"Doğru, ama son sözü kale işareti levhasının arkasındaki Larry Barnett söylüyordu ve yüksek olduğunusöyledi. Say) olduğu gibi Strawberry'ye gidiyor. Üç ve iki."Arka planda taraftarların ritmik el çırpmalarıçoğaldı. Seslen havada, başında çınladı. Yaptığının farkındaolmadan ağaç gövdesinin tahtasına vurdu."Tribünler ayakta," dedi Joe Castiglione, "otuz bin taraftarın hepsi, çünkü kimse buradan ayrılmadıbugece." "Belki bir veya iki kişi" dedi Troop. Trisha aldırmadı. Joe da öyle."Gordon atışa."Evet, onu atışta görebiliyordu, elleri bitişik, artık kaleye doğrudan değil, sol omuzunun üstünden bakmakta."Gordon başlıyor."Bunu da görebiliyordu: Sol ayak sıkıca basan sağayağın arkasına gelirken eller-birinde eldiven var, biritopu tu-tuyor-göğüs kemiğine yükseliyor; hatta Bernie Williams'i bile görebiliyor, atışla fırlamış, ikinciyegitmek için hızla geçiyor, ama Tom Gordon aldırmıyor ve hareket halindeyken bile, gözlerini JasonVeritek'in eldivenine ve kalenin alt kısmına odaklayıp dışköşeye doğru bakarak o temel dinginliğinikoruyor."Gordon üç... iki... atışını... yaptı...VE.,." Kalabalıktan anladı, kalabalığın gök gürültüsü gibi ani sevinçseslerinden."Üçüncü vuruştamam!" Joe neredeyse çığlık atıyordu. "Aman Tanrım, üç ve ikiyi eğri attıve Strawberry'y idondurdu! Red Sox, Yankee'leri dörde beşyendi ve Tom Gordon on sekizinci kurtarışınıyaptı!" Sesi dahanormal bir tona döndü. "Gordon'un takım arkadaşları, önde yumruğunu sıkıp

Page 21: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

havaya kaldırmışolan Mo Vaughn atışyerine doğru geliyorlar, ama Vaughn daha oraya gelemedenGordon o ani işaretini yapıyor, Sox bitiricisi olduğu kısa sürede taraftarlarının çok iyi tanıdığıo işareti."Trisha göz yaşlarına boğuldu. Walkman'i kapattıve o ıslak toprakta sırtıağaç gövdesine dayalıvebacaklarıaçık, öylece oturdu. Orasıburasıyırtılan mavi pançosu sarkıyordu bacaklarının arasından.Kaybolduğunu kesinlikle anladığında ağladığından daha fazla ağladı, ama bu defa iç rahatlığıylaağlıyordu. Kaybolmuştu ama bulunacaktı. Bundan emindi. Tom Gordon kurtarışıyapmıştı, öyleyse o dayapacaktı.Hâlâ ağlıyordu. Pançosunu çıkardı, ağacın olabildiğince altına doğru serdi ve üstüne oturdu. Bunlarıyaptığının pek farkında değildi. Benliğinin büyük kısmıhâlâ Fenway Park'taydı, hakemin Strawberry'yiçağırışını, Mo Vaughn!ın Tom Gordon'u kutlamak için atışyerine gidişini görüyordu; NomarGarcîaparra'nın kısadan, John Valentin'in üçüncüden ve Mark Lemke'nin de aynışeyi yapmak üzereikinciden gelişini görebiliyordu. Ama onlar yanına gelmeden Gordon kurtarışıher garantilediğinde yaptığınıyapıyordu; göğü işaret ediyordu. Parmağıyla kısacık bir işaret.Trisha Walkman'ini yeniden çantasına koydu, sonra Gordon'un yaptığıgibi yukarıyıişaret etti. Hem nedenolmasın? Bir şey onu, çok korkunç olmasına rağmen bu ana kadar getirmişti. Ve işaret ettiğinde, o bir şeyTanrıgibi olabiliyordu. Hem aptal şansa veya altduyum'a işaret edemezdin ya.Bunu yapınca kendini hem daha iyi hissetti hem daha kötü; daha iyi, çünkü kelimelerle bir şeyanlatmaktansa duaeder gibiydi, daha kötü, çünkü o gün ilk defa kendini gerçekten yalnız hissetti. Tom Gordon gibi işaretetmek bu ana kadar kuşkulanmadığıbir şekilde yalnız hissettirdi kendini, Walkman'in kulaklıklarındandökülüp başınıdolduran sesler bir rüyaydısanki şimdi, hayalet sesleri. Titredi bunu düşününce, buradaormanda, karanlıkta devrilmişbir ağacın altına sığınmışken hayaletleri düşünmek istemiyordu. Daha dafazlası, babasınıistiyordu. Babasıonu buradan çıkarabilirdi, elinden tutar götürürdü buradan. Ve eğeryürümekten yorulursa taşırdıonu. Güçlü kaslarıvardıonun. Pete'le birlikte hafta sonlarında onunlakaldıklarızaman cumartesi akşamlarının sonunda onu kollarına alıp küçük yatak odasına taşırdı. Dokuzyaşında (ve de yaşına göre büyük) olmasına rağmen yapardıbunu. Malden'deki hafta sonlarının ensevdiği kısmıydı.Trisha, acıveren bir şaşkınlıkla keşfetti ki, durmadan şikâyet eden o berbat kardeşini bile özlüyordu.Trisha, ağlayarak ve ıslak havayıiçine çekerek uykuya daldı. Böcekler karardıkta gitgide daha yaklaşarakçevresinde dönmeye başladılar. Sonunda onun teninin açıkta kalan kısımlarına konup kanıve teriyleziyafet çekmeye başladılar.Yapraklan oynatan, üstlerinde kalan son damlacıktan sallayıp düşüren bir hava akımıdolaştıormanda. Birveya iki saniye sonra hava dinginleşti. Derken birdenbire değişti; kınlan dalların sesi belirdi sessizliğiniçinden. Bir süre durgunluktan sonra hışırdayan dalların sesi ve sonra kulak tırmalayan bir ses duyuldu. Birkarga bağırdı, korku içinde. Bir an sessizlik oldu ve sonra sesler, Trisha'nın başıkolunun üstünde uyuduğuyere yaklaşarak yeniden başladı.Dördüncü Devrenin SonuMALDEN'de babasının küçük evindeydiler; biraz fazlaca paslanmışbahçe iskemlelerinde yalnız ikisioturuyor, biraz fazlaca uzamışçimenlere bakıyorlardı. Bahçe cüceleri ona bakar gibiydi, çimen yığınlarınınarasında ona sevimsiz ifadelerle gülümsüyorlardı. Ağlıyordu, çünkü babasıona kötü davranmıştı. Hiç kötüdavranmazdı, her zaman sarılır, başının tepesini öper ve canım derdi ona, ama şimdi körü davranıyordu,çünkü mutfak penceresinin altındaki mahzen kapısınıaçıp dört basamak inip, soğuk dursun diye oradatuttuğu birasınıgetirmek istememişti. O kadar üzgündü ki yüzü alerji olmuştu galiba, kaşınıyordu. Kollanda öyle.Babasıgönlünü almak için ona doğru eğildi. Babasının nefesindeki bira kokusunu hissetti Trisha. Birbiraya daha ihtiyacıyoktu, zaten sarhoştu, ondan gelen hava bira ve ölü fare kokuyordu. "Neden böyleküçük korkak bir tavuk olmak istiyorsun? Senin damarlarında bir damla bile buzlu su yok."Ağlamaya devam ederek, ama ona damarlarında -biraz da olsa- buzlu su bulunduğunu göstermek içinpaslıbahçe iskemlesinden kalktıve daha da paslıbodrum kapısı-na doğru gitti. Of, her tarafıkaşınıyordu, o kapıyıaçmak istemiyordu çünkü çok kötü bir şey vardıötekitarafta — bahçe cüceleri bile biliyordu bunu, sinsi gülümsemelerine bakmak yeterdi bunu anlamak için.Yine de kapının koluna uzandı; arkasında Babasıo korkunç yabana sesiyle hadi, hadi diyerek alayederken, hadi, hadi, canım, hadi, git ve yapşunu diyordu.Kapıyıçekti ve mahzene inen basamaklar yok olmuştu. Bütün merdiven yok olmuştu. Yerinde muazzambir eşek arısıkovanıvardı. Yüzlerce eşek ansıölümle aniden karşılaşmışbirinin gözleri gibi kara bir

Page 22: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

delikten çıkıyordu, yok, yüzlerce değil binlerceydiler, şişman ve hantal zehir fabrikalarıdoğrudan onadoğru uçuyorlardı. Kaçacak zamanıyoktu, hepsi birden onu sokacaklar ve onlar derisinin üstüne dolaşır,gözlerine girer, ağzına sokulur, dilini boğazına kadar zehirle doldururlarken ölecekti.Trisha çığlık attığınısandı, ama başınıağacın altına vurup, terli saçlarına kabuk parçalan ve yosundüşürüp de uyanınca ince, kedi miyavlamasıgibi bir ses duydu. Kilitlenmişboğazıancak bu kadanna izinveriyordu.Bir an, yatağının neden bu kadar sert olduğunu, kafasınınereye vurduğunu merak ederek, neredeolduğunu tamamen şaşırdı... gerçekten yatağının altına girmişolabilir miydi acaba? Ve de vücudunda birşeyler gezmiyordu san-kî, kelimenin tam anlamıyla bir şeyler geziniyordu gördüğü rüya yüzünden, amanTanrım ne korkunç bîr kabustu.Kafasınıyeniden vurdu ve her şeyi hatırladı. Yatağında hatta altında bile değildi. Ormandaydı, ormandakaybolmuştu. Bir ağacın altında uyuyordu ve vücudunda hâlâ bir şeyler geziniyordu."Çekilin, piçler çekilin!" diye tiz ve korkmuşbir sesle bağırdıve ellerini hızla gözlerinin önünde ileri gerisalladı. Tatarcık ve sivrisineklerin çoğu üstünden uçtular ve yeniden bulutlarınıyaptılar. Bir şeyleringezindiği duygusu geçti, ama o korkunç kaşınma kaldıyine de. Oradan geçen ve Bir lokma almak içinduran her şey tarafından sokulmuştu. Her yeri kaşınıyordu. Ve tuvalete gitmesi gerekiyordu.Trisha yüzünü buruşturarak ağacın altından emekleyerek çıka. Nefes nefeseydi, kayalıklıtepedenkaymasıyüzünden her taran tutulmuştu, özellikle boynu ve sol omuzu ve sol kolu ve sol bacağıuyuşmuştu. Mandallar kadar uyuşuk, derdi annesi olsa. Büyüklerin (en azından onun ailesindeki-lerin) herdurum için bir sözleri vardı; mandal kadar uyuşuk, tarla kuşu kadar şen, ar cır böceği kadar canlı, direkkadar sağır, bir ineğin içi kadar karanlık, şey kadar ölü.Hayır bunu düşünmek istemiyordu, şimdi değil.Trisha ayağa kalkmaya çalıştı, ama beceremedi ve topallayıp emekleyerek, ay biçimindeki açıklığagitmeye başladı. Hareket ettikçe, koluna bacağına yeniden biraz can geliyordu... o tatsız karıncalanmaduygusu, iğneler batıyordu sanki."Lanet olsun, patla," dedi boğuk sesle, en çok da kendi sesini duyabilmek için. "Burasıbir ineğin içi kadarkaranlık."Ancak derenin yanında durduğunda, Trisha öyle olmadığınıgördü. Küçük açıklığa ay ışığıdüşüyordu,soğuk ve berraktıbu ışık. Trisha'nın arkasında keskin hatlıbir gölge yapacak ve dere suyu üstünde külparlaklığında pırıltılar yaratacak kadar güçlüydü. Gökteki nesnenin şekli biraz bozulmuştu; gözkamaştıracak kadar parlak gümüşten bir taştı.. . ama o yine de baktı, şişmiş, kaşınan yüzü ve yukarıçev-rilmişgözleri vakur. Bu geceki ay o kadar parlaktıki en parlaklarının dışında bütün yıldızlan yok ediyorduve bir şey veya durduğu yerden aya bakmakla ilgili bir şey, ona ne kadar yalnız olduğunu hissettirdi. TomGordon'un dokuzuncunun başında üç kurtarışyaptığından dolayıkendisinin de kurtulacağına dair dahaönceki inana kaybolmuştu, tahtaya vur, omuzunun üstünden tuz at, veya Nomar Garciaparra' nın yaptığıgibi vurucu yerine girmeden önce haç işareti yap daha iyi. Burada kameralar , ani tekrarlar, taraftarlar dayoktu. Ayın yüzünün soğuk güzelliği ona altduyumun daha İna-nılabilir olduğunu söylüyordu. Tanrıolduğunu bilmeyen bir Tanrı, kaybolan küçük kızlarla ilgilenmeyen, hiçbir şeye aldırmayan, uyuşturulmuş,beyni daireler çizen bîr böcek bulutu gibi olan, gözleri dalgın ve boşbir ay olan bir Tanrı. Trisha ağrıyanyüzüne su vurmak için dereye eğildi, sudaki yansımasınıgördü ve inledi. Sol elmacık kemiğinin üstündekieşek arısıısırığıdaha da şişmişbîr şekilde (belki de uykusunda kaşımışveya bir yere vurmuştu) üzerinesürdüğü çamurun altından görünüyordu, son patlamasından kalan birikmişlavların arasından fışkıran yeniuyanmışbîr yanardağgibiydi. Gözünün şekli değişmişti, sokakta görseler insanların gözünü kaçıracağıeğri ve garip bur göz haline gelmişti. Yüzünün geri kalan kısmıda öyle, hatta daha da kötüydü; isınldığıyerler yumrular halindeydi, o uyurken yüzlerce sivrisineğin soktuğu yerler şişmişti. Çömeldiği yerdeki subiraz daha durgundu ve orada üzerinde hâlâ bir sivrisinek kaldığınıgördü. Hortumunu onun derisindençıkaramayacak kadar fazla şişmişolduğundan, sağgözünün kenarına yapışmıştı. Büyüklerin sözlerindenbiri daha aklına geldi; tıka basa yersen bir yere kımıldayamazsın.Vurup öldürdü onu. Canıyanmıştı, gözü kendi kanına bulandıbirden. Trisha çığlık atmamayıbaşardı, amatitrek bir iğrenme sesi-böğğğğğ-sımsıkıkapanmışdudaklarından kaça. İnanamayarak parmaklarındakikana baktı- Bir sivrisinek nasıl bu kadar çok kan alabilirdi? Kimse inanmazdıbuna!. Avuçlarınısuya daldırdıve yüzünü yıkadı. Birinin orman suyunun insanıhasta edebileceğine dairsöylediklerini hatırladığıiçin hiç içmedi, ama suyun kuru ve yumrular dolu tenine dokunuşu -sanki soğuksaten gibi harikaydı. Biraz daha alıp boynunu ıslattıve kollarınıdirseklerine kadar daldırdı. Sonra çamuraldıavucuna ve sürmeye başladı-bu defa yalnız ısırıklara değil, her tarafına, 36 GORDON tişörtününyakasının kenarından taa saçlarının dibine kadar. Bunu yaparken Nick at Nite'da gördüğü I Love Lucy

Page 23: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

dizisindeki bir sahneyi hatırladı. Lucy ve Ethel güzellik salonunda ikisinin de suratında moda olan o 1958çamur maskeleri ve Desi İçeri giriyor, önce bîrine sonra diğerine bakıyor ve "Hey Loocy, hanginizsinizyahu?" diyor ve izleyiciler kahkahadan kuruyorlardı. Belki de öyle görünüyordu ama Tris-ha'nın umurundabile değildi. Burada izleyiciler yoktu, gülme efektleri de yoktu ve artık ısırılmaya dayanamıyordu. Eğerısınlırsa çıldırabilirdi.Beşdakika kadar sürdü yüzüne çamuru, göz kapaklarına dikkatle birkaç kere dokundu, sonra sudakiaksine bakmak İçin eğildi. Derenin kenarındaki oldukça durgun suda gördüğü, ayışığında yüzü siyahaboyalısaz şairi show'unda bir çamur kızdı. Yüzü arkeolojik bîr kazıda topraktan çıkarılmışbir vazo gibisolgun griydi. Saçlarıkirli bir su gibi fışkırmıştı. Gözleri beyaz, ıslak ve korku doluydu.Güzellik bakımıyapılan Lucy ve Ethel gibi komik değildi. Ölü gibiydi. Ölü ve kötü bakım yapılmışya da herneyse işte.Sudaki yüzle konuştu, Trisha: "Sonra Küçük Siyah Sambo dedi ki, 'Lütfen kaplanlar, benim güzel yenielbiselerimi almayın."Ama bu da komik değildi. Yumrularla dolu, kaşınan kollarına çamur sürdü, sonra ellerini yıkamak için suyadaldırdı. Ama bu aptalcaydı. O Allahın cezasıböcekler onu oradan da sokarlardı.Kolunda ve bacağındaki karıncalanma hemen hemen geçmişti; Trisha yuvarlanmadan çömelip çişiniyapmayıbaşardı. Başınısağa veya sola her çevirişinde acıyla yüzünü buruşturmasına rağmen ayağakalkıp yürüyebiliyordu da. Tıpkıilerki blokta oturan Bayan Chetwynd trafik ışıklarında beklerken yaşlıbiradamın, kadının arabasına arkadan vurduğunda olduğu gibi, sarsıntıgeçirdiğini sanıyordu. Yaşlıadam hîçİncînmemişti, ama zavallıBayan Chetwynd altıhafta boyunluk takmak zorunda kalmıştı. Belki de bundankurtulunca kendisine de boyunluk takarlardı. Belki de onu M*A*S*H dizisindeki gibi ortasında kırmızıhaçolan bir helikopterle hastaneye götürürlerdi, ve...Unut bunu, Trisha. O korkutucu soğuk sesti. Sana boyunluk yok. Helikopter gezisi de yok."Kes sesini," diye mırıldandı, arna ses susmadı.Sana bakım da yapılmayacak, çünkü seni asla bulamayacaklar. Burada öleceksin, ölünceye kadarormanda gezineceksin ve hayvanlar gelip senin çürümekte olan gövdeni yiyecekler ve bir gün bir avagelecek ve senin kemiklerini bulacak.Bu son söylediği şeyde o kadar korkunç bir inadırıcılık vardıki... TV'de bir kere değil, birkaç kere böylehikâyelerduymuştu, galiba-yeniden ağlamaya başladı. Avcıyıgerçekten görebiliyordu, parlak kırmızıbir yün ceketve turuncu bir kep giyen, tıraşolmasıgereken bîr adam. Yatıp bir geyiğin gelmesi veya yalnızca çişyapmak için bir yer aramakta. Beyaz bir şey görüyor ve Önce düşünüyor, Yalnız bir taş, ama yaklaştıkçataşın göz delikleri olduğunu görüyor."Kes şunu," diye fısıldadı, devrilmişağaca ve alandaki buruşuk panço kalıntısına doğru yürürken (opançodan nefret ediyordu artık; neden olduğunu bilmiyordu, ama ters giden her şeyin simgesiydi sanki."Kes şunu lütfen."Soğuk ses kesilmedi. Soğuk sesin söyleyecek bir sözü daha vardı. Bir tek söz, en azından.Veya belki de kendi kendine ölmeyeceksin. Belki de oradaki şey seni öldürecek ve yiyecek.Trisha devrilmişağacın yanında durdu -bir eli küçük bir dalın ölü çıkıntısınıtutuyordu— ve korkuylaçevresine baktı. Uyandığıandan beri tek düşünebildiği şey ne kadar kötü kaşındığıidi.Çamur, kaşıntının hızınıve eşek ansıısırıklarının zonklamasınıkesmişti ve yeniden nerede olduğunu farketti; geceydi, ormandaydıve tek başınaydı."En azından ay var," dedi, ağacın yanında durup korkuyla ay şeklindeki küçük açıklığa bakıyordu. Sanki ouyurken ağaçlar ve çalılar yakına gelmişgibi daha küçük görünüyordu şimdi bu açıklık. Sinsicesokulmuşlardı, sinsice.Ay ışığıda sandığıkadar iyi bir şey değildi ayrıca. Açıklıkta parlıyordu, doğru, ama bu her şeyi aynıandagerçek ve gerçek dışıgösteren aldancıbir parlaklıktı. Gölgeler çok siyahtıve bir rüzgâr ağaçlankıpırdattığında gölgeler rahatsız edici bir şekilde değişiyordu.Ormanda bir şey cıvıldadı, boğulur gibi oldu, yeniden cıvıldadıve sesi kesildi.Uzaklarda bir baykuşöttü.Daha yakında, bîr dal çatırdadı.Neydi bu? diye düşündü Trisha, çatırtısesine doğru dönerek. Kalp sesleri normal bir yürüyüşten hızlıbiryürüyüşe ve sonra koşuya dönüştü. Birkaç saniye sonra yerinden çıkacak ve kendisi de yerindenfırlayacaktı, yeniden panikleyecek ve orman yangınından kaçan bir geyik gibî koşacaktı."Bir şey yok, hiçbir şey değil," dedi. Sesi alçak ve hızlıydı... annesinin sesine çok benziyordu, ama o bunubilmiyordu. Trisha'nın yanında durduğu devrilmişağacın otuz mil ötesinde annesi, huzursuz bir uykudan

Page 24: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

uyanmıştı, gözleri hâlâ açık yan rüyada, kayıp kızına bir şey olduğundan veya olacağından emindi.Duyduğun bir şey bu, Trisha, dedi soğuk ses. Sesi üzgün geliyordu, ama bunun altında sözcüklerleanlatılamayacak kadar neşe vardı. Senin için geliyor. Senin kokunu aldı. "Yok şey filan," dedi Trisha, heryükselmek istediğinde tam bir sessizliğe dönüşen ümitsiz fısıltıgibi bir sesle. "Hadi canım sen de, şey filanyok."Güvenilmez ay ışığıağaçların ışığınıdeğiştirip onlarıkara gözlü kemik suratlara çevirmişti. Birbirinesürtünen iki dalın sesi bir canavarın pıhtılaşmışmırıltısına dönüştü. Trisha acemice bîr daire çizdiçevresinde, her yere aynıanda bakmaya çalışıyor, çamurlu suratmdaki gözleri oradan oraya dönüyordu.Bu özel bit şey, Trisha-kayıp kişileri bekleyen bîr $ey. iyice korkuncaya kadar dolaşmalarına izin verironların-Çünkü korku onlarıdaha lezzetli yapar, eti tatlandırır— sonra almaya gelir. Göreceksin onu. Her ançıkabilir ağaçların arasından. Birkaç saniye meselesi aslında. Ve yüzünü görünce delireceksin. Seni birgören olsa, çığlık atacağım düşünür. Ama sen gülüyor olacaksın, değil mi? Çünkü deliren insanlarhayatlarısona ererken böyle yaparlar, gülerler... ve gülerler... ve gülerler."Kes şunu, öyle bir şey yok, ormanda şey diye bir şey yok, kes sesini"Bunlarıçok hızla fısıldadıve ölü bir dalın yumrusunu tutuyordu, başlama işareti veren starter'İn tabancasıgibi bir ses çıkararak kırılıncaya kadar sıktıonu. Ses onun yerinden zıplamasına ve küçük bir çığlıkatmasına neden oldu, ama aynızamanda yatıştırdıda onu. Ne de olsa ne olduğunu biliyordu bunun -yalnızca bir dal ve kendi kırdığıbîr dal. Hâlâ dallarıkırabiliyordu, dünyanın üzerinde hâlâ o kadar kontrolüvardı. Sesler yalnızca seslerdi. Gölgeler yalnız gölgelerdi. Korkabilirdi, isterse o aptal hain sesidinleyebilirdi, ama(şey o özel şey)yoktu ormanda. Vabfi hayvanlar vardıve kuşkusuz eski öl veya öldür yasasıhâlâ sürüyordu hemen şuanda orada, ama orada yoktu bir yaran...Var.Ve vardı.Şimdi bütün düşüncelerine bîr son vererek ve farkına varmadan nefesini tutarak, basit buz gibi birkesinlikle bir şeyin var olduğunu biliyordu Trisha. Bir şey vardı. O anda içinden hiçbir ses gelmiyordu,kendisinin anlamadığıbir parçası, belki de evler, telefonlar ve elektrik ışıklarının dün-yasında uyuyan ve ormanda özel bir sinir düzeneği vardıiçinde sadece. O parça göremiyor vedüşünemiyordu, ama hissedebiliyordu. Şimdi ormanda bîr şeyi hissetti."Merhaba," diye ay ışığına ve ağaçların kuru kemik yüzlerine seslendi. "Merhaba, orada biri var mı?"Casde View motelinin Quilla'nın kendisiyle paylaşmasınıistediği odasında Larry McFarland, üstündepijamasıy-İa ikiz yataklardan birinin üzerinde kolu eski karısının omuzlarında oturuyordu. Quilla'mnpamuklu geceliklerin en incelerinden bîrini giymişolmasına ve altında hiçbir şey olmamasına ve üstelik bîryıldan fazladır kendi sol elinden başka bir şeyle seksüel ilişkiye girmemişolmasına rağmen hiçbir şehvethissi duymuyordu (en azından o anda). Kadın tepeden tırnağa titriyordu. Sanki sırtındaki bütün kasların İçidışına çıkmışgibî geldi adama."Bîr şey değil," dedi. "Yalnızca bir rüya. Onunla uyandığın ve bu duyguya dönüşen bit kâbus.""Hayır" dedi Quilla, başınısaçlarıhafifçe yüzüne çarpacak kadar hızlısallayarak. "O tehlikede, bunuhissediyorum. Korkunç bir tehlikede." Ve ağlamaya başladı.Trisha ağlamıyordu, o sırada değil. O anda ağlayama-yacak kadar korkmuştu. Bir şey izliyordu onu. Birşey."Merhaba?" yeniden denedi. Yanıt yok... ama oradaydıve hareket ediyordu artık, açıklığın hemenarkasındaki ağaçların gerisinde, soldan sağa doğru ilerleyerek. Ve gözleri, yalnızca ay ışığınıizler vehissederken, baktığıyerde bir dalın kırıldığınıduydu. Sanki biri nefes veriyordu... öyle miydi, yoksa?Yoksa yalnızca bir esinti miydi?Öyle olmadığım biliyorsun, diye fısıldadısoğuk ses ve tabii ki biliyordu."Beni incitme," dedi Trisha ve şimdi gözyaşlarıdökülüyordu artık. "Her neysen, lütfen incitme beni. Benseni incitmeyeceğim, lütfen sen de beni incitme. Ben ... ben yalnızca bir çocuğum."Gücü bacaklarından kayıp gitti ve Trisha düşmekten çok katlandısanki. Hâlâ ağlıyor, korkudan tepedentırnağa titriyordu.Küçük ve korumasız bir hayvan gibi devrilmişağacın altına sokuldu yeniden. İncitilmemek içinyalvarışlarınıneredeyse bilinçsizce sürdürüyordu. Çantasınıyakaladıve sanki bir kalkan gibi yüzününönüne çekti. Kocaman, titreten hıçkırıklar parçalıyordu gövdesini ve bir dal daha kırıldığında çığlık attı.Henüz açıklığa gelmemişti, henüz değil, ama neredeyse. Neredeyse.

Page 25: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

Ağaçların arasında mıydı? Ağaçların birbirine girmişdallarının arasında mıilerliyordu? Kanatlarıolan birşey miydi, bir yarasa gibi?Çantasının üstüyle sığındığıağacın kıvrımının arasında kalan yerden bir göz attı. Ay ışığıyla aydınlanmışgöğün altında yalnızca karışık dallan gördü. Aralarında bir yaratık yoktu-en azından onun gözlerininseçebileceği kadanyla-ama şimdi orman bütünüyle sessizdi. Hiçbir kuşötmüyor, hiçbir böcek sesigelmiyordu otların arasından.Çok yakındı, her neyse ve karar vermeye çalışıyordu. Gelip onu parçalamalımıydı, yoksa geçip gitmelimiydi? Bu bir şaka değildi ve bîr rüya da değildi. Bu açıklığın kenarının hemen dışında ayakta duran veyaçömelmişveya belki de tünemişolan şey ölüm ve çılgınlıktı. Karar vermeye çalışıyordu, onu şimdi mialsın...yoksa biraz daha olgunlaşmasıiçin bıraksın mı?Trisha çantasına sarılarak ve nefesini tutarak yam orada. Bir sonsuzluk kadar sonra, bir dal daha kırıldı,bu daha uzaktaydı. Her ne idiyse, uzaklaşıyordu.Trisha gözlerini kapattı. Çamurla kaplıgöz kapaklarının altından gözyaşlarıaktıve aynıderecede çamurluyanaklarından aşağıindi. Dudaklarıtitriyordu. Bir an ölmüşolmayıdiledi — böyle bir korkuyuyaşamaktansa ölmek daha iyiydi, kayıp olmaktansa ölü olmak daha iyiydi.Herlerde bir dal daha çatırdadı. Rüzgârsız bir hava akımıile yapraklar titredi ve bu da daha uzaktaydı.Gidiyordu, ama artık onun burada, ormanda olduğunu biliyordu. Geri gelecekti. Gece, binlerce mil kadargelen boşyolda uzadıgitti.Asla uyumayacağım. Asla.Annesi Trisha uyuyamadığızaman bir şey hayal etmesini söylerdi. Hoşbir şey hayal et. Uyku Perisigecikince yapılacak en iyi şey budur, Trisha.Kurtulmuşolduğunu mu hayal etmeli? Hayır, bu onun daha kötü hissetmesine neden olurdu...sankisusamışken büyük bir bardak suyu hayal etmek gibi.Susadığınıfark etti... bir kemik kadar kurumuştu. Korkunun en kötü kısmıgeçtikten sonra geriye bukalmıştı, o susuzluk. Biraz gayretle çantasınıçevirdi ve tokalarınıaçtı. Oturuyor olsa daha kolay olurdu,ama bu gece o ağacın altından hiçbir şekilde çıkmayacaktı, dünyada çıkmayacaktı.O geri gelip, dedi soğuk ses. Geri gelip seni dışarıçekmezse.Su şişesini kavradı, büyük birkaç yudum aldı, kapağınıyeniden kapatıp yerine koydu. Sonra, özlemleWalkman1inin içinde olduğu fermuarlıcebe baktı. Onu dışarıalıp biraz dinlemeyi çok fena halde istiyordu, ama pillerikorumak zorundaydı.Çantasınıkapatıp önce yeniden tokaladı, sonra kollarınıdoladıçantasının çevresine. Artık susamadığıiçinne hayal etmeliydi? Ve birden anladı. Tom Gordon'un açıklıkta kendisiyle birlikte olduğunu, orada dereninyanında durduğunu hayal etti. Sırtında üniformasıyla Tom Gordon; o kadar beyazdıki ay ışığındaparlıyordu. Aslında kendisini korumuyordu çünkü, yalnızca hayaldi... ama yine de koruyordu. Nedenolmasın? Bu onun hayaliydi, sonuçta."Neydi o ormandaki?" diye sordu ona."Bilmiyorum," diye yanıt verdi Tom. Kayıtsızdısesi. Tabii kayıtsız görünebilirdi, değil mi? Gerçek TomGordon İki yüz mil uzakta Boston'daydıve herhalde şimdi kilitli bir kapının ardında uyumaktaydı."Nasıl yapıyorsun bunu?" diye sordu, yine uykuluydu arak, o kadar uykuluydu ki yüksek seslekonuştuğunun farkında bile değildi"Sırrınedir bunun?"Neyin sırrı?"Kazanmanın," dedi Trisha, gözleri kapanarak.Tanrıya inanmak diyor gîbî geldi sanki-her başarılıolduğunda gökyüzünü işaret etmiyor muydu ne deolsa?-veya kendine inanmak veya elinden geleni yapmak (bu Tris-ha'nın futbol koçunun bir ilkesiydi."Elinden geleni yap, gerisini unut" ama 36 Numara o derenin yanında dururken bunların hiçbirinisöylemedi.ilk vurucunun önüne geçmeye çalışmalısın; dısöylediği. Ona o ilk atışla meydan okumalısın,vuramayacağıbir topatmalısın. Vuruşyapacağıyere, ben bu adamdan daha iyiyim diye düşünerek gelir. Bu fikri onun elindenalmalısın ve beklememek daha iyidir. Hemen yapmaktır en iyisi. Bunu yapınca daha iyi olan sen olursun,kazanmanın sim budur."Sen nasıl..." atmayıseversin ilk atışta sormak istediği sorusunun gerisiydi, ama bunu söyleyinceye kadaruykuya daldı. Castle View'da anne babasıda bu defa aynıdar yatakta ani, doyurucu ve bütünüyle plansızbir seksten sonra uyumuşlardı. Eğer bana söylemişolsaydın Quilla'mn uyumadan önceki son

Page 26: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

düşüncesiydi. Larry'nin düşüncesi ise Bir milyon yıl bile olsa yapmazdım da Larry idi.O baharın son günlerindeki sabahın erken saatinde, bütün aileden en huzursuz uyuyan kişi PeteMcFarland'di; anne babasınınkine bitişik odada, homurdanarak ve huzursuzca bir yandan ötekinedönerken yatak örtülerini karmakarışık ediyordu. Rüyasında annesiyle tartışıyorlardı, yolda yürüyor vetartışıyorlardı, bir noktada iğrenerek arkasınıdöndü (veya belki de biraz ağlamaya başladığınıgörmezevkini ona vermemek için) ve Trisha yok olmuştu. Bu noktada rüyasıtekledi; boğaza takılan bir kemik gibitakıldıbeynine. Onu çıkarmaya çalışarak yatağında ileri geri döndü. Gitmekte olan ay, alnında veşakaklanndaki ter taneciklerini parlatarak baktıona.Arkasınıdöndü ve o gitmişti. Döndü ve o gitmişti. Döndü ve o gitmişti. Yalnızca boşbir yol vardı."Hayır," diye mırıldandıPete uykusunda, başınıiki yana sallayıp, rüyayıbozmaya çalışarak, kendisiniboğmadan öksürerek kemiği atmaya çalışarak. Başaramadı. Arkasınıdöndü ve o gitmişti. Arkasındayalnızca boşbir yol vardı.Sanki bir kız kardeşi hiç olmamışgibiydi.Beşinci DevreTRİSHA ertesi sabah uyandığında boynu o kadar çok ağrıyordu ki başınızorlukla çevirebiliyordu, amabuna aldırmadı. Güneş, hilâl şeklindeki açıklığısabah ışığıyla doldurarak doğmuştu. Umurunda olan tekşey buydu. Yeniden doğmuşgibiydi. Gece uyanıp kaşındığını, çişyapmasıgerektiğini hatırladı; dereyegittiğini ve ısırıkların ve böcek sokmalarının üstüne çamur sürdüğünü hatırladı; Tom Gordon'un oradanöbet tutup kendisine kazanmanın bazısırlarınıanlatışınıhatırladı. Ayrıca ormandaki bir şeyden fenahalde korktuğunu hatırladı, ama doğal olarak orada hiçbir şey yoktu; onu korkutan karardıkta yalnızoluşuydu, hepsi bu.Beyninin derinlerinde bir şey bu duruma karşıkoymak istiyordu, ama Trisha fırsat vermedi buna. Gecesona ermişti. Olanlarıyeniden hatırlamayı, o kayalık yokuşa geri gidip an kovanının olduğu ağaca doğruaşağıya kaymak istediği kadar arzu ediyordu ancak. Şimdi gündüzdü.Bir sürü arama ekibi olacak ve o kurtulacaktı. Bunu biliyordu. Bütün geceyi ormanda tek başınageçirdikten sonra kurtarılmayıhak ediyordu.Çantasınıönünde sürükleyerek ağacın altından dışan emekledi, şapkasınıgîydi ve topallayarak dereyegitti. Ellerindeki ve yüzündeki çamuru temizledi, başının çevresinde oluşmaya başlayan tatarcık vesivrisinek bulutlarına baktıve isteksizce yeni bir kat çamur süründü. Bunu yaparken de küçük bîr kızkenPepsi'yle birlikte Güzellik Salonu oyunu oynadıklarınıhatırladı. Bayan Robichaud'un makyajmalzemeleriyle o kadar pislik yapmışlardıki Pepsi'nîn annesi onlara, temizlenmeye veya yaptıklarınıtemizlemeye çalışmamalarınısöylemiş, kendini kaybedip gözleri şaşılasın caya kadar onlarıdövmedenevden çıkmalarıiçin bağırmıştı. Onlar da, suratlarında pudra, ruj, göz kalemi, yeşil far ve Passion Plumdudak boyası, herhalde dünyanın en küçük striptizcileri gibi görünerek çıkmışlardıevden. Trisha'nın evinegittiklerinde, Quilla'nın önce ağzıaçık kalmış, sonra gözlerinden yaşlar boşanıncaya kadar gülmüştü, îkikızıde ellerinden tutup banyoya götürmüşve onlara temizlenmeleri İçin krem vermişti."Yukarıdoğru yavaşça yayın, kızlar," diye mırıldandıTrisha şimdi, işi bitince ellerini derede yıkadı, tonbalıklısandviçinin kalanınıve sonra da kerevizin yansınıyedi. Yemek torbasınıbir huzursuzluk duygusuiçinde katladı. Şimdi yumurta bitmiş, tonlu sandviç bitmiş, patates cipsleri bitmişve Twinkieler bitmişti.Sadece yarım şişe Surge (aslında daha da azdı), yarım şişe su ve birkaç kereviz kalmıştı."Önemli değil," dedi, boşyemek torbasınıve kalan kerevizleri çantasına koyarken. Bunlara kirlenmişveparalanmışpançoyu da ekledi. "Önemli değil, çünkü ortalıkta bir sürü arama takımıolacak. Biri bulacakbeni. Öğledenönce bir lokantada yemek yiyor olacağım. Hamburger, patates kızartması, çikolatalısüt, elmalıkek." Budüşünceyle midesi guruldadı.Trisha eşyalarınıtopladıktan sonra ellerine de çamur sürdü. Güneşaçıklığa varmıştıartık -gün sıcaklıkvaat eder gibi parlaktı- ve kız biraz daha rahat hareket ediyordu. Gerindi, uyuşmuşkarımıhareketegeçirmek İçîn olduğu yerde zıpladıbiraz, ensesindeki sertlik geçinceye kadar boynunu iki yana çevirdi.Sesleri, köpekleri ve belki de helikopter pervanelerinin vup-vup-vupunu duymak için bir an daha durdu.Günlük yemeği için ağacıdelmeye başlayan ağaçkakandan başka bir şey yoktu.Ziyam yok, çok zaman var. Aylardan Haziran biliyorsun. Bunlar yılın en uzun günleri. Dereyi ide. Aramaekipleri seni hemen bulamasa bile, dere seni insanlara götürür.Ama gün öğlene yaklaştıkça, dere onu yalnızca ormanlara ve daha fazla ormanlara götürdü. Sıcaklıkyükseldi. Küçük ter tanecikleri çamur katmanının arasından kendilerine yol açmaya başladılar, 36 Gordontişörtünün koltuk altlarında daha büyük lekeler yaptılar. Sırtında, kürek kemiklerinin arasında ağaçbiçiminde olan bir başka leke oluştu. Kirliliklerinden dolayısarıdeğil artık kumral olan saçlar; yüzünün

Page 27: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

çevresinde sarkıyordu. Trisha'nın ümitleri sönmeye yüz tuttu ve saat yedide açıklıktan çıkarken sahipolduğu enerji saat onda bitmişti. On bir sularında, moralini daha da bozan bir şey oldu.Bir bayırın tepesine gelmişti-tepe yapraklar ve iğnelerle kaplanmıştıve en azından daha az dikti - vedinlenmek için bir an durduğunda o hiç hoşuna gitmeyen farkında olma duygusu, o bilinçli zihniyle hiç ilgisiolmayan duygu,yeniden uyardıonu. izleniyordu. Kendine bunun doğru olmadığınısöylemenin yaran yoktu, çünkü öyleydi.Trisha bir daire yaparak yavaşça döndü. Bir şey görmedi, ama orman yine susmuşgibiydi. Çizgili, küçüksincaplar beceriksizce yaprakların, çalıların arasında dolaşmıyordu, derenin yanında artık sincaplar, öfkelialakargalar yoktu. Ağaçkakan hâlâ gagalıyor, uzaktaki kargalar gaklıyordu, ama bunun dışında yalnızcakendisi ve vızıldayan sivrisinekler vardı."Kim var orada?" diye seslendiYanıt yoktu tabii ve Trisha yerler kaygan olduğu için dallara tutunarak yokuştan derenin yanına inmeyebaşladı. Gerçek değil, yalnızca benim hayal gücüm, diye düşündü... ama öyle olmadığından emindi.Dere gittikçe daralıyordu ve bu da kesinlikle kendi hayal gücü değildi. Çam ağaçlıyokuştan aşağıve sonrada zor bir ağaçlıalanın içinden geçerek izlediği dere -çok fazla çalıve çoğu da dikenli- yalnızca yarımmetre genişliğinde küçücük bir dere oluncaya kadar sürekli daraldı.Ve sık bir çak demetinin arasında gözden kayboldu. Trisha dereyi gözden kaçırmaktan korktuğu içinderenin çevresinden dolaşacağına, derenin yanındaki bitkilerin arasından yol açarak ilerledi. Bir parçası,dereyi gözden kaçırmanın bir şey fark ettirmeyeceğini biliyordu, çünkü kesinlikle belliydi ki istediği yeregitmeyecekti nasıl olsa, hatta belki hiçbir yere gitmiyordu, ama bu gibi şeylerin hiç önemi yok gibiydi.Gerçek olan onun dereyle duygusal bir bağkurmuşolduğuydu -bağlanmıştıona, derdi annesi olsa— veondan ayrılmaya dayanamıyordu. Aksi halde ormanın derinliklerinde Öylesine dolaşan amaçsız bir çocukolurdu. Budüşünce bile onun boğazının sıkışmasına ve kalbinin hızlanmasına yol açmıştı.Çalılardan çıktıve dere yeniden göründü. Trisha başıönünde ve kaşlarıçatık, Baskerviller Köpeği'ninbıraktığıizlerin arkasından giden Sherlock Holmes gibi izledi dereyi, Ne çalılardan eğreltiotlanna kadarçalılıklardaki değişikliği, ne derenin şimdi arasından geçtiği ağaçların ölü olduğunu, ne de ayaklarınınaltındaki toprağın yumuşamakta olduğunu fark etti. Bütün dikkati dereye odaklanmışa. Başıöne doğrueğik bir şekilde dereyi izliyordu, dikkatini yoğunlaştırma çabasıiçindeydiDere yine genişlemeye başladıve on beşdakika kadar (bu öğle saatlerindeydi) kendine onun yavaşyavaşazalarak tükenmeyeceğini umma izni verdi. Sonra onun daha da sığ-laşağınıfark etti; çoğu havuzköpüğüyle soluklaşmışve böcek dolu bir seri su birikintisinden başka bir şey değildi ar-tık. On dakikakadar sonra lastik ayakkabısıpelte gibi bîr çamurdan cepciğinin üstündeki aldatıcıyosundan başka bir şeyolmayan toprağın içine gömüldü. Bileğinin üstüne kadar çamura battıve küçük bir iğrenme çığlığıylaayağınıgeri çekti. Sert ve çabuk hareketi ayakkabıyıyansına kadar ayağından çekti. Trisha bir çığlık dahaattıve ölü bir ağacın gövdesine tutunarak ayağım Önce otlarla sildi ve sonra lastik ayakkabısınıyenidengiydi.Bunu yaptıktan sonra çevresine baktıve eskiden yanmışbir yere, bir hayalet ormana geldiğini gördü,ilerde (ve artık çevresinde de) uzun zaman önce ölmüşağaçlardan oluşan bir labirent vardı. Üstündedurduklarıtoprak bataklık ve ıslaktı. Durgun su havuzlarında otlar ve yosunlarla kaplanmış, ters dönmüşhamaklar yükselmekteydi. Havasivrisinek vızıldamalarıve uçan yusufçuklarla doluydu. Şimdi çıkardıklarısesten anlaşıldığına göredüzinelerce ağaçkakan ağaçlan kazıyordu. O kadar çok ölü ağaç, o kadar az zaman.Trisha bu bataklığın içine yürüdü ve kayboldu."Ne yapacağım şimdi, ha?" diye ağlamaklı, yorgun bir sesle sordu. "Lütfen biri bana söyler mi bunu?"Oturup bunu düşünecek bir sürü yer vardı; ber yerde solgun gövdelerinde hâlâ yanık izleri taşıyan bir sürüölü ağaç vardı. Ancak ilk denediği ağaç ağırlığına dayanamadıve onu çamurlu toprağa yuvarlayarakçöktü. Trisha, arkasına ıslaklık geçince bağırdı-Tanrım, alanın böyle ıslanmasından nefret ederdi- veayağa fırladıyeniden. Ağaç nemden dolayıiçten çürümüştü; yeni kırılmışuçlarıtahta biriyle kaynıyordu.Trisha birkaç dakika onların iğrenç çekiciliğini izledi, sonra devrilmişikinci bir ağaca gitti. Onu dene-diönce. Sağlam görünüyordu ve yıkılmışağaçlar kümesine bakıp ağrıyan boynunu dalgın dalgın ovarak vene yapacağınıdüşünerek birinin üstüne oturdu.Zihni uyandığından daha az açık, çok daha az açık olmasına rağmen hâlâ yalnız iki seçenek var gibigörünüyordu; hiçbir yere kımıldamayıp yardım gelmesini beklemek veya hareket etmeyi sürdürüp aramaekibiyle karşılaşmaya çalışmak. Bir yerde durup beklemenin mantıklıolduğunu düşündü: enerjiyi saklamakfilan, Ayrıca dere olmayınca, neye doğru gidecekti? Hiçbir şey kesin değildi, bu kesindi. Uygarlığa doğru

Page 28: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

gidiyor olabilirdi; uygarlıktan uzağa gidiyor da olabilirdi. Hatta bir daire içinde yürüyor bile olabilirdi.Bir yandan da "Madalyonun öbür yüzü de vardır, tatlım" demişti babasıona bir keresinde; burada yiyecekhiç-bir şey yoktu, çamur ve çürüyen ağaçlar ve kimbilir buradaki başka hangi pis şeyler kokuyordu, çirkindiburası, berbattıburası. Trisha'ya öyle geldi ki eğer burada kalır ve hava kararmadan bîr arama ekibigelmezse, geceyi burada geçirecekti.Bu korkunç bir fikirdi. O hilâl şeklindeki küçük açıklık burasıyla karşılaştırıldığında Disneyland gibiydi.Ayağa kalkıp son bulmadan önce derenin meylettiği yöne doğru baktı. Gri ağaç gövdelerinden ve kurudallardan oluşan dantelden bir labirentin arasından bakıyordu, ama onların ötesinde yeşillik gördüğünüsandı. Yükselen bir yeşil. Belki de bir tepe. Ve biraz daha böğürden? Neden olmasın? Böğürtlenlerle dolubir sürü çalıkümesinin yanından geçmişti bile. Onlarıtoplayıp çantasına koymuşolmasıgerekti, amadikkatini dereye o kadar vermişti ki bunu yapmak aklına bile gelmemişti. Ama şimdi, dere yok olmuştu ve oda yeniden acıkmıştı. Açlıktan ölmüyordu (en azından henüz değil), ama aç olduğu kesindiTrisha iki adım attı, yumuşak bir toprak parçasına basmayıdenedi ve suyun lastik ayakkabının ucundanyukarıÇıkmasınıderin kuşkularla izledi. Oraya girecek miydi o halde? Yalnızca öbür yüzünü gördüğünüsandığıiçin?"Bir bataklık olabilir," diye mırıldandı.Bu doğru! dedi soğuk ses hemen. Eğleniyor gibiydi sesi. Bataklık! Timsahlar! Ellerinde senin kıçınasokacaklarıküçük sondalar olan X-Dosyalarıadamlarıda ayrı!Trisha ileri atağıiki adımıgeri alıp yeniden yere oturdu. Bilinçsizce alt dudağınıkemiriyordu. Çevresindedolanan böceklerin farkında bile değildi. Gitmeli mi kalmalımı? Kalmak mıgitmeli mi?On dakika kadar sonra kalkıp gitmesini sağlayan körü-körüne bir umuttu...ve de böğürtlenlerin hayalî.Lanet olsun, yapraklan bile denemeye hazırdıartık. Trisha kendisini resimli bir kitapta gördüğü bir kız gibi(yüzündeki çamur maskesini ve saçlarının karışık ve pis halini unutmuştu) güzel, yeşil bir tepeninyamacında kırmızıböğürtlenler toplarken hayal etti. Kendisini tepenin üstüne doğru yürürken, çantasınıböğürtlenlerle doldururken gördü... sonunda en tepeye vardığını, aşağıya baktığınıdüşündü, görüyorduişte...Bir yol. iki yanında çitler olan toprak bir yol görüyorum... atlar otlanıyor... ve uzakta bir samanlık. Beyazsüsleri olan kırmızıbir ambar.Delilik! Bütünüyle çatlaklık!Öyle miydi acaba? Şu küçücük çamur kitlesinden korkmasa belki de güvenli bir yere ulaşacaktı; öyle ya,ya ya-nıbaşındaysa bu yer?"Tamam," dedi, yeniden ayağa kalkıp çantasının kayışlarım düzelterek. "Tamam, böğürtlenler. Ama yolçok kötü-leşirse geri geliyorum." Kayışlarıson bir defa çekiştirdi ve giderek daha ıslaklaşan toprağınüzerinde yavaşça yürüyerek, her adımınıdeneyerek, iskeletler gibi duran ağaçların ve devrilmişkarmakarışık odunların çevresinden dolaşarak yeniden ilerlemeye başladı.Trisha sonunda -ilerlemeye başladığından beri yarım saat ya da kırk beşdakika geçmişolabilirdi- binlerce(belki de milyonlarca) kadın ve erkeğin kendisinden önce keşfettiği bir şeyi keşfetti; her şey çok kötüolduğunda, geri dönmek için çok geç olmuştu artık. Kaygan ama sağlam bir toprak parçasından aslındasahte olan bir tümseğin üstüneadım am. Ayağısu olamayacak kadar kalın ve çamur olamayacak kadar ince, soğuk, sümüksü birmaddenin içine girdi: Eğildi, dışarıçıkmışölü bir dalıyakaladı, elinde kırılınca öfke ve korkuyla çığlık am.Böcek dolu otların içine yüz üstü düştü. Bir dizini alana alarak ayağınıgeri çekti. Ayak yüksek bir Sopsesiyle yıktı, ama lastik ayakkabısıorada bir yerde kaldı."Hayır! * diye bağırdı, büyük beyaz bir kuşu korkutup uçuracak kadar yüksek sesle. Uzun bacaklarınıardında uzatarak havaya fırladıkuş. Bir başka yer ve zamanda Trisha bu egzotik görüntüyü nefesikesilerek hayranlıkla izlerdi, ama şimdi kuşu fark etmedi bile. Dizlerinin üstünde döndü, sağbacağıdizinekadar parlak siyah pisliğe bulanmıştıve kolunu bir süre için ayakkabısınıyutup su fışkırtan deliğe daldırdı."Alamazsın onu!" diye hiddetle bağırdı. "O benim ve sen... ALAMAZSIN ONU!"Parmaklarıköklerin zarlarınıyırtarak veya yırtılmayacak kadar kalın olanların aralarına girerek soğukpisliğin içini karıştırdı. Canlıgibi bir şey bir an için avucuna dokundu, sonra gitti.Az sonra eli lastik ayakkabısıüstüne kapandıve onu dışarıya çekti. Baktıona-tepeden tırnağaçamurlanmışbir kıza tam yakışan siyah çamurdan bir ayakkabı, tam köpek boku derdi Pepsi olsa-veyeniden ağlamaya başladı. Lastik ayakkabıyıhavaya kaldırdı, başaşağıçevirdi, içinden pis bir su aktı. Bugüldürdü onu.Birkaç dakika kadar o tümseğin üstünde bağdaşkurarak oturdu, kucağında kurtardığıayakkabısıvardı,

Page 29: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

böceklerin oluşturduğu siyah bir dairenin ortasında bir ağlayıp birgülüyordu, ölü ağaçlar çevresinde nöbet tutuyorlar, arar böcekleri uğulduyordu bu sırada.Sonunda ağlamasıburun çekmelere, gülmesi tıkanmışve neşesiz kıkırtılara döndü. Tümsekten avuçlardolusu ot yoldu ve lastik ayakkabısının dışınıbecerebildiği kadar temizledi. Sonra çantasınıaça, boşyemek torbasınıyırttıve parçalan ayakkabısının içini temizlemek için kullandı. Bu parçalan buruşturupkayıtsızca arkasına am. Eğer biri onu bu çirkin, pis kokulu yeri kirlettiği için tutuklamak isterse tutuklasındı.Kurtardığılastik ayakkabıyıhâlâ elinde tutarak ayağa kalktıve ileriye baktı. "Hastir," dedi Trisha, boğuk birsesle.Bütün yaşamıboyunca bu kelimeyi ilk kez yüksek sesle söylüyordu. (Bazen Pepsi söylerdi, ama PepsiPepsi'ydi.) Şimdi tepe sandığıyeşili açıkça görebiliyordu. Tümseklerdi, hepsi bu, yalnızca daha fazlatümsekler. Aralarında daha fazla durgun su ve çoğu ölü ama tepelerinde biraz yeşil kalmışağaçlar vardı.Kurbağaların öttüğünü duyabiliyordu. Tepe yoktu. Çamurdan bataklığa, kötüden berbata.Dönüp arkasına baka, ama artık bu pislik kuşağına nereden girdiğini bilemiyordu. Eğer orayıparlak birşeyle işa-retleseydi-yırtık pis eski pançosundan bir parçayla, mesela-geri gidebilirdi. Ama yapmamıştıveişte bu kadardı.Gen gidebilirsin yine de-genel yönü biliyorsun.Belki de, ama kendisini başlangıçta bu belaya sokan bu düşünce biçimini izlemeyecekti.Trisha tümseklere ve üstü pis köpüklü durgun suyun üstündeki güneşin uykulu pırıltılarına doğru döndü.Tutunacak ağaçlar ve bataklık bir yerde bitecekti, değil mî?Bunu düşündüğün için bile delisin.Doğru. Deli bir durumdu.Trisha bir an durdu, düşünceleri Tom Gordon'a ve onun özel sükûnetine doğru akıyordu. Atışyerinde RedSox tutucularından birinin, Hatteberg veya Veritek'in işaret verişini izleyerek duruşu. O kadar durgun ki{şimdi kendisinin durduğu gibi), bütün o dinginlik sanki omuzlarından çevresine yayılıyor gibi. Ve sonraharekete geçiş.Damarlarında buzlu su var, demişti babası.Buradan çıkmak istiyordu, önce bu pis bataklıktan ve sonra şu lanet olasıormandan; yeniden insanlarınve dükkânların ve alışverişmerkezlerinin ve telefonların olduğu ve yolunu kaybettiğin zaman polislerinsana yardım ettiği yere gitmek istiyordu. Ve bunu başarabileceğini düşündü. Eğer cesur olabilirse. Eğer oeski buzlu sudan bir parça varsa damarlarında.Trisha kendi durgunluğundan kurtulup öteki Reebok' mıda çıkardıve her iki lastik ayakkabının bağcıkladabirbirine bağladı. Onlarıboynuna guguklu saatin sarkaa gibi as-tt, çoraplarınıdüşündü ve bir çeşit uzlaşma(bir balçık kalkanıidi aslında aklından geçen düşünce) olarak ayağında bırakmaya karar verdi.Pantolonunun paçalarınıdizlerine kadar sıvadı, sonra derin bir nefes aldıve geri verdi,"McFarland hazırlanıyor, McFarland atıyor," dedi. Sox kepini başına yerleştirdi (bu kez ters taktı, çünküters giymek 'cool* du) ve yeniden harekete geçti.Trisha dikkatle düşünerek, sık sık küçük bakışlar atarak, bir sınır işareti belirleyip ileri doğru yürüyerek, birgün önce yaptığıgibi tümsekten tümseğe atladı. Ancak bugün panikleyip kaçmayacağım, diye düşündü.Bugün damarlarımda buzlu su var.Bir saat geçti, sonra iki. Toprak giderek sertleşeceğine büsbütün batağa dönüştü. Sonunda tümseklerdenbaşka katıbir yer kalmadı. Trisha bir tümsekten ötekine gidiyor, yapabildiği yerlerde dallara ve çalılaratutunuyor, tutunacak bir şey olmayınca kollarınıbir ip cambazıgibi iki yana açıyordu. Sonundaatlayabileceği mesafede tümsekciğin olmadığıbir yere geldi. Güç almak için bir an durdu ve sonra, birböcek bulutu havalandırarak ve çürüyen bitki kokusu yayarak durgun suya adımınıattı. Su dizlerine kadargelmiyordu. Ayaklarının batmakta olduğu şey soğuk, pütürüklü jöle gibiydi. Harekete geçirdiği sudansarımsıköpükler yükseldi; içlerinde dolaşan siyah parçacıklar kim bilir neydi."Iğrenç,"diye İnledi, en yakın tümsekciğe doğru giderek. "Of, iğrenç, iğrenç-iğrenç-iğrenç."Ayağınıkurtarırken her biri sert bir çekişle biten, sendeleyen adımlarla yürüdü. Eğer bunu yapamasa,dipteki balçığa kayıverse ve batmaya başlasa ne olacağınıdüşünme-meye çalıştı."İğrenç-iğrenç-iğrenç," Monoton bir melodiye dönüşmüştü. Ter ılık damlalarla yüzünden akıyor ve gözleriniyakıyordu. Cır ar böcekleri sonu gelmeyen yüksek bîr notaya takılmışgibiydiler: reeeeeeeee.Bir sonraki durağıolan önündeki tümsekciğin üstünden, üç kurbağa otlardan suya atladılar, plip-plip-plop."Bud-Why-Zer,"(Budweiser birasının alaylısöylenişi.) dedi Trisha ve bitkinlikle gülümsedi.Çevresindeki sarı-siyah suyun içinde binlerce kurbağa yavrusu yüzüyordu. Başınıeğip onlara bakarkenayağısert ve balçıkla kaplışeye çarptı, bir kütüktü belki de. Trishaüstünden geçip tümseğe ulaşmayıbaşardı. Nefes alarak kendini yukarıçekti, üstlerinde kan emiciler veya

Page 30: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

daha berbat bir şey görecekmişgibi çamur-balçıklıayaklarına ve bacaklarına endişeyle baktı. Korkunç birşey yoktu (en azından kendi görebildiği kadarıyla), ama dizlerine kadar kara balçıkla kaplanmışlardı.Siyahi aşmışçoraplarınıçıkardı. Altlarındaki beyaz ten çorapların kendilerinden daha fazla çorap gibiydi.Bu, Trisha'nın deli gibi gülmesine yol açtı. Dirseklerinin üstüne dayanıp geriye doğru yattıve gökyüzünedoğru böyle gülmeyi istemeyerek, şeyler gibi(deliler)güldü, tam bir aptal gibi, ama bir süre için hâkim olamadıkendine. Sonunda bunu başardığında,çoraplarınısıktı, yeniden giydi ve ayağa kalka. Ellerini gözlerine siper ederek ayağa kalktı, genişbir alt dalıkırılmışve suya doğru sallanan bir ağacıbundan sonraki hedefi olarak aldı." McFarland hazırlanıyor; McFarland atıyor," dedi yorgun bir halde, yeniden yok koyuldu. Artıkböğürtlenleri düşünmüyordu; tek isteği, buradan tek parça halinde kurtulmaktı.Kendi kaynaklarına bırakılmışinsanların yaşamaktan vazgeçip yalnızca hayatta kalmaya çalıştıklarıbirnokta vardır. Bütün taze enerji kaynaklarınıtüketmişolan vücut, depoladığıkalorilere başvurur.Düşüncelerin keskinliği bulanıklaşmaya, algılama daralmaya, nesnelerin kenarlarıkıpırdanmaya başlar.Ormandaki ikinci akşamısürerken Trisha McFarland, yaşama ile hayatta kalma arasındaki bu sınırayaklaşmıştı-Batıya doğru gidiyor olmasıonu fazla rahatsız etmiyordu; durmadan bir yöne doğru gitmenin iyi,yapabileceğininen iyisi olduğunu düşündü (ve bu büyük olasılıkla doğruydu). Acıkmıştıama çok fazla farkında değildibunun; düz bir çizgide kalmaya çok fazla dikkat etmekteydi. Eğer sola veya sağa kayarsa, karanlıkbastığında hâlâ bu pislik yuvasında olabilirdi ve bu düşünceye dayanamıyordu. Bîr kez şişesinden suiçmek için durdu ve saat dört sularında Surge' ünün geri kalanınıneredeyse fark etmeden bitirdi.Ölü ağaçlar eğri büğrü ayaklarıolan, durgun siyah suyun içindeki cılız nöbetçilere giderek daha çokbenzemeye başlamışlardı. Çok yakında yeniden içlerinde suratlar görmeye başlayacağım, diye düşündü.Bu ağaçlardan birinin yanından sıyrılıp geçerken (her yöne doğru en az on metre uzaklıkta hiçbir tümsekyoktu), suya batmışolan bir başka kök veya dala takıldıve bu kez sularısıçratarak ve nefes nefese, boyluboyunca yere yıkıldı. Ağzına kumlu, balçıklısu doldu ve bir çığlıkla tükürdü. Karanlık suda ellerinigörebiliyordu. Uzun süre önce boğulmuşlar gibi sarımsıve yağlıgörünüyorlardı. Dışarıçekip yukarıkaldırdıellerini."iyiyim," dedi Trisha hızla; yaşamsal bir çizgiyi aşmakta olduğunun aşağıyukarıfarkındaydı; kendisinidilinin farklıve parasının garip olduğu bir başka ülkeye gitmişgibi hissediyordu neredeyse. Nesnelerdeğişiyordu. Ama..."iyiyim. Evet, ben iyiyim." Ve çantasıhâlâ kuruydu. Bu önemliydi, çünkü Walkman'i İçindeydi ve artıkWalk-man'i dünyayla tek bağlatınsıydı.Trisha, kirli ve önü sırılsıklam bir şekilde, gayretle ilerledi. Yeni hedefi, batan güneşe karşıyansındanyukarıdoğru ortadan ayrılıp kara bir Y harfi haline gelmişolan bir ölü ağaçtı. Ona doğru ilerledi. Birtümseğe geldi, kısaca baktıve onun yerine suyun içinden geçmeyi tercih etti. Neden ken-dini zorluyordu? Suyun içinde gitmek daha hızlıydı. Dipteki soğuk çürümüşjöleye duyduğu iğrenmeduygusu yok olmuştu. Eğer mecbur olursan her şeye alışabiliyordun. Artık bunu biliyordu.İlk düşüşünden az sonra, Trisha gününü Tom Gordon* la geçirmeye başladı. Önce bu garip gibi geldi-hatta saçma— ama öğleden sonrasının uzun saatlerine sıra gelince, utangaçlığınıbir yana bıraktıve çokdoğal olarak çene çalmaya, ona bundan sonraki hedefini anlatmaya, bu bataklığın oluşmasına belki de birateşin neden olduğunu açıklamaya başladı, yakında buradan çıkacaklarına, bunun sonsuza kadar böylegidemeyeceğine onu inandırmaya çalıştı. Ona Red Sox'ın bu geceki oyunda yirmi kadar sayıyapacağınıve kendisinin böylece yedek yerinde rahat oturacağınıümit ettiğini anlatıyordu ki aniden durdu."Bir şey duyuyor musun?" diye sordu.Tom'u bilmiyordu, ama kendisi duymuştu; helikopter pervanelerinin düzenli sesini. Uzakta ama belirgin.Sesi duyduğunda Trisha bir tümseğin üstünde dinleniyordu. Ayağa fırladıve kendi çevresinde döndü, elinihavaya kaldırıp gözlerine siper etti, ufka doğru gözlerini kısarak baktı. Hiçbir şey görmedi ve çokgeçmeden ses yok oldu,"Spagetti," dedi kederle. Ama en azından arıyorlardı. Boynunda bîr sivrisineği ezdi ve yeniden yolakoyuldu.On veya on beşdakika sonra sarkmış, pis çoraplanyla bir ağacın yan bank kökünün üstünde durmuş,merak ve şaşkınlıkla ileriye bakıyordu. Bataklık, şimdi durduğu yerde dağınık bîr halde duran yıkıkağaçların ilerisinde düz, durgun bir göle açılıyordu. Ortadan daha başka tümsekler geçiyordu, ama bunlarkahverengiydiler ve kırık ve çiğnenmiş

Page 31: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

dallardan yapılmışgibiydiler. Bazılarının üstünde yarım düzine şişman kahverengi hayvan oturmuş, onabakıyordu.Onların ne olduğunu anlayınca Trisha'nın alnındaki çizgiler giderek yumuşadı. Bataklıkta olduğunu, ıslak,çamur içinde ve yorgun olduğunu, kaybolduğunu bütünüyle unuttu."Tom," diye fısıldadıbiraz nefes nefese. "Bunlar kunduz ! Kunduz evlerinin veya kunduz çadırlarının veyaher ne deniyorsa, üstünde oturan kunduzlar. Kunduz onlar, değil mi?"Dengede durabilmek için bir ağaca tutunup onlara bakarak ve keyiflenerek, parmaklarının ucunda ayağakalka. Çubuk evlerinin tepesinde tembelce uzanmışkunduzlar..ve onu mu izliyorlar? izlediklerini düşündü,özellikle ortadaki. Ötekilerden daha büyüktü ve siyah gözleriyle dik dik kendisine bakıyormuşgîbi geldiTrisha'ya. Bıyıklan var gibiydi ve kürkü kalçalarının çevresinde neredeyse kızıla dönen, şatafatlıkoyu birkahverengiydi. Ona bakarken Rüzgâr ve Sö-ğütler'deki resimleri düşündü.Sonunda Trisha kökün üstünden indi ve yola koyuldu, arkasında gölgesi onu izliyordu.Başkunduz (öyle gibi geldi ona) hemen ayağa kalka, arka bacaklarısuyun içine girinceye kadar geriledi vegösterişli bir biçimde kuyruğunu suya vurdu. Durgun sıcak havada inanılmayacak kadar yüksek bir sesçıkardıbu. Bir an içinde hepsi çubuk evlerin üstünden inip hep birlikte suya daldılar. Bu bir dalma ekibiniizlemek gibiydi. Trisha ellerini göğsünde kavuşturup yüzünde büyük bir gülümsemeyle izledi onları.Hayatında gördüğü en hayranlık verici şeylerden biriydi bu ve Başkunduz'un akıllıbir başöğretmen veyaonun gibi bir şeye benzemesini asla açıklayamayacağınıanladı."Tom, bak!" Gülerek eliyle işaret etti. "Suya bak! işte gidiyorlar!*Çamurlu suda, çubuk evlerden eğri dalgalarla uzaklaşan yanm düzine V oluştu. Sonra gittiler ve Trishayeniden yola koyuldu. Şimdiki hedefi, üstünde dağınık saçlar gün koyu yeşil eğreltiotlarının büyüdüğü çokbüyük bir tümsekti. Düz bir çizgide değil de giderek büyüyen bir eğri çizerek yaklaştıona. Kunduzlarıgörmüşolmak harikaydı-tam bir getto, Pepsi'nin dilinde- ama suyun altında yüzen biriyle karşılaşmak gibibir isteği yoktu. Küçük kunduzların bile büyük dişleri olduğunu bilecek kadar çok resim görmüştü. Trisha,bacağına her ot veya yosun dokunduğunda, bunun kendisinin buralardan gitmesini isteyen Başkunduz(veya yardımcılarından biri) olduğundan emin olarak çığlık attı.Kunduz mahallesini her zaman sağında tutarak, o çok büyük tümseğe doğru gitti; yaklaştıkça, içinde umutdolu bir heyecan büyümeye başladı. O koyu yeşil eğreltiotlarıyalnızca eğreltiotlan değil, diye düşündü;arka arkaya üç ilkbahar annesi ve anneannesiyle bitlikte sallabaş(Yenebilen bir ot) toplamışlardıve bunlarsallabaşdiye düşündü.Sanford'da sallabaşların vakti geçmişti artık -en az bir ay- ama annesi ormanda daha sonra olduklarını,özellikle bataklık bölgelerde haziran ayına kadar kaldıklarınısöylemişti. Evrenin bu kokulu parçasından iyibir şey çıkabileceğine inanmak zordu, ama Trisha yaklaştıkça, daha fâzla inanmaya başladı. Vesallabaşlar yalnızca iyi değillerdi; sallabaşlar çok lezzetliydiler. Sevdiği bir yeşil sebzeyle aslakarşılaşmamışolan Pete bile (mikro dalgada ışınlanmışdonmuşBirds Eye bezelyeler dışında) sallabaştanyerdi.Ayaklarının suyun altındaki çamurlu balçığa kayıverdi-ğinin farkına bile varmadan durduğunda, ilk kıvrıkşişman yeşiller demetinden ala adım uzaktaydı. Çalıdemetinin yanındaki yeşillik didiklenmişvekoparılmıştı; kökünden sökülmüşıslak sallabaşdemetleri siyah suyun üstünde orada burada yüzmekteydi.Daha ilerideki yeşilin üstünde parlak kırmızılekeleri görebiliyordu."Bundan hoşlanmadım," diye mırıldandıve sola doğru ilerledi. Sallabaşlar iyiydi, ama orada ölü veya ağıryaralıbir şey vardı. Belki de kunduzlar eşbulmak için birbirleriyle kavga etmişlerdi. Bir akşam yemeğitoplarken yaralanmışbir kunduzla karşılaşmayıgöze alacak kadar acıkmamıştıhenüz. Bir elden veyagözden olmak için iyi bir yol olabilirdi bu.Trisha, SallabaşAdası'nın yan yolunda yeniden durdu. Bakmak istemiyordu, ama gözünü kaçıramadı."Hey, Tom" dedi titreyen yüksek bir sesle. "Of, zavallı!"Bu küçük bir geyiğin koparılmışbaşıydı. Çalıdemetinin yokuşundan aşağıyuvarlanırken sallabaşotlarınııslatıp bir kan izi bırakmıştıarkasında. Şimdi suyun kenarında başaşağıduruyordu. Gözleri bityumurtalanyla parlıyordu. Boynunun eğri büğrü kesiğine sinek sürüleri dolmuşlardı. Küçük bir motor gibimırıldanmaktaydılar."Dilini görüyorum," dedi ve sesi uzaktan, yankıyapan bîr koridordan gelir gibiydi. Suyun üstündeki altınrenkli güneşizi birden çok parlak geldi ve kendisini bayılmanın eşiğinde gibi hisseni."Hayır," diye fısıldadı. "Hayır, lütfen... bayılmamalı-yım."Bu defa sesi, daha alçak olmasına rağmen daha yakındaydıve daha oradaydı. Işık neredeyse normalgibiydi yeniden. Tannya şükür-beline kadar gelen durgun, çamurlu suda dururken en son istediği şeydibayılmak. Sallabaşyok, ama bayılmak da yok. Neredeyse dengelenmişti.

Page 32: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

Daha hızlıyürümeye başladı. Kollan sallanarak, kalçalarınıdöndürüp yengeç yürüyüşüyle ilerliyordu. Eğerüstünde bir jimnastik pantolonu olsa Wendy ile Egzersiz programının misafiri gibi görünecekti. Bakın,bugün bazıyeni egzersizler yapacağız. Ben buna "Koparılmışgeyik başından uzaklaşma hareketidiyorum." Çevirin o kalçaları, gerin o kasları, çalıştırın o omuzları!Gözlerini ileriye dikti, ama sineklerin nedense kendilerinden hoşnut, ağır vızıltılarınıduymamak hiçbirşekilde elde değildi. Ne yapmışolabilirdi bunu? Bîr kunduz değil, bu kesindi. Dişleri ne kadar keskin olursaolsun şimdiye kadar hiçbir kunduz bir geyiğin kafasınıkoparmamıştı.Ne olduğunu biliyorsun onun, dedi soğuk ses. O şey'di. O özel şey. Şu anda seni izlemekte olan şey."Hiçbir şey izlemiyor benî, bu bir zırva," dedi nefes nefese. Omuzunun üstünden bir göz atmaya cesaretetti ve SallabaşAdası'nın geride kaldığınıgörmekle mutlu oldu. Yeter derecede çabuk değildi yine de.Suyun yanında yatan kafaya, vızıldayan siyah bir kolyesi olan kahverengi nesneye, son bir kez daha gözattı. "Bu bir zırva değil mi, Tom?"Ama Tom yanıt vermedi. Tom yanıt veremezdi. Tom herhalde şimdi Fenway Park'ta, takım arkadaşlarıylaşakalaşıyor ve parlak beyaz üniformasınıgiyiyordu. Onunla bataklıkta -bu uçsuz bucaksız bataklıkta—yürüyen Tom Gordon sadece yalnızlık İçin bir kocakarıikaydı. Tek başınaydı.Ama yalnız değilsin tatlım. Sen asla yalnız değilsin.Trisha soğuk sesin, dostu olmamasına rağmen doğruyu söylediğinden feci şekilde korkuyordu, izlenmeduygusu eskisinden de güçlü olarak geri gelmişti. Buna sinir olarak başından atmaya çalıştı(kopuk kafayıgören herkesin sinirleri bozulurdu) ve yaşlıölü gövdesinde eğri kesikler bulunan ağacın yanına geldiğindeneredeyse kaybolmuştu bu duygu. Sanki çok büyük ve öfkeli bir şey geçerken kesmişti ağacı.."Aman Tanrım," dedi. "Bunlar pençe izleri.*"ilerde o Trisha... ilerde bekliyor seni, pençeleri ile birlikte."Trisha başka durgun su, yükselen başka yeşil tepeleri andıran daha başka tümsekler (ama bu şekildekandırılmıştıdaha önce) görebiliyordu. Canavar görmedi... ama tabii ki göremezdi, değil mi? Canavar,canavarlar saldırıya geçmeden önce ne yaparlarsa onu yapacaktı, bunun İçin bir söz-cük vardıama bunubulabilmek İçin fazla yorgundu ve korkmuştu ve genel olarak sefil bir durumdaydı...Pusu kurarlar, dedi soğuk ses. Yaptıklarıbudur, pusu kurarlar. Evet, tatlım. Özellikle senin yeni arkadaşıngibi olanlar."Pusu kurmak," diye boğuk bir ses çıkardıTrisha. "Evet sözcük bu. Teşekkür ederim." Ve sonra yenidenileri gitmeye başladı, çünkü geri gideceği yer için çok uzaktaydı. Eğer bir şey gerçekten ileride kendisiniöldürmek için bekliyorsa bile, geri gitmek çok zordu.Kan toprak gibi görünen yer bu kez gerçekten katıtopraktı. Trisha inanmak istemedi önce, ama yaklaşıpda suyun o yeşil çalılar kümesini ve perişan ağaçların içinden geçen suyu göremeyince, ümitlenmeyebaşladı, içinde yürüdüğüsu da daha sığdı; baldırlarının yansına kadar geliyordu. Ve tümseklerin en azından İkisinin üstündesallabaşlar yetişiyordu. SallabaşAdası'nda olduğu kadar çok değildiler, ama olanlarıtopladıve oburcayuttu. Tadıydılar sonra ağızda buruk bir tat kalıyordu. Yeşil bir tam ve Trisha'ya göre son derecelezzetliydiler. Eğer daha fazla olsaydı, koparıp çantasında depo edecekti ama yoktu. Buna üzüleceğine,çocuksu bir sevinçle elinde olanın tadınıçıkardı. Şu an için yetecek kadar vardı; sonrasıiçin daha sonraendişe ederdi. Kıvırcık yumrularınıve sonra da kayışlarınıısırarak kan toprağa doğru yol aldı. Bataklıktayürüdüğünün farkında bile değildi, Artık İğrenmiyordu.Tam ikinci tümseğin üstünde büyüyen sallabaşların yanına gelmişti ki eli birden dondu. Sineklerin uykuluvızıltı-sınıduydu yeniden. Bu kez ses çok daha yüksekti. Trisha eğer başarabilse sineklerin uzağındangeçecekti, ama bataklık biterken ölü dallar ve boğulmuşçalılarla dolmuştu. Bu kargaşanın içinden çıkmakiçin tek bir yan açık kanal kalmıştıve eğer batmışengellerle boğuşarak iki saat kaybetmeyi ve bu işlemsırasında belki de ayaklarınıkesmeyi istemiyorsa buna razıolmak zorundaydı.Bu kanalda bile bank bîr ağacın üstünden tırmanmasıgerekiyordu. Henüz devrilmişti ve "devrilmiş'" yanlışkelimeydi gerçekte. Trisha gövdesinde başka kesikler görebiliyordu, gövdesinden kalan kısmından ağacınne kadar taze ve beyaz olduğunu da görüyordu. Ağaç bir şeyin yoluna çıkmıştıve o bir şey onu bir kürdangibi kırarak söyle bîr itmişti.Vızıltısesi hâlâ yükseliyordu. Geyikten geri kalan —yani geyiğin büyük bir bölümü— Trisha'nın yorgun birhalde bataklıktan tırmandığıyerin yanında bol bol bulunansallabaşların dibinde yatıyordu. Sineklerle dolu bîr bağırsak bağıyla birleşmişiki parça halindeyatmaktaydı. Bacaklarından biri koparılmıştıve yakındaki bir ağacın gövdesine baston gibi dayanmıştı.Trisha sağelinin dışınıağzına dayadı, yürürken ve bütün gücüyle kusmamaya çalışırken küçük urk-urkdîye sesler çıkardı. Bu olasımıydı? Beyninin mantıklıkısmı(ve hâlâ oldukça çok vardıbundan) hayır

Page 33: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

diyordu, ama ona o şey sallabaşların en büyük ve en olgunlarınıbir geyiğin paramparça gövdesiyleözellikle kirletmişgibi geliyordu. Ve eğer bunu yapmışsa, zorla bulup yediği azıcık gıdayıkusturmayaçalıştığına inanmak olanaksız mıydı?Evet. Öyle. Aptallık ediyorsun. Unut bunu. Ve lütfen, tanrıaşkına kusma!Trisha, batıya doğru yürüdükçe (güneşgökte alçaldı-ğından batıya doğru gidişkolaydışimdi) urk-urksesleri -büyük dolgun hıçkırıklardıbunlar- azalmaya başladıve sineklerin sesi de geride kalıyordu. Trishasesin tamamen yok olduğu noktada durdu, çoraplarınıçıkardı, sonra lastik ayakkabılarınıyeniden giydi.Çoraplarınıyine sıka, sonra kaldırıp baka onlara. Sanford'daki yatak odasında yatağın kenarında oturup"Sarıl bana... çünkü senin yanında olmalıyım" şarkısınımırıldanırken onlarıgiydiğini hatırlıyordu. Bu BoyzTo Da Maxx'ti; o ve Pepsi Boyz To Da Maxx'in nefis olduğunu düşünürlerdi, özellikle Adam'ın. Güneşinvurduğu yeri hatırlayabiliyordu. Duvardaki Tîtanik posterini hatırlıyordu. Çoraplarınıyatak odasında giydiğianısıçok net, ama çok uzaktı. Büyükbabasıgibi ihtiyarların çocukken olanlarıböyle hatırladıklarınıdüşündü. Şimdi çoraplar artık ipliklerle birbirine tutturulmuşdelikler halindeydi ve bu daonu ağlatacak gibi oldu yeniden (belki de kendisini de ipliklerin tuttuğu delikler gibi hissettiğindendi), amabunu da kontrol etti. Çoraplarıkatladıve çantasına koydu.Pervanelerin vup-vup-vup'unu duyduğunda çantasının tokalarınıyeniden takıyordu. Bu kez daha dayakından geldiler. Trisha ayağa fırladıve ıslak giysilerini havada sallayarak etrafında döndü. Ve orada,doğuda uzakta, mavi göğün üstünde siyah, iki şekil vardı. Ona ölü Geyik Bataklığı'nda-ki yusufçuktanhatırlattılar biraz. El sallayıp bağırmanın anlamıyoktu, milyarlarca mil uzaktaydılar, ama yine deyaptı-kendini tutamadı. En sonunda, boğazıacıyınca vazgeçti."Bak Tom," dedi, onlarısoldan sağa... aslında kuzeyden güneye olmalıydıbu, izlerken. "Bak, benîbulmaya çalışıyorlar. Eğer biraz daha yakına gelselerdi..."Ama gelmediler. Uzaktaki helikopterler orman kütlesinin arkasında gözden kayboldular: Trisha, motorlarınsesi ör ar böceklerinin daimi mırıltısının içinde kayboluncaya kadar olduğu yerde durdu. Sonra derin birşekilde içini çekti ve ayakkabılarım bağlamak için çömeldi. Artık kendisini izleyen bir şeyi hissedemiyordu,bu da bir şeydi-Ah seni yalana, dedi soğuk ses. Eğleniyordu. Seni küçük yalana seni.Ama o yalan söylemiyordu, en azından kasıtlıolarak değil. O kadar yorgun ve kafasıkarışıktıkî nehissettiğinden emin değildi... yalnızca hâlâ aç ve susamışolduğunu biliyordu. Artık çamur ve balçıktan (vede geyiğin parçalanmışcesedinden) uzak olduğundan açlık ve susuzluğu açıkça hissedebiliyordu. Gerigidip biraz daha sallabaştoplamak geçti aklından-geyiğin cesedinin ve en kanlı, en iğrenç yerlerinuzağından geçecekti tabii ki.Trisha tekerlekli paten kayarken veya ağaca tırmanırlarken düşüp dizini yaraladığında kendisine kızanPepsi'yi düşündü. Eğer Trisha'nın gözlerinde yaşlar biriktiğini görürse Pepsi, "Bebekleşme, McFarland"demeye hazırdı. Tann şahittir, bir ölü geyik için bebekleşmenin sırasıdeğildi, hele böyle bir durumda,ama...... ama geyiği Öldüren şeyin hâlâ orada olabileceğinden, bekleyip izlemesinden korkuyordu. Trisha'nıngeri gelmesini ümit edip bekleyerek.Bataklık suyunu içmeye gelince, ciddi ol. Pislik bir şeydi. Ölü böcekler ve sivrisinek yumurtalarıbaşka şey.Yavru sivrisinekler bir insanın midesinde yumurtalarından çıkabilirler miydi? Herhalde çıkamazlardı. Bunukesin olarak öğrenmek istiyor muydu? Kesinlikle hayır."Herhalde biraz daha sallabaşbulurum, nasıl olsa," dedi. "Değil mi, Tom? Ve böğürtlen de." Tom cevapvermedi, ama iyice düşünmesine fırsat kalmadan, yeniden yok koyuldu Trisha.Üç saat daha batıya doğru, Önceleri yavaşyavaş, ormanın daha köhne bir bölümüne geldiğinde İsehızlanarak yürüdü.Bacaklarıağrıyor ve sırtızonkluyordu, ama bu ağrıyan yerlerinin hiçbiri onun dikkatini çekmiyordu. Hattaaçlık bile ciddi biçimde beynini oyalamıyordu. Gün ışıklan önce altın rengine ve sonra da kırmızıyadönüştüğünde, Trisha' nın düşüncelerini etkisi altına alan şey susadığıydı. Boğazıkurumuştu vezonkluyordu; dili sanki tozlu bir solucandı. Bataklıktan su içebilirdi halbuki ama içmemişolduğu için lanetediyordu kendine ve bir kere daha, lanet olsun geri dönüyorum, diye düşündü.Denemesen daha iyi olur, tatlım, dedi, soğuk ses. Asla yolunu bulamazsın. Eğer kusursuz bir şekilde geridönebilsen bile, sen oraya varmadan karanlık basar... ve kimbilir orada seni ne bekliyordur?"Kes sesini," dedi yorgunlukla, "yalnızca kes sesini, aptal adi kan." Ama tabii ki aptal adi kan haklıydı.Trisha yine güneşyönüne doğru döndü -güneşşimdi turuncuydu-ve yürümeye başladıyeniden. Artıksusuzluğundan ciddi biçimde korkmaya başlamıştı; eğer saat sekizde bu kadar kötüyse, gece yansınasılolacaktı? Zaten bir insan susuz kaç saat yaşayabilirdi ki? Şu veya bu zamanda bir şekilde susuz kalmıştı,

Page 34: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

ne zaman olduğunu hatırlamıyordu şimdi ama böyle bir olayla karşılaştığından emindi. Bir insanın açlığadayanacağıkadar değil herhalde. Susuzluktan ölmek nasılolurdu acaba?"Bu lanet ormanda susuzluktan ölmeyeceğim, değil mi Tom," diye sordu, ama Tom yanıt vermiyordu.Gerçek Tom Gordon şimdi oyunu izliyor olmalıydı. Tim Wakefield, Boston'un becerikli top vurucusu,Yankeelerin genç solağıAndy Pettitte'in karşısında. Trisha'nın boğazızonkluyordu. Yutkunmak çok güçtü.Nasıl yağmur yağdığınıhatırladı(yatağının kenarına oturup çoraplarınıgiydiği anısıgibiydi bu, ayrıca çokuzun zaman önce gibiydi) ve yeniden yağmasınıdiledi Dışarıya çıkıp başınıgeriye atarak kollan ve ağzıaçık dans ederdi; köpek kulübesinin üstündeki Snoopy gibidans ederdi.Trisha, daha uzun ve daha yaşlıçamların ve ladinlerin arasından ağır ağır geçiyordu. Batan güneşinışıklan ağaçların yapraklarından toprağa doğru süzülüyordu. Susamışolmasaydı, ağaçların vekırmızımsı-turuncu ışığın güzelliğinekendini kaptırabilirdi... Yine de beyninin bîr yerine bu güzelliği kaydedebilmişti. Güneşin ışığıpek parlaktıdoğrusu. Şakaklarıağrıdan zonkluyordu, boğazıkupkuruydu artık.Bu durumda, akarsuyun sesini bir işitme yanılgısıolarak alıp önemsemedi. Gerçek su olamazdı. Yine deona doğru döndü, hipnotik bir transa geçmişgibi, alçak dalların altından eğilip devrilmişkütüklerinüstünden geçerek, artık batıya değil doğuya doğru yürüdü. Ses daha da yükselince —artık olduğundanbaşka şey sanmak için fazla gürültülüydü— Trisha koşmaya başladı. Ayaklarının altındaki çamİğnelerinden oluşan balının üstünde kaydıbirkaç kez, kollarının ve ellerinin üstünde yeni yaralar açan birdiken grubunun içinden koşarak geçti, ama bunun farkına bile varmadı. Suyun akışının hafif sesiniduymasından on dakika sonra, orman tabanının cılız toprağıve iğne halısından bir sıra gri taşolarak çıkankayanın belirdiği kısa, dik bir uçuruma geldi. Bunların aşağısındaki şey güçlü bir gürültüyle akan bir deredeğil de bir bahçe hortumundan akan bir damlaydısanki.Trisha, yanlışbir adımın kendisini en aşağısekiz dokuz metre aşağıatacak ve olasıdır ki öldürecekolmasına rağmen kusursuz bir aldırmazlıkla uçurumun kenarında yürüdü. Nehrin yukarısına doğru beşdakika yürüyüşonu nehrin bulunduğu engebeli bir oyuğa getirdi. Tabanıonlarca yılın dökülen yapraklanve iğneleri ile kaplanmışdoğal bir kanaldıbu.Yere oturdu ve o oyuk gibi yerin üstüne kızakta oturan bir çocuk gibi oturuncaya kadar ayaklarıyla kendiniöne çekti. Oturup ellerini sürükleyerek ve ayaklarınıfren gibi kullanarak aşağıİnmeye başladı. Yan yolagelince kaymayabaşladı. Durmaya çalışacağına -bu onun yeniden takla atmasına neden olabilirdi— arka üstü yam, elleriniboynunda kenetledi, gözlerini kapattıve bîr şey olmasın diye dua etti.Kısa ve sarsıntılıbir inişoluyordu bu. Sağkalçasıbir kayaya çarpa ve bir başka kaya da uyuşturacakkadar sert bir şekilde çarptıkenetlenmişparmaklarına. 'Eğer ellerimi başımın üstüne koymamışolsaydım,o ikinci kaya başımıvarabilirdi,' diye düşündü sonradan. Veya daha kötüsü büyüklerin söylediği 'Aman, biryerine bir şey olmasın' sözü geldi aklına. Büyükanne McFarland'ın en sevdiği sözdü bu,Kemiklerini sarsan bir gümbürtüyle çarptıdibe ve birden lastik ayakkabılarıbuz gibi suyla doldu. Onlarıçıkarıp geriye doğru döndü, midesinin üstüne yattıve bazen sıcaktan kavrulup dondurmayıbir lokmadayuttuğunda olduğu gibi içti, Trisha, çamurlu yüzünü nehrin kaynayan soğuk suyundan çekti ve nefesnefese ve kendinden geçmişbir halde sırıtarak kararan göğe baktı. Hiç bu kadar güzel bir su tatmışmıydı? Hayır. Hiç bu kadar güzel başka herhangi bir şey tatmışmıydı? Kesinlikle hayır. Ne güzel birduyguydu bu. Yeniden daldırdıyüzünü suya ve bir daha içti. Sonunda dizlerinin üstüne doğruldu, sudandolayışöyle kocaman bir ge-ğirdi ve titreyerek güldü. Midesi davul gibi gerilip şişmişti sanki. Aç biledeğildi, en azından şimdilik.Kanal yeniden tırmanmak için çok dik ve kaygandı; yarıya ve hatta belki yolun çok yukarısına kadartırmanıp yeniden aşağıkayardı. Nehrin öteki tarafından gitmek daha kolay gibi görünüyordu -dik veağaçlıydıama o kadar fazla çalıyoktu— ve basamak olarak kullanılacak bir sürü taşvardı.Hava iyice kararıncaya kadar biraz ilerleyebilirdi. Neden olmasın? Artık karnınısuyla doldurduğundanyeniden güçlü hissediyordu kendini, harikulade güçlü. Ve kendine güveniyordu. Bataklık arkada kalmıştıve bir dere daha bulmuştu, tyi bir dere.Peki ya o özel şey ne olacak? diye sordu soğuk ses. Trisha o sesi duyunca yeniden korkuya kapıldı.Söylediği şeyler kötüydü; kendi içinde bu kadar karanlık bir kız keşfetmişolmasıdaha da kötüydü. O özelşeyi unuttun mu?"Eğer bir özel şey vardiysa," dedi Trisha, "artık gitti. Geyikle birlikte gitti belki de."Doğruydu bu, veya doğru gibi görünüyordu. O izlenme, arkasından birinin geldiği duygusu gitmişti. Soğuk

Page 35: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

ses bunu biliyordu ve yanıt vermedi. Trisha onun sahibim gözünün önüne getirebildiğini fark etti. HafifçeTrisha'ya benzeyen (uzak bir kuzen gibi, belki de) sırıtık ağızlısert küçük bir kız. Şimdi omuzlarınıgermişve yumruklarınısıkmışbir halde, tam bir kızgınlık tablosu gibi yürüyordu."Evet, defol ve geri gelme" dedi Trisha. "Beni korkutmuyorsun." Ve bir duraksamadan sonra: "Siktir ol!"îşte yeniden çıkmıştıağzından, Pepsi'nin Korkunç Bİr Söz dediği şey ve Trisha pişman değildi.Hatta okuldan eve yürürlerken yine Maiden saçmalığına başlarsa, kardeşi Pete'e bile söyleyebileceğinihayal edebiliyordu. Maiden şöyle Maiden böyle, baba böyle, baba şöyle; ve sessiz kalıp anlayışlıdavranmak veya neşeli, keyifli ve hadi-konuyu-değiştirelim, yapmak yerine yalnızca Hey Pete, siktir ol,buna altıderse ne olurdu acaba? Trisha onu kafasının içinde gördü, ağzıçenesine kadar sarkmış, öyleceona bakıyordu. Bu görüntü güldürdü onu.Ayağa kalktı, suya yaklaştı, kendisini karşıya geçirecek dört taşseçti ve bir bir suyun yatağına bıraktı.Karşıya geçince, yokuştan aşağıyola koyuldu.Yamaç giderek dikleşti ve yanında dere, taşlıyatağında dönüp yuvarlanarak daha fazla gürültüyle akmayabaşladı. Trisha toprağın diğer yerlere oranla daha düz olduğu bir açıklığa gelince geceyi geçirmek içindurmaya karar verdi. Hava gitgide kararıyordu; eğer yokuşu inmeye kalkarsa, düşebilirdi. Ayrıca, burasıfena da değildi; en azından gökyüzünü görebiliyordu."Böcekler de pek azgın," dedi, yüzünün çevresindeki sivrisinekleri kovalayıp boynundaki birkaç taneye devurarak.Çamur almak için nehre gitti, ama-fenaşiştin, kızım-alacak çamur yoktu. Bir sürü kaya parçasıvar, amaçamur yok. Trisha, tatarcıklar gözlerinin önünde karmaşık uçuşdesenleri çizerken topuklarının üstüneoturdu, düşündü ve başıyla onayladı. Ellerinin yanlarıyla yerde küçük bir daireyi iğnelerden temizledi,yumuşak toprakta küçük bir çukur yaptı, sonra içine dereden su doldurmak için su şişesini kullandı.Yaptığıişten büyük zevk alarak parmaklarıyla çamur yaptı. (Büyükanne Ândersen'İve cumartesi sabahlarıBüyükanne Andersen'in mutfağında, tezgâh çok yüksek olduğundan hamuru yuğurmak için bir tabureninüstüne çıkıp ekmek yaptığızamanlarıdüşündü)... îyi çamurdan bolca elde edince bütün yüzüne sürdü,işini bitirdiğinde hava neredeyse kararmıştı.Trisha, kollarına hâlâ çamur sürüyordu. Ayağa kalktı, Çevresine bakındı. Bu gece altında uyumasınayarayacak devrilmişbir ağaç yoktu, ama nehrin bu yanından beş-altımetre kadar uzakta ölü çam dallarından bir demet gördü. Bunlarınehrin yanındaki köknar ağacının yanınagötürdü ve başaşağıyelpazeler gibi dayayıp içine sürünerek girebileceği küçük bir yer hazırladıkendine...küçücük bîr çadır gibi. Eğer dallarıdevirecek bir rüzgâr çıkmazsa, oldukça rahat olacağınıdüşündü.Son ikisini taşırken midesine kramp girdi ve bağırsaklarında gaz hissetti,Trİsha durdu, iki elinde birer dal tutarak bundan sonra olacaklarıbekledi. Kramp bitti ve içinde ta diptekigarip halsizlik duygusu geçti, ama hâlâ tam rahat değildi. Pır pır ediyordu içi. Kelebekler gibi derdiBüyükanne Andersen, ancak bunu sinirlilik anıiçin kullanırdıve Trisha kendini sinirli hissetmiyordu tamolarak. Nasıl hissettiğini bilmiyordu.Sudandı, dedi soğuk ses. Suyun içindeki bir şeyden. Zehirlendin şekerim. Herhalde yarın sabaha ölmüşolursun."Ölürsem ölürüm," dedi Trisha ve uydurma barınağına son olarak iki tane daha dal ekledi. "O kadarsusamıştım ki. îçmek zorundaydım."Buna yanıt gelmedi. Belki de soğuk ses bile, hain olmasına rağmen bu kadarınıanlamıştı-içmekzorundaydı, zorundaydı.Çantasınıçıkarıp açtıve Walkman'ini saygıyla eline aldı. Kulaklıklarıyerlerine taktıve radyoyu açtı. WCAShâlâ dinlenecek kadar güçlü geliyordu, ama sinyal dün geceki gibi değildi. Bu Trisha'ya sanki uzun biraraba yolculuğunda bir radyo istasyonunun yayın alanından uzaklaşıyormuşgibi geldi. Garip bir duyguyakapıldı, doğru, çok garipti gerçekten. Ta midesinde bu garipliği hissetti."Pekâlâ," dedi Joe Castiglİone. Sesi sanki çok uzaktan geliyormuşgibi inceydi. "Mo giriyor ve dördüncüdevrenin sonu için hazırız."Birden mîdesindeki kelebekler boğazında da dolaşmaya başladıve o hıçkırıklar -urk-urk-urk- geri geldi.Trisha yuvarlanarak barınağından dışarıçıktı, dizlerinin üstüne oturdu ve sol eliyle ağacıtutup sağıylamidesini avuçlayarak iki ağacın arasındaki gölgeye kustu.Mo üç atışta da açığa atarken Trisha sindiremediği sallabaşlarıtükürerek -ekşi, asitli- olduğu yerde kaldı.Sıra Troy O'Leary'deydi."Evet, Red Sox'un işi görüldü," diye yorum yaptıTroop. "Dördüncü devrenin sonunda yediye birler veAndy Pettitte bir mücevher yuvarlıyor.""Of şekermeme," dedi Trisha ve yeniden kustu. Çıkanıgöremiyordu, çok karanlıktıçünkü ve bundan

Page 36: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

dolayımutluydu aslında, ama cıvık cıvıktı, kusmuktan çok çorbaya benziyordu. Bu iki sözcüğün yan yanagelmesi, çorba ve kusma, aniden midesini düğümledi yeniden. Dizlerinin üstünde, kustuğu ağaçlardanuzaklaştıve sonra bağırsaklarıyeniden gaz yaptı, bu kez çok daha fenaydı." Ohh ŞEKERMEME!" diye inledi Trisha pantolonunun belindeki kopçayıyırtarcasına çekerek.Başaramayacağından emindi, kesinlikle öyleydi, ama sonunda pantolonunu ve iç çamaşırınıindİrebİldi.içindeki her şey sıcak yakıcıbîr şekilde fışkırdı. Trisha bağırdıve solan ışıkta bir kuşyanıt verdi buna,sanki alay eder gibi. Sonunda bitip de ayağa kalkmaya çalışınca, bir baygınlık dalgasıvurdu ona.Dengesini kaybetti ve yeniden kendi sıcak pisliğinin içine devrildi."Kayboldum ve kendi bokumun içinde oturuyorum," dedi Trisha. Yeniden ağlamaya, sonra bunu komikbulunca da gülmeye başladı. Kayboldum ve kendi bokumun içinde oturuyorum gerçekten, diye düşündü.Bir yandan gülüyor bir yandan ağlıyordu. Pantolonu ve iç çamaşırıbileklerine düşmüş(pantolonu her ikidizinden yırtılmışve çamurdan kaskatıolmuştu, ama en azından onlarıboka batmaktan kurtarmıştı... hiçdeğilse şimdilik). Güçlükle ayağa kalktı. Pantolonunu çıkardıve belinden aşağısıçıplak bir şekildeWalkman'ini bir elinde tutarak nehre doğru yürüdü. Dengesini kaybedip kendi pisliğinin içine devrildiğisırada Troy O'Leary bir tek oynamıştı; şimdi çıplak ayağıyla buz gibi soğuk suyun içine adım attığında, JimLeyritz'ın atışıbir çift oyun yapmıştı.Eğilerek poposunu ve baldırlarının arkasınısuyla yıkadı. "Sudandı, Tom, lanet olasısu'dan, ama neyapabilirdim ki? Yalnızca bakacak mıydım?"Dereden çıktığında ayaklarıbütünüyle donmuştu; poposu da oldukça donmuştu, ama temizdi artık.Külodunu ve pantolonunu giydi kî midesine yeniden kramp girdi. Trisha ağaçlara doğru ikî büyük adım attı,aynıağaca yeniden tutundu ve yeniden kustu. Bu kez içinde katıhiçbir şey yok gibiydi; sanki iki fincansıcak su fışkırtıyor gibiydi. Öne eğildi ve alnınıçamın yapışkan kabuğuna yasladı. Bir an ağacın üzerinde,insanların gol kenarında ve deniz kenarındaki kamplarda kapılarının üstüne astıklarıtürden bir levha görürgibi oldu; TRISHA'NIN KUSMA YERÎ. Güldü yine, sürekli "1-800-54-GİANT" diyen bir ses duyuluyordu.Şimdi bağırsaklarıyeniden sıkıştırıyor ve burkuluyordu."Hayır," dedi Trisha, alnıhâlâ ağaca dayalıve gözlerikapalıydı. "Hayır, lütfen, bir daha olmasın. Yardım et bana. Tanrım. Lütfen bir daha olmasın."Boşuna tüketme nefesini, dedi soğuk ses. Altduyuma dua etmenin yararıyok.Kramp gevşedi. Trisha ayakta duramıyordu, iyice güç-süzleşmişbacaklarının üstünde yavaşça barınağınadoğru yürüdü. Kusmaktan dolayısırtıağrıyordu; mide kaslarıgarip bir şekilde bükülmüşgibiydi. Ve derisisıcaktı. Belki de ateşi vardı.Derek Lowe, Red Sox için top atmaya geldi. Jorge Posada onu bir üçlüyle sahanın sağköşesindekarşıladı. Trisha dalların hiçbirine kolu veya kalçasıyla dokunmamaya dikkat ederek, barınağının içineemekledi. Bir dokunsa herhalde hepsi devrilirdi. Eğer yeniden sıkışırsa (bu Annesinin lafıydı; Pepsi buna"Hershey fışkırtmaları" veya "bahçe tuvaleti polkasıyapmak" derdi), hepsini devirirdi nasıl olsa. Ama şuanda barınağının içindeydi.Chuck Knoblauch, Troop'un "çok yüksek uçan bir top" dediğinden attıbir tane. Darren Bragg yakaladıonu,ama Posada sayıyaptı. Yankeeler sekize bir öndeydi. Tam bir kazanma furyasındaydıbu gece, hiçkuşkusuz. Tam bir kazanma furyası."Ön camın kırıldığında kimi ararsın?" Çam iğnelerinin üstünde yatarken alçak sesle mırıldandı."1-800-54-GI"Ani bir titreme yakaladıonu; sıcak ve ateşli olmasıgerekirken tepeden tırnağa üşüyordu. O kadar dikkatleyerleştirdiği dalların üstüne yuvarlanmamasınıümit ederek, çamurlu kollarınıçamurlu elleriyle tuttu."Su," diye inledi, "Su, lanet olasısu, bir daha olmayacak."Ama böyle olmadığım biliyordu, soğuk sesin kendisine bir şey söylemesine gerek yoktu. Susamıştıbile,yediklerini çıkarmasıve sallabaşların ağzında kalan tadıonun susuzluğunu daha da fazlalaştırmıştıvenehri çok yakında yeniden ziyaret edecekti.Red Sox'u dinleyerek uzandı. Sekizinci devrede, dört koşu alıp, Pettitte'i kovalayarak uyandılar. Yankeelerdokuzuncu devrenin başında Dennis Eckersley'e karşıvuruşyaparlarken (Joe ve Troop ona Eck derlerdi),Trisha pes etti-nehrin keyifli sesini dinlemeye dayanamayacaktıdaha fazla. Barınağından dikkatle geri geriçıktı, nehre gitti, yeniden içti. Zehirli gibi değildi, Tanrıların nektarıgibi soğuk ve lezzetliydi. Bir sıcaklayıpbir üşüyerek, terleyerek ve titreyerek, yeniden barınağa girdi sürünerek ve herhalde sabaha ölmüşolurum,diye düşündü. Ölmüşveya ölmüşolmayıdileyecek kadar hasta olurum.Şimdi sekize karşıbeşmağlup olan Red Sox, dokuzuncu devrenin sonunda biri dışında köşeleridoldurdular. Nomar Garciaparra orta sahaya doğru derin bir atışyaptı. Eğer dışarıgitseydi, Sox'lar, oyunusekize karşıdokuzla alırdı. Ama Bernie Williams yedek oyuncuların oturduğu yerin duvarının yanında

Page 37: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

sıçrayıp topu yakaladığıiçin Garciapar-ra'nın oyununu bozdu. Bir koşu kazandılar, hepsi o kadar. O'Learyöne çıktıve Mariano Rivera'nın karşısında sıradan bir geceyi sona erdiren ve oyunu bitiren bir atışyaptı.Trisha pilleri bitmesin diye Walkman'ini kapattı. Kollarınıbaşının altına koydu, çaresizlikle ağlamayabaşladı. Midesi bulanı-yordu ve bağırsaklarıbozulmuştu; Sox yenilmişti; Tom Gordon bu aptal oyuna hiçgirmemişti. Hayat köpek pisliği gibiydi. Uykuya daldığında hâlâ ağlıyordu.Trisha artık ne olduğunu bilmesine rağmen ikinci kez dereden su içtiği sırada Castle Rock'taki Maineeyalet polisine bir telefon geldi. Arayan, santrala ve gelen bütün telefonlarıkaydeden telesekreteremesajınıbıraktı.Konuşma 2146'da başlar.Arayan: Aradığınız kız yoldan Francis Raymond Mazzerole tarafından kaçırıldı, mikroskoptaki M gibi. Otuzaltıyaşında, gözlüklü, sarıya boyanmışkısa saçlıdır. Tamam mı?Santral: Beyefendi, size bir şey sorabilir miyim? Arayan: Kapa çeneni, kapa çeneni de dinle. Mazzerolemavi bir Ford kullanıyor, sanırım Econoline dediklerinden. Şu anda en azından Connecticut'tadır. Berbatbir adamdır. Siciline bakın görürsünüz. Kız karşıkoymazsa birkaç gün ırzına geçer onun, birkaç gününüzolabilir, ama sonra öldürecektir onu. Bunu daha önce de yaptı.Santral: Beyefendi, bir plaka numarasıvar mı?Arayan: Ben size adınıve ne kullandığınısöyledim. Bütün gerekli bilgileri verdim size. Bunu daha önce deyaptı.Santral: Efendim-Arayan: Umarım öldürürsünüz onu.Konuşma 21.48'de sonra erdi.Arama konuşmanın Old Orchard Plajı'nın yakınındaki bir umumi telefondan yapıldığınıgösterdi.Ertesi sabah iki sularında-Massachusetts, Connecticut, New York ve New Jersey polisinin kısa sarısaçlı,gözlüklü bir adamın kullandığımavi Ford'u aramaya başlamasındanüç saat sonra Trisha mide bulantısıve kramplarla uyandı. Arka arkaya çıkarken barınağınıyıktı, pantolonve külotunu zorla çıkardıve çok bol miktarda zayıf bir asidi andıran bir şey çıkardı. Poposunu acıttıbu,şimdiye kadar gördüğü en feci isilik gibi batan bir kaşıntıyla acıverdi.Bu bitince Trisha kusma yerine sürünerek gitti yeniden ve aynıağaca tutundu. Derisi yanıyordu, saçlarıterden yapışyapışolmuştu; ayrıca tepeden tırnağa titriyor ve dişleri çatırdıyordu.Daha fazla kusamam. Lütfen Tanrım, daha fazla kusa-mam. Eğer kusmayısürdürürsem öldürecek beni.işte Tom Gordon'u ilk kez gerçekten şimdi gördü. Ormanda yirmi metre ötede duruyor, beyaz üniformasıağaçların arasından geçen ay ışığında adeta yanıyordu. Elinde eldiveni vardı. Sağeli arkasındaydıveTrisha onun içinde bir beyzbol topu olduğunu biliyordu. Topu avucunda dikişlerin dönüşünü hissederektutuyor ve uzun parmaklarıyla yuvarlıyordu, ancak tam istediği yerde durduğunu ve tutuşunun doğruolduğunu anlayınca duruyordu."Tom," diye fısıldadı. "Hiç fırsatın olmadıbu gece, değü mi?"Tom hiç aldırmadı, işareti bekliyordu. O dinginlik omuzlarından fışkırıyor, sarıp sarmalıyordu onu. Oradaay ışığında, kızın kollarındaki kesikler kadar gerçek, boğazın-daki ve karnındaki bulantıve bütün okelebekler kadar gerçek duruyordu. Hâlâ işareti bekliyordu. Kusursuz dinginlik değildi bu, arkasındaki elien iyi tutuşu ayarlamaya çalışarak topu döndürüyordu, ama görebileceğin bütün dinginlik; evet, tatlım,işareti bekleyen dinginlikti. Trisha vücudundaki titremeleri bir ördeğin sırtından süzülen su gibi kendiüstünden sıyırmayıve sakin olup içindeki kaynamayısaklamayıbaşarıp başaramayacağınımerak etti.Ağaca tutundu ve denedi. Hemen beceremedi (iyi şeyler hiç olmaz, derdi babası), ama oldu; içindesessizlik, kutsal dinginlik. Uzun bir süre kaldıorada. Yalnızca dinginlikti bulduğu, doğru işareti ve topu enuygun tutma şeklini bekleyen dinginlik. Sükûnet omuzlardan geliyordu, oradan çıkıyor, seni sakinleştiriyorve yoğunlaştırıyordu.Titremeler azaldıve sonra tamamen yok oldu. Bir noktada midesinin de rahatladığınıfark etti.Bağırsaklarında hâlâ burkulmalar vardı, ama o kadar kötü değildi artık. Ay batıyordu. Tom Gordon gitmişti.Tabii aslında hiç orada olmamıştı, bunu biliyordu, ama..."Bu kez cidden gerçek gibiydi," dedi hırıltılıbir sesle. "Gerçek kadar gerçek. Vavvv."Ayağa kalktıve yavaşça barınağının olduğu ağaca yürüdü. Çam iğnelerinin üstüne sokulup uyumaktanbaşka bir şey istemiyordu ama yelpaze gibi dallarıyeniden yerlerine yerleştirmek zorundaydıve sürünerekdalların aldarına girdi. Beşdakika sonra dünyayla ilişkisi kesilmişti. Uyurken bir şey geldi ve izledi onu.Uzun bir süre izledi. Doğuda ufukta ışık çizgisi belirinceye kadar gitmedi oradan... ve çok da uzaklaşmadı.AltıncıDevreTrisha uyandığında, kuşlar aralıksız ötüyorlardı. Işık, günün ortasında olduğu gibi, güçlü ve parlaktı. Daha

Page 38: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

fazla uyuyabilirdi, ama açlık buna izin vermiyordu. Boğazından dizlerine kadar açlığın yarattığıboşluğuhissedebiliyordu. Ve bunların tam ortasıda acıyordu, gerçekten acıyordu. Sanki içinde bir yerçimdikleniyordu. Bu duygu korkuttu onu. Daha önce de aç kalmıştı, ama hiç böyle canıyanacak kadardeğil.Arka arkaya barınağından dışarıçıktıve yeniden devirdi onu. Elleri arkasında topallayarak nehre gitti.Herhalde, Pepsi Robichaud'un yürüteç kullanmasınıgerektirecek kadar kötü romatizmasıolan sağırninesine benziyordu. Şikâyetçi Büyükanne, derdi Pepsi ona.Trisha dizlerinin üstüne çöktü, ellerini yere koydu ve yalaktan içen bir at gibi su içti. Eğer su onu hastaedecekse, ve herhalde edecekti de, etsindi.Ayağa kalktı, bitkin bir halde çevresine baktı, pantolonunu çekti (uzun zaman önce Sanford'daki yatakodasında giydiği zaman üzerine oturuyordu, şimdi bollaşmıştı), sonra dere yatağıboyunca yokuşaşağıyürümeye başladı. Artıkbunun kendisini ormandan çıkaracağından umudunu kesmişti, ama en azından kendisi ile Trisha'nınKusma Yeri arasına biraz mesafe koyabilirdi; bu kadarınıyapabilirdi.Belki yüz adım kadar gitmişti ki o sert sokak kızıkonuştu. Bir şey unutmadın mı, şekerim? Bugün o sertsokak kızıaynızamanda yorulmakta olan bir sokak kızıgibiydi, ama sesi her zamanki gibi soğuk vealaycıydı. Doğru söylediği de cabası. Trisha, başıeğik ve saçlarıönüne düşmüşbir şekilde, olduğu yerdebir süre durdu, sonra arkasınıdöndü ve yokuşyukarı, bir gece önceki kamp yerine doğru zorlukla yürüdü.Giderken iki kez durup hızla çarpan kalbine sakinleşmesi için fırsat verdi; ne kadar az gücü kaldığınıgörmek ürküttü onu.Su şişesini doldurdu, şişeyi ve yırtık pırtık pançosun-dan geri kalanlarıçantasına tıktı, çantayıkaldırıncaağırlığından dolayıiçini çekti (Tanrıaşkına, lanet olasıçanta neredeyse boştu) ve sonra yeniden yolakoyuldu. Yavaş, neredeyse hantalca yürüdü ve yokuşaşağıyürümesine rağmen her on beşdakikada birdurup dinlenmek zorunda kaldı. Başızonkluyordu. Dünyanın bütün renkleri fazla parlaktıve tepedeki birdalda bir alakarga öttüğünde, sesi kulaklarına iğne gibi battı. Tom Gordon'un yanında olduğunu far-zetti,kendisine arkadaşlık ediyordu ve bir süre sonra hayal etmesine gerek kalmadı.Yanında yürümeye başladıve onun bir hayal olduğunu bilmesine rağmen ay ışığında olduğu gibi gün ışığında da gerçek gibiydi.Öğle sularında, Trisha'nın ayağıbir taşa takıldıve bö-ğürtlenli bir çalıdemetinin içine boylu boyuncadüştü. Kalbi gözlerinin önünde beyaz ışıklar yapacak kadar hızlıatarak nefesi kesilmişbir şekilde yattıkaldıorada. Kendisini temiz toprağa çekmeyi ilk denediğinde bunu başaramadı. Bekledi, dinlendi, gözleriyarıkapalıbir şekilde sakin kalmaya çalıştıve yeniden denedi. Bu defa kurtardıkendisini, ama ayağakalkmaya çalışınca, bacaklarıtaşımadıonu. Son kırk sekiz saattir bir katıyumurta, bir ton balıklısandviç,iki Twinkie ve birkaç sallabaştan başka bir şey yememişti. Ayrıca ishal olmuşve küsmüştü da."Öleceğim, Tom, değil mi?" diye sordu. Sesi sakin ve netti.Yanıt yoktu. Trisha başınıkaldırdıve çevresine baktı. 36 Numara gitmişti. Trisha kendisini nehre kadarsürükledi ve biraz daha su içti. Su artık midesini ve bağırsaklarınırahatsız etmiyordu. Bunun artıkalışmaya başladığımı, yoksa yalnızca gövdesinin artık kendisini kötü şeylerden, pisliklerden arındırmayaçalışmaktan vazgeçtiği demek mi olduğunu bilmiyordu.Trisha kalkıp oturdu, ağzından damlayan sularısildi ve dere boyunca kuzeybatıya doğru baktı, ileridekiarazi düzelir gibiydi ve bir sürü çalılığın bütün geçitleri tıkadığıdalların sıkışık dolaşık olduğu yaşlıormanbir kez daha değişiyor, çamlar daha küçük daha genç ağaçlara bırakıyordu yerlerini. Bu yönde daha nekadar devam edebileceğini bilmiyordu. Ve eğer derenin içinde yürümeye çalışırsa, akıntıonu deviripbatırırdı. Ne helikopter vardıne köpekler, istese bu sesleri duyabileceği fikri geldi, Tom Gordon'u gördüğügibi, onun için böyle düşünmemek daha iyiydi. Eğer aniden sesler duyarsa, gerçek olabilirdi bunlar.Trisha hiçbir sesin kendisini şaşırtacağınıdüşünmüyordu."Ormanda öleceğim." Bir soru değildi bu kez.Yüzü bir keder ifadesiyle buruştu, ama gözyaşlarıyoktu. Ellerini kaldırdıve baktıonlara. Titriyorlardı.Sonunda ayağa kalktıve yeniden yürümeye başladı. Düşmemek için ağaç gövdelerine ve dallaratutunarak yokuşaşağıgiderken, savcının ofisinde iki dedektif, annesini ve kardeşini sorguya çekiyordu.O öğleden sonra eyalet polisiyle çalışan bir psikiyatr onlarıipnotize etmeye çalışacak ve Pete'de başarılıolacaktı. Sorularının odak noktasıcumartesi sabahıpark yerine arabayıçekip yürümeyehazırlanmalarıydı. Mavi bir Ford görmüşler miydi? Sarısaçlıve gözlüklü bir adam görmüşler miydi?"Tanrım," dedi Quilla, sonunda o ana kadar tuttuğu gözyaşlarına yenilerek. "Tanrım, bebeğiminkaçırıldığınıdüşünüyorsunuz, değil mi? Biz tartışırken arkamızdan kaçırıldı." Bunun üzerine Peteağlamaya başladı.TR-90, TR-100 ve TR-110, Trisha'yıarama çalışmalarısürüyordu, ama çerçevesi daraltılmıştı, ormandaki

Page 39: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

kadın ve erkeklere dikkatlerini kızın son görüldüğü yerde toplamalarısöylenmişti. Arayıcılar kızınkendisinden çok izlerini arıyorlardı: çantası, pançosu, giysilerinden bir kısmı. Külo-dunu değil ama;savcının ofisinde adamlar ve eyalet polis dedektifleri onu kimsenin bulamayacağından oldukça emindiler.Mazzerole gibi herifler, genellikle kurbanlarının iç çamaşırlarını, cesetler çukurlara atıldıktan veyakanalizasyona tıkıldıktan çok sonra da saklarlardı.Hayatında Francis Raymond Mazzerole'u hiç görmemişolan Trisha McFarland, şimdi yeni, daha sıkıarama alanının otuz mil kuzey batısındaydı. Maine Eyalet Kılavuzlarıve Orman Hizmetleri Av Bekçileribuna inanmayacakladıbelki, ama doğruydu. Kız artık Maine'de değildi; o pazartesi saat üç sularında New Hampshire'a geçmişti.Trisha, dereden çok uzak olmayan bir yerde kayın ağaçlarının yanındaki çalılarıgördüğünde vakit epeyilerlemişti. Parlak kırmızıböğürtlenleri gördüğünde gözlerine inanmaya cesaret edemeyerek onlara doğruyürüdü, çok isterse onlarıgörüp duyabileceğini kendine söylememişmiydi?Doğru...ama aynızamanda, eğer şaşırırsa, görüp duyduğu şeylerin gerçek olabileceğini de söylemişti.Dört adım daha atmak çalıların gerçek olduğuna inandırdıonu. Çalılar... ve üzerleri küçük elmalar gibilezzetli böğürtlenlerle dolu."Yaşasın böğürtlenler!" diye bağırdıçatlak, boğuk bir sesle ve son kuşkuları, biraz ileride çalıların üstünedüşmüşbir meyveyle ziyafet çeken iki karganın kanatlanmasıve öfkeli gaklamalarıyla yok oldu.Trisha yürümeye niyetliydi, ama koştuğunu fark etti. Çalılara yaklaştığında yanaklarıince renk çizgileriylekızarmışbir şekilde durdu topuklarının üstünde, nefes nefese kalmıştı. Kirli ellerini uzattı, sonra, onlaradokunmaya kalkarsa, parmaklarının içlerinden geçeceklerini düşünerek geri çekti. Çalılar bir filmde olduğugibi (Pete'in pek sevdiği filmlerden biri) parıldayacak ve sonra gerçekte ne olduklarınıgöstereceklerdi."Hayır," dedi ve elini uzattı. Bir an emin değildi, ama sonra... ve sonra...Parmaklarının arasındaki böğürtlenler küçük ve yumuşaktılar, ilk kopardığınıezdi; derisine, kırmızısalgıdamlacıklarıfışkırttıve bir keresinde tıraşolurken yüzünü kesen babasınıizlediği geldi aklına.Üstünde damlacıklar (biraz da böğürtlen kabuğu) olan parmağınıkaldırıp ağzına götürdü ve dudaklarınınarasına koydu. Tadıburuk-tatlıydı, Teaberry çikletini değil, buzdolabında soğuk duran bir şişeden dökülenyaban mersini suyunu hatırlattı. Bu tat ağlattıonu, ama yanaklarından süzülen yaşların farkında değildi.Daha fazla meyve almak için elini uzattı, onlarıyapraklarından yapışkan kanlıgruplar halinde sıyırıyor,ağzına dolduruyor, çiğnemeden yutuyor ve yenileri için uzanıyordu.Gövdesi kendini meyvelere açtı; o tatlıtadın keyfini çıkardı. Keyfin oluşumunu hissetti-bununla kendindengeçti, Pepsi'nin deyişiyle. Düşünen benliği çok uzaklarda gibiydi, olan biteni izliyordu. Ellerini çevresinedolayıp hepsini birden kopararak harmanladı. Parmaklarıkızardı; avuçlarıda ve çok kısa sürede, ağzıda.Çalıların daha derinlerine daldıkça, berbat bir yaralanma furyasına dalmışve en yakın acilde çabuk dikişatılmasıgereken bir kızıandırmaya başlamıştı.Meyvelerle birlikte bazıyapraklarıda yedi ve annesi haklıydıonlar hakkında, bir ağaçkakan olmasan bileonlar güzeldi. Keskin bir tattı. Birbirine karışan bu iki tat ona Büyükanne McFarland'ın kızarmıştavuklabirlikte ikram ettiği jöleyi hatırlattı. Böyle yiyerek yoluna devam edebilirdi, ama mevye alanıbirden sonaerdi. Trisha son çalıdemetinden çıktıve karşısında oldukça büyük bir karacanın ürkmüşyüzünü ve koyukahverengi gözlerini gördü, iki avuç meyveyi yere düşürdü ve manyakça ruj sürülmüşgibi görünendudaklarının arasından bir çığlık attı.Bir karaca, Trisha böğürtlenlerini çatırtıyla çiğneyip geçerken rahatsız olmamış; Trisha'nın çığlığıylarahatsızolmuşgibiydi sanki. Trisha daha sonra bu karacanın gelecek av mevsimini atlatabilmesi için şanslıolmasıgerektiğini düşündü. Karaca yalnızca kulaklarınıoynattıve gölgeli yeşil -altın renkli ışınların kesiştiği biraçıklığa sıçrayarak iki adım attı- bunlar daha çok zıplama gibiydi.Arkasında, ürkerek onu izleyen, ince bacaklıiki yavru daha vardı. Karaca omzunun üstünden Trisha'ya birdaha baktı, sonra o sıçrayan adımlarla yavrularının yanına gitti. Kunduzlarıgördüğünde olduğu gibi şaşkınve keyifli bakışlarla onu izlerken Trisha, karacanın ayaklarında o Flubber' dan(Bir filmde icat edilenzıplatan bir madde) bir kat sürülmüşyaratık gibi hareket ettiğini düşündü.Üç karaca kayın ağaçlarının açıklığında sanki aile fotoğrafıiçin poz verir gibi durdular. Sonra karacayavrulardan birini iteledi (belki de böğrünü ısırdı) ve üçü birden yola koyuldular. Trisha onlarınkuyruklarının yokuşaşağısalınışınıgördü ve sonra açıklık ona kaldı."Güle güle!" diye bağırdı. "Teşekkürler geldiğiniz için."Karacaların burada ne yaptığınıanlayarak durdu. Ormanın tabanıkayın fıstığıkabuklarıyla kaplıydı. Bufıstıklarıannesinden değil de okulda fen dersinden öğrenmişti. On beşdakika önce açlıktan ölüyordu;şimdi ise Şükran Günü yemeğinin ortasındaydı... vejeteryan versiyonu, evet, n'olacak yani?

Page 40: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

Trisha diz çöktü, fıstıklardan birini aldıve tırnaklarınıkabuğun çizgisine soktu. Fazla bir şey beklemiyordu,ama sam fıstığıkadar kolay açıldı. Kabuk bir parmağın bir boğumu kadardı, içi ise bir ayçiçeğiçekirdeğinden biraz dahabüyüktü. Tadına baktıbiraz, güzeldi. Böğürtlenler kadar iyiydi, ama vücudu bunu değişik biçimde istiyordu.Böğürtlenler açlığınıbüyük ölçüde kesmişti; kaç tanesini tıkındığıhakkında hiçbir fikri yoktu (yapraklar dacabası; dişleri herhalde Pepsi'nin sokağında oturan o acayip çocuk Arthur Rhodes'unkiler gibi yeşildiler).Ayrıca midesi de büzülmüştü herhalde. Şimdi yapmasıgereken..."Depolamak," diye mırıldandı. "Evet, canım, bolcadepola."Enerjisine yeniden nasıl kavuştuğunu anlayarak çantasınısırtından indirdi -şaşırmanın ötesindeydi bu,gerçekte biraz ürkütücüydü- ve kapağınıaçtı. Kirli ellerle fıstıklarıtoplayarak açıklık boyunca emekledi.Saçlarıgözlerinin önüne sarkmıştı, kirli gömleği sallanıyordu ve arada bir, bin yıl önce giydiğinde üstüneoturan, ama artık yukarda durmak istemeyen pantolonunu çekiştiriyordu. Fıstıklarıtoplarken otomobil camışarkısınımırıldanıyordu—1-800-54-GIANT. Çantanın dibine koyacak kadar fıstığıolduğunda, yavaşçaböğürtlenlerin olduğu yola döndü, topladığı(ağzına doldurmadığı) böğürtlenleri çantasındaki fıstıklarınüzerine atıyordu.Daha önce durduğu yere gelip, uzanıp gördüğü şeye dokunmak için cesaretini toplamaya çalışırkenneredeyse normal gibiydi. Bütünüyle değil, ama oldukça iyi. Aklına gelen sözcük sağlam sözcüğüydü ve okadar hoşuna gitti ki yüksek sesle söyledi, bir kez değil iki kez.Çantasınıyanında sürükleyerek nehre gitti ve bir ağacın altına oturdu. Suyun içinde, akıntının yönündemutlu bir haberci gibi hızla giden üstü benekli bir balık gördü; bir yavru alabalıktıbelki de.Trisha, yüzünü güneşe çevirip gözlerini kapatarak olduğu yerde oturdu. Sonra çantasınıkucağına çekti vemeyveleri ve fıstıklarıbirbirine karıştırarak elini çantasının içine soktu. Bu hareketi ona para kasasındaoynayan Cimri Amca McDuck'ıhatırlattıve keyifle güldü. Görüntü saçma ve aynızamanda kusursuzdu.Bir düzine kadar fıstığın kabuğunu soydu, onlarıaynısayıda meyveyle karıştırdı(bu kez saplarınıayırmakiçin kırmızıboyalıparmaklarınıbir hanımefendi gibi kullanmıştı) ve üç defada ağzına attı; yemek üstütatlısı. Tadıcennet meyvesi gibiydi -annesinin her zaman yediği o kahvaltıgevrekleri gibi- ve son avuçdolusunu bitirdiğinde yalnız doyduğunu değil, tıkabasa doyduğunu da fark etti. Bu duygunun ne kadarsüreceğini bilmiyordu -belki de fıstık ve meyveler Çin yemeği gibiydiler, sizi şişirirler ama bir saat sonrayeniden açsınızdır- ama şu an orta kısmıfazla doldurulmuşbir Noel çorabıgibiydi. Tok olmak harikaydı.Dokuz yıl bunu bilmeden yaşamıştıve hiç unutmayacağınıümit etti; tok olmak harikaydı.Trisha yeniden ağaca yaslandıve çantasının içine mutluluk ve minnettarlıkla baktı. Eğer bu kadar tokolmasaydı(sıçrayamayacak kadar tok, diye düşündü), meyvelerin ve fıstıkların o karışık nefis kokusunuburnuna çekmek için başınıyem torbasına sokan bir at gibi çantasının içine sokardı."Hayatımıkurtardınız, çocuklar," dedi. "Kahrolasıhayatımıkurtardınız."Hızla akan nehrin uzak kıyısında çam iğnelerinden halıyla kaplanmışbir açıklık vardı. Güneşbu açıldığınüstüne dans eden çiçek tozlarıyla dolu parlak sarıışık demetlerihalinde düşüyordu usulca. Bu ışıkta kelebekler de uçuşup duruyorlardı. Trisha, gurultunun kesildiğikarnının üstünde kavuşturdu ellerini ve kelebekleri izledi. O an annesini, babasını, kardeşini veya en yakınarkadaşınıözlemiyordu. O anda, yürürken her yeri ağrıyor, poposu batıyor ve kaşınıyordu, ama evegitmek bile istemiyordu. O anda huzurluydu, hatta huzurlu olmaktan da öteydi. Hayatının en büyükmutluluğunu yaşıyordu. Eğer buradan kurtulursam, onlara hiç anlatamayacağım, diye düşündü. Nehrin öteyanındaki kelebekleri izlerken göz kapaklarıkapanıyordu. Kelebeklerden ikisi beyazdı, üçüncüsü koyurenkli kadife gibiydi, kahverengi belki de siyahtı.Ne anlatacaktın, tatlım? Sert sokak kızıydı, ama ilk defa soğuk değildi sesi, yalnızca meraklıydı.Gerçekten olanı. Ne kadar basit. Yalnızca yemek... yemek, yalnız yemek ve sonra tok olmak..."Altduyum" dedi Trisha. Kelebekleri izledi, iki beyaz ve bir koyu renkli, her üçü de ikindi güneşinde hızlahareket ediyorlardı.Sağelini soldan ayırdı, döndü ve avucu yukarıgelerek toprağa vurdu. Onu yeniden yerine koymak çokzahmetli geldi Trisha'ya, sadece bu nedenle olduğu yerde bıraktı. Altduyum ne, tatlım? Ne olmuşona?"Şey," dedi Trisha, hafif, uykulu, düşünceli bir sesle. "Hiçbir şey değil gibi değil...değil mi?"Sert sokak kızıcevap vermedi. Trisha mutluydu. Kendisini o kadar uykulu, o kadar tok, o kadar harikahissediyordu ki. Uyumadı, daha sonra uyumuşolmalıydı, ama öyle gibi değildi sanki. Babasının dahaküçük, daha yeni evinin arkasındaki bahçeyi düşündüğünü hatırladı, çimenlerinnasıl kesilmesi gerektiğini ve bahçe cücelerinin nasıl sinsi göründüğünü -sanki kimsenin bilmediği bir şeybiliyorlarmışgibi- ve babasının, vücudundan gelen o bira kokusuyla kendisine nasıl yaşlıve kederli

Page 41: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

göründüğünü düşündü. Hayat çok hüzünlü olabiliyor, gibi geldi ona ve çoğunlukla da öyleydi zaten,insanlar sanki böyle değilmişgibi davranıyorlardıve çocuklarınıkorkutmamak ve vazgeçirmemek içinonlara yalan söylüyorlardı(gördüğü sinema veya televizyon programlarından hiçbiri onu, dengesinikaybetmeye ve kendi pisliğinin içine düşmeye hazırlamamıştı, mesela), ama evet, hüzünlü olabiliyordu.Dünyanın dişleri vardıve cam isteyince ısırabilirdi seni. Bunu biliyordu artık. Daha dokuz yaşındaydı, amabunu biliyordu ve kabul edebileceğini düşündü. Neredeyse on yaşında olacaktıve yaşına göre olgundu.Neden sizlerin yaptığıhatalarıbiz ödemek zorundayız bilemiyorum!Bu Pete'in söylediğini duyduğu son sözdü ve şimdi yanıtıbildiğini düşündü Trisha. Sert bir yanıttı, amagaliba doğruydu; sırf bundan ötürü.Trisha artık birçok bakımdan Pete'den yaşlıolduğunu düşündü.Nehrin aşağıtarafına baktıve bir başka nehrin, oturduğu yerin on metre uzağında kendi nehrine karıştığınıgördü; nehrin kıyısının üzerinden küçük bir çağlayan olarak geliyordu. Bulduğu ikinci dere giderekbüyüyecek, büyüyecekti, bu kendisini insanlara götürecekti. Bu dere...Gözlerini derenin öteki yanındaki açıklığa kaydırdıve orada üç kişi ona bakarak duruyorlardı. En azındanona baktıklarınıtahmin etti; Trisha yüzlerini göremiyordu.Ayaklarınıda. Eski günlerle ilgili filmlerdeki rahipler gibi uzun cüppeler giymişlerdi. ("Eski günlerdeşövalyeler keldi ve kadınlar popolarınıgösterirlerdi" diye şarkısöylerdi Pepsi Robichaud bazen ipatlarken.) Cüppelerin etekleri, açıklığın iğnelerden halısında birikiyordu. Yüzlerini gizleyen kukuletalarıgeçirmişlerdi başlarına. Trisha derenin üstünden baktıonlara, biraz ürkmüştü ama gerçekten kork-mamıştıo sırada. Cüppelerden ikisi beyazdı. Ortadakinin giydiği siyahtı."Kimsiniz siz?" diye sordu Trisha. Biraz daha dik oturmaya çalıştıama beceremediğini fark etti.Yemeklerle çok doluydu. Ömründe ilk kez yemekle uyuşturulmuşgibi hissediyordu kendini. "Bana yardımedebilir misiniz? Ben kayboldum. Ben kaybolalı..." Hatırlayamıyordu. îki gün müydü yoksa üç mü? Uzunzaman oldu. "Lütfen bana yardım eder misiniz?"Yanıt vermediler, yalnız orada ona bakarak durdular (baktıklarınıfarz etti en azından) ve Trisha işte ozaman korkmaya başladı. Kollarınıgöğüslerinde kavuşturmuşlardıve cüppelerinin uzun yenleri üstlerinedöküldüğü için elleri görünmüyordu."Kimsiniz? Bana kim olduğunuzu söyleyin!"Soldaki ileri doğru çıktıve elini başlığına uzattığında cüppenin kolu açılarak uzun beyaz parmaklarıgözüktü. Başlığıgeri itti ve geriye çekik çeneli, akıllıbir yüz ortaya çıktı. Sanford İlkokulu'nda onlara NewEngland'ın kuzeyinde yetişen bitkileri ve hayvanlarıöğreten fen öğretmeni Bay Bork'a benziyordu...Oğlanların çoğu ve kızların bazıları(mesela Pepsi Robichaud) ona Sersem Bork derdi. Derenin üstündenve altın çerçeveli küçük gözlüklerinin arkasından ona baktı."Ben Tom Gordon'un Tanrısından geliyorum," dedi. "Kurtarışyaptığında işaret ettiği.""Öyle mi?" dedi Trisha kibarca. Bu adama güvendiğinden emin değildi. Eğer Tom Gordon'un Tanrısıolduğunu söylediyse, ona güvenmeyeceğini pekâlâ biliyordu. Birçok şeye inanabilirdi, ama Tanrınındördüncü sınıf fen öğretmenine benzeyeceğine değil. "Bu... çok ilginç.""Sana yardım edemez," dedi Sersem Bork. "Bir sürü şey oluyor bugün. Japonya'da bir deprem oldumesela, kötü bir tane. Kural olarak insanların işlerine karışmaz, yine de, itiraf etmeliyim ki kendisi bir sportaraftarıdır. Ama Red Sox olmasıgerekmez."Geri gitti ve başlığınıtaktı. Bir an sonra sağda duran öteki beyaz cüppeli ileri doğru çıktı. Trisha da bunubekliyordu zaten. Bu işler belirli bir sıra izlerdi, -üç dilek, fasulye sırığından yukarıüç çıkış, üç kız kardeş,kötü cücenin adınıbilmek için üç şans. Tabii ormandaki fıstıklarıyiyen üç karacayıda saymazsan.Rüya mıgörüyorum diye sordu kendine, sol elmacık kemiğinin üstündeki eşek arısıısırığına dokunmakiçin elini uzattı. Oradaydıve biraz inmişolmasına rağmen dokununca acıyordu şişlik.Rüya değildi. Ama ikinci beyaz cüppeli kukuletasınıaçtıve babasına benzeyen bir adam gördü -tam değil,ama birinci beyaz cüppenin Bay Bork'a benzediği kadar benziyordu Larry McFarland'a- öyle olmasıgerektiğini düşündü. Eğer öyleyse, bu şimdiye kadar gördüğü rüyaların hiçbirine benzemiyordu."Sakın bana," dedi Trisha, "Alt-duyumdan geldiğinizi söylemeyin, olur mu?""Aslında, Alt-duyum benim," dedi babasına benzeyen adam özür diler gibi, "Görünmek için senin tanıdığınbirinin biçimine girmek zorundaydım, çünkü ben gerçekte oldukça güçsüzüm. Senin için bir şey yapamam,Trisha, özürdilerim.""Sarhoşmusun sen?" dedi Trisha birden kızarak. "Öylesin, değil mi? Buradan alıyorum kokunu, öff!"Altduyum utanarak güldü hafifçe, birşey söylemedi, geri çekilip başlığınıtaktı.Şimdi siyah cüppeli kişi ileri doğru çıktı. Trisha aniden

Page 42: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

dehşete kapıldı."Hayır," dedi. "Sen değil." Ayağa kalkmaya çalıştı, ama hareket edemedi. "Hayır sen değil, git burdan, benirahat bırak."Ama siyaha bürünmüşkol, sarı-beyaz pençeleri açığa çıkararak havaya kalktı... ağaçlarda izleri olanpençeler, geyiğin başınıkoparıp sonra da gövdesini parçalayan pençeler."Hayır," diye fısıldadı, Trisha. "Hayır, lütfen. Görmekistemiyorum."Kara cüppe aldırmadı. Kukuletasınıgeriye itti. Orada bir yüz yoktu, yalnız eşek arılarından oluşan şekilsizbir başvardı, itişip vızıldayarak birbirlerinin üzerinden geçiyorlardı. Onlar hareket ettikçe Trisha bir insanyüzündeki rahatsız edici çizgileri gördü; boşbir göz, gülümseyen bir ağız. Sineklerin geyiğin başındavızıldadıklarıgibi vızıldıyordu; sanki kara cüppeli yaratığın başında beyin yerine bir motorvarmışgibi vızıldıyordu."Ben ormandaki şey'den geliyorum," dedi kara cüppe vızıldayan, insan dışıbir sesle. Trisha'ya sankiradyoda size sigara içmemenizi söyleyen ses gibi geldi, bir kanser ameli-yatında ses tellerini kaybeden ve bir alede konuşmak zorunda kalan adam gibi. "Ben KayıplarınTanrısı'ndan geliyorum. Seni izliyordu o. Seni bekliyordu. Senin mucizen o ve sen de onun mucizesisin.""Git buradan!" diye bağırmaya çalıştıTrisha, ama aslında boğuk ve inleyen bir fısıltıçıktı."Dünya senaryoların en kötüsü ve korkarım bütün hissettiklerin gerçek," dedi vızıldayan eşek arısısesi.Pençeleri böceklerden oluşan derisini yırtıp altındaki parlak kemiği göstererek başının kenarınıtırmaladı."Dünya acıdan oluşan bir kabukla örtülü, kendi kendine öğrenmişolduğun bir gerçek bu. Bu kabuğunaltında kemik ve paylaştığımız Tanrı'dan başka bir şey yok. Buna inanmak gerek, aynıfikirde misin?"Dehşet içinde, ağlayarak başınıçevirdi Trisha ve yeniden dereye doğru çevirdi gözlerini, iğrenç eşek arısırahibe bakmadığızaman biraz kımıldayabildiğim fark etmişti. Ellerini yanaklarına götürdü, gözyaşlarınısildi, sonra yeniden baktı. "Sana inanmıyorum! inanmıyorum-"Eşek arısırahibi gitmişti. Hepsi gitmişlerdi. Yalnız derenin üstünde dans eden kelebekler vardı, üç taneninyerine sekiz veya dokuz taneydiler, yalnız siyah ve beyaz değil rengârenktiler. Ve ışık da değişikti;altın-turuncu bir ton almaya başlamıştı. En az iki, belki de üç saat geçmişti. Demek uyumuştu. "Hepsi birrüyaydı." Masallarda dedikleri gibi... ama ne kadar zorlarsa zorlasın uyuduğunu hatırlayamıyor-du, bilinçzincirinde bir kopma yok gibiydi. Ve bir rüya gibideğildi sanki.Aynıanda hem korkutan hem de rahatlatan bir fikir geldi Trisha'nın aklına o anda; belki de fıstık vemeyveleronu besledikleri gibi uyuşturmuşlardıda. insana uyuşturucu etkisi yapan mantarlar olduğunu biliyordu,çocuklar bazen kafayıbulmak için parçalar koparıp yiyorlardıve eğer mantarlar bunu yapabiliyorlarsa,böğürtlenler neden yap-masındı?"Veya yapraklar," dedi. "Belki de yapraklardı, iddiaya girerim onlardı." Tamam, artık onlardan yemeyecek,enerji verici olsun olmasın.Trisha ayağa kalktı, midesine bir kramp girince yüzünü buruşturdu ve eğildi. Gaz çıkardıve rahatladı.Sonra dereye gitti, suyun dışına çıkan birkaç kayayıgözüne kestirdi ve karşıya geçmek için kullandıonları.Sanki başka bir kız "gibi hissediyordu kendini bazen, canlıve enerji dolu, ama eşek arısırahibinidüşünmek ürkütüyordu onu ve bu huzursuzluğunun güneşbattıktan sonra artacağınıbiliyordu. Eğerdikkatli olmazsa, çok fena korkabilirdi. Ama eğer bunun, yalnızca böğürtlen yapraklarıyediğinden veyaalışık olmadığıbir suyu içmekten oluşan bir rüya olduğunu kendine ispat edebilirse....Aslında o küçük açıklıkta olmak ürkütüyordu onu, aptal kızın aşığının evine gidip, "kimse var mı" diyesorduğu, insanların bıçaklandığıbir filmde olduğu gibi. Yeniden derenin karşısına baktı, anında ormanınbu tarafında bir şey kendisine bakıyormuşgibi geldi ve Trisha o kadar hızla yön değiştirdi ki neredeyseyuvarlanıyordu. Hiçbir şey yoktu orada. Görebildiği kadarıyla hiçbir yerde bir şey yoktu."Seni korkak," dedi yavaşsesle, ama o izlendiği duygusu geri gelmişti ve adam akıllı, güçlüydü, Eşek ArısıRahibi. Kaybolanların Tanrısıöyle demişti. Seni izliyor, seni bekliyordu.Eşek arısırahibi başka şeyler de söylemişti, ama o bunu hatırlıyordu.Seni izliyor, seni bekliyor.Trisha cüppeli üç kişiyi gördüğünden oldukça emin olduğu yere gidip onlardan bir iz aradı, herhangi bir iz.Hiçbir şey yoktu. Daha yakından bakabilmek için bir dizinin üstüne çöktü ama yine de bir şey bulamadı,korkmuşbeyninin ayak izi diye yorumlayabileceği, çam iğnelerinin ezilmişbir parçasıbile yoktu. Yenidenayağa kalktı, dereyi geçmek için dönerken ormandaki bir şey gözüne çarptı.O yöne doğru yürüdü, sonra ince gövdelerinin içindeki genç ağaçların, toprağın üstündeki yer ve ışık için

Page 43: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

savaşarak, açgözlü çalılarla toprağın altındaki kök yeri için savaşarak büyüdüğü, karmakarışık karanlığıniçine doğru bakarak durdu. Kararmakta olan yeşilin içinde huşağaçlarıcılız hayaletler gibi orada buradaduruyordu. Bunlardan birinin kabuğuna yayılmışbir leke vardı.Trisha ürkek bir halde omuzunun üstünden baktı, sonra ormana ve huşağacına doğru yürüdü. Kalbigöğsünde gümbürdüyor ve beyni buna son vermesini haykırıyor, bir aptal, bir salak, boktan biriolmamasınısöylüyordu, ama o devam etti.Huşun altında yatan birbirine dolanmışbir kangal kanlıbağırsak o kadar tazeydi ki daha ancak birkaçsinek toplayabilmişti. Dün böyle bir şeyin görüntüsü onu kusmamak için bütün gücünü toplamaya zorlardı,ama hayat değişik görünüyordu bugün; her şey değişmişti. Midesinde kelebekler yoktu, boğazınınderinliklerinde dolu dolu hıçkırıklar yoktu, arkasınıdönmek veya en azından gözlerini kaçırmak içgüdüsüyoktu. Bunların yerine çok daha fena olan birsoğukluk hissediyordu. Boğulma gibiydi bu, ama içerden dışarıdoğru.Bağırsakların bir yanında kahverengi kürkten bir parça vardıve onun yanında da beyaz lekelergörebiliyordu. Bu bir yavru karacadan kalanlardı, kayın fıstıklarınıbulduğu yerde rastladığıiki tane yavrukaracadan biri olduğundan çok emindi.Ormanın gece olmak üzere olan kısmında, daha içerlerine doğru, üstünde o derin pençe izlerinden olanbir kızılağaç gördü. Yüksekteydiler, ancak çok uzun boylu bir adamın ulaşabileceği bir yerde. Trisha buişaretleri bir adamın yaptığına inamıyordu ya.Seni izlemekteydi. Ve şu anda yine izliyordu. Gözlerin, böcekler ve tatarcıkların gezindiği gibi tenindegezindiğini hissedebiliyordu. O üç rahibi rüyasında görmüşveya halü-sinasyon görmüşolabilirdi, amakaraca bağırsaklarıveya kızılağacın üstündeki pençe izleri bir halüsinasyon değildi. O gözler dehalüsinasyon değildi.Trisha nefes nefese, gözleri yuvalarında bir o yana bir bu yana dolaşıp, ormandaki şey'i, KaybolanlarınTanrısı'nıgörmeyi bekleyerek derenin sesine doğru geri gitti. Çalılardan kurtuldu ve küçük dallaratutunarak dereye kadar geri gitti. Oraya varınca döndü ve kayalara basarak üstünden geçti, şu anda bileşey'in sivri dişler, pençeler ve acıtan darbelerle arkasında ormandan fırlayacağına kısmen inanıyordu,ikinci taşın üstünde ayağıkaydı, neredeyse suya düşüyordu, dengesini korumayıbaşardıve zorlukla karşıkıyıya tırmandı. Döndü ve geriye baktı. Hiçbir şey yoktu orada. Hatta, birkaçının gündüzden beri hâlâ dansetmesine rağmen kelebeklerin çoğu da gitmişti.Burası, böğürtlen çalılarının ve kayın fıstıklarıaçıklığının yanında, geceyi geçirmek için herhalde iyi biryerdi, ama rahipleri gördüğü yerde kalamazdı. Onlar herhalde rüyadaki hayallerdi, ama siyah cüppelisi çokkorkunçtu. Ayrıca karaca yavrusu da vardı. Sinekler tüm güçleriyle bir gelsinler, vızıltılarınıduyardı.Trisha çantasınıaçtı, bir avuç meyve aldı, sonra durak-sadı. "Teşekkür ederim," dedi onlara. "Şimdiyekadar yediğim en güzel yiyeceksiniz, biliyorsunuz."Birkaç tane kayın fıstığınısoyup yiyerek derenin yanından yürümeye başladıyeniden. Biraz sonra şarkısöylemeye başladı, önce çekinerek sonra gün solmaya başlarken şaşırtıcıbir heyecanla. "Kollarınısarbana... çünkü yanında olmalıyım... sonsuza kadar beraber... kendimi yeni gibi hissediyorum yanında...."Evet, canım.Yedinci Devrenin BaşıALACAKARANLIK gerçek karanlığa dönüşürken, Trisha mavi gölgeli küçük bir vadiye bakan, kayalıklıaçıkbir yere geldi. Işık görmeyi ümit ederek gözden geçirdi burasını, ama ışık falan yoktu. Bir dalgıç kuşu öttübir yerlerde ve bir karga yanıt verdi öfkeli sesiyle. Hepsi bu.Çevreye bakındıve birkaç alçak kaya gördü. Aralarında birikmişçam iğneleri tümsekler oluşturuyordu.Trisha çantasınıkayalardan birinin üstüne koydu, en yakın çam ağacının yanına gitti ve bir yatak yapmakiçin dal kopardı. Kusursuz Uyku Yatağıdeğildi tabii, ama yeterli olacağınıdüşündü. Yaklaşmakta olangece, artık alışılmışyalnızlık ve yuva hasretinin hüzünlü duygularınıgeri getirmişti, ama dehşetin büyük birkısmıgeçmişti, îzleniyormuşduygusu yok olmuştu. Eğer ormanda gerçekten bir şey vardıysa, gitmişveonu yalnız bırakmıştıyeniden.Trisha dereye gitti tekrar, çömeldi ve derenin suyundan içti. Bütün gün arada sırada küçük kramplargirmişti midesine, ama vücudunun her şeye rağmen suya alıştığınıdüşündü. "Meyveler ve fıstıklarla daproblem yok, ayrıca," dedi, sonra gülümsedi. "Birkaç kötü rüyadan başka."Yeniden çantasının ve uydurma yatağının yanına gitti, Walkman'ini aldıve kulaklıklarıtaktı. Terli teniniüşütecek ve kendisini titretecek kadar soğuk bir rüzgâr esti o sırada. Trisha pançosundan kalan harapparçayıçıkardıve kirli mavi plastiği battaniye gibi örttü üstüne. Isıtmaya yaramayacaktıpek, ama (buannesinin bir lafıydı) önemli olan niyetti.Walkman'ini açtı, ayarlarıdeğiştirmemişolmasına rağmen bu gece yalnız zayıf parazitler alabiliyordu.

Page 44: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

WACS'yi kaybetmişti.Trisha FM'de gezindi. 95'te cılız bir klasik müzik ve bir de 99'da kurtuluşiçin bağıran bir încil şarlatanıbuldu. Trisha kurtuluşla çok ilgiliydi, ama radyodaki adamın sözünü ettiğinden değil; şu anda Tanrı'danistediği tek yardım dostça el sallayan insanlarla dolu bir helikopterdi. 104'te Celine Dion'u yakaladı, sesçok temiz ve yüksek geliyordu, durak-sadı, sonra ayar düğmesini çevirmeyi sürdürdü.FM'de beyzbol yoktu, hatta hiçbir şey yoktu. Trisha kısa dalgaya çevirdi ve Boston'daki WEEI olan 850'yedoğru gitti. 'EEI Red Sox'un amiral gemisi istasyonuydu. Güzel bir ses kalitesi filan beklemiyordu, amaümidiydi; geceleri kısa dalgadan birçok radyo bulunabiliyordu ve 'EEI'nin güçlü bir sinyali vardı. Herhaldegider gelirdi, ama buna dayanabilirdi. Bu gece yapacak fazla bir şeyi yoktu, sıcak randevular filan gibi.'EEI'nin sesi iyiydi -cam gibi parlakü hatta- ama Joe ve Troop yoklardı. Onların yerine babasının"talk-show aptalları" dediği tipten bir adam vardı. Bu bir spor talk-show aptalıydı. Boston'da yağmur olabilirmiydi? Oyun iptal edilmiş, sahaya muşambalar serili? Trisha kuşkuyla lacivert kadifenin üstünde şimdi ilkyıldızların parladığı, kendigökyüzü parçasına baktı. Çok geçmeden zilyonlarca olacaktıonlardan; tek bir bulut bile göremiyordu.Tabii Boston'dan yüz elli mil uzaktaydı, belki de daha fazla, ama talk-show aptalı, Framingham'dan Walt'latelefonda konuşuyordu. Walt araba telefonundan konuşuyordu. Talk-show aptalı, onun şu anda neredeolduğunu sorunca FraminghamlıWalt "Danvers'da bir yerde, Mike" dedi, kasabanın adınıbütünMassachussetts halkının yaptığıgibi telaffuz ederek -Danvizz, sanki bir kasaba değil de bozuk mideyidüzeltmek için içtiğin bir şey gibiydi. Ormanda mıkayboldunuz? Doğrudan dereden su içip bunun sonucuolarak bütün içinizi dışınıza mıçıkardınız? Bir kaşık dolusu Danvizz ve hızla iyi hissedeceksiniz kendinizi!FraminghamlıWalt, Tom Gordon'un her kurtarışyaptığında neden gökyüzünü işaret ettiğini öğrenmekistiyordu (biliyorsun Mike, hani şu gösterme işi" diyordu Walt) ve Mike, talk-show aptalıbunun 36numaranın Tanrı'ya teşekkür etme şekli olduğunu açıklıyordu."Onun yerine Joe Kerrigan'ıişaret etmeli," dedi Fra-mingham'li Walt. "Onu oyun kapatıcıya çevirmek JoeKer-rigan'ın fikriydi. Başlatıcıolarak bir işe yaramıyordu, biliyor musun?""Belki de Tanrıverdi bu fikri Joe Kerrigan'a, hiç düşündün mü bunu Walt?" diye sordu talk-show aptalı."Joe Kerrigan Red Sox'un atıcıkoçu olduğunu siz bilmeyenler için söyleyeyim.""Ben biliyorum, sersem," diye mırıldandıTrisha sabırsızlıkla."Biz burada Sox'dan söz ederken, Sox'lular az bulunan bir gecenin keyfini sürüyorlar," dedi talk-showaptalıMike. "Yarın Oakland'la üç oyunluk bir set açıyorlar-evet, BatıKıyısıişte geliyoruz ve bütün heyecanıburada WEEI' de izleyeceksiniz-ama bugün açık randevu günü."Açık randevu, bu her şeyi açıklıyordu. Trisha saçma bir hayal kırıklığıyla çöktüğünü hissetti ve gözlerindeyine gözyaşlarıbirikmeye başladı. Artık çok çabuk ağlıyordu, her şeye ağlar olmuştu. Ama maçıbekliyordu, lanet olsun; onlarıduyamayacağınıanlayıncaya kadar Joe Castiglione ve Jerry Trupiano'nunseslerini duymaya ne kadar gereksinmesi olduğunu bilmiyordu."Birkaç açık haltımız var," dedi talk-show aptalı, "hadi onlarıdolduralım. Orada, Mo Vaughn'ın çocuk gibidavranmayıbırakıp noktalıçizgiyi imzalamasıgerektiğini düşünen var mı? Ne kadar pataya gereksinmesivar bu adamın, zaten? iyi soru değil mi?""Aptalca bir soru, seni budala," dedi Trisha, hırçınlıkla. "Eğer Mo gibi vurabilseydin, sen de çok paraisterdin.""Harika Pedro Martinez'le ilgili konuşmak ister misiniz? Darren Lewis? ŞaşırtıcıSox yedek kulübesi? RedSox'lardan güzel bir sürpriz, inanabilir misiniz? Beni arayın, ne düşündüğünüzü söyleyin. Sakın bir yereayrılmayın, birazdan yine burada olacağız."Neşeli bir ses tanıdık bir melodiyi söylemeye başladı; "Ön camınız patlayınca kimi ararsınız?""1-800-54-GIANT" dedi Trisha, sonra 'EEI'den başka yere geçti. Belki de başka bir maç bulabilirdi.Nefretlik Yankeeler bile olurdu. Ama beyzbol bulmadan önce kendi adınıduyarak afalladı."... soluyor, Cumartesi sabahından beri kayıp olan Patricia McFarland için."Haber spikerinin sesi zayıf, duraklayan ve parazit yüzünden kesik kesikti. Trisha, parmaklarınıkulaklarınagötürüp küçük siyah topuzlarıdaha içeri bastırarak öne eğildi."Connecticut kanun uygulayıcıotoriteleri, Maine polisine yapılan bir telefon ihbarıüzerine bugünMassachusetts, Weymouth'dan Francis Raymond Mazzerole'u tutukladıve McFarland'ın kayboluşuylailgili olarak altısaat sorguladı. Halen Hartford köprü inşaatında çalışan bir inşaat ustasıolan Mazzerole, ikikez çocuklara sarkıntılıktan mahkum olmuş, şu anda cinsel saldırılar ve çocuklara sarkıntılıktan dolayıMaine'de sürgünde bulundurulmaktadır. Ancak Patricia McFarland'ın bulunduğu yerle ilgili bilgisibulunmadığıanlaşılmaktadır. Soruşturmada yetkili ağızlardan biri Maz-zerole'un geçen hafta sonu

Page 45: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

Hartford'da olduğunu iddia ettiğini ve birçok tanığın da bunu doğruladığını..."Ses azalarak kesildi. Trisha radyoyu kapatıp kulaklıklarıkulağından çıkardı. Hâlâ onu arıyorlar mıydı?Herhalde öyleydi, ama bugünü onun yerine o Mazzerole denen adamın çevresinde dolanarak geçirdiklerigibi bir fikri vardı."Bir grup budala işte," dedi kederle ve Walkman'ini yine çantasına koydu. Çam dallarının üstüne uzandı,panço-sunu üstüne örttü, sonra rahat bir pozisyon alıncaya kadar omuzlarınıve kalçasınıoynatarakyerleşti. Yanından bir rüzgâr eserek geçti ve kayaların arasındaki tümsekli çukurlardan birinde olduğu içinmutlu oldu. Bu gece serindi ve herhalde güneşdoğuncaya kadar adamakıllısoğuk olacaktı.Yukarda siyahın içinde, hava tahmininde söylendiği gibi zilyonlarca yıldız vardı. Tam bir ziiyon yıldız. Aydoğunca biraz solarlardı, ama şimdi onun kirli yanaklarınıayazla boyayacak kadar parlaktılar. Trisha oparlak noktalardanbirinin başka canlılarıısıtıp ısıtmadığınımerak etti her zamanki gibi. Orada harika yabancıhayvanlarınbulunduğu vahşi ormanlar var mıydı?Piramitler? Krallar ve devler? Belki de beyzbolun bir şekli?"Ön camınız patlayınca kimi ararsınız?" diye mırıldandıTrisha. "1-800-54-"Sanki yaralıymışgibi, alt dudağının üstünden hızlınefes alarak sustu. Yıldızlardan biri düşerken beyaz birateşgökyüzünü tırmaladı. Çizgi siyahın yarısına kadar gitti ve sonra söndü. Bir yıldız değil tabii, gerçek biryıldız değil, ama bir meteor.Bir daha, sonra bir tane daha. Pançosunun yarılmışpaçavralarıkucağına düştü, gözleri kocaman açılmışbir şekilde kalkıp oturdu, îşte bir dördüncü ve beşinci, bunlar başka yönlere gidiyorlardı. Yalnızca bir tanemeteor değildi, bir meteor yağmuruydu bu.Sanki bir şey bunu anlamasınıbekliyormuşgibi, gökyüzü parlak izlerden oluşan bir fırtınayla aydınlandı.Trisha, başınıkaldırmış, gözleri faltaşıgibi açık, kollarıyassıgöğsünde kavuşmuş, sinirden tırnaklarıkemirilmişelleriyle omuzlarınıkavramışbir şekilde öylece bakakaldı. Böyle bir şey hiç görmemişti, böylebir şeyin olabileceğini asla hayal edemezdi."Tom," diye fısıldadıtitreyen bir sesle. "Tom, şuna bak. Görüyor musun?"Çoğu düz ve inceydiler ve o kadar çabuk geçtiler ki bu kadar çok olmasalar hayal sanılabilirlerdi. Amabirkaçıbeşbelki de sekiz tanesi -gökyüzünü sessiz havai fişekler, kenarlarıturuncu alev almışparlakçizgiler gibi aydınlattılar.Turuncu bir göz yanılmasıolabilirdi, ama Trisha öyle olduğunu düşünmüyordu.Meteor yağmuru azalmaya başladısonunda. Trisha uzandıyine ve yeniden rahat edinceye kadargövdesinin sızlayan bazıuzuvlarınıbiraz daha yerleştirdi... olabileceği kadar rahat en azından. Bunuyaparken anlık ışık parlamalarının atmosfer kalınlaştıkça önce kırmızılaşıp sonra ölüp dünyanın yerçekimikuyusuna düştüklerini izledi. Uykuya dalarken hâlâ izliyordu onlarıTrisha.Rüyalarıaçık seçik ancak parçalar halindeydi; bir tür zihinsel meteor yağmuru. Net olarak tek hatırladığırüya, gecenin yarısında dizleri ta çenesine kadar çekilerek yan yatmış, üşümüşve öksürerek ve titreyerekuyanmasından hemen önce gördüğüydü.Bu rüyada kendisi ve Tom Gordon, şimdi çalılar ve genç ağaçların, özellikle kayınların bulunduğu yaşlıbirotlaktaydılar. Tom kalçasının hizasına gelen kıymıklıbir direğin yanında duruyordu. Üstünde kırmızı, paslıeski bir halka kilit vardı. Tom bunu parmaklarının arasında ileri geri oynatıyordu. Üniformasının üstüneısınırken giydikleri eşofman üstünü giymişti. Gri yol üniforması. Bu gece Oakland'da olacaktı. Tom'a o"işaret etme'yi" sormuştu. Biliyordu aslında tabii, ama yine de sormuştu. Herhalde Framingham'lıWaltbilmek istediği içindi ve Walt gibi hücresel bir Budala ormanda kaybolmuşherhangi bir kıza inanmazdı;Walt bunu doğrudan oyun bitiricinin ağzından duymak isterdi."işaret ediyorum çünkü, dokuzuncu devrenin sonunda gelir hep bu Tanrı," dedi Tom. Direğin üstündekihalkalıkilidi parmaklarının arasında ileri geri salladı. Halkalıanahtarınız kırılınca kimi ararsınız? l-800-54-HALKALI ANAHTAR'ıara tabii. "Özellikle köşelerin biridışında hepsi doluysa." Ormanda bir şey çatırdadıbunun üzerine, belki de alay ediyordu. Trisha karanlıktagözlerini açıp bunun kendi dişleri olduğunu anlayıncaya kadar sürdü bu çatırtı.Yüzünü buruşturarak ayağa kalktı, çünkü vücudunun her parçasıkarşıkoyuyordu. En kötüsü bacaklarıydı,sonra da sırtı. Bir rüzgâr hissetti -bu kez esinti değil hızlı- ve neredeyse yere yıkıyordu Trisha'yı- Ne kadarkilo kaybettiğini merak etti. Böyle bir hafta daha geçirmem bana bir ip bağlayıp uçurtma diyeuçurabilirsiniz, diye düşündü. Buna gülmeye başladıve gülmesi bir öksürük nöbetine dönüştü. Elleridizlerinin yukarısında, başıönüne eğik, öksürerek durdu. Öksürük göğsünün derinlerinden başlıyor veağzından bir seri sert havlamalar gibi çıkıyordu. Harika. Gerçekten harika. Elini alnına götürüp ateşi olupolmadığınıanlamaya çalıştı, ama anlayamadı.

Page 46: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

Bacaklarıiki yana açık bir şekilde yürüyerek -böyle yapınca poposu daha az acıyordu- yeniden çamlaragitti ve bu defa üstüne battaniye yapmak niyetiyle daha fazla dal kopardı. Bir kucak dolusu götürdüyatağına, bir ikinciyi aldı, sonra ağaçlar ve uyumak için seçtiği iğne tabanlıçukurun arasında durdu.Parlayan saat dört buçuk yıldızlarının altında tam bir daire çizerek yavaşça döndü."Beni rahat bırak, olmaz mı?" diye bağırdıve yeniden öksürmeye başladı. Öksürüğü kontrol altına alınca,yeniden ama daha yavaşbir sesle "Vazgeçemez misin?" dedi. "Bana bir mola verip, rahat bırakamazmısın beni?"Hiçbir şey. Ses yoktu ama çamların arasında bir rüzgâr uğultusu vardı... sonra bir homurtu. Kısık veyumuşak birsesti, hatta insan sesine benzemiyordu. Trisha orada kollarınıkokulu, özlü dal yükünün çevresine dolamışolarak durdu. Derisi küçük sert şişlerle doldu. Bu homurtu nereden gelmişti? Derenin yanından mı? Ötekitaraftan mı? Çam sıralarından mı? Bunun çamlardan geldiği gibi korkunç bir fikir, neredeyse kesin birfikirdi bu. Kendisini izleyen şey çamlardaydı. Örtünmek için dallarıkeserken, onun yüzü belki dekendisininkinden sadece bir metre ötedeydi; ağaçlarısıyırıp her iki geyiği de parçalayanlar, dallarıileri gerieğip, önce çatlatıp sonra da kıran pençeler, belki de kendi ellerinin birkaç ötesinde dolaşıyorlardı.Trisha yeniden öksürmeye başladıve bu harekete geçirdi onu. Dallan karmakarışık bir şekilde yere ve okarmaşadan bir düzen yaratmaya çalışmadan aralarına girdi sürünerek. Kalçasındaki ısırıldığıyeredallardan biri batınca biraz yüzünü buruşturup inledi, sonra sessizce yattı. Şimdi onun geldiğinihissediyordu, çamların arasından süzülüp sonunda ona doğru geliyordu. Sert sokak kızının özel şey'i,eşek arısırahibinin Kaybolanların Tanrısı. Ona ne istersen diyebilirdin - karanlık yerlerin tanrısı, alt katlarınimparatoru, her çocuğun en korkunç karabasanı. Her neyse, oyun oynamıyordu artık. Üstünü örten dallarıöylece sıyırıp canlıcanlıyiyecekti Trisha'yı-Öksürüp titriyordu, bütün gerçeklik duygusu kaybolduğundan geçici delilik halindeydi... Trisha, kollarınıbaşının arkasına koydu ve şey'in pençeleriyle parçalanıp, dişlerle dolu ağzına tıkılmayıbekledi. Bu şekildeuykuya daldıve salıgünü sabahın ilk ışıklarıyla uyandığında, her iki kolu da dirsekten aşağıuyuşmuştu,boynunu hiç bükemedi önce; kafasıhafifçe yana eğik bir şekilde yürümek zorunda kaldı.Galiba yaşlıolmanın nasıl bir şey olduğunu büyükanneme sormam gerekmeyecek, dedi çişyapmak içinçömeldiğin-de. Sanırım bunu biliyorum artık.Aralarında uyuduğu dal kümesine doğru yürürken (bir oyuktaki sincap gibi, diye düşündü hoşnutsuzca),iğnelerle kaplıöteki tümseklerden birinin-hatta en yakındakinin -karışmışolduğunu gördü, iğneler çevreyesaçılmışve bir yerde ta ince siyah toprağa kadar kazılmıştı. Öyleyse belki de sabahın erken karanlığındadelirmemişti. Ya da bütünüyle delirmemişti. Çünkü daha sonra, yeniden uykuya daldığında, bir şeygelmişti. Belki de çömelip uyumasınıizlemişti hemen yanında. Trisha, hemen şimdi mi alsın diye düşünüp,en azından bir gün daha olgunlaşmasına karar vermişti sonra. Bir böğürtlen gibi tatlanmasıiçin bırakmıştı.Birkaç saat önce aynıyerde aynışekilde bir daire yaparak döndüğünü unutup, bir dejâ vu yaşadığıhissiylebir daire yaparak döndü. Başladığıyere gelince, asabi bir şekilde öksürerek durdu. Öksürük, taderinlerden gelen bir ağrıyla, göğsünü acıttı. Pek aldırmadı, ağrıhafifti en azından ve bu sabah üşüyordu."Gitti, Tom," dedi. "Her neydiyse, yine gitti. Bir süre için en azından."Evet, dedi Tom, ama geri gelecek. Ve eninde sonunda onunla karşılaşmak zorunda kalacaksın."Bırak bugünün kötülüğü bu kadarla kalsın," dedi Trisha. Bu Büyükanne McFarland'ın sözüydü. Ne demekolduğunu tam bilmiyordu, ama bilir gibiydi ve bu duruma uyuyordu sanki.Tümseğinin yanındaki taşa oturdu ve üç büyük avuç dolusu meyve ve fıstığı, kahvaltıgevreği olduklarınıdüşüne-rek yedi. Meyveler bu sabah çok lezzetli değillerdi -hatta biraz serttiler- ve Trisha öğleye doğru daha da azlezzetli olacaklarınıdüşündü. Yine de, üç avuç dolusunu da yemeye zorladıkendini, sonra dereden suiçmeye gitti. O küçük alabalıklardan bir tane daha gördü ve gördükleri, hamsilerden veya büyüksardalyalardan daha büyük olmamasına rağmen aniden birini yakalamaya karar verdi. Vücudundakitutulma biraz açılmaya başlamıştı, güneşçıktıkça hava ısınıyordu ve biraz daha iyi hissetmeye başlamıştıkendini. Neredeyse umut doluydu. Belki de şanslı. Öksürük bile azalmıştı.Trisha yeniden karmakarışık yatağına gitti, zavallıeski pançosundan kalanlarıçıkardıve toprağınüstündeki kayalardan birinin üzerine serdi. Keskin kenarlarıolan bir taşaradıve derenin uçurumunkenarından aşağıdaki vadiye aktığıyuvarlak ağzında bir tane buldu. Bu yokuşkaybolduğu gün (o günTrisha'ya en az beşyıl önce gibi geliyordu) yuvarlandığıyokuşkadar dikti, ama buradan daha kolayinilebileceğini düşündü. Tutunacak bir sürü ağaç vardı.Trisha uyduruk kesme aracınıyeniden pançosunun yanına götürdü (kayanın üstüne o şekilde yayılıncabüyük bir mavi kâğıt bebeği andırıyordu) ve başlığınıomuz hizasından kesti. Başlıkla gerçekten balık

Page 47: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

yakalayabileceğinden kuşkuluydu, ama denemek eğlenceli olacaktıve kaslarıbiraz daha gevşeyinceyekadar yokuşu tırmanmak istemiyordu. Çalışırkenşarkılar mırıldanıyordu, önce hep kafasında olan Boyz ToDa Maxx'dan bir şarkı, sonra Hanson'lar-dan "MMMm-Bop," sonra "Beni Dansa Götür,"den bir bölüm.Ama en çok, "On camınız patlayınca kimi ararsınız?" diye sürüp gideni söyledi.Gecenin soğuk rüzgârıböceklerin çoğunu uzaklaştır-mıştı, ama gün ısındıkça minik hava göstericilerininalışılmışbulutu Trisha'nın başının çevresinde toplanmaya başladı. Pek farkına varmadıonların, yalnızgözlerine yaklaştıklarında sabırsız bir şekilde eliyle kovalıyordu.Başlığınıkesmeyi bitirince başaşağıçevirdi pançoyu, eleştirel gözlerle inceledi. Kuşkusuz aptalca birşeydi, ama bir bakımda ilginçti."O lanet şey patladığında kimi ararsın?" Trisha melodik bir fısıltıyla söyledi şarkıyıve dereye doğruyürüdü. Suyun içinden çıkan yan yana iki tane kaya seçti üstlerine bastı. Ayrık bacaklarının arasındanhızla geçen akıntıya baktı. Derenin çakılla kaplıyatağıhareketli ama berraktı. Şu anda balık yoktu, amaolsun n'olacak? Eğer balıkçıkız olmak istiyorsan sabırlıolman gerek. "Kollarınısar boynuma... çünküyemeliyim seni" diye şarkısöyledi Trisha, sonra güldü. Çok aptalcaydı! Başlığı, omuzlarının yırtıkkumaşından ba-şaşağıtutarak eğildi ve uyduruk tuzağınıdereye bıraktı.Akıntıbaşlığıbacaklarının arasından geriye çekti, ama açık kaldı, onun için zararıyoktu. Problemduruşundaydı, sırtıeğik, poposu havada, başıbelinin hizasında. Bu durumda çok duramayacaktıve eğerkayaların üstünde çömelme-ye kalkarsa, ağrıyan titrek bacaklarıbüyük olasılıkla kendisine ihanet edecekve onu dereye yuvarlayacaktı. Bütün gövdesiyle suya dalmasıda öksürüğüne pek iyi gelmezdi.Trisha, şakaklarızonklamaya başlayınca dizlerini büküp vücudunun üst kısmınıbiraz dikleştirdi. Buduruşla derenin üst kısmınıgörebiliyordu artık ve kendisine doğru gelen üç cıva parıltısıgördü -bunlarbalıktılar, hiç kuşkusu yoktu. Eğer tepki vermeye vakti olsaydı, Trisha mutlakabaşlığıçekecek ve hiçbirini yakalayamayacaktı. Ancak tek bir düşünce için vakti vardı(su altında kayanyıldızlar gibi.)... Ve sonra gümüşparıltılar onun üstünde durduğu kayaların arasında dolaşmaya başladılar. Biribaşlıktan sıyrıldı, ama öteki ikisi tam içine doğru yüzdüler."Yaşasın!" diye bağırdıTrisha.Trisha hem neşe hem de korku ve şok dolu bu çığlıkla yeniden öne eğildi ve başlığın alt kenarınıyakaladı.Bunu yaparken neredeyse dengesini kaybetti ve derenin içine düştü, ama ayakta kalmayıbaşardı.Kenarlarından su taşan başlığıiki eliyle kaldırdı. Derenin kıyısına geri çıkarken sular pantolonunun solpaçasınıkalçasından dizine kadar ıslatarak aktı. Küçük alabalıklardan biri kıvrılarak ve kuyruğunu havadadöndürerek gitti sularla, sonra suya düştü ve yüzerek uzaklaştı."KAHRETSİN!" diye çığlık attıTrisha, ama gülüyordu. Başlığıhâlâ elinde tutarak kıyıya tırmanırkenöksürmeye de başladı.Düz bir yere gelince, başlığın içine baktı, hiçbir şey görmeyeceğinden emindi, öteki balığıda kaybetmiştizaten, ama gidişini görememişti, kızlar pançolarının başlığıyla alabalık yakalayamazlardı, yavru olanlarıbile. Ama alabalık hâlâ oradaydı, bir kırmızıbalık akvaryumunun içindeymişgibi yüzüyordu orada."Tanrım, şimdi ne yapacağım?" diye sordu Trisha. Bu hem acıdolu hem de karmakarışık soruydu.Yanıt veren ruhu değil bedeniydi. Wile E. Kır Kurdu' nün, Roadrunner'e bakıp, onu bir şükran günü yemeğigibi gördüğü birçok çizgi film izlemişti. Gülmüştü, Pete de gülmüştü, hatta annesi bile eğer izliyorsagülerdi. Şimdigülmüyordu Trisha. Meyveler ve ayçiçeği çekirdeği boyutundaki fıstıklar da iyiydi, ama çok iyi değillerdi.Birlikte ye-sen ve kahvaltılık gevrek olduklarınısöylesen bile, çok iyi değillerdi. Mavi başlığın içinde yüzendört alabalığın karşısında vücudunun tepkisi çok farklıydı, tam açlık değil, ama bir çeşit kasılma, merkezikarnının ortasında olan ama gerçekte her yerden gelen bir kramp, sözsüz bir çığlıktı.(ONU BANA VER)Beyniyle ilgisi yoktu bunun. Bir alabalıktıbu, yasal ölçülerin çok altında olan bir tane, ama gözleri negörürse görsün, gövdesi yemek görüyordu. Gerçek yemek.Başlığıhâlâ kayanın üstünde serili olan pançonun (kafasıolmayan bir kâğıt bebekti artık) yanınagötürdüğünde, Trisha'nın tek bir net düşüncesi vardı: Bunu yapacağım, ama asla bundan sözetmeyeceğim. Beni bulur, kurtarırlarsa onlara nasıl kendi bokumun içine düştüğümden başka her şeyianlatacağım... bir de bundan başka.Hiçbir plan ya da düşünce olmadan hareket etti; vücudu beynini bir kenara itti ve idareyi ele aldı. Trishabaşlığın içindekileri çam iğneleri kaplıtoprağa döktü ve küçük balığın havada boğularak zıplamasınıizledi.Hareketsiz kalınca alıp pançosunun üstüne koydu ve pançonun başlığınıkesmek için kullandığıtaşlakarnınıyardı. Kandan daha çok sümüğü andıran bir yüksük dolusu kadar bir sıvıaktıiçinden. Balığın

Page 48: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

içindeki küçük kırmızıbağırsaklarıgördü. Trisha bunlarıbaşparmağının kirli tırnağıyla çıkardı.Bağırsaklarının arkasındaki bir kemiği çıkarmaya çalıştıama ancak yarısınıçıkarabildi. Bütün bunlarıyaparken beyni tek bir kez devreye girmeye çalıştı. Kafasınıyiyemezsin, dedi ona, mantıklısesi, dehşet veiğrenme duygusunu tümüyle gizleyeme-yerek. Yani...gözleri, Trisha. Gözleri! Sonra vücudu beynini bir kenara itti yeniden, bu kez daha sertçe.Senin fikrini soran oldu mu, derdi Pepsi bazen.Trisha derisi yüzülmüşküçük balığıkuyruğundan tuttu, yeniden dereye götürdü ve çam iğneleri vekirlerden arındırmak için suya batırdı. Sonra başınıgeriye attı, ağzınıaçtıve balığın üst yarısınıısırdı.Küçük kemikler dişlerinin arasında çatırdadı; beyni alabalığın gözlerinin kafasından fırlayışınıve dilininüstüne koyu renkli küçük jöle damlalarıhalinde dökülüşünü göstermeye çalıştıona. Hayal meyal baktıvesonra vücudu yeniden, bu kez yalnızca itmek yerine vurarak beynini dışarıattı. Beyin, beyin gerekli olduğuzaman geri gelebilirdi; hayalgücü de hayalgücü gerektiğinde geri gelebilirdi. Şu anda idare vücudununelindeydi ve vücudu yemek dedi, kendi akşam yemeği, kahvaltıolabilirdi, ama akşam yemeği sunulmuştuve bu sabah taze balığımız vardı.Alabalığın üst yarısıboğazından içinde yumrular olan büyük bir yağyudumu gibi gitti. Tadıkorkunçtu amaaynızamanda da harikaydı. Hayat tadındaydı. Yalnız içindeki bir başka kılçığıçıkarmak için durakladı.Trisha, "1-800-54-TAZE BALIĞI ara" diye fısıldayarak alabalığın damlayan alt yarısınısalladı.Balığın kuyruğuyla birlikte geri kalan kısmınıyedi.Hepsi gidince, ağzınısilip hepsini yeniden kusup kusmayacağınımerak ederek dereye bakıp durdu, çiğbirbalık yemişti ve tadıhâlâ boğazınıkaplıyorsa da, inanamıyordu buna. Midesi garip bir şekilde oynadıveTrisha, Tamam geliyor işte, diye düşündü. Sonra geğirdi ve midesi düzeldi yeniden. Elini ağzından çekti veavucunda birkaç balıkpulunun parladığınıgördü. Yüzünü buruşturarak onlarıpantolonuna sildi, sonra çantasının olduğu yereyürüdü yeniden. Pançosunun artıklarınıve kesik başlığı(çok iyi işgörmüştü, en azından küçük ve aptalbalıklarda) depo ettiği yiyeceklerin üstüne tıktı, sonra çantasınıyeniden omuzla-dı. Kendini güçlü, utanmış,gururlu, ateşli ve biraz da deli gibi hissetmekteydi.Bundan söz etmeyeceğim, hepsi bu kadar. Bundan söz etmek zorunda değilim ve etmeyeceğim. Hattaburadan kur-tulsam bile."Ve kurtulmayıda hak ediyorum," dedi Trisha yavaşça. "Çiğbir balık yiyebilen herkes kurtulmayıhakeder."Japonlar her zaman yapıyorlar bunu, dedi sert sokak kızı, Trisha bir kez daha derenin yanında yürümeyebaşladığında."O halde ben de anlatırım onlara" dedi Trisha. "Eğer bir gezi için gidersem oraya, anlatırım onlara."îlk kez sert sokak kızının söyleyecek bir lafıyok gibiydi. Trisha çok mutlu oldu.Yokuştan inip, derenin kayın ağaçlan ve yapraklan dökülen ağaçlardan oluşan bir ormanın içinden hızlageçtiği vadiye doğru yola koyuldu. Bunlar çok sıkışıktılar ama daha az çalıve böğürtlen çalısıalanıvardıve sabahın büyük bir bölümünde Trisha rahat yürüdü, îzleniyormuşduygusu yoktu ve balık yemişolmakgücünü yeniden canlandırmıştı. Tom Gordon'la birlikte yürüdüklerini ve daha çok Trisha ile ilgili uzun ilginçbir konuşma yaptıklarınıhayal etti. Tom onunla ilgili her şeyi bilmek ister gibiydi sanki - okulda en sevdiğidersleri, Bay Hall'un cumalarıev ödevi verdiği için neden kötü olduğunu, Debra Gilhooly'nin bütünkanaldık -larını, Pepsi ve kendisinin geçen Cadılar Bayramı'nda Spice Girls kılığında ev ev dolaşmayıplanladıklarınıve annesinin, Pepsi'nin annesinin istediğini yapabileceğini, ama kendi dokuz yaşında kızının kısa bir etek,yüksek topuklar ve üstünde yarım gömlekle kapıkapıdolaşamayacağınısöylediğini. Tom, Trisha'nınutancına bütünüyle anlayışgösterdi.Babalarının doğum günü için, Pete'le birlikte firmasından özel yapılmışbir yap-boz bilmecesi almayı(yada eğer o çok pahalıysa, bir Yabani Ot Yolucu'ya razıolacaklardı) planladıklarınıanlatıyordu ki anidendurdu. Hareketsiz kaldı. Konuşmayıkesti.Bir eliyle başının çevresindeki böcekleri otomatik olarak kovalıyordu, ağzının kenarlarıaşağısarkmıştı,neredeyse tam bir dakika dereyi inceledi. Çalılar ağaçların altınısarıyordu yeniden; ağaçlar daha bodur,ışık daha parlaktı. Cır cır böcekleri vınlıyor ve ötüyorlardı."Hayır," dedi Trisha. "Hayır, ı-ıh. Olmaz. Yine olamaz."Derenin yeni sessizliği Tom Gordon'la yaptığıharika sohbeti kesmesine neden olmuştu (hayal insanlarınekadar iyi dinleyicilerdi). Dere artık uğuldamıyor ve gürültü etmiyordu. Akıntının hızıyavaşlamıştıçünkü.Dere yatağıyukarıda vadinin dibinde olduğundan daha yosunluydu. Giderek genişlemekteydi."Eğer bir bataklığa daha girersem, kendimi öldürürüm Tom."

Page 49: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

Bir saat sonra Trisha iç içe girmişkavak ve huşların arasından dikkatle yol açtı, kendisini rahatsız edensivrisineği avucunun içiyle ezdi, sonra yorgun ve ne yapacağını, nereye gideceğini bilemeyen biri gibi elialnında orada öylece durdu.Bir noktada dere sığkıyılarından dışarıtaşıyor, genişbir açık alanısuya boğarak kamışve sazlarla dolusığbir bataklık yapıyordu. Güneş, bitkilerin arasından durgun suyun üstünde sıcak ışık dikenleri gibiparıldıyordu. Cır cır böcekleri vınlıyordu; tepede, iki atmaca gergin kanatlarla uçuyorlardı; bir yerde birkarga gaklıyordu. Bataklık, aralarından zorlukla yürüdüğü tümsekler ve ölü ağaç dallarıgibi kötügörünmüyordu, ama çamlarla kaplıalçak bir sırta gelinceye kadar bir (belki de iki) mil kadar uzanıyordu.Ve dere, doğal olarak, yok olmuştu.Trisha toprağın üstüne oturdu, Tom Gordon'a bir şey söylemeye başladıve sonra öleceği apaçıkken(giderek daha da belirginleşiyordu) hayal kurmanın ne kadar aptalca olduğunu fark etti. Ne kadaryürüdüğü veya kaç tane balık yakalayıp yutmayıbaşardığıönemli değildi. Ağlamaya başladı. Gitgide dahafazla hıçkırarak yüzünü ellerinin arasına aldı."Annemi istiyorum!" diye umursamayan güne karşıbağırdı. Atmacalar gitmişti, ama ağaçlısırtın oradakarga hâlâ gülüyordu. "Annemi istiyorum, kardeşimi istiyorum, bebeğimi istiyorum, eve gitmek istiyorum!"Kurbağaların vraklayışıküçükken babasının anlattığıbir öyküyü hatırlattıona - çamura gömülmüşbiraraba ve bütün kurbağalar çok derin, çok derin, diye vraklıyorlar. Ne kadar korkutmuştu onu bu.Daha fazla ağladıve bir noktada gözyaşları-bütün bu gözyaşları, bu lanet olasıgözyaşları- onukızdırmaya başladı. Başınıkaldırıp havaya baktı, böcekler çevresinde dolaşıyor, nefretlik gözyaşlarıhâlâkirli suratından süzülüyorlardı."ANNEMİistiyorum! KARDEŞÎMÎ istiyorum! Buradan çıkıp gitmek istiyorum, DUYUYOR MUSUN BENÎ?"Bacak-larınıhavaya kaldırıp indirdi ve yere o kadar hızla vurdu ki lastik ayakkabılarından biri ayağından fırladı.Eni konu bir sinir krizi geçirmekte olduğunun farkındaydı, beşya da altıyaşından beri ilk kez oluyordu,ama umurunda değildi. Kendini sırt üstü yere attı, yumruklarıyla yere vurdu, sonra yerden avuç avuç otyolup havaya atabilmek için açtıellerini. "BU LANET OLASI YERDEN GÎTMEK iSTiYORUM! Neden benibulmuyorsunuz, sizi köpek boku pislikler? Neden beni bulmuyorsunuz? BEN... EVE... GiTMEK...iSTiYORUM!"Nefes nefese kalmıştı, gökyüzüne bakarak yattıorada. Midesi ağrıyor ve bağırmaktan boğazıacıyordu,ama sanki tehlikeli bir şeyden kurtulmuşgibi kendini biraz daha iyi hissetti. Bir kolunu yüzünün üstünekoydu ve burnunu çekerek uykuya daldı.Uyandığında, güneşbataklığın uzak kenarındaki sırtın üzerindeydi. Yine öğleden sonra olmuştu. Söylebana, Johnny, yarışmacılarımız için neyimiz var? Şey, Bob, bir öğleden sonramız daha var. Pek büyük birödül değil, ama sanırım, bizim gibi bir grup köpek boku pisliklerinin yapabileceğinin en iyisi bu.Kalkıp oturunca başıdöndü Trisha'nın; bir alay kara güve kelebeği kanatlarınıaçtıve yavaşyavaşuçarakönünden geçtiler.Bir an için bayılacağından emindi. Bu duygu yok oldu sonradan, ama yutkunurken boğazıhâlâ acıyordu vebaşıyanıyordu sanki. Güneşin altında uyumamalıydım, dedi kendi kendine, ama bu şekilde hissetmesininnedeni güneşin altında uyumak değildi. Bunun nedeni hastalanmakta olduğuydu.Trisha geçirdiği aptalca sinir krizi sırasında ayağından attığılastik ayakkabıyıgiydi, sonra bir avuç meyveyedi ve şişesinden biraz dere suyu içti. Bataklığın kenarında yetişen bir demet sallabaşgördü ve onlarıdayedi. Solmaktaydılar ve lezzetli olmaktan çok serttiler, ama zorla yuttu onları. Çay saatini böylegeçiştirince, ayağa kalktıve bu kez gözlerini güneşten koruyarak bataklığın karşısına baktı. Biraz sonrabezgin bir halde yavaşça başınısalladı-bir çocuğun değil bir kadının davranışıydıbu, hem de yaşlıbirkadının. Sırtıaçıkça görebiliyordu ve oranın kuru olduğundan emindi, ama boynunda Reeboklarıbağlı, birbaşka bataklığın daha içinden geçmeyi gözü yemiyordu. Bu ötekinden daha sığve dibi o kadar berbatolmasa bile; bütün dünyadaki bahar sonu turfandasısallabaşlar için bile... izleyecek bir dere yoksa, nedenyapsındıki? Daha kolay bir başka yönde yardım - ya da başka bir dere bulmak niyetindeydi.Trisha böyle düşünerek vadi tabanının büyük kısmına yayılmışolan bataklığın doğu tarafında yürüyüp tamkuzeye döndü. Kaybolduğundan beri bir sürü şeyi doğru yap-mıştı-tahmin edebileceğinden çokfazlasını-ama bu kötü bir karardı, ilk başta yoldan ayrıldıktan sonrakinden sonra en kötüsü. Eğer bataklığıgeçip sırta tırmansaydı, kendini New Hampsire, Green Mount'da Devlin Gölü'ne bakıyor bulacaktı. Devlinküçüktü, ama güney kısmında kulübeler ve New Hampshire 52. yoluna giden bir kamp yolu vardı.Günlerden cumartesi veya pazar olsaydıTrisha gölün kenarında hafta sonu geçirenlerin çocuklara sukayağıyaptırdıklarıdeniz motorlarının sesini duyabilirdi; dört temmuzdan sonra orada haftanın her günüdeniz motorlarıolurdu, hatta birbirlerinin yolundan çekilmeye çalışacak

Page 50: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

kadar çok olurdu. Ama şimdi haziran başlarının hafta orta-sıydı, küçük yirmi beygirlik pata patamotorlarıyla birkaç balıkçıdan başka kimse yoktu ve Trisha bundan dolayıkuşlar, kurbağalar veböceklerden başka bir şey duymadı. Gölü bulacağına, Kanada sınırına doğru döndü ve ormanınderinliklerine doğru yürümeye başladı. Dört yüz mil kadar ileride Montreal vardı.Yedinci Devrenin Uzatma DakikalarıMc FARLAND'lar, boşanma gerçekleşmeden önce, Trisha ve Pete'in şubat tatilinde bir haftalığınaFlorida'ya gitmişlerdi. Kötü bir tatil olmuştu, ebeveynleri kiraladıklarısahil evinde kavga ederlerken (adamçok fazla içiyor, kadın fazla harcıyor, bana şunu yapacağına söz vermiştin, neden sen hiç, vıdıvıdıvıdıvıdı) çocuklar üzgün bir şekilde sahilde deniz kabuklarıtoplamışlardı. Geriye döndüklerinde Trisha, nasılolduysa kardeşi kapmadan cam kenarınıkapmıştı. Uçak, üstünde yer yer buz olan bir kaldırımda dikkatleyürüyen şişman bir kadın gibi, bulutların üstünden Logan Havaalanı'na inmişti. Trisha başıcama dayalı,inişi hayranlıkla izlemişti. Kusursuz beyaz bir dünyadaydılar... arada bir yer, bazen de altlarındaki BostonLimanıgörünüyordu... biraz daha beyazlık... sonra yeniden toprak veya suyun ani görüntüsü.Kuzeye dönme kararınıizleyen dört gün bu inişgibi olmuştu; çoğunlukla bir bulut kümesi. Sahip olduğuanıların bazılarına inanmıyordu; salıakşamından başlayarak gerçek ve hayal arasındaki sınır kaybolmayabaşlamıştı. Ormanda geçen tam bir haftadan sonra, cumartesi sabahı,bütünüyle yok olmuştu. Cumartesi sabahı(Trisha onun cumartesi olduğunu fark ettiğinden değil; o sıradaartık günlerin izini kaybetmişti) Tom Gordon sürekli arkadaşıdurumuna gelmişti, hayal etmiyor, gerçekolarak kabul ediyordu. Pepsi Robichaud bir süre yürüdü onunla; ikisi en sevdikleri Bozy ve Spice Girlsdüetleri söylediler ve sonra Pepsi bir ağacın arkasına yürüdü ama öteki taraftan çıkmadı. Trisha ağacınarkasına baktı, Pepsi'nin orada olmadığım gördü ve birkaç dakika kaşlarınıçatarak düşündükten sonra,onun hiç orada olmadığınıanladı. O zaman yere oturup ağladıTrisha.Geniş, kayalarla kaplıbir açıklığıgeçerken büyük siyah bir helikopter-kötü hükümet ajanlarınınX-Dosyala-n'nda kullandıklarıhelikopterlerden-geldi ve Trisha'nın başının üstünde dolaştı. Motorlarınınhafif uğultusunun dışında sessizdi. Ona el salladıve yardım için bağırdı, ama içerdeki adamların görmüşolmalarıgerekmesine rağmen kara helikopter uçup gitti ve bir daha geri gelmedi. Işığın bir katedralinyüksek pencerelerinden süzülen güneşışıklarıgibi eski tozlu ışınlar halinde aralarından geçtiği eski birçam ormanına geldi. Bu perşembe günü olmuşolabilirdi. Ağaçlardan binlerce geyiğin parçalanmışcesedisarkıyordu, üstünde sineklerin dolaştığıve kurtçuklarla şişmiş, öldürülmüşbir geyik ordusu. Trishagözlerini kapattıve açtığında çürü-mekte olan geyikler kaybolmuştu. Bir dere buldu ve bir süre izledi onuve sonra ya o kendisini bıraktıya da kendi uzaklaştıondan. Ancak bundan önce, içine baktıve dibindekendisine bakan ve sessizce konuşan, boğulmuşama hâlâ canlı, kocaman bir yüz gördü. Boşve eğri bireli andıran çok büyük gri bir ağacın yanından geçti; içinden ölü bir sesadınıçağırdı. Bir gece göğsüne baskıyapan bir şeyle uyandıve ormandaki şeyin sonunda geldiğini sandı,ama sonra ona elini uzatınca orada hiçbir şey bulamadıve yeniden nefes almaya başladı. Birkaç kezinsanların kendisine seslendiklerini duydu, ama o da geri seslenince hiç yanıt gelmedi.Bu hayal bulutlarının arasında zaman zaman gerçek parlamalarıda oluyordu. Tepenin bir yanına yayılmışkocaman bir meyve alanınıkeşfedişini, tepenin bir yanına yayılmışkocaman bir alan ve "Ön camınızpatlayınca kimi ararsınız?" şarkısınısöyleyerek çantasınıdoldurduğunu hatırlıyordu. Su şişesini ve Surgeşişesini dereden doldurduğunu hatırlıyordu. Ayağının bir köke takılıp gördüğü en güzel çiçeklerin -mumlubeyaz ve kokulu, çanlar gibi zarif- yetiştiği bir eğime düşüşünü hatırlıyordu. Kafasıolmayan bir tilkiyerastladığınıhatırlıyordu net bir şekilde; bu ceset, ağaçlardan sarkan ölü geyiklerin tersine, gözlerini kapatıpyirmiye kadar saydığında kaybolmadı. Bir dalda ayaklarından başaşağısarkan ve kendisine gaklayan birkarga gördüğünden çok emindi ve bu olanaksız olmasına rağmen anıötekilerin çoğunda (kara helikopterinanısında) olmayan bir niteliğe sahipti: Serdik ve anlaşılırlık. Sonra da o uzun, boğulmuşyüzü gördüğüderede başlığıyla balık tuttuğunu hatırlıyordu. Alabalık yoktu ama birkaç iribaşyakaladı. Yemeden önceölü olmalarına dikkat ederek tümüyle yedi bunları. Midesinde yaşayıp kurbağa olmalarıgibi bir fikirdehşete düşürüyordu onu.Hastaydı, bunda haklıydı, ama bünyesi, boğaz ve si-nüslerindeki iltihaplanma ile kayda değer bir gayretlesavaşıyordu. Zaman zaman saatlerce ateşleniyor ve dünyayla ilgisi kesiliyordu. Işık, loşolsa ve ağaçlartarafından siperle-niyorsa da gözlerini rahatsız ediyordu ve hiç susmadan - çoğunlukla Tom Gordon'la, ama aynızamandaannesi, kardeşi, Pepsi ve ta yuvadaki Bayan Garmond'a kadar, şimdiye dek olan bütün öğretmenleriylekonuşuyordu. Geceleri dizleri göğsüne çekilmişyan yatarken, içinde bir şeylerin yırtılacağım sanacakkadar kötü öksürerek ateşler içinde uyanıyordu. Ama sonra, daha fena olacağına, ateşya azalıyor ya da

Page 51: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

kayboluyor ve onunla birlikte gelen başağrılarıda geçiyordu. Kesintisiz uyuyup bütünüyle yenilenmişgibiuyandığıbir gecesi oldu (kendisi bilmemesine rağmen perşembeydi). Eğer gece öksürdüyse de buuyandıracak kadar fazla değildi. Zehirli sarmaşık sol kolunda bir bölgeyi tutmuştu, ama bunun ne olduğunuanladıve çamurla sıvadı. O da yayılmadı.En net anıları, yatık tepede yıldızlar soğuk soğuk parlarken bir sürü dalın altında Red Sox'larıdinlemesiydi. Oakland'da üç maçtan her ikisinde de kurtarışlarıTom yaptı, ikisini kazandılar. Mo Vaughnkendi sahasında iki vuruşyaptıve Troy O'Leary (Trisha'nın alçak gönüllü fikrine göre pek şeker birbeysbol oyuncusuydu) bir tane vurdu.MaçlarıWEEI'den dinledi ve her gece radyonun alışkalitesi azalmasına rağmen pilleri iyi dayandı. Eğerburadan kurtulursa Energizer Bunny'ye(Pil markası) övgü dolu bir mektup yazmasıgerektiğinidüşündüğünü hatırlıyordu.Uykusu geldiği zaman radyoyu kapatarak kendisine düşeni yapıyordu. Tek bir gece , hatta cuma gecesi,titreme, ateşve ishalle kırılırken bile radyoyu açık bırakıp uyumadı. Radyo can simidi, maçlar hayatkurtarıcısıydı. Eğer onlar olmasaydıdirenmekten çoktan vazgeçerdi.Ormana giren kız (neredeyse on yaşında ve yaşına göre iri) kırk dört kiloydu. Yedi gün sonra çamlıbiryokuşu yuvarlanarak çıkıp çaldıbir açıklığa gelen yarıkör kız ancak 37 kilo gelirdi. Yüzü sivrisinekısırıklarıyla şişmişti ve ağzının yanında büyük bir uçuk vardı. Kollarısopa gibiydi. Durmadan bollaşanpantolonunun farkına varmadan belini çekiştiriyordu. Sessizce bir şarkımırıldanıyordu -"Kollarınısarbana... çünkü yanında olmak istiyorum"- ve dünyanın en genç eroin bağımlısınıandırıyordu. Çok beceriklidavranmıştı, hava durumu bakımından şanslıolmuştu (ılımlıdereceler, kaybolduğundan beri hiç yağmuryağmamıştı) ve kendi içinde derin ve beklenmedik güç stoklan keşfetmişti. Artık bu stoklar neredeysebitmişti ve Trisha'nm yorgun beyninin bir yanıbunu biliyordu. Yokuşun başındaki açıklığın içinden ağır ağırgeçmeye çalışan kız neredeyse tükenmişti.Bıraktığıdünyada aramaların dağınık bir kalıntısısürmekteydi, ama yine de onu arayanların çoğu artıköldüğü kanısındaydılar. Anne-babasışaşkın bir şekilde, bir dini ayin mi yapsınlar, yoksa cesedibulununcaya kadar beklesinler mi diye tartışıyorlardı. Ve beklemeye karar verirlerse, ne kadarbekleyeceklerdi? Bazen kaybolanların cesetleri asla bulunmuyordu. Pete çok az konuşuyordu, ama boşgözlerle ve sessiz duruyordu. Moanie Balogna'yıalmışve onu kendi yatağım görebileceği bir köşeyeoturtmuştu. Annesinin bebeğe baktığınıgörünce "Sakın dokunma ona" dedi. "Sakın sürme elini."Işıklar, arabalar ve kaldırımlıyollar dünyasında o ölmüştü. Buradakinde de -yolun dışında var olan,kargaların bazen dallardan başaşağısarktığıdünyada- ölmek üzereydi.Ama o kamyonculuğu sürdürdü. (Bu babasının sözüydü.) Rotasıbazen biraz doğuya veya batıyadoğruydu, ama pek sık değil ve pek çok değil. Tek bir yönde ilerlemekteki yeteneği neredeyse bedeniningöğsünde ve boğazındaki iltihaplanmaya yenilmemekteki ısrarıkadar dikkate değerdi. Ama bu, o kadarişine yaramamıştı. Seçtiği yol onu yavaşça ama şaşmaz bir şekilde kasaba ve köylerin sık olduğuyerlerden uzağa ve New Hampsire'in bacalarına doğru götürmekteydi.Ormandaki şey, bu her neyse, yolculuk boyunca eşlik etti ona. Hissettiği ve gördüğünü sandığışeylerinçoğuna al-dırmadıysa da, eşek arısırahibinin, Kaybolanların Tanrı-sı'nın dediği şeyi asla aklındançıkarmadı; pençe izi olan ağaçları(ya da başsız tilkiyi) yalnızca hayal ürünü diye adlandırmadı. O şeyi nezaman hissetse (ya da duysa-kendisiy-le birlikte giderken birkaç kez dalların kırıldığınıve iki kez de insanabenzemeyen homurtusunu duydu), onun varlığının gerçekliğini asla sorgulamadı. O duygu kendisinibıraktığızaman, şeyin gerçekten gitmişolduğunu da sorgulamadı. Kendisi ve o şey birbirlerine bağlıydılarartık; ölünceye kadar da öyle kalacaklardı. Trisha bunun uzun süreceğini sanmıyordu. "Hemen köşebaşında," derdi annesi, ama ormanlarda köşeler yoktu tabii. Böcekler ve bataklıklar ve ani uçurumlar, amaköşeler yoktu. Hayatta kalabilmek için bu kadar savaştıktan sonra ölmesi haksızlıktı, ama bu haksızlık onuçok kızdırmıyordu artık. Kızmak enerji istiyordu. Canlılık istiyordu. Trisha ikisininden de yoksunduneredeyse.Şimdiye kadar içinden geçtiği açıklıklardan farklıolmayan bu açıklığın ortasında, Trisha öksürmeyebaşladı. Göğsünün derinlerini acıtıyor, sanki orada büyük bir kancavarmışgibi oluyordu. Trisha iki büklüm oldu, toprağın üstündeki bir ağaç kütüğüne tutundu ve gözlerindenyaşlar fışkırıp çift görmeye başlayıncaya kadar öksürdü. Öksürük sonunda azalıp durunca, kalbininürkütücü atışıdüzelince-ye kadar eğilmişhalde kaldı. Ayrıca gözlerinin önündeki o kocaman karakelebeklerin kanatlarınıtoparlayıp geldikleri yere gitmelerini de bekledi. Tutunacak bir kütüğü olmasıçokiyiydi, yoksa yuvarlanacağıkesindi.Gözleri kütüğe gitti ve düşünceleri aniden kesildi. Geri gelen ilk düşünce gördüğümü sandığımşeyigörmüyorum. Bu da bir uydurma, bir hayal ürünü, oldu. Gözlerini kapatıp yirmiye kadar saydı. Açtığında

Page 52: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

kara kelebekler yok olmuştu ama gerisi aynıduruyordu. Kütük kütük değildi. Bir direkti. Tepesinde gri vesüngerimsi eski tahtaya vidalanmış, paslıkırmızıbir halka kilit vardı.Trisha demiri tutup gerçekliğini hissetti. Bıraktıve parmaklarındaki pas lekelerine baktı. Yeniden tuttu, ilerigeri salladı. Bir daire yaparak döndüğünde olduğu gibi bir deja vu duygusu sarstıonu, ancak bu kez dahagüçlüydü ve bir şekilde Tom Gordon'la ilişkiliydi. Ne...?"Hayal ettin bunu," dedi Tom. Yirmi metre kadar ötede kollarınıkavuşturmuşve arkasınıbir kayın ağacınadayamış, üstünde gri yol üniformasıyla duruyordu. "Buraya gelmişolduğumuzu rüyanda gördün.""Öyle mi yaptım?""Tabii, hatırlamıyor musun? Takımın izin gecesiydi. Walt'i dinlediğin gece.""Walt...?" Bu ad ancak belirsiz şekilde tanıdıktı, anlamıbütünüyle kaybolmuştu."Framingham'lıWalt. Cep telefonundaki o budala."Hatırlamaya başladı. "Ve sonra yıldızlar kaydı."Başıyla onayladıTom.Elini halka kilitten hiç çekmeden direğin çevresinde yürüdü Trisha. Dikkatle çevresine baktıve gerçektenbir açıklıkta olmadığım gördü. Çok fazla ot vardı- tarla ve otlaklarda gördüklerinden yüksek yeşil otlar. Bubir otlaktıveya bir zamanlar öyleydi, uzun zaman önce. Huşlara ve çalılara bakmayıp da gözlerini gerçekolanıgörmesine fırsat verilirse bunun başka bir şey olmadığıanlaşılırdı. Bu bir otlaktı. Otlaklarıinsanlaryapardı, direkleri insanların toprağa diktiği gibi; üstünde halka kilit olan direkleri.Trisha bir dizinin üstüne çöktü ve elini yukarıdan aşağıhafifçe gezdirdi direkte - kıymıklara dikkat ederek.Ortasında bir çift delik ve madenden yapılmışkıvrık bir demir buldu. Altındaki otlarıaradı, önce bir şeybulamadıve yerdeki ince çalıların daha derinine daldı. Orada, eski saman ve kuru odarın arasında bir şeydaha buldu. Onu çekip çıkarabilmek için iki elini de kullanmak zorunda kaldı. Paslı, eski bir menteşeydi bu.Kaldırıp güneşe doğru tuttu onu. Kalem inceliğinde bir güneşışınıvida deliklerinden birinden geçti ve biryanağına, iğne ucu kadar parlayan bir nokta koydu."Tom," diye nefes aldı. Onun yine gitmişolacağınıdüşünerek kollarınıkavuşturup kayın ağacınadayandığıyere baktı. Ama gitmemişti ve gülümsemese bile, gözlerinin ve ağzının çevresinde birgülümsemenin izini gördü. "Tom, bak!" Menteşeyi havaya kaldırdı."Bir kapıymış," dedi Tom."Bir kapı!" diye tekrarladıkendinden geçmişbir halde. "Bir kapı!" Yani başka bir deyişle, insanlartarafındanyapılmışbir şey. Sihirli ışıklar ve araçlar ve 6-12 Böcek Kovucu dünyasının insanları."Bu senin son şansın, biliyorsun.""Ne?" Huzursuzlukla baktıona."Sonuncu devredesin artık. Hata yapma, Trisha.""Tom sen.."Ama orada kimse yoktu. Tom yok olmuştu. Onun yok olduğunu görmemişti tam olarak, çünkü Tom oradahiç olmamıştıki. O sadece kendisinin hayalindeydi."Kapatışın sırrınedir?" diye sormuştu ona - kesin olarak ne zaman olduğunu hatırlıyamıyordu.Kendinin daha iyi olduğuna kendini inandırmak, demişti Tom, beyni belki de bir spor maçından veyababasıyla birlikte izledikleri bir oyun sonrasıröportajından yarıişitilmişbir yorumu yeniden kullanıyordu.En iyisi bunu hemen yapmaktır.Son şansın. Sonuncu devre. Hata yapma.Ne yaptığımıbile bilmeden nasıl yapabilirim bunu?Buna bir yanıt gelmedi, onun için Trisha, eski Maypole direği tanışma törenindeki Saksonyalıbir kız gibi elihalka kilitte, bir kere daha direğin çevresinde yavaşça ve dikkatle dolaştı. Fazla büyümüşotlağıkuşatanorman, Revere Plajı'nda veya Eski Meyve Bahçesi'ndeki dönme dolaptaki gibi gözlerinin önündedönüyordu. Şimdiye kadar geçtiği millerce ormandan farklıdeğildi bu. Hangi yol doğru yoldu? Bu bir direktiama bir işaret direği değildi."Bir direk, ama işaret direği değil," diye fısıldadı, şimdi biraz daha hızlıyürüyerek. "Nasıl bir şeyöğrenebilirim ondan, işaret direği olmayan bir şeyden, bir direkten? Nasıl benim gibi bir geri zekâlı..."Aklına bir fikir geldi o anda ve yeniden dizlerinin üstüne çöktü, incik kemiğini bir taşa vurdu, kanattı, amafarkına varmadıbile. Belki de o bir işaret direğiydi. Öyleydi belki de.Çünkü o bir kapıdireğiydi.Trisha direkteki menteşe vidalarıdüşmüşdelikleri buldu yeniden. Ayaklan bu deliklere gelecek şekildedurdu, sonra düz bir çizgide emekleyerek uzaklaştıdirekten. Bir diz ileri... sonra öteki..."Of!" diye bağırdıve elini otlardan çekti. İncik kemiğini vurmamıştı, ama acıtmıştı. Avucuna baktıve orada

Page 53: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

yerleşen kirin arasından sızan küçük kan damlalarınıgördü. Trisha kollarının üstünde öne eğildi otlarıkenara iterek, eline neyin battığınıbiliyor, ama yine de görmek istiyordu onu.Bu, öteki kapıdireğinin yerden bir ayak kadar yukardan kırılmışkütüğüydü ve kendisini daha fazlayaralamadığıiçin gerçekten şanslıydı; direkten çıkan kıymıklardan ikisi rahatça on santimetreuzunluğunda varlardıve iğne gibi sivriydiler. Kütüğün biraz ilerisinde, bu taze ve saldırgan haziranyeşilliğinin altındaki beyaz ve eski otların içine gömülmüşdireğin geri kalan kısmıvardı.Son çare. Sonuncu devreler."Evet ve belki de birisi küçük bir çocuktan çok fazla şey istiyor," dedi.Çantasınıomzundan indirdi, açtı, pançodan kalanlarıçıkardıve şeritlerden birini kopardı. Bunu kırık kapıdireğinin çevresine, asabi bir şekilde öksürerek düğümledi. Yüzünden ter damlıyordu. Tatarcıklar geldi budamlacıklarıiçmeye; bazılarıboğuldular; Trisha farkına varmadı.. Çantasınıyeniden omuzlayarak ayağa kalktıve ayakta kalan direkle gömülü olanıbelli eden mavi şeridinarasında durdu."îşte kapıburadaydı," dedi. "Tam burada." Doğru ileri, kuzeybatıya doğru baktı. Sonra arkasınıdöndü vegüneydoğuya baktı. "Birinin buraya neden kapıkoyduğunu bilmiyorum, ama biliyorum ki bir yol veyayürüyüşyolu veya binici yolu yoksa zahmet etmezsin, istiyorum..." Sesi titredi ağlayacak gibi. Durdu,sözcüklerini yuttu ve yeniden başladı. "Ben yolu bulmak istiyorum. Herhangi bir yol. Nerede? Yardım etbana, Tom."36 Numara cevap vermedi. Bir alacakarga azarladıonu ve ormanda bir şey kımıldadı(o şey değil,yalnızca bir hayvan, belki bir geyik - son üç dört gündür bir sürü geyik görmüştü) ama hepsi bu kadardı.Önünde, bütün çevresinde, yakından bakılmazsa eskiliğinden ötürü bir orman açıklığıdaha sanılabilecekbir otlak vardı. Onun ilerisinde yine adınıbilemeyeceği bir sürü ağaçtan oluşan bir orman vardı. Hiç bir yolgörmedi.Biliyorsun, bu son şansın.Trisha döndü, açık alandan kuzeybatıya doğru yürüdü, sonra düz bir çizgi tutturduğundan emin olmak içindönüp geriye baktı. Tutturmuştu ve yine ileriye baktı. Dallar, her yere kandırıcıışık benekleri yayıp, sankibir diskotek havasıyaratarak, hafif bir rüzgârda sallanıyorlardı. Devrilmişyaşlıbir kütük gördü ve sıkağaçların arasından süzülerek ve birbirine girmişdelirtici dalların altlarından eğilerek onun yanına gitti,ümit ediyordu ki... ama o bir kütüktü, yalnızca bir kütük, bir direk değil. Daha ileri baktı, ama bir şeygöremedi. Trisha, nefesi dehşetli, balgamlıbir halde, kalbi çar-parak açıklığa doğru koştu ve kapının olduğu yere geri geldi. Bu kez güneydoğuya döndü ve bir kez dahaormanın kıyısına kadar yürüdü."işte başlıyoruz," derdi Troop her zaman. "Son devreler ve Red Sox'un köşe koşucularına gereksinmesivar."Ormanlar. Ormanlardan başka hiçbir şey yok. Bırak yolu, bir av yolu bile yok-en azından Trisha'nıngörebildiği kadarında.Ağlamamaya çalışarak, ama çok yakında buna engel olamayacağım bilerek biraz daha ileri gitti. Nedenrüzgâr esiyordu sanki? Bütün bu lanet olasıışık damlalarıçevresinde dolaşırken nasıl bir şey görebilsinki? Bu sanki bir plane-teryumda olmak filan gibiydi."Nedir o?" diye sordu Tom arkasından."Ne?" Dönmeye zahmet etmedi. Artık Tom'un ortaya çıkmasıona bir mucize gibi gelmiyordu. "Ben bir şeygörmüyorum.""Azıcık solunda." Parmağıyla sol omuzunun üstünden işaret ederek."O yalnızca eski bir kütük," dedi, ama öyle miydi? Yoksa inanmaya korkuyor muydu onun bir..."Ben öyle olduğuna inanmıyorum" dedi 36 Numara ve tabii bir beyzbol oyuncusu gözü vardıonda. "Bencebu da bir direk, kızım."Trisha zorla ona doğru gitti (ve bu zor bir işti; ağaçlar deli edecek kadar sık, yerler karmakarışık vetehlikeliydi) ve evet, bu da bir direkti. Üzerinde iç kenarından yukarıya doğru keskin küçük uçlarıolan paslıdikenli tel parçalarıvardı. Trisha bir eli direğin çürümüştepesinde durdu ve güneşle damgalanan sahtekârormana baktı.Yağmurlu bir günde odasında oturup annesinin ona aldığıbir eğlence kitabıyla uğraştığınıhatırlıyorduhayal meyal. Bir resim vardıorada, çok kalabalık bir resim ve onun içinde on tane gizli nesne bulmangerekiyordu; bir pipo, bir soytarı, bir elmas yüzük, bunun gibi şeyler. Şimdi kendisinin yolu bulmasıgerekiyordu. Lütfen Tanrım yolu bulmam için yardım et bana, diye düşündü ve gözlerini kapattı. Bu TomGordon'un dua ettiği Tanrı'ydı, babasının Altduyumu değil. Artık Malden'de değildi veya Sanford'da vegerçekten orada olan bir Tanrı'ya gereksiniyordu, kurtarışıyaparsan - eğer yapabilirsen işaret

Page 54: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

edebileceğin bir Tanrı. Lütfen Tanrım, lütfen. Yardım et bana son devrelerde.Gözlerini açtısonuna kadar ve görmeden baktı. Beşsaniye geçti, on beşsaniye, otuz. Ve birden oradaydı.Ne gördüğü hakkında bir fikri yoktu -belki de daha seyrek ağaç ve daha fazla berrak ışık olan bir yer, belkiyalnızca hepsi aynıyöne işaret eden anlamlıgölge şekilleri- ama ne olduğunu biliyordu o; bir yolun sonkalıntıları.Onu çok düşünmediğim sürece kalabilirim üstünde, dedi Trisha kendine, yürümeye başlayarak. Bir direğedaha geldi, bu eğri bir açıda yan yatmıştı; bir kışdaha gelip buz ve donma onu çözecek, bir bahar dahagelecek; yazın otlarıarasına gömülecekti. Sanırım onun hakkında çok düşünür veya çok bakarsamkaybolacak.Trisha zihninde bu düşüncelerle 1905 yılında Elias McCorkle adında bir çiftçinin diktiği diğer direkleriizlemeye başladı; bunlar, onun gençken kendini içkiye kaptırıp bütün hırsınıkaybetmeden önce yaptığıodun taşıma yolunun işaretleriydi. Trisha gözleri ardına kadar açık, hiç duraksamadan yürüdü(duraksamasıdüşüncelerin onasokulup ihanet etmelerine fırsat verirdi). Bazen direklerin olmadığıbir ara oluyordu, ama o yerdeki çalılarınarasında kalıntılarıaramak için durmuyordu; ışığın, gölge şekillerinin ve kendi içgüdüsünün yolgöstermesine izin verdi. Günün geri kalan kısmında, sık ağaç kümelerinin ve böğürden çalısıdemetlerininaralarından geçerek gözlerini yolun soluk izinden ayırmaksızm düzgün bir biçimde yürüdü. Yedi saatkadar gitti ve tam yeniden pançosunun altında, böceklerin çoğunu uzak tutmak için oraya büzülüpuyumayıdüşünürken bir başka açıklığın kenarına geldi. Tam ortasında üç direk, sarhoşgibi bir o yana birbu yana eğilmişlerdi, ikinci bir kapıdan kalanlar, altındaki iki çapraz direğin çevresindeki kalın othalatlarının yardımıyla ayakta kalan direkten sarkıyordu, ilerisinde, üstü otlar ve papatyalarla kaplı, solukbir çift tekerlek izi yeniden ormanın içine doğru yönelerek güneye doğru gidiyordu. Bu eski bir ormanyoluydu.Trisha yavaşça kapıyıgeçti ve yolun başladığı(ya da bittiği; hangi yöne işaret ettiğine bağlıbu diyedüşündü) yere doğru yürüdü. Bir an öylece durdu, sonra dizlerinin üstüne çöktü ve tekerlek izlerindenbirinin yanında emekledi. Bunu yaparken yeniden ağlamaya başladı. Yüksek otların çenesinigıdıklamasına izin verip, eski yolun otlarla kaplıyerini geçerek emekledi, ellerinin ve dizlerinin üstündeöteki izin de üzerinde ilerledi. Kör bir insan gibi gözyaşlarının arasında seslenerek emekledi."Bir yol! Bu bir yol! Bir yol buldum! Teşekkürler Tanrım! Teşekkürler Tanrım!"Sonunda durdu, çantasınıçıkardıve tekerlek izlerinin içine uzandı. Bunu tekerlekler yapmış, dedi vegözyaşlarının arasında güldü. Bir süre sonra döndü ve gökyüzüne baktı.Sekizinci DevreBiRKAÇ dakika sonra Trisha ayağa kalktı. Alacakaranlık çevresini sarıncaya kadar bir saat daha yoldayürüdü. Kaybolduğundan beri ilk kez gök gürültüsünün batıdan gelen sesini duyabiliyordu. Bulabileceği enyakın ağaç topluluğunun altına girmesi gerekiyordu, çok fazla yağarsa ıslanacaktıyine de. Ama bulunduğudurumda Trisha buna aldırmadıbile.ileride yarıkaranlığın içinde bir şey gördüğü an eski tekerlek izlerinin arasında durdu ve sırtındançantasınıindirdi, insanların dünyasından bir şey; köşeli bir nesne. Çantasının kayışlarınıyenidenyerleştirdi ve yakınıgöremeyen ancak gözlük takmayacak kadar gururlu biri gibi gözlerini kısıp bakarakyolun sağtarafına ilerledi. Batıda, gök biraz daha yüksek sesle gürlüyordu.Karışık çalılıkların arasından ucu çıkan şey bir kamyondu, ya da kamyonun sürücü yeriydi. Kaputu uzunduve orman sarmaşıklarının arasına gömülmüştü neredeyse. Kaputun bir kapağıuçmuştu ve Trisha oradabir motor göremedi; onun yerinde eğreltiotlarıbüyümüştü. Araba pas yüzünden koyu kırmızıydıve yanyatmıştı. Ön cam çoktan yokolmuştu, ama içinde hâlâ bir koltuk vardı. Döşemesinin büyük kısmıya çürümüşya da küçük hayvanlartarafından ke-mirilmişti.Yine gök gürültüsü ve bu defa gittikçe yaklaşan ve gelirken ilk yıldızlarıyutan bulutların arasında şimşeğinçakışınıgörebiliyordu.Trisha bir dal kopardı, ön camın olduğu delikten uzattıve becerebildiği kadar hızla döşemelere vurdu.Kalkan toz şaşırtıcıydı-ön cam boşluğundan ve pencere deliklerinden sis gibi çıktı. Daha da şaşırtıcıolancırlayarak yerdeki döşemenin arasından fırlayıp oval biçimdeki arka camdan kaçan sincaplarınçokluğuydu."Gemiyi terk edin!" diye bağırdıTrisha. "Bir buzdağına çarptık! Önce kadınlar ve sincaplar..." Bir ciğerdolusu toz yuttu. Bunun sonucu olarak gelen öksürük krizi, temiz bir nefes almaya çalışıp yarıbaygın birhalde yere hızla otu-runcaya kadar sarstıonu. Geceyi kamyonun sürücü yerinde geçiremeyeceğine kararverdi. Geri kalan birkaç sincaptan, hatta yılanlardan bile korkmuyordu (eğer orada yılanlar olsa sincapların

Page 55: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

çoktan kaçmışolacaklarınıtahmin ediyordu) ama sekiz saati toz yutarak ve mosmor oluncaya kadarök-sürerek geçirmek istemiyordu. Yeniden gerçek bir dam altında uyumak harika olurdu, ama bu fazla ağırbir bedeldi.Trisha kamyonun arkasındaki çalıların içinden geçti ve sonra ormanın biraz içine doğru gitti. Oldukçabüyük bir ladin ağacının altına oturdu, biraz fıstık yedi, biraz su içti. Su ve yemeği yine azalıyordu, amabunu düşünemeyecek kadar yorgundu bu gece. Bir yol bulmuştu, önemli olan buydu. Eskiydi vekullanılmıyordu, ama onu bir yerlere götürebilirdi. Tabii tıpkıdereler gibi bu da azalarak yok olabi-lirdi, ama bunu düşünmeyecekti şimdi. Şimdilik yolun kendisini derelerin götürmediği yere götüreceğiniümit etmek istedi.O gece sıcak ve basıktı, New England'ın kısa ama bazen çok sert olan yaz aylarının nemli havasıydı.Trisha kirli gömleğinin yakasınıkirli boynunda yelpaze gibi salladı, alt dudağınıuzattıve alnındaki saçlarıgeri üfledi, sonra şapkasınıyeniden yerleştirdi ve çantasına dayanarak uzandı. Walkman'ini çıkarmayıdüşündü, ama bunu yapmamaya karar verdi. Eğer bu gece bir BatıSahili maçınıdinlerse, kesinlikle uyurkalırdıve pillerden geri kalan kısmınıtüketirdi.Biraz daha geriye yaslanıp yastığınıdüzeltirken, geri gelişi bir mucize gibi görünen uzun zamandırbütünüyle kaybolmuşbir şeyin geri geldiğini hissetti; basit bir mutluluk duygusu. "Teşekkürler Tanrım,"dedi. Üç dakika sonra uyumuştu.îki saat kadar sonra, bir sağanak yağmurun ilk soğuk damlalarıormanın sık dallarının arasından yol bulupyüzüne düşünce uyandı. Sonra gök gürültüsü dünyayıdeldi ve Trisha nefes nefese kalkıp oturdu. Dallarneredeyse bora gibi güçlü bir rüzgârda gıcırdıyor ve inliyordu ve çakan ani bir şimşek onlarıbir haberfotoğrafıgibi meydana çıkardı.Trisha saçlarınıgözünden çekti ve gök yine gürleyince büzülerek güçlükle ayağa kalktı... ama bugürlemeden çok, bir kamçışaklamasıgibiydi. Fırtına tam tepesinde gibiydi. Ağaçlar olsa da olmasa dakısa sürede sırılsıklam olacaktı. Çantasınıkaptıve kamyonun yan yatmışkaranlık hurda ön kısmına doğrutökezleyerek gitti. Üç adım attı, ıslak havayıyutup sonra öksürdü, sert rüzgârda boynunu ve kollarınıdöven yaprakların ve dalların farkında bile olmayarak durdu. Ormanda bir yerde bir ağaç yırtılma,parçalanma sesiyle devrildi.O şey burada ve çok yakınındaydı.Rüzgâr, yüzüne bir avuç yağmur vurarak yön değiştirdi ve şimdi gerçekten kokusunu alabiliyorduonun-hayva-nat bahçesindeki kafesleri hatırlatan keskin vahşi bir koku. Ancak oradaki şey bir kafestedeğildi.Trisha bir eliyle rüzgârdan sallanan dallarıitti, ötekini ise Red Sox şapkasının başında durmasıiçinkullanarak yeniden kamyonun sürücü yerine doğru hareket etmeye başladı. Dikenler bileklerini vebaldırlarınıyırtıyordu ve kendisini koruyan ormandan çıkıp yolunun kenarına gelince (onu böyle, kendiyolu olarak düşünüyordu) bir anda sırılsıklam oldu.Arabanın cam deliğinden içeri sarmaşıkların dolandığıaçık sürücü kapısına vardığında, şimşek bütündünyayımora boyayarak çaktıyeniden. Trisha şimşeğin ışığında yolun uzak kenarında duran düşükomuzlu bir şey gördü, kara gözleri ve boynuz gibi dik kocaman kulaklarıolan bir şey. Belki de boynuzduonlar, insan değildi; insan olduğunu da düşünmedi zaten. Bir tanrıydıbu. Orada yağmurda duran kenditanrısı, eşek arısı-tanrısıydı."HAYIR!" diye bağırdı, bütün çevresinde kalkan tozun ve döşemelerin çürümüşeski kokusunaaldırmayarak, kamyonun içine dalarken. "HAYIR, GÎT BURADAN! GiT BURADAN VE RAHAT BIRAKBENÎ!"Gök gürültüsü yanıt verdi ona. Arabanın paslıdamına vurarak yağmur da yanıt verdi. Trisha başınıkollarının arasına sakladıve öksürüp titreyerek yan tarafına döndü. Yeniden uykuya daldığında onungelmesini bekliyordu hâlâ.Bu uyku derin ve -hatırlayabildiği kadarıyla- rüyasız-dı. Uyandığında ortalık aydınlanmıştıyine. Sıcak vegüneşli bir havaydı, ağaçlar bir gün öncesinden daha yeşil, otlar daha gürdü, kuşlar ormanın derinlerindedaha keyifli ve mutlu cıvıldıyorlardı. Yapraklar ve dallardan su damlıyordu; Trisha başınıkaldırıp arabanınön camının olduğu yerdeki yan yatmışcamsız pencereden baktığında ilk gördüğü şey yolun üstündekitekerlek izlerinden birinin üstündeki su birikintisinde parlayan güneşışığıydı. Işık o kadar parlaktıki bir elinisiper ederek gözlerini kıstı. Gerçeği kaybolduktan sonra bile görüntüsünün hayali önünde asılıkaldı;gökyüzünün önce mavi sonra solan bir yeşile dönen aksi.Camıolmamasına rağmen kamyonun arabasıonu ıslanmaktan oldukça korumuştu. Yerde eski kontrolpedallarının çevresinde bir gölcük oluşmuştu ve sol kolu da ıslanmıştı, ama hepsi bu kadardı. Eğeruykusunda öksürdüyse bile bu onu uyandıracak kadar güçlü olmamıştı. Boğazıbiraz acıyordu ve sinüsleri

Page 56: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

tıkanmıştı, ama şu lanet tozdan kurtulunca bunların hepsi düzelebilirdi belki.Dün gece buradaydı. Sen gördün onu.Ama görmüşmüydü? Gerçekten görmüşmüydü?Senin için geldi, seni almak niyetindeydi. Sonra sen kamyona tırmandın ve o da almamaya karar verdi.Neden olduğunu bilmiyorum, ama olan bu.Belki de değildi. Belki her şey yarıuykuda yarıuyanık olduğun zaman gördüğün rüyalardan biriydi.Şimşeklerin çaktığıve rüzgârın bora gibi estiği bir fırtınanın içine uyanmanın neden olduğu bir şeydi. Böylebir durumda, herkes her şey görebilirdi.Trisha çantasınıhafifçe yıpranmışkayışından tuttu ve sürücü tarafındaki kapıdan, kaldırdığıtozlarıburnuna çekmemeye çalışarak geri geri kıvrılıp çıktı. Dışarıçıkınca, geri çekildi (hâlâ ıslak olan, arabanınpaslıkırmızıyüzeyi, erik rengine dönmüştü) ve çantasınıtakmaya başladı. Sonra durdu. Hava berrak veılıktı. Yağmur durmuştu, izleyecek bir yolu vardı.....birden kendini yaşlı, yorgun ve kemikleri erimişhissetti,insanlar aniden uyanınca hayal görebilirlerdi, özellikle bir fırtınanın göbeğine uyanırlarsa. Tabii buolabilirdi. Ama şimdi gördüğü şeyi hayal etmiyordu.O uyurken bir şey, arabanın çevresini saran yaprakların ve çam iğnelerinin ve çalıların içinde bir dairekazmıştı. Yeşilliklerin arasındaki ıslak siyah eğri çizgi, sabah güneşinde son derece açık seçikti. Yolüzerindeki çalılar ve küçük ağaçlar köklerinden çıkarılmışve kırık parçalar halinde kenara atılmıştı.Kaybolanların Tanrısıgelmişve onun çevresinde sanki Geri çekilin-o benim, o benim malım der gibi birdaire çizmişti.Dokuzuncu Devrenin BaşıTRİSHA, bütün o pazar günü puslu alçak havanın eşliğinde yürüdü. Sabahleyin ıslak ağaçlardan dumançıkıyordu, ama öğleden sonrasının erken saatlerinde yeniden kurumuştu ağaçlar. Sıcaklık dayanılmazdı.Yolu bulmuşolmaktan dolayımutluydu, ama şimdi gölge de istiyordu. Yine ateşi var gibiydi ve yalnızcayorgun değildi, bütünüyle tükenmişti. O şey onu izliyordu, ormanda dolaşıyor ve izliyordu onu. Buduygudan sıyrılamadıbu kez, çünkü o şey de terk etmiyordu kendisini. Sağındaki ağaçların içindeydi. Biriki kez onu gördüğünü sandı, ama belki de bu yalnız ağaç dallarının arasında dolaşan gün ışığıydı. Onugörmek istemiyordu; görmek istediği her şeyi bir gece önce çakan o şimşeğin ışığında görmüştü. Onunkürkünü, onun kocaman dik kulaklarını, koca gövdesini.Gözlerini de. iri ve insanlık dışıo gözleri. Cam gibi ama bilinçli. Onun bilincindeydi Trisha.Benim ormandan dışarıçıkamayacağımdan emin oluncaya kadar gitmeyecek, diye düşündü bitkin birhalde. Buna izin vermeyecek. Benim kaçmama izin vermeyecek.Öğleden hemen sonra yoldaki tekerlek izlerindeki su birikintilerinin kurumakta olduğunu gördü ve suyuşapkasından pançosunun başlığına süzüp, oradan da plastik şişe-lere koyarak stoğunu yeniledi. Suyun hâlâ bulanık, kirli bir görüntüsü vardı, ama bu gibi şeyler artık onunfazla umurunda değildi. Eğer orman suyu onu öldürecekse, ilk hasta ettiğinde öldürürdü diye düşündü.Onun tek endişesi yiyecek olmamasıydı. Son kalan birkaçının dışında bütün fıstıklarıve meyvelerişişelerini doldurduktan sonra yemişti; ertesi sabah kahvaltıda patates cipsleri için yaptığıgibi çantasınındibini kazıyacaktı. Yol boyunca belki başka şeyler de bulabilirdi, ama ümitli değildi.Yol bazen biraz gözden kaybolarak ve bazen de birkaç yüz metre netleşerek sürüp gitti. Bir süre devameden tekerlek izlerinin arasında, üst kısımda çalılar vardı. Trisha onların kara böğürtlen çalılarıolduğunudüşündü. Annesiyle Sanford oyuncak ormanlarında şapkalar dolusu toplamışlardı, ama kara böğürtlenlerbir ay sonra olgunlaşacaktı. Mantarlar da gördü, ama hiçbirine yiyecek kadar güvenmedi. Annesinin bilgialanına girmiyorlardıve okulda da okumamışlardıonları. Okulda fıstıklarıve yabancıların arabalarınabinmemeyi öğrenmişlerdi (çünkü bazıyabancılar deliydi), ama mantarlarıöğrenmemişlerdi. Ama eminolduğu.bir şey vardı, o da eğer yanlışmantarlarıyersen ölürdün - hem de korkunç bir biçimde. Onlarıgözardıetmek çok büyük bir özveri değildi. Şimdi iştahıyoktu ve boğazıacıyordu.Öğleden sonra dört sularında ayağıbir kütüğe takıldı, yan tarafına doğru düştü, ayağa kalkmaya çalıştıama kalkamayacağınıanladı. Bacaklarıtitriyordu ve iyice zayıf düşmüşlerdi. Çantasınıçıkardı(korkutacakkadar uzun bir süre uğraşarak) ve sonunda kurtuldu ondan. Son kalan bir ikisinin dışında bütün fıstıklarıyerken sonuncuya gelince neredeyse kusuyordu. Boynunu yavru bir kuşgibi uzatarak veiki kez yutkunarak savaştıonunla ve kazandı. Üzerine bir yudum kumlu, ılık su içti."Red Sox zamanı," diye mırıldandı, Walkman'inini çıkardı. Onlarıduyabileceğinden kuşkuluydu, amadenemenin zararıolmazdı; BatıYakası'nda saat bir sıralarıydı, maç yeni başlıyordu.FM bandında hiçbir şey, hafif bir fısıltıbile yoktu. Kısa dalgada hızla Fransızca geveleyen (bunu yaparkende kıkırdıyordu, bu da rahatsız ediciydi) bir adam buldu ve sonra, 1600'lere yakın bir yerde, çubuğunhemen dibinde, bir mucize; hafif ama duyulabilir, Joe Castiglione'nin sesi.

Page 57: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

"Tamam, Valentin ikincinin önünde," dedi. "Üçe-bir atışı... ve Garciaparra orta sahanın tam içine uzunyüksek bir atışyapıyor! Geri geliyor... GiTTi! Red Sox ilerde, iki sıfır!""Daha çok var, Nomar, adamım," dedi Trisha tanıyamadığıboğuk, çatlak bir sesle ve yumruğunugüçsüzce havaya salladı. O'Leary vurdu ve devre sona erdi. "Ön camın patlayınca kimi ararsın?" diyeşarkısöyledi dünya kadar uzaktaki sesler, her yerde yollar olan ve her sahnenin ardında tanrıların çalıştığıbir dünya."1-800" diye başladıTrisha. "54..."Bitiremeden dalıp gitti. Uykusu derinleştikçe, zaman zaman öksürerek biraz daha, biraz daha sağınadoğru kaydıyattığıyerde. Öksürüklerin sesi, derinden ve balgamlıgeliyordu. Beşinci devre sırasında, birşey ormanın kenarına geldi ve baktıona. Sinekler ve tatarcıklar suratının çevresinde bir bulut yaptılar.Gözlerinin sahte parlaklığında hiçliğin tüm tarihi vardı. Uzun bir süre durdu orada. Sonunda jiletkeskinliğindeki pençeli elini ona doğru uzattı-o benim, benim malım o- ve yeniden ormana döndü.Dokuzuncu Devrenin SonuOYUNUN sonlarına doğru bir noktada, Trisha bir an için dalgın bir halde uyandığınıdüşündü. JerryTrupiano anons ediyordu-en azından Troop' u andırıyordu sesi, ama Seattle Canavarlarının köşeleridoldurduğunu ve Gordon' un oyunu kapatmaya çalıştığınıanlatıyordu. "Kale levhasındaki o şey bir katil"dedi Troop, "ve Gordon bu yıl ilk kez korkmuşgörünüyor. Ona gereksinimin olduğu zaman Tanrınerede,Joe?""Danvizz," dedi Joe Castiglione. "Ağlıyor gerçekten."Kesinlikle bir rüyaydıbu, öyle olmalıydı-belki biraz, veya değil, gerçek bulaşmıştı. Trisha'nın kesinliklebildiği tek şey, tamamen uyandığında, güneşin batmak üzere, kendisinin ateşli olduğu, boğazının heryutkunuşta fena halde acıdığıve de radyosunun korkutucu bir şekilde sustuğuydu."Açık bırakıp uyumuşsun, aptal şey," dedi yeni çatlak sesiyle. "Seni koca aptal." Kutunun üstüne, kırmızıışığıgörmeyi, yana dönerken kazayla ayar düğmesini oynatmışolmayıumarak (başıbir omuzuna doğruyatmışve boynu feci şekilde ağrıyarak uyandı) ama öyle olmadığınıbilerek, baktı. Ve de doğal olarak,kırmızıışık sönmüştü.Kendisine pillerin zaten daha fazla dayanamayacağınısöylemeye çalıştı, ama yararıolmadıve biraz dahaağladı. Radyonun öldüğünü bilmek üzdü onu, çok üzdü. En son arkadaşınıkaybetmek gibiydi bu. Yavaşçave güçlükle hareket ederek radyoyu yeniden çantasına koydu, tokalarınıkapattıve çantayıtaktısırtına.Neredeyse bomboştu, ama bir ton ağırlığındaydı. Nasıl olabilirdi bu?Bir yoldayım en azından, dedi kendi kendine. Bir yoldayım. Ama şimdi bir günün ışığıdaha göktenkaybolurken bu bile yardım edemiyordu. Yol, mol, diye düşündü. Bu olgu gerçekte onunla alay ediyorgibiydi, kaçırılmışbir kurtarışfırsatıydısanki, her nasılsa -bir takımın kazanmaya bir ya da iki milimyaklaşmasıve sonra tavanın başlarına çökmesi gibi. O aptal yol bu ormanların içinde yüz kırk mil dahagidebilirdi, ona kalırsa ve sonunda hiçbir şey olmayabilirdi; yalnızca pis çalılar veya bir tane daha iğrençbataklık.Yine de yavaşve bitkin bir şekilde yürümeye başladı, başıönünde ve omuzlan o kadar düşmüştü ki, çantakayışlarısanki üstü çok büyük bir bluzun askılarıgibi durmadan düşüyorlardı, ancak bir bluzla bütünyapman gereken askılarıyukarıitmekti. Çanta kayışlarınıysa önce toplayıp sonra yukarıkaldırmangerekiyordu.Karanlık basmadan bir saat kadar önce, kayışlardan biri omuzlarından bütünüyle kaydıve çanta eğrildi.Trisha bir an lanet şeyin düşmesine izin verip onsuz yürümeyi düşündü. Eğer içinde yalnızca son bir avuçmeyve olsaydıbunu yapabilirdi de. Ama su vardıve su kumlu olmasına rağmen boğazınırahatlatıyordu.Gece için konaklamaya karar verdi.Yolun başında çömeldi, içini çekerek çantasınıindirdi sırtından, sonra başınıüzerine koyup uzandı.Sağındaki karanlık ağaç topluluğuna baktı."Benden uzak dur," dedi başarabildiği kadar net. "Uzak dur, yoksa 1-800'ü çevirir devi çağırırım. Anlıyormusun beni?"Bir şey duydu onu. Anlamışda olabilirdi, anlamamışda ve yanıt vermedi, ama oradaydı. Hissedebiliyordubunu. Hâlâ olgunlaşsın diye mi bekliyordu? Kendisini yemeye gelmeden önce korkusuyla mıdoyuruyordukarnını? Eğer öyleyse oyun neredeyse sona ermişti. Artık korkmuyordu eskisi gibi. Birden ona yenidenseslenmeyi, demin söylediklerini kast etmediğini, çok yorgun olduğunu ve isterse gelip kendisinialabileceğini söylemeyi düşündü. Ama yapmadıbunu. Eğer yaparsa dediğini yapacağından korkuyordu.Biraz su içti ve gökyüzüne baktı. Aptal Bork'un, Tom Gordon'un Tanrısı'nın onunla uğraşamayacağını,yapacak başka işleri olduğunu söylediğini düşündü. Trisha bunun tam olarak böyle olduğundankuşkuluydu... ama O burada değildi, bu kesin gibi görünüyordu. Belki de uğralamayacak değil

Page 58: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

uğratmayacaktı. Aptal Bork aynızamanda itiraf etmeliyim ki o bir spor taraftarıdır...ama bu Red Soxtaraftarıdır demek değildir, dedi.Trisha Red Sox kepini çıkardı-artık berbat durumdaydı, terle lekelenmişve orman kalıntılarıbulaşmıştı-ve parmağınıeğik gölgeliğinde dolaştırdı. En kıymetli eşyası. Babasıonu kendisi için Tom Gordon'aimzalatmıştı. Fenway Park'a Tom'un kızının en sevdiği oyuncu olduğunu söyleyen bir mektupla birlikteyollamışve Tom (ya da onun yetkili temsilcisi) onu, gölgeliği imzalıolarak, babasınınaldığıdamgalı, kendinden adresli zarfın içinde geri yollamıştı. Bunun hâlâ en kıymetli eşyasıolduğunudüşündü. Bir avuç kurumuş, tatsız meyve ve kirli giysilerinden başka sahip olduğu tek şeydi. Artık imzadaneser yoktu, çünkü yağmur ve kendi terli elleriyle kara bir gölgeye dönüşerek yok olmuştu. Ama eskiden birimza vardıve kendisi de hâlâ buradaydı- en azından şimdilik."Tanrım, eğer Sen, bir Red Sox taraftarıolamıyorsan, bir Tom Gordon taraftarıol," dedi. "Hiç olmazsa bukadarınıyapamaz mısın? Bu kadarcık olamaz mısın?"Bütün gece titreyerek, uykuya dalıp sonra aniden uyanarak, onun, Şey'in, orada olduğundan, sonundaormandan çıkıp kendisini almaya geldiğinden emin bir şekilde, kendine gelip gelip gitti. Tom Gordonkonuştu onunla; bir keresinde babasıda konuştu. Hemen arkasında durup, bademli kurabiye ister mi diyesoruyordu, ama arkasınıdöndüğünde orada hiç kimse yoktu. Gökyüzünden daha birçok meteor düştü,ama onlar gerçekten orada mı, yoksa rüyasında mıgörüyor bilemiyordu. Bir ara pillerin birazcıkcanlandığınıümit ederek radyosunu çıkardı-bazen olurdu, onlara dinlenme fırsatıverirsen-amabakamadan uzun otların arasına düşürdü ve parmaklarınıotların arasında ne kadar gezdirir-se gezdirsinbulamadı. Sonunda elleri çantasına döndü ve kayışlarının hâlâ tokaların içinde olduklarınıfark etti. Trisharadyoyu hiç oradan çıkarmadığına, çünkü o karanlıkta tokalar ve kayışlarıyeniden bu kadar düzgünyerleştirmişolamayacağına karar verdi. Bir düzine öksürük nöbetiyle boğuştu, artık kaburgalarıağrıyordu.Bir noktada çişyapmak için zorla kaldırdıkendini ve içinden çıkan o kadar sıcaktıki Trisha'ya acıverdi.Artan hastalıkların gecelerinde olduğu gibi o gece de geçti; zaman yumuşadıve garipleşti. Sonundakuşların cıvıldamaya, ağaçların arasından biraz ışığın süzülmeye başladığınıgördüğünde gözlerineinanamadıTrisha. Ellerini kaldırdıve kirli tırnaklarına baktı. Hâlâ hayatta olduğuna bile inanamıyordu, amaöyle gibi görünüyordu.Başının çevresinde her zaman var olan böcek bulutunu görebilecek kadar aydınlık oluncaya kadar olduğuyerde kaldı. Sonra yavaşça kalktıve bacaklarıağırlığınıçekecek mi yoksa yeniden onu yere miyuvarlayacak diye görmek için bekledi.Eğer beni yere yuvarlarlarsa emeklerim, diye düşündü, ama emeklemesi gerekmiyordu, henüz değil;destek verdi bacaklarıona. Eğildi ve çantasının kayışlarından birine bir elini geçirdi. Yeniden dikleştiğindebir başdönmesiyle sarsıldıve o kara kanatlıkelebeklerden bir tabur gözlerinin önüne doluştular. Sonundayok oldular ve çantasınıtakmayıbaşardı.Sonra başka bir sorun çıktı, hangi yöne gitmekteydi? Artık çok emin değildi, yol her iki yönden de aynıgörünüyordu. Duraksayarak bakındıileri geri. Ayağıbir şeye takıldı. Kulaklığına dolaşmışve çiyle ıslanmışWalkman'iydi bu. Demek ki dışarıçıkarmıştı. Eğildi, yerden aldıonu ve aptal aptal baktıona. Yine miçantayıçıkaracak, açacak ve Walk-man'i içine koyacaktı? Bu çok zor geliyordu, bir dağıoynatmak gibiydi.Öte yandan, onu atmak da yanlıştısanki, vazgeçtiğini kabullenmek gibiydi.Trisha ateşten parlayan gözleriyle radyo-teybine bakarak üç dakika veya biraz daha fazla, olduğu yerdedurdu. Atmalımısaklamak mıydı? Atmalımısaklamak mıydı? Ka-rarın nedir Patricia, tencere setini mi alacaksın, yoksa araba, mink palto ve Rio'ya yolculuk için yarışacakmısın? Eğer kardeşi Pete'in Mac PowerBook'u olsaydıher yere hata mesajlarıve küçük bomba ikonlarısaçıyor olacağınıdüşündü. Bu görüntü karşısında birden gülmeye başladı.Gülmesi öksürüğe dönüştü çabucak. Şu ana kadar olan en kötü krizdi bu, iki büklüm olmuştu. Çokgeçmeden elleri hemen dizlerinin üstünde ve sarkan saçlarınıpis bir perde gibi ileri geri sallayarak birköpek gibi havlıyordu. Nasıl olduysa, kendini bırakıp düşmeden, ayakta kalabildi ve öksürük kriziazalırken, Walkman'i pantolonunun beline takmışolmasıgerektiğini fark etti. Kılıfının arkasındaki klipsbunun içindi, değil mi? Tabii ya. Nasıl bir budalaydıo.Basit bir şey bu, sevgili Watson demek için açtıağzını-o ve Pepsi bazen bunu birbirlerine söylerlerdi-vebunu yapınca, ıslak ve ılık bir şey alt dudağından salyalar halinde aktı. Avucuna dolan parlak kırmızıkanısildi ve baktıona, gözleri ardına kadar açıldı.Öksürürken ağzımda bir şeyi ısırmışolmalıyım, diye düşündü ve anında öyle olmadığınıanladı. Bu dahaderinlerden gelmişti. Bu fikir korkuttu onu ve bu korku dünyayıdaha berraklaştırdı. Yeniden düşünebildiğinigördü. Boğazınıtemizledi (yavaşça; başka türlüsü çok acıtıyordu) ve sonra tükürdü. Parlak kırmızı. Eyvah,yandık, ama yapabileceği bir şey yoktu şu anda ve yoldaki yönünden emin olmasıiçin ne yapması

Page 59: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

gerektiğini düşünecek kadar aklıbaşındaydı. Güneşsağında batmıştı. Anında doğru yöne baktığınıgördü,ilk başında nasıl yanıldığınıanlayamıyordu.Trisha, yeni yıkanmışçini bir zeminde yürüyen biri gibi, yavaşça, dikkatle harekete geçti, işte o buherhalde,diye düşündü. Herhalde bugün son şansım, hatta belki bu sabah son şansım. Bu öğleden sonrayürüyemeyecek kadar yorgun olabilirim ve eğer burada bir gece daha geçirince hâlâ ayağa kalkabilirsemmavi gözlü bir mucize olur.Mavi-gözlü mucize. Bu annesinin sözü müydü, yoksa babasının mı?"Kimin umurunda ki?" dedi Trisha, kurbağa vrakla-masıgibi bir sesle. "Eğer bundan kurtulursam, kendisözlerimi yaratacağım."O sonsuz pazar gecesini ve pazartesi sabahınıgeçirdiği yerin yirmi veya otuz metre ilerisinde TrishaWalkman' inin hâlâ elinde olduğunu fark etti. Durdu ve onu beline takma işini büyük bir dikkat ve zahmetleyerine getirdi. Pantolonu üstünden düşüyordu artık ve kalça kemiklerinin keskin çıkıntısınıgörebiliyordu.Birkaç kilo daha verirsem Paris'te mankenlik yapabilirim, diye düşündü. Sabah havasıuzaktan gelenpatlamalarla yarıldığında kulaklık parçasınıne yapabilirim diye düşünüyordu-sanki bir gazoz birikintisi devbir kamışla çekilmişgibi bir ses çıktı.Trisha çığlık attıve şaşkınlığında yalnız değildi; birkaç karga gakladıve bir sülün tüylerini kabartan birkızgınlıkla çalıların arasından fırladı.Trisha'nın gözleri sonuna kadar açılmıştı. Öylece durdu. O sesi tanıyordu; eski bir susturucudan bir sırageri tepmeydi. Bir kamyon, belki, bir çocuğun tabancası. Orada bir yol daha vardı. Gerçek bir yol.Koşmak istedi, ama yapmamasıgerektiğini biliyordu. Eğer yaparsa bütün enerjisini bir defada tüketirdi. Bukorkunç olurdu. Trafik sesinin bu kadar yakınında bayılmak veya korunmasızlık yüzünden ölmek, karşıtakım son vuru-şuna kalmışken kurtarışıkaçırmak gibi bir şeydi. Böyle iğrençlikler olurdu, ama bunun kendisine olmasınaizin vermeyecekti.Koşmaktansa kendini yavaşhareket etmeye zorlayıp o geri tepmeleri bir kez daha duymak için kulakkesilerek yürümeye başladı. Hiçbir şey yoktu, hiçbir şey ve bir saatlik yürüyüşten sonra her şeyi hayalettiğini düşünmeye başladı. Bu pek de hayal etmeye benzemiyordu ama....Bir tümseğe tırmandıve aşağıbaktı. Yeniden öksürmeye başladıve dudaklarından güneşten parlayan kanfışkırdı, ama Trisha hiç aldırmadı-elini bile kaldırmadı. Aşağısında, üstünde durduğu tekerlek izleri olanyol toprak bir yola dönüşerek sona eriyordu.Trisha yavaşça yürüdü ve o yolun üstünde durdu. Lastik izleri göremiyordu -katıtopraktı- ama buradagerçek tekerlek izleri vardıve ortalarında çimenler büyümemişti. Yeni yol kendi eski yolunun yanındadoğru açılarda gidiyordu, doğuya ve batıya.Ve en sonunda Trisha doğru kararıverdi. Batıya dönmesinin nedeni yalnızca başının ağrımasıve güneşedoğru gitmek istememesiydi... ama batıya döndü. Durduğu yerin dört mil ilersinde, New Hampshire 36.Yolu, kızgın bir kurdele parçasıgibi ormanın içinden geçiyordu; birkaç araba ve pek çok çöp arabasıkullanırdıbu yolu; işte birinin sesi duyuluyordu. Eskilerden kalma bir araba egzosundan çıkan bir sesti bu,sabah sessizliğinde dokuz milden uzağa gidiyordu.Yeniden hareket etmeye başladıyeni bir güç duygusuyla. Belki kırk beşdakika sonra bir şey duydu, uzakama yanılmanın imkânsız olduğu bir şey.Aptal olma, sen her şeyin yanıltıcıolabileceği bir yere geldin.Belki de öyleydi, ama...BaşınıBüyükanne McFarland'ın tavan arasında koruduğu eski plaklarının üstündeki köpek gibi bir yanaeğdi. Nefesini tuttu. Şakaklarında kanın dolaştığını, iltihaplıboğazında hırıltılınefesini, kuşların cıvıltısını,rüzgârın hışırtısınıduyabiliyordu. Kulaklarının çevresinde sivrisineklerin vınlamasınıduydu... ve birvınlama daha. Lastiklerin asfalt üzerindeki vınlaması. Çok uzak, ancak orada.Trisha ağlamaya başladı. "Lütfen uyduruyor olmayayım," dedi artık bir fısıltıya dönüşen çatlak bir sesle."Oh Tanrım, lütfen uyduruyor olmama izin v..."Arkasında daha yüksek bir ses belirdi - rüzgâr değildi, bu kez rüzgâr değildi. Eğer kendisini öyle olduğunabirkaç saniyeliğine inandırdıysa bile ya o kırılan dalların sesi neydi? Ve düşen bir şeyin ezilen kırılan sesi -küçük bir ağaç belki, yolunun üstünde olan. O'nun yolunun üstünde. Kurtarılmaya bu kadar yaklaşmasınlatesadüfen ve dikkatsizce kaybettiği yolu duyacak kadar yakınına gelmesine izin vermişti. Onun zorluklailerlemesini belki eğlenerek, belki de Tanrı'ya ait bir çeşit acıma duygusuyla izlemişti. Artık izlemeyibırakmış, beklemekten vazgeçmişti.Trisha hem dehşet hem de kaçınılmazlığın verdiği garip bir sükûnetle, Kaybolanların Tanrısı'na bakmak

Page 60: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

için yavaşça döndü.Dokuzuncu Devrenin Sonu: KurtarışDurumuYOLUN solundaki ağaçların içinden çıktıen sonunda ve Trisha'nın ilk düşüncesi: "Hepsi bu mu? Hepsi bumuydu?" oldu. Kocaman adamlar bile son çalıperdesinden çıkan hantal Ursus americanus'u görüncedöner ve kaçarlardı- belki dört yüz kilo ağırlığında, tam gelişmişbir Kuzey Amerika siyah ayısıydı-amaTrisha gecenin dibinden çıkmışfeci bir dehşete hazırlıklıydı.Parlak kürküne yapraklar ve sarmaşıklar takılmıştıve bir elinde -evet, bir eli vardı, pençeli bir el-kabuğunun çoğu soyulmuşbir dal vardı. Onu bir sihirbaz değneği ya da asa gibi tutuyordu. Sanki sudagezer gibi iki yana salınarak yolun ortasına geldi. Bir an dört ayak üstünde durdu ve sonra, hafif birhomurtuyla, arka ayaklarının üstüne kalktı. Bunu yapınca Trisha, onun gerçekte siyah bir ayıolmadığınıgördü, îlk bakışta haklıydı. Biraz ayıya benziyordu, ama gerçekte Kaybolanların Tanrısı'ydıve onu almayagelmişti.Göz olmayıp yalnızca göz boşluklarıolan kara gözleriyle dikkatle baktıkendisine. Deriden burnu havayıkokla-dıve sonra elindeki kırık dalıağzına götürdü, iki sıra koca-man yeşil lekeli dişleri ortaya çıktıböylece. Dalının ucunu, bir çocuğun lolipop şekerini emdiği gibiemmeye başladı. Sonra dişlerinin arasına alıp büyük bir dikkatle dalıikiye ayırdı.Orman sessizleşmişti ve dişlerinin sesi çok net olarak duyuluyordu, kırılan bir kemik sesi gibi. O şeyiısırdığında kendi kolundan çıkacak olan sesti. Isırdığızaman.Kulaklarınıoynatarak boynunu gerdi ve Trisha onun aynen kendisinin yaptığıgibi, tatarcık ve böceklerdenoluşan küçük galaksisinin içinde hareket ettiğini gördü. Sabah güneşiyle uzayan gölgesi, neredeyseTrisha'nın paralanmışlastik ayakkabılarına kadar uzandı. Yirmi metreden fazla yoktu aralarında.Onu almaya gelmişti.Kaç, dedi Kaybolanların Tanrısı. Kaç benden, yarışbenimle yola kadar. Bu ayıgövdesi henüz yazgıdalanyla dolmadığından, yavaştır; pek bir şey toplayamadım. Kaç. Belki yaşamana izin veririm."Evet, kaç!" diye düşündü ve sonra, aniden sert sokak kızının soğuk sesi duyuldu: Kaçamazsın. Ayaktazor duruyorsun, tatlım.Ayıolmayan şey ona bakmaya devam ediyor, kulaklarıbüyük üçgen kafasının çevresindeki böceklerikovalıyordu. Pençeli eliyle sopasının dibini tutuyordu. Çeneleri gevişgetirir gibi yavaşhareket ediyor vedişlerinin arasından ufalanmışküçük parçalar saçılıyordu. Bazılarıdüştü, bazılarıağzına yapıştı.Gözlerinin çevresinde vızıldayan minik bir yaşam vardı-kurtçuklar ve kıvrılıp bükülen sinek yavruları,sivrisinek kurtçuklarıve Tanrıbilir başka neler.Geyiği ben öldürdüm. Seni izledim ve seni çemberiminiçine aldım. Kaç benden. Ayaklarınla tap bana ve belki yaşamana izin veririm.Orman, yeşilin ekşi kokusunu içine çekerek sessizce durdu çevrelerinde. Nefesi hasta boğazındanhırıltıyla hafifçe girip çıkıyordu. Ayıya benzeyen şey kibirli bir halde iki metre yükseklikten bakıyordu ona.Başıgökyüzündeydi ve pençeleri toprağıkavrıyordu. Trisha başınıkaldırıp ona baktıyeniden ve neyapmasıgerektiğini anladı.Kapatmalıydı.Dokuzuncu devrenin bitiminde gelmek Tanrının huyudur, demişti Tom ona. Ve kapatmanın sırrıneydi?Kimin daha iyi olduğunu saptamak. Yenilebilirdin... ama kendi kendini yenmemelisin.Ancak önce, o dinginliği yaratmalısın. Omuzlardan gelen ve bir kesinlik kozasıgibi gövdeyi sarandinginliği. Yenilebilirsin, ama kendini yenmemelisin. iyi bir atışyapamazsın ve koşamazsın."Buzlu su," dedi ve toprak yolun ortasında dikilen şey, sahibini dinleyen kocaman bir köpek gibi kafasınıyana eğdi. Kulaklarınıdikti. Trisha uzandı, kepini doğru yöne çevirdi ve eğri güneşliğini alnına doğruindirdi. Tom Gordon' un taktığıgibi taktı. Sonra gövdesini yolun sağına bakar şekilde döndürdü ve solbacağıayıgibi şeye doğru, bacaklarınıaçık tutarak bir adım attı. Adımınıatarken yüzü ona doğru dönüktü;gözlerini dans eden böcek bulutunun arkasından bakan göz deliklerine dikti. Her şey buna bağlı, dedi JoeCastiglione; herkes kemerlerini bağlasın."Gel hadi, geleceksen!" diye bağırdıona Trisha. Pantolonunun belinden Walkman'i çıkardı, kordonu ayırdıve kulaklıklarıayağının dibine attı. Walkman'i arkasına doğrugötürdü ve doğru tutuşu arayarak parmaklarının arasında çevirmeye başladı. "Benim damarlarımda buzlusu var ve umarım ilk lokmada donarsın. Hadi gel, çalılık kuşu. Işi-bok-eden-vurucu!"Ayı-şey sopasınıbıraktıve sonra dört ayağının üstüne çöktü. Huzursuz bir boğa gibi pençeleriyle toprakparçalarıkopararak, katıtoprak yüzeyde eşindi ve sonra ördek gibi salınarak, şaşırtıcıbir hızla kıza doğruilerledi. Gelirken, kulaklarınıkafatasma yapıştırdı. Ağzıbüzülerek geri çekildi ve Trisha onun ağzındanhemen tanıdığıbir vızıltıduydu; arılar değil, eşek arıları. Dıştan ayıbiçimini almıştı, ama içi daha gerçekti;

Page 61: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

içi eşek arılarıyla doluydu. Doğal olarak öyleydi. Derenin yanındaki kara cübbe onun peygamberi değilmiydi?Koş, dedi, koca poposu sağa sola sallanarak ona doğru gelirken. Ardında katıtoprağın üstüne dökülendışkılar ve toprakta pençe izleri bırakıyordu, garip bir şekilde zarifti. Koş, bu senin son şansın.Ama dinginlikti onun son şansı.Dinginlik ve belki de güzel, sıkıeğri bir atış.Trisha ellerini bitiştirerek duruşunu aldı. Walkman artık Walkman gibi gelmiyordu; beyzbol topu gibiydi.Boston Beyzbol Kilisesi'nde ayağa kalkan Fenway Fanatikleri yoktu burada; ritmik el çırpma; hakemler vesopacıçocuk yoktu. Yalnızca kendisi ve yeşil dinginlik ve sıcak sabah güneşi ve dışardan ayıya benzeyenve içerde eşek arılarıyla dolu bir şey vardı. Yalnız dinginlikti istediği ve Tom Gordon gibi birinin, bütünbaskının sıfıra düştüğü ve bütün seslerin kesildiği ve her şeyin buna bağlıolduğu, duruşpozisyonundanasıl hissettiğini artık anlıyordu; kemerlerinizi bağlayın.Duruşpozisyonunda kaldıve dinginliğin akışına kaptırdıkendini. Evet, omuzlarından geliyordu. Bırakyesin seni; bırak yensin seni. ikisini de yapabilirdi. Ama o kendi kendini yenmeyecekti.Ve kaçmayacağım,Kızın önünde durdu ve sanki öpecekmişgibi ona uzanarak boynunu gerdi. Gözler yoktu, yalnızca ikikıvranan daire, üreyen böceklerle dolu solucan evreni vardı. Mırıldanıyor, kıvranıyor ve tanrının hayaledilemeyen beynine giden tünellerde yer tutabilmek için birbirlerini itekliyorlardı. Ağzıaçıldıve boğazınınçiğnenmişsopanın kalıntıları, dil görevi yapan pembemsi geyik bağırsağıyumrunun üstünde dolaşan eşekarılarıve şişman hantal zehir fabrikala-rıyla kaplandığınıgördü. Nefesi bataklığın çamurlu kokusuylakaplıydı.Bütün bunlarıgördü, bir an dikkat etti, sonra ileriye baktı. Veritek işareti çaktı. Az sonra atışınıyapacaktı,ama şu an hareketsizdi. Hareketsizdi. Bırak vurucu beklesin, zamanlamasınıkaybederek heyecanlansın;bırak merak etsin, topun alacağıfalsoyla ilgili tahmininin yanlışolduğunu sanmaya başlasın.Ayı-yaratık Trisha'nın yüzünün her yanınıkibarca kok-ladı. Burun deliklerinden böcekler girip çıkıyorlardı.Birbirine kilidenmiş, biri tüylü biri düzgün iki yüzün arasında tatarcıklar uçuşuyordu. Trisha'nın hiçkırpmadığıaçık gözlerinin ıslak yüzeylerinde böcekler uçuşuyordu. O şey'in surat yerine geçen şeyi isedurmadan değişiyor, değişiyordu-bu öğretmenler ve arkadaşların yüzüydü; bu evden okula giderken gelipseni arabasına davet eden adamın yüzüydü. Yabancıtehlikedir diye öğretilmişti onlara birinci sınıfta;yabancıtehlikedir. Ölüm ve hastalık kokuyordu; zehirli mekanizmasının vınlamasıise gerçek Alt-duyum'dudiye düşündü.Sanki yalnızca kendi duyabildiği müziğe uyup iki yana sallanarak arka ayaklarının üstüne dikildi yenidenve sonra Trisha'ya vurmaya kalktı... ama ıskaladı, oyun oynar gibiydi. Toprağın kararttığıpençelerininrüzgârıkızın saçlarım alnından kaldırdı. Saçlar mısır püskülü gibi oturdu yine yerlerine ama Trishakımıldamadı. Ayının karnında mavimsi beyaz bir tutam tüyün yıldırım işareti şeklinde büyüdüğü yerebakarak, aldığıpozisyonda durdu.Bana bak.Hayır.Bana bak!Sanki görünmeyen eller çenesinin altından tutmuşgibiydi, istemeyerek ancak karşıkoyamayarak yavaşçabaşım kaldırdı. Karşıya baktı. Ayı-şey'in boşgözlerine baktıve ne olursa olsun kendisini öldürmeye kararlıolduğunu anladı. Yüreklilik yeterli değildi. Ne olacaktıyani? Eğer bütün sahip olduğun birazcık yüreklilikse,ne olacaktıyani? Kapanışıyapma zamanıydı.Trisha hiç düşünmeden sol ayağınısağayağının önüne getirdi ve hareketine başladı-babasının arkabahçede öğrettiğine göre değil, televizyonda Gordon'u izlerken öğrendiği gibi. Yeniden ileri adım atıp sağelini sağkulağına doğru- iyice geriye çekti, çünkü bu tembel bir yavaşatış, öylesine bir savurma olamazdı,ayı-şey geriye beceriksiz bir adım attı. Ona yarıaydınlık görme gücünü veren kımıldayan şeyler elindekibeyzbol topunu bir silah olarak mıalgılamışlardı? Yoksa onu ürküten o tehdit edici, kavgacıhare-ket miydi - kalkan el, geriye adım atıp kaçmak için dönmesi gerekirken ileriye atılan adım mıydı? Önemlideğildi bu. Şaşkınlık olarak adlandırılabilecek şekilde homurdandışey. Ağzından canlıbir eşek arısıbulutubuhar gibi fışkırdı. Dengesini koruyabilmek için tüylü bir ön ayağınıhavada salladı. O ayakta kalmayaçabalarken bir tüfek sesi duyuldu.O sabah ormandaki adam, dokuz gündür Trisha'nın ilk gördüğü insan, güçlü bir otomatik tüfekle ormandaneden bulunduğuyla ilgili yalan bile söyleyemeyecek kadar sarsılmıştı; mevsimsiz bir geyik işi içinoradaydı. AdıTravis Herrick'ti; gerekmediği zaman yiyeceğe para harcamayısevmezdi. Para harcayacakdaha önemli başka birçok şey vardı- piyango biletleri ve bira, mesela. Her neyse, hiçbir şey için

Page 62: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

yargılanmamıştı, hatta ceza bile almamıştıve son derece sakin ve o kadar cesurca duran küçük kızınkarşısında dikildiğini gördüğü yaratığıda öldürmemişti."Eğer ilk yaklaştığında hareket etseydi, parçalardıkızı," dedi Herrick. "Zaten parçalamamışolmasıinanılmayacak şey." O eski orman filmlerindeki Tarzan gibi yukardan bakmıştıona herhalde. "Tümseğinüstüne çıktım ve ikisini gördüm, en azından yirmi saniye durup onlarıizlemişolmalıyım. Bir dakika bileolabilir, böyle bir durumda zaman kavramınıkaybediyorsun, ama ateşedemedim. Çok yakın duruyorlardı.Kızıvurmaktan korkuyordum. Sonra hareket etti o. Elinde bir şey vardıve ona doğru sanki bir beyzboltopu fırlatır gibi atmaya başladı." Kızın böyle hareket etmesi ürküttü onu. Geri adım attıve sanki dengesinikaybeder gibi oldu. "îşte o zaman bunun küçük kızın tek şansıolduğunu anladım, onun için tüfeğimikaldırdım ve ateşettim."Ne yargılama, ne ceza. Travis Herrick'e verilen tek şey, 1998 Grafton Notch'un Dört Temmuz geçitindekendi özel geçit arabasıydı.Trisha tüfek sesini duydu, ne olduğunu hemen anladıveşey'in dikilmişkulaklarından birinin ucununyırtılan kağıt gibi parçalanıp uçtuğunu gördü. Yırtık yerlerden mavi gök parçalarıgörebiliyordu; ayrıcaböğürtlenlerden büyük olmayan kırmızıdamlacıkların dağıldığını, küçük bir yay çizerek havaya uçtuklarınıda görebiliyordu. Aynıanda ayının yalnızca bir ayıolduğunu, gözlerinin kocaman ve cam gibi veneredeyse komik bir şekilde şaşkın olduklarınıgördü.Ama tabii bunun böyle olmadığınıbiliyordu.Beyzbol topunu atarak hareketini sürdürdü. Top ayının tam gözlerinin arasına çarptıve bir çift Energizerdouble A pilin oradan fırlayıp yola düştüğünü gördü."Üçüncü vuruştamam!" diye çığlık attıve boğuk, başarmış, kısık sesini duyunca, yaralıayıdöndü ve dörtayağının üstünde birden hızlanıp koşmaya başladı, yırtık kulağından kanlar akıyordu. Bir tüfek dahapatladıve Trisha yirmi santim kadar sağından geçen kurşunun havayıtokatladığınıhissetti. Sola sapıpyeniden ormana dalan ayının hayli arkasında bir toz bulutu kaldırdı. Bir an için onun parlak siyah tüylerinigöremedi, sonra ayıaralarından geçerken, küçük ağaçlar sanki korku parodisiyle sarsıldıve sonra ayıgözden kayboldu.Sendeleyerek döndü ve yamalıyeşil pantolon, yeşil lastik çizmeler ve eski bol bir T-şört giymişufak tefekbir adamın kendisine doğru koştuğunu gördü. Başının tepesi çıplaktı; uzun saçlarıiki yandan sarkıyor veomuzlarına kadar iniyordu; çerçevesiz küçük gözlükleri güneşte parlıyordu.Eski filmlerdeki Kızılderililer gibi başının üzerinde havaya kaldırdığıbir tüfek taşıyordu. Gömleğininüstünde Red Sox amblemini görmek hiç şaşırtmadıonu. New England'daki herkesin en azından bir taneSox gömleği vardı."Hey küçük kız!" diye çığlık attı. "Hey, küçük, Tanrıaşkına, iyi misin? Aman Tanrım, bu lanet bir AYIYDI,iyi misin?"Trisha ona doğru sendeleyerek gitti. "Üçüncü vuruştamam," dedi, ama sözcükler kendi ağzından öteyegidemedi. O son çığlıkla nesi varsa çoğunu tüketmişti. Geriye kalan tek şey kanayan bir fısıltıydı. "Üçüncüvuruştamam, dondurdum onu.""Ne?" Kızın önünde durdu. "Anlayamadım seni, tatlım, bir daha söyle.""Gördün mü?" diye sordu, attığıtopu kast ederek kamçıgibi saklayan inanılmaz topu. "Gördün mü onu?""Ben... ben gördüm..." Ama gerçekte ne gördüğünü bilmiyordu. O donmuşzamanın içinde emin olmadığı,onun ayıolduğundan bütünüyle emin olmadığı, kız ve ayının birbirlerine baktığıbirkaç saniye vardı, amaasla hiç kimseye anlatmadıbunu. Herkes onun içtiğini bilirdi; deli olduğunu sanırlardı. Ama şimdi bütüngördüğü kirli ve yırtık pırtık giysilerin bir arada tuttuğu yarıdeli, sopa gibi bir küçük kızdı. Adınıhatırlayamıyordu, ama kim olduğunu biliyordu; radyo ve televizyonda yayımlanmıştı. Buraya kuzeye vebatıya kadar nasıl geldiği hakkında hiçbir fikri yoktu, ama kim olduğunu gayet iyi biliyordu.Trisha kendi ayaklarına takılıp sendeledi, Herrick tutmasa yola devriliyordu. Tüfeği -hayatının gururu olanbir 350 Krag- kızın kulağının yakınında, onu sağır edercesineyeniden ateşaldı. Trisha farkına bile varmadı. Bu çok normal gibi geldi ona nedense."Gördün mü?" diye, kendi sesini duyamayarak, hatta gerçekten konuştuğundan bile emin olamayaraksordu yeniden. Ufak adam şaşkındıve korkmuştu. Pek akıllıbiri gibi görünmüyordu, ama kız onun iyi birinsana benzediğini düşündü. "Onu bir eğri atışla yakaladım, dondurdum, gördün mü?"Adamın dudaklarıoynuyordu, ama ne dediğini anlaya-mıyordu. Tüfeği yere koydu, oyun bitmişti sonunda.Tris-ha'yıkaldırıp öyle hızla döndürdü ki, kızın başıdöndü, eğer midesinde bir şey olsaydımutlakakusardı. Öksürmeye başladı. Bunu da duyamıyordu, kulaklarındaki o korkunç çınlama ve göğsününderinliklerinde ve kaburgalarının içindeki hırıltıyıhissedebiliyordu.Taşındığından, kurtarıldığından ötürü mutlu olduğunu söylemek istiyordu ona, ayrıca ayı-şey'in o tüfeğini

Page 63: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

ateşlemeden önce de gerilemekte olduğunu da söylemek istiyordu. Ayı-şeyin yüzündeki şaşkınlığıgörmüştü, harekete geçtiğinde kendisinden korktuğunu görmüştü. Kendisiyle birlikte koşan bu adama birşey söylemek istiyordu, çok önemli bir şey, ama o kendisini zıplatıyordu ve Trisha da öksürüyordu ve başıçınlıyordu ve anlatıp anlatmadığının farkında değildi.Bayıldığında hâlâ yaptım, kurtarışıyaptım demeye çalışıyordu Trisha.Oyun SonrasıYiNE ormandaydıve tanıdığıbir açıklığa geldi. Ortasında direk değil de tepesine çakılmışpaslıbir halkakilit olan bir kapıdireği olan direğin yanında, Tom Gordon ayakta duruyordu. Halka kilidi dalgın dalgın ilerigeri sallıyordu.Ben bu rüyayızaten görmüştüm, diye düşündü, ama ona yaklaşırken bir noktada değişmişolduğunugördü; Tom gri yol üniformasının yerine, arkasında parlak kırmızıile 36 numara yazan beyaz kendisahasının üniformasınıgiyiyordu. O halde deplasman bitmişti. Sox'lar yine Fenway'deydi-ler, yenidenkendi sahalarındaydılar ve geziler bitmişti. Ancak Tom ve kendisi buradaydı; yeniden bu açıklıktaydılar."Tom?" dedi çekinerek.Kaşlarınıkaldırarak baktıona adam. Yetenekli parmaklarının arasında bir ileri bir geri gidip geldi paslıhalka kilit. Bir ileri bir geri."Kapattım.""Biliyorum yaptığını, tatlım," dedi. "îyi bir işbasardın."îleri geri, ileri geri. Halka kilidiniz kırılınca kimi ararsınız?"Ne kadarıgerçekti?""Hepsi," dedi, sanki bu önemli değilmişgibi. Ama sonra, yeniden:"iyi bir işbasardın.""Benim yaptığım gibi yoldan çıkmak aptalcaydı, değil mi?"Hafifçe şaşırarak baktıona, sonra halka kilidi ileri geri sallamayan eliyle kepini yukarıitti. Gülümsedi vegülümse-yince daha genç göründü. "Ne yolu?" dedi."Trisha?" Bu bir kadın sesiydi, arkasından geliyordu. Annesinin sesi gibiydi, ama annesinin buradaormanda ne işi vardı?"Herhalde duymuyor seni," dedi bir başka kadın. Bu sesi tanımıyordu.Trisha döndü. Orman kararıyor, ağaçların şekli birbirine karışıyor, hayali olmaya başlıyordu. Orada şekillerkıpırdadıve bir an bir korkunun dürtüsünü hissetti. Eşekarısırahibi, diye düşündü. Bu eşek arısı-rahibi,geri geliyor.Sonra rüya gördüğünü fark etti ve korkusu geçti. Yine Tom'a döndü, ama o artık orada değildi, yalnızcaüstündeki halka kilitle kırık direk vardı... ve otların üstünde duran ısınırken giydiği eşofman üstü. ArkasınaGORDON yazılmıştı.Açıklığın uzağında gördü onu Trisha, hayalet gibi, beyaz bir şekildi. "Trisha Tanrının huyu nedir?" diyebağırdı.Dokuzuncu devrenin sonunda gelmek, demek istedi, ama hiç ses çıkmadı."Bak," dedi annesi. "Dudaklarıkımıldıyor!""Trish?" Bu Pete'ti, endişeli ve ümitliydi sesi. "Trish, uyanık mısın?"Gözlerini açtıve orman bundan sonra kendisinden hiç ayrılmayacak bir karanlığın içinde kayboldu-Neyolu? Bir hastane odasındaydı. Burnuna bir şey sokulmuştu ve bir şey daha -bir tüp- akıyordu eline.Göğsü çok ağır, çok dolu gibiydi. Yatağının yanında babası, annesi, kardeşi duruyordu. Arkalarında genişve beyaz bir hayal gibi, "herhalde sizi duymuyor," diyen hemşire vardı."Trisha," dedi annesi. Ağlıyordu. Trisha Pete'in de ağladığınıgördü. "Trisha, tatlım. Oh tatlım." Trisha'nınelini aldıannesi, içinde o nesne olmayan elini.Trisha gülümsemeye çalıştı, ama ağzıyukarıgitmek için çok ağırdı, kenarlarıbile. Gözlerini oynattıveyatağının yanındaki iskemlenin üstünde Red Sox kepini gördü. Güneşliğinin üstüne bulaşmışhalde soluksiyahımsıgri bir gölge vardı. Bu bir zamanlar Tom Gordon'un imzasıydı.Baba, demeye çalıştı. Bir öksürükten başka bir şey çıkmadı. Küçük bir öksürüktü yalnızca, ama yüzünüburuşturacak kadar acıtmıştı."Konuşmaya çalışma, Patricia," dedi hemşire ve Trisha hemşirenin ses tonu ve duruşundan aileninburadan çıkmasınıistediğini anladı; bir dakika sonra onlarıçıkartacaktı. "Hastasın kızım. Zatürree oldun.Her iki ciğer de berbat durumda."Annesi bunların hiçbirini duymuyordu sanki. Şimdi yatağın üstüne onun yanına oturmuş, Trisha'mnincelmişkolunu okşuyordu. Hıçkırmıyordu, ama gözyaşlarıdurmadan gözlerine doluyor ve yanaklarındanaşağısüzülüyordu. Pete onun yanında durmuş, sessizce ağlıyordu. Onun göz-

Page 64: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

yaşları, Trisha'ya annesininkilerden daha fazla dokundu, ama yine de Pete'in gururlu olduğunu düşündü.Onun yanında, iskemlenin yanında, babasıduruyordu.Bu kez Trisha konuşmaya çalışmadı, yalnızca babasına dikti gözlerini ve dudaklarınıdikkatlice hareketettirdi yine:Babasıbunu görüp öne doğru eğildi."Ne tatlım? Ne var?""Sanırım bu yeterli," dedi hemşire. "Bütün bulgularıyüksek ve kötü bir şey olmasınıistemeyiz - yeterinceheyecan çekti zaten. Biraz anlayışlıolun, şimdi... ona yardımcıolursanız..."Annesi ayağa kalktı. "Seni seviyoruz, Trish. Tanrıya şükür kurtuldun. Burada olacağız, ama uyuman gerekşimdi. Larry, haydi..."Larry, Quilla'ya hiç aldırmadı. Parmaklarıçarşafın üzerinde hafifçe açılmışbir şekilde yatan Trisha'nınüzerine eğilerek durdu. "Nedir, Trish? Ne istiyorsun?"Gözlerini iskemleye doğru oynattı, onun yüzüne, sonra yine iskemleye. Şaşırmışgörünüyorduadam-anlayacağın-dan emin değildi kız-sonra yüzü aydınlandı. Gülümsedi, döndü, şapkayıaldıve onunbaşına koymaya çalıştı.Annesinin okşadığıelini kaldırdı-sanki bir ton ağırlı-ğındaydı- ama başardı. Sonra parmaklarınıaçtı.Kapattı. Açtı."Tamam, tatlım. Tamam, oldu."Kepi Trisha'nın eline verdi ve Trisha parmaklarınıgüneşliğin üstüne kapatınca, onlarıöptü. Trishaağlamaya başladıbunun üzerine, annesi ve kardeşi kadar sessizce."Tamam," dedi, hemşire. "Bu kadar. Sizin gerçekten..."Trisha hemşireye baktıve başınısalladı."Ne?" diye sordu hemşire. "Şimdi ne var? Tanrıaşkına!"Trisha yavaşça kepi serum takılıolan eline geçirdi. Bunu yaparken babasına bakıyor, onun kendisinebaktığından emin olmak istiyordu. Yorgundu. Birazdan uyuyacaktı. Ama henüz değil. Söylemek istediğimsöyleyinceye kadar değÜ.Babasıizliyordu, dikkatle izliyordu.Trisha sağeliyle gövdesinin üstünden uzandı, gözlerini asla babasından ayırmadan, çünkü anlayacak olanoydu; eğer anlarsa, çevirecekti.Trisha kepinin güneşliğine eliyle vurdu, sonra sağelinin işaret parmağıyla tavanıişaret etti.Babasının yüzünü gözlerinden aşağıaydınlatan gülümseme, şimdiye kadar gördüğü en tatlı, en gerçekşeydi. Eğer bir yol vardıysa, oradaydı. Trisha gözlerini babasının kendisini anladığınoktada kapattıveuykunun kollarında uçmaya başladı.Oyun sona ermişti.

YAZARIN DİPNOTUÖNCE Red Sox'un 1998 programıile haddim olmayarak biraz oynadım... azıcık, sizi temin ederim.Oyun bitirici olarak Boston Red Sox'da atışyapan, gerçek bir Tom Gordon var, ama öyküdeki Gordonhayalidir. Taraftarların biraz ün yapmışolan insanlar hakkındaki fikirleri, kendi deneyimlerime dayanaraksöyleyebileceğim gibi sürekli hayalidir. Bir konuda gerçek Gordon ve Tris-ha'nın onunla ilgili yorumuaynıdır: her ikisi de başarılıbir kurtarışkaydedildiğinde gökyüzünü işaret ederler.1998'de Tom "Flash" Gordon Amerikan Ligi'nin önünde giderek kırk dört kurtarışyaptı. Bunların kırk üçüAmerikan Ligi rekoru kırarak arka arkaya geldi. Ancak Gordon sezonu talihsiz bir şekilde kapattı. AptalBork'un dediği gibi, Tanrıbir spor taraftarıolabilir, ama bir Red Sox taraftarıdeğil gibi görünüyor.Kızılderililere karşıklasmanlarında rövanşmaçının dördüncü oyununda, Gordon üç vuruşve iki koşuverdi. Red Sox kaybetti, 2-1. Bu Gordon' un beşayda işe yaramayan ilk kurtarışıydıve Red Sox'un 1998sezonunu sona erdirdi. Ama Gordon'un olağanüstü başarılarınıazaltmadı-kırk dört kurtarışolmasaydı,Red Sox'lar doksan bir oyun kazanıp Amerikan Ligi'nde 1998'de en iyi ikinci olacaklarına kendiklasmanlarında dördüncü bitirebilirlerdi ancak. Bir deyişvardır, Tom Gordon gibi pek çok kapatıcının fikirbirliği edeceği gibi: Bazıgünler ayıyersin... ve bazıgünler ayıseni yer.Trisha'nın hayatta kalabilmek için yediği şeyler gerçekten ilkbaharın sonlarında kuzey New Englandormanlarında bulunabilir; eğer bir şehir kızıolmasaydıçok daha fazla yiyecek şey bulabilirdi - başkafıstıklar, kökler, hatta bataklık çiçekleri. Arkadaşım Joe Floyd, işin bu bölümünde bana yardım etti vesallabaşların kuzey ormanlarının bataklıklarında ta temmuz başına kadar yetiştiklerini söyleyen deJoe'ydu.Ormanlar gerçektir. Eğer tatilinizde onlarıgezecekse-niz, bir pusula ve iyi haritalar getirin... ve yoldan

Page 65: Stephen King Tom Gordona AşıK Olan KıZ

ayrılmamaya dikkat edin.STEPHEN KINGLongboat Key, FloridaŞubat l, 1999