204
ilâhiyât

Visâle yolculuk

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Visâle yolculuk

ilâhiyât

Page 2: Visâle yolculuk

Visale YolculukVahit Göktaş

ISBN978-605-4696-32-9

1. Baskı: Haziran 2014Sertifika No: 13858

Mizanpaj: TavoosSayfa Düzeni: TavoosKapak: TN İletişimBaskı: Ankamat Mat.

ilâhiyâtCinnah Cd. Kırkpınar Sk. 5/4 Çankaya / AnkaraTel: (0312) 439 01 69 Faks: (0312) 439 01 68ilâhiyâ[email protected]

Page 3: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK

VAHİT GÖKTAŞ

Page 4: Visâle yolculuk
Page 5: Visâle yolculuk

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ ..................................................................................................7

AÇILSIN VİSÂLİN KAPISI VE BAŞLASIN YENİDEN VİSÂLE YOLCULUK ...........................................................................................9

BİR BÜYÜK VELİ DR. MÜNİR DERMAN’IN AHİRETE İRTİHALİNİN 23. YILI ANISINA ..........................................13

DERDİ TARAFINDAN KUŞATILAN İNSANA ....................................19

YUNUS’TAN VE TACETTİN SULTAN’DAN BAZI REÇETELER ........19

İMÂM-I RABBÂNÎ’NİN GÜNÜMÜZE MESAJI ...................................23

ŞABANİYYE KOLUNUN ÖNEMLİ BİR TEMSİLCİSİ ..........................27

NASUHİ EFENDİ’NİN RIZA VE TESLİMİYETLE İLGİLİ GÖRÜŞLERİ..............................................27

HABİB-İ NECCAR’DA TEBLİĞ VE CENNETE DAVET ......................39

KUR’AN’DA BİLGİ VE BİLGİNİN KAYNAKLARI ................................45

Page 6: Visâle yolculuk

MEHMET SITKI AKOZAN’IN DÎVÂNÇE-İ ŞİNÂVER’DE YER ALAN ÜÇ MİZAHÎ MEKTUBU .....................................................75

KİTAP TANITIMLARI .........................................................................85

MÜLÂKÂTLAR ve MÜLAKÂT YAPILAN İSİMLER ...........................117

MERHUM RIZA ÇÖLLÜOĞLU HOCAEFENDİ İLE YAPILAN BİR MÜLÂKAT .........................................................................................117

HAVACI ALBAY AYHAN BEY’LE YAPILAN MÜLAKÂT .................. 145

MUSTAFA ALTINOLUK’LA YAPILAN MÜLAKÂT ............................158

SONUÇ YERİNE ................................................................................201

NE DERSİN? .....................................................................................201

Page 7: Visâle yolculuk

ÖNSÖZ

Tasavvufun konuları içerisinde en önemli yeri insan teşkil etmektedir. İnsana takva da fücur da yüklenmiştir. Hz. Musa olma potansiyeli de Firavun olma potansiyeli de insanda var-dır. Tasavvufun temel gayesi insana kendini tanıtmak; dolayı-sıyla insanın şahsiyet yapılanmasıdır. İnsan ruh ve cesedden müteşekkil bir varlıktır. İnsanın görünen ben algısından hariç İlahi olanla irtibatını sağlayan ezeli bir “ben”i vardır. İnsan aynı zamanda ezeli benliği de içinde barındıran; ezeli benliğin kendisinde tecelli ettiği bir varlıktır. İnsan aslına doğru yolcu-luk halindedir.İnsan asla olan bu yolculuğunda iradi veya gayr-ı iradi

vuslata hızlı adımlarla yol almaktadır. Bu dünya sermayesi hızla erimektedir. Allah dostlarından Münir Derman’ın mezar taşında yazan şu cümleler ne kadar calib-i dikkattir:

Nefis dünyada kalır, gövde toprakta Ruh gider aslı olan Rab’bine Burada arama burda değilim. Azapda değil, narda değilim. Sıkıntım kalmadı, aç ve yoksul değilim. Gövdemi verdim toprağa borçlu değilim. Nefsimin de derdi dünyada kaldı. Üzme kendini, ben de senin gibiyim. Rabb’imin yanında uçar gibiyim.

Page 8: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 8

Bu kitabın adını visâle yolculuk koyduk. Tasavvuf aslında baştan sona kişinin vuslat yolculuğunu anlatmaktadır. Bu yol-culuğun ise sonu yoktur.

Necip Fazıl’ın dediği gibi; Sonu gelmez visalin gayrından vazgeç gönül!O visal, can sendeyken canını etmek feda, Elveda, toprak, güneş, anne ve yer elvedaBu kitap muhtelif yerlerde yayımlanmış bazı yazılarımız,

gönül ehli üç isimle yapılan mülakat ve yayınlanmış bazı ki-tap tanıtımlarının bir araya getirilmesi suretiyle oluşmuştur. Cenab-ı Hakk’dan bizlere lütfuyla muamele etmesi; hata ve noksanlarımızın affını istirham ediyorum.

Kitaba katkıda bulunan Murat İsmailoğlu Bey’e ve Fatma Nihal Oltu Hanım’a teşekkürlerimi sunuyorum.

Vahit GÖKTAŞ18.03.2014

Page 9: Visâle yolculuk

AÇILSIN VİSÂLİN KAPISI VE BAŞLASIN YENİDEN VİSÂLE YOLCULUK

Her son bir başlangıcı müjdeler. Her ayrılık bir vuslatı. Öyle ya her şey zıddıyla bilinir. Acı olmasa tatlının, tatlı olma-sa acının bilinmezdi kıymeti.

Bir ayrılık hikayesi ile başlar insanlığın tarihi...Cennetten, öz vatanından ayrılıp dünyaya geliş. Dünya-

ya gelişin ardından yârdan ayrı düşüp kayboluş, yeryüzünü onca adımlayışın onca pişmanlığın ve onca gözyaşının sonun-da bir vuslat.

Bir visale ermekti, erdirilmekti hikâyenin özü.Kaybettiğini yeniden bulmanın, özüne dönmenin o tatlı

sarhoşluğunu, o mest oluşu yaşatmaktı gaye. Doğarken ki saf-lığına ulaş ki cennet kokusu sürekli seninle olsun. Hakk te-celli etsin kalbine. Kalbini tertemiz kıl, berrak kıl. Kalp başka yerlere değil Rabbine yönelsin. Necip Fazıl’ın ifadeleriyle:

Rabbim, Rabbim, Yüce Rab, alemlerin Rabbi, sen!Sana yönelsin diye icad eden kalbi, sen!Azap var mı alamde fikir çilesine eş?Yaşamak zor, ölmek zor, erişmekse zor mu zor?Zor olan kuşatılmak. İnsan, zaman ve mekan tarafından

kuşatılmış. Cenab-ı Hak Zat’ını perdelerle gizlemiş. Nuruyla tecelli etmiş. Vuslat ise sürekli huzur demek. Bunun yanında

Page 10: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 10

her şey, her nefes O’ndan haber vermekte. Necip Fazıl’ın ifa-desiyle

Beni zaman kuşatmış, mekan kelepçelemiş;Ne sanattır ki, her şey, her şeyi peçelemiş...Perde perde veralar, ışık başka nur başka;Bir anlık visal başka kesiksiz huzur başka.Renk, koku, ses ve şekil, ötelerden haberci;Hayat mı bu sürdüğün, kabuğundan, ezberci?Yoksa göz görüyorum sanmanın öksesi mi?Fezada dipsiz sükut, duyulmazın sesi mi? “Dinle neyden, ayrılıklardan şikayet etmede” diyor Hz.

Mevlana. Hepimizin içinde bir sızı, göğüste saplı bir hançer gibi du-

rur öz yurdundan ayrılışın acısı. İçimizde sanki koca bir boş-luk, dünyaya dair ne koysak dolmayacakmış gibi. Bir derin sızı tarifsiz, kelimelerin yetmediği yerde gözyaşına dönüşen...

Sesler, sözler, suretler... her biri hakikate perde. Tüm perdeleri kaldır, tüm putları yere indir. Yârdan geç, serden geç, senden geç, benden geç, Bir’e gel. Hakikate koş, birliğe ulaş. Ayrılığı, parça parça oluşu bırak, visale gel. Birliğe, tekliğe,

tek olana gel. O’ndan gayrısı seni bırakmadan, canını yakmadan; sen her

şeyi herkesi bırak iç vuslat şarabını, mest ol. Her şeyi bıraktığın, herkesten vazgeçtiğin, hiçliğin o bi-

linmez sularına kendini bıraktığın, candan tenden benlikten vazgeçtiğin o an seni hiç terk etmeyecek bir Sevgili’nin yanın-dasın.

Bir, Tek, ve Var oluşunun o muhteşem güzelliğiyle buluş-madasın.

Tüm soruların, tüm sorguların, bütün korkuların, tüm dert ve tasaların bittiği o yokluk deryasında, Sevgili’nin huzurun-

Page 11: Visâle yolculuk

AÇILSIN VİSÂLİN KAPISI VE BAŞLASIN YENİDEN VİSÂLE YOLCULUK 11

da var olmanın dayanılmaz hafifliği ve tarifsiz güzelliği...Tüm gözyaşlarının mutluluktan akacağı başka hiçbir şeye

ve hiç kimseye ihtiyacın olmayacağı o an. Ölmeden önce öl, ilkel benlikten kurtul, ezeli benlikle bu-

luş ki sırra ulaşabilesin. Evet, ben, bir kapalı hududu aşıyorum;Ölen ölüyor bense ölümü yaşıyorum.Sonsuzu nasıl bulsun pösteki sayan deli?Kendini kaybetmek mi, visalik son bedeli?Mahrem çizgilere baktıkça örtünen sır;Belki de benliğinden kaçabilene hazır.Bittim sandığın ama en güzel başlangıcının olduğu an. Kaybettiğini sandığın her şeyin en güzel haliyle sana geri

verildiği an. Hep hayalini kurduğun o kusursuz aşkın var olduğunu,

Yâr olduğunu gördüğün an...Sözün, idrakin ve sezişin ancak böylece, bu kadar yetebil-

diği demdir...Sen çekil aradan, geriye kalır Yaradan sırrına kulak ver! Yârin kapısını tepeden tırnağa O olmuşken çal, çal ki açılsın visalin kapısı. Ve başlasın yeniden visale yol-

culuk

Page 12: Visâle yolculuk
Page 13: Visâle yolculuk

BİR BÜYÜK VELİ DR. MÜNİR DERMAN’IN AHİRETE İRTİHALİNİN 23. YILI ANISINA

Allah’a secde ettiğin yüzü, başkalarına karşı zillete düşür-memeğe gayret et; azîz olursun.

Hakkın nimetlerinin şükrünü eda et... Nimet gelir, şükrü göremezse gider...

Sakın kimseye hakaret gözüyle bakayım deme. Unutma ki Allah’ın dostları bin bir şekil, kıyafet içinde giz-

lidirler.Halkın seni methetmesiyle zevk duyma, zemmetmesinden

de acı çekme...Hak kuvvetlidedir derler; sakın inanma. Bu lâf câhil sözü-

dür.Kuvvet “Hak”tadır, unutma.Hak için zahmet çek...Allah Teâla şöyle buyurmaktadır:“Benim nâmıma zahmet çeken, savaşan ve öldürülenlerin

seyyiâtını elbette silerim.”(Al-i İmran, 3/196) Münir Derman

Münir Derman (1910-1989) hazretleri, operatör doktor ola-rak bilinir. Baba tarafından büyük dedesi Şeyh Şamil; anne

Page 14: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 14

tarafından büyük dedesi Ahmet Ziyaeddin Gümüşhanevi’dir. Annesi Şehvar hatun, babası Ahmet Rasim Efendi’dir. Trab-zon doğumludur, 4 yaşında Trabzon’da Buhara’lı Ömer İnan’dan feyz ve eğitim almış ve 9 yaşında hafız olmuştur. İl-kokulu Özel Fransız okulunda okumuş, ortaokul ve liseden sonra devlet bursu ile üniversite tahsili için Fransa’ya gönde-rilmiştir. Fransa’da Felsefe, Psikoloji ve Tıp eğitimi almıştır. Sorbonne’da Doktora yapmıştır. Suudi Arabistan’da bir pren-sin daveti üzere bir süre kalmıştır. Bu arada Mısır’da Ezher Üniversitesinde Şeria okumuştur. Askerliğini Kore’de askeri doktor olarak yapmıştır. Bir süre Japonya’da bulunmuştur. A.Ü. Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde Felsefe alanında öğ-retim üyesi olarak çalışmıştır. İstanbul üniversitesi Tıp Fakül-tesini de bitirmiştir. Doğu Anadolu’da Tıp Doktoru olarak kısa bir süre görev yapmıştır. Hükümet Tabibi olarak Bozüyük’te çalışmıştır. Almanya’da 15 yıl anatomi alanında öğretim üye-liği yapmıştır. Eskişehir’de Genel Cerrah olarak doktorluk yapmıştır. Fransızca, Almanca, Rusça ve Arapça dillerini iyi seviyede bilen Derman, mütevazı bir hayat yaşamıştır. Hiç evi ve maddi serveti olmamıştır. Ankara’da bir otel odasında mütevazı şartlarda yaşamıştır. Vasiyetinde köy kabristanlığı-na gömülmek istediğini belirtmiş ve vefatından önce “Kabir Taşım” isimli şiir yazarak bu şiirin kabir taşına yazılmasını istemiştir. 02 Aralık 1989 Cumartesi vuslata eren Münir Der-man hazretleri Memlik Köyü’nde toprağa verilmiştir. (Allah rahmet eylesin)

Münir Derman’ın küçük yaştan itibaren manevi halleri zuhur etmiştir. Küçükken minarenin ikinci şerefesinden itti-rilerek düşmesine rağmen hiç yara almadan kurtulduğu ri-vayet edilmektedir. Annesi Şehvar hatun bir gün hastanede yatarken kendisini ziyarete gelen oğlu Münir Derman ve Sab-ri Tandoğan’a şöyle bir hitapta bulunmuştur: “Evladım bazen

Page 15: Visâle yolculuk

BİR BÜYÜK VELİ DR. MÜNİR DERMAN’IN AHİRETE İRTİHALİNİN 23. YILI ANISINA 15

cambaz olup benim 70 yıldır kahrımı çeken, beni 70 yıldır taşı-yan şu ayakları öpmek istiyorum.” Hasta yatağında dizinden, ayağından şikâyette bulunması beklenen bir kişinin bu şekilde şükür ifadeleri Münir Derman’ı ve Sabri Tandoğan’ı derinden etkilemiştir.

Münir Derman doktorluk yaptığı sırada gelen hastalardan hiç muayene ücreti veya başka bir ücret almamıştır. Kendi-si hastanenin her birimindeki eksikleri yakından takip eder, hastayı olumsuz etkilememesi için önceden önlem alırdı. Ma-aşından da muhakkak fakirlere, yoksullara yetimlere infak et-miştir. Bu nedenle hayatı boyunca hiç evi olmamıştır. Gayet mütevazı giyinmiş, kışın soğuğunda bile bazen kısa kollu ti-şörtle dolaştığı olmuştur. Kendisine bunun hikmetini soran-lara: “Evladım biz at cinsindeniz, o yüzden üşümüyoruz.” diyerek tevazu ile nefsini de ayaklar altına almasını bilmiştir. Ramazan ayında sakız çiğneyen yaşlı bir ihtiyara da: “Ben hayvan profesörüyüm. Et yiyen hayvanlar soldan sağa doğ-ru çiğner, ot obur hayvanlar sağdan sola doğru çiğner; acaba hangi türe giriyorsunuz ki yukarıdan aşağı ağzınız oynuyor.” diyerek Ramazan ayına ve oruca saygısızlığa kendi üslubuyla sert bir şekilde uyarıda bulunmuştur. Hastanede kendisinden emrivaki bir şekilde rapor isteyen bir genel müdüre hastalı-ğının ne olduğunu sormuş, genel müdür ise hastalığından bahsetmeden, genel müdür olduğunu ve kendisine 20 günlük rapor vermesi gerektiğini, vermediği takdirde başına bela ola-cağını söylemiştir. Münir Derman’ın hiç tepki vermemesine rağmen, genel müdür oracıkta ruhunu teslim etmiştir. Bu Mü-nir Derman’ın hayatında yaşamış olduğu ilginç hadiselerden biridir. Allah’tan başka kimseye boyun eğmeyen sert mizaçlı, kültürlü, işinin ehli bir zat olan Münir Derman’ın klasik tasav-vuf çizgisinden öte fikri bakımdan İbn Arabi, mizaç bakımın-dan ise Şems-i Tebrizî meşrep bir sûfi olduğuna dair rivayetler

Page 16: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 16

bulunmaktadır. Eserlerinde ve sohbetlerinde zaman zaman üçler yediler kırklarla ve Hızır’la görüştüğünü sarih bir şekil-de ifade etmiş; sır ve hikmet dolu sözleriyle ledünni ilimden bilgileri sızdırmaktan öte, bu hikemi sözleri cömertçe insan-larla paylaşmıştır.

Vaazları ve sohbetleriyle irşad hizmetini yerine getiren Münir Derman hazretleri, kendisinden sonra gelenlere Allah Dostu Derki I-II-III-IV-V, Su I-II-III, Muhyiddin Arabi Nasi-hatleri, Yazılacak Sırların İlki Yazılmayacak Sırların Sonu isim-li eserler bırakmıştır.

Münir Derman tarafından kabir kitabesine yazılmak üzere vasiyet edilmiş olan bir şiir vardır ki; bu şiir kendi hayatının ve yaşam felsefesinin adeta hülasasını vermektedir. Ölüm ancak bir Allah dostu için bu kadar tabii olabilir. Bu şiiri aşağıda ve-rerek, yorumunu siz kıymetli okuyucuların kalbî hissiyatına bırakıyorum. Ayrıca bu büyük Allah dostunu bir Fatiha ikra-mıyla taltif etmenizi istirham ediyorum.

MÜNİR DERMAN’IN KABRİ BAŞINDAKİ ŞİİRİ Kabir Taşım Bir gövde borcum var toprağa Verdim borcumu. Ruhumun toprağa borcu yok benim. Arama toprakda beni, ben başka yerdeyim. Toprağım temizdi, temiz teslim ettim borcumu. Bu kabir ruhumla gövdemin ayrılış yeri. Burada arama, burda değilim. Azapda değil, narda değilim.

Sıkıntım kalmadı artık, aç ve yoksul değilim. Dünyada haksızlık, sefalet, açlık, sıkıntı, dertlerle arkadaş

yaşadım.

Page 17: Visâle yolculuk

BİR BÜYÜK VELİ DR. MÜNİR DERMAN’IN AHİRETE İRTİHALİNİN 23. YILI ANISINA 17

Şikayet etmedim Rabb’imden, bu nedir diye Kırklar, yediler, dörtler, üçlerle arkadaş idim. Hızır’la buluştum, konuştum, dertleştim, dünya yüzün-

de... Şikayet etmedim kendi halimden. Nefsinle uğraşma bu savaş değildir. Kabirde azabın esası budur. Bırak nefsini kendi haline. Uğraşma onunla yakışmaz sana. Gövde, nefis, ruh başka başkadır. Yekdiğerine karıştırıp çengelleme onları. Nefis dünyada kalır, gövde toprakda Ruh gider aslı olan Rab’bine

Burada arama burda değilim. Azapda değil, narda değilim. Sıkıntım kalmadı, aç ve yoksul değilim. Gövdemi verdim toprağa borçlu değilim. Nefsimin de derdi dünyada kaldı. Üzme kendini, ben de senin gibiyim. Rabb’imin yanında uçar gibiyim.

Page 18: Visâle yolculuk
Page 19: Visâle yolculuk

DERDİ TARAFINDAN KUŞATILAN İNSANA YUNUS’TAN VE TACETTİN SULTAN’DAN BAZI REÇETELER

Filozofların insan tanımlarından birkaçı şöyledir: “İnsan disharmonik bir varlıktır.” “İnsan düşünen; bu yüzden de ça-tışan bir varlıktır.” “İnsan karmaşık bir varlıktır.” “İnsan eksik ve özürlü bir varlıktır.” “İnsan imkânları olan bir varlıktır.”

Dünya hayatı zıtlar içerisinde yaratılmıştır. İnsanın da iç dünyasına takva ve fücur, isyan ve itaat birlikte yüklenmiştir. Bu nedenle insan iç dünyasında olduğu gibi, toplumsal hayat-ta da sürekli gelgitler yaşayan bir varlıktır. Bu durumu Yunus Emre şu dizelerde ne güzel ifade eder:

Hak bir gönül verdi bana, hâ demeden hayrân olurBir dem gelir şâdî olur, bir dem gelir giryân olurBir dem sanırsın kış gibi, şol zemherî olmuş gibiBir dem beşâretten doğar, hoş bağ ile bostan olurBir dem çıkar Arş üzere, bir dem iner tahte’s-serâBir dem sanırsın katredir, bir dem taşar ummân olurBir dem cehâlette kalır, hiç nesneyi bilmez olurBir dem dalar hikmetlere, Câlînus u Lokmân olurBir dem gelir Îsâ gibi, ölmüşleri diri kılarBir dem girer kibr evine, Firavn ile Hâmân olur

Page 20: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 20

İç dünyasında zıtlarla birlikte var olan insan, eğitim ve ri-yazetle kendini olgunlaştırırsa olgun insan; hevasının peşinde koşarsa azgın insan olabilmektedir. Nitekim ayet-i kerimede bu durum şöyle izah edilir: “Nefse ve ona bir takım kabiliyet-ler verip de iyilik ve kötülükleri ilham edene yemin olsun ki, nefsini tezkiye eden (kötülüklerden arındıran) kurtuluşa er-miş, kötülüklere gömen de ziyan etmiştir. (Şems, 7-10)

Tasavvuf insana kendini ve Rabbini tanıtmayı hedefleyen bir ilim dalıdır. Bu ilim dalı kendine insanın olgunlaşmasını he-def olarak koyar. İnsan Rabbini ve kendini tanıma hususunda acizdir. Dünya, şeytan ve şehvet üçgeninde Rabbinin lütuf ve ihsanına muhtaçtır. Çünkü acziyet içinde olan insana en büyük yardımcı ve vekil Allah Teâlâdır. Ankara’nın maneviyat sultan-larından biri olan Celveti Tarikatı şeyhi Tacettin Sultan Hazret-lerinin (1590-1680) şu şiiri bu durumu ne güzel ifade eder:

Geldik kapuna yâ Şekûr, irham lenâ yâ RabbenâSensin Kerîm Sensin Gafûr, irham lenâ yâ Rabbenâ

İşim benim seh vu hatâ, cenâbına düşen atâİrciî’den gelen nidâ, irham lenâ yâ RabbenâÇün ismindir Senin Rahmân, kamuya Sen ittin ihsânMedet eyle Senden derman, irham lenâ ya Rabbenâ

Başım kodum bu meydânâ, muntazırım ben ihsânaGarîkım gerçi isyâna, irham lenâ ya Rabbenâ

Günâhım oldu gâyetsiz, senin lütfun nihayetsizNice bulam hidayetsiz, irham lenâ ya Rabbenâ

Taceddinoğlu dir kaldım, günâhım anladım bildimYüzüm kara sana geldim, irham lenâ ya Rabbena

Page 21: Visâle yolculuk

DERDİ TARAFINDAN KUŞATILAN İNSANA 21

Dertler İçinde İnsanGünümüzde pek çok insan derdinin içinde boğulmakta,

bu kıskaçtan kurtulamamakta, dert ve sıkıntı tarafından ku-şatılmaktadır. Derdi ve hataları ise şeytan fırsat bilip geçmişe yönelik pek çok vesvese ile insanın probleminin içinde kahrol-masına, yok olmasına ve hatta hayatını dahi bitirmesine sebep olabilmektedir. Hâlbuki insan “Allah var, dert yok” düşünce-si içinde olduğu zaman dertler küçülmektedir. Allah en güzel yardımcı en güzel vekildir. Ayet-i Kerimede şöyle buyrulmak-tadır: “De ki: Allah’ın bizim için yazdığından başkası bize asla erişmez. O bizim Mevlâmızdır. Onun için mü’minler yalnız Allah’a dayanıp güvensinler.” Tevbe, 9/51. Mü’minin yalnız Allah Teâlâya güvenmesi gerekmektedir. Belki bu düşünceden yola çıkarak tasavvufta, dert tasavvuru farklı algılanmaktadır. Dert, bir nimet ve hediye olarak telakki edilmektedir. Bu duru-mun en meşhur ifadelerinden biri “Derman arardım derdime, derdim bana derman imiş” sözü ile Niyazi-i Mısrî’ye aittir. Yine Ankara’nın maneviyat sultanı Tacettin-i Velî’nin şu şiiri dert sa-hibinin gideceği yeri gösteren en güzel misallerden biridir:

Ey cümleye ma’bud olan derdime derman SendedirAşıklara matlûb olan, derdime derman Sendedir.

Aşktır begim ana giden, aşktır murada irgörenOlmuş gönüllerdir gören, derdime derman Sendedir.

Aştır tenimde cân olan, mesti elest insan olan Aşıklara iman olan derdime derman Sendedir.

Sensin Kerim Sensin Rahim, aşıklara aşkın naimVaslın cinân hicrin cahîm, derdime derman Sendedir.

Taceddinoğlu çâresi çoktan, bezm-i avâresiLutfin senin çün çâresi, derdime derman Sendedir.

Page 22: Visâle yolculuk
Page 23: Visâle yolculuk

İMÂM-I RABBÂNÎ’NİN GÜNÜMÜZE MESAJI

Bir vakit farz namazı cemaatle eda etmek, binlerce çile dol-durmaktan daha

faziletlidir.İlim, Amel, İhlas birbirini tamamlayan unsurlardır.Bir defasında gaflete düşerek abdesthaneye sağ ayağımla

girdim, o gün birçok manevi halden mahrum kaldım.15-17 Kasım 2013 tarihinde İstanbul’da Uluslar arası İmâm-ı

Rabbani Sempozyumu gerçekleşti. Aziz Mahmud Hüda-yi Vakfı, İstanbul Tasavvuf Araştırmaları Merkezi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi tarafından ortaklaşa organize edilen sempozyumda Hindistan, Pakistan, Yeni Zelanda, İtal-ya, Özbekistan, Makedonya gibi ülkelerden ve Türkiye’den akademisyenler ve araştırmacılardan oluşan 40 tebliğci bildiri sundu. Hepsi alanında uzman akademisyenler ve araştırmacı-lar tarafından sunulan bu tebliğler basılacaktır. Bu sempozyu-mun organize edilmesinde etkin rol oynayan “İstanbul Tasav-vuf Araştırmaları Merkezi” (İSTAM); Tasavvuf İlmi ve Aka-demik Araştırma Dergisi’ni neşretmekte, İstanbul’da Tasavvuf Seminerleri düzenlemekte ve bunun yanında Tasavvufun top-luma tanıtılmasında önemli çalışmalar yapmaktadır. Bu vesile ile İSTAM’da görev yapanları ve sempozyuma katkıda bulu-nanları ayrıca tebrik eder, çalışmalarında başarılar dilerim.

Page 24: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 24

İmam-ı Rabbânî sempozyumuna ilgi hakikaten calib-i dik-katti. Sempozyumun başından sonuna kadar katılım muhte-şemdi. Sempozyum medyada da ciddi manada ses getirdi. Devlet erkânından ve bürokrasiden de sempozyuma göste-rilen ilgi İmam-ı Rabbani Hazretleri’nin tesirinin bugün dahi devam ettiğinin, ona olan sevginin ve toplumun her kesimini kucaklayıcılığının bir göstergesiydi.

Asıl adı Ahmet el-Faruki es-Sirhidî olan İmam-ı Rabbâni Hindistan’da (971/1564) yılında dünyaya gelmiştir. Hz. Ömer (r.a.)’ın soyundandır, bu nedenle “Farukî” lakabıyla da anıl-maktadır. Meşreb olarak da Hz. Ömer’e benzediği rivayet edilmektedir. Nakşbendi Müceddidî olan İmam-ı Rabbanî’nin en önemli özelliklerinden biri aksiyon sahibi bir sufi olması-dır. “Müceddid-i Elfi Sâni” unvanı ise onun tarihte ne kadar önemli bir şahsiyet olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Ekber Şah Moğol soyundan gelen Babürlülerden bir ki-şidir. Yahudilik, Hırıstiyanlık, Hinduizm, Budizm, Mecusi-lik gibi dinlerin hepsinden bir şeyler alıp yeni bir din ortaya koyma çabası içindedir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’in nübüvvetinin üzerinden bin yıl kadar geçmesi do-layısıyla hâşâ peygamberliğinin bittiği ve filozofların fikirle-rinin daha uygulanabilir olduğu şeklinde bir görüş ortaya at-maktadır. Domuz etini helal saymakta, inekleri ise başka din mensuplarına saygı dolayısıyla kesmemek gerektiği şeklinde herkesin gönlünü etmeye çalışmaktadır. İmam-ı Rabbani daha genç yaşlarında iken tüm bunlara karşı çıkmış ve eserler yaz-mıştır. İsbatü’n-Nübüvve isimli eseri bu manada yazılmış bir eserdir. Yine Şiî âlimlerinden Rüstemdârî diye bir zat Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Âişe gibi bazı sahabeleri eleştiren bir eser yazar. İmâm-ı Rabbânî Hazretleri bunu da reddetmek için Redd-i Revâfız, Te’yîd-i Ehli’s-sünne adında bir eser yazmıştır. Yani İslam dinini tahrif etmek isteyenlerle

Page 25: Visâle yolculuk

İMÂM-I RABBÂNÎ’NİN GÜNÜMÜZE MESAJI 25

mücadele içinde olan İmam-ı Rabbâni genç yaşta inancı uğ-runda ilmiyle ve fiiliyle azami gayret göstermiştir.

Hacca gitmek niyeti ile yola çıkan İmam Rabbani, Delhi’de Nakşibendiye yolunun önemli temsilcilerinden Bâkî Billah’ın (ks) ismini duyar ve onun sohbetine katılır. Bâkî Billah (ks) daha önce Hindistan’a gitmesine ve orada büyük bir insanın manen yetişmesine işaret eden bir rüya görmüştür ve bunun üzerine Hindistan’a gelmiştir. İmâm-ı Rabbânî’yi görünce ora-da bulunma nedeninin, İmam-ı Rabbâni olduğunu anlar ve “Bugün ağımıza bir şahin düştü” der. Bâkî Billah (k.s.) İmam-ı Rabbani için şunları söylemektedir: “Sirhind’den Şeyh Ahmed isminde ilmi çok, ameli güçlü bir yiğit birkaç gün yanımızda oturup kalktı. Ondan çok ilginç haller müşâhede edildi. Muh-temelen âlemin kendisiyle aydınlandığı bir kandil olacak.”

Hayatı mücadeleyle geçen, aksiyon sahibi bir sûfi olan İmam-ı Rabbâni Hazretleri 1624 senesinde Sirhind’de vefat eder. Onun en meşhur eseri Mektûbâttır. Hayatı için bkz. Nec-det Tosun, İmam-ı Rabbânî, Kaynak Yay., İstanbul 2006.

Sempozyumda 7 oturum, açılış ve sonuç oturumu olmak üzere 9 ayrı oturum gerçekleşmiştir. Bu oturumlarda, İmam-ı Rabbânî’nin hayatı, eserleri, dini, ilmi, tasavvufi düşüncele-ri ve tesirleri ele alınmıştır. Sempozyum akabinde bir sonuç bildirgesi yayınlanmıştır. Sempozyumun sonuç bildirgesinde yer alan şu ifadeler İmam-ı Rabbânî’nin günümüze olan me-sajını ne güzel özetlemektedir:

“İmâm-ı Rabbânî’nin döneminde Babürlü pâdişah Ekber Şah “Dîn-i İlâhî” adı altında yeni bir din uydurma girişiminde bulunmuş, ancak bu çabası İmâm-ı Rabbânî’nin mücâdelesi sonucunda yok olmuştur. Günümüzde de İslâm dünyasında “Rasyonalizm”, “Hümanizm” ve “Feminizm” gibi Batı felse-felerine uygun yeni ve farklı bir İslâm anlayışı empoze edil-mekte ve âyetler asıl anlamından çarpıtılabilmektedir. Böyle

Page 26: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 26

bir zamanda, İmâm-ı Rabbânî’nin fikirlerinin tekrar hatırlan-ması önem arz etmektedir. Ayrıca; Afganistan, Suriye ve Irak gibi İslâm ülkelerindeki iç kargaşaların sona erdirilmesi için İmâm-ı Rabbânî’nin tasavvuf ve irfan dünyâsının hatırlan-ması barış ve kardeşliğin te’sîsi için önemli olacaktır.” Sonuç bildirgesinin tamamı için bkz. www.imamirabbanisempozyu-mu.org.

Evet; tasavvuf renk, din ve ırk farkı gözetmeksizin tüm insanlığı kucaklamakta, geçmişte yaşamış sûfiler de fikirleri ve eserleriyle günümüzde tesirlerini devam ettirmektedirler. Bu nedenle Mahmut Erol Kılıç Bey’in ifadesiyle tasavvuf, “Anadolu’nun Ruhu” dur. Aslında sadece Anadolu değil, Anayurttan Atayurda, Kafkaslardan, Afrikaya, Doğudan Ba-tıya tüm dünyada etkin, aktif bir disiplindir. Kuzey Irakla yakın ilişkilerin kurulmaya çalışıldığı günümüzde, büyük ço-ğunluğu Hâlidî ve Kadiri olan bu bölge ile olan ilişkilerimizde; bizleri kültür olarak da birleştirecek mühim tarihi şahsiyetler çerçevesinde organizasyonlar yapılabilir düşüncesiyle yazıma son vermek istiyorum.

Page 27: Visâle yolculuk

ŞABANİYYE KOLUNUN ÖNEMLİ BİR TEMSİLCİSİ NASUHİ EFENDİ’NİN RIZA VE TESLİMİYETLE İLGİLİ

GÖRÜŞLERİ1

VAHİT GÖKTAŞ - ALİ TENİK

Gelişiniz güle güleGidişiniz güle güle

Her işiniz güle güle olsun

Şeyh Şabân-ı VeliKastamonu’nun toprağı Mekke toprağıdır,

İnsanı da Mekke insanı gibidir. Mehmet Feyzi Efendi

4-6 Mayıs 2014 tarihleri arasında Kastamonu Üniversite-si İlahiyat Fakültesi ve Şeyh Şabân-ı Veli Değerler Eğitimi ve Araştırma Merkezi tarafından ortaklaşa II. Uluslar arası Şeyh Şa’ban-ı Veli (Kastamonu’nun Manevi Mimarları) başlıklı bir sempozyum tertip edildi. Şeyh Şa’ban-ı Veli, Kastamonu’da

1 Bu tebliğ 4-6 Mayıs 2014 tarihinde Şeyh Şaban-ı Veli ve Kastamonu’nun Ma-nevi Mimarları II. Uluslar arası Sempozyumu’nda sunulmuştur.

Page 28: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 28

her yıl muhtelif etkinliklerle anılıyor ancak bu sempozyum, hazret için Kastamonu’da uluslar arası düzeyde yapılan II. Sempozyum olması dolayısıyla da önemliydi. Vali Bey, Rektör Bey Milli Eğitim Bakan Yardımcısı Orhan Erdem Bey’in konuş-maları tasavvufi şahsiyetlerin her yaş grubundan insanımıza tanıtılmasının ehemmiyetini ortaya koyan ve bu şahsiyetlerin birlik beraberliğimize yaptığı katkılara vurgu yapan önemli konuşmalardı. Kazakistan Kariyer Üniversitesi Rektörü Sabri Hizmetli’nin açılış konferansını yaptı. Sabri Hizmetli Hoca-mız önemli bir İslam Tarihçisi olmakla birlikte Orta Asya’ya da uzun yıllar hizmet etmiş ve hâlâ o topraklarda görevine devam eden fedakar bir şahsiyettir. Sempozyuma Kırgızistan, Kazakistan ve Azerbaycan başta olmak üzere yurt dışından ve yurt içinden da çok sayıda akademisyen ve davetli katıldı. Şeyh Şa’ban-ı Veli ve Ömer Fuâdî olarak belirlenen iki ayrı sa-londa iki gün boyunca çok sayıda önemli tebliğler sunuldu. Bunları tek tek burada zikretmek mümkün olmayacak fakat sempozyum metinleri kitap haline geldiğinde oradan bunları okumak mümkün olacaktır. Aşağıda bu sempozyumda sun-duğumuz kısa tebliği istifadelerinize sunuyoruz.

ÖzetŞeyh Şa’ban-ı Veli’ye nispet edilen Şabaniyye tarikatının

en önemli kollarından biri Nasuhiyyedir. Bu kolun kurucu-su Nasûhî Efendi 17. yüzyılın ikinci yarısı ve 18. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşamış ömrünün büyük bir kısmını Üsküdar’da geçirmiş, Osmanlı döneminin önemli mutasavvıflarındandır. O, Şâbâniyye ekolünün ikinci piri sayılan Karabâş-ı Velî’nin yolunu devam ettirme şerefine nail olmuş, döneminde halk-tan ve devlet ricalinden pek çok kişiyi sohbetleriyle irşat etti-ği gibi kendisinden sonra da yolunu devam ettirecek pek çok halife yetiştirmiş etkili bir şahsiyettir. Nasûhî Efendi medrese

Page 29: Visâle yolculuk

ŞABANİYYE KOLUNUN ÖNEMLİ BİR TEMSİLCİSİ 29

ilimlerini de ikmal etmiş, Arapça Farsça ve Türkçeyi çok iyi kullanan bir ilim adamı ve mutasavvıftır. Bu tebliğde tasav-vufun da önemli konularından biri olan Rıza ve Teslimiyetle ilgili Nasuhi Efendi’nin görüşleri ele alınacaktır.

Rıza, Teslimiyet, Tasavvuf, Nasuhi, ŞabaniyyeGirişHalvetiyye’nin Şâbân-ı Velî (ö. 976/1569)’ye nisbet edilen

kolu olan Şâbâniyye, Cemâliyye’nin bir şûbesidir. II. Bayezid devrinde İstanbul’a gelip kendisine tahsîs edilen Kocamusta-fapaşa Dergâhında irşâd faaliyetine başlayan Cemâl-i Halvetî (ö. 899/1493-4) tarafından kurulan Cemâliyye; Sünbüliyye ve Şâbâniyye adlı iki büyük kola ayrılmıştır.2 Cemâl-i Halvetî’nin

2 Bkz. Mustafa Tatcı, “Şâbâniyye”, DİA, c. XXXVIII, İstanbul, 2010, s. 211. Halvetiyye tarikatı Ebû Abdullah Sirâcüddîn Ömer b. Ekmelüdîn Halvetî (ö. 800/1397) tarafından kurulmuştur. Ömer Halvetî’nin şeyhi amcası Kerîmüddîn Halvetî’dir. O da İbrâhim Zâhid Gilânî (ö. 700/1300)’nin iki halifesinden biridir. Bu yüzden Halvetiyye Zâhidiyye’nin bir koludur. Di-ğer kolu ise Safiyyüddîn Erdebilî (ö.735/1334)’ye bağlı olan Safeviyye veya Erdebîliyye’dir. Safeviyye’den Bayramiyye, Bayramiyye’den de Celvetiyye tarikatları doğmuş, kendisinden birçok şûbenin meydana geldiği Halvetiyye ise İslam dünyasının en yaygın tarikatı olmuştur.Tarikatın piri Ömer Halvetî, halvete büyük önem verdiğinden hatta kırk defa erbaîn (halvet) çıkardığı rivayet edildiğinden, bu yola Halvetiyye adı verilmiştir. Tarîkatın Kafkas-ya ve Anadolu’da yayılmasına öncülük eden ve bir bakıma gerçek kurucsu olan “Pîr-i Sânî” unvanının sahibi Seyyid Yahya Şirvânî (ö. 868/1464)’dir.Halvetiyye Anadolu’ya Sadreddin Hiyâvî’nin halifelerinden Amasyalı Pir İlyâs tarafından getirilmiştir. Yahyâ-yı Şirvânî’nin en önemli halîfeleri Dede Ömer Rûşenî, Rûşenî’nin ağabeyi Alaeddin Ali, Pir Şükrullah Ensârî, Habib Karamânî, Muhammed Bahâeddîn Erzincânî ve Ziyâeddîn Yusuf Şirvânî’dir. Habib Karamânî vasıtasıyla Halvetiyye’de bir kol daha meydana gelmiş-tir. Bu kol tarikatı Anadolu’nun çeşitli bölgelerine yayan Karamânî’nin en önemli halifesi Cemal Halîfe diye bilinen Cemâleddin İshak Karamânî (ö. 933/1527)’dir. Cemal Halîfe vasıtasıyla Halvetîlik İstanbul’da da yaymıştır.

Halvetiyye tarikatının dört ana kolu şunlardır: 1. Rûşeniyye: Kurucusu Dede Ömer Rûşenî (ö. 862/ 1487) 2. Cemâliyye: Kurucusu Cemâl-i Halvetî (ö. 899/1494) 3. Ahmediyye: Kurucusu Yiğitbaşı Ahmed Şemseddîn (ö. 910/1504) Şemsiyye: Kurucusu Şemseddin Sivâsî (ö. 1006/1597)

Page 30: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 30

tasavvuf tarihi ve Anadolu’da gelişen tasavvufî düşünce açı-sından en önemli özelliği Halvetiyye’nin İstanbul’daki ilk bü-yük temsilcisi olmasıdır. Hüseyin Vassâf’a göre İstanbul’da ilk Halvetî âyinini Cemâl-i Halvetî yapmıştır. Cemâl-i Halvetî Osmanlı döneminde en çok eser yazan sûfîlerden biridir. Bu yüzden onu sadece Halvetiyye’nin değil, genelde tasavvuf ve tarikat kültürünün tanınması ve yaygınlaşmasına eserleriyle de katkıda bulunan sûfilerden biri olarak görmek gerekir.3

Seyr u sülûkunu Cemâl-i Halvetî’nin halifelerinden Hay-reddin Tokâdî’nin yanında on iki yıl kaldıktan sonra tamam-layarak memleketi Kastamonu’ya gönderilen Şâbân-ı Velî’nin kurduğu Şâbâniyye tarikatı, XVII. yüzyıldan itibaren Ana-dolu ve Balkanlar’dan Suriye, Hicaz, Mısır, Kuzey Afrika ve Hindistan’a kadar çok geniş bir coğrafyaya yayılmıştır.4 Şâbân-ı Velî bütün tarikat çevrelerince Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Hacı Bektâş-ı Velî, Hacı Bayrâm-ı Velî ile birlikte Anadolu’nun dört kutbundan biri olarak kabul edilmektir.5

Nasuhî Efendi 1650-1718 yılları arasında yaşamış ve öm-rünün büyük çoğunluğunu İstanbul’da Üsküdar’da geçir-miş; Şâbâniyye-Karabâşiyye’nin Nasûhiyye kolunun pîridir. Nasûhî’nin farz ve sünnet ibadetlerin yanı sıra, halvet, itikaf ve erbaîne de çok önem verdiği, 1108 (1696) yılında peş peşe on defa erbaîn çıkardığı, haramlardan titizlikle sakındığı gibi şüpheli korkusuyla mubahların çoğunu terk etiği, gül yetiştir-meye meraklı olduğu, yetiştirdiği güllerin “Nasûhî Gülü” diye anıldığı kaydedilmektedir. Nasûhî Dergahı, Şâbâniyye’nin İstanbul’daki âsitânesi olmuş; önemli bir kültür ve tasav-

3 M. Serhan Tayşi, “Cemâl-i Halvetî”, DİA, c. VII, İstanbul, 1993, s. 302-303. Ay-rıca bkz. Hüseyin Vassâf, “Sefîne-i Evliyâ”, Haz. Mehmet Akkuş, Ali Yılmaz, c. III, İstanbul, 2006, ss. 323-329.

4 Tatcı, agm, s. 211.5 Mustafa Tatcı-Cemal Kurnaz, “Şâbân-ı Velî”, DİA, XXXVIII, İstanbul, 2010, s.

208-209.

Page 31: Visâle yolculuk

ŞABANİYYE KOLUNUN ÖNEMLİ BİR TEMSİLCİSİ 31

vuf merkezi özelliğini tekkelerin kapatıldığı zamana kadar sürdürmüştür.6 O, döneminde halktan ve devlet ricalinden pek çok kişiyi sohbetleriyle irşat ettiği gibi kendisinden sonra da yolunu devam ettirecek pek çok halife yetiştirmiş etkili bir şahsiyettir. Nasûhî Efendi medrese ilimlerini de ikmal etmiş, Arapça Farsça ve Türkçeyi ustalıkla kullanabilen bir ilim ada-mıdır.

300 kadar halife yetiştirmiş, bunlar vasıtasıyla Nasûhiyye kolu geniş bir zemine yayılma imkanı bulmuştur. En önde ge-len halîfesi Abdullah Rüşdî Efendi’dir. Nallıhan Şeyhi Şâbân Efendi, Şâbanzâde Mustafa Efendi, Konparalı Muhammed Efendi, Senâyi Efendi, İstanbullu Muhammed Efendi, Kasta-monulu Muhammed Efendi, Çerkeşli Hasan Efendi, Üsküdar-lı Ahmed Efendi, Hulûsi Hasan Efendi, Beşiktaşlı Fahruddin Efendi, Enderunlu İbrahim Ağa, Nasûhi Efendi’nin önde ge-len halifeleri olmuşlardır. Nasûhi Efendi’nin vefatından sonra yerine oğlu Ali Alâeddin Efendi (ö. 1165/1752) geçmiştir.7

Nasuhi Efendi’nin eserlerinin pek çoğu tasavvufla ilgilidir. Eserlerinde tasavvufun pek çok mevzuunu ele almıştır. Tasav-vufun en önemli konularından biri de rıza ve teslimiyettir. İlk dönem klasikleri de dahil olmak üzere konuyla ilgili çok şey söylenmiştir. Rıza ve teslimiyet tasavvufi şiirlere konu olmuş-tur. “Rıza lokması” “Ahh teslimiyet” “Bu da geçer ya huu” gibi ifadeler tasavvuf alanının en meşhur birkaç ifadesinden olmuş ve bu ifadeler hat levhalarına da konu olan kültürümü-zün önemli belirleyicileri olmuşlardır.

Tasavvuf insanın başına gelen sıkıntı, dert, bela vb. du-rumlara karşı rıza teslimiyet tevekkül prensipleriyle kişinin dayanıklılık gücünü artırmayı hedeflemektedir. Psikolojide

6 Kerim Kara, “Mehmed Nasûhi”, DİA, . XXVIII, Ankara, 2003, s. 501; Tatcı, agm, s. 212.

7 Necdet Yılmaz, “Osmanlı Toplumunda Tasavvuf”, İstanbul, 2001, s. 122-123.

Page 32: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 32

içsel dindarlığı güçlü olanların daha dayanıklı oldukları be-lirtilmektedir. Bu ise dış bağımlılıktan kurtulan ve her şeyi Allah’tan bekleyen sûfi tipolojisini anımsatmaktadır. Rıza kelimesi sözlükte; öfke ve gadabın zıddı olup razı olmak, kabul etmek, memnun olmak, seçmek, yetinmek, beğenmek, tercih etmek, birini memnun etmek, tasvip etmek, kanaat et-mek, hoşnut olmak, sızlanmamak, yakınmamak anlamlarına gelmektedir. Tasavvufî manada ise; ilâhî hükmün ve kade-rin tecellîlerinin akışı altında kalbin sükûn halinde bulun-masıdır. Serrâc (ö.378/988), rızayı Allah’a açılan en büyük kapı ve dünya cenneti olarak vasıflandırmaktadır.8 Kuşeyrî (ö.465/1021), Râbiatü’l-Adeviyye’nin rıza anlayışını “Allah’ın nimeti kadar musibetinin de kulu memnun etmesi” şeklinde nakletmektedir.9 Cüneyd-i Bağdâdî (ö.297/909) rızayı, kulun irâdesini terketmesi,10 Zünnûn-ı Mısrî (ö.245/859) ise, kaderin tecellîleri karşısında kalbin neşe içinde olmasıdır diye tarif etmektedirler.11

Rıza iki türlü kabul edilmiştir. Bunlardan biri Allah’ın kuldan razı olması, diğeri ise kulun Allah’tan razı olmasıdır. Allah’ın kuldan razı olması, kulun emir ve yasaklara uydu-ğunu görmesi, kulun Allah’tan razı olması ise, Allah’ın Ken-disi hakkındaki hükmünü kötü görmemesidir. Bu iki rıza halini gerçekleştiren nefse, nefs-i mardiye ve nefs-i râziye denmiştir.12

Tevekkül rızayı gerektirir. Rıza muhabbetin bir neticesidir. Seven sevdiğinden gelen cefaya razı olur. Sufilere göre rıza, sabrın, tevekkülün ve tefvîzin üstünde bir makamdır. Kişi ila-

8 Serrâc , Lüma’, s.52.9 Kuşeyrî , Risâle, s.195.10 Kelâbâzî, Kelâbâzî, Ta’arruf, s. 102.11 Kelâbâzî, Ta’arruf, s.102.12 Râgıb el-Isfahânî, Müfredât, s.286; Gazzâlî, İhyâ, c.III, s.333.

Page 33: Visâle yolculuk

ŞABANİYYE KOLUNUN ÖNEMLİ BİR TEMSİLCİSİ 33

hi takdirin kendisini acılarla karşılaştırmasına sabredebilir. Bu güzel bir şeydir. Ancak onu sevinçle karşılaması daha güzel bir şeydir. İşte bu rızadır. “Rıza, ilâhi irâde, hükmünü yerine getirirken kalbin huzur ve sükûn içinde olmasıdır.”13 Dolayı-sıyla sabır ve vera’ ilahî irade karşısında olması gerekenin en alt basamaklarını oluşturmaktadırlar. İbn Atâ (ö.309/921)’nın “Rıza, Allah’ın kulu için ezelde yaptığı tercihe kalbin nazar etmesidir. Çünkü Allah kulu için en hayırlı olan şeyi takdir etmiştir.”14 sözü Allah’ın takdirine razı olmayı ifade etmekte-dir. Rıza karşılıklıdır. Rıza kuldan, rıdvan ise Allah’tan olur. Rıza ile rıdvanın birleşmesinden itminan, sükûn ve huzur hali doğmaktadır. Yani kendisinden razı olduğun zat ancak sen-den razı olabilir.

Halvetiyyenin Şabaniyye ekolünün önemli isimlerinden biri olan Nasuhi Efendi de aynı zamanda bir tarikat şeyhi ol-ması ve görüşlerinin Nasuhiyye kolu olarak bilinen bir ekol kanalıyla günümüze kadar gelmiş olması sebebiyle önemli bir isimdir. Biz burada sadece Nasuhi Efendi’nin rıza ve teslimi-yetle ilgili görüşlerini ortaya koymaya çalışacağız.

Nasuhi Efendi’de Rıza ve Teslimiyet Tasavvuf yolunda genel prensip olan “Sevgi belayı celbe-

der.” prensibi Nasûhî Efendi’de de vardır.15 Bela ve imtihan kulun Allah’a yaklaşması için bir vesiledir. Allah, sevdiği kula bela gönderir.16 Mümin beladan hâlî olmaz. Bunun, sevgi ve kulun terbiyesi ile alakası vardır. Bela ve imtihanın en büyük-leri evliyaullaha ve enbiyaya verilmiştir. Bu durumu Nasûhî Efendi şöyle ifade eder: “Hiçbir peygamber ezâ ve cefâdan

13 Kelâbâzî, Taarrruf, s. 102..14 Kelâbâzî, Ta’arruf, s. 102.15 Nasûhî, Mürâselât, vr. 100b.16 Nasûhî, Mürâselât, vr. 81b.

Page 34: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 34

hâlî olmamıştır. Bu harekât-ı felek, terbiye-i ilâhîdir.”17 İmti-han, ilahî temyiz içindir. Nasıl ki altının gerçek mi sahte mi ol-duğu ateşin içerisinde belli oluyor, aynı şekilde hakîkî velîler bela anında belli olmaktadır.18

Rıza, her işi hikmete havale etmektir.19 Kişi sevgilisinden gelene razı olmadıkça sevgiye ulaşamaz. Bu hususta Hz. İbra-him örneği çok güzeldir. Nasûhî Efendi’nin ifadeleriyle, “Hz. İbrahim peygamber olduğu hâlde nâr-ı Nemrûd ve cefâ-yı Nemrûd görmedikçe Halîlullâh (Allah’ın sevgilisi) olmadı.”20

Kişi, başına gelen şeylere sabretmelidir, ölümü temenni et-mek bile kerih görülmüştür.21 Nasûhî Efendi, azıcık bela ve imtihanın zuhurunda telaşa kapılmayı hayvanlıkla eşdeğer görür.22

Hakk’tan gelen her şeye razı olmak havassa ait bir keyfi-yettir. Nitekim Nasûhî Efendi’nin çağdaşlarından olan Abdu-lehad Nuri Efendi de konuyla ilgili olarak Allah’ın cemaliyle olduğu gibi celaliyle de tecelli edeceğini; avamdan olanların, Allah’ın celaliyle tecellisini hoş karşılamayabileceğini, ancak havas nezdinde her iki tecellinin de hoş karşılanacağını ifa-de eder. Çünkü Hakk’a âşık olan kişi için maşuktan gelen her tavır güzeldir. Nitekim onlar vuslat yolunda celalin narında yanmaya da razıdırlar.23

Sadakanın başa gelen belayı hafifletme veya gelebilecek olanı def etme gibi bir özelliği vardır. Bu nedenle Nasûhî Efendi’nin hadise muvafık olarak yaptığı şu tavsiye calib-i

17 Nasûhî, Mürâselât, vr. 20a.18 Nasûhî, Mürâselât, vr. 94b. 19 Nasûhî, Mürâselât, vr. 20b.20 Nasûhî, Mürâselât, vr. 20a.21 Nasûhî, Mürâselât, vr. 72b.22 Nasûhî, Mürâselât, vr. 74b.23 Abdulehan Nuri’nin Hayatıyla ilgili geniş bilgi için bkz.: İbrahim Baz, Abdü-

lehad Nurî-i Sivâsî, Hayatı, Eserleri, Görüşleri, İnsan Yay., İstanbul 2007.

Page 35: Visâle yolculuk

ŞABANİYYE KOLUNUN ÖNEMLİ BİR TEMSİLCİSİ 35

dikkattir: “İnsan bir kazaya uğradığı zaman bir mikdâr akçe ile def edip kendini mekrden âzâd etmeli.”24

Teslimiyet, rıza, tevekkül birbirine yakın kavramlardır. Teslimiyet kişinin Allah’a kalbi ve kalıbıyla yani mülküyle/her şeyiyle kendini teslim etmesidir. Mâlik mülkünde istediği gibi tasarrufta bulunabilmektedir. İnsanın ise buna teslimiyet gös-termesi kâinata mensub olması anlamına gelmektedir. Allah’ın takdir eden gücüne ve fakirlik, zenginlik, üzüntü ve sevinç vb. onaylayan hükmüne rıza göstermek gerekmektedir.25 Rıza ve halis niyet vaciptir.26 Şükür tasavvufta rızanın ve vefânın bir tezahürüdür. Allah

şükreden kişiye nimetini ve himmetini artırır. Kişi Mevlaya hamd ü sena ile iki cihanda aziz olur, himmet sahibi olur. 27

Nasûhî Efendi, emr-i bi’l-ma’ruf ve’n-nehy-i ani’l-münkeri terk etmenin kadere rıza olduğunu söylemenin büyük bir ya-nılgı olduğunu ve böyle söyleyenlerin Efendimiz’e (sav) mu-halefet ettiklerini belirtir. Rıza ve kerahiyetin iki zıt şey oldu-ğunu ifade eder. Suya ulaşmak mümkünken susuzluk çekerek buna da rıza demek şeriata terstir. Bilakis rıza, suyu alıp su-suzluğu gidermektir. Şeriat hududuna ve sünnetullaha riayet-tir. Rıza, Allah’ın sevgisine ulaşma yolunda gayret göstererek doğacak sonucu zahiren ve bâtınen kabul etmektir.28 “el-Umûr merhûnetun bievkâtihâ”29 ifadesini kullanan Nasûhî Efen-di her işin bir vaktinin olduğunu belirterek aceleci olmanın doğru olmadığını ifade eder.30 Nasûhî Efendi, kemalat irşad

24 Nasûhî, Mürâselât, vr. 20a.25 Nasûhî, Tarîkat-ı Ahmediyye, s. 143.26 Nasûhî, Mürâselât, vr. 67b; 72a.27 Nasûhî, Mürâselât, vr. 61a.28 Nasûhî, Tarîkat-i Muhammediyye, vr. 17a.29 Nasûhî, Mürâselât, vr. 63a.30 Nasûhî Efendi’nin konuyla ilgili sık kullandığı hadis “el-Umûr merhûnetun

bi evkâtiha.” şeklindedir. Nasûhî, Mürâselât, vr. 74a.

Page 36: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 36

ile tamamlanır dedikten sonra saliklere şu tavsiyede bulunur: “Hakk’a Hak ile Hakk’da davette ciddiyetle sarıl. Vahdaniyet ve rububiyyet sırlarını istiyorsan, muhabbet, ihlâs ve sıdkla Allah’ın emirlerine sarıl.”31 Keramet, teenni ile olur. İstidraç, aceleden olur.32 “Andelîb, vaktinde feryat eder. Gül zamanın-da bûy-feşân olur.”33

Nasûhî Efendi “Kâinatın maliki Allah, hakîmdir. Esvab sahibinindir.”34 “Allah Teâlâ’nın işine karışma!”35 sözleriy-le yaratıcıyı yaratan yerine, kulu ise kul yerine koyarak her şeye hakkını vermektedir. Nasûhî Efendi’nin tarifiyle tesli-miyet zikrullaha devam ederek masiva fikrini yok etmektir.

Mahlûku unutmak ise şuhûd-ı Hakk’da sebat ile Hakk’dan gelene kanaattir.36

Netice itibariyle kul bütün işlerini Allah’a havale etmeli ve başına gelen her şeye rıza göstermelidir. Nasûhî Efendi’nin bir müridine yapmış olduğu “Tefviz-i umur-ı ilallah’tan ayrılma”37 şeklindeki tavsiyesi onun tasavvufunda önemli bir yer tutar. Yine onun bu konudaki diğer tavsiyeleri ise şöyledir: “Çek zahmeti geç hayalden, er visale ey aziz.”38 “İş olunca “zâlike fadlullâh”, olmadıysa “zâlike takdîru’l-azîzî’l-alîm” demek lazım.”39 “Tîyg-ı lâ yüs’el ammâ yef’al”40 ve “Edebi lâ yüs’el ammâ yef’al” ile kadere teslimiyet ve rıza lazımdır.”41 Yani kişinin işi olunca bu Allah’ın fazlındandır, işi olmazsa da bu

31 Nasûhî, Tarîkat-i Muhammediyye, vr. 18a.32 Nasûhî, Mürâselât, vr. 11a.33 Nasûhî, Mürâselât, vr. 20b.34 Nasûhî, Mürâselât, vr. 10a.35 Nasûhî, Mürâselât, vr. 21a.36 Nasûhî, Mürâselât, vr. 90a.37 Nasûhî, Mürâselât, vr. 73a.38 Nasûhî, Mürâselât, vr. 78a.39 Nasûhî, Mürâselât, vr. 82a.40 Nasûhî, Mürâselât, vr. 8a.41 Nasûhî, Mürâselât, vr. 95b.

Page 37: Visâle yolculuk

ŞABANİYYE KOLUNUN ÖNEMLİ BİR TEMSİLCİSİ 37

Allah’ın takdiridir şeklinde mukabele etmelidir. Çünkü Allah yaptığı hiçbir şeyden hesaba çekilmez. Hakk’a tam teslimiyet lazımdır. Bu nedenle sükût ve rıza en emin, en sâlim yoldur. Sadece Hakk’ın zatına yönelmek gerekmektedir.42 Kaderle il-gili çok yaygın olarak kullanılan “Olan olmuştur, olacak da olacaktır.” sözünü; Halvetiyye’nin önemli bir son dönem tem-silcisi olan Ahmet Amiş Efendi dile getirir.

42 Nasûhî, Mürâselât, vr. 109a.

Page 38: Visâle yolculuk
Page 39: Visâle yolculuk

HABİB-İ NECCAR’DA TEBLİĞ VE CENNETE DAVET1

GirişEmr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker yani “iyiliği emret-

mek kötülükten nehyetmek” ve tebliğ görevi sadece yetişkin ve alimlerin görevi değil; tüm Müslümanların vazifesidir. Dolayı-sıyla herkesin bildiği kadarıyla tebliğ yapması ve muhatapları haramlardan sakındırmaya çalışması vaciptir, dinimizin bir emridir. Eğer bu şekilde olmazsa haram ve günahlar gitgide yaygınlaşmakta, insanlar şirk ve küfre saplanıp kalabilmekte-dirler. Bu durum zamanla normalmiş gibi görülebilmektedir. Toplumda yayılan yangın herkesi kuşatabilmektedir.

Kur’an-ı Kerim’de altmışın üzerinde ayet tebliğ ve emr-i bi’l-ma’ruf ile ilgilidir.2 Bu ayetlere baktığımızda Allah u Teâlâ’nın tebliğ ve emr-i bi’l-ma’ruf’a ne kadar ehemmiyet ver-diğini görebiliyoruz. Allah Teâla ayet-i kerimede şöyle buyur-maktadır: “Ben gerçekten (Müslümanlardanım) deyip salih amel işleyip Allah’a çağıran kimseden daha güzel sözlü kim vardır?”3

1 Bu tebliğ 24-26 Mayıs 2014 tarihleri arasında Hatay’da Habib-i Neccar Derne-ği ve Hatay Müftülüğü tarafından organize edilen Habib-i Neccar Sempoz-yumunda sunulmuştur.

2 Zekeriyya Kandehlevi, Fezail-i Amal (Ashab-ı Kiramdan Örneklerle Müslü-man Şahsiyeti), Risale 1997, ss. 210-211.

3 Fussilet, 33, Tebliğle ilgili diğer birkaç ayet-i kerime ise şunlardır: Zariyat, 55 Taha, 132, Lokman, 17, Ali İmaran, 104, 110, Nisa, 114.

Page 40: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 40

Bir başka ayet-i kerime’de Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Habîbim sen kolaylığı sağlayan yolu tut. İyiliği emret, cahillerden yüz çevir.”4

Peygamber Efendimiz’in pek çok hadis kaynağında geçen şu hadisi konunun önemine ayrıca dikkat çekmektedir: “Sizden kim kötü bir iş yapıldığını görürse onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmiyorsa dili ile engellesin. Buna gücü yetmiyorsa kalbiyle buğz etsin. Bu imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, Tirmizi.) Tebliğ sahabe-i kiram’ın da hal ve kal olarak hiç bir zaman bırakma-dıkları bir faaliyet olmuştur. Onlar tevhid mesajını insanlarla buluşturdukları ölçüde kendilerini mutlu hissetmişlerdir.

Tebliğ ve irşaddan uzak durmanın da ayrıca mesuliyeti var-dır. Bu durumu Ebu Hüreyre (r.a.) şöyle anlatır: “Kıyamet gü-nünde bir kişinin yakasına hiç tanımadığı biri yapışır. Adam “Ben-den ne istiyorsun? Ben seni tanımıyorum.” der. Yakasına yapışan kişi de: “Dünyada iken beni hata ve çirkin işler üzerinde görürdün de, ikaz etmez, beni o kötülüklerden alıkoymazdın” diyerek o kişiden davacı olur.”5

Bir Davetçi Olarak Habib-i NeccarHabib-i Neccar Hazretleri ise tebliğ görevini yerine ge-

tirmek için putperest bir toplumda tevhid inancını anlatmış ve savunmuştur. Bunun yanında o, gelen davetçilere destek olarak tebliğ ve irşad yolunda gayret gösterenlere destek ol-manın da Allah’a itaaat olduğu bilinci içerisinde fedakarlıkta bulunmuştur. Putperest Antakya halkına gönderilen ve halka davette bulunan Hz. İsa (a.s)’ın iki elçisini desteklemek üzere koşarak gelen ve insanları uyaran Habib-i Neccar, canı paha-sına bu davetçilere en güzel desteği vermiştir. Bu husus Ya-

4 Araf, 7/199.5 Münziri, et-Tergib ve’t-Terhib, Beyrut, 1417, III, 164/3506.

Page 41: Visâle yolculuk

HABİB-İ NECCAR’DA TEBLİĞ VE CENNETE DAVET 41

sin suresi 13 ve 30. ayetleri arasında anlatılmaktadır. Allah u Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “(Ey Muhammed!) Onlara, o mem-leket (Antakya) halkını örnek ver. Hani oraya elçiler gelmişti. Hani biz onlara iki elçi göndermiştik de onları yalancı saymışlardı. Biz de onlara üçüncü bir elçi ile destek vermiştik. Onlar, “Şüphesiz biz size gönderilmiş elçileriz” dediler. Onlar şöyle dediler: “Siz de ancak bizim gibi insansınız. Rahman hiçbir şey indirmemiştir. Siz sadece yalan söylüyorsunuz.” (Elçiler ise) şöyle dediler: “Bizim gerçekten size gönderilmiş elçiler olduğumuzu Rabbimiz biliyor. Bize düşen ancak apaçık bir tebliğdir.”6

Ayet-i kerimede açıkça vurgulanan tebliğ ve davet husu-su yukarıda da belirttiğimiz gibi tüm mü’minler üzerine bir vazifedir. Bu görevi yerine getirirken bazı sıkıntı, iftira vb du-rumlarla karşılaşıldığında ise kişiye düşen sabretmektir. Nite-kim Antakya halkı da gelen iki davetçiye beldeye uğursuzluk getirmek gibi bir durumla itham ve iftirada bulunmuşlardır. Ayet-i Kerime’de bu durum şöyle anlatılır: “Dediler ki: “Şüp-hesiz biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer vazgeçmez-seniz sizi mutlaka taşlarız ve bizim tarafımızdan size elem dolu bir azap dokunur.” Elçiler de, “Uğursuzluğunuz kendinizdendir. Size öğüt verildiği için mi (uğursuzluğa uğruyorsunuz?). Hayır, siz aşı-rı giden bir kavimsiniz” dediler.”7

Habib-i Neccâr, gelen davetçilere halkın hakaret ettiğini ve kötü muamelede bulunduğunu duyar. Koşarak şehre gelir ve halka bazı uyarılarda bulunur. Burada öne çıkan başlıklar şunlardır:

“Elçilerin sözünü tasdik ve destek.” “Davetçinin davet et-tiği kişiden her hangi bir menfaat gözetmeden sadece Allah rızası için davette bulunması.” “Yaratan’a kulluk ve ibadete

6 Yasin, 36, 13-17.7 Yasin, 36, 18-19.

Page 42: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 42

vurgu, sadece dille değil; mal can ve herşeyle tebliğ.” “Ölüm ve ahiret.” “Tevhid” “Allah’ın iradesinin dışında hiçbir şeyin olmayacağı.” Ayet-i Kerimelerde bu husus şöyle anlatılır: “Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi ve şöyle dedi: “Ey kav-mim! Bu elçilere uyun. Sizden hiçbir ücret istemeyen kimselere uyun, onlar hidayete erdirilmiş kimselerdir. Hem ben, ne diye beni yaratana kulluk etmeyeyim. Oysa siz de yalnızca ona döndürüle-ceksiniz. Onu bırakıp da başka ilahlar mı edineyim? Eğer Rahman bana bir zarar vermek istese, onların şefaati bana hiçbir fayda sağlamaz ve beni kurtaramazlar. O taktirde ben mutlaka açık bir sa-pıklık içinde olurum. Şüphesiz ben sizin Rabbinize inandım. Gelin, beni dinleyin!” 8

Ölümden Korkmayan ve İncinmeyen Habib-i NeccarHabib-i Neccar’la alakalı ayet-i kerimelerde vurgulanan

bir diğer husus ise kavmi tarafından şehit edilmesidir. Can, insana Allah tarafından verilen bir emanettir. Şehitler ise di-ridirler ve Allah tarafından ikramla karşılanmaktadırlar. Da-vetçi, hassaten peygamberler ve sahabe-i kiram örneğinde de olduğu gibi kendisine emanet verilen canını Allah yolunda vermekten çekinmemelidir. Bir diğer önemli nokta ise Habib-i Neccar’ın kavmi hakkındaki iyi niyet temennileridir ve onla-rı affetmesidir. Peygamber Efendimiz (s.a.v) taif’te kendisini taşlayan Taif’lileri affetmiş ve İslam’la şereflenmeleri için dua etmiştir. Yine O, Hz. Hamza’yı şehit eden Vahşi’yi affetmiş-tir. Kızı Zeynep’i hamile vaziyetteyken devesinden düşüren Hebbâr b. Esved’i Müslüman olduktan sonra affetmiştir. Habib-i Neccar’da kavminin kendisine yaptığı zulme ragmen onları affetmiş ve “keşke kavmim benim ikram edilenlerden olduğumu bilseydi” demiştir. Bu durum ayet-i kerimede şöy-

8 Yasin, 36, 20-25.

Page 43: Visâle yolculuk

HABİB-İ NECCAR’DA TEBLİĞ VE CENNETE DAVET 43

le anlatılır: “(Kavmi onu öldürdüğünde kendisine): “Cennete gir!” denildi. O da, “Keşke kavmim, Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikram edilenlerden kıldığını bilseydi!” dedi.” Nitekim Habib-i Neccar örneği ve Peygamber Efendimiz’in hayatı, tebliğ yapan kişinin, muhatabın eza cefa, alay, kınama vb. verdiği sıkıntı-lardan incinmemesi, kırılmaması; sadece Allah’a sığınıp Allah Teâla’nın rızasını gözetmesi gerektiğini ortaya koyan en güzel misallerdir.

SonuçNetice itibariyle tebliğ ve irşad sadece alimlerin değil her

Müslümanın gücü nispetinde görevidir. Bununla birlikte tebliğde şu hususlar ön plana çıkmaktadır: Kişi önce nefsine emretmeli, yapmadığı şeyi söylememelidir. Faydalı ise konuş-malı faydasız konuşmadan uzak durmalıdır. Allah’ın yardımı ile bu işe girişmelidir. Nefsinin şerrinden, şeytanın hilesinden, kibirden enaniyetten, riyadan Allah’a sığınmalıdır. Ücret ve menfaat mukabilinde tebliğ yapmamalıdır. Habib-i Neccar’da tebliğ ve irşad’la ilgili Kur’an-ı Kerim’in kalbi olan Yasin Sûresi’nde anlatılan en güzel misallerden biridir. O, kavmini Rasülüllah (s.a.v) gibi ve diğer Rasül ve Nebiler gibi irşad ve tebliğ ile Cennet’e davet etmiştir.

Page 44: Visâle yolculuk
Page 45: Visâle yolculuk

KUR’AN’DA BİLGİ VE BİLGİNİN KAYNAKLARI9

ÖzetKur’anda Bilgi ve Bilginin KaynaklarıBu makalede genel başlıklar halinde Kur’an-ı Kerim’de bilgi-nin formları, Allah’ın bilgisi ve bu bilgi içinde insana bildir-dikleri, insanın kendisine bildirilen bu bilgiye ne şekilde ulaş-tığı ele alınmıştır. İnsanın bilgisi ele alınırken inanmayanların bilgisine de ayrıca değinilmiştir. İslam düşünce tarihinde tartışılan bir konu olan insanın bilgi edinme vasıtaları Kur’an temelli olarak beş grupta şu başlıklar altında incelenmiştir: Beş duyu organı, akıl, vahy, rüya. Bu başlıklar açıklanırken konuyu tavzif edici ara başlıklarla konu detaylandırılmıştır. Konu tamamen Kur’an merkezli olarak incelenmiştir.

AbstractKnowledge and Sources of Knowledge in QuranThis article deals in general with the forms of knowledge in Quran, God’s knowledge and what He makes man know wit-hin this knowledge, and how man reaches this knowledge which is made available. While considering the knowledge of human beings, the knowledge of unbelievers are also studies. Means of acquiring knowledge, which is one of the discussed issues of Islamic history of thought, are classified under thee

9 Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Şanlıurfa 2008, sayı 20, ss. 159-181.

Page 46: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 46

five groups on Quranic basis: Five sensual organs, reason, re-velation, dream. While explaining these headings, the issue hs been detailed with sub-headings. The issue has been comple-tely studied around the center of Quran.

Allah’ın (c.c.) İlmiRabbimiz âlim-i mutlaktır. O (c.c.) ilmin kaynağı ve tüm

ilmin sahibidir. Varlık ona ait olduğu gibi varlığın bilgisi de ona aittir.

“Göklerin, yerin ve ikisi arasındaki her şeyin hükümranlığı kendisine ait olan Allah yücedir...”10

“Yaratan bilmez mi? O, en gizli şeyleri bilir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır.”11

Ayet-i kerîmenin beyanı mucibince yaratmak bilgi ile ol-duğu gibi yaratanın yarattığını bilmesi de yaratmanın tabii bir neticesidir. Varlığı yaratan, varlığı bildiği gibi varlığın bildik-lerini de bilir. Bu düşünce bizi, ilim olarak ne bilirsek bilelim o ilmin Rabbimiz katında mevcut olduğu ve onun ilminin dışın-da hiçbir ilmin bulunamayacağı sonucuna götürür.

Burada konu ettiğimiz husus Rabbimizin her şeyi bildiği hususu değildir. Konumuz ilmin tamamının ona ait olduğu ve diğer tüm varlıkların sahip oldukları ilmin O’nun ilminden bir parça olduğu hususudur.

“Onlar (insanlar vb.) O’nun ilminden, kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar.”12 ayet-i celîlesi bu hakikati ifade eder.

Allah Teâlâ Her Şeyi Bilirİlmin hakiki sahibi olan Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmış-

tır. Bu gerçek, Yüce Kitabımız’da:

10 Zuhruf suresi, 85. ayet.11 Mülk suresi, 14. ayet.12 Bakara suresi, 255. ayet.

Page 47: Visâle yolculuk

KUR’AN’DA BİLGİ VE BİLGİNİN KAYNAKLARI 47

“Göklerdeki ve yerdeki her şeyi bilir. Gizlediklerinizi de açığa vurduklarınızı da bilir. Allah, göğüslerin özünü (kalp-lerde olanı) hakkıyla bilendir.”13

“Arş’ı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar (melekler) Rablerini hamd ederek tespih ederler, O’na inanırlar ve ina-nanlar için (şöyle diyerek) bağışlanma dilerler: ‘Ey Rabbimiz! Senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O hâlde tövbe eden ve senin yoluna uyanları bağışla ve onları cehennem aza-bından koru.”14

“Gaybın anahtarları yalnızca O’nun katındadır. Onları an-cak O bilir. Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki onu bilmesin. Yerin karanlıklarında da hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Allah’ın bilgisi dâhilinde, Levh-i Mahfuz’da) olmasın.”15

“...Allah, her şeyi hakkıyla bilir.”16 buyrularak açıklanmış-tır.

İnsanın Bilgisiİnsan yaratılışı itibariyle cahildir. Rabbimiz bu duru-

mu şöylece ifade etmiştir: “Şüphesiz insan çok cahil ve pek zalimdir.”17

Hz. Âdem (a.s.) yaratıldığında Rabbimiz ona eşyanın isim-lerini öğretmiş ve bu ilk talim ile ilk insan cehaletten kurtul-muş oldu. “Allah, Âdem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti.”18 Ayet-i kerîmeden de anlaşılacağı üzere insanın bilgisinin kay-nağı Yüce Allah’tır.

Rabbimizin Hz. Âdem’e eşyanın isimlerini öğretmesi kla-

13 Tegabun suresi, 4. ayet.14 Zümer suresi, 7. ayet.15 En’am suresi, 59. ayet.16 Mücadele suresi, 7. ayet.17 Ahzâb suresi, 72. ayet.18 Bakara suresi, 31. ayet.

Page 48: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 48

sik tefsir kitaplarımızda ilk anlaşılan anlamda açıklanmıştır. Yüce Allah’ın Hz. Âdem’e gündelik hayatta kullanacağı eşya-nın isimlerini öğretmesi olarak tefsir edilmiştir. Bu talim, in-sana, ilim elde edecek bir kapasite yani öğrenme ve öğretme kabiliyeti verilmesi olarak da açıklanabilir. Bu durumda insan meleklerden farklı olarak ilim üretebilme imkânına kavuşmuş ve böylece onlardan öne geçmiştir.

Bu gerçek Kur’an’da: “Melekler, ‘(Ey Rabbimiz!) Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan sensin’ dediler.”19 buyrularak ifade edilir.İnsanın ilmi sınırlıdır. Hiçbir insan her şeyi bildiğini id-

dia edemez. Bu durum insana haddini bilmesi edebini öğre-tir. Rabbimiz: “Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır.”20 buyurarak bu gerçeği ferman eder.

Yine insana ilimden çok az bir nasip verilmiştir: “...Size pek az ilim verilmiştir.”21

Bu ayet genellikle ruh hakkında insana çok az bilgi veril-diği şeklinde açıklanmış olsa bile ayetin anlamını bu anlamda daraltacak bir karine mevcut değildir. Ayet insana verilen il-min mutlak manada az olduğunu da ifade etmektedir.

Rabbimiz insana ilim vasıtalarını da vermiştir. “Rahmân, Kur’an’ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona beyanı (dü-

şünüp ifade etmeyi/konuşmayı) öğretti.”22

Konuşmak ve kendini ifade edebilmek insana verilmiş bü-yük bir nimettir. İlmin nakli ve talimi ancak ifade-i meram

19 Bakara suresi, 32. ayet.20 Yusuf suresi, 76. ayet.21 İsra suresi, 85. ayet.22 Rahman suresi, 1-3. ayetler.

Page 49: Visâle yolculuk

KUR’AN’DA BİLGİ VE BİLGİNİN KAYNAKLARI 49

ile mümkündür ki buna ise ancak konuşma veya yazma ile imkân bulunabilir.

“Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı “alak”dan yarattı.Oku! Senin Rabbin en cömert olandır.O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini

öğretendir.”23

Konuşmak ve yazmak diğer bir deyişle beyan ve kalem, Rabbimizin insana sunduğu ilmin vasıtalarıdır. İnsanın bilgisi insan üzerinde kalıcı bir cevher değildir.

İlmi ve vasıtalarını veren rabbimiz dilerse verdiği ilmi geri de alabilir.

“Ey insanlar!... Hiç şüphesiz biz sizi topraktan, sonra az bir sudan (meniden), sonra bir “alaka”dan, sonra da yaratılışı bel-li belirsiz bir “mudga”dan yarattık ki size (kudretimizi) apa-çık anlatalım. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde durduruyoruz. Sonra sizi bir çocuk olarak çıkarıyor, sonra da (akıl, temyiz ve kuvvette) tam gücünüze ulaşmanız için (sizi kemale erdiriyoruz.) İçinizden ölenler olur. Yine içinizden bir kısmı da ömrün en düşkün çağına ulaştırılır ki, bilirken hiçbir şey bilmez hâle gelsin...”24

Yüce Allah kullarından dilediğine ilim vererek onu diğer insanlardan üstün hâle getirebilir. Buna Hz. Yakub (a.s.)’ı ör-nek verebiliriz.

“...Şüphesiz o (Hz.Yakub), biz kendisine öğrettiğimiz için bilgi sahibidir. Fakat insanların çoğu bilmezler.”25

Görüleceği üzere Hz. Yakub (a.s.) Rabbimiz tarafından ve-rilmiş olan bir ilimle âlim olmuştur. Başka örnekler de vardır:

23 Alak suresi, 1-5. ayetler24 Hacc suresi, 5. ayet.25 Yusuf suresi, 68. ayet.

Page 50: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 50

“Olgunluk çağına erişince, ona (Hz. Yusuf) hikmet ve ilim verdik. İşte biz, iyi davrananları böyle mükâfatlandırırız.”26

“Andolsun! Biz Dâvûd’a ve Süleyman’a ilim verdik. On-lar, “Hamd, bizi mü’min kullarının birçoğundan üstün kılan Allah’a mahsustur” dediler. Süleyman, Dâvûd’a varis oldu ve, “Ey insanlar, bize kuş dili öğretildi ve bize her şey verildi. Şüphesiz bu, apaçık bir lütuftur” dedi.”27

“Biz, Lût’a da bir hikmet ve bir ilim verdik ve onu çirkin işler yapan memleketten kurtardık.”28

Kur’an-ı Kerim’de peygamber olmayan bazı kişilere de ilim verildiğinden bahsedilir. Tefsir kitaplarında Hz. Hızır olarak açıklanan zâta da ilim verilmiştir:

“Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katı-mızdan bir rahmet vermiş, kendisine tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.”29

Örneklerden insana verilen ilmin Rabbimizin bir lütfu ve in’amı olduğu ve iyilik yapanlara bu iyiliklerinin bir karşılığı olarak verildiği anlaşılmaktadır.

Yüce Allah bazı kavimlere de verdiği ilim ile onları devirle-rinde diğer milletlerden üstün kılmıştır:

“Andolsun, İsrailoğullarını o alçaltıcı azaptan; Firavun’dan kurtardık. Çünkü o, haddi aşanlardan bir zorba idi. Andol-sun, onları, bir bilgi üzerine (dönemlerinde) âlemlere üstün kıldık.”30

İnsanların sahip oldukları ilim bazen onların haddi aşma-sına ve şımarmasına da sebep olmuştur. Bunun sonucunda ise bu insanlar helake duçar olmuşlardır:

26 Yusuf suresi, 22. ayet.27 Neml suresi, 15-6. ayetler.28 Enbiya suresi, 74. ayet.29 Kehf suresi, 65. ayet.30 Duhan suresi, 30-2. ayetler.

Page 51: Visâle yolculuk

KUR’AN’DA BİLGİ VE BİLGİNİN KAYNAKLARI 51

“Peygamberleri onlara apaçık deliller getirince, sahip ol-dukları bilgi ile şımardılar (ve onları alaya aldılar). Sonunda alaya almakta oldukları şey kendilerini sarıverdi.”31

Görüldüğü üzere ilim, bazı kavimleri diğer milletlerden üstün kılabilirken, sahip olunan ilim ile şımarmak ve hakkı kabulden yüz çevirmek ise bir helak sebebi olabilmektedir.

İnanmayanların ilmiKur’an-ı Kerim’de inanmayanların ahiret ilminden nasiple-

ri olmadığı açıkça ifade edilir. İnanmayanlar sadece dünyevi ilimlere sahip olabilirler. Bu durum şu şekilde açıklanır:

“Öyle ise bizim zikrimizden (Kur’an’dan) yüz çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimselerden yüz çevir. İşte onların ilimden ulaşabildikleri nokta! Şüphesiz se-nin Rabbin, yolundan sapanı daha iyi bilir. O, hidayete ereni de daha iyi bilir.”32

Bilgi Edinme Vasıtalarıİnsanın bilgi edinme vasıtaları İslam düşünce tarihinde

tartışılmış bir konudur. Bu tartışmada bilgi vasıtalarının neler olduğu yanında bu vasıtaların güvenilirliği de bahis mevzuu olmuştur. İnsanın bilgi edinme vasıtaları şunlardır:1. Beş duyu organı2. Akıl3. Vahy4. Rüya Şimdi bu bilgi edinme vasıtalarını kısaca açıklayalım:

31 Mümin suresi, 83. ayet.32 Necm suresi, 29-30. ayetler.

Page 52: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 52

1. Beş Duyu Organıİnsan işitme, görme, koku alma, tat alma ve dokunma his-

lerine sahip olarak yaratılmıştır. Havas-ı hamse olarak bilinen beş duyu organımız hakkında Yüce Kitabımızda müteaddit ayetler mevcuttur.

a) Görme “Şüphesiz biz insanı, karışım hâlindeki az bir sudan (me-

niden) yarattık ve onu imtihan edeceğiz. Bu sebeple onu işitir ve görür kıldık.”33

“Eğer dileseydik, onların gözlerini büsbütün kör ederdik de (bu hâlde) yola koyulmak için didişirlerdi. Fakat nasıl gö-recekler ki?!”34

Görüleceği üzere insan görme duyusu ile nimetlendiril-miştir. Görme insan için bir bilgi kaynağıdır. Hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığımız bir varlığı görmekle onun hakkında birçok bilgi edinmiş oluruz. Bununla birlikte gözün verdiği bil-giler her zaman mutlak manada güvenilir olmayabilir. Bazen gözlerimiz yanılabilir veya yanıltılabilir. Hakikati anlamakta göze tümüyle güvenilemez. Bunun örnekleri Kur’an’ımızda mevcuttur.

“(Sihirbazlar), “Ey Mûsâ! Ya önce sen at, ya da önce atan-lar biz olalım” dediler. (Mûsâ), “Siz atın” dedi. Bunun üzerine onlar (ellerindekini) atınca insanların gözlerini büyülediler ve onlara korku saldılar. Büyük bir sihir yaptılar.”35

“Hani karşılaştığınız zaman onları gözlerinize az gösteri-yor, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu ki Allah, olacak bir işi gerçekleştirsin. Bütün işler Allah’a döndürülür.”36

33 İnsan suresi, 2. ayet.34 Yasin suresi, 66. ayet.35 A’raf suresi, 115-6. ayet.36 Enfal suresi, 44. ayet.

Page 53: Visâle yolculuk

KUR’AN’DA BİLGİ VE BİLGİNİN KAYNAKLARI 53

Demek ki sihir vb. özel durumlar insan duyularını etkile-yebilmekte ve bu duyular vasıtasıyla edinilen bilginin güve-nilirliğine helal getirmektedir. Yine savaş vb. özel durumlar veya heyecanlı veya endişeli/sıkıntılı anlarda insanın duyu or-ganları içinde bulunulan durumdan etkilenmekte ve hakikati farklı algılamaktadır:

“Ona (Belkıs’a) “köşke gir” denildi. Köşkü görünce onu (zeminini) derin bir su sandı ve eteklerini topladı. Süleyman, ona “Bu, (zemini) billurdan döşenmiş bir köşktür” dedi.”37

“Hani dağı sanki bir gölgelikmiş gibi onların (İsrailoğul-larının) üstüne kaldırmıştık da üzerlerine düşecek sanmışlar-dı. (Onlara:) “Size verdiğimiz Kitab’a sımsıkı sarılın ve onun içindekileri hatırlayın ki, Allah’a karşı gelmekten sakınasınız” demiştik.”38

b) İşitme İşitme de Rabbimizin insana verdiği önemli bir duyudur.

Kur’an’da insanın özellikleri sayılırken işitme görmeden önce zikredilir: “...Bu sebeple onu işitir ve görür kıldık.”39

Her ne kadar “leysel haberu kel ıyan” (işitmek görmek gibi değildir.) fehvası mevcutsa da işitme bilgi aktarımında gözden ilerde bir makama sahiptir. Kör peygamber mevcut iken sağır peygamber yoktur. Hz. Yakub (a.s.)’ın gözlerinin ağlamaktan kör olduğu Yusuf suresinde zikredilir:

“Vah! Yûsuf’a vah!” dedi ve üzüntüden iki gözüne ak düş-tü. O artık acısını içinde saklıyordu.”40

37 Neml suresi, 44. ayet.38 A’raf suresi, 171. ayet.39 İnsan suresi, 2. ayet.40 Yusuf suresi, 84. ayet.

Page 54: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 54

Haber alma vasıtası kulaktır. İnsanın iman etmesi, işitmesi ile kemâl bulur. Duymayan ve dolayısıyla anlayamayan insa-nın iman etmesi de zordur.

“Ey insanlar! Size bir örnek verildi. Şimdi ona iyi kulak verin (dinleyin). Sizin Allah’tan başka taptıklarınız bir sinek dahi yaratamazlar, hepsi bunun için toplansalar bile. Eğer si-nek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan kurtaramazlar. İste-yen de âciz, istenen de.”41

“Biz onlardan önce, kendilerinden daha zorlu nice nesilleri helâk ettik de ülke ülke dolaşıp kaçacak delik aradılar. Kaça-cak bir yer mi var? Şüphesiz bunda, aklı olan yahut hazır bu-lunup kulak veren kimseler için bir öğüt vardır.”42

Görüldüğü üzere Rabbimiz kulağa ve dolayısıyla dinle-meye/işitmeye büyük değer vermekte ve kullarını dinlemeye davet etmektedir.İşitme duyumuz da mutlak manada gerçek bilgi kaynağı

olamaz. Bazı durumlar da kulak duyduğu sesi farklı olarak algılayabilir ve yanlış anlamaya neden olabilir. Günlük haya-tımızda her insanın başına gelen bu durum kulağımızın bilgi kaynağı olması bakımından güvenilirliğini sarsmıştır.

Kutsal Kitabımızda kulağı olduğu halde işittiğini anlaya-mayanlardan sıkça söz edilir:

“İçlerinden, (Kur’an okurken) seni dinleyenler de var. Onu anlamamaları için kalpleri üzerine perdeler (gereriz), kulakla-rına ağırlık koyarız...”43

“Andolsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bun-larla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var et-

41 Hacc suresi, 73. ayet.42 Kaf suresi, 36-7. ayetler.43 Enam suresi, 25. ayet.

Page 55: Visâle yolculuk

KUR’AN’DA BİLGİ VE BİLGİNİN KAYNAKLARI 55

tik. İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir.”44

“Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider. Konuşur-larsa sözlerine kulak verirsin. Onlar sanki elbise giydirilmiş kereste gibidirler. Her kuvvetli sesi kendi aleyhlerine sanırlar. Onlar düşmandır, onlardan sakın! Allah onları kahretsin! Na-sıl da (haktan) çevriliyorlar!”45

Dilimizdeki “suçlu alıngan olur.” atasözü münafıkların işittikleri her sesi kendi aleyhlerine olarak yorumlamalarına güzel bir örnektir. Bu ayette ayrıca işitme duyusunun, haki-kati, insanın içinde bulunduğu ruh haline göre farklı olarak aksettirebileceğine de delil vardır.

c) Tat almaTat alma duyusu da insan için bir bilgi kaynağıdır. Ancak

malumdur ki insan tat alma duyusu ile dar bir bilgi alanına sahip olabilir. Kur’an’ımızda tat alma duyusuna hitap eden ayetler mevcuttur.

“Allah’a karşı gelmekten sakınanlara söz verilen cennetin durumu şöyledir: Orada bozulmayan su ırmakları, tadı değiş-meyen süt ırmakları, içenlere zevk veren şarap ırmakları ve süz-me bal ırmakları vardır. Orada onlar için meyvelerin her çeşidi vardır. Rablerinden de bağışlama vardır. Bu cennetliklerin du-rumu, ateşte temelli kalacak olan ve bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen kimselerin durumu gibi olur mu?”46

“O, birinin suyu lezzetli ve tatlı, diğerininki tuzlu ve acı olan iki denizi salıverip aralarına da görünmez bir perde ve karışmalarını önleyici bir engel koyandır.”47

44 A’raf suresi, 179. ayet.45 Münafikun suresi, 4. ayet.46 Muhammmed suresi, 15. ayet.47 Furkan suresi, 53. ayet

Page 56: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 56

Tat alma duyusu da yanılabilir. Hasta iken insanın her tadı acı olarak algılaması buna örnektir.

Duyu organlarımızın yanılabildiğine en güzel örnekler-den birisi de serap olayıdır. Yüce rabbimiz serap hadisesini Kur’an’da zikreder:

“İnkâr edenlere gelince; onların amelleri ıssız bir çöldeki serap gibidir. Susamış kimse onu su sanır. Yanına geldiğin-de hiçbir şey bulamaz. (Tıpkı bunun gibi kâfir de hesap günü amellerinden bir şey bulamaz). Ancak Allah’ı yanında bulur da Allah onun hesabını tastamam görür. Allah, hesabı çabuk görendir.”48

Tat alma duyusunun verdiği bilgiyi insanın başka hiçbir şe-kilde edinmesi mümkün değildir. Acının acılığı tarif ile anlaşı-lamaz. Tuzluyu, ekşiyi, tatlıyı vb. ancak tadarak anlayabiliriz. Hiçbir deneysel çalışma maddenin tadını tarif edemez.

“Ebediyen genç kalan uşaklar, onların etrafında; içmekle başlarının dönmeyeceği ve sarhoş olmayacakları, cennet pına-rından doldurulmuş sürahileri, ibrikleri ve kadehleri, beğen-dikleri meyveleri ve arzu ettikleri kuş etlerini dolaştırırlar.”49

d) Koku almaKoku alma duyusu da bir bilgi kaynağıdır. Kur’an’da koku

duyusundan bahsedilir:“Allah, yeri yaratıklar için var etti. Orada meyve(ler) ve

salkımlı hurma ağaçları vardır. Yapraklı taneler, hoş ko-kulu bitkiler vardır. O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?”50

“Şüphesiz iyi kimseler, Naîm cennetindedirler. Koltuklar üzerinde, (etrafı) seyrederler. Onların yüzlerinde, nimetlerin

48 Nur suresi, 39. ayet.49 Vakıa suresi, 17-21. ayetler.50 Rahman suresi, 10-3. ayetler.

Page 57: Visâle yolculuk

KUR’AN’DA BİLGİ VE BİLGİNİN KAYNAKLARI 57

sevincini görürsün. Onlara, mühürlü (el değmemiş) saf bir içe-cekten içirilir. Onun (içiminin) sonu bir misktir (ağızda misk gibi koku bırakır). İşte yarışanlar, bunun için yarışsınlar. O içeceğin katkısı tesnimdir. Bir pınar ki, Allah’a yakın olanlar ondan içerler.”51

“O gün birtakım yüzler vardır ki zillete bürünmüşlerdir. Çalışmış, (boşa) yorulmuşlardır. Kızgın ateşe girerler. Son de-rece kızgın bir kaynaktan içirilirler. Onlara, acı ve kötü kokulu bir dikenli bitkiden başka yiyecek yoktur. O, ne besler ne de açlıktan kurtarır.”52

“(Hz. Yusuf) Bu gömleğimi götürün de babamın yüzüne koyun ki, gözleri açılsın ve bütün ailenizi bana getirin” dedi. Kervan (Mısır’dan) ayrılınca babaları (Hz. Yakub), “Bana bu-nak demezseniz, şüphesiz ben Yûsuf’un kokusunu alıyorum” dedi.”53

Koku duyusu da çok dar bir bilgi alanına sahiptir. Varlıklar hakkında kokuları ile de bilgi sahibi olabiliriz. Kötü kokunun bozulmuş bir yiyeceğe delaleti gibi. Ancak burnumuzun getir-diği her bilgi de yine mutlak doğru olmayabilir. Burun da di-ğer duyu organlarımız gibi yanılabilir. Algıladığı bir kokuyu iki farklı insan farklı şeyler olarak tanımlayabilirler. Bu durum bize koku alma duyumuzun da bilgi kaynağı olması bakımın-dan mutlak hakikate ulaşmada yetersiz olduğunu gösterir.

e) Dokunma Dokunma duyumuz bir bilgi kaynağıdır. Varlıkların sertlik

veya yumuşaklıklarını, sıcaklık ve soğukluklarını vb. özellik-lerini dokunarak anlarız. Bu duyumuzla ilgili olarak Rabbi-miz:

51 Mutaffifin suresi, 22-8. ayetler.52 Gaşiye suresi, 2-7. ayetler.53 Yusuf suresi, 93-4. ayetler

Page 58: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 58

“Şüphesiz âyetlerimizi inkâr edenleri biz ateşe atacağız. Derileri yanıp döküldükçe, azabı tatmaları için onların deri-lerini yenileyeceğiz. Şüphesiz Allah, mutlak güç sahibidir, hü-küm ve hikmet sahibidir.”54

“Onlar ve eşleri gölgelerde koltuklara yaslanmakta dır-lar.”55

“Sabretmelerine karşılık da onları cennet ve ipek(ten giy-siler) ile mükâfatlandırır. Orada koltuklar üzerine kurulmuş olarak bulunurlar. Orada ne güneş (yakıcı sıcak) görürler, ne de dondurucu soğuk.”56

“Onlar için cehennem ateşinden döşek, üstlerinde de cehennem ateşinden örtüler var. İşte biz zalimleri böyle cezalandırırız.”57

“Onlar astarları kalın ipekten olan döşeklere yaslanır-lar. Bu iki cennetin meyveleri (zahmetsizce alınacak kadar) yakındır.”58

“...İnkâr edenler için ateşten giysiler biçilmiştir. Başlarının üstünden de kaynar su dökülür. Onunla, karınlarının içinde-kiler ve derileri eritilir. Onlar için bir de demirden topuzlar vardır.”59

Dokunma duyumuz da bazen yanılabilir. Dolayısıyla do-kunma sayesinde elde ettiğimiz bilgilere de her zaman tam anlamıyla güvenilemez. Elimizi önce sıcak suya sokup sonra ılık uya sokunca ılık suyu olduğundan daha soğuk algılarız. Bu durum dokunma duyumuzun yanılabileceğinin basit bir örneğidir.

54 Nisa suresi, 56. ayet.55 Yasin suresi, 56. ayet.56 İnsan suresi, 12-3. ayetler.57 A’raf suresi, 41. ayet.58 Rahman suresi, 54. ayet.59 Hacc suresi, 19–21. ayetler.

Page 59: Visâle yolculuk

KUR’AN’DA BİLGİ VE BİLGİNİN KAYNAKLARI 59

“Şehirde birtakım kadınlar, “Aziz’in karısı, (hizmetçisi olan) delikanlısından murad almak istemiş. Ona olan aşkı yü-reğine işlemiş. Şüphesiz biz onu açık bir sapıklık içinde görü-yoruz” dediler. Kadın, bunların dedikodularını işitince haber gönderip onları çağırdı. (Ziyafet düzenleyip) onlar için oturup yaslanacakları yer hazırladı. Her birine birer de bıçak verdi ve Yûsuf’a, “Çık karşılarına” dedi. Kadınlar Yûsuf’u görünce, onu pek büyüttüler ve şaşkınlıkla ellerini kestiler. “Hâşâ! Allah için, bu bir insan değil, ancak şerefli bir melektir” dediler.”60

Görüldüğü üzere kadınların dokunma duyuları aşırı şaş-kınlık sonucu ellerinin kesilmesi bilgisini güvenilir bir şekilde kadınlara vermemiştir.

Beş duyumuzdan kısaca bahsettikten sonra bilgi kaynağı olarak aklı açıklamaya geçelim.

2. AkılAkıl da bir bilgi edinme vasıtasıdır. Düşünce ve muhake-

me gücü olarak da isimlendirebileceğimiz akıl, bilgi edinme açısından insana büyük imkânlar açar. Akıl sayesinde insan hayatını devam ettirme için gerekli bilgiyi edinir. Akıl, insana sahip olduğu bilgilerden hareketle yeni bilgiler edinmesini te-min eder.

Yine akıl beş duyu ile elde edilen bilgilerden hareketle bu bilgilerin arka planını yorumlar ve daha farklı sonuçlara ula-şır. Bir manada akıl hem bilgi edinme vasıtası hem de bilgileri yorumlama melekesidir.

Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz insanı akıllı olması sebebiyle sorumlu tuttuğunu açıklar:

60 Yusuf suresi, 30-1. ayetler.

Page 60: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 60

“...Ey akıl sahipleri! Allah’a karşı gelmekten sakının ki kur-tuluşa eresiniz.”61

“Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünür-ler. “Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru” derler.”62

“Bu Kur’an; kendisiyle uyarılsınlar, Allah’ın ancak tek ilâh olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara bir bildiridir.”63

“Andolsun, biz bunu insanlar arasında, düşünüp ibret al-sınlar diye tekrar tekrar açıkladık. Fakat insanların çoğu nan-körlükte direttiler.”64

Akletmeyenlerin cehennemdeki pişmanlıkları Kur’an’da şu şekilde açıklanır:

“Yine şöyle derler: “Eğer kulak vermiş veya aklımızı kul-lanmış olsaydık, şu alevli ateştekilerden olmazdık. İşte böy-lece günahlarını itiraf ederler. Artık alevli ateştekiler Allah’ın rahmetinden uzak olsun!”65

Ayetlerden anlaşıldığına göre aklın var olması bilgi edinil-mesi için yeterli değildir. Aklın kullanılması en önemli şarttır. İnanmayanlar akılları olmadığından dolayı inkâr etmiş değil-dirler. Onlar akıllarını kullanmadıkları için cehenneme duçar olmuşlardır. Yoksa aklı olmayan zaten dinen sorumlu değildir ki azaba duçar olsun.

Yine ayetler akıllı olan her insanın aklını kullanmadığını da ifade etmektedir ki bu durum bizim kendi hâlimizi bir defa

61 Mâide suresi, 100. ayet.62 Âl-i İmran suresi, 191. ayet.63 İbrahim suresi, 52. ayet.64 Furkan suresi, 50. ayet.65 Mülk suresi, 10–1.ayetler.

Page 61: Visâle yolculuk

KUR’AN’DA BİLGİ VE BİLGİNİN KAYNAKLARI 61

daha gözden geçirmemiz gerekliliğini hatırlatır. Herkes akıllı ama acaba herkes aklını kullanıyor mu?

Akıl da bazen yanılabilmektedir. Bu yüzden aklın getirdiği tüm bilgilere her zaman güvenilmez. Sarhoş olma durumunda kişinin aklî melekeleri zaafa uğramaktadır. Yine aşırı yaşlılık ve bunama gibi durumlarda akıl sağlığı bozulmakta ve insanı yanlış yönlendirebilmektedir.

“Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar... namaza yaklaşmayın.”66

“Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Çünkü kıyamet sarsıntısı çok büyük bir şeydir. Onu göreceğiniz gün, her emzikli kadın emzirmekte olduğu çocuğundan geçer ve her hamile kadın da karnındaki çocuğunu düşürür. İnsanları sarhoş görürsün; hâlbuki onlar sarhoş değillerdir. Ne var ki Allah’ın azabı çok şiddetlidir.”67

Demek ki içkinin sarhoş edip aklı gidermesi gibi kıyamet saatinde gördükleri dehşetli manzaralar karşısında insanlar aklî melekelerini yitirecekler ve sanki sarhoş gibi olacaklar-dır. Bu gerçek bize aklın, aşırı heyecan, korku, endişe ve hatta sevinç anlarında yanılabileceğini bu durumlarda insana doğ-ruyu yanlış, yanlışı doğru olarak gösterebileceğini açıklamak-tadır.

Lut kavmi, şehvetin insanın aklını gidererek onu sarhoşlu-ğa düşürdüğüne bir örnektir. Artık onların ne söz dinleyecek kulakları, ne görecek gözleri, ne de akledecek akılları mevcut-tu:

“(Melekler, Lût’a:) “Ömrüne andolsun ki onlar (şehvetten) gözleri dönmüş hâlde, sarhoşlukları içinde bocalayıp duru-yorlar (Bu durumda asla seni dinlemezler)” dediler.”68

66 Nisa suresi, 43. ayet.67 Hacc suresi, 1-2. ayetler.68 Hicr suresi, 72. ayet.

Page 62: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 62

Dinimiz akletmeye büyük önem vermiştir. Rabbimizin in-sana verdiği en büyük nimetlerden birisi de akletme yeteneği-dir. Bu anlamda insanı hayvanlardan ayıran ve onu sorumlu kılan vasıf akıldır. Kur’an’da akletmeyenler hakkında:

“Şüphesiz, yeryüzünde yürüyen canlıların Allah katında en kötüsü, akıllarını kullanmayan (gerçeği görmeyen) sağır-lar, dilsizlerdir.”69 buyurmuştur.

“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi elbette topyekûn iman ederlerdi. Böyle iken sen mi mü’min olsunlar diye, insanları zorlayacaksın? Allah’ın izni olmadık-ça, hiçbir kimse iman edemez. Allah, azabı akıllarını (güzelce) kullanmayanlara verir. De ki: “Göklerde ve yerde neler var, bir baksanıza.” Fakat âyetler ve uyarılar, inanmayan bir toplu-ma hiçbir fayda sağlamaz.”70

Demek ki uyarılar ve mucizeler aklını kullanmayan insan-lara hiçbir tesir göstermiyor. Ayetlerde imanın, aklı kullanma ile bağlantısı açık şekilde vurgulanmıştır.

3. Vahiyİnsanın bilgi kaynaklarından biri de vahiydir. İslam âlimleri

bu kaynağa nakl adını da vermişlerdir. Nakl, insana Yüce Al-lah tarafından verilmiş ilmi ifade eder ki bu ise kutsal kitaplar ve peygamberlerin bildirdiklerinden ibarettir.

Kur’an’da Rabbimizin göndermiş olduğu kutsal kitaplarla insanı bilgilendirdiği ifade edilir:

“... (Ey Muhammed!) Sana bu kitabı; her şey için bir açıkla-ma, doğru yolu gösteren bir rehber, bir rahmet ve Müslüman-lar için bir müjde olarak indirdik.”71

69 Enfal suresi 22. ayet.70 Yunus suresi, 99-101. ayetler.71 Nahl suresi, 89. ayet.

Page 63: Visâle yolculuk

KUR’AN’DA BİLGİ VE BİLGİNİN KAYNAKLARI 63

“O, sana Kitab’ı hak ve kendisinden öncekileri doğrulayı-cı olarak indirdi. O, daha önce Tevrat’ı ve İncil’i insanlar için birer hidayet olarak indirmişti. Furkan’ı da indirdi. Şüphesiz, Allah’ın âyetlerini inkâr edenler için şiddetli bir azap vardır. Allah, mutlak güç sahibidir, intikam sahibidir.”72

“...Allah, sana kitabı (Kur’an’ı) ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah’ın sana lütfu çok büyüktür.”73

Allah tarafından insana peygamberler aracılığıyla ulaştırıl-mış bilginin doğruluğunda asla şüphe yoktur. Her şeyin en doğrusunu bilen Allah Teâlâ’nın bilgisinde bir yanlışlık veya eksikliğin olması düşünülemez. Bu durum Kutsal Kitabımız-da:

“Kendisinde hiçbir şüphe bulunmayan bu Kitab’ın indirili-şi, âlemlerin Rabbi tarafındandır.”74

“Hâlâ Kur’an’ı düşünüp anlamaya çalışmıyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, mutlaka onda birçok çelişki bulurlardı.”75

Kur’an’da bir çelişkinin veya yanlış bir bilginin bulunmadı-ğı açıkça ifade edilmektedir. Bu durum insanın bilgi kaynağı olması bakımında naklin güvenilirliğini ifade etmektedir.

Ancak burada temel bir problem vardır. İnanmayan insan için vahiy bir bilgi kaynağı olabilir mi? Bu soruya olumlu ce-vap mümkün değildir. Elbette bir insan inanmadıkça vahyin ona verebileceği bir bilgi olamaz.

Vahyin insanlığa ulaştırdığı bilgi tam anlamıyla güvenilir olmakla birlikte bu bilginin muhatabı insan olması hasebiyle

72 Âl-i İmran suresi, 3-4. ayetler.73 Nisa suresi, 113. ayet.74 Secde suresi 2. ayet.75 Nisa suresi, 82. ayet.

Page 64: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 64

farklı şekillerde yorumlanabilmiş ve tarihte birçok tartışmanın temel nedeni olmuştur. Kur’an’da Rabbimiz bu durumu:

“Onlar, kendilerine bilgi geldikten sonra, aralarındaki kıs-kançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer (azabın) belli bir süreye kadar (ertelenmesi ile ilgili olarak) Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, aralarında hemen hüküm verilirdi...”76

“Şüphesiz Allah katında din İslâm’dır. Kitap verilmiş olan-lar, kendilerine ilim geldikten sonra sırf, aralarındaki ihtiras ve aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah’ın âyetlerini inkâr ederse, bilsin ki Allah hesabı çok çabuk görendir.”77 bu-yurarak açıklamıştır.

Görülüyor ki bilginin güvenilirliği farklı bir husus, o bil-ginin doğru yorumlanması ve anlaşılması farklı bir husustur. İnanan insanın sağlam bir bilgi kaynağı durumunda olan nak-li, inceden inceye düşünüp, derinlemesine idrake çalışarak doğru bir yorumlama ile anlamaya çalışması gerekmektedir.

“Onlar Kur’an’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerin üze-rinde kilitleri mi var?”78

“Andolsun biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaş-tırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?”79

İnsanlar kendilerine ulaşan bilgilerden anlayamadıklarını o işin ehline/uzmanına sorarak doğru açıklamasını elde etme-lidirler. Kendi anlayışlarına göre yorum yapma hakları her zaman mevcuttur ancak doğruya ulaşmanın yolu Kur’an’da şöyle açıklanır:

“Kendilerine güvenlik (barış) veya korku (savaş) ile ilgili bir haber geldiğinde onu yayarlar. Hâlbuki onu peygambere ve içlerinden yetki sahibi kimselere götürselerdi, elbette bun-

76 Şura suresi, 14. ayet.77 Âl-i İmran suresi, 19. ayet.78 Muhammed suresi, 24. ayet.79 Kamer suresi, 17. ayet.

Page 65: Visâle yolculuk

KUR’AN’DA BİLGİ VE BİLGİNİN KAYNAKLARI 65

lardan, onu değerlendirip sonuç (hüküm) çıkarabilecek nite-likte olanları onu anlayıp bilirlerdi...”80

“Senden önce de ancak, kendilerine vahyettiğimiz birtakım erkekleri peygamber olarak gönderdik. Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun.”81

Vahyin bir diğer boyutu da Hz. Peygamber efendimizin in-sanlara bildirdikleridir. Peygamber efendimizin bir insan ola-rak bilemeyeceği konularda bizlere aktardığı bilgiler Allah’tan aldığı bilgilerdir. Bu bilgiler Kur’an’ın Peygamberimiz tara-fından yorumlanmasıyla elde edilmiş bilgiler olabildiği gibi Rabbimizin Peygamberimize Kur’an dışı iletişimle bildirdiği bilgilerdir. Rabbimizin Peygamberimizle olan Kur’an dışı ile-tişimine şu örneği verebiliriz:

“Hani peygamber eşlerinden birine, gizli bir söz söylemiş-ti. Fakat eşi o sözü (başkasına) haber verip Allah da bunu pey-gambere bildirince, peygamber bunun bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Peygamber, bunu ona (sırrı açıklayan eşine) haber verince o, “Bunu sana kim bildirdi?” dedi. Peygamber, “Bunu bana, hakkıyla bilen ve hakkıyla ha-berdar olan Allah haber verdi” dedi.”82

Ayette bahsedilen bilgi Kur’an’da bulunmadığına göre bu bilgi Rabbimiz tarafından Peygamberimize Kur’an dışı bir bil-gi olarak verilmiştir.

Peygamberimizin bildirdiği bilgiler de bilgi kaynağı olması bakımından güvenilirdir. Çünkü Peygamberimiz kendi hevâ ve arzularına göre konuşmadığı açıkça ifade edilmiştir:

“Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muham-med haktan) sapmadı ve azmadı. O (Muhammed), nefis ar-

80 Nisa suresi, 83. ayet.81 Nahl suresi, 43. ayet.82 Tahrim suresi, 3. ayet.

Page 66: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 66

zusu ile konuşmaz. (Size okuduğu) Kur’an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir.”83

Bu noktada insanın peygamberimizin bildirdiklerine inan-ması ile duyduğu herhangi bir söze inanması arasında inan-manın mantığı açısından bir fark yoktur. Şöyle ki insan, gün-lük yaşamında birçok insanla karşılaşmakta ve bu görüşme ve konuşmalar esnasında birçok sözler duymakta ve bunların bir kısmına inanırken diğer bir kısmına ise inanmamaktadır. Bu durum konuştuğu kişinin kendisinde oluşturduğu güven-le alakalı bir husustur. Öyle durumlar olur ki inanılmayacak derecede şaşırtıcı bir bilgi çok güvenilen bir insan tarafından getirilince inanılırken, çok daha basit bir konuda güvenilir ol-mayan bir insanın getirdiği bilgiye şüphe ile yaklaşılmaktadır. Demek ki inanmada bilginin niteliğinden daha çok bilgiyi ge-tirenin güvenilirliği belirleyici olmaktadır.

Gündelik hayatında kendisine gelen hemen hemen her ha-bere inanan modern insanın, hayatı boyunca bir kez bile gü-ven problemi yaşatmamış Peygamberimizin bildirdiklerine inanmaması veya en azından şüpheyle bakması şaşılacak bir husustur.

Daha hazin bir durum da şudur ki döneminde yaşayan insanlar, peygamberimizin şahsını yalancılıkla itham etmi-yorlardı. Onlar peygamberimizin insanlara ulaştırdığı vahyin mahiyetine itiraz ediyorlar ve vahyin içeriğini kabul onlara zor geliyordu.

“Ey Muhammed! Biz çok iyi biliyoruz ki söyledikleri elbet-te seni incitiyor. Onlar gerçekte seni yalanlamıyorlar; fakat o zalimler Allah’ın âyetlerini inadına inkâr ediyorlar.”84

83 Necm suresi, 1-4. ayetler.84 Enam suresi, 33. ayet.

Page 67: Visâle yolculuk

KUR’AN’DA BİLGİ VE BİLGİNİN KAYNAKLARI 67

Bu durum bize bilgi kaynağı olması bakımından vahyin ikinci kısmı olarak nitelediğimiz peygamberimiz tarafından bildirilen bilgilerin güvenilirliği noktasında her hangi bir şüp-he bulunmadığını ifade eder. Ayetten Peygamberimizin za-manında yaşayan münkirlerin kendilerine ulaşan bilgiyi gü-vensizlik nedeniyle değil de mahiyeti itibarıyla reddettiklerini anlıyoruz.

“Yoksa onu (Muhammed kendisi) uydurdu mu diyorlar? De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi siz de onun ben-zeri bir sûre getirin ve Allah’tan başka, çağırabileceğiniz kim varsa onları da yardıma çağırın. Hayır öyle değil. Onlar, ilmini kavrayamadıkları ve kendilerine yorumu gelmemiş olan bir şeyi yalanladılar. Kendilerinden öncekiler de (peygamberleri ve onlara indirilen kitapları) böyle yalanlamışlardı. Bak, o za-limlerin sonu nasıl oldu.”85

4. Ledünni İlimBilindiği üzere vahiy peygamberlere ait bir kavramdır.

Yüce Allah kullarından peygamber olmayanlara da bazı bilgi-ler verebilir. Ledünni ilim vahiy dışında Allah’ın kullarından istediğine dilediği bilgileri öğretmek suretiyle kendi katından verdiği ilme denir.

“Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katı-mızdan bir rahmet vermiş, kendisine tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.”86

Bu ilmin güvenilirliği konusundaki delil ise Hz. Musa’nın bu kişiyle sahip olduğu ilmi öğrenmek üzere arkadaşlık yap-mak istemesidir. Hz. Musa bu ilmin doğru bilgi olduğu husu-sunda şüphe etmemiştir.

85 Yunus suresi, 38-9. ayetler.86 Kehf suresi, 65. ayet.

Page 68: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 68

“Mûsâ ona, “Sana öğretilen bilgilerden bana, doğruya ile-tici bir bilgi öğretmen için sana tabi olayım mı?” dedi. Adam, şöyle dedi: “Doğrusu sen benimle beraberliğe asla sabrede-mezsin. İç yüzünü kavrayamadığın bir şeye nasıl sabredebi-lirsin?” Mûsâ, “İnşaallah beni sabırlı bulacaksın. Hiçbir işte de sana karşı gelmeyeceğim” dedi.”87

Bu ilim acaba hangi şartlara bağlıdır? Ve kimlere verilir? Gibi sorular akla geliyor. Bu sorulara cevap olması bakımın-dan bazı ayetler verelim:

“Ey iman edenler! Eğer Allah’a karşı gelmekten sakınır-sanız; O, size iyiyi kötüden ayırt edecek bir anlayış verir ve sizin kötülüklerinizi örter, sizi bağışlar. Allah, büyük lütuf sahibidir.”88

“...Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona bir çı-kış yolu açar.”89

“...Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir.”90

“Allah, hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona çokça hayır verilmiş demektir. Bunu ancak akıl sahipleri anlar. Allah yolunda her ne harcar veya her ne adar-sanız, şüphesiz Allah onu bilir. Zulmedenlerin yardımcıları yoktur. Sadakaları açıktan verirseniz ne güzel! Fakat onları gizleyerek fakirlere verirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızdan bir kısmına da keffaret olur. Allah, yaptıkla-rınızdan hakkıyla haberdardır.”91

“Süleyman, “Ey ileri gelenler! Onlar bana teslim olmadan önce hanginiz bana onun (kraliçenin) tahtını getirebilir?”dedi...

87 Kehf suresi, 66-9. ayetler.88 Enfal suresi, 29. ayet.89 Talak suresi, 2. ayet.90 Talak suresi, 4. ayet.91 Bakara suresi, 269-71. ayetler.

Page 69: Visâle yolculuk

KUR’AN’DA BİLGİ VE BİLGİNİN KAYNAKLARI 69

Kitaptan bilgisi olan biri, “Ben onu, gözünü kapayıp açmadan önce sana getiririm” dedi. Süleyman, tahtı yanında yerleşmiş hâlde görünce şöyle dedi: “Bu, şükür mü, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni denemek için, Rabbimin bana bir lüt-fudur. Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse (bilsin ki) Rabbim her bakımdan sınırsız zengindir, cömerttir.”92

Ledünni ilim hakkında şunu söylemekle yetineceğiz. İslam şeriatına göre samimi bir yaşantı ile amel eden muvahhid mü-minlere Rabbimizin bir Furkan mahiyetinde, hikmet cinsin-den verdiği rahmetine matuf bir ilm-i mübarektir. Bu ilmin de sınırı ve tasdiki ancak şer’i şerife muvafakati ile mukayyettir. Şeriata uymayan her ilim ve havatır vesevas-ı şeytaniyyeden bir dürtü veyahut bir mekr-i ilâhîdir. Bu sebeple ilhamat tü-ründen sayılacak keşf veya hatiften gelecek sesler hep bu şarta merbuttur. Şeriata muhalif de muvafık da olmayan varidat ve ilhamat ise nazar-ı beşeriyete arz edilmeyip sahibi kalbinde tavakkuf eder. İzhar etmez. Aksine setr ile ya teyid edecek bir haber veya reddedecek bir karine bekler.

5. RüyaRüya, her insanın yaşadığı ruhsal bir olaydır. Rüya bir bil-

gi türüdür. Ancak rüyanın doğru yorumlanması gerekmek-tedir. Kur’an’da Hz. Yusuf’un, Hz. Peygamberimizin ve Hz. İbrahim’in rüyalarından bahsedilir. Ayrıca Hz. Yusuf zama-nındaki kralın ve Hz. Yusuf’un zindan arkadaşlarından iki kişinin rüyasından da bahsedilir. Demek ki rüyanın bir bilgi olması açısından kimin gördüğünün bir önemi yoktur. Bir peygamber de rüya yoluyla bilgilendirilebilir bir alelade insan

92 Neml suresi, 38 ve 40. ayetler.

Page 70: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 70

da. Rüyanın yorumlanması ise farklı bir ilimdir ki Allah Teâlâ bu gerçeği şöyle açıklar:

“...İşte böylece biz Yûsuf’u o yere (Mısır’a) yerleştirdik ve ona (rüyadaki) olayların yorumunu öğretelim diye böy-le yaptık. Allah, işinde galiptir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.”93

“(Hz. Yusuf) Rabbim! Gerçekten bana mülk verdin ve bana sözlerin (rüyaların) yorumunu öğrettin. Ey gökleri ve yeri ya-ratan! Dünyada ve ahirette sen benim velimsin. Benim canımı Müslüman olarak al ve beni iyilere kat.”94

Kur’an’da zikredilen rüyalar: 1. “Hani Yûsuf, babasına “Babacığım! Gerçekten ben (rüya-

da) on bir yıldız, güneşi ve ayı gördüm. Gördüm ki onlar bana boyun eğiyorlardı” demişti. Babası, şöyle dedi: “Yavrucuğum! Rüyanı kardeşlerine anlatma. Yoksa, sana tuzak kurarlar. Çün-kü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır. İşte Rabbin seni böylece seçecek, sana (rüyada görülen) olayların yorumunu öğretecek ve daha önce ataların İbrahim ve İshak’a nimetlerini tamamla-dığı gibi sana ve Yakub soyuna da tamamlayacaktır. Şüphesiz Rabbin hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”95

“(Mısır’a gidip) Yûsuf’un huzuruna girdiklerinde; Yûsuf ana babasını bağrına bastı ve “Allah’ın iradesi ile güven içinde Mısır’a girin” dedi. Ana babasını tahtın üzerine çıkardı. Hep-si ona (Yûsuf’a) saygı ile eğildiler. Yûsuf dedi ki: “Babacığım! İşte bu, daha önce gördüğüm rüyanın yorumudur. Rabbim onu gerçekleştirdi. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını boz-duktan sonra; Rabbim beni zindandan çıkararak ve sizi çölden getirerek bana çok iyilikte bulundu. Şüphesiz Rabbim, dile-

93 Yusuf suresi, 21. ayet.94 Yusuf suresi, 101. ayet.95 Yusuf suresi, 4-6. ayetler.

Page 71: Visâle yolculuk

KUR’AN’DA BİLGİ VE BİLGİNİN KAYNAKLARI 71

diği şeyde nice incelikler sergileyendir. Şüphesiz O, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”96

2. “Onunla beraber zindana iki delikanlı daha girdi. Biri, “Ben rüyamda şaraplık üzüm sıktığımı gördüm” dedi. Di-ğeri, “Ben de rüyamda başımın üzerinde, kuşların yediği bir ekmek taşıdığımı gördüm. Bize bunun yorumunu haber ver. Şüphesiz biz seni iyilik yapanlardan görüyoruz” dedi. Yûsuf dedi ki: “Sizin yiyeceğiniz yemek size gelmeden önce, onun ne olduğunu bildiririm. Bu, bana Rabbimin öğrettiklerindendir. Ben, Allah’a inanmayan ve ahireti inkâr eden bir milletin dini-ni bıraktım... Ey zindan arkadaşlarım! (Rüyanızın yorumuna gelince,) biriniz efendisine şarap sunacak, diğeri ise asılacak ve kuşlar başından yiyecektir. Yorumunu sorduğunuz iş böy-lece kesinleşmiştir.”97

3. “Kral, “Ben rüyamda yedi semiz ineği, yedi zayıf ineğin yediğini; ayrıca yedi yeşil başak ve yedi de kuru başak görü-yorum. Ey ileri gelenler! Eğer rüya yorumluyorsanız, rüyamı bana yorumlayın” dedi. Dediler ki: “Bunlar karma karışık düşlerdir. Biz böyle düşlerin yorumunu bilmiyoruz.”

“Yûsuf dedi ki: “Yedi yıl âdetiniz üzere ekin ekeceksiniz. Yiyeceğiniz az bir miktar hariç, biçtiklerinizi başağında bıra-kın. Sonra bunun ardından yedi kurak yıl gelecek, saklayaca-ğınız az bir miktar hariç bu yıllar için biriktirdiklerinizi yiyip bitirecek. Sonra bunun ardından insanların yağmura kavuşa-cağı bir yıl gelecek. O zaman (bol rızka kavuşup) şıra ve yağ sıkacaklar.”98

4. “Çocuk (İsmail) kendisiyle birlikte koşup yürüyecek yaşa gelince İbrahim ona, “Yavrum, ben rüyamda seni boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?” dedi. O da, “Babacığım,

96 Yusuf suresi, 99-100. ayetler.97 Yusuf suresi, 36-7, 41. ayetler.98 Yusuf suresi, 43-9.

Page 72: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 72

emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacak-sın” dedi. Nihayet her ikisi de (Allah’ın emrine) boyun eğip, İb-rahim de onu (boğazlamak için) yüz üstü yere yatırınca ona, şöy-le seslendik: “Ey İbrahim! Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin. Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız. Şüphesiz bu apaçık bir imtihandır.” Biz, (İbrahim’e) büyük bir kurbanlık vererek onu (İsmail’i) kurtardık.”99

5. “Andolsun, Allah, Peygamberinin (Hz. Muhammed) rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse, siz güven içinde başla-rınızı kazıtmış veya saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram’a gireceksiniz. Allah, sizin bilmediğinizi bildi ve size bundan başka yakın bir fetih daha verdi.”100

Peygamber efendimiz sahabesine rüyalarını sorar ve rüya gören olmuşsa onu yorumlardı. Kendisi de gördüğü rüyaları ashabına anlatır ve sonra da yorumunu yapardı. Bu durum bize rüyanın bilgi olarak bir değer ifade ettiğinin ifadesidir.

“Semüre İbnu Cündeb (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resû-lullah (aleyhissalâtu vesselâm) sık sık: “Sizden bir rüya gören yok mu?” diye sorardı. Görenler de, O’na Allah’ın dilediği kadar anlatırlardı. Bir sabah bize yine sordu: “Sizden bir rüya gören yok mu ?” Kendisine: “Bizden kimse bir şey görmedi!” dediler. Bunun üzerine: “Ama ben gördüm.”dedi ve anlattı...”101

Ancak her rüya hak katından olmayabilir. Şeytanın vesve-sesi de olabilir:

“Urve (r.a.), Hz. Aişe radıyallahu anhâ’dan şunu naklet-miştir: “Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm bana dedi ki: “Rüyamda sen bana üç gece gösterildin: Melek seni bana bir

99 Saffat suresi, 102-11. ayetler.100 Fetih suresi, 27. ayet.101 Buharî, Tà’bir 48, Ezân (Sıfatu’s-Salat) 156, Teheccüt 12, Cenâiz 93, Büyü 2.

Cihâd 4, Bedül-Halk 6, Enbiya 8, Tefsir, Beraet 15, Edeb 69; Müslim 23, (2275); Tirmizî, Rü’ya 10, (2295).

Page 73: Visâle yolculuk

KUR’AN’DA BİLGİ VE BİLGİNİN KAYNAKLARI 73

ipek parçası içerisinde getirdi ve “Bu senin zevcendir, aç onu!” dedi. Ben de açtım, içindeki sendin. Ben (Hz. Aişe): “Bu rüya Allah katından ise, onu gerçekleştirecektir.” dedim.”102

“Ebu Katâde (radıyallahu anh)’nin anlattığına göre: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın şöyle söylediğini işit-miştir: “Rüya Allah’tandır. Hulm (sıkıntılı rüya) şeytandandır. Öyle ise, sizden biri, hoşuna gitmeyen kötü bir rüya (hulm) görecek olursa sol tarafına tükürsün ve ondan Allaha istiâze etsin (sığınsın). (Böyle yaparsa şeytan) kendisine asla zarar veremeyecektir.”103

Verdiğimiz hadislerden hareketle sadık rüyalar gibi şeytanî rüyalar da vardır. Elbette şeytanî rüyalar doğru bir bilgi kay-nağı olamazlar. Bu noktada sadık rüya ile şeytanî rüyayı nasıl ayırabiliriz? Sorusu aklımıza gelmektedir. İslam’ın ahkâmına aykırılık bulunan hiçbir rüya sadık rüya olamaz. İçinde haram ve günah olan bir husus bulunan rüyalar şeytanın aldatmacası ve vesvesesidir. En doğrusunu Allah bilir.

Netice itibariyle Allah her şeyi bilmektedir ve insanın bilgisi Allah’ın bilgisinin yanında çok az bir şeydir. Kur’an-ı Kerim’de bilgi değişik formlarda kullanılmıştır. Allah mutlak bilendir. Allah’ın bu bilgi içinde insana bildirdikleri sayesinde insan kai-nata hükmedebilmektedir. İslam düşünce tarihinde çokça tartı-şılan bir konu olan insanın bilgi edinme vasıtaları Kur’an temel-li olarak beş grupta şu başlıklar altında incelenmiştir: Beş duyu organı, akıl, vahy, rüya. Bu başlıklar açıklanırken konuyu tavzif edici ara başlıklarla konu detaylandırılmıştır. Konu tamamen Kur’an merkezli olarak incelenmiştir. Vahy kültürü de Allah’ın insana kendi bilgisinden bildirmesi sayesinde oluşmuştur.

102 Buhari, Nikâh 9, 35, Ta’bîr 20, 21; Müslim, Fezâilu’s-Sahâbe 79; Tirmizi, Mena-kıb (3875).

103 Buharî Tıbb 39, Bed’ü’l-Halk 11, Tà’bir 3, 4, 10,14, 46; Müslim, Rüya 5, (2262); Muvatta 1, (2, 957); Tirmizî, Rüya 4, (2288); Ebu Dâvud, Edeb 96, (5021).

Page 74: Visâle yolculuk
Page 75: Visâle yolculuk

MEHMET SITKI AKOZAN’IN DÎVÂNÇE-İ ŞİNÂVER’DE YER ALAN ÜÇ MİZAHÎ MEKTUBU1

ÖzetMehmet Sıtkı Akozan (1890-), Edebiyatımızda unutulmuş bir şairdir. Küllükname isimli eseriyle tanınan bir şairdir. Biyog-rafisi, Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (Necatigil), Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (Kurdakul), Tanzimat’tan Bugüne Edebiyat-çılar Ansiklopedisi (YKY) gibi belli başlı kaynaklara girmemiş-tir. Dîvânçe-i Şinâver adlı mizahî-eleştirel şiirlerinin yer aldığı kitabı Osmanlı alfabesiyle basılmıştır ve yeni harflere akta-rılmamıştır. Akozan, dönemin mizah gazetelerinde yazdığı manzum parçaları bu eserinde bir araya getirmiştir. Dîvânçe-i Şinâver Cemiyet Kütüphanesi yayını olarak 1330/1914’te İstanbul’da basılmıştır. Yayınevi, Dîvânçe’yi “Kütübhane-i Mizâhdan” başlıklı bir diziye dâhil etmiştir. Dîvânçe’de yer alan üç mektubunda 1910’lu yılların yeni şiir anlayışlarına sâlik olan genç şairleri ve özellikle Edebiyat-ı Cedîde ve Fecr-i Âtîcileri hedef alan ifadelere yer verir. Burada üslûp çoğu za-man mizah yoluyla aşağılama edasına bürünür.

1 Ekev Akademi Dergisi, Erzurum 2008, sayı:37, ss. 301-307; Bu yazıya katkıla-rından dolayı değerli araştırmacı Yusuf Turan Günaydın Bey’e teşekkürleri-mi sunuyorum.

Page 76: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 76

THREE HUMOROUS LETTERS OF MEHMET SITKI AKO-ZAN IN HIS DÎVÂNÇE-İ ŞİNÂVERAbstractMehmet Sitki Akozan (1890 - ) is a forgotten poet in our lite-rature. He is a poet known with his work named Kullukna-me. His biography is not included in some leading resources such as Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (Necatigil), Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (Kurdakul), Tanzimat’tan Bugüne Ede-biyatçılar Ansiklopedisi (YKY). His book named Dîvânçe-i Şinâver , which includes humorous – critical poems, was published with Ottoman alphabet and not transferred into new letters. Akozan has brought together his poetical pieces which he published in the humor newspapers of his period, in this work. Dîvânçe-i Şinâver was published in Istanbul in 1330/1914 as a publication of Cemiyet Library. The pub-lished has included Dîvânçe in a series titled “Kütübhane-i Mizâhdan” In his three letters included in Dîvânçe , he inclu-ded some expressions targeting the young poets who tend for the new understanding of poetry of 1910s, in particular the members of Edebiyat-ı Cedîde and Fecr-i Âtî. The style here is mainly a way of insulting through humor.

GirişEtimolojik olarak mezh kökünden türemiş olan mizah ke-

limesi “cidd”’in yani ciddiyetin zıddı, gülmeye vesile olan, düşünceleri şaka ve nüktelerle anlatan söz yazı veya gör-sel ifadelerdir.2 Mizah, yazılı, sözlü, görsel her ne şekilde olursa olsun, sosyal bir fenomendir. Mizahta hedef güldür-me ise de çok defa düşündürme ve eleştiri ve iğnelemeyi de amaçlar. Mizah bu anlamda sağlıklı güldürme olarak da nitelendirilmektedir.3

2 Firuzabâdî, Kâmus el-Muhît, c. I, Mısır 1334, s. 249.3 Azis Nesin, Cumhuriyet Döneminde Türk Mizahı, İstanbul 1973, s. 16.

Page 77: Visâle yolculuk

MEHMET SITKI AKOZAN’IN DÎVÂNÇE-İ ŞİNÂVER’DE YER ALAN ÜÇ MİZAHÎ MEKTUBU 77

Türk Edebiyatında, daha çok halk edebiyatı ile yeni edebi-yatımızın çeşitli türlerinde olan mizah, divan nesrinde latife, şiirinde ise hiciv ve hezin şeklinde kendini göstermiştir. Halk ebiyatında Nasrettin Hoca ve Bekri Mustafa gibi mizah ustala-rı güldürürken eğitmeyi ve öğretmeyi amaçlamışlardır. 4

Kesriyeli Mehmet Sıtkı Akozan (1890-), Küllüknâme’siyle ünlü bir şairdir. Dîvânçe-i Şinâver adlı mizahî-eleştirel şiirle-rinin yer aldığı kitabı Osmanlı alfabesiyle basılmıştır ve yeni harflere aktarılmamıştır. Akozan, dönemin mizah gazetelerin-de5 yazdığı manzum parçaları bu eserinde bir araya getir-miştir.

Akozan, unutulmuş bir şairdir. Biyografisi, Edebiyatımız-da İsimler Sözlüğü (Necatigil), Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (Kurdakul), Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklope-disi (YKY) gibi belli başlı kaynaklara girmemiştir. “Sıdkî” başlığı altında İbnülemin’de yer alıyorsa da o zamanlar sağ olan şairin, Son Asır Türk Şairleri’nin hem eski, hem yeni-lenmiş baskısında ölüm tarihi yer almaz.6 Türkiye Yazarlar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi’nde ise “Akozan, Mehmet Sıtkı” başlıklı alt alta iki ayrı madde vardır ve ne gariptir ki, ikisi de aynı şahıstır. Burada Akozan için iki farklı ölüm tarihi gösterilmiştir.7

4 İskender Pala, “Mizah”, DİA, İstanbul 2005, c. 30, s. 208; Nihat Işık, Sabri Ko-çak, Eğitim Öğretimde Mizahtan Faydalanma Yolları, İzmir 1953, s. 8; İslam kül-türündeki mizah anlayışıyla ilgili olarak bk. İbrahim Özgün, Mizah ve Hz. Peygamber, Basılmamış Lisans Tezi, Ankara 1999.

5 Yeni Türk Edebiyatının ilk mizahi süreli yayını Terakki gazetesinin 1869’da vermeye başladığı mizah ekidir. İlk mizah gazetesi de “Diyojen” adıyla çık-maya başlayan Teodor Kasab’ın çıkarmış olduğu gazetedir. Daha sonra II Meşrutiyetin lanıyla birlikte mizah dergilerinin sayısı hızla artmıştır. Bk. Münir Süleyman Çapanoğlu, Basın Tarihimizde Mizah Dergileri, İstanbul 1970, ss. 11-16.

6 Bk. İbnülemin, Son Asır Türk Şairleri-IV, Haz. İbrahim Baştuğ, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1999, s. 2171-2174.

7 Bk. İhsan Işık, Türkiye Yazarlar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi, c. I, Elvan Ya-

Page 78: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 78

Dîvânçe-i Şinâver Cemiyet Kütüphanesi yayını olarak 1330/1914’te İstanbul’da basılmıştır. Yayınevi, Dîvânçe’yi “Kütübhane-i Mizâhdan” başlıklı bir diziye dâhil etmiştir. İçinde alaycı ifadelerle yazılmış mizahî şiirlerin yer aldığı eser, bu yönüyle ilgi çekici bir şiir toplamıdır. 1900’lü yılların edebi-yat dünyasına yeni giren Batılı birtakım edebî, felsefî kavram ve kelimelerin bolca kullanıldığı bu metinlere bir örnek olarak 22 Mart 1326/1910 tarihli ve “Poetik (!) Bir Semâhat” başlıklı dörtlüğü alıntılayabiliriz:

“Prezante eyleyeyim de bizim redaktöre git;Sanır Lamartin’i [?] Şarkın, görürse sonra siziSakın sıkılma, değildir onun kadar pesimistKoyar risâleye yaz sen güzelce bir poezi...”8

Şairin el yazısıyla üç mektubunun klişesi arkaları boş üç ayrı sayfaya basılmış ve formaların arasına müstakil olarak ki-tapta yer almıştır. Mektuplar el yazısı nüshadan klişe olarak ve orijinaline göre küçültülerek aktarıldığı için okunaksızdır. Bu sebeple okunuşundan emin olamadığımız bazı kelimeler oldu. Bunları üç nokta koyarak gösterdik.

Akozan, mizahî şiirlerinde ve mizahî mektuplarında –bu-gün olduğu gibi– ünlem ve soru işareti vb. noktalama işaret-lerinden alay etme maksadıyla yararlanmıştır. Üslûbu, yer yer mizah ölçülerini aşarak eskilerin “tehzîl” dediği türe dönüşür. Dîvânçe’de yer alan üç mektubunda 1910’lu yılların yeni şiir anlayışlarına sâlik olan genç şairleri ve özellikle Edebiyat-ı Cedîde ve Fecr-i Âtîcileri hedef alan ifadelere yer verir. Bu-rada üslûp çoğu zaman mizah yoluyla aşağılama edasına

yınları, Ankara 2007, s.8 Dîvânçe-i Şinâver, Cemiyet Kütüphanesi, İstanbul 1330, s. 63-64.

Page 79: Visâle yolculuk

MEHMET SITKI AKOZAN’IN DÎVÂNÇE-İ ŞİNÂVER’DE YER ALAN ÜÇ MİZAHÎ MEKTUBU 79

bürünür. Kitaba klişesi eklenen mektuplar da mizahî olmak bakımından Dîvânçe’deki şiirleri tamamlayıcı bir role sahip gözükmektedir.

Mektupların Muhtevasıİlk mektup E. V. kısaltmasıyla hitap ettiği genç bir şaire ya-

zılmıştır. Bu şair Akozan’dan edebî kimliğini ortaya koyacak bir yazı istemiştir. Genç şairin bu isteğini mizahla uğraştığı için haklı bulan Akozan şairin “gülünçlükler kataloguna gire-bilecek gençlerden” olduğunu belirterek sözlerine başlar: E. V., şiirle uğraşmakla kalmamakta, bir de fen konularında ahkâm kesmektedir. Akozan bu durumu şaşırtıcı bulduğunu nokta-lama işaretlerinin de yardımıyla alaycı bir biçimde dile getirir. Ona göre bu gencin çelişkili bir tabiatı vardır. Akozan şairde gözlemlediği veya başkalarından duyduğu bazı davranış ve görüşleri tutarsız bulur. Üstelik bu metinler insanı esneten monologlarla doludur. Dolayısıyla şairin ilmî ve edebî kişili-ğini tayin edebilmek dönemin gazetecilerinden Ebussüreyyâ Sâmî’nin bile gücünü aşan bir şey olacaktır. Abartılı ifadelerle şairin çılgın bir sima olduğunu vurgulayan Akozan, mektu-bunu, bu gencin aklını başına toplamasını öğütleyen bir cüm-leyle bitirir. Sonuçta anlarız ki, bu şiir heveslisi, bir şair değil, müteşâir bile olamaz.İkinci mektup, döneminin siyasî yapısını söz konusu eden

bir şikâyetnâme gibidir. Akozan döneminin siyasî dedikodu-larından bıkmıştır. Her sabah gazetelerden sütun sütun taşan bu tür tartışmalardan yola çıkarak dönemin yeni bir gerçeği hâline gelen “fırka (parti) modası”ndan dert yanar ve lafı bura-dan edebiyat partilerine getirir. Bu mektubun hedef tahtasın-da kendilerine “liberal şairler” diyen ve az sayıdaki bir kısım gençten oluşmuş bir topluluk vardır. Edebiyat-ı Cedîdecileri ‘Fecr-i Âtîcilerin amca çocukları’ olarak niteleyen Akozan,

Page 80: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 80

Edebiyat-ı Cedîde tamlamasının başına ayrıca bir “Yeni” sıfatı ve sonuna da bir ünlem getirerek bu gençlerin onların yerine geçmek istediğini belirtir. Fakat Akozan burada bir çelişki tes-pit etmiştir: Bu küçük topluluk hâlâ eskileri beğenerek onların, üzerinde ittifak edilmiş sanatlı ürünlerine özenmektedirler...

Akozan, adını vermediği muhatabına ortalıktaki hiçbir edebî partiye mensup olmadığını, edebî istiklâlini koruduğu-nu söyleme ihtiyacı duyar ve edebiyatçıların edebî partilere mensup oluşuyla doğru orantılı olarak okuyucuların da parti-zanlık yaptığını vurgular. Bu vurgudan sonra yine muhatabı-na, bu edebî partilerden hangisini tercih ettiğini sorar. Bütün bunlar Akozan’a göre Osmanlı Edebiyatında bir dengenin bu-lunmadığını göstermektedir.

Üçüncü mektup ise arkadaşı Cemâl Fânî’ye yazılmıştır. 1910’lu yılların edebî tartışma konularından biri olan “fante-zi şiirler” konusunu ele alan mektup, muhatabının kendisine gönderdiği fantezi şiir anlayışıyla yazılmış bir dosyayı değer-lendiren, daha doğrusu aşağılayan cümlelerle doludur. Oysa arkadaşı, Akozan’dan söz konusu şiirleri inceleyip başına bir takriz yazmasını istemiştir.

Bu mektupta da Edebiyat-ı Cedîdecileri eleştiren Akozan, fantezi şiir yazanların bu akımın “Dekadanizm“ kolundan me-zun olmuş olmaları ihtimali üzerinde alaycı bir üslûpla durur. Fantezi şiirler çok ‘şık’ parçalardır belki ama vezinden ve kafi-yeden yoksun metinlerdir. Buradan Akozan’ın şiir anlayışına dair müşahhas ipuçları ortaya çıkar. Fantezi şiirleri şiir kabul etmeyen Akozan, arkadaşı Cemal Fânî’ye, bu şairlerin “şiirin yok oluş mezarını kazan rençberler” olduğunu söyler. İstediği takrize ancak “Vezin olmadığında mana da olmaz!” anlamın-daki Farsça bir cümleyle başlayacağını, şair bunu kabul ederse takrizi yazabileceğini vurgulayarak mektubunu bitirir.

Page 81: Visâle yolculuk

MEHMET SITKI AKOZAN’IN DÎVÂNÇE-İ ŞİNÂVER’DE YER ALAN ÜÇ MİZAHÎ MEKTUBU 81

Görüldüğü üzere bu mektuplardaki mizah, üslûpla sınır-lıdır. Akozan, Dîvânçe-i Şinâver’de ve mektuplarında hedef aldığı edebiyatçıları acımasız bir dille aşağılar. Bu metinler-de gülümseyen bir yüzden çok azarlayıcı ve burun büken bir surat belirgindir. Sonuçta bu da mizahın bir çeşididir; mizah yoluyla edebî eleştiriye bir katkı sayılmalıdır

Dîvânçe’deki Mektup Metinleri1.25 Kanunuevvel 1327Azizim Elif Vav BeyTayin-i hüviyetiniz için bir şey yazmaklığımı isteyen mek-

tubunuzu okudum. Ve istemekte sizi pek haklı buluyorum. Çünkü siz de oldukça muzhikât kataloguna girebilecek bir garîbe-i şübbânsınız.

Lâkin azıcık realist olmasaydınız!Geçen gün bir mahfil-i hey’et-i şinâsândaki münazara-i

fenniyede kürre-i Zühal’in bile meskûniyetine kâil olduğunu-zu işittim!..

Hoş bir şey değil; fakat siz dün bir şair (?) idiniz, bugün nasıl oluyor da bir mütefennin-i mâhir (!) geçiniyorsunuz?Şu hâlde dünyada mevcud bütün prensiplerin zâtıâlîniz bir

koleksiyonundan başka bir şey değilsiniz. Ve her şeye, evet her şeye mütemâyil bulunuyorsunuz. Hatta adl ü ihsan politi-kasına bile nail olduğunuz söyleniyor!

Daimî mütenâkız bir karîhadan fezeyân eden inşâdınızda bile bir manâ-i muhik, ne bir nebze mantık, hiçbir şey yok...

Bazen karşısında esnediğim monologlarınız, [ve] hitâbelerinizin ibtidası ne kadar müheyyiç ise; müntehâsı o kadar hiçtir. Fakat niçin?

Hüviyet-i ilmiye ve şahsiyet-i edebiyeniz[i] tanıtmak için sizi karikatürize etmek icap etse; meftûr olduğunuz garâbetin

Page 82: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 82

hangi noktasından başlamak lâzım geleceğini tayin eylemek... Bu, benim değil, kıdvetü’l-muharrirîn-i mizâh, edîb-i pür-inşirâh cenâb-ı Ebü’s-Süreyyâ’nın bile iktidârının fevkinde-dir!

Mamâfîh, azizim Elif Vav Bey! Siz kibâr-ı mütehakkıkîn-i şübbânın çılgın bir sîmâsısınız. Buna kâni olduğum için he-men mazhar-ı akl ü kiyâset olmanızı Cenâb-ı Hak’tan dua ey-lerim efendim.

NişantaşıKesriyeli Mehmet Sıtkı

2.17 Teşrînisânî 327Efendim!Bu lûledâr muhîtte bir türlü bitmek tükenmek bilmeyen

siyâsî dedikodulardan bîtâb kalan yorgun başım, artık ne bir kitap okusam ihâta eder; ne de kulağım tatlı, âhenktar bir şey işitebilir oldu!..

Her sabah okuduğumuz; sütun sütun mücadeleler, dinle-diğimiz bîpâyân velvelelerdir!.. Şimdilik her köşede bir fırka modasıdır gidiyor!.. Kimi muvafık, kimisi muhâlif... Hatta edebiyatta bile fıkralar... Ne dersiniz?

Henüz vâkıf oldum; müttehim bir zümre-i mütefekki-re vardır ki liberal [ve müstakil şairler diyorlar] bir hizb-i kalîl-i şebâb gördüm ki; Yeni Edebiyât-ı Cedîde (!)’yi istihlâf etmek[le] –Fecr-i Âtîcilerin ammîzâdeleri– radikal yaşıyorlar... Mamafih bir kısm-ı mahdûde, kudemâpesendânın bakıyye-i ittifâk-belâğını hâlâ konservatörlüğe sâdıktırlar!

Fakat ben, bademâ ve daima istiklâl-i edebimi muhafaza ediyorum ve ömr-i matbûatta ifnâ edeceğim bütün eyyâm-ı neşriyâtımı böyle, hep böyle yaşayacağım!

Page 83: Visâle yolculuk

MEHMET SITKI AKOZAN’IN DÎVÂNÇE-İ ŞİNÂVER’DE YER ALAN ÜÇ MİZAHÎ MEKTUBU 83

Bütün b.u fıkar-ı mütenevvia-i muharrirîni takip [ile] cemiyet-i kâriîn içinde de bir partizanlık mevcut...

Bilmem siz, bu fırak-ı edebiyenin hangisini tercih edersi-niz?

Anlaşıldı ya, Edebiyat-ı Osmaniyemizde hâlâ bir tevâzün yok! Hâlâ inkılâb-ı ... için ihtilâller, münakaşalar devam edi-yor...İstanbulKesriyeli Mehmet Sıtkı

3.C. Fânî’yeAzizim!Fantezi şiirler denilen o bir kucak satırları okudum!... Bun-

ların faili, ihtimâl Edebiyat-ı Cedîde mektebinde Dekadanizm şubesinden birinci olarak neş’et etmiştir! O lâ-teşbîh şiirlerde hakikaten birincidir (!). Bir yenilik (!) var.

Ve o kadar şık, o kadar şık, o kadar şık ki; masalar üzerine konamıyor. Vezin bir türlü yanına varmaz. Kafiye; o büsbütün uzaktan bakıyor...

Ya incelik... Şairi daha bir parça cebr-i tabîat yaparak işlese, hep kopacaktı...

Zaman artık bu ucuz yirmi sekiz [1912] senesi müstakbel şairleriyle kanatlar takacak!..

Cemâl! Bunlar şiir değil, onlar da şair değil. Belki şiiriyetin mezar-ı in’idâmını kazan rençberleridir!İstediği takrîze ben “Gerçi vezn nedâred ve lîk bî-ma’nîst”9

cümlesiyle başlarım; razı olursa yazayım?4 Şubat 327Kesriyeli Mehmet Sıtkı

9 Cümle Farsçadır ve anlamı şöyledir: “Vezin olmadığında mana da olmaz!”

Page 84: Visâle yolculuk
Page 85: Visâle yolculuk

KİTAP TANITIMLARI

Osman Nuri Küçük, Fîhi Mâ Fîh Ekseninde Mevlânâ Celâleddin Rûmî’nin tasavvufî Görüşleri , Rûmî Yay., Konya 2006, 186 S1

Mevlânâ’nın Fîhi Mâ Fîh isimli eseri, kendisinin sohbetle-rinden derlenmiş, düz yazı tarzında bir eserdir. Bu eser, bir mukaddime ile kısalı uzunlu yetmişin üzerinde fasıldan ibaret-tir. Bu fasıllar sorulara cevaplar şeklinde olduğu gibi doğru-dan ele alınan bir meseleden de ibarettir. Bölümler birbirinden bağımsızdır. Bazen bir bölüm içerisinde de farklı konular işle-nebilmektedir. Fîhi Mâ Fîh isimli eser Mevlânâ’nın tasavvufî düşüncelerini, dünya görüşünü, şiir telakkisini, devrinin bir-çok dinî-felsefî- ahlakî kaidelerini ve tesirini anlatması bakı-mından önemli bir eserdir.

Bu kitapta Fîhi Mâ Fîh adlı eseri çerçevesinde Mevlânâ’nın tasavvufî görüşleri incelenmiştir. Kitabın giriş kısmında, Mevlânâ’nın fikrî arka planına ulaşabilmek için yaşadığı sosyal çevreye genel bir bakış yapılmış; devrinin siyasî-sosyal-kültürel ve ilmî durumu değerlendirilmiştir. O dönemin genel olarak Anadolu’da tasavvufî akım ve düşünce mozaiğini ortaya koy-

1 Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi , Ankara, 2007, sayı: 18, ss. 382-384.

Page 86: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 86

maya çalışılırken, özel olarak da Konya’nın durumu ele alın-mıştır. Yine eserin bu bölümünde Mevlânâ’nın eserleri genel hatlarıyla tanıtılırken, kitapta özellikle işlenen Fîhî Mâ Fîh adlı eseri; Eserin Mevlânâ’ya Aidiyeti, Eserin Adı, Yazıldığı Tarih, Dili ve Üslubu, Eserin Baskıları ve Türkçe Çevirileri, Mevzuu ve Mahiyeti başlıkları altında ele alınırken eserin Mevlânâ’nın düşüncelerini yorumlamadaki yeri gösterilmeye çalışılmıştır.

Kitabın birinci bölümünde Mevlânâ’nın adı geçen Fîhi Mâ Fîh isimli eserindeki tasavvufî görüşleri işlenmiştir. Bu bölüm işlenirken şu başlıklar altında ele alınmıştır: Tasavvuf Felsefe-siyle Alakalı Konular: Tevhid, Varoluş, Kainatta Yaşanan Di-yalog, İnsan, Akıl ve Bilgi, Mevlânâ’da Din Olgusu.

Kitabın ikinci bölümünde Manevi Gelişim (Seyr ü Sulûk)’e ilişkin bazı konular başlığı altında “Benliği Olgunlaştırma ve Zühd” konusu geniş bir şekilde ele alınmıştır. Yine müellif ese-rin bu bölümünde “Tasavvuf Ahlakıyla İlgili Konular” başlığı altında; Sıkıntı-Sabır, Tevekkül-Dua, Havf- Reca, Şükür, Fakr, Riyadan Sakınma, Aşk konularını işlemiştir.

Ölüm ve Ötesini ayrı bir başlık olarak değerlendiren mü-ellif bu bölümde Ölüm, Kabir Azabı, Amel Defteri, Cennet-Cehennem konularını işlemiştir.

Yine eserin ikinci bölümünde yer alan diğer tasavvufi ba-hisler şunlardır: Mürşid-Mürid, Kerâmet, Halvet-Celvet, Na-maz, Zikir, Semâ’.

Bu eserdeki görüşlerden tasavvufî olanlarını tespit ederken kullanılan tasnif ölçüsü, izahında mistik tecrübenin gerekli ol-duğu kavramlardır. Mevlânâ’nın söz konusu kavramlara bu eserinde yüklediği anlamlar, diğer eserlerinden de faydalanıl-mak sûretiyle izaha çalışılmıştır. Bazen bu ıstılahların genel sûfî düşüncesindeki seyrini hatırlatmakta fayda olduğundan, gereken yerlerde de mümkün mertebe bu yapılmıştır. İkinci bölümde alt başlıklar oluşturulurken de çoğunlukla başlıkla-

Page 87: Visâle yolculuk

KİTAP TANITIMLARI 87

rın birbiriyle olan sebep- sonuç ilişkileri göz önünde bulundu-rulmuştur.

Mevlânâ üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Küçük’ün yüksek lisans tezinin bazı değişiklikler yapılarak basıldığı bu eserin sonuç kısmında yapılan değerlendirmelerden bir kaçı şöyledir:

Mevlânâ’nın hemen her inancını dile getirirken kullandığı argümanlar, onun güçlü ve özlü bir bilgiye, derin bir hikme-te, günlük hayatta sade ancak meselenin bamtelini yakalayan hassas bir çağrışım kabiliyetine, kuvvetli bir çözüm gücü ve duyguya, yer yer empatik- psikolojik tahlillere, derin bir sezi-şe, orijinal görüş ve buluş kudretine ve eleştirel bakış tarzına sahip güçlü bir sima olduğunu göstermektedir.

Kendine özgü, orijinal fikirlerinin yanında, genel çizgi iti-bariyle düşüncelerine İslam tasavvufundan referanslar göste-rilebileceği kabul edilebilir.

Mevlânâ’nın “tevhidi” salt bir ikrardan öte, genel sûfî dü-şüncesiyle paralel tarzda, ruhun gayesi olarak, benliğin tüm ihtiras ve arzularından kurtarılarak, kalıpların kırılıp, Allah’a götüren en doğru yolu kendi içinde bulmak ve yaşamaktır. Kâinattaki var oluşu fenâ haliyle elde edilen birlik şuuruyla izah eder.

Kötülük problemi karşısında tavrı ne tam optimist ne de tam bir pesimisttir. O, kötülüğün realitesini inkâr etmemesi-ne rağmen, kötülük ve iyilikle ilgili hükümlerimizin çoğunun izafi olduğuna dikkat çeker.İslam düşüncesindeki insanın sonsuzluk mahiyetini ruh

kelimesiyle temsili Mevlânâ’da da görülmektedir. Mevlânâ da insanı makro alemin mikro bir nüvesi olarak görür ve onun potansiyelini ve hedefini sûfî düşüncesindeki insan-ı kâmil kavramıyla izah eder.

Page 88: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 88

Claude Addas, İbn Arabî, Kibrit-İ Ahmer’in Peşinde, Çev.: Atilla Ataman, Gelenek Yay., İstanbul 2003, 375 S.1

“Söyle bana ey dost, seni nereye götürmemi istiyorsun?[...]–Resul’ün şehrine gitmeliyim, nurlu makamı ve kibrit-i

ahmer’i bulmaya.”

İbn Arabî, Kitabu’l-İsraİbn Arabî: Son yüzyılda görüşleri ve meşruiyeti en çok

tartışılan, fikirleri doğudan batıya kadar ulaşmış ve ulaşma-ya hızla devam eden İslam düşünürü İbn Arabi’yi anlamak/eleştirmek/yorumlamak için hayatını bütün ince ayrıntıları ile incelemek kaçınılmaz bir gerekliliktir.

Kimine göre felsefeci, kimine göre fikir mütehassısı, kimi-ne göre hayalci, kimine göre kâfir, kimine göre yanlış yollara sapmış bir derviş, kimilerince makamı çok yükseklerde bir tasavvuf büyüğüdür. Lâkin herkesçe malum olan ortak pay-da; tarihteki özellikle tasavvuf tarihinde ve gün geçtikçe bilim dünyasında ismi daha da önem kazanan bir zattır Şeyh-i Ekber Muhyiddin Muhammed bin Ali bin Muhammed el-Arabî et-Tai el-Hatimi. Kendi kitabında da bahis konusu olduğu gibi, gördüğü bir rüyanın tabirinin gerçekliği bugün bile inkâr edi-

1 Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi, Ankara, 2008, sayı: 21, ss. 553-555

Page 89: Visâle yolculuk

KİTAP TANITIMLARI 89

lemez boyuttadır. İsmine ve kitaplarına bugün Japonya’dan, Batı’nın en ücra felsefe kütüphanelerine kadar uzanan geniş bir sahada rastlamak mümkündür.İsmi doğudan batıya kadar uzanan bir zat olarak Muhyid-

din İbn Arabî hazretlerinin hakkında “Şeyh-i Ekber” mahlası-nın yanında küfür ehli olduğuna dair ithamların bulunması ilk başta bir tezat olarak göze çarpsa da gerek Şeyhin yazdığı kitapların tam manasıyla idrak edilememesi, gerekse bu ki-taptaki bilgilerin içerdiği bâtınî derinlik karşısında zahir ule-masının elindeki delillerin bu yazılardaki ifadeleri başka bir sahada yorumlamasına sebebiyet vermesi, mesnetsizce ortaya atılan menfi ithamların varlığınına sebep olmaktadır.

Muhyiddin İbn Arabî hazretleri kitaplarında “vahdet-i vücûd” görüşünü savunmakla beraber bu görüşü hem zahir hem de batîn ilmi ile ifade etmeye gayret etmiştir. Kendisin-den önce net bir sistem taşımayan tasavvufu “vahdet-i vücûd teorisi” ile sistematize ederek kendisinden sonra gelenler için de bir kapı açmıştır.

Kibrit-i Ahmer: Aslı Arapça-Farsça olan bir terkibtir. Türk-çe manası “kırmızı kibrit”tir. Batı felsefesinde değersiz taşları altına çeviren “felsefe taşı” olarak da bilinmektedir. Bu taş kır-mızı fosfor olarak da tanınmaktadır. Fosfor elementinin bu ta-bir içinde kullanılmasında birkaç ayrıntı göze çarpmaktadır.

*Kibrit yapımında ana madde olarak kırmızı fosfat kulla-nılmaktadır.

*İnsanda kalsiyum elementinden sonra en çok bulunan madde fosfor’dur.

*İnsan vücudunda besinlerin enerjiye dönüşmesinde ge-rekli olan maddedir.

Kibrit-i Ahmer’in tasavvuf literatüründe ki manası ise; Ma’rifetullah’a vukûfiyet ve onun gerektiği gibi yaşamaktır. Ma’rifet’i kibrit-i ahmer gibi ele zor geçen kıymetli bir nimet

Page 90: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 90

olarak ifade ederken mürşid-i kâmilleri de bu sınıflandırma içinde değerlendirirler. Yani Şeyhler dokunduğu her taşı altı-na çeviren kibrit-i ahmerler gibi kendi terbiye süzgecinden ge-çirdiği bir ne’vi dokunduğu mürşidini olgun ve kemale ermiş biri haline çevirebilirler. Kimya ilminde “Fosfor” maddesine yaptığımız ithaflardan yola çıkarsak; insanda en çok bulunan ve insandaki enerji oluşumunu ortaya çıkaran bir madde ol-ması hasebiyle zahiri ve batîni manalarının birbirleriyle mü-nasebeti gerçekten mühimdir. Kimya ilmine atıfta bulunarak batîni ilimle ifade edersek; mürşid, müridinin içinde var olan enerjiyi açığa çıkartarak Salih bir kul olmasını sağlamaktadır.

Kitap, Muhyiddin İbn Arabî Hazretlerinin doğumu ile başlayıp bir biyografi şeklinde Şeyh-i Ekber’in yaşamındaki bütün ayrıntıları inceliyor. Kitap; bilimsel bir biyografi olarak okuyucuya yansısa da edebi bir dil ve kendiliğinden oluşan kurgu ile roman havasına bürünüp, okuyucunun Şeyh-i Ekber ile beraber yolculuk yapmasına olanak tanıyor. Bunda yazarın Şeyh-i Ekber’in hayatına paralel olarak; durağan olmayan, ak-siyonel bir serüven olarak kitabı kaleme almasının büyük bir etkisi vardır.

Kitabın bir diğer göze çarpan noktası; yazarın, Fütuhât mü-ellifinin düşüncelerini onun yaşam serüveni içinde ele alması-dır. Bunun olumlu ve olumsuz noktaları mevcuttur. İlk olarak Şeyh-i Ekber’in ifadelerinin şerhi üzerinde derin bir yoğunlaş-maya gitmemesi okuyucu tarafından şeyhin anlaşılamamasına sebebiyet verecektir. Başka bir deyişle kitapta, şeyhin fikirleri-ni hayat serüveni içine katan yazar okuyucu için daha akıcı bir dil kullansa da Şeyhin düşüncelerini açma noktasında biraz sığ kalmıştır. Kitabın bir şerh kitabı olmadığı, bir biyografi ki-tabı olduğunu da düşünürsek kitabın yöntimini anlamamıza mümkün olur.

Page 91: Visâle yolculuk

KİTAP TANITIMLARI 91

Yazar, gerek Michael Chodkiewicz gibi İbn Arabî ve tasav-vuf düşüncesinin önemli araştırmacısı olarak tanınan bir aka-demisyenin kızı olması gerekse kendi akademik yolculuğunu Şeyh-i Ekber üzerinde yapması sebebiyle uzun bir zamandan beri biyografisini ele aldığı Fütuhât müellifi ile hemhâl olmuş-tur. Bu aşinalık kendisini Şeyh üzerine yazılmış birçok esere ulaşma fırsatı sağlamıştır. Ayrıca yazar bununla da sınırlı kal-mayıp Şeyh hakkında yapılan araştırmaları karşılaştırarak en doğru bilgiye ulaşmaya çabalamıştır. Bu sayede Endülüs’ten Şam’a kadar uzanan uzun yolculuk sırasında şeyhin hayatın-daki birçok karanlıkta kalmış kısım açığa kavuşmuştur. Oku-yucunun da kitabı okurken gözüne çarpacağı ilk nokta dip-notlar ve kitabiyatın çeşitliliği olacaktır.

Yazarın şeyh ile beraber yaptığı yolculuk sırasında Şeyh’i daha iyi ifade etmeyi sağlamak maksadıyla şeyhin bulundu-ğu yerin siyasî, iktisadî ve toplumsal yapılarının da derinliği-ne inerek anlatması hem okuyucunun tahayyülünü arttırmış hem de Şeyh’in seyahati sırasında nelerle karşılaştığını anla-mamıza yardımcı olmuştur. Çünkü Şeyh’in kendi iç dünya-sında yaşadığı olaylar kadar ikametindeki olaylar da yaşam tarzını belirlemektedir. Şeyh’in zahirî ve batîni ilimlerin iki-sine de vâkıf olması halet-i ruhiyesindeki etkenler kadar dış dünyadaki etkilerin de önemini arz etmektedir.

Yine kitabın en çok göze çarpan ve önemli noktalarından biri kitabın so-nunda yazarın aktardığı kronolojik sıralama tablolarıdır. Bu tablolarda Şeyh-i Ekber’in hangi tarihte nere-de olduğu, hayatındaki ve tarihteki mühim olaylar kaynakları ile beraber kolaylıkla anlaşılabilecek bir tablo haline getiril-miş, bunun yanı sıra Şeyh’in tasavvuf cereyanları ile olan bağı, ders aldığı hocaları ve dört silsile de yayınlanmıştır. Bu ekler araştırmacılar için büyük bir kolaylık sağladığı kadar okuyu-

Page 92: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 92

cu için de Şeyh’in hayatının bir özeti olarak büyük bir önem arz etmektedir.

Sonuç olarak Claude Addas’ın müellifi olduğu bu kitap, sahasındaki en önemli müracaat kaynağı olmasının yanı sıra Şeyh-i Ekber’in yaşamını akademik çevreden daha öteye gö-türmeyi başararak Şeyh’in daha geniş çevrelere tanıtılmasına olanak sağlamaktadır. Böyle bir kitabın İngilizce ve İspanyolca çevirilerinden sonra Türkçeye de kazandırılması beraberinde Türk okuyucular için eşsiz bir kaynak olarak külliyatlarında yer bulmasını getirmiştir.

Günümüzde yapılan çalışmalar ve Şeyh-i Ekber hakkında yazılan kitapların artması Şeyhin fikirlerinin daha iyi anlaşıl-masını sağlamaktadır. Bu artış, Doğu ve Batı’nın ortasında bu-lunan Türkiye’nin ise son zamanlardaki bu artışa uyum sağla-yamasına, Türkçe kaynakların sayısının artmasıyla da araştır-macıların Şeyh-i Ekber’in fikirlerini daha sağlıklı incelemesine olanak sunmuştur.

Page 93: Visâle yolculuk

KİTAP TANITIMLARI 93

Seyyid Mustafa Rasim Efendi, Tasavvuf Sözlüğü, Istılâhât-ı İnsân-ı Kâmil, haz.: Dr. İhsan Kara, İnsan Yay., İstanbul 2008.1

Seyyid Mustafa Rasim Efendi 18.yy sonları ve 19.yy başla-rında yaşamış bir Osmanlı müellifidir. Hayatı hakkında detay-lı bilgilere ulaşılamadığı yapılan çalışmada belirtilmiştir. Mü-ellif şeyhi Mustafa Said Efendi’nin teşvikiyle 1780-1812 yılları süresince okuduğu eserlerden tuttuğu notları 1812-1824 yılları arasında düzenlemiş ve yayınlamıştır.

Eser üç binden fazla kavram sayısı ve 1271 sayfa ile alanın-daki oldukça hacimli eserlerdendir. Tek yazma nüshası Anka-ra Milli Kütüphanesinde bulunan ve Osmanlıca nüshası 1256 varaktan oluşan nadide bir eserdir. Eser aslına sadık kalınarak Dr. İhsan Kara tarafından doktora tezi olarak günümüz Türk-çesine kazandırılmıştır.

Müellif, eserindeki istılâhların Bursevî ve diğer ehlullahın eserlerindeki gizli hakîkatları, incelikleri ve ilahi sırları içerdi-ğini ifade etmiştir. Seyyid Mustafa Rasim Efendi; eserinin ba-siret ehli olmak, cehaletten ve gafletten kurtulmak, gizli ve açık şirkten korunmak ve Hakk’tan mahcup olmamak için insanla-ra faydalı olacağını ifade etmektedir. Ayrıca eserin ehil olma-yan kimselerden ıstılâhlarla gizlenen bir takım hakîkatlerin de anlaşılmasını sağlayacağını anlatmaktadır.

1 Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi, Ankara, 2008, sayı: 22, ss. 387-389

Page 94: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 94

Mustafa Rasim Efendi eserinde sık sık şiirlere, beyitlere, mısralara, ayetlere, hadislere ve atasözlerine yer vermiştir. Ta-savvuf ıstılahının yanında, dini, fıkhi, ahlaki ve tarihi konula-ra da değinmiştir. Ayrıca çeşitli dualara da yer vermiş ve yeri geldikçe ‘esmaül hüsna’yı da açıklamıştır.

Seyr-i ruh-i cismani ve seyr-i ruh-i ruhani ve seyr-i ruh-i sultani ve seyr-i ruh-i kudsi başlığının açıklanmasını şu beyit-le gerçekleştirmiştir:

Değilim oddan ve sudan veya topraktan yahut yelden,Ben erken var idim erken henüz yok idi bu ezmanYine eserin şehvetle ilgili başlığında; ‘ malum ola ki şehvet

mutlaka yedidir. Nitekim Kur’anda gelir: ‘İnsanlara, kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş yığınları, başı boş güzel at-lar, davarlar, ekinler cinsinden şehavet sevgisi süslü ve çekici kılındı’ şeklinde Al-i İmran suresinin üçüncü ayetinden yola çıkılarak açıklanmıştır.

Mustafa Rasim Efendi hazırladığı bu sözlükte tasavvuf edebiyatında kullanılan; âşüfte, zülf, zünnâr, kader, ma’şuk gibi pek çok benzetmeye de yer vermiştir. Eserde Osmanlıca, Arapça, Farsça kelimeler kullanıldığı için çeşitli gramer bilgi-leri ve bazı kelimelerin anlamları da açıklanmaktadır.

Müellif, kavramları Arap alfabesine göre açıklamaktadır. ‘Evvelki bab harf-i Elif beyanındandır’ şeklinde her harfle baş-layan bölüm bu şekilde sunulmaktadır. Her bir başlık her za-man belli bir ıstılahı anlatmadığı gibi, uzun cümleler ve soru cümleleri şeklindedir. Bazı başlıklar ise deyim şeklindedir. Eser, günümüz okuyucusunun rahat kullanabilmesi için Elif ba sisteminden çıkarılıp, ABC sistemine dönüştürülmüştür. Müellif, kavramları bazen baş harflerine bakmaksızın bir ara-ya toplayarak, klasik bir sözlük çalışması yapmaktan çok, ken-dine özgü bir çalışma yapmıştır.

Page 95: Visâle yolculuk

KİTAP TANITIMLARI 95

Istılâhat-ı insân-ı kâmil’i sadece bir sözlük olarak değil aynı zamanda tasavvufi bir metin olarak okumak da müm-kündür. Eser, tasavvuf kitaplarında ortaklaşa kullanılan pek çok kavramı klasik manada açıklamaktadır. Ancak ‘halvet-i suri’ ‘halvat-i hakîkî’ ‘Halvet ve celalet zımmında hüda ve cü- da’maddelerinde olduğu gibi tasavvufi bir eserde olabilecek bölüm başlıklarına da yer vermiştir. Istılahat-ı İnsan-ı Kamil bize sözlük olarak sunulsa da Mustafa Rasim Efendi’nin mu-azzam tasavvuf bilgisini yansıtan bir eserdir. Bu eser tasavvu-fi bir metinde rastladığı bir kavramın anlamını arayan genel okuyucudan çok, bu eserleri daha derinden anlamak isteyen okuyuculara hitab etmektedir.

Page 96: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 96

Cebecioğlu Ethem, Tasavvuf Terimleri Deyimleri Sözlüğü, Anka Yay., Ankara 2004, 741 sayfa.1

İslam Kültürü içerisinde çok önemli bir yere ve külliyata sahip olan tasavvuf, varlığı ve varoluşu anlamlandırma ame-liyesi içerisindedir. Tasavvuf alanında yapılan çalışmalar her geçen gün daha da artmaktadır.

Tasavvuf kendisine insanı konu edinmiş bir bilim dalıdır. Konu insan olunca anlama konusunda bir takım zorluklarla karşılaşılabilmektedir. Bu konu hele hele hâl ile alakalı olursa anlama zorluğu daha da belirginleşmektedir. İfadelerin sınır-lılığını ve hâli tam olarak ifadenin mümkün olmadığı, aşk ve maşukluk gibi zirve deneyimleri ifadenin zorluğu takdir edi-lebilir. Buna rağmen insan, “anlama” denen işlem sayesinde başka insanların düşüncelerini, duygularını ve gayelerini bile-bilir. Kalemin nasibinin deryada katre miktarınca olduğundan hâl ile hâllenmek yerine hâli ifadelendirmek elbette ki tatmin edici olmayacaktır. Bu nedenle tasavvufta çok yoğun bir şe-kilde işlenen “tatmayan bilmez” sözü gerçekliğin bir yönünü vurgulamaktadır. Ancak yine de, ‘insanların dünyası doğal âlemin sahip olmadığı bir tarzda anlamla yoğrulmuştur’ dü-

1 Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Ankara, 2004, cilt: XLV, sayı: II, ss. 423-425

Page 97: Visâle yolculuk

KİTAP TANITIMLARI 97

şüncesini doğru olarak kabul edersek anlama çabasının lüzu-munu takdir etmiş oluruz.

Tasavvuf literatüründe yoğun bir şekilde kullanılan meta-forlar maksadın anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. Tasavvuf bir açıdan da insan-ı kamil olma yolunda bir merdivende yüksel-me çabası olduğundan, her basamakta, dil ve onun gücü ve kullanımı farklı boyutlar kazanır. Tasavvufi anlatımdaki ifade bu nedenle her basamakta farklılık arz etmektedir.

Diğer ilmî disiplinler gibi sûfılerin de kendi ıstılahlarını or-taya koyması ilk sûfilerle eşzamanlıdır. İlk dönem sûfilerinin risale ve mektuplarında kullandıkları bu terimler hicri IV. asırda Lum’a, Taarruf, Kütu’l-Kulûb, er- Risale gibi ilk dönem tasavvuf klasiklerinde sistemli bir şekilde işlenmiştir. Sûfiler genellikle bunları yazarken, süfi olmayanların yanlış anlama-larını engellemek, kendi yollarının belirgin özelliklerini açığa çıkarmak gibi hususları hedeflemişlerdir. Bu hususla ilgili Ku-şeyri er-Risale adlı meşhur eserinde şunları söylemektedir:

“Her ilim dalının kendine ait bir takım ıstılahları olduğu gibi, sûfiler de kendi aralarında bir takım tabir ve terimler kul-lanmaktadırlar. Bundan maksat kendilerinin yaşadığı özel hal ve manaları birbirlerine anlatmak ve açıklamak, bu tecrübeye yabancı olanlardan da bu mânâları gizlemek ve saklı tutmak-tır. Bu yüzden gayret ve emekle kalblerine Allah tarafından tevdi edilen ve mahremiyetine de inandıkları bu mânâları, ehli olmayanlardan gizlemek için, kendilerinden olmayanlara mânâsı mübhem ve anlaşılmaz gibi görünen ıstılahlar kullan-mayı özellikle tercih etmişlerdir.”

Günümüzde tasavvufa olan ilginin günden güne artması bu alandaki eserlerin sayısının da artmasına sebep olmuştur. Müellif, sözlüğü hazırlama gayesini önsözde şu şekilde ifade etmektedir: “Günümüzde tasavvufa yönelik yoğun toplumsal ilgiye cevap verebilecek bir sözlük çalışması son derece gerek-

Page 98: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 98

lidir. Sade dille yazılmış, genel okuyucu kitlesine hitap eden böyle bir çalışma tasavvufu yaşayan veya ilgi duyanların bilgi-lenmesi açısından çok yararlı olacaktır. Ülkemizde ve dünya-da yoğun araştırma yapılan İslâmî disiplinlerin başında gelen tasavvufun kendini ifade için kullandığı terimler, bir anlamda tasavvufun anlaşılması için hayatî bir işleve sahiptir.

Böyle bir çalışmanın önemli bir işlevi de, son yıllarda gerek te’lif, gerekse tercüme ve sadeleştirme şekliyle yayımlanan ta-savvufla ilgili eserlerdeki kavramların gerçek anlamlarından uzaklaştırılarak kavram kargaşası yanında bir anlam buhar-laşmasını da beraberinde getirmesinin önüne geçmektir.”

Eser alanında yazılmış en geniş Türkçe sözlük olma özelli-ğine sahiptir. Yaklaşık 3000 terim ve deyimden oluşmaktadır. Eserle ilgili müellifin önsözde ifade ettiği şu mütevazı cümle-leri dikkat çekicidir: “Daha önce bu alanda yapılmış çalışma-ları takdir ve minnetle anma yanında, bu eserin madde sayı-sının genişletilerek deyimleri de içermesinin bu sahadaki bir boşluğu dolduracağı kanaatindeyiz. Ayrıca önemine rağmen ülkemizde konuyla ilgili beklentilere yeterince cevap verebile-ceği kanaatinde değiliz.”

Eser kaynakça açısından çok zengin bir bibliyografya kulla-nılarak hazırlanmıştır. Tasavvuf alanındaki temel kaynakların ve sözlüklerin kaynak olarak kullanılmış olmasının yanında müellif, bu alandaki ilmî ve amelî birikimini satırlar arasın-daki ifadelere yansıtmıştır. Bu ise sözlüklerin okunmasındaki güçlüğü ortadan kaldırmış gibidir.

Sözlükte madde başlıkları yazılırken Türkçe yazılışlarıyla birlikte Osmanlıca yazılışları da verilmiştir. Birçok maddenin sonuna şahit olarak beyitler yerleştirilmiştir. Örneğin sözlük-teki ilk madde “âb”dır. Şahit olarak ta Usulî’nin şu beyti se-çilmiştir:

“Saf kaldınsa gönül âyinesin âb gibi

Page 99: Visâle yolculuk

KİTAP TANITIMLARI 99

Görünür nûr-ı ezel âbda mehtâb gibi”Ve yine “tasavvuf” maddesi açıklandıktan sonra Halvetî

şeyhi, Ömer Rûşenî Dede’nin ve Oğlanlar şeyhi İbrahim Efendi’nin uzun manzumeleri muhtelif tasavvuf tanımları-nı içermesi bakımından verilmiştir. Ömer Rûşenî Dede’nin manzûmesinin ilk kıt’a sı şu şekildedir:

“Tasavvuf, terk-i da’vâdır, demişlerDahi , ketmân-ı mânâdır demişler Tasavvuf , terk-i kîl ü kâle derler Hemen vecd ü sema u hâle derler ”Eser, tasavvufun kendine mahsus ağdalı dilini çözebilmek

için çok önemli bir anahtar niteliği taşımaktadır. Bu manada tasavvufa açılan bir kapı da diyebiliriz. Eser, sade dille yazıl-mıştır. Müellifin üslûbundaki akıcılık ise eserden istifade için ayrı bir kolaylık sağlamaktadır.

Page 100: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 100

Michel Chodkiewicz, Sahilsiz Bir Umman Muhyiddin İbn Arabî, çev.: Atila Ataman, Gelenek Yay., İstanbul 2003, 168 s.1

Bu eser Tasavvuf kültüründe Şeyh-i Ekber ismiyle meşhur olmuş Muhyiddin İbn Arabî’yi hem kendi değeri bakımından hem de çok geniş bir alandaki tesiri yönünden, İslâm ülkele-rine yaptığı bir seyahatte henüz on yedi yaşında ihtida etmiş olan yazar Michelin’in dilinden dinliyoruz.

Eser giriş bölümünden sonra Kur’an-ı Kerim’den beş aye-ti başlık olarak ele alır. Yazar sahilsiz bir umman dediği İbn Arabî’yi anlamaya ve anlatmaya onun hakkındaki görüşlere yer vererek başlar. Onun etkisinin mağripten uzak doğuya kadar geniş bir coğrafyaya uzandığını hatta bazı tarikatlerin bilhassa halvetiyye ve kollarında tesirinin açık bir şekilde gö-rüldüğünü zikreder.

Buna karşın İbn Hacer el-Heytemi ve Ebu’l Âla Afifi, İbn Arabî’nin eser-lerinin manalarının çok geniş ve lafızlarının kapalı olması sebebiyle anlaşılmasının zor olduğunu ifade ederler. Nicholson ve Clement Huart gibi oryantalistler İbn Arabî’nin hayal gücünün çok geniş olması sebebiyle kelimele-rin anlamlarının belirsiz olduğunu söyler. Ayrıca yazar Şeyh-i Ekber’in eserlerine bazı tasavvuf üstadlarının da ihtiyatlı yak-laştığını ve müritlerine onun eserlerini okumaktan sakınma-

1 Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi, Ankara, 2009, sayı: 23, ss. 706-708

Page 101: Visâle yolculuk

KİTAP TANITIMLARI 101

ları gerektiğini söylerler. Bunun sebebi ise manevi nitelikleri yetersiz müritlerin onun eserlerindeki fikirleri yanlış anlama-larına ve istikametten ayrılmalarına yol açabileceği düşünce-sidir. Yazar pek çok İslâm âliminin eserlerinde İbn Arabî’nin görüşlerine yer verdikleri halde onun ismi zikretmediklerini, bunun sebebinin de devrin olumsuz şartları olduğunu ifade eder.

Kitabın girişten sonraki kısımlarında yazar İbn Arabî’nin eserlerinde yorumladığı beş ayeti kerimeyi başlık olarak ele alır ki; bunlar “Yeryüzündeki bütün ağaçlar kalem olsa...” (Lokman,31/27), “Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık” (En’am, 6/38), “Ve dönecek olduğunuz da O’dur” (Yasin, 36/83), “Ufuklarda ve kendi nefslerinde” (Fussilet, 41/53), “Namazda daim olanlar” (Me’aric, 72/23) dir.İbn Arabî eserlerinde bilhassa Fütûhatü’l-Mekkiyye ve

Hususü’l- Hikem’de Kur’an ayetlerinde geçen kelimelerin zahirî ve batınî anlamlarındaki bütünlüğün yanı sıra sembolik ifadelere sıkça yer verir. Yazar bu öneme binaen kitabında yer verdiği ayetlerde bu hususlara sıkça değinir. Örneğin Lokman süresi ile ilgili başlık altında Fütûhat’tan şu bölümü nakleder:

“Eğer nefesin yetiyorsa Kur’an ummanına dal. Ama eğer nefesin yetmeyecekse onun zahirini tefsir eden eserleri müta-laa ile yetin ve ona dalma. Aksi takdirde orada helak olursun. Zira Kur’an ummanı derindir ve ona dalan kişi kıyaya en ya-kın yerlerle yetinmeyecek, bir daha asla mahlûkata geri dön-meyecektir. Peygamberler ve varisi hafızlar âleme rahmet için tekrar bu yerlere döner. Gayeye ulaşan ve fakat geri dönmek-sizin orada kalan vakifun ise ne kimseden fayda görür ne de kimseye fayda verir. Onlar ummanın merkezini hedef almış-tır. Ya da daha doğrusu merkez onları hedef almıştır. Ebedi olarak oraya dalmıştırlar.”

Page 102: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 102

İbn Arabî, el-Ankau’l-Muğrib’den alarak Divanında tekrar ettiği şiirinde; “Hayret içinde sahilsiz bir umman ve umman-sız bir sahil gördüm” beytini ilahi hitabın lafzı onda daimi bir vahyediliş göremeyenlerin nazarında sadece ummansız bir sahil olabilecekse de, yeterince kuvvetli bir nefese sahip olup da ona dalanlar için sınırsız ve tüketilmezdir. İlahi hitap aynı anda her iki özelliği de taşımaktadır diyerek açıklar.İbn Arabî eserlerinde kullandığı kaynakları kendi ifade-

siyle “sohbetlerimizde ve yazılarımızda söylediğimiz her şey Kur’an ve hazinelerinden kaynaklanmaktadır” der. Yazar da bundan ilham alarak İbn Arabî’nin eserlerini incelediği kitabı-na sahilsiz bir umman ismini verir. Burada verdiğimiz birkaç örnekle değindiğimiz eser İbn Arabî’nin Kur’an-ı Kerim’deki pek çok ayetlerle ilgili yorumlarını içerir. Böylece okuyucu Kur’an-ı Kerim’in icazına hayrette kalırken aynı zamanda İbn Arabî ve onun düşünce sistemine doğru uzun bir yolculuğa çıkar.

Kısaca tanıtımını yaptığımız içeriğine ışık tutmak kaydıy-la bazı atıflarda bulunduğumuz bu eser İbn Arabî hakkında Türkçe çevirisi yapılan ilmi eserler arasında önemli bir ko-numdadır. İbn Arabî’nin doğru bir şekilde anlaşılmasını ve hakkındaki eleştirilerin iyi bir şekilde değerlendirilmesini sağ-layacaktır. Sadece aktarmaya dayalı bir anlatım metodundan ziyade tah-lil, tetkik ve tartışma yöntemi kullanılmıştır.

Page 103: Visâle yolculuk

KİTAP TANITIMLARI 103

Mustafa Kara, “Gönül Mektupları”, Mavi Yayıncılık, İstanbul 2000,176 sayfa.1

Kardeşim’ Gebe develer salıverildiğinde, yani kıyamet gü-nünde, senin yerin neresi olacak? Evler çıkarılıp atıldığında senin yerin neresi olacak? Sabra yol kalmadığı sırada, nasıl sabredeceksin? Ağlayabilirsen şimdi ağla!

Cüneyd-i Bağdadi’nin Ebu Bekir Kisaîye yazdığı mektup-tan.

Kaybolan güzelliklerimizden ikisini ifade eden iki güzel ke-lime; “gönül” ve “mektup”. Mustafa Kara’nın kitabının ismi, Gönül Mektupları. Gönle artık değer verilmez oldu. Malum, madde akıl ve getirdikleri. Mektup mu? Gönlün ihmal edil-mesiyle birlikte çoktan unutuldu gitti... Öyle diyordu hocam: Evvelden mektup unutulmuştu, şimdilerde kalem de. ‘Nun ve kalem bir de yazdıklarına and olsun,’ (Kalem sûresi, âyet: 1) Seve-rek dinlediğimiz bir türkünün şu sözleri ise sanki daha fazla anlam ifade ediyor artık bizim için.

Kurban olam kalem tutan ellereKatip arzu hâlim yaz yare böyle.Gönül deyince bir tasavvuf hocasının elbette söyleyeceği

çok şey vardır. Tasavvufun bizatihi konusudur gönül. Gönül

1 Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi ,Ankara, 2001, sayı: 6, ss. 317-323

Page 104: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 104

Mektuplarının bir tasavvuf hocası tarafından yazılmış olması, okuyucuların kana kana içmeleri için, kitabın muhtevasında ki gönül oluklarının suyunu biraz daha artırmış gözüküyor.

Gönül Mektuplarını okurken hemen A. Ali Ural’ın ‘Pos-ta Kutusundaki Mızıka’sı geliyor aklıma. Bu iki kitabın tarz olarak aynı olduğunu görüyorum. A. Ali Ural ‘Posta Kutu-sundaki Mızıka’yı unutulan mektubun kefaretinden mülhem yazmış, altmış bir mektuptan oluşuyordu bu kitap. Mustafa Kara’nın çıkış noktası ise, öğrencisinden aldığı mektupta, ken-di ifadesiyle ilk defa karşılaştığı bir soru. Hocam Allah gcçinden versin ama ölürsem bana okumam için ne bırakıyorsunuz? ‘Biliyo-rum bu sorunun altında “bana mektup yazmıyorsunuz” tarizi de vardır. Siz de haklısınız mektup yazma geleneğinden koptuk, “Çağ-daş il-tişim araçları” bu yolu kapattı .. Okunacak, okunabilecek bir şeyler bırakmak ne güzel şey’, gerçekten bu dünyada “hoş sada” bırakabilmek ne büyük bir lütuf... “Kalıcı eser” bırak-mak neden zordur? Hiç zorlama olmadan sizin eserlerinizin bilinmesi, okunması, sevilmesi ne mükerrem bir ihsan’ cüm-leleri Mustafa Kara’nın kitabı yazma düşüncesinin nedenini ortaya koyuyor.

Gönül Mektupları kırk mektuptan oluşuyor. Bunu ise tam olarak bilememekle birlikte, birinci mektuptaki ‘’yola düşmek” başlığından yola çıkarak, tasavvuf tarihindeki kırk makam kırklar v.b. konulardan mülhem olduğunu zanne-diyorum Her mektup bir konuyu ele alıyor. Tasavvufi bakış açısıyla değerlendirirsek bunların her birinin bir tasavvufi problemi ele aldığını söyleyebiliriz. “Mektup” türü “günlük”, “şiir”, “deneme” türleriyle süslendirilmiş ve öylece sunulmuş okuyucuya. Aslında her bir konu bizim için çok ciddi manada önem taşıyor.

Yine yola düşmek gerek, muhabbete yolculuk, çile, seyahat, kendi-ni bulmak, edebin tacı, vakit, tasavvuf ve güze/ sanatlar, nakşi mes-

Page 105: Visâle yolculuk

KİTAP TANITIMLARI 105

nevi okuyabilir mi?, tasavvufi düşünce tenkit edilebilir mi?, dervişin yirmi dört saati, arı duru olmak, zühd yükselen değer mi? Tarikat ve tezat, şeytanın yattığı yer, ölümün bestesi Gönül Mektuplarından bir kaçının başlıkları. Her bir mektup bir ders titizliğinde hazır-lanmış; âyetler, hadisler, tasavvuf büyüklerinin sözleri, şiirler ve ilginç anekdotlarla ifadelendirme açısından zenginleştiril-miştir. Tabi bunlara ulaşabilmek için bir “hoş sada” bırakmak için, “ben ne söyleyebilirim? ne diyebilirim? ne yazabilirim?” e cevap bulmak için “yola düşmek, yolda olmak gerekir. Mu-habbete doğru yolculuk yapmak gerekir,” Buyurun birlikte yürüyelim diyerek, ilk mektubuna başlıyor Mustafa Kara.

“Yine yola düşmek gerek Hasretin yaman efendim Köz oldu sinede yürek Ah duman duman efendim”Bu mektupta yazar, yol kelimesinin dilimizdeki değişik

kullanımlarını ortaya koyduktan sonra, Hüzni, I. Ahmet ve Senayî’nin dörtlükleriyle mektubu devam ettirir. Yola çıkan kimseleri, yoldaki yol kesicilere, hilelerine, kızaklarına karşı uyarır ve bunlara takılmamak gerektiğini ifade eder. “Yolcu yolunda gerek” sözünü bir kez daha hatırlatır bizlere. Birin-ci mektubun son sözleri ise, aşk şarabıyla vahdet kervanına katılarak sevgiliye ulaşmak isteyen Kamile Hanım’ın müna-catıdır:

“Bu benim divane gönlüm cümleden geçmek diler Dest- i sakiden şarab ı aşkı n fiş etmek diler Bu vucud-ı ariyetten soyunup göçmek ister Vahdet içre göç eden kervana yol ver varayım ““O, onları sever, onlar da O’nu severler “(Maide, 5/54)

âyetiyle başlar ikinci mektup, “muhabbete yolculuk.” Sözün Özü, dinin özü, dervişliğin özü budur. Her yol bu hana çıkar,

Page 106: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 106

her kapı bu meydana açılır. Bu devlete ulaşabilmek için yola düşmek, yola girmek gerekir.

Muhabbet deyince ise hep o, kainatın sevgilisi akla gelir.“Muhabbetten Muhammed oldu hasıl Muhammedsiz muhabbetten ne hasıl?”Beynini ve gönlünü sevgi merkezli bir cazibeye teslim et-

tikten sonra dünyaya bakış, dünyayı kavrayış temelinden de-ğişecektir. Soruların şahı ise şudur:

Kimi seviyoruz, neyi seviyoruz, hayatımızı merkezi, kutbu nedir, neyin etrafında dönüyoruz? Bir kalbimiz var, bir varlığı sevebiliriz; kimi seviyoruz?

Yeri gelir su ile ateş yan yanadır. Yeri gelir iç içe. Bu ateş, su ile karşılaşınca daha çok parlamaktadır. Suyu arayan adam su kasidesini okumaktadır

Muhabbete yolculuk Habib-i Huda’ya yazılmış su kaside-sinden ve na’tlerden meşalelerle devam eder

“Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su Kim bu denli tutuşan odlara kılmaz çare su ““Cemalinle ferahnak et ki yandım ya Rasulallah”Yolda kılavuza, rehbere ihtiyaç vardır, yol motifini üçlü

merhaleyle dokuruz; fena fi’ş- şeyh, fena fi’r- resul, fena fi’llah.

Yola kıymet verir yazar. Çünkü üçüncü mektubu da yolla ilgilidir. “Seyahat Ya Rasulallah”

Mecnun Leyla’yı oturarak değil seyahatle bulmaya çalışır. Mecnunun Leyla’ya yaptığı seyahatle, hacının Kabe’ye yaptığı seyahat arasında ilinti kurulur. Asıl seyahat ise insanın iç dün-yasınadır, yani kendinedir.

“Derviş beri gel yabana gitme Her ne diyorsan inan kendindedir.”

Page 107: Visâle yolculuk

KİTAP TANITIMLARI 107

Üçüncü mektup merhum Akif in Safahat’ındaki, “Ya Nebi şu hâlime bak” diye başlayan, o güzel ve uzun şiirinden bir sahneyle son bulur:

“Ya Nebi şu hâlime bak! Nasıl ki bağrı yanar gün kızınca sahranın Benim de ruhumu yaktı yaktıkça hicranın! Harim i pakine carı atmak istedim durdum, Gerildi karşıma yıllarca ailem yurdum.”Dördüncü mektup, “Kendini Bulmak”tır, Menzil alabil-

mek için yapılan yolculuğun yüz basamağını anlatan Heratlı sufi Abdullah Ensarî(öl. 1088) eserine Meııazilü’s-Sairin adını vermişti (yolcuların durakları). Bu yolculuğun birinci basama-ğının adını da “yakaza” koymuştu. Çünkü kendini bulmanın ilk şartı “uyanmak”tı. Uyanmadan menzil kat edilemez, haki-katin miracına yükselinemezdi,

“Bit sözlerin meali Kişi kendin bilmektir. Kendi kendin bilene Hakikat miraç olur” (Gaybi)Yolda, sülûkte ekmek sudan daha ehemmiyetlidir Sülûk

onsuz mümkün değildir. “Edeb” dir beşinci mektubun ko-nusu. Edebi beşinci sıraya koyma sebebi ise bellidir müelli-fin. “Menazilü’s- Sairin’in yazan Heratlı Abdullah, onu sulûka esas teşkil eden derecelerin beşincisi olarak değerlendirmek-tedir. Aynı mecrada Minhacu’l-Fukara isimli eserini kaleme alan İsmail Ankaravî de aynı tasnife uymuştur.’’

Yüzlerce tasavvuf terimi vardır. Ancak edeb tasavvufla eş anlamlı kullanılan birkaç terimden biridir

Yazar bu mektupta da yine yer yer diğer mektuplarda ol-duğu gibi kalemi bırakıyor ve sufilerin sözlerine kulak veri-yor. İlk manzum Mevlâna’dan

Page 108: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 108

“Ademoğlu edebden yoksun ise insan değildir Çünkü insan ile hayvan arasındaki fark edebdir.”

Halveti Uşşaki Abdurrahman Sami (ö. İstanbul, 1934)’nin divanından uzunca bir bölümü sunar edeble ilgili bu bahiste:

“Ta ezelden rub-i kudse mır i subbandır edeb, Nishet-i zat-ı mu alla feyz-i rahmandır edeb’’beyitiyle başlanıp,“Enbiya mi evliya mirasıdır varislere, Samiya Hak’tan ata yı lutfu ihsandır edeb.”Manzumumla biter divan ı Sami’nin edeb bahsi.“Almak istersen eğer himmet-i ehlüllahı Bi-edeb olma gözet hürmet-i eblüBahı”Agah Osman PaşaGönül mektuplarından tasavvufun Türkiye’deki tarihi, ta-

savvufa bakış açısı ile ilgili tarihi bilgiler de bulacaksınız. Ne-den tarikatlar hâlâ yasaktır ki Türkiye’de?!

Artık yola alışmıştır yolcu. Ama yol bitmez ve yolcu yo-luna devam eder. Bir şekilde kendisine ulaşan mektuplar ise yolu tanıtmakta, ara ara kendine döndürüp, yeteneklerinin farkında olmasını ve ulaşacağı menzilin güzelliklerini hatır-latarak hedefi hep bilinç düzeyinde tutmayı sağlamaktadır. Mektuplar ardı sıra gelmeye devam eder. Mürekkep zamanla kurumakta ve yolun sonuna yaklaşılmaktadır. Sonun ise yeni bir başlangıç olduğu, sonun sonsuzluğu, sonun sonsuz oldu-ğu otuz sekizinci mektupta belirtilmektedir.

“İnsandan murad onlar ölümü öldürenler Ötenin ötesinde sonsuz hayat sürenler”N. FazılGüfteyi besteyi duydum da “ölümün bestesini” hiç duy-

mamıştım. Mustafa Kara Ölümün bestesini yapar sondan bir önceki mektubunda. Ölüm artık “sevgili ölümdür” “asude bir

Page 109: Visâle yolculuk

KİTAP TANITIMLARI 109

bahar ülkesidir” “gidenler memnundur” ne giden gelmekte-dir ne de hatıralar dönmekte.

Gönül mektupları “her kitap bir mektuptur” anlayışı ile ya-zılmış, Mavi yayıncılığın tasavvuf serisinde yedincisi olarak okuyucuya sunulmuştur. Kitabı elinize aldığınızda her yönü ile sevgi dolu olduğunu ve sıcaklığını hissediyorsunuz. Kita-bı okurken kimleri evinize misafir etmiyorsunuz ki; Cüneyd-i Bağdadi, Ma-ruf Kerhi...Bazen postacınız Mehmed Akif olu-yor bazen Yunus.İnsanlar hep güzel şeyler getiriyorlar, siz ise mektupları

okuyorsunuz. En güzel cevap ise postacıyı ve mektubu anla-mak/kavramak oluyor. Kapaktaki fotoğraf kitabın muhteva-sıyla bütünleşiyor. Zor şartlar altında yazılmış ama gönülden yazılmış eserleri/mektupları hatırlatıyor bizlere. Unutulmuş, okunmayı bekleyen mektupları. Kitabın üslûbu ise, dost elin-den geldiği belli ki, yüreğimizden akıp geçen sevgi kadar sade. Hele o günümüzde sık sık karşılaştığımız soğuk hitapların ak-sine “aziz dost”, “güzel dost” diye başlayan sözler doğrudan gönlünüze hitab ediyor. Yazar bu hitabıyla adeta sizden aldığı mektupları yanıtlıyor. Mektubun sonundaki “hu dost” hitabı ise okurken henüz tutuşmaya başlamış aşk ateşini alevlendir-meyi amaçlıyor.

‘Gönlümde ağyar kalmasın Senden gayrı yar kalmasın,N’olduğum kimse bilmesin Hu diyeyim döne döne”

Page 110: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 110

Ethem Cebecioğlu, Allah Dostları Serisi: 7 (20. Yüzyıl Türkiye Evliya Menâkıbı), Kalem Eğitim Kültür Akademi Derneği Yayınları, İstanbul 2013, 248 s.1

Pek çok ilmi disiplinde olduğu gibi Tasavvuf alanında da Tabakât kitapları yazılmıştır. Hadisçilerin hayatını anlatan eserlere “Tabakâtü’l-muhaddisîn”, fakihlerin hal tercümeleri-ni ele alan eserlere “Tabakâtü’l-fukahâ”, sûfilerle ilgili eselere ise “Tabakatü’s-Sûfiyye” denilmektedir. Hal tercümesi olarak yazılan bu eserler, o çağın ilgili bilim dalıyla uğraşmış kişile-rin tabaka tabaka hayat hikayelerini ele almaktadır. Tasavvuf alanında yazılan en meşhur tabakât kitapları arasında, Sülemî (412/1021)’nin Tabakâtü’s-Sûfiyye ve Ebû Nuaym el –İsfehânî (430/1038)’nin Hilyetü’l-Evliyâ ve Tabakâtü’l-Asfiyâsı sayılabi-lir.

Nasıl ki mitolojiler bir insan ürünü ise ve mitolojiler tari-hi bilgi ve bulgular açısında değerli ise menâkıbnâmeler de tarihin bir malzemesi olarak değerlidir ve tarihi veriler için kullanılmaktadır. Menakıbnâmelerde sosyal psikoloji, tarih şuuru, dini ve insani gerçekler gibi birçok hususu tesbit ve teşhis etmek mümkündür. Özellikle tasavvufta evliyâ men-kıbeleri geniş yer tutmaktadır. (Bu menkıbelerin tarih açısın-dan önemi için bkz. Orhan Köprülü, “Tarihi Kaynak Olarak

1 Toplum Bilimleri Dergisi, Temmuz-Aralık, 2013, 7-14., ss.467-469.

Page 111: Visâle yolculuk

KİTAP TANITIMLARI 111

14. ve 15. Asırlardaki Bazı Türk Menâkibnâmeleri,” İstanbul 1953.) Tasavvuf kendine has bir usûl ve düşünme tarzı olan bir alandır. Bu alanda menakıbnamelerin kullanımı alana önemli katkılar sağlamaktadır. Fuat Köprülü batıda önemli yer tutan menkabevî tarihçilikten çok istifade edildiğinden bahisle, bi-zim kültürümüzde de tenkid süzgecinden geçirerek bu tarih-çilikten faydalanmanın mümkün olabileceğini söylemektedir. bkz. Köprülü ,Fuat, “Anadolu Selcuklularının Yerli Kaynakla-rı” Belleten, c.7, Ankara 1943,ss.421-425.

Günümüzde de evliya menakıbı tarzı başka çalışmalar ya-pılmakla birlikte Ethem Cebecioğlu Hocamızın bu alanın bir uzmanı olarak bu tür bir çalışma yapmış olması önemlidir. Yedinci cildi yayınlanan bu eserde müellif Muhammed Es’ad Erbilî (1847/1931)’nin hayatı ve menkıbelerini ele almıştır. 200’e yakın menkıbe Es’ad Efendi’nin hakkında yazılan ve an-latılanlardan oluşmaktadır.

Bu kitap serinin 7. Cildini oluşturmaktadır. Şu ana kadar neşredilen serinin içerisinde şu isimlerin hayat hikayeleri ve düşünceleri ele alınmıştır:

20. Yüzyıl Türkiye Evliya Menakıbı, Allah Dostları Serisi I. Cilt: Kayserili Cemil Baba, Fahreddin Şevki Efendi, Muzaffer Ozak, Safer Baba, Urfalı Kemal Efendi.

2. Cilt: Seyyid Abdülhakim-i Arvasi, Urfalı Hacı Muham-med Es’ad Efendi, Manisalı Mersin Özadır Efendi

3. Cilt: Mehmed Emin Haksever, Ömer Ziyaüddin-i Dağıstânî

4. Cilt: Mehmet Hulusi Baybal, İskilipli İbrahim Ethem Efendi

5. Cilt: Kastamonu’lu Ahmed Hasib Yılancıoğlu, Dişçi Meh-med Efendi

6. Cilt: Kayserili Mustafa Erbil Efendi7. Cilt: Muhammed Es’ad Erbili

Page 112: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 112

Bu çalışmanın Muhammed Es’ad Erbili ile ilgili şu ana ka-dar yapılmış en kapsamlı çalışmadır. Eserdeki akıcı üslub ve eserin dilinin sade ve halka göre yazılmış olması eserin okun-masını ve anlaşılmasını kolaylaştırmıştır.

Müellif kitabın önsözünde kitabın yazılış gayesini ve bu seri ile ilgili süreci şöyle ifade etmektedir: “Uzun zamandan beri Allah dostlarının menkîbelerini yayınlamaya devam edi-yorduk. Cumhuriyet döneminden sonra yaşamış hayatlarını iki kapak arasında müsvedde halinde topladığımız ehlullah sayısı hamdolsun iki yüze yaklaştı. Elinizdeki bu kitap yedin-ci cildi oluşturmaktadır. Daha önce neşrettiklerimizle beraber hayatını yayınladığımız Allah (c.c) dostları sayısı yedi kitap içinde on beşi bulmuş oldu. Hamdolsun Mevlâ’ya. Allahım (c.c) izin verir ömür nasîb ederse inşallah geri kalan yüz sek-sen zât-ı muhterem Hak dostlarını da yayınlayacağız. Yirmin-ci yüzyıl Türkiye evliyâ menâkıbı alanında yapılan çalışmalar gerçekten çok az ve anlatım yönünden zayıftır. Bir akademis-yen olarak bu yöndeki boşluğun doldurulması ve daha son-raki nesillere bu mîrasın aktarılması husûsu vicdânen bizi motive etmişti. Yirminci yüzyılda Türkiye mutasavvıfları yeni rejim tarafından redd-i mîras edilerek tarîkatlar kapatılmıştı. Dînî özgürlüklerin kısıtlandığı bu dönemde Allah (c.c) dostla-rı büyük bir ferâgat ve fedâkarlıkla bu coğrafyanın insanlarını Allah’a giden yolda irşâd etmişlerdi. Bir kısmı îdâm edildi, bir kısmı hapislere atıldı, bir kısmı baskı ve korku oluşturularak sesi kısıldı. Fonksiyonsuz hale getirildi.”

Kitabın önsözündeki bu ifadeler kitabın önemini ve bu seri-nin devam etmesinin önemini açıkça ortaya koyuyor. Kıymetli hocamıza Allah’tan sağlık sıhhat diliyoruz; neşredilmeyen di-ğer Hak dostlarının hayatlarını yazması için hayırlı ömürler temenni ediyoruz.

Page 113: Visâle yolculuk

KİTAP TANITIMLARI 113

Allah Dostları serisinin 7. Kitabı’nı oluşturan “Muhammed Es’ad Erbili” alanın uzmanı Prof. Dr. Ethem Cebecioğlu hoca-mızın kaleminden çıkmış; hem akademik camianın, hem ta-rihle ilgilenen herkesin ilgiyle okuyabileceği yakın tarihimizle ilgili önemli bilgiler içeren bir kitaptır.

Page 114: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 114

Mustafa Aşkar, “Tasavvuf Tarihi Literatürü”, Kültür Bakanlığı, Ankara 2001, 469 sayfa1

Tasavvufla ilgili doğuda ve batıda, yazma eserler de dahil, mevcut kaynakların çokluğu herkesin malumudur. Ülkemiz-de ve dünyada üzerinde en çok araştırma yapılan İslâmî di-siplinlerden birisi de kuşkusuz Tasavvuftur. Tasavvufa ilgi gün geçtikçe artmaktadır. Akademik anlamda ise İlahiyat Fakültelerinin artmasıyla birlikte, sadece Türkiye’de yapılan çalışmalar bile belli bir seviyenin üzerine çıkmış durumdadır. Aynı şekilde böylesine yoğun çalışmaların yapıldığı, müstakil bir bilim dalı haline gelmiş Tasavvufun belli bir metodoloji-den yoksun olduğunu görüyoruz. Ayrıca kaynak ve literatür açısından alabildiğine zengin bir alan için kaynak tahlillerinin lüzumunu ifade etmek zaittir.

Mustafa Aşkar’ın bu eseri, yukarıda ancak birkaçını ifade ettiğimiz, Tasav vufla ilgili birçok probleme ışık tutacak nite-likte bir eserdir. Tür olarak bio-bibliyografya olarak nitele-yebileceğimiz bu çalışmanın öncelikle yoğun bir çalış manın mahsulü olduğu dikkatimizi çekiyor.

Eser üç ana bolüme ayrılmış. Birinci bölümde Tasavvufun zühd dönemi kay nakları, Kitabü’z-Zühdlerin tanıtımları ya-pılmış. İlk döneme ait olan bu eserler kronolojik esasa göre,

1 Tasavvuf İlmi ve akademik Araştırma Dergisi , Ankara, 2002, sayı: 8, ss. 227-228

Page 115: Visâle yolculuk

KİTAP TANITIMLARI 115

müelliflerin vefat tarihleri esas alınarak tanıtılmış. Eserler, bir sınıf altında toplanırken genel karakterler göz önüne alınarak düzenlenmiş tir. İlk dönem tasavvuf kaynaklan; Tabakat Türü Eserler, Tasavvuf İlmini İzah Eden Eserler ve İşarî Tefsirler olarak tasnif edilmiştir, her alt başlıkta ise eserlerin tanıtımı yapılmıştır.İkinci bölümde ise Tarikatlaşma döneminden sonra yazı-

lan eserler ve son dönemde yazılan eserler ele alınmıştır. Ta-rikatlar dönemi sonrası; Tabakat Kitapları, Âdâb Kitapları ve Menakıbnâmeler şeklinde üç başlık halinde tasnife tâbi tutul-muştur. Son dönemde yazılan eserler ise; ‘Genel Olarak An-siklopedik Eserler’, ‘Bir Tarikatı Ele Alan Eserler’, ‘Tarikatların Silsileleri ve Tekke Mec muaları’ ve Mutasavvıfları Ele Alan Ensab Kitapları’ şeklinde alt başlıklara ayrıl mıştır. Bununla birlikte her alt başlıkta yer alan eserlerin tanıtımına geçilme-den önce bu sınıfın ortak özellikleri ve bu eserlerin tasavvuf tarihindeki önemi hak kında bilgi verilmiştir.

Üçüncü ve son bölüm ise, Tasavvuf Istılahlarını Ele Alan Eserler, Süreli Yayınlar, Tasavvufla İlgili Batıda Yapılmış Ça-lışmalar ve Türkiye’de Yapılan Bilimsel Çalışmalardan oluş-maktadır. Ekler bölümünde de müellif, araştır macılara kolay-lık olması açısından bazı meşhur mutasavvıfların kronolojik vefat tarihlerini vermiştir. Bunun yanında da Tasavvuf kay-naklarından bazılarının yaz ma nüshalarından örnekler veril-miştir.

Kitabın arka kapağında eserle ilgili şu bilgiler yer almakta-dır. “Bu eser, tasav vuf tarihi alanında özellikle akademik ça-lışma yapanlara müracaat kaynağı konumundadır. Ayrıca bu alana ilgi duyan herkese tasavvuf tarihi ile ilgili kay naklara ulaşmada yardımcı olacaktır. Eser yoğun bilgi ve kaynak ta-nıtımıyla dolu olup, ülkemizde hâlen bu alanda yapılan en derli toplu çalışma niteliğindedir. Tasavvuf tarihinde yer alan

Page 116: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 116

klâsik eserlerin tanıtımından günümüzde yapılmış akademik çalışmalara kadar geniş bir yelpazeyi içine alan bu çalışma, ilim ve kültür dünyamıza yeni açılımlar kazandıracaktır.”

Page 117: Visâle yolculuk

MÜLÂKÂTLAR 117

MÜLÂKÂTLAR

MERHUM RIZA ÇÖLLÜOĞLU HOCAEFENDİ İLE YAPILAN BİR MÜLÂKAT1

İlmiyle Amil Ehl-i Kur’andı Rıza Çöllü HocamızHak Yolda Cihad Ehli Arslandı Rıza Çöllü Hocamız.

“Alimin ölümü alemin ölümü gibi”. Ethem CEBECİOĞLU

12.09.2013 günü Rıza Çöllüoğlu Hocaefendi rahmet-i Rahmân’a kavuştu ve 13.09.2013 günü Cuma günü Sami Efen-di Külliyesinde cenaze namazı kılındı. Cenaze namazına, baş-ta başbakan Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere; pek çok ba-kan, bürokrat, yönetici, ilim adamı ve pek çok vatandaş katıl-dı. Halkın üzerinde azami derecede tesiri olan Hocaefendi ile 26.12.2010’da ağırlıklı Mustafa Erbil Efendi hakkında olmak üzere bir mülakat yaptık. Ancak; mülakat esnasında başka mevzulara da, kısmen de olsa girilmiş oldu. Tarihe not düşmek adına bu mülakatı yayınlamayı uygun gördük. Hocafendi’ye Allah’tan rahmet diliyoruz...

1 Bu mülakat 26.12.2010 tarihinde Muradiye Kültür Vakfı’nda yapılmıştır.

Page 118: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 118

Şunu da belirtmekte fayda mülahaza ediyoruz ki; Rıza Ho-caefendiyi yakından tanıyan Prof. Dr. Mustafa AŞKAR hoca-mız tarafından merhuma bir vefa borcu olarak ve onu gelecek nesillere anlatabilmek gayesiyle efradını câmi bir kitap neşre-dildi. Rıza Çöllüoğlu Hocaefendi Hayatı ve Hatıraları, Mura-diye Kültür Vakfı Yayınları, Ankara 2014, 202 s. Hocaefendi-nin hayatı ile ilgili geniş malumat edinmek isteyenler mezkur kitaba başvurabilirler.

–Efendim zat-ı âlinizle hususen Mustafa Erbil Efendi hak-kında bir mülakat yapmak istiyoruz, izniniz olursa

–Hay Hay. Tabi ki... O zamanlar Yavuz Hoca isminde bir dostumuz vardı. Yavuz’un bir de yaradılıştan rahatsız oğlu vardı. Yavuz bizim her şeyimizdi, Allah rahmet eylesin. İmam Hatip okulunun kurulmasında mütevelli heyetinin başıydı. Kur’aniyye’de eşi az bulunan bir hoca efendiydi. Di-siplinli bir Müslüman’dı. Her gün öğle, ikindi namazında ta Süleymaniye’den Fatih camisine gelirdi. Bunlar kolay şeyler değil tabi. Allah rahmet eylesin. Ben Çamlıdere’de okudum. Hafızlığımı orada yaptım. Benim hocam Hafız Halil Okur diye bir zattı. Fatih baş imamında okumuş. Kader oraya çekmiş. İşte “lâ tebdîile kelimâtihi”. Ama Ankara ile İstanbul arasında -anlayan bir kişi olarak konuşuyorum- az bulunurdu. Herkes birini göğe çıkarır ama ne kadar göğe çıkarır. O belli değil. Ankara ile İstanbul arasında bir zat. Ciddi bir Müslüman’dı. Dinini dünyaya hiç kullanmayan bir adamdı. Bizi yetiştirmesi hakkında bir misal vereyim: Çamlıdere küçük bir yerdi, 750 nüfusu falan vardı, şimdi de küçük bir yer. Gerede’den iki tane hafız gelmiş. Ama Yılmaz Hoca, benim arkadaşım, öldü, Allah rahmet eylesin. Hafızlardan birisi “sini kefe”... Küfretti keli-mesi yanlış. Küfretti demek gavur oldu demektir bir yerde, Al-lah korusun. “Bu hafız değil dedim” ben. Niye? Çünkü; “hafız sövmez” dedim ben. Hoca bize böyle vermişti terbiyeyi. Çok

Page 119: Visâle yolculuk

MÜLÂKÂTLAR 119

ciddi. İstanbul’a gittiğimde uzun müddet İstanbul’un hocaları-nı sevemedim. Ali Osman da vardı, alışırsın sen alışırsın, dedi alıştık. Öyle bir insandı. Çamlıdere’de büyük bir cami var. Ca-mide sadece küçük bir oda, şu kadar bir yer. Yaşlılara anlatıyor Hafız Halil Hocamız. Türkiye’de Kuran hadimi, incitmeden okuyan bir kişi vardır. Birisi Kayserili Mahmut. Meşhur adam. Yüzlerce, binlerce hafız yetiştirmiş, bir yığın hafız talebesi var-dı. İki, Kastamonulu Halil Erdoğan Efendinin torunu Hafız Ömer, falanca zatın yeğeniymiş. Bir, Ayasofya’nın baş imamı, Hafız İdris. O benim kafama alındı çocukken, on yaşındaydım bunu dinlediğimde. Sonra İstanbul’a gittik 1945’te. Dediler ki; Kayserili Hafız Mahmut geldi. 46’da. Bir cemiyet yaptı, 40 tane hafız icazeti verdi. Müftü Halil Hüseyin efendiden 25 tane, o yasaklara rağmen. 25 tane hocaya icazet verdi. Türkiye sarsıl-dı. 45-46. Ashabı şimal de sarsılıyordu. Her neyse. Hoca efen-diyi duyunca ben Aşır Efendi sokakta, şimdi hatırımda, ben, onun oğlu Akkuş’la, Hocaefendinin elini öpmeye gittik. Akkuş pratik bir adamdı, yani katı bir adam değildi. Hocaefendi her gün namaza gelirdi. 46 numara ayakkabı giyerdi. 1.80 boyun-da, buğday renkli bir insan. Makamı nur olsun, ruhu şad ol-sun. Hocamdan onu teyibe aldık ya, hoca efendi gelirken. Ak-kuş hocamız bize karabaş tecvidini okutmuştu ama ben o ara Cezeri’de okuyordum, az çok Arapça okuyordum. Dedim ki hocam bize bir Cezeri ile karışık tecvid okutsan. Hocanız razı olursa başım üzerine dedi. 80 tane talebe vardı. Hafızlığa çalı-şan vardı. Hep Anadolu’dan gelme. İstanbul’dan yoktu hiç, hiç yoktu. 80 kişiden 4 kişi bitirdik, hepsi kaçtı. Ali Osman Atakol, benim hatırıma, Sezai Özdemir, Mustafa Ünlü’nün damadı. Akdoğan köyünden. Bir de ... İzzet bilmem ne, o da öldü. kan-serden öldü, kan kanserinden, Allah rahmet eylesin. Sezai de öldü kalpten. Ali Osman sağ. Ali Osman’ı da tanırsınız, güzel okur çok. Hay hay dedi. Rıza hocam başım üzerine dedi. Tec-

Page 120: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 120

vidi okuttu müftü efendi. Türkiye’de ne kadar gaf yapan var-sa hepsini söyler. Şurada yanlış, şurada yanlış, şurada yanlış. Bizde tecvidi bitirdi. Mayıs ayında hayatı faniye göçtü.

–Allah rahmet eylesin.–Yüzlerce belki binlerce Kayseri’de talebe yetiştirdi. Aynen

şöyle, oğlum Rıdâ, tecvid üzere. Oğlum idğam misleyn de (se peltek) öyle bir insandı o. Bir hutbe okudu o Nuru Osmani-ye camisi sarsıldı. Fezaili Kuran hakkına, makamı nur olsun, ruhu şad olsun. Ömer Efendi de okudum ben. Hafız İdris’te, Hasan Akkuş hocamız Pazartesi günü Yeni camide, öğleden evvel mukabele okurdu. Bütün dinleyiciler Anadolu’dan ge-lenler. İkindiden evvel de Bayezit’te okurlardı. Hafız İdris gibi de okurdum. Ben sonradan, taklidi sevmem, vazgeçtim. Başkasının ağzı ile bir şeyler söylememek lazım, değil mi? Ama güzel okurdu. Sanki “Allahu zül celal Kuran’ı okumak için halk etmiş” derdiniz. O kadar kibar okurdu. O kadar. Ma-kamları nur olsun. Hepsi öldü, hepsi gitti. Reisü’l-Kurra Ham-di Efendi. Reisü’l-Kurramızdı. Allah rahmet eylesin. Nuru Osmaniye’de vazife yaptım. Bayezid’de Abdurrahman Efendi ile beraber yaptık vazife. O da güzel okurdu, makamı nur ol-sun. Sonra Fatih’e naklettik vazifeyi, oradan 49’da Ankara’ya geldik. 45’te gittik, 49’da Ankara’ya geldik, isminiz?

–Mustafa Erbil abi, bu mevzu değil mi?–Evet.–Yanılmıyorsam Kayseri’nin İncesu kazasındandı.

Maliye’de çalışırdı. Zayıf, nahif bir insandı, kibar bir insandı. O sıkıntılı devirlerde İslam’ı ulul alemi yaşayan bir insandı. Hatıra gönüle bakmaz, doğru ne ise onu söylerdi. Değerli bir müslümandı. Makamı nur olsun. Bizden çok önce Mahmud Sami Hazretlerine intisab etmiş. Derdi ki o ilk zamanlardaki halimi Mevla bana verse bütün varlığımı vermezsem iki gö-züm kör olsun derdi. Öyle tatlı bir adamdı. Zikir sohbetleri

Page 121: Visâle yolculuk

MÜLÂKÂTLAR 121

olurdu. Herkes iple çekerdi o günün gelmesini. Kendisinin de güzel bir sesi vardı. Silsileyi okurdu ama herkes erirdi. Çok di-siplinliydi. Yabancı hiç kimseyi kabul etmezdi. Çünkü yabancı bir adamın gelmesinde iki şey var. Buraya gönül verirse oraya ters düşer, öbür yere gönül verirse burada fazla bu adam. Git-sin kendi arpalığında işini yapsın. Ubeydullah Ahrar Hazret-leri sohbet yapıyor. Zuhurat zuhur etmiyor. Yabancı mı var di-yor. Yok diyorlar. Var ki bir şey gelmiyor diyor. Büyük adam biliyorsunuz. Okumuş, yaşamış, yazmış. Araştırıyorlar, daha önceden gelen bir adamın pardösüsü kalmış. Ben de diyorum ki tasavvuf yatak odası gibidir. Orda başlamalı orada bitmeli. Öyle dallanıp da ben evliyayım diye bağırıp çağırmak yok. Bi-lenler biz bilmedik diyor hep. Bilmeyenler konuşup duruyor. Tasavvuf budur. Yatak odasında başlar orada biter. Yatak oda-sındakini salona getirirsen huzursuzluk olur, çocukların huyu bozulur. O orada başlar. Manevi bir iştir değil mi? Mahmud Sami Hazretleri öyle buyururdu, “beyneke ve beynallah”. Allah ile senin aranda, başka yok. Makamı nur olsun. Onun evinde gördük biz, Mahmud Sami Hazretlerinin. Eski postane vardı. Güvercinlik sokak var ya şurada, ileride, Ulus’ta. Orada Balaban mescidi var, küçük. Bilmezsiniz siz. Orada ben ziya-ret ettim, 1952’de.

–İlk tanışmanız nasıl oldu hocam?–Onun evinde tanıştık. Mahmud Sami Hazretlerinin, Onun

evinde gördüm. Değerli bir insandı. Biz İstanbul’a 62’de 63’te gittik. Yalnız 52’de Efendiyi ben ziyaret ettim. Bir 51’de ziya-ret ettim. Abdülhamit camisinin yanında bir evde, askerdim o zaman. İkincisini burada ziyaret ettik. Sonra 63’te mi intisap ettik, nasip oldu. Dedi ki Mahmud Sami Hazretleri, Ankara’da Mustafa kardeşimiz var, Mustafa Erbil. Onunla sohbet ya-parsınız dedi. Bu kadar söyledi. Ben Mustafa abiyi Maliye’de memur olarak tanırım eskiden de bu haliyle tanışmamız ayrı

Page 122: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 122

oldu. Çok saygılı bir insandı. Zaten Sami Efendi Hazretleri de hafızları hiçbir zaman yere oturtmazdı, yukarıya oturturdu. Alem nerede oturursa otursun. O da öyleydi. Tabi ben merkez vaiziydim ders aldığımda. 10-15 sene önce, neyse. Efendi Haz-retleri de öyleydi, hiç açığa oturtmazdı hafızları. Fakir ben bu gün Rıza Hoca olarak biliniyorsam bunda Sami Efendi Haz-retlerinin çok etkisi vardır. Ne zaman Sami Efendi Hazretleri ile tanıştım, hayatımda büyük değişiklikler oldu. Maneviyat yolu güzel bir yol, insanı olgunlaştırıyor. Neyse konu Erbil abi değil mi?

–Evet, O zaman kimler vardı efendim, Erbil Efendi zama-nında Ankara’da?

–Ankara’da 10-15 kişi vardı, fazla kimse yoktu. Bu fakirden sonra değişti iş. Hoca değil mi ateşe gitmez dediler... Şimdi adedi yok. Eskiler vardı, çok eskiler, Osman efendi, her sohbet-te şeker dağıtırdı, bakkaldı oğlu. Başka 5-10 kişi vardı, fazla yoktu. Yalnız bizim hemşerimiz vardı, Kamil Yurdoğlu’nun kayın pederi Hacı Kara Ahmet derler. Ankara’ya gelince evve-la Efendi Hazretleri onun evinde kalırdı. Herkeste ev köy mü vardı o zaman, hiçbir şey yoktu. Onun evi vardı, orada kalırdı. Mustafa Erbil abi de gelirdi. Sonra işte öyle dedi. Mustafa Er-bil ile görüşürsünüz dedi. Mustafa Erbil benim, aynı zamanda vaizim. Hafızım da. Onun duygusunu söylüyorum, kendimi anlatmak istemiyorum. İnsanın kendini anlatması aklının az-lığından olur. Sen kendini ne anlatıyorsun. Bir başkasını an-latsın. Gerçi kendini anlatmak da vardır insanda. Eğer eser sa-hipleri kendilerini anlatmasaydı nereden tanıyacaktık onları. Kimin nesi, fikri ne, zikri ne, öyle mi?

–Evet otobiyografi.–O yönden lazım. Dedim ki, Mustafa Erbil abi dedim, çok

feyizli bir adamdı, çok, zikir sohbeti çok feyizli olurdu, herkes haftayı iple çekerdi. Bayılanlar bile olurdu, böyle kendini kay-

Page 123: Visâle yolculuk

MÜLÂKÂTLAR 123

bedenler olurdu. Ve bizim ihvanın eskileri az, yenilerin hepsi hoca idi. Sami Efendi Hazretlerinin müridanın onda sekizi ya vaiz, ya müftü ya imam. Öyle idi. Makamı nur olsun, ruhu şad olsun. Bir gün Sami Efendi’yi Bursa Emir Sultan’da ziyaret et-tim. Bursa’da bulunduğunda genelde orada kılarlardı namaz-larını. Caminin İmamı Harun hocaya dedim ki; “Bak hoca, ben ta nerelerden geliyorum bu zatı görmek için, senin arkanda namaz kılıyor, sen kıymetini bilmiyorsun.” Böylelikle hocanın maneviyat yoluna girmesine vesile oldum.

–Mustafa Erbil Efendi’den bahsediyordunuz.–Dedim ki Mustafa abi, tarikat itaattir. Hocalık hacılık işi

değil. Hocayım diye gez dur. Sana söyleyen var mı, kürsü de var. Öyle mi? Bir ihtiyaç değildi kendimiz gittik. Urfalı bir ar-kadaş sebep oldu. Yarbay Mehmet Akdemir diye bir zat var-dı, eşi az bulunan bir Müslüman’dı. Adam hayret eder. Oğlu namaz kılmadığı için “sana miras bırakmam ben” dedi, “sen namaz kılmıyorsun” dedi. Sonradan kıldı da, yoksa daireler hep gidecek. Öyle bir insandı, makamı nur olsun. Mustafa abi, Efendi Hazretleri sana beni emanet etti. “Sen olmazsan bu emanet köpek olsaydı ben ona da itaat ederdim” dedim. Tari-kat mutlak itaattir ama ehline. Tavukları tilkiye teslim edersen vay tavukların başına gelecek. Bugün o iş ciddi iştir. Çok ciddi iştir. Kimseye bir şey demek ne vazifemiz, ne haddimiz. Ama değil öyle. Tarikat cevizin içi. Tasavvuf odur. Dışında da şeri-at lazım. Ben bir gün şeyde konuşuyorum. Mevla şahidim ki ben böyle bir düşünce ile çıkmadım kürsüye ama aklıma ge-lince de söyledim bir mübarek gün, ne zamansa, Sami Efendi külliyesinde, dedim ki Kuran okumak iyidir, sevaptır ama na-mazda Kuran okumak faziletli farz-ı ayndır dedim. Değil mi? İftitah tekbiri, kıyam, kıraat. Kuran’da olmayanı şeklini de-ğiştirerek okuduğun zaman namaz gider. Velem yekün lehû küffen ehad dediğin gibi namaz gider. Yok orada, küf yok.

Page 124: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 124

Kuran’da yok, manada da yok. Allah bertaraf edemez, kef...manasındadır biliyorsunuz. Allah bir sıkıntı gelirse onları ber-taraf edemez gibi mana çıkar Allah muhafaza buyursun. Var mı içinizde sabaha kadar Allah diyenler on tane? Elemteradan alt tarafını okuyun. Herkes önüne bakıyor.... Ciddi bir iştir. Ben ... söyledim bunu. Dedim ki olmaz, namaz giderse başka geriye anlamlı bir şey kalmaz. Namazı kurtarmak lazım. Hacı Bayram’ın imamı Hafız Ahmet gibi okusun demiyorum ama velem yekün lehû küffen de demesin. Küfüven. Benziyor ama. Makamı nur olsun, nuru şad olsun, çok nezih insandı. Edepli insandı. Hacca gitti. Herkes hayran oldu.

–Sizin beraber seyahatleriniz oldu mu Erbil abi ile?–Oldu. Bir iki arkadaşı götürmüştüm İstanbul’a, bu arka-

daşları, işte Ömer Kirazoğlu damadıydı. Ömer, bunları ben Allah demeleri için getiriyorum. Nazlıydı, Efendi de çok se-verdi onu. Bir de Abdullah İşler hocayı çok severdi Sami Efen-di Hazretleri. Abdullah hoca efendi. Ziyarete geldiğinde Ab-dullah İşler geldi diye haber gönderin, hiç kimseye müracaat etmeyin demişti. İstisnai biri. O da çok severdi, saygılıydı.

–Erbil abi Kelami dergahında kalmış mı?–Yok, onlar çok eski, Osmanlı devrinde. Erenköy’de Paşa

bir konak vermişti. Orada, Pir Efendi Hazretleri orada, Mah-mud Sami Efendi Hazretleri de orada. Benim kayınpederim de müntesipti ...Bursalı. 1975’te hayatı faniye göz kapadı. Değerli bir insandı. Ciddi bir Müslüman’dı, riyayı sevmezdi, gösterişi sevmezdi. Dosdoğru bir insandı. Bir gün biz ders okuyoruz, Şevket hoca, Kemal Yılmaz, Ankara merkezde. Üç hocanın bir araya gelip yirmi sene ders okuması mucize kabilinde. Ama baba bir olunca. Dedi ki öyle ders okuyormuşsunuz, bize de bir gelseniz dedi. Olur, hay hay dedik. Cuma günleri okuyor-duk. Öğleden akşam 11’e 12’ye kadar. Yani kendimizi yetiştir-mek için. Mesela Buhari’yi okurduk. Ömer Nasuhi Bilmen’in

Page 125: Visâle yolculuk

MÜLÂKÂTLAR 125

tefsirini okurduk. Buna benzer kitaplar okurduk. Çıkarabil-diğimiz olurdu, çıkaramadığımız yerler de olurdu ama ye-tişmek için. Şevket hoca (Osman Şevket Yardımedici) iyi bir hocadır. Bağdat’ta okudu. Suriye’den sonra Bağdat’ta okudu, oradan icazet aldı. Külliyeti’ş-şeriy’a’dan. Geldik Cuma günü, yüzü biraz ekşi. Hanımın ipi ile kuyuya inilmez dedi, aramız-da kavga çıktı dedi. Olmadı bir şey dedi. Dedim ki, efendim sizin güler yüzünüz yeter bize. Kuş sütünden tutunda her şey vardı. O kadar cömert adamdı. Yani halk tabiri ile kapıyı kırar odun eder derler ya öyle bir insandı. Makamı nur olsun. Ömer Gümüş diye bir arkadaş vardı. Bu mevsimde eve getirdi, zi-yaretine gittik. Portakal getirdi. Efendim bana dokunur dedi. Ya dokunur mu Allah’ın verdiği nimet dedi. Besmeleyi çek ye dedi, bir şey olmaz dedi. Ondan sonra adam o kadar iyi oldu. Tatlı bir Müslüman’dı. Güzel bir Müslüman’dı. Bir arkadaş-la Samsun’a gidiyorlar. Hüseyin Sevinç diye bir abimiz vardı orada, pırlanta gibi bir adam. Hep İstanbul’dan gelirken bizim eve gelir, bizim bahçeyi tamir eder. Öyle bir insandı. Taksinin arkasında kuş resmi varmış. Sami Efendi buyurmuş ki, onu takmasanız daha iyi olur filan kimse demiş. Çok titiz insandı Sami Efendi Hazretleri. Sami Efendi Hazretlerinin ben bağdaş kurup oturduğunu görmedim hayatımda. Hasta olduğu za-man bile. Öyle müstesna bir insandı.

–Erbil abinin edebe riayeti nasıldı efendim? –Pür edepli. Çok zengindi. Gençleri çok severdi. Onları bu-

raya getirmek için onların seviyesine inerdi. Hanımların çok iyi tutulmasını, yani sabaha kadar Allah diyorsun ama hanıma nasıl davranıyorsun herif derdi. Azarlardı bazı kişileri. Değer-li bir insandı. Allah rahmet eylesin. Cenazesinde bulundum. Tatlı bir Müslüman’dı. Ruhu şad olsun.

–Bu Ankara’nın ilk manevi sorumlusu değil mi efendim?

Page 126: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 126

–Evet. İlk manevi sorumlusu. Sonra bize de vazife verdi-ler.

–Peki ders veriyor muydu?–Veriyordu. Emaneten. O da emaneten. O da veriyordu,

ben de veriyordum. İşte o çekinirdi hoca filan. Ben dedim ki beni sana teslim etti hoca efendi. Sen olmasan da bir köpek olsa değişmez, dedim. Serbestsin dedim. Allah rahmet eyle-sin, ruhu şad olsun. Sonra bana ısrar ettiler. Musa Efendimiz de ısrar etti, Efendi ölünce. Ben dedim ki Tekeli’de bir evim var, ben dedim üç beş ay oraya gidiyorum. Mürid hindi yav-rusu gibidir, bakarsan ne ala, yoksa bir yere sıkışır gider. Öyle okşayıp duracaksın. Kendi huysuzluk yapar, başkasına bana haksızlık yapıyor der. Ona rağmen böyle. Ben dedim üç beş orada kalınca olmaz dedim. Kabul etmedim. Derslerin deva-mına kabul etmedim çünkü. Sonra bizim bir mahkemelerimiz falan vardı değil mi? 28 Şubatta. Bizim, belki oralar rahatsız olur dedim. Bizim geride durmamızda yarar var dedi. Hala Osman Hocamız da ısrar etti, yok dedim. Görevli kişiler var, yapsınlar değil mi?

–Erbil abinin görev alması ile ilgili bir bilginiz?–Yok, çok eski. Bilmiyorum onları–Sosyal hayatı ile ilgili, hediyeleşmesi, yemek yemesi?–Zengindi, gani gönüllüydü. Yemez yedirir, içmez içirir,

verir almazdı. Sohbetleri, neşeli olurdu, huzurlu olurdu. Cid-di bir Müslüman’dı, edepli bir Müslüman’dı. Edep dışı hiçbir hareketi olmamıştır, görmedim.

–Sohbetlerinden falan böyle hatırladığınız var mıdır?–Kayserili Hafız, Kayseri’nin halifesini çok severdi. Ak-

lıma gelmiyor şimdi. Mahmud Sami Hazretleri demiş ki; “o Kayseri halifesi, şeriat ondan incinmedi”. Onu da çok sever-di. Kayseriliydi. Bir defasında İncesu’da, gece sohbetinde, ay ışığında, gökyüzünü seyrederken yıldızlar sanki onun evine

Page 127: Visâle yolculuk

MÜLÂKÂTLAR 127

geldi gibi olur, derdi, öyle acayip şeyleri söylerdi. Sami Efen-di Hazretlerine çok bağlıydı. Gelirse onda misafir olurdu ilk zamanlar. Onun evinde kalırdı. Zayıftı, çok zayıftı. 1.80 bo-yunda. Öyle bir insandı. Evet. Efendi Hazretleri de çok zayıftı, 40 kilo falandı. O da 1.70- 1.80 boyunda vardı. Esad Erbili’nin Erbil vilayeti var, soy ismi de oradan sanırım. Seven sevdiğine her şeyini veriyor. 2 kızı vardı. Hiç oğlu yoktu. İyi bir hanımı vardı. Allah rahmet eylesin.

–Sohbetler ne kadar sürerdi hocam?–Bir saat sürerdi.–Menakıp mı okunurdu yoksa zikir mi yapılırdı hocam?–Menakıp. Çok iyi sohbet yapardı. Çok güzel yaşamıştı.

Tabi notlarımız falan olurdu ama şimdi yok. Olsun bazı şeyler de geliyor değil mi? Zaten yaşlanınca insan, ben 84 yaşıma ge-liyorum bu ay sonunda.

–Allah hayırlı ömür versin. Allah sağlık sıhhat versin in-şallah.

–Benim ailem öldü, üçüncü sene bu. Saray köyü var bura-da Çubuğa giderken, orada bir Müslüman hanımefendi 2000 metre arsa vermişti. 3000 metre de belediyeden imardan geldi, 5000 metrelik bir yere ehli hayrın gayreti ile bir Kuran kursu yapıldı. Vakfa bağlı. Bizim hanımın adını da Kalfaoğlu hoca-mız arzu etti. Bana kalsaydı Bedir Kız Kuran Kursu diyecek-tim. Öyleydi. Abdullah İşler’le müzakere ettik de dedi ki; “çok emeği var sende hoca efendi”. Bugün sabahleyin de rüyamda gördüm, çok neşeli. Dedim ki; “nasıl geçti kabir?” “orayı kapat hocaefendi” dedi. “Keşmekeşti ama atlattık” dedi. Bugün sa-bah namazdan sonra böyle bir rüya gördüm. İnşallah. Benim hayatımda ceketimden bir kuruş para almazdı. “Hocaefendi buyur” derdi. O intisaplıydı elhamdülillah. Sami Efendi Haz-retlerine. Bazen ben kaba konuştuğum zaman sana bunlar ya-kışmıyor Hocaefendi derdi. Bursalıydı hanımım, çok nezih bir

Page 128: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 128

babası vardı. İyi insanlardı. Şimdi yeniden evlendik. 80 küsur yaşında bir insanın evlenmesinde nefsani şeyleri öne getirmek bir haksızlıktır. Ama bakıma ihtiyaç var. Ben biraz ihmal ettim bu yaştan sonra. Abdullah İşler dedi ki “sen çıplak geziyor-sun”. “Niye?” dedim. Kuran, “hünne libâsun” diyor, “onlar sizin elbiseniz.” “Var mı senin hanımın?” dedi. Yok. “Çıplak geziyorsun” dedi. Ondan sonra Erzurumlu bir hanımla evlen-dik. Birine sormuşlar, “nerelisin?” demişler. “Evlenmedim” demiş. Ulan sana evlenmediğini sormuyoruz. Hanımın mem-leketini söyleyecek de. Memnunuz. Namazlı niyazlı. Ama şu bir gerçektir. Huri ile evlensen idare ettiği kadar bahtiyarsın. İdare etmediğin zaman her şey biter. Bir erkek on gün kadının söylediklerinin aksini söylesin iş boşanmaya kadar gelir. Hoca efendi ayrılalım der. Ama idare edersen yürür. Kadını doğrult-maya kalkarsan diyor Peygamberimiz, elinde kalır. Kadınları idare ettiği kadar insan bahtiyardır. Yalnız şunu söyleyeyim size, bir arada olmanın dolgunluğu çok şeyleri kaybettiriyor adama. Hani bir atasözü var ya, bal yiyen baldan bıkar diye. Ben 58 sene bir arada kaldım. O 58 sene beraberlikte herkes birbirine şuraya kadar dolu. Ve bu dolgunluktan dolayı ba-zen hatalar oluyor. Bunların da telafisi asla mümkün olmuyor. Keşke de hiçbir şey ifade etmiyor. Hiç... Sizin en hayırlınız be-nim diyor Peygamberimiz değil mi?

Benim de beş tane çocuğum var. Birisi öldü. Altı idi. Beşi de hayatta. Son numara oğlum, tekne kazıntısı, hafız. İlahiyatı bitirdi. İyidir. Doktorasını da verdi şimdi galiba. Hiç bize yük olmadı şimdiye kadar, hiç. Hayatını kendi kazandı.

–Erbil abinin vazifesi neydi hocam?–Maliyede bir memurdu. Kibar bir insandı. Ruhu şad ol-

sun. Mali imkanı olan adamlar onun kadar cömert sofra ha-zırlayamazdı.

–Eşine karşı davranışları nasıldı hocam?

Page 129: Visâle yolculuk

MÜLÂKÂTLAR 129

–Çok iyiydi. Hep iyiydi. Hiç kimseye kötü davranmadı. Çocuklarına karşı da iyiydi. Gençlere karşı çok müşfikti. Ma-kamı nur olsun, ruhu şad olsun.

–Sohbetleri nasıldı hocam?–Yapardı. Güzel sohbet yapardı. İnsanı doyururdu. Mena-

kıp anlatır, büyüklerden anlatır. Habib-i Acemi’den anlatır, şuradan buradan. Yani maneviyatı çok genişti. Makamı nur olsun. Edepten bahsederdi, geceyi, itaati, hanımına çoluğuna çocuğuna müşfik olmasını anlatırdı. Hanımlar size bir emanet derdi. Öyle bir insandı. Allah rahmet eylesin, ruhu şad olsun, makamı cennet olsun.

–Vefa duygusu nasıldı hocam?–Çok. Ha, işte bunlar. Bayramın birinci günü ben onu zi-

yarete gitmezsem, ikinci gün saat dokuzda. Ben gezici vaizlik yaptım, kendi arzumla, bir ay, Ramazanda. Her gün Refika’ya sorar, kızım bir ihtiyacınız var mı? Yok der. Nasıl ev bu ya? Efendisi olmaz da ihtiyacı olmaz mı diye. Öyle müstesna, çok kibar bir insandı. İstanbul beyefendisiydi. Birinci gün ben ona gitmezsem ikinci günü o gelirdi saat dokuzda. Bir gün bizim evde yemek. Dedi ki bu hoca evi değil, derviş evi, yeyin ulan. Yemeyi içmeyi çok severdi, hediyeleşmeyi çok severdi. Maka-mı nur olsun. Yani Ankara’yı iffet ve şerefle temsil eden bir insandı. Onun yeri dolmaz. Çok nezih bir adamdı. Tatlı bir Müslüman’dı. Sohbetlerde çok ciddi idi. Bir kere bir arkadaş geldi, bir imam. Bıraktı geçti gitti. Kim dedi size yanlış adamı getirin diye, dedi.

–Kabul etmedi mi?–Yok. Bir şey demedi, çıktı gitti. Sohbet yapmamış. Ben

yoktum. Yani halinden fazla hali vardı. Hal ehli olan, derdi. Güzel sakalı vardı. Allah rahmet etsin. Memurluktan emekli olunca bıraktı.

–Kuran okuması, dinlemesi nasıldı efendim?

Page 130: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 130

–Aşıktı. Biz doyuyorduk, doyuruyordu bizi.–Sohbetlerde değil mi?–Evet. Çok tatlı bir Müslüman’dı.–Hoca efendilere karşı nasıldı?–Çok saygılıydı. Dedim ya işte. Sami Efendi Hazretlerinin

kopyasıydı desek caizdir. O kadar değerli bir insandı. Onun tarafına ayağını uzatmazdı desem mübalağa edilmiş olmaz. Çok değerli bir insandı. Makamı nur olsun, ruhu şad olsun.

Bir şeyini anlatayım, Diyanet işlerine bir adam geldi. Diya-net değişime uğradı filan. Bir çok hocaları Ankara dışına tayin ettiler. Nefy ettiler. O nefy edileceklerden birisi de bendim. İb-rahim Elmalı meselesinden Başbakanlıkla Diyanetin arası açıl-dı. Sürgün gidiyorduk. Ali Güral’ı filan hep sürgün yaptılar. Ankara müftüsü de o sürgünü yapanların meylindeydi. Onlar bir sitemde bulundular, yanlış yaptınız falan. Onun sitemle-rinden dolayı bir sohbetteyiz, bir dostumuzun evinde. Meh-met Böke diye iyi bir insandı. Pırlanta gibi bir insandı. Yanlış-lıkla kafasını akıtsan kabul etmezdi. Cuma abdesti ile abdesti bozulmadan hayata gözlerini kapadı birkaç sene önce. Onun evindeyiz. Hoca efendi dedi, üzgün görünüyorsunuz dedi. Ama meseleleri biliyorum. Mustafa Erbil abi bana diyor. Senin tayinin İstanbul’dan gelir, gelirse gitmeyecek misin dedi. Gi-derim efendim. Gelmediğine göre bu gam keder olmaz dedi. Dedi ama herkes kendini kaybetti. Bir adamla çekişmesi tekdir etmesi nimetti. Saadetti. O kadar bereketli bir insandı. Çok de-ğerli bir insandı. Haftayı herkes iple çekerdi. Hiçbir şey kabul edilmezdi huzurunda. Gidilecek illa. Ondan sonra bu fakir de-vam ettirdi epey bir müddet. Sonra Kemal Yetkin abi, Urfalı, o da eşi az bulunan bir insandı. Tevazuunun zirvesindeydi. Hiç kimse Kemal Yetkin abi kadar efendi, mütevazi, cömert bir insan olamazdı desem mübalağa edilmez. Allah rahmet eylesin. Makamı nur olsun. Acayipti. Makamı nur olsun, ruhu

Page 131: Visâle yolculuk

MÜLÂKÂTLAR 131

şad olsun. Biz çok sevişirdik. Bizi çok severdi, biz de onu çok severdik. O günler gelmiyor artık şimdi, o günler yok. O hu-zur yok. Maalesef yok. Niyeyse o huzur yok. Sonra çok içli bir insandı. Bazı evlerde hal ehli müsaitti herhalde, karısı meyilli olmayan evlere sohbete gitmezdi. Yani karısı beğenmeyerek yemek yaparsa oraya gitmezdi. Şah-ı Nakşibend de öyleymiş. Öyle bir insandı. Makamı nur olsun, ruhu şad olsun.

–Sık oruç tutar mıydı hocam?–Tutardı. Hacca gitti. Hacda herkes hayran oldu. Benim

kardeşim de gitti. Hiç kimse ile en ufak bir biçimsiz konuşma yapmadı. Daimi huzurda bir adamdı. İyi insandı. Makamı nur olsun, ruhu şad olsun. Çok müeddebdi. Sami Efendi Hazretle-rini enine boyuna yaşardı, öyle bir insandı.

–Yolda dik mi yürürdü mesela? Seri mi yürürdü? Celalli miydi?

–Dik yürürdü. Salla pati yürümezdi. Celalliydi. Hayli ce-lalliydi ama merhametle karışık. Kıyamazdı. Hele gençleri hiç ürkütmezdi. Erbil abi derlerdi, gençlere hiçbir şey demezdi. Erbil amca diye, 15 yaşında, 20 yaşında genç delikanlılara çok iltifatlıydı, onları kazanmayı çok düşünürdü. İstisnai bir adamdı. Kim ne derse desin. Tekdiri rahmet olurdu. Tatlı şey-ler söylerdi. Bize çok saygısı vardı. Ama biz kırmak istemezdik tabi. Dedim ya lafın en özünü söyledim; bir köpek olsaydı ben itaatte kusur etmezdim. Ondan öte laf yok. Mahmud Sami’nin adını getirdik. Çok müstesna, kıbleye döndü. Cazip bir sesi, kulaktan gönle işleyen bir sesi vardı. Sağ kulağına ezanı sol kulağına kamet yaptı. Mahmud Sami diye, ben Mahmudunu o zaman öğrendim, Sami Efendi Hazretlerinin. Mahmud Sami Hazretleri, inandığıma göre Allah dostlarından birisi. Erbil abinin giyimi titizdi, temiz giyiniyordu. Kravat takıyordu. Ha-yatın akışına hepimiz uyduk. Hoca efendilerin onda dokuzu foter giyerdi. Hasan Fehmi hoca giyerdi, Hasan Üs hoca giyer-

Page 132: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 132

di. Hatta giyilmesi bertaraf edildiği zamanlarda bırakmadılar. Evvela biz bıraktık. Tasavvuf ciddi bir şeydir. Hasan Üs benim hocam. Kazan Türklerindendi. Diyanette, Türkiye’de Arap diline vukufiyetinin benzeri yoktu. Arap edebiyatını şahane bilirdi. Bana Arapça metin okuttu. Makamı nur olsun. “Ulan oğlum ben tatarım, senin de okuman anlaman lazım”, ne ya-pacağız! derdi. Bir ibareyi okudum. Yanlış okuyorsun dedi. Baktım, hocam yanlış okuyorum. Öyleyse yanlış yazılı dedi. Başka şerhinden buldum yanlış. İbarenin akışından doğru ve yanlış olduğunu sezerdi. Çok acayip bir insandı. Makamı nur olsun, ruhu şad olsun.

–Erbil abinin yemek yeme adabı nasıldı mesela? Sami Efen-dimiz oturarak yiyordu. Erbil abi de oturarak mı masada mı?

–Sanırım sol ayağını diker, sağ ayağını yayar. Yani sünnete uygun bir şekilde otururdu. Çok değerli bir insandı. Bir umre yaptı, bir hac yaptı herhalde. Haccı kesin de umresini bilmi-yorum. Osmanlıca okuması iyiydi. Okurdu, hepsini bilirdi. Dervişlere çok saygısı vardı. Oturduğu mahallede bir adam vardı, hal ehli, onun önünden geçmezdi. Bizim tarikatımızdan olmasa da gene ona saygıda kusur etmezdi. Başka tarikata dil uzatanlara da cevap verirdi, sert cevap verirdi. Ve müsamaha da etmezdi. Gerekirse kalkar, çıkar giderdi. Çok titizdi. Ruhu şad olsun, makamı nur olsun. Keşke hatırımızda kalsa. Çok şeyler vardı ama unutuluyor. Her şeyi unutur hale geldik.

–Birkaç soru daha var hocam, onları da sorayım; kusura bakmayın vaktinizi de alıyoruz. Günde kaç öğün yerdi mese-la? Giyimi nasıldı?

–O kadarı bilmiyorum ama yemek az yerdi çünkü 1.80 bo-yunda, 60 kilo ancak vardı. Giyimi genelde, belki özel bir soru ama, titiz giyiniyordu. Ama pardesü? Pardesü, pantolon. Özel giyinirdi. Salla pati değildi.

–Siyasetten filan bahsediyor muydu?

Page 133: Visâle yolculuk

MÜLÂKÂTLAR 133

–Çok fazla girmezdi. Çok fazla girmezdi ama sanırım bir kere Erbakan’ın toplantısına gittik 69’da. Erbakan iyi adam ama, yollar çok. Çok vicdansız ve insafsız insanlar onun yaş-lılığında istifade ederek onu sürüyorlar sağa sola. Onu idrak edecek yaşta değil şimdi artık.

On sene istiyorum hazretim. Azrail aleyhisselam birine gel-miş, “hadi gidiyoruz” demiş. “Yahu sen melek değil misin?” demiş. Latife ya, “Evet meleğim, Azrailim” demiş. “Ona göre hesap et” demiş. “Peki” demiş, “sen beni götüreceksin” öbür tarafa, idamlık adamlara derler ki “son bir isteğin var mı”? Sormayacak mısın bana bir şey demiş. “Ne istiyorsun” demiş. “İki rekat namaz kılayım da ondan sonra götür” demiş. “İki rekat namaza müsaade ettin mi?” “Ettim” demiş. Bir rekatını kılınca selam vermiş, öbürünü “20 sene sonra kılacağım” de-miş. Ben de şimdi on sene istiyorum. On sene sonra 90-100’ü buluruz ama sürünerek değil tabi. Sağlık sıhhatle.

–Erbil abi latife yapmasını sever miydi?–Çok, çok severdi. Kısaca sitemli bir azarlaması olsa o ada-

ma büyük mesafe aldırırdı, silkelerdi. Bir gün bir arkadaş karı-sına kaba hareket etmiş. “Karısına kaba hareket eden adamın burada işi yok” dedi. “Burada karısına zulmeden adamın yeri yok” dedi. Ama adam yerin dibine girdi ondan sonra melek gibi oldu. Umumi söyledi. Yasaktır dinimizde tecviz biliyor-sun. “Yâ eyyühen nâs” diyor, yâ filan demiyor. Tamimi tahsis yok.

–Talebe yetiştirdi mi efendim Erbil abi, Kuran kursu açma ya da o tür bir faaliyet?

–Hayır. O türde yok. Yardım ederdi fakat bu yönde çok adamların ders almasına vesile oldu. Yalnız biz intisab edin-ce, vazifenin de emaneten başında olunca dış görünüşü ile bir emniyet kabul ettiler, hayli talebe oldu. Çok talebe oldu. Yüz-lerce, belki daha fazla. Bar olmak değil, yâr olmak dervişlik,

Page 134: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 134

derdi. İlm olmak, hâl olmak, sâl olmak, yani elinde verimli ola-cak derdi. Cömert olacaksın derdi. Yani hâl olarak İslamı ya-şayacaksın, sâl olarak, cömert olacak, vermesini bilecek. Daha çok şeyler dedi de unuttum. Kibar bir insandı. İstanbul da onu hesaba katardı, yani nazlı bir insandı. Zaten Efendi Hazretleri çok severdi. Sami Efendi Hazretleri.Çok net konuşurdu. Hi-tabeti kuvvetliydi. Etkileyici konuşmaları olurdu. Gerçekleri söylerdi çünkü, rastgele, lüzumsuz söylemezdi. Doğruyu söy-lerdi. Güzeli söylerdi. Vaaz dinlemeye Hacı Bayram Camiine gelirdi. Tasavvuftan başka bir ilgisi yoktu. Boş şeylerle fazla meşgul olmazdı.

–Sükutu mu daha çok tercih ediyordu yoksa konuşmayı mı?

–Hiç geveze değildi. Hiç ama. Hiç rastgele konuştuğunu duymadım. Sami Efendi Hazretleri gelir herkes, hoş geldiniz, safa geldiniz, sohbete devam ediyor musunuz? Söz o. Onu sormadığı hiç olmazdı. Ondan sonra bir aşr-ı şerif okunur. İrticali sohbeti çok azdı Sami Efendinin. Kitap yahut defter-le. Ruhu’l-Beyan’dan katkılarda, iktibasta bulunurdu. Sohbeti 45 dakika sürer, sonra bir Kuran okunur, yemek varsa yenir, yoksa dağılır geçer giderlerdi. Üç kap yemek verirlerdi, üç ka-bın ikisini etrafındakilere verirdi. Birini de kendisi yerdi. Yani üçün toplamı yediği bir kap olurdu. Benim kafama takıldı bir defa, sohbetlere gidilir, yemek yenilir. Bugün faizle banka ile, faizcilik yapmasa bile ilişkisi olmayan insan yok. Dedim ki kendi kendime “niye acaba son yemekleri yiyor? Kafama takıldı. Sonradan, Gazali Hazretleri diyor ki; haram taam ya-yılırsa yaşayacak kadar yemek caizdir”. O da yaşayacak kadar yerdi. 40 kilo falandı 45 kilo idi. Yani bir elbiseyi tutturuverir-lerdi. Öyleydi vücudu. Makamı nur olsun, ruhu şad olsun.

–Kendinden bahseder miydi Mustafa Erbil Efendi?

Page 135: Visâle yolculuk

MÜLÂKÂTLAR 135

–“Bütün varlığımı ayaklar altına vermezsem gözlerim kör olsun” diye yemin ederdi.

–Tasavvuf konusunda ne söylersiniz Hocam? Siz herkese tavsiye ediyor musunuz tasavvuf yolunu?

–Yatak odası gibi yaparsa eyvallah. Tasavvufa giren adam şeriat adamını beğenmiyor. Tasavvuf ehli olmayınca “adam sen de” diyor. Olmaz. Tasavvuf, hiçlik yarışıdır, “hiçim” de-mektir. Ben tasavvuf kitabı okuyan bir adamım. Tasavvuf gü-zel bir şeydir ama yaşamak zor. Ben şahsıma tasavvufa inanı-yorum da yaşayan bir insan olarak söylemek hayal. Ama ina-nıyoruz, münkir değiliz. Çünkü intisap ettiğimiz kişi bize ger-çeklerin hepsini verdi ama ne kadar aldık, ne kadar almadık, ne kadar yaşadık, o bahsi ahar. Keşif hali kesin derdi. Keşif hali kesin derdi. Asla. Bir gün, tabi hayatın bütün safhaların-dan geçtik. Beşinci durakta 22 sene kaldım ben. Bütün çocuk-larım orada oldu. Hem vaizdim. Hem de vakfın imamıydım. Bir mevlide gidiyoruz, bizim Kalkandereli bir müezzinimiz vardı, cami kuşuydu, hafızdı. Haziran ayıydı galiba, o gün, bir kadın geçti önümüzden. Herhalde bir daha bakmışız. Lekel ûlâ ve aleyke’s sânî, birinciden muafsın diyor, ikincide niye baktın. O gece Rıza Efendi, evladım, oluyor mu bu dedi Sami Efendi. Yani ben buna ihtiyaç mı duyacağım, haya mı duyaca-ğım, yoksa ikaz mı, irşad mı? “Yakışır mı sana bu!” dedi.

24 ayar altına birisi mangır derse seni ilgilendirir mi hiç? Hiç ilgilendirmez. Onun yanlışlığından altını inkar etmek var mıdır? Öyle bir insandı. Ben tasavvuf aleyhindeydim az çok. Beni tereyağından kıl çeker gibi çekti. Makamı nur olsun. Bir gün hacca gidiyoruz. Çok konuşan bir adam, ben de geleceğim sizinle dedi. Akrabada saygın. Sen çok konuşuyorsun, dedim, olmaz dedim. Söversin de diyorlar dedim. Konuşmayacağım hiçbir şey hoca efendi dedi. Medine’ye gittik. İki üç gün hiç-bir şey konuşmadı. Konuşkan bir adam, hoca efendi dedi, ben

Page 136: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 136

sözümde duruyorum. Üç gündür konuşmadım. Eğer biraz konuşmama müsaade etmezsen çatlarım, dedi. Aynen böyle. İkindiden sonra Medine’deyiz. Konuştu, gözümüzden yaş ge-lesiye güldük. Ne dediyse. Sami Efendi Hazretleri de orada. Ashab-ı Suffe’nin şurasında otururdu. Geliyor, Rıza Efendi gel buraya, buraya gülmeye mi geldin oğlum, başka bir işin yok mu, dedi. Bu bir tasarruf değil mi Allah aşkına. Kim ne derse desin. Ben alacağımı almışım. Gülüp oynamaya mı gel-din buraya, sert bir tavırla.

Makamı nur olsun. Dışa yönelik değildi. Kerametimsi laflar etmezdi. Çok ciddiydi Sami Efendimiz. Şeriattan bahsederdi. Kitaptan bahsederdi. Ruhu’l-Beyan takip ettiği eserlerdendi. Kendisi Arapça bilirdi. Eski hukuku bitirmiş. Ramazanoğlu beyliğinin son torunu. O kutsal vazife verilince Erbilî tara-fından, beylikte her şey olur diyor, zulüm de olur diyor. 200 bin metrelik bütün arazilerini vakıflar müdürlüğüne verdi. İstanbul’a bir canı ile gitti. Tevekkülü tam değil de ne. Bir gün oturuyoruz, Rıza Efendi, evladım dedi, zamanımızda vaaz etmek çok zor iştir, dedi. Ben de Hacı Bayram’da parayı alı-yorum, sallıyorum sağa sola. Müsait siyaset hayatı da. Neler söylüyorum. Şimdi ben deli olmuşum galiba diyorum bunları düşününce. Efendim, “hakkı söylersin başına gelmedik kal-maz evladım”. Daha ciddi bir tavırla, “hakkı söylememek ol-maz oğlum” dedi. “Ama yumuşaklıkla söyle bunu” dedi. Yani Hacı Bayram’da savurtma dedi. Demedi onu da. “Hakkı söyle yumuşaklıkla” söyle dedi. Bir de şakadan “fazla konuşma” dedi. Alma gücü gider insanın. Mantığa uymayan hiçbir ha-reketi yoktu.

–Onlar çok kıymetli insanlardı–Allah makamlarını cennet etsin. Eyüp Sultan’da bir ce-

nazeye gidiliyor. Efendim diyor, eğer emir buyurursanız buradan bir kabir tedarik edelim diyorlar, Sami Efendi Haz-

Page 137: Visâle yolculuk

MÜLÂKÂTLAR 137

retlerine. Bize sorulursa biz Medine’yi arzularız diyor. Şim-di Medine’de. Tatlı bir insandı o. Musa Efendimize 15 sene-dir idareyi vermişti zaten. Prostat hastalığından rahatsızdı. Ona rağmen misafir kabul ederdi Sami Efendi Hazretleri. Ve otururdu. Hiç ayağını uzattığını görmedim. Erbil abi de öyle söylerdi. Erbil abi çorabını giyeceği zaman şu tarafa giyerdi. Alemin yanında çorap giymezdi.

Onun özel tatlı olan bir güzel ses. Bana hocam der. Bana şöyle söyledi, hocam senin bu yolda çok hizmetin var, yine bu işleri devam ettir dedi. Ben biraz önce söylediğim mazeretleri söyledim. Yalnız ben dedim tasavvuf sohbetlerinde bulunur, teşvik ederim dedim. Yani bu yolda dikkat edin, dikkat ede-lim diye. Hala sohbete giderim ben. Sohbet çok ciddi bir iştir. Abdullah İşler kitap okur. Çok ciddidir sohbetimiz, tık olmaz. Huzur teessüs eder. Gözyaşları devam eder.

–Erbil abinin hitabı nasıldı, mesela Erbil abi hocam diye mi hitap ediyordu çevresindeki insanlar?

–Hoca efendi derdi. Ağabey derdi. Çok çok, yani tevazuu-nun içindeydi. Ağabey de derdi. Ağabey dediği de çok olurdu. Yaşlı olmadığı halde ağabey derdi. Tatlı bir insandı. Ne acıdır ki unutmuşuz biz çok şeyleri. Her güzele layıktı. Her güzel söze layıktı. Kibar bir insandı. Batiy deiğildi, sıkıntı vermezdi, üzüntü vermezdi. Ferahlatırdı. Bir gün Dursun abi gelmiş. Al-bay Dursun. İlyas bey vardı, Kayserili, iyi bir insan, İstanbul’da şimdi. İhvan. Onun evinde çok sıkılmış. Ehhh demiş Dursun abi yahu etme, 20. asırda boğacak mısın milleti demiş. Söze başlamış ki gözyaşları yerleri ıslatmış. Çok tatlı bir insandı. Dedim ya bir insanı tekdir etse rahmet olurdu. O kadar sadra şifa. Makamı nur olsun.

–Sohbetlerde hangi kitaplardan genelde okurdu?–O irticali yapardı, hiç kitap okumazdı. Çok güzel sohbet

yapardı. Sami Efendi’nin de İrticalen yaptığı olurdu. Ruhu’l-

Page 138: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 138

Beyan’dan hazırladığı olurdu. İrticalen yapması da daya-nılmazdı yani. O kadar. Bir gün Maltepe’de. Mayıs ayı tatili girdi. Sünnet düğünü ismi ile bir düğün var Türkiye’de. Bir çok insan geldi. Sohbeti kendi yapıyor Sami Efendi Hazret-leri. Son zamanlarda kitap okuturdu. Bazen Hakkı diye birisi vardı. Allah rahmet eylesin. Mevzu şuna geldi. Cenab-ı Hak yarın mahşerde Davud aleyhisselama, dünyada okudun be-nim kelamımı, burada da oku. Mahşerde. Mahşer birbirine gi-recek Allah kelamını dinleyince. Habibi edibim, sevgilim sen de oku! Daha başka olacak. Bir de ben okuyayım siz dinleyin deyince sohbette insanlar çırpınmaya başladı. Yani sohbet bi-raz devam etse ölü olacak. O kadar... Rıza Efendi, evladım bir aşrı şerif oku. Her şey bitti. Ben öyle diyorum Dünyada üç veli varsa, o kadar cömert değilim bu hususta, biraz cimriyim ama haklı olduğum yerler de var. O üç faraza, üç kadar olmaz, çok-tur inşallah. Birincisi oydu. Dışa dönük değildi. Halka ayarlı değildi Sami Efendi Hazretleri. Hakka ayarlıydı. Halk onu il-gilendirmezdi. Kim olursa olsun. Hacı Süleyman Efendi demiş ki bana emredildi demiş, bana intisab et demiş. Haber gönder-miş, inşallah bana da gelsin. Öbürü de demiş gelirim efendim demiş. Mekke’de imamlarının arkasında namaz kılardı. Tam Ashab-ı Suffe’den Türbe-i Saadet’e karşı yeri olurdu, iki üç kişi. Sen kalk da oturmadan olmaz, otururdu. Oturduğu gibi diz çöker, kalkardı. Hiç bağdaş kurduğu yoktu. Ben inanıyo-rum ki hane-i vücudu orada, ruhu Rasulullah’ın yanında. Yani sıcaktır, bir tarafımı kaşıyayım, hareket, yoktu. Hiç, oturduğu gibi kalkardı. Ne acıdır ki istifade az ettik. Az ettik. Nedamet ediyoruz. Bosna hersek harbinde, Rıza Efendi evladım. Bosna Hersek harbi oldu ya, Müslümanlar katliama uğradı. Musa Efendimiz oraya enine boyuna yardım gönderdi.

–Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı Hocam.

Page 139: Visâle yolculuk

MÜLÂKÂTLAR 139

–Herkese karşı saygılıydı. Saygıda biterdi. Çok tarihi, ta-savvufi bilgisi vardı. İrticali çok güzel konuşurdu. Hiç kitap almazdı eline. Ama lazım olan şeyleri söylerdi. Tatlı bir insan-dı. Yedirirdi, almazdı. Hiç dinini dünyasına kullanmamıştır. Asla. Sohbeti çok iyiydi. Ganimetti yani. Biz çok bulunduk beraber.

–Tasavvuf ciddi bir şey. Tasavvuf nedir biliyor musun? Tar-tı terazisine çıkıp kendinin kaç gram olduğunu öğrenmektir. Tasavvuf budur. Tasavvufta kişi kendinin kaç gram olduğu-nu sezmesi lazım. Tasavvufta ne vardır? “Ve hüve meaküm eyne mâ küntüm”. O her yerde. “Murakabe-i maiyet” vardır. “Murakabe-i maiyeti” yaşamak kolay mı? Bunların hepsi liste halinde okunuyor. Derste yapılıyor ama. Yani veznedar para sayıyor, o paralar devletindir. Kendinin değil. Ama bunda ye’se düşmemeli. Risale-i Kuşeyriye’de diyor ki dil ile zikret. Dil kalbe gider, kalp ruha gider, ye’se düşme diyor. Benim şo-förüm var burada, senelerdir, 20 senedir. Şoför değişirse gene onu derim ben dilim alışmış. İbrahim diye söylerim. Tasav-vuf budur. Bunu bildiği halde kendini ölçüye almak işi benim söylediğim kadar da senin de dinlediğin kadar da kolay de-ğil. Gece tasavvufta yaşanan şeylerin hepsi yapılıyor, nedir o? “Allahümme lâ tekilnî ilâ nefsî tarfete ayn.” Ve in halle de var atında. Göz açıp kapayıncaya kadar beni. Bana benden yakın olan Rabbim diye yarım saat talimi yapıyorsun. Sokakta böyle mi? Ne demişti, yakışır mı sana demişti. Tasavvuf budur, kişi-nin kendini sezmesidir, onun talebindedir. Ne kadar başarılı olabilir ama öz odur.

–Tasavvufta ilimin yeri neresi efendim?–İlimsiz olmaz. Bugün tasavvufun en tehlikeli devri. Ca-

hillerin elinde gidiyor. Cahil ne kadar samimi olursa olsun bir yapar bin yıkar. Günümüzde bunun çok örnekleri var. Şu an isim isim de sayabilirim. Ama hacet yok. Hiç birisi bir işe

Page 140: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 140

yaramaz. İslamdan kıl kadar inhirab oldu mu. Tarikattan dü-şen şeriata, şeriattan düşen küfre düşer. Şeriatın altında küfür vardır. Olmaz. Adam diyor ki, bütün yeryüzündeki adamlar Müslüman’dır diyor. Kitap yazıyor. Küfre mûcib laflar söylü-yor. O beyni yıkanmış adamlar da bunun farkında değil. Deb-debe, tantana. Köşeyi dönmek. Abdullah İşler Hoca’ya demiş ki birisi; Mısır’da 12 sene yaşayacağına şehir kursaydın da pa-dişahlar gibi yaşasaydın” diyor. Lafın özü bu. Bu her yerde söylenmez tabi.

–Tasavvufa göre fenafil ihvan, fenafiş şeyh, fenafir Rasûl, feanfillah, bekabillah. Bu olur ama İslamın ölçülerinde olacak. Yani ceviz yenecekse kabuk lazım. Yoksa su kaçtı mı çürür. Ubeydullah Ahrar Hazretleri diyor ki: “Deniz şeriattır, tarikat sağlam bir gemidir, hakikat o gemi ile inci avlamaktır” diyor. Yani sandalla gidersen hepsi gider, sağlam bir gemi lazım. Yani kötü diyemeyiz. Mesela bazı guruplar çalışıyorlar. Adam sarhoş gidiyor, namaz kılıyorlar. Fazla bir şey dememek la-zım. Ben tasavvufa intisap edinceye kadar kesinlikle hiç tehec-cüd namazı kılmadım. Bildiğim halde kılmadım. Ama şimdi kılıyorum. Kılmadığım zaman da suç kabul ediyorum. Gece yoksa tasavvuf yoktur. Gece çok mühimdir. Göz görmez, ku-laklar işitmez, et tutmaz, ayak yürümez, dil konuşmaz buna ne derler huzuru kalp derler. Kalp bunlarla meşgul değil. Bir insan görmeyi irade etmeyince görmez. Öyle mi? Duymayı, adam bağırır, çağırır, duymadım dersin. Onların hepsi duru-yor. Gece dersi. Gecesi olmayanın tasavvufu yoktur hiç.

–Yani bu kadar hassas, çok titiz bir şey mi tasavvuf?–Ne diyelim. Pek fazla bir şeye karışmıyoruz. Ders yapalım,

şeriata uymaya çalışalım diyoruz. Onu da yaşamaya çalışalım diyoruz. Çok da fazla ileri gittin mi belki gayretullaha doku-nur, belki zamanın kötülerine ipucu vermiş oluruz. Her şey her yerde konuşulmaz. Senin kızın bir delikanlı ile konuştu-

Page 141: Visâle yolculuk

MÜLÂKÂTLAR 141

ğunu görsen, edepsiz, filanın oğlu ile görüştü mü dersin sen. Senin namusunu söyler misin? Asarsın, kesersin ama kimseye söylemezsin. Bunlar her yerde konuşulmaz. Çünkü adam alı-yor, malzeme olarak kullanıyor. Korkunç. Mesela adam ... ya babam gir bir sessiz sedasız o kutsal yerden bir şey alabilirsen al. Kendini satmaya mı geldin, göstermeye mi geldin?

–Bu tefrika her yerde var biliyorsunuz Hocam. Çekişmeler, sürtüşmeler, soğukluk. Bunun sebebi ve ilacı nedir size göre?

–Halk bunların hiç birine karışmayacak, diyor. Avam. İsla-mı yaşamak ve yaymakla meşgul olanlar da diyor bu vazife-den kaçınamaz, inziva yaşayamaz, diyor. Ama inziva ihtilattan kolaydır, diyorlar. İmam-ı Gazali’ye soruyorlar, diyor ki bun-dan 700 sene evvel; “bir mürşidi kamil bulursanız, kamil ve mükemmil, 400 bin tarafından sarılın” diyor. O sizi hedefinize ulaştırır. “Fehüve kekibrîtü ahmer” diyor. Adı ve kendi anka kuşu. 700 sene evvel. Şimdi olsa ne derdi acep! İkincisi: “İyi bir dost bulursanız sarılın” diyor. İyi dost nedir? Hadis-i Şerifte bu tarif ediliyor: “Gaflet ettiğin zaman uyandırır, uyanık ol-duğun zaman yardım eder. “İzâ nesiye zekkerake, izâ zekerte eâneke” diyor. “Fe hüve kekibrîtü ahmer” diyor. Dost diye eli-ni uzattığın kolunu keser diyor. Bugün ne kadar herkese inan-mışsa o kadar musibeti çok olur adamın! İhtiyat edecek, hem de çok. Ayağını suyun dibini görmeden atmayacak. “İhterisû minen nâsi bi sûi’z-zan” diyor Efendimiz (s.a.v). “Bazı insanla-ra karşı ihtiyatlı olun”diyor. Minen nâs diyor, hepsi demiyor, bazılarına diyor. Üçüncü olarak; düşmanı dinlemek lazım. Çünkü o sizin hatırınıza bakmaz, doğruyu söyler, düşmandan alın, yanlışları telafi edin diyor Gazali Hazretleri. Ama gidi-yoruz işte. İnşallah iyi olur. İyi günlere doğru gidiyoruz in-şallah. Kötülük de alabildiğine gidiyor. İyilik hiç yoktu, şimdi o da. Mesela en az on tane televizyon var şimdi. İslami yayın yapan. Eskiden düşünülüyor muydu? Bu yoktu, hiçbir şey

Page 142: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 142

yoktu. Televizyon çıktığı zaman devletin elindeydi. Hiç kim-senin elinde bir şey yoktu. Gazeteler var, şu var, bu var. İyiye gidiyor inşallah. Cenab-ı Hak bu günleri aratmasın. İyi olur inşallah. Hz. Osman’ı Müslümanlar şehit etti. Hz. Ali’yi öyle oldu. Muaviye’nin zamanında öyle oldu. Yezid’in zamanında İmam Hüseyin’in başı kesildi. Kıyamet kopmadı biliyorsun. Kıyameti beklemek vazifemiz değil. Çalışmak. Mehdi de gelir, gelmez. Ne bilirim Mehdi’nin gelip gelmeyeceğini. Çalışacak-sın. Ne diyor sevgili Peygamberimiz malumunuz, “bir ağaç fidanı olsa, İsrafil sûr’a üfürse onu dik” diyor. Yani bunun ma-nası kalmadı demeyeceksin. Ağaç sevgisi öyle mi Müslüman-larda. Konya’ya gidin ağaç var mı? Köylerin köy olduğu belli değil. Abdest suyu ile bir ağaç dikseydi bir ağacı olurdu değil mi? Olmuyor. Kendi nisbetinde ye’se düşmeden çalışacağız inşallah. Hem de kardeşim, işin ilmini yapmayacaksın, yaşa-maya da çalışacaksın. İşin ilmi güzeldir, o da ilimdir. Yanlışı bilmezse düşebilir insan. Çukuru görmezse arabayı düşürür oraya. O demektir. Yanlışı bilmek zorunda insan. Ama yaşa-mak. Bir gün Sami Efendi Hazretleri Üsküdar’da bir sohbet yaptı. Tahir Hoca da var, ben de varım. Biz de hocalık var ya azıcık. “Yahu biraz da ticaretten bahsetseydi” dedim. O gün akşam “Rıza Efendi evladım” dedi. “Hal ilmi mi üstündür, kal ilmi mi üstündür?” dedi. “Efendim hal ilmi” dedim. “Bizim halimizden anlamayan kalimizden anlar mı? Halimizden bir şey anlamazsa kalimizi söylemenin ne manası var?” dedi. Bir tasarruftur, bir uyarıdır. Makamı nur olsun, ruhu şad olsun. Evet, işte 200 bin dönüm arsayı ve her şeyini bırakıp İstanbul’a öyle gidiyor. Beylikte her şeyi vardı deniliyor, tevekkülü tam olarak İstanbul’a geliyor. Ruhu şad olsun. Tasavvuf huzurdur. Gece insan Mevlası ile baş başa kalırsa kuş gibi olur. Her şey gider. Çok rahat eder insan. İyi uyku uyur.

–Psikolojik bir rahatlama olur yani?

Page 143: Visâle yolculuk

MÜLÂKÂTLAR 143

–Tabi. Hesapların hepsi aşağı düşer. İnsanın bir sevinci olur. Ama bunlar sır olarak kalacak tabi. Eline bir davul alıp da şunu yaşadım demekten Allah’a sığınırız inşallah. Güzel bir şeydir. Gazali bile epey başını salladı. Sonra ne diyor, “güneş tulu edince, her şey ortaya çıktı” diyor. El Munkızu Mine’d-Dalâl vardı, hepsi gitti, hepsini verdik. İlahiyat kütüphanesi-ne. Mustafa Aşkar’a da Risale-i Kuşeyriyye’yi verdim. “Canım kadar sevdiğim kitabı sen al” dedim. Zor oluyor tabi bir kitap-tan ayrılmak. Şimdi Kuran okumakla meşgulüm. Kuran oku-yorum rahat ediyorum çok. Teşvik olsun diye söylüyorum, hacca gidince her gün bir hatim yapıyorum. Sabah, öğleden önce başlıyorum, öğle yemeği, öğle namazı, ikindi namazı, ak-şam namazı, yatsı namazı, hepsi dahil olmak üzere saat onda bitiriyorum. Ama ona veriyorum kendimi tamamen. Allah’ın bir lutfu, ihsanı. Şükrediyorum Allah’a. Hamd ediyorum. Bu-rada o kadar olmuyor işte. Bugün uçtu gitti.

–Burada da hizmet ediyorsunuz Hocam, Kuran Kurslarına. Allah sizden razı olsun. Allah hayırlı ömür versin.

–Ben vaizim, çok konuşurum. Kusura bakma. –Estağfirullah.–Salat ve selam. “İnnallahe izâ ehabbe habben”, elbette Allah

bir kulunu sevdiği zaman, “ihtasse bi hadâi umûril müslimîn” “Ümmet-i Muhammedin işe yarar işlerine yöneltir.” Ataullah İskenderî da diyor ki: “Kıldığın namazın mükafatını bekleye-ceğin yere bana namazı layık gördü de kıldırdı diye şükret-sen olmaz mı?” diyor. Seni layık gördüğüne, Mevla bunlara layık gördüğünden dolayı secde-i şükre kapanmalıyız. Başka yerlerde olsaydı hangi havada olurdu benim evladım. Alemin akıllısı mıyız, Mevla’nın lütfu ihsanı. Oku diyor. Kürsüde söylemiyorum, kıçını başını sallarsa, burada söylüyorum, alır ondan başkasına verir diyor. “Ve mâ yağlemü cünûde Rab-bike illâ hû”. Ey habibim, Rabbinin askerlerinin adedini o bi-

Page 144: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 144

lir diyor. Ben korkuyorum sonuna kadar koşayım diyorum. Sona kadar. Yürüyemez hale gelinceye kadar koşayım, diyo-rum. Bastonla geziyorum, elimi tutuyorlar, şikayetçi değilim inşallah. Gezdiğim kadar, yorulduğum kadar rahat ediyorum. Yorulduğum zaman rahat ediyorum. Rahat uyku uyuyorum. Kuran Kurslarına gidiyorum hep. 16 tane Kuran Kursumuz var inşallah. Okullara gidiyorum. Öğretmenlere söylüyoruz, diyorum ki öğretmenlere, Kalfaoğlu ile gideriz, “kusura bak-mayın” diyorum, “ben köylü çocuğu olduğum için misallerim de kaba olur” diyorum, “ona göre idare edin”. Ayının on şar-kısı varmış, dokuzu armudaymış. Derslerin hepsinde her şeyi anlatacaksınız, sonu Allah’a bırakacaksınız. Bu okullar onun için var. Bunu vermiyorsanız günah işlersiniz. Bu okulları biz onun için yaptık, diyorum. Öyle değil mi? Devletin okulu çok. Biz çok dilendik. Para istemek çok zor. Kolay değil. Boş çıktığı zaman üzülmeyeceksin, biter. Bismillahirrahmanirrahim. Mü-saade isteyeyim.

Page 145: Visâle yolculuk

HAVACI ALBAY AYHAN BEY’LE YAPILAN MÜLAKAT

Altmış beşli yıllarda Ankara’da Ali Öncel Abi vardı. Onla-rın fakirhânelerine gidip geliyorduk. Evliyaullahın ana meş-rebini arz etmek istiyorum. Şimdi diyorlar ki evliyaullah her şeyi bilir bunu Sami Efendi Hazretlerine tekaddüm etmesi do-layısıyla arz edeyim efendim : Şimdi abdest değiştirme zama-nı geldi içeriye teşrif buyurdular, biraz kaldı tabi herkes hazır ve nazır saygıyla ayakta, fakir de o zamanlar 23-24 yaşlarında her bulduğu deliğe giren, koklayan ..,güzide abilerin önlerin-de kanguru gibi hoplayarak zıplayarak dolaşıyorum. Derken aklıma şöyle geldi Ethem Abi: Şimdi içeriye teşrif buyurdular, hacet giderecek bu esnada biliyoruz ki kutuptur Öyle söyleni-yor malum güzide insandır fakat dünyadaki işleri nasıl idare edecek, kendisine düşen işleri nasıl görecek; çünkü def-i ha-cet esnasında bir süre geçecek üç beş dakika. Aynı güzellikle çıktılar beresiyle her şeyiyle beraber. Ön sıradaydım geçerken elimi tuttular içeri soktular “oturun” dediler aynen şöyle: “Ba-kınız Ayhan efendi Allah dostları bir şeyi bilmek istiyorsalar mutlaka bilirler; bir şeyi bilmek istemiyorsalar bilmezler. Al-lah bildirirse bilirler, Allah bildirmezse bilemezler anladınız mı?” dedi. Efendim şimdi çok özür dilerim, çok affınızı dile-rim dedim öyle aklımdan geçti fakat o ayıplamak yerine te-

Page 146: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 146

bessümle mübarek dişlerini bize göstererek yerine ikame etti-ler. Yani evliyaullahın dört hasletini söylediler. Şimdi burada câlib-i dikkat olan olay, şu anda Cenab -ı Allah’tan da özür dilerim haddim değil onları tesmiye etmeye bir çerçeveye sok-maya Allah hatadan beri kılsın bizi. Veliullahın dayandığı kol-tuk Allahü Teâla olmakla beraber firâsetidir. Firâseti olmayan insan veliullah değildir; çünkü firâsetini aldıktan sonra yanılgı payı azalır; çünkü Cenâb -ı Tekaddes Zülcelal Hazretleriyle müşterek hareket etmektedirler, yani firâsetlerini kazandıktan sonra korkmazlar. Peki firâset nasıl kazanılıyor? firâsette öyle buyurduklarına göre nefs-i mülhimeyi kazanmamış, firâseti Rabbani değildir. Yani bazen Rabbanidir bazen seytanidir, nefsanidir. Fakat nefs-i mülhimeyi kazandıktan sonra onun firâseti Rabbanidir ondan sonra artık gider nefs-i mülhimeden sonra ne varsa gider. İki hasletini böylece arz ettim; fakat bir de iki tane vasfı vardır; bu iki vasıf onlarda dünya düzeni ve âhiret düzeni devamını dengeleyen hususlardır, en iyisini Al-lah bilir. Biri özellikle Molla Câmi Hazretleri de vurguluyor efendim: Veli her şeyini Allahü Teâlâ’ya havale eder, yani veli Allahü Teâlâ’yı vekil tutar, ayet-i kerimelerle sabit. Karşılığın-da vekil tuttuğu için onun dünyevî ve uhrevî işlerinin geliş-tirmesine devamına Cenâb-ı Allah hezik buyurur. Dolayısıyla dünyevî ve uhrevî işlerinde hiçbir sakınca göremezsiniz.İkinci ana özelliği; her türlü durumda ateş, kıtlık, soğukluk ibadetle-rine kesintisiz devam ederler. İbadetlerinin çokluğu sonunda Allah onları dar ve zorlu günlerinde korur, muhafaza eder. Bunlar iki tane veliullahın özelliği. Ondan sonra veliullaha giydirilen libas gereğince hareket eder buyuruyorlar. Şimdi Ankara’da çok neşeli abiler vardı şöyle derlerdi: Biz bi-raz Nakşî biraz Kâdirî biraz Bektaşiyiz. Bu ifadede Kâdirilik zaten var ama Bektaşilik deyince, sevecenliğini toleransını birazcık insan üstü neşesini ifade etmek için kullanıyor. Aziz

Page 147: Visâle yolculuk

HAVACI ALBAY AYHAN BEY’LE 147

Mahmud Hüdâyî Hazretleri bir eserinde galiba “İlim Amel Seyr u sülûk” adlı eserinde olacak tasavvuf ehlinin Sami Efen-di Hazretlerinde görüldüğü cihetlerdir diyor ve onu şöyle özetliyor: Biz bir avı yakaladığımız zaman önce onu tasavvuf kafesine alırız, orada ona ne gerekliyse onu veririz, onun fıkıh ilmine çok dalmasına müsaade etmeyiz başlarda; çünkü fıkıh âlemi öyle derin bir ummandır ki gider gider boğulur kalır çıkamaz; fakat biz onu tasavvuf ilmiyle, kalp ilmiyle biraz meşgul ettikten sonra zaten kalp ilminin önemini benimsediği için hemen fıkıh ilmine sarılırlar. Aksi takdirde istidrâcî olabi-leceği cihetle mutlaka fıkıh ilmine sarılır, neticesinin kuvvetli olduğunu bilmesi yani basamağın kuvvetli olduğunu bilmesi için. Allah en iyisini bilir. Şimdi efendim bu ifadelerden hare-ketle Sami Efendi Hazretlerinin iki özel durumunu arz etmiş olduk.Şimdi Sami Efendi kılı kırk dokurlardı, gidecek mi gelecek

mi, yani kaybımız var mı kazancımız, ne kadar gerekiyorsa öyle olsun sözünün sırrınca o da öyle oluyor hiçbir inhiraf yok. Firâsetleri olduğu için eksiliyor artıyor mahiyetinde devamlı tel üzerinde oluyor o firâset gereği. Bununla ilgili bazı menâkıbda Sami efendinin keramete veya güzide hallerine yaklaşmak için bazı menakıblardan alıntılarla oraya nasıl yaklaşmış onu arz etmeye çalışacağım. Veliullah kendi vasfını nasıl kaybeder. Menâkıbda iki olay anlatılıyor. Bir tanesi, biri ihvanını yemek davetine çağırıyor yemek daveti bitip onları uğurladıktan son-ra bakıyor ki hiçbir şey yok yani bedeninde hiçbir lütfu ilahi yok bu sefer secde ediyor. Yarabbi bunun hikmeti nedir, ben ne yaptım? İkram ettim kardeşime en güzelini en iyisini ikram ettim nedir benim halim? Hatiften nida ile şöyle buyruluyor: Yemeğin en iyisini sen önüne aldın affedersiniz et olarak da tabir ediyorlar. Nasuh tövbesiyle. Diğer bir olay def-i hacet için çekilmek istiyor bir Allah dostu. İhtiyaçtan sonra abdest

Page 148: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 148

alıyor, her şey tamam bakıyor ki düz adam üzerinde hiçbir ilahi işaret bir insicam yok.Yarabbi ben ne yaptım? Girdim çık-tım; yine hafiften nida ile: Sen girerken başta euzu besmele ile çıkarken şu dua ile çıkmadın. İfade bu, doğruluğu onlara ait biz sadece yönlendiriyoruz. Evliyaullahın hayatı öyle mi, böyle diken üstünde yani oldu mu olmadı mı muvafık mı de-ğil mi Allah’ın kurallarına uygun mu değil mi. Şimdi bundan giderek cennet mekan Sami Hazretlerinin (ks) hayatını şöyle çerçeveleyelim inşallah. Bir gün ben orda görevliyken gene bir ziyarete geldik iki kişiyiz odalarında kapı tıklandı tabi iki kişi olduğumuz için kahve olayını ben fakir biliyorum şu vaziyet-te de oturuyorduk ben hemen doğruldum kalkıyordum onun boyu bir yetmiş beş sanki iki metre oldu beni ta orda yakaladı tuttu elimi göndermedi. Tabi utanç hissiyle ben de durdum kapıdan bir bayan eli kahveyi çıkarıyor. O bayan eli de Sami Efendi Hazretlerinin yanında itibarını dünyevî hayatını ruha-ni hayatı olsun diye verilen 14-15 yaşında bir kızımız vardı, sonra büyük bir abimizle izdivacı oldu, orda onu görmemem için şahin gibi bileğimin nasıl acıdığını anlatamam koptu bu-radan yani şer’i hükümlere göre onu müsaade etmedi. Oradan aldım ben getirdim de aman nasıl olup nasıl gidecek.

Gene onun güzîde ahlâkı; vatanseverlik, bayrağı yere bı-rakmazdı her seferinde de hatta abilerin kayıtlarında olan Erenköy’den Ömer Abi sizlere de anlattığı için nezaketten an-latayım bir gün bana dedi ki. Ömer nüfus kağıtlarını al senin-kini de al, benimkini de al. Peki efendim giyindik kuşandık doğru Kadıköy tarafına gidiyoruz. Soru da sormadık. O ban-liyo trenine binilmiş ve Kadıköy’de inilmiş o kibar giyimiyle meşâyih-i kirâmın giyimiyle edep terbiye giyimiyle yokuştan yukarı çıkıyoruz artık dayanamadım. Baba nereye gidiyoruz diye sorduğumda, biraz sabırlı ol Ömer dedi ve bir yerde dur-duk. Kadıköy askerlik şubesi. Oraya girdik. Ömer nüfus cüz-

Page 149: Visâle yolculuk

HAVACI ALBAY AYHAN BEY’LE 149

danlarını ver dedi. Orda bir teğmene, yavrum Rus harekatı başladı, bende gönüllü gelmek istiyorum oradaki teğmen de diyor ki: efendim biz duygulandık cömertliğinize teşekkür ederiz inşallah yeri zamanı gelince çağırırız.

Gene bir görev dönüşü Ömer Abi’yi içeri aldılar o günlerde de aya iniş oldu Amerikalıların. Ben de söz arasında anlataca-ğım, olay derini şeylere haizdir efendim insanoğlu için hayırlı olsun galiba Amerikalılar aya inmişler bakıyorlar ediyorlar. Birden celalleşti birden o kibar hali gitti celalleşti mahiyeti-ni kavrayamadım, zaten o celalleşti mi karşısındakinin sadrı ciddi olarak titriyor eli ayağı. Ya öyle mi? dedi. Evet efendim inmişler galiba inşallah hayırlı olur efendim. Yaklaş dedi. Yak-laştım( yarın huzuru mahşerde hesabını vermek üzere yemin ederim ki gözlerinde seyyarenin döndüğünü gördüm) ve baş-ladı bana Mars, Venüs, Merih gezegenlerinin kimyasal yapı-larını yüzde şu kadar sülfik asit, yüzde şu kadar manganez diyerek 12- 14 tane hepsini saydı. Bana sonunda tamam mı? Ayhan Efendi dedi. ( Niye önemsiyorsun bizim bilgimiz onlar-dan daha çok anlamında söylemiştir.) Esteğfirullah o yönünü demedim dedim. Hani bu neye benziyor evliyaullah yanında kalbini tut, âlimin yanında dilini tut yani o gökyüzü alimi her şey. Evindeki ördeklerin sahibi insanların sahibi makamı cen-net olsun daha yüz beş yüz tane olaylarını sıralarız da fakat mesele nasıl Sami Efendi Hazretleri olmuş o yolu irdelemekte fayda var.

Bu yolun başlangıcını bir veliyyullah şöyle arz ediyorlar: Başı helal rızık olmak üzere ibadete çok dikkat ederler, iba-detin sonunda muhabbet doğar muhabbetten yakîn husule gelir. Yakînin sonunda hediye olarak mârifetullah zuhur eder. Mârifette zuhur etti mi de her şey çorap söküğü gibi gider. Yani onlar bu yolu tutmuşlardır. Peki ibadet olayını öncelikle kim önce tutmuştur âyet-i kerimede mealen “insanları ve cinleri

Page 150: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 150

bana kulluk etsin diye yarattım” sırrınca ibadete öncelik ve-riyorlar. Bir de zaten mükemmel yaratılmışlar ahseni takvim sırrıyla yaratılmışlar. Bir de Cenâbı Allah ruhlarına üflemiş doğuştan Rabbânî vasıfları var dolayısıyla kişi bu özelliğini ibadetle geliştirdikten sonra muhabbet zuhur eder, muhabbet-ten yakîn meydana gelince de mârifet sırrı oluşuyor.

Cennet mekan, kazandığı bu kisvesiyle kendisine çok ya-kın olanların nefislerinin tekâmülü, ruhlarının tekâmülü için bazı hasletlerini gösterirler. Kerâmet demeyelim de bazı özel-liklerini. Onların nefisleri kırılsın diye, ruhları gelişsin diye gösteriverirlerdi. Mesela bir gün tebessümle babaları haccı şerifteyken kâhyaları annesinin elinden yemekleri alıp tayy-i zaman, tayy-i mekân Mekke-i Mükerreme’ye götürüşünü arz ederdi, bilmezlermiş de babası döndükten sonra ya böyle böy-le hanım yemeklerin pek güzel ulaştı deyince Allah Allah ye-mek göndermedik kimseyle dedikleri vakit kâhyanın vasfının böyle olduğunu izah ederlerdi.

Bir de neşe yoluyla cennetin güzelliğini arz edelim. Tabi gene 60-65’li yıllarda Bursa’dayız bir çınarın altıdayız 40 ki-şilik bir gurup var. Sofralar hazırlandı fakat sofranın başın-da 50 yaşlarında bir abimiz vardı, devamlı ağlamak halinde, kendini göremiyordu, Efendi Hazretlerini de göremiyordu. Cennet mekân, elleriyle tatlıları tabaklara taksim etti. Bu arada sofranın ortasına siyah bir tesbihin gökyüzünden uzandığını fark ettim. Birden atmaca gibi onu aldı kimse fark etmeden o ağlayan abinin eline koydu. Şimdi Allahü Teâlâ’nın bu kadar lütfu olan güzel insan. Vallahi tallahi de kaptı tesbihi mübarek öyle güzellik sahibi, öyle beden ruh sahibi. Allah sayılarını yü-celtsin. Artık yemekler her şeyler bitti Ethem Abi, Uludağ’dan iniliyor. Bursa’nın abisi o dönemlerde rahmetli olan Nihat Abi direksiyonda, fakir önde süklüm püklüm, sol arkada Musa Efendi yanında Sami Efendi oturuyorlar derken gidiyoruz.

Page 151: Visâle yolculuk

HAVACI ALBAY AYHAN BEY’LE 151

Araba sağdan gidiyor. Karşıdan bir merkep üzerinde bir köy-lü yukarı doğru çıkıyor. Biz iniyoruz merkebin üzerinde de devâsa uzun boylu bir keçi! Tam biz arabayla geçerken biraz sıçradı ve iplerden kurtulayım derken ipler dolandı boğazı-na geldi hayvanın. Sami Efendi Hazretleri hemen durun dedi. Yani bunlar küçük şeyler ama çok büyük olaylar. Tabi kapı-yı açtık onlara mı düşecek haliyle ben delikanlı halimle gidip ona kaldırıp semerin üzerine koyayım dedim; fakat öyle ağır ki 50 -60 kilo vardır imkânı yok kat’iyen ben de dönüp Efen-dim kalkmıyor dedim. Sami Efendi eliyle işaret etti hayvana, o da kalktı. Evliyaullah nasıl terbiye edeceğini hali nasıl ka-zandıracağını kendi hallerini göstererek de terbiye eder. Onun hallerini saymaya imkan yok neler neler... Onların tasavvuf yolundaki hallerini anlatmaya imkan yok çünkü derya...

Medine veya Mekke’ye göçünden önce fakire: Ayhan Efen-di, biz demedi, Allah dostları dâr-ı bekâya intikalinden sonra kınından çıkmış kılıca benzerler daha keskin olurlar inşallah sıkıştığınız zaman. Diye söylemişlerdi, himmetleri ali olsun inşallah.

–İstanbul’da devlet-i hânelerinden de hatıralarınız var mı ?–Evet bir gün oturuyoruz, o zamanda Hakkı Abi vardı, sa-

lonun holünde de üstadımız Musa Efendi Hazretleri onunla beraberlerdi. Ayhan Efendi şimdi dışarı çıkarken sonra Musa Efendi bir dua yazsın versin dedi. Tam onu derken içeri kah-veler geldi. Musa Efendinin vücutları göründü; fakat çok iyi hatırlıyorum şöyle duruyor oradan: Bakın dedi. Musa Efendi duayı hazırlamış getiriyor. Bunlar küçük olaylar ama büyük olaylar dua ezberimde ama edeben ifade etmek istemiyorum.

–Dua ve zikirlerde var mı bu dua? –Yok bismillah pek dilim dönmüyor, Arabî ifadelere okun-

duğunda dağlar taşlar titrer buyuruyor. Devlethânede ihvanı neşeye sürükleyecek olan hallerini arz edelim inşallah. Bir gün

Page 152: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 152

içimden cennet mekâna, hediye almak canım istedi. Sepet al-dım sepetin içine meyveleri doldurdum fakat üzerine de en güzel ayvaları koydum gece saat bir buçukta evden çıktım. Ev Erenköy istasyon demiryoluna yakın zaten, gittim tahta ka-pıyı açtım, sepeti oraya bıraktım, eve fakirhaneye döndüm. Ertesi gün baş avukatı olan Ömer Kirazoğlu Abi bre nâbekâr, bre cahil dedi. Sepeti oraya koymuşsun sert ayvaları ısırttırıp Efendinin dişlerini mi kıracaksın? Ayvaları dibine koyarsın, yemişleri üzerine koyarsın. Evet, o cennet mekân her şeyden haberi olan her şeyi bilen kibar veli.

Etimesgut’tan kalkılmıyor tam Roma üzerine gelinirken alev alıyor dört motorlu uçak, abimiz içerde telsiz odası var. Oraya giriyor: Ya yetiş büyüğüm deyince koca bir el geliyor motordan yanan parçayı çıkartıyor, yangın sönüyor, İstanbul’a gelince de eve ziyarete geliyor, daha o kelime etmeden eh ka-zanız geçmiş olsun diyor. Ben uçakla çıkarken okumam için dua vermişti Efendi Hazretleri, okuruz şimdiye kadar lastik bile patladığını bilmem.Şimdi yine ihvana neşe kaynağı olsun diye bir hadise anla-

tacağım ruhani defterlerde altın yıldızla yazılsa yeridir. Şim-di malum görevdeyiz eski uçaklarda var uçakların kırımı çok oluyor yani düşümü; fakat pilotlar da şehit oluyor bir de orası büyük bir arazi köylüler de ekin yapıyor tam ekin büyüyeceği zaman sıcak öyle bir bastırıyor ki ekinler kuruyor. Köylü ağlı-yor ben de gittim şikayet ettim. Efendim köylüler mâğdur hem de şehitler çok, merasim çok. Burası neresi? Kâğıt kalem çı-kardı. Bana söyle dedi. Ben de dedim ki Dil ovası (yenikent) o da yazıyo mübarek. Efendim orada Yıldırım Bayâzıdla Timur savaşmışlar. Aynen yazıyor. Çarpıştığı yer. İşte burası bu yer dedim. Ertesi sene Allah’a yemin ederim ki hiçbir sene şehit olmadı ikinci olarak da ekinler öyle bir büyüdü ki içine kadar giriyorduk bu sefer ekinler yakmaya başladı. Bunu teşekkür-

Page 153: Visâle yolculuk

HAVACI ALBAY AYHAN BEY’LE 153

ler babından yanına gittiğimiz zaman otuz iki dişini görecek şekilde tebessümle: Ya öyle mi? Memnun oldum dediler sa-dece.

Kıbrıs harekâtında Allah’ın ordularından bir ordu. Allah himmetlerini âlî kılsın. Benim bir hocam vardı Diyarbakır’dan çıkıyor Kıbrıs’a giderken tam İskenderun Körfezi’nin civarın-da tek kişilik jet hem resim çekecek hem roket atacak bakı-yor yanında bir dede mahiyetini anlamıyor, oğlum sen de-vam et diyor, oraya at şuraya şuraya, tam isabet tam isabet. İskenderun’dan çıkarken karaya inecek Diyarbakır’a. Oğlum benim adım Sultan Şehmuz, derler. Diyarbakır- Mardin’e 50 kmlik yerde türbem vardır buyurur ziyaretime gelirsiniz di-yor. Fakir daha sonra oraya gittim. Bir levha, levhada: Muh-terem Efendim biz Kore gazileri olarak orda gösterdiğin yar-dıma minnettar olarak Türk bayrağını getirdik diye böyle bir yazı var. Rumlar da: Uçaklarınızı hep düşürdük ama onların önlerinde koşarak yürüyen, elleriyle mermerleri toplayan sa-kallı insanlar vardı. Böyle ifadeler haizdi. İnşallah tasarrufları hala devam etmektedir.

–Sofra adabıyla ilgili olarak ?–Evet, Efendi Hazretleri diyor ki: Kardeşlerimiz bizle otu-

rurken öyle edepli, öyle utangaç, sıkılgan oluyorlar ki Allah’la baş başa, sanki haya perdesinde baş başa ama evlerine gidince unutuyorlar, derdi. Banyo, tuvalet, mutfak , ev adabı hepsi-ni bir kenarda bırakıyorlar, sanki Allah’la beraber değillermiş gibi. Bir de başta evliyalar bilir bilmez demişti ya orda unut-tum. Evliya tuvalette de olsa bilir, dedi; çünkü Allah’ın kur-duğu bir kalp tuvalette de çalışır, evde de her yerde çalışır, anar dedi. Şimdi dâr-ı bekâya intikal ettiği için özel olsa da genele teşmil edebileceğim bir hadiseyi arz edeyim efendim.

Annem biraz değişiktir. Allah rahmet etsin. Fakat üzüyor-du, benim çok ağladığım zamanlar olmuştur. Bir defasında git-

Page 154: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 154

tiğimde: Bugün üzgünsün Ayhan Efendi, dedi. Efendim özür dilerim, bir şey de diyemiyorum anam babam. El işaretiyle ai-len mi, anne baban mı, dediler. Validem efendim dedim. Şöyle gözlerini kapadı Mübarek: Babanın geliri var mı, dedi. Var de-dim. E onları memleketlerine göndersene, şer’an gelin kayın-valideve, babasına bakımını yapmak zorunda değildir ederse ne ala! Varsa gönderin şeklinde yaklaşımları da oldu.

–Memlekete gönderince ilişkiler daha mı iyi oluyor.? –Hayır. Yani annem manevi hayatımıza çok müdaha-

le ediyordu. O da bu sıkıntıları katlana katlana gidip hayatı düzenleyeceğine, kurallar gereği onlar öyle yaşasınlar sizde muamelat buyurun diye söylediler. Bundan hareketle onlar tasavvuf adamıydılar. Allah’tan gelip ona döneceğimizi bile bile dâr-ı bekâya intikal etmeden önce Allahü Teala ile vuslat yolunda kadem ve karar kıldılar. Evliyaullah kabre girmeden önce Hacıbektaş, Mevlânâ gibi Allah’la vuslat kurmak üzere ahid edinmiş kimselerdir. Bu zenginliği veren Allah; fakat kazananlar da câlib-i dikkat talib-i dîdâr olanlardır. Talib-i dîdâr olan ben Rabbimi dâr-ı bekâya intikalden önce rıza ma-kamında ona kavuşmak istiyorum derse, işte bu tasavvuftur. Allah onun yolunu açık etsin. Bunun bilincinde olan kimse-nin önünde maniler erir gider. Hak Teâlâ da vuslat perdesini aralar. Bizim için cennet mekân üstadımızdaki renk cümbüşü bu olması lazımdı. Ve böyle olduğunu da gördük. Ve Cenâb-ı Musa Hazretlerine intikal etti.

–Musa Efendi umreye gittiğinde kırk takım elbise diktir-miş teberrüken giydirip ihvana verirlermiş. Ben onu ilk defa duydum.

–Bir gün validelerimizle otururken Ömer abide anlatıyor: Bir bakarsın ki Sami Efendi kıkır kıkır gülerdi bir bakarsın te-bessüm eder bir bakarsın celallenir hüzünlenir ağlar. Ne hal yaşıyor bilemezdik hep oturduğu yerde oluyor. Tabi bir de

Page 155: Visâle yolculuk

HAVACI ALBAY AYHAN BEY’LE 155

güzel idarecilerdi o dediğim firâset olayından kaynaklanarak dünyayı idare ediyorlar, cinleri insanları idare ediyorlar ya-pılarına göre dolayısıyla hep dayandığı unsur firâset. Firâseti açık oldu mu korkma, firâseti kapalı oldu mu her hataya açık olur öylelerine tabi olanlar temkinli olmaları lazım.

Bir gün Ankara’dan benim dünya dostluğu kurduğumuz bir abimiz Musa Efendiye gidiyorlar. Efendim biz Ankara’dan geldik. Mübarek bir defter açıyorlar şunun altında senin ismin yazıyor, arabayla Ankara’dan Esenboğa’ya giderken insanlar hatalarla kıllı kışlı oluyor derdi biz ondan pek hoşlanmayız derdi.

–Birlikte kabir ziyareti ettiniz mi? –Yook. Atınoluk dergisinde Ahmet Taşgetiren Abinin

konuşması var ikili. Faiz konusunda, buharının girmediği delik yoktur derdi. Onun için kalp derslerinin ilacı var; ne-fis derslerinin dersi yok biz böyle derken derken teberrüken Osman Efendinin Tasavvuf eserinde yer verilmiştir ki nefs-i emmâreden kurtulmak isteyen her gün muhasebe yapsın, nef-si levvâmeden kurtulmak isteyen muhasebeyle birlikte râbıta yapsın, ikisi birlikte yapıldığında levvâmeden mülhimeye atlanır. Mülhimeyi de atladık mı geri dönüş yok öyle anlatı-yor kitapta. Eğer onu yapamasa, kendisine verilen ilahi esra-rın değerini bilemezse adam ölür gider. İsbatı mı?.İsbatı var. Balıkesirdeyiz, bir camideyiz. Çıkarken oranın çok kibar bir müezzini vardı. Fakat hep ağlamaklı ben de hep onun peşinde oluyordum. Dedim efendim bugün haliniz pek iyi değil. Otur şuraya dedi. Biraz da meczubi gibiydi zaten. Bak Dün yağmur yağdı dedi ( 64-65-66 yıllarında cereyan eden bir olay). Yat-sı bitti, herkes dağıldı; fakat son cemaat mevkiinde olan biri vardı soğuk olduğu için içeri girmeye çalışıyor. Biz de üşüdük kapıyı kapatıp gideceğiz. Ona dedim ki kapatacağız dışarda hasırın üzerinde yat. Fakat eve vardığım zaman eli sopalı kişi-

Page 156: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 156

ler kapıyı açmadan döve döve beni camiye getirdiler. Caminin tahta oymalı kapısı vardı, oraya elimi soktular, kapıyı kapat-tılar, ezdiler kemiklerimi. İşte yapmayınca da böyle mücâzat olduğu söyleniyor. En iyisini Allah bilir. Yani kendi başına de-ğil âlem.

Bir gün sabah kahvaltısına Musa Hazretleri teşrif edecekti. Bizim eve yeni gelen kızımız daha bu cihete muhabbeti olsa da ihlâsı azdı. Ona dedik ki kızım sabahtan gel bir tarafta hanım-lar bir tarafta Musa Efendi Hazretleri. Bizlerle hem dinlersin dedik o da baba akşamdan geleyim de sofraları hazırlayayım dedi. Geldi ekmekleri dizdi, peynirleri koydu vs. hazırladı evine gitti. Sabah kahvaltıya gelmedi öğlen geldi iki gözü iki çeşme. Noldu? “Gece bir dede geldi: Kızım akşam bize çok hizmet ettin ama bizle yiyemedin buyur ben sana ikram ede-yim, dedi ve tepsiyle beni yedirdi baba.” (Rüyada değil uya-nıkken yaşanan bir hadise.) Ben de iki resim var: biri Sami Efendi diğeri Musa Efendinin getirip gösterdim. Bu dedi yani Musa Efendiydi. İşte Allah’ın dostları. Hiç korku hüzün duy-mayacak insanlar, nasıl yetişmiş, nasıl kâinatta serfiraz edip dolaşıyorlar! O bereketi nasıl almış nasıl endamlı yürüyor! Cenâb-ı Allah onun üzerinde ne güzellikler veriyor. Şemsed-din Tebrizi gibi de kıskanılıyor.

Yine Molla Camii Hazretleri eserinde şöyle buyuruyor: Eğer bir hak dostuyla karşı karşıya gelseniz onun kelamından etkilenir aa bu gerçek Hak dostu bununla oturup kalksam der-sen bak bu yol iyidir ama karşına yine Hak dostu çıksa fakat onu benimsemeyip içinden reddedersen senin yolun iyi yol değil. Fakat onu her hâlükârda benimseyip de bazen yanlışlık-larını düşünüyorsan bak o olabilir diyor. Bizi bu yola getiren büyüklerimizden Allah razı olsun.

Erenköyde Albaraka’nın sahibi Mustafa Abinin evindeyiz. Ağustos sıcağı oturuyoruz. Fakir de Sami Efendinin yanın-

Page 157: Visâle yolculuk

HAVACI ALBAY AYHAN BEY’LE 157

dayım. Ben yüz sinek deyim sen iki yüz de, Abi, Efendinin gözlerinde kollarında kapkara kapladı ben olsam bir sivrisi-nek gelse dayanamam ezerim. Onun gıkı çıkmadı. Bu da Efen-di Hazretlerinin esirgeyici hasletindendir. İhvanının tutuyor elini Cenâb-ı Allahla tokalaştırması için canını veriyor. Öyle büyük insanlar.

Page 158: Visâle yolculuk

MUSTAFA ALTINOLUK’LA YAPILAN MÜLAKAT

–İsminiz ne hacı abi ?–İsmim Mustafa Altınoluk. Aslen Kayseriliyim, 68 senedir

Ankara’da oturuyorum. 60 senedir de hemen hemen Basınev-lerindeyim. Orada ikamet ediyorum.

–Ne iş yaptınız? Hangi işlerle meşgul oldunuz? –Mutfak eşyasından emekli oldum. 65 sene ticaretle uğraş-

tım. Şu anda emekli oldum. 5, 6 sene oldu emekli olalı. –Doğum kaç?–Muğla 33 doğumluyum. 77 yaşınayım.–Maşallah. Allah sağlık sıhhat versin.–Hemen hemen 50 senedir de elhamdülillah camianın için-

deyim. Hacı abiden falan eskiyim ben. Ankara’da zaten 38 kişi idik. Ondan sonra tabi, Hacı Ağabeyler falan geldiler. Rahmet-li Erbil Abi buranın en eskisi oluyordu. Altındağ’da oturuyor-du. Mustafa Erbil abi. İşte bu, soyadını da, pir hazretleri Esat Erbil, Erbilli ya, oradan alma. Aslen Kayseri’nin İncesu’dandır. Kendisi maliyeden emeklidir.

–Esat Efendi Musul Erbil.–Aynı aileden değiller. Ona muhabbeten soyadını almış

Erbil olarak. İşte bu Ankaramızda iki kişi vardı. Pir Hazretle-rinin dergâhında yetişen, birisi Erbil abi, diğeri rahmetli Fikri abi var. Devlet demir yollarından. Fikri Kalkavan hoca, soyadı

Page 159: Visâle yolculuk

MUSTAFA ALTINOLUK’LA YAPILAN MÜLAKAT 159

galiba. O da dünyasını değiştirdi, tabi çok oldu. İkisi dergâhta yetişmişti Ankara’da. Diğerleri yok yani. Erbil abi 1972 se-nesinde galiba dünyasını değiştirdi. Burada sohbet yapardı. Sohbet vazifeliydi. Hatta rahmetullah üstadımız Sami Efendi Ankara’ya geldiğinde kendisi Altındağında otururmuş, onun evinde misafir oluyor. Bizzat Erbil abi anlattı bunu bana. O Erbil abiye diyor ki, Erbil Efendi diyor, bir kardeşimiz vardır diyor, eşkâli şöyle şöyle diyor, adliyenin orada daktilo yazıyor diyor, ben mümkünse onunla bir görüşmek isterim diyor. Er-bil abiden başkası yok, tekti Erbil abi o zaman.

–Kime diyor onu?–Erbil abiye söylüyor. Sami Efendi Hazretleri söylüyor. Biz

Sami Efendi Hazretlerinden aldık dersi. Bütün derslerimizin de hemen hemen çoğunu O değiştirdi. Musa Efendi Hazret-lerinde şey baktık biz. Benim mahdum da ihvandır. O da 60 yaşında.

–Onun adı ne?–Mahmut Altınoluk’tur. Bugün de onların sohbeti var. Ay-

rancıda oturuyor kendisi. –O ne iş yapıyor efendim?–İnşaat mühendisi kendisi. Benim bir oğlum var işte. Sonra

Erbil abi benim mahduma oğlum derdi, torunum derdi, onu çok severdi. Erbil abinin iki tane kızı vardı. Oğlu yoktu kendi-sinin. Aydınlıkevlerinde oturuyordu. Erbil abi çok muhterem bir insandı. Haftada bir falan sohbet yapardı. Sohbetten önce menakıp anlatırdı. Çok güzel, yaşıyormuş gibi o anı. Ondan sonra da oturur zikir yapardı. O kadar çok feyizli geçerdi ki, haddinden fazla. Sonra Erbil abinin rahmetullahın keşfi, kera-meti açıktı. Rahmetullah Esat Efendinin şeysi değişik oluyor, elini öperlermiş, ayağını öperlermiş, mübarek ses etmezmiş. Sami Efendi o kadar kaçınırdı el öpmeye, musafaha musafa-ha derdi. Her mürşidin hali başka oluyor. Biraz da kiloluy-

Page 160: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 160

du Esad Efendi. Erbil abi çok muhterem bir insandı. Çok ağır meşrepliydi. Yani o kadar iyi bir insandı. Çok şeyimiz var bi-zim, hangisini anlatayım. Yani hatıralarımız var.

–Tanışmanız nasıl oldu? –Tanışmamız işte dersi aldıktan sonra Erbil abi ile tanıştık.

Bizim ufak renault arabası vardı Mahmud’un. O zaman araba ne gezer. Erbil abiyi alır, sağa sola Mahmut götürürdü. O ve-sile ile Erbil abi ile çok yakın ahbaplığımız oldu. Hatta bizim hanım da Onun hanımı ile, rahmetli ile, böyle ünsiyet kurar-dı, gider gelirdik. Bir aile gibiydik biz onunla. Erbil abi ile biz daha sonra da Şahin Bıçakçı vardı, ismini duydunuz, Suba-yevlerinde oturuyor, hemen bizden sonra da Şahin Bıçakçı.

–Hayatta değil mi? –Ondan da bilgi alabilirsiniz. Bu abi Kayseri’nin

Develi’dendir. O da Aydınlık evlerinde otururdu. Erbil abiye çok hizmet edenlerdendi. Fakir gibi. Erbil abinin bambaşka halleri vardı. Hatta o kadar derdi ki, bizim buradan bir gün ders alan kardeşimiz derdi, yeminle söylüyorum, bunlar mür-şidim diyenden üstündür, bir gün dersini çeken derdi. Yemin-le söylerdi.

–Allah Allah–Üstadımızın bu üstünlüğünü. Hatta bir gün, bayramları,

rahmetullah Sami Efendi Hazretleri orada, yakınlarında gele-meyen yaşlılara gider, ziyaret eder, ikinci gün, taşradan gelen ihvanla, 10 ar 15 er dakika grup halinde. Orada Mehmet Öz-türk abi vardı, hemen üstadımızın evinin yanında, onun büyük malikanesi vardı. Orada, müsait bir yerde. Sonra Topbaş’ların, A. Topbaş’ın, büyük hani, bahriyenin sahibi, onların evinde sohbet yapardı. Hali öyleydi ki. Bir gün, hiç unutmam, bayram günü gideceğiz, bizim evde daireleri hazırladı. Hep ihvandı. Altı daire var. Altısı da ihvandı. Hep sabahlara kadar sabah-lara kadar... Yaşadık. Elhamdülillah, hiç unutulmaz hatırala-

Page 161: Visâle yolculuk

MUSTAFA ALTINOLUK’LA YAPILAN MÜLAKAT 161

rımız var. Rahmetli, bizim evde, Rütfi Eraslan kardeş, belki duymuşsunuzdur, İstanbul’da. Sonra Yusuf abi vardı. Sivaslı. Efendimizin en çok gözdesiydi. Daha sonraları Sivas’ta vazife-lendirdi. Çok halli bir kardeşimizdi. Hatta 67 senesinde, Yusuf abi için derdi ki, Ankara’da emniyette bir kardeşimiz var, dersi murakabede derdi. Yani düşünün o kadar. Yusuf abi bambaş-kaydı. Ankara’ya Yusuf abi rahmetullah, ikisi de öldüler. Lütfi Efendinin çok hizmeti var, çok. Haddinden fazla. Kimse yok-tu, onlar vardı. Sonra sonra Rıza Abi çıktı. Kemal abi geldi. Sonra albay abi geldi işte. Dedik hadi gideceğiz İstanbul’a. Ha-zırlandık buradan böyle güzel. Rahmetullah Lütfi Efendi dedi ki, abi dedi burada bir vazifeli abi vardı. Erbil abiye gidelim, danışalım dedi. Ne yapalım, gidelim dedik. Beraber çıktık. Bu yol güzergâhında Ulus mahallesi vardır. Subayevlerin orada. Böyle yatsı ezanı okunuyordu. Lütfi Efendi dedi, ya abi dedi biraz daha erken çıksaydık dedi Erbil abinin arkasında yatsı namazını kılardık dedi. Vardık, kapıyı çaldık, valide sultan açtı. Erbil abi küçük odada, arkasına cübbeyi giymiş, sünneti kılmış, bizi bekliyor. Vallahi böyle. Lütfi Efendi kâmet getir dedi. Lütfi Efendi kâmet getirdi. Namazı kıldırdı bize. Ondan sonra döndü, üçümüz zikir yaptık. Ondan sonra, kelam yok, dedi ki, inşallah niyetiniz İstanbul dedi, ziyaret dedi. Çok mü-nasip, gidin dedi. Bizden de selam, buradan, hatırlayın dedi. Ve gittik, hakikaten öyle bir görüşme oldu ki, onun sayesinde. Öğlene kadar bütün ihvanla görüştü rahmetullah Sami Efendi Hazretleri. Burada demek isteyeceğim, Cenabı Mevla zaman içerisinde zaman yaratır mı, yaratır. Bunu yaşadığımız için söylüyorum. Ankara’dan vardık 15 - 20 kişi. Ders görüşeceğiz. Adapazarından geldiler. Sağdan soldan derken 60 kişi falan vardı. Öğlen namazından ikindiye kadar üstadımız bu 60 kişi ile görüştü. Bazıları ile yarım saat bir saat görüştükleri oldu. Hatta Lütfü Efendi rahmetullah, abi gördün mü dedi, Cenabı

Page 162: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 162

Mevla zaman içerisinde zaman yaratıyor dedi. Hepsi ile gö-rüştü üstadımız. Böyle Erbil abinin çok halleri var.

Hatta bir gün, son zamanlarıydı işte, Ulus’ta gördüm, abi çok sert meşrepli bir insandı, ben derdim ki Rıza Çöllü hoca efendiye, hoca efendi ile çok şeyimiz var bizim, bantları falan var, hele Abdullah İşler’in bende çok bantları var, Baki abide de vardı. Derdi ki Baki abi, seninkileri toplayalım derdi. Yani görülmedik bir şey hoca efendi, bir dinlesen bayılırsın yani. O kadar güzel. Çünkü Abdullah hoca âlim. Rıza hoca öyle. Hacı Musa Efendi. Türkiye’de âlim ararsan Abdullah der. Hafız da Ali Gören vardı. Dünyasını değiştirdi. Yani derdi, beraber ha-fızlığı bitirdik, 6 yaşında, Kuranı Kerim kafadan silinse inan, noktası noktasına yazdırırdı. Bu kadar güzel hafızdı. Abdul-lah hoca da hafızdır. Çok güzel, çok değerlidir. Ulus’tayız. Rahmetullah Erbil abi her sene Pîr Hazretlerinin ölüm devri-yesinde hatim indirilir. Erbil abi, artık son zamanlarda, pros-tattan kanserdi, biliyorsunuz, hastaydı. Ben hâlbuki hizmet anlamam. Bizim mahdum güzel yapar da, içimden geçti, bir iki gün sonra onların evinde hatim olacak, dedim ki hizmet etsek falan. Nasip oldu bize hizmet. Hizmet bittikten sonra, Erbil abi ta ileri köşede salonun, ben de buradayım, insanlık bu ya. Erbil abi çay içecek, dedim ki Erbil abi çayını verse de ben içsem, oradan tuttu, Musa Efendi, bir bardak çayda gö-züm kaldı, al dedi, rahmetullah keşfi kerameti açıktı.

Bizim burada Servet Hoca vardı, Servet Köken. Hacı Bay-ramda şimdi, rahatsız şimdi. İşte bir ay çok dolaştı sağı solu. Hocalığı da, hafızlığı da var kendinin. En nihayet bize geldi. Ders aldırdık, neyse. Bu halin girişi vardı, Kırşehirli Kübra pazarının kasasında oturuyor, işte o yeni ders aldığı zaman. Dedim ki diyor Erbil abi gelse, mahallelerine yakın orada va-lilik binasında. Servet Efendi söyle birer çay içelim dedi diyor, içimden geçti, böyle oturdum diyor. Bir de başımı kaldırdım ki

Page 163: Visâle yolculuk

MUSTAFA ALTINOLUK’LA YAPILAN MÜLAKAT 163

Erbil abi. Hadi söyle de birer çay içelim dedi diyor. Çay geldi, bir yudum içti, Servet efendi benim biraz işim var, müsadenle dedi, çekti gitti diyor. Erbil abinin keşfi kerameti açık, çok.

En son şeydeydik, Abdullah hoca, fakir, Rıza Çöllü hoca, bir hayli kalabalık. Erbil abi vardı. Rıza Hoca Efendiye de o za-man şey geldi, işte sohbet yapma, hazırlık dersi verilme geldi. Ama Erbil abiden çok çekinirdi. Çok sert meşrepli bir insan-dı. Hani böyle nefes almaya korkardık yani o kadar disiplinli bir insandı. Nur içinde yatsın. Makamı cennet olsun. Fakir iki rekât kılsam onun arkasından dua ederim Allah unutturma-sın. Oturduk tabi, Erbil abi menakıp anlatıyor. Sağdan soldan derken orada yaşlı bir abi vardı, ihvandan, adam oturdu, hadi çık git dedi, ne duruyorsun burada. Ya adamı kovdu Erbil abi. Yahu Allah Allah niye kovdu? Adamı baya kovdu. Efendim adam gitti. Ondan sonra halkayı zikire oturduk. Ben hayatım-da öyle bir zikir. Çok zikir gördüm. Evvel zikir vardı, tabi şim-di sohbetler oldu da. İnan olsun öyle bir oldu ki, acayip bir şey oldu ya. Ondan sonra dedi ki, eve bir iki tane baldırı çıplak gelecek diye bu cennet bahçesinin huzurunu bozmakta ne var dedi. Evine misafir gelecekmiş. İlle diyormuş ki sohbet bitse de gitsem eve. O, içinden geçiriyor, huzuru burada bozuyor. Bozunca da Erbil abi onu çekince oldu ortalık bir acayip yani. Bu kadar abinin keşfi kerameti açıktı. Nur içinde yatsın. Ma-kamı cennet olsun. Şah-ı Nakşibendî Hazretleri bir gün oturmuş halka-i zikire,

feyiz gelmiyor bir türlü. Bakıyor, ışığı yakın diyor. Hep tanı-dık ihvan. Tarikata karşı olan birinin ayakkabısı orada, karan-lıkta kalmış. Ayakkabıları dışarı atın diyor, atınca feyzi ilahi yağmaya başlıyor. Rahmetli Erbil abi çok iyi insandı.

Hatta şey oldu, bizim buraya birisi geldi. Lütfü efendi de vardı. Benim evde oturuyorlardı bunların, hepsi ihvandı. Adama 15 gün falan baktık, belki 20 gün. İşte ben dedi, efen-

Page 164: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 164

dime söyleyim, kardeşiz dedi, ihvan olduğunu söyledi, biz burada baktık, adamı çekiyoruz, meğer adamın niyeti başka imiş. Gizli polis imiş. Erbil abi beni Ulus’ta gördü, ne yapıyor-sunuz dedi bana. Buyur abi ne var hayırdır dedim. Her gelene göğsünüzü açıyorsunuz dedi. Ne ola ki dedim. Vallahi böyle. Bir çıkıştı. Ondan sonra adamın kişiliğini öğrendik. Rahmetul-lahın keşfi kerameti açıktı.

Hatta bir sohbette böyle oturuyoruz, bittikten sonra bir şey ikram etti Erbil abi, fakir böyle alayım derken düştü, ola-cak ya, tabi ihvan kardeşler, Mustafa Efendi dedi, bir büyük bir şey verdiği zaman ayağa kalkılır, alınır, geri geri oturu-lur dedi. Ne kadar edep, ne kadar edep. Hepimize tabi ders oldu bu. Erbil abinin fakirde hatıraları çoktur, aklıma geldikçe anlatıyorum yani. Çok büyük insandı. Makamı cennet olsun. Ankaramız Ona çok şey borçlu.

–Ankara’ya Kayseri’den mi gelmiş efendim? –Ankara’ya Kayseri’den gelmiş. Kendisi Kayserili. İncesu’

dandır. –Görev dolayısıyla mı gelmiş?–Görev dolayısıyla gelmiş. O zaman Ankara’da tek Erbil

abi varmış. Başka yok.–Vazifesi ne idi?–Vazifesi maliyede memurdu. Hatta bize dedi ki, ben dedi

birinci sınıftan mı ikinci sınıftan mı emekli oldum dedi daha da diplomayı da yeni aldım dedi. Yani büyüklerin himmetin-den bahsediyor. Çok güzel menakıp anlatırdı. Hatta bir mena-kıbında şöyle buyurdu: hani evvelden bu seyri sülüğe intisap eden kişiler, seyri sülükte seyehatlik verilirmiş, riyazet verilir-miş. Derken dervişin birine seyehatlik verilmiş, derviş adam nereye gider, dergâha gider. Hoca nereye gider, medreseye gi-der. Bir dergâha gidiyor, misafir oluyor. Yatıyor, yiyor, içiyor. O dergâhın sahibi de mürşidi kâmilmiş. Ondan sonra yemek

Page 165: Visâle yolculuk

MUSTAFA ALTINOLUK’LA YAPILAN MÜLAKAT 165

yemişler. Oğlum demiş, sen demiş, buranın yabancısısın. Evet efendim yabancıyım demiş. Misafirin duası müstecaptır, bir dua et de demiş âmin diyelim. Elini açmış, ya Rabbi şu hayır-lardan razı ol, ya Rabbi üstadımdan, ya Rabbi. Âmin demiş fatihayı çekmiş. Ya demiş üstad, evladım taamı bizden yedin, sen bu kim demiş, efendim o benim canım ciğerim üstadım. Onun himmeti olmasaydı siz bana onu yedirir miydiniz? İşte demiş oradaki ihvanlara dönmüş, ihvan böyle teslimiyetli olacak. Rahmetullah çok güzel menakıp anlatırdı, nur içinde yatsın. Çok şeyleri vardı ama valide vermedi. Rıza Çöllü hoca onları istiyordu. Hep kâğıtlara yazıyordu, eskiden yazı ile ge-lirdi, her sohbetten önce oturur onları anlatırdı, menakıp. On-dan sonra zikire otururduk. Erbil abi öyle, nur içinde yatsın.

–Kaç saat sürerdi sohbet efendim?–Sohbet hemen hemen 15 - 20 dakika yarım saat falan soh-

bet, zikir de artık durumuna göre 40 - 45 dakika yarım saat de zikir devam ederdi. Ama öyle feyizli olurdu ki muhterem yani, o kadar yani. Hep o hayalle yaşardık yani, ip ile çekerdik nasıl gelecek, öyle giderdi yani. Mübarek son zamanları fakire şöyle dedi: Mustafa Efendi dedi, bir ihvan dersi çekemese dahi dedi rabıta ile yol alır dedi. Rabıta çok mühim dedi. Sonra na-mazların üzerine oturduğun zaman fazla oturacaksın, kalk-mayacaksın öyle birden bire derdi. Bunu size de söyleyeyim hoca efendi, namazlara oturduğunda böyle, hiç olmazsa ken-din orada bir rabıta yapmak lazım. Öyle derdi mübarek. Ra-bıtayı elden bırakmayacaksın derdi. Rabıtayla bir de namazla çok kalmayı tavsiye ederdi.

Hatta bir gün bizim burada bir hoca efendi vardı, tabi Erbil abiyi meth ediyoruz işte şöyle keramet sahibi, hoca efendi de âlimdi. İsmi de Yusuf Oğuz’du. Ali Arık hoca bayramlaşma-ya gidiyorlar. Erbil abi orada bir bayanla görüşüyor. Bunda da biraz hocalık var ya, ya bırak diyor. Bak diyor konuştuğu

Page 166: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 166

kadına bak diyor. Ondan sonra Erbil abi buna hassaten haber gönderiyor. Yusuf hoca nerede? Çağırın gelsin. O pot kırdı-ğı harekete ömrü billâh üzülerek gitti. Bambaşka bir adamdı yani. Nur içinde yatsın makamı cennet olsun. Yani her şeyimiz Erbil abiydi. Haftayı, sohbeti iple çekerdik Erbil abimizin. Biz-leri severdi. Biz de Onu severdik.

–Kaç grup vardı? –Ankara’da tek grup vardı. 38 kişi, 35 kişiydik. Topu topu

bu kadardı. Şimdi belki 60 - 70 bin belki 100 bin kişi.–Kimler vardı o zaman?–O zamanlar, fakir biz vardık, benim mahdum vardı, bura-

da Lütfü efendi vardı, polis Yusuf Beceren abi vardı, Ali Arif vardı, şekerci Osman abi vardı, Ulucanlarda mübarek, O da dünyasını değiştirdi, Saim Bıçakçı vardı, işte topu topu 30 - 35 kişiydik, o kadar. Fazla kişi yoktu Ankara’da.

–Baki Oral falan onlar sonra.–Yok yok. Baki abi Erbil abiye yetişti. Baki abinin şeyetme-

sine biz vesile olduk. Bir gün... Bizim Baki abi aranıp duruyor böyle. Bütün gruplara gidiyor, başka gruplara falan, fakir de o zaman bizim Hacettepenin orada dükkân vardı. Benim bir philips teyp vardı.

–Ne dükkânı?–Mutfak eşyası dükkânı. Baki abi de o zaman çantacıydı,

çanta yapardı. Baki abi bambaşka bir insandı, Allah uzun ömür versin. Değerli, çok değerli bir insan. Allah selamet versin. Bir teyibi vardı, Japon teyibi, orada İbadullah camisine Abdullah İşler hoca efendi ramazanda vaaza gelirdi. Bu vaaz esnasında, biz bayılıyoruz Abdullah hocanın, o vesile ile tanıştık. O anda Erbil abi de şeyden çıkıp geliyordu, daireden çıkıp öğle nama-zını orada kılıyordu. O da orada bulunuyordu.

–Nede kılıyordu?

Page 167: Visâle yolculuk

MUSTAFA ALTINOLUK’LA YAPILAN MÜLAKAT 167

–İbadullah camisi, Şevket sokak, Ulus’ta. Onda, Baki Efen-di kardeşe dedim ki yahu kardeş hoca efendiyi seviyor mu-sun? Abi ne demek sevmek dedi. Bunun yolundan gitmek is-ter misin? Abi ne demek dedi. Fakir elinden tuttum, fakir onu ben götürdüm. Belki 100 kişiye 200 kişiye ders almaya vesile olduk buradan. O zaman yaşıyorduk, tesir ediyordu. Şimdi artık gayri çekildik köşeye. Belki 70 - 80’in üzerinde ihvan kar-deşlere izdivaç yaptırdım. Bir grup vardı, başka yoktu. Hatta Allah razı olsun, abi gönderirdi, Hacı Gedikli abi, ona verin, o iş becerir derdi. İnşallah öyle diyorum, pek bizim bir amelimiz yok ama bu izdivaçlardan inşallah iskarta vermediğine göre

–Allah hayırlı ömür versin.–Amin cümlemize. Erbil abi için bir gün dedim ki Rıza Çöl-

lü hocaya, hocam dedim valla Erbil abiden öyle çekiniyorum öyle korkuyorum ki, Ondan korktuğum gibi ne anamdan ne babamdan korkuyorum. Mustafa Efendi vallahi ben senden fazla korkuyorum dedi. O kadar sert meşrepli öyle bir abiydi.

Hatta bir hatırayı daha anlatayım. Ankara’da Kızılcaha-mamlı hoca efendiler bir zaman şey olmuştu böyle Mustafa Maden vardı. Dünyasını değiştirdi, Kızılcahamamlı, milletve-kili de oldu. O da Rıza hocanın şeysiydi. Bu, diyanet Kızılca-hamamlıları hep attılar. Rıza hoca da çantayı hazırlamış oraya. Ha bugün ha yarın. Erbil abiyle beraber Yenimahalledeki evi-ne sohbete gittik. Kapıdan girer girmez Erbil abi, Rıza hocaya, Rıza Efendi, Rıza Efendi dedi. Buyur abi dedi. Senin tayinin İstanbul’dan çıkar dedi. Otur oturduğun yerde dedi. İnanın Allah şahit bak, abdestliyim. Ondan sonra herkesi attılar, Rıza Çöllü hoca hiç yerinden kıpırdamadı. Büyüklerin himmeti. Düştük inanın yani bunu söylemesi ayıp kaç defa şey yaptık elimizden tuttu tuttu kaldırdı. Öyle başımızdan macera geçti ki. Zaten diyor ya, eğer belini kırarcasına bir şey geçirmez-sen diyor şeye atlayamazsın bu yolda. Belini kırarcasına di-

Page 168: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 168

yor. Adapta da geçiyor. İşte öyle diyor. Sonra elhamdülillah, bulunduğumuz kapı, bulunmaz bir kapı. Ben 65 sene Çerkes sokakta kaldım. Hemen hemen, Türkiye çapında, hiç kimseye bir şey söyleyemem tabi, mürşitleri falan hepsini tanıyorum, hepsini. Tabi herkesin, Allah selamet versin yolu. Adam taşa teveccüh etse benim mürşidim diye ondan istifade eder malu-munuz. O bakımdan derim ki bazılarına, buradan hacca gidi-yorsun, kimisi teyyare ile gider, kimisi otobüs ile gider, kimisi taksi ile gider, kimisi yayan gidiyor. Ama hepsi nereye gidi-yor? Mübarek beldeye gidiyor. Allah herkese mübarek etsin. Yani istifade eder. Ama ilmi olan hoca efendi arayıp buluyor, hiç açmıyor.

Bir kardeşimiz vardı, onu da hatıra, anlatayım. Kendisi Kayseri’de hafız, yetişmiş gelmiş, burada ilahiyat fakültesinde seninki gibi okuyor. Biraz partiden bahsetti. Ama ben onun ders alsın, bize ihvan olsun istiyorum. Beni çok sevdi, ben de onu. Derken aradan bir hayli zaman geçti, diyelim bir sene geçti. Bana geldi. Hemen yakama yapıştı, yahu Mustafa Efen-di sen Rıza Çöllü hocanın sağ koluymuşsun dedi. Biz hep gö-türüyorduk, hoca efendiye, ders aldırıyorduk, sağ olsun, ha-zırlık dersi veriyor. Dedi niye sen şey yapmadın, ben iki sene-dir arıyorum dedi. Peki, hoca efendi. Gittik Rıza Çöllü hocaya. Rıza Hoca bunu tabi sigaya çekti. Hoca efendi bu yol biraz zor dedi. Kademeli, dikenli dedi. Hocam dedi, verirseniz alaca-ğım, vermezseniz alana kadar kapını bırakmayacağım. Dedi, sen Sami Efendiyi gör. Yok görmem, ben bunun ihvanlarından mürşidi kamil olduğuna inanıyorum dedi. Çok öyle dizime otur ders vereyim diyen oldu almadım dedi.

–Bunu söyleyen kim?–Hoca efendi dedi. İlahiyat fakültesinde okurken. Çok gü-

zel hafızdı kendisi. Bir de baktım sabahleyin koşarak geldi kendisi. Aman Mustafa Efendi dedi. Gördüğü rüya çok gü-

Page 169: Visâle yolculuk

MUSTAFA ALTINOLUK’LA YAPILAN MÜLAKAT 169

zel ve açıktı. Dedim bana söyleme, Rıza Çöllü’ye söyle. Rıza hoca efendiye vardı, söyledi. Oradan hazırlık dersini aldı, İstanbul’a gitti. Yani diyeceğim, mürşidi kâmil diyor, müridi-ni halkın içinden seçer diyor. Hakikaten bazılarını istiyorum ders alsın, olmuyor. Bazen dışarıdaki hemen gelip alıyor. Mık-natısın demiri çektiği gibi çekiyor. Eğer nasibi varsa. Nasibi yoksa hiç zorlama gelmez. Sonra rahmetli Erbil abinin bir lafı vardı, kardeşler derdi bizim... Vukufiyetimiz yok derdi. Siz İslamiyeti güzel yaşayın. Sana gelecek arkadaş, ya hoca efen-di sen bir yerden bir koku alıyorsun Allah rızası için bana da biraz şey yap diyecek. Hani bir kısım tesettür güzel hareket, talip olacaksın. Bizim çengelde kokmuş etimiz yok. Size talip olacaklar. Sizden gelip asılacaklar. Diyecekler ki aman kardeş beni götür buradan diyecekler o zaman şey yapacaksın. O ne-tice veriyor. Eğer bunu zorlayıp götürürsen o netice vermiyor. Ama yanıp tüter gelirse o istifade ediyor. O bakımdan hemen şey yapmayacaksın. Onun için inşallah biz güzel İslamı yaşa-dıktan sonra. Sonra bizim tarikatımızda bulunanların hemen hemen bir çoğu âlimdir yani hocadır. Cahilin teslimiyeti kolay inşaatı zor diyor, âlimin teslimiyeti zor ama inşaatı kolay di-yor. Cahil adam yol alamaz. Ama âlim yol alır. Bizim dünür, hocadır o da, hep ihvanız elhamdülillah.

–Kim efendim dünürünüz?–Dünürümüz Trabzonlu. Hafızdır kendisi. Emekli oldu.

İncirli’de oturuyor. İyidir. Maşallah o da şeyden beri derslidir. Gelinimiz de öyle. Hacı annen benden de eskidir.

–Öyle mi?–Ya ya. Çok hizmeti var. Bütün ihvanlar bilir. O kadar. Çok

çok. Elhamdülillah. Yani ne kadar şükretsek az hoca efendi. Üç türlü mürşit vardır diyor. Şeyde okuduk. Biri hırka mürşididir diyor. Birisi zikir mürşidi, birisi de sohbet mürşidi. Bunların üçü haktır ama diyor esas efdal olan sohbet mürşidi. İki cihan

Page 170: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 170

serveri Peygamber Efendimizin bütün ashabı nerde yetişti? Sohbette yetişti. Ama bilenle bilmeyen bir olur mu? Olmaz. Fakirin dükkâna bir gün bir arkadaş geldi. İntisaplı bir yere. Ben de tuttum, bir şey yiyordum, ikram ettim. Adam almadı. Cahil adam. Dedim niye almıyorsun? Belki dedi haram. Yahu dedim kardeşim böyle şey mi olur dedim ya. İkram reddedil-mez dedim. Eğer sen yemiyorsan başkasına ver dedim. İşte bu sohbet görmemezlikten. Sırf zikir. Haftada bir defa zikir yapıyorlar. Allah selamet versin. Zikir tabi çok güzel, iyi bir şey, hepimiz zikir yapıyoruz. Sonra ihvan ihvana ders talim ediyor. Olmuyor. Hani bizde görüyorsun istihare yapacaksın, değil mi? Sonra dersi veren kimse diyor, müridin diyor, dersin nereye çıkacağını varacağını bilmezse dersi veremez diyor. O kadar yani. Yani ne kadar iftihar etsek, ne kadar şükretsek az.

–Erbil abi dersleri nasıl verirdi? –Erbil abi katiyen ders vermezdi. Erbil abinin vazifesi soh-

bet yapardı, bir de zikir yapardı. Bilahare Rıza Çöllü hoca efendiye İstanbul’dan haber geldi. Hazırlık dersi vermesi için. Rıza hoca hazırlık dersi verir. Şimdi hala hazırlık verir. Ondan sonra Urfalı Kemal abi vardı. Ona bizatihi vazife verildi. Siz onlara yetişmediniz galiba değil mi?

–Yok.–Urfalı Kemal abi çok şey bir adamdı yani, edep, tepeden

tırnağa. Üç dört tane köyü varmış bu adamın. Buraya geldi. Rahmetli nur içinde yatsın, makamı cennet olsun. Ankara’ya çok hizmeti var. O dünyasını değiştirince Hacı Gedikli abiye şey ettiler. Hatta Rıza Çöllü abi dedi ki, beni, Gedikli abiyi bir de Halim abi vardı, Demirhan vardı, Kastamonulu, kuru-yemişçi, bizi dedi İstanbul’a çağırdı dedi rahmetullah Musa Efendi Hazretleri, ilk defa fakire dedi, ben dedim ki dedi efen-dim siz bilirsiniz ama ben kaldıramam hocalık tarafını, ondan sonra Hacı Gedikli abiye şey yaptı, ona verdi dersi diyor.

Page 171: Visâle yolculuk

MUSTAFA ALTINOLUK’LA YAPILAN MÜLAKAT 171

–Kimleri çağırdı efendim? –Kuruyemişçi abiye de organizatörlük verdi. Rıza Çöllü

hoca, Hacı Gedikli abi bir de kuruyemişçi abi. Kuruyemişçi abi ondan sonra geldi, şey yapamadı. Biraz sürtüşme oldu ara-larında galiba, tahminim. Ondan sonra Baki Efendi aldı. Or-ganizatörlüğü o devam ettirdi. Allah razı olsun. O vardı işte Ankara’da. Hizmetleri oldu Ankara’da. Baki abi olsun, kuru-yemişçi abi olsun. Bir gün de gene rahmetullah Musa Efendi Hazretleri bizim fakirhaneye geldi. Bizim eve.

–Buraya?–Tabi tabi. Diyorum ya. Ankara’da biz vardık başka kimse

yoktu. O kadar yani. Allah selamet versin. Biz de o zaman ika-met aldık da, Suudi Arabistan’a gidecektik, benim mahdum orada inşaat mühendisi ya. O ailesini de götürebiliyor. Bana da aldı ikamet ailece gideceğiz. Rahmetullah Kemal abi dedi ki, ya ilk defa ev sahibi dedi görüşsün dedi. İlk defa biz girdik. Kaç sene oldu rahmetullah Allah şefaatine nail etsin. İşte hiç dersimi sormadı nerdesin diye. Hep acele etmişsiniz kardeş niye şey yaptınız. Yahu gideceğiz, Suudi Arabistan’a gide-ceğiz, oradan alacağız. Yani orada bizim nasibimiz yokmuş, bizim nasibimiz buradaymış. İki sene gittik orada sallandık geldik, burada hizmet varmış. Yani diyeceğim büyükler, gel-meden geleceği biliyorlar.

Gene böyle bir gün Bursa’ya gittik. Bursa’ya gitmeden önce albay bir abi vardı. Albay abiye gittik işte bir kardeşimiz has-ta idi. Manisa’da hastanede. O albay abi de doğudan gelme, götürdük belki faydası olur, hakikaten faydası oldu doktorla-ra. Orada duyduk ki biz, Lütfü efendi ile üç kişiydik, Efendi Hazretleri Bursa’ya gelmiş. Sami Efendi Hazretleri. Yahu biz fıkırdamaya başladık, albay uyanıktı. Dedi ne yapıyorsunuz. Yok dedik bir şey yok. Yok dedi bir şey var söylemiyorsunuz. Dedik efendim böyle böyle. Adam namazlı niyazlıydı. Yahu

Page 172: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 172

benim ders almam lazım dedi, Sami Efendiyi duydum. Beni götürün bu şeyhe dedi. Biz buradan tuttuk Bursa’ya vardık. Ulu caminin orada tespihçi Hamdi Efendi vardı. Hakkı efendi vardı da, kitapçı Hakkı efendi. O şey yaptı. Üstadımız ondan vazifeyi aldı. Tespihçi Hamdi Efendi. Şimdi de gözleri görmü-yor onun.

–Hüseyin değil mi?–Hüseyin evet. Şimdi yeni, başka bir kardeşimiz var. De-

dik ki böyle böyle. Bir albay abi şey yapacak. Müsaade edin dedi. Rahmetullah Musa Efendi Hazretleri 20’şer kişilik grup-lar halinde şey yapmış üstadımıza. Albayı aldılar, götürdüler. Üstadımız kabul etmiş. Onda şey vardı, Hacı Hasan Efendi vardı Diyarbakır’da. Başçavuş. Oranın vazifelisiydi. Kendisi çok değerli bir insandı. Nur içinde yatsın, halifesiydi o. Bü-tün subaylara ders verirdi. O da orada ziyaretteymiş. Albay abi, Hacı Hasan abi, başçavuştu, bunun karşısına geçti, ders aldı ondan. Hemen elbisesini çıkardılar onun ceket giydirdiler orada. Ondan sonra oturdu ders aldı. Yani enteresan oldu. Biz de caminin avlusunda bekliyoruz. Bizim de canımız gidiyor. Rahmetullah Hazretleri demiş ki sen kiminle geldin? Falanca ile. Onları da çağır.

–Albay abi dediğiniz bu Hacı abi mi?–Yok bu Hacı abi değil. Ondan sonra bizi de çağırdılar.

Rahmetli Lütfü Efendi ile beraber. Sohbette bulunduk. Çok hatıralarımız var. Bulunduğumuz kapıya ne kadar şükretsek az yani. Alnımızı secdeden kaldırmasak.

–Hacı abi tanıdı mı Erbil abiyi? –Yok tanımadı. –O daha sonra geldi–Daha sonra geldi. Hatta dedim ya bu Erbil abiden sonra

Rıza Hoca, Kemal abi geldi, Kemal abiden sonra da Albay abi geldi. Albay abi sonra geldi. Allah selamet versin. Albay abi

Page 173: Visâle yolculuk

MUSTAFA ALTINOLUK’LA YAPILAN MÜLAKAT 173

geldi, Ankara ihya oldu. Esas bu Ankara’nın ihya olmasında birinci Rıza Çöllü’dür. Hacı Bayram’da vaaz ediyordu. Vaazı çok tesirli oluyordu. Bir vaaz veriyordu millet şöyle toplanı-yordu. Abdullah hoca. Türkiye’nin bütün âlim hocaları hepsi üstadımızın evladı. Ben 81 vilayeti bilirim, kazalarını da bi-lirim, köylerini de bilirim. Hemen hemen eski bütün ihvan-ları bilirim. Ben aslen Kayseri’nin yerlisiyim. Kayseri’de çok âlim hoca var. Hepsi ihvanımızdan. Afyon’u memleketim gibi bilirim. Afyon’da ne kadar hoca varsa hep ihvanımızdır. Çok şükür. Ne kadar hamdü sena etsek az yani. Ankaramız gene öyle bütün hoca efendiler ihvanımızdır yani. Dedim ya. Siz diyor bahtiyar insanlarsınız diyor. Sizin teslimiyet kolay. Ama bizim biraz hocalık var ya diyor. Zor diyor. Bir gün diyor ka-faya taktım. Sami Efendi Hazretleri tüccarların yemeğinde oturup yemek yiyor. Acaba onlar bankalardan istifade ediyor diyor. Nasıl yer diyor. Düşündüm ki Efendi Hazretleri ölme-yecek kadar yiyor. Bir gün Musa Efendi Hazretleri dedi ki, üs-tadımız akşama kadar bir ceviz kabuğunun içi kadar yer. 36 kiloya kadar düştü. Efendi Hazretleri uzun boyluydu. Eridi, eridi, eridi. Hani ölmeden ölmek sırrına mazhar oldu. Bam-başkaydı. Sami Efendi Hazretleri. Allah şefaatinden mahrum etmesin. 36 kiloya kadar düşmüştü. Benim bildiğim âcizane, rahmetullah Üstadımız Sami Efendi dört kişiye vazife vermiş. Birisi Ahmet Atasever abi vardı, Kayseriliydi, demir tüccarı, Medine’de dünyasını değiştirdi. Birisi İstanbul’daki Hikmet abi. Hikmet Tuzcu. Birisi Tahir hoca efendi. Tahir Büyükkö-rükçü. Bir de Musa Efendi Hazretleri. Musa Efendi Hazretleri-ne de hani üniversitenin şeysi olur ya, dekan mı diyorsunuz? Dekanlığı da Musa Efendi Hazretlerine vermiş. Hatta Hikmet abiye bir mektup vermiş rahmetullah Sami Efendi Hazretleri, Medine’de bir mübarek varmış, üçlerden, galiba Pakistanlı mı, öyle olacak. Ona mektubu gönderiyor. Musa Efendi Hazretle-

Page 174: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 174

rine vazifenin verildiğini. Bana ne söylüyor diyor o mübarek zat, Hikmet abiye. Ona iki cihan serveri Peygamber Efendi-miz öyle diyor. Abi biat etmedi. Biat etseydi bambaşka olur-du. Rıza hoca öyle diyor. Bana diyor ki hacı Mustafa Efendi, Tahir Hoca diyor biraz boynunu verseydi diyor ondan sonra bir âlim hocaya şey yapabilirdi diyor. Ondan sonra da rahat-sızlık geçirdi Tahir hoca. Bende 52 tane vaazı var ya, Baki efen-di verdi onu bana. Her hafta Cuma günü giderdim. Belki iki üç ay devam etti bir zamanlar. Tahir hocanın Kapı camisinde vaazını alır getirir, Ankara’ya dağıtırdım. Bir gün Rıza Çöllü hoca dedi ki, Hacı Mustafa Efendi yeter bu kadar dedi. Ondan sonra gitmemeye başladım. Çok hizmetimiz oldu elhamdülil-lah. Şimdi merkezde de bulunuyorduk çok şükür. Dükkâna ders alan kardeşler istifadeye gelirdi. Oturuyorduk sohbet ederdik. Benden sonra Baki Efendi. İkimiz hep şey yapardık. Çok şükür. Ne kadar şükretsek az. (Telefon çaldı). Bu telefon eden kardeşimiz Abdullah Gül’ün koruma polisi. Benim de akraba oluyor. Bacısını kaybetmiş. Polatlı yolunda eniştesi ile beraber. Onu anlatıyor. Çok ihlâslı bir kardeş. Hacettepedey-di. Hakikaten değerli bir arkadaş.Şimdi bazı sohbet öyle oluyor ki kardeşleri hani sohbeti,

karşıdakini bize konuşturuyor. Rıza hocaya diyor, yahu diyor hacı yarın kürsüye çıkarım diyor, hoca efendi, inan diyor şöy-le bir iki karşıma bakarım diyor, o bir kişini hali diyor beni konuşturuyor diyor. Sohbet odur yani. İnsanı karşısındakinin hali konuşturuyor. Elhamdülillah. Allah selamet versin. Allah bu yoldan ayırmasın. Çok iyi bir yol. Kardeşlerimiz seçme, iyi. Rahmetullah Kayseri’de Hacı Şaban Efendi vardı. Çok müba-rek bir zattı. Öyle derdi. Adam şöyle iki büklüm, ya Rabbi önümden al, Efendi Hazretlerinin önüne koy derdi. O kadar bağlılığı vardı. Seyit sülalesindendi. Kayseri’de. Halıcı idi kendisi. Çok acayip bir insandı yani. Bir zaman işte İstanbul’a

Page 175: Visâle yolculuk

MUSTAFA ALTINOLUK’LA YAPILAN MÜLAKAT 175

götüremiyorduk kardeşleri. Buradan hemen Kayseri’ye götü-rüyorduk ders aldırıyorduk. O geliyordu. Bize en son dedi ki bir daha gelmeyin dedi mübarek. Ankara’da Rıza Hoca vazi-felidir. Rıza Hoca Efendinin burada vazifeli olduğunu biliyor. Adam şöyle iki büklümdü yani. O kadar acayip bir insandı. Allah selamet versin. Her kardeşimizde güzel bir hareket var. Sendeki bulunan onda bulunmuyor, bunda bulunan onda olmuyor. Derken hep kardeşlerimiz seçmedir elhamdülillah. Allah herkese rahmet versin. Burada ayrılık var orada ayrılık vermesin Cenabı Mevla. Hep bizim emsalden Kayseri’de Ali Bayram, Mustafa Ali Bayram.

–Rahmetli oldu.–Evet. Benim can arkadaşımdı. Onunla bizim belki 7 - 8 se-

fer hac yolculuğumuz var. Ben buradan vize alıyordum. Onu Kayseri’den, Ankara’dan iki otobüsle üç otobüsle götürüyor-duk buradan. Suudi Arabistan sefiri ile aramız iyiydi bizim. Kimse alamıyordu. Kapıda da komiser, benim akraba vardı. Elimiz kolumuzu sallayarak geçip gidiyorduk. O abi ile çok hukukumuz var işte. Hatta 2 - 3 kişi de bedava götürüyorduk. Diyelim ki vereceğiz ya, oradan üç kişi dört kişi çıkıyor. Onla-rın imkânları yok. Ne olacak? Bunlar bu arabanın sigortası ol-sun. Kaç kişiyi götürdük. Kimse de bilmiyordu. Yani çok öyle yolculuğumuz oldu, çok değerli bir insandı. Hafızdı kendisi, hanımı da öyle, çocukları da. Eğer Kayseri’ye gidersen oğlu Sami var. Çok değerli. Sami’yi de götürdük. Çok hatıralar bi-zim. Allah razı olsun.

–Erbil abi ile böyle bir geziniz vs oldu mu?–Erbil abi ile biz tabi gezmedik. Kayseri’ye gittiğinde işte

o, tabi biz bilmiyoruz da Erbil abinin gözüne girmek için Kayseri’den geldim, işte o Şaban Efendi dedi ki Erbil Efendiye selam söyle dedi. Biz de tuttuk işte cahillik ya. Erbil abinin gö-züne girmek. Selam söyle ellerinden öperim de evladım. Haşa

Page 176: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 176

haşa Mustafa Efendi sen yanlış anlamışsın dedi. Ben onun el-lerinden öperim dedi. Erbil abi, Kayseri’deki Şaban Efendinin üstünlüğünü hemen şey etti. Abi özür dilerim, ben yanlış anla-mışım falan dedim. Erbil abiye çevirdim kafamı yani çok mü-barek bir insandı Kayserili Şaban Efendi. Çok değerli insandı. Hep onun sohbetleri, aman Allahım bir feyiz vardı, bir feyiz vardı. Kayseri’nin ihvanı az çekmedi yani. Çok edeplidir yani. Eğer inşallah giderseniz Kayseri’ye. Çok çalışkandır. Ve Kay-seri, Konya hemen hemen %90’ı ihvanımızdır. Kayseri acayip, Konya da öyle. İstanbul da öyle elhamdülillah. Her tarafta. Ol-madığı bir yer yok bizim Efendimizin. O Atasever abi vardı. İstanbul’da Erenköy’deydi. Bizim Sami Efendi’ye çok hizmet etti. Maddi durumu da iyiydi. Bir annesi vardı. Bizim hacı annen falan gitti. Evliya diyorlardı kadına. O kadar üstündü. Kadın dünyasını değiştirdikten sonra malını mülkünü hepsini bıraktı. Gitti Medine’ye yerleşti. Ondan sonra bir daha dönüp bu tarafa bakmadı. Hatta 25 sene kaldı. Buradan talip kadınlar çıktı. Atasever abi de hiç kabul etmedi. Medine’de dünyasını değiştirdi. Bir gün vardık, bize bir sohbet yaptı. Siz gibi hoca efendiler de vardı. Üç dört tane hoca efendi. İnanır mısın bir sohbet yaptı, hoca efendiler falan hep yerlere serildiler. Bittik yani. Acayip. Gidince diyor ki hoca efendiler vallahi bunun bildiğini biliyoruz ama vaaz o vaaz. Sanki o devri yaşıyormuş gibi. Bir sohbeti vardı. Aman Allahım ya Rabbim. O kadar gü-zel sohbet yapardı. Yaşayanın ağzından dinlemek bambaşka oluyor. Allah yaşayıp ta anlatmak nasip etsin.

–Erbil abi en çok hangi konulara celallenirdi? –Erbil abi disiplini çok severdi. Sonra öyle lakaytlığı hiç

sevmezdi. Çok ağır meşrepliydi. Uzun boylu kendisi. Her haf-ta sohbet yapardı. Hatta sohbetten sonra menakıp anlatırdı. Menakıbı yaşıyormuş gibi anlatırdı. Ondan sonra oturur zi-kir yaptırırdı. Çok iyi bir insandı yani. O kadar hizmet ederdi

Page 177: Visâle yolculuk

MUSTAFA ALTINOLUK’LA YAPILAN MÜLAKAT 177

ihvana. Değerli bir adamdı. Erbil abi sohbet yapardı sadece ders vermezdi. Ders ondan sonra Rıza hoca efendi şey edince verilmeye başlandı. Baki abinin evinde de bir gün zikir yaptık Onunla beraber. Hatta bir kardeşimiz vardı, zikir esnasında pat diye yere düştü. Abi çok disiplinli. Zikiri kesti. Kardeş dedi. Yazık günah değil mi dedi bu kadar kardeşin feyzine mani olmak. Git dedi İstanbul’a bu halin kaybolur dedi. İsmi de Osman Çakır abi idi. Allah selamet versin. İstanbul’a gitti, hali düzeldi. Erbil abinin çok keşfi kerameti açık bir insandı. Yanına vardın mı aydınlatırdı. Çok iyi bir insandı. Nur içinde yatsın. Çünkü öyle yetişmiş. Dergâhta yetişmiş. Evvel dergâh varmış. Erbil abi ile Şükrü abi ikisi degahtan gelme. Seyrü sü-lüğünü tamamlıyor. Hadi ondan sonra tamam git diyor. Seyrü sülükle yetişmiş, gelmiş. Rahmetli Sami Efendi Hazretleri Er-bil efendinin dergâhında yetişmedi mi? Hatta o dergaha var-dığı zaman evliya görmek isteyen Sami evladın yüzüne baksın diyor.

–Seyrü sülüğünü ne kadar zamanda tamamlamış?–Artık kabiliyetine göre. Tamam diyor, gönderiyor. Rah-

metli Erbil abi dergâhta yetişmiş, üstadın. Her şeye kerameti açık. Ondan sonra Şükrü abi vardı devlet demir yollarında. Kimse bilmez. Fakir biliyor. Osman Hamdi Efendi vardı, şe-kerci ama onlar değil. Hiçbirisi. Onlar dergâhta yetişmiş gel-mişlerdi.

Size isterseniz Rıza hoca efendinin ders almasını anlatayım mı? Bir gün hoca efendiye dedim ki, hocam dedim, sen dedin Sami Efendiye ..., samimiyiz ya sizin gibi görüşüyoruz, Mus-tafa Efendi dedi, ben İstanbul’da dedi Akkuş’ta okuyorum dedi, ben dedi mürşide falan inanmıyorum dedi. Hatta Hacı Bayram camisinde dedi Allah bizi affetsin dedi eğer yolumuz oraya uğramasaydı bizim halimiz ne olacaktı dedi derbeder. Eğer yolumuz uğramasaydı bizim halimiz perişandı dedi. De-

Page 178: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 178

dik arkadaşlar hadi nereye gidelim, bugün Beşiktaş müftüsü vardı, hadi ona gidelim, beraber toplandık, ona gidiyoruz ar-kadaşları kırmıyorum, hadi bugün kime gidelim, Murat Efen-di Hazretlerine, İskender Paşa’da, bir gün de dediler ki hadi nereye gidelim, Erenköy’de Sami Efendi Hazretlerine. Gittim elini öptüm dedi. Buraya geldim dedi vaaz ediyorum dedi, her gün rüyama giriyor, evladım Rıza şuradan da, yarın cihad ayetlerinden bahset, her gün ya diyor. Allah Allah. Hani mür-şid müridini halkın içinden seçer ya, bu elimde yok diye beni kaydetmiş diyor. Ondan sonra vardım diyor hiç şeyi sormadı diyor hazırlık dersini diyor. Bize ders tarif etti diyor Efendi Hazretleri diyor.

Bir gün Çubuk’a gidiyoruz. Abdullah hocayı, bizim ara-bada, Mahmud da var benim mahdum, oradaki kardeşlere, Çubuk’ta, sohbete gidiyoruz. Ben dedim ki hocam dedim ya sen Sami Efendiyi nerede buldun? Dedi ki Mustafa Efendi, ben Mısır’da okudum dedi. Orada meşayıh diyorlar, çok meşayıh var dedi. Hiçbirisini de benim gönlüm tutmadı dedi. Buraya geldim dedi, bir mürşide intisap etmeden olmayacak dedi. Ne kadar hoca olursan ol, bir mürşide muhakkak intisap et-mek gerekiyor dedi. Ondan sonra burada Rıza Çöllü hocanın dünürü var, Osman Efendi. Burada dedi berber var dedi. Os-man Efendi hafız, hoca. Dedi ki ders alacağız. Osman Efendi, İskender Paşa’daki Mehmet Efendi’ye müntesip ya. O istiyor ki İskender Paşa’daki Mehmet Efendiden ders alayım. Bir de Çankırı da Hilmi Efendi vardı. Belki duymuşunuzdur.

–Astarlızade. Muhammed Hilmi.–Evet. Dergâhına gittik, gördük. Hilmi Gökçınar vardı. Bu

ismi aldı, babası rahmetullah... Buradan çıktık Çankaya’ya vardık dedi. Mübarek bizi çok güzel karşıladı. Orada bir gün yattık. Hadi ne yapalım, buradan doğru İstanbul’a gidelim. İstanbul’a gittik dedi, İskender Paşa camisine, onlar sabahle-

Page 179: Visâle yolculuk

MUSTAFA ALTINOLUK’LA YAPILAN MÜLAKAT 179

yin hatme yaparlar, her namazdan sonra, bilmem şey ettiniz mi? Hatme yaptılar dedi. Her gelenle görüşüyor, konuşuyor dedi. O şey bittikten sonra dedik ki diyor hadi şimdi Sami Efendi Hazretlerine gidelim. Oraya vardık diyor, Sami Efen-di Hazretlerine diyor, bizim berber efendim biz ders almaya geldik diyor, böyle atılıyor. Dedi ki diyor, evladım dedi di-yor, biz de istihare veririz, istihareden sonra. Sünnet budur diyor. Tuttu istihare verdi diyor. Kapının ağzına çıktık diyor. Osman Efendi elini böyle vurdu diyor, vallahi mürşidi kâmil bu dedi diyor. Abdullah hoca diyor ki bende hiç kelam yok di-yor. Hemen elini vurdu, vallahi mürşidi kâmil bu dedi diyor, Efendi Hazretleri için. Eve vardık diyor, istihare yaptım diyor. İstiharede hani Bursa’da Ulu cami gibi bir cami var ya, o cami diyor, tıklım tıklım ahali dolu diyor. Rüyamda diyor. Kürsü boş diyor. Dedim ki diyor bu kürsü? Dediler ki diyor bura-ya Sami Efendi Hazretleri gelecek vaaz edecek. Bir de baktım Efendi Hazretleri çıktı geldi kürsüye diyor, oturdu. Tuttu bana diyor, ilk defa adap risalesi... Şam’da basılmıştı. Tuttu bana adap risalesi verdi diyor. Kürsüden diyor. Hemen kalktım di-yor İstanbul’a vardım diyor. Sormadı diyor, istiharen ne çıktı diye. Bana direk vazife verdi diyor. Sami Efendi diyor. Ondan sonra dedi ki diyor Abdullah Efendi, İstanbul’a geldiğinde hiç aracıya lüzum yok, direk kapıyı çalar gelirsin dedi diyor.

–Bunu diyen?–Abdullah İşler hoca diyor. Sami Efendimiz diyor. Benim

de içimden geçti ki diyor Efendi Hazretleri ile musafaha yap-sak. Sami Efendi Hazretleri kapıda karşılardı, kapıya kadar yolcu ederdi. Daha bir gün hanımına sırtını dönüp yatmamış. Kapıyı çalmadan hanımının yanına varmazdı Sami Efendi Hazretleri. Yani acayip. Şu elinde bir şey var, yalayacaksa sağ eline alıp öyle yalarmış. Ya mübarek. İçimden geçti ki diyor bir sarılsak birbirimize. Gel dedi diyor Abdullah Efendi bir

Page 180: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 180

sarılalım diyor. Abdullah hoca yemin ediyor ki diyor vallahi kalbinin Allah dediğini kulağımla duydum. Ondan sonra ay-rılıyor.

Bir gün, hiç unutmam, A... Topbaş’ın evinde sohbet ya-pıyor, bayram sohbeti. O anda da Abdullah hoca geldi ama sohbet bittikten sonra geldi. Rahmetullah Ömer abi evinden çıktı, devlethaneye geliyor, tam o şeyin orada, Abdullah ho-canın orada, hemen ben Ömer abiye dedim ki abi dedim, Ankara’dan Abdullah hoca geldi, Efendi Hazretleri. Tamam kardeş bitti bitti dedi. Yahu taksi ile gelmişler. Burada Şaban Efendi vardı. Pamukçu Şaban Efendi, Demirezen, o, Kayseri’li Mehmet Fidan, bunların üçü bir gelmişler bayram diye. Bana dedi ki Mustafa Efendi hiç zorlama dedi Abdullah hoca. Ora-dan arabayı döndürdü Ankara’ya döneyim diye. Gece rüyam-da diyor Efendi Hazretleri sarıldı öptü diyor, sanki ziyarete, inan anlatıyor ki görsen. Acayip yani. Sami Efendi Hazretleri bambaşka idi.

Hani evliyalar biliyorsun bir doğuştan oluyor bir de çalış-makla oluyor değil mi? Birine kespî diyorlar, birine vehbî di-yorlar. Bu üstadımız Sami Efendi doğuştan. Abdülkadir Gey-lani Hazretleri gibi, Mevlana gibi değil mi? Doğuştan evliya idi. Acayipti yani.

Hele bir gün Suudi Arabistandayız. Hiç unutmam. Yarın falan Arafat’a çıkacağız. Sabahleyin Allah razı olsun Kırşehir-li kardeşlerimizden, geliyorlardı böyle, oturuyorlardı. Tam o Altın oluğun karşısında müezzin mahfili vardı, gittin belki görmüşsündür. O Türklerin hep oturduğu yerdi. Sonradan oraları yıkıldı, müezzin mahfilini karşıya aldılar ya. Oturdu, biz de oturuyorduk. Efendi Hazretleri geldi. Yalnız o ayrı-lan yere birisi geldi oturdu. İhvan deli oluyor. O anda Musa Efendi Hazretleri durun dedi, dokunmayın. Oradan bir Suri-yeli mürşid imiş, Arapça ona dedi ki kalk bak buradaki ahali

Page 181: Visâle yolculuk

MUSTAFA ALTINOLUK’LA YAPILAN MÜLAKAT 181

hep bekliyorlar dedi ve adam kalktı oraya geldi Sami Efendi oturdu. Namaz biter bitmez orada ne kadar Arap varsa Efendi Hazretlerine hücum ediyorlar. Zaten kâğıt gibi. Musa Efendi diyor ki ihramı tutturamıyoruz diyor. Yok ki kemikler, erimiş diyor. İğne ile falan zor tutturuyoruz diyor rahmetli. Fakir de o zaman gençti işte, 30 - 35 yaşında idim. Hemen tuttum yar-dım ettim. Allah inandırsın, ayrılırken şöyle bir döndü tevec-cüh etti şöyle, inan sanki dünyalar benim oldu.

Fakirin de ders almam çok enteresan. Burada Hacı Hasan Efendi var. Gölbaşında. Gölbaşında Hacı Hasan Efendi’de bir kadın varmış, bizim hanıma ders tarif etmiş. Bizim hanım gece kalkıyor çekiyor. Hiç sesimi çıkartmıyorum. O da nakşî tabi. Onun müridlerinden birisi, benim de o zamanlar dükkânım var. İlle seni Bursa’ya götüreyim dedi. O Hacı Hasan Burkay, şimdi değiştirdi dünyasını. Olur dedim. O zamanlar daha bi-zim Mahmut kucakta yani. Dedim Mahmudu da alayım kuca-ğıma Bursa’yı görsün. Ne zaman gideceğiz? Çarşamba günü gideceğiz. Adam Çarşamba gününe bilet ayırttırmış. Bursa’ya gideceğim ders almaya. Bir hastalandım, üzerine afiyet, bir hastalandım. Yatakta yatıyorum ama duramıyorum. Hacı an-nen diyor ki, ne duruyorsun, kalk diyor. Ölüyorum gidecek dururum yok. Gidemedim. Adam gitti geldi, bana bir surat ediyor. Yahu söylüyorum, inanmıyor. Kardeşim hastalandım diyorum. Gidemedik oraya. En sonunda Lütfü Efendi. Allah selamet versin, çok iyi bir kardeş. Evliya’ya inanır mısınız. O Ali hoca. Bunlarla tanıştık ya. Onlar da dersli bizden önce. De-diler seni İstanbul’a götürelim. Olur dedik biz de İstanbul’a gidelim dedik. Hoca efendilerden bir tanesi tutmuş bana fotör almış. Hiç hâlbuki ben hayatımda fotör giymiş insan değilim. İstanbul’a giderken fotörü kafaya koyduk. Cahillik bambaşka bir şey. Buradan İstanbul’a gittik, çok uzun yolculuk. Trenle. Lütfü Efendi, Ali hoca, ben. Üçümüz oraya vardık. Oraya varır

Page 182: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 182

varmaz, Efendi Hazretleri İstanbul’da bir abinin muhasebesi-ne bakıyordu. Onun orada yazıhanesi var, yazıhanesinde ih-vanla görüşüyordu. Oraya vardım muhterem, bir baktım ora-da bekleyenleri, Allah inandırsın, pırı pırıl pırıl, hepsi evliya ya. Şaşırdım. Fotörü attım nereye kayboldu ise kayboldu gitti. Fotör gitti. Utandım onları görünce. Hatta bir Kurmay Binbaşı Efendi Hazretlerinin yanına çıktı, ziyaret etti. Baktım elimi-zi öpmeye kalkıyor. Derken, ziyaret edenler hep dört köşe zevkle gidiyorlar. Öğle namazı yaklaşıyordu, oradaki Musta-fa Alender abi, onun dükkânı idi işte, Tahtakale’de hırdavat dükkânı vardı. Hemşeri, Kayserili bizim. Hadi çık dedi bana, oraya çıktım Efendi Hazretlerinin yanına, beni sordu, istiha-re yaptı mı dedi, hâlbuki bilmiyorum istihare falan. Yaptım dedim. Görüşürüz inşallah dedi, vakit yaklaştı dedi, Efendi Hazretleri aşağı indi, abdest aldı, camiye gitti. Bize Lütfü hoca ile Ali Hoca dedi ki Efendi Hazretleri istiharesiz vermez dedi. Niye söylemediniz dedim. Öyle bir zor geldi ki. Bursa’ya gittik oradan ders alamadık, buraya geldik buradan ders alamadık. Dedim şimdi kendimi gideyim denize atayım dedim. Vallaha. O kadar içlendim. Camiye gittim namazı kıldım geldim de-dim ki ne pahasına olursa olsun dedim gene çıkacağım dedim. Camiden çıktık geldik tabi Efendi Hazretleri gene görüşüyor. O Alender abi, yahu çıksana dedi. Çıktık, sormadı istiharen ne diye bana, Allah dostu evliya ya. Bana istihare tarif etti. İstiha-reden sonra ismimi sordu. Ne güzel isminiz var dedi Mustafa diye. Bir teveccüh etti şöyle bir baktı, Allah inandırsın küçük yazıhane, nasıl tarif etsem, şunun yarısı kadar, kapıyı göremi-yorum, kendimi, nasıl bir cereyana çarpılır, kapıyı bulamıyo-rum ya. Mübarek kapıyı açtı, gösterdi.

–Kaç yaşındaydınız o zaman? –Vallaha o zaman 30, 31, 32 yaşındayım. Hemen hemen işte

50 seneye yaklaşıyor bizim ders almamız. Ondan sonra gittik

Page 183: Visâle yolculuk

MUSTAFA ALTINOLUK’LA YAPILAN MÜLAKAT 183

gittik geldik. Ondan sonra, istihareden sonra vardık dersimi-zi aldık. Değiştirdik elhamdülillah. Bir hayli dersimizi Sami Efendi uzattı. Sami Efendi Hazretlerinin hali bambaşka. İsti-haresiz çok az ders verirdi.

–Erbil amca Ankara’da görevli iken Sami Efendimiz Ankara’ya geldi gitti değil mi?

–Tabi. Buraya Sami Efendi Hazretleri geldi. Burada Hacı Harametler vardı. Kendileri Çamlıdere’li, ev çok müsaitti. Üs-tadımız mümkün mertebe maddi durumu iyi olanların evleri-ni tercih ederdi biliyor musun? Adamlar, işte, bir hafta on gün kadar kaldı burada. Bütün ihvan yığıldı böyle.

–Erbil abinin üstadımız karşısındaki hali hareketi tavrı?–Başka. Üstadımıza karşı bambaşka. Çok teslimiyetliydi.

Erbil abi bambaşkaydı üstadımıza karşı. O kadar iyiydi. Erbil abiyi de üstadımız çok seviyordu. Dergâhta yetişmişler bera-ber ikisi. İkisi hemen hemen aynı emsal sayılıyorlardı. O ka-dar çok severdi üstadımızı. Onun hayatından bahsederdi. Pir Hazretlerinden bahsederdi. O zehirlenmesinden falan. Acayip şeyler anlatırdı. O kadar güzel menakıp anlatırdı. Aynı yaşı-yormuş gibi. En nihayet Efendi Hazretleri gidecek buradan. Ev sahibi efendim bu dediler, tanıştırdılar. Şöyle yaptı, Allah sizden razı olsun dedi. Duaya bak. Allah sizden razı olsun dedi. Daha bundan büyük dua mı olur ya. Daha ne diyecek çekti gitti. Arabaya bindi. Böyle gidiyorum işte araba ile, ge-linin birisi o şeye gelmiş. Efendi Hazretlerinin, tutmuş Efendi Hazretleri ona para vermiş, o kadar, dur demiş dur, kalkmış para vermiş. Çok bambaşkaydı. Bir haccımız beraber geçti.

Hele Rıza hoca anlatıyor, diyor ki, Efendi Hazretleri ile be-raber hacdayız diyor. En son bir veda tavafı olur. Şöyle ka-labalık diyor. Efendi Hazretlerinin yanındayız diyor. Dedi ki hadi veda tavafı yapalım. Ben söyleyemiyorum diyor, gücüm yetmiyor diyor tabi Rıza Hoca. Ezerler diyor Efendi Hazretle-

Page 184: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 184

rini. Şöyle kalabalık diyor. Yeminle söylüyor Rıza Hoca. Valla-hi ayrıldı diyor ortalık diyor. Efendi Hazretleri tavaf etti. Rıza hoca ağzı ile anlattı. Aklın durur anlatsa. Rıza Hoca da çok teslimiyetlidir. Tahir hoca öyle diyor. Hocanızın nimetini bilin diyor, hem hoca âlim diyor hem de derviş diyor. Tahir hoca bambaşkaydı.

Hacı Hasan Efendi vardı. Belki duymuşsunuzdur. Yahya-lı Hacı Hasan Efendi. Onunla biz köprüydük. Buraya gelirdi. Bütün organize ederdik. En son işte kopmalar oldu. Oğlu Ali Ramazan. İlahiyatçı. Bizim fakirhaneye geldi, yattılar. Bura-dan İstanbul’a gittiler babası ile beraber. Sami Efendi Hazretle-ri ona ders vermiş. Hacı Hasan Efendi dönüşte geldi. Mustafa Efendi dedi. Bizim Ali Ramazan’a ders verin dedi. Ondan son-ra kendi kendilerine mürşitliklerini ilan ettiler, hâlbuki öyle bir şey yok. Babası çok güzel sohbet yapardı. Böyle kalbini elinde gezdirirdi, o kadar güzel sohbet yapardı. Sohbette onun üzerine yoktu. Kuranı Kerimde Rıza Çöllü’nün üzerine yok-tu. Vaazda da Tahir hocanın üzerine yoktu. Bizim yetiştiğimiz zamanda. Hakikaten öyle. Tahir hocanın üzerine yoktu. Rıza hoca da çok güzel Kuran okurdu. O da çok güzel sohbet ya-pardı. Bir gün diyor İstanbul’a gittim diyor Hacı Hasan Efen-di. İstanbul’a vardım diyor, Efendi Hazretleri gelecek, gelecek, gelecek. Bir haber geldi diyor. Gelemeyeceğim, sohbeti Hacı Hasan Efendi yapsın diye. Hacı Hasan Efendi tipi biraz köylü, herkes onu hafif görür. Ben diyor fişe soktum diyor, öyle oldu ki diyor millet mest oldu diyor. Çok iyi bir şey teslimiyet.

Gölbaşındaki kardeşler hep o Yahyalı emmi diyorlar, hal-buki burada, buraya gelseler, Hacı Abiye, daha güzel olur. Hep oraya yöneldiler. Gölbaşında bir Mehmet Çelik abi var. Hacı Hasan Efendi dünürü oluyor onun. O da şey yapınca. Hatta rahmetullah Musa Efendi Hazretleri kızdı. Gölbaşına gelirken Konya’ya uğradı. Dedi ki kardeş dedi, sizin dedi şe-

Page 185: Visâle yolculuk

MUSTAFA ALTINOLUK’LA YAPILAN MÜLAKAT 185

yiniz Ankara ile. Kemal abi vardı o zaman. Bir tanesi gelmedi. Ondan sonra biz de koptuk. Onlar da bu tarafa gelmedi. Zor yani. İnsan biraz derslilerle değil mi, hali değişiyor. Hâlbuki insan yükseldikçe aşağı olacak ki değil mi? Tarlada bugün buğday başak verdiği zaman ne yapıyor, başını eğiyor. Bugün elma armut dallarında olduğu zaman dalını eğiyor. İnsan da böyle makam sahibi olduğu zaman bir şey olduğu zaman... O bakımdan biraz zor yani. Biraz dersi ilerleyen kardeşlerimiz falan. Zor yani. Allah bu yoldan istifade etmek nasip etsin.

Bir gün hiç unutmam Efendi Hazretlerinin damadı Ömer Kirazoğlu vardı. Bu Yenimahalle’de bir binbaşı abi vardı. Bin-başı, ihvanımızdan. Onun evine geldik. Sohbet ediyor. Dedi ki, yeminle söyledi, kardeşler dedi, verilen dersi çekiyorsanız, yeminle söylüyorum dedi, Allah rızası için, vallahi dünyada cennet hayatı yaşıyorsun, hakikaten öyle. Verilen dersi gece kalk çek, vallahi kabına sığmazsın, cennet hayatı yaşarsın. İna-nın hoca efendi, kesinlikle söylüyorum. Çok rahat edersin.

Allah sizden razı olsun, bize şeref verdiniz, gözümüzü gönlümüzü açtınız. Böyle günler su gibi akıp gidiyor. İşte di-yorum ya belini kırarcasına geçireceksin hoca efendi bir şeyi. Geçirmezsen merhale atlayamazsın. Rıza Hoca o ders alan hocaya bir laflar söyledi. Hocam kabul dedi. Hakikaten öyle. Muhakkak bir şey geçireceksin. Sonu düz evvel Allah. Sonu çok rahat. İnşallah hepimiz böyle istifade edelim.

–Erbil abi ile sizin tanışmanız?–Erbil abi ile bizim tanışmamız, ihvan olunca, Lütfü efendi,

Ali efendi işte dünyasını değiştirdi. Tabi bunlar ihvandan ya. Bizim burada da sohbet oluyor, devamlı şey yapılıyor. Ondan sonra Erbil abi buranın şeysi olduğu için, hem de hemşerilik vardı. Erbil abi ile hemdem olduk. Öyle tanıştık. Erbil abi ile tanışmamız böyle oldu. Lütfü efendi, Ali abi ile. Her zaman

Page 186: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 186

sohbete devam ediyorduk, hiç ayrılmıyorduk. Makamı cennet olsun, Erbil abi çok çok iyiydi.

–Yemek yeme adabı özellikle Erbil abinin?–Acayip bir hali vardı.–Sohbetlerde yemek ikramı oluyor muydu?–Yok. Yemek ikramı olmuyordu. Sadece pasta, börek bir

şey yapılıyordu. Hatta derdi ki mübarek, yağ dervişi olma-yın, hal dervişi olun derdi. Yiyin bu Allah’ın nimetleri derdi. Dervişi bir hali var bir de çayı var hesabına. Öyle derdi. Yiyin derdi hal dervişi olun yağ dervişi olmayın derdi.

–Yani yiyin anlamında mı?–Yiyin. Tabi feyz olur yemek. Yani hal dervişi olun, yağ

dervişi olmayın derdi. Bu Allah’ın nimetleri derdi. Çok mü-barek bir insandı. Edepli terbiyeli. Allah şefaatinden mahrum etmesin.

–İş hayatı ile ilgili bildiğiniz bir şey?–İş hayatı işte, Erbil abi maliyedeydi. Hatta en yüksek de-

receden emekli oldu Erbil abi. Biz layık olmadığımız halde yatırıyorlar derdi. Hatta bir gün Erbil abi ameliyat olacakmış. Efendi Hazretlerine soruyor, ol diyor. O birinci ameliyatı. Yemin ediyorum, bir ara ameliyat oldu, Efendi Hazretleri o zaman müsaade etmiş, ol demiş. Yemin ediyor, diyor ki val-lahi de billahi de diyor, ameliyat olana kadar Efendi Hazret-leri yanımdaydı diyor. Hatta elbisesini de söylüyor rengi de şöyle diyor. Şu kül renginde elbisesi vardı diyor. İkinci sefer prostattan olma demişti. Prostattan ameliyat oldu, yanıma hiç gelmedi diyor. O prostat ameliyatından sonra, aldı götürdü onu, öldü. Onun gözünde gönlünde şey vardı Erbil ağabeyin, Erbil’e gitmek vardı. Pir Hazretlerinin dergâhına. Kafasında oraydı. Hatta bizim burada bir kardeşimiz vardı. Onunla bera-ber hacca gittiler. O Kürtçe biliyordu. Erbil Efendi, Tahal Hariri Hazretleri, bunlar kürt ya, Tahal Hariri, Esat Erbil Hazretleri.

Page 187: Visâle yolculuk

MUSTAFA ALTINOLUK’LA YAPILAN MÜLAKAT 187

Biz gittik oraya elhamdülillah. Erbil’e gittim. Erbil’e nasıl gittik biz buradan. Rahmetli Elibol abi falan otobüs önümüzdeydi. Yasak oraya girmek. Vardık. Erbil’e gittik oradan Musul’dan. Adam bizi çevirdi. Nereye dedi. Yasak burası dedi. Ya gidece-ğiz bizim üstadımız. Elma verdik adam, elma verince gevşedi. Dedi ki gidin ama dedi, beni söylemeyin dedi. Oraya vardık. Caminin dibindeyiz. Lisan bilmiyoruz. Nerede olduğunu bilmiyoruz. Namazı kıldık. Caminin imamı çok anlayışlı bir adam, o da dervişmiş. Hemen anladı. Sorduk ki Esad Erbili. Hemen bildi. Tamam dedi, halas. Aldı bizi kendi dergâhına götürdü. Esad Erbil’in oğlu Halil Efendinin şeyine. Orada çay içtik sohbet yaptık.

–Kim vardı o zaman dergahta?–Tabi oranın vazifelisi vardı–Başka yoktu?–Tabi. Ama Esat Efendinin dergâhı olduğu biliniyordu.

Hemen cami imamı bildi zaten Esat Efendiyi. Allah nasip etti Erbil’e de gittik. Nasip olunca oluyor. Arabistan’a her sene gidiyorduk. 20 - 21 sefer gittim. Elhamdülillah. Allah size de gitmek nasip etsin. Hacı anneni de götürdüm hep beraber git-tiğimizde. Benim oğlan gitti oraya. Torunları götürdüm. Do-yulmuyor oraya. Allah ayağımızı kesmesin oradan. Tahir hoca da gidelim gelelim burada ölelim diyordu.

–Erbil abi ile bir hac yolculuğunuz falan oldu mu?–Yok olmadı. –Başka bir yerlere yolculuğunuz oldu mu?–Yok olmadı. Mesela Tahsin Yaprak hoca ile oldu. Rıza Çöl-

lü hoca ile oldu. Erbil abi ile olmadı. Erbil abi ağır başlı bir adamdı. Erbil abinin yanına varamazdık ki biz. O kadar kolay, hiç. Çok çekinirdik çok. Hep biz çekinirdik ondan. Onu gör-düğümüzde kaçacak delik arardık yani. O kadar sert meşrepli acayip bir insandı yani. O kadar feyizli bir adamdı. Bambaşka

Page 188: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 188

idi. Diyorum ya Rıza hocaya dedim, hocam böyle böyle dedim. Vallahi Mustafa Efendi ben senden fazla korkuyorum dedi.

–Şimdi bu Albay abi mi sert yoksa Mustafa Erbil abi mi sert?

–Albay abi nerde. Albay abi de sert ama Erbil abiyi tutmaz. Erbil abinin hali bambaşka idi.

–Albay abi de sert yani?–Sert o da sert. Asker kökenli olduğu için. Olur o kadarcık.

Allah selamet versin hizmeti büyük. Her baba yiğidin karı de-ğil. Ankara’yı ihya etti. Son geldiğinde Musa Efendi Hazretle-ri, Albay abiden önceydi, dedi ki yazık dedi Ankara’ya dedi. Bu kadar başkent dedi. Çok az kardeş var, ihvan var dedi.

–Ne zaman dedi?–Bunu daha Albay abi gelmeden önce söyledi. Kızdı yani.

Bu kadar kalabalık Ankara dedi, çok az ihvan var dedi. Haki-katen doğru yani. İşte bu Rıza Hocanın. Albay abinin şeyine geçtikten sonra Ankara ihya oldu yani. Çok genişledi. Ankara çok iyi oldu. Valla hoca efendi iki rekât namaz kılsam bütün ihvana, üstadımıza dua ederim. Şimdi bu kolektif bir çalışma oluyor. Gece kalkıyoruz sen uyuyorsun belki ama ben senin için dua ediyorum. Allah şahit dua ediyorum senin için. Her yönüne dua ediyorum. Yani bu kazanç oluyor topluluk olu-yor. Allah ayırmasın yani. O kadar iyi bir şey. O bakımdan Allah’a şükür, ne kadar Allah’a hamd etsek az yani. Öyle di-yor, yatan diyor kalem cari olmaz diyor ama sen kalkıyorsun değerlendiriyorsun, kardeşlere dua ediyorsun, o da sana dua ediyor. Çok iyi bir şey bu. Müminin mümine duası müstecap-tır. O bakımdan elhamdülillah hep birbirimize dua ediyoruz.

Bir gün, hiç unutmam rahmetli Mahir abi vardı. Burada öğ-retmen emeklisi. Mahir Doğruyaş. Bize misafir oldu geldi yat-tı. Sabahleyin kalktı. Hacı annen diyor ki, sen diyor mutfakta ne yaptın diyor. Yahu bir şey yapmadım. Yahu diyor sen mut-

Page 189: Visâle yolculuk

MUSTAFA ALTINOLUK’LA YAPILAN MÜLAKAT 189

fakları karıştırmışsın, bir şeyler almış yemişsin. Benim âdetim değil dedim ya. Adam gece kalkmış, üç ayları tutuyormuş o. Mutfakta ne bulduysa yemiş. Diyor ki teklifsiz mutfakta di-yor dört tane ekmek alsın yesin. O kardeşimiz gece kalkmış, ne bulduysa yemiş. Bize söylememiş. Allah razı olsun. O da dünyasını değiştirdi. Hemen hemen bizim tertipten kalmadı desem, kalmadı. Hayırlısını versin. Yani diyeceğim kardeş kardeşe teklifsiz olacak. İyi olur.

–Erbil abinin sözlerinden böyle hatırladığınız, aklınızda?–Hani malumunuz ihvan ihvanı çok sever. İhvan ihvan-

da fani olacak. Ondan sonra üstatta fani oluyor ondan sonra iki cihan serverinde ondan sonra Allah’ta fani oluyor. Mürşi-di kâmil olmak için. Tabi ilk başta ihvan ihvanı çok sevecek. Muhabbet çok iyi bir şey. Erbil abi hani iple çekerdik sohbet olacak günü. Vallahi böyle inan olsun. Bir gün bir hoca efendi vardı. Ali hoca dedi ki bunu alıp götürelim dedi. Peki dedi. Erbil abinin sohbetine götürdük. O hocayı görünce Erbil abi sohbet yapmadı. Ve bize kızdı. Niye getiriyorsunuz dedi. Ben getirmedim. Hâlbuki başka bir kardeşim, hoca vardı. Haki-katen sohbetçiye sormadan birisini götürmemek lazım. Yani insan karşı oluyor şey yapıyor, huzuru olmuyor. Baktım Erbil abiye adamı iteledi, çıkardı dışarıya ondan sonra acayip oldu yani. Bunu gözümle yaşadık yani. Tabi onun keşfi kerameti açıktı. Erbil abi bambaşka bir insandı. Allah şefaatinden mah-rum etmesin. Çok büyük adamdı.

Bir gün Bursa’ya gittik işte. Çekirge’ye vardık. Musa Efen-di dedi ki Efendi Hazretleri 40 senedir gece uykusu uyumaz dedi. Gece dedi Sami Efendi Hazretleri hep murakabe halin-de dedi. Abdest alırdı yatsıdan sonra sabaha kadar murakabe. Yatsıdan sonra aldığı abdest ile sabah namazını kılardı dedi. Biz de tabi vardık sabahleyin. Musa Efendi dedi ki kardeşler dedi Efendi Hazretleri, bu kaylule uykusu diyorlar. Sabah na-

Page 190: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 190

mazından sonra yatıyorlar, biliyor musun? Kaylule uykusu. Hep Allah dostları öyle yaparmış. İki saat üç saat işrak kıldık-tan sonra. İşrak kıldıktan sonra biliyorsun çok sevabı var. Eğer ders görüşmek istiyorsanız dedi ben odaya geçeyim dedi ge-lin görüşelim dedi. Bizim de burada köşede bir arsamız vardı. Kafamıza yattı o zaman. Müteahhite verelim mi vermeyelim mi şunu edelim bunu edelim falan. Biz Musa Efendi ile ders görüşmeye girdik. Hiç dersimizi sormadı. Dedi kardeşim ver gitsin dedi ya, ne kafanı yoruyorsun dedi. Vallahi böyle abdes-tim var. Allah şefaatlerinden mahrum etmesin. Ondan sonra huzura kavuştuk inan, samimi söylüyorum. Efendi Hazretleri Kayseri’de kaldı bir zamanlar. Sami Efendi. Damadı da Kay-serili İbrahim Kirazoğlu vardı ya Ömer Kirazoğlu. Kayseri’de âlim bir hocanın oğludur. Ömer Kirazoğlu. Onun damadı idi. Bir kızı vardı Efendi Hazretlerinin. Böyle bağlar vardı bizim Kayseri’de. Sami Efendi Hazretleri bağda sohbet yapıyor. Bir kardeşimiz de öğlen veya ikindiye doğru sohbete varıyor bir bakıyor ki ihvan bir halka olmuş sanki hepsi birer taş. Üzerle-rine kuş konsa sanki. Buradan varan kardeşlerimize demiş ki ben bunlara layık mıyım. Şuraya bak demiş. Bir köşeye otur-muş böyle. Tabi bu sohbet yapılan yerin aşağısında da bir tren yolu gidiyormuş. Tam o sohbet esnasında tren gidiyor. Demiş ki, bu tren takılanların hepsini götürüyor demiş. Kimisi dolu kimisi boş demiş. Ama menziline götürüyor demiş takıldıktan sonra. O kardeş de oh ya şükür demiş. Biz de demiş memnun etti demiş takıldı geldi.

Abdullah hoca da öyle, âlim ya kendisi. Bazı diyor muallâk meseleler var diyor. Varınca inşallah şunu sorayım derim di-yor. Her sohbette benim bütün muallâk meselelerin hepsini halleder der. Abdullah hoca bunu ağzı ile söyledi. İyi teslimi-yetli bir abi ya Abdullah hoca. Büyük adam. Çok. Bulunmaz bir hoca. Çok güzel burada bantları var hoca efendi. Vallahi

Page 191: Visâle yolculuk

MUSTAFA ALTINOLUK’LA YAPILAN MÜLAKAT 191

içim gidiyor ya. O kadar güzel yani. Baki Efendide de var 120 tane bantı Abdullah hocanın. Bende de var, ayırdım buraya. Cd haline getiriyorlarmış. Kardeşler istifade etsinler. Tahir ho-canın 52 tane bantı var. Bak bende de var. Onu Baki Efendi şey etti. Aldım ben yaptırdım. Bak burada, istediğim zaman dinliyorum. Hatta iki üç banta da alıyorlar öyle. Keşke onu şey yapsalar da istifade etseler yani. Abdullah hoca çok çok çok âlim.

Bir de Sami Efendi Hazretleri ile bir hatıramız var, onu da anlatayım çok enteresan. İstanbul’a gittik tabi, ilk zamanları. Yahu hoca efendi cahillik kötü bir şey ya. İlk zamanları bam-başka oluyor. Ama insanda cahillik var ya kaybediyorsun. İlk zamanları acayip. Buradan koştum İstanbul’a vardım. Gün-lerden Cuma idi. Tabi taşradan gelen çok oluyor. Tabi orada adamları doyuyorlar. Ona varıyorum o söylemiyor ona varı-yorum o söylemiyor. Bu Allah selamet versin, Hikmet Efendi, çok cömerttir. İhvanı sever. Bir de baktım karşıdan geliyor. Hikmet abi dedim. Buyur kardeş dedi. Hoş geldin falan. Abi dedim, Efendi Hazretlerini görmek istiyorum, geldim dedim. Falanca camiye git, yukarı çık otur dedi. Hani yukarısına ne diyorsunuz caminin, terası mı diyorsunuz? Oraya çıktım otur-dum. Bekliyorum, bakıyorum. O caminin imamı da kardeşler-denmiş. Hafız kendisi. Böyle bakıyorum. Ne zaman gelecek. Tam namaz artık şey etti. Bir de baktım Sami Efendi Hazret-leri. Yanında Musa Efendi Hazretleri. Muhterem. Aman Alla-hım ya Rabbim. Şaşırdım. Hemen yanında. Sami Efendi, Onun yanında Musa Efendi Hazretleri. Cumayı beraber kıldık. O ka-dar hoş oldu, o kadar hoş oldu. Bazı üstatlarımızın eli ağırdı. Ders görüşmeye gittiğimiz zaman teveccüh ederdi biliyor mu-sun ihvana. Bir hayli istifade oluyor tabi. Alemdar abinin ya-nında bir ders görüşmemizde böyle karşısına aldı bizleri şey

Page 192: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 192

yaptı. Velhasılı kelam çok hatıralar var. Allah şefaatlerinden mahrum etmesin.

Ama kesinlikle söylüyorum bu hizmet yolu hoca efendi. Hep hizmetle alınıyor. Kim hizmet ederse en sonunda ona hizmet ediliyor hem de istifadeye vesile oluyor. Hizmet ede-ceksin. Onu bunu bilmem. Hizmet edene hizmet ediliyor. Musa Efendi Hazretleri hep hizmetten aldı yolu. Nasıl hizmet etmek ya. Koskoca o kadar fabrikatör adam. Sonra üstadımız Osman Efendi, siz gitmediniz ama Medine’de sofra açılıyordu. Musa Efendi sofra açarsa iki üç sofra açıyordu. Onun sofrasına herkes doluyordu. Haydi, Osman Efendinin sofrasına diye. O zaman daha mürşid değildi. En son fakir oradaydım ben de Musa Efendi Hazretleri vazifelileri topladı, benden sonra yeri-me dedi Osman Efendi dedi. Albay abi dedi ki fakire, Mustafa Efendi dedi Efendi Hazretleri dedi şey yaptı dedi hep biz de biat ettik dedi. Hiç karşılık yok dedi. Osman Efendiye orada. Medine-i Münevvere’de oldu. Hatta bir kardeşimiz vardı. Bu-rada Haymanalı Ömer Efendi var, tanıyor muydunuz?

–Evet. Rahmetli oldu.–Onunla bizim beş altı yolculuğumuz vardı. Ona da ders

almasına ben vesile oldum. Efendi Hazretlerini görmüş şeyde Arabistan’da, döne döne arıyordu. Aldım Rıza hocaya götür-düm. Rıza Hoca hazırlık dersi verdi ondan sonra ders aldı. Halli bir kardeşti hakikaten. Allah selamet versin. Çok müba-rek bir abi idi. Onunla beş altı sefer umre yolculuğumuz vardı. Onun hanımı ile falan hacı annen gitti geldi. İyi bir kardeşti, halliydi. Ondan sonra onu vazifelendirdiler Haymana’ya.

Antalya’da da Sadık hoca var, Sadık Üzer. Onunla da çok hukukumuz var. Anlatmak lazım. Milli eğitim müdürü idi. 15 - 20 günde gelir buraya. Hac yolculuğumuz var, umre yol-culuğumuz var. Onunla bir umreye gittik enteresan çok. Ben bilmiyorum. Bana telefon etti. Mustafa Efendi bizi al dedi

Page 193: Visâle yolculuk

MUSTAFA ALTINOLUK’LA YAPILAN MÜLAKAT 193

seni de alacağım dedi, hacı annen, dördümüz gideceğiz dedi. Olur dedim. Para dedi yok dedim benzine ortak olursun. Peki. Adam ehliyeti yeni almış kötü bir araba ile çıktı geldi. Ben bil-miyorum onun böyle olduğunu. Burada Ramazandı. Çıktık. Acemi şöför. Aman Allahım ya Rabbim. Buradan Arabistan’a gidene kadar hal geldi başımıza. Hiç unutmam İlgin’e vardık İlginde dediler ki arabayı kanala çek dediler. Oranın gümrük memuru, altına bakacak. Adam kanal indi kanala düştü. Ara-ba aşağı indi bağırıyor. Hemen tuttular çıkardılar. Araplar benim yakama yapışıyor. Bu diyorlar şeyyah. Arapça şöföre şeyah derler. Acemi diyor. Ölürsün gitme diyor bana. Nasıl gitmeyim. Neyse çok daha uzun yolculuğumuz. Gittik geldik. Buradan Antalya’ya varmış. Bana sordular dedim böyle kana-la düştük. Yahu hacı abi diyor bu kadar gittik götürdüm seni diyor adam diyor ki suçum ne söyle bana diyor. Çok hoş bir insandır. Beceriklidir. İstanbul’daydı onun evine misafir ol-duk. İyi bir kardeştir Allah selamet versin. Becerikli.

Valla hoca efendi burada, Allah gecinden versin ölüm var. Hep duam şu, Allah orada Allah dostları sürüsünden ayırma-sın. Orada inşallah çok mühim. Çünkü Allah için seviyoruz. Buraya gelmemiz gitmemiz valla hiç, rızasından başka bir şey yok. Ben öyle tahmin ediyorum ki Allah’tan başka hiçbir şeyi-miz yok. Onların hali bizimle burada beraber oluyor. Yani bu ebediyete kadar gider. Menfaatçiye sevgin menfaatinin bittiği yerde kopar. Ama Allah için sevince kıyamete kadar gider in-şallah. Birbirimizi Allah için seviyoruz. O Sadık hoca 15 günde 20 günde 3 - 4 tane arkadaşı ile beraber gelirdi. Yatılı böyle, canı gönülden hizmet. Hem de böyle derdi, aman sofranız zengin olsun derdi. Allah selamet versin. Bir oraya gittik, Antalya’ya gittik, onlar buraya derken. Afyon’da bir tane İsmail Efendi vardı. Hafız, çok güzel. İsmail Bayram. O da dünyasını değiş-

Page 194: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 194

tirdi. Çok iyi bir abimizdi. Orada da çok güzel kardeşlerimiz var. Her tarafta var elhamdülillah.

Hacı annenle oturuyoruz burada da Allah’ın verdiği nimet-lere alnımızı secdeden kaldırmasak vallahi şükründen aciziz.

–Hacı anne sohbet yapıyor mu?–Hacı annen bir ara sohbet yaptı. 80 yaşında, ihtiyar. –Sizin grubunuz var mı?–Ben de 30 sene sohbet yaptım. Ben de kaza geçirdim. Diz-

lerimden. Belimin üç yerinde kırık var. Allah razı olsun araba ile götürüyorlar. Bitişiğimde benim kiracının çocuk var. Ah-met Alper’in oğlu, Eyüp Alper.

–Burada mı oturuyor?–Benim bitişiğimde kiracım benim. –Odtü’deki mi hangisi bu? Uzun boylu olan?–Uzun boylu abisi idi.–Enes var, Emre var. –Enes en küçükleri. Hatta bu Cuma günü Onun evine gide-

ceğiz. Evlendi de.–Emre mi en büyükleri?–Emre en büyükleri, ortancaları Eyüp, onun küçüğü de

Enes. Üç çocuğu var zaten. Babası da geliyor bizimle beraber sohbete.

–Eyüp’ün çocuğunun adı ne?–Bir tane oğlu var. Ahmet Sami. Emre’nin de bir oğlu var.–Ahmet Sami Alper. Muradiye’de okuyor doğru. –Her hafta Cuma günleri gidiyorum.–Eyüp bey ne iş yapıyordu?–Sera üzerine şirkette çalışıyor. İyi bir arkadaş. Hanımı ih-

van. Benim burada söylemesi ayıp 8 daire var. Hepsi benim. Riyadan Allah’a sığınırım. Bir tanesinden kira almıyorum. Kiracıları elimden geldiği kadar eli sevaplı kimselere verdim. Oturuyoruz işte.

Page 195: Visâle yolculuk

MUSTAFA ALTINOLUK’LA YAPILAN MÜLAKAT 195

–Kaç lira kiralar?–Burada 450 - 500 civarında kiralar. Bizim daireler geniş.

Benim oğlum da inşaat mühendisi olduğundan geniş tuttuk. Satmak için yapmadım yani.

–Kaç yıllık burası?–Elliden fazla. 55, 56, 57 sene. Dedim ya bütün ihvan bura-

da yetişti.–Var mı binada kiralık daire hacı amca?–Yok şu anda ama mahallede bulunabilir. Mahallede çok.

Hatta rahmetullah Musa Efendi Hazretleri kardeşi bizim bu-rada oturuyormuş. Efendi Hazretlerine demiş ki efendim Ba-sınevlerinde oturuyorum falanca yere çıkmak istiyorum de-miş. Sami Efendi Hazretlerine sormuş. Sami Efendi Hazretleri demiş ki Basınevlerinden başka yere gitmesin demiş. Musa Efendi de demiş ki kardeş demiş Sami Efendi Hazretlerinin Basınevlerine karşı muhabbeti var demiş. Oradan bir yere gitmesin. Baki abi burada yetişti gitti. Polis Ali Efendi vardı, Denizli’ye bakıyor. O da buradan gitti. Ali Ege. Kardeşi Ah-met Ege vardı. Niğde’ye bakıyordu. O da buradan gitti. Hep burada yetişiler yani bizim burası dergâh gibi. Elhamdülillah. Hep bizim yaştakiler bilir. Oturuyorduk bir muhabbet. Aca-yip canım. Diyorum ya 24 saat sohbet olurdu bizim burada. Sabahlara kadar öyle devam ediyordu. Acayipti. Çok güzel hayatımız vardı. Onu arıyoruz işte. Ne yapalım. Gene buna da şükür. Allah bu yoldan ayırmasın. Sağ olsunlar geliyorlar. Araba ile Eyüp götürüyor. Abisi götürüyor. Araba ile giderim. Pek şey edemiyorum belimden.

–Kimin grubuna gidiyorsunuz?–Emre yapıyor işte. Emre şimdi evi taşıdı. Orada Etlikte

bir gruba vermişler. Bu gruba da şimdi Eyüp bakıyor. Güzel maşallah. Sohbet çok mühim. Sohbete gelmeyen ihvan kurur. Büyükler öyle diyor. Bizim yolumuz sohbet yolu diyor. Hatta

Page 196: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 196

Erbil abi öyle diyor ya. Bir insan diyor dersini çekmese de soh-bete gelse yol alır diyor. Çünkü akisle tarik oluyor. Sen halini bilmiyorsun ama senin halini oradakiler biliyor. Rahmetullah Yusuf Beceren abi vardı. İsterse 150, 200 kişi olsun, o geldiği zaman orasının havası değişirdi. O kadar muhterem bir abiydi ya. Rahmetullah üstadımız Onu çok seviyordu. Diyorum ya Ankara’da. 67 senesindeydi, Sami Efendi Hazretleri öyle dedi, Ankara’da emniyette bir kardeşimiz var, dersi murakabede derdi. Ne demek. Çok hali var. Bambaşkaydı.

–Siz kaç senede bitirdiniz seyrü sülüğü?–Vallahi bilmiyorum. Hiç saymadım ama bir hayli devam

etti. Musa Efendi’de bitirdik işte. Albay abi buraya vazifeli gel-meden önce bitirdim ben.

–Kimlere vesile oldunuz burada?–Çok. Kimi anlatayım. Belki 200 kişi var. Hepsine. Biz mer-

kezdeydik, herkese şey yapıyorduk. –Sohbete gelmeyenlere kızar mıydı Erbil abi?–Tabi. Sohbete gelmeyen ihvan kurur. Madem bu şeyi aldın

üzerine devam edeceksin. Sohbete gelmedi mi dersini çekse dahi istifade edemez.

–Erbil abi nasıl bir tepki veriyordu?–Disiplinli. Abi herkesi bilirdi ya. Diyorum ya, keşfi ke-

rameti açıktı. O kadar halliydi. Çünkü Esat Efendi öyle imiş. Keşfi kerameti açık. Her mürşidin. Sami Efendi Hazretleri de öyleydi ama bildirmezdi o. Hatta bir gün buradan İstanbul’a gideceğiz. Arkadaşlar şey yaptılar. İşte biraz hocalık var. Gitsin gitmesin, bir kardeş var, gariban. Şam’da okuyormuş, buraya geldi, bizim rahmetullah Ali hoca ile sürtüştü. Ali hoca okuyor mana veriyor, kardeşimiz Şam’da okuduğu için hoca efendi yanlış okudun diyor. Yani aralarında biraz sürtüşme oldu. İstanbul’a ziyarete gideceğiz. Onu götürmek istemiyor. Ben de dedim ki o gitmezse ben de yokum. Hoca efendi sevdiğin bir

Page 197: Visâle yolculuk

MUSTAFA ALTINOLUK’LA YAPILAN MÜLAKAT 197

şeyi kardeşin için de sevmeden bu yoldan istifade edemezsin diyordun dedim niye bu kardeşimiz gitmiyor. Aramızda sür-tüşme oldu. Ben de gitmiyorum dedim. Gitmiyorum deyince o zaman iş duruldu. Rahmetullah bizim polis Yusuf abi kâğıt yazdı, gidecek. 7 - 8 defa çıktı. Oraya vardık. Sami Efendi Haz-retleri Yusuf aleyhisselamın kıssasından çok bahsederdi. Hep ondan bahsederdi. O şeyi kesti. İhvanın halinden bahsetti. Hat-ta burada Lütfü Efendi dedi ki valla şu bizim halimiz Efendi Hazretleri biliyor dedi. Oraya vardık vallahi bizim buradaki halimiz biliyor. Yani yerin dibine girdik. Onun için ihvan ih-vanı çok sevecek Allah için.

–Erbil abi en çok hangi kitaptan okurdu?–Erbil abi kendisi hazırlardı. Ona göre her sohbette yazdı-

ğını kendi okurdu. 15 - 20 dakika böyle şey yapardı. Ondan sonra halka-i zikire otururduk. Halka-i zikirden sonra dağılır-dık. Hatta bazı şey olurdu. Benden saklarlardı. Ben merkezde-yim ya. Ona söylüyorum, ona söylüyorum, ona söylüyorum. İşte oturuyoruz 40 kişiydik. 38 kişiydik.

–Zikir halindeyken yaşamış olduğu haller var mı hatırla-dığınız?

–Vallahi çok şeyler var. Onları söylemez. Yani onlar, sana inan kesinlikle söyleyeyim ölünceye kadar bırakmıyorlar. En sıkıntılı anında vallahi... Ne sıkıntılı anlar geçirdik, hepsinde elimizden tutup çıkardılar elhamdülillah. Allah ayırmasın val-la inan samimi söylüyorum. Hani bir dost var, elinde avucun-da varken yer, bir dost var sen tam düşkün zamanında elin-den tutar. Hangisi dosttur? Vallahi o dosttur. Neler yaşadık ya neler yaşadık. Tabi o haller bambaşka haller. Söylenmez. Tabi çok şeyler gördük. Yaşadık. Yaşıyoruz elhamdülillah. Söyle-dim ya dersinin hakkını ver, vallahi cenneti yaşarsın, kabına sığmazsın ya. Ama verilen dersi çekmezsen, hakkını vermez-sen akşama kadar huzursuz olursun. Verilen dersi zamanında

Page 198: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 198

çekeceksin. Sonra teheccüde kalkacaksın. Teheccüde kalkma-yan ihvan diyor tarikattayım diyor tarikattan haberi yok. Gece. Gündüz camiye gidiyorsun şuraya gidiyorsun kılıyor ediyor. Ama gece Allah ile beraber oluyor. Gecenin hali bambaşka. Gece teheccüde kalkan diyor ömrü uzun olur diyor, yüzü nur-lu olur diyor. Sonra dersli olan kimse son zamanlarında ka-fayı bozmuyor. Hani bazıları yaşlanınca bilincini kaybediyor ya. Tarikatta olan kimse kaybetmez kolay kolay. Alim adam yaşlanınca koç olur, cahil adam da yaşlanınca ... olur diyor. Bir âlim olsa, tarikat ehli olsa sonunda koç olur. O meseleyi bir dinlesek deyip ağzına bakarsın. Ama cahil adam yaşlanın-ca hep hava kaçırır. Gülüşürler, kalışırlar yani. Onun için ta-rikat çok önemli. Ya bu Abdullah hoca, âlimlerin âlimi. Rıza hoca öyle diyor, Hacı Mustafa Efendi Türkiye’de âlim ararsan Abdullah diyor. Bir tane hoca diyor. Bilmez mi? Türkiye’yi bilir Rıza hoca. Öyle diyor. Arabistan’dan geldikten sonra mutlaka bir mürşide intisap etmek lazım diyor. Araştırıyor. Arabistan’da bir tanesi gönlümü tutmuyor diyor. Bunu kendi ağzı ile söylüyor. Ama diyor Efendi Hazretlerine vardım diyor teslim oldum diyor. Şu şey var Güven Hastanesinde Ahmet Fevzi İnceöz. Onun dersini de ben aldırdım. Bir hastaydı gel-di bana. Ziyarete gelmişti. Benim oğlanın evinde oturuyordu. Şimdi bana nasıl dua eder Allah var yani. O da evvelden İs-kender Paşa’ya bağlıymış. Bana geldi illa dedi Mustafa Efendi dedi. Ben de tuttum Albay abiye gönderdim. Ders aldı. İstifa-de ediyor. Çok sevişiyoruz. Cumaları falan arar. Ben ararım. Bazı böyle hastalık üzerine sorarım, bana şey eder, Allah var. İyi bir kardeşimiz ama haberiniz olsun da. Onu Baki abi ile falan tanıştırdım. Şu Van Üniversitesinin dekanı vardı Seyit Mehmet Şen. Onu ben evlendirdim. Şey vardı Ali Babacan. Ali Babacan’ın halasını ben evlendirdim. Hatice Babacan. Çok meşhurdur. O zaman Ali Babacan küçük çocuktu. Kurtuluş-

Page 199: Visâle yolculuk

MUSTAFA ALTINOLUK’LA YAPILAN MÜLAKAT 199

ta otururdu. Onların evleri vardı. Dedesinin adı Ali Babacan-dı. Çıkrıkçılar yokuşunu çıkarken orada mağazaları vardı. Babasının ismi Hilmi. İyi bir aile. Onlar Şereflikoçhisarlıdır. Ankara’nın Şereflikoçhisar’ından Ali Babacanlar. Halasını alıyoruz, babasının amcası dedi ki, dedesi de vardı, çağırdı, damat da bizim ihvanımızdan, profösör. Adı neydi. Ziraatçı kendisi, profösör. Hacca gittiler beraber Hatice ile. Dedi kar-deş kaç liran var? O zaman benim de on bin lira. 11 olmaya-cak dedi. 10 bin lira ile düğün evi. Hatice Babacan altın falan istemedi. Sadece inci istedi. Onu da şey olmuş, incinin zekatı yokmuş onun. Aldı. Ondan sonra hacca gittiler geldiler. Çok bir durum oldu. Profösör oğlan. Çok şeyimiz var elhamdülil-lah. Baki abinin iki kızını ben gelin ettim. Elhamdülillah Allah imkânlar verdi. Seviyorlar, sözüm de tutuluyordu. Bu evlen-dirdiklerim var ya, hepsi mesut, iyi, rahat. İnşallah oradan şey yaparız.

–Allah razı olsun hacı abi. Saat de geç oldu on oldu.–Allah yerden göğe kadar razı olsun. Memnun olduk. Ne

demek ya. Her zaman gönlümüz sizinle.–Tekrardan görüşürüz inşallah.–İnşallah görüşelim. Çok memnun olduk. Bizi ihya ettiniz.

Allah yerden göğe kadar razı olsun. Yine başka zaman da ge-lin, oturun sohbet ederiz.

–Allah sağlık sıhhat versin. Hayırlı ömür versin.–Allah sizin de işinizi gücünüzü rast getirsin. İki cihanda

aziz etsin.

Page 200: Visâle yolculuk
Page 201: Visâle yolculuk

SONUÇ YERİNE

NE DERSİN?1

Bırakın ruh tecrübesini icra etsinTohum

İnsanın aklı kendine düşman olur mu?Benim aklım bana düşman

Yol

Hiç bu denli çok, bu denli iyi şeyler görmemiştim hayatta.İşte o gece yaşadığım 23 yılın üstüne bir 23 yıl daha yaşa-

dım.Yaşamın artılarını ve eksilerini hesab ederek mi geldik

dünyaya?“Sabır ulan sabır, ruhun muazenesi sabırdır.” diyene “peki

ya sabrın muazenesi nedir veya muazenenin muazenesi ne-dir.” diye bir soru aklını kemirdiği halde soramıyorsan ruhu-nu daraltan bu soruna ne dersin?

Ne dersin yaşadıklarımızı ve düşlerimizi sevgi halesi içine gömüp yeni bir düş için hazırlanmaya ve yaşadıklarımızı an be an kayda geçirmeye?

1 Yağmur Kültür Sanat Edebiyat, Ankara 2000, sayı 3, ss. 14.

Page 202: Visâle yolculuk

VİSALE YOLCULUK 202

Ya biri sana şu anahtar kelimelerden bir cümle oluştur der-se? “Sevginin gökkuşağı, şizofren dünya, nefs”

Hemen şimdi bir cümle oluşturmaya ne dersin?Akılcılığın inkişaf bulduğu dönemlerde hep akıl durmuş.

Ruhun inkişaf bulduğu zamanlarda akıl en uç sınırına ulaş-mıştır diyen bir şahsa ve ateşi kanla maddeyi ruhla döndür-meyi düşünen şahsa deli misin sen diyenlere ne dersin?

Sabah erken kalkıp her gün güneşin doğuşunu şehrin yük-sek tepesinden gözlemeyi itiyat haline getirmiş dört yaşındaki bir çocuk.

Güneş bugün doğmadı acep mutsuz mudur ki?Güneşin mutsuz olduğunu nasıl anlıyorsun?Güneşin mutlu olması için bizi ısıtması gerekir diyen çocu-

ğa ne dersin?Lisan-ı hal de kuştan hikmet sorulsa da kuş dile gelse bes-

meleyle söze girse:“Biz hep enginlere uçarız.Sarp kayalıklardan saldık mı kendimizi dipsiz boşluklara,Başımızı döndürür leylak kokan vadinin silueti.Çocuk umarsızlığıyla geçeriz ebemkuşağının altındanVe selam dururuz kıkırdayarak karınca katarına.Aşktan ve sevgiden yana ne varsa hep onu şakırız kulak-

larınıza.Kendisi varsa bile ölümün korkusu yoktur aramızda”, şar-

kısını söylese kuşa cevaben sen nasıl bir şarkı söylersin ki?Peki ya ne dersin aşkınlığı reddeden bir tekamül karşısında

tekamül kontrolündeki evrimi kabul eden bakış açısına?Ya da kendi yalnızlığımı paylaşmak için inzivaya çekilen

minumum kırk gün maksimum kırk yıl diyerek, otuz beş yılında herşeyi paylaştım, kalan “özneler arası ilişki” diyen münzeviye ne dersin?

Page 203: Visâle yolculuk
Page 204: Visâle yolculuk