View
9
Download
0
Category
Preview:
Citation preview
T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TÜRK HALKBİLİMİ ANABİLİM DALI
CUMHURİYET DÖNEMİNDE ANKARA KALESİ’NDEKİ GELENEKSEL EL SANATLARI
YÜKSEK LİSANS TEZİ
HAZIRLAYAN Ayça YAVUZ
Tez Danışmanı Prof. Dr. Öcal OĞUZ
Ankara 2006
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü’ne
Ayça YAVUZ’a ait “Cumhuriyet Döneminde Ankara Kalesi’ndeki Geleneksel El
Sanatları” adlı çalışma, jürimiz tarafından Türk Halk Bilimi Anabilim Dalında
Yüksek Lisans Tezi olarak kabul edilmiştir.
Başkan……………………….…
Prof. Dr. M. Öcal OĞUZ (Danışman)
Üye……………………………..
Prof. Dr. Pakize AYTAÇ
Üye……………………………..
Doç. Dr. Nebi ÖZDEMİR
ÖNSÖZ
Modernleşen dünyada değişim, artık yaşamımızın günlük işleyişini
anlatan bir kavram haline geldi. Ancak modern dünyanın nimetleri ve hızlı
değişim süreci bizi, yitirdiklerimizi görmekten alıkoymaktadır. Bu çalışmada
yitirilen değerler olarak, kaybolan veya kaybolmaya yüz tutan geleneksel el
sanatları işlenmektedir. Çalışma kapsamında bu el sanatları, kültürel birer öğe
olarak ele alınmış, bu öğelerin işleyiş zamanı Cumhuriyet Dönemi olarak
belirlenmiş ve işleyiş alanı olarak da Ankara Kalesi incelenmiştir.
Toplumsal yaşamdaki değişim ve teknolojinin gündelik yaşam pratiklerine
girişi, günlük hayatta kullanılan araç ve gereçlerin hızlı bir şekilde değişimini de
beraberinde getirmiştir. Gerek Ankara Kalesi gerekse geleneksel el sanatları,
yaşanan değişimden etkilenmişler ve önemlerini yitirmişlerdir. Dolayısıyla
kaybolan veya kısa bir süre sonra kaybolmaya mahkum olan geleneksel el
sanatları, aynı zamanda bu sanatların icra edildiği kültürün de kaybolması
anlamına gelmektedir. Çalışma, bahsettiğimiz kayboluşun tarihsel, toplumsal ve
kültürel açıdan sorgulanmasını içermektedir.
Cumhuriyet’in ilanından günümüze kadar Ankara Kalesi’nde icra
edilmekte olan veya kaybolmaya yüz tutmuş geleneksel el sanatlarının
incelenmesi, tezin konusunu oluşturmaktadır. Çalışma; neredeyse kültürel birer
kimlik haline gelen el sanatlarının, toplumsal ve kültürel açıdan dönüşümünü ve
sorgulanmasını da içermektedir.
Ankara Kalesi’nde icra edilen, geleneksel ve çoğu unutulmaya yüz tutmuş
olan el sanatlarının ayrıntılı bir incelemesini yapmak ise tezin amacını
ii
oluşturmaktadır. Sınırlı bir bölümü hakkında müstakil araştırmaların yapıldığı söz
konusu mesleklerin ve el sanatlarının bütünü hakkında yapılmış akademik bir
çalışma olmaması, bu tezin haklı gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Tez, sadece mekanik anlamda geleneksel el sanatlarının bir dökümünün
ortaya konması değil aynı zamanda toplumsal değişimle birlikte bazı el
sanatlarının ortadan kalkıp yeni sanatların icra edilmesi çerçevesinde sosyolojik
bir incelemeyi de ister istemez beraberinde getirmektedir. Ankara Kalesi’nde icra
edilen veya kaybolmaya yüz tutmuş geleneksel el sanatlarının belirlenmesi ve
dökümünün yapılmasının ardından tezin ana çerçevesini, bu dönüşüm/değişimin
nedenleri ve el sanatları üzerindeki olumlu veya olumsuz etkileri oluşturacaktır.
Bu çalışmada ele alınacak geleneksel el sanatları, Ankara Kalesi’nde icra
edilen veya daha önce icra edilmiş olan sanatlar ile sınırlandırılmıştır. Ankara
Kalesi’nin geçmişte önemli bir yerleşim yeri ve ticaret merkezi olduğu dikkate
alındığında, mekan konusunda böyle bir sınırlandırmanın, sağlıklı ve yeterli
veriler sağlayacağı düşünülmüştür. Tarih olarak ise tez kapsamı; Cumhuriyet’in
ilanından günümüze uzanan süreci içine almaktadır.
Tezin ilk aşamasında, Ankara Kalesi’ndeki el sanatları, bizzat yerinde
incelenmiş ve kaynak kişilerle görüşmeler yapılarak, kaybolmuş geleneksel el
sanatlarının değişimi/dönüşümü hakkında bilgiler toplanmıştır. Çalışmanın ikinci
aşamasını, toplanan bilgilerin derlenmesi ve konuya uygun bir formata
dönüştürülmesi oluşturmuştur. Tezin üçüncü aşamasını: kütüphanelerde yapılan
araştırmalar oluştururken; tezin son ve en önemli aşamasını ise toplanan
verilerden yola çıkılarak sosyolojik bir bakış açısıyla, toplumsal
değişim/dönüşüm ve bunun geleneksel el sanatlarına yansımalarının
irdelenmesi oluşturmaktadır.
iii
Konuyla ilgili sahada yapılan incelemeler, makale ve kitapların okunması
ve çalışmaya katkı sağlayacak fikirlerin bir araya getirilmesi ise derlemeyle eş
zamanlı yapılmıştır.
Tezin, konuya genel bir bakış içeren Ankara ile Ankara Kalesi’nin tarihsel
ve içinde bulunduğu coğrafya açısından tanıtımına yönelik giriş bölümünde,
çalışma kapsamında yapılan incelemeler için bir fikir ortamı hazırlığı sunulması
amaçlanmıştır.
Çalışmanın birinci bölümünde, geleneksel el sanatlarının üretim ve
pazarlanması açısından Ankara Kalesi’nin önemine ve mesleki kurumlar ile
sosyal yapılaşmanın bu sanatlar üzerindeki etkilerine değinilmiştir. Ayrıca bu
bölümün ilgili yerlerinde, Ankara Kalesi ile ilgili tarihi ve sosyolojik bilgilere kısaca
da olsa yer verilmiş, toplumsal değişimin Ankara Kalesi’ndeki geleneksel el
sanatlarına etkileri üzerinde durulmuştur. İkinci bölümde, geleneksel el
sanatlarının ortaya çıkışı, benzer anlamlarda kullanılan küçük sanat, halk sanatı
ve el sanatı kavramlarının tanımları ve bugün yeni kuşakların birçoğunun
anlamını dahi bilmediği abacılık, dabbakçılık, kavafçılık, keçecilik, mazmancılık,
mutafçılık, semercilik, sofçuluk vb. gibi kaybolmuş pek çok geleneksel el
sanatının anlamları açıklanmaya çalışıldıktan sonra tarih içindeki akışlarına
değinilip günümüzde neden icra edilmedikleri üzerinde durulmuştur. Ayrıca
Ankara’nın ekonomik yapısında geçmişi yansıtan geleneksel öğeler olarak halen
yer alan alemcilik, bakırcılık, bakır işlemeciliği, demircilik, elekçilik, hasırcılık,
kalaycılık, kasketçilik, sandıkçılık, sepetçilik, urgancılık vb. gibi el sanatlarının
geçmişten günümüze kadar olan tarihi süreçlerine göz atılmıştır. Çalışmanın son
bölümü, Ankara Kalesi’ndeki geleneksel el sanatlarından bazılarını devam
ettiren zanaatkarlar ile yapılmış olan sözlü mülakatlara ayrılmıştır. Sözlü
mülakatlar sonucu oluşturulan bu bölümde, zanaatkarların Kale ve el sanatları
açısından görüşlerine yer verilerek kaybolan veya kaybolmak üzere olan
iv
sanatları toplumsal, ekonomik ve kültürel bakımdan anlamamızı ve bunları
kaybolan meslekler olmaktan ziyade toplumsal bir mesele olarak da ele
almamızı sağlayacak bir metin hazırlanmıştır.
Çalışma; sonuç bölümünde yapılan genel bir değerlendirme, konu ile ilgili
resimlerden oluşan ekler bölümü, konunun özeti ve konuyla ilgili makaleler ve
kitaplardan oluşan kaynakça ile son bulmaktadır.
Uzun süren bir çalışma dönemi boyunca benden akademik bilgisini,
tecrübesini ve yardımlarını esirgemeyip, bilimsel bir bakış açısıyla çalışma
metodunu aşılayan Tez Danışmanım Prof. Dr. M. Öcal OĞUZ’a, manevi
desteklerini üzerimden hiç esirgemeyen eşime ve aileme, stresli geçen çalışma
süresi boyunca bana sabır gösteren iş arkadaşlarıma ve bu çalışmada
yararlandığım kaynakların yazarlarına teşekkürü bir borç bilirim.
v
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ .......................................................................................................... i
İÇİNDEKİLER ................................................................................................ v
KISALTMALAR CETVELİ ............................................................................. vii
TABLO VE ŞEKİLLER CETVELİ .................................................................. viii
GİRİŞ ............................................................................................................. 1
ANKARA KALESİ’NİN KONUMU ............................................................ 1
1. ANKARA’NIN COĞRAFİ KONUMU VE TARİHÇESİ ...................... 1
2. ESKİ ANKARA ............................................................................... 6
3. ANKARA KALESİ ........................................................................... 8
BİRİNCİ BÖLÜM ........................................................................................... 12
1.1. GELENEKSEL EL SANATLARININ TANIMI VE TARİHSEL
SÜRECİ ......................................................................................... 12
1.2. GELENEKSEL EL SANATLARININ ÜRETİM VE PAZARLANMASI
AÇISINDAN ANKARA KALESİ’NİN ÖNEMİ ................................... 15
1.3. ANKARA KALESİ’NDE UYGULANAN MESLEKİ DAYANIŞMANIN
GELENEKSEL EL SANATLARI ÜZERİNDEKİ ETKİSİ .................. 19
1.4. TOPLUMSAL VE TEKNOLOJİK DEĞİŞİMİN ANKARA KALESİ’NDEKİ
GELENEKSEL EL SANATLARINA ETKİSİ .................................... 20
İKİNCİ BÖLÜM .............................................................................................. 24
2.1. GELENEKSEL EL SANATLARININ ANKARA KALESİ’NDEKİ
VARLIĞI ......................................................................................... 24
2.2. GÜNÜMÜZDE KAYBOLMUŞ AMA BİR ZAMANLAR ANKARA
KALESİ’DE İCRA EDİLEN GELENEKSEL EL SANATLARI ........... 25
2.3. ANKARA KALESİ’NDE HALEN İCRA EDİLEN GELENEKSEL EL
SANATLARI ................................................................................... 33
vi
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ......................................................................................... 40
3.1 ANKARA KALESİ’NDEKİ ZANAATKARLARLA YAPILAN
MÜLAKATLARA YÖNELİK BİR DEĞERLENDİRME ...................................... 40
SONUÇ .......................................................................................................... 55
KAYNAKÇA ................................................................................................... 59
KAYNAK KİŞİ LİSTESİ ................................................................................. 66
EKLER ........................................................................................................... 68
EK – 1 ANKARA KALESİ’NDEKİ ZANAATKARLARLA YAPILAN MÜLAKAT
SORULARI .................................................................................... 68
EK – 2 FOTOĞRAFLAR ............................................................................ 70
ÖZET ............................................................................................................. 95
ABSTRACT .................................................................................................... 97
vii
KISALTMALAR CETVELİ
a.g.e. : Adı geçen eser
a.g.m. : Adı geçen makale
bkz. : Bakınız
c. : Cilt
Çev. : Çeviren
Der. : Derleyen
Ed. : Editör
F. : Fotoğraf
Haz. : Hazırlayan
K.K. : Kaynak kişi
nu. : Numara
s. : Sayı
S. : Sayfa
viii
TABLO VE ŞEKİLLER CETVELİ
Şekil – 1 Atpazarı ve Çevresindeki Hanlar Bölgesini Gösteren Geniş Harita
(Tunçer, 2001:92)
ix
Şekil – 2 Hanlar Bölgesini Gösteren Harita (Tunçer, 2001:22)
GİRİŞ
ANKARA ve ANKARA KALESİ’NİN KONUMU
1. ANKARA’NIN COĞRAFİ KONUMU ve TARİHÇESİ
Ankara Kalesi (F:1 - 2), bulunduğu şehir ile bütünleşmiş, Ankara (F:3 - 4 -
5) şehrinin kültürel, tarihi ve ekonomik kimliğine anlam katmış bir yapıdır.
Dolayısıyla Ankara şehri ile Ankara Kalesi arasındaki bu ilişki karşılıklıdır.
Ankara Kalesi’nde uygulanmış ancak günümüzde kaybolmakta olan
geleneksel el sanatlarının inceleneceği bu çalışmanın başlangıcında, Ankara
şehrinin coğrafi konumunu ve tarihini bilmek, genel bir çerçeve oluşturmak
açısından gereklidir. Bu durumda Ankara Kalesi’ni anlamaya çalışmak, Ankara’yı
anlamakla mümkün olacaktır. Dolayısıyla ilk etapta coğrafi konumu itibarıyla
Ankara’yı ele almak yerinde olacaktır.
Ana Britannica Ansiklopedisi’nde Ankara, coğrafi konumu itibarıyla şöyle
tanımlanmıştır; doğusunda Kırşehir ve Kırıkkale, batısında Eskişehir, güneyinde
Konya ve Aksaray, kuzeyinde ise Bolu ve Çankırı illeri bulunur. Ankara’ya; rakımın
yüksek, dağlarla çevrili ve denizden uzak olması nedeniyle karasal iklim hakimdir.
Kızılırmak ve Sakarya nehirleriyle çevrili olan ilin sınırları içinde Mogan, Eymir,
Karagöl, Kurumcu ve Samsun gölleri bulunur. Dağlarla çevrili olması sebebiyle
Ankara’da kışlar soğuk ve kar yağışlı, yazlar kurak ve sıcak geçer. Yağış ise 367
mm. ile oldukça az olup en çok ilkbaharda görülür. Kar yağışları ise kasım ayında
2
başlayıp mart ayına kadar devam eder. Bu iklim şartları Ankara’da 2 çeşit bitki
topluluğunun oluşmasına sebep olmuştur. Bunlar step ve ormandır (2000:156).
Ankara’nın rakımının yüksek olması, dağlarla çevrili bir alanda kurulması
ve denizden uzak olması, geçmişten günümüze kadar sürdürüle gelmiş el
sanatlarının oluşumunu da etkilemiştir. Öncelikle dağlık topografik yapısı ve bitki
örtüsünün bozkır olması, bölgede küçükbaş hayvancılığın özellikle keçi
besiciliğinin gelişmesine neden olmuştur. Ankara keçisi, Cumhuriyet’ten önce
Ankara’daki birçok meslek çeşidinin oluşumunu sağlayan temel etkendir. Çünkü
yalnızca Ankara’ya özgü bir tiftik çeşidi olan “Ankara “Sofu”na bağlı olarak, pek
çok meslek ve el sanatı oluşmuştur. Özellikle sofculuk, dokumacılık (F:6) ve
hayvanlara özgü kullanılan ürünler, bazı el sanatlarının oluşumunu doğrudan
etkilemiştir. Bunun yanı sıra, etrafını çevreleyen nehirler ve günümüzde artık
kurumuş olan ancak önceleri dabbaklık sanatının icrasında yararlanılan çaylar da
Ankara’nın coğrafi yapısı açısından önemlidir. Ayrıca, yer yer yoğun orman
topluluklarının bulunması, ağaç işçiliği ve buna bağlı mesleklerin ve el sanatlarının
da oluşumunu etkilemiştir.
Ana Britannica Ansiklopedisi’nde, Türkiye’nin farklı illeri arasındaki karayolu
ile demiryolu ulaşım yollarının kavşak noktası ve İç Anadolu bölgesinin ticari
merkezi konumunda olduğu belirtilen Ankara, uluslararası Esenboğa
Havalimanı’na sahip olması dolayısıyla da hem yurtiçi hem de yurtdışı iletişimin
sağlandığı önemli bir şehirdir (2000:157).
Tarihte “İpek Yolu”nun üzerinde bulunması, Cumhuriyet’in ilanından sonraki
dönemde ise karayolu, demiryolu ve havayolu ulaşımında kilit noktası olması,
Ankara’nın günümüz ticaret ve meslek hayatına yön veren önemli bir özelliğidir.
Bu sayede Ankara, İç Anadolu’nun en canlı ticaret merkezi olmuştur. Dolayısıyla
pek çok yerli ve yabancı sanayi kuruluşu, yatırımlarını Ankara ilinde
3
yoğunlaştırmıştır. Bunlar, çoğunlukla dokumacılık (F:7 - 8), giyim, ahşap,
doğrama, mobilya, gıda, inşaat, makine, otomotiv, madeni eşya vb. gibi sanayi
ürünlerine yönelik yatırımlardır. Dolayısıyla, sanayi alanında Ankara’nın yaşadığı
bu değişim, yoğun emekle icra edilen geleneksel mesleklerin yok oluşunu da
doğrudan etkilemiştir. Sonuçta Ankara, günümüzde mesleki faaliyetler açısından
incelediğinde, sanayi ağırlıklı iller arasına girmiştir.
Cumhuriyet’ten önceki yerleşimi yalnız Kale ve etrafında gelişen Ankara,
Cumhuriyet’in ilanından sonraki dönemde, başkent olmasının gerektirdiği
hizmetleri verebilmesi amacıyla, ekonomiden sanayiye, ticaretten nüfusa ve
sosyal hayata kadar pek çok alanda büyük değişimler göstermiştir. Ancak bu hızlı
değişim hareketleri ve sonucunda elde edilen refah, Ankara’ya diğer şehirlerden
göçü de beraberinde getirmiştir.
Ankara’nın, Cumhuriyet’in ilanından sonra devlet yönetimindeki idari
organların teşkilatlanması, sanayinin hızla gelişmesi vb. gibi sebeplere bağlı
olarak, göç ve nüfus artışı yaşadığından bahsedilmektedir. Ankara Rehberi’nde,
1927-1955 yılları arasında oldukça hızlı bir nüfus artışı yaşayan Ankara’da, 1927
yılı sayımına göre nüfus 444.581 iken (1998:8) Devlet İstatistik Enstitüsü’nün en
son verilerine göre 2000 yılında 4.007.860’dır1.
Şüphesiz nüfusun artışına bağlı olarak oluşan yeni semtler, Ankara’nın
coğrafi açıdan yapısını da etkilemiştir. Cumhuriyet’ten önce Kale ve çevresinde
yoğunlaşmış olan halk, zamanla farklı alanlarda yerleşmeye başlamıştır.
Grolier International Americana Ansiklopedisi’nde bu konuya şöyle
değinilmiştir: Cumhuriyet’ten önce Kale ve çevresinde nüfusu yoğunlaşan Ankara,
1 Devlet İstatistik Enstitüsü’nün www.die.gov.tr web sayfasından alınmıştır.
4
Cumhuriyet’in ilk yıllarıyla birlikte Ulus ve çevresindeki alanlara doğru yayılma
göstermiştir. 1930-1940 yılları arasında şehir, genişlemeye başlamış ve ilk olarak
Yenişehir semti kurulmuştur. Ardından Cebeci ve Maltepe yönünde genişleyen
şehrin, Çankaya’ya doğru uzanan kısmını ise bakanlıklar ve elçilikler
oluşturmaktadır. 1940’lara doğru Etlik, Gazi Orman Çiftliği, Dikmen ve Çankaya’ya
doğru genişleyen şehirde, yeni yerleşim alanları oluşmaya başlamıştır. 1940-1950
yılları arasında iktisadi hareketlerin merkezi, Ulus ve Kale çevresinden Yenişehir’e
doğru kayarken, nüfus artışına ve göçlere bağlı olarak ilk gecekondular da
oluşmaya başlamıştır. Ayrıca Ankara bu dönemde, yerleşim açısından, Maltepe
yönünde, Bahçelievler’in bugünkü ilk bölümlerine kadar ilerleme göstermiştir.
1950-1960 yılları arasında şehrin alanı daha da genişleyerek Bahçelievler,
Yenimahalle, Aydınlıkevler, Gazi Mahallesi, Anıttepe gibi yeni semtler kurulmuştur.
Ayrıca Balgat gibi eski köyler, kent sınırları içine girerken, gecekondu alanları
daha da genişlemiştir. 1960-1980 yılları arasında Kavaklıdere, Çankaya, Ayrancı
semtlerinde nüfus yoğunluğu başlamıştır. Nüfusu 1970’te bir milyon, 1975’te de iki
milyona yaklaşan şehrin yerleşim yoğunluğu, bu yıllardan sonra merkezden uzak
semtlere doğru kaymaya başlamıştır. 1980-2000 yılları arasında ise aşırı nüfus
artışından dolayı, kent dışında Ümitköy, Elvankent, Eryaman, Batıkent, Oran
Şehri gibi yeni semtler oluşmaya devam etmiştir (1992:60-61).
Dolayısıyla zamanla pazara bağımlı iş kollarının da Kale dışında yer
almaya başlaması, daha önce Kale bünyesinde icra edilen geleneksel sanatları
olumsuz yönde etkilemiştir. Her semtte, yerleşik sakinlerin günlük ihtiyaçlarını
karşılayan pazarlar ve alışveriş merkezleri açılınca Kale, söz konusu ihtiyaçları
karşılamada hem yetersiz hem de mevki-mesafeler açısından uzak kalmıştır.
Diğer taraftan bu gelişme, hem yoğun emekle icra edilen bazı mesleklerin yok
oluşunu hızlandırmış hem de Kale’nin ekonomi tesirli semt havasını yok edip
turistik bir bölgeye dönüşmesini sağlamıştır.
5
Ankara’nın tarihi; kentin, Türkiye içindeki belirleyici konumunun bir rastlantı
olmadığını bize göstermektedir. Çünkü Ankara’nın tarihi mirası, bu şehrin geçmiş
zamanlarda da önemli bir konumda olduğunun göstergesidir. Anadolu’da en
önemli yerleşim merkezlerine yakın olan Ankara; çağlar boyunca topraklarının
üzerinde yaşayan kültürel kimliklerden sürekli etkilenerek, bugünlere gelmiştir.
İpek Yolu’na olan yakınlığı nedeniyle bir çok medeniyetin yerleşim alanı olarak
seçilen bu şehir, geçmişteki önemini günümüzde de korumaktadır.
Ancak Kale, geçmişi boyunca sahip olduğu savunma fonksiyonu yüzünden
sürekli ayaklanmaların, yağmaların ve saldırıların etkisi altında kalmıştır.
Dolayısıyla ekonomik bir birikim yapamamış, üretimi yenileyecek ve teknolojiyi
takip edecek uygun zamanı bulamamıştır.
Ruşen Keleş, tarih boyunca Galatlar, Romalılar, Araplar ve Bizanslılar gibi
pek çok defa farklı uygarlıkların yönetimi altına giren Ankara’yı, M.Ö. VIII. yüzyılda
Frigya Kralı Kordios tarafından kurulan bir yer olarak tanımlamıştır. Osmanlı
İmparatorluğu döneminde 20.000 nüfuslu bir kasaba olan Ankara, 1923 yılında
başkent olmasıyla iktisadi, sosyal ve nüfus yapısında önemli değişmeler olan bir
şehir haline gelmiştir2 (1971:1).
Şüphesiz Ankara’nın tarihi süreci içerisinde meslekleri incelediğimizde,
geleneksel el sanatları üzerindeki en önemli gelişmenin, XI. yüzyılda Moğol istilası
sonucu pek çok esnaf ve sanatkarın, Anadolu’ya dolayısıyla Ankara ve civarına
göç etmeleri, olduğu tespit edilir. Zaten esnaf teşkilatı olarak tanımlanan Ahi
teşkilatları da3 bu dönemde kurulmuştur. Bu dönemlerde Ankara’da dericilik ve
sofçuluk gibi meslekler gelişmiştir. Özellikle XIV. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin
2 “Ankara” hakkında daha detaylı çalışmak için bkz. Erdoğdu (1965), Pilavoğlu (1976) ve Özel (1991). 3 Ahi ve Lonca teşkilatlarının, geleneksel el sanatlarının gelişimi üzerine etkileri ikinci bölümde incelenmiştir.
6
yönetimine geçen Ankara, sof ve deri ticaretinde söz sahibi olmuştur. Bu
dönemde, Osmanlı Devletinin Avrupa’yla temaslarının artması ve bazı Avrupalı
tüccarların da Ankara’ya yerleşmeleri, Kale’nin ticari hayatını olumlu yönde
etkilemiştir.
Ana Britannica Ansiklopedisi’nde bahsedildiği gibi; 1873/1874 kıtlığı ve
tiftiğin hammadde olarak yurtdışına ihraç edilmesi, sof üretimini ve dokumacılığın
(F:9) gelişimini olumsuz yönde etkilemiştir (2000:158). Bunun sonucu olarak, o
zamana kadar icra edilen bazı geleneksel el sanatları da yavaş yavaş yok olmaya
başlamıştır.
Tezin asıl konusunu Cumhuriyet dönemindeki geleneksel el sanatlarının
incelenmesi oluşturduğundan, Cumhuriyet’in ilanından sonra Ankara’nın tarihini
ve bu tarihin meslekler ile el sanatları üzerindeki etkisini, diğer bölümler içinde
inceleyeceğiz.
2. ESKİ ANKARA
Eski Ankara (F:10 - 11), tarihi gelişim süreci içinde ticari faaliyetleri yoğun
olan bir şehir olarak karşımıza çıkmaktadır. Coğrafi konumunu ve tarihini ele alıp
incelediğimiz Ankara’da; Ankara Kalesi’nin önemini kavramak “Eski Ankara (F:12 -
13)” olarak nitelendirilebilen Cumhuriyet döneminin ilk yıllarındaki Ankara’ya
bakmakla mümkün olacaktır. Öyle ki, Eski Ankara için Ankara Kalesi (F:14 - 15 -
16 - 17) şehrin merkezini, şehir ise bu merkez çevresinde genişleyen bir alanı
ifade etmektedir. Değişen ve hızla genişleyen kent dokusunun Ankara Kalesi’ni
7
dışarıda bırakan halini anlamak, Ankara Kalesi’nin Eski Ankara’daki önemini
kavramakla mümkün olacaktır.
Eski Ankara, Ankara Kalesi’nin (F:18 - 19 - 20) surlarının içi ile yakın
çevresindeki mahallelerden meydana gelen bir alanı içine almaktaydı. Başkent
nüfusça ve alanca geliştikçe Kale semti de, mahalle özelliğini yitirerek zamanla
turistik bir önem kazanmıştır. Ancak Kale, nüfus ve alan yönünden önemli
değişmelere uğramamıştır. Dolayısıyla Eski Ankara’yı tanımlayacak olursak: Son
yıllarda sınırlarında önemli değişmeler olmamış, işlevini, tarihi yapısını,
görünüşünü ve eskiliğini koruyabilmiş, Kale surları içindeki ve yakınındaki
mahallelerden oluşan Cumhuriyet döneminin izlerini taşıyan Ankara’dır.
İskender Elverdi, Dünden Bugüne Ankara adlı kitabında Eski Ankara’yı;
Kale’den Gençlik Parkı ve İstasyona doğru uzanan arazi üzerinde yer alan bir yer
olarak tanımlamaktadır. Kale’nin civarında bulunan bölüme Yukarıyüz, Anafartalar
Caddesi’nin altında kalan bölüme ise Aşağıyüz denilmiştir.
Ankara şehrinin temelleri, Bizanslılar zamanında inşa edilmiş İç Sur ile
Celali İsyanları’ndan korunmak için yapılmış olan Dış Surlar’dan oluşmuştur. O
dönemlerde kentin kapıları da Cenabi Kapısı, Araba Pazarı Kapısı, Doğanbey
Zaviyesi Kapısı olarak adlandırılmıştır. Bunlardan doğu tarafında bulunan, adını
Cenabi Ahmet Paşa Camii’nden alan ve zaman zaman Kayseri Kapısı olarak da
anılan kapıya Cenabi Kapısı denilmiştir. Bu kapıdan çıkan yolun Ulucanlar’dan At
Pazarı’na, oradan da bir ucunun Bedesten’e, diğer ucunun Uzunçarşı üzerinden
Kaledibi’ne indiğini, Kaledibi’nin ise bugünkü Denizciler Caddesi’nin altına düşen
Araba Pazarı Kapısı’na, Karaoğlan Çarşısı yoluyla da Hacıbayram Camii ile
Debbağhaneye çıktığı bilinmektedir (1998:9-11).
8
3. ANKARA KALESİ
Ankara’nın sembolü olan Ankara Kalesi (F:21 - 22), sadece tarihi bir doku
olarak değil toplumsal yaşam pratiklerinin ve ekonomik ilişkilerin yürüdüğü
sosyolojik bir alan olarak da kentin simgesi konumunda bir yapıdır. İlk olarak şehri
savunmak amacıyla yapılan bu yapı, ilerleyen tarihlerde içinde bulunan hanları,
geleneksel pazarları ve ticarethaneleriyle iktisadi yaşamın kalbinin attığı yer
olmuştur. Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir adlı kitabında Kale’nin sosyal yaşam
üzerine etkilerini şöyle açıklamaktadır;
Ankara Kalesi, tarih boyunca birçok amaca yönelik
kullanılmıştır. Belirgin olan savunma fonksiyonunun yanı sıra,
zindan, devlete ait önemli vesikaların ve belgelerin konulduğu,
değerli eşyaların, paraların saklandığı yer ve yoğun bir yerleşim
alanı olarak kullanılmıştır. Özellikle 16. yüzyılın ilk yarısında,
kale bir yerleşim merkezi olmuştur (1999:194).
Yapılış tarihinden günümüze Ankara Kalesi’ne genel anlamda göz atmak,
bu çalışma kapsamında incelenen geleneksel el sanatlarının Ankara Kalesi için
önemini ve bu önemin günümüze gelene kadar değişen seyrini gözlemek
açısından yararlı olacaktır.
Kale’nin yapım tarihi ile ilgili pek çok farklı görüş bulunmaktadır. Ozan
Sağdıç, Bir zamanlar Ankara adlı çalışmasında bu konu hakkında iki görüş
bildirmiştir. İlk olarak Kale’nin yapım nedeninin, Bizanslıların, Arap saldırılarından
korunmak olduğunu belirtmiştir. Diğer görüşe göre ise yazar, Kale’nin Sasani
istilasından korunmak amacıyla yapıldığını savunmuştur.
9
Konuyla ilgili pek çok kaynakta ortak görüş olarak, Kale’nin yapım zamanı,
Bizanslılar dönemine dayanmaktadır. Yapıldığı dönemden bugüne kadar, her
dönemde sosyo-ekonomik yaşamda etkili olacak şekilde kullanılan Kale, tarih
boyunca sürekli onarımlardan geçerek günümüze kadar gelmiştir. 1211 yılında
Selçuklu hükümdarı 1. Keykavus tarafından iç kale ve dış surların onarımı
yapılmış, 1249 yılında 2. Keykavus tarafından ise Akkale bölümü ilave edilmiştir.
Kale, Osmanlılar zamanında ise orijinal yapısında büyük değişiklikler
yapılmaksızın kullanılmıştır. İki bölümden oluşan mimari yapının; Dış Kalesi'nden
artık pek bir iz kalmamış olsa da İç Kale, daha iyi korunmuş bir biçimde
günümüze ulaşabilmiştir.
Ağırlıklı olarak Ankara Taşı’ndan yapılmış ve yer yer eski yıkılmış yapıların
mermerlerinin de kullanıldığı duvarlara sahip İç Kale, beşgen biçimli kulelerden
oluşmaktadır ve girişi, güneyde bulunan Zindan Kapısı’dır. Bu kapının
güneydoğusunda Şarkkale, kuzeydoğusunda ise Akkale bulunmaktadır (F:23).
Dış Kale ise aralıklı dizilen kulelerden oluşmuş ve girişi, güneyde bulunan
Hisar Kapısı’dır. Kale, XVI. yüzyıldan sonra Osmanlılar döneminde, daha çok
yerleşim merkezi olmuştur. Hatta o dönemlerde burada bulunan evler, oldukça
pahalı ve tercih edilen yapılardır. Günümüzde de koruma altına alınmış bu
yapıların mimari özellikleri, geleneksel dokuyu çok iyi düzeyde yansıtmaktadır
(1990:88-89).
Elverdi, Dış Kale’den İç Kale’ye doğru giriş güzergahındaki kapı
isimlendirmelerinde; Saat Kulesinin önünden girilen ana kapıyı; Aslanlı Kapı, Dış
Kale’nin batısında bulunan diğer giriş kapısını ise, Dış Ala Kapı olarak
adlandırmaktadır (F:24 - 25 - 26).
10
Hem İç Kale hem de Dış Kale çeşitli mahallelerden oluşmaktadır. Dış
Kale’de bulunan Hisarönü, XVII. Yüzyılda şehrin en lüks mahallesidir. O dönemde
Müslüman halkın çoğu kerpiç duvarlı, toprak damlı evlerde otururken Ermeniler
Hisarönü’nde; Rumlar, Işıklar ile Çıkrıkçılar Yokuşu arasında; Museviler ise
Anafartalar Caddesi ile Şengül Hamamı civarında bulunan, taştan yapılmış iki - üç
katlı konaklarda oturmaktaydılar (1998:11).
Ankara Kalesi’nin büyük bir kısmı, tanıklık ettiği parlak günlerin ardından
yoğun savaşlar sonucu oluşan ekonomik çöküş, 1873-75 dönemi kıtlığı, 1881 ve
1917 yangınları, dış göçler, I. Dünya savaşı, halkın kültür ve eğitim seviyesinin
düşmesi vb. gibi sebeplerden ötürü büyük hasarlar görmüştür. 1929 yılında
Tahtakale Çarşısı ve Suluhan civarında başlayan yangın, bugün Ankara Belediye
Binası olarak bilinen yere kadar yayılmış ve büyük bir tahribat yaratmıştır.
Dolayısıyla, günümüzde Tahtakale Çarşısı tamamen yok olmuş, Suluhan’ın bir
kısmının üzerine de Ulus Şehir Hali inşa edilmiştir4.
Aynı tarihlerde Atpazarı’nın bulunduğu yer, dericilik ve tiftikçiliğin yanı sıra,
bakliyat ürünlerinin de satıldığı bir yerdir. Günümüzde ise bu meydanda bulunan
dükkanlar yıkılmış ve meydan açılmıştır. Yani Atpazarı ve Hanlar Bölgesinin5
fiziksel yapısı; ekonomik gerileme ve yangınlar yüzünden zarar görmüş, sadece
belli yollar boyunca ve bazı hanlarda geleneksel ticaret devam etmektedir (F:27 -
28).
Mehmet Tunçer, Kale’de yaşanan olumsuzlukların temel sebeplerini;
Osmanlı İmparatorluğu’nun gerilemesi sonucu yaşanan sosyal, ekonomik ve
siyasal etkenler, sof üretiminde yaşanan bozulma, dış göçler ve çarpık
4 Atpazarı ve çevresi hanlar bölgesindeki ticaret merkezlerini içeren harita için bkz. Tablo ve Şekiller bölümü 1 numaralı sekil. Tunç (2001:92). 5 Hanlar bölgesini gösteren harita için bkz. Tablo ve Şekiller bölümü 2 numaralı şekil. Tunç (2001:22).
11
yapılaşmanın etkisiyle sosyal yapının olumsuz yönde değişmesi, yangın, kıtlık ve
savaş gibi olaylardan ötürü ticari merkezlerin tahrip olması vb. gibi sebeplere
bağlamıştır (2001:96).
13 Ekim 1923’te Başkent olan Ankara’da; 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in
ilanıyla birlikte yeniden yapılanma çalışmaları başlamıştır. Tunçer, Cumhuriyetin
ilk yıllarındaki imar hareketlerinin bu bölgede pek etkili olmadığını, daha çok Kale
dışı alanlara doğru gelişme gösterdiğini, daha sonra yapılan çalışmaların ise
Bedesten ve Kurşunlu Han’ın Anadolu Medeniyetleri Müzesi olarak onarımı,
Atpazarı meydanının genişletilmesi ve Kale surlarının onarım çalışması yönünde
olduğunu belirtmiştir (2001:94).
Sonuçta Kale, Cumhuriyet’in ilanına kadar şehri, bir bütün olarak etkilemiş
ve merkez semt konumunu korumuştur. Ancak Ankara’nın başkent oluşunun
etkisi, dış göçler sonucu nüfus artışı nedeniyle oluşan yeni semtlerin şehir dışına
doğru kayması ve kentin kapladığı alanın artması gibi sebeplerden ötürü, zamanla
artık merkez semt değil, şehrin herhangi bir semti haline gelmiştir. Günümüzde 1.
derece sit alanı olan Kale ve çevresi, artık koruma kapsamında olup, eski bir
yerleşim yeri olmasının yanı sıra, yapılan restorasyon çalışmalarıyla da Ankara
tarihini simgeleyen önemli bir tarihi yapı olarak turistik bölge konumunu almıştır.
BİRİNCİ BÖLÜM
1.1. GELENEKSEL EL SANATLARININ TANIMI VE TARİHSEL SÜRECİ
“Halk Sanatı” denilince aklımıza ilk olarak halka mal olmuş, sanatçısı belli
olmayan anonim sanatlar gelir. Halk sanatının kişiye mal olmamasının temelinde,
ürünlerin taşıdığı kültürel değerlerin, bir kişinin yaşam süresine sığmayacak kadar
uzun bir geçmişe sahip olması yatar. El sanatları ise, genellikle sanayinin
gelişiminden önceki dönemlerde yapılan işler olarak değerlendirilir.
Modern sanayi uygulamaları öncesindeki dönemlerde insan eliyle ve
emeğiyle yapılan aletler, günlük hayattaki gereksinimlerimizin hemen hemen
tümünü karşılayabilecek düzeydeydi. Fakat yoğun olarak el emeğinin ve küçük
aletlerin kullanıldığı bu dönemden sanayi dönemine geçilince zanaatlar, küçük
sanatlar ya da el sanatları dediğimiz kavramlar, kültür tarihinin inceleme alanına
girmiştir.
Türklerin kültür tarihinde, el sanatlarının önemli bir yeri vardır. Çünkü
sınırları çok geniş topraklara sahip Osmanlı İmparatorluğu döneminde orduların
savaş malzemeleri, halkın giyim ve çeşitli eşya gereksinimlerinin karşılanmasında
el sanatlarının büyük payı olmuştur. Hem teknik hem de ekonomik bakımdan
oldukça iyi bir gelişme gösteren geleneksel el sanatları, her dönemde
İmparatorluğu yaşatacak ve çoğu ihtiyacı karşılayacak düzeyde icra edilmiştirr6.
Ancak Batı’daki bilimsel ve teknik alandaki gelişim, zamanında benimsenip
uygulanamadığı için küçük sanatlar, zaman içerisinde toplumun gereksinimlerini
6 Ayrıntılı bilgi için bkz. Kazmaz (1973).
13
karşılayamamış, sanayiye ayak uyduramamış ve yerini makinelere
bırakmak zorunda kalmıştır. Nejat Diyarbekirli geleneksel el sanatlarının7, bütün
özellikleriyle kültür tarihine mal olma durumunu şöyle özetlemektedir.
Eğer Türk insanı, Ortaçağ’da köklü ve geniş bir küçük
sanat ve el sanatları hayatına sahip olmasaydı, günümüzde
büyük sanayi alanında gördüğümüz başarılara ulaşması
olanaksızdı. Onun içindir ki küçük sanat ve el sanatları,
kültürümüzün köklü bir hazinesi olduğu kadar sanayi alanındaki
atılımların temeli ve kaynağıdır (1980:47).
Mustafa Aslıer’e göre de sanatçısı belli olmayan, halkın ortak görüşleri
sonucu ortaya çıkan halk sanatı ürünleri, pek çok sanatçının ortak fikirleri sonucu
ortaya çıkmaktadır. Sonuçta bu ürün, oldukça uzun sürede yaratılmış bir halk
sanatı ürünü olur. Yaratıcı sanatçılar, yaptıkları işin yozlaşmış yanlarını atıp iyi
olan yanları ile başarılı örnekler üretirler. Bu örnekler de meslektaşları ve kalfaları
tarafından tekrarlandıkça, nesilden nesile aktarılır ve yayılma sağlanmış olur8
(1979:5-9).
Uzun yıllar toplumun bir parçası olan sanatlar ve buna bağlı olarak ortaya
çıkan ürünler, bir milletin kültür seviyesini, sosyal hayatını, zevk ve yaşam tarzını
yansıttığından, küçük bir çanakla büyük bir halı arasında hiçbir kültürel değer farkı
yoktur. Dolayısıyla bu ürünler, aynı zamanda milli kültürün gelişip, devam etmesini
sağlayan önemli birer kaynaktırlar.
7 19. yüzyılda Türkiye’deki sanatlar ve zanaatlar hakkında bilgi için bkz. Düz (1975). 8 Halk Sanatları hakkında yayınlanmış makaleler için bkz. Abut (1937), Altıok (1974), Doğanç (1971), Kansu (1981), Şimşek (1971), Yeşilyurt (1974).
14
Halk sanatı ürünleri ancak yüzyıllarca süren üretim şekillerine ve
üreticilerinin katkılarına bağlı kalınırsa devam edebilmektedirler. Eğer bu üretim
şekli değişirse, üretenin de yaşam şekli değişiyor demektir.
Hikmet Gürçay’a göre daha önce yoğun emekle icra edilen bu sanatlar,
gelişen teknoloji nedeniyle yerlerini fabrikasyon üretimlere bırakmakta, böylece
teknik bilgi ve detayları babadan oğula devam eden geleneksel el sanatları
kaybolmaktadır9 (1968:13-26).
Reyhan Kaya, bu olumsuz gelişmeyi bazı nedenlere bağlamıştır. Gelişen
teknoloji, ticari kaygıların artması, minimum maliyetle maksimum mal üretiminin
sağlanması, el sanatlarının günümüz ihtiyaçlarını yeterince karşılayamaması vb.
gibi pek çok sebepten ötürü geleneksel el sanatları kaybolmaktadır (1974:100-
107).
Globalleşen dünyada ülkelerin gücü maddi, askeri, teknolojik kavramlarla
belirlense bile başarının ve kalıcılığın ancak özgünlük ve millilikle kazanılabileceği
bir gerçektir. Önen’in de bahsettiği gibi Halk El Sanatları, bir toplumun özgün
biçimsel sanatıdır (1982:25-26). Sanayinin büyük kentlere kayması sonucu artan
iş gücü sebebiyle hem ekonomik hem de toplumsal bir değişim yaşanmaktadır. Bu
değişimden el sanatları da etkilenerek, bir yandan işlevlerini yitirdikleri gibi diğer
yandan da o alanda uğraş verecek ustaların kalmayışı nedeniyle kaybolmaya yüz
tutmaktadırlar.
9 El Sanatları ve benzer anlamlı kavramlar hakkında ayrıntılı çalışmak için bkz. “El Sanatları Üzerine Bir Açık Oturum”, Halkbilimi Dergisi, (1977), s.:31 S.: 15-19, “Halk Türk El Sanatları ve Yemekleri”, Kalkınan Dünya, (1936), s.:53 S.:67-71, “Yetmiş Yıl Önceki El Sanatları”, (1973), s.:2 S.:15-16, Baykurt (1955), Güney (1976), Nasrattınoğlu (1983).
15
1.2. GELENEKSEL EL SANATLARININ ÜRETİM VE PAZARLANMASI AÇISINDAN ANKARA KALESİ’NİN ÖNEMİ
Ankara’nın genel topoğrafik yapısına bağlı yerleşim biçimi ile yaşayanların
savunma ve ekonomik gereksinimleri Ankara Kalesi’nin, birçok meslek grubu gibi
geleneksel el sanatlarının da icra alanı olarak belirlenmesine neden olmuştur.
Çünkü bu işkolu alanında uğraşan ve mevcut iktisadi yaşama genellikle ara mal
üreten esnaf, bir pazarlama ilkesi olarak son ürün üreticisinin civarında yer almak
zorundadır. Tüketiciye pazarlanacak son ürünü üreten esnaf da benzer biçimde
Ankara Kalesi’nin, diğer yerleşim merkezlerine göre daha yoğun olan ticari nüfus
hareketinden yararlanmak durumundadır. İşte bu ticari zorunluluklar Ankara
Kalesi’ni, geleneksel el sanatlarının uygulanma alanı olarak önemli kılmıştır. Bu
önem günümüzde belirgin bir azalma eğilimi gösterse de geleneksel yapısını
korumaktadır.
Geçmişte Ankara Kalesi ve çevresi, üzerinde yer aldığı coğrafi yapının
ekonomiye olan etkisiyle Osmanlı’nın nüfus mozayiğini oluşturan birçok farklı
etnik kimliği bir araya toplamış ve farklı dinlere de ev sahipliği yapmıştır.
Dolayısıyla ticarethaneleri ve zanaatkarlarıyla Ankara Kalesi, bugün de Ankaralı
için sadece tarihi bir mekan olmaktan çok daha fazlasını ifade etmektedir. Ankara
Kalesi, tarihin her döneminde, aynı zamanda kentin yoğun gündelik yaşamının
sürüp gittiği bir alan ve bu anlamda kent yaşamının neredeyse belirleyicisi de
olmuştur. Böylesi belirleyici bir öğe olan Ankara Kalesi’nde icra edilen mesleklerin
oynadığı rol de elbette ki Kale’nin oynadığı rol ile doğru orantılıdır.
Tunçer, Kalede bir zamanlar pek çok meslek çeşidi ve el sanatları türünün
bulunmasını; Osmanlı İmparatorluğu’nun Yükselme Dönemindeki ekonomik
canlılık, Ankara’nın ana kervan yolları üzerinde bulunması, Ankara sofunun
sadece bu bölgeye özgü olması sonucu yapılan ekonomik yatırımlar, ahi örgütleri
16
ve loncaların ekonomi üzerindeki olumlu etkileri, Kale’de yoğun yapılan bedesten,
han ve dini, sosyal yapıların ekonomiye katkıları gibi sebeplere bağlamıştır
(2001:95).
Kale esnafı genellikle benzer iş kolları şeklinde Kale meydanı, Atpazarı,
Koyunpazarı, Bend Deresi ile Çıkrıkçılar Yokuşu’nda toplanmıştır. Keleş; Kale
meydanına yakın olan Aktarbaşı ve Pilavoğlu Hanları gibi hanların daha çok tiftik
ve deri toptancılığı faaliyetlerinde, Atpazarındaki Çukur Han gibi hanların ise
zeytinyağı, üzüm, incir ve sabun toptancılığı ticaretinde gelişme gösterdiklerini
belirtmiştir (1971:108).
Emine Erdoğan da Ankara’da Bedesten ve Bedesten’den itibaren Hasan
Paşa Hanı’na kadar uzayan Uzunçarşı’nın, genellikle sof tüccarlarının yer aldığı
iki önemli pazar yeri olduğunu vurgulanmıştır. Uzunçarşı’nın civarında ve
Bedesten’e yakın olan Avancıklar semtinde sofçular, diğer iş kollarında bulunan
zanaatkarlar ise Uzunçarşı’ya açılan sokaklar içerisinde kümelenmiştir. Debbağlar
ise, Bend Deresi’nde mesleklerini icra etmekteydiler. Zira debbağlar ve boyacılar
gibi çevre temizliği ve sağlık yönünden problemli olan iş kollarının, şehir dışında
ve akarsu kenarında icra edilmesi, çarşı ve pazar nizamının gereği idi (2005:256-
257).
Özer Ergenç’e göre Kale’de ticaretle uğraşan esnaf, çoğunlukla Ermeni ve
Rumlardan oluşmaktadır. Ticaretin belirli bir sermaye birikimini ve yabancı
müesseselerle sürekli temas halinde olmayı gerektirmesi bunun temel nedenidir.
Bu sebeple ticaretin yanı sıra sarraflık, muhasebecilik, mültezimlik vb. gibi maddi
birikimle yapılacak pek çok mesleği de onlar icra etmekteydi (1995:109).
Erdal Yavuz’a göre ise tarımsal üretim ve hayvancılıkla ilgili konularda
çoğunlukla Müslümanlar söz sahibiydi. Müslümanlar zahirecilik, fırıncılık,
17
manavlık, palacılık ve semercilik gibi meslekleri icra etmekteydi. Bunların yanı sıra
haffaflık, terzilik (F:29 - 30), nalbantlık (F:31 - 32), suculuk, gümüş işçiliği gibi
meslekler ve el sanatlarıyla ise hem Hıristiyanlar hem de Müslümanlar
ilgilenmekteydi (1984:196).
Ankara Kalesi’nde icra edilen meslekler ve el sanatları ile bunları icra
edenlerin inanç ve sosyal yapıları, Kale’nin mimari gelişiminde de etkili olmuştur.
Bu bağlamda çeşitli dinler için mabetler yapılmış ve belirli inanç grubuna mensup
kişilerin yaşadığı bölgeler oluşmuştur. Ankara’nın başka hiçbir yerleşim alanında
karşılaşılmayan bu uygulama, Kale’nin önemini ve esnafın, şehrin iktisadi
yaşamına etkisini gösteren belirgin bir örnektir.
Kale’deki meslekler ve el sanatlarından pek çoğu artık günümüzde icra
edilmese bile Çıkrıkçılar Yokuşu, Atpazarı, Koyunpazarı, Samanpazarı vb. gibi
yerlerde, kaybolmuş bu meslekler ve el sanatlarına ait izler hala mevcuttur. Ayrıca
Eski Ankara’da geleneksel el sanatlarını icra eden bir zanaatkar grubunun veya
bu sanatlardan birini uygulayan kişinin adlarıyla anılan mahalle ve sokaklar da
bulunmaktadır. Bugün bu mahalle ve sokaklardan, Çıkrıkçılar Yokuşu, Saraçlar,
Debbâğân vb. gibi bazı semtler, Eski Ankara’da hâlâ vardır. Ancak bu hanlara ve
sokaklara ismini veren geleneksel el sanatları, günümüzde artık bu yerleşim
merkezlerinin hiçbirinde icra edilmemektedir. Örneğin, Çıkrıkçılar Yokuşu,
günümüzde tuhafiye, konfeksiyon, ev eşyası, antikacı, kunduracı dükkanları ve
otellerle dolu olduğu halde, tek bir çıkrıkçı bile barındırmamaktadır.
Geçmişte gerek günlük yaşam gerekse iktisadi faaliyetler açısından önemli
bir konuma sahip olan geleneksel el sanatlarının çoğu, günümüz modern
teknolojisi ve hızlı sanayileşme uygulamaları karşısında, önem ve önceliğini
yitirerek, giderek kaybolan el sanatları olarak karşımıza çıkmaktadır. Günümüzde
genişleyen kent dokusu ile gittikçe merkez olmaktan çıkan, bu anlamda hem
18
ekonomik hem de toplumsal yaşamda belirleyiciliğini yitiren Ankara Kalesi de,
bünyesinde barındırdığı mesleklerle aynı kaderi paylaşmaktadır. Ancak Kale ve
esnafı, bu kaçınılmaz sona ısrarla direnmekte ve zaman içerisinde bazı
değişimlere uğrayarak varlığını sürdürmeye çalışmaktadır.
Cumhuriyetin ilk dönemlerinde hızlı sanayileşmeye yönelik politikalar,
geleneksel el sanatlarının uygulama alanı olan küçük işletmelerin iktisadi
faaliyetleri üzerinde büyük olumsuzluk yaratmamıştır. Kale ve çevresi, TBMM’nin
varlığı nedeniyle kazandığı hareketlilik ve dolaylı tanıtım sonucunda “pazar” olma
özelliğini uzunca bir süre sürdürmüştür. Dolayısıyla Kale, tüm tarihi dönemlerde
olduğu gibi, Cumhuriyet döneminde de geleneksel el sanatları için merkez olma
hüviyetini korumuştur.
Konu ile ilgili yapılan her çalışma gibi bu çalışmada da, geleneksel el
sanatlarının, Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte Ankaralıların hızla gelişen ve değişen
yeni yaşam tarzı ve ihtiyaçlarının giderilme biçimine bağlı olarak sayılarının
gittikçe azaldığı, ancak toplum üzerindeki kültürel etkilerinin sürdüğü ortaya
konmaktadır. Gerek halen devam eden gerekse bugün varlığını devam
ettiremeyen bu mesleklerin ve el sanatlarının toplumsal dönüşümleri göz önünde
bulundurularak bu çalışmada, Kale’de kaybolmaya yüz tutmuş geleneksel el
sanatlarının Ankara Kalesi’nin kendine özgü kültürel dokusu içindeki konumları
incelenmiştir. Aynı zamanda, Kale’de halen sanatlarını icra etmeye devam eden
farklı kültürel yapıdaki zanaatkarların toplumsal ve kültürel dönüşüm süreci
içerisindeki beklentileri de ortaya konulmaya çalışılmıştır.
19
1.3. ANKARA KALESİ’NDE UYGULANAN MESLEKİ DAYANIŞMANIN GELENEKSEL EL SANATLARI ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
Geleneksel sanatlara bağlı olarak ortaya çıkan ve önceleri göçebe yaşam
şartları içinde daha bireysel ihtiyaçlar için yapılan esnaflık, zamanla yerleşik
hayata geçilmesinin ardından toplumsal yaşamın ayrılmaz bir parçası olmuştur.
Bu bağlamda esnafların iş düzenini sağlamaları için uygulamaları gereken bazı
kurallar belirlenmiş ve zamanla “Ahilik” (F:33 - 34) kurumu, sonraları da “Lonca”
teşkilatlarının oluşumu sağlanmıştır10.
Neşet Çağatay; Anadolu’da ahiliğin yaygınlaşmasıyla, yabancıların
tekelinde bulunan sanat ve ticaret hayatına Türklerin de girmeye başladığını ve
zamanla söz sahibi olmaya başladıklarını savunmuştur. Önceleri ahiler, yalnızca
dabbaklık ve ona bağlı deri işçiliği ile uğraşırken bir süre sonra işkolu sayısı otuz
ikiye kadar çıkmıştır. Böylece, her şehir ve kasabada esnaf ve sanatkarlar için
arastalar, uzun ve kapalı çarşılar kurulmuştur (1989:429-436).
Dolayısıyla ahi ve lonca teşkilatları, kendi içinde zanaatkarlarını koruyup
destekleyen, iyi olanları ödüllendirip, hile veya haksız kazanç içinde olanları
cezalandıran, çıraklıktan kalfalığa ya da kalfalıktan ustalığa geçiş vb. gibi
kuralların ve özel ritüellerin uygulandığı kurumlardı. Bu özellikleri sayesinde bir
zamanlar Kale’deki pek çok geleneksel el sanatı, bu kurumlar tarafından sosyo-
ekonomik anlamda kollanıp, yaşatılmıştır. Buna bağlı olarak, Kale’de Ahi Evran
Camii, Ahi Şerafettin Camii, Yeşil Ahi Mescidi gibi büyük dini yapıların inşa
edilmesi, buradaki halk hareketinin ve sonucunda da ticaret hayatının gelişimini
etkilemiştir.
10 Ahilik ve Lonca teşkilatı hakkında detaylı çalışmak için bkz. Güçlüer (1976), Gürata (1975), Karacabey (1965), Koşay (1977), Soykut (1978), Bozyiğit (1989), Arslan (1976), Güner (1974), Sayas (1976), Sünkitap (1937), Tarus (1947), Tombuş (1943), Uslu (1982).
20
Ancak yukarıda da bahsettiğimiz gibi geleneksel el sanatlarının, zamanla
yoğun emekle icra edilen uygulamalardan makineleşmeye geçme aşamasında ve
dolayısıyla günlük yaşamdaki ihtiyaçları karşılamada yetersiz kalmaları, bu
kurumların da işlevlerini kaybedip kapanmasına sebebiyet vermiştir. Cumhuriyetin
ilk yıllarında, geleneksel el sanatlarını icra eden esnafın örgütlenmedeki
gecikmeleri, mesleklerinin ve sanatlarının da yeni iktisadi yaşam içinde hızla yok
olmasına neden olmuştur. Dolayısıyla bir zamanlar bu teşkilatlarla kollanan ve
desteklenen el sanatlarından günümüzde, sadece alemci, bakırcı (F:35), bakır
işlemeci (F:41), demirci (F:36 - 37 - 38 - 39 - 40), hasırcı, kalaycı (F:42 - 43),
kasketçi (F:44 - 45 - 46 - 47 - 48), sandıkçı, sepetçi (F:49 - 50), urgancı vb. gibi
birkaç iş kolu halen icra edilebilir durumda kalmıştır.
1.4. TOPLUMSAL VE TEKNOLOJİK DEĞİŞİMİN ANKARA KALESİ’NDEKİ GELENEKSEL EL SANATLARINA ETKİSİ
Tarihe baktığımızda iktisadi faaliyetlerimiz, Osmanlı Devleti döneminde
yaşanan askeri ve ekonomik alanlardaki başarıların etkisiyle oldukça sağlam
temellere dayanmaktaydı. Öyle ki el sanatlarının; silah yapımı ve onarımı, halkın
ve askerlerin giyimi, gündelik hayatta büyük bir oranda ihtiyaç duyulan eşyaların
üretimi ve mimari eserler gibi pek çok alanda büyük katkısı olmuştur. Dolayısıyla
Osmanlı Devleti’ni oluşturan temel güçlerden biri de “Zanaatlar” dediğimiz bu
“Geleneksel El Sanatları”ydı. Ancak Batı’da gelişen bilim ve teknolojiye
zamanında ayak uydurulamadığından, yoğun emek gerektiren yöntemlerle icra
edilen geleneksel el sanatları, bir süre sonra olağan günlük ihtiyaçları bile
karşılamada yetersiz kalmış ve modern teknolojinin desteklediği seri üretimin
tüketici fiyatlarına etkisiyle, seri üretim ürünler bu sanatsal ürünlerin yerini almıştır.
21
Modern teknolojiyle uygulanan hızlı ve düşük maliyetli üretim yöntemleri,
şüphesiz ki yaşam pratiklerimizi kolaylaştırmış ancak geleneksel halk sanatının ve
doğrudan el becerisiyle üretilen bir ürünün zamanla yok oluşuna da neden
olmuştur.
Bu bağlamda, Ankara’nın başkent olmasıyla ulusal ve evrensel
boyutlardaki beklentiler ve zorunluluklar ile Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte başlatılan
devrimler kapsamındaki modernizasyon faaliyetleri, toplumsal değişimi de
hızlandırmıştır. H. Ünal Nalbantoğlu’na göre, hızlı göç almaya başlayan ve
nüfusunun büyük bir çoğunluğu asker ve bürokratlar ile yakın geçmişteki büyük
çaplı savaşlardan sonra hızla zenginleşmiş tüccarlardan oluşan Ankara’da, bu
dönemin sosyal yapısındaki olağan değişimin sonucunda ortaya çıkan yeni
toplumsal grup olan “burjuvazi”nin tüketime yönelik beklenti ve ihtiyaçları, üretimi
ve özellikle geleneksel el sanatlarına yönelik uygulamaları büyük bir oranda
etkilemiştir (2000:291). Yavuz’un belirttiği üzere, Ankara’nın yerleşik nüfusunu
oluşturan ve genellikle tarımcılıkla uğraşan köylü kesimin basit ve ucuz olan
ihtiyaçları ve sınırlı alım gücü değişmese de, geleneksel el sanatlarının varlıklarını
sürdürebilmeleri için yeterli koşulları sağlayamamıştır (2000:203).
Genç Türkiye Cumhuriyeti için “örnek” olma görevini üstlenen Ankara’da,
Sevgi Aktüre’nin vurguladığı gibi, yoğun ve hızlı imar çalışmalarının yanı sıra
sanayileşme faaliyetleri de geleneksel el sanatları alanındaki insan gücünün
azalmasına ve yeni ustaların yetiştirilememesine neden olmuştur. Ayrıca, yeni
eğitim ve öğretim programlarında pozitif bilim ışığında desteklenen meslekler
grubunda, geleneksel el sanatlarının yer almaması, bu alanda istihdamı olumsuz
yönde etkilemiştir (2001:58).
Cumhuriyet’in ilanından sonraki dönemde gerçekleştirilen hızlı sanayileşme
ve imar hareketleri Ankara’nın çekiciliğini arttırmış, tarım uygulamalarıyla edinilen
22
gelirdeki azalma da özellikle genç köylü nüfusun şehirlere göçüne sebep teşkil
etmiştir. Ancak bu göç hareketi sırasında, hızlı kültürel değişime ayak
uyduramayan köylü nüfus, kent yaşamı içerisinde de kendi yerel kültürlerini
yaşamayı sürdürme ısrarı göstermişlerdir. Bunun sonucu olarak da bugün
“gecekondu” olarak adlandırılan çarpık kentleşme ve kuşaklar arası ihtiyaç
farklılıkları ortaya çıkmıştır. Bu olumsuz gelişmeden en büyük zararı ise
geleneksel el sanatları görmüş ve hızlı bir yok oluş yaşanmıştır.
Phil Ülgür Önen, bu yok oluşu Türk Kültürü açısından şöyle
değerlendirmektedir;
Kırdan kente göç sonucu, ne kentsel ne de kırsal olabilen
ve arabesk kültür içinde karşımıza çıkan gecekondu kültürüdür.
Gecekondu kültürü batıdan gelen plastik, melamin, naylon vb.
modern malzemeyi doğunun arabeski içinde biçimlendirip
motiflendirmeye çalışmaktadır. Dolayısıyla bu çarpık
modernleşme anlayışı gecekondu kültürünün yaşamasına
olanak sağlamakta, ulusal kültürümüz ise geçmişle gelecek,
evrensellikle yöresellik arasındaki çatışma ortamında yerini
bulamamaktadır (1982:2-3).
Toplumsal yaşam içinde, gelişen teknolojinin etkisiyle ortaya çıkan ve
kaçınılmaz olan bu değişim, Cumhuriyet döneminde Kale’nin iktisadi yaşamında
da etkisini göstermiştir. Uygulanmakta olan birçok geleneksel el sanatı gerek
işlevselliğini gerekse ekonomik olma özelliğini yitirerek kaybolmaya yüz tutmuştur.
Günümüzde ısrarla ayakta durmaya çalışan meslek grupları ise turistik eşya
üreticileri konumuna dönüşmüştür.
23
Bir dönem Türklerin temel ekonomik güçlerinden biri olan ve milli kültür
değerlerini oluşturan ancak giderek yok olmaya başlamış geleneksel el
sanatlarından Ankara Kalesi’nde icra edilenler bu çalışma kapsamında irdelenmiş
ve tarihi süreç içerisinde toplumun değişen yaşam biçimi ve ihtiyaçların
karşılanmasındaki karşılıklı etkileşimler incelenmiştir.
İKİNCİ BÖLÜM
2.1. GELENEKSEL EL SANATLARININ ANKARA KALESİ’NDEKİ VARLIĞI
Yapılan araştırmalar ve incelenen kaynaklar, geçmiş dönemlerde Ankara
Kalesi’nde işlevini sürdürmüş ve ticari açıdan şehrin diğer birçok yerleşim birimini
etkilemiş ancak günümüzde yeni kuşakların pek çoğunun anlamını dahi
bilemediği çok çeşitli meslek grupları olduğunu ortaya koymaktadır. Elverdi’ye
göre bu meslekler ve el sanatları; attar, bakırcı, bıçakçı, benna, bezza, bezirci,
boyacı, çanakçı, çerçici, debbağ, dellal, dellak, demirci, hasırcı, kaftancı, kalaycı,
kantarcı, kazancı, keçeci, külahçı, macuncu, muytap, nalbant, neccar, nakkaşçı,
oduncu, sabuncu, saraç (F:51 - 52 - 53), seleci, semerci (F:54 - 55), sepici, sofçu,
sof yuyucu, sof perdahçı, yorgancı (F:56 - 57 - 58), yemenici, yazmacıdır (F:59)
(1998:19). Rıfat Özdemir ise bu mesleklere ve el sanatlarına ek olarak şalcı,
dikici, terzi, teneci, dühancı, dülgerci, kuyumcu ve berberin de yer aldığını
belirtmiştir (1986:229-231).
Bu mesleklerin ve el sanatlarının yanı sıra, Türkiye’de 2004 Yılında
Yaşayan Geleneksel Meslekler adlı kitapta da belirtildiği üzere, Eski Ankara’nın
özelliklerini yansıtan ve günümüzde de halen icra edilen diğer geleneksel el
sanatları ise: Alemcilik, bakırcılık, bakır işlemeciliği, demircilik, hasırcılık,
kalaycılık, kasketçilik, sandıkçılık, sepetçilik (F:60) ve urgancılıktır (Oğuz vd.,
2005:5-8).
Konuyla ilgili yapılan kaynak incelemelerinde, Ankara Kalesi’nde geçmişte
icra edilmiş birçok faaliyetin “meslek” tanımı içerisinde yer almasına karşın,
25
“geleneksel el sanatı” uygulamalarıyla bağdaşmadığı göze çarpmaktadır. Ancak
bazı kaynaklardaki mesleklerin sayısal çokluğunun, aynı meslek grubunun farklı
veya yerel söyleyiş biçimleri nedeniyle oluşabileceği değerlendirilmektedir.
Günümüzde kaybolmaya yüz tutmuş geleneksel el sanatlarının çoğu,
geçmişte Ankara’da, ilk olarak da Ankara Kalesi’nde icra edilmekteydi. O
dönemlerde Ankara Kalesi, bu sanatları icra eden kişilerin toplandığı önemli bir
toplumsal ve ticari merkez durumundaydı. Ancak değişen yaşam koşulları bu
önemli merkezi ve burada hayat bulan sanatları, tarihin izlerini taşıyan bir müze
haline getirmiştir. Bu el sanatlarının ve mesleklerin çoğu günümüzde tamamen
ortadan kalkmış olmakla beraber, bazıları eski şekliyle veya bazı teknik
değişikliklerle halen icra edilmeye devam etmektedir. Ancak günümüzde bu
geleneksel el sanatlarının yaşaması, daha çok turistik veya kişisel zevklere ya da
küçük toplulukların geçimini sağlayan bir üretim biçimi olmaya dayanmaktadır.
2.2. GÜNÜMÜZDE KAYBOLMUŞ AMA BİR ZAMANLAR ANKARA KALESi’NDE İCRA EDİLEN GELENEKSEL EL SANATLARI
Bu çalışmada, Ankara Kalesi’ndeki geleneksel el sanatları ve meslekler,
Cumhuriyet’in ilanından önce ve Cumhuriyet’in ilanından sonra olarak iki dönem
halinde incelenmektedir.
Ankara’da XVI. ve XVII. yüzyıllarda ekonomik yaşam ve dolayısıyla meslek
hayatı hayvancılığa dayanmaktaydı. Bunlardan en önemlisi ise sofçuluk ve
dericilikti. Ancak bunların dışında ama bunlarla alakalı olarak başka üretim
çeşitleri de mevcuttu. Örneğin İlhan Tekeli’ye göre sofçuluk ve dokumacılık, 5
26
aşamada gerçekleşmekteydi: Sofun eğrilip ip haline getirilmesi, dokunması,
yuyucular tarafından yıkanması, boyanması, cenderecilere perdahlanması
(1994:172).
Hayvancılığa dayanan bu üretim biçimlerinden bir diğeri, eskiden dabbaklık
(F:61) denen günümüz dericiliğine dayanmaktaydı. İncelenen kaynakların ortak
görüşüne göre dericilik, oldukça uzun bir tarih sürecinde işlevini sürdürmüş bir el
sanatıdır. Pek çok geleneksel el sanatı gibi dericilik de, makinalaşma ve hızlı
teknolojik gelişme karşısında el sanatı olarak önemini yitirmiş ve yok olmuştur.
Dericilik, bol su ile yapılan bir uygulama olduğundan, bu sanatın icra edileceği yeri
de dereler belirlemekteydi. Dolayısıyla Kale’nin eteklerinde bulunan Bend Deresi,
bu mesleğin icra edilmesi için oldukça elverişli bir yer olmuştur.
Tekeli’ye göre bu üretim biçimlerine bağlı olarak ortaya çıkan, hanlarda ve
sokaklarda icra edilen diğer el sanatlar da, faaliyet kollarına göre gruplanmışlardı.
Bunlardan Yukarıyüz gurubundakiler; Atpazarı, Koyunpazarı ve
Samanpazarı’ndaki sokaklarda, Aşağıyüz gurubundakiler ise; Suluhan
çevresindeki hanlarda bulunmaktaydı (1994:172).
XIX. yüzyıla kadar Ankara’nın en önemli üretim ve ticaret kaynağı
sofçuluktu. Ancak önceki bölümlerde uzunca bahsettiğimiz nedenlerden dolayı
sofçuluk, XIX. yüzyıldan sonra gerilemeye başlamıştır. Ancak softaki bu
gerilemeye karşın diğer geleneksel el sanatları, Cumhuriyet’e kadar varlıklarını
sürdürmüşlerdir. Bunun en önemli sebebi, demiryolu ağının Ankara’ya ulaşması
ve böylece sağlanan ucuz ulaşım ve taşıma bağlantısı sonucunda kentsel
faaliyetlerin ve mekansal değişimlerin ortaya çıkmasıdır. Dolayısıyla bu canlanma,
tarımın da gelişimine olanak sağlamıştır. Bu da üretimin çeşitlenmesi anlamına
gelmektedir.
27
Ankara için Cumhuriyet’in ilanı ve başkent oluşu, diğer bir deyişle
kazandığı ülke yönetim merkezi kimliği, tüm mesleklerde olduğu gibi geleneksel el
sanatlarının da üretim şekillerini kökten değiştiren iki önemli gelişmedir. Bu tarihi
gelişmelerden sonra Ankara, tamamıyla sanayi ağırlıklı üretim biçimine
geçilmesini gerektiren bir yapılanma içine girmiştir. Bu yapılanma, özellikle 1950
yılına kadar çok hızlı bir biçimde gerçekleşmiştir.
Günümüzde günlük ihtiyaçlar; yetişmiş işgücü ve modern teknolojinin
kullanıldığı iş ortamlarında, çağın gereklerine uygun bir biçimde karşılanmaktadır.
Oysa bir zamanlar bu işlev farklı isimler, farklı koşullar ve farklı şekillerde icra
edilmekteydi. Modern sanayinin sunduğu imkanlar doğrultusunda, geçmişten
günümüze ihtiyaç ve işlevi genelde hep aynı kalan ancak bir el sanatı olarak
Ankara Kalesi’nde artık icra edilmeyen pek çok el sanatının varlığı da gözardı
edilmemelidir.
Yukarıda sunulan geleneksel el sanatlarından yazılı kaynaklar aracılığıyla
Ankara Kalesi’nde bir zamanlar icra edildikleri tespit edilenlerden bazıları,
Ankara’nın coğrafi yapısı ve geleneksel ekonomisi ile Ankara Kalesi’nin bu
uygulamalara yönelik kendine özgü yapısı dikkate alınarak, aşağıda özetle
belirtilmiştir.
Aba, kalın dokulu bir çeşit yünden üretilmiş kaba kumaştan yapılan bol ve
geniş bir palto türüdür11. Mehmet Şakir Ülkütaşır, aba ve abacılığı 2 farklı manada
tanımlamıştır. Bunlardan birincisinde abayı; dövme yünden yapılan bir kumaş
olarak tanımlayıp, imalini dört safhaya ayrılmıştır. Bunlar: yünün hazırlanması,
eğrilmesi, dokunması ve dövülmesidir. İkinci anlamında ise; köylü ve orta halli ve
11 Aba hakkında daha fazla bilgi için bkz. Şimşek (1969), Ülkütaşır (1941).
28
fakir erkekler tarafından giyilen, Anadolu Türkleri’ne mahsus, şark ve orta
Anadolu’da sıkça görülen bir giyecek olduğunu belirtmiştir (1941:275-276).
Günümüzde bu el sanatı, her ne kadar artık Kale’de fiilen icra edilmese bile
yaptığımız mülakatlar sonucu, bir zamanlar Kale’de bu sanatın icra edildiği
belirlenmiştir. Ankara Tiftik Keçisinin iklim ve fiziki şartlar itibarıyla sadece
Ankara’da yetişmesi, şüphesiz abacılığın bir el sanatı olarak bir zamanlar Kale’de
icra edilmesi ve bu sanatın, gerek bir iş kolu gerekse ticari uygulamalarda yoğun
ilgi görmesiyle doğru orantılıdır. Ancak tekstil sanayindeki ilerleme ve seri
üretimler, bu el sanatının da sonunu getirmiştir. Çok daha ucuza ve daha
zahmetsizce fabrikalarda üretilen palto ve kabanlar, abaların yerini almıştır.
Geleneksel Türk mimarisinde kapı ve kapıüstü donanımlar, önemli bir yer
tutmaktadır. Bu donanımlar içinde görsel sanat uygulaması açısından özel bir yeri
olan kapı kilitlerinin üretim ve onarım işlevleriyle uğraşan çilingirler (F:62),
Ulucanlar’da ve Tahtakale civarında yerleşmişlerdir.
Yusuf Ziya Bıçakçı’nın makalesinde bahsettiği bıçakçı ustası İsmail
Böcek’e göre; bıçakçılık sanatının kökü Edremit ve Yatağan’dan gelmiştir. O
zamanlarda seyyar bıçakçılar, kendi arabalarında bıçakçılığıyla meşhur şehirlerin
bıçaklarını ve çakılarını, Ankara’nın çeşitli semtlerinde satışa sunarlarmış. Yerli
bıçakçılar ise daha çok bileme işiyle uğraşıp, kasap, derici vb. gibi çeşitli
mesleklerde kullanılan özel bıçakları satarlarmış. O zamanlar, genel anlamda
bıçakçı dükkanlarının perdeyle iki bölüme ayrıldığını, arka tarafta imalat işinin
yapıldığını, ön tarafta ise çırak tarafından müşterilerin ağırlanmasının
gerçekleştirildiğini ve fiyat tespiti konusunda ise ustanın devreye girdiğinden de
bahsetmektedir (1963:108-114). Günümüzde bıçakçılar, daha çok Kale’ye yakın
29
semtlerden Ulucanlar ve Saraçlar Çarşısı’nda mesleklerini icra etmektedirler.
Ancak günümüzde bıçakçılık, yok denecek düzeye gerilemiş durumdadır12.
Ankara’nın coğrafi özellikleri dikkate alındığında, uygun bitki yapısı ve su
kaynaklarının çokluğu, küçükbaş hayvancılığın ve özellikle tiftik keçisi besiciliğinin
Ankara’da yaygın olarak yapılmasında en büyük etkendir. Hayvan derilerinin
işleme sanatı olan dabbaklık, incelenen pek çok kaynağa göre oldukça uzun tarihi
süreç içerisinde işlevini sürdürebilmiş bir el sanatıdır. Oldukça zahmetli bir iş kolu
olan dabbaklık da, çoğu geleneksel el sanatı gibi hızlı sanayileşme hareketleri
karşısında önemini yitirmiş ve su kaynaklarının da hızla azalmasıyla, yok
olmuştur. Kale’de yapılan mülakatlardan çıkarılan sonuçlar doğrultusunda,
Ankara’da dabbakların toplandığı yerin Bend Deresi civarı olduğu belirlenmiştir.
Dabbaklık bol su ile yapılan bir uygulama olduğundan, zanaatkarlar Bend
Deresi’ndeki Hatip Çayı civarına yerleşmişlerdi. Derileri temizleme işlemini de yine
burada yapmaktaydılar.
Ankara tiftiği Orta Anadolu’da yetişen parlak, uzun tüylü, yumuşak, lüleli,
beyaz bir tiftik çeşididir. Ankara Tiftiğinin yalnız Ankara çevresinde yetişmesi,
doğal olarak bu bölgede dokumacılığın da gelişmesinde etki olmuştur13. Evliya
Çelebi bu konuya Seyahatname’sinde şöyle değinmiştir.
Ankara keçilerinin tiftik denilen ve yerli müellifler
tarafından “süt gibi beyaz”, “ipek gibi yumuşak”, yahut “ipekten
ala”, “elmas gibi parlak” tarzında sitayişkar ifade ile tanımlanan
tüyü, Ankara ve civar kasabalarda işlenerek iplik haline
12 Bıçakçılık hakkında daha fazla bilgi için bkz. Soyyanmaz (1972). 13 Orta Asya döneminden günümüze dokumacılık ve Ankara tiftik dokumacılığı hakkında ayrıntılı bir çalışma için bkz. Gönül (1960), Tamur (2003) Saden (1939), Özer (1970), Öz (1950).
30
getirilirdi. Bu ipeklerden sof ve şali denilen dokumalar yapılırdı.
Ankaralıların başlıca geçim membaı buydu (Darkot, 1929:444).
Günümüzde el dokumalarının yerini alan makine dokumaları da bu
mesleğin kayboluşunun temel nedenidir. Her ne kadar kasaba veya köylerde icra
edilse bile Kale’de bu sanatı icra eden tek bir zanaatkara bile rastlanmamıştır.
Ankara’nın temel ekonomik enstrümanlarından biri olan sofa bağlı olarak
oluşan iş kollarından tepilip dövülerek yapılan keçe ve keçeciliğin, Hikmet Gürçay;
önceleri Atpazarı’nda ve Ahi Evran Camii civarında yerleşmiş olduğunu, dokuma
sanayinden önce geliştiğini belirtmiştir. Ayrıca Kale’de önceleri loncalara bağlı
olan keçeciliğin, günümüz çalışma şartlarındaki zorluklar, kazanç sağlayamayan
bir sanat oluşu ve keçeye alternatif yeni ürünlerin artışından dolayı, tamamen
kullanımdan kalktığını da açıklamıştır (1966:25). Ancak hala ihtiyaç duyulan keçe
artık fabrikalar da seri üretildiğinden, keçecilik sanatını da diğer geleneksel el
sanatları gibi yerini tamamen teknolojik şartlara bırakmıştır14.
Yine sofa bağlı oluşan ve Kale’de icra edilmiş alt meslek ve el sanatları
grubuyla ilgili yapılan sözlü mülakatlarda elde edilen sonuçlara göre; keçi kılından
ip örenlere mazman, bu ipleri tezgahlarında dokuyarak düz heybe yapanlara ise
mutaf denilmiştir. Ali Rıza Yalgın’a göre mutaflar önce bu ipleri tezgaha takar,
tanzim ettikten sonra: Çullar, yem torbaları, timar keseleri, bellemeler, yularlar, kıl
halatlar gibi hayvan bakımına mahsus eşyaları meydana getirirlerdi. Günümüzde
bu tür ihtiyaçların ortadan kalkması sonucu artık icra edilmeyen mazmanlık ve
mutaflık sanatı eskiden Kale’de, Ahi Evran Camii civarında ve Atpazarı’nda
yapılmaktaydı (1941:169-170).
14 Keçe ve Keçecilik için bkz. Öder (1940), Taner (1982).
31
Cumhuriyet öncesi sanayi ve ulaşım altyapısının yeterli olmadığı dönemde,
Anadolu’nun çoğu bölgesinde olduğu gibi Ankara’da da at kullanımı ve ticareti
önemli bir yer tutmaktaydı. Atpazarı, at ticaretinin yanı sıra, atla ilgili geleneksel el
sanatları içinde yer alan semercilik (F:63) yönünden, üretim ve pazarlama
merkeziydi. Semer (F:64); merkep ve beygirle yapılan ulaşım sırasında hayvan
üzerinde rahat oturmak ve gerektiğinde yük taşımak için kullanılmıştır. Kullananın,
toplum içindeki sosyal ve ekonomik konumuna göre boyut ve şekil değişiklikleri
gösteren semer, işlevselliğinin yanı sıra üzerindeki işlemelerle de her zaman
sanatsal bir obje olmuştur. İncelenen pek çok kaynağın ortak görüşüne göre,
Ankara’da semerciliğin gerilemesini başlatan etkenin, demiryolunun Sivas’a kadar
uzanması gösterilmektedir. Ayrıca, Ankara’nın tarihsel gelişim süreci içerisinde,
ulaşım ve taşımacılıkta hayvan kullanımına artık köylerde bile pek ihtiyaç
duyulmadığından, bu sanatın kaybolması kaçınılmaz olmuştur. Dolayısıyla
günümüzde semer, sadece antika değeri taşıyarak evlerde özel köşeleri süsleyen
dekoratif bir eşya olmaktan öteye geçememektedir.
Sofçuluk sanatı, yalnız Ankara’da yetiştirilen tiftik keçisinden elde edilen
yün üretiminin yoğunluğuna bağlı olarak gelişim göstermiş ve Eski Ankara için en
önemli gelir kaynaklarından biri olmuştur. Cumhuriyet öncesi dönemde
hükümdarların, üst düzey devlet adamlarının ve kadınların giydikleri giysilerin
çoğu soflardan yapılırdı.
Ankara Tiftik Keçisi, uygun iklimi ve bitki örtüsü itibarıyla sadece Ankara’da
yetiştiğinden, Ankara sofu, çok eskiden beri yalnızca Ankara’ya özgü bir kumaştır.
Ayrıca, gerek bu sofların satış işlemleri, gerekse sofçuluk uygulamalarında
kullanılan malzemelerin üretimine yönelik el sanatı faaliyetleri de yalnız Ankara’da
ve Kale’de yapılmaktaydı. Dolayısıyla Ankara sofları, üstün özellikleri nedeniyle
çarşı kumaşları gibi; Ankara sofçuluğu ise, çarşı zanaatkarlığı gibi görülmüştür.
32
Tunç ve Özbay sofçuluk sanatının; sof dokuyucular, sof yuyucular, sof
boyacıları ve sof perdahçıları diye dört esnaf gurubu tarafından yapıldığını
belirtmişlerdir (2004:112).
Necmettin Dinçer de sofçuluğun tarihçesine şöyle değinmiştir: Ankara sofu,
Osmanlı Devleti zamanında güzelliği ve sağlamlığından dolayı çok rağbet
görmekteydi. O zamanlar bilginler, siyah ve lacivert softan yapılmış geniş ve bol
cübbe giyerken, esnaf ve halk ise renkli şalvar ve ceket, kadınlar da renkli ferace
giyerlerdi. Ayrıca askerlerin pelerinleri de softan yapılmaktaydı (1948:31).
Yapıldığı dönemde sofun bu kadar rağbet görmesinin en önemli sebebi, toz
tutmayışı, yağmur geçirmeyişi ve güneşin ışığını almayıp daima serin
tutmasından dolayıdır. Ancak yine gelişen sanayi vb. sebeplerden dolayı sofçuluk,
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra gerilemiş ve tamamen kaybolmuştur.
Muzaffer Erdoğan’a göre sofçular; önceleri kendi aralarında belirledikleri bir
şekilde hareket eder, çalışmalarını kendi belirledikleri töre ve yasalara göre
ilerletirlerdi. Diğer geleneksel el sanatlarında olduğu gibi sofçulukta da çıraklık,
kalfalık ve ustalık gibi kademeler vardır. Bu kademeleri başarıyla geçen bir
zanaatkarın dükkan sahibi olması için, kayıtlarda sayısı belli olan bu
zanaatkarlardan bir kişinin eksilmesi gerekirdi. Bu da ancak kişinin ölüm,
memleketten ayrılması, işten alıkonması vb. gibi geçerli sebeplere bağlı idi. Bu
sanatın tatbik edilmesini ise işin pirleri veya şeyhleri belirlerdi. Ortaya çıkabilecek
herhangi bir anlaşmazlıkta ise, işi şeriye mahkemeleri çözerdi (1955:1091-1092).
Dinçer, makalesinde sof dokuma işini 17 bölümde ele almıştır. Bunlar:
Hazırlama, Birinci tarama, Boyama, Yıkama, İkinci tarama, Eğirme ve bükme,
Katlama, Çözgü ve atkı, Çirişleme, Tezgaha alma ve ayarlama, Dokuma, Yıkama,
Kükürtleme, Cilalama ve perdah, Fırınlama, Hareleme ve Dürülme’dir (1948:31).
33
Yazma, incelenen pek çok kaynaktaki ortak yaklaşıma göre kumaş veya
tülbent üzerine, boyama işlemiyle resimlendirilen veya tahta kalıplarla
desenlendirilen ve baş örtüsü olarak kullanılan bir kumaş olarak tanımlamaktadır.
Anadolu’da bir halk sanatı olarak doğup gelişen yazmacılık, Anadolu Türklerinin
kendine has sanat anlayışı ile gelişmiş ve bohça, mendil, yastık yüzü, sofra bezi,
yemeni, yorgan yüzü vb. vazgeçilmez eşyalar arasına girmiştir15.
Güzin Feyhaman yazmacılığı, eski ve yeni yazmalar diye iki devreye
ayırmaktadır. Eski yazmaların renklerinin kök boyalardan birkaç kez kaynatılarak
elde edilen ahenkli ve kompozisyonu daha başarılı olarak nitelendirirken; yeni
yazmaları, hem renk hem desen hem de kompozisyon bakımından başarısız
bulmaktadır (1936:135).
Günümüzde endüstriyel üretimin ticaretteki ağırlığının artması, geleneksel
el sanatlarının icra edilmesine de büyük bir kısıtlama getirmiş ve bu durumdan
yazmacılık sanatı da etkilenmiştir. Eskiden tüm yurtta icra edilen yazmacılık
sanatı, şimdi çok sınırlı yerlerde icra edilmektedir. Bir zamanlar Kalede icra
edildiği yapılan sözlü mülakatlarla kanıtlanan bu sanat, her ne kadar günümüz
ihtiyaçlarını karşılasa bile, artık icra edilmemektedir.
2.3. ANKARA KALESİ’NDE HALEN İCRA EDİLEN GELENEKSEL EL SANATLARI
El sanatlarının yapımında sanatın icra edildiği bölgenin iklim şartları, o
yerde gerçekleştirilecek sanat çeşidinin oluşmasında öncelikle etkilidir. Örneğin; 15 Koşma, türkü ve taşmalardaki çeşitli çağrışımlarla halkın yaşantısını yansıtan yazmacılık hakkında bilgiler için bkz. Kaya (1974).
34
hayvancılığın geliştiği yerlerde yünle ilgili, pamuğun yetiştiği yerlerde pamukla
ilgili, bakırın çıktığı yerlerde de bakırcılık ve bakır işlemeciliği gibi bölgesel
özelliklere göre sanat kolları oluşmuştur. Ankara Kalesi’nde icra edilen sanatlar da
doğal olarak Kale’nin fiziki ve sosyal özeliklerine göre oluşmuş, bazıları tarihi
süreç içerisinde değişen şartlardan etkilenerek kaybolmuş iken bazıları halen
içinde bulunan şartların uygunluğu nedeniyle varlıklarını sürdürmektedir.
Bir zamanlar pek çok el sanatının icra edildiği Kale’de, Cumhuriyet’in
ilanından sonraki yeni kuşakların varlıklarını bile bilmedikleri geleneksel el
sanatlarından günümüzde yalnızca Alemcilik, Bakırcılık, Bakır İşlemeciliği,
Demircilik (F:65), Hasırcılık, Kalaycılık (F:66), Kasketçilik (F:67), Sandıkçılık,
Sepetçilik (F:68), Urgancılık vb. gibi çok azı, içinde bulundukları olumsuz
koşullara rağmen varlıklarını devam ettirmektedir. Ayrıca bunlar, Eski Ankara’nın
ekonomik yapısında geçmişi yansıtan belirgin geleneksel öğelerdir16. Günümüzde
hala Kale’de varlığını devam ettirmeye çalışan bu sanat guruplarına kısaca
değinmek, konunun önemini daha rahat kavramak açısından oldukça faydalı
olacaktır.
Türkiye’de 2004 Yılında Yaşayan Geleneksel Meslekler adlı kitapta alem;
kubbe veya minarelerin tepesinde yer alan veya bayrak direklerine ya da sancak
başlarına takılan hammaddesi tunç, bakır ya da pirinç olan, ay ve yıldız veya
sadece ay motiflerini içeren bezeme olarak tanımlanmıştır. Genellikle cami, türbe,
tekke vb. gibi dini yapılarda kullanılan alemler, süsleme sanatı özelliğinin yanı sıra
yapısal zorunluluklar nedeniyle de kullanılmaktadır. Bu bağlamda alem, hem
kubbe ve külahlara kaplanan kurşun levhaların tam tepede birleştikleri noktayı
örtmek hem de rüzgar ve yağmurun etkisiyle bozulmalarını önlemektedir
(2005:79). Günümüzde alemcilik (F:69), Samanpazarında sadece birkaç usta
tarafından hala icra edilmektedir. 16 Ankara’nın eski esnafı hakkında bilgi için bkz. Ongan (1957), Önder (1976).
35
Firdevs Kaya’nın tanımına göre, saf bakırın işlenmesine bakırcılık (F:70),
şekillendirme işlemini yapana bakırcı, elde edilen ürünlere ise bakır eşya
denilmektedir (1981:1). Çok çeşitli olan bakır eşyalar, hem ihraç ürünü hem
turistik süs eşyası olarak hem de mutfak ve dekorasyon işlerinde kullanılmaktadır.
Ancak bakırcılık sanatının da diğerleri gibi yoğun emek ve fazla zaman
gerektirmesi ancak buna rağmen fazla kazanç sağlamaması, bakır kapların
kullanımdan kalkması vb. gibi sebeplerden dolayı el sanatı olarak uygulaması
gittikçe azalmaktadır.
Gündağ Kayaoğlu’na göre, önceleri dövme tekniğiyle yapılan ağır kaplar,
yerini makineyle yapılan hafif ve ince bakır kaplara, bunlar da zaman içinde
yerlerini alüminyum, plastik ve çelik kaplara bırakmıştır (1984:66). Dolayısıyla
geleneksel bakırcılık sanatı, gelişen sanayi sonucu makineleşme ve bakırdan çok
daha ucuz olan alüminyum ve plastikle mücadele etmek durumunda kalmıştır. Bu
yüzden bir çok halk sanatı gibi bakırcılık sanatı da gerilemektedir.
Bakırcılık deyince, sadece madeni eşya üretimi değil, bu maden üzerine
kültürümüzün işlenmesi akla gelmelidir. Bakır kaplarda, sanat tarihimizi görmek
mümkündür. Keşfedildiği çağdan beri en çok kullanılan maden olan bakır, yakın
zamanlara kadar günlük hayatın bir parçası gibiydi. Günümüzde kullanım alanı
kısıtlı da olsa bakır, meraklısının mutfağında kap-kacak olarak yine de kendine bir
yer bulmaktadır.
Bakırcılık sanatı, yıllardır nesilden nesile aktarılan ve bakırı çekiçle
biçimlendirme yöntemiyle yapılan bir sanattır. Ancak günümüzde maliyeti daha
ucuz olan ve seri bir şekilde işlenebilen malzemelerin artması, Anadolu’nun
önemli bir sanat dalı olan bakırcılığın yok olmaya yüz tutmasının temel nedenidir.
Tüm bu zorluklara rağmen bakırcılık sanatı, bu işe gönül veren ustalar sayesinde
sürdürülmeye çalışılmaktadır. Günümüzde bakırın, bakır kaplardaki yemeklerin
36
damak tadına meraklı insanlar tarafından bir çeşit gelenek olarak tercih edildiğini
ve artık dekoratif amaçlı kullanımının da yaygın olduğunu söyleyebiliriz17.
Zübeyde Günyol, bakırcılığın seyrine şöyle değinmiştir: Bakırcılık, Büyük
Selçuklular döneminde yaygın bir sanat olarak kullanılıp, en seçkin ürünlerini
vermiştir. Bu dönemde Konya, Mardin, Hasankeyf, Cizre, Diyarbakır, Harput,
Erzurum ve Erzincan bakırcılığın başlıca merkezleridir. Selçuklular’ın bu sanata
en büyük katkısı % 70 bakır ve % 30 çinkodan oluşan pirincin, her türlü kap yapım
ve işleme tekniğinde kullanılmasıdır. Osmanlılar döneminde ise, İstanbul,
bakırcılığın merkezi durumundadır. Bu dönemde Balkanlar’daki bakır
madenlerinin işletilmesinden dolayı bakırcılık, doruk noktasına çıkmıştır.
Günümüzde ise bakırcılar, Eski Ankara’nın hem ekonomik, hem de sosyal açıdan
merkezi olan Kale ve Samanpazarı çevresinde toplanmışlardır. Sayıları az
olmakla birlikte bu mesleği sürdüren birkaç zanaatkar, hala burada bulunmaktadır
(2000:15).
Ankara’ya gelen yabancı turistlerin de rağbet gösterdiği Bakırcılar
Çarşısı’nda, daha çok turistik amaçlı çalışan onlarca işletmeci vardır.
Teknolojiye paralel olarak bakırcılıkta kullanılan tekniklere, tornada çekme
ve preste basma gibi yöntemler eklenmişse de, bakırın dövme tekniği ile
işlenmesi, dün olduğu gibi bugün de Anadolu’da yaygın olarak tercih edilmektedir.
Adnan Özonar bakırcılığın; bir ülkenin halkbilimi, tarihi ve kültürü
bakımından geleneksel el sanatlarında büyük bir önem taşıdığına değinip, konuya
şöyle devam etmiştir: Orta Asya ve Önasya’da doğduğu belirtilen bakırcılık, Haçlı
Seferleri sırasında Batı’ya kadar ilerlemiştir.
17 Anadolu’da bakırcılık sanatı hakkında detaylı bilgi için bkz. Dökmeci (1962), Tan (1976).
37
Günlük yaşam pratiklerinde geniş bir kullanıma sahip olan bakır, ilk
çağlardan beri insanlar tarafından kullanılmıştır. Ancak bir el sanatı olarak
günümüzde sermayesi az olmasına rağmen fazla emek istemesi, az kazanç
sağlaması, sanayi tipi olan seri üretim kapların artması ve ucuz olması gibi
sebeplerden dolayı gittikçe azalmaktadır. Sadece şehirlerde süs amaçlı kullanılıp
eski önemini kaybetmiş, yerini sanayi tipi kaplara bırakmıştır. Köylerde ise hala
kullanılmaktadır (1987:60-61)
Bakırcı ustalarına göre, bu sanat kolunda çalışacak işçiler, önceleri
dükkanlarında temizlik, çaycılık ve diğer günlük işleri yapıp, daha sonra çırak ve
usta olmaktadır. Ancak günümüzde aileler çocuklarını daha sanayi tipi işlere
verdiklerinden, bu meslekte çalışacak işçi bulmanın zor olduğu belirtilmektedir.
Elekçiliği (F:71) her ne kadar el sanatı olarak değerlendiremesek de
meslek olarak Kale’de hala icra edildiğinden bu bölümde kısaca değinmekte fayda
bulunmaktadır. Türkiye’de 2004 Yılında Yaşayan Geleneksel Meslekler adlı
kitapta elek; taneli ya da öğütülmüş besinlerin incesinin kabasından ayrılmasında
ya da içindeki yabancı maddelerin temizlenmesinde kullanılan bir alet olarak
tanımlanmıştır. Eleğin biraz daha büyüğüne kalbur, kalburdan da büyük eleğe
gözer denmektedir (Oğuz vd., 2005:54). Bu aletlerin hepsi benzer amaçla
kullanılmaktadır. El işçiliğinin yoğun olarak uygulandığı elekçilik (F:72) fazla
kazanç sağlamaması, elekçilerin sayısının azalıp yerine yenilerinin yetişmemesi,
eleklerin fabrikalarda hazırlanması vb. gibi sebeplerden ötürü, günümüzde
Kale’de, sadece birkaç elekçi (F:73) tarafından ve asıl meslek olarak değil, yan
üretim olarak icra edilmektedir.
Kalayla kaplama işlemi, metalin havadaki oksijenden etkilenmemesi ve pek
çok kimyasal maddenin korozyonuna karşı gösterdiği dayanıklılıktan dolayı,
özellikle bakır için koruma sağlar.
38
XIII. yüzyıl Ankara’sının ekonomik merkezi durumunda olan
Samanpazarı’ndaki yokuş çevresinde yerleşmiş kalaycıların, bugün de aynı
özelliğini koruyan çarşılarıyla birlikte, icra ettikleri sanatları da yaşamaktadır.
Türk kültürünün yeme-içme pratikleri içinde önemli bir konuma sahip
olduğunu belirttiğimiz kap-kacak kültürü, kalaylama işlemini ve dolayısıyla
kalaycılığı da Türk kültürünün ayrılmaz bir parçası haline getirmektedir. Bu
anlamda kültürel bir öğe olarak ele alabileceğimiz kalaycılık sanatının kaybolması,
aynı zamanda bir kültürel kimlik kaybına da işaret etmektedir.
Günümüzde kaybolan mesleklerden biri olarak ele alabileceğimiz
kalaycılık, geçmişte gündelik yaşamın gereklerinden biri olarak görülmüştür.
Çünkü Türk kültürü ve bu kültürün işleyiş öğelerinden biri olan yeme-içme
pratikleri, büyük ölçüde kalay ve bakır madenleriyle ilintilidir. Bu bakımdan
kalaycılık sanatı, Türk kültürü açısından da önemli bir konuma sahiptir. Kalaycılığa
bu yüksek önemi sağlayan asıl unsur ise, Türklerdeki kap kacak kültürüdür.
Ankara’nın iklimi dikkate alındığında; yakın tarihimizde Şapka Devrimi’ne
kadar olan süreçte Ankara’da, başı ve alnı çok iyi koruyup sıcak tutan kalpak
kullanımı yoğundu. Ancak kırsal alanda eski bir Ankara geleneği olarak erkekler
kasket giyerlerdi. 5 köşeli, karton veya plastik siperli Ankara’ya özgü kasket
kullanımı, günümüzde de Ankara köylerinde yaygındır. Kale’de kendileriyle sözlü
mülakat yapılan kasket üreticileri, kumaşı ve diğer üretim malzemelerini
İstanbul’dan temin ettiklerini belirtmektedirler. Söz konusu kasketçiler (F:74),
günümüzde ayrıca modern tarzda yuvarlak şapka imalatı da yapmaktadırlar.
Türkiye’de 2004 Yılında Yaşayan Geleneksel Meslekler adlı kitapta;
geçmişten günümüze süregelen maddi kültür ürünleri arasında yer alan ağaç
işçiliğinin, geleneksel el sanatları arasında önemli bir yeri olduğu belirtilmiştir
39
(Oğuz vd., 2005:61-63). Bu bağlamda değişen hayat şartları içinde varlığını
sürdürmeye çalışan geleneksel el sanatlarından biri de sandıkçılıktır. Ankara’da
mevcut ormanlar içinde yer alan ceviz ve gürgen ağaçları, sertlik ve iyi cila tutma
özelliklerinden dolayı, sandıkçılıkta özellikle tercih edilmektedir. Evlerde sıklıkla
kullanılmayan veya çeyiz vb. gibi nedenlerle uzun süre saklanması gereken
eşyaların korunması amacıyla kullanılan ve ihtiyaca bağlı olarak boyutları değişen
sandıklar, gerek doğrudan ağaç bedenleri üzerine, gerekse menteşe, kilit,
köşebent gibi metal aksamları üzerine işlenmiş sanatsal bezemelerle de önem
kazanmaktadır. Ev yaşamı kültüründe sandık, yalnız eşya saklama amaçlı iç
hacmiyle değil, evin içinde bulunduğu yer ve üzerine örtülerle yapılan ek
süslemelerle de önem kazanır. Günümüzde gömme dolaplı evlerin çoğalmasıyla
işlevini hızla yitiren sandıkçılık, Samanpazarı civarında yapılmaktadır.
Sepetçilik (F:75 - 76) ve hasırcılık ağaç dalları, sazlık otları, mısır sapı vb.
gibi bitkilerden yararlanılarak, gündelik yaşamda kullanılan birçok kişisel veya ev
aletinin yapımına yönelik bir sanattır. Ankara’nın coğrafi yapısı içerisinde yer alan
dere ve küçük göller, sazlık otlarının doğal olarak yetişmesi için uygun bir ortam
oluşturmaktadır. Ayrıca Ankara’nın kırsal iklimi, her mevsimde hasır kullanımını
zorunlu kılmaktadır. Günümüzde de dekoratif amaçlı kullanımı yaygın olan
sepetçilik ve hasırcılık, daha önceleri Atpazarı çevresinde yoğun olarak icra
edilmesine karşın, Ankara dışından hazır alınıp satışı daha kolay ve ekonomik
olduğundan, giderek yok olmaya yüz tutmuş bir sanattır. Dolayısıyla bu sanat
kolunda yeni ustalar yetişmemektedir.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
3.1. ANKARA KALESİ’NDEKİ ZANAATKARLARLA YAPILAN MÜLAKATLARA YÖNELİK BİR DEĞERLENDİRME
Günümüzde sözlü tarih çalışmaları gittikçe önem kazanmaktadır. Tarihsel
bağlamda incelenen bir sorunu ele almanın tek yolu artık eskiden olduğu gibi
sadece resmi belgelere bakmaya, resmi kaynaklara gitmeye dayanmamaktadır.
Ele alınan sorun özellikle gündelik yaşam ile ilgili bir sorunsa; bu sorunu
açıklamanın yollarından biri de bunu bizzat yaşayan insanlara anlattırmaktır.
İnceleme nesnesi edinilen konu her ne ise, sözlü tarih bu konuyu, onu yaşayan ve
deneyim kazanmış insanların anlatımları ile açıklar.
Çalışmanın konusu olan kaybolmaya yüz tutmuş veya kaybolmuş sanatlar
da sözlü tarihin çalışma alanına girebilecek bir konudur. Dolayısıyla bir sanatın
neden kaybolduğunu anlamak, o sanatı icra eden kişinin anlatımları ile daha da
net olarak açığa kavuşacaktır.
Çalışmanın son kısmı bu nedenle, Ankara Kalesi’ndeki geleneksel el
sanatlarından bazılarını devam ettiren zanaatkarlar ile yapılmış olan sözlü
mülakatlara ayrılmıştır. Sözlü mülakatlar sonucu oluşturulan bu bölüm, kaybolan
veya kaybolmak üzere olan geleneksel el sanatlarını toplumsal, ekonomik ve
kültürel bakımdan anlamamızı ve bunları kaybolan meslekler ve sanatlar
olmaktan ziyade toplumsal bir mesele olarak da ele almamızı mümkün kılacaktır.
41
Ankara, 1920’den önce nüfusu sadece 20.000 civarında olan, yerleşimi de
genelde Ankara Kalesi etrafında toplanan bir kasaba hüviyetindedir. O dönemler
Ankara’nın en işlek yeri olan Ankara Kalesi’nin alt kısmında Samanpazarı, onun
üstünde Koyunpazarı ve en üstte de Atpazarı vardır. Ayrıca bu bölgede,
Çıkrıkçılar Yokuşu ve Saraçlar Çarşısı da bulunmaktadır. O zamanlar Kale,
koyunların, atların ve ambar tarzı yerlerin bulunduğu, bir çeşit hayvan pazarı
görünümündedir. Hayvan pazarının burada olmasının nedeni ise, sanayinin o
dönemde çok fazla gelişmemesindendir.
Ankara, 1920’den sonra TBMM’nin açılması, Cumhuriyet’in ilanı, başkent
oluşu ve Atatürk’ün Çankaya Köşkü’ne çıkışıyla hızlı imar çalışmalarına da ev
sahipliği yapmıştır. Buradaki önemli imar çalışmaları kapsamında, Atatürk Bulvarı
ve Çankaya’daki köşkün yapılması, TBMM’nin Ulus’ta inşa edilmesi, İş Bankası,
Sümerbank ve Merkez Bankası binalarını sayabiliriz.
Bu dönemlerde, ayrıca Kale’nin üst kısmında sanatlarını icra eden bir
zanaatkar kesiminden de bahsedilmektedir. Ancak yaptığımız mülakatlar sonucu
günümüzde, bu zanaatkarların tamamına rastlanamamaktadır. Şu an Kale’de
bulunan zanaatkarların en eskileri, buralara 1940’lı ve 50’li yıllarda Çorum,
Erzurum, Kayseri gibi Anadolu’nun çeşitli şehirlerinden gelmişlerdir. Kale’de şu an
yaşayan zanaatkarlar da, zaten buraya ilk geldiklerinde Kale’nin tamamen bir
hayvan pazarı şeklinde olduğunu, mevcut sanatların da kaybolmak üzere
olduğunu belirtmektedirler. Kaynak Kişi İlhami Zeyrek (K.K. 1), o dönemleri bize
şöyle anlatmaktadır.
Burda önceleri aklınıza ne gelirse vardı. Aşağısı
Samanpazarı’ydı. Saman satılırdı. Bura, Koyunpazarı’ydı, koyun
satılırdı. Yukarısı da Atpazarı’ydı. At satılırdı. Ha bi de Çıkrıkçılar
Yokuşu vardı. Çıkrık yaparlardı. Saraçlar vardı. Derilerle
42
uğraşırlar, atlara koşum dikerlerdi. Zahireciler vardı. Buğday
satarlardı. Afedersiniz, hayvanlara arpa satanlara denir.
Yüncüler, yün satanlar vardı. Yün yuyucular denir. Gerçi şimdi
de yün satanlar var ama hazır alıp satıyolar. Artık hiç kimse
yapmıyo. Benna, bezza vardı. Dokumacılıkla uğraşanlara denir.
Daha bissürü sanat vardı ama benim ilk geldiğim yıllarda yavaş
yavaş hemen hemen kalkmak üzereydi ve kalktı da. Burda çok
büyük sanat vardı ama hepisi yok oldu. Hiçbiri kalmadı. Artık
hiç kimse yapmıyo. Bu mesleklerin hiçbirisi artık burda yok.
Bir başka zanaatkar Kaynak Kişi Hüseyin Kaya (K.K. 2) da İlhami ustayla
aynı görüşte olup, o dönemleri bize şöyle anlatmaktadır.
Bu semt eskiden Ankara’nın Kızılay’ı gibiydi, yani merkezi
sayılırdı. O yüzden kalaycıların hepsi Kale’de çalışırdı. Ama tabii
başka semtlerde de kalaycılar vardı, özellikle mahalle aralarında.
Bugün burada biz, kala kala birkaç kişi kaldık. Yani çekirdekten
yetme olarak 2 ya da 3 kişiyi geçmeyiz. Artık Ankara Kalesi’nde
kaybolan meslekler arasına girdik. Oysa ki eskiden burada el
emeğiyle yapılan bütün sanatlar vardı. Bıçakçılar, semerciler,
sepiciler, nalbantçılar, elekçiler (F:77), nakkaşlar, hasırcılar,
bakırcılar, zahireciler, kalaycılar, seleciler yani kısacası burada el
emeğiyle çalışan her meslek kolu vardı. Hatta at arabası bile
yaparlardı. Ama şimdi bu mesleklerin hemen hepsi kaybolup gitti.
Yıllar Kale’yi çok değiştirdi. Evvelden buralar iş ve alışveriş
merkeziydi.
43
Kaynak Kişi Cemalettin Temizoğlu (K.K. 3) ise o dönemler, her ne kadar
günümüzde hiçbir izine rastlayamasak da, burada bir hanın varlığından
bahsetmektedir:
Önceleri buralarda hep evler vardı. Buraları sıra sıra evdi.
Şu arkada Pirinç Han vardı. Orası bile evdi. Ama zamanla o
evler hiç kalmadı. Aşağıları falan yıkmışlar iş merkezi
yapacaklarmış. Zaten benim yerim de yıkılan yerin üzerindeydi.
Önceden aşağı Samanpazarı, bura Koyunpazarı, yukarısı da
Atpazarı’ydı. Yukarıda atlara nal yapılırdı. Atlarla ilgili
malzemeler yapılırdı. Burda bi de han vardı, köyden gelenler
arabalarla gelir, hanın önüne kurarlar, buraya gelir öte beri
satarlardı. Han dediğim şey otel gibi bir yerdi. Parasını veren
kalıyodu. Yukarsında kocaman bir yer vardı. Oraya yataklar
serilir, herkes yatardı. Orada yemeklerini yerlerdi. Öyle birbirini
çekememezlik, hile falan yoktu. Herkes kendi çalıştığını yapardı.
Herkes yaptığını çalışırdı, kazanırdı ama şimdi kimse kimseyi
istemiyo. Eskiden mesela biri öldü mü, esnaflardan birisi bütün
çarşıyı gezerdi. Cenaze var diye bütün esnaflar işlerini bırakır
giderlerdi. Esnaf tabii birbirlerini tanıyor. Komşuluk ilişkileri de
daha iyi. Kazançta tabii eskiden daha iyiydi.
O dönemler Kale’de Ermeni asıllı, Yahudi asıllı bir gayrimüslim zanaatkar
kesiminden de bahsetmek doğru olur. Zaten Kale’de onların izlerini taşıyan kilise
ve bazı mabet yerlerinden bunu anlamak mümkün. Hatta günümüzde bu kesimin
son temsilcisi olduğunu öğrendiğimiz Xavier Jacob isimli bir ustanın da,
yaptığımız mülakatlar sonucu hala Kale’de bulunduğunu öğrendik, ancak bu
ustaya ulaşamadık.
44
Cumhuriyet’in ilanından önce Ankara’nın içinde çok canlı bir ticaret ortamı
bulmamız biraz hayalcilik olur. Çünkü uzun süren savaşlardan ötürü halk yoksul,
sanayi gelişmemiş. Dolayısıyla tarımcılık ve hayvancılık yaygın. Cumhuriyet’in
ilanı, Ankara’nın başkent oluşu sonucunda gelişen ticari ve imar hareketlerinden
ötürü Çorum, Kayseri, Konya Kırşehir Erzurum gibi Anadolu’nun çeşitli illerinden
zanaatkarlar, zamanla Ankara’ya göç etmeye başlamışlardır.
Ankara Kalesi o zamanlar buranın ilk yerleşim yerlerinden biri olduğu için,
arka kısımlarda kalan Altındağ bölgesi de gecekondulaşmanın yoğun yaşandığı
yerlerin başında gelmektedir. Çünkü başka şehirlerden gelen fakir halk, buralara
yerleşmiştir. Zamanla Etlik, Keçiören, Sokullu, Seğmenler, Kavaklıdere, Çankaya
gibi semtlerin oluşmasıyla, ilk yerleşimin olduğu Kale ve civarı önemini
kaybetmeye başlamıştır. Çünkü köyden şehre gelen insan önce Kale’ye; elbise,
ayakkabı, kap, kacak gibi zorunlu ihtiyaçlarını gidermek, alışveriş yapmak için
geliyordu. Dolayısıyla hem imar açısından şehirleşme, hem de hızlı sanayileşme
ile beraber ihtiyaçlar değişmiş ve Kale’deki geleneksel el sanatları da bu
ihtiyaçları yeterince karşılayamayıp, zamanla yok olmaya mahkum olmuştur.
Şüphesiz her semtte pazarlar, alışveriş yerleri vb. gibi, çeşitli günlük ihtiyaçların
bir arada karşılandığı yeni alışveriş merkezlerin oluşmasının da, bu kayboluşun
hızlanmasındaki etkisi fazladır. Kaynak Kişi Ali Bozdağ (K.K. 4) bu durumu şu
sözlerle özetlemektedir:
Şimdi eskiden Ankara’da, Ankara Kalesi vardı ve
Ankara’nın merkezi buraydı. Burda berber, ayakkabıcı, a’dan
z’ye ne meslek varsa hepsi vardı ama şimdi her gelişen yerde
bir Samanpazarı oldu. Eskiden adam çobandı, senede 2 sefer
şehre gelirdi. Ankara’ya gelir traş olur, ayakkabısını yaptırır veya
paltosunu alır. Nereden aldın diye sorarlarsa; Samanpazarı
derdi. Ama şimdi her taraf Samanpazarı. Her yer Samanpazarı
45
oldu. Ondan önceleri buraları çok kalabalıktı. Kale’nin eskisi ile
yenisi arasındaki fark bu işte.
Kale’nin şu anki durumu ise, Ankara’nın en eski yerleşim yeri olması
dolayısıyla 2 türlü cazibe alanıdır: bir tanesi kültür, diğeri ise turizmdir.
Günümüzde Ankara Kalesi’nde en önemli konulardan biri, park sorunudur. Kale’yi
aralarıyla gezmek isteyenleri çok büyük bir park sorunu karşılamaktadır. Ayrıca
yolların dar olması, ticari araçlarla ulaşımı bile etkilemektedir. Bu da Kale’nin
pazar havasını korumaktadır. Kale’nin eteklerinden yukarı çıktıkça ziyaretçileri, ilk
olarak tadilattan geçmiş kale surları karşılar. Kale’nin iç kısmında ise, eski Türk
evlerini yansıtan hem müze, hem de restoran görünümlü lokantalar vardır.
Bunların dışında, gecekonduların bulunduğu fakir, bakımsız bir mahalle yer
almaktadır. Kale’nin dış kısmından aşağı Samanpazarı’na doğru ilerledikçe ise,
karşılıklı hediyelik eşya dükkanları bulunmaktadır. Bir de içinde küçük ve lüks bir
restoran olan Koç Müzesi bulunmaktadır. Burada ayrıca, ortasında çay kahve
içilen avlusu olan, 3 katlı Pirinç Han bulunmaktadır. Bu han, geleneksel el
sanatların yapıldığı bir yer olmaktan ziyade, artık diğer hanlar gibi tamamen
turistik eşyaların satıldığı bir yerdir.
Ali usta, günümüzde Kale’de yapılan restorasyon çalışmalarını, eskinin
korunması bakımından bilemese bile, estetik bakımından güzel bulmakta ve
Kale’de yaşanan sorunları şöyle anlatmaktadır:
Mesela buraya geliyor, arabalar duruyor, kalkıyorlar. Yolu
kapatıyorlar. Düşün ki bir ekmek kamyonu girdiğini. Bir kavga
oluşuyor, trafik senindi benimdi kavgası. Ben şahsen bu
durumdan çok üzüntü duyuyorum. Bu Kalemiz için olumsuz bir
durum. Şimdi Kalemizin içi, işte restore edildi. Belediyemiz
restore etti buraları. Ondan sonra oranın içinde bir kafeterya,
46
oturma yerleri yapıldı. Güzelleşti buralar. Estetiği ne şekilde
güzel, onu bilemem. Hani eski korunuyormu korunmuyormu
bilemem, anlamıyorum yani.
Hüseyin usta ise, her ne kadar kendilerinden alışveriş yapmasalar bile
turistlerin ilgisinden memnun olduğunu şu sözlerle belirtmekte.
Şimdi buralar turizm merkezi olmaya başladı. Her yerden turist
geliyor buraya. Gerçi bizlerden pek alışveriş yapmıyorlar,
antikacılara gidiyorlar. Ama olsun o da bizim menfaatimize, bu
çarşının, bu semtin menfaatine, çünkü burası bacasız bir fabrika
ama önemli olan tabii bunu iyi değerlendirebilmek. Yani
turistlerin bizi etkileyeceği bir şey yok ama tabii onların olması
ülkemiz için iyi.
Kale’deki dükkanların çoğu her ne kadar hediyelik eşya üzerine olsa bile,
değişik ve farklı dükkanların yan yana olmasından dolayı, renkli bir havası var
buraların. Buranın müşterileri ise, genellikle hafta sonunu tercih eden ve ağırlıklı
olarak antikacıları gezmeye gelen hanımlardır. Ayrıca burada, geçmişin izlerini
hala taşıyan, bir de Ahi Evran camii bulunmaktadır.
Kale’de alem işi deyince pek çok esnaf tarafından örnek gösterilen bir
şahıs İlhami usta. Kısa bir arayıştan sonra, bu farklı dükkanların içinde hemen
göze çarpıyor alemci (F:78 - 79 - 80 - 81) İlhami ustanın dükkanı. 1955 yılında
Erzurum’dan buraya gelip yerleşen, görüşmenin yapıldığı 2006 yılında 73 yaşında
olan İlhami usta, bize ilk olarak sanatının yanlış telafuz edilmesinden dolayı nasıl
da komik bilindiği şöyle anlatıyor:
47
Başka alem zannediyorlar bizim mesleği, içki, dans
alemleri zannediyorlar. Anadolu’dan birileri gelmiş sormuşlar? Ya
İlhami usta nerde? Diye. Şurda alem yapıyor, demişler. O adam
ne alemi yapıyo. Yahu 75 yaşında adam alem mi yapar demişler.
Ya git bak işte demişler. Kendi gözünle gör. Adamlar geldi dedi ki;
Abi bize böyle böyle dediler. Dedim o alem, bu alem işte
yaptığımız alem.
İlhami usta alemciliği, kubbe ve minarelere takılan, malzemesi tunç, bakır
ya da pirinç olan bir bezeme sanatı olarak tanımlıyor. Önceleri bakır işlerle
uğraşan usta, bakırcılığın, eskiden çok tutulan bir sanat olduğuna değinmiştir.
Ama zamanla bakırın yerini, yeni kap kacakların almasıyla bu sanat önemini
kaybedince, alemciliğe yönelmiş İlhami usta. Alemcilikte kışın alemleri hazırlayıp,
yazın taktıklarını, bize şu sözlerle özetlemekte kendisi:
Bakırcılık öldüğü için artık tek iş yapıyoruz. Alemciliğe
yöneldik, ha bu da fazla gittiği için, dışarıya satıyoz bunları.
Avrupa’da isteyen de çok. Almanya’ya, Tokyo’ya gönderdik. Biz
bu meslekte kışın çalışırız. Hazırlanırız. Çünkü kışın takılmaz
minare alemleri. Kışın taa 60 m. yukarı çıkamaz, o minarenin
alemini koyamaz adam. İmkanı yok. Ancak yazın yapılır. Ancak
yazın takılır. Kışın yaparız, hazırlarız. Yazın gelir alırlar, takarlar.
Her ne kadar İlhami usta, bakırcılığın öldüğünü, bu nedenle alemciliğe
yöneldiğini belirtse de, Kale’de en çok bakırcı (F:82 - 83) ve kalaycı dükkanları
göze çarpmakta. 1953 yılında Çorum’dan Ankara’ya gelen Cemalettin Temizoğlu,
görüşmenin yapıldığı 2006 yılında 65 yaşında, çocukluğundan beri bu mesleği
icra ettiğini belirtiyor. Cemallettin ustaya göre onun geldiği yıllar, Kale’de bu sanatı
icra eden hiç kimse yokmuş. O zamanlar, Anadolu’nun çeşitli illerinden sipariş
48
usulü ürünler gelirmiş buraya. Dolayısıyla herkes hazır alıp satarmış. Kale’de bu
sanatın ilk temsilcilerinden olduğunu belirten usta, sözlerine şöyle devam ediyor.
Bakırcılığı (F:84) çocukluğumdan beri yapıyorum. Babadan
kalma meslek, taa ilkokuldan beri. İlkokuldan çıktık mı, dükkana
geliyoduk. Biz buraya ilk geldiğimizde, hiç bakırcı yoktu. Aslında
vardı ama satıyolardı, yapan yoktu, alıp satan vardı. Usta yoktu.
Yani, ilk bizimle başladı. 1953 yılında Çorum’dan buraya
geldiğimizde, mutfak bakırı yapıyoduk. Kazanlar, leğenler, evle
ilgili olan her şeyi yapıyoduk. Eskiden hiçbir şey yoktu ki? Çelik
yoktu. Melamin yoktu. Eşyaların hepsi bakırdı. Millet tabağına
kadar bakırdı. Sonradan Amerikalılar falan gelmeye başladığı için,
yavaş yavaş turist işi yapmaya başladık. Vazo falan, daha turistik
eşyalar yani. Tepsi, ocakbaşı restoranları için de kap kacak,
oralardan da sipariş veriyorlar ama gittikçe duruyor işte işler.
Eskisine göre çok durgun yani.
Kale’de hala önceleri yoğun olarak icra edilen ama günümüzde gittikçe
ustası azalan bir diğer el sanatı olan kalaycılık da, Kale’nin geleneksel dokusu
içinde hala önemini korumaktadır. Şüphesiz bu sanatın da bakırcılık gibi hala icra
edilmesi, günümüzde bakır kap kacakların antika ürün vazifesi görmesi, ocakbaşı
restoranların kalaylı kaplar kullanması ve dekoratif amaçlı kullanılması gibi
sebeplerden ötürüdür. Kale’de uzun yıllardır kalaycılık sanatını icra eden Hüseyin
usta, sanatının günümüzde eski önemini kaybetmesini şu sebeplere
bağlamaktadır:
Bu meslek, gençliği de kocalığı da beslemez, çünkü
rakipleri çoğaldı. Artık gelen müşteriler de eskiye nazaran
azaldı. Gelenler de genelde tencere, güğüm ve kazan
49
kalaylatmaya geliyorlar, çünkü bizim gecekondu semtlerinde
sermayesiz su kaynatılır. Aynı zamanda biz, adetlerimize de
bağlı bir milletiz, o yüzden aşure kazanı gibi büyük kazanları
kalaylatmaya gelenler de çok oluyor. Bir de kalaylı tencerede
pilav; kalaylı sahanda ise yumurta çok lezzetli olur. Bu yüzden
özellikle yumurta sahanı ve pilav tencerelerini kalaylatmaya
gelenler de oluyor. Süs eşyası için gelenler ise, genelde yaprak
ve çiçek deseni yaptırtıyorlar. Bir de sadece kalaylı kap
kacaklara sempati duyanlar, sağlık yönünden bunun daha
sağlıklı olduğunu duyanlar geliyor.
Kale’nin eski ustalarından kasketçi Ali usta da, tıpkı bakırcı Cemalettin usta
gibi, Kale’de kasket sanatının kendisiyle başladığını belirtmektedir:
60’larda burda askerdim ben. Ondan sonra buraya
yerleştim. Ama ustam Kayseri’deydi. Yani kendim getirdim
mesleğimi. 15 tane falan şapkacı vardı, o zamanlar burda ama
satıyordu hepsi, yapan yoktu. Benden başka imalatçı yoktu da
satan çoktu. Bir de böyle toptan yapanlar vardı. Ama perakende
dükkan tek benimdi.
Açıkça görülüyor ki Kale’nin hem geleneksel dokusu hem görünümü hem
de geleneksel meslekleri ve el sanatları değişmiştir. Kimi meslekler ve el sanatları
kaybolmuş, kimileri de devam etme mücadelesindedir. Ancak değişim öylesine
etkilemiş ki Kale’yi, bu mesleklerin ve el sanatlarının icra edilişlerini bile
etkilemiştir. Kalaycı Hüseyin usta, mesleğinin icra edilişindeki eski ile yeni
arasındaki farkı, kalaycılık açısından değerlendirerek şöyle özetlemekte:
50
Önceleri baba zoruna çalışıyorduk, ilkel bir şekilde, şimdi
ise teknik bir şekilde çalışıyoruz. Mesela şimdi motorlu körükler
var ama eskiden basma körükler kullanılıyordu, ya da eskiden
kostik falan yoktu, yıkama işi zordu. Şimdi kolaylaştı yıkama işi.
Tabii bunlar yıkanmadan olmaz, tarlanın bozuğunu sökmeden
ekin tutmaz. Bunları yıkamazsak, kalay tutmaz. Çünkü kalay,
pisliği kabul etmez. Allahın izniyle, gücümüzün yettiğince bu
mesleği sonu kadar götüreceğiz. Atatürk bizlere ne demiş “Her
şey olabilirsin ama sanatkar olamazsın” Kolay değil, 7 senede
öğrendim. Şimdi ise sokak sokak gezen kalaycılar var, oysa ki
eskiden yoktu onlar. Eskiden kalayhaneler vardı, herkes oraya
götürürdü kabını. Meslek kayboldukça, kalaycılar ortaya çıktı.
Ama bizim işimiz, çok daha maliyetli tabii, onların aydınlanma,
ısınma dertleri yok. Üstelik burası kira. İşte bu şekilde
sanatımızı sürdürmeye çalışıyoruz, engebeli arazideki bozuk
araba gibi gidiyoruz.
Kale’de gezdiğimiz tüm bu dükkanlar içinde şüphesiz en çok göze çarpan,
bu ustaların hiçbirinin yanında çırak yetişmemesi. Bilindiği üzere bir mesleğin
devamlılığında, o el sanatının ustalarının yanında yetişen çıraklar olması, en
önemli husustur. Ancak ilginçtir ki Kale’de tek bir çırak, ya da kalfaya günümüzde
rastlanmamakta. Dolayısıyla bu da, el sanatlarının kayboluşunu kaçınılmaz
kılmakta. Yaptığımız mülakatlar sonucu ustalarımızın hemen hemen tamamı,
bunu aynı sebeplere bağlamaktalar. İlk olarak alemci İlhami usta bu durumu şöyle
özetlemekte:
Bizim meslekte artık çırak yok, yetişmiyo. Bi çırak
yetiştirdim. 3 sene emek verdim. Çok güzel kalfa oldu. Güzel
öğrendi sanatı. Babası geldi, aldı çıkardı. Gittik biz de bakmaya.
51
Eskiden çırak gelmedi mi, usta da giderdi, ne oldu diye
bakmaya. Çıraklık zamanlarında böyleydi. Ustalar evlerine gider
sorardı. Niye gelmedin? Neden gelmedin? Noldu oğlum. Bi şey
mi oldu. Hastamı oldun? diye. Aradık, sorardık. Biz de böyle
yetiştiğimiz için, gittik sorduk. Babası çıkarmış meğersem işten.
Babası dediki bana, ya usta dedi, haftalık 15 milyon
veriyosunuz, yetmiyor. Günde 3 milyonluk simit satıyo, dedi
çıktı. Peki simit sanat mı babam? Yarın zabıtı alır, yakalar
götürür. Kendisini de götürür, sermayesini de götürür. Ama bunu
millete bir türlü anlatamıyoruz. 73 yaşındayım. Çekiç vuruyorum.
Çalışıyorum. Kimseye ihtiyacım yok.
Tıpkı İlhami usta gibi Cemalettin usta da aynı konudan dert yanmakta:
Önceleri bayramlarda, arife günlerinde çıraklıktan kalfalığa
geçiliyordu. Şimdi öyle bi şey kalmadı, ne çırak geliyor, ne
yetiştiriliyor. Ben bi tane yetiştirdim yanımda, beğenmedi, o da
dükkan açtı. Şimdiki çocuklar kazanca önem veriyor. Soruyolar
hemen kaç para diye? Eskiden geliyordu. Eti senin kemiği
benim. Bırakıyordun işi. Öyleydi eskiden. Aslında işin okulu
burası ama işte yetişmiyor.
Kasketçi Ali usta da diğer ustalarımız gibi düşünüyor, ancak o biraz da
kazancı az olduğu için, bunu bir çırak ya da kalfayla paylaştığında geçimini
sağlamasının pek imkanı olmadığından daha çok dert yanıyor:
Şimdi şöyle, çırak şu şekilde yetişmiyor. Şimdi bi çocuk
geliyo, okul boşluğunda. Çocuğu almak istiyosun, şöyle ki yeri
gelir çay söylesin, ekmek alsın, ihtiyacı varsa sanat öğrensin.
52
Çocuk geliyor, amca ben iki dene dolmuşa biniyom. Öğlen
geliyo, yemek istiyo. Şimdi bu çocuğa harçlık ta vereceksin. Ben
şimdi hesap ediyorum. Günde 10 lira, haftada 60 milyon ya ben
günde 8 tane, 10 tane, bilemedin 12 tane şapka satıyorum. Ona
mı vereyim, ben mi alayım. Onun için maalesef bu şekildeki
ortamlarda yetiştirilmiş kalfa adam çıkmadı ki. Sigortada zaten
300 milyon. İşte o yüzden, biz onlara giremiyoruz.
Teferruatından giremiyoruz. Sigortanın yazılması, çizilmesi
oooo…. Ben ilkokulu bitirdim. Nerden biliyim ben o hesapları.
Onun için de meslek ölüyor yani. Şimdi herkes 3-5 senede
kazanalım, zengin olalım diyorlar.
Şunu da belirtmek gerekir ki, geleneksel el sanatlarının yok oluşu, sadece
kalfa ya da çırak yetişmemesinden kaynaklanmıyor. Daha pek çok faktör, bu yok
oluşu tetiklemekte. Dolayısıyla bu mesleklerin istikbali tehlikeye düşmekte.
Piyasalardaki durgunluk, seri üretimin daha ucuz olması, pek çok alışveriş
merkezinin yapılmasıyla bu geleneksel pazarlara olan ilginin azalması vb. gibi pek
çok sebep bu durumu etkilemektedir. Kale’deki ustalar da kendilerince bu durumu
farklı şekillerde yorumlamaktalar.
Cemalettin usta, bakırcılığın istikbalinin hiç de parlak olmadığını
düşünmekte, hatta çocuklarının da bu sanata devam etmelerini istememekte olup,
konuya şöyle değinmekte:
Piyasa kötü. Milleti yüksek kiralarla borçlandırdılar. Hiç
kimse harcama yapamıyo. Eskiden, mesela adamın parası
varmış, bankaya koyuyomuş. Üç beş kuruş kalanı işte oluyodu.
Geliyodu o parayı harcıyodu. Şimdi o da kalmadı. Onu da
öldürdüler. Millet parasını değerlendiremiyo. Meslek te tabii
53
ölüyo. Halbuki daha çok talep olması ve kazancının yüksek
olması gerekiyor, çünkü insanlar bu işten para kazanacaklar.
Kasketçi Ali usta ise, kasketçiliğin kayboluşunda, Devletin kendilerini
desteklememesinden yakınmakta.
Şimdi ben Ankara Ticaret Odası’nda kayıtlıyım. 72
yılından beri, şartlara göre ben yeri geldi pahalı, yeri geldi
normal aidat ödedim. Yahu benim ticaret odamdan benim
telefonumu açıp ta, yanlışlık olmasın 68 den beri telefonum var,
ya usta 10 dene şapka var dikebilir misin? demediler ki. 72
yılından bu yana ben aidat öderim. Ticaret odası beni bilmez.
Ama Ali Bozdağ’ı bilir, varsa gider yatırırım, yoksa günü
geçtiğinde cezalı yatırırım. Yani bunlar yaradır bizde. Beni, üye
olduğum derneğim desteklemezse, kimler desteklesin.
Kale’de görüştüğümüz pek çok zanaatkara göre sanatlarının devamı artık
mümkün değil çünkü yetişen bir çırak, daha doğrusu yetiştirilmek isteyen bir çırak
yok. Dolaysısıyla, kendilerinden sonra Kale’de artık sanatçı bulunmayacağını
düşünmekteler. Bundan sonra hazır alıp satanlar olur, diyorlar. Devletin de şu ana
kadar kendilerini desteklememesi, onların bu konudaki ümitsizliğine haklı bir pay
çıkarmakta. Ancak Ali usta’ya göre zanaatkarların kendi aralarında koordine
olamamaları da, bu durumu tetiklemiş:
Ben mesleğimle ilgili 1980 miydi neydi, o zamanlar birkaç
kardeşlerimizi bir araya toplayalım, yani bir dernek halinde tek
bir koldan sürdürelim istedim. Mesela 30 kişiyiz. 30 makine değil
de bunu 15’e indirelim. Ulus’ta şapkayı satan da buranın
elemanı olsun, payını alsın, hep bir arada olunsun.
54
Sigortalarımız yapılsın, bu şeyi çok o zamanlar söylemiştik.
Mücadele vermiştik bir araya gelelim diye ama maalesef olmadı,
tutunamadı. Yok artık. Yani bu şekilde bir mücadele veriyoruz.
Bir ekmek yiyoruz. Bakın burada bir silahçı kardeşimiz var.
Şimdi adam hakikatten çok iyi bir sanatçı. Fakat yok, yetişen
yok. Adam akşama kadar boş duruyor. Burada bir saraç var, 80
küsür yaşında adam, rahmetli oldu. Şunu söylüycem yani saraç
yetişmedi bir daha. Bu at koşumları falan. E şimdi at kalmadı, bu
adam kime diksin, ne yapsın. Adınız sanatçı, neye yarar ki, şu
saat olmuş bir tane şapka satmışım. Ondan sonra ne
yapacaksın bu parayla, nereye gidersin. Benden sonra artık
yapıp değil de alıp satan olur. Benden sonra artık imalat olmaz.
Kale’de yaptığımız bu röportajlar bize gösteriyor ki, artık kaçınılmaz bir
kayboluş var. Bu kayboluşun da pek çok sebebi var. Ancak şu saatten sonra,
zanaatkarlara göre bu mesleklerin ve el sanatlarının kayboluşunu irdelemekten
ziyade, kültürel anlamda unutulmamasını sağlamak gerek. Hüseyin usta bunu şu
sözlerle temenni ediyor:
Eskiden bu işin piri denen Ali usta varmış. Şimdi ise usta
olarak biz, birkaç kişi varız. Yaşlandık artık, herkes elini ayağını
çekti. Çoğu vefat etti. Vefat edenin de yerine gelen olmadı.
Gayrı süzüle süzüle yani daldan yaprak döküle döküle 2 ya da 3
kişi kaldık. Artık biz de karnımız doyduğu sürece devam
ettireceğiz, bu sanatı. Bizlerden sonra bu işi ya yapan çıkar ya
çıkmaz ama isterim ki Ankara Kalesi geçmişten geleceğe bir
köprü olsun, özünü hiç kaybetmesin.
SONUÇ
Bu çalışmada incelenen dönem, Cumhuriyet’in ilanından sonra yaşanılan
değişimle ve Kale’nin, bu değişim sürecinde yaşadığı roller ve anlamlarla
alakalıdır. Ankara’nın ve Kale’nin değişimi, burada uzun yıllardır yaşayan
zanaatkarlarla yapılan mülakatlarla ve konu hakkında yapılmış araştırmalardan
yararlanılarak irdelenmiştir. Bu sayede Kale’nin yaşadığı rol ve anlamları
araştırırken, şu an sahip olduğu kimlik de incelenmiştir. Ayrıca konuyla ilgili
Ankara’nın geçmişine dair verilen bilgiler de, bugüne kadar konu hakkında yapılan
literatür çalışmalarına dayanmaktadır.
Frigler tarafından kurulduğu düşünülen ve Galatlar tarafından başkent ilan
edilen Ankara, gerek Arap saldırıları sırasında gerek Selçuklular döneminde
gerekse Osmanlılar zamanında uzun süren ayaklanmalar ve yağmalar sonucu,
ekonomik açıdan pek bir gelişme gösterememiştir.
Ankara, 13 Ekim 1923’te başkent ilan edildiğinde ekonomisi çökmüş,
bakımsızlıktan ve savaşlardan ötürü harap olmuş bir durumdaydı. Bu yıllar, eski
ile yeninin birleştirilmeye çalışıldığı bir karmaşa dönemiydi. Bu dönemde en
önemli sorun, gelişen Ankara’nın, Kale çevresinde mi, yoksa daha uzakta mı
kurulacağıydı. Ancak, Ankara’nın gelişimine baktığımızda kent, merkezi
noktalardan uzaklaşarak gelişme göstermiştir. Bu durum, orta halli ailelerin
Kale’den uzaklaşma sürecini de beraberinde getirmiştir. Dolayısıyla Ankara Kalesi
artık Ankaralılar için ulaşılması güç bir yer haline gelmiştir.
56
Cumhuriyet’in ilanından günümüze Kale’yle ilgili iki proje uygulanmıştır. İlk
fikirde; Ankara başkent ilan edilince, yeni yerleşim alanları oluşturup, Kale ve eski
semtlerin geçmişe ışık tutan yerler olarak kalması istenilmiştir. Ancak bu fikir tam
olarak uygulanamadığından Kale, buradaki ev sahiplerinin, kazanç sağlamak
amacıyla tahribine ve değişimine uğrayan bir yer haline gelmiştir. Yalnızca
Çıkrıkçılar Yokuşu, Samanpazarı, Hamamönü vb. gibi bazı ticaret alanları
geleneksel dokuyu bir nebze koruyabilmişlerdir. İkinci fikirde ise Kale, tarihi önemi
ve mimari özellikleri açısından 1980’lerden sonra yeniden önem kazandığından,
kentle birleştirilmek istenmiştir. Bu amaçla Kale, turistik bir mekan olarak
kullanılmak istenmiştir. Bu dönemde Kale’nin sit alanı ilan edilmesi, turistik bir
hizmet sağlamak amacıyla burada yaşayanları, evlerinde bazı değişiklik ve
tadilatlar yoluyla, çeşitli biçimlerde kazanç sağlama yollarına yöneltmiştir.
Günümüzde de Kale, hala tarihi öneminden yararlanılarak kazanç sağlamak
amacıyla kullanılan ve bu uğurda her türlü deformasyon ve yozlaşmaya açık bir
yerdir. Dolayısıyla bir zamanlar Kale, terk edilmiş, şehirden uzak, bakımsız bir
semt iken günümüzde eski ve geleneksel olan tarihi anlamak için turistlerin
merakla ve ilgiyle karşıladıkları bir semttir.
Günümüzde Kale’de iki grup vardır. İlki Kale’de oturan, daha gelenekçi ve
kırsal kültür içinde yetişmiş yoksul aileler. İkincisi ise buradaki restoran, bar,
antikacı ve turistik dükkan işletmecilerdir. Her iki grubun da ortak beklentisi,
buradaki tarihi değerlerin kendi çıkarlarına göre kullanılabilmesidir. Örneğin
işletmeciler, yapıların daha çok müşteri çekebilmek için restore edilmesinde hiçbir
sakınca görmezken, burada yaşayanlar da evlerini kendi kullanımlarına kolaylık
sağlayacak şekilde onarılmasından hiç çekinmemektedirler. Her ne kadar tarihi
yapılar üzerinde uygulanmakta olan bu tadilatlar, geleneksel el sanatlarının
icrasıyla doğrudan ilintili değilse de Kale’nin tarihi yapısındaki hızlı değişim,
geleneksel el sanatlarını özellikle üretim ve pazarlama açısından olumsuz yönde
etkilemektedir.
57
Çalışma boyunca gerek Ankara şehrini ele alırken gerek Ankara Kalesi’ni
incelerken gerekse Cumhuriyet dönemindeki geleneksel el sanatlarına bakarken
esas vurgu, hep yaşanan değişime yapılmıştır. Gerçekten de Ankara kentinin
dokusu değişmiştir. Geçmişten günümüze kent hızla gelişmiş, çok göç almış ve
sınırları genişlemiştir. Kent dokusundaki değişim, doğal olarak ekonomik,
toplumsal ve kültürel hayata da yansımıştır. Kentin alışveriş pratiklerinden
yapılaşmasına, mimari dokusundan eğlence anlayışına kadar köklü bir değişim
yaşanmıştır. Bu değişimle birlikte Ankara Kalesi, merkezi bir yerleşim ve ticaret
merkezi olmaktan çıkıp, bir turistik alan veya bir eğlence mekanı görüntüsü
kazanmıştır. Bu hızlı ve köklü değişim, bazı geleneksel el sanatlarının aynı hızda
kaybolmasına, bazılarınınsa ticari önemlerini yitirmesine neden olmuştur.
Toplumsal yaşamdaki değişim, teknolojinin gündelik yaşam pratiklerine
girişi, gündelik yaşamda kullanılan araç ve gereçlerin hızlı bir biçimde değişmesini
de beraberinde getirmiştir. Bu nedenle, geçmişte kullanımlarındaki yaygınlık
dolayısıyla çok önemli olan araçlar, yaşanan modernleşme ile önemini yitirmiştir.
Bu araçların gözden düşüşü, geleneksel el sanatlarını icra edenlerin mesleklerinin
kaybolmasına da neden olmuştur.
Her ne kadar günümüzde Kale’de pek çok el sanatı uygulanıyormuş gibi
görünse de, Kale’deki bu meslek yoğunluğu üretim yönünden değil, hazır alım
satım biçimine dönüşmüştür. Artık değişen Ankara’da bu sanat ürünlerine olan
talep çok kısıtlı olduğundan, Ankara çevresindeki köy ve kasabalarda konuyla ilgili
ihtiyaç halen sürmesine karşın yerinde üretim yapıldığından, Kale’de icra edilen
geleneksel el sanatları çeşit olarak azalmıştır. Ekonomik anlamda yeterli kazancın
elde edilememesi, yeni ustaların yetişmemesinde en önemli nedendir.
Tüm bunlar, yaşanan genel değişimin doğal sonuçları gibi görünse de
aslında bir kültürün yok oluşunun da resmidir. Bu nedenle Ankara Kalesi’nde
58
kaybolan geleneksel el sanatları, sadece geçmişe özlemle bakmak amacıyla
yapılmış bir çalışma değildir. Bu çalışmanın asıl amacı, günümüzde yaşanan bir
sorunun altını çizmeye yöneliktir. Bu sorun, kaybolan geleneksel el sanatlarının,
aynı zamanda kültürel değerlerin kayboluşunu da göstermesi sorunudur.
KAYNAKÇA
Ana Britannica Ansiklopedisi. “Ankara” c.:2, İstanbul:Ana Yayıncılık, 2000.
ABUT, Zümrüt. “Halk Sanatı”, Görüşler Dergisi, s.:1, 1937.
AKTÜRE, Sevgi. “1830’dan 1930’a Ankara’da Günlük Yaşam”, Der.:Yıldırım
Yavuz, Tarih İçinde Ankara II Aralık 1998 Seminer Bildirileri, Ankara:ODTÜ
Mimarlık Fakültesi Yayınları, 2001.
ALTIOK, Füsun. “Halk Sanatı”, Köken Dergisi, s.:1, 1974.
Ankara Rehberi. “Ankara” Ankara:Devran Matbaası, 1998.
ARSLAN, M. Sabri. “Ahilik”, Karınca Kooperatif Postası Dergisi, s.:480, 1976.
ASLIER, Mustafa. “Sanatçı ve Halk Sanatı”, Türkiyemiz Dergisi, s.:28, 1979.
BAYKURT, Şerif. “Türk El İşleri Hakkında Notlar”, Türk Folklor Araştırmaları
Dergisi, s.:73, 1976.
BIÇAKÇI, Yusuf Ziya. “Bıçakçılık Sanatı Üzerine Notlar”, Türk Etnoğrafya Dergisi,
s.:6, 1963.
BOZYİĞİT, A. Esat. Ahilik ve Çevresinde Oluşan Kültürel Değerler Bibliyografyası
(1923-1988), Ankara:Ankara Üniversitesi Basımevi, 1989.
ÇAĞATAY, Neşet. “Anadolu’da Ahilik ve Bunun Kurucusu Ahi Evren”, Belleten
Dergisi, s.:182, 1982.
ÇAĞATAY, Neşet. Bir Türk Kurumu Olan Ahilik, Ankara:Türk Tarih Kurumu
Basımevi, 1989.
DARKOT, Besim. “Ankara”, İslam Ansiklopedisi, s.:1, 1929.
DİNÇER, Necmettin. “Ankara Sof’u”, Ülkü Dergisi, s.:16, 1948.
60
DİYARBEKİRLİ, Nejat. “Halk Sanatlarımızın Değeri”, Akademi Dergisi, s.:1, 1964.
DİYARBEKİRLİ, Nejat. “El Sanatlarının Değeri (I)”, Milli Kültür Dergisi, c.:2 s.:345,
1980.
DOĞANÇ, Ayhan. “Alay Köşkündeki Halk Sanatı ve Zanaatı”, Folklor Dergisi,
s.:19, 1971.
DORSON, Richard. Günümüz Folklor Kuramları, Çev.:Nermin Ulutaş, İzmir:Ege
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları No:33, 1984.
DÖKMECİ, Cenani. “Anadolu’da Bakırcılık”, Yeni Fırat Dergisi, s.:6, 1962.
DÜZ, Ayda. “19. Yüzyıl sonunda Türkiye’de Sanatlar ve Zeneatlar”, Ato Dergisi,
s.:7, 1975.
EKİCİ, Metin. Halk Bilgisi Derleme ve İnceleme Yöntemleri, Ankara:Geleneksel
Yayınları, 2004.
El Sanatları Üzerine Bir Açık Oturum. Halkbilimi Dergisi, s.:31, 1977.
ELVERDİ, İskender. Dünden Bugüne Ankara, Ankara:Grafiker Yayıncılık, 1998.
ERDOĞAN, Emine. “Tahrir Defterlerine Göre Ankara Şehri Yerleşmeleri”, Gazi
Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi, c.:6, s.:1, 2005.
ERDOĞAN, Muzaffer. “Ankara Sofculuğu”, Türk Folklor Araştırmaları Dergisi,
s.:69, 1955.
ERDOĞDU, Şeref. Ankaram, Ankara:Alkan Matbaacılık, 1965.
ERGENÇ, Özer. Osmanlı Klasik Dönemi Kent Tarihçiliğine Katkı XVI. Yüzyılda
Ankara ve Konya, Ankara:Ankara Enstitüsü Vakfı, 1995.
EVREN, Burçak. 20’li Yılların Bozkır Kasabası Ankara, İstanbul:Milliyet Yayınları,
1998.
FEYHAMAN, Güzin. “Yazmacılık”, Halkbilgisi Haberleri Dergisi, s.:56, 1936.
Gelişim Hachette. “Ankara” c.:1, İstanbul:Sabah Yayınları, 1993.
61
GOLDSTEİN, Kenneth. Sahada Folklor Derleme Metotları, Çev.:Ahmet E. Uysal,
Ankara:Kültür Bakanlığı Milli Folklor Araştırma Dairesi Yayınları, 1983.
GÖNÜL, Macide. “Dokumacılığın Tarihçesi ve En Eski Dokuma Aletleri”,
Mensucat Meslek Dergisi, s.:4, 1960.
GÖNÜL, Macide. Türk El İşleri Sanatı (16-19. yüzyıl), Ankara:Tisa Matbaacılık,
1964.
GÖNÜL, Macide. “Eski Dokumacılık ve Yurdumuzdaki Gelişimi”, Türk Folklor
Araştırmaları Dergisi, s.:217, 1967.
Grolıer İnternatıonal Americana. “Ankara” c.: 2, İstanbul:Sabah Yayınları, 1992.
GÜÇLÜER, İ. Necati. “Anadolu’da Ahiliğin Ortaya Çıkışını Hazırlayan Sebepler”,
Yeni Adam Dergisi, s.:900, 1976.
GÜNER, Agah Oktay. “Ahilik ve Günümüzün İktisadi Hayatı”, Yeşilay Dergisi,
s.:492, 1974.
GÜNEY, Emrullah. “Evliya Çelebi’nin Kaleminden Türklerde Sanat ve Sanatçılar”,
Sümerbank Dergisi, s.:168 1976.
GÜNYOL, Zübeyde. “Bakırcılık Sanatı”, Semerkant Dergisi, s.:23, 2000.
GÜRATA, Mithat. Unutulan Adetlerimiz ve Loncalar, Ankara:Tisa Matbaacılık,
1975.
GÜRÇAY, Hikmet (1966), “Keçe, Keçecilik”, Türk Etnoğrafya Dergisi, Sayı:9 s.21-
32
GÜRÇAY, Hikmet. Urgan ve Urgancılık, Ankara:Türk Tarih Kurumu Basımevi,
1969.
GÜVEN, Tunç ve Figen ÖZBAY. Şehrin Zulası, İstanbul:İletişim Yayıncılık, 2004.
Halk sanatları. Halkbilgisi Haberleri Dergisi, s.:53, 1936.
Halk Türk El Sanatları, Yemekleri. Kalkınan Dünya Dergisi, s.:5, 1966.
62
KANSU, Ceyhun Atıf. “Halkçı Sanat”, Halay Dergisi, s.:3, 1981.
KARACABEY, Hüsrev. Orta Anadolu’da Ahiler Devri ve Ahlakı, Ankara:Şehir
Matbaası, 1965.
KAYA, Firdevs. El ve Köy El Sanatları Çerçevesinde Bakırcılık Üzerinde Bir
Araştırma, Ankara:Ankara Üniversitesi Basımevi, 1981.
KAYA, Reyhan. “Türk yazmacılık sanatı”, Türkiyemiz Dergisi, s.:7, 1972.
KAYA, Reyhan. Türk Yazmacılık Sanatı, İstanbul:Çeltüt Matbaacılık, 1974.
Kayaolu, İ. Gündağ. “Bakırcı Ustaları I”, Halk Kültürü Dergisi, s.:1, 1984.
KAZMAZ, Süleyman. Bakırcılık, Ankara:Kardeş Matbaası, 1973.
KELEŞ, Ruşen. Eski Ankara’da Bir Şehir Tipolojisi, Ankara:Ankara Üniversitesi
Siyasal Bilgiler Yayınları, 1971.
KOŞAY, Hamit Zübeyir. “Türkiye’de Esnaf Teşkilatı (Ahilik) ve Gelenekleri”, Türk
Etnoğrafya Dergisi, s.:17, 1977.
NALBANTOĞLU, H. Ünal. “Cumhuriyet Dönemi Ankarası’nda Yükselen Orta Sınıf
Üzerine”, Tarih İçinde Ankara Eylül 1981 Seminer Bildirileri, Ankara:T.B.M.M.
Basımevi, 2000.
NASRATTINOĞLU, İrfan Ünver. “El Sanatlarımız”, Size Dergisi, s.:109, 1983.
OĞUZ, Öcal ve Başk. Türkiye’de 2004 Yılında Yaşayan Geleneksel Meslekler,
Ankara:Gazi Üniversitesi THBMER Yayını, 2005.
ONGAN, Halit. “Ankara’nın Eski Esnafını Açıklayan Bir Vesika”, Türk Etnoğrafya
Dergisi, s.:2, 1957.
ÖDER, Cemil. “Keçecilik ve Keçeciler”, Küçük Menderes Dergisi, s.:1, 1940.
ÖNDER, Mehmet. “Tarihimizde Esnaf ve Sanatkar”, Standart Ekonomik ve Teknik
Dergisi, s.:119, 1976.
63
ÖNEN, Phil. Ülgür. “Özgünlük ve Yabancılaşma Süreçlerinde Halk El Sanatlarının
Yeri”, 2. Ulusal El Sanatları Sempozyumu, Ankara:…., 1982.
ÖZ, Tahsin. “Eski Türk Dokumacılığı:Türk Dokumacılık Tarihine Bir Bakış”,
Mensucat Meslek Dergisi, s.:1, 1950.
ÖZDEMİR, Yalçın ve Celil Tuncel. Günümüz Esnaf ve Sanatkarlarından
Fotoğraflar, Ankara:TESK Eğitim Yayınları No:107, 2003.
ÖZDEMİR, Rıfat. 19. Yüzyılın İlk Yarısında Ankara Fiziki, Demografik ve Sosyo-
Ekonomik Yapısı 1785-1840, Ankara:Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları,
1986.
ÖZEL, Mehmet. Ankara, Ankara:Ajans Türk Matbaacılık, 1991.
Özer, Bora. “Dokumacılık Üzerine”, Folklor Dergisi, s.:13, 1970.
ÖZONAR, Adnan. “Bakırcılık”, Türk Koop Ekin Dergisi, c.:1, s.:2, 1987.
ÖZTÜRK, İsmail. Geleneksel Türk El Sanatlarına Giriş, İzmir:Dokuz Eylül
Yayınları, 2003.
PİLAVOĞLU, M. Kemal. Ankara’nın Tarihi Halleri, Ankara:Nüve Matbaası, 1976.
SADEN, Kemal. “Dokumacılık”, Burdur Dergisi, s.:1, 1939.
SAĞDIÇ, Ozan. Bir Zamanlar Ankara, Ankara:Santur Sanat ve Yayıncılık, 1990.
SAKAOĞLU, Saim. Sahada Derleme Metotları, Erzurum:Atatürk Üniversitesi Fen
Edebiyat Fakültesi Yayınları No:12, 1988.
SAYAS, Burhanettin. “Ahilik”, Kooperatif Dünyası Dergisi, s.:3, 1976.
SOYKUT, Hasan Refik. Orta Yol Ahilik, Ankara:Güneş Matbaacılık, 1971.
SOYKUT, Hasan Refik. Esnaf Kimdir? Esnaflıkta Ahiliğe Yaklaşım,
Ankara:Afşaroğlu Matbaası, 1978.
SOYKUT, Hasan Refik. “Tarihte Esnaflık ve Ahilik”, Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar
Konfederasyonu Yayınları, s.:5, 1984.
64
SOYYANMAZ, İ. Hakkı. “Kesici Silahlarımız ve Geleneklerimiz”, Türk Folklor
Araştırmaları Dergisi, s.:271, 1972.
SÜNKİTAP, Veli Necdet. “Anadolu’da İlk Esnaf Cemiyetleri ve Ahiler”, Halkevi
Dergisi, s.:38, 1937.
ŞİMŞEK, Ahmet Seyfettin. Mensucat Folkloru, İstanbul:Öztürk Basımevi, 1969.
ŞİMŞEK, Ahmet Seyfettin. “Mensucat El Alet ve Tezgahları İle El Sanatları”,
Mensucat Meslek Dergisi, s.:2, 1971.
TAMUR, Erman. Ankara Keçisi ve Ankara Tiftik Dokumacılığı, Ankara:Ankara
Ticaret Odası Yayınları, 2003.
TAN, Nail. “Bakırcılık Sanatı”, Sümerbank Dergisi, s.:165, 1976.
TANER, Nuri. “Keçe Atma ve Keçe Yapım Adetleri”, Türk Folkloru Dergisi, s.:41,
1982.
TANPINAR, Ahmet Hamdi. Beş Şehir, İstanbul:Dergah Yayınları, 1999.
TARUS, İlhan. Ahiler, Ankara:Ulus Basımevi, 1947.
TEKELİ, İlhan. “Ankara’da Tarih İçinde Sanayinin Gelişimi ve Mekansal
Farklılaşması”, Ankara Ankara, Ankara:Yapı Kredi Yayınları, 1994.
The Cradle of Civilizations. Ankara, Ankara:Grafiker Matbaası, 2004.
TOMBUŞ, Nazmi. “Ahiler”, Çorumlu Dergisi, s.:39, 1943.
TUNÇER, Mehmet. Ankara Şehri Merkez Gelişimi, Ankara:Kültür Bakanlığı
Yayınları, 2001.
Türkiye’nin Turizm Değerleri. Ankara, c.:1, İstanbul:Doğan Ofset, 2002.
USLU, Mustafa. “Ahi Birlikleri ve Loncalar”, Milli Eğitim ve Kültür Yayınları, s:14,
1982.
ÜLKÜTAŞIR, Mehmet Şakir. “Aba ve Abacılık”, Halk Bilgisi Haberleri Dergisi,
s.:119, 1941.
65
ÜLKÜTAŞIR, Mehmet Şakir. “19. yüzyılda Ankara’da Esnaf Teşkilatı”, Ülkü
Dergisi, s.:33, 1949.
YALGIN, Ali Rıza. “Mazmanlar ve Mutaflar”, Halk Bilgisi Haberleri Dergisi, s.:116,
1941.
YAVUZ, Erdal. 19. Yüzyıl Ankara’sında Ekonomik Hayatın Örgütlenmesi ve Kent
İçi Sosyal Yapı, Der.: Ayşıl Tükel Yavuz, Tarih İçinde Ankara Eylül 1981
Seminer Bildirileri, Ankara:T.BM.M. Basımevi, 2000.
YEŞİLYURT, Ekber. “Türk Halk Sanatları”, Folklor ve Turizm Dergisi, s.:2, 1974.
Yetmiş Yıl Önceki El Sanatları. Sivas Folkloru Dergisi, s.:2, 1973.
KAYNAK KİŞİ LİSTESİ
KAYNAK KİŞİ 1 Adı Soyadı : İlhami ZEYREK
Mesleği : Alemci
Doğum Yılı ve Yeri : 1933 - Erzurum
Kaç Yıldır Kale’de : 1955 yılından beri
İkamet Ettiği Semt : Keçiören
Eğitim Durumu : İlkokul mezunu
KAYNAK KİŞİ 2 Adı Soyadı : Hüseyin KAYA
Mesleği : Kalaycı
Doğum Yılı ve Yeri : 1945 - Çorum
Kaç Yıldır Kale’de : 1964 yılından beri
İkamet Ettiği Semt : Altındağ
Eğitim Durumu : İlkokul mezunu
KAYNAK KİŞİ 3 Adı Soyadı : Cemalettin TEMİZOĞLU
Mesleği : Bakırcı
Doğum Yılı ve Yeri : 1941 - Çorum
Kaç Yıldır Kale’de : 1953 yılından beri
İkamet Ettiği Semt : Keçiören
Eğitim Durumu : İlkokul mezunu
67
KAYNAK KİŞİ 4 Adı Soyadı : Ali BOZDAĞ
Mesleği : Kasketçi
Doğum Yılı ve Yeri : 1939 - Kayseri
Kaç Yıldır Kale’de : 1960 yılından beri
İkamet Ettiği Semt : Topraklık
Eğitim Durumu : İlkokul mezunu
EKLER
EK – 1
ANKARA KALESİ’NDEKİ ZANAATKARLARLA YAPILAN MÜLAKAT SORULARI
Kaynak kişinin adı ve soyadı :
Kaynak kişinin doğum yeri :
Kaynak kişinin yaşı :
Kaynak kişinin eğitim durumu :
Kaynak kişinin ikamet ettiği semt :
Derlemenin yapıldığı yer :
Derlemenin yapıldığı tarih :
Derlemecinin adı ve soyadı :
1. Kaç yıldır Kale’de yaşıyorsunuz?
2. Sizce o zamandan bugüne Kale’de neler değişti?
3. Yaşanan değişimin temel sebepleri nelerdir?
4. Burada önceleri hangi sanatlar icra edilmekteydi?
5. Neden kayboldu bu sanatlar?
6. Günümüzde bu sanatlardan hangileri icra edilmekte?
7. Peki bu sanatlar neden kaybolmadılar?
8. bu sanatı kimden öğrendiniz?
9. Bu sanatı kaç senedir yapıyorsunuz?
10. Ailenizde bu sanatla uğraşan başka birileri var mı?
11. Çocuklarınızın da bu sanatı sürdürmelerini istiyor musunuz?
12. Bu sanatın piri ya da eski ustaları kimlerdir?
13. Bu sanatla ilgili efsane, türkü, inanış vb. var mı?
69
14. Kale’de bu sanat ne zamandan beri yapılmakta?
15. Bu sanatı bilenler ortalama kaç yaşında?
16. Eğitim durumları nedir?
17. Bu sanatı öğrenmek için eğitim gerekli mi?
18. Bu sanata başladığınızda geleneksel bir tören yapıldı mı?
19. ………sanatının Kale’de icra edilme sebepleri nelerdir?
20. ……...sanatı ne demektir?
21. En çok hangi tür ürünler yapıyorsunuz?
22. Bu ürünler nelerde kullanılmaktadır?
23. Bu sanatı icra ederken kullandığınız araç ve gereçler nelerdir?
24. Malzemeyi nereden temin ediyorsunuz?
25. Kullandığınız malzemelerin hammaddesi nedir?
26. ……..sanatının yapım aşamasında hangi işlemler uygulanmakta?
27. Hammaddeden pazarlamaya ne gibi sorunlarla karşılaşıyorsunuz?
28. Aylık ortalama kazancınız nedir?
29. Kazancınız geçiminizi devam ettirmeniz için yeterli mi?
30. Bu işi tek başınıza mı yapıyorsunuz yoksa çırak gerekiyor mu?
31. Kalfalar bu işi kaç senede öğreniyor?
32. ……. sanatında yaşanan gerilemenin temel sebepleri nelerdir?
33. Sanatınızın geleceği ile ilgili düşünceleriniz nelerdir?
34. Bu sanatı canlandırmak için üzerimize düşen görevler nelerdir?
35. Turistik amaçla neler yapıyorsunuz?
36. Yabancıların ilgisi ve edindikleri intibalar nelerdir?
70
EK – 2
FOTOĞRAFLAR
Fotoğraf 1 : Kale’de Yeni
Açılan Koç Müzesi’nden
Görünüm
Fotoğraf 2 : Eski Bir Bedestenin Restore
Edilerek Müzeye Dönüştürülmüş Hali
Fotoğraf 3 : Ankara’nın
Genel Görünümü (Özel,
1991:5)
71
Fotoğraf 4 : Ankara
Kalesi’nin Üstten
Görünümü (Özel, 1991:78)
Fotoğraf 5 : Ankara’nın Genel
Görünümü (Türkiyenin Turizm
Değerleri, 2002:195)
Fotoğraf 6 : Dokumacı
(Özdemir ve Tuncel,
2003:101)
72
Fotoğraf 7 : Dokuma
Tezgahı (Özdemir ve
Tuncel, 2003:141)
Fotoğraf 8 : Dokumacı Fotoğraf 9 : Dokumacı
(Özdemir ve Tuncel, 2003:91) (Özdemir ve Tuncel, 2003:143)
Fotoğraf 10 :
İstasyondan Ankara
ve Kale’ye Bir Bakış
(Evren, 1998:89)
73
Fotoğraf 11 : Karaoğlan
Caddesi’nden Eski Bir
Görünüm (Evren, 1998:222)
Fotoğraf 12 : Gençlik
Parkı’ndan Ankara Kalesi’ne
Doğru Eski Bir Görünüm
(Özel, 1991:42
Fotoğraf 13 : Gençlik
Parkı’ndan Ankara
Kalesi’ne Eski Bir
Görünüm (Özel, 1991:42)
74
Fotoğraf 14 : Kale’de Bir Cami Fotoğraf 15 : Kale’de Bir Dükkan
Fotoğraf 16 : Kale’de
Turistik Bir Dükkan
Fotoğraf 17 : Kale’de Turistik Bir Dükkan
75
Fotoğraf 18 : Pirinç
Han’dan Bir Görünüm
Fotoğraf 19 : Pirinç Han’ın
Avlusundan Bir Görünüm
Fotoğraf 20 : Pirinç Han’da Bir Dükkan
76
Fotoğraf 21 : Ankara Kalesi
Günümüz Giriş Kapısı
(Türkiyenin Turizm
Değerleri, 2002:212)
Fotoğraf 22 : Ankara
Kalesi’nin Bend
Deresi’nden Görünümü
(Türkiyenin Turizm
Değerleri, 2002:212)
77
Fotoğraf 23 : Ankara Kalesi’nin Panoramik Görünümü
Fotoğraf 24 : Kale’nin
Saat Kulesi’nden Bir
Görüntü
Fotoğraf 25 : Kale
Surlarında Tarihi Süreç
İçerisinde Kullanılan
Taş Çeşitleri
78
Fotoğraf 26 : Kale’nin
Ön Giriş Kapısı (Dış
Kapı)
Fotoğraf 27 : Kale
Kapısından Çevreye
Bir Bakış
Fotoğraf 28 : Dış Kapı
Önündeki Pazaryeri
79
Fotoğraf 29 : Terzi Fotoğraf 30 : Terzi (Özdemir ve Tuncel, 2003:34) (Özdemir ve Tuncel, 2003:112)
Fotoğraf 31 : Nalbant
(Özdemir ve Tuncel,
2003:26)
Fotoğraf 32 : Nalbant
(Özdemir ve Tuncel, 2003:36)
80
Fotoğraf 33 : Ahi Evran
Camii
Fotoğraf 34 : Ahiler İş
Merkezi (Antikacılar
Çarşısı)
Fotoğraf 35 : Bakırcı
(Özdemir ve Tuncel,
2003:151)
81
Fotoğraf 36 : Demirci Fotoğraf 37 : Demirci (Özdemir ve Tuncel, 2003:133) (Özdemir ve Tuncel, 2003:90)
Fotoğraf 38 : Demirci Fotoğraf 39 : Demirci (Özdemir ve Tuncel, 2003:108) (Özdemir ve Tuncel, 2003:110)
Fotoğraf 40 : Demirci (Özdemir ve Tuncel, (2003:117)
82
Fotoğraf 41 : Bakır İşlemeci
(Özdemir ve Tuncel, 2003:146)
Fotoğraf 42 : Kalaycı
(Özdemir ve Tuncel, 2003:92)
Fotoğraf 43 : Kalaycı
(Özdemir ve Tuncel,
2003:123)
83
Fotoğraf 44 : Kasketçi
Fotoğraf 45 : Kasket
Atölyesi
Fotoğraf 46 : Kasket
Ustasıyla Yapılan
Mülakat
84
Fotoğraf 47 : Kasket Yapımı Fotoğraf 48 : Kasket Yapımı
Fotoğraf 49 : Sepetçi
(Özdemir ve Tuncel,
2003:76)
Fotoğraf 50 : Sepet
Yapımı (Özdemir ve
Tuncel, 2003:132)
85
Fotoğraf 51 : Saraç (Özdemir ve Tuncel,
2003:37)
Fotoğraf 52 : Saraç
(Özdemir ve Tuncel,
2003:40)
Fotoğraf 53 : Saraç
(Özdemir ve Tuncel,
2003:73)
86
Fotoğraf 54 : Semerci
(Özdemir ve Tuncel,
2003:77)
Fotoğraf 55 : Semerci Fotoğraf 56 : Yorgancı (Özdemir ve Tuncel, 2003:106) (Özdemir ve Tuncel, 2003:14)
Fotoğraf 57 : Yorgancı
(Özdemir ve Tuncel,
2003:51)
87
Fotoğraf 58 : Yorgancı Fotoğraf 59 : Yazmacı (Özdemir ve Tuncel, 2003:93) (Özdemir ve Tuncel, 2003:102)
Fotoğraf 60 : Sepetçi
Fotoğraf 61 : Dabbak
(Özdemir ve Tuncel,
2003:20)
88
Fotoğraf 62 : Çilingir
(Özdemir ve Tuncel,
2003:28)
Fotoğraf 63 : Semerci Fotoğraf 64 : Semerci (Özdemir ve Tuncel, 2003:128) (Özdemir ve Tuncel, 2003:12)
Fotoğraf 65 : Demirci
(Özdemir ve Tuncel,
2003:127)
89
Fotoğraf 66 : Kalaycı
(Özdemir ve Tuncel,
2003:80)
Fotoğraf 67 : Kasketçi
(Özdemir ve Tuncel,
2003:79)
Fotoğraf 68 : Sepetçi
90
Fotoğraf 69 : Alemci (Özdemir ve Tuncel,
2003:87)
Fotoğraf 70 : Bakırcı
(Özdemir ve Tuncel,
2003:99)
Fotoğraf 71 : Elekçi (Özdemir ve Tuncel,
2003:21)
91
Fotoğraf 72 : Elekçi
(Özdemir ve Tuncel,
2003:22)
Fotoğraf 73 : Elekçi
(Özdemir ve Tuncel, 2003:67)
Fotoğraf 74 : Kasketçi
(Özdemir ve Tuncel,
2003:38)
92
Fotoğraf 75 : Sepetçi (Özdemir ve Tuncel,
2003:135)
Fotoğraf 76 : Sepetçi
Fotoğraf 77 : Elekçi (Özdemir ve Tuncel,
2003:68)
93
Fotoğraf 78 : Alemci
Fotoğraf 79 : Alem Yapımı Fotoğraf 80 : Alemci
Fotoğraf 81 : Alemler
94
Fotoğraf 82 : Bakır Kap
Fotoğraf 83 : Bakır
Tencere
Fotoğraf 84 : Bakırcıyla
Yapılan Mülakat
95
ÖZET
M.Ö. VIII yüzyılda Frigler tarafından kurulduğu düşünülen Eski Ankara,
savunma amaçlı inşa edilen Ankara Kalesi içinde yer almıştır. Tarihi süreç
içerisinde Ankara, Ankara Kalesi merkez olmak üzere, çevresinde gelişmiştir.
Günümüzde Ankara Kalesi, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti olan
Ankara’nın en önemli simgelerinden biridir.
Bir yerleşim merkezinin olağan tüm iktisadi faaliyetlerini bünyesinde
barındıran Ankara Kalesi, tarihin tüm dönemlerinde Ankara’ya özgü geleneksel el
sanatlarının da üretim ve pazarlamasında ev sahipliği yapmıştır.
Cumhuriyet’in ilanı ve Ankara’nın başkent olmasıyla birlikte başlayan
batılılaşma ve sanayileşme hareketleri, Ankara Kalesi’nde el emeği ve geleneksel
yöntemlerle icra edilmekte olan el sanatları üzerinde de etkili olmuştur. Dönemin
hızlı gelişimine ayak uyduramayan birçok el sanatı ticari yaşamdan çekilirken, çok
az bir bölümü günümüze değin varlığını koruyabilmiştir.
Günümüzde Ankara Kalesi’nde halen icra edilmekte olan alemcilik,
bakırcılık, bakır işlemeciliği, bıçakçılık, elekçilik, kalaycılık, kasketçilik, sandıkçılık
ve sepetçilik gibi çok az sayıdaki geleneksel el sanatları da artık günlük ihtiyaçları
karşılamaktan çok turistik eşya üretimi amacıyla ve yaşları ilerlemiş belirli ustalar
tarafından yapılmaktadır.
96
Anahtar Kelimeler : Ankara, Ankara Kalesi, Geleneksel El Sanatları,
Alemcilik, Bakırcılık, Bakır İşlemeciliği, Demircilik, Hasırcılık, Kalaycılık,
Kasketçilik, Sandıkçılık, Sepetçilik, Urgancılık
97
ABSTRACT
It’s thought that Old Ankara established by Frigians at B.C. VIII century and
placed in Ankara Castle built for protection purposes. Ankara has extended
around Ankara Castle as a centre, during her history. Nowadays, Ankara Castle is
one of the main articles of the capitol city of modern Republic of Turkey.
Ankara Castle which includes all economical actions as a housing centre,
was always host for traditional hand arts characteristic for Ankara, all ages in
history.
Modernization and industrialization movements which have started
together with the declaration of Turkish Republic and her capitol city Ankara, have
effected to hand arts which were procured in Ankara Castle by purely handmade
and traditional techniques. Most of those hand arts have disappeared from the
economic life so as not to adapt themselves to fast evolution, and very few of
them were being existence so far.
Today, some of the traditional hand arts such as peak of minaret making,
coppersmith, cutler’s working, sieve-making, tinsmith, hatter working, box-making
and basket-making were being occurred by old master workmen for providing
tourist articles instead of daily requirements.
Key Words : Ankara, Ankara Castle, Traditional Hand arts, Work of Peak of
Minaret, Coppersmith, Cooper Processing, Blacksmith, Tinsmith, Work of Hatter,
Box-maker, Basket-maker, Rope-maker
Recommended