Upload
others
View
13
Download
2
Embed Size (px)
Citation preview
T.CMARMARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜİLÂHİYAT ANABİLİM DALI
İSLÂM HUKUKU BİLİM DALI
KÂSÂNÎ'NİN BEDÂYİ İSİMLİ ESERİNDE
KAVÂİD'İN YERİ
(YÜKSEK LİSANS TEZİ)
Necmettin KIZILKAYA
İSTANBUL, 2005
T.CMARMARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜİLÂHİYAT ANABİLİM DALI
İSLÂM HUKUKU BİLİM DALI
KÂSÂNÎ'NİN BEDÂYİ İSİMLİ ESERİNDE
KAVÂİD'İN YERİ
(YÜKSEK LİSANS TEZİ)
Necmettin KIZILKAYA
Danışman:Prof. Dr. İbrahim Kâfî DÖNMEZ
İSTANBUL, 2005
2
ÖNSÖZ
İslam hukukçularının zihninde ana ilkelere dayanan hukuk anlayışının varlığı
ve bu çerçevede ortaya konan zengin malzeme, İslam Hukuku'nun doktrin ve tedvin
yönüyle gelişimini tamamlamasını takip eden dönemden hemen sonra kavâid
literatürüne ait müstakil eserlerin kaleme alınmasını sağlamıştır. Bu eserlerde geçen
kâidelerin temel kaynaklarının furû‘a dair kitaplar olması, furû‘-ı fıkıh ile kavâid
edebiyatı arasındaki ilişkinin ne denli sıkı olduğunu göstermektedir.
Kavâid literatürüne dair ilk müellefatın Hanefi fakihler tarafından kaleme
alınması bizi bu fıkıh ekolüne ait bir eseri seçmeye sevk etti. Furû‘-ı fıkıh alanında
yazılmış bir kitapta geçen kâideleri tespit etmenin kavâid-furû‘-ı fıkıh ilişkisini ortaya
koyması ve bu alanda yapılan çalışmalar açısından sağlayacağı yarardan hareketle, eser
olarak, sıkı bir sistem ve ilkesel tutarlılık fikri ile yazılmış olan Bedâyiu‘s-Sanâyi‘i
tercih ettik. Klasik fıkıh kitaplarına hâkim olan ilkelerin belirlenmesinin, uzun asırlar
boyunca telif edilen fıkhî mirasımızı daha iyi anlama olanağı sağlayacağı kanaatindeyiz.
Yapmış olduğumuz bu çalışma, buna bir nebze de olsa ışık tutarsa araştırmamız
amacına ulaşmış olacaktır.
Yetişmemde büyük emekleri olan ve eğitim hayatım boyunca her türlü desteği
esirgemeyen anne ve babama minnet borçluyum. Ayrıca çalışmalarımı anlayışla
karşılayan ve tezimi hazırlarken bana sürekli destek olan eşime de teşekkürü bir borç
bilirim. Çalışmalarım esnasında kütüphanesinden çokça istifade ettiğim İslam
Araştırmaları Merkezi'nin yönetici ve personeline teşekkür ederim. Tez konusunun
belirlenmesinden itibaren yaptığım çalışmaları sürekli takip eden ve yardımlarını eksik
etmeyen muhterem hocam ve danışmanım Prof. Dr. İbrahim Kâfî Dönmez Bey'e en
içten saygı ve şükranlarımı sunar, çalışmanın bu alanda yapılacak araştırmalara zemin
hazırlamasını temenni ederim. Gayret bizden tevfîk Allah'tandır.
Necmettin KIZILKAYA
Bağlarbaşı 2005
3
KISALTMALAR
a.g.e : Adı Geçen Esera.m : Aynı MüellifAÜİFD : Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisib. : İbn, binBK: : Borçlar Kanunubkz. : Bakınızb.y : Baskı Yeri YokBöl. : Bölümüc. : CiltDİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi f. : Fıkrah. : HicrîHz. : HazretiİÜHFM : İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuasım. : Kanun Maddesimd. : MaddeMK. : Medeni KanunNşr. : Neşredenr.a : Radiyallahu AnhuS. : Sayıs. : Sayfas.a.v : Sallallahu Aleyhi VesellemTBK. : Türk Borçlar KanunuTMK. : Türk Medeni KanunuThc. : Tahric Edentrc. : Tercüme EdenTsh. : Tashih Edent.s. : Tarihsizv. : Vefat Tarihivb. : Ve Benzerivds. : Ve Diğer Sayfalarvr. : Varakyzm. : YazmaY. Haz. : Yayına Hazırlayany.y : Yayınevi Yok
4
İÇİNDEKİLERSayfa No.
ÖNSÖZ..............................................................................................................................IKISALTMALAR............................................................................................................IIİÇİNDEKİLER..............................................................................................................IIIGİRİŞ................................................................................................................................1I. KONUNUN ÖNEMİ VE SINIRLANDIRILMASI.......................................................1II. ARAŞTIRMANIN AMACI VE TAKİP EDİLEN YÖNTEM.....................................2III. HUKUK DÜŞÜNCESİNDE GENEL İLKELERİN YERİ.........................................3
IV. KÂSÂNÎ’NİN HAYATI VE BEDÂYİU’S-SANÂYİ‘ ADLI ESERİNE GENEL BİR BAKIŞ........................................................................................................................8
A. KÂSÂNÎ’NİN HAYATI...................................................................................81. Kâsânî’nin Yaşadığı Dönemin Genel Hususiyetleri..............................82. Kâsânî’nin Hayatı..................................................................................93. Hocaları................................................................................................104. Öğrencileri...........................................................................................115. Eserleri.................................................................................................11
B. BEDÂYİU’S-SANÂYİ‘İN GENEL DEĞERLENDİRMESİ.........................111. İçerik Açısından...................................................................................112. Metot Açısından...................................................................................123. Hocası Semerkandî’nin Tuhfe’si İle Olan İlişkisi................................144. Bedâyi‘ Üzerinde Yapılan Çalışmalar............................................14
BİRİNCİ BÖLÜMİSLAM HUKUKU LİTERATÜRÜNDE KAVÂİDİN YERİ
I. KAVÂİD’İN KAVRAMSAL TAHLİLİ VE İLGİLİ DİĞER ISTILAHLAR.............15A. Kavâid’in Kavramsal Tahlili...........................................................................15
1. Kavâid’in Sözlük Anlamı.....................................................................152. Kavâid’in Istılahî Anlamı.....................................................................163. Tanımların Değerlendirilmesi..............................................................24
B. İlgili Diğer Istılâhlar........................................................................................281. Dâbıt.....................................................................................................282. El-Eşbâh ve’n-Nezâir...........................................................................303. Furûk....................................................................................................314. Usûl-ı Fıkıh Kâidesi.............................................................................335. Fıkıh Nazariyesi...................................................................................376. Makâsıd.............. .................................................................................387. Külliyyât...............................................................................................408. Hukukun Genel İlkeleri........................................................................41
5
II. KAVÂİD İLMİNİN ORTAYA ÇIKIŞI VE TARİHSEL GELİŞİMİ........................43A. Kâideleştirme Olgusuna Zemin Hazırlayan Dönem.......................................44
1. Fıkıh İlminin Tedvininden Önceki Dönem..........................................442. Mezhep Kurucusu Müctehid İmamlar ve Onları Takip Eden Dönem.46
B. Müstakil Tedvîn Dönemi................................................................................471. Fıkhî Kâidelerin Tedvini......................................................................472. Kavâid Literatürünün Altın Çağı.........................................................51
C. Tedvin Sonrası Dönem....................................................................................531. Önceki Birikimin Derlendiği Dönem...................................................532. Mecelle ve Kanunlaştırma Çabalarının Olduğu Dönem......................543. Modern Dönem....................................................................................55
III. FIKHÎ KÂİDELERİN İSLAM HUKUKUNDAKİ YERİ........................................56IV. FIKHÎ KÂİDELERİN MENŞEİ...............................................................................61V. FIKHÎ KÂİDELERİN MÜSTAKİL KAYNAK OLUŞU..........................................62VI. KÂİDELERİN SINIFLANDIRILMASI...................................................................65
A. Kaynakları Açısından Fıkıh Kâideleri............................................................651. Mansûs Fıkıh Kâideleri........................................................................652. Müstenbat Fıkıh Kâideleri...................................................................66
B. Fıkhî Meseleleri Kuşatmalarına Göre Kâideler..............................................661. Temel Fıkıh Kâideleri (El-Kavâid el-Külliyye el-Kübrâ)....................662. Genel Fıkıh Kâideleri...........................................................................673. Özel Fıkıh Kâideleri.............................................................................68
C. İttifak ve İhtilaf Olmasına Göre Fıkıh Kâideleri.............................................681. Üzerinde İttifak Edilen Kâideler..........................................................68
a. Bütün Mezheplerin İttifak Ettiği Kâideler................................68b. Mezheplerin Çoğunluğunun Kabul Ettiği Kâideler.................69
2. Üzerinde İhtilaf Edilen Kâideler..........................................................69a. Fıkıh Mezheplerinin İhtilaf Ettiği Kâideler..............................69b. Aynı Mezhebe Bağlı Fakihlerin İhtilaf Ettiği Kâideler............69
D. Bağımsız Olmalarına Göre Fıkıh Kâideleri....................................................701. Müstakil Olan Kâideler........................................................................702. Başka Bir Kâideye Tabi Olan Kâideler................................................70
a. Kendisinden Daha Büyük Bir Kâidenin Fer‘î Olan Kâideler...70b. Başka Bir Kâidenin Kaydı, Şartı Veya İstisnası Olan Kâideler........................................................................................71
VII. KAVÂİD LİTERATÜRÜ........................................................................................71A. Hanefî Mezhebi...............................................................................................72B. Şafiî Mezhebi..................................................................................................76C. Malikî Mezhebi...............................................................................................79
6
D. Hanbelî Mezhebi.............................................................................................81E. Şîa Mezhebi...........................................................................................82F. Modern Dönem Literatürü........................................................................83
1. Kitaplar.................................................................................................832. Makaleler.............................................................................................87
İKİNCİ BÖLÜMBEDÂYİ‘DE FIKHÎ KÂİDELERİN KULLANIMI
I. ESERDE GEÇEN KÂİDELERİN İFADE ŞEKİLLERİ.............................................88II. İBÂDETLER BÖLÜMÜ............................................................................................90
1. Kitâbu’t-Tahâre................................................................................................902. Kitâbu’s-Salât................................................................................................1043. Kitâbu’z-Zekât...............................................................................................1324. Kitâbu’s-Savm...............................................................................................1405. Kitâbu’l-İ‘tikâf...............................................................................................1466. Kitâbu’l-Hacc.................................................................................................1507. Kitâbu’l-Eymân.............................................................................................1628. Kitâbu’z-Zabâih ve’s-Suyûd..........................................................................1699. Kitâbu’l-İstiyâd..............................................................................................17410. Kitâbu’t-Tadhiye..........................................................................................17411. Kitâbu’n-Nezr..............................................................................................17612. Kitâbu’l-Keffârât.........................................................................................17813. Kitâbu’l-Eşribe.............................................................................................18014. Kitâbu’l-İstihsân..........................................................................................180
III. MUÂMELÂT BÖLÜMÜ........................................................................................1841. Kitâbu’n-Nikâh..............................................................................................1842. Kitâbu’t-Talak................................................................................................1973. Kitâbu’z-Zıhâr...............................................................................................2124. Kitâbu’l-Liân.................................................................................................2135. Kitâbu’r-Radâ................................................................................................2146. Kitâbu’n-Nafaka............................................................................................2167. Kitâbu’l-Hıdâne.............................................................................................2188. Kitâbu’l-İ‘tâq.................................................................................................2189. Kitâbu’t-Tedbîr..............................................................................................22310. Kitâbu’l-İstîlâd.............................................................................................22411. Kitâbu’l-Mükâteb.........................................................................................22512. Kitâbu’l-Velâ...............................................................................................22713. Kitâbu’l-İcâre...............................................................................................22914. Kitâbu’l-İstısnâ‘...........................................................................................23415. Kitâbu’ş-Şuf‘a..............................................................................................235
7
16. Kitâbu’l-Buyû‘.............................................................................................23917. Kitâbu’l-Kefâle............................................................................................25118. Kitâbu’l-Havâle...........................................................................................25219. Kitâbu’l-Vekâle...........................................................................................25320. Kitâbu’s-Sulh...............................................................................................25621. Kitâbu’ş-Şerike............................................................................................25822. Kitâbu’l-Mudârabe.......................................................................................26023. Kitâbu’l-Hibe...............................................................................................26124. Kitâbu’r-Rehn..............................................................................................26225. Kitâbu’l-Muzâraa.........................................................................................26526. Kitâbu’l-Muâmele........................................................................................26627. Kitâbu’ş-Şirb................................................................................................26728. Kitâbu’l-Erâdî..............................................................................................26729. Kitâbu’l-Mefqûd..........................................................................................26830. Kitâbu’l-Laqît..............................................................................................26831. Kitâbu’l-Luqata............................................................................................26932. Kitâbu’l-İbâq................................................................................................27033. Kitâbu’s-Sibâq.............................................................................................27034. Kitâbu’l-Vedîa.............................................................................................27135. Kitâbu’l-Âriye..............................................................................................27136. Kitâbu’l-Vakf ve Sadaka.............................................................................27237. Kitâbu’d-Da‘vâ............................................................................................27338. Kitâbu’ş-Şehâde...........................................................................................27639. Kitâbu’r-Rucû‘ Ani’ş-Şehâde......................................................................27940. Kitâbu Âdâbi’l-Kâdî....................................................................................27941. Kitâbu’l-Kısme............................................................................................28042. Kitâbu’l-Hudûd............................................................................................28143. Kitâbu’s-Sirka..............................................................................................28344. Kitâbu Kuttâi’t-Tarîk...................................................................................28645. Kitâbu’s-Siyer..............................................................................................28746. Kitâbu’l-Gasb...............................................................................................29147. Kitâbu’l-Hacr ve'l-Haps...............................................................................29448. Kitâbu’l-İkrâh..............................................................................................29549. Kitâbu’l-Me'zûn...........................................................................................29650. Kitâbu’l-İkrâr...............................................................................................29851. Kitâbu’c-Cinâyât..........................................................................................30152. Kitâbu’l-Hunsâ.............................................................................................30853. Kitâbu’l-Vesâyâ...........................................................................................30854. Kitâbu’l-Karz...............................................................................................312
8
SONUÇ.........................................................................................................................313EK.................................................................................................................................326KAYNAKÇA................................................................................................................364
9
10
GİRİŞ
I. KONUNUN ÖNEMİ VE SINIRLANDIRILMASI
Rasulullah (s.a.v)'ın vefatından sonra kendi toplumlarının meseleleri ile
ilgilenen fakihlerin ya doğrudan sorulan bir soru üzerine veya insanların karşılaşma
ihtimali bulunan bir probleme dair yaptıkları ictihad neticesinde ortaya koydukları
görüşler çerçevesinde gelişen fıkıh ilmi, tedvin ile neşvü nema bulmuştur.
Kur'ân'ın veciz ifade yapısı ve Rasulullah (s.a.v)'ın az sözle çok derin ve
kapsamlı manalar içeren hadisleri, Müslüman bilginlerin düşüncelerini özlü bir şekilde
dile getirmelerini sağlamış; ayrıca bu iki kaynağın istikrası neticesinde elde edilen
prensipler, fakihlerin ictihad ederken müracaat ettikleri genel ilkeler olmuştur. İctihad
faaliyetini sürdüren fukahanın, aslî kaynaklara bağlı bir yorum tarzı ortaya koymaya
çalışmalarının yanında vardıkları sonuçların tenakuzdan uzak olmasına verdikleri önem,
ilkelere bağlı ve ilkeler ile uyumlu bir ictihad sistemi oluşturmaları sonucunu
doğurmuştur. Bu da her müctehidin belirli bir sistem dâhilinde prensiplere bağlı
kalmasını ve esas aldığı prensipler çerçevesinde bir yorum faaliyeti geliştirmesini
beraberinde getirmiştir. Bu sebeple değişik ekollere mensup fakihlerin fıkhî meselelere
getirdikleri yorumlar farklı olmasına rağmen hepsi ortak olarak kâidelere müracaat
etmişlerdir. Müctehidlerin meseleleri izah ederken, başka fıkıh ekollerinin görüşlerini
tenkit ederken ve mezhep içi tartışmalarda kâideler ile istidlalde bulunmaları, fıkhî
kâidelerin İslam hukukundaki önemini göstermektedir.
Biz bu araştırmamızda, Heffening'in ifadesi ile "hanefi fıkhına dâir, teferruâta
kadar sıkı bir sistem fikri ile yazılmış ilk ve aynı zamanda yegâne eser"1 olan Kâsânî'nin
(v. 587/1191) Bedâyiu’s-Sanâyi‘ isimli eserini fıkhî kâideler açısından inceleyerek
eserde geçen kâideleri tespit etmeye çalıştık. Kâsânî'nin (v. 587/1191), incelediği
konuda gerek mezhep içi ve gerekse mezhep dışı tartışmaları detaylı bir şekilde ele
alması, hatta zaman zaman incelediği meselenin bir uzantısı olarak onlarca sayfa süren
kelâmî münakaşalara girmesi, birçok zaman kâidelere müracaat etmesini gerektirmiş ve
kâideler ile istidlalde bulunmasını sağlamıştır.
1 Heffening, "Kâsânî", İA, VI, 374.
11
Fıkhî kâidelerin İslam Hukuku çalışmalarındaki önemi ve ülkemizde bu alanda
yeterince çalışmanın bulunmaması, üst başlık olarak kavâid konusunu seçmemizin
temel nedenidir. Kavâid literatürüne ait eserlerin başvuru kaynakları olan furû‘
kitaplarda kâidelerin ne şekilde işlendiği sorusu bizleri kavâid konusunu furû‘-ı fıkha ait
bir eserde çalışmaya sevk etmiştir. Eserin Bedâyiu’s-Sanâyi‘ olarak belirlenmesinin de
iki nedeni bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, kavâid edebiyatına ait ilk eserlerin
Hanefi ekolüne mensup hukuk bilginlerine ait olması ve Bedâyi‘in Hanefi fıkhına ait en
sistematik eserlerden birisi olarak kabul edilmesidir. İkinci sebep ise bizim tezimizde
esas aldığımız 1997 Beyrut baskısına ait olan nüshanın yazmasının Şafiî mezhebine
mensup İsmail b. Muhammed b. Ebî'l-Feth ed-Denûşerî tarafından istinsah
edilmesinden de anlaşılacağı üzere2 kitabın başka fıkıh ekolleri tarafından da muteber
kabul edilen bir kaynak olmasıdır.
Tezimizde, sadece küllî olan fıkıh kâidelerini tespit etmeğe çalıştık. Eserde çok
fazla dâbıt, usûl ve dil kâideleri olmasına rağmen çalışmamızda sadece küllî olan fıkhî
kâideleri tespit etmemizin nedeni, eserin hacmi de göz önünde bulundurulduğunda,
konunun Yüksek Lisans çalışmasını aşacak kadar geniş olmasındandır. Yine bu sebebe
bağlı olarak kâideleri, ilgili olduğu konuya kısaca işaret ederek aktardık.
II. ARAŞTIRMANIN AMACI VE TAKİP EDİLEN YÖNTEM
Bu çalışmamızın iki amacı bulunmaktadır. Bunlar:
1. Kâsânî'nin (v. 587/1191), meseleleri planlı ve bütün teferruatı ile incelediği
Bedâyi‘ isimli eserinde kâideleri tespit etmek.
2. Tespit ettiğimiz kâidelerin eserde hangi alanlarda ve ne şekilde kullanıldığını
ortaya koymak.
Tezimiz bir giriş ve iki bölümden oluşmaktadır. "İslam Hukuku Literatüründe
Kavâidin Yeri" olarak isimlendirdiğimiz birinci bölümde kavâid konusunu teferruatlı bir
şekilde ele aldık. Tezimizin asıl bölümü olmamasına rağmen uzun bir şekilde konuyu
işlememizin temel nedeni, daha önce ifade ettiğimiz gibi ülkemizde bu konuda yeterince
2 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 375.
12
çalışmanın olmayışıdır. "Bedâyi‘de Fıkhî Kâidelerin Kullanımı" başlığını taşıyan ikinci
bölüm, tezimizin asıl konusunu teşkil etmektedir. Bu bölüm, İbadetler ve Muâmelât
olarak iki ana başlığa ayrıldıktan sonra her iki başlığın alt bölümleri, Bedâyi‘deki tertip
dikkate alınarak düzenlenmiştir. Tezimizin sonunda, araştırmacılara kolaylık sağlaması
için eserde geçen kâideleri, mükerrer olanları sadece bir defa vererek alfabetik olarak
bir araya getirdik. Kâidelerin geçtiği sayfaları dipnotta verirken kitabın 1997 Beyrut
baskısını esas aldık. Ancak birçok araştırmacıda 1982 Beyrut baskısı bulunması
sebebiyle (sadece ibâdetler ve muâmelât bölümlerinde) bu baskının sayfa numaralarını
da italik olarak verdik.
Eserin hacimli olması sebebiyle kâideleri tercümeleri ile birlikte verdikten
sonra kısaca kâidenin ne şekilde kullanıldığına işaret etmekle yetindik. Sadece üç
bölümde (Tahare, Savm ve İ‘tikâf) örnek olması bakımından kâidelerin kullanımlarını
bağlamları ile birlikte vererek başka eserlerde aynı kâidenin geçip geçmediğini tespit
ettik. Çalışmamızdaki asıl amaç küllî nitelikte olan fıkıh kâidelerini tespit etmek olduğu
için usûl ve dil kâidelerini, birkaç istisna hariç, çalışmamızın dışında tuttuk. Yine bu
sebepten dolayı dâbıt niteliğindeki daha dar kapsamlı kâideleri de tezimizde işlemedik.
Ancak konular işlenirken arz ettikleri önem sebebiyle bölümlerin sonunda bazı dâbıtları
sadece tercümeleri ile vermekle yetindik.
Kâideleri Türkçeleştirirken Mecelle'de bulunanları aynı ile verdik,
bulunmayanları ise Mecelle'deki üslûbu esas alarak tercüme etmeye çalıştık.
III. HUKUK DÜŞÜNCESİNDE GENEL İLKELERİN YERİ
Birçok hukuk sisteminde görülen hukuk ilkeleri, hukukun bütün alanlarına
uygulanabilen ve genel kabul gören komprime hukuk kurallarıdır. Hukukun genel
ilkeleri, "kanunlardaki münferit kuralların temelini teşkil eden ve bilerek veya
bilmeyerek hukuki kanaatlerimizi etkileyen, hukuk idesinden doğmuş büyük fikirler ve
genel gerçeklikler" şeklinde tanımlanmaktadır3. Hukuk prensipleri, yürürlükte olan
hukuk kurallarının (pozitif hukuk)4 üstünde, hukukun gerçekleştirmek istediği adalet
3 Edis, Medeni Hukuka Giriş, s. 146. 4 Pozitif (Müsbet) Hukuk, "belli bir memlekette, belli bir dönemde yürürlükte bulunan hukuk
kurallarının bütünü" anlamına gelir. Bilge, Hukuk Başlangıcı, s. 23.
13
düşüncesine uygun ve tabiî hukuk5 düşüncesinin ortak ürünleri sayılan esaslardır6. Bu
prensiplerin mahiyet ve kıymetleri, tecrübe ve müşahede metotları ile ispat edilemese de
bunlar, bütün zamanlarda bütün toplumlar tarafından hayat prensibi olarak kabul edilen
esaslardır7.
Çok eski tarihlerden itibaren, insanların adalet düşüncesini hukukî
uygulamalarda gerçekleştirmek istedikleri dikkate alınacak olursa, hukukî prensiplerin
varlığı, kadîm zamanlara kadar uzanır. Ancak beşerî hukuk sistemlerinde hukukun
umumî esaslarının (La théorie générale du droit) müstakil bir ilim dalı olarak ortaya
çıkması, uzun bir işleme dönemi geçirdikten sonra 19. yüzyıla rastlar. Müstakil bir ilim
dalı olmasında da Alman, Rus ve İngiliz hukukçularının payı büyük olmuştur8.
Modern hukuklarda hukukî ilkelerin kanun metinlerinde yer alması, özellikle
kanunlaştırma faaliyetleri ile başlamıştır. Bu hukuk sistemlerindeki kanunlaştırma
faaliyetlerinde önceleri takip edilen kazuistik yöntemin tek tek meseleleri ele alması ve
günlük olayların ayrıntıları üzerinde durması sebebiyle, iyi sonuçlar vermediği zamanla
fark edildiğinden, bu yöntem terk edilerek kısa ve mücmel prensipleri ifade eden
kanunlar oluşturma düşüncesi yaygınlaşmaya başladı. İşte bu düşüncenin sonucu olarak,
mücerret metot olarak ifade edilen soyut yöntem kullanılmaya başlandı. Kanunların bu
yöntemle düzenlenmesi, genel ilkeler konularak, genel tanımlar verilerek, hâkime
hukuk yaratma ve takdir yetkisi verilerek gerçekleşir. Buna göre; günlük olayların ve
hâdiselerin ayrıntıları dikkate alınmadan, onların genel ve ortak niteliklerine göre soyut
şekilde hükümler vazedilir. Burada kanun koyucu, genel ilkeleri soyut hukuk kuralları
ile açıklayarak, birbirine benzeyen olaylarda bu genel ilkeleri uygulamayı
hedeflemektedir9. Soyut yönteme göre düzenlenmiş kanunlaştırmalara İsviçre, Fransız,
Avusturya ve Türk Medeni Kanunu ile Türk Borçlar Kanunu örnek verilebilir10.
5 Tabiî (Doğal-İdeal) Hukuk, "Belli bir memlekette, belli bir dönemde uygulanmakta olan değil, fakat uygulanması gereken yani sosyal gereksinmeleri adalete en uygun biçimde karşılayacağı düşünülen hukuk" olarak tanımlanmaktadır. Bilge, Hukuk Başlangıcı, s. 23.
6 Dönmez, "Hz. Peygamber’in Tebliğine Hâkim Olan Başlıca Hukuk Prensipleri", Ebedî Risalet, s. 164; Yaman, "Fıkıh Kâideleri", Marife, s. 49.
7 Arsal, Hukukun Umumî Esasları, I, 13. 8 Arsal, Hukukun Umumî Esasları, I, 9-10.9 Özsunay, Medenî Hukuka Giriş, s. 117; Bilge, Hukuk Başlangıcı, s. 59; Akyol, Medenî Hukuka Giriş,
s. 99. 10 Akyol, Medenî Hukuka Giriş, s. 100.
14
Yasalarda bulunan boşluklardan11 ötürü, zaman zaman meydana gelen bazı
hadiselerin çözümü için yürürlükte olan hukuk kuralları yeterli olmayabilir. Bu
durumda kanun, yargıca hukuk yaratma yetkisi vermiştir. Yargıç da bu yetkisini
kullanırken, hukukun genel ilkelerinden, mukayeseli hukuk ve hukuk tarihinden, öğreti
ve yargı içtihatlarından, kanun değişikliklerine ilişkin tasarılardan, hukuk vecizeleri ve
hukuk atasözlerinden vb. yararlanarak, hukuk düzenine uygun kurallar koyar12.
Hukukun genel ilkeleri ile kanun boşluklarını doldurma, bir bakıma "kanundan hareket
ederek kanun boşluğu doldurma" anlamına gelmekte ve bu prensipler kanunî boşlukları
doldurmanın rehberleri kabul edilmektedirler. Hakkaniyet, adalet, dürüstlük, insanî
değerlerin dokunulmazlığı, şahsiyetin korunması, şahsiyet haklarının vazgeçilmez,
devredilmez ve ihlâl edilmezliği gibi üstün hukuk ilkeleri, kanunda yer alan boşlukları
doldururken hâkime rehberlik eden prensiplerdir13. Herkesin bildiği ve kabul ettiği
gerçekler, büyük düşünceler, insanların hukukî tefekkürlerinin temelini teşkil ettikleri
için, kanunî boşluklar doldurulurken bu genel ilkelere başvurulur14.
Hukukun genel ilkeleri üçlü bir ayırıma tabi tutulmaktadır. Bunlar; hukukî
özdeyişlerde yer alan mantık ilkeleri15, tümevarım yoluyla elde edilen ilkeler16 ve siyasal
rejimin yapısından çıkan ilkeler17 şeklindedir. Hukukî özdeyişlerde yer alan mantık
11 "Bir hukuksal sorun hakkında, yasada kural bulunmamasına ‘boşluk’ adı verilir. Boşluk doldurmada genel olarak iki yol kullanılmaktadır: Bunlardan biri ‘örnekseme’ (kıyas) yolu, diğeri ‘yargıcın hukuk yaratması’ yoludur. Örneksemeden yararlanarak boşluğu doldurma olanağının bulunmaması durumunda, yargıç kendi koyacağı kural ile boşluğu doldurur. Buna yargıcın hukuk yaratma yetkisi denir". Gözübüyük, Hukuka Giriş, s. 77-78.
12 Gözübüyük, Hukuka Giriş, s. 78; Özsunay, Medenî Hukuka Giriş, s. 205; Akyol, Medenî Hukuka Giriş, s. 282.
13 Akyol, Medenî Hukuka Giriş, s. 281.14 Özsunay, Medenî Hukuka Giriş, s. 228.15 Mesela "Kimse sahip olduğu haktan fazlasını başkasına devredemez" bkz. Koschaker, Roma Özel
Hukukunun Ana Hatları, s. 40; "Özel kural genel kuralı geçersiz kılar", "Zamanda tekaddüm eden hakta da tekaddüm eder", "Zaruret yasak (emir) tanımaz". Bkz. Edis, Medenî Hukuka Giriş, s. 148-149.
16 TBK’nun 332. maddesinde belirtilen "iş sahibi, akdin hususî halleri ve işin mahiyeti noktasından hakkaniyet dairesinde kendisinden istenebileceği derecede, çalışmak dolayısıyla maruz kaldığı tehlikelere karşı icap eden tedbirleri ittihaza... mecburdur" hükmünden, yazılı olmayan şu hukuk ilkesi çıkarılabilir: "Üçüncü kişileri tehlikeye maruz kılan bir durum yaratan veya böyle bir duruma girişen kimse zarar doğmasını önlemek için şartların gerektirdiği özeni göstermekle ve koruyucu önlemler almakla yükümlüdür". Bkz. Edis, Medenî Hukuka Giriş, s. 149.
17 Siyasal rejimin yapısını oluşturan temel düşüncelerden yani, varolan hukuk düzeninin tümünden çıkarılan prensipler, genel geçer bir kuraldan ziyade, daha çok siyasal rejim ile hukukun gerçekleştirmek istediği adalet düşüncesinin birleştiği noktada yeralır. "Kamu düzeni kuralı", "toplum yararı", "kişisel hürriyetin devredilemezliği", "insan haysiyeti", "hukukî güvenlik ilkesi", "sosyal
15
ilkeleri dışında kalan diğer iki ilke türünü hukukun müsellematı18 (axiom) anlamında
birer prensip olarak değerlendirmek zordur. Çünkü bunlar, içerisinde yer aldıkları
hukuk düzenlerine hâkim olan genel düşünceyi yansıtan ve tümevarım yoluyla elde
edilmiş prensiplerdir19.
İnsanlık tarihinin en eski ve köklü hukuk sistemlerinden olan Roma
Hukuku'nda, detay hükümlerin yanı sıra, "kimse zilyetliğin hukukî sebebini bizzat
değiştiremez", "sahipsiz ayınlar işgal ve ihraz edilebilir", "kimsenin kendi ayn’ı
üzerinde bir irtifak hakkı olamaz", "icâzet vekalet demektir"20 gibi genel hükümler de
bulunmaktadır.
Avusturya ve İtalyan Medeni Kanunlarının, hukukun genel ilkelerine boşluk
doldurucu bir görev verdikleri görülür. 1811 tarihli Avusturya Medenî Kanunu’nun 7.
maddesinde, yargıcın hukukî boşlukları ‘tabiî hukukun temel ilkeleri’ne göre
doldurması gerektiği hükme bağlanarak, hukukun genel ilkelerine açıkça değinilmiştir.
1942 tarihli İtalyan Medeni Kanunun 12. maddesinin ikinci fıkrasında, uyuşmazlığın
çözüme kavuşturulamaması durumunda, ‘yürürlükteki hukukun genel ilkelerinden
esinlenerek’ söz konusu uyuşmazlığın çözülebileceği belirtilerek, hukukun genel
ilkelerine işaret edilmiştir. Bu iki hukuk sisteminde olduğu gibi, İspanya Medeni
Kanunu’nun 6. maddesinin 2. fıkrasında da hukukun genel ilkelerine açıkça işaret
edilmiştir21.
Bazı ülkelerde, kanunların baş taraflarında umumî hükümler kısmı yer
almaktadır. Özellikle Alman Medenî Kanunu ve onu takip eden Brezilya, Japonya, Çin
ve Siyam Medenî Kanunları, en başta umumî hükümler kısmını ihtiva etmektedirler22.
hukuk devleti" gibi terimler ile ifade edilen anayasal ilkeler, bu gruba örnek gösterilebilir. "Kişisel hürriyetin devredilemezliği" ilkesi TMK’nun 23. maddesinin 2. fıkrasında da yer almaktadır. Bkz. Edis, Medenî Hukuka Giriş, s. 150-151.
18 "Müsellemât: İspatı imkansız veya çok zor ve fakat her selim aklın, yani kökleşmiş âdetlerle, alışılan batıl zihniyetle anlayışları kararmamış ve muayyen bir fikir ve kanaatin, veyahut hasis menfaatlerin esiri olmayan, matireye az çok aklı erebilen kişilerin kolayca ve biraz düşünmekle kabulünde tereddüt etmiyeceği gerçeklerdir". Belgesay, "Mecellenin Küllî Kâideleri ve Yeni Hukuk", İÜHFM, XII, 564.
19 Dönmez, "Hz. Peygamber’in Tebliğine Hâkim Olan Başlıca Hukuk Prensipleri", Ebedî Risalet, s. 164.
20 Koschaker, Roma Özel Hukukunun Ana Hatları, s. 127, 143, 167, 255.21 Edis, Medenî Hukuka Giriş, s. 147-148; Özsunay, Medenî Hukuka Giriş, s. 229.22 Schwarz, Medenî Hukuka Giriş, s. 199.
16
İngiliz hukukunda ise, örf ve adet hukukundan oluşan biçimci ve katı Common Law
kurallarının yanında, hakkaniyet ilkesine dayanan, esnek ve zamanın gereklerine daha
uygun olan ve yargıcın vicdanına yer veren Equity Hukuku geliştirilmiştir23
Türk-İsviçre Medenî Kanunlarının başlangıcında "umumî hükümler" kısmı yer
almamakta ve "hukukun genel ilkeleri" ifadesi, açık bir şekilde bulunmamaktadır. Türk
ve İsviçre Medeni Kanunlarının girişinde umumî prensiplerin zikredilmemesinin sebebi;
bu prensipleri tespit etmenin, kanun koyucunun görevi olmayıp, kanunun hususî
tezahürlerinden, onlara temel teşkil eden ana ve umumî esasları çıkarmanın, hukuk
ilminin vazifesi olarak görülmesinden ileri gelmektedir24. Buna karşılık, bazı hukuk
bilginlerince MK. 1. maddesinde yer alan "ilmî ictihat" tabiri ve hâkime tanınan takdir
yetkisi hakkındaki 4. maddedeki "hak ve nisfet" ifadesi ile hukukun genel ilkelerine
işaret edildiği ileri sürülmüştür25.
Ayrıca anayasası olan her ülkede mer‘î olan hukukun temel ilkeleri Anayasa
metninde bulunur26. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda yer alan "kazanılmış hakların
korunması", "kanunların geriye yürümezliği", "özel düzenlemenin genel düzenlemeden
önce gelmesi", "kanunların yayımından sonraki olaylara ve durumlara uygulanması",
"cezaların şahsiliği", "suç ve cezada oranlılık", "suç ve cezada kanunilik" vb prensipler,
genel ilke mahiyetindedirler27.
MK. 2. maddesinde yer alan "dürüstlük kuralı" ile MK. 23. maddesindeki
"kişiliğin korunması" hakkındaki hüküm, hukukun genel ilkelerinden olup, kural
koyarken hâkime geniş ölçüde yardımcı olabilecek niteliktedirler28.
Türk hukukunda genel ilke niteliğindeki kanun maddelerine örnek verecek
olursak şunlar zikredilebilir:
23 Özsunay, Medenî Hukuka Giriş, s. 18.24 Schwarz, Medenî Hukuka Giriş, s. 199.25 Edis, Medenî Hukuka Giriş, s. 147.26 Hâtemî, Medeni Hukuk Tüzelkişileri, I, 1. 27 Bilgen, İdare Hukuku Dersleri, s. 201-204. Geniş bilgi için bkz. 105-217 arası. 28 Özsunay, Medenî Hukuka Giriş, s. 229.
17
"Bir şeye malik olan kimse, o şeyde kanun dairesinde dilediği gibi tasarruf
etmek hakkını haizdir" (MK. m. 1)29.
"Ahlâka mugayir bir fiil ile başka bir kimsenin zarara uğramasına bilerek
sebebiyet veren şahıs, o zararı tazmine mecburdur" (BK. m. 41 f. 2)30.
IV. KÂSÂNÎ’NİN HAYATI VE BEDÂYİU’S-SANÂYİ‘ ADLI
ESERİNE GENEL BİR BAKIŞ
A. KÂSÂNÎ’NİN HAYATI
1. Kâsânî’nin Yaşadığı Dönemin Genel Hususiyetleri
Kâsânî (v. 587/1191), yaşamının büyük bir kısmını Halep’te geçirmiştir. Halep,
bir dönem Büyük Selçuklu Devleti’nin hâkimiyeti altında kalmışsa da daha sonra Irak
Selçuklu Sultanı Mahmud (v. 525/1131), Halep’i 523/1129 tarihinde İmâdüddin
Zengi’ye (v. 540/1146) verdi. Onun ölümünden sonra yerine geçen oğlu Nureddin
Mahmud Zengi (v. 569/1174) de babasının Haçlılar ile mücadele ve yayılma siyasetini
takip etti31. Kâsânî (v. 587/1191) Nureddin Mahmud (v. 569/1174) döneminde Halep’te
bulunmuştur.
Âdil bir hükümdar olan Nureddin Zengi (v. 569/1174), şehirde huzur ve
sükûnu sağlayarak surları, kaleyi, pazaryerlerini ve yolları tamir ettirip, zaviyeler ve
hastaneler yaptırdı. Sünniliği destekleyerek medreseler kurdu ve buraya başka yerlerden
ilim adamları getirterek ders verdirdi. Nureddin Zengi’nin (v. 569/1174) vefatının
üzerinden çok fazla zaman geçmeden bölgede hâkimiyet Eyyübîler’e geçti32.
Kâsânî’nin (v. 587/1191) Halep'te yaşadığı tarihlerde hâkimiyeti ellerinde
bulunduran Zengiler ve Eyyübîler dönemi, özellikle ilmi alanda parlak bir dönem olarak
kabul edilmektedir. Şiî düşünceye karşı Sünnîliği desteklemek maksadıyla kurulan
medreselerde verilen eğitim ve yapılan tartışmalar, bu kurumları birer enstitü haline
29 Schwarz, Medenî Hukuka Giriş, s. 98.30 Schwarz, Medenî Hukuka Giriş, s. 108.31 Hol, İslâm Tarihi, I, 208; Yâzîcî, "Halep", DİA, XV, 242.32 Hodgson, İslâm’ın Serüveni, II, 291; Yâzîcî, "Halep", DİA, XV, 242.
18
getirmişti33. Kâsânî de (v. 587/1191) Halep'te bulunduğu süre içerisinde bu
medreselerde dersler vermiştir.
2. Kâsânî’nin Hayatı
Asıl adı Alâuddin Ebû Bekr b. Mes’ûd b. Ahmed el-Kâsânî’dir. Bazı
kaynaklarda bu nisbesi Kâşânî olarak geçmekteyse34 de bunun yanlış bir kullanım
olduğu kaydedilmiştir35. İlmi dirayetinden ve yazdığı eserden olsa gerek, Meliku’l-
Ulemâ lakabı ile anılır36. Orta Asya’da Fergana bölgesinde, Seyhun nehrinin kuzeyinde
bulunan Kâsân’da doğan Kâsânî’nin (v. 587/1191) doğum tarihi hakkında kaynaklarda
herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.
Çeşitli ilim adamlarının yanında eğitimini tamamlayan Kâsânî (v. 587/1191),
hocası Alâuddin es-Semerkandî’nin (v. 539/1143) Tuhfetu’l-Fukahâ adlı eserini şerh
ederek hocasının takdirini kazanmış; bunun üzerine Semerkandî (v. 539/1143), talebesi
Kâsânî’ye (v. 587/1191), dönemin Türk hükümdarlarının da aralarında bulunduğu
birçok kimsenin talip olduğu kızı Fâtıma’yı nikâhlamıştır. Semerkandî (v. 539/1143),
mehir olarak Bedâyiu’s-Sanâyi‘i kabul etmiştir. Bu sebepten dolayı "hocasının
Tuhfe'sini şerh etti ve kızıyla evlendi"37 sözü meşhur olmuştur. Bu evlilikten sonra fıkıh,
hadis ve hüsn-ü hatta mâhir olan Fâtıma, Kâsânî (v. 587/1191) ve Semerkandî (v.
539/1143) ortak fetva vermeye başlamışlardır38.
Kaynaklarda, Kâsânî’nin (v. 587/1191) ilmî yolculuklar yaptığı ve bir ara
Konya’ya giderek dönemin Selçuklu hükümdarı I. Mesud’un misafiri olduğu ve burada
çeşitli ilmi münakaşalara katıldığı kaydedilmektedir. Bu münakaşaların birinde, Şa‘rânî
nisbeli bir âlim ile39 müctehidlerin yapmış oldukları ictihadlarda isabet edip etmedikleri
konusunu tartışırken Şa‘rânî, Ebû Hanife’den her müctehidin kendi ictihadında isabetli
33 Yâzîcî, "Halep", DİA, XV, 242-243.34 İbn Nüceym, Eşbâh, s. 12; İbnu’l-Âdîm, Zübdetu’l-Haleb, s. 332; Kâtip Çelebî, Keşfu’z-Zunûn, I,
371; İbn Kutluboğa, Tâcu’t-Terâcim, s. 84; Berki, İslam Hukuku, s. 38.35 Heffening, "Kâsânî", İA, VI, 374.36 Kureşî, el-Cevâhiru’l-Mudiyye, IV, 25.37 Taşköprîzâde, Miftâh, II, 273; Kureşî, el-Cevâhiru’l-Mudiyye, IV, 26; Kâtip Çelebî, Keşfu’z-Zunûn, I,
37138 Bolelli, "Fâtıma binti Alâeddin es-Semerkandiyye", DİA, XII, 225.39 Heffening, "Kâsânî", İA, VI, 374.
19
olduğunun nakledildiğini ileri sürmüştür. Buna karşılık Kâsânî (v. 587/1191), Ebû
Hanife’den her müctehidin ictihadında isabet edebileceği gibi hata da yapabileceğini ve
sadece birisinin isabet edebileceğinin nakledildiğini söylemiştir40. Kâsânî (v. 587/1191),
muhatabının ileri sürdüğü fikirlerin Mutezile’ye ait olduğunu söylemiş ve ona fiili bir
reaksiyon göstermiştir. Sultan, kendi huzurunda yapmış olduğu bu davranıştan dolayı
Kâsânî’nin (v. 587/1191) Konya’dan uzaklaştırmasını istemişse de vezirin tavsiyesi
üzerine, Halep’te bulunan Nûreddin Mahmut Zengî’nin (v. 569/1174) yanına elçi olarak
gönderilmiştir. Halep’te çok iyi karşılanan Kâsânî (v. 587/1191), Zengî (v. 569/1174)
tarafından Halâviyye Medresesine hoca olarak tayin edildi ve hayatının sonuna kadar
burada müderrislik yaptı41.
Kâsânî, 10 Receb 587 (3 Ağustos 1191) tarihinde Halep’te vefat etti ve şehrin
dışında Makâm-ı İbrahim’de medfun bulunan hanımının yanına defnedildi42.
3. Hocaları
Kaynaklarda zikredilen en önemli hocası Alâuddin es-Semerkandî’dir (v.
539/1143). Sadru’l-İslâm Ebu’l-Yusr el-Pezdevî (v. 493/1100), Ebu’l-Muîn Meymûn el-
Mekhûlî ve Mecdu’l-Eimme es-Serhakî gibi âlimlerden de ders aldığı söylenmiştir43.
Eserinde hocası Semerkandî’den (v. 539/1143) "hocam, zahit, büyük imam şeyh
Alâuddin, Ehl-i Sünnet’in Reisi Muhammed b. Ahmed es-Semerkandî" şeklinde söz
etmesi, hocası ile aralarındaki ilişkiyi göstermesi bakımından önemlidir44.
4. Öğrencileri
El-Mukaddimetü’l-Gazneviyye adlı eserin yazarı Ahmed b. Mahmud el-
Gaznevî ile oğlu Mahmud, kaynaklarda zikredilen öğrencileridir45.
40 Bu konudaki görüşü ile ilgili olarak bkz. Kasânî, Bedâyi‘, I, 548.41 İbnu’l-Âdîm, Zübdetu’l-Haleb, s. 332; İbn Kutluboğa, Tâcu’t-Terâcim, s. 84; Kureşî, el-Cevâhiru’l-
Mudiyye, IV, 26-27; Koca, "Kâsânî", DİA, XXIV, 531.42 İbn Kutluboğa, Tâcu’t-Terâcim, s. 85; Taşköprîzâde, Miftâh, II, 274; Kureşî, el-Cevâhiru’l-Mudiyye,
IV, 28.43 Leknevî, Fevâidu’l-Behiyye, s. 91. 44 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 594. Hocasına başka şekillerde de atıfta bulunmuştur. Örnek için bkz. Kâsânî,
Bedâyi‘, II, 594, 607; IV, 304; VII, 320.45 Leknevî, Fevâidu’l-Behiyye, s. 91; Özel, Hanefi Fıkıh Alimleri, s. 54.
20
5. Eserleri
Bedâyiu’s-Sanâyi‘ Fî Tertîbi’ş-Şerâyi‘ dışında günümüze ulaşan başka bir eseri
bilinmemekle beraber, kaynaklarda Ona ait olduğu söylenen başka kitaplar da
bulunmaktadır. Brockelmann Kitâbu’t-Ta’vîlât isminde bir eser ona nispet etse46 de bu,
Abdurrezzâk b. Ahmed el-Kâşânî’ye ait olan Te’vîlâtu’l-Kur’ân’dır47. Ayrıca el-
Mu‘tekad Fî’l-Mu‘temed olarak isimlendirilen48 es-Sultânu’l-Mübîn Fî Usûli’d-Dîn
isminde bir eser de ona nikbet edilir49. Leknevî (v. 1304/1886), Onun el-Kitâbu’l-Celîl
adında bir kitabından da söz etmektedir50.
B. BEDÂYİU‘S-SANÂYİ‘İN GENEL DEĞERLENDİRMESİ
1. İçerik Açısından
İbn Abidîn'in (v. 1252/1836), Hanefi mezhebine ait kitaplar içerisinde benzeri
bulunmayan bir eser olarak zikrettiği51 Bedayi‘, içerik açısından klasik fıkıh
eserlerindeki yönteme sahiptir. Kitâbu’t-Tahâre ile başlayıp Kitâbu’l-Karz ile
bitmektedir. 1997’de on cilt olarak basılan Beyrut baskısı esas alındığında ibadetler,
muamelât ve ukûbat alanına dair altmış sekiz kitâbın eserde yer aldığı görülür. Elimizde
mevcut olan nüshaların orijinal tertibe uygun olduğu ise kuşkuludur. Bizim esas
aldığımız nüshada müstensih, Kitâbu Kuttâi’t-Tarîk'in sonunda, ikinci cildin bittiğini,
üçüncü cildin Kitâbu'l-Hudûd ile başlayacağını söylemektedir52. Oysa mevcut olan
nüshalarda Kitâbu'l-Hudûd elli altıncı, Kitâbu Kuttâi’t-Tarîk ise elli sekizinci bölümde
yer almaktadır. Ayrıca bazı yerlerde ele aldığı bir meseleyi, "bunu şu kitapta zikrettik"53
dediği halde söz konusu bölümün daha sonra gelen bir bölüm olması da bu ihtimali
kuvvetlendirmektedir.
46 Brockelmann, Târîhu’l-Edebi’l-Arabî, III, 679.47 Koca, "Kâsânî", DİA, XXIV, 531.48 Leknevî, Fevâidu’l-Behiyye, s. 91.49 Kureşî, el-Cevâhiru’l-Mudiyye, IV, 27; İbn Kutluboğa, Tâcu’t-Terâcim, s. 84; Heffening, "Kâsânî",
İA, VI, 374.50 Leknevî, Fevâidu’l-Behiyye, s. 91.51 İbn-i Abidîn, Hâşiyetu Reddi’l-Muhtâr, I, 101.52 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 375.53 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 495; V, 528, 534, 561; VII, 324.
21
Eserde, miras ile ilgili konular müstakil bir bölüm olarak incelenmemiş
olmakla beraber müellif, miras ile ilgili meselelerden bahsederken bunları Kitâbu'l-
Ferâiz'de ele aldığını ifade etmektedir54. Bu da Kitâbu'l-Ferâiz'in kitaba eklenmediği
veya müstakil bir eser olarak yazılmış olmasına rağmen bize ulaşmadığını
göstermektedir. Başka bir yerde Kitâbu'd-Diyât'a da işaret etmekle55 beraber, diyetler ile
ilgili meseleleri Kitâbu'l-Cinâyât'ta genişçe ele almıştır.
2. Metot Açısından
Tertip ve metot bakımından klasik Hanefi fıkıh literatüründe önemli bir yere
sahip olan eserde, aktarılan görüşler belirli bir sistem dahilinde şöyle sıralanmıştır; önce
kabul ettiği ve kuvvetli gördüğü görüşü verdikten sonra kuvvetliden zayıfa doğru bir
sıralama ile diğer görüşleri vermektedir. İkinci aşamada ise bu görüşlerin delillerini, en
zayıftan başlayarak en kuvvetli ve kabul ettiği görüşe doğru zikretmektedir56.
Kâsânî (v. 587/1191), mezhep içi tartışmalar dışında İmam Malik’in (v.
179/796) görüşlerine de değinmekle beraber hemen her konuda İmam Şafiî'nin (v.
204/820) fikirlerini aktarmakta ve onunla tartışmaktadır. Ahmet b. Hanbel’i (v.
241/855) Ashabu’l-Hadis olarak zikretmekte57 ve Ashâbu’l-Hadis'in görüşlerine birkaç
yerde değinmektedir58. Bunlar dışında, Mesruk (v. 63/683), Şürayh (v. 78/697), Said b.
Müseyyeb (v. 94/712), İbrahim en-Nehâî (v. 96/714), Mücahid (v. 100/718), Şa’bî (v.
103/722), Hasan-ı Basrî (v. 110/728), İbn Sîrîn (v. 110/728), Atâ’ b. Ebi Rebah (v.
114/732), Nâfi‘ (v. 117/735), Katade (v. 118/736), Mekhûl (v. 119/737), Hammâd b.
Ebî Süleyman (v. 120/738), Zührî (v. 124/742), Râbiatu'r-Re'y (v. 136/753), İbn
Şübrüme (v. 144/761), İbn-i Ebi Leylâ (v. 148/765), Evzâî (v. 157/774), Süfyan-ı Sevrî
(v. 161/778), Süfyan b. Uyeyne (v. 198/813) gibi fakihlerin görüşlerini de zaman zaman
aktarmaktadır.
54 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 380; IV, 507, 508; V, 494; X, 497.55 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 315.56 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 210-211, 454-455; III, 102; V, 464-465; VII, 380-382; X, 38-39, 113.57 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 208, 630.58 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 442, 630; II, 631, 640; IX, 86.
22
Fıkhî meseleleri teferruatlı bir şekilde ele alırken bu konuların uzantısı olan
kelamî tartışmaları bazen onlarca sayfa işlemektedir. Mesela Allahın sıfatları59, Ehl-i
Sünnet'e göre isim müsemma60, meşietullah61, cevher-araz62 gibi konulara değinmekte
ve uzun mülahazalarda bulunmaktadır. Yine benzer şekilde başka mezheplerin
(Mutezile63, Eşariye64, İsna Aşeriyye65, Kaderiye66, Hariciler67, Dehriyye, Zenadıka ve
Ehl-i ibâha68, Felasife69) görüşlerini aktarmakta ve bunlara karşı Ehl-i Sünnet'in
yaklaşımını savunmaktadır70.
3. Hocası Semerkandî’nin Tuhfe’si İle Olan İlişkisi
Kaynaklarda Bedâyi‘in Tuhfe’nin şerhi olup olmadığı hususu tartışmalıdır.
Kimi bilginlere göre Tuhfe’nin şerhidir71. Bunda, "hocasının Tuhfe’sini şerh etti kızı ile
evlendi" sözünün de etkili olmasının yanında, Kâsânî’nin (v. 587/1191), bizzat
hocasının nezareti altında Tuhfe’yi yeniden kaleme almış olma ihtimalinin de
bulunduğu kaydedilmektedir72. Ancak Bedâyi‘ dikkatle incelendiği zaman, bunun gerek
şekil ve gerekse muhteva açısından klasik şerhlere benzemediği ve her iki kitabın
tertibinin de faklı olduğu görülür73. Eserde hocasından ziyade, İmam Muhammed'in (v.
189/805) Zâhiru'r-Rivâye eserlerini dikkate aldığı söylenebilir. Mesela Kitâbu'l-Gasb'ın
başında İmam Muhammed'in (v. 189/805) gasb ve itlaf ile ilgili meseleleri bu başlık
altında incelediğini ve kendisinin de konuyu bu şekilde ele alacağını ifade etmektedir74.
59 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 25,30.60 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 16.61 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 342.62 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 298.63 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 25, 342 VI, 368; IX, 47, 139.64 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 25.65 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 356; II, 95, 109, 116, 137, 214. 66 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 83.67 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 310, 354, 544, 545, 548.68 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 403, 434.69 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 403.70 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 517; III, 270, 406; IV, 30, VI, 246, 368; IX, 104; X, 103.71 Kâtip Çelebî, Keşfu’z-Zunûn, I, 230-371; Kureşî, el-Cevâhiru’l-Mudiyye, IV, 26.72 Kavakcı, İslam Hukukçuları, s. 125.73 Özel, Hanefi Fıkıh Alimleri, s. 54-55; Koca, "Kâsânî", DİA, XXIV, 531; Ünal, "Bedâiu’s-Sanai‘",
DİA, V, 294.74 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 3.
23
4. Bedâyi‘ Üzerinde Yapılan Çalışmalar
Ebû Abdullah Muhammed b. Muhammed er-Redînî el-Hüseynî’nin Zâdu’l-
Ğarîbi’d-Dâyi‘ Min Bedâii’s-Sanâi‘ Fî Tertîbi’ş-Şerâi‘ isimli eseri, Bedâyi‘ üzerinde
yapılmış bir ihtisar çalışmasıdır. Bu ihtisar, 925/1519 tarihinde yazılmış olup, bir
nüshası Süleymaniye Kütüphanesinde bulunmaktadır75. Şâh Muhammed b. Ahmed b.
Ebî Suud el-Manastirî’nin Mücerredu’l-Bedâyi‘ Ve Mulahhasu’ş-Şerâyi‘ isimli şerhi
kaynaklarda geçse de76 bunun mevcudiyeti tespit edilememiştir77.
75 Ünal, "Bedâiu’s-Sanai‘", DİA, V, 294.76 Kâtip Çelebî, Keşfu’z-Zunûn, I, 371.77 Ünal, "Bedâiu’s-Sanai‘", DİA, V, 294.
24
BİRİNCİ BÖLÜM
İSLAM HUKUKU LİTERATÜRÜNDE KAVÂİDİN YERİ
I. KAVÂİD’İN KAVRAMSAL TAHLİLİ VE İLGİLİ DİĞER
ISTILAHLAR
A. Kavâid’in Kavramsal Tahlili
1. Kavâid’in Sözlük Anlamı
"قعد" fiilinden türetilen "القواعد" kelimesi, "قاعدة" kelimesinin çoğuludur.
Sözlükte, asıl, temel, esas gibi anlamlara gelen78 "kâide", temellerin esası, aslı
manasında da kullanılmaktadır79. Kur’ân-ı Kerim’de bir yapının temelleri anlamını ifade
edecek şekilde "İbrahim ve İsmail Ka'be’nin temellerini yükseltiyorlardı"80 ve başka bir
ayette de "bunun üzerine Allah binalarının temelini çökertti de, tavanları başlarına
yıkıldı"81 buyurulmaktadır. Meşhur dil bilginlerinden Halil b. Ahmed (v. 175/792),
kelimenin Kur’ân’daki bu kullanımına benzer bir tanımla "el-kavâid" kelimesinin, evin
temeli anlamına geldiğini belirtmektedir82. Kelimenin izâfet terkibiyle kullanımı ilk
dönem eserlerinden itibaren görülmektedir. Mesela "kavâidü'l-beyt" şeklindeki izafet,
evin temelleri anlamına gelmekte ve kâide, temel, esas anlamını ifade etmektedir83.
Zeccâc, kavâidi, binanın dayandığı sütunlar olarak açıklamıştır84.
Kelimenin sözlük anlamında istikrâr ve sebat manası da bulunmaktadır.
Nitekim hayızdan kesilmiş ve artık evlenemeyecek olan kadınlar için kavâid kelimesi
kullanılmaktadır85. Cenâb-ı Allah Kur’ân-ı Kerim’de "kadınlardan evlenme ümidi
78 İbn-i Manzûr, Lisânu’l-Arab, III, 361.79 ez-Zebîdî, Tâcu’l-Arûs, IX, 60.80 Bakara, 2/127.81 Nahl, 16/26.82 Halil b. Ahmed, Kitâbu’l-Ayn, III, 1502.83 Cevherî, es-Sıhâh, I, 443.84 İbn-i Manzûr, Lisânu’l-Arab, III, 361; ez-Zebîdî, Tâcu’l-Arûs, IX, 60.85 İbn-i Fâris, Mu’cemu Mekâyîs, V, 108; Kefevî, el-Külliyyât, s. 728.
25
kalmayıp ta oturmakta olanlar…"86 buyurarak, bu durumda olan kadınlara işaret
etmiştir.
2. Kavâid’in Istılahî Anlamı
Kavâidin ıstılahî anlamı ile ilgili açıklamalara geçmeden önce, bir hususa işaret
etmek istiyoruz.
Kavâid kavramı, muayyen bir ilim dalına ait terim olmayıp, çeşitli ilmi
disiplinlerde kullanılan ortak bir kavramdır. Farklı ilim dalları arasında kullanılan bu
kavram ile ilgili yapılan tanımların sağlıklı bir şekilde değerlendirilebilmesi için çeşitli
ilim dallarına ait kaynakların taranarak her ilim dalı için kavramın hangi manalarda
kullanıldığının tespit edilmesi gerekir. Uzun asırlar boyunca telif edilen eserlerin
çokluğu göz önüne alındığında, böylesi bir çalışmanın uzun zaman alacağı ve bunun bir
mastır çalışmasını aşacağı aşikârdır.
Bu hususa dikkat çektikten sonra, yapılan tanımları kronolojik olarak vermeğe
çalışacağız. Birçok tanıma yer vermedeki maksadımız, tarihsel süreç içerisinde kavrama
yüklenen anlamları bir bütün olarak yansıtmak ve aralarındaki etkileşimleri görmektir.
Bizim tespit edebildiğimiz ilk ıstilahî tanım, Hanbelî fakîh Necmuddin et-
Tûfî’ye (v. 716/1316) aittir. O, kâideyi şöyle tarif etmiştir: "İnceleme sonucunda
kendisinden cüz'î kaziyyelerin çıkarıldığı küllî kaziyyelerdir" ( التي الكلية القضايا هي جزئية قضايا فيها بالنظر يعرف )87.
Makkarî’nin (v. 758/1357) yapmış olduğu tanım, kendisinden sonra gelen
bilginlerin tanımlarından faklılık arz etmektedir. Kendisi, el-Kavâid adlı eserinde, kâide
86 Nûr, 24/60.87 et-Tûfî, Şerhu Muhtasari’r-Ravda, II, 95. Kaziyye: Mantık ilminde, herhangi bir söz söyleyen
kişinin, söylediği bu sözde sâdık veya kâzib olma ihtimali olan kelamdır (bkz. Cürcânî, et-Ta’rîfât, s. 176; Ebherî, Îsâgûcî, s. 12). Bir başka değişle, "doğru ve eğriye ihtimali olan söz, nisbet-i tâmme-i haberiyyeyi ifâde eden ve sıdk ile kizbe şümûlü olan ihbârî bir kelâmdır". (bkz. Elmalılı, Kâmus, III, 183). Emir, nehiy, soru, yemin, taaccub, temenni, dua, rica, övgü, yergi gibi sıdk ve kizb sıfatı ile vasıflandırılamayan bütün inşâî cümleler kaziyyelerden kabul edilmezler. Konumuzla ilgisi bulunan kaziyye-i külliye, mevzuunun bütün fertlerinde hükmün gerçekleştiği kaziyyedir. Mesela: Her insan adaleti sever. Buna karşılık kaziyye-i cüz’iyye, mevzuunun bazı fertlerinde hükmün gerçekleştiği kaziyyedir. Mesela: Bazı öğrenciler çalışkandır gibi. Geniş bilgi için bkz., Mehdî Fazlullah, Medhal İlâ İlmi’l-Mantık, s. 89-99; Elmalılı, Kâmus, III, 201.
26
ile neyi kastettiğini şöyle izah eder: "Biz kâide ile şunu kastediyoruz: Usûlden ve diğer
genel aklî anlamlardan (el-meânî) daha özel; akitlerden ve bütün özel fıkhî dâbıtlardan
daha genel olan her küllîdir" ( العامة، العقليّة المعاني وسائر األصول من أخّص كلّي كل الخاّصة الفقهيّة الضوابط وجملة العقود من وأعم )88. Makkarî’nin (v. 758/1357) yapmış
olduğu bu tanım, fıkhî kâideyi diğer kâidelerden ayıran bir özelliğe sahiptir. Bu
sebepten dolayı onun bu tanımı, fıkhî kâidenin mahiyetine en uygun ve hakikatine en
yakın tarif olarak kabul edilmiştir89. Tanımın birtakım hususiyetleri olmakla beraber
kapalılık arz ettiği de görülmektedir.
Feyyûmî (v. 770/1369) ise kâideyi şöyle tanımlar: "Istılahta dâbıt manasına
gelen kâide; cüz’iyyâtının tamamı ile örtüşen küllî emirdir" (
جزئياته جميع علي المنطبق الكلّي وهي: األمر الض88ابط، بمع88ني االصطالح في القاعدة ) 90.
Feyyûmî (v. 770/1369), kâide ile dâbıtı aynı anlamda kullanmıştır.
Tacuddin b. Sübkî (v. 771/1369) kâidenin tanımını şöyle vermektedir: "Kendisi
ile cüz’iyyâtının hükümleri anlaşılan, cüz’iyyâtının çoğunluğunun kendisine uygun
olduğu küllî emirdir" ( منها أحكامها يفهم كثيرة جزئيات عليه ينطبق الذي الكلي األمر )91.
İbn Sübkî (v. 771/1369), hem kavâid ile dâbıt arasında ayırım yapmış, hem de
kâidelerin cüz'iyyâtın tamamına değil de çoğunluğuna uygulandığını ifade etmiştir. O,
tanımı verdikten hemen sonra bunu örneklendirerek, kâidenin fıkhın bir konusunu değil
de birçok konusunu kuşattığını, bu yönüyle de dâbıttan ayrıldığını belirtmiştir92. Ayrıca
kâidenin, cüz’iyyâtın çoğunluğunu kuşatması özelliğine vurguda bulunması, daha sonra
kâideyi ağlebîlik özelliğini dikkate alarak tanımlamaya çalışan bilginler için referans
olması bakımından önemlidir.
88 Makkarî, el-Kavâid, I, 212. Makkarî’nin tanımının değerlendirmesi için bkz. Nedvî, Kavâid, s. 42; Şübeyr, Kavâid, s. 16; Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 40-44.
89 er-Rûkey, Nazariyyetu’t-Taq’îd, s. 42.90 Feyyûmî, el-Misbâhu’l-Münîr, II, 510. Buradaki küllî emirden maksat kaziyye-i külliyyedir,
küllî mefhum değildir. Cüz’iyyât ile ifade edilen de küllî emrin cüz’iyyâtı değil de kaziyyenin mevzusuna giren cüz’iyyâttır. Emrin küllîlik ile kayıtlandırılması, kaziyye-i küllîyeyi, kaziyye-i cüz’iyye veya kaziyye-i şahsiyyeden ayırmak içindir. (bkz. Tehânevî, Keşşâf, II, 1295-1296; Ayrıca kaziyye-i şahsiye için bkz. Mehdî Fazlullah, Medhal İlâ İlmi’l-Mantık, s. 95-96). Feyyûmî’nin bu tarifini Muhammed Zuhaylî aynen benimsemiş ve bu tanımın, kâidenin aslına daha uygun olduğunu ifade etmiştir. bkz. Zuhaylî, el-Kavâid, s. 18-19
91 İbn-i Sübkî, Eşbâh, I, 11.92 İbn-i Sübkî, Eşbâh, I, 11.
27
Taftâzânî’nin (v. 792/1390) yapmış olduğu tanım ise kendisinden sonra yapılan
tanımlara yön vermiştir. O, kâideyi, "cüz'iyatı ile örtüşen ve kendisinden cüz'i
hükümlerin çıkarılabildiği küllî hükümdür" ( ليتعرف جزئياته على ينطبق كلي حكم منه .şeklinde tanımlar93 (أحكامها
Seyyid Şerîf Cürcânî (v. 816/1413), Ta‘rîfât adlı eserinde kâideyi şöyle tarif
eder: "Cüz’iyyâtının tamamına uygun olan küllî kaziyyedir" (
جزئياتها جميع على منطبقة كلية قض88ية هي )94. Cürcânî'nin (v. 816/1413) "kâide" ile
"kânûn"u benzer şekillerde tanımlaması, bu iki kavrama yakın anlamlar yüklediğini
göstermektedir95.
İbn-i Hatib ed-Dehşe (v. 834/1431) ise kâidenin tanımı için "cüz'iyatının
tamamı ile örtüşen ve kendisinden cüz'î hükümler çıkarabildiğimiz küllî hükümdür" (
منه أحكامها لنتعرف جزئياته جميع على ينطبق كلي حكم ) demektedir96.
Hanbelî alimlerden olan ve mezhepte önemli usûl eserlerinden sayılan Şerhu’l-
Kevkebi’l-Münîr’in müellifi İbn-i Neccâr (v. 972/1564) kâideyi, İbn-i Sübkî’ye (v.
771/1369) yakın bir şekilde tanımlamaktadır. Ona göre "Kâide: Kendisi ile cüz’iyyâtın
hükümleri anlaşılan, cüz’iyyâtın çoğunluğuna uygun olan küllî emirdir" ( كلي أمر منها أحكامها تفهم كثيرة جزئيات علي ينطبق )97.
Hanbelî fıkhının temel furû‘ kaynaklarından biri olarak kabul edilen
Haccâvî’nin (v. 968/1560) el-İknâ li Tâlibi’l-İntifâ adlı kitabını, Keşşâfu’l-Kına‘ olarak
93 Taftâzânî, et-Telvîh, I, 35. Burada küllî hükümden murad kaziyyedir. Cüz’iyyâttan kasıt ise mevzusuna giren cüz’iyyâtın ahkâmıdır. Bilinmesi ise bu cüz’î hükümlerin büyük önerme şeklinde olan kâideden küçük önermeler halinde tahrîc edilmesidir. (bkz. Fenarî, Hâşiyetu’l-Fenarî, I, 112)
94 Cürcânî, et-Ta’rîfât, s. 171.95 Cürcânî, et-Ta’rîfât, s. 171. Müellif, kânûn kelimesini tarif ettikten sonra buna örnek olarak
"Nahivcilerin fâil merfûdur, mef‘ûl mansûptur ve muzâfun ileyh mecrûrdur" örneklerini zikretmiştir. 96 İbn-i Hatib ed-Dehşe, Muhtasar Min Kavâid, I, 64.97 İbn-i Neccâr, Şerhu’l-Kevkebi’l-Münîr, I, 30. İbn Neccâr esrinin başka bir yerinde usûlu fıkhı
tanımlarken, tanımda geçen kaideyi "her biri kendi altına giren cüz’iyyâtı kapsayan küllî suretlerdir". ( تحتها التي جزئياتها على منها واحد كّل تنطبق كلّيةٍ صورٍ عن هنا: عبارة وهي ) şeklinde tanımlamaktadır. Müellif, kâide kelimesinin küllîlik ile (kâide-i külliye şeklinde) takyîd edilmesine gerek olmadığını, çünkü kâidenin yapısı itibariyle bunu gerektirdiğini de belirtmektedir. Eserin tahkikini yapan Muhammed ez-Zühaylî, "صور" kelimesiyle burada kastedilen anlamın "قضية" veya "أمر" olduğunu ifade etmektedir. bkz. İbn-i Neccâr, a.g.e, I, 44-45.
28
şerh eden el-Behûtî98 (v. 1051/1641), kâideyi şöyle tarif etmiştir: "Vazedilmiş cüz’ilere
uygun olan küllî emirdir" ( موضوعة جزئيات على منطبق كلي أمر وهي )99.
Ebû’l-Bekâ el-Kefevî (v.1094/1683) kâide için şu tarifi veriyor: "Mevzusuna
giren cüz’iyyâtın ahkâmını bilkuvve kuşatması yönüyle küllî bir kaziyedir" (
موضوعها جزئيات أحكام على بالقوة اشتمالها حيث من كلية قضية )100.
İbn Nüceym’in (v. 970/1562) el-Eşbâh ve’n-Nezâir’ine şerh yazan Hamevî (v.
1098/1687), önce kâide ile ilgili genel bir tarif verdikten sonra, fakihlerin kâideye
yüklemiş oldukları anlam ile usûlcülerin ve nahivcilerin yükledikleri anlamın farklı
olması sebebiyle aslında bu tanımın fıkhî kâide için geçerli olmadığını ifade etmiştir.
Müellif, bu farka dikkat çektikten sonra kâideyi şöyle tanımlamıştır: "Fakîhlere göre
kâide; cüz’iyyâtının ahkâmının kendisinden çıkarılabildiği ve cüz’iyyâtının çoğunluğuna
uygunluk arzeden ekserî hükümdür, küllî hüküm değildir" ( أكثري حكم الفقهاء عند هي منه أحكامها لتعرف جزئياته أكثر على ينطبق كلي ال ) 101. Ayrıca Hamevî (v. 1098/1687),
kâide için önemli olan bir hususa da işaret etmiştir ki o da şudur; küllî kâideden maksat,
bazı istisnaları olsa da başka bir kâidenin altına girmeyen kâidedir102.
Tehânevî (v. 1158/1745), âlimlerin ıstılâhında kâidenin, "asıl", "kanun",
"mesele", "dâbıt" ve "maksat" kavramları ile mürâdif olduğunu ve çeşitli manalara
geldiğini ifade ettikten sonra, şu şekilde tanımlandığını belirtmiştir: "Cüz’iyyâtının
ahkâmı kendisinden çıkarıldığında, cüz’iyyâtının tamamı ile örtüşen küllî bir emirdir" (
منه أحكامها تعّرف عند جزئياته جميع على منطبق كلّي أمر )103.
98 Kaynaklarda müellifin ismi el-Behûtî veya el-Buhûtî olarak geçmektedir. bkz. Koca, Selefi Söylem, s. 104.
99 El-Behûtî, Keşşâfü’l-Kınâ‘, I, 14.100 Kefevî, el-Külliyyât, s. 728.101 Hamevî, Ğamzu Uyûni’l-Basâir, I, 51. Tanımın değerlendirmesi için bkz. Şübeyr, Kavâid, s. 16;
Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 44-48.102 Hamevî,
Ğamzu Uyûni’l-Basâir, I, 51. Hamevî’nin bu yaklaşımı ve kavâid tanımı, günümüzde de bazı müellifler tarafından olduğu gibi kabul edilmiştir. Örnek olarak bkz. Abdullah ed-Dir’ân, el-Medhal, s.223.
103 Tehânevî, Keşşâf, II, 1295. Müellif, küllî emrin, cüz’iyyâtı ile örtüşen küllî kaziyye olduğunu ve bunun da bilkuvve olduğunu belirtmiştir. Yani mevzusuna giren cüz’iyyât ile bilkuvve uyuşan kâide, hüküm çıkarılmak istendiği zaman bilfiil olarak ortaya çıkacaktır. (Tehânevî, a.g.e, II, 1295).
29
Ebû Saîd el-Hadimî (v. 1176/1762), Mecâmiu’l-Hakâik adlı eserinin "hâtime"
bölümünde küllî kâideleri ele almış ve konunun başlığını da kâidelerin küllîlik ve
ekserîlik özelliğini dikkate alarak "Küllî veya ekserî kâideler" ( أكثرية أو كلية قواعد )
olarak belirlemiştir104. Hadimî’nin (v. 1176/1762) bu eserine şerh yazmış olan
Güzelhisârî (v. 1215/1800), Taftâzânî’nin (v. 792/1390) yapmış olduğu tanıma benzer
bir tarifi aktardıktan sonra bunun fukaha dışındaki bilginler için geçerli olduğunu ifade
ederek, fukahaya göre "cüz’iyyâtının çoğunluğunu kapsayan ekserî hükümdür"
( جزئياته اكثر على ينطبق اكثري حكم ) demiştir105. Fakat Güzelhisârî (v. 1215/1800), bu
tanımı verdikten sonra kavâidin, küllîlikten veya ekserîlikten daha genel olmasının
tercihe şayan olduğunu belirtmiştir106.
Mecelle şârihi Ali Haydar Efendi (v. 1355/1936), fakihlerin ıstılahında
kâidenin şu anlama geldiğini söyler: "Cüz’iyyâtın ahkâmı bilinmek için o cüz’iyyâtın
küllisine ya ekserisine muntabık ve muvafık olan hükm-i küllî ya ekserîdir"107. Ali
Haydar Efendi’nin (v. 1355/1936) bu tanımının, Hamevî (v. 1098/1687) ve
Güzelhisârî’nin (v. 1176/1762) tariflerinden mülhem bir tanım olduğu görülmektedir.
İzmirli İsmail Hakkı (v. 1365/1946), İlm-i Hilâf adlı eserinde, kavâid-i külliye
başlığı altında "kavâid-i külliye veya ağlebiye" şeklinde bir alt başlık verdikten sonra,
kâideyi şöyle tanımlamaktadır: "Kendisi ile cüz’iyyâtın ahkâmı bilinmek için cemii
cüz’iyyâtına muntabık olan hükm-ü küllî veya ağlebîdir"108.
Bu bilginlerin tanımlarını verdikten sonra mukayese etme amacıyla modern
dönemde kavâid ile ilgili çalışmalar yapmış olan İslam hukukçularının yaptıkları
tarifleri vermenin yararlı olacağı kanaatindeyiz.
Medhal isimli eserinde bu konuya geniş yer veren ve bazı küllî kâideleri şerh
eden Mustafa Ahmed ez-Zerkâ, kâideyi "mevzuuna giren hadiseler hakkında, genel
104 Hadimî, Mecâmi‘, (yzm.), vr. 35b.105 Güzelhisârî, Menâfiu’d-Dakâik, s. 305.106 ( اكثرية او كلية يكون ان من اعم القواعد كون المختار لكن ) Güzelhisârî, Menâfiu’d-Dakâik, s.
305.107 Ali Haydar, Dürerü’l-Hukkâm, I, 27. Ali Haydar Efendi’inin bu tanımı daha sonra gelen bazı
bilginler tarafından kabul edilmiş ve kullanılmıştır. (bkz. Elmalılı, Kâmus, III, 107; Remzi Balkanlı, İslâm Hukukunun Umumî Esasları, s. 103).
108 İzmirli, İlm-i Hilâf, s. 186.
30
teşriî hükümler ihtiva eden, düsturî ve özlü ifadelerden oluşan küllî fıkhî asıllardır" (
الح88وادث في عامة تشريعية أحكاما تتضمن دستورية موجزة نصوص في كلية فقهية أصول موضوعها تحت تدخل التي ) şeklinde tanımlamıştır109.
Kavâid-i Külliye konusunda müstakil bir çalışması olan Ali Ahmed en-Nedvî,
kavâid ile ilgili iki tanım vermektedir. İlk tanımı şöyledir: "Altına giren meselelerin
hükümlerinin kendisi ile bilindiği, ağlebî bir kaziyyede ifade edilen şer‘î hükümdür" (
تحتها دخل ما أحكام منها يتعرف أغلبية قضية في شرعي حكم )110. Müellif, tanımda geçen
"şer‘î" kaydının, şer‘î olmayan diğer kâideleri dışarıda bıraktığını; "ağlebî" kaydının
ise, bu kâidelerin çoğunluğundan, bazı furû‘ meselelerin istisna edildiğini belirtmek için
kullandığını söylemektedir111.
Nedvî, kâide için yaptığı ikinci tanımı vermeden önce çeşitli mülahazalarda
bulunmuş ve bu mülahazalar neticesinde şöyle bir tanım vermiştir: "Mevzusu altına
giren kaziyyelerde, fıkhın çeşitli bablarına ait genel teşriî hükümler içeren küllî fıkhî
asıldır" ( ً يتضمن كلي فقهي أصل التي القضايا في متعددة أبواب من عامة تشريعية أحكاما موضوعه تحت تدخل )112.
Şelebî ise İslam fıkhında İstinbât Kâideleri ve Küllî Kâideler olmak üzere iki
çeşit kavâidin olduğunu belirttikten sonra, küllî kâideleri şöyle tanımlamaktadır:
"Mevzusu altına giren hadiselerde genel teşriî hükümler içeren, veciz ibarelerle ifade
edilen küllî prensipler ve asıllardır" ( نصوص في تصاغ كلية ومبادىء أصول عن عبارة موضوعها تحت تدخل التي الحوادث في عامة تشريعية أحكاما تتضمن موجزة ) 113.
Alâî’nin (v. 761/1360) el-Mecmûu’l-Müzheb fî Kavâidi’l-Mezheb adlı eserinin
tahkik ve dirasesini yapan Muhammed b. Abdurrahman eş-Şerîf ise kâideyi şöyle 109 Zerkâ, Medhal, II, 947. Zerkâ’nın bu tanımı, özellikle modern dönemde Kavâid literatürü ile
ilgili çalışma yapan araştırmacıları önemli ölçüde etkilemiş ve kabul edilen bir tanım olmuştur. Örnek olarak Zerkeşî’nin el-Mensûr’unun tahkikini yapan Teysîr Fâik Ahmed Mahmud’un yapmış olduğu tanım verilebilir. bkz. Zerkeşî, el-Mensûr, (Muhakkikin mukaddimesi) I; 16. Zerkâ’nın tarifinin değerlendirmesi için bkz. Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 48-49.
110 Nedvî, Kavâid, s. 43.111 Nedvî, Kavâid, s. 43.112 Nedvî, Kavâid, s. 45. Müellif, bu tanımı verdikten hemen sonra bu tarifi, Zerkâ’nın yapmış
olduğu tanımın bazı yerlerini hazfederek ve bazı düzeltmelerle aldığını ifade etmektedir. (bkz. Nedvî, a.g.e, s. 45, 4. dipnot). Nedvî’nin yapmış olduğu bu iki tanımın eleştirisi için bkz. Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 50-51; er-Rûkey, Nazariyyetu’t-Taq’îd, s. 43-45.
113 Şelebî, Medhal, s. 324.
31
tanımlamıştır: "Kendisinden cüz’iyyâtının hükümleri çıkarılan küllî, amelî, şer‘î
kaziyedir" ( جزئياتها أحكام منها يتعرف كلية عملية شرعية قضية )114.
Yakup b. Abdilvehhab el-Bâhuseyn ise fıkhî kâideyi şöyle tarif ediyor:
"Cüz’iyyâtı, amelî, şer‘î, küllî kaziyyeler olan amelî, şer‘î, küllî kaziyyedir veya
cüz’iyyâtı küllî, fıkhî kaziyyeler olan küllî, fıkhî kaziyyedir" (
كلي88ة، فقهيّة عملي88ة. أو: قض88يّة ش88رعية كلية قض88ايا جزئياتها عمليّة ش88رعية كليّة قض88يّة كليّة فقهيّة قضايا جزئياتها ) 115.
Makkarî’nin (v. 758/1357) Kavâid’inin tahkik ve dirasesini yapan Ahmed b.
Abdillah ise şöyle bir tanım vermektedir: "Fıkhî cüz’iyyâtın hükmünün kendisinden
doğrudan çıkarıldığı ağlebî hükümdür" ( الفقهية الجزئيات حكم منه يتعرف أغلبي حكم .116 (مباشرة
Muhammed er-Rûkey’in tanımı ise şöyledir: "Ağlebiyet veya genellik yoluyla
cüz’iyyâtına uygun düşen, muhkem, tecridî bir ifade ile şekillendirilmiş, şer‘î delile
müstenid küllî hükümdür" ( تجريدية ص88ياغة مص88وغ ش88رعي، دليل إلى مستند كلي حكم األغلبية أو االطراد سبيل على جزئياته على منطبق ُمحكمة، )117.
Kavâid-i Külliyye ile ilgili müstakil bir çalışma yapan Osman Şübeyr ise şöyle
bir tanım vermektedir: "Mevzusuna giren cüz’iyyâtın ahkâmını bilkuvve kapsayan küllî,
114 Alâî, el-Mecmûu’l-Müzheb (Drase Böl.), I, 38.115 Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 54.116 Makkarî, el-Kavâid (Drase Böl.), I, 107. Müellif daha sonra yapmış olduğu bu tanımda geçen
bazı terimlerin izahını yapmıştır. Tanımda yer alan "ağlebî" tabiri, her kâidenin istisnalarının olduğunu ve cüz’iyyâtın ahkamının kâideden bilinmesinin ise genellikle olduğunu ifade içindir. "Yutaarrefu" ifadesinin kullanılması, "yantabiku"nun kullanılmasından daha evlâdır. Çünkü "yutaarrefu"nun kullanılmasında, hükmün kâideden çıkarılabilmesi için zihnî bir çabanın olmasına ihtiyaç olduğuna delalet vardır. Yoksa hüküm, kâideden kendiliğinden (bedîhî olarak) çıkarılmaz. Tarifi "fıkhîyye" lafzı ile kayıtlayarak, kâidenin nahiv kâidesi gibi fıkıh dışında kullanıldığı alanları dışarıda bırakmak içindir. "Mübâşereten" kaydının konmasının sebebi, usûl kâidesini dışarıda bırakmak içindir. Usûl kâidesinden de fıkhî cüz’iyyâtın hükmü çıkarılmaktadır, fakat usûl kâidesi bir vasıtaya ihtiyaç duymaktadır. Makkarî, a.g.e, I, 107. Müellifin yapmış olduğu bu tanımın değerlendirmesi için bkz. er-Rûkey, Nazariyyetu’t-Taq’îd, s. 45-46.
117 er-Rûkey, Nazariyyetu’t-Taq’îd, s. 48. Yazar, "تجريدية" ifadesi ile; "illet ve objektif bir bağ ile hükmün kendisine bağlandığı, sadece bir cüz’î hükme ait olmayan" manasını kastettiğini ifade etmektedir. bkz. er-Rûkey, a.g.e, s. 63.
32
amelî, şer‘î kaziyyedir" ( جزئي88ات أحك88ام على ب88القوة تش88تمل كلية عملية شرعية قضية .118(موضوعها
Muhammed Enîs Ubâde, Mevsûatu Fıkhî’l-İslâmî’den alıntı yaparak kavâid-i
fıkhîyye için şu tarifi verir: "Hz. Peygamber’in hadislerinin veya bir kıyasın bir araya
getirdiği benzer hükümler mecmuasıdır" ( يجمعها التى المتشابهة االحكام مجموعة هي واحد قياس أو نبوي اثر ) 119. Müellif, bu kâidelerin külliye ve münderice olmak üzere
ikiye ayrıldığını belirttikten sonra bunları şöyle izah eder: "Külliye, altında başka
kâideler bulunan kâidedir. Mesela ‘zarar izale olunur’ kâidesinin altında ‘zararı eşed
zararı ehaf ile izale olunur’ kâidesi yer alır. Münderice ise, küllî kâidenin altına giren
kâidedir. Yukarıdaki örnekte olduğu gibi" ( مثل اخرى قواعد تحتها تندرج التى هي الكلية ت88دخل ال88تى هى والمندرجة ب88االخف‘ ي88دفع االشد ‘الض88رر قاع88دة تحتها تندرج زال’ ’الضرر
السابق المثال فى مر كما كلية قاعدة تحتها )120.
3. Tanımların Değerlendirilmesi
Bu bölümde, daha önce verdiğimiz tanımları genel olarak değerlendirip,
tanımları yapan bilginlerin yaklaşımlarını ortaya koymağa çalışacağız. Daha önce ifade
ettiğimiz gibi kâide, fıkıh ilmi dışında nahiv, mantık, matematik gibi bazı ilimlerde de
kullanılan bir kavram olması sebebiyle, yapılan tanımların bir kısmı fıkhî kâide ile diğer
kâideler arasında bir ayırım gözetmeksizin, umumî bir manaya sahip olup, kâideyi genel
bir sıfatla kuşatan tariflerdir. Sonraki dönemlerde, fıkhî kâide ile diğer ilimlere ait
kâideler arasında ince bir ayırım gözetilerek kavramın tanımı yapılmıştır121.
Yapılan tanımlar gözden geçirildiğinde Necmuddin et-Tûfî (v. 716/1316),
Cürcânî (v. 816/1413), Ebû’l-Bekâ el-Kefevî (v.1094/1683), Muhammed eş-Şerîf,
Yakup el-Bâhuseyn, Osman Şübeyr gibi bazı bilginler kâideyi tarif ederken "kaziyye"
118 Şübeyr, Kavâid, s. 18. Müellif tanımda geçen "şer‘î" kaydının fıkhî kâideyi mantık, belağat ve nahiv gibi diğer kâidelerden ayırdığını, "ameli" kaydının ise itikadî kâidelerden ayırdığını belirtmiştir. "Mevzusuna giren cüz’iyyâtın ahkâmını bilkuvve kapsaması" ile ifade edilmek istenen; bilkuvve halinde mevcut bulunan kâide, meseleler meydana geldiği zaman bilfiil haline dönüşür. Geniş bilgi için bkz. Şübeyr, a.g.e, s. 19.
119 Ubâde, Kavâid, s. 1.120 Ubâde, Kavâid, s. 1.121 bkz. Bûrnû, el-Vecîz, s. 14-16; Makkarî, el-Kavâid (Drase Böl.), I, 105-106; Nedvî, Kavâid, s.
41-43; er-Rûkey, Nazariyyetu’t-Taq’îd, s. 40.
33
kelimesini esas almışlardır. Ancak buradaki kaziyye, kaziyye-i terkibiyyedir, kaziyye-i
tahlîliyye değildir122.
Taftâzânî (v. 792/1390), İbn-i Hatib ed-Dehşe (v. 834/1431), Hamevî (v.
1098/1687), Güzelhisârî (v. 1215/1800), Ali Haydar Efendi (v. 1355/1936), İzmirli
İsmail Hakkı (v. 1365/1946), Ahmed b. Abdillah, Nedvî, er-Rûkey gibi bazı âlimler de
kâidenin tanımında "hüküm" kelimesini esas almışlardır. Hüküm tabiri, fıkıh dışındaki
başka ilimler için de geçerli olduğundan tam anlamıyla kâideyi ifade etmemekle
beraber, hükmün, kaziyyenin önemli unsurlarından biri olması sebebiyle bu şekilde
ifade edilmesi doğru kabul edilmektedir123. Ayrıca "hüküm" tabiri ile kastedilen
mananın, aslında "kaziyye" olduğu da ifade edilmiştir124.
Feyyûmî (v. 770/1369), Tacuddin b. Sübkî (v. 771/1369), el-Behûtî (v.
1051/1641), Tehânevî (v. 1158/1745) gibi bazı bilginler ise kâideyi "emir" olarak tarif
etmişlerdir. Kâidenin "emir" olarak nitelendirilmesinde, "kaziyye" ve "hüküm" olarak
ifade edilmesinden daha genel bir anlam bulunmaktadır. Bu da "emir" ifadesinin, bir
hüküm belirtmeyen bazı durumlar hakkında da kullanılmasından ileri gelmektedir125.
Bunların dışında kalan bazı bilginlerin de kâideyi, "sûret", "asıl", "mebâdi"
şeklinde ifade ettikleri görülmektedir.
Bu ifade şekillerinin büyük çoğunluğunun kâidenin küllî oluşu hususunda
birleştikleri görülmektedir. Kâidenin küllî bir kaziyye oluşu ve furûdan birçok hükmü
içine alması sebebiyle, tanımı yapan bilginler, kâideyi, "küllî hüküm", "küllî kaziye",
"küllî emir" veya "küllî sûret" olarak tavsif emişlerdir. Kâideyi "küllî" olarak ifade eden
ve kapsamına aldığı bütün fertleri kuşattığını söyleyen bilginler, kâidenin aslını dikkate
almış, istisnalarını dikkate almamışlardır. Onlara göre kâidede asıl olan, cüz’iyyâtının
tamamına uygulanabilirlik ve tamamını kapsamaktır. Ancak verilen tanımlarda herhangi 122 Kaziyye-i-Tahlîliyye; herhangi bir mevzu hakkında yeni bir hüküm taşımaması sebebiyle bize o
konu hakkında yeni bir şey haber vermeyen kaziyyedir. İlgili konu hakkında düşünen herkesin onu bilmesi mümkündür. Kaziyye-i Terkibiyye; bizim bilgi dağarcığımıza, bilmediğimiz bir konuda yeni bir şey kazandıran kaziyye-i haberiyyedir. bkz. Mehdî Fazlullah, Medhal İlâ İlmi’l-Mantık, s. 93-94.
123 Nedvî, Kavâid, s. 42-43. Nedvî’ye göre kâide kaziyye olarak tanımlandığı zaman, altında mükelleflerin fiillerini; hüküm olarak tanımlandığında, altında hükümler bulundurur. bkz. Nedvî, Kavâid, s. 43.
124 Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 33125 Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 33.
34
bir açıklamaya rastlanmasa da kâideyi küllîlik ile vasıflandıran bilginlerin, kâidenin,
mevzusuna giren bütün fertleri istisnasız olarak kuşatabileceğini iddia etmedikleri ve
"küllî" kelimesini de ıstılâhî anlamından ziyade sözlük anlamında kullandıkları
anlaşılmaktadır. Dolayısıyla tanımlarda ifade edilen küllîlik ile kâidelerin, ilgili
oldukları konuların bütün detaylarına istisnasız uygulanabilir olmasının kastedilmediği
kanaatindeyiz. Her kâidenin hükmünden istisna edilecek hususların bulunması tabiî bir
durum olup, kâidelerin, genel ilkeler şeklinde olmaları sebebiyle hükümlerinin,
kapsamına giren detaylara çoğunlukla uygulanabilir olması yeterli kabul edilmiştir126.
Nitekim fıkhî kâidelerin ilgili olduğu alanlarda her zaman değil de çoğu zaman geçerli
olduğunu, ilk dönemlerden itibaren belirten âlimler olmuştur. Mesela Muhammed Ali b.
Hüseyn el-Mekkî, Karâfî’nin (v. 684/1285) Furûk’una yazmış olduğu et-Tehzîbu’l-
Furûk ve Kavâidü’s-Seniyye adlı haşiyesinde, "bilinmektedir ki fıkhî kâidelerin çoğu
ağlebîdir" diyerek bunu güzel bir şekilde ifade etmiştir127. Ayrıca fıkhî kâidelerin
ağlebiyet ifade etmeleri ve bazı kayıt ve istisnalarının bulunması, onların küllîlik
sıfatından hiçbir şey eksiltmez128.
Fıkıh ilminin sürekli olarak değişen ve gelişen hayat olaylarına intibakı ve
kâidenin kuşattığı konulara her zaman tamamiyle tatbik edilmeyip, istisnalarının da
bulunacağı göz önünde bulundurulduğunda, küllîlik özelliğinin her zaman için geçerli
olamayacağı ve bu sebepten ötürü fıkhî kâidenin bu incelik dikkate alınarak
tanımlanması gerektiği de belirtilmiştir129. Birçok bilgin, kâideyi "küllî"lik vasfını göz
önünde bulundurarak tanımlamakla birlikte, Tacuddin b. Sübkî (v. 771/1369) bu inceliği
dikkate alarak böyle bir tanım vermekten kaçınmış, Hamevî (v. 1098/1687) ise bu
konuda en açık ayırımı yapmıştır. Hamevî (v. 1098/1687), kâidenin mahiyeti itibariyle
küllî olamayacağını belirtmiş ve küllîlikten kastedilen mananın ise, bazı istisnaları olsa
da bir kâidenin başka bir kâidenin altına girmeyecek şekilde kuşatıcı olması olarak
algılanması gerektiğini ifade etmiştir130. Hamevî’nin (v. 1098/1687) bu yaklaşımı, 126 Yıldırım, Mecelle’nin Küllî Kâideleri, s. 16; Ayrıca bkz. Şübeyr, Kavâid, s. 13; er-Rûkey,
Nazariyyetu’t-Taq’îd, s. 41. 127 el-Mekkî, Tehzîbu’l-Furûk, I, 36 (Furûk’un kenarında).128 Mahmesânî, Felsefetu’t-Teşrî‘, s. 203; Zerkâ, Medhal, II, 949; Şübeyr, Kavâid, s. 13-14; Nedvî,
Kavâid, s. 41-44; Zuhaylî, el-Kavâid, s. 19; Makkarî, el-Kavâid (Drase Böl.), I, 105-107; Bûrnû, el-Vecîz, s. 16 .
129 Yaman, "Fıkıh Kâideleri", Marife, s. 50; Zerkeşî, el-Mensûr, (Muhakkikin mukaddimesi) I, 16.130 Hamevî, Ğamzu Uyûni’l-Basâir, I, 51.
35
kendisinden sonra gelen müelliflerce de kabul edilmiştir. Güzelhisârî (v. 1215/1800),
kavâidin küllîlikten veya ekserîlikten daha genel olmasının tercihe şayan olduğunu
belirterek, kâidenin bu yönüne dikkat çekmiş131, Ömer Nasuhi Bilmen ise, kâidenin bu
yapısını şöyle ifade etmiştir: "Kavâidi fıkhîyyeden her biri, pek ihatalı birer esas olup
başka kâidelerin çerçevesine dâhil bulunmadığı cihetle ‘küllî’ vasfını haizdir"132.
Muhammed Enîs Ubâde de kâidelerin küllîlik vasfını ifade etmek ve bu çerçevede bir
tasnife tabi tutmak maksadı ile kâideleri, "küllîye" ve "münderice" olmak üzere iki
gruba ayırarak buna benzer bir yaklaşımla ele almıştır133.
Mecelle şârihi Ali Haydar Efendi (v. 1355/1936) ise küllîliği farklı bir
noktadan değerlendirerek, fıkhî kâidelerin münferiden ele alındığında istisnaları bulunsa
da bu kâidelerin birbirlerini takyîd ve tahsis etmeleri sebebiyle, genel olarak küllîyyet
ve umumiyetlerine halel gelmeyeceğini; ayrıca bu kâidelerin dışında istisnaî fıkhî bir
meselenin de bulunamayacağını ifade etmiştir134. Ömer Nasuhi Bilmen de bu görüşü
aynen benimsemekte herhangi bir sakınca görmemekte ve bu özelliğinden dolayı fıkhî
kâidelerin birer küllî kâide olmalarının da sağlandığını belirtmektedir135. Kâideler
arasındaki takyîd ve tahsis ilişkisinin bir neticesi olarak, herhangi bir kâidenin
hükmünden istisna edilen fıkhî bir mesele, başka bir kâidenin kapsamına girmekte ve o
kâidenin hükmünü almaktadır136. Fıkhî kâidelerin bu tahsis ve takyîd ilişkisi, İslam
Hukuk Metodolojisi’ndeki kıyas deliline benzetilmiştir. Çeşitli fıkhî konularda kıyasın
terk edilerek belirli sebeplerden ötürü istihsana başvurulması ile bir kâidenin
hükmünden istisna edilip başka bir kâidenin altına giren ve onun hükmünü alan fıkhî bir
meselenin durumu, benzerlik göstermektedir137.
Muasır bilginlerin bazılarının yapmış oldukları tanımlarda kullandıkları
terimler incelendiğinde, modern hukuklardaki hukukun genel ilkelerini de dikkate
alarak fıkhî kâideleri tanımladıkları söylenebilse de kanaatimize göre bu dönemde
131 Güzelhisârî, Menâfiu’d-Dakâik, s. 305.132 Bilmen, Kamus, I, 254.133 Ubâde, Kavâid, s. 1.134 Ali Haydar, Dürerü’l-Hukkâm, I, 26.135 Bilmen, Kamus, I, 254.136 Bûrnû, el-Vecîz, s. 18; Nedvî, Kavâid, s. 43.137 Zerkâ, Medhal, II, 948; Nedvî, Kavâid, s. 43-44.
36
yapılan tanımlarda fıkhî kâidelerin, fıkıh ilmine müteallik meseleler ile ilgili hükümler
ihtiva ettiklerini açık bir şekilde vurgulama kaygısı taşındığı görülür. Nitekim bazı
tanımlarda geçen "fıkhî asıl", "küllî prensip", "şer‘î hüküm", "küllî, amelî şer‘î kaziyye",
"küllî, fıkhî kaziyye" ve "fıkhın çeşitli bablarını kuşatan" gibi ifadeler, kavâidin tanımını
eliminasyona tabi tutarak, başka unsurlardan ayırma gayesine matuf gibi görünmektedir.
Yine bu dönemde konu ile ilgili yapılmış olan akademik çalışmalar ve bu
çalışmalarda ortaya konulan fikirler sebebiyle etkileşimlerin olması, kavramsal
çerçeveyi biraz daha net çizgilerle belirleyerek, efrâdını câmi‘ ağyârını mâni‘ bir
tanımlamaya gidilmesi sonucunu doğurmuştur.
B. İlgili Diğer Istılâhlar
1. Dâbıt
Dâbıt terimi, fıkıh kâidesi ile yakın bir anlama sahip olan terimlerin başında
yer alır. Dâbıt, fıkhın sadece bir bölümü ile ilgili meseleleri içine alan dar kapsamlı
prensip olarak tanımlanmıştır138. İlk zamanlarda literatürde bunlara "asıl" denilirken,
daha sonra "dâbıt" olarak isimlendirilmiş139 ve çeşitli istisnaları olmakla beraber
kavâidin kavaramsal tanımının yapıldığı ilk eserlerden itibaren kâide ile aralarında
ayırıma gidilmiştir140. Dâbıt ile kâide, mahiyet bakımından aynı anlamları ifade etmekle
beraber, kapsam yönünden farklıdırlar. Bu iki kavram arasında mevcut olan kapsam
farklılığı, ilk dönemlerden itibaren birçok bilgin tarafından da ifade edilmiştir. Dâbıt,
furû-ı fıkhın sadece bir bölümü ile ilgili detaylara ait hüküm ifade eden dar kapsamlı
prensip olmasına karşılık kâide, o alanın bütün bölümlerinde geçerli olabilecek bir
genişliğe sahiptir141. Bu sebepten dolayı kâide, dâbıtı da içine alabilecek geniş kapsamlı
genel prensiptir. 138 İbn-i Sübkî, Eşbâh, I, 11; Zuhaylî, el-Kavâid, s. 19; Yaman, "Fıkıh Kâideleri", Marife, s. 50; es-
Süleyman, eş-Şekk ve Eseruhu, I, 41.139 Özafşar, Hadîsi Yeniden Düşünmek, s. 121.140 Bkz. Makkarî, el-Kavâid, I, 212.141 Makkarî, el-Kavâid, I, 212; İbn-i Sübkî, Eşbâh, I, 11; Suyûtî, el-Eşbâh ve’n-Nezâir Fî’n-Nahv, I,
10-11; İbn Nüceym, Eşbâh, s. 192; İbn-i Neccâr, Şerhu’l-Kevkebi’l-Münîr, I, 30; Kefevî, el-Külliyyât, s. 728; Hamevî, Ğamzu Uyûni’l-Basâir, II, 5; Tehânevî, Keşşâf, II, 1110; Mahmesânî, Felsefetu’t-Teşrî‘, s. 202; Haşim el-Burhânî, Seddu’z-Zerâi‘, s. 162-163; Abdullah ed-Dir’ân, el-Medhal, s.223; Zeydân, el-Vecîz, s. 7; es-Sedlân, el-Kavâid, s. 14; Yıldırım, Mecelle’nin Küllî Kâideleri, s. 16; Baktır, "Kâide", DİA, XXIV, 206.
37
Ancak bazı bilginler kâide ile dâbıtın aynı manaya geldiğini belirtmiş ve
aralarında herhangi bir ayırım yapmamışlardır142. Ayrıca bu iki terim arasında yapılan
ayırımın teoride olduğu, pratikte buna pek riayet edilmediği de belirtilmiştir143.
İbn Sübkî (v. 771/1369) El-Eşbâh ve’n-Nezâir’inde dâbıtları, "özel kâideler"144,
İbn Nüceym (v. 970/1562) ise bunları "el-Fevâid"145 başlığı altında incelemişlerdir.
Buna karşılık İbn-i Receb (v. 795/1393) gibi bazı bilginler ise dâbıtları, kâide olarak
isimlendirmişlerdir146.
Kaynaklarda iki terim arasında işaret edilen farklılıkları şu şekilde özetlemek
mümkündür: Kâidede istisnalara çokça rastlanmasına rağmen dâbıtların daha özel
mevzulara dair prensipler olmaları sebebiyle istisnaları kâideye nisbetle azdır147.
Kapsamına aldığı hükümler açısından birçok mezheb kâide üzerinde ittifak ederken;
dâbıt üzerinde muayyen bir mezhebin ittifak ettiği görülmektedir148. Küllî kâideler veciz
ifade yapılarına sahip oldukları halde dâbıtlar, bazen bir paragraf kadar uzun
olabilmektedirler149.
"Tazmin edilen şeyler, daha önce ödenen tazminat ile mülkiyete geçer"150,
"sarih talakın hükmü, lafzına taalluk eder, manasına değil"151, "kadının nafile oruç
tutması kocasının iznine bağlıdır"152, "namazın sıhhati için istikbalı kıble şarttır"153 gibi
dâbıtlar, sadece ilgili oldukları meseleleri kapsamaktadırlar. Buna karşılık, "meşakkat
142 İbnü’l-Hümâm, et-Tahrîr, s. 5; Feyyûmî, el-Misbâhu’l-Münîr, II, 510.143 Baktır, Küllî Kâideler, s. 10.144 Müellif, الخاصة القواعد في الكالم başlığı altında klasik fıkıh sistematiğine göre bir sıralamayla
her mesele ile ilgili dâbıtları işlemiştir. Bkz. İbn-i Sübkî, Eşbâh, I, 200. 145 İbn Nüceym, başlığı altında "kitâbu’t-tahâre"den "kitâbu’l-ferâiz"e kadar her konu ile الفوائد
ilgili dâbıtları ele almış ve istisnalarına işaret etmiştir. Bkz. İbn Nüceym, Eşbâh, s. 192. Ayrıca İbn Nüceym el-Fevâidu’z-Zeyniyye adlı eserinde de aynı şekilde fıkhî dâbıtları "el-Fâide" olarak isimlendirmiş ve 227 dâbıt ele almıştır. Bkz. İbn Nüceym, el-Fevâidu’z-Zeyniyye, s. 34-179 arası.
146 Bkz. İbn Receb, el-Kavâid. Eserde zikredilen dâbıtların birçoğu kâide olarak ifade edilmiştir.147 Nedvî, Kavâid, s. 52; Şübeyr, Kavâid, s. 23.148 Abdullah
ed-Dir’ân, el-Medhal, s.224. 149 Şübeyr, Kavâid, s. 23.150 Debûsî, Te’sîsü’n-Nazar, s. 115 " السابق بالضمان تملك المضمونات أن عندنا االصل "151 Debûsî, Te’sîsü’n-Nazar, s. 129 " ال بلفظه الحكم يتعلق الصريح الطالق أن أصحابنا عند االصل
"بمعناه152 İbn Nüceym, Eşbâh, s. 201 " الزوج بإذن إال تطوعا المرأة تصوم ال "153 İbn-i Sübkî, Eşbâh, I, 207 " الصالة صحة في شرط القبلة استقبال "
38
teysiri celbeder"154, "sakite söz nisbet edilmez"155, "şer‘an sabit olan bir şey, şart ile
sabit olana mukaddemdir"156 kâideleri ise fıkhın bütün alanlarında geçerli prensiplerdir.
2. El-Eşbâh ve’n-Nezâir
Eşbâh terimi, birbirine benzeyen ve aynı hükmü alan fıkhî meseleleri; nezâir,
ilk bakışta birbirlerine benzeseler de hüküm itibariyle farklı olan meseleleri ifade
etmektedir157. Hamevî (v. 1098/1687), el-Eşbâh ve’n-Nezâir’i şöyle tanımlamıştır,
"birbirine benzemekle beraber, ancak fakihlerin dikkatli bir inceleme ile anlayabileceği
bazı gizli sebeplerden dolayı hükümde farklı olan meselelerdir"158. Eşbâh kavramının ilk
kullanımına Hz. Ömer (r.a)’ın (v. 23/644) Ebû Musa el-Eş’arî’ye (v. 44/665) yazmış
olduğu mektupta rastlanmaktadır. Hz. Ömer (r.a) (v. 23/644) bu mektubunda şu talimatı
vermiştir; "sana getirilen davaların hükmü Kitab ve sünnette yoksa ve bu hususta senin
kalbinde bir şüphe oluşursa bunu iyice düşün. Emsâl ve Eşbâhı iyi öğren ve sonra
diğerlerini bunlara kıyasla"159. Suyûtî (v. 911/1505), bu mektubun, hakkında nakle
dayalı bir delil bulunmayan meselelerde kıyasa başvurulabilmesi için benzer
meselelerin bir araya toplanıp ezberlenmesine işaret ettiğini söylemektedir160.
Zerkeşî (v. 794/1392), el-Eşbâh ve’n-Nezâir ilminin önemini, "Kutbuddin es-
Sinbâtî’den (v. 722/1322) bana ulaştı ki: Fıkıh, nezâiri bilmektir" şeklinde ifade ettikten
sonra nezâir ile kastedilen mananın, fakîhe, mezhebinin esaslarını sunan, onu fıkhın
kaynaklarına muttali kılan kâideler olduğunu belirtmiştir161. Suyûtî (v. 911/1505) el-
Eşbâh ve’n-Nezâir’i, "fıkhın hakikatlerine, esaslarına, kaynaklarına ve sırlarına vakıf
olmayı sağlayan önemli bir ilim" olarak izah ettikten sonra; bu ilim ile ilgilenmenin
154 Suyûtî, Eşbâh, s. 160 " التيسير تجلب المشقة " bkz. İbn-i Sübkî, Eşbâh, I, 48; Zerkeşî, el-Mensûr, III, 169; İbn Nüceym, Eşbâh, s. 84; Mecelle Md. 17.
155 Suyûtî, Eşbâh, s. 266 " قول للساكت ينسب ال " bkz. İbn Nüceym, Eşbâh, s. 178; Mecelle Md. 67.156 Zerkeşî, el-Mensûr, III, 134 " بالشرط ثبت ما على مقدم بالشرع ثبت ما " bkz. İbn-i Sübkî, Eşbâh,
I, 149; Suyûtî, Eşbâh, s. 279.157 Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 93;Yaman, "Fıkıh Kâideleri", Marife, s. 55.158 Hamevî, Ğamzu Uyûni’l-Basâir, I, 38; Ayrıca başka tanımlar için bkz. Şübeyr, Kavâid, s.
33;Yaman, "Fıkıh Kâideleri", Marife, s. 54.159 Dârekutnî, Sünen, IV, 206; Beyhakî, Sünenü’s-Sağîr, IV, 133; Suyûtî, Eşbâh, s. 32-33; Ayrıca bu
mektubun geniş açıklaması ile ilgili olarak bkz. İbn-i Kayyim, İ’lâm, I, 85-401.160 Suyûtî, Eşbâh, s. 33.161 Zerkeşî, el-Mensûr, I; 66; Suyûtî de bunu aynı şekilde aktarır: "Ashabımızdan bazısı, fıkıh,
nezâiri bilmektir demişlerdir". Bkz. Suyûtî, Eşbâh, s. 31.
39
neticesinde elde edilecek birikimle, birbirlerine benzeyen meselelerin gruplara
ayrılmasının ve yeni vuku bulan konuların hükümlerinin ortaya çıkarılmasının mümkün
olacağına işaret etmiştir162.
İslam toplumunda çeşitli ilim dallarında bu adla yazılan eserlere ilk
dönemlerden itibaren rastlanmaktadır. Eşbâh ve’n-Nezâir’in fıkıh literatüründe bir tür
olarak ortaya çıkması ve bu alanda eser te’lîf edilmesi, fıkıh mezheplerinin gelişimlerini
tamamlayarak her mezhebin kendi görüşlerini doktriner formlara kavuşturduğu
dönemden sonraya rastlar163. İslam hukukçuları, Hicrî 8. asırdan itibaren, fıkıh
kâidelerinin yanında furûk, hiyel, fıkhî elğâz, hikaye, eşbâh ve’n-nezâir, cem‘-fark gibi
konulara da yer veren el-Eşbâh ve’n-Nezâir literatürü ile ilgili eserler kaleme almaya
başlamışlardır. Bu alanda te’lîf edilen eserler, kavâid ve furûk türü eserlerden daha
kapsamlı çalışmalardır. Şafiî fakihlerden İbnü’l-Vekîl’in (v. 716/1317) el-Eşbâh ve’n-
Nezâir adlı eseri, İslam hukukunda bu isimle yazılan eserlerin ilki kabul edilmiş ve
kendisinden sonra te’lîf edilen eserlere de kaynaklık teşkil etmiştir164.
3. Furûk
Bir fıkıh terimi olarak furûk, "şekil bakımından birbirine benzeyen, ancak
farklı olmalarını gerektiren bazı sebeplerden ötürü hüküm açısından birbirinden ayrılan
meselelerin yahut kâidelerin bilgisidir"165. Suyûtî (v. 911/1505), Hz. Ömer (v. 23/644)
(r.a)’ın yukarıda zikri geçen mektubunu izah ederken furûk ilmini, "şekil ve anlam
bakımından bir, hüküm ve illet bakımından farklı olan benzerler arasındaki farkın ele
alındığı ilimdir" şeklinde tanımlamıştır166. Ebu’l-Fadl Müslim b. Ali ed-Dımaşkî (v.
5/11. yüzyıl), el-Furûku’l-Fıkhiyye adlı eserini te’lîf etme amacının, "zahiren aynı,
batınen farklı olan meseleler arasındaki farkları açıklamak" olduğunu belirterek
furûkun anlamına işarette bulunmuştur167.162 Suyûtî, Eşbâh, s. 31.163 Baktır, "Eşbâh ve Nezâir", DİA, XI, 456; Yaman, "Fıkıh Kâideleri", Marife, s. 56.164 Şübeyr, Kavâid, s. 33; Yaman, "Fıkıh Kâideleri", Marife, s. 56; Baktır, "Eşbâh ve Nezâir", DİA,
XI, 457; Nedvî, bu isimle yazılan ilk eserin, Hicri ikinci asırda yaşamış olan Mukâtil b. Süleyman el-Belhî’nin (v. 150/767), "el-Eşbâh ve’n-Nezâir Fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Kerim" adlı kitabı olduğunu söylemiştir. Bkz. Nedvî, Kavâid, s. 69; Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 95.
165 Özen, "Furûk", DİA, XIII, 224.166 Suyûtî, Eşbâh, s. 33-34.167 Dımaşkî, el-Furûku’l-Fıkhiyye, s. 61.
40
Fıkhî konuların yapısı dikkate alındığında, birçok fıkhî meselenin şekil
açısından benzerlikler ve hüküm bakımından farklılıklar taşıdığı görülmektedir. Furûk
ilminin de bunu konu edinmesi sebebiyle bu ilim dalı, görünüşte benzer ancak inceleme
sonucunda ayrı olan fıkhî meseleleri konu edinen ilim olarak kabul edilmiştir168.
Furûk literatürünün ortaya çıkmasında, fıkhî mezhep bilginlerinin kendi
doktrinlerini temellendirme ve savunma gayretleriyle fıkıh eğitimini kolaylaştırma
çabaları etkili olmuştur. Furûk literatürüne ait eserlerde fıkhî meseleler arasındaki
farklılıklar incelenirken, İslam hukukunun temel ilke ve maksatlarına müracaat edilmiş,
bu da incelenen meseleler arasındaki farkların kurallara bağlanmasına yol açmıştır.
Dağınık bulunan meseleleri kurallara bağlama düşüncesi, daha sonra literatürde önemli
bir yer tutacak olan kavâid edebiyatının alt yapısını oluşturmuştur. Bu sebepten dolayı
furûk literatürünün kavâid literatüründen önce ortaya çıkmış olduğu söylenmektedir169.
Kaynaklarda, bu alanda eser telif eden ilk kişinin Ebû’l-Abbas İbn Süreyc (305/919)
olduğu belirtilmiştir170.
Furûk literatüründe incelenen farklar; bazen iki fer‘î mesele arasında
olabileceği gibi; bazen de iki kâide arasında olabilmektedir171. Bu sebepten dolayı, furûk
edebiyatında temelde iki ayrı metot ve bu iki metodun meczedilmesinden oluşan karma
metot kullanmıştır. Bu metotların ilki, en çok literatüre sahip olan ve şekil bakımından
benzeşen ancak hükümleri farklı olan fıkhî mevzuların incelendiği fürû‘ metodudur.
İkinci metot, kâideler arasındaki farkların fıkhî meselelerden örnekler verilmek suretiyle
açıklanmaya çalışıldığı kavâid metodudur. Bu yöntemin ilk uygulayıcısı Karâfî (v.
684/1285) olmuştur. Üçüncü yöntem ise, fıkıh bâbları içerisinde fıkhî kâidelerin ve
istisnalarının incelendiği, yeri geldikçe birbirleriyle karıştırılan benzer meseleler
arasındaki farkların zikredildiği karma metottur172.
Kavâid ilmi ile furûk ilmi, benzer furû‘-ı fıkıh mevzularını konu edinmeleri
bakımından birbirlerine benzemekle birlikte; furûk ilmi, şekil yönünden aynı olmakla 168 Nedvî, Kavâid, s. 68; Yaman, "Fıkıh Kâideleri", Marife, s. 56; Baktır, "Eşbâh ve Nezâir", DİA,
XI, 457; Şübeyr, Kavâid, s. 35.169 Özen, "Furûk", DİA, XIII, 224-225; Nedvî, Kavâid, s. 72.170 Nedvî, Kavâid, s. 71-72; Özen, "Furûk", DİA, XIII, 225; Şübeyr, Kavâid, s. 34.171 el-Mekkî, Tehzîbu’l-Furûk, I, 3 (Furûk’un kenarında).172 Özen, "Furûk", DİA, XIII, 225.
41
beraber hüküm açısından farklı olan meseleleri konu edinirken; kavâid ilmi, şekil, mana
ve hüküm açısından benzer meseleleri inceler. Furûk ilmi birbirlerine benzeyen cüz’î
hükümler arasındaki farklılıkların sebeplerini incelerken, kavâid ilmi ise cüz’î hükümler
arasındaki ortak bağı konu edinir173. Ayrıca furûk ilminin, El-Eşbâh ve’n-Nezâir ilminin
bir parçası olduğu ve aralarında umum husus ilişkisinin bulunduğu da
kaydedilmektedir174.
4. Usûl-ı Fıkıh Kâidesi
Malikî fıkıh bilgini Karâfî (v. 684/1285), el-Furûk adlı eserinde, İslam
Hukukunu usûl ve fürû‘ olmak üzere ikiye ayırdıktan sonra usûlü, "usûl-ı fıkıh" ve "küllî
kâideler" şeklinde ikiye taksim etmektedir. Karâfî (v. 684/1285), usûl-ı fıkhın, özellikle
Arapça lafızlardan çıkarılan ahkâm kâidelerinden oluştuğunu; küllî kâidelerin ise İslam
hukukunun hikmet ve esrarını içeren ve üzerine furûdan sayısız ahkâmın bina edildiği
çok faydalı prensipler olduğunu ve bu kâidelerin usûl-ı fıkıhta zikredilmediğini ifade
ederek, bunlar arasındaki farklılığa işaret etmiştir175. Karâfî (v. 684/1285), bu yaklaşımı
ile küllî kâideleri fıkıh usûlü ile aynı seviyede değerlendirerek kâideleri fıkıh ilminin
usûlünden saymış ve bunları usûl-ı fıkıhtan ayırmıştır176.
Buna karşılık İbn Nüceym (v. 970/1562), bu kâideleri usûl-ı fıkıh ile eşdeğer
kabul etmektedir. Onun el-Eşbâh’ta, "üzerine fer‘î ahkamın bina edildiği küllî kâidelere
gelince, bunlar hakikatte usûl-ı fıkıhtır"177 ifadesini, bu esere şerh yazan Hamevî (v.
1098/1687), "bunlar usûl-ı fıkıh gibidir, hakikaten usûl-ı fıkıh değildir" şeklinde
yorumlamıştır178. Ayrıca İbn Nüceym’den (v. 970/1562) önce kavâid ile ilgili eser te’lîf
eden müelliflerin bunları birbirlerinden ayırdıkları görülmektedir. Mesela Alâî (v.
761/1360) eserini te’lîf ederken takip ettiği yöntemden bahsederken usûl kâidesi ile
fıkıh kâidesini birbirinden ayırmaktadır179.173 Şübeyr, Kavâid, s. 35.174 Dımaşkî, el-Furûku’l-Fıkhiyye (Drase Böl.) s. 28; Şübeyr, Kavâid, s. 35.175 Karâfî, el-Furûk, I, 2-3.176 Nedvî, usûl kâidesi ile furû‘ kâidesi arasına ilk olarak ayırım yapan kişinin Karafî olduğunu
söylemektedir. bkz. Nedvî, Kavâid, s. 58; Benzer yorumlar için bkz. Baktır, Küllî Kâideler, s. 15; Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 135.
177 İbn Nüceym, Eşbâh, s. 10; Benzer bir yaklaşım için bkz. Zerkeşî, el-Mensûr, I, 71.178 Hamevî, Ğamzu Uyûni’l-Basâir, I, 34.179 Alâî, el-Mecmûu’l-Müzheb, I, 207.
42
Tarihsel olarak usûl kâidelerinin, fıkhın tedvininden önce bilindiği, dolayısıyla
usul kâidelerinin tedvininin fıkıh kâidelerinin tedvininden önce olduğu birçok
araştırmacı tarafından dile getirilmektedir180. Ayrıca fakîh, fıkıh kâidelerini çıkarmak
için usûl kâidelerinden yararlanır ve usul kâideleri, fıkhî kâidelerin çıkarılmasına
yardımcı olmak gibi bir fonksiyona da sahiptirler181. Tedvindeki bu sıralama kısaca
şöyle ifade edilebilir; usûl kâideleri, furû‘dan önce gelmekte, fıkıh kâideleri ise furû‘dan
sonra gelmektedir182.
Bazı bilginlerin fıkıh kâidelerini şer‘î deliller arasında saymaları183, bunların
usûl kâideleri olduğu gibi bir izlenime yol açmakta; ayrıca bazı kâidelerin her iki alanda
da geçerli olup ortak kullanıma sahip olmaları184 da bunların birbirleriyle
karıştırılmalarına sebep olmaktadır. Ancak literatürde hem karışıklığı önlemek hem de
kullanım alanı açısından aralarındaki farklılığı belirtmek amacıyla kâidelerin, usûl
kâidesi ve fıkıh kâidesi şeklinde bir ayırıma tabi tutulduğu görülmektedir. Bazı bilginler
de şer‘î delilleri de içine alacak bir kullanımla, usûl kâidelerini kavâidu’l-istinbât,
kavâidu’l-istinbât ve’l-ictihâd şeklinde ifade etmişlerdir185.
Fıkhî kâideler ile usûl kâidelerinin, özellikle üslûp açısından birbirlerine
benzemeleri, mahiyetleri bakımından da aynı olduklarına dair yanlış bir kanaate sebep
olabilmektedir186. Her iki kâide çeşidi, altlarında cüz’î kaziyyeler bulunması açısından
benzerlik gösterseler de aralarında birçok yönden farklılık bulunmaktadır187. Bu farklar
maddeler halinde şöyle sıralanabilir.
180 Ebû Zehra, Mâlik, s. 218; Şelebî, Medhal, s. 324; Zuhaylî, el-Kavâid, s. 20; Baktır, Küllî Kâideler, s. 15; es-Sâbûnî, Medhal, I, 259.
181 er-Rûkey, Nazariyyetu’t-Taq’îd, s. 57-59.182 Haşim el-Burhânî, Seddu’z-Zerâi‘, s. 159.183 Hadimî, Mecâmi‘, (yzm.), vr. 1a; İzmirli, İlm-i Hilâf, s. 190-191; et-Tûfî, Risâle Fî Riâyeti’l-
Maslaha, s. 15-16 Tûfî bu risalesinde şer‘î deliller arasında "berâet-i asliye", "el-ahz bi’l-ahaff" gibi kâideleri saymıştır.
184 Nedvî, Kavâid, s. 61. Nedvî, bunlar için Örf ve Zerâi‘ ile ilgili kâideleri örnek vermektedir. Bunların ayırd edilebilmesi için şöyle bir kriter vermektedir: "Eğer kâidenin mevzusu şer‘î delil ise usûl kâidesi; eğer mükellefin fiili ile ilgili ise fıkıh kâidesidir". bkz. Nedvî, Kavâid, s. 61.
185 Şelebî, Medhal, s. 324; Zuhaylî, el-Kavâid, s. 16-17.186 Yıldırım, Mecelle’nin Küllî Kâideleri, s. 16.187 Zencânî, Tahrîcu’l-Furû‘, s. 35 (Muhammed Sellam Medkur’un Mukaddimesi).
43
a. Usûl kâideleri büyük çoğunlukla Arap dilinden ve kurallarından türetilmiştir.
Fıkhî kâideler ise şer‘î ahkâmın ve fıkhî meselelerin istikrâsı yoluyla elde edilmiştir188.
Usûl bilginlerinin şer‘î nassları tetkiki, bu nassların ifade yapıları ve şer‘î ahkâma
delalet şekilleri üzerindeki çalışmaları, usûl kâidelerinin oluşmasına zemin hazırlamıştır.
Buna karşılık fıkhî kâideler, aklî ve naklî kaynakların istikrâsı yoluyla elde edilmiş
küllî, şer‘î hükümlerdir189.
b. Usûl kâideleri, şer‘î deliller ve bu delillerden doğru bir şekilde hüküm
istinbat etmekle ilgiliyken fıkıh kâideleri, mükellefin fiilleriyle ilgili olup, fıkhın birden
çok alanındaki fer‘î meselelere uygulanabilecek genel ilkelerdir190. Dolayısıyla usûl
kâideleri, müctehidin tafsîlî delillerden fıkhî hükümler istinbat ederken takip edeceği
yöntemi belirlerken; fıkhî kâideler aynı vasıflara sahip olan hükümleri bir araya getiren
küllî hükümlerdir ve doğrudan mükellefin filleriyle ilgilidir191. Bu sebepten ötürü usûl
kâidelerinden daha çok müctehid yararlanırken; fıkıh kâidelerinden fakîh, müftü ve
fıkıh ilmi tahsil eden öğrencilerin yararlanabileceği ifade edilmiştir192.
c. Usûl kâidesi, mevzusu altına giren bütün detaylara şâmil, sâbit ve değişmez
bir yapıya sahiptir. Fıkıh kâidesi için aynı genellik söz konusu olmadığı gibi, bir kısmı
özel kâideler halini almış olan istisnalar da mevcuttur. Bu istisnaların çokluğu sebebiyle
fıkıh kâideleri ağlebî olarak nitelendirilmiş ve bütün cüz’iyyâtına tatbik edilemeyeceği
kabul edilmiştir193. Usûl kâidesinin sabit ve değişmezliği karşısında fıkıh kâidesinin
188 Fıkıh kâideleri ile usûl kâideleri arasındaki bu farka ilk değinen Karafî olmuştur. bkz. Karâfî, el-Furûk, I, 2-3; Ayrıca bkz. Haşim el-Burhânî, Seddu’z-Zerâi‘, s. 156-159; Şübeyr, Kavâid, s. 28; Zuhaylî, "el-Kavâidü’l-Fıkhiyye", Mecelletü’l-Bahsi’l-İlmî, s. 13; Yıldırım, Mecelle’nin Küllî Kâideleri, s. 16.
189 er-Rûkey, Nazariyyetu’t-Taq’îd, s. 56-57.190 es-Sâbûnî, Medhal, I, 259; Ebû Zehra, Usûlü’l-Fıkh, s. 8; es-Sedlân, el-Kavâid, s. 21; Baktır,
"Kâide", DİA, XXIV, 206; es-Süleyman, eş-Şekk ve Eseruhu, I, 75-76; Yaman, "Fıkıh Kâideleri", Marife, s. 57.
191 Zencânî, Tahrîcu’l-Furû‘, s. 35 (Muhammed Sellam Medkur’un Mukaddimesi); Nedvî, Kavâid, s. 59; Haşim el-Burhânî, Seddu’z-Zerâi‘, s. 160-162; Abdullah ed-Dir’ân, el-Medhal, s. 226; Hısnî, Kitâbu’l- Kavâid, (Drase Böl.), I, 25.
192 Hısnî, Kitâbu’l- Kavâid, (Drase Böl.), I, 25; Zuhaylî, el-Kavâid, s. 21; Yıldırım, Mecelle’nin Küllî Kâideleri, s. 18.
193 Nedvî, Kavâid, s. 59; Şübeyr, Kavâid, s. 29; Zuhaylî, el-Kavâid, s. 21; es-Sâbûnî, Medhal, I, 260; Haşim el-Burhânî, Seddu’z-Zerâi‘, s. 155. Ancak bu görüş bazı araştırmacılar tarafından iki yönden eleştirilmiştir. İlk olarak, her iki kâidenin istisnalar nedeniyle bir ayırıma tabi tutulmasının doğru olmadığı, çünkü bütün ilim dallarına ait kâidelerin istisnalarının olabileceği; dolayısıyla bunun sadece fıkhî kâide ile usûl kâidesi arasında olmadığı belirtilmiştir. bkz. Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 141. İkinci eleştiri noktası ise küllîliğe atfedilen anlam ile ilgilidir. Şöyle ki; genelliğin varlığı ve ağlebiyetin usûl
44
değişebilir bir özelliğe sahip olduğunun kabul edilmesi, maslahat, seddi zerayi ve örf
gibi bir delil üzerine kurulmuş olan kâidelerin, bunların değişmesi ile değişmesinden
kaynaklanmaktadır194.
d. Usûl kâideleri, şer‘î delillerden hüküm istinbat etmek isteyen müctehide yol
göstermek gibi bir fonksiyona sahipken, fıkıh kâidesi, hükme doğrudan ulaştırır. Şöyle
ki; usûl kâidesi, herhangi bir konu ile ilgili tafsilî delilden hüküm çıkarırken bir vasıtaya
ihtiyaç duymaktadır. Mesela "emir vücûb ifade eder" usûl kâidesi, tek başına ve
doğrudan namazın vacib olduğunu ifade etmez, bir vasıtaya ihtiyaç duyar; bu da "namaz
kılın"195 ayetidir. İşte yukarıdaki usûl kâidesi bu âyet ile birlikte değerlendirildiğinde
hüküm çıkarmağa yardımcı olur196. Fıkıh kâidesi, usûl kâidesinde olduğu gibi böyle bir
vasıtaya gerek kalmadan hükme delalet eder. Mesela "el-umûru bi makâsıdihâ"
kâidesine göre, bir şahıs lukata hükmünde olan bir malı sahibine vermek maksadı ile
alırsa caiz, kendi mülkiyetine geçirmek için alırsa günahkar ve gâsıp olur197.
e. Fıkıh kâidelerini okumak ve bunları incelemek bir fıkıh çalışması olup, fıkıh
usûlü çalışması değildir198.
Fıkıh usûlü kâideleri ile fıkıh kâideleri arasındaki farklar, genel hatları
itibariyle bu beş maddede toplanabilir. Ayrıca fıkıh ilminin konusu ile usûl ilminin
konusu dikkate alındığında bu iki ilmin kâidelerinin de mahiyet itibariyle farklı olacağı
görülecektir. Muhammed Ebû Zehrâ (v. 1394/1974) da bu sebepten olsa gerek, fıkhı,
usûl, furû‘ ve kavâid olarak birbirine bağlı üç dereceye ayırmanın mümkün
olabileceğini söyler199.
Aralarındaki bu farklılıklara rağmen bazı usûl kâidelerinin furû‘ kaynaklarda
çok fazla kullanılmaları ve mükelleflerin fiillerini de kuşatacak bir ifade yapısına sahip kâidesi ile fıkhî kâideyi birbirinden ayıran bir fark olduğu düşünülse bile, bu esas fark değildir. bkz. er-Rûkey, Nazariyyetu’t-Taq’îd, s. 42.
194 es-Süleyman, eş-Şekk ve Eseruhu, I, 76-77; Zuhaylî, "el-Kavâidü’l-Fıkhiyye", Mecelletü’l-Bahsi’l-İlmî, s. 14.
195 Bakara, 2/43.196 Makkarî, el-Kavâid (Drase Böl.), I, 107-108; Yaman, "Fıkıh Kâideleri", Marife, s. 58.197 İbn Nüceym, Eşbâh, s. 22-23.198 Atar, Fıkıh Usûlü, s. 7; Ebû Zehra, Usûlü’l-Fıkh, s. 8; Pekcan, "Fıkhın Genel Kurallarına Dair İlk
Risale", İslâmî Araştırmalar, s. 294.199 Ebû Zehra, Usûlü’l-Fıkh, s. 8.
45
olmaları sebebiyle fıkıh kâidelerinden kabul edilmişlerdir. "İctihad başka bir ictihad ile
nakzolmaz", "bir şeyin bulunduğu hal üzere kalması esastır", "sâkite söz isnat edilmez",
"kıyasa aykırı olarak sabit olan şeye bir başkası kıyas edilmez" gibi kâideler bunlara
örnek olarak verilebilir200.
5. Fıkıh Nazariyesi
İslam hukukundaki kullanımı bakımından nazariye; fıkhın bir konusunun,
temel şartları, ana unsurları ve hükümleri ile detaylı olarak incelenmesi ve o konuda her
zaman geçerli olabilecek sonuçlara varılması ile oluşan teori olarak tanımlanır201. Başka
bir ifadeyle nazariye, temel alan teorisini ifade eder202.
Nazariye kavramı, muasır İslâm hukuku çalışmalarında, fıkhî meselelerin
modern kanunlar ile mukayeseli olarak incelenmesi ile fıkıh literatürüne girmiştir. Bu
çalışmalarda mukayese yapılırken fıkhî mevzular, modern kanunların tasnifine göre
sistematize edilmiş ve her konu nazariye başlığı altında incelenmiştir. Mülkiyet
nazariyesi, akit nazariyesi, ehliyet nazariyesi, fesâd nazariyesi, butlan nazariyesi gibi203.
Bu ifade daha sonra yaygınlaşarak müstakil çalışmalarda da kullanılır olmuştur.
Muhammed Ebû Zehrâ (v. 1394/1974) gibi bazı muasır fıkıhçılar, nazariye ile
fıkhî kâideyi aynı anlamda kullanmışlarsa204 da küllî kâide ile nazariyenin farklı olduğu
ve bu kâidelerin, nazariyelerde hüküm istinbat ederken riayet edilmesi gereken fıkhî
asıllar olduğu ifade edilmiştir205. Nazariye ile fıkhî kâideler, furû‘-ı fıkha dair mevzuları
konu edinmekle beraber, aralarında bazı farklılıklar bulunmaktadır. Bu farklılıkları iki
maddede özetlemek mümkündür.
200 Nedvî, Kavâid, s. 402-424.201 Zerkâ, Medhal, I, 235; Nedvî, Kavâid, s. 54.202 Yaman, "Fıkıh Kâideleri", Marife, s. 59.203 Zuhaylî, el-Kavâid, s. 22-23; Nedvî, Kavâid, s. 54; es-Sedlân, el-Kavâid, s. 15.204 Ebû Zehrâ bu kâidelere İslam hukukunun genel nazariyeleri demektedir. bkz. Ebû Zehra,
Usûlü’l-Fıkh, s. 8; El-Venşerîsî’nin Kavâid’inin tahkikini yapan Tâhir el-Hattâbî, fıkıh ilmindeki küllî kâidelerin sayılamayacak kadar birçok hükmü kapsaması sebebiyle, modern bir ifadeyle nazariye olarak isimlendirileceğini söyler. bkz. El-Venşerîsî, Îdâhu’l-Mesâlik (Drase Böl.), s. 111; Bu konuda başka kullanımlar ile ilgili olarak bkz. er-Rûkey, Nazariyyetu’t-Taq’îd, s. 53.
205 Zerkâ, Medhal, I, 235.
46
a. Fıkıh kâidesi, bizzat hukukî bir hüküm taşır. Kâidenin ifade ettiği bu hüküm,
altında bulunan detay meselelerde de geçerlidir. Fıkhî nazariye ise bizzat kendisi fıkhî
bir hüküm taşımaz. Alt ayırım, unsur ve şartlardan oluşan teorik bir bütünlük taşır.
Mülkiyet, fesâd ve butlan nazariyeleri gibi206. Bu durumda kâide şer‘î hüküm, nazariye
ise araştırma ve incelemedir207.
b. Fıkıh kâidesi, umûmî hükümler içeren ve fıkhın her alanına tatbik edilebilen
genel prensipler olup ana unsur ve şartlar içermez. Fakat bunlar, nazariye için
zorunludur. Çünkü nazariye, fıkhın belli bir konusunun detaylı bir şekilde tetkik
edilmesi ve o konuya hâkim olan teorinin ortaya konulması amacına yönelik olduğu için
bu temel unsur ve şartlar nazariye için zorunludur208.
6. Makâsıd
Makâsıdu’ş-Şerîa, Arapça bir terkip olup kısaca, Şâri’in hüküm koyarken
gözettiği gayeler olarak tanımlanmıştır209. Konuyla ilgili önemli bir çalışması olan Tahir
b. Âşûr makâsıdın, Şâri‘in, şer‘î hükümlerin sadece bir kısmında değil, bütününde veya
çoğunda göz önüne aldığı mana ve hikmetler olduğunu belirtir210. Bizim kavâid-i
külliyye-makâsıd ilişkisi ile kastettiğimiz, gâî ilke ile fıkıh kâidesi arasındaki ilişkidir.
Bazı genel fıkhî kâideler, maslahat, zorluğun kaldırılması ve zararın
giderilmesi gibi İslam hukukunun gayelerinin üzerine kurulmuştur. Bu sebepten dolayı
İslam hukukunun maksatlarının ortaya çıkarılması, fıkhî kâidelerin belirlenmesine
yardımcı olur211.
Fıkıh kâidesinin ıstılahî anlamıyla ilgili bölümde verdiğimiz tanımlarda da
görüldüğü üzere, küllîlik ve genellik, fıkıh kâidesinin önemli bir özelliğidir. Fıkhî
206 Makkarî, el-Kavâid (Drase Böl.), I, 109-110; Zuhaylî, el-Kavâid, s. 23; Baktır, "Kâide", DİA, XXIV, 206; Nedvî, Kavâid, s. 55-56.
207 er-Rûkey, Nazariyyetu’t-Taq’îd, s. 54.208 Nedvî,
Kavâid, s. 56; Baktır, "Kâide", DİA, XXIV, 206; es-Süleyman, eş-Şekk ve Eseruhu, I, 79; Zuhaylî, el-Kavâid, s. 23; Abdullah ed-Dir’ân, el-Medhal, s.226. Aralarındaki farklılıklar ile ilgili geniş bir değerlendirme için bkz. Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 148-152.
209 Boynukalın, Gaye Problemi, s. 7-8.210 İbn Âşûr, İslam Hukuk Felsefesi, s. 77.211 Boynukalın, Gaye Problemi, s. 172.
47
kâidenin bu özelliği ile gâî ilkedeki küllîlik, aralarındaki ortak yönü teşkil eder. Ayrıca
her ikisi de ortaya çıkan mesele ve olaylarda, Şâri‘ Teâlâ’nın rızasına ve muradına
uygun olarak, Onun hükmünün ne olduğunu öğrenme maksadına hizmet etmeleri
sebebiyle, nihai hedefte de birleşirler212. Fıkhî kâideler, gerçekleştirmek istedikleri
hedefler açısından, İslam hukukunun gayelerine muvafık ve onlara tabi oldukları gibi,
makâsıdı ilgilendiren fıkhî kâideler de gâî içtihadın ilkelerini oluştururlar213.
Aralarındaki bu benzerlik ve ilişkinin yanında, gâî ilkeler ile fıkhî kâideler arasında bazı
farklılıklar da bulunmaktadır. Bunları kısaca şöyle ifade edebiliriz.
a. Ele aldıkları konular açısından: Fıkhî kâideler küllî şer‘î ahkamı açıklamak
içindir ve bu kâidelerden birçok cüz’î hüküm çıkarılır. Makâsıdu'ş-Şerîa, fer‘î meseleler
ile ilgili cüz’î ahkâmı açıklamaktan ziyade, hüküm koyarken Şârî‘ Teâlâ’nın asıl
hedeflediği hikmetleri ifade eder. Bunlar arasındaki fark, hüküm ile hikmet arasındaki
fark gibidir214. Bunu daha açık bir şekilde ifade etmek gerekirse, fıkhî kâidenin mevzusu
mükellefin filleri olduğu halde makâsıdın konusu, hüküm koyarken gözetilen hikmet ve
gayelerdir215.
b. Hücciyyet açısından: Gâî ilke ile fıkıh kâidesi arasındaki ikinci temel fark,
bu iki kâideden her birinin hücciyyeti ile ilgilidir. Fakîhin sadece fıkhî kâidenin
ifadesini esas alarak fetva vermesi veya bu kâideye dayanarak amel edilmesi caiz
değilken216, makâsıd kâidesinin istikrâa dayalı olarak ortaya konmasından ötürü, buna
dayanarak istidlalde bulunulabilir217. Şâtıbî (v. 790/1388) bunu, "istikrâ sonucunda elde
edilen mânâ, âmm bir lafızla ortaya konulan umum mânâ gibidir. Böyle bir durumda,
(müctehidin) o olay için husûsî bir delile niye ihtiyacı olsun?" şeklinde ifade eder 218.
c. Kapsadıkları konulara bağlı olarak ifade ettikleri önem açısından: Fıkıh
kâidesi küllî şer‘î bir hükmü konu edinirken makâsıd, genel teşriî bir gayeyi konu
edinir. Makkarî’nin (v. 758/1357) "devamlı olarak maksatların gözetilmesi, vesilelerin
212 Şübeyr, Kavâid, s. 31; el-Keylânî, "Kavâidü’l-Makâsıd", İslâmiyyetü’l-Ma’rife, s. 29.213 bkz. Boynukalın, Gaye Problemi, s. 173.214 el-Keylânî, "Kavâidü’l-Makâsıd", İslâmiyyetü’l-Ma’rife, s. 29.215 Şübeyr, Kavâid, s. 31-32.216 el-Keylânî, "Kavâidü’l-Makâsıd", İslâmiyyetü’l-Ma’rife, s. 30.217 Şübeyr, Kavâid, s. 32.218 Şâtıbî, Muvâfakât, III, 284.
48
gözetilmesinden daha önceliklidir"219 şeklinde ifade ettiği gibi hükümler, maksatları
ikâme ve onları gerçekleştirme yolunda vesile kabilindendir220. Bu sebepten dolayı
teâruz durumunda makâsıd ilkesi fıkıh kâidesine tercih edilir221.
d. İçeriğine yönelik ittifak ve ihtilaf açısından: Fıkıh kâideleri incelendiğinde
bunların, üzerinde ittifak edilen ve ihtilaf edilen kâideler olarak ikiye ayrıldığı ve
hepsinin aynı seviyede olmadığı görülür. Buna karşılık gâî ilkelerin anlamlarını içeren
cüz’î hükümler, fıkhın muhtelif mevzularında son derece yaygın bir şekilde yer
almaktadır. Bu da makâsıdın fıkhî kaynaklardaki konumunu ve müctehidlerin makâsıd
ilkelerinin anlamlarına tabi olarak, onları bağlayıcı kabul ettiklerini gösterir222.
7. Külliyyât
"Aynı konumdaki kişilerin hepsi için aynı hükmü belirleyen küllî kaziyyelere
yani tümel önermelere külliyyât"223 denir. Aslında birer dâbıt şeklinde olan ve fıkhın
cüz’iyyâtına dair dar çerçevede hükümleri ifade eden bu önermeler, başlarındaki "kül"
lafzından dolayı bu isimle anılmışlardır224. Nitekim Musa Carullah (v. 1369/1949),
kitabını "Kavâid-i Fıkhiyye" olarak isimlendirmesinin gerekçesini izah ederken buna
işaret etmiştir. O, şunu söyler: "kavâid tabirini külliyyât tabirine tercih ettik, ahkâm-ı
cüz’iyyelerin o külliyyât üzerine ibtinâlarını ifade için. Zira külliyyât tabiri ihatayı ifade
eder ise de, esaslığı ifade etmiyor"225.
Mesela, "bakması haram olan her şeyin dokunması da haramdır"226, "insan
menisi hariç, insanın ön ve arkasından çıkan her şey necistir"227 gibi "kül" lafzı bulunan
önermeler külliyyâta örnek olarak verilebilir.
219 Makkarî, el-Kavâid, I, 330. " أبدا الوسائل رعاية على مقدم المقاصد مراعاة "220 el-Keylânî, "Kavâidü’l-Makâsıd", İslâmiyyetü’l-Ma’rife, s. 31.221 Şübeyr, Kavâid, s. 32. 222 el-Keylânî, "Kavâidü’l-Makâsıd", İslâmiyyetü’l-Ma’rife, s. 31-33.223 Yaman, "Fıkıh Kâideleri", Marife, s. 57.224 Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 77-78;Yaman, "Fıkıh Kâideleri", Marife, s. 57.225 Musa Carullah, Kavâid -i Fıkhiyye, s. 6.226 " مسه حرم نظره حرم ما كل " Zerkeşî, el-Mensûr, III, 114.227 " اإلنس88ان من المني إال نجس فإنه السبيلين من خرج ما كل " Zerkeşî, el-Mensûr, III, 105. Zerekeşî
Kavâid’inde "Külliyyât" başlığı altında bunlardan bir çok örnek zikreder. bkz. Zerkeşî, el-Mensûr, III, 104-117.
49
İslam hukukunda ilk olarak bu şekildeki külliyyâtı müstakil bir eserde
inceleyen Malikî hukukçu Makkarî (v. 758/1357) olmuştur. O, Amelu Men Tabbe Limen
Habbe ismini verdiği eserinde 524 küllî önermeyi fıkıh bablarına göre bir araya
getirmiştir228.
8. Hukukun Genel İlkeleri
Pozitif hukuk sistemlerindeki hukukun genel ilkeleri ile fıkıh kâideleri, belirli
noktalarda birleşmelerine rağmen, hem menşe’ hem de mahiyetleri itibariyle farklılık
arz etmektedirler. Yukarıda da izah ettiğimiz gibi, modern hukuklardaki genel ilkeler üç
çeşittir. Hukukî özdeyişlerde yer alan mantık ilkeleri dışında kalan diğer iki grubu,
hukukun müsellematı anlamında, üzerinde ittifak edilen değişmez ilkelerden kabul
etmek zordur. Çünkü bunlar, içerisinde bulundukları hukuk sistemlerine hâkim olan
genel düşüncenin tezahürleridirler. Bu sebeple, her ülkede yürürlükte olan yasalar, o
ülkedeki kanunlarda var olan hâkim mantığın ürünleri olmaları sebebiyle başka
yasalardan farklılık arz edebilirler229.
Buna karşılık, pozitif hukuk düzenlemelerinin üzerinde ve onlara bağlı
olmaksızın hukukun en önemli amacı olan adalet düşüncesini gerçekleştirmede esas
alınacak anlayış ve temel tavrı ifade eden vecizeler şeklinde hukuk prensiplerini tabiî
hukuk düşüncesinin ortak ürünleri saymak mümkündür230. Bu türden prensipler,
hukukun müsellemâtından kabul edilmekte ve genel ilkeler olarak
değerlendirilmektedirler. Bu grupta yer alan hukuk ilkeleri ile İslam Hukuku’ndaki küllî
kâideler, bu açıdan benzer özelliklere sahiptirler.
Küllî kâideler ile diğer hukuk sistemlerinde yer alan genel ilkelerin
benzeştikleri noktalardan birisi de her iki sistemde yer alan bu prensipler, hukukî
sistemlerin dayandığı temel esasları göstererek, hukuk ilmini yeni tahsil edenlere,
mevzu hukuk kâidelerini anlamayı kolaylaştırmaktır. Hukuk ilmini yeni tahsil edenler,
hukuk kâidelerini kavradıkları zaman, hukukî muhakeme melekesi kazanırlar. Bununla
ilgili olarak Sadri Maksudi Arsal şunu kaydetmektedir: "Şu hakikati hiçbir zaman
228 Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 81; Yaman, "Fıkıh Kâideleri", Marife, s. 57-58.229 Yaman, "Fıkıh Kâideleri", Marife, s. 59-60.230 Dönmez, "Hz. Peygamber’in Tebliğine Hâkim Olan Başlıca Hukuk Prensipleri", Ebedî Risâlet, s.
164.
50
unutmamak lazımdır ki, mevzu hukuk ahkâmını, bir memlekette mer’î kanunların
hepsini veya bir kısmını ezbere bilen herhangi bir kanuncu hakiki manasile hukukçu
değildir. Ancak hukuk ahkâmının istinat ettiği içtimaî ve ilmî esasları kavrayan ve izaha
muktedir olan adam hukukçudur"231.
Hukukun genel ilkeleri ile fıkıh kâideleri arasında, menşe’ itibariyle farklılık
bulunmaktadır. Pozitif hukuk sistemlerinde yer alan genel ilkeler, kaynakları itibariyle
dinî ve ahlakî temellerden mülhem olsalar da oluşum tarzları itibariyle, insan aklının
tabiî hukuk anlayışı çerçevesinde adalet düşüncesini gerçekleştirme çabalarının
ürünleridirler. Bu nedenle kaynakları akıl, örf ve adet, diğer ülkelerde geçerli
kanunlardır232. İslam hukukundaki küllî kâideler, ideal hukuk arayışı çabalarının
ürünleri olmayıp, Şâri‘ Teâlâ’nın mesajının ve İslam’ın temel kaynaklarının iyi
anlaşılması yolunda gösterilen fikrî çabaların ürünleridirler233.
İslam hukukundaki küllî kâideler, tabiî hukuka ve insanlığın uzun asırlar
boyunca serdettikleri çabalar neticesinde ortaya koydukları modern hukuklardaki genel
prensiplere uygunluk arz etmektedir. Mesela Türk Hukuku incelendiğinde, Mecelle’de
yer alan küllî kâideler ile aralarında benzerlikler olduğu görülmektedir234.
II. KAVÂİD İLMİNİN ORTAYA ÇIKIŞI VE TARİHSEL
GELİŞİMİ
İslam dininin hızlı bir şekilde yayılması neticesinde yeni muhitler ve farklı
insan grupları ile karşılaşılması, aynı zamanda yeni problemlerin de ortaya çıkması
anlamına geliyordu. Günlük hayatın normal akışı içerisinde meydana gelen meselelere
fakihlerin getirdikleri çözümler ve bunların yol açtığı hukukî yorum ve tartışmalar, ilk
dönem fıkıh edebiyatının ana malzemesini oluşturmaktaydı. Doktrinin, bu şekilde
meydana gelen hadiselere bağlı bir gelişim seyri izlemesi, onun kazuistik bir metotla
231 Arsal, Hukukun Umumî Esasları, I, 14.232 Esad, "Kavâid-i Hukukiyenin Menşei", Cerideyi Adliye, I, 27-28. 233 Dönmez, "Hz. Peygamber’in Tebliğine Hâkim Olan Başlıca Hukuk Prensipleri", Ebedî Risalet, s.
166.234 Belgesay, "Mecellenin Küllî Kâideleri ve Yeni Hukuk", İÜHFM, XII, 564.
51
gelişmesini sağlamıştır235. Meselelerin bu metodla ele alınarak işlenmesi ve gelişimin bu
yönde olması, onun önemli hususiyetlerinden biri olarak kabul edilmektedir236.
İslam hukukunun gelişim seyri ve furû‘ fıkıh meselelerinin incelendiği
kazuistik metodun yapısına uygun olarak kavâid literatürü, müstakil bir ilim dalı olarak
fıkıh ilminin doktrin ve tedvin yönüyle gelişimini tamamlamasını takip eden dönemde
ortaya çıkmıştır237. Müslümanlar arasında kavâid ilminin doğmasındaki etkenlerin
başında, fıkıh ilminin oluşum sürecinden itibaren, İslam hukukçularının zihninde ana
ilkelere dayanan hukuk anlayışının varlığı ve bu anlayış çerçevesinde ortaya konan
zengin bir malzemenin bulunmuş olmasıdır238. Ayrıca furûk literatürü ile birlikte
meseleler arsındaki farklar ele alınırken, İslam hukukunun genel ilkelerine ve
maksatlarına başvurularak bu meseleler arasındaki farkların kurallara bağlanması
yöntemi takip edilmiş, bu da kavâid literatürünün ortaya çıkmasını hızlandıran başlıca
etkenlerden olmuştur. Bu sebepten dolayı çeşitli kaynaklarda, önce furûk literatürünün
doğduğu, onu kavâid edebiyatının takip ettiği, daha sonra bu iki ilim dalının bazı
eserlerde bir araya getirilerek ve bunlara başka konular de eklenerek el-Eşbâh ve’-
Nezâir literatürünün ortaya çıkmasına zemin hazırlandığı belirtilmektedir239.
Kâidelerin öncelikli ve asıl kaynaklarının furû‘-ı fıkıh kitapları olduğu, daha
sonraki dönemlerde bu kâidelerin müstakil çalışmalara konu olduğunu belirten
yorumlar240 esas alınırsa, fıkhî kâidelerin, gelişim seyri bakımından furû‘ ahkâmın
olgunlaşmasını izleyen dönemde tespit edilmeleri, bu malzemenin istikrâî bir yöntemle
incelenmesi sonucunda bir araya getirilmesi ile izah edilebilir. Bu durum, aynı zamanda
İslam hukukunun yapısına da uygunluk arz etmektedir241.
235 Aydın, Türk Hukuk Tarihi, s. 70; es-Sâbûnî, Medhal, I, 254-255.236 Schacht, İslâm Hukukuna Giriş, s. 13.237 Zerkâ, Medhal, II, 952; Dönmez, "Hz. Peygamber’in Tebliğine Hâkim Olan Başlıca Hukuk
Prensipleri", Ebedî Risalet, s. 167; Baktır, "Kâide", DİA, XXIV, s. 206; Zerkeşî, el-Mensûr, (Muhakkikin mukaddimesi) I; 19.
238 Baktır, "Kâide", DİA, XXIV, 206; es-Süleyman, eş-Şekk ve Eseruhu, I, 57.239 Özen, "Furûk", DİA, XIII, 224-225; Nedvî, Kavâid, s. 72240 Nedvî, Kavâid, s. 115.241 Ebû Zehra, Mâlik, s. 218; Haşim el-Burhânî, Seddu"z-Zerâi‘, s. 159-160; Aydın, Türk Hukuk Tarihi,
s. 70; Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 288.
52
Zamanla belirli merhalelerden geçerek son şeklini alan fıkıh kâidelerinin,
fakihler tarafından geliştirilen ictihadların yanında; Kur’ân ve Sünnet’in, usûl-ı fıkıh
ilkelerinin, aklî ilkelerin, benzer hükümler arasındaki ortak illetlerin, Şâri‘ Teâlâ’nın
hüküm vazederken gözettiği maksatların ve dil kurallarının İslam hukukçuları
tarafından tümevarım yoluyla tetkik edilmesi neticesinde tespit edildiği söylenebilir242.
Biz burada kavâid ilminin tarihsel gelişim seyrini, kâideleştirme olgusuna
zemin hazırlayan dönem, müstakil tedvin ve istikrar dönemi olmak üzere üç merhalede
ele alacağız.
A. Kâideleştirme Olgusuna Zemin Hazırlayan Dönem
1. Fıkıh İlminin Tedvininden Önceki Dönem
Fıkıh mezheplerin yerleşmesinin ardından ortaya çıkan kavâid ilminin ana
malzemesini oluşturan materyali ve kâidelerin ilk şekillerini, fıkıh ilminin oluşumunun
ilk dönemlerine kadar götürmek mümkündür243. Kitap ve Sünnet’in içermiş olduğu
ilkeler, tarih boyunca Müslüman bilginlerin ortaya koyduğu her türlü çalışmanın
temelini teşkil etmiş ve İslam toplumunun genel yaşam kültürüne bazen doğrudan,
bazen de dolaylı olarak etki etmiştir. Bununla beraber Kur’ân-ı Kerim’in bazı komprime
ayetleri ile Hz. Peygamber (s.a.v)’dan rivayet edilen bazı hadisler, Müslüman
hukukçuların zihninde kâideleştirme olgusuna zemin hazırlayacak bir yapıya sahip olsa
da bunları, özel anlamda kavâid literatürünün ve kâidelerin ilk örnekleri kabul edip
kâideleştirmenin başlangıcı şeklinde değerlendirmek, çok isabetli görünmemektedir244.
Resulullah (s.a.v)’ın vefatından sonra gelen Sahabe döneminde küllî kâideler
ile ilgili müstakil bir çalışma olmamakla birlikte, toplumun karşılaştığı fıkhî meseleler
çözüme kavuşturulurken konu ile ilgili genel hükümler ihtiva eden nassların meselelere
242 Zerkâ, Medhal, II, 951; El-Venşerîsî, Îdâhu’l-Mesâlik (Drase Böl.), s. 118; Zuhaylî, el-Kavâid, s. 29; Yaman, "Fıkıh Kâideleri", Marife, s. 52; Ubâde, Kavâid, s. 8; Baktır, "Kâide", DİA, XXIV, 206; es-Sâbûnî, Medhal, I, 263; Zerkeşî, el-Mensûr, (Muhakkikin mukaddimesi) I; 17; es-Sedlân, el-Kavâid, s. 23.
243 Baktır, "Kâide", DİA, XXIV, 206; Alâî, el-Mecmûu’l-Müzheb, (Drase Böl.) I, 47; Özafşar, Hadîsi Yeniden Düşünmek, s. 118.
244 Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 288. Özellikle Kavâid ile ilgili yapılan tezlerin birçoğunda bu yaklaşımı görmek mümkündür.
53
uygulanmasında büyük bir mesafe katedilmiştir245. Onların bu konudaki başarıları, şer‘î
nasslar ile sürekli iç içe olmaları, Cevâmiu’l-Kelim olan Resulullah (s.a.v) ile uzun süre
bir arada bulunmaları ve fıkhın külliyâtına ve genel ilkelerine dair bilgileri ile izah
edilebilir246. Şunu da ifade etmek gerekir ki, bu dönemden bize gelen rivayetler
incelendiğinde, bunların büyük bir kısmının, sonraki dönemlerde son şeklini alan fıkhî
kâideler gibi veciz ifade yapısına sahip olmadıkları görülür247.
Nassların yukarıda ifade ettiğimiz özellikleri, ilk dönemlerden itibaren
Müslüman bilginlerin zihinlerinde meseleleri asıllara irca etme ve parçalardan hareketle
bütüne doğru gitme mantığı oluşturmuştur. Bunun ilk örneklerini, ilk iki nesilde görmek
mümkündür. Sahabe ve Tabiîn bilginlerinden bize rivayet edilen bazı fetvalarda geçen
hüküm cümleleri, onların zihinlerinde kâideleştirme mefhumunun bulunduğunu ve
kâideleri yeri geldiğinde kullandıklarını gösterir248. Mesela tabiîn bilginlerinden olan
İbrahim en-Nehâî’nin (v. 96/715) istidlal yöntemi, buna örnek verilebilir. Onun, hüküm
istinbat ederken nassın zahirine ve lafızlarına bağlı kalmayıp nassın ruhuna göre hüküm
vermesi, nasslardan fıkhî ilkeler çıkarıp bu ilkeleri sayılamayacak birçok olaya tatbik
etmesi, fıkhî asılları anlama ve bunlardan hüküm çıkarmaya yönelik bir çabanın sonucu
olduğu görülür249. Dihlevî (v. 1176/1762) de Hammad b. Ebî Süleyman (v. 119/737)
için söylenen "Hammâd b. Ebî Süleyman (v. 119/737), insanlar arasında İbrâhim en-
Nehâî’nin (96/715) mesâilini en iyi bilendir" sözünü, "İbrahim en-Nehâî’nin
fetvalarında seçip takip ettiği küllî kâideleri en iyi bilendir" şeklinde yorumlamıştır250.
245 Baktır, Küllî Kâideler, s. 3; Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 289.246 er-Rûkey, Nazariyyetu’t-Taq’îd, s. 18; Ubâde, Kavâid, s. 2-3.247 es-Süleyman, eş-Şekk ve Eseruhu, I, 57. Hısnî, Kitâbu’l- Kavâid, (Drase Böl.), I, 43.Bu konuda
sahabe ve tabiînden rivayetler ile ilgili geniş bilgi için bkz. Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 290-297; Nedvî, Kavâid, s. 82-83.
248 Sahabe döneminden örnek için bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 266; VII, 83.249 Kal’acî, Fıkhu İbrahim, s. 198; Benzer bir yorumu Şelebî de Ebû Hanife için yapmaktadır. bkz.
Şelebî, Medhal, s. 323.250 Dihlevî, el-Müsevvâ, I, 19.
54
2. Mezhep Kurucusu Müctehid İmamlar ve Onları Takip Eden
Dönem
Bizim burada inceleyeceğimiz dönem, mezheplerin kurucu müctehid
imamlarının yaşadığı dönemden Hicrî 4. yüzyılın başlarına kadar olan süredir. Kavâid
ilminin ana malzemesini, Müslümanların ameli hayatını ve hukukî tefekkürünü ortaya
koyan fıkıh ilmi ve fakihlerin bu alandaki birikimini yansıtan fıkıh müdevvenatının
oluşturduğu251 göz önünde bulundurulursa, bu dönemin, kavâid literatürünün doğmasını
hazırlayan malzemenin yoğrulduğu dönem olduğu görülür.
Kurucu müctehid imamlar ve onları takip eden dönemde fakihlerin fıkıh
kâidelerini müstakil inceleme konusu yapmayıp bu alanda eser te’lîfine gitmeme
sebeplerinin başında, bu kâidelerin onların zihinlerinde açık bir şekilde bulunması ve
böyle bir çalışmaya ihtiyaç hissetmemeleridir252. Şah Veliyullah Dihlevî’nin (v.
1176/1762), Abdurrahman b. Mehdî’nin (v. 198/814) "Süfyân (v. 161/778) hadiste
imam, sünnette imam değildir. Evzâî (v. 157/774), sünnette imam, hadiste değildir.
Mâlik b. Enes (v. 179/796) ise hem hadiste hem de sünnette imamdır" sözünü izah
ederken, selefin fetvada ve illetlerin ortaya çıkarılmasında iki gruba ayrıldığı ve
bunlardan bir grubun, imamların takip ettikleri küllî kâideleri hıfzederek karşılaştıkları
her meselenin cevabını bu kâidelerde aramış olduklarına dair tespiti253 de bilginlerin
meseleleri esaslara bağlama çabalarını ve kâidelerin, fakihlerin zihinlerinde
bulunduğunu ifade etmesi bakımından önemlidir.
Ayrıca bu dönemde yaşamış olan bilginlerin gündemini meşgul eden başka
tartışma konularının -mesela metodolojiye yönelik tartışmalar- bulunması da bu alanda
müstakil eserler telif edilmemesine zemin hazırlamıştır. Nitekim usûl-ı fıkhın
esaslarının yazı ile tespit edilmesi, zihinsel meşguliyet ve gündemdeki konular ile
ortaya konulan ürünler arasındaki ilişkiyi göstermesi bakımından önem arzetmektedir254.
251 Baktır, "Kâide", DİA, XXIV, 207. 252 Makkarî, el-Kavâid (Drase Böl.), I, 122; er-Rûkey, Kavâid u’l-Fıkh, s. 134-135; Bâhuseyn, el-
Kavâid, s. 310.253 Dihlevî, el-Müsevvâ, I, 19.254 Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 310.
55
Buna rağmen daha sonraki asırlarda süzülmüş olarak belli ifade kalıplarına
kavuşmuş olan birçok kâidenin ilk şekillerinin bu dönemde ortaya konulduğu
görülmektedir255. Mustafa ez-Zerkâ’ya göre "şek ile yakîn zâil olmaz", "berâeti zimmet
asıldır", "adet muhakkemdir", "zarar izale olunur", "meşakkat teysiri celb eder" gibi bir
çok küllî kâide ve hukukî hüküm, bu dönemde nasslardan istifadeyle tesis edilmiştir256.
Zeyd b. Ali’nin (v. 122/740) "el-Mecmû‘"u, Ebû Yusuf’un (v. 182/798)
"Kitâbu’l-Harâc"ı gibi ilk kaynaklardan itibaren, fakihlerin kâide ve dâbıtları furû‘
ahkamı izah ederken kullandıkları görülmekte ve bunlara dair bir çok örnek kaynaklarda
zikredilmektedir257. Bu dönemde telif edilen kaynaklarda zikredilen kâidelerin, daha çok
konuların izahı veya ta’lîlinde kullanıldıkları ifade edilmiştir258.
B. Müstakil Tedvîn Dönemi
1. Fıkhî Kâidelerin Tedvini
İslam hukuk bilimi açısından ileri bir merhale olarak kabul edilen küllî
kâidelerin müstakil kitaplarda toplanması faaliyeti, Hicri 4. yüzyılda başlamış, bu
faaliyet furû‘-ı fıkhın ve doktrinin gelişimine paralel olarak ileriki dönemlerde daha da
zenginleşerek belirgin hale gelmiştir259. İslam hukuk ekolleri teşekkül ettikten sonra
doktriner bir hüviyete bürünen fıkıh edebiyatında, zamanla genel yaklaşım ve
prensiplerin tespit edildiği eserler verilmeğe başlanmıştır. Bu yüzyıldan itibaren,
mezhepte tahrîc ve tercih ehli olan bazı bilginler, meseleci bir metotla işlenen konuları
ve mezhep imamlarının istinbat ettikleri muhtelif fıkhî ahkâmı istikrâî bir yöntem ile
inceleyerek birbirine benzeyen meseleleri, çıktıkları asla irca ederek bunları kâideler
altında bir araya getirme yönünde çaba göstermiş ve bu çabaların sonucunda da
müstakil kavâid kitapları te’lîf edilmeye başlanmıştır260. Klasik fıkıh geleneğinde takip
edilen meseleci metot içerisinde işlenmiş olan birçok konu arasından bunların tabi 255 Nedvî, Kavâid, s. 95; Bûrnû, el-Vecîz, s. 58.256 Zerkâ, İslam Hukuku, I, 139.257 Zerkeşî, " اتسع االمر ضاق إذا " kâidesinin İmam Şafiî’nin (v. 204/820) sözlerinden olduğunu zikreder.
bkz. Zerkeşî, el-Mensûr, I, 120; Suyûtî de " ق88ول للس88اكت ينسب ال " kâidesi için aynı yorumu yapmaktadır. bkz. Suyûtî, Eşbâh, s. 266.
258 Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 298; Hısnî, Kitâbu’l- Kavâid, (Drase Böl.), I, 43.259 Şelebî, Medhal, s. 325; Nedvî, Kavâid, s. 97; Zuhaylî, el-Kavâid, s. 32; Baktır, Küllî Kâideler, s. 1;
Bûrnû, el-Vecîz, s. 59; er-Rûkey, Kavâid u’l-Fıkh, s. 136.
56
olduğu genel prensipleri çıkarmak, hukuk müdevvenatına tam bir vukufiyet ve sağlam
bir hukuk mantığının eseri olarak görülmüştür261. Bu sebepten dolayı kâideleştirme
çabası, İslam hukukunun gelişimi açısından önemli bir aşamayı ifade eder.
İlk dönem temel fıkıh kaynaklarında dağınık bir şekilde bulunan fıkıh
kâideleri, bu metinlere şerhlerin yazılmasıyla beraber daha yoğun bir şekilde
kullanılmaya başlanmıştır. Bu yoğunluğun artması, şerhlerde furû‘ meselelerin temel
metinlerden daha fazla olması ile izah edilebilir262.
Kâideleştirme çabası ilk olarak Hanefi fakihler tarafından başlatılmıştır. Hanefi
fakihlerinin re’ye daha fazla yer veren yöntemleri, zamanla furû‘ meselelerin
çoğalmasına yol açmış, bu da dağınık olan furû‘ ahkâmı prensiplere bağlama
gayretlerini hızlandırarak fıkhî kâideleri tedvine yol açmıştır263. Ayrıca Hanefî
fakihlerin, usûllerini inşa ederken mezhep imamlarının furûa dair görüşlerinden
hareketle genel esaslar tespit etmeleri de bu mezhep bilginlerinde tümevarımsal
yöntemle cüz’îden küllîyi çıkarma zihin altyapısını oluşturmuş, bu da kâideleştirme
olgusuna zemin hazırlayan önemli bir etken olmuştur264. Kaynaklarda fıkhî kâidelerin
müstakil olarak bir araya getirilmesiyle ilgili en eski bilgi, Maveraünnehir Hanefî
fakihlerinden Ebû Tahir ed-Debbâs’ın265, Hanefi mezhebinin tamamını on yedi kâideye
dayandırmasıyla ilgili haberdir266.
Rivayet edildiğine göre, Herat’lı Hanefî imamlarından bazıları, Kâdı Ebû Sa‘d
el-Herevî’ye267 (v. 488/1095), Maverâunnehir Hanefi imamlarından Ebû Tahir ed-260 es-Sâbûnî, Medhal, I, 254-255; Nedvî, Kavâid, s. 98; er-Rûkey, Kavâid u’l-Fıkh, s. 135; Yaman,
"Fıkıh Kâideleri", Marife, s. 52; Haşim el-Burhânî, Seddu’z-Zerâi‘, s. 159-160; Aydın, Türk Hukuk Tarihi, s. 70.
261 Aydın, Türk Hukuk Tarihi, s. 71; Nedvî, Kavâid, s. 120; Ubâde, Kavâid, s. 8.262 Nedvî, Kavâid, s. 120; Bûrnû, el-Vecîz, s. 84.263 Şelebî, Medhal, s. 325; Nedvî, Kavâid, s. 99; er-Rûkey, Kavâid u’l-Fıkh, s. 140; Abdullah ed-Dir’ân,
el-Medhal, s.223; Bûrnû, el-Vecîz, s. 59; es-Süleyman, eş-Şekk ve Eseruhu, I, 58.264 Hısnî, Kitâbu’l- Kavâid, (Drase Böl.), I, 41.265 Kaynaklarda vefat tarihi zikredilmemektedir. Bununla birlikte Hicrî üçüncü asırda doğup dördüncü
asırda vefat ettiği kaydedilmektedir. bkz. Zerkâ, Medhal, II, 953; Nedvî, Kavâid, s. 100; Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 311. Vefat tarihini veren kaynaklar da bulunmaktadır. bkz. Şübeyr, Kavâid, s. 49.
266 Nedvî, Kavâid, s. 99-100; Zuhaylî, el-Kavâid, s. 33; El-Venşerîsî, Îdâhu’l-Mesâlik (Drase Böl.), s. 118; Baktır, "Kâide", DİA, XXIV, 207; Şelebî, Medhal, s. 326; Bûrnû, el-Vecîz, s. 62; Hısnî, Kitâbu’l- Kavâid, (Drase Böl.), I, 41; İzmirli, İlm-i Hilâf, s. 189; Özafşar, Hadîsi Yeniden Düşünmek, s. 120.
267 Bazı kaynaklarda Ebû Saîd olarak geçmektedir. bkz. Suyûtî, Eşbâh, s. 35; İbn Nüceym, Eşbâh, s. 10; Hamevî, Ğamzu Uyûni’l-Basâir, I, 35.
57
Debbâs’ın, Ebû Hanife’nin mezhebinin tamamını on yedi kâidede topladığını haber
vermişlerdir. Bunun üzerine Ebû Sa‘d (v. 488/1095) da Ondan bu kâideleri öğrenmek
için Maveraünnehir’e yolculuk etmiş. Âmâ bir zat olan Debbâs, her gece insanlar
mescitten çıktıktan sonra bu kâideleri kendi kendine tekrar ederdi. Bir gün cemaat
mescitten çıktıktan sonra Herevî (v. 488/1095), bir hasıra iyice sarınmış, Debbâs da
mescidin kapısını kilitledikten sonra her zaman olduğu gibi bu kâideleri tekrarlamaya
başlamış. Yedinci kâideyi zikrettiği esnada Herevî’yi (v. 488/1095) öksürük tutunca,
birisinin içeride gizlendiğini hisseden Debbâs susmuş ve Herevî’yi (v. 488/1095)
döverek mescitten çıkarmış. Bundan sonra da bu kâideleri bir daha tekrarlamamıştır.
Memleketine ümitsiz bir şekilde dönen Herevî (v. 488/1095), arkadaşlarına ancak
öğrenebildiği bu yedi kâideyi okumuştur268. Ancak bu hikâye çeşitli sebeplerden dolayı
tenkit edilmiştir269.
Herevî (v. 488/1095), Debbâs’ın Hanefi mezhebini on yedi kâideye irca
ettiğine dair haber Şafiî imamlarından Kâdı Ebu Hüseyn el-Merverûzî’ye (v. 462/1070)
ulaşınca, Onun da Şafii mezhebini dört kâideye irca ettiğini bildirmiştir. Bunlar: "şek ile
yakîn zâil olmaz", "meşakkat kolaylığı celbeder", "zarar izale olunur", "adet
muhakkemdir"270.
Hanefî fakîh Ebü’l-Hasan el-Kerhî’nin (v. 340/952), Debbâs’ın bir araya
getirdiği on yedi kâideye başka kâideler ekleyerek oluşturduğu otuz dokuz kâideyi
toplayan risalesi, elimizde bulunan en eski kavâid kitabı olarak kabul edilmiştir271. 268 Alâî, el-Mecmûu’l-Müzheb, I, 252-253; Suyûtî, Eşbâh, s. 35-36; İbn Nüceym, Eşbâh, s. 10-11.269 Hamevî’ye göre, bu hikayenin anlatılmasındaki maksat, kavâidin önemini belirtmek içindir. Bir
alimin bu kâideleri öğrenmek için bir yerden başka bir yere yolculuk yapması buna atfedilen değeri gösterir. Ayrıca yolculuk yapan Herevî değildir. O, bu hikayeyi rivayet etmektedir. Ebû Tahir ed-Debbâs gibi bir alim, nasıl oluyor da zikredilen sebepten dolayı bir alimi döverek mescitten çıkarıyor. Ebû Tahir’in, bu kâideleri başkasının duymaması için bir daha tekrarlamadığı da ilmin gizlenmesi olur ki, bu da hadis-i şerîfte kınanmıştır. bkz. Hamevî, Ğamzu Uyûni’l-Basâir, I, 36. Bâhusyen de Hamevî’nin bu eleştirilerine ek olarak şu iki eleştiriyi getirmektedir. Ebû Tahir ed-Debbâs’ın Ebû Hanife’nin mezhebini onyedi kâideye dayandırması ve bunları her gece tekrarlaması, bu kâideleri ve sayısının bilindiğini gösterir. Böyle olmasaydı bunların onyedi kâide olduğu, her gece tekrarladığı halde kimsenin bilmediği nasıl bilinebilirdi ki? Ayrıca Debbâs âmâ olduğu halde nasıl oluyor da Herevî’yi dövüyor? bkz. Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 312-313.
270 Alâî, el-Mecmûu’l-Müzheb, I, 253-254; Suyûtî, Eşbâh, s. 36-37. Son kâide Suyûtî’de " محكمة العادة " şeklinde, Alâî’de ise " العادة تحكيم " olarak geçmektedir. bkz. Suyûtî, Eşbâh, s. 37; Alâî, el-Mecmûu’l-Müzheb, I, s. 254.
271 Şelebî, Medhal, s. 326; Makkarî, el-Kavâid (Drase Böl.), I, 123; Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 316; Baktır, "Kâide", DİA, XXIV, 207; Nedvî, Kavâid, s. 100; Şübeyr, Kavâid, s. 49; Bûrnû, el-Vecîz, s. 63; Alâî, el-Mecmûu’l-Müzheb, (Drase Böl.) I, 49; Zerkeşî, el-Mensûr, (Muhakkikin mukaddimesi) I; 20.
58
Ancak bu risalede yer alan kâidelerin hepsi fıkhî kâide olmayıp, Hanefî imamların bazı
furû‘ meseleler hakkında zikrettikleri dâbıtlar ile usûl kâideleri de mevcuttur. Müellif
kâideleri "asıl" olarak ifade etmiştir. Ayrıca Kerhî (v. 340/952), zikrettiği bu asıllarla
ilgili örnek vermemiş, daha sonra Necmuddin Ebû Hafs Ömer en-Nesefî (v. 537/1143)
bunları kısa bir şekilde şerh etmiştir272.
Bâhuseyn, bu dönem bilginlerinden olan İbnü’l-Kâs’a (v. 335/947) ait "et-
Telhîs" isminde bir kitabın olduğunu ve bu eserin, kâide, dâbıt ve esaslar ile dolu
olduğunu söyler273. İbn Sübkî de (v. 771/1369), " القيمة متلفه فعلى بيعه جاز ما كل "
kâidesini zikrederken bunu İbnü’l-Kâs’a (v. 335/947) nispet etmektedir274.
Hicrî beşinci asra gelince, fakihlerin ihtilâf sebeplerini ve bu ihtilafların
dayandığı kâideleri açıklamak amacıyla Ebû Zeyd ed-Debûsî’nin (v. 430/1039) te’lîf
ettiği Te’sîsü’n-Nazar275 adlı eseri, bu dönemde yazılmış kavâid kitaplarından kabul
edilmektedir276.
Kaynaklarda, Hicrî beşinci asırdan yedinci asra kadar bu alanda müstakil eser
te’lif edilmediği zikredilmekle beraber, bize bu alanda müstakil bir eserin ulaşmamış
olması, konu ile ilgili çabaların kesintiye uğradığı anlamına gelmez. Nitekim bazı
müellifler, Hicri altıncı asırda Alâuddin es-Semerkandî’nin (v. 540/1146) "Îdâhu’l-
Kavâid" isminde bir kitabının olduğunu "Hediyyetü’l-Arifîn" müellifinden
nakletmektedirler277. Ayrıca kâidelerin furû‘-ı fıkıh kitaplarında fıkhî meselelerin
izahında sıklıkla kullanıldığı göz önünde bulundurulursa, fıkhî prensiplerin furû‘
eserlerde yoğrularak belli bir olgunluğa ve veciz ifadeye kavuştukları söylenebilir. Bu
da kavâid ilminin oluşum sürecinin Hicrî yedinci yüzyılın ortalarına kadar sürdüğünü
göstermektedir278.
272 Kerhî’nin bir araya getirdiği bu asıllar için bkz. Debûsî, Te’sîsü’n-Nazar, s. 161-175 arası.273 Geniş örnek ve ayrıntılı bilgi için bkz. Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 307-310.274 İbn-i Sübkî, Eşbâh, I, 305. Bunun dışında İbn Sübkî (v. 771/1369) başka kâideleri akrarırken kimin
tarafından konduğuna değinmektedir. Bkz. İbn-i Sübkî, Eşbâh, I, 135-441.275 Bu kitabın Ebû’l-Leys es-Semerkandî’ye mi yoksa Ebû Zeyd ed-Debûsî’ ye mi ait olduğu
tartışmalıdır. bkz. Baktır, "Kâide", DİA, XXIV, s. 207; 276 Zerkâ, Medhal, II, 955; Nedvî, Kavâid, s. 101; Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 318-319; Baktır, "Kâide",
DİA, XXIV, s. 207; Şelebî, Medhal, s. 327; İzmirli, İlm-i Hilâf, s. 189.277 Nedvî, Kavâid, 101; Bûrnû, el-Vecîz, 64. Ayrıca bkz. Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 319-321.278 Baktır, "Kâide", DİA, XXIV, 207.
59
2. Kavâid Literatürünün Altın Çağı
Hicrî yedinci yüzyılda kavâid literatürüne dair müstakil kaynaklar te’lîf
edilmiştir. Bu dönemde ilk eser verenlerin başında, Ebû Hamid el-Câcermî (v.
613/1216), İzzuddin b. Abdisselam (v 660/1262) ve Şihabuddin el-Karâfî’yi
(v.684/1285) sayabiliriz.
Hicri sekizinci asır, kavâid literatürü açısından altın çağ olarak kabul edilmiş
ve bu alandaki en parlak ve olgun eserlerin verildiği dönem olmuştur279. Bu asırda fıkhî
kâidelerin yanısıra Usûl kâideleri ile Arap dili kâidelerine dair eserler de te’lîf edilmiş;
böylece her ilim dalına ait özel kavâid kitapları kaleme alınmıştır. Aynı zamanda bu
asırda yazılan eserlerde, önceki dönemlerden farklı te’lîf yöntemleri takip edilerek
muhteva ve tasnif açısından farklı bir merhaleye girilmiştir280. Bu dönemde Şafiî
fakihlerin diğer mezhepler ile mukayese edildiğinde, oldukça fazla eser te’lîf ettikleri de
görülmektedir281.
Bu yüzyılda İbn Vekîl (v. 716/1316), İbn Teymiyye (v. 728/1328), Makkarî (v.
758/1357), Tacuddin İbn es-Sübkî (v. 771/1369), Zerkeşî (v. 794/1392) ve İbn Receb
(v. 795/1393) gibi bazı bilginler bu alanda eser te’lîf etmişlerdir. Bu dönemde yazılmış
olan kavâid kitapları tahlil edildiğinde, eserlerin temelde iki yöntemle kaleme alındığı
görülür. Bunları kısaca şöyle izah edebiliriz:
1. Belirli bir tertibe bağlı olmayan yöntem: Bu asrın ortalarına kadar
müelliflerin, kavâid kitaplarında belirli bir tertibe bağlı kalmaksızın dağınık bir şekilde
fıkhî kâide ve dâbıtları işledikleri görülür. İbn Vekîl’in (v. 716/1316) el-Eşbâh ve’n-
Nezâir’i buna örnek verilebilir282.
2. Tertibe bağlı telif yöntemi: Bu dönemin ikinci yarısından itibaren, belirli bir
yönteme bağlı olarak te’lîf edilen kavâid kitapları ise üç grupta incelenebilir:
279 Zerkâ, Medhal, II, 958; Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 324; Nedvî, Kavâid, s. 102; Baktır, "Kâide", DİA, XXIV, 207; Bûrnû, el-Vecîz, s. 65.
280 Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 335-336; Şübeyr, Kavâid, s. 53.281 Nedvî, Kavâid, s. 102; Bûrnû, el-Vecîz, s. 65.282 Makkarî, el-Kavâid (Drase Böl.), I, 141; Alâî, el-Mecmûu’l-Müzheb (Drase Böl.), I, 80; Hısnî,
Kitâbu’l- Kavâid, (Drase Böl.), I, 48; Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 336.
60
a. Furû-ı fıkıh sistematiğine göre te’lîf edilen eserler: Bu tarz eserlerde fıkıh
bâblarına göre "kitâbu’t-tahâre", "kitâbu’s-salât" gibi bâb başlıkları altında konu ile
ilgili kâideler ve dâbıtlar zikredilmiştir. Bu yönteme İbn Receb'in (v. 795/1393)
"Takrîru’l-Kavâid ve Tahrîru’l-Fevâid"i örnek verilebilir283.
b. Kâidelerin küllîliği ve genelliği göz önüne alınarak yapılan tasnif: Burada ilk
olarak fıkhın tamamını kuşatan kâidelerden başlanarak daha alt kâide ve dâbıtlara
geçilmiştir. Buna, Tacuddin b. Sübkî’nin (v. 771/1369) "el-Eşbâh ve’n-Nezâir"i örnek
verilebilir. Bu telif yöntemi daha sonra kavâid literatüründe en çok benimsenen metod
olmuş, Suyûtî (v. 911/1505) ve İbn Nüceym (v. 970/1562) gibi müellifler eserlerini bu
yöntemle kaleme almışlardır284.
c. Alfabetik sıra takip edilerek yapılan tasnif: Bu asırda takip edilen üçüncü
yöntem ise alfabetik olarak kâide ve dâbıtların zikredilmesidir. Buna, Zerkeşî'nin (v.
794/1392) "el-Mensûr fî’l-Kavâid" adlı eseri örnek verilebilir. Ancak bu metod sonraki
asırlarda pek kullanılmamıştır285.
Hicri dokuzuncu asırda te’lîf edilen eserlerde, bazı yeni kâideler ve furû‘
örnekler zikredilse de bir önceki dönemin özelliklerini taşıdıkları görülür. Bundan
dolayı bu dönem kavâid literatürü açısından önceki dönemin taklidi ve tekrarı olarak
değerlendirilmektedir286.
C. Tedvin Sonrası Dönem
1. Önceki Birikimin Derlendiği Dönem
Hicrî onuncu asırdan Mecelle’ye kadar olan bu dönem, kavâid literatürü
açısından te’lîfâtın en çok olduğu ve olgun eserlerin ortaya konulduğu dönem olarak
kabul edilir. Bu dönemde kâidelerin ifade tarzları berraklaşmış ve tasnifleri belirli bir
283 Hısnî, Kitâbu’l- Kavâid, (Drase Böl.), I, 49; Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 336; Alâî, el-Mecmûu’l-Müzheb (Drase Böl.), I, 80; Makkarî, el-Kavâid (Drase Böl.), I, 142; Şübeyr, Kavâid, s. 53.
284 Şübeyr, Kavâid, s. 53; Alâî, el-Mecmûu’l-Müzheb (Drase Böl.), I, 80-81; Bâhuseyn, el-Kavâid, 336; Makkarî, el-Kavâid (Drase Böl.), I, 140-141.
285 Makkarî, el-Kavâid (Drase Böl.), I, 140; Alâî, el-Mecmûu’l-Müzheb (Drase Böl.), I, 81; Şübeyr, Kavâid, s. 54; Hısnî, Kitâbu’l- Kavâid, (Drase Böl.), I, 49; Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 336.
286 Bûrnû, el-Vecîz, s. 68; Nedvî, Kavâid, s. 104-105; Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 336.
61
sistematiğe kavuşmuştur. Suyûtî (v. 911/1505) ve İbn Nüceym’in (v. 970/1562) "el-
Eşbâh ve’n-Nezâir" adlı eserleri, bu dönemin karakteristik özelliklerini taşıyan ve
kendilerinden sonra kaleme alınan kavâid kitaplarına esas teşkil eden iki eserdir. Aynı
zamanda bu dönemde manzum kavâid eserleri de yazılmaya başlanmıştır. Malikî bilgin
Ali b. Kasım ez-Zekkâk’ın (v. 912/1506) "el-Menhecu’l-Muntehab" adlı eseri, bunun
güzel bir örneğidir287. İslam hukukçularının bu alanda ortaya koydukları eserler
incelendiğinde, dönemin genel olarak Suyûtî (v. 911/1505) ve İbn Nüceym’in (v.
970/1562) eserleri çerçevesinde şekillendiği görülür. Bunların yanında ez-Zekkâk’ın (v.
912/1506) "el-Menhecu’l-Muntehab"ı da bu dönem te’lîfâtına yön vermiş önemli bir
çalışmadır. Ayrıca bu kitaplara bağlı kalınmadan telif edilen müstakil kavâid kitapları
da bulunmaktadır288.
Önceki kitapların yöntemlerini takip eden bu dönem bilginleri, birçok şerh,
tahrîc, ta’lîk ve ihtisarlar yazarak zengin bir malzeme ortaya koymuşlardır. En çok eser
veren Hanefî fakihler olup, İbn Nüceym’in (v. 970/1562) "el-Eşbâh ve’n-Nezâir’ine
yazılan şerhler ve ta’likler neredeyse diğer mezheplerin eserlerine denk olacak
miktardadır. Şafiî ve Malikî hukukçulara nisbetle Hanbelî’ler, daha az eser te’lîf
etmişlerdir289.
Bu dönem eserlerinin bir kısmı, geçmiş asırlarda yazılmış olan bazı eserleri
manzum hale getirmek şeklinde olmuştur. Bu tür eserlerde bazı kâidelerin ifade
şekillerinin, şiire uygunluk için değişikliğe uğraması bir kenara bırakılırsa; kâideleri
manzum hale getirmekle nahiv, akâid, usul gibi diğer ilim dallarında olduğu gibi, eğitim
öğretim esnasında, öğrencilerin meseleleri daha kolay bir şekilde ezberlemelerini
sağlayarak istifadeyi arttırma amacı güdülmüştür290.
2. Mecelle ve Kanunlaştırma Çabalarının Olduğu Dönem
Şimdiye kadar bahsettiğimiz bu kıymetli çalışmalar, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye
komisyonu kurulup fıkhî kâideler belirli bir tertip çerçevesinde düzenlemeye konulana 287 Şübeyr, Kavâid, s. 54-56; Nedvî, Kavâid, s. 105; Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 341-342; Bûrnû, el-Vecîz, s.
68.288 Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 350-351.289 Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 350.290 Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 400.
62
kadar tam bir istikrar kazanmış değildi. Fıkhî kâideler istikrar ve ifade yapısının son
şeklini, Mecelle ile kazanmıştır. Mecelle’yi yazan komisyon, Mecelle’nin başına
özellikle İbn Nüceym’in (v. 970/1562) el-Eşbâh ve’n-Nezâir’i ile Ebu Said el-
Hadimî’nin (v. 1176/1762), Mecâmiu’l-Hakâik’i gibi kaynaklardan yararlanarak küllî
kâideleri koymuşlardır. Bu çaba, kâidelerin hem fıkhî çalışmalarda işlevselliğine ivme
kazandırmış, hem de başka ülkelerdeki kanunlaştırma çabalarına model teşkil ederek
yeni düzenlenen kanunlarda, fıkhî kâidelerin kullanımını sağlamıştır291.
Hanefî mezhebine bağlı kalarak Mecelle’yi hazırlayan Ahmet Cevdet Paşa
başkanlığındaki komisyon, yeni ictihad anlamında herhangi bir çaba içine girmemekle
beraber, Mecelle’de yer alan küllî kâideler, Tabiî Hukuk’a ve modern hukukun uzun
süren bir tekamülden sonra ulaştığı prensiplere uygunluk arz etmektedir. Günümüz
hukukunun da büyük bir kısmı, Mecelle’nin müsellemâttan kabul ettiği kâidelere
dayanmaktadır292.
3. Modern Dönem
Muasır çalışmaların en önemli özelliği, kavâid literatürüne ait ilmî miras
üzerinde yoğunlaşmış olmalarıdır. Özellikle Üniversiteler bünyesinde yapılan akademik
çalışmalar, bu dönem telifâtına hem sayısal, hem de niteliksel bir ivme kazandırmıştır.
Bu dönemde yapılan çalışmalar incelendiğinde, ortaya konulan ürünlerin belirli
başlıklar altında yoğunlaştığı görülür. Bunları maddeler halinde şu şekilde ifade etmek
mümkündür:
a. Kavâid ilminin tarihsel gelişimi ile ilgili çalışmalar.
b. Önceki asırlarda telif edilen kavâid literatürüne ait kitapların tahkîk edilmesi.
Bazı tahkik çalışmalarının baş taraflarında bulunan Drase bölümlerinde kavâid literatürü
ile ilgili geniş bilgiler de bulunmaktadır.
c. Furû-ı fıkıh alanında telif edilen kaynaklardaki kâidelerin tespit edilmesi.
291 Nedvî, Kavâid, s. 121.292 Belgesay, "Mecellenin Küllî Kâideleri ve Yeni Hukuk", İÜHFM, XII, 562-564.
63
d. Fıkhî kâidelerin kaynaklardan tespit edilerek belirli bir tertibe göre yeniden
düzenlenmesi. Bu çalışma türü daha çok ansiklopedik olarak yapılmaktadır.
e. Bazı kâidelerin akademik çalışmalarda ayrıntılı bir şekilde incelenmesi. Bu
tür çalışmalar, daha çok bütün mezheplerce kabul edilen beş temel kâideden sadece bir
tanesinin fıkıh literatüründe kullanım alanlarının tespiti ve kâidenin işlenişi ile ilgilidir.
f. Özel konulara ait kâide ve dâbıtların bir nazariye altında bir araya
getirilmesi. Akit nazariyesi, tazmin nazariyesi gibi başlıklar altında kâidelerin furû‘-ı
fıkıh konuları çerçevesinde detaylı bir şekilde incelenmesine dair çalışmalardır293.
III. FIKHÎ KÂİDELERİN İSLAM HUKUKUNDAKİ YERİ
Fakihlerin meselelere yaklaşımındaki tavrını ortaya koyan fıkıh kâideleri, fıkıh
ilminin geniş birikim ve tecrübeler sonucunda meydana gelen hülasası olmaları
hasebiyle, İslam hukukunun özünü veciz bir şekilde ifade etmektedirler. Müsellemâttan
kabul edilen kâideler294, bu özellikleri sebebiyle, usûl ile furû‘ arasında vasıta295 ve
İslam hukukunun ruhu olarak ifade edilmişlerdir296.
Fıkıh ilmi için vazgeçilmez bir öneme sahip olan fıkıh kâideleri, hukukun
hikmetlerini ve esrarını içermekte, furûdan sayısız ahkamı kuşatmakta olduklarından, bu
kâideleri ihatadaki gücüne göre fakîhin kıymeti artar. Ayrıca İslam hukukunun
orjinalliği ve ayırıcı vasfı bu kâideler ile bilinir ve bunlar sayesinde ortaya çıkar297.
Zerkeşî (v. 794/1392), kâidelerin fıkıh ilmindeki önemini "Kutbuddin es-Sinbâtî’den (v.
722/1322) bana ulaştı ki: Fıkıh, nezâiri bilmektir" şeklinde ifade etmiştir298. Bu
kâideler, bireyin fıkhın esrarına muttali olmasını ve fıkıh ilminin insan hayatındaki
önemini kavramasını sağlayan bir özelliğe de sahiptir299.
293 Modern dönem ile ilgili geniş bilgi için bkz. Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 402-428.294 İzmirli, İlm-i Hilâf, s. 187.295 Kevserî, Makâlât, s. 118.296 Musa Carullah, Kavâid -i Fıkhiyye, s. 5; Es-Serhân, "el-Kavâidu’l-Fıkhiyye", Er-Risâletu’l-İslâmiyye,
S.164-165, 138.297 Karâfî, el-Furûk, I, 2-3.298 Zerkeşî, el-Mensûr, I; 66; Suyûtî de bazı Şafiî bilginlerin "fıkıh, nezâiri bilmektir" dediklerini
kaydeder. Bkz. Suyûtî, Eşbâh, s. 31.299 Musa Carullah, Kavâid -i Fıkhiyye, s. 6.
64
Furû-u fıkha dair eserlerde takip edilen meseleci metot neticesinde ortaya çıkan
kapsamlı eserler, zamanla hem fakihlerin hem de kadı ve müftülerin bu eserlerde
zikredilen meseleleri ihata etmelerini zorlaştırmıştır. Ayrıca bu kaynaklarda geçen detay
meselelerin ezberlenmesi, zihin karışıklığına yol açabileceği gibi hukuk melekesini de
zedeler. Bu sebepten, birçok furû‘ meselenin tümevarım yolu ile incelenmesi
neticesinde ortaya konulan fıkhî kâideleri öğrenmek, bu detay meseleleri daha rahat
kavrama imkanı vermektedir300. Furû‘ meselelerin ezberlenmesi ve zihinde tutulması zor
ve aynı zamanda çabuk unutulmaya müsait olduğu halde, küllî kâideler, veciz ifade
yapıları sebebiyle hem kolay ezberlenmekte, hem de akılda kolayca tutulmaktadır301.
İzmirli İsmail Hakkı (v. 1365/1946), fıkhî kâidelerin konuluş gerekçesini bu durum ile
ilişkilendirerek; "Kavâid-i fıkhiyye, mesâil-i fıkhiyyenin hıfz ve zabtını teshîl için bazı
muhakkikîni fukaha tarafından vaz‘ olunmuştur" şeklinde bir yorum yapmıştır302.
Fıkhın genel ilkelerini bilmek ve bu ilkeler etrafında örülen furûu temel esaslar
çerçevesinde anlamak, İslam hukuk geleneği içerisinde yer alan farklı disiplinlerin
yaklaşımlarını bir bütünlük içerisinde algılama imkânı vermektedir. Bu sebepten ötürü
kâidelerin bilgisi ile oluşmuş hukuk mantığı, fakîhe, bağlı olduğu mezhebin esaslarını
kavramasını sağlayarak303 mezhebin meselelere getirdiği yorum tarzını sağlıklı bir
şekilde anlamasını mümkün kılar. Ayrıca genel esaslar dikkate alınmadan incelenen
cüz’iyyâtın, görünüşte çelişkiler içerdiği görülebilir. Ancak belirli bir sistem dâhilinde
bina edilen bu parçaların, sistemin başka bir esası içerisinde ele alındığına, kâidelere
olan bilgisi ile muttali olan fakîh, bu durum karşısında hayrete düşmez304.
İslam hukukundaki kavâid mantığını diğer hukuk sistemleri ile mukayese eden
bazı muasır bilginler, bu kâideler ile İslam hukukunun diğer hukuk sistemlerinde olduğu
gibi genel prensipler ve esaslar çerçevesinde ele alındığını ifade etmişlerdir. Ayrıca bu
kâidelerin olmaması durumunda, İslam hukukunun, karmaşık furû‘ meseleler ve cüz’î
300 Karâfî, el-Furûk, I, 3; Musa Carullah, Kavâid -i Fıkhiyye, s. 5-6; Nedvî, el-Kavâid ve’d-Davâbıtu’l-Mustahlase, s. 113; Zuhaylî, el-Kavâid, s. 25-26; Baktır, "Kâide", DİA, XXIV, 208; Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 114; es-Sedlân, el-Kavâid, s. 33-34; Yıldırım, Mecelle’nin Küllî Kâideleri, s. 20.
301 İbn-i Vekîl, Eşbâh, (Drase Böl.), I, 23; Zuhaylî, el-Kavâid, s. 25.302 İzmirli, İlm-i Hilâf, s. 187.303 Zerkeşî, el-Mensûr, I, 66; İbn Receb, el-Kavâid, I, 4.304 Musa Carullah, Kavâid -i Fıkhiyye, s. 6.
65
hükümler şeklinde kalacağı ve dış görünüm itibariyle çelişik hükümler kolleksiyonu
şeklinde görüleceği kaydedilmiştir305.
Kevserî’nin de (v. 1371/1951) ifade ettiği gibi, kavâid ilmi son dönemlerde her
ne kadar ihmal edilmiş olsa da fıkhî hükümlerin dayandığı esaslar olmaları ve İslam
hukukunun esrarını ifade etmeleri sebebiyle, fıkıh ilmini öğrenmede ve öğretmede çok
büyük ehemmiyetleri vardır306. Bu kâideler ile ilgilenen fakîhe fıkıh melekesi
kazandıran fıkhî kâideler307, kuvvetli bir hukuk mümarese ve melekesi sağlayacağından,
aynı zamanda kişiyi tahrîc yapmaya ehil kılar ve yeni meselelere çözüm bulmayı
kolaylaştırarak308 vereceği hükümlerde ve tetkik ettiği meselelerde basiret ve itmi’nan
sağlar309.
Bu kâideleri bilmek ile fıkıh ilminin anlaşılmasında maharet kazanan fakîh,
karşılaştığı fıkhî meseleleri, bu ilmin kendisine kazandırdığı meleke ile ele alarak
içerisinde bulunduğu şartlar çerçevesinde değerlendirerek hükümler verir310. Musa
Carullah (v. 1369/1949), fakîhin kazanmış olduğu bu melekeye işaretle, bu kâideleri
hıfzedip anlayan kimsenin tam manası ile "fakîh" olacağını söylemiştir311. Ayrıca İslam
hukukunu yeni öğrenmeye çalışan öğrencilere, geniş fıkıh bablarını kuşatan ilkelerin
verilmesi ile şer‘î hükümleri güzel bir şekilde öğrenmeleri ve bu sayede hukuk melekesi
kazanmaları da sağlanmış olur312. Meseleler arasında zaman zaman görülen çelişkileri
sağlıklı bir şekilde anlamak ve bu çelişkileri ortadan kaldırmaya çalışmak, fıkıh ilmini
yeni tahsil eden öğrenci için, zamanın darlığı sebebiyle zor olacağından, bu kâideleri ve
prensipleri bilmek ona zaman kazandıracaktır313.
305 Zerkâ, Medhal, II, 949; es-Süleyman, eş-Şekk ve Eseruhu, I, 89-90306 Kevserî, Makâlât, s. 118.307 Nedvî, Kavâid, s. 291; Baktır, "Kâide", DİA, XXIV, 208; Makkarî, el-Kavâid (Drase Böl.), I, 112;
Bûrnû, el-Vecîz, s. 24; Yıldırım, Mecelle’nin Küllî Kâideleri, s. 20; Şübeyr, Kavâid, s. 76-77; Alâî, el-Mecmûu’l-Müzheb (Drase Böl.), I, 47.
308 Yaman, "Fıkıh Kâideleri", Marife, s. 60; Şübeyr, Kavâid, s. 77. Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 116. 309 Berki, Hukuk Mantığı ve Tefsir, s. 121.310 Suyûtî, Eşbâh, s. 31.311 Musa Carullah, Kavâid -i Fıkhiyye, s. 6.312 Zuhaylî, el-Kavâid, s. 26; es-Sedlân, el-Kavâid, s. 33; Hısnî, Kitâbu’l- Kavâid, (Drase Böl.), I, 37;
İbn-i Vekîl, Eşbâh, (Drase Böl.), I, 24.313 İbn-i Sübkî, Eşbâh, I, 10.
66
Kavâid ilmini tetkik eden fakîhin, bu ilim ile elde edeceği küllî bakış açısı ve
meseleleri asılları ile birlikte kavrama melekesi sayesinde, usûl kitaplarında çokça
övülmüş olan ictihad melekesine sahip olacağı kaynaklarda ifade edilmektedir314.
Nitekim fıkha bağlı ilimler arasında bir tasnif yapan Zerkeşî (v. 794/1392), fıkıh ilmini
on alt sınıfa ayırır ve onuncu sırada zikrettiği kavâid ilminin diğer dokuz ilim içerisinde
en bütüncül, en kâmil ve en faydalısı olduğunu belirttikten sonra, fakîhin bu ilim
sayesinde ictihad mertebesine yükselebileceğini kaydeder315. Hanefî fakihlerden İbn
Nüceym (v. 970/1562) ise, kavâid bilgisinin mezhep içerisindeki bütünlüğü kavrama
bakımından önemine vurguda bulunarak, bu kâidelerin bilinmesi ile fakîhin fetvada da
olsa ictihad edecek dereceye yükseleceğini söyler316.
Bu izahlardan anlaşılacağı üzere klasik kaynaklarımızda, kavâid bilgisinin
ictihad melekesi kazandıracağı kabul edilmiş ve ictihad edebilmenin bir şartı olarak
görülmüştür. Ayrıca ictihad edecek mertebede olan fakîhin bu kâideleri bilmesinin, ona
teşride yol göstereceği ve böylece her zaman ve mekanda insanların maslahatlarını
gözeten hükümler vererek onun adalet üzere olmasını sağlayacağı da belirtilmiştir317.
İslam hukukunun gayeleri ve maksatları hakkında açık bir fikir veren bu
kâideler, fıkhın genel maksatlarını ve temel hedeflerini kavramayı sağlayarak318, bu
kâideler ile uzun süre meşgul olan fakîhin, dağınık bir zihin yapısından kurtularak,
belirli bir yöntem dâhilinde düşünmesini ve böylece fıkhın esaslarına muttali olmasını
temin ederler319. Kavâid bilgisi fakîhe, nassların meseleleri ele alış şekli hakkında genel
bir perspektif vereceği için bu kâidelere vakıf olan kişi, nasslarda belirtilmeyen
meselelerin hükümlerini de edinmiş olduğu bu meleke sayesinde daha kolay bir şekilde
ortaya çıkarabilecektir320. Ayrıca bazen deliller arasında meydana gelen teâruz ve
314 Musa Carullah, Kavâid -i Fıkhiyye, s. 6; Yaman, "Fıkıh Kâideleri", Marife, s. 61.315 Zerkeşî, el-Mensûr, I, 69-71.316 İbn Nüceym, Eşbâh, s. 10. Hamevî, burada fakîh ile kastedilenin fıkıhta mukallit olduğunu kaydeder.
Ayrıca fetvada müctehidin tanımını da şu şekilde yapar: "Mezhep imamının ve arkadaşlarının (tabilerinin), hakkında görüş belirtmedikleri hadiselerin hükümlerini, onların usullerinden ve kâidelerinden tahric etme kudretine sahip olan kimsedir". bkz. Hamevî, Ğamzu Uyûni’l-Basâir, I, 34.
317 es-Süleyman, eş-Şekk ve Eseruhu, I, 89.318 İbn Receb, el-Kavâid, I, 4; Zuhaylî, el-Kavâid, s. 26; Makkarî, el-Kavâid (Drase Böl.), I, 113. 319 Zerkeşî, el-Mensûr, I, 66.320 Suyûtî, Eşbâh, s. 31.
67
ihtilaflarda, hangi delilin ötekine tercih edileceğini de yine bu kâidelerden çıkarmak
mümkündür321.
Fetva verecek olan bir kimsenin bütün cüz’îyyâtı incelemesi ve aradığı
meselenin hükmünü orada bulması belirli zorluklar içereceğinden, bu kâideleri bilmek
müftüye kolaylık sağlar322. Diğer taraftan, mahkemelerde hüküm veren hâkimin ve fetva
veren müftünün belirli bir sistem dâhilinde düşünmelerini ve karşılaştıkları meseleleri
bir bütünlük içerisinde ele alarak çözmelerini sağlamaları sebebiyle, kavâid bilgisi
hâkimin ve müftünün basiretli olmalarını da sağlar323.
Zamanın geçmesi ile sonu gelmeyen vakıa ve hadiselerin hükümlerinin
bilinmesi de kendileri ile mümkün olan bu kâideler324, İslam hukukunun değişen ve
gelişen hadiselere intibakını sağlayarak, İslam Fıkhının sürekliliğini sağlama gibi
önemli bir fonksiyona da sahiptirler325. Bu yönü ile fıkhî kâideler, İslam hukukunu
dinamik bir yapıya kavuşturarak onu donukluktan kurtarır326.
Fıkıh kâidelerininin ağlebî olmaları sebebiyle istisnaları olsa da bu istisnaların
varlığı, onların umum sıfatını değiştirmediği gibi, fıkıh ilmi için ifade ettikleri önemi de
azaltmaz327. İslam hukukunun birer prensibi şeklinde olan bu kâidelerin her biri, ifade
yapılarının veciz olması, ibarelerindeki açıklık, hükümlere delalet şekilleri ve cüz’iyyâtı
kuşatacak şekilde umumi olmaları328 ile fıkhın usûl ve furû‘u arasında vasıta kabul
edilirler329.
Fıkıh kâideleri, İslam hukuku alanında mütehassıs olmayan hukukçuların İslam
hukukunun felsefesi, esasları ve ruhu hakkında bilgilenmelerini de sağlamaktadırlar330.
Modern kanunlaştırma çabalarının Mecelle’den yararlanılarak hazırlanması da bu 321 Remzi Balkanlı, İslâm Hukukunun Umumî Esasları, s. 105.322 Şelebî, Medhal, s. 325; es-Süleyman, eş-Şekk ve Eseruhu, I, 87-89; Bûrnû, el-Vecîz, s. 24. Ayrıca
Bûrnû, kaynak belirtmeksizin, bazılarının, müftü için kavâid bilgisinin farz-ı ayın, diğerleri için farz-ı kifaye olduğunu söylediklerini belirtir. bkz. Bûrnû, el-Vecîz, s. 24.
323 Musa Carullah, Kavâid -i Fıkhiyye, s. 6; Yaman, "Fıkıh Kâideleri", Marife, s. 61.324 Suyûtî, Eşbâh, s. 31; İbn-i Vekîl, Eşbâh, (Drase Böl.), I, 23.325 Ubâde, Kavâid, s. 5; es-Süleyman, eş-Şekk ve Eseruhu, I, 88.326 Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 116.327 Mahmesânî, Felsefetu’t-Teşrî‘, s. 203.328 Zerkâ, Medhal, II, 947; Nedvî, Kavâid, s. 57; Abdullah ed-Dir’ân, el-Medhal, s.227.329 Kevserî, Makâlât, s. 118.
68
etkileşimi destekler mahiyette görünmektedir. Külli kâideleri inceleyen hukukçular,
İslam hukuku ile modern hukuklar arasında mukayese fırsatı bularak, bizim çok
kıymetli ve zengin olan ilim mirasımızı inceleme imkanına sahip olurlar331.
IV. FIKHÎ KÂİDELERİN MENŞEİ
Fıkhî kâidelerin ilk şekilleri incelendiğinde, bunların oluşumunda Kitap ve
Sünnet’in yanı sıra, insan aklının ortak kabulleri olan ilkelerin ve fukahanın ictihadının
önemli paylarının olduğu görülür. Bu sebepten dolayı bazı müelliflerce, fıkhî kâidelerin
kaynaklarının nasslar (Kitap, Sünnet) ve fukahanın ictihadı olduğu belirtilmiştir332.
Daha önce ifade ettiğimiz gibi Kur’ân’ın bazı ayetleri kâideleştirme olgusuna
zemin hazırlayacak bir yapıya sahiptir. "Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden
fazlasını yüklemez"333, "Allah size kolaylık diler zorluk dilemez"334 gibi ayetler buna
örnek verilebilir. Bu tür ayetler, birçok hükmü kuşattıklarından daha sonra gelen
fakihler için önemli bir zihinsel altyapı oluşturmuşlardır.
Hz. Peygamber’in çeşitli vesileler ile söylemiş olduğu bazı kapsamlı hüküm
cümleleri de bu meyanda zikredilebilir. "Sarhoş eden her şey haramdır"335, "Allah’ın
kitabında bulunmayan her şart batıldır"336, "Zarar ve mukabele bizzarar yoktur"337,
"Beyyine müddaî için ve yemin münkir üzerinedir"338 gibi hadisler, kapsamlı hükümler
ifade etmektedirler.
Kur’ân ve sünnetten verdiğimiz bu örnekler, kapsamlı hükümler ifade etmeleri
ve özlü olmaları gibi özelliklerinden dolayı, kâide gibi görünse de bunları kâidelerin ilk
örneklerinden kabul etmek yerine, Müslüman hukukçuların zihinlerinde kâideleştirme
330 es-Sâbûnî, Medhal, I, 261; Zuhaylî, el-Kavâid, s. 26; Şübeyr, Kavâid, s. 81. es-Sedlân, el-Kavâid, s. 33.
331 es-Süleyman, eş-Şekk ve Eseruhu, I, 90-91.332 El-Halîfî, "El-Kâidetü’l-Fıkhiyye", Mecelletü’ş-Şerîa, s. 295; Baktır, Küllî Kâideler, s. 25; Zuhaylî,
el-Kavâid, s. 29.333 Bakara, 2/286.334 Bakara, 2/185.335 " حرام مسكر كل " Müslim, Eşribe 70.336 باطل فهو الله كتاب في ليس شرط من كان ما " "Buhârî, Buyu‘ 73.337 " ضرار وال ضرر ال " Muvatta, Akdiyye 31; İbn-i Hanbel, Müsned, V, 327; İbn Mâce, Ahkâm 17;
Mecelle Md. 19. 338 " عليه المدعى على واليمين المدعي على البينة " Buhârî, Rehn 6; Tirmizî, Ahkâm 12; İbn Mâce,
Ahkâm 7; Mecelle Md. 76.
69
olgusuna zemin hazırlayan ana unsurlardan kabul etmek daha doğru olacaktır. Bu
sebepten dolayı, kâidelerin ilk örneklerini, fukahanın yapmış oldukları ictihadların
mahsulü olan eserlerinde aramak daha isabetli olacaktır.
Sonuç olarak, ilk dönemlerden itibaren İslam hukukçularının Kitap ve sünnet
metinlerini inceleyerek, benzer hükümler arasındaki ortak illetleri ve hükümlerin
vazedilmesinde gözetilen maksatları, tümevarım yoluyla tespit etmeleri sonucu ulaşmış
oldukları neticeleri veciz bir şekilde ifade etmeleri, kâidelerin ilk örneklerini
oluşturmaktadır339. Ayrıca usûl, dil ve mantık kurallarını incelemiş oldukları konularda
tatbik etmeleri sonucu ortaya koydukları kapsamlı hüküm cümleleri, kâidelerin henüz
işlenmemiş ilk şekillerini ve temelini teşkil eder340.
V. FIKHÎ KÂİDELERİN MÜSTAKİL KAYNAK OLUŞU
Fıkhî kâidelerin fıkıh ilmi açısından yeri ve fakîhte hukukî tefekkür oluşturma
noktasında sahip oldukları önemi daha önce açıklamıştık. Bu öneme sahip olan ve
fıkhın, ibadetlerden muamelata hemen her alanı ile ilgili konularda geçerli olan fıkıh
kâideleri, hüküm istinbat ederken, konu ile ilgili özel bir delil bulunmaksızın tek başına
kaynak olabilirler mi? Doğrudan bu kâidelere dayanılarak hüküm verilebilir mi? Bu
bölümde ele alacağımız konu bu olacaktır.
Fıkhî kâidelerin hüküm istinbat ederken tek başına kaynak olup olmadığı
hususunda kaynaklarda açık bir ifade bulunmamakla beraber, bazı bilginler küllî
kâideleri şer‘î deliller arasında saymışlardır341. Ancak kavâidi şer‘î deliller arasında
sayan müelliflerin bunları müstakil deliller kategorisinde mi yoksa verilen hükmü
destekleyici ve illetini açıklayıcı bir şekilde mi ele aldıkları pek açık değildir. Ayrıca bu
kâideleri fıkhî deliller arasında sayan bilginlerin bunları fer‘î delillerin sonunda
saymaları, bazı müelliflerin de işaret ettiği gibi müftü ve hakimin önüne gelen
meselenin çözümü için kaynaklarda özel delil bulunmadığı takdirde, meseleyi içine alan
fıkhî kâidelere istinaden fetva vererek konuyu çözüme kavuşturabilir342 görüşü ile 339 Ubâde, Et-Teşrîu'l-İslâmî, s. 159; Bilmen, Kamus, I, 254.340 Bazı kâidelerin asılları ile ilgili geniş bilgi için bkz. Zuhaylî, el-Kavâid, s. 29-30; Yaman, "Fıkıh
Kâideleri", Marife, s. 52.341 Hadimî, Mecâmi‘, (yzm.), vr. 1a; İzmirli, İlm-i Hilâf, s. 191; Ansay, İslam Hukuku, s. 28; Başka
örnekler için bkz. Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 265-271.342 Nedvî, Kavâid, s. 295; Yaman, "Fıkıh Kâideleri", Marife, s. 58.
70
paralellik arz eder. Ahmet Yaman, bazı müelliflerin fıkhî kâideleri müstakil deliller
arasında zikretmelerine değindikten sonra, konuya şöyle bir yorum getirmektedir: "bu
kâidelerin büyük kısmı, aslında usûl-ı fıkıh kâidesi olup, furû-ı fıkıhta da çok
kullanılmaları sebebi ile fıkıh kâidesi gibi zannedilenlerdir"343.
Kitap ve Sünnet nasslarına dayalı ve istisnaları olmayan bazı kâideler vardır ki
bunlar, hüküm istinbat ederken delil olarak kullanılırlar. Ancak bu türden kâideler, bazı
müelliflere göre delil olmayıp, kâidenin dayanağı olan nass, meselenin asıl delilidir344.
Bu kâidelerin dışında, fakihler tarafından istisnasız kabul edilen ve üzerinde ihtilafın
olmadığı kâideler vardır ki Karâfî (v. 684/1285) bunları "el-Kavâidü’s-sâlime ani’l-
muârada" şeklinde ifade etmektedir. Ona göre hakimin verdiği hüküm, "icma, en-
nassu’s-sâlim ani’l-muâraıda, el-kıyâsu’l-celiyyu’s-sâlim ani’l-muârada ve kâidetun
mine’l-kavâidi’s-sâlimeti ani’l-muârıda"dan biri ile çelişirse bozulur345. Dikkat edilirse
Karâfî (v. 684/1285), bütün kâideleri değil de üzerinde tartışmanın olmadığı kâideleri
zikrederek bu konuda bir sınırlandırmaya gitmiştir. Bunların yanısıra Usûl-ü muhakeme
ile ilgili kâidelerin de doğrudan delil olarak kullanıldığı, kaynaklarda
zikredilmektedir346.
Bu türden kâidelerin dışında kalan kâideler, fıkhî istinbat hususunda yalnız
başlarına delil olarak kabul edilmezler347. Bunun gerekçesi, bu tarz kâidelerin ağlebî
olmaları sebebiyle istisnalarının bulunması ve yakîn bilgi ifade etmemeleri olarak
gösterilmektedir348. Dolayısıyla sadece bu kâidelere dayanarak fetva ve hüküm vermek
yerine bunlar, verilen hükmün şahit ve desteği olarak görülmüşlerdir349. Hamevî (v.
1098/1687), bu türden kâidelerin ağlebî oluşlarını dikkate alarak, bunların her zaman
değil de çoğu zaman geçerli olduğuna işaret eder ve bu kâide ve dâbıtların gereğine göre
fetva vermenin caiz olmadığını kaydeder350. Mecelle’nin Esbâb-ı Mûcibe Mazbatası’nda 343 Yaman, "Fıkıh Kâideleri", Marife, s. 62.344 Güzelhisârî, Menâfiu’d-Dakâik, s. 16; el-Keylânî, "Kavâidü’l-Makâsıd", İslâmiyyetü’l-Ma’rife, s. 30;
Baktır, Zaruret Hali, s. 150; es-Sedlân, el-Kavâid, s. 35; Ansay, İslam Hukuku, s. 28.345 Karâfî, el-Furûk, IV, 40.346 Geniş bilgi ve örnekler için bkz. Nedvî, Kavâid, s. 296-309.347 Şübeyr, Kavâid, s. 29; Zuhaylî, "el-Kavâidü’l-Fıkhiyye", Mecelletü’l-Bahsi’l-İlmî, s. 13; Yıldırım,
Mecelle’nin Küllî Kâideleri, s. 18. Bu kâidelerin de delil olarak kullanılabileceğini iddia eden araştırmacılar da bulunmaktadır. Bkz. El-Halîfî, "El-Kâidetü’l-Fıkhiyye", Mecelletü’ş-Şerîa, s. 303-342 arası.
348 Hamevî, Ğamzu Uyûni’l-Basâir, I, 37; Nedvî, Kavâid, s. 294-295.349 Baktır, "Kâide", DİA, XXIV, 208.350 Hamevî, Ğamzu Uyûni’l-Basâir, I, 37.
71
da "Hükkâm-ı şer‘ bir nakl-i sarih bulmadıkça yalnız bunlarla hükmedemez"351
denilerek, bu duruma işaret edilmektedir. Mecelle şârihi Ali Haydar Efendi (v.
1355/1936) de mezhepte muteber kabul edilen kitaplardan konu ile ilgili bir nakil
olmadığı sürece, bu kâidelere dayanarak hüküm verilemeyeceğini ifade etmiştir352. İbn
Abidîn (v. 1252/1836) de muhtasar kitaplardan fetva verilemeyeceğini belirttikten
sonra, bunlara, ifade yapılarının veciz olması sebebiyle Eşbâh ve’n-Nezâir tarzı
kitapların da eklenmesi gerektiğini belirtir. Ancak bu kitapların kaynaklarına inildiği
takdirde bunun mümkün olacağını söyler353.
Tatbikata bakıldığı zaman, İslam hukukçularının kâideleri hükmün delili olarak
değil de verilen hükmün illet ve hikmetini açıklamak maksadıyla kullandıkları354 ve
cüz’î hükümleri temel kâideler ile illetlendirme yönteminin, metinlerden ziyade daha
çok şerhlerde başvurulan bir yöntem olduğu görülür355. Mustafa Baktır, Muhammed
Rifat Bey’in Tevâfukât-ı Kavâid-i Külliye adlı eserinden naklen "Osmanlı
mahkemelerinde bir kanun maddesi gösterilmeden yalnız Mecellenin külli kâidelerine
dayanılarak verilen hükümlerin temyizde bozulduğunu" kaydetmektedir356. Ancak aynı
konuda ortaya konulan farklı yorumlar arasında râcih olan görüşün seçilmesinde fıkhî
kâidelere başvurulduğundan357 hareketle fıkıh kâidelerinin istinbatta olmasa da tercihte
delil olarak kullanılabileceği söylenebilir.
VI. KÂİDELERİN SINIFLANDIRILMASI
Fıkıh kâideleri fıkıh ilmi açısından önemleri ve fıkhî meseleleri kuşatmaları
gibi birçok açıdan tasnife tabi tutulabilir. Ancak biz burada kaynaklarına, genelliklerine,
üzerinde ittifak olup olmamalarına ve bağımsız olmalarına göre dört açıdan tasnif
edeceğiz.
351 Mecelle, Esbâb-ı Mûcibe Mazbatası.352 Ali Haydar, Dürerü’l-Hukkâm, I, 23.353 İbn-i Abidîn, Hâşiyetu Reddi’l-Muhtâr, I, 70.354 Baktır, Zaruret Hali, s. 150.355 Nedvî, el-Kavâid ve’d-Davâbıtu’l-Mustahlase, s. 138.356 Baktır, Küllî Kâideler, s. 21.357 Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 279.
72
A. Kaynakları Açısından Fıkıh Kâideleri
Kâidenin kaynağı ve tespit edilme yöntemi açısından kâideler mansûs ve
müstenbât olmak üzere ikiye ayrılır358.
1. Mansûs Fıkıh Kâideleri
Bu grupta yer alan kâidelerin kaynağı, doğrudan veya dolaylı olarak şer‘î
nasslardır. Suyûtî (v. 911/1505), "bir işten maksat ne ise hüküm ona göredir" kâidesinin
aslının "ameller niyetlere göredir"359 hadisi olduğunu söyler360. İbn-i Nüceym (v.
970/1562) ise "meşakkat teysiri celbeder" kâidesinin aslının "Allah size kolaylık diler,
zorluk dilemez"361, "Allah dinde size ağır gelecek bir hüküm koymamıştır"362 ayetleri ile
"Allah katında en sevimli din, kolaylaştırılmış hanifliktir"363 hadisi olduğunu söyler364.
2. Müstenbat Fıkh Kâideleri
İslam hukukçuları tarafından, cüz’î hükümlerin tümevarım yöntemiyle
incelenmesi neticesinde çıkarılan kâideler, bu grubu teşkil etmektedir365. Kavâid
literatüründe zikredilen kâidelerin büyük çoğunluğu, istikra yöntemi ile elde
edilmeleri366 sebebiyle bu grupta yer almaktadır.
B. Fıkhî Meseleleri Kuşatmalarına Göre Kâideler
Fıkıh kaideleri, yapıları itibariyle fıkhın çeşitli alanlarına ait meseleleri
kuşatırlar. Ancak kâidelerin hepsi bu açıdan aynı özelliklere sahip değildir. Bir kısmı
fıkhın her alanına şamilken, diğer bir kısmı ise daha dar meseleleri kuşatır. İşte fıkhî
mesâili kuşatmalarına göre fıkhî kâideler üç gruba ayrılır.
358 Nedvî, Kavâid, s. 239; Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 129.359 Buhârî, Bed’u’l-Vahy 1; Müslim, İmâra 155; Ebû Dâvûd, Talak 11.360 Suyûtî, Eşbâh, s. 38.361 Bakara, 2/185.362 Hacc, 22/78.363 İbn-i Hanbel, Müsned, I, 236. 364 İbn Nüceym, Eşbâh, s. 84.365 Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 131.366 Seyyid Bey, Medhal, I, 88.
73
1. Temel Fıkıh Kâideleri (El-Kavâid el-Külliyye el-Kübrâ)
Bunlar, bütün fıkıh mezheplerince kabul edilen, hukukun bütün alanlarına
hâkim olan, hukukun müsellemâtından kabul edilen ve neredeyse hiç istisnası olmayan
kâidelerdir. Bunları "Kavâid-i Hamse" olarak isimlendiren Tacuddin b. Sübkî’nin (v.
771/1369) verdiği bilgiye göre, Şafii fakîh Kadı Hüseyn el-Merverrûzî’nin (v.
462/1070) fıkhı dört kâideye irca etmesiyle, İslam’ın beş temel şartına kıyasla fıkhın da
beş kâideye dayandırıldığını öğreniyoruz. Ancak Tacuddin b. Sübkî (v. 771/1369)
devamında, fıkhın bu şekilde beş esasa dayandırılmasının zorlama bir yaklaşım
olduğunu ifade etmektedir367. Fıkhın bu şekilde beş esasa dayandırılmasının sonucunda,
Kavâid edebiyatı yazarlarının bu anlayışı benimsediği ve kâideleri bu beş kâide üzerine
oturtup, diğer kâideleri bu kâidelerin açılımları şeklinde inceledikleri görülür. Bu beş
temel kâide şunlardır:
a. Bir işten maksat ne ise hüküm ona göredir ( بمقاصدها األمور ) 368.
b. Şek ile yakîn zâil olmaz ( بالشك يزول ال اليقين )369.
c. Meşakkat teysîri celbeder ( التيسير تجلب المشقة )370.
d. Zarâr izale olunur ( يزال الضرر )371.
e. Âdet muhakkemdir ( محكمة العادة )372. İbn Nüceym (v. 970/1562) bunlara
"sevap ancak niyetle olur" ( بالنية إال ثواب ال ) kâidesini de ekleyerek bunların sayısını
altıya çıkarmıştır373.
367 İbn-i Sübkî, Eşbâh, I, 12.368 Alâî, el-Mecmûu’l-Müzheb, I, 255; İbn Nüceym, Eşbâh, s. 22; Suyûtî, Eşbâh, s. 38. Mecelle Md. 2.369 İbn-i Sübkî, Eşbâh, I, 13; Zerkeşî, el-Mensûr, III; 135; İbn Nüceym, Eşbâh, s. 60; Suyûtî, Eşbâh, s.
118. Mecelle Md. 4.370 Zerkeşî, el-Mensûr, III; 169; Alâî, el-Mecmûu’l-Müzheb, I, 343; İbn-i Sübkî, Eşbâh, I, 48; İbn
Nüceym, Eşbâh, s. 84; Mecelle Md. 17.371 Alâî, el-Mecmûu’l-Müzheb, II, 375; İbn-i Sübkî, Eşbâh, I, 41; İbn Nüceym, Eşbâh, s. 94; Suyûtî,
Eşbâh, s. 173. Mecelle Md. 20.372 İbn Nüceym, Eşbâh, s. 101; Suyûtî, Eşbâh, s. 182. Mecelle Md. 36.373 İbn Nüceym, Eşbâh, s. 14.
74
2. Genel Fıkıh Kâideleri
Bu kâideler, bir önceki gruba göre daha dar çerçeveli olan kâidelerdir.
Mecellede yer alan kâidelerin büyük çoğunluğu bunlardandır374. Tacuddin b. Sübkî (v.
771/1369) bunları "el-Kavâidu’l-Amme" olarak isimlendirir375. Bununla beraber "esâsât-
ı fıkhiyye", "kavâid-i asliyyeyi fıkhiyye", "külliyât-ı fıkhiyye", "kâide-i asliyye", "kavâid-i
esâsiyye" şeklinde de ifade edilmişlerdir376. Suyûtî (v. 911/1505) ve İbn Nüceym (v.
970/1562) bunları, sayılamayacak kadar çok cüz’î hükmün kendilerinden çıkarıldığı
küllî kâideler olarak nitelendirmekle beraber; Suyûtî (v. 911/1505) bu grupta kırk kâide
zikrederken377, İbn Nüceym (v. 970/1562) bunların sayısını on dokuza indirmiştir378.
"İctihad ile ictihad nakzolunmaz"379, "Kelâmın i‘mali ihmalinden evlâdır"380, "Sakite bir
söz isnâd olunmaz"381, "Alması memnu‘ olan şeyin vermesi dahi memnu‘ olur"382 gibi
kâideler bu gruba örnek olarak verilebilir.
3. Özel Fıkıh Kâideleri
Bu gruba giren kâideler, dâbıt olarak isimlendirilen ve fıkhın bazı bâblarına ait
özel kâidelerdir. Tacuddin b. Sübkî (v. 771/1369) bunları "el-Kavâidu’l-Hasse" olarak
isimlendirmektedir383. "Namazdayken oruca niyet etmek namazı bozmaz"384, "Nikahta,
fakir zengine denk değildir"385, "Erkeğin ipekli elbise ile namaz kılması haramdır"386
gibi kâideler bu gruba örnek olarak verilebilir.
374 Nedvî, Kavâid, s. 313; Zuhaylî, el-Kavâid, s. 31.375 İbn-i Sübkî, Eşbâh, I, 94.376 Seyyid Bey, Medhal, I, 88-90.377 Bkz. Suyûtî, Eşbâh, s. 201-298 arası. 378 Bkz. İbn Nüceym, Eşbâh, s. 115-190 arası.379 Suyûtî, Eşbâh, s. 201; İbn Nüceym, Eşbâh, s. 115; Mecelle Md. 16.380 Zerkeşî, el-Mensûr, I; 183; İbn-i Sübkî, Eşbâh, I, 171; İbn Nüceym, Eşbâh, s. 150; Mecelle Md. 60.381 İbn Nüceym, Eşbâh, s. 178; Suyûtî, Eşbâh, s. 266; Mecelle Md. 67.382 Suyûtî, Eşbâh, s. 280; İbn Nüceym, Eşbâh, s. 183; Mecelle Md. 34.383 İbn-i Sübkî, Eşbâh, I, 200.384 İbn Nüceym, Eşbâh, s. 201.385 İbn Nüceym, Eşbâh, s. 207.386 İbn-i Sübkî, Eşbâh, I, 207.
75
C. İttifak ve İhtilaf Olmasına Göre Fıkıh Kâideleri
Fıkıh kâideleri, mezheplerin üzerinde ittifak ettiği ve ihtilaf ettiği kâideler
olarak iki başlıkta incelenebilir.
1. Üzerinde İttifak Edilen Kâideler
Bu grupta yer alan kâidelerin bazısı bütün mezhepler tarafından kabul
edilirken, diğer bir kısmı bazı fıkıh mezhepleri tarafından kabul edilmemektedir. Bunlar
iki kısımdır:
a. Bütün Mezheplerin İttifak Ettiği Kâideler
Bu gruba giren kâideler, yukarıda "Temel fıkıh kâideleri" olarak
isimlendirdiğimiz beş kâidedir. Fıkhın üzerine kurulduğu esaslar olarak kabul edilen bu
kâideler, bütün mezheplerin ittifakıyla kabul edilmektedir387.
b. Mezheplerin Çoğunluğunun Kabul Ettiği Kâideler
Beş temel kâide ile karşılaştırıldığında, fıkhın daha az meselesini kapsamakla
beraber, birçok fıkhî mezhep tarafından kabul edilen kâideler bu gruba girmektedir.
Hanefilerin kabul etmiş olduğu niyet kâidesi dışında kalan küllî kâidelerin büyük
çoğunluğu bu kâideler arasında zikredilebilir388.
2. Üzerinde İhtilaf Edilen Kâideler
Bu başlıkta yer alan kâideler, mezhepler arasında ihtilaflı kâideler ve tek
mezhep içerisinde ihtilaflı kâideler olmak üzere kendi aralarında iki gruba
ayrılmaktadır.
387 Hısnî, Kitâbu’l- Kavâid, (Drase Böl.), I, 30; Nedvî, Kavâid, s. 313.388 Yaman, "Fıkıh Kâideleri", Marife, s. 67; Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 125.
76
a. Fıkıh Mezheplerinin İhtilaf Ettiği Kâideler
Bazı mezheplerce kabul edilen, fakat başka mezhepler tarafından kabul
edilmeyen kâidelerdir. Bunlara "Kavâid-i Mezhebiyye" de denilmektedir389. "Ukûdda
i’tibar makasıt ve meâniyedir, elfâz ve mebâniye değildir"390, "Ücret ile zamân müctemi‘
olmaz"391 gibi kâideler, daha çok Hanefî bilginlerce kabul ve tatbik edilen kâidelere;
"Ruhsatlar günahla birlikte olmaz"392, "Eşyada aslolan ibâhâdır"393 kâideleri de Şafiî
mezhebinde kabul edilen kâidelere örnek verilebilir.
b. Aynı Mezhebe Bağlı Fakihlerin İhtilaf Ettiği Kâideler
Bu grupta yer alan kâideler, aynı mezhebe bağlı fakihlerin üzerinde ihtilaf
ettiği kâidelerdir. Kâidenin ilgili olduğu meselede mezhep içerisinde faklı yaklaşımlara
sahip bilginler olduğu için bu kâideler genellikle soru cümlesi şeklinde zikredilirler394.
"İbrâ, iskât mıdır, temlîk midir?"395, "İllet ortadan kalkınca, hüküm de onun zevaliyle
ortadan kalkar mı, kalkmaz mı?"396, "Farz-ı kifâyeye başlamakla farz-ı ayn olur mu,
olmaz mı?"397 bunlara örnek verilebilir.
D. Bağımsız Olmalarına Göre Fıkıh Kâideleri
1. Müstakil Olan Kâideler
Başka bir kâidenin kayıt ve şartı veya istisnası olmayıp, kendisi dışındaki bir
kâideden de çıkarılmayan kâidelere, müstakil veya aslî kâideler denilmektedir. Hamevî
(v. 1098/1687), kâidenin bu özelliğine atıfta bulunarak; küllî kâidenin, bazı istisnaları
olsa da başka bir kâidenin altına girmeyen kâide olduğunu söyler398. Bu kâidelere beş
389 Bkz. Seyyid Nesîb, Fıkh-ı Hanefi'nin Esâsâtı, s. 13. Zuhaylî, el-Kavâid, s. 31; Nedvî, Kavâid, s. 313.390 Mecelle Md. 3.391 Mecelle Md. 86.392 İbn-i Sübkî, Eşbâh, I, 135; Zerkeşî, el-Mensûr, II, 167; Suyûtî, Eşbâh, s. 260.393 Zerkeşî, el-Mensûr, I, 176; Suyûtî, Eşbâh, s. 133.394 Hısnî, Kitâbu’l- Kavâid, (Drase Böl.), I, 31; Zuhaylî, el-Kavâid, s. 32; Nedvî, Kavâid, s. 314.395 Zerkeşî, el-Mensûr, I; 71; Suyûtî, Eşbâh, s. 312.396 El-Venşerîsî, Îdâhu’l-Mesâlik, s. 146.397 Suyûtî, Eşbâh, s. 318.398 Hamevî, Ğamzu Uyûni’l-Basâir, I, 51.
77
temel kâidenin yanında "Velâyet-i hassa velâyet-i âmmeden akvâdır"399, "Sual cevabda
iâde olunmuş addolunur"400, "Vücudda bir şeye tâbi‘ olan hükümde dahi ana tâbi‘
olur"401 gibi kâideler örnek verilebilir.
2. Başka Bir Kâideye Tabi Olan Kâideler
Bu grupta yer alan kâideler, başka kâideler ile olan ilişkileri açısından iki
kısma ayrılır. Bunların bazısı başka kâidelerin fer‘î veya başka bir kâidenin kaydı, şartı,
ya da istisnası olan kâidelerdir402.
a. Kendisinden Daha Büyük Bir Kâidenin Fer‘î Olan Kâideler
Bu kısımda yer alan kâideler, bir üst kâidenin parçası veya uygulamaya
yarayan açıklayıcısı durumundadırlar403. "Berâet-i zimmet asıldır"404, "Eşyada aslolan
ibâhâdır"405, "Sıfât-ı ârızada asl olan ademdir"406 kâideleri "Şek ile yakîn zâil olmaz"407
kâidesinin alt kâideleridir.
b. Başka Bir Kâidenin Kaydı, Şartı Veya İstisnası Olan Kâideler
Bu kısımda yer alan kâideler, başka bir kâideyi çeşitli açılardan düzenlerler.
"Ruhsatlar günahla birlikte olmaz"408 kâidesi "Meşakkat teysîri celbeder"409 kâidesinin,
"Adet ancak muttarid yahut gaalib oldukta mu’teber olur"410 kâidesi "Âdet
muhakkemdir"411 kâidesinin,"Bir kelâmın i‘mali mümkün olmaz ise ihmal olunur"412
399 Zerkeşî, el-Mensûr, III; 345; İbn Nüceym, Eşbâh, s. 186; Mecelle Md. 59.400 İbn Nüceym, Eşbâh, s. 177; Suyûtî, Eşbâh, s. 265; Mecelle Md. 66.401 Suyûtî, Eşbâh, s. 228; İbn Nüceym, Eşbâh, s. 133; Mecelle Md. 47.402 Hısnî, Kitâbu’l- Kavâid, (Drase Böl.), I, 31-32.403 Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 127-128.404 Suyûtî, Eşbâh, s. 122; Mecelle Md. 8.405 Zerkeşî, el-Mensûr, I; 176; Suyûtî, Eşbâh, s. 133.406 İbn Nüceym, Eşbâh, s. 71; Mecelle Md. 9.407 Alâî, el-Mecmûu’l-Müzheb, I, 303; İbn-i Sübkî, Eşbâh, I, 13; İbn Nüceym, Eşbâh, s. 60; Suyûtî,
Eşbâh, s. 118. Mecelle Md. 4.408 İbn-i Sübkî, Eşbâh, I, 135; Zerkeşî, el-Mensûr, II, 167; Suyûtî, Eşbâh, s. 260.409 Alâî, el-Mecmûu’l-Müzheb, I, 343; İbn-i Sübkî, Eşbâh, I, 48; İbn Nüceym, Eşbâh, s. 84; Suyûtî,
Eşbâh, s. 160. Mecelle Md. 17.410 Mecelle Md. 17.411 İbn Nüceym, Eşbâh, s. 101; Suyûtî, Eşbâh, s. 182. Mecelle Md. 36.412 İbn Nüceym, Eşbâh, s. 150; Mecelle Md. 62.
78
kâidesi, "Kelâmın i‘mali ihmalinden evlâdır"413 kâidesinin kayıt, şart ve istisnası
durumundadırlar.
VII. KAVÂİD LİTERATÜRÜ
Eşbâh ve’n-Nezâir ile Furûk tarzı eserlerin Kavâid türü eserler ile iç içe olması,
usûl kâidelerini konu alan eserlerde fıkıh kâidelerinin de bulunması, bazı usûl ve furû‘
eserlerin içerisinde küllî kâidelerin ayrı bir başlık altında ele alınması gibi sebeplerden
dolayı, kavâid literatürünün tesbiti belirli zorluklar içermektedir.
Biz burada Kavâid kitaplarının yanısıra el-Eşbâh ve’n-Nezâir ile kâideleri
içeren Furûk kitaplarını da mezheplere göre isimlerini vererek zikredecek, Usûl-ı Fıkıh
kâidelerini ele alan eserleri dışarıda bırakacağız. Kaynaklarda, bazı kitapların isimleri
Kavâid olarak geçse de bunların bir kısmı günümüze ulaşmadığı için bu tür kitapları
zikretmedik.
A. Hanefî Mezhebi
1. Kitâbu’l-Furûk: Ebu’l-Fadl Muhammed b. Salih es-Semerkandî el-Karâbîsî
(v. 322/934)414.
2. Usûlü’l-Kerhî: Ebu’l-Hasen Ubeydullah b. Hüseyn el-Kerhî (v. 340/952).
Debbûsî’nin Te’sîsu’n-Nazar adlı kitabının sonunda basılmıştır.
3. Te’sîsu’n-Nazar: Ebu’l-Leys es-Semerkandî (v. 373/983).
4. Te’sîsu’n-Nazar: Ebû Zeyd Abdullah (Ubeydullah) b. Ömer b. İsa ed-
Debbûsî (v. 430/1039). Hanefi mezhebinde kabul edilen dâbıtları ele almaktadır.
5. El-Furûk Fi’l-Fıkh: Ebû’l-Muzaffer Es’ad b. Muhammed el-Kerâbîsî en-
Nîsâbûrî (v. 570/1174).
413 Zerkeşî, el-Mensûr, I; 183; İbn-i Sübkî, Eşbâh, I, 171; Suyûtî, Eşbâh, s. 245; İbn Nüceym, Eşbâh, s. 150; Mecelle Md. 60.
414 Yaman, "Fıkıh Kâideleri", Marife, s. 68.
79
6. Telkîhu’l-Ukûl Fî Furûki’l-Menkûl: Ahmed b. Abdillah b. İbrahim el-
Mahbûbî (v. 630/1233).
7. Kavâid Fî’l-Furû: Şerefuddin Ali b. Osman el-Ğazzî (v. 799/1397)415. Onu
Şafiî bilginlerinden kabul edenler de vardır416.
8. el-Eşbâh ve’n-Nezâir: Zeynüddin b. İbrahim b. Muhammed b. Nüceym el-
Mısrî (v. 970/1562). Hanefi mezhebinde önemli etkileri olan meşhur bir kitaptır.
Üzerinde birçok şerh, haşiye, ta’lik ve ihtisar çalışmaları yapılmıştır. Biz burada
bunların bir kısmına işaret etmekle yetineceğiz417.
a. Zahîratu’n-Nâzır Şerhu’l-Eşbâh ve’n-Nezâir: Ali b. Abdillah et-Tûrî (v.
1004/1596).
b. Tenvîru’l-Besâir Alâ’l-Eşbâh ve’n-Nezâir: Abdulkadir b. Berekât b. İbrahim
(v. 1005/1597).
c. Tenvîru’l-Ezhân ve’d-Damâir Fî Şerhi’l-Eşbâh ve’n-Nezâir: Mustafa b.
Hayruddin Muslihuddin (v. 1025/1616).
d. Risâle Alâ’l-Eşbâh ve’n-Nezâir: İshak b. Ahmed el-Erdebîlî (v. 1055/1645).
e. Tertîbu’l-Eşbâh ve’n-Nezâir: Abdulaziz b. Hüsamuddin Karaçelebizade (v.
1070/1660).
f. Nüzhetu’n-Nevâzir Alâ’l-Eşbâh ve’n-Nezâir: Hayruddin b. Ahmed b. Ali er-
Remlî (v. 1081/1670).
g. Ğamzu Uyûni’l-Basâir Şerhu Kitabi’l-Eşbâh ve’n-Nezâir: Ebû’l-Abbas
Şihabuddin Ahmed b. Muhammed El-Hamevî (v. 1098/1687). İbn Nüceym’in (v.
970/1562) El-Eşbâh’ının güzel bir şerhidir.
415 Es-Serhân, "el-Kavâidu’l-Fıkhiyye", Er-Risâletu’l-İslâmiyye, S.170-171, s. 153; Bûrnû, el-Vecîz, s. 100; Nedvî, Kavâid, s. 103 ve 434.
416 Zuhaylî, el-Kavâid, s. 42; Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 335.417 Daha uzun bir liste için bkz. Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 358-370 arası.
80
h. Umdetu Zevî’l-Besâir Li Halli Mübhemâti’l-Eşbâh ve’n-Nezâir: İbrahim b.
Hüseyn b. Ahmed Pîrîzâde (v. 1099/1688).
i. Ref’u’l-İştibâh An Kelâmi’l-Eşbâh: Muhammed b. Abdurrasul el-Berzencî
(v. 1103/1692).
k. Keşfu’s-Serâir Ani’l-Eşbâh ve’n-Nezâir: Muhammed b. Ömer b. Abdilkadir
ed-Dımaşkî (v. 1130/1718).
l. Keşfu’l-Hatâyir Ani’l-Eşbâh ve’n-Nezâir: Abdulğani b. İsmail b. Abdulğani
en-Nâblusî (v. 1143/1730). Müellifin İbn Nüceym’in (v. 970/1562) El-Eşbâh’ı ile ilgili
başka çalışmaları da vardır418.
m. Umdetu’n-Nâzır Alâ’l-Eşbâh ve’n-Nezâir: Ebu Suud Muhammed b. Ali
İskender el-Hüseynî (v. 1172/1758).
n. Et-Tahkîku’l-Bâhir Şerhu’l-Eşbâh ve’n-Nezâir: Muhammed Hibetullah b.
Muhammed b. Yahyâ et-Tâcî (v. 1224/1809).
o. Nüzhetü’n-Nevâzir Al’l-Eşbâh ve’n-Nezâir: Muhammed Emin İbn Abidîn
(1252/1836).
p. Mecmûatu’l-Kavâid: İbrahim b. Muhammed b. Said Efendi Gözü
Büyükzâde (v. 1253/1837).
r. İthâfu’l-Ebsâr ve’l-Besâir Bi Tebvîbi’l-Eşbâh ve’n-Nezâir: Muhammed
Ebu’l-Feth el-Hanefî (v. 1294/1877)419.
9. El-Fevâidu’z-Zeyniyye Fî Mezhebi’l-Hanefiyye: İbn Nüceym (v. 970/1562).
10. Kavâidu’l-Fıkh: İbn Nüceym (v. 970/1562).
11. Mecâmiu’l-Hakâik: Ebû Said Muhammed b. Muhammed el-Hadimî (v.
1176/1762). Usûl-u Fıkha dair bir kitap olmakla beraber müellif, eserinin sonuna
‘hâtime’ bölümü ekleyerek fıkhî kâide ve dâbıtları almıştır. 418 Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 366-367.419 Geniş bir liste için bkz. Baktır, Küllî Kâideler, s. 42-43; Nedvî, Kavâid, s. 434-439.
81
12. Şerhu Hâtimeti Kavâidi’l-Usûl ve’l-Furû‘: Süleyman Kırkağâcî (v.
1287/1870). Mecâmi’in sonundaki kâidelerin şerhidir.
13. Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye: 1869 ile 1876 yılları arasında hazırlanan
Mecelle’nin başında Hanefi mezhebince kabul edilen 99 kâide yer almaktadır.
Mecellenin birçok şerhleri yapılmıştır. Biz burada bunların önemlilerini zikredeceğiz.
a. Teşrîhu’l-Kavâidi’l-Külliyye ile Şerhu Kavâidi’l-Mecelle: Abdüssettar b.
Abdillah el-Kırımî (v. 1304/1886).
b. Mirât-ı Mecelle: Mesud Efendi (v.1310/1892).
c. Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye Şerhi Ve Kavâid-i Fıkhiyyenin İzahı:
Kuyucaklızade Muhammed Atıf Efendi (v. 1316/1898).
d. Şerhu’l-Mecelle: Halid el-Atâsî (v. 1326/1908).
e. Şehu’l-Mecelle: Selim Rüstem Bâz (1328/1910).
f. Dürerü’l-Hükkam Şerhu Mecelleti’l-Ahkâm: Ali Haydar Efendi (v.
1355/1936).
g. Rûhu’l-Mecelle: Hacı Reşid Paşa.
h. Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye Şerhi: H. M. Ziyâeddin Türkzâde.
k. Kitâbu’l-Edilleti’l-Asliyyeti’l-Usûliyye Şerhu Mecelleti’l-Ahkâmi’l-Adliyye
Fî Kısmi’l-Hukûki’l-Medeniyye: Muhammed Said el-Ğazzî.
l. Tafsîl Li Tavdîhi’l-Kavâidi’l-Fıkhiyye ve’l-Usûliyye Fî Evveli Mecelleti’l-
Ahkâmi’l-Adliyye: Süleyman Hasbî.
m. Tevâfukât-ı Kavâid-i Külliye: Muhammed Rifat Bey.
n. Telhîsu’ Kavâid-i Külliye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye: Ali Ulvi.
o. Kavâid-i Külliye Şerhi: Ahmet Ziya Efendi.
82
p. Îdâhu’l-Kavâid: Mustafa Haşim Hafîd Koca.
r. İzahlı ve Mukayeseli Mecelle Külli Kâideleri: Hilmi Ergüney420.
14. El-Ferâidu’l-Behiyye Fî’l-Kavâid ve’l-Fevâidi’l-Fıkhiyye: Şeyh Mahmud
Hamza ed-Dımaşkî (v. 1305/1887).
15. Kavâidu’l-Fıkh: Şeyh Amîmu’l-İhsân el-Benclâdişî.
16. Kavâid-i Fıkhiyye: Musa Carullah Bigiyef (v. 1369/1949).
17. Kitâbu’l-Furûk Fi’l-Fıkh: Necmeddin İbn Ebî Becr en-Nîsâburî.
18. El-Mevâhibu’l-Aliyye Şerhu’l-Ferâidi’l-Behiyye Fi’l-Kavâidi’l-Fıkhiyye:
İbn Battâh el-Ehdel.
19. Kavâidü’l-Fıkh: el-İmâmu’l-Müceddidî el-Berketî.
20. Şerhu’l-Kavâidi’l-Fıkhiyye: Ahmed b. Muhammed ez-Zerkâ (v.
1357/1938).
B. Şafiî Mezhebi
1. El-Furûk Fî Furûi’ş-Şâfiiyye: Ebu’l-Abbas İbn Süreyc (v. 306/918). Furûk
ismi ile yazılan ilk eser olarak kabul edilmektedir421.
2. El-Cem‘ ve’l-Fark: Ebu Muhammed Abdullah b. Yusuf el-Cüveynî (v.
438/1046).
3. El-Furûk: Ebu’l-Abbas Ahmed b. Muhammed el-Cürcânî (v. 482/1089).
4. El-Kavâid Fî’l-Furû‘: Muhammed b. Mekkî b. El-Hasen İbn Dûst (v.
507/1114).
5. El-Kavâid Fî Furûu’ş-Şafiiyye: Muhammed b. İbrahim el-Câcermî es-
Sehlekî (v. 613/1216).
420 Geniş bir liste için bkz. Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 378-384; Baktır, Küllî Kâideler, s. 52-53.421 Özen, "Furûk", DİA, XIII, 225.
83
6. Kavâidu’l-Ahkâm Fî Mesâlihi’l-Enâm: İzuddin b. Abdisselam (v. 660/1262).
7. Kavâidu’ş-Şer‘ Ve Davâbitu’l-Asl Ve’l-Fer‘: Ebu’l-Fadl Muhammed b. Ali
el-Halâtî (v. 675/1277).
8. El-Eşbâh ve’n-Nezâir: Sadruddin Muhammed b. Ömer b. Vekîl (v.
716/1316). İslam Hukukunda bu isim ile yazılan ilk eser olarak bilinmektedir422.
9. El-Mecmûu’l-Müzheb Fî Kavâidi’l-Mezheb: Selahuddîn Halil b. Keykeldî
el-Alâî eş-Şafiî (v. 761/1360).
10. el-Eşbâh ve’n-Nezâir: Tacuddin Abdulvehhab b. Ali b. Abdilkâfî es-Sübkî
(v. 771/1369). Bu alanda eser yazanların en meşhurlarından biridir. İbn-i Nüceym (v.
970/1562) ve Suyûtî (v. 911/1505) eserlerini oluştururken ondan esinlenmişlerdir423
11. El-Eşbâh ve’n-Nezâir: Cemaluddîn Abdurrahim b. Hasan el-İsnevî (v.
772/1371).
12. Matâliu’d-Dekâik Fî Tahrîri’l-Cevâmi‘ ve’l-Fevârik: Cemaluddîn
Abdurrahim b. Hasan el-İsnevî (v. 772/1371).
13. Muhtasaru’l-Mecmûi’l-Müzheb: Muhammed b. Süleyman es-Serhadî (v.
792/1390). Müellif bu eserinde Âlâî’nin (v. 761/1360) Kavâidi ile İsnevî’nin (v.
772/1371) et-Temhîd Fî Tahrîci’l-Furû‘ Alâ’l-Usûl adlı eserini cem etmiştir424.
14. El-Mensûr Fî’-l-Kavâid: Bedruddin Muhammed b. Bahadır b. Abdillah ez-
Zerkeşî (v. 794/1392). Alfabetik sıraya göre tertip edilmiş ilk kavâid kitabı olarak
bilinmektedir425.
15. el-Eşbâh ve’n-Nezâir: Ömer b. Ali İbn Mulakkin (v. 804/1402).
16. Esnâ’l-Mekâsıd Fî Tahrîri’l-Kavâid: Muhammed b. Muhammed ez-
Zübeyrî el-Esedî (v. 808/1406).
422 İbn-i Vekîl, Eşbâh, (Drase Böl.), I, 57.423 Mahmesânî, Felsefetu’t-Teşrî‘, s. 201.424 Nedvî, Kavâid, s. 187; Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 334. 425 Zerkeşî, el-Mensûr, (Muhakkikin mukaddimesi) I; 46.
84
17. Tahrîru’l-Kavâidi’l-Alâiyye ve Temhîdu’l-Mesâliki’l-Fıkhiyye: Şihabuddin
Ahmed b. Muhammed b. İmaduddin el-Makdisî (v. 815/1412). Müellifin bir de el-
Kavâidu’l-Manzûme isminde bir eseri daha vardır.
18. El-Kavâid: Takiyuddin Ebi Bekr b. Muhammed el-Hısnî (v. 829/1425).
Alâî’nin (v. 761/1360) Kavâid’inin muhtasarıdır.
19. Muhtasar Min Kavâidi’l-Alâî ve Kelâmi’l-İsnevî: Nureddin Mahmud b.
Ahmed İbn Hatip ed-Dehşe (v. 834/1431).
20. El-İstiğnâ Fi’l-Furûk ve’l-İstisnâ: Bedruddin Muhammed b. Ebi Bekr el-
Bekrî (v. 871/1466).
21. Nazmu’z-Zahâir Fî’l-Eşbâh ve’n-Nezâir: Şerefuddin Abdurrahman b. Ali
b. İshak el-Halîlî (v. 876/1471).
22. el-Eşbâh ve’n-Nezâir: Celaluddin Abdurrahman b. Ebibekr es-Suyûtî (v.
911/1505).
23. Şerhu Kavâidi’z-Zerkeşî: Siracuddin Ömer b. Abdillah el-Abbâdî (v.
947/1540).
24. El-Mekâsidu’s-Seniyye Fî Beyâni’l-Kavâidi’ş-Şer’iyye: Şeyh Abdulvehhab
eş-Şa’rânî (v. 973/1565). Bu eser Zerkeşî’nin (v. 794/1392) Kavâid’inin ihtisarıdır.
25. El-Ferâidu’l-Behiyye Fî’l-Kavâidi’l-Fıkhiyye: Ebubekr b. Ebî’l-Kasım b.
Ahmed (v. 1035/1626). Suyûtî’nin (v. 911/1505) Eşbâh’ına manzumedir. Bu kitap
üzerinde birçok çalışma yapılmıştır. Bunların birkaçını burada zikredelim:
a. El-Mevâhibu’s-Seniyye: Abdullah b. Süleyman el-Cerhezî (v. 1201/1787).
b. El-Mevâhibu’l-İlliyye Şerhu’l-Ferâidi’l-Behiyye: Yusuf b. Muhammed el-
Ehdel (v. 1246/1830).
26. Şerhu’l-Kavâidi’l-Hamse: Abdullah b. Ali ed-Demlîcî (v. 1234/1819).
85
27. Haşiye Alâ’l-Eşbâh ve’n-Nezâir: İbrahim b. Es-Seyyid Sıbğatullah el-
Haydarî (v. 1299/1882). Eser Suyûtî’nin (v. 911/1505) el-Eşbâh ve’n-Nezâir’inin
haşiyesidir426.
28. El-Fevâidu’l-Mekkiyye Fîmâ Yahtâcuhu Talebetu’ş-Şâfiiyye Mine’l-Mesâil
ve’d-Davâbit ve’l-Kavâidi’l-Külliyye: Ulvî b. Ahmed es-Sekkâf (v. 1335/1917). Müellif
bu eserini Muhtasaru’l-Fevâidi’l-Mekkiyye ismiyle ihtisar etmiştir.
C. Malikî Mezhebi
1. Usûlü’l-Fütyâ: Mhammed b. Hâris b. Esed el-Haşenî (v. 361/972)427.
2. El-Furûku’l-Fıkhiyye: Ebu’l-Fadl Müslim b. Ali (v. 5/11 yüzyıl).
3. En-Nazâir: Abdulvehhab b. Ali b. Nasr (v. 422/1030).
4. Envâru’l-Burûk Fî Envâi’l-Furûk: Şihabuddin Karâfî (v. 684/1285).
5. Kitâbu’l-Kavâid: Ebu Abdullah el-Makkarî (v. 758/1357). Fıkıh bablarına
göre telif edilen ilk Kavâid kitabı olarak bilinir428.
6. Miftâhu’l-Vusûl İlâ Binâi’l-Furûi Alâ’l-Usûl: Ebu Abdillah Muhammed b.
Ahmed et-Tilmisânî (v. 771/1370). Eserde usûl ve furû‘ kâideleri bir arada
zikredilmekle beraber, kâidelerin çoğunluğu usûl kâideleridir429.
7. El-Müsnedü’l-Müzheb Fî Kavâidi’l-Mezheb: Ebu Abdillah Muhammed b.
Ahmed el-Malikî (v. 889/1484). Bu eser El-Muzheb Fî Dabti Kavâidi’l-Mezheb olarak
da zikredilmektedir430.
8. El-Menhecu’l-Münthab Alâ Kavâidi’l-Mezheb: Ebu’l-Hasen Ali b. Kasım
ez-Zekkâk (v. 912/1506). Manzum bir eserdir. Üzerinde birçok çalışma yapılmıştır.
Bunlardan birkaçı şunlardır.
426 Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 356-357.427 Makkarî, el-Kavâid (Drase Böl.), I, 128; Alâî, el-Mecmûu’l-Müzheb (Drase Böl.), I, 61.428 Yaman, "Fıkıh Kâideleri", Marife, s. 72.429 er-Rûkey, Kavâid u’l-Fıkh, s. 143. 430 Makkarî, el-Kavâid (Drase Böl.), I, 131;Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 341.
86
a. Şerhu’l-Menheci’l-Müntehab: Ebu’l-Abbas Ahmed b. Ali ez-Zekkâk (v.
931/1525).
b. El-Mencûr Ala’l-Menheci’l-Müntehab: Ahmed b. Ali el-Mencûr (v.
995/1587). Bu eser de El-Menheci’l-Münthab’ın şerhidir. Ancak mezhep içerisinde çok
şayi bulmuş ve bunun üzerinde de birçok şerh ve ihtisar yapılmıştır431.
c. Tekmîlu’l-Menhec Li Zekkâk: Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed (v.
1072/1661).
d. Şerhu Tekmîli’l-Menhec el-Munthab: Abdulkadir b. Muhammed b.
Abdilmelik (v. 1187/1773).
e. El-Menhec İle’l-Menhec İlâ Usûli’l-Mezheb: Muhammed el-Emin b. Ahmed
Zeydân eş-Şenkîtî (v. 1325/1907).
9. Îdâhu’l-Mesâlik İlâ Kavâidi’l-İmâm Malik: Ebu’l-Abbas Ahmed b. Yahya
el-Venşerisî (v. 914/1508). Aynı müellifin Uddetu’l-Burûk Fî Telhîs Mâ Fi’l-Mezheb
Mine’l-Cumû‘ ve’l-Furûk isminde bir eseri daha bulunmaktadır432.
10. El-Külliyyâtu’l-Fıkhiyye: Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed İbn Ğâzî (v.
919/1519).
11. En-Nûru’l-Muktebes Fî Kavâidi Malik b. Enes: Abdulvâhid b. Ahmed el-
Venşerisî (v. 955/1548).
12. El-Yevâkîtu’s-Semîne Fî Nezâiri Âlimi’l-Medîne: Ebu’l-Hasen Ali b.
Abdulvahid b. Muhammed el-Ensârî (v. 1057/1647). Müellifin ayrıca İkdu’l-Cevâhir Fî
Nazmi’n-Nezâir isminde bir eseri de vardır.
13. El-Bâhir Fî İhtisâri’l-Eşbâh ve’n-Nezâir: Ebû Zeyd Abdurrahman b.
Abdilkadir el-Fâsî (v. 1096/1685).
431 Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 371-372; Makkarî, el-Kavâid (Drase Böl.), I, 131.432 Yaman, "Fıkıh Kâideleri", Marife, s. 72.
87
14. El-Mecâzu’l-Vâdih Fî Kavâidi’l-Mezhebi’r-Râcih: Muhammed Yahya b.
Muhammed (v. 1330/1912). Müellif bu eserini Ed-Delîlu’l-Mâhiru’n-Nâsih Şerhu’l-
Mecâzi’l-Vâdih ismi ile şerhetmiştir.
D. Hanbelî Mezhebi
1. Takrîru’l-Kavâid ve Tahrîru’l-Fevâid: Ebu’l-Ferac İbnü’l-Cevzî (v.
597/1201).
2. El-Furûk Alâ Mezhebi’l İmam Ahmed: Muhammed b. Abdillah İbn Süreyc
es-Sâmerrî (v. 616/1219).
3. El-Kavâidu’l-Kübrâ, El-Kavâidu’s-Suğrâ: Necmuddin Süleyman b. Abdi’l-
Kavî et-Tûfî (v. 716/1316). Kaynaklarda müellife ait bu iki eser zikrediliyor olsa da
bunların Kavâid ile ilgili olduğuna dair bir bilgi bulunmamaktadır433. Aynı müellifin
kavâid ile ilgili Er-Riyâdü’n-Nevâdir fi’l-Eşbâh ve’n-Nezâir isminde bir eseri vardır434.
4. El-Kavâidu’n-Nurâniyyetü’l-Fıkhiyye: Takuyiddin Ebu’l-Abbas Ahmed b.
Teymiyye (v. 728/1328). Eserin Kavâid kitaplarından sayılsa da aslında bazı fıkhî
konuları içermektedir435.
5. El-Kavâidu’l-Fıkhiyye: Ebu Abbas Şerefuddin Ahmed b. El-Hasen el-
Makdisî Kâdî İbn Cebel (v. 771/1369)436.
6. Takrîru’l-Kavâid ve Tahrîru’l-Fevâid: Ebu’l-Ferec Abdurrahman b. Receb
(v. 795/1393).
7. Havâşî’l-Kavâidi’l-Fıkhiyye: Ahmed b. Nasrullah b. Ahmed Muhibbudin (v.
844/1440). Aynı müellifin İbn Receb’in (v. 795/1393). Kavâid’inin muhtasarı olan
Muhtasaru’l-Kavâid adlı eseri de vardır.
433 Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 326-327.434 Koca, Selefi Söylem, s. 247.435 Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 327; Yaman, "Fıkıh Kâideleri", Marife, s. 72. 436 Bâhuseyn, eserin aslında fıkıh konularını işlediğini fakat müellifin bazı bölümlerin başında fıkhî
kâideler zikrettiğini söyler. Bkz. Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 330.
88
8. El-Kavâidu’l-Külliyye ve’d-Davâbitu’l-Fıkhiyye: Yusuf b. El-Hasen b.
Ahmed b. Abdilhadi İbnu’l-Mibred (v. 909/1503).
E. Şîa Mezhebi
1. El-Kavâid: İbn Mutahhar el-Hillî (v. 771/1369). Müellif bunu kendisi
Îdâhu’l-Fevâid Fî Halli Müşkilâti’l-Kavâid ismindeki eseri ile şerh etmiştir.
2. El-Kavâid ve’l-Fevâid Fî’l-Fıkh ve’l-Usûl ve’l-Arabiyye: Ebu Abdullah
Muhammed b. Mekkî el-Âmilî (v. 786/1384).
3. Neddu’l-Kavâidi’l-Fıkhiyye Alâ Mezhebi’l-İmâmiyye: Mikdâd b. Abdillah
el-Hillî (v. 826/1423). Hocası el-Âmilî’nin (v. 786/1384) El-Kavâid ve’l-Fevâid’inin
tehzib ve ihtisarıdır.
4. El-Kavâid Vefka’l-Mezhebi’l-İmâmî: İbrahim b. Cafer el-Âmilî (v. 11./16
yy.).
5. Câmiu’l-Fevâid Fî Şerhi’l-Kavâid: Et-Tuşterî el-Esfehânî (v. 1021/1612).
Hocası El-Âmilî’nin Kavâid’ini şerhidir.
6. Haşiye Alâ’l-Eşbâh ve’n-Nezâir: Bahâuddin Muhammed b. Muhammed
Bakır el-Hüseynî (v. 1133/1721). Eser Suyûtî’nin (v. 911/1505) el-Eşbâh ve’n-
Nezâir’inin haşiyesidir437.
7. Avâidu’l-Eyyâm Fî Mehemmâti Edilleti’l-Ahkâm: Ahmed b. Muhammed
Mehdî el-Kâşânî (v. 1244/1828).
8. Anâvînu’l-Usûl: Abdulfettah b. Ali el-Hüseynî el-Merâğî (v. 1250/1834).
9. El-Kavâidu’l-Fıkhiyye: Muhammed Cafer el-İsterâbâdî (v. 1263/1847).
10. El-Kavâidu’ş-Şerîfe: Muhammed Şefî‘ b. Aliekber el-Mûsevî (v.
1278/1861).
11. El-Kavâidu’l-Fıkhiyye:Muhammed Mehdî el-Hâlisî (v. 1344/1925).437 Bâhuseyn, el-Kavâid, s. 355-356.
89
F. Modern Dönem Literatürü
Fıkıh kâidelerinin İslam hukukundaki önemi sebebiyle muasır çalışmaların
birçoğunda bu konu çok yönlü olarak incelenmektedir. Tahkîkler ve kavâid ilminin
tarihsel gelişimini inceleyen eserler, kavâid ansiklopedileri, fıkhî kaynaklardaki
kâidelerin tespiti, kâide ve dâbıtların bir nazariye altında bir araya getirilmesi ve temel
fıkhî kâidelerin ayrıntılı bir şekilde incelenmesi bu dönem çalışmalarının başında gelir.
Bunların dışında Mustafa b. Ahmed ez-Zerkâ’nın El-Medhalu’l-Fıkhiyyi’l-Âmm’ı,
Subhî Mahmesânî’nin Felsefetu’t-Teşrîi’l-İslâmî gibi müstakil olmayan eserlerde de
fıkhî kâideler incelenmektedir.
Biz burada Mezheplere göre bir tasnif yapmaksızın 1950’den sonra kavâid
konusunda müstakil olarak yapılmış çalışmaları Kitaplar ve Makaleler olmak üzere iki
başlık halinde ele aldık.
1. Kitaplar
1. El-Kavâid el-Fıkhiyye Mefhûmuhâ, Neş’etuhâ, Tatavvuruhâ, Drâsetu
Müellefâtihâ, Edilletuhâ, Mehemmetuhâ, Tatbîkâtuhâ: Ali Ahmed En-Nedvî.
2. El-Kavâid ve’d-Davâbıtu’l-Mustahlase Mine’t-Tahrîr: Ali Ahmed En-
Nedvî.
3. Mevsûatu’l-Kavâid Ve’d-Davâbıti’l-Fıkhiyye el-Hâkime Li’l-Muâmelati’l-
Mâliyye Fî’ş-Şerîati’l-İslâmiyye: Ali Ahmed En-Nedvî.
4. Kavâidu Mecelleti’l-Ahkâmi’ş-Şer’iyye Alâ Mezhebi’l-İmam Ahmed b.
Hanbel: Ahmed b. Abdillah el-Kârî (v. 1359/1940).
5. Nazariyyetu’t-Taq’îdi’l-Fıkhî ve Eseruhâ fî İhtilâfi’l-Fukahâ: Muhammed
Er-Rûkey.
6. Kavâidu’l-Fıkhi’l-İslâmî Min Hilâli Kitâbi’l-İşrâf Alâ Mesâili’l-Hilâf. Er-
Rûkey bu eserinde Kadı Abdulvehhâb’ın (v. 422/1031) el-İşrâf’ında bulunan kâideleri
çıkarmıştır.
90
7. El-Kavâidu’l-Fıkhiyye Min Hilâli Kitâbi’l-Muğnî Li İbn-i Kudâme:
Abdulvâhid İdrîs.
8. El-Kavâid ve’l-Usûlü’l-Câmia ve’l-Furûk ve’t-Tekâsîmu’n-Nâfia:
Abdurrahman b. Nasır es-Su’dî (v. 1376/1957).
9. Risâle Fî’l-Kavâidi’l-Fıkhiyye: Abdurrahman b. Nâsır es-Sa’dî (v.
1376/1956). Aynı müellifin konuyla ilgili el-Kavâid ve’l-Usûlu’l-Câmia ve’l-Furûk
ve’t-Takâsîmu’l-Bedîatu’n-Nâfia ve Tarîku’l-Vusûl İlâ’l-İlmi’l-Me’mûl Bi Ma’rifeti’l-
Kavâid ve’d-Davâbiti’l-Usûl isimlerinde iki eseri daha bulunmaktadır.
10. Kavâidu’l-Fıkh: Muhammed Amîm el-İhsân el-Müceddidî.
11. Ed-Dürerü’l-Behiyye Fî Îdâhi’l-Kavâidi’l-Fıkhiyye: Muhammed Nureddin
el-Mekkî.
12. El-İsâf Bi’t-Taleb Muhtasaru Şerhi’l-Menheci’l-Muntehab Alâ Kavâidi’l-
Mezheb: Ebû’l-Kasım b. Muhammed b. Ahmed. Muasır Maliki âlimlerindendir.
13. El-Vecîz Fî Îzâhi Kavâidi’l-Fıkhi’l-Külliyye: Muhammed Sıdkî b. Ahmed
el-Bûrnû.
14. Mevsûatu’l-Kavâidi’l-Fıkhiyye: Muhammed Sıdkî b. Ahmed el-Bûrnû.
15. El-Kavâidu’l-Fıkhiyyetu’l-Kübrâ Ve Mâ Teferraa Anhâ: Salih b. Ğânim es-
Sedlân.
16. En-Niyye ve Esruhâ Fî’l-Ahkâmi’ş-Şerîa: Salih b. Ğânim es-Sedlân.
17. El-Kavâidü’l-Fıkhiyye el-Mebâdi, el-Mukavvimât, el-Masâdır, ed-
Deliliyye, et-Tatavvur: Yakup b. Abdülvehhab El-Bâhuseyn.
18. Kâidetu’l-Yakîn Lâ Yezûlu Bi’ş-Şekk Drase Nazariye Te’sîliyye ve
Tatbikiye. Bâhuseyn.
19. Kâidetu’l-Âdeti Muhakkemetun: Bâhuseyn.
91
19. İslam Hukukunda Küllî Kâideler: Mustafa Baktır.
20. İslâm Hukukunun Umumî Esasları: Remzi Balkanlı.
21. Seddu’z-Zerâi‘ Fî’ş-Şerîati’l-İslâmiyye: Muhammed Haşim Burhânî.
22. Eş-Şekk Ve Eseruhu Fî Necâseti’l-Mâi Ve Tahareti’l-Bedeni Ve Ahkâmi’ş-
Şaâiri’t-Taabbudiyyeti (Drâse Fıkhiyye Mukârene) Maa Nazarun Âmme Fî’l-Kavâidi’l-
Fıkhiyye: Muhammed b. Salih Es-Süleyman.
23. El-Meşakkatu Teclibu’t-Teysîr Dirase Nazariye ve Tatbikiyye: Muhammed
b. Salih Es-Süleyman.
24. El-Meşakkatu Teclibu’t-Teysîr: Cuma Muhammed es-Seyyid Mekkî.
25. Et-Tahrîr Fî Kâideti’l-Meşakkati Teclibu’t-Teysîr: Âmir Said ez-Zeybârî.
26. El-Kavâidü’l-Külliyye ve’d-Davâbitu’l-Fıkhiyye fî’ş- Şerîati’l-İslâmiyye:
Osman Şübeyr.
27. Kavâidü’l-Fıkhi’l-Külliyye: Muhammed Enîs Ubâde.
28. Kâidetu’l-Meşakkati Teclibu’t-Teysîr ve Tatbikâtuhâ Fî’l-Ahvâli’ş-
Şahsiyye: İymân el-Akrbâvî.
29. El-Kavâidu’l-Fıkhiyye Târîhuhâ Ve Eseruhâ Fî’l-Fıkh: Muhammed el-
Vâilî.
30. El-Kavâidu’l-Külliyye: Ahmed el-Haccî el-Kürdî.
31. El-Kavâidu’l-Fıkhiyye Lilfıkhi’l-İslâmî Neş’etuhâ Ricâluhâ Âsâruhâ:
Ahmed Muhammed el-Husarî.
32. El-Kâidetu’l-Külliyye İ‘mâlu’l-Kelâmi Evlâ Min İhmâlihi: Mahmud
Mustafa Abûd Armûş.
92
33. El-Vecîz Fî Şerhi’l-Kavâidi’l-Fıkhiyye Fî Şerîati’l-İslâmiyye: Abdülkerim
Zeydân.
34. El-Kavâidü’l-Fıkhiyye Alâ’l-Mezhebi’l-Hanefî ve’ş-Şafiî: Muhammed
Mustafa Ez-Zuhaylî.
35. el-Kavâidu’l-Fıkhiyye Ve Devruhâ Fî İsrâi’t-Teşrîâti’l-Hadîse: Muhyî
Hilâl Es-Serhân.
36. El-Kavâidu’l-Fıkhiyye el-Külliyye ve Eseruhâ Fî’n-Nizâmi’l-İktisâdî Fî’l-
İslâm: İbrahim Muhammed el-Harîrî.
37. El-Kavâid ve’d-Davâbıtu’l-Fıkhiyye Li nizâmi’l-Kadâi Fî’l-İslâm: İbrahim
Muhammed el-Harîrî.
38. el-Medhal İle’l-Kavâidi’l-Fıkhiyyeti’l-Külliyye: İbrahim Muhammed el-
Harîrî.
39.El-Kavâidu’l-Fıkhiyye: Mirzâ Hasan el-Musevî (v. 1395/1975).
40. Kavâidu’l-Fakîh: Muhammed Takiy Âli el-Fakîh el-Âmilî. Şia mezhebine
mensup olan el-Âmilî bu eserinde fıkhî kâidelerin yanı sıra usul kâidelerine de yer
vermiştir438.
41. El-Kavâid ve’d-Davâbitu’l-Fıkhiyye İnde Şeyhi’l-İslâm İbn Teymiyye:
Nasır b. Abdullah el-Mîmân.
42. El-Fevâiu’l-Ceniyye Hâşiyetü’l-Mevâhibi’s-Seniyye Şerhi’l-Ferâidi’l-
Behiyye Fî Nazmi’l-Kavâidi’l-Fıkhiyye Fî’l-Eşbâh ve’n-Nezâir Alâ Mezhebi’ş-Şafiiyye:
Muhammed Yasin b. İsa el-Fâdânî (v. 1410/1989).
43. Mecellenin Külli Kâideleri: Mustafa Yıldırım.
44. Şerhu Mecelleti’l-Ahkâmi’l-Adliyye: Muhammed Said el-Mahâsinî
438 Es-Serhân, "el-Kavâidu’l-Fıkhiyye", Er-Risâletu’l-İslâmiyye, S.170-171, s. 175.
93
2. Makaleler
1. "el-Kavâidü'l-Fıkhiyye": Muhammed Mustafa Ez-Zuhaylî.
2. "Es-Suyûtî ve’l-Kavâidü’l-Fıkhiyye": Muhammed Mustafa Ez-Zuhaylî.
3. "El-Kâidetü’l-Fıkhiyye Hücciyetuhâ ve Davâbitu’l-İstidlâli Bihâ": Riyâd
Mansûr El-Halîfî.
4. "Hz. Peygamber’in Tebliğine Hakim Olan Başlıca Hukuk Prensipleri":
İbrahim Kâfi Dönmez.
5. "İslâm Hukuku Literatüründe Fıkhın Genel Kurallarına Dair İlk Risale": Ali
Pekcan.
6. "Bir Kavram Olarak ‘Fıkıh Kâideleri’ Ya da İslam Hukukunun Genel
İlkeleri": Ahmet Yaman.
7. "el-Kavâidu’l-Fıkhiyye Ve Devruhâ Fî İsrâi’t-Teşrîâti’l-Hadîse": Muhyî
Hilâl Es-Serhân.
8. "en-Nazariyyât ve’l-Kavâid Fî’l-Fıkhi’l-İslâmî": Abdulvehhab İbrahim Ebu
Süleyman.
9. "El-Kavâidu’l-Kübrâ Fî’l-Fıkhi’l-İslâmî": Abdullah b. Abdilaziz el-Aclân.
10. "Ehemmiyyetu’l-Kavâidi’l-Fıkhiyye Fî’l-Fıkhi’l-İslâmî": Abdullah b.
Abdilaziz el-Aclân.
11. "El-Kavâidu’l-Fıkhiyye Ve Târîhu Ta‘kîdihâ": Muhammed eş-Şerîf er-
Rahmûnî.
12. "Mecelle’nin Külli Kâideleri ve Yeni Hukukumuzun Ana Meseleleri": M.
Reşit Belgesay.
13. "Kaide": Mustafa Baktır.
94
İKİNCİ BÖLÜM
BEDÂYİ‘DE FIKHÎ KÂİDELERİN KULLANIMI
I. ESERDE GEÇEN KÂİDELERİN İFADE ŞEKİLLERİ
Bedâyi‘de geçen kâideleri tespite başlamadan önce Kâsânî'nin (v. 587/1191)
kâideleri nasıl ifade ettiğini kısa bir şekilde izah etmek, daha sonra geçen bazı terimlere
ışık tutacaktır. Kâsânî (v. 587/1191), eserinde kâideler arasında herhangi bir ayırım ve
tasnif yapmamaktadır. Sonraki dönemlerde yapıldığı şekliyle kâide ve dâbıt arasında
herhangi bir ayırım yapmadığı gibi usûl ve dil kâidelerini de el-asl ifadesi ile
aktarmakta ve bunlar üzerine hüküm bina etmektedir.
Kendisinden önce yaşamış olan Hanefi fakihlerden Ebü’l-Hasan el-Kerhî’nin
(v. 340/952) "Risâle fi’l-Usûl" ve Debûsî’nin (v. 430/1039) "Te’sîsü’n-Nazar" adlı
eserlerinde olduğu gibi fıkhın birçok alanını kuşatan küllî kâideleri (usûl ve fürû‘) "el-
asl" (األصل) olarak ifade ettiği439 gibi daha dar kapsamlı kâideler olan dâbıtları da "el-
asl" (األصل) olarak zikretmekte440 ve aralarında herhangi bir ayırım yapmamaktadır.
Bununla beraber bazı yerlerde küllî kâideleri "el-aslu’l-ma‘hûd" األصل) ,olarak ifade etmiştir441. Toplam yirmi sekiz yerde geçmekte olan bu ifadeyi (المعهود
hem usûl hem de furû‘ kâideler için kullanmakla beraber daha çok furû‘ kâidelerini
aktarırken kullanmaktadır. Kanaatimizce bu şekilde vermiş olduğu kâideler, temel fıkıh
kâideleri olmalarının yanı sıra başka fıkıh ekolleri tarafından da benimsenen kâideler
olmaları ile diğer kâidelerden ayrı bir hususiyet arz etmektedirler. Usûl kâidesi olarak
umûmun tahsisi442 ve mutlâkın takyîdi443 mevzusunda zikretmiş olduğu kâideleri "el-
439 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 400, II, 226, 290, 366, 423; III, 486, 616; IV, 401; V, 19, 23, 100, 473, VII, 318, 441; IX, 230; X, 270, 307.
440 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 348, 392, 414, 419, 432, 480, 488, 509, 547, 702; II, 16, 108, 109, 116, 257, 423, 461, 497, 622, 625; III, 75, 76, 84, 95, 428, 502; IV, 132, 282, 384, 486, V, 65, 99, 71, 126, 127, 242, 432, 499; VI, 336, 522; VII, 33, 120, 418, 423, 445, 452, 475; VIII, 443; IX, 145, 243, 268; X, 418, 592.
441 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 392, 414; II; 573; III, 14, 121; IV, 226; V, 23; 261,VI, 217, 571, 577, 600; VII, 83, 126 (iki defa geçiyor); VIII, 51, 313, 501; IX, 296, 517, 519; X, 39, 465 (iki defa geçiyor), 571.
442 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 600.443 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 51.
95
aslu’l-ma‘hûd" ( المعهود األصل ) olarak aktarmıştır. Bir yerde İmam Şafiî'ye (v.
204/820) nisbetle verdiği bir dâbıtı da bu şekilde ifade etmiştir444.
Kâsânî (v. 587/1191), kâideleri (usûl, furû‘ ve dâbıt) "el-asl" (األصل) dışında,
"ez-zâhir" (الظاهر)445 "el-mezheb" (المذهب)446 "el-câmi‘" ve (الجامع)447 olarak da
zikretmiştir.
Kâideleri aktarırken bazen de "el-kıyâs" (القي��اس) olarak tabirini
kullanmıştır448. Fıkhî kaynaklarda kıyasın tümevarım yöntemi ile tespit edilen genel
fıkıh kuralları anlamında "asıl", "kâide", "ma‘kûl", "muktezâ-yı delîl" olarak
isimledirildiği449 ve "ala vefki’l-kıyâs" ve "ala hilafi’l-kıyas" gibi tabirlerin bir çok
zaman bu anlamda kullanıldığı450 dikkate alınırsa, eserde bu şekilde geçen kıyâs
ifadelerinin kâide anlamında kullanıldığını söyleyebiliriz. Ayrıca fıkıh usûlündeki aslî
delillerden olan kıyası "şer‘î kıyas" ( الشرعي القياس ) olarak belirtmesi451, aralarında bir
ayırıma gidildiği izlenimi vermektedir.
Dâbıtları çoğunlukla "el-asl" (األصل) olarak aktarmakla beraber bir yerde "el-
aslu'l-mahfûz" ( المحفوظ األصل )452 başka bir yerde de "el-kâide" (القاعدة) tabirlerini
kullanmıştır453.
Dil kâidelerini de "el-asl" (األصل) olarak ifade etmiştir454.
444 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 29.445 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 449; IV, 76, 102, 142; VI, 489; VII, 232, 317.446 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 418, III, 146, 206; V, 6; VI, 606; VIII, 502.447 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 373; VI, 170; VIII, 353, IX, 516.448 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 482, 601, 617; IV, 1, 41; VI, 603; VII, 17; IX, 492; X, 193, 321, 335.449 Dönmez, Kaynak Kavramı, s. 79.450 Şelebî, Medhal, s. 324.451 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 98.452 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 359.453 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 356-357.454 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 444, 529; IV, 129; X, 210, 574.
96
II. İBÂDETLER BÖLÜMÜ
1. Kitâbu’t-Tahâre
( بالشك ي88زول ال المعه88ود: اليقين األصل ) "Bilinen kâide: Şek ile yakîn zâil
olmaz". Cünüp bir kimsenin yıkandığı ve birisinin bevl ettiği kapalı bir havuzdan abdest
almanın hükmü konusunda Irak Meşâyihi ile Maverâu’n-Nehr Meşâyihi arasındaki
ihtilafı aktardıktan sonra Maverâu’n-Nehr Meşâyihi'nin görüşünü, "şek ile yakîn zâil
olmaz" kâidesine bağlı olarak tercih etmektedir455.
( بالشك يبطل ال اليقين ) "Yakîn, şek ile geçersiz olmaz". Bu kâideyi değişik
ifadeler ile birçok yerde zikretmektedir. Abdest aldığından emin olmakla beraber
abdestinin bozulduğu hususunda şüphe eden, abdestli kabul edilir. Buna karşılık
abdestinin bozulduğundan emin olan ama daha sonra abdest alıp almadığı hususunda
şüphe eden de abdestsiz kabul edilir. Çünkü "yakîn, şek ile geçersiz olmaz"456.
( اليقين يرفع ال الشك أن ) "Şek, yakîni ortadan kaldırmaz". Bir kimse temiz olan
elbisesine necaset bulaşıp bulaşmadığı hususunda şüpheye düşerse, bu elbise ile namaz
kılması caiz olur. Bir kimse de yanında bulunan temiz suya necis bir şeyin karışmış
olmasından şüphe ettiği takdirde, bu su temiz kabul edilir. Çünkü "şek, yakîni ortadan
kaldırmaz"457.
( بالموهوم المعلوم يترك ال ) "Malum olan bir şey mevhum ile terk edilmez".
Nifâsın üst sınırı Hanefi mezhebine göre kırk gündür. Bir kadın kırk günden önce
temizlenirse, gusleder ve namazlarını kılar. Bu hükmün gerekçesi, temizlenmenin
apaçık bilinmesinden kaynaklanmaktadır. Nifâs kanının yeniden akması ise şüpheli
olduğundan dolayı "malum olan bir şey, mevhum ile terk edilmez"458.
( بالظن يبطل ال العلم ) "Kesin bilgi, zan ile ortadan kalkmaz". Yolculuğa çıkan
bir kimse, suyunun bittiğini zannedip teyemmüm ile namaz kıldıktan sonra suyun
455 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 414/ I, 73.456 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 263/ I, 33. Ayrıca bkz. Debûsî, Te’sîsü’n-Nazar, s. 17.457 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 432/ I, 81.458 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 293/ I, 41; Serahsî, Mebsût, II, 19.
97
kaldığını görürse, icmâen namazı geçersiz kabul edilir. Çünkü "kesin bilgi, zan ile
geçersiz olmaz"459.
( الشرع أصول في الفائدة لوهم يبقى بيقين الثابت ) "Dînin temel meselelerinde,
kesin olarak sâbit olan, fayda zannıyla olduğu hal üzere kalır".
( الفائ88دة ل88وهم يثبت ال بيقين الثابت غير ) "Kesin olarak sâbit olmayan, fayda
zannıyla sâbit olmaz". Teyemmüm edip sonra irtidad eden bir kimse tekrar Müslüman
olsa, daha önce aldığı teyemmüm ile namaz kılabilir. Çünkü irtidad ibadetlere etki eder,
teyemmüm ise Hanefi mezhebine göre ibadet değildir. Ancak mürtetken yeniden
teyemmüm alsa, bu durumda abdestli kabul edilmez. Çünkü teyemmüm, ihtiyaca binaen
taharet kabul edilmiştir. İrtidad eden kimsenin de bu halde namaz kılması
düşünülemeyeceğinden, abdesti geçerli olmaz460.
"Şek ile yakîn zâil olmaz" kâidesinden bu bölümde çıkarılan dâbıtlara şunlar
örnek verilebilir:
( بالشك النجاسة تثبت ال ) "Necislik, şek ile sâbit olmaz"461.
( واالحتمال بالشك النجاسة تثبت ال ) "Necislik, şek ve ihtimal ile sâbit olmaz"462.
( بالشك بزوالها يحكم ال بيقين الثابتة الطه88ارة ) "Kesin bir şekilde sâbit olan
taharetin zevâline, şek ile hükmolunmaz"463.
( حكمه اتسع أمره ضاق ما ) "Sıkıntıya sebep olan bir şeyin hükmü genişler".
Açık arazide bulunan kuyuların ağzında kapak veya set bulunmadığından, hayvanlar
gelip bu sudan içer ve çevresine terslerler. Bu tersler kuruyunca, rüzgâr bunları alıp
kuyuya atar. Eğer bunların kuyuya düşmesi ile suyun fesadına hükmedilse bu durumda
buralarda yaşayan insanlar darlığa ve sıkıntıya düşer; oysa "sıkıntıya sebep olan bir
459 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 325/ I, 49; İbn-i Nüceym, el-Bahru’r-Râik, I, 167.460 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 334/ I, 53; İbn Nüceym, el-Bahru’r-Râik, I, 159.461 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 432/ I, 81.462 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 205/ I, 20.463 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 233/ I, 25; Bu kâide Mecâmi’de şöyledir: ( باليقين إال يزال فال النجاسة أو الطهارة )
bkz. Hadimî, Mecâmi‘, (yzm.), vr. 36a.
98
şeyin hükmü genişler"464. Bu kâide Mecelle’de "bir iş dîk oldukta müttesi‘ olur"465
şeklinde geçmektedir.
Zerkeşî (v. 794/1392) ve Suyûtî (v. 911/1505), bu kâidenin İmam Şafiî’nin (v.
204/820) sözlerinden biri olduğunu ve bununla üç meseleye cevap verdiğini
belirtirler466. İbn Nüceym (v. 970/1562) de Suyûtî (v. 911/1505) gibi bu kâideyi
"meşakkat teysîri celbeder"467 kâidesinin altında zikrettikten sonra, bazılarının "bir iş
daralınca genişler, genişleyince de daralır" dediklerini kaydeder468.
( قض88يته خفت بليته عمت ما ) "Sıkıntı veren bir şey yaygınlaştığında hükmü
hafifler". İmâmeyn, yollarda çokça bulunmalarından dolayı kendilerinden kaçınmanın
zorluğu ve zaruret sebebiyle hayvan terslerini necâseti hafifeden kabul etmektedirler.
İnsanların ayaklarına giydikleri şeyleri bunlardan korumaları, bu yaygınlık nedeniyle
zordur. İşte bu zorluktan dolayı "sıkıntı veren bir şey yaygınlaştığında hükmü
hafifler"469.
( للغالب العبرة ) "Baskın olan durum dikkate alınır"470. Cünüp olan kimsenin
abdest organlarında yaralar bulunsa veya çiçek hastalığı olsa, eğer bunlar vücudunun az
bir yerinde bulunuyorlarsa sağlam olan bölgeleri yıkar, sağlam olmayan yerleri de
sargıyla sararak bunların üzerine mesheder. Vücudunun çoğunda bu yaralar
bulunuyorsa, teyemmüm eder ve sağlam olan yerleri yıkamaz. Çünkü "baskın olan
durum dikkate alınır"471. Bu kâide Mecelle’de "i‘tibar gâlib-i şâyiadır, nâdire
değildir"472 şeklinde geçmektedir.
( واجب األحكام في الظن وأكبر الرأي بغالب العمل ) "Hükümlerde galib-i rey ve
zannı galib ile amel vaciptir"473. Bu kâideyi Kerhî’ye (v. 340/952) nisbetle zikretmiştir. 464 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 420-421/ I, 76.465 Mecelle Md. 18.466 Bkz. Zerkeşî, el-Mensûr, I, 120-122; Suyûtî, Eşbâh, s. 172.467 Suyûtî, Eşbâh, s. 160; İbn Nüceym, Eşbâh, s. 84; Mecelle Md. 17.468 İbn Nüceym, Eşbâh, s. 93.469 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 431/ I, 81; İbn Nüceym, el-Bahru’r-Râik, I, 241.470 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 328/ I, 51; Zeylaî, Tebyîn, IV, 141; İbn Nüceym, Eşbâh, s. 106, 124; a.m, el-
Bahru’r-Râik, III, 6; Damad, Mecmau’l-Enhur, I, 558.471 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 328. Aynı kâide için bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, I, 402.472 Mecelle Md. 42; Hadimî, Mecâmi‘, (yzm.), vr. 37a.473 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 411/ I, 72; Serahsî, Mebsût, X, 186, 197, 199.
99
İçine necaset düşen durgun suyun miktarı hususunda Kerhî’ye (v. 340/952) göre asıl
olan, takdir değil, taharridir. Bir kimsenin zannı galibine göre necaset, abdest aldığı
yerde varsa buradan abdest alması caiz olmaz. Eğer zannı galibine göre necaset, abdest
aldığı yere ulaşmamışsa abdest alması caiz olur. Çünkü " hükümlerde galib-i rey ve
zannı galib ile amel vacibtir"474.
( الكل حكم لألكثر ) "Çoğunluğa da bütünün hükmü uygulanır". Şafiî ve Malikî
mezheplerinin, başın meshedilmesi ile ilgili yaklaşımlarını aktardıktan sonra, bu
mezhepler ile aralarındaki görüş ayrılığını izah ederken bu kâideyi vermektedir. Başın
meshedilmesi ile ilgili emrin yerine getirilmesi ancak bir vasıta ile mümkün
olabilmektedir. Mesh vasıtası ise toplumdaki örfe göre eldir ve elin üç parmağı da
parmakların çoğunluğunu ifade etmektedir. Dolayısıyla "çoğunluğa da bütünün hükmü
uygulanır". Bu durumda sanki "başınızı meshedin"475 ayetinde, elin üç parmağı ile mesh
edileceğine işaret edilmektedir476. Burada görüldüğü üzere ayeti, kâide ile izah
etmektedir.
( الجميع مق88ام األك88ثر أقيم ) "Ekser cemîin yerine ikame edilir"477. Başın ve
mestlerin çoğunluğunun meshedilmesi ile ilgili bir şart bulunmazken, sargının çoğunun
meshedilmesi şartı bulunmaktadır. Başın ve mestlerin meshi konusunda miktar belli
olduğu için bunlara ziyade yapmak şart değildir. Ancak sargı üzerine mesh ile ilgili
hükümde belirli bir miktar takdir edilmediği için bu hükmün, zorluğa sevk etmemesi
durumunda sargıyı kuşatması gerekir. Çünkü "ekser cemîin yerine ikame edilir"478.
( األكثر بمقابلة بالعدم ملحق األقل ) "Çokluk karşısında az, yok hükmündedir".
Nifâs ile ilgili bir meselede bu kâideyi zikretmiştir. Şöyle ki; doğumda çocuğun bir
kısmı çıksa ve bu çıkan kısım da vücudunun yarıdan azı ise kadın için nifâs hükümleri
474 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 411/ I, 72.475 Mâide, 5/6.476 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 103/ I, 4; Serahsî, Mebsût, II, 54; Zeylaî, Tebyîn, I, 45, 49; İbnü’l-Hümâm,
Fethu’l-Kadîr, I, 472; İbn-i Nüceym, el-Bahru’r-Râik, I, 15, 171, 184; İbn Abidîn, Reddu’l-Muhtâr, II, 59. Aynı kâide için bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, I, 145, 150 / I, 11, 13
477 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 156/ I, 14. Ayrıca bkz. I, 103/ I, 4; Serahsî, Mebsût, XVI, 100; İbn-i Nüceym, el-Bahru’r-Râik, III, 22.
478 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 156/ I, 14. Aynı kâideyi, hayızın en az miktarı ile ilgili olarak Ebu Yusuf’tan (v. 182/798) yapılan rivayeti eleştirirken zikretmektedir. Burada kâidenin mutlak olarak her zaman geçerli olmayacağını, istisnalarının bulunabileceğini ifade etmektedir. Bkz. I, 289/ I, 40.
100
cari değildir, namaz kılması gerekir. Çünkü nifâs, doğuma bağlıdır, burada da doğum
tam manasıyla bulunmadığı için "çokluk karşısında az, yok hükmündedir"479.
( الشرع أحكام في بالعدم ملحق المغلوب ) "Şer‘î hükümlerde az olan, yok gibi
kabul edilir". Akan suyun bir tarafında bulunan ceset ile ilgili olarak, eğer suyun azı
cesedin üzerinden, çoğu ise temiz yerden akıyorsa, bu durumda necasetin bulunduğu
yerin alt tarafından abdest almak caizdir. Çünkü "şer‘î hükümlerde az olan yok gibi
kabul edilir"480.
( األصل حكم حكمه التبع ) "Tabi olanın hükmü aslın hükmüdür". Sakalın çeneden
aşağı uzamış kısımlarının yıkanması konusunda İmam Şafiî (v. 204/820) ile Hanefi
mezhebi arasındaki ihtilafa değinirken; İmam Şafiî’nin (v. 204/820), sakalın uzayan
kısımlarının da abdest alırken yıkanması gerektiği görüşünde olduğunu kaydeder. Bunu,
uzantının, bağlı olduğu şeyin hükmüne tabi olduğunu ve dayanağının "tabi olanın
hükmü aslın hükmüdür" kâidesi olduğunu belirtir. Bu kâideyi İmam Şafiî’ye (v.
204/820) nisbetle zikretmiştir481.
Bu kâideye bağlı olarak şu dâbıtı zikretmiştir:
( ال88تيمم ينقض والحكمي الحقيقي الح88دث من الوضوء ينقض ما كل ) "Hakikî ve
hükmî hades cinsinden abdesti bozan her şey teyemmümü de bozar"482.
( بل فيه حدة على شرط أو حدة على علة وجود على يقف ال التبع في الحكم ثبوت التبع في لثبوته يكفي األصل في ذلك وجود ) "Tabi olan bir şeyde hükmün sübûtu, şartın
veya illetin tabide de ayrıca bulunmasına bağlı değildir. Bilakis bunların asılda var
olması hükmün tabide de sâbit olması için yeterlidir" 483.
( األصل يستتبع ال التبع ) "Tabi olan aslı doğurmaz". Bu iki kâideyi de İmam
Şafiî’ye (v. 204/820) nisbetle zikretmektedir. İmam Şafiî’ye (v. 204/820) göre, bir
479 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 300/ I, 43.480 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 402/ I, 71; Damad, Mecmau’l-Enhur, I, 378 ( كالمعدوم المغلوب ).481 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 97/ I, 4. İmam Şafiî (v. 204/820), eti yenmeyen hayvanın derisinin, boğazlanarak
tahir olamayacağını söyler. Çünkü boğazlama, asıl olan eti helal kılmıyorsa asla tabi olan deriyi de helal kılmaz. Bkz. I, 445/ I, 86.
482 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 347/ I, 56.483 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 344/ I, 55.
101
teyemmüm ile yalnız bir farz namaz ve nafile namazlar kılınabilir, başka bir farz namaz
kılınamaz. Nafilelerin kılınmasının sebebi ise bunların farzlara tabi olmalarındandır.
Tabi olan bir şeyde hükmün sübûtu, şartın veya illetin tabide de ayrıca bulunmasına
bağlı değildir. Bilakis bunların asılda var olması hükmün tabide de sâbit olması için
yeterlidir. İşte İmam Şafiî’nin (v. 204/820) bu ilkesine göre, herhangi bir nafile için
teyemmüm alan bir kimse, bununla farz namaz kılamaz. Çünkü "tabi olan aslı
doğurmaz"484.
Görüldüğü üzere Kâsânî (v. 587/1191), benimsemediği görüşlere itiraz ederken
kâideleri kullandığı gibi, bu görüşleri, esas aldıkları kâide ve dâbıtlar ile zikretmektedir.
( األصل يخ88الف ال الخلف ) "Halef, asıl olana muhalif olmaz". Kâsânî (v.
587/1191) bu kâideyi hem kendi görüşünü temellendirmek için kullanıyor hem de
muhalif görüşlere değinirken zikrediyor. "Temiz toprakla teyemmüm edin, yüzünüzü ve
dirseklere kadar ellerinizi toprakla meshedin"485 ayeti, teyemmümün sadece bir vuruş
olduğunu iddia edenlere karşı bir cevaptır. Çünkü nassta elin toprağa birkaç kez
vurulmasının tekrarlanmayacağına dair herhangi bir ifade bulunmuyor. Eğer nassta
tekrarın olmayacağına dair açık bir ifade bulunmuyorsa, o zaman delâleten olmadığı
anlaşılır. Çünkü teyemmüm, abdestin yerini almıştır. Abdest alırken bir su ile iki uzvun
yıkanması caiz olmadığına göre, teyemmüm ederken bir toprağın iki uzuv için
kullanılması da caiz değildir. Çünkü "halef, asıl olana muhalif olmaz"486.
( الش88روط في األصل يخ88الف ال الخلف ) "Halef, şartlarda asıl olana muhalif
olmaz". Yukarıdaki kâidenin şartlar ile ilgili hususlarda da geçerli olduğunu, İmam
Züfer’in (v. 158/775) teyemmümde niyetin şart olmadığına dair görüşünü zikrederken
veriyor. Hanefi mezhebinin diğer üç imamına göre teyemmüm için niyet şart iken İmam
Züfer’e (v. 158/775) göre şart değildir. Çünkü teyemmüm bir aslın yerini almıştır,
"halef, şartlarda asıl olana muhalif olmaz". Abdest niyetsiz nasıl sahih oluyorsa
teyemmüm de olur487. Kâsânî (v. 587/1191) bu konuda diğer imamların görüşünü tercih
484 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 344-345/ I, 56; İbn-i Nüceym, el-Bahru’r-Râik, V, 149.485 Mâide, 5/6.486 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 312-313/ I, 45; Zeylaî, Tebyîn, V, 230. Aynı kâide için bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, I,
191-192/ I, 19.487 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 330-331/ I, 52.
102
etmesine rağmen İmam Züfer’in (v. 158/775) görüşünü, dayanmış olduğu asıl ile
birlikte vermiştir. İmam Züfer’in (v. 158/775) kâidenin yorumu ile ilgili yaklaşımını
eleştirmektedir. Şöyle ki; teyemmüm hakiki taharet değildir, ihtiyaca binaen taharet
olarak takdir edilmiştir. Abdest hakiki taharet olduğu için niyet şartı aranmazken,
teyemmümde ihtiyacın varlığı ancak niyet ile bilinebilir. Abdestin taharet olması için
ihtiyaç şartı aranmadığı gibi niyet şartı da aranmaz. Ayrıca her iki terimin lafzî
manalarından hareketle de İmam Züfer’in (v. 158/775) görüşünü eleştirmektedir.
Teyemmüm, anlam itibariyle bir şeye yönelmeği ifade etmesi sebebiyle niyetsiz olamaz.
Buna karşılık abdest saflıktan, arılıktan gelmekte olup bunun olması için niyet
gerekmez488.
( األصل وج88ود مع الخلف يبقى ال ) "Halef, aslın varlığı ile ortadan kalkar".
Teyemmüm ile abdest alan bir kimse, yanlarında su bulunmayan fakat su ile abdest alan
bir cemaate imamlık yapsa, cemaatten birisi de namazdayken su görse, imamın ve
geriye kalan cemaatin de bundan haberleri olmasa, suyu gören kimsenin namazı fâsit
olur. Abdestte, suyu kullanabilme imkânı asıl olduğu için imamın abdesti, o kimse
hakkında yok hükmünde olur. Çünkü "halef, aslın varlığı ile ortadan kalkar". Bu şahıs
suyu görmekle, imamın namazının fâsit olduğuna inanmış olur; muktedi imamın
namazının fasit olduğuna inanırsa, kendi namazı fâsit olur489.
( األصل وجود مع الخلف إلى المصير يجوز ال ) "Asıl var olduğunda halefe gitmek
caiz değildir". Su bulunduğu zaman teyemmüm bozulur. Çünkü teyemmüm, suyun
yerini almaktadır. "Asıl var olduğunda halefe gitmek caiz değildir"490.
( المبدل يخالف ال البدل ) "Bir şeye bedel kılınan, bedel kılındığı asla muhalif
olmaz". İmam Malik (v. 179/796) ve İmam Şafiî’ye (v. 204/820) göre teyemmüm
yapılırken bir vuruş yüz için, bir vuruş ise bileklere kadar eller içindir. Kâsânî (v.
587/1191) onların bu görüşlerine "temiz toprakla teyemmüm edin, yüzünüzü ve
dirseklere kadar ellerinizi toprakla meshedin"491 ayeti ile itiraz etmektedir. Ayette,
Allah-u Teâlâ ellerin meshedilmesini emrediyor, delil olmadığı sürece bunun bilekler ile
488 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 331/ I, 52.489 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 346/ I, 56; Serahsî, Mebsût, X, 81 ( األصل وجود بعد للخلف بقاء ال ).490 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 348/ I, 57.491 Mâide, 5/6.
103
takyîd edilmesi caiz değildir. Buna karşılık meshin dirsekler ile takyîd edileceğine dair
delil bulunmaktadır. O da dirseklerin abdesti emreden ayette yıkamanın sınırı olarak
tespit edilmesidir. Teyemmüm de abdeste bedel olduğuna göre "bir şeye bedel kılınan,
bedel kılındığı asla muhalif olmaz"492.
( األصل على الحكم بن88اء يجب الع8ارض يظهر لم إذا ) "Arızî olan durum ortaya
çıkmadıkça, hükmün, aslın üzerine bina edilmesi gerekir". Kadınların temizlik
müddetinin üst sınırı yoktur. Bir kadın yıllarca hayız olmasa da onun, temiz kadınların
yaptıkları her şeyi yapabileceği hususunda imamlar arasında herhangi bir ihtilaf yoktur.
Çünkü "kadınlar için aslolan taharettir, hayız ise arızîdir. Arızî olan durum ortaya
çıkmadıkça, süresi uzasa da hükmün aslın üzerine bina edilmesi gerekir"493.
( الب88دل إلى المص88ير يمنع األصل وج88ود ) "Aslın varlığı, bedele gidilmesini
engeller". Hz. Peygamber (s.a.v) suyun bulunmadığı veya hades olduğu durumlarda
toprağı müslümanın temizlenme aracı olarak tayin ederek onu suya bedel kılmştır. Eğer
su bulunuyorsa toprak temizlenme aracı olarak kullanılmaz çünkü "aslın varlığı, bedele
gidilmesini engeller"494.
( البدل بطل األصل على قدر إذا ) "Asıl olana güç yetirildiğinde bedel geçersiz
olur"495. İmam Malik’e (v. 179/796) nispetle zikrettiği bir kâidedir. Bir sonraki kâide ile
birlikte izah edilecektir.
( الب88دل حكم تبطل ال بالبدل المقصود حصول بعد األصل على القدرة ) "Bedel ile
maksadın gerçekleşmesinden sonra aslı yapabilme imkânı, bedelin hükmünü iptal
etmez". Bu kâideyi İmam Malik’in (v. 179/796), teyemmüm ile namaz kılan bir
kimsenin namaz vakti çıkmadan su bulması durumu ile ilgili görüşünü tenkit ederken
vermiştir. İmam Malik’e (v. 179/796) göre vakit, namazın eda edilme makamı
kılınmıştır. Dolayısıyla suyun vakit içinde bulunması, namaz eda edilirken bulunması
492 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 312/ I, 45; İbn-i Nüceym, el-Bahru’r-Râik, VIII, 316 ( حكم يخالف ال البدل حكم .(األصل
493 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 291/ I, 40.494 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 315/ I, 46; Serahsî, Mebsût, II, 156; İbn-i Nüceym, el-Bahru’r-Râik, II, 237 Bu iki
kaynakta ( األصل ع88دم عند إال يج88وز ال الب88دل إلى المص88ير إن ) şeklinde zikredilmektedir; Damad, Mecmau’l-Enhur, I, 203 ( األصل عدم عند يجوز إنما البدل إلى المصير ).
495 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 360/ I, 60; Damad, Mecmau’l-Enhur, II, 254 ( حكم بطل األصل على قدر إذا .(الحلف
104
gibidir. Teyemmüm abdestin bedeli olduğu için "asıl olana güç yetirilirse bedel
geçersiz olur"496. Kâsânî (v. 587/1191), bu kâideyi kabul etmekle beraber onun yorumu
ve alanının belirlenmesi hususunda "bedel ile maksadın gerçekleşmesinden sonra aslı
yapabilme imkânı, bedelin hükmünü iptal etmez" kâidesini esas alarak, İmam Malik’i (v.
179/796) eleştirmektedir497.
( الغاية وج88ود عند ينتهي غاية إلى الم88وقت الحكم ) "Bir gaye için konulmuş
muvakkat hüküm, o gayenin varlığı ile sona erer". Meshin müddeti mukim için bir gün
bir gece, yolcu için üç gün üç gecedir. Bu müddet tamamlanınca meshin süresi de biter.
Çünkü "bir gaye için konulmuş muvakkat hüküm, o gayenin varlığı ile sona erer"498.
( الغاية وجود عند ينتهي غاية إلى الممدود ) "Bir gaye için uzatılmış olan, gayenin
varlığı ile sona erer". Bir kimse abdest almak için su bulamamışsa teyemmüm eder.
Allah-u Teâlâ Kur’ân’da "eğer su bulamazsanız temiz bir toprakla teyemmüm edin"499
buyurarak, suyun bulunamamasını teyemmümün cevaz sebebi kılıyor. Hz. Peygamber
(s.a.v) da teyemmümü su buluncaya kadar müslümanın abdesti olarak tayin etmektedir.
"Bir gaye için uzatılmış olan, gayenin varlığı ile sona erer". Bir şeyin varlığı, başka bir
şeyin var olmasıyla birlikte son buluyorsa, o başka şeyin ortaya çıkmasıyla artık o şeyin
varlığından söz edilemez500.
( واجب اإلش88تباه عند باإلحتي88اط األخذ ) "Şüphe durumunda ihtiyat ile hareket
etmek vaciptir". Bir kimse tükürdüğünde tükürüğü ile birlikte kan çıkarsa bakılır; eğer
kan fazla ise abdest bozulur, tükürük fazla ise abdest bozulmaz. Kan ve tükürük eşit ise
genel kurala göre bu kan hades değildir dolayısıyla abdest bozulmaz. Çünkü kanın
kendiliğinden veya tükürüğün şiddetinden dolayı çıkmış olma ihtimali vardır. Burada da
şüphe bulunması sebebiyle çıkan kan, bu şüpheye binaen hades kabul edilmez. Ancak
496 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 360/ I, 60; bkz. Debûsî, Te’sîsü’n-Nazar, s. 111.497 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 360-361/ I, 60. Bu kâide diğer kaynaklarda bedelden önce aslı yapabilme imkânı
ile ilgili geçmektedir. Serahsî, Mebsût, XIII, 148 ( بالب88دل المقصود حصول قبل األصل على القدرة الب88دل اعتب88ار يس88قط ); Zeylaî, Tebyîn, II, 267; İbn-i Nüceym, el-Bahru’r-Râik, IV, 73; Damad,
Mecmau’l-Enhur, I, 445 ( بطل بالبدل المقصود حصول قبل األصل على قدر إذا ). 498 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 148/ I, 12; Bu kâide ile ilgili başka bir örnek için bkz. I, 344.499 Nisa, 4/43.500 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 315/ I, 46. Aynı kâideyi Ebu Seleme b. Abdirrahman'ın (v. 94/713), teyemmümün
suyun bulunması ile bozulmayacağına dair görüşünü eleştirirken zikretmiştir. Bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, I, 348.
105
istihsanen bu kanın hades olduğu kabul edilir ve abdest de bozulur. Hades kabul
edilmesinin iki gerekçesi bulunmaktadır. Birincisi; kan ve tükürük eşit oldukları
takdirde tearuz ederler ve birinin diğerine tabi kılınması mümkün olmadığı için de her
birine kendi hükmü verilir. İkincisi ise; "Şüphe durumunda ihtiyat ile hareket etmek
vaciptir"501.
( اإلحتي88اط موضع في الش88رع أحك88ام في الكل حكم للربع ) "İhtiyat durumunda
dörtte bir, şer‘î ahkamda bütün hükmündedir"502. Bir elbiseye bulaşan necasetin azlık ve
çokluk miktarı ile ilgili mezhep içinde farklı yorumlar bulunmaktadır. Tarafeyn’den
gelen bir rivayete göre bu ölçü dörtte birdir. Kâsânî (v. 587/1191) bu ölçünün, yapılan
yorumlar içerisinde en sahih görüş olduğunu kaydettikten sonra, çünkü "ihtiyat
sebebiyle dörtte bir, şer‘î ahkamda bütün hükmündedir" demektedir503.
( إحتياطا أولى ب88الوجوب ف88القول والعدم الوجوب احتمل إذا ) "Vücûb ve yokluk
ihtimali bulunduğunda, ihtiyaten vücûba hükmetmek evlâdır". Bir kimseden meni şehvet
ile infisal etse fakat şehvetsiz bir şekilde çıksa Tarafeyn’e göre gusletmesi gerekir.
Çünkü bu tür durumlarda ihtiyatla hareket etmek gerektiği için "vücûb ve yokluk
ihtimali bulunduğunda, ihtiyaten vvücûba hükmetmek evlâdır"504.
( المس88بب مقام يقام إنما السبب ) "Sebep, sonucun yerine ikame edilir". Bu
kâide, fıkhın diğer alanlarına da hakim olmakla beraber, daha çok ibadetler, aile
hukuku, helaller ve haramlar ile ilgili meselelerde ihtiyat sebebiyle çokça zikredilen bir
kâidedir. Nitekim Kâsânî (v. 587/1191) de özellikle ihtiyatlı olunması gereken
durumlarda, sebebin sonucun yerine ikame edilmesinin şerîatta meşhur bir yol olduğunu
belirtir. Örneğin, hürmet-i musaherenin sübûtu hususunda, dokunmak cinsel ilişki
yerine; uzanarak uyumak da hades yerine geçer505. Ayrıca bu kâideyi zikrederken, bir
çok yerde ihtiyat ve zaruret kaydını da eklemiştir506.
501 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 236/ I, 27.502 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 430/ I, 80; Zeylaî, Tebyîn, I, 73, 98; İbn Nüceym, Eşbâh, s. 98; a.m, el-Bahru’r-
Râik, I, 289; Damad, Mecmau’l-Enhur, I, 81, 292 ( الكل حكم للربع ).503 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 430/ I, 80. Bu kâideye başka yerlerde de atıfta bulunmaktadır. bkz. a.g.e, I, 107,
544. 504 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 277/ I, 37.505 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 244/ I, 30.506 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 243/ I, 29. Aynı kâide için bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, I, 243-244, 250, 276-277/ I, 29-
30, 36-37.
106
( بالشرع نجس النجس جاور ما أن األصل ) "Kâide: Necis bir şeye bulaşan şer’an
necistir". Fare vb. bir hayvan kuyuya düşüp ölse, bu türden hayvanların akıcı kanı
bulunduğu için bunlar kuyunun suyunu necis kılarlar. Çünkü "necis bir şeye bulaşan
şer‘an necistir"507.
( األحك88ام في بالمتيقن ملحق الظاهر ) "Hükümlerde, zâhir olan, yakîne ilhak
edilir". Bir kimse eğer bir yerleşim birimine yakın ise teyemmüm etmeden önce su olup
olmadığını araştırması gerekir. Suyun varlığını araştırmadan teyemmüm eder ve namaz
kılar da suyun bulunduğu ortaya çıkarsa, namazı geçerli olmaz. Çünkü yerleşim
merkezlerinde galiben ve zâhiren suyun bulunma ihtimali yüksektir. İşte bu durumda
"hükümlerde, zâhir olan, yakîne ilhak edilir"508.
( له قول ال المتعنت ) "İnatçı, söz söylememiş kabul edilir". Bulunduğu yerde
suyun varlığı hususunda bilgisi olmayan kimse, sorabileceği birisi yakınında varsa ona
sormalıdır. Sorduğu kimse kişi inat edip cevap vermezse ve soruyu soran kimse de
bunun üzerine teyemmüm alıp namaz kılsa, daha sonra soru sorduğu şahıs, suyun
yakınlarında bulunduğunu kendisine haber verse, namazını iade etmesine gerek kalmaz.
Çünkü "inatçı, söz söylememiş kabul edilir"509.
( كالمص88روف المس88تحق ) "İstihkak, harcama hükmündedir". Bir kimsenin
yanında su bulunduğu halde bu suyu harcadığında susuz kalma riski varsa, onunla
abdest almayıp teyemmüm eder. Çünkü bu su, susuzluk durumunda harcanmak için
ayrılmıştır; "istihkak, harcama hükmündedir". Böyle bir durumda bu kimse manen su
bulamayan hükmündedir510.
( دمه كحرمة المسلم مال حرمة ) "Müslümanın malının dokunulmazlığı kanının
dokunulmazlığı gibidir". Bir kimsenin yanında abdest alacak suyu bulunmaz ve başka
birisi de yanında bulunan suyu ona gabn-ı fahiş ile satmak isterse, bu durumda âlimlerin
çoğuna göre suyu alması gerekmez ve teyemmüm eder. Çünkü istenen fiatın, suyun reel
değerini aşan kısmının bir karşılığı yoktur. Oysa "müslümanın malının dokunulmazlığı
507 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 418-419/ I, 75; İbn-i Nüceym, el-Bahru’r-Râik, I, 117.508 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 317/ I, 47.509 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 317/ I, 47.510 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 318/ I, 47.
107
kanının dokunulmazlığı gibidir"511. Bu aynı zamanda Resulullah (s.a.v)’dan rivayet
edilen bir hadistir.
( بالناقص يتأدى ال الكامل ) "Tam olan, nakıs ile yerine getirilmez". Bir kimse
sabah namazını kaza ederken güneş zevâle ererse bu durumda kıldığı namaz nafile
namaza dönüşür. Çünkü bu vakitte namaz kılınması nehyedilmiştir. Kaza namazı onun
zimmetinde tam olarak bulunmakla beraber, bu vakitte namaz kılmanın nehyi sebebiyle
kaza etmesi nâkıstır. Çünkü "tam olan, nakıs ile yerine getirilmez". Bundan dolayı
kıldığı namaz kaza değil de nafile namaz olmuştur512.
( يتعدى وال عليه المنصوص على يقتصر األحكام من يعقل ال ما المعهود: أن األصل غ88يره إلى ) "Bilinen kâide: Akıl ile bilinemeyen hükümler, nassta belirlenen ile
sınırlandırılır, başka şeylere geçirilmez". İmam Züfer’e (v. 158/775) göre hükmî
necasetin atığı olan musta‘mel su, eğer abdest alan kimse abdestli ise hem temiz hem de
temizleyicidir. Eğer bu kimse abdestli değilse bu durumda su, temiz fakat temizleyici
değildir. İmam Muhammed (v. 189/805) ve Irak Meşâyih’ine göre de hüküm
böyledir513. İmam Züfer’e (v. 158/775) göre abdest alan kimseyi namaz kılmaktan
alıkoyan durum hadestir. Hadesin giderilmesinde kullanılan su mutsa‘mel olur ve bu
durumda hades, bedenden suya geçer. Hades ve hubus her ne kadar vasıf olsalar ve
vasıflar intikal etme özelliğine sahip olmasalar da bunlar hükmen abdest alınan mahalde
var olan necasete ilhak edilirler. Hakiki necaset intikal özelliğine sahip olması
sebebiyle, buna ilhak edilen şey de şer‘an onun hükmünde olur. İşte musta‘mel su, bu
iki durumdan birine girmesi sebebiyle mutlak su olmaktan çıkar. Bu durumda "akıl ile
bilinemeyen hükümler, nassta belirlenen ile sınırlandırılır, başka şeylere geçirilmez"
bilinen kâidesine bağlı olarak hüküm belirlenen ile sınırlandırılır514.
( النص يعارض ال اإلجتهاد ) "İctihad nassa muarız olamaz". Kerhî (v. 340/952),
Ebu Hanife’nin (v. 150/767) ğalîz ve hafif necaseti şöyle tanımladığını zikreder: Ğalîz
necaset; necisliği hususunda nass varid olan ve temizliği hususunda başka bir nass
511 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 322-323/ I, 48.512 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 358-359/ I, 59; İbn-i Nüceym, el-Bahru’r-Râik, II, 132; Damad, Mecmau’l-Enhur,
I, 158.513 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 389/ I, 66-67.514 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 392/ I, 67.
108
bulunmayan necasettir. Hafif necaset; necisliği ve tahareti hususunda iki nassın tearuz
ettiği necasettir. Bu tanım esas alındığı takdirde hayvan terslerinin hepsi Ebu Hanife’ye
(v. 150/767) göre necaseti ğalîzedir. Çünkü bu konuda nass varid olmuştur. Bu da şu
hadisedir: Rasulullah (s.a.v) istinca etmek için İbn-i Mesud’tan (v. 32/652) taş istemiş,
O da iki taş ve bir hayvan tersi getirmiştir. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v) iki taşı
almış, hayvan tersini ise atarak onun necis olduğunu söylemiştir. Bu nassa muarız
olarak hayvan tersinin temiz olduğuna dair başka bir nass ise bulunmamaktadır. Her ne
kadar bazı alimler re’y ve ictihad ile bunun temiz olduğunu söyleseler de "ictihad nassa
muarız olamaz". Bu durumda hayvan tersi ğalîz necasetten kabul edilir515.
( اإلجتهاد أهل إلى فيه يرجع باإلجتهاد يعرف ما ) "İctihad ile bilinen bir konuda
ictihad ehline müracaat edilir". Kuyular temizlenirken bunlardan çıkarılacak suyun kaç
kova olacağı hususunda farklı görüşler bulunmaktadır. Bunlardan biri de Belh
fakihlerinden olan Ebû Nasr Muhammed b. Sellâm’a aittir. O, bir kuyudan ne kadar su
çıkarılacağını tespit etmek için sular hususunda bilgili olan iki zat getirir ve bunların kaç
kova su çıkarılacağına dair verdikleri ölçüyü esas alırdı. Çünkü "ictihad ile bilinen bir
konuda ictihad ehline müracaat edilir"516. Lafzen böyle tercüme edilebilecek olan bu
kaide ile "bilirkişinin takdirine muhtaç konularda o konunun uzmanına başvurulur"
manasının kastedildiği anlaşılmaktadır.
( ضرورة غير من الطاهر تنجيس يجوز ال ) "Zaruret olmadığı sürece temiz bir şeyi
pisletmek caiz değildir". İstinca konusundaki bir görüş ayrılığının izahı sırasında
Kâsânî’nin (v. 587/1191) dolaylı bir delil olarak yararlandığı bu kâide, temiz nesneleri
boş yere kirletmenin dinen tasvip edilmediğini göstermektedir517. Daha sonra aynı
kâideyi istincanın keyfiyeti hususunda da zikretmektedir518.
515 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 430-431/ I, 81; Serahsî, Mebsût, XXVI, 83 ( النص يعارض ال الرأي ).516 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 446/ I, 86.517 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 188/ I, 19.518 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 208/ I, 21.
109
2. Kitâbu’s-Salât
( األصل حكم التبع حكم ) "Tabi olanın hükmü aslın hükmüdür". Yolculukta
namazların kasredilmesi meselesinde birlikte yolculuğa çıkan kişiler arasında tabi
olanların değil de aslın niyeti esas alınır519.
( األصل بعلة بتث التبع في الحكم ) "Hüküm, asılda bulunan illet ile tabide de
sâbit olur". Beraber yolculuğa çıkanlar arasında asıl-tabi ilişkisine bağlı olarak, asıl
mukim olunca tabi de mukim olur520.
( ضرورة التابع سقط األصل سقط إذا ) "Asıl sâkıt olduğunda tâbi de zarûreten
sâkıt olur". Namazın rükünlerinden olan secdenin asıl, diğer rükünlerin ona tâbi
olduğunu ifade ederken bu kâideyi zikretmiştir. Bu sebepten dolayı bir kimseden secde
sakıt olursa rükû‘ etmeye kâdir olsa da rükû‘ sakıt olur521. Bu kâide Mecelle’de "asıl
sâkıt oldukta fer‘ dahi sâkıt olur" şeklinde geçmektedir522.
( التبع حق في العلم عن يغني األصل حق في العلم ) "Asıl hakkındaki bilgi, tabi
hakkındada yeterlidir". İmamın, kıldırdığı namazın hangi namaz olduğuna dair
bilgisinin kendisine tabi olan için de geçerli olduğunu bu kâide ve bir hadis ile
temellendirmiştir523.
( األصل يخالف ال التبع ) "Tabi olan, asıl olana muhalif olmaz". Bu kâideyi, gece
kılınacak olan nafile namazların iki, dört ve altı rekat şeklinde kılınabileceğini el-
Câmiu’s-Sağir’den aktarırken zikretmiştir. Bu konudaki kâide (el-asl) şudur diyerek (
للفرائض تبعا شرعت النوافل ) "nafileler, farzlara tabi olarak vazedilmişlerdir" dâbıtını
zikrettikten sonra bu kâideyi vermiştir524.
( األصل في السبب بوجود ثبت التبع في الحكم ) "Hüküm, asılda bulunan sebebin
varlığı ile tabide de sâbit olur". ( المقت88دي وعلى عليه الس88جود ي88وجب اإلم88ام س88هو )
519 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 476/ I, 94; Serahsî, Mebsût, XXX, 143. Aynı kâide için bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, I, 629/ I, 146.
520 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 492/ I, 101.521 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 506-507/ I, 107.522 Mecelle Md. 51.523 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 589/ I, 128.524 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 290/ I, 295.
110
"İmamın sehvi, kendisine ve muktediye secdeyi gerektirir" dâbıtı ile sehiv secdesinde
muktedinin imama tabi olduğunu ifade ettikten sonra, muktedinin imama tabi olması
gerektiğine dair bir hadis zikretmiş, daha sonra bu kâideden yararlanmıştır525.
( له تبع الشيء شرط ) "Bir şeyin şartı, kendisine tabidir". Tarafeyn, bu kâideye
bağlı olarak istiâzenin kıraate bağlı olduğunu, kıraate başlamak için vazedildiğini,
dolayısıyla kıraatin şartıymış gibi kabul edilmesi gerektiğini iddia ederler526.
( يتبعه ما كإسمه الشيء تبع ) "Bir şeye tabi olan, tabi olduğunun içeriği/ ismi
gibidir". Tarafeyn’in yukarıdaki kâideye dayalı olarak ileri sürdükleri görüşe karşılık
Ebu Yusuf (v. 182/798), bu kâideden hareketle istiâzenin, "sübhâneke"den sonra
vazedilmesi sebebiyle ona bağlı olduğunu söylemektedir527.
Müellif, mezhep imamlarının farklı görüşler ileri sürerken esas aldıkları
yukarıdaki iki kâideye bağlı olarak bazı furû‘ meselelerden örnekler vermektedir.
( الوصف ه88ذا عن األصل إلس88تغناء األصل بناء بطالن يوجب ال الوصف بناء بطالن )
"Vasfın üzerine kurulduğu şeyin geçersizliği, aslın bu vasfa ihtiyacının olmaması
sebebiyle, aslın üzerine kurulduğu şeyin geçersizliğini gerektirmez". Şeyhayn ile İmam
Muhammed (v. 189/805) arasında, imama uyan bir kimsenin başka bir namazı
unuttuğunu hatırlaması üzerine kılmakta olduğu namazın hükmü konusunda geçen bir
görüş ayrılığını izah ederken bu kâideyi zikretmiştir528.
( الخطأ في متابعة ال ) "Hatada mutabaat olmaz". İmamın, sahabenin
rivayetlerine uymayan bir şekilde namaz kıldırması ve kesin olarak hata yapması
durumunda, ona tabi olmanın gerekmediğini izah ederken bu kâideyi zikretmiştir529.
( للف8رائض تابعة النوافل ) "Nafileler, farzlara tabidirler". Farz namazlar için
okunan ezanın nafileler için de geçerli olduğunu, dolayısıyla bunlar için ayrıca azan
okumanın gerekmediğini izah ederken bu kâideyi delil olarak kullanmıştır530. 525 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 719/ I, 175.526 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 32/ I, 202; Serahsî, Mebsût, XII, 158, XVIII, 144; Zeylaî, Tebyîn, IV, 123.527 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 32/ I, 202.528 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 627/ I, 144.529 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 245/ I, 278.530 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 651/ I, 152.
111
( الف88رائض أتب88اع النوافل ) "Nafileler, farzların tabileridirler". Yukarıdaki
kâidenin farklı bir şekilde ifade edildiği bu kâideyi, gece ve gündüz kılınan sünnet
namazlarda kıraatin hafî veya cehrî olarak okunmasının farzlara bağlı olduğunu ifade
ederken zikretmiştir531.
( المتبوع يستتبع ال التابع ) "Tabi olan, tabi olunanı (metbûu) doğurmaz".
( فيه األفعال بتبدل يتبدل المجلس ) "Meclis, kendisinde meydana gelen fiillerin
değişimi ile değişir".
( أجمع المواضع في الحقيقي بالتع888دد ملحق الحكمي التع888دد ) "Hükmî çokluk,
bütün durumlarda hakiki çokluğa bağlıdır".
( قبله ما يستتبع وال بعده ما يتبع ال الشيء ) "Bir şey, kendisinden sonra gelene
tabi olmaz, kendisinden önce geleni de doğurmaz".
Bu dört kâideyi, kaynaklarda, tilavet secdesi konusunda yer alan görüş
ayrılıklarını izah ederken kullanmıştır532.
( األصل وج8ود عند الت8ابع لف88وات عبرة ال ) "Asıl var olduğunda tabinin fevtine
(zamanının geçmesine) itibar edilmez"533.
( الكل حكم لألكثر ) "Çoğunluğa da bütünün hükmü uygulanır". Hz. Peygamber
(s.a.v) secdeyi anlatırken "alnını ve burnunu güzelce yere koy" diye emretmektedir.
İmâmeyn’e göre, bir kimse sadece alnını koyarsa secde etmiş kabul edilir. Çünkü
secdede aslolan alındır, burun tabidir ve "asıl var olduğunda tabinin fevtine (zamanının
geçmesine) itibar edilmez". Çünkü sadece alnını secde mahalline koyan kimse,
çoğunluğu yerine getirmiş olur534.
( جنسه كل ب88اب كل في الكث88ير ) "Her bir konudaki çokluk, kendi cinsinin
küllüdür". Mesela bir kimsenin bir ay süresince cünûn halinde olması oruç ibadetinde;
531 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 684/ I, 161.532 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 738/ I, 184.533 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 503/ I, 105.534 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 503/ I, 105. Aynı kâide için bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, I, 517, 592, 686, II, 268-271,
313, 326/ I, 110, 130, 286, 302, 307.
112
kazaya kalan namazların beş vakti geçmesi de namaz ibadetinde çokluğu ifade eder,
dolayısıyla o konu bakımından küll hükmünde sayılır535. Bu kâideyi, kazaya kalan
namazların tertibini düşüren, kılınmamış namazların çokluğu meselesinde İmam
Muhammed’in (v. 189/805) görüşünü izah ederken vermiştir.
Bu kâideye bağlı olarak Irak Meşâyihi’nden şu dâbıtı rivayet etmiştir: إن) ال88ترتيب س88قوط علة الك88ثرة ) "Kazaya kalan namazların çokluğu, tertibin düşme
nedenidir". Kendisi bu dâbıtı kabul etmekle beraber bunun yorumlanması sonucunda
çıkarılan neticeye katılmamaktadır536.
( األصل عمل يعمل الخلف ) "Halef, aslın vazifesini yerine getirir". Seferî olan
bir kimse, seferilere ve mukimlere imamlık ederken abdesti bozulsa, mukîm olanlardan
biri onun yerine imamlık yaparsa, imamlığı sahih olur ve seferî olanların namazı da dört
rekate dönüşmez.537.
( باألصل كأدائه بالخلف الفرض أداء ) "Halef ile farzın edası, asıl ile eda edilmesi
gibidir". İmam Züfer’in (v. 158/775), rükû‘ ve secde edebilen birisinin, îmâ ile namaz
kılana uymasının caiz olduğuna dair görüşünü izah ederken, bu kâideyi doğrudan delil
olarak getirmiştir. İmam Züfer (v. 158/775) bu durumu, abdestlinin teyemmümlüye,
abdest uzuvlarını yıkayanın meshedene uymasına benzetmiştir. Ancak Kâsânî (v.
587/1191), Onun zikrettiği bu kâideyi ve diğer örnekleri kabul etmekle beraber;
kâidenin, bu konuyu içine alacak şekilde yorumlamasını eleştirmektedir538.
( األصل يخالف ال البدل ) "Bedel asıl olana muhalif olmaz". İmam Şafiî’ye (v.
204/820) nisbetle zikrettiği bu kâideyi, bayram namazının kuşluk namazına bedel
olması sebebiyle onun gibi sünnet olduğunu izah ederken vermiştir. Kendisi ise Onun
bu görüşüne karşılık vücûbiyeti nass ile temellendirmiş ve bu nassı da ( األمر مطلق .mutlak emir, vücûb içindir" usûl kâidesi ile desteklemiştir539" (للوجوب
535 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 606/ I, 135.536 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 608/ I, 136.537 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 495/ I, 102; Serahsî, Mebsût, II, 195. Mebsût’ta bu kâide birkaç yerde geçmekte
olup ( األصل عدم عند ) şeklinde kayıtlanmıştır. bkz. Serahsî, Mebsût, XII, 62, XXVI, 134, XVIII, 23.538 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 614-615/ I, 139.539 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 236-237/ I, 275.
113
( عنه ب88دال جعل غ88يره مق88ام ش88يء أقيم إذا ) "Bir şey başka bir şeyin yerine
geçtiğinde, ona bedel kılınır". Ayakta namaz kılan birinin oturarak kılan kimseye tabi
olabilmesi mevzusunda geçen tartışmalara binaen zikrettiği bu kâideye, bu konuda
rivayet edilen bir hadisi izah ederken başvurmuştur540.
( األصل عن العجز عند الب888دل يج888وز إنما ) "Acziyet nedeniyle asıl yerine
getirilemediğinde bedel caiz olur". İmam Züfer’in (v. 158/775), Cuma günü cuma
namazının asıl olması sebebiyle cumayı kılma imkânı olan bir kimsenin öğlen namazını
kılmasının caiz olmadığına dair görüşünü verirken bu kâideyi zikretmiştir541.
( عنه العجز عند مقامه يقوم الشيء بدل تحصيله تعذر أو ) "Bir şeyin bedeli, o şey
yapılamadığında veya elde edilmesi çok zor olduğunda, onun yerine geçer". Bu kâideyi,
abdest uzuvlarının tamamını yıkayan bir kimsenin mest üzerine meshedene uymasının
caiz olduğunu izah ederken, "mestler üzerine meshetmek, yıkamaya bedeldir" dâbıtı ile
birlikte zikretmiştir542.
( األصل مق888ام يق888وم تحص888يله تع888ذّر أو األصل عن العجز عند الب888دل ) "Aslın
yapılamadığında veya elde edilmesi zor olduğunda ona bedel kılınan, aslın yerine
geçer". Oturarak yerine getirilen namaz fiillerinin, ayakta yerine getirilenlere bedel
olduğunu açıklarken bu kâideyi zikretmiştir543.
( ك88ان أو ح88رج المس88بب على الوق88وف في ك88ان إذا المس88بب مق88ام يق88وم السبب الن888درة غاية في الس888بب وج888ود مع عدمه يك888ون بح888ال المس888بب ) "Sonucun yerine
getirilmesinde zorluk bulunuyor veya sonucun yokluğu sebebin varlığı ile birlikte çok
nâdir oluyorsa, sebep sonucun yerine ikame edilir". Ebu Hanife’nin (v. 150/767), gemi
ile yolculuk yapan bir kimsenin ayakta namazı kılabilme imkânı olduğu halde oturarak
kılabileceğine dair görüşünü izah ederken bu kâideyi kullanmıştır544.
( واإلحتمال بالشك بالجواز يحكم ال ) "Şüphe ve ihtimal ile bir şeyin cevazına
hükmedilmez". Ebu Hanife’ye (v. 150/767) göre Tevrat, İncil veya Zebur’dan tahrif
540 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 622/ I, 142.541 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 184/ I, 257.542 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 620/ I, 142.543 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 623/ I, 143.544 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 515/ I, 110. Ayrıca bkz. Debûsî, Te’sîsü’n-Nazar, s. 15.
114
olmayan bir bölümün namazda okunması ile namaz caiz olur. Buna karşılık tahrif olma
ihtimali olan bir bölümün okunması caiz değildir. Kâsânî (v. 587/1191), Onun bu
görüşünü kabul etmekte ve bu kâide ile temellendirmektedir545.
( وجوده عند يبطل األقوى عدم بشرط حجة جعل ما ) "Daha kuvvetli bir delilin
olmaması şartı ile hüccet kılınan, daha güçlü olanın mevcudiyeti ile geçersiz olur".
Kendi yaptığı araştırma sonucu kıbleyi tayin eden bir kimsenin yanıldığının kesin olarak
ortaya çıkması durumunda, namazını iade etmesi gerektiğini izah ederken bu kâideden
yararlanmıştır. Bu durumu da yapılan ictihadın hilafına bir nassın ortaya çıkmasına
benzetmiştir546.
( واإلحتمال بالشك اإلبتداء في بالجواز يحكم ال ) "Bir ibadetin başlangıcında şek
ve ihtimal var ise cevazına hükmedilmez". Bu kâideyi, kıblenin yönü hususunda şüphe
ettiği halde, araştırma yapmadan herhangi bir yöne yönelerek namaz kılan bir kimsenin
namazının fâsid olduğunu izah ederken delil olarak getirmiştir547. Zikretmiş olduğu bu
kâide "şek ile yakîn zâil olmaz" kâidesi ile istishâbu’l-hâl esasına da dayanmaktadır.
( بالشك يثبت ال الثابت غير ) "Sâbit olmayan bir şey şek ile sâbit olmaz".
( بالشك يثبت ال الثابت وغير بالشك يبطل ال ثبت ما ) "Sâbit olan bir şey şek ile
geçersiz olmaz ve sâbit olmayan bir şey şek ile sâbit olmaz". Bu iki kâideyi, namazların
ilk ve son vakitlerini izah ederken zikretmiştir548.
( دليل شبهة أو دليل عن نشأ إذا يعتبر إنما الظن ) "Zanna, bir delilden ya da şibh-
i delilden neşet ettiği takdirde itibar edilir". Kazaya kalan namazların tertibini düşüren
sebepleri izah ederken bu kâideyi zikretmiştir549.
( بخالفه اليقين ع88دم عند حجة ال88رأي غ88الب ) "Re’yi gâlib, hilafına kesin delil
olmadıkça hüccettir". Muktedî, re’yi galibine göre imamdan sonra iftitah tekbiri almış
ise Hârûniyyât’ta belirtildiğine göre İmam Muhammed (v. 189/805), bu kimsenin
545 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 531/ I, 113.546 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 550/ I, 119.547 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 551/ I, 119.548 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 567/ I, 123.549 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 604/ I, 134.
115
münferid gibi kendi namazına başladığı görüşündedir. İmam Muhammed’in (v.
189/805) bu görüşünü izah ederken, dayanmış olduğu esas olarak bu kâideyi
zikretmiştir550.
( معارضا يص88لح ال المتع88ارض ) "İtiraza uğrayan, başka bir şeye karşı delil
olmaz"551.
( بيقين إال عليه المعتمد عن يع88دل لم األمر أش88كل فلما ) "Bir durum müphem
olduğunda, kesin bir şey olmadıkça kendisine itimad edilenden dönülmez". İmam
Şafiî’nin (v. 204/820) küsûf namazının iki rekat olduğu ve her rekatında iki kıyam, iki
rükû‘ ve iki secde bulunduğu şeklindeki görüşünü ve bu görüşünü dayandırdığı hadisin
çelişkiler içerdiğini izah ederken bu iki kâideyi görüşünü temellendirirken
kullanmıştır552.
( أولى كان باليقين األخذ أمكن مهما ) "Ne zaman kesin olanı yapmak mümkünse
(onunla amel etmek) daha evladır".
( أولى باإلحتياط األخذ ) "İhtiyatlı olanı yapmak daha evladır". Kazaya kalan
namazların kılınmasında gözetilecek tertip ile ilgili olarak Ebu Hanife’nin (v. 150/767)
görüşünü izah ederken bu iki kâideyi vermiştir553.
( اإلحتياط باب من باألكثر األخذ ) "Çoğunluğu esas almak ihtiyattandır".
( األدلة تعارض عند باإلحتياط األخذ ) "Delillerin tearuzunda ihtiyat ile hareket
edilir".
( أولى ب88الراجح األخذ ) "Râcih olan ile amel etmek daha evlâdır". Teşrik
tekbirlerinin bitme vakti hususunda sahabenin ihtilaf etmesi sebebiyle, ihtiyat ile
hareket etmek gerektiğini dile getiren İmâmeyn’e nisbetle bu üç kâideyi zikretmiştir554.
550 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 613/ I, 138.551 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 254/ I, 281.552 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 254-255/ I, 281.553 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 600/ I, 132-133.554 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 14/ I, 196.
116
( اإلتيان في ال الترك في اإلحتياط ) "İhtiyat, bir şeyin işlenmesinde değil de terk
edilmesinde olur". Bu kâideyi, yukarıda geçen ihtilafın devamı olarak teşrik
tekbirlerinin bitme vakti meselesinde Ebu Hanife’ye (v. 150/767) nisbetle
zikretmiştir555.
( العبادة ألمر إحتياطا الحل على للحرمة الرجحان التعارض عند ) "İbadette ihtiyat
sebebiyle, teâruz halinde haramlık hükmü helallik hükmüne tercih edilir". Kazaya kalan
namazların mekruh olan vakitlerde de kılınabileceğini söyleyen İmam Şafiî’nin (v.
204/820) bu görüşüne karşılık, kılınamayacağını söylerken bu kâideyi delil olarak
getirmiştir556.
( األحكام في بالمتيقن ملحق الغالب ) "Hükümlerde, gâlib olan kesin gibidir".
Rükû‘ ve secde etmekten aciz olan bir kimsenin, kıyamda durmaktan evleviyetle aciz
olacağını izah ederken bu kâideyi zikretmiştir557.
( بالعدم ملحق النادر ) "Nâdir olan yok hükmündedir". Secde ve rükû‘ etmekten
aciz olan bir kimsenin ayakta namaz kılması az rastlanan bir durum olduğu için yok gibi
kabul edilir558.
( بالعدم النادر ألحقوا ) "Nâdir olan, yok hükmündedir"559. Bizim esas aldığımız
baskıda bu ifade ile verilmekte olan bu kâide tahkiki yapanın dipnotta verdiği bilgiye
göre başka bir nüshada ( بالعدم النادر يلحق ) şeklinde geçmektedir. Biz de bu şekilde
olabileceğini dikkate alarak diğer nüshayı esas alarak tercüme ettik.
( بالن88ادر ع88برة ال ) "Nâdir olan durum dikkate alınmaz"560. Bu kâide baskın
olmayan durum dikkate alınmaz şeklinde de ifade edilebilir. Kitâbu’t taharede de ifade
ettiğimiz gibi bu kâide, Mecelle’de geçen "i’tibar gâlib-i şâyiadır, nâdire değildir"561
kâidesinin bir kısmını ifade etmektedir.
555 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 15/ I, 196.556 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 159/ I, 246.557 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 506/ I, 107.558 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 507/ I, 107.559 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 515/ I, 110.560 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 515/ I, 110; Serahsî, Mebsût, I, 122; Zeylaî, Tebyîn, I, 12.561 Mecelle Md. 42; Hadimî, Mecâmi‘, (yzm.), vr. 37a.
117
( للغ88الب الحكم ) "Baskın olan duruma göre hüküm verilir". Müslüman ile
kafirlerin cenazeleri bir arada bulunur da bunları birbirinden ayırt etme imkânı yok ise
Kudûrî’nin (v. 428/1037) de Şerhu Muhtasari’l-Kerhî’de zikrettiği gibi gâlip olanın
dikkate alınacağını söylerken bu kâideyi delil olarak zikretmiştir562.
( الش8رط وج8ود قبل ع8دم بالشرط المعلق ) "Şarta bağlı olan bir şey, şartın
varlığından önce yok kabul edilir". Son ka‘denin, namazın erkânından olduğuna dair
rivayet etmiş olduğu bir hadisin izahında, bu kâideden yardımcı bir unsur olarak
faydalanmıştır563.
( األرك88ان تحص88يل عن العجز ف88وق يكون ال الشرائط تحصيل عن العجز ) "Şartları
yerine getirmedeki acziyet, rükünleri yerine getirmedeki acziyetin üzerinde olmaz".
Muhammed b. Mukâtil er-Râzî’nin, kıbleye yönelmekten aciz olan bir kimsenin
namazlarını kıbleye dönmeden kılması durumunda, iyileşince iade edeceğine dair
görüşüne itiraz ederken bu kâideyi kullanmaktadır564.
( الشرائط من أقوى األركان ) "Rükünler, şartlardan daha kuvvetlidir". Bineğin
eğerinde veya üzengisinde bir necasetin bulunması, üzerinde namaz kılanın namazına
zarar vermez. Hayvan üzerinde kılınan namazda kıyam, rükû‘ ve secde gibi rükünler
düşmüş ise bazı şartların eksik olması buna kıyasla ikinci derecede öneme sahiptir.
Çünkü "rükünler, şartlardan daha kuvvetlidir"565. Bu kâide aynı konuda ve aynı ifadeler
ile Mebsût’ta da geçmektedir. Hem Mebsût’ta hem de Bedâyi‘de aynı ifadeler ile İmam
Muhammed’in (v. 189/805) bu konudaki yaklaşımı izah edilirken bu kâidenin
zikredilmesi, kâidenin fıkhın ilk kaynaklarında ne şekli geçtiğini göstermesi bakımından
önemlidir.
( ركنه بدون للشيء وجود ال ) "Bir şey, rüknü olmaksızın var olmaz". Namazın
rükünlerinden olan secdeyi yapmadığını hatırladığı halde selam veren bir kimsenin
namazı fasit olur ve iadesi gerekir. Bu görüşünü desteklemek maksadıyla, önce (سالم
562 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 316/ I, 303.563 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 532/ I, 113.564 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 507/ I, 107.565 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 512/ I, 109; Serahsî, Mebsût, I, 250.
118
للصالة قاطع العمد ) "amden selam vermek, namazı keser" dâbıtını zikretmiş, sonra bu
kâide ile meseleyi temellendirmiştir 566 .
( عليه س88ابقا يك88ون الش88يء شرط ) "Bir şeyin şartı kendisinden önce gelir".
Hutbenin cuma namazının şartı olduğunu dolayısıyla namazdan önce olması gerektiğini
açıklarken önce bu kâideyi zikretmiş, daha sonra Hz. Peygamber (s.a.v)’ın
uygulamasını örnek olarak göstermiştir567.
( له مقارنا أو عليه سابقا يكون الشيء شرط ) "Bir şeyin şartı ya kendisinden
önce gelir veya kendisine mukarin olur". Bayram hutbesinin, bayram namazının şartı
olmadığını izah ederken hutbenin namazdan sonra geldiğini ifade etmiş ve bu kâideyi
de delil olarak zikretmiştir568.
( الشرط من أهم الركن ) "Rükün, şarttan daha önemlidir". Cenaze namazını
oturarak veya binek üzerinde kılmak istihsanen caiz değildir. İstihsanen caiz olmayan
bu durumu açıklarken bu konuda varid olan nassın ayakta kılmak şeklinde olduğunu,
diğer şekillerde kılmanın rüknü terketme manasına geleceğini kaydetmiştir569.
( عليه يحال سبب عقيب ظهر متى الحكم أن األصل ) "Kâide: Bir sebepten sonra
ortaya çıkan bir hüküm, o sebebe yorulur". Savaş meydanında ölü olarak bulunmuş bir
kimsenin üzerinde, öldürüldüğüne dair bir alamet bulunursa şehit olarak kabul
edileceğini ifade ederken bu kâideyi zikretmiştir570.
( السبب بتكرر يتكرر الحكم ) "Hüküm, sebebin tekrarı ile tekerrür eder". Bu
kâideyi, Tahâvî’nin (v. 321/933) Hz. Peygamber (s.a.v)’a namazda ve namaz dışında
salat-u selam getirmek ile ilgili görüşünü aktarırken vermiştir. Kerhî’nin (v. 340/952)
aynı konudaki görüşünü, ( التك88رار يقتضي ال المطلق األمر ) "mutlak emir, tekrarı
gerektirmez" usûl kâidesini vererek izah etmiştir571.
566 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 703/ I, 168.567 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 195/ I, 262.568 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 240/ I, 276.569 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 346/ I, 315.570 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 366/ I, 323.571 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 70/ I, 213.
119
( والظهور الشهرة على األركان مبنى ) "Rükünler bilinirlik ve açıklık temeline
dayanır".
( مثله يك88ون أن يقتضي ال الش88يء على الزي88ادة ) "Bir şeye ziyade, onun misli
olmasını gerektirmez". Dört rekatli namazların son iki rekatinde kıraatin farz olmadığına
dair sahabe icmasını delil olarak zikrettikten sonra bu iki kâideyi de yapmış olduğu
istidlali destekleyici deliller arasında zikretmiştir572.
( األهلية ع8دم مع يبقى ال أهلية غ8ير من ينعقد ال كما الشيء ) "Bir şey, ehliyetsiz
gerçekleştirilmediği gibi, ehliyet olmaksızın devam da etmez"573.
( محال ينافيه ما مع الشيء بقاء ) "Bir şeyin, kendisi ile çelişen bir şey ile devam
etmesi muhaldir". Namaz kılan bir kimsenin abdestinin bozulması ile namazının da
fâsid olacağını izah ederken bu iki kâideyi zikretmiştir574.
( ينافيه ما مع للشيء بقاء ال ) "Bir şey, kendisini nefyeden bir şey ile birlikte
devam etmez". İmam Ebu Yusuf (v. 182/798) ile Hasan b. Ziyâd’ın (v. 204/819), korku
namazının Hz. Peygamber (s.a.v)’a has bir namaz olduğunu ve günümüzde bu namazı
kılmanın caiz olmadığı görüşünü aktarırken bu kâideyi zikretmiştir575.
( حكما إنعدم حقيقة إنعدم ما أن األصل ) "Kâide: Hakikaten olmayan hükmen de
yoktur". Hayız kanı kesilince, hayzın da bittiğine hükmetmek gerekir. Eğer mutât hayız
günleri on günden az ise gusletmediği sürece hayızdan çıktığına hükmedilmez576.
( يضاده بما يبطل الشيء ) "Bir şey kendi zıttı ile geçersiz olur". İkamet müddeti
ile ilgili olarak İmam Şafii’ye (v. 204/820) nisbetle zikrettiği bu kâideyi, Rasulullah
(s.a.v)’dan rivayet edilen bir hadis ile eleştirmektedir. "Rasulullah (s.a.v) Tebük’te on
dokuz gün kaldı ve namazları kasretti" haberine dayalı olarak ikamet müddetinin, dört
gün olmasını terk ettiklerini söylemektedir577.
572 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 525/ I, 111.573 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 92/ I, 220.574 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 92/ I, 220.575 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 148/ I, 242.576 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 480/ I, 96.577 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 481-482/ I, 97.
120
( يضاده بما ينعدم الشيء ) "Bir şey kendi zıttı ile bir arada bulunmaz". Bu
kâideyi, İmam Şafii’nin (v. 204/820) ikametin dört gün ile vuku bulacağına dair
görüşünü açıklarken zikretmektedir. Ancak Kâsânî (v. 587/1191) bu yorumu da sahabe
icmasına dayalı olarak terk ettiklerini kaydetmektedir578.
Bu iki örnekte görüldüğü üzere bir konuda getirilen kâidenin nassa ve icmaya
aykırı olmaması gerekmektedir. Eğer kâide bunlardan birine aykırı bir sonuç
doğuruyorsa terk edilir. İmam Şafii’nin (v. 204/820) konu ile ilgili yaklaşımını
verdikten sonra, sahabe icması ile ilgili örnekler ile Hanefi mezhebinin bu konudaki
yorumunu vermekte ve en sonunda da bunu bir kâideye bağlamaktadır: ( بمقابلة القياس باطل واإلجماع النص ) "Nassa ve icmaya aykırı kural geçersizdir"579.
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi muhalefet ettiği görüşlerin esas aldıkları
kâideleri zikretmekte ve bunlara itirazlarda bulunurken kâidelere yer vermektedir. Aynı
şekilde Hanefî mezhebi müctehidlerinin farklı görüşlere sahip olduğu bir konuyu
tartışırken, bu bilginlerin görüş farklılıklarının esas aldıkları kâideden kaynaklandığını
açıklamakta ve bu kâideyi de zikretmektedir. Mesela; seferî olan kimse, dört rekatli
namazları kasrederek kılar. Sehiv secdesi getirmesi gereken seferî bir kimse iki rekâtın
sonunda bir teşehhüd miktarı otursa ve selam verse fakat bu arada mukim olmaya niyet
etse, Şeyhayn’e göre bu namazı dört rekâta dönüşmez ve sehiv secdesi de düşer. İmam
Muhammed (v. 189/805) ve Züfer’e (v. 158/775) göre ise kıldığı namaz dört rekâta
dönüşür ve namazın sonunda da sehiv secdesi getirmesi gerekir. Ancak sehiv
secdelerinden birini veya ikisini yaptıktan sonra mukim olmaya niyet ederse, imamların
hepsine göre namazı dört rekât olarak kılması ve sonunda da sehiv secdelerini yapması
gerekir. İlk selamdan önce ikamete niyet ederse de durum böyledir. İşte Kâsânî (v.
587/1191), bu ihtilafın bir kâideye dayalı olduğunu belirtir. O da şudur; Şeyhayn’e göre
( خروجا يوسف وأبي حنيفة أبي عند الص88الة من يخ88رج س88لم إذا الس88هو س88جود عليه من (موقوفا "sehiv secdesi yapması gereken bir kimse selam verirse, mevkuf olarak
namazdan çıkar" eğer sehiv secdelerini yaparsa namazdan çıkmadığı, yapmazsa
578 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 482/ I, 97.579 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 482/ I, 97.
121
namazdan çıktığı anlaşılmış olur. İmam Muhammed (v. 189/805) ve Züfer’e (v.
158/775) göre bu kimsenin selamı onu namazdan çıkarmaz580.
( يضاده ال بما ينعدم ال الشيء ) "Bir şey, kendisine zıt olmayan bir şey ile ortadan
kalkmaz". Namazda sesli gülmenin ve bilerek abdest bozmanın namazı değil de abdesti
bozduğunu izah ederken bu kâideyi zikretmiştir581.
( الوجود من يمنعه بل اآلخر الضد يفسد ال الضد وجود ) "Bir şeyin zıttının varlığı,
başka bir zıttı bozmaz. Ancak onun varlığını engeller". Bu kâideyi de yukarıdaki
konunun bir devamı olarak, namazda konuşmanın abdesti değil de namazı bozduğuna
delil olarak getirmiştir582.
( به يكلف ال الفعل عن العاجز ) "Bir fiili yapmaktan aciz olan, o fiil ile mükellef
olmaz". Hastalık gibi bir sebepten ötürü kıyam, rukû‘ ve secde yapamayan bir kimseden
bu rükünler düşer583.
( واإلمكان الوسع على مبني التكليف ) "Sorumluluk, yapabilme gücü ve imkânı
üzerine mebnidir"584. Kıblenin yönünü soracak birini bulamayan bir kimsenin, kendi
yapacağı araştırma sonucunda namazını kılmasının cevazı hususunda zikretmiştir585.
( ممتنع الوسع يحتمله ال ما تكليف ) "Güç yetirilemeyecek sorumluluk
mümtenidir". Araştırma sonucunda bir cihete yönelerek namaz kılan bir kimsenin,
sırtını Kabe’ye çevirdiği daha sonra ortaya çıkarsa, Hanefi mezhebine göre namazı caiz
olduğu halde İmam Şafiî’ye (v. 204/820) göre caiz değildir. İşte Kâsânî (v. 587/1191)
mezhebin bu görüşünü izah ederken bunun iki delile dayandığını; bunlardan birincisinin
nass olduğunu ikincisinin ise akıl olduğunu kaydeder. Bu kâideyi de meselenin
dayanmış olduğu aklî delili açıklarken zikretmiştir586.
580 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 488/ I, 100.581 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 136/ I, 237.582 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 136/ I, 238.583 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 503/ I, 105.584 Bedâyi‘in diğer baskısında ( واإلمكان الوسع بحسب التكليف ) "Sorumluluk, yapabilme gücü ve imkânı
ölçüsündedir" şeklinde geçmektedir. bkz Kâsânî, Bedâyi‘, I, 118. Ayrıca bkz. Serahsî, Mebsût, I, 122, II, 181, V, 182, 210; Zeylaî, Tebyîn, I, 100, V, 286, 288; İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, I, 270; İbn-i Nüceym, el-Bahru’r-Râik, VIII, 191; Damad, Mecmau’l-Enhur, II, 170, 590.
585 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 550/ I, 118. Ayrıca bkz. a.g.e, I, 527/ I, 112.586 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 552-553/ I, 120.
122
( األداء على القدرة يعتمد الوجوب ) "Vücûb, eda kudretine dayanır". Şeyhayn’ın,
muktedi olan bir kimsenin secde ayeti okuması durumunda imama ve diğer cemaate
secde gerekmediği hususundaki görüşünü izah ederken bu kâideyi esas almıştır587.
( تحص88يله المكلف ق88درة تحت ي88دخل ش8يئا العب88ادة ش8رط يكون أن األصل ) "Asıl
olan, ibadetin şartının mükellefin yapabileceği bir şey olmasıdır".
( غ88يره على مكلف لكل والية ال ) "Hiçbir mükellefin başkası üzerinde velayeti
yoktur".
( البق888اء ش888رط يجعل أال أولى أصال العب888اد والية تحت ي888دخل ال ال888ذي الش888رط )
"Kulların imkânı dahilinde olmayan şartın, bekâ şartı olmaması evlâdır". İmam Züfer
(v. 158/775) dışındaki diğer üç Hanefi imama göre cemaat, cuma namazının hem
in’ikad hem de bekâsının aslî şartı değildir. Çünkü teklifin, mükellefin gücü dahilinde
olması gerekir. Onların bu konudaki görüşünü izah ederken bu üç kâideyi delil olarak
zikretmiştir588.
( النفس كحرمة األعض888888اء حرمة ) "Uzuvların dokunulmazlığı, canın
dokunulmazlığı gibidir". Bir kimsenin oturarak namaz kıldığında gözlerinden su akarsa,
bu durumu geçinceye kadar uzanarak îmâ yoluyla namaz kılması gerektiğini açıklarken
bu kâideyi zikretmiştir589.
( مك88روه المح88ترم إهانة ) "Saygın olan varlığın aşağılanması mekruhtur".
Çocuğun cenazesinin el üstünde taşınması gerektiğini, bir eşya taşınır gibi herhangi bir
binek ile taşınamayacağını izah ederken bu kâideyi zikretmiştir590.
( المتعارف إلى ينصرف الكالم مطلق ) "Mutlak ifade, (insanlar arasında) yaygın
olana hasredilir". İmâmeyn, Kur’ân-ı Kerim’de geçen "Kur’ân’dan kolayınıza geleni
587 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 745/ I, 188.588 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 207/ I, 266.589 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 505-506/ I, 106; Serahsî, Mebsût, I, 215, XXIV, 48; İbn-i Nüceym, el-Bahru’r-
Râik, II, 124; İbn Abidîn, Reddu’l-Muhtâr, II, 103.590 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 332/ I, 309.
123
okuyun"591 ayetinde mutlak olarak kastedilen miktarın tespitinde, örfe müracaat edilmesi
gerektiğini söylerler592.
( واجب الن88اس في به العمل إش88تهر ما إتب88اع ) "İnsanlar arasında kendisi ile
amelin yaygın olduğu bir şeye tabi olmak vacibtir". Bayram hutbesinde minbere
çıkılmayacağını açıklarken bu kâideyi zikretmiştir593.
( الناس معامالت في يعتبر إنما العرف ) "Örf, insanların muamelelerinde dikkate
alınır". Ebu Hanife’nin (v. 150/767), "Ey iman edenler, Cuma günü namaza
çağrıldığınızda hemen Allah’ı anmaya koşun"594 ayetinde geçen "zikir" kelimesinin, dil
bakımından ve örfen Allah’ı anmak anlamına geldiğine dair görüşünü izah ederken bu
kâideyi kullanmıştır595.
( الضرورة بقدر السقوط ) "(Mükellefiyetten olan) bir şeyin düşmesi, zaruret
ölçüsündedir". Bir kimse bineğinden inme imkânına sahip olduğu halde yerde bulunan
çamur vb. bir engelden dolayı oturamıyorsa, bineğinden iner ve ayakta îmâ ile namaz
kılar. Eğer oturma imkânına sahip olduğu halde secde edemiyorsa, oturur ve îmâ ile
namaz kılar596.
( لض88رورة إال حكما إعتبارها يسقط ال الحقائق ) "Hakikatler, zaruret olmadıkça
hüküm bakımından itibardan düşmez". Mekân farklılığının tilavet secdesine etkisini
izah ederken bu kâideyi zikretmiştir597.
( الش888رع قواعد من مس888تثناة الض888رورة مواضع ) "Zaruret durumları, şer‘î
esaslardan müstesnadır". Namazda bağdaş kurarak oturmanın mekruh olduğuna dair
Abdullah b. Ömer’den (v. 63/683) yapmış olduğu rivayeti izah ederken, vazedilmiş bazı
şer‘î hükümlerin zaruret durumunda istisna edileceğini ifade etmek maksadıyla bu
kâideyi zikretmiştir. Ayrıca sahabeden yapmış olduğu bir rivayeti de bu kâide ile izah
591 Müzemmil, 73/20.592 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 526/ I, 112.593 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 250/ I, 280.594 Cuma, 62/9.595 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 196/ I, 262-263.596 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 512/ I, 109. Mecelle’deki "zaruretler kendi mikdarlarınca takdir olunur" kâidesi
ile yakın anlamda kullanılmaktadır. Bkz. Mecelle Md. 22.597 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 740/ I, 185.
124
etmiştir598. Mecelle’de "zaruretler memnu‘ olan şeyleri mübah kılar"599 şeklinde yer alan
kâide de bu kâidenin farklı bir ifadesidir.
( حرام فهو الحرام إلى أدى ما ) "Harama götüren şey de haramdır". Genç olan
bayanların camiye giderek cemaate iştirak etmelerinin mübah olmadığını izah ederken,
öncelikli olarak Hz. Ömer’in (v. 23/644) bu konudaki uygulamasını delil olarak
getirmektedir. Daha sonra onların cemaate iştiraklerinin mübah olmayışının gerekçesini
izah ederken, bunun dayanakları arasında bu kâideyi zikretmektedir600.
( مكروها كان مكروه عن ينفك ال ما ) "Mekruha yol açan bir şey mekruh olur".
İmamın cehrî olmayan bir namazda secde ayeti okuyarak secdeye gitmesinin mekruh
olduğunu izah ederken bu kâideyi kullanmıştır601.
( منه كأنه يجعل الشيء خصائص من كان ما ) "Bir şeyin hususiyetlerinden olan,
sanki o şeydenmiş gibi kabul edilir". Teşrik tekbirlerinin namazdan hemen sonra
getirilmesini izah ederken bu kâideyi deliller arasında zikretmiştir602.
( البدعة فعل من أولى الس88نة ت88رك ) "Sünnetin terki, bid’atin işlenmesinden
evlâdır". Sehiv secdesinin selamdan önce getirilmesinin caiz olmakla beraber bid’at
olduğunu açıklarken bu kâideyi zikretmiştir603.
( البدعة جهة تغلب والبدعة السنة بين تردد إذا الفعل ) "Bir fiil, sünnet ile bidat
arasında bulunuyorsa bidat yönü galip olur"604.
( ف888رض البدعة عن اإلمتن888اع ) "Bidatten kaçınmak farzdır". Cehrî kılınan
namazlarda fatihanın başında besmelenin okunmaması gerektiği meselesini
temellendirirken, bu iki kâideyi deliller arasında zikretmiştir605.
598 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 77/ I, 215; Bu kâide Mebsût’ta ( الثابتة الحرمة من مستثنى الضرورة موضع .şeklinde geçmektedir. bkz. Serahsî, Mebsût, XXIV, 28 (بالشرع
599 Mecelle Md. 21.600 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 668/ I, 157; Damad, Mecmau’l-Enhur, II, 573. Aynı kâide için bkz. Kâsânî,
Bedâyi‘, II, 237-238/ I, 275.601 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 755/ I, 192.602 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 17/ I, 197.603 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 716/ I, 174.604 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 36/ I, 204.605 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 36/ I, 204.
125
( الس88نة إتي88ان من أولى البدعة ت88رك ) "Bidatin terki, sünnetin işlenmesinden
evladır". Rükûya giderken ve rükûdan kalkarken ellerin kaldırılmasının sünnet
olduğunu söyleyen İmam Şafiî’yi (v. 204/820) eleştirirken, konu ile hadisleri
zikrettikten sonra bu kâideyi de görüşünü destekleyici bir delil olarak zikretmiştir606.
( مثله بإجتهاد ينقض ال باإلجتهاد أمضى ما ) "İctihad ile yerine getirilen bir şey,
kendisi gibi başka bir ictihad ile geçersiz olmaz". Araştırarak Kabe’nin dört tarafından
birine yönelerek namaz kılan bir kimsenin daha sonra bu ictihadını değiştirerek
Kabe’nin başka bir tarafına yönelerek namazını sürdürmesinin namazına zarar
vermeyeceğini izah ederken doğrudan bu kâideyi esas almıştır607.
( مش88روع األدلة إنع88دام عند التح88ّري ) "Delillerin bulunmaması durumunda
taharrî608, meşrudur". Kıldığı namazın kaçıncı rekatinde olduğunu unutan bir kimse için
taharînin gerektiğini belirtirken bu kâideyi zikretmiştir609.
( األعلى يعيّن لم ما األدنى إلى ينصرف اإلطالق عند ) "Itlak durumunda, daha üst
derece belirlenmediği sürece en alt düzey esas alınır". Mutlak olarak imama uymaya
niyet eden bir kimsenin bu namazının farz mı nafile mi olacağı hususunda mezhep
içerisindeki görüş ayrılığını zikrederken bu kâideye değinmiştir610.
( األول مثل إع88ادة األفع88ال في التك88رار ) "Fiillerde tekrar, öncekinin aynısını
yerine getirmedir". Namazın ikinci rekatindeki kıraatin, birinci rekatin tekrarı şeklinde
olduğunu izah ederken bu kâideyi kullanmıştır611.
( عينه يكن لم إن غيره ليس الشيء بعض ) "Bir şeyin ba‘zı, ayn-ı değilse gayrı
değildir". İftitah tekbirinin namazın rükünlerinden olmadığını açıklarken iki dil kâidesi
ile beraber zikrettiği bu kâideyi dolaylı bir delil olarak kullanmıştır612.
606 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 50/ I, 208.607 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 556/ I, 121; Serahsî, Mebsût, X, 188; İbn Nüceym, Eşbâh, s. 115; Suyûtî, Eşbâh,
s. 201.608 "İki şeyden daha lâyık ve uygun olanı aramak". Bkz. Erdoğan, Sözlük, s. 428.609 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 696/ I, 165.610 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 588/ I, 128.611 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 525/ I, 111.612 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 535/ I, 114.
126
( عنه منهّي هو بما تت88أدى ال العب88ادة ) "İbadet, nehyedilen bir şey ile yerine
getirilmez". Bişr b. Ğiyâs el-Merîsî’nin (v. 218/833), gasp edilen yerde veya gasp edilen
elbiseler ile kılınacak namazın caiz olmadığına dair görüşünün dayanağı olarak bu
kâideyi zikretmiştir613.
( أهونهما يختار أن فعليه ببليتين ابتلي من ) "İki sıkıntı ile karşılaşan kimsenin, en
kolayını tercih etmesi gerekir". İmam Muhammed’in (v. 189/805), elbisesinin tamamına
veya dörtte üçünden fazlasına necaset bulaşan bir kimsenin, namazını üryân
kılmasındansa bu elbise ile kılması gerektiğine dair görüşünü izah ederken, İslam’da
kolaylık prensibini ifade eden bu kâideyi, Resulullah (s.a.v)’ın kolay olanı tercih
ettiğine dair aktardığı rivayetten sonra onu desteklemek maksadıyla zikretmiştir614.
Mecelle’deki "ehven-i şerreyn ihtiyar olunur"615 kâidesi bu kâide ile aynı anlamı ifade
etmektedir.
( النسخ قبل ما زمان في بالمنسوخ العمل بطالن يوجب ال ) "Mensûh ile amelin
batıl olması, nesihten önceki zamanda yapılanı(n da butlanını) gerektirmez". Araştırma
neticesinde kıblenin yönünü tayin ederek namazını kılan bir kimsenin yanıldığı ortaya
çıktığında namazını iade etmeyeceğini temellendirirken bu kâideyi zikretmiştir616.
( محال وجوبه قبل الواجب أداء ) "Vâcibin, vücûbundan önce edası muhaldir".
Farz olan namazların vaktinden önce kılınamayacağını izah ederken zikretmiştir617.
( يشغل ال المشغول ) "Meşgul, işgal edilmez". Kazaya kalan namazlar ile vaktin
namazının tertibi hususunda takip edilecek sırayı belirtirken değinmiştir618.
613 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 543/ I, 116; Serahsî, Mebsût, I, 206.614 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 546/ I, 117; Serahsî, Mebsût, I, 187, VI, 46, X, 77; İbn-i Nüceym, el-Bahru’r-
Râik, VIII, 83.615 Mecelle Md. 29.616 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 552/ I, 119.617 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 596/ I, 131.618 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 598/ I, 132; Serahsî, Mebsût, XXVI, 139; Zerkeşî, el-Mensûr, III, 174; Suyûtî,
Eşbâh, s. 281.
127
( حقيقة كالث88ابت حكما الث88ابت ) "Hükmen sâbit olan, hakikaten sâbit olmuş
gibidir". Kazaya kalan namazların tertibini düşüren sebepleri izah ederken bu kâideyi
kullanmıştır619.
( ووقع بع88ده، محله في آخر ش88يء وجد لو أن محله في حاصال يجعل إنما الش88يء نفسه في معتبرا الشيء ذلك ) "Bir şey, kendisinden sonra kendi yerini alan başka bir
şey bulunduğu takdirde, kendi yerinde meydana gelmiş kabul edilir. Böylece bu şeyin
bizzat kendisi muteber olur". Bu kâideyi kazaya kalan namazların tertibi meselesinde
zikretmiştir620.
( محال العدم على البناء ) "Bir şeyin, var olmayan üzerine bina edilmesi mümkün
değildir". İmamdan önce iftitah tekbiri getiren muktedinin namazının sahih
olmayacağını beyan ederken, önce bu kâideyi zikretmiş, daha sonra konu ile ilgili bir
hadis rivayet etmiştir621.
( مس88تحيل العدم على البناء ) "Bir şeyin, var olmayan üzerine bina edilmesi
imkânsızdır". Giyinik olan birinin, çıplak birine uymasının caiz olmayacağını izah
ederken bu kâide ile istidlalde bulunmuştur. Bunun caiz olmayacağını البناء إلستحالة الع88دم على "bir şeyin, var olmayan üzerine bina edilmesinin imkânsızlığı" ile
gerekçelendirmektedir622. İmam ile muktedinin taşıdıkları şartlar bakımından, iktidanın
cevazı mevzusundaki hükümleri bu iki kâide üzerine bina etmiştir.
( الوجوب يمنع ال النوم ) "Uyku, vücûbu engellemez". Bu kâideyi, gece uyurken
ihtilam olan çocuğa sabah uyandığında yatsı namazının farz olup olmayacağı ile ilgili
bir tartışmada, bazı Hanefi fakihlerin görüşünü izah ederken zikretmiştir623.
( السبب لخصوص ال اللفظ لعموم العبرة ) "İtibar, lafzın umumunadır, sebebin
özel oluşuna değildir". İmam Malik’in (v. 179/796), fâsık olan bir kimsenin arkasından
619 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 609/ I, 137.620 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 609/ I, 137.621 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 612/ I, 138.622 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 613-614/ I, 138.623 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 626/ I, 144.
128
namaz kılınamayacağına dair olan görüşüne karşı delil olarak getirmiş olduğu hadisi
yorumlarken bu kâideden yararlanmıştır624.
( الكتاب بنص منفي الحرج ) "Zorluk, Kitab’ın nassı ile kaldırılmıştır"625. Aynı
mekanda okunan birçok secde ayeti için bir tilavet secdesinin yapılacağını açıklarken,
konu ile ilgili sahabe uygulamasını delil olarak getirdikten sonra bu kâideyi de
destekleyici bir delil olarak zikretmiştir. Başka bir yerde de ( منفي الحرج ) ve (الحرج .zorluk kaldırılmıştır" şeklinde yine bu kâideye işaret etmiştir626" (منتف
( شرعا مدفوع الحرج ) "Zorluk, şer’an kaldırılmıştır". Yukarıdaki kâide ile aynı
manaya gelen bu kâideye, kazaya kalan namazın kaza edilmesinde zorluk
bulunmamasının kazanın vücûb şartlarından olduğunu izah ederken değinmiştir627.
( تتداخل ال العباد حقوق ) "Kul hakları, tedâhül628 etmez". Allah haklarından olan
tilavet secdesi ile kul haklarından kabul edilen Resulullah (s.a.v)’ın ismi her geçtiğinde
Ona salât-u selam getirmeyi ve hapşıran bir kimseye rahmet dilemeyi birbirinden
ayırırken bu kâideyi zikretmiştir629.
( الحكم في ينعقد ال المحجور تصرف ) "Mahcurun tasarrufu mün‘akid değildir
(hüküm doğurmaz)". Muktedinin, kıraatte imama tabiiyeti sebebiyle mahcur olduğunu
bundan sebeple onun okuması ile tilavet secdesinin getirilmeyeceğini açıklarken bu
kâideyi zikretmiştir630.
( الفساد يوجب ال العبادة إلى العبادة إنضمام ) "Bir ibadetin başka bir ibadet ile
iç içe geçmesi fesadı gerektirmez". İmâmeyn’in, namazda mushaftan okumanın cevazı
ile ilgili görüşünü aktarırken, konu ile ilgili sahabeden rivayette bulunduktan sonra bu
kâideyi de rivayeti izah ederken zikretmiştir631.
624 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 666/ I, 156; Zeylaî, Tebyîn, II, 77, III, 115, VI, 642; İbn-i Nüceym, el-Bahru’r-Râik, VII, 59, VIII, 577; Damad, Mecmau’l-Enhur, I, 80, İbn Abidîn, Reddu’l-Muhtâr, III, 281.
625 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 731/ I, 181.626 Bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, I, 733/ I, 182.627 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 157/ I, 246.628 "İki ya da daha fazla şeyin iç içe girmesi". Erdoğan, Sözlük, s. 444.629 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 732/ I, 181; Serahsî, Mebsût, II, 5.630 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 746/ I, 188.631 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 133/ I, 236.
129
( عليه القوي بناء يحتمل ال الضعيف األساس ) "Güçlü olanın zayıf esas üzerine
bina edilmesi mümkün değildir". Ebu Hanife’nin (v. 150/767), ümmî olan bir kimsenin
namazın başlangıcında bir şey okuyamazken sonradan okuyabilmesi durumunda
namazının bozulacağına dair görüşünü izah ederken bu kâideyi vermiştir632.
( تقضى أنها وقتها عن ف88888اتت إذا المؤقتة العب88888ادات في األصل ) "Muvakkat
ibadetlerde aslolan, vakti geçtiğinde kaza edilmesidir". Bu kâideye, herhangi bir
sebepten dolayı edâ edilemeyen namazların kazasının vücûb şartları ve imkân
olduğunda hatırlandığı anda kaza edileceği mevzusunda değinmiştir. Önce konu ile
ilgili bir hadis rivayet etmiş, hemen akabinde de bu kâideyi ikinci bir delil olarak
zikretmiştir633.
( التغي88ير على ال88دليل ق88ام إذا إال تقريرها يجب حقيقة كل ) "Tağyire dair delil
olmadığı sürece her hakikatin takriri gerekir". İmam Muhammed’e (v. 189/805)
nisbetle verdiği bu kâideyi, mesbûkun imam ile beraber kıldığı namazın, kendi
namazının başı mı sonu mu olduğu hususunda Şeyhayn ile aralarında geçen ihtilafta
delil olarak zikretmiştir634.
( والتب88دل للتغ88ير الم88وجب الدليل بقدر تتبدل الحقائق ) "Hakikatler, değişim ve
dönüşümü gerektiren delil miktarınca değiştirilirler". Namazın, hakikatte mütecezzi
olduğunu, dolayısıyla namazda istihlafın, tabiiyet gereğince namazı ifsad etmediğini
izah ederken bu kâideyi delil olarak kullanmıştır635.
( فيه كالشارع للشيء المستعد ) "Bir şey yapmak için hazır olan, ona başlamış
gibidir". Ebu Hanife’nin (v. 150/767), imam, minbere çıkıp hutbeye başlamadan önce
konuşmanın ve namaz kılmanın mekruh olduğuna dair görüşünü izah ederken, konu ile
ilgili hadislerden sonra bu kâideyi zikretmiştir636.
632 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 137-138/ I, 238.633 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 157/ I, 245.634 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 161-163/ I, 248.635 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 179/ I, 256.636 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 202/ I, 265.
130
( أجزائها لجميع شرطا يكون أن للعبادة شرطا جعل فيما األصل ) "Bir ibadet için
şart koşulan bir şeyin, o ibadetin bütün cüzleri için şart olması asıldır". İmam Züfer’e
(v. 158/775) göre cemaat, cuma namazının hem in‘ikad hem de bekâ şartıdır637.
( يك88ون فإنه غ88يره من ك88ان إذا فأما جنس88ه، من إال تتص88ور ال الش88يء على الزيادة زيادة ال قرانا ) "Bir şeye ziyade, ancak kendi cinsi ile olur. Kendi cinsi dışında olursa,
ziyade değil de kırân638 olur". Ebu Hanife’nin (v. 150/767) vitrin farz olduğuna dair
görüşünü izah ederken, kullanmış olduğu deliller arasında bulunan bir hadiste geçen
"ziyade" kavramını açıklarken bu kâideyi kullanmıştır. Fakat daha sonra Ebu
Hanife’den (v. 150/767) vitrin vacib olduğu görüşünü nakletmektedir639.
( الحكم في تمامه به ال88ذي الج88زء بوج88ود معت88بر فوج88وده الحكم في يتج88زأ ال ما )
"Hükümde bölünmeyen bir şeyin varlığı, hükümün kendisi ile tamam olduğu cüz’ün var
olması ile muteber olur". Bayram namazında kıyamda kıraati tamamlamadan zâid
tekbirleri unuttuğunu hatırlayan kimsenin kıraati bırakıp tekbirleri getirmesi gerektiğini
izah ederken bu kâideyi kullanmıştır640.
( بالناقص يتأدى ال الكامل ) "Tam olan, nakıs ile yerine getirilmez". Bu kâideyi,
teravih namazının ilk ka‘de yapılmadan dört rekat olarak kılınması durumunda, tek
selam ile kılınabileceğini ve ikinci rekatte selam vermenin caiz olmadığını söyleyen
Şeyhayn’ın görüşünü temellendirirken vermiştir641.
( بض88ده أمر الفعل عن النهي ) "Bir fiili nehyetmek, zıddını emretmektir". Hz.
Peygamber’in, "bir namazdan sonra onun misli kılınmaz" hadisine, İmam
Muhammed’in (v. 189/805), misil ile kastedilenin kıraat olduğu şeklindeki yorumunu
aktarırken bu kâideyi vermiştir642.
637 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 206/ I, 266.638 "İki şeyi güçlü bir şekilde birleştirmek". Erdoğan, Sözlük, s. 244.639 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 223-224/ I, 271.640 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 247/ I, 279.641 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 277/ I, 289.642 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 297-298/ I, 298.
131
( الرفع من أدون المنع ) "Bir şeyin men’i ref’inden daha aşağıdır". Cenabet iken
şehid olan bir kimsenin, bununla hades durumunun kalkmayacağını ifade ederken bu
kâideyi zikretmiştir643.
Kitâbu’s-Salat’ta zikretmiş olduğu bazı dâbıtlara şunlar örnek verilebilir:
( بالقاعد يقت88دي ال الق88ائم ) "(Namazda) ayakta olan oturana uymaz". İmam
Muhammed’e (v. 189/805) nisbetle zikretmiştir644.
( ب88الموميء الساجد الراكع إقتداء يجوز أنه أصله من ) "Rükü ve secde eden bir
kimsenin îmâ ile namaz kılana tabi olması caizdir" dâbıtının, İmam Züfer’in (v.
158/775) kâidelerinden olduğunu söylemektedir645.
( العجز بعذر تسقط الصالة األركان ) "Namazın rükünleri, acziyet özrü sebebi ile
düşer"646.
( األرك88ان كس88ائر باإلقتداء تسقط فال الصالة في ركن القراءة ) "Kıraat namazda
bir rükündür. Diğer rükünlerde olduğu gibi iktida ile düşmez"647. İmam Şafii’ye (v.
204/820) nisbetle zikretmiştir.
( للمقتدي قراءة اإلمام قراءة ) "İmamın kıraati muktedi için de kıraattir"648.
( تيسيرا الكل في القراءة مقام أقيم األكثر في القراءة ) "Ekserde kıraat, kolaylık
sebebi ile bütünde okunmuş gibi kabul edilir"649. İmam Malik’e (v. 179/796) nisbetle
zikretmiştir.
( يجوز ال الوقت قبل األداء ) "Vaktinden önce yapılan eda caiz değildir"650.
643 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 365/ I, 322.644 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 509/ I, 108.645 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 509/ I, 108.646 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 513/ I, 109.647 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 518/ I, 110.648 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 519/ I, 111.649 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 524/ I, 111.650 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 575/ I, 125.
132
( اإلم88ام بصالة متعلقة المقتدي صالة ) "Muktedînin namazı, imamın namazına
bağlıdır"651.
( لإلمام تابع المقتدي ) "Muktedi imama tabidir"652.
( األداء حسب على القضاء ) "Kaza, edaya göredir"653.
( األرك88ان ب88أداء متعلّق الص88الة ج88واز ) "Namazın cevazı, rükünlerin yerine
getirilmesine bağlıdır"654.
( الواجب لمكان الفرض يترك ال ) "Farz, vacib nedeniyle terk edilmez"655.
( الواجب لتحصيل الفرض ترك الحكمة من ليس ) "Vacibin elde edilmesi için
farzın terk edilmesi, hikmetten değildir"656.
( الواجب لتحصيل الفرض نقض يجوز ال ) "Vacibin tahsili için farzın bozulması
caiz değildir"657.
( الس88هو ي88وجب س88اهيا ال88واجب ت88رك ) "Dalgınlıkla bir vacibin terki, sehvi
gerektirir"658.
( الس888هو س888جود ي888وجب ال الس888نة ت888رك ) "Sünnetin terki, sehiv secdesini
gerektirmez"659.
( واجبة الواجبات في اإلمام متابعة ) "Vaciblerde imama tabi olmak vaciptir"660.
651 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 627/ I, 145; Bkz. Debûsî, Te’sîsü’n-Nazar, s. 107.652 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 163, 211/ I, 175, 248, 268.653 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 658, 701, 702; II, 20, 215/ I, 154, 168, 198, 247, 269.654 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 667/ I, 156.655 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 709/ I, 171.656 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 711/ I, 172.657 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 235/ I, 274.658 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 697/ I, 166.659 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 716/ I, 174.660 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 724/ I, 177.
133
( فال ال وما التكبير يقطع البناء يقطع ما كل األصل: إن ) "Kâide: (Namazın) devam
etmesini kesen her şey, teşrik tekbirlerini de keser. Namazın devam etmesini kesmeyen
şey teşrik tekbirlerini de kesmez"661.
( التبعية بطريق حقها في مش88روعا يك88ون الف88رائض حق في ش88رع ما ) "Farzlar
hakkında vazedilen, tabiiyet yoluyla nafileler hakkında da vazedilmiş olur"662.
( بالشك الصالة تجوز ال ) "Namazın şüphe ile kılınması caiz değildir"663.
( كفاعله الخير على الدال ) "Hayra rehberlik eden onu yapan gibidir"664.
( بف88رض وليس واجب الص88الة أفع88ال في ال88ترتيب ) "Namaz fiilerinde tertip
vaciptir, farz değildir"665.
( الكراهة يوجب ولكن الصالة يفسد ال السنة ترك ) "Sünnetin terki namazı bozmaz
fakat keraheti gerektirir"666.
( األداء عن خلف القضاء ) "Kaza, edâya haleftir". İmam Ebu Yusuf (v. 182/798)
ve Ebu Hanife’ye (v. 150/767) nisbetle zikretmiştir667.
( آخر لفرض تابعا يكون ال ما الفرض ) "Bir farz başka bir farza tabi olmaz"668.
( بجماعة ت88ؤدى ال المكتوبة غ88ير أن األصل ) "Kâide: Farz namazlar dışındaki
namazlar, cemaat ile kılınmaz"669.
( ش88هيدا فالقتيل القص88اص وج88وب به يتعلق قتل كل ) "Kısası gerektiren her
öldürmede öldürülen şehittir"670.
661 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 16/ I, 196.662 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 18/ I, 197.663 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 33/ I, 203.664 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 56/ I, 209.665 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 111, 118/ I, 229, 232.666 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 135/ I, 237.667 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 183/ I, 257.668 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 222/ I, 270.669 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 257/ I, 282.670 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 361/ I, 321.
134
Secdeler konusu şu dâbıtlar üzerine kurulmuştur:
( األصل هو ما على بمحلها التحقت وقض88يت محلها عن ف88اتت إذا األخ88يرة السجدة القضاء في ) "Son secde, kendi mahallinde yapılmaz da kaza edilirse, kaza konusundaki
esasa göre, kendi mahallinde yapılmış gibi kabul edilir"671.
( أولى بالفساد فالحكم والفساد الجواز بين ترددت إذا الصالة ) "Namaz, cevaz ve
fesad arasında gelip gidiyorsa, fesadına hükmetmek evlâdır"672.
( عليه ما ترك من أولى عليه ليس ما إعادة ) "Üzerine gerekmeyen şeyin iadesi,
üzerine gerekenin terk edilmesinden evlâdır"673.
( لها بد ال القضاء بمحل صارت والتي النية، إلى تحتاج ال وقتها في المؤداة السجدة النية من ) "Vaktinde eda edilen secde niyete muhtaç değildir; kazaya kalan secde ise
muhakkak, niyet ile yapılmalıdır"674.
( أولى ال88واجب وتحص88يل واجبا البدعة ترك كان والبدعة السنة بين دار متى الفعل البدعة ت88رك ألن أولى؛ التحص88يل ك88ان والفريضة البدعة بين دار وم88تى الس88نة تحص88يل من
الواجب من أهم والفرض واجب ) "Bir fiil ne zaman sünnet ile bidat arasında gelip
giderse bidatin terki vacib olur. Vacibin yerine getirilmesi, sünnetin yerine
getirilmesinden evlâdır. Bir fiil ne zaman bidat ve farziyet arasında gelip giderse, farzın
yerine getirilmesi evlâdır. Çünkü bidatin terki vacibtir ve farz vacibten daha
önemlidir"675.
( الفريضة فس88اد ي88وجب ال الفريضة إكمال قبل الركعة دون ما زيادة ) "Farziyetin
tamamlanmasından önce, bir rekatten az olan ziyade, farzın fesadını gerektirmez"676.
( ركنا يكون ال الواحدة الصالة أفعال في الترتيب ) "Bir namazın fiillerinde tertip,
rükün olmaz"677.
671 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 165/ I, 249.672 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 166/ I, 249.673 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 166/ I, 250.674 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 166/ I, 250.675 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 166/ I, 250.676 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 166/ I, 250.677 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 166/ I, 250.
135
( والقع88دة بفريضة ليست المكتوب88ات من الثالث أو األربع ذوات في األولى القع88دة فريضة األخيرة ) "Üç veya dört rekatli farz namazlarda ka’deyi ûlâ farz değildir; ka’deyi
ahir farzdır"678.
( الصالة يفسد ال السهو سالم ) "Sehiv secdesi için verilen selam namazı ifsad
etmez"679.
Kâsânî (v. 587/1191), önce bu dâbıtları zikretmiş ve daha sonra bu dâbıtlardan
çıkarılan fürû hükümler şunlardır diyerek konu ile ilgili örnekler vermiştir. Ayrıca
bundan sonra secdeler konusunda işlemiş olduğu meseleleri sürekli bu asıllara irca
ederek ele almıştır.
3. Kitâbu’z-Zekât
( مفروض المفروض إلى الوسيلة ) "Farz kılınmış olan bir şeye vesile olan da
farzdır". Zekâtın farz kılınmasının aklî gerekçeleri arasında bu kâideyi saymıştır680.
( له توابع والعبادات أصل اإليمان ) "Îman asıl, ibadetler ise onun tabileridirler".
Mürted olanın zekât mükellefi olmadığını temellendirmek maksadı ile bu kâideyi
zikretmiştir. Ayrıca bu konuda farklı görüşe sahip olan İmam Şafiî’ye (v. 204/820)
itiraz ederken ve Hanefî mezhebinin görüşünü izah ederken bu kâideye bağlı olarak;
tâbi olanın (zekât ibadetinin) metbu (iman), metbuun ise tâbi yapılmasının hakikatin ve
şer‘î şerifin değiştirilmesi anlamına geleceğini söylemiştir681.
( للتبع إيجاب األصل إيجاب ) "Aslın vücubiyeti, tabi için de vücubiyet ifade eder".
Bu kâideyi de yukarıdaki görüşü desteklemek maksadı ile zikretmiştir682.
( فيه يحت88اط فيما خصوصا األحك88ام من كث88ير في الكل حكم لألك88ثر ) "Özellikle
ihtiyatlı olunması gereken hükümlerin çoğunda, çoğunluğa bütünün hükmü uygulanır".
678 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 167/ I, 250.679 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 167/ I, 250.680 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 373/ II, 3.681 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 377/ II, 4.682 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 377/ II, 4.
136
İmam Ebu Yusuf’a (v. 182/798) göre bir kimse yılın çoğunluğunu akli dengesi yerinde
geçirirse zekât mükellefi olur683.
( الكل حكم لألك8ثر ) "Çoğunluğa da bütünün hükmü uygulanır". Senenin bir
kısmını otlaklarda bir kısmını da ahırda geçiren hayvanların zekâtı için gereken ölçü,
çok olana göredir684.
( بالكل معتبر البعض ) "Parça, bütüne göredir". Nisap miktarı malı olan bir
kimsenin, üzerinden bir sene geçtikten sonra bu malının bir kısmı yok olsa, geriye kalan
malının zekâtını verir. Bunu izah ederken bu kâideye değinmiştir685.
( كالمصروف المستحق ) "İstihkak, harcama hükmündedir". İmam Ebu Yusuf’a
(v. 182/798) göre zekâtın vücubu nisaba bağlıdır. Çünkü vücub nisabın bir parçasıdır.
Nisaptan bir cüz’ün istihkakı nisabı gerektirir. İmam Ebu Yusuf’un (v. 182/798) bu
görüşünü izah ederken bu kâideyi zikretmiştir686.
( بالع88دم ملحق المس88تحق ) "İstihkak edilmiş olan, yok hükmündedir". Nisab
miktarı erzakı olan bir kimsenin bu erzakı, bir yıllık ihtiyacını karşılayacak miktarda ise
buna zekât gerekmez diyenlere göre bu, sarf edilmek maksadı ile ayrıldığı için yok
hükmündedir687.
( ن88ادر المع88روف نس88يان ) "Ma‘ruf olanın unutulması nâdirdir". Zekâtın
yükümlülük şartları arasında bulunan mala tekabül eden şartlardan birisi de mal
üzerinde tam bir mülkiyetin bulunması meselesini izah ederken bu kâideyi
zikretmiştir688.
( هو كأنه مقامه قائم الشيء بدل ) "Bir şeyin bedeli, sanki o şeymiş gibi onun
makamına kaimdir". Bu kâideyi, Ebu Hanife (v. 150/767) ile İmâmeyn arasında ihtilaflı
olan bir meseleyi izah ederken, Ebu Hanife’nin (v. 150/767) görüşünün delilleri
arasında vermektedir. Şöyle ki; bir miktar deve ve 200 dirhem parası olan bir kimse 683 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 383/ II, 5.684 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 436/ II, 30. Aynı kâide için bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, II, 514/ II, 62.685 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 421/ II, 23.686 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 386/ II, 7.687 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 477/ II, 48.688 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 391/ II, 10.
137
develerin zekâtını verdikten sonra bu develeri satsa, buradan elde edeceği parayı
elindeki 200 dirhemin yıllanmasına eklemez689.
( هو كأنه مقامه قائم الشيء بدل ) "Bir şeyin bedeli, sanki o şeymiş gibi onun
makamına kaimdir".
( قبضه يمكن ال الذمة في ما ) "Zimmette olanın kabzı mümkün değildir".
( المبدل مقام يقام البدل ) "Bedel, bedel kılındığı aslın yerine ikame edilir".
Zekât mükellefi olan bir kimsenin, başkasının zimmetinde olan alacağı için
zekât verip vermeyeceği meselesinde Hanefi fakihler arasında ihtilaf bulunmaktadır.
Ebu Hanife (v. 150/767), İmâmeyn’in aksine zekâtın, alacağın türüne göre tespit
edilmesi gerektiği görüşünde olup alacakları üçe ayırmış690 ve bunların zekâtını da buna
göre belirlemiştir. Deyn-i Kavî’de kabzetme imkânı olduğu için bu tür alacaklar zekâta
tabi olduğu halde Deyn-i Mutavassıt ve Deyn-i Zaîf’te alacak, bir hizmet karşılığı veya
zimmette sâbit olan hükmî bir mal olması sebebiyle kabzı mümkün olmadığı için
bunlar, bedel kılındıkları şeyin yerine ikame edilir ve kabzetmedikçe de zekâtları
verilmez. Ebu Hanife’nin (v. 150/767) bu konudaki görüşünü izah ederken bu üç
kâideyi Onun delilleri arasında zikretmiştir691.
( بأص8له يعتبر البدل حكم ) "Bedelin hükmü aslına göredir". Ebu Yusuf’a (v.
182/798) göre ticaret mallarının zekâtında malın alındığı paranın cinsine göre değeri
biçilir ve bunun üzerinden zekâtı verilir. Çünkü alınan mal, o paranın bedelidir. Onun
bu görüşünü izah ederken bu kâideyi delil olarak kullanmıştır692.
( المسبب مقام السبب يقام ) "Sebep, sonucun yerine ikame edilir". Zekâta tabi
olan malın şartlarından biri olan nemanın hakikî veya hükmî olması arasında fark
689 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 401/ II, 10.690 Hanefi mezhebinde alacaklar üç gruba ayrılmıştır. 1. Deyn-i Kavî (Kuvvetli alacak): Borç verilmiş
paralar ile ticaret mallarının bedelleri olan alacaklar. Borçlu inkâr etmedikçe zekatları verilir. 2. Deyn-i Mutavassıt (Orta kuvvette alacak): Ev kirası gibi zekat mevzuu olmayan malların bedelleridir. Nisap miktarına ulaşan alacak alınmış ise geçen yılların zekatı verilir. 3. Deyn-i Zaîf (Zayıf alacak): Mal bedeli olmayan diyet ve mehir gibi alacaklar. Tahsil edildikten sonra diğer şartların gerçekleşmesi ile zekâtları verilir. Bkz. TDV. İlmihal, I, 431.
691 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 392-393/ II, 10.692 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 416/ II, 21.
138
yoktur. Çünkü her iki durumda da malda bir artış olur. Bu görüşü izah ederken bu
kâideyi zikretmiştir693.
( األحك88ام في له ع88برة ال النية مج88رد ) "Hükümlerde mücerred niyete itibar
edilmez".
( معت88برة للفعل المقارنة النية ) "Fiile mukarin olan niyet muteberdir". Zekât
mallarında ticaret ve isâmet niyeti pasif olup ticaret ve isâmet ile bağlantılı değilse buna
itibar edilmez görüşünü izah ederken bu iki kâideyi zikretmiştir694.
( بالفعل تتصل لم ما تعت88بر ال النية ) "Niyet, fiil ile bir arada bulunmadıkça
muteber değildir". Ticari bir gaye gözetilmeden alınmış bir mal için sonradan ticarete
niyetlenilirse, bu mal satılmadığı müddetçe niyete itibar edilmezken; ticaret maksadıyla
alınmış bir mal için sonradan günlük kullanıma niyetlenilse bu mal kullanılmasa da
artık o ticari mal olmaktan çıkar. İki durum arasındaki farkı izah ederken bu kâideyi
delil olarak zikretmiştir695.
( عليه للمزيد تبع الزيادة ) "Ziyade, mezid-i aleyhe tabidir".
( أصال التبع ينقلب لئال بالسبب يفرد ال كما بالشرط يفرد ال التبع ) "Tabi olanın asla
dönüşmemesi için tabi olanda, ayrı bir sebep olmadığı gibi ayrı bir şart ta olmaz".
Aslın cinsinden olan müstefad malın asıl mala bağlı olduğunu, bu sebepten dolayı
üzerinden bir yıl geçtikten sonra asıl mala bağlı olarak zekâtının verileceğini söylerken
bu iki kâideyi zikretmiştir696.
( التبع دون األصل يعتبر ) "Tabi değil, asıl olana itibar edilir". Yaşları küçük ve
büyük olan hayvanlar karışık olarak bir arada bulunurlarsa bunların zekâtı nassların
umumuna bakarak büyüğe kıyasla verilir697.
( أص88له عن التبع يقطع ال ) "Tabi olan, aslından ayrılmaz". Muaccel olarak
kendisine zekât verilmiş kimsenin sene dolmadan zenginleşmesi, irtidad etmesi veya
693 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 394/ II, 11.694 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 395/ II, 11-12.695 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 396-397/ II, 12.696 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 400/ II, 14.697 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 440/ II, 32.
139
ölmesi durumunda Hanefilere göre verilmiş zekât caizken İmam Şafii’ye (v. 204/820)
göre caiz değildir. İmam Şafii’nin (v. 204/820) görüşünü izah ederken bu kâideyi delil
olarak zikretmiştir698.
( الشيء ذلك حكم في الشيء حيز ) "Bir şeyin çevresi, o şeyin hükmünü alır".
Bir toprağın öşür veya harac toprağı olmasındaki ölçüyü izah ederken, İmam Ebu
Yusuf’a (v. 182/798) nisbetle bu kâideyi zikretmiştir699. Bu kâide, Mecelle’deki "vücutta
bir şeye tabi olan hükümde dahi ona tabi olur"700 kâidesinin farklı bir ifadesidir.
( أولى باإلحتياط األخذ ) "İhtiyata uygun olan ile amel etmek daha evladır". Ebu
Hanife’nin (v. 150/767), ticaret mallarının zekâtında verilecek paranın cinsi
belirlenirken, fakirlere en faydalısının seçilmesi hususundaki görüşünü izah ederken bu
kâideyi zikretmiştir701.
( محله فوات بعد يبقى ال الحق ) "Hak, mahallinin ortadan kalmasından sonra
devam etmez". Hanefi mezhebine göre, nisab miktarına ulaşan malın zekâtı eda
edilmeden önce, bu mal bir sebepten dolayı yok olmuşsa, zekâtın sebebi olan nisab
ortadan kalktığı için zekâtı verilmez. İmam Şafii (v. 204/820) ile aralarında bu konuda
geçen tartışmada Hanefi mezhebinin görüşünü temellendirirken bu kâideyi delil olarak
zikretmiştir702.
( باألقوى يعمل الجهتين تعارض عند ) "İki cihetin / yorumun tearuzu durumunda
daha güçlü olan ile amel edilir". İmam Ebu Yusuf’a (v. 182/798) göre bir kimse bir
miktar parayı hem zekât hem de sadaka niyeti ile bir fakire verirse, zekât yerine geçer.
Çünkü zekât farz olduğu için daha güçlüdür. Ayrıca bu kâideyi, iki delilin tearuzu
durumunda, daha kuvvetli olanın alınacağına dair kâide ile de desteklemiştir703.
( مدفوع الحرج ) "Zorluk kaldırılmıştır". Zekât verilirken bunun zekât olduğuna
dair niyetin başlangıçta olması gerektiğini, farklı zamanlarda parçalar halinde verilirken
698 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 491/ II, 52.699 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 503/ II, 58.700 Mecelle Md. 47.701 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 417/ II, 21.702 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 419-420/ II, 22.703 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 459-460/ II, 40.
140
her defasında bu niyetin yenilenmesinin doğuracağı zorluklara işaret maksadıyla bu
kâideyi zikretmiştir704.
( المع88نى ذلك بذهاب ينتهي خاص بمعنى معقوال ثبت متى الحكم ) "Özel bir illet
için konulmuş hüküm, bu illetin ortadan kalkması ile sona erer". Rasulullah (s.a.v)’ın
vefatından sonra müellefe-i kulûba zekât verilmeyeceğini açıklarken bu kâideyi
zikretmiştir705.
( باليقين إال يبطل ال الظاهر ) "Zahir olan, ancak yakîn ile geçersiz olur".
( بالشك يبطل ال الظاهر ) "Zahir olan, şüphe ile geçersiz olmaz". Bir kimse,
ödeme esnasında zekâtını vereceği kimsenin durumundan kuşkuya kapılmadan onun
fakir olduğunu görse ve ona zekât verse bu caizdir, çünkü zahir olan, o kimsenin fakir
oluşudur. Ancak ödedikten sonra onun zekât vermeye ehil olmadığı ortaya çıkarsa bu
durumda zekâtını yeniden vermesi îcâb eder. Eğer yanıldığına dair herhangi bir durum
ortaya çıkmamışsa, zahir olan esas alınacağı için zekâtını iade etmesi gerekmez706.
( العبادة ينافي الجبر ) "Zorlama, ibadeti nefyeder". Zekât mükellefi olan kimse
öldüğünde vasiyette bulunmamış ise varisleri ona şer‘an nâib kılınmazlar. Çünkü bu
zorlama olur707.
( ممتنع رأسا أدائه إلى س888بيل ال فعل إيج888اب ) "Doğrudan edâ etme imkânı
olmayan bir fiilin îcabı/emredilmesi, mümkün değildir". Kölenin fıtır sadakası mükellefi
olamayacağını izah ederken bu kâideyi delil olarak kullanmıştır. Bu kâideden hemen
önce kafirlere de fıtır sadakasının farz olmadığını izah ederken "mükellefe, hâl-i hazırda
ve daha sonra eda etme imkânı olmayan bir şeyin emredilmesi, gücün üzerinde tekliftir"
diyerek, mükellefin sorumluluğunun, yapabilme imkânı ile sınırlandırıldığını ifade
etmiştir708.
704 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 461/ II, 41.705 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 470/ II, 45.706 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 484/ II, 50.707 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 492/ II, 53.708 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 534/ II, 69.
141
( حقيقة بالس88اقط ملحق ش8رعا الس8اقط ) "Şer’an sâkıt olan, hakikaten sâkıt
olmuş gibidir". Fitre ödenirken, nassta belirtilen maddelerin kıymetlerine göre
birbirlerinin yerine verilmesi meselesini tartışırken bu kâideyi zikretmiştir. Irak
Meşâyihi’nden olan Usûl alimlerine göre "hüküm, nassın belirlediği şeyde nassın
manası ile değil aynı ile sınırlıdır" dolayısıyla bunlar, kıymetleri ile ödenmez.
Semerkand Meşâyih’ine göre ise "hüküm, nassın belirlediği şeyde nassın manasını da
içine alır" bu sebeple kaliteleri dikkate alınarak kıymetleri ile ödenebilir. Ancak Kâsânî
(v. 587/1191) birinci grubun görüşünü benimsemekte ve bu konuda vârid olan bir hadisi
zikrettikten sonra bu kâideyi de delil olarak getirmektedir709.
Kitâbu’z-Zekât’ta zikredilen bazı dâbıtlar şunlardır:
( النية بدون تتأدى ال العبادة ) "İbadet, niyetsiz edâ edilmez"710. İmam Şafii’ye (v.
204/820) nisbetle zikretmiştir.
( الزكاة وجوب يمنع الخراج دين ) "Harac borcu, zekat vücûbiyetini engeller"711.
( كالحر اكتسابه في المكاتب ) "Mükâteb köle, kazancında hür gibidir"712.
( كنز فهو زكاته تؤد لم مال كل ) "Zekâtı verilmeyen her mal kenzdir"713.
( والفضة ال88ذهب من بقيمته مق88در التجارة مال نصاب ) "Ticaret malının zekatı,
altın ve gümüş cinsinden kıymeti ile takdir edilir"714.
( الزك88اة تس88قط الحول بعد النصاب هلك إذا ) "Bir senenin sonunda nisab yok
olursa zekât düşer"715. Bu dâbıtın başında "el-Mezheb" ifadesini kullanmıştır.
( والحرية ال888رق في األم يتبع الولد ) "Çocuk kölelik ve hürriyette anneye
tabidir"716.
709 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 543/ II, 73.710 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 380/ II, 4.711 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 385/ II, 7.712 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 391/ II, 10.713 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 407/ II, 2, 17.714 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 417/ II, 21.715 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 418, 518/ II, 22.716 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 437/ II, 31.
142
( فال ال وما منه الزك888اة أداء يج888وز تطوعا به التص888دق يج888وز م888ال كل أن األصل )
"Kâide: Sadaka olarak verilmesi caiz olan her mal ile zekatın edası da caiz olur. Aksi
durumda caiz olmaz"717.
( الوج88وب س88بب وج88ود بعد الوج88وب قبل العب88ادة أداء يج88وز ) "Vücub sebebinin
varlığından sonra, vücubtan önce, ibadetin edası caizdir"718.
( عندنا عبادة الزكاة ) "Zekat, bize göre ibadettir"719.
( المالك بتب888دل الحق يتب888دل أال عليها حق بض888رب إبت888دئت أرض كل أن األصل )
"Kâide: Başlangıçta kendisine bir vergi konulan her topraktaki bu hak, sahibinin
değişmesi ile değişmez"720. İmam Muhammed’e (v. 189/805) nisbetle zikretmiştir.
( المالك ح88ال بتغ88ير تتغ88ير ال أنها أرض على ض88ربت مؤنة كل ) "Bir toprak için
belirlenmiş her türlü vergi, sahibinin durumunun değişmesi ile değişmez"721.
( لض88رورة إال المالك بتب88دل تتغ88ير ال األرض مؤنة أن األصل ) "Kâide: Toprağın
vergisi, zaruret bulunmadıkça, sahibinin değişmesi ile değişmez"722.
( جديد بيع بمنزلة البائع برضا الرد ) "Satıcının rızasıyla olan geri verme, yeni bir
alış-veriş gibidir"723.
( يغنم ال المسلمين مال ) "Müslümanların malı, ganimet olmaz"724.
( فسخ الفاسد العقد في الرد ) "Fasit akitte malın geri verilmesi fesihtir"725.
( وكيله وزنه يختلف ال بما المكاييل تقدير يجب ) "Ölçeklerin takdiri, ölçü ve tartısı
değişmeyen şeylerle yapılmalıdır"726. Tahavî’ye (v. 321/933) nisbetle zikretmiştir.
717 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 461/ II, 41.718 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 488/ II, 51.719 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 492, 493/ II, 4, 53.720 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 497/ II, 55.721 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 498/ II, 55.722 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 497/ II, 55.723 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 498/ II, 55.724 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 522/ II, 65.725 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 539/ II, 71.726 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 542/ II, 73.
143
( بالذمة تتعلق الفطر صدقة ) "Fıtır sadakası zimmete bağlıdır"727.
( بهالكه فتسقط بالمال تتعلق الزكاة ) "Zekat, mala bağlıdır; onun yokolması ile
düşer"728.
4. Kitâbu’s-Savm
( مثله بيقين إال يزول ال بيقين ثبت ما المعهود: أن األصل ) "Bilinen kâide: Kesin
olarak sâbit olan bir şey, ancak kendisi gibi kesin olan bir şey ile ortadan kalkar". Eğer
insanlar Şevval ayının hilalini görememişlerse Ramazan ayını otuza tamamlarlar.
Çünkü asıl olan "ayın bekâsı ve kemalidir". Bu ölçü, kesin bir şey olmadığı sürece terk
edilmez. Bunun dayanağı da şu meşhur kâidedir: "kesin olarak sâbit olan bir şey, ancak
kendisi gibi kesin olan bir şey ile ortadan kalkar"729
( فيه بالمشكوك به المتيقن يبطل ال ) "Kendisinden emin olunan, şüphe bulunan
ile geçersiz olmaz". Kadı İsbîcâbî (v. 535/1141) Şerhu Muhtasari’t-Tahâvî adlı eserinde,
güneşin battığından şüphe eden oruçlu bir kimsenin, orucunu açması durumunda kaza
etmesi gerektiğini söyler. Halbuki sahurda güneşin doğduğundan şüphe eden bir
kimseye kaza gerekmiyordu. İşte Kâsânî (v. 587/1191), sahur ile iftar arasındaki bu
farkı izah ederken bu kâideyi zikretmektedir. Şöyle ki; sahurda gece asıl olduğu için
gündüz şek ile sâbit olmaz bu durumda "kendisinden emin olunan, şüphe bulunan ile
geçersiz olmaz". İftarda ise gündüz asıl olduğu için gece şek ile sâbit olmaz730.
( به العمل واجب دليل الرأي غالب ) "Re’yi gâlib kendisiyle amelin vacib olduğu
bir delildir". Sahur eden bir kimse yüksek bir ihtimal ile fecrin doğduğunu düşünüyorsa
İmam Hasan’ın (v. 204/819) Ebu Hanife’den (v. 150/767) yapmış olduğu rivayete göre
o günü kaza etmesi gerekir. Çünkü "re’yi gâlib kendisiyle amelin vacib olduğu bir
delildir"731.
727 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 547/ II, 75.728 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 547/ II, 75.729 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 573/ II, 80; Zeylaî, Tebyîn, III, 102.730 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 634/ II, 106.731 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 633-634/ II, 105.
144
( به للعمل موجبة حجة الرأي غالب ) "Re’yi gâlib, kendisiyle ameli gerektiren bir
hüccettir". İftarını açan bir kimsenin re’yi gâlibine göre güneş batmış ise kendisine kaza
gerekmez. Çünkü "re’yi gâlib, kendisiyle ameli gerektiren bir hüccettir"732.
( العمل وج888وب في اليقين منزلة ن888زل ال888رأي غ888الب ) "Re’yi gâlib, amelin
vücûbiyeti hususunda yakîn yerine geçer". Güneşin batmadığı hususunda re’yi gâlibi
olan bir kimse iftarını açarsa ihtilafsız olarak o günün orucunu kaza etmesi gerektiği
söylenmiştir. Ancak kendisine kefaret gerekli olup olmadığı ile ilgili olarak ihtilaf
bulunmaktadır. Bazı Hanefî fakihlerine göre gündüzün davam ettiğini gördüğü halde
iftar ettiği için kendisine kefaret gerekir. Çünkü "re’yi gâlib, amelin vücûbiyeti
hususunda yakîn yerine geçer"733.
( الوجود يعارض ال العدم ) "Yokluk, varlığa muarız olmaz". Aralarında ihtilaf-ı
metâli‘ olmayan iki bölge halkından biri otuz gün, diğer bölgedekiler ise yirmi dokuz
gün oruç tutarlarsa bakılır. Otuz gün tutanlar hilali görünce oruca başlamış veya Şaban
ayını otuza tamamlayarak ramazana başlamışlarsa, yirmi dokuz gün tutan bölge halkının
bir gün kaza etmeleri gerekir. Çünkü onlar, diğer yöre halkının hilali görmesi ile
ramazanın sâbit olduğu gün oruç tutmamışlardır. Ayrıca onların hilali görmemiş olması
diğer yöre halkının hilali görmesini de geçersiz kılmaz. Çünkü "yokluk, varlığa muarız
olmaz"734.
( الخلف إلى المص8ير تمنع األصل على الق8درة ) "Aslı yapabilme imkânı, halefe
gidilmesini engeller". Bir özürden dolayı oruç tutamayan bir kimsenin özrünün ortadan
kalkma ihtimali varsa tutamadığı oruçlar için fidye veremez. Ancak şeyh-i fani gibi
devamlı bir acziyeti bulunan kimseler fidye verebilir. Çünkü fidye kazaya haleftir ve
"aslı yapabilme imkânı, halefe gidilmesini engeller"735.
( النيابة بطريق يتأدى ال األصل ) "Asıl, niyabet yolu ile yerine getirilmez".
( األصل يخالف ال البدل ) "Bedel, asıl olana muhalif olmaz".
732 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 635/ II, 106.733 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 635/ II, 106.734 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 579/ II, 83.735 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 631/ II, 105; Mesut’ta ise şöyle geçer ( البدل إعتبار تمنع األصل على القدرة ) bkz.
Serahsî, Mebsût, VI, 27.
145
( أمره بغير غيره عن العبادة أداء يجوز ال ) "Bir başkası yerine ibadetin edası, o
kimsenin emri olmadan caiz olmaz".
( العب8ادة معنى ينافي الجبر ) "Zorlama, ibadetin anlamını nefyeder". Bu dört
kâideyi İmam Şafiî’yi (v. 204/820) tenkit ederken zikretmektedir. Hanefi mezhebine
göre oruç kazası olduğu halde vefat eden bir kimse, eğer vasiyet etmiş ise terikesinin
üçte birinden bu kazalara karşılık fidye verilir; vasiyet etmemiş ise varislerin teberru
etmeleri caizdir. Ancak teberru etmezlerse buna zorlanamazlar. İmam Şafiî’ye (v.
204/820) göre ister vasiyet etsin ister etmesin, varislerin terikeden bu kazaların
fidyelerini vermeleri gerekir. Ancak Kâsânî (v. 587/1191), sahih olan görüşün kendi
görüşleri olduğunu söyler. Çünkü oruç ibadettir ve fidye de ona bedeldir. "Asıl, niyabet
yolu ile yerine getirilmez" ise bedel de getirilmez ve "bedel, asıl olana muhalif olmaz".
Bu konudaki kâide şudur: "Bir başkası yerine ibadetin edası, o kimsenin emri olmadan
caiz olmaz" çünkü bu zorlama olur ve "zorlama, ibadetin anlamını nefyeder"736.
( هو كأنه مقامه يقوم الشيء خلف ) "Bir şeyin halefi, sanki o şeymiş gibi onun
yerini alır". Bir kimse Ramazan ayının kazası ile zıhar kefareti olan oruca birlikte niyet
etse, İmam Ebu Yusuf’a (v. 182/798) göre istihsanen Ramazanın kazasının yerine geçer.
Çünkü bu, Ramazan orucunun halefidir ve "bir şeyin halefi, sanki o şeymiş gibi onun
yerini alır". Ramazan orucu diğer oruçların hepsinden daha güçlüdür. Bunun sebebi de
bu oruç, Allah-u Teâla tarafından farz kılınmış, zıhar kefareti orucu ise kulun bir
davranışı sebebiyle vacib olmuştur737.
( منه بعض وجود سابقية يقتضي الشيء إتمام ) "Bir şeyin tamamlanması, onun
bir kısmının varlığının önceden tasarlanmış olmasını gerektirir". Hanefî mezhebinde
farz olsun nafile olsun oruç ibadeti, mütecezzi değildir. Kur’ân-ı Kerim’de oruçla ilgili
ayetlerde, ramazan gecelerinde yeme içme ve cinsi münasebet serbest bırakılmış
olmakla beraber bunlar, fecrin doğmasından itibaren yasaklanmıştır. Ayrıca ayette
geçen "ثم kelimesi terâhî ile beraber takîb içindir". Böyle olunca ayette geçen emir,
gündüzün ilk vaktine kadar sarkıtılabilir. Şer’an niyetsiz oruç sahih olmayacağı için
orucu emretmek niyeti emretmektir. Bu durumda gündüzün ilk vaktine kadar
736 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 629/ II, 103.737 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 584-585/ II, 85.
146
geciktirilen bir niyetle orucun emredildiği ortaya çıkmış olur. Bu da gösteriyor ki niyet
bulunsun veya bulunmasın, gündüzün ilk vaktinde yeme içme ve cinsi münasebeti
kesme durumunda oruç vaki olur. Çünkü "bir şeyin tamamlanması, onun bir kısmının
varlığının önceden tasarlanmış olmasını gerektirir"738.
( بالعدم ملحق النادر ) "Nâdir olan yok hükmündedir". Mecnun olan bir kimse
ramazanın bir kısmında kendine gelse, tutamadığı oruçları kaza eder. Tutamadığı
oruçlar sebebiyle ramazan ayının sevabını kaçırmış olduğundan, bu sevabı elde etmek
için oruç tutması gerekir Eğer meşakkat ve sıkıntıya düşmeksizin kaza imkânına sahip
ise, bayılan ve uyuyan kimselerin tutamadıkları oruçları kaza sorumlulukları gibi ona da
kaza gerekli olur. Buna karşılık, bütün ramazan boyunca akli melekesini yitirmiş
kimsenin kaza sorumluluğu yoktur. Çünkü bu kimsenin içinde bulunduğu durumun
ortadan kalkması güç olduğundan, orucu kaza etmesinde zorluk bulunmaktadır. Buna
karşılık baygınlık ve uyku halinin bütün ay boyunca sürmesi nâdirdir ve "nâdir olan yok
hükmündedir"739.
( حرام عذر غير من العمل إبطال ) "Özürsüz olarak bir ameli bozmak haramdır".
Bir kimse özürsüz olarak, başladığı orucunu bozarsa bu günahtır. Çünkü o, bu amelini
özürsüz bozmuştur ve "özürsüz olarak bir ameli bozmak haramdır"740.
( األداء عن بدل القضاء ) "Kaza edaya bedeldir". Hanefi mezhebine göre yolcu
kimse için oruç tutmak azimet, tutmamak ise ruhsattır. İmam Şafiî (v. 204/820) ise
bunun tam tersini söyler. Kâsânî (v. 587/1191), Hanefi mezhebinin bu görüşünü
temellendirmek maksadıyla birçok delil öne sürer. Bu delillerden biri de şudur: "Sizden
kim hasta veya yolcu ise tutamadığı oruçları başka günlerde kaza etsin"741 ayetiyle
Allah-u Teâlâ kazayı emretmiştir. Oruç tutamama durumunda kazanın emredilmesi,
orucun yolcuya da farz olduğuna iki yönden delildir. Birincisi kaza sünnetlerde değil
farzlarda olur. İkincisi "kaza edaya bedeldir" ve bu da aslın vücûbuna delalet eder742.
738 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 589-590/ II, 86.739 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 595-596/ II, 89.740 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 609/ II, 94; İbn-i Nüceym, el-Bahru’r-Râik, II, 302.741 Bakara, 2/183.742 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 612-613/ II, 96.
147
( العالم تقليد يلزمه العامي ) "Âmmînin âlimi taklit etmesi gerekir". Hacamat
yapan bir kimse, bunun orucunu bozmasına neden olduğu zannı ile bilerek orucunu
bozduktan sonra bunu bir fakihe sorsa; fakih te kendisine kefaret gerekmediğini söylese
kefarete gerek kalmaz. Çünkü "âmmînin (avamın) âlimi taklit etmesi gerekir"743.
( سببه بتكرر يتكرر الحكم ) "Hüküm, sebebinin tekrarı ile tekerrür eder". İmam
Şafiî’ye (v. 204/820) nisbetle zikretmiştir. Şöyle ki; bir kimse ramazan ayında birkaç
defa cinsi münasebette bulunmak suretiyle orucunu bozarsa Hanefî mezhebine göre bir
kefaret gerekir. İmam Şafiî’ye (v. 204/820) göre her biri için ayrı ayrı kefaret gerekir.
Çünkü kefareti gerektiren sebep olan cinsi münasebet tekrar etmektedir ve "hüküm,
sebebinin tekrarı ile tekerrür eder"744.
( تقضى أن وقتها عن ف88اتت إذا المؤقتة العب88ادة في األصل ) "Muvakkat ibadette
aslolan, vakti geçtiğinde kaza edilmesidir". Ramazan orucunu tutamayan kimse,
tutmadığı orucu daha sonra kaza eder. Çünkü "muvakkat ibadette aslolan, vakti
geçtiğinde kaza edilmesidir"745.
( الموت بعد يحتمل ال الحياة حالة النيابة يحتمل ال ما ) "Yaşarken niyabeti mümkün
olmayan bir şeye öldükten sonra da niyabet edilmez". Merfu olarak rivayet edilen bir
hadiste Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Kimse başkasının yerine oruç tutmasın
ve kimse başkasının yerine namaz kılmasın". Bu hadisi zikrettikten sonra çünkü
"yaşarken niyabeti mümkün olmayan bir şey öldükten sonra da mümkün olmaz"
demiştir746.
( الفعل وجوب شرط الفعل على القدرة ) "Bir fiili yapabilme gücü, fiilin vücûb
şartıdır". Oruç kazası olan bir kimsenin orucunu kazaya bırakmasına sebep olan
mazereti ortadan kalktığında kazalarının bir kısmını dahi tutacak zamanı varsa imkânı
olan bu günler ile sorumlu olur. Mesela hasta olan bir kimse birkaç gün iyileşse sonra
da vefat etse iyileştiği günler sayısınca kaza orucu tutar, başka bir sorumluluğu da
olmaz. Çünkü "bir fiili yapabilme gücü, fiilin vücûb şartıdır"747. 743 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 622/ II, 100.744 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 625/ II, 101.745 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 628/ II, 103. 746 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 629/ II, 103.747 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 629-630/ II, 104.
148
( الكتاب بنص منفي الحرج ) "Zorluk, Kitab’ın nassı ile kaldırılmıştır"748. Daha
önce Namaz bahsinde geçen bu kâideyi, yukarıdaki mesele ile bağlantılı olarak
zikretmiştir.
Kitâbu’s-Savm’da zikretmiş olduğu bazı dâbıtlar şunlardır:
( تختلف الفاحشة المسافة عند البالد مطالع ) "Aralarında uzun mesafe bulunan
bölgelerin metâlii farklı olur"749.
( نفال أو كان فرضا يتجزأ ال الصوم ) "Oruç, farz olsun nafile olsun bölünmez"750.
( الفائت قدر على يكون القضاء ) "Kaza, kaçırılan miktarınca olur"751.
( شرط القضاء في النية تعيين ) "Kazada niyetin belirlenmesi şarttır"752.
( م88بيح أو الوج8وب من م88انع النه88ار أول في رمض88ان صوم في عذر له كان من كل Günün ilk bölümünde oruç tutmasına engel bir özrü bulunan herkese, ya oruç" (للفطر
vacib olmaz veya orucunu yemesi mübahtır"753.
5. Kitâbu’l-İ‘tikâf
( ملزم التطوع في الشروع ) "Nafileye başlamak bağlayıcıdır". İ‘tikâf sünnet
olmakla beraber başlandığı zaman devam ettirilmesi vacip olur. Çünkü "nafileye
başlamak bağlayıcıdır"754.
( لإلتم88ام م88وجب التط88وع في الش88روع ) "Nafileye başlamak, tamamlamayı
gerektirir". Sünnet olan i‘tikâfta olan bir kimse, hasta ziyareti ve cenaze merasimine
iştirak gibi sebeplerden ötürü mescitten çıkarsa, Hasan b. Ziyâd’ın (v. 204/819) Ebu
Hanife’den (v. 150/767) yapmış olduğu rivayete göre i‘tikâfı bozulur. Çünkü i‘tikâf da
oruç gibi bir gün olarak takdir edilmiştir. Mezhep imamlarımızın, "nafileye başlamak,
748 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 630/ II, 104.749 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 579/ II, 83.750 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 589/ II, 85.751 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 592/ II, 86, 87.752 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 592/ II, 87.753 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 627/ II, 102.754 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 4/ II, 103.
149
tamamlamayı gerektirir" esasına bağlı olarak, sünnet i‘tikâfına giren kimsenin, bunu
bozacak durumlardan kaçınması da gerekir755. Kâsânî (v. 587/1191), onun zikrettiği bu
kâideyi kabul etmekle beraber, sınırlandırılmaya ihtiyacının bulunduğunu
söylemektedir. Şöyle ki; nafile ibadete başlamak, kendisi ile edânın devam edeceği
miktar ölçüsünce, tamamlamayı gerektirir756.
( بالنية إال تؤدى ال العبادة ) "İbadet ancak niyet ile yerine getirilir". Akıllı olmak,
i‘tikâfın sıhhat şartları arasında mu‘tekifte bulunması gereken şartlardandır. Çünkü
"ibadet ancak niyet ile yerine getirilir". Mecnun ise niyet ehli değildir757.
( النية ب88دون تصح ال العب88ادة ) "İbadet, niyetsiz sahih olmaz". İ‘tikâfın sıhhat
şartlarından birisi de niyettir. Çünkü "ibadet, niyetsiz sahih olmaz"758.
( له تبع الشيء شرط ) "Bir şeyin şartı, kendisine tabidir"759.
( يصح ال ش88رطها وج88ود بدون العبادة في الشروع ) "Şartının varlığı olmaksızın
ibadete başlamak sahih olmaz". Bu iki kâideyi İmam Şafiî’ye (v. 204/820) nisbetle
zikretmiştir. İ‘tikâfa girecek kimsenin oruçlu olması, Hanefi mezhebine göre vacib olan
itikafın sıhhat şartıdır. İmam Şafiî’ye (v. 204/820) göre oruçlu olmak şart değildir.
Çünkü i‘tikâf, bir yerde kalmak olduğu için oruca gerek yoktur. Ayrıca oruç bizzat
kendisi hedeflenen bir ibadet olduğu için başka bir şeye şart olamaz. Çünkü "bir şeyin
şartı, kendisine tabidir". Oruç sıhhat şartı olarak kabul edildiği takdirde tabi olunan, tabi
kılınmış olur ki bu da hakikatin değişmesidir. Bu sebepten dolayı oruç, hem nafile hem
de vacib itikaf için şart koşulmamıştır. Mesela bir kimse "Recep ayında i‘tikâfa
gireceğime Allah’a yemin ederim" dese, hilali gördüğü anda i‘tikâfa girmesi gerekir.
Halbuki hilali gördüğü vakit, oruç zamanı değildir. Eğer oruçlu olmak şart olsaydı bu
olmadan caiz olmazdı. Çünkü "şartının varlığı olmaksızın ibadete başlamak sahih
olmaz"760. Ancak Kâsânî (v. 587/1191) onun bu görüşünü bir kaç açıdan eleştirmektedir.
755 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 30/ II, 115.756 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 30/ II, 115.757 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 5/ II, 108; Bu kâide Mebsût’ta ( بالنية إال تتأدى ال العبادات ) şeklinde geçmektedir.
bkz. Serahsî, Mebsût, XII, 213.758 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 6/ II, 109.759 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 9/ II, 109.760 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 6-9/ II, 109.
150
İlk olarak bu konuda rivayet edilen "oruçsuz i‘tikâf olmaz" hadisini delil getirmektedir.
İmam Şafiî’nin (v. 204/820), orucun bizzat kendisinin hedeflenen bir ibadet oluşu onun
başka bir şeyin şartı olmasını engeller görüşünü de Kur’ân okumanın da bizzat
hedeflenen bir ibadet olmakla beraber namazın cevaz şartı olması ile cevaplandırır.
( يضاده ما مع للشيء بقاء ال ) "Bir şey, kendisinin zıttı ile birlikte devam etmez".
( حرام العبادة إبطال ) "İbadetin iptali haramdır". İ‘tikâfın rüknü, i‘tikâfa girilen
yerde kalmaktır. Bir kimse zorunlu ihtiyaçları dışında i‘tikâfa girdiği yerden çıkarsa
i‘tikafı geçersiz olur. Çünkü "bir şey, kendisinin zıttı ile birlikte devam etmez". Ayrıca
"ibadetin iptali haramdır"761.
( لألصل يش88ترط ما للتبع يش88ترط ال ) "Asıl için şart koşulan, tabi için şart
koşulmaz". Bir kimse "vallahi ben bir gün ve gece i‘tikâfa gireceğim" derse, gece oruç
mahalli olmasa da bu kimsenin bir gün ve gece i‘tikâfa girmesi gerekir. Çünkü gece tabi
olarak gündüzün altına girer. Bundan dolayı "asıl için şart koşulan, tabi için şart
koşulmaz"762.
( يلغو محله لغ88ير والمص88ادف يصح لمحله المصادف التصرف المعهود: أن األصل )
"Bilinen kâide: Mahallinde meydana gelen tasarruf sahihtir. Mahallinde meydana
gelmeyen ise hükümsüzdür". Bir kimse "vallahi ben bir ay oruç tutacağım" dese, bir ay
her ne kadar gece ve gündüzü içine alıyor olsa da gece oruç mahalli olmadığı için biz
bunu sadece gündüze hasrederiz. Çünkü gündüz oruç mahallidir ve "mahallinde
meydana gelen tasarruf sahihtir, mahallinde meydana gelmeyen ise hükümsüzdür"
meşhur kâidesine dayalı olarak, orucun gündüze izafeti sahih, geceye izafeti ise
hükümsüz olur763.
( الش888يء ذلك حكم حكمه ك888ان الش888يء وس888ائل من ك888ان ما ) "Bir şeyin
vesilelerinden olanın hükmü, o şeyin hükmüdür". Mu‘tekîfin, zorunlu ihtiyaçlarını
gidermesi için mescitten çıkması, onun i‘tikâfa devam etmesini sağlayan
gerekliliklerdendir. Çünkü bu ihtiyaçlar için dışarı çıkması, i‘tikâfın zaruretlerinden ve
761 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 26/ II, 114.762 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 11/ II, 110; İbn-i Nüceym, el-Bahru’r-Râik, II, 323.763 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 14/ II, 111.
151
vesilelerindendir. Ve "bir şeyin vesilelerinden olanın hükmü, o şeyin hükmüdür".
Mu‘tekîfin bu ihtiyaçları için mescitten çıkması durumunda, sanki mescitteymiş gibi
kabul edilir764.
( لدواعيه تحريما يكون الشيء تحريم ) "Bir şeyin yasaklanması, ona sebep olan
şeyler için de yasaklama olur". Mu‘tekîf için cinsi münasebet haram kılınmıştır. Öpme,
kucaklama ve dokunma gibi fiillerin neticesinde inzal vaki olursa i‘tikâf bozulur, inzal
olmamışsa i‘tikâf bozulmamakla beraber bu davranışlar mu‘tekîf için haram kılınmıştır.
Halbuki bu davranışlar kendi nefsine hakim olabilen oruçlu için haram değildirler.
Oruçlu ile mu‘tekîf arasındaki fark; cinsi münasebetin kendisinin mu‘tekîf için haram
kılınmasıdır. Ayrıca "bir şeyin yasaklanması, ona sebep olan şeyler için de yasaklama
olur" çünkü bunlar sonuçta yasak olan fiile götürürler765.
( اإلبتداء من أسهل البقاء ) "Bekâ ibtidadan esheldir". Cuma namazı kılınmayan
bir mescitte i‘tikâfa giren bir kimsenin Cuma namazı için başka bir camiye gitmesinde
sakınca yoktur. Cuma namazından sonra Cumanın son sünnetlerini kılacak kadar
camide kalabilir. Eğer bir gün ve bir gece bu camide kalırsa, i‘tikâfı bozulmaz fakat bu
mekruh görülmüştür. İ‘tikâfa başlamak için uygun olan caminin i‘tikâfın devamı için
evleviyetle uygun oluşu, i‘tikâfın bozulmama sebebidir. Çünkü "bekâ ibtidadan
esheldir"766.
( الجملة في الع8888ذر أس8888باب من اإلك8888راه ) "İkrah, her konuda özür
sebeplerindendir". İ‘tikâfta bulunan bir kimse, devlet başkanının veya başka birinin
zorlaması ile i‘tikâfa girdiği mescidi terk edip zaman kaybetmeden başka bir mescide
geçerse i‘tikâfı bozulmaz. Çünkü "ikrah, her konuda özür sebeplerindendir"767.
( والقليل الكث88ير فيه يس88توي ركنه بف88وات الشيء بطالن ) "Bir şeyin, rüknünün
kaçırılması ile batıl olmasında az ve çok olması eşittir". Bir kimse i‘tikâfa girdiği
yerden özürsüz olarak çıkarsa Ebu Hanife’ye (v. 150/767) göre i‘tikâfı fâsid olur.
764 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 27/ II, 114.765 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 31-32/ II, 116.766 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 28/ II, 114; Serahsî, Mebsût, IV, 116; Zeylaî, Tebyîn, I, 40, 203, II, 253, III, 40,
265, IV, 121, V, 94, VI, 69; İbn-i Nüceym, el-Bahru’r-Râik, III, 233, VI, 284, VIII, 276; Damad, Mecmau’l-Enhur, II, 592; Hadimî, Mecâmi‘, (yzm.), vr. 36a; Mecelle Md. 56.
767 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 29/ II, 115.
152
Dışarıda az veya çok kalması arasında fark bulunmamaktadır. Çünkü bu kimse zaruret
olmaksızın, i‘tikâfın zıttı bir şey ile uğraşarak i‘tikâfı terk etmiş ve rüknün kaçırılması
sebebiyle de i‘tikâfı batıl olmuştur. Oruçlunun yemek yemesinde olduğu gibi "bir şeyin,
rüknünün kaçırılması ile batıl olmasında az ve çok olması eşittir"768.
Kitâbu’l-İ‘tikâf’ta zikretmiş olduğu bazı dâbıtlar şunlardır:
( اإلعتك88اف ب88اب في ع88ذرا يجعل لم والنس88يان الص88وم يفسد ال الناسي جم88اع )
"Unutanın cinsel münasebeti, orucu bozmaz. Unutma, i‘tikâf konusunda özür olarak
kabul edilmez"769.
( الص8وم ألجل ال اإلعتك88اف ألجل عنه منع ما وهو اإلعتكاف محظورات من كان ما )
"İ‘tikâfın yasaklarından olan bir şey, oruç sebebiyle değil de i‘tikâf sebebi ile
yasaklanan şeydir"770.
( الصوم لمنافاتها اإلعتكاف أهلية ينافي الحيض ) "Hayız, oruç ehliyetini nefyettiği
için i‘tikâf ehliyetini de nefyeder"771.
6. Kitâbu’l-Hacc
( حصل إذا إال بنفسه بأدائه إال عليه ما عه8888دة عن يخ8888رج ال اإلنس8888ان أن األصل غيره بأداء منه المقصود ) "Kâide: İnsan, kendisinin yapması gereken bir şeyi bizzat
kendisi eda etmedikçe sorumluluktan kurtulamaz. Ancak başkasının yerine getirmesi ile
maksat hasıl oluyorsa, bu müstesnadır". Haccın farz-ı kifâye olduğunu izah ederken bu
kâideyi zikretmiştir772.
( محال ذاته فوات مع الشيء وبقاء ذاته الشيء ركن ) "Bir şeyin rüknü, o şeyin
aslıdır. Aslının kaçırılması durumunda, bir şeyin var olması muhaldir". Arafat’ta
vakfeye durma vaktini kaçırmış bir kimsenin o seneki haccının olmayacağını izah
ederken bu kâideyi delil olarak vermiştir773.
768 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 29/ II, 115.769 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 31/ II, 116.770 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 31/ II, 116.771 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 32/ II, 116.772 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 41/ II, 119.773 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 66/ II, 127.
153
( أصال الش88يء يوجد فلم به ي88أت لم فإذا ذاته، الشيء ركن ) "Bir şeyin rüknü, o
şeyin aslıdır. Rükün yerine getirilmediği zaman aslında o şey olmamış kabul edilir".
Safa ve Merve arasındaki sa‘yin haccın vaciblerinden olduğunu izah ederken bu kâideyi
zikretmiştir774.
( أولى بجنسه الشيء جبر ) "Bir şeyin kendi cinsi ile telafisi evlâdır". Taharetin
tavâfın cevaz şartı olmadığını, vâcib olduğunu; dolayısıyla Kabe’yi tavâf etmeyen bir
kimsenin Mekke’den ayrılmamışsa yeniden tavâf ederek bunu telafi edebileceğini
söylemektedir775.
( الوسع بقدر التكليف ) "Sorumluluk, imkân ölçüsündedir". Bir özür sebebiyle
yürüyerek tavaf edemeyen bir kimsenin, bir binek ile veya başka bir şekilde tavaf
etmesi caizdir’776.
( لركنين وقتا يكون ال الواحد الوقت ) "Bir vakitte iki rükün eda edilmez". İmam
Şafiî’nin (v. 204/820), ziyaret tavafının vaktinin, arefe günü gece yarısından itibaren
başladığına dair görüşüne itiraz ederken, bu vaktin, Arafat vakfesi vakti olduğunu ifade
ettikten sonra bu kâideyi zikretmiştir777.
( بالتوقيف تعرف وإنما واإلجتهاد بالرأي تعرف ال العبادات مقادير إن ) "İbadetlerin
miktarları, rey ve ictihad ile bilinmez; nass ile bilinir". İmam Şafiî’nin (v. 204/820),
tavafın yedi şavt olduğunu, daha az olması durumunda, tavafın yerine getirilmemiş
olacağına dair görüşünü izah ederken bu kâideyi Ona nisbetle zikretmiştir778.
( ب88التوقيف إال تع88رف ال العب88ادة أوق88ات إن ) "İbadet vakitleri, ancak nass ile
bilinir". İmam Ebu Yusuf’un (v. 182/798), bayramın birinci günü şeytan taşlama
vaktinin, zevâl vaktine kadar uzayacağına dair görüşünü izah ederken bu kâideyi
zikretmiştir779.
774 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 84/ II, 134.775 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 71/ II, 129. Başka bir yerde de buna işaret etmektedir. Bkz. III, 75, 81/ II, 133.776 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 73/ II, 130.777 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 78/ II, 132.778 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 80/ II, 132.779 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 92/ II, 137.
154
( الكل مقام يقوم األكثر ) "Ekser, bütünün yerine geçer". İmam Şafiî’nin (v.
204/820) yukarıdaki görüşüne itiraz ederken, önce bu konuda "Ka’be’yi tavaf
etsinler"780 ayetini delil olarak getirmekte, sonra bu ayetin ( يقتضي ال المطلق األمر (التك88رار "mutlak emir, tekrarı gerektirmez" usûl kâidesinin delaletiyle tekrarı
gerektirmediğini belirtmekte ve akabinde de şavtın ekser sayısının icma ile tespit
edildiğini, bunun üzerinde bir sayı hakkında icmanın sâbit olmadığını söylemekte ve en
sonunda bu kâideyi zikretmektedir781.
( الكل مقام يقوم ال األقل ) "Az olan, bütünün yerine geçmez". Ziyaret tavafını üç
şavt olarak yapan hiç tavaf yapmamış gibi kabul edilir782.
( الكل حكم لألكثر ) "Çoğunluğa da bütünün hükmü uygulanır". Sa‘yin geçerli
olabilmesi, tavafın tamamı yapılmamışsa da en azından çoğunluğunun yapılmasına
bağlıdır783.
( بالعدم ملحق األكثر بمقابلة األقل ) "Çokluk karşısında az, yok hükmündedir".
Harem bölgesinde oturan bir kimsenin -kendisine caiz olmadığı halde- temettu‘ haccına
niyetle umresi için tavafa başlaması durumunda, eğer en fazla üç şavt yapmış ise
İmâmeyn’e göre bu, sanki hiç yapılmamış gibi kabul edilir ve umreyi terk ederek hac
farizasını yerine getirir784.
( كاسمه الشيء تبع ) "Bir şeye tabi olan, o şey gibidir". Sa‘yin tavafa tabi
olduğunu ve tavaftan sonra yapılması gerektiğini söylerken, bu kâideyi zikretmiştir785.
( األصل شرط يكفيه بل بالشرط يفرد ال التبع ) "Tabi için ayrı bir şart gerekmez,
aslın şartı tabi için yeterlidir". Cünûb veya hayızlı olanın tavafı nasıl caiz ise sa‘yi de
caizdir786.
780 Hacc, 22/29.781 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 80/ II, 132. Aynı kâide için bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, III, 227/ II, 194.782 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 81/ II, 133.783 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 85/ II, 134.784 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 173/ II, 169.785 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 85/ II, 134.786 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 86/ II, 135.
155
( األضعف األقوى إستتبع ) "Daha güçlü olan, zayıf olanı kendine tabi kılar".
İhram yasaklarının Harem yasaklarından daha kuvvetli ve öncelikli olduğunu açıklarken
bu kâideyi zikretmiştir787.
( للس888نة تبعا ال888واجب يجعل أن ينبغي ال ) "Vacibin sünnete tabi kılınması
gerekmez".
( للف88رض تبعا يجعل أن يج88وز الواجب ) "Vacibin farza tabi kılınması caizdir".
Sa‘yin, bayram günü sünnet olan kudûm tavafından sonra değil de farz olan ziyaret
tavafından sonra yapılması gerektiğini izah ederken bu iki kâideyi görüşüne delil olarak
almıştır788.
( للفرض تبعا يصلح الواجب ) "Vacib, farza tabi olur".
( السنة يتبع ال الواجب ) "Vacib, sünnete tabi olmaz". Bu iki kâideyi, sa‘yin farz
olan ziyaret tavafından sonra yapılması gerektiğini; buna karşılık sünnet olan kudûm
tavafına takdim edilebileceğini belirtirken zikretmiştir789.
( مكروه المسنون ترك ) "Sünnet olanın terki mekruhtur". Saçın tamamının tıraş
edilmesinin sünnet olduğunu, bundan daha azının tıraş edilmesinin, sünnetin terki
anlamına gelmesi sebebiyle mekruh olduğunu söylemektedir790.
( كالبالغ السنن مراعاة في الصبي ) "Sünnetlere riayet hususunda çocuk, bâliğ
gibidir". Aklî dengesi yerinde olup ihrama giren çocukların velilerinin onlara izâr ve
ridâ denilen iki parçadan ibaret örtüyü alıp onları bunlara büründürmeleri gerekir791.
( بالسنة اإلتيان من أولى الحرام ترك ) "Haramın terki, sünnet ile amel etmekten
evlâdır". Tavafa başlarken ve her şavtın sonunda hacerü’l-esvedi yakından istilâm
etmek sünnettir. İzdiham sebebi ile bu mümkün değilse, uzaktan istilâm edilir. Çünkü
Müslümanlara eziyet haram, hacerü’l-esvedi yakından istilam ise sünnettir792.
787 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 262/ II, 207.788 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 86-87/ II, 135.789 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 128/ II, 150.790 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 101/ II, 141.791 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 109/ II, 144.792 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 119/ II, 146.
156
( مكروهة السنة مخالفة ) "Sünnete muhalefet mekruhtur". İhrama girme vaktinin
hac aylarında olması gerektiğini açıklarken zikretmiştir793.
( بفرض ليس بما الفرض ترك يجوز ال ) "Farz olmayan bir şey sebebiyle farzın
terki caiz değildir". İmam Şafiî’nin (v. 204/820), niyâbeten hac ile ilgili rivayet ettiği bir
hadisten sonra, haccı sarûra794 yapmanın caiz olmadığına dair görüşünü verirken bu
kâideyi zikretmiştir795.
( الحكم لبق88اء بش88رط ليس الس88بب بق88اء أن المعه88ود األصل ) "Bilinen Kâide:
Sebebin bekâsı, hükmün bekâsı için şart değildir". Hz. Peygamber (s.a.v)’ın tavaf
esnasında remel yapmasının sebebi ile ilgili rivayetlerde, müşriklere güç göstermek
maksadıyla yaptığı kaydedilmektedir. Kâsânî (v. 587/1191), ilk remelin bu sebepten
dolayı yapıldığını, daha sonra bu sebebin ortadan kalktığını ancak remel sünnetinin
yukarıdaki kâideye bağlı olarak devam ettiğini söylemiştir796. Burada bir sünnetin
devamı hususunda doğrudan bu kâideyi delil olarak almış ve söz konusu uygulamanın
devam etmesinin dayanağını izah ederken bu kâideyi zikretmiştir.
( الش88ريعة في أصل الحقيقة إعتبار ) "Hukukta, hakikate itibar asıldır". Kırân
haccına niyet eden bir kimse, aynı yılın hac ayları içerisinde umre ve haccı bir arada
yapar. Çünkü kırân, hakikatte iki şeyi birleştirmek anlamındadır. Hukukta da hakikate
itibar edilir. Bu kâideyi, İmam Şafiî’ye (v. 204/820) itiraz ederken delil olarak
zikretmiştir797.
( األصل هو نفسه إلى يض88اف ال الشيء ) "Bir şeyin kendine izafet edilmemesi
asıldır".
( الشرع في أصل الحقيقة إعتبار ) "Hukukta hakikate itibar asıldır". Tarafeyn’in,
hacca başlayan bir kimsenin Arafat’ta vakfeyi kaçırması durumunda, umre fiilleri ile
ihramdan çıkabileceğine dair görüşünün delilleri arasında bu iki kâideyi zikretmiştir798.
793 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 152/ II, 161.794 Kendi adına hac yapmayan birinin başkası adına yaptığı hac. Bkz. Erdoğan, Sözlük, s. 397.795 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 274/ II, 213.796 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 121/ II, 147.797 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 126-127/ II, 149.798 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 289/ II, 220.
157
( تس88قط أن وقتها ف88ات إذا المؤقتة العبادات في األصل ) "Muvakkat ibadetlerde
aslolan, vakitleri geçince sakıt olmalarıdır". Şeytan taşlamanın muvakkat bir ibadet
olduğu meselesini işlerken bu kâideyi zikretmiştir799.
( وقتها قبل المؤقتة العب88ادة أداء يج88وز أال األصل ) "Aslolan muvakkat ibadetin
vaktinden önce edâ edilmemesidir".
( أوقاتها على تق888ديمها يج888وز ال المؤقتة العب888ادات ) "Muvakkat ibadetlerin
vakitlerinden önceye takdimi caiz değildir". Arafat’ta ikindi namazının cem-i takdîm
yapılarak kılınmasının istihsânen caiz olduğunu ifade ettikten sonra istihsânın
gerekçesini izah ederken birinci kâideyi; Ebu Hanife’nin (v. 150/767), takdim edilen
ikindi namazının cemaatle kılınmasının şart olduğuna dair görüşünü açıklarken de ikinci
kâideyi zikretmiştir800.
( يج88وز ال وقتها قبل المؤقتة العب88ادة أفع88ال أداء ) "Muvakkat ibadetin fiillerinin
vaktinden önce edası caiz değildir". Yukarıdaki kâideler ile aynı anlama gelen bu
kâideyi İmam Şafii’nin (v. 204/820) ihramın rükün olduğuna dair görüşünü açıklarken
vermiştir801.
( أوقاتها قبل أداؤها يج88888وز ال المؤقتة العب88888ادات ) "Muvakkat ibadetlerin
vakitlerinden önce edâ edilmeleri caiz değildir". Haccın muvakkat bir ibadet olduğunu
açıklarken deliller arsında saymıştır802.
( نفسه ينافي ال الشيء ) "Bir şey kendi kendisini nefyetmez". Yukarıdaki konu
hakkında İmâmeyn’in görüşünü açıklarken bu kâideyi zikretmiştir803.
( تقييده على والمقيد إطالقه على المطلق يجري بل المقيد على يحمل ال المطلق أمكن ما ) "Mutlâk, mukayyede hamledilmez. İmkân varsa mutlâk ıtlâki, mukayyed ise
takyîdi üzere câri olur". Usûle dair olan bu kâideyi, İmam Şafiî (v. 204/820) ile
aralarında şeytan taşlarken atılan şeyin ne olması gerektiği hususunda geçen tartışmada
799 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 96/ II, 139.800 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 132/ II, 152.801 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 151/ II, 160.802 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 269-270/ II, 211.803 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 132/ II, 152.
158
delil olarak getirmiştir. Bu konuda gelen hadislerin mutlak olduğunu, taş ile takyîd
edileceğine dair bir delil bulunmaması sebebiyle atılacak şeyin taş ve kurumuş çamur
cinsinden bir şey olabileceğini söylemiştir804. Bu kâide Mecelle’de "Mutlak itlaki üzere
câri olur. Eğer nassan yahut delâleten takyid delili bulunmaz ise" şeklinde
geçmektedir805.
( وتيس88يره الحكم لتخفيف سبب الضرورة ) "Zaruret, hükmün hafifletilmesi ve
kolaylaştırılması için bir sebeptir". Ebu Hanife’ye (v. 150/767) göre haccın
menasikinden olan şeytan taşlama, kurban kesme ve tıraş olma arasında tertip vaciptir.
Bu tertibe uyulmadığı takdirde dem806 gerekir. Ancak bir özür sebebi ile kurbandan önce
tıraş olan kimse, dem, fakirleri doyurma veya oruç tutma arasında muhayyerdir. Onun
görüşünü açıklarken bu kâideyi zikretmiştir807.
( الجملة في الحكم تخفيف سبب العذر ) "Özür, her konuda hükmün hafifletilme
sebebidir". İhsar sebebiyle kesilecek kurbanın bir koyun olması gerektiği hususunda
gelen rivayetin hastalık gibi bir zaruret sebebiyle varid olduğunu, dolayısıyla
muhayyerlik durumunda evleviyetle kurban gerekeceğini belirtirken bu kâideyi
zikretmiştir808.
( الضرورة بطريق ثابتا يكون الرخصة بطريق الثابت ) "Ruhsat yoluyla sâbit olan,
zarûreten sâbit olmuş olur". Mekke’de ikamet eden bir kimsenin temettu‘ haccı
yapmasının caiz olmadığını, bunun âfâkî olanlar için zarûreten caiz kılındığını izah
ederken bu kâideyi zikretmiştir809.
( ب88دونها معناها إلنع88دام النية ب88دون تصح ال العب88ادة ) "Niyetsiz ibadetin anlamı
olmayacağı için niyetsiz ibadet sahih olmaz". Haccın edasının cevaz şartları arasında
niyeti de saymıştır810.
804 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 146/ II, 158.805 Mecelle Md. 64.806 Koyun ve keçi cinsinden olan ceza kurbanı. Bkz. Erdoğan, Sözlük, s. 74; TDV İlmihal, I, 556.807 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 148/ II, 159.808 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 193/ II, 178.809 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 172/ II, 169.810 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 151. Diğer baskıda bulunmamaktadır.
159
( الش88رع أحك88ام في به عبرة ال النية مجرد ) "Şer‘î hükümlerde mücerret niyete
itibar edilmez".
( محال المعدوم تعيين ) "Olmayan şeyin ta’yini (belirleyici olması) muhaldir".
( بخالفه النص مع تعمل ال الداللة ) "Delâlet-i hal, nass karşsında onun hilafına
amel etmez". Mücerret niyet ile ihrama girilemeyeceğini açıklarken bu üç kâideyi
deliller arasında saymıştır811.
( األصل عن الي88أس وقت الب88دل أوقات أفضل ) "Bedeli ifa etmenin en faziletli
olduğu vakit, aslı yerine getirme ümidinin kesildiği/olmadığı vakittir".
( األصل وج88ود مع للب88دل ج88واز ال ) "Asıl bulunduğunda bedeli ifa etmek caiz
değildir". Temettu‘ hedyi kesme imkânı olmayan bir kimsenin onun yerine tutacağı
orucun vakti ile ilgili ayetin yorumunda ve bu konuda geçen tartışmalarda bu iki kâideyi
zikretmiştir812.
( األصل الممكن بالق88در بهما يعمل أنه الدليلين تعارض عند ) "İki delilin tearuzu
durumunda aslolan, imkân ölçüsünde ikisi ile de amel etmektir". Hac çeşitlerinin fazilet
bakımından sıralanışı ile ilgili rivayetleri değerlendirirken ve İmam Şafiî (v. 204/820)
ile aralarındaki ihtilafı izah ederken bu kâideyi zikretmiştir813.
( الس8بب ال اللفظ يتبع الحكم إذ الس8بب بخص8وص ال عن88دنا اللفظ بعم88وم الع8برة )
"Bize göre itibar, lafzın umumunadır, sebebin özel oluşuna değildir. Çünkü hüküm,
sebebe değil lafza tabi kılınır". Bu kâideyi, "Haccı da umreyi de Allah için tamamlayın.
Eğer bunlardan alıkonursanız, kolayınıza gelen bir kurban gönderin"814 ayetinde geçen
"ihsar" kelimesinin yorumunda İmam Şafiî (v. 204/820) ile aralarındaki farkı izah
ederken kullanmıştır815.
( بدليل إال تخصيصه يجوز وال أمكن ما واجب اللفظ بعموم العمل ) "İmkân olduğu
ölçüde lafzın umumu ile amel etmek vaciptir. Delil olmaksızın umumun tahsisi caiz
811 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 157-158/ II, 163.812 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 181-182/ II, 174.813 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 184-185/ II, 175.814 Bakara, 2/196.815 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 186/ II, 185.
160
değildir". İhramlı olan bir kimsenin öldürdüğü hayvanın kıymetini ödemesi gerektiğini
açıklarken, konu ile ilgili ayetin yorumunda bu kâideyi zikretmiştir816.
( السبب قدر على يثبت الحكم ) "Hüküm, sebebin miktarına göre sâbit olur".
İhramlı kimsenin koku sürmesi durumunda vereceği kefaret, kokunun sürüldüğü orana
bağlıdır817.
( الغاية وج88ود قبل ينتهي ال ةغاي88 إلى الممدود الحكم ) "Bir amaç için uzatılmış
olan hüküm, bu amacın varlığından önce sona ermez". Hedy kurbanının, ihsar için
takdir edilen bedel olduğunu, oruç tutmak, fakirleri doyurmak ve tıraş olmak gibi
şeylerle ihramdan çıkılamayacağını ispatlamak maksadıyla delil olarak getirdiği ayetin
izahında bu kâideyi zikretmiştir818.
( بضده أمر الشيء عن والنهي ضده عن نهي بالشيء األمر ) "Bir şeyi emretmek,
zıddını yasaklamak; bir şeyi yasaklamak ise zıddını emretmektir". İhramlının
giymesinin yasak olduğu şeyler hakkında rivayet edilen bir hadiste bulunan işkâlin
izahını yaparken bu kâideyi kullanmıştır819.
( بالشك يزال ال يقينا الثابت المعهود: أن األصل ) "Bilinen kâide: Yakînen sâbit
olan, şek ile zâil olmaz". İhramlı olan bir kimse, bir zaruret sebebiyle elbise giydikten
sonra bu zaruretin kalktığı hususunda şüpheye düştüğü halde giydiği elbiseyi
çıkarmazsa, kendisine sadece zaruret kefareti gerekir. Ancak zaruret halinin kalktığına
kesin kanaat getirdiği halde giymeye devam ederse, iki kefaret gerekir820.
( ألسبابه تحريم الشيء تحريم ) "Bir şeyin haram olması, o şeyin sebeplerini de
haram kılar".
( األولى طريق من األعلى تح88ريم األدنى تح88ريم ) "Daha alt konumda olanın
haram olması, evleviyetle daha üsttekinin de haram olmasını gerektirir". İhramlının
816 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 240/ II, 199.817 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 218/ II, 190.818 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 198/ II, 180.819 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 206/ II, 184.820 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 215/ II, 188.
161
avlanmasının yasak olmasının yanısıra onu teşvik etmenin ve ona yardım etmenin de
yasak olduğunu açıklarken bu iki kâideyi görüşüne delil olarak getirmiştir821.
( ألدناهما رافعا يص88لح ال88ذنبين ألعلى رافعا صلح ما ) "İki günahtan büyük olanı
kaldırmaya uygun olan, küçük olanı kaldırmaya da uygun olur".
( األعلى لرفع يصلح ال األدنى لرفع يصلح ما ) "Küçük olanı kaldırmak için elverişli
olan, büyük olanı kaldırmak için elverişli olmaz". Kefaretin, ihramlının amden işlediği
avlanma yasaklarının suçlarını kaldırdığını izah ederken bu iki kâideyi kullanmıştır.
Ancak ikinci kâideyi, bir insanın öldürülmesinin bundan istisna olduğunu belirtmek için
zikretmiştir822.
( فاعله عن فعل كل يقع أن األصل ) "Her fiilin, fâilinden vaki olması asıldır". Bir
kimsenin iki kişiye niyabeten hac etmesi durumunda, onlar adına yapmış olduğu haccın
kabul olmadığını; yaptığı haccın kendisi için vaki olduğunu açıklarken bu kâideyi
zikretmiştir823.
( وفائتا موج88ودا يكون أال واحد زمان في الواحد الشيء ) "Bir şey, bir zamanda
hem mevcut hem de geçmiş olamaz".
( فائتا يكون ال المدرك ) "Müdrik, fâit olamaz". Bu iki kâideyi, Arafat’ta vakfeye
duranın haccı idrak etmiş olduğunu açıklarken zikretmiştir824.
( عليه من بم88وت تسقط العبادات ) "İbadetler, üzerine vacip oldukları kişinin
ölümü ile düşerler". Kendisine hac farz olup da ölen bir kimse, yapılmasını vasiyet
etmemiş ise varislerinin onun terekesinden bu farizayı yerine getirmeleri beklenemez825.
( قطعا للس88قوط م88وجب ب88دليل إال يس88قط ال قطعا اإلنسان على الواجب ) "Kat‘î
olarak insana vacib olan, kat‘î olarak sukûtu gerektiren bir delil olmadıkça düşmez".
821 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 233/ II, 197.822 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 246/ II, 202.823 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 276/ II, 214.824 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 288-289/ II, 220.825 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 291/ II, 221.
162
( ك88ان وإن الثب88وت ع88دم إلحتم88ال الش88هادة علم ال العمل علم ي88وجب الواحد خ88بر علم في يعت88بر ال ك88ان وإن الش88هادة علم في يعت88بر المرجوح اإلحتمال لكن مرجوحا إحتماال
Haber-i vâhid, her ne kadar zayıf bir olasılık da olsa, adem-i sübût ihtimali" (العمل
sebebiyle akaidde/şehadette ameli gerektirmese de amel konusunda ameli gerektirir.
Ancak zayıf ihtimale, amel konusunda itibar edilmese de akaidde/şehadette itibar
edilir".
( نصا كالث88ابت داللة الث88ابت ) "Delâleten sâbit olan, nass ile sâbit gibidir".
Kendisine hac farz olan bir kimse bu farizayı yerine getirmeden vefat etmişse,
varislerinin onun yerine hac yapması durumunda Ebu Hanife (v. 150/767), "Allah
isterse kabul eder" kaydını koyarak buna cevaz vermiştir. Burada cevazın istisna ile
birlikte (meşiete bağlı olarak) verilmesinin gerekçesini izah ederken bu kâideleri
zikretmiştir826.
( األصل في نفسه إلى يعطف ال الشيء ) "Hakikatte bir şey kendine atfedilmez".
( فرضا يك88ون أن يحتمل ما ال88واجب تطوعا يك88ون أن ويحتمل ) "Vacib, farz ve
tatavvu‘ olma ihtimali olan şeydir". Umrenin farz olduğunu söyleyen İmam Şafiî’nin (v.
204/820) bu görüşüne karşılık, vacib olduğunu temellendirmeye çalışırken bu iki
kâideyi zikretmiştir827.
Kitâbu’l-Hac’da geçen bazı dâbıtlar şunlardır:
( الدم يوجب عذر غير من الواجب ترك ) "(Hacda) vacibin özürsüz olarak terk
edilmesi, kurban kesmeyi gerektirir"828.
( دم أك888ثره في يجب دم جميعه في وجب ما كل أن األصل ) "Kâide: Bütününe
kurban gereken her şeyin, çoğuna da kurban gerekir"829.
826 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 292/ II, 221.827 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 304/ II, 227.828 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 74/ II, 130.829 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 84/ II, 134.
163
( ص888دقة أقله في يك888ون دم جميعه في يك888ون ما كل أن ذلك في واألصل ) "Bu
konuda kâide şudur: Bütünü için kurban gereken her şeyin, azı için de sadaka
gerekir"830.
( ص88دقة أقله في يجب دم جميعه في يجب ما أن واألصل ) "Kâide: Bütünü için
kurban gereken şeyin, azı için de sadaka gerekir"831.
( للطواف تبع السعي ) "Sa‘y tavafa tabidir"832.
( قياسا تع888رف ال المناسك أوق888ات ) "Hac ibadetlerinin vakitleri kıyas ile
bilinmez"833.
( فيه رمل فال سعي بعده ليس طواف كل ) "Kendisinden sonra sa‘y olmayan her
tavafta remel yoktur"834.
( الفرض ألجل إال الفرض ترك يجوز ال ) "Farzın, farz dışında bir şey için terki
caiz değildir"835.
( الطواف عن بدل الهدي ) "Heyd (kurbanı) tavafa bedeldir"836.
( للش888رع حقا الفسخ مس888تحق الفاسد ال888بيع ) "Bey‘-i fâsid, hukuken feshi
gerektirir"837.
( الفائت عن خلف القضاء ) "Kaza, kaçırılana haleftir"838.
7. Kitâbu’l-Eymân
( حقيقة بالمس8تحيل يلحق ع8ادة المستحيل ) "Âdeten imkânsız olan, hakikaten
imkânsız gibidir". İmam Züfer’e (v. 158/775) göre "Vallahi gökyüzüne dokunacağım"
830 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 84/ II, 134.831 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 95/ II, 139.832 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 85/ II, 134.833 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 94-95/ II, 138.834 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 120/ II, 147.835 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 130/ II, 151.836 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 194/ II, 179.837 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 265/ II, 209.838 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 284/ II, 217.
164
gibi hem âdeten hem de hakikaten yerine getirme imkânı olmayan yeminler, mün‘akid
olmaz839.
( حسن الله عند فهو حس88نا المؤمنون رآه ما ) "Müminlerin güzel gördüğü şey,
Allah katında da güzeldir". Aslı bir hadis olan bu kâideyi, ilk olarak yemin-i fevr
konusunda hüküm veren kimsenin Ebu Hanife (v. 150/767) olduğunu ve diğer
insanların da onun verdiği bu hükmü uygun bulup kabul ettiklerini açıklarken
zikretmiştir840.
( الكالم يتق88دم ال الج88واب ) "Cevap, kelamdan önce gelmez". Bir kimsenin,
"benimle konuşursan sana cevap vermem" sözünün, geleceğe hamledileceğini
söylerken, bu kâideyi zikretmiştir841.
( سببه إلى يضاف إنما الحكم ) "Hüküm, sebebine izafe edilir". İmam Şafiî’nin (v.
204/820), keffaretin vücûb sebebinin yemin olduğuna dair görüşünü verirken bu kâideyi
kullanmıştır842.
( المس88تثنى في الحكم ثب88وت يمنع اإلس88تثناء ) "İstisna, müstesnada hükmün
sübûtunu engeller". İstisna anlamı taşıyan yeminlerin vuku bulmadığını
örneklendirirken, bu kâideyi vermiştir843.
( بعض888ها بوج888ود اإلسم عليه ينطلق ال مختلفة أش888ياء من الم888تركب ) "Çeşitli
şeylerden meydana gelen bir şeyin bir kısmının varlığı, o şeyi ifade etmez". Bir kimse
hanımına "sen kıldığın namazında boşsun" derse, kıyam, rükû‘ ve secde gibi fiilleri
yerine getirmedikçe boş olmaz844.
( بعضه على كله إسم يقع ال مختلفة أج888زاء من الم888تركب ) "Çeşitli cüzlerden
meydana gelen bir şeyin bütününün ismi bir kısmına verilmez". Bir kimse namaz
839 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 34/ III, 12.840 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 36/ III, 13.841 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 37/ III, 13.842 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 52/ III, 19.843 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 59/ III, 23.844 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 63/ III, 25.
165
kılmayacağına dair yemin etse, rükû‘ ve secde gibi namaz fillerini yapmadıkça iftitah
tekbiri getirmekle yeminini bozmuş olmaz845.
( لغة بعضه على كله إسم ينطلق متجانسة متفقة أج8888زاء من ت8888ركب ما ) "Dil
açısından, benzer ve uyumlu parçalardan meydana gelen bir şeyin bütününün ismi, bir
kısmına da verilir". Yukarıdaki örnekte namaz yerine orucu zikretse, oruca başlayınca
hanımı boş olur846.
( شرطه كمال ينزل لم ما ينزل ال بالشرط المعلق ) "Bir şarta bağlı olan, şartının
zamanı gelmedikçe yerine gelmez". Bir kimse hanımına "sen bu ekmeği yiyince boşsun"
derse, hanımı ekmeğin tamamını bitirmedikçe boş olmaz. Çünkü boşama şartı ekmeği
yeme şartına bağlıdır847.
( مضى بما ال يجيء بما يتعلق الشيء ) "Bir şey, vakti geçmiş olana değil, gelecek
olana bağlı olur". Bir kimse gece hanımına "gelen üç günde boşsun" dese, üçüncü gün
güneşin doğması ile hanımı boş olur. Eğer bunu gündüz söylese, dördüncü gün, güneşin
doğması ile talak vaki olur. Çünkü yemin ettiği gün gelecek olan değil, geçmiş
olandır848.
( األخ88ير جزئه بانقض88اء يك88ون الشيء مضي ) "Bir şeyin vaktinin geçmesi, son
parçasının süresinin bitmesiyle olur". Bir kimse gece hanımına "üç gün geçince boşsun"
dese, üçüncü gün güneş batana kadar talak vaki olmaz849.
( في يظهر له أثر ال وما المفع88ول مك88ان فيه يعت88بر المفع88ول في أثر له فعل كل الفاعل مك88ان بل مكانه فيه يعتبر ال المفعول ) "Mefulde etkisi olan her fiilde, mefulün
mekanına itibar edilir; mefulde ortaya çıkıp da mefulde etkisi olmayan her fiilde,
mefulün mekanına değil de failin mekanına itibar edilir". Bir kimse "seni mescitte
dövsem veya öldürsem" dese, burada bu iki fiilin gerçekleştiği mekana itibar edilir850.
845 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 174/ III, 84.846 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 63/ III, 25.847 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 63/ III, 26.848 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 63/ III, 26.849 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 64/ III, 26.850 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 64/ III, 26.
166
( به تتعلق لفائ88دة إال بش88يء يتكلم ال اإلنس88ان أن الظ88اهر ) "Zahir/kâide: insan,
ancak kendi faydasına olan bir şeyi söyler". Bir kimse aynı evi kastederek "ben bu eve
girersem kölem hür olsun, bu eve girersem" derse, istihsanen, o eve bir defa girdiğinde
yeminini bozmuş olur851.
( حكم به يتعلق لم الكالم تم88ام بعد الش88رط أع88اد إذا ) "Şart, sözün bitmesinden
sonra tekrar ettiğinde ona herhangi bir hüküm bağlanmaz". Bir kimse hanımına "sen
boşsun, seninle evlenirsem, seninle evlenirsem" derse bu bir evlenme anlamına gelir852.
( الشرط بتكرر يتكرر ءالجزا ) "Karşılık, şartın tekrarı ile tekerrür eder". Bir
kimse hanımına "ne zaman şu eve girsen ve falan ile konuşursan sen boşsun" dese,
hanımı da o eve üç defa girip falan kimse ile de bir defa konuşursa, üç defa boşanmış
olur853.
( الكل حكم لألكثر ) "Çoğunluğa da bütünün hükmü uygulanır". Bir kimse, "şu
eve girersem" şeklinde başlayan bir yemin etse ve ev de yerden daha alçak ise oraya bir
ayağının girmesi ile yeminini bozmuş olur854.
( به ع8برة فال لألكثر تبعا يكون واألقل باألكثر يتعلق الحكم ) "Hüküm, çoğunluğa
bağlıdır; az olan çok olana tabi olur ve az olana itibar edilmez"855.
( جنسه بغير مستهلكا يصير وإنما بجنسه مستهلكا يصير ال الشيء ) "Bir şey, kendi
cinsinden bir şey ile karışırsa yok olmaz; kendi cinsi dışında bir şey ile karışırsa yok
olur"856.
İmâmeyn’e göre "üzerine yemin edilen şey, kendi cinsinden olmayan bir şey ile
karışırsa, gâlib olana itibar edilir". Ancak İmam Ebu Yusuf (v. 182/798), yiyecek ve
içecek türü maddelerde tat ve rengin çokluğuna itibar ederken; İmam Muhammed (v.
851 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 76/ III, 32-33.852 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 76/ III, 33.853 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 76/ III, 33.854 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 83/ III, 37. Aynı kâide için bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 175/ III, 85.855 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 132/ III, 62.856 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 133/ III, 63.
167
189/805), cüzlerin çokluğuna itibar etmiştir. Bu kâideleri de İmam Muhammed’in (v.
189/805) bu görüşünün dayanakları arasında zikretmiştir857.
( اإلحتياط فيها يجري ال العباد حقوق ) "Kul haklarında ihtiyat geçerli olmaz". Kul
hakları ile Allah hakları arasındaki farklılık sebebiyle Allah haklarında ihtiyat ile
hareket etmenin caiz olduğunu, ancak kul haklarında caiz olmadığını ifade ederken bu
kâideyi zikretmiştir858.
( يتعارفونه ما إلى ينص888رف الن888اس كالم مطلق ) "İnsanların mutlak olarak
kullandıkları sözleri, aralarında yaygın olana hasredilir"859.
( األيم88ان ب88اب في خصوصا المتع88ارف على يحمل الكالم مطلق ) "Mutlak söz,
özellikle yeminler konusunda, yaygın olana hamledilir" Burada geçen "mütearif"in,
dilciler arasında yaygın olan olduğunu, bunun da luğavî kullanımı ifade ettiğini
söylemiştir860.
( المج88از إلى الص88رف من أولى الجملة في المس88تعملة الحقيقة إلى الكالم صرف أك8ثر المج88از في إس8تعماله ك8ان وإن ) "Mecazın kullanımı daha fazla olsa da sözün,
genelde kullanılan hakiki manaya hasredilmesi, mecaza hasredilmesinden evlâdır"861.
Bu kâideleri, yapılan bazı yeminlerin anlam itibariyle yöresel farklılıklar
içerebileceğini, bu tür durumlarda lafızlara yüklenen anlamın tespitinde örfe müracaat
etmek gerektiğini ifade ederken zikretmiştir.
( اللسان أهل عند المتعارف إلى يصرف اللفظ مطلق إن ) "Dil bilginlerine göre,
mutlak anlamda kullanılan lafız, yaygın olana hasredilir".
( الحقيقة على محمول الكالم مطلق ) "Mutlak olarak (kayıtlanmadan) söylenen
söz, hakiki manasına hamledilir".
857 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 132-133/ III, 63.858 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 133/ III, 62; Kerhî, Risâle fî’l-Usûl, s. 166.859 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 125/ III, 58.860 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 130-131/ III, 61.861 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 131/ III, 61.
168
Bir kimse, herhangi bir nehirden su içmeyeceğine dair yemin etse, Ebu
Hanife’ye (v. 150/767) göre eğilip ağzı ile oradan su içmedikçe yeminini bozmuş
olmaz. İmâmeyn’e göre ise bir kaptan veya eliyle içmesi ile eğilip ağzı ile içmesi
arasında herhangi bir fark yoktur. İmâmeyn’in görüşünü izah ederken ilk kâideyi, Ebu
Hanife’nin (v. 150/767) görüşünü izah ederken de ikinci kâideyi zikretmiştir862. Burada
da görüldüğü üzere, mezhep içerisindeki farklı görüşleri izah ederken, her müctehidin
dayanmış olduğu kâideyi de zikretmektedir.
( يتصور ال به العلم بدون بالشيء الرضا ) "Bir şey hakkında bilgi sahibi olmadan
ona rıza göstermek tasavvur edilemez". Bu kâideyi, yapılan yeminlerde rıza ilkesinin
gözetilmesi gerektiğini ifade etmek amacıyla zikretmiştir863.
( به العلم بدون المأمور على يتوجه ال األمر حكم ) "Kendisi hakkında bilgi sahibi
olmadan, emrin hükmü emredilene yönelmez". Bir kimseye bir şeyi emretmek ile izin
vermek arasındaki farkı açıklarken, bu kâideyi ölçü olarak zikretmiştir864.
( خ88برا إعالم كل وليس إعالم خبر كل ) "Her haber i‘lamdır, ancak her i‘lam
haber değildir".
( إخبار إقرار كل ) "Her ikrar haber vermeyi ifade eder".
( بإخبار ليس اإليماء ) "İşaret haber verme değildir". Bir kimsenin kendisine
yöneltilen soruya başı ile işaret ederek cevap vermesinin haber verme anlamı ifade
etmediğini izah ederken bu üç kâideyi zikretmiştir865.
( مقامه تق888وم وإنما بكالم ليست واإلش888ارة الكتابة ) "Kitabet ve işaret söz
değildirler; ancak sözün makamına kaim olurlar". Bir kimsenin sırrı ve yeri hakkında
konuşmayacağına dair yemin eden bir şahıs bunu yazar veya işaret ederse yeminini
bozmuş olmaz866.
862 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 139/ III, 66.863 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 100/ III, 46.864 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 100/ III, 46.865 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 115/ III, 54.866 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 116/ III, 54.
169
( بالعدم ملحق النادر ) "Nâdir olan yok hükmündedir". Bir kimse, bir undan
yemeyeceğine dair yemin eder de onun ekmeğinden yerse, yeminini bozmuş olur.
Çünkü un, çoğunlukla ekmek olarak yenilir867.
( يضاده ما وجود مع للشيء وجود ال ) "Bir şeyin varlığı, kendisinin zıttı olan bir
şeyin varlığı ile birlikte bulunmaz". Bir yeri yıkacağına dair yemin eden bir kimse bu
yemini üzerine bir yeri yıkarsa bu fiiline bakılır; eğer yıktığı yer gerçekten yıkım olarak
ifade edilemeyecek şekilde ise yeminini bozmuş olur, değilse yerine getirmiş olur868.
Kitâbu’l-Eymân’da zikrettiği bazı dâbıtlar şunlardır:
( بحكمها فينفرد باإلسم منفردة يمين كل ) "Allah’ın sadece bir ismi ile yapılan
her yemin, hükmünde de tek olur"869.
( ال88وقت أج88زاء آخر في يقع ب88وقت المؤقتة اليمين في الحنث ) "Bir vakte bağlı
muvakkat yeminde, yeminin bozulması, vaktin son kısmında meydana gelir"870.
( الوقت بآخر إنعقادها يتعلق المؤقتة اليمين ) "Muvakkat yeminin inikadı, vaktin
sonuna taalluk eder"871.
( بالسمع إال تعرف ال المعهودة الكفارة ) "Belirlenmiş keffaret, ancak sem‘î delil
ile bilinir"872.
( أعالهما لرفع يصلح ال الذنبين أدنى لدفع صلح ما ) "İki günahtan daha aşağıda
olanı gidermeye yeterli olan, daha üstte olanı kaldırmaya uygun olmaz"873.
( والعادة العرف على األيمان مبنى ) "Yeminlerin esası (hüküm ölçüsü) örf ve
adettir"874.
867 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 131/ III, 62.868 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 160/ III, 76.869 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 32/ III, 10.870 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 35/ III, 12.871 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 159/ III, 76.872 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 43/ III, 16.873 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 43/ III, 16.874 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 86, 90/ III, 38, 40.
170
( الناس كالم معاني على األيمان مبنى ) "Yeminlerin esası, insanların sözlerinin
anlamları üzerine kuruludur"875.
( بزوالها وت88زول العين ببق88اء تبقى بعين تعلقت م88تى اليمين أن األصل ) "Kâide:
Yemin bir şeyin aynına bağlı olduğu zaman, o şeyin bekâsı ile kalır, onun zevâli ile
ortadan kalkar"876.
( المعت88ادة الص88فة فيها تعت88بر المطلق اليمين ) "Mutlak olan (kayıtlanmayan)
yeminde, mutad olan vasfa itibar edilir"877.
( اآلمر إلى ف88ترجع الفاعل إلى ترجع ال القض88اء حق88وق ) "Kaza (yerine getirme)
hakları, faile değil, emredene racidir"878.
( باآلمر فتتعلق بالفاعل تتعلق ال القضاء حقوق ) "Kaza (yerine getirme) hakları,
faile değil, emredene bağlıdır"879.
( زم88ان دون بزم88ان تت88وقت ال زم88ان عن مطلق فعل على الواقعة اليمين ) "Bir
zamana bağlı olmayan bir fiil üzerine yapılan yemin, herhangi bir zaman ile
sınırlandırılamaz"880.
( العادة على محمولة األيمان ) "Yeminler adetlere hamledilir"881.
8. Kitâbu’z-Zabâih ve’s-Suyûd
( دليل غير من اللفظ الحقيقة عن العدول يجوز ال ) "Delil olmaksızın lafzın hakikî
anlamını terketmek caiz değildir". Deniz hayvanlarını yemenin, "denizde avlanmak size
helal kılındı"882 ayetinden hareketle helal olduğunu söyleyenlere karşı, burada geçen "ص"يد kelimesinin hakikatte, avlanmak anlamına geldiğini, denizde avlananların
875 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 121/ III, 57.876 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 131/ III, 62.877 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 137/ III, 65.878 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 158/ III, 75.879 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 158/ III, 75.880 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 161/ III, 77.881 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 170/ III, 82.882 Mâide, 5/96.
171
yenebileceği anlamına gelmediğini, dolayısıyla onların bu ayetle istidlallerinin yanlış
olduğunu açıklarken bu kâideyi zikretmiştir883.
( أولى بالمشهور العمل ) "(Haber-i vâhid karşısında) meşhur hadis ile amel
etmek evlâdır".
( إحتياطا الم88بيح على يقضي المح88رم ) "Mübah ile haram çelişince, ihtiyaten
haram mübaha tercih edilir". Sırtlan etinin helal olduğunu söyleyen İmam Şafiî’ye (v.
204/820), onun azı dişleri ile avını yakalayıp parçalayan hayvanlar grubuna girmesi
sebebiyle, bu konuda rivayet edilen meşhur hadisin kapsamına girdiğini, dolayısıyla
haram olduğunu söylemiştir. Ayrıca onun esas aldığı hadisin mübahlık ifade ettiğini,
kendilerinin esas aldıkları hadisin ise haramlık ifade ettiğini ve tenakuz durumunda
haramın tercih edileceğini belirtmiştir884.
( وشرعا عقال واجب الضرر عن التحرز ) "Zarardan sakınmak, şer‘an ve aklen
vaciptir".
( الحالل الحرام غلب وقد إال شيء في والحرام الحالل إجتمع ما ) "Bir şeyde helal
ile haram bir arada bulunursa, haram, helale galib gelir". Vurduğu avın, attığı bir şey
sonucunda mı yoksa başka bir sebepten ötürü mü telef olduğunu bilmeyen bir kimsenin,
ihtiyaten bu avın etinden yememesi gerekir885. İkinci kâideyi doğrudan İbn Mes’ud’tan
(v. 32/652) aktarmıştır. Bu örnek fıkhî kâidelerin ilk şekillerinin ileriki dönemlere kadar
uzandığını göstermesi bakımından önemlidir.
( إباحة التح88ريم من اإلس8تثناء ) "Haramdan istisna, ibâha ifade eder". Mâide
Sûre’si 3. ayette, yenmesi haram olan şeyler sayıldıktan sonra, boğazlanarak kesilen
hayvanların bunlardan istisna edildiğini dolayısıyla helal olduğunu belirtirken bu
kâideyi zikretmiştir886.
( حظرا يكون اإلباحة من اإلستثناء ) "İbâhattan istisna, yasak olur". Diş ve tırnak
ile hayvan boğazlamanın caiz olmadığını söyleyen İmam Şafiî’ye (v. 204/820) nisbetle
883 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 177/ V, 35.884 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 193/ V, 39.885 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 266/ V, 58.886 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 201/ V, 40. Aynı kâide için bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 250/ V, 51.
172
zikrettiği bu kâideyi, Rasulullah (s.a.v)’ın, sahih boğazlamadan bunları istisna etmesine
dayandırmıştır887.
( تحريم اإلباحة من اإلستثناء ) "İbâhattan istisna, haramlık ifade eder". Mâide
Sûre’si 1. ayette avlanmanın helal kılındığı belirtilirken, ihramlı olmak bundan istisna
edilmiştir. Buna bağlı olarak ihramlının avının helal olmadığını izah ederken bu kâideyi
kullanmıştır888.
( الكل حكم لألك88ثر الش88رع أصول في التوسعة على بني فيما ) "Genişlik üzerine
kurulan şer‘î esaslarda çoğunluğa bütünün hükmü uygulanır". Bir hayvanın meşru
surette boğazlanması, nefes borusunun (hulkum), yemek borusunun (merî) ve bunların
arasında bulunan iki damarın (vedec) kesilmesi ile mümkün olur. Ebu Hanife’ye (v.
150/767) göre bu dört şeyden üçünün kesilmesi yeterlidir. Bu kâideyi, Onun bu
görüşünü aktarırken zikretmiştir889.
( األصل بعلة بتيث التبع في الحكم ) "Hüküm, asılda bulunan illet ile tabide de
sâbit olur". Boğazlanan bir hayvanın karnından ölü olarak çıkan yavru, annesinin
karnında oluşumunu tamamlamış ve ölümünün annesinin kesimi ile olduğuna kanaat
getiriliyorsa, İmâmeyn ve İmam Şafiî’ye (v. 204/820) göre yavru annesine tabi olduğu
için etinin yenmesi caizdir890.
( والضرورة العذر عند المسبب مقام السبب إقامة من الشرع في المعهود األصل )
"Hukuktaki bilinen kâide, özür ve zaruret durumunda, sebebin sonucun yerine ikame
edilmesidir". Avlanmış hayvanının yenilebilmesi için mücerret yaralanma yeterli
olmayıp kanının da akması gerekir. Bu durumda yaralanma boğazlanmanın yerine
ikame edilmiştir891. Bu konudaki fıkhî hükmü, mezkûr kâide ile temellendirmiş ve
birçok detay hükmü bunun üzerine bina etmiştir.
( الخلف إلى المص8ير تمنع األصل على الق8درة ) "Aslı yapabilme imkânı, halefe
gidilmesini engeller". Yerleşim birimlerinde, kaçan koyunu yaralayarak boğazlama caiz
887 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 208/ V, 42.888 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 248/ V, 50.889 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 207/ V, 42.890 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 215/ V, 42.891 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 217/ V, 43.
173
değildir. Çünkü yaralayarak boğazlama, kesim yerine geçer ve kesme imkânı olduğu
zaman yaralama caiz olmaz892.
( وج88وده ح88ال ال األصل ع88دم ح88ال يعت88بر الخلف ) "Aslın olmaması durumunda
halefe itibar edilir; aslın varlığı durumunda halefe itibar edilmez".
( تعتبر يوجد لم وإذا بخالفه الصريح وجد إذا تعتبر ال الداللة ) "Hilafına sarih bir şey
bulununca delalete itibar edilmez; sarih bir şey bulunmayınca delalete itibar edilir". Bu
iki kâideyi, av hayvanının eğitimi sürecinde meydana gelen bazı hadiseleri açıklarken
zikretmiştir893.
( والحظر الوج888وب يمنع ال النس888يان ) "Unutmak, vücûbiyeti ve yasaklığı
engellemez". Hayvan keserken besmelenin şart olduğunu ve unutmanın bu şartı
kaldırmadığını söyleyen İmam Malik’e (v. 179/796) nisbetle bu kâideyi zikretmiştir894.
( جعل النس88يان وج88وده يغلب ال فيما عذرا يجعل ولم وجوده يغلب فيما والمؤاخذة التكليف من مانعا عذرا ) "Unutmak, teklifi engelleyici bir özür kılınmıştır. Muahaze/şer‘î
sorumluluk, sıkça meydana gelen konulardadır; sıkça meydana gelmeyen bir şey, özür
kabul edilmez".
( مدفوع الحرج ) "Zorluk kaldırılmıştır". Bu iki kâideyi, İmam Malik’in (v.
179/796) bir önceki kâidede zikredilen görüşünü ve Onun kâideye getirdiği yorumu
eleştirirken zikretmiştir895.
( الركن وجود حال وجودها يعتبر الشرائط ) "Rüknün varlığı durumunda şartların
varlığına itibar edilir".
( اآللة إلى ال اآللة مستعمل إلى يضاف الفعل ) "Fiil, alete değil, aleti kullanana
izafe edilir". Avlanma esnasında av aleti atılırken veya av hayvanı gönderilirken
tesmiyenin şart olduğunu açıklarken bu iki kâideyi zikretmiştir896.
892 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 218/ V, 43.893 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 260/ V, 55.894 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 241/ V, 47.895 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 242/ V, 47.896 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 246/ V, 49.
174
( ع88ذر والنس88يان بعذر ليس الشرع بحكم الجهل ) "Şer‘î hükmü bilmemek özür
değildir, unutmak özürdür". İki koyun kesip de birincisi için getirdiği besmelenin
ikincisi için de geçerli olduğunu düşünen bir kimsenin bu zannının, besmeleyi unutanın
durumu gibi özür olarak kabul edilemeyeceğini açıklarken, bu kâideyi doğrudan delil
olarak kullanmıştır897. Bu kâide, "Dâr-ı İslâm’da hükme cehalet özür olamaz" şeklinde
de ifade edilmiştir898.
( غ88يره إلى ال إليه مض88افا عمله يك88ون لنفسه العامل ) "Kendisi için çalışanın
yaptığı iş, kendisine izafe edilir, başkasına edilmez". Av köpeğinin alet olduğunu,
yakaladığı avı sahibi için yakaladığını, ancak bundan yemesi durumunda, avın haram
olacağının aklî gerekçelerini izah ederken bu kâideyi zikretmiştir899.
( العلة بعم88وم يتعمم بعلة المعلل الحكم ) "Bir illet ile muallel hüküm, illetin
umumiyeti ile umumileşir". Avlanan bir hayvanın ölüm sebebi başka ihtimaller
içeriyorsa (yere düşüp ölmek gibi) eti yenmez. Bu konuda Rasulullah’tan yaptığı bir
rivayeti izah ederken bu kâideyi kullanmıştır900.
( بهما العمل تع8888888ذر عند للمطلق بيانا المقيد ويجعل المقيد على المطلق يحمل )
"Mutlak, mukayyede hamledilir. İkisi ile amel etmek mümkün değilse, mukayyed
mutlaka beyan kılınır". Avlanan bir hayvanın yere düşmesi sonucu ölmesi durumunda,
buna terettüp edecek hükümler konusunda mezhep içerisindeki farklı yorumları
açıklarken bu kâideyi zikretmiştir901.
Kitâbu’z-Zabâih ve’s-Suyûd’da zikrettiği bazı dâbıtlar şunlardır:
( محل حرمته ك888انت ما فأما به مقط888وع ب888دليل حرمته ثبت ما المطلق المح888رم مكروها نسميه بل اإلطالق على محرما يسمى فال اإلجتهاد ) "Mutlak haram kılınan, kat‘î
bir delil ile haramlığı sâbit olandır. Haramlığı ictihad ile tespit edilene mutlak olarak
haram denilmez; biz onu mekruh olarak isimlendiririz"902.
897 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 248/ V, 50.898 Mahmûd Hamza, Kavâid, s. 217.899 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 256/ V, 53.900 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 267/ V, 58.901 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 267/ V, 59.902 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 186, 241/ V, 37, 47 .
175
( به مقطوع بدليل حرمته ثبتت ما المطلق الحرام ) "Mutlak haram, kat’î bir delil
ile haramlığı sâbit olandır"903.
( والحرمة الح88ّل في أمه حكم الولد حكم ) "Helallik ve haramlıkta çocuğun
hükmü, annesinin hükmüne tabidir"904.
9. Kitâbu’l-İstiyâd
Bu bölümde kâide zikretmemiştir. Avlanma ile ilgili meseleleri Kitâbu’l-
Hacc’da ve Kitâbu’z-Zebâih ve’s-Suyûd’da ele almıştır.
10. Kitâbu’t-Tadhiye
( الواجب فوق الفرض ) "Farz, vacibin üstündedir". Zekat vermeyi engelleyen
borçluluk, kurban kesmeyi evleviyetle engeller. Çünkü zekat farz, kurban ise vaciptir905.
( ّ األصل القرب88ات في خصوصا غ88يره على شيء اإلنسان على يجب أال ) "Özellikle
ibadetlerde başkasının üzerine gerekli bir şeyin insana vacib olmaması asıldır".
Babanın, küçük çocuğu ve kölesi için kurban kesmesinin kendisine vacib olmadığını
açıklarken bu kâideyi zikretmiştir906.
( أوقاتها قبل تجب ال المؤقتة الواجبات ) "Muvakkat vacibler, vakitlerinden önce
vacib olmazlar".
( بالس88مع إال تعرف ال والقربات العبادات أوقات ) "İbadet ve taatin vakti ancak
sem‘ (nass) ile bilinir". Kurban kesme vaktinin bayramın ilk üç günü olduğunu
açıklarken, bu iki kâideyi zikretmiştir907.
( فيه أدى ال88ذي الج88زء يتعين عين غ88ير ال88وقت من ج88زء في وجب ما أن األصل الوقت آخر أو الوجوب ) "Kâide: Zamanı tayin edilmeksizin vaktin bir bölümünde vacib
olan bir şeyin eda edildiği vakit veya vaktin sonu, vücûb vakti olur". Kurban kesme
903 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 272/ V, 61.904 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 190/ V, 38.905 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 283/ V, 64.906 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 285/ V, 65.907 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 285-287/ V, 65.
176
vakti olarak tespit edilmiş olan vaktin başında ortasında veya sonunda kurban kesildiği
zaman vacib yerine yetirilmiş olur908.
( مقامه غيره يقوم ال أنه معين بفعل تعلق إذا الوجوب أن األصل ) "Kâide: Vücûb
muayyen bir fiile bağlı ise, o fiil dışında başka bir şey onun yerini alamaz". Kurban
kesmesi gereken bir kimse, kurban kesmeyip de bunun yerine bir şey tasadduk ederse
bu, kurbanın yerine geçmez909.
( نادر بعارض األصل حكم يبطل ال ) "Aslın hükmü, nadir olan ârizi durum ile
bozulmaz". Vahşi hayvanlar kurban olarak kesilmez. Evcilleştirilmiş olsa da vahşi bir
ceylan veya sığırın kurban edilmesi caiz değildir. Çünkü onun aslı vahşidir910.
( أن ولنا باإلحتياط األخذ يجب الظاهر في اختلفت إذا األخبار ) "Bize göre hadisler
zahiren çelişirse/ihtilaf ederse, ihtiyatlı olan ile amel etmek gerekir".
( بالمتيقن أخذا عليه بالمتفق األخذ ) "Müttefekun aleyh ile amel, yakîn ile amel
etmektir". Sığıra yedi kişinin ortak olabileceği hususunda rivayet edilen hadislerde
ittifak bulunmasına karşılık deveye on kişinin ortak olabileceğine dair rivayet edilen
hadis, her ne kadar aklen mantıklı olsa da burada ihtiyat ile hareket etmek
gerekmektedir911.
( الفقه من ليس القي88اس عن به مع88دول هو فيما القي88اس إس88تعمال ) "Kıyas dışı
konularda kıyasın kullanılması fıkhın dışına çıkmaktır (fıkhın esaslarıyla bağdaşmaz)".
Büyükbaş hayvana kaç kişinin ortak olacağının kıyasla bilinemeyeceğinden dolayı bu
konuda akıl yürütmenin doğru olmayacağını söylemiştir912.
( النية بدون قربة يقع ال الفعل ) "Bir fiil, niyet olmaksızın ibadet olmaz". Kurban
kesecek kişinin kurbana niyetlenmesi gerektiğini izah ederken bu kâideyi zikretmiştir913.
908 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 288/ V, 65.909 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 291/ V, 66.910 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 299/ V, 70.911 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 304/ V, 71.912 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 304/ V, 71.913 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 305/ V, 71.
177
( للعامل يقع أنه اإلنس88ان يعمل فيما األصل ) "Aslolan, insanın yaptığı şeylerin
yapana atfedilmesidir". Bir kimsenin başkası adına kurban kesebilmesi, kurban
sahibinin iznine bağlıdır914.
( العين مقام تقوم القيمة ) "Kıymet, aynın makamına kâimdir". Kesilmeden önce
kurbanlık hayvanın yünü ve sütü gibi şeylerden faydalanmanın sahibi için helal
olmayacağını söyledikten sonra görüşünün gerekçesi olarak bu kâideyi zikretmiştir915.
11. Kitâbu’n-Nezr
( أو بوجوبه العلم بعد إال أداؤه يجب ال تحص88يله في المؤدي قصد على أداؤه ثبت ما العلم دليل ) "Bir fiili yapacak olan kimsenin yapma kastına bağlı edası, ancak vacib
olduğu bilgisi veya bu bilginin delilinden sonra vücûbiyet kesbeder". Adanan şeyin
meydana gelmesi ve yapılması mümkün ve dinen meşru olmalıdır. Bu kâideye bağlı
füru hükümleri örnekleri ile vermiştir916.
( ج88ائز واحد حكم على س88ببين إجتم88اع ) "İki sebebin, bir hükümde bir arada
bulunması caizdir". Bir kimse "Allah için nezrim olsun, falan kimse geldiği gün, bu
dirhemleri sadaka olarak vereceğim" dedikten sonra "eğer falan kimse ile konuşursam
bu dirhemleri sadaka olarak vereyim" derse ve sonradan onunla konuşursa, diğer şahıs
da gelirse elindeki dirhemleri her ikisi için vermesi caiz olur917.
( األصل مقام يقوم الخلف ) "Halef, aslın makamına kaimdir". Nezredilen şeyi
yerine getirmek imkân ölçüsündedir. Eğer nezredilen şeyi hakikaten yapma imkânı
yoksa takdiren yapılır918.
( التن88افي من بينهما لما والمج88از الحقيقة على يشتمل ال الواحد الكالم ) "Bir söz,
aralarındaki zıtlık sebebiyle, hem hakikat hem de mecaz anlamını birlikte içermez".
( عنه ومنتقال محله في متق88ررا واحد زم88ان في الواحد الش88يء يك88ون أن يتصور ال غيره إلى ) "Bir şeyin, bir tek zamanda kendi mahallinde hem sâbit olması hem de
914 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 308/ V, 73.915 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 321/ V, 78.916 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 334/ V, 82.917 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 345/ V, 87.918 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 353/ V, 91.
178
başkasına geçmesi düşünülemez". Bu iki kâideyi, yemin ile nezrin bir arada bulunup
bulunmaması meselesinde, Tarafeyn ile İmam Ebu Yusuf (v. 182/798) arasındaki bir
ihtilafta, Ebu Yusuf’a (v. 182/798) nisbetle zikretmiştir919.
( الش8رط وج8ود قبل ع8دم بالشرط المعلق ) "Bir şarta bağlı olan şey, şartın
varlığından önce yok hükmündedir". Bir şarta bağlı olarak adakta bulunan bir kimse,
şart koştuğu şey meydana gelmeden önce nezrini yerine getirse, bu, nafile hükmünde
olup nezrin yerini tutmaz920.
( السبب وفق على يثبت الحكم ) "Hüküm, sebebe uygun olarak sâbit olur". Vakit
belirtmeksizin nezirde bulunan bir kimsenin bu nezrini ne zaman yapacağı konusunda
yapılan tartışmada, Maverâunnehr fukahasının bu konudaki görüşünü verirken bu
kâideyi zikretmiştir921.
Kitâbu’n-Nezr’de zikrettiği bazı dâbıtlar şunlardır:
( به النذر يصح الفروض في أصل له ما ) "Farzlarda aslı bulunan bir şey, adak
olarak geçerlidir"922.
( به الن88ذر يصح ال الفروض في له أصل ال ما ) "Farzlarda aslı olmayan bir şey,
adak olarak geçerli değildir"923.
( يصح ال بالمعاصي الن88ذر ) "Ma‘siyet içeren bir fiilin nezredilmesi, sahih
olmaz"924.
12. Kitâbu’l-Keffârât
( ب8دل له يك8ون ال البدل ) "Bedel olan bir şey, başka bir şeye bedel olmaz".
Üzerinde oruç veya zıhar keffareti gibi bir keffaret bulunup da ölen bir kimsenin malı
yetiyorsa bir köle azad edilir. Eğer bu mümkün değilse altmış fakir doyurulur. Vasiyet
919 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 354/ V, 92.920 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 358/ V, 93.921 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 361/ V, 94.922 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 336/ V, 83.923 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 336/ V, 83.924 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 336, 340/ V, 83, 85.
179
etmiş olsa da onun yerine oruç tutulmaz, çünkü orucun kendisi niyabeten tutulur.
Tutulamayan bu orucun yerine fidye vermek caiz değildir. Çünkü fidyenin kendisi
bedeldir925.
( المب88دل على الق88درة مع الب88دل إلى المص88ير يج88وز ال ) "Aslı yapabilme imkânı
olduğu halde bedeli ifa etmek caiz değildir". Hanefi mezhebine göre keffarette edâ vakti
esas alındığı için bir kimsenin yerine getireceği keffarette, vücûb vaktine değil de edâ
vaktindeki imkânına itibar edilir926.
( نفسه عن ب88دال يك88ون ال الش88يء ) "Bir şey kendi kendine bedel olmaz". Bir
kimsenin keffaret olarak fakirlere yarımşar elbise vermesi durumunda, bir elbisenin
yarısının elbise olarak kabul edilmemesi sebebiyle bunun geçerli olmayacağını
açıklarken bu kâideyi zikretmiştir927.
( فوقه هو ما مقام يقوم ال الشيء ) "Bir şey, mertebece kendinden üstün olan bir
şeyin yerine geçmez". On fakirin yedirilmesi keffaretine bedel olarak giydirmeleri
durumunda, giyeceğin kıymetinin yemekten daha aşağı olmaması gerektiğini izah
ederken bu kâideyi zikretmiştir928.
( بالعدم ملحقا فكان كالمصروف المستحق ) "İstihkak, harcama hükmündedir ve
yokluğa hamledilir". Katl, zıhar ve oruç gibi bir keffareti olan bir kimsenin elindeki
malı zaruri ihtiyaçları için ayrılmış ve bundan arta kalanı da köle azad etmeye
yetmiyorsa, köle azad etmez929.
( ممتنع العاجز على الفعل إيجاب ) "Yapacak gücü olmayan bir kimseye bir şeyin
vacib kılınması mümtenidir"930.
925 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 368/ V, 97. Aynı kâide için bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 405/ V, 112.926 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 372-373/ V, 98.927 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 389/ V, 105.928 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 391/ V, 106.929 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 371/ V, 97.930 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 371/ V, 97.
180
( محال العاجز على الفعل إيجاب ) "Yapacak gücü olmayan bir kimseye bir şeyin
vacib kılınması muhaldir". Keffaretlerde, bir kimsenin keffareti yerine getirecek güce
sahip olmasının esas alınması gerektiğini izah ederken bu iki kâideyi zikretmiştir931.
( الكامل عن ين88وب ال الن88اقص ) "Nakıs olan, kamil olanın yerini almaz". Bu
kâideyi, keffareti sebebiyle iki ay peş peşe oruç tutan bir kimsenin zimmetinde yer alan
keffaret borcunun, bayram günlerinde oruç tutmakla düşmeyeceğini; dolayısıyla oruca
yeniden başlaması gerektiğini izah ederken zikretmiştir932.
Kitâbu’l-Keffârât’ta zikrettiği dâbıtlara şu iki dâbıt örnek verilebilir:
( عن88دنا عليه المنص88وص مق88ام تق88وم الكف88ارة في القيمة ) "Bize göre kefarette
kıymet, nasta belirtilenin makamına kaimdir"933
( هبة بدل بغير التمليك ) "Bedelsiz temlik, hibedir"934.
13. Kitâbu’l-Eşribe
( الضمان يوجب ال متقوم غير مال إتالف ) "Mütekavvim olmayan bir malın itlafı,
tazmini gerektirmez". Bu kâideyi, içkinin Müslüman için mal olarak kabul edilse de
mütakavvim mal olmadığı için telefi durumunda tazmininin gerekmediğini izah ederken
zikretmiştir935.
( الكثير يغلب ال القليل ) "Az olan çok olana üstün olmaz". Bu kâideyi, içkinin bir
müddet sonra kendiliğinden veya dışarıdan bir müdahale ile sirke haline gelmesi
durumunda, helal olacağını temellendirirken vermiştir936.
Kitâbu’l-Eşribe’de zikrettiği dâbıtlar şunlardır:
931 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 405/ V, 112.932 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 404/ V, 111.933 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 383/ V, 103.934 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 391/ V, 107.935 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 437/ V, 113.936 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 454/ V, 114.
181
( للكتاب منكر الحرمة منكر ) "(Kitap ile sâbit olan) haramı inkâr eden, Kitab’ı
inkâr etmiş olur"937
( للحد منصف الرق ) "Kölelik, haddi yarıya düşürür"938.
( حرام فقليله كثيره أسكر ما ) "Çoğu sarhoş eden şeyin azı da haramdır"939.
14. Kitâbu’l-İstihsân
( حرام الحرام سبب ) "Harama sebep olan da haramdır". Bir kimsenin hayızlı
olan hanımından istimtaının çerçevesini çizerken bu kâideyi zikretmiştir940.
( حرام الحرام إلى الوسيلة ) "Harama vesile olan da haramdır". Cariye olarak
alınan bir kadının hamile olmadığı anlaşılıncaya kadar onunla cinsi münasebete
girmenin cumhura göre helal olmadığını izah ederken bu kâideyi zikretmiştir941.
( الظاهر في إباحة الحظر من اإلستثناء ) "Zahire göre, yasaktan istisna, ibâha
ifade eder". Bir kimsenin, mahremleri ile arasındaki helal-haram sınırlarını açıklarken,
Nur Sûresi 31. ayeti delil olarak getirmiş, daha sonra ayeti yorumlarken de bu kâideyi
zikretmiştir942.
( إباحة الحظر من اإلستثناء ) "Yasaktan istisna, ibâha ifade eder". Mahremiyet
konusunda, hür ile köle arasında herhangi bir farkın bulunmadığını Nur Sûresi’nin 31.
ayeti ile temellendirirken, bu kâideyi de ayete getirmiş olduğu yorumu destekleyici bir
unsur olarak kullanmıştır943.
( أعالهما إباحة على يدل ال الفعلين أدنى إباحة ) "İki fiilden daha aşağı konumda
olanın mübah oluşu, daha yüksekte olanın mübahlığına delalet etmez". Genç olan bir
937 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 428/ V, 113.938 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 429/ V, 113.939 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 475/ V, 117.940 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 485/ V, 119.941 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 488/ V, 120.942 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 489/ V, 120.943 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 494/ V, 122.
182
kimsenin şehvetsiz olarak mahremi olmayan birinin el ve yüzüne bakması zaruret
sebebi ile helal kabul edilirken; onlara dokunması helal değildir944.
( باإلحتياط العمل يجب اإلشتباه عند ) "Şüphe durumunda ihtiyat ile amel etmek
gerekir". Diz ve baldırın avretten kabul edilip edilmemesi konusundaki şüphe sebebiyle
ihtiyat ile hareket etmek gerektiğini söylemiştir945.
( الض88رورة لمك88ان ش88رعا إعتبارها يس88قط أن ج88از الش88رعية الحرم88ات ) "Şer‘î
yasakların, zaruret sebebiyle şer‘an itibardan düşmesi caizdir".
( الضرورة موضع يعد ال بالضرورة الثابت ) "Zaruret ile sâbit olan hüküm, zaruret
mahallinde sayılmaz".
( العلة قدر على يزيد ال الحكم ) "Hüküm, illet miktarını aşmaz". Bu üç kâideyi,
bir erkeğin zaruret sebebiyle bir kadının mahrem bölgelerine bakması konusunu
işlerken vermiştir. Şöyle ki; bir kadının mahrem bölgelerinde yara bere varsa ve bütün
imkânları zorlamasına rağmen bir erkeğin tedavi etmesinden başka bir alternatifi
kalmamışsa, erkeğin bu bölgelere bakması caiz olur946.
( رضاه غير من اإلنسان حق تفويت يجوز ال ) "Rızası olmadığı halde bir insanın
hakkının ihlali (devredilmesi) caiz değildir". Hanımının izni olmaksızın bir erkeğin
azil947 yapabilmesinin, kadının çocuk hakkı sebebiyle mekruh olduğunu açıklarken bu
kâideyi delil olarak zikretmiştir948.
( رضاه غير من اإلنسان حق إبطال يجوز ال ) "Rızası olmadığı halde bir insanın
hakkının iptal edilmesi caiz değildir". İmâmeyn’e göre erkeğin azil yapabilmesi,
cariyenin şehvetini giderme hakkı sebebiyle cariyenin iznine bağlıdır949.
944 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 495/ V, 123.945 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 497/ V, 123.946 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 499/ V, 124. Birinci kâide Mecelle’de "zaruretler memnu olan şeyleri mubah
kılar" (Mecelle Md. 21), ikinci kâide "ala hilafil kıyas sâbit olan şey sâire makîsun aleyh olmaz" (Mecelle Md. 15), üçüncü kâide ise "zaruretler kendi miktarlarınca takdir olunur" (Mecelle Md. 22) şeklinde geçmektedir.
947 Cinsel ilişki sırasında erkeğin menisini dışarı bırakması. Bkz. Erdoğan, Sözlük, s. 29.948 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 503/ V, 126.949 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 503/ V, 126.
183
( الم8888ال حرمة من أعظم النفس حرمة ) "Canın dokunulmazlığı, malın
dokunulmazlığından daha üstündür". Bir kimse başkasına ait bir inci yutup daha sonra
ölürse, terekesi varsa incinin kıymeti bundan ödenir, eğer terekesi yoksa, karnı yarılıp
inci alınmaz950.
( المحظ88ور إرتك88اب من أولى المب88اح عن اإلمتناع ) "Mübahtan kaçınmak, yasak
olanı işlemekten evlâdır". Bu kâideyi, amden katl meselesinde, iki şahidin şehadeti ile
hâkimin hüküm verebileceğini açıklarken zikretmiştir951.
( ض88رورة غ88ير من الحرمة تس88قط ال ) "Haramlık hükmü, zaruret olmadan
düşmez". Saf ipek elbise giymenin, savaşta erkek için helal olduğu görüşüne karşılık
Ebu Hanife (v. 150/767), zaruret bulunmaması durumunda haramlık hükmünün
düşmeyeceğini söylemiştir952.
( لض88رورة إال المح88رم مباشرة يرخص ال ) "Zaruret olmadan, haram bir şeyin
kullanımına ruhsat verilmez". Ebu Hanife (v. 150/767), haram kabul edilen altın ve
gümüşün kullanımının ancak zaruret sebebiyle helal kabul edileceğini söylemiştir953.
( للمتبوع العبرة ) "İtibar, tabi olunanadır". Giysilerde dört parmak ve altında
olan altın veya ipek işaret ve karışımlar, elbiseye tabi oldukları için kullanımları haram
değildir954.
( الت88ابع دون للمتب88وع الع88برة ) "İtibar, tabi olana değil, tabi olunanadır".
Tarafeyn’in, altın kaplamalı kapların kullanımının caiz olduğuna dair görüşünü
temellendirirken bu kâideyi delil olarak zikretmiştir955.
( التبع دون لألصل الع88برة ) "İtibar tabi olana değil, asladır". Savaş araç
gereçlerinin üzerinde altının bulunmasında herhangi bir beis yoktur956.
950 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 517-518/ V, 129.951 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 519/ V, 130.952 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 520/ V, 131.953 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 524/ V, 132.954 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 521/ V, 131.955 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 524/ V, 132.956 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 524/ V, 132.
184
( األصل حكم حكمه التبع ) "Tabi olanın hükmü aslın hükmüdür". Dişin, altın ve
gümüş ile muhafaza edilmesinin haram olmadığını izah ederken bu kâideyi
zikretmiştir957.
Kitâbu’l-İstihsân"da kullandığı bazı dâbıtlara şunlar örnek verilebilir:
( الش888رع في مك888روه مح888رم كل ) "Haram olan her şey, Şer-i Şerifte
çirkindir/sevimsizdir"958.
( األصل في للقص88اص الموجب بالسبب إقرار العمد بالقتل اإلقرار ) "Amden katl
işlediğini ikrar etmek, kısası gerektiren sebebi ikrar etmektir"959.
( دون الرجل حق في مك88روه ال88تزين إلى يرجع فيما ال88ذهب إس88تعمال أن األصل .Kâide: Süslenmek amacıyla altın kullanmak kadına değil erkeğe mekruhtur"960" (المرأة
III. MUÂMELÂT BÖLÜMÜ
1. Kitâbu’n-Nikâh
( ممتنع اإلنعقاد من المنع يتضمن بلفظ العقد إنعقاد ) "Akdin, in’ikadı engelleyici
anlam içeren bir lafız ile kurulması imkansızdır". Nikâh akdinin, icare lafzı ile
gerçekleşemeyeceğini söyleyen Hanefi âlimlerin görüşlerini temellendirirken, bu
kâideyi zikretmiştir961.
( الموكل كتص8888رف الوكيل تص8888رف المرسل كالم الرس8888ول وكالم ) "Vekilin
tasarrufu, müvekkilin tasarrufu gibidir. Elçinin sözü gönderenin sözüdür". Nikâh
akdinin vekâlet ve risâlet yoluyla da gerçekleşebileceğini ifade ettikten sonra bu kâideyi
doğrudan delil olarak zikretmiştir962.
957 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 524/ V, 132.958 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 483/ V, 118.959 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 518/ V, 130.960 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 522/ V, 132.961 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 321/ II, 230.962 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 322/ II, 231.
185
( السابقة كالوكالة الالحقة اإلجازة ) "Sonradan verilen icâzet, önceden verilen
vekâlet gibidir"963. Nikâhta vekâletin caiz olduğunu gösteren delillerden biri de
Necâşî’nin Rasulullah (s.a.v)’ı Ümmü Habibe ile evlendirmesidir. Kâsânî (v. 587/1191),
bu evlilik akdinde iki alternatifin bulunduğunu söylemiş ve bunu şöyle izah etmiştir:
Necâşî bunu Rasulullah (s.a.v)’ın emri ile yapmış ise vekil olarak evlendirmiş;
Rasulullah (s.a.v)’ın emri olmadan yapmış ise Rasulullah (s.a.v) sonradan buna cevaz
vermiştir. Bu da vekâletin caiz olduğunu gösterir964.
( العقد وقت إلى اإلج88ازة تس88تند اإلج88ازة به إتصلت إذا الموقوف العقد ) "Mevkuf
akde icâzet verildiğinde, bu icâzet, akdin yapıldığı vakte istinad eder".
( السابق كاإلذن الالحقة اإلجازة ) "Sonradan verilen icâzet, önceden verilen izin
gibidir". Efendisinden izin almadan evlenen kölenin vereceği mehir ile ilgili bir kıyasa
göre bir de istihsana göre iki ayrı hüküm bulunmaktadır. Eğer ilişkiye girmeden önce
kendisine icâzet verilmişse bir mehir, ilişkiye girdikten sonra verilmişse kıyasa göre iki
mehir, istihsana göre bir mehir gerekir. Bu iki kâideyi istihsanen verilen bu hükmün
illetini açıklarken vermiştir965.
( غ88يره قبل من اإلج88ازة يحتمل إنس88ان إجازة على الموقوف العقد ) "Bir insanın
icâzetine bağlı mevkuf akit, kendisi dışında biri tarafından verilecek icâzete ihtimal
taşır". Bir köle, efendisinin izni olmaksızın evlense ve daha sonra efendisi ölse veya
köleyi satsa, bu kâideye göre varislere veya müşteriye izin verme yetkisi de intikal
etmektedir. Mezhep içerisinde ihtilaflı olan bu konuda tercihte bulunurken, bu kâideye
dayanmıştır966.
( خطابه الغائب من الكتاب ) "Gâibin yazısı hitabıdır". Nikâh akdinin işaret ile
olabileceğine dair ( إشارته كانت إذا األخرس من باإلشارة ينعقد بالعبارة النكاح ينعقد كما nikâh, ibare ile olduğu gibi, işareti malum olduğunda, dilsizin işareti ile de" (معلومة
963 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 322/ II, 231; Ayrıca bkz. Kerhî, Risâle fî’l-Usûl, s. 167; Mecelle Md. 1453.964 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 322/ II, 231.965 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 337/ II, 237.966 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 335/ II, 235.
186
olur"967 dâbıtını zikrettikten sonra, mükâtebe yoluyla yapılan nikâh akdinin geçerli
olabileceğini temellendirirken, bu kâideyi delil olarak zikretmiştir968.
( الكاتب من الخطاب بمنزلة الكتاب ) "Kâtibin yazısı, hitabı yerine geçer".
( المرسل كالم الرس88ول كالم ) "Elçinin sözü, gönderenin sözüdür". İttihad-ı
meclis başlığı altında, yazılı bir evrak veya bir elçi vasıtası ile birine evlilik teklifinde
bulunmanın mümkün olduğunu ifade ederken, bu iki kâideyi zikretmiştir969.
( حقيقة بالث88ابت ملحق ب88الحكم الث88ابت ) "Hükmen sâbit olan, hakikaten sâbit
gibidir". Vekâlet yoluyla yapılan nikâh akdinin, müvekkil adına yapıldığını ve hükmen
geçerli olduğunu izah ederken bu kâideyi vermiş olduğu bu hükmün illeti olarak
zikretmiştir970.
( بأحدهما له وجود ال شيئين من المركب ) "İki şeyden mürekkeb olan, onlardan
birinin varlığı ile var olamaz". Nikâh akdinin rükünlerinden olan îcâb ve kabulün
ikisinin birlikte bir rükün olduğunu ve birinin bulunması ile akdin
gerçekleşemeyeceğini ifade ettikten sonra, bu kâideyi de hükmün gerekçesi olarak
zikretmiştir971.
( يتحقق ال به العلم ب88دون بالش88يء الرضى ) "Bir şeye rıza göstermek, onun
hakkında bilgi sahibi olmadan gerçekleşmez". Bir veli, kız çocuğuna, ismini
zikretmeksizin "seni bir adamla evlendirmek istiyorum" dese, kız da buna karşılık
susarsa bu suskunluk rıza anlamına gelmez972.
( محال المعلوم بغير الرضى ) "Bilinmeyene rıza göstermek muhaldir". Bir veli,
kız çocuğuna, "seni komşularımdan biri ile veya amca çocuklarımdan biri ile
evlendirmek istiyorum" şeklinde bir grubu toplu olarak zikretse, kız da bu teklife
967 Bu kâide Mecelle’de "Dilsizin işaret-i ma’hûdesi lisan ile beyan gibidir" şeklindedir. Bkz. Mecelle Md. 70.
968 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 322/ II, 231. Mecelle’de "Mükatebe muhataba gibidir" şeklinde geçmektedir. Bkz. Mecelle Md. 69.
969 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 326/ II, 233.970 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 324/ II, 232.971 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 324/ II, 232.972 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 362/ II, 243.
187
karşılık susarsa bakılır; eğer topluluk sayılabiliyorsa kızın suskunluğu rızadır,
sayılamıyorsa rıza değildir973.
( يتصور ال به العلم قبل بالشيء الرضا ) "Bir şey hakkında bilgi sahibi olmadan
ona rıza göstermek tasavvur edilemez". Bülûğ muhayyerliğinin974 olabilmesi için,
tarafların bu nikâhtan haberdar olmaları gerekir. Eğer bu konuda herhangi bir bilgileri
yoksa muhayyerlik geçersiz olmaz975.
( بمثله رضا يكون بالشيء الرضا ) "Bir şeye rıza göstermek, onun misline de
rızadır".
( األولى طريق من ب888األعلى رضا يك888ون ب888األدنى الرضا ) "Edna olana rıza
göstermek, evleviyetle daha üstün olana rızadır". Bir kimse, evleneceği kimseye
nesebini hakikatin hilafına söyler de evlendikten sonra bu ortaya çıkarsa; asıl nesebi,
kendisini nisbet ettiği nesebe denk veya nesebi, kendisini nisbet ettiği nesebin üstünde
ise kadının muhayyerlik hakkı yoktur. Bu iki kâideyi varılan bu hükmün gerekçesi
olarak zikretmiştir976.
( السؤال بدون يتم ال الجواب ) "Soru olmadan cevap tamam olmaz". Bu kâideyi,
bakire olan kızın, kendisine yöneltilen evlilik teklifine karşılık susmasının, onun cevabı
anlamına geldiğine dair rivayet edilen hadisi açıklarken, verilen hükmün illeti olarak
zikretmiştir977.
( الناس بين المتعارف إلى ينصرف الكالم مطلق ) "Mutlak olarak söylenmiş söz,
insanlar arasında yaygın olana hasredilir". Bir hadiste geçen dul kelimesinin,
insanların dula yüklemiş olduğu anlam ne ise o manaya geldiğini izah ederken bu
kâideyi zikretmiştir978.
973 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 362/ II, 243.974 Baba ile dede dışında bir velinin evlendirdiği küçüklerin, bülûğ çağına gelince, bu evliliğe razı
olmamaları durumunda fesih davası açabilmelerine bülûğ muhayyerliği denir. Bkz. Karaman, İslâm Hukuku, I, 326.
975 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 571/ II, 316.976 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 583/ II, 321.977 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 364/ II, 244.978 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 364/ II, 244.
188
( المتعارف إلى ينصرف المطلق ) "Mutlak olan, yaygın olana hasredilir". Bir
kimse birisini evlilik hususunda vekil tayin etse ve bu vekil de onu, kendi cariyeleri
dışında bir cariye ile evlendirse, Ebu Hanife’ye (v. 150/767) göre bu caizken,
İmâmeyn’e göre kefâet şartına riayet edilmediği için caiz değildir979.
( المتعارف إلى ينصرف الخطاب ) "Şer‘î hitap, yaygın olana hasredilir". Nikâh
akdedildikten sonra ve duhuldan önce mehir belirlendiği takdirde talak vaki olursa,
Hanefi fakihlerine göre mut’a gerekmektedir. Bu konu ile ilgili ayetleri yorumlarken bu
kâideyi zikretmiştir980.
( أمكن ما ي888دفعا أن إجتمعا إذا الض888ررين في األصل ) "İki zarar bir arada
bulunduğunda, aslolan, imkân ölçüsünde ikisinin de defedilmesidir". Akıl baliğ olan bir
kız, dengi olmayan biri ile evlenirse, velisi bundan ar edeceği ve bu evlilik ailesi için
kusur teşkil edeceğinden dolayı akit, sahih ise de nafiz değildir ve velisinin itiraz hakkı
vardır. Ancak nefazın olmayışı da kızın ehliyetini ortadan kaldırdığı için bu da kıza
zarar olacaktır981.
( األحك88ام في بالع88دم ملحق ال88راجح مقابلة في المرج88وح ) "Hükümlerde, râcih
olana mukabil mercuh, yok kabul edilir". Nikâhta velayet konusunda yakın olan veli
eğer uzak bir yere yolculuğa çıkmış ise uzak olan velinin velayeti daha evladır982.
( العلة وفق على يثبت الحكم ) "Hüküm, illete uygun olarak sâbit olur". İmam
Malik’e (v. 179/796) göre müsavi olan iki veli, bir kızı evlendirme hususunda aynı şahıs
üzerinde görüş birliğine varmamışlarsa, her ikisinin de evlendirme velayeti yoktur983.
( العلة بعموم الحكم يتعمم ) "Hüküm, illetin umumu ile umumileşir". "Müşrik
erkeklere mümin kadınları nikâh ettirmeyin"984 ayetinde, mümin kadınların müşrikler ile
nikâhlanmasının yasaklanmasının illetinin ayetin devamında "onlar, sizi ateşe davet
979 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 368/ II, 246.980 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 544/ II, 303.981 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 374-375/ II, 249.982 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 380/ II, 251.983 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 382/ II, 251.984 Bakara, 2/221.
189
ederler" olduğunu ve bu illetin, ehl-i kitaptan olan erkekler için de geçerli olduğunu
söylemiştir985.
( المحل بخصوص يتخصص وال العلة بعموم يتعمم الحكم ) "Hüküm, illetin umumu
ile umumileşir; sebebin hususiyeti ile hususileşmez".
( المحل خص88وص ال المع88نى عم88وم يعت88بر ) "Mananın umumuna itibar edilir,
mahallin hususi oluşuna değil". Bu iki kâideyi nikâhın lüzûm şartları ile ilgili olarak,
hıyar-ı ıtk986 meselesinde İmam Şafiî (v. 204/820) ile aralarındaki ihtilafta mezhebin
görüşünü temellendirirken zikretmiştir. Şöyle ki; bir kimse evli olan cariyesini azat
ederse, kadın muhayyerlik hakkını kullanarak bu evliliği feshedebilir. Burada kocasının
köle veya hür olması arasında herhangi bir fark bulunmamaktadır. Hanefi mezhebi
fakihleri bu konuda, Berire azat edildiğinde Rasulullah (s.a.v)’ın ona muhayyerlik hakkı
vermesini delil olarak almışlardır. "Hüküm, bir vasıftan sonra zikredildiğinde, şer-i
şerifte bu hükmün cinsindeki bütün hükümlere etki eder" usûl kâidesinden hareketle
yukarıda zikredilen sebebin hususî oluşunun hükmün umumiliğine engel olmadığını
ifade etmişlerdir987.
( بضده أمر الشيء عن النهي ) "Bir şeyi yasaklamak zıddını emretmektir". Akıl
baliğ olan hür bir kız, velisinden, kendi dengi olan biri ile kendisini evlendirmesini talep
ederse, velinin bundan imtina etmesi yasaklanmıştır988.
( ضده عن نهي بالفعل األمر ) "Bir fiili emretmek zıddını yasaklamaktır". Sahih
nikâhın neticelerinden birisi de erkeğin izni olmadan kadının kendi başına hareket
etmemesi, başka yerlere gitmemesi ve kocasının evinde barınmasıdır. Bunun delili de
"Onları kendi oturduğunuz yerde oturtun"989 ayetidir. Ayetteki bu emir, aksinin yasak
olduğunu gösterir990.
985 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 465/ II, 272.986 "Mevlası tarafından yapılmış olan nikâhını, azad edilmesi sebebiyle cariyenin ibka veya fesh
edebilmeye selâhiyettar olmasıdır. Buna hıyar-ı ataka da denir". Bkz. Bilmen, Kamus, II, 8.987 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 600-601/ II, 329.988 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 386-387/ II, 252. Aynı kâide için bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, III, 393/ II, 252.989 Talak, 65/6.990 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 607/ II, 331.
190
( ألمته يثبت أن وس88لم عليه الله ص88لى للنبي يثبت فيما األصل ) "Peygamber için
sâbit olanın ümmeti için de sâbit olması asıldır". Peygamber (s.a.v)’ın amca, hala, dayı
ve teyze çocukları ile evlenmesi Kur’ân-ı Kerim’in ifadesi ile helal kılınmıştır. Özel bir
delil bulunmadıkça, Peygamber (s.a.v) için geçerli olan bir hüküm, ümmeti için de
geçerlidir991.
( اإلحتياط موضع في المسبب مقام يقام إنما السبب ) "İhtiyat durumunda sebep,
sonucun yerine ikame edilir". Devamlı evlenme manileri arasında bulunan hürmet-i
müsahera başlığı altında kimlerin ne şartlar altında bulunduğunu izah ederken, bu
kâideyi birkaç yerde zikretmiştir992.
( للحرمة إحتياطا التع888ارض عند أولى ب888المحرم األخذ ) "Tearuz durumunda,
haramlığı önlemek gayesiyle yasaklanan ile amel etmek evlâdır".
( باألصل العمل فيجب ت888دافعا والحرمة الحل دليل تع888ارض إذا ) "Helallik ve
haramlık delilleri tearuz ettiklerinde, birbirlerini çürütürler. Bu durumda asıl ile amel
etmek gerekir".
( حرام الحرام إلى الدواعي ) "Harama götüren şeyler de haramdır". Bir cariye
ile evlenen bir kimsenin, o cariyenin mahremleri ile evlenemeyeceğine dair görüşü
temellendirmeye çalışırken, bu üç kâideyi ve ( هو االبض88اع في األصل ب88دليل واإلباحة (الحرمة "nikâhta aslolan hürmettir; ibâhat delil iledir" dâbıtını delil olarak
zikretmiştir993.
( عند الع88دم يقتضي ال إما الشرط وجود عند الوجود يقتضي عندنا بالشرط التعليق (عدمه "Bize göre, hükmün şarta bağlı olması durumunda, şartın varlığı, hükmün
varlığını gerektirir; fakat şartın yokluğu, hükmün yokluğunu gerektirmez". Bu kâideyi,
hür kadın ile cariyenin aynı nikâh altında bulundurulması meselesinde zikretmiştir994.
( الشرط عدم عند وجوده ينفي ال بشرط الحكم تعليق ) "Hükmün bir şarta bağlı
olması durumunda, şartın yokluğu, hükmün varlığını nefyetmez".
991 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 411/ II, 257.992 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 416, 419, 426/ II, 259, 260, 261.993 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 441/ II, 264.994 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 450/ II, 268.
191
( الحرمة هو والنف888وس االبض888اع في األصل ) "Nikâhta ve canlarda aslolan
hürmettir". Bu iki kâideyi, mehrin, nikâhın cevaz şartı olup olmadığı meselesinde,
İmam Şafiî (v. 204/820) ile aralarındaki ihtilafta zikretmiştir. "Sahip olduğunuz
cariyeler hariç, evli kadınlar ile nikâhlanmanız haram kılındı. Bunlar, Allah’ın
üzerinize farz kıldığı hükümlerdir. Bunların dışındakileri, zinadan kaçınarak iffetli
yaşamak üzere, mallarınızla istemeniz size helal kılındı"995 ayetinde Allah-u Teâlâ, evli
kadınlar dışında kalanların, mal ile istenebileceğini bizlere bildirmiştir. Bu da nikâhın
mal olmadan caiz olmadığını, dolayısıyla mehrin, nikâhın cevaz şartı olduğunu gösterir.
Kâsânî (v. 587/1191) burada mezhebin dayanmış olduğu "hükmün bir şarta bağlı
olması durumunda, şartın yokluğu, hükmün varlığını nefyetmez" kâidesinden hareketle
gelebilecek "Allah’ın mal ile helal kılması, bu şartın bulunmaması durumunda helal
kılmayı nefyetmez" itirazına da "nikâhta ve canlarda aslolan hürmettir" kâidesi ile
cevap vermiş ve sonunda da "bu durumda, bizim kâidelerimiz arasında herhangi bir
tenakuz bulunmamaktadır" demiştir996.
( إباحة التحريم من اإلستثناء الظاهر حيث من ) "Zahire göre, haramdan istisna,
ibâha ifade eder". "Sahip olduğunuz cariyeler hariç, evli kadınlar ile nikâhlanmanız
haram kılındı"997 ayetindeki istisnaya dayalı olarak, savaş esiri olarak alınmış ve kocası
savaş hattının dışında kalmış bir cariye ile iddetinin dolması beklenmeden
evlenilebileceğini izah ederken, ayetteki istisnanın yorumunda bu kâideyi
kullanmıştır998.
( إباحة الحظر من اإلستثناء ) "Yasaktan istisna ibahat ifade eder". Bu kâideyi
ihtilafu dareynin nikâh akdine etkisi ile ilgili mevzuda Şafiî mezhebi ile aralarındaki
görüş ayrılığında, İmam Şafiî’ye (v. 204/820) nisbetle zikretmiştir999.
995 Nisa, 4/24.996 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 485/ II, 276.997 Nisa, 4/24.998 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 452/ II, 269.999 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 623/ II, 339.
192
( الرفع من أسهل المنع ) "Bir şeyin men’i, ref’inden daha kolaydır". İrtidadın
nikâha engel olduğunu izah ederken, bu kâideyi verilen hükmün illeti olarak
zikretmiştir1000.
( اإلس88تيفاء إطالق المصالح في األصل ) "Maslahatlarda aslolan, onları yerine
getirmenin mübah oluşudur". Müslüman, evli veya ehl-i kitap olan cariyeler ile
nikâhlanmanın caiz olduğunu izah ederken bu kâideyi zikretmiştir1001.
( األلف88اظ ال معانيها العق88ود في المعت88بر ) "Ukûdda i‘tibar maâniyedir, elfâza
değildir". Muvakkat olarak kıyılan nikâhın (mut‘a nikâhı) fâsid olduğunu izah ederken,
bu kâideyi zikretmiştir1002.
( لكله ذك88را يك88ون يتبعض ال فيما البعض ذكر ) "Bölünemeyen bir şeyin ba‘zını
zikretmek, küllünü zikretmek olur". Mehrin en az miktarı ile ilgili kabul edilen görüş, on
dirhem veya buna denk bir şeydir. Bir kimse mehir olarak bundan daha az bir şey
zikrederse on dirhem mehir mütecezzi olmadığı için bu, on dirhem olarak kabul
edilir1003.
( لكله ذكر يتج88زأ ال فيما البعض ذكر ) "Mütecezzi olmayan bir şeyin ba‘zını
zikretmek küllünü zikirdir". Mehir olarak verilecek şey para değil de başka bir şey ise
daha sonra verilmesi durumunda, teslim vaktindeki kıymetine değil de akit esnasındaki
kıymetine itibar edilir1004.
( لكله إسقاط يتجزأ ال ما بعض إسقاط ) "Mütecezzi olmayan bir şeyin ba‘zını
düşürmek, küllünü düşürmektir". Tarafeyne göre dereceleri eşit olan velilerden birinin
nikâh akdinden önce veya sonra rızası, diğerlerinin itiraz hakkını iskat eder. Çünkü
velayet mütecezzi olmayan akrabalık bağı sebebiyle sâbit olmuş bir haktır. Bu kâideyi
onların bu konudaki görüşlerinin dayanakları arasında zikretmiştir1005.
1000 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 458/ II, 270.1001 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 463/ II, 271.1002 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 480/ II, 273. Bu kâide Mecelle’de "Ukûd’da i’tibar makâsıd ve maâniyedir, elfaz
ve mebâniye değildir" şeklinde geçmektedir. Bkz. Mecelle Md. 3.1003 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 490/ II, 276.1004 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 490/ II, 277. Bu kâide Mecelle’de "Mütecezzi olmayan bir şeyin ba’zını zikretmek küllünü zikr gibidir" şeklinde geçmektedir. Bkz. Mecelle Md. 63.1005 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 575/ II, 318.
193
( الش88ركة فيه يتص88ور ال يتج88زأ ال ما ) "Mütecezzi olmayan bir şeyde ortaklık
tasavvur edilemez". Yukarıdaki konuda İmam Ebu Yusuf’a (v. 182/798) göre velayet
hakkı veliler arasında müşterek olduğu için velilerden birinin rızası, kendine müsavi
olan diğer velilerin itiraz haklarını düşürmez. Kâsânî (v. 587/1191), onun bu görüşünü
eleştirirken, velayetin her biri için ayrı ayrı sâbit olduğunu ifade etmiş ve görüşünü de
bu kâide ile temellendirmiştir1006.
( من ك88ان وإن إليه بالمش88ار العقد يتعلق المس88مى جنس من إليه المش88ار كان إن بالمس88مى العقد يتعلق جنسه خالف ) "Müşaru ileyh, müsemmanın cinsinden ise akit,
müşaru ileyhe taalluk eder; eğer müşaru ileyh müsemmanın cinsinden değilse akit,
müsemmaya taaluk eder". İmam Muhammed’e (v. 189/805) göre nikâh akdinde mehir
olarak zikredilen şey, müsemma ile aynı cinsten ise müşarun ileyhe itibar edilir. Eğer
farklı cinslerden ise bu durumda müşarun ileyhe değil de müsemmaya itibar edilir1007.
( المب8دل قيمة ق8در على يقسم البدل ) "Bedel, bedel kılındığı şeyin kıymetine
göre taksim edilir". Bir kimsenin bir mehir karşılığında iki hanım ile evlenmesinin caiz
olduğunu izah ederken bu kâideyi zikretmiştir1008.
( واجب الواجب بدل ) "Vacibe bedel kılınan da vaciptir".
( عدمه عند األصل بسبب يجب ما الشيء بدل ) "Bir şeyin bedeli, aslın yokluğu
durumunda onun yerine geçendir". Mehir kesilmeden, zifaf ve halvet-i sahiha
gerçekleşmeden boşanmış olan kadına verilmesi gereken mut‘anın vacib olduğunu ve
bunun da mihr-i mislin yarısı olduğunu izah ederken bu iki kâideyi delil olarak
kullanmıştır1009.
( األصل على الب88دل ي88زاد ال ) "Bedel, asıldan fazla olmaz". Mut‘anın, mehr-i
mislin yarısına bedel olması sebebiyle mehr-i mislin yarısından fazla olamayacağını
açıklarken bu kâideyi zikretmiştir1010.
1006 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 575/ II, 318.1007 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 495, 497/ II, 279.1008 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 509/ II, 286.1009 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 543/ II, 303.1010 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 547/ II, 304.
194
( معا بوقوعهما يحكم أن بينهما ما ت88اريخ يعلم لم إذا ح88ادثين أمرين كل في األصل )
"İki emri hadisin aralarındaki vakit bilinmediği zaman, ikisinin birlikte vuku bulduğuna
hükmedilmesi asıldır". Bu kâideyi, Hz. Ebubekir’in (v. 13/634) irtidad edenlere yönelik
uygulamasından da hareketle; karı kocanın birlikte irtidad edip sonra yeniden müslüman
olmaları durumunda her iki halde de önceki nikâhlarının devamına hükmedileceğini
söylemiştir1011.
( يثبت ال بيقين الث888ابت غ888ير أن المعه888ود األصل و بالشك ي888زول ال بيقين الث888ابت Bilinen kâide: yakînen sâbit olmayan, şek ile sâbit olmaz; yakînen sâbit olan" (بالشك
da şek ile zail olmaz". Bu kâideyi, eşlerden birinin, eşini sonradan mülkiyetine
geçirmesi konusunda zikretmiştir. Mükatep, hanımını satın alması ile kadının nikâhı
geçersiz olmaz. Bu akit sonucunda kocanın mülkiyet hakkı doğmuş olur. Mülkiyet
hakkı da nikâhın kurulmasını ibtidaen engeller, bekâsına etki etmez1012.
Kitâbu’n-Nikâh’ta zikrettiği bazı dâbıtlara şunlar örnek verilebilir:
( الوكيل إلى ترجع ال والعقد النك88اح حقوق ) "Nikâhın ve nikâh akdinin hakları
vekile raci değildir"1013.
( بالقول إال تثبت ال الوكالة ) "Vekâlet, ancak söz ile sâbit olur"1014.
( المتعارف إلى فينصرف والعادة بالعرف يتقيد المطلق التوكيل ) "Mutlak vekâlet,
örf ve adet ile sınırlandırılır ve yaygın olana hasredilir"1015.
( بالشك الوالية تثبت ال ) "Velayet, şek ile sâbit olmaz"1016.
( عليه يلي فال يرثه ال ومن عليه يلي يرثه من كل ) "Birisine varis olabilen herkes
(nikâhta) ona veli olur, varis olamayan veli de olamaz"1017.
1011 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 620/ II, 338.1012 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 624/ II, 340.1013 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 324/ II, 232.1014 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 361/ II, 243.1015 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 583/ II, 320.1016 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 343/ II, 238.1017 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 346/ II, 239.
195
( الوالية إس88تحق الم88يراث إس88تحق من كل ) "Mirasa müstehak olan herkes,
velayete de müstehaktır"1018.
( الم88يراث إس88تحقاق مع ت88دور الوالية ) "Velayet, mirasa müstehak olmaya
bağlıdır"1019.
( ش88رعا عنها النيابة بطريق الص88غيرة على لألب ثبتت إنما اإلنكاح والية أن الجامع )
"Kâide: Şer’an küçük kız çocuğunu evlendirme velayeti, ona niyabeten babaya
aittir"1020.
( له ولي ال من ولي السلطان ) "Devlet başkanı, velisi olmayanın velisidir"1021.
( تتجزأ ال الوالية ) "Velayet mütecezzi değildir"1022.
( الحاكم والية من أقوى والعم األخ والية ) "Kardeşin ve amcanın velayeti hakimin
velayetinden daha kuvvetlidir"1023.
( كاإلجازة البكر من السكوت ) "Bakirenin sükûtu, icâzet gibidir"1024.
( رضا يك88ون ال88رد عن البكر الس88كوت ) "Bakirenin red hususundaki sükûtu,
rızadır"1025.
( النك88اح في وليا يك88ون أن صلح من فقال: كل أصال هذا في أصل من مشايخنا من فال وإال فيه ش88اهدا يص88لح نفسه بوالية ) "Meşayihimizden biri şahitlik konusunda şu
kâideyi koymuştur: Kendi nefsi için nikâhta velayet ehliyeti olan herkesin, nikâhta
şehadete de selahiyeti vardır. Kendisi için velayet ehliyeti olamayan şahit de
olamaz"1026.
1018 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 356/ II, 241.1019 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 356-357/ II, 241.1020 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 373/ II, 248.1021 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 381/ II, 251.1022 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 382/ II, 251.1023 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 570/ II, 316. 1024 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 361/ II, 243.1025 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 362, 570/ II, 243, 316.1026 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 395/ II, 253.
196
( بش88هادته الحكم ج88از من وق88ال: كل أصال فيه أصل أنه الله رحمه يوسف أبي عن يج88وز ال أحد عند بش88هادته الحكم يجوز ال ومن بحضوره النكاح ينعقد الفقهاء بعض قول في
Ebu Yusuf’tan rivayet edilmiştir ki O, şahitlik ile ilgili bir kâide oluşturmuş" (بحضوره
ve şöyle demiştir: Bazı fakihlere göre şahitliği ile hüküm vermenin caiz olduğu herkesin
varlığı ile nikâh gerçekleşir; bir fakihe göre şahitliği ile hüküm vermenin caiz olmadığı
bir kimsenin varlığı ile nikâh caiz olmaz"1027.
( المص88اهرة وس88بب النسب بس88بب يح88رم ما الرض88اع بس88بب يح88رم أنه األصل )
"Kâide: musahera ve neseb sebebiyle haram kılınanlar, emzirme sebebiyle de haram
kılınırlar"1028.
( الحرم88ات ب88اب في وجه كل من كالث88ابت وجه من الث88ابت ) "Evlilik haramlığı
hususunda, bir sebepten dolayı sâbit olan, bütün açılardan sâbit gibidir"1029.
( الفاسد بالشرط يفسد ال النكاح ) "Nikâh, fâsid şart ile fâsid olmaz"1030.
( يص88لح ما ويس88تقر يصلح ال ما يلغو يصلح ال ما وإلى يصلح ما إلى أضيف إذا العقد )
"Akit, münasip olan ve münasip olmayan bir şeye izafe edildiğinde, münasip olmayan
ilga edilir ve münasip olan kalır"1031.
( واألعص88ار البل88دان ب88إختالف يختلف الص88داق ) "Mehir, zamanın ve mekanın
değişmesi ile değişir"1032.
( عليه مض88مونة غير نفسه ملك على اإلنسان جناية ) "İnsanın kendi mülkündeki
irtikabı, kendisine tazmin sorumluluğu yüklemez"1033.
( عليه مضمونة غيره ملك على اإلنسان جناية ) "İnsanın başkasının mülkündeki
irtikabı, kendisine tazmin sorumluluğu yükler"1034.
1027 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 395/ II, 253.1028 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 428/ II, 262.1029 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 451/ II, 268-269.1030 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 509/ II, 286.1031 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 497/ II, 280.1032 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 512/ II, 287.1033 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 542/ II, 302.1034 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 542/ II, 302.
197
( واجب الواجب بدل ) "Vacibe bedel kılınan da vaciptir"1035.
( المورث مقام قائم الوارث ) "Varis, murisin makamına kaimdir"1036.
( الع88ورة إلى النظر حرمة األصل ) "Avret mahalline bakmanın haram oluşu
asıldır"1037.
( عندنا الفرقة لثبوت علة الدارين إختالف ) "Bize göre, ihtilafu dareyn, ayrılığın
meydana gelmesinin illetidir"1038.
2. Kitâbu’t-Talak
( المب88دل وج88ود مع للب88دل حكم ال ) "Aslın varlığı durumunda bedelin hükmü
yoktur". Aile hukukunda boşama ile ilgili meselelerde, bir aylık sürenin hayza bedel
olduğunu, hayzın vaki olması durumunda, bu süreye itibar edilmeyeceğini ifade ederken
bu kâideyi zikretmiştir1039.
( األصل حكم البدل حكم ) "Bedelin hükmü, aslın hükmüdür". Hür kadının iddet
bekleme süresi, talak veya tefrikten itibaren üç aydır. Köleliğin, diğer hükümlerde
olduğu gibi burada da hükmü yarıya düşürmesi sebebiyle cariyenin iddeti, kölelik
sebebiyle bir buçuk aydır1040.
( المب88دل أجزاء على تنقسم البدل أجزاء أن األصل ) "Kâide: Bedelin parçaları,
aslın parçalarına göre taksim edilir".
( الشرط بعض بوجود يثبت ال الحكم ) "Hüküm, şartın bir kısmının varlığı ile vaki
olmaz". Bir kadın kocasına "beni bin dirhem karşılığında boşa" dese, kocası da onu bu
meblağ karşılığında üç talakla boşasa talak vaki olur. Ancak bir defa boşarsa Ebu
Hanife’ye (v. 150/767) göre, bir ric‘î talak vaki olur ve hiçbir şey de gerekmez. Buna
karşılık İmâmeyn’e göre bu durumda bin dirhem karşılığında bir bâin talak vaki olur.
İmâmeyn’in bu görüşünün dayanaklarını zikrederken ilk kâideyi, Ebu Hanife’nin (v. 1035 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 543/ II, 303.1036 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 556/ II, 309.1037 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 588/ II, 323. 1038 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 622/ II, 338.1039 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 192/ III, 91.1040 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 428/ III, 195.
198
150/767) görüşünü izah ederken ikinci kâideyi zikretmiştir1041. Konunun devamında
buna benzer farklı hükümlerden bahsederken, her iki tarafın dayanmış olduğu bu
kâidelere işaret etmiştir1042.
( الحكم حق في معت88برا يك88ون ال المش88روع غ88ير ) "Meşru‘ olmayan, hüküm
konusunda muteber değildir". İmam Şafiî’nin (v. 204/820), bid‘î ve sünnî talakta vakte
itibar edileceğine, talak sayısına itibar edilmeyeceğine dair görüşünün dayanaklarını
izah ederken bu kâideyi zikretmiştir1043.
( الض88رورة بطريق ثابتا يكون بالرخصة الثابت ) "Ruhsat ile sâbit olan, zaruret
yoluyla sâbit olmuş olur". Bid‘î talakın çeşitleri meselesinde, İmam Şafiî’den (v.
204/820) farlı olarak adedin de nazarı itibara alınmasına dair aklî gerekçeleri izah
ederken, ( والكراهة الحظر هو األصل ) "(talakta) aslolan, yasak ve kerahettir" dâbıtı ile
beraber, bu kâideyi aklî deliller arasında zikretmiştir1044.
( غ88يره يكن لم إن الشيء ذلك عين ليس الشيء بعض ) "Bir şeyin ba‘zı, gayrı
değilse, o şeyin ayn-ı değildir". Bu kâideyi, Rabî‘atü’r-Re’y’e (v. 136/753) nisbetle
zikretmiştir. Ona göre, bir kimsenin hanımına "seni yarım talak ile boşadım" demesi ile
boşama vaki olmaz. Onun bu görüşünün sebebini açıklarken, bu kâideyi vermiştir1045.
( لكله ذكر يتبعض ال فيما البعض ذكر ) "Bölünemeyen bir şeyin ba‘zını zikretmek,
küllünü zikirdir". Hanefi mezhebine göre talak mütecezzi olmadığı için, yukarıda
geçtiği gibi bir talakın yarısı, üçte biri, dörtte biri gibi bir cüz’ü zikredildiğinde, tam bir
talak vaki olur1046.
( جملته على يقع يتفاوت ال الذي الواحد الجنس في القسمة ) "Ayrılmayan tek bir
cinsi bölmek, o cinsin hepsini bölmek anlamına gelir". Dört hanımı olan bir kimsenin,
"sizi iki, üç veya dört talak ile boşadım" demesi durumunda bütün hanımları boş olur1047.
1041 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 329/ III, 153.1042 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 330/ III, 153-154.1043 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 202/ III, 94. Aynı kâide için bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 206-207/ III, 96.1044 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 204/ III, 95.1045 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 211/ III, 98.1046 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 211/ III, 98. Aynı kâide için bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 337/ III, 156. 1047 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 212/ III, 99.
199
( عنه المنوب كفعل النائب فعل ) "Vekilin fiili, kendisine vekâlet ettiği kimsenin
fiili gibidir". Talakın vekâlet yoluyla da vuku bulacağına delil olarak bu kâideyi
zikretmiştir1048.
( العب88ارة مق88ام تق88وم المفهومة واإلش88ارة اللفظ مق88ام تق88وم المس88تبينة الكتابة )
"Anlaşılır yazı lafzın yerini alır, bilinen işaret de ibarenin yerini alır". Talakın yazı ve
dilsizin işareti ile vaki olacağının dayanağı olarak bu kâideyi zikretmiştir1049.
( الكالم منزلة ن88زلت العب88ارة بها تعلقت متى اإلشارة ) "İşaret, ibare ile birlikte
olduğu zaman, sözün yerini alır". Bir kimse hanımına "sen boşsun" derken parmakları
ile de işaret ederse, hanımı, parmakları ile yapmış olduğu işaret sayısınca boş olur1050.
( الض88رورة بق88در يتق88در أنه ض88رورة الث88ابت ) "Zarûreten sâbit olan, zaruret
miktarınca takdir edilir". Beynunete niyet ederek hanımına, "sen boşsun" diyen bir
kimsenin bu niyeti, Ebu Hanife’ye (v. 150/767) göre geçerliyken; Zâhiru’r-Rivaye’de
belirtildiğine göre sahih değildir. Çünkü bu söz bir talak anlamı taşır ve bu kâideye
bağlı olarak zaruret söz konusu olmadıkça da üç talaka hamledilmez. Bu kâideyi ifade
ederken المعهود األصل tabirini kullanmış ve söz konusu hükmün bu kâide üzerine
kurulu olduğunu ifade etmiştir1051.
( مس888تثناة الض888رورة مواضع ) "Zaruret durumları umumî hükümlerden
müstesnadır". Ölüm veya bâin talak sebebiyle iddet bekleyen kadının ziynet takmaması,
koku sürmemesi ve süslenmemesi gerekir. Ancak bir rahatsızlığı olan kadının gözüne
sürme çekmesi, giyecek başka elbisesi bulunmayan kadının güzel elbise giymesi gibi
durumlar bundan müstesnadır. Çünkü bu tarz durumlar, bir zarurete mebnidir ve
süslenme kastı bulunmamaktadır1052.
( التح888ري فيه يج888وز ال الض888رورة عند يب888اح ال ما كل أن فيه األصل ) "Zaruret
durumunda mübah olmayan her şeyde, taharrinin olması caiz değildir". Birkaç hanımı
1048 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 213/ III, 99.1049 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 215/ III, 100.1050 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 241/ III, 109.1051 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 226/ III, 103. Bu kâide Mecelle’deki "Zaruretler kendi mikdarlarınca takdir
olunur" kâidesi ile aynı anlamdadır. Mecelle Md. 22.1052 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 461/ III, 208.
200
olan bir kimsenin bunlardan birini boşayıp daha sonra hangisini boşadığını unutması
halinde, boşadığını tayin edene kadar hepsi kendisi için mahrem kabul edilir ve onlar ile
ilişkiye giremez. Çünkü ilişkiye girdiği hanımı, boşadığı kadın olabilir. Aynı zamanda
boşadığını taharri ile de tespit edemez. Bu sebepten dolayı hâkim, gerekirse, hangisini
boşadığını açıklaması için onu hapsedebilir1053.
( اللزوم ينافي التخيير ) "Muhayyerlik, bağlayıcılığı nefyeder". Talakı hanımına
tefvîz eden bir kimse açısından bu bağlayıcı olduğu için yapmış olduğu tefvîzden rücû
edemez; ancak hanımı açısından gayrı lâzımdır. Kadın bu tefvîzi kabul etmeye mecbur
değildir; dilerse kabul eder, dilerse reddeder1054.
( الشرط عند كالمنجز بشرط المعلق ) "Bir şarta bağlı olan hüküm, şart yerine
geldiğinde müneccez gibidir". Şarta bağlı tefvîz, mutlak ve muvakkat olmak üzere iki
türlüdür. Eğer talak mutlak bir şarta bağlı ise o şartın sübûtu ile talak da vaki olur1055.
( الشرط عند كالمنجز بالشرط المعلق ) "Bir şarta bağlı olan hüküm, şart yerine
geldiğinde müneccez gibidir". Bir kimse sağlıklıyken hanımını boşasa, kadın iddet
beklerken kocası hastalanıp vefat ederse, İmam Züfer’e (v. 158/775) göre kadın
kocasına mirasçı olur. Onun bu görüşünün dayanağı olarak bu kâideyi zikretmiştir1056.
( الش88رط بعض وج88ود عند يثبت ال بشرط المعلق الحكم ) "Bir şarta bağlı olan
hüküm, şartın bir kısmının varlığı ile sâbit olmaz". Bir kimse hanımına "dilersen kendini
üç talak ile boşa" dediği halde hanımı, kendisini bir veya iki talak ile boşasa, Hanefi
fakihlerine göre talak vaki olmaz1057.
( كالمنجز الشرط عند يصير بالشرط المعلق ) "Bir şarta bağlı olan hüküm, şart
yerine geldiğinde müneccez gibi olur". Talakta öne sürülen şartın, mülke izafe edilmesi
gerekir. Şarta bağlı talak esnasında mülk ve iddet bulunuyorsa talak hemen vaki olur;
değilse talak vuku bulmaz1058.
1053 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 522/ III, 228.1054 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 248, 255/ III, 113, 117.1055 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 253/ III, 116.1056 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 511/ III, 222.1057 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 271/ III, 125.1058 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 278/ III, 126.
201
( الشرط بعض بوجود ينزل ال بشرط المعلق ) "Bir şarta bağlı olan hüküm, şartın
bir kısmının varlığı ile yerine gelmez". İki hanımı olan bir kimse, "hayız olduğunuzda
veya doğum yaptığınızda ikiniz de boşsunuz" dese, kadınlardan birisinin hayız olması
veya doğum yapması ile talak vaki olmaz. İkisinin de hayız olması veya doğum
yapması gerekir1059.
( الشرط بعض وجود عند ينزل ال بشرط المعلق ) "Bir şarta bağlı olan hüküm,
şartın bir kısmının varlığı ile yerine gelmez". Hanımına, "sen bana haramsın" diyen bir
kimse bununla talakı kastetmişse, bâin talak vaki olur. Eğer haramlığı yemek gibi bir
şeye izafe etmişse bu, yemin olarak kabul edilir ve belirli bir yemek ise hepsini
yemeden yeminini bozmuş olmaz1060.
( الشرط وجود عند كالمنجز يصير بالشرط المعلق ) "Bir şarta bağlı olan hüküm,
şartın varlığı durumunda müneccez gibi olur". Talakın zamana izafeti caiz olmakla
beraber kullanılan lafızların, kadının mazide erkeğin mülkü altında olmadığı bir zamanı
ifade etmesi durumunda talak vaki olmaz. Bu kâideyi, İmam Muhammed (v. 189/805)
ile Ebu Yusuf (v. 182/798) arasında bu konuya bağlı olarak meydana gelen bir ihtilafta,
İmam Muhammed’e (v. 189/805) nisbetle zikretmiştir1061.
( تقديرا الشرط عند تنجيزا يصير بالشرط التعليق ) "Hükmü bir şarta ta‘lik etmek,
şart yerine geldiğinde takdiren tencîz olur". Bir kimse hanımına "falan eve girersen
bâin talakla boşsun" dedikten sonra onu bâin talakla boşasa, kadın iddet beklerken
zikredilen eve girdiğinde İmam Züfer’e (v. 158/775) göre kadın kocasının mülkünden
çıktığı için ta‘lik geçersizdir ve o eve girmesi ile talak vaki olmaz1062.
Şart ile ilgili olan bu kâideler Mecelle’de "Şartın sübûtu indinde ana muallak
olan şeyin sübûtu lâzım olur" şeklinde ifade edilmiştir1063.
1059 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 287/ III, 131.1060 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 366/ III, 169.1061 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 291/ III, 133.1062 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 296/ III, 135.1063 Bkz. Mecelle Md. 82.
202
( العلة وفق على يثبت الحكم ) "Hüküm, illete uygun olarak sâbit olur". Ebu
Hanife’ye (v. 150/767) göre, şarta bağlı olan talak lafızları, şart koşulan şeyin illetinin
tekerrür etmesine bağlı olarak vuku bulur1064.
( العلة وفق على الحكم يثبت ) "Hüküm, illete uygun olarak sâbit olur". İmam
Şafiî (v. 204/820) ve Tahâvî (v. 321/933), erkeğin, îlâ ile hanımına yaklaşmayacağına
dair yemin ettiğini, dolayısıyla îlâdan fey’in1065, ancak cima‘ ile olabileceğini, sözle
olamayacağını söylemişlerdir. Buna karşılık diğer Hanefi fakihler, sahabe icmasına
dayalı olarak îlâdan fey’in sözle olabileceğini söylemişlerdir. Kâsânî (v. 587/1191),
onların bu görüşünü izah ettikten sonra bu kâideyi, varılan hükmü desteklemek
amacıyla zikretmiştir1066.
( تركه عن نهي بالفعل األمر ) "Bir fiili emretmek, onu terketmeyi yasaklamaktır".
( ش88رعا يعتبر ال بمشروع ليس الذي التصرفو مشروع غير المنهي ) "Nehyedilen,
meşru‘ değildir. Meşru‘ olmayan tasarruf, şer‘an muteber değildir".
( وج88ود ال مش88روعا يكون أن من خرج إذا الشرعي والتصرف مشروع غير المنهي شرعا له ) "Nehyedilen, meşru‘ değildir. Şer‘î tasarruf meşru‘ olmaktan çıktığı zaman,
şer‘an mevcut değildir". Bir kimse hanımına "ben senden boşum" dese, İmam Şafiî’ye
(v. 204/820) göre talak vaki olurken; Hanefi mezhebine göre, talaka niyet etmiş olsa da
talak vaki olmaz. Çünkü talak, zevcenin vasfı olduğundan zevc, bununla muttasıf
olamaz. Kâsânî (v. 587/1191), mezhebin bu görüşünün naklî ve aklî dayanaklarını izah
ederken bu kâideleri, konu ile ilgili nassları yorumlarken zikretmiştir1067.
( مشروعا يكون ال المنهي تركه عن نهي بالفعل األمر ) "Bir fiili emretmek, onu
terketmeyi yasaklamaktır. Nehyedilen, meşru‘ olmaz". Talakın, vücudun hepsini ifade
etmeyen el, ayak ve parmak gibi bir organa izafe edilmesi ile vaki olamayacağını izah
ederken bu kâideyi zikretmiştir1068.
1064 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 302, 306/ III, 138-139, 141.1065 "Mûlînin mûlâ anha zevcesine i’lâ müddeti içinde fi’len veya kavlen rücu etmesidir". Bkz. Bilmen,
Kamus, II, 302.1066 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 377/ III, 175.1067 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 307-308/ III, 142.1068 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 311/ III, 143.
203
( الرفع من أسهل المنع ) "Bir şeyin men‘i, ref‘inden daha kolaydır". Müteaddid
hanımları olan bir kimse bunları zikr ve tayin etmeksizin "sizden biri boştur" dese,
onlardan muayyen birine niyet etmese de izafeti sahihtir. Çünkü talak, müphem olan bir
şeye izafe edilse de vaki olur. Bu görüşü temellendirirken başka örnekler de vermiş ve
sonunda bu kâideyi zikretmiştir1069.
( إباحة النهي من اإلس88تثناء الظ88اهر حيث من ) "Zahire göre, nehiyden istisna,
ibâha ifade eder". Muhalea durumunda eğer nüşûz koca cihetinden ise muhelea için bir
bedel alması kazâen caiz ise de diyâneten caiz değildir. Eğer kadın cihetinden ise
kocasının mehir miktarı bedel almasında bir beis yoktur. Bu iki durumun delili "Ey
iman edenler, kadınlara zorla mirasçı olmanız size helal olmadığı gibi, verdiğiniz
mehrin birazını kurtaracaksınız diye, açık bir edepsizlik yapmadıkça, onları
sıkıştırmanız da helal olmaz"1070 ayetindeki istisnadır1071.
( لأللف88اظ ال للمع88اني العق88ود في الع88برة ) "Ukûdda i’tibar maâniyedir, elfaza
değildir". Ebu Hanife’ye (v. 150/767) göre, hul‘ ile mübâree lâfzen farklı olsalar da aynı
manaya gelirler. Onun bu görüşünün sonunda vardığı neticeyi desteklemek maksadıyla
bu kâideyi zikretmiştir1072.
( األصل على القدرة مع بالخلف عبرة ال ) "Aslı yapabilme imkânı oldukça, halefe
itibar edilmez". Îlâdan fey’, öncelikle fiilen cima‘ ile gerçekleşir. Ancak söz ile
gerçekleştiği durumlar da bulunmaktadır. Fey’in söz ile olabilmesinin ilk şartı,
aralarında îlâ bulunan kadın veya erkekten birinde cimayı engelleyecek derecede hakiki
bir acziyet bulunmasıdır. Bu durumda asıl olan fiilî fey’in yerine, halef olan sözlü fey’e
gidilir1073.
( الش88ريعة أص88ول في حقيقة ك88العجز حكما العجز ) "Şer‘î esaslarda hükmen
acziyet, hakikaten acziyet gibidir". İmam Züfer’in (v. 158/775), sözlü fey’in hükmî
1069 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 310/ III, 143.1070 Nisa, 4/19.1071 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 323-324/ III, 150.1072 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 327/ III, 152.1073 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 374/ III, 173.
204
acziyet sebebiyle de olabileceğine dair görüşünü izah ederken, bu kâideyi Onun
görüşünün delili olarak zikretmiştir1074.
( الجملة في تعالى الله حق ألجل يسقط ال العبد حق ) "Kul hakkı, Allah hakkı için
düşürülmez". Kâsânî (v. 587/1191), İmam Züfer’in (v. 158/775) yukarıdaki görüşüne
karşılık, sözlü fey’in ancak hakiki acziyet sebebiyle olabileceğini, hükmî acziyet
(ihramlı olmak gibi) sebebiyle olamayacağını, hanımı ile hakikî manada cima‘ etme
imkânı olmasına rağmen onu bundan mahrum etmesinin ona zulüm olduğunu, bu
zulmün ancak cima‘ ile ortadan kalkabileceğini söylemiş ve görüşünü desteklemek
maksadıyla bu kâideyi zikretmiştir1075.
( الب88دل حكم بطل بالبدل المقصود حصول قبل األصل على قدر من ) "Bir kimse,
bedel ile maksadın gerçekleşmesinden önce aslı yapabilme imkânına sahip ise bedelin
hükmü ortadan kalkar". Sözlü fey’in bir şartı da hakikî acziyetin îlâ süresinin bitimine
kadar devam etmesidir. Eğer bu süre içerisinde cima‘ imkânı oluşursa, ona bedel kılınan
sözlü fey’in hükmü kalkar1076.
( الب88دل حكم يبطل بالب88دل المقصود حصول قبل المبدل على القدرة ) "Bedel ile
maksadın gerçekleşmesinden önce aslı yapabilme imkânı, bedelin hükmünü iptal eder".
İddetlerin intikali ya aylardan hayızlara veya hayızlardan aylara dönüşme şeklinde olur.
Aylardan hayızlara geçişe örnek; bir çocuk, ay hesabıyla iddet beklerken henüz üç ay
tamam olmadan âdet görmeye başlarsa, iddeti hayza dönüşür. Çünkü ay, hayızın yerine
bedeldir, asıl gelince bedel terk edilir1077.
( يجتمعان ال والمبدل البدل ) "Asıl ile bedel bir arada bulunmaz". İki hanımı olup
ta vefat eden bir şahsın nikâh esnasında mehri tesmiye olunmamış mutallaka hanımına
istihsanen sadece mehr-i mislin yarısı verilir mut‘a verilmez. Çünkü mut‘a, mehr-i
mislin yarısının bedelidir. Asıl ile bedel bir arada bulunamayacağına göre, sadece mehr-
i mislin yarısını alır1078.
1074 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 375/ III, 174.1075 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 375/ III, 174.1076 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 375/ III, 174.1077 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 437/ III, 200.1078 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 519-520/ III, 227.
205
( يكن لم كأن ويجعل ارتفع إذا األصل من بالعدم يلتحق أصل على عارض كل ) "Bir
asla ârız olan her şey, sonradan ortadan kalkınca, yokluğa ilhak edilir ve sanki olmamış
gibi kabul edilir". Ebu Hanife’ye (v. 150/767) göre bekânın ibtidadan eshel1079 olması
sebebiyle küfür, îlânın gerçekleşmesine nasıl engel değilse, ârizi olan irtidad da îlânın
inikadına evleviyetle engel değildir. Dolayısıyla mürted, müslüman olunca îlânın
hükümleri tahakkuk eder1080.
( السبب بتكرر يتكرر الحكم ) "Hüküm, sebebin tekrarı ile tekerrür eder".
( الحكم بتعدد السبب يتعدد ) "Sebep, hükmün teaddüdü ile teaddüd eder". Ebu
Hanife (v. 150/767) ile İmâmeyn’e göre îlâ neticesinde vaki olan talak, îlâ müddetine
tabidir; müddetin ittihadı ile müttehid, teadüdü ile müteaddid olur. İmam Züfer’e (v.
158/775) göre ise talakın vahdet ve teaddüdü, müddetin değil, yeminin vahdet ve
teaddüdüne bağlıdır. Bu iki kâideyi, İmam Züfer’in (v. 158/775) varmış olduğu hükmün
illeti olarak zikretmiştir1081.
( حقيقة بالث88ابت ملحق حكما الث88ابت ) "Hükmen sâbit olan, hakikaten sâbit
gibidir". Şeyhayn'e göre, bir kimse hanımına üç defa "vallahi ben sana tekarrüb
etmiyeceğim" dese, bunların her biri ile ayrı birer îlâ kastetmeyip mücerred bir îlâyı
tekrar etmeyi kast etmişse, îlâ da keffaret de tek olur1082.
( ينقضه ما وجود مع يبقى ال الشيء ) "Bir şey, kendisini geçersiz kılan bir şeyin
varlığı ile devam etmez". Îlânın hükmünün, müddeti içinde vuku bulan fey’ ile batıl
olacağını izah ederken bu kâideyi varılan sonucu desteklemek maksadıyla
zikretmiştir1083.
( الوقت وجود عند ينتهي وقت إلى المؤقت ) "Bir vakit ile tayin edilen (hüküm),
vaktin dolması ile son bulur". Belirli bir zaman ile belirlenmiş îlânın, zamanın dolması
ile son bulacağını ifade ettikten sonra bu kâideyi hükmün illeti olarak zikretmiştir1084.1079 İşaret ettiği bu kâide Mecelle’de "Bekâ ibtidadan esheldir" şeklindedir. Bkz. Mecelle Md. 56.1080 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 378-379/ III, 175. Bu kâide Mecelle’de "Sıfât-ı ârızada asl olan ademdir"
şeklinde geçmektedir. Bkz. Mecelle Md. 9.1081 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 382-383/ III, 178.1082 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 383/ III, 178.1083 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 384/ III, 178.1084 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 386/ III, 179.
206
( بالشك يزول ال بيقين الثابت ) "Yakînen sâbit olan, şek ile zâil olmaz". Hanefi
mezhebine göre ric‘î talakta kadın, üçüncü âdetini tam on gün olarak görünce, kocasının
kendisine rücu hakkı ortadan kalkar. Eğer adet kanı on günden az bir zamanda
kesilmişse, kadın güsletmemiş veya bir namaz vakti üzerinden geçmemişse, kanın
yeniden görülme ihtimali bulunması sebebiyle rücu hakkı ortadan kalkmaz ve kadın
başkasıyla evlenemez. Bu ihtimale binaen kesin olan iddet zamanı bitmiş kabul edilmez.
İşte mezhebin bu görüşünü temellendirirken bu kâideyi zikretmiştir1085.
( واإلحتم888888ال الشك مع يثبت ال ثبوته في الشك وقع إذا ثابتا يكن لم ما أن األصل فيه يحتاط فيما خصوصا ) "Kâide: Sâbit olmayan bir şeyin sübûtunda şüphe meydana
gelirse, o şey, özellikle ihtiyatlı olunması gereken durumlarda şek ve ihtimal ile sâbit
olmaz". Bir şahsın ric‘î talak ile boşamış olduğu hanımına rücu ettiğini ifade ettiği
zaman ile kadının, iddetinin sona erdiğine dair beyanı aynı vakte tesadüf etmişse, rücu
sahih değildir. Kâsânî (v. 587/1191), verilen bu hükme gelebilecek muhtemel itirazları
dikkate alarak, bu kâideyi zikretmiştir1086.
( مثله بيقين إال يثبت ال بيقين زال ما ) "Yakînen zâil olan, ancak kendisi gibi yakîn
olan bir şey ile sâbit olur". İddet bekleyen her kadının doğurduğu çocuğun nesebi,
kocasından sâbit olur. Ancak kadının, iki seneden fazla bir süre içinde doğum yapması,
nesebin o kocadan olmadığının kesin göstergesidir. Talakın duhuldan önce vaki olması,
nikâhın, gebe kalmadan önce her yönüyle bittiğine kesin delil olduğu için neseb, bu
kocadan sâbit olmaz1087.
( مثله بيقين إال يزول ال بيقين الثابت ) "Yakînen sâbit olan, ancak kendisi gibi
yakîn olan bir şey ile zâil olur". Bâin talak ile boşanmış bir kadının, talak vaktinden
itibaren iki sene içerisinde doğuracağı çocuğun nesebi, aksini yakînen ispat edecek bir
durum olmadığı sürece kocasından sâbit olur1088.
( أمكن ما واجب والس88داد الص88الح على المس88لمين أم88ور حمل ) "İmkân olduğu
ölçüde Müslümanların işlerinin salâh ve doğruluğa yorulması gerekir". Bu kâideyi,
1085 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 397/ III, 184.1086 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 401/ III, 186.1087 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 481/ III, 211.1088 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 485/ III, 212.
207
özellikle hamilelik ve iddet vaktinin bitimi gibi konularda kadının beyanına itibar
edileceğine delil olarak zikretmiştir1089.
( بضده أمر الشيء عن النهي ) "Bir şeyi yasaklamak zıddını emretmektir". Ebu
Hanife'ye (v. 150/767) göre, boşanmış kadının, iddet müddetinin bittiğine dair ihbarına
itibar edilir. Çünkü ayette, "Eğer onlar (boşanmış kadınlar) Allah’a ve âhiret gününe
gerçekten inanmışlarsa, rahimlerinde Allah’ın yarattığını gizlemeleri kendilerine helâl
olmaz"1090 buyurulmuştur. Dolayısıyla onların bunu gizlemelerinin nehyedilmesi,
izharını gerektirmektedir1091.
( الغاية وج88ود قبل ينتهي ال ةغاي88 إلى الممدود الحكم ) "Bir amaç için uzatılmış
olan hüküm, bu amacın varlığından önce sona ermez". Üç defa hanımını boşamış bir
kimsenin onunla yeniden evlenebilmesinin şartı, kadının başka bir erkek ile
evlenmesidir. Bunun delili "Eğer erkek kadını (üçüncü defa) boşarsa, ondan sonra
kadın başka bir erkekle evlenmedikçe onu alması kendisine helâl olmaz"1092 ayetidir. İşte
bu ayetin yorumunda bu kâideyi zikretmiştir1093.
( والطاعة للمعص88ية التس88بب في والث88واب اإلثم في المباشر ش88ريك المس88بب )
"Müsebbib, masiyet ve taata sebebiyet verdiği için, sevap ve günahta mübaşir ile
müşterektir". Hz. Peygamber (s.a.v) "üç defa boşanmış kadını kocasına helal kılmak
için evlenen kişiye de o kocaya da Allah lanet etsin" buyurmuştur. Kocaya da lanet
edilmesinin gerekçesini izah ederken bu kâideyi zikretmiştir1094.
( اإلحتي88اط موضع في الحقيقة مق88ام تق88ام الش88بهة ) "Şüphe, ihtiyat durumunda
hakikatin yerini alır". Kadının iddet beklemesini gerektiren durumlardan birisi de fâsid
nikâh ile veya sehven, kocasından başkası ile zifafa girmektir. Burada, ihtiyata binaen
hakiki nikâh olmuş gibi kabul edilir ve şüpheye itibar edilmez1095.
1089 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 485, 490/ III, 212, 215. Ayrıca bkz. Kerhî, Risâle fî’l-Usûl, s. 162-163.1090 Bakara, 2/228. 1091 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 401/ III, 186.1092 Bakara, 2/230.1093 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 404/ III, 187.1094 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 405-407/ III, 188.1095 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 417/ III, 192.
208
( اليمين مع األمين ق88ول الق88ول ) "Söz, yemin ile birlikte eminin sözüdür".
Boşanmış kadınların, iddetlerinin bittiğine dair verdikleri haber konusunda emin
olduklarını izah ederken "Eğer onlar (boşanmış kadınlar) Allah'a ve ahiret gününe
gerçekten inanmışlarsa, rahimlerinde Allah’ın yarattığını gizlemeleri kendilerine helâl
olmaz"1096 ayetini delil olarak getirmiş, daha sonra bu kâideyi zikretmiştir1097.
( حجته للمدعي يقيم حتى المنكر قول القول ) "Söz, müddei delil getirene kadar
münkirin sözüdür". Bir kimsenin, hanımına, "doğum yaptığında boşsun" demesi üzerine
kadın doğurduğunu iddia etse, bunun üzerine adam gebeliği ikrar etse nesep, icmaen
sâbittir. Talakın vukuu hususunda İmâmeyn, kadının mücerred ikrarı ile vaki
olamayacağını erkeğin de buna şehadet etmesi gerektiğini şart koşmuşlardır. Onların bu
görüşünü izah ederken bu kâideyi zikretmiştir1098.
( معا بوقوعهما يحكم أن بينهما ما ت88اريخ يعلم لم إذا ح88ادثين أمرين كل في األصل )
"İki emri hadisin aralarındaki vakit bilinmediği zaman, ikisinin birlikte vuku bulduğuna
hükmedilmesi asıldır". Bir ümmü veled, kocasının vefatından dolayı iddet beklerken
mevlası vefat etse, iki ay beş gün iddet bekler. Ancak hangisinin önce vefat ettiği ve
aralarında ne kadar süre geçtiği bilinmiyorsa, İmâmeyn, ihtiyata binaen, içinde hayzın
bulunduğu dört ay on gün iddet bekleyeceği görüşündedirler. Ebu Hanife (v. 150/767)
ise, "Sizden ölenlerin geride bıraktıkları eşleri, kendi başlarına (evlenmeden) dört ay on
gün beklerler"1099 ayetinden hareketle, onun iddet süresinin, üzerine ziyade yapılmadan
dört ay on gün olduğunu söyler. Bu kâideyi de Ebu Hanife’nin (v. 150/767) vermiş
olduğu bu hükmün gerekçesi olarak zikretmiştir1100.
( باألعذار تسقط العبادات ) "İbadetler, özürler ile sâkıt olur". Kocası vefat eden
kadının iddet müddetini geçireceği yer, kocasıyla daha önce oturduğu yerdir. Ancak bu
ev, kendisinden istifade edilmeyecek kadar küçük veya harap ise kadın, iddetini başka
1096 Bakara, 2/228.1097 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 434/ III, 198. Ayrıca bkz. Kerhî, Risâle fî’l-Usûl, s. 164.1098 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 492-494/ III, 216.1099 Bakara, 2/234.1100 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 442/ III, 202.
209
bir yerde geçirebilir. Çünkü süknâ hakkı, Allah haklarından olup ibadet yoluyla îcâb
etmiştir. Dolayısıyla özür sebebiyle sakıt olur1101.
( شرطه بدون للحكم مفيدا ينعقد ال السبب ) "Şartı bulunmadığı sürece sebep,
hüküm için geçerli olmaz".
( الحكم لبقاء بشرط ليس السبب بقاء ) "Sebebin bekâsı, hükmün bekâsı için şart
değildir". Bu iki kâideyi, kadının kocasına mirasçı olabilmesi için talakın vukuundan
kocasının öldüğü zamana kadar ehliyetinin bulunması gerektiğini izah ederken
zikretmiştir1102.
( اإلبتداء حكم لبقائه يكون أن الزم غير تصرف كل في األصل ) "Gayr-ı lâzım olan
her tasarrufun bekâsı için ibtidanın hükmünün olması gerekir". Bir kimse hal-i
sıhhatinde hanımının talakını başkasına tefvîz etse ve hanımını hastalıkta boşasa bakılır;
eğer hastalık durumunda vekili azledebilecek imkâna sahip olduğu halde onu
azletmemişse, sanki vekili hastalık durumunda atamış gibi kabul edilir ve kadın
kendisine mirasçı olur1103.
Kitâbu’t-Talak’ta zikrettiği bazı dâbıtlar şunlardır:
( الحظر هو الطالق في األصل ) "Talakta aslolan yasaktır"1104.
( نعمة النعمة إلى الوسيلة ) "Nimete vesile olan da nimettir"1105.
( الطالق به يقع ال الطالق يحتمل ال لفظ كل ) "Talak anlamını ifade etmeyen her
lafız ile talak gerçekleşmez"1106.
( بالشك البينونة تثبت ال ) "Beynunet, şek ile sâbit olmaz"1107.
1101 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 451/ III, 206.1102 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 508/ III, 220-221.1103 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 512/ III, 223.1104 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 204, 209/ III, 95, 97.1105 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 210/ III, 98.1106 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 238/ III, 108.1107 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 243, 245/ III, 102, 110.
210
( تنج88يز ك88ائن بش88رط التعليق ) "Talakı, var olan bir şarta ta‘lik etmek,
tencîzdir"1108.
( والوقت الشرط وجود عند تطليق الوقت إلى واإلضافة بالشرط التعليق ) "Talakı
bir şarta bağlamak ve bir zamana izafe etmek, şartın ve vaktin varlığı durumunda
boşamadır"1109.
( عنه بإخبارها يتعلق جهتها من إال عليه يوقف ال بشيء الطالق علق متى أنه األصل ببينة إال قولها يقبل ال غيرها جهة من عليه يوقف بشيء علق ومتى ) "Kâide: Talak, ancak
kadın tarafından bilinecek bir şeye bağlı olduğu zaman, kadının o şey hakkındaki
ihbarına bağlı olur; ne zaman kadın dışında birinin bileceği bir şeye bağlı olursa,
beyyine olmaksızın kadının sözü kabul edilmez". Bu dâbıtı verdikten sonra bunun
üzerine kurulmuş örnekler vermiş ve ona atıfta bulunmuştur1110.
( للكل ذكرا بعضه ذكر فكان يتجزأ ال والطالق ) "Talak mütecezzi değildir. Onun
ba‘zını zikretmek küllünü zikirdir"1111.
( الخلع في عوضا يص88لح ال بيعه يج88وز ال ما كل أن عن88ده األصل ) "İmam Şafiî’ye
göre kâide şudur: Satımı caiz olmayan her şeyin muhaleada ivaz olması da uygun
değildir"1112.
( الزوجية يزيل ال الرجعي الطالق ) "Ric‘î talak, zevciyeti ortadan kaldırmaz"1113.
( الشك مع الرجعة تثبت ال ) "Ric‘at, şek ile sâbit olmaz"1114.
( عدتها إنقضاء عن اإلخبار في مصدقة المعتدة أن األصل ) "Kâide: İddet bekleyen
kadın, iddetinin bittiğine dair ihbarında sadık kabul edilir"1115.
( الصحيح النكاح هو الفراش في األصل ) "Firaşta aslolan, sahih nikâhtır"1116.
1108 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 265/ III, 122.1109 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 314/ III, 145.1110 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 282/ III, 129 ve devamındaki örnekler.1111 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 307/ III,141 .1112 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 319/ III, 148.1113 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 440, 437/ III, 200, 201.1114 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 487/ III, 213.1115 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 486/ III, 213.
211
( وس88لم عليه الله ص88لى الله رس88ول لسان على النكاح قبل طالق ال ) "Rasulullah
(s.a.v)’ın ifade ettiği gibi nikâhtan önce talak yoktur"1117.
( قض888اء من إمتنع كمن يحبس عليه قدرته مع اإليف888اء من إمتنع إذا الحق عليه من قضائه على قادر وهو عليه دين ) "Üzerinde bir hak olup ta gücü yettiği halde bunu yerine
getirmekten imtina eden kimse, borcu olup ta bunu ödeme imkânı olduğu halde
ödemekten imtina eden kimse gibi hapsedilir"1118.
3. Kitâbu’z-Zıhâr
( يعقل ال من يتن88اول ال التح88ريم وخط88اب الحرمة حكم ) "Haramlık hükmü ve
yasaklama hitabı, aklî melekesi olmayanları kapsamaz". Zıharda bulunanın aklî
melekesi yerinde olmalıdır1119.
( باطل للنصوص المخالف اإلجتهاد ) "Nasslara muhalif ictihad geçersizdir" Ebu
Yusuf’un (v. 182/798) bir zıhar meselesindeki görüşünü desteklemek üzere zikredilen
bu kâidenin benimsenmesi hususunda görüş ayrılığı bulunmamakla beraber, mesela
İmam Muhammed’e (v. 189/805) göre bu konuda delil olarak dayanılan nassın zahiri
tevile ihtimalli olduğundan mesele ictihada açıktır; dolayısıyla kâide bu hususta istidlale
elverişli değildir1120.
( محله غ88ير في الش88يء بق88اء يتص88ور ال ) "Bir şeyin bekâsı, mahalsiz tasavvur
edilemez". Zıharın hükmü, hükmün konusu olan eşlerden birinin ölümü ile sona erer1121.
( أو الفائ88دة احتمال بقائه وفي لحكمه مفيدا انعقد إذا الشرعي التصرف أن األصل موهومة أو محتملة لفائدة يبقى الفائدة وهم ) "Kâide: Şer‘î tasarruf, hükmünü doğuracak
şekilde inikad bulmuşsa ve hükmün bekâsında fayda ihtimali veya vehmi (çok veya az
bir ihtimal) varsa bu hüküm, muhtemel veya mevhum fayda sebebiyle kalır". Herhangi
1116 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 496/ III, 218.1117 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 521/ III, 227.1118 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 522/ III, 228.1119 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 4/ III, 230.1120 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 13/ III, 233.1121 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 19/ III, 235.
212
bir vakit belirtmeksizin mutlak olarak zıhar yapan bir kimse, keffaret vermediği sürece
hanımına yaklaşamaz1122.
( ش88روطها إلى ال أس88بابها إلى تض88اف األحك88ام أن األصل ) "Kâide: Hükümler,
sebeplerine izafe edilir, şartlarına izafe edilmezler". Müellif, zıhar keffaretinin
sebebinin zıhar olduğunu; avdın (zevciyet münasebetine geri dönme) ise şart olduğunu,
ancak hükmün şarta değil de sebebe izafe edileceğini söyleyenlerin görüşünü aktarırken,
bu kâideyi zikretmiştir1123.
( له إيج88اب الش8يء إيج88اب أن: المعهود األصل به إال إليه يتوصل ال ولما ) "Bilinen
kâide: Bir şeyin vacib kılınması, o şeyin yanı sıra ona ancak kendisiyle erişilebilen
şeylerin de vacib kılınmasını ifade eder". Nitekim namazı emretme, tahareti de emretme
manasını içerir. Zıhârdan sonra kadın ile erkek arasında zevciyet ilişkisinin devam
edebilmesi için aradaki haramlığın kalkması gerekir. Bu da ancak keffâret ile
mümkündür. Şu halde, zevciyet ilişkisi için keffaretin îfâ edilmesi gereklidir1124.
4. Kitâbu’l-Liân
( بالش88بهات ت88درأ الح88دود ) "Hadler, şüpheler ile düşürülür". Mellif, ceza
hukukuyla ilgili bu temel ilkeyi, liânın hadd-i kazif mesabesinde kabul edilmesi
bağlamında zikretmekte ve bu durumda şahitlik için aranan sıkı şartlara atıfta
bulunmaktadır1125.
( يك88ون أن من بخروجه أو بإزالته إال ي88زول ال إلنس88ان ثبت م88تى الملك أن األصل به اإلنتفاع عن لعجزه حقه في به منتفعا ) "Kâide: Bir insan için sâbit olan mülkiyet, ya
ondan vazgeçmesiyle veya ondan yararlanmadaki acziyeti sebebiyle mülkiyetin onun
hakkında yararlı olmaktan çıkmış olması ile ortadan kalkar". Liânın sonuçları
tartışılırken zikredilen bu kâidede "milk" kelimesi eşya hukukundaki teknik anlamıyla
değil, karı-koca ilişkisinin helalliğiyle ilgili hak anlamında kullanılmıştır1126.
1122 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 19/ III, 235.1123 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 23/ III, 236.1124 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 23/ III, 2371125 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 48/ III, 243.1126 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 52/ III, 245.
213
( األحك88ام من كثير في الكل مقام يقوم األكثر ) "Hükümlerin birçoğunda ekser,
bütünün yerine geçer". Bu kâide, liânın önemli bir kısmının tamamlandığı bir aşamada
hâkimin tamamının bittiğini sanarak tefrike hükmetmesi halinde tefrikin nâfiz olacağını
temellendirmek üzere zikredilmektedir1127.
( باطل النص خالف إذا اإلجتهاد ) "İctihad nassa aykırı olduğunda geçersizdir".
Müellif yukarıdaki meselede, liânın adedinin nass ile sâbit olduğu, hâkimin erken
tefrika hükmetmekle nassta belirtilen sayıya riayet etmediği, dolayısıyla ictihadının
nassa aykırı olduğu şeklinde gelebilecek muhtemel bir eleştiriyi aktarırken bu kâideyi
zikretmiştir. Bu eleştiriyi de bir önceki kâideye işaretle, nassın liân adedini belirli bir
sayıda ifade etmesinin, çoğunluğun onun yerini almayacağı anlamına gelmeyeceğini, bu
konunun meskutun anh olması sebebiyle ictihad alanına girdiğini söylemiştir1128.
Kitâbu’l-Liân’da zikrettiği dâbıtlara şunları örnek verebiliriz:
( عن88دنا فال ال ومن اللع88ان أهل من ك88ان واليمين الش88هادة أهل من ك88ان من كل )
"Bize göre şahitliğe ve yemine ehil olan herkes liâna da ehildir. Şahitliğe ve yemine ehil
olmayan, liâna da ehil değildir"1129.
( الق88اذف ك88ان إذا اللعان يوجب ال أجنبيا القاذف كان لو الحد يوجب ال قذف كل إن ,İftira eden yabancı olursa, her kazif haddi gerektirmez; iftira eden zevc olursa" (زوجا
her kazif liânı gerektirmez". Liânda bulunacak şahıslarda aranan vasıflarla ilgili olarak
önce bir hadis, daha sonra da bu dâbıtı zikretmiştir. Mezhep bilginlerinin konu ile ilgili
bazı meseleleri bu dâbıttan tahric ettiklerini ifade etmiştir1130.
( يس88قطه وجوبه بعد اع88ترض إذا اللع88ان وج88وب يمنع ما كل ) "Liânın vücûbunu
engelleyen her şey, liânın vücûbundan sonra ortaya çıktığında liânı düşürür"1131.
( الزوجية يبطل ال الرجعي الطالق ) "Ric‘î talak, zevciyeti geçersiz kılmaz"1132.
1127 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 52/ III, 245.1128 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 53/ III, 245.1129 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 44/ III, 242.1130 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 47/ III, 243.1131 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 48/ III, 243.1132 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 49/ III, 241, 244.
214
5. Kitâbu’r-Radâ
( الحرم88ات ب88اب في خصوصا المس88بب مق88ام يقام السبب ) "Özellikle haramlar
konusunda, sebep, sonucun yerine ikame edilir". Süt emmeden kaynaklanan haramlık
engelinin "sizi emziren süt anneleriniz ile evlenmeniz sizlere haram kılındı"1133 ayetinde
kadına hasredildiği, onun kocası için herhangi bir engelin olmadığını söyleyenlere karşı;
süt emziren kadının kocasının, süt emen çocuğun süt babası olmasından dolayı emzirme
sebebiyle kadın için oluşan haramlık engelinin, onun için de geçerli olduğunu ifade
ederken bu kâideyi zikretmiştir1134.
( الشرع في أصل بالعدم المغلوب وإلحاق الغالب إعتبار ) "Baskın olanın dikkate
alınması ve az olanın yok kabul edilmesi, dinde asıldır". İmâmeyn’e göre, sütannenin
sütü bir yiyecek maddesi ile karıştığında süt, yemekten daha fazla ise radâ sâbit olur ve
haramlık tahakkuk eder1135.
( بالشك ي88زول ال بيقين الث88ابت ) "Yakînen sâbit olan, şek ile zâil olmaz".
Kocasından boşanmış bir kadının sütünün hükümleri bağlamında bu kâideden
yararlanılmaktadır1136.
( الشرط إلى ال العلة إلى يضاف الحكم ) "Hüküm, illete izafe edilir, şarta değil".
( س8888بب أي: في واإلباحة الحظر في اش8888تركا إذا العلة مع الش8888رط أن األصل الشرط إلى إضافته من أولى العلة إلى الحكم فإضافة وعدمه المؤاخذة ) "Kâide: Şart ve
illet birlikte ibaha ve yasaklıkta müşterek olursa, yani muaheze sebebi olup olmamada
birlikte olurlarsa, hükmün illete izafesi, şarta izafesinden evlâdır".
( محظ88ورا الش88رط كان إذا العلة إلى إضافته من أولى الشرط إلى الحكم إضافةف بالحظر موصوفة غير والعلة ) "Eğer şart yasaklanmış bir şey ise ve illet yasaklık vasfı
taşımıyorsa, hükmün şarta izafeti, illete izafetinden evlâdır". Bu kâidelerden, sütanneliği
1133 Nisa, 4/23. 1134 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 71/ IV, 4.1135 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 95/ IV, 9.1136 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 97/ IV, 10.
215
hükümleri bağlamında mezhep içerisindeki müctehidlerin farklı görüşleri izah edilirken
her müctehidin esas aldığı kâide zikredilerek yararlanılmıştır1137.
Kitâbu’r-Radâ’da geçen dâbıtlara iki tane örnek verilebilir:
( الرضاعة من وأختا أخا أو أختين أو أخوين صارا واحد ثدي على إجتمعا إثنين كل )
"Aynı kadından süt emen iki kişi süt kardeşi olurlar"1138.
( المهر كل س888قوط ت888وجب ال888دخول قبل الحاص888لة الفرقة أن األصل ) "Kâide:
Duhuldan önce meydana gelen ayrılık, mehrin tamamının sakıt olmasını gerektirir"1139.
6. Kitâbu’n-Nafaka
( الواجب88ات كس88ائر واإلب88راء باإليص88ال إال يسقط ال إنسان على وجب ما أن األصل )
"Bir insana vâcib olan bir şey, diğer vaciplerde olduğu gibi, ancak başkasına
nakledilme ve ibra ile sâkıt olur". İmam Şafiî’ye (v. 204/820) göre nafakanın
vücûbiyeti, hakimin hükmüne ve kocanın rızasına bakılmaksızın kocanın zimmetinde
borç olarak bulunur1140.
( لغ88يره ع88وض يلزمه ال نفسه ملك في تص88رف من ) "Kendisine ait bir mülkte
tasarrufta bulunan bir kimsenin başkasına bir bedel vermesi gerekmez".
( عليه القاضي والية من أق8888وى نفسه على اإلنس8888ان والية ) "İnsanın kendisi
üzerindeki velayeti, kâdının onun üzerindeki velayetinden daha kuvvetlidir". Hanefi
mezhebine göre nafakanın vücûbiyetinin kocanın zimmetinde bir borç olarak sâbit
olması, karı-kocanın rızası veya hâkimin kazası ile olur. Bu iki durumdan birisi yoksa
üzerinden zaman geçince nafaka düşer. Mezhebin bu görüşünü izah ederken bu iki
kâideyi delil olarak zikretmiştir1141.
( قاصرة حجة اإلقرار ) "İkrar hücceti kasıradır". Kadın, gâib olan kocasının
malını teslim ettiği şahsın elindeki veya alacaklısının zimmetindeki malından hükmen
1137 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 100/ IV, 12.1138 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 65/ IV, 2.1139 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 99/ IV, 11.1140 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 158/ IV, 26.1141 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 158-159/ IV, 26.
216
nafaka almak istediği zaman hâkimin, kocanın haklarını muhafaza maksadıyla kadından
ihtiyaten kefil istemesi güzel olur. Koca gelip de nafakayı peşin olarak vermiş olduğunu
veya kadının iddeti geçmiş mutallaka olduğunu beyyine ile ispat eder ve kadın
yeminden nukûl ederse, nafaka olarak alınan malı isterse kefilden, dilerse kadından
alabilir. Ancak kadın ikrarda bulunursa, yalnız kadından alınır. Bu kâideyi verilen bu
hükmün illeti olarak zikretmiştir1142.
( بالحكم اإلختصاص يوجب بالسبب اإلختصاص ) "Sebepte birlik, hükümde birliği
gerektirir". Bir başkası, evlada, babasının nafakasında iştirak edemediği gibi annesinin
nafakasında da iştirak edemez. Çünkü her ikisinin nafaka sebebi veladettir1143.
( بالض88مان الخ88راج ) "Bir şeyin nef‘i, zamânı mukabelesindedir". Kölelerin
nafakasının efendilerine ait olmasının sebebi mülkiyettir. Çünkü kölenin menfaati
sahibine tahsis edilmiştir. Menfaati sahibine ait olunca nafakası da ona ait olur1144.
Kitâbu’n-Nafaka’da zikrettiği dâbıtlardan bir kısmı şunlardır:
( لع88ارض العدة في بطلت ثم بالفرقة نفقتها تبطل لم إمرأة كل أن هذا في األصل في النفقة تعود ال بالفرقة نفقتها بطلت من وكل نفقتها تعود العدة في العارض زال ثم منها
العدة في الفرقة سبب زال وإن العدة ) "Nafaka konusundaki kâide şudur: Ayrılık sebebi
ile nafaka hakkı kesilmeyen her kadının, iddet döneminde meydana gelen bir engel
nedeni ile nafakası kesilse, daha sonra bu engel iddet döneminde ortadan kalkarsa
kadının nafaka hakkı avdet eder. Ayrılık sebebi ile nafakası kesilen her kadının, ayrılık
sebebi iddet döneminde ortadan kalkmış olsa da nafaka hakkı avdet etmez"1145.
( ال ح88ال إلى ص88ارت ثم الطالق يوم النفقة لها كانت امرأة كل ذلك: أن في األصل نفقة لها فليس الطالق ي88وم لها نفقة ال ام88رأة وكل النفقة وتأخذ تع88ود أن فلها فيها لها نفقة
الناشزة إال أبدا ) "Nafaka konusundaki kâide şudur: Nâşize dışında, boşama vaktinde
nafaka hakkı olan her kadın, sonradan nafaka hakkı ortadan kalkacak bir duruma 1142 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 162/ IV, 28. Bu kâide Mecelle’de "beyyine hücceti müteaddiye ve ikrar hücceti
kasıradır" şeklinde geçmektedir. Bkz. Mecelle Md. 78.1143 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 176/ IV, 32.1144 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 199/ IV, 39. Ayrıca bkz. Mecelle Md. 85. Ömer Nasuhi Bilmen, bu kâidenin
بالضمان الخراج hadisinden alındığını belirttikten sonra, "bu hadisi şerifteki zamandan maksud da meunettir, yani: ihtiyar mesarifidir, sarf edilen nafakadır" demiştir. Hadisteki anlamın nafakayı ifade etmiş olması konumuz ile doğrudan ilgili olması bakımından önemlidir. Bkz. Bilmen, Kamus, I, 284-285.1145 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 126/ IV, 17.
217
düşse, nafakaya avdet etme ve nafakayı alma hakkı bulunur. Boşama vaktinde nafaka
hakkı bulunmayan her kadının, ebedi olarak nafaka hakkı ortadan kalkar"1146.
( واإلعسار اليسار بإختالف تختلف النفقة ) "Nafaka, zenginlik ve fakirliğe göre
değişir"1147.
( يجوز ال الغائب على القضاء ) "Gâibin aleyhine hüküm vermek caiz değildir". Bu
dâbıtı, gâib olan kocadan nafaka talebi ile ilgili meselelerde esas almış ve buna işaret
etmiştir1148.
7. Kitâbu’l-Hıdâne
Kitâbu’l Hıdâne’de ( المفسر على يحمل المجمل ) "Mücmel müfessere
hamledilir"1149 usûl kâidesi dışında kâide zikretmemiştir.
8. Kitâbu’l-İ‘tâk
( الساكت من إليه الخطاب بصرف أولى المتكلم ) "Hitabın kendisine yönelmesi
bakımından konuşan, sakitten önceliklidir". İki kölesi bulunan bir kimse birini çağırdığı
zaman öteki cevap verse, o da "sen hürsün" dese, onu azat etme niyeti bulunmasa da
cevap veren azat edilmiş olur1150.
( أمكن ما والس88داد الص88حة على يحمل المت88دين العاقل كالم ) "İmkân olduğu
ölçüde akıllı ve mütedeyyin insanın sözü, sıhhat ve doğruluğa yorulur". Ebu Hanife’ye
(v. 150/767) göre, bir kimse bir köleye "bu benim oğlumdur" derse, kölenin nesebi
bilinsin veya bilinmesin azat olur1151.
( ض888ده عن نهي بالفعل األمر ) "Bir fiili emretmek zıddını yasaklamaktır".
Mahrem akrabanın köle olarak satın alınamayacağını, bu şekilde satın alınan akrabanın
azat edilmiş olacağını söylerken, Hz. Peygamber (s.a.v)’ın sılayı rahmi gözetmeyi
1146 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 127/ IV, 18.1147 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 154/ IV, 25.1148 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 160/ IV, 26.1149 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 218/ IV, 44.1150 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 227/ IV, 47.1151 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 239/ IV, 51.
218
emrettiği bir hadisi nakletmiş ve akabinde de bu kâide ile hadisi yorumlayarak
mezhebin görüşünü temellendirmiştir1152.
( محال به العلم بدون بالشيء الرضا ) "Bir şeyi bilmeksizin ona rıza göstermek
muhaldir". İki kişi arasında ortak olan bir köleyi, ortaklardan birisi kölenin mahrem
olan bir akrabasına satsa, diğer ortak da buna karşı çıkmasa, köle özgürlüğüne kavuşur.
Onun akit karşısındaki sessizliği rıza anlamına geldiği için kendi hakkını tazmin
edemez. Mezhebin bu görüşüne, köleyi satın alanın onun akrabası olduğunu bilmediği
için tazmin hakkının bulunduğuna dair gelebilecek olası bir itirazı aktarırken, bu kâideyi
de itirazın dayanağı olarak zikretmiştir1153.
( الص88فات جميع في بينهما المشاركة يقتضي ال بالشيء الشيء تشبيه ) "Bir şeyi
başka bir şeye benzetme, aralarında bütün vasıflarda müşareketi gerektirmez".
( الص8فات جميع في المش8اركة يقتضي ال التشبيه ) "Benzetme, bütün vasıflarda
müşareketi gerektirmez". Bir kimsenin kölesini veya onun bir organını özgür bir insana
benzetmesi ile kölesi özgürlüğüne kavuşmaz. Bu görüşü izah ederken bu iki kâideyi
zikretmiştir1154.
( يمينه مع المنكر قول القول ) "Söz, yemin ile birlikte münkirin sözüdür". Efendi
ile köle arasında, şarta bağlı hürriyet ile ilgili bir ihtilaf vuku bulduğu takdirde, ihtilaf
ettikleri şart meşiet, sevgi vb. dışında bir şey ise köle delil getirmediği sürece, efendinin
sözüne itibar edilir1155.
( أمكن ما بالبينتين العمل هو األصل ) "Aslolan, imkân ölçüsünde iki beyyine ile
amel etmektir". Mal karşılığında kölenin serbest bırakılması hususunda köle ile efendi
arasında ihtilaf olur ve köle özgürlük iddiasında bulunursa, efendi de bunu inkâr ederse,
her ikisi de beyine getirdiği takdirde, kölenin deliline itibar edilir. Çünkü bu, iki delil ile
amel etmek anlamına gelir1156.
1152 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 232/ IV, 48.1153 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 236/ IV, 50.1154 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 245-246/ IV, 54-55.1155 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 280/ IV, 72. "Beyyine müddai için ve yemin münkir üzerinedir" kâidesine bkz.
Mecelle Md. 67. 1156 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 284/ IV, 74.
219
( بتمامه الشرط تحقق عند ينزل بشرط المعلق ) "Bir şarta bağlı olan hüküm,
şartın tamamıyla gerçekleşmesi ile yerine gelir". Bir kimse hanımına, "senin üzerine
evlenmezsem boşsun" dese ve ölene kadar da evlenmese, ömründe hiç evlenmediği için,
öldüğü anda talak vaki olur1157.
( الشرط وجود بعد ينزل بالشرط المعلق ) "Bir şarta bağlı olan hüküm, şartın
varlığından sonra yerine gelir". Bir kimse kölesine, "sen, ölümümden bir ay önce
özgürsün" dese ve ayın sonunda ölse, Sahibeyn’e göre köle özgürlüğüne kavuşur.
Ancak bu şekilde yapılmış bir boşama vaki olmaz. Çünkü şarta bağlı olan hüküm, şartın
varlığından sonra yerine gelir1158.
( آخرهما عند ي888نزل بش888رطين والمعلق أولهما عند ي888نزل وق888تين إلى المض888اف عين غ88ير ش88رطين بأحد والمعلق أح88دهما عند في88نزل عين غ88ير الوقتين أحد إلى والمضاف
وج88وده عند وي88نزل الفعل فيه يعت88بر ووقت فعل بين جمع ولو أولهما عند ينزل ) "İki vakte
izafe edilen hüküm, ilk vaktin girmesi ile yerine gelir. İki şarta bağlı hüküm, son şartın
bulunması ile yerine gelir. Tayin edilmeksizin iki vakitten birine izafe edilen hüküm,
ikisinden birinin girmesi ile yerine gelir. Tayin edilmeksizin iki şarttan birine izafe
edilen hüküm, ilk şartın bulunması ile yerine gelir. Eğer bir fiil ile bir vakit cem
edilmişse, fiile itibar edilir ve fiilin varlığı ile hüküm yerine gelmiş olur". Kölenin
hürriyetinin iki vakte veya iki şarta bağlanması ile ilgili olarak önce bu kâideyi األصل diyerek zikretmiş, daha sonra bu konudaki çeşitli örnekleri bu kâide üzerine bina فيه
etmiştir1159.
( حقيقة بالمس88تحيل يلحق ع88ادة المس88تحيل أن الش88رع أحكام في األصل ) "Şer‘î
ahkamda aslolan, âdeten imkânsız olanın hakikaten imkânsız olmasıdır". Bir kimsenin,
kölesinin özgürlüğünü imkânsız olan bir şarta bağlaması düşünülemez. Çünkü ( ال العاقل المستحيل بكالمه يقصد ) "akıllı kimse, söylediği ile imkânsız olan bir şeyi kastetmez"1160.
( إليه يض88اف م88ؤثر وصف عقيب ثبت متى الحكم ) "Hüküm, müessir bir vasfın
akabinde sâbit olduğu zaman, o vasfa izafe edilir". Bu kâideyi, iki kişi arasında 1157 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 308/ IV, 83.1158 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 308/ IV, 83.1159 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 311 vds./ IV, 85.1160 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 309/ IV, 84. Mecelle’deki "âdeten mümteni‘ olan şey hakikaten mümteni‘ gibidir"
kâidesi bu kâide ile aynı anlamdadır. bkz. Mecelle Md. 38.
220
müşterek olan bir kölenin, birisi tarafından azat edildiğinde, diğer ortağın tazmin
muhayyerliğinin bulunduğuna dair Ebu Hanife’ye (v. 150/767) nisbet edilen bir görüşü
izah ederken zikretmiştir1161.
( العلة وفق على يثبت الحكم ) "Hüküm, illete uygun olarak sâbit olur". Bazı
Hanefi fakihler, ıtkın (azat olmanın) bölünemeyeceği hususunda ihtilaf bulunmadığını,
ı‘tâk (köle üzerinde mülkiyet hakkının belirli bir tarzda iskat edilmesi) üzerinde ihtilaf
olduğunu belirtmişlerdir. Kâsânî (v. 587/1191), bu yaklaşımın doğru olmadığını, çünkü
ıtkın, ı‘tâkın hükmü olması sebebiyle, Ebu Hanife’ye (v. 150/767) göre ı‘tâkın
mütecezzi olmasıyla ıtkın da zarureten mütecezzi olacağını söylemiş ve görüşünü bu
kâide ile desteklemiştir1162.
( شرعا منفي الضرر ) "Zarar, şer‘an kaldırılmıştır". İki kişi arasında müşterek
olan kölenin, ortaklardan biri tarafından azat edildiğinde, mülkiyetin diğerine devrine
hükmetmenin hem köle hem de azat eden açısından zarar olduğunu ifade ederken bu
kâideyi zikretmiştir1163.
( أمكن ما الجواز على محمول العدل المسلم فعل ) "Adil olan müslümanın fiili,
imkân ölçüsünde cevaza hamledilir". Birkaç cariyesi olan bir kimsenin, onlardan birini
azat ederken meydana gelen belirsizlik durumunda, hangisini azat ettiğini beyan
etmeden önce onlardan istifade etmemesinin daha iyi olacağını; ancak istifade etmesi
durumunda ise bunun cevazına hükmedileceğini izah ederken bu kâideyi zikretmiştir1164.
( إحتياطا التح88ريم حق في الحقيقة مق88ام الس88بب يقام ) "Yasaklama hususunda
sebep, ihtiyaten hakikatin yerine ikame edilir".
( إحتياطا الحرمة حق في المس888بب مق888ام قائما الس888بب يعت888بر ) "Haramlık
hususunda, ihtiyata binaen sebebin sonucun yerini almış olduğuna itibar edilir".
İstîlâdın hürriyetin sübûtu için sebep olduğunu, dolayısıyla mevlanın vefatıyla
hürriyetin vuku bulacağını ifade ederken bu iki kâideyi zikretmiştir1165.
1161 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 324/ IV, 89.1162 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 326/ IV, 90.1163 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 326/ IV, 90.1164 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 363/ IV, 109.1165 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 367/ IV, 111.
221
Kitâbu’l-İ‘tâk’ta zikrettiği bazı dâbıtlar şunlardır:
( أصحابنا عند إعتاق القريب شراء ) "Mezhep bilginlerimize göre, akrabanın satın
alınması azattır"1166.
( يتجزأ ال وعندهما حنيفة أبي عند يتجزأ اإلعتاق ) "Ebu Hanife’ye göre azat etme,
mütecezzidir, Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’e göre mütecezzi değildir"1167. Birçok
hükmü bu dâbıt üzerine bina etmiştir.
( الولد حرية تقتضي األب888وين حرية أن األصل ) "Kâide: Ebeveynin hürriyeti,
çocuğun hür olmasını gerektirir"1168.
( األب ال األم يتبع والحرية الرق في الولد ) "Çocuk, kölelik ve hürriyette babaya
değil, anneye tabi olur"1169.
( القبض قبل فيها التص88رف يج88وز ال88ديون جميع أن أصحابنا أصل من ) "Borçların
hepsinde, kabzdan önce tasarrufun caiz olması, bizim mezhebimizin
esaslarındandır"1170.
( يرث ال القاتل ) "Katil mirasçı olamaz"1171.
( اآلخر من حقه س8قط أح8دهما اخت88ار إذا ش8يئين بين المخ88ير ) "İki şey arasında
muhayyer olan, onlardan birini seçince diğerinde bulunan hakkı düşer"1172.
( ذلك يجعل أح88دهما اختياره على به يستدل ما ففعل أمرين بين خير من أن األصل داللة منه إختيارا ) "Kâide: İki durum arasında muhayyer bırakılan bir kimse, tercihine
uygun olan birini yaptığında, o şey, delaleten onun tercihi kabul edilir"1173.
1166 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 233/ IV, 49.1167 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 235, 249, 284-285, 332, 346, 383, 384, 451, 455/ IV, 49, 51, 56, 75, 85, 86, 89,
93, 94, 95, 97, 100.1168 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 242/ IV, 53.1169 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 267/ IV, 66.1170 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 285/ IV, 75.1171 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 347/ IV, 100.1172 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 335/ IV, 94.1173 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 352/ IV, 103.
222
9. Kitâbu’t-Tedbîr
( أمكن ما الصحة على يحمل العاقل تصرف ) "İmkân olduğu ölçüde akıllı insanın
tasarrufu, sıhhata yorulur". Bir kimse kölesinin özgürlüğünü kendi ölümünden bir ay
sonraya talik etmişse, onun ölümü ile beraber mülkiyeti de varislerine geçer. Onlar da
bu durumu sanki ölümünden bir ay sonra ıtka vasiyet etmiş gibi kabul edip onu azat
ederler1174.
( معا بوقوعهما يحكم تاريخهما يعلم ال ح88ادثين أم88رين كل إن الش88رع أص88ول في )
"Şer‘î esaslarda, tarihleri bilinmeyen iki emri hadisin birlikte vuku bulduğuna
hükmedilir". İki kişi arasında ortak olan bir köleyi efendilerden biri müdebber kılsa
diğeri i‘tâk etse; hangisinin önce olduğu bilinmiyorsa, İmâmeyn’e göre i‘tâk tedbîrden
daha kuvvetli olduğu için nâfiz, tedbîr batıl olur1175.
( الش8رط وج8ود عند ي88نزل بالش88رط المعلق ) "Şarta bağlı olan hüküm, şartın
varlığıyla yerine gelir". Tedbîrin hükmü, mevlânın vefatı ile birlikte kölenin
özgürlüğüne kavuşmasıdır. Çünkü onun özgürlüğü, efendisinin ölmesi şartına bağlıydı
ve bu şart ta ölüm ile yerine gelmiştir1176.
Kitâbu’t-Tedbîr’de geçen en önemli dâbıt şudur;
( يتج88زأ ال ومحمد يوسف أبي عند و حنيفة أبي ق88ول في متج88زيء الت88دبير ) "Ebu
Hanife’ye göre tedbîr mütecezzidir; Ebu Yusuf ve Muhammed’e göre mütecezzi
değildir"1177.
10. Kitâbu’l-İstîlâd
( العلة وفق على الحكم ) "Hüküm, illete uygun olarak (sâbit olur)". Bir kimse,
başkası ile müştereken malik olduğu bir cariye hakkında istilâdda bulunsa, istilâdın
1174 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 374/ IV, 114.1175 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 381/ IV, 118.1176 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 391/ IV, 122.1177 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 378, 381/ IV, 116, 117.
223
mütecezzi olmaması sebebiyle bu cariye, kendisinin ümmü veledi olur. Ayrıca nesebin
mütecezzi olmaması da tamamlayıcı bir unsur olarak bu hükmü desteklemektedir1178.
( الض88رورة بق88در يتقيد بالض88رورة الث88ابت ) "Zarûreten sâbit olan, zaruret
miktarınca takyid edilir". Ümmü veledin mütekavvim oluşu hususunda Ebu Hanife (v.
150/767) ile İmâmeyn arasındaki ihtilafı izah ederken bu kâideyi Ebu Hanife’ye (v.
150/767) nisbetle zikretmiştir1179.
Kitâbu’l-İstîlâd’da zikrettiği dâbıtlara şunlar örnek verilebilir:
( يتجزأ ال النسب ) "Neseb mütecezzi değildir"1180.
( يتجزأ ال اإلستيالد ) "İstîlâd mütecezzi değildir"1181.
( النسب يتبع اإلستيالد ) "İstîlâd nesebe tabidir"1182.
( والحرية ال888رق في األم يتبع الولد ) "Çocuk, kölelik ve hürriyette anneye
tabidir"1183.
11. Kitâbu’l-Mükâteb
( لأللفاظ ال المعاني إلى العقود في العبرة ) "Ukûdda i‘tibar maâniyedir, elfaza
değildir". Kitâbetin rüknü, îcâb ve kabuldür. Îcâbın kitâbete delalet edecek bir lafız
olması yeterlidir1184.
( بالعدم ملحقا فكان له حكم ال الباطل التصرف ) "Bâtıl tasarruf hükümsüzdür ve
yokluğa hamledilir". Kitâbet bedelinin mal olması gerekir. Mesela meyte veya kan gibi
bir şey mukabilinde kitâbet mün‘akid olmaz. Bu şekilde yapılmış bir akit batıl olduğu
için yok kabul edilir1185.
1178 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 399/ IV, 125.1179 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 416/ IV, 132.1180 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 399/ IV, 125.1181 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 399, 401, 406/ IV, 125, 126, 129.1182 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 404/ IV, 128.1183 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 414, 418/ IV, 131, 133.1184 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 423/ IV, 134.1185 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 430/ IV, 137.
224
( الرفع من أسهل المنع ) "Bir şeyin men’i ref’inden daha kolaydır". Müeccel
olmayan bedelin cevazı hakkında Hanefi fukahası ile İmam Şafiî (v. 204/820) arasında
meydana gelen ihtilafı izah ederken, bu kâideyi İmam Şafiî’ye (v. 204/820) nispetle
zikretmiştir. Ona göre bedel müeccel olmadığı zaman köle fakir olduğu için kitabet
bedelini teslime aciz olur; bu da akdin inikadını engeller. Çünkü ( عند التسليم عن العجز إنعقاده يمنع العقد ) "akit anında mevcut olan teslim acziyeti, akdin inikadını engeller".
Bu acziyet akitten sonra olduğunda onu engellediğine göre, akit ile birlikte olması
durumunda evleviyetle engeller1186.
( في عليه المس88تحق ق88ول فالقول جنسه أو المستحق قدر في اإلختالف وقع متى (الشرع "Ödenecek bedelin miktarı veya cinsi hususunda ihtilaf olduğunda şer‘an,
ödeyecek kişinin (müstehakku aleyhin) sözü esastır". Ebu Hanife’ye (v. 150/767) göre,
efendi ile köle arasında kitabet bedeli olarak ödenecek miktar hususunda vuku bulan
ihtilafta, söz konusu bedeli ödeyecek kişi olması sebebiyle söz mükâtebindir1187.
( أح88دهما وج88ود عند ي88نزل ال بش88رطين المعلق ) "İki şarta bağlı olan hüküm,
şartlardan birinin varlığı ile yerine gelmiş olmaz". Bu kâideyi, fâsid şart ile ilgili bir
meselede Bişr b. Ğiyâs el-Merîsî’ye (v. 218/833) nispetle zikretmiştir. Bir kimse
cariyesi ile mükâtebe süresi içerisinde kendisinden cinsel olarak istifade etme şartıyla
bin dirhem karaşılığında kitâbet akdi yapsa; cariye bin dirhemi ödediği takdirde,
bilginlerin çoğuna göre özgürlüğüne kavuşmuş olur. Bişr b. Ğiyâs’a (v. 218/833) göre
azat olmuş olmaz. Çünkü efendi özgürlük şartını iki şeye bağlamış ve bunlardan biri
yerine gelmiştir. Dolayısıyla azat olmuş kabul edilmez1188.
( هو كأنه مسده ويسد مقامه يقوم الشيء عوض ) "Bir şeyin ıvazı, sanki o şeymiş
gibi onun makamına kâim olur ve onun yerini alır". Kölenin azat olması, kitabet
bedelinin edası ile olabileceği gibi; kitabet bedelinin karşılığı olan başka bir şey ile de
sâbit olur. Çünkü kitâbet bedeli kölenin zimmetinde bulunan bir borçtur ve قضاء) بأعيانها ال بأعواض88ها يكون الديون ) "borçların ödenmesi, ıvazları ile olur, aynları ile
olmaz"1189.
1186 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 437/ IV, 140.1187 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 439/ IV, 141.1188 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 440/ IV, 141.1189 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 465/ IV, 154.
225
( أص88حابنا أصل على كالص88حيح القبض إتص88ال عند العق88ود من الفاسد ) "Bizim
mezhep bilginlerimizin kabul ettiği kâideye göre, fâsid akitler, kabz ile birleşince sahih
akit gibi olurlar". Kitabet bedeli ödenince, akit ister sahih olsun ister fâsid, köle
özgürlüğüne kavuşur1190.
( الصورة حيث من إال له وجود ال الباطل التصرف ) "Bâtıl tasarruf, ancak sureten
vardır". Bâtıl kitâbet akdi ile, kitâbet ahkâmının hiç biri sâbit olmaz1191.
Kitâbu’l-Mükâteb’de zikrettiği bazı dâbıtlara şunlar örnek verilebilir:
( ّ المكاتبة ج88واز منعت فحشت م88تى الجهالة أن األصل فال وإال ) "Kâide: (Kitabet
bedeli ile ilgili) cehalet fâhiş olursa, kitabetin cevazını engeller; değilse engellemez"1192.
Bu dâbıt üzerine çeşitli hükümler bina etmiştir.
( المكاتبة فتبطل البيع تبطل األجل جهالة ) "Ödeme vaktinin belirsizliği bey‘i de
kitâbeti de iptal eder"1193.
( الكتابة صحة تمنع البدل جهالة ) "Bedel hakkındaki cehalet, kitabetin sıhhatini
engeller"1194.
( ك888الحر ومنافعه مكاس888به إلى يرجع فيما المك888اتب ) "Mükâteb, kazancı ve
menfaatleri hususunda hür gibidir"1195.
( اإلكتس88اب في م88أذون المك88اتب ) "Mükâteb, kazanç elde etme hususunda
me’zundur"1196.
( ال888رق الحرية غلبت إجتمعا إذا وال888رق الحرية ) "Hürriyet ve kölelik ictima
ederlerse, hürriyet köleliğe gâlib olur"1197.
1190 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 473/ IV, 158.1191 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 474/ IV, 159.1192 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 432/ IV, 138.1193 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 433/ IV, 138.1194 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 434/ IV, 139.1195 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 444, 449, 460/ IV, 143, 146, 151.1196 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 445/ IV, 143.1197 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 453/ IV, 148.
226
( ب888األقوى يب888دأ أنه بالتركة المتعلقة ال888ديون في األصل ) "Terikeye müteallik
borçlarda aslolan, en kuvvetliden başlanmasıdır"1198.
12. Kitâbu’l-Velâ
( بالض88مان الخ88راج ) "Bir şeyin nef‘i, zamânı mukabelesindedir". Şa‘bî (v.
103/722) ve İbn Ebî Leylâ’ya (v. 148/765) göre, mu‘tikin vefatından sonra azat ettiği
köle vefat ettiği takdirde velâ, kadının erkek çocuklarına aittir. Çünkü onlar diyet ile
yükümlü oldukları gibi mîras hakkını da elde ederler1199.
( معا وقعا كأنهما يجعل تاريخهما يعرف ال حادثين أمرين كل ) "Aralarındaki vakit
bilinmeyen iki emri hadis, sanki birlikte vuku bulmuş kabul edilir". Bir kimse kölesini
azat etse ve daha sonra ikisi birlikte boğulsa, hangisinin önce öldüğü bilinmeyince,
mevlâ kölesine mirasçı olamaz. Kölenin varisleri yoksa mevlânın mirası asabesine
geçer1200.
( الس8بب بق8در يتقدر الحكم ) "Hüküm, sebebin miktarına göre takdir edilir".
Velânın sübût sebebi ıtk olduğu için, ıtk miktarınca sâbit olur1201.
( باألضعف األقوى رفع يجوز ال ) "Daha kuvvetli olanın daha zayıf olan ile ref‘i
caiz değildir". Velâya talip olan şahıs, vaktiyle bir kimse tarafından azat edilmiş
olmamalıdır. Azat edilmiş ise velâi itaka altında bulunur ve muvâlât akdi sahih olmaz.
Çünkü ( الم88واالة والء من أق88وى العتاقة والء ) "velâi itâka, velâi müvâlâttan daha
kuvvetlidir". Velâi itâka kabili fesh olmadığı ve velâi müvâlât feshedilebildiği için velâi
itâka velâi müvâlâttan daha kuvvetlidir1202.
Kitâbu’l-Velâ’da zikrettiği dâbıtlar şunlardır:
( والحرية ال888رق في األم يتبع الولد )"Çocuk, kölelik ve hürriyette anneye
tabidir"1203.
1198 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 469/ IV, 156.1199 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 493/ IV, 166.1200 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 494/ IV, 166.1201 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 496/ IV, 168.1202 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 506/ IV, 171.1203 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 484, 485, 495/ IV, 162, 167.
227
( األب هو النسب في األصل ) "Nesepte aslolan babadır"1204.
( األب هو الوالء في األصل ) "Velâda aslolan babadır"1205.
( الوالء في األب يتبع الولد ) "Çocuk, velâda babaya tabidir"1206.
( القض88اء أن ت88بين إذا إال ينافيها ما يسمع ال فإنه بقضية قضى إذا القاضي أن األصل باطال كان األول ) "Kâide: Hâkim bir konuda hüküm verince, ilk verdiği hükmün geçersiz
olduğu ortaya çıkmadığı sürece verdiği hükmü nefyedecek şeyleri dikkate almaz"1207.
( الم888واالة والء من أق888وى العتق والء ) "Velâi itk, velâi müvâlâttan daha
kuvvetlidir"1208.
13. Kitâbu’l-İcâre
( البيع يحتمل ال المعدوم ) "Ma‘dûm, bey‘e konu olamaz". Ebubekir el-Esam’a (v.
200/816) göre icare akdi caiz değildir. Çünkü icare, menfaatin satımıdır ve akit
esnasında menfaatin bulunmaması, olmayan bir şeyin satımı anlamına geleceği için caiz
değildir1209. Kâsânî (v. 587/1191) onun bu görüşünü, "el-Esam daha dünyada yokken
ümmet bu konuda icma etmiştir" şeklinde eleştirmiştir1210.
( يجتمعان ال الضمان مع األجر ) "Ücret ile zamân müctemi‘ olmaz". Çocuk veya
köle, müstecirin yanında helak olurlarsa, mevlânın izni olmaksızın onları çalıştırdığı
için müstecir gâsıb olur ve meydana gelen zayiatı tazmin ile mükellef olur. Ancak
kendisine ücret gerekmez1211.
( السابقة كالوكالة الالحقة اإلجازة ) "Sonradan verilen icâzet, önceden verilen
vekâlet gibidir". Fuzûlînin yapmış olduğu icare akdine verilen icâzetin sıhhat
1204 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 485, 495/ IV, 162, 167.1205 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 495/ IV, 167.1206 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 485, 509/ IV, 162, 172.1207 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 499/ IV, 169.1208 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 509/ IV, 173.1209 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 512/ IV, 173.1210 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 515/ IV, 174.1211 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 525/ IV, 176; Hadimî, Mecâmi‘, (yzm.), vr. 35b; Mecelle Md. 86. Aynı kâide için
bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 60, 66/ IV, 213, 216.
228
şartlarından biri, ma‘kudun aleyh olan menfaatin, henüz istihsal edilmemiş olmasıdır.
Bu durumda verilen icâzet geçerlidir1212.
( المع88دوم تلحق ال اإلج88ازة ) "Madum olana icâzet verilmez". Yukarıdaki
meselede olduğu gibi, menfaatin elde edilmesinden sonra fuzûlîye verilen icâzet nasıl
geçerli değilse, gâsıba verilen icâzet de geçerli değildir. Şöyle ki gasben yapılmış bir
icareye men lehulicâze, müddetin geçmesinden sonra icâzet verse ma‘kudu aleyh
madum olduğu için muteber olmaz ve ücret gâsıba ait olur1213.
( العقد إبت88داء بمنزلة اإلس88تيفاء قبل العقد إجازة ) "İstîfâdan önce akde verilen
icâzet, akdin başlangıcında verilen icâzet gibidir". Gasben yapılmış bir icareye men
lehulicâze, müddetin bir kısmı geçtikten sonra icâzet verse, İmam Muhammed’e (v.
189/805) göre icâzetten sonraki müddete ait icare bedelini alır. İcazetten önceki
müddetin bedeli gâsıba ait olur1214.
( الفاسد أو الص888حيح بالعقد إال تض888من ال أص888حابنا أصل على المن888افع ) "Bizim
mezhebimizin kabul ettiği kâideye göre menfaatler, ancak sahih veya fâsid akit ile
tazmin edilir". Vekilin sahih veya fâsid olmayan bir şekilde yapmış olduğu akit
neticesinde mülk sahibi bir hak talep edemez1215.
( الفاسد أو الصحيح بالعقد إال تتقوم ال أصلنا على المنافع ) "Bizim kabul ettiğimiz
kâideye göre menfaatler, ancak sahih veya fâsid akit ile değer kazanır". Hâkimin
feshettiği icare akdi bâtıl olur. Bundan sonra ma‘kudun aleyh üzerinde yapılan
tasarruflar, başkasının mülkü üzerinde yapılmış olur ki bunu yapan kişi gâsıp olur1216.
( أن كما بالشك يزول ال بيقين الثابت ألن الفائدة لتوهم يبقى بيقين المنعقد العقد بالشك يثبت ال بيقين الث88ابت غ88ير ) "Kesin olarak mün‘akid olan akit, fayda zannı
sebebiyle, olduğu hal üzere devam eder. Çünkü yakînen sâbit olmayan, şek ile sâbit
olmadığı gibi, yakînen sâbit olan da şek ile zâil olmaz ". Bir kimsenin kiraladığı ev,
1212 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 533/ IV, 177.1213 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 533/ IV, 177.1214 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 533/ IV, 177.1215 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 534/ IV, 177.1216 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 549/ IV, 184. Aynı kâide için bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 23/ IV, 194. Bu kâideye
daha sonra çeşitli şekillerde atıfta bulunmaktadır; bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 74, 79, 80/ IV, 218, 222.
229
kabzettikten sonra yıkılsa; İmam Muhammed’e (v. 189/805) göre, sükna imkânı olması
sebebiyle ma‘kudu aleyh re’sen ortadan kalkmamış olur. Onu yeniden yapma imkânı
olduğu için de kira akdi feshedilmez. Bu da akdin bekâsı için yeterlidir. Bu kâideleri,
Onun bu konudaki görüşünü izah ederken zikretmiş ve hükmü de bunlar üzerine bina
etmiştir1217.
( ج88ائز الوج88وب س88بب وج88ود بعد الحق إسقاط ) "Vücub sebebinin varlığından
sonra hakkın iskatı caizdir". Bir şeyi kiraya veren kişi, onun ücretini kiracıya ibra veya
hibe etse, İmam Muhammed’e (v. 189/805) göre, hibe veya ibra edilen ayn değil de
deyn ise caizdir. Çünkü ( إسقاط اإلبراء ) "ibra, hakkın iskatıdır". Onun bu görüşünü izah
ederken bu kâideyi zikretmiştir1218.
( ج88ائز الوج88وب س88بب وج88ود بعد الوج88وب قبل الحكم تعجيل ) "Vücubtan önce,
vücub sebebinin varlığından sonra, hükmün ta‘cîli caizdir". Kira akdinde, ücretin peşin
verilmesi şart koşulduğu takdirde ücretin muaccelen verilmesi gerekir. Mal sahibinin
kira ücretini tehir etme hakkı bulunduğu gibi bu hakkı iptal edip peşin olarak isteme
yetkisi de bulunmaktadır1219.
( بلد كل ع88ادة على تحمل أنها العقود في لها ذكر ال التي العقود توابع في قالوا قد )
"Fakihler, akdin tevabiinden olup akit esnasında ifade edilmeyen şeylerin, her bölgenin
âdetine hamledileceğini söylemişlerdir". Şahıs kiralama, sütanne tutma veya bir iş için
bir yer kiralama vb. durumlarda, akdin gereklerinden olan şeyler, her bölgenin örfü esas
alınarak dikkate alınır1220.
( اليمين مع األمين قول القول ) "Söz, yemin ile birlikte eminin sözüdür". Çamaşır
sahibi ile kiracı ihtilaf etseler; kiracı elbiseyi geri verdiğini söylese, elbisenin sahibi de
bunu inkâr etse, Ebu Hanife’ye (v. 150/767) göre, kiracı kabz hususunda emin olduğu
için onun sözüne itibar edilir. İmâmeyn ise "ecir-i hass emindir"1221 dâbıtını esas alarak,
çamaşır sahibinin sözüne itibar edileceğini söylemişlerdir1222.
1217 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 27/ IV, 196.1218 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 38/ IV, 202.1219 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 40/ IV, 203; Mecelle Md. 468.1220 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 53/ IV, 209.1221 Bkz. Mecelle Md. 610.1222 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 56/ IV, 211.
230
( المنكر على الش888رع أص888ول في اليمين ) "Şer‘î esaslarda yemin, münkir
üzerinedir".
( الش88رع أص88ول في المنكر وظيفة اليمين ) "Şer‘î esaslarda yemin, münkirin
üzerinedir". Kiralanan bir şeyin menfaatlerinden istifade edilmeden kiracı ile mal sahibi
ücretin miktarında ihtilaf edecek olurlarsa, akit sahih olur. Ancak her ikisine de yemin
ettirilir. Çünkü ikisi de bir açıdan münkir, bir açıdan da müddaidirler1223.
( يمينه مع المنكر قول القول ) "Söz, yemin ile birlikte münkirin sözüdür". Bir
kimse, kendisine bir elbise dokuması için dokumacıya ip verse ve gerektiğinde kendi
yanında bulunan iplikten eklemesini söylese; iş bittikten sonra dokumacı, üzerine iplik
eklediğini iddia etse ve iplik sahibi bunu inkâr etse, iplik sahibinin sözüne itibar edilir.
Çünkü dokumacı müddai, o ise münkirdir1224.
( منفي الحرج ) "Zorluk kaldırılmıştır". Kiracının teaddisi ile kiralanan şey telef
olsa veya kıymetine bir noksan gelse, bu durumda ecir-i hass ile müşterek arasında bir
fark yoktur ve gereken kıymeti öder. Eğer kiracı, kastı olmaksızın bir hata sebebiyle
mala zarar vermişse, ecir-i hass ise bunu tazmin etmez; ecir-i müşterek ise Eimme-i
Selase’ye göre tazmin eder. İmam Züfer’e (v. 158/775) göre, bundan sakınması zorluğa
yol açacağı için tazmin etmez1225.
( كالمشروط المعتاد ), ( كالمشروط المتعارف )1226 "Örfen maruf olan şart kılınmış
gibidir". Kiracı, kiraladığı hayvanı sahibinin izni olmaksızın dövse veya dizginlese,
hayvan da bu sebepten telef olsa; Ebu Hanife’ye (v. 150/767) göre kıymetini tazmin
eder. İmâmeyn, müstecirin hayvanı mutad vech ile dövmesi veya dizginlemesi sonucu
hayvan telef olsa, tazmin etmeyeceği görüşündedirler. Onların görüşünü izah ederken
bu kâideyi zikretmiştir1227.
1223 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 72/ IV, 218.1224 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 77/ IV, 220.1225 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 56-57/ IV, 211.1226 Muhakkikin dipnotta belirttiğine göre başka bir nüshada bu şekilde geçmektedir. Biz de tercümede,
Mecelle’ye uygun olması sebebiyle bunu esas aldık.1227 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 59/ IV, 213; Mecelle Md. 43.
231
( دونه أو مثله هو بما إذن بالشيء اإلذن ) "Bir şeye verilen izin, kendi misli veya
daha azı için de izindir". Bir kimse, kiraladığı yük hayvanına muayyen miktardan fazla
ve hayvanın takatinin üzerinde yük yüklese ve bunun üzerine hayvan telef olsa,
kıymetinin tamamını tazmin ile mükellef olur. Eğer muayyen miktara mümasil veya
daha aşağı bir miktar yüklese ve hayvan telef olsa tazmin gerekmez. Bu kâideyi, verilen
bu hükmün illeti olarak zikretmiştir1228.
( نصا كالثابت داللة الثابت ) "Delâleten sâbit olan, nass ile sâbit gibidir". Kiracı
ile mal sahibi arasında ücretin aslı hakkında meydana gelen ihtilafta, İmâmeyn’e göre,
kiracının o işi yaptığına delalet eden bir şey varsa, kiracının sözüne itibar edilir1229.
( الغاية وج88ود عند ينتهي غاية إلى ثابتال ) "Bir gaye için sâbit olan hüküm, o
gayenin varlığı ile sona erer". Herhangi bir özür olmadığı sürece, akit esnasında
belirlenen vaktin bitmesi ile icare akdi sona erer ve akit feshedilir1230.
Kitâbu’l-İcâre’de zikrettiği bazı dâbıtlar şunlardır:
( للمالك المملوك كسب ) "Kölenin kazancı efendisinindir"1231.
( والفاسد الصحيح يتناول العقد مطلق ) "Mutlak olarak yapılmış akit, sahih ve
fâsid akdi kapsar"1232.
( عن88دنا العقد بنفس يثبت ال المطلقة اإلج88ارة في الحكم ) "Bize göre, mutlak
olarak yapılmış bir icare akdinde, sadece akdin kendisi ile hüküm sâbit olmaz"1233.
( التسليم يحتمل ال المعدوم ) "Ma‘dûm, teslime konu olamaz"1234.
( المعتاد إلى ينصرف العقد مطلق ) "Mutlak olarak yapılmış akit, mutâd olana
hamledilir"1235.
1228 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 60/ IV, 213.1229 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 79/ IV, 222.1230 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 82/ IV, 223.1231 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 525/ IV, 176.1232 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 534/ IV, 177.1233 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 537/ IV, 179.1234 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 537-538/ IV, 179.1235 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 547/ IV, 183.
232
( الع88ادة على محمول المطلق ) "Mutlak olarak yapılmış akit, adeten geçerli
olana hamledilir"1236.
( العقد فس88اد توجب عليه المعقود جهالة ) "Ma‘kudu aleyh hakkındaki cehalet,
akdin fesadını gerektirir"1237.
( اإلج88ارة يفسد ال الط88اريء الشيوع ) "Şuyûu târi (akit yapıldığı sırada aslen
mevcut olmayıp sonradan meydana gelen şuyû) icare akdini ifsad etmez"1238.
( البياع88ات في ك88الثمن اإلج88ارات في األج88رة ) "İcare akitlerinde ücret, satım
akitlerindeki semen gibidir"1239.
( يمينه مع مضى فيما المس88تأجر ق88ول الق88ول ) "Geçmiş olan kira müddeti
hususunda söz, yemin ile birlikte müstecirin sözüdür"1240.
( يمينه مع الب88دل مقدار في المستأجر قول القول ) "Bedelin miktarı hususunda
söz, yemin ile birlikte müstecirin sözüdür"1241.
14. Kitâbu’l-İstısnâ‘
( واإلحتم88ال الشك مع موض88وعه عن العقد يخ88رج ال ) "Akit, şek ve ihtimal ile
mevzusundan çıkmaz".
( األلف88اظ لص88ور ال لمعانيها العق88ود في الع88برة ) "Ukûdda i‘tibar maâniyedir,
lafızların suretlerine değildir". Ebu Hanife’ye (v. 150/767) göre, kendisinde istısna‘ cari
olan herhangi bir şeyde müddetin zikredilmemesi istısna‘ akdinin cevaz şartıdır. Müddet
zikredilince selem akdi olur. İmâmeyn’e göre ise istisna‘ cari olan bir şeyde gerek
müddet zikredilsin ve gerek zikredilmesin istisna‘ cari olur. İlk kâideyi İmâmeyn’in
görüşünü; ikinci kâideyi de Ebu Hanife’nin (v. 150/767) görüşünü izah ederken
zikretmiştir1242.1236 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 547/ IV, 183.1237 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 552/ IV, 185.1238 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 559/ IV, 187.1239 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 41/ IV, 203, 204.1240 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 73/ IV, 219.1241 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 73/ IV, 219.1242 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 86-87/ V, 3.
233
15. Kitâbu’ş-Şuf‘a
( أح88دهما وج88ود عند ي88ترك ال بش88رطين المعلق ) "İki şarta bağlı olan hüküm,
şartlardan birinin varlığı ile terkedilmez". Hanefi mezhebine göre şuf‘anın üç sebebi
vardır. Bunlar; satılan şey üzerinde ortaklık, satılan şeyin haklarından birlikte istifade ve
bitişik komşuluktur. İmam Şafiî’ye (v. 204/820) göre şuf‘a hakkını doğuran tek sebep,
satılan şey üzerinde hissedar olmaktır. Onun bu konudaki dayanağı, "taksim olunmamış
her malda şuf‘a vardır. Sınırlar konulup, yollar açılınca artık şuf‘a kalmaz" hadisidir.
Kâsânî (v. 587/1191), hadiste şuf‘anın kalmamasının iki şarta bağlandığını ve bu
ikisinden birinin varlığı ile hükmün terk edilemeyeceğini söylemiş ve görüşünün
dayanağı olarak bu kâideyi zikretmiştir1243.
( بالشك يثبت ال بيقين الثابت غير ) "Yakînen sâbit olmayan, şek ile sâbit olmaz".
Şuf‘a hakkının vücub şartlarından birisi de meşfuun, muâveze akdi ile başkasına intikal
etmiş olmasıdır. Eğer akde konu olan akar muâveze karakterli bir akit dışında veya
muâveze olup olmadığı şüpheli bir akde konu olmuş ise ihtimal sebebi ile şuf‘a hakkı
kullanılamaz1244.
( بالعقد تتقوم المنافع ) "Menfaatler, akit ile değer kazanır". İmam Şafiî (v.
204/820), Hanefi mezhebinin aksine, şuf‘a hakkının kullanılması için müşterinin
ödeyeceği bedelin mal olmasının şart olmadığı görüşündedir. Ona göre diyet tazminatı,
mehir bedeli, bir hizmetin ücreti gibi mal olmayan bir bedel karşılığında akarın
mülkiyetten çıkması durumunda da şuf‘a hakkı kullanılabilir. Onun bu görüşünü izah
ederken bu kâideyi zikretmiştir1245.
( الش8رط وج8ود عند س8ببا ينعقد إنما الس8بب ) "Sebep, şartın varlığı ile sebep
olarak inikad bulur". Şuf‘a sahibinin, akarın satımı esnasında şuf‘a sebebi olan akara
mâlik bulunuyor olması gerekir. Akdin gerçekleştiği esnada böyle bir mülkiyet yoksa
şuf‘a hakkı da olmaz1246.
1243 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 96/ V, 5.1244 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 113/ V, 11.1245 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 116/ V, 12.1246 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 121/ V, 14.
234
( قاصرة حجة اإلقرار ) "İkrar hücceti kasıradır". İkrar hücceti kasıra olduğu için
ikrar ile sâbit olan mülkiyet, ikrarda bulunanı ilgilendirir. Onun ikrarıyla müşteri için bir
şey sâbit olmaz1247.
( المع88امالت في ش88رعا اإلعتب88ار س88اقطا والعدالة الع88دد ) "Muâmelât ile ilgili
konularda, şahitlerin sayı ve adaletine hukuken itibar edilmez". İmâmeyn’e göre, şuf‘a
hakkı sahibi, ilgili akarın satımını adil olsun olmasın, bir kişiden duyduktan sonra
talepte bulunmamışsa şuf‘a hakkı sâkıt olur1248.
( بإبطال إال يبطل ال إلنسان ثبت متى الحق أن األصل ) "Kâide: Hak, bir insan için
sâbit olduğu zaman, ancak iptal edilince geçersiz olur". Ebu Hanife’ye (v. 150/767)
göre şefiin şuf‘a hakkını kullanırken gecikmesi, şuf‘a hakkını geçersiz kılmaz1249.
( مح88ال وجوبه س88بب ووج88ود وجوبه قبل الحق إس88قاط ) "Vücubundan önce ve
vücub sebebinin varlığından önce hakkın iskatı muhaldir". Şuf‘a hakkı sahibinin, ilgili
akarın satımına açık veya kapalı bir şekilde rıza göstermesi halinde bu hakkı düşer.
Şuf‘a hakkının teslimi, hakkın iskatı anlamına geldiği için satımdan önce gerçekleşmez;
ancak satımdan sonra gerçekleşir1250.
( الحق إبط88ال الحق سبب إبطال ) "Hakkın sebebinin geçersiz olması, hakkın
geçersiz olmasıdır". Şuf‘a hakkı sahibi, kendisinin meşfuun bih olan mülkünü tamamen
satsa, istihkakın sebebi olan mülke komşuluk ortada kalktığı için şuf‘a hakkı sâkıt
olur1251.
( جديد بس88بب إال يع88ود ال بطل بعدما الحق ) "Bir hak geçersiz olduktan sonra,
ancak yeni bir sebep ile geri gelir". Şuf‘a hakkı sahibi, ilgili akarı fâsid bir akit ile satsa
ve müşteri de bunu kabzetse, şuf‘a hakkı sâkıt olur. Bu satım akdini bozsa da hüküm
değişmez. Çünkü bu hak artık geçersiz olmuş ve yeni bir sebep olmadığı sürece geri
gelmez1252.1247 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 123/ V, 14-15. Ayrıca bkz. Mecelle Md. 78. Hassâf’ın (v. 261/875) şuf‘a hakkı
ile ilgili bir görüşünü eleştirirken aynı kâideyi zikretmiştir. Bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 123-124/ V, 15.1248 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 128/ V, 17.1249 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 132/ V, 19.1250 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 137/ V, 19.1251 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 139/ V, 20.1252 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 139/ V, 20.
235
( ضرر ثبوته بعد الشيء إبطال ) "Sâbit olduktan sonra bir şeyin iptal edilmesi
zarardır". Hîle, şuf‘a hakkının sübûtundan sonra oluduğu takdirde ihtilafsız olarak
mekruh kabul edilmiştir. Hakkın sübûtundan önce olursa, İmam Muhammed’e (v.
189/805) göre, sâbit olan hakkın iptali anlamına geleceği için bu durumda da
mekruhtur1253.
( اإلبتداء من أسهل البقاء ) "Bekâ ibtidadan esheldir". Şuf‘a hakkı sahibi, şayi
hissesi bulunan akarın bir parçasını satsa geriye kalan kısmında şuf‘a hakkı devam eder.
Çünkü geriye kalan kısım, iptidâen şuf‘a hakkına sahip olmaya elverişli olunca bekâen
elverişli olması evladır1254.
( محال به العلم بدون بالشيء الرضا ) "Bir şeyi bilmeksizin ona rıza göstermek
muhaldir". Şuf‘a hakkı sahibinin, satılan akar ile ilgili olarak müşteri ile pazarlık
yapması, onu kiralaması vb. durumlar, onun şuf‘a hakkından vazgeçtiğine ve yapılan
satım akdine rıza gösterdiğine delalet eder. Çünkü bu akitler, ancak alışverişten
haberdar olduktan sonra olabilirler1255.
( متن88اقض بالض88رر الض88رر دفع ) "Zararın zarar ile def‘i, birbiriyle çelişir".
Şuf‘anın iki temellük şartı vardır: Birincisi, müşterinin rızası veya hâkimin kazası;
ikincisi ise temellükün, akdin tefrikini gerektirmemesidir. Şöyle ki, şuf‘a hakkı sahibi,
bir kimsenin satın aldığı akarın bir kısmını terk edip diğer kısmını cebren satın alamaz.
Çünkü bu, müşteriyi zarara sokar1256.
( األصل حكم التبع حكم ) "Tabi olanın hükmü aslın hükmüdür". Şuf‘a hakkı
akarda sâbit olunca, akara tabi olan bina, ağaç, ekin, meyve vb. şeyleri de kapsar1257.
( الموكل مق888ام ق888ائم بالتوكيل الوكيل ) "Vekil, vekil kılınmakla müvekilin
makamına kâimdir". Satılan bir akarı alma hususunda vekil tayin edilen, onu müşteri
adına alabilir. Çünkü ( لنفسه المشتري بمنزلة أصل الحقوق في الوكيل ) "vekil, haklar
1253 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 172/ V, 35.1254 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 139/ V, 20. Bkz. Mecelle Md. 56.1255 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 141/ V, 21.1256 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 148/ V, 25. Bkz. Mecelle Md. 1041.1257 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 153/ V, 28.
236
hususunda kendi adına alıyormuş gibi asıldır". Daha sonra şefi‘ ortaya çıkınca, akar
vekilin elinde ise onu hak sahibine asilmiş gibi verebilir1258.
( يمينه مع المنكر قول القول ) "Söz, yemin ile birlikte münkirin sözüdür". Şuf‘a
hakkı sahibi ile müşteri, semenin cinsinde ihtilaf etseler, yemin etmek kaydıyla
müşterinin sözüne itibar edilir1259.
( المنكر قول القول ) "Söz, münkirin sözüdür". Şuf‘a hakkı sahibi ile müşteri,
semenin miktarında ihtilaf ettiklerinde, yemin ettiği takdirde müşterinin sözüne itibar
edilir1260.
( ع88ارض والفس88اد العقد في أصل الص88حة أن الج88امع ) "Kâide: Akitte aslolan
sıhhattir, fesâd arızidir". Ebu Yusuf’a (v. 182/798) göre şuf‘a hakkı sahibi ile müşteri
veya satıcı arasında akdin sıhhat ve fesadı hususunda vuku bulan ihtilafta, akdin
sıhhatini iddia edenin sözüne itibar edilir1261.
Kitâbu’ş-Şuf‘a’da zikrettiği dâbıtlara şunlar örnek verilebilir:
( الج88ار على مق88دم الش88ريك ) "(Şuf‘a hakkında) müşterek mâlik, komşudan
önceliklidir"1262.
( إنتهاء معاوضة إبتداء تبرع عندنا العوض بشرط الهبة ) "Bize göre, ıvaz şartıyla
yapılan hîbe, ibtidâen teberru; intihâen muâvezedir"1263.
( الفاسد البيع في شفعة ال ) "Fasit bey‘ akdinde şuf‘a hakkı olmaz"1264.
1258 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 160/ V, 30.1259 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 161/ V, 31. 1260 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 163/ V, 31. Aynı kâide için bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 169/ V, 33.1261 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 170/ V, 34.1262 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 108, 109, 110, 125, 143/ V, 9, 15, 22, 34.1263 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 112/ V, 11.1264 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 120/ V, 14.
237
16. Kitâbu’l-Buyû‘
( للصورة ال للمعنى العبرة ) "İtibar suretlere değil manayadır". Satım akdi, malın
mal ile mübadelesi anlamını ifade eden mâzî îcâb ve kabul siygalarının hepsi ile
mün‘akit olur. Bu siygaların şekillerinden ziyade ifade ettikleri anlam önemlidir1265.
( منفي الضرر ) "Zarar, (şer’an) kaldırılmıştır". Satım akdinde, kabulün îcâba
muvafakati gereklidir. Satıcının îcâbına karşılık müşterinin kabulünün satıcıyı zarara
sokamayacak şekilde olması gerekir1266.
( كتابه الغائب خطاب ) "Gâibin hitabı, yazısıdır". Akit, yüz yüze olabileceği gibi
risâlet ve kitâbet ile de olabilir. Gâib olan bir kimsenin kitâbet yoluyla yapmış olduğu
îcâbı, karşı taraf kabul ederse, aynı mecliste karşılıklı olarak yapılan îcâb kabul gibi akit
tamamlanmış olur1267.
( الش8رط وج8ود قبل ع8دم بالشرط المعلق ) "Şarta bağlı olan bir şey, şartın
varlığından önce yok kabul edilir". Hanefi mezhebine göre müdebber köle satım akdine
konu olmazken, İmam Şafiî’ye (v. 204/820) göre olabilir. Çünkü onun özgürlüğüne
kavuşması, efendisinin ölümüne bağlıdır ve akit esnasında bu şart yoktur. İmam
Şafiî’nin (v. 204/820) bu konudaki görüşünü izah ederken öce konu ile ilgili iki rivayet
aktarmış daha sonra bu kâideyi zikretmiştir1268.
( الشرط وجود عند كالمنجز بالشرط المعلق ) "Şarta bağlı olan hüküm, şartın
varlığı durumunda müneccez gibidir". Ebu Hanife’ye (v. 150/767) göre muhayyerlik
hakkı satıcıda olursa mebi‘, alıcıda olursa semen onun mülkiyetinden çıkmaz. Bu
durum, semenin satıcının mülkiyetine, mebiin de alıcının mülkiyetine girmesini
engeller. Müşterinin muhayyerlik hakkına örnek verirken bu kâideyi zikretmiştir1269.
( العلة خصوص مع الحكم يتعمم ال ) "Hüküm, illetin özel oluşu ile umumileşmez".
Bir satım akdinde, mal olan ve mal olmayan iki şey bir arada satılsa ve bunların her
1265 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 528/ V, 133. Aynı kâide için bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 382/ V, 306.1266 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 538/ V, 136.1267 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 538/ V, 138.1268 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 550/ V, 141.1269 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 286/ V, 265.
238
birinin fiyattaki payları belirtilmese, akit mün‘akid olmaz. Ebu Hanife’ye (v. 150/767)
göre her birinin payı açıklansa da durum böyledir. İmâmeyn’e göre ise ( بقدر الفساد والمفسد العلة بق88در يثبت الحكم ألن المفسد ) "fesâd, müfsidin miktarına göre takdir
edilir; çünkü hüküm, illet ve müfsid miktarına göre sâbit olur"; dolayısıyla mal olan için
akit mün‘akid olur. Çünkü akdi fâsid kılan unsur bellidir ve fesâd hükmü onunla
sınırlandırılır, akdin diğer kısmını içine almaz1270.
( العلة بقدر يثبت الحكم ) "Hüküm, illet miktarınca sâbit olur". İbn-i Ebî Leylâ
(v. 148/765) dışındaki âlimlerin çoğunluğuna göre, mebiin bir kısmında ikâle caizdir.
Bu şekildeki ikâle, akdin tamamını infisah etmez, sadece ikâlenin yapıldığı kısmı
fesheder1271.
( العلة وفق على يثبت الحكم ) "Hüküm, illete uygun olarak sâbit olur". Bu
kâideyi, şirket-i inân ortaklığı yoluyla ortak olan kimselerin yapmış oldukları tasarruflar
ile ilgili olarak Zâhiru’r-Rivâye’de geçen bir örneği izah ederken zikretmiştir1272.
( األصل على والع888دم الوج888ود تحتمل لفائ888دة ينعقد ال بيقين منعق888دا يكن لم ما واإلحتمال بالشك يثبت ال أنه بيقين ثابتا يكن لم ما إن المعهود ) "Yakînen sâbit olmayan bir
şey, şek ve ihtimal ile sâbit olmaz meşhur kâidesine göre; yakînen mün‘akid olmayan
bir şey, varlık ve yokluk ihtimali bulunan bir fayda için de mün‘akid olmaz".
( بالشك ي88زول ال ب88اليقين الث88ابت ) "Yakîn ile sâbit olan, şek ile zâil olmaz".
Zâhiru’r-Rivâye’de geçtiği üzere, satıcının akit esnasında malı teslim kudreti, akdin
inikad şartıdır. Âbıkta olduğu gibi, mal akit esnasında satıcının mülkiyetinde olup ta
bunu teslim etmekten aciz ise akit mün‘akid olmaz. Çünkü satıcının akit esnasında malı
teslim etmekten aciz olduğu kesindir, akitten sonra teslim edeceği ise şüphelidir. İlk
kâideyi, Zâhiru’r-Rivâye’de geçen bu görüşü izah ederken zikretmiştir. Ancak malı
teslim acziyeti bey‘den sonra ve kabzdan önce olursa (mesela kölenin satıldıktan sonra
ve kabzedilmeden önce kaçması gibi) akit münfesih olmaz. Çünkü malı teslim imkânı
akit esnasında yakînen sâbitken daha sonra, teslim kudreti ihtimali olmakla beraber, bu
imkân ortadan kalkmıştır. Dolayısıyla akit esnasında teslim imkânı kesin olarak
1270 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 562-563/ V, 145.1271 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 161/ V, 215.1272 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 188/ V, 227.
239
bulunuyorken sonra bu imkân şüpheli hale gelmiştir. İşte bu durumu açıklarken, birinci
mesele ile aralarındaki farkı izah etmek için ikinci kâideyi zikretmiştir1273.
( الشك مع يثبت ال بيقين ثابتا يكن لم ما إن المعه8888ود األصل ) "Bilinen kâide:
Yakînen sâbit olmayan bir şey, şek ile sâbit olmaz". Fuzûlînin tasarrufunun icâzete bağlı
olduğunu; akit esnasında izin verecek kimsenin bulunması şartıyla, kendisine icâzet
verilirse nâfiz, verilmezse, ileride verilmesi muhtemel izin sebebiyle nâfiz
olamayacağını açıklarken bu kâideyi zikretmiştir1274.
( ّ شيء في والحرام الحالل اجتمع ما الحالل الحرام غلب وقد إال ) "Bir şeyde helal
ile haram bir arada bulunursa, haram, helale galib gelir".
( أنه شرطه وجود في الشك وقع إذا شرط على المعلق الحكم في المعهود األصل بالشك ي88زول ال بيقين الث88ابت أن كما بالشك يثبت ال بيقين الث88ابت غ88ير ألن يثبت ال ) "Şarta
bağlı hükümde bilinen kâide: Hükmün şartının varlığında şüphe vaki olduğunda hüküm
sâbit olmaz. Çünkü yakînen sâbit olan şek ile zâil olmadığı gibi; yakînen sâbit olmayan
da şek ile sâbit olmaz". ( فال ال وما المجازفة فيه ج88از المفاض88لة فيه ج88ازت ما كل )
"Müfadelenin caiz olduğu her akitte, götürü usûlü satım caizdir; müfadelenin caiz
olmadığı akitlerde götürü usûlü satım da caiz değildir". Ribevî mallarda götürü usûlü
satım, riba ihtimali sebebiyle caiz değildir. Çünkü ribanın cereyan ettiği mallarda
mümâselet ve ribanın olmayışı akdin sıhhat şartıdır. Götürü usûlü satımda mümâseletin
gerçekleştiği bilinmediği için akdin sıhhat şartının varlığı şüpheli hale gelir. Bu konuyu
izah ederken meseleyi bir dâbıt ve zikredilen kâideler üzerine temellendirmiştir1275.
( الموكل كفعل الوكيل فعل ) "Vekilin fiili, müvekkilin fiili gibidir". Çocuk, talak,
köle azadı, hîbe ve değerinin üzerinde bir şey almak vb. muameleler için vekil tayin
etse, vekil de bu muameleleri onun adına yürütse bakılır; eğer vekil bu tasarrufları
bulûğdan önce yerine getirmişse bâtıl olur. Çünkü o, küçük çocuğun vekilidir1276.
( عنه المن888وب كتص888رف الن888ائب تص888رف ) "Vekilin/temsilcinin tasarrufu,
müvekkilin/temsil ettiği kişinin tasarrufu gibidir". Birisine niyâbeten tasarrufta bulunan
1273 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 569-571/ V, 147.1274 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 577/ V, 149.1275 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 83/ V, 193.1276 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 578/ V, 150.
240
vekilin, karşı tarafla bir anlaşmazlık çıktığı zaman sorumlu olduğunu izah ederken bu
kâideyi zikretmiştir1277.
( الس88ابقة الوكالة بمنزلة الالحقة اإلج88ازة ) "Sonradan verilen icâzet, önceden
verilen vekâletin yerine geçer". Fuzûlîye sonradan verilen icâzet ile fuzûlî vekil gibi
olur1278.
( هو كأنه مقامه قائم الشيء خلف ) "Bir şeyin halefi, sanki o şeymiş gibi onun
makamına kâimdir". Babanın, çocuk için tayin ettiği vâsî, babanın yerini alır1279.
( بالشرط كالمشروط بالعرف المعروف ) "Örfen maruf olan şey şart kılınmış
gibidir". Satış akdinde, satılan şeyin şâmil olduğu veya olmadığı şeyler, tasrih
edilmesine gerek kalmadan akdin yapıldığı yörenin örfüne göre tespit edilir. Bu konuda
örf belirleyici olur1280.
( المتعارف إلى ينصرف المطلق ) "Mutlak olan, yaygın olana hasredilir". Ağaç
üzerinde bulunup ta henüz olgunlaşmamış meyvenin veya ziraî ürünün herhangi bir şart
koşulmadan satımı, İmam Şafiî’ye (v. 204/820) göre caiz değildir. Çünkü halk arasında
yaygın olan, ağacın meyvesinin veya ziraî ürünün olgunlaşana kadar bırakılmasıdır.
Dolayısıyla bu, akit esnasında ifade edilmese de meyve koparılamaz veya ziraî ürün
biçilemez, olgunlaşması beklenir1281.
( مطلقة حجة وعادتهم المسلمين عرف ) "Müslümanların örf ve adetleri mutlak
hüccettir". Murabaha akdinde nelerin maliyete dâhil olup olmayacağı belirlenirken,
Müslüman tüccarlar arasındaki ticari ilişkilerde maliyetten sayılan ve sayılmayan şeyler
esas alınır1282.
1277 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 325/ V, 281.1278 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 581/ V, 151. Aynı kâide için bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 106, 171-172, 188/ V,
201, 220, 227.1279 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 584/ V, 152. Aynı kâide için bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 589, VII, 42/ V, 155, 181.1280 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 617/ V, 167.1281 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 22/ V, 173. Aynı kâide için bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 178/ V, 158, 222.1282 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 179/ V, 223.
241
( المنهي فس88اد ي88وجب النهي ) "Nehiy, nehyedilen şeyin fesâdını gerektirir".
Müşterinin, kabzdan önce satın aldığı menkulü satması, Rasulullah (s.a.v)’dan gelen bir
rivayet üzerine yasaktır1283.
( اإلش8تقاق موضع يص88ير مع8نى من مش88تق إسم عقيب ثبت إذا الحكم األص8ل: أن المذكور للحكم علة ) "Kâide: Hüküm, bir manadan müştak bir isimden sonra sâbit
olduğunda, iştikak mahalli (muştakkun minhu), zikredilen hükmün illeti olur".
( إليه يح88ال م88ؤثر وصف عقيب ثبت متى الحكم ) "Hüküm, müessir bir vasıftan
sonra sâbit olduğunda, ona döner (ona uygulanır)".
( الحرمة االبض88اع في األصل الحظر و ) "Nikâhta aslolan hürmet ve yasaktır".
İmam Şafiî (v. 204/820), ribevî mallar ile ilgili meşhur hadiste belirtilen altı sınıf
maddenin temel özelliklerinden hareketle ribanın illetinin, gıda maddesi veya para
olduğunu söyler. Ayrıca "yiyecek karşılığında yiyecek şeyleri, eşit miktarlarda oldukları
takdirde satın" hadisinden de illetin yiyecek oluş olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü hadiste
geçen et-taâm kelimesi, tatmak anlamına gelen et-ta‘mu kelimesinden türemiştir. O
halde bu hüküm bütün yiyecek şeyleri kapsar. Hadiste belirtilen dört grup yiyecek
maddesi, insan yaşamının sürdürülmesi açısından nasıl önemli ise para da yaşamın
sürdürülmesi açısından o kadar önemlidir. İşte bu görüşünü temellendirirken bu üç
kâideyi zikretmiştir. Son kâideyi de hadiste zikredilen altı sınıf maddenin önemini
nikâhın önemi ile mukayese sadedinde zikretmiştir1284.
( له ك88ان إذا عن88دنا عقيبه الم88ذكور للحكم علة يجعل إنما معنى من المشتق اإلسم Bize göre, bir manadan müştak isim, hükümde tesiri olduğunda kendisinden sonra" (أثر
zikredilen hükme illet kılınır". Hanefi mezhebine göre ribâ yasağının illeti, mübadele
edilecek mallar arasında cins ve ölçü-tartı birliğinin bulunmasıdır. Kâsânî (v. 587/1191),
mezhebin görüşünü izah ederken ve İmam Şafiî’nin (v. 204/820) yukarıda ifade edilen
yaklaşımını eleştirirken, onun zikrettiği kâideye karşılık kendilerinin esas aldıkları bu
kâideyi zikretmiştir1285.
1283 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 36/ V, 180.1284 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 60/ V, 183-184.1285 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 63/ V, 185.
242
( الش88رع أحك88ام في األصل هو بالع88دم المغل88وب وإلح88اق الغ88الب إعتبار ) "Baskın
olanın dikkate alınması ve az olanın yok kabul edilmesi, şer-i ahkâmda asıldır".
( للغلبة العبرة ) "Baskın olan durum dikkate alınır". Saf olmayan katkılı paranın
mübadelesinde ribanın gerçekleşmesindeki ölçü, katkı maddelerinin oranlarıdır. Bu
oranlara göre ribâ ahkâmı tahakkuk eder. Bu durumu örneklendirirken bu iki kâideyi
zikretmiştir1286.
( الغ88الب حكم حكمه الن88ادر ) "Nadir olanın hükmü, gâlib olanın hükmüdür".
Selem akdinin sıhhatinin bekâsı için semenin akit meclisinde teslimi şarttır. Kıyasa
göre, semenin ayn olması durumunda böyle bir şart aranmaz, bu şart deyn için
geçerlidir. İstihsana göre ise burada ayn ile deyn arasında bir fark yoktur, her ikisinde
de akit meclisinde teslim şarttır. Çünkü re’sü’l-mal çoğunlukla deyndir, ayn oluşu
nadirdir ve bu da çoğunluğa ilhak edilir1287.
( بالعدم ملحق النادر ) "Nâdir olan, yok hükmündedir".
( يثبت ال أنه ثبوته في الشك وقع إذا بيقين الث88ابت غير ) "Yakînen sâbit olmayan
bir şeyin sübûtunda şek vaki olduğunda, o şey sâbit olmaz".
( بالشك يزول ال أنه زواله في الشك وقع إذا بيقين الثابت ) "Yakînen sâbit olan bir
şeyin zevâlinde şek vaki olduğunda, o şey şek ile zâil olmaz". Bu iki kâideyi el-aslu’l-
ma‘hûd şeklinde vermiştir.
İlk kâideyi, selem akdinde miktarın belirlenmesinin ve bunda esas alınacak
ölçünün şart olmasına karşılık satılan bir ayın için aynı şekilde bir belirlemenin şart
olmamasının, bu iki akit arasındaki farktan kaynaklandığını izah ederken zikretmiştir.
Son iki kâideyi de mebii teslim kudreti açısından aralarındaki farkı izah ederken
zikretmiştir1288.
( بالعدم ملحق النادر ) "Nâdir olan, yok hükmündedir".
1286 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 90/ V, 196.1287 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 117/ V, 203. Ayrıca bkz. Mecelle Md. 387.1288 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 126/ V, 207-208.
243
( بالمتيقن ملحق الشرع أحكام في الغالب ) "Şer‘î hükümlerde, gâlib olan kesin
gibidir".
Selem akdinin cevazı için müsellemün fîhin akit zamanından vade vaktine
kadar mevcut olması gerekir. Mesela mebi‘ bir yörenin buğdayı ise onun o yörede
bulunan bir şey olması gerekir. Hangi yöre olduğu veya nadiren bulunması hükmü
değiştirmez1289.
( بالعدم ملحق النادر ) "Nâdir olan, yok hükmündedir". İmam Şafiî (v. 204/820),
satılan malın satıcının elinde helak olması sebebiyle akdin feshedilmesini engelleme
gerekçesine bağlı olarak, bedelin alınması amacıyla satılan malda satıcının hapis hakkı
olmadığını ifade etmiştir. Kâsânî (v. 587/1191) ise malın, semenin tesliminden önce yok
olmasının nadir olduğunu, dolayısıyla hiç olmuyormuş gibi kabul edilerek satıcının
hapis hakkının bulunduğunu söylemiştir1290.
( اإلبتداء من أسهل البقاء ) "Bekâ ibtidadan esheldir". Gümüş ile tezyin edilmiş
bir kılıç, kap vb. halis gümüş mukabilinde satılsa, taraflar akit meclisinden ayrılmadan
önce kabz olmuşsa, sarf akdi sahih olur; fakat taraflardan biri kabz etmeden akit
meclisinden ayrılsalar sarf akdi sahih olmaz. Söz konusu eşyaların üzerinde bulunan
gümüş, o eşyaya zarar vermeden ondan ayrılıyorsa, bey‘ akdi sahih olur, çünkü bunlar
muhtelif şeylerdir ve ibtidâen satılmaları caizdir. Böyle bir durumda sarf akdinin
geçersiz olması mutlak bey‘ akdine etki etmez1291.
( عن88ده الكل إلى الفس88اد يتع88دى والفاسد الص88حيح على إش88تملت إذا الص88فقة يتعدى ال وعندهما ) "Akit, sahih ve fâside şamil olunca, Ebu Hanife’ye göre fesâd bütüne
geçer; İmam Ebu Yusuf ile Muhammed’e göre fesâd bütüne geçmez". Bir dinarı on
dirheme vadeli olarak satın alan bir kimse, akit meclisinde on dirhemin bir kısmını nakit
olarak verdiğinde, Ebu Hanife’ye (v. 150/767) göre akdin tamamı fâsit olur. İmâmeyn’e
göre akit, kabzedilen miktarınca sahih olur. Mezhep imamları arasındaki görüş
ayrılığının bu kâide üzerine kurulu olduğunu söylemiştir1292.
1289 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 140/ V, 211.1290 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 247/ V, 249.1291 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 166/ V, 217. Aynı kâide için bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 388/ V, 309.1292 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 166/ V, 217.
244
( جبار العجماء فعل ) "Hayvanatın kendiliğinden olarak fiili hederdir". Satılan iki
hayvandan biri kabzdan önce diğerini öldürürse, öldürülen hayvanın hissesi fiyattan
düşer. Bu durumda müşteri muhayyerdir; isterse diğerini fiyattaki hissesi ile alır, dilerse
terk eder1293.
( كان ما على كان ما بقاء الظاهر ) "Bir şeyin olduğu hal üzere kalması asıldır".
Müşteri ile satıcı mebiin yokolması hususunda ihtilaf etseler, mebiin satıcının elinde
olması ve karinenin müşteriyi desteklemesi sebebiyle, yeminle beraber söz müşterinin
sözüdür1294.
( الحكم ذلك في غ88يره يس88تتبع ال حكم في لغ88يره تابعا ك88ان ما ) "Bir hükümde
kendisinden başka bir şeye tabi olan, o hükümde kendisi dışında bir şeyi doğurmaz".
Mebiin zevâidinden olan şeylerin de mebi‘den olduğu hususunda Hanefi fakihler
arasında ittifak olmakla beraber; kabzdan sonra ortaya çıkan zevâidin akitteki
hisselerinde ihtilaf bulunmaktadır. Bu konudaki görüş ayrılığını izah ederken bu kâideyi
zikretmiştir1295.
( الخلف إلى المص8ير تمنع األصل على الق8درة ) "Aslı yapabilme imkânı, halefe
gidilmesini engeller". Müşterinin, satın aldığı bir malda çıkan kusur sebebiyle alıcıdan
noksân-ı semen1296 ile rücu‘ talebinde bulunabilmesinin ilk şartı, malı redde mani bir
durumun olmasıdır. Noksân-ı semen, reddin yerini aldığı için, reddetme imkânı
bulunduğu takdirde noksân-ı semene gidilmez1297.
( الخلف حكم يبطل ال بالخلف المقصود حصول بعد األصل على القدرة ) "Halef ile
maksadın gerçekleşmesinden sonra aslı yapabilme imkânı, halefin hükmünü iptal
etmez". Âmâ olan bir kimseye, malın vasıfları anlatıldıktan sonra o da buna razı olsa;
malın ona vasfedilmesi görmenin yerini aldığı için daha sonra iyileştiğinde görme
muhayyerliği bulunmaz1298.
1293 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 229/ V, 240; bkz. Mecelle Md. 94.1294 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 232/ V, 242; bkz. Mecelle Md. 5.1295 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 263/ V, 258.1296 "Noksan-ı semen: Bîgaraz bilirkişilerin belirleyecekleri semendeki noksanlık". Bkz. Erdoğan, Sözlük,
s. 371; Bilmen, Kamus, VI, 73.1297 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 341/ V, 289.1298 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 365/ V, 298.
245
( الغاية وجود عند ينتهي غاية إلى قتؤالم ) "Bir gaye için konulmuş muvakkat
hüküm, o gayenin varlığı ile sona erer". Muhayyerlik için tespit edilen süre bitince,
muhayyerlik hakkı da kendiliğinden düşer1299.
( بالعدم يلحق ارتفع إذا أصل على عارض كل ) "Asılda meydana gelen her ârızî
durum, ortadan kalkınca yok kabul edilir". Kerhî’nin (v. 340/952), ayıp muhayyerliği
hususunda Hanefi fakihler arasındaki bir ihtilafı izaha dair görüşünü aktarırken bu
kâideyi zikretmiştir1300.
( الحكم إختالف ي88وجب الس88بب إختالف ) "Sebebin farklı oluşu, hükmün farklı
olmasını gerektirir". Çocuk ile büyüğün aynı olan bazı tasarruflarının sebepleri farklı
olduğu için bunlara verilecek hüküm de farklı olur1301.
( عارض والوجود أصل العيب عدم ) "Ayıbın yokluğu asıl, varlığı ârızîdir". Eğer
ibrâ, akit esnasında var olan ve müşterinin tayin ettiği özel bir ibrâ olur da sonra taraflar
arasında anlaşmazlık çıkarsa, müşterinin sözüne itibar edilir. Çünkü böyle bir ibrâ, akit
haline has bir ibrâ olduğu için ancak akit esnasında var olan kusurları kapsar. Bu
durumda, var olan kusur ârızî olduğu için onun iki vakitten en yakınına izafe edilmesi
kâideye daha uygundur1302.
( المنكر ق8ول الق8ول ) "Söz, münkirin sözüdür". Görme muhayyerliği başlığı
altında zikrettiği bu kâideyi, alıcı ile satıcının, satılan malın değişip değişmediği
hususunda ihtilaf etmeleri durumunda müşterinin ârızî bir durumu iddia etmesinden
ötürü, yemin ile beraber satıcının sözüne itibar edileceğini izah ederken verilen hükmün
dayanağı olarak zikretmiştir1303.
( األصل حكم التبع حكم ) "Tabi olanın hükmü aslın hükmüdür". Alıcı, mebiin
aslını gördükten sonra ona tabi olan şeyleri görmese de malı aldıktan sonra görme
muhayyerliği kalkmış olur1304.
1299 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 291/ V, 267. Aynı kâide için bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 343/ V, 290.1300 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 297/ V, 269.1301 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 315/ V, 276.1302 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 317-318/ V, 278; Ayrıca bkz. Mecelle Md. 9 ve Md. 11 1303 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 350/ V, 293.1304 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 351/ V, 293.
246
( النص بصريح كالثابت النص بداللة الثابت ) "Nassın delâleti ile sâbit olan nasın
sarahati ile sâbit gibidir". Satılan malın kusurlu olmayışı, akit kurulurken delâleten şart
koşulmuş kabul edildiği için ayıp muhayyerliğinin düşmesi, alıcı ve satıcının şart
koşması ile sâbit olur1305.
Kitâbu'l-Buyû'da zikrettiği dâbıtların bir kısmı şunlardır:
( ال88بيع ص88حة تمنع الثمن جهالة ) "Semen hakkındaki cehalet, bey‘in sıhhatini
engeller"1306.
( ال88بيع ص88حة تمنع الم88بيع جهالة ) "Mebi‘ hakkındaki cehalet, bey‘in sıhhatini
engeller"1307.
( المجيز إجازة على موقوفة منعقدة العقد حالة مجيز لها التي الفضولي تصرفات )
"Fuzûlînin, akit esnasında kendisine izin verecek kimsenin bulunduğu tasarrufları, izin
verenin icâzetine bağlı olarak mevkufen münakittir"1308.
( أمكن ما األحسن الوجه على محمول العاقل تصرف ) "Akıllı kimsenin tasarrufu,
imkân ölçüsünde en iyiye yorulur"1309.
( لغيره ال لنفسه اإلنسان تصرف يكون أن األصل ) "Aslolan, insanın tasarrufunun
başkası için değil de kendisi için olmasıdır"1310.
( األصل في مفسد العقد مقتضى يخ88الف ال88ذي الش88رط ) "Akdin muktezasına
aykırı olan şart, kâideye göre akdi ifsat eder"1311.
( األصل في مفسد العقد يقتضيه ال الذي الشرط ) "Akdin içermediği şart, kâideye
göre akdi ifsat eder"1312.
1305 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 362/ V, 297.1306 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 538, 597/ V, 137, 158.1307 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 605/ V, 162.1308 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 574-575/ V, 148.1309 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 576/ V, 149.1310 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 579/ V, 150.1311 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 16/ V, 171.1312 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 17/ V, 172.
247
( برفع ذلك بعد الج88واز يحتمل ال الفس88اد على إنعقد إذا ال88بيع زف88ر: أن عند األصل (المفسد "İmam Züfer’e göre kâide: Satım akdi fâsid olarak inikad bulmuşsa, daha
sonra akdi fâsid kılan unsur ortadan kalksa da akit caiz olmaz"1313.
( الربا تحقق يمنع الجنس إختالف ) "Cinslerin muhtelif oluşu, ribanın
gerçekleşmesini engeller"1314.
( الجنس إختالف عند يتحقق ال الربا ) "Riba, cinslerin muhtelif olması durumunda
gerçekleşmez"1315.
( أح88وط والفس88اد الج88واز جه88تي تع88ارض عند بالفس88اد الحكم ) "Cevaz ve fesat
yönlerinin tearuzu durumunda, fesada hükmetmek daha ihtiyatlıdır"1316.
( المفسد بقدر الفساد أن األصل ) "Kâide: fesâd, müfsit miktarıncadır"1317.
( يجوز ال القبض قبل المنقول المبيع بيع ) "Kabzdan önce menkul mebiin satımı
caiz değildir"1318.
( يجوز ال القبض قبل عليه المعقود في التصرف ) "Kabzdan önce ma‘kudu aleyhte
tasarruf caiz değildir"1319.
( يبطل ال ال88دين له من وم88وت األجل يبطل ال88دين عليه من م88وت ) "Borçlunun
ölümü borcu düşürür; alacaklının ölümü borcu düşürmez"1320.
( مقبول غير العباد حقوق في الواحدة المرأة قول ) "Kul haklarında, sadece bir
kadının sözü makbul değildir"1321.
1313 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 33/ V, 178.1314 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 91, 165/ V, 216, 239.1315 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 95/ V, 195, 199.1316 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 92/ V, 197.1317 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 120/ V, 204.1318 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 118/ V, 203.1319 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 241/ V, 246.1320 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 147/ V, 213.1321 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 206/ V, 231.
248
( عن88دنا مبيعة الم88بيع زوائد ) "Bize göre, mebiin zevâidinden olan şeyler de
mebidir"1322.
( التبع في ثبت األصل في الملك ثبت متى ) "Mülkiyet, asılda sâbit olduğu zaman,
ona tabi olan şeylerde de sâbit olur"1323.
( الفسخ في تابعا يكون العقد في تابعا كان ما أن األصل ) "Akitte asla tabi olanın
fesih hükmünde de ona tabi olması asıldır"1324.
( أو ال88دين ق88در في الم88ديون وبين ال88دين صاحب بين وقع متى اإلختالف أن األصل يمينه مع الم88ديون قول القول كان صفته أو نوعه أو جنسه في ) "Kâide: Borçlu ile borç
veren arasında borcun miktarı, cinsi, çeşidi veya sıfatı hususunda ne zaman bir ihtilaf
olursa, söz yemin ile beraber borçlunun sözüdür"1325.
( القبض قبل الملك يفيد ال الفاسد ال88بيع ) "Fâsid satım akdi, kabzdan önce
mülkiyet ifade etmez"1326.
( إسقاط اإلبراء ) "İbrâ iskattır"1327.
( الرؤية خيار يبطل والعيب الشرط خيار يبطل ما كل أن األصل ) "Kâide: Kusur ve
şart muhayyerliğini geçersiz kılan her şey, görme muhayyerliğini de geçersiz kılar"1328.
17. Kitâbu’l-Kefâle
( لكله ذكر ش88رعا يتج88زأ ال ما بعض ذكر ) "Şer'an mütecezzi olmayan bir şeyin
ba‘zını zikretmek küllünü zikirdir". Kefâlet binnefs1329, yarım ve üçte bir gibi şayi‘ olan
bir cüz'e izafe edildiğinde caiz olur. Çünkü teslim edilmek üzere kefil olunan can
mütecezzi değildir1330. 1322 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 260/ V, 256.1323 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 260/ V, 256.1324 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 331/ V, 285.1325 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 277/ V, 262.1326 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 278, 369/ V, 263, 300.1327 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 327/ V, 283.1328 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 361/ V, 297.1329 "Kefâlet binnefs: Bir kimsenin şahsını mahkemeye veya muayyen sair bir yere ihzar ve teslimi iltizam
etmektir. Buna 'kefâlet bilvech' de denir". Bkz. Bilmen, Kamus, VI, 244.1330 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 399/ VI, 8.
249
( باطل محله غير إلى المضاف التصرف ) "Mahalli dışında bir şeye izafe edilen
tasarruf geçersizdir". İmam Şafiî’nin (v. 204/820), nefse, ayna ve fiile kefâletin sahih
olmadığına dair görüşünü izah ederken bu kâideyi ona nispetle zikretmiştir1331.
( الش88رع في يمينه مع المنكر ق88ول الق88ول ) "Hukukta söz, yemin ile birlikte
münkirin sözüdür". Başkasına kefil olan bir kimse, beyyine ile ispat edilen miktarı
ödemek zorundadır. Eğer sözkonusu miktar beyyine ile ispatlanmamış ise kefil fazladan
iddia edilen miktarı inkâr eden konumunda olduğu için yemin ile beraber onun sözüne
itibar edilir1332.
Kitâbu'l-Kefâle'de zikrettiği dâbıtlara şunlar örnek verilebilir:
( إسقاط اإلبراء ) "İbrâ iskattır"1333.
( ج88ائز الوجوب قبل الوجوب سبب وجود بعد الحق عن اإلبراء ) "Vücuptan önce,
vücup sebebinin varlığından sonra bir haktan ibrâ caizdir"1334.
18. Kitâbu’l-Havâle
( بالضمان الخراج ) "Bir şeyin nef‘i, zamânı mukabelesindedir". İmam Züfer (v.
158/775) dışındaki üç Hanefi fakihe göre, havale mukayyet olur ve muhâlun aleyh1335,
üzerindeki borcu muhale ödemeden önce muhîl ölürse ve muhîlin üzerinde muhâlin
borcundan başka ödemesi gereken borçlar bulunur da muhâlun aleyhten alacağının
dışında herhangi bir malı da bulunmazsa, muhâl, alacağını alma hususunda diğer
alacaklılara göre öncelik hakkına sahip değildir. İmam Züfer (v. 158/775) ise bu
durumu rehin ile aynı şekilde değerlendirerek onun rehinde olduğu gibi diğer alacaklılar
arasında öncelik hakkına sahip olduğunu söylemiştir. Kâsânî (v. 587/1191), Onun
yaklaşımını eleştirirken bu kâideyi delil olarak kullanmıştır1336.
1331 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 399/ VI, 8.1332 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 403/ VI, 10.1333 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 411/ VI, 14.1334 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 411/ VI, 14.1335 "Muhâlun aleyh: Kendi üzerine havâleyi kabul eden, muhîlin borcunu ödemeği iltizam eyleyen
kimsedir. Muhîl: Havale eden, yani: Borcunu başkasının zimmetine nakil ve tahvil eyleyen kimsedir. Muhâl (Muhalun leh): Dâindir. Yani: Muhîlde alacağı olup da ondan havaleyi alan kimsedir." Bkz. Mecelle Md. 674, 675, 676; Bilmen, Kamus, VI, 286.
1336 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 419/ VI, 17.
250
( يمينه مع البينة ع88دم عند المنكر ق88ول القول ) "Delil bulunmadığı sürece söz,
yemin ile birlikte münkirin sözüdür". Muhâlun leh havâle malını kabzettikten sonra
muhîl ile anlaşmazlığa düşerse, inkâr eden konumunda olduğu için yemin ile beraber
muhîlin sözü kabul edilir 1337.
Kitâbu'l-Havâle'de geçen dâbıtlara şunlar örnek verilebilir:
( به الحوالة تصح ال به الكفالة تصح ال دين كل أن األصل ) "Kâide: Kefâletin
geçerli olduğu her borç ilişkisinde havâle de geçerlidir"1338.
( بالقضاء إال يسقط ال الدين أن األصل ) "Kâide: Borç, ancak ödeme ile düşer"1339.
19. Kitâbu’l-Vekâle
( الفعل إعتبار غير من وتسمية ذكرا المتعارف إلى ينصرف الكالم مطلق ) "Mutlak
olarak söylenmiş söz, fiile itibar edilmeksizin, anlatımda ve isimlendirmede yaygın
olana hasredilir". İmâmeyn'in aksine, Ebu Hanife’ye (v. 150/767) göre satım için tayin
edilmiş vekilin vekâleti mutlak olursa, mutlakın gereğince amel eder. Bu durumda
vekil, malı aza çoğa bakmadan kendisinin uygun gördüğü bir fiyat ile satabilir. Ebu
Hanife’nin (v. 150/767) görüşünü izah ederken bu kâidenin yanı sıra şu usûl kâidesini
de görüşün temellendirmesinde delil olarak kullanmıştır: ( في األصل أن حنيفة ألبي ب88دليل إال تقيي88ده يج88وز وال إطالقه على يج88ري أن المطلق اللفظ ) "Ebu Hanife'ye göre
mutlak lafızda aslolan, onun ıtlaki üzere cari olması ve bir delil olmadıkça mutlakı
takyidin caiz olmamasıdır"1340.
( نصا كالث88ابت داللة الث88ابت ) "Delâleten sâbit olan, nass ile sâbit gibidir".
Şeyhayn'ın, fâsid bey'e vekil olan bir kimsenin ondan daha hayırlı olan sahih bey'e
delâleten vekil olabileceğine dair görüşlerini izah ederken bu kâideyi zikretmiştir1341.
( للصورة ال للمعنى العبرة ) "İtibar manayadır, şekillere değil". Müvekkil, vekile
belirli bir miktar karşılığında peşin olarak kendisine bir şey satın almasını söyler de 1337 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 424/ VI, 19.1338 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 418/ VI, 16.1339 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 423/ VI, 18.1340 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 441/ VI, 27.1341 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 444/ VI, 29.
251
vekil de aynı fiyata taksitle satın alırsa, satış müvekkil için bağlayıcı olur. Çünkü vekil,
müvekkilin isteğine her ne kadar şeklen muhalefet etmişse de manen uygun hareket
etmiştir1342.
( لغيره ال لنفسه متصرفا اإلنسان يكون أن األصل ) "İnsanın başkası için değil de
kendisi için tasarrufta bulunması asıldır".
( أمكن ما والسداد الصالح على محمولة المسلمين أمور ) "İmkân olduğu ölçüde
Müslümanların işleri salâh ve doğruluğa yorulur". Bir kimse, tayin etmeksizin bir şeyi
satın almak üzere birine vekâlet verse, vekil, aldığı şeyi müvekkili için almaya
niyetlenmediği sürece kendisi için satın almış olur. Alım esnasında buna
niyetlenmemesi durumu, mezhep imamları arasında ihtilaflıdır. Bununla ilgili tartışmayı
aktarırken, ilk kâideyi İmam Muhammed’in (v. 189/805), ikinci kâideyi de Ebu
Yusuf’un (v. 182/798) bu konudaki görüşünü aktarırken zikretmiştir1343.
( وجودهما عند إال ينزل ال بشرطين المعلق ) "İki şarta bağlı olan hüküm, ancak
iki şartın varlığı ile yerine gelmiş olur". Evlenme, mal karşılığı boşama veya
karşılığında mâlî bir bedel bulunan bir akit için iki kişiye vekâlet verilse, vekillerden
biri, diğeri olmadan akdi icra edemez1344.
( عنه المنوب تصرف النائب تصرف ) "Temsilcinin tasarrufu, temsil ettiği kişinin
tasarrufudur". İmam Şafiî’ye (v. 204/820) göre, alım satım gibi akitlerin hükmü vekile
değil de müvekkile râci olduğu gibi hakları da ona râcidir1345.
( اآلمر إلى مضاف المأمور فعل ) "Emredilen kişinin fiili, emredene izafe edilir".
İmam Şafiî’nin (v. 204/820) aksine Hanefi mezhebine göre alım satım gibi akitlerin
hakları vekile râcidir. Çünkü akdi yapan vekildir. Ancak müvekkil emreden konumunda
olduğu ve vekil de onun emri ile hareket ettiği için hukuk, hükmün aslını müvekkil için,
buna tabi olan şeyleri de vekil için geçerli kılmıştır. Bu konuda İmam Şafiî’ye (v.
204/820) itiraz ederken başka deliller ile birlikte bu kâideyi de zikretmiştir1346.
1342 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 445/ VI, 29.1343 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 448/ VI, 31.1344 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 451/ VI, 32.1345 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 453/ VI, 33.1346 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 453/ VI, 33.
252
( يمينه مع المنكر قول القول ) "Söz, yemin ile birlikte münkirin sözüdür". Mûdi‘,
vediayı bir kimseye verse ve onu vedia sahibinin emri ile ona verdiğini iddia etse, vedia
sahibi de bunu inkâr etse; mûdi‘ iddia eden, vedia sahibi de inkâr eden olduğu için,
yemin ile beraber vedia sahibinin sözüne itibar edilir1347.
( ومش88اهدة حسا كالث88ابت بالبينة الث88ابت ) "Beyyine ile sâbit olan, sezgi ve
müşahede ile sâbit olan gibidir". Müvekkil, vekile herhangi bir şey vermeden borcunu
ödemeyi emretse, vekil de ödediğini söylediği halde müvekkil ile borç sahibi,
ödemediğini iddia etseler; vekil borcu ödediğine dair delil getirdiği takdirde vekilin
delili kabul edilir. Bu durumda müvekkil, borçtan kurtulmuş olur ve vekil yaptığı
ödeme için müvekkile rücu‘ hakkına sahip olur1348.
( الحاضر من كالخطاب الغائب من الكتاب ) "Gâibin yazısı hazırın hitabı gibidir".
( عنه وس8فير مع8بر المرسل مق8ام ق8ائم الرس8ول ) "Elçi, kendisini gönderenin
makamına kâim; onun aracısı ve duygularını ifade edendir". Vekilin azlinin
gerçekleşmesinin ilk şartı, vekilin bu azli bilmesidir. Vekil hazır değil de gâip ise
müvekkilin gönderdiği elçi veya azil yazısı kendisine ulaşıp da vekil bundan haberdar
olunca, azil gerçekleşmiş olur1349.
Kitâbu'l-Vekâle'de zikrettiği dâbıtlara şunlar örnek verilebilir:
( لنفسه مشتريا يكون خالف إذا بالشراء الوكيل أن األصل ) "Kâide: Satın almak
için vekil kılınan kişi, müvekkilin isteğine muhalefet ederse, aldığını kendisi için satın
almış olur"1350.
( إلى باإلض88افة فيه ويكتفي الموكل إلى إضافة إلى فيه يحتاج ال عقد كل أن األصل العاقد إلى راجعة فحقوقه نفسه ) "Kâide: Müvekkile izafe edilmesi gerekmeyen her türlü
akdi, vekil kendisine izafe etmekle yetinir. Bu akitlerin hakları akdi yapana râcidir"1351.
1347 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 455/ VI, 34. Aynı kâide için bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 455/ VI, 35.1348 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 456/ VI, 35.1349 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 460/ VI, 37.1350 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 445/ VI, 29.1351 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 452/ VI, 33.
253
( الموكل إلى ترجع فحقوقه الموكل إلى إض88888888افته إلى فيه يحت88888888اج عقد كل )
"Müvekkile izafe edilmesi gereken her akdin hakları müvekkile râcidir"1352.
20. Kitâbu’s-Sulh
( أمكن ما والسداد الصالح على محمولة المسلمين أمور ) "İmkân olduğu ölçüde
Müslümanların işleri salâh ve doğruluğa yorulur". Bir kimse miktar ve nitelik
bakımından hakkından daha azı üzerine mesela, kaliteli bin dirhem karşılığında adi beş
yüz dirhem ile sulh yaparsa, sulh caiz olur ve davacı, hakkının bir kısmını almış, öbür
kısmından da davalıyı ibrâ etmiş olur1353.
( ش88رعا بالع88دم ملحق المغل88وب ) "Az olan, şer‘an yok gibi kabul edilir".
Musâlahun anh (kendisinden dolayı sulh yapılan konu) Allah'a ait bir hak olmayıp,
insana ait bir hak olmalıdır. Haddi kazifte her ne kadar kul hakkı ile Allah hakkı bir
arada bulunsa da Allah hakkı galip olduğu için kul hakkı yok kabul edilir ve haddi
kazifte sulh akdi sahih olmaz1354.
( الس88ابقة الوكالة بمنزلة الالحقة اإلج88ازة ) "Sonradan verilen icâzet, önceden
verilen vekâletin yerine geçer". Eğer sulh, davalının izni olmaksızın yapılmışsa bu,
fuzûlînin sulhüdür ve bunun beş şekli vardır. Bunların dördünde sulh sahih olduğu halde
birinde sahih değildir. Bu son durumda sulh, ancak davalının onu kabul etmesine
bağlıdır; eğer müddea aleyh fuzûlînin sulhünü geçerli kabul ederse o da geçerlilik
kazanır. Bu kâideyi söz konusu durumu izah ederken zikretmiştir1355.
Kitâbu's-Sulh'ta zikrettiği dâbıtların bir kısmı şunlardır:
( كالبالغ التجارات في المأذون الصبي ) "Ticarî ilişkilerde me'zûn çocuk, bâliğ
gibidir"1356.
( يعت88بر وال88دنانير ال88دراهم من حقه جنس من أقل على وقع م88تى الصلح أن األصل على وقع أو منها حقه جنس من أكثر على وقع ومتى الباقي عن وإبراء الحق لبعض إستيفاء
1352 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 453/ VI, 33.1353 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 473/ VI, 43. Aynı kâide için bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 474-475/ VI, 43.1354 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 483/ VI, 48.1355 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 491/ VI, 52.1356 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 468/ VI, 40.
254
معاوضة يعتبر والعين الدين من آخر جنس ) "Kâide: Sulh, ne zaman davacının hakkının
dirhem ve dinar cinsinden daha aşağısı ile yapılırsa bu, hakkın bir kısmının alınması,
geri kalanının da ibrası anlamına gelir. Şayet hakkının cinsinden daha fazlası ile
gerçekleşirse yahut borç veya ayn olarak bir başka cins üzerine yapılırsa bu, muâvaza
olarak kabul edilir"1357.
( حكما منكر الساكت ) "Sâkit, hükmen inkâr edendir"1358.
( فال ال وما عليه الص88لح يج88وز وشراؤه بيعه يجوز ما كل أن األصل ) "Kâide: Alım
satımı caiz olan her şeyin sulh bedeli olması caiz; alım satımı caiz olmayanın sulh
bedeli olması caiz değildir"1359.
21. Kitâbu’ş-Şerike
( حسن الله عند فهو حس88نا المس88لمون رآه ما ) "Müslümanların güzel gördüğü
şey, Allah katında da güzeldir". İnân şirketinin, çeşitli bölgelerde bulunan fakihlerin
icması ve her dönemde insanların uygulaya geldikleri bir şirket türü olması sebebiyle
caiz olduğunu izah ederken bu görüşü, aslı bir hadis olan bu kâide ile
temellendirmiştir1360.
( األلف88اظ لعين ال لمعانيها العق88ود في الع88برة ) "Ukûdda i‘tibar maâniyedir,
lafızların kendisine değildir". Mufâvada şirketinin şartlarından birisi de ortaklığın
"mufâvada" lafzı ile olmasıdır. Ancak halk arasında bu anlama gelen başka bir kelime
kullanıldığı takdirde de ortaklık geçerli olur1361.
( مثله يستتبع ال الشيء ) "Bir şey, kendi mislini doğurmaz"1362.
( مثله أو فوقه هو ما يس88تتبع وال دونه هو ما يس88تتبع الشيء ) "Bir şey kendinden
daha aşağı olanı doğurur, kendisinin üstünde veya kendisine denk olanı doğurmaz"1363.
1357 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 475/ VI, 44.1358 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 481/ VI, 47.1359 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 482/ VI, 48.1360 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 506/ VI, 58.1361 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 516/ VI, 62.1362 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 529/ VI, 69.1363 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 530/ VI, 69.
255
( مثله يس88تتبع وال دونه يس88تتبع الش8يء ) "Bir şey kendinden daha aşağı olanı
doğurur, kendi mislini doğurmaz"1364.
( مثله يس88تتبع ال الش88يء ) "Bir şey, kendi mislini doğurmaz". İlk kâideyi,
ortaklardan birinin şirket malını vedia (emanet) olarak veya ibda'1365 yoluyla verme
şeklinde tasarrufta bulunabileceğini temellendirirken; ikinci kâideyi, ortaklardan birinin
şirket malını mudârabe yapmak maksadı ile başkasına verme yetkisinin olup olmadığı
ile ilgili tartışmada, tarafların görüşlerini izah ederken vermiştir. Üçüncü kâideyi de
şirket ortaklarından birinin, alım-satım için vekâlet verebileceğinin istihsânen mümkün
olduğunu açıklarken zikretmiştir. Son kâideyi ise mufâvada ortaklığında, ortaklardan
birinin, şirket malını mufâvada maksadı ile başkasına vermesi ile ilgili olarak, İmam
Ebu Yusuf (v. 182/798) ile İmam Muhammed (v. 189/805) arasındaki ihtilafı izah
ederken, Ebu Yusuf'un (v. 182/798) olmayacağına dair görüşünün delili olarak
zikretmiştir1366.
( كالمشروط المعروف ) "(Örfen) maruf olan şey şart kılınmış gibidir". Şirket
ortaklarından birinin şirketin malından infak edebileceğine dair istihsanen verilmiş
hükmü izah ederken bu kâideyi delil olarak zikretmiştir1367.
( قاصرة حجة اإلقرار ) "İkrar hücceti kasıradır". İnân ortaklığında, ortaklardan
biri bir borç ikrarında bulunursa bu, kendisini bağlar; diğer ortağını bağlamaz1368.
( بالعقد إال تتقوم ال المنافع ) "Menfaatler, ancak akit ile değer kazanır". Şirket-i
a‘mal ortaklığında ortaklar, kârın paylaştırılması ile ilgili olarak işin tazminatı
hususunda çalışmayı değil de tazminat altında tutmayı şart koşmuşlarsa, ücretin
fazlasını hak etmek işin fazlasını yapmak ile değil, tazminatın fazlası ile olur. Kerhî'nin
(v. 340/952), bu hükmün illeti olarak bu kâideyi zikrettiği rivayet edilmiştir1369.
Kitâbu'ş-Şerike'de geçen bazı dâbıtlar şunlardır:1364 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 531/ VI, 69.1365 "İbda‘: Bir kimsenin, kârı tamamen kendisine ait olmak üzere başkasına sermaye vermesidir". Bkz.
Bilmen, Kamus, VII, 57. 1366 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 539/ VI, 74.1367 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 535/ VI, 72.1368 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 536/ VI, 72.1369 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 544/ VI, 76.
256
( يوسف وأبي حنيفة أبي عند ح88ال كل على أثمانا ليست الرائجة الفل88وس ) "Ebu
Hanife ile Ebu Yusuf'a göre tedâvüldeki felsler1370 her durumda semen değildirler"1371.
( فيه تج888وز ال الوكالة فيه تج888وز ال وما الش888ركة فيه تج888وز الكفالة فيه تج888وز ما Ebu Hanife'ye göre, vekâletin caiz olduğu yerlerde ortaklık caiz; vekâletin" (الشركة
caiz olmadığı yerlerde ortaklık da caiz değildir"1372.
( األعي88ان مجرى تجري عليها العقد إيراد عند المنافع ) "Menfaatler üzerinde akit
îrad edildiğinde menfaatler, aynların yerine geçer"1373 .
( العاقد إلى ترجع العقد حقوق ) "Akdin hakları, akdi yapana râcidir"1374.
( بالعاقد تتعلق العقد حقوق ) "Akdin hakları, akdi yapana aittir"1375.
22. Kitâbu’l-Müdârabe
( األلف88اظ لص88ور ال لمعانيها العق88ود في الع88برة ) "Ukûdda i‘tibar maâniyedir,
lafızların suretlerine değildir". Mudârebe akdinin, mudârebe lafzının dışında, bu
anlama gelecek başka bir lafzın kullanılmasıyla gerçekleşebileceğini izah ederken,
hükmün gerekçesi olarak bu kâideyi zikretmiştir1376.
( مثله يس88تتبع ال الش88يء ) "Bir şey, kendi mislini doğurmaz". Mudâribin,
başkasına alım-satım için vekâlet verebileceğini açıklarken, onun bu durumunu vekil ile
mukayese etmiş ve vekilin başkasına vekâlet veremeyeceğini izah ederken bu kâideyi
zikretmiştir1377.
Kitâbu'l-Müdârebe'de geçen bazı dâbıtlar şunlardır:
1370 "İslamiyet'in ilk devirlerinden itibaren basılan bakır veya bronz sikke". Bkz. Artuk, "Fels", DİA, XII, 309.
1371 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 511/ VI, 59.1372 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 519/ VI, 63.1373 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 531/ VI, 70.1374 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 531, 532, 533/ VI, 70, 71.1375 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 533/ VI, 71.1376 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 6/ VI, 80.1377 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 30/ VI, 88. Aynı kâide için bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 46/ VI, 96.
257
( العقد فساد توجب عليه المعقود جهالة ) "Ma'kudun aleyhin bilinmemesi, akdin
fesadını gerektirir"1378.
( الوكالة من أعم المضاربة ) "Mudârebe, vekâletten daha geniştir"1379.
( الم88ال رب إلى ال المض88ارب إلى ترجع وال88بيع الش88راء في العقد حق88وق ) "Alış
verişte akdin hakları, rabbu'l-male değil mudâribe râcidir"1380.
( المال برب ال بالمضارب تتعلق العقد حقوق ) "Akdin hakları, rabbu'l-male değil
mudâribe aittir"1381.
( العاقد إلى راجعة العقد حقوق ) "Akdin hakları, akdi yapana râcidir"1382.
( الض88مان وج88وب أس88باب من العق88ود في الغ88رور ) "Akitlerde gararın olması,
tazminatı gerektiren sebeplerdendir"1383.
( أمكن ما إعتبارها الش88روط في األصل ) "Şartlarda aslolan, imkân ölçüsünde
onlara itibar etmektir"1384.
( إعتب8اره الكالم في المذكور الشرط في األصل ) "Konuşmada zikredilen şartta
aslolan, ona itibar etmektir"1385.
23. Kitâbu’l-Hibe
( الكامل إلى ينص88رف المطلق ) "Mutlak olan, kâmil olana yorulur". Hanefi
mezhebine göre, taksim edilebilen şayi‘ hisseli mal, kabzedilemediği için hibe edilmesi
caiz değildir. Çünkü kabzedilebilir olması akdin cevaz şartıdır ve şayi‘ hisseli olması
bunu engeller. Bu konuda, Şafii mezhebi ile aralarındaki ihtilafı izah ederken, sahabe
1378 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 23, 24/ VI, 85, 86.1379 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 30/ VI, 88.1380 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 34/ VI, 90.1381 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 34/ VI, 90.1382 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 83/ VI, 114.1383 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 49/ VI, 97.1384 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 50-51/ VI, 98.1385 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 53/ VI, 99.
258
icmasını delil olarak zikrettikten sonra bu kâideyi de sözkonusu icmayı yorumlarken
vermiştir1386.
( نصا كالثابت داللة الثابت ) "Delâleten sâbit olan, nass ile sâbit gibidir". Hibe
akdinin tamamlanmasının şartlarından birisi de hibe edilen şeyin kabz edilmiş
olmasıdır. Kabzın sahih olabilmesi için hibeyi yapan kişinin sarih bir şekilde veya
delâleten izin vermesi gerekmektedir. Hibe eden kişinin îcabı, kendisine hibe edilen
kimseye kabz için imkân vermeği ifade ettiği için bu îcab, delâleten izin anlamına
gelir1387.
( لع88ارض وال88رق الحرية هو آدم ب88ني في األصل ) "İnsanda aslolan hürriyettir,
kölelik arızî bir durum sebebiyledir". Hibe edilen şeyin kabzedilebilmesi için kabz
ehliyetinin bulunması gerekir. Köleliğin buna engel olmadığını izah ederken bu kâideyi
zikretmiştir1388.
Kitâbu'l-Hibe'de geçen bazı dâbıtlar şunlardır:
( اإلنتهاء في بيعا تصير ثم إبتداء تبرعا تقع العوض بشرط الهبة ) "(Şeyhayn'e göre)
ıvaz şartıyla yapılan hibe, ibtidâen teberru olarak vaki olur, sonra intihâen bey'
olur"1389.
( اللزوم هو العقود في األصل ) "Akitlerde aslolan bağlayıcılıktır". İmam Şafiî'nin
(v. 204/820), hibeden rücûnun caiz olmadığına dair görüşünü izah ederken ona nisbetle
zikretmiştir1390.
1386 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 99/ VI, 120.1387 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 107/ VI, 124.1388 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 111/ VI, 126.1389 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 95/ VI, 119. Bu dâbıtı Kitâbu’ş-Şuf‘a’da ( إبتداء تبرع عندنا العوض بشرط الهبة
إنتهاء معاوضة ) "Bize göre, ıvaz şartıyla yapılan hîbe, ibtidâen teberru; intihâen muâvezedir" şeklinde zikretmişti. Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 112/ V, 11.
1390 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 118/ VI, 128.
259
24. Kitâbu’r-Rehn
( للمعاني العقود في العبرة ) "Ukûdda i‘tibar maâniyedir". Rehin akdinin rüknü
olan îcab ve kabulün akit ile gerçekleştirilmek istenen anlama uygun olması önemlidir.
Bu durumda akdin kuruluşunda kullanılan lafızlara değil manaya itibar edilir1391.
( المنكر قول القول ) "Söz, münkirin sözüdür". Râhin ile muîr, rehnin telefi
hususunda ihtilaf etseler, tazmini inkâr ettiği için yemin ile beraber râhinin sözüne itibar
edilir1392.
( اإلبتداء حكم من أسهل البقاء ) "Bekâ, ibtidanın hükmünden esheldir". İmam
Ebu Yusuf’un (v. 182/798), akit kurulduktan sonra meydana gelen şuyûun rehnin
sıhhatine engel olmadığına dair görüşünü izah ederken, bu kâideyi sözkonusu hükmün
gerekçesi olarak zikretmiştir1393.
( بغيره الشغل يحتمل ال بشيء المشغول ) "Bir şey ile meşgul olan, onun dışında
bir şey ile işgal edilmez". Tarafeyn'e göre, mukabilinde rehin alınan bir borcun
miktarının, yine o rehne mukabil olmak üzere mürtehin tarafından arttırılması caiz
değildir. Çünkü bu ziyade sahih kabul edildiği takdirde rehnin bir kısmı birinci borca,
diğer kısmı da ikinci borca mukabil olur. Bu durumda rehinde şuyû‘ meydana gelmiş
olacak ki bu da rehnin sıhhatini engeller1394.
( هو كأنه مقامه قائم الشيء بدل ) "Bir şeyin bedeli, sanki o şeymiş gibi onun
makamına kâimdir". Karşılığında rehin bırakılan şey ayn olur ve gâsıbın elindeki gasp
edilmiş mal, kocanın elindeki mehir gibi bizzat mazmun olursa bunlarda rehin caizdir.
Herhangi bir telefin olması halinde aynın kıymetinin ayna bedel olduğunu ve bu
durumda tazminin mümkün olduğunu izah ederken bu kâideyi zikretmiştir1395.
1391 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 139/ VI, 135.1392 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 145/ VI, 137.1393 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 154/ VI, 138.1394 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 157/ VI, 139. Mecelle'de, bunun aksi olan İmam Ebu Yusuf’un (v. 182/798)
görüşü esas alınmıştır. Bkz. Mecelle Md. 714.1395 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 169/ VI, 143. Aynı kâide için bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 223/ VI, 157.
260
( المب88دل مقام قائم البدل ) "Bedel, bedel kılındığı aslın makamına kaimdir".
İftikak1396 olunca merhunun teslim edilmesi gerektiğine dair verdiği bir örnekte bu
kâideyi zikretmiştir1397.
( هو كأنه مقامه يقوم الشيء بدل ) "Bir şeyin bedeli, sanki o şeymiş gibi onun
makamına kâim olur". Kadının mehir karşılığında aldığı rehnin helak olması durumunda
bunun tazmini ile ilgili olarak mezhep imamları arasında vuku bulan görüş ayrılığını
izah ederken İmam Muhammed’e (v. 189/805) nispetle bu kâideyi zikretmiştir1398.
( يجتمعان ال والضمان األجرة ) "Ücret ile zamân müctemi‘ olmaz". Mürtehin,
rehini, râhinin izni olmaksızın kiraya verse ve rehin kiracının elinde telef olsa, râhin
muhayyerdir; isterse mürtehinden kiracıya teslim anından itibaren kıymetini tazmin
eder, dilerse kiracıdan tazmin eder. Eğer râhin kiraya verilen rehnin kıymetini kiracıdan
tazmin ederse, kiracı mürtehin tarafından aldatıldığı için tazmin edilen miktarı
mürtehinden talep etme hakkına sahiptir. Fakat mürtehin, kiracının vermiş olduğu kira
ücretini vermek ile mükellef değildir. Çünkü ücret ile tazmin bir arada bulunmaz1399.
( ينقضه ما مع يبقى ال الش88يء ) "Bir şey, kendisini geçersiz kılan bir şey ile
birlikte devam etmez". İkâle ile rehin akdi iptal olur ve rehin alınan şey, rehin olma
sıfatından çıkmış olur1400.
Kitâbu'r-Rehn'de geçen dâbıtlara şunlar örnek verilebilir:
( مضمون المرهون ) "Merhûn mazmundur"1401.
( رهنه يجوز ال بيعه يجوز ال ما Satışı caiz olmayan her şeyin, rehin olması" (كل
da caiz değildir"1402.
1396 Rehni izale etmek, borcu verip merhunu rehniyetten kurtarmaktır. Bkz. Bilmen, Kamus, VII, 5. 1397 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 206/ VI, 153.1398 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 220/ VI, 155.1399 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 192/ VI, 147.1400 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 249/ VI, 170.1401 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 143, 169, 230/ VI, 136, 160, 163.1402 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 145/ VI, 137.
261
( العاقد إلى ترجع ال88بيع باب في العقد حقوق ) "Akdin hakları, satış konusunda
akdi yapana râcidir"1403.
( إسقاط اإلبراء ) "İbrâ iskattır"1404.
أوقعه الذي الوجه على العاقل تصرف وقوع األصل ) ) "Aslolan, akıllı kimsenin
tasarrufunun olduğu şekilde vuku bulmasıdır"1405.
باشره الذي الوجه على العاقل تصرف وقوع األصل ) ) "Aslolan, akıllı kimsenin
tasarrufunun başladığı şekilde vuku bulmasıdır"1406.
25. Kitâbu’l-Müzâraa
( التصرفات أهلية شرط العقل ) "Akıl, tasarruf ehliyetinin şartıdır". Muzâraa
akdi yapan kimsede aranan ilk şart, aklî melekesinin olmasıdır. Çünkü akıl tasarruf
ehliyeti için şarttır1407.
( أمكن ما واجب العاقل تصرف إعتبار ) "İmkân olduğu ölçüde, akıllı kimsenin
tasarrufuna itibar gereklidir". Fâsid muzâraa akdinde ödenecek olan ecr-i mislin
miktarının ne olacağı hususunda İmam Ebu Yusuf (v. 182/798) ile İmam Muhammed
(v. 189/805) arasında geçen tartışmayı izah ederken, ( صحة تمنع عليه المعقود جهالة (العقد "ma‘kudu aleyh hakkındaki cehalet, akdin sıhhatini engeller" dâbıtını, İmam
Muhammed'in (v. 189/805) görüşünün, bu kâideyi de İmam Ebu Yusuf'un (v. 182/798)
görüşünün dayanakları arasında zikretmiştir1408.
Kitâbu'l-Müzâraa'da geçen dâbıtlara şunlar örnek verilebilir:
( المعتادة الزراعة على يقع المزارعة عقد مطلق ) "Mutlak muzaraa akdi, mutâd
ziraat akdini ifade eder"1409.
1403 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 195/ VI, 149.1404 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 219/ VI, 155.1405 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 227/ VI, 159.1406 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 227/ VI, 159.1407 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 264/ VI, 176.1408 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 279-280/ VI, 183.1409 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 277/ VI, 182.
262
( المسلم تصرفات بمنزلة عندهما نافذة المرتد تصرفات ) "İmam Ebu Yusuf ile
İmam Muhammed'e göre mürtedin tasarrufları müslümanın tasarrufları gibi nâfizdir".
Mürtedin muzâraa akdinin İmâmeyn'e göre geçerli olduğu bu dâbıt üzerine
temellendirilmiştir1410.
( فال ال وما الزيادة إحتمل عليه العقد إنشاء إحتمل ما كل ) "Üzerinde yeni bir akit
yapma ihtimali olan her şeyde artış ihtimali de vardır. Böyle bir ihtimal yoksa artış
ihtimali de olmaz"1411.
26. Kitâbu’l-Muâmele
( لإلفساد شرطا إنعدامه كان للصحة شرطا وجوده كان ما ) "Varlığı sıhhat şartı
olan bir şeyin yokluğu, ifsad şartı olur". Muâmele akdini bozan şartların bir kısmının,
akdirn sıhhati için şart olan bazı şeylerin bulunmayışı olduğunu izah ederken bu kâideyi
zikretmiştir1412.
Kitâbu'l-Muâmele'de geçen dâbıtlar şunlardır:
( يج88وز ال المس88تأجر ش8ريك فيه هو ش8يء في للعمل اإلنسان إستئجار ) "İnsanın,
kiracı ile ortak olduğu şeyde çalışmak için kiralanması caiz değildir"1413.
( فال وإال الزي88ادة إحتمل العقد إنش88اء إحتمل موضع كل ) "Yeni bir akit yapma
ihtimali olan her hususta, fazlalık ihtimali de vardır. Böyle bir ihtimal yoksa fazlalık
ihtimali de olmaz"1414.
27. Kitâbu’ş-Şirb
( اإلباحة تقتضي العامة الش88ركة ) "Umûmî ortaklık, ibâhatı gerektirir". Pınar,
kuyu ve havuz sularının asıl itibariyle mübah olduğunu ve kişinin mülkiyeti altında 1410 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 265, 266, 267/ VI, 176, 177.1411 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 278/ VI, 182.1412 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 287/ VI, 186.1413 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 287/ VI, 186. Aynı dâbıtı başka bir yerde ( األجير فيه لعمل اإلستئجار يجوز ال
المستأجر شريك ) şeklinde ifade etmiştir. Bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 288/ VI, 186.1414 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 289/ VI, 187.
263
olmadığını izah ederken, Hz. Peygamber (s.a.v)'dan, insanların, su, ot ve ateşte ortak
olduklarına dair hadisi rivayet etmiş ve bu kâideyi de hadisten istidlalde bulunurken
zikretmiştir1415.
( الض88رر بش88ريطة إال تثبت ال العامة حق88وق في التص88رف حرمة ) "Ammeye ait
haklarda tasarrufun yasak oluşu, zarar şartına bağlıdır".
( بالمالك الض88رر على حرمته تقف ال المش88ترك الملك في التص88رف ) "Müşterek
mülkte tasarrufun yasak oluşu mâlike zarara bağlı değildir". Büyük nehirler ammenin
ortak malı olduğu için nehre ve başkalarına zarar verilmediği müddetçe onlardan
yararlanmak, herkesin hakkıdır. Buna karşılık özel akarsularda herkesin sulama değil de
içme hakkı vardır. Suya önemsiz zararlar gelse bile her insan kendisi ve hayvanları için
bunlardan içme suyu olarak yararlanabilir. Büyük nehirlerden yararlanmanın sınırlarını
belirlerken ilk kâideyi, özel akarsulardan yararlanmanın şartlarını izah ederken ikinci
kâideyi zikretmiştir1416.
28. Kitâbu’l-Erâdî
( اإلباحة هي العامة الش888ركة ) "Umûmî ortaklık, ibâha ifade eder". Hz.
Peygamber (s.a.v)'dan, insanların, su, ot ve ateşte ortak olduklarına dair hadisi rivayet
ettikten sonra hadiste geçen ot kelimesinin izahı hususunda bilgi verirken bu kâideyi
zikretmiştir1417.
29. Kitâbu’l-Mefkûd
( لم ما إلثب88ات يص88لح وال كان ما على كان ما إلبقاء يصلح الحال باستصحاب الثابت (يكن "İstishâbu'l-hal ile sâbit olan, bir şeyin olduğu hal üzere kalması için delil
olurken, olmayan şeyin ispatı için delil olmaz".
( يكن لم ما إلثب88ات حجة يص88لح ال الح88ال إستص88حاب ) "İstishâbu'l-hal, olmayan
şeyin ispatı için delil olmaz". Mefkûd, kendisi açısından diri, başkası açısından ölü
kabul edilir. Malının mirasa konu olması, hanımının boş olması gibi kendisi için
1415 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 294/ VI, 189.1416 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 301/ VI, 192.1417 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 302/ VI, 193.
264
olumsuz olan haklar, onun lehine sâbit olur ve hayatta olan kimseler gibi kabul edilir.
Başkasına varis olmak gibi kendisine faydalı, başkasına zararlı olan hükümler
hususunda ise ölü sayılır. Çünkü bunlar, hayatının sübûtuna bağlı olan hükümlerdir.
Onun yaşamış olduğu önceden sâbit olduğundan, bunun zevâline dair bir delil
bulunmadıkça bekâsıyla hükmolunur. Dolayısıyla istishab, hüccet-i müsbite olmadığı
yani, önceden sâbit olmayan bir şeyin sübûtu için delil teşkil etmediği için mefkûd, bu
asla istinaden başkaları aleyhine olarak tevarüs gibi bir takım haklara sahip olmaz1418.
( يثبت ال بيقين الث888ابت وغ888ير بالشك ي888زول ال بيقين الث888ابت في المعه888ود األصل Bilinen kâide: yakînen sâbit olan şek ile zail olmaz; yakînen sâbit olmayan da" (بالشك
şek ile sâbit olmaz". Mefkûdun, hanımından boşanmayışının gerekçesi, onun daha önce
hayatta olması sebebiyle ölümünün şüpheli olması ve öldüğüne dair kesin bir delil
olmadıkça da yaşıyor kabul edilmesidir1419.
30. Kitâbu’l-Lakît1420
( آدم بني في الحرية هو األصل ) "İnsanda aslolan hürriyettir".
( العارض على الدليل يقوم حتى باألصل العمل يجب ) "Arızî durumun varlığına
dair delil bulunmadıkça, asıl ile amel etmek gerekir". Buluntu çocuğun köle olduğuna
dair delil bulunmadığı sürece hür olduğu kabul edilir. Bu durumu izah ederken bu iki
kâideyi deliller arasında zikretmiştir1421.
( منهما بالراجح العمل يجب تعارضتا متى الدعوتين ) "İki iddia tearuz ettiğinde,
onlardan râcih olan ile amel etmek îcâb eder". Hanefi mezhebine göre, bir lakîtin
nesebini iki Müslüman, tercihi gerektirecek herhangi bir delile dayanmaksızın iddia
edip de birisi çocuğun vücudunda kendisine ait olduğuna delalet eden bir işaret
bulunduğunu iddia edecek olursa, onun iddiası kabul edilir. İmam Şafiî (v. 204/820) ise
nesep uzmanlarına müracaat edileceği görüşündedir. İmam Şafiî’nin (v. 204/820) bu
1418 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 313/ VI, 196.1419 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 313/ VI, 196.1420 Kâsânî'nin (v. 587/1191), bulunmuş çocuk ile ilgili görüşleri üzerine yapılmış bir etüt hakkında
yazılmış değerlendirme için bkz. Ansay, "İslâm Hukukunda Kâsâniye Göre Bulunmuş Çocuk", AÜİFD, IV, 13-15.
1421 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 318/ VI, 197-198.
265
görüşüne karşılık, Hanefi mezhebinin yaklaşımını delillendirirken bu kâideyi
zikretmiştir1422.
31. Kitâbu’l-Lukata
( اليمين مع األمين ق88ول الق88ول ) "Söz, yemin ile birlikte eminin sözüdür".
Lukatanın tazminatı gerektirip gerektirmediği ile ilgili olarak İmâmeyn, lukatayı bulan
kişinin tasdiki veya yemininin yeterli olduğu, bunun için şahit tutmasına gerek olmadığı
kanaatindedirler. Eğer mal onun elinde telef olur da mal sahibi ondan bunu tazmin
etmek isterse, yemin ettiği takdirde, multakitin sözüne itibar edilir. Hükmün gerekçesi
olarak bu kâideyi zikretmiştir1423.
( لغ88يره ال له يك88وون إنس88ان كل عمل أن األصل ) "Her insanın yapmış olduğu
şeyin, başkası için değil de kendisi için olması asıldır". Yukarıdaki meselede Ebu
Hanife (v. 150/767), İmâmeyn'in aksine tasdik veya şahit tutulması gerektiği
görüşündedir. Dolayısıyla malın telef olması durumunda, eğer multakit malı onun sahibi
için aldığına dair şahit tutmamışsa, onun sözüne itibar edilmez. Çünkü onun lukatayı
sahibi için değil de kendisi için almış olması asıldır. Ebu Hanife (v. 150/767), görüşünü
iki ayetten1424 çıkardığı bu kâide üzerine temellendirmiştir1425.
( والمعت888اد المتع888ارف إلى ينص888رف الكالم مطلق ) "Mutlak ifade, (insanlar
arasında) mu'tad ve yaygın olana hasredilir". Lukatayı bulan kişi, onu bulduğu yerde
insanların duyacağı biçimde ilan etmelidir. Yanında bir buluntu mal olduğunu ifade
etmesi yeterli olup onun nitelik ve miktarını açıklamasına gerek olmadığını izah
ederken bu kâideyi zikretmiştir1426.
1422 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 324-325/ VI, 199.1423 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 330/ VI, 201.1424 Bkz. Necm, 53/39 ve Bakara, 2/286. 1425 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 330/ VI, 201.1426 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 331/ VI, 201.
266
32. Kitâbu’l-İbâk
( بالضمان الخراج ) "Bir şeyin nef‘i, zamânı mukabelesindedir". Abık yakalanıp
sahibine teslim edildiği zaman kölenin sahibinin cu‘l1427 ödemesi gerekir. Çünkü cu‘l,
kölenin sahibine tesliminin karşılığı olduğu için ondan yararlanacak olan sahibinin onu
ödemesi gerekir1428.
33. Kitâbu’s-Sibâk
Herhangi bir fıkıh kâidesi zikretmediği bu bölümde, bir istidlalde kullandığı
hadisi yorumlarken, ( الثنيا بعد بالب88اقي تكلم اإلستثناء ) "istisna, istisnadan sonra geri
kalanı söylemektir" şeklinde ifade ettiği istisna ile iligili bir dil kuralına işaret etmekle
yetinmiştir1429.
34. Kitâbu’l-Vedîa
( الش88رعية التص88رفات أهلية ش88رط العقل ) "Akıl, şer‘î tasarrufların ehliyet
şartıdır". Mûdiin akıllı olması vedia akdinin ilk rüknüdür. Aklı ermeyen çocuk ile
delinin îdâsı sahih değildir1430.
( بأقواله يؤاخذ لم إن بأفعاله مؤاخذ الصبي أن الجامع ) "Kâide: Çocuk, sözleri ile
muaheze olunmasa da fiilleri ile muaheze olur". İmam Ebu Yusuf'a (v. 182/798) göre
sabiyi mahcur, velisinin izni olmaksızın vedia kabul eder de bu onun yanında telef
olursa, tazmin ile mükellef olur1431.
Kitâbu'l-Vedîa'da geçen bazı dâbıtlar şunlardır:
( أمكن ما إعتبارها الش88روط في األصل ) "Şartlarda aslolan, imkân ölçüsünde
onlara itibar etmektir"1432.
1427 Yapılacak bir iş karşılığında vaad edilen ücret veya mükâfat. Bkz Aydın, "Cuâle", DİA, VIII, 77.1428 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 343/ VI, 205.1429 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 347-348/ VI, 206.1430 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 352/ VI, 207.1431 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 353. Diğer baskıda bu kâide bulunmamaktadır. Bkz. VI, 207.1432 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 359/ VI, 209.
267
أوقعه ال888ذي الوجه على العاقل تص888رف إعتب888ار األصل ) ) "Akıllı kimsenin
tasarrufunun, ortaya koyduğu şekliyle değerlendirilmesi asıldır". İmam Şafiî'ye (v.
204/820) nisbetle zikretmiştir1433.
( الضمان لوجوب سبب إذنه بغير الغير مال إتالف ) "Başkasının malını onun izni
olmaksızın telef etmek, tazminin vücub sebebidir"1434.
35. Kitâbu’l-Âriye
( ال8بيع يحتمل ال المعدوم ) "Ma‘dûm, bey‘e konu olamaz". Hanefi mezhebine
göre, iâre akdi neticesinde müsteîr, âriyet malının menfaatine ivazsız olarak malik
olurken; İmam Şafiî (v. 204/820), menfaatin müsteîr için mübah olduğu görüşündedir.
Onun bu görüşünün aklî dayanakları arasında bu kâideyi zikretmiştir1435.
( إطالقه على يجري أن المطلق في األصل ) "Mutlâk ifadede aslolan, ıtlâki üzere
câri olmasıdır".
( نصا يتقيد كما داللة والعادة بالعرف يتقيد المطلق ) "Mutlak ifade nass ile takyîd
edildiği gibi, örf ve adet ile delâleten takyîd edilir". Aslında birer usûl kâidesi olan bu
iki kâideyi, mutlak olarak yapılan iâre akdinde müsteîrin, örf ve adete uygun olmak
kaydıyla, aldığı malı dilediği zamanda ve mekanda istediği şekilde kullanabileceğini
izah ederken zikretmiştir1436.
( بأعالهما رضا يكون ال الضررين بأدنى الرضى ) "İki zarardan daha azına rıza
göstermek, daha fazlasına rıza göstermek anlamına gelmez". Âriyet olarak verilen bir
malda takyîd sözkonusu olduğu takdirde, buna itibar edileceğine dair verdiği bir örnekte
bu kâideyi zikretmiştir1437.
Kitâbu'l-Âriyet'te zikrettiği dâbıtlara şunlar örnek verilebilir:
1433 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 360/ VI, 210.1434 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 366/ VI, 213.1435 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 373/ VI, 214.1436 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 374-375/ VI, 215. Ayrıca bkz. Mecelle Md. 64.1437 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 376/ VI, 216.
268
( للمستعير الملك ثبوت يقتضي العقد إطالق ) "Akdin mutlak oluşu, müsteîr için
mülkiyetin sübûtunu gerektirir"1438.
تصرف الذي الوجه على العاقل تصرف إعتبار األصل ) ) "Aslolan, akıllı kimsenin
tasarrufunun, tasarruf ettiği şekliyle değerlendirilmesidir"1439.
36. Kitâbu’l-Vakf ve Sadaka
( نصا كالث88ابت داللة الث88ابت ) "Delâleten sâbit olan, nass ile sâbit gibidir".
Tarafeyn'e göre vakfın cevaz şartlarından biri de vâkıfın, vakfettiği şeyin süresini ebedi
olarak kesilmeyecek şekilde tayin etmesidir. İmam Ebu Yusuf'a (v. 182/798) göre
bunun belirtilmesine gerek yoktur. Onun bu konudaki görüşünü izah ederken önce
Rasulullah (s.a.v) ve sahabenin böyle bir şart ileri sürmediklerini ifade etmiş, daha sonra
bu şartın delaleten var olduğunu, dolayısıyla bunu şart koşmaya gerek olmadığını ifade
ederken bu kâideyi zikretmiştir1440.
( حسن الله عند فهو حس88نا المس88لمون رآه ما ) "Müslümanların güzel gördüğü
şey, Allah katında da güzeldir". Kıyasa göre bir kimsenin ağaç vakfetmesi caiz
değilken, insanların bu konudaki teâmülüne binaen istihsânen caizdir1441.
37. Kitâbu’d-Da‘vâ
( به ملحقا ك88ان الشيء ضرورات من كان ما كل ) "Bir şeyin zarûrâtından olan
her şey, ona dâhildir". Müddeaaleyhin dava, şehadet ve hüküm zamanında asaleten
veya niyabeten hazır bulunması şarttır. Ancak dava konusu olan şey hâzır ile gâibin
üzerinde birleştikleri bir şey ise ve bu dava gâip için bir hakkın sübûtunu sağlıyorsa,
hâzırın bulunması yeterli olur. Çünkü onun kendisi için iddia ettiği hak sâbit olduğunda,
gâip için de sâbit olmuş olur1442.
1438 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 375/ VI, 215.1439 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 375/ VI, 215.1440 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 397/ VI, 220.1441 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 400/ VI, 220.1442 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 414/ VI, 223. Mecelle'deki "Bir şeye malik olan kimse, ol şeyin zaruriyatından
olan şeye dahi malik olur" kâidesi, bu kâide ile aynı anlamdadır. Bkz. Mecelle Md. 49.
269
( الخلف إلى المص8ير تمنع األصل على الق8درة ) "Aslı yapabilme imkânı, halefe
gidilmesini engeller". Ebu Hanife'ye (v. 150/767) göre davalarda, beyyinenin
bulunmaması, müddeaaleyhin yemine müracaat etmesini gerektiren şartlar arasındadır.
Beyine bulunduğu takdirde yemine müracaat edilmez. Çünkü beyyine asıl, yemin halef
olduğu için asıl olunca halefe gidilmez1443.
( بالمعاينة كالث88ابت بالبينة الثابت ) "Beyyine ile sâbit olan, muâyene ile sâbit
gibidir". Bir kimse gayr-ı menkul olan bir malı birinden aldığını iddia etse, zilyed olan
da alındığı iddia edilen malın mülk sahibi tarafından kendisine emanet bırakıldığını
söylese, beyineye gerek kalmadan aralarındaki çekişme sona erer. Zilyed olan beyyine
getirse de durum değişmez. Çünkü onun zilyedliğinin başkası adına olduğu iki tarafın
onayı ile sâbit olmuştur1444.
( الشرع أحكام في بالمتيقن ملحق الراجح ) "Şer‘î hükümlerde, râcih olan yakîn
olana ilhak edilir". Mülkiyetin aslı hakkında iki beyyine ile beraber iki davanın tenakuz
etmesi durumunda bunlardan birini tercih etme imkânı varsa râcih olan ile amel edilir.
Bu kâidenin yanında şu dâbıtı da istidlalde esas almıştır: ( تعارضتا إذا البينتين أن األصل ب88الراجح يعمل األخ88رى على إح88داهما ت88رجيح أمكن ف88إن الظاهر حيث من الملك أصل في )
"Kâide: Karineye bağlı olarak mülkiyetin aslı hususunda iki beyyine tearuz ettiklerinde,
ikisinden birini diğerine tercih etme imkânı varsa râcih olan ile amel edilir". Deliller
arasında tearuz bulunması durumunda hangisinin tercih edileceğini de zikretmiş olduğu
usûl kâideleri üzerine temellendirmiştir1445.
( بالشك ي88زول ال بيقين الث88ابت أن كما بالشك يثبت ال بيقين الثابت غير ) "Yakînen
sâbit olan şek ile zail olmadığı gibi yakînen sâbit olmayan da şek ile sâbit olmaz".
Nesep davalarında, çocuğun nesebinin cariyeden sâbit olması ile ilgili bir meselede
mezhep imamları arasında vuku bulan bir ihtilafı izah ederken, bu kâideyi Ebu
Hanife'ye (v. 150/767) nispetle zikretmiştir1446.
1443 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 431/ VI, 226. Bu konuda aynı kâidenin kullanımı için bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 439/ VI, 229.
1444 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 443/ VI, 232.1445 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 443/ VI, 232.1446 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 468/ VI, 244.
270
( يكن لم كأنه األصل من بالع88دم يلتحق زال إذا أصل على ع88ارض كل ) "Bir asla
ârız olan her şey, ortadan kalkınca, yokluğa ilhak edilir ve sanki olmamış gibi kabul
edilir". Bunamış bir kimsenin davası kabul edilmez. Ancak bunama hali geçince davası
istihsanen sahih olur. Çünkü bu arızî bir durumdur. İstihsânen verilen bu hükmü izah
ederken bu kâideyi zikretmiştir1447.
( آدم بني في أصل الحرية ) "İnsanda aslolan hürriyettir". İmam Ebu Yusuf'a (v.
182/798) göre, köle iken efendisinin kendisini özgür bırakarak hürriyete kavuştuğunu
iddia edenin sözüne itibar edilir. Çünkü o, asıl olanı iddia etmektedir1448.
( له ق88ول ال المتعنت ) "İnatçı, söz söylememiş kabul edilir". Selem akdinde,
malın teslim vakti ile ilgili olarak rabbu's-selem akdin sıhhatini, müsellemun ileyh de
fesadını iddia ederse, müsellemun ileyh malın teslim zamanının inkârı hususunda inatçı
ve rabbu's-selem sıhhati iddia ettiği için rabbu's-selemin sözüne itibar edilir1449.
( الش88رع في المنكر ق88ول الق88ول ) "Hukukta söz, inkâr edenin sözüdür".
Yukarıdaki mesele ile bağlantılı olarak, selem akdinin sıhhatı hususunda mezhep
imamları arasında vuku bulan tartışmada kıyasa göre verilen hükmün gerekçesini bu
kâide ile açıklamıştır1450.
( ح88رام وحقه الغ88ير ملك في التص88رف ) "Başkasının mülkünde ve hakkında
tasarruf yasaktır"1451.
( ح88رام إذنه بغ88ير الغ88ير حق في التص88رف ) "Başkasının hakkında onun izni
olmaksızın tasarruf yasaktır".
( مب88اح بإذنه اإلنس88ان حق في التص88رف ) "Bir insanın hakkında, onun izni ile
tasarrufta bulunmak mübahtır". Bu üç kâideyi, başkasına ait olan mülkte tasaruf
hakkının sınırları ile ilgili olarak zikretmiştir1452.
1447 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 481/ VI, 250.1448 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 494/ VI, 256.1449 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 508/ VI, 263.1450 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 508/ VI, 263.1451 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 511/ VI, 265.1452 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 515/ VI, 265. Mecelle'deki kullanım için bkz. Mecelle Md. 95, 96, 97.
271
Kitâbu'd-Da'va'da geçen bazı dâbıtlar şunlardır:
( يج88وز ال وعن88دنا عن88ده الغ88ائب على القض88اء يج88وز ) "İmam Şafiî'ye göre gâib
hakkında hüküm vermek câizdir, bize göre câiz değildir"1453.
( عليه المدعى حجة واليمين المدعي حجة البينة ) "Beyyine davacının, yemin ise
davalının delilidir"1454.
( يصح ال الغ88ير حق إبط88ال تض88من إذا اإلقرار ) "İkrar, başkasının hakkını iptali
içerirse sahih değildir"1455.
( بالع8دم ف8التحقت مقبولة غ8ير المسلم على الكافر شهادة ) "Kâfirin Müslüman
hakkındaki şehadeti makbul değildir; yok gibi kabul edilir"1456.
( الش88هادة ص88حة تمنع به المش88هود جهالة ) "Şahitlik edilen konu hakkındaki
bilgisizlik, şehadetin sıhhatini engeller"1457.
( اإلقرار صحة تمنع فال به المقر جهالة ) "İkrar edilen konu hakkındaki bilgisizlik,
ikrarın sıhhatini engellemez"1458.
( األصل يدعي من قول القول ) "Söz aslı iddia edenin sözüdür"1459.
38. Kitâbu’ş-Şehâde
( ع88ارض وال88رق آدم ب88ني في الحرية هو األصل ) "İnsanda aslolan hürriyyettir,
kölelik arızîdir". El-Câmiu's-Sağîr'de, bir malın bir şahsın elinde olmasının, sözkonusu
malın o kimsenin mülkiyeti altında olduğuna dair şehadet için yeterli olduğu ifade
edilmiştir. Ancak köle ile cariye bu konuda istisna edilmişlerdir. Köle ile cariyenin
1453 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 412, 414/ VI, 222, 223. Ayrıca bu dâbıt Kitâbu'n-Nafaka'da ( على القضاء يجوز ال الغائب ) "Gâib hakkında hüküm vermek caiz değildir" şeklinde geçmişti. Bkz. Kâsânî, Bedâyi‘,
V, 160/ IV, 26.1454 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 418, 428, 439, 462/ VI, 225, 226, 230, 241.1455 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 485/ VI, 252.1456 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 491/ VI, 254.1457 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 499/ VI, 258.1458 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 499/ VI, 258.1459 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 506/ VI, 262.
272
kendilerinin bunu ikrar etmeleri ile bu konudaki şehadetin geçerli olduğunu izah
ederken, bu kâideyi zikretmiştir1460.
( الش88رع في الكل حكم لألك88ثر ) "Hukukta çoğunluğa da bütünün hükmü
uygulanır". Şahitte bulunması gereken adalet vasfının şartlarından birisi de haddi kazif
cezasına çarptırılmamış olmaktır. Kendisine kazif cezası uygulanırken Müslüman olan
bir zımmînin şahitliğinin kabulü ile ilgili olarak Ebu’l-Leys es-Semerkandî'nin (v.
373/983) yapmış olduğu iki rivayetten birisine göre bu kimsenin şahitliğinin kabulü,
uygulanan haddin oranına bağlıdır; haddin çoğunluğu uygulanmışsa şahitliği kabul
edilmez1461.
( بالمعاينة كالث88ابت بالبينة الثابت ) "Beyyine ile sâbit olan, muâyene ile sâbit
gibidir". Bir kimse, başkasının elinde olan bir evin kendisine ait olduğunu iddia etse ve
o evin daha önce ona ait olduğuna dair beyyine bulunsa, İmam Ebu Yusuf'a (v.
182/798) göre onun iddiası kabul edilir. Eğer beyyine onun daha önce bu eve sahip
olduğunu ispatlamışsa, bu sahipliğin devamına hükmetmek asıldır. Şehadetin
kendisinde aranan şartlar bağlamında şehadetin davaya uygun olması ile ilgili verdiği bu
örnekte, Ebu Yusuf'un (v. 182/798) görüşünü izah ederken bu kâideyi zikretmiştir1462.
( المزيل يوجد أن يبقى ثبت فيما األصل ) "Sâbit olan bir şeyin, onu ortadan
kaldıran bir şey bulununcaya kadar devam etmesi asıldır". Şehadetin davaya uygun
olması mevzusunda, bir şahsın, başkasının elinde olan bir mülkün kendisine babasından
miras kaldığını iddia etmesi ve şahitlerin de o mülkün onun babasına ait olduğuna
şahitlik etmeleri ile ilgili olarak, Ebu Yusuf (v. 182/798) ile Tarafeyn arasında cereyan
eden tartışmada Ebu Yusuf'a (v. 182/798) nispetle bu kâideyi zikretmiştir. Buna karşılık
kendisi de Tarafeyn'in görüşünü benimsemiş; mirasa bağlı olarak sözkonusu evde
müddeinin mülkiyetinin bekâsına hükmetmenin istishâbu'l-hale bağlı olduğunu, ancak
istishâbu'l-halin istihkak için delil olmadığını ifade ederek, Ebu Yusuf'un (v. 182/798)
bu kâidenin yorumu ile ilgili yaklaşımını eleştirmiştir1463.
1460 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 11/ VI, 267.1461 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 33/ VI, 271.1462 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 41-42/ VI, 274.1463 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 42/ VI, 274.
273
( والغفلة السهو على مطبوع اإلنسان ) "İnsan, gaflet/dikkatsizlik ve unutkanlık
özelliğine sahiptir". Şahitlikte, sayının birden fazla olmasının gerekçesini izah ederken,
önce konu ile ilgili nassları zikretmiş, daha sonra bunun dikkatsizlik ve unutkanlık
illetine bağlı olduğunu ifade etmiştir1464.
( الش88رط إلى ال العلة إلى يض88اف الحكم ) "Hüküm illete izafe edilir, şarta
edilmez". İllet ile ilgili olan bu usûl kâidesini, İmam Züfer (v. 158/775) ile Hanefi
mezhebinin diğer üç fakihi arasında, kadının muhsanlık hususundaki şehadeti
mevzuunda vuku bulan ihtilafta, İmam Züfer’in (v. 158/775) görüşünü eleştirirken
zikretmiştir1465.
Kitâbu'ş-Şehâdet'te geçen bazı dâbıtlara şunlar örnek verilebilir:
( مقبولة غ88ير المس88لم على الك88افر ش88هادة ) "Kâfirin Müslüman hakkındaki
şehadeti makbul değildir"1466.
( يجوز ال وعندهما عنده جائز العدالة بظاهر القضاء ) "Zahiren görünen adalet ile
hüküm vermek Ebu Hanife'ye göre caiz, İmâmeyn'e göre caiz değildir"1467.
( يتجزأ ال الحد ) "Had cezası bölünmez"1468.
( فيه مش88كوك لحق بيقين الثابت الحق تعطيل يجوز ال ) "Yakînen sâbit olan bir
hakkın, şüpheli bir hak sebebi ile engellenmesi caiz değildir"1469.
( بالش88بهات واإلس88قاط الدرء على مبناهما والقصاص الحدود ) "Hadler ve kısas,
şüpheler ile düşürülme ve kabul edilmeme esası üzerine kuruludurlar"1470.
1464 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 48/ VI, 277.1465 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 56/ VI, 280.1466 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 22, 56/ VI, 269, 280.1467 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 25/ VI, 270.1468 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 33/ VI, 271.1469 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 47/ VI, 276.1470 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 54, 61/ VI, 279, 281.
274
39. Kitâbu’r-Rücû‘ Ani’ş-Şehâde
( للشرط ال للعلة الحكم ) "Hüküm şarta değil illete bağlıdır". Ebu Hanife’ye (v.
150/767) göre müzekki, hükümden sonra tezkiyesinden rücu‘ etse, mahkûmun bih olan
mal ivazsız itlaf edilmiş ise tazmin etmesi gerekir. Çünkü onun tezkiyesi olmasaydı
hâkim, şehadetiyle hükmetmezdi. Bu tezkiye malın telefine illetü'l-ille mesabesinde
olmuştur. Bu durum ile muhsan hakkında yapılan şahitlik arasındaki farkı izah ederken
bu kâideyi zikretimiştir1471.
( العلة بقدر يتقدر الحكم ) "Hüküm illet miktarınca takdir edilir". Şehadetten
rücu‘ sebebiyle meydana gelen itlafın tazmin edilecek miktarı, itlafın miktarına
bağlıdır1472.
40. Kitâbu Âdâbi’l-Kâdî
( مثله بإجتهاد ينقض ال باإلجتهاد أمضى ما ) "İctihad ile yerine getirilen bir şey,
kendisi gibi başka bir ictihad ile geçersiz olmaz". Bir fakihin vermiş olduğu bir hüküm
ile ilgili ictihadının değişmesi, daha önce vermiş olduğu hükmü geçersiz kılmaz. Yeni
ictihadı, ictihadın değiştiği zamandan sonra verilecek hükümler için geçerli olur1473.
( بالض88مان الخراج ) "Bir şeyin nef‘i, zamânı mukabelesindedir". Hâkim, kul
hakları ile ilgili malî bir konuda verdiği hükümde hata etmiş ve mal da ortada ise hak
sahibine geri verilir. Eğer mal telef olmuş ise hâkimin lehine hükmettiği kimse bunu
tazmin etmek ile yükümlüdür. Çünkü hâkim, onun lehine hükmettiği için hâkimin hatası
da onun aleyhine olur1474.
Kitâbu Âdâbi'l-Kâdî'de geçen dâbıtlara şunlar örnek verilebilir:
( الش88هادة أهلية مع ت88دور القض88اء أهلية ) "Kaza ehliyeti, şehadet ehliyetine
bağlıdır"1475.
1471 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 75/ VI, 287.1472 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 75/ VI, 287.1473 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 109/ VII, 6.1474 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 137/ VII, 16.1475 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 86, 139/ VII, 3, 17.
275
( بالشبهات تدرأ الحدود ) "Hadler, şüpheler ile düşürülür"1476.
( بالقبول الواحد خبر من أولى اإلثنين خبر ) "İki kişinin haberini kabul etmek, bir
kişinin haberini kabul etmekten evlâdır"1477. Tezkiye ile ilgili olarak bu dâbıtı
zikretmiştir.
( فساد الفساد إلى أدى ما ) "Fesada götüren şey de fesattır"1478.
Bu bölümde, başta ictihad ile ilgili olmak üzere birçok usûl kâidesi
zikretmiştir1479.
41. Kitâbu’l-Kısme
( الشرعية التصرفات أهلية شرائط من العقل ) "Akıl, şer‘î tasarrufların ehliyet
şartlarındandır". Akıl, kısmet akdinin cevaz şartlarındandır. Bu sebepten ötürü aklî
melekesi bulunmayan mecnun ve çocuğun kısmet akdi caiz değildir1480.
( محال جوازه شرط بدون التصرف جواز ) "Cevaz şartı olmaksızın bir tasarrufun
cevazı muhaldir". Ebu Hanife'ye (v. 150/767) göre köle cem‘ yoluyla paylaştırılamaz.
Paylaştırmanın cevaz şartı bulunmadığı için böyle bir taksim imkânsızdır1481.
( األصل في محظور إذنه غير من الغير ملك في التصرف ) "Başkasının mülkünde
onun izni olmaksızın tasarruf yasaktır". Kaza yoluyla yapılan cebrî paylaştırmada,
ortaklardan en az birinin hâkimden, ortak olan şeyi aralarında paylaştırmasını istemesi
gerekir. Herhangi bir talep olmaksızın yapılacak taksim, başkasının mülkünde tasarruf
olacağı için caiz değildir1482.
( نفسه على حجة اإلنسان إقرار ) "Kişinin ikrarı, kendisi için hüccettir". İki kişi
arasında ortak olan bir mülkte, ortaklardan biri o mülkün bir kısmında başkasının
1476 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 113/ VII, 7.1477 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 125-126/ VII, 11.1478 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 133/ VII, 14.1479 Örnek olarak bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 104, 109, 133.1480 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 145/ VII, 18.1481 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 152/ VII, 21.1482 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 153/ VII, 22. Mecelle'deki "bir kimsenin mülkünde anın izni olmaksızın âhar
kimsenin tasarruf etmesi câiz değildir" kâidesi, bu kâide ile aynı anlamdadır. Bkz. Mecelle Md. 96.
276
hakkının olduğunu ikrar ettiği takdirde, diğer ortak bunu inkâr etse de ikrarda bulunanın
ikrarı sahih olur1483.
Kitâbu'l-Kısmet'te zikrettiği dâbıtlara şunlar örnek verilebilir:
( فال ال ومن القس88مة والية فله ال88بيع والية له من كل ) "Bey'e velayeti olan her
kesin kısmet akdine de velayeti vardır. Bey'e velayeti olmayanın kısmet akdine de
velayeti olmaz"1484.
( الجار من أولى الشريك ) "Ortak, komşudan önceliklidir"1485.
42. Kitâbu’l-Hudûd
( الحكمة على ال الظ88اهر السبب على يدار الحكم ) "Hüküm, hikmete değil açık
olan sebebe bağlıdır".
( بح88رج إال عليه يوقف ال خفيا الحكمة وجه كان إذا إال بالحكمة الحكم تعليق األصل تق8ديرا موج88ودة الحكمة وتجعل مقامه الظ88اهر الس8بب فيقام ) "Hikmet yönünün kapalı
olmaması ve zorlanmadan anlaşılması durumunda hükmün hikmete bağlanması asıldır.
Hikmet yönünün kapalı olması durumda açık olan sebep, hikmetin yerine ikame edilir
ve hikmet takdiren mevcut kılınır". Töhmet ve fitnenin önüne geçmek amacıyla, kazif
dışında kalan zina, hırsızlık ve içki içme hadlerinin uygulanabilmesi için zamanaşımının
olmaması gerekir. Ancak hırsızlık suçunda, zamanaşımının şahitliği engelleyici bir
unsur olmakla beraber mal sahibinin davada bulunmasının şart oluşu, mezhep fakihleri
arasında ihtilaflıdır. Bu ihtilafı izah ederken, ilk kâideyi zamanaşımının şehadeti
engellediğini ifade eden bilginlerin görüşünü verirken, ikinci kâideyi de bu bilginlerin
görüşünü eleştirirken zikretmiştir1486.
( الغير على لإللزام يصلح ال الظاهر ) "Zahiri durum/karine, başkasını ilzam için
uygun olmaz". Birine zina isnadında bulunan kimse, köle olduğunu ve kölelere
uygulanan haddin kendisine uygulanmasını istese; buna karşılık kendisine iftirada
1483 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 170/ VII, 30.1484 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 145/ VII, 18.1485 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 165/ VII, 28.1486 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 230/ VII, 46.
277
bulunulan da onun hür olduğunu iddia etse, zina isnadında bulunanın sözüne itibar
edilir1487.
( العلة ق88در على يثبت الحكم ) "Hüküm, illet miktarınca sâbit olur". Köleye
uygulanacak zina haddinin hür kimsenin cezasının yarısı kadar olduğunu izah ederken,
"(cariyeler) evlendiklerinde zina edecek olurlarsa, onlara, hür kadınlara verilen
cezanın yarısı verilir"1488 ayetini delil olarak zikrettikten sonra, hükmün aklî gerekçesini
izah ederken bu kâideyi zikretmiştir1489.
Kitâbu'l-Hudûd'da geçen dâbıtlara şunlar örnek verilebilir:
( الجناية قدر على الجزاء ) "Ceza, suçun miktarına göredir"1490.
( ق88در على العقوبة حاله بنقص88ان وتنتقص الج88اني ح88ال بكم88ال ت88زداد والجناية Ceza, suçun miktarına göredir. Suç, suçu işleyenin durumunun tam olması ile" (الجناية
artar, onun durumunun noksan olması ile noksan olur"1491.
( أولى اإلحتم88ال فمع الش88بهة مع يجب ال الحد ) "Şüphe durumunda had cezası
gerekmeyince ihtimal durumunda evleviyetle gerekmez"1492.
( الشبهات مع تثبت ال الحدود ) "Hadler, şüpheler ile sâbit olmaz"1493.
( إس88قاطه من ال الحد إثب88ات من تمنع الش88بهة ) "Şüphe, haddin iskatını değil
ispatını engeller"1494.
( الش88بهات مع تس88توفى ال الح88دود ) "Hadler, şüphelerin olması durumunda
uygulanmaz"1495.
1487 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 244/ VII, 54.1488 Nisa, 4/25. 1489 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 250/ VII, 57.1490 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 208/ VII, 39.1491 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 250/ VII, 57.1492 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 221/ VII, 42.1493 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 229, 241/ VII, 46, 55.1494 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 229/ VII, 46.1495 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 246, 265, 267/ VII, 55, 61.
278
( الشبهة مع الحد إستيفاء يجوز ال ) "Şüphe durumunda haddin uygulanması caiz
değildir"1496.
( صحيح وجل عز لله حقا الخالصة الحدود في اإلقرار عن الرجوع ) "Sadece Allah
haklarından olan hadlerde ikrardan dönmek sahihtir"1497.
( حق على اإلس88تيفاء في العبد حق يقدم أن إجتمعت إذا الحدود أسباب في األصل وجل عز الله ) "Hadlerin sebeplerinde aslolan; sebepleri bir arada bulununca, kul
hakkının Allah hakkından önce uygulanmasıdır"1498.
43. Kitâbu’s-Sirka
( أصحابنا أصل على السبب وجود وقت من المضمون ملك يوجب الضمان وجوب )
"Bizim mezhep bilginlerimizin esas aldığı kâideye göre tazminin vücubu, sebebin varlığı
vaktinde mazmunun mülkiyetini gerektirir". Hırsıza hadd-i sirkatin uygulanmasının
şartlarından birisi de hırsızın, çalınan malda mülkiyeti veya mülkiyet tevil ve şüphesinin
bulunmamasıdır. Bu durumda suç tam olmadığından cezayı da gerektirmez. Bir hırsız,
girdiği evde bulunan bir elbiseyi ikiye böldükten sonra çalsa, Ebu Yusuf'a (v. 182/798)
göre ceza uygulanmaz. Çünkü elbiseyi ikiye bölmekle onu evden çıkarmadan önce
mülkiyetin sübût sebebi bulunmuştur ki bu da tazmini gerektirir1499.
( الضمان أداء عند تملك عندنا المضمونات ) "Bize göre, tazmin edilebilen şeylere,
tazminin edası ile malik olunur". Hanefi bilginlere göre, çalınan mal hırsızın elinde telef
olmuş ve had uygulanmışsa, tazminat gerekmez. Bu konuda Kur'an ve sünnetten deliller
ile aklî gerekçeler ileri sürmüşlerdir. Hükmün aklî gerekçesini izah ederken bu kâideyi
zikretmiştir1500.
( لم كأنه األصل من بالع88دم يلحق زال إذا أصل على ع88ارض كل أن المعهود األصل Bilinen kâide: Bir asla ârız olan her şey, ortadan kalkınca, yokluğa ilhak edilir ve" (يكن
sanki olmamış gibi kabul edilir". Hadd-i sirkatin şartlarından birisi de çalınan malın her
1496 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 266/ VII, 61.1497 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 238/ VII, 50.1498 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 268/ VII, 62.1499 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 295/ VII, 70.1500 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 342/ VII, 84.
279
türlü tecavüzden masum olması ve hırsızın o malı alma selahiyeti, tevil ve ibahat
şüphesinin bulunmamasıdır. Buna göre, dar-ı İslam'da bulunan bir müste'menin malının
çalınması istihsanen haddi gerektirmez. Çünkü harbînin malı masum değildir.
Müste'menin malı muvakkaten masum olsa da kendisi esasen harbî olduğundan,
masumiyeti arızîdir ve malında ibahat şüphesi bulunmaktadır1501.
( بالشبهات تسقط ال العباد حقوق ) "Kul hakları şüpheler ile düşmez". Yukarıda
geçen meselede müste'menin malını çalmak her ne kadar haddi gerektirmese de tazmini
gerektirir1502.
( بعذر ليس العباد حقوق في الخطأ ) "Kul haklarında hata özür değildir". İmam
Züfer’e (v. 158/775) göre hâkimin, "haddi uygula" talimatı üzerine hırsızlık haddini
uygulayacak olan kimsenin haddi yanlış bir organa uygulaması durumunda kendisine
tazminat gerekir1503.
( حرام الحرام إلى المفضي ) "Harama götüren şey de haramdır". Mahrem bir
akrabasının malını çalan kimseye had uygulanmaz. Onların evine izin almadan
girebilmesi, malın muhrez1504 oluşunu ortadan kaldırmaktadır. Ayrıca akrabaya hırsızlık
nedeni ile haddin uygulanması, sılay-ı rahmi kesmek gibi bir harama yol açacağı için
haram kabul edilmiştir1505.
( األصل حكم حكمه التبع ) "Tabi olanın hükmü aslın hükmüdür". Bir kimse,
hırsızlık cezası gerektirecek değerde olmayan bir elbiseyi, içindeki kıymetli bir şeyden
dolayı çalsa, asıl maksadı elbise değil de içindeki olduğu için hırsızlık haddi
uygulanır1506.
( الثب88وت علة إلنع88دام الض88رورة محل وراء فيما ع88دما يك88ون بض88رورة الث88ابت )
"Zaruret sebebi ile sâbit olan, sübût illetinin olmayışı sebebiyle, zaruret mahalli dışında
yok hükmündedir". Çalınan malın mûdiinin, müsteîrinin, gâsıbının ve mürtehininin
1501 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 296. / VII, 711502 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 296/ VII, 71.1503 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 352/ VII, 87.1504 "Hırz: Bir malın adet vechile muhafazasına mahsus mahaldir". Bkz. Bilmen, Kamus, III, 15.1505 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 305/ VII, 75.1506 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 323/ VII, 80.
280
hırsızlığı ispat için husumete (ikâmei dava) hakları vardır. Ancak bunların husumeti ile
had icra edilip edilmeyeceği hususunda ihtilaf vardır. İmam Züfer’e (v. 158/775) göre
bunların husumetleri, had açısından muteber değildir. Çünkü bunların yedleri asıl mal
sahibi gibi birer yedi sahiha değildir. Onların dava etme yetkisi, malı sahibine iade etme
imkânı olduğu için sâbit sayılır. Bu da zaruret sebebiyledir1507.
Kitâbu's-Sirkat'te geçen dâbıtlara şunlar örnek verilebilir:
( بالشبهة يسقط ال الضمان ) "Tazmin şüphe ile düşmez"1508.
( كالمقارن الحد في الطارىء المانع ) "Had cezasında, sonradan ortaya çıkan
engel, mukarin engel gibidir"1509.
( بالشبهات تدرأ الحدود ) "Hadler, şüpheler ile düşürülür"1510.
( بالشبهة يسقط الحد ) "Had, şüphe ile düşer"1511.
( الحد وجوب تمنع الشبهة ) "Şüphe haddin vücubunu engeller"1512.
( أمكن ما تدرأ الحدود ) "Hadler imkân olduğu ölçüde düşürülür"1513.
( عن88دنا يجتمعان ال الضمان مع القطع ) "Bize göre hırsızın elinin kesilmesi ile
tazminat bir arada bulunmaz"1514.
( واحد بحد فيها يكتفي واحد جنس من وإنها إجتمعت إذا الح888دود أس888باب ) "Bir
cinsten olan hadlerin sebepleri birleşince bunlardan birinin icrasiyle yetinilir"1515.
1507 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 332/ VII, 83.1508 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 299/ VII, 73.1509 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 307/ VII, 76.1510 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 307/ VII, 76.1511 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 354/ VII, 88.1512 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 326, 327/ VII, 81.1513 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 327/ VII, 81.1514 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 328, 340/ VII, 81, 88.1515 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 343/ VII, 85.
281
44. Kitâbu Kuttâi’t-Tarîk
( دمه ينهدر ال إنسان قتل قصد من ) "Bir insanı öldürmeye kastedenin kanı boşa
akmaz"1516.
( بنقص88انها وينتقص الجناية بزي88ادة ي88زداد الجناية ق88در على الجزاء ) "Ceza, suçun
miktarına göredir; suçun artmasıyla artar, eksilmesiyle eksilir"1517.
( عن88دنا والض88مان الحد بين يجمع ال ) "Bize göre had ile tazmin bir arada
bulunmaz"1518.
( حقه في حجة المقر إقرار أن األصل ) "Kâide: Mukirrin ikrârı, kendisi hakkında
hüccettir"1519.
Bu bölümde, yukarıdaki birkaç dâbıt dışında herhangi bir fıkıh kâdesi
zikretmemiştir.
45. Kitâbu’s-Siyer
( إباحة الحظر من اإلستثناء ) "Yasaktan istisna, ibâha ifade eder". Düşmanla
karşı karşıya gelindiğinde onlarla savaşmayıp kaçmanın haram olduğuna "Ey iman
edenler! Toplu halde kâfirlerle karşılaştığınız zaman onlara arkanızı dönmeyin. Tekrar
savaşmak için bir tarafa çekilmek ya da başka bir birliğe katılmak dışında, kim öyle bir
günde onlara sırt çevirip kaçarsa, muhakkak Allah'ın gazabına uğramış demektir"1520
ayetini delil olarak getirmiş ve bu ayetteki istisnanın haramdan istisna olduğunu izah
ederken bu kâideyi zikretmiştir1521.
( التبع في الحكم لبقاء بشرط ليس األصل بقاء ) "Tabi olanda hükmün bekâsı için
aslın bekâsı şart değildir". Anne ve babası ile birlikte esir olarak alınmış bir çocuğun
anne babası esir alındıktan sonra ölürlerse, çocuk kendisi Müslüman olmadıkça anne
1516 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 365/ VII, 92-93.1517 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 367/ VII, 93.1518 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 371/ VII, 95.1519 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 374/ VII, 97.1520 Enfal, 8/15-16.1521 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 384/ VII, 99.
282
babasının dini üzeredir. Anne ve babasının ölmesi ile çocuğun onlara tabiiyeti
kalkmaz1522.
( الشيء ذلك حكم حكمها الشيء إلى الوسيلة ) "Bir şeye vesile olanın hükmü, o
şeyin hükmüdür". Şeyhayn'ın, savaşma hususunda hacir altında bulunan kölenin eman
vermesinin caiz olmadığına dair görüşlerini izah ederken bu kâideyi zikretmiştir1523.
( الكل حكم لألكثر ) "Çoğunluğa da bütünün hükmü uygulanır". Cizye alınacak
kimselerde aranan şartlardan birisi de sağlıklı olmaktır. Senenin çoğunluğunu hasta
geçiren kimse, bütün sene boyunca hasta kabul edilir ve kendisinden cizye alınmaz1524.
( لضرورة إال سبب عن الحكم تأخير يجوز ال ) "Bir zaruret olmadıkça, hükmün bir
sebepten dolayı geciktirilmesi caiz değildir". Devlet başkanının savaşa teşvik
maksadıyla kimi mücahitlere özel olarak tahsis ettiği payda (nefl) mülkiyetin sübûtu,
mal ele geçirildiği ve alındığı için Dâru'l-İslâm'da ihrazına1525 bağlı değildir. Buna
karşılık ganimette mülkiyetin sübûtu, Dâru'l-İslam'da ihraza bağlıdır. Bu iki durum
arasındaki farkı izah ederken bu kâideyi zikretmiştir1526.
( الض88رورة محل يتع88دى ال بالض88رورة الث88ابت ) "Zaruret ile sâbit olan, zaruret
mahallini aşmaz". Savaşa katılan mücahitleden biri, Dâru'l-İslam'da ihraz edilmeden
önce, ganimetler arasında bulunan silah, binek veya elbise gibi bir şeyi kullanmaya
ihtiyaç duyarsa, o şeyi kullanmasında herhangi bir mahzur yoktur. Ancak ona olan
ihtiyacı bittikten sonra, onu ganimetlerin arasına tekrar geri koyar ve bunun dışında
herhangi bir şey için kullanamaz1527.
( للملك سببا يصلح ال المحظور ) "Yasak olan bir şey, mülkiyet sebebi olmaz".
İmam Şafiî’nin (v. 204/820), kâfirlerin Dâru'l-İslam'a girip Müslümanlar'ın mallarını ele
geçirmekle ona malik olamayacaklarına dair görüşünü izah ederken bu kâideyi (
1522 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 406/ VII, 104.1523 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 415/ VII, 106.1524 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 441/ VII, 111.1525 "İhrâz: Düşmandan ganimet alınan malın İslam ülkesine getirilmesi". Bkz. Erdoğan, Sözlük, s. 185. 1526 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 493/ VII, 123.1527 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 495/ VII, 124.
283
الملك يفيد ال معصوم مال على اإلستيالء ) "masum olanın malını ele geçirmek, mülkiyet
ifade etmez" dâbıtı ile birlikte zikretmiştir1528.
( بالعلة الحكم تعليق تع888ذر عند العلة مق888ام الش888رط إقامة من المعه888ود األصل )
"Hükmün illete bağlanma imkânı olmadığı zaman şart, illetin makamına ikame edilir
bilinen kâidesi" gereğince, Dâru'l-Harp'ten bir tüccarın, Dâru'l-İslam'dan aldığı
Müslüman bir köleyi satmadan kendi ülkesine geri dönmesi ile köle serbest kalır. Ebu
Hanife'nin (v. 150/767) bu görüşünü bu kâide üzerine temellendirmiştir1529.
( واإلحتم88ال بالشك ي88زول ال بيقين الث88ابت إن المعه88ود األصل ) "Bilinen kâide:
Yakînen sâbit olan, şek ve ihtimal ile zâil olmaz". Ebu Hanife'nin (v. 150/767), bir yerin
Dâru'l-İslam oluşunun, Müslümanların kendilerini orada emniyet ve güvende
hissetmeleri ile ilgili olduğuna dair görüşünü izah ederken bu kâide ile istidlalde
bulunmuştur1530.
( بالع88دم ملحق المحضة الض88ارة التصرفات في الصبي عقل إن ) "Çocuğun aklı,
mutlak zarar içeren tasarruflarda yok kabul edilir". İmam Ebu Yusuf'a (v. 182/798)
göre büluğ çağına ulaşmayan çocuğun riddeti, mutlak zarar içeren bir tasarruf olduğu
için muteber değildir1531.
( س888ببه عن يتخلف ال الحكم ) "Hüküm, sebebinin peşinden gelmez". Ebu
Hanife'ye (v. 150/767) göre mürted olan bir kimse ölmediği, öldürülmediği ve Dâru'l-
Harb'e ilhak etmediği sürece mülkiyetinde bulunan mallar onun durumuna bağlı olarak
mevkuftur; riddet sebebiyle malları mülkiyetinden çıkmaz. Onun bu görüşünü izah
ederken bu kâideyi zikretmiştir1532.
( زواله س88بب وج88ود مع للشيء وجود ال ) "Bir şey, kendisini ortadan kaldıran
sebebin mevcudiyeti ile birlikte var olmaz". Ebu Hanife'ye (v. 150/767) göre, irtidad
1528 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 513/ VII, 167.1529 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 517/ VII, 130.1530 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 519/ VII, 131.1531 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 527/ VII, 134.1532 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 537/ VII, 136.
284
eden kimsenin irtidad halindeki kazancı, fey1533 hükmünde olup mirasçılara değil
beytü'l-male aktarılır1534.
( الوكيل تص88رف بمنزلة األصل كتص88رف الخلف تص88رف ) "Halefin tasarrufu,
vekilin tasarrufu menzilesinde olup aslın tasarrufu gibidir". İrtidad eden bir kimse
Dâru'l-Harb'e ilhak ettikten sonra tekrar Müslüman olup eski ülkesine dönerse, Dâru'l-
Harb'e ilhakı sebebiyle mirasçılara paylaştırılan mallarını geri alır. Çünkü mirasçılar
onun yokluğunda ona halef kılınmışlardı1535.
( غيره يستتبع ال التبع ) "Tabi olan, kendisi dışında bir şeyi doğurmaz". Babasının
irtidadı ile çocuğun riddetine hükmedilse de dedenin irtidadı ile torununun mürted
olduğuna hükmedilemiyeceğine dair el-Câmiu's-Sağîr'de geçen rivayeti izah ederken bu
kâideyi zikretmiştir1536.
Kitâbu's-Siyer'de geçen dâbıtlara şunlar örnek verilebilir:
( واجب اإلجتهاد محل في اإلمام إتباع ) "İctihad mahallinde devlet başkanına tabi
olmak vacibtir"1537.
( ش88رعية والية عن ص88در اإلم88ام تص88رف ) "Devlet başkanının tasarrufu, şer‘î
velayetten kaynaklanmaktadır"1538.
( ف88رض بمعص88ية ليس فيما اإلم88ام طاعة ) "Ma'siyet olmayan şeyde devlet
başkanına itaat farzdır"1539.
( الش88رعية األحك88ام في التبعية يمنع ال88دار إختالف ) "Devletin farklılığı, şer‘î
hükümlerde tabiiyeti engeller"1540.
1533 Fey: Harac, cizye, ticaret vergileri, Gayr-i Müslimlerden harb etmeksizin alınan müsaleha bedelleri ve onlardan bihakkın alınan sair mallara denir. Bkz. Bilmen, Kamus, IV, 74.
1534 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 540/ VII, 138.1535 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 538/ VII, 137.1536 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 543/ VII, 140.1537 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 390/ VII, 100.1538 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 520/ VII, 131.1539 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 545/ VII, 140.1540 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 407/ VII, 104.
285
( باإلس88888تيالء التملك يحتمل ال وجه كل من أو وجه من الحر ) "Kısmen veya
tamamen hür olan kimse, istila ile (ele geçirilmekle) mülkiyet altına girmez"1541.
( التملك يحتمل ال الحر ) "Hür olan kimse, mülkiyet altına girmez"1542.
( مالك قاهر وكل مملوك مقهور كل ) "Her yenilen memlüktür (köle) ve her galip
olan da maliktir"1543.
46. Kitâbu’l-Gasb
( اإلطالق هو البقاء أسباب في األصل ) "Esbâb-ı bekâda aslolan ıtlaktır". Şarap
ve domuzun zimmîler hakkında mübah olduğu fikrinde olan Hanefi fukahasının
görüşünü izah ederken bu kâide ile istidlalde bulunmuştur1544.
( األصل رد عن العجز عند الخلف إلى يص888ار إنما ) "Aslı geri verme imkânı
olmadığında halefe gidilir". Gasp edilen malın telef olması durumunda aynen geri
verilmesi asıldır. Çünkü ( المغصوب عين رد وجوب للغصب األصلي الحكم ) "gasbın aslî
hükmü, gaspedilenin aynen geri verilmesidir" ve kıymet onun yerini tutan halefidir.
Malın kendisini geri verme imkânı bulunmadığı zaman, onun yerine kıymeti tazmin
edilir1545.
( س88ببه وج88ود وقت من يعت88بر الحكم ) "Hüküm, sebebinin bulunduğu vakitten
itibaren dikkate alınır".
( الفائدة لتوهم يبقى ثبت ما أن األصل ) "Kâide: (Kesin olarak) Sâbit olan, fayda
zannıyla olduğu hal üzere kalır". Gasp edilen mislî bir mal telef olmuş ve misli de
piyasadan kalkmışsa bunun tazmini hususunda Hanefi fukahası ihtilaf etmişlerdir. İmam
Ebu Yusuf (v. 182/798), malın gasp edildiği günkü kıymetinin esas alınacağı, Ebu
Hanife (v. 150/767) ise muhakeme esnasındaki kıymeti ile tazmin edileceği
görüşündedir. İmam Muhammed’e (v. 189/805) göre, mislî olanın piyasadan kalktığı
1541 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 515/ VII, 138. bkz. İbn Nüceym, Eşbâh, s. 146.1542 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 517/ VII, 121.1543 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 523/ VII, 133.1544 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 21/ VII, 147.1545 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 36/ VII, 151.
286
günkü kıymeti esas alınır. İlk kâideyi Ebu Yusuf'un (v. 182/798), ikinci kâideyi de Ebu
Hanife'nin (v. 150/767) görüşünü izah ederken zikretmiştir1546.
( س8ببه وجود وقت الحكم ثبوت وقت ) "Hükmün sâbit olduğu vakit, sebebinin
bulunduğu vakittir". Gasp edilen malın, gasp edildiği zamandaki kıymeti ile tazmin
edileceğini izah ederken bu kâideyi zikretmiştir1547.
( س88ببه وج88ود حين من يثبت الحكم ) "Hüküm, sebebinin bulunduğu vakitten
itibaren sâbit olur". Kıyemî mallardan olan gasp edilmiş mal, gasp edenin elinde helak
olursa, gasp edildiği vakitteki kıymeti tazmin edilir1548.
( عن88دنا بأنفسها متقومة بأموال ليست المنافع ) "Bize göre menfaatlerin bizzat
kendileri mütekavvim mallar değillerdir". Hanefi mezhebine göre gasp edilen şeyin
menfaati gasp edene aittir ve bunların itlafı sebebiyle herhangi bir tazminat ödemez.
Ancak İmam Şafiî (v. 204/820) aksi görüştedir. Aralarındaki bu ihtilafın, menfaatlerin
mütekavvim oluşu hususunda esas aldıkları kâideden kaynaklandığını ifade etmiş ve bu
kâideyi zikretmiştir1549.
( المنكر قول الشرع في القول ) "Hukukta söz, münkirin sözüdür". Gasp edilen
şeyin aslında, cins ve türünde veya miktar ve niteliğinde yahut gasp zamanı, gasp edilen
şeyin kıymetinde malı gasp eden ile mâlik arasında anlaşmazlık çıkarsa, bütün bu
durumlarda yemin ile beraber gasp edenin sözüne itibar edilir. Çünkü mâlik, onun
aleyhine tazminat iddiasında bulunmakta, o da inkâr etmektedir. Gâsıp inkar eden
olduğu için onun sözüne itibar edilir1550.
( واجب اللفظ بحقيقة العمل ) "(Lafzın) hakiki manası ile amel etmek vaciptir".
( أمكن ما واجب بالحقيقة العمل إن ) "Mümkün olduğu takdirde (lafzın) hakiki
manası ile amel etmek vaciptir".
1546 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 39/ VII, 151.1547 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 39/ VII, 151.1548 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 57/ VII, 159.1549 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 61/ VII, 160.1550 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 68/ VII, 164.
287
( اإللغاء من أولى بالمجاز العمل ) "(Lafzın) mecaz anlamı ile amel etmek ilgadan
evladır". Bir kimse bir şahsa "biz senden bin dirhem gasp ettik" dedikten sonra "biz on
kişiydik" diyecek olsa, İmam Züfer’e (v. 158/775) göre sözü tasdik olunur; İmam Ebu
Yusuf'a (v. 182/798) göre tasdik olunmaz. İmam Züfer (v. 158/775), sözün hakiki
manası ile amel etmenin vacip olduğundan hareketle bu kanaate varmıştır. İmam Ebu
Yusuf (v. 182/798), imkân varsa lafzın hakiki manası ile amel etmenin gerektiğini,
imkân olmadığı takdirde lafzın ilga edilmesindense mecaz ile amel etmenin gerektiğini
belirtmiştir. İlk kâideyi İmam Züfer’in (v. 158/775), diğer iki kâideyi de İmam Ebu
Yusuf'un (v. 182/798) görüşünü izah ederken zikretmiştir1551.
( جبار العجماء فعل ) "Hayvanatın kendiliğinden olarak fiili hederdir". Telef
etmek sebebi ile tazminatın icap etmesi için gereken şartlardan birisi de telef eden
kişinin tazmin edebilecek ehliyete sahip olmasıdır. Dolayısıyla hayvanların telef ettiği
malların tazminatı ödenmez1552.
Kitâbu'l-Gasp'ta geçen dâbıtlara şunlar örnek verilebilir:
( العقار في يتحقق ال الغصب ) "Gasp, akarda tahakkuk etmez"1553.
( بمال ليس الحر ) "Hür olan insan mal değildir"1554.
( الملك لثبوت سببا يصلح فال محظور الغاصب فعل ) "Gâsıbın fiili haramdır ve
mülkiyetin sübûtu için sebep olamaz". İmam Şafiî’ye (v. 204/820) nispetle zikrettiği bu
dâbıtı "el-aslu'l-ma'hûd" olarak ifade etmiştir1555.
( المغص88وب عين رد وج8وب للغصب األصلي الحكم ) "Gaspın aslî hükmü, gasp
edilenin aynen geri verilmesidir"1556.
( إسقاط اإلبراء إن ) "İbrâ ıskattır"1557.
1551 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 70/ VII, 164. Bkz. Mecelle Md. 12, 60, 61, 62.1552 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 77/ VII, 168.1553 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 16/ VII, 146.1554 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 17/ VII, 146.1555 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 29, 42/ VII, 148, 149.1556 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 36, 57, 68/ VII, 151, 163, 214.1557 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 41/ VII, 152.
288
( الض88مان ي88وجب فيه له حق ال إذنه بغ88ير للغ88ير ممل88وك م88ال إتالف ) "Başkasının
mülkiyetinde olan bir malı, sahbinin izni olmaksızın ve o malda herhangi bir hakkı
bulunmaksızın itlaf etmek tazmini gerektirir"1558.
47. Kitâbu’l-Hacr ve'l-Haps
( حقه اإلنس88ان حق وس88يلة ) "İnsanın hakkının vesilesi de onun hakkıdır".
Borçlunun ödemediği borçtan dolayı hapsedilebilmesi için alacaklının hâkimden
borçlunun hapsini istemesi gerekir. Çünkü hapis, hakkı olan alacağı almak için bir
vesiledir ve alacaklının bunu talep hakkı vardır1559.
( الظ88اهر له يش88هد من قول الشرع في القول ) "Hukukta söz, karinenin lehine
tanıklık ettiği kimsenindir". Borçlu ile alacaklının, borçlunun sıkışık olup olmaması
hakkındaki ihtilafları mevzusunda Hassâf’ın (v. 261/875) bu konuda esas alınacak
ölçüye dair görüşünü izah ederken bu kâideyi ona nispetle zikretmiştir1560.
Kitâbu'l-Hacr ve'l-Haps'ta geçen bazı dâbıtlar şunlardır:
( إق88رار نفسه على اإلنس88ان ش88هادة ) "İnsanın kendisi hakkındaki şehadeti
ikrardır"1561.
( المال إتالف له عقل ال من يد في المال وضع ) "Malın, aklî melekesi olmayan
bir kimsenin eline verilmesi malın itlafıdır"1562.
( وإنعق88اده التص88رف جواز شرط األهلية ) "Ehliyet, tasarrufun cevaz ve inikad
şartıdır"1563.
( اإلحتالم هو البلوغ في األصل ) "Büluğda aslolan ihtilamdır"1564.
1558 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 67/ VII, 163.1559 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 97/ VII, 173.1560 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 99/ VII, 174.1561 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 85/ VII, 170.1562 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 87/ VII, 170.1563 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 87/ VII, 171.1564 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 95/ VII, 172.
289
( التص8888رفات أهلية بطالن ي8888وجب ال الحبس ) "Haps, tasarruf ehliyetinin
geçersizliğini gerektirmez"1565.
48. Kitâbu’l-İkrâh
( حجة ال88رأي غ88الب اليقين إلى الوص88ول تع88ذر عند خصوصا ) "Özellikle yakîne
ulaşma imkânı olmadığı zaman re'y-i gâlip hüccettir".
( الظن وأكثر الرأي لغالب العبرة ) "Re'y-i gâlip ve ekseri zanna (zannı gâlibe)
itibar edilir". İkrahın gerçekleşmesinin şartlarından birisi de mükrehin (ikrâh olunanın),
mükrihin (ikrâh edenin) kendisini zorladığı şeyi yapmadığı takdirde, tehdidini yerine
getirebilecek güçte olduğunu zann-ı gâlip ile zannetmesidir1566.
( إباحة التحريم من اإلستثناء ) "Haramdan istisna, ibâha ifade eder". Meyte, kan,
domuz eti yemenin ve şarap içmenin hükmü, ikrâhın türüne göre farklılık arzeder. Şayet
ikrâh, öldürmek veya bir organı kesmek gibi şeylerle korkutmak şeklinde tam bir ikrâh
olursa, bu fiiller mübah olur. Çünkü Allah-u Teâlâ bu fiilleri şiddetli açlığa bağlı zaruret
halinde mübah kılmış ve şöyle buyurmuştur "zarureten kendilerine muhtaç olduklarınız
müstesnadır"1567. Ayetteki istisnanın ibahat ifade ettiğini izah ederken bu kâideyi
zikretmiştir1568.
( بدليل إال عنها العدول يجوز ال الحقيقة إعتبار األصل ) "Hakikate itibar asıldır. Bir
delil olmaksızın ondan dönmek caiz değildir". İmam Züfer’e (v. 158/775) göre, bir
kimse başkasını öldürmek için zorlanıp da bunun üzerine o kimseyi oldürürse kendisine
kısas uygulanır1569.
Kitâbu'l-İkrâh'ta geçen dâbıtların bir kısmı şunlardır:
( القلب على يعمل ال اإلكراه ) "İkrâhın kalbî tasarruflara etkisi yoktur"1570.
1565 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 100/ VII, 174.1566 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 104/ VII, 176.1567 Enâm, 6/119.1568 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 105/ VII, 176.1569 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 113/ VII, 179.1570 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 110/ VII, 178.
290
( اإلعتق88ادات على يعمل ال كما األق88وال على يعمل ال اإلك88راه ) "İkrâhın itikadî
tasarruflara etkisi olmadığı gibi sözlü tasarruflara da etkisi yoktur"1571.
( اإلقرار صحة يمنع اإلكراه ) "İkrâh, ikrarın sıhhatini engeller"1572.
( به التوكيل ص888حة فيمنع ال888بيع ص888حة يمنع اإلك888راه ) "İkrâh, bey'in sıhatini
engellediği gibi bey'e vekâletin sıhhatini de engeller"1573.
( بعضه على إكراه الشيء كل على اإلكراه ) "Bir şeyin bütünü hususunda vaki
olan ikrâh, ba'zı hakkında da ikrâhtır"1574.
49. Kitâbu’l-Me'zûn
( لض88رورة إال المس88بب مق88ام يقام ال السبب ) "Zaruret olmadığı sürece sebep,
sonucun yerine ikame edilmez".
( بالعدم ملحق النادر ) "Nâdir olan yok hükmündedir". Kasır ehliyetli olan bir
kimseye verilen alışveriş izninin geçerli olabilmesi için kendisine verilen bu izinden
haberdar olması gerekir. Ancak bazı kaynaklarda, köle ile küçüğün bu konuda farklı
hükümlere tabi olduğu söylenmiştir. Yapılan bu ayırımın dayanakları arasında bu iki
kâideyi zikretmiştir1575.
( والية وال ملك غير في يصح ال اإلنسان تصرف ) "Mülkiyet ve velayet olmaksızın
insanın yapmış olduğu tasarruf sahih olmaz".
( القس88مة يحتمل ال الع88دم ) "Olmayan şey, taksime konu olamaz". Hanefi
fakihlere göre me'zûn, başkasında olan alacağını te'hir etme yetkisine sahiptir. Ancak
başka biriyle ortak olduğu alacağı te'hir etme hususunda ihtilaf vardır. Ebu Hanife'ye (v.
150/767) göre me'zûnun bu durumda yapacağı te'hir geçersizdir. Ortağının payını te'hir
ettiği kabul edildiği takdirde bu durum, başkasının mülkiyetinde tasarruf anlamına gelir;
1571 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 118, 122, 123, 125/ VII, 182, 184, 185, 186 .1572 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 111/ VII, 178.1573 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 122/ VII, 184.1574 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 135/ VII, 191.1575 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 141-142/ VII, 194.
291
kendi payını te'hir ettiği kabul edilse, borcun kabzdan önce taksimi anlamına gelir ki her
iki durumda da tasarrufu geçersizdir1576.
( الس88ابقة الوكالة بمنزلة الالحقة اإلج88ازة ) "Sonradan verilen icâzet, önceden
verilen vekâletin yerine geçer". Me'zûnun yapmış olduğu mukâtebe akdinin mevlanının
iznine bağlı olduğunu, mevlanın icâzet vermesi ile geçerli olacağını izah ederken
hükmün illeti olarak bu kâideyi zikretmiştir1577.
( للحق مظه88رة حجة البينة ) "Beyyine, hakkı ortaya çıkaran bir hüccettir".
Me'zûnun yapmış olduğu tasarruflarda borcu ortaya çıkaran iki şey vardır. Bunlar; ikrar
ve beyyinedir. Beyyinenin borcu ortaya çıkaran sebeplerden olduğunu izah ederken bu
kâideyi zikretmiştir1578.
( األصل حكم البدل حكم ) "Bedelin hükmü, aslın hükmüdür". Deynin kölenin
kazancına taaluk ettiğini, ancak efendisinin ona verdiği iznin deynden önce ve sonra
olması hususunda kölenin kendi kazancı ile çocuk ve erş1579 arasında fark bulunduğunu
izah ederken bu kâideyi zikretmiştir1580.
( نافذ ملكه خ88الص في اإلنس88ان تص88رف ) "İnsanın kendi mülkünde tasarrufu
nâfizdir". Mevlanın, borçlu olan kölesini, borcun kölenin rakabesini ilgilendirmesi
sebebiyle, alacaklıların izni olmaksızın satamayacağını izah ederken bu kâideyi
zikretmiştir1581.
Kitâbu'l-Me'zûn'da geçen dâbıtlara şunlar örnek verilebilir:
( العدالة وال العدد فيه يشترط وال المعامالت في مقبول الواحد خبر ) "Muamelâtta
bir kişinin haberi makbuldur, sayı ve adalet şart koşulmaz"1582.
1576 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 147/ VII, 196.1577 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 150/ VII, 197.1578 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 159/ VII, 202.1579 "Erş: Yaralanan ve kesilen uzuvlardan dolayı verilmesi lazım gelen diyettir". Bilmen, Kamus, III, 13.1580 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 161/ VII, 203.1581 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 164/ VII, 205.1582 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 142, 167/ VII, 194, 206.
292
( العب88اد حق88وق في ال وتع88الى تب88ارك الله حق88وق في يصح اإلق88رار عن الرج88وع )
"İkrardan rücu' Allah haklarında geçerli, kul haklarında geçerli değildir"1583.
50. Kitâbu’l-İkrâr
( سواء حقيقة والعدم شرعا الساقط ) "Şer'ân sâkıt olan ile hakikaten olmayan
eşittir". "Falanın benim üzerimde bir zâif1584 dirhem müstesna on dirhem alacağı var"
diyen bir kimsenin yapmış olduğu bu istisna Ebu Hanife'ye (v. 150/767) göre sahih
olmazken Ebu Yusuf (v. 182/798), sahih olacağı görüşündedir. Önce bir hadis ile daha
sonra da bu kâide ile istidlalde bulunarak Ebu Hanife'nin (v. 150/767) görüşünün daha
kabule şayan olduğunu ifade etmiştir1585.
( بالعدم ملحق النادر ) "Nâdir olan yok hükmündedir". Bir kimse "falan kişinin
benden bin dirhem, hayır yüz dinar alacağı var" şeklinde muhtelif cinslerde istidrak ile
ikrârda bulunursa, değişik cinslerdeki yanlışlık nadiren karşılaşılan bir durum olduğu
için hepsini öder1586.
( يمينه مع المنكر قول القول ) "Söz, yemin ile birlikte münkirin sözüdür". Bir
kimse başkasının kendisindeki hakkını ikrâr ettikten sonra lehine ikrârda bulunulan
şahıs onu tasdik etmekle beraber sözkonusu hakkının daha fazla olduğunu iddia etse,
bunu delil ile ispatlamadığı takdirde ikrârda bulunan şahsın yemin etmesi durumunda
onun sözüne itibar edilir1587.
( المنكر قول القول ) "Söz münkirin sözüdür".
( النف88وس في أصل العص88مة ) "Canlarda korunmuşluk (canların masumiyeti)
asıldır".
( األصل له يشهد من قول القول ) "Söz, aslın lehine tanıklık ettiği kimsenindir".
Müslüman bir kimse, Müslümanlardan eman alan veya zimmî olan bir harbiye "sen
Dâru'l-Harp'te harbiyken senden bin dirhem aldım ve onu yok ettim" veya "senin elini 1583 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 160/ VII, 203.1584 "Zâif para: Beytülmalin kabul etmediği değersiz (katkılı) gümüş para". Bkz. Erdoğan, Sözlük, s. 496.1585 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 183-184/ VII, 132-210.1586 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 191/ VII, 212.1587 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 194/ VII, 214. Aynı kâide için bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, X, 195, 200/ VII, 215, 219.
293
kestim" dese, o şahıs ta "hayır ben Dâru'l-İslam'da müste'men veya zimmiyken sen bunu
yaptın" dese, İmam Muhammed (v. 189/805) ile İmam Züfer'e (v. 158/775) göre ikrârda
bulunan kimse, sözkonusu fiili tazminatın gerekmediği zamana izafe etmekle tazmini
inkâr ettiği için herhangi bir şey ödemez. Onların görüşünü izah ederken ilk kâide ile
istidlalde bulunmuştur. Ebu Hanife (v. 150/767) ile Ebu Yusuf'a (v. 182/798) göre
karine müste'menin lehine olduğu için ikrârda bulunan kimsenin tazminat ödemesi
gerekir. Çünkü canın masumiyeti asıl olduğu için onu düşüren herhangi bir arızî durum
bulunmadığından, müste'menin söylediğine itibar edilir. Son iki kâideyi de onların
görüşlerinin dayanağı olarak zikretmiştir1588.
( للمعت88اد الكالم مطلق ) "Mutlak ifade, mu‘tad olana hasredilir". Bir kimse
"falanın benden on elbisede bir elbise alacağı vardır" dese, İmam Muhammed'e (v.
189/805) göre on bir elbise, Ebu Yusuf'a (v. 182/798) göre bir elbise vermeyi ikrâr
etmiş olur. Ebu Yusuf (v. 182/798), İmam Muhammed'in (v. 189/805) söylediğinin
mümkün olduğunu ancak bunun mutad olmadığını söylemiştir. Ebu Yusuf'un (v.
182/798) görüşünü aktarırken bu kâideyi zikretmiştir1589.
( هو كأنه مقامه يقوم الشيء بدل ) "Bir şeyin bedeli, sanki o şeymiş gibi onun
makamına kaim olur". Maraz-ı mevtte olan kimsenin yapmış olduğu borç ikrârında,
alacaklılar arasında bazılarına öncelik tanıması sahih olmaz. Ancak karz ve semen-i
mebi‘ gibi bir bedeli ödemesi durumunda, diğer alacaklıların hakları terekeye müteallik
olduğu ve terekenin de hali hazırda bulunması sebebiyle onların hakları iptal olmadığı
için onlar buna ortak olamazlar1590.
( كالمصروف المستحق ) "İstihkak, harcama hükmündedir". Nesebe dair ikrârlar
konusunda, ikrârdan sonra sâbit olan mirasın paylaşımı ile ilgili verdiği bir örnekte bu
kâideyi zikretmiştir1591.
Kitâbu'l-İkrâr'da geçen dâbıtlara şunlar örnek verilebilir:
1588 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 203/ VII, 219.1589 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 208/ VII, 221.1590 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 217/ VII, 226.1591 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 227/ VII, 231.
294
( هبة عوض بغير التمليك ) "Ivazsız temlik hibedir"1592.
( اإلحتمال مع اإلقرار يصح ال ) "İkrâr ihtimal ile sahih olmaz"1593.
( يصح ال العب88اد حق88وق في اإلقرار عن الرجوع ) "Kul haklarında ikrârdan rücu
sahih olmaz"1594.
( إخبار اإلقرار ) "İkrâr ihbardır"1595.
( كائن عن إخبار اإلقرار ) "İkrâr, olan hakkında ihbardır"1596.
( عن88ده ي88ده في هلك فيما عليه ضمان ال المشترك األجير ) "Ebu Hanife'ye göre,
eciri müşterekin elindekinin helak olması ile kendisine tazmin gerekmez"1597. İmameyn
ile aralarındaki bir tartışmada onun görüşünü bu dâbıt üzerine temellendirmiş ve bunu
"kıyas" olarak ifade etmiştir.
( اإلق88رار صحة تمنع ال به المقر جهالة ) "İkrâr edilen şeyin bilinmezliği ikrârın
sıhhatini engellemez"1598.
( أمكن ما الص8حة على حمله يجب العاقل إقرار ) "İmkân varsa, akıllı kimsenin
ikrârının sıhhate hamledilmesi gerekir"1599.
51. Kitâbu’l-Cinâyât
( حق في ثبوته س88بب وجد وقد لجماعة ثبت إذا الحق88وق من يتج88زأ ال ما أن األصل غ88يره معه ليس ك88أن الكم88ال س88بيل على منهم واحد لكل يثبت منهم واحد كل ) "Kâide:
Bölünme kabul etmeyen haklar bir topluluk lehine sâbit olduğu ve topluluğun her bir
ferdi için o hakkın sübût sebebi bulunduğu takdirde, onların her birisi sanki kendisi ile
birlikte başka kimse yokmuş gibi o hakka eksiksiz bir şekilde sahip olur". Kısasta hak
1592 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 174/ VII, 208.1593 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 178/ VII, 209.1594 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 178, 183, 187, 190/ VII, 210, 211, 212, 215; bkz. Mecelle Md. 1588.1595 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 190/ VII, 212.1596 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 178, 193, 222/ VII, 209, 214, 228.1597 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 193/ VII, 214.1598 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 193/ VII, 214.1599 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 213, 223/ VII, 224, 229.
295
sahibi olan mirasçıların birden fazla olmaları durumunda, İmam Ebu Hanife'ye (v.
150/767) göre kısas hakkı parçalanma kabul etmeyen haklardan olduğu için bu hak, her
bir mirasçının lehine tam ve bağımsız olarak sâbit olur1600.
( الكل ذكر يتبعض ال فيما البعض ذكر ) "Bölünemeyen bir şeyin ba‘zını zikretmek,
bütününü zikirdir". Kısası düşüren sebeplerden olan katilin affedilmesinin sonucunda
kısas cezası bedelsiz olarak düşer. Kısas mütecezzi olmadığı için öldüren kimsenin
velisinin tamamen veya kısmen affetmesi durumunda, sulh dışında diyet alma hakkı
yoktur1601.
( الكل حكم الجزء حكم ) "Cüz'e bütünün hükmü uygulanır". Öldürülen kimsenin
velileri birden çok olur ve onlardan birisi katili affedecek olursa katilden kısas cezası
düşer ve geriye kalan velilere de diyetteki payları kalır. Katilin ödeyeceği diyetin süresi
hususunda Hanefi fakihler arasında ihtilaf vardır. İmam Züfer'e (v. 158/775) göre
gerekli olan diyet, ödenecek olanın yarısı olduğu için iki senede öder. Diğer fakihlere
göre ödenecek olan miktar, ödenmesi gereken miktarın bir parçası olduğu için onun
hükmünü alır ve üç senede ödenir1602.
( الش88رع أص88ول في الش88يء ذلك مقام يقام الشيء إلى المفضي السبب ) "Şer‘î
esaslarda, bir şeye yol açan sebep, o şeyin yerine ikame edilir". Velinin, yaralanmadan
sonra fakat ölümden önce katili affetmesi kıyasen caiz olmasa da istihsanen caizdir.
İstihsanen verilen bu hükmün gerekçelerinden birisi de ölüm henüz vuku bulmamış olsa
da ölüme sebep olan yaralama bulunmaktadır1603.
( خالف بال الفعل وقت الفاعل أهلية فيه تعت888888888بر األهلية إلى يرجع ما أن األصل )
"Kâide: Ehliyete bağlı olan hükümlerde, ihtilafsız olarak fâilin fiili işlediği zamanki
ehliyetine itibar edilir". İmam Ebu Hanife'ye (v. 150/767) göre kısas ve diyet ile ilgili
cezalar, suçu işleyen kişinin ve öldürülen kişinin olayın vuku bulduğu esnadaki
durumları (Müslüman, harbî, zimmî gibi) dikkate alınarak belirlenir. Daha sonraki
değişimlere itibar edilmez1604.1600 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 270/ VII, 242.1601 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 288/ VII, 247.1602 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 290/ VII, 248. Aynı kâide için bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, X, 333/ VII, 265.1603 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 291/ VII, 248.1604 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 307/ VII, 253.
296
( الس88بب وفق على يثبت الحكم ) "Hüküm, sebebe uygun olarak sâbit olur".
Hanefilere göre kasten öldürmenin, kasta benzer öldürmenin (şibhu'l-amd) ve hata ile
öldürmenin diyeti üç yıl vade ile ödenir. İmam Şafiî’ye (v. 204/820) göre kasta benzer
öldürmenin diyeti, kasten öldürmede olduğu gibi vadesiz olarak peşin ödenir. Çünkü
diyetin vücûb sebebi hâlihazırda mevcut olduğu için diyet de buna bağlı olarak peşinen
ödenir. Onun görüşünü izah ederken bu kâideyi verdiği hükmün gerekçesi olarak
zikretmiştir1605.
( وص88فه في الكل يخ88الف ال الج88زء ) "Parça, vasfında bütüne muhalif olmaz".
Diyetin ödenme zamanı ile ilgili olarak yukarıda zikredilen meselede İmam Şafiî’nin (v.
204/820) görüşünü eleştirip mezhebin görüşünü temellendirirken konu ile ilgili nasları
zikrettikten sonra konunun aklî izahını yapmış ve aklî dayanaklar arasında bu kâideyi
zikretmiştir1606.
( المتبوع يعارض ال والتبع األصل يعارض ال العارض ) "Arızî olan, asıl olana muarız
olmaz. Tabi olan da tabi olunana (metbua) muarız olmaz". Hür bir kimsenin öldürdüğü
köleden dolayı kendisine diyet gerektiğini nass, icma ve aklî deliller ile
temellendirmiştir. Aklî delilleri açıklarken, kölenin insan oluşunun asıl, mal oluşunun
ise arızî olduğunu ifade etmiş ve bu kâideler ile istidlalde bulunmuştur1607.
( المبدل حكم البدل حكم ) "Bedelin hükmü bedel kılındığı aslın hükmüdür". Bir
suç işleyen kölenin bir miktar kazancı bulunsa veya suç işleyen cariye doğum yapsa,
bunların efendisi işlenen suç karşılığında kazancı veya çocuğu vermez. Bu durumun
erşten farklı olduğunu izah ederken bu kâideyi zikretmiştir1608.
( األصل حكم التبع حكم ) "Tabi olanın hükmü aslın hükmüdür". Birkaç kişi
birleşerek tek bir kişinin eli, ayağı veya parmağı gibi bir uzvunu kesseler, İmam Şafiî’ye
(v. 204/820) göre canilerin hepsine kısas uygulanır1609.
1605 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 316/ VII, 256.1606 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 317/ VII, 257.1607 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 318/ VII, 257.1608 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 324/ VII, 261.1609 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 404/ VII, 299.
297
( مبت88دأ بتنج88يز الشرط وجود عند منجزا يصير بالشرط المعلق ) "Bir şarta bağlı
olan hüküm, şartın varlığıyla yeni bir tenciz ile müneccez olur". Bir kimse kölesine
"falan kimseyi öldürürsen hürsün" dese ve bunun üzerine köle de o kimseyi öldürse
İmam Züfer (v. 158/775) dışındaki Hanefi fakihlere göre fedâ-i diyeti seçmiş olur.
Kâsânî (v. 587/1191) onların bu görüşünü tercih etmiş ve bunun açıklamasını yaparken
bu kâide ile istidlalde bulunmuştur1610.
( بالضمان الخراج ) "Bir şeyin nef‘i, zamânı mukabelesindedir". Mükâtep kölenin
işlemiş olduğu suçtan dolayı gereken cezayı müdebber köle, ümm-ü veled ve diğer
kölelerden farklı olarak efendisi değil de kendisi öder. Çünkü onun kazancı kendisine
aittir1611.
( يشغل ال المشغول ) "Meşgul, işgal edilmez". Mükâtep köle bir suç işledikten
sonra hâkim, onun hakkındaki cezayı tespit etmeden bir suç daha işlerse üzerine sadece
bir ceza borç olur. Hâkim ilk suçun cezasını takdir ettikten sonra başka bir suç işlerse bu
durumda her ikisinin cezasını ayrı ayrı öder. Çünkü onun rakabesi hâkimin hükmü ile
boşalmıştır. Hükümden önce onun rakabesi ilk ceza ile meşgul olduğu için ikinci ceza
kendisine ayrıca gerekmez1612.
( الش8رط إلى ال السبب إلى يضاف الحكم ) "Hüküm, sebebe izafe edilir, şarta
edilmez". Bir şahıs bir kuyu kazdıktan sonra ağzını kapatsa, başka birisi gelip kuyuyu
açar da bunun üzerine birisi kuyuya düşerse; kuyuyu kazan kişi tazmin ile mükellef
olur. Çünkü kuyu kapatılmış olmak ile ortadan kalkmamıştır. Kapatılması düşmeyi
engellemiş olur ki kuyuyu açan kişi onu açmakla bu engeli kaldırmış olur. Engelin
kaldırılması düşmenin sebebi değil şartı olmuştur1613.
( الش88ريعة في أصل الظ88اهرة األس88باب إلى األحكام إضافة ) "Hükümlerin zahiri
sebeplere izafeti hukukta asıldır".
( أمكن ما إعتبارها األسباب في األصل ) "Sebeplerde aslolan, imkân ölçüsünde
onlara itibar etmektir". Bir kimsenin kazdığı kuyuya düşen bir şahıs başka birini 1610 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 332/ VII, 264.1611 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 338/ VII, 268. Aynı kâide için bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, X, 385/ VII, 290.1612 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 339/ VII, 268.1613 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 356/ VII, 276.
298
kuyuya çekse o da başka birini kuyuya çekse bunun sonunda hepsi ölse, bunların
diyetleri hususunda kıyasa ve istihsana göre farklı hükümler bulunmaktadır. Kıyasa
göre ilk düşen kişinin diyetini kuyuyu kazan, ikinci kişinin diyetini ilk düşen, üçüncü
kişinin diyetini de ikinci düşen öder. Çünkü her birisinin ölümü için zâhir bir sebep
bulunmaktadır ki o da şudur; ilk kişinin ölümü kuyunun kazılması, ikinci kişinin ölümü
ilk düşenin onu kuyuya çekmesi ve üçüncü kişinin ölümü de ikincinin onu kuyuya
çekmesidir. İstihsana göre ilk düşenin diyetinin üçte birini kuyuyu kazan, üçte birini
ikinci şahıs öder ve geriye kalan üçte bir ise hederdir. İkinci kişinin diyetinin yarısını ilk
düşen öder diğer yarısı ise hederdir. Üçüncü kişinin diyetinin hepsini ikinci düşen öder.
İlk kâideyi kıyasa göre verilen hükmü izah ederken, ikinci kâideyi de istihsana göre
verilen hükmü açıklarken zikretmiştir1614.
( الظ88اهر له يش88هد من ق88ول الق88ول ) "Söz, karinenin lehine tanıklık ettiği
kimsenindir".
( يمينه مع المنكر ق88ول الق88ول ) "Söz, yemin ile birlikte münkirin sözüdür".
Kuyuya düşüp te ölen bir kimse için kuyuyu kazan "kendisini kasten kuyuya attı",
mirasçıları da "senin kazdığın kuyuya düşüp öldü" şeklinde ihtilaf etseler, İmam Ebu
Yusuf (v. 182/798) bu konuda farklı iki görüş belirtmiştir. İlk görüşüne göre, akıllı bir
insan kendisini bilerek kuyuya atmaz. Bu sebepten dolayı karine varisleri desteklemekte
olduğu için onların sözüne itibar edilir. İkinci görüşüne göre ki İmam Muhammed (v.
189/805) de bu görüştedir, ihtilafın sebebi tazmin ile ilgili olduğu için varisler tazmini
iddia etmekteler o da bunu inkâr etmektedir. Dolayısıyla onun sözüne itibar edilir. İlk
kâideyi birinci görüşünün, ikinci kâideyi de ikinci görüşünün dayanakları arasında
zikretmiştir1615.
( المنكر وظيفة اليمين ) "Yemin, münkirin üzerinedir". Kasâmenin vücub
şartlarından birisi de davalının kendisine isnat edilen suçu inkâr etmesidir1616.
( يمينه مع المنكر قول القول ) "Söz, yemin ile birlikte münkirin sözüdür".
1614 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 358/ VII, 277.1615 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 356/ VII, 276.1616 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 381/ VII, 289.
299
( الظ88اهر له يش88هد من ق88ول الق88ول ) "Söz, karinenin lehine tanıklık ettiği
kimsenindir". Bir insan başka bir şahsın başını, et ile baş kemiği arasındaki zar gibi olan
deri yırtılıp kemik ortaya çıkacak şekilde yaralasa daha sonra kemik kırılıp yerinden
oynayacak veya ufalanacak hale gelse ve bunun erşi üzerinde ihtilaf etseler, kıyasa göre
yemin ettiği takdirde yaralayan kişinin sözüne itibar edilir. Çünkü o, yaralanan şahsın
iddia ettiği tazminatı inkâr etmektedir. İstihsâna göre zahir-i hâl dikkate alındığında
yaralanan kişinin sözüne itibar edilir1617.
( نصا كالثابت داللة الثابت ) "Delâleten sâbit olan, nass ile sâbit gibidir". Bir
kimse Müslümanların yararı için çarşıda bir kuyu kazsa ve birisi de bu kuyuya düşüp
ölse, bazı Hanefi fakihler, sultandan izin almadan bunu yapmışsa tazmin ile mükellef
olduğu görüşündedirler. İmam Ebu Yusuf (v. 182/798) ise Müslümanların maslahatına
olan bir şey yapması delaleten izin sayıldığı için tazmin ile mükellef olmayacağı
görüşündedir1618.
( الكل حكم لألك88ثر ) "Çoğunluğa da bütünün hükmü uygulanır". Ölü olarak
bulunmuş bir maktulün organlarının kahir ekseriyeti varsa kasame hükümleri uygulanır;
vücudunun yarısından azı bulunursa kasâme ahkâmı uygulanmaz1619.
( الكثير يتبع القليل ) "Az olan çok olana tabi olur". Eli kesilen bir insanın kalan
parmaklarının sayısına bakılır ve kesilen her bir parmak için elin diyetinin beşte biri
ödenir1620.
( بالعدم ملحق الظاهر خالف إحتمال ) "Karinenin hilafına olan ihtimal yokluğa
hamledilir". İmam Ebu Yusuf'a (v. 182/798) göre, başka kimsenin olmadığı bir evde
bulunan iki kişiden birisi kesilmiş olarak bulunsa, insanın kendisini öldürmemesi galip
ve zâhir olduğu için diğer şahıs diyet öder1621.
( كالمستوفى المستحق ) "İstihkak, tamamlanan hükmündedir". Ebu Hanife'ye
(v. 150/767) göre bir kimse başka bir şahsın önce elini daha sonra kolunu dirseğinden
1617 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 439/ VII, 316.1618 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 360/ VII, 278.1619 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 380/ VII, 288. Aynı kâide için bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, X, 443/ VII, 318.1620 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 443/ VII, 318.1621 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 391/ VII, 293.
300
kesse, kestiği el için kendisine kısas uygulanır; dirsek için de erş-i hükûme1622 gerekir.
Ebu Hanife'nin (v. 150/767) bu görüşüne gelebilecek muhtemel bir itirazı aktarırken bu
kâideyi zikretmiştir1623.
Kitâbu'l-Cinâyât'ta geçen dâbıtların bir kısmı şunlardır:
( القصاص وجوب شرط المساواة ) "Eşitlik, kısasın vücûb şartıdır"1624. İmam
Şafiî’ye (v. 204/820) nispetle zikretmiştir.
( مباشرة القتل يساوي ال تسبيبا القتل ) "Sebebiyet vererek öldürmek, doğrudan
öldürmeye eşit olmaz"1625.
( التجزئة يحتمل ال القصاص ) "Kısas cezası bölünmez"1626.
( الش888بهة مع يس888توفي ال القص888اص ) "Kısas cezası şüphe durumunda
uygulanmaz"1627.
( الج88اني على يجب أنه الجناية ض88مان في األصل ) "Suçun tazmininde aslolan,
caninin tazmini ödemesidir". Bu dâbıtı, kölenin hür bir insanı öldürmesi durumunda
kendisine gereken ceza ile ilgili olarak İmam Şafiî’ye (v. 204/820) nispetle zikretmiştir.
Daha sonra Hanefi mezhebinin görüşünü verirken dayanaklarının sahabe icması
olduğunu söylemiş ve bu konudaki icmayı aktardıktan sonra ( بمعارضة يترك القياس .İcmaya aykırı kural terkedilir" diyerek Onun bu dâbıtını eleştirmiştir1628" (اإلجماع
( الم88ولى على الدفع وجوب هو العبد جناية في األصل ) "Kölenin işlemiş olduğu
suçun cezasını efendisinin ödemesi asıldır"1629.
1622 "Erş-i hükûme (Erş-i gayr-i mukadder): Uzuvlara aid, miktarı şer'ân gayri muayyen olub ehl-i vukufun takdir ve tayinine muhavvel bulunan diyettir ki buna hükûmet-i adl da denir". Bkz. Bilmen, Kamus, III, 13.
1623 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 409/ VII, 302.1624 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 258/ VII, 237.1625 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 263/ VII, 239.1626 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 271/ VII, 243.1627 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 289/ VII, 247.1628 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 321/ VII, 259.1629 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 335/ VII, 266.
301
( الضمان يوجب تسبيبا اإلتالف ) "Sebebiyet vererek meydana gelen itlaf, tazmini
gerektirir"1630.
( ه88در نفسه على اإلنسان جناية ) "Kişinin kendisine karşı işlemiş olduğu suç
hederdir"1631.
( بحكمها جناية كل وإف88راد الت88داخل عدم األصل ) "Cezalarda aslolan tedahülün
olmaması ve her suçun, hükmünde tek olmasıdır"1632.
( ال الث88اني والعضو آخر عضو إلى فس88رت عضو في حص88لت إذا الجناية أن األصل أيضا األول في قصاص فال فيه قصاص ) "Kâide: Bir organa karşı cinayet işlenir ve bu
başka bir organa sirayet ederse; ikinci organda kısas uygulanmıyor ise birinci organda
da kısas olmaz"1633.
( أصل الجاني ذمة براءة ) "Câninin berâeti zimmeti asıldır"1634.
52. Kitâbu’l-Hünsâ
( بالشك يثبت ال أنه بيقين الث8ابت المعهود: غير األصل ) "Bilinen Kâide: Yakînen
sâbit olmayan, şek ile sâbit olmaz".
( بالشك يس88قط ال أنه بيقين المعه88ود: الث88ابت األصل ) "Bilinen Kâide: Yakînen
sâbit olan, şek ile sakıt olmaz". Hanefi mezhebinde kabul edilen görüşe göre, cinsel
kimliği tam olarak belli olmayan hünsâ müşkil, kendisinden başka vâris olmadığı
takdirde mirasın hepsini alır. Ancak başka mirasçı bulunuyorsa mirastaki hissesi
esveü'l-haleyne göre tespit edilir. Bir kere erkek bir kere de kadın kabul edilir, hangi
durumda az miras alıyorsa ona göre kendisine hisse verilir. Mezhebin bu görüşünü izah
ederken bu iki kâide ile istidlalde bulunmuştur1635.
1630 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 351/ VII, 274.1631 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 356, 359, 367/ VII, 276, 278, 283 .1632 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 413/ VII, 303-304.1633 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 418/ VII, 306.1634 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 453/ VII, 323.1635 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 465/ VII, 329.
302
53. Kitâbu’l-Vesâyâ
( الس88ؤال تق88دم بعد إال يك88ون ال الجواب ) "Cevap ancak sualden sonra gelir".
Vasiyetin rüknü olan îcab ve kabul ile ilgili olarak, kabulün îcabdan sonra geleceğine
dair vermiş olduğu bir örnekte bu kâideyi zikretmiştir1636.
( اإلبتداء من أسهل البقاء ) "Bekâ ibtidadan esheldir". Kendisine vasiyet edilen
şahsın vasiyet vaktinde hakikaten veya takdiren varolması vasiyetin sıhhat
şartlarındandır. Buna bağlı olarak annenin karnında olana yapılan vasiyetin geçerli
olabilmesi için bu hamlin vasiyet vaktinde mevcut olduğu bilinmiş olmalıdır. Bununla
ilgili olarak mezhep fakihleri arasında vuku bulan bir tartışmayı izah ederken bu kâideyi
zikretmiştir1637.
( أمكن ما الصحة على يحمل العاقل تصرف ) "İmkân olduğu ölçüde akıllı insanın
tasarrufu, sıhhate yorulur".
( حقيقة كالمستحيل عادة المستحيل ) "Âdeten imkânsız olan, hakikaten imkânsız
gibidir". Bir kimse herhangi bir kayıt koymaksızın mutlak olarak "falanın karnındakinin
benim üzerimde bin dirhemi var" dese, İmam Muhammed'e (v. 189/805) göre bunu
söyleyen kimse akıllı bir insan olduğu takdirde ikrarı sahihtir. Şeyhayn'e göre bu
şekildeki bir ikrar âdeten imkânsız olduğu için hakikaten de imkânsız kabul edilir ve
yaptığı ikrar geçersiz olur1638.
( حرام فهو الحرام إلى أفضى ما ) "Harama götüren şey de haramdır". Vasiyetin
geçerli olması için kendisine vasiyet edilen şahsın, vasiyet edenin vefatı esnasında onun
mirasçısı durumunda olmaması şartı aranır. Şayet ortada başka bir mirasçı varsa,
aralarında çekişme ve nizaya sebep olup sılayı rahmi keseceği için böyle bir vasiyet caiz
değildir1639.
( باطال يكون محله غير إلى المضاف التصرف ) "Mahalli dışında bir şeye izafe
edilen tasarruf geçersiz olur". Varise yapılan vasiyetin diğer varislerin icâzetine bağlı
1636 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 481/ VII, 333.1637 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 489/ VII, 336.1638 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 490/ VII, 337.1639 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 491/ VII, 337.
303
olarak sahih olacağını izah ederken, buna yöneltilen bir itiraza karşı bu kâideyi
zikretmiştir1640.
( بقائه أو محله وج88ود ب88دون بق88اؤه أو التص88رف حكم ثب88وت يس88تحيل ) "Mahalli
varolmadan veya bekâsı sözkonusu olmadan, tasarruf hükmünün sübûtu veya bekâsı
mümkün değildir". Vasiyet edilen şey muayyen ise telef olduğunda vasiyetin mahalli
ortadan kalktığı için vasiyet geçersiz olur1641.
( المج888از على يحمل ال الحقيقة على اللفظ حمل أمكن مهما ) "Lafzın hakikate
hamli mümkün olduğu takdirde mecaza hamledilmez". Yapılan vasiyetlerde söylenen
isimlerin hakiki manaları ile amel etme imkânı olduğu takdirde mecaz manalarına itibar
edilmeyeceğine dair verdiği bir örnekte bu kâide ile istidlalde bulunmuştur1642.
( الرفع من أسهل المنع ) "Bir şeyin men‘i, ref’inden daha kolaydır". İbn Ebî
Leylâ’ya (v. 148/765) göre menfaatlerin vasiyet edilmesi caiz değildir. Çünkü mülkün
rakabesi vârise ait olacağından onun menfaatini başkasına vasiyet etmek, vârisin
malında tasarruf etmek olacaktır. Aynı zamanda bu, iâre mesabesindedir. Âriyet ise
muîrin vefatı ile geçersiz olacağından böyle bir akdi önceden engellemek daha sonra
geçersiz kılmaktan kolaydır1643. Daha sonra konu ile ilgili tartışmalarda geçen
örneklerde meydana gelen görüş ayrılıklarının Onun bu konuda esas aldığı kâideye
bağlı olduğuna işaret etmiştir1644.
( الش88رط إلى ال الس88بب إلى يض88اف الش88رط وج88ود بعد الحكم ) "Hüküm, şartın
varlığından sonra sebebe izafe edilir, şarta edilmez". Varislerin rıza göstermesi
durumunda malın üçte birinden fazlasının vasiyet edilebileceğini izah ederken bu
kâideyi zikretmiştir1645.
1640 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 493/ VII, 338.1641 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 594/ VII, 394.1642 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 507-508/ VII, 346.1643 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 522/ VII, 352.1644 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 524/ VII, 352-353.1645 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 552/ VII, 370.
304
( الحكم في اإلس88تواء ي88وجب الس88بب في اإلس88تواء ) "Sebepte eşitlik, hükümde
eşitliği gerektirir". Kullara ait vasiyetlerde takdimin cari olmadığını izah ederken bu
kâideyi zikretmiştir1646.
( بالشك يزول ال بيقين الثابت المعهود: أن األصل ) "Bilinen kâide: Yakînen sâbit
olan, şek ile zâil olmaz". Bir kimse, malının üçte birini bir şahsa vasiyet ettikten sonra
malının üçte birinin bin dirhem olduğunu belirtse, malının üçte biri bin dirhemden fazla
olduğu takdirde hesapta hata etmesi sebebiyle, ifade ettiği rakam geçersiz olur ve bütün
malının üçte biri vasiyet edilen şahsın olur. Bu durum, vasiyetten rücu anlamına
gelmez1647.
( وتبعا ضمنا الثابت فوق نصا الثابت ) "Açık bir ifade ile sâbit olan, zımnen ve
tebean sâbit olanın fevkindedir". İmam Ebu Yusuf'a (v. 182/798) göre, bir kimse
yüzüğünü bir şahsa, yüzüğün taşını da başka bir şahsa vasiyet etse, her birine vasiyet
edilen şey ayrı ayrı verilir. Taşın yüzüğün bir parçası olması sebebiyle her ne kadar
yüzük taşı içine alsa da açık bir şekilde bunları ayırdettiği için onun sözüne itibar
edilir1648.
( بالضمان الخراج ) "Bir şeyin nef‘i, zamânı mukabelesindedir". Hizmeti vasiyet
edilen bir kölenin nafakası, yeme-içmesi gibi ihtiyaçları, hizmetinden yararlandığı için
vasiyet edilen şahsa aittir1649.
( المبدل مقام يقوم البدل ) "Bedel, bedel kılındığı aslın yerine geçer". Hizmeti
vasiyet edilen köleyi bir şahıs hataen öldürse, kâtilin âkilesi, öldürülen kölenin
kıymetinde başka bir köle alarak önceki kölenin hizmet ettiği şahsa teslim etmekle
yükümlüdürler1650.
Kitâbu'l-Vesâyâ'da geçen dâbıtlara şunlar örnek verilebilir:
1646 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 557/ VII, 373.1647 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 571/ VII, 381.1648 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 574/ VII, 383.1649 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 580/ VII, 387.1650 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 582/ VII, 387.
305
( والحرية ال888رق في األم يتبع الولد ) "Çocuk, kölelik ve hürriyette anneye
tabidir"1651.
( التمليك أهلية ينافي ال الكفر ) "Küfür, temlik ehliyetini nefyetmez"1652.
( تصح ال للمعدوم الوصية ) "Varolmayana vasiyet sahih değildir"1653.
( تصح ال بالمعاصي الوص888ية ) "Masiyet olan şeyleri vasiyet etmek sahih
değildir"1654.
( الورثة إج88ازة عند ص88حيحة لل88وارث الوصية ) "Varise vasiyet, diğer vârislerin
icâzetine bağlı olarak sahihtir"1655.
( ف88األقوى األق88وى يتق88دم أن الوص88ايا في األصل ) "Vasiyetlerde aslolan daha
kuvvetli olanın önce gelmesidir"1656.
54. Kitâbu’l-Karz
Bu bölümde kâide zikretmemiştir. Sadece ekmeğin ödünç verilip
verilmeyeceği ile ilgili bir ihtilafta, İmam Muhammed’in (v. 189/805) insanların örf ve
adetleri sebebiyle istihsanen bunu caiz gördüğünü ve onların teamülü nedeniyle kıyası
terk ettiğini ifade etmiştir1657. Başka bir yerde de Ebu Hanife’ye (v. 150/767) göre ödünç
alınan paranın misli ile geri verilmesi gerektiğini izah ederken "bekâ ibtidan esheldir"
kâidesine işaret etmiştir1658.
1651 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 481/ VII, 332.1652 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 485/ VII, 335.1653 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 488/ VII, 336.1654 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 501/ VII, 341.1655 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 550/ VII, 369.1656 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 574/ VII, 383.1657 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 596/ VII, 395.1658 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 597/ VII, 395.
306
SONUÇ
Hukuk düşüncesinin belli noktalarda yoğunlaşmasıyla ortaya çıkan veciz
ifadeler olan hukuk kâideleri, insanın zihnî faaliyetinin bir sonucu olmaları hasebiyle
insanlığın ortak ürünleri olarak kabul edilmekle birlikte, bir yönüyle de içinden çıktığı
hukuk çevresinin genel telakkilerini yansıtırlar. Bu itibarla İslam hukukundaki küllî
kâidelerin İslam muhitine özgü kaynaklarının da bulunduğu gözden uzak
tutulmamalıdır. Kısaca özetlemek gerekirse, fıkhî kâidelerin, Kur'ân ve Sünnet kültürü
içerisinde yetişen fakihlerin bu iki kaynakta geçen nassların istikrasıyla ulaştıkları
ilkesel yaklaşımların ve ictihadların, karşılaştıkları fıkhî meseleleri çözüme
kavuşturmada sahabenin tutumu ve onlardan aktarılan veciz ifadelerin, mezhep
bilginlerinin eserlerindeki hâkim düşünce ve buralarda zikrettikleri kâidelerin yanında;
şer‘î hükümlerde gözetilen maksatların, usûl-i fıkıh ilkelerinin, aklî ilkelerin, benzer
hükümler arasındaki ortak illetlerin ve dil kurallarının İslam hukukçuları tarafından
tümevarım yoluyla tetkik edilmesi neticesinde tespit edildiği söylenebilir.
Hicrî altıncı asırda yaşamış bir fakih olan Kâsânî'nin (v. 587/1191) Bedâyi‘de
aktardığı kâidelerin de diğer fıkıh eserlerinde olduğu gibi bu kaynaklardan mülhem
olduğunu söylemek mümkündür. Çeşitli fıkhî meseleleri izah ederken zikrettiği
307
kâidelerin kaynaklarına ilişkin yaptığı açıklamalar, bize bu konuda açık bir fikir
vermektedir1659.
Çalışmamızın asıl amacı, Bedâyi‘de geçen fıkhî kâideleri sağlıklı biçimde
tarama ve tespit etmek olup, buna dayalı başka tahlîlî incelemeler
gerçekleştirilebileceğini düşünüyoruz. Biz burada, eserde çok farklı alanlarda kullanılan
kâidelerin işlevleri ve kullanım şekilleriyle ilgili olarak ulaştığımız sonuçları iki ana
başlık halinde verip bunları bir veya iki örnek ışığında açıklamakla ve benzer örneklerin
bir kısmına dipnotta işaret etmekle yetineceğiz.
I. Eserde geçen fıkhî kâidelerin işlevleri
1. Fıkıh ekollerinin üzerinde ihtilaf ettiği meselelerde, tarafların görüşlerini
aktardıktan sonra, Hanefi mezhebinin ulaşmış olduğu sonucu temellendirirken, söz
konusu meselede esas alınan nasslar ve sahabe icması gibi delillerin yanı sıra fıkhî
kâidelerden de yararlanmaktadır1660.
Örneğin şarap ve domuzun zimmîler hakkında mübah olduğu kanaatinde olan
Hanefi fukahasının bu görüşünü, ( اإلطالق هو البقاء أسباب في األصل ) "esbâb-ı bekâda
aslolan ıtlaktır" kâidesiyle temellendirmiştir1661.
2. Mezhebin bir konuda ulaşmış olduğu sonuca ilkesel tutarlılık açısından
gelebilecek olası eleştirileri aktardıktan sonra bunu kâidelere dayalı olarak
savunmaktadır1662.
Meselâ Kitâbu’n-Nikâh’ta, Hanefi mezhebinin, mehrin, nikâhın cevaz şartı
olduğuna dair görüşüne, yine mezhebin dayanmış olduğu bir kâide sebebiyle yapılan
1659 Örneğin ( الحالل الحرام غلب وقد إال شيء في والحرام الحالل إجتمع ما ) "Bir şeyde helal ile haram bir arada bulunursa, haram, helale galib gelir" kâidesini doğrudan İbn Mes’ud’tan (v. 32/652) aktarmıştır. Bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 266. Aynı şekilde, bir konuda aktardığı dâbıtın ve ondan çıkartılan meselelerin el-Câmiu’l-Kebîr’de bulunduğunu söylemesi, bazı kâideleri Mezhep bilginlerinden aktardığını göstermektedir. Bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 384.
1660 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 552-553; II, 159, 377, 419-420, 612-613; III, 304, 600-601; IV, 204, 211, 226, 307-308, 397; V, 232; VI, 185-186; VIII, 324-325, 359-360; X, 317.
1661 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 21.1662 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 485; V, 52-53, 236; X, 409, 493.
308
itiraza başka bir kâideyle cevap vermekte ve sonunda "bu durumda, bizim kâidelerimiz
arasında herhangi bir tenakuz bulunmamaktadır" demektedir1663.
Aynı şekilde liânın önemli bir kısmının tamamlandığı bir aşamada hâkimin
tamamının bittiğini sanarak tefrike hükmetmesi halinde tefrikin nâfiz olacağını (
األحك88ام من كث88ير في الكل مقام يقوم األكثر ) "hükümlerin birçoğunda ekser, bütünün
yerine geçer" kâidesiyle temellendirmiştir. Mezhebin bu görüşüne, liân adedinin nass ile
sâbit olduğu, hâkimin erken tefrike hükmetmekle nassta belirtilen sayıya riayet
etmemesinden dolayı ictihadının nassa aykırı olacağı şeklinde gelebilecek muhtemel bir
eleştiriyi ( باطل النص خالف إذا اإلجتهاد ) "ictihad nassa aykırı olduğunda
geçersizdir" kâidesiyle birlikte aktarmıştır. Ancak bu eleştiriyi, liân adedinin nassta
belirli bir sayıda olmasının, çoğunluğun onun yerini almayacağı anlamına
gelmeyeceğini, bu konunun meskutun anh olması sebebiyle ictihad alanına girdiğini
söyleyerek cevaplamış ve mezhebin ulaştığı sonucu bir önceki kâideye dayalı olarak
savunmuştur1664.
Bu örneklerde görüldüğü üzere, çeşitli konularla ilgili fıkhî hükümlerin, aslında
kâideler üzerine kurulu olduğu ve bunlar arasında herhangi bir çelişkinin
bulunmamasına dikkat edildiği söylenebilir. Ayrıca farklı fıkıh ekolleri arasındaki
ihtilaflarda bir mezhebin esas aldığı kâidenin eleştirilmesi ve karşı tarafın da bu itiraz
veya eleştirileri başka kâidelerle cevaplandırması, fıkhî kaynaklarda geçen furû‘
meselelerin, zikredilmese de kâidelere dayalı olduğunu ve esas alınan kâidelerin
tenakuz halinde olmadığı izlenimi vermektedir.
3. Fıkhın çeşitli alanlarına dair meselelerde mezhebin varmış olduğu yargıyı
kâidelerle temellendirdiği gibi farklı hukuk ekolleriyle ihtilaf edilen konularda
muarızların yaklaşımlarını, bazen nasslardan istidlalde bulunarak, bazen de doğrudan
kâidelere dayalı olarak eleştirmektedir1665.
1663 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 485.1664 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 52-53.1665 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 312-313, 348, 361; II, 50, 254-255, 420, 629; III, 78, 80; IV, 304, 307-308; VI,
96; VII, 161; X, 316-317.
309
Meselâ İmam Şafiî (v. 204/820), satılan malın satıcının elinde helak
olmasından dolayı akdin feshedilmesini engelleme gerekçesine bağlı olarak, bedelin
alınması amacıyla satılan malda satıcının hapis hakkının olmadığını ifade etmiştir.
Kâsânî (v. 587/1191) malın, semenin tesliminden önce helak olmasının nadir olduğunu,
dolayısıyla hiç olmuyormuş gibi kabul edilerek satıcının hapis hakkının bulunduğunu
söylemiş ve görüşünü ( بالعدم ملحق النادر ) "nâdir olan, yok hükmündedir" kâidesiyle
destekleyerek İmam Şafiî’nin (v. 204/820) bu yaklaşımını eleştirmiştir1666.
4. Kâsânî (v. 587/1191), sadece Hanefi mezhebinin benimsediği kâideleri
zikretmeyip başka bilginlerin veya mezheplerin yaklaşımlarını, görüşlerine kaynaklık
teşkil eden kâidelerle birlikte aktarmaktadır1667.
Meselâ İmam Şafiî’nin (v. 204/820), ramazan ayında farklı günlerde birkaç
defa cinsi münasebette bulunmak suretiyle orucunu bozan bir kimsenin her biri için ayrı
ayrı kefaret vermesi gerektiğine dair görüşünü, ( س8ببه بتك88رر يتكرر الحكم ) "hüküm,
sebebinin tekrarı ile tekerrür eder" kâidesiyle birlikte vermiştir1668.
5. Başka fıkıh ekollerinin hukukun çeşitli alanlarıyla ilgili yorumlarını ele
alırken, aralarında herhangi bir görüş ayrılığı varsa ve bunun nedeni söz konusu
meselede esas alınan kâidenin farklı olmasına bağlıysa ihtilafın, meselenin dayandığı
kâideden kaynaklandığını ifade etmektedir1669. Çeşitli mezhepler arasındaki fıkhî
ihtilafların kaynağının kâideler olması, bu tür görüş ayrılıklarının ilkesel ayrılıklar
olduğu ve bu ilkelere bağlı olan cüz'î ahkamın da bundan dolayı farklı olduğunu
göstermektedir.
Meselâ İmam Şafiî (v. 204/820) ile aralarında haddi kazif konusunda vuku
bulan görüş ayrılığının bu konuda esas aldıkları kâideye bağlı olduğunu şu şekilde
belirtmiştir: ( الق88ذف حد الله رحمه الش88افعي عند أن وهو أصل إلى ترجع األقاويل وه88ذه العبد حق خالص ) "bu konudaki görüş ayrılığı şu asla racidir: İmam Şafiî'ye göre haddi
1666 Kâsânî, Bedâyi‘, VII, 247.1667 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 97, 191-192, 344-345; II, 70, 392-393, 401, 416-417, 491; III, 6-9, 80, 382, 393;
IV, 34, 211, 319, 382; V, 437, 493; VI, 57, 116, 550; VII, 22, 60, 453; VIII, 118, 373; IX, 33, 513; X, 41, 404, 522.
1668 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 625.1669 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 342; IX, 249, 490; X, 29, 61, 522-524.
310
kazif halis kul hakkıdır"; ( وحق وجل عز تعالى الله حق ففيه أصحابنا أصل على وأما bizim bilginlerimizin esas aldığı kâideye göre haddi kazifte Allah hakkı ve kul" (العبد
hakkı birlikte bulunmaktadır"1670.
6. Başka mezheplerle aralarında ihtilaflı olan fıkhî meseleleri aktarırken, bazen
onların bu konuda esas aldıkları kâideyi kendisi de kabul etmekle beraber kâidenin
yorumu ve alanıyla ilgili yaklaşımlarını eleştirmekte (bunu mezhep içi tartışmalarda da
yapmaktadır)1671, bazen de onların görüşlerini ve bu görüşlerin dayandığı kâideleri, nass
veya sahabe icması sebebiyle terk ettiklerini söylemektedir1672.
Örneğin Şianın bid‘î talakın hukukî sonuç doğurmadığına dair görüşünü
aktarırken onların bunu, ( الحكم حق في معتبرا يكون ال المشروع غير ) "meşru‘ olmayan,
hüküm konusunda muteber değildir" kâidesiyle temellendirdiklerini belirtmiştir. Daha
sonra kendilerine göre bid‘î talakın hukukî sonuç doğurduğunu savunmakta ve bunu
konuyla ilgili hadis ve sahabe uygulamasıyla desteklemektedir. Şianın yaklaşımını
eleştirirken, onların görüşlerine esas aldıkları kâideyi kabul etmekle beraber, talakın
kendisinin yasak olmayıp meşru olduğunu, bid‘î talakın kendisi dışındaki sebeplerden
dolayı yasaklandığını ifade ederek kâidenin yorumunda onlara katılmadığını
belirtmiştir1673.
Yine Ebubekir el-Esam’ın (v. 200/816) icare akdinin caiz olmadığına dair
yorumunu, görüşüne esas aldığı ( البيع يحتمل ال المعدوم ) "ma‘dûm, bey‘e konu olamaz"
kâidesiyle birlikte aktarmakta ve Esam'ın (v. 200/816) varmış olduğu bu sonucu, icmaya
dayalı olarak reddetmektedir1674.
7. Hanefi fakihlerin çeşitli konular etrafında cereyan eden münakaşalarını
aktarırken ve yorumlarını izah ederken, her müctehidin görüşünü esas aldığı kâideyle
birlikte vermektedir1675.1670 Kâsânî, Bedâyi‘, IX, 242.1671 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 330-331, 360-361, 614-615; III, 6-9, 30, 227; II, 236-237; IV, 206-207, 375; VI,
241-242; VII, 60-63, 453; IX, 42, 230.1672 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 482; III, 80; X, 321.1673 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 206-207.1674 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 512-515.1675 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 488, 627; II, 32, 161-163, 207, 392-393, 401; IV, 139, 291, 327, 329, 382-383; V,
100, 416; VI, 27, 38, 56-57, 59, 79, 86-87, 123-124, 170, 172, 354, 562-563; VII, 166, 382, 441, 448,
311
Lukatayı bulanın şahit tutmasının gerekliliği hakkında mezhep bilginleri
arasında meydana gelen görüş ayrılığının bir uzantısı olarak; buluntu malın, onu alanın
elinde herhangi bir kasıt ve kusuru olmaksızın telef olması durumunda mal sahibinin,
ondan bunu tazmin etmesini istemesi halinde tazminatın gerekip gerekmediği,
İmâmeyn ile Ebu Hanife (v. 150/767) arasında ihtilaflıdır. İmâmeyn, lukatayı bulan kişi
yemin ettiği takdirde onun sözüne itibar edileceği, bunun için şahit tutmasına gerek
olmadığı kanaatindedir. Çünkü lukatayı bulan kişi emindir ve ( مع األمين قول القول ,söz" (اليمين yemin ile birlikte eminin sözüdür". Ebu Hanife (v. 150/767) ise şahit
tutulması gerektiği görüşündedir. Dolayısıyla malın telef olması durumunda lukatayı
bulan, onu sahibi için aldığına dair şahit tutmamışsa, onun lukatayı sahibi için değil de
kendisi için almış olması asıl olduğu için sözüne itibar edilmez. Çünkü ( عمل أن األصل لغيره ال له يكوون إنسان كل ) "her insanın yapmış olduğu şeyin, başkası için değil de
kendisi için olması asıldır"1676.
8. Hanefi fakihlerin ihtilaf ettikleri meselelerle ilgili görüşlerini aktardıktan
sonra bunlar arasında tercihte bulunurken bunu kâidelere dayalı olarak yapmaktadır1677.
Meselâ "falanın benim üzerimde bir zâif1678 dirhem müstesna on dirhem
alacağı var" diyen bir kimsenin yapmış olduğu bu istisna Ebu Hanife'ye (v. 150/767)
göre sahih değilken Ebu Yusuf (v. 182/798), sahih olacağı görüşündedir. Önce bir hadis
ile daha sonra ( سواء حقيقة والعدم شرعا الساقط ) "şer'ân sâkıt olanla hakikaten
olmayan eşittir" kâidesiyle istidlalde bulunarak Ebu Hanife'nin (v. 150/767) görüşünün
kabule şayan olduğunu ifade etmiştir1679.
9. Mezhep içi görüş ayrılıklarını aktarırken katılmadığı görüşü, esas alınan
kâideyle birlikte vermekte, daha sonra bunu kâidelere dayalı olarak tenkit etmektedir1680.
539; VIII, 94, 220, 231-235, 279-280, 397, 468, 494; IX, 42, 190, 332; X, 39, 70, 71, 193, 203, 356, 490.
1676 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 330.1677 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 414, 430, 531; II, 543; III, 335, 575; IV, 375; VII, 419; IX, 230; X, 183-184, 332.1678 "Zâif para: Beytülmalin kabul etmediği değersiz (katkılı) gümüş para". Bkz. Erdoğan, Sözlük, s. 496.1679 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 183-184.1680 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 507; IX, 56, 230; X, 332.
312
Meselâ Tarafeyne göre, velayet, mütecezzi olmayan akrabalık bağı sebebiyle
sâbit olan bir hak olduğu için dereceleri eşit olan velilerden birinin nikâh akdinden önce
veya sonra akde göstereceği rıza, diğer velilerin itiraz hakkını düşürür. Çünkü (
لكله إسقاط يتجزأ ال ما بعض إسقاط ) "mütecezzi olmayan bir şeyin ba‘zını düşürmek,
küllünü düşürmektir". Buna karşılık İmam Ebu Yusuf’a (v. 182/798) göre velayet hakkı
veliler arasında müşterek olduğu için velilerden birinin rızası, kendine müsavi olan
diğer velilerin itiraz haklarını düşürmez. Kâsânî (v. 587/1191), onun bu yorumunu
eleştirirken, velayetin her biri için ayrı ayrı sâbit olduğunu ifade etmiş ve görüşünü de (
الش88ركة فيه يتص88ور ال يتج88زأ ال ما ) "mütecezzi olmayan bir şeyde ortaklık tasavvur
edilemez" kâidesiyle desteklemiştir1681.
10. Kâsânî (v. 587/1191), hükümlerin dayanmış olduğu delilleri genellikle
naklî ve aklî deliller olmak üzere iki ana başlık altında incelemekte; bazen aklî delilleri
izah ederken fıkhî kâidelere müracaat etmektedir1682.
Meselâ araştırma sonucunda bir cihete yönelerek namaz kılan bir kimsenin,
sırtını Kâbe'ye çevirdiği daha sonra ortaya çıkarsa, Hanefi mezhebine göre namazı
geçerli olur. Kâsânî (v. 587/1191), mezhebin bu görüşünü izah ederken bunun iki delile
dayandığını; bunlardan birincisinin nass olduğunu, ikincisinin ise akıl olduğunu
kaydeder. Meselenin dayanmış olduğu aklî delili açıklarken ( الوسع يحتمله ال ما تكليف .güç yetirilemeyecek sorumluluk mümtenidir" kâidesini zikretmiştir1683" (ممتنع
11. Fıkhî hükümlere dayanak teşkil eden nassların yorumlanmasında,
tahsisinde ve illetlerinin açıklanmasında usûl kâidelerini daha çok kullanmakla beraber
fıkhî kâidelerden de yararlanmaktadır1684. Meselâ "Başınızı mesh edin"1685 ayetinde
emredilen ölçünün ne kadar olacağını, ( الكل حكم لألكثر ) "çoğunluğa da bütünün hükmü
uygulanır" kâidesiyle açıklamaktadır1686.
1681 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 575.1682 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 460; II, 157, 373; VI, 256; IX, 250, 342; X, 317, 318.1683 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 552-553.1684 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 103, 312-313, 532, 622, 666; II, 196, 223-224, 237-238, 297-298, 407; III, 186,
452, 607; IV, 307-308, 405-407; V, 47, 232; VI, 177, 186, 489, 494; VII, 36; VIII, 294, 302, IX, 48, 384; X, 105.
1685 Mâide, 5/6.1686 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 103.
313
12. Sahabe icmasına ayrı bir önem veren Kâsânî (v. 587/1191), icma ifadesini,
sahabe icması dışında neredeyse hiç kullanmamakta ve birçok meselede sahabeden
yapmış olduğu rivayetleri delil olarak aktardıktan sonra bu rivayetleri yorumlarken
kâidelerden yararlanmaktadır1687.
Örneğin Hanefi mezhebine göre, taksim edilebilen şayi‘ hisseli mal,
kabzedilemediği için hibe edilmesi caiz değildir. Çünkü kabzedilebilir olması akdin
cevaz şartıdır ve şayi‘ hisseli olması bunu engeller. Bu konuda, sahabe icmasını delil
olarak zikrettikten sonra ( الكامل إلى ينصرف المطلق ) "mutlak olan, kemâle masruftur"
kâidesini, söz konusu icmayı yorumlarken vermiştir1688.
13. Nassın doğrudan düzenlemediği meselelerde zaman zaman kâidelerle
istidlalde bulunduğu gibi fakihlerin bu meselelerle ilgili görüşlerini aktarırken bunları
kâidelerle temellendirmektedir1689.
Meselâ fuzûlînin tasarrufunun icâzete bağlı olduğunu; akit esnasında izin
verecek kimsenin bulunması şartıyla, kendisine icâzet verilirse nâfiz, verilmezse, ileride
verilmesi muhtemel izin sebebiyle nâfiz olamayacağını açıklarken (
الشك مع يثبت ال بيقين ثابتا يكن لم ما إن المعهود األصل ) "bilinen kâide: yakînen sâbit
olmayan bir şey, şek ile sâbit olmaz" kâidesiyle istidlalde bulunmuştur1690.
14. Eserde geçen kâideleri, daha çok varılan hükmü açıklarken zikretmekle
beraber, bazen fıkhî hükümlere dayanak teşkil eden kâideyi konunun başında
zikretmekte ve daha sonra açıkladığı furû‘ örneklerde, sürekli olarak bu meselenin
önceden aktardığı kâide üzerine kurulu olduğunu söyleyerek o kâideye işaret
etmektedir1691.
Örneğin Zâhiru’r-Rivâye’de, beynunete niyet ederek hanımına "sen boşsun"
diyen bir kimsenin bu niyetinin sahih olmadığına dair hükmü açıklarken (
1687 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 482, 525, 668, 731, 733; II, 27, 77, 133, 245; IV, 377; VIII, 397; X, 321.1688 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 99.1689 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 613-614; II, 32, 416-417; IV, 329-330; V, 261, 311 vds.; VI, 27, 571; VII, 83; IX,
296.1690 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 577.1691 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 165-167, 492-493, 498; III, 502; VI, 217; X, 270-271, 307.
314
الضرورة بقدر يتقدر أنه ضرورة الثابت ) "zarûreten sâbit olan, zarûret miktarınca takdir
edilir" kâidesini zikretmiş ve söz konusu hükmün bu kâide üzerine bina edildiğini ifade
etmiştir1692.
15. Farklı fıkıh ekollerinin veya Hanefi fakihlerin görüşlerini aktarırken,
vermiş oldukları hükümlerin illetlerini ve gerekçelerini kâidelerle izah etmektedir1693.
Eserde kâidelerin en çok kullanıldığı alanlardan birisi de budur.
Meselâ me'zûnun yapmış olduğu mukâtebe akdinin mevlâsının iznine bağlı
olduğunu, mevlânın icâzet vermesiyle geçerli olacağını izah ederken hükmün illeti
olarak ( السابقة الوكالة بمنزلة الالحقة اإلجازة ) "sonradan verilen icâzet, önceden verilen
vekâletin yerine geçer" kâidesini zikretmiştir1694.
Yine mudârebe akdinin, "mudârebe" lafzının dışında, bu anlama gelebilecek
başka bir lafız ile de kurulabileceğinin gerekçesi olarak ( ال لمعانيها العقود في العبرة األلفاظ لصور ) "ukûdda i‘tibar maâniyedir, lafızların suretlerine değildir" kâidesini
zikretmiştir1695.
16. Şekil bakımından benzer olmasına karşın hüküm açısından farklılıklar
taşıyan meselelerin fıkhî nitelik açısından aralarındaki farkı izah ederken kâidelerden
yararlanmıştır1696. Fıkhî eserlerde mezhep bilginlerinin kendi doktrinlerini
temellendirmek maksadıyla kâideleri bu şekilde kullanmaları, furûk literatürüne zengin
malzeme sağlaması açısından önem arz etmektedir.
Meselâ ticari bir gaye gözetilmeden alınmış bir mal için sonradan ticarete
niyetlenilmesiyle, ticaret maksadıyla alınmış bir mal için sonradan günlük kullanıma
niyetlenilmesinin hükümlerinin farklı olduğunu izah ederken ( تتصل لم ما تعتبر ال النية (بالفعل "niyet, fiil ile bir arada bulunmadıkça muteber değildir" kâidesini
zikretmiştir1697.1692 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 226.1693 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 348, 668; II, 14; III, 324; IV, 37, 382; V, 162, 423, 494, 533; VI, 60, 61, 66, 96,
141; V, 544; VII, 455, 456; VIII, 154, 330; X, 316.1694 Kâsânî, Bedâyi‘, X, 150.1695 Kâsânî, Bedâyi‘, VIII, 6.1696 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 31-32; IV, 100; VI, 569-571; VII, 126; IX, 75, 493; X, 141-142, 161.1697 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 396-397.
315
Yine oruçlunun, güneşin doğuşu ile batışı hakkındaki şüphesinin, oruca etkisi
bakımından farklı olduğunu izah ederken ( فيه بالمش888كوك به الم888تيقن يبطل ال )
"kendisinden emin olunan, şüphe bulunan ile geçersiz olmaz" kâidesini zikretmiştir1698.
II. Kâidelerle ilgili diğer tespitler
1. Bilginlerin üzerinde ihtilaf ettiği fıkhî meseleleri ele alırken, görüş ayrılığına
temel teşkil eden fıkıh kâidelerini aktardığı gibi usûl kâidelerini de zikretmektedir1699.
Meselâ hacda şeytan taşlarken atılan şeyin ne olması gerektiği hususunda
İmam Şafiî (v. 204/820) ile aralarında geçen tartışmada (
أمكن ما تقيي88ده على والمقيد إطالقه على المطلق يجري بل المقيد على يحمل ال المطلق )
"mutlâk, mukayyede hamledilmez; imkân varsa mutlâk ıtlâki, mukayyed ise takyîdi üzere
câri olur" usûl kâidesini delil olarak getirmiştir1700.
2. Bazı fıkhî meseleleri/tartışmaları dil kâideleriyle temellendirmiş ve
hükümlerin illetlerini bu türden kâidelerle açıklamıştır1701.
Meselâ yapılan bir yemine bağlanacak sonuç hakkında ihtilaf eden Hanefi
fakihlerin görüşlerini izah ederken ( أهل عند المتع88ارف إلى يص88رف اللفظ مطلق إن (اللس88ان "dil bilginlerine göre, mutlak anlamda kullanılan lafız, yaygın olana
hasredilir" ve ( الحقيقة على محمول الكالم مطلق ) "mutlak olarak
(kayıtlanmadan) söylenen söz, hakiki manasına hamledilir" kâidelerini, tarafların
yorumlarının dayanağı olarak zikretmiştir1702.
3. Nasslarda hükümleri belirtilmeyen meselelerde kâidelerden istidlalde
bulunmakla beraber daha çok dâbıt niteliğinde olan kâideler üzerine doğrudan hüküm
bina etmektedir1703.
1698 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 634.1699 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 53, 70; V, 235; VI, 396-402, 550-551; IX, 56.1700 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 146.1701 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 414; IV, 142-143, 372; VI, 93, 96; IX, 56.1702 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 139.1703 Kâsânî, Bedâyi‘, III, 49, 336, 395; IV, 282, 286, 486; V, 47, 432; VII, 475; VIII, 231-235, 265-266-
267, 443.
316
Örneğin Hanefi fakihlerin kölenin azadıyla ilgili tartışmalarını (
يتجزأ ال وعندهما حنيفة أبي عند يتجزأ اإلعتاق ) "Ebu Hanife’ye göre azat etme mütecezzi,
Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’e göre mütecezzi değildir" dâbıtı üzerine bina
etmiştir1704.
Aynı şekilde şuf‘a hakkıyla ilgili birçok hükmü ( الجار على مقدم الشريك )
"(Şuf‘a hakkında) müşterek mâlik, komşudan önceliklidir" dâbıtı üzerine kurmuştur1705.
4. Kâideleri bazen açık biçimde zikretmemesine rağmen yaptığı istidlaller ve
atıflar, zihninin arka planında bilinen bir kâidenin olduğunu ve hükmü onun üzerine
bina ettiğini göstermektedir. Meselâ "şek ile yakîn zail olmaz"1706, "kelamın i‘mali
ihmalinden evladır"1707, "beka ibtidadan esheldir"1708, "zaruretler kendi mikdarlarınca
takdir olunur"1709, "beyyine müddai için ve yemin münkir üzerinedir"1710 kâideleri buna
örnek verilebilir1711.
5. Tezimizin başından itibaren tespit ettiğimiz kâidelerden de anlaşılacağı üzere
Kâsânî (v. 587/1191), Bedâyi‘de kâideler arasında herhangi bir ayırım yapmamaktadır.
Külli kâide ve dâbıt gibi ayırımlara gitmediği gibi usûl ve dil kâidelerini de eserine
almış ve bunlarla istidlalde bulunmuştur. Bütün kâdeleri "el-asl", "el-aslu’l-ma‘hûd",
"ez-zâhir", "el-mezheb", "el-câmi‘" ve "el-kıyâs" gibi ifade şekilleriyle aktarmakta ve
bunlar üzerine hüküm bina etmektedir. Bu durum, böyle bir ayırımın Hicrî altıncı asırda
henüz yapılmadığını göstermesi bakımından önemlidir.
1704 Kâsânî, Bedâyi‘, V, 235, 249, 284-285, 332, 346, 383, 384, 451, 455.1705 Kâsânî, Bedâyi‘, VI, 108, 109, 110, 125, 143.1706 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 278-279, 359, 378, 379, 402, 600; II, 166, 607, 633, 634; III, 294; IV, 273, 304,
398, 481; VII, 276; VIII, 501.1707 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 121, 169; III, 264.1708 Kâsânî, Bedâyi‘, IV, 378; VIII, 126; IX, 542; X, 597.1709 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 151; II, 155; IV, 246.1710 Kâsânî, Bedâyi‘, II, 451-452; IV, 248; V, 283-284, 390; VII, 233; VIII, 70, 74, 75, 256, 257, 500,
507; IX, 155; X, 200.1711 Başka örnekler için bkz. Kâsânî, Bedâyi‘, I, 165, 404, 515; II, 347, 626; III, 294, 505; IV, 273, 304,
398; V, 527; VI, 51, 53, 382, 478; VII, 276, 449, 457; VIII, 53, 77, 330, 363, 488, 501; IX, 25-26, 127, 163, 364; X, 104.
317
6. Yapmış olduğumuz tespit ve tarama çalışmasında, dâbıtlar, usûl ve dil
kâideleri haricinde İbâdetler bölümünde 426 ve Muâmelat bölümünde 488 olmak üzere
914 kâide zikretmiştir.
Farklı fıkıh ekollerine karşı Hanefi mezhebinin görüşünü savunurken
metodolojik tartışmalara girmesi ve esas alınan delillerden elde edilen hükümleri
münakaşa etmesi, Kâsânî’nin (v. 587/1191) fıkhî muhakemesini göstermesi bakımından
önem arz etmektedir. Bunun yanı sıra hem çeşitli mezheplerin hem de Hanefi fakihlerin
ihtilaf ettikleri meseleler hakkındaki görüşlerini ayrıntılı bir şekilde incelemesi, bunları
delilleriyle beraber tartışması Bedâyi‘in değişik fıkıh çevrelerinde muteber bir kaynak
olmasını sağlamıştır. Hanefi fakihler arasında ihtilaflı olan meselelerde her müctehidin
yaklaşımını, esas aldığı delillerle birlikte aktarıp bu yorumları teferruatlı bir şekilde
tartıştıktan sonra bunlar arasında delile dayalı olarak tercihte bulunması ve bu
tercihlerde esas aldığı ölçülerden1712 hareketle (İbn Kemal ve onu takip eden bilginlerin
sınıflandırmasına göre) Onun ashâbu't-tercîhten1713 olduğunu söylemek mümkündür.
Giriş bölümünde de açıkladığımız üzere kavâid literatürü, fıkhın müstakil bir
ilim dalı olarak doktrin ve tedvin yönüyle gelişimini tamamlamasını takip eden
dönemde ortaya çıkmıştır. Bu literatürün ortaya çıkışındaki etkenlerin başında, fıkıh
ilminin oluşum sürecinden itibaren, İslam hukukçularının zihninde ana ilkelere dayanan
hukuk anlayışının varlığı ve bu anlayış çerçevesinde ortaya konan zengin bir
malzemenin bulunmuş olmasıdır. İncelediğimiz eserde tespit ettiğimiz kâidelerle
sonraki dönemlerde müstakil olarak kaleme alınan kavâid literatürüne ait eserlerde
geçen kâideler arasındaki benzerlik, kâidelerin öncelikli ve asıl kaynaklarının furû‘-ı
fıkıh kitapları olduğunu, daha sonraki dönemlerde bu kâidelerin müstakil çalışmalara
konu edildiğini göstermesi bakımından önemlidir. Fıkhî kâidelerin, gelişim seyri
bakımından furû‘ ahkâmın olgunlaşmasını izleyen dönemde tespit edilmeleri, kâideler
açısından zengin örnekler içeren furu‘ eserlerindeki malzemenin istikrâî bir yöntemle
incelenmesi sonucunda bir araya getirildiklerini göstermektedir.
1712 Kâsânî, Bedâyi‘, I, 430, 531; II, 543; III, 335, 575; IV, 375; VII, 419; IX, 230; X, 183-184, 332.1713 "Ashâbu't-Tercîh: Mezhep imam ve müctehidlerinin ortaya koydukları görüşlerin dayandığı delilleri
değerlendirerek aynı konudaki farklı görüşler arasında tercih yapabilme gücüne sahip fıkıh alimleri"ni ifade eder. Bkz. Kılıçer, "Ashâbü't-Tercîh", DİA, III, 471; Ebû Zehra, Usûlü’l-Fıkh, s. 396-397; Bilmen, Kamus, I, 314.
318
EK
KÂİDELERİN ALFABETİK LİSTESİ
( أعالهما إباحة على يدل ال الفعلين أدنى إباحة ) "İki fiilden daha aşağı konumda olanın mübah oluşu, daha yüksekte olanın mübahlığına delalet etmez".
( ضرر ثبوته بعد الشيء إبطال ) "Sâbit olduktan sonra bir şeyin iptal edilmesi zarardır".
( حرام العبادة إبطال ) "İbadetin iptali haramdır".
( حرام عذر غير من العمل إبطال ) "Özürsüz olarak bir ameli bozmak haramdır".
( الحق إبط88ال الحق س88بب إبط88ال ) "Hakkın sebebinin geçersiz olması, hakkın geçersiz olmasıdır".
( واجب الناس في به العمل إشتهر ما إتباع ) "İnsanlar arasında kendisi ile amelin yaygın olduğu bir şeye tabi olmak vacibtir".
( الضمان يوجب ال متقوم غير مال إتالف ) "Mütekavvim olmayan bir malın itlafı, tazmini gerektirmez".
( منه بعض وجود سابقية يقتضي الشيء إتمام ) "Bir şeyin tamamlanması, onun bir kısmının varlığının önceden tasarlanmış olmasını gerektirir".
( العقد إبت88داء بمنزلة اإلس88تيفاء قبل العقد إج88ازة ) "İstîfâdan önce akde verilen icâzet, akdin başlangıcında verilen icâzet gibidir".
( ج88ائز واحد حكم على س88ببين إجتم88اع ) "İki sebebin, bir hükümde bir arada bulunması caizdir".
( المب88دل أجزاء على تنقسم البدل أجزاء ) "Bedelin parçaları, aslın parçalarına göre taksim edilir".
( بالعدم ملحق الظاهر خالف إحتمال ) "Karinenin hilafına olan ihtimal yokluğa hamledilir".
( الحكم إختالف ي88وجب الس88بب إختالف ) "Sebebin farklı oluşu, hükmün farklı olmasını gerektirir".
( يج88وز ال وقتها قبل المؤقتة العب88ادة أفع88ال أداء ) "Muvakkat ibadetin fiillerinin vaktinden önce edası caiz değildir".
( باألصل كأدائه بالخلف الفرض أداء ) "Halef ile farzın edası, asıl ile eda edilmesi gibidir".
( محال وجوبه قبل الواجب أداء ) "Vâcibin, vücûbundan önce edası muhaldir".
( إحتياطا أولى ب88الوجوب ف88القول والع88دم الوج88وب احتمل إذا ) "Vücûb ve yokluk ihtimali bulunduğunda, ihtiyaten vücûba hükmetmek evlâdır".
( حكم به يتعلق لم الكالم تم88ام بعد الش88رط أع88اد إذا ) "Şart, sözün bitmesinden sonra tekrar ettiğinde ona herhangi bir hüküm bağlanmaz".
319
( عنه ب88دال جعل غ88يره مق88ام ش88يء أقيم إذا ) "Bir şey başka bir şeyin yerine geçtiğinde, ona bedel kılınır".
( باألصل العمل فيجب تدافعا والحرمة الحل دليل تعارض إذا ) "Helallik ve haramlık delilleri tearuz ettiklerinde, birbirlerini çürütürler. Bu durumda asıl ile amel etmek gerekir".
( ضرورة التابع سقط األصل سقط إذا ) "Asıl sâkıt olduğunda tâbi de zarûreten sâkıt olur".
( البدل بطل األصل على قدر إذا ) "Asıl olana güç yetirildiğinde bedel geçersiz olur".
( األصل على الحكم بن88اء يجب الع88ارض يظهر لم إذا ) "Arızî olan durum ortaya çıkmadıkça, hükmün, aslın üzerine bina edilmesi gerekir".
( األضعف األقوى إستتبع ) "Daha güçlü olan, zayıf olanı kendine tabi kılar".
( يكن لم ما إلثبات حجة يصلح ال الحال إستصحاب ) "İstishâbu'l-hal, olmayan şeyin ispatı için delil olmaz".
( الفقه من ليس القي88اس عن به مع88دول هو فيما القي88اس إس88تعمال ) "Kıyas dışı konularda kıyasın kullanılması fıkhın dışına çıkmaktır (fıkhın esaslarıyla bağdaşmaz)".
( جائز الوجوب سبب وجود بعد الحق إسقاط ) "Vücub sebebinin varlığından sonra hakkın iskatı caizdir".
( محال وجوبه سبب ووجود وجوبه قبل الحق إسقاط ) "Vücubundan önce ve vücub sebebinin varlığından önce hakkın iskatı muhaldir".
( لكله إس88قاط يتج88زأ ال ما بعض إسقاط ) "Mütecezzi olmayan bir şeyin ba‘zını düşürmek, küllünü düşürmektir".
( الش88ريعة في أصل الظ88اهرة األس88باب إلى األحك88ام إض88افة ) "Hükümlerin zahiri sebeplere izafeti şeriatta asıldır".
( الشرع في أصل الحقيقة إعتبار ) "Hukukta hakikate itibar asıldır".
( الشريعة في أصل الحقيقة إعتبار ) "Hukukta, hakikate itibar asıldır".
( الش88رع في أصل بالعدم المغلوب وإلحاق الغالب إعتبار ) "Baskın olanın dikkate alınması ve az olanın yok kabul edilmesi, hukukta asıldır".
( الش88رع أحك88ام في األصل هو بالع88دم المغل88وب وإلح88اق الغ88الب إعتب88ار ) "Baskın olanın dikkate alınması ve az olanın yok kabul edilmesi, Şer-i ahkâmda asıldır".
( أمكن ما واجب العاقل تص88رف إعتب88ار ) "İmkân olduğu ölçüde, akıllı kimsenin tasarrufuna itibar gereklidir".
( الله رسول لسان على أحمزها األعمال أفضل ) "Resulullah (s.a.v)’ın beyan ettiği gibi, amellerin en faziletlisi en kuvvetli olanıdır".
( األصل عن الي88أس وقت الب88دل أوق88ات أفضل ) "Bedeli ifa etmenin en faziletli olduğu vakit, aslı yerine getirme ümidinin kesildiği/olmadığı vakittir".
( نفسه على حجة اإلنسان إقرار ) "Kişinin ikrarı, kendisi için hüccettir".
( الجميع مقام األكثر أقيم ) "Çoğunluk cemîin yerine ikame edilmiştir".
320
( أمكن ما والس88داد الصالح على محمولة المسلمين أمور ) "İmkân olduğu ölçüde Müslümanların işleri salâh ve doğruluğa yorulur".
( من ك88ان وإن إليه بالمش88ار العقد يتعلق المس88مى جنس من إليه المش88ار ك88ان إن بالمس88مى العقد يتعلق جنسه خالف ) "Müşaru ileyh, müsemmanın cinsinden ise akit,
müşaru ileyhe taalluk eder; eğer müşaru ileyh müsemmanın cinsinden değilse akit, müsemmaya taaluk eder".
( الفساد يوجب ال العبادة إلى العبادة إنضمام ) "Bir ibadetin başka bir ibadet ile iç içe geçmesi fesadı gerektirmez".
( ممتنع اإلنعق88اد من المنع يتضمن بلفظ العقد إنعقاد ) "Akdin, in’ikadı engelleyici anlam içeren bir lafız ile kurulması imkânsızdır".
( األصل عن العجز عند الب888دل يج888وز إنما ) "Acziyet nedeniyle asıl yerine getirilemediğinde bedel caiz olur".
( األصل رد عن العجز عند الخلف إلى يص888ار إنما ) "Aslı geri verme imkânı olmadığında halefe gidilir".
( مكروه المحترم إهانة ) "Saygın olan varlığın aşağılanması mekruhtur".
( الس88ابقة الوكالة بمنزلة الالحقة اإلج88ازة ) "Sonradan verilen icâzet, önceden verilen vekâletin yerine geçer".
( السابق كاإلذن الالحقة اإلجازة ) "Sonradan verilen icâzet, önceden verilen izin gibidir".
( الس88ابقة كالوكالة الالحقة اإلج88ازة ) "Sonradan verilen icâzet, önceden verilen vekâlet gibidir".
( المعدوم تلحق ال اإلجازة ) "Madum olana icâzet verilmez".
( باطل النص خالف إذا اإلجتهاد ) "İctihad nassa aykırı olduğunda geçersizdir".
( باطل للنصوص المخالف اإلجتهاد ) "Nasslara muhalif ictihad geçersizdir".
( النص يعارض ال اإلجتهاد ) "İctihad nassa muarız olamaz".
( يجتمعان ال الضمان مع األجر ) "Ücret ile zamân müctemi‘ olmaz".
( اإلتيان في ال الترك في اإلحتياط ) "İhtiyat, bir şeyin işlenmesinde değil de terk edilmesinde olur".
( شروطها إلى ال أسبابها إلى تضاف األحكام ) "Hükümler, sebeplerine izafe edilir, şartlarına izafe edilmezler".
( أن ولنا باإلحتياط األخذ يجب الظاهر في اختلفت إذا األخبار ) "Bize göre hadisler zahiren çelişirse/ihtilaf ederse, ihtiyatlı olan ile amel etmek gerekir".
( بالحكم اإلختصاص يوجب بالسبب اإلختصاص ) "Sebepte birlik, hükümde birliği gerektirir".
( أولى باإلحتياط األخذ ) "İhtiyata uygun olan ile amel etmek daha evladır".
( واجب اإلشتباه عند باإلحتياط األخذ ) "Şüphe durumunda ihtiyat ile hareket etmek vaciptir".
321
( األدلة تع88ارض عند باإلحتي88اط األخذ ) "Delillerin tearuzunda ihtiyat ile hareket edilir"
( اإلحتياط باب من باألكثر األخذ ) "Çoğunluğu esas almak ihtiyattandır".
( أولى بالراجح األخذ ) "Râcih olan ile amel etmek daha evlâdır".
( بالمتيقن أخذا عليه بالمتفق األخذ ) "Müttefekun aleyh ile amel, yakîn ile amel etmektir".
( للحرمة إحتياطا التع8888ارض عند أولى ب8888المحرم األخذ ) "Tearuz durumunda, haramlığı önlemek gayesiyle yasaklanan ile amel etmek evlâdır".
( دونه أو مثله هو بما إذن بالشيء اإلذن ) "Bir şeye verilen izin, kendi misli veya daha azı için de izindir".
( الشرائط من أقوى األركان ) "Rükünler, şartlardan daha kuvvetlidir".
( عليه الق88وي بناء يحتمل ال الضعيف األساس ) "Güçlü olanın zayıf esas üzerine bina edilmesi mümkün değildir".
( تحريم اإلباحة من اإلستثناء ) "İbâhattan istisna, haramlık ifade eder".
( حظرا يكون اإلباحة من اإلستثناء ) "İbâhattan istisna, yasak olur".
( إباحة التحريم من اإلستثناء ) "Haramdan istisna, ibâha ifade eder".
( الظ88اهر في إباحة الحظر من اإلس8تثناء ) "Zahire göre, yasaktan istisna, ibâha ifade eder".
( إباحة الحظر من اإلستثناء ) "Yasaktan istisna ibaha ifade eder".
( المستثنى في الحكم ثبوت يمنع اإلستثناء ) "İstisna, müstesnada hükmün sübûtunu engeller".
( الحكم في اإلستواء يوجب السبب في اإلستواء ) "Sebepte eşitlik, hükümde eşitliği gerektirir".
( له ك88ان إذا عن88دنا عقيبه الم88ذكور للحكم علة يجعل إنما مع88نى من المش88تق اإلسم Bize göre, bir manadan müştak isim, hükümde tesiri olduğunda kendisinden sonra" (أثرzikredilen hükme illet kılınır".
( الكالم منزلة ن88زلت العب88ارة بها تعلقت م88تى اإلش8ارة ) "İşaret, ibare ile birlikte olduğu zaman, sözün yerini alır".
( بدليل إال عنها العدول يجوز ال الحقيقة إعتبار األصل ) "Hakikate itibar asıldır. Bir delil olmaksızın ondan dönmek caiz değildir".
( وقتها قبل المؤقتة العب88ادة أداء يج88وز أال األصل ) "Aslolan muvakkat ibadetin vaktinden önce edâ edilmemesidir".
( ّ األصل القرب88ات في خصوصا غ88يره على ش88يء اإلنس88ان على يجب أال ) "Özellikle ibadetlerde başkasının üzerine gerekli bir şeyin insana vacib olmaması asıldır".
( أنه ش88رطه وج88ود في الشك وقع إذا شرط على المعلق الحكم في المعهود األصل بالشك ي88زول ال بيقين الث88ابت أن كما بالشك يثبت ال بيقين الث88ابت غ88ير ألن يثبت ال ) "Şarta
bağlı hükümde bilinen kâide: Hükmün şartının varlığında şüphe vaki olduğunda hüküm
322
sâbit olmaz. Çünkü yakînen sâbit olan şek ile zâil olmadığı gibi; yakînen sâbit olmayan da şek ile sâbit olmaz".
( والض88رورة الع88ذر عند المسبب مقام السبب إقامة من الشرع في المعهود األصل ) "Hukuktaki bilinen kâide, özür ve zaruret durumunda, sebebin sonucun yerine ikame edilmesidir".
( بالعلة الحكم تعليق تع888ذر عند العلة مق888ام الش888رط إقامة من المعه888ود األصل ) "Hükmün illete bağlanma imkânı olmadığı zaman şart, illetin makamına ikame edilir bilinen kâidedir".
( لغيره ال له يكوون إنسان كل عمل أن األصل ) "Her insanın yapmış olduğu şeyin, başkası için değil de kendisi için olması asıldır".
( فاعله عن فعل كل يقع أن األصل ) "Her fiilin, fâilinden vaki olması asıldır".
( لغيره ال لنفسه متصرفا اإلنسان يكون أن األصل ) "İnsanın başkası için değil de kendisi için tasarrufta bulunması asıldır".
( تحصيله المكلف قدرة تحت يدخل شيئا العبادة شرط يكون أن األصل ) "Asıl olan, ibadetin şartının mükellefin yapabileceği bir şey olmasıdır".
( بح88رج إال عليه يوقف ال خفيا الحكمة وجه ك88ان إذا إال بالحكمة الحكم تعليق األصل تق8ديرا موج88ودة الحكمة وتجعل مقامه الظ88اهر الس8بب فيقام ) "Hikmet yönünün kapalı
olmaması ve zorlanmadan anlaşılması durumunda hükmün hikmete bağlanması asıldır. Hikmet yönünün kapalı olması durumda açık olan sebep, hikmetin yerine ikame edilir ve hikmet takdiren mevcut kılınır".
( حقيقة بالمس88تحيل يلحق ع88ادة المس88تحيل أن الش88رع أحك88ام في األصل ) "Şer‘î ahkamda aslolan, âdeten imkânsız olanın hakikaten imkânsız olmasıdır".
( اإلطالق هو البقاء أسباب في األصل ) "Esbâb-ı bekâda aslolan ıtlaktır".
( الحرمة هو والنف888وس االبض888اع في األصل ) "Nikâhta ve canlarda aslolan hürmettir".
( أمكن ما إعتبارها األس88باب في األصل ) "Sebeplerde aslolan, imkân ölçüsünde onlara itibar etmektir".
( أمكن ما ي888دفعا أن إجتمعا إذا الض888ررين في األصل ) "İki zarar bir arada bulunduğunda, aslolan, imkân ölçüsünde ikisinin de defedilmesidir".
( تس88قط أن وقتها ف88ات إذا المؤقتة العب88ادات في األصل ) "Muvakkat ibadetlerde aslolan, vakitleri geçince sakıt olmalarıdır".
( تقضى أنها وقتها عن ف888888اتت إذا المؤقتة العب888888ادات في األصل ) "Muvakkat ibadetlerde aslolan, vakti geçtiğinde kaza edilmesidir".
( تقضى أن وقتها عن ف88اتت إذا المؤقتة العب88ادة في األصل ) "Muvakkat ibadette aslolan, vakti geçtiğinde kaza edilmesidir".
( اإلس88تيفاء إطالق المص88الح في األصل ) "Maslahatlarda aslolan, onları yerine getirmenin mübah oluşudur".
( إطالقه على يجري أن المطلق في األصل ) "Mutlâk ifadede aslolan, ıtlâki üzere câri olmasıdır".
323
( لعارض والرق الحرية هو آدم بني في األصل ) "İnsanda aslolan hürriyettir, kölelik arızî bir durum sebebiyledir".
( معا بوقوعهما يحكم أن بينهما ما ت88اريخ يعلم لم إذا ح88ادثين أم88رين كل في األصل ) "İki emri hadisin aralarındaki vakit bilinmediği zaman, ikisinin birlikte vuku bulduğuna hükmedilmesi asıldır".
( اإلبتداء حكم لبقائه يكون أن الزم غير تصرف كل في األصل ) "Gayr-ı lâzım olan her tasarrufun bekâsı için ibtidanın hükmünün olması gerekir".
( المزيل يوجد أن يبقى ثبت فيما األصل ) "Sâbit olan bir şeyin, onu ortadan kaldıran bir şey bulununcaya kadar devam etmesi asıldır".
( أجزائها لجميع ش88رطا يكون أن للعبادة شرطا جعل فيما األصل ) "Bir ibadet için şart koşulan bir şeyin, o ibadetin bütün cüzleri için şart olması asıldır".
( ألمته يثبت أن وس88لم عليه الله ص88لى للن88بي يثبت فيما األصل ) "Peygamber için sâbit olanın ümmeti için de sâbit olması asıldır".
( للعامل يقع أنه اإلنس88ان يعمل فيما األصل ) "Aslolan, insanın yaptığı şeylerin yapana atfedilmesidir".
( التح8888ري فيه يج8888وز ال الض8888رورة عند يب8888اح ال ما كل أن فيه األصل ) "Zaruret durumunda mübah olmayan her şeyde, taharrinin olması caiz değildir".
( النيابة بطريق يتأدى ال األصل ) "Asıl, niyabet yolu ile yerine getirilmez".
( ع88ارض وال88رق آدم ب88ني في الحرية هو األصل ) "İnsanda aslolan hürriyyettir, kölelik arızîdir".
( آدم بني في الحرية هو األصل ) "İnsanda aslolan hürriyettir".
( أمكن ما بالبينتين العمل هو األصل ) "Aslolan, imkân ölçüsünde iki beyyine ile amel etmektir".
( علة اإلش88تقاق موضع يصير معنى من مشتق إسم عقيب ثبت إذا الحكم األصل: أن الم88ذكور للحكم ) "Kâide: Hüküm, bir manadan müştak bir isimden sonra sâbit
olduğunda, iştikak mahalli (muştakkun minhu), zikredilen hükmün illeti olur".
( قاصرة حجة اإلقرار ) "İkrar hücceti kaasıradır".
( بالعدم ملحق األكثر بمقابلة األقل ) "Çokluk karşısında az, yok hükmündedir".
( الكل مقام يقوم ال األقل ) "Az olan, bütünün yerine geçmez".
( األكثر بمقابلة بالعدم ملحق األقل ) "Çokluk karşısında az, yok hükmündedir".
( األحكام من كثير في الكل مقام يقوم األكثر ) "Hükümlerin birçoğunda çoğunluk, bütünün yerine geçer".
( الكل مقام يقوم األكثر ) "Çoğunluk, bütünün yerine geçer".
( الجملة في العذر أسباب من اإلكراه ) "İkrah, her konuda özür sebeplerindendir".
( فرض البدعة عن اإلمتناع ) "Bidatten kaçınmak farzdır".
( المحظور إرتكاب من أولى المباح عن اإلمتناع ) "Mübahtan kaçınmak, yasak olanı işlemekten evlâdır".
324
( بض88ده أمر الشيء عن والنهي ضده عن نهي بالشيء األمر ) "Bir şeyi emretmek, zıddını yasaklamak; bir şeyi yasaklamak ise zıddını emretmektir".
( مش88روعا يك88ون ال المنهي تركه عن نهي بالفعل األمر ) "Bir fiili emretmek, onu terketmeyi yasaklamaktır. Nehyedilen, meşru‘ olmaz".
( تركه عن نهي بالفعل األمر ) "Bir fiili emretmek, onu terketmeyi yasaklamaktır".
( ضده عن نهي بالفعل األمر ) "Bir fiili emretmek zıddını yasaklamaktır".
( ب88أداء منه المقصود حصل إذا إال بنفسه بأدائه إال عليه ما عهدة عن يخرج ال اإلنسان (غ88يره "İnsan, kendisinin yapması gereken bir şeyi bizzat kendisi eda etmedikçe sorumluluktan kurtulamaz. Ancak başkasının yerine getirmesi ile maksat hasıl oluyorsa, bu müstesnadır".
( والغفلة الس88هو على مطب88وع اإلنسان ) "İnsan, gaflet/dikkatsizlik ve unutkanlık özelliğine sahiptir".
به تتعلق لفائدة إال بشيء يتكلم ال اإلنسان ) ) "İnsan, ancak kendi faydasına olan bir şeyi söyler".
( بإخبار ليس اإليماء ) "İşaret haber verme değildir".
( له توابع والعبادات أصل اإليمان ) "Îman asıl, ibadetler ise onun tabileridirler".
( األصل مق888ام يق888وم تحص888يله تع888ذّر أو األصل عن العجز عند الب888دل ) "Aslın yapılamadığında veya elde edilmesi zor olduğunda ona bedel kılınan, aslın yerine geçer".
( المبدل مقام قائم البدل ) "Bedel, bedel kılındığı aslın makamına kaimdir".
( األصل يخالف ال البدل ) "Bedel, asıl olana muhalif olmaz".
( المبدل يخالف ال البدل ) "Bir şeye bedel kılınan, bedel kılındığı asla muhalif olmaz".
( بدل له يكون ال البدل ) "Bedel olan bir şey, başka bir şeye bedel olmaz".
( يجتمعان ال والمبدل البدل ) "Asıl ile bedel bir arada bulunmaz".
( المبدل مقام يقام البدل ) "Bedel, bedel kılındığı aslın yerine ikame edilir".
( المبدل قيمة قدر على يقسم البدل ) "Bedel, bedel kılındığı şeyin kıymetine göre taksim edilir".
( المبدل مقام يقوم البدل ) "Bedel, bedel kılındığı aslın yerine geçer".
( بالكل معتبر البعض ) "Parça, bütüne göredir".
( اإلبتداء من أسهل البقاء ) "Baka ibtidadan esheldir".
( اإلبتداء حكم من أسهل البقاء ) "Bekâ, ibtidanın hükmünden esheldir".
( محال العدم على البناء ) "Bir şeyin, var olmayan üzerine bina edilmesi mümkün değildir".
( مس88تحيل الع88دم على البن88اء ) "Bir şeyin, var olmayan üzerine bina edilmesi imkânsızdır".
( للحق مظهرة حجة البينة ) "Beyyine, hakkı ortaya çıkaran bir hüccettir".
325
( المتبوع يستتبع ال التابع ) "Tabi olan, tabi olunanı (metbûu) doğurmaz".
( األصل حكم حكمه التبع ) "Tabi olanın hükmü aslın hükmüdür".
( األصل يخالف ال التبع ) "Tabi olan, asıl olana muhalif olmaz".
( األصل يستتبع ال التبع ) "Tabi olan aslı doğurmaz".
( غيره يستتبع ال التبع ) "Tabi olan, kendisi dışında bir şeyi doğurmaz".
( األصل شرط يكفيه بل بالشرط يفرد ال التبع ) "Tabi için ayrı bir şart gerekmez, aslın şartı tabi için yeterlidir".
( أصال التبع ينقلب لئال بالسبب يفرد ال كما بالشرط يفرد ال التبع ) "Tabi olanın asla dönüşmemesi için tabi olanda, ayrı bir sebep olmadığı gibi ayrı bir şart ta olmaz".
( مشروع األدلة إنعدام عند التحّري ) "Delillerin bulunmaması durumunda taharrî, meşrudur".
( وش88رعا عقال واجب الض88رر عن التحرز ) "Zarardan sakınmak, şer‘an ve aklen vaciptir".
( اللزوم ينافي التخيير ) "Muhayyerlik, bağlayıcılığı nefyeder".
( الص88فات جميع في المش88اركة يقتضي ال التش88بيه ) "Benzetme, bütün vasıflarda müşareketi gerektirmez".
( بالعدم ملحقا فكان له حكم ال الباطل التصرف ) "Bâtıl tasarruf hükümsüzdür ve yokluğa hamledilir".
( الصورة حيث من إال له وجود ال الباطل التصرف ) "Bâtıl tasarruf, ancak sureten vardır".
( الفائدة وهم أو الفائدة احتمال بقائه وفي لحكمه مفيدا انعقد إذا الشرعي التصرف موهومة أو محتملة لفائ88دة يبقى ) "Şer‘î tasarruf, hükmünü doğuracak şekilde inikad
bulmuşsa ve hükmün bekâsında fayda ihtimali veya vehmi (çok veya az bir ihtimal) varsa bu hüküm, muhtemel veya mevhum fayda sebebiyle kalır".
( يلغو محله لغ888ير والمص888ادف يصح لمحله المص888ادف التص888رف ) "Mahallinde meydana gelen tasarruf sahihtir. Mahallinde meydana gelmeyen ise hükümsüzdür".
( باطل محله غير إلى المضاف التصرف ) "Mahalli dışında bir şeye izafe edilen tasarruf geçersizdir".
( ب88اطال يك88ون محله غير إلى المضاف التصرف ) "Mahalli dışında bir şeye izafe edilen tasarruf geçersiz olur".
( بالمالك الض88رر على حرمته تقف ال المش888ترك الملك في التص888رف ) "Müşterek mülkte tasarrufun yasak oluşu mâlike zarara bağlı değildir".
( مب88اح بإذنه اإلنس88ان حق في التص88رف ) "Bir insanın hakkında, onun izni ile tasarrufta bulunmak mübahtır".
( ح88رام إذنه بغ88ير الغ88ير حق في التص88رف ) "Başkasının hakkında onun izni olmaksızın tasarruf yasaktır".
( األصل في محظ88ور إذنه غير من الغير ملك في التصرف ) "Başkasının mülkünde onun izni olmaksızın tasarruf yasaktır".
326
( حرام وحقه الغير ملك في التصرف ) "Başkasının mülkünde ve hakkında tasarruf yasaktır".
( أجمع المواضع في الحقيقي بالتعدد ملحق الحكمي التعدد ) "Hükmî çokluk, bütün durumlarda hakiki çokluğa bağlıdır".
( عند الع88دم يقتضي ال أما الش88رط وج88ود عند الوجود يقتضي عندنا بالشرط التعليق (عدمه "Bize göre, hükmün şarta bağlı olması durumunda, şartın varlığı, hükmün varlığını gerektirir; fakat şartın yokluğu, hükmün yokluğunu gerektirmez".
( تقديرا الشرط عند تنجيزا يصير بالشرط التعليق ) "Hükmü bir şarta ta‘lik etmek, şart yerine geldiğinde takdiren tencîz olur".
( األول مثل إعادة األفعال في التكرار ) "Fiillerde tekrar, öncekinin aynısını yerine getirmedir".
( الوسع بقدر التكليف ) "Sorumluluk, imkân ölçüsündedir".
( واإلمك88ان الوسع على مبني التكليف ) "Sorumluluk, yapabilme gücü ve imkânı üzerine mebnidir".
( الغاية وج88ود عند ينتهي غاية إلى ث88ابتال ) "Bir gaye için sâbit olan hüküm, o gayenin varlığı ile sona erer".
( لم ما إلثب88ات يص88لح وال ك88ان ما على ك88ان ما إلبقاء يصلح الحال باستصحاب الثابت (يكن "İstishâbu'l-hal ile sâbit olan, bir şeyin olduğu hal üzere kalması için delil olurken, olmayan şeyin ispatı için delil olmaz".
( بالمعاينة كالث88ابت بالبينة الث88ابت ) "Beyyine ile sâbit olan, muâyene ile sâbit gibidir".
( بالمعاينة كالث88ابت بالبينة الث88ابت ) "Beyyine ile sâbit olan, muâyene ile sâbit gibidir".
( ومشاهدة حسا كالثابت بالبينة الثابت ) "Beyyine ile sâbit olan, sezgi ve müşahede ile sâbit olan gibidir".
( حقيقة بالث88ابت ملحق ب88الحكم الث88ابت ) "Hükmen sâbit olan, hakikaten sâbit gibidir".
( الض88رورة بطريق ثابتا يك88ون بالرخصة الث88ابت ) "Ruhsat ile sâbit olan, zaruret yoluyla sâbit olmuş olur".
( الض88رورة محل يتع88دى ال بالض88رورة الث88ابت ) "Zaruret ile sâbit olan, zaruret mahallini aşmaz".
( الضرورة موضع يعد ال بالضرورة الثابت ) "Zaruret ile sâbit olan hüküm, zaruret mahallinde sayılmaz".
( الضرورة بقدر يتقيد بالضرورة الثابت ) "Zarûreten sâbit olan, zaruret miktarınca takyid edilir".
( بالشك يزول ال باليقين الثابت ) "Yakîn ile sâbit olan, şek ile zâil olmaz".
( النص بصريح كالثابت النص بداللة الثابت ) "Nassın delâleti ile sâbit olan nasın sarahati ile sâbit gibidir".
327
( الثبوت علة إلنعدام الضرورة محل وراء فيما عدما يكون بضرورة الثابت ) "Zaruret sebebi ile sâbit olan, sübût illetinin olmayışı sebebiyle, zaruret mahalli dışında yok hükmündedir".
( الضرورة بطريق ثابتا يكون الرخصة بطريق الثابت ) "Ruhsat yoluyla sâbit olan, zarûreten sâbit olmuş olur".
( بالشك يزول ال أنه زواله في الشك وقع إذا بيقين الثابت ) "Yakînen sâbit olan bir şeyin zevâlinde şek vaki olduğunda, o şey şek ile zâil olmaz".
( بالشك يسقط ال أنه بيقين الثابت ) "Yakînen sâbit olan, şek ile sakıt olmaz".
( مثله بيقين إال يزول ال بيقين الثابت ) "Yakînen sâbit olan, ancak kendisi gibi yakîn olan bir şey ile zâil olur".
( واإلحتمال بالشك يزول ال بيقين الثابت ) "Yakînen sâbit olan, şek ve ihtimal ile zâil olmaz".
( بالشك يثبت ال بيقين الث88ابت وغ88ير بالشك ي88زول ال بيقين الث88ابت ) "Yakînen sâbit olan şek ile zail olmaz; yakînen sâbit olmayan da şek ile sâbit olmaz".
( بالشك يزول ال بيقين الثابت ) "Yakînen sâbit olan, şek ile zâil olmaz".
( الشرع أصول في الفائدة لوهم يبقى بيقين الثابت ) "Dînin temel meselelerinde, kesin olarak sâbit olan, fayda zannıyla olduğu hal üzere kalır".
( حقيقة كالثابت حكما الثابت ) "Hükmen sâbit olan, hakikaten sâbit olmuş gibidir".
( حقيقة بالثابت ملحق حكما الثابت ) "Hükmen sâbit olan, hakikaten sâbit gibidir".
( نصا كالثابت داللة الثابت ) "Delâleten sâbit olan, nas ile sâbit gibidir".
( الض88رورة بق88در يتق88در أنه ض88رورة الث88ابت ) "Zarûreten sâbit olan, zaruret miktarınca takdir edilir".
( وتبعا ضمنا الثابت فوق نصا الثابت ) "Açık bir ifade ile sâbit olan, zımnen ve tebean sâbit olanın fevkindedir".
( بالشك يزال ال يقينا الثابت ) "Yakînen sâbit olan, şek ile zâil olmaz".
( العبادة ينافي الجبر ) "Zorlama, ibadeti nefyeder".
( العبادة معنى ينافي الجبر ) "Zorlama, ibadetin anlamını nefyeder".
( وصفه في الكل يخالف ال الجزء ) "Parça, vasfında bütüne muhalif olmaz".
( الشرط بتكرر يتكرر ءالجزا ) "Karşılık, şartın tekrarı ile tekerrür eder".
( ع88ذر والنس88يان بع88ذر ليس الش88رع بحكم الجهل ) "Şer‘î hükmü bilmemek özür değildir, unutmak özürdür".
( الكالم يتقدم ال الجواب ) "Cevap, kelamdan önce gelmez".
( السؤال بدون يتم ال الجواب ) "Soru olmadan cevap tamam olmaz".
( السؤال تقدم بعد إال يكون ال الجواب ) "Cevap ancak sualden sonra gelir".
( بالشبهات تدرأ الحدود ) "Hadler, şüpheler ile düşürülür".
( شرعا مدفوع الحرج ) "Zorluk, şer’an kaldırılmıştır".
328
( مدفوع الحرج ) "Zorluk kaldırılmıştır".
( مدفوع الحرج ) "Zorluk kaldırılmıştır".
( الكتاب بنص منفي الحرج ) "Zorluk, Kitab’ın nassı ile kaldırılmıştır".
( منفي الحرج ) "Zorluk kaldırılmıştır".
( الض88رورة لمك88ان ش88رعا إعتبارها يس88قط أن ج88از الش88رعية الحرم88ات ) "Şer‘î yasakların, zaruret sebebiyle şer‘an itibardan düşmesi caizdir".
( آدم بني في أصل الحرية ) "İnsanda aslolan hürriyettir".
( جديد بسبب إال يعود ال بطل بعدما الحق ) "Bir hak geçersiz olduktan sonra, ancak yeni bir sebep ile geri gelir".
( محله ف88وات بعد يبقى ال الحق ) "Hak, mahallinin ortadan kalmasından sonra devam etmez".
( بإبط88ال إال يبطل ال إلنسان ثبت متى الحق ) "Hak, bir insan için sâbit olduğu zaman, ancak iptal edilince geçersiz olur".
( والتب88دل للتغ88ير الم88وجب ال88دليل بق88در تتبدل الحقائق ) "Hakikatler, değişim ve dönüşümü gerektiren delil miktarınca değiştirilirler".
( لض88رورة إال حكما إعتبارها يس88قط ال الحق88ائق ) "Hakikatler, zaruret olmadıkça hüküm bakımından itibardan düşmez".
( بالعدم النادر ألحقوا ) "Nâdir olan, yok hükmündedir".
( الش88رط بعض وج88ود عند يثبت ال بش88رط المعلق الحكم ) "Bir şarta bağlı olan hüküm, şartın bir kısmının varlığı ile sâbit olmaz".
( العلة بعم88وم يتعمم بعلة المعلل الحكم ) "Bir illet ile muallel hüküm, illetin umumiyeti ile umumileşir".
( الغاية وجود قبل ينتهي ال ةغاي إلى الممدود الحكم ) "Bir amaç için uzatılmış olan hüküm, bu amacın varlığından önce sona ermez".
( الغاية وج888ود عند ينتهي غاية إلى الم888وقت الحكم ) "Bir gaye için konulmuş muvakkat hüküm, o gayenin varlığı ile sona erer".
( سببه إلى يضاف إنما الحكم ) "Hüküm, sebebine izafe edilir".
( الش88رط إلى ال الس88بب إلى يض88اف الش88رط وج88ود بعد الحكم ) "Hüküm, şartın varlığından sonra sebebe izafe edilir, şarta edilmez".
( العلة وفق على الحكم ) "Hüküm, illete uygun olarak (sâbit olur)".
( األصل بعلة ثبت التبع في الحكم ) "Hüküm, asılda bulunan illet ile tabide de sâbit olur".
( األصل في السبب بوجود ثبت التبع في الحكم ) "Hüküm, asılda bulunan sebebin varlığı ile tabide de sâbit olur".
( األصل بعلة يثبت التبع في الحكم ) "Hüküm, asılda bulunan illet ile tabide de sâbit olur".
( سببه عن يتخلف ال الحكم ) "Hüküm, sebebinin peşinden gelmez".
329
( الشرط بعض بوجود يثبت ال الحكم ) "Hüküm, şartın bir kısmının varlığı ile vaki olmaz".
( العلة قدر على يزيد ال الحكم ) "Hüküm, illet miktarını aşmaz".
( للشرط ال للعلة الحكم ) "Hüküm şarta değil illete bağlıdır".
( للغالب الحكم ) "Baskın olan duruma göre hüküm verilir".
( إليه يح88ال م88ؤثر وصف عقيب ثبت م88تى الحكم ) "Hüküm, müessir bir vasıftan sonra sâbit olduğunda, ona döner (ona uygulanır)".
( إليه يض88اف م88ؤثر وصف عقيب ثبت م88تى الحكم ) "Hüküm, müessir bir vasfın akabinde sâbit olduğu zaman, o vasfa izafe edilir".
( المعنى ذلك بذهاب ينتهي خاص بمعنى معقوال ثبت متى الحكم ) "Özel bir illet için konulmuş hüküm, bu illetin ortadan kalkması ile sona erer".
( عليه يحال سبب عقيب ظهر متى الحكم ) "Bir sebepten sonra ortaya çıkan bir hüküm, o sebebe yorulur".
( به ع88برة فال لألك88ثر تبعا يك88ون واألقل ب88األكثر يتعلق الحكم ) "Hüküm, çoğunluğa bağlıdır; az olan çok olana tabi olur ve az olana itibar edilmez".
( المحل بخصوص يتخصص وال العلة بعموم يتعمم الحكم ) "Hüküm, illetin umumu ile umumileşir; sebebin hususiyeti ile hususileşmez".
( السبب بقدر يتقدر الحكم ) "Hüküm, sebebin miktarına göre takdir edilir".
( العلة بقدر يتقدر الحكم ) "Hüküm illet miktarınca takdir edilir".
( السبب بتكرر يتكرر الحكم ) "Hüküm, sebebin tekrarı ile tekerrür eder".
( سببه بتكرر يتكرر الحكم ) "Hüküm, sebebinin tekrarı ile tekerrür eder".
( العلة بقدر يثبت الحكم ) "Hüküm, illet miktarınca sâbit olur".
( السبب قدر على يثبت الحكم ) "Hüküm, sebebin miktarına göre sâbit olur".
( العلة قدر على يثبت الحكم ) "Hüküm, illet miktarınca sâbit olur".
( السبب وفق على يثبت الحكم ) "Hüküm, sebebe uygun olarak sâbit olur".
( السبب وفق على يثبت الحكم ) "Hüküm, sebebe uygun olarak sâbit olur".
( العلة وفق على يثبت الحكم ) "Hüküm, illete uygun olarak sâbit olur".
( س88ببه وج88ود حين من يثبت الحكم ) "Hüküm, sebebinin bulunduğu vakitten itibaren sâbit olur".
( الحكمة على ال الظاهر السبب على يدار الحكم ) "Hüküm, hikmete değil açık olan sebebe bağlıdır".
( الش8رط إلى ال الس8بب إلى يض88اف الحكم ) "Hüküm, sebebe izafe edilir, şarta edilmez".
( الشرط إلى ال العلة إلى يضاف الحكم ) "Hüküm illete izafe edilir, şarta edilmez".
( س88ببه وج88ود وقت من يعت88بر الحكم ) "Hüküm, sebebinin bulunduğu vakitten itibaren dikkate alınır".
330
( بالضمان الخراج ) "Bir şeyin nef‘i, zamânı mukabelesindedir".
( بعذر ليس العباد حقوق في الخطأ ) "Kul haklarında hata özür değildir".
( المتعارف إلى ينصرف الخطاب ) "Şer‘î hitap, yaygın olana hasredilir".
( الش88روط في األصل يخ88الف ال الخلف ) "Halef, şartlarda asıl olana muhalif olmaz".
( األصل يخالف ال الخلف ) "Halef, asıl olana muhalif olmaz".
( وجوده حال ال األصل عدم حال يعتبر الخلف ) "Aslın olmaması durumunda halefe itibar edilir; aslın varlığı durumunda halefe itibar edilmez".
( األصل عمل يعمل الخلف ) "Halef, aslın vazifesini yerine getirir".
( األصل مقام يقوم الخلف ) "Halef, aslın makamına kaimdir".
( منهما ب88الراجح العمل يجب تعارض88تا متى الدعوتين ) "İki iddia tearuz ettiğinde, onlardan râcih olan ile amel etmek îcâb eder".
( تعتبر يوجد لم وإذا بخالفه الصريح وجد إذا تعتبر ال الداللة ) "Hilafına sarih bir şey bulununca delalete itibar edilmez; sarih bir şey bulunmayınca delalete itibar edilir".
( بخالفه النص مع تعمل ال الداللة ) "Delâlet-i hal, nass karşsında onun hilafına amel etmez".
( حرام الحرام إلى الدواعي ) "Harama götüren şeyler de haramdır".
( الشرع أحكام في بالمتيقن ملحق الراجح ) "Şer‘î hükümlerde, râcih olan yakîn olana ilhak edilir".
( عنه وس88فير مع88بر المرسل مق88ام ق88ائم الرس88ول ) "Elçi, kendisini gönderenin makamına kâim; onun aracısı ve duygularını ifade edendir".
( األولى طريق من باألعلى رضا يكون باألدنى الرضا ) "Edna olana rıza göstermek, evleviyetle daha üstün olana rızadır".
( يتصور ال به العلم بدون بالشيء الرضا ) "Bir şey hakkında bilgi sahibi olmadan ona rıza göstermek tasavvur edilemez".
( محال به العلم بدون بالشيء الرضا ) "Bir şeyi bilmeksizin ona rıza göstermek muhaldir".
( يتصور ال به العلم قبل بالشيء الرضا ) "Bir şey hakkında bilgi sahibi olmadan ona rıza göstermek tasavvur edilemez".
( بمثله رضا يك88ون بالش88يء الرضا ) "Bir şeye rıza göstermek, onun misline de rızadır".
( بأعالهما رضا يك88ون ال الض88ررين بأدنى الرضى ) "İki zarardan daha azına rıza göstermek, daha fazlasına rıza göstermek anlamına gelmez".
( يتحقق ال به العلم ب88دون بالش88يء الرضى ) "Bir şeye rıza göstermek, onun hakkında bilgi sahibi olmadan gerçekleşmez".
( محال المعلوم بغير الرضى ) "Bilinmeyene rıza göstermek muhaldir".
( الشرط من أهم الركن ) "Rükün, şarttan daha önemlidir".
331
( عليه للمزيد تبع الزيادة ) "Ziyade, mezid-i aleyhe tabidir".
( قرانا يك88ون فإنه غيره من كان إذا فأما جنسه، من إال تتصور ال الشيء على الزيادة زيادة ال ) "Bir şeye ziyade, ancak kendi cinsi ile olur. Kendi cinsi dışında olursa, ziyade
değil de kırân olur".
( مثله يك88ون أن يقتضي ال الش88يء على الزي88ادة ) "Bir şeye ziyade, onun misli olmasını gerektirmez".
( حقيقة بالساقط ملحق شرعا الساقط ) "Şer’an sâkıt olan, hakikaten sâkıt olmuş gibidir".
( سواء حقيقة والعدم شرعا الساقط ) "Şer'ân sâkıt olan ile hakikaten olmayan eşittir".
( الش88رع أص88ول في الش88يء ذلك مق88ام يق88ام الشيء إلى المفضي السبب ) "Şer‘î esaslarda, bir şeye yol açan sebep, o şeyin yerine ikame edilir".
( اإلحتياط موضع في المسبب مقام يقام إنما السبب ) "İhtiyat durumunda sebep, sonucun yerine ikame edilir".
( المسبب مقام يقام إنما السبب ) "Sebep, sonucun yerine ikame edilir".
( الشرط وجود عند سببا ينعقد إنما السبب ) "Sebep, şartın varlığı ile sebep olarak inikad bulur".
( لض88رورة إال المس88بب مق88ام يق88ام ال الس88بب ) "Zaruret olmadığı sürece sebep, sonucun yerine ikame edilmez".
( ش88رطه ب88دون للحكم مفيدا ينعقد ال السبب ) "Şartı bulunmadığı sürece sebep, hüküm için geçerli olmaz".
( الحرم88ات ب88اب في خصوصا المس88بب مق88ام يق88ام الس88بب ) "Özellikle haramlar konusunda, sebep, sonucun yerine ikame edilir".
( ك88ان أو ح88رج المس88بب على الوق88وف في ك88ان إذا المس88بب مق88ام يق88وم الس88بب الن888درة غاية في الس888بب وج888ود مع عدمه يك888ون بح888ال المس888بب ) "Sonucun yerine
getirilmesinde zorluk bulunuyor veya sonucun yokluğu sebebin varlığı ile birlikte çok nâdir oluyorsa, sebep sonucun yerine ikame edilir".
( الض88رورة بق88در السقوط ) "(Mükellefiyetten olan) bir şeyin düşmesi, zaruret ölçüsündedir".
( اإلحتي88اط موضع في الحقيقة مق88ام تق88ام الش88بهة ) "Şüphe, ihtiyat durumunda hakikatin yerini alır".
( الركن وجود حال وجودها يعتبر الشرائط ) "Rüknün varlığı durumunda şartların varlığına itibar edilir".
( البقاء شرط يجعل أال أولى أصال العباد والية تحت يدخل ال الذي الشرط ) "Kulların imkânı dahilinde olmayan şartın, bekâ şartı olmaması evlâdır".
( وعدمه المؤاخ88ذة س88بب أي: في واإلباحة الحظر في اش88تركا إذا العلة مع الش88رط الشرط إلى إضافته من أولى العلة إلى الحكم فإضافة ) "Şart ve illet birlikte ibaha ve
yasaklıkta müşterek olursa, yani muaheze sebebi olup olmamada birlikte olurlarsa, hükmün illete izafesi, şarta izafesinden evlâdır".
332
( اإلباحة تقتضي العامة الشركة ) "Umûmî ortaklık, ibâhatı gerektirir".
( اإلباحة هي العامة الشركة ) "Umûmî ortaklık, ibâha ifade eder".
( ملزم التطوع في الشروع ) "Nafileye başlamak bağlayıcıdır".
( لإلتم888ام م888وجب التط888وع في الش888روع ) "Nafileye başlamak, tamamlamayı gerektirir".
( يصح ال ش88رطها وج88ود ب88دون العب88ادة في الشروع ) "Şartının varlığı olmaksızın ibadete başlamak sahih olmaz".
( اليقين يرفع ال الشك ) "Şek, yakîni ortadan kaldırmaz".
( وفائتا موجودا يكون أال واحد زمان في الواحد الشيء ) "Bir şey, bir zamanda hem mevcut hem de geçmiş olamaz".
( ذلك ووقع بعده، محله في آخر شيء وجد لو أن محله في حاصال يجعل إنما الشيء نفسه في معتبرا الشيء ) "Bir şey, kendisinden sonra kendi yerini alan başka bir şey
bulunduğu takdirde, kendi yerinde meydana gelmiş kabul edilir. Böylece bu şeyin bizzat kendisi muteber olur".
( األهلية ع88دم مع يبقى ال أهلية غ88ير من ينعقد ال كما الش88يء ) "Bir şey, ehliyetsiz gerçekleştirilmediği gibi, ehliyet olmaksızın devam da etmez".
( ينقضه ما مع يبقى ال الشيء ) "Bir şey, kendisini geçersiz kılan bir şey ile birlikte devam etmez".
( ينقضه ما وجود مع يبقى ال الشيء ) "Bir şey, kendisini geçersiz kılan bir şeyin varlığı ile devam etmez".
( قبله ما يستتبع وال بعده ما يتبع ال الشيء ) "Bir şey, kendisinden sonra gelene tabi olmaz, kendisinden önce geleni de doğurmaz".
( مثله يستتبع ال الشيء ) 'Bir şey, kendi mislini doğurmaz'.
( جنسه بغير مستهلكا يصير وإنما بجنسه مستهلكا يصير ال الشيء ) "Bir şey, kendi cinsinden bir şey ile karışırsa yok olmaz; kendi cinsi dışında bir şey ile karışırsa yok olur".
( األصل هو نفسه إلى يض88اف ال الش88يء ) "Bir şeyin kendine izafet edilmemesi asıldır".
( األصل في نفسه إلى يعطف ال الشيء ) "Hakikatte bir şey kendine atfedilmez".
( فوقه هو ما مقام يقوم ال الشيء ) "Bir şey, mertebece kendinden üstün olan bir şeyin yerine geçmez".
( نفسه عن بدال يكون ال الشيء ) "Bir şey kendi kendine bedel olmaz".
( نفسه ينافي ال الشيء ) "Bir şey kendi kendisini nefyetmez".
( يضاده ال بما ينعدم ال الشيء ) "Bir şey, kendisine zıt olmayan bir şey ile ortadan kalkmaz".
( يضاده بما يبطل الشيء ) "Bir şey kendi zıttı ile geçersiz olur".
( مضى بما ال يجيء بما يتعلق الشيء ) "Bir şey, vakti geçmiş olana değil, gelecek olana bağlı olur".
333
( مثله يس88تتبع وال دونه يس88تتبع الش88يء ) "Bir şey kendinden daha aşağı olanı doğurur, kendi mislini doğurmaz".
( مثله أو فوقه هو ما يس88تتبع وال دونه هو ما يس88تتبع الش88يء ) "Bir şey kendinden daha aşağı olanı doğurur, kendisinin üstünde veya kendisine denk olanı doğurmaz".
( يضاده بما ينعدم الشيء ) "Bir şey kendi zıttı ile bir arada bulunmaz".
( كالب88الغ السنن مراعاة في الصبي ) "Sünnetlere riayet hususunda çocuk, bâliğ gibidir".
( بأقواله يؤاخذ لم إن بأفعاله مؤاخذ الصبي ) "Kâide: Çocuk, sözleri ile muaheze olunmasa da fiilleri ile muaheze olur".
( عارض والفساد العقد في أصل الصحة ) "Kâide: Akitte aslolan sıhhattir, fesâd arızidir".
( وعن88دهما عنده الكل إلى الفساد يتعدى والفاسد الصحيح على إشتملت إذا الصفقة يتعدى ال ) "Akit, sahih ve fâside şamil olunca, Ebu Hanife’ye göre fesâd bütüne geçer;
İmam Ebu Yusuf ile Muhammed’e göre fesâd bütüne geçmez".
( شرعا منفي الضرر ) "Zarar, şer‘an kaldırılmıştır".
( منفي الضرر ) "Zarar, (şer’an) kaldırılmıştır".
( وتيس88يره الحكم لتخفيف س88بب الض88رورة ) "Zaruret, hükmün hafifletilmesi ve kolaylaştırılması için bir sebeptir".
( كان ما على كان ما بقاء الظاهر ) "Bir şeyin olduğu hal üzere kalması asıldır".
( باليقين إال يبطل ال الظاهر ) "Zahir olan, ancak yakîn ile geçersiz olur".
( بالشك يبطل ال الظاهر ) "Zahir olan, şüphe ile geçersiz olmaz".
( الغير على لإللزام يصلح ال الظاهر ) "Zahiri durum/karine, başkasını ilzam için uygun olmaz".
( األحك88ام في ب88المتيقن ملحق الظ88اهر ) "Hükümlerde, zâhir olan, yakîne ilhak edilir".
( دليل شبهة أو دليل عن نشأ إذا يعتبر إنما الظن ) "Zanna, bir delilden ya da şibh-i delilden neşet ettiği takdirde itibar edilir".
( به يكلف ال الفعل عن العاجز ) "Bir fiili yapmaktan aciz olan, o fiil ile mükellef olmaz".
( المتبوع يعارض ال والتبع األصل يعارض ال العارض ) "Arızî olan, asla muarız olmaz. Tabi olan da tabi olunana (metbua) muarız olmaz".
( غيره إلى ال إليه مضافا عمله يكون لنفسه العامل ) "Kendisi için çalışanın yaptığı iş, kendisine izafe edilir, başkasına edilmez".
( العالم تقليد يلزمه العامي ) "Âmmînin âlimi taklit etmesi gerekir".
( أوقاتها قبل أداؤها يجوز ال المؤقتة العبادات ) "Muvakkat ibadetlerin vakitlerinden önce edâ edilmeleri caiz değildir".
( أوقاتها على تق8888ديمها يج8888وز ال المؤقتة العب8888ادات ) "Muvakkat ibadetlerin vakitlerinden önceye takdimi caiz değildir".
334
( باألعذار تسقط العبادات ) "İbadetler, özürler ile sâkıt olur".
( عليه من بم88وت تس88قط العب88ادات ) "İbadetler, üzerine vacip oldukları kişinin ölümü ile düşerler".
( بالنية إال تؤدى ال العبادة ) "İbadet ancak niyet ile yerine getirilir".
( عنه منهّي هو بما تت88أدى ال العب88ادة ) "İbadet, nehyedilen bir şey ile yerine getirilmez".
( ب88دونها معناها إلنع88دام النية ب88دون تصح ال العب88ادة ) "Niyetsiz ibadetin anlamı olmayacağı için niyetsiz ibadet sahih olmaz".
( النية بدون تصح ال العبادة ) "İbadet, niyetsiz sahih olmaz".
( الس88بب ال اللفظ يتبع الحكم إذ الس88بب بخص88وص ال عن88دنا اللفظ بعم88وم الع88برة ) "Bize göre itibar, lafzın umumunadır, sebebin özel oluşuna değildir. Çünkü hüküm, sebebe değil lafza tabi kılınır".
( لأللف88اظ ال المعاني إلى العقود في العبرة ) "Ukûdda i‘tibar maâniyedir, elfaza değildir".
( لأللف88اظ ال للمع88اني العق88ود في الع88برة ) "Ukûdda i’tibar maâniyedir, elfaza değildir".
( للمعاني العقود في العبرة ) "Ukûdda i‘tibar maâniyedir".
( األلف88اظ لص88ور ال لمعانيها العق88ود في الع88برة ) "Ukûdda i‘tibar maâniyedir, lafızların suretlerine değildir".
( األلفاظ لعين ال لمعانيها العقود في العبرة ) "Ukûdda i‘tibar maâniyedir, lafızların kendisine değildir".
( الس8بب لخص8وص ال اللفظ لعموم العبرة ) "İtibar, lafzın umumunadır, sebebin özel oluşuna değildir".
( الظن وأكثر الرأي لغالب العبرة ) "Re'y-i gâlip ve ekseri zanna (zannı gâlibe) itibar edilir".
( التبع دون لألصل العبرة ) "İtibar tabi olana değil, asladır".
( للغالب العبرة ) "Baskın olan durum dikkate alınır".
( للغلبة العبرة ) "Baskın olan durum dikkate alınır".
( التابع دون للمتبوع العبرة ) "İtibar, tabi olana değil, tabi olunanadır".
( للمتبوع العبرة ) "İtibar, tabi olunanadır".
( للصورة ال للمعنى العبرة ) "İtibar manayadır, şekillere değil".
( للصورة ال للمعنى العبرة ) "İtibar suretlere değil manayadır".
( الشريعة أصول في حقيقة كالعجز حكما العجز ) "Şer‘î esaslarda hükmen acziyet, hakikaten acziyet gibidir".
( األرك88ان تحص8يل عن العجز ف88وق يك88ون ال الش8رائط تحصيل عن العجز ) "Şartları yerine getirmedeki acziyet, rükünleri yerine getirmedeki acziyetin üzerinde olmaz".
335
( المع88امالت في ش88رعا اإلعتب88ار س88اقطا والعدالة الع88دد ) "Muâmelât ile ilgili konularda, şahitlerin sayı ve adaletine hukuken itibar edilmez".
( القسمة يحتمل ال العدم ) "Olmayan şey, taksime konu olamaz'.
( الوجود يعارض ال العدم ) "Yokluk, varlığa muarız olmaz’.
( الجملة في الحكم تخفيف سبب العذر ) "Özür, her konuda hükmün hafifletilme sebebidir".
( الناس معامالة في يعتبر إنما العرف ) "Örf, insanların muamelelerinde dikkate alınır".
( النف88وس في أصل العص88مة ) "Canlarda korunmuşluk (canların masumiyeti) asıldır".
( الفائدة لتوهم يبقى بيقين المنعقد العقد ) "Kesin olarak mün‘akid olan akit, fayda zannı sebebiyle, olduğu hal üzere devam eder".
( العقد وقت إلى اإلج88ازة تس88تند اإلج88ازة به إتص88لت إذا الموق88وف العقد ) "Mevkuf akde icâzet verildiğinde, bu icâzet, akdin yapıldığı vakte istinad eder".
( غ8يره قبل من اإلج8ازة يحتمل إنس8ان إج88ازة على الموق88وف العقد ) "Bir insanın icâzetine bağlı mevkuf akit, kendisi dışında biri tarafından verilecek icâzete ihtimal taşır".
( الش88رعية التص88رفات أهلية ش88رط العقل ) "Akıl, şer‘î tasarrufların ehliyet şartıdır".
( التصرفات أهلية شرط العقل ) "Akıl, tasarruf ehliyetinin şartıdır".
( الش88رعية التصرفات أهلية شرائط من العقل ) "Akıl, şer‘î tasarrufların ehliyet şartlarındandır".
( التبع حق في العلم عن يغ88ني األصل حق في العلم ) "Asıl hakkındaki bilgi, tabi hakkındada yeterlidir".
( بالظن يبطل ال العلم ) "Kesin bilgi, zan ile ortadan kalkmaz".
( أمكن ما واجب بالحقيقة العمل ) "Mümkün olduğu takdirde (lafzın) hakiki manası ile amel etmek vaciptir".
( اإللغاء من أولى بالمجاز العمل ) "(Lafzın) mecaz anlamı ile amel etmek ilgadan evladır".
( أولى بالمشهور العمل ) "(Haber-i vâhid karşısında) meşhur hadis ile amel etmek evlâdır".
( واجب اللفظ بحقيقة العمل ) "(Lafzın) hakiki manası ile amel etmek vaciptir".
( ب88دليل إال تخصيصه يجوز وال أمكن ما واجب اللفظ بعموم العمل ) "İmkân olduğu ölçüde lafzın umumu ile amel etmek vaciptir. Delil olmaksızın umumun tahsisi caiz değildir".
( واجب األحكام في الظن وأكبر الرأي بغالب العمل ) "Hükümlerde galib-i rey ve zannı galib ile amel vaciptir"
336
( بالمتيقن ملحق الشرع أحكام في الغالب ) "Şer‘î hükümlerde, gâlib olan kesin gibidir".
( األحكام في بالمتيقن ملحق الغالب ) "Hükümlerde, gâlib olan kesin gibidir".
( أصحابنا أصل على كالصحيح القبض إتصال عند العقود من الفاسد ) "Bizim mezhep bilginlerimizin kabul ettiği kâideye göre, fâsid akitler, kabz ile birleşince sahih akit gibi olurlar".
( الواجب فوق الفرض ) "Farz, vacibin üstündedir".
( البدعة جهة تغلب والبدعة الس88نة بين تردد إذا الفعل ) "Bir fiil, sünnet ile bidat arasında bulunuyorsa bidat yönü galip olur".
( النية بدون قربة يقع ال الفعل ) "Bir fiil, niyet olmaksızın ibadet olmaz".
( اآللة إلى ال اآللة مستعمل إلى يضاف الفعل ) "Fiil, alete değil, aleti kullanana izafe edilir".
( الب88دل حكم تبطل ال بالب88دل المقص88ود حصول بعد األصل على القدرة ) "Bedel ile maksadın gerçekleşmesinden sonra aslı yapabilme imkânı, bedelin hükmünü iptal etmez".
( الخلف حكم يبطل ال بالخلف المقصود حصول بعد األصل على القدرة ) "Halef ile maksadın gerçekleşmesinden sonra aslı yapabilme imkânı, halefin hükmünü iptal etmez".
( الخلف إلى المص88ير تمنع األصل على الق88درة ) "Aslı yapabilme imkânı, halefe gidilmesini engeller".
( الفعل وجوب شرط الفعل على القدرة ) "Bir fiili yapabilme gücü, fiilin vücûb şartıdır".
( الب88دل حكم يبطل بالب88دل المقص88ود حص88ول قبل المبدل على القدرة ) "Bedel ile maksadın gerçekleşmesinden önce aslı yapabilme imkânı, bedelin hükmünü iptal eder".
( جملته على يقع يتفاوت ال الذي الواحد الجنس في القسمة ) "Ayrılmayan tek bir cinsi bölmek, o cinsin hepsinde vaki olur".
( األداء عن بدل القضاء ) "Kaza edaya bedeldir".
( الكثير يغلب ال القليل ) "Az olan çok olana üstün olmaz".
( الكثير يتبع القليل ) "Az olan çok olana tabi olur".
( المنكر قول الشرع في القول ) "Hukukta söz, münkirin sözüdür".
( الظ88اهر له يش88هد من ق88ول الش8رع في القول ) "Hukukta söz, karinenin lehine tanıklık ettiği kimsenindir".
( اليمين مع األمين قول القول ) "Söz, yemin ile birlikte eminin sözüdür".
( حجته للمدعي يقيم حتى المنكر قول القول ) "Söz, müddei delil getirene kadar münkirin sözüdür".
( يمينه مع البينة ع88دم عند المنكر ق88ول الق88ول ) "Delil bulunmadığı sürece söz, yemin ile birlikte münkirin sözüdür".
( الشرع في المنكر قول القول ) "Hukukta söz, inkâr edenin sözüdür".
337
( الش88رع في يمينه مع المنكر ق88ول الق88ول ) "Hukukta söz, yemin ile birlikte münkirin sözüdür".
( يمينه مع المنكر قول القول ) "Söz, yemin ile birlikte münkirin sözüdür".
( المنكر قول القول ) "Söz, münkirin sözüdür".
( األصل له يشهد من قول القول ) "Söz, aslın lehine tanıklık ettiği kimsenindir".
( الظ88اهر له يش88هد من ق88ول الق88ول ) "Söz, karinenin lehine tanıklık ettiği kimsenindir".
( باطل واإلجم888اع النص بمقابلة القي888اس ) "Nassa ve icmaya aykırı kural geçersizdir".
( العين مقام تقوم القيمة ) "Kıymet, aynın makamına kâimdir".
( بالناقص يتأدى ال الكامل ) "Tam olan, nakıs ile yerine getirilmez".
( الكاتب من الخطاب بمنزلة الكتاب ) "Kâtibin yazısı, hitabı yerine geçer".
( خطابه الغائب من الكتاب ) "Gâibin yazısı hitabıdır".
( الحاضر من كالخطاب الغائب من الكتاب ) "Gâibin yazısı hazırın hitabı gibidir".
( العب88ارة مق88ام تق88وم المفهومة واإلش88ارة اللفظ مق88ام تق88وم المس88تبينة الكتابة ) "Anlaşılır yazı lafzın yerini alır, bilinen işaret de ibarenin yerini alır".
( مقامه تق888وم وإنما بكالم ليست واإلش888ارة الكتابة ) "Kitabet ve işaret söz değildirler; ancak sözün makamına kaim olurlar".
( جنسه كل ب88اب كل في الكث88ير ) "Her bir konudaki çokluk, kendi cinsinin küllüdür".
( التن88افي من بينهما لما والمج88از الحقيقة على يش88تمل ال الواحد الكالم ) "Bir söz, aralarındaki zıtlık sebebiyle, hem hakikat hem de mecaz anlamını birlikte içermez".
( الغاية وج88ود عند ينتهي غاية إلى قتؤالم88 ) "Bir gaye için konulmuş muvakkat hüküm, o gayenin varlığı ile sona erer".
( الوقت وجود عند ينتهي وقت إلى المؤقت ) "Bir vakit ile tayin edilen (hüküm), vaktin dolması ile son bulur".
( بعضه على كله إسم يقع ال مختلفة أج888زاء من الم888تركب ) "Çeşitli cüzlerden meydana gelen bir şeyin bütününün ismi bir kısmına verilmez".
( بعضها بوجود اإلسم عليه ينطلق ال مختلفة أشياء من المتركب ) "Çeşitli şeylerden meydana gelen bir şeyin bir kısmının varlığı, o şeyi ifade etmez".
( معارضا يصلح ال المتعارض ) "İtiraza uğrayan, başka bir şeye karşı delil olmaz".
( له قول ال المتعنت ) "İnatçı, söz söylememiş kabul edilir".
( الس88اكت من إليه الخطاب بصرف أولى المتكلم ) "Hitabın kendisine yönelmesi bakımından konuşan, sakitten önceliklidir".
( فيه األفعال بتبدل يتبدل المجلس ) "Meclis, kendisinde meydana gelen fiillerin değişimi ile değişir".
338
( إحتياطا المبيح على يقضي المحرم ) "Mübah ile haram çelişince, ihtiyaten haram mübaha tercih edilir".
( للملك سببا يصلح ال المحظور ) "Yasak olan bir şey, mülkiyet sebebi olmaz".
( فائتا يكون ال المدرك ) "Müdrik, fâit olamaz".
( األحكام في بالعدم ملحق الراجح مقابلة في المرجوح ) "Hükümlerde, râcih olana mukabil mercuh, yok kabul edilir".
( بأحدهما له وجود ال شيئين من المركب ) "İki şeyden mürekkeb olan, onlardan birinin varlığı ile var olamaz".
( والطاعة للمعص888ية التس888بب في والث888واب اإلثم في المباشر ش888ريك المس888بب ) "Müsebbib, masiyet ve taata sebebiyet verdiği için, sevap ve günahta mübaşir ile müşterektir".
( كالمستوفى المستحق ) "İstihkak, tamamlanan hükmündedir".
( بالعدم ملحقا فكان كالمصروف المستحق ) "İstihkak, harcama hükmündedir ve yokluğa hamledilir".
( كالمصروف المستحق ) "İstihkak, harcama hükmündedir".
( بالعدم ملحق المستحق ) "İstihkak edilmiş olan, yok hükmündedir".
( حقيقة كالمستحيل عادة المستحيل ) "Âdeten imkânsız olan, hakikaten imkânsız gibidir".
( حقيقة بالمس88تحيل يلحق ع88ادة المس88تحيل ) "Âdeten imkânsız olan, hakikaten imkânsız gibidir".
( فيه كالشارع للشيء المستعد ) "Bir şey yapmak için hazır olan, ona başlamış gibidir".
( بغيره الشغل يحتمل ال بشيء المشغول ) "Bir şey ile meşgul olan, onun dışında bir şey ile işgal edilmez".
( يشغل ال المشغول ) "Meşgul, işgal edilmez".
( آخرهما عند ي888نزل بش888رطين والمعلق أولهما عند ي888نزل وق888تين إلى المض888اف عين غ88ير ش88رطين بأحد والمعلق أح88دهما عند في88نزل عين غ88ير الوقتين أحد إلى والمضاف
وج88وده عند وي88نزل الفعل فيه يعت88بر ووقت فعل بين جمع ولو أولهما عند ينزل ) "İki vakte izafe edilen hüküm, ilk vaktin girmesi ile yerine gelir. İki şarta bağlı hüküm, son şartın bulunması ile yerine gelir. Tayin edilmeksizin iki vakitten birine izafe edilen hüküm, ikisinden birinin girmesi ile yerine gelir. Tayin edilmeksizin iki şarttan birine izafe edilen hüküm, ilk şartın bulunması ile yerine gelir. Eğer bir fiil ile bir vakit cem edilmişse, fiile itibar edilir ve fiilin varlığı ile hüküm yerine gelmiş olur".
( الضمان أداء عند تملك عندنا المضمونات ) "Bize göre, tazmin edilebilen şeylere, tazminin edası ile malik olunur".
( تقيي88ده على والمقيد إطالقه على المطلق يج88ري بل المقيد على يحمل ال المطلق أمكن ما ) "Mutlâk, mukayyede hamledilmez. İmkân varsa mutlâk ıtlâki, mukayyed ise
takyîdi üzere câri olur".
339
( نصا يتقيد كما داللة والعادة بالعرف يتقيد المطلق ) "Mutlak ifade nas ile takyîd edildiği gibi, örf ve adet ile delâleten takyîd edilir".
( الكامل إلى ينصرف المطلق ) "Mutlak olan, kâmil olana yorulur".
( المتعارف إلى ينصرف المطلق ) "Mutlak olan, yaygın olana hasredilir".
( كالمشروط المعتاد ), ( كالمشروط المتعارف )1714 "Örfen maruf olan şart kılınmış gibidir".
( األلف88اظ ال معانيها العق88ود في المعت88بر ) "Ukûdda i‘tibar maâniyedir, elfâza değildir".
( البيع يحتمل ال المعدوم ) "Ma‘dûm, bey‘e konu olamaz".
( بالش88رط كالمشروط بالعرف المعروف ) "Örfen maruf olan şey şart kılınmış gibidir".
( كالمشروط المعروف ) "(Örfen) maruf olan şey şart kılınmış gibidir".
( الش88رط وج88ود قبل ع88دم بالش88رط المعلق ) "Şarta bağlı olan bir şey, şartın varlığından önce yok kabul edilir".
( الشرط عند كالمنجز بالشرط المعلق ) "Bir şarta bağlı olan hüküm, şart yerine geldiğinde müneccez gibidir".
( الش88رط وجود عند كالمنجز بالشرط المعلق ) "Şarta bağlı olan hüküm, şartın varlığı durumunda müneccez gibidir".
( شرطه كمال ينزل لم ما ينزل ال بالشرط المعلق ) "Bir şarta bağlı olan, şartının zamanı gelmedikçe yerine gelmez".
( كالمنجز الشرط عند يصير بالشرط المعلق ) "Bir şarta bağlı olan hüküm, şart yerine geldiğinde müneccez gibi olur".
( الشرط وجود عند كالمنجز يصير بالشرط المعلق ) "Bir şarta bağlı olan hüküm, şartın varlığı durumunda müneccez gibi olur".
( مبتدأ بتنجيز الشرط وجود عند منجزا يصير بالشرط المعلق ) "Bir şarta bağlı olan hüküm, şartın varlığıyla yeni bir tenciz ile müneccez olur".
( الش88رط وج88ود عند ي88نزل بالش88رط المعلق ) "Şarta bağlı olan hüküm, şartın varlığıyla yerine gelir".
( الشرط عند كالمنجز بشرط المعلق ) "Bir şarta bağlı olan hüküm, şart yerine geldiğinde müneccez gibidir".
( الشرط بعض بوجود ينزل ال بشرط المعلق ) "Bir şarta bağlı olan hüküm, şartın bir kısmının varlığı ile yerine gelmez".
( الش88رط وج88ود بعد ينزل بشرط المعلق ) "Bir şarta bağlı olan hüküm, şartın varlığından sonra yerine gelir".
( بتمامه الش8رط تحقق عند ي88نزل بشرط المعلق ) "Bir şarta bağlı olan hüküm, şartın tamamıyla gerçekleşmesi ile yerine gelir".
1714 Muhakkikin dipnotta belirttiğine göre başka bir nüshada bu şekilde geçmektedir. Biz de tercümede, Mecelle’ye uygun olması sebebiyle bunu esas aldık.
340
( أح88دهما وج88ود عند ي88ترك ال بش88رطين المعلق ) "İki şarta bağlı olan hüküm, şartlardan birinin varlığı ile terkedilmez".
( وجودهما عند إال ينزل ال بشرطين المعلق ) "İki şarta bağlı olan hüküm, ancak iki şartın varlığı ile yerine gelmiş olur".
( أح88دهما وج88ود عند ي88نزل ال بش88رطين المعلق ) "İki şarta bağlı olan hüküm, şartlardan birinin varlığı ile yerine gelmiş olmaz".
( شرعا بالعدم ملحق المغلوب ) "Az olan, şer‘an yok gibi kabul edilir".
( الشرع أحكام في بالعدم ملحق المغلوب ) "Şer‘î hükümlerde az olan, yok gibi kabul edilir".
( حرام الحرام إلى المفضي ) "Harama götüren şey de haramdır".
( في به منتفعا يك88ون أن من بخروجه أو بإزالته إال ي88زول ال إلنس88ان ثبت م88تى الملك به اإلنتفاع عن لعجزه حقه ) "Bir insan için sâbit olan mülkiyet, ya ondan vazgeçmesiyle
veya ondan yararlanmadaki acziyeti sebebiyle mülkiyetin onun hakkında yararlı olmaktan çıkmış olması ile ortadan kalkar".
( الغاية وجود عند ينتهي غاية إلى الممدود ) "Bir gaye için uzatılmış olan, gayenin varlığı ile sona erer".
( والفاسد الصحيح بالعقد تتقوم المنافع ) "Menfaatler, sahih ve fâsid akit ile değer kazanır".
( بالعقد تتقوم المنافع ) "Menfaatler, akit ile değer kazanır".
( الفاسد أو الص888حيح بالعقد إال تض888من ال أص888حابنا أصل على المن888افع ) "Bizim mezhebimizin kabul ettiği kâideye göre menfaatler, ancak sahih veya fâsid akit ile tazmin edilir".
( الفاسد أو الص88حيح بالعقد إال تتقوم ال أصلنا على المنافع ) "Bizim kabul ettiğimiz kâideye göre menfaatler, ancak sahih veya fâsid akit ile değer kazanır".
( بالعقد إال تتقوم ال المنافع ) "Menfaatler, ancak akit ile değer kazanır".
( عن88دنا بأنفس88ها متقومة ب88أموال ليست المنافع ) "Bize göre menfaatlerin bizzat kendileri mütekavvim mallar değillerdir".
( الرفع من أدون المنع ) "Bir şeyin men’i ref’inden daha aşağıdır".
( ش8رعا يعت88بر ال بمش88روع ليس الذي التصرفو مشروع غير المنهي ) "Nehyedilen, meşru‘ değildir. Meşru‘ olmayan tasarruf, şer‘an muteber değildir".
( له وج88ود ال مشروعا يكون أن من خرج إذا الشرعي والتصرف مشروع غير المنهي (شرعا "Nehyedilen, meşru‘ değildir. Şer‘î tasarruf meşru‘ olmaktan çıktığı zaman, şer‘an mevcut değildir".
( الغالب حكم حكمه النادر ) "Nadir olanın hükmü, gâlib olanın hükmüdür".
( بالعدم ملحق النادر ) "Nâdir olan yok hükmündedir".
( الكامل عن ينوب ال الناقص ) "Nakıs olan, kamil olanın yerini almaz".
( الوجوب يمنع ال النسيان ) "Unutmak, vücûbiyeti engellemez".
( بضده أمر الشيء عن النهي ) "Bir şeyi yasaklamak zıddını emretmektir".
341
( بضده أمر الفعل عن النهي ) "Bir fiili nehyetmek, zıddını emretmektir".
( المنهي فساد يوجب النهي ) "Nehiy, nehyedilen şeyin fesâdını gerektirir".
( الفرائض اتباع النوافل ) "Nafileler, farzların tabileridirler".
( للفرائض تابعة النوافل ) "Nafileler, farzlara tabidirler".
( الوجوب يمنع ال النوم ) "Uyku, vücûbu engellemez".
( معتبرة للفعل المقارنة النية ) "Fiile mukarin olan niyet muteberdir".
( بالفعل تتصل لم ما تعتبر ال النية ) "Niyet, fiil ile bir arada bulunmadıkça muteber değildir".
( قطعا للس88قوط م88وجب ب88دليل إال يس88قط ال قطعا اإلنس88ان على ال88واجب ) "Kat‘î olarak insana vacib olan, kat‘î olarak sukûtu gerektiren bir delil olmadıkça düşmez".
( السنة يتبع ال الواجب ) "Vacib, sünnete tabi olmaz".
( للفرض تبعا يجعل أن يجوز الواجب ) "Vacibin farza tabi kılınması caizdir".
( للفرض تبعا يصلح الواجب ) "Vacib, farza tabi olur".
( أوقاتها قبل تجب ال المؤقتة الواجبات ) "Muvakkat vacibler, vakitlerinden önce vacib olmazlar".
( مقامه غيره يقوم ال أنه معين بفعل تعلق إذا الوجوب ) "Vücûb muayyen bir fiile bağlı ise, o fiil dışında başka bir şey onun yerini alamaz".
( األداء على القدرة يعتمد الوجوب ) "Vücûb, eda kudretine dayanır".
( حرام الحرام إلى الوسيلة ) "Harama vesile olan da haramdır".
( الشيء ذلك حكم حكمها الشيء إلى الوسيلة ) "Bir şeye vesile olanın hükmü, o şeyin hükmüdür".
( مفروض المفروض إلى الوسيلة ) "Farz kılınmış olan bir şeye vesile olan da farzdır".
( لركنين وقتا يكون ال الواحد الوقت ) "Bir vakitte iki rükün eda edilmez".
( الموكل مقام قائم بالتوكيل الوكيل ) "Vekil, vekil kılınmakla müvekilin makamına kâimdir".
( بالشك يبطل ال اليقين ) "Yakîn, şek ile geçersiz olmaz".
( بالشك يزول ال اليقين ) "Şek ile yakîn zâil olmaz".
( المنكر على الش888رع أص888ول في اليمين ) "Şer‘î esaslarda yemin, münkir üzerinedir".
( الش88رع أص88ول في المنكر وظيفة اليمين ) "Şer‘î esaslarda yemin, münkirin üzerinedir".
( المنكر وظيفة اليمين ) "Yemin, münkirin üzerinedir".
( عنه العجز عند مقامه يقوم الشيء بدل تحصيله تعذر أو ) "Bir şeyin bedeli, o şey yapılamadığında veya elde edilmesi çok zor olduğunda, onun yerine geçer".
342
( بالسمع إال تعرف ال والقربات العبادات أوقات ) "İbadet ve taatin vakti ancak sem‘ (nass)ile bilinir".
( بالتوقيف إال تعرف ال العبادة أوقات ) "İbadet vakitleri, ancak nass ile bilinir".
( للتبع إيجاب األصل إيجاب ) "Aslın vücubiyeti, tabi için de vücubiyet ifade eder".
( محال العاجز على الفعل إيجاب ) "Yapacak gücü olmayan bir kimseye bir şeyin vacib kılınması muhaldir".
( ممتنع العاجز على الفعل إيجاب ) "Yapacak gücü olmayan bir kimseye bir şeyin vacib kılınması mümtenidir".
( ممتنع رأسا أدائه إلى سبيل ال فعل إيجاب ) "Doğrudan edâ etme imkânı olmayan bir fiilin îcabı/emredilmesi, mümkün değildir".
( هو كأنه مقامه قائم الشيء بدل ) "Bir şeyin bedeli, sanki o şeymiş gibi onun makamına kaimdir".
( عدمه عند األصل بسبب يجب ما الشيء بدل ) "Bir şeyin bedeli, aslın yokluğu durumunda onun yerine geçendir".
( هو كأنه مقامه يقوم الشيء بدل ) "Bir şeyin bedeli, sanki o şeymiş gibi onun makamına kâim olur".
( واجب الواجب بدل ) "Vacibe bedel kılınan da vaciptir".
( والقليل الكث88ير فيه يس88توي ركنه بف88وات الش88يء بطالن ) "Bir şeyin, rüknünün kaçırılması ile batıl olmasında az ve çok olması eşittir".
( الوصف ه88ذا عن األصل إلس8تغناء األصل بن88اء بطالن يوجب ال الوصف بناء بطالن ) "Vasfın üzerine kurulduğu şeyin geçersizliği, aslın bu vasfa ihtiyacının olmaması sebebiyle, aslın üzerine kurulduğu şeyin geçersizliğini gerektirmez".
( غ88يره يكن لم إن الش88يء ذلك عين ليس الش88يء بعض ) "Bir şeyin ba‘zı, gayrı değilse, o şeyin ayn-ı değildir".
( عينه يكن لم إن غيره ليس الشيء بعض ) "Bir şeyin ba‘zı, ayn-ı değilse gayrı değildir".
( التبع في الحكم لبقاء بشرط ليس األصل بقاء ) "Tabi olanda hükmün bekâsı için aslın bekâsı şart değildir".
( الحكم لبقاء بشرط ليس السبب بقاء ) "Sebebin bekâsı, hükmün bekâsı için şart değildir".
( محال ينافيه ما مع الشيء بقاء ) "Bir şeyin, kendisi ile çelişen bir şey ile devam etmesi muhaldir".
( يتبعه ما كاسمه الشيء تبع ) "Bir şeye tabi olan, tabi olduğunun içeriği/ ismi gibidir".
( كاسمه الشيء تبع ) "Bir şeye tabi olan, o şey gibidir".
( األولى طريق من األعلى تحريم األدنى تحريم ) "Daha alt konumda olanın haram olması, evleviyetle daha üsttekinin de haram olmasını gerektirir".
343
( ألسبابه تحريم الشيء تحريم ) "Bir şeyin haram olması, o şeyin sebeplerini de haram kılar".
( لدواعيه تحريما يكون الشيء تحريم ) "Bir şeyin yasaklanması, ona sebep olan şeyler için de yasaklama olur".
( الس88نة إتي88ان من أولى البدعة ت88رك ) "Bidatin terki, sünnetin işlenmesinden evladır".
( بالسنة اإلتيان من أولى الحرام ترك ) "Haramın terki, sünnet ile amel etmekten evlâdır".
( البدعة فعل من أولى الس88نة ت88رك ) "Sünnetin terki, bid’atin işlenmesinden evlâdır".
( مكروه المسنون ترك ) "Sünnet olanın terki mekruhtur".
( الص88فات جميع في بينهما المش88اركة يقتضي ال بالش88يء الشيء تشبيه ) "Bir şeyi başka bir şeye benzetme, aralarında bütün vasıflarda müşareketi gerektirmez".
( نافذ ملكه خ88الص في اإلنس88ان تص88رف ) "İnsanın kendi mülkünde tasarrufu nâfizdir".
( والية وال ملك غير في يصح ال اإلنسان تصرف ) "Mülkiyet ve velayet olmaksızın insanın yapmış olduğu tasarruf sahih olmaz".
( الوكيل تصرف بمنزلة األصل كتصرف الخلف تصرف ) "Halefin tasarrufu, vekilin tasarrufu menzilesinde olup aslın tasarrufu gibidir".
( أمكن ما الصحة على يحمل العاقل تصرف ) "İmkân olduğu ölçüde akıllı insanın tasarrufu, sıhhata yorulur".
( الحكم في ينعقد ال المحج88ور تصرف ) "Mahcurun tasarrufu mün‘akid değildir (hüküm doğurmaz".
( عنه المنوب تصرف النائب تصرف ) "Temsilcinin tasarrufu, temsil ettiği kişinin tasarrufudur".
( عنه المن8888وب كتص8888رف الن8888ائب تص8888رف ) "Vekilin/temsilcinin tasarrufu, müvekkilin/temsil ettiği kişinin tasarrufu gibidir".
( جائز الوجوب سبب وجود بعد الوجوب قبل الحكم تعجيل ) "Vücubtan önce, vücub sebebinin varlığından sonra, hükmün ta‘cîli caizdir".
( الشرط عدم عند وجوده ينفي ال بشرط الحكم تعليق ) "Hükmün bir şarta bağlı olması durumunda, şartın yokluğu, hükmün varlığını nefyetmez".
( محال المعدوم تعيين ) "Olmayan şeyin ta’yini (belirleyici olması) muhaldir".
( ممتنع الوسع يحتمله ال ما تكليف ) "Güç yetirilemeyecek sorumluluk mümtenidir".
( بل فيه ح88دة على ش88رط أو حدة على علة وجود على يقف ال التبع في الحكم ثبوت التبع في لثبوته يكفي األصل في ذلك وجود ) "Tabi olan bir şeyde hükmün sübûtu, şartın
veya illetin tabide de ayrıca bulunmasına bağlı değildir. Bilakis bunların asılda var olması hükmün tabide de sâbit olması için yeterlidir".
( أولى بجنسه الشيء جبر ) "Bir şeyin kendi cinsi ile telafisi evlâdır".
344
( محال جوازه شرط بدون التصرف جواز ) "Cevaz şartı olmaksızın bir tasarrufun cevazı muhaldir".
( النفس كحرمة األعضاء حرمة ) "Uzuvların dokunulmazlığı, canın dokunulmazlığı gibidir".
( الض88رر بش88ريطة إال تثبت ال العامة حق88وق في التص88رف حرمة ) "Ammeye ait haklarda tasarrufun yasak oluşu, zarar şartına bağlıdır".
( الم88888ال حرمة من أعظم النفس حرمة ) "Canın dokunulmazlığı, malın dokunulmazlığından daha üstündür".
( دمه كحرمة المسلم مال حرمة ) "Müslümanın malının dokunulmazlığı kanının dokunulmazlığı gibidir".
( الجملة في تعالى الله حق ألجل يسقط ال العبد حق ) "Kul hakkı, Allah hakkı için düşürülmez".
( تتداخل ال العباد حقوق ) "Kul hakları, tedâhül etmez".
( بالشبهات تسقط ال العباد حقوق ) "Kul hakları şüpheler ile düşmez".
( اإلحتياط فيها يجري ال العباد حقوق ) "Kul haklarında ihtiyat geçerli olmaz".
( به العلم بدون المأمور على يتوجه ال األمر حكم ) "Kendisi hakkında bilgi sahibi olmadan, emrin hükmü emredilene yönelmez".
( األصل حكم البدل حكم ) "Bedelin hükmü, aslın hükmüdür".
( المبدل حكم البدل حكم ) "Bedelin hükmü bedel kılındığı aslın hükmüdür".
( بأصله يعتبر البدل حكم ) "Bedelin hükmü aslına göredir".
( األصل حكم التبع حكم ) "Tabi olanın hükmü aslın hükmüdür".
( الكل حكم الجزء حكم ) "Cüz'e bütünün hükmü uygulanır".
( يعقل ال من يتن888اول ال التح888ريم وخط888اب الحرمة حكم ) "Haramlık hükmü ve yasaklama hitabı, aklî melekesi olmayanları kapsamaz".
( أمكن ما واجب واسداد الصالح على المسلمين أمور حمل ) "İmkân olduğu ölçüde Müslümanların işlerinin salâh ve doğruluğa yorulması gerekir".
( الشي ذلك حكم في الشيء حيز ) "Bir şeyin çevresi, o şeyin hükmünü alır".
( ك88ان وإن الثب88وت ع88دم إلحتم88ال الش88هادة علم ال العمل علم ي88وجب الواحد خ88بر علم في يعت88بر ال ك88ان وإن الش88هادة علم في يعت88بر المرجوح اإلحتمال لكن مرجوحا إحتماال
Haber-i vâhid, her ne kadar zayıf bir olasılık da olsa, adem-i sübût ihtimali" (العملsebebiyle akaidde/şehadette ameli gerektirmese de amel konusunda ameli gerektirir. Ancak zayıf ihtimale, amel konusunda itibar edilmese de akaidde/şehadette itibar edilir".
( حجة الرأي غالب اليقين إلى الوصول تعذر عند خصوصا ) "Özellikle yakîne ulaşma imkânı olmadığı zaman re'y-i gâlip hüccettir".
( كتابه الغائب خطاب ) "Gâibin hitabı, yazısıdır".
( هو كأنه مقامه قائم الشيء خلف ) "Bir şeyin halefi, sanki o şeymiş gibi onun makamına kâimdir".
345
( هو كأنه مقامه يقوم الشيء خلف ) "Bir şeyin halefi, sanki o şeymiş gibi onun yerini alır".
( متناقض بالضرر الضرر دفع ) "Zararın zarar ile def‘i, birbiriyle çelişir".
( الكل ذكر يتبعض ال فيما البعض ذكر ) "Bölünemeyen bir şeyin ba‘zını zikretmek, küllünü zikirdir".
( لكله ذك88را يك88ون يتبعض ال فيما البعض ذكر ) "Bölünemeyen bir şeyin ba‘zını zikretmek, küllünü zikretmek olur".
( لكله ذكر يتج888زأ ال فيما البعض ذكر ) "Mütecezzi olmayan bir şeyin ba‘zını zikretmek küllünü zikirdir".
( لكله ذكر ش88رعا يتج88زأ ال ما بعض ذكر ) "Şer'an mütecezzi olmayan bir şeyin ba‘zını zikretmek küllünü zikirdir".
( مح88ال ذاته فوات مع الشيء وبقاء ذاته الشيء ركن ) "Bir şeyin rüknü, o şeyin aslıdır. Aslının kaçırılması durumunda, bir şeyin var olması muhaldir".
( أصال الشيء يوجد فلم به يأت لم فإذا ذاته، الشيء ركن ) "Bir şeyin rüknü, o şeyin aslıdır. Rükün yerine getirilmediği zaman aslında o şey olmamış kabul edilir".
( حرام الحرام سبب ) "Harama sebep olan da haramdır".
( له تبع الشيء شرط ) "Bir şeyin şartı, kendisine tabidir".
( له مقارنا أو عليه سابقا يكون الشيء شرط ) "Bir şeyin şartı ya kendisinden önce gelir veya kendisine mukarin olur".
( عليه سابقا يكون الشيء شرط ) "Bir şeyin şartı kendisinden önce gelir".
( المج88از إلى الص88رف من أولى الجملة في المس88تعملة الحقيقة إلى الكالم ص88رف أك8ثر المج88از في إس8تعماله ك8ان وإن ) "Mecazın kullanımı daha fazla olsa da sözün,
genelde kullanılan hakiki manaya hasredilmesi, mecaza hasredilmesinden evlâdır".
( عارض والوجود أصل العيب عدم ) "Ayıbın yokluğu asıl, varlığı ârızîdir".
( مطلقة حجة وعادتهم المسلمين عرف ) "Müslümanların örf ve adetleri mutlak hüccettir".
( بالعدم ملحق المحضة الضارة التصرفات في الصبي عقل ) "Çocuğun aklı, mutlak zarar içeren tasarruflarda yok kabul edilir".
( باإلحتياط العمل يجب اإلشتباه عند ) "Şüphe durumunda ihtiyat ile amel etmek gerekir".
( األعلى يعيّن لم ما األدنى إلى ينصرف اإلطالق عند ) "Itlak durumunda, daha üst derece belirlenmediği sürece en alt düzey esas alınır".
( العب88ادة ألمر إحتياطا الحل على للحرمة الرجحان التعارض عند ) "İbadette ihtiyat sebebiyle, teâruz halinde haramlık hükmü helallik hükmüne tercih edilir".
( باألقوى يعمل الجهتين تعارض عند ) "İki cihetin / yorumun tearuzu durumunda daha güçlü olan ile amel edilir".
( األصل الممكن بالق88در بهما يعمل أنه ال88دليلين تع88ارض عند ) "İki delilin tearuzu durumunda aslolan, imkân ölçüsünde ikisi ile de amel etmektir".
346
( هو كأنه مسده ويسد مقامه يقوم الشيء عوض ) "Bir şeyin ıvazı, sanki o şeymiş gibi onun makamına kâim olur ve onun yerini alır".
( بخالفه اليقين ع88دم عند حجة ال88رأي غ88الب ) "Re’yi gâlib, hilafına kesin delil olmadıkça hüccettir".
( به للعمل موجبة حجة الرأي غالب ) "Re’yi gâlib, kendisiyle ameli gerektiren bir hüccettir".
( به العمل واجب دليل الرأي غالب ) "Re’yi gâlib kendisiyle amelin vacib olduğu bir delildir".
( العمل وجوب في اليقين منزلة نزل الرأي غالب ) "Re’yi gâlib, amelin vücûbiyeti hususunda yakîn yerine geçer".
( يثبت ال أنه ثبوته في الشك وقع إذا بيقين الثابت غير ) "Yakînen sâbit olmayan bir şeyin sübûtunda şek vaki olduğunda, o şey sâbit olmaz".
( بالشك يثبت ال أنه بيقين الث88ابت غ88ير ) "Yakînen sâbit olmayan, şek ile sâbit olmaz".
( بالشك ي88زول ال بيقين الث88ابت أن كما بالشك يثبت ال بيقين الث88ابت غ88ير ) "Yakînen sâbit olan şek ile zail olmadığı gibi yakînen sâbit olmayan da şek ile sâbit olmaz".
( بالشك يثبت ال بيقين الثابت غير ) "Yakînen sâbit olmayan, şek ile sâbit olmaz".
( الفائ88دة ل88وهم يثبت ال بيقين الثابت غير ) "Kesin olarak sâbit olmayan, fayda zannıyla sâbit olmaz".
( بالشك يثبت ال الثابت غير ) "Sâbit olmayan bir şey şek ile sâbit olmaz".
( بالشك يثبت ال بيقين الث88ابت غ88ير و بالشك يزول ال بيقين الثابت ) "Bilinen kâide: yakînen sâbit olmayan, şek ile sâbit olmaz; yakînen sâbit olan da şek ile zail olmaz".
( الحكم حق في معت888برا يك888ون ال المش888روع غ888ير ) "Meşru‘ olmayan, hüküm konusunda muteber değildir".
( محظ88ورا الش88رط ك88ان إذا العلة إلى إض88افته من أولى الشرط إلى الحكم إضافةف بالحظر موصوفة غير والعلة ) "Eğer şart yasaklanmış bir şey ise ve illet yasaklık vasfı
taşımıyorsa, hükmün şarta izafeti, illete izafetinden evlâdır".
( جبار العجماء فعل ) "Hayvanatın kendiliğinden olarak fiili hederdir".
( اآلمر إلى مضاف المأمور فعل ) "Emredilen kişinin fiili, emredene izafe edilir".
( أمكن ما الجواز على محمول العدل المسلم فعل ) "Adil olan müslümanın fiili, imkân ölçüsünde cevaza hamledilir".
( عنه المنوب كفعل النائب فعل ) "Vekilin fiili, kendisine vekâlet ettiği kimsenin fiili gibidir".
( الموكل كفعل الوكيل فعل ) "Vekilin fiili, müvekkilin fiili gibidir".
( بيقين إال عليه المعتمد عن يع88دل لم األمر أش88كل فلما ) "Bir durum müphem olduğunda, kesin bir şey olmadıkça kendisine itimad edilenden dönülmez".
( معا بوقوعهما يحكم تاريخهما يعلم ال ح88ادثين أم88رين كل الشرع أصول في ) "Şer‘î esaslarda, tarihleri bilinmeyen iki emri hadisin birlikte vuku bulduğuna hükmedilir".
347
( الكل حكم لألك88ثر الش88رع أص88ول في التوس88عة على بنى فيما ) "Genişlik üzerine kurulan şer‘î esaslarda çoğunluğa bütünün hükmü uygulanır".
( بلد كل ع88ادة على تحمل أنها العق88ود في لها ذكر ال ال88تي العقود توابع في قالوا قد ) "Fakihler, akdin tevabiinden olup akit esnasında ifade edilmeyen şeylerin, her bölgenin âdetine hamledileceğini söylemişlerdir".
( إخبار إقرار كل ) "Her ikrar haber vermeyi ifade eder".
( معا وقعا كأنهما يجعل تاريخهما يع88رف ال ح88ادثين أمرين كل ) "Aralarındaki vakit bilinmeyen iki emri hadis, sanki birlikte vuku bulmuş kabul edilir".
( التغي88ير على ال88دليل ق88ام إذا إال تقريرها يجب حقيقة كل ) "Tağyire dair delil olmadığı sürece her hakikatin takriri gerekir".
( خبرا إعالم كل وليس إعالم خبر كل ) "Her haber i‘lamdır, ancak her i‘lam haber değildir".
( بالعدم يلحق ارتفع إذا أصل على عارض كل ) "Asılda meydana gelen her ârızî durum, ortadan kalkınca yok kabul edilir".
( يكن لم كأنه األصل من بالعدم يلتحق زال إذا أصل على عارض كل ) "Bir asla ârız olan her şey, ortadan kalkınca, yokluğa ilhak edilir ve sanki olmamış gibi kabul edilir".
( يكن لم كأنه األصل من بالعدم يلحق زال إذا أصل على عارض كل ) "Bir asla ârız olan her şey, ortadan kalkınca, yokluğa ilhak edilir ve sanki olmamış gibi kabul edilir".
( يكن لم ك88أن ويجعل ارتفع إذا األصل من بالعدم يلتحق أصل على عارض كل ) "Bir asla ârız olan her şey, sonradan ortadan kalkınca, yokluğa ilhak edilir ve sanki olmamış gibi kabul edilir".
( في يظهر له أثر ال وما المفع888ول مك888ان فيه يعت888بر المفع888ول في أثر له فعل كل الفاعل مك88ان بل مكانه فيه يعتبر ال المفعول ) "Mefulde etkisi olan her fiilde, mefulün
mekanına itibar edilir; mefulde ortaya çıkıp da mefulde etkisi olmayan her fiilde, mefulün mekanına değil de failin mekanına itibar edilir".
( به ملحقا كان الشيء ضرورات من كان ما كل ) "Bir şeyin zarûrâtından olan her şey, ona dâhildir".
( المرسل كالم الرسول كالم ) "Elçinin sözü, gönderenin sözüdür".
( أمكن ما والسداد الصحة على يحمل المتدين العاقل كالم ) "İmkân olduğu ölçüde akıllı ve mütedeyyin insanın sözü, sıhhat ve doğruluğa yorulur".
( يضاده ما مع للشيء بقاء ال ) "Bir şey, kendisinin zıttı ile birlikte devam etmez".
( ينافيه ما مع للش88يء بقاء ال ) "Bir şey, kendisini nefyeden bir şey ile birlikte devam etmez".
( ضرورة غير من الحرمة تسقط ال ) "Haramlık hükmü, zaruret olmadan düşmez".
( األصل وج88ود مع للب88دل ج88واز ال ) "Asıl bulunduğunda bedeli ifa etmek caiz değildir".
( المبدل وجود مع للبدل حكم ال ) "Aslın varlığı durumunda bedelin hükmü yoktur".
( األصل على القدرة مع بالخلف عبرة ال ) "Aslı yapabilme imkânı oldukça, halefe itibar edilmez".
348
( بالنادر عبرة ال ) "Nâdir olan durum dikkate alınmaz".
( األصل وج88ود عند الت88ابع لف88وات ع88برة ال ) "Asıl var olduğunda tabinin fevtine (zamanının geçmesine) itibar edilmez".
( الخطأ في متابعة ال ) "Hatada mutabaat olmaz".
( ركنه بدون للشيء وجود ال ) "Bir şey, rüknü olmaksızın var olmaz".
( زواله س88بب وج88ود مع للش88يء وج88ود ال ) "Bir şey, kendisini ortadan kaldıran sebebin mevcudiyeti ile birlikte var olmaz".
( يضاده ما وجود مع للشيء وجود ال ) "Bir şeyin varlığı, kendisinin zıttı olan bir şeyin varlığı ile birlikte bulunmaz".
( غ88يره على مكلف لكل والية ال ) "Hiçbir mükellefin başkası üzerinde velayeti yoktur".
( فيه بالمشكوك به المتيقن يبطل ال ) "Kendisinden emin olunan, şüphe bulunan ile geçersiz olmaz".
( ن88ادر بع88ارض األصل حكم يبطل ال ) "Aslın hükmü, nadir olan ârizi durum ile bozulmaz".
( األصل وجود مع الخلف يبقى ال ) "Halef, aslın varlığı ile ortadan kalkar".
( بالموهوم المعلوم يترك ال ) "Malum olan bir şey mevhum ile terk edilmez".
( إلى عنه ومنتقال محله في متق88ررا واحد زمان في الواحد الشيء يكون أن يتصور ال Bir şeyin, bir tek zamanda kendi mahallinde hem sâbit olması hem de başkasına" (غيرهgeçmesi düşünülemez".
( محله غ88ير في الش88يء بق88اء يتص88ور ال ) "Bir şeyin bekâsı, mahalsiz tasavvur edilemez".
( العلة خصوص مع الحكم يتعمم ال ) "Hüküm, illetin özel oluşu ile umumileşmez".
( رض88اه غير من اإلنسان حق إبطال يجوز ال ) "Rızası olmadığı halde bir insanın hakkının iptal edilmesi caiz değildir".
( أمره بغير غيره عن العبادة أداء يجوز ال ) "Bir başkası yerine ibadetin edası, o kimsenin emri olmadan caiz olmaz".
( دليل غير من اللفظ الحقيقة عن العدول يجوز ال ) "Delil olmaksızın lafzın hakikî anlamını terketmek caiz değildir".
( المب88دل على الق88درة مع الب88دل إلى المص88ير يج88وز ال ) "Aslı yapabilme imkânı olduğu halde bedeli ifa etmek caiz değildir".
( األصل وجود مع الخلف إلى المصير يجوز ال ) "Asıl var olduğunda halefe gitmek caiz değildir".
( لضرورة إال سبب عن الحكم تأخير يجوز ال ) "Bir zaruret olmadıkça, hükmün bir sebepten dolayı geciktirilmesi caiz değildir".
( بفرض ليس بما الفرض ترك يجوز ال ) "Farz olmayan bir şey sebebiyle farzın terki caiz değildir".
349
( رضاه غير من اإلنسان حق تفويت يجوز ال ) "Rızası olmadığı halde bir insanın hakkının ihlali (devredilmesi) caiz değildir".
( ضرورة غير من الطاهر تنجيس يجوز ال ) "Zaruret olmadığı sürece temiz bir şeyi pisletmek caiz değildir".
( باألضعف األقوى رفع يجوز ال ) "Daha kuvvetli olanın daha zayıf olan ile ref‘i caiz değildir".
( واإلحتم88ال بالشك ب88الجواز يحكم ال ) "Şüphe ve ihtimal ile bir şeyin cevazına hükmedilmez".
( واإلحتمال بالشك اإلبتداء في بالجواز يحكم ال ) "Bir ibadetin başlangıcında şek ve ihtimal var ise cevazına hükmedilmez".
( واإلحتم88ال الشك مع موض88وعه عن العقد يخ88رج ال ) "Akit, şek ve ihtimal ile mevzusundan çıkmaz".
( لض88رورة إال المح88رم مباش88رة ي88رخص ال ) "Zaruret olmadan, haram bir şeyin kullanımına ruhsat verilmez".
( األصل على البدل يزاد ال ) "Bedel, asıldan fazla olmaz".
( لألصل يش88ترط ما للتبع يش88ترط ال ) "Asıl için şart koşulan, tabi için şart koşulmaz".
( أصله عن التبع يقطع ال ) "Tabi olan, aslından ayrılmaz".
( للسنة تبعا الواجب يجعل أن ينبغي ال ) "Vacibin sünnete tabi kılınması gerekmez".
( النسخ قبل ما زم88ان في بالمنس88وخ العمل بطالن يوجب ال ) "Mensûh ile amelin batıl olması, nesihten önceki zamanda yapılanı(n da butlanını) gerektirmez".
( الش888رع في الكل حكم لألك888ثر ) "Hukukta çoğunluğa da bütünün hükmü uygulanır".
( فيه يحت888اط فيما خصوصا األحك888ام من كث888ير في الكل حكم لألك888ثر ) "Özellikle ihtiyatlı olunması gereken hükümlerin çoğunda, çoğunluğa bütünün hükmü uygulanır".
( الكل حكم لألكثر ) "Çoğunluğa da bütünün hükmü uygulanır".
( اإلحتي88اط موضع في الش88رع أحك88ام في الكل حكم للربع ) "İhtiyat durumunda dörtte bir, şer‘î ahkamda bütün hükmündedir".
( الحالل الحرام غلب وقد إال شيء في والحرام الحالل إجتمع ما ) "Bir şeyde helal ile haram bir arada bulunursa, haram, helale galib gelir".
( حرام فهو الحرام إلى أدى ما ) "Harama götüren şey de haramdır".
( حرام فهو الحرام إلى أفضى ما ) "Harama götüren şey de haramdır".
( مثله بإجته88اد ينقض ال باإلجتهاد أمضى ما ) "İctihad ile yerine getirilen bir şey, kendisi gibi başka bir ictihad ile geçersiz olmaz".
( حكما إنعدم حقيقة إنعدم ما ) "Hakikaten olmayan hükmen de yoktur".
( لغة بعضه على كله إسم ينطلق متجانسة متفقة أج88888زاء من ت88888ركب ما ) "Dil açısından, benzer ve uyumlu parçalardan meydana gelen bir şeyin bütününün ismi, bir kısmına da verilir".
350
( أو بوجوبه العلم بعد إال أداؤه يجب ال تحص88يله في الم88ؤدي قصد على أداؤه ثبت ما العلم دليل ) "Bir fiili yapacak olan kimsenin yapma kastına bağlı edası, ancak vacib
olduğu bilgisi veya bu bilginin delilinden sonra vücûbiyet kesbeder".
( مثله بيقين إال يزول ال بيقين ثبت ما ) "Bilinen kâide: Kesin olarak sâbit olan bir şey, ancak kendisi gibi kesin olan bir şey ile ortadan kalkar".
( بالشك يثبت ال الثابت وغير بالشك يبطل ال ثبت ما ) "Sâbit olan bir şey şek ile geçersiz olmaz ve sâbit olmayan bir şey şek ile sâbit olmaz".
( الفائدة لتوهم يبقى ثبت ما ) "Kâide: (Kesin olarak) Sâbit olan, fayda zannıyla olduğu hal üzere kalır".
( بالشرع نجس النجس جاور ما ) "Necis bir şeye bulaşan şer’an necistir".
( وج88وده عند يبطل األقوى عدم بشرط حجة جعل ما ) "Daha kuvvetli bir delilin olmaması şartı ile hüccet kılınan, daha güçlü olanın mevcudiyeti ile geçersiz olur".
( حسن الله عند فهو حس88نا المؤمن88ون رآه ما ) "Müminlerin güzel gördüğü şey, Allah katında da güzeldir".
( حسن الله عند فهو حسنا المسلمون رآه ما ) "Müslümanların güzel gördüğü şey, Allah katında da güzeldir".
( مثله بيقين إال يثبت ال بيقين زال ما ) "Yakînen zâil olan, ancak kendisi gibi yakîn olan bir şey ile sâbit olur".
( ألدناهما رافعا يص88لح ال88ذنبين ألعلى رافعا ص88لح ما ) "İki günahtan büyük olanı kaldırmaya uygun olan, küçük olanı kaldırmaya da uygun olur".
( حكمه اتسع أمره ضاق ما ) "Sıkıntıya sebep olan bir şeyin hükmü genişler".
( قض88يته خفت بليته عمت ما ) "Sıkıntı veren bir şey yaygınlaştığında hükmü hafifler".
( قبضه يمكن ال الذمة في ما ) "Zimmette olanın kabzı mümkün değildir".
( الحكم ذلك في غ88يره يس88تتبع ال حكم في لغ88يره تابعا ك88ان ما ) "Bir hükümde kendisinden başka bir şeye tabi olan, o hükümde kendisi dışında bir şeyi doğurmaz".
( منه كأنه يجعل الشيء خصائص من كان ما ) "Bir şeyin hususiyetlerinden olan, sanki o şeydenmiş gibi kabul edilir".
( الشيء ذلك حكم حكمه كان الشيء وسائل من كان ما ) "Bir şeyin vesilelerinden olanın hükmü, o şeyin hükmüdür".
( لإلفس8اد ش8رطا إنعدامه كان للصحة شرطا وجوده كان ما ) "Varlığı sıhhat şartı olan bir şeyin yokluğu, ifsad şartı olur".
( الحكم في تمامه به ال88ذي الج88زء بوج88ود معت88بر فوج88وده الحكم في يتج88زأ ال ما ) "Hükümde bölünmeyen bir şeyin varlığı, hükümün kendisi ile tamam olduğu cüz’ün var olması ile muteber olur".
( الشركة فيه يتصور ال يتجزأ ال ما ) "Mütecezzi olmayan bir şeyde ortaklık tasavvur edilemez".
351
( واحد كل حق في ثبوته س888بب وجد وقد لجماعة ثبت إذا الحق888وق من يتج888زأ ال ما غ88يره معه ليس ك88أن الكم88ال س88بيل على منهم واحد لكل يثبت منهم ) "Bölünme kabul
etmeyen haklar bir topluluk lehine sâbit olduğu ve topluluğun her bir ferdi için o hakkın sübût sebebi bulunduğu takdirde, onların her birisi sanki kendisi ile birlikte başka kimse yokmuş gibi o hakka eksiksiz bir şekilde sahip olur".
( الموت بعد يحتمل ال الحياة حالة النيابة يحتمل ال ما ) "Yaşarken niyabeti mümkün olmayan bir şeye öldükten sonra da niyabet edilmez".
( غ88يره إلى يتعدى وال عليه المنصوص على يقتصر األحكام من يعقل ال ما ) "Bilinen kâide: Akıl ile bilinemeyen hükümler, nassta belirlenen ile sınırlandırılır, başka şeylere geçirilmez".
( مكروها كان مكروه عن ينفك ال ما ) "Mekruha yol açan bir şey mekruh olur".
( فيما خصوصا واإلحتم8888ال الشك مع يثبت ال ثبوته في الشك وقع إذا ثابتا يكن لم ما فيه يحتاط ) "Sâbit olmayan bir şeyin sübûtunda şüphe meydana gelirse, o şey, özellikle
ihtiyatlı olunması gereken durumlarda şek ve ihtimal ile sâbit olmaz".
( الشك مع يثبت ال بيقين ثابتا يكن لم ما ) "Yakînen sâbit olmayan bir şey, şek ile sâbit olmaz".
( المعه88ود األصل على والعدم الوجود تحتمل لفائدة ينعقد ال بيقين منعقدا يكن لم ما واإلحتمال بالشك يثبت ال أنه بيقين ثابتا يكن لم ما إن ) "Yakînen sâbit olmayan bir şey, şek
ve ihtimal ile sâbit olmaz meşhur kâidesine göre; yakînen mün‘akid olmayan bir şey, varlık ve yokluk ihtimali bulunan bir fayda için de mün‘akid olmaz".
( الواجب88ات كسائر واإلبراء باإليصال إال يسقط ال إنسان على وجب ما ) "Bir insana vâcib olan bir şey, diğer vaciplerde olduğu gibi, ancak başkasına nakledilme ve ibra ile sâkıt olur".
( آخر أو الوج88وب فيه أدى ال88ذي الج88زء يتعين عين غير الوقت من جزء في وجب ما (الوقت "Zamanı tayin edilmeksizin vaktin bir bölümünde vacib olan bir şeyin eda edildiği vakit veya vaktin sonu, vücûb vakti olur".
( خالف بال الفعل وقت الفاعل أهلية فيه تعتبر األهلية إلى يرجع ما ) "Ehliyete bağlı olan hükümlerde, ihtilafsız olarak fâilin fiili işlediği zamanki ehliyetine itibar edilir".
( األعلى لرفع يصلح ال األدنى لرفع يصلح ما ) "Küçük olanı kaldırmak için elverişli olan, büyük olanı kaldırmak için elverişli olmaz".
( اإلجته88اد أهل إلى فيه يرجع باإلجتهاد يعرف ما ) "İctihad ile bilinen bir konuda ictihad ehline müracaat edilir".
( والظه88ور الش88هرة على األرك88ان مب88نى ) "Rükünler şöhret ve zuhûr temeline dayanır".
( في عليه المس88تحق ق88ول ف88القول جنسه أو المس88تحق قدر في اإلختالف وقع متى (الشرع " Ödenecek bedelin miktarı veya cinsi hususunda ihtilaf olduğunda şer‘an, ödeyecek kişinin (müstehakku aleyhin) sözü esastır ".
( الش88رع أحك88ام في به ع8برة ال النية مج88رد ) "Şer‘î hükümlerde mücerret niyete itibar edilmez".
( األحكام في له عبرة ال النية مجرد ) "Hükümlerde mücerred niyete itibar edilmez".
352
( مكروهة السنة مخالفة ) "Sünnete muhalefet mekruhtur".
( األخ88ير جزئه بانقض88اء يك88ون الش88يء مضي ) "Bir şeyin vaktinin geçmesi, son parçasının süresinin bitmesine bağlıdır".
( للمعتاد الكالم مطلق ) "Mutlak ifade, mu‘tad olana hasredilir".
( الحقيقة على محمول الكالم مطلق ) "Mutlak olarak (kayıtlanmadan) söylenen söz, hakiki manasına hamledilir".
( األيم888ان ب888اب في خصوصا المتع888ارف على يحمل الكالم مطلق ) "Mutlak söz, özellikle yeminler konusunda, yaygın olana hamledilir".
( الناس بين المتعارف إلى ينصرف الكالم مطلق ) "Mutlak olarak söylenmiş söz, insanlar arasında yaygın olana hasredilir".
( الفعل إعتب88ار غير من وتسمية ذكرا المتعارف إلى ينصرف الكالم مطلق ) "Mutlak olarak söylenmiş söz, fiile itibar edilmeksizin, anlatımda ve isimlendirmede yaygın olana hasredilir".
( والمعتاد المتعارف إلى ينصرف الكالم مطلق ) "Mutlak ifade, (insanlar arasında) mu'tad ve yaygın olana hasredilir".
( المتعارف إلى ينصرف الكالم مطلق ) "Mutlak ifade, (insanlar arasında) yaygın olana hasredilir".
( اللس88ان أهل عند المتع88ارف إلى يص88رف اللفظ مطلق ) "Dil bilginlerine göre, mutlak anlamda kullanılan lafız, yaygın olana hasredilir".
( يتعارفونه ما إلى ينص888رف الن888اس كالم مطلق ) "İnsanların mutlak olarak kullandıkları sözleri, aralarında yaygın olana hasredilir".
( ب88التوقيف تع88رف وإنما واإلجته88اد ب88الرأي تع88رف ال العب8ادات مقادير ) "İbadetlerin miktarları, rey ve ictihad ile bilinmez; nass ile bilinir".
( أهونهما يختار أن فعليه ببليتين ابتلي من ) "İki sıkıntı ile karşılaşan kimsenin, en kolayını tercih etmesi gerekir".
( لغ88يره ع88وض يلزمه ال نفسه ملك في تص88رف من ) "Kendisine ait bir mülkte tasarrufta bulunan bir kimsenin başkasına bir bedel vermesi gerekmez".
( إباحة التح88ريم من اإلستثناء الظاهر حيث من ) "Zahire göre, haramdan istisna, ibâha ifade eder".
( إباحة النهي من اإلستثناء الظاهر حيث من ) "Zahire göre, nehiyden istisna, ibâha ifade eder".
( الب88دل حكم بطل بالب88دل المقص88ود حصول قبل األصل على قدر من ) "Bir kimse, bedel ile maksadın gerçekleşmesinden önce aslı yapabilme imkânına sahip ise bedelin hükmü ortadan kalkar".
( أولى كان باليقين األخذ أمكن مهما ) "Ne zaman kesin olanı yapmak mümkünse (onunla amel etmek) daha evladır".
( المج888از على يحمل ال الحقيقة على اللفظ حمل أمكن مهما ) "Lafzın hakikate hamli mümkün olduğu takdirde mecaza hamledilmez".
353
( الش888رع قواعد من مس888تثناة الض888رورة مواضع ) "Zaruret durumları, şer‘î esaslardan müstesnadır".
( مس8888تثناة الض8888رورة مواضع ) "Zaruret durumları umumî hükümlerden müstesnadır".
( نادر المعروف نسيان ) "Ma‘ruf olanın unutulması nâdirdir".
( الحرمة االبضاع في األصل الحظر و ) "Nikâhta aslolan hürmet ve yasaktır’.
( جعل النس88يان وج88وده يغلب ال فيما ع88ذرا يجعل ولم وج88وده يغلب فيما والمؤاخذة التكليف من مانعا عذرا ) "Unutmak, teklifi engelleyici bir özür kılınmıştır. Muahaze/şer‘î
sorumluluk, sıkça meydana gelen konulardadır; sıkça meydana gelmeyen bir şey, özür kabul edilmez".
( أص88حابنا أصل على الس88بب وجود وقت من المضمون ملك يوجب الضمان وجوب ) "Bizim mezhep bilginlerimizin esas aldığı kâideye göre tazminin vücubu, sebebin varlığı vaktinde mazmunun mülkiyetini gerektirir".
( البدل إلى المصير يمنع األصل وجود ) "Aslın varlığı, bedele gidilmesini engeller".
( الوجود من يمنعه بل اآلخر الضد يفسد ال الضد وجود ) "Bir şeyin zıttının varlığı, başka bir zıttı bozmaz. Ancak onun varlığını engeller".
( حقه اإلنسان حق وسيلة ) "İnsanın hakkının vesilesi de onun hakkıdır".
( س8ببه وج8ود وقت الحكم ثب8وت وقت ) "Hükmün sâbit olduğu vakit, sebebinin bulunduğu vakittir".
( الموكل كتصرف الوكيل تصرف المرسل كالم الرسول وكالم ) "Vekilin tasarrufu, müvekkilin tasarrufu gibidir. Elçinin sözü gönderenin sözüdür".
( عليه القاضي والية من أق8888وى نفسه على اإلنس8888ان والية ) "İnsanın kendisi üzerindeki velayeti, kâdının onun üzerindeki velayetinden daha kuvvetlidir".
( له إيجاب الشيء إيجاب به إال إليه يتوصل ال ولما ) "Bir şeyin vacib kılınması, o şeyin yanı sıra ona ancak kendisiyle erişilebilen şeylerin de vacib kılınmasını ifade eder".
( فرضا يك88ون أن يحتمل ما ال88واجب تطوعا يك88ون أن ويحتمل ) "Vacib, farz ve tatavvu" olma ihtimali olan şeydir".
( الحكم بتعدد السبب يتعدد ) "Sebep, hükmün teaddüdü ile teaddüd eder".
( العلة بعموم الحكم يتعمم ) "Hüküm, illetin umumu ile umumileşir".
( العلة وفق على الحكم يثبت ) "Hüküm, illete uygun olarak sâbit olur".
( الع88ارض على ال88دليل يقوم حتى باألصل العمل يجب ) "Arızî durumun varlığına dair delil bulunmadıkça, asıl ile amel etmek gerekir".
( بهما العمل تع888888888ذر عند للمطلق بيانا المقيد ويجعل المقيد على المطلق يحمل ) "Mutlak, mukayyede hamledilir. İkisi ile amel etmek mümkün değilse, mukayyed mutlaka beyan kılınır".
( بقائه أو محله وج88ود ب88دون بق88اؤه أو التص88رف حكم ثب88وت يس88تحيل ) "Mahalli varolmadan veya bekâsı sözkonusu olmadan, tasarruf hükmünün sübûtu veya bekâsı mümkün değildir".
354
( التبع دون األصل يعتبر ) "Tabi değil, asla itibar edilir".
( إحتياطا الحرمة حق في المسبب مقام قائما السبب يعتبر ) "Haramlık hususunda, ihtiyata binaen sebebin sonucun yerini almış olduğuna itibar edilir".
( المحل خص88وص ال المع88نى عم88وم يعت88بر ) "Mananın umumuna itibar edilir, mahallin hususi oluşuna değil".
( إحتياطا التح88ريم حق في الحقيقة مق88ام الس88بب يق88ام ) "Yasaklama hususunda sebep, ihtiyaten hakikatin yerine ikame edilir".
( إحتياطا المس88بب مق88ام السبب يقام ) "Sebep, sonucun yerine ihtiyaten ikame edilir".
( المسبب مقام السبب يقام ) "Sebep, sonucun yerine ikame edilir".
355
KAYNAKÇA
Ahmed b. Hanbel, Müsnedü Ahmed b. Hanbel, (Nşr. Muhammed Fuâd Abdulbaki), İstanbul 1992.
Akyol, Şener, Medenî Hukuka Giriş, İstanbul 1995.
El-Alâî, Ebu Said Halil b. Keykeldî, El-Mecmûu’l-Müzheb fî Kavâidi’l-Mezheb, (Nşr. Muhammed b. Abdilğaffar b. Abdirrahman eş-îf), Kuveyt 1994.
Ali Haydar, Düreru’l-Hukkâm hu Mecelleti’l-Ahkâm, İstanbul 1330.
Ansay, Sabri Şakir, Hukuk Tarihinde İslâm Hukuku, Ankara 1953.
______, "İslâm Hukukunda Kâsâniye Göre Bulunmuş Çocuk", AÜİFD, c. 4, S. 1-2, Ankara 1955, s. 13-15.
Arsal, Sadri Maksudi, Hukukun Umumî Esasları, Ankara 1937.
Artuk, İbrahim, "Fels", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 12, İstanbul 1995.
Atar, Fahrettin, Fıkıh Usûlü, İstanbul 1992.
Aydın, Mehmet Âkif, Türk Hukuk Tarihi, İstanbul 1996.
_____, "Cuâle", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 8, İstanbul 1993.
El-Bâhuseyn, Yakup b. Abdülvehhab, El-Kavâidü’l-Fıkhiyye el-Mebâdi, el-Mukavvimât, el-Masâdır, ed-Deliliyye, et-Tatavvur, Riyad 1998.
Baktır, Mustafa, İslâm Hukukunda Zaruret Hali, Ankara 1981.
_______, İslam Hukukunda Küllî Kaideler, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, (Basılmamış Çalışma), Erzurum 1988.
_______ "Eşbâh ve Nezâir", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 11, İstanbul 1995.
________ "Kaide", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 24, İstanbul 2001.
Balkanlı, Remzi, İslâm Hukukunun Umumî Esasları, Ankara 1973.
Belgesay, Mustafa Reşit, "Mecellenin Külli Kaideleri ve Yeni Hukuk", İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, c. 12, S. 2-3, İstanbul 1946.
El-Behûtî, Mansur b. Yunus b. İdris, Keşşâfu’l-Kına‘ An Metni’l-İknâ‘, (Nşr. Muhammed Emin ed-Dinnâvî), Beyrut 1997.
Berki, Ali Himmet, Hukuk Mantığı ve Tefsir, Ankara 1948.
356
_______, Hukuk Tarihinden İslâm Hukuku, Ankara 1955.
Beyhakî, Ebubekir Ahmed b. El-Hüseyn b. Ali, Es-Sünenü’s-Sağîr, (Thc. Abdulmu’tî Emin Kal’acî), Karaçi 1989.
Bigiyef, Musa Carullah, Kavâid-i Fıkhiyye, Kazan ts.
Bilge, Necip, Hukuk Başlangıcı Hukukun Temel Kavram ve Kurumları, Ankara 1996.
Bilgen, Pertev, İdare Hukuku Dersleri (İdare Hukukuna Giriş), İstanbul 1996.
Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukukı İslâmiyye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, İstanbul 1985.
Bolelli, Nusrettin, "Fâtıma bint Alâeddin es-Semerkandiyye", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 12, İstanbul 1995.
Boynukalın, Ertuğrul, İslam Hukukunda Gaye Problemi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Basılmamış Doktora Tezi) İstanbul 1998.
Brockelmann, Karl, Târîhu’l-Edebi’l-Arabî, (trc. Mahmud Fehmi Hicazî), Mısır 1993.
Buhârî, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail b. İbrahim, Sâhîhu’l-Buhârî, (Nşr. Muhammed Fuâd Abdulbaki), İstanbul 1992.
El-Burhânî, Muhammed Haşim, Seddu’z-Zerâi’ Fî’ş-Şerîati’l-İslâmiyye, Beyrut 1985.
El-Bûrnû, Muhammed Sıdkî b. Ahmed b. Muhammed, El-Vecîz Fî Îzâhi Kavâidi’l-Fıkhi’l-Külliyye, Beyrut 2002.
Cevherî, Ebu Nasr İsmail bin Hammâd, Tâcu’l-Luğati ve Sıhâhu’l-Arabiyyeti (es-Sıhâh), (Tahkik: Şihabuddin Ebu Amr), Beyrut 1998.
Cürcânî, eş-Şerîf Ali b. Muhammed, Kitâbu’t-Ta‘rîfât, Beyrut 1983.
Dârekutnî, Ali b. Ömer, Sünenu Dârekutnî, (Nşr. Abdullah Haşim Yemânî el-Medenî), Kahire 1966.
Ed-Debûsî, Ebû Zeyd Ubeydullah Ömer b. İsa, Te’sîsü’n-Nazar, (Nşr. Mustafa Muhammed el-Kabbânî), Beyrut ts.
Ed-Dımaşkî, Ebu’l-Fadl Müslim b. Ali, El-Furûku’l-Fıkhiyye, (Nşr. Muhammed Ebu’l-Ecfân, Hamza Ebu Faris), Beyrut 1992.
Dihlevî, Şah Veliyullah, El-Müsevvâ Şerhu’l-Muvattâ, (Tsh. Bir Grup Alim), Beyrut 1983.
Ed-Dir’ân, Abdullah, El-Medhal Li’l-Fıkhi’l-İslâmî Tarîhuhu, Kavâiduhu, Mebâdiuhu’l-Âmme, Riyad 1993.
357
Dönmez, İbrahim Kafi, İslam Hukukunda Kaynak Kavramı ve VIII. Asır İslam Hukukçularının Kaynak Kavramı Üzerindeki Metodolojik Ayrılıkları, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul 1981.
_______, "Hz. Peygamber’in Tebliğine Hakim Olan Başlıca Hukuk Prensipleri", Ebedî Risalet Sempozyumu, İzmir, s. 161-181.
El-Ebherî, Esîrüddîn, Îsâgûcî, İstanbul 1287.
Ebû Dâvud, Süleyman b. El-Eş’as el-Ezdî, Sünenu Ebî Dâvud, (Nşr. Muhammed Fuâd Abdulbaki), İstanbul 1992.
Ebû Zehra, Muhammed, Usûlü’l-Fıkh, Kahire ts.
_________, Mâlik, Hayâtuhu Ve Asruhu-Ârâuhu Ve Fıkhuhu, Kahire 1952.
Edis, Seyfullah, Medenî Hukuka Giriş ve Başlangıç Hükümleri, Ankara 1993.
Elmalılı, M. Hamdi Yazır, Alfabetik İslâm Hukuku ve Fıkıh Istılâhları Kâmusu, (Y. Haz. Sıtkı Gülle), İstanbul 1997.
Erdoğan, Mehmet, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1998.
Esad, Mahmud, "Kavâid-i Hukukiyenin Menşei", Cerideyi Adliye, c. 1, S. 1, Yıl 1 (Kanun-i Evvel, 1325), İstanbul, s. 27-29.
Fazlullah, Mehdî, Medhal ilâ İlmi’l-Mantık, Beyrut 1990.
Fenarî, Hâşiyetu’l-Fenerî Alâ’t-Telvîh, Kahire 1306.
el-Feyyûmî, Ahmed bin Muhammed bin Ali el-Mukrî, El-Misbâhu’l-Münîr, Beyrut ts.
Gözübüyük, Şeref, Hukuka Giriş ve Hukukun Temel Kavramları, Ankara 2002.
Güzelhisârî, Mustafa bin Muhammed, Menâfiu’d-Dekâik Fî Şerhi Mecâmii’l-Hakâik, İstanbul 1273.
Hâdimî, Ebu Said Muhammed, Mecâmiu’l-Hakâik, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kütüphanesi, Öğüt 1216, Yazma.
El-Halîfî, Riyâd Mansûr, "El-Kâidetü’l-Fıkhiyye Hücciyetuhâ ve Davâbitu’l-İstidlâli Bihâ", Mecelletü’ş-Şerîa ve Dirâsâti’l-İslâmiyye, S. 55, Yıl 18, (Şevval 1424-Aralık 2003), Kuveyt, s. 281-347.
Halil bin Ahmed el-Ferâhîdî, Ebu Abdurrahman, Kitâbu’l-Ayn, (Nşr. Mehdi el-Mahzûmî, İbrahim es-Sâmirâî), Kum 1414.
El-Hamevî, Ahmed b. Muhammed, Ğamzu Uyûni’l-Basâir Şerhu Kitabi’l-Eşbâh ve’n-Nezâir, Beyrut 1985.
358
Hâtemî, Hüseyin, Medeni Hukuk Tüzelkişileri, İstanbul 1979.
Heffening, "Kâsânî", Milli Eğitim Bakanlığı İslam Ansiklopedisi, c. 6, İstanbul, ts.
El-Hısnî, Ebubekir b. Muhammed b. Abdilmü’min, Kitâbu’l-Kavâid, (Nşr. Abdurrahman b. Abdillah eş-Şa’lân), Riyad 1997.
Hodgson, Marshall G. S, İslâm’ın Serüveni Bir Dünya Medeniyetinde Bilinç ve Tarih, (trc. Komisyon), İstanbul 1993.
Hol, P. M.- Bernard Lewis, İslâm Tarihi Kültür ve Medeniyeti, (trc. Komisyon), İstanbul 1988
İbn-i Abidîn, Muhammed Emin, Hâşiyetu Reddi’l-Muhtâr, İstanbul 1984.
_____, Reddu’l-Muhtâr Alâ Dürri’l-Muhtâr, Beyrut ts.
İbn Adîm, Kemaluddin Ömer, Zübdetu’l-Haleb Min Târîhi Haleb, (Nşr. Halil el-Mansûr), Beyrut 1996.
İbn Âşûr, Muhammed Tahir, İslam Hukuk Felsefesi (Gaye Problemi), (trc. Mehmet Erdoğan-Vecdi Akyüz), İstanbul 1996.
İbn-i Fâris, Ebu’l-Hüseyn Ahmed, Mu‘cemu Mekâyîs el-Luğa, (Nşr. Abdüsselam Muhammed Harun), Beyrut 1991.
İbn-i Hatîb ed-Dehşe, Ebû’s-Senâ Nureddin Mahmud b. Ahmed el-Hamevî el-Feyyûmî, Muhtasar Min Kavâidi’l-Alâî ve Kelâmi’l-İsnevî, (Nşr. Mustafa Mahmud el-Pencûyenî), Mavsil 1984.
İbn-i Hümâm, Kemalüddin Muhammed b. Abdulvahid, Et-Tahrîr Fî Usûli’l-Fıkh el-Câmi’ Beyne Istılâhey el-Hanefiyyeti Ve’ş-Şâfiiyye, Mısır 1351.
________, Fethu’l-Kadîr, Mısır 1970.
İbn-i Kayyim el-Cevziyye, Şemsuddin Ebî Abdillah Muhammed b. Ebibekr, İ‘lâmu’l-Muvakkiîn An Rabbi’l-Âlemîn, (Nşr. Muhammed Muhyiddin Abdulhamid), Kahire 1955.
İbn Kutluboğa, Ebû’l-Adl Zeynuddin Kasım, Tâcu’t-Terâcim Fî Tabakâti’l-Hanefiyye, (Nşr. Kasım Muhammed Receb), Bağdat 1962.
İbn-i Mâce, Ebu Abdullah Muhammed b. Yezîd, Sünenü İbn-i Mâce, (Nşr. Muhammed Fuâd Abdulbaki), İstanbul 1992.
İbn-i Manzûr, Ebu’l-Fadl Cemaluddin Muhammed bin Mükerrem, Lisânu’l-Arab, Beyrut 1968.
359
İbn-i Neccâr, Muhammed b. Ahmed b. Abdilaziz b. Ali el-Fetûhî, Şerhu’l-Kevkebi’l-Münîr Fî Usûli’l-Fıkh, (Nşr. Muhammed ez-Zühaylî, Nezir Hammâd), Dımaşk 1980.
İbn-i Nüceym, Zeynuddin b. İbrahim, El-Eşbâh Ve’n-Nezâir, (Nşr. Muhammed Mutî’ el-Hâfız), Dımaşk 1983.
_________, El-Bahru’r-Râik Şerhu Kenzi’d-Dekâik, Kahire 1311.
_________, Kitâbu’l-Fevâidi’z-Zeyniyye Fî Mezhebi’l-Hanefiyye, (Nşr. Muhammed er-Ruhayyil), Amman 1999.
İbn-i Receb, Zeynuddin Abdurrahman b. Ahmed, Takrîru’l-Kavâid Ve Tahrîru’l-Fevâid, (Thc. Ebu Ubeyde Meşhûr b. Hasan Âli Selman), Kahire 1999.
İbn-i Sübkî, Tâcuddîn Abdülvehhâb b. Ali b. Abdülkâfî, El-Eşbâh ve’n-Nezâir, (Nşr. Adil Ahmed Abdulmevcûd), Beyrut 1991.
İbn-i Vekîl, Ebu Abdullah Sadruddîn, El-Eşbâh ve’n-Nezâir, (Nşr. Ahmed b. Muhammed el-Ankarî), Riyâd 1993.
İzmirli, İsmail Hakkı, İlm-i Hilâf, İstanbul 1330.
Kal‘acî, Muhammed Ravvâs, Mevsûatu Fıkhi İbrâhîm en-Nahaî, Asruhu ve Hayâtuhu, Beyrut 1986.
Karâfî, Şihabuddin Ebu’l-Abbas Ahmed b. İdris b. Abdirrahman, Envâru’l-Burûk Fî Envâi’l-Furûk, Beyrut ts.
Karaman, Hayreddin, Mukayeseli İslâm Hukuku, İstanbul 1996.
Kâsânî, Alâuddîn Ebu Bekr b. Mes‘ûd, Bedâyius-Sânâyi‘ Fî Tertîbi'ş-Şerâyi‘, (Nşr. Ali Muhammed Muavvez, Âdil Ahmed Abdülmevcûd) Beyrût 1997.
______, Bedâyius-Sânâyi‘ Fî Tertîbi'ş-Şerâyi‘, Beyrut 1982.
Katip Çelebi, Mustafa b. Abdillah, Keşfu’z-Zunûn An Esmâi’l-Kutub Ve’l-Funûn, (Nşr. Kilisli Muallim Rifat-Şerefeddin Yaltkaya), İstanbul 1360.
Kavakçı, Yusuf Ziya, XI ve XII. Asırlarda Karahanlılar Devrinde Mâvâra’ al-Nahr İslâm Hukukçuları, Ankara 1976.
Kefevî, Ebu’l-Bekâ Eyyûb b. Musa b. El-Hüseynî, El-Külliyyât, (Nşr. Adnan Dervîş, Muhammed el-Mısrî), Beyrut 1993.
Kerhî, Ebu’l-Hasan Ubeydullah b. El-Hüseyn b. Dellâl, Risâle fî’l-Usûl, (Nşr. Mustafa Muhammed el-Kabbânî), Beyrut ts.
El-Kevserî, Muhammed Zâhid, Makâlâtu’l-Kevserî, (Nşr. Râtib Hâkimî), Humus 1388.
360
El-Keylânî, Abdurrahman İbrahim Zeyd, "Kavâidü’l-Makâsıd Hakîkatuhâ Ve Mekânetuhâ Fî’t-Teşrî‘", İslâmiyyetü’l-Ma‘rife, S. 18, Herndon, (Güz 1999), s. 9-51.
Kılıçer, M. Esat, "Ashâbü't-Tercîh", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 3, İstanbul, 1991, s. 471.
Koca, Ferhat, İslam Hukuk Tarihinde Selefî Söylem Hanbeli Mezhebi, Ankara 2002.
______, "Kâsânî", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 24, İstanbul 2001.
Koschaker, Paul, Roma Özel Hukukunun Ana Hatları, (Trc. Kudret Ayiter), İzmir 1993.
Komisyon, Türkiye Diyanet Vakfı İlmihal, İstanbul: Divantaş, ts.
Kureşî, Muhyiddin Ebu Muhammed Abdulkadir, El-Cevâhiru’l-Mudiyye Fî Tabâkâti’l-Hanefiyye, (Nşr. Abdulfettah Muhammed el-Hulv), Kahire 1993.
Leknevî, Muhammed Abdulhayy, El-Fevâidu’l-Behiyye Fî Terâcimi’l-Hanefiyye, (Nşr. Ahmed ez-Za’bî), Beyrut 1998.
Mahmesânî, Subhî, Felsefetu’t-Teşrî’ Fî’l-İslâm, Beyrut 1952.
Mahmûd Hamza, El-Ferâiddü’l-Behiyye Fî’l-Kavâid ve’l-Fevâidi’l-Fıkhiyye, Dımaşk 1986.
Makkarî, Ebu Abdillah Muhammed b. Muhammed b. Ahmed, el-Kavâid, (Nşr. Ahmed b. Abdillah b. Hamîd ), Mekke ts.
Malik b. Enes, İbn Malik b. Ebî Amr, El-Muvatta, (Nşr. Muhammed Fuâd Abdulbaki), İstanbul 1992.
Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye, İstanbul 1300.
el-Mekkî, Muhammed Ali b. Hüseyn, et-Tehzîbu’l-Furûk ve Kavâidü’s-Seniyye, Beyrut ts. (Furûk’un kenarında).
Muhammed Seyyid (Seyyid Bey), Usûl-ü Fıkh (Medhal), İstanbul 1333.
Müslim, Ebu’l-Hüseyn, Sahîhu Müslim, (Nşr. Muhammed Fuâd Abdulbaki), İstanbul 1992.
En-Nedvî, Ali Ahmed, El-Kavâid el-Fıkhiyye Mefhûmuhâ, Neş’etuhâ, Tatavvuruhâ, Drâsetu Müellefâtihâ, Edilletuhâ, Mehemmetuhâ, Tatbîkâtuhâ, Dımaşk 1986.
________, El-Kavâid ve’d-Davâbıtu’l-Mustahlase Mine’t-Tahrîr, Kahire 1991.
Özafşar, Mehmet Emin, Hadîsi Yeniden Düşünmek Fıkhî Hadîsler Bağlamında Bir İnceleme, Ankara 2000.
361
Özel, Ahmet, Hanefi Fıkıh Alimleri, Ankara 1990.
Özen, Şürü, "Furûk", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 12, İstanbul 1996.
Özsunay, Ergun, Medenî Hukuka Giriş, İstanbul 1970.
Pekcan, Ali, "İslâm Hukuku Literatüründe Fıkhın Genel Kurallarına Dair İlk Risale", İslâmî Araştırmalar, c. 16, S. 2, (2003), s. 293-307.
Er-Rûkey, Muhammed, Nazariyyetu’t-Taq’îdi’l-Fıkhî ve Eseruhâ fî İhtilâfi’l-Fukahâ, Rabât 1994.
________, Kavâidu’l-Fıkhi’l-İslâmî Min Hilâli Kitâbi’l-İşrâf Alâ Mesâili’l-Hilâf, Dımaşk 1998.
Es-Sâbûnî, Abdurrahman, El-Medhal Li Dirâseti’t-Teşrîi’l-İslâmî, Dımaşk 1981-1982.
Schacht, Joseph, İslâm Hukukuna Giriş, (trc. Mehmet Dağ-Abdulkadir Şener), Ankara 1977.
Schwarz, Andreas B. Medenî Hukuka Giriş, (trc. Hıfzı Veldet), İstanbul 1942.
Es-Sedlân, Salih b. Ğânim, El-Kavâidu’l-Fıkhiyyetu’l-Kübrâ Ve Mâ Teferraa Anhâ, Riyad 1417.
Serahsî, Şemsuddin Muhammed b. Ahmed b. Ebî Sehl, Kitâbu’l-Mebsût, İstanbul 1982-83.
Es-Serhân, Muhyî Hilâl, "el-Kavâidu’l-Fıkhiyye Ve Devruhâ Fî İsrâi’t-Teşrîâti’l-Hadîse", Er-Risâletu’l-İslâmiyye, S. 164-165, Yıl 17, (Rabîu’l-Evvel-Rabîu’s-Sânî 1404), Irak, s. 135-148.
________ "el-Kavâidu’l-Fıkhiyye Ve Devruhâ Fî İsrâi’t-Teşrîâti’l-Hadîse", Er-Risâletu’l-İslâmiyye, S. 170-171, Yıl 17, (Ramazan-Şevvâl 1404), Irak, s. 151-175.
Seyyîd Nesîb, Fıkh-ı Hanefî’nin Esâsâtı, İstanbul 1337-1339.
Suyûtî, Celaluddin Abdurrahman b. Ebubekir, El-Eşbâh Ve’n-Nezâir Fî Kavâid Ve Furûi Fıkhi’ş-Şâfiiyye, (Nşr. Muhammed Mu’tasım Billah el-Bağdâdî), Beyrut 1987.
_________, el-Eşbâh Ve’n-Nezâir Fî’n-Nahv, (Nşr. Abdû’l-Âl Salim el-Mükerrem), Beyrut 1985.
Es-Süleyman, Abdullah b. Muhammed b. Salih, Eş-Şekk Ve Eseruhu Fî Necâseti’l-Mâi Ve Tahareti’l-Bedeni Ve Ahkâmi’ş-Şaâiri’t-Taabbudiyyeti (Drâsetun Fıkhiyyetun Mukârene) Maa Nazarun Âmme Fî’l-Kavâidi’l-Fıkhiyye, Riyad 2000.
362
Şâtıbî, İbrahim b. Musa b. Muhammed, El-Muvâfakât İslâmî İlimler Metodolojisi, (trc. Mehmed Erdoğan), İstanbul 1999.
Şelebî, Muhammed Mustafa, El-Medhal Fî’l-Fıkhi’l-İslâmî Ta’rîfuhu ve Târîhuhu ve Mezâhibuhu Nazariyyetü’l-Mülkiyyeti ve’l-Akd, Beyrut 1985.
Şeyhizade, Abdullah b. Muhammed b. Süleyman (Damad Efendi), Mecmau’l-Enhur Fî Şerhi Mültekâ’l-Ebhur, Beyrut ts.
Şübeyr, Muhammed Osman, El-Kavâidü’l-Külliyye ve’d-Davâbitu’l-Fıkhiyye fî’ş- Şerîati’l-İslâmiyye, Amman 2000.
Taftâzânî, Sa’duddîn Mes’ûd bin Ömer, Şerhu’t-Telvîh Alâ’t-Tavdîh Li Metni’t-Tenkîh Fî Usûli’l-Fıkh, (Thc. Zekeriya Amîrât), Beyrut ts.
Taşköprîzâde, Ahmed b. Mustafa, Miftâhu’s-Saâde Ve Misbâhu’s-Siyâde Fî Mevdûâti’l-Ulûm, (Nşr. Kâmil Kâmil Bekrî-Abdulvehhab Ebu’n-Nûr), Kahire 1968.
Tehânevî, Muhammed Ali b. Ali, Keşşâfu Istılâhâti’l-Fünûn ve’l-Ulûm, (Nşr. Ali Dahrûc), Beyrut 1996.
Tirmizî, Ebû İsa Muhammed b. İsa, Sünenü’t-Tirmizî, (Nşr. Muhammed Fuâd Abdulbaki), İstanbul 1992.
Et-Tûfî, Necmuddin Süleyman b. Abdilkavî, Şerhu Muhtasari’r-Ravda Fî Usûli’l-Fıkh, (Nşr. İbrahim b. Abdillah b. Muhammed Âli İbrahim), Riyad 1989.
______, Risâle Fî Riâyeti’l-Maslaha, (Nşr. Ahmed Abdurrahim es-Sâyih), Kahire 1993.
Ubâde, Muhammed Enîs, Et-Teşrîu'l-İslâmî Mebâdiuhu ve Mekâsiduhu, b.y, y.y, 1968.
_____ Kavâidü’l-Fıkhi’l-Külliyye, Nasr ts.
Ünal, Halit, "Bedâiu’s-Sanâi‘", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 5, İstanbul 1992.
El-Venşerîsî, Ebû’l-Abbas Ahmed b. Yahya, Îdâhu’l-Mesâlik İlâ Kavâidi’l-İmâm Mâlik, (Nşr. Ahmed Bû Tâhir el-Hattâbî), Rabât 1980.
Yaman, Ahmet, "Bir Kavram Olarak ‘Fıkıh Kâideleri’ Ya da İslam Hukukunun Genel İlkeleri", Marife, S. 1, Yıl 1, (Bahar 2001), İstanbul, s. 49-75.
Yâzîcî, Tâlib, "Halep", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 15, İstanbul 1997.
Yıldırım, Mustafa, Mecelle'nin Küllî Kaideleri, İzmir 2001.
Ez-Zebîdî, Muhammed Murtaza el-Hüseynî, Tâcu’l-Arûs Min Cevâhiri’l-Kâmûs, (Nşr. İbrahim Terzi), Beyrut 1975.
363
Ez-Zencânî, Ebû’l-Menâkıb Şihabuddin Mahmud b. Ahmed, Tahrîcu’l-Furû’ Alâ’l-Usûl, (Nşr. Muhammed Edib Salih), Dımaşk 1962.
Ez-Zerkâ, Mustafa Ahmed, El-Medhalu'l-Fıkhiyyu'l-Âmm, Dımaşk 1968.
_______, Çağdaş Yaklaşımla İslam Hukuku, (trc. Servet Armağan), İstanbul 1993.
Zerkeşî, Bedruddin Muhammed b. Bahadır, El-Mensûr fî’l-Kavâid, (Nşr. Teysîr Fâik Ahmed Mahmud), Kuveyt 1982.
Zeydân, Abdülkerim, El-Vecîz Fî Şerhi’l-Kavâidi’l-Fıkhiyye Fî Şerîati’l-İslâmiyye, Beyrut 2001.
Zeylaî, Fahruddin Osman b. Ali, Tebyînu’l-Hakâik Şerhu Kenzi’d-Dekâik, Mısır 1313.
Ez-Zuhaylî, Muhammed Mustafa, El-Kavâidü’l-Fıkhiyye Alâ’l-Mezhebi’l-Hanefî ve’ş-Şafiî, Kuveyt 1999.
_________, "el-Kavâidü'l-Fıkhiyye", Mecelletü'l-Bahsi'l-İlmî ve't-Türâsi'l-İslâmî, c. 5, S. 11, (1402), Mekke, s.11-40.
364