32

İ ş ğ İş ş ğ ş - ozgurluk.infoozgurluk.info/kitaplik/pdf/kurtulus/1995.07.15-zyKurtulus-say001.pdf · ından Partizan Sesi Kur-tuluş bürosunu ziyaret ederek saldırıyı

  • Upload
    others

  • View
    30

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: İ ş ğ İş ş ğ ş - ozgurluk.infoozgurluk.info/kitaplik/pdf/kurtulus/1995.07.15-zyKurtulus-say001.pdf · ından Partizan Sesi Kur-tuluş bürosunu ziyaret ederek saldırıyı
Page 2: İ ş ğ İş ş ğ ş - ozgurluk.infoozgurluk.info/kitaplik/pdf/kurtulus/1995.07.15-zyKurtulus-say001.pdf · ından Partizan Sesi Kur-tuluş bürosunu ziyaret ederek saldırıyı

Merhaba, Emekçi halkımızın her türlü

baskı yöntemiyle sömürü düzenine boyun eğdirilmeye çalışıldığı, buna karşın zulme direnerek emeğine, onuruna, namusuna sahip çıkan emekçi halkımızın sesi olmak için yayın hayatımıza başlıyoruz.

Gazi Mahallesi'nde üzerimize kurşun yağdırarak katledenler, bugün "doğal afet" diyerek canımızdan,

Emperyalizme ve Oligarşiye Karsı Kurtuluş gazetesinin İstanbul Sultanah-met'teki merkez bürosu 11 Temmuz günü saat 18.00'de onlarca polis tarafından ba-sıldı. Ellerinde bir de savcılık kağıdı vardı. Keyfiyetlerini savcılık onayıyla sürdürüyorlardı. Büroya bir anda dolu-şan işkenceciler, sadece Kurtuluş bürosu-nu değil, büronun bulunduğu banın tüm katlarina dağılarak gözden(!) geçirdiler.

Bürodaki eşyaları rastgele karıştırma-ya, dağıtmaya çalışan işkenceciler, çok sa-yıda gazete, dergi, kitap ve arşivdeki bazı belgelere el koydular.

Kurtuluş gazetesinin merkez bürosunu talan eden işkenceciler, içerde bulunan herkesi tartaklayarak, yerlerde sürükle-yerek gözaltına aldılar. İşkenceci polisle-rin yaptığı bu korsanlığa sessiz kalmayan gazete çalışanları "İnsanlık Onuru İşken-ceyi Yenecek" sloganları alarak direndi-ler. Arabalara zorla doldurulan gazete çalı$anları ve okurlar Vatan Caddesi'nde-ki işkence merkezine götürüldüler.

Baskın sonunda Kurtuluş gazetesi çalı-şanları Bircan Islakça, Sonay Kahraman, Kadir Dora, Handan Ekicibil, Necati Ön-der, Kamber İnan, Tarık Tolunay, Bülent Bağcı, Türkan Balaban Günüvar, Ahmet İbili, Yazgiil Güder Öztürk, Erdal Gö-koğlu, Esra Yıldırım, Fatma Kesili, İlker Akan, Gülay Yücel (Haklar ve Özgürlük-ler Bülteni çalışanı), Osman Yeşil (Yar Yayınları sahibi), Neslihan Uslu (Devrim-ci Gençlik çalışanı) ve iki okur gözaltına alındı.

Ahmet İbili ve Gülay Yücel'in ciddi ra-hatsızlıkları bulunduğundan, aynı akşam serbest bırakıldılar. Aynı akşam İstan-bul'da kaldıkları evleri basılan Kars bü-rosu çalışanı İkliman İnan ve Recep İnan da gözaltına alınıp sabaha kadar tutul-duktan sonra bırakıldılar. Gazete çalışan-ları ve okurları halen Vatan Caddesi'nde-ki işkence merkezinde tutuluyorlar.

Emperyalizme ve Oligarşiye Karşı Kurtuluş gazetesi bugüne kadar sunu hep vurguladı: "Mevzilerimizi bugüne kadar terk etmedik, bundan sonra da terk etmeyi asla düşünmüyoruz. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Kurtuluş, emperyalizme ve oligarşiye karşı savaşanların sesi olmaya devam edecektir. Bu sesi sustur-maya hiç kimsenin gücü yetmeyecektir. Çünkü biz halklarımızın sesiyiz. Halkla-rın sesi saldırılarla susturulamaz. Kurtu-luş aynı coşku, aynı kararlılık ve inançla mücadelesini sürdürecektir..."

Kurtuluş'un basıldığı duyulur duyul-maz merkez bürosuna telefonlar yağmaya başladı. Polisin içeride bulunduğu sırada

malımızdan olmamıza seyirci kalmamızı istiyorlar. İstiyorlar ki, Türk, Kürt, Alevi, Sünni, işçi, memur gibi suni kamplara bölünelim. Ama boşuna. Her milliyetten ve inançtan emekçiler olarak faşizmin karşısına barikatlar kurarak çıkma geleneğimiz haline geldi. İşten atılmalara, sürgünlere, katliamlara cevabımız daha gür çıkıyor. Her geçen gün gücümüzün

büroya ulaşamayan okurlar, çeşitli ku-rumlan arayarak bilgi edinmeye çalıştı-lar.

Çalışanlarının gözaltına alınmasından hemen sonra Kurtuluş okurları büyük bir sahiplenme örneği göstererek büroya koş-tular. İşkenceci polislerin dağıttığı eşya-ları toparlayan okurlar, büroyu açık tu-tup gelen telefon ve fakslarla ilgilendiler. İsçi Hareketi gazetesi, Haklar ve Özgür-lükler Bülteni, OKM ve Özgür.Der'den yardıma koşanlar Kurtuluş'un dışarıda kalan çalışanlarıyla birlikte yeni sayının çalışmalarına başladılar.

Yurtdışından Almanya, İngiltere, Hol-landa, Avusturya, Belçika, Fransa, Yuna-nistan'da bulunan Özgür Halklar Komi-tesi ve Kurtuluş büroları ile DHKC En-formasyon Büroları telefon ve fakslarla baskım kınadılar. Tek tek Kurtuluş okur-lan da çeşidi fakslarla desteklerini bildir-diler.

Sosyalist basından Partizan Sesi Kur-tuluş bürosunu ziyaret ederek saldırıyı kınadı ve her türlü yardım için hazır ol-duklarım belirtti. Atılım gazetesi telefonla saldırıyı kınayarak yardıma hazır olduk-larını belirtti. Özgür Gelecek telefonla arayıp, saldırıyı kınadı ve destek için tele-fon beklediklerini belirttiler. Öncü Parti-zan, Partizan Sesi, Partizan Gençlik, Yüz-çiçek Açsın Kültür Merkezi, Grup Mun-zur, Grup Kızdırmak, Öncü Deri isçileri, Partizan Kamu Çalışanları, Yüzçiçek Ti-yatro Topluluğu'nun içinde bulunduğu Demokratik Haklar Platformu ile De-mokratik Mücadele Platformu yayınla-dıkları açıklamalarla Kurtuluş bürosu baskınım kınayarak gazetenin yanında ol-duklarını belirttiler.

Emperyalizme ve Oligarşiye Karşı Kurtuluş gazetesinin Adana bürosu 13 Temmuz günü yine siyasi polisler tarafın-dan basıldı. Muhabir Mustafa Kaplan ile okurlar Nilgün Kemik, Kemal Çelik ve Arife Yıldız keyfi bir şekilde gözaltına alındıktan sonra, 3 saat sonra serbest bı-rakıldılar.

Kurtuluş'un Yayını Durduruldu Polis Kurtuluş gazetesinin merkez bü-

rosunu basıp talan etmekle ve çalışanla-rım gözaltına almakla yetinmedi. Kurtu-luş gazetesinin yayınından fazlasıyla ra-hatsız olanlar faşist yasalarından bir ge-rekçe bulup Kurtuluş'un yayınını dur-durmakta zorluk çekmediler.

Nitekim Kurtuluş gazetesinin sahibin-den sonra yan işleri müdürü H.Muhar-rem Gündüz'ün tutuklanmasını fırsat bil-

farkına varıyoruz ve birlikte mücadele ederek nasıl daha az bedelle kazanacağımızı öğreniyoruz. İşimiz, onurumuz,

özgürlüğümüz ve kurtuluşumuz için ayağa kalktığımız, asla geri dönmeyeceğimiz bir yolda yürüyüşümüze devraldığımız bayrakla devam ediyoruz.

Bir sonraki sayıda buluşmak üzere...

diler ve yazı işleri müdürü gözaltında bulunduğundan gazeteyi fiilen idare edemeyeceği ve yeni yazı işleri müdürü gösterilmediği gerekçesiyle 14.7.1995 günü 2. Asliye Ceza Mahkemesi Hakimi Mustafa Kutluk aracılığıyla yayın durdurma karan aldılar.

Bugüne kadar sosyalist basın üzerinde baskılar durmaksızın bep sürdü. Kurtu-luş'a yönelik bu yayın durdurma da sos-yalist basına yönelik ne İlk ne de son bas-kıdır. Hiçbir güç halkıyla bütünleşmiş Kurtuluş'un sesini boğamayacaktır.

BASKINA TEPKİLER Haklar ve Özgürlükler Bülteni: Çalı-

şanları sürekli tehdit edilen, sokaklarda keyfi bir şekilde gözaltına alınan Kurtuluş gaze-tesinin sesi bu son saldırıyla da susturulama-yacaktır. Genelde sosyalist basın özelde Kurtuluş gazetesi bundan sonra da yazmaya devam edecektir. Biz Haklar ve Özgürlükler Bülteni olarak Kurtuluş gazetesine yönelik bu saldırıyı şiddetle protesto ediyoruz ve gö-zaltındakilerin hemen serbest bırakılmasını istiyoruz.

Ankara Halkın Hukuk Bürosu adına Av. Zeki Rüzgar: Bugüne kadar birçok de-fa keyfi olarak bürolarınız basılmış, çalışan-larınız gözaltına alınarak işkencelerden ge-çirilmiş haklarında hiçbir dayanağı olmayan davalar açılmış ve onlarca yıllara varan ce-zalara çarptırılmıştır. Buna rağmen sizin halkın sesi olmamız engellenememiştir. Bu saldırıyı da boşa çıkartacağınıza, hiçbir gü-cün sizi susturmaya yetmeyeceğine inanı-yor, size yönelik bu saldırıyı nefretle kını-yoruz.

Kurtuluş Gazetesi Zonguldak Temsil-ciliği, İşçi Hareketi Gazetesi Zonguldak Temsilciliği: Kavganın onurlu sesine mer-haba... Öğreniyoruz kavganın onurlu sesinin hangi bedelleri göze alması gerektiğini. Ba-sılan, talan edilen, işkenceden geçirilen, bo-ğulmak istenen halklarımızın, halk kurtuluş savaşçılanmızın sesidir. Özgür vatanın, her türden milliyetlerimizin, mezheplerimizin, bağımsızlık ve sosyalizm şiarıdır yok edil-mek istenen. Yanılıyorlar. Yanıldıklarını Gazi, Nurtepe, Okmeydanı, Elbistan, Kasta-monu halkı kendi adaletini uygulayarak gös-teriyor. Kurtuluş umudun adıdır. Umudu yok edemeyecekler. Kurtuluş aramızda, eli-mizde, sloganlarımızdadır. Yanınızdayız, si-zinleyiz. Dostlukla...

Demokratik Haklar Platformu: Polisin keyfi tutumunu protesto ediyor ve gözaltına alınanların serbest bırakılmasını talep ediyo-ruz. Devrimci dayanışma ve devrimci so- rumluluğumuz gereği olarak Kurtuluş gaze-

tesinin zamanında çıkması için her türlü yar-dıma hazırız. Baskı, tehdit, provokasyon, gözaltı ve işkence ile devrimci basın sustu-rulamaz..

Atılım gazetesi: Devrimci ve sosyalist basını susturmak amacıyla düzenlenen bu saldırıyı şiddetle protesto ediyor. Kurtuluş çalışanlarının derhal serbest bırakılmasını is-tiyoruz. Devrimci basın susturulamaz! Fa- şizme Karşı Tek Yumruk Tek Barikat.

Kurtuluş gazetesiyle anlamlı bir dayanış-ma örneğini gösteren bir okur ise şöyle di-yordu: "Adalet bakanlıklarına çektiği faks-larda "Siz beyler siz demokrasiden bahdesi-yorsunuz, bu nasıl demokrasidir ki gerçekleri yazmaya çalışan sosyalist basına saldırıyor, büroları tahrip edip insanları işkenceha-nelere götürüyor, tutukluyor, zindanlara atı-yorsunuz, İnfaz ediyorsunuz. Bütün bunları demokrasi adına yapıyorsunuz. Halkımıza kurşun sıkıyor kahrolsun insan haklan diye slogan atıyor, bunu da demokrasi adına ya-pıyorsunuz. Halkımız sizin bu iki yüzlü ya-lanlarınızı çok iyi biliyor, her yerde teşhir ediyor."

Bartın Cezaevi'ndeki DHKP-C tutsak-ları: "...Hiçbir güç Kurtuluş gazetemizin haklı ve onurlu mücadelesini engelleyemez. Gazetemize kalkan eller, halkımıza vatanı-mıza kalkan ellerdir. Bu eller, er ya da geç mutlaka kırılacaktır.

Kurtuluş gazetesi halkımızındır, yok ede- Zafer Yolunda KURTULUŞ

Sahibi: Nisan Yayıncılık LTD: ŞTİ adına Gülay TAN Sorumlu

Yazı İşleri Müdürü: Bülent SÖNMEZ Yönetim ve

Yazışma Adresi: Klodfarer Cad. No: 31/5

Sultanahmet-İstanbul Baskı: Serler Matbaacılık

Fiyatı: 25.000 TL. Almanya: 5 DM, Fransa; 15 FF, İsviçre: 5 SF, Hollanda: 5 FL, İngiltere: £2, Belçika: 100 BF

Abone Koşullan: Yurtiçi: 6aylık: 550.000 TL;

1 yıllık: 1.000.000 TL. Yurtdışı: 6 aylık: 100 DM; 1 yıllık: 200 DM

Hesap No: Gülay TAN adına T.İş Bankası Cağaloğlu Şubesi

1095-300-422486 Posta Çeki No: İstanbul Sirkeci Postanesi, 666

848 (On line sistemiyle)

Kurtuluş'a polis baskını ve yayın durdurma

Page 3: İ ş ğ İş ş ğ ş - ozgurluk.infoozgurluk.info/kitaplik/pdf/kurtulus/1995.07.15-zyKurtulus-say001.pdf · ından Partizan Sesi Kur-tuluş bürosunu ziyaret ederek saldırıyı

Tüm yoksul kentler ve mahalleler bizim olacaktır

M. Ali BARAN Yoksulluk, işsizlik, kadınlarımı-

zın, kızlarımızın çocuklarımızın, kapitalist, özlemlerle arzu edilme-yen durumlara düşmesi... hepsi bi-zimdir. Bizim olana sahip çıkmak, korumak her şeyden önce onlara sınıf ve halk gerçeklerini öğret-mek, eğitmek ve düşman karşısın-da tavır almasını sağlamaktır. Bu-nu yapmadığımız sürece halktan yana olmak, halk için savaşmak, vatansever olmak anlamını yitirir ve kavramın içi boşaltılır.

Halk hareketinin ve savaşın yükselmeye başladığı her dönem-de ayrışmalar ve saflaşmalar da yaşanır. Özellikle de halk hareke-tinin şiddet metodlarını da kullan-ması durumu, giderek devrim ve karşı devrim çatışmasını şıddet-lendirecektir. Bu şiddetli çatış-mayı zafere kadar sürdürmek için uzun soluklu olmak gerekliğinin bilincine varmayanlar, karşı dev-rimci şiddetin tırmanmasıyta pa-niklemeye başlar ve bunu teori-leştirirler. Gazi ayaklanmasından bugüne kadar gerek oligarşi cep-hesinde gerekse sol cephede bu gelişmeler ekseninde, tartışmalar bir türiü bitmemekte ve her geçen gün biraz daha artmaktadır.

Oligarşi, Gazi ayaklanması, Okmeydanı ve Nurtepe direnişle-rini Alevi Sünni çatışması diye lanse edip, Aleviler üzerine politi-kalar geliştirerek halk hareketini etkisiz hale getirmeye, en azın-dan hedef saptırmaya çalıştı. Ale-vi Sünni propagandası ve bu te-melde bir kısım Alevi gericilerine verilen tavizlerle sorunu hallede-bileceklerini düşündüler. Fakat Gazi, halkın nasıl savaşması ge-rektiğine bir örnekti ve çok farklı boyutlarda, biçimlerde Anadolu'ya da sıçradı. Sibel Yalçın'ın cena-zesinin verilmemesi bu korkunun sonucuydu. Ancak, cenazenin di-renişle alınması ve tüm gözaltıla-ra baskılara rağmen, beş bini aş-kın insanın, hem de polis ceza-landırmış bir savaşçının cenaze-sine katılması oligarşi için büyük tehlikeydi. Halkın hemen tüm sınıf ve tabakaları baskı, zulüm ve devletin çıkar çetelerine karşı ar-tık pasif mücadele biçimleriyle ye-tinmeyerek ve sadece hükümeti, devleti protesto etmeyerek adaleti kendisi uyguluyor, hesap soruyor, doğrudan devletin karakollarını ve polisini hedefliyordu. Sibel'in ce-naze törenine binlerce insanın ka-tılması oligarşiyi derinden düşün-dürüyordu. Aktif pasif, barışçı gösterilere, en masum talepler için yola çıkan, sesini duyurmak isteyen herkese karşı topyekün

saldırı kararı aldılar. Sistemi sa-vunan sol maskeliler hariç, he-men herkes bu saldırıdan nasibini alıyor. Öyle ki, kültür merkezleri, çok sıradan dernekler, dergiler, ilerici yurtsever sanatçılar saldırı-ya uğrarken, ama esas olarak da devrimci dinamiklerin en yoğun olduğu ve barikat savaşlarını ya-ratan gecekondular saldırının te-mel hedefi oldular. İstanbul, bir yanıyla gecekon-

dular kenti olup Nurtepe'yi, 1 Ma-yıs'ı Küçük Armutlu'yu yaratmıştı. Gecekondu yoksullarının, emekçi-lerinin faşist saldırılara ve devlete rağmen yaşayabileceklerini, kendi kendilerini yönetebileceklerini göstermiş ve devlete karşı bir ko-numda olmuşlardır. Gazi, devlete karşı olmanın ne anlama geldiğini ve nasıl savaşılması gerektiğini göstermişti. Nurtepe ve Okmey-danı, yoksulların birlikte mücade-

lesini ve dayanışmasını çok çar-pıcı bir biçimde vurgulamıştı. Si-bel'in cenazesinin alınması ve ce-naze töreni devrimcilerle emekçi-lerin birbirlerinden ayrılmayaca-ğını ve ancak devrimcilerin öncü-lüğünde halkın kurtuluşunun ola-bileceğini herkesin görebileceği netlikte ortaya koymuştur.

Hiçbir dönemde, halkın hiçbir kesimiyle ciddi bağları olmamış, halkı tanımamış, halk için özveri-de bulunmamış, esas olarak dü-zen içi düşünceden ve yaşamdan kopmamış küçükburjuva aydını sosyalistler, halkın mücadelesinin bu gelişimi ve karşı devrimci şid-detin halka karşı topyekün saldırı-ya geçtiği durumda, halka küfür etmeye başladılar. Gerekçe çok-tu. Küçük burjuva aydınının sava-şa katılmaması için mutlaka be-ğenmediği şeyler olmalıydı. Ge-cekondularda, barikatta savaşan-

lar çocuk denecek yaştaymışlar... Yüzleri maskeliymrş... 1 Mayıs'ta asker disiplininde yürümüşler. Marksizm Leninizmi bilmiyor-larmış... vb. vb. Bütün bu "şaha-ne" gerekçeler faşizmin halka yaptığı saldırı karşısında susmak, dahası direnen halkı aşağılayarak eleştirmek için yeterdi. Böylece hiçbir riske girmeden, faşizmin şiddetini üzerine çekmeden hatta faşizmin akıllı uslu çocukları ol-mayı başarırlardı. Halkın savaşı, herkesi ait olduğu yere yerleştire-cek, en açık haliyle halkın İktida-rını isteyenlerle istemeyenleri ay-rıştıracaktır.

Doğrudur; barikat savaşlarına katılan yetmişlik insanlarımızdan, çocuklarımıza kadar herkes olma-sına rağmen, barikatın öncüleri gecekondu gençleridir. On yıllar-dır düzen İçinde yaşayan, düze-nin nimetlerinden faydalanmak için düzen üniversitelerini bitiren, yoksulluğun ne demek olduğunu bilmeyen, altı yedi yaşında yaşam kavgasına atılmanın nasıl bir dü-şünce ve ruh halini yarattığını kavrayamayan küçük burjuva ay-dını, gençlerimizin düşmana karşı olan savaşını ve öfkesini anlaya-maz. Evet, o gençlerimiz halka götürülmeyen ve halkın hizmetin-de olmayan yüzlerce kitap oku-madılar. Marksizmin laf ebeliğini öğrenmediler. Ama düzeni, düze-ne karşı savaşmadan onurlu ya-şamanın mümkün olmadığını ken-di yaşamlarıyla düşmanın zalimli-ğiyle kavradılar. Halk olduklarının bilincine vardılar. Ve bu temel

Oligarşinin bugün en büyük korkusu, devrimcisavaşın kitleselleşmeye başlaması ve tüm ülkeyi

sarınanıdır. Bunun için pervasızca mücadele eden,etmek isteyen tüm devrimci güçlere ve halka

saldırmakta tereddüt etmemektedir. Bu saldırı karşısında sol, demokrat, aydın, insan hakları

savunucusu geçinen emperyalizme ve faşizme karşıolduğunu söyleyen sosyalistim diyen herkes halkınyanında yer almak, en azından halkla dayanışma içinde bulunmak zorundadır. Bunu yapmayanlar,susanlar halkın devrimci şiddetini eleştirenler, bilerek veya bilmeyerek düşmanın safında yer

almışlar demektir.

Page 4: İ ş ğ İş ş ğ ş - ozgurluk.infoozgurluk.info/kitaplik/pdf/kurtulus/1995.07.15-zyKurtulus-say001.pdf · ından Partizan Sesi Kur-tuluş bürosunu ziyaret ederek saldırıyı

farklılıktan dolayıdır ki, gençleri-miz savaşı engellemek isteyen küçük burjuva aydınlarının paralı ve parasız yazılan, söylenen nu-tuklarına, nasihatlarına değer ver-miyor. Bu nedenle de aydınları-mız savaşan gençlerimize daha çok kızıyor oligarşinin bile daha politik davranıp söylemeye cesa-ret edemediği hakaretleri yapıyor-lar.

Gerek düşman, gerekse düş-manın dolaylı destekçileri, kim ne yaparsa yapsın, ne tür baskı uy-gularsa uygulasın bütün emekçi-ler, bütün yoksullar, gecekondular devrimin büyük gücü olacak ve Önüne çıkan her türlü engeli aş-masını bilecektir. Oligarşinin sal-dırıları ve küçük burjuva aydınının feryatları bu gerçeği anlamaların-dan, en azından sezdiklerinden dolayıdır.

Oligarşinin bugün en büyük korkusu, devrimci savaşın kitle-selleşmeye başlaması ve tüm ül-keyi sarmasıdır. Bunun rçin per-vasızca mücadele eden, etmek is-teyen tüm devrimci güçlere ve halka saldırmakta tereddüt etme-memektedir. Bu saldırı karşısında sol, demokrat aydın insan hak- ları savunucusu geçinen emper-yalizme ve faşizme karşı olduğu-nu söyleyen sosyalistim diyen herkes halkın yanında yer almak, en azından halkla dayanışma içinde bulunmak zorundadır. Bu-nu yapmayanlar, susanlar halkın devrimci şiddetini eleştirenler, bi-lerek veya bilmeyerek düşmanın safında yer almışlar demektir. Faşizmin saldırılarına karşı

daha çok örgütlenmeliyiz. Fa-şizme karşı olan saldırıların hedefi olan, düzenle çelişkileri olan tüm sınıf ve tabakaları, tüm halkı örgütlemeyi hedeflemeliyiz. Ço-cuklardan kadınlara, yaşlılara, es-naflara herkese gitmeliyiz. Kimi nasıl örgütleyeceğimizi en ince ayrıntılarına kadar düşünmeliyiz. Halkın kendi örgütlülükleri yaratıl-madan, neyin nasıl yapılacağı, nasıl savaşılacağı konusunda hal-kın katılımı sağlanmadan halk ör-gütlenmeleri yaratılamaz, yaratıl-sa da işlevli ve kalıcı olamazlar. Faşist terör karşısında halkın ken-dini nasıl savunacağı bu savun-mada hangi araçları nasıl kullana-cağı, ancak halk komitelerinin, halk meclislerinin örgütlenip geliş-mesiyle netleşirler ve benimsenir-ler. Düşman saldırılarıyla, halkın devrimci potansiyelini dağıtmayı ve sindirmeyi amaçlamaktadır. Bu saldırının önüne geçmek ve düş-manın oyununu bozmanın temel yolu, halkı daha çok örgütlemek ve daha çok savaşa katmaktır. Halk tek bir biçimde düşünen ve her zaman arzu edileni yapan saf bir topluluk değildir. Çok çeşitli düşünceleri, farklı kültürleri taşıdı-ğından buna uygun yaklaşım tarz-larını ve örgütlenme biçimlerini bulmak zorundayız. Halkı örgütle-menin ve eğitmenin onlarca türünü yaratıcı bir şekilde geliştirmeliyiz. Pasif, aktif, kültürel, sportif,

demokratik, silahlı, silahsız, legal, illegal demeden çok çeşitli biçim-lerde örgütlemeliyiz. Faşist saldı-rılar karşısında halkın birliğini sağlayan, moralini yükselten da-yanışmayı geliştiren, gençlerle yaşlılar arasında uyumsuzluğu or-tadan kaldıran yaklaşım tarzları bulmalıyız. Kuşkusuz gençler en dinamik ve daha hızlı örgütlenip savaşa katılan bir kesimdir. Ör-gütlenen gençlik kendi dışlarında kadınları, orta yaşlıları, yaşlıları ve çocukları örgütlemiyorsa, eğit-miyorsa görevlerini yeterince yap mıyor demektir. Geniş halk ke-_ simleri çeşitli zamanlarda kendini feda etmede dahi korku duvarını aşarak düşmanın üzerine yürüyüp kahramanlıklar yaratırken, genel-de düzen içi bir meşruluğu bırak-mak istemez ve bu temelde ken-dini dayatarak mücadeleyi yaşa-dığı deneylerle sınırlandırır. Hal-kın bu özelliği dikkate alınarak dü-zen içi meşruluğu devrimci meş-rulukla yer değiştirecek süreci ya-şamalarını hızlandıracak deneyle-rini yaşayacak, örgütlenmeleri ve taktikleri geliştirmeliyiz.

Gecekondu halkının yaşam so-runları ile ilgilenmek ve bu sorun-ların çözümünün de ancak halkla birlikte olacağının bilincini geliştir-mek için de halk örgütlenmeleri zorunludur. Özellikle İstanbul'un, Ankara'nın İzmir'in Adana'nın ve daha birçok kentin gecekondu halkının yaşam sorunları oldukça yoğun olup, faşist baskılarla birlikte yaşam çekilmez olmuştur. Son

olarak İstanbul, Ankara, Bolu, Düzce, İsparta ve Artvin'deki su baskınları, yaşanan sefalet, ikti-darın seyirciliği ve halkın öfkesi çarpıcıdır. Yoksul gecekondu hal-kımızın yaşam sorunlarını devletin çözmeyeceği kesindir. Elbette-ki halk, devletten hakkı olanı iste-yecektir. Ama, bu hakkı vermeye-ceğini de bilmektedir. Halkın ya-şam sorunları ancak devrimcilerin öncülüğünde kurulan ve tüm halk kesimlerini kapsayan halk komite-leriyle çözülebilir. Bu örgütlenme-ler geliştirilemediğinden halk kendi yoksulluğuyla felaketle baş başa kalmış ve çaresizdir. Oysa en azından gecekondu halkının da-yanışmasını sağlayacak, düşmanın saldırıları ve yaşam sorunları karşısında birlikteliğini gösterecek örgütlenmelerini yaratmak zor değildir. Ne yazık ki, gecekonduların sefaletine devlet ilgisiz kalırken, diğer gecekondular da sel felaketine uğrayan halkı yalnız bırakmıştır. Düşmana, halkın sınıf da-yanışmasını, yoksulların, emekçi-lerin dayanışmasını göstermeliyiz. Bu dayanışma sağlandığında hal-kın çok küçük katkılarıyla önemli güçler birikecek halkın birlikte mü-cadelesinin gelişmesinin önünü açacaktır.

Gecekondular, işsizliğin, yok-sulluğun ve burjuva özlemlerin yaygın olduğu yerlerdir. Bu ne-denle mafya gibi çıkar çevreleri, fuhuş, kumar vb. araçlarla genç erkek ve kızlarımızı düzene çek-meye çalışırlar. Hatta bunlardan

faydalanarak ihbarcı olarak da ör-gütlerler. Çalışarak yaşamını zar zor sürdüren bazı emekçi insanla-rımız, çocuklarının yaşamı için kazandığı parayı kumara yatırır-lar. Faşizm insanları mücadele-den koparmak, mücadeleye kat-mamak için bu tür alışkanlıkları sürekli olarak körüklemektedir. Bu alışkanlıklar karşı devrimci düşün-celerin birer yansıması olup halk gerçeğini dışlayan yabancı dü-şünce ve alışkanlıklardır. Bunun için gecekondularda çıkar çevre-lerine, aracı ve tefecilere, mafya-cılara her türlü tavrı almalıyız. Uyarılarımızı dinlemeyip kendilerini düzeltmezlerse halkın şiddetini karşılarında bulmalıdırlar. Fuhuş yuvalarına, esrar ve eroin mer-kezlerine, kumarhanelere hayat hakkı tanımamalıyız. Hiç kimse halkın namusu, onuru ve ekmek parasıyla oynayarak, "Ekmek pa-rası kazanıyorum" diyemez. Hal-kın mücadelesini engelleyen, halkı yozlaştıran, ihbarcılığı mes-lek edinen tüm kurum ve kişilere halka dönmeleri için ısrarımızı sürdürmeliyiz. Israrımıza rağmen karşı devrimle birleşerek faaliyet-lerine devam edenler devrimci şiddetle etkisiz hale getirilmelidir. Bütün bunları yaparken halkın ka-tılımını sağlamayı ihmal etmeme-liyiz. Halk sorunların nasıl çözüle-ceğini öğrenmelidir. Kadın, çocuk, yaşlı demeden Örgütleyerek karşı devrimci düşünce ve davranış üreten bu kurumları halkla birlikte basıp dağıtmalı, suçlulara halkın devrimci adaleti ölçüleriyle uygun cezalar vemeliyiz.

Ülkemizin her tarafında gece-kondular başta olmak üzere bütün halk kesimleri patlamaya hazır bir volkan gibidir. Halk örgütlenmele-rini süratle geliştirip yetkinleştir-mek zorundayız. Faşizmin şidde-tinden ancak böyle korunabilir ve halkı devrime yöneltebiliriz. Kay-bedilecek bir an dahi yoktur. Düş-man, halk henüz yeterince örgüt-lenmeden vurup dağıtma hesap-ları yapmaktadır. Bu hesabı boz-malıyız. Bütün Parti-Cephe kadro-ları savaşçı ve taraftarları halkın her kesimini, her aileyi her ferdi örgütlemek için gecesini gündü-züne katarak yoğun bir çaba içeri-sinde olmalıdır.Asla yeterlilik duy-gusuna kapılmadan, daha çok ör-güt, daha çok halk örgütlenmesi hedeflemeliyiz. Her türlü halk ha-reketliliğinin önüne geçmek ona devrimci bir içerik vermek ve ikti-dara yönlendirmek görevimizdir.

Başta İstanbul gecekonduları olmak üzere, büyük kentlerin ge-cekonduları devrimci savaşın şid-detlendiği alanlardır. Gecekondu kentleri bir anlamda iç savaş kentleridir. Faşizm, iç savaşa ha-zırlanmaktadır. Bütün gecekon-dular, bütün yoksul kentler bi-zimdir.Bu iç savaşı kazanmak için gecekondu halkını en küçük birimine kadar örgütleyerek gece-konduların birlik ve dayanışma-sını yaratarak düşmanı kent mer-kezlerine hapsetmeliyiz.

Faşizmin saldırılarına karşı daha çokörgütlenmeliyiz. Faşizme karşı olan saldırıların hedefi olan, düzenle çelişkileri olan tüm sınıf ve

tabakaları, tüm halkı örgütlemeyi hedeflemeliyiz. Çocuklardan kadınlara, yaşlılara, esnaflara herkese

gitmeliyiz. Kimi nasıl örgütleyeceğimizi en ince ayrıntılarına kadar düşünmeliyiz. Halkın kendi

örgütlülükleri yaratılmadan, neyin nasıl yapılacağı,nasıl savaşılacağı konusunda halkın katılımı

sağlanmadan halk örgütlenmeleri yaratılamaz, yaratılsa da işlevli ve kalıcı olamazlar. Faşist terör

karşısında halkın kendini nasıl savunacağı bu savunmada hangi araçları nasıl kullanacağı, ancakhalk komitelerinin, halk meclislerinin örgütlenip

gelişmesiyle netleşirler ve benimsenirler.

Gecekondular, işsizliğin, yoksulluğun ve burjuvaözlemlerin yaygın olduğu yerlerdir. Bu nedenle mafyagibi çıkar çevreleri, fuhuş, kumar vb. araçlarla genç

erkek ve kızlarımızı düzene çekmeye çalışırlar. Hatta bunlardan faydalanarak ihbarcı olarak da örgütlerler.

Çalışarak yaşamını zar zor sürdüren bazı emekçi insanlarımız, çocuklarının yaşamı için kazandığı parayı

kumara yatırırlar. Faşizm insanları mücadeleden koparmak, mücadeleye katmamak için bu tür

alışkanlıkları sürekli olarak körüklemektedir. Bu alışkanlıklar karşı devrimci düşüncelerin birer

yansıması olup halk gerçeğini dışlayan yabancı düşünceve alışkanlıklardır. Bunun için gecekondularda çıkar çevrelerine, aracı ve tefecilere, mafyacılara her türlü tavrı almalıyız. Uyarılarımızı dinlemeyip kendilerini

düzeltmezlerse halkın şiddetini karşılarında bulmalıdırlar.

Page 5: İ ş ğ İş ş ğ ş - ozgurluk.infoozgurluk.info/kitaplik/pdf/kurtulus/1995.07.15-zyKurtulus-say001.pdf · ından Partizan Sesi Kur-tuluş bürosunu ziyaret ederek saldırıyı

DEVRİMCİ HALK

KURTULUŞ CEPHESİ HABER BÜLTENİ

Amerikancı Tansu Çiller hükümeti ve fa-şist devletin, işkenceler, cinayetler, katliam-lar, insan kaybetmeler ve herkesin gözü önünde hiçbir yasa ve kurala dayanmadan yapılan infazlar, köy boşaltmalar, sürgünler, sorgusuz sualisz tutuklamalar, ülkemizin so-mut gerçeğidir. Bu gerçek, ne halkımızdan ne de dünya halklarından gizlenemez du-rumdadır. Tansu Çiller hükümeti, ABD'nin ve Türkiye Genelkurmayı'nın elinde sadece bir kukla olup, faşizmin demokrasicilik oyu-nu biçiminde sürdürülmesinin bir figüranıdır.

Halkımıza karşı uygulanan bütün baskılar ve faşist devlet terörünün onlarca biçiminin sorumlusu ABD ve Genelkurmaydır. Çok açık ki, onyıllardır sürdürülen baskı ve terörle, katliamlarla, kontrgerillanın yalan, provokasyon, halkları birbirine kırdırma, şo-venizm kışkırtıcılığıyla, halkların kurtuluş sa-vaşını durduramadığı ve her geçen gün bi-raz daha fazla geliştiği gizlenemez bir ger-çektir.

Genelkurmay'ın yönettiği, planları ABD'den alınmış, gözaltında kaybetmeler, kaçırıp katletmeler, silahlı-silahsız ayrımı yapmadan herkesin görebileceği bir biçim-de, özellikle de propagandası yapılarak ger-çekleştirilen katliamlar, devrimci mücadeleyi engellemek ve halka korku salıp, sindirmek içindir.

Son beş yıldır kaçırmalar, kaybetmeler, katletmeler artarak sürüyor. Resmi rakamla-ra göre 300'ü aşkın insan kaybedildi. Bir kısmının cesetleri bulundu. Katillerin kimliği sır değildir. Yüzlercesinden hala haber yok. Ve her geçen gün, kimsesizler mezarlığına gömülmüş, işkence edilmiş cesetler bulunu-yor. İktidar hiçbir şey açıklamıyor. Katil Devlettir iddialarına bile ciddi cevaplar ver-meden kaybetmeye devam ediyor.

Devlet terörünün doruğa çıktığı uygula-malardan biri de, yüzlerce devrime -yurtse-verin kamuoyunda, burjuva hukukçuların deyimiyle yargısız infaz diye adlandırılan katliamlardır. 1989'da TUZLA katliamıyla başlayan bu terör hareketi, İzmir Karşıya-ka, 12 Temmuz 1991, 17 Nisan 1992, Adana, Ankara, Hasan Paşa Beylerbeyi, Bahçelievier, Bağcılar, Elazığ, Diyarbakır ve daha birçok katliamla süregelmiştir. Bu katliamların sorumlusu olarak halkla adeta alay edilerek bir kısım davalar açılmış, istis-nasız hepsinde katiller aklanmıştır. Amaç açıktır. "Kaybedeceğiz, Katledeceğiz ve Hiç Kimse, Hiçbir Yasa Bunların Önüne Geçe-mez" demek istemektedirler.

Yüz binlerle ifade edilebilecek insanımı-za yapılan işkenceler, on binlerce tutuklu, kentlerin ve köylerin boşalmasını sağlaya-cak ölçüde sürgün politikaları, yüzlerce in-sanımızın kaybedilip katledilmesi, halk kitle-lerinin doğrudan katledilmesi, faşist devlet

terörünün geldiği noktadır. Ülkemizde yasa-ma, yürütme ve yargı denilen organlar yok-tur. Her şey görünüşte ve halkı biraz daha aldatıp oyalamak içindir. Ekonomik, politik bütün ilişkileri belirleyen emperyalizm ve Genelkurmaydır. Cinayetlerin, katliamların, tüm baskıların sorumlusu Genelkurmay'ın yönetiminde ve denetiminde hareket eden resmi ve gayri resmi devletin silahlı güçleri-dir, kontrgerilladır, yargı organlarıdır.

Halkın, hak aramak, suçluların cezalan-dırılmasını istemek, sesini duyurmak gibi en basit, en temel hak ve özgürlükleri dahi yok edilmiştir.

Yıllardır, kayıpların nerede olduğuna iliş-kin kayıp ailelerinin, demokratik örgütlerin yaptığı tüm girişimler hiçbir sonuç vermedi. Devlet, kaybedip kaçırma, katletme terörünü uygulamaya devam etti.

Bir avuç emperyalizmin uşağı hain, halka rağmen pervasızca bu faşist uygulamalara devam edecek, vatanımızı, halkımızı iste-dikleri gibi kullanacak ve halk onlara köle mi olacaktı?

Toplumda her canlı, saldırı karşısında kendini korumak, hak gaspları karşısında her türlü yöntemle hakkını aramak zorunda-dır. Bu gerçek toplumlar tarihi boyunca hiç değişmemiştir. Bu halkın meşru müdafaa hakkıdır. Zalime ve zulme karşı kendini ko-ruma hakkıdır.

İktidar, kaybetmeye ve katletmeye de-vam ettikçe, halkın meşru mücadelesi kaçı-nılmaz olarak gündeme gelir. Gelmek zorun-dadır. Bu meşru hakkı inkar etmek, halkın kendisini, tüm değerlerini inkar etmesidir.

Bugün, Türkiye'de yasalar, mahkemeler, bütün devlet kurumları, her şey faşizmin hiz-metinde olup, emperyalizmin ve işbirlikçileri-nin çıkarı için çalışmakta, halka ise yoksul-luk, zulüm ve işkenceyle yaşam hakkı tanı-mamaktadır.

Halkın yaşam hakkı elinden alınamaz. Yaşamak için, yaşam hakkını savunmak

için savaşmak zorundadır. Halkın savaşı adaletsiz değildir. Halkın

adaleti devrimci adalettir. Her gün halka rağ-men, kaybetmelere, katliamlara devam ederseniz halk da faşist teröre karşı, devrimci şiddetini uygulamaktan çekinmeyecektir.

Kaybeden, kaçıran, katleden devlettir. Bu gerçek biline biline katletmeye devam edildiğinde ve halkın demokratik yollarla hakkını aramak için hiçbir yol bırakılmayın-ca, halkın şiddeti devlete yönelmek zorun-dadır.

Kaybeden, kaçıran, katleden devletin resmi ve gayri resmi güçleri, İktidar partisi DYP ve CHP Bakan ve Milletvekilleri, İktidarın bu politikalarını destekleyen tüm partiler, sermaye kesimleri ve bürok-

ratlardır. Sorumluluğunu yerine getirme-yenler, halka karşı olanlar devrimci şid-detin hedefi olmak durumundadırlar. He-sap vermek zorundadırlar. Halkın adale-tiyle yargılanacaklardır.

Faşist devlet terörünün bizzat uygulayıcı-ları, kiralık katilleri, Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar, Olağanüstü Hal Bölge Valisi Ünal Erkan, istanbul Valisi Hayri Kozakçıoğ-lu, İstanbul Emniyet Müdürü Necdet Menzir gibileridir. Bunlar faşist mafya çetesi olup, kontrgerillanın birinci dereceden temsilcileri-dir. Bütün cinayetlerin, işkencelerin, kaçır-maların, her türlü pis işlerin sorumlusudurlar. Çıkarları için yapmayacakları hiçbir şey yok-tur. Birbirlerini yerler ama, halka ve devrimci-lere karşı hep birliktedirler. Korkularından uyuyamıyorlar, ama halkın kendilerini bağış-lamayacağını bildiklerinden, yaşamlarını ga-rantiye almanın yolunun devrimcileri daha çok katletmekden geçtiğine inanmaktadırlar. Bunun için katletmeye devam ediyorlar.

Gelinen aşamada halkın meşru mücadele hakkı, dişe diş bir savaştır. Şiddete karşı şiddettir.

Devlet, artık bir zulüm makinesidir. Bu zulüm makinesini parçlamak için şiddetten başka yol yoktur. Halkın devrimci iktidarın-dan başka hiçbir alternatif yoktur.

Bu faşist devlete hizmet eden ve faşist devletin yaşaması için parayla halkı katleden, işkence yapan, kaçırıp kaybeden herkes suçludur ve halkın şiddetinin hedefidir.

Denir ki, "...evli, 30 yaşında, bir çocuklu, genç bir polisti... ekmek parası için çalışı-yo-du..." Kontrgerillamn uşağı TV ve basın, halk:n her eyleminden sonra halka zulme-den, kurşun sıkan, katletmekten çekinme-yen devletin yanında, halk düşmanı polisleri acındırıcı göstererek, devrimci şiddetin aley-hinde kamuoyu yaratmaya çalışır.

"...Ekmek parası için..." Bu nasıl ekmek parası ki, halkı katlederek, ırza geçerek, iş-kence yaparak kazanılıyor ve yaşanıyor. Bu yaşam, hayvanların yaşamından bile daha değersiz bir yaşamdır. Kazanılan o para, ekmek parası değil, kiralık katilliğin, işken-ceciliğin parasıdır. "...Evliydi... Çocukları vardı..." Ya katledilen binlerce insanımızın çocukları, eşi yok muydu? Ve bu nasıl eş ki, her gün kadınlarımızın ırzına geçen, işkence yapan, katleden bir katille yaşıyor? Bilerek katilin suç ortaklığını yapıyor. Sonra, devlet o acındırıcı tablolar çizdiği polis eşle-rini ve çocuklarını bir kenara atıyor, sahip çıkmıyor.

Suçlu kim? Suçlu faşist devlettir. Fa-şist devlete para karşılığında hizmet edip halkı katleden polislerdir. Halkın devrimci şiddetinin hedefi olmak istemeyenler,

ekmek parası demagojilerinden vazgeçip milyonlarca insan gibi alın teriyle, alın te-rinin karşılığını isteyerek yaşayabilir.

Devletin zulüm makinesi işlevini gö-ren bütün polisler, bu nedenle halk düş-manı bir konumda olup hedeftirler. Gö-zaltında kaybedilenlerden, kaçırılıp kat-ledilenlerden, katliamlardan sorumludur-lar. Hedef olmak istemiyorlarsa, derhal istifa edip halkın yanında yer almalıdırlar.

Bu nedenle 9 Temmuz 1995 tarihinde Okmeydanı Halide Edip Adıvar Caddesi'nde İBRAHİM YALÇIN SİLAHLI PROPAGAN-DA BİRLİĞİMİZ tarafından Mustafa Güngör adlı polis cezalandırılmış ve halka karşı kul-landığı silaha el konulmuştur.

SORUYORUZ VE İSTİYORUZ Kaçırılıp kaybedilen 300 insanımız

nerede? Ayşenur, Hasan ve Rıdvan'ın katilleri

nerede? 12 Temmuz katliamı gibi onlarca kat-

liamla, yüzlerce insanımızı katleden katil-ler devletin resmi polisleridir. Bu katilleri istiyoruz, yargılayacağız.

Kaybetmeye, katletmeye devam et-tiğiniz sürece katilleri halkın adaletiyle yargılamaya devam edeceğiz.

Halktan yana olanlar, vatanseverler, insanım diyenler;

İktidarın zulmünden, işkencesinden, hap-setmesinden korkarak yaşanamaz. Bu ülke bizim, bu halk bizim, biz halkız diyorsan, bu faşist devletin zulmüne karşı çıkmadan, halkla birlikte savaşmadan yaşamak müm-kün değildir.

Genç kızlarımız, oğullarımız, her yaştan insanımız katledilirken, kaybedilirken, zalimin zulmüne uğramamak için susmak, bu savaşa katılmamak, onursuzca yaşamayı kabul etmek demektir. Zalime boyun eğmek demektir. Başkaları ölsün, ben yaşayayım demektir. Bu binlerce şehidimizin cesetlerine basarak yaşamak demektir.

Böyle yaşayamazsınız. Savaşarak onurumuzu kazanmalıyız.

Herkes savaşabilir. Bu savaşta herkesin yapabileceği bir şey vardır. Zaman geç-miş değil.

Yapabileceğin kadar, gücün yettiği kadar mücadeleye katıl.

Kaçırılıp kaybedilen yüzlerce in-sanımızı bulalım.

Binlerce İnsanımızı katleden ve katlet-meye devam eden katilleri bulup yar-gılayalım.

DEVRİMCİ HALK KURTULUŞ CEPHESİ

TARİH: 9 Temmuz 1995 KAYBEDİLEN, KAÇIRILAN YAKLAŞIK 300 İNSANIMIZI BULMAK İÇİN, KATLEDİLEN YÜZLERCE İNSANIMIZIN KATİLLERİNİ BULMAK İÇİN,

BİRLEŞELİM, MÜCADELE EDELİM HESAP SORALIM! KATİLLERİ YARGILAYALIM!

Page 6: İ ş ğ İş ş ğ ş - ozgurluk.infoozgurluk.info/kitaplik/pdf/kurtulus/1995.07.15-zyKurtulus-say001.pdf · ından Partizan Sesi Kur-tuluş bürosunu ziyaret ederek saldırıyı

Ayşenur'un, Hasan'ın ve Rıdvan'ın katillerini istiyoruz, yargılayacağız. Yeni Demokrasi Hareketi istanbul İl Merkezini işgal eden Devrimci Halk Güçleri bu sloganı haykırdılar. "Kayıp-ları Bulacağız, Katilleri Yargılayaca-ğız" kampanyasını her gün yeni bir eylemle yükselten Devrimci Halk Güç-leri 13 Temmuz günü saat 14.00'de YDH İstanbul il Merkezi'ni işgal eltiler. YDH binasına "Kaybedilen 300 insa-nımız nerede, Ayşenur, Hasan, Rıd-van'ların katillerini istiyoruz, yargılaya-cağız-Devrimci Halk Güçleri" pankar-tını asan devrimciler kapıya barikat kurdular. İçeride bulunan Yeni De-mokrasi Hareketi İstanbul il Başkanı İbrahim Betil ve 15 YDH'iiye eylemle-rinin amacını anlatan devrimciler kim-seye zarar vermeyeceklerini söyleye-rek içeridekileri sakinleşirdiler. Sık sık balkona çıkarak "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür", "Susma, Sustukça Sıra Sana Gelecek", "Katilleri İstiyoruz Yargılayacağız", "Gözaltında Kayıplara Son", sloganları atan devrimciler dışa-rıdaki halka eylemlerinin amacını anlattı-lar.

Gazetemizi arayan devrimcilerden biri "Ben Devrimci Halk Kurtuluş Cephest-Devrimci Halk Güçleri adına arıyorum. Gözaltında kayıp, işkence ve infazları protesto etmek için Yeni Demokrasi Ha-reketi İstanbul İl Merkezi'ni işgal ettik" dedi.

Bu sırada dışarıda bulunan YDH İs-tanbul İl Başkan Yardımcısı İsmail Ak-gün kapıdan geri çevrildikten sonra ga-zetecilere şunları söyledi. 'İçeride 10 eylemci ve 7-8 partili var. Kapıda barikat kurmuşlar, onun için içeri giremedim. İs-teklerinin ne olduğunu anlayana kadar müdahale istemiyoruz". Bir süre sonra

binanın etrafı polis tarafından kuşatılarak polis sayısı giderek artmaya başladı. Gümüşsuyu Caddesi'rtde bulunan YDH İl Başkanlığı penceresine çıkan bir devrimci elindeki metni okuyarak eyle-min amacını anlattı: "Ülkemizde son yıl-larda artarak süren gözaltı ve kayıplar ve katliamlar artık çok sıradan, gündelik olaylar haline geldi. Ancak kaybeden ve yok eden faşist TC aslında kendi yok oluşunu imzalıyor gün be gün. Çok değil kısa bir sıra önce Ayşenur, Hasan, Rıd-van'lar gözaltına alınıp katledildiler. Yüz-lerce insanın da kayıp olduğu biliniyor. 12 Temmuz, 16-17 Nisan, Bağcılar, Sul-tançiftliği, Ankara, Perpa, Beşiktaş, Batı-kent katliamlarıyla devlet infazlara yeni-lerini eklemeye devam ediyor. Bütün dünya ve Türkiye kamuoyuna şunu belir-

telim ki katilleri bulacağız ve yargılayacağız." Bu metni okuduktan sonra 12 Temmuz katilamına katılan işkencecilerin İsimlerini tek tek sayan İşgalciler isimleri saydıktan sonra "Katilleri Bulacağız, Yargılayacağız" diye slogan attılar. Daha sonra "Yaşasın Özgürlük Savaşçıları", "Özgürlük Savaşçıları Ölümsüzdür", "Yaşasın 12 Temmuz Sa-vaşçıları", "Gözaltında Ka-yıpların Hesabını Soracağız" sloganlarını atan devrimciler, işgali sürdürürken dışarıda polis yığınağı gi- derek artıyordu. Dışarıda sivil giyimli birinin bozkurt işareti yaparak, ahlaksızca

küfür etmesi üzerine sivil polislerden biri "Senin burada amirlerin var, ne yapıyor-sun, bit molotof sallarsa hepimizi yakar" deyince anlaşıldı ki küfür eden de polis. Bir süre sonra basın uzaklaştırılarak

radde baştan başa boşaltıldı. Sivil poli-sin biri "Yaşasın Türkiye diye bağırsana-nıza, bunlar yasadışı" diye halkı kışkırt-maya çalıştıysa da bir sonuç alamadı, halktan hiçbir ses çıkmadı. Polis sürekli olarak halkı binanın uzağında tutmaya çalışıyor, aralarından sivil giyimli olan polisler bağıra çağıra konuşarak çevre-deki halkı devrimcilere karşı şartlandır-maya çalışıyorlardı. Ancak bu çabaları pek fazla sonuç vermedi. Eylemin kayıp-lara, işkence ve katliamlara karşı yapıldı-ğını öğrenen halk eylemin sonucunu il-giyle izliyordu.

Polis şeflerinden Hüseyin Kocadağ'ın gelmesiyle birlikte saldırı hazırlıklarını yoğunlaştıran işkenceciler her zamanki gibi bir süre "şefkat" gösterisi yaptılar. Ancak biraz sonra saldırıya geçtiklerinde bütün vahşilikleri bir çırpıda açığa çıktı. İçerideki 10 kişiye karşı yüzlerce polis yı-ğılmış, gaz bombalarının atılmasıyla sal-dırı başlamıştı. Gaz bombalarından etraf duman içinde kalırken, bina içinden slo-gan sesleri geliyordu. YDH binasının ne-redeyse bütün camlarını kırarak içeriye dalan işkencecilerin dördü beşi birden tuttukları devrimcileri vahşice döverek dı-şarıya çıkardılar. Balkona çıkarılan bir bayan işgalci balkonda boğulurcasına tu-tulurken aşağıdaki işkenceciler "At aşa-ğıya at" diye bağırıyorlardı. İşgalcileri yerlerde sürükleyerek dışarı çıkardıktan sonra da dövmeye devam eden işkence-ciler iğrenç küfürler savuruyorlardı. iş-galciler bu şekilde tek tek çıkarılarak otobüslere bindirildiler. Gözaltına alınan Arzu Bulut, Ali Değerli, Bülent Güzel, Gülsare Akkuş, Mahir Karaçam, Aşur Pakcan, Tekin İme, Barış Arslan, Fikret

Korkmaz Vatan Caddesi'ndeki işkence merkezi Terörle Mücadele Şubesi'ne gö-türüldüler. Dışarı çıkan YDH İl Yönetim Kurulu Üyesi Enver Sezgin polisin İzinsiz müda-hale ettiğini söylüyordu. "Polis bizi

dinlemeden saldırdı ve İbrahim Be-til'in yaralanmasına sebep oldular. Biz eylemcileri molotofları kullanma-maları için ikna etmiştik, polis izinsiz müdahale etti. Biz il yöneticileri oldu-ğumuz halde üzerimize bombalar atıldı." diyen Sezgin'e rağmen YDH Genel Başkanı Cem Boyner hasta-neye kaldırılan İbrahim Betili ziyaret ettiğinde şunları söyleyecekti: "Poli-sin yaptığı doğrudur. İçerideki arka-daşlarımızı onların insafına bıraka-mazdık. " İşte Boyner'in Yeni

Demokrasisi: İşkence, Katliam,

Kayıp! Devrimci halk muhalefetin giderek

yükseldiği ve siyasi iktidarın krizinin derinleştiği her dönemki bu kriz artık günlük olarak yaşanıyor, egemenler yeni imajlarla, özü aynı süsü değişik

yeni maskelerle halkın karşısına çıkarlar.Halka sunulacak politikaların ama gerçekte sahte umutların, yalan va-atlerin işlevini yitirdiği, gösterilen ikiyüz-lülüğün ipliğinin pazara çıktığı dönemler, egemenlerin yeni arayışlarının dönemi- dir. Amaç kendileriyle çelişme pahasına demokrasi insan hakları, özgürlük mas-kesini yeni sözler, yeni söylevlerle giyip iktidarlarını biraz daha sürdürmektir.

İşte Cem Boyner ve partisi Yeni De-mokrasi Hareketi böylesi bir dönemde si-yasi arenaya sürülmüştü. Tıpkı bir za-manların Menderes'i, Demirel'i, Ecevit'i, 80 sonrasının yeni imajıyla tekrar Demi-rel'i, Çiller'i ve onların şahsında partileri gibi. Nerede bir adaletsizlik, anti-demok-ratik uygulama varsa Boyner orada. Hat-ta faşizmin yasalarına, hukukuna ters düşen hakkında soruşturma açılacak, mahkemelerinde ifade verecek kadar de-mokratik Boyner. Sivil çözümü her fırsatta dile getiriyor, MGK hükümlerine yüreklice (!) karşı çıkıyor, Kürt halkına özgürlük vaadediyordu; tıpkı bir zamanlar di-ğerlerinin söyledikleri gibi. Kimi eski Marksist artıklarını bile partisinin içine çekecek kadar demokrat ve özgürlük-çüydü Boyner.

Ama nereye kadar? Sahte yüzlerin, makyajların Ömrü ne kadardır? Devrimci Halk Güçlerinin YDH binasında gerçek-leştirdikleri işgal eylemi Boyner balonunu çabuk söndürdü. Üstelik iktidara bile ge-lemeden. Kuşkusuz devrimcilerle bu ka-dar açık yüz yüze gelmemişti Boyner. Önündeki seçenek çok netti, idare ede-bilecek, ortalama söylemlerle geçiştire-cek bir durum söz konusu değildi. Çünkü eylemde çok netti. Devletin, yıllardır

Ayşenur, Hasan ve Rıdvan'ın

katilleri nerede?

Kaybedilen 300 insanımız nerede? İnfazları bizzat yapan katiller kim?

Page 7: İ ş ğ İş ş ğ ş - ozgurluk.infoozgurluk.info/kitaplik/pdf/kurtulus/1995.07.15-zyKurtulus-say001.pdf · ından Partizan Sesi Kur-tuluş bürosunu ziyaret ederek saldırıyı

kontrgerilla hukukunu işlettiği politikaları sonucu evlerde, sokaklarda katledilen, Türkiye ve Kürdistan'da kaçırılıp kaybedi-len insanların katillerini istiyor ve "yargıla-yacağız" diyorlardı. Tavizsizdiler. Böylesi bir durumda Boyner ya tıpkı oturduğu yer-den bugüne kadar yaptığı şovu, yani sahte söylemini tekrarlayacak; Devrimci Halk Güçlerinin taleplerini ve nedenlerini onay-layarak eyleme destek verecek ya da dı-şarıda kudurmuşçasına bekleyen faşist polisin azgın saldırısına onay verecekti. Oysa eylemcilerin talepleri, bugün burjuva demokrasisini savunanların bile talepleri olmalıydı. Ama Türkiye ve Kürdistan ger-çeğinin emperyalizmin yeni sömürgecilik gerçeğinin bu taleplere bile tahammülü-nün olmadığı on yıllardır izlediği politika-larla ortada demokrasi, insan hakları; fa-şizmin yasalarında ancak sahte, ikiyüzlü söylemlerde vardır. Uluslararası emperya-lizmin ve yerli işbirlikçilerinin çıkarları de-mokratik politakalara terstir.

Boyner kuşkusuz kolay karar vermedi. Çok sıkıntı çektiği ortada. Çünkü tüm iki-yüzlülüğü ortaya çıkacaktı. Ama başka ça-resi yoklu. Ve polisi devrimcilerin üzerine saldı. Bu saldırıyı sonrasında verdiği de-meçle onayladı. Kısaca maske düştü. Devrimciler Boyner'in maskesini düşürdü. Şimdiye kadar anlattığı demokrasi, insan hakları söylemlerinin masal olduğu ortaya Çıktı. Yeni Demokrasi Hareketi'nin "yeni Amerikancı parti" olduğu, faşizmin yeni partisi olduğu daha somut olarak ortaya çıktı. Boyner bu kararıyla burjuva demok-rasisini bile savunamadı. Tersine bu so-mut, herkesin kabul edebileceği taleplerle yapılan eyleme saldırı ii vererek ABD ve faşizme kendini kanıtladı.

Oysa İşgal sırasında içe-ride bulunan 15 YDH'linin bizzat kendi söylemleri Boy-ner'in dışarıdan söylemiyle hiç de uyuşmuyordu. Kendi-lerine karşı hiçbir zor kulla-nılmamış, kimse rehin alın-mamış, hiçbir yere zarar ve-rilmemişti. Kendilerine in-sanca davranılmış ve talepleri, işgal nedenleri açıklanmıştı. Siyasi iktidarın bugüne kadar terörist diye nitelendirdiği devrimcilerle yüz yüze gelmişlerdi. Karşılığında polisin vahşetini de yaşamışlardı. Boyner'in saldırı emri sonunda kendi canlarının bile hiçe sayıldığı faşizmi görmüşlerdi. Şimdi onların önünde de 2 seçenek vardı.

Eğer faşizme karşıysalar, kayıplara, katliamlara, İşken-celere, İnfazlara onay vermi-yorlarsa; eğer birazcık onurları ve namusları varsa faşizme ve Boyner'e boyun eğmemelidirler. Bu durumda sessiz kalmayıp Boyner'in faşist partisinden istifa etmeli ve faşizmin bekası adına kendi canlarını bile tehlikeye atan yeni partisi YDH'nin ve Boyner'in gerçek yüzünü halka açıklamalıdırlar. İkinci seçenek ise onursuzluğun,, ahlaksızlığın, faşizme ve Boyner'e boyun eğmenin di-ğer adıdır; Susmak, olanları gizlemek, ağız değiştirmek, kayıpları, kaçırılıp katledil-meleri onaylamaktır.

Karar nettir, ya halkın ya-nında yer alacaksın, ya da faşist devletin.

Bugüne kadar; kaybedilen kaçırılarak katledilen 300 insanın nerede olduğunu ve suçluların teslim edilmesini İsteyen Devrimci Halk Güçlerinin eylemleri sürü-yor.

13 Temmuz günü İstanbul Gümûşsu-yu'ndaki Yeni Demokrasi Hareketi il merkezini işgal eden Devrimci Halk Güçleri, bîr gün sonra İstanbul'da Tarihi Galata Kulesi'ni işgal ettiler.

Saat 13.451e Galata kulesinin en üst katında bulunan restorant kısmına çıkan Devrimci Halk Güçleri içeride bulunun 28 kişilik yerli ve yabancı turistlere ey-lemlerinin amacını açıkladılar. Eylemci-ler, eylemlerinin gözaltında kaybedilen-lerin, kaçırılıp katledilenlerin akıbetlerini sorduklarını, bunların katillerinin teslim edilmesini istediklerini belirttiler. Eylem-ciler, İçeride bulunanlara hiçbir zarar vermeyeceklerini özellikle belirterek sa-kin olmalarını istediler. Bir yandan da kuleden aşağıya inen kapıya barikat ku-rarak, kuleden aşağıya İki büyük pankart astılar. İngilizce ve Türkçe yazılı ve Dev-rimci Halk Güçleri imzasını taşıyan pan-kartlar da "Yüzlerce masum insanın in-fazını yapan katiller katliama devam ediyor. Katilleri bulacağız" yazıyordu.

Pankartları kuleden aşağıya sarkıta-rak asan, kapıya barikat kuran telefonla eylemlerini basın TV ve diğer kurumlara

bildiren Devrimci Halk Güçlerinin kuleyi işgal ettiğini öğrenen İstanbul polisi kule çevresine güç yığmaya başladı. Yüzlerce çevik kuvvet ve özel tim polisiyle kule çevresini adeta işgal eden polis kule çevresindeki tüm giriş ve çıkışları tuttu.

Bu kez polisin işi hiç de kolay değildi. Çünkü operasyon yeri kulenin en üst katıydı. Bir gün önceki YDH eylemine karşı giriştikleri operasyonu bile yüzüne gözüne bulaştıran TV kanallarına "İstanbul polisi gaz maskesi takmasını bilmiyor, polisin bu sertliği neden* dedir-ten 60 milyonun TV'lerden duyacağı şe-kilde en adice küfürleri savuran, dışarı çıkarılan devrimciler için "Öldürün kala-balıkta kim yurduya gider" diye bağıran katiller sürüsünün önünde bu kez kule engeli de vardı. Kulede pankartları dalgalanan, bari-katlarını kurmuş ve ellerindeki molotofla-nyla sloganlarını haykıran Devrimci Halk Güçleri karşısında saatler geçtikçe aciz-leşiyordu polis. İşkenceci polis şefi Hüseyin Kocadağ'ın yönetiminde hareket eden işkence ci katiller

sürüsü, bir ara helikop terle yukarıdan kuleye halatlar atıp operasyon başlatmak is-tedilerse bu projeleri başarı-sızlıkla sonuçlandı.

Eylemi sürdüren Devrimci Halk Güçleri bir yandan dışa-rıyla telefon görüşmelerini sür-dürerek eylemlerinin amacını, anlatırken, diğer yandan içeri-dekilerle diyaoglarını sürdürü-yorlardı. Eylemleri hakkında içeride bulunanları daha geniş bilgilendirmeye çalışıp, propa-gandalarını yapıyorlardı.

Öte yandan polisle de pa-zarlık tüm hızıyla sürüyordu. Polis adeta yalvarırcasına ey-lemden vazgeçmeleri halinde işkence yapmayacaklarına dair yeminler ediyordu.

Daha bir gün önce YDH il merkezinde yaşananları göz-leriyle görmüşlerdi. Nitekim eylem sırasında içeri aldıkları bir TV kameramanıyla konu-şan bir eylemci "Dün YDH'yi işgal eden arkadaşlarımız hunharca bir şekilde götürül-düler. Polisin bu tutumunu kı-nıyoruz. Gözaltına alınan ar-kadaşlarımızın derhal serbest bırakılmasını istiyoruz. Burada bulunan insanlara hiçbir zarar vermeyeceğiz." diye konuştu.

Saatler süren eylemde yeterli kamuoyunun oluştuğu nu gören eylemciler gözaltına alınmama koşuluyla eylemi bi- tirebileceklerini, bu konuda da Çağdaş Hukukçular Derneği ve Halkın Hukuk Bürosu'ndan avukatların gelmesini

isteyerek polise güvenmediklerini ısrarla belirtiyorlardı. Bu taleplerini gazetemiz merkez bürosuyla konuşunken de belirt-tiler.

Eylem sırasında içeriye girmelerine izin verilenlerden İnter Star muhabirine bir restaurant müşterisi genç şöyle ko-nuştu "Bize hiçbir şey yapmadılar. Ey-lemlerinin amacını hem bize hem ya-bancı turistlere açıkladılar. Gözaltına alı-nan arkadaşlarının serbest bırakılmasını istiyorlar." İçeride tutulan yerli ve yaban-cılarla iyi diyalog kuran, onlara kolonya ikram eden Devrimci Halk Güçleri, ey-lemlerinin esas olarak devlete karşı ol-duğunu bir kez daha gösterdiler. Çünkü onların halka zarar veren hiçbir eylemi-ne bugüne kadar rastlanmamıştı. Zaten içeride bulunanların "bize çok iyi davran-dılar" demeleri de bunun en iyi kanıtıdır.

İşgal eylemini sürdüren Devrimci Halk Güçleri 3 saat süren eylemlerinden sonra ne restorant çalışanlarına, ne ya-bancı turistlere, ne de tarihi Galata kule-si'ne hiçbir zarar gelmemesi için eylemi bitirdiler.

Ama hiçbir zaman sözüne güvenil-meyen polis eylemi bitiren eylemcileri iş-kence merkezlerine götürerek işkence-lerine devam ederek gösterdi.

Page 8: İ ş ğ İş ş ğ ş - ozgurluk.infoozgurluk.info/kitaplik/pdf/kurtulus/1995.07.15-zyKurtulus-say001.pdf · ından Partizan Sesi Kur-tuluş bürosunu ziyaret ederek saldırıyı

Katiller Nahit Menteşe, Hayrı Kozak- çıoğlu, Necdet Menzir, Adem Albayrak, Metin Gündoğan, Hamdi Özata, Hasan Yavuz, İsa Bostan, Süleyman Memişçi, Sedat Özenir, Hayrullah Şişman, Ali Do-ğan, Metin Çakmaz, Yakup Murat, İbra-him Serdar, Orhan Durmuş, Mehmet Türk, Mustafa Keleş, Uğur Duran, Sel-çuk Biçer, Ali Ulukaş, Ahmet Türkmen, Yetkin Korkut...

Gazi ayaklanması sırasında, halkın üzerine ateş açıp insanları katledip yara-layan, coplarla kalaslarla, döven yüzler-ce polisten 20'si hakkında dav açıldı. Po-lise emir veren, bu katliamların baş so-rumlularından olan, İçişleri Bakanı Nahit Menteşe, Vali Hayri Kozakçıoğlu ve Em-niyet Müdürü Necdet Menzir hakkında çeşitli yasal kılıflarla, dava açılmıyor. İddianameyi Eyüp Cumhuriyet Sav-

cısı M. Ural Büyükdinçer hazırlamış, savcı iddanamesinde 20 polisi sanık ola-rak yazmış, fakat iddianamede asıl suç-lunun, olayları abartan TV kurumları ve Alevi vatandaşları tahrik eden devrimci-ler olduğunu anlatıyor. Evet, savcı katil polisleri aklama çalışıyor. Ama halktan korktuğu için bunu gizlice yapmaya çalı-şıyor. TCK'nın 49. maddesinin uygulan-masını İstiyor. Bu meşhur madde nedir? Biz açıklayalım: Bugüne kadar bütün in-faz davalarında polislerin aklanmasında İlaç gibi gelen kurtarıcı maddedir. Kısaca anlamı şu: "Polise ateş açıldı, polis de vurdu" anlamına geliyor. Kanun maddesi gibi görünen meşhur maddenin en açık tarifi bu. Bu madde öyle çok işe yarıyor ki, artık hakimler iddianamede gördü mü şöyle bir rahatlıyor. artık delilleri de araş-tırmıyor. Davacıların bütün taleplerini reddediyor. Ve bu maddeye sığınarak "Beraat" kararı veriyor.

Burjuva hukuku da olsa bu madde elbette ki böyle davranılmasını gerektirmiyor. Ama halkların bir safta, ser-maye ve bekçilerinin de öbür safta yer aldığı ve safların iyice netleştiği günümüzde elbette ki oligarşinin "hakimleri" görevlerini iyi yapıyor-lar. Ve sermayeye ne kadar sadık olduklarını ortaya koyuyorlar. İddianame katilleri

aklayan Tuzla Davası, 12 Temmuz davası vb.nin iddianamelerinin tamamen aynısıdır. An- . cak ne yazık ki, savcı ne kadar da gerçek ka-tilleri gizlemeye çalışsa da elbette ki becereme-miş. Zira gerçekleri ya-lan ve karalamalarla çarpıtmak inandırıcı ol-muyor. Savcı suçu medya ve "kışkırtıcı" devrimcilere yıkmaya çalışmıştır. Durduk yere halkın üzerine pan-zerden ateş açan polis-lerin suçunu gizlemek için ise polisin teknik yetersizliğinden bahse-derek, aslında polisin ve şeflerinin ne kadar iyi niyetli olduğunu ispat

telaşına düşmüştür. Savcının bu telaşı elbette ki boşuna. Halklarımızı katilleri ve savunucularını çok iyi tanıyor. Oligarşinin adaletinin güvenilmezliği konusunda kafası net. Savcı bu gayretiyle ancak kendisini kandırıyor. Savcının İddia ettiği gibi polisin ne teknik yetersizliği ne de eğitim eksikliği vardır. Aksine polis düzeni daha iyi beklemek ve halkı katletmek için son derece eğitimli ve her silaha sahiptir.

Savcı katilleri aklamak niyetinde. O kadar ileri gidiyor ki iki yüz yıla yakın ce-za istediği Adem Albayrak için dahi tu-tuklama talep etmiyor. Bir mitingden gö-zaltına alınan insanların dahi tutuklan-dığı ülkemizde 17 kişiyi herkesin gözü önünde öldüren katillerden hiçbirisine tu-tuklama dahi istenmiyor. Halk ve düş-manları arasındaki saflar bu kadar açık bir şekilde netleşiyor.

Halkın en demokratik taleplerine dahi silahla saldıran polisler katliam yapıyor, bu devletin savcısı polisi aklamak için id-dianame hazırlıyor. Sonra mahkemede göstermelik bir yargılama yapılacak ve sonuçta katiller beraat ettirilmeye çalışı lacak. Bu senaryolarla halkı kandıraca ğını sananlar aldanıyor. Bu uygulamala-rın olduğu ülkemizde, halk katilleri kendi adaleti ile cezalandırdığında hiç kimse polisler öldürülüyor diye feryat etmesin. Halk kendi katillerinin düzen mahkemelerinde aklanmasını seyre-derek yetinmeyecek ve kendi adaletini uygulayacaktır.

Düzenin ayyaş bekçilerini aklamak için didinen savcı ve hakimler kendine gelmelidir. Hukukçu kimliklerini unutma-malıdırlar. Bu tutumlarına devam ettikleri takdirde; katillerin yardakçılığına soyu-nan bu sözde hukukçular da halkın ada-

karılan Sevgi Tağaç, Erdinç Tağaç, Evrim Sarısaltıkoğlu, Cihan Kırmızıgül, Mehmet Akbaba, Hasan Polat, Haydar Tüzün, Suna Yaşar, Mehmet Kırmızıgül, Zeynep Aytemur ve Kazım Koç üzere toplam 11 kişi tutuklu bulunuyor. İstanbul polisi bu komplo operasyonu sürdürmek için Hasan Ocak'ı da gözaltında fütursuzca katletmişti.

DGM'deki davanın ilk duruşmasın. 7.1995 günü İstanbul 1 Nolu DGM salo-nunda yapıldı. Duruşmayı geniş bir halk kesimi izledi. Davayı izlemeye gelen halkın çoğunluğu ise duruşma salonuna alınmadı. Devrimci tutsaklar savunmalarında, Gazi ayaklanması sırasında olay yerinde olduklarını, kendi ifadeleriyle, "başkaldırıya katılmaktan onur duyduklarını" açıkladılar. Duruşma esnasında, Gazi şehitleri için bir dakikalık saygı duruşu yapıldı. Her zamanki gibi, işkenceli tutanakların dışında hiçbir delil olmamasına rağmen DGM gene tahliye vermedi.

Bu komplo dava ile faturanın devrimcilere çıkarılması çabası boşuna, halkımız gerçek suçluları çok iyi tanıyor.

ÇAĞRI Gazi'de halkı katleden polisler hakkında açılan davanın göstermelik olduğunun ortaya çıkması üzerine bir araya gelen Gazi şehitlerinin

aileleri 16 Temmuz 1995 günü saat 11.00'de Gazi Cemevi 'nde bir basın toplantısı düzenleme karan aldılar. Bir katil polis hakkında^OO yıla varan ceza talep edilmesine r ağmen tutuklanmasına dahi gerek görülmemesini sahtekarlık olarak değerlendiren şehit aileleri yakınlarını katledenlerin ellerini kollarını sallayarak dolaşmalarına sessiz kalmayacaklarını vurguluyorlar Adalet isteyen hiç kimsenin bu komediye sessiz kalmaması gerektiğini dile getiren aileler tüm emekçileri, yoksul gecekondu halkını ve devrimcileri 16 Temmuz 1955 günü saat ll.00'de Gazi Cemevi'nde kendilerine güç vermeye çağırıyorlar. Bu çağrıya ses vermek tutsak ailelerinin bu çığlığını büyütmek boynumuzun borcudur. Tüm okurlarımızı, adalet, eşitlik ve özgürlük isteyen tüm emekçileri 16 Temmuz Pazar günü Gazİ'ye çağırıyoruz. Katillerin halkın yargısından, adaletinden kaçırılıp korunmasına izin vermeyeceğiz.

Basın Toplantısı Daveti Gaziosmanpaşa ve Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığının Gazi'de

katledilen çocuklarımız, eşlerimizin katili 20 polis hakkında açtığı dava İte ilgili olarak avukatlarımızla birlikte basın toplantısı düzenliyoruz.

Bir polise 200 yıla varan cezalar istenmesine karşın katilin dahî halen serbest olması davanın "samimiyetini" göstermektedir Konuyla ilgili olarak yapacağımız geniş açıklama için ilgi vt desteğinizi bekliyoruz

Toplantı yeri ve saati: Gazi Cemevi, 16 Temmuz 199S Pazar günü saat 11.00 Gazi Şehitleri Aileleri adına Cemal Poyraz Ergün Engin Aslan Bingöl Mukaddes Gündüz Mustafa Tunç İrtibat Tel: Çiçek Yıldırım Gazi Cemevi 536 54 54 Celal Sevinç Kurtuluş G. 518 84 17-518 68 57 Hüseyin Kopal Halkın Hukuk Bürosu: 531 73 97 Turan Yıldırım 631 36 94

Katilleri biz yargılayacağız letinden paylarına düşeni alacaklardır.

Devlet Gazi'deki katliamını devrimci-lere yıkmak için 4 aydır sürdürdüğü ça-basını yeni bir halka ile sürdürüyor İstanbul polisi 4 aydır telaş içinde

komplo peşindeydi- Bunun için her yaka-ladığını "Gazi provokatörü" diye basına çıkarıyordu. Bu amaçla Halkın Gücü ga-zetesi basıldı, içeride bulunan üç kişi Metin Yıldız, Baki Düzgün ve İlhamı Ka-rakoç DHKP-C üyesi olmak ve "Gazi provokatörü" olmak iddiasıyla tutuklandı. Ancak ne yazık ki komplo İnandırıcı ol-madı. Tutsaklar ilk celsede tahliye edil-mek zorunda kalındı. Telaşı dinmeyen Menzir ve çetesi öyle çaresiz kaldılar ki Zeytinburnu'nda Gazi ayaklanması sıra-sında başka nedenle gözaltına alınmış olan Orhan Özen ve 10 arkadaşın* da "DHKP-C üyesi, Gazi provokatörü" ola-rak basına açıkladılar. Ne yazık ki bu komplo da tutmadı. Bu davadan şimdi yalnızca iki kişi tutuklu.

Aynı süreçte benzer şekilde MLKP-K üyesi Gazi provokatörleri diye basına çı-

Page 9: İ ş ğ İş ş ğ ş - ozgurluk.infoozgurluk.info/kitaplik/pdf/kurtulus/1995.07.15-zyKurtulus-say001.pdf · ından Partizan Sesi Kur-tuluş bürosunu ziyaret ederek saldırıyı

Bir faşist ihbarcı cezalandırıldı Devrimci Halk Kurtulup Cephesi

Basın Bürosu'nun 8 Temmuz 1995 tarihli, 2 sayılı açıklamasını yayınlı-yoruz. Faşizm, gecekondulardaki yoksulluğu,

süregelen adaletsizlikleri ve bunun sonucu oluşan halkın devrimci potansiyelini kontrol altında tutabilmek, etkisiz hale getirebilmek için katliamlar, çeşitli baskılar, gözaltı ve tu-tuklamaların yanı sıra, ihbarcılık şebekeleri örgütlemektedir. Bu ihbarcılar özellikle faşist MHP ve gerici Refah Partili insanlardan oluşmakla birlikte, henüz halk gerçeğinin (ar-kına varmamış, bu düzende başkalarını sa-tarak, rahat bir yaşam süreceğini sanan in-sanlardan da oluşmaktadır. Bunlar genellikle para, kadın, içki düşkünü zayıt kişilikli unsur-lardır. Polis bu tür insanları bularak çeşitli vaatlerle ihbarcılık yaptırabilmektedir.

Küçükarmutlu faşizme rağmen onuru ve namusuyla yaşamak isteyen halkımızın ve devrimcilerin emeği ite inşa edilmiş, her şe-yiyle kendi eseridir. Ve bu nedenledir ki, Kü-çükarmutlu halkı devletin ne olup olmadığını kendi yaşamı içerisinde görmüş, tanımış, kurtuluşun nerede ve nasıl olacağının farkı-na varmıştır. Faşist devlet Küçükarmutlu halkının kendisiyle barışık olmadığını gördü-ğünde tüm şiddetiyle halkın üzerine gitmiş, defalarca evlerini başlarına yıkmış, HÜSNÜ İŞERİ'yi katletmiş, yüzlerce insanı yara-lamış, gözaltına almış, işkence yapmış ama halkın onurlu yaşam kavgasını engelleye-memiştir.

Son süreçte oligarşi içerisine düştüğü ça-resizliğin sonucu olarak, gecekondu halkı başta olmak üzere, düzene karşı çıkan, onursuzca yaşamak istemeyen herkese karşı savaş açmıştır. Öyle ki, nerede bir grev, direniş, gösteri ve hak alma hareketi varsa, orada polisin vahşetini, zulmünü gör-mek mümkündür.

Son olarak da binlerce polisin panzerler ve helikopter eşliğinde Küçükarmutlu halkına saldırmaları sonuç alamayacakları bir gözdağı ve yıldırma hareketinden başka bir şey değildir. Faşizm, kitleselleşen barikat savaşlarına dönüşen savaşımızı engelleye-meyeceğini bilmektedir. Daha çok baskı ve terör uygulayacağı kesindir. Ama, her baskı, katliam ve işkence halk hareketinin biraz daha gelişmesini ve güçlenmesini getirecektir. Her şey çok açıktır. Beş yıl önce Küçükar-mutlu'ya defalarca saldırdılar. HÜSNÜ İŞE-Rİ'yi katlettiler. Genç, yaşlı, kadın demeden yüzlerce insanı gözaltına aldılar, işkence yaptılar. Panzerlerle 6-7 yaşındaki çocukları-mızı ezdiler. Neredeyse her evin başına po-lis koyarak işgal ettiler. Amaç, halkı sindir-mek, namuslu ve onurlu yaşam kavgasın-dan vazgeçirtmekti. Halk kavgaya devam et-ti. Yolundan dönmedi. Bugün, daha büyük bir şiddetle saldırıyorlar. Halk da faşist şid-detin karşısına kendi meşru şiddet araçlarıy-la çıkıyor. Barikat savaşlarıyla çıkıyor. Şid-det, şiddeti doğuracaktır. Şiddeti başlatan faşist devlettir, bu faşist terör karşısında hal-kın her türlü aracı kullanarak kendini savun-ması en meşru hakkıdır.

Faşist devlet, sadece kendi düzenini ko-rumak için herkesi kullanmaktadır. İhbarcılık da bunlardan biridir. İşte dün, gerici faşist bi-ri SİBEL'i ihbar etti. Cezalandırıldı. İhbarcı, ne holding sahibiydi, ne de bu düzenin sür-mesinden büyük çıkarları vardı. Devlet al-datmış, kullanmış ve yaşamını tehlikeye sokmuştu. Çocukları, eşi yalnız kalmıştı. Yoksuldu. Ne faşist MHP ve gerici Refah, ne de devlet oların geleceğini garantiye ala-mazdı. Kullanıp bir kenara atmak faşist dev-letin karakteriydi. Şimdi Küçükarmutlu'daki ihbarcının yakınlarını da aynı son bekliyor. Oligarşi, halkı aldatarak, halka yabancılaştı-rarak insanları kullanıyor ve ölümlerine ne-den oluyor.

ihbarcıları sınıfsal kökenleri ne olursa ol-sun cezalandırmak zorundayız. Çünkü fa-şizm adına hareket etmekte, onlardan emir ve talimat almakta, halkı ve devrimcileri ih-bar etmekte, ölümlerine, tutsak düşmelerine neden olmakta ve devrimci savaşımızı en-gellemeye çalışmaktadırlar.

ihbarcıların sınıfsal konumları göz önüne alınarak, faşizmle işbirliğine son vermeleri, halk saflarında yer almaları için defalarca uyarı yaparız. Buna rağmen işbirliğine de-vam ederlerse cezalandırmaktan başka bir yol kalmaz. Ramazan Çelik'e bu uyarılar de-falarca yapılmış, ama o her uyarıdan sonra işbirliğinde daha da pervasızlaşarak, halka karşı konumunu sürdürmüştür. Ramazan Çelik, bölgede faşist MHPYıin örgütlenmesi-ni yapmak, halkın arazisini satmak, polisle işbirliği yapıp devrimcileri ihbar etmek, ak-

şamları evinden ateş açarak provokasyon ortamı yaratmak suçlarını işlemiştir. Sözlü uyarı lardan sonra ayrı zamanlarda yine uyarı olarak evi ve arabası yakılmış, ama o halk düşmanlığına devam etmiştir. Bu ne-denle 8 Temmuz 1995 günü HÜSNÜ İŞERİ SİLAHLI PROPAGANDA BİRLİĞİMİZ tara-fından cezalandırılmıştır.

Bütün ihbarcıları uyarıyoruz! Devletle işbirliği yaptığınız, halka karşı ol-

duğunuz sürece, halk düşmanı olarak görü-lecek ve halkın adaletiyle yargılanacaksınız. Bu yoldan dönün. Özellikle de sınıfsal ola-rak, yoksul olan insanlarımız faşist devletle işbirliği yaparak çocuklarının, kendilerinin geleceğini kazanamazlar. Geleceğiniz halkla birlikte olmak, onlarla birlikte savaşmak ve devrimi kazanmaktır. Yol yakınken devletle işbirliğinden, halkı ihbardan vazgeçin. Dev-rimcilere sığının. Suç işledinizse bu suçları-nızdan dolayı halkın bağışlayıcı adaleti siz-lerle olacaktır. Suç işlemeye devam ederse-niz, göreceğiniz bütün zararlardan, yaşamı-nızdan, kendi tercihiniz ve sizi bu yola sü-rükleyen devlet sorumlu olacaktır.

BÜTÜN YOKSUL KENTLER VE MAHALLELER BİZİMDİR! FAŞİST DEVLET TERÖRÜ GECEKONDU HALKININ MÜCADELESİNİ ENGELLETMEZ!

DEVRİMCİ HALK KURTULUŞ CEPHESİ

DHKC'nin Brüksel, Viyana, Amsterdam enformasyon büroları açıldı - DHKC'nin dünyaya açılan

pencerelerine yenileri ekleniyor. Geçtiğimiz aylarda açılan, Paris, Londra ve Atina Enformasyon bürolarından sonra şimdi de Brüksel Amsterdam ve Viyana Enformasyon Büroları zincire eklenen yeni halkalar oldu. 7 Temmuz günü Brüksel, 8 Tem-muz'da da Amsterdam ve Viya-na Büroları coşkulu törenlerle açıldılar.

Belçika/Brüksel: "Dostlarımızın desteği bize onur verecek." Brüksel Enformasyon Bürosu'nun

açılışına yaklaşık 80 kişi katıldı. Tören sırasında binaya büyük boy bir DHKC pankartı ve bayrağı asıldı. Açılışta yer alan ERNK Temsilcisi ile Belçika Emek Partisi Temsilcisi DHKC Enformasyon Bürosu'na başarı dileklerini sundular. '

Büronun açılışında yapılan konuş-mada şöyle denildi: "Ülkemiz egemenlerinin sömürülerini,

işkencelerini ve katliamlarını daha da tırmandırdığı, bunlara karşı yürütülen meşru savaşın daha da boyutlandığı bir zamanda, DHKC Enformasyon Bürola-rının açılması ayrı bir anlam ve önem taşımaktadır. Çağımızın getirdiği her türlü iletişim araçlarını kullanarak ülke-mizde ve yurtdışında yalan ve demagojiyi temel alarak propaganda yapan ülkemiz egemenlerine karşı haklı ve meşru propagandamızı yapmak zorundayız. Egemenlerin yalanlarını, zulümlerini ve katliamlarını dünya halklarına anlatmak zorundayız. Uluslararası alanda destekler yaratmak ve dünya demokratik ka-

muoyunu doğru bilgilendirmek bizim için büyük önem taşıyor.

Dostlarımızın desteği bize onur vere-ceği gibi, aynı zamanda onlara da des-tek olmak bize daha da büyük bir onur verecektir."

Hollanda/Amsterdam: "Faşizmin girişimleri büromuzu engelleyemedi" DHKC Amsterdam Enformasyon Bü-

rosu'nun 8 Temmuz'daki açılışı Devrimci Halk Güçleri tarafından coşkuyla kar-şılanırken birilerini de rahatsız ediyordu. Türkiye kontrgerilla basını ve Lahey Bü-yükelçiliği nezdinde faşist iktidar rahat-sızlıklarını çeşitli kanallarla ilettiler. Tür-kiye hükümeti Hollanda hükümetinden Enformasyon Bürosu'na verilen iznin ip-talini isterken bunda başarılı olamadı. Amsterdam Belediyesi ve Hollanda Dı-şişleri Bakanlık yetkilileri "Herkesin Hol-landa'da büro açabileceği, bunun DHKC için de geçerli olduğunu" açıkla-dılar.

Amsterdam bürosu halaylarımız, türkülerimiz ve sloganlarımızla, coşkuyla açıldı. Açılış töreninde Devrimci Halk Güçleri'nin yanısıra Türkiye'den Parti-zanın Sesi destek mesajı sunarken; Fili-pinler Ulusal Demokratik Cephe (NDF}, Peru Halkıyla Dayanışma Komitesi, En-donezya Ulusal Kurtuluş Cephesi ile Hollandalı bazı ilericiler de törende yer-lerini alarak başarı dilediler.

Açılışa Hollanda basını da yoğun ilgi gösterdi. Devrimci Halk Kurtuluş Cep-hesi Avrupa Örgütü adına ve büro tem-silciliği olarak Hollanda çapında bir ba-sın ajansı olan ANP ve AT5 (Amster-dam televizyonu) ile röportajlar yapıldı. Açılış, Voİkskrant, Niows Van de Dağ

ve Het Parool gazetelerinde geniş ola-rak yer aldı.

Avusturya/Viyana; "Savaşımız ezilen halkların umududur" 8 Temmuz'da yapılan bir kutlamayla

Viyana'da d3 DHKC Enformasyon Bü-rosu açıldı. Yaklaşık 100 kişinin katıl-dığı kutlama devrim şehitleri için yapı-lan saygı duruşuyla başladı. Açılış ko-nuşmasının ardından program bir film gösterimiyle devam etti. Daha sonra DHKC Enformasyon Bürosu temsilcisi bir konuşma yaptı. Konuşmada şöyle denildi:

"Geçen yıl partimizin kuruluşunu yapmıştık şimdi de cephe bürolarını açıyoruz. Görevlerimizin ve sorumlulu-ğumuzun bilincindeyiz. Devrimimiz, Or-tadoğu'dan Balkanlar'dan itibaren tüm dünyayı sarsacaktır. Bu yüzden cephe büroları çok önemlidir. Biz kurtuluşa olan umudu bu ülkelerde yaşatacağız. Savaşımız bugün enternasyonalizm bayrağını taşımaktadır ve bütün dünya-daki ezilen halkların umududur."

DHKC Enformasyon Bürosu temsilci-sinin Almanca ve Türkçe olarak yapılan konuşmasından sonra mesajlar okun-du. Açılış töreninde oynanan skeçler-den sonra Devrimci Halk Kurtuluş Cep-hesi'nin '95 1 Mayıs yürüyüşünden gö-rüntüler izlendi.

DHKC Avrupa Örgütü: "Bayrağımızda daima yurtseverlik ve enternasyonalizm yazacak" DHKC Avrupa Örgütü adına Brüksel,

Amsterdam ve Viyana Enformasyon bü-rolarının açılışıyla ilgifi olarak yapılan açıklamada şöyle denildi;

"Cephe bürolarımızın amacı vatanı-

mızın, kurtuluş savaşımızın, özgürlüğü-müzün sesini dünyaya taşımaktır.

Bir avuç hain, işbirlikçi ve emirlerin-deki faşist devlet cihazı bugün vatanı değil, çürümüşlüğü, utancı temsil edi-yor.

Vatan emperyalizme ve faşizme karşı direnen, savaşan toprağımızın in-sanlarıdır. Vatan özgürlüğümüzdür. Kurtuluş Cephemizdir. Onurlu her Tür-kün, Kürdün, Arabın, Lazın, Çerkez'in, Gürcünün her karış toprağımızda temsil ettiği bize ait olan tüm değerlerimizi dünyanın dört bir köşesinde de temsil etmek görevimizin bilincindeyiz. Bu kut-sal görevi taşımaktan gurur duyuyoruz. -Cephe bürolarımız barikatlarda, emek-, çi direnişlerinde, dağlarımızda ve şehir-lerimizdeki savaş birliklerimizde kurulan cephe hattının birer parçasıdır.

Amacımız vatanımıza, cephemize, kurtuluş savaşımıza layık olmaktır. . Londra, Paris ve Atina'dan sonra bu-günlerde faaliyete geçen Brüksel, Ams-terdam ve Viyana bürolarımız her şey-den önce kurtuluş mücadelemizde ver-diğimiz emeklerimizin, şehitlerimizin dünya halkları nezdinde yarattığımız prestijin eseridir. ' Hiçbir şeyin kolay ve kendiliğinden olmayacağını biliyoruz.

Çöken, çürüyen, gayrimeşru bir dü-zene karşı yürüyen savaşımız esas ola-rak meşruluk savaşıdır. Direnen ve mü-cadele eden bir halkın merşuluk savaşı-nın uzun soluklu, sabırlı ve inatçı bir uğ-raş olduğunun bilincindeyiz.

Gücümüz kendi vatanımızdır. En sağlam dostlarımız da kardeş dünya halklarıdır. Bu yüzden bayrağımız dai-ma yurtseverlik ve enternasyonalizm bayrağı olacaktır."

Page 10: İ ş ğ İş ş ğ ş - ozgurluk.infoozgurluk.info/kitaplik/pdf/kurtulus/1995.07.15-zyKurtulus-say001.pdf · ından Partizan Sesi Kur-tuluş bürosunu ziyaret ederek saldırıyı

12 Temmuz direnişinin bugün Parti-Cepheli yürüyüşümüze taşıdığı değerle-re sahip olmak ve yüklediği sorumluluk-ları yerine getirmek kuşkusuz şehitlerimi-zin mirasların devrimci yaşamımıza ak-tarmamızdan geçiyor. Temmuz şehitleri-mizin bizlere bıraktıktarı miras öylesine güçlü değerlerle yüklü ki; karanlığın cel-latlarını her 12 Temmuz'da korkuya ve paniğe sevkeden, önlemlerini daha da arttıran, ABD emperyalizmini kendi ser-mayedarlarına ve temsilcilerine "dikkatli olun" talimatlarını verdiren işte bu güçtür. Hollanda'dan Mahir Usta imzalı bir oku-rumuzun gazetemize yolladığı mektubu-nu, oligarşinin ve emperyalizmin korkula-rını, paniğini ifade etmesi açısından kı-saltarak yayınlıyoruz:

"Halklarımız bir kez daha sevinçli. Çünkü ABD'nin bütün kurumlarını uyar-masına ve Türkiye oligarşisinin her an 12 Temmuz'un hesabı sorulacak diye te-tikte durmasına rağmen devrimci adalet yine de hesap soruyor. Her ne koşulda olursa olsun, emperyalistler ve oligarşi ne kadar tetikte olursa olsun suçlarının bedelini ödemeye her zaman hazır olma-lıdırlar. Biliyorlar 12 Temmuz'un hesabı-nın şu veya bu şekilde sorulacağını. Tüm çabaları, konsolosluklarını uyarma-ları, kurumlarını dikkatli olmaya çağırma-ları. Temmuz ayında çok dikkatli olmalı-yız çağrıları yapmaları her an tetikte gez-meleri nasıl ki bugüne kadar hesap so-rulmasını engelleyemediyse, bundan sonra da engelleyemeyecek. Devrimci adalet halk düşmanlarını, devrimcileri, katillerini, dünya emekçi halklarının kanı İle beslenen alçak emperyalist ülkelerin ülkemizdeki kurum ve kuruluşlarını, as-kerini, MİT'ini, CIA elemanlarını ve halk-larımıza karşı suç işleyen herkesi mutla-ka cezalandıracaktır. Korkuları boşuna-dır. Kendi korkularını teselli etmek için aldıkları güvenlik önlemleri, acizlikleri-dir..."

12 Temmuz'un yarattığı etkiler çeşitli duygularla dile geliyor. Çorlu'dan bir oku-rumuzun yolladığı şiir bu duygunun an-lamlı ifadelerinden biri:

"Bizler Asıl siz teslim olun diyenleriz Bizler olmasın diye ölümler, kurşunlara

bedenini siper edenleriz Bizler Yaşanmasın diye ayrılıklar,

hasret çekenleriz Dağlarda bizler, varoşlarda bizler Ağzımızda yok belki boyalı sözler Ama bizimkiler ölüme

zılgıtlarla gider Bizim yiğitler ölürken bile

türküler söyler" Haklarımızın 12 Temmuz'u unutması

asla mümkün değildir. Şehitlerimiz an-malarla pankartlarla, afişlerle, yazılama-lar ve gösterilerle bir kez daha sahiplenil-diler, unutturulmadılar. Aileler Şehitlerinin Başucunda 12 Temmuz 1995 günü... saat 14.00te Düşmanın bütün saldırılarına engelleme çabalarına rağmen şehitleri-nin başucundalar. Düşman sağa-sola saldırarak, her tarafı tutarak anmayı en-

gellemeye çalışıyordu. Ama ba-şaramadılar. 12 Temmuz ve tüm devrim şehitleri için saygı duruşu ile başlıyan anma "Ölenler dövü-şerek öldüler..." Yas tutulmuyor, bu yüzden yaşlı analar, babalar sol yumrukları havada saygı du-ruşundalar. Her taraf sivil ve res-mi polis kaynıyor. Aileler üzerin-de psikolojik bir etki yaratılmaya çalışılıyor. Çeşitli sataşmalar, en-gelleme çabalarına gerekli ce-vaplar aileler tarafından veriliyor. Çaresizlik içinde başından sonu-na kadar anmayı seyrediyorlar.

"Ölenler dövüşerek öldüler güneşe gömüldüler vaktimiz yok onların

matemini tutmaya akın var güneşe akın Güneşi zaptedeceğiz güneşin

zaptı yakın" Şehitleri sahiplenme başka boyutlar-

da da sürüyor. Devrimci Halk Güçleri kentlerin varoşlarından faşist odakları tahrip ederek, pankartları İle yazılamaları ve kuşlamaları ile sahipleniyorlar Ada-na'dan, Antakya'dan, Gaziantep'ten, Trabzon'dan, İzmir'den, İstanbul'a kadar her yerden eylem haberleri geliyor.

İzmir

12 Temmuz günü sivil polislerin ve fa-şistlerin odaklandığı örgütlenme sağla-dıkları "kısmet Kahvehanesi" yakılarak tahrip edildi. Gazetemizi arayan bir kişi "12 Temmuz şehitlerinin hesabını sor-duk, soracağız. Yaşasın DHKC" diyerek eylemi üstlendi.

Adana 12 Temmuz akşamı Şakirpaşa Küçük

Sanayi Sitesi'nde bulunan MHP'li faşist Hasan Şimşek'e ait oto tamir atölyesi ya-kılarak tahrip edildi. İşyerinde büyük ha-sar meydana geldi. Eylem yerine "12 Temmuz Şehitleri Ölümsüzdür, Yaşasın DHKP/C, Yaşasın Önderimiz Dursun Ka-rataş, 12 Temmuz Şehitlerinin Hesabını Soracağız" sloganları yazılı kuşlamalar yapıldı. Ayrıca 12-14 Temmuz şehitleri mücaadelemizde yaşıyor, DHKC-DHG İmzalı pankart asıldı.

Kanalyurt Mahallesi'nin en işlek cad-desine "Emperyalizmi ve uşaklarını dök-tükleri kanda boğacağız" yazılı, bomba süsü verilmiş ve DHKC-DHG imzalı pan-kart asıldı.

Adana büromuzu Ceyhan DHKC adı-na arayan bir kişi "Ceyhan'da polis işbir-likçilerinden hesap sormak için 11 Tem-muz gecesi polis işbirlikçisi Mithat Setçi'-ye ait Uğur Kundura dükkanına ses bombası koyduk ve Cephe bayrağı bı-raktık. Bayrağın üzerinde hiçbir polis iş-birlikçisi cezasız kalmadı, kalmayacak, 12 Temmuz şehitlerinin hesabını sorduk, soracağız yazıyordu. Ayrıca DHKC im-zalı bildiriler de bıraktık. Eylemi Ceyhan DHKC adına üstleniyoruz. Yaşasın Dev-rimci Halk Kurtuluş Cephesi, Yaşasın Devrimci Halk Kurtuluş Partisi" dedi. İstanbul 12 Temmuz sabahı saat 6.45 civarın-

da İstanbul Paşabahçe ve Dörtyol ağzın-da asılan pankartta "12 Temmuz Şehitle-ri Yaşıyor, DHKC Savaşıyor', "Andolsun ki Yoldaşlarımızın Kanı Yerde Kalmaya-

cak", "Sizleri Aşıp Bayrağımızı Ülkenin Her Tarafında Dalgalandıracağız", "An-dolsun ki Devrim Sözümüzü Yerine Geti-receğiz", "Yaşasın DHKP-C/Liseli Dev-Genç" imzalı pankart asıldı.

Asılan pankartta bomba süsü olarak konulan oyuncak fare polisleri pankart etrafında yaklaşık bir saat dolaştırdı. Olay yerine gelen "takviye güçlerle pan-kartı indirmeye çalışan polislerin, oyun-cak farenin hareket etmesiyle sık sık ka-çışmaları halk tarafından ilgiyle izlendi.

Ayrıca Yenibosna Fatih Caddesi üze-rinde 12 Temmuz şehitlerini anmak için korsan gösteri yapıldı. daha sonra 20 ki-şilik DHKC'Iiler molotoflarla yolu keserek "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür", "Kim Vu-ruyor: Cephe", "Titre Oligarşi Parti-Cep-he Geliyor", "İşkencecilereden Hesap Sorduk Soracağız" sloganlarını attılar. Daha sonra bomba süsü verilmiş "12 Temmuz'un hesabını sorduk, soracağız-DHKC/DHG" imzalı bir pankart asıldı ve eylem yerinde ses bombası patlatıldı.

Tuzla Esanyalı Mahallesi ve Aydınlı köyünde 11 Temmuz günü 12 Temmuz şehitleri anısına "12 Temmuz Şehitleri Yaşıyor, Şehitlerimiz Yolumuza Işık Tu-tuyor, 12 Temmuz Şehitleri Yaşıyor, DHKC Savaşıyor" şeklinde DHG imzalı yazılamalar yapıldı.

İstanbul Gazi DHKC-DHG Anadolu durağından me-

zarlığa kadar olan yol boyunca Parti-Cephe bayraklarıyla donatıldı. "12 Tem-muz Şehitleri Yolumuzu Aydınlatıyor" pankartı asıldı. Ayrıca "12 Temmuz Şe-hitleri Ölümsüzdür", "12 Temmuz Şehit-lerinin Hesabını Sorduk Soracağız", "12 Temmuz Şehitleri Kavgamızda Yaşaya-cak", "Her Temmuz'un 12'sinde Nice Fır-tınalar Esecek", "Titre Oligarşi, Partİ-Cephe Geliyor" yazılamaları yapıldı. Sul-tançiftliği'nde; 50. yıl ve Cebeci Mahalle-lerinde 16 ayrı yere "Halk Düşmanlarını Halkın İçinde Yaşatmayacağız", "12 Temmuz Şehitleri Yaşıyor, Parti-Cephe Savaşıyor", "Halk Kurtuluş Savaşçıları Ölümsüzdür" yazılamaları yapıldı.

Antakya Sümerler Mahallesi'nde Sümerler

Okulu'nun kapısına "Bundan böyle her Temmuz'un 12'sinde Karanlığın Cellat-ları Ağlayacak Bu Ülkede-DHG" İmzalı pankart asıldı. Kurtuluş Caddesi'nde 12 Temmuz şehitleıiyle ilgili pankart asıldı. DHG üstlendi. Serinyol beldesinde 15 Temmuz '94'te Sivas Zara'da şehit dü-

şen Gülnaz Sarıoğlu İçin yapılan "Gülnaz Yoldaş Yaşıyor, DHKC savaşıyor yazılamaları ile 12 Temmuz şehitleri için yapılan "Yoldaşları-mızın ve Halkımızın Katillerinden Hesap Sorduk Soracağız" ya-zılamalarını Serinyol Devrimci Halk Güçleri üstlendi.

Yine Antakya Sü-merler Mahellesi'ne 12 Temmuz şehitleri anısı-na asılan pankartta "Savaşımız, eşitlik, adalet ve özgür ustan

için", "Cephe vuruyor" ve "Önderimiz Dursun Karataş'ın Talimatlarını Bekliyo-ruz", "Oligarşiyi Döktüğü Kanda Boğaca-ğız" DHKC--DHG imzalı pankart asıldı.

Antep İnönü Mahallesi Muzatzı Hafız Cad-

desi'nde Demet Taner'in katledildiği evin bitişiğine "Hüseyin, Demet Yoldaş Yaşı-yor DHKP/C Savaşıyor" DHG imzalı pankart asıldı. Ayrıca bomba süsü veril-miş "12'ler Yaşıyor DHKC Savaşıyor" im-zalı iki pankart asıldı.

Ayrıca; Düztepe, Yukarı Bayır, Cum-huriyet, Hoşgör, Yavuzlar, Dumlupınar, inönü, Kıbrıs ve Ünaldı mahallelerinde 12 Temmuz şehitleriyle ilgili yazılamalar yapıldı. 9 Temmuz'da ise, 12 Temmuz şehitlerinin anısına bir piknik düzenlen-di.

Zonguldak 12 Temmuz günü Kozlu, Güney Ma-

hallesi'ne "Özgür Vatan, Bağımsız Bir Dünya için Şehit Oldular" yazılı, DHKC Devrimci Halk Güçleri imzalı ve 12 Tem-muz şehitlerimizin resimlerinin ve cephe ambleminin olduğu afişler yapıştırıldı. 102. sokakta ise "Devrimci Halk Güçleri" imzalı "12 Temmuz 1991'de Özgür Va-tan İçin Şehit Oldular" yazılaması ya-pıldı.

Trabzon Yenicuma Mahallesi'nde cadde üzeri-

ne 12-14 Temmuz şehitleri Yolumuzu Aydınlatıyor-DHKC-DHG" imzalı pankartı "Tahsin Elvan Milisleri" adına arayan bir kişi üstlendi.

Kurtuluş bürosunda; 12 Temmuz gü-nü ile ilgili düzenlenen basın toplantısını yerel TV, radyo ve basın izledi. Basın toplantısını Kurtuluş Temsilciliği, Özgür Karadeniz Gazetesi ve Trabzon Yüksek Öğrenim Derneği (TYÖ-DER) ortaklaşa düzenlediler. Yapılan açıklamada 12-14 Temmuz şehitlerinin özgür bir vatan sö-mürüsüz bir dünya için şehit düştükleri belirtilerek, şehitlerin bu sevda bedel isti-yor diyerek özgür vatan toprakları için kendilerini feda ettikleri (...) açıklandı.

12 Temmuz şehitleri Londra'da da anıldı 1 Temmuz günü Londra DHG'nin dü-

zenlediği bir toplantıda 12 Temmuz ve Sivas şehitleri anıldı. Anma saygı duru-şuyla başlatıldı. Dia gösterisi yapıldı, 12 Temmuz şehitlerinin özgeçmişleri anla-tıldı. Grup Nisan'ın söylediği türküler ve marşlarla sona erdi.

12 Temmuz Şehitleri Yaşıyor, Yaşatacağız

Page 11: İ ş ğ İş ş ğ ş - ozgurluk.infoozgurluk.info/kitaplik/pdf/kurtulus/1995.07.15-zyKurtulus-say001.pdf · ından Partizan Sesi Kur-tuluş bürosunu ziyaret ederek saldırıyı

Bu dağlardan ellerimizde kırmızı karanfillerle zafer türküleriyle ineceğiz

Dersim İbrahim Erdoğan Silahlı Propaganda Birliği'ne, Mustafa Sefer Müfrezesi'ne bağlı beş kişilik bir gerilla birliği, 25 Haziran günü Ovacık Yeşil-yazı nahiyesi Kardere mevkiinde geçici olarak konaklamıştı. Yapılan bir ihbar sonucu etrafları Skorsky helikopterler, panzer, tank ve ağır silahlarla donatılmış binlerce düşman gücüyle kuşatıldılar. Kenan Gürz'ün komuta-sındaki DHKC gerillaları düşmanın "teslim ol" çağrılarını Sibel'ler gibi ya-nıtladılar. Kendilerinden hem sayı, hem de teknik olarak kat kat fazla düşman gücüyle 15 saat yiğitçe sa-vaştılar. Düşman güçlerine biri yüz-başı, ikisi subay toplam altı ölü ve bir o kadar yaralı verdirdiler. Çatışmada Mustafa Sefer Müfrezesi'nden Kenan Gürz, Zehra Öncü, Doğan Genç, Fi-gen Yalçınoğlu ve Cem Güler şehit ol-dular. Şehit düşen DHKC gerillaların-dan komutan Kenan Gürz ve Zehra Öncü'nün aileleri, arkadaşları ve yol-daşları onları şöyle anlatıyor:

Kenan Gürzü (Komutan Murat) amcası anlatıyor

"Kenan çok atılgan, sakin yapılı, halkını seven bir insandı. Daha çok küçük yaşta mücadeleyle tanışmadan Önce bu özelliklere sahip olması, mü-cadeleyle tanıştıktan sonra halkla çok iyi bütünleşmesini sağlamıştı. Müca-deleye katıldıktan sonra halkı tarafın-dan çok sevilen bir insan olmuştu. Dersim halkı onu çok sevdiği için bağ-rına bastı. Diğer siyasi yapılardan olan insanlar da Kenan'ı çok severdi. Çün-kü o gerçek bir yönetici insanda ol-ması gereken tüm özellikleri üzerinde taşırdı. Mütevazı, fedakar, cesurdu. Halkın bütün sorunlarıyla ilgilenir, on-ları çözmek için çok büyük çaba sarf ederdi. Ayrıca büyüklerine karşı çok saygılıydı. Dört yoldaşıyla birlikte yiğit-çe direnerek bir direniş destanı yarattı. Zaten ondan da başka türlü bir ölüm beklenemezdi. Cesur ve yiğit komutan Kenan'ı asla unutmayacağız."

Malatya Gazi Lisesi'nde okurken aynı evi paylaştıkları bir arkadaşı

Kenan'ı anlatıyor "Kenan daha ortaokul, lise yılların-

da kitap okumayı çok seven ve bol bol kitap okuyan bir insandı. Kendin-den yaşça büyük olan birçok insan-dan çok daha olgun bir yapıya sahip olan Kenan, daha o yıllarda gerçekle-ri, sosyalizmi öğrenmek için olağa-nüstü çaba harcardı. İlk olarak başka bir siyasi yapıya sempati duyuyordu. O dönem silahlı mücadeleye karşıydı. Lise döneminde okulda iki kez potis tarafından alınmıştı. Ancak zekası ve yaratıcılığı sayesinde her iki gözaltın-da da aynı gün serbest bırakıldı. Oy-sa o dönemler içerisinde bulunduğu siyasi yapıda aktif görevler alan bir in-sandı. Yaratıcılığı ve illegalitenin ku-rallarını çok iyi benimsemişti. Buna yaratıcı zekası da eklenince birçok sorunun üzerinden ustaca gelirdi. Okuldaki eylemlerin hemen hepsinin

en önünde Kenan'ı görmek mümkün-dür. Yine bir gün okulda kışın ortasın-da okulun kaloriferleri yanmıyor ve öğreniler soğuktan titriyor. Bunun üzerine öğrenciler Milli Eğitim'e yürü-me kararı alıyor. Bu eylemi başından sonuna kadar örgütleyen kişilerden biri de Kenan'dır. Hatta bizzat eylemin başında yürümüş, Milli Eğitim Müdü-rüyle kimsenin gösteremediği cesaretle konuşmuş ve kaloriferlerin yakıl-ması sözünü verdirmiştir. Malatya'da en son liseyi bıraktığı zaman konuş-muştuk. O süreçte içinde bulunduğu yapıya özeleştiri vererek ayrılmıştı. Özeleştirisinde, "Bu rejimin dayattığı koşullar altında silahlı mücadele şart-tır" diyordu. Ancak ideolojisi net ola-rak belli değildi. Dersim'e gittikten sonra orada Devrimci Sol gerillaları ile tanışmıştı. Ve yaşadığı pratik içerisinde safını netleştirdi. O artık bir Devrimci Sol gerillası olmuştu. Kenan, ge-rilîa olduktan sonra ailesinin tüm geri dön çağrılarına 'Eğer bana geri dön diyecekseniz, benimle hiç konuşmayın' diye çok sert cevap verirdi. O hareketine çok bağlıydı. Hareketi için tereddüt etmeden her türlü riske giren bir insandı. Aynı zamanda çok payla-şımcıydı. Maddiyata hiç değer vermezdi. Elinde neyi var neyi yoksa her şeyini paylaşırdı. Sempatik yapısıyla çevresindeki insanları çok çabuk kazanır, kendini hemen sevdirirdi. Okuldayken nerede devrimci öğrencilere bir saldırı olsa, Kenan hemen arkadaşlarını toplar giderdi. Üniversitede kavga olurdu. Kimse gitmeden Kenan arkadaşlarını toplar (liseden), orada bitiverirdi. Bu denli sahiplenme duygusu olan bir insandı. O çok sevdiği halkı için savaş'tı. Gerçek bir örnek ve önder insandı. Onu asla unutmayacak, yaşatacağız.

Yengesi anlatıyor "Kenan çok sıcak ve sevecen bir in-

sandı. Bunun için çevresindeki insan-larla çok çabuk kaynaşırdı. Herkes ta-rafından çok sevilirdi. Yoldaşlarına ve mücadelesine çok bağlıydı. Herkese mücadeleyi anlatırdı. Ve coşku aşı-lardı. Kardeşlerine 'Annenizi, babanızı dinleyin, üzmeyin ama, mücadele ko-

Ablası ve ağabeyi Zehra'yı anlatıyor

Çorumlu yoksul emekçi Alevi bir aileye sahibiz. Zehra 1969'da Çorum'un Esençay köyünde dünyaya geldi. İş-sizlik nedeniyle ailece İzmir'e yerleştik. Zehra orta okulu bitirdikten sonra sağlık meslek lisesine yatılı olarak başladı. Devrimcilerle ilk tanışması ve daha olan iik özlemi burada başladı. Okulda Dersimli öğrencileri çok ever, onlarla sürekli beraber olurmuş. Okulun yatılı olmasından dolayı birçok baskıyla karşılaştı. Çocuklara olan sevgisi çok büyüktü. Çok sade ve mütevaziydi. Disipline önem verir, her şeyin düzenli olmasını ister ve yaşamında da öyle yapardı. Okul bittğinde tayini Lice'ye çıktı. Li-ce'yle birlikte dağa olan özlemi de arttı. Lice'de yaşadığı bir olay onu çok

etkilemişti, Lice'de vuru-lan üç gerilla çırılçıplak soyularak, arabaların ar-kasında halka ibret olsun diye dolaştırılıyor. Bu olaydan sonra Kürt halkı-na yapılan baskının ve zulmün nasıl olduğunu gerçek anlamda yaşadı-ğını ve bir gün gerilla ola-cağını, bunların hesabını soracağını söylüyor. İn-sanlara olan sevgisi çok büyüktü. Onlar için her şeyi göğüsleyebilirdi. Bu yüzden hastaları Türkçe bilmediği için, kendisi Kürtçe öğrenmiş ve onları

tedavi edebilmek için bazen kuralları çiğnemiş.

Diyarbakır Sağlık-Sen'in kurulma-sında aktif bir rol almış. Böylece örgütlü mücadele hayata başlamıştı. İzmir'e geldiğinde her zaman çocuklarımıza şehitlerimizin ismini koyun, onları Sabo, Eda, Faruk ve Hamiyet gibi yetiştirin derdi. Oldukça inatçıydı. İnsanlarla çabuk kaynaşır, kendini çok sevdirirdi. Yoldaşlarına olan bağlılığı çok büyük-

Dersim şehitleri

pankartlarda, bayraklarda, duvar yazılarında yaşıyor

olacak. "Şehitlerimizin hesabını sor-duk, soracağız" diyerek eylemi DHKC-Devrimci Halk Güçleri adına üstlendi. Adana

Adana büromuzu 12 Temmuz günü "Ben DHKC-Devrimci Halk Güçleri adına arıyorum" diyen bir kişi, "Bugün Emek Mahallesi'nin en işlek caddele-rinden birine Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi bayrağını astık. Eylem Der-sim'de şehit düşen DHKC gerillaları için yapılmıştır. And olsun ki, Der-sim'de şehit düşenlerin hesabını sora-cağız. Yaşasın DHKP-C"dedi.

nusunda hiç dinlemeyin Çunku onlar çok duygusaldır ' derdi Kenan ailesi-nin geri dön çağrılarına karşı tüm aile-sine ve yakınlarına gerillaya katılma çağrısında bulunmuştu. Onun için hiç-bir şey mücadelesinin gelişmesi ve yoldaşları kadar önemfi değildi. Kenan çok değerli bir insandı. Böylesine de-ğerleri insanların daha çok yaşama-sını çok arzulardım. Ancak onlar ya-şamı uğrunda erken ölecek kadar çok seviyorlar."

25 Haziran günü Dersim Ovacık'ta düşman güçleriyle girdikleri çatışma-da şehit düşen Kenan Gürz, Doğan Genç, Zehra Öncü, Figen Yalçınoğlu ve Cem Güler Adana ve İzmir'de Dev-rimci Halk Güçlerince anıldılar. İzmir 6.7.1995 günü büromuzu arayan

bir kişi Bornova Atatürk mahallesine "Dersim'in Yiğit Kızı Zehra Yoldaş Ölümsüzdür", "DHKC gerillaları ölüm-süzdür" yazılamalarının yapıldığını belirttikten sora, "Vatanımızı, özgürlü-ğümüzü ve geleceğimizi DHKP-C ile kazanacağız. Dersim faşizme mezar

Page 12: İ ş ğ İş ş ğ ş - ozgurluk.infoozgurluk.info/kitaplik/pdf/kurtulus/1995.07.15-zyKurtulus-say001.pdf · ından Partizan Sesi Kur-tuluş bürosunu ziyaret ederek saldırıyı

tü. Gittiği her yerde mücadelenin ge-rekliliğini ve herkesin mücadele ete-mesini söylemişti. İnsanlara her za-man bir şeyler vermeye çalışır, onları kazanmak için çabalardı. Anne ve ba-bamıza sevgisi çok büyüktü.

Zehra Öncü'yü yeğeni anlatıyor Onu bildim bileli tam bir devrimci

ruh taşımaktaydı. Aktif mücadeleye hemşirelik okulundan mezun olduktan sonra Diyarbakır'da Sağlık-Sen çalış-malarıyla başladı.

Zehra denildiğinde akla ilk gelen cesur, neşeli, her zaman gülen biri gelirdi. Lise ve ortaokul dönemlerinde hem eve katkıda bulunmak, hem de kendi ihtiyaçlarını karşılamak için yaz tatillerinde çeşitli işyerlerinde çalışırdı. Çok dürüst ve onurlu bir insandı. İn-san arasındaki ezen, ezilen çelişkisini çok iyi fark ediyordu. Onu her görü-şümde mutlaka elinde bir gazete veya kitap görürdüm. Bizleri de yanına alır, başlardı okuduklarını anlatmaya. Ço-cuklara olan sevgisi ise bir başkaydı. Bakkala veya çarşıya gittiğinde mutla-ka ceplerine bir şeyler doldurur, gör-düğü her çocuğa dağıtırdı.

Ona karşı büyük bir hayranlık du-yardım insanları bir kez olsun kırdı-ğını hatırlamıyorum. Resmen bir sabır taşıydı..

Bıkmadan usanmadan herkesin sorunlarını dinler, çözüm arardı. Her zaman gülerdi. Kimin canını sıkkın görse, Grup Yorum açar, başlardı ha-lay çekmeye. Devrime olan inancı sonsuzdu.

Onu oldukça etkileyen bir olayı an-latmıştı hepimize. Bir gün çalıştığı hastaneye (Lice Devlet Hastanesi) yaralı gerilla kılığına girmiş iki kişi ge-liyor. Hastaneden bu insanları muaye-ne edip ilaç ve giyecek veriyorlar. Er-tesi gün hastaneyi yüzbaşı basıyor ve "demek bu hastanede teröristlere yar-dım ediliyor" diyor. Zehra'yı bir odaya kapatıp tehditler savuruyor. Zehra da 'Bizim Hipokrat yeminimizde gerillaya yardım edilmez diye bir kural yok' di-yor. O günden sonra sürekli hastane çalışanları gözaltına alınıp işkence görüyor.

O kanayan yaraları sararak, Der-sim'in dağlarıyla kucaklaşacağı gü-nün hasretiyle yanıp tutuşuyordu. Gi-derken bizlere göndermiş olduğu son mektubunda şunları yazıyordu: 'Ca-nım annem, sen bana kızım ne olur dağlara gitme, mücadeleni gel burada ver demiştin. Fakat ben Dersim'e sev-dalıyım. Sizler de benim yerime orada mücadele verin' diyordu ve çocuklara sesleniyordu:

'Bizler bu düzenin dikenlerini ayık-lamaya gidiyoruz. Sizler dikensiz bir yolda yürüyesiniz diye. Bir gün bu dağlardn ellerimizde kırmızı karanfil-lerle, zafer türküleriyle ineceğiz, işte o gün hep birlikte halaya duracağız.' Annesi ve babasına ise şöyle sesleni-yordu: 'Anacığım, babacığım, ben bir Devrimci Sol savaşçısıyım. Sizlerden istediğim şehit olduğum zaman ar-kamdan ağıtlar yakılmasın. Ben kır-mızı karanfillerle ve türkülerimizle gö-mülmek istiyorum.'

Evet, Dersim'in yiğit savaşçısı, se-nin bıraktığın mavzeri biz omuzlaya-cağız. Ta ki, yollar dikensiz olana, ge-rillalar dağlardan zafer türküleriyle inene dek."

Tunceli'de incelemelerde bu-lunmaya giden Haklar ve Özgür-lükler Platformu heyetinden Av.Metin Narin İle görüştük. Dersim bölgesine niçin gittiniz? 25 Haziran 1996 günü girdikleri çatış-

ma sonucu şehit düşen 5 gerillanın ce-nazelerine sahip çıkmak amacıyla o ça-tışmada ölen Zehra Öncü'nün anne ve babası Haydar ve Yeter Öncü, ayrıca Haklar ve Özgürlükler Platformu tarafın-dan oluşturulan heyetle birlikte gittik.

Yolculuk sürecinizi ve karşılaştığı-nız zorluklar nelerdi? Bu soruya ce-vabınızda yöre insanının o bölgede devlet güçleri tarafından uğradığı baskıları da açıklar mısınız?

Yolculuk sürecimiz gerçekten de böl-ge halkına uygulanan iktidar terörünün boyutları konusunda fikir edinmeye elve-rişlidir. Kısaca özetlersek, 5 Temmuz 1995 günü heyet İstanbul'dan ailede İz-mir'den yola çıktı. Buluşma noktası Ela-zığ'dı. Burada buluşulduktan sonra cık'a varmak için var olan iki yoldan daha kestirme olanı seçildi. Hozat üzerin-den Ovacık'a gidecektik. Bu amaçla ön-celikle Hozat'a gitmemiz gerekiyordu. Bunun için yola çıktık. Elazığ çıkışında Keban Baraj gölü kıyısında ilk arama yapılmaktadır. Yolculuğumuz süresince bunun gibi onlarca kontrol noktası bu-lunmaktaydı. Herkes arabadan indirildik-ten sonra kimlik kontrolü, üst ve eşya araması yapıldı. Kimliklerimizin farklı do-ğum yerlerini kapsadığını ileri sürerek bu şekilde buradan çıkamazsınız (Ela-zığ'dan) dedi ve hakkımızda işlem yap-mak, araştırmak için karakola davet etti. Bunun üzerine olaya müdahale ettim bi-raz tartışma ve diğer komutanlarla gö-

rüşme sonucunda araştırmadan bölgeye sadece anne baba ve benim girmem kaydıyla vazgeçildi. İçeriye sokulmayan heyet geri dönmek zorunda kaldı. Bu bölgede Dersim i!e Elazığ arasında ba-raj göKj var. Gölü feribotla geçer geç-mez ki gölün uzunluğu sadece 100 metre civarında. Tekrar arabada bulunan diğer köylüler ile birlikte aşağıya indirilerek biraz önceki uygulama yine yapıldı. Eşyalar arabalardan indirilerek didik didik arandı. Sadece bizlere değil bölgede oturan köylülere de niçin Elazığ'a gittik-leri sorulmakta. Bize de niçin geldiğimiz sorulduktan sonra diğer tüm kontrol nok-talarında yapılan özel uygulamayla kar-şılandık. Gene de başınız sağolsun de-dikten sonra ben diğer görevlilerle uğra-şırken aileyi kenara çekip, nutuk atıyor-lar, bölgenin karışık olduğunu belirtip, başımıza bir şey gelirse karışmayız şek-linde tehdit ediyorlardı, 2. kontrol nokta-sını da geçtikten sonra yaklaşık 500 metre ileride Hozat-Pertek yol ayrımın-dan hemen sonra iplik fabrikasının önünde tekrar durdurulduk. Yine üst araması ve kimlik kontrolü yapıldı. Bu sefer de avukat olduğumu öğrenince "Siz kamu görevlisisiniz. PKK kamu gö-revlilerinin öldürmektedir, güvenliğinizi sağlayamayız, bu nedenle PKK kamu görevlilerini öldürmektedir, güvenliğinizi sağlayamayız, bu nedenle bu yoldan geçemezsiniz, bir gün konvoya (gıda ve asker sevkiyatının yapıldığı konvoy) rastgelirsen o zaman gidebilirsin dediier. Tüm konuşmalarımıza rağmen içeriye sokmamakta ısrarlıydılar. Ancak komu-tandan izin alırsanız iş değişir dediier. Komutan da Pertek ilçe merkezindeydi, arabayı diğer yolcularıyla birlikte çevire-rek Pertek'e gittik. Komutanı bulduk, geçmem yönünde izin istedik, birkaç ko-

nuşmadan sonra bu izin verildi ve bu kontrol noktasını geçtik. Hozat girişine vardığımızda asker ve polislerden kuru-lu yeni bir çevirmeyle karşı karşıya kal-dık. Kapıyı hızla açan uzman çavuş ön-celikle içeride un ve şeker var mı? diye sordu. Bunun üzerine şimdiye kadarki korkularının ve yöneldikleri şeyin yiye-cek maddeleri olduğunun farkına vardık. Biz ise daha çok silah aradıklarını sanı-yorduk? Yöredeki insanlardan öğrendi-ğimiz ve gözlemlerimize göre büyük bir gıda ambargosu var. Her şey fiili olarak Karneye bağlanmış durumda. (Zaten bölgedeki her uygulama fiili) özellikle te-mel gıda maddeleri dışarıdan alınsa bile girişlerde el konulmak ve köylüye her gün karakola gel, günlük ihtiyacını al denmekte. Günlük gereksinim olarak da çok az miktarda verilmektedir. Bir kısım el konulan yiyecekte kaybolmaktadır. Bütün bu uygulamalar sonucu 1 saattik yolu 5 saatte alarak Hozat'a ayın 6'sın-da vardık. Buradan Ovacık'a giden yo-lun ulaşıma operasyonlar nedeniyle uzun zamandan beri kapatıldığını, za-ten hiçkımsenin güvenli olmadığı için bu yolu kullanmadığını öğrendik. Gidecek araba bulamayınca geceyi orada geçir-dik. Ancak 5 kişiden biri olan diğer ba-yan gerilla Figen Yalçınoğlu'nun ailesiy-le de Hozat içinde bulunduklarından gö-rüşme olanağı bulduk. Figen'in ailesi ce-naze için Ovacık'a gittiklerini, çatışmadan sonra 3 gün cesetlerin güneşte kal-dıklarını, Ovacık belediyesinin daha sonra 5'ini de gömdüklerini bize söyledi. Kendi kızlarını orada bıraktıklarını, bizim için her yerin vatan toprağı olduğunu, bu insanların burada mücadele vermiş iseler bu yöre topraklarına gömülmelerinin daha doğru olacağını, böylelikle oluşan şehitliklerin kavganın da göstergesi ola-

"Dersim halkı teslim olmayacağına göre, onlar şimdi ektikleri kurtuluş fidanını büyütüyorlar"

Mehmet Ali Aybar, 10 Temmuz günü bir süredir tedavi görmekte olduğu Florance Nihgtingale hastanesinde kalp krizi nedeniyle yaşamını yitirdi.

Mehmet Ali Aybar, Türkiye İsçi Partisi'nin ilk genel başkanlığını yaptı ve 1965-1969 yıllarında iki dönem milletvekili seçildi. 71 'de partiden istifa ettikten sonra, 7$'te Sosyalist Devrim Partisi'ni kurdu ve partinin genel başkanlığını uzun süre yaptı. Aybar'ın aynı zamanda çeşitli gazetelerde yazıları ve birçok kitabı yayınlandı. Aybar'ın 13 Temmuz günü Bebek Camii'nde öğle namazından sonra törenle Aşiyan mezariağına gömülen cenazesine yaklaşık 2500 kişi katıldı.

Devrimci Halk Güçlerinin katıldığı katıldığı cenaze töreninde, CHP Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Hikmet Çetin, Devlet Bakanı Aysel Baykal, Turizm Bakanı İrfan Gürpınar, CHP Genel Başkan Yardımcısı Ali Topuz, Sosyalist Devrim Partisi Genel Başkanı Cenan Bıçakçı, DİSK Genel Başkanı Rıdvan Budak ve eski Genel Başkanı Kemal Nebioğlu, İstanbul Barosu Başkanı Turgut Kazan, PEN Yazarlar Derneği Başkanı Şükran Kurdakul, Eski TİP'lilerden Mihri Belli, Fatma Hikmet İşmen, Adnan Cemgil, Tolga Yarman, Şaban Yıldız, Mehmet Ali Aslan, Müzehher Va-Nu, TYS Başkanı Ataol Behramoğlu, yazar ve sanatçılardan Yaşar Kemal, Necati Cumalı, Tarık akan, Bİlgesu Erenus gibi çok sayıda aydın ve sanatçı katıldı.

Eminönü Belediyesi'nin direnişçi işçileri ve çok sayıda sendikacı da cenaze töreninde bulundu. Aybar'ın cenazesi alkışlarla ve karanfillerle "Yaşasın Sosyalizm", "Aybar'lar Ölmez" sloganları ile toprağa verilirken, mezarı başında yapılan konuşmalarda Aybar'ın yaşamı, düşünceleri ve mücadelesi anlatıldı. Devrimci Halk Güçleri "Düzene Karşı Mücadele Etmiş Herkes Bizimdir" yazılı bir pankartla katıldı, emperyalizme ve faşizme karşı tavır almış ve bu tavrını eksikliklerine ve hatalarına karşı korumuş Mehmet Ali Aybar'ı sahiplendi.

Mehmet Ali Aybar toprağa verildi

Page 13: İ ş ğ İş ş ğ ş - ozgurluk.infoozgurluk.info/kitaplik/pdf/kurtulus/1995.07.15-zyKurtulus-say001.pdf · ından Partizan Sesi Kur-tuluş bürosunu ziyaret ederek saldırıyı

cağını söylediler. Bu nedenle cenazenin alınmayıp, orada bırakılmasının daha iyi olacağını söylediler. Ayın 7'si sabahle-yin Hozat'tan yola çıkarak 2. yol olan Dersim şehir merkezi üzerinden Ova-cık'a doğru hareket ettik. Ovacık'a vara-na dek 8 kontrol noktasından geçtik, her kontrol noktasında neden geldiniz, başı-nıza iş gelirse karışmayız, sen kamu gö-revlisisin geçemezsin, komutandan izin al şeklindeki uygulamalarla 7 saat sonra ancak Ovacık'a varabildik.

Tunceli Adliyesi'nin önündeki çıkış noktasında Akşam gazetesinde yüzleri parti amblemleriyle kapalı gösteri yapan insanları aşağıya indirdikleri yolculara gösteren sivil polisler "şunlara bakın hepsi yoksul çocukları, neden zenginler bu işi yapmıyor" şeklinde propagandaya başladı. Propaganda sürerken yolcular-dan birkaç kişi "Bir asker bile burada bu-lunduğu için 7 milyon maaş alıyor, iki yıf bu bölgede kalan subaylar milyarder olup, evini, arabasını alıp bölgeden ayrı-lıyor, köprüleri bombalayıp sonra yapı-lan ihaleden pay alanlarınız yok mu" diye konuşup buradaki savaşın sorumlularının aslında bunlar olduğunu belirtip, propaganda yapmanın pek de bir espri-sinin olmadığını belirtti. Yolcular bizi beklettikleri 1 saat boyunca konuşan po-lisin bir daha ağzını açtırmadılar, polis söyleyeceklerine pişman olmuştu. Çün-kü teröristler karşısındaydılar. Bu kontrol noktasında özellikle üzerimde durdular. Avukat gelmesini hazmedemiyorlardı. Çok yerle yapılan haberleşme sonucu geçmeme izin verildi.

Ovacık'ta neler yaptınız? Ovacık'a varır varmaz girişte kimlikle-

rimizi alıp polis eşliğinde bizi adliyeye götürdüler. Bundan sonra da gittiğimiz her yerde polis sürekli peşimizdeydi. Sü-rekli olarak yaptıklarımız konusunda bir yerleri bilgilendiriyorlardı. Belli etmekten de kaçınmıyorlardı. Örneğin aileyi beledi-yeye bıraktıktan sonra dilekçeyle tekrar adliyeye döndüğümde kapıdaki resmi polis "Malum şahıs elinde kağıtla savcı-nın yanına gidiyor" şeklinde anons geçti, sürekli malum şahıslar, malum kişi anonslarını duyduk. Savcının yanına vardığımızda bize Zehra'nın operasyon-dan sonra çekilmiş fotoğraflarını göster-di. Zehra'nın yüzü seçilemiyordu, el kısmı da bilekten itabaren yoktu. Çünkü elinde elbombası patlamıştı. Köylülerin çeşitli kaynaklara dayanarak yaptığı ak-tarımlara göre '"Çatışma sırasında sona kalan Zehra'yı ellerini havaya kaldırarak askerlere doğru yürümeye başlamış, elindeki el bombasını gizliyormuş, biraz yanaştığında askerlerin başında bulunan subaya yönelmiş, onu yakalamış o sıra-da tertibatını çalıştırdığı el bombası pat-lamış ve subay o şekilde Zehra'yla birlik-te ölmüş. Zehra'nın yüz kısmı olmadığın-dan vücudundaki diğer belirleyici özellik-lerden kimliğinin tespitine ailesi çalıştı. Ailenin savcıya sunduğu özellikler şun-lardı: Esmer, dalgalı, kıvırcık saçlı, yu-varlak yüzlü, kısa boylu, zayıf, boyun ile gövde arasında iki tane yan yana "ben"inin bulunması, bütün bu özellikler tutmasına rağmen savcı tatmin olmadı, kimliğinin tespiti için bunların yeterli ol-madığını söyledi. Daha başka özellikler de istedi. Bu arada ben olaya müdahale ederek belirgin özelliklerinin bunlar oldu-ğunu, olmayan özellikleri belirtmemizin mümkün olmadığını, yeterli değilse me-zarın açılarak ailenin çıplak gözle cena-zeyi teshis etmesi gerektiğini belirttim. Savcı bu teşhisi kabul etmediğini, me-

zarlığı açamayacağını belirtti. Bunun üzerine aileyle birlikte Ovacık belediye-si'nde geri döndük. Ben tekrar savcıya giderek ısrarda bulundum. Savcı bu gö-rüşmede en çok ailenin gerçekten örgüt tarafından aranıp, bu cenazenin kendile-rine ait olduğunun bildirilip brldirilmediği noktasını araştırıyor ve eğer örgüt bu te-lefonu etmişse doğrudur diyordu. Sonuç-ta tekrar alınan ifadede savcı telefon edildiğine kanaat getirerek cenazenin ai-leye ait olduğuna karar verdi. Belirleyici olan ailenin teşhisinden çok örgütün tele-fonu oldu. İtilaf şuradan doğuyordu, aile kızlarının 25 yaşında olduğunu belirtme-sine rağmen savcı en çok 17 yaşında ol-duğunu olabileceğini iddia ediyordu. Yaş konusundaki bu farklılık anlaşmazlığa yol açmıştır. Savcıyla ertesi gün mezarın açılması konusunda anlaştık. Saat 8'e birbirimize söz verdik. Ertesi gün belirti-len saatte buluştuk. Mezarı açtırdık aile cenazeye baktıktan sonra mezar gömü ruhsatı verildikten sonra tekrar kapatıldı.

Olay nasıl olmuş? Cenazeyi neden getirmediniz?

Yöredeki köylülerin çeşitli kaynaklara dayanarak yaptıkları anlatımlara göre, kır birliğinden 5 kişilik bir grup verilen bir görevi yerine getirmek için ilgili bölge-deyken (Çatışmanın olduğu yer Burnak Deresi denen yerin yakınıdır) operasyon için dağda bulunan askerlerle karşılaşı-yorlar, grup uygun bir anda ilk ateşi açı-yor ve çatışma başlıyor, çatışmanın so-nuna doğru da Zehra yukarıda anlattı-ğım gibi elbombasını subayın üzerinde patlatıyor. Kendilerinin bulunduğu nokta düzlük bir alan askerler ise onun yükse-ğinde mevzilenmişler. Çatışmadan son-ra cenazeler 2 gün orada kalıyor daha sonra askerler tarafından kömürlük de-nen eski bir yapıya bırakılıyor, cenazele-ri belediye alıyor, hepsini yıkayıp, kefen-liyor. Daha sonra tabuta koyup dini tö-renle belediye mezarlığına gömüyor. Ovacık Belediye Başkanı Musa Yerlika-ya ve belediye personelinden büyük ya-kınlık gördük. Kendilerine teşekkür edi-yoruz. Cenazeler konusunda belediye-nin gösterdiği bu davranış nedeniyle be-lediye başkanı sürekli tehdit ediliyormuş. Musa Yerlikaya "Yasalar bana ne yetki vermişse yaptığım onları uygulamaktır" şeklinde bize konuştu. Ve belediyelerin bu gibi olaylarda cenazeye müdahale etme yetkisinin bulunduğunu belirtti.

Cenazeyi alma konusuna gelince; Dersim'e gittiğimizde amacımız cenazeyi ailenin bulunduğu İzmir'e götürmekti. An-cak Tunceli iline girmemizden itibaren gördüğümüz her insan bu cenazenin de diğer ailelerin yaptığı gibi yerinde kalma-sını, birlikte şehit düşen insanlar için bu-nun uygun olacağını, anılan mezarlıkta yaklaşık 30 gerilla cenazesinin bulundu-ğunu ifade ettiler. Bu aklımızın bir köşe-sine yer etti. Son olarak cenazenin ol-dukça tahribat görmüş olması, 3 gün gü-neşte kalıp, yoğun bir çürümenin başla-dığını tabut açılırken gözlemledik. Ger-çekten de gidebilecek durumda değildir. Üçüncüsü güvenlik açısından da büyük bir problem vardı. Bu bölge operasyonla-rın en yoğun olduğu ve askeri yığınak yapıldığı bir bölge. Giriş ve çıkışlarda bir sürü problem yaşanıyor. Cenazenin gü-venli olarak dışarıya çıkarılmasının ola-nakları yok gibiydi. Zaten savcı hem gü-venlik hem de sağlık açısından cenaze-nin götürülemeyeceğini sık sık belirtti. Kaldı ki götüreceğimiz yer İzmir iliydi. Mesafe hem uzak, hem de aşırı sıcakla-rın olduğu bir mevsimdeydik. Üstelik ce-

naze için yapılabilecek her şey özenle yapılmış, kendisine bir mezar alanı da tahsis edilmişti. Bu nedenle cenazeyi orada bırakmanın daha uygun olacağını düşündük. Mezar tahtaların her birinde kırmızı kurdelalar vardı, bu kurdelalar di-ğer mezarlardan farkını belirtiyor ve hal-kın onlara ayrıcalıklı baktığını gösteriyor-du. Çıkışta da bayağı zorlukla karşılaştık. Görevliler hep bir ağızdan bana çıka-mazsın, senin güvenliğini sağlayamayız, aile gitsin, sen de Ovacık'tan askeri kon-voy geçerse o zaman ayrılırsın dediler. Çıkartmamakta kararlıydılar. Amaçları anladığım kadarıyla beni bölgeden çıkar-mayarak (belirli bir süre) baskı uygula-mak ve gelmemin intikamını almak olabi-lir. Şansımıza mezarı açtırdığımız gün önümüzden konvoy geçti yani yol güven-liği sağlanmış oluyordu öne sürebilecek-leri başka bir zorluk da kalmamıştı. Kon-voyun geçmesinden 1 saat sonra buldu-ğumuz özel taksiyle Tunceli Merkeze döndük. Yolda yine aynı formalitelerden geçtik. Özellikle Dersim girişinde 45 daki-ka tutulduk, 6-7 yere girip giremeyeceği-miz sorulduktan sonra içeriye girebildik. O sıra çağırdıkları anlaşılan sivil polis arabası da gelmişti. Arabanın gelmesiyle birlikte izin verdiler. Bu şekilde geldiğimiz Tunceli Garajı'nda sivil polisler hep çev-remizdeydiler. Ve Malatya çıkışına kadar da arkamızda olduklarını gördük.

Tunceli bölgesinin bugünkü duru-mu nedir? Dersimde şehir merkezin-de özel timin estirdiği terörden sonra durum neydi? İlk göze çarpan kuşatma altında, iş-

Kayıpların katilleri-nin bulunup yargılan-ması için Haklar ve Öz-gürlükler Platformu, Demokratik Mücadele Platformu ve Demokra-tik Haklar Platformu ta-rafından güç birliği oluşturularak 8 Haziran 1995 günü Galatasaray Lisesi önünde basın açıklaması okunduktan sonra platformlardan oluşan bir heyet Anka-ra'ya gidecekti. Polis saldırarak Ankara yürüyüşünü engellemeye çalıştı. Yaklaşık 33 kişi dövülerek gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar arasında Haklar ve Özgürlükler Platformu dönem sözcüsü Oya Gökbayrak, TİYAD üyesi Feridun Osmanağaoğlu, ÇASOD üyesi Orhan Aydın, İHD üyeleri Kamer Erkoç, Suna Aras, Esra Koç, Ahmet Soner ve kayıp aileleri Zeki Eği, Baba Ocak, Emine, Aysel, Maside Ocak, BSP üyesi M.Emin Sert vardı. Gözaltına alınanlar Beyoğlu Emniyet Amirliği'ne götürüldü-ler, işkence ve psikolojik baskılara ma-ruz bırakıldılar. Aynı gün saat 22.00'de serbest bırakıldılar.

Kayıp aileleri Galatasaray saldırı-sından sonra Kadıköy'den Ankara'ya süren yürüyüşünü polis engeline rağ-men sürdürdüler.

İzmit Köseköy civarında "bomba ih-barı var" diyerek otobüsü ablukaya

alan polislerin tüm bahane ve iddiaları boşa çıkartılarak yola devam edildi. İstanbul ve İzmir'den yola çıkılarak

Ankara'da buluşup kayıpların, infazla-rın hesabını sormak için gelen heyet Ankara Polatlı yakınlarında polis ve

gal edilmiş bir yöreye rastlıyorsunuz. Bu bölge ve üzerinde yaşayan insanlar göz-den çıkarılmış gibi. Bunun uygulamaları da var. Köyler halen boşaltılmaya de-vam ediyor. Eylül ve Ekim ayında, yakı-lan köylerden sonra tek tük kalan evler de gıda ambargosu uygulanarak, göz-dağı verilerek, ahırları yakılarak ve ge-celeri kurşunlanarak göç etmeye zorla-nıyorlar. Bazı köylüler zararlarını tespit edilmesi için köylerine hakim çağırmışlar ancak hakimler güvenlik yok gerekçesiyle bu köylere gitmiyorlar. Dersim İl mer-kezinde durum sakin gözükmesine rağ-men bir gerginlik havası egemen. Çünkü özel timin valiliğe yönelmesi insanlarda olan düşüncelerin daha da pekişmesine yol açmış. Bölgede otorite vali değil mi? Onun lafı da dinlenmiyorsa bura hakkın-da söz sahibi kim? Eğer özel timse hepi-mizi katletmek için yakın zamanda uy-gun bir ftrsat bekliyorlar diye düşünmek-teler. Görüştüğümüz bir köylü gerillanın yöreye kök saldığını ima eden şu cümle-yi kullandı; "O kadar askeri yığınak yapı-yorlar, boşuna dünyada biter ancak Der-sim'de gerilla bitmez. Herkesi katletseler dahi bu dağlarda gene gerilla bitmez." Bölgede devlet bir batağa saplanmış du-rumda. Yöre insanına yapılan zulüm ikti-darla aralarında silinmesi olanaksız ka-im çizgiler koymuş. İktidardan bekledik-leri hiçbir şey yok. Onun uyguladığı zul-mün, toplu infazlara kadar varan uygula-malarının bitmek bir yana giderek arta-cağının farkındalar. Öyleyse geriye bir tek şey kalıyor, onurlu Dersim halkı tes-lim olmayacağına göre, onlar şimdi ek-tikleri kurtuluş fidanını büyütüyorlar.

jandarma tarafından 6 saat keyfi bi şekilde tutularak engellendiler.

Devlet kayıp aileleri ve yakınlarının Ankara'ya girmesinden ve kendilerin-den hesap sorulmasından korkuyordu. Ankara Emniyet Genel Müdür Yardım-cısı Erol Kaynak tarafından "Ankara'ya kesinlikle sokmayın ve geri çevirin" ta-limatı verilmişti. Ankara'ya yaklaştıkla-rında polis ekiplerine takviye güçler ka-tıldı. Kayıp ailelerini taşıyan otobüse eşlik eden panzerler, ring arabaları, özel timler ve çevik kuvvet arabalarıyla yüzlerce resmi ve sivil polislerle karşı-laştılar. Ankara'ya yürüyen kayıp aile-lerinin polis karşı tavırları açıktı. Marş-larla, zafer işareti eşliğinde Ankara'dan İstanbul'a döndüler. Polis Ankara'dan İstanbul'a kadar kayıp ailelerini takip ederek psikolojik olarak yıldırmaya ça-lıştflar. Kayıp aileleri tarafından yapılan açıklamada, "Bu tür baskılar ve yıldır-ma politikalarına karşı sürdürdüğümüz mücadele kayıplarımızın katillerinden hesap sormak için devam edecektir. Bütün demokrat kamuoyunu duyarlı ol-maya çağırıyoruz" dediler.

Kayıp aileleri Ankara'ya yürüdü

Page 14: İ ş ğ İş ş ğ ş - ozgurluk.infoozgurluk.info/kitaplik/pdf/kurtulus/1995.07.15-zyKurtulus-say001.pdf · ından Partizan Sesi Kur-tuluş bürosunu ziyaret ederek saldırıyı

"Savaşımız Faşistlerle, İşbirlikçilerle, Halk Düşmanlarıyla"

Ümraniye'de İşçi Düşmanlarına Ceza Ümraniye'de çalıştırdığı işçileri keyfi

olarak işten çıkaran ve ardından işçilerin paralarını gasp etmeye kalkan patronlar bundan sonra daha dikkatli davranmak zo-runda. Çünkü Devrimci Halk Güçleri bu tür durumlara da müdahale ederek işçi düş-manlarına hak ettikleri cezaları veriyor.

Ümraniye İstanbul çarşısında çalışan 6 bayan işçi, sudan bahanelerle işten atılır-ken çalıştıkları günler için hakettikleri maa-şın aybaşında verileceği söylendi. 4 Tem-muz günü kendilerine ödeneceği söylenen parayı almak üzere işyerine gittiklerinde ise potronun ve MHP'li faşistlerden oluşan beslemeleri-nin saldırısına uğra-yıp, kovuldular.

Ümraniye Dev-rimci Halk Güçle-ri'nin soruna sahip çıkarak, söz konusu iş yerine gitmesi üzerine, patron ve faşist beslemeleri paniğe kapılarak jan-darmadan yardım is-tediler Jandarmanın gelmesine rağmen patron köpeği 3 faşist Devrimci Halk Güçleri tarafından yaka-landı ve dövülerek cezalandırıldı.

Büromuzu arayarak eylemi DHKC-Dev-rimci Halk Güçleri adına üstlenen ölf kişi sözlerini, "Yaşasın Halkın Adaleti, Yaşasın Devrimci Halk Güçleri" sloganları ile bitiril-

Gazi Mahallesi'nde Faşistlere Yer Yok

Devrimci Halk Güçleri, halk düşmanı MHP'li faşistlerin görüldüğü yerde ceza-landırılmasında kararlı. Gazi mahallesinde 4 Temmuz tarihinde iki ayrı yerde Devrim-ci Halk Güçleri tarafından yakalanan MHP'li faşistler dövülerek cezalandırıldı.

ilk cezalandırma saat 15.00 sıralarında oldu. Halkın kalabalık olarak bulunduğu bir yerde yakalanan MHP'li üç faşist dövüldü ve halka yaptıkları anlatılarak teşhir edildi. Aynı günün gecesi saat 23.30 sıralarında yakalanan MHP'li iki faşist yine dövülerek cezalandırıldı. Her iki cezalandırmadan sonra gazetemizi arayan bir kişi, eylemleri Gazi mahallesi Devrimci Halk Güçleri adı-na üstlenerek "Halk düşmanlarına karşı eylemlerimiz sürecek" dedi.

Birgün sonra, 5 Temmuz'da Gazi Ma-hallesi'nde bu kez Devrimci Halk Güçleri-nin hedefi düzenin yoz ilişkilerine batmış bir esrarkeşti. Fuhuş yapanları engelleyen bir devrimciye sataşan ve bu pislikle ilişkisi olan Nuri Çimen isimli esrarkeş, daha son-ra Devrimci Halk Güçleri tarafından yaka-lanıp dövülerek uyarıldı.

Sivas'ın Anısına Bombalı Pankart İstanbul Tozkoparan'da 6 Temmuz'da

Liseli Dev-Genç tarafından bombalı bir pankart asıldı. Büromuzu arayarak eylemi DHKC Liseli Dev-Genç adına üstlenen bir kışı, bombalı pankartın Sivas şehitleri anı-sına asıldığını söyledi. Pankartın iki saat asılı kaldığı öğrenildi.

Öte yandan haber merkezimize ulaşan

bilgilere göre 4 Temmuz günü Bağcılar Çiftlik Yenimahalle'de 2 Aydınlık işbirlikçisi Devrimci Halk Güçleri tarafından dövüle-rek mahalleden kovuldu.

Yine Bağcılar'da DHKC Liseli Dev-Genç tarafından 6 Temmuz'da devletin ka-yıp ve katliam uygulamalarını teşhir eden yazılamalar yapıldığı öğrenildi. Büromuzu DHKC Liseli Dev-Genç adına aradığını söyleyen bir kişi "Kayıplar Katliamlar Oli-garşinin Tükenişidir", "Kayıplar ve Katliam-ların Sorumlularından Hesap Sorduk ve Soracağız" sloganlarını yazdıklarını söyle-di.

Polis Arabalarına Molotof Okmeydanı'nda 6 Temmuz'da

Liseli Dev-Genç E-5 Karayolu üze-rinde iki sivil polis arabasını molotof atarak yaktı. Araçların içinde bulunan sivil polisler önce arabala-rından inip kaçtılar. Ardından ey-lemden sonra uzaklaşan Liseli Dev-Genç'lilerin arkasından ateş ettiler.

Büromuzu DHKC Liseli Dev-Genç adına arayan bir kişi polis arabalarına yapılan saldırıyı üstlen-

dikten sonra "Eylemi gerçekleştiren arkadaşlarımızın ardından 9-10 el ateş açılmasına rağmen, arkadaşlarımız hiçbir yara almadan dönmüşlerdir. işkenceci katılımcı polislere karşı eylemlerimiz sürecek." dedi.

Faşistler Cezasız Kalmadı Kalmayacak

Halkımıza yönelik polis ve sivil faşistler tarafından yapılan saldırılara ve özellikle K.Armutlu halkına yönelik son saldırılara misilleme olarak ve Armutlu halkına des-tek amacı ile 500 Evler Karadeniz Mahal-lesi Devrimci Halk Güçleri tarafından;

Faşist kurumlaşmanın odak noktaların-dan birisi olan, faşist devlet güçlerini her açıdan besleyen ve destekleyen, uyuştu-rucu ve silah ticadeti yapan ve istihbarat olarak faşist kurumlaşmanın merkezi yer-lerinden biri haline gelmiş olan ve 1980 öncesi bir devrimcinin katledilmesinde rol oynadığı bilinen;

Laz Celal'in kahvehanesi (Bozo'nun kahvehanesi) 5 Temmuz çarşamba gecesi saat 23:00'de Karadeniz Mahallesi Dev-rimci Halk Kurtuluş Cephesi tarafından molotoflanarak yakıldı. Ayrıca kahvehane-nin kapısının üzerine DHKC bayrağı asıldı. Bu eylemin Karadeniz Mahallesi halkı üze-rinde olumlu bir etki yaptığı görüldü. Daha sonra gazetemizi arayan bir kişi eylemi DHKC adına üstlenerek "Halk düşmanları, faşistler cezasız kalmadı, kalmayacak. Ya-şasın Devrimci Halk Kurtuluş Partisi, Ya-şasın Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi Öndere Selam "Savaşa Devam" dedi.

Yenibosna'da duvar yazılamaları 6 Temmuz günü ise Yeni Bosna'da Ço-

bançeşme ve Merkez Mahallelerine yine DHKC-Devrimci Halk Güçleri imzalı duvar yazılamaları yapıldı. Yeni Bosna duvarla-rında kavga kararlılığı ve coşkusu, "Kara-deniz'de, Toroslar'da, Kürdistan Dağların-dayız. Parti-Cephe Söyleyecek Son Sözü Haklıyız Kazanacağız" "K. Armutlu Faşiz-me Mezar Olacak", "Halka Kalkan Elleri

Kıracağız", "Faşizmi Döktüğü Kanda Bo-ğacağız" sloganlarıyla ifade ediliyordu

Yenikapı'daki bir faşist odak molotof lanarak yakıldı

İstanbul Yenikapı'da devrimci demokrat insanlara defalarca saldırılarda bulunan fa-şist Recep Özkardeşier'in fırını molotofla-narak yakıldı. Ancak etrafına topladığı MHP'li çete artıklarına güvenmiş olacakki Beyazıt'ta birçok emekçiye ve devrimcilere yönelik saldıralarda sicili kabarık olan Re-cep Özkardeşler '90 yılında Devrimci Sol Güçler tarafından dövülerek uyarılmıştı. Bundan sonra uzun süre sesi kesilmiş, ka-badayılıktan vazgeçmişti.

Recep Özkardeşler son günlerde yanına aldığı MHP'li faşistlerle birlikte Beyazıt çevresindeki devrimci, demokrat ve yurt-sever kişilere saldırılarla başladı. 1 Tem-muz'da çevresindeki MHP'li çetelerden topladığı adamlarıyla bir devrimciye sal-dırdı. Aynı faşist 7 Temmuz'da da devrim-ci demokrat bir emekçiye saldırarak bı-çakla yaraladı. Bunun üzerine 8 Temmuz'-da Beyazıt Devrimci Halk Güçleri tarafın-dan Recep Özkardeşier'in simit fırını mo-lotoflanacak yakıldı. Beyazıt Devrimci Halk Güçleri faşist çetelere anladıkları dilden cevap verdi.

MHP Antakya İl Binası Bombalandı

Antakya -Sivas katliamının 2. yıldönü-münde kontrgerillanın bir kolu ve Sivas katliamının sorumlularından MHP'nin Ha-tay il binası Devrimci Halk Güçlerince mo-lotoflanarak tahrip edildi.

Bilindiği gibi Sivas'ta 2 Temmuz '93 gü-nü Madımak Oteli kontrgerillanın planla-rında rol alan gerici faşistlerce yakılmış ve bu yangında 35 aydın-sanatçı yaşamını yitirmişti.

2 Temmuz 1995 günü katliamın 2. yıl-dönümünde Antakya büromuzu Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi adına arayan bir kişi şunları söyledi: "2 yıl önce Sivas'ta 35 aydın ve sanatçıyı devlet desteğinde ya- kan ve birinci dereceden sorumlulardan olan MHP'nin il binasını yakarak tahrip et-tik. Sivas katliamının sorumlularından he-sap sorduk, soracağız. Devrimci Halk Güçleri pankartını astık. Yaşasın halkları-mızın kurtuluşu umudu Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi. Eylemlerimiz sü-recektir." dedi.

Devrimci Halk Güçlerince yakılan dev-let işbirlikçisi MHP'nin II binasında bulu-nan eşyaların tamamına yakını yanmıştı. Binada büyük maddi hasarın olduğu ha-berleri Hatay'daki yerel basına görüntülü

bir şekilde genişçe yansıdı. Samandağ'da gösteri

Devrimci Halk Güçleri Sivas katliamını Samandağ'da protesto ettiler. Sivas katli-amının 2. yıldönümünde katliam protesto edildi. Yapılan gösteride pankart açan ve slogan atan Devrimci Halk Güçleri halk ta-rafından alkışlandı. "Sivas'ın Hesabını Soracağız", "Şehitlerimizin Kanı Yerde Kalmayacaktır", gibi sloganların atılmasıyla kitle dağıldı.

Sivas'ta yakılan aydınlar ve Sibel Yalçın bir piknikte anıldı

Zonguldak-Devrimci Halk Güçleri 2 Temmuz Pazar günü Zonguldak 100. Yıl Orman Parkfnda bir piknik düzenlediler. Sivas katliamının ve Sibel Yalçın'ın anıl-dığı piknik coşkulu geçti. Saz eşliğinde türküler söylenerek halaylar çekildi. Pik-nikte "Kim vuruyor? Cephe, Kim öğreti-yor? Parti, Umudun adı DHKP-C", ''Titre Oligarşi Parti-Cephe Geliyor", "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür" sloganları atıldı. Saat 17.30 civarı piknik yerinden ayrılan-ların önü jandarma tarafından kesildi. Jandarmanın keyfi uygulamalarına tavır alan Devrimci Halk Güçleri zorla minibüse bindirilerek gözaltına alındı. Üçü çocuk olmak üzere 21 kişi gözaltına alındı. Em-niyete götürülürken marş lar söyleyen

DGM'liler şehrin işlek caddelerinden

geçerken minibüsün pencerelererinden za- fer işaretleri yaparak "Yaşasın Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi", "Yaşasın Devrimci Halk Kur-tuluş Partisi" slo-ganları attılar. Çev-reden geçen insan-lardan bazıları zafer işareti yaparak gö-zaltındakileri selam-ladılar. Emniyette jandarma polis işbirli-

ğinde gözaltında tutulan Devrimci Halk Güçleri sloganlar ve marşlarını söylediler. Kararlı ve coşkulu gözaltından sonra sav-cılığa çıkarılanlar serbest bırakıldılar. (Savcılığa ertesi gün çıkarıldılar) Devrimci Halk Güçleriyle birlikte Eğitim-Sen'li iki öğretmen ve 3,5,9 yaşında olan üç çocu-ğu da keyfi olarak bir gün gözaltında tu-tuldular. Eğtiim-Sen'li öğretmenin bir ak-rabası da DHKP-C adına saz çalmaktan gözaltında tutuldu.

Kurtuluş muhabiri Sadık Çelik, İşçi Ha-reketi Gazetesi temsilcisi Nazan Yılmaz. İnsan Hakları Derneği Yönetim Kurulu üyesi Kadir Kılavuz da keyfi olarak gözal-tına alınanlar arasındaydı. Gözaltına alı-nanlar 5 Temmuz günü İHD yönetiminin ve ailelerin katıldığı bir basın toplantısı düzenlediler, "keyfi gözaltılara son", "Bas-kılar bizi yıldıramaz" dövizleri açılarak Kurtuluş, İşçi Hareketi, Zonguldak temsil-cilikleri, TÖDEF'li öğrenciler ve Kurtuluş okurları imzalı bir basın açıklaması okun-du. Çocuklarıyla birlikte gözaltında tutulan Erdoğan Şahin adlı Eğitim-Sen üyesi öğ-retmen de tüm kamuoyunu duyarlı olmaya çağırdı.

Page 15: İ ş ğ İş ş ğ ş - ozgurluk.infoozgurluk.info/kitaplik/pdf/kurtulus/1995.07.15-zyKurtulus-say001.pdf · ından Partizan Sesi Kur-tuluş bürosunu ziyaret ederek saldırıyı

İstanbul Ankara, Bolu, Düzce, Denizli, Afyon, Trabzon, Isparta ve Artvin'deki su baskınları, gecekondulu halkı, yoksul ve emekçi halkımızı etkiledi. Isparta'da en az 28 kişi yaşamını yitirdi. Ölü sayısının artmasından endişe duyuluyor.

Bütün yoksullar, emekçiler; devlet sefaletimize ilgisizdir. Yaşam sorunlarımızı çözmemektedir, çözmeyecektir. Hakkımız olana halk komitelerinde örgütlenerek sahip çıkalım. Düşmana halkın sınıf dayanışmasını, yoksulların, emekçilerin dayanışmasını göstermeliyiz.

9 Haziran'da başlayan ve ülke gene-linde en az 35 kişinin ölümüne neden olan yağmur, sel felaketlerine yol açtı. Çarpık yapılaşma ve aşırı göç nedeniy-le özellikle gecekondu bölgelerinde sa-ğanak yağışların çıkardığı maddi hasar trilyonlarla ifade ediliyor. İstanbul'da 8 Temmuz Cumartesi

günü geç saatlerde başlayan ve 4 gün aralıklarla süren yağışlardan sonra toplam en az 1400 su baskını olayı yaşandı. Sadece Kadıköy ve Üsküdar'da 320 ev su altında kaldı. İstanbul genelinde ise sel felaketiyle birlikte su basan ev ve İşyeri sayısı 1500'e ulaştı.

Aşırı yağışlar yüzünden İkitelli Deresi taştı. Dere yanındaki gecekondular sular altında kaldı. Ateş ailesinin yaşadığı gecekonduda mahsur kalan iki çocuk güçlükle kurtarılırken, dışarı çıkamayan 42 yaşındaki Hüsniye Ateş çar-pınarak sular altında hayatını kaybetti. Kartal, Kadıköy ve Beykoz'da 500 ev sular altında kaldı. Birçok semtte elektrik arızaları meydana geldi, telefonlar kesildi. Üsküdar ve Kadıköy'deki aşırı yağışlar nedeniyle Küçüksu Deresi taştı. Derenin taşması sonucu yakınında bulunan Hekimbaş, Çiftlik Caddesi üzerindeki 300 ev ve işyerini su bastı. Belediyenin ekipleri su baskınlarına karşı yetersiz kaldı. Tuzla'da evleri basan suyu temizlemek için vidanjör bulunamadı. Kozyatağı Turpoğlu sokaktaki Tirya-*

Kioğlu apartmanının zemin katlarını basan suyu boşaltmak isteyen iki çocuk babası, 28 yaşındaki kapıcı Turgut Yalçın, kaçak elektrik kablosunun suya değmesi sonucu öldü.

Ankara Aydınlı-kevler'de su baskını sonucunda meydana gelen elektrik kaçağı 50 yaşındaki Gülten Demir'in ölümüne yol açtı. Ayrıca Keçiö-ren, Etlik, Yenima-halle, Batıkent ve Aydınlıkevler'de çok sayıda ev sular altında kaldı.

Bolu'nun Düzce il-çesindeki yağışlar nedeniyle E5 kara-yolu ulaşıma ka-pandı. Yağışlar Kay-naşlı beldesinde bir derenin taşması so-nucu hasar yarattı.

Artvin'in Yusufeli ilçesinde aşırı yağış-ların yol açtığı sel, can ve mal kaybına neden oldu. İlçe merkezinde sele ka-pılan 52 yaşındaki Saniye Koçoğlu öl-dü, 1 0 yaşındaki Mehmet Ali Yılmaz İse kayboldu.

Trabzon'un doğru kesimindeki ilçelerin hemen tamamında

sel felaketinden dolayı hasar meydana geldi. Trabzon'un Of, Dernekpazarı, Çaykara, Sürmene, Köprübaşı ve Arsin ilçelerinde elektrik ve telefon arızaları meydana geldi. Of'ta sel sularına kapı-lan iki kişi öldü, bir kişi de kayboldu. Sürmene Köprübaşı arasındaki Manaz ile Of-Çaykara arasındaki Solaklıdaki dereler taştı. Sele takılarak kaybolan Ayten Düzenli ile Havva Genç adlı ka-dınların cesetleri ise bulunamadı.

Denizli'de 10 gün süren yağışlarda 250 ev ve işyeri sular altında kaldı. Ara-lıklarla devam eden sağanak yağış, Çardak, Çivril, Bozkurt ve Honaz ilçele-rinde etkili oldu. Binlerce dekar tarım alanı sel sularından zarar gördü. Bas-ma-Boyama fabrikası ve Zahire pazarı suyla doldu.

çorumun Bayat ilçesine Dagıı üeri-kultuğun Koyu nde şiddetli yağış nede-niyle 3 ev yıkıldı, 55 yaşındaki Şerife Alamaz isimli kadın sel sularına kapıla-rak öldü.

Afyon'un Suhut ilçesinde dolu yağ-ması sonucu ekili alanlar zarar gördü, ilçede özellikle şeker pancarı, patates, soğan, haşhaş ve hububat ekili 2 bin dekar alan doludan etkilendi. Şiddetli yağış, buğday ambarı olarak

bilinen Konya ve Trakya'da ürünü kırdı. Karaman'da bir köprü yıkıldı, üzerinden geçmekte olan araçta bulunan 3 kişi öl-dü, 6 kişi yaralandı.

İsparta Serin kent'te Sel Facia Getirdi 13 Temmuz günü İsparta'nın Serin-

kent ilçesinde meydana gelen sel fela-keti sonucu 28 kişi öldü, 40'tan fazla kişi yaralandı. Dağdan kopan toprak ve kayalar ilçenin bir bölümünü kapladı, Taş Mescid, Yayla ve Büyükçeşme ma-hallelerinde çok sayıda kerpiç ve ahşap ev yıkıldı. Yaklaşık 50 evin yıkıldığı, 150 evin sular altında kaldığı Serin-kent'te 28 kişi öldü, kurtarılabilen yaralı sayısı 37 kişi. Yıkılan, toprak altında kalan evlerde yapılan kurtarma çalış-malarında yetersiz kalınıyor. Gazetemiz yayına girdiğinde kurtarma çalışmaları-nın devam ettiği, ölü sayısının artabile-ceği bilgileri geldi.

Yaşanan sel felaketleri, başta istan-bul olmak üzere diğer bölgelerdeki ge-cekondulaarda alt yapının olmaması, devlet tarafından gecekondularda ya-şayan halka yaşamın çekilmez hale ge-tirildiğini gösteriyor. Her felakette oldu-ğu gibi sorumlular yine ortada yok. Halk derdini anlatacak, hakkını arayacak muhatap bulamıyor. Devletin gecekon-du halkının yaşam sorunlarını çözeme-yeceğini halk çok iyi biliyor.

Gecekondu halkının dayanışmasını sağlayacak, düşmanın saldırıları ve ya-şam sorunları karşısında birlikteliği sağ-layacak Örgütlenmeleri yaratmak gere-kiyor. Bu dayanışma sağlandığında halkın çok küçük katkılarıyla önemli güçler birikecek, halkın birlikte mücade-lesinin Önünü açacaktır.

Sel felaketinin sorumlusu devlettir

Sel felaketi sonucunda Fatih'te 13, Beyoğlu'nda 30, Üsküdar'da 234, Kadı-köy'de 224, İsîinye'de 57, Bakırköy'de 90, Adalar'da 55, Sarıyer'de 33, Beşik-taş'ta 62, Kartal'da 285, Gaziosmanpa-şa'da 165 ve Kocasinan'da 135 su bas-kını yaşandı.

Page 16: İ ş ğ İş ş ğ ş - ozgurluk.infoozgurluk.info/kitaplik/pdf/kurtulus/1995.07.15-zyKurtulus-say001.pdf · ından Partizan Sesi Kur-tuluş bürosunu ziyaret ederek saldırıyı

Bütün duygular de

evrimi ve sosyalizmi hedefleyen bir örgütlenme, kadın-erkek ilişki-leri açısından da bugünden burju-

va yaşam tarzının ve kültürünün kesin bir reddi olan örnek ve önder ilişkileri sa-vunmak ve hayata geçirmek zorundadır. Bu, hem devrime ilerlerken, bize ayak bağı olabilecek zaafların bertaraf edile-bilmesi ve hem de hedefimize koyduğu-muz sosyalist toplumun ilişkilerinin Parti ve Cephemiz içinde yeşertilebilmesi için zorunludur.

Kadın-erkek ilişkileri solun '80'den bu yana en çok tartıştığı ve ancak verdikleri bu önemin (!) tersine bir arpa boyu yol alamadığı bir konudur. Alması da müm-kün değildir. Çünkü sorunun konulusu çarpıktır.

Öncelikle sorunu "kadın-erkek ilişkile-ri" genel kavramının temelindeki değerle-re indirmek ve somuttaki yeriyle tartış-mak durumundayız.

Kadın-erkek ilişkilerinin üzerinde yük-seldiği sevgi nedir? Devrimci bir insan hangi ölçülere göre sever? Sevginin ve evlilik ilişkisinin devrim, mücadele, parti ve halk karşısında yeri nasıl-neye göre biçimlenecektir?

Hiçbir sorunu, azgınca sömürü altın-da inleyen halklarımızın umudu olma so-rumluluğumuzdan ve gerçekliğimizden bağımsız ele alamayız. Her gün en de-ğerli canlarımızın işkencelerden geçirildi-ği, şehitler kervanına yeni yoldaşlarımı-zın katıldığı bu çetin savaş koşullarında bizi halkımıza verdiğimiz devrim sözünü tutmaktan alıkoyan,hızımızı kesen hiçbir şey masum olarak değerlendirilemez. Düşmana her gün yeni darbeler vurarak zafere yürümek yerine bizi dar dünyamı-za hapseden herşey, direkt düşmanın işine yarar, iç düşmanımızdır. işte bunun içindir ki, kadın-erkek ilişkilerini de soyut bir tartışma konusu olarak değil, bu ger-çeklik içinde ele almak zorundayız. Bu-nun dışında bir ele alış, ne kadın-erkek ilişkilerindeki çirkinlikleri, çarpıklıkları dü-zeltir, ne de devrimi ilerletir.

İnsanın bir sevdiğinin olması güzel-dir, insanın sevdiğini özlemesi en insani duygulardan biridir. İnsana dair her şey devrim, halk ve örgüt gerçeğimizin bir parçasıdır. Bunlar doğru...

Ancak, soyut düzeyde, insanın özüne dair bir tartışma yürütmüyoruz.

İlkesizce geliştirilen cinsel-duygusal ilişkilerle, yoldaşlarının ve partisinin emek verdiği halk ilişkilerinin sevgisini, saygısını ve güvenini zedeleyen, kendi ahlaki zaaffarıyla şehitlerimizin yarattığı değerlere zarar veren bu ilişkisi nedeniyle hergün yeni yalanlar söyleyen ve kişiliğini adım adım çürüten bir devrimcinin yaşadığı ilişkisinin "insani ve güzel" oldu-ğunu düşmandan başka kim iddia edebi-lir?

Elbette insanın sevdiğini Özlemesi, en insani duygulardan biridir.

Ama duygu beslediği insanı ilkesiz ve kuralsız bir tarzda gören ve bu ilkesizlik-lerinin bedelini, partisine; savaşı engelle-yerek, yoldaşlarının canlarıyla oynayarak ödeten bir devrimcinin "özlem"inin insan-ca olduğunu kim söyleyebilir bize?

Sevgilinin elini tutmak gü2eldir, in-sancadır.

Ancak her gün, emekçi halktan yüz-lerce insanın kurşunlarla, bombalarla ya

da "iş kazası" denen cinayetlerle, yoksul-lukla öldürüldüğü, işkencelerde sevdikle-rimize tecavüz edildiği, yoldaşlarımızın cesetlerinin dahi düşmanın kustuğu kinle parçalandığı bir ülke gerçeğinde, daldığı kişisel özlemlerle, tatlı sevgili hayalleriyle halkı, savaşı ve görevlerini unutan, ağır aksak yapan bir devrimcinin, halka verdi-ği devrim sözüne kim güvenir? Veya bi-reyselliğin denizinde atılan kulaçlarla ya-şanan, bir yozlaşmanın, sorumsuzlaş-manın "güzel" olduğunu, "insanca" oldu-ğunu kim iddia edebilir?

Bütün bunların tek savunucusu an-cak düşman ve onun kültürünün etkisin-de kalanlar olabilir. Çünkü olayları, kav-ramları koşullarından soyutlayıp, gerçek muhtevasını çarpıtmak ancak düşmanın yapabileceği bir iştir ve düşman bunu yapmaktadır.

Devrim yürüyüşünün bütünü açısın-dan, burjuvazinin halkın ve devrimin saf-larına "ajan" sızdırması çok tali bir sorun-dur. Düşmanın halkın ve devrimin safla-rındaki karşı-devrimci faaliyetinin asıl gü-cü, bu saflara "sızmayı" başaran, burjuva ideolojisi ve kültürüdür. Bu nedenle, dü-zene karşı savaşmak isteyen bir devrim-cinin atacağı en önemli adım, bir yanıyla içinden geldiği bu ideolojiden, kültürden, yaşam tarzından kopmaktır. Burjuva ide-olojisinin ve kültürünün en fazla yozlaş-tırdığı alan olan kadın erkek ilişkileri bu kopuşun temel parçalarından biri olmak durumundadır.

Eğer bu alanda, halkın ve devrimci hareketin değerleriyle, burjuvazinin kül-türüne ve "değerlerine" karşı bir barikat oluşturmayıp, tersine bu kültürün taşıyı-cısı olursak düşman bu zaafımızla açtı-ğımız gediklerden sürekli saldıracaktır. Bu saldırı bazen, zaafın sahiplerini çürü-tüp devrimden koparır. Bazen bu zaafın yol açtığı hataları, kuralsızlıkları kullana-rak fiziki katliamlara uzanır.

Biz bir savaş örgütüysek, bizi savaşta güç kaybına uğratan, düşmana koz veren, savaştan uzaklaştıran hiçbir şeye esnek davranamayız. Bizim beynimiz sı-nıfsal gerçeklere, halkın çıkarlarına göre çalışmak zorundadır. Partili kişilikle, kendi kişisel özlem ve eğilimlerini halkın öz-lemlerinin, devrimin umudunun önüne koyan küçük-burjuva devrimcileri arasın-daki fark burada kendini ifade eder. Da-va adamı olmak, gözünü diktiği geleceğe varmak için her türlü kişisel Ö2lem ve beklentiden uzaklaşmak, kendi özlemle-

ri, beklentileri, mutluluğu ile halkın öz-lemleri, beklentileri, mutluluğu arasında açı bırakmamaktır. Her şeyiyle devrimin insanı olabilmektir. Yaşamımızı devrimci savaşımızın dışına bir saniye bile olsun çıkarmadan yoğunlaşabilmektir. Kendini tatmin için, sözde devrimcilik oynayıp, ki-şisel özlemleriyle yaşayıp, halkın çıkar-ları arasında ip cambazlığı yapmak, dev-rimci enerjimizi "hassas dengeler" kur-maya harcamak bizim işimiz olamaz.

Bu konuda tartışacağımız her sorunu savaş gerçeğinin terazisine vurmak ve devrimci vicdanla, ahlak bütünlüğüyle sorgulayıp siyasi misyonumuza sahip çıkmak, iç düşmanı tüm çıplaklığıyla or-taya çıkarıp her düzeyde yenmek zorun-dayız. Zafere sağlam adımlarla yürüye-bilmek için bu, olmazsa olmaz koşuldur.

Halkın Değerleri, Düzenin "Sevgisizliği ve

Devrimcinin Sevgisi "Düzen ilişkileri" deyince, esas olarak

düzenin içerdiği iki ayrı ilişki biçimini ve değerler sistemini de ayırdetmek gerekir. İlki halkın değerleri, ikincisi burjuva kültü-rün biçimlendirdiği ilişkiler ve değerler. Kuşkusuz ikincisi, birincisi üzerinde bü-yük bir tahakküm kurmuştur ve bu yüz-den bugün emekçi halk kitleleri içinde de burjuva kültürünün karşılığı olan boyutlu bir yozlaşma ve dejenerasyon yaşan-makta; düzen halkın ahlak anlayışından namusuna, imecesinden komşuluk ilişki-sinden, onuruna, sevgisine kadar tüm değerlerinin altını boşaltmaya çalışmak-tadır. Ancak bu herşeyin yokedilebileceği anlamına da gelmez. Halkımız yüzyıllar-dır yoksulluğu, ezilmişliği paylaşmış, is-yanları paylaşmış bir halk olarak olumlu değer ve geleneklerin sahibidir. Bunların bir kısmı gerilemiş-geriletilmiş ama var-dır, bir kısmı ise düzenin yozluğuna kar-şın kendini şu ya da bu biçimde hatta bazen dinsel, bazen ulusal motiflerle ko-rumaktadır.

Bu ayrımın konulması önemlidir. Bu ayrım bize, örneğin kadın-erkek

ilişkilerindeki zaafların "içinden çıktığı çevre", "düzen kültürü" gibi ne anlama geldiği belirsiz şeylerle açıklanamayaca-ğını gösterir. Bu zaafın gerçekle halkın değerlerinden bir kopma; halka yabancı-laşma anlamına geldiğini gösterir.

Devrimci; halkın değerlerine sahip çıkmak, devrimci; sosyalist değerleri bu değerlerle birlikte geliştirmek zorundadır.

Bir geçmişe, bir tarihe, bir köke uzan-maksızın yeni bir değerler sistemi oluş-turmak mümkün değildir. Ekonomik, poli-tik, kültürel ya da ahlaki olarak halktan kopanlar, halk adına, devrim ve sosya-lizm adına hiçbir şey yapamazlar.

Kadın-erkek ilişkilerindeki zaafların önemi ve bu zaaflara yaklaşımın ayırde-diciliği de buradadır.

İnsanlar çeşitli etkilenmelerle devrim-ci saflara geliyorlar. Devrimci kültürün iç-selleştirilmesine, örgütlü bir insanın dü-şünce tarzını kavramasına kadar ki sü-reçte şu veya bu boyutuyla çeşitli eksik-likler yaşanması doğaldır. Örneğin bir mücadele taktiğinin, bir örgütlenme biçi-minin, örgütsel işleyişin yeterince kavra-namamasının sonucu olan hatalar, ek-siklikler anlaşılır olacaktır ve hataya alı-nacak tavır da bir esnekliği, hoşgörüyü içerecektir. Bunlar bir anlamıyla tümüyle yenidir onun için. Ama kadın-erkek ilişki-lerindeki ahlaksızlıkları, zaafları bu kate-goriye koymamız mümkün değildir. Çün-kü devrimin safları bir yana, halkımızın geleneklerinde böylesi ahlaksızlıklara yer yoktur.

İnsanların, hiçbir şey için olmasa bile, namus için -bunu dar anlamda alıyor ol-maları önemli değildir- onlarca yıl hapis-hanelerde yatmayı göze aldığı bir halkın; namus kavramının, Elbistan'da olduğu gibi, faşist ideolojinin etkisi altındaki bir kitlenin devlete tepkilerini açığa çıkaran kilit bir rol üstlendiği bir toplumda; ahlak-sızlıklarla, kuralsız kadın-erkek ilişkileriy-le halkın karşısına, hem de devrim adına çıkmak ve bu halktan karşılık bulmak mümkün değildir.

Halkın değerlerine saygı gösterme-yenler, halk değerlerini koruyamaz ve bu değerler üzerine sosyalizmi inşa ede-mezler. Halka rağmen "özgürce" yaşa-mak isteyenler ve bunu devrimci bir kılıf altında sunmaya-sürdürmeye çalışanlar devrimci olamazlar.

Şimdi bu ayrımı koyarak burjuva dü-zenin kadın-erkek ilişkilerine egemen kıl-dığı kültürü ele alabiliriz.

Kapitalist sistemle birlikte herşeyin metaya dönüşmesi evlilik kurumunu da metalaştırmıştır. Her şeyin alınır-satılır

Her gün en değerli canlarımızın işkencelerdengeçirildiği, şehitler kervanına yeni yoldaşlarımızınkatıldığı bu çetin savaş koşullarında bizi halkımıza

verdiğimiz devrim sözünü tutmaktan alıkoyan, hızımızı kesen hiçbir şey masum olarak

değerlendirilemez. Düşmana her gün yeni darbelervurarak zafere yürümek yerine bizi dar dünyamıza

hapseden herşey, direkt düşmanın işine yarar, iç düşmanımızdır. İşte bunun içindir ki, kadın-erkek

İlişkilerini de soyut bir tartışma konusu olarak değil,bu gerçeklik içinde ele almak zorundayız. Bunun dışında bir ele alış, ne kadın-erkek ilişkilerindeki

çirkinlikleri, çarpıklıkları düzeltir, ne de devrimi ilerletir.

D

Page 17: İ ş ğ İş ş ğ ş - ozgurluk.infoozgurluk.info/kitaplik/pdf/kurtulus/1995.07.15-zyKurtulus-say001.pdf · ından Partizan Sesi Kur-tuluş bürosunu ziyaret ederek saldırıyı

vrime yönelmelidir

bir hal aldığı kapitalizmde sevgi de bu şekilde pazarlanmaya başlanmıştır. Ka-pitalizmle birlikte eşlerin birbirlerini seç-meleri "özgürleştirilmiş" olmasına rağ-men gerçekleştirilen evliliklerdeki temel kıstas halen servet-zenginliktir. Zengin-liklerin belirleyiciliğinde gerçekleştirilen evliliklerde karsı cinsten kişilerin birbirle-rini beğenmeleri, sevmeleri söz konusu olamaz. Bu şekilde gerçekleşen evlilik-lerde insanlar olsa olsa birbirlerine geçici bîr yakınlık duyarlar. Duyulan bu yakınlı-ğın temelinde ise cinsel tatmin vardır. Kapitalizmin evliliğinde gerçek bir sevgi olmadığından, bütünü ile bir paylaşım, sadakat, vefa, özveri ve fedakarlık da ol-mayacaktır. Kurulu düzende sıradan in-san iki şey için yaşıyor; iş-güç sahibi olup bir aile kurmak. "Aile" onun gözün-de kişisel ihtiyaçlarının tatmini ve neslini sürdürme olarak somutlanıyor. Bunun için seviyor. "Sevgi"sinin ölçüleri buna göre biçimleniyor. "Aşık olmalar ilişkinin düzen içindeki bu niteliğini değiştirmiyor.

Kapitalizm, bu noktada böylesine çı-karcı, bencil bir kültürün üreticisi duru-mundadır.

Kadın-erkek ilişkilerindeki çıkarcılık ve bencillik burjuva kültürün sıradan in-sanı fethetmesinin boyutudur ve burjuva kültürün bu alanda ürettiği diğer pislikler yanında "tali" kalmaktadır.

Burjuvazi, hem ekonomik saldırılarıy-la, hem ideolojik saldırılarıyla kadının ve cinselliğin kendisini de metalaştırmıştır.

Bugün bir tarafta etini satmak zorun-da bırakılan kadınlar, bir tarafta "bu be-denin sahibi benim" yorumlarıyla "özgür aşk" yozluğu yaşayan kadınlar, bu düze-nin kadına bakışının ve ürettiği pisliğin iki ayrı yüzüdür.

Bu aynı zamanda erkeği de aşağıla-yan, kişilik olarak yoztaştıran, insanlıktan uzaklaştıran bir küytürdür. Kapitalist sis-tem böylesine kirli ve olumsuzdur. Türki- ye halklarına verebileceği hiçbir şeyi yoktur.

Düzenin bütün çirkinliklerini görüyor ve olumsuzluyorsak, kadın-erkek ilişkile-rine de sevgiye de farklı bir muhteva ka-zandırmak, farklı bir biçim vermek zorun-da olduğumuz açıktır. Bu muhtevanın ve

"...Bizim kadınlarımız geleneksel olarak güçsüz, zayıf, edilgen, himayeye muhtaç

kadın değildir. Devrimci saflarda tüm devrimci söylemlerine karşın, kadını hi-mayeye muhtaç ve kendi mülkü olarak görme anlayıp oldukça yaygındır. Dev-

rimci kadın bu yaklaşımı aşağılanma kabul etmelidir. Bu düşünceye sahip olan

erkeğin sevgi anlayışı devrimci değil, bi-reycidir. Hangi duygu maskesi altında ge- lirse gelsin, bu tür sevgi anlayışları, ben-

cillikle yoğrulmuş olup kapitalizmin ve ihanetin damgasını taşırlar. Kadın, erkek

egemen düşüncesinden kurtulmadıkça, bu duygusallığın atmosferine girecektir.

Kadın devrimci savaşı her cephede kazan-madan kendini kabul ettiremez. Düşman

kuşatmasını yaramaz..." "..Devrimci kadın, devrimci

olmaya karar verdiği andan itibaren önce kendi savaşını kazanmak zorunda olan egemen güçlerin çizdiği zayıf, duygusal, gözyaşı döken, zavallı kadın tipini reddeden kadındır..."

"Burjuvazinin çizdiği kadın tipini esestan reddetmediniz. İdeolojik, kültürel olarak vuruşlar yaptınız, ama bu vuruşlar hiçbir zaman odak nokta olmadı. Tali he- deflere vuruş yaptınız. Kendi üzerinizdeki burjuva ideolojisini, kültürünü ortadan kaldırmadınız. Sadece rötuşladınız. Du- doklarınız ve kaleminizle devrimci kadını çizdiniz, ama yaşamda, çalışma tarzında bunu uygulamadımz. Bu çelişki zayıflık- lannızı devam ettirdi..."

"Kendinizi gerçekten tanıyormusunuz? Tanıyorsanız, zayıflıkların nedenlerim

bulup önlemlerini almak durumundasınız. Atamıyorsanız, önce kendize iha- net ediyorsunuz, kendinize karşı saygısız- laşıyorsunuz demektir. Kendine saygı

duymayanlar, kimseden saygı beklememe-lidir. Saygıyı hak etmek gerekir. Saygıyı hak etmek zayıf kadın tipini reddedip, güçlü, savaşçı, kişiliği oturmuş devrimci kadın tipini kabullenmektir.

Kişiliği oturmamış, devrimcileşme-miş, egemen sınıfların edilgen, zayıf, di-dişen, sorun çözemeyen kadın, saygıya layık olmadığı gibi, sevgiye de layık değil-dir. Böyle bir kadım sevmek çirkinlikleri sevmektir. Düzen kadının sevmektir. Böyle bir kadını seven erkek, devrimci sevgiyi değil, sıradanlığı, cinselliği tercih etmiş-tir. Aynı çirkinlikler erkek için de geçerli-dir. Devrimci kişiliği oturmamış bir erkek de, devrimci kadını geri çekmeye çalışa-caktır. Bu tür erkek de sevilmeye layık değildir.

Siz, bu kadın tipini çok köktenci bir şekilde reddetmek zorundasınız. Her şeyi

ayrıntılarıyla ele alıp sorgulamak zorun-dasınız. Nasıl düşünüyor, nasıl yaşıyor, nasıl çalışıyor, nasıl seviyorsunuz? Geri-lere gidin. Tüm devrimci yaşamınızı irde-leyin. Sağlıklı, devrimci bir bakışla gerçek bir sorgulama yaptığınızda devrimci söy-lemlerle, düşüncenin ve yaşamın her anı-na girmiş, sosyalizm maskesiyle gizlen-miş, burjuva ideolojisini ve kültürünü gö-receksiniz. Aileniz, sevgiliniz, Özlemleri-niz, duygularınız neye göre şekillenmiş-tir? Devrime hizmet etmeyen, devrimi ge-liştirmeyen her düşünce, her davranış, her tercih itilmek ve mahkum edilmek zo-rundadır. Kadınlarımızın, genç kızlarımızın, devrimci savaşçı olmak için herkesten daha çok nedeni vardır. Düşmana karşı büyük bir öfke duymak için herkesten daha köklü maddi nedenlere sahiptir. Bütün bu objektif koşullara rağmen, açık ve net devrimci tercihten kadınlarımızı alıkoyan, öfkeleri dindiren nedir. Bu düzendir... Bu, bazen sevgili, bazen aile, özlemler, hatta ana olarak ortaya çıkan düzendir... Dü-zen, her zaman görünen çirkin yüzüyle karşımıza çıkmaz. Çoğu kez güzel görü-nümlerde çirkinlikler olarak onunla kar-şılaşırız. Düzen kadına zayıflığı, gözya-şını, himayeciliği reva görmüştür. Ne ya-zık ki, kadınlarımız da bilerek veya bilme-yerek bu durumu sürdürüyorlar. Sonuçta kendisine saygısı olmayan, sinirleri, duy-guları, tepkileri sağlıksız kadın tipleri or-taya çıkıyor.

Siz kendinize dönüp esas vuruşların kendinize yapmazsanız, kendi zayıflıkları-nıza karşı kavgayı sürekli kılmazsanız, kimse size güçlü devrimci kişilikler ka-zandıramaz. Ne o sıkça duyduğumuz duy-gusal ilişkilerdeki "...birbirimize güveni-yoruz, birbirimize destek olur, kendimizi yenileriz..." tüm pespaye sözler, ne de "...oğlum, kızım" diyerek kol kanat geren, kendi çıkarları söz konusu olduğunda ise rahatlıkla sahip çıkmayan kapitalist dü-zendeki aileleriniz sizi kurtaramaz. Bu sa-vaşın öğretmem de öğrencisi de sizsiniz.

Değişmek isliyorsanız, devrimci sa-vaşçı olmak istiyorsanız, önce devrimci kadını her boyutuyla düzenden kopuşunu sağlayan devrimci kadın tipini çözümleye-cek ve ona sahip olmanın savaşını başla-tacaksınız. Bu, kadının günlük yaşamın-da, ailede, duygusal tercihlerde ve dev-rimci mücadele içerisinde onur savaşıdır. Bu onur kazanılmadan gerçek bir zafer, gerçek bir sevgi kazanılamaz. Bunun dı-şında söylenen sözler, vaatler "...bize ina-nın..." yeminleri, yaşamın gerçekleri içe-risinde hiçbir şey ifade etmiyor.

Ülkemizin kadını çok güçlü dinamik-lere sahiptir. Anadolu halklarının kültür mozayiğinin birçok motifini üzerinde taşı-yor olup, kahramanlıklar, ihanetler, acı-lar, savaşlar yaşamış, halklarının kültür özellikleri onun güçlülüğünün nedenleri-dir. Bu güçlülüğün ana öğeleri, özveri, vefa, disiplin ve öfkedir. Bunlara devrimci Özellikler kazandırdığımızda, devrimci mücadeleye kanalize ettiğimizde, devrimci mücadelede kadının tarihine büyük bir güç katacaktır. Bu tarihin zayıf yanı ise edilgenlik, aşağılanma ve cinsel meta ola-rak görülmedir. Bunu reddetmek devrimci kadın olmanın ilk koşuludur. Bu reddediş büyütülüp içselleştiritdiğinde kadının devrimci tarihinden gelen olumlu özellik-lerle de birleştirildiğinde her milliyetten gelen devrimci kadınlarımız büyük bir coşku ve dinamizmle kadınların etrafında yükseltilen gerici duvarları yıkıp, müca-delede kendi önündeki tüm engelleri aşa-caktır.

Siz bu engelleri aşmak istemezseniz, hala burjuvazinin size layık gördüğü "...duygusalım, tepkiselim..." diyerek dü-zen ve devrim ikilemini aşamaz ve fırtınalı bir biçimde kendi içinizde yaşatırsanız hiçbir teori, hiçbir güç sizleri düzene dön-mekten kurtaramaz. Düşünce tarzınız, ya-şam tarzınız, duygusal ilişkileriniz, ruhsal dünyanız bu haliyle, bu görünümüyle sor-gulanmaya muhtaçtır ve mutlaka değiş-melidir. Güzellikler egemen olmalıdır.

Bu savaşta özverileriniz, kahraman-lıklarınız, zayıflıklarınız, olumluluk ve olumsuzluklarınız var. Acılarınız var. Hepsi bizimdir. Örgütümüzündür. Olum-suzluklarınızı, zayıflıklarınızı atmak en azından savaşımızın önüne barikat olma-larım engellemek görevi hepimizindir. Basan ve başarısızlıklarınız, zafer ve ye-nilgileriniz, bu savaşı kazanmak için ka-rarlı bir çaba içerisine girip girmemenize bağlıdır. İçimizden veya dışımızdan, nere-den ve nasıl, hangi görünüm altında ge-lirse gelsin örgütü işletmeyen, kendini da-yatan, savaşı gerileten, engelleyen, savaş-çılarımızı moral bozukluğuna sürükleyen, birliğimizi zayıflatan ve parçalayan her-kes, her şey düşman cephesinden sayılma-lıdır. Duygusal yaklaşımlardan, iyi-kötü niyet tartışma/arından, saflıklardan çıkıp politik bakmasını öğrenmelisiniz. Kendi-nizi kendi misyonunuzu görmek ve dü} maninizi çok iyi tanımak zorundasınız. Birliğimizi bozan, moral bozukluğu yara-tan, otoriteyi çiğneyen, düşmanı tanımak ve yenmek zorundasınız... Bu, zaferi elde etme bilincine ve yeteneğine sahipsiniz. Başarmanızı istiyoruz. Devrimci kadın ki-şiliğini kazanmanızı istiyoruz.

Önderlikten kadın yoldaşlara bazı notlar

Page 18: İ ş ğ İş ş ğ ş - ozgurluk.infoozgurluk.info/kitaplik/pdf/kurtulus/1995.07.15-zyKurtulus-say001.pdf · ından Partizan Sesi Kur-tuluş bürosunu ziyaret ederek saldırıyı

biçimin çizgilerini belirleyecek olan da içinde bulunduğumuz savaş ve uğrunda savaştığımız sosyalizmdir.

Bugün düzenin yaygınlaştırmaya ça-lıştığı küçük-burjuva ve burjuva kültürü-nün yarattığı insan tipini reddetmek, bu-nun için düşmanla sınıf savaşını yükselt-mek, diğer taraftan da iç düşmana karşı mücadeleyi boyutlandırmak gerekiyor.

Sosyalizmin inşasını ve sınıfsız top-luma ulaşma sorecini yeni insanla dev-rimci ilişkiler içerisinde bugünden yarat-ma gibi bir sorumluluğumuz da var. Dü-zenin kültürüne alternatif ve bugünden yaratacağımız sosyalist kültür, savaşı-mızda bize kalıcılık, kararlılık sağlayacak güç olacaktır.

Devrimci insanın sevgisi işte bu nok-tada herşeyden önce bu sosyalist kültü-rün bit parçası olacaktır. Savaşımızda bize güç ve kararlılık taşıyacak bir sevgi-dir.

İşte bu nedenle bu sevginin ölçüleri de, burjuvazininkinden de, sıradan insa-nın ölçülerinden de farklı olacaktır.

Devrimci insan, karşı cinsi, maaşı, arabası, kariyeri, fiziki özellikleri için de-ğil, devrimin değerleri ve güzelliğiyle se-vecektir. Karşısındakinin fedakarlığını, paylaşımcılığını, kararlılığını, coşkusunu, disiplinini, direngenliğini, duyarlılıklarını, girişkenliğini, devrimi, halkı ve örgütü sevmesini sevecektir.

İnsanı daha insan yapacak, devrime güç katacak özellikler bunlardır. Zaafla-rıyla yaşayan, zaaflarını kurumlaştıran insanın ya da insanların yaşayacağı sev-giler yarımdır, sakattır, eksiklidir. Zaaflı insan sevilmeye de sevmeye de layık değildir. Sevgiyi haketmek gerekir. Ve bu hakediş ancak mücadele içinde olur; emekle, özveriyle. Devrimci insanın aşkı-nın, sevgisinin, tüm teorik-felsefi söylem-lerin ötesinde yalın gerçeği budur.

Sevgi, saygıyla birlikte anlam kaza-nır. Mücadele içinde, devrimci ilişkiler içinde saygı ise ancak, düşmana karşı kararlılık ve coşkuyla, devrimci özveri ve olgunlukla kazanılabilir. Zaafların belirle-yici olduğu, şu veya bu biçimde mücade-leden kaçışın söz konusu olduğu kişilik-lerde doğaldır ki, bu saygı oluşmayacak-tır. Birbirlerine saygı duymayanların sev-gisi ise yapay ve yüzeysel olmaktan öteye geçemez. Birbirlerine saygı duyma-yanlar ve devrimci sevgiyi kavrayama-yanlar burjuva düşüncelerin yönlendir-mesi allında olup, kuralsız, halka ve ör-güte yabancı ilişkiler geliştirirler. Ve za-rar verirler. Bu ilişkide sevgi değil, cinsel-lik vardır. Bu tür ilişkiler büyük çoğunlukla kısa bir süre sonra olumsuzlukla nok-talanır. Kısa sürede dejenere olur ve ge-riletir. Devrimden kopuşları giderek hız-lanır. Taraflardan biri bu gerçeği görüp radikal kararlar almazsa kopuşa, pek çok örneği yaşandığı gibi, birlikte giderler.

Türkiye halklarının bağımsızlığı ve kurtuluşu için savaşan ve bu mücadeleyi kadın ve erkeğiyle birlikte sürdüren bizler açısından "insana özgü hiçbir şey bize yabancı değildir". Marksist-Leninist deyi-şinin altının bu boyutuyla dolduracak olursak, devrimcilerin de karşı cinse ya-kınlık duymaları, birbirlerini sevmeleri bizlere yabancı değildir elbette. Fakat karşı cinse olan yaklaşım hiçbir şekilde kapitalist kültürden etkilenmemiş bir saf-lığı ve temizliği ve devrime göre şekille-nen bir muhtevayı ve işlevselliği ifade et-melidir. Bu yanıyla duyulan yakınlık, sevgi örgütsel işlerlik açısından da onay gördüğü noktada evlilik elbette yadırgan-mayacak bir durumdur. Sevgi ve evlilik böyle biçimlendiğinde; insanların hiçbir çıkar gözetmeden halka, devrime ve yol-

daşca birbirine bağlılığı; birbirini geliştir-medeki sorumluluğu ve birlikte savaşma ve geleceği birlikte şekillendirme idealiy-le yaratılan ortak ruh ve bilinç, ortak kül-tür; kadın-erkek ilişkilerinde de ifadesini bulmuş olacaktır. Devrimci Özden Yoksun, Kuralsız

İlişkiler Nasıl Biçimleniyor? Kadın-erkek ilişkilerindeki olumsuz-

luktan burjuva kültürünün kendini binbir çeşit kılıfa büründürebilmesine paralel olarak çok çeşitli biçimlerde ortaya çıka-bilmektedir. Küçük-burjuvazinin mücade-le ve örgüt içinde kendi "özgür yaşamı"nı sürdürmedeki ısrarı ve bunun için ortaya koyduğu şaşılası yaratıcılık (!) olumsuz-luğun "çok çeşitli" biçimler alabilmesinin bir diğer kaynağıdır.

Girilen ilişkilerin veya birilerine duyu-lan yakınlığın devrimci örgütten, partiden gizlenmesi olumsuzluğun en sık rastla-nan biçimlerinden biridir.

Bu konu hakkında öncelikle şunu be-lirtmek gerekir; örgütlü insanlardan söze-diyorsak eğer, birilerine duyulan hoşlan-manın, sevginin Parti'ye bildirilimesi va onaylanması sağlıklı ve ilkeli bir ilişkinin geliştirilmesi açısından doğal bir önko-şuldur. Kaldı ki, bu bir önkoşul olmaktan da önce, devrimci sorumluluğun ve parti-mizin açıklık politikasının bir gereği ola-rak da kavranmalıdır. Bu bilinçle hareket edildiğinde, partinin bilgisi dışında girilen ilişkinin yanlış olduğu, yanlış olduğunun bilincine sahip insanlar açısından da bu-nun suç olduğu açıktır. Bu nedenle yap-tırımı da olmak zorundadır.

Gizlenen ilişkilerdeki ilginç bir yan, çevredeki birçok insanın bu İlişkiden ha-berdar olmasına, sıradan insanlarla dahi paylaşılmasına rağmen partiyle paylaşıl-mamasıdır. Burada, örgütü de, kişilerin kendisini de yıpratacak bir ilkesizlik söz konusudur. Parti'den gizlenen bu ilişki-lerde gizleme devam ettiğinde, kendisini suçlu hissetme de giderek büyüyecektir. Bu ve buna benzer ilkesizliklerin sonucu, kendilerini örgütün dışında görme eğilimi gündeme gelecektir. Yani giderek dev-rimcilikten uzaklaşılacaktır. Ya da girilen yanlış ilişki meşru görülecek ve çürüme bu yönde derinleşecektir.

Birine duyulan yakınlığın veya hoş-lanmanın Parti'ye açılmamasının altında yatan neden, özünde Parti'ye güvensiz-liktir. İlişkiye engel olunacağı düşüncesi-nin hakim olmasıdır. Korkmaktadır. Peki ama bu korku niye, sorusunun cevabı ise bellidir. Parti'ye açılmayan bu ilişkinin sağlıklı olduğuna zaten kendileri de inan-mamaktadır. İlişkinin zaaflı olduğunu bil-diklerinden, Parti'nin onay vermeyeceği endişesini taşırmaktadırlar.

ilkesiz başlayan ve gelişen ilişkiler, olumsuzluklar yaşandıktan sonra Parti'yi bilgilendirmek biçimiyle de karşımıza çık-maktadır. Bu durumda Parti'ye yapılan açıklamalarda, çoğunlukla girilen duygu-sal ilişkilerin boyutları konulmamakta, sadece duygusal bir eğilimin varlığı belir-tilmektedir. Burada ortaya çıkan mantık,

Parti'den bu durumu gizleme ve gelebile-cek cezalardan, yaptırımlardan kendini koruma kaygısıdır. Samimiyetsizliktir. Bu şekilde ilişki, Parti'ye dayatılmaktadır.

Duyulan yakınlığın Parti'den önce karşı tarafa açılması; bu da doğru olma-yan bir yöntemdir. Yakınlık duyduğumuz insanla, Parti'nin bilgisi olmadan böyle bir paylaşımda bulunmak onaylanamaz. Kişiler hakkındaki en sağlıklı siyasi de-ğerlendirmenin Parti tarafından yapılabi-leceği kuşkusuzdur. Yani bu konuda kişi-lerin ön yargılarıyla hareket ettikleri veya edebileceği gerçeği düşünüldüğünde; ör-gütlülük içerisinde bulunan insanların Parti tarafından bütünüyle tanınması ve onlar hakkında doğru kararlar alacağı gerçeği tartışılamaz. Böyle bir işleyişte Parti, karşı tarafın düşüncesini alacak, olumlu ise Parti, tarafları geliştireceğine karar verdiği koşullarda böyle bir ilişkinin gelişebilmesinin yolu açılacak, perspektif anlamında yardımcı olunacaktır..Ve ger-çek anlamda bir sevgilim oluşabilmesi, gözlemlenebilımesi için doğal süreç izleti-lecektir.

Bu doğru işleyişin hayata geçirilme-mesi, örgütsel işleyişe denk düşmediği gibi, karşı tarafın kişiliğine de saygı duy-mayan bir yaklaşımdır. Karşımızdaki in-sanın bize karşı böyle bir his beslemediği koşullarda ortaya çıkacak sonuç, ilişkilerin zedelenmesi olacaktır. Bunun sonucu olarak da, birlikte çalışılan ortamlardaki insanlar arasında soğuk-suni yaklaşımlar meydana gelecek ve alınması gereken verimlilik düşecektir. Ya da ilkesizliğe ilkesizlikle yaklaşıldığı bir durumda da bu, zaafların örtüşmesini sağlayacak, ilkesizlik boyutlandırılarak karşılıklı gizle-me yolu seçilecektir. Ve zaaf bu biçimiyle, suç boyutuyla büyüyerek ortaya çıka-caktır. Olumsuzluğun "Şıpsevdicilik" Olarak Kendini Gösteren Biçimi

Bir devrimcinin karşısındaki insanı ta-nımadan, onunla ortak olan özelliklerini görmeden, kişilik yapılarının örtüşeceği-ne, gerçekten anlaşabileceklerine kanaat getirmeden birine yakınlık duyması, sev-mesi düşünülemez. Ayakları yere bas-mayan bir "sevgi" ile "yanıp tutuşmak" da inandırıcı olmayacaktır. Bunun altında yatan neden; kişilerin hoşlanma ve sev-giyi birbirine karıştırmasıdır. Hoşlanma-nın, sevgiymiş gibi algılanması, kişilerin karşı cinsten birinin kendisine karşı gös-terdiği yakınlığı sevgiymiş gibi değerlen-dirmesine yolaçabilmektedir.

Bu ve benzeri şekilde kendini göste-ren hisler, insanlarımız tarafından sevgi diye adlandırılmakta, devrimci harekete de böyle iletilmektedir. Burada söz konu-su olan içinde bulunulan durumun, duy-guların, düşüncelerin gerçekten sorgu-lanmaması, yüzeysel ve aceleci davra-nılmasıdır. Bu tür adı doğru konulmayan hisler doğru tanımlanıp yerine oturtulma-dığında zamanla zaafa dönüşecek, mü-cadelemizi olumsuz yönde etkileyebile-cektir. Prim bulduğu koşullarda ise, birin-

den usanılacak, bir başkasından hoşla-nılacaktır. Bu noktada ahlaki bir dejene-rasyon gündeme gelecektir. İşte bu ne-denle devrimciler böylesi duygusal bir yaklaşım içinde olamazlar. Tanımadan, ortak özellikler olmadan, gerçek sevgi de olmayacak, bir ömrün paylaşılması espi-risinin altı boşaltılmış olacaktır.

"Benim de bir sevdiğim olmalı" türün-den bir yaklaşımla, yakınlık yaratmaya çalışma, deyim yerindeyse "sevgili ara-ma" eğilimi de, olumsuzluğun biçimleniş-lerinden biridir. Kadın-erkek ilişkilerinde karşı cinsten birine "aşık" olmanın, duy-gusal yakınlık hissetmenin adeta bir zo-runlulukmuş gibi kavranmasında ifadesi-ni bulmaktadır. Yanlışlık, duygusal ya-kınlığın kendi doğallığı, mücadelenin seyri içinde ortaya çıkmayıp, kişilerin kendisini adeta birine "ilgi" duymaya mecbur hissedip duygusal yakınlık "orta-ya çıkartması"dadır. Bu, toplumdaki ka-dın-erkek arasındaki ilişkilerden, arayış-tan etkilenmedir. Böyle bir yaklaşımla geliştirilecek ilişkilerin uzun ömürlü olma-yacağı açıktır. Buradaki davranış biçimi, yakınlık dahi değil, zorlamadır, aramadır. Burada duygunun yakınlığından, ma-sumluğundan söz edemeyiz. İradi olarak böyle bir şeyin, özde çıkarcı bir kafa ya-pısıyla zeminini hazırlama içgüdüsü var-dır. Devrimcilerin kadın-erkek ilişkilerine yaklaşımının özü de, biçimi de bu ola-maz. Bu tür ilişkilerin, sonu, ileriki aşama-da yaşanacak en küçük olumsuzlukta "küstüm, oynamıyorum" olacaktır ki, bu gibi durumlara Parti hiçbir koşulda tahammül edemez. Halkın değerleri açısından da, Parti açısından da kabul edilemez bir dejenerasyondur. Ahlaki bir suç düzeyindedir ve yaptırımı olacaktır.

Bir önceki örneğin benzeri türünden yanlış yaklaşım da, kendini beğendirme eğilimidir.

Kadın-erkek ilişkilerine küçük-burjuva yaklaşım tarzının tipik bir örneği olan bu eğilim, hiçbir olumluluğu içermez. Çünkü böylesine hassas bir konuya içten geldiği biçimiyle değil, yapmacık davranışlarla yaklaşmak, ancak küçük-burjuva bir kişi-liğin yapabilecekleridir. Bu türden bir yaklaşım hastalık olarak da değerlendiri-lebilir. Böyle bir yaklaşım tarzı, olumsuz-luklar üretmeye adaydır.

Yine diğer bir olumsuzluk, konuma aşık olmadır.

Genellikle ait ilişkilerin sorumlularına karşı besledikleri bir duygu biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Yönetici insanlarımızın ilkeli, disiplinli yaşamları, birşeyler anlatırken güzel ko-nuşmaları, davranışları, beceri ve yete-nekleriyle alt ilişkilerinde bıraktıkları olumlu intiba, kişileri sorumlularına karşı böyle bir his beslemeye itebilmektedir. Veya devrimci mücadele ile yeni ta-nışmış insanlar açısından, yöneticisinin bir takım eksiklikleri olsa bile, bunları görmemesinden kaynaklı kafasında ide-alleştirdiklerinin hemen hepsinin asgari anlamda sorumlusunda somutlanması ve bunun karşısında etkilenmesi söz ko-nusudur. Bu gibi durumlarda, bu konu harekete açıldığında olumlu cevap bek-lemek yanlış olacaktır. Çünkü burada ki-şinin, karşısındaki insanın sadece görü-nüşünden ve konumundan etkilenmesi ve bunu sevgi olarak nitelemesi söz ko-nusudur. Ortak yanlar ve sevginin doğal-lığı belirleyici değildir, geçicidir. Ve so-rumlusu değiştiğinde veya kendisinin farklı bir alanda görev aldığı koşullarda aynı duyguları hissetmeyebilecektir.

Sorumlu yönetici insanlar bu konuda uyanık davranabilmelidir. Düzenin için-den çıkıp gelen insanları yetiştiriyordur

Birine duyulan yakınlığın veya hoşlanmanın Parti'yeaçılmamasının altında yatan neden, özünde Parti'ye güvensizliktir. İlişkiye engel olunacağı düşüncesinin hakim olmasıdır. Korkmaktadır. Peki ama bu korku

niye, sorusunun cevabı ise bellidir. Parti'ye açılmayanbu ilişkinin sağlıklı olduğuna zaten kendileri de

inanmamaktadır. İlişkinin zaaflı olduğunu bildiklerinden, Parti'nin onay vermeyeceği endişesini

taş intaktadırlar.

Page 19: İ ş ğ İş ş ğ ş - ozgurluk.infoozgurluk.info/kitaplik/pdf/kurtulus/1995.07.15-zyKurtulus-say001.pdf · ından Partizan Sesi Kur-tuluş bürosunu ziyaret ederek saldırıyı

çünkü. Burada vurgulanması gereken yan, Parti'nin bize kazandırdığı olumlu kişiliktir. Tek tek bireylerin olumlulukları değildir. Sorumlu insan bunu davranış ve hareketlerinde, konuşmalarında hissettir-melidir.

Ortaya çıkan yanlış bir şekillenme de, yönetici-sorumlu yoldaşlarımızın yö-neticisi olduğu bir alanda, alt ilişkisi olan ve aynı zamanda duygusal bağı olduğu insanla örgütsel ilişkileri de paylaşması-dır. Bu suçtur. Bu duygusal ilişkiden Par-ti'nin haberi olabilir. Ama bu yine de ör-gütsel ilişkilerin paylaşılmasını gerektir-mez. Bu, örgüt bilincine sahip olmayan bireyin mantığıdır. Hiçbir görev ve so-rumluluk hareketin bilgisi ve yetkisi olma-dan kim olursa olsun bir başka insanla paylaşılamaz. Bu durumda iki tarafın da eleştirici, uyarıcı olmaması, hareketi bil-gilendirmemesi noktasında varolan du-rumdan hoşnut bir şekilde kariyerist, po-pülist eğilimlerinin tatmin edilmesi duru-mu ortaya çıkabilmektedir.

Saflarımızda yaşanan bir diğer olum-suzluk, kadın-erkek ilişkilerindeki çarpık-lığın nesnel zeminini oluşturan rahatlık ve burjuva, küçük burjuva yaşam biçimi-dir. İlkelerin, kuralların ve disiplinin belir-leyici olmadığı ortamlarda küçük-burju-vazi, yaşam tarzı ve alışkanlıklarıyla, or-tamı, "rahatlık" adına, "doğallık" adına, "masum" gerekçelerle değişik biçimlerde laçkalaştırmaktan geri durmaz. Hemen her karşılaşmada sıcaklık adına sık sık öpüşme, sarılma, gizlilik, kamuflaj adına el ele tutuşma (olması gereken durumlar konumuz dışıdır), dertleşme ve ilgilenme adına sarılma, omuza yatırma vb. hal ve davranış biçimleri, giderek davranışlarda rahatlık; özellikle legal ilişkilerde kadın ve erkek yoldaşlar arasında el şakası yapmaktan, güreşmeye kadar, zorunlu-luk olmamasına rağmen bekar arkadaş-ların aynı odada uyumaları, giyim-kuşa-mına, oturuş-kalkışına gereken özeni göstermemeleri de niyet ne olursa olsun, bir dejenerasyon yaratmakta ve sağlık-sız, olumsuz ilişkilerin zeminini oluştura-bilmektedir.

Faaliyet yürüttüğümüz alandaki kitle ilişkileri ve kurumlaşma ilişkileri de ka-dın-erkek ilişkileri açısından, azami dü-zeyde ilkeli, kurallı, özenli olunması ge-reken alanların başında gelir. Bu ilişkiler düzeyinde yaşanacak olumsuzlukların yol açacağı tahribat daha derindir. Böyle bir olumsuzluğun yaşanması uzun süreli bir devrimci çalışma ile halk ilişkilerimiz-de oluşturulan güven bağının zarar gör-mesi ve emeğimizin boşa çıkması sonu-cunu yaratmaktadır. Unutulmamalıdır ki, halk ilişkileri bu konuda titiz birer göz-lemcidirler ve hafızaları geniştir. Yaşa-dığı veya gözlemlediği bir olumsuzluğu kolay kolay unutmaz. Söyledikleri ve yaptıkları birbirine denk düşmeyen in-sanlara halkın "umut" gözüyle bakma-sını, güvenmesini beklemekse saf bir ha-yaldir.

Kuralsız İlişkilerin Temelinde Halka, Devrimi ve Örgüte Saygı

Olmaması Vardır Küçük-burjuvazinin özgürce yaşa-

mayı arzulayan amaçsız, ne istediğini de tam olarak biçimlendirmemiş özlemleri vardır. Halkın değerlerini de, burjuva kül-türünü de içselleştirememiştir. Burjuvazi-ye özlem duyar ama bunu da yapamaz. Ve kozmopolitlik hakim hale gelir. Halkın değerleri, burjuva Özlemleri, örgütün ilke-leri ve kuralları arasında cebelleşip du-rur.

Düzenden kopamayan, devrimci bir dönüşüm yaşayamayan küçük-burjuva

kişilik, kadın-erkek ilişkilerindeki zaafını da "özel ilişki, kimse karışamaz" vb. de-yip özel statüsü olarak Parti'ye dayatma-ya çalışacaktır. Bu, zaafın aşılmasının yolunu da tıkamaktır. Çünkü bu yakla-şım, devrimci ilişkiyi sıradanlaştıran, bur-juvalaştıran bir yaklaşımdır. "Özel ilişki" söylemi katıksız burjuva düşüncesidir.

Devrimci yaşam, mücadele, çalışma tarzı, halka ve devrime bağlılık, birbirin-den bağımsız değildir. Bunlar, devrimcili-ğin birbirini bütünleyen ve birbirini etkile-yip biçimlendiren yanlarıdır. Ve bu an-lamdadır ki, kadın-erkek ilişkilerinde or-taya çıkan olumsuzluklar da "tek başına" ortaya çıkmış değillerdir diğer yanlarda da uzantıları, kökleri, yansımaları vardır.

Onun çalışma tarzında, günlük yaşamın-da, inancı ve kararlılığında bu olumsuz-luğu besleyen, ortaya çıkaran zaaflar vardır mutlaka.

Duygusal ilişkisini, evliliğini "özel iliş-ki" olarak gören küçük-burjuva kişiliğin ağzında "her şey devrim için" şiarı boş bir sözdür. Devrime değil, kendi küçük dünyasına bağlıdır o... Halk da soyuttur onun için. Kafasında esas olarak "birey-ler" vardır çünkü... Örgütlü görünür ama örgüt ruhuna yabancıdır. Zaafını koru-mak için örgüte karşı manevralar yapar. Disiplin, kurallar biçimseldir onda ve bi-çimsel, yüzeysel olan herşeyde olduğu gibi çabucak bir kenara bırakılabilirler.

Bunlar açığa çıkartılıp, sorgulanıp ki-şilik çözümlenmez ve yerine devrimci olan konamazsa, bu zaatın sahipleri dö-nüşemez. Tersine zaaf derinleşir ve kü-çük burjuva yaşam tarzı ve "özel ilişki" statüsündeki ısrarıyla hareketle, partiyle çatışma noktasına gelir. Bu çatışmadan küçük burjuva kültürünün -savunucusuy-la birlikte- yenilgiyle çıkacağı kesindir. Küçük burjuva kişilik bu çatışmada -halk, devrim ve örgüt gerçeğinden uzak- "kendi doğrularını dayatmaya ça-lışır. Duygusal ilişkisi "farklı" bir şeydir ama halka, devrime örgüte bağlılığı ko-nusunda burnundan kıl aldırmaz. Ne var ki devrimci hareketin örneğin çok çeşitli nedenlerle ilişkiyi onaylamadığı ya da farklı biçimlerde ilişkiye müdahale ettiği, ya da zaafın boyutuna göre uyarıyı-ce-zayı gündeme getirdiği noktada da sün-güsü düşer... Bu noktada da kendini sor-gulayıp gerçeğini görmezse artık onun için yapılabilecek bir şey yoktur. Yerini seçmiştir. Belirttiğimiz gibi, "duygusal iliş-kinin biçimlenişi, diğer yanlardan ayrı değildir. Bu anlamda kadın-erkek ilişkile-rinde de sorunun açık hali burjuva kültü-rüyle devrimci kültür arasında, daha özeti ise düzenle devrim arasında bir tercih olmasıdır..

Duygusallık ve Namus Solun değer ve inanç yitimine uğ-

ramış entelektüelleri, küçük burjuva ay-dınlar, pek çok konuda olduğu gibi ka-dın-erkek ilişkilerinde de her şeyi altüst etmişler ve sevgi, duygusallık, cinsellik, özgürlük kavramlarını birbirine karıştırıp anlaşılmaz hale getirmişlerdir.

"Duygusallık" da bu şekillenmeyle, anlamından, bu kavramı hangi ortam içinde kullandığımızdan bağımsızlaştırı-larak, deyim yerindeyse anlamsızlaştırı-lan kavramlardan biridir.

Küçük burjuvazi sık kullanır bunu, so-runa genellikle duygusallık, zayıflık, hata şeklinde yaklaşarak olumsuzluğun ne-

denlerini bulmaktan kaçınır ve masum laştırır.

Evet, kullanımı yaygındır gerçekten de. Devrimciler arasında, kadın-erkek ilişkilerinde olsun, farklı konularda olsun, sık sık şu ya da bu hatanın "duygusallık-la" açıklandığına tanık olunur.

Duygusal insan akılcı kararlar alma-yan veya alamayan, içinde bulunduğu psikolojinin veya çeşitli gelişmelerin ya-rattığı etkiyle hareket edebilen insandır. Ama işte tam da burada -bu kavram hep devrimcilerin arasında, devrimci ortam-larda kullanıldığına ve "duygusallığın" sahibinin de bu sıfatı taşıdığına göre- bu duyguların neden devrime değil de farklı yönlere aktığını sormalıyız kendimize.

Diyelim ki, bir insan gidiyor, tam bir halk düşmanını, bir işkenceciyi cezalan-dıracak, tetiğe basamıyor; ve sonra açık-lıyor: "bir an duygusallaştım..." Eşi müca-deleyi terk ediyor, bocalıyor ve arkasın-dan o da gidiyor ve diyor ki, "duyguları-ma söz geçiremedim..." Örnekler çoğaltı-labilir.

Peki, burada söz konusu olan duygu hangi duygudur, kimin duygusudur. Dev-rimci ama "duygusallaştığf anda duygu-ları devrime yönelmiyor... Buradaki duy-gular devrimcilerin duyguları değildir. Halkın duyguları da değildir Çünkü duy- gulu insanın bugün ülkemizde düzene, faşizme öfke duyabilmesi en azından in-tikam duyguları taşıması için çokça ne-den vardır ve doğallığı içinde duyguları faşizme karşı yönelecektir.

Ama öyle olmuyor. Çünkü küçük bur-juvazinin dilindeki "duygusallık" kavramı-nın oportünist -ya da bilinçsiz- kullanı-mının altında burjuva ideolojisi vardır. O sözcüğün ondaki karşılığı küçük burjuva özlemler, değerler ve burjuva ideolojisin-den etkilenmelerdir. Onun için "duygu-saliaştığı" anlarda, duyguları devrime de-ğil, düzene yönelmektedir. Halkın acıla-rını, öfkelerini, duygularını kendi duygu-

larında içselleştirememiştir o. Kadın-erkek ilişkilerindeki zaaflarımı-

za getirebileceğimiz en "masum" açıkla-ma olan "duygusallık"taki bu kökü arayıp bulmadıkça, adım atmamız mümkün de-ğildir. Bu köke inmeli ve hep düzene meyleden bu "duyguları" orada boğmalı-yız.

Namus kavramı da, küçük burjuva hümanizminin ve esas olarak da burjuva kültürünün en fazla saldırıp çarpıtmaya çalıştığı kavramlardandır. Düşmanı, özellikle devrimcileri tutsak aldığında çektiği ilk silahlardan biridir; çok farklı bi-çimlere bürünebilir ama, eğer düşmanın bildiği bir duygusal ilişki söz konusuysa saldırı burada odaklaşır.

İnançla, kararlılıkla, halka, örgüte bağlılıkla birlikte sevgi de burada sınanır. Düşman karşısında sevginin sınanması, düşman ne yapar, düşman özellikle feo-dal düşünceleri ayaklandırmak ister. Ka-dının erkek tarafından korunması gerek-tiğini göstererek erkeği zayıf duruma dü-şürmek ister. Kadının namus kavramı o an yüceltilerek namussuz olmaması için feodal duygularını ayaklandırır. Ve teslim almak ister. Teslim olunursa ne olur? Sonuçta, sözde kadının ırzına geçilme-miş, erkek ise teslim olarak kadının na-musunu korumuştur. Ama işte tam bura-da sormalıyız; Namus nedir? Düşman karşısında örgütü, halkı, vatanını koruya-mayanlar namuslu olamaz. Örgütü, halkı, vatanını satanlar feodal anlamdaki namuslarını da koruyamazlar. Kendine ya da eşine tecavüz eden, etmeye yelte-nen, her türlü işkenceyi yapan, aşağıla-yan düşmanın karşısında intikam ateşiy-le yanmamak ve cinsel tacize yenilmek, olan budur. Teslim olmanın namus de-ğeriyle benzeşen bir yanı yoktur. Burada korunan namus, feodal bir namus da de-ğildir. Feodal olarak namusuna sahip çı-kanlar, en azından intikamcıdır. Bunun için yaşar. Ve ırz düşmanlarıyla uzlaş-maz. Bir devrimci için ise, bunlar tartışı-lamaz bile.

Devrimcilerin düşman karşısında na-musları beyinlerinde ve yüreklerindedir. O an halkın, vatanın, devrimin ve örgü-tün çıkarlarıdır namus. Ve zaten düşma-nın saldırdığı, teslim almak, kirletmek is-tediği de bu namustur. Düşmanın cinsel saldırısı da esasta buna yöneliktir.

Halka ve duygusal ilişkisine-eşine duyduğu sevgi, ikirciksiz, çıkarsız ve sar-sılmaz olan bir devrimci, namusuna yö-nelen her iki biçimdeki saldırıyı da affet-mez. Namusu için teslim olmayı değil, in-tikamı düşünür. Halkın değerleri için, ki-şisel onuru için, insanlık onuru için, dev-rimci misyonu için, affetme hakkına da sahip değildir. Tersi, onursuzluk, namus-suzluk ve sevgisizliktir.

Kuralsız İlişkiler ve Devrimci Kadın

Kadın-erkek ilişkilerinde ortaya çıkan olumsuzlukların bir bölümüne baktığı-mızda, karşımıza önemli etkenlerden biri olarak, kendine güvensiz, duygusal, er-keğin gölgesinde yaşamaya alışkın, hi-mayeye muhtaç bir kadın tipi çıkıyor. Bu tip zayıflık, çaresizlik, gözyaşı tablolarıyla sağlıksız ilişkilere zemin oluşturuyor ya da mevcut sorunlu-zaaflı durumları içinden çıkılmaz hale getiriyor.

Bu, devrimci kadın değildir. "Korunan kadın, himayeye muhtaç kadın" feodal, burjuva anlayışın kadınıdır.

Kapitalist sistemin ve burjuva kültü-rün kadına toplumda nasıl bir yer verdiği, nasıl bir rol biçtiği biliniyor. En azından burada üzerinde uzun uzun durmaya ge-rek yok. Çünkü burada sorunumuz, ye-

Page 20: İ ş ğ İş ş ğ ş - ozgurluk.infoozgurluk.info/kitaplik/pdf/kurtulus/1995.07.15-zyKurtulus-say001.pdf · ından Partizan Sesi Kur-tuluş bürosunu ziyaret ederek saldırıyı

riyle, kültürüyle bunun alternatifinin nasıl olacağı ve nasıl yaratacağımızdır. Özce-si, sorunumuz "Devrimci kadın nedir?" sorusudur.

Her şeyden önce bu sorunun cevabı kadının, sıralanan olumsuzluk türleri için-de sergilediği özellikler değildir elbette. Çünkü bu özellikler kadın yoldaşlarımızın devrimci hareket içinde katettikleri mesa-fenin çok çok gerisinde kalan özellikler-dir.

Bugün partimiz saflarındaki savaşçı-sından kadrosuna ve yöneticisine kadar mücadele eden bayan yoldaşlarımızın varlığı bilinen bir gerçektir. Destansı dire-niş gelenekleri yaratarak şehit düşen Sa-bahat'ler, Eda'lar, Esma'lar, Olcay'lar, Özlemler, Güner'ler, Ayşenur'lar ve daha niceleri bilinen örneklerdir.

Devrimci mücadele içerisinde birer savaşçı ve yönetici olan kadınlarımız, mücadele ite elde ettikleri yerleri, kazan-dıkları değerleri büyük bir kıskançlıkla korumalı, düzenin içinde ezilen-horlanan kadınlara, "yeni insan"ın, "devrimci ka-dın'ın örneği olma sorumluluğunu bir an bile gözardı etmemelidirler.

Bunun için devrimci kadın her şey-den önce kendine güvenecektir. Olum-suzluklar içinde çizilen tablo, burjuvazinin kadına verdiği yerin kabulü ve bir bi-çimiyle devrimin saflarına taşınmasıdır. Halkın değerlerine, devrimin-partinin ilke ve kurallarına sahip çıkmada, olumsuz-luklara ortak olmamada devrimci kadın, iki misli bir çaba içinde olacaktır. Halkın değerleri göz önüne alındığında, kadının tartıştığımız konudaki olumsuzluğa ortak olması daha büyük bir suçtur. Eğer, bur- juva kültürün, küçük burjuvazinin soyut "eşitlik" tartışmalarını yapmayacaksak, bu öncelikle kadın yoldaşlarımızca görü-lüp kabul edilmelidir. Bunu görerek ve bunu aşarak kendini kabul ettirecektir devrimci kadın. Ağlayıp sızlamayacaktır. Mücadelenin tüm yüklerinin altına kendi gücü kendine güveniyle girecektir.Bur-juvazinin "himayeye, yardıma muhtaç, duygusal kadın" tipini, kültürünü pratiğiy-le reddedecektir. Erkeğin karşısına red-dettiği kişilikle değil, kazanmaya çalıştığı halkın ve devrimin kadın kişiliğiyle çıka-caktır.

Eşitlik, kendi kavgasının ürünü ola-caktır. Partimiz işleyişinde kadın ve er-kek yoldaşlarımız eşittir. Elbette düzenin kültürünün onların gelişimini engelleyici etkilerini aşmalarına yardımcı olmak için Partimiz onlara savaşmakta, yetişip-yet-kinleşmekte her türlü olanağı da sun-maktadır. Ancak, partimizdeki kadın-er-kek eşitliğinin özü, kavgada kararlılıkta eşitliktir, coşkuda, disiplinde, özveride eşit olmaktır. Devrimci kadın, düzenin kendisine ördüğü çitleri yıkmasıyla, ahla-kıyla, halkımızın değerlerini kendinde somutlamasıyla, savaşçı kişiliğiyle işte bu eşitliği kazanmak zorundadır.

Sevgi Emektir, Kendini Yenileyebilmektir, Kararlılıktır

Sevgiyi büyütmek de, koruyup geliş-tirmek de her boyutta emek ve kararlılık ister; kişisel ve örgütsel boyutta ve bizzat kavganın kendisinde... Bunun yeterince kavranmaması da var olan, yürüyen duy-gusal ilişkilerde-evliliklerde ortaya çıkabi-lecek çözülebilir sorunların abartılması ve çözümü için yeterince çaba sarf edil-memesi biçiminde daha farklı bir eksikli-ğe yol açıyor.

Kadın ve erkek yoldaşların arasındaki sevgi-duygusal ilişki çok çabuk ve kolay başlamadığı gibi, çıkacak ilk sorunda bi-

tebilecek bir ilişki de değildir. Çünkü karşı taraf herhangi biri değildir. Arkada-şımız, sevdiğimiz, yoldaşımız ve her şey-den önce Partinin bir insanıdır.

Devrim mücadelesi ise hiçbir yerde düz bir hat izlememiştir. Doğaldır ki, kişi-ler açısından da düz bir hat izlemeyebilir. Bu uzun yürüyüşte acılar, sevinçler, düş-meler ve yeniden ayağa kalkmalar da olacaktır. Sevgi duyduğumuz insan için de bu mantıkla düşünmek gerekmekte-dir. Karşımızdaki kişi gerçekten sevdiği-miz biri ise, en küçük bir olumsuzluğu or-taya çıktığında sevgimiz, emeğimiz ve Partimizle onu yeniden ayağa kaldıracak ve yürümesini sağlayacak örgütsel bir bakış açımız olmalıdır. Sevgi ve payla-şım buna hizmet etmelidir. Kaldı ki, Parti-mizi her şeyden çok sevmemiz gerektiği-ni içselleştirdiğimiz koşullarda bu soru-nun çözümü de hiç zor olmayacaktır. İhanet, mücadelenin dışına düşme, üst düzey ahlaki örgütsel suçlar dışında ortaya çıkan sorunlarda ise, sorunu devrimin çıkarlarının gerektirdiği şekliyle, radikal bir tarzda çözebilmeliyiz.

Keza, sevgi için ikili ve örgütsel eme-ğin gereğinin görülmediği ve hayata geçi-rilmediği yerde, hareketin onayıyla süren bir duygusal ilişkinin süreç içinde müca-delenin önüne geçmesi ihtimali hiç de az değildir.

Mücadele içerisinde var olan duygu-sal İlişki, mücadelenin gelişmesi, bizim gelişmemiz de sonuçta devrim ile gerçek anlamını bulur. Bizlerin her şeyi devrime kilitlenmek, onunla şekillenmek duru-mundadır. Mücadele içerisinde sürdürü-len duygusal ilişki, şu ya da bu noktada mücadelenin diğer sorunlarının önüne geçebiliyor ve bizi mücadelemizden geri-letici bir rol oynuysa orada artık zaaflı bir ilişki vardır. Aynı gün örgütsel bir işimiz ya da mücadelenin bir sorununu çözmek gerektiğinde, mücadelenin soru-nuna değil de, duygusal ilişkimize za-man ayırıyor ve bunu çok rahat bir şekil-de tercih edebiliyorsak, bu ilişkinin ciddi bir şekilde sorgulanmaya ihtiyacı vardır. Böylesi durumlarda, gizlilik koşullarında ilkesiz görüşmeler, kuralsız (örgütsel) paylaşımlar ortaya çıkan somut durum-lardır. Bu durum, düzen içi evlilik anlayı-şının bir ürünü ve yansımasıdır.

Onaylanmış bir ilişki dahi olsa, hare-ket her konuda olduğu gibi, bu konuda da denetleyici olmak zorundadır. Çünkü kişiler tarafından duygusal ilişkinin yol-daşlık boyutu, örgütsel boyutu gözden kaçırıldığında ilişki, giderek kişiselleş-mekte, örgütsel denetim dışında tutul-makta, özelleştirilmekte, korunmaktadır. Burada ortaya çıkan sonuç ise, ilişkilerin zamanla hiçbir şey üretmeyen, kendisini sorgulamayan, geliştirmeyen ilişkiler du-rumuna gelmesidir. Böylesi durumlarda aslında o ilişki bize devrimi, mücadeleyi, Partimizi ve halkımızı unutturmuş de-mektir. O halde biz mücadeleye göre şe-killenmiyor, mücadeleyi kendi keyfimize, durumumuza göre şekillendirmeye çalı-şıyoruz demektir. Bu ise gelişimimize zarar vermekten ve kendimizi aldatmak-tan başka bir şey değildir.

Sorunun çözümü de açıktır aslında.

Partiye iradelerini teslim eden insanlar, duygusal ilişkilerini-evlilik ilişkilerini de Partinin iradesi ve denetiminde bir alan olarak görecek, ilişkilerindeki tüm yanları Partiyle paylaşacaklardır. Gelişme ve ge-liştirme ilişkisinin de yaşanabilmesi an-cak bu koşullarda mümkündür.

Cezaevlerinde Duygusal İlişkiye Bakışımız

Buraya kadar anlattıklarımızdan da bir kez daha görüleceği gibi, duygusal ilişkinin temeli, örgütsel birlik, ideolojik birlik, mücadele, emek, paylaşım üzerin-de şekillenir. Bu temelde şekillenen ilişki, karşılıklı özveri, fedakarlık, vefa ve sada-kat duygularıyla güçlenmelidir. Ancak duygusal ilişkinin her halükarda temeli devrimci mücadeledir. Birbirini karşılıklı mücadele içinde tanıma üzerinde şekille-nir.

Oysa tutsak olan arkadaşlarımız, ob-jektif olarak, tutsak düşüp, sıcak müca-deleden uzaklaşmak zorunda bırakılmış-lardır. Yaşamın en büyük aynası olan mücadele pratiğinden yoksundurlar. Bu, insanlara güvensizlik değil, nesnel bir du-rumdur.

Tutsaklık koşullarında yer yer uzun süre değil karşı cinsten, normal insani ilişki dahi yürütmenin ortadan kalktığı ko-şullarda, iki insanın böyle bir ilişkiye gir-meleri için sağlıklı tanıma koşullarından da elbette bahsedilemez. Bunun yanı sı-ra, bugüne kadar yaşadığımız cezaevi pratiğinden çıkardığımız sonuçlar da var-dır. Düşman sürekli olarak içerdeki dev-rimci rehabilite etmeye çalışıyor ve bu-nun için de sürekli olarak yoz kültürünü dayatarak, belirli özlemleri canlandırabili-yor. Düşmanın bu yönteminin zayıf kişi-liklerde sonuç almaması düşünülemez. Bu kişiliklerde mantığın yerini küçük bur-juva kültürün ve özlemlerin yön verdiği "duygusal" bakış açısı alabiliyor.

Dışarda birbirini tanımayan insanla-rın, cezaevinin özgünlüğünden dolayı da tanıma olanakları olmayacağı düşünül-düğünde, cezaevlerinde başlayan bu tür-den duygusal ilişkilerde sağlıklı karar vermenin koşullarının da olmadığı açık-tır.

Bunun için de cezaevinde başlayan ilişkilere bu sağlıksızlığı içinde bakmak gerekmektedir. Keza, taraflardan birinin tutsak, diğerin dışarıda olduğu koşullarda ortaya çıkacak duygusal ilişkilerin de, bir-birlerini yeterince tanımama koşullarında daha baştan içinde bir zaafı, sağlıksızlığı taşıdığı açıktır.

Çünkü bu nokta, talepte bulunan ta-rafın veya tarafların yaşadığı bencilleş-menin göstergesidir. Mücadeleye yoğun-laşma yerine kendi bireysel isteklerine yoğunlaşmadır. Devrim hedefine kenet-lenmemenin ifadesidir. Sevginin bizce anlamını devrimci bakış açısıyla kavra-mamaktır. Ve böyle bir eğilimin nedeni sorgulanmalıdır. Elbette bunlar tamamen cezaevlerinde başlayan yakınlaşmalar için düşünülmelidir. Ancak dışarıda var olan bir ilişkiyi içeride isimlendirmek ba-ha farklıdır.

Var olan bir ilişkide taraflardan birinin

tutsak düşmesi halinde ise doğal ve doğ-ru olan, sevginin bütün engellere, görüş-memeye rağmen sürdürülebilmesidir. Ta-bii bu halde de tutsak düşen tarafın şu-be, cezaevi süreci önemlidir. Ancak bu soruna ilişkin olarak da, tutsak düşen ta-rafın dışarıdaki insanı kararını vermede özgür bırakması ve onun kararına saygılı olması doğru ve doğal olanıdır.

Bugünkü Sorun Devrime Kilitlenmektir

Biz devrimciler, karşımızdaki insanın mücadeleye olan bağlılığını, kararlılığını, özverisini, fedakarlığını, sahiplenmesini, coşkusunu seveceğiz. Eğer saydığımız bu erdemler dışında kafamızda bir ilişki şekillendirmişsek, dejenerasyonun önü-ne geçmemiz mümkün olmayacaktır.

Bizim evliliklerimiz, '80'li yılların cunta koşullarında kendilerine "devrimciyim" diyenlerin evliliklerinin yıkılıp, feodal evli-lilerin ayakta kaldığı evlilikler gibi değil, mücadelenin gereklerini yerine getirme noktasında birbirini geliştirecek, müca-delenin daha üst boyuta sıçrayabilmesi için enerjilerin kavgada yoğunlaştığı bir evlilik olacaktır. Yapacağımız evlilikler-deki mantığımız bu olmadığı sürece, savrulup gitmek kaçınılmaz olacaktır. Çünkü artık mücadele, bağrında bu tür olumsuzlukları barındırmayacak kadar duru bir hat izliyor. Saflarımızda bu ber-raklığı bulandırmak isteyecek olanlara karşı acımasız olmak kadar doğal bir şey olamaz.

Binlerce yıllık alışkanlıkların değiştiril-mesi elbette bugünden yarına hemen çö-zülebilecek bir sorun değildir. Ancak bu ilişkiler, sığınılacak bir liman olmaktan çı-karılıp mücadelenin bir parçası olarak görüldüğünde, giderek "insanı yeniden insan yapma" misyonunu devrimci müca-dele üstlenecektir. Bugün savaşın geldiği aşamada, devrimin koşullarının olgunlaş-tığı, bizim tüm emeğimizi mücadeleye sunmamızın artık zorunluluk olduğu ko-şullardaki görevimizin savaşmak olduğu bilince çıkartılmalıdır. Bizi savaştan şu veya bu biçimde uzaklaştıracak her şey ama her şey reddedilmelidir. Bu savaş içinde duygusal ilişki, evlilik vb.nin savaşı yükseltmemize hizmet ettiği ölçüde bir yeri olacaktır. Boşa geçen en küçük bir zamanın, enerjinin karşı-devrime hizmet ettiği bilinmelidir. Bu anlamıyla, devrimi istemek, devrime kilitlenmek önümüzdeki zaaf ve eksiklikler engelini aşmakla mümkündür.

Şu veya bu boyutuyla pek çok yolda-şımız üzerlerinde taşıdıkları eksik-zaaf-larıyla, devrimci olmayan yanlarıyla bu-günlere geldi. Gelinen partili aşamada, Partili kişiliğin mutlaka içselleştirilmesi gerektiğini biliyoruz. Halkın değerlerine, devrimin ideallerine yabancı her yan üzerine en radikal gitmemiz gereken yanları oluşturuyor. Diğer konularda ol-duğu gibi, bu konuda geçmişte yaşadık-larımız da dahil, bugün üzerimizde taşı-dığımız, bizi devrimden alıkoyan olum-suzluklarımız Partimiz nezdinde deşifre edilmeli, özeleştiri verilmelidir. İşlediği-miz suç ne denli büyük olursa olsun, Partimizden gizlemekten daha ahlaksız, daha büyük olamaz. Olumsuzluklarımız-la, pisliklerimizle yaşayıp karşı-devrime hizmet mi, yoksa tüm pisliklerimizden, ahlaksızlıklarımızdan arınıp çok daha büyük bir güçle devrim yürüyüşümüzü sürdürmek, şehit yoldaşlarımıza verdiği-miz devrim sözünü yerine getirmek mi? Tüm yoldaşlarımızın tercihlerini devrim-den yana yapacağına inanıyor, güveni-yoruz.

Diğer konularda olduğu gibi, bu konuda geçmişteyaşadıklarımız da dahil, bugün üzerimizde taşıdığımız,bizi devrimden alıkoyan olumsuzluklarımız Partimizııezdiııde deşifre edilmeli, özeleştiri verilmelidir. İşlediğimiz suç ne denli büyük olursa olsun,

Partimizden gizlemekten daha ahlaksız, daha büyük olamaz.

Page 21: İ ş ğ İş ş ğ ş - ozgurluk.infoozgurluk.info/kitaplik/pdf/kurtulus/1995.07.15-zyKurtulus-say001.pdf · ından Partizan Sesi Kur-tuluş bürosunu ziyaret ederek saldırıyı

DY-AYDINLIK; Bir görünmez dostluk Yıl 1980... Karşı devrimci çizgisini hızla

derinleştiren, devrimcilere karşı iyice saldırganlaşan Aydınlık Gazetesinde "Bi-linmeyen Sol (49 Sol Grup)" başlıklı bir dizi yayınlanıyor.

Aydınlık'ın amacı solu kitlelere tanıt-mak değil elbette.

Aydınlık bu yazı dizisinde tüm devrim-ci, demokrat, yurtsever grupları "sahte sol" ilan ederek, solun önderlerini, kadro-larını, nerede-nasıl örgütlendiğini devlete ihbar ediyor. İhbarcılık, bu yazı dizisinde adresler vererek, krokiler çizilerek ta-mamlanıyor.

Çünkü, Aydınlık'a göre emperyalizm bir tehlike değildi, asıl tehlike Sovyetler Birliği'nden geliyordu ve herkes bu tehli-keye karşı birleşmeliydi. Aydınlık, AP, CHP, MSP, MHP'ye, "Milli Uzlaşma" öneriyor, bu "milli" iktidarlara karşı müca-dele eden solu da "hain-provokatör" ilan ediyordu. Sivil faşistlere karşı yürütülen mücadelede de Aydınlık işbirlikçilerine göre "anarşi"ydi. Milli bütünlüğü bozu-cuydu. Ve Aydınlık bütün bunların sonu-cunda faşizmden sola karşı önlem alın-masını istiyordu.

Yazı dizisi de bunun içindi işte. Halk açısından değil, polis açısından "bilinme-yenler" anlatılıyordu. Devletin, milli uz-laşmayı bozan, provokasyon yaratan bu solu ezmesini istiyor, polisi, MİT'İ sola saldırı için kışkırtıyordu.

Bu yazı dizisinin küçük bir özgünlüğü vardı ama. Bu "49 Sol Grup'un içinde Devrimci Yoî'a yer vermemişti Aydınlık.

Bildikleri kadar herkesi isim isim, ad-res adres yazarken onları ihbar etmiyor-lardı nedense. "DY'u "Sol" mu görme-mişti acaba Aydınlık? Yoksa onların za-ten "bilindiği"ni mi varsaymıştı? Silahlı eylemse, silahlı eylemi vardı, örgütlen-meyse, mahallelerde, okullarda vardılar. ABD emperyalizmine de karşıydı DY!.. Ama tüm bunlara karşın ihbar dizisinde DY yoktu.

Aydınlık DY'u niye "himaye" ediyor-du?

Aydınlık, DY'de bir şeyler görmüş, bir şeyler sezmiş, bir şeyler bulmuş olma-lıydı mutlaka!

KARŞILIKLI HİMAYE Aydınlıkçılar, şovenlikte, düşmanlıkta

MHP'Ii faşistlerle, işkenceci polislerle ya-rışırcasına saldırıyordu sola. Hayatın çe-şitli alanlarında Aydınlık çizgisinin işbir-likçi, eylem kırıcı yüzü görüldükçe de Ay-dınlıkçılarla sol arasındaki mesafe gide-rek açıldı. "Bilinmeyen sol" adlı ihbar di-zisi ise, Aydınlıkla sol arasında daha be-lirli bir hat çizdi. Hemen her grup Aydın-lık'ı burjuva milliyetçisi, karşı-devrimci olarak değerlendirme noktasına geldi. Ve ilişkisini kesti.

Ama bunun da bir istisnası vardı: Devrimci Yol.

DY bu noktada bile Aydınlık'a tavır al-mayarak her alanda Aydınlık'la ittifak yapmaya devam etti. Solun bu karşı dev-rimcileri halktan tümüyle tecrit etmesinin önüne geçen bir rol oynadı.

Aydınlık "Silinmeyen Sol"daki testiyle yanlış ata oynamamıştı.

DY Aydınlığı himaye ediyordu şimdi de.

PARALEL YOLLAR DY ve Aydınlık, ayrı kulvarlarda gibi-

dirler. Ama aynı duraklardan geçip aynı

yere gitmektedirler. Cuntaya görünürde çok farklı koşul-

larda gelmişlerdir. Aydınlıkçı hainler için cunta istenendir

zaten. Cunta öncesi aylarda gazetelerin-de orduyu, milli güçleri, "Sovyet Sosyal Emperyalizmine ve "bozguncu sol"a karşı göreve çağırıp durmaktadırlar. DY ise hummalı bir "Direniş Komiteleri" faali-yeti içindeyken gelir cunta.

Ama ikisi de cuntaya karşı teslimiye-tin politikasını yaparlar.

13 Eylül'de siyasi faaliyet özünde bit-miştir onlar için.

Aydınlık'ın 12 Eylül öncesi partisinin adı Türkiye işçi-KÖylü Partisİ"dir. Adalet Partisi, adaleti; Cumhuriyet Halk Partisi, halkı ne kadar savunuyorsa, onların işçi Köylü'lüğü de o kadardır... Cunta karşı-sında "Devrimci Yol" adındaki "devrimci" sözcüğü de aynı akıbete uğrar. Devrim-ciliğin gereği görülmez ortada.Benzerlik cuntanın mahkemelerinde daha açık çı-kar ortaya.

İkisinde de farklı biçim ve gerekçelen-dirmelerle de olsa aynı savunma yapılır: "Asla bu devleti yıkmak gibi bir niyetimiz, hedefimiz yoktu."

Biri, teröre karşı nasıl mücadele ettik-lerini kanıtlamak için Aydınlık gazeteleri-ni sunar mahkemeye ve köpeğin kıymet bilmez sahibine sığındığı ruh haliyle cun-taya sığınır.

Diğeri, rakamlarla 12 Eylül öncesinde faşistlerden daha çok devrimcilerin öldü-ğünü, aslında sadece sivil faşistlere karşı masum bir savunma yaptıklarını kanıtlamaya çalışıp, faşistlerle devrimci-lerin eylemlerini aynı kefeye koyarak cuntanın mahkemelerinden "anlayış" ve icazet dilenir.

Paralellik devam eder. İkisi de cunta yıllarını, cuntanın açık

faşizmi kurumlaştırıp sahnenin en önün-den çekildiği '83 sonrası yılları bekle-mekle geçirirler.

Toplumsal muhalefetin önünü açmak, direnerek mevzileri yeniden kazanmak gibi özcesi bedel isteyen, radikalliği ge-rektiren, gerçekten ve kökten bir düzen karşıtlığı gerektiren bir siyasi çizgi onlara göre değildir.

Bekledikleri icazetli günlerdir. Onlara ihtiyaç duyulacağı zamanlar-

dır. İkisinin de cunta sonrası siyaset sah-

nesi çıkışı bu zemindedir. Yalnız tarihler farklı olmuştur. Biri '85'lerde çıkarken, di-ğeri '90'ları beklemek zorunda kalmıştır. Bu da doğal bir farktır.

Oligarşiye kendini ispat etme, oligarşi-nin gözünde meşruluk kazanma nokta-sında Aydınlıkçılar ve Perinçek ne de ol-sa DY'den fersah fersah ileridedir.

AYDINLIK VE DEVRİMCİ YOL'UN ORTAK ZEMİNİ:

OLİGARŞİNİN İCAZETİ Yıl I87--88'lerdir. Yalçın Küçük'ten Doğu

Perinçek'e, Ertuğrul Kürkçü'ye kadar bütün "eskiler sahnededir. Oligarşinin icazetiyle panellerde, sinema salonların-da konuşur da konuşurlar. Hiçbir tahlil, yaşanılan döneme ilişkin hiçbir politika yoktur konuşmalarında. Bol ajitasyon vardır, usta hatipler olarak hep bulun-dukları ortamdakilerin duymak istedikleri-ni söylerler. Hiç içlerinden gelmedikleri halde TKP övgüleri de, THKP-C övgüleri de bolca dökülür ağızlarından... Amaç birdir; cunta yılları boyunca örgütsüzleş-miş, sinmiş, çoğu yılgınlaşmış büyük "potansiyeli", "kendi kitlesi" hafine getir-mek. İşte bu ortamda da Perinçek'in özel "hedef kitlesi" örgütsüz, dağınık, ne ya-pacağını bilmeyen-bir şey yapmak iste-yip de istemediğinden de pek emin ola-mayan DY kîtlesidir. Perinçek, kendi tez-leriyle, önerdikleriyle onların ruh halleri-nin ve düşünüş tarzlarının pek de ters düşmeyeceğini düşünmekte ve konuş-malarında DY'lilere özel vurgular yap-mayı, ince mesajlar göndermeyi ihmal etmemektedir. (Perinçek umduğunu tam bulamaz gerçi, DY'liler hakkındaki doğru tespitlerine rağmen, bir şeyi yeterince görememiştir çünkü; onlardaki "abi" ba-ğımlılığını...)

Buna rağmen karşılıklı himaye ve ya-kın dostluk devam eder.

'87'lerde gençlik içine çöreklenmeye çalışan Aydıniıkçılar, en büyük "hoşgörü ve anlayış" yine DY'lilerden görürler. DY'lilerin Aydınlıkçılara karşı tavır konu-sunda örgütsel, merkezi bir kararları yok-tur, böyle bir karar alabilecek durumları da yoktur ama DY'li kafası "sıcak" bakar zaten Aydınlığa, zaten Ahilerinin söyledi-ği gibi "eski tip solculuk'un da modası geçmiştir... Ve onların "eski tip" solculuk-larında da burjuva milliyetçisi, karşı-dev-rimci, provokatör, ihbarcı Aydınlık'a bir tavırları yoktur zaten.

Aydıniıkçılar, temel politika olarak karşı-devrimci, ihbarcı kirli geçmişlerini unutturma politikası izledikleri bu yıllar boyunca, önce çıkardıkları 2000'e Doğru dergisinde, sonra Aydınlık'ta neredeyse belli aralıklarla düzenli olarak iriti-ufaklı DY haberleri yaparlar. Adeta DY'nin hala varolduğunu duyurmak, bu varoluşa des-tek olmak gibi bir misyon üstlenmişlerdir. Çünkü gerçekten de bu Devrimci Yol'un varolmasını istemektedirler. Çünkü ken-disini sol içinde meşrulaştırmakta DY, iyi bir dayanak noktası olacaktır.

Anlatılanlar Aydınlık-DY "muhabbeti-nin" kısa bir özetidir. '80 öncesinden bu-

güne DKÖ'lerde, sendikalarda, bu yakın-lığın, sola ve mücadeleye zarar veren çok değişik yansımaları olmuştur. Şimdi yeniden başa dönelim.

DOSTLUĞUN KÖKENİ Aydınlık ihbarcıları DY'de ne görmüş-

lerdi de onları ihbar çizgisinin dışında bı-rakmışlardı? "49 Sol Grup" bu hainler ta-rafından "sahte sol" ilan edilirken DY'yi burjuva milliyetçilerinin gözünde "istisna" yapan neydi?

"Aydınlık Devrimci Yol'daki reformist çizginin verilerini ve SSCB'ye bakışta kendine yakın görüşlerini iyi izlemekte-dir. Esas olarak da, Devrimci Yol'un ya-salcı, düzen sınırlarını aşmayan, iktidar hedefli olmayan çizgisi nedeniyle onu kendine yakın görüyor ve kazanmaya çalışıyordu." (Kongre Raporundan)

Evet, köken bu çizgi yakınlığındadır. Aydınlık, DY ideolojisindeki reformcu,

sivil toplumcu yanları ve bunun pratikteki yansımalarını görmüştür.

DY'nin görünümdeki "Parti, THKP-C sava, illegalite" vb. söylemlerine rağ-men, kitlelerin kendiliğinden hareketini esas aldığını, düzen içi bir örgütlenmeyi inşa etmekte olduğunu, dahası bu hare-kette pratik, geçmişin ve hayatın zorla-malarıyla nasıl gelişiyor olursa olsun, sağcı bir düzen tarzının egemenliğini görmüştür.

DY, cuntanın arifesinde, Demirel'in Fatsa operasyonu sırasında, kendi inisi-yatifindeki o büyük halk potansiyeline rağmen, halkın direnişini bizzat engelle-yip oligarşinin sindirme politikalarına güç verirken; Aydınlığın yakınlığının sebebi olan burjuva yasalcılığını ortaya koymuş- tur.

Yine cuntanın arifesinde "cunta oligar-şinin tek alternatifi değildir" diyerek, "açık faşizme davetiye çıkartan eylemlerden uzak durulması ve kitle eylemleri örgüt-lenmesi"ni önerirken Aydınlığın "provo-kasyon" teorisine hak ve güç vermiştir.

DY ideolojisindeki, cuntaya doğru gi-derek açığa çıkan ve cuntadan sonra da-ha da netleşen sağcı özü yakalamıştır Aydınlık. DY'yi "kazanma" tavrı, onu hi-mayesi nedensiz değildir.

Görülenler bunlarla da sınırlı değildir. İşbirlikçi Aydınlık, DY'nin SSCB konu-

sundaki kafa karışıklığının da farkında-dır. DY, o dönem sosyal-emperyalizmci gruplardan -ki onların ideolojik anlamda akı! hocası da zaten Aydınlık'tır- alınmış olgular ve gerekçelerle temellendirilen "Emperyalizm ve Sovyetler Birliği ara-sındaki Nüfuz alanları" tespitiyle teorik olarak da sosyal-emperyalizmcilere ve Aydınlığa doğru bir adım daha atmış, onlarla daha da yakınlaşmıştır. '80 ön-cesinde sosyal emperyalizm konusunda DY —o günlerdeki yaygın tanımlamayla-"ha söyledi, ha söyleyecek" noktasında-dır.

Ve üçüncü bir etken olarak, Aydınlık karşı-devrimcileri pragmatiktirler. Pratik-teki ve ideolojilerindeki bu "yakınlıkları" görmenin dışında Aydınlık bilmektedir ki, DY, kitlesel bir gruptur, hemen her alan-da bir güçtür. İşte bu noktada Aydınlığın bundan yararlanma hesapları da vardır. Aydınlık tüm sol'a MHP'lilerden geri kal-mamacasına, azgınca, şovence saldır-maktadır ama "Sol" iddiasını da sürdür-meye çalışıp, oligarşinin ve işbirlikçileri-

DY, "silahlı"- geçmişine rağmen özü reformist ve »iviltoplumcu olan küçük burjuva ideolojisinle, bugünkü

yılgınlıklarımla vakıflarda, girmeye hazırlandığı legal parti binalarında aynı misyonu yüklenmektedir: devrimi

engelleme. Kuşkusuz, hala farklı görünümler, farklı yanlar vardır. Ancak burjuva yasaklılığının, oligarşininicazetinde bir siyasetin kökleştiği/kalıcılaştığı noktada niteliği bu olanların işlevleri de aynılaşaeaktır. Ayak basılan zemin "yasalcı" bir zemindir. Biçimlenişi ve yerine getirilişindeki farklılıklara karşın oligarşinin

icazeti esas alınmaktadır.

Page 22: İ ş ğ İş ş ğ ş - ozgurluk.infoozgurluk.info/kitaplik/pdf/kurtulus/1995.07.15-zyKurtulus-say001.pdf · ından Partizan Sesi Kur-tuluş bürosunu ziyaret ederek saldırıyı

nin sol içindeki uzantısı olma misyonu-nu kaybetmek istememektedir.

DY ile yakın olmakta ek bir yarar görmektedir bu noktada. Aydınlık, bu yanıyla '90'lara doğru PKK'yi kullana-rak uyguladığı kendini sol içinde meş-rulaştırma taktiğini o dönemde de Dev-rimci hareketin ve Sol'un tavrı karşı-sında, DY ile uygulamak istemiştir. Ama DY buna "rıza" göstermediği için değil, o günün koşulları ve Devrimci Hareketin kararlı tavrı buna izin ver-mediği için sonuç alamamış ve sol'dan, halktan tecrit olmaktan kurtu-lamamıştır.

Devrimciler sorgulayan insanlardır. Görünenin nedenini ve ardındakini arayanlardır. Çünkü, bilinir ki, sınıflar mücadelesinde hiçbir şey nedensiz değildir. Siyaset yapan güçler arasın-daki hiçbir yakınlık da nedensiz değil-dir, olmamıştır.

Sınıflar mücadelesinin yasa gibi bir gerçeği vardır; eninde sonunda aynılar aynı, ayrılar ayrı yerde olurlar.

Sınıflar mücadelesinin tarihini azçok bilenler bilirler ki, örneğin sağ ve soi sapmalar, birbirlerine zıt yöndeki bu görünümlerine karşın hep gelir bîr nok-tada çakışırlar.

Bilinir ki, liberalizmle sekterlik aynı özün değişik görüntüleridir. Ve boyut-lanan her pratik bu farklı görünümleri gecikmeksizin çakıştırır.

Aydınlık ve DY ortaya çıkışlarında çizdikleri o çok farklı tablolara karşın, özde varolan yakınlıklarını, paralelliklerini pratikte ve ideolojide artıra artıra bugüne gelmişler ve bugün artık işte o "çakışma" noktasındadırlar.

Aydınlık ihbarcı geçmişiyle, her an yeni ihbarlar yapmaya hazır bugünüy-le, burjuva milliyetçisi provokatör çizgi-siyle, İP binalarında devrimi engelle-mek için çırpınıp durmaktadır.

DY, "silahlı" geçmişine rağmen özü reformist ve sivil toplumcu olan küçük burjuva ideolojisiyle, bugünkü yılgınlık-larıyla vakıflarda, girmeye hazırlandığı legal parti binalarında aynı misyonu yüklenmektedir: devrimi engelleme.

Kuşkusuz, hala farklı görünümler, farklı yanlar vardır. Ancak burjuva ya-salcılığının, oligarşinin icazetinde bir siyasetin kökleştiği/kalıcılaştığı nokta-da niteliği bu olanların işlevleri de ay-nılaşacaktır. Ayak basılan zemin "ya-salcı" bir zemindir. Biçimlenişi ve yeri-ne getirilişindeki farklılıklara karşın oli-garşinin icazeti esas alınmaktadır.

Sınıflar mücadelesinde saflaşmanın derinleşmesi ya da bir başka deyişle, çizgilerin kalınlaşması budur işte. Bi-çimsel farklar, görece uzaklıklar gide-rek kalkar, giderek her şey yalınlaşır, taraflar kendi saflarında berraklaşır.

Farklılıklar izafidir, dündür; benzer-likler ve aynılaşma gerçek olandır, bu-gündür. Bu gelişmeyi derinleştiren ör-nekler hızla ve çarpıcı bir biçimde ço-ğalmaktadır.

Melih Pekdemir'in devrimcilere karşı kullandığı seviyesiz, terbiyesiz düşman dili yalnız muhtevasıyla değil, biçimiyle de Aydınlık üslubudur. Gecik-meksizin "terörizm" edebiyatı yapmaya başlamışlardır. "Terörizm" demagojisi asıl olarak emperyalizmindir ve onu Türkiye'ye, Türkiye Soluna taşıyan "ta-şeron" da Aydınlık'tan başkası değildir. Aydınlık ağzıyla konuşmaktadırlar şim-di. "Serseri" diye niteledikleri gecekon-du gençliğinin, halkının, tüm emekçi halkın mücadelesinin dışında kalmakta ısrar ettikleri sürece de ayrılıklar aza-lırken, aynılıklar çoğalacaktır.

"Haydi Türkiye! Mehmetçikle El Ele" kampanyasında toplanan paraların kime verileceği ve ne yapılacağı sorunu so-nunda çözülmüş.

Parlar Genelkurmay'a veriliyor. Genel-kurmay ise bu parayla "Rehabilitasyon Merkezleri" açacakmış. (Halka karşı sür-dürülen savaşta ordunun psikolojisi her gün daha da kötüye gidiyor çünkü.)

Ama şu anda ortada çok daha büyük bir sorun var:

2,5 trilyonluk bir hesap farkı var orta-da.

Mehmetçik vakfı başkanı emekli gene-ral Raif Babaoğlu, kampanyada 5 trilyon lira toplandığını iddia ederken, kampan-yanın "öncülüğünü" yapan Ankara Gaze-teciler Cemiyeti, ellerinde yalnızca 2.5 trilyon olduğunu söylüyor.

Bu iddia ortaya atılalı günler oldu ama kimse üstüne gitmiyor.

Çünkü biliniyor ki, bu herhangi bir ihale yolsuzluğundan farklıdır.

Günlerce sürdürülen bir kampanyayla: Halkın milli, şoven, insani, ailevi tüm

duygularını istismar ederek; valilerin kaymakamların tüm resmi ve

özel kuruluşlar üzerinde estirdiği terör ve gözdağıyla toplandı bu paralar.

Yalanın, demogojinin, karşı devrimci propagandanın tüm biçimim kullanılarak, halka karşı yürütülen bir savaş için bağış yapmak adeta "kutsal" ilan edildi.

Ama İşte; Onlar en "kutsal", en "milli" işlerinde

bile esasta ceplerini düşünüyorlar. Nere-den ne kadarını iç edebiliriz hesabında-

EVRENSEL'e not!

Hangi haber, halktan, işçi sınıfından gerçeği gizliyor?.. Elbette Evrensel'inki. Bu haberlere göre, hangi gazete DGM nezdinde daha muteber?... Yine Evrensel.

Demek ki; Her gün 5-10 "Hoşgeldin

Evrensel" ilanıyla "Hoş" gelinmiyormuş.

lar. "Kutsal" olan, "milli" olan yalnızca cep-

leridir onların. Evet Mehpare Çelik, spikerlik, gazete-

cilik gibi bir bir mesleğin en onursuz, en aşağılık, en yalaka temsilcilerinden biri olan Mehpare Çelik; patronlarının gözü-ne girmek için gece gündüz hamasi nu-tuklarla, aşağılık yalan ve demagojilerle, duygu sömürûsüyle bağış yapmaya ça-ğırdığın kamuoyuna, toplanan paraların hesabında 2.5 trilyonluk küçük bir fark ol-duğu haberini de verebilecek misin?

Ama rahat ol! "Gazeteciler Cemiyeti" adını taşımalarına karşın bugüne kadar basına yönelik baskılar, saldırılar karşı-sında kılını kıpırdatmayıp böyle şovenist bir kampanyayı örgütlemeyi görev sayan devlet gazetecileriyle, generaller, TRT patronları oturup hesabı bir güzel temize çıkarıp seni böyle bir haber okuma zah-metinden kurtaracaklardır.

"Kan" edebiyatıyla, "vatan-millet" ede-biyatıyla toplanan paraların bile hesabı çıkarılamıyor bu düzende.

Hırsızın bile bu kadar namussuzu az bulunur.

Bulunursa da ancak devlet içinde, dü-zen partileri katında bulunur.

Çünkü, kurulu devlet mekanizması tüm kurumlarıyla, en üst düzey yönetici-leriyle hırsızlık, yolsuzluk batağıdır.

Haydi "Sosyal-Demokrat" milletvekille-ri, haydi "milliyetçi" vekiller, soru önerge-lerinizi hazırlayın.

TRT'nin ve günlerce 24 saat kampan ya yayını yapan TRT-INT'in bantlarının;

Bu haber TÜRKİYE gazetesinden... Demek ki; Her gün 40 kere "İşçi Sınıfının Sesi"

demekle bu ses çıkarılamıyormuş. Bir Hatırlatma; Devletin resmi ajanslarına

dayanarak; MİT'in, polisin üslubuyla yazılı haberler basarak "Evrensel" olunamaz.

Bir öneri; Evet, böyle olmaz Evrensel! Biraz feraset ve elbette biraz da cesaret.

Sonuç; Ama feraseti, cesareti reddedip

ille "icazet" derseniz, boşa geldiniz. Böylesi çokça var. O zaman da

E'nizin biri niye "ters"?

bu kampanya için hesap açılan tüm ban-ka şubelerinin hesaplarının dekontlarının incelenmesini talep edin.

Talep edin ki, "Vatan-Millet-Mehmet" için toplanan paraların nasıl yok olduğu-nu görsün herkes.

Kendi kamburlarınızın korkusuyla ya-pabilirseniz tabiil..

Emekçiler! İki türlü kandırılıyorsunuz bu işte.

Birincisi, paralarınız verdiğiniz yere gitmiyor. Aynen, "Haydi Türkiye, Meh-metçikle El Ele" kampanyasında olduğu gibi... Aynen "Bosna'daki Müslümanlar için" toplanan paralarda olduğu gibi.. İkincisi, senden istenen bağış "Vatan

Savunması" için diye isteniyor. Ama sa-vunulan vatan değil. Ordu, ülkemizi iliğine kadar sömüren emperyalizme karşı değil, halka karşı savaşan bir güç. Sömü-, rü düzenini koruyor. Bu durumda da yine yanlışlığın, yine aldatılmanın içindesiniz.

Bu kampanyanın hedef kitlesi çoğun-lukla şoven, dinci duyguların ve partilerin etkisindeki kitlelerdir. Hele ki, bu kesimin yurtdışında yaşayanları devlet nezdinde de faşist, dinci partiler nezdinde de "yolu-nacak kaz" durumundadır.

Tüm emekçilere, ama özelde bu ke-simlere göstermeliyiz ki,, bu kampanya-ları düzenleyenlerin "milliyetçilikleri" sah-te, "müslümanlıkları" sahtedir.

Kişiliksiz, sahtekar, yalancıdırlar. Değilse, bu kampanyaların ismini şöy-

le koyarlardı: "Haydi, Türkiye, Bizim Ceplerimizi Dol-

dumaya!

"Vatan-millet" hırsızları"Mehmetçik'le El Ele"nin kayıp trilyonları nerede?

Bu haber MİLLİYETten...

Bu da EVRENSEL'den...

Page 23: İ ş ğ İş ş ğ ş - ozgurluk.infoozgurluk.info/kitaplik/pdf/kurtulus/1995.07.15-zyKurtulus-say001.pdf · ından Partizan Sesi Kur-tuluş bürosunu ziyaret ederek saldırıyı

Kamuoyu şimdi "Kırmızı Kitap"ı tar-tışıyor.

Kırmızı kitap, egemen sınıfların poli-tikalanndaki ikiyüzlülüğün bir kanıtıdır.

Bir başka deyişle, seçim meydanla-rında, parti ve hükümet programların-da halka açıkladıklarının tersine, ger-çek politikalarının halktan gizli ve halka karşı olduğunun bir kanılıdır.

Ama bu, ülkemizde yeni bir olay değildir. Yeni de açığa çıkmış değildir. Yıllardır, bu iki-yüzlülüğün sahnesinden başka bir şey olmayan parlamentoda bulunup da, bunu yeni öğrenmiş gibi şaşkın tablolar çizen, soru önergeleri veren milletvekillerinin şaşkınlıkları ve önergeleri de "muhalefet icabıdır. Demokrasici-lik oyununun, tam da bu ikiyüzlü-lüğün bir parçasıdır.

Bu tartışmada kitabın kapağı-nın kırmızı olduğu dışında hiçbir yenilik yoktur.

Daha 1,5 yıl önce, Çiller sürç-i lisan edip "Kürtçe TV'yi düşünebiliriz" dediğinde, ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz, Çiller'e aynen şunu demiştir: "Bunu söylerken devletin siyasetini belirleyen temel metinlere baktın mı?"

Mesut Yılmaz, 'tecrübeli" bir başba-kan olarak. Çillerin henüz başbakan-lıkta "amatör" olduğunu düşünüyor ve onu uyarıyordu. Ama kamuoyu da bu vesileyle bir kez daha Türkiye'de nasıl Başbakanlık yapıldığını öğrenmiş olu-yordu.

Kısacası olan şudur; Halkın oylarıyla seçilen başbakanın eline, başbakanlık koltuğuna oturacağında "birileri" ta-rafından kırmızı kapaklı bir kitap verili-yor ve deniliyor ki; "Senin halka vaat ettiklerin, sözlerin bizi ilgilendirmez. Senin parti programın falan da ilgilen-dirmez bizi. Uygulayacağın politika ve alacağın kararlar işte bu kitapta yazılı-dır."

Ve elbette, bu düzen partileri içinde bunu reddedip "Hayır, benim halka verdiğim sözler var, onları uygulayaca-ğım' diyecek bir Başbakan da çıkmaz. Çünkü, düzen partisi olmak, zaten ül-kenin kırmızı kitaplarla yönetilmesini ve iktidar olduklarında kırmızı kitaplar-la yönetmeyi baştan kabul etmiş ol-maktır.

Bu yalnız Türkiye'de böyle değildir. Dünyanın her yerinde sömürücü

egemen sınıfların yönetim tarzı bu ol-muştur.

Çünkü varlık koşulları sömürü ve zulümdür Kalkıp da "Ey emekçiler, biz seni daha iyi sömürmek, senin sırtın-dan daha yüklü vurgunlar vurmak için şu politikaları uygulayacağız" demez-ler, diyemezler. Onun için seçim mey-danlarında halkı tatlı vaatlere boğar-ken, gerçek politikalarını da böyle yal-nızca kendi aralarında elden ele dolaş-tırdıktan kitapçıklara yazarlar.

Ama fark da var tabii. Türkiye'deki egemen sınıflar bu işi daha rezilce, da-ha aşağılık bir biçimde yapıyorlar. Çünkü, Türkiye'nin kırmızı kitaplarında yazılı politikalar da daha aşağılık ve daha rezilcedir.

Soruluyor, "kim yazıyor bu kitap-ları?" diye.

Kimin yazdığı önemli değil aslında, ne yazdığı önemli. Ama yazarlarını da tereddütsüz sayabiliriz yine de.

Bir sayfasını CIA yazıyor, bir sayfa-sını Pentagon. Bir başka sayfasını IMF kaleme alıyor... NATO'su, MİT'İ,

kontrgerillası, TÜSİAD'ı, Genel-kurmay'ı, MGK'sı her biri kendi bölümlerini yazıyor ve bu kitap çıkıyor ortaya... Egemenlerin her kesiminin, her kurumunun sayfası var o kitapta. Yalnız hal-kın yok. Halk kendi kitabını ayrı yazmak zorunda.

Türkiye Halkları!.. "Kırmızı Kitap"larla çiğnenen

senin iraden, senin hakların, se-nin oyların, senin onurundur.

Devrimciler yıllar yılı "Düzen Partilerine Oy Verme" çağrısı yaptılar sana. Gün oldu "Sandı-ğa Gitme" dediler. "Çare Seçim Değil, Devrim" diye anlattılar.

Yıllar yılı duvarlarda, pankart-larda, bildirilerde okuduğun "Dü-zen Partilerine Oy Yok" sloganı-nın anlamını şimdi daha net gö-rüyorsun.

Çünkü gerçekte senin o 'oy'unun bir kıymeti yok. Senin 'oy'un, o "kırmızı kitap"ı kimin uygulayacağını belirliyor yalnızca. "Kırmızı Kitap"sa senin nasıl sömürüleceğini, sana nasıl zulmedileceğini yazıyor.

Bu düzende oy verme hakkın kendi celladını, kendi zalimini seçme özgür-lüğündür.

Emekçi Halkımız, "Kırmızı Kitap'lar için oy vermeye

devam edebilirsin. Bu senin tercihindir. Ancak bunu seçtiğinde, yoksulluğu, iş-ten atılmaları, emperyalistlerin bu va-tanı çiğnemeye, yağmalamaya devam etmesini, kızlarının fuhuşa, oğullarının uyuşturucuya sürüklenmesini, işkence-leri ve katliamları, süründürülmeyi ve onursuzluğu seçtiğini bilmelisin.

Bu tercihin, düğünlerinde senin yok-sulluğunla, sıkıntılarınla alay edercesi-ne milyarları havaya savuranları, Koç'-ları, Sabancı'ları, generalleri ve vur-guncuları, her gün bir başka yolsuzluk-ları açığa çıkan bürokratları ve politika-cıları, mafyacıları ve tefecileri memnun edecektir.

Onların burjuva basındaki, TV'lerde-ki ortakları ve kalemeşörleri, seçimden bir gün önce "Şikayet Etme Oy Ver" manşetleriyle seni sandığa çağıracak-lar, bu çağrıyı kabul ettiğinde ise, seçi-min hemen ertesi günü senin bu kadar ezaya, cefaya, hırsızlığa, yolsuzluğa, aldatılmaya rağmen yine de sandık başına gitmiş olmanı övgülere

boğup, senin "sağduyuna", "de-mokrasiye bağlılığına" ilti-fatlar yağdıracaklar.

Hayır, sen sandık başı-na giderek, düzenin parti-lerine ve kırmızı kitaba oy vererek sömürü ve zulüm düzenine tutsaklığını de-vam ettirirsin yalnızca.

Onların sağduyu dedik-leri senin bu düzene "ka-der" deyip boyun eğişin-dir.

Bu vahşi, ahlaksız, kirli düzen, bunca sömürüye, bunca teröre, bunca yalana, bunca adaletsizliğe rağmen, bunları sineye çekiyor olmandan, sineye çekip hala düzen partilerinden bir şey bekleyip sandık başına gidiyor olman-dan güç alıyor.

Bunun demagojisini yaparak, sıkış-tıkça, teşhir oldukça, kendi gazetele-rinden, televizyonlardan "Halk bizi des-tekliyor, halk bizi destekliyor" diye ba-ğırıp duruyor. Seni sana karşı kullanı-yor.

Halkı, devrimcileri katlettiğinde ser-seri faşist çeteleri toplayıp alkışlattırı-yor ve yine yırtınıp duruyor, "halk bizi destekliyor" diye. Bir avuç köpeği se-nin temsilcilerin diye gösteriyor.

Bu oyunu bozmalı, demagojilerini yerle bir etmelisin.

"Halk bizi destekliyor" diyenler, ikiyüzlüler, bu çağrımız da sizedir.

Halk sizi destekliyorsa, halka bu ka-dar güveniyorsanız ve politikalarınızda halka karşı bir şey yoksa açıklayın Kır-

mızı Kitap'ı. Devrimci Halk Kurtuluş Partisi'nin

programını basıp dağıttığı gibi binler-ce, on binlerce çoğaltın ve dağıtın ce-saretiniz varsa.

Hayır, biliyoruz ki, bu çağrımız ce-vapsız kalacaktır.

Yapamazlar çünkü. Çünkü "Kırmızı Kitap" halk düşman-

lığının manifestosudur. Halkın iradesini, onurunu çiğneme-

nin, emeğini gasp etmenin, hakları, öz-gürlükleri, bağımsızlığı için ayağa kal-kışını bastırmanın programıdır.

Halka karşı bir suç belgesidir. Açıklayamazlar. Çünkü o kitap, seçim meydanların-

daki sözlerinin, vaatlerinin, parti prog-ramlarının arka yüzü, gerçek yüzüdür.

Halka yeryüzünde vaat edilmedik bir şey bırakmayıp çizdikleri pembe tabloların tersine o kitapta yalnız "ke-mer sıkma" politikaları vardır. Dillerin-den düşürmedikleri demokratikleşme-nin, insan haklarının, şeffaf karakolla-rın tersine, o kitapta yalnızca halka da-ha fazla kan ve gözyaşı götürülmesi yazılıdır. İşkencelerin, infazların, kay-betmelerin, yakıp yıkmaların talimatları vardır.

Türkiye halkları, BU ikiyüzlü politikanın, İki değil yirmi

iki yüzlü bu politikacıların kitaplarını ve defterlerini dürme zamanıdır.

Halkımız, Devrimci politikanın açıklığıyla ses-

leniyoruz sizlere. Biz devrimciler "Halka, yarın, he-

men elini uzattığında kolayca alabile-ceği bir cennet vaat etmiyoruz. Cenne-te kavuşabilmek için çok zorlu, kanlı, acılı geçecek uzun bir yürüyüş olduğu-nu"(*) söylüyoruz.

Gerçek budur. Sınıflar mücadelesi-nin kitabında, halkların tarih kitabında böyle yazar. Şunu da söylüyoruz. Bu sömürü ve

zulüm düzeni, bu ikiyüzlü politikacıların devleti göründüğü kadar güçlü de de-ğildir. Halk birleşip, örgütlenip savaşın-ca yıkılır. Ve halk kendi kaderine sahip olur.

Programımız açıktır. Söylediklerimiz ve yaptıklarımız gözlerinizin önünde-dir. Savaşımız açıktır. Yiğitçe, fedakar-ca ölen şehitlerimiz herkesin gözleri önündedir.

Halk için savaşıyoruz. Halkımızla birlikte savaşıyoruz. Çünkü biz halkız.

Halkımız, "Kırmızı kitap, çiğnenen iraden ve

onurundur. Aldatılmışlığındır." Seni yok sayan, yoksullaştıran, onu-

runu çiğneyen, baskı ve terörüyle ezen kırmızı kitaba değil, kendi savaşına, kendi partine, kendi programına sahip çık.

Bu savaş, bu parti, bu program se-nin iradendir, senin onurun, senin öz-gürlüğün, kurtuluşun ve geleceğindir.

Bugününe ve geleceğine sahip çık. (*) DHKP Genel Sekreteri Dursun

Karataş'ın Kongre Raporu'ndan.

"Kırmızı Kitap", halkın çiğnenen iradesi ve onurudur

Page 24: İ ş ğ İş ş ğ ş - ozgurluk.infoozgurluk.info/kitaplik/pdf/kurtulus/1995.07.15-zyKurtulus-say001.pdf · ından Partizan Sesi Kur-tuluş bürosunu ziyaret ederek saldırıyı

Türkiye halkları bağımsızlığı, kurtuluşu, özgürlüğü için her şeyini

vermeye hazır bir halktır. Kurtuluşunu ve özgürlüğünü

kazanmanın bedellerinin ağır olacağının farkındadır. Ve bunu

göze almıştır. ClA'nın yeni başkanı John Deutch'un her gün yeni bir

ayaklanmayla uyanan Türkiye'ye gelmesi bu öfkeyi ve kini artırmaktadır. Bu öfkenin

beyinlerinde patlaması ise çok yakındır.

azetelerin iç sayfalarında küçük bir ha-ber "CIA Başkanı geliyor". Neredeyse her Temmuz ayında çıkan ve adeta ka-

çamakça yazılan bir haber başlığı. Ülkemiz top-raklarına ABD terör uzmanları için özel bir ay. İşbirlikçilerine terör brifinglerinin verildiği, "baş-larını ağrıtan" sorunların emir ve direktiflerle çö-züldüğü, devrimcilere ve halklara yönelik katli-am planlarının oluşturulduğu bir ayın adıdır Temmuz.

4 yıl öncesine aynı şekilde ülkemize gelen ClA'ntn terör uzmanlarının ziyaretleri bugüne kadar periyodik olarak sürmüştür. 1991'in yaz aylarında sıkça gerçekleşen ziyaretler Bush'un gelişiyle sonlanmıştı. Bunun öncesinde ise Ba-ker'in, BM Genel Sekreteri Perez de Cuellar'ın gelişi, Mayıs ayında CIA-MİT'in "Teröre Karşı işbirîiği Zirvesi" yapması Bush için yapılan ön hazırlıklardı. Bu süreçte Baker'in Ortadoğu ül-kelerine yaptığı yoğun ziyaretlerde Türkiye'ye biçilen misyonun tamamlanmasından ibaretti. Ancak bu hazırlıklar Bush için yeterli değildi. Bush'un ziyaretinden bir ay kadar önce Penta-gon, Beyaz Saray Güvenlik Dairesi ve CIA uz-manlarından oluşan 20 kişilik heyet Ankara ve İstanbul'da son kontrolleri yapıyordu. Ve niha-yet 20-22 Temmuz tarihleri arasında 200 tane özel koruması ile gelen Bush yaptığı görüşme-lerde; işbirlikçilerine Kıbrıs sorunun da akıl veri-yor. Körfez krizi sonrasıda çıkarlarını korumak için yeni görev ve sorumluluklarını hatırlatıyor-du. İki gün boyunca Ankara ve İstanbul'da 60

bin polis görevlendirildi, yaşam bu geziye göre organize edildi. Bush işbirlikçilerine bile güve-nemiyordu. Merisam kıtalarının silahları Ameri-kalılarca denetlendi, Amerika'dan özel silahlar gönderildi.

Bu kadar güvenlik laf olsun diye oluşturul-madı. Bush anti-emperyalist mücadelenin her koşulda verildiği bir ülkeye geliyordu. Aylarca CIA raporlarında Türkiye'deki gelişmelerden duyulan tedirginlik yansıtılıyordu. Onları bu denli tedirgin eden Körfez savaşı döneminde ABD kurum ve kuruluşlarına, ajanlarına yönelik gerçekleştirilen eylemlerdi. Her ne kadar bu ey-lemlerin yaşandığı dönemde Pentagon'dan Amerikalı "vatandaşlarına" dikkatli olmaları yö-nünde çağrılar yapılsa, evlerinden çıkmamaları, Mc Donalds'larda yemek yememeleri iste-nilse, şirketlerinin tabelaları indirtilse, kapılarına kilit vurulsa da hiçbirinin çözüm olmadığı görül-müştü. Kısaca hazırlıkları korkuları kadar bü-yüktü.

'92'nin Haziran aylarında da Bush'un gön-derdiği iki istihbaharatçı Demirel'le görüşmelerde bulundu. '93 ve '94 yıllarında da çeşitli zaman dilimlerinde bu resmi ziyaretler devam etti. Bugüne kadar gerçekleştirilen ziyaretler sa-. dece kamuoyuna yansımış olanlarıdır. Yani "resmi ziyaretlerdir". Resmi ziyaretlerin yansı-

mayanlarının olduğu ise sır değildir. Çünkü so-run sadece CIA başkanlarının, Pentagon uz- manlarının, büyükelçilerinin geliş gidişlerinin bilinmesi değildir. Halklara yönelik sadece kat-liam ve terör politikası üretmek için yetiştirilen bu katiller zaten ülkemiz topraklarında bulun-maktadır.Görevleri yılın belli aylarında gelip gitmekten ibaret değildir. Gizli ya da açıktan fa-aliyet sürdüren bu ajanların varlığı bilinmektedir. Bu ajanlar bir yandan MiT'in, siyasi şubenin yönlendirilmesi, uzmanlaşması konusunda "yardımcı" olarak çalışıp devrimcileri yok etmeyi amaçlarken bir yandan da hiçbir koşulda tam anlamıyla güvenmedikleri işbirlikçilerine rağ-rnen ekonomik, askeri, siyasi, ticari her tür ko-nuda elde ettikleri bilgileri Pentagon'a aktar-makla yükümlüdürlür.

Açıkta olan NATO üslerinde. İncirlik. Pirinç-lik, Çiğli, Sinop vb. üslerde çalışanların perso-nelinden, askeri komutanına kadar ClA'ye ba-ğımlı olduğu bilinir. Bunun dışında çeşitli adlar altında faaliyet sürdüren onlarca Amerikan ku-ruluşunda çalışanlar ya da çeşitli meslek sahibi olarak görev yapanların hiçbirisi de sade bir Amerikan vatandaşı değildir. Kamuflajları, se-naryoları, açıklamaları gerçekleri gizleyeceklerini düşünürler. Haziran ayı içinde İstanbul Boğa-zı'ndaki deniz trafiğini incelemek üzere ABD Deniz Kuvvetlerine bağlı Dallas adındaki sahil güvenlik gemisinin İstanbul'a gelmesi gibi. Ge-mi sözcüsü Teğmen John E. Shallman "İstan-bul'da, Boğaz'ın deniz trafiğini inceleyeceğiz. Çarpışma ihtimalleri üzerinde duracağız. İstan-bul Boğazı'nda deniz trafiğinin düzenlenmesi konusunda bir rapor hazırlayarak yetkililere ve-receğiz" derken de aynı gerçekleri gizleme ça-bası İçindedir.

VBR Tuslog'ta Genel Müdürlük yapan ve '91 yılında cezalandırılan John Gand NATO kuryesi ve CIA ajanıydı. Yine '91 yılında bombalanan MAslak Oto Sanayi'nde bulunan ve farklı bir görüntü ile çalıştırılan ClA'nin paravan bir şirke-tiydi. Bunun gibi onnlarca hedef bulunup çıka-rılmış, tahrip edilmiş, ajanlar cezalandırılmıştır. CIA uzmanlarının duydukları endişe ve rahat-sızlığın nedeni de budur. Ülkemizde yükselen anti-emperyalist ve anti-oligarşik halk savaşıdır onları korkutan. Bu yüzden her yılın Tem-muzunda düzenli toplantılar yapılır "teröre çare bulmak" için. Bu yüzden ülkemiz emperyalist ajanların cirit attığı bir ülke haline getirilir. Bu yüzden sık sık Pentagon'a çağrılan işbirlikçileri-ne dersler verilir, Menzir, Ağar, Kozakçıoğlu, Erkan gibi polis şefleri Pentagon şefleriyle bulu-şur. İstedikleri kadar değişik görüntüler vermeye

çalışsalar da CIA bu sade vatandaşlarının hiç-birisine yaşam garantisi vermemektedir. Halkın adaleti emperyalist ajanları, kurum ve kuruluş-ları tek tek belirleyip Çıkarttığı süre de bu ga-rantiyi veremeyecektir.

Emperyalizm için ürettiği politikaların hiçbirisi de çözüm olmayacaktır. Artık ülkemiz halkları emperyalizmi de, emperyalizmin uşaklarını da ülke topraklarında görmek istememektir. Vata nımızı; toprağına, suyuna, dağına, taşına kadar sömüren, 7'sinden 70'ine halklarımızı katleden emperyalist haydutlar çetesini tek tek girdikleri inlerinden çıkaracak, Pentagon'a cesetlerini gönderecektir. Türkiye halkları bağımsızlığı, kurtuluşu, özgürlüğü için her şeyini vermeye hazır bir halktır. Kurtuluşunu ve özgürlüğünü kazanmanın bedellerinin ağır olacağının farkın-dadır. Ve-bunu göze almıştır. ClA'nın yeni baş-kanı John Deutch'un her günyeni bir ayaklan-mayla uyanan Türkiye'ye gelmesi bu öfkeyi ve kini artırmakladır. Bu öfkenin beyinlerinde pat-laması ise çok yakındır.

Polis evlerine baskın

Halkalı'da 3 eve aynı anda baskın düzenleyen polis ekipleri, kapıları kıra-rak girdikleri evlerde kimseyi bulamayınca, evin içinde bulunan ne varsa top-layıp kapının önüne yığdılar.

Ama bu sefer durum biraz farklı. Çünkü baskına uğrayan evlerin sahipleri de polis. Hem de "direnişçi" türünden. Ne yasa tanıyorlar, ne de "Emniyet Müdürlüğü" imzalı tebligat belgelerini. Epey yiğit adamlar.

Basılan ve eşyaları tozun toprağın içine atılan evlerin sahipleri, hani şu ge-çenlerde Tozkoparan'da belediye memurlarının evlerini boşaltmak için görev aşkıyla olay bölgesine intikal eden "kahramanlar"ımız belki de. 0 Olay 8 Temmuz günü Halkalı'da gerçekleşii. Olay yeri Halkalı polis lojmanları. Evet, hani 16-17 Nisan ertesinde gelişen devrimci eylemler karşısında tir (ir titreyen, her duyduğu sese, her gördüğü gölgeye şarjör boşaltan ve en sonunda lojmana su dağıtmaya gelen üç emekçiyi katleden polislerin kaldığı lojmanlar bunlar. Lojmanlarda oturan polislerin 5 yıllık oturma süreleri geçenlerde doldu. Ancak "direnişçi" kahramanlardan 100 adedi, bu yönetme-liği hiç umursamayarak lojmanlarda kalmaya devam ettiler. Ne de olsa onlar polisti. Yapamazlardı, atamazlardı sokağa. Hem emniyet müdürü. Vali ve "halk" arkalarında değil miydi? Daha geçenlerde, polis memurlarının maaş ve özlük haklarında iyileştirmeler yapılacağına dair haberler gazete manşetlerine çıkmamış mıydı?

"...Ama o da ne? lojmanların giriş kapısına da bir kağıt asmışlar. Ne diyor bakalım... İstanbul Emniyet Müdürlüğü makamlarının emirleri gereğince loj-manlarda oturma süresi her ne şekilde olursa olsun dolan tüm mensuplarımızın 7 Temmuz 1995 günü son olmak üzere lojmanlarını tahliye etmeleri üa-nen tebliğ olunur."

"... Yine sırtımızdan bıçakladılar bizi. Bir çare bulmalı... Yoksa gidip Toz-koparan'dakilerin yanma mı sığınsam? Yok, hayır, ne yüzle bakarım adamların yüzüne. Daha geçenlerde etmediğimizi bırakmadık. Ne yapsam...

Evet, sevgili kahramanlar! İşte böyle atarlar adamı sokağa. İşte böyle sırtından bıçaklarlar adamı.

Devrimciler yıllar yılı boşuna söylemediler, terk edin bu şerefsiz mesleği, kullanıp kullanıp ararlar sizi sokağa diye. Ama siz hep tıkadınız kulaklarınızı. Devlet büyüktü ya.

Gördünüz, yaşadınız. Hep yedi birileri. Hamutuyla götürdüler her şeyi. Si-ze "tablacıların" Marlboro'lan düştü en fazla. Bir de iki oda bir salon, kentin 50 km dışında b ir daire eskisi.

Şimdi o da kalmadı. Şefleriniz rüşvetin en büyüğünü yerken, o davet senin, bu davet benim gezerken otellerde, pavyonlarda dostuyla, metresiyle gönül eğlendirirken, villalarda, sayısız korumalarla boğazın o eşsiz manzarası karşısında kadeh tokuştururken, sizin iki göz odanıza göz diktiler..

Maaşlar da eski maaş. Hayat da pahalı. Millet de eski millet değil ki, ense sine vurup alasın önündekini. Taş atıyor, barikat kuruyor, molotoflatıyor.

"Hem öyle yeni bir ev bulmak da kolay değil. Kolay da... işin diğer taralı var. Lojmanlarda hadi ne de olsa az çok koruma altındaydık. Gireni-çıkanı bi-lirdik. Şimdi ne yapacağız? Millet, ev vermeye de korkuyor. Teröristi var. su-su var busu var. Ne olacak şimdi?"..

Bir şey olacağı yok aslında. Bugün iki göz odana el koyanlar, yann maaşını da alacaklar elinden. Sen yine susacaksın. Sesini çıkarmayı bir dene islersen. Bilirsin şubeyi. "Mektep" derler. Az adamı canlı teslim edip üç gün sonra cesedini vermediler mi sana. "Ezerler" adamı bilirsin.

Üç kuruşluk maaşınla zulüm makinesi haline getirdiler seni. Başlangıçta belki iyiydi duyguların. Maaş, devlet güvencesi, silah, gurur vb. deyip, girdin sınavlara. En azından işsiz kalmaktan iyidir diye düşündün. Gördün mü gel-diğin noktayı. Şimdi ne yapıyorsun? Avanta peşinde koşuyorsun. Katliamlara, yıkımlara, ahlaksızlıklara ortak ediyorlar seni. Ve görüyorsun işte bir noktadan sonra çıkamıyorsun da işin içinden. Gırtlağına kadar batmışsın pisliğe çünkü. Elde cop hak arayan işçinin, memurun üzerine sürüldün. Evini yıktığın, kanını döktüğün insanların çığlıkları gitmedi günlerce kulaklarından. Ne. dedilerse yaptın-ama harfiyen. Ve belki de manyetoda, askıda kalanların mezarlarını da kazdırdılar sana. Hep sustun. Çıkış yolu aradın durdun.

Ve sonunda, nankörler, vefasızlar yaptılar yapacaklarım. Yıktılar ocağını, attılar sokağa.

Çağrımızdır; Ezilen, horlanan, en aşağılık işler yapmaya zorlanan polisler! Bu iğrenç mesleği terk edin. Halka zulmedenleri, işkencecileri, yalnız bı-

rakın. Her türlü ahlaksızlığı yapanların, katillerin, rüşvetçilerin, kaçakçıların, kadın ve uyuşturucu ticareti yapanların, mafyayla kol kola gezenlerin, ırz düşmanlarının emir eri olmaktan çıkın. Sizi evsiz bırakan, gerektiğinde size de işkence yapan, üç kuruşa kölelik yaptıran, sizleri korku içinde yaşatan şef-lerinizin emrinden çıkın.

Evsiz barksız, aç ve açık kalabilirsiniz. Ama en azından şerefinizle yaşar-sınız. İtiraf edin. Gördüklerinizi, bildiklerinizi, yaşadıklarınızı, duyduklarınızı anlatın onlara.

Halkın yüksek adelet duygusunun bağışlayıcılığına sığının. Suçlarınızı ancak böyle hafifletebilir, ancak böyle yeni ve şerefli bir hayata baslayabilirsi-niz. Aksi taktirde, battıkça batacak ve dönüşü olmayan bu yolda, halkın adaletinin bir gün sizin de kapınızı çalacağı günün korkusuyla yaşayacaksınız. Bizden söylemesi..

CIA Başkanı geliyor

G

Page 25: İ ş ğ İş ş ğ ş - ozgurluk.infoozgurluk.info/kitaplik/pdf/kurtulus/1995.07.15-zyKurtulus-say001.pdf · ından Partizan Sesi Kur-tuluş bürosunu ziyaret ederek saldırıyı

Malatya'da yurtsever bir kişiliğe sahip olan ve polisçe sıkça tehdit edilen Abdullah Köse işkence sonucu katledildikten sonra, elinde bomba patlaması sonucu öldü görün-tüsü verilerek, kamuoyu yanıltıldı. Konuştu-ğumuz Köse'nin ailesi polisin açıklamasını yalanlayarak, "Bu kesinlikle devletin işidir, devletin bir komplosudur, işkenceyle öldü-rüldü" dedi.

Polis bugüne kadar işkencehanelerinde onlarca devrimci-yurtseveri katlettikten son-ra, uydurma gerekçelerle olayları örtbas et-meye çalıştı. İşkencede katledilen Ahmet Karlangaç'ta

olduğu gibi, "Kafasını duvara çarptığı için öl-dü" gerekçesi uyduruldu. Zeki Yumurtacı İçin, "Yer gösterme sırasında arkadaşlarının ateş açması sonucu çıkan çatışmada iki ateş arasında kaldı" yalanı uyduruldu. Sıd-dık Bilgin için, "Elimizden aniden kaçtı dur-duramadık, ateş açmak zorunda kaldık" ya-lanına başvuruldu. Ya da Vedat Aydın, Ay-şenur Şimşek, Hasan Ocak, Rıdvan Kara-koç'ta olduğu gibi kaçırılıp işkence sonucu katledilip üstlenilmedi. Bu örnekleri artırmak mümkün. Ki bu tür uygulamalar Kürdis-tan'da çok pervasızca yapılıyor.

İşte Malatya'da yaşanan son örnekte de polis, 9 Temmuz günü Can Sineması tuva-letinde bir patlama olduğunu, patlama sonu-cu ölen kişinin "PKK militanı" olduğunu ve bombayı yerleştirmesi sırasında erken pat-lama sonucunda parçalanarak öldüğünü açıkladı.

Polisin bu açıklaması üzerine Yazıhan il-çesinde oturan Abdullah Köse'nin ailesiyle görüşmeye gittik. Köse'nin annesi Latife Kö-se, polisin söylediklerinin kesinlikle yalan ol-duğunu belirttikten sonra şunları söyledi: '

"9 Temmuz günü saat 15.00 (Gündüz) ci-varı polisler ve askerler evimizi bastılar.Ve her yeri tamamen talan ettiler. Bana

Apo'nun (Abdullah'ın) kimliğini göstererek bu senin oğlun mu? dediler. Ben de oğlum dedim. Oğlumu gözaltına mı aldınız dedim, bana cevap vermediler. Daha sonra evin ar-kasında bulunan bahçeyi kazmaya başladı-lar. Toprağın altından çıkan kitapların ve bayrağın kime ait olduğunu sordular. Eşim de (Basri Köse) onların '93 yılında Doğan-şehir'de öldürülen oğluma (Alaaddin Köse) ait olduğunu, onun yadigari olduğu için sak-ladığını söyledi. Polisler geldiklerinde kame-ralarla gelmişlerdi. Zaten kitapları da önüne serip kamerayla çektiler. Eşimi çocukların nerede diye tehdit etmeye başladılar. Daha sonra da eşimi gözaltına alarak gittiler. On-lar gittikten sonra Apo'nun öldüğü, elinde bomba patladığı haberi geldi.

Bu olayı kesinlikle devlet yapmıştır. Çün-kü bize kimliğini gösterdiler. Apo'nun vücu-du tamamen yanmıştı. Parçalanmış, yanmış bir vücudun içinden kimlik nasıl sağlam çı-kar?

Anne Köse ayrıca; "Apo öldürülmeden bir süre önce bana "Sürekli polisler peşimdeler beni öldürecekler" diyordu. Ama onlardan hiç korkmuyordu. Apo ailesine ve halkına çok düşkün, herkes tarafından çok sevilen bir insandı. Çok yiğitti, hiçbir tehditten kork-mazdı" dedi.

Köse'nin yengesi de "Apo'nun ölümü düşmanın bir komplosudur. Ona işkence yaptıklarına eminim. Apo asla böyle bir şey yapmazdı." diye ekledi.

Konuştuğumuz A. Köse'nin ablası da: "Apo ocak ayında cezaevine görüşe gittiği bir gün onu gözaltına alarak kuryelikle suç-lamış, daha sonra sorguya alarak ölümle tehdit etmişler. O günden sonra Apo'yu haf-tada bir, iki kez götürüp senin de sonun Alaaddin gibi olacak, seni de onun yanına göndereceğiz şeklinde tehdit ediyorlardı." dedi.

Suat Alkan ve tüm devrim şehitleri anıldı

Rize/Fındıklı (Kurtuluş)- 2 Temmuz Pazar günü Artvin-Kemalpaşa'da

Devrimci Halk Güçleri Suat Alkan ve devrim şehitlerini anmak İçin bir gezi düzenlediler.

Toplanma alanına gelecek kitleyi karşılamak için sabahın erken satle-rinde gezi alanına gelen Devrimci Halk Güçleri (DHG) alanı "Devrim Şe-hitleri Ölümsüzdür... DHKC-DHG", "Suat Yoldaş Yaşıyor, Parti-Cephe Savaşıyor...DHKC-DHG" yazılı pankartlar, Parti-Cephe bayrakları, Suat Alkan,. Ayşe Gülen, Ayşenur Şimşek, Sibel Yalçın'ın posterleriyle donattı-' lar. Daha sonra alana giren Devrimci Halk Güçleri "Ölüm Orucu Şehitleri Onurumuzdur...DHG" yazılı el dövizleri astılar.

Kitlenin toparlanmasından sonra devrim şehitleri.için saygı duruşu ya-pıldı. Günün anlamı ve devrim şehitlerinin mücadele yaşamlarını anlatan konuşmalardan sonra direniş ve mücadele şiirleri okundu. "Devrim Şehit-leri Ölümsüzdür", "Suat Yoldaş Yaşıyor Partİ-Cephe Savaşıyor, 'Sibel Yoldaş Yaşıyor, Parti Cephe Savaşıyor", "Yaşasın DHKP" sloganları sık sık atıldı. Toplu halde söylenen marş ve kavga türkülerinden sonra son günlerde Artvin-Hopa'da yaşanan faşist saldırı değerlendirildi ve örgüt-lenmenin ve cephe oluşturmanın gerekliliği bir kez daha vrugulanırken, Ayağa Kalk kampanyası detaylı bir şekilde anlatıldı.

Toplu şekilde yenen yemekten sonra halaylar çekilerek marşlar söy-lendi ve soru-cevap şeklinde Parti-Cephe, silahlı mücadele, direnişler ve örgütlenme tartışıldı. Coşkulu bir şekilde 6 saat süren gezi, pankartlarla slogan va marşlar eşliğinde bir süre yüründükten sonra sona erdirildi.

Ali Yücel'i Yitirdik 23 Haziran günü

Kırıkkale yakınlarında geçirdiği trafik kazasında yitirdiğimiz Ali 17 yaşındaydı. 17 yaşındaki yoldaşımızın en büyük isteği bir gün halkı için dağlarda gerilla olarak savaşmaktı. Özellikle Dersim dağlarına sevdalıydı. Bir yoldaşı onu söyle anlatıyor:

"Köyünde çobanlık yaparken tepelere çıkıp kendi kendine spor yapar, dağlara hazırlanırdı. Silah konusunda kendi çabasıyla bilgi ve beceri sahibi olmuştu. Bunu siyasi eğitimle birleştirmeye çalışırdı. Sürekli yayınlan takip ediyor, en iyi şekilde kendini eğitmeye çalışıyordu. Kendisiyle tanıştığımda onun bu kadar küçük yaşta olduğunu tahmin etmiyordum. O kadar olgun, ağır başlı bir insandı ki aldığı kararlar olsun, yaşantısında olsun bütün zaafları yok etmiş, devrimci yaşamı içselleş tirmiş ti. Bir gün bazı olaylardan dolayı bir seçim yapması gerektiği konuşulmuş, yıllar süren arkadaşlık mı, yoksa daha çok kısa süre önce tanıdığı yoldaşların mı diye sorulduğunda ne kadar yakın olursa olsun feodal bağlar insanları geriye götürür cevabını vermişti.

Ali Yücel'in Çorum Kuşsaray Köyü'ndeki cenaze törenine katılan arkadaş lan Ali'nin hayatta en değer verdiği şeyi, DHKP bayrağını mezarın başına bıraktılar ve söz verdiler. "Ali Yoldaş senin umudunu biz yeşerteceğiz."

Tamer Apaydın bir "doktor". Daha doğrusu Mengele artığı, işkencecileri aklamayı kendine görev edinmiş bir çanak yalayıcısı. Adını gözaltına alınıp yoğun işkencelerden geçirilen devrim-cilere çıkarıldıkları adli tabiplikte "sağlam" raporu vermesiyle duyurdu.

Ancak yaptığı bu işkencecileri akla-ma çalışmaları, İstanbul Tabip Odası Onur Kurulu tarafından değrlendiril-di. Ve Mengele Artığı Tamer Apaydın 6 ay meslekten men edildi. Karar Türk Tabipler Birliği Yüksek Onur Kurulu tarafından onaylandıktan sonra yürür-lüğe girecek.

Halkın Hukuk Bürosu avukatları tarafından müvekkilleri Ahmet Aygiin, Hasan Demir, Gazi Ahmet Tamer, Erol Kaplan, Ercan San, Rıdvan Kara, Fat-ma Günay, Nuriye Altundal ve Yahya Dündar adına İstanbul Tabip Odası'na başvuruda bulunulmuş. Halkın Hu-kuk Bürosu avukatları müvekkillerinin gözaltına alındıkları dönemlerde siyasi şubede yoğun işkence gördüklerini an-cak bu işkence izlerini belgeletmek için çıkarıldıkları adli tabiplikte Tamer Apaydın tarafından bu izlerin yok sa-yıldığını belirtmişler bir soruşturma açılmasını istemişlerdi. Üstelik Tamer Apaydın'ın işkence raporu vermediği,

"sağlam"dır diye hazırladığı raporla-rın aksine aynı kişiler birkaç gün sonra tekrar işkence izlerini belgeletmek için başka bir doktora başvurduklarında İşkence izlerini belgeleniliyorlardı. Mengele artığı Tamer Apaydın'ın iş-kencecileri aklama telaşıyla, onlarla aynı sorumlulukta işkence raporu ver-mediği apaçık ortadaydı.

15 Haziran 1995 tarihinde verilen ve İstanbul Tabip odası Onur kurulunu oluşturan doktorlar Nükhet Tüzüner, Rezzan Tuncay, Şükrü Erkut, Nüvit Doruker ve Taner Gören'in imzalarım taşıyan kararla sonuç bölümünde Dr. Tamer Apaydın'ın hekimlik ahlakına ve insan haklarına aykırı olan bu dav-ranışı nedeniyle Tıbbi Deontoloji Tüzü-ğü'nün 2, 6 ve 7. maddelerine dayana-rak 6 ay meslekten men ile cezalandırıl-masına oy birliğiyle karar verilmiştir, denildi. Tamer Apaydın'ın karşısına iş-kence görüp de çıkanların anlatımıyla şöyle tanıtılıyor Tamer Apaydm:

İşkenceci polislerin savunuculuğunu yapmak onun görevidir. Tamer Apay-dm işkence gören, vücuttan işkencenin en açık belirtileriyle yani hukuki bir deyişte o darp ve cebir izleriyle kolu tutmayan insanlara rahatlıkla "sağlam raporu verir. Odada işkenceciler olma-

dan asla muayene etmez. Muayene yöntemi de ilginçtir. Uzaktan söyle bir bakar ve kolumuzu kaldırmamızı ister. Kolumuzun kalkıp kalkmadığı gibi vü-cudumuzdaki diğer yara ve bereler de onu ilgilendirmez. Ve yapılan muaye-nede darp ve cebir izine rastlanmamış-tır. diyerek standart raporunu düzen-ler. İtiraz ettiğimizde ise işkenceci ahi-lerinden güç alarak hakaretler yağdır-maya başlar. İş bununla da bitmez ve İşkenceyi sağlamak için düzenlediği sahte raporun karşılığı sizden muayene parası da almaya kalkışır." şeklinde be-lirtilmiştir. Halkın Hukuk Bürosu avu-katları da soruşturmanın sonuçlanma-sıyla ilgili olarak yaptıktan basın açık-lamasında "Ülkemizde yeni M enge-le' lere izin vermemek için İstanbul Ta-bip Odası'nın aldığı bu karan mesleki onuruna yakışır nitelikte buluyor, diğer odaların da bu konuda hassas davran-malarım istiyoruz. İşkence bir insanlık suçudur. Bunu gizleyecek nitelikte dü-zenlemeler yapmakta benzeri nitelikle görülmelidir. (...) Kendisi hakkında da-ha pek çok şikayetimiz bulunmaktadır. Amacımız bu Mengele'yi meslekten tü-müyle uzaklaştırmaktır. İnsanlık onuru her şeyin üstünde olup, işkenceyi ve ko-ruyucularım ezip geçecektir." dediler.

Malatya polisi, işkencede katletti, patlama süsü verdi

Mengele artığı doktora 6 ay meslekten men cezası

Page 26: İ ş ğ İş ş ğ ş - ozgurluk.infoozgurluk.info/kitaplik/pdf/kurtulus/1995.07.15-zyKurtulus-say001.pdf · ından Partizan Sesi Kur-tuluş bürosunu ziyaret ederek saldırıyı

"Diyarbakır şen olur, Etrafı beden olur..." Bu türkünün söylendiği günler çok ge-

rilerde kaldı. Diyarbakır'ın etrafını surlar süslemiyor artık. Köyleri yakılıp zorla göç ettirilen köylüler şimdi şehirlerin çevresini kuşatıyorlar. Ve günden güne büyüyen bu "şehirlerde salgın hastalıklarla kavru-lan insanlar var.

Oligarşi, halka karşı yıllardır yürüttüğü haksız savaşıyla, halkı katletti, işkence-lerden geçirdi, zindanları tıka basa dol-durdu, köyleri yaktı, köylüleri zorla yerle-rinden yurtlarından etti. Ve bugün en modern silahlarla ve tüm ordunun üçte ikilik bir gücüyle yürütülen bu savaşın yeni bir boyutu ortaya çıktı. Toprakların-dan sürülen köylülerin az bir kısmı batıya (Mersin, Adana vb.} giderlerken, çoğun-luğu yine çaresiz Kürdistan'ın şehirlerine doluştular. Canlarını topların, uçakların ölüm yağmurlarından kurtarmışlardı ama, şehirlerde onları yine ölümler ve ölümden beter yaşam koşulları bekliyor-du Hayvanlarını ve eşyalarını tefecilere çok ucuza satmak zorunda kalmışlardı. Ve ellerine geçen bu çok az miktardaki para da, şehirlerdeki yüksek kiralar ve pahalılık karşısında birkaç ay içerisinde eriyip gitti. Zorlukla ev bulabilenler bir evde 3-4 aile kalıyorlar; ev bulamayan büyük çoğunluk ise, kentlerin çevresinde naylondan yeni şehirler kuruyorlardı. Yol, su, kanalizasyon gibi en temel, ihtiyaçları karşılanmayan bu insanların bedenleri yavaş yavaş çürüyecekti.

Göçler o denli fazladır ki, Diyarba-kır'ın nüfusu iki yılda 400 binden 1.5 mil-yona; Batman'ın nüfusu ise, aynı sürede 150 binden 400 bine fırlamıştır. Bu şehir-ler eskiden beri her türlü alt yapı hizme-tinden yoksundur. Plansız şehirleşme, işsizlik, sağlık hizmetlerinin yetersizliği, su ve kanalizasyon sistemlerinin olmayı-şı, yetersiz beslenme, buraların değiş-meyen kaderi olmuştur. Yine çocuk ölüm oranının en yüksek olduğu bölge burası-

Ankara 1 Nolu Devlet Güvenlik Mah-kemesi'nde görülen HADEP yöneticile-rinin duruşmasında Başsavcı Nusret De-miral terör estirdi. HADEP Genel Baş-kan yardımcıları Şehabettin Özarslaner, Hikmet Fidan, Genel Sekreter Yardım-cısı Şeyhmus Çağro, Ankara İl Yönelim Kurulu üyesi Ferhan Türk'ün 6 Tem-muz günü yapılan duruşmasında mah-keme heyeti izlemeye gelenlerin kalabalık almasını bahane ederek, avukat ve gazetecilerin dışında kimsenin alınmaya-cağı kararı verdi. Avukatların itirazı reddedildi. Bunun üzerine avukatlar mahkeme heyetini protesto ederek salo-nu terk ettiler. Mahkeme salonunun ka-pısında bekleyen aileler ve izlemeye ge-lenler mahkeme salonuna alınmamalarını alkış, zılgıtla protesto ettiler. Başsavcı Demiral çok sinirlendi. Ve salonun tera-sından bağırarak herkesin bina dışına çıkarılmasını isledi. Direnme üzerine Demiral bağırmaya devam etti. "Hepsini nezarete atın" Emir yerine getirildi ve "suç"ları "açık ve bağımsız TC mahke-melerini izlemeye gelmek olan 242 kişi gözaltına alındı. Sayın savcıyı duruşmayı izlemeye gelenlerin gözaltına alınması

dır. Nüfusları birden bire 3-4 misline çı-kan bu şehirlerde sorunlar dayanılmaz boyutlarda artmış ve buralar artık birer mezarlığa dönüşmektedirler.

Tıp bilimi bugün insanlar İçin koruyu-cu sağlık hizmetlerini temel olarak al-maktadır. Yani öncelikle insanların has-talıklara yakalanmasının koşullarını orta-dan kaldırmayı amaçlamaktadır. Bu ise, sağlıklı dengeli beslenme, temizlik, aşı, düzenli sağlık kontrol ve taramaları gibi çalışmaların yapılmasını gerektirir. Olu-şan hastalıkların tedavisi ikinci planda gelir. Koruyucu sağlık hizmetleri daha ucuz, daha kolay hastalıklarla mücadele-de daha garantilidir. Bu koşullar sosyalist ülkeler dışında hemen hemen hiçbir ül-kede tam olarak sağlanamamıştır. Türki-ye gibi emperyalizmin yeni sömürgesi ül-kelerde ise, koruyucu sağlık hizmetlerine hiç rastlanmaz. Türkiye ve Kürdistan'da yaşanan yoksulluk çevre kirliliği ve diğer koruyucu sağlık hizmetlerinin yokluğu, halkın her an hastalıklarla kucak kucağa yaşamasına neden oluyor. Hastalara ve-rilen "tedavi hizmetleri" ise, bundan be-ter. Günlerce hastane kuyruklarında bek-ledikten sonra, hastalar ayakta birkaç -dakikada yüzeysel yapılan muayeneyle Savuşturulmaktadır.Doktorun yazdığı ilaçları almaya rnv MO^K yoktur. İlaçlara ardı arkasına yapılan zanıiat, hastaları iyice çaresizliğe itmektedir. Bunun adı halkı ölüme terk etmektir. Halkı söm ürere k zenginliklerine zenginlik katan burjuvalar için ise, tüm olanaklar seferber edilmiştir. Ülkedeki özel hastahaneler bunlara yetmemekte, başları ağrısa dahi, emperyalist ülkelerdeki özel hastahane-lere kapağı atmaktadırlar.

Kürdistan şehirlerinde biriken halk, en başta, yaşanan yoksulluktan dolayı ye-tersiz beslenmekte, su ve kanalizasyon sistemi olmadığından mikroplu ortamlar-da yaşamaktadır. Bu insanların aşı, sağ-lık taraması vb.'lerden haberleri bile yok-tur. Son haftalarda büyük propoganda-

yatıştırmamış olacak ki yine bağırarak avukat Hüsnü Öndül'ün de gözaltına alınmasını emretti.

Olay birçok çevreden tepkiyle karşı-landı. Avukat Şanal Saruhan olay hu-kuk dışıdır dedi. Av. Saruhan "Bu bir suç değildir. Olsa bile Gösteri ve Yürü-yüş Yasası'na Muhalefet'ten olabilir. Bu-nun soruşturmasını yapacak merci ise DGM değildir." diyerek olayın yasalara uygun olmadığını belirtti.

Ama Başsavcı Demiral için yasa da, hukuk da kendisidir. Onun için hukuk-çuluk yapmak aslında insan haklarım ih-lal etmektir. Bunu da her olayda günde-mine almayı ihmal etmez. Zaten ona kalsa Türkiye'de bulunan herkesin hatta yeni doğan bebeğin bile parmak izi alınarak üslenmesi gerekir. Bu da Demiral"ın sağlık durumunun ne kadar vahim oldu-ğunu gösteren iyi bir delildir.

Tabi Demiral için gözetim süresi de kendi isteğine bağlıdır. Demiral "Soruş-turma bitene kadar gözetim süresi de-vam edecek" diyerek bunu ifade etmiştir. Av. Hüsnü Öndül 6 Temmuz akşamı ser-best bırakılırken, gözaltındaki 124 kişi için evraktan eksik gerekçesiyle gözetim

larla yapılan çocuk felci vb. aşı kampanyaları, göstermelik olup, oligar-şinin psikolojik savaşı-nın bir parçasıdır. Bu koşullar öyle sağlıksızdır ki, insanlar evlerde, çadırlarda kucak kucağa, üst üste yattıklarından tek bir kişide var olan bir hastalık, hemen yüzlerce insana bulaşmakta ve salgın bir hastalık halini almaktadır. Aslında salgın hastalıklar Türkiye ve Kürdistan'ın birçok bölgesinde sık sık görülmektedir. Son aylarında Türkiye'nin büyük şehirlerinde de bunun birçok örneği görülmüştür. Kürdistan'dakİ bu son salgınlar İse, bunlara göre daha ağır bir durumdur. Yaz aylarındaki aşırı sıcaklar da. salgınların artmasında büyük rol oy-namaktadır. Devlet ise, hastanelere baş-vuran insanları basit birkaç ilaç vererek ölüme terk etmektedir.

Bugün Kürdistan'da ortaya çıkan tifo, brucella, sıtma gibi hastalıklar dünya üzerinde Afrika'nın geri bıraktırılmış ül-kelerinde ve savaş bölgelerinde görüle-bilmektedir ancak. Kürdistan'da bu has-talıklar yüzde yüz artış göstermiştir. Di-yarbakır'da son beş ayda 5.105 tifolu, 31.263 sıtmalı, 18.702 ishalli, 3.064 amipli dizanterili, 2.160 sarılıktı, 1.065 brucellalı, Batman'da ise, son iki ayda 500 brucellalı, 1000 tifolu hasta tespit edilmiştir. Ve bu bölgede veremli insan sayısı son bir yılda yüzde 30 artmıştır. Örneğin Batmanda var olan 43 sağlık ocağından sadece 4'ûnün açık olması ve bunlarda da doktor ve laboratuvar eksik-liğinin olması, bu tabloya daha da ağır-laştırmaktadır. Halkın yaşam koşullanılın gün geçtikçe daha da kötüleşeceği ve sağlık hizmetlerinin olmayışı gözönüne alındığında, insanların salgın hastalıklar-dan dolayı kitleler halinde öleceklerini söylemek yanlış olmayacaktır.

Kürdistan ve Türkiye'yi katliamlarıyla

süresi 10 Temmuz'a uzatıldı. 10 Tem-muz'da serbest bırakılan 104 kişi, gözal-tındakilere işkence yapıldığını belirttiler.

Olay sonrası bir basın açıklaması ya-pan HADEP Genel Başkanı Murat Boz-lak şunları söyledi: "Bugün yaşadıkları-mız, Türkiye'deki hukukdısılığın, keyfîli-ğin açık bir örneğidir. Hukuk üstünlüğü-nün benimsendiği ve yasama geçirildiği hiçbir ülkede, böylesi keyfi uygulamalara tanık olunamaz. Mahkeme başkanları-nın, savcıların, sanıkları, avukatları, du-ruşmayı izlemeye gelen insanları adeta bir kabadayı tavrıyla tehdit etme hak ve yettkileri yoktur. Böyle davranan hakim ve savcıların, hukuk devletlerinde görev-lerine derhal son verilir. Ne yazık ki Tür-kiye'de hukuk yok. Var olan yasalar da-hi uygulanmıyor.

Türkiye'de kanun: Nusret Demi-ral'dır, Nusret Demiral'ın emir ve uygu-lamalarıdır." dedi.

12 Temmuz günü gözaltındakilerin 16'sı tutuklanarak cezaevine gönderilir-ken 6 kişi serbest bırakıldı. Ankara DGM tarafından tutuklananların arasın-da, eski DEP Muş Milletvekili Sırrı Sa-kık da bulunuyor.

kana bulayan oligarşi, buinsanlar için hiçbir şey yapmamakta, tüm terane har gün onlarca köyü daha yakarak şehirta-rin çevresindeki naylon şehirleri büyüt-mektedir. Bölgedeki Tabipler Odası gibi kurumlar ise, devlete avuç açmaktan ça-resiz ve onursuzca beklemekten başka bir şey yapmıyorlar.Oligarşi kurşunlarla, bombalarla katlettiği halkımızı, bir yandan da naylon çadırlardan yapılmış toplama kamplarında yavaş yavaş öldürü-yor. Bir Kürt atasözünde dendiği gibi "Di dijminiye de sinor tune (Düşmanlıkta sınır yoktur)". Oligarşinin halklarımıza karşı bütün pervasızlığıyla sürdürdüğü düş-manlık, halklarımızdan hak ettiği cevabı alacaktır. Kendi canlarından bir parçayı kendi elleriyle toprağa gömen analar, ba-balar, kardeşler, kızlar, oğullar, bir öfke seliyle doğrulacak ve naylon şehirleri oli-garşiyi yok eden ateşlere çevirecekten*. O günler yakındır.

Vedat Aydın anıldı

HADEP Merkez Yürütme Kurulunun

altığı karar gereği Vedat Aydın'ın ölüm yıldönümü olan 10 Temmuz 1995 günü Adana İl merkezinde anma düzenlendi Anmadan önce

tüm devrim şehitleri için bir dakikalık saygı duruşunda

bulunuldu. Daha sonra Vedat Aydının kişiliği ve günün önemini belirten konuşmalar yapıldı. Daha

sonra MKM tarafından müzik dinletisi ve halk oyunları gösterileri

yapıldı. Ayrıca bir de tam açıklaması yapan Seyhan İlçe

örgütü şunları söyledi: 'Vedat Aydın'ın cenaze töreni

insanlık düşmanı karanlık güçlere vurulmuş bir şamar oldu.Çirkin

yüklerdeki maskeler düştü. Özgürlük ve demokrasi istemlerimiz üzerine bit ceberrut gibi çökenlerin çirkinlikleri açığa çıktı. Halkın tüm katmanları işçisi, köylüsü, memuru ve aydım bu alçakça cinayete karşı

omuz omuza yürüdü Vedat Aydın'ı yaşatmak, miras

bıraktığı mücadeleci kişiliği yaşatmaktır. Saldırılar karşısında yılmayan, tüm zorluktan aşmayı bilen karartı ve bilinçli kişiliği ve mücadelesi yaşadıkça, o daima aramızda olacaktır. Yürünen

yollardı, atılan özgürlük sloganlarında, halaylarımızda,

türkülerimizde yasam bulacak. Bizler onun isteği üzerine yasım tutmadık, tutmayacağız. Anısını

mücadelemizde yaşatacağız. Vedat Aydın'ın şahsında tüm devrim şehitlerini saygı ile anıyoruz."

Yapılan açıklamadan sonra yaşlı analar tarafından zılgıtlar çekikti.

Naylon şehirlerde katliamların yeni adı: Salgın hastalıklar

HADEP davasında Nusret Demiral terörü

Page 27: İ ş ğ İş ş ğ ş - ozgurluk.infoozgurluk.info/kitaplik/pdf/kurtulus/1995.07.15-zyKurtulus-say001.pdf · ından Partizan Sesi Kur-tuluş bürosunu ziyaret ederek saldırıyı

Gebze Dilovası'nda kurulu bulunan Polisan'da grev tüm olumsuzluklara rağmen devam ediyor. Petrol-İş Geb-ze Şube yönetiminin işçilerin radikal eylemliklere yönelmesini engellemek-ten başka yaptığı hiçbir şey yok. Grevlerini çadırlarda sürdüren işçiler, sermayenin saldırganlığı arttıkça, za-man zaman sendikayı aşmaya başlı-yorlar.

Yaklaşık 4 aydır devam eden grev, Polisan'ın sahibi Necmettin Bitlis'in, iş-çilerle anlaşmak bir yana, işçilerin fab-rikada çalıştıklarını bile kabul etmiyor. "Bunlar benim işçim değil. Ben bunlarla sözleşmeye oturmam" deyince, devreye hazır kuvvetleri faşistler, jan-darma ve polis girdi. Jandarma, polis ve faşistlerin görevi de fabrikada ça-lıştırılacak taşeron işçileri korumak olarak zaten belirlenmişti. 5 Temmuz günü taşeron isçileri içeri almamak için aileleri ile birlikte fabrika girişine etten barikat kuran aileler bekleyişe başladılar. Gece saat 3.00'te jandar-ma ailelere "fabrika önünü işgal edi-yorsunuz" diyerek dağılmalarını istedi-ler. Tabii ki, bu dağılın "uyarısı İstan-bul, İzmit ve Gebze'den getirilen dört yüz askerin Polisan'a yığınak yapma-sından sonra yapıldı. İşçilerin ve aile-lerin kararlılığı karşısında gece sade-ce "uyarılar ile geçiştirildi. Ama jan-darma, polis ve faşistlerin asıl amacı taşeron işçileri içeri almamak için dire-nen işçilerin ve ailelerin taşeronlara karşı yapılacak herhangi bir müdaha-lede asli görevlerini yaparak taşeron-ları korumak olduğu kısa sürede belli oldu. Çünkü sabah akşamkilere saldırı anında destek olmaları amacı ile su sıkan panzerler de gönderilmişti. Artık tüm kuvvetler hazırdı. Kapılarında süs köpekliği yaptıkları para babalarından Necmettin Bitlis'in taşeronlarını koru-mak için her şeyleri tamamdı. Şimdi ülkemizdeki yüce "demokrasi" adına işçileri dağılmaları için "uyarmak" kal-mıştı. Saat 9.00'da yapılan uyarılarda işçilerin ve ailelerin dağılması, taşe-ronların fabrikaya rahat girmelerine engel olunmaması için anonslar ya-pıldı. Bu arada sendika ağalarının te-dirginliği de artmıştı. Ne de olsa yüz-lerce polis ve jandarma ve panzerler, bir de sivil faşistler vardı karşılarında. İşçileri o kadar sahiplenen Petrol-İş

Tuzla Şekerpınar köyünde kurulu bulunan Retrans şirketinde çalışan 140 işçi, sendikaya üye oldukları gerekçesiyle işten atıldı.

Retrans firmasına ait müteahhit firma TÜDEM'de çalıştıklarını be-lirten işçiler, "18.6.1995'te ana fir-ma kendi aralarında konuşup mü-teahhit firma TÜDEM'i tasfiye etti-ler. Personel müdürü Hakan De-mirbaş, siz bundan sonra Ret-rans'ta çalışacaksınız dedi. Günde 130 bin lira yevmiye alıyorduk. Sa-bah 8'de başlıyor, gece 12'ye ka-dar çalışıyorduk. Fazla mesai falan da yerilmiyordu. Pazar tatilimiz fa-

Sendikası Gebze Şube yöneticileri he-men devreye girdiler. O kadar kuvvet vardı karşılarında. Elbette işçileri döv-dürmemek(!) için dağılmalarını istedi-ler. İşçiler ise nankÖrdü(!} Kendilerini sahiplenen sendika yöneticilerini din-lememişlerdi. Sendika yöneticileri ne yapsınlar, devlete karşı gelemezlerdi. Neyse ki, bizim işçi savunucusu sen-dikacılarımız zor bela işçileri ve aileleri ikna ettiler de, fabrikanın önü boşaltıldı. Böylelikle işçileri dayak(!) yemekten kurtardılar.

Yazık olmuştu. O kadar jandarma, polis getirilmişti, ama kendilerine ke-mik atan sahiplerin beklediği "işçilere dayak" görevini yerine getirememişler-di. Ama her şey düşünülmüştü. Bu se-fer devreye yedek kuvvet sivil faşistler sokuldu. Fabrika önünden ayırlarak sendika binasına gitmek isteyen işçi-lere yol üzerinde tamamı MHP'Ii faşist olan taşeron işçiler saldırdılar. Bu sal-dırılarda grevci işçilerden 4 kişi çeşitli yerlerinden yaralandılar. 6 Temmuz günü yine otobüslerle sendikaya git-mek isteyen işçilerin önü bu kez de jandarma tarafından kesildi. Orada bulunan tamamı MHP'Iİ olan taşeron-larla grevci işçiler arasında taşlı sopalı çatışma çıktı. Taşeron işçileri püskür-ten grevci işçilerden 5 işçi yaralandı. On kadar taşeronla birlikte işçilere sal-

lan da yoktu. Biz işe girdiğimizde sigorta yaptırdı lar sanıyorduk, ama kandırılmışız. Müteahhit mü-dürü Burak Erzik bize 'Sizin mua-yene ve ilaç paranızı ben vereyim, boş verin sigortalı olmayı' dedi. Bizler de Tüm-Tis sendikasına gi-derek 140 işçi üye olduk." dediler. Sendikaya üye olduktan sonra, sendikadan istifa etmeleri için teh-dit edilip fabrikaya sokulmamışlar. Bunun üzerine çadır kurarak fabrika girişine oturan işçilerin çadırı gece saat 3'te jandarma tarafından basılmış ve işçiler Gebze Jandar- ma Karakolu'na götürülmüşler.,Er-

dıran jandarma, taşeronların püskür-tülmesi ile grevci işçilerden 56 işçiyi gözaltına aldı. Gözaltına alınan grevci işçiler Gebze'de yeni yapılan askeri kışlaya götürüldüler. Burada "Bir daha eylem yaparsanız kafanızı kırarız" di-ye tehdit edilen işçiler, çıkarıldıkları Gebze savcılığınca serbest bırakıldı-lar.

Grevci işçiler gözaltındayken, aile-leri de fabrikaya girmeye çalışan taşe-ron işçilere ve müteahhit servisine sal-dırarak fabrikaya girişlerini engelleme-ye çalıştılar. Saldırı sırasında müda-hale eden jandarma ile çatışan aileler bir teğmeni ve askeri taşlar ve sopa-larla yaraladılar. Daha sonra aileler fabrika önünü terk ettiler.

Polisan işçisi umudunu sarı sendi-kacılara bağlamak yerine, kendi özgü-cüne güvenerek her türlü bedeli göz önüne alarak mücadelesini sürdürme-lidir. Çünkü bedel ödenmeden hak alınmayacağını unutmamalıdır. Dev-rimci işçiler de bulundukları tüm alan-larda Polisan grevcileri ve tüm direniş-çileri yalnız bırakmamalı, üretimden gücün kullanılması ve diğer eylemlerle desteklenmelidir. Kazanmak için grevci işçilerle dayanışma komiteleri kuru-larak bunlar yaygınlaştırılmalıdır. Bu-nu başardığımızda, sınıf dayanışması yeni bir ivme kazanacaktır.

tesi akşam saat 5'te serbest bıra-kılan işçiler, şu anda fabrikada ta-şeronla üretimin sürdüğünü, sivil faşistlerin fabrikanın önünde ge-zerek havaya ateş ettiklerini, jan-darmanın ise buna tavırsız kaldı-ğını söylüyorlar. Çadırda yaşayan işçilere jandarma tarafından kışla disiplini uygulatılmak istendiğini belirten direnişçi işçiler, deri, am-bar işçilerinin yanı sıra halkın ve ailelerinin de kendilerini destekle-diğini belirterek, -Şerefsizce yaşa-maktansa, onurlu bir şekilde öl-mek istiyoruz. Halkımızı ve etüm duyarlı insanları bu haklı davamı-za sahip çıkmaya çağırıyoruz. Çünkü ancak birlikte olursak kaza-nırız"diyorlar..

Kayıklı motor sürücüleri eylemde

Gaziantep'te 29 Haziran günü sepetli motor sürücülerinden 3 yüz kadar sürücü, Gaziantep Ticaret ve Endüstri Merkezi'nde toplandı. Bu sürücülerin kent içi trafiğe çıkmalarını yasakla-mak için ellerinden geleni yapan emniyet görev-lileri, bu insanların geçimlerini sağlamalarını engellemeye çalışırken, kayıklı motor sürücüleri de bunu tepkiyle karşıladı. Motorcular bunun dışında başka işleri olmadığını, geçimlerini an-cak bu motorlar sayesinde sağladıklarını belirt-tiler.

Motorcular kendi aralarında temsilciler seçe-rek anlaşmak için gönderdiler, ancak temsilci-nin öneilerini kabul etmeyen emniyet görevlileri motorcuların dağılmasını istediler. Ancak poli-sin uyarısını dinlemeyen kayıldı motor sürücü-leri, korna çalarak polisleri protesto ettiler.

Polisin bütün önlemlerine rağmen motorcu-lar konvoylar halinde şehrin değişik yollarından şehir merkezine girmek istediler. Bu arada mo-tor sürücüleri ve polis arasında kovalamacalar yaşandı, bu esnada polis 15 kayıklı motor sürü-cüsünü gözaltına aldı. Gözaltına alınan 15 kişi daha sonra serbest bırakıldı.

Genel-İş, başkanlar kurulunu uyardı

DİSK Genel-İş sendikasının en yüksek danış-ma organı olan genişletilmiş başkanlar kurulu 14-15 Temmuz'da Ankara'da yapılacak.

Başta demokratikleşme sorununu kurula gö-türeceklerini söyleyen Genel-İş 6 nolu Şube Sek-reteri Hasan Cinbaş, demokratikleşme vaatleri-nin söz olmaktan çıkması ve bir an önce yasama geçmesi yönünde kararlar alınması gerektiğini söyleyerek şöyle devam etti.

"Ülkemizde toplumsal barış tehdit altında. Yasaklar, baskılar, terör ve karanlık güçlerin komploları dinsel, etnik, mezhepsel düşmanlık-lar körükleniyor. Toplu sözleşme ve grev hak-kını kullanmak, insan onuruna yakışır yaşam koşulları, temel hak ve özgürlüklerini yasal gü-vence altına almak için mücadele eden kamu ça-lışanları baskı ve sürgünlere rağmen mücadele veriyorlar.

Bütün sorunların çözümü demokrasiden geç-mektedir. Düşünce özgürlüğünün olmadığı, ay-dınların, çalışanların sendikal-siyasal hakları-nın budandığı, toplu sözleşme ve grev haklarının fiilen içinin boşaltıldığı, Kürtlerin kendilerini ifade edemediği, bir siyasal çözüm bulunmadığı bir ülkede demokrasi olamaz, sorunlar çö-zülemez." dedi.

Teksif sendikası ile Öz İplik-İş sendikasının arası açıldı

İşçiler Öz İplik-İş'e kaydı Teksif sendikası ile anlaşamayan 2 bin tekstil

isçisi Öz İplik-İş sendikasına gelerek kayıtlarını buraya yaptırdı. İşçiler önceki sendikalarından memnun olmadıkları için bu sendikaya üye ol-duklarını belirttiler. Teksif sendikasının her za-man sorunlarına duyarsız kaldığını, tek taraflı çalıştığını sözlerine eklediler.

Öz İplik-İş başkanı Mehmet Kaplan ise, hem işçiyi hem de işvereni memnun ettiklerini, bu nedenle işçilerin kendilerini tercih ettiklerini ve İşçi-işveren arasında büyük sorunlar çıktığını, bunu ise kendilerinin önlediğini dile getirdi. Sanko'da çalışan 3 bin işçinin Teksif sendikasına bağlı olduklarını, fakat sözleşme sonuçlarından anlaşmazlık çıkınca işçilerin sendikadan ayrılma karan aldıklarını, 3 bin işçiden 2 bini-nin Öz İplik-İş sendikasına geçerken, diğer bin İşçinin ise Teksif'te kaldıklarını belirtti.

Polisan grevine saldırı, işçiler kararlı

"Ekmeğimiz onurumuzdur, onurumuza sahip çıkacağız"

Jandarmanın namlularını hakkını arayan işçilere değil, sömürücülere ve halk düşmanlarına yönelteceği günler de gelecektir.

Retrans'ta işten atılmalar

Page 28: İ ş ğ İş ş ğ ş - ozgurluk.infoozgurluk.info/kitaplik/pdf/kurtulus/1995.07.15-zyKurtulus-say001.pdf · ından Partizan Sesi Kur-tuluş bürosunu ziyaret ederek saldırıyı

Kantin Devrimcileri Tatile, Devrimci Gençlik Halka...

Halka gitmeliyiz. Çalışma alanımız yoksul gecekondu mahalleleri, işçilerin, emekçilerin olduğu yerler olmalıdır. Bu, halkı yakından tanımamızı, on-ların sorunlarını görmemi-zi beraberinde getire-cektir. Gençlik, halkın ta-şıdığı devrimci dinamiği gördükçe, kendine gü-veni, halka güveni peki-şecek, halka karşı so-rumluluklarının bilincine varacaktır. Bu, karşılıklı etkileşim içinde küçük-burjuva aydın kimliğin-den, çarpık yoz kültürden hızla uzaklaşmayı da do-ğuracaktır.

Emekçi halkın DHKP-C önderli-ğindeki iktidar savaşı özellikle yok-sul halkın yaşadığı gecekondularda, ayaklanmalarla, barikat ve sokak sa-vaşlarıyla yükselişini sürdürüyor. Bu yükseliş kitle hareketinin radikalliği ve her yaştan, milliyetten, mezhep-ten emekçi halkı kapsaması yönüyle faşist devleti korkutuyor.

Halk Kurtuluş Savaşımızın kahra-manlarından Sibel'in yarattığı etki, 16-17 Nisan mahkemesinde yaşa-nanlar ve son olarak da Sibel'in ce-nazesi sonrası Okmeydanı'nda sa-vaşımıza eklenen yeni halkalar bu gerçekleri en çıplak haliyle bir kez daha gözler önüne serdi.

Menzir ' in yükselen feryatlar ı, Menzir-CHP krizi diye kamuoyu gündemini meşgul eden gelişmeler nasıl ki oligarşinin güçsüzlüğünün ve korkusunun bir sonucuysa, 16-17 Nisan mahkemesinde Menzir ve kahramanlarının (I) Kadıköy'ü abluka altına almaları, şova dönüşen göste-rileri de korkularının bir sonucuydu. Oysa hemen bir gün sonrasında Si-bel'in cenazesinde, cenaze kortejine yaklaşmaya dahi cesaret edeme-mişlerdi.

Eve! korkuyorlar. Korkuları paniğe dönüşüyor. Neye, kime saldıracakla-rını bilmiyorlar. Yenibosna'daki ce-naze direnişini, hemen sonrasında ihbarcının cezalandırılmasını ve aynı gün kahraman Sibel'in cenaze-sinin halkın kitlesel sahiplenişiyle kaldırılmasını hazmedemediler. Ok-meydanı'nda terör estirmeye başla-dılar. Mahalle muhtarının ve mahalle halkının deyimiyle; "işgal orduları gi-bi", "düşmanca" Okmeydanı halkına saldırdılar. Ev ev aramadan geçir-dikleri gibi kapısını kırarak girdikleri evlerde hakaretlere, yağmaya, iş-kenceye başvurdular. Okmeyda-nı'nın yoksul halkı, bu teröre boyun eğmedi ve gereken cevabı yeni dire-

nişleriyle verdi. Gözaltına alınan ev-latlarına, kahraman Sibel'in bıraktığı mirasa sahip çıktı.

Menzir ve çeteleri öylesine çare-sizdi ki; tüm polis gücünü Okmeyda-nı'na yığdı. Okmeydanı'nı kuşattı. Okmeydanı sokakları adeta işkence-haneye dönüştürüldü. Faşist polis yediden yetmişe herkesi arıyor, sor-guluyordu. Bir yanda Menzir ve katil-ler sürüsü, diğer yanda yediden yet-mişe Okmeydanı halkı. Tüm kamuo-yu birkez daha gördü halkın kimin yanında olduğunu. Daha 2-3 gün önce Kadıköy sokaklarında işkence-cileri alkışlayanların da bir avuç fa-şist, gerici olduğu anlaşılıyordu.

Halk bizimle. Halk biziz. Burjuva basın, faşizmin sözcüsü TV kanal-ları; gösterilere katılanların arkasın-dakileri 14-20 yaş arası gençlerin oluşturduğunu söyleyerek savaşımı-zın halkîaşan karakterini görmezlik-ten gelmeye çalışıyor. Evet, barikat-ların arkasında 14-20 yaşında genç-lerimiz var. Onlara yiyecek taşıyan, barikata yığınak getiren, işkenceci-lerden saklayan, onlara kapısını aç-mayan da büyük bir kesim var.

Faşizmin sözcüleri çarpıtmalarıyla bir yandan işkencecilere karşı çatı-şanlar ın yaln ızca küçük yaştaki gençler olduğunu söylerken bir yan-dan da bu gençlerin nasıl "terör ör-gütlerince" kandırıldığını vs. dile ge-tiren aşağılık yalanlarını sıralıyor. Her nedense Gazi'de, 1 Mayıs Ma-hallesi'nde, Okmeydanı ve Nurte-pe'de küçük, yaşlı, kadın ayrımı yapmadan halkın üzerine çevrilen faşist namlulardan hiç söz etmiyor.

Halk Kurtuluş Savaşımız tüm de-magoji ve baskıya rağmen halkın her kesimini daha da fazla sarıyor, saracak da. Bugün istenilen oranda yer almasa da öğrenci gençlik de sahip olduğu aydın karakteri, anti-fa-şist ve yurtsever bilinciyle faşizmin önüne diktiği engelleri er geç yıka-

cak ve emekçi halkla bütünleşecek-tir.

Öğrenci gençliğin geçmiş müca-dele tarihi bunun örnekleriyle dolu-dur. Mücadelesini hiçbir zaman oku-luyla sınırlamayan, yoksul halkın hak alma mücadelesine, yıkımlara karşı direnişlere, faşist teröre karşı halkın can güvenliğini sağlamada yoksul halka öncülük eden, onu yal-nız bırakmayan öğrenci gençlik, geçmiş onurlu pratiğinden dersler çı-kararak, gerek demokratik üniversi-te-lise mücadelesini yükselterek ge-rekse emekçi halkın her sorununda onun yanında, önünde olarak yeni gelenekler yaratacaktır.

Bugün devrimci mücadelenin gel-diği aşama birkaç yıl öncesinin çok ilerisinde bulunmaktadır. Öyle ki, fa-

Uludağ Üniversitesi'nde uzun süreden bu yana polis işbirliği ile devam eden faşist saldırılar devrimci demokrat öğrenciler tarafından püskürtülme-ye başlandı. Sınav dönemi ile başlayan gerginlik devam ederken öğrenci gençlik artık bu saldırıların karşısında direnme ile yanıt vereceğini pratiğiyle ortaya koydu. Sınav döneminde saldı-rılarda bulunan faşistler devrimci de-mokrat öğrenciler tarafından cezalan-dırdı. Bütünleme sınavlarının başla-dığı dönemde de öğrenciler üzerinde baskı uygulamaya çalışan ülkücü fa-şistler 7. Temmuz günü devrimci öğ-renciler tarafından dövülerek cezalan-dırıldı.

Namus düşmanı ülkücü faşistler uzun süredir devrimcilere karşı sür-dürdükleri dayak ve baskıların yanısı-ra bayan öğrencilere de tacizde bulu-

şizme karşı bir tavrr alışın yaşanma-dığı gün yoktur. Zamanı hoyratça kullanma lüksünün olmadığı, geliş-melere sessiz kalınmaması, mutlaka duyarlı olmamız gereken bir dönem-dir. İşte öğrenci gençlik böylesi bir dönemde öğrenim yılını bitirmiş bu-lunuyor. Üniversitelerin birçoğu ve li-seler tatile girdi. Böylesi durumlarda çokça karşılaşılan ve henüz kırılma-yan şey; tatil psikolojisine ve reha-vetine kapılmaktır. Oysa bu, "okul devrimciliği" anlamına gelmektedir. Yüzlerce, binlerce insanın örgütlen-meyi beklediği, savaşma ve kitleleri savaştırabilmede daha ciddi eksikler taşıdığımız gerçeğiyle düşündüğü-müzde, çok daha disiplinli olmamız, mücadelemizi kesintiye uğratmama-mız gerektiği açıktır.

Bu anlamda yaz sürecini en iyi şekilde değerlendirmek için çalışma alanımızı, faaliyetlerimizin biçimini ve içeriğini doğru seçmeliyiz. Tabi ki bunu yapabilmek herşeyden önce yaşanan süreci doğru kavramak, önemini görebilmek, öğrenci gençlik olarak üzerimize düşen görevlerin bilincinde olmakla mümkündür.

Halka gitmeliyiz. Çalışma alanı-mız yoksul gecekondu mahalleleri, işçilerin, emekçilerin olduğu yerler olmalıdır. Bu, halkı yakından tanı-mamızı, onların sorunlarını görme-mizi beraberinde getirecektir. Genç-lik, halkın taşıdığı devrimci dinamiği gördükçe, kendine güveni, halka gü-veni pekişecek halka karşı sorumlu-luklarının bilincine varacaktır. Bu, karşılıklı etkileşim içinde küçük-bur-juva aydın kimliğinden, çarpık yoz kültürden hızla uzaklaşmayı da do-ğuracaktır.

narak saldırılarına devam ettikleri için devrimciler tarafından gerekli ceza dövülerek verilmiştir. Bu sırada polis de işbirliğini ortaya koyarak 5 devrim-ci öğrenciyi gözaltına alırken cezalan-dırılan faşistler hastaneye kaldırıl-mıştır. Öğrenci gençlik bundan böyle faşist saldırılar karşısında gereken ce-vabın verileceği kararlılığını ortaya koymuştur. Son iki üç yıldan bu yana polis-idare sivil faşist işbirliği ile baskı altında tutulan öğrenci gençlik sergiledikleri duyarlı tavırla mücadele ivmesini ileriye taşıyacağını ve okulda benzer hareketler karşısında tüm anti-demokratik uygulamalara karşı sessiz kalmayacağını net bir şekilde ortaya koymuştur. Diğer devrimci demokrat öğrencilerin de olaylar karşısında mü-cadeleye ve birlikte hareket etmeye çağırıyoruz.

Okullann kapalı olduğu dönemde halk içinde yapılacak çalışmalar hem müca-deleye, hem de devrimci gençliğe çok şey kazandıracaktır.

Bursa'da faşistler dövülerek cezalandırıldı

Page 29: İ ş ğ İş ş ğ ş - ozgurluk.infoozgurluk.info/kitaplik/pdf/kurtulus/1995.07.15-zyKurtulus-say001.pdf · ından Partizan Sesi Kur-tuluş bürosunu ziyaret ederek saldırıyı

Cezaevlerinde saldırıların sınırı yok Cezaevlerinde idare, MİT, kontrgerilla

eşliğinde devrimci, yurtsever tutsaklara karşı yürütülen saldırılar yaygınlaşarak devam ediyor. Devrimci, yurtsever tut-saklar mahkemeye geliş gidişlerinde, revir ve ziyaret çıkışlarında planlı bir saldırıyla karşı karşıyalar. İdare, MİT ve kontrgerilla tarafından planlanan bu saldırılarla amaçlanan yine aynı. Devrimci, yurtsever tutsakları teslim almak ya da katletmek için provokasyon ortamları ha-zırlamak.

Geçtiğimiz hafta, Ankara Merkez Ka-palı Cezaevi'nde bulunan DHKP-C tut-saklarına yönelik gerçekleştirilen saldırı da bu planın bir parçasıydı. DHKP-C tut-sakları tarafından MİT ajanı Hilal Füsun Ünlü'nün cezalandırılmasını hazmede-meyen MİT ve kontrgerilla, tutsaklara bir saldırı düzenlemişti. DHKP-C tutsakları-nın onlarca yaralıya rağmen püskürttük-leri bu saldırı sonrası, oligarşi kendi zin-danlarında uyguladığı yöntemleriyle dahi onuru teslim alamayacağını gördü. Anka-ra'da saldırılar püskürtülürken, Anado-lu'nun diğer cezaevlerinde saldırılar arta-rak yoğunlaşıyor.

Aydın Cezaevi'nde Görüşçülere Saldırı

Aydın Cezaevi'nde idarenin keyfi ola-rak 3 aydan beri dergi, gazete, kitap vb. yayınları tutsaklara vermemesi üzerine, 26 Haziran tarihinde görüş saati bittikten sonra tutsaklar, ailelerle birlikte görüş yerini işgal ettiler. Tutsakların savcı ve müdürle görüşme talebinde bulunmasına rağmen, idare "burada olmaz..." vb. ge-rekçeler ileri sürdü. Aileler de tutsakların taleplerine cevap verilene kadar görüş kabininden çıkmayacaklarını belirttiler. İdare ise, ailelerin görüş kabinini terk et-melerini istedi. Ailelerin kesin kararlı ol-maları üzerine, başta Cezaevi Müdürü (3.) Hüseyin Şebekoğlu olmak üzere, başgardiyan Fazıl Kaya, diğer gardiyan-lardan Kaşif Tavukçu, Hurşit Öztürk ve Ahmet Çavuş ile yüze yakın gardiyan ai-lelere saldırdılar. Aralarında 70 yaşındaki anaların, 16 yaşında gençlerin de bu-lunduğu tutsak yakınları saçlarından sü-rüklenerek, yumruklanarak dövüldüler. Üç kişi idare odasına alınarak, burada da saldırılara maruz kaldılar. Saldırının başlamasından itibaren, tutsak aileleri zorla dışarı çıkartılana kadar cezaevini sloganlarla inlettiler. Görüş kabinindeki tutsaklara da saldırmaya kalkışan faşist ruhlu gardiyanlar, tutsakların bedenlerini siper etmeleri üzerine içeriye giremeyin-ce, görüş kabinlerinin camlarını kırdılar ve tutsakların üzerine tazyikli su sıktılar. Yine de direnişi kırmayı başaramayan faşist idare, geri adım atmak zorunda ka-larak, saldırı olmayacağı sözünü vermek zorunda kaldı. Tutsaklar koğuşlarına geri dönerken, cezaevinde saldırıya uğrayan aileler, çıkışta CHP'ye ve İHD'ye gittiler, insanlığı bu tür hak gasplarına ve saldırı-lara karşı duyarlı olmaya çağıran bir ba-sın açıklaması yapan aileler, daha sonra bir heyet oluşturarak savcılığa suç duyu-rusunda bulundular.

Suç duyurusunda "Saldırıda birinci derecede suçlu olan ve saldırı emri ve-ren, cezaevinde haklan gasp eden, bunu zevkle yaptığını belirten Hüseyin Şebe-koğlu halkımızın adaletinden kurtulama-yacaktır denildi.

Gelişmelerden sonra yine keyfi hak gasplarına ve kısıtlamalara devam eden

cezaevi idaresine karşı, bu kez tutsaklar barikat direnişini geliştirdiler.

Kan ve can pahasına ödenen bedel-lerle kazanılan hakların gaspına asla izin vermeyeceklerini belirten Aydın Cezaevi tutsakları, her türlü bedeli ödemeye hazır olduklarını belirttiler.

Diyarbakır Cezaevi'nde İtirafçılar Saldırdı

Cezaevlerinde kimliksizleştirilip, itiraf-çılaştırılan insanlar kontrgerilla işlevi gör-meye devam ediyor.

30 Haziran günü akşam 20.00 civa-rında Diyarbakır Cezaevindeki 35 ve 36. koğuşlara idarenin teşvikiyle itirafçılar el-lerinde çivili kalaslar, zincirler ve sopalarla saldırdılar. Yaklaşık bir saat boyunca küfürler savuran ve sloganlar atan itiraf-çılar, kapıları kırarak pek çok tutsağı ya-raladılar.

Tutsaklar adına bir açıklama yapan Yılmaz Yürek ve Muzaffer Akengin, ce-zaevi yönetiminin itirafçıları saldırtmak için hazırlık yaptığını, daha önce kamuo-yuna açıkladıklarını bildirdiler. Ve kamu-oyunu yaşadıkları saldırıya karşı duyarlı olmaya çağırdılar. İtirafçıların saldırısı üzerine, tutsak

yakınları Diyarbakır Barosu ve İHD Di-yarbakır Şubesi'ne giderek olay hakkın-da bilgi verdiler. Tutsak yakınlarının isteği üzerine Diyarbakır Barosu Başkanı Hüseyin Tayfun, cezaevine giderek tut-saklarla görüştü, Hüseyin Tayfun görüş-meden sonra bir açıklama yaparak, giri-şimlerde bulunacaklarını belirtti.

Erzurum Cezaevi'nde Hak Gaspları Sürüyor

Erzurum Cezaevi'nde vahşet boyutla-rına vardırılan ve MHP'li müdür tarafın-dan uygulanan baskılar ve saldırılardan sonra, tutsaklar direnişleriyle 19 maddelik taleplerini kabul ettirmişlerdi. Kamuo-yunu bu sözde verilen haklarla oyalayan cezaevi yönetimi, baskılarını ve hak gasplarını sürdürmeye devam ediyor. Cezaevi yönetiminden alınan MHP'li mü-dürden sonra, yerine getirilen müdürün de saldırıları aynı şekilde devam ettirdiği aileler taralından belirtiliyor. Siyasi tut-saklar üzerindeki baskılar itirafçılaştırma dayatmasıyla derinleştiriliyor. Öyle ki, ce-zaevi müdürünün denetiminde cezaevi-nin içine sivil faşistler sokuluyor. Ve tut-saklara saldırtılıyor. Tutsaklarca direniş sonunda alınan tüm haklar askıya alınmış durumda. Ayrıca daha önce tut-saklara, idarece günde verilen çeyrek ekmek ve birkaç zeytin bile artık verilmi-yor. Ailelerin getirdiği giyecekler de ya içeriye sokulmuyor, ya da parçalanarak

kullanılmaz hale getirilerek veriliyor. Ziyarete giden aile-lerin ve akrabaların soyadı tutmama gi-bi sudan gerekçe-lerle görüşme yap-malarına da izin ve-rilmiyor. Görüşme yapabilen aileler ise, polis tarafından "Siz de teröristsiniz. Hepinizi öldürece-ğiz. Bir daha görü-şe gelmeyin. Dey-mez." sözleriyle tehdit edildiler.

Görüş yapabilen birkaç tutsak yakını, tutsakların ayaklarını çıplak, elbiselerinin paramparça olduğunu, yoğun fiziki ve psikolojik saldırılarla tutsakların itirafçı-laştırılmaya çalışıldığını, işkencenin sis-temleştirildiğini, itirafçılığı kabul etme-yenlerin ise intihar etti denilerek İnfaz edilebileceği tehdidinin olduğunu vurgu-ladılar.

Konya DGM'de Tutsaklara Saldın

Konya Cezaevi'ndeki tutsaklar, Hasan ... adlı başçavuşun ve Musa ... isimli uz-man çavuşun, özellikle DHKP-C tutsak-larına yönelik saldırgan ve provokatif ta-vırlar içerisine girdiklerini kamuoyuna du-yurdular.

29 Haziran tarihinde DHKP-C tutsak-larının da bulunduğu bir grup tutsak, as-kerlerin saldırgan tutumlarına tanık oldu-lar. DHKP-C tutsağı Şemsettin Kalkan'ın kelepçesinin çok sıkı olduğunu söylemesi ve görevli uzman çavuştan kelepçenin gevşetilmesini istemesi üzerine tartışma çıktı. Tartışma sırasında askerler tekme-lerle Şemsettin Kalkan'a saldırdılar. Bu-nun üzerine DHKP-C davası tutsakları, olayı kapıları vurarak ve slogan atarak protesto ettiler. Slogan seslerini duyan ve siyasi polislerin, askerlerin içeriye koştuğunu gören aileler ise DGM bahçe-sine bile alınmadılar.

Jandarmaların saldırısı aynı gün iki bayan tutsağa yöneldi. Nuray Öğrener ve Özgür Güdenoğlu isimli DHKP-C da-vasından bayan tutsakların, mahkemeye gelen ailelerine "görüşe gelin" demeleri üzerine, anında saçlarından sürüklenip, tekme tokatlarla saldırıya uğradılar.

Konya Cezaevi'nde ayrıca idarenin anti-demokratik uygulamaları ve kısıtla-malar gün geçtikçe artıyor.

Çanakkale Cezaevi'nde Anti-Demokratik

Uygulamalar Artıyor Çanakkale Cezaevi'nden DHKP-C,

MLKP-K, TDKP, TKP(ML) tutsakları ya-şadıkları baskıları kamuoyuna duyurdu-lar. Tutsaklar jandarmanın ve idarenin keyfi tutumlarının gün geçtikçe yoğunlaş-tığını, ziyaretçilerin getirdiği eşyaların arama bahanesiyle kullanılmaz hale geti-rilip kaybedildiği, cezaevine yeni gelenle-rin dövülüp, eşyalarının talan edildiğini belirttiler. Tutsaklar tedaviye gidenlerin, türlü oyunlarla tedavi hakkının elinden alındığını, ameliyatı gerektiren ciddi sağ-lık sorunlarının kasıtlı olarak engellendi-ğini ve sorunların gün geçtikçe büyüdü-ğünü dile getirerek, kamuoyunu can gü-venliklerinin sağlanması ve tedavi hakla-

rının güvenceye alınması için duyarlı ol-maya çağırdılar.

Buca Cezaevi'nde Tutsakların Tedavi Hakları Engelleniyor Bugüne kadar tutsaklara yönelttiği

saldırılardan sonuç alamayan faşist ce-zaevi yönetimi. Buca Cezaevi'ndeki tut-sakların tedavi haklarını engelliyor. An-cak mahkemeye giden tutsaklar, geliş gi-dişlerde askerlerin saldırısına uğruyor.

Tutsakların tedavi haklarının engel-lenmesi ve mahkemeye geliş gidişlerde uğradıkları saldırılar için yaptıkları suç duyuruları ise sonuçsuz kalıyor. Tutsak-lar cezaevi savcısına ve Adalet Bakanlı-ğı'na yazdıkları dilekçelerin ve suç duyu-rularının yine keyfi bir şekilde engellendi-ğini belirtiyorlar.

Elazığ Cezaevi'nde Açlık Grevi Tutsakların, cezaevi idaresinin baskı-

larını protesto etmek amacıyla 20 Hazi-ran'da başladıkları açlık grevi ile mahke-me ve hastane boykotu devam ediyor.

Tutsaklar yaptıkları açıklamada has-taneye ve mahkemeye geliş gidişleri sı-rasında jandarma ve gardiyanların bas-kısıyla karşılaştıklarını, işkence gördük-lerini ve tedaviye ihtiyacı olan tutsakların hastaneye götürülmediğini belirttiler. Ay-rıca tutsaklar açıklamalarında bu uygula-malara son verilinceye kadar açlık grevi ve boykotu sürdüreceklerini belirttiler.

Bursa Cezaevi'nde DHKP-C tutsaklarına saldın

Bursa Cezaevi'nde 12 Temmuz 1995 günü, cezaevi idaresi tarafından DHKP-C tutsaklarına yönelik bir saldırı düzen-lendi. DHKP-C tutsakları sabah sporun-dan sonra bir kısmı banyodayken, bir kısmı kahvaltı hazırlarken 50-60 kadar gardiyanın saldırısına uğradı.

2. müdürlerden İsmail... ve Mehmet... ile baş gardiyan Eyüp'ün yönettiği ve kendilerine A Takımı diyen faşist gardi-yanların başını çektiği saldırı sonucu DHKP-C tutsaklarından birçoğu yara-landı. Saldırıda bir DHKP-C tutsağının kolu kırıldı, birkaç tutsak da başlarından yara aldılar. Ağır durumda olanlar revir-de tedaviye alındılar. Bursa Cezaevi'nde yaralı DHKP-C'Ii tutsaklarından isimleri belli olanlar şunlar: Mustafa Karaağaç ve Bülent Dargeç.

Sağmalcılar Cezaevİ'ndeki Tutsaklardan Açıklama

Halklarımıza ve devrimcilere yönelti-len hiçbir saldırı cezasız kalmamıştır, kalmayacaktır. Ankara Merkez Kapalı Cezaevİ'ndeki saldırının sorumluları halka ve devrimcilere hesap vermeye hazır olmalıdırlar.

Bizler Sağmalcılar Cezaevi'nde bulu-nan TKP(ML), TKP-ML, TİKB, MLSPB, TDKP, THKP-C/HDÖ, TKEP, DİRENİŞ HAREKETİ, DEVRİMCİ YOL, TDP, MLKP-K, HKG, TKEP-L, EKİM, DHKP-C davası tutsakları olarak bu saldırıyı 1 Temmuz 1995 günü akşam sayımımızı vermeyerek protesto ediyoruz ve saldırı-nın sorumlularını uyarıyoruz. Tüm dev-rimci demokrat ilerici yurtsever kamuo-yunu duyarlı olmaya ve tavır almaya ça-ğırıyoruz.

Page 30: İ ş ğ İş ş ğ ş - ozgurluk.infoozgurluk.info/kitaplik/pdf/kurtulus/1995.07.15-zyKurtulus-say001.pdf · ından Partizan Sesi Kur-tuluş bürosunu ziyaret ederek saldırıyı

Aziz Nesin Öldü!..

Boşuna sevinmeyin zübükler!..

Aziz Nesin, 60 yaşında. 100ü aş-kın kitapla ve kendi özgünlükleri içinde anılmaya değer bir yaşamla ayrıldı dünyadan.

"Büyük insan, büyük aydın, büyük adam"... diye demeçler veriliyor şim-di onun uçin. Edebiyatımızın Aziz Usta'sı, klmbulir kaç yazısında alaya almıştır böyle demeçleri... Yani yine "senlik", "Aziz Nesin'lik" bir tablodur arkasından yaşanan.

Aydınlar dilekçesi için kapılarını çaldığında kapısını yüzüne kapatan-lar da var belki içlerinde... Yakılmak istendiği Sivas'ın hesabını sormak için kılını kıpırdatmayanlarda. Sivas katliamını eleştirirken bile "Ama Aziz Nesin'in de hatası var" diye bir satırla kendini güvenceye almaya çalı-şanlar var.

Ve timsah göz-yaşlarıyla bir "muha-liften kurtulman ın sevincini yaşayanlar var.

Boşuna sevinme-yin zübükler!

Toprağımız verim lidir bizim. Aziz Us ta'nın da yeri boş kalmaz...

Yazıp bıraktıkla rını yok edemezsiniz her şeyden önce. Si-zi iğnelemeye, mız-raklamaya, çirkin yü-zünüzü halka gös-termeye hep devam edecek o.

Onun yazdıkları, halkımızın yaşamıy-la, değerleriyle, incelikleriyle örülüdür. Ve o, kendisi halkımızın bir değeridir. Çözümü göstermez doğrudan ama çarpıklıklarıyla, zulmüyle, terörüyle çözüleni ve çürüyeni büyük bir ustalıkla en kör gözlerin önünde ayan-beyan eder.

Aydınlarımız üzülmeyin. Aziz Ne-sin gerçekten dolu dolu yaşayan ve gerçekten bir şeyler bırakan bir ay-dındır. Görevimiz üzülmek değil, onu yaşatmaktır. Onu nasıl yaşata-cağımız sorusunun cevabı da pek çoğumuzun defalarca okumaktan kendini alamadığı o güzel öykülerin-dedir.

Eleştirilebilecek pek çok yanları da var kuşkusuz. Başta hep örgüt-süzlüğü seçişi olmak üzere, özellikle son yıllardaki karamsarlığı elbette tartışılabilir.. Halka ve aydınlara kız-gındı Aziz Nesin. Ama özellikle de aydınlara. Çok şey bekler onlardan ve onlar Nesin'in beklediğinden çok uzaktadırlar. Ölümünden 15 gün ön-ce AA ile yaptığı bir röportajda da aydınlara şunları söyler Nesin: "Yaz-makla görevlerini yaptık sanıyorlar. Başka şeyler yapmak lazım..." Bu yüzden çok kızgındır, karamsardır. Bu kızgınlığının üzerinde durmaya değer, özellikle ülkemiz aydınlarının.

Kendi düşüncelerinde tutarlı,

ınançlarında ce-sur bir aydın tipidir Nesin. Ne içkili barların, ne "kaymak taba-ka"nın ihtişamlı kokteyllerinin in-sanı olmamıştır. İsteseydi burala-ra kabul görece-ği de muhakkak-tır. O, bu yanıyla bugünkü aydın çoğunluğundan ayrılıyor. Çünkü çoğu, düzen kendilerine bu kapıyı açtığında dayanamay ıp atıyor kendini içeri. Çürümeye,

y o z l aşm a ya adım atıyor ve kapıların ardındaki dünyanın bir parçası oluveriyor iki günde. Dönekleşiyor.

Burjuvazi, pek çok sol aydını, ga-zetesinde bir sütun açarak, ekranda bir koltuk vererek şatafatlı dünyası-na çekip eritiyor. Oysa Aziz Nesin, böyle bir ortamda kendine güven, düzenin cazibesine, sunduklarına hayır diyebilme, tek başına da olsa doğrularını savunabilme gibi erdem-lerin sahibidir. Şarkılarında "Al-lah'ına kitabına sövüp saydım" de-yip, sırf ticari kaygılarla ve belki kor-kuyla TV ekranlarına çıkıp "Elhem-dülillah Müslümanım" diyenler karşı-sında, saygın bir dürüstlük ve tutarlı-lık sahibidir. Çalışkanlık ve halkın di-liyle yazıp konuşmak gibi bir halk aydınının taşıması gereken nitelikle-re sahiptir. Aydınlarımız en az Aziz Nesin kadar olabilmelidirler. Ve onu aşmalıdırlar. Halkımızın, edebiyatımızın, ay-dınlarımızın Aziz Nesin'e bir borcu varsa, bu borç böyle ödenebilir.

Aziz Nesin'i burjuvaziye vermeye-lim. Bir sürü değerimizi burjuvaziye kaptırdık. Hacı Bektaş'ların, Pir Sul-tan'ların, Yunus'ların üzerinde de ter ter tepiniyor burjuvazi. Nazımlara el

halkımızın her alandaki değerlerini kendi potasında eritmeye çalışıyor. Bunda, aydınlarımızın zayıflığının, örgütsüzlük geleneğinin payı olduğu kadar solun zayıflığının ve zaafları-nın da payı var kuşkusuz.

Bu zaaf, büyük düşünmemek, devrim iddiası ve perspektifiyle dü-şünmemektir; halka, halkımızın de-ğerlerine, tarihimize sahip çıkma bi-lincinin zayıflığıdır,

Bu zayıflık, aydınlarımız özelinde de onları kucaklayamamayı getir miştir. Kimi kendi dar ufkuyla aydın-ları yok sayarken, kimi kendi güç-süzlüğüyle onları "olduğu gibi kabul" yaklaşımında olmuştur. Ama bu tu-tum da ne aydınları ve ne de devrimi geliştirici olmamıştır. Aydınımızı hal-ka yakınlaştırıp devrimle bütünleştir-menin tersine gruplar küçük burjuva aydınlığına kaymışlardır.

Burjuvazi, işte bu zayıf noktaları-mızdan girip aydınlarımızın proletar-yanın aydını halkın aydını olmasının önünü keserek mevcut statükolarını beslemekte, giderek kendine çek-mektedir.

Aydınlarımızı eleştiriyoruz. Eleş-tirmeye de devam edeceğiz. Ancak bu onları dıştalamak değildir, onlara sekter davranmak değildir. Eleştirile-rimiz onları halkın savaşına kazan-mak içindir. Düzene, faşizme, gerici-liğe direndikleri, halklaştıkları her noktada sahipleneceğiz, yanlarında olacağız. Dünümüze, tarihimize de aynı bakış açısıyla bakıp değerleri-mizi sahiplenecek, burjuvaziye karşı kıskançlıkla koruyacağız.

Burjuvazi bugün de sağlığında yapamadığını "Ölü Aziz Nesin" üze-rinde uygulamak istiyor. Bakanlar Kurulu bir gecede -üstelik daha ön-ce red kararı verdikleri bir konuda-karar çıkarıyor, burjuvazinin ideolog-ları ona övgüler yağdırıyorlar.

Hayır, Aziz Nesin halkındır, değe-rimizdir. Edebiyatımızın ustası, hal-kımızın mizahı, ince zekası, düzene eleştirisidir. Bizimdir.

Zübüklerin iktidarını yıkmak ona da borcumuz ve sözümüzdür.

Sivas Acısı Ben tanırım Bu bulut bizim oranın bulutu Hemşeriyiz ne de olsa Benim için kalkmış ta

Sivas'tan gelmiş Yurdumun bulutu Başımın üstünde yeri var

Ben bilirim Bu rüzgar bizim

oranın rüzgarı Hemşeriyiz ne de olsa Benim için kopup gelmiş

yayladan Yurdumun rüzgarı Kurutsun diye akan kanlarımı

Ben anlarım Bu acı bizim ora işi

hançer acısı Bir ülkedeniz ne de olsa Aynı dili konuşsak da Anlamayız birbirimizi Hançerin nakışı Tanıdım acısından Sivas işi

Ben duyarım duyumsarım Bizim oranın sızısı bu Binip kara bir buluta

Sivas ilinden Sivas rüzgarında uçup gelmiş Helallik dilemeye

Ey yüreğimin onmaz acıları Ey yüreğimin dinmez sancılan Suç ne bende ne de sende Suç beni karanlıklara

gömenlere Ne de olsa yurttaşımsın Kapalı da olsa Bütün vicdan kapıları yüzüne Bilmelisin bir yerin var

canevinde

Page 31: İ ş ğ İş ş ğ ş - ozgurluk.infoozgurluk.info/kitaplik/pdf/kurtulus/1995.07.15-zyKurtulus-say001.pdf · ından Partizan Sesi Kur-tuluş bürosunu ziyaret ederek saldırıyı

Ortaköy Kültür Merkezi bir tarihtir Kapısına mühür vurarak silemezler!

"Bizler Pir Sultan'ların, Bedrettin'lerin, Kava'ların

torunlarıyız Nazımların, Ruhi Su'ların, Asım Bezircilerin,

Rıfat Ilgaz'ların, öğrencileriyiz. Onlardan aldığımız mirasa susarak,

boyun eğerek ihanet etmeyiz. Biz vatanseveriz. Vatan haini,

bu toprakları sömüren, emperyalizme satandır ve

"Amaç dışı faaliyet" yürüten biz değil, vatanımıza ihanet

ettikleri için onlardır. Yasadışı olan biz değiliz. Halklarımızın

yasaları yüzlerce yıllık özgürlük umuduyla, isteğiyle

dile gelmiş, direnişlerde oluşmuştur. Yasadışı olan

onlardır. Bizler susmayacağız. Onlar vatanımızı terk edinceye,

kendi vatanlarına: doların hüküm sürdüğü çiftliklerine kaçana kadar türkülerimizi söylemeye devam edeceğiz." 6 Temmuz 1995 Perşembe ak-

şamı valilik ve emniyet müdürülü-ğü kararıyla "Amaç dışı faaliyet" yürütüldüğü gerekçesiyle kapatı-lan Ortaköy Kültür Merkezi'nde çalışmalarını yürüten sanatçılar 8 Temmuz Cumartesi günü Makine Mühendisleri Odası Eğilim bina-sında bir basın toplantısı düzenle-diler. Genç Ekin Sanat Merkezi, Çağdaş Sanat Atölyesi, Evrensel Kültür Merkezi ve TİYAD'ın da desteklerini sunduğu toplantıda OKM çalışanları kapatılmalarını protesto edip şu görüşlere yer ver-diler:

"... Evet, bizler amaç dışı faali-yet sürdürüyoruz. 1988 yılında kültür merkezimizi oluştururken amacımız vatan topraklarını her geçen gün daha da azgınca sö-mürmek için, kendi çıkarları uğru-na esir eden bir avuç burjuvanın ve işbirliği içerisinde oldukları em-peryalizmin politikalarına karşı kültür sanat cephesinden bir ses olabilmekti. Yani devletin amaçları dışında, onun karşısında, ona al-ternatif bir kültürel sanatsal faali-yet alanı yaratmaktı. O dönem 12 Eylül zindanlarında insanlığın kur-tuluş mücadelesi için, insanlık onuru ve siyasi kimlik mücadelesi veren, bu mücadeleyi ölüm oruç-larından şehitler vermek pahasına yürüten devrimcilerin sesi, dışarı-da da İfadesini bulmuş ve hayatın her alanında yankısını bulacak ör-gütlenmeyi yaratmıştı. Bu örgüt-lenme kültür sanat cephesinde de sesini bulmalıydı. Çünkü kültür sa-nat uğraşısının; tersini savunanla-rın aksine politikayla arasında kopmaz bir bağ vardır. Eğer ya-

şamı belirleyen politikaysa, insan-lığın gerçek özgürlüğü İçin verilen politik mücadele sonunda ulaşıla-cak olan yeni düzende insan ya-şamının her anı değerlidir, anlam-lıdır. Bunun İçerisinde de kültürel, sanatsal yaşamın değeri önemli-dir, vazgeçilmezdir. Bu yüzden Ortaköy Kültür Merkezi aynı za-manda politik bir kurumdur. Üre-timlerimizin her anında politik mü-cadelenin etkisi vardır. Siyasi ikti-darı böylesine tahammülsüz kılan da işte bu gerçektir; sanatımızı halkların özgürlük mücadelesine adamamızdır.

Emekten ve halktan yana sa-natsal üretimlerimizin, emekçilerin kokuşmuş devlet düzenine karşı verdiği savaşının içerisinde şekil-lenmesi ve bu savaşın kopmaz bir parçası haline gelmesi gerçeğidir. "Amaç dışı faaliyetten" kasıt da budur. Ancak bu gerçek bizim te-mel ilkemizdir. "Susturulmak iste-nen bu sestir. Biz, Ortaköy Kültür Merkezi çalışanları ve devrimci sanatçılar olarak söyledik ve ka-nıtladık. "Bu Ses Hiç Susmaya-cak", dedik. Bir kez çıkmıştı ağzı-mızdan "Bu Yürek Hiç Durmaya-cak" diye. Çünkü biz bu vatanın evlatlarıyız. Çünkü biz vatanımızı seviyoruz. Onlar yatlarını, katla-rını, Amerika'daki villalarını, İsviç-re bankalarındaki dolar hesapla-rını, yalanla, dolanla kaptıkları kol-tuklarını seviyorlar. Bizler onların yalnızca ucuz İşgücü diye gördük-leri, uluslararası dolar imparator-ları, emperyalist tekellere pazarla-dıkları, mal olarak gördükleri, bu güzel vatanımızın, zengin toprak-larımızın üzerinde yaşayan yoksul halklarımızın evlatlarıyız ve halkı-mızı seviyoruz.

Bizler Pir Sultan'ların, Bedret-tin'lerin, Kava'ların torunlarıyız Nazım'ların, Ruhi Su'ların, Asım Bezirci'lerin, Rıfat Ilgaz'ların, öğ-rencileriyiz. Onlardan aldığımız mirasa susarak, boyun eğerek ihanet etmeyiz. Biz vatanseveriz. Vatan haini, bu toprakları sömü-ren, emperyalizme satandır ve "Amaç dışı faaliyet" yürüten biz değil, vatanımıza ihanet ettikleri için onlardır. Yasadışı olan biz de-ğiliz. Halklarımızın yasaları yüzler-ce yıllık Özgürlük umuduyla, iste-ğiyle dile gelmiş, direnişlerde oluş-muştur. Yasadışı olan onlardır. Bizler susmayacağız.

Onlar vatanımızı terk edinceye, kendi vatanlarına; doların hüküm sürdüğü çiftliklerine kaçana kadar türkülerimizi söylemeye devam edeceğiz."

Ortaköy Kültür Merkezi'nin ka-patılması birçok kültür sanat kuru-mu, cezaevleri ve halk tarafından da tepkiyle karşılandı. Çankırı Ce-

zaevi DHKP-C tutsakları gönder-dikleri mesajda şunları söylediler. "... OKM'yi kapatarak devrimci sa-natı engelleyeceğini sananlar ya-nılıyorlar. Kapılara kilit vurabilirler ama yüreklere, dillere asla. Binler-ce yıllık geleneğin sahibiyiz bizler. Pir Sultan'a dayanır kökümüz. Emekçi halklarımızın kavga türkü-lerini yakıyoruz. Onun adalete, öz-gürlüğe olan özlemi yansıtıyor tür-külerimizi. Yeni insanın, emekçi halklarımızın kültürünü yeşertiyo-ruz bağrımızda. Hiçbir güç halkla-rımızın devrim yürüyüşünü engel-leyemediği gibi devrimci sanatı da engelleyemeyecektir."

OKM'nin basılması ve kapatıl-ması Kültür ve Sanatta Tavır der-gisi Adana temsilciliği, Çukurova Halk Sahnesi ve Grup Nisan Gü-neşi tarafından Adana CHP İl bi-nasında yapılan bir basın toplantı-sıyla protesto edildi. Açıklamada OKM dışında devrimci sanat ku-rumlarına, MKM'ye saldırılara ve ozan Gani Nar'ın tutuklanmasına da değinilerek, "Ama devrimci sa-nat cephesi bu baskılara hiç ya-bancı değil. Her şeye rağmen hiç durmadan, yılmadan yollarına de-vam ettiler. Bundan sonra da de-vam edecekler. Hiçbir güç bizleri yolumuzdan alıkoyamayacaktır. Bizler Adana Kültür ve Sanatta Tavır dergisi çalışanları olarak yapılan bu baskıları şiddetle kınıyor

ve derhal sanat kurumları ve sa-natçılar üzerindeki baskılara son verilmesini istiyoruz." denildi. Ayrı-ca "Halktan Yana Sanat susturula-maz", "Baskılar Bizleri Yıldırarnaz" dövizleri ve Grup Yorum afişleri açıldı.

Kültür ve Sanatta Tavır Dergisi Adana Temsilciliği Bir Kez Daha Basıldı 15 günden bu yana iki kez bası-

lan Tavır dergisi Adana temsilciliği son olarak 4 Temmuz'da basılarak talan edildi. Baskında büroda bu-lunan Kurtuluş, Devrimci Gençlik, Haklar ve Özgürlükler Bülteni ile diğer sosyalist basın protokolleri-ne keyfi bir şekilde el konuldu. "Buraya gelen giden belli değil, burayı mühürleyelim" diyerek bü-roda bulunanları tehdit eden polis, dergi okuru olan Arife Yıldız'ı tuta-nağa imza atmadığı gerekçesiyle şüpheli şahıs diyerek gözaltına aldı. Büro baskını Ortaköy Kültür Merkezi ve Tavır Dergisi tarafın-dan yapılan bir açıklamayla pro-testo edildi.

OKM sanatçıları şu anda çalış-malarını Bulunmaz Kültür Merke-zi'nde sürdürüyorlar. Genç Ekin Sanat Merkezi ise geliri OKM'ye bırakılmak üzere 16 Temmuz Pa-zar günü bir Grup Yorum dinletisi düzenledi.

OKM'nin kapatılmasını protesto için bir araya gelen sanatçı ve kurumlar, OKM'nin bulunduğu pasaj önünde bîr basın açıkla-ması yaparak, devrimci sanata yönelik tüm saldırılar karşısında sessiz kalmayacaklarını vurguladılar. Protestoya Ortaköy Kültür Merkezi ve Gazi Halk Kültürevi sanatçıları dışında Genç Ekin Sanat Merkezi, MKM, Yapı Sanat Evi, EKB Kültür Merkezi, Stran Kültür Merkezi, Esenler Kültür Merkezi, Fevzi Kurtuluş, İHD Kül-tür Komisyonu adına fotoğraf sanatçısı Sevil Özrek katıldılar. Basın toplantısı sırasında Grup Yorum "Dağlara Gel" ve "Gel ki Şafaklar Tutuşsun" adlı parçalarını seslendirdi. Toplantı bitimin-de "Devrimci Sanat Susturulamaz", "OKM Kapatılamaz", "Tür-küler Susmaz, Halaylar Sürer", "Halktan Yana Sanat Susturula-maz" sloganları atıldı.

Page 32: İ ş ğ İş ş ğ ş - ozgurluk.infoozgurluk.info/kitaplik/pdf/kurtulus/1995.07.15-zyKurtulus-say001.pdf · ından Partizan Sesi Kur-tuluş bürosunu ziyaret ederek saldırıyı