104

1453 Dergisi 17. Sayı

  • Upload
    hathuy

  • View
    254

  • Download
    10

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: 1453 Dergisi 17. Sayı
Page 2: 1453 Dergisi 17. Sayı

Renk Ayrımı / CTPAktif Matbaa

Baskı - CiltAktif Matbaa

(0212) 612 12 22 [email protected] • www.aktifmatbaa.com

Dergide yayımlanan yazı, fotoğraf, çizim ve planlardan yasal olarak eser sahipleri sorumludur. Yazılardan kaynak belirterek tam veya özet alıntı yapılabilir.

Fotoğraflar izinsiz kullanılamaz.

İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ KÜLTÜR A.Ş. YAYINLARIİstanbul Kültür ve Sanat Ürünleri Tic. A.Ş.

Maltepe Mahallesi Topkapı Kültür Parkı Osmanlı Evleri 34010 Topkapı - Zeytinburnu / İSTANBUL

Sorumlu Yazı İşleri MüdürüAlper ÇEKER

Yayın KuruluMüjdat ULUÇAM, Salih DOĞAN, Fatih DALGALI, Betül EREN, Esra ERKAL,

Ömer OSMANOĞLU, Metin ÖZTÜRK, Hüseyin SORGUN, M. Lütfi ŞEN, Nurten ŞAFAK TOPCU, Altay ÜNALTAY, Yaylagül CERAN

Sanat YönetmeniAydın SÜLEYMAN

Grafik Tasarım Şükran KUMRAL

FotoğraflarMustafa KİRAZ - Rabia YILMAZ

Reklam KoordinatörüMustafa YALMAN

Rezervasyon / 0212 467 07 00 - 1469 (Dahili)

İletiş[email protected]

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. Adına SahibiAhmet SELAMET

Genel Yayın Yönetmeni Nevzat KÜTÜK

Yayın Danışma KuruluProf. Dr. Halil İNALCIK, Prof. Dr. Semavi EYİCE, Prof. Dr. İlber ORTAYLI,

Prof. Dr. İskender PALA, Ahmet Faruk YANARDAĞ, Doç. Dr. Haluk DURSUN, Şevket DEDELİOĞLU

Yayın KoordinatörüFatih YAVAŞ

SAYI 17 / 2013BU BİR SÜRELİ YAYINDIR

PARA İLE SATILMAZ

YAYIN

YÖNETİM

YAPIM KÜLTÜR A.Ş.

Page 3: 1453 Dergisi 17. Sayı

SİNEMADA TÜRK İMAJI Celil CİVAN

10

10

500 YIL SONRA PİRİ REİS

İDRİS BOSTAN İLE PİRİ REİS VE OSMANLI DENİZCİLİĞİ ÜZERİNE

PİRİ REİS’İN HARİTASI VE KİTAB-I BAHRİYE

Mahmut AK

PİRİ REİS’İN ANLATISINA GÖRE EGE ADALARI

Emel SOYER KOLÇAK

İKİ İMPARATOR “BİR” DENİZ: I. SÜLEYMAN VE V. KARL’IN AKDENİZ’DE

HAKİMİYET MÜCADELESİYusuf A. AYDIN

KİTAB-I BAHRİYE’DE VENEDİK ŞEHİR VE STATO DA MAR Özgür ORAL

PİRİ REİS VE OSMANLIDA DENİZCİLİK LİTERATÜRÜ Seyfullah ASLAN

KİTAB-I BAHRİYE’DE ÇİN DENİZİMiraç TOSUN

KASVETLİ DALGALARIN RESSAMI AYVAZOVSKİ

Pervane ALİZADE

İSTANBUL MUTFAĞININ DENİZ YEMEKLERİ Sennur SEZER

MİNİATÜRK BAŞTARDA - OTTOMAN GALLEON

ŞEHİR HATLARI A.Ş. GENEL MÜDÜRÜ

SÜLEYMAN GENÇ İLE SÖYLEŞİ

İSTANBUL’DA ESKİ RAMAZANLAR

Sermet MUHTAR ALUS

İSTANBUL MEKANTERSANE-İ AMİRE

AJANDA

14 16

22 28

34 426048

7266

8480

9486

100

96

Page 4: 1453 Dergisi 17. Sayı
Page 5: 1453 Dergisi 17. Sayı

Bizler de 1453 İstanbul Kültür ve Sanat Dergisi’nin bu sayısını Piri Reis ve Türk denizciliği meselesine ayırdık. Değerli akade-misyen İdris Bostan’ın editörlüğünde hazırlanan dosyamız, önemli yazılardan oluşuyor. Makalelerin yanı sıra bu sayımız-da zengin bir görselliğe de yer vermeye çalıştık; böylece okur-ların Türk haritacılığının bir sanata dönüşmesini gözlemleme-lerini amaçladık.

Tabii ki dergimizde bu dosya konusunun dışında da çeşitli ya-zarlara ait ilgi çekici yazılar var. Sizleri 1453 İstanbul Kültür ve Sanat Dergisi ile baş başa bırakırken, kalemleri ile katkıda bu-lunan yazar dostlarımıza ve yayında emeği geçen mesai arka-

daşlarıma teşekkürü borç bilirim.

Zamanımızdan 500 yıl önce, büyük Türk denizcisi Piri Reis ünlü

dünya haritasını çizdi. Bu, Türk denizciliğinin bilime yaptığı çok

önemli bir entelektüel katkıdır. UNESCO da 2013 senesini Piri

Reis Yılı ilan ederek dikkatlerin yeniden bu konu üzerinde top-

lanmasına vesile oldu.

Türk denizciliği dendiğinde akla ilk gelen yer İstanbul’dur. Der-

gimizin sayfalarında yer verdiğimiz Tersane-i Amire’nin temel-

lerinin atılması İstanbul’un fethinden hemen sonraya rastlar.

Zaten gerçekleştirilen arkeolojik kazılar kuruluşundan beri

İstanbul’un bir liman şehri olduğunu, halkın beslenmesinde

deniz ürünlerinin önemli bir yer tuttuğunu gösteriyor.

TAKDİM

Page 6: 1453 Dergisi 17. Sayı
Page 7: 1453 Dergisi 17. Sayı

nema eleştirmeni Celil Civan’ın Türklerle ilgili Batı sinema-

sındaki oryantalist bakış açısını masaya yatırdığı makalesini

ve usta edebiyatçı Sennur Sezer’in İstanbul’un unutulan

deniz mutfağı hakkında yazdıklarını sizlere hararetle tavsi-

ye ediyoruz. Tabi ki sevinçle karşıladığımız ve İstanbul’da

bir başka yaşanan Ramazan ayı hakkındaki Sermet Muhtar

Alus’un güzel bir denemesiyle nostalji yaptık. Dergimizde

bunların dışında da son derece önemli söyleşiler ve tanıtım

yazıları sizlerin ilgisini bekliyor.

Baskısı on bir ayın sultanına denk gelen bu sayımızın sunuş

bölümünü tamamlarken, okurlarımıza hayırlı Ramazanlar

dileriz.

Sizleri dergimizin sayfaları ile baş başa bırakırken, bizlere

ilk sayıdan beri giderek artan teveccühünüz için Kültür A.Ş.

olarak teşekkürü borç biliriz.

Kültür A.Ş. ailesi olarak, 1453 İstanbul Kültür ve Sanat Der-

gisinin yeni bir sayısıyla sizlerle birlikteyiz.

İçinde bulunduğumuz 2013 yılı, çizdiği dünya haritasının

500. yıldönümü nedeniyle UNESCO tarafından Piri Reis Yılı

ilan edildi. Bizler de Türk denizciliği alanında en çok kalem

oynatan isim olan İdris Bostan’ın editörlüğünde sizler için

Piri Reis’i ve dönemin Türk denizciliğini içeren bir dosya ha-

zırladık. Böylece bu büyük Türk denizcisinin dünya harita-

sı hakkındaki gizem perdesinin ortadan kalkmasını ve arka

planda kalan diğer eserlerinin tanıtımını amaçladık. Dosya-

nın sonunda yalnızca savaşlarıyla tanınan birçok Türk deniz-

cisinin aynı zamanda bilim adamı yönleri olduğunu arkala-

rında birbirinden değerli kitaplar bıraktıklarını göreceksiniz.

Alanında usta akademisyenlerin çalışmalarından oluşan

dosyamızın dışında da yazılara yer verdik. Bu bağlamda si-

Kültür A.Ş.

SUNUŞ

Page 8: 1453 Dergisi 17. Sayı
Page 9: 1453 Dergisi 17. Sayı
Page 10: 1453 Dergisi 17. Sayı
Page 11: 1453 Dergisi 17. Sayı
Page 12: 1453 Dergisi 17. Sayı

500 YIL SONRA

Page 13: 1453 Dergisi 17. Sayı

Büyük Türk denizcisi Piri Reis’in dünya haritasını çizme-sinin 500. yılı olması münasebetiyle, UNESCO tarafından Paris’te düzenlenen 36. Genel Toplantıda 2013, Piri Reis Yılı ilan edilmiştir.

Piri Reis’in bu ünlü haritası 1929 yılında Milli Müzeler Mü-dürü Halil Ethem Bey tarafından keşfedilmiştir ve o gün-den beri bilim dünyası bu esere odaklanmıştır.

Bizler de 1453 İstanbul Kültür ve Sanat Dergisi olarak bu sayımızın dosya konusunu Piri Reis’e ayırmaya karar ver-dik. İdris Bostan’ın editörlüğünde birbirinden değerli tarihçilerin kaleme aldığı Piri Reis ve Osmanlı denizciliği hakkındaki yazıları ilgi ile okuyacağınızı ümit ediyoruz.

At its 36th General Meeting in Paris, the year 2013 is dec-lared by UNESCO as the Year of Piri Reis for the 500th. an-niversary of his drawing the world map.

This famous map of Piri Reis is discovered in 1929 by the Director of National Museums, Halil Ethem. Till then scien-ce world is focused on this map.

As the 1453 Journal of Istanbul’s Culture and Art, we de-cided to determine the content of the file as Piri Reis. İdris Bostan is the editor of the file, besides some really talen-ted historians wrote about Piri Reis and the Ottoman ma-rine. We wish our readers should enjoy these articles.

Page 14: 1453 Dergisi 17. Sayı

14

İDRİS BOSTAN İLE PİRİ REİS VE OSMANLI DENİZCİLİĞİ ÜZERİNE

Page 15: 1453 Dergisi 17. Sayı

15

İDRİS BOSTAN İLE PİRİ REİS VE OSMANLI DENİZCİLİĞİ ÜZERİNE

Sayın İdris Bostan, öncelikle bizi kırmayıp dergimize zaman ayırdığınız için size çok teşekkür ederiz. İlk olarak size, 2013’ün Piri Reis Yılı ilan edilmesi sü-recini sormak istiyorum.

Piri Reis bir Osmanlı denizcisi olduğu için 2011 yılı başlarında, Başbakanlık Denizcilik Müsteşarlığına yazdığım bir rapor üzerine Kül-tür Bakanlığı ile işbirliği halinde; Türkiye’deki UNESCO Milli Komisyonu’na 2013 yılının Piri Reis’in yeni dünya haritasının 500. yılı olarak kabulü için başvuruda bulunuldu. Bu teklifin UNESCO’ya iletilmesinden sonra Kasım 2011’de olumlu karar çıktı. Bunun üzerine Piri Reis gibi önemli bir denizci ve haritacının konumuna uygun bir şekilde anılabilmesi ve hakkında yapılacak yayınların bilimsel kriterlere uygun olmasını yönlendirmek ve aynı zamanda hazırlanacak projeleri desteklemek üzere 2012’de Kültür Bakanlığı ve Denizcilik Bakanlığının koordinasyonu ile ilgili kurum ve bilim adamlarından oluşan bir üst kurul teşkil edildi.

• Bize Piri Reis’ten ve yaşadığı dönemden söz eder misiniz?

Piri Reis, 15. yüzyılın son çeyreğine girerken muhteme-len 1470’lerin başlarında Gelibolu’da doğar. O sırada

Gelibolu, Yıldırım Bayezid’in eski tersaneyi yeniden dü-zenlemesinden sonra yaklaşık yüz yıldır Osmanlı de-nizciliğinin merkezî üssüdür. Tarihçi Kemalpaşazâde,

Gelibolu’da doğan çocukların “timsah gibi su için-de büyüdüklerini” yazmaktadır. O da dedesi ve

amcası gibi küçük yaşta denizlere açılır. Amcası ünlü deniz gazisi Kemal Reis’in yanında yetişir.

O sırada Akdeniz’deki Osmanlı denizcileri resmen devlet emrinde olmamakla beraber gerçekte, bağlı

oldukları dinin devlet tarafından benimsenmiş hu-kuk kurallarına göre hareket etmektedirler. Akdeniz’de

adeta Osmanlı devletinin dost ve müttefiki olan devlet yok gibidir ve en büyük rakibi Endülüs Müslümanlarını yok etme sürecini başlatan İspanya’dır. II. Bayezid’in ise kardeşi Cem Sultan’la başı derttedir ve Cem Sultan önce Rodos

Şövalyelerine sığındığı, sonra Fransa ve Papalık elinde re-hin olduğu için devlet donanması Orta ve Batı Akdeniz’e açılamamaktadır. Nihayet 1495’te Cem Sultan ölünce II. Bayezid Akdeniz’deki levent reisleri olan bu deniz gazi-lerine bir çağrıda bulunarak devlet hizmetine girmelerini ister. Çok geçmeden de Osmanlıların Akdeniz’deki poli-tikaları Fatih’in bıraktığı yerden devam etmeye başlar.

Piri Reis, 15. yüzyılın son çeyreğine girerken muhtemelen 1470’lerin başlarında

Gelibolu’da doğar. O sırada Gelibolu, Yıldırım Bayezid’in eski tersaneyi yeniden

düzenlemesinden sonra yaklaşık yüz yıldır Osmanlı denizciliğinin merkezî üssü-

dür. Tarihçi Kemalpaşazâde, Gelibolu’da doğan çocukların “timsah gibi su için-

de büyüdüklerini” yazmaktadır.

Page 16: 1453 Dergisi 17. Sayı

16

İDRİS BOSTAN İLE PİRİ REİS VE OSMANLI DENİZCİLİĞİ ÜZERİNE

Önce Venedik elindeki Moton, Koron, İnebahtı ve Anavarin alınır. Bu seferlerde Kemal Reis en önler-dedir ve yeğeni Piri Reis de bir kadırga reisi olarak onun maiyyetindedir. Rodos şövalyeleriyle olan mücadelelere katılır.

Bu dönem tam da Coğrafî Keşiflerin gerçekleş-tiği, bir taraftan İspanya hizmetindeki Kristof Kolomb’un daha sonra yeni dünya denecek olan Amerika’ya, Portekizli denizcilerin de Afrika’yı dolaşarak Hind Okyanusu’na ulaştığı devirdir. Dünya’da yeni kıtalar keşfedilmekte, ticaret yol-larında değişmeler başlamakta ve Orta Doğu’da güç dengeleri yeniden oluşmaktaydı. Osmanlı-İran, Osmanlı-Memlük savaşlarının arka planında bölgeye hakim olacak gücün belirlenmesi müca-delesi yatmaktadır ve sonuç Osmanlıların lehine sonuçlanır. Zaten güçlü bir kara ordusu bulunan Osmanlılar sahip oldukları deniz gücü sayesin-de bölgenin en etkin askerî gücü haline gelirler. Ayrıca Memlük Devleti’ne son vererek onların yö-nettiği Hicaz bölgesini yani Mekke, Medine gibi Müslümanların kutsal şehirlerini koruma göre-vini üstlenirler. Portekiz’in Kızıldeniz’e girmesini engellemek üzere Süveyş’te bir tersane ve deniz üssü kurarlar. İşte Piri Reis Kızıldeniz’deki bu mü-cadeleye, 1547’de Hind Kapudanlığı’na getiril-diği zaman katılır. Önce Aden’i geri alır. 1552’de emrindeki otuz gemiden oluşan bir donanma ile Portekiz kontrolündeki Maskat’ı ele geçirir. Sonra Hürmüz’ü kuşatırsa da başarılı olamaz ve gelmek-te olan bir Portekiz donanmasına karşı takviye almak üzere Basra’ya gider. Ancak orada iyi kar-şılanmaz ve Basra beylerbeyi Kubad Paşa’yla an-laşmazlığa düşer. Sonunda Portekiz donanmasına hazırlıksız yakalanmamak için üç kadırgayla yola çıkar ve birinin karaya oturması yüzünden iki gemi ile Süveyş’e ulaşır. Ancak donanmasını Basra’da bırakması hoş görülmez ve hatasını hayatıyla öde-yerek Kahire’de boynu vurulur. Piri Reis o sırada 80 yaşının üstündedir.

Bu acı son Piri Reis için günümüzde de kabul edi-lemez bir karar olarak değerlendirilmektedir. Hal-buki o sırada Kanuni de İran seferi için Halep’tedir ve verilen karardan haberdardır. Padişah üstelik birkaç ay önce ordusuyla gelirken Konya civarında isyan edeceği tahmin edilen kendi oğlu Şehzade

Mustafa için de idam emri vermiştir. Demek ki kararlar hissî ol-maktan uzaktır ve şartların gereği bir uygulama söz konusudur.

• Sözü Piri Reis’in eserlerine getirmek istiyorum. Bu Türk denizcisi-nin bıraktığı eserlerin hepsini tanıyor muyuz? Onun eserlerini özel yapan nedir?

Piri Reis bir deniz gazisi olarak pek çok savaşta ve akında hazır bulunduğu kadar; sahip olduğu bilimsel tecessüs sayesinde de değerli eserler bıraktı. 1513 tarihli ilk “Yeni Dünya” haritası ile 1528 tarihli ikinci haritası tek nüsha olarak günümüze intikal eden coğrafi keşiflerin ilk harita örnekleridir. Ayrıca Akdeniz’i denizcilere tanıtmak üzere yazdığı Kitâb-ı Bahriye adlı eser bu-güne kadar örneği yeniden yazılamamış, muhalled bir eserdir. Piri Reis hakkında Türkiye’de yeterli araştırmalar yapılmadığı âşikâr. Bu yüzden hak ettiği ölçüde tanınmış olması da mümkün değil. Daha çok gerek harita hakkında ve gerekse Kitâb-ı Bahri-ye hakkında Svat Soucek, Thomas Goodrich, Gregory McIntosh gibi yabancı tarihçiler bulunmaktadır. McIntosh, 1513 tarihli harita hakkında bir kitap yazacak kadar konuyla yakından ilgi-lenmiştir.

Kabul etmek gerekir ki Piri Reis’i ve eserlerini doğru değerlendi-rebilmek için sadece Osmanlıca bilmek yetmez.

Piri Reis gibi denizcilik terminolojisine sahip ve hakim olmak kadar eski haritacılık ve Avrupa haritacılığı bilgilerine de sahip olmak gerekir. Bu yüzden Kitâb-ı Bahriye’nin Türkiye’de yapı-lan tıpkıbasımları hariç eldeki birkaç neşir bilimsel bir değer kazanamamıştır. Fransız tarihçi Prof. Bacque-Grammont’un ve İtalyan Prof. Alessandro Bausani’nin titiz çalışmaları bu konuda örnek alınmalıdır.

Page 17: 1453 Dergisi 17. Sayı

17

İDRİS BOSTAN İLE PİRİ REİS VE OSMANLI DENİZCİLİĞİ ÜZERİNE

Page 18: 1453 Dergisi 17. Sayı

18

İDRİS BOSTAN İLE PİRİ REİS VE OSMANLI DENİZCİLİĞİ ÜZERİNE

Piri Reis’in Akdeniz rehberi olan Kitâb-ı Bahriye’si çok ha-cimli ve resimli bir eser olmasına rağmen defalarca istin-sah edilerek çoğaltılmıştır. Bugün Türkiye kütüphaneleri dahil dünyada elli civarında yazma nüshası bulunmakta-dır. Üstelik bu yazmalar genellikle bir sanat şaheseridir. Hemen her yüzyılda harita ve resimleri yenilendiği için her bir nüsha metin pek değişmemek kaydıyla güncel-lenmiş demektir. Gerek kitaptaki liman ve kale çizimleri, gerekse gemi çizim özellikleri döneminin değişen tekno-lojisinin özelliklerini de yansıtmaktadır. Eski nüshalarda kürekli kadırgalar yer alırken, 17. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kalyon çizimleri farklı özelliklerle resmedilmiştir. Piri Reis’in eserini özel kılan, ondan kimsenin bu evsafta bir eser vücuda getirememiş olmasıdır.

• Piri Reis’in haritasının önemi nereden kaynaklanıyor?

Bu günlerde 500. yılı hatırasına hakkında pek çok faaliyet gerçekleştirilen Piri Reis’in 1513 tarihli haritasının önemi, aslında Coğrafî Keşifleri günümüze aktaran en eski ve na-dir haritalardan biri olmasıdır ve bir harita olduğu kadar hiç olmazsa Atlas Okyanusu’nun Batı yakasında ve Afrika’nın Güneyinde gerçekleşen keşiflerin bilgilerini sunmaktadır. Bu bilgiler üstelik Piri Reis’in belirtiği gibi eski coğrafya eserlerine ve yeni keşiflere dayanmaktadır. Piri Reis hari-tada edindiği yeni bilgileri kullandığı gibi Batlamyus’un Coğrafya’sını, “mappa mundi” denilen dünya haritalarını, eski Müslüman coğrafyacılarının haritalarını ve Portekiz-lilerin elinde bulunan ve kendisine ulaşan Hind, Sind ve Çin haritalarını kullanmıştır. Bu harita sayesinde Osman-lıların Keşifleri yakından takip ettiği sonucunu çıkartmak mümkündür. Nitekim harita yapıldıktan dört yıl sonra Osmanlı donanmasıyla birlikte Mısır harekâtına katılarak İskenderiye’ye giden Piri Reis’in haritayı Mısır fatihi Yavuz Sultan Selim’e Kahire’de sunmasıyla önemi daha da art-mış olmalı. Ama haritanın padişah tarafından nasıl değer-lendirildiği henüz bilinmemektedir. O sırada Osmanlıların Mısır’dan Kızıldeniz ve Hind denizleri politikalarını oluş-turmaya başladıkları, hatta Sultan’ın aynı yıl bölge hakkın-da bir başka rapor sunan Selman Reis’ten de Hindistan ve Uzakdoğu hakkında bilgiler edindiği bilinmektedir.

1513 haritasındaki bilgilerin güncele yakın olması, o gü-nün şartlarında Piri Reis’in görmediği bu yerleri sadece elindeki kaynaklardan ve haritalardan doğruya yakın ola-rak çizmesi Osmanlı haritacılığı için önemli bir kazanım-dır. 16. yüzyılda daha sonra çizilen haritaların çok daha uzmanca olduğu görülmektedir.

Ancak bugüne kadar tekrarlanan, haritanın bütün dünya-yı gösterdiği, bir parçasının koptuğu veya eklenmiş par-çaları olup birbirinden ayrıldığı iddiaları bugüne Aihtimali de zayıftır. Yırtıldı zannedilen kısmın derinin zaman içinde erimesinden veya bir şekilde zarar görmesinden kaynak-landığı anlaşılmaktadır. Ayrıca Piri Reis’in 1513 tarihli ilk haritası daha çok müsvedde mahiyetinde ilk bilgilerin derç edildiği bir çalışmanın ürünüdür ve 1528 tarihli olanı diğerine göre daha bir özenle çizilmiştir.

Ne var ki Piri Reis’ten sonra onun Saray Kütüphanesine teslim edilen bu haritalarının bir başkası tarafından bilin-diğine ve kullanıldığına dair bir atıf da bulunmamaktadır. Sadece kendisi Kitâb-ı Bahriye’de bu haritadan bahset-mektedir.

• 2013 yılında Piri Reis ile ilgili ne tür etkinlikler gerçekleşecek?

Tabii şimdi 2013 yılı ilk aylarını geride bırakmış olarak de-vam ediyor. Topkapı Sarayı Müzesi bu tek nüsha haritayı ve onu tamamlar mahiyetteki 1528 tarihli ikinci haritayı ilk defa sergilemek suretiyle çok önemli bir adım attı. Ya-kın zamanda daha kapsamlı Piri Reis ve çağdaşı haritalar ile Topkapı Sarayı arşiv ve kütüphanesinde bulunan diğer haritaları ihtiva eden bir sergi açılacak. Bu çalışmaları de-ğerli kılacak olan, bu sergiye gösterilecek ilgidir.

Nitekim Paris’te (BnF – Les Cartes Marines, expositions.bnf.fr) Ekim 2012-Ocak 2013 arasında açılan bir harita ser-gisi hem gördüğü ilgi hem de bilimsel faaliyetler bakımın-dan aslında örnek alınması gereken bir faaliyet olmuştur. Sadece internet sitesinden dahi yapılan çalışmaların boyutlarını anlamak mümkündür. Piri Reis’in Türkiye’de üst düzeyde ilgi görmesi için galiba siyasiler tarafından öneminin anlaşılması gerekiyor. Eğer kültür işlerine ilgi göstermek bugün için gereksiz zannediliyorsa, o zaman Piri Reis gibilerin kıymeti hiçbir zaman bilinmeyecek de-mektir. Sadece yasak savmak için göstermelik birkaç fa-aliyet maksada hizmet etmeyecektir. Bu arada bazı yayın kuruluşlarının konuyu ciddiye alarak özellikle Boyut Yayın Grubu’nun Piri Reis’in 1513 tarihli haritasını ve en önem-li eseri olan Kitâb-ı Bahriye’sini nefis bir kompozisyon ve baskıyla yayınlamış olmaları ve Tophâne-i Âmire’de bir sergi düzenlemeleri takdire şayandır.

Yine “Ege Açıkdeniz Yat Kulubü”nün 2-12 Temmuz 2013 tarihleri arasında Gelibolu-Sığacık güzergahında düzen-leyeceği ‘Piri Reis’in İzinde’ adlı etkinliği de zikretmek ge-rekir.

Page 19: 1453 Dergisi 17. Sayı

19

İDRİS BOSTAN İLE PİRİ REİS VE OSMANLI DENİZCİLİĞİ ÜZERİNE

• Son olarak, sizin eklemek istedikleriniz var mı?

Piri Reis 500 yıl sonra bu vesileyle yeniden Türkiye’nin gündemine gelmiş oldu. Bu durum fırsat bilinerek kamu ve özel kuruluşlara çok sorumluluk düşmektedir. Piri Reis’in haritaları sadece tarihçilerin Osmanlıca yazıları çö-zümlemesi ile gerçek anlamda tanınmış olmaz. Harita ta-rihçilerinin bu haritaları diğer tarihî haritalarla karşılaştır-ması ve kendisinin haritada zikrettiği kaynaklarını önceki dönemlerin coğrafya eserlerindeki harita ve bilgilerle mu-kayese edip ortaya çıkarması gerekir. Harita bilimcilerinin bu Piri Reis haritalarını modern haritalarla karşılaştırmala-rı ve gerçek konumunu ortaya koymaları beklenmektedir.

Ayrıca 2013 yılında Piri Reis’in izinde bir Akdeniz gezisi düzenlenebilir ve bütün Akdeniz ülkeleri bundan haber-dar edilirse, oralarda bilgilendirme toplantıları yapılırsa kültürel ilişkiler de gelişir. Özellikle Mısır’a yani Kahire’ye gidilerek kısa bir Piri Reis’i anma toplantısı yapılır ve ha-tırasına bir yazılı anıt dikilirse daha sonraki nesillere de hem işbirliği yolları açılmış hem de bir vefa borcu yerine getirilmiş olur.

Değerli görüşlerinizi bizimle paylaştığınız için çok teşek-kür ederiz.

Page 20: 1453 Dergisi 17. Sayı
Page 21: 1453 Dergisi 17. Sayı
Page 22: 1453 Dergisi 17. Sayı

22

PİRİ REİS’İN HARİTALARI VE KİTAB-I BAHRİYE / Mahmut AK

PİRİ REİS’İN HARİTASI VE

KITAB-I BAHRIYEMahmut AK*

Page 23: 1453 Dergisi 17. Sayı

23

PİRİ REİS’İN HARİTALARI VE KİTAB-I BAHRİYE / Mahmut AK

* Prof. Dr.

Muhtemelen amcası Kemal Reis’in yanındayken merak saldığı haritalar ve haritacılık onu bu konu hakkında araş-tırma yapmaya itmiş, bunun sonucunda 1513 ve 1528’de iki harita çizmiş, ayrıca Akdeniz Portalanı olarak bilinen Kitab-ı Bahriye’yi üretmiştir. Aslında Piri Reis’in hayatın-daki önemli dönüm noktalarından birisi de Veziriazam İbrahim Paşa’nın Mısır’a gidişinde ona kılavuz olarak tayin edilmesidir. Bu sefer esnasında Piri Reis tehlikeye düştük-leri her durumda müsvedde halde olan kitabına bakmış ve notlarına göre yol almıştır. Bu durum Veziriazam İbra-him Paşa’nın dikkatini çekmiştir. İbrahim Paşa Piri Reis’in çalışmasını incelemiş ve onun bu notları temize çekerek kitap haline getirmesini istemiştir. Veziriazam İbrahim Paşa’nın gördüğü bu kitap, Kitab-ı Bahriye’nin müsved-de halidir ve 132 bölümden oluşmaktadır. Daha sonra temize çektiği “Hz. Peygamber’in hicretinden -932(1525-26) yılına kadar yukarıda sözü edilen yerlerin planları ve hakkındaki bilgileri Gelibolu’da bir araya getirdim” dediği ve Kanuni Sultan Süleyman’a sunduğu Kitab-ı Bahriye’nin ikinci versiyonu ise 210 bölümden oluşmaktadır.

Piri Reis eserin giriş kısmında Kemal Reis’in yeğeni oldu-ğunu ve gücünün yettiği ölçüde denizcilik ilmi ile alakalı bir kitap yazdığını söylemiştir. Kemal Reis ve diğer gazi korsanlardan duydukları ile kendi gözlemlerinden yola çıkarak bu eseri kaleme aldığını ifade etmiştir. Kitabın önsözünde İslami yazın geleneğine uygun olarak Allah’a ve Peygambere hamd ile başlar ve kitabı yazma gayesini açıkladıktan sonra eserini Sultan Süleyman’a ithaf eder. Bu kitabı yazma sebebini ise daha önce hiç kimsenin bu ilimde böyle faydalı bir eser bırakmaması olarak göster-miştir. Kişisel dileği dost denizcilere Akdeniz’de zorlu ve tehlikeli seyr-ü seferlerde yardım sağlamaktır. Kitapta Sultaniye ve Kilidülbahir kalelerinden başlayarak Kuzey sahili boyunca Ege Denizi, Yunanistan, Adriyatik Kıyıları,

İtalya, Fransa, İspanya’nın Akdeniz kıyıları, Kuzey Afrika, Mısır, Kıbrıs Doğu Akdeniz kıyıları ve Akdeniz kıyılarında ve adalarında bayındır ve harabe yerleri, kayalıkları, el-verişli limanları, sığlıkları ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Piri Reis kitabın girişinde “İlk olarak Çanakkale Boğazı’nın iki yakasındaki Kilidü’l Bahr ve Sultaniyye kalelerinden baş-layarak durak durak menzil menzil bu denizi açıklayarak bu denizi dolaşıp yine sonunda bu kalelere gelip bitirdim, böylece ihtiyaç halinde tereddüt edilmeden istenilen yer bulunabilinsin.” cümlesiyle takip edilen rotayı göstermiş-tir. Ayrıca Kitab-ı Bahriye’de Kristof Kolomb’un haritasını, Akdeniz için daha önce çizilen Ceneviz haritalarını kullan-mıştır. Bir Akdeniz seyahatnamesi olarak nitelendirilen Kitab-ı Bahriye, o dönemde henüz fethedilmemiş adalar hakkında Osmanlı idarecilerine bilgiler sunmuş ve bir an-lamda Akdeniz için rehber kitap mahiyetinde olmuştur.

Piri Reis’i özel kılan diğer eserleri ise bugün kimileri tara-fından dünya haritasının parçaları olarak değerlendirilen 1513 ve 1528 tarihli iki haritasıdır. Bu haritaların dünya haritasının kopmuş parçaları olduğu iddiasının aksine dönemin kâşif denizcilerinin önderlik ettiği coğrafi ke-şifl er hakkında bilgi vermek maksadıyla yapılan haritalar olduğu ve aslında bunların “yeni dünya haritası” olarak adlandırılması gerektiği yönünde iddialar da vardır. 1513 tarihli harita, 1929 yılında Halil Edhem Bey’in Topkapı Sa-rayı müdürlüğü döneminde yapılan envanter çalışmaları esnasında Prof. Dr. Adolf Deissman ve Prof. Dr. Paul Kahle tarafından keşfedilmiştir.

1513 tarihli haritada Atlas Okyanusu’nun iki yakasını içi-ne alacak şekilde Batı Afrika kıyıları, Asor, Kanarya ve Yeşil Burun takımadaları, Atlas Okyanusu, Güney Amerika ile Orta Amerika’nın bilinen kısımları, Florida ve Antiller gös-terilmektedir. Bu haritanın dünya haritasının 2/3 ü olduğu

II. Bayezid’in daveti üzerine İstanbul’a gelerek Osmanlı hizmetine giren deniz gazisi/

korsanı Kemal Reis’in yeğeni olan Piri Reis, Gelibolu’da dünyaya gelmiştir. Amcası Kemal

Reisle birlikte birçok deniz harekatında yer almıştır. 1510 yılında amcasının gemisinin

Ege Denizi’nde fırtınaya yakalanarak batmasından sonra da Osmanlı İmparatorluğu’na

hizmete devam etmiş, son görevi Hind Denizi Kapudanlığı esnasında başarısız olduğu

gerekçesiyle siyaseten idam edilmiştir.(1553)

Page 24: 1453 Dergisi 17. Sayı

24

PİRİ REİS’İN HARİTALARI VE KİTAB-I BAHRİYE / Mahmut AK

Pîrî Reis’in Dünya Haritası’nın ¼’lük bölümü. “Pîrî Reis ibn el-Hacc Mehmed el-müştehir biraderzâde-i merhum Reis Gazi Kemâl an Gelibolu 935 (1528-29)” tarihli. Yukatan, Küba, Haiti, Florida ve Kuzey Amerika’nın doğu sahillerini gösteren tipik bir parşömen, portolan parçasıdır. Pîrî Reis in yaptığı dünya haritalarının ikincisidir. 1528 yılında Kanunî Sultan Süleyman’a takdim edilmiştir. (Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi H. 1824)

Page 25: 1453 Dergisi 17. Sayı

25

PİRİ REİS’İN HARİTALARI VE KİTAB-I BAHRİYE / Mahmut AK

görüşü, haritanın Doğu tarafında yarım kalan cümlelerin olması ve henüz tespit edilemeyen pusula güllerinin sa-yısının normalden az olmasından kaynaklanmaktadır. Böyle bir haritanın daha önce yapılmadığını ifade eden Piri Reis; İskender-i Zülkarneyn’den bu yana dünyada ya-şanılan yerlerin gösterildiği 20 tane harita ve yapamonda (mappa-mundi) kullandığını, ayrıca Arapların “cağferiyye” olarak adlandırdıkları 8 tane haritayı ve 4 adet Portekiz haritası ile Kolomb’un dünyanın Batı kısmını çizdiği hari-tayı kullandığını belirtmektedir. Soucek, bu noktada Piri Reis’in mappamundi ifadesini kullanmasının bir ikilem or-taya koyduğunu yazar. Çünkü ona göre bu kelime ile kas-tedilenin Arap haritacılarının kullandığı mı yoksa gerçek manada Batılı denizcilerin kullandığı mappamundi’nin mi olduğu belli değildir. Ayrıca Piri Reis’in Kolomb tarafından yapılan haritayı kullandığını söylediğini ama onun harita-yı yaptığı zamanda Kolomb’un Güney Amerika özellikle de Brezilya’yı bilmesinin mümkün olmadığını, bu yüz-den ifade ettiği dört Portekiz haritasının aslında Cantino (1502), Canerio (1505), Ruysch (1507-8) ve Waldseemül-ler (1507) tarafından yapılan Lusitano-Germen haritaları olabileceğini iddia etmektedir. Soucek, Piri Reis’in 1513

yılına ait haritasında çağdaşlarının varlığını bile bilmediği yerleri çizdiğini ve bugüne bir kısmı intikal eden 1528 ta-rihli diğer dünya haritasının da bunu tasdik ettiğini ifade etmiştir. Piri Reis, Kitab-ı Bahriye’nin iki versiyonunda da bu haritadan bahsetmiştir.

1528 yılında ceylan derisi üzerine 68x69 cm. ebadında çiz-diği ikinci haritanın Osmanlı tarzı çerçevelenmiş olduğu ve çerçevenin Kuzey-Batı yönünde olması hasebiyle yine dünya haritasının 1/6 parçası olduğu iddia edilmektedir. Bu fikre sevk eden bir diğer bulgu ise haritada Yengeç dönencesinin çizilmiş olmasıdır. Buna dayanarak haritada kopuk olan kısımda Oğlak dönencesi ve Ekvator’un da çi-zilmiş olduğu düşünülmektedir. Haritada Kuzey’de Grön-land adasının Güney uzantısı, Atlas Okyanusu’nun Kuzey’i ile Kuzey ve Orta Amerika gösterilmiştir. Grönland’dan Florida Yarımadası’na kadar Kuzey yönünde keşfedilme-yen yerler, haklarında bilgi olmadığı için beyaz renkte bırakılmıştır. İlkine göre daha itinalı olarak çizildiği anla-şılan bu haritanın birinciden farklı olması, Piri Reis’in keşif ve yenilikleri takip ettiğini göstermektedir.

Page 26: 1453 Dergisi 17. Sayı

26

İDRİS BOSTAN İLE PİRİ REİS VE OSMANLI DENİZCİLİĞİ ÜZERİNE

26

İDRİS BOSTAN İLE PİRİ REİS VE OSMANLI DENİZCİLİĞİ ÜZERİNE

Page 27: 1453 Dergisi 17. Sayı

27

İDRİS BOSTAN İLE PİRİ REİS VE OSMANLI DENİZCİLİĞİ ÜZERİNE

Page 28: 1453 Dergisi 17. Sayı

28

kitab-ı bahriye’de venedik şehri ve stato da mar / özgür oral

KİTAB-I BAHRİYE’DE

Özgür ORAL*

Page 29: 1453 Dergisi 17. Sayı

29

kitab-ı bahriye’de venedik şehri ve stato da mar / özgür oral

Piri Reis’in Kitâb-ı Bahriye’si yalnızca Osmanlı çalışmalarında değil, genel Akdeniz

çalışmalarında da temel bir başvuru eseri niteliği taşır. Bu kısa çalışmada Piri Reis’in,

Osmanlı Devleti’nin Akdeniz’deki kadim rakibi olan Venedik ve Venedik deniz devleti

(Stato da Mar) hakkındaki gözlemleri ele alınacaktır. Kitâb-ı Bahriye’nin Akdeniz bahsinde

ele alınan yerlerin birçoğunun tarihi, Venedik tarihi ile kesişmektedir. Özellikle eserin

kaleme alındığı zaman diliminde Akdeniz’de aralarında Kıbrıs ve Girit’in de yer aldığı

birçok ada ve liman şehirlerinde hâlâ Venedik kontrolü devam etmektedir. Venedik

kontrolündeki yerlerin önde gelenlerinin incelemesine geçmeden önce, Piri Reis’in

Venedik şehri ve devleti ile ilgili kaleme aldıklarına göz atmak gerekir.

Venedik Şehri

Piri Reis, öncelikle Venedik şehrinin oluşum sürecine değinir. Lagünlerin, balıkçılar oraya yerleşmeden önce boş oldu-ğundan bahisle, buraya gelen balıkçıların kurmuş oldukları dalyanlardan büyük kârlar elde etmeye başlamaları üzerine buraların yerleşime açıldığını ifade eder. Aslında lagünlerin yerleşime elverişli olmamaları, Venedik şehrinin kurucula-rının denizin dibine sağlam kazıklar çakmak suretiyle inşa faaliyetlerinde bulunmalarına neden olmuştur. Bu sayede zemin sağlamlaştırılmıştır; bu sağlam zemin üzerine inşa edilen yapılar sayesiyledir ki Venedik şehri oluşturulmuştur.

Piri Reis’in “İmdi buna bir iş gerekdür kim, tâ kıyamete dek anun sebebi ile iş bu şehir şeref bula” şeklinde formüle ettiği, şehir etrafında oluşturulan San Marco (Aziz Markus) kültü, ele alınan diğer bir husustur. Hıristiyanlığın en önemli azizlerinden ve on iki havariden biri olan San Marco, Hıristiyanlıkça kutsal kabul edilen dört İncilden birinin de yazarı-dır. Aynı zamanda, Hıristiyanlığın Afrika’ya yayılma sürecinde önemli bir rol oynamış, İskenderiye kilisesini kurarak ilk piskoposu olmuştur. İskenderiye’deki Venedikli tacirler tarafından 828 yılında kemikleri çalınarak Venedik’e götürül-müştür. Bu tarihi hadise Kitâb-ı Bahriye’de şu şekilde yer almıştır:

* Akademisyen

Page 30: 1453 Dergisi 17. Sayı

30

kitab-ı bahriye’de venedik şehri ve stato da mar / özgür oral“… mesela İsa Nebi aleyhisselamın on iki yari var idi. Bu cümleye Havariyyun kim derler. Kefere tayi-fesi eydür, mezkurun Havariyyun’un biri işbu San Marko’dur, deyüp mezkur Marko’yu İskenderiye’den uğurlayup hınzır etidir deyü sanduk içine koyup hi-sar kapusundan taşra çıkarup zikr olunan Venedik şehrine götürmüşler. Anda defn edüp, üzerine bir kilise bina eylemişler. Ol zamandan ta bu zamandan mezkur Marko ile şereflenürler. Marko’nun hazinesi, Marko’nun hisarı, Marko’nun gemileri deyüp sebeb-lenürler.…”

Öte yandan, Piri Reis, bu konuyu işlerken dönem Avrupa’sının Venediklilere bakışını da yansıtmıştır. “… sayir küffâr, mezkûr Venedik beylerine balıkçı-dur diye ta‘n ederler…” Aslında kendisini bir şekilde Roma ile ilişkilendirip onun ardılı olduğu iddiasın-da olan yapıların basit balıkçıların üretmiş oldukları zenginlik karşısındaki belki biraz da kıskançlık içeren böyle bir bakış açısına sahip olmaları anlaşılabilir. Lakin Venedikli “balıkçılar” aşağıda zikredilecek olan kolonizasyon faaliyetleri ve ticari organizasyon saye-sinde oldukça karmaşık bir yapıyı tesis etmeyi başar-mışlardır. Piri Reis, bunun hakkını verir ve güçlerinin “hasebden ve nesebden” değil “ticaret”ten geldiğin-den dem vurur.

Venedik’in yönetim biçimiyle ilgili belki biraz da alaycı sayılabilecek bir tarifte bulunur. Venedik’in yö-neticilerine “dozi” yani doç dendiğini ifade ettikten sonra, bunun on ikinin başındaki kişi olduğunu belir-tir. Doçun vefatında yeni doçun “zar atmak” suretiyle seçildiği iddiası her ne kadar gerçeği yansıtmasa da monarşinin oldukça güçlü bir politik sistem olduğu bir dönemde bu tarz bir bakış açısı anlaşılabilir.

Venedik şehri ile ilgili ele alınan bir diğer husus ise şehirdeki su kaynakları ile ilgilidir. Lagünler içerisin-de kurulmuş olan bir şehrin en büyük problemi içme suyudur. Bu husus, Piri Reis tarafından da belirtilmiş ve şehrin su ihtiyacının su gemileri tarafından çözül-düğü ifade edilmiştir. Buna göre, su gemileri ambar-larını su ile doldurup şehre yanaşmakta ve halk da su ihtiyacını bu şekilde temin etmektedir. Nitekim Ve-nedik haritasında da bu su gemilerini görmek müm-kündür.

Venedik körfezine girecek gerek yerli gerek yabancı gemilerin, lagünün fiziki yapısı dolayısıyla kendi baş-larına seyahat etmeleri mümkün görünmemektedir. Bu yüzden Venedik Cumhuriyeti lagüne girecek ge-milerin bir kılavuz gemi eşliğinde seyahat etmeleri kuralını koymuştur. İstria yarımadasında yer alan,

Page 31: 1453 Dergisi 17. Sayı

31

kitab-ı bahriye’de venedik şehri ve stato da mar / özgür oral

Page 32: 1453 Dergisi 17. Sayı

32

kitab-ı bahriye’de venedik şehri ve stato da mar / özgür oral

Venedik’e bağlı bir şehir olan Pranse’den (Porec) bir kıla-vuz almak zorundadırlar. Aksi durumda, başlarına bir şey gelirse, zararlarını tazmin hususunda Venedik Cumhuri-yeti herhangi bir sorumluluk almayacaktır. Piri Reis, “… Venedik şehrinin kurbünde olan kenarlar cümle sığlu yer-lerdir. Kenara gemi varmaz…” diyerek gemicileri özellik-le lagünün fiziki yapısı dolayısıyla uyarmaktadır. Gemiler San Marco kulesinin tam karşısında yer alan, daha sonra gümrük noktası olarak kullanılan punta della doganaya gelince bu sefer büyük kanaldan başka bir kılavuz gemisi gelip ticaret gemisini kanala sokmaktadır.

Venedik şehrine denizden gitmek istenirse Piri Reis, bu-nun dört farklı boğaz üzerinden yapılabileceğini söyler. Bu boğazlardan ilki Santa Lite boğazıdır, bugünkü Lido adasının ortasından geçen San Nicolo kanalına tekabül etmektedir. Her ne kadar Piri Reis San Nicolo boğazında burçların varlığından bahsetse ve eserin haritalı nüsha-larında bu burçları görmek mümkün olsa da, bugün bu burçlar ayakta değillerdir. Venedik etrafındaki kanallarda günümüzde de devam etmekte olan, çakılan kazıklarla deniz yolu yapma geleneği o zaman da mevcut görün-mektedir. Bu boğazdan karaka gibi büyük gemilerin geç-mesi sığlığı dolayısıyla mümkün değildir; daha ziyade gökeler tarafından kullanılmaktadır. İkinci boğaz, San Ni-colo boğazının lodos tarafında yer alan, Kitâb-ı Bahriye’de Porto de Maluk şeklinde ifade edilmiş olan Malamocco boğazıdır. Büyük gemilerin geçişine elverişli olmayan bu limanın, ancak küçük barçalar tarafından kullanılabileceği belirtilmiştir. Üçüncü boğaz, Malamocco boğazının lodos tarafında yer alan Porto Göze, ya da Chioggia boğazıdır. Bu boğazdan içeri girince Chioggia kalesi yer almaktadır. Son olarak ise, Ferrara Dukalığı ile Venedik Cumhuriyeti arasında sınır vazifesi de gören Piri Reis’in Kanal de Bu-rundula dediği, Brenta nehrinin oluşturduğu kanaldır. La-günle bağlantısı olmasına rağmen ancak küçük gemiler tarafından kullanılır.

Stato da Mar

Venedik devleti idari olarak iki kısım halinde örgütlenmiş-ti. Bunlardan ilki, Stato da Terra ya da Terraferma diye bi-linen Venedik’in anakarada kontrol ettiği yerler, diğeri ise Dalmaçya sahilleri, Ege denizi ve Akdeniz’de kolonileştir-diği liman ve şehirleri kapsayan Stato da Mardır. Bu idari yapı tarih içerisinde değişiklik göstermiş olsa da, İstria, Dalmaçya, Eğriboz, Mora, Ege adaları, Girit ve Kıbrıs’ı içi-ne almaktadır. Kitâb-ı Bahriye’de de bu bölgelere Venedik tarihi ile bağlantılı olarak değinilmektedir. Burada sadece

Kitâb-ı Bahriye’nin kaleme alındığı dönemde, Venedik ko-lonisi olan yerlere değinilecek ve Venedik Cumhuriyeti’nin Akdeniz yapılanmasında en önemli üsleri olan Korfu, Girit ve Kıbrıs konu edilecektir. Korfu, körfezin girişinde bulun-ması ve donanma üssü olması hasebiyle öne çıkmış; Girit, on üçüncü yüzyılın başında Venedik hakimiyetine girmiş ve bu tarihten 1669 yılında Kandiye Osmanlıların eline geçene kadar Kandiye Dukalığı (Ducato di Candia) olarak önemli bir rol üstlenmiştir; Kıbrıs ise 1494’ten 1571’e ka-dar olan süreçte Venedik’in Doğu Akdeniz’deki en önemli hammadde kaynağı ve ticari üssü olarak bir misyon üst-lenmiştir.

Korfu adası, Venedik’in idari yapılanmasında önemli bir rol oynamıştır. 1401 yılında Venedik kontrolüne geçmiş olan bu ada, bulunduğu coğrafi konum itibariyle, çok erken tarihlerden itibaren “Venedik’in kapısı” olarak anılmıştır. Akdeniz’den Adriyatik’e girerken, İtalyan yarımadası ve Balkan yarımadasının birbirine en fazla yaklaştıkları nok-tanın hemen Güney’inde yer aldığından, bir anlamda de-nizin girişi buradan kontrol edilmektedir.

Piri Reis Korfu adasının önemini anlatırken, amcası Ke-mal Reis’in sözlerine atıfta bulunur. Kemal Reis’e göre, Venedik’in iki gözü vardır. Sol gözü Moton, sağ gözü ise Korfu’dur. II. Bayezid devrinde her ne kadar Osmanlılar Moton’da hakimiyet tesis etmeyi başarmışsalar da, Kor-fu kuşatması başarısızlıkla neticelenmiştir. Buna değinen Piri Reis, bu başarısızlığın nedeni olarak donanmanın İstanbul’da çok zaman kaybetmesi sonucunda rüzgârların yön değiştirmesini görmektedir.

Korfu’nun dağlık olduğunu, lakin akarsularının bol oldu-ğunu belirten Piri Reis, adanın en önemli ticari metaının da “bî-bedel hub zeyt yağı” olduğunu yazar. Aynı zaman-da balığın da bol oluşu dolayısıyla dalyanlar da oldukça kıymetlidir. Piri Reis, Korfu’da bir dalyan fiyatının dört yüz bin akçe tutarında olduğunu yazar. Osmanlı hakimiyetine yakın bir bölge olduğu için ve Osmanlı tebaası Rumlar-la aynı millete mensup oldukları için, Korfu aynı zaman-da Osmanlı Devleti’ne haraç ödemek istemeyen gayri Müslimler için de bir kaçış yeri olmuştur. Rumeli kıyıları ile arasındaki mesafe bazı yerlerde bir buçuk mile kadar düştüğü için, Piri Reis gemileri yan yana koymak suretiyle köprü yapılabileceğini ve bu sayede adaya asker çıkarma-nın mümkün olabileceğini düşünmektedir. Adanın jeo-politik önemine olan vukufiyeti, belli ki adaya “alıcı gözle bakmasına” neden olmuştur.

Page 33: 1453 Dergisi 17. Sayı

33

kitab-ı bahriye’de venedik şehri ve stato da mar / özgür oral

Girit adası, Kitâb-ı Bahriye’de kendisine oldukça geniş yer bulmuştur. Yukarıda da ifade edildiği gibi, Venedik’e bağlı Ducato di Candia’ya ev sahipliği yapan bu adanın kuruluş efsanesi Piri Reis’e göre şu şekildedir: Ada boş bir halde bulunuyorken, Girit isimli bir şahıs bu adayı kendi-sine karargâh edinmiş, adada şehirler ve köyler oluştur-muştur. Bu yüzden adanın adı Girit diye anılır olmuştur. Girit’in bu ameliyesinde en büyük yardımcısı, Oryan isimli hikmet sahibi bir vezir olmuştur. Bir anlamda adada şehir planlamasını bu şahıs yapmıştır.

Piri Reis, adanın en önemli kalesinin Kandiye olduğunu belirtir. Adanın ortasında yer alan Kandiye buranın yö-netimsel merkezidir. Limanı ticari etkinliklere ev sahipliği yapmaktadır. Şehirdeki ikinci önemli merkez, Hanya lima-nıdır. Bu limana coğrafi koşulları dolayısıyla ancak küçük gemiler ve kadırgalar girebilmektedir. Bu iki önemli mer-kezin dışında ada etrafındaki irili ufaklı gemilerin yanaş-masına müsait limanlar tek tek ele alınarak, tarihi coğraf-yaya ilişkin oldukça kıymetli ayrıntılar verilmiştir.

Kıbrıs’ta Venedik idaresi 1489 yılı gibi geç sayılabilecek bir dönemde tesis edilmiş olsa da gerek bu idarenin tesisin-den önce, gerekse de adanın 1570 yılında Osmanlıların eline geçmesinden sonra adada Venedik varlığı tüccarlar vasıtasıyla devam ettirilmiştir. Kitâb-ı Bahriye’nin kaleme alındığı dönemde, ada stato da marın önemli bir unsuru-dur. Piri Reis de eserinde bu önemli ada hakkında ayrıntılı malumat sunmuştur.

Piri Reis’in öncelikle adanın etrafının Anadolu, Suriye ve Mısır gibi tamamı Müslüman olan unsurlar tarafından çevrilmiş olduğuna dikkat çeker. Ona göre ada “bu cüm-lenin ortasında tereddütte kalmıştır.” Ardından adanın fi-ziki özelliklerine değinir. Etrafı altı yüz mil kadar olan bu adada dağlar ve akarsular bolca yer almaktadır. Piri Reis ayrıca, adada yedi bin civarında köy olduğunu işitmiştir.

Lakin bir vakit bir donanma gemisi ile adaya gittiğinde Piri Reis, oranın önde gelen şahıslarına bu durumun ger-çek olup olmadığını sormuş, onlar da bunun eski zaman-lar için doğru olduğunu ancak artık bu sayının dört bin civarında olduğunu belirtmişlerdir.

Adanın ticari açıdan oldukça önemli olduğu yukarıda be-lirtilmişti. Piri Reis de adada çok farklı türlerde ve miktarda meyve, turunç ve limonun bulunduğunu belirtir. Öte yan-dan şeker üretimi yapılmaktadır. Adanın kıble tarafında bir de tuzlası bulunmaktadır. Bu tuzladan gemiler bolca tuz yüklemektedirler. Bunların yanında Kıbrıs adasındaki limanlar, tatlı su kaynakları ve tarihi coğrafyaya ait ayrıntı-lar külliyetli yer tutmaktadır.

Yukarıda ele alınan stato da marın bu üç önemli merke-zi dışında, Venedik Arnavutluk’unun (Albania Venetia) merkezi olan Kotor; İstria’nın başşehri olan Capo d’Istria, önemli İyon adaları Kefalonya, Zenta, Santa Mavra; on se-kizinci yüzyılla birlikte Akdeniz’in en önemli ticari liman-larından biri haline gelecek olan Trieste; Dalmaçya kıyıla-rındaki Zadar, Şibenik, Castel Nova ve Moggia gibi önemli kıyı şehirleri ve Venedik’e bağlı diğer onlarca liman ve ada Kitâb-ı Bahriye’de kendine yer bulmuştur.

On altıncı yüzyılın ilk yarısında kaleme alınmış olan bu eserde, henüz Venedik Cumhuriyeti’nin denizde güçlü olduğu bir dönemde, bu devletin Levant’taki ve körfez-deki yayılması oldukça iyi resmedilmiş görünmektedir. Limanların büyüklükleri, ne tür gemilerin girişine müsa-it oldukları, büyümeye elverişli olup olmadıkları, tatlı su kaynaklarının nerelerde bulunduğu, rüzgârların niteliği gibi denizcilerin mutlak surette bilmeleri gereken bilgi-ler ayrıntılı bir biçimde anlatılmıştır. Tamamını kendi ba-şına tecrübe etmiş olması pek de mümkün olmayan Piri Reis’in, burada Akdeniz’in ortak bilgi birikimini kâğıda ge-çirdiğini söylemek mümkündür.

Page 34: 1453 Dergisi 17. Sayı

34

PİRİ REİS’İN ANLATISINA GÖRE EGE ADALARI / Emel SOYER KOLÇAK

PİRİ REİS’İN ANLATISINA GÖRE

EGE ADALARIEmel Soyer KOLÇAK*

Page 35: 1453 Dergisi 17. Sayı

35

PİRİ REİS’İN ANLATISINA GÖRE EGE ADALARI / Emel SOYER KOLÇAK

birlikte içerisinde irili ufaklı pek çok adanın bulunmasından dolayı, bazen bu bölge için “Adalar Denizi” tabiri de kul-lanılmıştır. Arapçada “ada” anlamına gelen “cezire”nin ço-ğulu olan cezair kelimesinin bileşiminden oluşan “Cezâyir-i Bahr-ı Sefîd” ise yine belgelerde sıkça rastlanan bir tamla-madır.

Osmanlı döneminde Akdeniz tanımlaması kullanılmakla beraber daha çok, Arapça deniz anlamına gelen bahr ve beyaz anlamına gelen sefid kelimelerinin birleşimi yani “Bahr-ı Sefîd” adı tercih edilmişti. Yine o dönemde Ege De-nizi ayrı bir coğrafi bölge değildi. Şimdiki Akdeniz ve Ege Denizi tümüyle Akdeniz olarak adlandırılmıştı. Bununla

Piri Reis, Ege adalarını sadece coğrafi konumlarını ve coğrafi özelliklerini

yazmakla yetinmez; adeta bir rehber gibi adanın tarihi, hikayesi, üzerinde

geçmişte yer almış ya da halen bulunan mimarı yapılar ve nüfusu hakkında

bilgiler verir. Eserini öylesine nizami kaleme almıştır ki kendinizi onun

gemisinde yolculuğa çıkmış hissedersiniz. Biz de bu yazımızda Piri Reis’in

gözünden 16. yüzyılda Ege adalarının durumunu aktarmaya çalışacağız.

Velî denilen bu evrâk-ı perişânSebeb ne oldu cem‘ olmağa ey cânDenizde düşmüş iken ızdırâbaNazar kılardım dâim kitabaKitabımda ne yazdım nicedir yolBu fennin gevherinden gösterem yol

* Akademisyen

Page 36: 1453 Dergisi 17. Sayı

36

PİRİ REİS’İN ANLATISINA GÖRE EGE ADALARI / Emel SOYER KOLÇAK

Cezayir-i Bahr-i Sefid, Karadeniz gibi, tüm kıyıları Osmanlı hakimiyetinde olan bir denizdi. Bunun yanında söz konusu denizde irili-ufaklı pek çok ada yani yaşam alanı bulunmaktaydı. İşte Piri Reis, denizcilere rehber niteliğinde hazırladığı Kitab-ı Bahriye adlı eserinde Cezayir-i Bahr-i Sefid’i bu özelliği ile bir bütün halinde kaleme almıştır. Piri Reis, haritalar ve denizciliğe dair bilgiler verdikten sonra belirli bir güzergâhı takip ederek, eserinde yer vereceği mahallerin anlatısına başlar. Anlatının ilk durağı olan ve Çanakkale boğazında yer alan Sultaniye ve Kilidbahir kalelerini/Boğaz hisarlarını müte-akiben izahını yaptığı Ege adalarının belli başlıları sırasıyla şu şekildedir:

Bozcaada, İmroz/Gökçeada, Semadirek, Limni, Taşoz, Midilli, Koyun adaları, Sakız, İpsara, Sisam, İstanköy, Patnos, Sömbe-ki, Rodos, Nakşe, Bare, Andre, Kerpe, Santorin ve Değirmenlik. (Resim 1)

Piri Reis, söz konusu adaların sadece coğrafi konumlarını ve coğrafi özelliklerini yazmakla yetinmez; adeta bir rehber gibi adanın tarihi, hikayesi, üzerinde geçmişte yer almış ya da halen bulunan mimarı yapılar ve nüfusu hakkında bilgiler verir. Eserini öylesine nizami kaleme almıştır ki kendinizi onun gemisinde yolculuğa çıkmış hissedersiniz. Biz de bu yazımızda Piri Reis’in gözünden 16. yüzyılda Ege adalarının durumunu aktarmaya çalışacağız.

Adaları belirli bir güzergahı takip ederek anlatan Piri Reis, belli bir noktasından betimlemeye başladığı bir adanın etra-fında tam daire çizerek; gemi demirlenebilecek koylarına, dikkat edilmesi gereken tehlikeli sığlıklarına, yerleşim yerlerine ve su kaynaklarına işaret eder. Üstelik bu işaretlemeyi anlatıyla sınırlamaz, eşsiz güzellikteki çizimleriyle de zenginleştirir. (Resim 2)

Resim 1 - Piri Reis’in Ege Denizindeki güzergahı Resim 2 – Sakız adası

Page 37: 1453 Dergisi 17. Sayı

37

PİRİ REİS’İN ANLATISINA GÖRE EGE ADALARI / Emel SOYER KOLÇAK

2 numaralı resimde görüldüğü üzere Sakız adasının Kuzey tarafı büyük gemilerin demirlenmesine uygundur. Yine Güney’de yer alan Kondiye ve Mondros körfezleri de gemi yatağıdır. Piri Reis Mondros körfezinin 100 parça gemi ala-cak büyüklükte olduğunu ve adaya gelen gemilerin burayı tercih ettiklerini belirtmiştir. Öte yandan adanın sağ tara-fında yoğun noktalarla işaret ettiği bölgenin sığlık olduğu, dolayısıyla pek çok geminin bunu fark etmeyerek battığı açıklamasını yapar. Kırmızı renkle verdiği adanın etrafında yer alan kayalıklar ise yine dikkat edilmesi gereken yerler-dir. Bu örnekten anlayacağımız üzere Piri Reis kaleme aldığı bu eserle, gemisiyle yolculuk eden kaptanları o dönemin şartlarında mükemmel bir şekilde yönlendirmektedir. Bu-rada aktardığımız tanımlamaları tüm adalar için yapan Piri Reis, Sakız adasını anlatırken “…Sakız kalesinin önünden gidip yıldız tarafından karayel ve günbatısı ve lodos ve kıble ve gündoğusu ve poyraz tarafından dolaşıp makâm-be-makâm her yerleri beyân edip geri mezkûr kaleye gel-dik…” diyerek anlatısını tanımlamaktadır.

Piri Reis, Ege adalarının uzaktan tanınmasını sağlayacak ka-rakteristik özelliklerini betimleyerek kaptanların rotalarını belirlemesine de yardımcı olmaktadır. Sakız, Kuzey’inde bu-lunan tepesi çadır biçimindeki, Sisam ise Batı tarafında ku-leyi andıran yüksek dağ sayesinde çok uzak mesafelerden görülebilen adalardır. Santorin, üstü düz, alçak bir dağ gibi görünür. Rodos adasını ise şu şekilde betimlemektedir: Kıb-le rüzgârının estiği sonbahar günlerinde İskenderiye’den gelirken, lodos tarafı yüksek, poyraz tarafı alçak tepeler halinde gözükür. Ancak yaz aylarında meltem rüzgârları estiğinden rotayı değiştirmek gerekmektedir. Yine adada Kavkine burnu üzerinde yer alan burç, adanın uzaktan fark edilmesini sağlayan nişanıdır. Gözcülerin bu burç üzerinde bulunduğu ayrıca belirtilmiştir. Etrafı kollayan gözcülerin bulunduğu bir diğer alan; İmroz karşısındaki Eceovası sa-hilinden Çanakkale Boğazına gelinceye kadar olan yerdir. Piri Reis’e göre, İmroz adasının imar edilme sebebi Eceo-va’daki bekçilere haber verilmesidir. Keza adadaki bekçiler denizde kaç gemi görürlerse gündüz duman ve gece ateş ile işaret verirlermiş. Eceova’daki bekçiler bu işareti alır al-maz Rumeli tarafına işaret verirler, böylece haber bir saatte İstanbul’a varırmış.

Kitab-ı Bahriye’de adalara yanaşacak gemilerin yatacakla-rı uygun yerler de ele alınmıştır. İstanbul’dan Sisam’a ge-len donanma gemilerinin ada üzerinde bulunan mer-mer sütunlar önünde demirlediği, keza burasının 300 gemiyi alacak büyüklükte olduğu belirtilmiştir. Eski zamanlarda Küçük Sicilya denilen Venedik’e bağlı Nakşe adası ise de-mirlemeye uygun olmadığından; burada zaman geçire-

cek gemilerin, limanları daha müsait olan 6 mil uzaklıktaki Bare’de yattığı verilen diğer bir bilgidir. Denizlerde seyir eden gemilerin kıyılara yanaşmalarının en büyük sebep-lerinden biri suya ihtiyaç duymaları olduğundan, Piri Reis Kitab-ı Bahriye’sinde su kaynaklarını bir bir anlatmıştır. Ör-neğin Taşoz, gemilerin su ihtiyacını giderebilecekleri bir adadır. Özellikle Kuzey tarafında suyu bol büyük bir pınar ve çay vardır. Yine Çınarlıdere ve Karasu’nun sulanma mev-kileri olduğu, Karasu’nun yakınında Kavala adındaki bent yakınında ayrıca Sultan Selim zamanında bir kale yaptırıldı-ğını yazmaktadır. Midilli’de Larisa isimli dağın yamacındaki kayalar su kaynağıdır ve yakınında ılıca vardır. Foça açıkla-rında yer alan Kösten adasının su kaynağı ise Ceneviz yapısı bir sarnıçtır. Piri Reis bu sarnıç için, İstanbul’daki Binbirdirek gibi mermer direkler üzerine kurulduğu benzetmesini yap-maktadır. İpsara adasında gemilerin demirleme yeri Güney tarafı olup, burada da su ihtiyacını giderecek sarnıçlar bu-lunduğuna işaret eder.

Piri Reis, adaların etimolojisi hakkında da bilgiler vermek-tedir. Örneğin Andre adasının adı eski krallarından Kalu Mako’nun (?) yerine geçen oğlu Andirye’den gelmektedir. Semadirek adasının orijinal adı Sante Mandiraki’dir. Ses benzerliği dışında doğrudan Türkler tarafından verilmiş isimleri de belirtir. Örneğin Nakşe adası yakınındaki Tenuse adasına Hacılar denmektedir. Bunun sebebi ise bu ada ci-varında Ceneviz korsanları tarafından bazı Müslüman hacı-ların katledilmiş olmasıdır. Yine adaların belirleyici özellik-leri, yeni adlandırmaya vesile olmuştur: İpsara adası, adını

Resim 3 – Limni adası

Page 38: 1453 Dergisi 17. Sayı

38

PİRİ REİS’İN ANLATISINA GÖRE EGE ADALARI / Emel SOYER KOLÇAK

eskiden üzerinde yaşayan balıkçılardan almıştır. Santorin adası, “santorin” denilen ve suya batmayan bir taş türünü bolca barındırır. Değirmenlik adasının ismi ise adada bolca bulunan değirmen taşından gelmektedir.

Adalarda bulunan hayvanlar eserde ele alınan diğer bir ko-nudur. Buna göre ıssız olan İpsara adasında pek çok eşek yaşamaktadır. Foça açıklarında yer alan Kösten adasında karaca ve geyik bulunur. Koyunluca adası taşlık olup tarım yapılamadığından, halkı keçi besleyerek geçinirler. Dağlık olmakla birlikte akarsuları bol olan Sisam adası ise bir av bölgesidir. Geyikler 50-60 başlık sürüler halinde gezerler. Anadolu ve İstanköy adası halkı, yılın iki ayını geyik-leri avlamak üzere burada geçirir. Avlanan ge-yiklerin etlerinden pastırma yaparak satarlar. Hayvanların yanında bitkisel ürünler de ada halkının ve civardan gelenlerin ge-çimlerini sağlamada önemlidir. Limni adasının (Resim 3) Güney’inde yer alan Bozbaba/Boz papas isimli ıssız adadaki tüm ağaçlar palamuttur. Buraya gelen gemiler palamut toplayarak satma-ya götürürler. Sisam adasında yer alan ağaçlar ise ayrı bir önem taşır. Piri Reis’in anlatısına göre bu ağaçlar o kadar uzun boyludurlar ki barçalara tek parça halinde direk olur. Rodos barça ve kadırgaları adanın Kuzey tarafında bulunan Ahırlı limanına demirlene-rek günlerce kalırlar. Burada direklik, serenlik, top kundağı ve buna benzer mühimmat için ağaç kesilerek gemilere yüklenip götürülür. İhtiyaç fazlası artan kereste ise civar semtlere satılır. Yine Sisam adasında kamış, Bare adasında mermer, Değirmenlik adasında halkın sabun yerine kullan-dığı bir nevi kil olan toprak çeşidi bolca bulunmaktadır. Sa-kız adası ise dağlık ve taşlık olmasına rağmen sakız ağaçları ile kaplıdır.

Piri Reis güzergâhı doğrultusunda adaların yakınında bulu-nan kıyılar hakkında da bilgiler vererek bazı hikâyeler anlat-maktadır. Bunu “…ammâ tertîb için Anadolu kenârlarında bazı limanları beyân edelim ba‘dehû cezâire girelim…” cümlesiyle izah eder. Örneğin Midilli karşısında Anadolu yakasında yer alan Emek Yemez Baba burnunun, ismini bir veliden aldığını ve bu veliye hürmeten o civardan ge-çen gemilerin denize peksimet attığını anlatır. Pek çok

manastırın bulunduğu Aynaroz’da yaşayan keşişlerle ilgili olarak, Türk korsanlarına Hıristiyan korsanların ve Hıristi-yan korsanlara da Türk gemilerinin nerede olduklarını söy-lemediklerini ve zarar görmekten çekindikleri için yiyecek verdiklerini nakletmektedir. Düşman gemilerinin İskiri ada-sına gelip bilgi ve kılavuz alarak 18-20 mil uzaktaki Rumeli sahillerini vurdukları ve Rumeli sahiline 5 mil mesafedeki İşkatos adasındaki kalede yatarak Türk gemilerine zarar verdikleri bir diğer rivayettir. Eğriboz hakkında ise eskiden Rumeli’ye bitişik olduğunu, ancak balık avlayabilmek ve kaleyi emniyete alabilmek için bir bölümünü kazarak bura-

yı karadan ayırdıklarını belirtmektedir. (Resim 4)

Tüm hayatını denizlerde geçiren Piri Reis, ese-rinde kendi başından geçen olaylara da

zaman zaman yer vermiştir. Aynaroz’da bulunan, ancak bir geminin sığabilece-ği küçük limanda bir kaza atlatmıştır. Buna göre söz konusu limancık poy-raza açık olduğundan oldukça teh-likelidir. Burada bir kayıkla yatarken poyrazın estiğini ve kayığın sağa sola

savrulmaya başladığını, sonrasında yakındaki manastırdan keşişlerin yar-

dımına koştuğunu anlatmaktadır. Yine Sömbeki adasına 1 mil uzaktaki iki adacık

civarında yıldız fırtınasına tutulduğunu be-lirten Piri Reis, bu fırtınadan ancak 35 adet olan

kadırga ve mavnaları birbirine bağlayarak kurtulduğunu dile getirmektedir.

Son olarak Piri Reis “… ada arası demekle ma‘rûf olan ve kefere tâifesi Arsu Paluga demekle meşhûr olan cezâiri tertîb üzere münasib olanı beyân eyledik. Ammâ bu ma-halde lâzım olan budur kim, Rumili kenârların ve Efrenç kenârların beyân ederiz. Tâ Sebte boğazına varınca. An-dan sonra Mağrib kenârların beyân edelim. Tâ kim dolaşıp İskenderiye’den ve Şam karasından Anadolu kenârınca tekrar Rodos adasına gelip andan Kerpe ve Girid adasını ve Anafiye ve Değirmenlik ve Mürted ve İskiri ve İşkatos ve Çamlıcalardan dolaşıp Boğaz hisarlarına gelelim. Tâ kim tertîb bozulmaya. Zira ibtida Boğaz hisarlarından oldu. Geri ol kalelerde tamam olsun…cümleleriyle eserini nasıl bir planda ele aldığını gözler önüne sermektedir.

Page 39: 1453 Dergisi 17. Sayı

39

PİRİ REİS’İN ANLATISINA GÖRE EGE ADALARI / Emel SOYER KOLÇAK

Resim 4 – Eğriboz adası

Page 40: 1453 Dergisi 17. Sayı

40

PİRİ REİS’İN ANLATISINA GÖRE EGE ADALARI / Emel SOYER KOLÇAK

Page 41: 1453 Dergisi 17. Sayı

41

PİRİ REİS’İN ANLATISINA GÖRE EGE ADALARI / Emel SOYER KOLÇAK

Page 42: 1453 Dergisi 17. Sayı

42

PİRİ REİS VE OSMANLIDA DENİZCİLİK LİTERATÜRÜ / Seyfullah ARSLAN

PİRİ REİS VE

Seyfullah ASLAN*

Page 43: 1453 Dergisi 17. Sayı

43

PİRİ REİS VE OSMANLIDA DENİZCİLİK LİTERATÜRÜ / Seyfullah ARSLAN

Piri Reis’in Kitâb-ı Bahriye adlı eseri Osmanlıların günümüz tarih ve kültür dünyasına değerli bir armağanı olarak dur-maktadır. Müellif ve haritacı olarak Piri Reis, günümüz araştırmacılarının üzerinde dikkatle durdukları bir isimdir. Ayrıca Osmanlı dünyasından zamanımıza haritalarıyla ışık tutmaktadır.

Osmanlı denizcilik literatürü nisbeten zengindir. Ancak çağdaş araştırmaların Osmanlı denizciliğini tüm yönleriyle ele aldığını söylemek oldukça zordur. Hâlâ Osmanlı denizciliği kapsamında ele alınması gereken oldukça fazla mesele/konu araştırmacıları beklemektedir. Bütün bunlara rağmen gerek yazmaların yayınları gerekse son yıllardaki araştır-malar Osmanlı denizciliğine çok önemli katkılar yapmıştır. Söz konusu literatürü bu açıdan ayrı ayrı değerlendirmeye gayret edelim:

Osmanlılar karada varlık gösterdikleri kadar denizlerde de varlık gösterdiler.

Donanmaları, kaptanları, denizcileriyle büyük seferlere yelken açtılar. Kemal

Reis, Burak Reis, Piri Reis, Barbaros Hayreddin Paşa, Turgut Reis, Kılıç Ali Paşa

gibi değerli denizciler ve paşalar Osmanlı tarihi içinden gelip geçti. Bu tarih

içinde gerek Osmanlıların kendi dönemlerinde yazdıkları ve bugün değerli

birer kaynak olan eserleri, gerekse günümüz araştırmacılarının döneme dair

araştırmaları Osmanlı deniz tarihi literatürünü oluşturmaktadır.

* Akademisyen

Page 44: 1453 Dergisi 17. Sayı

44

PİRİ REİS VE OSMANLIDA DENİZCİLİK LİTERATÜRÜ / Seyfullah ARSLAN

İdris Bostan, Beylikten İmparatorluğa Osmanlı Denizciliği, Kitap Yayınevi, İstanbul 2006, 384 s.

Prof. Dr. İdris Bostan’ın yıllardır sürdürdüğü çalışmaların neticesi ve çeşitli yerlerde yayımla-dığı makalelerin bir toplamı olan kitap, Osmanlı denizciliğine dair başlangıcından 19. yüzyıl sonlarına kadar birinci elden değerlendirmeler sunuyor. İlk bölümde Osmanlı denizciliğinin teşekkülü, kürekçi temini ve Akdeniz’deki varlığı değerlendirilirken; ikinci bölümde Piri Reis’in Kitâb-ı Bahriye’sinde bulunan Tersâne-i Âmire planları, kadırgadan kalyona geçiş süreci ve tersane inşasındaki değişimlere bağlı olarak yabancı uzmanların rolü üzerinde duruluyor. Son bölümde ise Osmanlı deniz ticareti mercek altına alınarak Osmanlı ticaret politikaları ve Av-rupa ile ilişkiler ele alınıyor. Ayrıca Osmanlı tâbileri Dubrovnik ve Garp Ocakları ile Avrupalı devletler arasındaki ticarî ve siyasî münasebetler değerlendiriliyor.

Pîrî Reis, Kitâb-ı Bahriye, Boyut Yayın Grubu, İstanbul 2013.

Osmanlıların en büyük haritacısı Piri Reis’in Akdeniz ve kıyılarına dair haritalı bir rehber ni-teliğindeki eserinin çeşitli yayınları yapılmıştı. Ancak en son yapılan yayın dikkate değer gö-rünmektedir. Boyut Yayın Grubu tarafından ve Kitâb-ı Bahriye’nin İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi’ndeki T.6605 numaralı nüshasına dayanılarak yapılan yayının, eseri gü-nümüz teknolojisiyle buluşturan çeşitli özellikleri de bulunuyor. Kitapta, Akdeniz kıyıları, ada-ları, rüzgârları, limanları ve fırtına mevsimleri gibi bir kaptanın rehberi olabilecek çok kıymetli bilgilerin yer almasının yanında, haritalar da oldukça değerli veriler sunmaktadır.

Kâtip Çelebi, Tuhfetü’l-Kibâr Fi Esfâri’l-Bihâr, yay. haz. İdris Bostan, Denizcilik Müsteşarlığı, İstanbul 2009, 464 s.

“Deniz Seferleri Hakkında Büyüklere Armağan” anlamına gelen eser Osmanlı deniz seferleri temelinde Osmanlı deniz tarihi ve denizcilik örgütlenmesi hakkında bilgi veren ilk eserdir. 17. yüzyıl müelliflerinden olan Kâtip Çelebi; eserinde ilk önce arzın şeklini anlatmakta, ardından Osmanlı coğrafyasından başlayarak adalar ve kıyılar hakkında bilgi vermektedir. Eserin iler-leyen bölümlerinde ise Osmanlıların deniz seferleri hakkında ayrıntılı bilgiler verilmektedir. Tarihi, safhaları, içinde yer alan önemli görevliler gibi bilgilerle birlikte tüm sefer ayrıntılı bir biçimde nakledilmektedir.

İdris Bostan, Osmanlılar ve Deniz, Küre Yayınları, İstanbul 2007, 241 s.

“Deniz politikaları, teşkilat, gemiler” alt başlığıyla yayımlanan eserde Prof. Dr. İdris Bostan, Osmanlı denizciliğinin teşekkülünden örgütlenme yapısındaki inceliklere, gemi teknolojisin-deki değişimlerden gemi tiplerine kadar Osmanlı denizciliğini kapsamlı bir şekilde ele alıyor. Aynı zamanda önemli deniz savaşaları ve kuşatmalarla Osmanlı donanmasının Akdeniz’de elde ettiği başarılar ve bunların etkisini değerlendiriyor. Dört bölüm ve eklerden oluşan kitap-ta görsel malzeme ile Osmanlı gemileri, tersanesi ve çeşitli gemi malzemeleri de okuyucuya tanıtılıyor.

Page 45: 1453 Dergisi 17. Sayı

45

PİRİ REİS VE OSMANLIDA DENİZCİLİK LİTERATÜRÜ / Seyfullah ARSLAN

Palmira Brummett, Osmanlı Denizgücü, çev. Nazlı Pişkin, Timaş Yayınları, İstanbul 2009, 301 s.

“Keşifler çağında Osmanlı denizgücü ve Doğu Akdeniz’de diplomasi” alt başlığı ile yayımlanan kitapta Osmanlı donanmasının gelişimi ve Akdeniz ticareti ekseninde Osmanlılar, Avrupa dün-yası, diplomatik ilişkiler gibi konular üzerine dikkat çekici tespitler yer alıyor. Aynı zamanda ya-zar, Osmanlı devletine karşı Safevilerin Venedik ve Portekiz ile işbirliği girişimleri bağlamında Kızıldeniz’e taşan mücadeleyi, Akdeniz hâkimiyetinin bir uzantısı olarak ele alıyor.

Andrew Hess, Unutulmuş Sınırlar, çev. Özgür Kolçak, Küre Yayınları, İstanbul 2010, 325 s.

“16. Yüzyıl Akdeniz’inde Osmanlı-İspanyol Mücadelesi” alt başlığı ile yayımlanan kitap, 1492 yılında Gırnata’nın düşüşü ve Osmanlıların Kuzey Afrika’daki varlığı ile ortaya çıkan iki ayrı di-nin sınır hattında çatışma ve yaşam kültürünü ele alıyor. Hess aynı zamanda iki imparatorlu-ğun, iki coğrafyanın, iki kültürün ve nihayetinde iki dinin çarpışmasına sahne olan sınırların, imparatorluklar, savaşçılar ve bölge halkları üzerindeki etkileri üzerinde durmaktadır. Öte yan-dan kitapta, iki imparatorluğun kaderi ve yeteneği hususunda çok değerli yorumlar yer alıyor.

Yusuf Alperen Aydın, Sultanın Kalyonları, Küre Yayınları, İstanbul 2011, 430 s.

Yusuf Alperen Aydın’ın doktora tezinin kitaplaştırılmasıyla literatürümüze kazandırılan bu de-ğerli eser “Osmanlı Donanmasının Yelkenli Savaş Gemileri (1701-1770) alt başlığı ile yayım-landı. Dört bölümden oluşan eserin ilk bölümünde 1701 Bahriye Kanunnâmesi ile Osmanlı donanmasındaki değişim ve dönüşüm ele alınıyor ve kadırgadan kalyona geçiş süreci bütün yönleriyle değerlendiriliyor. İkinci bölümde ise kalyonların teçhizi için büyük öneme haiz olan yelken bezi ve lenger imalâtı ele alınıyor. Üçüncü ve dördüncü bölümde ise kalyon inşa mal-zemelerinin ne şekilde temin edildiği; kalyon personelinin sayısı, iaşesi ile savaş malzeme ve mühimmatının neler olduğu ayrıntılı bir biçimde anlatılıyor.

Page 46: 1453 Dergisi 17. Sayı

46

PİRİ REİS VE OSMANLIDA DENİZCİLİK LİTERATÜRÜ / Seyfullah ARSLAN

Page 47: 1453 Dergisi 17. Sayı
Page 48: 1453 Dergisi 17. Sayı

48

İKİ İMPARATOR “BİR” DENİZ: I. SÜLEYMAN VE V. KARL’IN AKDENİZ’DE HAKİMİYET MÜCADELESİ / Yusuf A. AYDIN

İKİ İMPARATOR “BİR” DENİZ:

Yusuf A. AYDIN*

Page 49: 1453 Dergisi 17. Sayı

49

İKİ İMPARATOR “BİR” DENİZ: I. SÜLEYMAN VE V. KARL’IN AKDENİZ’DE HAKİMİYET MÜCADELESİ / Yusuf A. AYDIN

Fâtih Sultan Mehmed’in 1453’te Doğu Roma İmparatorlu-ğu’nun başkentini fethetmesiyle bir imparatorluk mirası devralın-mıştı. Bu yeni hedefe uygun olarak 16. yüzyıldaki fetihler ve takip edilen stratejilerle devlet bir imparatorluk haline geldi. Bu yüzyılda imparatorluk coğrafyasında bulunan denizlere yönelik ve büyük oranda başarıya ulaşan girişimlerle bir deniz im-paratorluğu hüviyeti de kazanıldı. Özellikle II. Bayezid (1481-1512) döneminde devlet güdümünde yönlendirilmesi gereken bir faaliyet konusu olarak denizciliğin önemi kavranmış ve buna uygun icraata girişilmişti. Tersanelerde yeni tipte gemiler inşa edilirken başta Kemal Reis (ö. 1510) olmak üzere Akdeniz’de faaliyetlerini sürdüren Türk korsanları desteklenmekte ve donanmada istihdam edilmekteydi. Bunlar devletin izni ve bilgisi dâhilinde denizlerde faaliyet gösteren ve usta birer denizci olan kimselerdi.

16. yüzyılın ilk çeyreği içinde Yavuz Sultan Selim’in (1512-1520) seferleri sonucunda ulaşılan yeni sınırlar ve zamanla buralar-da gelişen şartlar; Kızıldeniz, Basra Körfezi ve Hind Okyanusu sularını Osmanlı donanma gemilerinin operasyon sahası haline getirdi. Bu açıdan denizciliğin esaslı bir devlet siyaseti güdülerek ele alınması 1515’te Yavuz Sultan Selim’in tersaneyi büyük oranda genişletmesinden sonradır. Şüphesiz 16. yüzyılda Osmanlıların en etkin olduğu ve rakipleriyle sürekli ve yoğun bir mücadelenin yaşandığı yer ise Akdeniz oldu.

Piri Reis, Ege adalarını sadece coğrafi konumlarını ve coğrafi özelliklerini yazmakla yetinmez; adeta bir rehber gibi adanın tarihi, hikayesi, üzerinde geçmişte yer almış ya da halen bulunan mimarı yapılar ve nüfusu hakkında bilgiler verir. Eserini öylesine nizami kaleme almıştır ki kendinizi onun gemisinde yolculuğa çıkmış hissedersiniz. Biz de bu yazımızda Piri Reis’in gözünden 16. yüzyılda Ege adalarının durumunu aktarmaya çalışacağız.

* Akademisyen

Page 50: 1453 Dergisi 17. Sayı

50

İKİ İMPARATOR “BİR” DENİZ: I. SÜLEYMAN VE V. KARL’IN AKDENİZ’DE HAKİMİYET MÜCADELESİ / Yusuf A. AYDIN

Babasının vefatından sonra tahta oturan Sultan Süleyman (1520-1566), hemen fetihlere girişti. Balkanlarda hâkimiyetin yolunu açacak Belgrad, 1521’de fethe-dildi. Akdeniz’e yönelik hedeflerinin gerçekleştirilmesinde önemli olan Rodos, Fâtih Sultan Mehmed döneminde ele geçirilememişti. Müstahkem bir kaleyle korunan Rodos’taki farklı milletlere mensup şövalyeler sahip oldukları filo ile deniz güzergâhının emniyetini tehdit etmekteydiler. Osmanlı topraklarına kar-şı bir nevi ileri karakol görevi sürdüren Rodos 1522’de ele geçirildi. Adayı terk eden şövalyeler V. Karl tarafından Malta ve Trablus’a yerleştirildiler. Artık Mısır ile İstanbul arasındaki güzergâhın emniyet ve denetimiyle deniz ticaretinin can-lanarak artması sağlanmıştı. Diğer taraftan bu durum Osmanlıların V. Karl ile Ak-deniz’deki mücadelelerinin başlaması anlamına geliyordu.

Kan bağları dolayısıyla Avrupa’nın önde gelen hanedan ailelerinin üyesi olan V. Karl, daha 1516’da İspanya Kralı ilan edilmişti. 1519’da ise dedesi I. Maximilian’ın ölümüyle boşalan Kutsal Roma İmparatorluğu tacına talip oldu. Diğer aday Fransa kralı I. François’ydı. Karl, 1520’de imparator unvanına sahip oldu. Bu tarihten itibaren V. Karl ailevi miras yoluyla Avrupa ve Amerika’da birçok yeri

elinde tutuyordu. Habsburg hane-danına mensup Avusturya Arşidü-kü Ferdinand’la karada mücadele eden Osmanlılar onun ağabeyi ve Kutsal Roma İmparatoru olan V. Karl ile 16. yüzyılda Akdeniz hâkimiyeti için karşı karşıya geldi-ler.

Osmanlıların Belgrad’ı fethi sonra-sındaki yıllarda İtalya Savaşları’nın ikinci dönemi başlamış; bu se-beple V. Karl ile I. François karşı karşıya gelmişlerdi. Bu mücadele sırasında Madrid’de hapse atılan I. François’nın annesi oğlunun kur-tarılması için Sultan Süleyman’a başvurdu ve 1526 Mohaç seferine bu amaçla çıkıldı. Böylece Osman-lılar Avrupa siyaset sahnesine dâhil oldular. Daha sonraki yıllarda da özellikle askerî açıdan Fransa’ya da-ima yardım edildi. Fransa, Osmanlı donanmasını İspanyollar aleyhine bilhassa İtalya kıyılarına çekmeye çalışırken; Osmanlılar esas ilgilerini Kuzey Afrika sahillerine yönelttiler. Takip edilen bu siyaset Akdeniz ta-rihi açısından mühim gelişmelerin de başlangıcını oluşturdu.

Akdeniz’deki mücadelede Barba-ros Hayreddin’in Osmanlı hizme-tine girmesi çok önemlidir. Sultan Süleyman’ın Kutsal Roma İmpara-toru V. Karl ve Arşidük Ferdinand üzerine çıktığı 1532 “Alaman” sefe-ri sırasında Andrea Doria idaresin-deki imparatorluk donanmasının Osmanlı hâkimiyetindeki Mora’yı vurması üzerine Akdeniz’de Ce-zayir Sultanı olarak şöhret kaza-nan Barbaros Hayreddin, Osmanlı bahriyesinin başına geçmek üzere İstanbul’a davet edildi. Halep’te bulunan Veziriazam İbrahim Paşa’yla görüşmesinin ardından 1534 Şubatı’nda Cezayir-i Bahr-i Sefid Beylerbeyi payesiyle kaptanı-derya olarak tayin edilen Barbaros

İspanya Kralı V. Karl

Page 51: 1453 Dergisi 17. Sayı

51

İKİ İMPARATOR “BİR” DENİZ: I. SÜLEYMAN VE V. KARL’IN AKDENİZ’DE HAKİMİYET MÜCADELESİ / Yusuf A. AYDIN

Kanuni Sultan Süleyman

Page 52: 1453 Dergisi 17. Sayı

52

İKİ İMPARATOR “BİR” DENİZ: I. SÜLEYMAN VE V. KARL’IN AKDENİZ’DE HAKİMİYET MÜCADELESİ / Yusuf A. AYDIN

Page 53: 1453 Dergisi 17. Sayı

53

İKİ İMPARATOR “BİR” DENİZ: I. SÜLEYMAN VE V. KARL’IN AKDENİZ’DE HAKİMİYET MÜCADELESİ / Yusuf A. AYDIN

Page 54: 1453 Dergisi 17. Sayı

54

İKİ İMPARATOR “BİR” DENİZ: I. SÜLEYMAN VE V. KARL’IN AKDENİZ’DE HAKİMİYET MÜCADELESİ / Yusuf A. AYDIN

Hayreddin Paşa, İstanbul’a dönerek tersanedeki hazırlık-larla bizzat ilgilendi. Osmanlı donanmasını 35’i baştarda, 52’si kadırga, 6’sı kalyata ve 7’si kayık olmak üzere 100 gemi ve 24.400 personeliyle Akdeniz’e çıkardı. Donanma-nın hedefi Tunus’taki iktidar mücadelesinde İspanya’nın etkisini kırmaktı. Barbaros 1534 Ağustos’unda burayı ele geçirerek bir deniz üssü haline getirdi. Bu durum V. Karl’ı oldukça endişelendirdi, bizzat kendisinin de bulunduğu ve Andrea Doria’nın idare ettiği 300 gemilik donanmasıy-la gelerek Tunus Sultanı Mevlây Hasan’ın da yardımıyla 1535 Temmuz’unda Tunus’u ve Halkulvad kalesini aldı. Barbaros, karşı atak olarak İspanya idaresindeki Mayorka adasına saldırdı ve buradan aldığı esir ve ganimetle 1535 Kasım’ında İstanbul’a döndü. 1537’de Osmanlı donanma-sının da destek verdiği Korfu seferi Fransızların vaat ettik-leri desteği tam olarak yerine getirmemeleri ve bu esnada V. Karl’la anlaşmaya varmaları üzerine; netice alınmadan adadaki muhasaranın kaldırılmasıyla sonuçlandı.

İstanbul’dan Korfu’ya doğru denize açıldığında ve adadan dönüş yolunda Hayreddin Paşa, Ege adalarının bir kısmını Osmanlı hâkimiyetine almıştı. 1538’deki ikinci adalar sefe-rinde ise adaların fethi tamamlandı ve Barbaros idaresin-deki donanma Preveze’ye geldi. Barbaros’un buraya gel-me sebebi Akdeniz’deki Osmanlı ilerlemesini durdurmak için İspanya, Papalık, Portekiz, Venedik, Malta ve Ceneviz gemilerinden oluşturulan Andrea Doria komutasındaki büyük haçlı donanmasını karşılamaktı. Haçlı donanmasın-daki gemi sayısı Osmanlı donanmasının sayıca üç katından fazlaydı. Osmanlı donanması 28 Eylül 1538’de tarihinin en büyük zaferini elde etti. Barbaros’un ustaca manevralarına karşılık veremeyen Andrea Doria çekilmek zorunda kaldı. Bu zafer sonucunda bütün Akdeniz’de Osmanlı üstünlüğü başladı; fakat mücadele daha sonlanmamıştı.

Osmanlılar 1541’de Macaristan’a doğru sefere çıktığın-da V. Karl, bir donanmayla denizden harekete geçerek

Cezayir’e saldırdı. Daha önce Tunus’u alan V. Karl, Cezayir’i de ele geçirirse Akdeniz’de üs-tünlüğü kendi lehine çevirebilecekti. Ekim 1541’de büyük İspanyol armadasının taşı-dığı 70.000’e yakın asker Cezayir’i kuşattı. Fakat mevsim şartları İspanyolların aleyhine gelişti. Ekimin sonlarında donanma Cezayir önlerinde demirli iken şiddetli yağmur ge-milerdeki barutu kullanılamaz hale getirdi ve kuvvetli rüzgârın etkisiyle de gemiler demir tarayarak birer birer kıyıya vurmaya başladı. Kendilerini savunmaktan aciz hale gelen askerler kaleden çıkanlar tarafından etkisiz hale getirildi pek çoğu da esir alındı. V. Karl kendi canını zor kurtarıp İspanya’ya dönebildi. Fakat yüzden fazla gemi ve bin-lerce askerin yanı sıra 300 civarında İspanyol aristokratı kaybetmişti.

1542’de İngiltere ile anlaşan V. Karl, Fransa’yı kıskaca alınca zor durumda kalan I. François, Sultan Süleyman’dan tekrar yar-dım talebinde bulundu. Osmanlı ve Fran-sız donanmalarının müşterek bir harekâtta bulunması kararlaştırıldı. Sultan Süleyman Fransa Kralının da ordusuyla düşman üze-rine yürümesini bildirmiş, İspanya ile ilişki-lerine dikkat etmesini ve Papa’nın arabu-luculuk faaliyetleri sonucunda V. Karl ile barışa yanaşmamasını tembih etmişti. Zira Osmanlılar İspanya’nın anlaşma yapmak

Turgut Reis

Page 55: 1453 Dergisi 17. Sayı

55

İKİ İMPARATOR “BİR” DENİZ: I. SÜLEYMAN VE V. KARL’IN AKDENİZ’DE HAKİMİYET MÜCADELESİ / Yusuf A. AYDIN

Barbaros Hayreddin Paşa

Page 56: 1453 Dergisi 17. Sayı

56

İKİ İMPARATOR “BİR” DENİZ: I. SÜLEYMAN VE V. KARL’IN AKDENİZ’DE HAKİMİYET MÜCADELESİ / Yusuf A. AYDIN

Page 57: 1453 Dergisi 17. Sayı

57

İKİ İMPARATOR “BİR” DENİZ: I. SÜLEYMAN VE V. KARL’IN AKDENİZ’DE HAKİMİYET MÜCADELESİ / Yusuf A. AYDIN

Page 58: 1453 Dergisi 17. Sayı

58

İKİ İMPARATOR “BİR” DENİZ: I. SÜLEYMAN VE V. KARL’IN AKDENİZ’DE HAKİMİYET MÜCADELESİ / Yusuf A. AYDIN

ve ahidnâme almak için giriştiği teşebbüslere yüz ver-memişti. Barbaros Nisan 1543’te 110 kadırgalık donanma ile İstanbul’dan Marsilya’ya doğru denize açıldı. Osmanlı ordusu da 23 Nisan’da Edirne’den Macaristan üzerine se-fere çıktı. Hayreddin Paşa, 21 Temmuz’da Marsilya’da ka-raya çıktı. Burada Fransız donanmasıyla birleştikten sonra İspanya’ya tabi olan Nice şehri kuşatıldı. Fransızlar yeterli desteği sağlayamadığından kuşatma kesin bir başarıyla sonuçlanamadı. Sultan Süleyman’ın da uygun görmesiyle ertesi bahar harekete geçebilmek için Osmanlı donanması sekiz ay Toulon’da kışladı. Bu sürede şehrin idaresini yü-rüten Barbaros Katalonya kıyılarını vurmaları için Salih ve Hasan reisleri görevlendirdi. Böylece Osmanlı deniz tari-hinde ilk kez imparatorluk donanması kışı ana üssü olan İstanbul’daki Tersane-i Âmire’den başka bir yerde geçirdi. Nice Seferi aynı zamanda Barbaros Hayreddin Paşa’nın son büyük seferi oldu. Bu büyük kaptanıderya 1546 Tem-muz’unda vefat etti.

1545’in son aylarında İspanya ve Avusturya elçilerinin talepleri üzerine ateşkes sağlandı, 1547’de ise V. Karl ve Ferdinand’la yapılan ve beş yıl geçerliliği olan anlaşma Sultan Süleyman tarafından tasdik edildi. Bu esnada I. François 1547 Mart’ında ölünce yerine oğlu II. Henry geç-ti. İlk başlarda tereddüt ettiyse de o da babasının güttüğü siyaseti takip edip Osmanlılarla ittifak içine girmek zorun-da kaldı.

V. Karl tarafından Malta’ya yerleştirilen şövalyelere aynı zamanda 1510’da ele geçirilen Trablusgarb’ın idaresi de bırakılmıştı. Sultan Süleyman, buranın fethi için Tur-gut Reis’i görevlendirdi. 120 kadırgadan oluşan donan-ma Malta’yı topa tutup Gozo’yu yağmaladıktan sonra

Trablusgarb’ı kuşatarak 1551 Ağustos’unda şövalyeler-den teslim aldı. Burası Kuzey Afrika’da yeni bir Osmanlı beylerbeyiliği olarak teşkil edildi.

Akdeniz’de sular yine hareketlenmeye başlamış; Fransa Kralı II. Henry Korsika’nın işgali için Osmanlılardan yardım talebinde bulunmuştu. Böylece Fransız-Osmanlı işbirliği Akdeniz’de yeniden canlandı. 1553’te Fransa ile müşte-rek düzenlenen bir deniz harekâtında Korsika adasının merkezi Bastia zapt edilerek Fransa’ya kazandırılmış oldu. 1555’de Kaptanıderya Piyale Paşa Akdeniz’de tekrar Fran-sız donanması ile ortak harekâtta bulunmak üzere denize açıldı. Turgut Reis de donanmaya destek sağladı. Haziran ayında Mesine boğazındaki Riçe kalesi fethedildi. Elbe adası kuşatıldı fakat ele geçirilemedi. Piyale Paşa komuta-sındaki 45 kadırgadan oluşan donanma 1556’da Cezayir Beylerbeyi Salih Paşa’nın da yardımıyla İspanya idaresin-deki Oran’ı (Vahran) zapt etti. Ertesi yıl ise İspanyol işga-linde bulunan Tunus’un Benzert (Bizerte) şehri fethedildi.

Osmanlı donanması üstün bir şekilde Akdeniz’de faaliyet gösterirken V. Karl, 1556’da imparatorluk tacı ve İspan-ya tahtından feragat etti. İmparatorluk tacını giydiği ilk yıllardaki büyük Hıristiyan Avrupa ve cihanşümul dünya hâkimiyeti ideali için giriştiği siyasî, dinî ve askerî müca-delenin sonuçsuz kaldığını görmüş ve hastalığı dolayısıy-la da artık yorgun düşmüştü. İmparatorluk tacını kardeşi I. Ferdinand’a, İspanya tahtı ve zengin sömürgelerini ise oğlu II. Philippe’e bırakan V. Karl’ın şahsında Habsburg hanedanlığı en büyük sınırlarına ulaştı. Bu tarihten sonra hayli kırgın bir şekilde inzivaya çekilerek; 1558’deki vefatı-na kadar oğlunun mücadelesini izledi.

Kanuni Sultan Süleyman

Page 59: 1453 Dergisi 17. Sayı

59

İKİ İMPARATOR “BİR” DENİZ: I. SÜLEYMAN VE V. KARL’IN AKDENİZ’DE HAKİMİYET MÜCADELESİ / Yusuf A. AYDIN

Page 60: 1453 Dergisi 17. Sayı

60

KİTAB-I BAHRİYE’DE ÇİN DENİZİ / Miraç TOSUN

KİTAB-I BAHRİYE’DE

Miraç TOSUN*

Page 61: 1453 Dergisi 17. Sayı

61

KİTAB-I BAHRİYE’DE ÇİN DENİZİ / Miraç TOSUN

Piri Reis, ikinci telif eserii olan Kitâb-ı Bahriye’sini manzum olarak başlatmış ve bu bölümde 972 beyti 23 fasla ayırmıştır. Bu fasılların ilk ikisinde kitabın yazılış amacı ve amcası Kemal Reis’le çıktıkları seferlerden bahseder. Devamında da denizciler için bir rehber kitabı olması hasebiyle fırtına, yönler, pusula, harita ve harita işaretleri hakkında bilgi verir. On üçüncü fasıla gelindiğinde Piri Reis, Portekizli gemicilerden öğrendiklerinden yola çıkarak Çin Denizi ve civarındaki adalar ile yerel halktan haber verir. Piri Reis’in bu bilgileri elde ediş şekli ve kitabına aktarması önemli olduğu kadar onun bu türden bilgilere yer vermesi, bir reis olarak uzak denizlere karşı olan merakının da bir tezahürüdür. Bir diğer ifadeyle Piri Reis kendisi-ni, tavsif ettiği yedi denizi gemicilere açıklamak zorunda hissetmiştir denilebilir. Öncelikle Kitâb-ı Bahriye’de tarif ettiği yedi deniz şunlardır: Çin Denizi, Hind Denizi, Pers Denizi (Basra Körfezi), Bahr-i Zenc (Hind Okyanusu’nun batı tarafı-Habeşistan sahilleri), Bahr-i Magrib (At-las Okyanusu), Bahr-i Rûm (Akdeniz) ve Bahr-i Kulzum (Hazar Denizi). Piri Reis, bu suretle, bilgisine sahip olduğu denizlerin bir panoramasını sunmaktadır.

Söz konusu denizlerden altısı şiir şeklinde anlatılırken, Akdeniz’den bahsedilen kısımda düz yazı tercih edilmiştir. Piri Reis, bunu Akdeniz’in tarifinin uzun sürmesine ve zikredilen ayrıntılı bilginin çabuk verilmek istenmesine bağlamıştır. Piri Reis’in kitabında yer verdiği bilgilerin kaynağı olarak amcası Kemal Reis’le birlikte genç yaştan itibaren katıldığı birçok seferi de unutmamak gerekir. Diğer yandan öteki denizleri nazım yoluyla anlatmasının sebebi, konuların, böylece de-nizcilerin aklında daha kolay yer edeceği düşüncesi olabilir. Anlatımında haritanın öneminden bahsetmekle birlikte şu ifadeyi nazım şeklinde zikretmekten de geri durmaz. “Bu tafsîl hartı ilmiyle olmaz/Şurahdur hep bular pergara gelmez” (bu bilgiler harita ilmi ile olmaz, açıklanmalıdır, pergele gelmez).

Kitâb-ı Bahriye’de yer verilen yedi denizden ilki Çin Denizi’dir. Piri Reis bu kısımda, “Çin Denizi hakkında çok söz vardır” diye anlatısına başlar. Öyle ki bu bilgilerin birçoğu eski zamanlara ait kâğıt ve mermerde kalmıştır, artık kendisi yeni bir söz söyleyecektir: Çin Denizi, Doğu’nun en uzak ve en büyük denizidir. Hıtay adı verilen Çin karası, bu denizin Kuzey’inde kal-maktadır. Çin’in merkezi “Çin ü Maçin”, yerlisi ise “Çiçi Çan” adlarıyla anılır. Bunların elinde Çin balçığından putları vardır ve devamlı yanlarında taşırlar. Bu putları akıllarına geldikçe çıkarıp öper ve canımı sana ısmarladım ifadesini kullanırlar. Putla-rı üzerlerinden hiç çıkarmamalarının sebebi bedenlerinin onunla rahatta olduklarına inanmalarıdır. Selamlama şekilleri ise iki ellerinin dizleri üzerine bağlanıp sağa ve sola sallanması şeklindedir. Selamlaşma sırasında asla konuşmazlar. Bütün bu rivayetleri Piri Reis Portekizlilerden öğrendiği şekilde aktarmaktadır. Piri Reis’in Çin’le ilgili verdiği son bilgi Çin porseleni ve bunun yapım tekniğine aittir. Bu hususu Piri Reis bizzat kendi ilgisini çektiği için Portekizlilere sorduğunu ifade eder: “Portukal’dan hem sual ettim bunu/Yani Çini Çangın toprağını”.

Kitâb-ı Bahriye’de yer verilen yedi denizden ilki Çin Denizi’dir. Piri Reis bu

kısımda, “Çin Denizi hakkında çok söz vardır” diye anlatısına başlar. Öyle ki

bu bilgilerin birçoğu eski zamanlara ait kâğıt ve mermerde kalmıştır, artık

kendisi yeni bir söz söyleyecektir. Portekizli gemicilerden öğrendiklerinden

yola çıkarak Çin Denizi ve civarındaki adalar ile yerel halktan haber verir. Piri

Reis’in bu bilgileri elde ediş şekli ve kitabına aktarması önemli olduğu kadar

onun bu türden bilgilere yer vermesi, bir reis olarak uzak denizlere karşı

olan merakının da bir tezahürüdür.

* Akademisyen, İstanbul Üniversitesi

Page 62: 1453 Dergisi 17. Sayı

62

KİTAB-I BAHRİYE’DE ÇİN DENİZİ / Miraç TOSUN

Page 63: 1453 Dergisi 17. Sayı

63

KİTAB-I BAHRİYE’DE ÇİN DENİZİ / Miraç TOSUN1513’Te Pîrî Reis Tarafından Yapılarak 1517’De Sultan Birinci Selim’e Sunulan Dünya Haritası’nın Günümüze Ulaşan Parçası.

PİRÎ REİS 1513 (9 Mart-7 Nisan) 870 x 630 mm. “İşbu haritayı Kemal Reisin biraderzadesi ünvanile müştehir Piri ibn el- Hacc Mehmed 919 senesi muharreminde Gelibolu’da tahrir eylemiştir” On altıncı asırda, Osmanlı haritacılığı Piri Reis’in çalışmalarıyla en büyük eserlerini vermiştir. Pirî Reis’in, Kristof Kolomb’un Yenidünya (Amerika) seferleri sırasında hazırladığı haritadan yararlanılarak üretilmiş olan üç Avrupa kaynaklı harita ile Müslüman haritacıların eserlerinden istifade ederek ve aynı zamanda kendi tecrübelerine dayanarak 1513’te çizdiği haritanın bugün elimizde bulunan kısmı olup, büyük ölçekli dünya haritasının bir parçasıdır. Bu harita, güney-batı Avrupa, kuzey-batı Afrika, Güney Doğu ve Orta Amerika bölgeleri ve yeni dünya hakkında bilgiler ihtiva etmektedir. Bu, enlem ve boylam çizgileri olmayan ancak kıyıları ve adaları içine alan portulan tipi bir haritadır. TSMK, R. 1633 mük.

Page 64: 1453 Dergisi 17. Sayı

64

KİTAB-I BAHRİYE’DE ÇİN DENİZİ / Miraç TOSUN

Çin’i bu şekilde tarif eden Piri Reis, devamında bu deniz-deki adalarla ilgili malumat verir ve ilk kez nasıl bulunduk-ları hakkındaki bilgileri kendi zaviyesinden anlatır. Kitâb-ı Bahriye’ye göre, fırtınadan kaçan bir Portekiz gemisi de-nizde sürüklenir, gemidekiler nereye gittiklerini bilmeden yirmi dört gün boyunca yol alırlar. Piri Reis, anlatımını kuv-vetlendirmek için eski zaman hikâyesi zikretmediğini dile getirir ve “taze ahbârdur bu söz” kelamıyla anlatısını de-vam ettirir. Denizde sürüklenen Portekizliler, yirmi beşinci gün karşılarında bir kıyı görüp yanaşırlar ve oranın insan-larla dolu olduğunu müşahede ederler. Bu insanların hep-si çıplaktır ve ellerindeki yaylarla kamıştan yapılma, uçları elmasa benzeyen neşter keskinliğinde oklardan atarlar. Piri Reis’in bu anlatımı yeni yerlerin keşfiyle ilgili olarak zihin-lerde beliren imaja uymaktadır: “Allah’ın türlü türlü yarattı-ğı bu insanların bazılarının geyik gibi boynuzları, bazısının ortada gözü vardır; çoğunun ayakları bitişiktir, kimisinin boynu ile başı birleşiktir bazısının yüzü köpek gibidir. Son olarak bir başka adada ise filkulaklı insanlar bulunmakta-dır.” Masalımsı bu tanımlamaları Portekizli denizcilerden dinleyen Piri Reis, muhtemelen hayret uyandırıcı bu tarif-leri kitabına almıştır. O’nun Kitâb-ı Bahriye’sine aktardığı

uzak denizlere ait bilgilerin kaynağının Portekizli denizci-ler olduğunu hatırladığımızda verilen bu bilgilerin sıradan olduğu söylenebilir. Ancak özellikle bölgedeki insanların betimlendiği kısımların Çin kaynaklarıyla karşılaştırmasını yapan araştırmacılar, Kitâb-ı Bahriye’nin verdiği bilgilerle Çin kaynaklarının anlatımlarının birbirini tuttuğunu ifade etmişlerdir . Bu da Çin kaynaklı efsanelerin Çinlilerden Por-tekizlilere aktarıldığını göstermektedir.

Sonuç olarak bir kısmı efsanelerle örülü de olsa 16. yüzyılın başında daha evvel herhangi bir bilgi deneyimine Akde-nizli Müslüman denizciler tarafından sahip olunmayan Çin Denizi ve insanları hakkındaki, Piri Reis’in öğrendiği bilgile-ri portolan hüviyetin-deki kitabına alması; O’nun reis olarak uzak denizlere olan ilgisini açıkça göstermektedir. Portekiz-lilerin anlatımını aktararak dahi olsa denizcilikten de ötede kültürel öğelerle bezeli bilgiler vermesi ve kimi yerde sor-duğu sorular üzerine aldığı cevaplar, Kitâb-ı Bahriye’yi baş-ka açılardan da önemli kılar. O’nun “seyr-i deryâ ile kaim” hayatı, “ilme müştâk canı”, “bu fende karaladığı nice evrak”, çizdiği haritaları ve bıraktığı eseri, kendisini tanımada ve is-mini yaşatmada en büyük rehber vazifesi görecektir.

Page 65: 1453 Dergisi 17. Sayı
Page 66: 1453 Dergisi 17. Sayı

KASVETLİ DALGALARIN RESSAMI:

Pervane ALİZADE*

AYVAZOVSKI

Page 67: 1453 Dergisi 17. Sayı

Ayvazovski’nin hayatı boyunca neredeyse 6.000’e yakın eser tamamladığı

söylenir. O öncelikle bir deniz (marienist) ressamıdır. Yarattığı tablolar

hayat gibidir. Son derece muhteşem deniz dalgaları yapabilen, suyun farklı

durumlarını tasvir eden eşsiz bir sanatçıdır.

* Sanat Tarihçisi

Page 68: 1453 Dergisi 17. Sayı

68

KASVETLİ DALGALARIN RESSAMI: AYVAZOVSKİ / Pervane ALİZADE

YAŞAMI

Deniz ve sanat konu olunca ilk akla gelen ressam hiç kuş-kusuz İvan Konstantinoviç Ayvazovski’dir (1817-1900). İvan Ayvazovski’nin hayat hikayesi dünya sanat tarihinde emsalsizdir.

Ressam 1817 yılında küçük, gösterişsiz, hareketli bir Ka-radeniz Limanı olan;, bir dönem Osnmanlılar tarafından ‘’Küçük İstanbul’’ olarak da adlandırılan Feodosiya’da fa-kir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Feodosiya, tarihi ve coğrafi özellikleri ile Ayvazovski’nin sanatçı ki-şiliğinin gelişmesine önemli ölçüde etki etmişti ve onun için adeta bir ilham kaynağı olmuştu. Feodosiya’nın evleri kentin tam tepesindeydi. Ayvazovski, küçük yaşta tepe-deki evinden her gün limana gelen gemileri, denizcileri, günlük ekmek peşinde koşan balıkçıları, sarp kayalıkları, Karadeniz’in muhteşem dalgalarını hafızasına kaydede-rek büyüdü…

Ayvazovski, on altı yaşında St. Petersburg şehrindeki Çar-lık Güzel Sanatlar Akademisi’ne burslu olarak kabul edil-di ve okulu dereceyle bitirdi. Yirmi beş yaşında ise artık ünü dünyanın dört bir yanına yayılmıştı. Ressam, beş Avrupa Akademisi’ne üye seçildi ve Çarlık Sarayı’nın Rus Deniz Donanma Bakanlığında ressam olarak çalışmaya başladı. Böylece Ayvazovski, Doğu Akdeniz’de, Ege’de, Karadeniz’de ve pek çok yerde deniz resimleme imkanı buldu.

1836 yılında Ayvazovski ilk kez Baltık Denizinde savaş tat-bikatlarını izlediği sırada denizin coşkusu ile beraber ken-di üslubunun da temellerini atmış oldu. Bu dönemden başlayarak görevi dolayısıyla yaşamını çok sayıda deniz ve gemi resimleri yaparak geçirdi.

Ayvazovski olağanüstü tekniği ve tarzıyla dönemin en önemli sanatçılarından biri olarak dünyanın birçok yeri-

ne yolculuklar yapmaya başladı. İngiltere, Hollanda, İtalya, Rusya ve diğer Avrupa ülkelerinde gezilere katıldı. 1845 yı-lında ilk kez, Sultan Abdülmecid tarafından İstanbul’a geti-rilen Ayvazovski, Beylerbeyi Sarayında kabul edildi. Birçok Osmanlı büyüğünün ve V. Murad’ın portrelerini yaptı.

Birkaç yıl sonra ressam, Sultan Abdülaziz’in davetlisi ola-rak İstanbul’a bir daha geldi. Kendisi de resimle uğraşan

Page 69: 1453 Dergisi 17. Sayı

69

KASVETLİ DALGALARIN RESSAMI: AYVAZOVSKİ / Pervane ALİZADE

Abdülaziz, Ayvazovski’yi otuzdan fazla resim yapmakla görevlendirdi. Sultan bu iş için hazırlık niteliğinde taslak-lar yaptı. Ayvazovski’nin Osmanlı Sarayı için yaptığı re-simlerden bazıları Abdülaziz’in hazırladığı taslaklara göre yapılmıştır.

Ayvazovski 1845-1890 yılları arasında İstanbul’a top-lam yedi kez geldi. 1890’daki son gelişinde Sultan II.

Abdülhamid’in huzuruna kabul edilerek padişaha iki tablosunu hediye etti. İstanbul’a her gelişinde saray ile kurduğu ilişkiler Osmanlı Padişahları tarafından rağbet gördü. Bir müddet sonra Dolmabahçe Sarayı için yaptığı birkaç resim çok beğeni gördü ve Sultan Abdülmecid ta-rafından Nişan-ı Ali ile ödüllendirildi.

Page 70: 1453 Dergisi 17. Sayı

70

KASVETLİ DALGALARIN RESSAMI: AYVAZOVSKİ / Pervane ALİZADE

RESİM TARZI

Ayvazovski’nin tablolarında masmavi bir deniz hiç gö-remezsiniz, genellikle kasvet hakimdir. Ama özellikle İstanbul’da yaptığı eserler, görsel açıdan en sakin gö-rüntülerin resimlendiği çalışmalardır. Bu da ressamın İstanbul’da huzur ve rahatlığı bulduğunun göstergesidir.

Ressam İstanbul’u çok sevmiş ve yazılarının birinde şöyle demiştir: ‘’Galiba dünyada bu şehir kadar muhteşem bir yer yok, buradayken Napoli ve Venedik’i unutuyorsun.’’

Ayvazovski tabloları büyük ölçüde gökyüzü ve denizden oluşur. Boş alanları betimlerken uzaklık ve perspektif duy-gusunu tuvale başarıyla aktarır. Ayvazovski’nin resimle-rinde en çok fırtına ve denizlere yer verilmiştir… Gemileri

yutan çıldırmış dev dalgalar, kayalıklara binen alabora ol-muş kayıklar, kırılan direğin su üstünde kalan parçasına tutunan denizcilerin ressamıdır Ayvazovski…

Ayvazovski için coşkun denizde batmış, parçalanmış ge-miler ve dalgalarla mücadele veren denizcilerle birlikte gökyüzü de çok büyük önem taşır. Tablolarında çoğu za-man bir dolunay, fırtına sonrası denizcilere yol gösterir ya da denizin tüm çalkantısına rağmen yoğun bulutların arasından az da olsa görünür. Çoğu zaman da güneşin, bulutların arasından sarı huzmesi dev dalgaların üzerine düşer ve beyaz martıların insanın kurtuluş çabasına sessiz şahitliği kendini gösterir. Bazen dalgalardaki sarı rengin sıcaklığı sanki hava açacak ve bu köpürmüş deniz yavaş yavaş sakinleşecek izlenimini verir… Bazen de sabahın alacakaranlığında yelkenlerini suya indirmiş bir gemi, dal-gaları köpürmüş bir denizde kaderine doğru akıp gider…

Ressamın durgun deniz resimleri de çok çarpıcıdır. Eserle-rinde dolunayın dramatik etkilerini kullanarak denizin göz

kamaştırıcı parlaklığını ve suyun mavimsi griden mürek-kep siyahına kadar yoğunlaşmasını ustalıkla yansıtmıştır.

Ayvazovski’nin dalgalarının tasvirinde yansıtmayı ba-şardığı şeffaflık ve derinlik duygusu, onun en belirleyici özelliğidir. Aynı zamanda ince, şeffaf ve sınırsız bir şekilde renk tabakalarının kullanımıyla hemen hemen sulubo-ya benzeri bir etkiye ulaşır. Cam yeşili veya açık turku-azla verilen dalgalardaki ışık, eseri daha da derinleştirir.Ayvazovski’nin hayatı boyunca nerdeyse 6.000 e yakın eser tamamladığı söylenir. O öncelikle bir deniz (marie-nist) ressamıdır. Yarattığı tablolar hayat gibidir. Son dere-ce muhteşem deniz dalgaları yapabilen, suyun farklı du-rumlarını tasvir eden eşsiz bir sanatçıdır.Ayvazovski’nin tablolarının büyük bir kısmı St. Peterburg, Moskova ve devlet müzelerinde sergilenmektedir. Otuz kadar ese-ri Türkiye’de Dolmabahçe Sarayı, Deniz Müzesi, Askeri Müze ve Fener Rum Patrikhanesi’nin koleksiyonlarında bulunmaktadır.

Page 71: 1453 Dergisi 17. Sayı

71

KASVETLİ DALGALARIN RESSAMI: AYVAZOVSKİ / Pervane ALİZADE

Page 72: 1453 Dergisi 17. Sayı

İSTANBUL MUTFAĞININ DENİZ YEMEKLERİ / Sennur SEZER

72

İSTANBUL MUTFAĞININ

Sennur SEZER*

Page 73: 1453 Dergisi 17. Sayı

73

İSTANBUL MUTFAĞININ DENİZ YEMEKLERİ / Sennur SEZER

Türklerin yemek alışkanlıklarını yazan Avrupalı gezginler, onların balığı pek

yemediklerini saptamışlar. Bazen bunu ulusal alışkanlıklara bazen dini gerek-

çelere bağlamışlardır. Oysa tatlı su balıklarının adlarının çoğunlukla Türkçe

oluşunu (alabalık, akbalık, bıyıklıbalık, kızılkanat vb.) Türklerin bu tür balıkları

Orta Asya’dan beri tanıdıklarının kanıtı sayarlar.

* Yazar

Page 74: 1453 Dergisi 17. Sayı

İSTANBUL MUTFAĞININ DENİZ YEMEKLERİ / Sennur SEZER

74

Üstelik hangi balığın nasıl pişirileceği bilinmeli. Öyle lüferi tavaya sokan, pala-mutla tombiği ayıramayan, midyenin yasaklı mevsimini bilmeyen nasıl İstan-bullu sayılır? Sırada çiroz salatası yapabilmek, ona hangi yeşilliğin yakışacağını bilmek var. Lakerdanın mevsimi bilinmezse olmaz elbet. Hele “teke” diye anı-lan karidesin büyüğünün daha makbul olduğunu sanmak, böcekle ıstakozu ayıramamak özellikle hanımlar için affedilmez yanlışlardır. Taratorun yakışa-cağı balıkların bilinmesi de gerekir. Dilerse evde iki aşçıbaşı olsun, yönetecek olan evin hanımı görgülü olmalı.

Türklerin yemek alışkanlıklarını ya-zan Avrupalı gezginler, onların ba-lığı pek yemediklerini saptamışlar. Bazen bunu ulusal alışkanlıklara ba-zen dini gerekçelere bağlamışlardır. Oysa tatlı su balıklarının adlarının çoğunlukla Türkçe oluşunu (alaba-lık, akbalık, bıyıklıbalık, kızılkanat vb.) Türklerin bu tür balıkları Orta Asya’dan beri tanıdıklarının kanıtı sayarlar. Deniz balıklarının az tüke-tilmesi alışkanlıklara bağlanamaz. Ayrıca İslam’ın balıkla ilgili bir yasağı da yoktur. Tam tersine: “Taze et ye-meniz için denizi sizin hizmetinize veren Allah’tır” mealindeki ayet-i kerime (Nahl Suresi, 14) ile “Denizde avlanmak ve avladıklarınızı yemek size helâl kılındı ki; hem size hem de yolcu olanlarınıza faydalı olsun” mealindeki ayet (Mâide Sûresi, 96), denizlerin Allah’ın bağışı ilâhî nimet depoları olduğunu, onlardan insan-ların faydalanabileceğini açıkça ifa-

Page 75: 1453 Dergisi 17. Sayı

75

İSTANBUL MUTFAĞININ DENİZ YEMEKLERİ / Sennur SEZER

de etmektedir. Midye, istiridye ıstakoz, yengeç gibi deniz hayvanları Şâfiî, Mâlikî ve Hanbeli mezheplerine göre yenebilirken, Hanefî mezhebine göre balık görünüşünde olmayan deniz hayvanlarının etleri yenilemez. Aynı mez-heplere göre, bu hayvanların isimlerinin farkı, diri olup olmaması; yakalayanların Müslüman ya da gayrimüslim olması hükmü değiştirmez.

İstanbul Rumları ve Ermenileri oruç dönemlerinde (kanı akmadığı için) midye yemekleri yerlerdi. Musevilerin yiye-bileceği balıklardan biri gelincik balığı öteki de kayaba-lığıydı. İstanbul’un fethinden sonra Fatih’in sarayına alı-nan balık kayıtlara göre Terhos (Terkos olmalı) adını taşır. Saraya alınan ilk balığın tatlı su balığı olması belki saray halkının alışkanlıklarıyla açıklanabilir. Araştırmacı Yunus Emre Akkor ile Zennup Çakmakçı Osmanlı Deniz Mutfa-ğı adlı kitaplarında Terkos gölündeki en lezzetli balıkların tatlı su levreği, uzun levrek, turna balığı olduğunu, sara-ya alınanın bu balıklardan biri (ya da hepsi) olabileceğini açıklar. Saraya ve padişaha alınan yiyecek maddesi kayıt-larına göre daha sonra saraya istiridye, karides ve kurutul-muş balık girmiş. Bir sabah öğününde de soğan ve sarım-saklı balık yer alıyor.

II. Bayezid ve III. Murad döneminde balıkçılıkla ilgili yasal düzenlemelerin yapıldığı da biliniyor.

“Denizden Babam Başı Çıksa ...”

Balıksız edemeyenlere fıkra yoluyla da olsa takılınır. “Üç sûfi bir derya kenarında tefekküre dalmışlar. Biri bir ara başını kaldırıp sormuş: ‘Acaba?’ Bir süre hiç ses çıkmamış. Birden ikinci sufi azarlar gibi kati bir tavırla yanıtlamış: ‘Ebeda’. İkisi de gözlerini yüzüne dikip üçüncünün yanı-tını beklemişler. Ses etmeyince kopya verir gibi fısıldamış ilk sûfi: ‘Ya sen?’ O boynunu büküp fısıldamış: ‘Babam başı çıksa yerim.’ ”

Doğrusunu söylemek gerekirse bizim evde bu tanıma gi-ren tek insan annemdi. Çocukluğunda Karagöz balığının çatallı kılçığının gırtlağına takılıp aletle çıkartılması bile caydırmamıştı onu balık yemekten. Ailesi, bol balık yanın-da epey midye de tüketirmiş. O evde yalnızca midye ten-ceresi ayrıydı, sık sık kalaylanırdı. Teyzeme göre annean-nesinin kuralıydı bu. Anneme göre tencere ayrılığı midye “mekruh” olduğu içindi. (Sonradan midyenin bulunduğu suyun kirliliğini taşıdığını öğrenmem, onun piştiği tence-reyi ayırmanın akıllıca bir tedbir olduğunu kanıtladı.)

Annemin ana tarafı Beyrutluydu. Onun tarifine göre pişi-rilen (o tarifleri saptamak aklımıza bile gelmedi) “salma”

denilen bir midye yemeğini hatırlarım, bir de palamut bollaştığında kimyonlu, tarhunlu macun gibi bir baha-rat karışımıyla hazırlanıp fırına verilen bir balık yemeğini. Palamut, ızgaradan köfteye kadar birçok biçimde pişirile-bilir, ayrıca lakerda denilen tuzlaması yapılırdı. Çeşitli bi-çimlerde pişirilebilen bir başka İstanbul balığıysa uskum-ruydu. Tavası, papaz yahnisi, külbastısı/ızgarası, dolması, haşlama köftesi, taratorlusu ve yumurtasını döküp iyice sıskalaşınca da kurutulup çirozu hazırlanırdı.

Bir zamanlar İstanbul yöresinde yüz elli çeşit balık avlana-bildiği söylenir. İstanbul’daki bu balık bolluğu bir efsane gibi gelir insana. Oysa Bizans paralarında İstanbul kenti-nin simgesi olarak tonbalığı kabartması bulunurmuş. Prof. Mustafa Tayar’a göre, doğa bilimciliğinin öncüsü olan Ro-malı Plinius paralardaki bu sureti şöyle açıklar: “İlkbahar-da tonbalıkları büyük gruplar halinde Akdeniz’den gelip Marmara Denizi ve İstanbul Boğazı yoluyla Karadeniz’e giderler. Boğazın Asya kıyılarındaki Khalkedon (Kadıköy) yakınlarında göz kamaştırıcı beyazlıkta yüksek kayalar bu-lunur. Bu kayaların parlaklığı tonbalığı sürülerini sersem-letir ve korkutur. Bu da Khalkedon’un Burnu ve Bizans Haliç’i içinde tonbalıklarının avlanmasını çok kolaylaştırır ve bol bol avlanırlar.”

İstanbul’un coğrafi konumu, balık bolluğunun nedenidir. Şehir, yazı Karadeniz, kışı Marmara Denizinde geçiren kılıç, ton, torik, palamut, uskumru, kolyoz, lüfer, istavrit, akya, dülgerbalığı, hamsi ve sardalye gibi göçmen balıkların göç yollarının üzerindedir. Boğaz, büyük gruplarla göçen balıkların avlanmasına uygundur. Ayrıca göç etmeyen yerli balıklar da (kırlangıç, iskorpit, hani, barbunya, tekir, karagöz, mezgit, gelincik, fener) İstanbul açıklarında, Ada-lar ve Bostancı civarında yoğun olarak bulunur(du).

Bu iki grup balık dışında havalar güzelleşince koylarda konaklayıp havalar soğuyunca denizlere dönen levrek, izmarit, mercan, eşkine, kayabalığı, gümüşbalığı benzeri balıklar da vardı.

Doğduğu Sakarya’da bile balıkçıları görmezden gelme-yen Sait Faik “Sivriada Sabahı”nda Marmara’yı ustalıkla yansıtır: “Etrafımızda balık, kuş, daha doğrusu deniz ve gök milleti birbirine giriyor. Güneş uzak kel tepelerin ar-kasından daha, tek sarı ışık salar salmaz, denizdeki kay-naşma bir ihtilal hali alıyor. Kıraçaları istavritler, istavritleri uskumrular, uskumruları kolyozlar, kolyozları palamutlar, palamutları sinaritler, sinaritleri yunuslar, yunusları orki-noslar kovalıyor. Daha doğrusu ben atıp tutuyorum. Ki-

Page 76: 1453 Dergisi 17. Sayı

İSTANBUL MUTFAĞININ DENİZ YEMEKLERİ / Sennur SEZER

76

min kimi kovaladığı, kimin kimi yuttuğu belli değil. Belki de bir parmak kadar çaça, yunus balığını; belki de bir is-tavrit, bir kılıçbalığını yutuyordu. Bir kaynaşma, bir kıya-met... Hiçbir şey belli değil. Bir şıkırtı, bir oyun, bir bayram, bir savaş alanı...”

“Etimi Yiyen Doymasın, Beni Tutan Onmasın...”

Çocukluğumdan kalma bir söylence çınlar kulağımda ba-lık denince, ilk tutulan balık demiş ki, “etimi yiyen doy-masın, beni tutan onmasın”. Balığın bu bedduası tutmuş derlerdi. Balık hep lezzetiyle anılmış, balıkçılık da kimseyi rahata erdirmezmiş. Ticareti ayrı.

İstanbul’un balık bolluğu yaşadığı yıllar için (adını bilenin kalmadığı ispendek, mırlan, , hani, istanfigilos, horosbina balıkları varken) balığın bol tutulması da bir sorundu. Ben sandık sandık denize geri dökülen balık haberleriyle bü-yüdüm. Özellikle hamsi. Satılmaz mıydı? Koruma, saklama olanağı mı yoktu, bilemiyorum.

İstanbul halkının balık kültürünü gösteren en önemli ki-taplardan biri 1335 (1915) yılında Duyun-u Umumiye Matbaası tarafından basılan Karakin Deveciyan’ın “Balık ve Balıkçılık” adlı kitabıdır. Aras Yayınları’nın 2006’da ye-niden bastığı kitap 576 sayfadır. O dönemdeki Osmanlı

Page 77: 1453 Dergisi 17. Sayı

77

İSTANBUL MUTFAĞININ DENİZ YEMEKLERİ / Sennur SEZER

Devleti sınırları içindeki deniz ve tatlı su balıkları yanında balıkçılık aletleriyle avlanma araçları, balık ve balıkçılık ile ilgili yasal düzenlemeleri kapsar.

Evliya Çelebi’ye göre XVII. yüzyılda İstanbul’da balıkçı-lık lonca biçiminde örgütlenmiş, dalyanlara vergi kon-muştu. Çelebi, balıkçıları “esnaf-ı dalyancıyan” (denizde, ağ ve kazıklarla oluşturulan ve dalyan denilen bölümde balık avlayan esnaf) ve “esnaf-ı ığrıbcıyan” (ığrıp denen balık ağıyla açık denizde avlanan esnaf) olarak ikiye ayı-rır. O dönemde ilk grup yedi yüz, ikinci grupsa üç bin balıkçıdan oluşurmuş. Ayrıca yalnız Haliç’te balık tutabi-len “esnaf-ı karityacıyan” vardı. Vergiden muaf olan bu esnaf Haliç kenarındaki evlerde oturur ve karitya denen dört köşe ağlarla evin özel bir bölümünden avlanırdı. Bu balıkçılara ek olarak ağ ile balık tutan bin balıkçı, ol-tayla balık tutan bin “esnaf-ı düzenciyan” vardı. Üç yüz kişi saçma adı verilen ağlarla balık avlardı. Çelebi, zıp-kınla balık avlayanlar, çömlek denen özel kaplarla liman ve Kâğıthane sazlıklarında kayabalığı yakalayanlar ve “esnaf-ı sepetçiyan” denilen özel sepetlerle ıstakoz avla-yanlardan da söz eder. İstiridye, midye, denizkestanesi, tarak çıkartan da sekiz yüz kişi varmış. İstanbul’da, balık satanlar üç bin kişi kadardı. Balık tutmaz yalnız satışını ya-parlardı. Sayıları iki bini bulan balıkçı dükkânları Balat’ta, Fenerkapısı’nda, Ayakapı’da, Cibali’de, Unkapanı’nda Ye-nikapı Balıkpazarı’nda, Kumkapı’da, Samatya Narlıkapı’da, Piripaşa’da Hasköy’de ve Kasımpaşa’da, Galata Topha-ne’deydi. Ayrıca, Beşiktaş’tan Boğaz’a kadar denizin iki tarafından Üsküdar’a kadar uzanırdı.

Balıkpazarı aşçıları esnafı: Beş yüz dükkanda dokuz yüz kişiydi. Hepsi Rum’du. Balıkları cinsine uygun pişirir ay-rıca Hıristiyan oruçlarında tirit, midye, soğan dolması vb. yemekler yaparlardı. Ağcılar esnafı ise yetmiş dükkan, üç yüz kişiydi.

Aynı yüzyılda Celveti dervişi Seyyit Hasan Efendi Sohbet-name adlı elyazması eserinde dönemde ikram edilen ye-mekler arasında uskumru dolması, tekir dolması yanında balık olarak gümüş balığı, kefal ve lüferi saymış, çorbalar arasında balık çorbası, kefal çorbasını unutmamıştır. Balık sonrası tatlılar arasındaysa gülbeşekerle helva yer almış.

1649’da Erdel elçisi onuruna verilen ziyafet kavurma-ı mahi (balık kavurması) ve balık çorbasıyla sonlandırılmış. Mantran, 1674’te parasal durumu iyi olanların evlerinde kefaller, lüferler, barbunyalar, kalkanlar yenildiğini yaz-

mış. Kızartma balıklar yanında Osmanlı mutfak sözlüğün-de “dondurma” diye anılan jöleli balıklardan da söz etmiş. Jan Gninski’nin Lehistan heyeti için Nisan 1678’de gerçek-leştirilen resmi yemekteki ana yemeklerden birinin tarçın-lı kalkan balığı olduğu da kayıtlarda yer alıyor.

Kalkan balığı adını ne zaman duysam irkilirim. Aklıma yeni evliyken balıkçıdan işittiğim azar gelir. Balığın, çor-ba, salata, tatlı ekleyip iyi bir övün olması kolayıma gel-mişti. Akşam yemeği için iş dönüşü balık almaya Eminö-nü balık pazarına uğradım. Balıkçının birindeki kalkanlar göz alıyordu. Kalkanın etten pahalı olmadığı zamanlardı. Almak istedim. Balıkçı, konuşmasından anladığıma göre Musevi’ydi, balığı kime aldığımı sordu. Eşimle kendim için der demez adam bir kızsın, bir öfkelensin..

“Sen daha bu yaşta kalkan alırsan nasıl para biriktire-ceksin,” diye başladı. İhtiyarlığı, çalışamayacağım günle-ri hatırlatarak bitirdi. Sonra akıl verdi, bana dişi kalkanın yumurtalı parçasını verecekti. Yumurtayı bu akşam tarif ettiği gibi kızartacaktım. O parçanın etlerini de buğulama yapıp, buzdolabında dinlendirecektim. Ertesi gün ayıkla-yıp koyacaktım sofraya.Istakoz gibi olacaktı. Söz dinledim. İyi de oldu, akıl danışacağım bir balıkçı edindim..

Bir zamanlar İstanbul’da balıklar için tarif soracağınız ba-lıkçılar vardı.

Saray ve Balık, Ramazan ve Balık

Osmanlı döneminde balıkhanenin yöneticisine “balık emini” denirdi. Balık emininin görevlerinden biri de sa-rayın balık ihtiyacını karşılamaktı. Balık satışı “iltizam” de-nilen üstlenme usulüyle vergilendirilirdi. Açık artırmayla satışa çıkarılan iltizamı alan kişi (mültezim) yıllık balık res-mini (vergisini) devlete peşin öder, yıl içinde balıkhaneye gelen balıklardan alınan vergileri kendi toplardı. Tutulan balığın miktarına göre kâr ederdi.

İlk resmi balıkhanenin, planını Mimar Alexandre Val-laury’nin çizdiği, Rali Hanı’nda açıldığı söylenir. Galata Köprüsü’nün Yemiş İskelesi yönünde bulunan Rali Hanı, Düyun-u Umumiye’ce alınıp değişikliklerle balıkhane yapılmıştı. Osmanlı devleti açısından en önemli ticari su ürünü balıktan çok yumurtasıydı. Karadeniz ve Hazar’dan gelen siyah havyardan Ege dalyanlarının kefal yumurta-larına kadar çeşitli balık yumurtalarının ticareti yapılırdı. Balıkhanede bazı uygulamalar gelenek haline gelmişti: palamut ve torik gibi balıklar çift olarak, daha büyük ba-

Page 78: 1453 Dergisi 17. Sayı

İSTANBUL MUTFAĞININ DENİZ YEMEKLERİ / Sennur SEZER

78

lıklar ve kalkan tek balık, diğer balıklar okka ya da kiloyla; ıstakoz, böcek, pavurya taneyle; istiridye, midye, tarak, karides de “çavalye” denilen sepetlerin aldığı miktar öl-çüsüyle satılırdı.

Balık mevsiminin açıldığında balıkhanede her yıl tören-le ilk yakalanan seçkin balıklar açık artırmaya çıkartılırdı. Töre gereği balıkhane nazırı açık artırmayı kazanır bu ba-lıkları saraya gönderirdi.

Sultan III. Ahmed’in şehzadelerinin sünneti için yapılan şenlikleri, Şair Vehbi’nin Surnamesi’ni resimleyerek, gü-nümüze görüntüleriyle taşıyan Levni, ziyafette balık su-nulan sofraları da çizmiştir.

Sultan II. Abdülhamid döneminde saraya kalkan, lüfer, kefal ve kaya balığı alındığı kayıtlardan anlaşılıyor. 1890 yılı Şubat ayında mutfak için yedi gün boyunca levrek, pisi

balığı, barbunya, mezgit, uskumru, kaya balığı, kırlangıç, kefal, mercan ve istiridye alınmıştı..

Balık meraklısı II. Abdülhamid’e balığı baş kilerci seçermiş. Padişahın sofrasına konacak balığın kılçıkları cımbız ile ayıklanıp sonra pişirilirmiş. Zat-ı şahanenin balıkların en lezzetli yeri olan yanağını (özellikle lüferin yanağını) sev-diği, bir tabak dolusu lüfer yanağı etinin onun için özel hazırlandığı da söylenir.

XV. yüzyılda Muhammet bin Mahmut Şirvani’nin yemek kitabında yer alan balık yemeklerinin genellikle kuru ba-lıktan yapılmış olması (sirkeli, tahinli, kişnişli, yoğurtlu “kuru balık kavurma”ları) oluşu dikkat çeker. Taze balıktan yapılan tek yemek tatlı su balığındandır: Tuzlu, taze yayın-balığı. Tarih balığı da kurutulmuş inci kefalidir. Bu belki de Şirvani’nin kaynaklarının Arap kitapları oluşuyla ilgilidir.

Page 79: 1453 Dergisi 17. Sayı

79

İSTANBUL MUTFAĞININ DENİZ YEMEKLERİ / Sennur SEZER

Osmanlı Deniz Mutfağı yazarlarına göre “müferreke”, “sıkbac” eski Arap yemekleridir. Müferreke başı, kuyruğu, kılçıkları ayıklanmış balığın yumurtayla karıştırılarak pişi-rilmesiyle yapılır.. Sıkbac ise soğan, pırasa, havuç, patlıcan gibi sebzeler, baharat, kuruyemiş, sirke katılmış bal ya da pekmezle pişirilen ana malzemesi et olan (burada balık) bir yemektir. Ama “Tarih balığı maklubesi”, maklube adlı tekke ya da kalabalık yemeğine benzetilerek açıklanabilir. Bir kapta et (burada kuru balık) kavrulur. Üstüne bir kat sebze yerleştirilir. Pişirilir. Sebze de pişince su, baharat vb. konup pirinç salınır. Pilav pişince çevresine ekmek, yeşil-lik, turşu öbekleri yerleştirilmiş bir sininin ortasına tencere ters çevrilerek boşaltılır. Osmanlı Deniz Mutfağı yazarları XV. yüzyıl mutfağında pişmiş balıketinin yumurta ve ba-haratla tavada kızartılmasına bu adın verildiğini yazarlar. Mariana Yerasimoz, Rumların çirozu dövüp yumurtaya bulayıp kızartarak nefis bir meze yaptıklarını da kaydeder. Mutfaklar birbirlerinden etkilenirler.

Mehmet Kamil’in yazdığı 1844 Melceü’t tabbahin’de (ba-sılı ilk Türkçe yemek kitabı) taze balık salatadan çorbaya yahniden dolmaya pilavdan kebaba ve külbastıya bütün pişirme biçimlerinde yer alır. Bu kitabı izleyen kitaplarda balık yanında midye, istiridye, karides tarifleri de vardır.

İstanbullu Müslüman, balık ve balık yemeği bolluğuna karşın ramazan öğünlerinde balık yemeği düşünmez. Bel-ki balığı bozulmadan saklamanın zorluğu belki de balıkla birlikte yenilmemesi gereken gıdaların kalabalığı yüzün-den. Prof. Dr. Ayten Altıntaş’ın yazdığı Osmanlı Hekimleri-nin Sağlık Kuralları adlı kitaba göre balıkla yenmeyecekler listesi şöyle: “Öncelikle balıkla süt, yoğurt, yaş peynir ve

yumurta bir arada yenmez. Bünyeyi bozar, vücutta ku-lunçlar (kol, bacak ve gövdede sebebi tam açıklanamayan ağrılar) meydana getirir, hatta cüzzama bile sebep olur derler. Tuzlanmış balıklar ile tuzlanmış etler beraber yen-mez. Balık ile kavun veya balık ile incir beraber veya birbi-rinin peşinden yenmez. Çünkü abraş, bahak, baras (lekeli cilt hastalıkları) denilen ciddi hastalıklara sebep olur. Balık üzerine ayva da yenmemelidir; şişkinlik yapar ve kulunç getirir.”

Havyarın bir iftarlık malzeme olduğu pek akla gelmez. Oysa yazılı kaynaklarda, özellikle anılarda konakların ve zengin evlerinin Ramazan hazırlıkları arasında ince kilere iftarlık havyar alındığından söz edilir: “Ramazandan evvel listesi yapılan bir de reçel ve şurup çeşidi vardı. Yazın, ev hanımlarının itina ile kaynattıkları reçellerle şurupların kıymet bilip bilmedikleri malum olmayan kimselere -har-ran gürra- yedirilip içirilmesine kıyılamadığından, yine en meşhur dükkândan alınmak şartıyla, bunlar hariçten te-darik olunurdu (...) Meraklıları, taze yaprak örtülü teneke kutuda satın aldıkları havyarı da hemen çömleğe nakle-derlerdi”.

Aynı biçimde 24 Temmuz 1912 Cumartesi günü Mabeyn-i Hümayûn’da vekillere verilen ziyafet için alınan malzeme arasında bir okka havyar bulunuyor, aynı nota göre iftar için de kâğıtta barbunya balığı hazırlanmış. Bugünlerde hekimler ramazan yemekleri arasında özellikle iftarda balık bulunmasının sağlıklı olacağını vurguluyorlar. Hiç olmazsa çorbasını için. Yemek üstüne Osmanlının “balık tutkalı” diye andığı jelatin ile yapılmış bir elmasiyeyi de unutmayın.

Page 80: 1453 Dergisi 17. Sayı

80

SİNEMADA TÜRK İMAJI / Celil CİVAN

SİNEMADA

Celil CİVAN*

Page 81: 1453 Dergisi 17. Sayı

81

SİNEMADA TÜRK İMAJI / Celil CİVAN

Korsanlardan bahseden bir filmde Türklerin olması şaşırtıcı değildir. Nitekim

Karayip Korsanları filminin “baş kötüsü” Hector Barbossa’nın ismi de bize tanı-

dık gelir. Hector Barbossa kızıl sakalıyla Barbaros Hayreddin Paşa’dan ilhamla

yaratılmıştır. Barbaros isminin kökeni hem kızıl sakaldan hem de Oruç Reis’in

“Oruç Baba” diye isimlendirilmesinden dolayı Baba-Orucca’dan gelmektedir.

Cem Yılmaz’ın 2010 tarihli filmi Yahşi Batı’nın başlangıcında, Aziz ve Lemi Beylerin aynı atlı arabada yolculuk ettikleri İngiliz yolcu “Siz deveye biniyorsunuz, değil mi?” sorusuyla Aziz Beyin damarına basar. Aziz Bey “İngilizin köylüsü” diye aşağıladığı yolcuya kızgın bir şekilde cevap verir: “We ride camels, camels everywhere, all the time camels.”

Türkiye’deki bazı üniversitelerde de hocalık yapmış olan Ian Almond The New Orientalists adlı kitabında günümüz entelektüellerinin pek sevdiği birçok ismin metninde örtük olarak bulunan oryantalizmi eleştirir. Borges’ten Deleuze’e, Derrida’dan Baudrillard’ya kadar Batılı yazar ve düşünürlerin metinlerinin ele alındığı kitapta özellikle Foucault’nun Tu-nus gezisine dair yazılanlar çarpıcıdır. Zira Foucault bizzat Tunus’a gidip orada yaşamış olmasına rağmen Tunus’a dair gözlemlerinde hâlâ Nerval’in Doğuya Seyahat’indekine benzer muhayyel tablolar kaleme alır. Bu anlamda Avrupalının oryantalist kurgusu “bizi görünce fikirleri değişir” gibi safça umutlarla ortadan kaldırılacak gibi değildir. Bunun böyle olmadığı son dönem Hollywood yapımlarındaki “Türk imajıyla” aşikardır. Takip: İstanbul ve son James Bond filmi Skyfall bizzat Hollywood ekiplerinin ülkemize gelerek çektikleri filmler olmasına, başka bir ifadeyle oyuncusundan set ekibine kadar herkesin Türkiye’de otellerde kalmalarına, “Batılı” mekânlarda vakit geçirmelerine rağmen filmlerde yansıyan Türkiye, İran-Arap ülkeleri ve Hindistan’dan ilhamla çekilmiş gibidir. “Arap Baharı”ndan sonra çekilen Diktatör isimli ko-medi filminde aynı yaklaşımı daha kaba biçimde görürüz. Ortadoğulu diktatör imajıyla dalga geçen film Batılıların söz konusu diktatörlerle ilişkisine hiç değinmediği gibi filmin müzikleri de Hind ezgileri üzerine kurulmuştur. Kısacası Batılı için Arap da, Hindli de, Türk de birdir ve Şarklıdır. Batılının bu yargısı ise bir cehaletten ziyade peşin hükme dayanır.

Fakir de Fas’a ilk gittiğimde, Hollywood sinemasında yer alan Fas imgesinden yola çıkarak “develer nerede?” diye şa-kayla karışık sormuş, Fas’ın da aynı dertten muzdarip olduğunu görmüştüm. Avrupalının gözde Fas şehri Marakeş’e gittiğimde ise karşıma çıkan develer, yılan oynatıcılar, dövmeciler ve müzisyenlere dair Faslıların yorumu yukarıda bah-settiğim Avrupalı bakış açısını özetler nitelikteydi: “Avrupalılar Marakeş’i böyle görmek istiyorlar!”

Barbaros, Barbar ve Barba

Karayip Korsanları serisinin 2006’da çekilen ikinci bölümü olan Karayip Korsanları: Ölü Adamın Sandığı’ndaki kısacık bir sahnede bir korsan gemisinde Kıbrıs lehçesiyle Türkçe konuşan “aptal tayfaları” görürüz. Korsanlardan bahseden bir filmde Türklerin olması şaşırtıcı değildir. Nitekim ilk filmin “baş kötüsü” Hector Barbossa’nın ismi de bize tanıdık gelir. Hector Barbossa kızıl sakalıyla Barbaros Hayreddin Paşa’dan ilhamla yaratılmıştır. Barbaros isminin kökeni hem kızıl sakaldan hem de Oruç Reis’in “Oruç Baba” diye isimlendirilmesinden dolayı Baba-Orucca’dan gelmektedir. Halil İnalcık, Barbaros 1543 yılında İtalya sahillerine vardığında Roma’da Papa’nın korku içinde François’dan yardım istediğini söy-ler. Paşa Marsilya’ya geldiğinde olanları ise İnalcık şöyle özetler:

* Sinema Eleştirmeni

Page 82: 1453 Dergisi 17. Sayı

82

SİNEMADA TÜRK İMAJI / Celil CİVAN

“Kapudân-ı Deryâ, Marsilya’da görkemli bir merasimle karşılandı. Onun şehre geleceğini duyan halk uzak yer-lerden koşup gelmiş, bu efsane korsanı yakından görmek için sabırsızlanıyordu. Şehir büyüklerinin verdiği ziyafette Babaorucca, taht gibi bir koltukta Fransızların merak dolu gözleri önünde azametle oturuyordu.”

Roma’nın korkusu ve halkın ilgisi Barbaros’un “korkutucu imajının” yaratılmasında önemli bir etki yaratmıştır. Kara-yip Korsanları’nın fantastik havası Batılının Türklere dair bakış açısının bilinçdışını okumak anlamında önemlidir.

“Kötücül ve yabani” Barbossa karakteri Barbaros Hayred-din Paşa’dan mülhemken Derin Tarih dergisinde yazan M. Hasan Bulut’tan filmin ana karakteri Jack Sparrow’un da Jack Birdy isimli İngiliz bir korsandan ilhamla çizildiğini öğreniyoruz. Bulut yazısında bir zamanlar Karayiplerde hapis yatan Jack’in daha sonra Müslüman olup Yusuf Reis adını aldığını ve Tunus’a yerleştiğini ekliyor. Filmde “tuhaf huylarıyla” dikkat çeken Jack’in tarihsel hikâyesine dair bir atıf yapılmıyor ama dikkatli baktığımızda Johnny Depp’in canlandırdığı karakterin ay-yıldızlı aksesuarlar kullandığı-nı görüyoruz.

Barbossa ve Barbaros isimlerinin barbar’ı çağrıştırıp çağ-rıştırmadığına dair bir fikir “komplo teorisi” olarak görü-lebilirse de çocukluğumuzda bolca seyrettiğimiz Temel Reis’in kaba, vahşi ve iri yarı baş düşmanı “Kaba Sakal”ın orijinal isminin “Barba” olması tesadüf müdür sorusunu; ihtiyatla da olsa sormak gerekir. Çizgi filmlerde oryanta-lizm var mıdır şeklinde gelebilecek bir itiraza ise Belçika sömürgesi Kongo’da veya “miskin” Arapların yaşadığı Fas’ta maceradan maceraya sürüklenen Tenten cevap versin!

Anlamıyorum… Anlamıyorum

Şarklının, özeldeyse Türk’ün izlerine sadece ana akım filmlerde rastlamayız. Fellini’nin Satyricon’undaki (1969) bir sahnede bir kadın aniden çıkıp Türkçe şiir okur. Mic-helangelo Antonioni’nin 1964 tarihli Kızıl Çöl filmindeyse Monica Vitti’nin canlandırdığı Giuliana karakteri filmin so-nunda bir limanda dolaşır. Limandaki gemilerden birine yaklaştığında gemiden inen tayfa kendisiyle Türkçe ko-nuşur. İçinde yaşadığı küçük burjuva hayatın sıkıntıların-dan kaçmak isteyen ancak yaşamı bir çölden ibaret olan Giuliana’nın İtalyanca dile getirdiği dertleri karşısında tay-fa İtalyanca bilmediği için kendisine yardımcı olamadığı gibi limandan hızlıca kaçan kadının arkasından “Anlamı-yorum… Anlamıyorum…” diye de söylenir. Giuliana’nın İtalyanca, tayfanın ise Türkçe konuşmaları filmin anlat-mak istediği iletişimsizliği vurgulayan çarpıcı bir sahnedir.

Hem Fellini’nin hem de Antonioni’nin bir yabancılaştırma efekti olarak Türkçeyi kullanmaları dikkat çekici olduğu kadar, söz konusu sahneler Türklerle Avrupalıların yüz-yıllardır süren diyaloğunu da ironik bir biçimde yansıtır. Zizek bir konuşmasında Avrupa’nın yaşadığı krizden kur-tulması için Öteki’ne kapıları açması gerektiğini söyler ve Öteki’den kastı Türklerdir. Türkiye’nin Batı’yla yüzyıllardır süren münasebeti sağırlar diyaloğu olarak ifade edile-mese bile Avrupa’nın krizi karşısında Batılaşmaya çalışan Türk’ün sözleri Kızıl Çöl’deki tayfayı hatırlatır: “Anlamıyo-rum… Anlamıyorum…”

Türkçe biliyor musunuz?

Lost dizisinin dördüncü sezonunun dokuzuncu bölümün-de, dizinin gizemli karakteri Benjamin Linus uyandığında kendisini bir çölün ortasında bulur. Üzerine doğru gelen Bedeviler ona silah doğrulttuğunda can korkusuyla olsa gerek birkaç dilde konuşurlar. Bu dillerden biri de Türk-çedir ve Linus kırık dökük bir aksanla “Türkçe biliyor mu-sunuz?” diye sorar. Burada “çölde yaşayan herkesi Türk” gören Batılının yüzyıllardır süren bir peşin hükme dayalı oryantalist yaklaşımını eleştirmek mümkün ama kolaya kaçmamak ve bu tür sahneleri görünce “Biz böyle değiliz” diye tepki göstermenin ardında yatan sebeplere bir bak-mak gerekir. “Biz böyle değiliz” ifadesinin altında yanlış bir Türk imajı çiziyorlar, gelip ülkemizi görsünler, tarihimi-zi öğrensinler diye bir tepki mi yatmakta yoksa bir tür self-

Page 83: 1453 Dergisi 17. Sayı

83

SİNEMADA TÜRK İMAJI / Celil CİVAN

orientalist bakış açısıyla kendi tarihimizi, coğrafyamızı mı görmezden gelmekte ve kendimize muhayyel bir Türk imajı mı çizmekteyiz?

“Türkiye hâlâ bir Ortadoğu ülkesi mi olacak?” diye tep-kiyle soran yazar-çizer takımının olduğu bir ülkede tarih ve coğrafya derslerine özellikle önem vermek gerekir. Anadolu coğrafyasına on birinci yüzyıldan beri Türkiye

denilirken on ikinci yüzyıldan beri de Avrupalı için Müs-lüman -biz kabul etmesek de- Türk’e eşittir. Nitekim Jorge Amado’nun “el Turco” lakaplı Müslüman Arap denizcile-rin Güney Amerika’daki hayatlarını anlattığı Amerika’nın Türkler Tarafından Keşfi kitabı da bu hakikati dile getir-mektedir. Kitabı açıp “yahu Türkler bunun neresinde?” so-rusunu soruyorsak kabahat biraz da bizde.

Page 84: 1453 Dergisi 17. Sayı

Miniatürk’te maketi bulunan baştardalar, 26-36 oturaklı, her küreğinde 5-7 kürekçi bulunan büyük tip kadırgalardı. Nakkaşlar tarafından boyanır, altın ve gümüş varaklarla süslenirlerdi. Tersanede inşa edilen baştardalar görkem-li törenlerle denize indirilir, Sarayburnu’nda kendilerini bekleyen padişahı selamlarlardı.

BAŞTARDA OTTOMAN GALLEON

Ottoman galleons were war ships that used to have 26-36 oars with 5-7 oarsmen for each and they were larger then the galleys. You can see the model of an Ottoman Galleon in Miniatürk. These ships were ornamented by the engravers with golden and silver leaves. Galleons that were built at the navy yard used to be launched with a magnificient cere-mony. They used to salute the Sultan at Sarayburnu.

Page 85: 1453 Dergisi 17. Sayı
Page 86: 1453 Dergisi 17. Sayı

86

ŞEHİR HATLARI A.Ş. GENEL MÜDÜRÜ SÜLEYMAN GENÇ İLE SÖYLEŞİ

1851 yılında kurulan şirket, İstanbul´un günlük yaşantısı içinde 162 yıl bo-yunca vazgeçilmez bir yere sahip oldu. Önceleri siyah boyalı, semaver ba-calı, zarif yandan çarklıları, sonraları daha büyükçe, geniş salonlu, uskur-lu vapurlarıyla Boğaz’ın iki yakasını birleştiren Şirket-i Hayriye, bugünkü Boğaziçi´nin gerçek mimarıdır.

Şehir Hatları A.Ş. Genel Müdürü

Page 87: 1453 Dergisi 17. Sayı

87

ŞEHİR HATLARI A.Ş. GENEL MÜDÜRÜ SÜLEYMAN GENÇ İLE SÖYLEŞİ

Page 88: 1453 Dergisi 17. Sayı

88

ŞEHİR HATLARI A.Ş. GENEL MÜDÜRÜ SÜLEYMAN GENÇ İLE SÖYLEŞİ

Page 89: 1453 Dergisi 17. Sayı

89

ŞEHİR HATLARI A.Ş. GENEL MÜDÜRÜ SÜLEYMAN GENÇ İLE SÖYLEŞİ

• Öncelikle değerli vaktinizi bize ayırdığınız için 1453 İstan-bul Kültür ve Sanat Dergisi ailesi olarak size çok teşekkür ederiz. Bize kurumunuzun Şirket-i Hayriye’ye uzanan tarih-çesinden kısaca söz eder misiniz?

Tanzimat dönemiyle birlikte Osmanlı ekonomisinde ya-şanan hareketlilik, İstanbul´un Boğaz’a doğru genişleme-sine sebep oldu. Boğaz’ın iki yakasının rağbet görmesini fırsat bilen biri İngiliz, öteki Rus iki şirket, kapitülasyon-ların kendilerine verdiği haklardan yararlanarak 1837´de bu sularda iki vapur çalıştırmaya başladılar. Bu vapurların çalışmasına engel olunamayacağı için, devrin deniz ula-şımından sorumlu olan Hazine-i Hassa Vapurları İdaresi, Hümapervaz adlı vapurla Boğaz’da yolcu taşımacılığına girişti. Hazine-i Hassa vapurlarının düzenli seferler yap-maya başlamasıyla, kayıklarla saatler süren yolculuk yarı yarıya kısaldı. Özellikle yaz aylarında mesirelere, ayazma-lara, çayırlara sefa yapmaya gitmek isteyen halk artık va-purları tercih etmeye başlamıştı. O zamanlar ortaya çıkan bu talep, Şirket-i Hayriye´nin kurulmasını sağladı.

1851 yılında kurulan şirket, İstanbul´un günlük yaşantısı içinde 162 yıl boyunca vazgeçilmez bir yere sahip oldu. Önceleri siyah boyalı, semaver bacalı, zarif yandan çark-lıları, sonraları daha büyükçe, geniş salonlu, uskurlu va-purlarıyla Boğaz’ın iki yakasını birleştiren Şirket-i Hayriye, bugünkü Boğaziçi´nin gerçek mimarıdır.

Şehir Hatları İdaresi 19. yüzyılın ortalarından bugüne yak-laşık 160 yıllık bir deneyimi temsil eder. Bu deneyimin 1940’ların ortalarına kadar üç ayrı işletmeden beslendi-ği söylenebilir. Bunu, 19. yüzyılın ortalarından 1940’ların ortasına gelinceye kadar İstanbul’da Boğaz, Marmara ve Haliç hatlarında birbirinden bağımsız işletmeler tarafın-dan vapurlarla yolcu taşımacılığının yapılmış olmasından hareketle ileri sürmek mümkündür.

Bu işletmelerin kısaca tarihsel seyirlerine bakılacak olursa; 1844’te Bahriye Nezareti’ne bağlı olarak Hazine-i Hassa Vapurları İdaresi’nin, İstanbul, İzmit, Gemlik ve Tekirdağ iskelelerinin yanı sıra İstanbul’da Sirkeci – Adalar, Sirkeci – Pendik, Sirkeci – Yeşilköy arasında vapur işletmeye baş-layarak Marmara hattının temellerinin atıldığı görülür.

Bu işletme 1862’de Fevaid-i Osmaniye İdaresi, 1871’de İdare-i Aziziye İdaresi, 1878’de İdare-i Mahsusa, 1910’da Osmanlı Seyr-i Sefain İdaresi’ne dönüştü. 1933’te anılan işletme çatısı altında Adalar, Anadolu Yakası iskeleleri ve Yalova hattında yani Marmara hattında faaliyet gösteren

AKAY İdaresi kuruldu. Bu idare ise 1937’de kurulan Devlet Denizyollları İşletme Umum Müdürlüğü çatısı altında yer alan Şehir Hatları İşletmesine dönüştü.

1858’den beri vapurların işlediği Haliç hattında kurulu bu-lunan Haliç Vapurları Şirketi’nin 1841’de ve Boğaz hattın-da vapur işletmek üzere 1851’de kurulmuş olana Şirket-i Hayriye’nin 1945’te kamulaştırılarak bütün haklarının Şe-hir Hatları’na devri ile İstanbul sularında vapur taşımacılı-ğı tek çatı altına toplanmış oldu. 1945’ten itibaren Boğaz, Marmara ve Haliç hatlarında vapur taşıma işini tek başına üstlenmiş bir hale gelen Şehir Hatları İşletmesi 1952’de kurulan Denizcilik Bankası yerine 1983’te kurulan Türkiye Denizcilik Kurumu ve 1948’te kurulan Türkiye Denizcilik İşletmeleri Genel Müdürlüğü’ne bağlı olarak faaliyetlerini sürdürdü.

2005 yılı Mart ayında Şehir Hatları´nın İBB’ye devri, Şehir Hatları´nda yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Tasarımını İstanbulluların halk oylaması ile seçtiği 5 yeni yolcu vapu-ru ve panoramik görüş açısına sahip 3 yeni Haliç vapuru inşa edildi ve hizmete alındı. Aynı dönemde, eski nesil yolcu vapurları ile tarihi önem ve değere sahip vapur is-kelelerinin renovasyonu gerçekleştirildi ve bazı iskeleler yeniden inşa edildi.

2010 yılı Eylül ayında da İstanbul Şehir Hatları Turizm ve Tic. San. AŞ. kurularak, Şehir Hatları vapurları ve iskeleleri yeni şirkete devredilmiştir.

• Günümüzde Şehir Hatları İşletmeciliğinin faaliyet alanları (taşımacılık, Haliç Tersanesi vb.) nelerdir?

İstanbul Şehir Hatları Turizm Sanayi ve Ticaret A.Ş. İstanbul’un deniz ulaşımına ve trafik sorununun çözümü-ne katkıda bulunmak amacıyla İstanbul Büyükşehir Bele-diye Başkanlığı tarafından 2010 yılında kurulmuştur.

Etrafı denizlerle çevrili İstanbul’da deniz yolu ile yapı-lan yolculuklar önemli bir ulaşım alternatifidir. Şehir Hatları’nın kuruluş amacı, İstanbul Boğazı ve Haliç’te de-niz ticareti ve işletmeciliği alanında her çeşit “yolcu taşı-ma işleri” ile gemiler ve iskeleler aracılığı ile yolcu trafiği-nin modern şartlarda gerçekleştirilmesini sağlamaktır.

Şehir Hatları, deniz taşımacılığının yanında taşımacılık ile ilgili tamamlayıcı hizmetleri de sunmak durumundadır. Kuruluş amacı doğrultusunda, Şehir Hatları A.Ş., deniz ulaşımını her yönden artıracak ve geliştirecek misyona sahiptir. Şehir Hatları A.Ş müşterilerinin talepleri doğrul-tusunda güvenli, rahat ve keyifli yolculuk imkânı da sağ-lamayı hedeflemektedir.

Page 90: 1453 Dergisi 17. Sayı

90

ŞEHİR HATLARI A.Ş. GENEL MÜDÜRÜ SÜLEYMAN GENÇ İLE SÖYLEŞİ

Boğaziçi, Haliç, Adalar, kıta geçişleri ve bunlarla beraber turistik seferler yapmaktayız. Yaklaşık günde 150 bin yolcumuza hizmet vermekteyiz. Ayrıca tüm filomuzun plak ve arıza, bakım, onarım ve havuzlama işlerini tarihi Haliç Tersanesi’nde yapmaktayız.

Genel Müdürlüğümüzün de içinde bulunduğu Haliç Tersane saha-sında ayrıca kamu ve kısmen özel sektöre de havuzlama ve bakım hizmetleri vermekteyiz. Tarihi mekânda kültür-sanat çalışmaları da yer yer yapılmaktadır.

• Son yıllarda Şehir Hatlarına ait iskeleler Mimar Vedat Tek’in yaptığı geleneksel mimari tarzına uygun bir biçimde yeniden inşa edildi. Yürütmekte olduğunuz bu ve benzeri projelerinizden söz eder misiniz?

Her bir iskelemizin kendine ait dönem karakteristiği ve mimari yapı-sı vardır. İstanbul Büyükşehir Belediyemiz ve şirketimiz bu yapıların en güzel şekilde bakım ve onarımını sağlamaya, ihya etmeye ve ko-rumaya çalışarak; canlı bir varlık gibi yaşatmaktadır.

Var olan iskelelerimizden bazıları tamamen yeniden yapılmaktadır; her biri anıt eser niteliğinde olduğundan proje, altyapı, inceleme ve uygulama süreçleri zaman almaktadır. Halen Balat, Fener, Bur-

Page 91: 1453 Dergisi 17. Sayı

91

ŞEHİR HATLARI A.Ş. GENEL MÜDÜRÜ SÜLEYMAN GENÇ İLE SÖYLEŞİ

Page 92: 1453 Dergisi 17. Sayı

92

ŞEHİR HATLARI A.Ş. GENEL MÜDÜRÜ SÜLEYMAN GENÇ İLE SÖYLEŞİ

gazada, Kadıköy-Beşiktaş, Üsküdar, Karaköy, Haydarpaşa, Büyükada, Kınalıada gibi iskelelerimizle alakalı çalışmalar ve kapsamlı onarım hazırlıkları devam etmektedir.

İstanbul için araba vapuru ve yolcu taşıma hatları oluştur-maya çalışıyoruz. Modern, terminal anlamlı toplama dağıtım notları olacak. Deniz ulaşımı için yatırımlar sürdürülmektedir.

• Son olarak, eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?

Şehir Hatları, İstanbul’a ve İstanbulluların yaşamına kattığı değerlerle kuşkusuz kendine özgü, ticari boyutundan çok daha ötede, duygusal yönü yüklü bir markadır. Vapurları ve iskeleleriyle İstanbul’la bütünleşmiş, yaratmış olduğu kül-türle İstanbul kültürünün ayrılmaz bir parçası haline gelmiş, İstanbul’u İstanbul yapan sembollerden biridir.

Bugünkü Şehir Hatları’nın başlangıcı 1851’e dayanıyor. İlk adı ise Şirket-i Hayriye. O yıldan bu yana vapurları, kentin ve kentlinin hayatına sokarak, çay-simit keyfine martıların eşlik ettiği o eşsiz Boğaz, Marmara ve Ada yolculukları tablosunun mimarı olmuş. Bu tablodan birçok şair ilham almış, bu yolcu-lukların uğruna birçok şarkı yazılmış.

Şimdiye kadar oluşturduğu kültür ile Şehir Hatları, İstanbul markasına değer katan bir marka. Ve artık kendi markasıyla, kendi logosuyla, yükselen hizmet kalitesiyle İstanbul’a değer katmaya, vapurlarıyla ve iskeleleriyle, İstanbul Şehir Hatları Turizm San. ve Tic. A.Ş. adıyla sunmaya devam ediyor.

162 yılı aşkın deneyim ve birikim, özünden hiçbir şey kaybet-meden, kendi iç yapısında modern çağın gereklerine yanıt verebilen bir organizasyon yapısı haline geldi. İstanbullu-nun ihtiyaçlarını en etkin biçimde karşılayabilen, teknoloji-den azami düzeyde faydalanan, yüksek kalite standartlarına dayalı bir hizmet anlayışı geliştirildi. İstanbul kültürünün ve kent hayatının ayrılmaz bir parçası olan Şehir Hatları, yeni or-ganizasyon yapısı, çağdaş ve yüksek hizmet anlayışıyla İstan-bul ruhunu devam ettiriyor.

Page 93: 1453 Dergisi 17. Sayı

93

ŞEHİR HATLARI A.Ş. GENEL MÜDÜRÜ SÜLEYMAN GENÇ İLE SÖYLEŞİ

Page 94: 1453 Dergisi 17. Sayı

94

İSTANBUL MEKÂN

Tersane-i Amire’nin temelleri Fatih Sultan Mehmed tarafın-

dan Haliç’in Kuzey kıyısında 1455 yılında atılmıştır.

Kasımpaşa Kapısı adlı mevkide I. Mahmud zamanında yapı-

mına başlanan tersanenin ilk havuzu, III. Selim zamanında

bitirilmiştir. Bu havuzda hiç harç kullanılmamış, duvarlar

taşların birbirine kenetlenmesi yoluyla örülmüştür. 1875

yılındaki tadilatta boyu 153 metreye, genişliği 16 metreye,

derinliği de 9.5 metreye çıkarılan bu havuzda Mesudiye, Se-

limiye, Bade-i Nusrat gibi büyük kalyonlar inşa edilmiştir.

II. Mahmud döneminde Kasımpaşa Deresi ile Azapkapı

arasında ikinci bir havuz inşa edilmiştir. Bu havuz 85 met-

re uzunluğunda, 15 metre genişliğinde ve 10.3 derinliğin-

dedir. Tersane-i Amire’nin üçüncü havuzunun inşasına ise

Abdülmecid döneminde başlanmış, Abdülaziz döneminde

tamamlanmıştır.

İlk yerli gemi makinelerinin yapımı, Eser-i Hayr adlı ilk yerli

buhar gemisi ve daha pek çok yenilik Tersane-i Amire bün-

yesinde gerçekleşmiştir. Tersane Cumhuriyet döneminde

kızaklar, vinçler, atölyeler ve çağdaş dökümhaneler ile tak-

viye edilmiştir. Buna karşılık Osmanlı’dan kalma havuzlar

halen kullanılmaktadır.

Günümüzde Haliç Tersanesi adını alan bu tesis, İstanbul Bü-

yükşehir Belediyesi’ne ait İstanbul Şehir Hatları A.Ş.’ye bağlı

olarak hizmet vermektedir.

TERSANE-İ AMİRE

Page 95: 1453 Dergisi 17. Sayı
Page 96: 1453 Dergisi 17. Sayı

96

İSTANBUL’DA ESKİ RAMAZANLAR / Sermet Muhtar ALUS

On beş yirmi gün kala, vakitli vakitsiz cami ve mescit şe-refelerinde müezzinler görülmeye başlar, kandilleri yerine takar, sırası bozulmuşları düzeltirlerken, gözü ilişenler:

“Rabbime bin şükür mübarek ay da geldi!..” diye sevinirler-di. Kudûmunun ilk işareti buydu.

Bir iki gün sonra, selâtin camilerin iki minaresi arasında mahya ipleri bağlanırken görenlerde gene memnuniyet ve tehniyet:

“Elhamdülillâh, on bir ayın sultanına gene yetiştik çocuk-lar!...”

Daha ardından Beyazıt Meydanı’nda, Serasker Kapısı’ndan içeri galdır güldür beygirler ve iki mantelli top. Ezanda iftar vaktini gürletecekler...

Seyrine üşüşen üşüşene; gene hamdeden edene:

Artık adın başına çeşit çeşit ramazan alâmetleri, her tarafta faaliyet belirirdi:

Cami kayyumları, hademeleri, başlarında dikişli takke, ka-vukları, cübbeleri atmışlar, kolları paçaları sıvamışlar. Köşe bucağın örümcekleri alınıyor; boyran boya halılar, saf saf pabuçluklar süpürülüyor, camlar siliniyor, kandiller sıcak suda yıkanıp parlatılıyor, mihrabın iki tarafındaki büyük pi-rinç şamdanlar, avludaki abdest muslukları, şadırvanların tasları oğuluyor.

Evkaf’tan arabalarla yollanan tulum tulum, teneke teneke kandillik zeytinyağları sırtlanıp indiriliyor. İmam efendile-rin, müezzin efendilerin lüpçülerinde keyif kekâ. Gelsin el çabukluğu marifetle ham-hum şorolop; okka okka evlerine aşıramento. Artık sofralarında sıvırya fasulye pilâkisi, zey-tinyağlı pırasa...

İstanbul’un ana caddelerindeki dükkânlar da çeki düzene koyulurdu: Şekerciler pırıl pırıl kalaylı reçel kaplarını yere, renk renk şurup şişelerini raflara dizerler; bakkallar most-ralarını çoğaltarak güllâçları, sucukları, pastırmaları sallan-dırırlar; fırınların tezgâh etrafları pembe, kırmızı uçurtma kâğıtlarının nakışlı oyuklarıyla süslenir, has ekmek, çöro-ğutlu pide, kazanyağlı, susamlı, makarnalık simitleri çıkar-maya hazırlanırlardı.

Bulgar işkembecilere de gün doğardı. Sair vakitler aksataları kıt. Civardaki evlerin birine bir misafir damlayacak da sini

İSTANBUL’DA ESKİ RAMAZANLARSermet Muhtar ALUS

üstünü yufka olduğu için yumurtasızı ikiliğe, yumurtalısı üç-lüğe çorba ısmarlanacak yahut kepenkler ineceği sırada bir Balıkpazarı veya Tavukpazarı avdetçisi düşecek de eve eli boş gitmemek için çeyreği sökülüp beyinli bir baş alacak.

Hâlbuki ramazan geldi mi kâse dolusu çorbaya kuruşu, ya-rım okka ekmeğe yirmi parayı veren bütün fukara-yı sabirin hep hürya ederlerdi.

On bir ayın bir sultanı kapı eşiğine yaklaşırken Beyazıt Cami-si avlusunda çat çut, çat çut keser sesleri, testere gıcırtıları...

Sergiciler inşaata girişirlerdi. Yapılan barakaların büyük-çelerine Hereke, Karamürsel fabrikalarının, Feshane-i Âmire’nin, mekteb-i sanayiin, tütün ve tömbeki rejisinin, İzmir pazarının mamûlâtları istif edilir, öbürlerine de anti-kacı Bedestenli Ali Bey, sayılı ağızlıkçılar, Buharalı teşbihçi-ler, Akarab hacıyağcılar, “Kokulu bahar, kokulu bahar” diye nağmeleriyle meşhur kınalı sakallı Acem yerleşir, birkaç gün sonra da ortalık iğne atsan yere düşmez hâle gelirdi.

Hele Vezneciler’den Direklerarası nihayetine kadarki hazır-lıkları sormayın. Mısırlı Zeynep Hanım konağının (şimdiki Fen Fakültesi) önünü dön aşağıya vur.

Sol kolda, medreseden sonraki arsaya salaş kahvenin damı-na muşambalar serilmede. Peykelerine, Valide Hanı’ndan kiralanmış halılar yayılmada.

Buraya rağbet, araba piyasalarının tam göbeğine tesadü-fünden ötesi kıvrım ve dar olduğu için, hanım kupaları çey-rek saatlerle bu noktada istupre mecbur.

Karşıda, Türkiye’nin ilk Türk eczacısı Sakallı Hamdi Beyin eczanesi. Yanıbaşındaki yangından bakiye arsaya küçük küçük çadırlar, tahta havaleler kurulurdu.

Kimi nişan atış yeri olur, kimine beş ayaklı buzağı, Hindistan ejderhası, kutb-ı şimalî ayı balığı gekirilir kiminde de ayna tertibatlarıyla vücudsuz baş gösterilirdi.

Biraz daha aşağıya yürüyelim. Köşede Serasker Rıza Paşa-nın inşagerdesi, elyevm mevcut Letafet Apartımanı o za-manlar yok. Fakat altına tesadüf eden mahalde Şems Kıra-athanesi var. Onun yanıbaşı da galiba gene yangın yeri ve hali arsaydı.

Ramazan yaklaştığı sıralar oracığa tahtaperde çekilir, on on beş gün içinde çam tahtasından koskoca bir bina yükselir,

Page 97: 1453 Dergisi 17. Sayı

97

İSTANBUL’DA ESKİ RAMAZANLAR / Sermet Muhtar ALUS

Page 98: 1453 Dergisi 17. Sayı

98

İSTANBUL’DA ESKİ RAMAZANLAR / Sermet Muhtar ALUS

Page 99: 1453 Dergisi 17. Sayı

99

İSTANBUL’DA ESKİ RAMAZANLAR / Sermet Muhtar ALUS

kat kat localarıyla ya Manakyan’a tiyatro, yahut da at cam-bazhanesi olup çıkıverir, hitmek-i Huda bayram ertesi de alaşağı edilirdi.

Direklerarası’na gelelim: Faaliyetin başlıcası orada, çaycılar-da: Varı yoğu dışarı çıkarıp duvarları, çerçeveleri boyayan boyayana, yerleri oğduran oğdurana; semaveri, tezgâhı pırıl pırıl edip fazla sandalyeler kiralayan kiralayana... İçle-rinden en namlıları Ahmed Rasim merhumun ölmez oğlu ettiği Hacı Reşid-i bî-nevâ. Mersin Efendi de arada olacak amma o zamanlar keskin sirkeliği ve adı sanı olmasa gerek.

Sıradaki perukârlar, bilhassa Kanunî Şems’de birer semaver, sekiz on çay bardağı edinip çaycılığa girişir, dükkânların ba-zılarına da lâstik kulaklıkla kuruşa dinlenen, silindirli fonog-raf, gene kuruşa deliğinden canlı manzaralar seyredilen ki-netoskop, motoskop konur, bir tarafta da ressam Tekezade Said Bey’in küçücük resim sergisi bulunurdu.

Dükkânların içinde Üsküdarlı Ali Rıza Beyin peyzajlarından başlayarak Kuleli idadisi kozmografya hocası Ahmed Ziya Beyin (İnkılâp Müzesi müdürlüğü eden), Tepedelenlizade Kâmil Beyin, Baytar Askerî Rüştiyesi resim muallimi Sami Beyin (Üstad Sami Yetik), Numûne-i Terakki resim muallimi

Asaf Beyin, sergiyi kuranın küçürek çapta tabloları ve eser sahipleri de ekseriya orada, yarenlikte. ‘Antrparantez, o za-manlar Bay Sami’nin burma bıyıklı, tığ gibi çağları).

Ramazanın gelişinde bir âlamet de askerî mekteplerin tatil oluşu ve mekteplilerin caddeleri, sokakları dolduruşu idi. Şabanın on beşi oldu mu cümlesi evci ve sılacı edilirdi.

Harbiyeliler ve Kuleliler koyu lâcivert setreli, pantolonlu; mühendishaneliler de harçlı ve üç sıra düğmeli ceketler, baytar ve eczacı rüştiye-i askeriyyelilerde bu ceketlerin açık mavisi.

İdadiden Harbiyeye geçenler yeni taktıkları kılıçlarını şıkır-tadmada. Sınıf çavuşlarının kollarında eski 8 rakamı şeklin-de üç, başçavuşlarda dört kırmızı şerit. Ecnebî dil bilenlerde bir, iki sarı şerit.

Şeker bayramının dördüncü günü mekteplerine dönerler, sılaya gitmişler ise Kurban’a kadar kalırlardı.

KAYNAK:

İstanbul Yazıları, yay. haz. Erol Şadi Erdinç, Faruk Ilıkan, (1994)

Sermet Muhtar Alus, Nedret İşli Arşivi

Page 100: 1453 Dergisi 17. Sayı

100

KÜREKLİ VE YELKENLİ OSMANLI GEMİLERİİdris Bostan

Osmanlı denizciliğinin tarihi ve bu alana ait görsel malzeme; ulaşılması güç, dağınık bir durumdadır. Os-manlıların denizle tanışması, Rumeli’ne geçişleri, Akdeniz’in bir Türk iç denizi haline gelmesi ve Osmanlı denizcilerinin Hint Denizi gibi dünyanın uzak diyarlarına yelken açmaları; İdris Bostan’ın Kürekli ve Yelkenli Osmanlı Gemileri adlı kitabının ilk bölümünde derli toplu bir biçimde anlatılmaktadır. Kitap aynı zamanda arşiv, müze ve kütüphanelerde yer alan konuyla ilgili malzemeyi de okuyucu ile buluşturmaktadır.

Kürekli ve Yelkenli Osmanlı Gemileri adlı eserin ikinci ve üçüncü bölümleri, Osmanlı gemilerinin modellerini ve tarih içinde geçirdikleri gelişimi konu etmektedir. Kitapta bugüne kadar yanlış adlandırılan gemi resim-leri konusunda düzeltmeler yapılmakta; gemi inşa sanayii, kürekli ve yelkenli gemiler hakkında, Avrupa’nın diğer denizci ülkelerindeki gelişmelerle karşılaştırmalı bir biçimde bilgiler verilmektedir.

İdris Bostan Osmanlı gemilerinin inşalarında kullanılan malzemeyi, gemilerin teknik özelliklerini, personel sayılarını, içerdikleri eşyaları ve seyrüsefer şartlarını; arşiv belgelerinden, haritalardan, planlardan, seyahat-namelerden ve diğer kaynaklardan yararlanarak gün ışığına çıkarmaktadır.

Bir kara beyliği olarak kurulan Osmanlı devleti, yazarın saptamasına göre XIV. yüzyılda Batı Anadolu sahil-lerinde yer alan Menteşe, Aydınoğulları, Saruhan ve Karesi beyliklerinin deniz gaziliği geleneğini devral-mıştır. Aynı yüzyılda Türkler Gelibolu’dan Balkanlar’a geçmişler, bu dönemde Osmanlı deniz politikasının da temelleri atılmaya başlanmıştır. Çanakkale Boğazı’nın ve Marmara sahillerinin güvenliğinin sağlanması şeklinde başlayan Osmanlı deniz siyaseti; beylikten imparatorluğa geçilmesiyle Akdeniz’i hakimiyeti altına almış, ticaret yollarının denetimini sağlamış, uzak denizlerle ilgilenmeye başlamıştır.

Osmanlı gemilerinin geçirdiği tarihi sürece ışık tutmak amacıyla hazırlanan kitap, uzun yıllar süren araştır-maların yeniden gözden geçirilmesi, arşiv belgelerinin taranması, harita ve planlar ile gemi gravürlerini içe-ren seyahatnamelerin incelenmesiyle alanında ilk olma özelliği taşımakta ilgililere yeni ufuklar açmaktadır.

Eserin dikkat çekici yanlarından biri arşiv, kütüphane ve müzelerde bulunan görsel malzemeyi bir araya getirerek içeriğinde bir gemi görüntü koleksiyonu oluşturmasıdır. Gemilerin yüzyıllar içinde geçirdiği deği-şiklikleri ve yeni model denemelerini görseller eşliğinde sebepleriyle ortaya koyan eser aynı zamanda de-nizlerdeki beşyüz yıllık Osmanlı varlığını belgelemektedir. Osmanlı savaş gemilerinin isimleriyle resimlerini birleştirmek konusunda günümüzde dahi yapılan hata ve eksiklikler dikkate alındığında İdris Bostan’ın bu çalışmasının önemi kuşkusuz çok büyüktür.

Osmanlı denizciliğinin, çağdaşı devletlerde görülmeyen, gemi inşa sanayiini kendi imkânlarıyla yürütebil-me özelliği gibi, bugün dahi yeterince bilinmeyen yönleri de Kürekli ve Yelkenli Osmanlı Gemileri kitabıyla aydınlanmaktadır.

Page 101: 1453 Dergisi 17. Sayı

101

İhsan Oktay Anar’ın Efrâsiyâb’in Hikâyeleri’nden sonra çıkardığı, 2005 yılında okuyucusuyla bulu-şan Amat’ı, 1453 Kültür Sanat dergisinin denizcilik sayısında hatırlatalım istedik.

Her biri hayatında en az bir cinayet işlemiş 247 mürettebatla İstanbul’dan yola çıkan, Navarin’den getirilen 247 adet meşe ağacından yapılmış Amat isimli Osmanlı kalyonunun macerasını anlatan kitap, Anar’ın diğer romanları gibi okuru şaşırtan, içine alan bir anlatıma sahip. Okurken dalgalarla boğuşuyor, Amat’ın fersah fersah uzaklaştıran yelkenlerine dolan rüzgârı hissediyor, romanda geçtiği üzere o uğursuz günde tersaneden kalkıp denize açılan esrarengiz kalyonun peşinden sürükleniyorsunuz.

Sayfalarında gizli metaforları keşfettiğinizde kendinizi tekrar bilinmez sulara bırakıyor, her sa-tırı anlam veremediğiniz bir merakla okumaya devam ediyorsunuz. Örneğin kitapta, Amat’ın kaptanı Kırbaç Süleyman’ın şiddetli rüzgâr sırasında gemiyi kurtarabilmesi, rüzgâra hükmeden Hz. Süleyman’ı; huni biçimindeki pirinç çalgıdan ses çıkarmayı başaran tek kişinin İsrafil olması, İsrafil’i hatırlatıyor. Bu tarz göndermelerin çokluğu kitaptan yeni tatlar almak için tekrar okuma yapma isteği uyandırıyor.

Bilgiye erişmek isteyenler için çok iyi bir kütüphane vardır Amat seyrinde. Pek çok düşünürün hayata ve ölüme dair görüşleri Diyavol Paşa’nın kütüphanesinden seçtiği kitaplardaki alıntılarla okura sunuluyor. Bu kütüphaneden bir kitap hariç her kitabı okumaya izin veriliyor. Yasak kitabın adı final sayfasında veriliyor: İbranice’de ‘gerçek’ anlamına gelen Amat.

Yaklaşık 240 sayfa olan roman, denizcilikle ilgili çok fazla terim içermesine rağmen sürükleyicili-ğinden hiçbir şey kaybetmiyor. Aslına bakarsanız olayları, anlatılanları anlamak için bu terimlerin illâki bilinmesine gerek duyulmuyor.

“Süleyman sakalını sıvazlayıp bir süre düşündükten sonra, “Kıç tarafın alt dehlizindeki iki kolom-borneyi alesta tutun,” dedi. “Fora edip doldurun ve güneş doğmadan önce salya etmeyin. Kıç lombarlar suğa edilmiş olsun. Bildiğin gibi pupa seyri yapıyoruz ve dalgalar kıç tarafta patlıyor. Eğer hemen açarsanız lombarlar su alır. Gerekmedikçe ateş edilmeyecek. Bu arada sancağı hisa edin ve bütün vardiyalar, tüfenkçiler, topçular çukur güvertede toplansın.” (s.119) Böyle bir pa-ragrafı romanın, olay örgüsünün dışında okuduğunuzda ansiklopedileri karıştırmaya üşeniyorsa-nız anlaşılması zor görünüyor.

Özellikle deniz savaşları anlatılırken heyecanla okunan bölümlerde bu terimlerin bulunuyor ol-ması sıradışı karakterlerin gerçek olduğu hissini artırıyor:

“Pruva neferleri demiri salya ettiler. Bu hâliyle demir her an atılabilirdi. Bu sırada karşılıklı açılan top ateşiyle Amat’ın grandi direğinin babafingo çubuğu çatlayıp kırıldı ve güverteye düştü. Her iki kalyonun da lime lime olan yelkenlerinde hayır kalmamıştı. Kolomborneler ve ejderdehanlar ateş açtıktan sonra Kırbaç Süleyman bağırdı: “İstinga trinket! İstinga pruva gabya! İstinga grandi gabya!””

Okuyucuyu 17. yüzyılın serin sularında seyahat ettiren Amat, okumayanlar için keşfedilmeyi bek-liyor.

AMAT İhsan Oktay ANAR

Page 102: 1453 Dergisi 17. Sayı

102

14-16. YÜZYILLARDA TÜRK İSPANYOL İLİŞKİLERİ VE DENİZCİLİK TARİHİMİZLE İL-GİLİ İSPANYOL BELGELERİ

Muzaffer Arıkan-Paulino Toledo

T.C. Genelkurmay Başkanlığı Deniz Kuvvetleri Komutanlığı tarafından yayımlanan bu kitap, Mu-zaffer Arıkan ve Paulino Toledo tarafından hazırlanmıştır. İspanyol arşiv ve kütüphanelerinde yaptığı araştırmalarla İspanyol edebiyatı ve Türk-İspanyol ilişkileri tarihinde uzmanlaşan Muzaf-fer Arıkan ve Yakın Çağ Tarihi alanındaki çalışmaları ile tanınan Şili’li tarihçi Paulino Toledo, bu çalışmalarıyla deniz tarihi açısından pek çok bilinmeyeni gün yüzüne çıkarırken, Türk denizcilik tarihi ile ilgili belgeleri de araştırmacı ve okuyucuların istifadesine sunmaktadırlar.

Belge ağırlıklı bu eserde tarihi gerçeklerin yansıtılmasına dikkat edilmiştir. Arşiv belgeleri ay-nen alınmış, İspanyol belgelerinin yanında; bu belgelerde yer alan bilgilerin karşılaştırmasını ve sağlamasını yapmak amacı ile Venedik nezdinde Papalık elçilerinin Türkiye ile ilgili haberleri de verilmiştir. Muzaffer Arıkan ve Paulino Toledo, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi için kaleme aldıkları ortak makalede şöyle yazarlar: “İspanyol arşiv ve kütüphanelerinde yaptığımız araştırmalar esnasında, İspanyol arşivlerinin Türk tarihi özellikle Türk deniz tarihi ile ilgili çok zengin malzemeye sahip olduldarını gördük. O kadar ki, yalnız Bar-baroslarla ilgili belgeler bakımından yapılacak bir kıyaslama, bu konuda Türk arşivlerinin zaafını ortaya koymaya kafi idi. Halbuki, bırakın diğerlerini, belge yokluğu nedeni ile büyük ve şöhretli denizcimizin bile hayatı ve seferleri gerektiği şekilde aydınlığa kavuşturulamamıştı.”

KAMÛS-İ BAHRÎ

Süleyman Nutkî

Yirminci yüzyılın başlarında Süleyman Nutkî tarafından derlenen Kamûs-i Bahrî, deniz kültürü-müzün sürekliliğini sağlayan çalışmaların başında gelmektedir. 3500’den fazla deniz termino-lojisine ait sözcüğü bir araya getiren Süleyman Nutkî’nin çalışması, özgün çizimlerin yanı sıra Gemicilik Fenni ve Paasch görselleriyle denizciliğin gelişim ve değişim evrelerini de göz önünde tutarak hazırlanmış ve Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları arasında basılmıştır. Mustafa Pultar ta-rafından yayına hazırlanan Kamûs-i Bahrî (Deniz Sözlüğü), 1500 kelimelik yeni bir lügatçe ile de zenginleştirilmiştir.

Hatıraları kısa bir süre önce Nurcan Bal tarafından yayımlanan Süleyman Nutkî, Galatasaray Rüşdiyesi’ni ve Heybeliada Bahriye Mektebini bitirmiş; çeşiitli kitaplar yazmış ve Türk Deniz Müzesi’nin kuruluşunda yer almıştır. Kamûs-i Bahrî’yi yayına hazırlayan Mustafa Pultar ise son derece renkli bir kişiliktir. Aslında bir mühendis olan ancak kendisini Türk denizciliği ile ilgili araş-tırmalara adayan Mustafa Pultar aynı zamanda Yıldız Adları Sözlüğü isimli eserin sahibidir.

Page 103: 1453 Dergisi 17. Sayı

103

İSTANBUL’UN 100 YALISI

Mahmut Sami Şimşek

Boğaziçi konusunda uzmanlaşmış bir rehber olan Mahmut Sami Şimşek, Kültür A.Ş. yayınları arasında basılan bu kitabında İstanbul’un sahil sarayları olan yalılarını konu ediyor. Tespit ettiği 366 tarihi yalı arasından kitabı için yüz tanesini seçen yazar; ese-rinde her dönemden ve her semtten en az bir yalı olmasına özen gösteriyor. Yalılar hakkında yaygın olarak bilinen birçok yanlışı düzelten Şimşek, çalışmasında onları Boğaz’daki dizilişlerine göre sıralıyor: “Umumiyetle Boğaz gezilerinde Kabataş ya da Eminönü’nden başlanıp Rumeli sahillerinde Tarabya ya da Sarıyer’e kadar sahil bo-yunca dönülür. İşte bu rotayı takip ederek 100 yalıyı sıraladım”

Küçük yalılara sahilhane, azametli olanlarınaysa sahilsaray denir. Bu kitapta suyla ilişkili her boyuttan yalıya ve Osmanlı döneminde buralardaki toplumsal yaşantının ilgi çekici ayrıntılarına yer verilmiştir: “Yalıların altlarında kayıkhaneler vardı, kayıkla yalının kapısına kadar gelinebiliyordu. Yalıda yaşayanlar denizden sandallarla geçen satıcılardan da alışveriş yaparlardı.”

İSTANBUL’UN 100 ŞARKISI

Mehmet Güntekin

Tanınmış bir hanende olan Mehmet Güntekin, aynı zamanda müzik alanında kalem oynatan usta bir yazardır. Kültür A.Ş. tarafından yayımlanan İstanbul’un 100 Şarkısı adlı kitabında sanatçı şöyle diyor: “Dünyada belki de hakkında en çok şarkı bestelenen şehir olan İstanbul’un kendisi aslında başlı başına bir müzik… ‘İstanbul için beste-lenen, içinde İstanbul geçen veya dekorunu İstanbul’un teşkil ettiği acaba kaç şarkı vardır?’ diye bir araştırma yapılacak olsa, elde edilecek sonuç bizi neredeyse bütün Türk Musikisi’nin repertuvarını oluşturan eserlerin sayısına götürür. Zira Türk Musikisi bir bakıma ‘İstanbul Musikisi’dir.”

İstanbul hayatına ve halkına mâl olan şarkılardan 100 adedini bu kitap için seçen Meh-met Güntekin eserinde ayrıca notalara ve bestecilerin yaşam öykülerine de yer veri-yor: “Notalar özellikle bilgisayarda yazdırılmadı. Yıllarca İstanbul müzik çevrelerinde kullanılan, çeşiitli nota hattatlarının elinden çıkmış; radyoevi, konservatuvar, devlet koroları ve musiki cemiyetleri gibi kurumlarda elden ele geçmiş; yani İstanbul’a mâl olmuş orijinal nüshaların ‘yaşayan’ havasının kitaba daha yaraşacağını düşündük. Ay-rıca hikayesi bilinen şarkıları bir araya getirmeye de gayret ettik.”

Page 104: 1453 Dergisi 17. Sayı