246
Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com 3. BÖLÜM 1 - KÂİNATTA TEK İRŞAD EDEN HZ. MUHAMMED'DİR 2 - KALB TEMİZLİĞİ 3 - KAZA VE KADER 4 - KERAMET NEDİR 5 - KEVSER SÛRESİ 6 - KUR'ÂN-I YAŞAMAK NEDİR 7 - KUR'ÂN-I KERÎMDEKİ SÛRELERİN NÜZÜL SIRASININ HİKMETİ 8 - KUR'ÂN-I KERÎM'E VARİS OLANLAR 9 - KURBAN BAYRAMI 10 - KURBAN BAYRAMINDA GETİRİLEN TEŞRİK TEKBİRLERİNİN MÂNÂ VE MÂHİYETİ 11 - LUT (A.S) KISSASI 12 - MAİDE SOFRASI NEDİR 13 - MELAMÎLER NAMAZ KILMAZ MI 14 - MELAMÎYİZ 15 - MESCİDLERDE KILINAN NAMAZIN ECRİ 16 - MEVLÎD KANDİLİ 17 - MÎ'RÂC 18 - MUHARREM AYININ TAŞIDIĞI MÂNÂ 19 - MUHKEM, MÜTEŞÂBİH ÂYETLERİN ZUHÛRU 20 - MUSA (A.S) VE ASA MUCİZESİ 21 - MUSA (A.S) VE HIZIR KISSASI 22 - (A.S)'IN KAVMİNİ SAMİRÎ'NİN SAPTIRMASI 23 - MUSA (A.S)'IN ŞUAYB (A.S)'DAN TAHSİLİ 24 - MÜ'MİN KİMDİR 25 - MÜRŞÎD-İ KÂMİL KİMDİR 26 - MÜRŞİD-İ KAMİLLERİN SALİKLERDEN İSTEDİKLERİ 27 - NAMAZ RİSÂLESİ VAKİT NAMAZLARININ SIRLARI

3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

  • Upload
    others

  • View
    13

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

3. BÖLÜM

1 - KÂİNATTA TEK İRŞAD EDEN HZ. MUHAMMED'DİR 2 - KALB TEMİZLİĞİ 3 - KAZA VE KADER 4 - KERAMET NEDİR 5 - KEVSER SÛRESİ 6 - KUR'ÂN-I YAŞAMAK NEDİR 7 - KUR'ÂN-I KERÎMDEKİ SÛRELERİN NÜZÜL SIRASININ HİKMETİ 8 - KUR'ÂN-I KERÎM'E VARİS OLANLAR 9 - KURBAN BAYRAMI 10 - KURBAN BAYRAMINDA GETİRİLEN TEŞRİK TEKBİRLERİNİN MÂNÂ VE MÂHİYETİ 11 - LUT (A.S) KISSASI 12 - MAİDE SOFRASI NEDİR 13 - MELAMÎLER NAMAZ KILMAZ MI 14 - MELAMÎYİZ 15 - MESCİDLERDE KILINAN NAMAZIN ECRİ 16 - MEVLÎD KANDİLİ 17 - MÎ'RÂC 18 - MUHARREM AYININ TAŞIDIĞI MÂNÂ 19 - MUHKEM, MÜTEŞÂBİH ÂYETLERİN ZUHÛRU 20 - MUSA (A.S) VE ASA MUCİZESİ 21 - MUSA (A.S) VE HIZIR KISSASI 22 - (A.S)'IN KAVMİNİ SAMİRÎ'NİN SAPTIRMASI 23 - MUSA (A.S)'IN ŞUAYB (A.S)'DAN TAHSİLİ 24 - MÜ'MİN KİMDİR 25 - MÜRŞÎD-İ KÂMİL KİMDİR 26 - MÜRŞİD-İ KAMİLLERİN SALİKLERDEN İSTEDİKLERİ 27 - NAMAZ RİSÂLESİ VAKİT NAMAZLARININ SIRLARI

Page 2: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

KÂİNATTA TEK İRŞÂD EDEN HZ. MUHAMMED’DİR

Bu kâinatta tek Mürşid-i Kâmil vardır. O da Hz. Muhammed’dir. Günümüzde Hakk Mürşidi diye bildiğimiz bütün kâmillerden de irşâd eden yine Hz.Muhammed’dir. Çünkü bir Hadis-i Şerif’te: “Evvelâ ma halakallahu nûri” “Allah evvelâ benim nurumu yarattı” “Evvelâ ma halakallahu rûhi” “Allah evvelâ benim rûhumu yarattı” “Evvelâ ma halakallahu akli” “Allah evvelâ benim aklımı yarattı” “Evvelâ ma halakallahu kâlem” “Allah evvelâ benim gönüllere nakşeden sözlerimin kâlemini yarattı.” buyrulmaktadır. Görüldüğü gibi “Levlâke levlâk vemâ halâktül eflâk” Hadis-i Kudsîsi gereğince, Vahdet ve kesret âlemlerinde, Hz.Muhammed aynaları olmamış olsa idi, Cenâb-ı Hakk bu âlemlerdeki varlıkları yaratmayacaktı. Dolayısıyla da, âlemlerdeki bu varlıklar ne nuru ile görülecek, ne de rûhu ile diriliğini sergilemiş olacaktı. “Ben gizli bir hazine idim bilinmekliğimi murat ettim sevdim ve muhabbet ettim.Bu halkı halk eyledim” Hadis-i Kudsîsi ile,evvelâ Hz. Muhammed’in nurunu, rûhunu, aklını ve kâlemini yaratarak, Cenâb-ı Hakk’ın yeryüzü olan sıfatlar âleminde, kâinatta kendini gösteren tek ayna olduğunu, bunu Tafsilât-ı Muhammediyyesiyle, cemâdî rûh, nebâtî rûh, hayvânî rûh, insan rûhu halleriyle sergilediğini,aslında hepsinden,bu varlıkların isti’dâd ve kaabiliyetlerine göre, bilinen ve görünenin Hakk’ın ta kendisi olduğunu anlamış oluruz. Cenâb-ı Allah Allahlığı ile irşâd ve terbiye etmez. Kesret âlemine tecellî etmesi ile,kemâlât mazharı olan (mazhar,

Page 3: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa denir) Muhammed’den irşâd ve terbiyesini yapmaktadır. Hz. Muhammed’in günümüzde vârisleri olan (el ulemayı veresetül enbiya) Hakk Mürşîdlerinden irşâd eden de yine Hz.Muhammed’in ta kendisi olduğunu anlamış oluruz. Belki bugün zâhir unsuriyeti ile O’nu görmek mümkün olmayacaktır ama bâtın olan Hakîkat-i Muhammediyye’siyle, Nûr-i Muhammediyyesiyle günümüzdeki Hakk Mürşîdlerinden irşâd edenin O olduğunu görürüz. Karagöz oyunu seyretmişsinizdir. Aslında ne Hacivat’ın ne de Karagöz’ün bir varlığı ve icraatı vardır.Her ikisinden de söz ve hareketleri yapan onların gerisindeki görünmeyen sanatkârdır. İşte aynen onun gibi, günümüzde de, Hakk Mürşîdlerinden irşâd edenin Hz. Muhammed, bizlerin de insan-ı asliyesini bulmak isteyen kullar olduğumuzu anlamış oluyoruz.Temiz elbise olan Muhammed elbisesini giydiğimizde,kendi Muhammed oluşumuzu anlamış oluruz.Kesafet âlemi olan bu dünya âleminde,nasıl birbirimizin fiziksel bedenini görüyor ve şahitlik yapıyorsak, fiziksel bedenimizi bu âlemde soyunup, rûhlar âlemine intikalimizle âlem-i Âhirette de rûhlar birbirlerini görüp şahitlik yapacaktır.Buradaki şahitlik‘dış’ı görmekle değil, aynı zamanda rûhların kokularını tanımalarıyla olacaktır. Zira orada beden yoktur.Lâtif olan Muhammed elbisesi vardır. İçinden dışı, dışından da içi ayan beyan görünmektedir. Onun için Fehmi Hazretleri bir ilâhîsinde şöyle buyuruyorlar:

“Gül kokanlar gül olur bülbüle dîdâr olur

Kaftan kafa hükmeden mülke Süleyman olur”

Page 4: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

İnşaallah bizler de bir gün, gül olan Hz. Muhammed’in ilm-i ledününü kokladıkça, Muhammed olacağımız âşikar olur.Cenâb-ı Hakk isteyenlere bu zevkleri ihsân etsin. Âmin.

KALB TEMİZLİĞİ

Bizler günde beş defa abdest alıyor,beş vakit namaz kılıyor ve Ramazan’da da bir ay oruç tutuyoruz. Acaba bunlardan istifade ederek kalbimizi temizleyip hallenerek yaşantımızda uygulamaya geçebiliyor muyuz? Çünkü Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz buyuruyorlar ki: “Bir müslümanın evinin önünden bir nehir geçse ondan beş vakit abdest alıp yıkansa o kişide pislik kalır mı? Elbette kalmaz değil mi?” Çeşitli âyetlerde de ellerimizi, yüzümüzü baş ve ayaklarımızın yıkanması emredildiği için tenimizle ilgili bu temizliği eksiksiz yapıyoruz. Fakat bunların getirdiği manevî temizliğin olup olmadığını kendimizi yakın takibe alarak izlemiyoruz. Günlük muhasebemizi yaparak eksiklerimizi izale edemiyoruz. “İki günü bir olan zarardadır.”(H.Ş.) gereğince zararda olduğumuz açıkça ortaya çıkmaktadır.

Tevhîd ehli olarak ellerimizin yıkanması ef’âlin bize ait olmadığını remzetmektedir. Yüzümüzün yıkanması, sıfat mahallî olduğu için sıfatların bize ait olmadığını remzetmektedir. Baş ve ayakların da mesh edilmesi,başla ayak arasındaki vücûdun Vücûdullah olduğunun idrâkiyle nisbîyetlerden kurtulmak olduğunu remzetmektedir. Bunları ilmel öğreniyoruz.

“Fiilerin fâili Allah’tır” derken şühûd edemediğimiz için hâlâ karşımızdaki varlık ve kişilere nisbet etmekten kendimizi alamıyoruz. İlimle yine biliyoruz ki kuvvet ve kudret Allah’ındır. Hiçbir kimsenin güç ve kudreti yoktur. Şu halde

Page 5: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

bu ikilik içerisinde huzur ve saadeti bulmamız mümkün değildir. Çünkü kalbimiz temizlenmedi. Abdest almakla yalnız a’zalarımızı yıkamaktan öteye geçemedik.Bu yıkanmanın manevî yönü olan ef’âl, sıfat ve vücûdun Hakk’a ait olduğunun idrâki, kalbimizin tasdik etmesi bütün a’zalarımızın onunla hallenmesine vesîle olacaktır ve kalbimizin temizliğinin meyveleri sıfatlardan tecellî eden iyi ve güzel fiillerden görünecektir.

Kalb bir komutan,bütün sıfatlar onun askerleridir. Komutan iyiliği emrederse askerler iyiyi yaparlar. Komutan kötülüğü emrederse askerler kötülüğü yaparlar. Komutan olan kalbimizin temiz ve iyi olduğunu görmek istiyorsak kendi fiillerimize bakalım. Edep, ahlâk, sevgi, teslimiyet ve alçak gönüllülük gibi Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin bu yönlerini kendimizde görebiliyor muyuz? Görebiliyorsak Elhamdulillah kalbimiz temizlenmiştir. Aldığımız abdestler bizim hem zâhirimiz olan tenimizi hem de bâtınımız olan kalb temizliğini sağlamış olacaktır.

Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz “İstediğiniz kadar ilim öğreniniz, bildiğinizle amel etmedikçe Allah’a yemin olsun ki mükâfata nâil olamazsınız.” buyurmuşlardır. Şu halde bizler de öğrendiklerimizle amel etmeyince ne zâhir yapılan temizliklerden ne de ilim ve sözlerden faydalanamayacağımız anlaşılmaktadır.

Namaza gelince, “Namaz mü’minin mi’racıdır.” Hadis-i Şerifi gereğince Mi’rac ikilikten birliğe uruc etmek, Allah’la beraber olmak,Allah’la konuşmak, Allah’la sevişmektir. Zâhir olarak kıyam,rükû,secde halinde kıldığımız namazlarda yalnız zâhirde kalıyorsak kıyamın, rükûnun ve secdenin taşıdığı manevî mânâyı bilmiyorsak zâhir olarak ömrümüz müddetince kıldığımız namazlardan maalesef layıkiyle istifade edemiyoruz

Page 6: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

demektir. Çünkü namaz Allah’la görüşmekti, görüşmedik.Onunla beraber olmaktı, olamadık. Zira zannımızdaki bir Allah bizlere fersah fersah uzaklarda olduğu için ne görebildik ne de beraber olabildik. Allah ise hayâllerden,zanlardan münezzehtir. Beş vakit namazı da emr-i ilâhi olduğu için bilinçsiz olarak devamlı kıldık. Bir günden bir güne bu kıldığımız namazlardan ne istifade ettiğimizi düşünmedik. Hep zannımızdaki Âhirette “Mükâfaatı görürüz inşâallah” dedik. İki cihan serveri Peygamberimizin dünya ve Âhirette saadet dağıttığını düşünüp bunlar nelerdir? nerededir? nasıldır? demedik. Devamlı tenimizle namaz kıldık, rûhumuzun Mi’racını düşünmedik.Belki tenimizle kıldığımız namazlardan bedenen,sıhhat yönünden birçok faydaları sağladık, fakat manevî faydalardan nasibimizi alamadık.

Allah’la beraber olmanın yalnız namazda değil her zaman ve her yerde olduğunu, bu kâinatın bütün nebâtâtı ile kıyamda, hayvânâtıyla rükûda ve cemâdâtıyla secde halinde Allah’ı dâima zikrettiklerini bilmemiz lâzımdı, bilemedik. Bilmek de yetmiyor, görmek lâzımdı,göremedik. Göremeyince amel ve muamelelerimizin de nâkıs ve bilinçsiz olacağı muhakkaktır. Dolayısıyla da ikilik içerisinde huzur ve mutluluğu bulmamız mümkün olmayacaktır. Allah’la beraber olmanın ve konuşmanın tek gâyesi O’nu layıkiyle bilmek, dünya ve Âhirette huzur ve saadet içinde yaşamaktır. Unutulmamalıdır ki Allah’ın bunlara hiç ihtiyacı yoktur. Esas bizlerin ihtiyacı vardır.

Zâten oruç, namaz gibi amelle ilgili ibâdetler gâye değil araçtır. Bu ibâdetlerin zâhirini yapıp bâtınını bilmemek ve elde edilen faydaları görmemek emeklerimizin boşa gittiğini göstermez mi? Namazda Allah’la konuşabilen bir mü’min her gün ve her yerde onunla beraber olduğunu anlayacaktır ve zevk edecektir. Her kimle alış veriş yapıyorsa Allah’la alış

Page 7: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

veriş yaptığını, halka hizmetin onlarda Hakk’ı gördüğü için Hakk’a hizmet olduğunu şühûd ederek zevk edecektir.

İşte o zaman emr-i İlâhi olduğu için namaz kılan bir kişi anlayacaktır ki, her varlık namaz kılmaktadır.Bu kâinatta namaz kılmayan hiçbir varlık yoktur.Yalnız insanoğlu kendisine verilen akıl ve ilim nimetleriyle bunun idrâkinde ve şühûdundadır.Akıl ve ilim nimetinden nasipsiz olan diğer varlıklar ise bundan habersizdirler. Onlar bu âleme hayvan gelmiş hayvan gidenlerdendir. Namazın Mi’rac olduğunu, Mi’racın da Allah’la beraberlik ve konuşma olduğunu anladığımızda kalbimiz temizlenmiş olacaktır. Hakk’tan gayri bir varlığın olmadığı bir yerde ihtilaf olamayacağı için ikilikte kahır diye bildiğimiz her ne varsa hepsinin iyiliğe tebdil edildiğini görmüş olacağımızdan saadet zevkine sahip olmuş oluruz.

Şu halde yaptığımız ibâdetlerin yalnız zâhirini yapıp bâtını olan ilim ve irfâniyetine sahip olarak hallenmeden yaşamımıza geçiremiyorsak henüz kalb temizliğine sahip olamadığımız için bunları fiilerimizden gösteremiyoruz demektir. Çokları nasıl yalnız zâhir ibâdetlerini yapıp da bâtınından hiç haberleri olmadığı için yaşantılarında saadete sahip olamıyorlarsa aynen onlar gibi yalnız ilimle bâtını bilenler de fiilerinde sevgi, ahlâk, edeb gibi meyvelerini gösteremedikleri için huzur ve saadet zevkine eremezler. Çünkü zâhirdekiler taklîdden tahkike geçemedikleri için bu nimetlerden mahrum edilmektedirler. Bâtını bilip de yaşamına geçiremeyenler için de durum aynıdır.Allah’ın bütün sıfatlarından Zâtını ilân edişi nasılsa bu irfâniyete sahip olanların da O’nu bütün sıfatlarından sergilemesi gerekmez mi? Yaşamak istemeyenler kelâmda kaldıkları için meyvesiz ağaç durumundadırlar.

Page 8: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Sözde ârifim diyenler de sîretlerinde henüz ikilikten kurtulamadıkları için her gün beğenmediklerinin gıybetini yapmakta, hatta iftiralarda bulunmaktadırlar. Halktaki Hakk’ı göremedikleri için onlarla hep ihtilâftadırlar. Bilmiyorlar ki zâhir bâtınsız, bâtın da zâhirsiz olmaz. Ten cansız can da tensiz mutluluğa erdiğini gören var mıdır? Zira eksi ve artı kutuplar olmazsa elektrik lambası bile yanmıyor.

Gelin kardeşler her türlü ibâdetlerin zâhir ve bâtınını bilmiyorsak, bilen bir İnsan-ı Kâmilden öğrenelim. Ondan sonra da isti’dâd ve kabiliyetimiz nisbetinde yapmaya gayret gösterelim. Zâhir ibâdetlerde unsuriyetimizin sayılamayacak kadar faydaları var. Sîretimizin de irfâniyet ve kemâlâtla şühûd ederek o Resûlullah (S.A.V.) meyvelerini hem kendimizde hem de her varlıkta görelim ve gösterelim. Onun saadetiyle yaşamımızda yediğimiz gibi isteyenlere de yedirelim ki layıkiyle kul olmuş olalım. Yoksa kuru lâflarla kendimizi aldatmaktan başka bir iş yapmış olamayız. Allah cümlemizi i’tikâdımızda layıkiyle O’nu bilen, zerreden kürreye kadar her varlıkta farkıyla O’nu gören, yaşantısında bildikleriyle amel eden, O’nda O olmak saadetine nâil olan kullarından eylesin. Âmin.

KAZÂ VE KADER

Cenâb-ı Hakk’ın ilm-i Zâtiyesindeki malûmata kazâ denir. O da ilm-i ezeliyetteki kulun isti’dâdıdır. Bunların zuhûrâtının günü ve saati gelince,meşiyyet-i İlâhiye tecellîleriyle fiillerinden açığa çıkmasına da kader denilir. Bir kişinin isti’dâdındaki o hâl,fiile tecellî edince, O’nun takdiriymiş diyoruz.

Page 9: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Kazâ iki türlüdür:

1 - Kazâ-yı mübrem (değiştirilemeyen, mutlaka zuhûr edecek)

2 - Kazâyı muallâk (değiştirilebilecek, henüz karar verilmemiş)

Biz buna hakîkatte kazânın değişmediğini,şeriatta ise terbiye ve yönlendirileceğini söyleriz.

Misâl vermek gerekirse,bir badem çekirdeğini toprağa dikelim. Buna hiçbir müdahalede bulunmadan beklersek, o badem çekirdeği badem ağacı olacak ve meyvesini verecektir. Hiçbir değişiklik olmaz. Fakat atılan tohum, toprak yüzüne çıktıktan sonra, biraz büyüyüp aşı demine gelince, o fidana şeftali, kayısı gibi bir meyve aşılarsak, toprağa badem olarak ektiğimiz o tohum aşı sonunda badem değil,aşılanan şeftali veya kayısı verecektir. Böylece hakîkatte çekirdek olarak kazânın değişmediği, şeriatta yani ağaç haline gelince aşılanmakla değiştirilebileceği anlaşılmış olur.

Bizler ilm-i ezeliyyetteki kazâmızın ne olduğunu bilmiyoruz. Bir Mürşîd-i Kâmilden, Muhammed aşısı ile aşılandığımızda, kekremsi olan ahlat meyvelerimizin, Muhammed meyvesi olan armut haline dönüştüğünü görüyoruz. Allah ilim sahibidir. İlmiyle her şeyi bilir. İrâdesi ile murâd eder. Tekvinâtı ile de halk ederek fiilleriyle açığa çıkar. Yalnız Cenâb-ı Hakk’ın,ilim, irâde, tekvin sahibi olması yeterli değildir. Cenâb-ı Allah bir şeye ‘ol’ diyebilmesi için,tecellî edeceği mazharda, tecellîye uygunluk aramaktadır. Onun için

Page 10: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Allah Âlimdir. Bizler ise malûmuz. Bizlerdeki Cenâb-ı Hakk’ın ma’lûmiyeti, zaman, mekân ve ihvân üçleme sırrı ile mümkün olur. Yoksa bu üçleme sırrına müsait olmayanlarda kün (ol) emrini Cenâb-ı Hakk vermez.

Şu halde kişilerin ilm-i ezeliyette, isti’dâdları ne ise,Cenâb-ı Allah herkesin isti’dâdını görüyor. İsti’dâdı neyi iktizâ ediyorsa, onu irâdesine, irâdesi de kudretine veriyor. O da kişilerin isti’dâdlarını meydana getirmek sûretiyle, fiilleriyle kendisini göstermiş oluyor. Şu halde kazâ önce geliyor. Kazâ Cenâb-ı Hakk’ın Zâtı ilmindeki malûmatıdır. Herkesin isti’dâdını bildiği için, ona göre tecellî etmektedir. Tecellîsi olan fiil görüntüsüne de kader denir. Çok insanlar isti’dâdlarını bilmedikleri için, bu tecellî eden olaylara gamlanıp kederlenmektedirler. Ne zaman Tevhîd ilmini tahsil ederek, kişiler isti’dâdlarını bilir ve fiillerinde O’nu görürlerse, bu olayın isti’dâdlarından geldiğini anlayacak ve hiçbir zaman kederlenmeyeceklerdir. Her kim, gamlanıp kederleniyorsa, henüz daha isti’dâdlarından geldiğini lâyıkıyle bilmiyor ve görmüyordur.

Cenâb-ı Allah değişmeyen, mübrem kazâyı günü ve saati gelince, mutlaka tecellî ettirir. Bu, bir silahın namlusundan çıkan mermiye benzer. Mermi silahın namlusunu terk ettiyse, onun hedefe isabet etmemesi düşünülemez. Fakat mermi, silahın içinde ve henüz tetik çekilmemişse, Cenâb-ı Hakk onun bütün yetkilerini evliya ve Mürşîd-i Kâmillerden kullanır.Ya da bir dut ağacının ceviz ağacına aşılanmasının mümkün olmaması gibi o tecellîyi hiçbir zaman zuhûr ettirmez.

Evliyalar da iki sınıftır

Page 11: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

1 - Bilir ve görür. Tecellîye mani olamaz.

2 - Bilir ve görür. Fakat tecellîyi değiştirebilir.

Bir sâlikin isti’dâdında her ne kadar kötü tecellîler mevcut olsa da, İnsan-ı Kâmile gelince Cenâb-ı Hakk’a verdiği sözde sadakat gösterdiği müddetçe, ir silahın emniyete alınması gibi, zikir ve fikirlerinde dâimî oluşu onun silahını patlatmayacaktır.

İkinci velîler ise silahın tetiği çekilmiş de olsa mermi namluyu henüz terk etmediği için namlunun ucunu başka tarafa çevirterek o tecellîyi başka yönde zuhûr ettirebilir. Bu da bazı kötülüklerin rüyaya tebdil edilmesi gibidir.

Görüldüğü gibi kişilerin isti’dâdları ne ise mutlaka tecellîsini gösteriyor. Fakat bu, gerektiğinde İnsan-ı Kâmiller mazharından değiştirilebiliyor. Cenâb-ı Hakk bütün kardeşlerime kazâ ve kaderin idrâkini ve yaşamayı ihsân etsin. Âmin.

KERÂMET NEDİR

Kerâmet Allah’ın velâyet mertebesine yükselen kullarına tecellî ettiği bir ihsânıdır. Bir ikram ve bağıştır.

Kerâmetler iki türlüdür:

1-Kerâmet-i kevniye

Page 12: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

2-Kerâmet-i ilmiye

Kerâmet-i kevniye de iki şekilde tecellî eder: Birincisi, kulun kendi istek ve arzusu ile zuhûra getirilen, mârifeti ile insanüstü fiiller. İkincisi, gerektiğinde Cenâb-ı Hakk’ın velî kullarından insanların faydalanmaları için zuhûrudur. Günümüzde kerâmet-i kevniyeye hiç itibar kalmamıştır. Çünkü bir televizyon düğmesine basmakla dünyanın bütün yönlerini ekranda görebiliyoruz. Bir cep telefonu ile uydudan dünyanın diğer yönü ile konuşabiliyoruz. Bunlar günümüzün üstün mârifet görüntüleri değil midir? Artık bunları görmek güncel fiilleri görmek olduğu için, bir kişiden mârifet tecellîlerini görmek şahıslarda rûhların uyanmasını meydana getirmiyor. Ayrıca kerâmet-i kevniye bir fiilullah olayı olduğu için,o vak’ayı Cenâb-ı Hakk'a değil de, kerâmeti gösteren kişiye isnat ettikleri için açıktan büyük günah olan şirk işlemiş oluyorlar.Onun için, Tevhîd ehli hiçbir zaman kerâmet-i kevniyeye itibar etmez.İnkâr da etmez. Çünkü tecellînin aslını bilmekte ve görmektedir. Devrimiz kerâmet-i ilmiye devri olduğu için bilhassa kerâmet-i ilmiyeye itibar edilmelidir.Kerâmet-i ilmiye, Kur’ân-ı Kerîm’in ledün ilmi diye ifade ettiği sır ilmi ve esrar ilmidir.

Kerâmet-i ilmiye de iki bölümdür:

1 - Kesbî ilimle elde edilen kerâmet-i ilmiye

2 - Vehbî ilimle elde edilen, Cenâb-ı Hakk’ın ilhamlarıyla her an ayrı bir ş’ende tecellîlerinin ilmi.

Page 13: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Bir kişinin Mürşîd-i Kâmilin sohbetlerinden veya kemâlât sahiplerinden elde ettiği ilimle,çeşitli evliyaların kitaplarından öğrendiği ilimlerin hepsi,bu irfâniyete sahip olmayanların yanında, üstün ilme sahip olduğunu gösterebilir. Fakat kendi kuyusundan dâima taze su çıkaramadığı için, elbette bir gün,bu su bitince, aynı mevzuları tekrar etmeye başlayacaktır. Dolayısıyla da dinleyenlerde yenilik tecellîleri olmadığı için bıkkınlık meydana getirecektir.

Vehbî ilim kerâmetine sahip olanlar Cenâb-ı Hakk’ın her an, ayrı ayrı tecellîlerine ayak uydurdukları için, gönül semâlarından gelen ilhamlara tâbi olduklarından, gönüllerde dirilik meydana getirirler. Dinleyenler mutluluk duyarlar ve “Biraz daha anlatsa da dinlesek” derler. Onlar da âyet ve hadislerin gölgesinde, olayları ilhamları nisbetinde anlatırlar.İşte bunlar İnsan-ı Kâmildirler. İnsanları ancak bunlar irşâd edebilir.Bir zeytin ağacı nasıl yaz ve kış yapraklarını döktüğü halde, sanki hiç yapraklarını dökmüyormuş gibi hep yeşilse işte bu kâmiller de ilim ve kerâmet kemâlâtını hiçbir zaman yitirmezler. Kendilerine belki o ana kadar duymadığı, bilmediği bir soru sorulduğu zaman Cenâb-ı Hakk ondan tecellî edeceği ilhamlarla hem karşısındaki soru sahibini mutmain eder hem de kendi anlattığı ile o ilme vâkıf olur. Çünkü o zamana kadar o sorulan ilmi kendisi de bilmiyordu. İlhamı ile öğrenmiş oldu. Zira ilim kulun değil Allah’ındır. Bilen de Cenâb-ı Hakk’tır. İşte bu kişiler ümmet-i Muhammed'e faydalı olanlardır. Her nerede bunları bulursak onlardan mutlaka istifade etmeliyiz. Günümüzde itibar edilmesi gerekli kerâmet-i ilmiye budur.

KEVSER SÛRESİ

Page 14: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Âyet 1- “İnna ateyna kelkevser” “Biz sana kevseri verdik.” Kevser nedir? Kevser Cennet’te bir ırmaktır. Bu, ilimle dâima söylenen bir sözden ibarettir.Bazı kişilere Cennet’in nerede olduğunu sorsak ya toprağın altını tarif edecek veya zannında bir Cennet yaratarak oradaki Kevser ırmağından bahsedecektir. Halbuki kevser, Mürşîd-i Kâmilin sohbetlerindeki ilhamlarıyla gönül semâsından tecellî eden, ilm-i ledün diye vasıflandırılan vehbî ilimlerdir.Kâmilin kendi kuyusundan çıkardığı kevser suyunu sohbetlerde içenler, kendilerinden geçip sarhoş olurlar. Vahdeti kesrette, kesreti de Vahdette zevk etme hasletlerini sana lûtfettik buyruluyor. Çünkü Mürşîd-i Kâmilin Tevhîd sohbetlerinde ilm-i ledün diye Kur’ân-ı Kerîm’de ifade edilen ilhamlarla bizlere kevser şarabı sunulmaktadır. İşte o kevser de Cennet’teki ilm-i ledün ırmağıdır.Onun için hem Tevhîdde Vahdâniyyet deryasına girenlerin tafsilât-ı Muhammediyyedeki Cemalullahı seyretme hasletine sahip olmayı,hem de nâmütenâhi kesret âlemindeki Vahdâniyyet şuhûduna sahip olmayı size ihsân ettik buyrulmaktadır.

Âyet 2- "Feselli lirabbike venhar” “O halde namaz kıl ve kurban kes” İnsan, Cenâb-ı Hakk’ın Vahdâniyyetini bu kesret âleminde şuhûd ettiğinde, kemâlâtıyla ibâdet etmekten kendini alıkoyamaz. Çünkü, 1-Bedenin taatını 2-Nefsin boyun eğmesini 3- Kalbin huzurunu 4-Rûhun şuhûdunu noksansız cem ederek bütün tafsilâtın hukukuna riâyet ederek kemâlâtıyla namaz kılmış olacaktır. Yoksa bu sayılan beden,nefis, kalp ve rûhun hakkını, kişi, Fenâfillâh ve Hakk'ta bâkilikle vermiş olacaktır. İşte o zaman lâyıkıyle namaz kılmış olunur. Yoksa bunların hakkını vermediği için lâyıkıyle namaz kılmış olmayacaktır. “Venhar” ile şuhûdunda henüz kesrette zâhir olmamış benlik devesini boğazla ki halkın fenalığı ve Hakk’ın bakîliği zuhûr etsin. Cehâlet ve gayriyeti akıtmak, kişide irfâniyet ve kemâlâtı zuhûr ettirecektir. Yoksa akıtmak

Page 15: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

yalnız kan akıtmaktan ibaret değildir. Kişinin gönlüne ilim ve irfâniyet akıtmak da denilebilir, gayriyet ve cehâlette akıtmak da denilebilir.

Âyet 3- “İnne şanieke hüvel ebter” “Sonu kesik olan sana buğz edendir. ”Sana buğz eden, kin besleyen, muhalefet eden yani Tevhîd ilmi görmemiş, Hakk ve hakîkatten haberdar olmayanların bakîlikleri olmayacağı için, asıl onların kendileri ebterdir.Yani nesilleri kesilenlerdir. Sen ise Mürşîd-i Kâmilden Tevhîd ilmini görmüş, kendi varlığını Hakk’ın varlığında yok ederek Hakk’ın bekâsı ile bâki ve dâimsin. Ebediyyen hakikî zürriyetin olan ehl-i îmân arasında zikrolunursun. Çünkü o buğz ediciler, hakîkatte fâni ve helâk olmuşlardır. Onlar zikredilmez bile.

Gelin kardeşler Mürşîd-i Kâmilden dâima kevser şarabını içelim. Elde ettiğimiz şuhûd ve kemâlâtla namaz kılıp, Rabbimizle dâima konuşup sevişelim. Cehâlet ve gayriyet bırakmamağa özen gösterip yaşamaya bakalım.Cenâb-ı Hakk bu zevki bizlere ihsân eylesin.Âmin.

KUR’ÂN’I YAŞAMAK NEDİR

Zuhruf Sûresi 1.ila 4.ayetlerde “1.Ha, Mim. 2.Bu parlak Kitab'ın kadrini bilin !3.Doğrusu,Biz onu Arapça olarak okunacak bir Kur’ân yaptık ki akıl erdiresiniz 4.Ve gerçekten o Bizim nezdimizdeki Ana Kitapta. Çok yüksek, çok hikmetlidir.” denilmektedir.

Page 16: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Ha : Hakk ve Hakîkat sırlarını,

Mim : Tafsilât-ı Nûr-i Muhammediyyeyi remzetmektedir. Allah, Zât hakîkatlarının, Tafsilât-ı Nûr-i Muhammediyye olan sıfatlarından, sayfa sayfa tecellî ederek, zerreden kürreye kadar her şeyde âyet âyet yazdığını bildiriyor.

İşte açık olarak beyan edilen bu Kitab’ı okuyup bilmek, görmek ve olmak dediğimiz yaşamakla mümkündür. “Ben gizli bir hazine idim bilinmekliğimi murâd ettim ve bu halkı (sıfatları) halk eyledim”(Hadis-i Kudsî) Onun için Zariyat Sûresi 56. “Ben cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.” âyetinde de belirtildiği gibi ibâdetten gâye de,Allah’ı ef’âli, sıfatı ve Zât’ıyle birlemek ve yaşama geçirmekten ibarettir. Niyazi-i Mısrî Hazretleri “Bunca enbiya ve evliya halkı davet eyledi.Allah'ın bu mukayyed âlemdeki Vahdet tecellî sırrını öğretmek içindir.” buyurmuştur.

Evvelâ Allah’ın ayrı, biz yarattıklarının ayrı olmadığını bileceğiz. Allah’ın Hakîkat-ı Muhammediyyesinden,bu görünen tafsîlât-ı Muhammediyyeden Zât’ını ilân ettiğini, bu varlıkların hiçbir güç ve kuvvetinin bulunmadığını, bütün güç ve kuvvetin Allah’ın olduğunu bileceğiz. Zâtının sıfatlarından,fiillerinin de sıfatlardan tecellî ettiğini her varlığın isti’dâd ve kabiliyeti nisbetinde Hakk’ı zuhûra getirdiğini, fiillerinin cibilliyeti nisbetinde Hakk’ın ondaki tecellîyatını müşâhede edeceğiz. İ’tikad yönüyle böyle bir îmândan sonra bunu yaşamımıza geçirmemiz gerekmektedir. Yani faydalı olan şeyleri yapmaya gayret göstermeli, zararlı olan şeyleri terk etmeyi kendimize prensip edinmeliyiz. Elbette İslâm'ın şartlarını yerine getirmekteyiz. Fakat bunların gâye değil,araç ve gereç olduklarını bilmeliyiz. Kur’ân'ı yaşamak, i’tikadımızı düzeltmekle mümkündür. Fiillerimizde, edep, ahlâk, teslimiyet, kurbiyet, sıddıkıyet, alçak gönüllülük

Page 17: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

islâmî vecibeleri yerine getirme gibi hâller görülmelidir. İsra Sûresi 14.âyetinde “Nefs kitabınızı okuyunuz, bu size hesap günü için yeterlidir.” buyrulmuştur. Başka bir âyet-i kerîmede de nefsimizde ve ufkumuzdaki âyetleri okumamız emredilmektedir. İşte bu âyetleri okuyup idrak ederek âmil olursak Kur’ân’ı yaşamış oluruz.

KUR’ÂN-I KERÎM’DEKİ SÛRELERİN NÜZÛL SIRASININ HİKMETİ

Kur’ân-ı Kerîm 6666 âyetten ibarettir. Bunun ikibin âyeti emirler, bin âyeti yasaklar, bin âyeti tarihçe, bin âyeti kıssalar, bin âyeti örnekler,beşyüz âyeti haram ve helâllerle ilgili âyetlerdir.Yüz âyeti ibâdetlerle, altmışaltı âyeti de kadınlarla ilgilidir.

Bir anne bebeğini doğumundan itibaren şefkatle ve merhametle iki yıl boyunca emzirir, yedirir, içirir, ihtiyaçlarını giderir, konuşmayı, yürümeyi, çeşitli davranış biçimlerini öğretir. Kısaca hayata hazırlar. Bütün bunları yeri ve zamanı geldiğinde yapar. Allahü Teala da Kur’ân’daki âyetlerini lâyıkıyle öğrenip uygulayabilmemiz için, sûrelerin iniş sırasını ona göre ayarlamıştır.

Birçok âyette Kur’ân’ı nefsimizde uyguladığımız zaman dünyada ve Âhirette mutluluğa kavuşacağımız bildirilmiştir. İlk sûre Alak Sûresidir. “İkra bismirabbikellezi halak” “Oku! Seni yaratan Rabbinin adıyla, O insanı nutfeden yarattı. ”diye başlayan bu sûre ilk önce okumamızı, okumadan hiçbir şeyin bilinemeyeceğini, bilinmeyen bir şeyin de uygulanamayacağını ikaz ediyor. Üç defa “oku” dediği halde

Page 18: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

okunması gerekli olanın ne olduğunu söylemiyor. Fakat bizler Rahmân Sûresininin 1,2 ve 3. âyetlerinden okunması gerekli olanın‘kişinin kendisi’ olduğunu anlıyoruz. Canlı Kur’ân olan kişinin kendisini okuyabilmesi için de “Rahmân olan Allah Kur’ân’ı tâlim etti ve insanlığını buldurdu” âyetini uygulamamız gerektiği anlaşılmaktadır. Bu da elbette bir Mürşid-i Kâmilden tahsil edilecektir.

Okuma ile ilgili olan Alak sûresinden sonra ikinci nâzil olan sûre Kalem Sûresidir. Sûrenin ilk âyeti “Nun vel kalem vema yesterun”dur.‘Nun’,Nûr-i Muhammediyyeyi, ‘vel kâlem’ İnsan-ı Kâmil mazharından yazan ve her şeyi söyleyeni,“vema yesterun” sahife sahife okunması gerekli bu tecellîlerin hepsine yemin ederek başlamaktadır. Zâtından sıfatlarına ve sıfatlarından da her varlığın yaratılma yerine göre fiilleriyle açığa çıkması, kalem olarak vasıflandırılan İnsan-ı Kâmillerden, merâtib-i İlâhiyenin tahsil edilmesinin gerekli olduğunu bildirmiş oluyor. Kişi kendi enfüsünde nefs-i külliyenin akl-ı külliye kâlemi ile bütün sıfat ve a’zalarında sahife sahife o nuru uygulaması aynı şey değil midir? Veya bir Mürşîd-i Kâmilin, irfâniyet ve kemâlâtını ihvânlarına sahife sahife öğretmesi aynı mânâya gelmez mi?

Üçüncü nâzil olan sûre Müzzemmil Sûresidir.Bu sûrenin başındaki “Ey elbisesine bürünüp yatan, kalk” âyetleriyle cehâlet ve gayriyet uykusundaki kişilere hitap ediyor. Allah, ‘kalk ve Kur’ân’ı güzelce oku’demek suretiyle Vahdâniyyet deryasına geçmemizi, kendimize nisbet ettiğimiz şirklerden kurtulmamızı, İnsan-ı asliyyemizi öğrenmemizi emrediyor. ‘Gece kalk’ denmesinin sebebi ayrılıktan ve şirklerden kurtularak birlik zevki ile zevklen demektir. Çünkü geceler Vahdeti remzeder. Müzzemmil Sûresi bizlere,İnsan-ı Kâmillerden cehâlet ve şirklerden kurtulma ilmini tahsil etmemiz gerektiği mesajını vermektedir.

Page 19: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Dördüncü nazil olan sûre Müddessir Sûresidir. Sûre, hakîkat nûr örtüsüne bürünen kişinin kalkıp hakîkatı insanlara anlatmasını emrederek başlar.‘Kendi vücûd ülkende sıfatlarından tecellî ettirerek topluma örnek ol’ ‘İnsanların arasına gir ve onları irşâd et’diyor. Ayrıca‘Elbiseni de temiz tut’diye ikaz var. Elbise şeriattır. Cenâb-ı Hakk bu kemâlâta gelenlerin şeriatlarının da tam olmasını istiyor.

Beşinci inzal olunan sûre Fatiha Sûresidir.Fatiha Sûresi, yedi âyetiyle, merâtib-i İlâhiyede yedi mertebede kendi mazharından açığa çıkaran İnsan-ı Kâmili remzetmektedir. Şu halde bu beş sûrenin bu sıraya göre nâzil olmasındaki hikmet, evvelâ okumamız, okuyabilmek için bir İnsân-ı Kâmilden bunu tahsil etmemiz, cehâlet örtüsünden kurtulmak için de o kâmilden Fenâfillâh tahsilini yapıp Bekâbillâh zevki tecellî ettiğinde toplumun içine girerek onları uyarmamız ve kendimizin de yaşamımıza geçirmemizdir. Yoksa mânâsını bilmeden taklîdi olarak yaptığımız ibâdetler ecir getirmeyecektir.İnsan canlı bir Fatiha olduğuna göre birinci sûreden dördüncü sûreye kadar Cenâb-ı Hakk'ın yaptığı bu sıraya göre tahsil yaparsak hem kolay hem de kısa zamanda gâyeye vâsıl oluruz.

Şu halde evvelâ ‘Allah’ın adıyla okumanın’ne olduğunu öğreneceğiz. Sonra kâlem olan İnsan-ı Kâmili bularak ondan cehâlet ve zulmet karanlığından kurtulma tahsili yapacağız. Sonra kendi varlığımızı Hakk'ın varlığında yok edip, bütün nehirlerin deryaya döküldükten cinslerinden ve isimlerinden eser kalmaması gibi‘nûr kabristanlığına’dahil olacağız. Ondan sonra da Vahdâniyyet örtülerinden sıyrılarak ister vücûd ülkemizde kabiliyetimiz nisbetinde her an ayrı bir ş’ende tecellîsini seyrederek isterse âfâkta her varlıkta zuhûrâtını görüp tecellî edişine göre fark ile Cemalullahı seyrederek dünya ve Âhirette mutlu olacağız.

Page 20: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Bu 4 sûreden sonra diğer sûrelerin hepsi,yer ve duruma göre bizlere günlük yaşantımızın çeşitli yönlerini îzâh etmektedir. Bunu idrâk ettikten sonra,jetonumuz hangi âyette düşerse düşsün, anlatılan hep insanın kendisidir.İnsanlık için faydalı olan her şey emredilmiş ve insanlık için zararlı olan her şey yasak ve haram emredilmiştir. Bunu anlayıp yaşamına geçmeğe çalışalım.

KUR’ÂN-I KERÎM’E VARİS OLANLAR

Kur’ân-ı Kerîm’in Fâtır Sûresi 32.âyette“Kur’ân’ı, seçtiklerimize vâris kıldık. Onlardan kimi nefislerine zulmedicidir. Kimi nefsini kısanlar, kimi de hayırda yarış yapanlardır” buyrulmaktadır. Âyette:

1 - Nefsine zulmedenler

2 - Nefsini kısanlar (muktesitler yani orta halliler)

3 - Hayırda yarış yapanlar olmak üzere üç zümre zikredilmiştir.

Nefsine zulmedenler, kendilerine nisbet ettiği, ef’al, sıfat ve vücûdlarından geçerek “Mutu kable ente mutu” “Ölmeden evvel ölünüz” sırrına vâkıf olan ve Hakk’ın Vahdâniyyet zevkiyle zevklenenlerdir. nefislerini Âhiret âleminde mutlu kılmaları için Bunlar Nefis ehli olarak, ikilikten birliğe vuslat bulmuşlardır. Fenâ-i ef’al, fenâ-i sıfat ve fenâ-i vücûd yaparak Resûlullah efendimizin, “Fakirliğimle iftihar ederim” dediği varlık fakirliğine erenlerdir.

Page 21: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Muktesitler, yani orta halli olanlar,Muhammedîliğini idrâk etmiş, Cenâb-ı Hakk’ın bütün tecellîlerini, Muhammedî olan mazharlarından zuhûra getirenlerdir. Bunların kendi varlıkları olmadığı için nefisleri mutmain olmuş, gerçek mü’min Nefis sahibi kişilerdir. Bunlar hakkında Enfâl Sûresinin 2.âyetinde “Gerçek mü’minler, yalnız o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman, kalpleri korkarak ürperir,onlara âyetler okunduğu zaman îmânları artar ve yalnız Rablerine tevekkül ederler” buyrulmuştur. İşte gerçek mü’minler, her an ayrı ayrı mazharlardan âyetleri okumakta ve bu sıfatlardan Cenâb-ı Hakk’ın tecellîlerini tenzih ederek îmânları artmaktadır. Hakk’ın kemâlât tecellîlerine mazhar olmaları nedeniyle Muhammedîdirler. Bu kişiler, Âdem ve âleme nazar ettiklerinde her şeyi farkı ile müşâhede ederek Cemalullahı görürler. Cenâb-ı Hakk’ın dört yerdeki tecellîsini, rûhanîyetleri ile şuhûd ederek, onlarla her türlü muamelelerini ona uygun olarak yaparlar. Hakk’a nevâfil ile yaklaştıkları için, onların görmesine göz, duymasına kulak,konuşmasına dil ve bütün a’zaları O olmuştur. Bu yerde Niyazî-i Mısrî Hazretleri şöyle diyor:

Hakk yüzü insan yüzünden görünür

Zâtını Rahmân şeklini insân eylemiş.

Hayırda yarış yapanlar da kalb sahibi İnsan-ı Kâmillerdir. Kâbe kavseyn sahibidirler. Onun için gece ve gündüz hiç durmadan köy köy,kasaba kasaba gezerek insanların ebedî saadetlerini kazanmaları ve insan-ı asliyyelerini öğretmek için, ilim sadakası, hâl sadakası, iffet, hayâ, edep, ahlâk sadakalarını dağıtarak hayırda yarış yaparlar. Ömürlerini buna adamışlardır. “En hayırlınız insanlığa faydalı olanınızdır” Hadis-i Şerifini kendilerine düstur edinmişlerdir. Cenâb-ı Hakk onları ilm-i ezeliyyette insanlığa faydalı olmaları için

Page 22: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

yaratmıştır. Onlar, Bakara Sûresi 1.2. ve 3. âyetlerde sözü edilen ‘Şüphe götürmeyen Elif, Lâm, Mim olan canlı kitap’tırlar. Kur’ân’a en çok vâris olanlar bu zümredir.

Bizler kendimize bu üç zümreden hangisinde olduğumuzu soralım. Bu üç zümreden değilsek bile henüz geç kalmış sayılmayız. Birinci zümre olan nefis terbiyesi vâdisine hemen girmemiz mümkündür.Allah bu üç zümre zevkini de bizlere nasîb etsin. Âmin.

KURBAN

Kurban,Allah’ın rızasını kazanmak için bir vesîledir. Kişinin maddî ve manevî varlığını Allah için fedâ etmesidir. Biz buna, kurbiyet, Hakk’a yaklaşma diyoruz. Her ne kadar Kaf Sûresinin 16.âyetinde “Andolsun ki, insanı Biz yarattık, nefsinin onu ne ile vesveselendirdiğini biliriz ve Biz ona habl-i veridden (şah damarından)daha yakınız” buyrulmakta ise de biz O’na cehâlet ve gayriyet itibariyle çok uzaklardayız.

Kurban iki türlüdür:

1 - Afakî kurban

2 - Enfüsî kurban

1 - Afakî Kurban: Kur’ân-ı Kerîm’in Hac Sûresinde, büyük ve küçük baş hayvanların Allah rızası için kesilip dağıtılmasının, kişinin Hakk’a yaklaşmasına bir vesîle olduğu belirtilmektedir. Ayrıca Kur’ân okumak, namaz kılmak gibi ibâdetler de Hakk’a yaklaşmaya vesîledir. Bir yoksulu giydirmek, karnını doyurmak gibi maddî yardımlar da Hakk’a yaklaşmaya vesîledir. Elbette her yaklaşmanın bir derecesi ve

Page 23: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

birbirinden farkları vardır. Sözünü ettiğimiz kurban ve yardımlar bizlerin gönlünü Hakk’a yaklaştırıyor, teslimiyetimizi arttırıyor ve yaşantımızda kurbiyet farklılığı meydana getiriyorsa güzel, bunları sağlamıyorsa âdetlerden ibaret olur.

2- Enfüsî kurban iki türlüdür:

a) Koç kurbanı

b) Can kurbanı

Koç kurbanı kendi diye bildiğimiz vücûd varlığımızı, Rabbimize teslim ederek, her türlü, cehâlet ve gayriyetten kurtulmakla kurban olmaktır. Tevhîd tahsilinde buna bedenden rûha vuslat olan ‘uruc’ denmektedir. İkilikten birlik olan rûha vuslattır. Kişi bir Mürşid-i Kâmilden aldığı Tevhîd tahsiliyle, kendi varlığının olmadığını, varlık sahibinin Rabbü’l-Âlemîn olduğunu idrâk ettiğinde Cenâb-ı Allah’ın gönlünde tecellî ettiğini rûh olarak görecektir. İşte bu kişi, âlemlerin Rabbine inandığı için, Rabbine teslim olarak, kurban olduğunu göstermek sûretiyle, cehâlet ve gayriyetlerinden kurtulup, Rûhullah olarak yaklaştığını zevk edecektir.İsrâ Sûresi 85.âyetinde “Bir de sana rûhtan soruyorlar. De ki: "Rûh Rabbimin emrindendir. Size ise pek az bilgi verilmiştir” buyrulduğu gibi, Rabbimin emirler âlemindeki tecellîsinden ibarettir. Tevhîd tahsilinde bulunan bütün kardeşlerim, Rablerinin kendilerine,telkîn ettiği,rûhun tecellîsi olarak mukayyed olan Âdem ve âlemdeki ef’âl-i İlâhinin,sıfat-ı İlâhinin ve Zât-ı İlâhi olduğunu bilirler. Şu halde rûhumuzun ne olduğu da anlaşılmış olur.

Can kurbanı ise candan canana nüzûl olan,her varlıktaki Cemalullahı görme yaklaşımıdır.Hakk’ın varlığı ile

Page 24: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

varlıklanan bir kişinin, bütün sıfat ve a’zalarından kemâlâtıyla mutmain olmuş bir nefs halinde zuhûrunu göstermesine tenden cana vuslat, bir sâlikin urucu,candan canana, yani rûhun sıfatlardaki nüzûlüne de can kurban denilmektedir. Kişi bu yaklaşımıyla,ihtiyarî olarak,kendinin diye bildiği sıfat ve vücûdunun, Allah’ın lâtif olan Muhammed sıfatına tebdil olduğunu görecektir. Allah nasıl lâtif ise, Muhammed’in de lâtif olarak kendisindeki tecellîlerini görüp zevk etmekten mutluluk duyacaktır. Zira Allah’ın bütün tecellîleri, Muhammed olan kemâlât sıfatlarından zuhûr eder. Cenâb-ı Allah’ın kişinin gönül semâsından tecellî eden manevî gıdalarını, hem kendisi zevkle yer,hem de ihtiyacı olan bütün kardeşlerine dağıtır.

Kendi varlığımızı kurban etmeye koç kurbanı diyoruz. Koç kurbanı devresinde Fenâfillâh olasıya kadar, bizlere kemâlât ilmi,ahlâk güzelliği ve amelî menfaatler gibi bir çok manevî gıdalar lütfedilmektedir. Canımızı Hakk’a vermeye ve Muhammed olan mazharımızdan, Hakk’ın kemâlât tecellîlerini seyretme yaklaşımına da can kurbanı diyoruz.

Bizlerin ister koç kurbanı, isterse can kurbanı olsun Hakk’a kurban olabilmemiz için Rabbimize küllî teslimiyetle Tevhîdi zevk etmemiz gerekmektedir. Zâhirde hayvanların kesilerek fakir ve fukaraya dağıtılması elbette Hakk’a bir yaklaşma vesîlesidir. Her türlü hayır hasenât da Cenâb-ı Hakk’a yaklaşma vesîlesidir. Cenâb-ı Allah,Âl-i İmrân Sûresi 92.âyette “Sevdiğiniz şeylerden başkalarına da vermedikçe, tam bir iyilik vasfına eremezsiniz. Her ne harcarsanız şüphesiz Allah onu bilir” buyurmaktadır. Cenâb-ı Allah, İbrahim (A.S.)'dan da en sevdiğini kurban etmesini istemiştir. Bizlerin de en çok sevdiği kendi varlığımız ve canımızdır. Aslında olmayan, zannımızdaki bir varlığı,Hakk’ın varlığında yok etmek, bizlere, Allah’ı, Allah’ın sıfatlarından, Allah’ın

Page 25: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

zikrettiğini ve Allah’ın Muhammed sıfatlarından kemâlâtıyla tecellî ettiğini gösterecektir. İnşaallah Rabbim bütün inanan kardeşlerime can kurban etmeyi nasîb eder.

KURBAN BAYRAMI

Kurban kurbiyet demektir. Yani kulun Allah’a yaklaşması demektir.Bir kulun Allah’a yaklaşabilmesi için enfüste ve âfâkta ibâdetlerini lâyıkıyle yapması lâzımdır. İbâdetler mâli ve amelî ibâdetler olmak üzere iki türlüdür.

a) Mâli ibâdetler:

Kur’ân-ı Kerîm’de bahsedilen (en’âm) kurban olması gerekli hayvanların Allah için kanlarının akıtılması ve etlerinin üçe bölünerek fakirlere, eşe dosta ve kendi ailesine ziyafet çekmesidir. Dikkat edilirse bu üç sınıfın hepsi de nefsin ziyafetidir.Hac Sûresi 37.âyette “Elbette onların etleri ve kanları Allah'a ulaşmayacaktır. Ancak O'na sizin takvanız erecektir. Onları bu şekilde sizin buyruğunuza verdi ki, size yolunu gösterdiğinden dolayı, Allah'ı tekbir ile yüceltesiniz. (Ey Muhammed!) Vazifelerini güzelce yapan iyilik sevenleri müjdele” buyruluyor. Elbette bir kişinin inancı olmasa yüzlerce lirayı Allah için bir kurbana vermezdi. Demek ki malını ve imkânlarını Hakk için harcaması onun Allah’a yaklaşmasına vesîle olmaktadır. Fakirlerin, eşin dostun bundan istifâde ederek memnun olması da Hakk’a yaklaşmasına vesîle olmaktadır. Dolayısıyla halktaki Hakk’ın memnuniyeti Hakk’ın da o kuluna yaklaşmasına sebep olmuş olur. Onun için Resûlullah Efendimiz “Ben iki kurban atasının evladıyım” buyurdular. Onun için her sene birini kendi için birini de ümmeti için olmak üzere iki kurban kesmiştir. Ayrıca

Page 26: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

bir yoksula sadaka vermek, gıda, yakacak, giyecek, ilaç vb. gibi ihtiyaçlarını gidermek de kurban olmasa bile kişileri Hakk’a yaklaştırabilir.

b) Amelî ibâdetler:

Kur’ân okumak,namaz kılmak,oruç tutmak,hacca gitmek ve zekât vermek gibi ibâdetler amelî ibâdetlerdir.Amelî ibâdetler de bizlerin Hakk’a yaklaşmamıza birer vesîledir.

Allah kendine yaklaşmamız için bizlerden ne istemektedir? Kur’ân-ı Kerîm’in bir çok yerinde,Allah’a yaklaşmak için vesîle aramamız emredilmektedir. Bulduğumuz İnsan-ı Kâmillerden Allah’a yaklaşma iki safhada ta’lîm edilir:

1- Koç kurbanı

2- Can kurbanı

Bir kişinin Mürşid-i Kâmile tâbi olarak aldığı Tevhîd tahsili sonunda,halka dönük nefsinin,cehâlet,şirk ve nisbîyet günahlarından temizlenerek Hakk’a uruc ederek yaklaşmasına koç kurbanı diyoruz.Çünkü ten mezbelesinden rûh âlemine kişinin vuslatı Hakk’a koç kurbanıdır.

Can kurbanı ise,candan canana erişmektir.Allah’ın Rûhullah olan Vahdet deryasından sıfatlarına tecellî ederek kendi cemâlini izhar etmesine de,rûhun sıfatlara nüzûlü olan kurbiyetinin gereği can kurbanı denmiştir. Bir kişi Hakk’a kurban olmak istiyorsa, evvelâ koç kurbanı olan varlığını Hakk’a vermelidir. Hakk’ın varlığı ile varlıklanan kişinin de ister kendi vücûd sıfatlarından, isterse âfâktaki Hakk’ın bütün

Page 27: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

sıfatlarına yaklaşması, Cenâb-ı Hakk’ın zuhûru olduğunu görmektir. Yani kurban, bir sâlikin vuslatı içinde ‘uruc’ve‘nüzûl’den ibarettir.

Onun için koç kurbanı kendimize nisbet ettiğimiz varlığımızı kurban etmektir.Fenâfillâh olmaktır. Can kurbanı ise, canın birlik zevki ile zevklenen kişinin, sıfatlarından kemâlâtı ile zuhûra gelmesidir. Yunus Emre Hazretleri hakîkati şöyle ifşâ ediyor:

“İsmailem Hakk yoluna canımı kurban eylerem

Çünkü bu can kurban sana ben koç kurbanı neylerem”

KURBAN BAYRAMINDA GETİRİLEN TEŞRİK TEKBİRLERİNİN MÂNÂ VE

MAHİYETİ

Teşrik tekbiri “Allahü ekber Allahü ekber. Lâ ilâhe illallahü vallahü ekber,Allahü ekber ve lillâhil-hamd” dir. Teşrik tekbirleri Kurban bayramı arefesi sabah namazından başlayarak dördüncü bayram günü ikindi namazı da dâhil olmak üzere yirmiüç vakit getirilir. Teşrik tekbirleri vâcibdir. Farz namazlarının hemen arkasından getirilmelidir. Ferdî namaz kılarken unutulursa son sünnetlerden sonra da getirilebilir.

İbrahim (A.S.) oğlu İsmail (A.S.)'i kurban etmek için boynuna bıçağı çaldığında bıçak kesmedi.Taşı ikiye böldüğü halde bıçak İsmail’i bir türlü kesmiyordu.İşte o zaman iki melek, bir

Page 28: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

koçla birlikte iki defa “Allahü ekber,Allahü ekber” nidâsıyle zuhûr ettiler. İki defa söylemelerinin nedeni Allah’ın Hüviyet ve Eniyetinde yüceliği, ululuğu, büyüklüğünün zâhir ve bâtında olmasındandı. Bir kez söylenmiş olsaydı Allah’a eksiklik isnâd edilmiş olurdu. Meleklerin bu tekbirini duyan İsmail (A.S.) cevaben “Lâ ilâhe illallahü Allahü ekber” yani zannımızdaki, hayâlimizdeki Allah’ın ululuğu, büyüklüğü değil bizzât şühûd ettiğimiz, zerreden kürreye kadar Zâtını bütün sıfatlarından ilân eden ve zuhûra çıkıp Cemâlullahını gösteren “Allah büyüktür” dedi. Buna cevaben de İbrahim (A.S.) “Allahü ekber Velillahil-hamd”demekle zâhir ve bâtın bütün varlıkların Allah’a hamd ettiklerini, hepsinin varlığının Allah’ın varlığıyla var olabildiği için teşekkür ettiklerini söyledi. Böylece tenzih ve teşbihi İbrahim (A.S.) Tevhîd yaparak, tekbiri, kâl lisaniyle ifade etmiş oldu.

Tevhîd ehli de merâtib-i İlâhi tahsilinde Tevhîd-i ef’âl, Tevhîd-i sıfat ve Tevhîd-i Zât idrâkine sahip olduğunda, Allah’ın Vahdâniyyetinin idrâki ile Allah’tan başka bir varlık göremediği için zâhir ve bâtın yönüyle “Allahü Ekber”yani“ Allah uludur, Allah büyüktür” diyerek O’nun yüceliğini ifade eder. Vahdâniyyetinden sıfatlarına tecellîsi ile her varlıktaki cemâlini şühûd etmesiyle de “La ilâhe illallahü Allahü ekber” demiş olur.Cenâb-ı Hakk, Vahdâniyyeti bütün sıfatlardan tecellî ettiği halde bu tecellî ettiği sıfatların hiçbirine benzemez. Çünkü İsmail (A.S.) İbrahim (A.S.)'in nefsi idi. Nefsin kesilemeyeceğini, ancak kurbiyetle yaklaşılabileceğini bizlere göstermiş oldu. Böylece Tevhîd babası İbrahim (A.S.)'in “Allahü ekber velillahil-hamd” demesiyle, tenzih ve teşbihi Tevhîd yaptığını, hem tekbirin,hem de insandaki Kur’ân’ın, kemâlâtıyla tamamlanmış olduğunu anlamaktayız. Kur’ân-ı Kerîm 23 senede tamamlandığı için bizler de bu kurban diye vasıflandırdığımız kurbiyet yani yaklaşmanın zâhir ve bâtınını, 23 vakit (Kurban bayramı arefesi sabah

Page 29: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

namazından başlayıp dördüncü bayram günü ikindi namazı dahil olmak üzere) namazların farzlarının arkasından bir defa tekbir getirmekle tamamlamış oluruz

Müslümanların üç bayramı vardır.Ramazan bayramı üç gündür. Receb, Şaban ve Ramazan irfâniyetine sahip olanlar bâtında da bu üç gün bayramı yapmaya hak kazanmışlardır. Çünkü bayram, dostla buluşmak, görüşmek ve sevişmektir. Kurban bayramı da dört gündür. Allah’ın Vahdâniyyet zevkiyle zevkiyâb olanlar evvelde, âhirde,zâhirde ve bâtındaki tecellîleri zevketmeleriyle dört gün bayram yapmış olacaklardır. Tevhîdde de tecellî mertebeleri bekâ mertebesi olarak tahsil edilmektedir. Bu bayramların, bayram namazları da vâcibdir. Üçüncü bayram ise Cuma’dır ki Ramazan ve Kurban bayramı namazlarını bünyesinde cem ederek Tevhîd yapıp farz olmuştur. Onun için Cuma günü mü’minlerin bayramıdır.

Bayram namazlarında Sübhanekeden sonra üç defa tekbir alınıp el bağlanması Fenâfillâh olan bir kimsenin nisbîyetlerini bağlamasını, ikinci rek’atta ise üç tekbirden sonra bağlamayıp dördüncü tekbirde rükû’ya eğilmenin de bekâ zevkiyle dört mertebe yönüyle Hakk’ın tecellîsini remzetmesi bizlere fenâ ve bekâ zevkiyle merâtibin ta kendisi olduğunun zevkini vermektedir. Hakîkatte vâcib “mutlaka” demektir. Nasıl bir barutla bir ateş yan yana gelince onun infilak etmesi kaçınılmaz olursa,aynen onun gibi bir sâlikin kendine nisbet ettiği varlıkları Hakk’a vermesi ile Rabbinin onda tecellî etmesi de vacîbtir. Hakk, Vahdâniyyeti ile sıfatlarına tecellî edince o sıfatlardan gören, duyan Hakk’tan başkası olamaz.Bir sâlike de böyle tecellî ederse o sâlikten duyan, gören ve konuşan Rabbi olmuş olur.

Page 30: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Kurban bayramında kesilen kurbanlık hayvanlardan da bir nebze bahsedelim. Kevser Sûresindeki “Fe salli li Rabbike venhar”âyeti“Sen de Rabbin için namaz kıl ve kurban kes!” şeklinde tefsir edilmiştir. “Venhar” akıt demektir. Bu âyetten “kan akıtmak” anlamı yanında cehâlet ve nisbîyetlerin de akıtılması anlamı çıkarabilir. Hatta bu ilim ve irfâniyetle, boş olan gönlünüze irfâniyet ve kemâlât akıtın şeklinde de zevk edebiliriz. Hac Sûresinin 37.âyetinde “Sizlerin Allah için kestiğiniz kurbanların ne kanları ne de etleri Allah’a ulaşır. Allah’a ulaşan takvanızdır.” buyrulmuştur. Kurban kesme konusunda açıklık olmadığı için zâhirde farz değil de vâcib denmiştir.

Onun için zâhirde eti yenen hayvanlardan kurban yapıyorsak da hakîkatinde kurbanın “kurbiyet” yani Allah’a yaklaşma olduğunu bilmeli, kul olarak Allah’a yaklaşmaya gayret göstererek Rabbimizi kendimizde zuhûra getirmeliyiz. Kâmil isek de ihvânlarda zuhûra gelmeliyiz.

“Sür çıkar gayriyi gönülden tâ tecellî ede Hakk.

Padişah konmaz saraya hâne mâmur olmadan.”

Allah cümlemize bu zevkleri ihsân etsin. Âmin.

LÛT (A.S.) KISSASI

Bir gün İbrahim (A.S)'a oğlan sûretinde iki melek misafir geldi. İbrahim (A.S) çok misafirperver bir kişi olduğu için, hemen bir hayvan keserek önlerine yemek olarak koydu. Misafirler yemekten yemeyince İbrahim (A.S. korkmaya ve endişelenmeye başladı. Onlar “Biz Allah tarafından gönderilen görevli iki meleğiz. Lût (A.S)'ın kavmi oğlancılık yapmak sûretiyle iyice azıttı. Onları helâk edeceğiz.” dediler. İbrahim

Page 31: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

(A.S) onların içinde Lût ve ona inananların da olduğunu söyleyerek “Onlar da mı helâk olacaklar?” deyince melekler “Hayır, onlar helâk olmayacaklar.” dediler. Lût (A.S) İbrahim (A.S)'ın kardeşinin oğludur. Yani yeğeni olur. Lût (A.S)'ın kavmi, güzel birer genç oğlan sûretindeki bu iki meleğe sahip olmak için onları takip ettiler.

Melekler, Lût (A.S)'ın kapısını çalarak kendilerinin Tanrı misafiri olduklarını söyleyerek içeri alındılar. Lût(A.S.)'ın kavmi, o gelen oğlanların kendilerine teslim edilmesini, aksi halde Lût (A.S)'a da zarar vereceklerini söylediler. Lût (A.S) her ne kadar onların Tanrı misafiri olduklarını söyleyip“Beni rezil ve mahcub etmeyiniz”diye yalvardıysa da dinlemediler. Lut iki kızının olduğunu, misafirlere dokunmamaları şartıyla onları kendilerine teslim edebileceğini söylediğinde kavmi “Ya Lût,sen de iyi biliyorsun ki bizim kızlarla hiçbir ilişiğimiz olamaz.” dediler. Melekler Lût (A.S)'a “Biz bu beldeyi helâk etmek için, Cenâb-ı Hakk’ın elçileri olarak geldik.Geceye kadar onlardan müsaade al. Gece olunca bizler arka kapıdan çıkar gideriz.Bu belde de ondan sonra helâk olur” dediler. Lût (A.S) kavminden geceye kadar müsaade etmelerini, gece olunca o misafirleri teslim edebileceğini söyledi.Kavmi Lût (A.S)'ın bu teklifini kabul etti. Lût (A.S) ve ona inananlar gece olunca arka kapıdan çıkıp gittiler. Geride kalanlar sabaha karşı gökyüzünden yağan çamurlu taşlar ve şiddetli bir gürültüyle beldenin göçmesi sonucu helâk oldu.Bu gün bile Ürdün ile Filistin arasında bulunan Lût gölü yanındaki o beldede helâk olayının yaşandığına dâir apaçık deliller mevcûddur. Lût (A.S)'ın karısı, Lût (A.S)'a tam inanmıyordu. “Hiçbir kimse sakın geriye bakmasın, yoksa o da helâk olanlardan olur” diye tembih edildiği halde,söz dinlemeyen karısı geriye baktı ve hemen oracıkta taş kesiliverdi. Lût (A.S) ile inananlar da böylece o kötü kavimden kurtulmuş oldular.

Page 32: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

İşte bu vak’a günümüzde de her an olup durmaktadır. Yeter ki, olaya Tevhîd açısından bakarak bu âyetleri günümüzde de görmeye çalışalım.

Görevli olarak gönderilen iki melek “akıl” ve “idrâk” tir. Bunlar Cenâb-ı Hakk’ın insanlara elçi olarak verdiği en güzel nimetlerdir. Evvelâ Tevhîd babası olan İbrahim (A.S)'a uğradılar. Zira Tevhîdsiz, nefs-i emmâre olan süflî emellerin helâkı mümkün değildir.Melek durumunda olan lâtif varlıkların zâhir nimetlerdeki gıdaya ihtiyaçları yoktur.Vücûd ülkesi olan Lût (A.S)'ın kavmi oğlancılık ibtilâsına yakalanmışlardı. Yani nefs-i emmâre olan süflî istek ve arzular içinde bulunuyorlardı. Nasıl bir erkeğin bir erkekle cim’asıyla nesli çoğalamazsa nefs-i emmâre istekleriyle bir kişinin Rabbinin rızasını kazanması da mümkün değildir.

Nefs-i emmâre emrinde olan bütün şûbeler,elçi olarak bu ülkeye gelen oğlan sûretindeki ‘akıl’ ve ‘idrak’a sahip olmak istemektedirler. Lût (A.S) olan insandaki rûh da, onların tanrı misafiri olduğunu söyleyerek teslim etmek istememektedir. Zira nefs-i emmâre insandaki akıl ve idraka sahip olursa o kişi, hakîkatte helâk olmuş demektir. Lût (A.S) kavmine,misafirlerine ilişmemeleri koşuluyla iki kızını verebileceğini söylemiştir. İnsanoğlunda iki türlü amel vardır:

1 - Nefsin amelleri

2 - Rûhun amelleri

Nefsin amelleri ‘kız’durumundadır. Lût (A.S) nefsin ameli olan kızları vermek istediğinde, onlar bunu çok iyi bildikleri için kabul etmemişlerdir. İlle de rûhun ameli olan o iki

Page 33: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

‘oğlan’ı istemişlerdir. Çünkü çok iyi biliyorlar ki, bu iki oğlana sahip olduklarında,o vücûd ülkesi kendi istek ve arzuları doğrultusunda yönetilecektir. O iki melek durumunda olan akıl ve idrâkin, Lût (A.S)'dan geceye kadar müsaade istemeleri, gece ülkeyi terk edeceklerini, ülkenin (nefs ülkesi) helâk olacağını söylemelerindeki anlam ise gecenin Vahdeti remzetmesidir.

Çünkü bir kişi Vahdet zevkine girince,nefs-i emmârenin istek ve arzuları helâk olur. Lût ve kavminden kendisine tâbi olanlar nefs ülkesini terk etmişlerdir. Onun için arkada kalan nefslerini terk etmek sûretiyle o beldeden ayrılmışlardır. Lût (A.S)'ın karısı eski nefs bilinçlerini bırakmadığı için geriye bakmak suretiyle helâk olmuştur. Bu kıssada olduğu gibi bir sâlik de şayet Mürşid-i Kâmilin telkînlerini uygulamazsa Lût’un karısı gibi helâk olur.Lût(A.S)un kavmi nefs-i emmâreyi remzettiği için, kötü isteklerini dâima uygulamak isterler.Cenâb-ı Hakk da, gönlü Hakk’a dönmüş kişilerin vücûd kavminde nefs-i emmâreyi helâk eder.

Lût (A.S.) olan Mürşid-i Kâmillerin etrafında toplanan sûrette inanmış görünüp sîrette inanmayan sözde sâlikler Lût kavminin helâk olanları gibidir. Bir kişinin Rabbinin bazı tâlimatlarına uyup bazılarına uymaması demek o kişinin inanmadığı mes’elelerde hakîkati idrâk etmemesi demek olup, o sıfat idraklarının taş haline dönmesi demektir. Bir sâlikin de Kâmile inanmaması aynı şeydir. Onun için hiçbir kardeşimiz vuslatında “geriye” bakmamalıdır. Hep ileriye bakmalı ve yeni tecellîlerle zevklenmelidir. Tevhîd-i ef’âl mertebesinden, Tevhîd-i sıfat mertebesine geçen bir kardeşimizin râbıta ve şühûdlarında, ef’âl şühûdunu kullanmaya devam etmemesi, yalnız bulunduğu mertebenin şühûdunu kullanmasının gerektiği söylenmektedir. Çünkü her mertebenin şühûdunda

Page 34: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

bir önceki mertebelerin râbıta ve şühûdları vardır.O halde, sâlikin eski ilmine,eski hallerine dönmemesi gerekmektedir.

Kur’ân, Lût (A.S) kıssasında Hakk ve hakîkata vuslatın, ancak kâidelere uymak sûretiyle mümkün olduğunu anlatmaktadır. Allah hepimize uygulamayı nasîb etsin. Âmin.

MAİDE SOFRASI NEDİR

Maide‘sofra’demektir. Teslimiyeti olanlara indirilen Kur’ân-ı Kerîm’in ilm-i ledün diye bahsettiği manevî bir sofradır. Sır ilimlerini öğrenmek anlamına gelmektedir.

M : Muhammed

A : Allah

İ : İlim

D : Dünya (her an tecellî eden mazharlar)

E : Hakk’ın emirlerini ifade eder.

Hadis-i Kudsî’de Allah “Küntü kenzen mahfiyyen feahbebtü en unefe fe halektel halka li uref” “Ben gizli bir hazine idim bilinmekliğimi murâd ettim ve bu halkı halk eyledim ki bilineyim” diyerek, Zâtından sıfatlarına,sıfatlarından esmâ alarak fiillerine zuhûr edip âsârıyla kendini ilân ettiğini buyurmaktadır.

Hz.Îsâ (A.S.)'ın hâvârileri bu tecellî sırrını bilmediği için peygamberleri olan Hz.Îsâ (A.S.)'ya Maide Sûresi 112.âyette “Ey Îsâ! Senin Rabbin gökten bir sofra indirmeye kâdir olur mu” dediler. ‘Rabbimizden iste’ demediler. Çünkü onların

Page 35: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Rabbi buna kâdir olamazdı. Hz.Îsâ (A.S.)'da “Eğer Allah’a inanıyor ve mü’minler iseniz Allah benim dileğimi reddetmez.” dedi.

İşte bir sâlik de,z amanın Îsâ’sı olan Mürşid-i Kâmilinden, Ahadiyet sırlarının bu mukayyed varlıklara tecellîlerinden istifade etmek istiyorsa maide sofrasını istemelidir. Yalnız kâmilinin resminden tecellî eden o hakîkat sırlarına inanmalı, sevgisinde, edebinde, teslimiyetinde zerre miktarı eksiklik olmamalı, tam inanmalıdır. İşte o zaman arzu edilen sofra iki bulut arasından yani kâmilin iki dudağının arasından ilm-i ledün olarak inmeye başlar. Yoksa inanç ve i’tikâdında eksiklik olanlar bu sofradan yeterince faydalanamazlar.

Hz Îsâ (A.S.) duayı yaptığında iki bulut arasından bir tepsi içinde örtülü vaziyette sofra indiriliyor. Hz.Îsâ (A.S.) Besmele ile örtüyü kaldırıyor. Bakıyor ki tepsi içinde kızartılmış bir balık, başucunda tuz,balığın kuyruk tarafında sirke, ayrıca beş yufka ve her bir yufkanın üzerinde 1-Yağ 2-Bal 3-Zeytin 4-Piyaz 5- Pastırma var. Bütün buna‘inanıyoruz’diyenleri buyur etti. Böylece kırk gün sofra, birer gün aralıklarla indi. Kırk günün sonunda da Hz.Îsâ(A.S.)ya vahiy geldi. Vahiyde Allah, “Bu sofradan fakirler yiyecek zenginler yemeyecek” demekteydi. Bu emri duyan zenginler isyan ettiler. “Bu açık bir sihirdir” demeleri yüzünden Allah da onları helâk etti.

Bu sofra inanan ihvâna her zaman inip durmaktadır.Bu sofranın kâmilin iki dudağı arasından indirilen ilm-i ledün dediğimiz Tevhîd ilmi olduğunu söylemiştik. Kızartılmış olan balık senin Hakk’a dönmüş olan sevgi ve aşkındır. Çiğ olmuş olsa idi balık yenmezdi. Balığın başındaki tuz iştahı açan kâmilin sana telkîn ettiği dâimî zikirdir.Balığın kuyruk tarafındaki sirke de Tevhîdi idrâk ettikten sonraki zevkidir.

Page 36: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Salikin merâtib-i İlâhiye tahsilinde Âdem’de ve âlemde Hakk’ın tecellîsi olan ef’âl, sıfat ve Zâtın idrâkinden sonra kendinin diye bildiği bu varlıkların Hakk’ın olduğunun müşâhedesiyle manevî varlık tam olarak zuhûr etmiş olur. Sâlik beşi zâhir beşi bâtın on duygusu ile dördüncü rûh mertebesi olan Vahdâniyyet mertebesine kadar ikilikten âri olamayacağı için,kırk gün fakir de zengin de bu sofradan yer.Fakat Vahdâniyyet mertebesinde mürşidin telkînâtı gereği, sûretten sîrete geçildiği için kesâfette kendi varlığından geçemeyen zengin olanların,letâfetteki tecellîleri müşâhede etmeleri mümkün değildir. Kendi kuyularından sularını çıkaramadıkları için zevk edemezler.

Onun için kırk gün sonra Hz.Îsâ(A.S.)ya‘zenginler yemeyecek fakirler yiyecek’emri, hâl ve idrâk lisâniyle tecellî etmiş olur. Zenginler dediğimiz kendi varlığından geçemeyenler, diğer kardeşlerimiz bu zevklere sâhip oldular da biz neden olamadık diye âsi olurlar. İnkâra kalkıp isyan ederlerse Allah da onları bu Tevhîd yolundan uzaklaştırmak sûretiyle helâk eder. Allah bizleri onlardan eylemesin.Âmin.

İşte fakirleşmiş olanlar da Mürşidinin himmetiyle gönül semâsından sıfatlar arzına yağ şifresiyle bildirilen ef’âl, sıfat ve Zât zevki,bal olan Cemâlullah seyri, zeytin olan fark dediğimiz tahkîk-i Şerîat zevki, piyaz denilen de celâl ve cemâl tecellîlerinin iç içe kemâlât ve Tevhîd zevki ve pastırma da kokması, bozulması olmayan Ahadiyet sır zevkinin zuhûr etmesinden ibarettir.

Bir sâlik kendi varlıklarından ihtiyarî olarak geçip vücûdunda Hakk’ı tecellî ettirip edep ve güzel ahlâkla ahlâklanırsa îmân-ı taklîdden îmân-ı tahkîke geçmiş olur.Şerîat idrakiyle de, taklîdden,mutmain olmuş tahkik-i şerîata geçmiş olur.

Page 37: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Şerîat ikidir:

1 - Şerîat-ı evvel (Taklîd şerîat)

2 - Şerîat-ı sânî (Hakikî şerîat)

Bizler de bu manevî sofradan istifade etmek istiyorsak, nefs deryası olan unsûriyet idrâkinden geçip, rûh deryası olan Rûhullah’ı müşâhede etmemiz gerekmektedir.

MELAMİLER NAMAZ KILMAZ MI

Melamîler, Mürşîd-i Kâmile gelmezden evvel,taklîd şeriat gereği, Allah’ın emir ve yasaklarını uygulamak için gayret gösterip, taklîdi olarak yaptıkları ibâdetlerin mânâ ve sırlarını bilmeden de olsa oruç da tutarlar, namaz da kılarlardı.Mürşîde geldikten sonra orucun ve namazın sırlarını sohbetlerde öğrenince sırların irfâniyeti daha câzip gelmeye başlayıp bundan zevk aldıkları için,şekildeki vakitlerle ilgili namaza itibar etmemeye başlarlar. “Namaz mü’minin miracıdır.Miraç ise, Hakk’la konuşmak ve Hakk’la beraber olmakmış.” diyerek bedenin yaptığı ibâdet hareketlerinin ayrı, irfâniyetinin ayrı olduğunu mütalaa ederek henüz melamî olamamış,kelâmi olarak vasıflandırdığımız bu kişilerde namaz fiili görülmemektedir. Yine “Oruç ikilikten birliğe yükselmekmiş, sabahtan akşama kadar aç kalmak değilmiş.” diyerek oruç tutmayan sözde melamîlere de rastlıyoruz.

Halbuki, sîretin sûretsiz zuhûra gelmesi ve yaşanması mümkün değildir. Melamîler kelâmilikten ve yalnız sohbet eden zümreden ibaret değildir. Melamînin, kendi varlığını

Page 38: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Hakk’ın varlığında yok edip, Resûlullah efendimizin güzel ahlâkı ile ahlâklanması, bu irfâniyet ve kemâlâtla da hem kendi mazharından Cenâb-ı Hakk’ı bütün yönleriyle açığa çıkarması, hem de âfâkta bütün tecellîleriyle O’nu seyretme imkânına kavuşması gerekir. Rûh cesetsiz icraatını gösteremediği gibi cesedin de rûhsuz ayakta durması mümkün değildir. Onun için mânâ ve sırrına vâkıf olmadan,kılınan namaz, taklîdden öteye geçemediği gibi, bedensiz fiile dökülmeyen, namazın da hükmü yoktur. Çünkü Cenâb-ı Allah fiilleriyle açığa çıkmış ve âyetlerini göstermiştir.Kendilerini en üstün âyet olarak ifâde edenler, fiilleriyle,ister emir fiilleri olsun, isterse ahlâk fiilleri olsun, açığa çıkaramadığı için zındıklıktan kurtulamamışlardır.Onlar yalnız ilim ile Cenâb-ı Hakk’ın Vahdâniyyetini bilmişler, kendi varlıkları yok olmadığı için nefsî istekleri yüzünden zındık olmuşlardır.

Tevhîd yalnız ilim ve irfâniyet değildir. Bir yaşam biçimidir. Melamîler, kendi varlıklarını Hakk’ın varlığında yok ettikleri için,ne sevap ne de günah işleyebilirler. Çünkü varlıkları yoktur.Varlığı yok olanlarda, Cenâb-ı Allah bütün kemâlâtı ile tecellî ederek zuhûra gelir. İşte artık onların kendileri oruç tutmazlar, namaz kılmazlar. Fakat,Cenâb-ı Hakk onların mazharından kemâlâtı ile namaz kılar,oruç tutar. Her türlü tecellîsini kemâlâtıyla açığa çıkarır. Zâten Cenâb-ı Hakk da, bilinmekliğini istemiş ve onun için bu halkı halk etmiştir. O mazhar aynalarında, Cenâb-ı Hakk kendisini seyretmek istemektedir.O mazharlarda eksiklik görülürse, hâşâ ‘Allah eksiktir’ mi diyeceğiz? Hayır, o eksiklik kulundur.Çünkü su girdiği kabın renginde görünür. Suyun rengi yoktur. Renk kaplardadır.

Onun için, irfâniyete sahip olan kardeşlerim, Cenâb-ı Allah’ın, Zâtından sıfatlarına tenezzül ettiği gibi, onlar da Mürşîd-i

Page 39: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Kâmillerinde elde ettikleri irfâniyet ve kemâlâtı namaz fiillerinde açığa çıkararak, günde beş vakit namazlarında bizzat şuhûd ederler. Cenâb-ı Hakk’ın bazı tecellîlerini irfâniyetle kabul edip ,ibâdet emirlerindeki fiillerle açığa çıkmasını inkâr etmezler. Mülkünde ondan başka fâil yoktur. ‘Bizden böyle tecellî ediyor’ diyorlarsa o da doğrudur.O zaman, kendi mazharlarında Kur’ân-ı Kerîm emirlerine göre her türlü ibâdet ve yaşam fiillerine baksın. Hayvanî fiiller zuhûr ediyorsa o kişinin yeri ve hâli odur. Sakın insanlıktan bahsetmesin. İnsanlık fiilleri zuhûr ediyorsa onda Resûlullah efendimizin güzel ahlâkı görülüyor, İslâmî yaşam mevcuttur demektir.İşte o melamîdir. Mübarek olsun. Şu halde, ismi melamî olup da namaz ve ibâdet fiilleri görünmeyenler, melamî değil, kelâmidir, müşriklerden hiçbir farkı yoktur. Cenâb-ı Allah, bütün melamîyim diyen kardeşlerime, evvelâ Fenâfillâh olup, kendi varlıklarını Hakk’ın varlığında yok etmek nasîb etsin. Sonra da, Âdem ve âlem mazharlarından her an, ayrı ayrı tecellîlerini zâhir ve bâtın olarak müşâhede etmeyi nasîb etsin.Âmin.

MELAMÎYİZ

Melamî kendi varlığını Hakk’ın varlığında yok edip Resûlullah efendimizin güzel ahlâkı ile ahlâklanmaya denir. Melamî, kınamak ve kendi eksikliğini sürekli yok etme gayreti içinde olma mânâsını da taşır. Melamîlik bir tarîkat değildir. Kur’ân-ı Kerîm ahkâmı ve sünnet-i seniyye neşvesiyle hallenerek yaşamaktır. Meslek-i Resûlullah'tır. Bu meslek ve

Page 40: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

meşrebin icraatında zikir ve fikir esastır. Taç, hırka, tekke, zâviye yoktur. Melamîlik bir sohbet yoludur. Sohbetlerimiz de gizli değildir. Herkese açıktır. Meslek-i Resûlullah olan Melamîliğin birinci dönemi Pîr Hamdun Kassar’la başlar. (hicri 271) İkinci devre Hacı Bayram Velî Hazretlerinin halîfesi Bıçakcı Ömer Dede (milâdî 1475) ile devam eder. Üçüncü devre Melamîliğin kurucusu ise Pîrimiz Şeyh Muhammed Nûr Hazretleridir. (milâdî 1887)

Melamîler Vahdet-i Vücûd zevki ile zevkiyâbdırlar. Bir Hadis-i Şerifte “Bir saatlik tefekkür yetmiş yıllık ibâdetten üstündür.” buyrulmuştur. İşte melamîler yetmiş yıllık bilinçsiz taklîdi ibâdetleri değil, bir saatlik bilinçli tefekkür yolu yolcuları olup beş vakit namazın üstüne sünnetlerden başka bir şey eklemezler. Kalpleriyle dâimî zikirde olmaları nedeniyle Allah’la beraberdirler. İlimde derin ilim ve irfâniyete sahiptirler. Allah’ın seyyid dediği ve âlemlerin efendisi Hz.Muhammed onların içindedir. Gönüllerimiz Hakk’la, dışımız halkla beraberdir. Yani sûretimiz nakşî, sîretimiz melamîdir. İnsanları kendilerine bağlamazlar. Kendilerine biat ettirmezler. Allah’a bağlarlar, Allah’a biat ettirirler. Râbıta Allah’adır. Mürşîde değil. “İnsanların hayırlısı insanlara faydalı olandır” düsturu ile hareket ederler. Bir kişinin melamî olabilmesi için“La mevcûde illallah” diyerek Allah’tan başka bir varlık tanımaması lâzımdır. Gönlünü Allah aşkıyla doldurması gerekir. Melamî, tasavvufta manevî mertebenin en yücesi olan melamete vardığı için, İlâhî nura kavuşmuş olup, gönlü Cenâb-ı Hakk’la doludur. Bu seviyeye gelen melamî ile Cenâb-ı Hakk arasına kimse giremez. Artık o Hakk ile Hakk olma sırrına ermiştir. Muhyiddîn İbnü’l-Arabî Hz. leri Fütuhât-ı Mekkiye’sinde melamîler için “Eşyaya Allah’ın baktığı nazarla bakarlar. Gerçeği birbirine karıştırmazlar. Bunlar Allah’tan başkasına muhtaç olmayı da reddederler. Allah’a karşı fakirdirler.” buyurmuştur.

Page 41: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Melamîler kerâmet-i kevniyyeye itibar etmezler. Kerâmet-i ilmiyeye itibar ederler. Melamî anlayışında kesinlikle çirkin davranışlarla halkın nefretini kazanmak ve halktan uzaklaşmak yoktur.Aksine halkın sevgisini kazanmak ve halk ile barışık olmak esastır. Müslüman olmanın bilinci ile namazını kılan, orucunu tutan, zekatını veren, hac farizasını yerine getiren kişilerdir.İbadetlerini nefsi için değil, Hakk için ve Hakk ile yapma gayretinde olan kişilerdir. İslamî vecibeleri bilmekten öte,uygulayan kişilerdir.Halka hizmetin,Hakk’a hizmet olduğu bilincindedirler.

Toplumdan kopmadan,toplumun içinde zâhiren halk ile bâtınen Hakk ile olduğunu zevk ederek kalıbının halk, kalbinin Hakk ile olduğunu tefekkür ederek yaşama zevkine erişenlerdir.İnsan yeryüzünde Allah’ın halifesidir. Bu nedenle mazhar-ı tamdır. Hakk’ın aynasıdır. Aynadaki görüntü aynanın kendisine ait olmadığı gibi, insandaki görüntü ve tecellîler de kendisine ait değildir. İnsan, bu görüntü ve tecellîlerin zuhûr yeridir, yani mazharıdır.Mazharın sahibi değildir. Mazharı sahiplenmek emânete ihanet etmektir. Emrolunduğu gibi dosdoğru olma yoludur. İşte bu sayılamayacak kadar çok hasletleri öğreten yüce bir vuslat müessesesidir.

MESCÎDLERDE KILINAN NAMAZIN ECRİ

Bir Hadis-i Şerîf ’te“Mescîd-i Haram’da kılınan iki rek’at namaz başka yerlerde kılınan yüzbin rek’at namazdan efdaldir. Mescîd-i Nebevi’de kılınan iki rek’at namaz başka yerlerde kılınan bin rek’at namazdan efdaldir. Mescîd-i

Page 42: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Aksâ’da kılınan iki rek’at namaz başka yerlerde kılınan beşyüz rek’at namazdan efdaldir.” buyrulmuştur.

Zâhirde Mescîd-i Haram, Kâbe’nin bulunduğu yerdir. Mescîd-i Nebevi Resûlullah Efendimizin kabrinin bulunduğu yerdir. Mescîd-i Aksâ da Kudüs şehrindeki Aksa Mescîdidir. Taşıdığı mânâ yönünden bu mescîdlerin idraki kimlerde mevcûdsa, onlar bu yerlerin ecirlerini nerede bulunurlarsa bulunsunlar, oralara gitmeden de alırlar.

Kâbe Allah’ın zâtını remzetmektedir. Dâima Cenâb-ı Hakk’la beraber olma hasletine vâsıl olan bir sâlik Kur’ân okurken onun hitabını duyuyor, namaz kılarken onunla beraber olup onunla konuşma zevkine sahip oluyor ise, elbette üç fenâ mertebelerini geçip Vahdâniyyet zevki ile zevkiyâb olarak tenzih ve teşbih mertebelerinden sonra Tevhîd zevki ile zevkiyâb olacaktır. Yüzbindeki üç sıfır Fenâfillâh'ı remzetmekte, iki sıfır da tenzih ve teşbih mertebelerini remzetmektedir. Bunların hepsinin ifnâsı, “Bir” olan Cenâb-ı Hakk’ın varlığının meydana gelmesidir.

Mescîd-i Nebevi ise sıfatları remzetmektedir. Onun için sünnet ve hadislerle âmil olmak kişiye bin rek’at namaz ecri verdirecektir. Elbette farz olan Allah’ın emirlerinin yanında sünnetin derecesi yüzbine karşı bindir.

Mescîd-i Aksâ ise, bir konu hakkında âlimlerin toplanıp âyet ve hadisler doğrultusunda verdikleri karar olan icma-i ümmet demektir. Fıkıhta Edille-i Şer’iye dörttür. Bunlar:

1-Kitab (Kur’ân-ı Kerîm) 2-Sünnet, 3-İcma-i ümmet, 4- Kıyas’tır.

Günümüzde bazı inananların yalnız Kitab’la âmil olduklarını, bazılarının sünnet ile şekil ve hallerini tanzim ettiklerini,

Page 43: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

bazılarının da kitap ve sünnete itibar etmeden, falan âlim şöyle demiş, filan âlim böyle kıyas yapmış diyerek iç içe uygulanması gerekli edille-i şer’iyeyi kendilerine göre yorumlayarak İslâmın ana gövdesinden ayrıldıklarını görüyoruz.

İslam ağacı evvelâ farz olan ana gövdeden başlar. Bunları Kur’ân-ı Kerîm’in âyetlerinde görebiliriz. İkincisi, ağacın dalları nasıl ana gövdenin açıklaması ise, Resûlullah efendimizin sünnet-i seniyyesi de Cenâb-ı Hakk’ın âyetlerinin açıklamasıdır. İnce dallar icma-i ümmeti,yapraklar da ilim ve irfâniyetle ahlâk güzelliğini insanlarda göstermektedir. Farzları bırakıp sünnetleri yapmakla veya farzları bırakıp âlimlerin kıyasını ön plana almakla insan ağacında meyve meydana gelmez.

Onun için Allah nefislerinde âyetleri uygulayanlara yüzbin ecir vermektedir. Âyetlerden sonra da sünneti uygulayanlara bin ecir daha veriyor. Âyet ve hadislerin üstüne bir de âlimlerin inceliklerini uygularsa, ayrıca beşyüz ecir daha veriyor. Yoksa islâm ağacının sadece dal ve yapraklarıyla uğraşmak bize fazla fayda sağlamaz.Farz olan âyetleri nefsinde ve ufkunda okumayanlar İsra Sûresinin 14.âyetindeki “Oku kitabını!Hesap görücü olarak bugün sana nefsin yeter!" emrini yerine getirmiş olamayacaklardır. Bu âyetleri okuyamayan bir kişi ne kadar şekil olarak sünnete sarılsa da sonuç alamayacaktır.Bir ağaçtaki meyveyi yemek için evvelâ ana gövdeye çıkar,sonra kalın dallara, ardından ince dallardaki yaprakların arasındaki meyveye ulaşırız. Meyveden ancak bu yöntemle istifade edebiliriz. Yoksa direkt meyveye ulaşmak mümkün değildir. Onun için öncelikle farzlara dikkat etmeliyiz. Sonra sünnet ve diğerlerini imkânımız nisbetinde uygulamalıyız.

Page 44: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Bir sâlik Mürşid-i Kâmilin verdiği her görevi farz olarak kabul edip uygulamazsa vuslatı oracıkta kalır. Her nefeste ‘Allah’ zikriyle meşgul olması gerektiği halde mânâsını bilmediği çeşitli tesbihlerle uğraşması o sâlikin zevksizliğini, hiçbir şey anlamadığını ve anlamayacağını gösterir. Çünkü teslimiyeti olsa idi aynen uygulayacaktı. Demek ki teslimiyeti yok, vuslatı da yok. Bunlara Allah iz’ân versin.Âmin.

MEVLİD KANDİLİ

Mevlid kandili Rebîu’l-evvel ayının 12.gecesine tekabül eden Peygamber Efendimizin doğum günüdür.Miladi takvime göre de Nisan ayının 20’sine tekâbül eder. Nisan ayında ağaçlar çiçeklerini açar, kuzuların meleşir, kuşlar cıvıldaşır, tabiat kış uykusundan uyanır. Bunlar ilk baharın müjdecisidir. Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz de dünyaya teşrif ettiklerinde de ateşe tapanların ateşlerinin sönmesi, Kisra saraylarının sütunlarının yıkılması, putların devrilmesi gibi şahit olunan bir çok vak’a zuhûr etmiştir.Peki unsûrî vücûdlarının bu âleme teşrifleriyle böyle olağanüstü vak’alar zuhûr ettiğine göre, Peygamber Efendimizin doğumu olan Mevlid kandilinde biz inananlarda da çok büyük değişiklerin olması gerekmez mi? Bizler Resûlullah(S.A.V.) Efendimizi vücûd ülkemizde zuhûra getirmeliyiz ki zâhirdeki gibi bizde de irfâniyet ve yaşam değişikliği olmalıdır. Her sene Mevlid kandillerini ihyâ ediyoruz. Fakat hiçbir irfâniyet ve değişiklik göremiyoruz. Oysa bu mübarek günler,bizler için,o günlerin taşıdığı mânâları idrâk etmek ve yaşamak için bir fırsattır .Bu mübârek gecelerin ihyâsı ilimle bilmekten ibaret değildir.

Arabî aylar onikidir. Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz Receb ayında Regaip kandilinde anne rahmine düşmüş, Şaban, Ramazan, Şevval, Zilkade, Zi’l-hicce, Muharrem, Safer ve

Page 45: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Rebîu’l-evvel aylarını geçirerek dünyaya teşrif etmişlerdir.Aynen bunun gibi bir kişi de İnsan-ı Kâmile gelerek kendi insan-ı asliyyesinin tahsiline Hakk ve hakîkate rağbetle başlar. Merâtib tahsilinde dokuz ay on günde Muhammediyyûn olur. Onun için Âdemde ve âlemde Muhammed’i zuhûra getirebilmesi için dört yerde onu zevk etmesi icap etmektedir.

Enfüste Muhammedin zuhûru

Âfâkta Muhammedin zuhûru

Vahdette Muhammedin zuhûru

Kesrette Muhammedin zuhûru

1 - Enfüste Muhammedin Zuhûru:

Kişinin Zâtının Hakk, sıfatlarının Muhammed olduğunun idrâki olduğunda bütün sıfatlardan tecellî eden Hakk’ın zuhûr zevki de enfüste Muhammedi zuhûra getirmek olacaktır. Çünkü Allah bilinmekliğini istediği için Muhammed olan sıfatları halk etti. Zât Allah, sıfat Muhammed’dir. Sıfatlar olmazsa Hakk’ın tecellîsi görülemez.İşte enfüsümüzde rûh güneşinin kalb ayından geçerek sıfat yıldızlarından parlayarak cehâlet karanlığımızı aydınlatma irfâniyet ve zevkine enfüste Muhammedin zuhûru denilmektedir.

2 - Âfâkta Muhammedin zuhuru:

İnsan-ı Kâmilin kemâlât nurunun bütün ihvân ve inananlarda zuhûr etmesidir. Çünkü bu kişilerin bütün irfan ve kemâlâtı,

Page 46: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

İnsan-ı Kâmilin onlardaki isti’dâd ve kemâlâtı nisbetinde duyması,görmesi, konuşması değil midir? Elbette her türlü icraat mazharların değil, Hakk’ındır. Komutanın her yönü askerlerinde görülür.

3 - Vahdette Muhammedin Zuhûru:

Allah’ın Ahadiyetinden merâtib-i İlâhinin altı mertebeden zuhûrunun zevkidir. Çünkü bu Muhammed olan aynalardan Hakk’ı müşâhede etmek Muhammedliğin ta kendisidir.

4 - Kesrette Muhammedin zuhuru:

Allah’ın dört yerde tecellîsinin esmâ aldığı rûhların cinsleriyle idrâk zevklerine denir. Hakk Teala 1-Cemâdâtta cemâdî rûh ile 2-Nebâtâtta nebâtî rûh ile 3-Hayvânâtta hayvânî rûh ile 4-İnsanlarda da insânî rûh ile tecellîsini göstermiştir.

İşte bu kâinatta her sıfat eksiklik veya kemâlâtıyla Muhammed aynasıdır. Hakk’ı zuhûra getirmek için yaratılmıştır. Yoksa “Levlâke Levlâk vemâ halaktül eflâk” “Sen olmasaydın,sen olmasaydın bu âlemi halk etmezdim” diye Hadis-i Kudsî olmazdı.Biz Muhammed’i kemâl sıfatlarda görür ve zevk ederiz. Muhammed noksan sıfat tecellîlerinden münezzehtir deriz.

İşte Âdemde ve âlemde Muhammed’i bu dört yerde zuhûra getirenler Muhammed’in ölmediğini dâima şühûd ederler. Hakk teâlâ her an ayrı bir şe’nde taptaze âyetlerini sergilediği gibi Muhammed’in taptaze yaşadığını ve bu hicabları açanları irşâd ettiğini görmekteyiz. Allah bütün insanlara bu zevki nasîb etsin. Âmin.

Page 47: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Mİ’RAC

Mi’rac, Receb ayının 27 sinde zuhûr etmiştir.İsra Sûresi 1. âyette “Uzaktır bütün noksanlıklardan O ki,kulunu bir gece Mescîd-i Haram'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescîd-i Aksâ’ya götürdü; ona ayetlerimizden gösterelim diye. Gerçek şu ki, O'dur işiten gören!” buyrulmaktadır. Görüldüğü gibi, zâhirde Mekke’deki Haram-ı Şerîf’ten kulu alınarak,şu anda İsrail devletinin toprakları içinde bulunan Mescîd-i Aksâ’ya, Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz kudretinin delilleri olan âyetlerini göstermek için götürüldüğü ifade edilmektedir. Âyetler deliller demektir. “Mekke’de bu yüce deliller yok muydu da Mescîd-i Aksâ’ya götürülmüştür?” sorusu akla gelebilir. Bunların cevabını zâhir olarak vermek mümkün değildir. Ayrıca her ne kadar,Kur’ân-ı Kerîm, Resûlullah’a indiği için, bizler peygamberimize atfen, ‘Peygamberimiz Hz.Muhammed, Mekke’deki Haram-ı Şerîf’ ten Mescîd-i Aksâ’ya götürüldü’diyoruz. Âyette O’nun ismi geçmemektedir. Her kim bu Mi’racı, tarif edildiği gibi, mânen yapabilirse, o kişi de bu hitaba mazhar olmuş olacaktır. Çünkü Resûlullah efendimiz, "Namaz mü’minin Mi’racıdır." buyurmuşlardır. Şu halde bizler de namazımızda bu Mi’racımızı yapabilmeliyiz.

Bir kişi, kendi diye bildiği,varlık beden Mekkesinden, Hakk ve hakîkata gönül vererek aşk Burak'ına binip Mürşid-i Kâmil olan Mescîd-i Aksâ’ya götürülür.Mescîd-i Aksâ’, kalb sahibi, gönül sahibi olan Kâbe kavseyn mertebesi sahiplerinin bulunduğu yerdir. Zira o Kâmilin ilhamları ile,irfâniyet ve kemâlât âyetlerini Cenâb-ı Hakk ona, o Kâmil mazharından zâhir ve bâtın olarak gösterecektir.Yani merâtib-i İlâhiyenin Makâmlarında Cenâb-ı Hakk’ın tecellîlerini tahsil

Page 48: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

ettirecektir.Yoksa, bir kişinin Kâmilden irfâniyet ve kemâlâtını kazanmadan, bu âyetleri görmesi mümkün değildir.

Onun için, bu gece yolculuğu denilen Vahdet zevki ile, Tevhîd-i ef’âl, Tevhîd-i sıfat,Tevhîd-i Zât merdiven basamakları olan Mi’rac ile çıkmakla mümkün olacaktır. Zira Mi’rac,merdiven demektir.

Resûlullah efendimiz, Mescîd-i Aksâ’da, bütün enbiya ve evliyalara imam olarak iki rek’at namaz kıldırdıktan sonra, tekrar aşkı olan Burak’a binerek Sidret-ül Müntehaya kadar gitmiş,orada Burak’tan inerek Refref'e binip, Cenâb-ı Hakk’la görüşüp, beş vakit namaz müjdesi ile ümmetinin arasına dönmüştür.

Mescîd-i Aksâ’da bütün enbiya ve evliyaya kıldırmış olduğu bu iki rek’atlık namaz nasıl bir namazdı? Zira daha Mi’raca çıkılmadığı için namaz farz kılınmamıştı. İşte, bu namaz Resûlullah’ın atası İbrahim (A.S.)'ın sünneti olan bir namazdı. Resûlullah efendimiz, İbrahim (A.S.)'ın soyundan gelmektedir. Bizlerin de bedensel olarak kıldığımız namazların zâhir görüntü kısmı onun sünneti olur.Bizler de,Mürşid-i Kâmile gittiğimizde, beş vakit namazımızı İbrahim (A.S.)'ın sünneti gibi kılıyorduk. Namazın ne kıyamının,ne rükûsunun, ne secdesinin, ne de bütün farz ve vacibiyetlerinin mânâsını bilmeden emr-i İlâhiye olduğu için Peygamberimizi taklîden kılıyorduk. Yalnız şekil olarak,mânâsını bilmeden Allah’ın rızasını kazanma inancı ile kılınan bir namazdı. Mürşid-i Kâmile geldiğimizde, Necm Sûresi 8 ve 9.âyetlerdeki “Sonra yaklaştı ve sarktı. Aradaki mesafe iki yay boyu oldu,hatta daha yakın” Mi’rac âyetinin mertebelerle bizlere delillerini îzâh edip gösterince, hakikî Mi’racın ne olduğunu öğrenmiş olduk.

Page 49: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Kur’ân-ı Kerîm’in başka bir âyetinde Resûlullah Efendimizin bir gün, iki kıbleli mescîd diye bilinen Mescîd-i Kıbleteyn’ de namaz kılarken yüzünü Mescîd-i Aksâ’dan Mescîd-i Haram’a çevirmesi emrini aldığını görüyoruz. Bu âyette,bir sâlikin zâhirdeki Mürşid-i Kâmilin mazharından bilip öğrendiği Hakk’ın âyetlerini artık bundan böyle, kendi haremiyeti olan gönlündeki Kâbe’ye yüzünü dönerek namazını kıl denmektedir. Çünkü o güne kadar bir sâlikin kıblesi Mürşidi idi. Yüzünü ona dönerek sohbetleriyle Rabbü’l-Âlemîn mazharı olan Kâmilinin Rabbil has olarak kendi gönlünde taht kurduğunu, her türlü vücûd ülkesinde onun kendisini inanç ve teslimiyeti nisbetinde sevk ve idare ettiğini anlamıştı. Kaf Sûresi 16. âyetteki “Andolsun ki, insanı Biz yarattık, nefsinin onu ne ile vesveselendirdiğini biliriz ve Biz ona habl-i veridden-şah damarından-daha yakınız” ifadesi onun gönlüne inmesine vesîle oldu. İşte âfâktaki Rabbini kıble edinen bir kişi,bundan böyle gönlündeki, gönül Kâbesine yüzünü çevirecektir. Artık bu kişi yüzünü o güne kadar âfâktaki Rabbi olan Kâmiline dönerek kıldığı bir rek’at vuslat namazından sonra bu emirle de yüzünü Mescîd-i Haram olan gönül mescîdine dönerek namaz kılar. Resûlullah efendimiz iki kıbleli mescîdde namazının bir rek’atını kıldıktan sonra, ikinci rek’atta yüzünü Kâbe’ye doğru dönerek kılmıştır.

İşte bir sâlik de,kıldığı birinci rek’atta kendi varlığının olmadığını öğrenip Fenâfillâh olarak bir rek’at kıldıktan sonra, ikinci rek’atı kendi mazharından Hakk’ın tecellîlerini gönül zevkiyle,gönül Kâbesine dönerek kılmış olur.Kulun kıldığı namazın bir rek’atı kula aittir.İkinci rek’atı kulun mazharından Cenâb-ı Hakk’ın tecellîsi olduğunu idrâkiyle Hakk’a aittir. Sâlik, Kâmildeki bu tahsil idrâkinden sonra gönül haramiyetindeki âyetleri okuyabilir.

Page 50: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Resûlullah,Aşk Burak’ına binip, aklın gidebileceği son yer olan Sidret-ül Müntehaya kadar geldikten sonra Burak’tan inip Refref’e binerek Cenâb-ı Hakk’la mülâki olmuştur. Sıfat mertebesinin sonu Sidret-ül Münteha’dır. Akılla her şey oraya kadar tahlil edilir ve her şey dille ifade edilebilir.Fakat sıfat mertebesinin sonunda Zât zevkine geçilince orada akıl yanar.Zira Cebrail olan Akl-ı Resûl “Bir adım daha atarsam yanarım” demiştir. Ondan sonra Resûlullah yoluna yalnız devam etmiş ve Cenâb-ı Hakk’la mülâki olduktan sonra bizlere de beş vakit namazı hediye getirmiştir.

Herkesin yakînen bildiği,Amenerresûlü dediğimiz, Bakara Sûresinin 285 ve 286.âyetleri Resûlullah’a Mi’rac’ta vahyolunmuştur. Resûlullah Efendimizin Cenâb-ı Hakk’a ait çok büyük dua ve niyâzları mevcuttur. Ayrıca, namazların sonunda oturarak okuduğumuz, Ettehiyatü hadisi de Mi’rac’ta tecellî etmiştir. Adı geçen hadisteki ifadelere baktığımız zaman, karşılıklı Hakk’la konuşmanın ve Meleklerin bile “Allah birdir, Hz. Muhammed onun kulu ve Resûlüdür” diyerek tasdikini görüyoruz. Nasıl oluyor da Cebrail, bir adım daha geçersem yanarım dediği Sidret-ül Münteha’da kaldığı halde, Ettehiyatü hadisindeki Cenâb-ı Hakk’ın huzurundaki karşılıklı konuşmaların sonunda melekler de “Biz şahidlik yaparız ki Allah birdir, Hz.Muhammed onun kulu ve Resulüdür”diyerek şahitlik yapabiliyorlar? Melekler orada ne arıyor? Ahzab Sûresi 56. “Muhakkak ki,Allah ve melekleri, peygambere hep salât ile ikramda bulunurlar. Ey îmân edenler, haydi ona teslimiyetle salât ve selam getirin!” âyetinde olduğu gibi, Allah melek olan kuvveleriyle,kudretiyle Muhammed’de tecellî etmektedir. Herkesin bildiği melek ayrı bir varlık olarak bilinen melek değil, kuvvet ve kudret demektir.Kişinin kuvveleriyle tecellî ettiği için melekler tasdik etmiş olmaktadır.Bir kişinin namazda her türlü ifade ve

Page 51: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

zevklerini, kişinin kendi kuvveleriyle aldığı için,melekler şahidlik yaptı denmektedir.

Otuz yıl evvel bir Cuma namazındaydım. Câminin içinde dizimin üzerine Muhammed oturuşu ile otururken imam efendinin hutbeye çıkışı anında bana bir hal oldu. Gözlerim cemâat ve imamı görmez oldu.Sanki gözüme gayriyeti örten bir perde çekildi. Önümde Resûlullah Efendimiz zâhir oldu. Bana “Ahmet efendi, gel seninle beraber Mi’rac yapalım” dedi ve benim sağ bileğimden tuttu. Sonra aynen kitaplarda okuduğumuz gibi, Mescîd-i Aksâ’ya, oradan yedi kat semâyı geçerek Sidret-ül Münteha’ya vardık. Oradan da ileriye geçerek yeşillik ve sulak bir alanda durduk. Burada “Yaklaş ya Muhammed” diye bir sesin geldiğini duydum. Resûlullah Efendimiz sağ tarafımda olduğu için, Resûlullah Efendim nasıl bir harekette bulunacak diye sağıma dönerek Resûlullah efendimize baktım.Yanımda Resûlullah Efendimiz yoktu.Kendimi Muhammed olarak orada gördüm. Bu sefer bu ses Cenâb-ı Hakk’ın sesidir, O’nun Cemalullahını çok merak ediyorum, acaba nasıldır diye sesin geldiği yere dönerek baktığımda, yine o sesin sahibinin Cenâb-ı Hakk olarak kendim olduğunu gördüm.O anda, “Allah” diye beni bir sahika yakaladı.O beni ihâta eden nûr içinde bir hayli kendimden geçmiş vaziyete kaldım.O zamanımı kelâmla anlatmam mümkün değildir. Sonra, tekrar oradan yine yedi kat semâyı kat ederek kendi halime avdet ettim.Kendime geldiğimde, imam efendi hutbe için birinci basamaktan ikinci basamağa yeni çıkıyordu.Anladım ki,zaman içinde bir zamanda, Mi’rac yaptırılmıştım. Bu, hayatımda bir defa zuhûr etmişti. Yirmi sene Uşakî tahsilimden sonra, onbeş sene de Hasan Özlem Hazretlerinden Tevhîd merâtibi tahsilimi yaptım.Her vakit namazlarımda, kelâmın kelâmullah olduğu, kıyam, rükû ve secde fiillerinin fiilullah olduğu müşâhedesi idrâkiyle her gün Hakk’la konuşmak ve O’nunla beraber olma

Page 52: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

zevki beni istilâ etti.Hakk’ın sîret tecellîleriyle, O’nunla beraber olmak ve O’nu dâima kelâm ve fiilleriyle seyretmek bana zevk ve dostla beraber olma mutluluğu verdi. Ondan sonra anladım ki,ömründe bir defa misâlî bir görüntü ile Mi’rac yapmaktansa, her an ve her zaman zâhir olarak onunla beraber olmak ve her an ayrı bir tecellîsini seyretmek ve konuşmak kişinin Cennet’i olsa gerektir.

İşte namaz kılan bir kişi,gönlündeki Zâtının tecellîlerinin sıfatlarından esmâ alarak fiilleriyle kendi Muhammediliğinden kemâlâtıyla zuhûra geldiğini seyredebilirse, hem bütün a’za ve kuvveleri onu tasdik ediyor, hem de o kişi Mi’rac yapıyor demektir. Bizler namazımızda, kıyam, rükû ve secde fiillerindeki fâili, Allahü Ekber tekbiri ile başlayıp, Subhaneke, Fâtiha-i Şerîf ve Zamm-ı Sûreler gibi namaz içindeki bütün tekbir ve ifadelerin, kelâm kelâmullah olduğunu ve kendisini yakın takibe alarak seyretmesi ve zevk etmesi, O’nu görerek ibâdet etmenin ta kendisidir.

Bütün Enbiya ve evliyalar rûhânî olarak Mi’rac yapmışlardır. Yalnız Yunus(A.S.)ile Resûlullah Efendimiz Hz. Muhammed hem rûhânî, hem cismânî Mi’rac yapmışlardır.

Neden bütün Peygamber ve Evliyalar rûhânî Mi’rac yapmışlar da, Yunus(A.S.)ile Hz.Muhammed hem rûhânî hem cismânî Mi’rac yapmıştır? Çünkü, Yunus (A.S.) balığın karnında Mi’racını yaptı. Bu, bir sâlikin mürşidinden Fenâfillâh tahsilini yapmasını ifade etmektedir. Hz. Muhammed’in Mi’racına gelince Muhammed Cenâb-ı Hakk’ın en yüce sıfatının kemâlât mazharıdır. O kemâlâta nâil olanlar, Makâm-ı Mahmûd yani Makâm-ı Muhammed mertebesine ayak basmış demektir. O Makâm ise yalnız Resûlullah Efendimize aittir.Oraya nâil olan her peygamber veya evliya kendi esmâ ve sıfatını o Makâmın dışında bırakır. Dolayısıyla da oradaki

Page 53: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Muhammedîlik zevki ile zevkiyâb olan kişi, kendisini göremediği için yalnız Muhammedliğini görür. Mi’racını da Ahmet veya Mehmet olarak değil, Muhammed olarak yapar. Onun için ‘Makâm-ı Muhammed’e girmek isteyenler, Hz. Muhammed’den müsaade isterler, ancak ondan sonra oraya girebilirler’ denilmiştir. Ama rûhânî olarak bütün evliyalar Mi’rac yapmaktadırlar. Yaptıkları Mi’racı ise tarif ettiğim şekilde, kendi isim elbiselerini dışarıda bırakarak, Muhammed olarak yaparlar. Çünkü orası yalnız Resûlullah Efendimizin Makâmıdır. Dışarıya çıkınca tekrar kendi isim elbiselerini giyerler.

Resûlullah Efendimizin otuzdört Mi’racı vardır.Bunun otuzüçü rûhânî biri ise cismânîdir. Bu 33, rûhanî Mi’rac, üçün üçle zevkinden ibârettir. Yani Cenâb-ı Hakk’ın bu hadisâttaki ef’âl,sıfat, Zât tecellîlerinin tenzih, teşbih ve Tevhîdini gönülde zevk etmek anlamına gelir.

Cenâb-ı Allah bütün kardeşlerimin gönül lambâlarını yakarak,bütün sıfat ve a’zalarından Tevhîd tecellîlerini zevk etmek nasîb etsin.Bizlerin kendimizi yakın takibe alarak bu önemli günler vesîlesiyle muhasebemizi dâima yapmamızı ihsân etsin. Âmin.

MUHARREM AYININ TAŞIDIĞI MÂNÂ

Muharrem ayı hicrî ayların birincisi ve Hicrî yılbaşıdır. Bu ay Peygamberimizin Mekke’den Medine’ye hicreti olarak kabul edilmiştir. Bu ayda Âdem (A.S.)’ın Cennet’ten çıkarıldıktan

Page 54: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

sonraki duasının kabulü,Nuh tufanının sona ererek Nuh (A.S.)'ın gemisinin Cudi dağında selâmete çıkması, Musa (A.S.)’ın firavundan kurtulması, İbrahim (A.S.)’ın Nemrud’un ateşinde yanmayıp kurtulması, Yunus (A.S.)’ın balığın karnından selâmete çıkması gibi bir çok vak’alar gerçekleşmiştir. Hicrî ayların altısı bâtın, altısı zâhirdir.

Bâtın tecellî ayları:

1 - Muharrem 2 - Safer 3 - Rebîu’l-evvel 4 - Rebîul-âhir 5 - Cemaziye’l-evvel 6 - Cemaziye’l-âhir’dir.

Altı zâhir aydan:

Receb, Şaban, Ramazan ayları, kulların kendi insan-ı asliyelerini öğrenme ayları olup, ef’âl şirkinden, sıfat şirkinden, vücûd şirkinden kurtulma tahsilini yapma aylarıdır. Tin Sûresindeki “En üstün bir biçimde yaratıldıktan sonra aşağıların aşağısına indirdik” âyeti gereğince, aşağıların aşağısı olan bu dünyadaki emmâre nefsinden, Hak Mürşidinin himmetiyle kurtulanlar, ihtiyarî olarak,ölmeden evvel ölme mutluluğuna erdikleri için,dostla bayram yapmağa hak kazanmışlardır. Şevval ayının birinci günü Fıtır bayramıdır. Şevval, Zilkade ve Zi’l-hicce ayları ise Hakk’ın mülkünde Hakk’tan başkasının kalmamasıdır. “Bu mülk kimindir?” nidasına, kendisinden başkası kalmayınca “Bu mülk Vahid-ül Kahhâr olan Allah’ındır” cevabını yine kendisinin vermesidir. İşte bu üç ay,O’ndan başka bir şeyin olmadığının, Zâtının sıfatlarına ve sıfatlarından da fiileriyle kemâlât tecellîlerinin bu kesret âlemindeki şerhi olmaktadır.

Muharrem ay’ı, kullar için Hakk Mürşide henüz yeni biat etmiş bir sâlike zikir ay’ı, Allah’ın gizlilikten bilinmekliğini murâd edip henüz açığa çıkmadığı Ahadiyet ay’ı da diyebiliriz.Bir sâlikin zikir dersi elbette onun

Page 55: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

yılbaşısıdır.Çünkü yeni bir dönem ve yeni bir hayata başlamaktadır.Bir âyet-i kerîmede “Siz ölü idiniz diriltildiniz, tekrar öldürülüp tekrar diriltilecek ve Rabbinize döndürüleceksiniz” buyrulmaktadır. Görüldüğü gibi,cehâlet ve gaflet uykusunda iken, Hak Mürşidi bizleri zikirle diriltti. Böylece yeni bir hayata başlamış olduk.Tevhîddeki temkin zikrinde, bütün mertebelerin zevki gizli olarak mevcuttur. Onun için “zikir Ahadiyeti vurur” denmiştir. Nasıl bir ağacın çekirdeğinde, o ağacın gövdesi, dalları, yaprak ve meyveleri gizli olarak mevcutsa, aynen onun gibi, zikir de merâtibin içindeki bütün mertebeleri bünyesinde cem etmiştir. Günü ve vakti geldiğinde, merâtib-i İlâhinin mertebelerindeki şühûdî zevklerin kişide tecellî etmesi gibi, her peygamberin başından geçen olaylar Muharrem ayında olmuştur diye cem sigasıyla ifade edilmiştir. Yoksa tek bir ay olan Muharrem ayında bütün olayların olması düşünülemez. Muharrem ayı çok değerli bir ay olduğu için,peygamberimiz “Ramazan ayında tutulan oruçtan sonra en üstün oruç Muharrem ayında tutulan oruçtur.” buyurmuşlardır. Oruç uruc etmektir. Yani kişinin ikilikten birliğe yükselmesi, ihtiyarî olarak şirklerinden kurtularak Hakk’ın varlığı ile varlıklanmasıdır. Biz kulların, hakîkatteki Ramazan orucunu tutmadan Muharrem ayındaki orucu tutmamız mümkün değildir. Her ibâdetin bir taklîdi,bir de tahkikî olduğu gibi, bunu da elbette yapmamızda fayda vardır. Yeter ki yerini bilelim.Ramazan ayındaki oruç bizlere farzdır. Muharrem ayı orucu ise sünnettir. Oruç ikilikten birliğe yükselmektir. İkilikten birliğe yükselemeyen bir kişi nasıl olur da“ dâimî birlikte kalmak” olan nevâfil orucu tutabilir. Biz kullar, evvelâ farz olan Ramazan orucunu mutlaka tutmalı,ondan sonra da sünnet olan Muharrem ayı orucunu tutmaya gayret göstermeliyiz.

Melamîler, elhamdülillah hakîkat ehli oldukları için, zâhir ve bâtın ibâdetlerini beraber yaparlar.Zâhiri bâtından, bâtını da

Page 56: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

zâhirden hiçbir zaman ayırmazlar. Çünkü zâhir bâtınsız eksiktir. Bâtın da zâhirsiz zevk edilemez. Onun için bu zümre,daha zikirde iken her nefeste “Allah Allah Allah” demekle Allah’tan başka bir şeyle meşgul olmadan dâimî zikir birliğine erdikleri için baştaki Muharrem orucunu tutmuş olurlar.Çünkü Allah’ın zikir birliğine nâil olanlar gafletten, vehimden, vesveseden uzak kalırlar. Zira her nefeste zikirle meşgul olmaları,onları gaflet vâdisinden uzaklaştırır. Zâhiren sünneti uygulamak isteyenler,şeriat-ı evvel ahkâmına göre bu ayda oruç da tutabilirler.Bu tutulan oruç taklîdi oruç olur. Melamîler, Receb ayında da oruçludurlar. Yalnız herkesin tuttuğu gibi bu bedenin gıdasını vermemekle değil, fiilerin fâilinin Allah olduğunun şühûd ve râbıtasıyla, fiiller birliğine ermekle ef’âl orucunu tutmaktadırlar.

Şaban ayında da henüz vücûd kokusu duymayan bu Tevhîd ehilleri sıfatların mevsûfunun Allah olduğunun birliği ile oruçlu olmuş olurlar. Ramazan ayı gelmesiyle o güne kadar bâtınî olan zikir birliği,ef’âl birliği,sıfatlar birliği oruçlarını bu ayda vücûdların da vücûdullah olduğunun bilinciyle bâtınî ve zâhirî birliğe erme olan orucu tutarlar. Toplum bunların yalnız zâhirlerini gördüğü için bedenen tutulan oruçlara “oruç tuttu” demekte, bâtınî olan oruçlara itibar etmemektedir. Bâtınî oruç tutma hasletine sahip olamayanlar, nefislerinin ıslah ve terbiyesi için,şerîatın emrettiği bedensel oruçlarını mutlaka tutmalıdırlar.

Muharrem ayının on gününün oruçlu olunmasının hikmeti ise,ef’âl-i İlâhiyenin,sıfat-ı İlâhiyenin,Zât-ı İlâhiyyenin zâhir ve bâtın (zâhirde: işitme, görme, koklama, dokunma, tad alma; batında: hafî, rûh, nefs, kalb, sır) on duygu ile zevkinden ibarettir. İşte Muharrem ayının üstün ay olmasındaki hikmet böylece anlaşılmış oluyor. Onun için Ramazan’da bir ay sûret ve sîret orucu tutmak bizlere emredilmiş, Muharrem ayındaki

Page 57: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

oruç ise, herkesin bu zevke nâil olamayacağı için nevâfil olmuştur. Zâten Hakk’ın mülkündeki bütün tecellîler nevâfildir. Allah,bütün kardeşlerime Muharrem ayının getirdiği hikmet ilimlerini nasîb etsin.

MUHKEM, MÜTEŞABİH ÂYETLERİN ZUHÛRU

Muhkem âyetler sağlam,sıkı sıkıya kuvvetli, değiştirilemeyen, zâhir mânâ taşıyan anlamlarına gelmektedir. Her türlü ibâdetlerin zâhir anlam ve şekli bu cümledendir. Allah’ın emrettiklerini yapmak, yasak ettiklerinden uzak durmak yani şerîat-ı ahkâmiyeye uymak diyebiliriz. Müteşabih âyetler ise birbirine benzeyen,açık olmayan, te’vilâta muhtaç (çeşitli mânâlar vermek) âyetlerdir. Bu âyetler bâtın mânâlar remzetmektedir. Zâhir ifade edilse de mânâsı bâtındır. Bu tür âyetleri ancak Allah ve Allah yolunda ilimde râsih olanlar bilebilir. “Elif, Lâm Mim”, “Tâ-Hâ”, “Yâ-Sin”, “Vel Asr” gibi âyetler müteşabih âyetlerdir. Bunların zâhirlerinden hiçbir şey anlamak mümkün değildir. Te’vilâta ihtiyaç vardır.

Bir de hem muhkem hem de müteşabih âyetler vardır ki hem zâhir mânâsı hem de bâtın mânâsı vardır. Mesela İslâmın şartı diye bildiğimiz oruç tutmak, namaz kılmak,hacca gitmek,zekât vermek, kelime-i şehadet getirmek gibi ibâdetlerin hem zâhir hem de bâtın mânâsı ve îzâhı vardır.

İnsanlar, ilim ve irfâniyetleri derecesinde bu üç türlü Hakk’ın tecellîlerini yerinde görür ve kullanırlarsa hem layıkiyle Allah’a kul olmuş olurlar hem de mutluluğu yakalamış olurlar. Şerîat âyetlerini hakîkatte, hakîkat âyetlerini de şerîatta kullanmak nasıl insanları çıkmaza sokuyor ve ondan layıkiyle faydalanamıyorlarsa aynen onun gibi muhkem

Page 58: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

âyetleri yerinde, müteşabih âyetleri yerinde,hem muhkem hem de müteşabih âyetleri de zâhirini zâhire göre, bâtınını da bâtına göre mütalaa ve zevk edersek mutluluğa ermiş oluruz.

Kur’ân-ı Kerîm’deki âyetler nasıl yerli yerinde mütalaa ediliyorsa, âlem-i kübra dediğimiz âlem ve Âdemde de bu âyetler öylece mütalaa edilmelidir.Âyet,delil demektir. Allahü Teala bu âlemde ve Âdem’de delilleriyle her şeyi zuhûra getirmiştir. “Nefsinizde ve ufkunuzda âyetlerimizi göstereceğiz” âyetiyle hem nefsimizde hem de ufkumuzda âyetlerini göstereceğini söyleyen Allah İsra Sûresi 14.âyette de "Oku kitabını!Hesap görücü olarak bugün sana nefsin yeter!" demekle nefs kitabımızı okumamızı emretmektedir.İnsanlarda bu âyetlerin yerli yerinde enfüs ve âfâkımızda okunmasıyla görerek yaşama geçirmek gerektiği anlaşılmaktadır.

Bizler Kur’ân’ı yalnız satırlarda okuyup mütalaa ettiğimiz için bir türlü yaşama geçiremiyoruz. Halbuki bu ilim ve irfâniyet, bizlerin yaşama geçmemiz ve onun yaşam zevkine sahip olarak mutlu olmamız içindir.İnsanların çoğu Kur’an âyetlerini tamamen muhkem olarak mütalaa ettikleri için huzursuzluktan kurtulamıyorlar. Peçeli ve tamamen şekli benimsemiş topluluklar plajlardaki insanları kâfirlikle,dinsizsizlikle suçlarlarken o kâfirlikle, dinsizlikle suçlanan topluluklar da İslâmiyeti dar çerçevede mütalaa ettikleri kendilerini suçlayanları yobazlıkla, gericilikle suçlamaktadırlar. Biraz evvel söylediğimiz gibi bu iki topluluğa göre de Kur’ân-ı Kerîm ufkumuzda yazılmış âyetlerden ibarettir.

Sen kemâlât sahibi isen her iki toplum âyetlerini yerinde görmeye bak.Her varlık yerinde hoş ve güzeldir. Sen onları yerinde göremiyorsan, bil ki çirkinlik sendedir. Allahü Teala

Page 59: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Âl-i İmrân Sûresi 191.âyette “Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, Sen yücesin, bizi ateşin azâbından koru” buyuruyor. Allah bâtıl hiçbir şey yaratmamıştır. Hal böyle iken sen nasıl birini iyi,birini kötü görebilirsin? İyilik ve kötülük görmek,her şeyi yerinde görmemekten olur. Mukayese edildiğinde ortaya çıkar. Ayrıca Allahü teâlâ kişileri başkasından sorumlu tutmuyor. Seni, sana soracak. Sana“O mütalaa ettiğin toplumların hesabını ver” demeyecek. Onun için bizlerin en çirkin olarak gördüğümüz şeyin kendi nefislerimiz olması gerekir. Allah şeklinize ve amelinize bakmaz, kalb ve niyetinize bakar. Hepimiz Allah’ı sevdiğimizi söyleriz.O’nun yarattıklarını da sevmemiz gerekmez mi? Mecnun Leyla’nın mahallesindeki köpekleri bile‘Leyla’nın mahallesinin köpekleri’diye severmiş.

Onun için toplumumuzdaki her türlü inanç ve şekilde bulunan insanlar Allah tarafından o yerler için yaratılmışlardır. Allah Âlim’dir,bizler ise ma’lûmuz. Bizlerin ilm-i ezeliyette isti’dâdlarımız Allah’a nasıl ma’lûm olduysa, O da bizlerde, yaratılma yerimiz neresi ise o şekilde tecellî etmektedir.kimimiz meyhane için, kimimiz kumarhane için, kimimiz inkârcı olarak yaratılmışız. Sen onu yerinde görüp ona göre hareket edebiliyorsan o zâhir olan âyetleri yerinde kullanmaktan mütevellit huzurlu ve mutlu olursun. Kullanamazsan mutsuz olursun.

Bu zâhir ve bâtın âyetleri nefsinde zevk eden ve iç içe olma zevkiyle nefsinde yaşayanlar kâmillerdir. Onlar oruç tutarlar, namaz kılarlar. Fakat bedenen zâhir, rûhen bâtın zevkiyle bu ibâdetlerin sırlarını yaşarlar. Hiçbir zaman zâhiri bâtından,bâtını da zâhirden ayırmadan her şeyi yerli yerinde kullanarak mutlu olurlar. Onun için Kur’ân-ı Kerîm’deki bu âyetleri yerli yerinde kullandığımızda doğruyu ve zevki bulmuş oluyoruz.

Page 60: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

İslâmiyeti dar çerçevelere sıkıştırıyor,zümreleri tenkit ediyor ve kerih görüyorsak âlemdeki Kitab-ı Furkanın âyetlerini okuyamamışız demektir. Allahü teâlâ her türlü âyet tecellîlerini yerli yerinde okuyup yaşayan kullarından eylesin. Âmin.

MUSA (A.S.) VE ASÂ MUCİZESİ

Cenâb-ı Allah bir gün Musa (A.S.)’ya,Tâhâ Sûresi 17. âyette belirtildiği gibi “Ya Musa sağ elindeki nedir?” diye sordu. Musa (A.S.)'da “Ona dayanırım, davarlarıma yaprak silkerim ve sürümü onunla yönlendirmek gibi bir çok ihtiyaçlarımı gördüğüm asâmdır.” dedi. Allah, “Onu yere bırak” diye buyurdu. Musa asâyı yere bırakınca bir ejderha olduğunu gördü ve korkmağa başladı. Allah “Ya Musa, korkma, biz onu evvelki haline getireceğiz” dedi. Musa (A.S.) asâyı yerden alınca asâ eski haline geldi. İkinci bir mucize olarak da, Tâhâ Sûresi 22.âyette “Elini koynuna sok ve çıkar. Kusursuz olarak bembeyaz olsun“ buyruldu.O da elini koynuna soktu ve çıkardığında, eli bembeyaz olmuştu. “Bu iki mucize ile firavuna git. Çünkü o çok azıttı.Ona yumuşaklıkla yaklaş, Hakk ve hakîkata davet et.”denildi.

İşte ister kendimizde kalp Musa’sının hakîkat şeriat asasıyla,davarları olan sıfatlarına, rûh yönünden gelen rûhani tecellî yaprakları olsun,isterse rûhani tecellîler doğrultusunda yönlenmesi olsun, Hakk ve hakîkat yolunda ona dayanmak sûretiyle onu kullanıyorum demesidir.

Afakta ise, Mürşîd-i Kâmilin sâliklerini taklîdi şeriat ile değil, hakîkatten sonra gelen şeriat-ı sâni ile irşâd etmesi demektir. Musa’nın asası, mutmain olmuş Musa (A.S.)'ın nefsidir. Yere bırakması ise: akıl nimeti ile onu yönlendirirse insanlarda

Page 61: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

kabulleniş olmaz. Onun için kendi kontrolünden çıkması için“bırak asanı yere” buyruldu. Yani kesbî ılımını bırak ki Allah’ın vehbî ilmi zuhûr etsin, demektir. Bir kişi aradan çekilirse kalır Yaradan.Allah’ın güç ve kudreti sonsuzdur.İşte o zaman kişilerin akıl nimetiyle düzdüğü ilim cümlelerinin yanında,Cenâb-ı Hakk’ın tecellîleri ejderha oluverir.

İkinci mucizeye gelince;bir sâlik,nisbîyetlerinden kurtulup, Hakk’ın varlığı ile var olduğunda,her ne fiil işlerse işlesin, ondan işleyen Hakk olduğu için lekesiz ve bembeyaz olacaktır. İşte bir sâlik de, Musa olarak kendine nisbet ettiği süflîyyâttaki nefsini, mutmain olan nefse tebdil ederek ona göre hareket eder ve yine Hakk’ın varlığı ile var olur ve bunu yaşantısına intikal ettirirse bütün fiil ve işleri bembeyaz olacaktır. Dolayısıyla da selamete çıkmış olarak nefis firavununun karşısına bu iki mucize ile çıktığında galip gelecektir. Musa (A.S.) mucizelerle Firavuna gider. Firavun “Senin Rabbü’l-Âlemîn dediğin nedir?” diye sorduğunda Şuara Sûresi 24.âyette belirtildiği gibi Musa (A.S.) “Rabbü’l-Âlemîn, yerlerin ve göklerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir” dedi. Firavun çok zeki olduğu için, Musa (A.S.)’nın nübüvvet yönüyle verdiği bu cevabı hafife alarak, “Ben hakîkatini soruyorum, o ise nereden cevap veriyor” dedi. Halbuki, hakîkat yönünün kelâmla ifade edilemeyeceğini bilmiyordu.Çünkü hiçbir zaman, Zâtın sıfatla îzâhı mümkün değildir .O bir zevk-i İlâhî’dir. Ayrıca “ Rabbü’l-Âlemîn doğunun ve bâtının ve aralarındaki mevcûdun da Rabbidir” diyerek sözünü bitirdi. Firavun, Musa (A.S.)’ı sihirbazlıkla suçlayarak tayin edilen bir yerde karşılaşılmasını istedi. Musa (A.S.)'ın sihrini kim mağlup ederse, ona büyük mükafatlar vereceğini söyledi. Sihirbazlar garanti bizim galip gelmemiz görülecektir diyerek Firavuna cesaret verdiler. Firavun üçyüz sihirbazla meydana geldi. Sihirbazlar Musa (A.S.)'a “Sen mi mârifetini göstereceksin, yoksa biz mi gösterelim?” dediler.

Page 62: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Musa (A.S.)'da “Siz buyurun.” dedi. Her biri ellerindeki, ipleri yere bırakınca,tabiatta ne kadar yılan çeşidi varsa (çıngıraklı yılan, kobra yılanı,gibi) hepsi ortalığı istila ettiler. Musa (A.S.)'da asâsını yere bırakınca, asâ ejderha olup bütün sihirbazların yılanlarını yedi.Yani Musa (A.S.) ilm-i ledün diye bilinen hakîkat şeriatını ortaya koyunca, bütün âlimim diyen kesbî ilim sahiplerine galip gelir.

Yunus Emre bir ilâhîsinde “Bir sinek, kartalı aldı vurdu yere,ben de gördüm tozunu”demekle bunu îzâh etmişlerdir. Sihirbazlar, yani nefs-i emmâre firavununun âlimleri ilhamla tecellî eden Cenâb-ı Hakk’ın vehbî ilmi karşısında insanın gücünün olamayacağını, bunların âlemlerin Rabbinin olduğunu düşünerek “Harun ve Musa'nın Rabbine inandık.” dediler. Tabii ki, Firavun bu yenilgi karşısında hiddetlendi. Sihirbazlara “Sizin kol ve bacaklarınızı çarprazlama kestireceğim.” dedi. Bu, ‘Ef’âl ve sıfatlarınızı Allah’a nisbet etmekten men ederek, sizleri bu zevkten mahrum edeceğim.’ anlamına geliyordu. Onlar da “Bizler inandık, sen istediğini yapabilirsin” dediler. Bir sâlikte de nefs-i emmâre olan Firavunun bu engellemesi dâima olup durmaktadır.Kişi tam inanır ve teslim olursa sihirbazlar gibi zarar görmez ve kurtulmuş olur. Firavun, Musa taraftarlarını yok etmek için ordularını toplamağa gittiğinde Musa (A.S.) da taraftarlarıyla orayı terk ederek deryaya doğru yol aldı. Cenâb-ı Hakk “Ya Musa asânı suya vur. Sana deryanın ortasından bir yol açılacaktır.” dedi. Musa da vurunca 12 yol açıldı. Deryanın ortasına geldiklerinde Firavun da ordularıyla birlikte deryanın kenarına gelmişlerdi. Musa ile birlikte olanlar Firavunun ordularıyla birlikte arkalarından geldiklerini görünce yakalanacaklar diye çok korktular. Musa (A.S.) ise onlara, “Korkmayın! Cenâb-ı Hakk bizimle beraberdir.” dedi.Firavunun orduları deryanın ortasına gelince, suların

Page 63: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

kapanmasıyla hepsi orada helâk oldular. Musa ve taraftarları da selâmete çıktılar.

İşte bizler de Musa (A.S.) gibi bir Mürşîd-i Kâmile tâbi olur, onun Tevhîd okulunda merâtib-i İlâhiye’yi tahsil edebilirsek, asâ ve elimizi koynumuza soktuğumuzda bembeyaz olma mucizesine sahip olmamız zuhûr edecektir. Böylece, ister enfüsümüzde nefs-i emmâre Firavununa, isterse âfâkımızdaki nice Firavunlara galip gelmiş oluruz. Çünkü ebedî mutluluk, dünya ve Âhiretteki saadet ve selamet bununla mümkündür. Mevlâm cümlemize bu yolu nasîb etsin. Âmin.

MUSA (A.S.) VE HIZIR KISSASI

Kur’ân-ı Kerîm’in Kehf Sûresinin 60 ilâ 83. âyetlerinde kıssa olarak anlatılan Musa ile Hızır vak’ası bizlere sayılamayacak kadar ders vermektedir. Bizim gibi Musaların,her zaman hazır ve bütün müşküllerimize devâ olabilecek Hızırlara yani Mürşîd-i Kâmillere ihtiyacı vardır. Onlar şeriat ve hakîkat deryalarının birleştiği Marec-el Bahreyn mertebesinin sahipleridir. Orda bulunurlar. Âyetlerin zâhiri aynen anlatıldığı gibidir. Zâhir olarak da ibret almamız lâzımdır. Fakat, kıssada geçen olayların bâtınını bilmezsek remzettiği mânâ ve şifreleri anlamadığımızdan, lâyıkıyle istifade edemeyiz.

Bir gün Musa'nın kavmi, Musa (A.S.)’ya “Senden üstün âlim bir kimse var mıdır?” diye sordular. Musa (A.S.) “Yoktur” dedi. Çünkü âfâkta peygamberlerden üstün âlim kimse olmaz. Enfüste kişinin nefs-i emmâresi de benlik ve çok bilmişlikten mütevellit “Yoktur” diyecektir. Cenâb-ı Hakk Musa(A.S.)’ya“ İki denizin birleştiği yerde bir kulum var,onunla görüş” dedi. Musa (A.S.) “Onu ben nasıl bulabilirim?” diye sordu.Cenâb-ı

Page 64: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Hakk da,sepete yiyecek olarak, koyacakları balığın bulduracağını söyledi.Arkadaşı Yuşa ile yola çıkan Musa, yollukları olan balığı alarak yürüdüler. Balık aşkı, arkadaşı Yuşa ise nefsi idi.İki deryanın birleştiği yerde mola verdiler.Musa uykuya daldı.Musa uykuya dalınca sepetin içindeki balık bir yol bularak denize gitti. Çünkü balığın denize gittiği vakit kalp Musa’sı uykudayken nefis Yuşa'sı uyanık olur. Vehim şeytanı, nefis Yuşa'sının kalp Musa'sına balığı hatırlatmasını unutturdu. Tekrar yollarına devam ettiler. Bir zaman sonra Musa (A.S.) “Yuşa balığı getir yiyelim” dedi.O da“ Senin uyuduğun o iki denizin birleştiği yerde, o denize bir yol buldu gitti” dedi. Musa “İşte gitmemiz gerekli yer orasıdır” dedi ve geri döndüler. Oraya geldiklerinde, bir pîr-i fânî gördüler. Selam vererek, yanına yaklaşıp arkadaş olmak istediğini söyledi. O da “Otur bakalım, evvelâ bir yemek yiyelim,sonra bu mevzuyu konuşuruz” dedi. Yemekte Hızır'ın önünde pişmiş bıldırcın eti ve kudret helvası vardı. Musa’nın önünde de çiğ bir tavuk vardı. Musa bunun hikmetini sordu. O da “Senin gibi bu yiyeceğin de çiğ,onun için seninle arkadaşlık yaptığımda sen benim sözlerime itiraz edersin” dedi. Musa da “İtiraz etmem, çok şeyleri de sizden öğrenirim inşâallah” dedi.

İşte,Hızır olan Mürşîd-i Kâmillere,Hakk ve hakîkati öğrenmek için gelen sâlikler, hiç itiraz etmeden vuslatlarını tahsil etmelidirler. İtiraz ederlerse, oracıkta kalır,bir adım dahi ilerleyemezler.Daha sonra Hızır'la Musa,bir gemiye bindiler.O beldede Hızır'ı herkes tanıdığı için, onlardan gemiye binme ücreti bile almadılar. Hızır denize açılınca gemiyi deldi. Musa itiraz ederek, ücretsiz bindikleri gemiyi neden deldiğini sordu. Hızır da kendisine itiraz etmemek üzere söz verdiğini hatırlatarak bu şekilde işlerine karıştığı takdirde ayrılacaklarını söyledi. Sonunda karaya çıktılar. Orada bir çocuk topluluğunun oyun oynadıklarını gördüler. Hızır, o

Page 65: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

çocuklardan birisinin başını koparıverdi. Bunu gören Musa tekrar itiraz ederek “Günahsız bir çocuğu ne için öldürdün?” dedi. Hızır da çocuğun kürek kemiğini çıkarıp “Sen kürek ilminden anlarsın” diyerek Musa’ya verdi. Musa baktı ki çocuğun anne ve babası çok temiz insanlar, fakat çocuğun ileride bir fesatçı olacağını gördü ve anladı. Hızır Musa’ya“ Bir daha itiraz edersen yollarımız ayrılacaktır.” dedi.

Tekrar yollarına devam ederek bir şehre geldiler. Orada bunlara hiç kimse yiyecek vermedi.Buna rağmen Hızır yıkılmak üzere olan bir duvarı düzeltti. Musa “Bu işimizin karşılığında ücret alır ve yiyeceğimizi de temin ederdik” deyince Hızır “İşte bizim arkadaşlığımız buraya kadardır. Ben onu ücret karşılığı değil, fîsebilillah yaptım. Hem ben bu üç olayı Cenâb-ı Hakk’ın emirleriyle yaptım. Kendiliğimden yapmış değilim” dedi.Musa “Madem Cenâb-ı Hakk’ın emriyle yaptınız, bana bunun hikmetlerini söylerseniz memnun olurum” dedi. Hızır “Gemiye bindikten sonra, gemiyi delmemdeki hikmet, o gemi on yetimin malı idi. Yakında seferberlik ilân edilecek,ülkenin zalim padişahı bu delik gemiyi emrine almak istemeyecek. Yetimler de gemi ticaretiyle uğraşmaya devam ederek mağdur olmalarını önlemek için yaptım” dedi.

Mürşîd-i Kâmiller de kendilerine tâbi olan sâliklerin beş zâhir beş bâtın duygularının Hakk ve hakîkat yolunda irfâniyetlerini sağlayabilmeleri için varlık gemilerini delerler. Çünkü zalim hükümdar olan nefs-i emmâre, bu duyguların malı olan o varlığa sahip çıkmasın. Bir sâlik de, Kâmilinin verdiği zikirden sonra Tevhîd-i Ef’âl’i aldığında, bütün fiillerin fâilinin Allah olduğunu anlayınca,varlık gemisine su girdiğini görecektir. Yani, o ilim nûru olan suyun, varlık gemisine ef’âl deliğinden girerek gemiyi istilâ ettiğini anlayacaktır. Tabii ki Musalar da o güne kadar kendine nisbet ettiği bütün fiillerin

Page 66: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

fâili Allah’tır denince itiraz edecektir. Çünkü hemen kabullenmek çok zordur.

Hızır çocuğun başını koparılması ile ilgili olarak “Anne ve babası çok temiz insanlar olduğu halde,bu çocuk büyüyünce fesatçı olacağı için Cenâb-ı Hakk’ın ilhamı ile başını kopardım.” dedi. Bu, o güne kadar nefs-i emmârenin doğrultusunda zâhir olan kin, gadap, şehvet vb. gibi sıfatların öldürülmesidir. İnsanlarda baş, sıfatların tecellî mahalli olduğu için‘başı koparıldı’ denmiştir. Anne ve babanın temiz kişiler olması da,rûh ve onun tecellî sıfatları olan nefsin,aslında Rabbimin emirlerinden olmasındandır. Ne zaman emmâre nefse uydu, o zaman fesat çıkarır.

Duvarın yıkılıp tekrar yapılması konusunda Hızır “O duvarın altında iki yetimin hazineleri vardı.O yetimler henüz küçük oldukları için, akıl baliğ olmadan duvar yıkılıp o hazineleri başkaları almasın diye duvarı yeniledim. Çünkü o zamana kadar çocuklar büyüyecek, hazineler duvarın altında olduğu için de hiç kimsenin haberi olmasın diye yaptım” dedi.Duvardan murâd senin diye bildiğin vücûdundur.Bazı zevât “Duvarın altındakilerden biri ‘lâ ilâhe illallah’ diğeri de‘Muhammeden resullullah’dır. ”bazıları “Biri öz, biri de söz hazine küpleri” bazıları da “O duvarın altındaki hazineden kasıt, biri celâl biri de cemaldir”demişlerdir.

Sendeki bu hazine biri ten,biri de candan ibarettir. Hızır gibi Kâmillerden aldığın telkînâtla, vâriyetini,ef’âl burgusuyla delmeli ve harap etmeli, sıfatlarından zuhûr eden nefsinin, kendine nisbîyet isteklerinin başını koparmalı ve vücûdun Vücûdullah olduğu idraki ile mülkünde O’ndan başkasını bırakmayarak, dâima Zâtından sıfatlarına tecellî ile sıfatlardaki fiilleri müşâhede etmen gerekir. Peygamber Efendimiz, “Musa (A.S.) Hızır’a biraz daha sabretmiş olsa idi daha çok şeyler

Page 67: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

öğrenecek idi.” demiştir. Dikkat edilirse, Musa her seferinde itiraz etmiş ve sonunda da özür dileyerek kendini levm( kınama)etmiştir.Bu da bir sâlikin her Hakk’ın doğru tecellîlerine itiraz etmesi doğarsa da,Kur’ân-ı Kerîm terazisiyle tartınca hemen levm etmesi, yani hata yaptığını kabul edip tövbe etmesi gereklidir. Kişinin vuslatını bu levm etmeler yükseltecektir. Bu kıssa bir sâlik ile bir Mürşîd-i Kâmilin arasındaki olaydan ibâdettir.

Yukarıdaki kıssada gemiden murâd kişinin vâriyetidir. Variyet gemisini delmeli,harab etmeli, yani vâriyeti bırakmalıdır. Öldürülen erkek çocuğundan murâd ise insanın kendine nisbet ettiği nefsidir. Eski duvarın yıkılması da insanın kendi vücûdudur. Eskiden vücûd senindir zannederdin, sonra onu düzeltip Hakk’ın olduğunu anlamış oldun.Rûh Makâmı, Cem Makâmıdır. Bir kimse Kâmilden aldığı tahsille, kesreti tabiyeden kurtulur. Çünkü ef’âl, sıfat ve vücûdun Hakk’ın olduğuna vâkıf olunca kesreti tabiyye kalmaz. Vahdâniyyet deryası olan rûh Makâmı yani Makâm-ı Cem’e vuslat bulmuş olur.Cenâb-ı Allah cümle ihvâna bu kıssayı lâyıkıyla idrâk etmek nasîb etsin. Âmin.

MUSA (A.S.) KAVMİNİ SAMİRİ’NİN SAPTIRMASI

Musa (A.S.) Rabbinden Tevrat levhalarını almak için kavminden yetmiş kişi seçerek Tûr-i Sînâ’ya gitti. Yerine de kardeşi Harun(A.S.)’u vekil bıraktı. Dönüşünde kavminin Samiri tarafından aldatıldığını görünce kardeşi Harun’un yakasından tutarak “Ey anamın oğlu! Bunlara neden sahip

Page 68: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

olmadın.”dedi.Bu sırada elindeki Tevrat levhaları yere düştü.Tûr-i Sînâ’da kavminin önünden acele ederek gittiğinde, Cenâb-ı Allah ona “Ya Musa! Seni acele ettiren sebep nedir?”dedi.Musa(A.S.)“Ya Rabbi sana bir an evvel kavuşmaktır.” buyurdu.Cenâb-ı Allah da “Ben senin kavmine fitne verdim” dedi. İşte bu söz aklına geldiğinde fitneliğin de Cenâb-ı Hakk’tan olduğunu düşünerek kardeşi Harun’un yakasını bıraktı. Tevrat levhalarını da yerden toplayarak Samiri’nin yanına gitti. “Ey Samiri senin yaptığın bu iş nedir?” diye sordu. O da, “Ben İsrailoğullarının görmedikleri Cebrail’in atının ayak izinden bir avuç toprak alarak altından yaptığım buzağının üzerine serptim ve böğürttüm. Bunu bana nefsim hoş gösterdi.” dedi. Musa (A.S.) altından yapılmış böğüren buzağıyı ezdi ve tozunu da denize savurdu. Samiri’ye de “Haydi defol git. Hayatın boyunca benimle temasın olmasın” diyerek huzurdan kovdu.

Kur’ân-ı Kerîm’in Tâhâ Sûresi 83.âyetten 98.âyete kadar anlatılan bu olay bizlere birçok ibretler vermektedir. Bu âyetleri zâhir ve bâtın olarak zevk etmek mümkündür. İsrailoğulları maddiyata düşkün, altın ve para için hemen dönüş yapıveren bir topluluktu.Günümüzde de taklîdi bir îmân ile inanmış kişilere, altın ve para gibi dünya ile ilgili nefsin isteklerini teklif ettiğimizde herkes sıraya girmez mi? Musa (A.S.) henüz Tûr-i Sînâ’dan Tevrat levhalarını kavmine getirip tebliğ etmediği için, kavmi, Musa’nın Rabbini zanda, hayâlde görünmeyen bir Rab olarak kabul etmişti. Samiri'nin altın ve mücevherleri eriterek altından bir buzağı yapması ve Cebrail'in atının ayak izlerinin tozundan bir miktar alıp yaptığı bu buzağının üzerine serpmesi buzağıyı böğürtmüştür. Elbette o kavim de gördüklerine inanmaları nedeniyle Samiri'ye hemen inanmışlardır.

Page 69: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Günümüzde de çok güzel konuşan bazı kişiler, toplumun cehâletinden istifade ederek,onların üstünde bir ilimle onları kandırmıyorlar mı?Konuşurken öyle ateşli, öyle inandırıcı akıl buzağısını böğürtüyorlar ki, şühûd sahibi olmayanların çoğu bunlara kanıyor. Bâtında da,Musa’nın kavmi, ibâdetle amellerini yapan, fakat yaptığı ibâdetlerin tahkikî irfâniyetine sahip olmayan bir topluluktu. İbâdetlerini taklîd yapıyorlardı. Samiri’nin onların ziynet ve altınlarını eriterek buzağı yapması ise nefislerinin süflî tabiat isteklerine tâbi olması ve altın gibi dünya muhabbetinin ağır basmasından ileri gelmiştir.

Musa (A.S.) nübüvvet sahibi olduğu için toplumun seviyesine inerek onları irşâd ve ikna etmesi mümkündür. Kardeşi Harun(A.S.)ise velâyet sahibi olduğu için onda Vahdâniyyet zevki galipti. Sözlerindeki şeriat eksikliğinden dolayı kavmi ona tâbi olmadı. Musa (A.S.)’nın Harun’u yakasından tutarak, ‘Ey anam oğlu!” diye sallaması, rûha yakın olan Vahdâniyyet zevkine sahip olan Harun’u, nefis olan kesret tarafına yani, Musa’nın nübüvvet yönü Hakk tarafına çekmesidir. Bütün fiillerin fâilinin Allah olduğunu idrâk ettiğinde, bu da Hakk’ın bir tecellîsidir diyerek, “Fitne de Allah’tandır” dedi. Musa (A.S.) Samiri'ye, “Haydi defol git” dedi. Bu kelâm Musa’nın gazâbından sâdır olmuştur. Çünkü enbiya ve evliya Hakk’ın kemâl sıfat mazharlarıdır. Bunlar her kime gazâb ederse o kimse Hakk’ın kahrından dünya ve âhirette şaki ve ebedi azâbla cezalanır. Benden uzaklaş diye kovulsa da,bâtıl davete icabet edenlerin, Hakk ve hakîkatten uzak kalmalarından ibarettir. İşte vücûd ülkemizde de emmâre nefis komutanının bir çok dalavere ile süflîyyât istek ve arzularını,güzel göstererek, kendi inanç doğrultusunda,bu vücûdumuzun kavimleri olan sıfatlarımızı Hakk ve hakîkat yolundan ayırmak istemektedir. Rûh da Rabbinden aldığı emirler doğrultusunda bütün sıfatların gayriyeti değil,ayniyeti. Huzursuzluğu değil, refah ve mutluluğu istemektedir .Bizlere, Cenâb-ı Allah,

Page 70: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Samiri gibi aldatıcı ve süflî isteklerden kurtulup, Musa ve Harun gibi Hakk ve hakîkat yolunda tahkike ermemizi istiyor.İlm-el yakîn olan ibâdetlerimizi,ayne’l ve Hakk-al yakîn olarak yapmamızı öneriyor. Her düzgün konuşan kişilerin,her konuşmasını Kur’ân terazisiyle ile tartmamızı istiyor.Cebrail gibi, Mürşîd-i Kâmillerin sözlerinden bir miktar alıp,kendi malı gibi satanlara kanmamamızı istiyor. Cenâb-ı Hakk bütün kardeşlerimizi böyle Samirilerden muhâfaza etsin. Âmin.

MUSA (A.S.)’NIN ŞUAYB (A.S.)’DAN TAHSİLİ

Musa (A.S.) bir gün evinden çıktığında, Firavunun adamlarından iki kişinin birbirleriyle kavga ettiğini gördü. Birisi düşmanına karşı Musa’dan yardım istedi. Musa da, karşıdaki kişiye bir yumruk vurunca onu öldürdü. Musa bu olaya üzüldü ve Rabbine yalvararak, hata yaptığını, affetmesini istedi. Allah da onu bağışladı.

Şehrin öteki başından gelen bir kişi, Musa’ya, Kasas Sûresi 20.âyette belirtildiği gibi “Ey Musa, şehrin ileri gelenleri seni öldürmek için hakkında müzakere yapıyorlar. Buradan çık git” dedi.

İşte bizim gibi Musalar,nefs-i emmâre Firavununun vehim ile akıl adamlarını kavga ederken buldu. Hakk ve hakîkata gönül veren Musalar,bunlardan birisi olan‘ vehim’i vurunca öldürdü. Bu Musa’nın düşmanlarından idi.Kişilerin ikisi de nefs-i emmârenin kuvveleri olduğu için korktu. Şehrin öteki başından gelen rûhun Akılı onu ikaz ederek oradan kaçmasını

Page 71: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

söyledi. Musa da Medyen’e doğru yol aldı. Medyen, kendi varlığından geçerek, Hakk’ın varlığı ile var olan kurtulmuşların diyarıdır. Medyen suyuna varınca hayvanlarını sulayan bir kısım insanları buldu. Suyun başında, herkes sıraya girmiş, fakat iki kız da davarlarını sulamak için, en sonda sıra bekliyordu. Kızlara Musa yaklaşarak, onların durumunu sorarak, başka suyun olmadığını öğrendi. Kızlar işaret ederek, karşıdaki büyük bir taşın altında, bir suyun olduğunu, fakat babaları ihtiyar olduğu için davar sulamaya gelmediğini, kendilerinin de buna güçlerinin yetmediğini söylediler. Onun için herkes suladıktan sonra, sıra bize geldiğinde sulayabileceklerini söylediler. Musa güçlü kuvvetli olduğu için o büyük taşı kaldırarak kızların davarlarını suladı. Kızlar da, erkenden babalarının yanına döndüler.

Babaları Şuayb (A.S.) kızlara “Bu gün erken geldiniz” dedi. Kızlar da, Musa isminde bir çobanın kendilerine yardım ettiğini, onun güçlü kuvvetli ve çok temiz olduğunu babalarına söylediler. Ücretli olarak onu çoban tutması için babalarına ricada bulundular. Şuayb (A.S.) kızların tekliflerini kabul ederek,Musa'yı çağırmalarını söyledi. Musa geldiğinde pazarlık başladı.Bu durum Kasas Sûresi 27.âyette şu şekilde anlatılmıştır: “Bana sekiz yıl ücretle çalışırsan, bu kızlarımdan birini sana nikâh yaparım. Eğer on seneyi tamamlarsan, bu beni daha memnun eder”

İşte bir sâlik de, Mürşîd-i Kâmile gider,onun tahsilinde sekiz sene çalışır, yani sekiz sıfat-ı subûtiyesinin terbiye tahsilini görürse, rûhun, rûh sıfatlarından tecellî eden ameli olan kızına sahip olur. Bu, kişinin kendine nisbet ettiği sıfatları fâni etmekle,Hakk’ın sıfatlarının kendi mazharından tecellî zevkine sahip olur demektir. Musa, sekiz sene sonunda Şuayb (A.S.)’dan kızını alarak ayrılırken, Şuayb (A.S.) Musa’ya “Bir sene daha kalırsan,davarların kuzularını da sana hediye

Page 72: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

ederim.Sermayeniz olur.” dedi.Musa bir sene daha Şuayb (A.S.)’ın yanında kaldı. O sene kuzuların hepsi erkek doğdu. Şuayb (A.S.) “Musa! Bir sene daha kalırsan, inşâallah Rabbim kuzuları dişi verir. Böylece çoğaltırsınız” dedi. Musa bir sene daha kaldı.Bu sefer kuzuların hepsi dişi doğdu. Musa eşi ile birlikte, erkek ve dişi kuzuları da alarak yola çıktı. İşte bir kişi de Fenâfillâh olup,sekiz sıfatının, Hakk’ın tecellîsi olduğunun zevkine erince,o kişi Rûhullah olur.Vahdâniyyet zevki, onun bütün erkek kuzu olan Vahdet tecellîlerine mazhar olur.Bir sene daha kalarak, dişi kuzuların doğması da rûh mertebesinden kesret âlemine sıfatlardaki tecellîsi ile nevâfil olarak yaklaşımıdır. Şu halde,bizim gibi Musalar, Firavun olan nefs-i emmâre ülkesinden, Şuayb (A.S.)’ın bulunduğu, Mürşîd-i Kâmilin ülkesi Medyen’e gitti. Mürşîd-i Kâmilde sekiz sıfatından tecellî eden,her tecellînin kendisinin olmadığını,bunların Hakk’ın olduğunu tahsil etmekle, amellerindeki şirk halindeki bekâ tecellîleriyle müşerref olarak, Rabbinin tecellîleri ve ameli olan kızını da almış oldu. “İki sene daha kalırsan memnun olurum” sözü ise birinci senede kuzuların erkek doğması, Vahdâniyyet zevki ile kişinin zevklenmesi ve Hakk’tan başka hiçbir şeyi görmemesi demektir. İkinci senede kuzuların dişi doğması, kişinin bütün sıfatlarından Hakk’ı zuhûr etme zevkine sahip olmasıdır. Kul olma zevki, kişinin Muhammed olma zevkine sahip olmasıdır.Kasas Sûresi 19 ilâ 29.âyetleri arasında anlatılan bu kıssa,ulûlazîm peygamber olan Musa (A.S.)’nın hikayesi olarak bizlere anlatılmışsa da,ibret olarak bizim gibi Musaların, bir Mürşîd-i Kâmil olan Şuayb (A.S.)’a sığınmamız gerektiğini anlatıyor. Sekiz sene hizmet ederek tahsil etmemizin gerektiğini bildiriyor. Bu tahsili yapmayanların helâk olacağını anlatıyor. Cenâb-ı Allah, bütün kardeşlerimi nefsin tahakkümünden kurtarsın. Vuslatında kolaylıklar ihsân etsin. Âmin.

Page 73: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

MÜ’MİN KİMDİR

Mü’min Allah ve Resulüne inanan Kur’ân-ı Kerîm’de emredilen emir ve yasakları uygulayarak emniyete kavuşan kimsedir. Enfal Sûresi 2.âyet “Gerçek mü'minler ancak o mü'minlerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir; karşılarında ayetleri okunduğu zaman, îmânlarını artırır ve Rablerine tevekkül ederler” Enfal Sûresi 3.âyet “O kimseler ki, namazı dürüst kılarlar ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden başkalarına dağıtırlar” ve Enfal Sûresi 4.ayetlerde “İşte gerçek mü'minler onlardır! Onlara Rablerinin katında dereceler vardır, mağfiret ve güzel rızık vardır!” buyrulmuştur.

Bu âyet-i kerîmelerde geçen bu ifadeleri açmak gerekirse; dâimî zikirle Allah’ı her nefeste zikreden sâlikin korkarak kalbi ürperir, titrer. Zira kendinin güç ve kuvvetinin olmadığını, güç ve kuvvet sahibinin Allah olduğunun bilincindedir. Allah’ı Allah’la zikrettiği tâlimatını göz önünde bulundurarak kendisine şah damarlarından daha yakın olan Rabbinin, kendi kalb davuluna tokmağını vurduğunu, bu nedenle kalbinin dâima titrediğini hissedecektir. Bu tokmağın vuruş sedâsı vücûd ülkesindeki bütün sıfat ve a’zalarımızın dikkatini oraya toplayacaktır. Ayrıca, Tevhîd tokmağını vurdukça, gözlerinden yaş akması, tüylerinin diken diken olması,kalbinin hop hop hoplaması onun kalbinin titremesinin ispatıdır.Kendini yakın takibe alan kişi gafletten kurtulduğunda bu tokmağın vuruş sedâlarındaki nurların kalbi zamanla ihâta ettiğini görecektir. Artık “Zikirle kalbler mutmain olur” âyeti tecellî ettiği için, nefse mahsus olan zikir kapısı kapanmış, kalbe mahsus olan sıfat zikriyle mutmainlik tecellî etmiş olacaktır.

Page 74: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

İşte bu demden sonra o kimseye sırasıyla ef’âl âyetleri, sıfat âyetleri ve Zât âyetleri, zâhir ve bâtında okunduğunda îmânları artacaktır. Zira sâlik daha evvel bu âyetlerden yani Allah’ın delillerinden habersizdi. Okuyup, tecellîsini şühûd ettiğinde elbette ilm-el yakînlikten ayne’l ve Hakka'l yakınlığa vâkıf olunca îmânı artmış olacaktır. Dolayısıyla da taklîdi bir îmândan tahkikî îmâna geçtiklerinden, nefislerini bilmeleriyle Rablerini de bilmiş olacakları için onlar Rablerine tevekkül ederler. Çünkü her an ayrı bir şe’nde tecellîsini gösteren Allah, fiillerin fenâsı,sıfatların fenâsı, vücûdun fenâsından terakkî ederek fiilerin fâilini,sıfatların mevsûfunu,vücûdun mevcûdunu şühûd ederek her işini Allah’a bırakarak onun her tecellîsine rıza gösterir. Ayrıca onlar kendi varlıklarından geçip Necm Sûresi 8.ve 9.âyetlerde sözü edilen Allah’la konuşmayı gerçekleştirmiş olurlar ve bu zevkle namazlarını gereği üzere kılarlar. Her an ayrı ayrı tecellîleriyle beraber olarak Hakk’la konuşmuş olurlar. Zira Allah’ın bu Âdem ve âlemde altı pencereden ayrı ayrı tecellîlerinin irfâniyetine sahip oldukları için hepsini bir terazi ile tartarak değil,her penceredeki Hakk’ın terazisi olan fark kantarı ile tartarak huzur-u kalble namazlarını dâimî salât olarak kılarlar.Bu manevî zenginliklerini de kendilerine ve isteyenlere Hakk yolunda harcarlar. İşte bunlar gerçek mü’minler olup Rableri katından onlara dâima ilhamlar zuhûr edip saadet içinde amel edip Cennet’teki tükenmez nimetlerden istifade etmektedirler. Bunların bir adı da melamîdir. Çünkü onların özü Kur’ân,sözü Furkan, yüzü vech-i Rahmândır. Cenâb-ı Allah, fâil-i mutlak resminde bu kişilerden tecellî etmektedir.Fakat bunu görmek her insana nasîb olmadığı için bilmeyenler onun yalnız resmini görür. Allah’ın en güzel esmâlarından biri de El-Mü’min'dir. Emîn edicidir.Zâhirde halk içinde herkes gibi yaşamlarını sürdürürler.Fakat bâtında Hakk iledirler. Allah cümlemize bu hasletleri nasîb etsin. Âmin.

Page 75: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

MÜRŞİD-İ KÂMİL KİMDİR

Mürşid-i Kâmil, irşâd eden,doğru yolu gösteren, terbiye eden, insanları gafletten kurtaran, peygamber vârisi olan, “El ulemayı veresetül enbiya”(H.Ş.) gereğince “Elif, Lâm, Mim” sırlarını kendinde toplayan canlı bir kitaptır. Allahü Teâla ilmi ezeliyette onları seçmiştir.

Onlar her insan gibi devrin yarısını bu âleme gelinceye kadar tamamlamış, cemâdât, nebâtât, hayvânât ve insana kadar gelerek baba sulbü, anne sulbü ve tabiat âlemlerini takip ederek Tin Sûresi 5.âyetinde tarif edilen “Sonra da çevirdik aşağıların aşağısına kaktık” aşağıların en aşağısına, insan-ı asliyesini bulmak isteyenler için gönderilmiştir.

Tin Sûresi 6.âyette “Ancak îmân edip yararlı işler yapan kimseler başka; onlar için kesilmez bir mükâfat vardır” buyrulmaktadır. Bu insanlar nefs âleminden yolculuğa çıkarak bir Mürşid-i Kâmilin eteğini tutup, nefs-i emmârelerinin tahakkümü olan nisbîyet ve şirklerinden kurtularak insan-ı asliyesini öğrenip Rûhullah olacaklardır. Kendi varlıklarını Hakk’ın varlığında ihtiyarî olarak yok edip, Cenâb-ı Hakk’ın kemâlâtıyla tecellîlerini kendi varlıklarında zuhûra getirirler.

İlm-i ezeliyette kendisine Mevlâ tarafından lütfedilen irşâd göreviyle, toplumun içine inerek, onları nefs âleminden rûh âlemine veya kesâfet âleminden letâfet âlemine vuslat için irşâd ve çeşitli terbiye metodlarıyla, kendisi daha evvel İnsan-ı Kâmilinden nasıl irşâd olduysa aynen öyle irşâd edecektir. Çünkü Nahl Sûresi 78. âyetinde “Allah, sizi annelerinizin karınlarından hiçbir şey bilmediğiniz bir halde çıkardı.Öyle iken size, işitme, gözler ve kalpler verdi ki, şükredesiniz” buyrulmuştur. İşte bizler daha evvel hiçbir şey bilmezken,

Page 76: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

manevî anamız olan Mürşid-i Kâmilimiz butûnundan bizleri irfâniyet ve kemâlâtıyla çıkarıp kulaklarımızla Hakk ve hakîkati duyan, gözlerimizle Hakk ve hakîkati gören, kalblerimizle de cehâlet zincirlerini kırarak tefekkür eden bir hale dönüştürdü. Bizlerin isti’dâdlarında bu kemâlât olmamış olsaydı, bizler ne Mürşid-i Kâmil mazharından bu Tevhîd yoluna çağırılır ne de nefs âleminden rûh âlemine vuslat bulabilirdik.Buna ne kadar şükretsek azdır.

Mürşid-i Kâmilin üç belirtisi vardır:

1-Onun yüzüne baktığınız zaman onlar Allah’ı hatırlatıcıdır.

2-Sohbette iken ve hâllerinde mıknatıs gibi kişileri çekicilikleri vardır.

3-Sohbet ettiklerinde, dinleyenler sohbetinden hoşlanırlar, “anlatsa da biraz daha dinlesek” derler. Onların yanında her türlü üzüntü ve sıkıntımızın yok olduğunu görürüz. Soru sorulduğunda tatmin edici cevaplar alınır. Alçak gönüllüdürler. Sâliklere, Cebrail’in Meryem validemize Hz.Îsâ (A.S.)’yı müjdelemeye geldiği gibi yaklaşmayı düstur edinmişlerdir.Kur’ân-ı Kerîm ahkâmı ve sünnet-i seniyyeden kat’iyen ayrılmazlar. Ellerini, dillerini, evlerini, gönüllerini, imkânları nisbetinde açan zâhir ve bâtın cömert kişilerdir.

Onlar sâlikleri kendilerine bağlamazlar, râbıta yaptırmazlar. Hakk’a bağlar,Allah’a râbıta yaptırırlar. Kendilerindeki Rabbü’l-Âlemîn’in zikrini, fikrini, müşâhede ve yaşamını öğretirler. Böylece dünyada Âhiretin mutluluğunu ve Cennet’ini yaşarlar. “İnsan benim sırrım, Ben de onun sırrıyım” Hadis-i Kudsîsi onları tarif eder.Cenâb-ı Allah Mürşid-i Kâmil resminde tecellî etmektedir. Herkese bunların sîretini görmek nasîb olmadığı için, bazıları onun resmini

Page 77: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

görür, maalesef sîretini göremez. Mürşid-i Kâmil resminden Hakk’ı ancak Allah’ın nasîb ettikleri görebilir.

MÜRŞİD-İ KÂMİLLERİN SÂLİKLERİNDEN İSTEDİKLERİ

Tasavvufta, vuslat nefsten rûhadır.Nefs terbiyesi için, kişinin kendi insan-ı asliyesini öğrenmesi şarttır. Bunun için de Mürşid-i Kâmili olan Rabbine,sevgi, teslimiyet ve sadakatle sarılması lâzımdır.

Sevgi, sıradan bir sevgi, teslimiyet sıradan bir teslimiyet olursa, onun vuslatı mümkün değildir. Kişiler belki sohbetlerde çok ilim de elde edebilir. Fakat nefsin elinden kurtularak rûh vâdisine intikâl edemez.

Bir kişi, ister kabir ziyâretine gitsin,ister bir velinin türbe ziyâretine gitsin, onun diri değil de ölü olduğu idrâkiyle ziyâret ettiği müddetçe ondan hiçbir fayda sağlayamadığı gibi, onunla irtibat da kuramaz.Bizler de aynen bunun gibi, Kâmillerin Hakk’ın varlığı ile diri olduğunu, Mürşîd mazharından bizzât Cenâb-ı Hakk’ın terbiye ve irşâd ettiğini, herhangi bir kişinin huzurunda veya sohbetinde değil, bizzât Hakk’ın huzur ve sohbetinde olduğumuzu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız. Mürşid-i Kâmillere sâliklerin sevgi ve teslimiyetleri tam olmazsa onların da vuslatı olmaz. Çünkü sâliklerin sevgi ve teslimiyeti nisbetinde Cenâb-ı Hakk onlarda algılama ve kabulleniş zuhûr ettirmektedir. Dolayısıyla da, kendi gönüllerinde,yalnız ilm-el değil, Hakka’l-yakîn olarak zevk idrâki tecellî edecektir.

Page 78: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Ma’lûmunuz sevgi, tilkinin tavuğu sevmesi gibi tek taraflı olursa, bu, arzu edilen sevgi değildir.

Rûhun sevgisi olan, kulun Hakk’ı sevmesi ve Hakk’ın da kulunu sevmesi olan çift taraflı sevgi veya ilâhi sevgi olan, kişinin bütün mevcûdiyetiyle Rabbine dönme hali olursa, işte o zaman seviyorum diyebiliriz.

Sevginin kişilerde geliştirilebilmesi için, Peygamberimiz “selamlaşınız, selamlaşma sevgi bağlarını pekleştirir.” buyurmuşlardır. Onun için, selamlaşmalar ve imkânlarımız nisbetinde sık sık ziyâretler yapmalıyız. Ziyâret imkânımız olmasa bile,telefonla hal hatır sormalı, gelen gidenlerle selam göndererek sevgi bağlarını kuvvetlendirmeliyiz. Ancak sadece telefon etmek yeterli olmamaktadır. Çünkü, kişilerin sevgisinin belirtisi kendisindeki, hâl ve tutumundan görülmektedir. Bir Fransız yazar "Söz Söylemek ve İnsanlar Üzerinde Tesir Yapmak"adlı kitabında, "karşınızdaki kişilerin hoşlanacağı bir şekilde karşınızdakine hitap ediniz"demektedir. Güzel sözün etkisini eşlerimiz üzerinde müşahede etmişizdir. Eşlerimize “Hayatım, gülüm, canımın içi..” gibi sözler kullandığımızda onların bizim hakkımızdaki olumsuz fikirleri hemen değişir ve sevgi bağlarının kuvvetlendiği görülebilir. “Tatlı dil yılanı bile deliğinden çıkarır” denmiştir. Büyüklerimiz “Sevdiğin nisbette sevilirsin” buyurmuşlardır. “Yemen’dedir yanımdadır, yanımdadır Yemen’dedir” buyrulmuştur. Bazı kişileri gönülden sevgileri nedeniyle,Yemen kadar uzakta olsalar bile onları yanımızdaymış gibi hissederiz. Bazen de bedenen yanımızda olsalar bile,sevgilerinin yetersizliğinden Yemen kadar uzakta olduklarını düşünürüz.

Mürşîd-i Kâmiller sâliklerinden teslimiyet isterler. Teslimiyet ‘İslâm’ kelimesinden gelir. Toplumda birçok kişi İslâm

Page 79: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

olduklarını söyleyip dilleriyle“Lâ ilâhe illallah, Muhammederresûlullah” dedikleri halde, İslâmın emir ve yasaklarını uygulamazlar.Bunlar kelimenin Cennet’ine elbette gireceklerdir. Başka da herhangi bir îmân ve amel olmadığı için, bunların Cennetlerinden de mahrumdurlar. Bu teslimiyet Allah’ın indinde yeterli midir? Sizler bunun cevabını veriniz.

Bazıları da,kelime-i şehâdet getirirler, beş vakit namazlarını da boynumuzun borcudur diye taklîdi olarak, mânâsını bilmeden,nefislerini tatmin ederek kılarlar. Bunlar da elbette amel Cennet’ine gireceklerdir. Fakat irfâniyet Cennetlerinden mahrumdurlar. Bir de bütün bunları yapıp,bu yaptığı ibâdetlerin irfâniyetine sahip olup, hem amel Cennetlerinde, hem de irfâniyet Cennetlerinde, Cenâb-ı Hakk’ın sevgili kulu olarak bulunmaları ve yaşam müddetince huzur, refah ve saadet içerisinde bir yaşam sürmeleri daha iyi değil midir? Aynen onun gibi teslimiyetinde de, Ebubekir(R.A.)Efendimiz gibi, bir sıddıkiyet içersinde Rabbimize teslim olup, dâima kendimizde Rabbimizi müşâhede etmemiz, Cennet’imizde onunla beraber olmamızı sağlayacaktır.

Cenâb-ı Allah insanı merkez üssü olarak seçmiştir. Bütün bu âlemdeki varlıkların özü, insan olan Âdem’in merkez üssünden, frekans, şua, cereyan ve dalgalar gibi kesafet yönü ile göremediğimiz bir çok etkilenme nurunu, ilâhi bir emirle Âdem’in merkez üssünden kendilerine aktarılmaktadır. Elbette, Rabbü’l-Âlemîn mazharları olan Mürşid-i Kâmillerden de onlara sevgi ve teslimiyet içinde bulunan sâliklere, sevgi ve teslimiyetleri nisbetinde bu nurun, yüksek bir cereyan halinde intikâl etmesi görülecektir. Şu halde,bizi bizimle yönlendiren ve sevk eden, zâhir olarak göremediğimiz, fakat fiillerin tecellîsini gördüğümüzde anlayabildiğimiz güçlerin olduğu açıktır. Onun için bizler sevgi ve teslimiyetimizi tam olarak gösterirsek menzile

Page 80: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

ulaşmamız mümkün olacaktır. Soğuk bir demir bile,ateşte kızardıktan sonra,ustanın elinde istediği şekli alabiliyor. Yoksa soğuk olarak şekillenmesi mümkün olmuyor.

Kardeşlerimin, sevgi ve teslimiyet içinde vuslat bulmalarını Cenâb-ı Hakk’tan niyaz ederim. Kendilerine sorsunlar. Mürşîdlerini üzerlerindeki elbise gibi mi zevketmektedirler, yoksa tam bir sıdkıyet ile kendi rûhlarının efendilerinin olduğunu, onunla sevk ve idare edildiklerini mi zevk etmektedirler? Üzerlerindeki elbise gibi zevkediyorlarsa bu elbisenin banyoda veya eskidiğinde çıkarılması ve değiştirilmesi mümkün olduğu için vuslat bulamaz. Kendi rûhunun efendisi olarak, dâima onunla beraber olduğunu, kendisinden sevk ve idare edenin Rabbi olduğunu idrâki ederek yaşama geçerse işte o zaman vuslat bulabilir. Tam bir sadakatle teslim olamıyorlarsa o yerde durmamalarını, her kime tam olarak teslim olabiliyorlarsa, manevî tahsillerini orada tamamlamalarını öneririm. Allah bütün kardeşlerimin yardımcısı olsun. Âmin.

NAMAZ RİSÂLESİ VAKİT NAMAZLARININ SIRLARI

İlk defa sabah namazını Âdem (A.S.) kılmıştır. Âdem (A.S.) Cennet-i Âlâda Havva validemiz ile yaşarlarken ,Cenab-ı Hakk onlara “Yiyiniz içiniz, fakat şu yasak meyveye yaklaşmayınız!”emrini vermiştir. Âdem ile Havva uzun yıllar Cennet’te beraber yaşadılar. Daha evvel Cenab-ı Hakk “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Melekler de “Biz size lâyıkıyle ibâdet yapıyoruz, yeryüzünde fesat çıkaracak ve kan dökecek bir kimse mi yaratacaksın? dediler. Cenab-ı Hakk da Âdem’e‘allemel esmâ’yı tâlim ederek,bütün meleklere

Page 81: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

“allemel esmâyı okuyunuz”dedi. Melekler okuyamadıkları için bu emri yerine getiremediler. Âdem’e “Sen oku” deyince o bir çırpıda okudu. Buna binâen“ Âdem sizin ulunuzdur. O’na secde ediniz.” denildi. Âdem’e bütün melekler secde ettikleri halde Şeytan Âdem’e secde etmedi. “Ben ateşten yaratıldım. Âdem ise balçıktan yaratıldı” diyerek huzurdan kovulanlardan oldu. İblis günlerce Cennet’e girip Âdem ve Havva’yı kandırmak için Cennet’in kapısında bekledi. Yılanı görünce ona “Sen Cennet’e girip çıkıyorsun,ben Cennet’i çok görmek istiyorum. Ne olur beni de Cennet’e beraberinde götür.” dedi. Yılan “Seni herkes tanıyor. Ben seni içeriye sokamam.” dedi. Şeytan “Ben senin ağzının içine küçülerek girerim, beni kimse görmez. Senden ben konuşurum, seni konuşuyor zannederler.” dedi. Yılan bunu kabul etti ve Şeytan yılanın ağzına küçülerek girdi.Böylece mel’ûn Şeytan cennete girmiş oldu. İşte günümüzde de,nefs-i emmâre olan nefs şeytanının dünya olan yılanın ağzına girerek,diğer bir tâbirle, dünyadaki Cenab-ı Hakk’ın bütün nimetlerini Hakk ve hakîkat yolunda kullanması gerekli iken nefsinin istek ve arzusu doğrultusunda kullanması o kişinin Tevhid Cennetinden sürülmesine vesile olmaktadır.

Şeytan Havva validemizin yanına giderek “Şu ağaçtan meyve yemeniz neden size yasak edildi biliyor musunuz? Eğer siz o yasak meyveden yerseniz ebedî olarak Cennet’te kalacaksınız. Yemezseniz öleceksiniz de ondan size yasak edildi.” dedi. Bu sözlere kanan Havva validemiz giderek o ağaçtan yedi. Bir şey olmadığını görünce, Âdem’e gelerek “Ya Âdem benim karşıma bir kişi çıktı. Bana ‘Bu ağaçtan yerseniz Cennet’te ebedî kalırsınız, eğer yemezseniz ölürsünüz’ dedi. Ben de yedim bir şey olmadım, sen de ye!”diyerek Âdem’in de o yasak meyveden yemesine vesîle oldu. Âdem, o yasak meyveden yiyince, üzerindeki elbiseler alınıverdi.Havva

Page 82: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

validemizle birlikte Âdem (A.S.) de böylece Cennet’ten çıkarılmış oldu.

Âdem (A.S.) Cennet’ten dünyaya çıkarılınca dünyayı karanlık buldu.Sabah olup ortalık aydınlığa kavuşunca şükrânî olarak iki rek’at namaz kıldı. Bu kıldığı namazın bir rek’atı karanlıktan kurtulduğu içindi. Bir rek’atı da aydınlığa kavuştuğu içindi. İşte bu gün bizler de, nefsimizin dünya isteklerinden ve cehâlet karanlığından kurtulduğumuz için bir rek’at, fiillerin fâilinin Allah olduğunu idrâk ettiğimizde de, gönlümüzdeki fiiller aydınlığına kavuştuğumuz için de bir rek’at olmak üzere toplam iki rek’at namaz kılarız.

İnsanlar nefsin tahakkümünde dünyada yaşarlarken, gece karanlığı gibi cehâlet içindedirler. Çünkü daha evvel ‘Dünyaya ne için geldi, neye geldi,nereye gidecek? gibi soruların cevabını bilmiyordu. Dünyaya yemek, içmek, nefsâni istekleri için geldiğini zannedip ne kendisinden ne de Rabbinden haberi yoktu. Hakk Mürşîdine tâbi olunca, onun hidâyetiyle kendisine nisbet ettiği fiil karanlığından kurtulmuş oldu. Fiil şirkinden kurtulduğu için bir rek’at, fiil aydınlığı olan fiillerin fâilinin Allah olduğunun idrâkına varınca da ikinci rek’atı kılmış oldu. Burada bir kişinin aydınlığa çıkması fiil şirkinden kurtulması demektir. Hasan Fehmi Hazretleri şöyle buyuruyor:

Sabah namazına hâzır olanlar

Onlardır ef’âli Hakk’a verenler

Fâil Hakk’tır diye huzûr ederler

Yalvar kul Allah’a seher vaktinde

Yalvar kul Allah’a bahâr vaktinde

Page 83: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Bir insan sabah namazını kılabilmesi için nasıl hazırlık yapmalıdır? Evvelâ uykudan uyanmalıdır. Zira uyuyan kişinin uykuda iken yaptığı ibâdet geçerli değildir. Bu uyanma yalnız vücudun uyanması değildir. Aynı zamanda gönlünün de gaflet uykusundan uyanması lazımdır. Çünkü bir kişi daha evvel cehâlet devri geçirmekte idi. Bu cehâlet ona göre gece karanlığı gibidir.Cenâb-ı Allah, “Ben kulumun sûret ve ameline bakmam, kalp ve niyetine bakarım.” buyuruyor. Peki bir kişinin kalbi nasıl uyanır? İşte bizlere de evvelâ Mürşîdimiz tarafından her nefes daimî zikir telkin edildi. Sâlik, Mürşid-i Kâmilden aldığı daimi zikirle her nefes Hakk’la berâber olma idrâkına sâhib olduğunda gaflet uykusundan uyanmış olacaktır.Fiillerin fâilliğini de Allah’a nisbet ederek,ef’al-i İlahiye aydınlığına sahip olarak sabah namazını huzur ile kılmış olur. Çünkü Saffat Sûresi 96.âyette “Sizi halk eden Allah olduğu halde fiillerinizi de halk eden Allah’tır.” buyrulmaktadır. İşte bizler de Âdem (A.S.) gibi bu gün cehâlet ve şirk karanlığından kurtulduğumuz için bir rek’at,ef’al-i İlâhiye aydınlığına çıktığımız için ikinci rek’atı kılarak sabah namazımızı kılmış oluruz.Sabah namazının evvelinde iki rek’at sünnet kılarız. Bu, Peygamber Efendimizin bizlere sabah namazını sohbetleriyle açıklamasından ibârettir. Dikkat edilirse ister sabah namazının sünneti olsun isterse sabah namazının farzı olsun niyet farkından başka hiçbir değişikliği yoktur. İster sünnette olsun isterse farzda olsun Fâtihâ ve Zamm-ı Sûreler aynıdır. Yalnız niyette sünnete sünnet, farza da farz diye niyet edilir. Onun için sabah namazının ilk iki rekâtı sünnet olmuş oluyor. Sabah namazının sünneti olan bu sohbetlerle sabah namazının farzının idrâki olmadan farz kılınmamalıdır denilmiştir. Zira bir kişi Hakk Mürşîdinden bu ilmi tahsil etmeden nasıl aydınlığa çıkmış olabilir? Günümüzde de Hakk Mürşîdlerinin sabah namazının iki rekât oluşunu, tâdil-i erkâniyle içindeki

Page 84: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

bütün farz, vâcib ve sünnetlerin nasıl yapılacağını bizlere öğretmektedir. Namazdaki kıyâmda, rükû’da ve secdedeki farz oluşunun mânâlarını ve sabah namazının bütün namazlara şahîd olmasının hikmetlerini anlatmaktadırlar.

Öğle namazını ilk defa İbrahim (A.S.) kılmıştır. O’nun dört türlü belâsı mevcûddu. Bunlardan kurtulunca şükrânî olarak dört rek’at öğle namazı kıldı. Bu belâlar ne idi? Bir insanın yedi subut sıfatı vardır. Bunların üçü bâtın, dördü zâhirdir. Zâhir olanlar duymak, görmek, konuşmak ve kuvvetimizdir. Bizler bu güne kadar hep kendimizin duyduğunu, gördüğünü, konuştuğunu ve kuvvet sâhibinin kendimizin olduğunu zannederdik. Meğer bizden duyan,gören,konuşan ve kuvvet sahibi olan Hakk imiş. “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh” demekle bunların bizim değil Hakk’ın olduğunu anlamış olduk. Bunları kendimize nisbet ettiğimizde bunlar bizim için belâ olmuştu. Çünkü bütün günâhları bunlarla işleriz. İşte bunlardan kurtulduğumuzda dört rekât öğle namazı kılmayı hakketmiş oluruz. İbrahim (A.S.) de dört rekât öğle namazını bu belâlardan öğle vaktinde kurtulduğu için şükrânî olarak kılmıştır. Bizler de bu gün bu dört belâdan kurtulduğumuz vakit öğle namazını kılmaya hak kazanmış oluruz. Hasan Fehmi Hazretleri öğle namazı için bakın ne diyor:

Öğle namazını kılan mü’minler

Her sıfatı Hakk’a nisbet ederler

Her nazarm evsufu şuhûd ederler

Yalvar kul Allah’a seher vaktinde

Yalvar kul Allah’a bahar vaktinde

Demek ki öğle namazını kılabilmek için mü’min olmak gereklidir.Mü’min kimdir? Mümin Allah’ın zikriyle meşgul

Page 85: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

olup fiil ve sıfatların Hakk’a ait olduğuna inanan kişilerdir. Bunlar her sıfatın mevsûfunun yâni bu sıfatları sıfatlananın Cenâb-ı Hakk olduğunu idrâk ederek öğle namazını edâ etmiş olurlar. Yoksa böyle bir bilgiye sahip olmadan uzun yıllar‘kıldım’zannıyla öğle namazını kılsalar yine de kılmış olamazlar.Öğle namazından önce dört rek’at sünnet,farzdan sonra da iki rek’at sünnet kılmaktayız.Bunların mânâsı nedir? Sabah namazının sünnetinin izâhında belirttiğim gibi öğle namazı hangi idrâkle, nasıl ve kaç rekât kılınmalıdır? İbrahim (A.S.) bu belâlardan nasıl kurtuldu? İşte bizlerin de bu belâlardan kurtulmamızı,sohbet ve telkînleriyle Mürşîdimizin izâhları sünnet olmaktadır. Allah’ın tecellîleri farz, Peygamber Efendimizin târif ve icraatına sünnet demekteyiz. İşte öğle namazından evvel dört rek’at sünnetin kılınmasının, gerekli olan farzın Resûlullah Efendimiz tarafından izâhı olduğu anlaşılmaktadır. Bütün namazların aslı iki rek’attır. Bir rek’atı kulun Hakk’a vuslatı, ikinci rek’at da Hakk’ın kulundan tecellî etmesinin idrâki ve seyrinden ibârettir. Dikkat edilirse sünnetlerin dört rek’atında Zamm-ı Sûreler okunmakta, farzların iki rek’atında okunup ikisinde Zamm-ı Sûreler okunmamaktadır. Çünkü okunan Zamm-ı Sûreler,fiillerin tecellîsini remzetmektedir. Sünnette yalnız kulluk idrâk ve zevki olduğu için okunmakta, farzda ise yarısı kulun idrâk ve zevki yarısı da Hakk’ın kulundaki tecellî idrâk ve zevkinden ibarettir. Öğle namazının sonundaki iki rek’at sünnet de Cenâb-ı Hakk’ın zâhir ve bâtındaki tecellîlerinin şuhûd ve zevkine erdiğimiz için Rabbimize teşekkürdür.

İkindi namazını ise ilk defa Yunus(A.S.)kılmıştır. Yunus (A.S.) balığın karnında kırk gün kaldı.Bir ikindi vakti idi. Yunus (A.S.) günâhlarını idrâk ederek “Beni zâlimlerden eyleme.” diye dua etti. İşte bir kişinin, yunus balığı olan Mürşîd-i Kâmil tahsilinde kendi varlığının olmadığını anlayıp varlık sahibinin Hakk olduğunu anladığı zaman tövbe ederek

Page 86: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

‘Beni bundan sonra zâlimlerden eyleme’diye dua etmesidir.Cenâb-ı Hakk da onun günahlarını affederek balık onu sâhile çıkardı.İşte Yunus (A.S.) kendi diye bildiği vücûd varlığının kendisinin olmadığını, bu varlığın Cenâb-ı Hakk’a âit olduğunu anlayınca şükrânî olarak dört rek’at ikindinamazını kıldı.Yâni Yunus (A.S.) “Bu vücûd varlığımı bu güne kadar kendime nisbet ederek Senin varlığının yanında ben de varlık sâhibiyim diyerek şirk işliyordum. Şimdi anladım ki varlık benim değil Seninmiş.Beni bu idrâka vâkıf kılarak vücûd şirkinden kurtardın. Sana ne kadar teşekkür etsem azdır.” diyerek şükrânî olarak ikindi namazını kılmıştır. Hasan Fehmi Hazretleri bakın ikindi namazı için ne buyuruyor:

İkindi namazını cemaatle kıl

Vücud Vücûdullah gayrî yoktur bil

Cümle âlem fâni Hakk bâkîdir bil

Yalvar kul Allah’a seher vaktinde

Yalvar kul Allah’a bahar vaktinde

Bir kişinin bütün namazlarını cemaatle câmîlere giderek kılması mümkün değildir. İnsan cem-ül esmâdır. Âlem-i kübrâdır. Âlemde ne varsa Âdem’de o mevcûddur. Onun için câmîyi kendimizde bulursak her zaman cemaatle namaz kılmış oluruz. Cenâb-ı Hakk’ın vücûdu nedir? Bizim diye bildiğimiz Allah’ın ef’âli,sıfat ve bunları toplayan vücûda diyoruz. İşte bütün âlemde görünen ve görünmeyen zâhir ve bâtın bu âleme Vahdet-i Vücûd diyoruz. Peki bizim vücut ülkemizde câmî nerededir?İşte gönlümüzü câmî, rûhumuzu imam, a’za ve sıfatlarımızı da cemaat yapar, kıblemizi de Allah’ın yüzü yapabilirsek, ikindi namazını cemaatle kılmış oluruz.

Page 87: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Bakara Sûresi 115.âyeti“Doğu,batı Allah’ındır. Yüzünüzü ne tarafa çevirirseniz Allah’ın yüzü oradadır.” tecellî etmiş olur. Bugün bizler de ef’âlimizin, sıfatımızın ve vücûdumuzun olmadığını, bunların hepsinin Cenâb-ı Hakk’ın olduğunu idrâk ve zevk ettiğimizde ikindi namazını edâ etmiş oluruz.İkindi namazının farzından evvel dört rek’at gayri müekkede olarak kılınan sünnet de güneş doğarken evvelâ tan yerinde bir kızarıklık olur ondan sonra güneş doğar aynen onun gibidir.Kişinin varlığının olmadığını idrâk etmesi müekkede sünnet değil gayri müekkede sünnet hâlidir.Resulullah Efendimiz de bu sünneti çok zaman yapmamış zaman zaman yapmıştır.Ayrıca öğle namazının müekkede sünnetinde Kâmilimizin bizlere dört rekât farzın nasıl her yönüyle kılınacağını izâh etmesi, ayrıca ikindi namazının dört rekâtlık farzının kılınması izâhı olan sünnetine de gayri müekkede sünnet diyoruz.

Dikkat edilirse öğle ve ikindi namazlarının farzları cemaatle kılındığında sessiz olarak ifâ edilmekte,diğer vakit namazları ise sesli kılınmaktadır. Çünkü bir kişi kendine nisbet ettiği ef’âlini,sıfatını ve vücûdunu Hakk’a verdiğinde onun sesi çıkmaz.Onun için bu iki vakit namaz sessiz kılınır. Akşam, yatsı ve sabah namazları sesli kılınır.Sabah namazında sıfat olan kelâm ve kudret olan sıfatlar henüz kişinin kendisine nisbet etmesi nedeniyle sesli olur. Merâtîb-i İlâhiyeyi bitirenler çok iyi bilirler ki Cenâb-ı Hakk’ın fiilleriyle açığa çıkmasının idrâkinin bütün namazlara ahîd olduğunu zevk ederler.

Akşam namazını ilk defa Îsâ(A.S.)kılmıştır.Yahudiler, Allah,Meryem ve Îsâ olmak üzere üçlü bir varlık isnâd ediyorlardı.Bu da şirk olduğu için, Îsâ (A.S.)’ı Cenâb-ı Allah semaya ref’ etti. İşte Îsâ (A.S.) bunlardan Akşam vaktinde kurtulduğu için üç rek’at şükrânî olarak akşam namazını kıldı.

Page 88: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Akşam namazını kılabilmemiz için rûhumuzu imam, a’za ve sıfatlarımızı cemaat yaparak gönül mescidinde Cenâb-ı Hakk’ın Ulûhiyyet tecellîsine dönerek kılmamız lâzımdır.Peki ruhumuzu nasıl imam yaparız? Vücûd ülkesinde rûhumuz bütün sıfat ve a’zalarımızdan kendisini şerh etmektedir. Duymamız, görmemiz,konuşmamız hep rûhun kalp komutanına verdiği emirle hareket etmektedir. Hakk’ı duymak, Hakk’ı görmek, Hakk’ı konuşmak için bu sıfat ve a’zalarımız yaratılmıştır.Bir kişi Hakk’ı duymuyor, Hakk’ı görmüyor ve Hakk’ı konuşmuyorsa “Ey insan! Sana Ben duymak,görmek ve konuşmak için a’zalar verdim. Neden bunları yerinde kullanmadın?” diye Cenâb-ı Hakk soracaktır. Bir kişi Hakk’ı duymuyorsa gıybet dinlemekten, gözü Hakk’ı görmüyorsa harama bakmaktan,dili Hakk’ı konuşmuyorsa yalan söylemekten kurtulamaz. O kişi bu sıfat ve a’zalarını yerinde kullandıysa Hakk’ı duyan, Hakk’ı gören ve Hakk’ın konuştuğunu zevk eden kişide zulmet perdeleri açıldığı için her nereye bakarsa baksın vech-i Rahmân’ı,her neyi duyarsa duysun Hakk’ın sesini duyacağı için bu sıfatlarımız görevlerini yapmalarından akşam namazını kılmış olacaktır.

Bizler de Cenâb-ı Hakk’ın ef’âlinin,sıfatının ve Zâtının Hakk’ın Vahdâniyyet tecellîsinin tekliğinde üç rek’at akşam namazı kılarız. Akşam namazında Hakk zâhir olduğu için,duyan da, gören de, söyleyen de,işleyen de, konuşan da hep Hakk olur. Dolayısıyle insan burada yalan söylemekten, gıybet dinlemekten, harama bakmaktan vb. kurtulmuş olur.unları bilmek,görmek demektir.

Akşam namazını imamla kılan

Onlardır Allah’ı hem zâhir gören

Hakk söyler ene-l Hakk kulun dilinden

Page 89: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Yalvar kul Allah’a seher vaktinde

Yalvar kul Allah’a bahar vaktinde

Akşam namazını imamla kılabilmemiz için gönül mescîdinde rûhumuzu imam,sıfat ve a’zalarımızı cemaat, kıblemizi ‘semme Vechullah’ yapabilirsek, Hakk zâhir olduğu için Allah’ı da bu kişiler apaçık zâhir olarak görürler. Kulun kendi varlığı olmadığı için varlık sâhibi Cenâb-ı Hakk olduğundan kulundan duyan, gören, konuşan hep Hakk’tır. Bizler de bu zevkle akşam namazını üç rek’at olarak kılarız. Farzdan sonra iki rek’at sünnet de yine Cenâb-ı Hakk’ın zâhir ve bâtın, Vahdet ve kesret tecellîlerine beni vâkıf kıldığın için teşekkür ederim demektir.

Yatsı namazını da ilk defa Musa( A.S.) kılmıştır. Musa (A.S.) Firavunun tehlikesinden kurtulması için “Ya Musa! Elindeki asâyı Nil nehrine vur. Sana oniki yol açılacaktır.” dediğinde asâyı Nil’e vurunca oniki yol açıldı. Firavunun tehlikesinden kurtulduğu için dört rekât yatsı namazını şükrânî olarak kıldı. İşte bizler de bu gün Musa (A.S.) gibi nefs firavunundan kurtulup mutmain nefs haline kavuştuğumuz için dört rekât yatsı namazını kılarız. Bir insan yatsı namazını kılabiliyorsa huzurlu olur. Zira Hadîs-i Kudsîde “Kulum bana nevâfillerle yaklaştığı zaman Ben o kulumu severim. Sevdiğim kulumun duymasına kulak, görmesine göz, konuşmasına dil, tutmasına el, yürümesine ayak hatta tüm a’za ve cevâhiri Ben olurum” buyrulmuştur. Bir kişi böyle idrâk ve zevke erdiğinde huzur bulur. Bizlerin de nefs firavunundan kurtularak Nil nehri olan ilim ve irfâniyetle mutmain olmuş nefs tarafına geçip nefs firavunundan kurtulmamız bizlerin de huzur bulmamız ve yatsı namazını kılmamız olacaktır.Bizlerdeki bütün icraat

Page 90: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Hakk’ın olursa,O’nun tecellîlerini seyretmek elbette kişiye huzur ve mutluluk verir. İşte yatsı namazının hakîkati budur. “Bizler bu kadar yatsı namazını kılıyoruz ama neden huzur bulamıyoruz ? derseniz “Bu idrâklara sâhib olmadığınız için sûret namazı kılıyorsunuz da ondandır.” derim. Sûret namazında insan huzur bulamaz.Hasan Fehmi Hazretleri yatsı namazı için bakın ne diyor:

Yatsı namazında eyle sen huzûr

Muhammed yüzünden Hakk zâhir olur

Hakk bâtın ile halk zâhir olur

Yalvar kul Allah’a seher vaktinde

Yalvar kul Allah’a bahar vaktinde

Şu halde namazlarımızda ve yaşantımızda huzur bulmak istiyorsak Muhammed olan mutmain kemâlât sıfatlarımızdan Hakk’ı seyretmemiz gerekiyor. Sîret olan Cenâb-ı Hakk’ın sûret olan bu kemâlât sıfatlarından her an tecellîlerini seyretmek, O’nunla berâber olmak namazın hakîkati değil midir? Yatsı namazının evvelinde dört, farzdan sonra da iki rek’at sünnet kılmaktayız. İlk dört rek’at sünnet yine ikindi namazının ilk sünneti gibi gayri müekkede sünnettir. Güneş batarken nasıl evvelâ bir kızarıklık görünüp sonra da kızarıklığın kaybolup gece olan Cenâb-ı Hakk’ın Vahdet tecellîsinin zuhûruna kavuştuğumuz gibi ilk dört rek’at sünnet gayri müekkede sünnetlerdendir. Çok zaman kılınmayan, zaman zaman da kılınması gerekli sünnet demektir. Son iki rek’at sünnet de akşam namazının sünneti gibi müekkede sünnetten olup Cenâb-ı Hakk’ın Vahdet ve kesret tecellîlerinin zevkinin kişiye ihsân edilmesinin teşekküründen ibârettir.

Page 91: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Zaten farzlardan sonra kılınan sünnetler, bu lütûflara nâil olduğumuz için hamd etmek, teşekkür etmek içindir.

Vitr namazını ilk defa Peygamber Efendimiz kılmıştır. Peygamberimiz Mi’raca çıkacağı zaman Ebubekir’e “Rabbim beni Mi’raca dâvet ediyor. Rabbimle konuşacağım.” dediğinde Ebubekir “Ya Resulullah! Rabbinin huzurunda benim için de bir rek’at namaz kılar mısın?” dedi. Peygamber Efendimiz de Rabbinin huzurunda bir rek’at Allah için farz, bir rek’at kendisi için sünnet,bir rek’at da Ebubekir için olmak üzere üç rek’at namaz kıldı. Buna vitr namazı dendi.Bu namazda vâcib oldu. İşte bizler de bir rek’atı Allah’ın emri olduğu için farz, bir rek’atı Peygamber Efendimizin sünneti olduğu için sünnet, bir rek’atı da kulluğumuzun idrâki olarak üç rek’at vitr namazını kılarız. Vitr üçün tekliği demektir.Tecellî eden Hakk, tecellî Hakk, tecellî olunan Hakk olunca ihlâs olunmuş olur.İhlâs demek katkısız, saf, temiz, O’ndan başkası yok demektir. Artık burada hafî şirk de kalkmıştır. Aslında namazın özü de budur.

Teheccüd namazı farz değil sana

Yetim malıdır yakar baştan başa

Teberrüken kılar Fehmi yok hâşâ

Yalvar kul Allah’a seher vaktinde

Yalvar kul Allah’a bahar vaktinde

Fehmi Hazretleri bu namaz yalnız Peygamber Efendimize âit bir ibâdettir.Bu namazı ben dahi kılamam. Çünkü İsrâ Sûresi 79.âyette “Sen gecenin bir hıfsında kalk,sana mahsus olarak

Page 92: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Rabbine teheccüd namazı kıl. Umulur ki Rabbin seni Makâm-ı Mahmûd’a ulaştırır.” buyrulmaktadır. Görüldüğü gibi bu emir yalnız Peygamber Efendimizedir. Makâm-ı Mahmûd yalnız Peygamber Efendimizin olduğunu bütün enbiyâ evliyâlar bildiği için oraya tebrik için girerler buyuruyor. Makâm-ı Mahmûd’a her bir enbiyâ ve evliyâ teheccüd namazını kılmak isterse kendi esmâsını dışarıda bırakarak Muhammed esmâsı ile o Makâma girer ve tebrik ederek tekrar dışarıya çıkınca kendi esmâsını giyer. Hiçbir peygamber ve evliyâ kendi esmâsı ile oraya giremez. Onun için bütün peygamberler bile âhîr zaman nebîsi Hazreti Muhammed’e “Bizleri de ümmet eyle”diye duâ etmişlerdir. Makâm-ı Mahmûd’un şefaati yalnız Hazreti Muhammed’e âittir. İnsanların bu namazı kılmaları bu Makâmı istemeleri demektir. Bir Âyet-i Kerîmede “Siz yetim malına yaklaşmayınız.” buyrulmaktadır. Peygamberimiz mânen yetim olduğundan dolayı Yalnız sana mahsûs olmak üzere“teheccüd namazı kıl.” buyrulmuştur. Yetim kime denilmektedir? Babasız, anasız kalmış kişiye denilmektedir. Peygamber Efendimizin rûhânîyeti anne ve babadan gelmedi. O’nun rûhânîyeti “Ol” emri ile oldu. Günümüzde taklîdî olarak mânâsını bilmeden teheccüd namazı kılanlar sevap için teheccüd namazı kılıyorlar. Teheccüd namazı idrâki olmadan sevap için gecenin bir saatinde nâfile olarak kılınan bu teheccüd adı altında şeriat-ı evvel mertebesinde elbette çok faydalar sağlamaktadır. Hakîkat seviyesindeki bu ifâdelerimiz bu yerleri idrâk etmeyenler tarafından kerih görülmesin. Her ibâdet yerinde ve mertebesinde doğrudur.İsrâ Sûresi 78.âyet “Güneşin zevâlinden gece karanlığına kadar gereği üzere namaz kıl. Bir de sabah namazı kıl.Çünkü sabah namazında gece ve gündüz melekleri hazır bulunur.” buyrulmuştur. İşte bu namazların idrâkinden sonra teheccüd namazı yalnız Resûlullah Efendimize emredilmiştir. Tevhîdde aslında beş kısım halinde namaz kılınır:

Page 93: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

1-Hafî mertebesinde cehâletten, nisbîyetten, şirk ve günahlardan soyunma namazı

2-Ruh mertebesinde şuhûd namazı

3-Mutmain nefs mertebesinde fiilullah namazı

4-Kalp mertebesinde huzûr namazı

5-Sır mertebesinde münâcât namazı

1-Bir kişi Tevhide girmesiyle, Fenâ mertebelerinde nefs tezkiyesi sonunda cehâletinden, nisbîyetinden, şirkinden soyunarak kendi varlığını Hakk’ın varlığında ihtiyârî olarak yok etmesi hafî yâni gizli olan soyunma namazıdır. “Men arefe nefsehû fakat arafe Rabbehû” Hadis-i Şerifi bu yer içindir.

2-Nisbîyetlerinden kurtularak Rûhullah mertebesine gelen bir kişi rûhunu imam, sıfat ve a’zaların vücûdda cemaat, gönül mescîdinde kalp komutanı tarafından akıl nimetiyle Hakk’ın yüzü olarak gördüğü Cenâb-ı Hakk’a şuhûd namazı kılmış olacaktır. Zira şuhûd görmek, şâhid olmak demektir. Kendi vücûdunda O’ndan başkası yok ki başkasını görsün. Rûhunun kalp komutanına nasıl tecellî ettiğini, kalp komutanın emrindeki sıfat ve a’zalara rûhun emrini nasıl ilettiğini, sıfat ve a’zaların da fiilleriyle nasıl zuhûra geldiğini seyretmesidir. İşte kendisinin tecellîlerini seyretmesine de şuhûd namazı diyoruz.

3-Rûhun Muhammed elbise vücûdunu giymesiyle, mutmain olmuş nefs tecellîlerin zâhir ve bâtın farkıyla zuhûr ve müşâhedesi o kişinin fiilullah namazını kıldığını göstermektedir. Çünkü bütün mazharların isti’dâd ve kabiliyetlerinin fiillerle açığa çıkması, onun fiillerini seyretmesidir. Mutmain olmuş Muhammed sıfatlarından

Page 94: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

elbette Hakk ve hakîkati duyma,görme ve kelâm gibi filler zuhûr edeceği için buna da küllî teslîmin fiiller namazı denilmektedir.

4-Bir kişi Cenâb-ı Hakk’ın celâl ve cemâl tecellîlerini gönül evinde cem’ edebildiyse,Allah’ın kahrı ve lütfunu birlemesi nedeniyle ihlâsa ermiş demektir. Zira tecellî eden, tecellî ve tecellî olunan hep Hakk’tır. Tafsilâtta her ne kadar çeşitli esmâ ve sıfatlarla Zâtını ilân etmişse de özdeki birliği ve mazharlardaki tecellîleri kişiyi yanıltmaz. Sîretteki birlik idrâki kesret ve tafsilâttaki adalet ve şeriat zevkini meydana getirir. Gayrîyetin zâhir ve bâtını yok olduğu için huzûr namazını kılmıştır.Artık O’nda O olmuştur.Her türlü değişik tecellîler onu aldatmaz. Hep huzûrdadır.

5-Salât-ül Vitr namazının üçüncü rek’atından sonra rükû’ya eğilmeden tekrar tekbir getirerek Kunût duâsını okumakla en son mertebenin kulluk mertebesi olduğunu anlıyoruz. Aynen onun gibi merâtib-i İlâhiyyenin sonundaki sır da kulluğun idrâki ile Cenâb-ı Hakk’a münâcatla münâcat namazıdır.Bütün tecellî Hakk’ın Zâtından olduğu, tecellî mazharları ise Hakk’ın muhtâc olan sıfatlarıdır. Bu sıfatlara biz kul diyoruz.Dâima kulun muhtâclığı böylece anlaşılmış oluyor. Onun için kul olanlar bu idrâkle Cenâb-ı Hakk’a münâcat ederek dâima bu sıfatlarından her an ayrı şe’ndeki tecellîlerini ihsân et. Bu bizim mazharlarımızdan seyreyle diye duâ etmektedirler. Cenâb-ı Allah bütün kardeşlerime bu idrak ve şuurla namaz kılmayı,dâima O’nda O olmayı ve O’nunla dâima konuşmayı nâsîb etsin. Âmin. BÖLÜM 4

1 - NAMAZDA ALLAH'LA NASIL KONUŞULUR 2 - NAMAZDA KOLAYLIK

Page 95: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

3 - NAMAZDA SÜSLÜ ELBİSE GİYMEK NE DEMEKTİR 4 - NAS SÛRESİ 5 - NASR SÛRESİNİN BATINÎ MÂNÂSI 6 - NECM SÛRESİ 7 - NİÇİN MELAMÎ OLUNMALIDIR 8 - NUH (A.S) VE NUH'UN GEMİSİ 9 - NURANÎ VE ZULMANÎ PERDELER 10 - ORUÇ 11 - ÖLMEDEN EVVEL ÖLMEK NE DEMEKTİR 12 - ÖLÜM ÖTESİ 13 - PEYGAMBERİMİZİN SEVR MAĞARASINA SIĞINMASI VAK'ASI 14 - RAHMAN SÛRESİ 15 - RAMAZAN BAYRAMI 16 - RAMAZAN AY'I 17 - RECEP AY'I 18 - REGÂİB KANDİLİ 19 - RESÛRULLAH EFENDİMİZLE DAİMA BİRLİKTE OLMAK 20 - RESÛRULLAH EFENDİMİZİN BİZLERE GETİRDİĞİ HEDİYE 21 - RUH NE DEMEKTİR 22 - RÜYA 23 - SALİH PEYGAMBERİN DEVESİNİN HİKMETİ 24 - SÂLİKİN HİCÂBLARININ AÇILMASI 25 - SÂLİKLERDE EDEB NASIL OLMALIDIR 26 - SEVGİ VE AŞK 27 - SEVMEK VE SEVİLMEK 28 - SÜLEYMAN (A.S) İLE BELKIS HADİSESİ 29 - ŞERİAT NE DEMEKTİR 30 - ŞERÎAT NEDİR 31 - ŞİRK NEDİR

Page 96: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

NAMAZDA ALLAH’LA NASIL KONUŞULUR

Namaz mü’minin mi’racıdır. Mi’rac ise Hakk ile konuşmaktır. Bir mü’min namazında Hakk’la nasıl konuşur? Zâten namazında Hakk’la konuşmayan ve konuştuğunu bilmeyen namaz kılmamıştır. ‘Allahü ekber’ tekbiriyle namaza başladığımızda evvelâ ‘Sübhaneke'yi okumaktayız. Bunu okumaktaki gâyemiz kendi varlığımızı yok ederek Hakk’ın varlığını zevk etmektir. Ondan sonra okuduğumuz yarısı Hakk’a,yarısı da halka ait tecellîlerin ifadesi olan Fâtiha-i Şerîfte,mü’minlerin canlı bir Fâtiha olduğu anlaşılmaktadır.Ayakta durma idraki bizlere fiilerin fâilinin Hakk olduğunu bildirmektedir.Fakat fiilerin vücûdu olmadığından nereden tecellî ettiğini anlamak için tecellî ettiği sıfatlara nazar ediyoruz.

Gördüklerimizle bütün sıfatlardan fiilerin tecellî ettiğini, hiçbir sıfatın kendine ait bir gücünün, kudretinin, duymasının, görmesinin,bütün mevsûf sıfatlarının olmadığını, yalnız mevsûf sıfatların sahibinin Allah olduğunun şühûd ve müşâhedesi ile rükûda “Sübhâne Rabbiyel azîm” diyoruz. Yani “Rabbim, bu gördüğüm noksan sıfatlardan münezzeh, azîm olandır.” diyoruz. Üç defa demekteki gâyemiz Allah’ın bu mukayyed olan Âdem veya âlemdeki ef’âl, sıfat ve Vücûdullah olan üç tecellîsine binâendir. Allah da kulun dilinden “Semi Allahülimen hamide” “Kulumun hamdini işittim”diyor. Kul kıyama kalkarak “Rabbena lekel hamd” “Hamd yalnız Rabbime mahsustur” diyerek Hakk’ın sözüne cevap veriyor. Görüldüğü gibi Hakk ve halk kuldan tecellî ediyor.Yine üç defa “Sübhâne Rabbiyel alâ” “Noksan

Page 97: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

sıfatlardan münezzeh olan Rabbim en alâdır,yücedir”diyoruz. Ne gördük de bunu diyoruz ? Çünkü kıyamda fiilerin fâilinin Allah olduğunu, rükûda sıfatlardan tecellî eden mevsûfun O olduğunu,secde de bunların vücûddan tecellîsini müşâhede ederek Vücûdullahtan başkasının olmadığını görüp zevk ederek yüceliğini ifade ediyoruz. İkinci rek’atta oturunca da ‘Ettehiyyatü’ yü okuyarak namaz içindeki Rabbiyle karşılıklı konuşmanın özetini tekrar yapıyoruz.

Evvelâ kul ‘İbâdetler, dualar ve bütün tesbihât Sanadır ya Rabbim’ diyerek acziyetini, kulluğun gereği olan saygı ve hürmetini bildiriyor.Rabbi de ona cevaben, selamım, selametim, bereketim, mutluluğum senin ve bütün inananların üzerine olsun’ diye kulun diliyle, kula cevap veriyor. Melekler de bu Yaratan ve yaratılanın konuşmalarına şahit oldukları için “Şehadet ederiz ki Allah tektir, Hz.Muhammed onun kulu ve Resûlüdür” diyorlar.

İşte böylece Mi’racımızda Rabbimizle görüşmüş oluyoruz. Rahmân Sûresi 26 ve 27.“Yeryüzünde bulunan her şey fânîdir; Yüce ve iyilik sahibi Rabbinin yüzü bâkidir” âyetlerde de buyrulduğu gibi mülkünde kendisinden başkasının olmadığını, bilinmekliğini murat ettiği için biz sıfatlarını yarattığını ve fiileriyle de bizlerin isti’dâdları nisbetinde tecellî ettiğini her yönüyle bizlere bildirmektedir.

NAMAZDA KOLAYLIK

Kur’ân-ı Kerîm’de üç türlü namazdan bahsedilmektedir:

1 - Salât-ı Vukuta (yani vakitlerle ilgili)

2 - Salât-ı Vusta (kalb namazı,orta namaz)

Page 98: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

3 - Salât-ı Dâimûn (dâimî olarak Hakk’tan başka görmemektir)

Vakitlerle ilgili namazımızı câmiye gitme imkânımız var ise elbette cemâatle kılmalıyız. Câmiye gitme imkânımız yoksa evimizde veya işyerimizde de kılabiliriz. Fakat çalıştığımız yerde bu imkânların hiçbiri yoksa kendimizi zorlamaya gerek yoktur. İmkân nisbetinde öğle ile ikindiyi cem ederiz. Akşam ile yatsı namazlarını da yalnız farzlarını kılmak sûretiyle cem edebiliriz. Uzun bir yolculuk veya yirmi dört saat nöbet gibi iki vaktin dışına çıkacak bir zaman içersinde namazımızı ta’dîl-i erkânla veya cem ederek kılamıyorsak yalnız farzlarını îmâ ile yâni akıl nimetiyle kılabiliriz.

Allah bize namaz kılacak bir imkân tanımamışsa biz Allah’tan daha üstün bir imkâna mı sahibiz de onu yaratmaya kalkışıyoruz. “Dinde kolaylaştırıcı olunuz. Zorlaştırıcı olmayınız.” Hadis-i Şerifinde ve Âl-i İmrân Sûresi 191.“Onlar ki,gerek ayakta, gerek otururken ve gerekse yanları üzerinde yatarken Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında inceden inceye düşünenler "Ey Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın,seni bütün eksiklerden tenzih ederiz; o halde bizi o ateş azâbından koru” âyetinde“ Onlar ayakta iken, otururken ve yatarken Allah’ı zikrederler.” Yani namaz kılarlar.Onun için dinde zorlama yoktur. İmkânımız neye elveriyorsa ona göre hareket etmemiz gereklidir.

Namaz nedir? Namaz mü’minin mi’racıdır. Mi’rac nedir? Mi’rac Allah’la beraber olmak ve konuşmaktır. Bizler her varlıkta Allah’ın tecellîlerini görüyorsak yalnız câmide değil her zaman ve her yerde O’nunla konuşma imkânına sahibiz demektir. Doktor veya hemşire bir kardeşimiz günümüzdeki

Page 99: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

yasaklamalar nedeniyle kollarını sıvayarak lavaboda abdest alma imkânı bulamıyorsa, seccadeyi serip kıyam,rükû ve secde etme imkânı yoksa,bu kardeşlerimiz îmâ ile abdest alıp îmâ ile namaz kılabilirler. Her ne kadar şerîat-ı evvelde namazın kazâsı vardır ama, şerîat-ı sânî olan hakîkatte namazın kazâsı yoktur. Şerîat-ı evvel zevkinde olan kardeşlerimiz namazlarını kazâ da yapabilirler.

Zâhir imkânlara sahip olmayan bir mü’min, bâtın diye vasıflandırdığımız kalben Allah’la konuşmayı terk etmemelidir. İmkânı olduğunda zâhir ve bâtınını birleyerek her ikisini de yapabilir. Bâtın Hakk’la beraber olmak her zaman ve her durumda mevcuttur. Fakat günümüzün koşullarına göre zâhiri ibâdet imkânlarımız zaman zaman engellenebilir.İmkân mevcûd olmayabilir. Çalıştığımız yerin durumuna göre bizlere gerici, yobaz gibi tabirler kullanılabilirler. İşte böyle yasaklamalarla karşılaştığımızda ibâdetleri terk etmek değil, onlarla sürtüşmek değil,zâhirini terk ederek, bâtına geçip gönlümüzden bağları sağlamlaştırmak en çıkar yoldur.Zira İslamiyette zorda kalınca, haram olan leş yemek bile helal olur. Ayrıca Allah bizlerin sûretlerimize, amellerimize bakmaz. Kalb ve niyetimize bakar. Şu halde cem etme imkânımız varsa evvelâ öğlenin yalnız farzını sonra da ikindinin farzını arka arkaya kılabiliriz. Evvelâ akşamın farzını sonra da yatsının farzını kılar, cem edebiliriz.

Namazlarımızı vaktinde geçirmeden mutlaka kılmalıyız. Kazâya bırakmak olmaz. Çünkü kazâ namazı avâm içindir. Tevhîd ehli namazlarını kazâya bırakmaz. Mutlaka vaktinde kılar. Kılamadıysa hem zamanında vakti geçmeden îmâ ile onu kılar hem de imkânı olunca evinde cem eder. İnsanların Cehennem’i cahilliği, Cennet’i ise irfâniyet ve zevkidir.İşte bu kâideleri bilmeyenler ‘zamanında namazımı kılamadım

Page 100: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

diye’ dâima azâb içindedirler. Allah ümmet-i Muhammed’i bu azâblardan bir an evvel kurtarsın. Âmin.

NAMAZDA SÜSLÜ ELBİSE GİYMEK NE DEMEKTİR

Kur’ân-ı Kerîm Araf Sûresi 31.âyeti “Ey Âdemoğulları! Her mescîde gidişinizde güzel giysilerinizi giyin ve yiyin için, fakat israf etmeyin, Çünkü Allah israf edenleri sevmez” buyurmaktadır. Zâhirde temiz elbiselerimizi giyerek mescîdlere gitmemiz elbette gereklidir. Oradaki diğer mü’min kardeşlerimizi ayak ve ter kokularımızla rahatsız etmemiz elbette ki Allah’ın bizlerden istemediği bir davranıştır. Hiç kimsenin başkasını rahatsız etmeye hakkı yoktur.

Bu emr-i İlâhiyeyi bâtın yönüyle mütalaa edecek olursak, burada namazdan gâye, Allah’a secde ederek, O’nunla beraber olma ve konuşmaktır. Allah,bu Âdem ve âlemdeki tecellîlerine vâkıf olmamızı,nefs vâdisindeki kirli cehâlet ve nisbîyet elbiselerinden kurtularak,Cenâb-ı Hakk’ın nuru olan ziynet elbiselerini giyerek beraber olmamızı ve konuşmamızı istemektedir. Bu ziynet elbisesine bir kişinin sahip olabilmesi için, 1-İhlaslı olarak fiillerin fâil secdesini 2-Teslimiyetin gereği olan tevekkül ile sıfatların mevsûf secdesini 3-Cenâb-ı Hakk’ın rızası ile kâim olan mevcûd secdesi ile hak ve hakîkatin tahakkuku istikametinde, hukuk ve şerîatına uygulaması gerekmektedir.

Bir Hadîs-i Kudsî’de “Kulumun bana en yakın olduğu an secde anıdır.” buyruluyor. Şu halde,bir kişi de O’na ef’âl-i İlâhiyenin secdesi, sıfat-ı İlâhiyenin secdesi, zât-ı İlâhiyyenin

Page 101: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

secdesi ile yaklaşabilir.Daha evvel kendisine nisbet ettiği bu Cenâb-ı Hakk’ın tecellî varlığını,sahibine vermekle üzerindeki kirli ve pis elbiselerini çıkarmış olacaktır. Çıkarmış olduğu bu elbiselerin yerine,Hakk’ın üç tecellî elbisesini kabullenmesi de onun bu süslü Hakk’ın elbiselerini giymesi demektir. Yani kendi varlık elbiselerini çıkararak Hakk’ın nûr elbiselerini giymesi,aynı zamanda Muhammed elbisesini giymesi demektir.Şirk ve nisbîyet içerisinde iken kendisindeki Muhammed elbisesinin gizli olması nedeniyle kendisine nisbet ettiği bu elbise kirli ve pis olduğu için, Cenâb-ı Hakk ile konuşamıyor ve ibâdetlerini de taklîd olarak yapıyordu. Bu kirli ve pis olan şirk ve nisbîyet elbiselerini çıkarıp Nûr-i Muhammedî elbisesi olan mutmain nefsin sergilediği Allah’ın Rahmân sıfatları olan Muhammed’in temiz ve pak elbiselerini giymesi ve şerîat-ı ahkâmiye ile kendi kul mazharından dâima zuhûra getirmesi, o kişinin süslü ziynet elbiselerini giyerek namaz kılması olacaktır. O kişi bundan sonra,Cenâb-ı Hakk’ın her an ayrı şe’nde tecellîsi ile,bu tecellîleri yerinde,farkıyla zevk edecek, manevî gönlündeki bu gıdayı yiyip içip israf da etmeyecektir. Zira yenen ve içilen rûhun gıdalarıdır,cesedin gıdaları değildir. Onun için her şeyi yerli yerinde farkı ile zevk etme gayretinde olacaktır. Zâhirde âlemlerin Rabbi olan Allah’ın huzuruna durduğumuzda, abdest alarak temizleniyor ve temiz elbiselerimizi de giyerek huzura duruyorsak,aynen bunun gibi, bâtında da kendimize nisbet ettiğimiz varlığı çıkararak, Hakk’ın varlığı ile varlıklanıp, nefsin mutmain olarak Nûr-i Muhammedi elbisesini giyip, ancak o zaman Rabbimizle konuşabiliriz. Kur’ân-ı Kerîm’in Tâhâ Sûresi 12. âyetinde “Ben şüphesiz senin Rabbinim. Hemen ayakkabılarını çıkar, çünkü sen kutsal bir vâdi olan Tuvâ'dasın” buyrulmaktadır. İşte biz de Hakk ile beraber olmak ve onunla konuşmak istiyorsak, gayriyet ve cehâlet olan şirk ayakkabılarımızı çıkarmamız gerekmektedir.Aynı kirli

Page 102: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

elbiselerimizin çıkarılması gibi.. İşte o zaman onunla beraber olma ve konuşma zevkine sahip olabiliriz.

Bir Hadis-i Şerifte “Üç mescîd için ziyâret kastı ile evinizden çıkınız. Bunlar:1-Mescîd-i Haram 2-Ravza-i Mütahhara’daki Mescîd-i Nebeviyye 3-Mescîd-i Aksa” buyrulmuştur. Bunlar da bizim vücûdumuzda ve âlemde Cenâb-ı Hakk’ın ef’âl-i İlâhiye tecellîsi, sıfat-ı İlâhiye tecellîsi, Zât-ı İlâhiyye tecellîsinin idrâk edilme müşâhedesidir. Bunları bizler,zâhirde her ne kadar yerlerinde ziyâret etmekte isek de,bâtında Cenâb-ı Hakk’ın Zât tecellîlerinin sıfatlarından, fiilleriyle zuhûrunu ziyâret ederek zevk etmemiz istenmektedir.

Böylece eski elbiselerimizi çıkartarak yeni ve süslü elbiselerimizi giymiş ve dâima onunla beraber olma zevkine ermiş oluruz. Farkı ile zevk ettiğimiz için yiyip içtiğimizi israf da etmemiş oluruz.Cenâb-ı Allah bütün kardeşlerime ziynetleriyle namaz kılmak nasîb etsin.

NÂS SÛRESİ

Âyet 1- “Kul eûzü birabbin nâsi” “De ki, nâsın Rabbine sığınırım. ”Nâs ne demektir? Nas içersinde her türlü inanç ve mertebede bulunan insan toplumları demektir. Bunların Rabbi kimdir? Bunların terbiye edici ve öğreticisi, zanlarındaki ve hayâllerindeki bir Rabdır. İşte öyle, zanlarında yarattıkları bir Rabden, bizzat kemâl sıfatlardan kendini ilân eden âlemlerin Rabbine sığınırım.

Âyet 2- “Melikin nâsi” “Nâsın Melikine sığınırım.) Melik idâre eden hükümdar demektir.Nâsın Meliki ise, herkesin işini ve kazancını bilen ve idâre eden kendisidir. Halbuki Cenâb-ı Allah onların güç ve kuvvetlerinin olmadığını, yalnız güç ve

Page 103: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

kuvvet sahibinin kendisi olduğunu söylüyor. Onların mazharlarından, onları da idâre edenin kendisi olduğunu söylüyor. (Limenil mülkü yevm lillâhi vâhidül kahhâr)“ Bu mülk Vahid-ül Kahhâr olan Allah’ındır.”beyânı ile Malik Allah’tır.

Âyet 3- “İlahinnas” “Nâsın ilahına sığınırım” Nâsın ilâhı, kendilerine nisbet ettikleri ef’âl, sıfat ve vücûd idi. Bu üç tecellîyi kendi vücûd ülkelerinde kendilerine nisbîyetle onlarında onların ilahları, fâil, mevsûf ve vücûdları kendileri olduğu için şirkleri oldu. İşte bir kişi, fâilin, mevsûfun ve mevcûdun Cenâb-ı Hakk olduğunu idrâk edince, nisbîyetlerinin fânî, hakîkî ilâhın ise Cenâb-ı Hakk olduğu meydana çıkmış olacaktır.

Âyet 4-5- “Min şerril vesvâsil hannasi” “Vesvese veren şeytanın şerrinden sığınırım” Şeytan kişilere gaflet halinde vesvese verir. Gafletten uyanıp, Allah’ı zikir edince, Şeytan kişiden uzaklaşır. Onun için kişileri gafletten kurtaran tek ilaç zikirdir. Kim ki gaflete giriyorsa Şeytan hemen ona vesvese verir. Fenâfillâh olunca vücûd kalmaz. Dolayısıyla vesvese de yok olur.Fenâdan sonra, Hakk teâlâ Hazretleri Mâbud olunca,abdin zuhûru ile Şeytan zâhir olur. Kişilerin kalbine hortumunu uzatarak onların vehim ve vesvese gibi hallerle Hakk’ın tecellîlerini görmelerine engel olur.

Âyet 6- “Minel cinneti vennas“ Vesvese veren Şeytan iki nev’îdir:

1 - Cinler gibi lâtif olan,vehim ve hayâl gibi görünmeyen haller,

2 - Mudil esmâsına mazhar olan emmâre nefisli insanlardan his ile görülen hallerdir.

Page 104: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Bu iki sınıf vesvese verenlerden, âlemlerin Rabbine sığınmak lâzımdır.Bu da merâtib-i İlâhiyeyi tahsil etmek ve yaşamakla mümkündür.Yoksa nâsın Rabbi, nâsın meliki,nâsın ilâhından kurtulamadığımız için şeytanın her an vesvesesinden de kurtulamayız. Dolayısıyla da gaflet içinde kalan sapıklardan oluruz. Cenâb-ı Allah bütün ihvânı kurtuluşa erenlerden etsin. Âmin.

NASR SÛRESİNİN BATINÎ MÂNÂSI

Bu sûre üç âyetten ibaret olup:

1 - Allah’ın yardımı bizlere geldiğinde,

a)Nefsin fethi, b)Kalbin fethi,c)Rûhun fethi ile Cenâb-ı Hakk’ın Esmâ ve sıfat tecellîlerini geçip fethederek kurtuluşa erildiğinde,

2 - Vücûd ülkendeki bütün sıfat ve a’za kavimlerinin, bölük bölük, tabur tabur, alay alay mutmain nefs olarak sana tâbi olduklarını görürsün.

3 - Kurtuluşa ererek, bütün sıfat ve a’zalarının grup grup, mutmain nefs olarak sana tâbi oluşlarına karşılık Rabbine hamd ederek,dâima onu tesbih et.O,kalbinle tenzih, hissinle teşbih ve gönlündeki müşâhede ile de Tevhîd yapman nedeniyle,kendine rücû edenlerin rücûsunu kabul edendir.

‘Nasr’kelime mânâsı itibariyle de,yardım edilen, üstünlüklere sahip olan demektir.

N: Nûr-i Muhammediyye

S: Selâmete çıkan

R: Rahmete mazhar olan

Page 105: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Kimler Allah’ın rahmetine mazhar olmuşlarsa, onların Cenâb-ı Hakk’ın Nûr-i Muhammediyyesiyle selâmete çıkacağı bildirilmektedir.

İşte, sâlikler de bu sûrede belirtildiği gibi,Allah’ın yardımı geldiğinde,ikilikteki hallerinden kurtulup Hakk’a vâsıl olmak için bir Mürşid-i Kâmile gelerek, nefs terbiyesini,kalb ve rûhun özelliklerinin irfâniyet ve fethini yaptıktan sonra melekût âlemindeki kurtulmuşlardan olur .Cenâb-ı Hakk’ın Vahdâniyyet deryâsında, Tevhîd Cennet’inde yaşamaya başlarlar. Bunlar ölmeden evvel ölmüş ve Hakk’ın varlığını dâima zerreden kürreye kadar seyredenlerdir.Bu demde kişi ister yüzünü doğuya isterse batıya çevirsin, Cenâb-ı Hakk’ın yüzünden başka hiçbir şey göremeyecektir.

Bundan sonra kişi, Tafsilât-ı Nûr-i Muhammediyye olarak bildiği cemâdât, nebâtât, hayvânât ve insan olarak her varlıktan Hakk’ın sedasını mutmain nefs olarak duymaya başlayacaktır. Her sıfat ve mazharın, senin bir tecellîn olduğunu haykıracaktır. Artık vücûd ülkende, dar-ül harb’den çıkılmış ve her şeyi farkı ile görmeye ve farkı ile muamele etmeye başlanmıştır.

Böylece, kalbin ile Cenâb-ı Hakk’ı tecellî ettiği mazharlara benzetmeden, hissin ile teşbih, kalbin ile tenzih etmek suretiyle tecellî ettiği bütün mazharlardan görünenin O olması nedeniyle, her ikisini (teşbih ve tenzihi) birleştirerek Tevhîd yapmanız sizi menzile ulaştıracaktır. Kalb dönücü olduğu için tabiattaki celâl tecellîlere dönerek celâl yüzünü gösteren, cemâl tecellîlere yüzünü dönerek cemâl tecellîlerini gösteren, bir idrakla, her şeyi müşâhede edebilirsin.

Artık kişi, birinci âyette tenzih,ikinci âyette teşbih, üçüncü âyette de Tevhîd yaparak mutluluk ve huzur içinde yaşamaya devam edecektir. İnsanoğlu beşer olması nedeniyle zaman

Page 106: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

zaman hata yapabilir. Fakat Cenâb-ı Allah, tövbeleri kabul eden,lütfunu da kulunun üzerinden eksik etmeyendir.

Bir sâlikin Mürşid-i Kâmilinden elde edebileceği bütün mükâfatlar Nasr Sûresinin sırrından ibârettir. Cenâb-ı Allah bütün kardeşlerime bu sûreyi idrâk ettirsin.Âmin.

NECM SÛRESİ

Yıldız anlamına gelen‘necm’ile başlayan bu sûre, parlak yıldızlarla, kişilerin yönlerini bulabileceğini bildirmektedir.

N = Nûr-i Muhammediyye'dir.

C = Cemâl-i İlâhiyedir.

M = Tafsilât-ı Muhammediyye demektir.

Bir kişi, kendi gönül âlemindeki Nûr-i Muhammediyyeyi görmek isterse, Vücûd-u İlâhiyesi olan Tafsilât-ı Muhammediyye olan sıfatlarında, Cenâb-ı Hakk’ın cemâlini seyretsin veya rûh olan sîretimizin, kalb gözü olan irfâniyet idrâkimizle, bütün sıfatlarımızdan görünen Cenâb-ı Hakk’ın cemâlinin zuhûru demektir. Bunun da bir İnsan-ı Kâmilden Tevhîd tahsili yapmadan elde edilmesi mümkün değildir. Nahl Sûresi 16. “Ve işaretler koydu. Yıldızla da yollarını bulurlar onlar” âyetinin zâhir mânâsı, kervancıların ve gemicilerin bu yıldızlarla yönlerini bulabileceklerini aklımıza getirse de,Hakk ve hakîkat yolunda, cehâlet ve gayriyet karanlığında inananların yönlerini ve kıblelerini bulmaları,ilim ve irfâniyeti ile parlayan İnsan-ı Kâmillerin vasıtasıyla, insanların Hakk ve hakîkati bulmaları demektir.

Page 107: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

İsra Sûresi 70.âyette “Andolsun ki: Biz,Âdem oğullarını üstün bir şerefe mazhar kıldık; karada ve denizde binitlere yükledik ve güzel güzel nimetlerle besledik; yarattıklarımızdan çoğunun üzerine geçirdik”

buyrulmaktadır.

İnsanlar kara ve denizde yönlerini bulmak ve menzillerine varmak için parlayan bu yıldızlardan istifade etmektedirler. Ayrıca herkes bu yıldızlarla kıblesini de bulurlar. Zâhir ve bâtın birdir. Zâhirde nasıl kıble veya yönlerini bu parlayan yıldızlarla buluyorlarsa,bâtında da İnsan-ı Kâmiller halk arasında parlayan yıldızlar gibidir.Ancak bunlarla, kişinin gönül Kâbe'sini bulması ve bütün icraatını ona dönerek yapması mümkündür.

Cenâb-ı Allah “Karada ve denizde insanoğlunu yüklendik” ifadesi ile “kara” demek, kesret âlemi,fenâ âlemi demektir. “Deniz” demek, Vahdet âlemi, bekâ âlemi demektir. Ayrıca, ‘beden’ kara, ‘rûhaniyet’ yönü de deniz demektir. İnsan-ı Kâmil her ikisini kendisinde cem eden ‘Marecel Bahreyn’ dir. Yani onları karada ve denizdeki vuslatlarında İnsan-ı Kâmil mazharından taşıdık demektir.

Onun için insanlar, dünyadaki yaşantılarında, cehâlet karanlığında, yönlerini bulmak isterlerse, Cenâb-ı Hakk’ın her varlıktaki o yüce tecellîlerini seyretsinler. Cenâb-ı Hakk,Nûr-i Muhammediyyesinin idrakinin, bütün sıfatlarından tecellî eden Cemalullahını seyretmekle mümkün olduğunu bizlere bildiriyor. Maide Sûresi 35.âyette “Ey îmân edenler,Allah'tan korkun, O'na yaklaşmaya vesîle arayın, O'nun yolunda cihad edin ki, kurtuluşa erebilesiniz” buyrulmaktadır. İşte bu vesîleler toplum içinde bulunan parlak yıldızlar durumunda olan İnsan-ı Kâmillerdir. Bu parlak yıldız durumunda olanlar, kişilerin hem kıblesini, hem de menzilini buldurabilirler.

Page 108: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Bir âyet-i kerîmede “Ey gayba îmân edenler” denmektedir. Gayb, Allah değildir. Çünkü Allah’ın yanında, O’ndan büyük bir varlık olması lâzım ki O’nu örtmüş olsun. Ârifler için o gizli değildir. Toplum içinde ‘gayb’ durumunda olan işte bu İnsan-ı Kâmillerdir. Onları ehli çok iyi tanır. Onlar parlak yıldızlar gibi yönünü ve kıblesini bulmak isteyenlerin yön ve kıblesini buldurmaktadırlar. Sâlik durumunda olan kişilerin de,karada ve denizde, yâni fenâ ve bekâ âlemlerinde vuslatlarını sağlayan Rableridir. Zira o kuluna şah damarından daha yakındır. Kulun kendi varlığı yoktur.Varlık sahibi Cenâb-ı Hakk ise, elbette menzile kadar yüklenen ve taşıyan da Rabbimiz olacaktır.

Cenâb-ı Allah, bütün inananlara bu parlak yıldızları vesîle kılsın.

NİÇİN MELAMÎ OLUNMALIDIR

Bir kişinin tasavvuftaki vuslatı, Mi’rac yaparak Allah’ın dâima Zâtının sıfatlarıyla beraberliğinin ve sevişmesinin,her sıfattaki ayrı ayrı tecellîlerini her an zevk ederek seyretmektir. Bu da bir İnsan-ı Kâmilin tahsilinden geçmekle mümkündür. Hakk’a gönül verenlerin, kendi İnsan-ı Kâmilindeki bu tahsilinde, biat etmekle birlikte, zikirde nasıl Mi’rac yaptığını,ef’âl mertebesinde, fiilleriyle nasıl Mi’rac zuhûrunun görüntüye girdiğini, sıfat mertebesinde varlıklarla olan bütün temaslarındaki Mi’rac zevkinin nedenlerini ve Zât mertebesinde de O’nunla O olmanın zevki ve bunları kendi gönül laboratuvarında işleyerek,Allah’ın bütün sıfatlarının isti’dâd ve kabiliyetleri nisbetinde, Zâtının sıfatlarından tecellî edişi Mi’racı olacaktır. Günlük ibâdet ve çalışmalarında

Page 109: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

kendini dâima yakın takibe alarak, kendine telkîn edilen bu anayasa maddelerini hiçbir zaman unutmamaya gayret göstererek zikirle birlikte mutlaka fikir edilmelidir. Cenâb-ı Allah,kâinatta bütün varlıkların imal etme ve çoğalma fabrikalarını kendi içindeki çekirdeğin içine koymuş ve her an ayrı bir biçimde sonsuza kadar tecellîlerini zuhûr ettirmektedir. İşte bizler de,Cenâb-ı Allah’ın bir sıfatı olarak, “En üstün yarattım” dediği bu insan varlığının özünde kendini,Hüviyyet ve Eniyyeti ile gizlemiş olduğundan O’nu kendi gönlümüzde zuhûra getirmek olmalıdır. Kişi o zaman anlamış olacaktır ki,kişi diye bildiğimiz ve kabul edip oyalandığımız varlık, bizlerin olmadığını, varlık sahibinin Allah’ın insan sıfatından zuhûrunun bir görüntüsü olduğunu anlamış olacaktır.

Allah’ın Zâtı olmasa, bu insan mazharlarının,ne bir gücü ne de kuvveti vardır. Meğerse kendi sıfatından bilen de,gören de, açığa çıkan da Cenâb-ı Hakk’mış. İşte böyle bir idrâk ile, kişinin her varlıkta tecellî eden Allah imiş demesi bile ikilik olduğundan bu kişiler, zevklerinde ve gönüllerinde, O’nda O olmanın zevkiyle her neredeki mazharda tecellî ediyorsa,kendi tecellîsini,kendisi seyredeceği için, hem dâima mutlu, hem de hiçbir varlıkla ihtilafı kalmayacaktır.Çünkü kendi varlığının yanında başka bir varlık yok ki ihtilafa girsin. Bütün ihtilaflar ve çekişmeler ikiliktedir. Zerreden küreye kadar her sıfatında Zâtını ilâneden Hakk’tır.

Sizlere biraz da Makâm ve mertebelerdeki Mi’ractan bahsedeyim. Zikir, Makâm değil, mertebedir. Her mertebenin Mi’racı olduğu gibi,bizlere “Allah’ı Allah’la zikret” dendiği için,Allah’ı biz değil,Allah bizlerden zikretmektedir. “Velâ havle velâ kuvvete illâbillahilalîyül aziym” kuvvet ve kudret sahibi biz değil Allah’ın olduğu anlaşılmış olur. Zikredenler mest olur, onlar Allah’la dâima dost olur. Tefekkür

Page 110: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

ettiğimizde, kendimizdeki Allah’ın bizden nasıl zikrettiğini, gönlümüzde yaşadıkça, O’nunla beraber olmanın ve O’nun zikriyle gönlümüzün huzur ve saadet içinde aydınlandığını hissederiz. Daha bu demde iken bile, ‘Senden zikreden Allah’tır’ dendiği için, Allah’ın Mekke’de Medine’de değil, kendi gönlümüzde olduğunu hissetmeğe başlarız. Allah’a gönül veren kişinin, her işi O’nunla olacağı için,gaflete girmemeye özen göstererek, saat gibi kalbinin zikrini sağlamaya ve dâima onunla beraber olmak Mi’racını yapmış olacaktır. “Zikirle gönüller huzur ve sükûna kavuşur” ve “Zikirle kalbler itminan olur” âyetlerinden de anlayacağımız gibi, kulun gönlünde çok zevkli tecellîler vardır. Bütün ibâdetlerde, ibâdete mutlaka bir zaman ayırmak mecburiyetindeyiz. Fakat zikir ibâdetine zaman ayırmamız gerekmemektedir. Zira her zaman ve her yerde yapılabilir. Dâimî zikre giren kardeşlerimiz, dâimî Mi’racı da elde etmiş olabilirler. Zira Ankebut Sûresi 45.âyette “Sana vahyedilen Kitabı güzel güzel oku ve namazı kıl! Muhakkak sahih namaz edepsizlikten ve uygunsuzluktan alıkoyar. Muhakkak zikir en büyük iştir ve Allah, her ne işlerseniz bilir.” buyrulmuştur. Görüldüğü gibi bütün ibâdetlerin üstünde Allah’ı zikretmek,en büyük üstünlüktür. Yeter ki zikirle birlikte fikir de yapalım.Bütün tarîkatlarda zikir vardır. Fakat Allah’ın Vahdâniyyet tecellî fikri yoktur.

Tevhîd-i Ef’âl mertebesinde,bütün mazharlardan tecellî eden Cenâb-ı Hakk’ın fiillerinden fâil olanı görmek,o kişinin Mi’racı olacaktır. Zira abdest alırken,namaz kılarken veya başka birisi ile herhangi bir iş yaparken, fiillerin fâilini düşünmek ve ona göre hareket etmek,elbette günbegün kişiyi bunları seyredecek bir hale getirecektir. Yeter ki gönül verelim.İlimde‘Fiillerin fâili Allah’tır’ dedikleri halde, bazı kişiler fiili ayrı fâili ayrı mütalaa ettiklerinden fiilleri kişilere nisbet ederek ilimden öteye geçemiyorlar. Allah lâtif olduğu

Page 111: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

için onun fiilleri de,fâilliği de bir mazhardan tecellî ettiği için lâtiftir. Sen yalnız zâhir mazharı görür de lâtif olan tecellî edeni göremezsen, bil ki lâtif olan fâil ve fiilin o mazharın isti’dâdına göre, o mazhardan tecellî ettiğini henüz idrâk edememişsin demektir. Bu ilmi, amellerimizle uygulamaya koymadığımız müddetçe, artı ve eksi kutupların bir araya gelmeden lambayı yakmadığı gibi, gönlümüzdeki fiillerin Mi’racını yapmamız da mümkün değildir.Fiillerin Mi’racı, abdest alırken senin elinden seni nasıl yıkadığını seyretmektir. Namazda, kıyamını, rükûunu, secdeni senin mazharından nasıl ta’dîl-i erkân ile yaptığını kendi mazharından seyretmektir. Âfâktaki bütün sıfatları,her neresi için yaratılmışlarsa orada onu nasıl kullandığını, onun mazharından fiilleriyle nasıl zuhûra geldiğini ve ona göre şerîat doğrultusunda hareket etmek olduğunu uygulamak onun Mi’racı olacaktır.Cenâb-ı Hakk’la beraber olmak ve dâima onunla konuşmak isteyen kardeşlerim, hem kendisini, hem de çok geniş sahaya sahip olan fiiller âlemini yakın takibe alarak, verilen telkînât doğrultusunda izlemeyi hiç bırakmasın. Günbegün, fiillerin Mi’rac zevkine sahip olacaktır.

Sıfat mertebesinde,sabit olan sıfatların,ister kişinin kendisinden tecellî eden kelâm ve kudret olsun,isterse âfâktaki bütün sıfatlardan tecellîler olsun,Cenâb-ı Hakk’ın tecellîleri olduğunu bilip zevk etmek de kişinin sıfat Mi’racı olacaktır. Kur’ân okurken, namaz kılarken kelâmın kelâmullah olduğunu zevk ettiğimizde, Zâtını bizim gibi insan sıfatlarından nasıl açığa çıkarmak istediğini, uygulandığında da namazdaki gibi açığa çıktını, fiilleriyle görür,kelâmı ile de duyarız.Artık kıldığımız namazları Rabbimizi görüyormuş gibi değil, bizzât görerek icra ederiz. İki cihan serveri güzel Peygamberimiz bunu,namazın ta’dîl-i erkânında îzâh etmişlerdir. Rükûda iken

Page 112: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

kulun üç defa, “Subhâne rabbiyel azîym” “Noksan sıfatlardan münezzeh olan Rabbim yücedir” yani ‘Bütün sıfatlardaki yüceliğini gördüm. Bu gördüğüm sıfatlardan tecellî ettiğin halde hiçbirine benzemesin. Bunların hepsinden yücesin’ sözüne karşılık, Cenâb-ı Hakk’ın “Semi Allahhülimen hamide” demek sûretiyle “İşittim kulumun hamdini” diyerek kulun dilinden kula cevap vermesi,kul ile Rabbimin karşılıklı konuşması değil midir? Halka hizmetin Hakk’a hizmet olduğunu dâima söyler dururuz ama şühûd sahibi olamadığımız için halk diye bildiğimiz sıfatların Hakk’ın Zâtının açığa çıkma mazharları olduğunu, sıfatların kendilerine ait varlığının olmadığını, varlık sahibi Cenâb-ı Hakk olduğu için hizmetin de O’na olduğunu zevk edemeyiz. Ancak bu zevke sahip olanlar,fiil ve sıfat Mi’raclarını iç içe yapmış olurlar.

Hacı Bayram Velî Hazretlerinin :

“Kim bildi ef’âlini, o bildi sıfatını

Onda buldu zâtını sen seni bil sen seni

Görünen sıfatındır onu gören zâtındır

Gayri ne hacetindir sen seni bil sen seni”

Dizelerindeki ifadelere vâkıf olanlar kendi gönüllerinde zevk ederler.

Zât mertebesinde ise varlık günahı kalmayınca,tecellî eden Cenâb-ı Hakk’ın Zâtının bütün sıfatlarından, fiilleriyle kendi yüceliğini sıfatların isti’dâd ve kabiliyetlerine göre sergilemesidir. O’nun mülkünde kendinden başkası

Page 113: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

kalmayınca tecellî eden, tecellî ve tecellî olunanın birliği zuhûr edecektir. Burada,Zâtının bizim gibi sıfatlarından tecellî ederek o yüceliklerini fiilleriyle sergilemesi ve yine bizim gibi sıfatlarından her an ayrı bir şe’nde tecellîlerini kendisinin o mazhardan seyretmesi onun Mi’racı olacaktır. Cenâb-ı Allah kendi sıfatlarına ‘kul’ demiştir. Kul demek köle demektir. Onun kendine ait hiçbir varlığı yoktur.Varlık sahibi Zâtı olan Cenâb-ı Allah’tır. Bu mi’racımızın en güzel bir şeklini de namazda iken, o güzel Peygamberimizin hadisi olan, Mi’racta iken Cenâb-ı Hak’la konuşma özeti ‘Ettehıyyatü'de görmekteyiz. Kulun Cenâb-ı Hakk’a karşı kulluk ifadeleri olan‘ ibâdetler, dualar ve bütün tesbihâtlar sanadır ya Rabbim’ diyerek acziyetini, kulluğun gereği olan saygı ve hürmetini bildirmesi ve Cenâb-ı Hakk’ın kulunun dilinden, memnuniyet ifadesi olan, ‘Selâmım, selâmetim, bereketim, mutluluğum senin ve bütün inananların üzerine olsun’diyerek, kuluna verdiği lütuflar,ihsânlar ve bütün vücûd ülkesindeki melek durumunda kuvvelerinin de,yine kul diliyle Hakk ile kulun karşılıklı konuşmalarına şahitlik yaptıklarını ve selamete çıktığını, kurtuluşa erdiğini görüyoruz.

Bizler işte böyle bir irfâniyet ve zevk ile yaşamak için melamî olduk. Çünkü melamîler Hakk’ın varlığı ile var olduğunu şühûd ve müşâhede ile zevk edip gönül âleminde, O’ndan başkasını bırakmazlar. Yoksa, kendim ayrı Hakk ayrı olarak,ikilikle ömür müddetince yapacağım ibâdetler, adedî zikir ve hatimler, O’nda O olmayı bir türlü sağlamaz. Allah’a yaptığımız ibâdetlerin mükâfatını dünyada ve âhirette değil de, yalnız Âhirette diyerek veresiye, Rabbimle yaptığım alışverişlerimiz de bizleri mutmain etmez. “Bu gün ibâdetlerini yap mükâfatını âhirette göreceksin” sözleri, ayrıca, mânâsını idrâk etmeden yüzlerce, binlerce esmâların çekimi, bizlerde, hiçbir hicabımızın açılmasını sağlamadığı gibi, kambur üzerine kambur yaratmıştır.

Page 114: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Hiçbir gün îmân ağacımın gövdesi değil,dalları değil hiç olmazsa yaprağı olduğumu bile zevk etmek mümkün olmadı. Halbuki Kur’ân ifadesiyle Âdemiyet bu îmân ağacının meyveleri, zübdesi yani özü ise Resûlullah efendimiz olduğunu görüyoruz. Cevizin yeşil kabuğu ile ömür müddetince oyalanmayı kendime zûl addettiğim için, her nefeste Cenâb-ı Hakk’la beraber olmak, O’nun bana şah damarımdan daha yakın oluşunu idrâk ederek onunla dâima alışveriş yapmam beni melamî etmiştir. Bazı kişiler, nasıl Allah’ı zanda,hayâlde veya akıllarında bir ilâh yaratarak ibâdet ediyorlarsa, âhiret hakkında yeterli bilgisi olmayanlar da zanlarında ve hayâllerinde bir âhiret,Cennet ve Cehennem yaratmaktadırlar. Şuara Sûresi 213.âyette “Bundan dolayı sakın, Allah ile beraber başka ilâhlara ibâdet etmeyiniz” buyrulmaktadır. Hem kendilerindeki can içindeki Canândan haberi olmayanlar hem de zerreden küreye kadar Zâtını ilâneden Cenâb-ı Hakk’tan habersiz olanlar, maalesef, taklîdi ibâdetlerden öteye geçemeyecekleri için hüsranda olacaklarını bu âyetlerden anlamaktayız. Allah inanan bütün kardeşlerimin yardımcısı olsun. Amin.

NUH (A.S.) VE NUH’UN GEMİSİ

Nuh (A.S.) İdris (A.S.)'dan sonra ilk Resullük verilen bir peygamberdir. Ona Necibullah; Allah’ın temiz, güzel ve ahlâklı kulu, kendine tâbi olanları kurtuluşa erdiren, selâmete kavuşturan anlamlarına gelen bir isim verilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm Hud Sûresi 25.ilâ 48.âyetleri arasında anlatılan bu kıssada Nuh (A.S.), kavmini Hakk ve hakîkata davet etmiş. Fakat kavmi onu inkâr etmiş, sözlerini duymamak için parmaklarıyla kulaklarını tıkamışlar, dinlememişlerdir. Cenâb-ı Allah, Nuh (A.S.)'a bir gemi yapmasını vahyetmiştir.

Page 115: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Sanatı dülgerlik yani marangozluk olduğu için gemiyi yapmıştır.Kavmi ise Nuh (A.S.)'a kötülük yapmak için, gemiyi pislemişlerdir.Cenâb-ı Allah da o kavme, salgın bir hastalık zuhûr ettirerek, gemiye, pisledikleri pisliklerden, her kim hastalık yerine sürerse,o kişiler tedavi oluyorlardı.Gemiyi tamamen temizleyip onlarında yaraları iyi oldu. Böylece kendi kötülüklerini, Cenâb-ı Hakk onlara temizletmiş oldu.

Nuh (A.S.)'a gemiye canlılardan dişi ve erkek olarak birer çift alması vahyedildi. Ayrıca inananlardan da aldı. Çünkü Nuh tufanı ile inanmayan ve Nuh (A.S.)'a tâbi olmayanları Cenâb-ı Allah helâk edeceğini bildirdi.Nuh'un oğlu, Kenan gemiye binmedi. Babası Nuh (A.S.)'a “Ben yüzme bilirim. Hem benim dağcılığım da var” diyerek, helâk olmayacağını söylüyordu. Hatta Nuh (A.S.) Cenâb-ı Allah’a münâcaatla, oğlunun kendisine tâbi olmadığını bildirdiğinde, Cenâb-ı Hakk Nuh (A.S.)'a “O senin oğlun değildir. Senin sulbünden gelen senin oğlun değil, senin yolundan gelen senin oğlundur” dedi. Ve günü gelince Nuh tufanı başladı. Gemiye binenler tufandan kurtuldular. Gemiye binmeyenler tufanda helâk oldular. Nuh’un gemisi de tufan sonunda Cudi dağına oturarak gemidekilerin hepsi kurtulmuş oldular.

Zâhir olarak Kur’ân’ın bizlere anlatmış olduğu bu kıssadan bizler ne anlamalıyız? Yaşamımıza bunu nasıl uygulamalıyız. Günümüzde,Nuh(A.S.)ilmiyle âmîl, güzel ahlâk ve edeb sahibi, mütevazı Mürşîd-i Kâmillerdir .Onlar peygamber vârisi oldukları için Hakk ve hakîkati tebliğle görevlidirler. Nuh’un yaptığı gemi ise Tevhîd gemisi olup,ona binenler kurtuluşa ermiştir. Binmeyenler ise cehâlet,gayriyet ve şirk tufanında, hâlâ helâk olup durmaktadırlar. Gemi Recep ayında tamamlanmış ve Zi’l-hicce ayında Cudi dağına oturmuştur. Bir sâlik de,Mürşîd-i Kâmilin Tevhîd gemisine ef’âl ayı olan Recep ayında binerek, fiillerin şirkinden kurtulmağa

Page 116: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

başlar.Gemiye binmeleriyle, yedi gün gece gündüz devamlı rahmet yağdı.Her tarafı sular istilâ etti. İşte yedi sıfat-ı subûtiyemizle şuhûd kapılarının açılması ve gök diye vasıflandırdığımız, bekâ tecellîlerinin Rahîmiyyet rahmetinin yağmasına mazhar olduk demektir.

Bu gemi Mürşîd-i Kâmil kaptanlığında,Recep ayı fiiller rahmetinin tecellîleri, Şaban ayı sıfatlar rahmetinin tecellîleri, Ramazan ayı Zât rahmetinin tecellîleri, Şevval ayı tenzih rahmetinin tecellîleri,Zilkade ayı teşbih rahmetinin tecellîleri, Zi’l-hicce ayı Tevhîd rahmetinin tecellîleriyle Tevhîd deryasında yol aldı. Zi’l-hicce ayından sonra gemi, Cudi dağı olan Ahadiyet mertebesinde oturdu. Gemiye seksen erkek ve kadın binmişti. Çünkü sekiz sıfatımızın zâhir ve bâtın olan duygumuzla, bu tufandan kurtulmanın tahakkuk edeceği muhakkaktır. Gemi Cudi dağında boşaldığında, aşûre günü idi. Malûmunuz aşûre de,Muharrem ayının onunda,yedi sıfatımızdan Hakk ve hakîkatin lezzetini zevk etmek olduğu için, Muharrem ayına Ahadiyet ayı denmiştir. Nuh (A.S.) nübüvveti ile kavmini Hakk ve hakîkata davet etmiş, fakat akıl seviyesindeki akl-ı maaş sahipleri, O’nun nübüvvet Makâmının sırlarını bilemedikleri için “Biz seni bizim gibi beşer görüyoruz” diyerek inkâr etmişlerdir.Çünkü akl-ı maaş sahipleri, dünyadaki zâhir olan bazı nefisle ilgili şeyleri bilirler. Âhiretle ilgili bazı sırlardan gafildirler.

Onun için günümüzde bile, şekilden öteyi göremeyen çok kimseler mevcuttur. Kısır akıllarıyla her şeyi biliyoruz zannederler. Onun için Nuh’un kavmi, “Seni yalancılardan zannediyoruz” dedikleri gibi, bu görevli kâmillere de yalancılık isnat ederler. Resûlullah Efendimiz “Ehl-i Beytim Nuh’un gemisi gibidir. Her kim o gemiye binerse kurtulur.Her kim muhâlefet ederse gark olur.” buyurmuşlardır. Şu dünya su ile dolu bir denizdir. Eğer bedenin harâb olduğu zaman

Page 117: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

binecek bir gemi yaptın ise, o sudan kendi âlemine necat bulursun. Yapmadınsa o suya gark olup helâk olursun. Gemiye mahlûkattan dişi ve erkek olarak iki tane alınması ise ilim ve amelle menzile varılır. Cenâb-ı Hakk’ın her tecellîsinde tenzih ve teşbihi vücûd gemimizde zevk edersek Tevhîd etmiş oluruz. Onun için ilimsiz amel taklittir. Amelsiz ilim de kişiye fayda sağlamaz. Hakîkat ve şeriat deryasında bu geminin yol alması için her ikisinin de tam ve eksiksiz olması gereklidir.Hud Sûresi 42. âyette “Nuh (A.S.) akl-ı maaştan ibaret bulunan vehmine mağlup, babasının din ve Tevhidinden mahcub oğlunu çağırdı:‘Ey oğlum dinimize tâbi ol.’ dedi. Hakk’tan mahcub,denizde nefis arzusu dalgalarıyla helâk olanlardan olma dedi.Oğlu ise,babasının davetinin esrarına mahcub olduğu için reddetti ve helâk olanlardan oldu. Ayrıca Hud Sûresi 45.âyette “Ey Nuh o senin oğlun değildir. Senin oğlun, senin sulbünden gelen değil, senin yolundan gelendir.” buyruluyor.

Şu halde, evlâtlarımızın Hakk ve hakîkat yolunda gitmeyişleri, bizim evladımız olduğunu bedenen gösterse bile, Allah’ın indinde, sîreten evladımız olmadığını Cenâb-ı Hakk söylüyor. Hz.Ali (K.V.) “Agâh olunuz ki, her ne kadar eti yani karabeti Muhammed'e uzak olsa dahi Muhammedin dostu Allah’a itaat edendir. Ve biliniz ki, karabeti Muhammed'e yakın olsa dahi, Muhammedin düşmanı, Allah’a âsi olandır” buyurmuşlardır.

Nuh (A.S.)kavminin kendisine tâbi olmadıklarından mütevellit “Ya Rabbi! Yeryüzünde hiçbir kâfir bırakma” diye beddua etti. Tenzih mertebesindeki kişiler kendilerinin doğru yolda olduğunu kabul ederler. Teşbih mertebesindeki kişiler de, kendilerinin doğru yolda olduğunu sanırlar.Onun için Nuh (A.S.) geceyi yani Vahdeti Vahdete davet, gündüzü yani kesrettekileri kesrete davet kişilerin reddine vesîle olur. Bu,denizdeki balıklara, ‘denize gelin’demeğe benzer. Halbuki

Page 118: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Tevhidde, Vahdettekileri kesrete davet, kesrettekileri de Vahdete dâvet gereklidir. Muhyiddînİbnü’l Arabî Hazretleri, Nuh (A.S.) bahsinde Hz.Muhammed ümmetini dâvette, hem tenzih, hem teşbih etti. Hz.Nuh ise, akıl ve rûhânîyetleri yönünden kavmini gece davet etti. Çünkü bunlar, gizli ve mahiyetleri karanlıktır. Sonra kavmini, zâhir sûretleri ve maddî benlikleri yönünden gündüzleri de çağırdı ve her iki daveti birleştirmediği için bu ayırma yüzünden bâtıncılar nefret etti. Onların dolayısıyla kaçmalarına vesîle oldu. Onun için Hz. Muhammed (A.S.) geceyi gündüze, gündüzü de geceye davet etmiştir.” buyurmuşlardır.

İşte Cenâb-ı Allah’ın emriyle, Recep ayından itibaren vuslat yolculuğuna çıkan sâlik de, üçü fenâ, üçü de tecellîler yönüyle bekâ mertebelerinde vuslat sonunda hafî şirklerden de kurtularak, Cudi dağı olan Ahadiyete gemisini oturtur. Dâima tatlı ve en az yedi cinsten olan aşûreyi yemeğe de hak kazanır. Bu âlemde kalbi ile tenzih, hissiyle teşbih yapma zevkine sahip olanlar seyyidlerden oldukları için yani insanların efendisi olma hasletine sâhib oldukları için toplum içinde ihtilâftan kurtulmuşlardır.Yoksa kahrı ve lütfu bilmeyenler hiçbir dem rahat olamazlar. Cenâb-ı Allah bizleri, Nuh gibi bir İnsan-ı Kâmilden Tevhîd gemisine binerek tufandan kurtulanlardan eylesin. Tenzih ve teşbihte kalmadan Tevhîd zevki ile zevkiyâb olup bütün sıfat ve a’zalarımızla O’nun tecellîlerinin zevkine erdirsin. Âmin.

NÛRÂNÎ VE ZULMANÎ PERDELER

İnsanlar yaradılış gereği aceleci yaratılmışlardır. Az bir mücâdele sonunda hemen murâdlarına ermek isterler.

Page 119: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Yaptıkları ibâdetler sonunda hicâblarının açılmasını,her şeyin Hakk ve hakîkatini görmek ve mutluluğa kavuşmak isterler. İşte böyle idrâkteki Musalara Kur’ân-ı Kerîm’de, Musa (A.S.) “Görün bana bakayım sana” dediğinde “Ya Musa!Sen Beni göremezsin” (Len terâni ya Musa) denmiştir. Musa (A.S. )“Karşı dağa bak” diye hitâb duyunca dağa baktı. Oradan tecellî eden ism-i celâl ateşi ile o benlik dağı eridi ve Fenâfillâh oldu. Kendine geldiğinde “Ya Rabbim benim arzu ettiğim gibi seni görmek isteyenlerin ilk tövbe edicisi ben olayım” diye niyâzda bulunmuştur.

Şu halde bizlerin bir Mürşid-i Kâmil vasıtasıyla nisbîyetlerimizden kurtulup, nefs deryâsından rûh âlemine geçme ilmini öğrendikten sonra zulmânî perdeleri yırtmamız mümkün olduğu görülmektedir İkilikle yapılan ibâdetler müşâhedesiz olduğu için zulmanî perdeler kalkmaz. Kıldığımız vakit namazları, Ramazan’da bir ay tuttuğumuz oruçlar bizlere perdedir. Çünkü bedenle yapılan ibâdetlerin fiillerinin fâilini, görüntüde mevcûd olan sıfat ve esmâya nisbet ettiğimizde zulmanî perde inmektedir. Zira bedenin kendine has bir gücü ve kuvveti yoktur.Güç ve kuvvet sahibi Allah’tır. Kelâmla “Lâ havle velâ kuvvete illâ billahilazim” diyoruz ama yaşantımızda ‘Bu ten kafesinden her ne fiil zuhûr ederse bunların fâili Allah’tır’ diyemiyoruz, şühûd edip esmâ ve sıfatlara nisbet etmeden, Rûhullahın tecellîsinin zuhûrunu zevk edemiyoruz. Her varlığın yaratılma yeri neresi ise orada fiil ve icraatını gösterecektir. Biz de onu yerinde farkıyla seyredebilirsek, işte o zaman zulmânî perdelerimiz kalkmış olacaktır. Yoksa ikilik yaşantısında kendi vücûdumuz bize perde teşkil etmektedir. Çünkü sûretten sîrete geçmeden her varlıktaki birliğin zevkine eremeyiz. Okuduğumuz kitaplar bize perde olabilmektedir. Çünkü o yazarın fikirlerine bağlılık yaratmaktadır. Vücûdumuz bize perdedir. Çünkü nisbîyette kalmamız dâima yenilenmektedir.

Page 120: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Hakk’a nisbîyet şühûdlarımız galebe çalmadıkça her an gaflete düşmemiz mümkün olmaktadır. Kıldığımız vakit namazlarımız bile bize perde olmaktadır. Çünkü dâimî namazda olamadığımızdan, müşâhedemiz tecellî etmediği için nisbîyetlere bağlılığımız devam ediyor. Bütün bunları ilmen bilsek bile gaflete düşmemize engel olamıyoruz.Nakşibendi,Kadiri,Nurcu gibi grup ve ekoller bizlere perde olabilmektedir.Çünkü bu grupların mazharlarından Hakk’ın, yaratılma yerlerine göre tecellî ettiğini, onların da yerli yerinde Hakk olduklarını kabullenemiyoruz.Bir bahçede bulunan gül, karanfil, menekşe, sümbül gibi hepsinin birer çiçek tecellîsi olduğunu kabullenecek, onlara ihtilafın Hakk'a ihtilaf olduğunu, onlara buğz etmenin Hakk'a buğz etmek olduğunu anlayarak,onları da yerli yerinde görüp, sevmeye gayret etmemiz gerektiğini anlayacağız. Halka hizmet Hakk'a hizmettir. Halkı sevmek Hakk’ı sevmektir.Çünkü Hakk, halktan tecellîsini göstermektedir. Onun için Hakk, halktan ayrı değildir. Bu zevk ile zevkiyâb olduğumuzda Hakk’tan gayri olmadığımız o zaman anlaşılacaktır. İşte o zaman saydıklarımız bize perde olmadığı gibi bunlar bizler için günah da olmayacaktır. Çünkü en büyük günah Hakk’tan ayrı olmaktır. En büyük sevap da Hakk’la beraber olmaktır. Onun için yaptığımız ibâdetlerde dâima Hakk’ı müşâhede edelim. Dâima onunla beraber olmamız,bizim,bütün ibâdetlerden üstün olan dâimî zikrimiz olacaktır.Bizler Hakk teâlânın birer aletiyiz. Bizleri nerelerde kullandığını şühûd edelim. Emrettiği yerde mi?Yoksa yasak ettiği yerde mi? İşte biz oyuz.

Nûrânî perdeler ise birliği bozmayan ikilik perdeleridir. Nasıl bir evin penceresinin tülünden dışarıyı seyrettiğimizde her şeyi net görmek mümkünse aynen onun gibi Fenâfillâh olup

Page 121: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Bekâbillâha erenler Allah’ın Cemalullahını bütün sıfatlardan seyrederler. İşte bu birliği bozmayan ikilikte Zâtını, sıfat aynalarından seyretme halidir. Seyreden ve seyredilen şekliyle anlatılsa da bu zevke erişen bir sâlik irfâniyeti ile kendi zâtını kendi sıfatlarından seyredenin ayrı olmadığını zevk etmektedir.Bir kişi aynaya baksa, bakan ayrı aynadaki ayrı değil ki ayrı mütalâa etsin. İşte buna da nûrânî perdeler denilmektedir. “Allah âlem-i Âhirette ayın ondördü gibi Cemalullahını mü’min kullarına gösterecektir.” sözünün gerçek anlamı budur. Allah,Zâtını ne bu âlemde ne de âlem-i Âhirette mazharsız göstermeyecektir.Zâtının bulunduğu yerde başka bir varlık yok ki gören veya görünen olsun. Allah cümlemize nûrânî perdeler altında Cemalullahını seyretmek nasîb ve müyesser etsin. Âmin.

ORUÇ

Oruç, yükselmek demektir. Nereden nereye yükselmektir? İkilikten birliğe yükselmektir. Cehâletten irfâniyete yükselmektir. Şirkten, gayriyetten, nisbîyetten birliğe, ayniyete yükselmektir. Oruç dört bölümde mütalaa edilir:

1 - Bedenin orucu(şerîat-ı evvel orucu)

2 - Kalbin ve gönlün temizlik orucu(tarîkat orucu)

3 - Hakîkat orucu (ikilikten birliğe yükselme orucu)

4 - Mârifet orucu (esmâ ve sıfatların seyri)

Page 122: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Bedenle ilgili olan oruçta evvelini ve âhirini bilerek her ikisi arasında, yemek içmek ve nefsânî istek ve arzulardan uzak kalmak olarak mütalaa edilir. Çünkü bu beden onbir ay çalışıp bir ay bakıma tabi tutulan bir fabrika gibi dinlendirilirse sıhhatte kalacağı muhakkaktır. Bir hadiste "Oruç tutunuz ki sıhhat bulasınız" buyrulmuştur. Yalnız sahurda, akşama kadar aç kalmaktan korkarak tıka basa mideyi doldurup rahatsız olmak, iftar vaktinde de yine tıka basa yemek yemek bedeni dinlendirmek değildir.Aç kalmak kişiye tam mânâsıyla ölümü hatırlatıyor ve nefs muhasebesini yaptırıyorsa ancak o zaman bedenin orucunun faydasını kişi görebilir. Yoksa oruç tutmamıştır. Bedenin orucunu tutanlar, bu satırlarda îzâh edilemeyecek kadar çok sayıda faydalar elde etmektedirler. Fakat İslâmiyetin oruç emrindeki daha fazla yüceliğe sahip olmak için beden orucuyla beraber olan kalb ve gönül temizliği olan tarîkat orucu da tutmağa gayret göstermelidir. Böylece bedensel orucun yetmişbin katına mazhar olur. Çünkü yalnız bedensel orucu tutanlar kalb ve gönül terbiyesinden lâyıkiyle nasîb alamadıkları için,onların yaşantılarında, sinirlilik, sağa sola sataşma gibi, sabırsızlık halleri görülür. Halbuki oruç,günahlardan, kişiye zarar verecek her türlü kötülüklerden sakınmak içindir. Gaflet ve dalâlete düşerek,ahlâksızlıktan sakınılmalıdır.

Oruçta güzel ahlâk,edeb ve iffet vardır. Peygamberimiz, "Bir kişi size kötü bir söz söylediği zaman, siz ona kötü bir söz söylemeyin. ‘oruçluyum, oruçluyum’ desin" buyurdular. Görüldüğü gibi oruçlu bir kişinin, el, ayak, göz, dil gibi her türlü sıfat ve a’zalarını kötülüklerden sakınması gerektiği anlaşılmaktadır. Bunlarla her hangi bir hata yaptı ise,hemen tövbe etmesinin orucun aslı olduğu beyan edilmiş oluyor. Orucun güzel ahlâk ve hakikî insanlığın ta kendisi olduğu, benlik, nisbetten, gurur, kibir, haset, fesat, yalan ve buna

Page 123: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

benzer bütün kötülüklerden sakınmanın oruç olduğu anlaşılmış oluyor.

Oruç nefs terbiyesidir. Kur’ân-ı Kerîm’de yasak kılınan, nefsin canavarlıklarını terk etmek tahsilidir. Oruç, kişinin kalb ve gönlünü nefsin hükmünden kurtarmalıdır. Kalbin ilim ve irfâniyet doğrultusunda güçlenmesi gerçek oruçtur. Bir kişi oruçlu olduğu halde sağa sola saldırıyor,onun bunun kalbini kırıyor, ahlâk ve edeb kâidelerine riâyet etmiyorsa onun orucu yoktur. Çünkü oruç kötülüklerden, ahlâksızlıktan, bilgisizlikten, kötü düşünüş ve davranışlardan sakınmak, güzel ahlâka ve bütün iyiliklere yükselmek için emredilmiştir. Gelin kardeşlerim bu seviyede bir oruç tuttuğumuzu söylüyorsak gıybet dinlememeye özen gösterelim. Kötü görmemeye, kötü şeylerle dilimizi meşgul etmemeye, kötü şeyler düşünmemeye, gönlümüzü ve bütün sıfatlarımızı elimizden geldiğince Hakk’la meşgul etmeye,zikir ve fikirle uğraşmaya gayret gösterelim. Unutmayalım ki zikrimiz ne ise fikrimiz de o olacaktır. Bir günümüzün kaç saatini Hakk için ve kaç saatini halk için harcadığımızı dâima kendimize sorup muhasebemizi yapalım.

Hakîkat orucunu ise ancak yukarıda açıkladığımız oruçları tutabilenler tutmağa hak kazanırlar.Zira bedensel oruç olmazsa ahlâk güzelliği olan tarîkat orucunu tutamaz. Bütün kötülüklerden uzaklaşmayan ve ahlâk güzelliği elde edemeyen de ikilikten birliğe vuslat olan hakîkat orucunu tutamaz.Hakîkatte oruç ‘uruc’etmektir.Yani ikilikten birliğe yükselmektir.Kişinin kendi varlığı ayrı, Hakk’ın varlığı ayrı iken, cehâletinden, gayriyetinden, şirkinden kurtularak, kendi varlığının olmadığını,varlık sahibinin Hakk olduğunu şühûd etmesi ve yaşamına geçirmesi onun orucu olacaktır.Bu da bir Mürşid-i Kâmilden tahsil etmeden olmaz.

Page 124: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Bir sâlikin,zerreden kürreye kadar her neye bakarsa baksın Hakk’tan gayri bir tecellî görmemesi,onun ikilikten birliğe vuslatı olacaktır. Onun gayriyete çıkmaması,dolayısıyla da ikilikteki bütün şirk ve kötülüklerden sakınması,onun orucu demektir.Bütün ihtilâf ve kötülükler ikilikte olur. Birlik deryasında ihtilâf ve kötülükler olmaz.Hakîkatte ikilikle oruç da olmaz.Ölmeden evvel ihtiyarî bir ölümle ölenler oruç tutma zevkine sahip olabilirler. Oruçlu,her şeyi bir olan Cenâb-ı Hakk’ın tecellîsini şühûd etmektedir. Hz.Îsâ (A.S.) "İkiliğe çıkmak orucu bozar" buyurmuşlardır. Yani, kişi kendisini Hakk’tan ayrı bir varlık sahibi olarak görüyorsa bu ikiliğe çıkma olacağından orucu bozulur demektir.

Görüldüğü gibi, nasıl bir cevizin dış yeşil kabuğu olmadığı zaman, içindeki ağaç kabuk teşekkül etmiyor, bu kabuklar olmayınca da içindeki cevizin özü olan hakîkati teşekkül etmiyorsa oruç da böyledir.Hakîkat orucuna sahip olabilmek için, cevizin yeşil kabuğu olan bedensel terbiye, cevizin ağaç kabuğu olan, ahlâk güzelliği ve kötülüklerden uzaklaşma orucu olan tarîkat orucunu tutabilenler, ancak cevizin özünü yemeğe hak kazandığı için, birlik deryasına ayak basarak hakîkat orucunu tutabilirler.

Mârifet orucu ise bu üç mertebede tutulan oruçların idrâkini, gönlünde yaşama hâlidir.Kişi kendisine baksın, hangi mertebede bulunuyor ve oruç tutuyorsa onun orucu o seviyededir.

Bir kişinin hakîkat orucunu tutabilmesi için,kendi varlığını Hakk’ın varlığında yok ederek, Fenâfillâh olup, “Mutu kable ente mutu”sırrına sahip olması lâzımdır.Kendi varlığı olmayan bir kişinin kötülük yapması, kötülük düşünmesi,şirk ve gayriyet içinde bulunması düşünülemez. Zira bunlar ikilik vâdisinde yetişen ürünlerdir. Cenâb-ı Hakk’ın güzel ahlâkına

Page 125: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

sahip olmamışsa, insanlarla zaman zaman takışıyorsa, şirk ve gayriyet fiillerinden kendisini sakındıramamışsa o kişinin orucu yok demektir. Cenâb-ı Allah, bütün kardeşlerime,bu dört mertebenin oruç idrâkine sahip olarak oruç zevklerini ihsân etsin. Âmin.

ÖLMEDEN EVVEL ÖLMEK NE DEMEKTİR

Ölüm üç türlüdür:

1 - İzdirari ölüm

2 - İhtiyârî ölüm

3 - Her nefesteki ölüm

“Her nefs ölümü tadacaktır” (H.Ş.) gereği her canlı varlığın belirli bir ömürden sonra bu âlemi terketmesine izdirari ölüm denir. İhtiyarî ölüm ise bir kişinin kendi istek ve arzusuyla bir Mürşid-i Kâmile gelip merâtib-i İlâhiyedeki fenâ-i tam tahsilinde kendine nisbet ettiği varlığı yok edebilirse ölmeden evvel irâde ve idrâkiyle ölmüşlerden olur.Bunu Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz “Mutu kable ente mutu” sırrıyla tavsiye ediyor. Yani “Ölmeden evvel ölünüz.” buyuruyor. Sahabeye “Siz yiyip içen ve gezen ölü görmek ister misiniz? Ebubekir (R.A.) Hz.lerine baksın demekle, onun sahabeler içinde şirklerinden kurtulup Fenâfillâh mertebesini zevk ettiğini göstermiş oluyor.

Bizler de kendimize nisbet ettiğimiz fiilimizin fiilullah, sıfatlarımızın sıfatullah, zâtımızın da Zâtullah olduğunu idrâk

Page 126: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

edersek ölmeden evvel ölenlerden oluruz. Bakara Sûresi 28. âyetinde “Allah'a nasıl küfrediyorsunuz ki, ölü iken sizleri diriltti. Sonra sizleri yine öldürecek, sonra sizleri yine diriltecek, sonra da döndürülüp O'na götürüleceksiniz!” buyruluyor. Bizler de Mürşid-i kâmile gelmezden evvel manevî yönümüzle ölüydük. O bizi zikirle diriltti. Tekrar öldürüldük. Yani kendimize nisbet ettiğimiz ef’âlimizin,sıfatımızın, Zâtımızın kendimizin olmadığını irfâniyetle öğrenince gayriyetlerimiz ölmüş oldu. Tekrar dirilmemiz ise Fenâfillâh olduktan sonra Hakk’ın varlığı ile var olduğumuzu anlamakla ihtiyarî olarak olacaktır. Ondan sonra da O’na döndürüleceğiz.

Zira Rabbimizi tanıyınca, bizdeki Rabbil has, Rabbü’l-Âlemîn’e muhtaç olduğunu kendisindeki sevk ve idârenin Rabbü’l-Âlemîn’in bir şûbesi olduğunu anlayacaktır. Sonunda elbette dönüş de O’na olmuş olur. Bakara Sûresi 260.âyetinde “Bir vakit İbrahim: ‘Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster.’ demişti. Allah buyurdu:‘ Yoksa inanmadın mı?’ İbrahim: ‘İnandım, ancak kalbimin iyice yatışması için.’ dedi.Allah buyurdu ki: ‘Öyle ise kuşlardan dördünü tut ve onları kendine çevir, iyice tanıdıktan sonra her dağ başına onlardan birer parça dağıt. Sonra onları çağır, koşa koşa sana gelsinler. Bil ki, Allah gerçekten güçlüdür ve hikmet sahibidir.’ buyrulmaktadır.

İşte sendeki dört kuş

1 - Leşle beslenen ‘kuzgun’ 2 - Obur ve doymak bilmeyen ‘kaz’ 3 - Eteğe düşkün ‘horoz’ 4 - Gururlu ve kibirli ‘tavus kuşu’ dur..

Kuzgun, helâl haram gözetmeden her şeyi yer. Kaz, obur, açgözlü ve asla doymak bilmez. Horoz, haram ve helâl gözetmeksizin şehvete düşkündür. Tavus kuşu, tüylerinin

Page 127: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

güzelliğyle ve rengârenk oluşuyla mağrur olan bir kuştur. İşte saydığımız bu dört kuştaki hasletler insanlarda da vardır.

Bu kuşların taşıdığı hasletlerden geçersen, yani kendine nisbet ettiğin bu varlığı öldürüp, Hakk’ın bunların karşılığı olan güzel hasletleri, Hakk’ın varlığı ile dirildiğinde sende dirilir ve senin bu kötü hasletlerinin öldüğünü sendeki Hakk’ın güzel hasletlerinin dirildiğini görürsün. Yani ölmeden evvel ölmekle, dirildiğini görürsün buyurmuşlardır.

Zâhir bedenimizde nefesimizle aldığımız oksijenle dirilir, verdiğimiz nefesle de bedenimizdeki karbondioksiti atarak ölürüz. Bu bedensel faaliyetimiz her nefeste dirildiğimizi ve öldüğümüzü göstermektedir. Tevhîdde ise her nefeste ölüp dirildiğimiz Kâmilimizden aldığımız “nefehtü” âyetinin idrâkiyle anlaşılacaktır.

ÖLÜM ÖTESİ

Bizler dünya âleminde öldükten sonra bedenlerimizin toprağa girmesi ile Cennet’e veya Cehennem’e gideceğimizi zannederiz. Halbuki bu âleme gelesiye kadar üç âlem geçirdik. Bu âlemden sonra da üç âlem geçireceğiz. Ondan sonra Rabbimize kavuşmuş olacağız.Yoksa herkesin bildiği gibi ölünce hemen Cennet veya Cehennem’e girecek değiliz.

Bizler baba sulbünde iken meni halinde bir damla su idik. Orada ismim diyelim ki Ahmet idi. Oradaki vücûdum da bir damla sudan ibaretti.Oradan anne rahmine düştüm. Oradaki adım yine Ahmet oldu.Orada ayrı bir vücûd giydim. Yani anne rahminde yeni vücûd giydim. Burada göbek bağımla annemin kanından gıdalanıyordum. Anne karnından dünyaya geldim.

Page 128: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Özüm yoluna dünyada devam etmeye başladı. Dünyadaki gıdamı artık ağız yolu ile almaya başladım. Dünyadaki adım yine Ahmet oldu. Vücûdum da dünyadaki bedensel olan vücûdum oldu. Dünyadaki vücûdumu da yetmiş-seksen senelik bir yaşam sonunda, baba ve anne sulbündeki vücûdlarımı nasıl bıraktıysam, aynen onun gibi dünyadaki vücûdum da,topraktan geldiği gibi toprağa gömülüp bırakılacak. Şimdi geriye baktığımızda, baba sulbündeki, anne sulbündeki ve bu dünyadaki vücûdumuzun nasıl olduğunu biliyorsak aynen onun gibi âlem-i berzaha geçtiğimizde de orada da lâtif bir vücûd giyeceğimizi bilecek ve göreceğiz.

Aslında, baba sulbünde de,anne sulbünde de,dünya âleminde de kesafet vücûdlarımızın altında ayrıca bir lâtif vücûdumuz dâima vardır. Yunus’un “Bir ben vardır bende,benden içeri” dediği işte o lâtif vücûdumuzdur. Kâinatta her varlık‘dış’ve ‘öz’den ibarettir. Bir ceviz bile kabuğunun içindeki özün durumunu lâyıkiyle bilemez. Fakat cevizin özü kabuğun durumunu çok iyi bilir. Kesâfet vücûdundan letâfet vücûduna geçmeden (Fenâfillâh) letâfet âlemi lâyıkıyle bilinemez. Fakat lâtif varlığımız kesâfet varlığımızdan zuhûra geldiği için onu çok iyi bilir ve görür. Kesif vücûdumuz fânî olduğu için ölüm onu yok eder. Fakat lâtif vücûdumuza ölüm yoktur. O, bir âlemden diğer bir âleme geçmekle yolculuğuna devam etmektedir. Lâtif vücûdumuz,bu dünya âleminde kesif vücûdumuz olan bu unsur vücûdun sıfat ve a’zalarından kendisini sergilemektedir. Evliya ve ehl-i ârifler, kesif olan bu zâhir vücûddan, gözle zâhirde görülmeyen lâtif olan vücûdu gördükleri için,ona göre tavır takınırlar. Bizler de onlara‘ Ne mübârek insanmış, içimizi okudu’ deriz.

Gözle gördüğümüz zâhir vücûd, bu dünya âleminde gününü tamamlayınca aramızdan bir daha gelmemek üzere ayrıldığı için ona öldü deriz ve toprak olan cemâdâta teslim

Page 129: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

ederiz.Fakat lâtif olan vücûd bâkidir. O ölmemiştir. Berzah âlemine lâtif olan vücûd intikâl eder. Sakın bu âlemlerde bir yerlere gidilip gelindiğini zannetme. Sefer, senden sanadır. Anlaşılması için ikilik içersinde kelâmla bu şekilde ifade edilmektedir. Berzah âlemi, rûhlar âlemi, melekût âlemi diye bildiğimiz âlem, dünya ile Âhiret arasında bir bekleme salonudur. Burada, dünyada nasıl bir yaşam içerisindeysen, her anının çekilmiş fotoğrafları ve dünyadaki yaşamında söylediğin her sözün banta kaydedilmiş olarak tasnif edildiği yerdir.Ayrıca hakîkat ehli olarak da gönülden geçen her şey banta kayıt yapılmıştır. Bu fotoğrafların banyo yapılması ve bantların tasnifi, melekût âleminde yapılmaktadır.Bu âlemde de ismimiz yine aynıdır.

Cenâb-ı Hakk’ın Vahdâniyyet yönünün her şeyi ihâta etmesi nedeniyle, bir çekirdeğin içerisinde bütün bir ağacın dal, yaprak ve meyveleri gizli olduğu gibi, berzah âleminde de kişinin dünyadaki çekilen fotoğrafları ve söz bantları henüz açığa çıkmamıştır. Gizlidir. Onun için buraya Vahdâniyyet âlemi, bekleme salonu veya berzah âlemi denmiştir. Burada sorgu ve sual yoktur. İnsanlar, burada da her ne kadar kalacaklarsa,kaldıktan sonra,rûhâniyetimiz olan lâtif vücûdumuz yoluna devam edecektir. Çünkü ölüm bedenedir. Rûha değildir.

Berzah âleminden sonra,Âhiret diye bildiğimiz, ceberrut âlemine, yani mârifet âlemine ölümsüz olan lâtif vücûdumuzla geçeceğiz. İşte bu âlemde, Cennet de var,Cehennem de var,Sırat da var, Mizan da var. Dünyada iken tencereye ne koydu isek,burada kepçemize o çıkacaktır. Cenâb-ı Allah,hesâbını seri görendir. Bu âlemde, frekanslar, dalgalar, şualar gibi bazı etkenlerle, kişilerin Vahdet ve kesret âlemindeki yıldızlardan etkilenmeleri mümkündür. İşte bu

Page 130: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

ceberrut âleminde, letâfet vücûdları ile kişiler günahkârlarsa Cehennem’de azâblarını çekecekler, Cenâb-ı Hakk’ın emir ve yasaklarını uyguladılarsa Cennet’i görüp yaşayacaklardır. Dünyada çekilen fotoğrafların, zâhir ve bâtın bantların hesabı bu âlemde verilmektedir.Dünya âhiretin tarlasıdır. “Dünyada gönül tarlana ne ektiysen, âlem-i Âhirette onu biçersin” (H.Ş.) burası için söylenmiştir.

Âlem-i Âhirette, bizlerin bildiği gibi kesâfet bir vücûd değil,lâtif bir vücûd azâb ve mükâfatı görmektedir. Bir kişi nasıl rüyasında zâhiri vücûdu azâb ve mükâfatı görmediği halde, letâfet vücûdu azâb ve mükâfatı görmekteyse aynen onun gibi letâfet yönü ile bu imtihanı geçirecektir. Cenâb-ı Allah’ın her nefesin bile hesabını çok çabuk gördüğü göz önünde bulundurmak gerekir. Dünya mâdem bir imtihan âlemidir,her türlü yaşam hâlimizin hesabını vereceğimiz muhakkaktır.

Dünyada iken bu lâtif vücûdu tanımak ve her türlü nefs terbiyesi sonunda, kalb ve gönlü,Rabbinden başkalarından temizlemek lâzımdır. Allah kendisinden başkasının o gönülde olmasını istemez. Peygamberimiz "Nâs uykudadır, öldükleri zaman uyanırlar" buyurmuşlardır. Kalbin cehâlet ve gafletten uzak olarak ilim ve irfâniyetsizliği,kişinin gaflet uykusunda olduğunu gösterir. Ömrü boyunca bedensel vücûdunun huzur ve rahatını düşünerek yaşamak, kişinin Hakk ve hakîkat yolunda uyuduğunu gösterir. İşte kalbin bu cehâlet ve gafletinden uyanması, kişinin aynı zamanda ilim ve irfâniyetle lâtif olan Âhiret âleminde uyanması demektir. Dolayısıyla da daha yaşarken,lâtif olan Âhiret âlemini görür. Kendisinin diye bildiği varlığın olmadığını,varlık sâhibinin Hakk’ın varlığı olduğunu şühûd etmeye başlayınca,gönlünde canlandırdığı benlik varlığının kendisinin olmadığını,bu varlığın Hakk’ın

Page 131: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

varlığı olduğunu anlayınca, dâima O’nu görmeye ve O’nun yaşamını seyretmeye başlar.

İşte,bir kişi gaflet ve cehâletten ölerek,Hakk’ın varlığında dirilirse,gaflet uykusundan uyanmış,ilim ve irfâniyetle dirilmiş demektir.Zira ilim ve irfâniyet Hakk’ındır. Diri de O olmuş olur. Bir âyet-i kerîmede" Mü’minler ölmezler, fenâ evinden bekâ evine göçerler" buyrulmuştur. Artık o kişi Hakk’ta fânî olmuş ve Hakk’ta Hakk ile bekâ bulmuştur. Onun Allah’tan gayri kendine ait varlığı olmadığı için, ona ölüm de yoktur.Rûhullah olan letâfet vücûdu, Zât deryası olan Lâhut âlemine kadar yoluna devam edecektir. Yunus Sûresi 62.âyette “Uyan! Allah dostlarına ne korku vardır, ne de onlar mahzun olurlar!” buyrulmaktadır. Birlik deryasında O’ndan başkası olmayınca kimden korkacak ki?

Berberin önünde saçlarımızın önümüze döküldüğünü gördüğümüz gibi, âlem-i Âhiret diye bildiğimiz ceberrut âleminde, Cennetlikler Cennet’e, Cehennemlikler de Cehennem’e gireceklerini göreceklerdir. Bu âlemde iken,bu âleme gelesiye kadar bütün âlemlerdeki vücûdumuzu görüp bildiğimiz gibi bu âlemde de vücûdumuzu görecek ve bileceğiz.

Ceberrut âleminde kaldıktan sonra Cennetlikler Lâhut âlemi olan Zât âlemine intikâl ederler. Her âlemde lâtif vücûdumuzla seyir yaptığımız gibi bu âlemde de Lâhut âlemine seyir yapılır. Mârifet âlemi olan Ceberrut âleminde, Cehennemlikler günahları bitesiye kadar azâblarını çekecekler. Bittikten sonra, îmân etmişlerse Cennet’e geçebileceklerdir. Günahları miktarınca ya devamlı Cehennem’de kalacak veya günahlarının bitiminde Cennet’e onlar da sonunda

Page 132: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

geçeceklerdir. Cennetlikler ise Rablerinin emir ve yasaklarına uymanın mükâfatı olarak ebedî mutluluk ve huzur hâli olan Cenâb-ı Hakk’la beraber olma dâimliğine nâil olmuşlardır. İşte bunlar Rablerine kavuşmuş olanlardır. Irmak ve derelerin deryaya kavuştuğunda nasıl sesi ve sedâsı çıkmazsa Rablerine kavuşanların da mutluluklarına diyecek yoktur. Onlar bütün imtihan ve merhaleleri başarı ile geçmiş, Rablerine kavuşarak mutlu olmuş ve kurtuluşa ermiş kişilerdir. Her nereye bakarlarsa baksınlar,Cenâb-ı Hakk’ın yüzünü görmekte ve kendi sıfat mazharlarından, diğer bütün başka sıfatlarda tecellî eden Zâtın zuhûrunu seyretmektedirler. Bu âlemin bir seyir âlemi olduğunu bildikleri için,her an ayrı bir şe’nde tecellî eden Cenâb-ı Hakk’ın zuhûrâtını fark ile şerîat-ı ahkâmiyeyi seyreder ve yaşarlar. Allah bütün kardeşlerimi bu minval üzere vuslat bulan, kurtulmuş kişilerden eylesin. Âmin.

PEYGAMBERİMİZİN SEVR MAĞARASINA SIĞINMA VAK’ASI

Peygamberimiz Mekke şehrinde İslâmiyeti tebliğ ederken, Mekke müşriklerinin çok büyük kötülüklerine muhatap oldu.Hatta O’nu Mekke şehrinden çıkardılar. Bir gün Peygamberimiz Ebubekir (R.A.)’e gelerek Mekke şehrini terk edeceğini söyledi. Ebubekir (R.A.) beraberinde kendisini de götürmesini istedi. Peygamberimiz de Ebubekir (R.A.)’in bu isteğini kabul etti. O gece Ebubekir (R.A.) ile birlikte Resûlullah Efendimiz Mekke şehrini terk ettiler. Peygamber Efendimiz kendi yatağına Hz.Ali’yi yatırmıştı. Mekke müşrikleri Resûlullah’ın evini sarmışlar, kuş bile uçurtmuyorlardı. Kapıyı kırarak yatak odasına daldılar.

Page 133: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Resûlullah’ı öldürmek için yorganı kaldırdıklarında O’nun yerinde Hz.Ali’yi yatıyor buldular. O’ndan Muhammed’in nerede olduğunu sordular.O da çıkıp gittiğini söyledi. Müşriklerin başı Ebucehil Resûlullah’ın ellerinden kaçtığını öğrenince çok hiddetlenerek “O’nu bana kim bulursa 100 deve vereceğim”dedi.

Müşriklerden bir kişi çok güzel iz takip edebildiğini, O’nu en kısa zamanda bulup getirebileceğini söyledi. O kişi ve beraberindekiler hemen harekete geçtiler. Resûlullah Efendimizin arkasından izleri takip ederek Sevr mağarasına doğru yola koyuldular.

Resûlullah Efendimiz ve Ebubekir (R.A.) mağaraya vardıklarında Ebubekir (R.A.) “Ya Resûlullah evvelâ ben mağaraya girip orayı temizleyeyim,ondan sonra siz girersiniz” diyerek mağarada temizlik yaptı.Sonra ikisi de mağaraya girdiler. Ebubekir, mağarada sekiz delik gördü,bunların yedisini kapattı.. Kalan delikten zararlı bir mahlûkun girmesini önlemek için o deliği de ayağı ile kapattı. Resûlullah Efendimiz mağaraya kadar yolculukta yorulmuş idi Biraz dinlenmek için, Ebubekir’in dizine başını koyarak istirahata çekildi. Ayağı ile kapattığı delikten, Ebubekir’in ayağını bir yılan soktu. Acıdan, Ebubekir’in gözlerinden akan yaşlar dizinde yatan Resûlullah Efendimizin yüzüne düşmeye başlayınca,Resûlullah Efendimiz “Ya Ebubekir ! Ne için ağlıyorsun, bir şey mi oldu?” dedi.O da ayağının yılan tarafından sokulduğunu, onun için gayri irâdî olarak gözünden yaşlar aktığını, istemeyerek de olsa kendisini rahatsız ettiğini söyledi.Resûlullah efendimiz, yılanın soktuğu yeri okuyarak, tükürüğüyle mesh edip ağrısını geçirdikten sonra “Bırak, yılan girsin içeriye ”dedi. Yılan içeriye girince dile geldi ve “Ya Resûlullah! Ben sizi üç yüz yıldan beridir bekliyorum.Arkadaşın benim içeriye girmeme engel olduğu

Page 134: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

için ayağını soktum. Ben de îmân ettim. Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah” dedi.

Müşrikler Sevr mağarasının yanına kadar gelmişlerdi. Resûlullah ve Ebubekir müşriklerin konuşmalarını içeriden duymaktaydılar. Ebubekir korkmaya başladı. Peygamberimiz de “Korkma Allah bizimle beraberdir” diyerek onun korkusunu giderdi. Tevbe Sûresi 40.âyette“ Eğer siz ona yardım etmezseniz, biliyorsunuz ya, o küfredenler onu çıkardıkları sırada mağarada bulunan ikinin bir iken Allah ona yardım etmişti ki, o, arkadaşına: "Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir!" diyordu. Bunun üzerine Allah ona manevî güç ve huzur verdi, onu görmediğiniz ordularla destekledi ve küfredenlerin kelimesini en alçak etti. Allah'ın kelimesi ise en üstün olandır. Allah, güçlüdür, hikmet sahibidir” bu olay anlatılmaktadır. Mağaranın ağzına hemen bir örümcek ağ örmüş, bir güvercin de orada yuva yaparak yumurtasının üzerine oturmuştu. Müşrikler örümcek ağı ile yuvasındaki güvercini görünce “Gelen olsaydı örümcek ağı olmaz, güvercin de buraya yuva yapmazdı” diyerek mağaranın boş olduğuna kanaat getirdiler. Böylece üç gün orada kaldıktan sonra Resûlullah Efendimiz Medine’ye hicret etmiş oldu.

Bu gün de aynı olaylar olup durmaktadır. Bizlerin nefs-i emmâre müşriklerinden, akıl ve rûh kuvvelerimizin, kendimize nisbet ettiğimiz bu vücûd şehri olan Mekke şehrinden, Hakk ve hakîkatin tecellî ettiği gönül Medinesine gitmekten ibarettir.

Anlatılan bu vak’ada müşrikler Hz.Ali’yi Resûlullah efendimizin yatağında buldukları halde neden öldürmediklerini, Sevr mağarası, mağaradaki sekiz delik,yılan ve yılanın îmân etmesi, örümceğin mağaranın ağzına ağ

Page 135: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

örmesi, güvercinin hemen bir yuva yaparak mağaranın ağzında oturması, mağarada üç gün kaldıktan sonra Medine şehrine hicret etmelerinin sırlarını öğrenmemiz ve vuslatımızda, kendimizi yakın takibe alarak yaşamamızda uygulamamız gerekmektedir. Yoksa anlatılanları hikaye gibi algılamak bizlere fayda vermeyecektir.

Hz.Ali ilm-i velayeti remzeder. Nefs-i emmârenin bütün kuvveleri onu asla öldüremezler. Çünkü kendileri de yok olur. Sevr mağarası ise bu rûhumuzun mülkü olan vücûd mağaramızdır. Bu mağaradaki sekiz adet delik sekiz sıfat-ı subûtiyemizdir. Bir sâlik nefs terbiyesini Kâmilinden tahsil ettikten sonra mutmain olmuş nefs haline döner. İşte o zaman yılan gibi nefs sahipleri de (nefs-i emmâre sahipleri) nefislerini mutmain ettikleri için üçyüz yıl beklemiş olurlar. Üçyüz yıl ef’al, sıfat ve Zât mertebelerinin idrâk edilmesi demektir. Onun için yılan “Ya Resûlullah ben sizi üçyüz yıldır bekliyordum. Ben de şimdi imân ettim. Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah” dedi.

Bir sâlik de ancak Fenâfillâh olduktan sonra lâyıkıyle Hz.Muhammed’e îmân etmiş olur. Çünkü îmân etmeden evvelki hâli, yılan olan nefsin dünya istekleri doğrultusunda halk ediyordu. Îmân ettikten sonra, artık nefs-i emmârenin istekleri doğrultusunda değil, rûhun istekleri doğrultusunda halk ediciliğini yapacaktır. Daha evvel ef’âl yüzü, sıfat yüzü, Zât yüzü olarak üç yüz yıl kişinin mutmain olmuş bir nefs halinde, kemâlât mazharı olan Muhammed’den zuhûrunu bekliyormuş. Burada enfüste Ebûbekir aklı, Resûlullah ise rûhu remzetmektedir. Âfâkta ise Mürşid ile sâliki remzeder. Bu nefs terbiyesi yolculuğunda sâlikler, nefs-i emmârenin kötülüklerinden çok korkarlar. Fakat onların kâmilleri“Korkmayın Allah bizimle beraberdir” diyerek, kendi varlıklarının olmadığını, varlık sahibinin Cenâb-ı Hakk

Page 136: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

olduğunu, hiçbir şeyden zarar gelmeyeceğinin güvencesini verirler. Zâten O’nun mülkünde O’ndan başkası yoktur. Kişinin kendisine en büyük zarar kişinin cehâletidir.Bir kişiye en büyük zarar yine kişinin kendisinden gelmektedir.

Kâmilde tahsil eden kişi,cehâlet ve nisbîyet hicâblarından kurtulduğu için, mağaranın içinden dışını,yani nefs-i emmârenin niyet ve isteklerini görür ve bilir. Fakat ilim ve irfâniyette hicâblı olan örümcek kafalılar, ilim ve irfâniyet sâhiplerinin durumuna vâkıf değillerdir. Onun için hicâb perdesi gibi örümceğin ağı da dışarıdan içeriyi göstermez.Zira nefs-i emmâre sahipleri veya nefs kuvveleri, gönül mağarasındaki rûh ve akıl nimetlerini idrâk edemez ve niyetini bilemez. Onun için örümceğin ağı burada cahil olanlara hicab perdesi olmuş oluyor. Güvercin de tefekkür nimetinin haberciliğini remzetmektedir. Çünkü kuş gök ehlidir. Anında istediği yere uçabilme hasletine sahiptir. Müşrikler mağaraya kadar geldikleri halde içeriye giremeyişlerinin sebebi câhil ve bilinçsiz oluşları, mağaranın onlar için karanlık oluşundandır. Velevki mağaranın içine baksalar bile onları orada göremeyeceklerdi. Zira nefs-i emmârenin kuvveleri, rûhun sıfat kuvvelerini idrâk edemez. Fakat içeridekiler, akıl ve idrâk, dışarıdaki müşrikleri, yani nefsin isteklerini bilirler.Üç gün mağarada kalmaları, Cenâb-ı Hakk’ın kendi mazharlarındaki tecellîlerin mutmain haline dönüşmesini remzeder. Üç gün sonra, Medine’ye hicret etmişler. Bizler de nefs Mekkesi olan şehirden, kalb ve gönül şehri olan Medine’ye, Sevr Mağarası olan nefs terbiyesi sonunda hicret etmiş oluyoruz.

Bu gün, bir Kâmilden nefs terbiyesi tahsilini yaparak, nefs ülkesi olan Mekke’den gönül ve kalb şehri olan kurtulmuşların diyarı, emîn belde olan Medine’ye hicret edenler,hem dâima Resûlullah ile birlikte,hem de mutluluk içinde, Âhireti

Page 137: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

dünyada yaşamaktadırlar. Resûlullah efendimiz, Mekke’den Medine’ye hicret ettikten sonra orada toparlanarak tekrar Mekke’ye dönmüşler, Bedir Muharebesi, Uhud Muharebesi gibi bazı cihâdları ondan sonra yaparak İslâmiyet çığ gibi ilerlemiştir. İşte bizler de et ve kemikten meydana gelmiş bu beden olan nefs Mekkesinden, sîret zevkimiz olan gönül ve kalb Medinesine hicret ederek, gönlümüzdeki Tevhîd zevklerimizi, zâhirimizdeki Mekke şehri olan vücûdumuzdan zuhûr ettirerek bunu yaşamımıza geçirmeliyiz. İşte bu gün de Peygamberimizin hicretini vücûd ülkemizde yaşıyoruz. Yeter ki,dünyaya bağlanarak hiç ölmeyecekmiş gibi, mal, mülk elde etmek ve evlatları düşünmekten, bir gün olsun gönül âlemine inmekten uzak kalmayalım. Zâten bedensel olarak yaptığımız bütün amel ve ibâdetlerimiz, vücûdumuzun hakkıdır. Sîret olarak Tevhîd akidesi doğrultusunda yapılan idrakî ve şühûdî ibâdetler ise rûhun hakkıdır. Zâhir ibâdetler bizi gönül âlemine götürüyorsa bize fayda sağlamaktadır. Yoksa taklîdde kaldığı müddetçe faydasını göremeyiz.Allah hepimizi, Allah’a gönül vererek gönül âlemine inen ve yaşayanlardan eylesin. Âmin.

RAHMÂN SÛRESİ

Kur’ân-ı Kerîm’in bütün sûrelerinin başındaki âyet-i kerimelerde o sûrenin tüm sırlarının yekûn olarak bulunduğunu görüyoruz. Rahmân Sûresinin de bütün sırları baş tarafındaki âyetlerde gizli olarak ifşâ edilmiştir.

Âyet 1, 2- “Errahmânü allemel Kur’ân” “Rahmân olan Allah Kur’ân’ı tâlim etti.” Peki Cenâb-ı Hakk Kur’ân’ı nasıl ve kime tâlim etti? İşte bizim gibi isti’dâdlarında insanlığını bulma hasleti olanları, Mürşîd-i Kâmil mazharından Tevhîd tahsili yapmak sûretiyle canlı Kur’ân olan insanın aslını onlara tâlim etti. Cenâb-ı Hakk’ın İki rahmeti vardır. 1-Rahîmiyyet rahmeti

Page 138: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

2-Rahmâniyyet rahmeti. Bu tâlim edilen Rahîmiyyet rahmetidir. Çünkü Hakk’ın emirleri red kabul eder. Fakat murâdı red kabul etmez. Cenâb-ı Hakk faydalı olan her şeyi emretmiştir. Zararlı olan her şeyi de yasak etmiştir.İnsanların bazıları bu emirleri yerine getirmeyerek reddediyorlar. Fakat murad ettiği insanlarda ise uygulanmakta ve onlar da reddedemiyorlar. Onun için tâlim olunan Kur’ân,sîrette insan fıtratlı olanların bir Mürşîd-i Kâmilden insanlıklarını öğrenmeleridir.

Âyet 3-”Halekal insâne” “İnsanı yarattı” Kur’ân’ın tâlimini gördükten sonra bu nâkıs insanlar anladılar ki insan: 1-Sûrette insan sîrette hayvan, 2-Sûrette insan sîrette nâkıs, 3-Sûrette insan sîrette de insan olmak üzere üç nev’idir. İşte sûret ve sîrette insanlığını bulduğunda insan yaratılmış olur. Alak Sûresi 1, 2, 3, 4.âyetlerinde de “Oku Rabbinin adı ile, insanı kan pıhtısından yaratanın adıyla oku. Ve kerem sahibi ki kâlemle insanın bilmediklerini öğretti” diye bahsedilen okunması gerekli olan işte insanın aslıdır. Onu İnsan-ı Kâmilden tahsil edip okuyanlar,insanlığını bulmuştur.

Âyet 4- “Allemel beyan” “Âlemleri beyan etti” insanlığını bulanları ifade etmektedir. Artık rûhun, bütün sıfatlarından kendini sergilediği gibi,tırnağından saç teline kadar cemâdât yönünü, nebâtât yönünü, hayvânât yönünü ve insanî yönünü akl-ı Kur’ân ile sergiledi, beyan etti.

Âyet 5- “Güneş,ay ve yıldızlar bir hesap dahilinde seyrederler.” Yani rûh güneşi ile kalp ay’ı insanda bir hesapla kendi mertebelerinde seyrederker ve birbirlerinin mertebelerine de tecavüz etmezler. Tartıyla haksızlık yapılmasın diye de ölçüyü doğru koydu. Yani rûh ile beden arasındaki her şeyi akıl terazisiyle yerli yerinde, adaletle yarattı. İşte bu yukarıdan beri saydığımız Rabbimizin

Page 139: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

nimetlerini ve tecellîlerini bildiğimiz ve gördüğümüz halde ‘Nasıl olur da hâlâ inkâr edersiniz’ buyrulmaktadır. Otuz bir defa tekrar edilen bu ikaz,bizlere mukayyed olan bu Âdemdeki Zât, sıfat ve ef’âl tecellîlerinin,zaman, mekân ve ihvân durumuna göre zuhûrâtını anlatmaktadır. Tasdîk edip görenler için Cennette Cemalullah bahşedileceği, inkâr edenler için de Cehennem azâbında yaşama olacağı bildirmektedir. Cenâb-ı Hakk Rahîmiyyet rahmeti olan letâfet âlem zevklerinden bizleri mahrûm etmesin.

RAMAZAN BAYRAMI

Ramazan kelimesi ‘yanmak,kor ateş, günah ve gayriyetleri yok eden’ anlamlarına gelmektedir. Ramazan bayramına‘ Fıtır bayramı’da denilmektedir. Fıtır insanların yaradılışı, yani fıtratı demektir. Resûlullah Efendimiz Ramazan ayını üçe bölerek“On günü rahmet, on günü mağfiret,on günü de Cehennem’den azâttır.” buyurmuşlardır. İşte bir kişi de kendine nisbet ettiği fiilleri on duygusu ile yakıp yok edebilirse rahmete kavuşur. Kendine nisbet ettiği sıfatları yakıp yok edebilirse mağfirete, yani kurtuluşa kavuşur. Yine kendine nisbet ettiği vücûdunu yok edip Vücûdullah olduğunu zevk edebilirse, Cehennem’den azât olmuş olacaktır. Bunların yok edilmesi, idrâkle olacaktır. Çünkü Cehennem kişinin cehâletinden mütevellit kendini Hakk’tan ayrı görmesidir. Bizlerin bu âleme gelmekten gâyemiz, nefsimizde ve ufkumuzda Rabbimizi müşâhede etmektir. Bunca enbiya ve evliyanın halkı davet eylemesi bu kâinattaki Rabbimin Vahdâniyyet sırrını öğrenmek içindir. Fıtır sadakası inananlara vâcibdir. Onun için bir ay oruç tutarak yaratılma gâyemizi idrak edip fıtır sadakasını da vermemiz lâzımdır.Bazı kardeşlerimiz “Kendimize nisbet ettiğimiz, ef’âlin, sıfatın ve

Page 140: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

vücûdun yokluğundan sonra neyimiz kaldı ki, fıtır sadakasını veriyoruz, ‘yok’olan nesini verecek ki?” diye bir soru sorabilirler. Bizlerin bir Kâmildeki tahsilimizle Fenâfillâh olduktan sonra hiçbir şeyimiz kalmamıştır. Fakat hâlâ bir esmâmız kalmıştır. İsim ise o sıfatın hüviyyet etiketidir. Kişinin esmâsını da vermesiyle,bayrama çıkması zuhûr edecektir.

Onun için fıtır sadakası verilmeden, bayrama çıkılamaz. Bu yüzden esmânın verilmesi, sadaka-yı fıtırımızın verilmesi demektir. Şevval ayının birinci günü, Ramazan bayramına kavuşmuş oluruz. Bayram dostla buluşma, dostla sevişmek, dostla beraber olmak demektir. Ramazan bayramı üç gündür.

Birinci günü, kendimize nisbet ettiğimiz fiillerimizden kurtulduğumuz için bayram yaparız. İkinci günü, kendimize nisbet ettiğimiz sıfatlarımızdan kurtulduğumuz için bayram yaparız. Üçüncü günü de kendimize nisbet ettiğimiz vücûdumuzdan kurtulduğumuz için bayram yaparız. Dolayısıyla bu üç varlıktan geçtiğimiz için, fıtır bayramını yapmağa hak kazanmış oluruz.Bayramda,zâhiren büyüklerimizi, eşimizi dostumuzu ziyâret etmek,onların gönüllerini almak, bir telefonla da olsa onların sesini duymak nasıl en büyük sadaka ise,bâtında da dâima dostla olmak en büyük mutluluk olacaktır.

Bir Hadis-i Şerifte “Güzel ve tatlı söz,en büyük sadakadır” buyrulmuştur. Ayrıca bir Âyet-i Kerimede“ Allah sizleri ve bizleri mağfiret etsin’ diye birbirlerinize dua ediniz.” buyrulmaktadır. İşte Ramazan bayramına erişenler, Cenâb-ı Hakk’ın Vahdâniyyet deryasında oldukları için, herkesle sevişip kucaklaşmalıdırlar. Dargınlık ve küslükler nefsin ikiliği içinde bulunanlara aittir. Yoksa Vahdâniyyet deryasında ihtilâf olmaz. Varsa bilinmelidir ki, o kişiler hâlâ nefsin

Page 141: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

tahakkümü altındadır. Cenâb-ı Allah bütün kardeşlerimi dostla buluşma ve sevişme zevkine nâil kılsın. Âmin.

RAMAZAN AY’I

Ramazan ay’ı onbir ay’ın sultânıdır. Zira bu ay Zât'ı remzetmektedir. Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin “Ümmetimin ay’ı” demesindeki hikmet, her inanan kişinin ef’âlini, sıfatını ve vücûdunu Hakk’a nisbet ettiğinde kendine ait hiçbir şeyi kalmadığı için şirklerden kurtulduğu ve “Mutu kable ente mutu” (H.Ş.) ile ‘Ölmezden evvel ölme’ zevkine sahip olduğu içindir.Bu ayın 27’sinde de ‘Kadir Gecesi’ vardır. Şirklerden kurtulmuş bir kişinin artık kadire ermemesi düşünülemez. Rabbine kavuşmuştur. Bakara Sûresi 185. “O Ramazan ayı ki, insanları irşâd için,hak ile bâtılı ayırt eden, hidayet ve deliller halinde bulunan Kur’ân onda indirildi. Onun için sizden her kim bu aya erişirse oruç tutsun. Kim de hasta veya yolculukta ise tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde kazâ etsin.Allah size kolaylık diliyor, zorluk dilemiyor. Bir de o sayıyı tamamlamanızı ve size gösterdiği doğru yol üzere kendisini yüceltmenizi istiyor. Umulur ki, şükredesiniz!” âyetinde Kur’ân’ın Ramazan ayında indirildiğini, Kadir Sûresi 1. âyetinden de “Doğrusu Biz onu (Kur’ân'ı) Kadir gecesinde indirdik.” Kur’ân-ı Kerîm’in Kadir gecesinde indirildiğini anlamaktayız.

Bir sâlik de kendine nisbet ettiği ef’âlinden, sıfatlarından ve vücûdundan geçerek şirklerden kurtulursa, Hakk teâlâ ona mükâfat olarak kendisini verir.

İşte bin aydan hayırlı olan bu Vahdet zevkine sahip olmak, zâhirdeki gecelerdeki kandil geceleriyle değil, bir Mürşid-i Kâmil'den tahsil ederek bu saydığımız kandil gecelerinin

Page 142: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

taşıdığı mânâların zevkine ermektir. Yoksa binlerce mübârek kandil geceleri kutlasak,bu idrâk olmadığı için bir adım dahi ilerlemiş olamayız. Melamîler Receb ve Şaban aylarında vücûdun orucu olan avâmın orucunu tutmazlar. Çünkü bilmektedirler ki fiil ve sıfatın vücûdu yoktur. Ancak Ramazan geldiğinde fiil sıfattan,sıfat da vücûddan tecellî ettiği için bir ay orucu tam tutarlar. Zâhiren Ramazan’da bir ay oruç farz derlerse de hakîkatte sâlikler Receb ayında da, Şaban ayında da ve bütün aylarda da oruçludurlar. Zira oruç hakîkatte yemek ve içmekten uzak kalmak değildir.

Oruç demek uruc etmek yani ikilikten birliğe yükselmek demektir. Sâlikler, Receb ayında fiilerin fâiline Allah demekle ikilikten birliğe çıktıkları için fillerin orucunu tutmaktadırlar. Şaban ayında sıfatların mevsûfunun birliğine yükseldikleri için sıfatların orucunu da tutmaktadırlar. Ramazan ayına gelince ef’âl, sıfat ve vücûddan soyundukları için hem zâhirde hem de bâtında oruçludurlar.

Oruç üç türlüdür:

1 - Sûret orucu (bedenin)

2 - Sîret orucu (idrâk ve şühûdla)

3 - Sûret ve sîret orucu (zâhir ve bâtının Tevhîdiyle)

Melamîler oruç ve bütün ibâdetlerin farz olanlarını açıktan, nâfile denen ibâdetleri de gizli yaparlar. Şu halde, zâhirde vücûda giren her türlü şey orucu bozarken, bâtında birlikten ikiliğe çıkmak orucu bozmaktadır.

RECEB AY’I

Receb ayı üç ayların birincisidir. Kelime ‘azametli, kuvvetli’ anlamındadır. Receb kelimesinde:

Page 143: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

“R” rağbet etmek

“C” Cemalullah

“B” bir demektir

İşte bir olan Allah’a, kim rağbet ederse ona Hakk Tealâ cemâlini gösterecek demektir. Arabî aylar on iki tanedir. Bunların altısı bâtın, altısı zâhirdir. Bâtın aylar:

1 - Muharrem ayı

2 - Safer ayı

3 - Rebîu’l-evvel ayı

4 - Rebîu’l-âhir ayı

5 - Cemaziye’l-evvel ayı

6 - Cemaziye’l-âhir aylarıdır

Toprağa atılan bir çekirdek ilk bahara kadar nasıl çeşitli devrelerden geçiyorsa insan çekirdeği de İnsan-ı Kâmile gelinceye kadar bu devreleri geçirmektedir.Tevhîd içinde de bu gizli aylar zikrin içinde gizlidir. Üç defa “Allah, Allah, Allah” demekle zâhir ve bâtın tecellîler henüz açığa çıkmamıştır. Ne zaman Receb ayına girilir işte o zaman çekirdeğin toprağı patlatıp açığa çıktığı gibi rağbet eden bir kuluna Mevlâm, bu âleme açılan ef’âl penceresinden ef’âl yüzünü gösterecektir. Bu ayın içinde mübârek iki kandil gecesi vardır.Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece Regaip kandili, bir de Receb’in 27.gecesi Mi’rac kandilidir. Onun için diğer aylara nazaran bu ay kıymetli sayılmıştır. Çünkü sâliklere merâtib-i İlâhiye tahsili bu ayda başlamakta, Mi’rac yolculuğunun basamaklarına bu ayda çıkılmaya başlanmaktadır. Yoksa zâhir ay olarak diğer aylardan hiçbir

Page 144: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

üstünlüğü yoktur.Onun için Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz “Receb ay’ı Allah’ın ay’ıdır. Şaban ay’ı benim ay’ımdır. Ramazan ay’ı da ümmetimin ayı'dır.” demişlerdir. Bir sâlike dâimî zikirden sonra bu ayın remzettiği sırları açıklayan İnşirah Sûresinin sır kapıları bu ayda açılmakta ve kul, Hakk’a rağbetinin zevklerini bu ayda tatmaktadır. Çünkü Kâmil, onun göğsünü kansız bir ameliyatla yarmış, kendine nisbet ettiği fiilleri kaldırmakla yükünü hafifletmiş, zikrini pekleştirerek ef’âl penceresinden Hakk, ef’âl yüzünü yani Cemâlini göstermiştir. Şu halde Receb ay’ı taşıdığı mânâ itibariyle çok yüce ve kıymetli bir aydır. Bu zevke kişi başka bir ay veya gecede ulaşsa onun Receb ayındaki Regaib’i, yani Allah’a rağbeti de o zaman olur. Neden bütün mübarek kandiller gecelerde olmaktadır? Herkesin anladığı gibi bu gece ve gündüzler dünya gece ve gündüzü değildir. Geceler Vahdeti, gündüzler de kesreti remzetmektedir. Onun için her neyin Tevhîdini yaparsak yapalım hep ‘gece’ lerde olacaktır.

Recebin 27.gecesi de Mi’rac gecesidir.Zira Tevhîd-i ef’âli alan bir kişi tecellî-i ef’alle Mi’rac yolculuğuna başlamıştır. Mi’rac, yükselmek demektir. Nereden nereye yükselmektir? İkilik içinde olan kulluktan bir olan Hakk’a yükselmektir. Mi’rac Hakk'la görüşmek, Hakk'la buluşmaktır. Neden 26.veya 28.gecelerde değil de 27.gecesindedir? Hakk’ın fiileriyle açığa çıkışının şühûdunu zâhir ve bâtın olan iki(2)yerde yedi (7) sıfat-ı subûtiyesiyle zevk edebilirse 27.gecede Mi’rac yapılmış olacaktır.

Bir kişinin Receb ayında açığa çıkan insân-ı asliyesinin yeşilliklerinin görülmesi, Şaban ayında beratını almasıyla bütün sıfatlarında kurtuluşa ermesi, Ramazan ayında da Kadir

Page 145: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

gecesinde kadere,lütf-i İlâhiye mazhar olmasıyla, dal ve yapraklarını sergilemesiyle gelişir. Şevval ayına girince Ramazan bayramını kutlar. Zilkade ve Zi’l-hicce aylarında da sıfatlarından kemâlâtıyla Hakk'ın tecellîlerine sahip olup, Zât’ın ziyâretiyle selâmete çıkarak mutluluğa erer. Ahadiyet ayı olan Muharrem ayına ayak basınca evvelindeki zikrin altı merâtib pencerelerinden görünen Ahadiyetteki gizli olan‘ Allah, Allah, Allah’ zikrinin aynısının olduğunu anlamış olur. Niyet iyi, âkibet iyi,başlangıç zikir, sonuç da zikir olduğu anlaşılmış olur.

İşte manevî tahsil olan bu altı ayda,bu mertebelerde Hakk'ın açığa çıkması zuhûr etmiş olur. Demek ki ilkokul çok önemlidir. Tahsil, Receb’den 12.aya kadar olmaktadır.

REGÂİB KANDİLİ

Regaib kandili, Recep ayının ilk Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gecesidir. Bu gecenin taşıdığı mânâları dilimizin döndüğü kadar îzâha çalışalım.

Senenin içinde 12 ay vardır. Bu Arabî ayların altısı bâtın, altısı da zâhirdir.

Bâtın olan aylar 1-Muharrem, 2 -Safer, 3-Rebîu’l - evvel, 4-Rebîu’l- âhir, 5-Cemaziye’l-evvel, 6-Cemaziye’l - âhir aylarıdır.

Zâhir Arabî aylar ise 1-Recep, 2-Şaban, 3- Ramazan, 4- Şevval, 5-Zilkade, 6-Zi’l-hicce aylarıdır.

Görüldüğü gibi her bâtının açığa çıkması Recep ayı ile başlamaktadır. Üç aylar diye vasıflandırılan bu aylarda bir talebenin sırasıyla ilk öğretim, orta öğretim ve yüksek öğretim

Page 146: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

yapması gibi, üç aylarda da,ihvân, Rablerinden yaptıkları tahsille manevî kemâlâta vuslat bulmaktadırlar. Günah ve bütün ikilikteki nisbîyetlerinden kurtularak, Rabbine ihtiyârî olarak kavuşmakla mutluluğu tadacaktır.

Her şeyin bir zâhiri bir de bâtını olduğu gibi,Regaib gecesinin de bir zâhiri bir de bâtını vardır. Zâhiri, herkesin bildiği gibi üç ayların başlangıcıdır. Bu aylarda yapılan her türlü ibâdet diğer aylarda yapılan ibâdetlerden kat kat üstündür.Mânâsını bilmeden okunan Kur’ân, bir karınca adımı kadar bile olsa elbette Hakk’a yaklaşmaya vesîledir. Taklîdî olarak tutulan bedensel oruçlar, kişileri ikilikten birliğe ulaştırmasa da, yine de inanç ve îmânını kuvvetlendirmek için vesîledir. Avâm olarak vasıflandırılan kişilerin ibâdetleri onların ömürleri bittiği halde vuslatları Hakk’a ulaştırmaz. Onun için kişilere, bu yapılan ibâdetlerin bâtın tahsilini de mutlaka yapmaları gerektiği anlaşılmış olmaktadır.

Regaib,rağbet etmek demektir. Kul Cenâb-ı Hakk’a ne kadar rağbet ederse, Cenâb-ı Hakk da kuluna o nisbette rağbet eder. Elbette,kula Hakk’ın rağbeti, kulun Cenâb-ı Hakk’a malûmiyeti nisbetinde olduğu için böyle denmiştir.

İşte bir sâlik de Mürşîd-i Kâmile tâbi olduğunda, Tevhîd-i ef’âl dersinde,fenâ-i ef’alden sonra tecellî-i ef’al ile rağbetini görmeye başlar Ef’al-i İlâhiye tecellîsini görmeyen, kendinde ve başkalarındaki rağbeti göremez. Resûlullah Efendimizin babası Abdullah ile annesi Âmine hatun Recep ayında gerdeğe girdiler. Yani birbirlerine rağbet ettiler de Hz.Muhammed (S.A.V.) dünyaya geldi. Senin gibi bir sâlik de,Mürşîd mazharından Rabbine rağbet ederse, senin gibi Muhammedler zuhûr eder. Onun için Kâmiller sâliklerini zikir ile bâtın abdesti aldırıp Recep ayı olan Tevhîd-i Ef’âl dersi ile vuslata başlatırlar. Geceler Vahdeti remzettiği için mübârek kandiller

Page 147: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

hep gecelerdedir. Bir sâlikin kulağı ile duyduğu bir ilmi, gözü ile görmeye başlaması onun şuhûd etmesidir. Yani o fiile şahitlik yapmasıdır.Gözü ile şahitlik yapabilirse kalbi de o zaman tasdik eder. Gözü ile şahitlik yapmayan kişinin kalbi de tasdik etmez.

Enfüs ve âfâktaki bütün fiillerin fâilini gören kişi O’nun bütün varlıklardaki fiil birliğini idrâk etmekle, fiillerdeki ikilik fâilliğinden kurtulacaktır. İşte bu sâlikin tecellîyi göresiye kadarki haline rağbet denilmektedir. Bu tecellî o kişinin gönlünde kendisine nisbet fiili değil de, fâilinin Allah olduğu inancı,onda kandil ışığı zuhûr ettirecektir.

Gönlünde yanmaya başlayan bu kandil ışığı ile,her şeye o açıdan bakacak ve her şeyi de o açıdan müşâhede edecektir. Müşâhede, kalbin tasdikinden sonra kişinin yedi sıfatı ile görmesine denir. Nasıl anne rahmine düşen insan spermi bütün yönleriyle gelişip dünyaya bir an evvel çıkmak istiyor veya toprağa atılan bir tohum bir an evvel zuhûra gelmek istiyorsa, bir sâlik de Mürşîd-i Kâmilden aldığı Tevhîd tohumunu kendi gönül bahçesinde bir an evvel zuhûra getirip zevk etmek ister.İşte Hakk’a rağbet olan Regaib’i yaşayamazsa,maalesef Regaib kandilini de kutlamış olamaz.

Kur’ân-ı Kerîm’in İnşirah Sûresinde,bir sâlikin İnsan-ı Kâmile gelerek ne şekilde temizlendiğinin açık bir şekilde îzâhı yapılmıştır. Bu sûrede,evvelâ kişinin göğsünün yarıldığı,belini büken günah ve cehâlet yükünün hafifletildiği, zikirlerinin pekleştirildiği,her zorluğun yanında dâima bir kolaylığın lütfedildiği uzun uzun anlatılmaktadır.

İşte sen de böylece Rabbine rağbet edersen her an’ının Regaib kandili olduğunu anlamış olursun.Yoksa dünya gecelerinden bir gecede olduğunu zannedersen ömrün boyunca bu geceleri

Page 148: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

ihyâ etsen yine de Rabbine rağbet etmiş olamazsın. Rabbim bizlere bu anlatılan idrakları nasîb etsin. Âmin.

RESÛLULLAH EFENDİMİZLE DÂİMA BİRLİKTE OLMAK

Ashâb, Resûlullah (S.A.V.) Efendimize “Cennet’te bizler seninle beraber mi olacağız,yoksa ayrı mı olacağız? Çünkü sen Makâm-ı Mahmûd sahibisin, bizler ise değiliz. ”diye sorduklarında Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz “Her kişi sevdiğiyle beraberdir.” buyurdular. Peygamber Efendimizin bu sözünden ne anlamamız gerekir ?

Evvelâ Muhammed’i bilmemiz gerekiyor. Muhammed’i bilemeyen onunla beraber olup olmadığını da bilemez. Cennetler ikidir. Amel Cennetleri ve irfâniyet Cennetleridir. Amel Cennetleri amel karşılığında Cennetler olup,oruç tutmak, namaz kılmak, hacca gitmek,zekât vermek gibi ibâdetlerimizdir. İrfâniyet Cennetleri de 1-Ef’âl Cenneti 2-Sıfat Cenneti 3-Zât Cenneti 4-Hayat veya Vahdâniyyet Cennetleridir. Bu Cennetlerin hangisinde olursak olalım Muhammed’i bilmemiz ve şühûd etmemiz gereklidir. Mukayyed olan bu âlemde Muhammed sadece dört yerde zevk edilir, beşincisi yoktur.

1-Enfüste Muhammed:

Zât olan Hakk’ın sıfat olan Muhammed’den yani kişinin bütün sıfatlarından tecellîsini bilmek ve zevk etmektir.

2-Âfâkta Muhammed:

Page 149: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Bir Mürşid-i Kâmilin bütün ihvânlarından bilinmesi ve görünmesidir.

3-Vahdette Muhammed:

Ahadiyetten altı merâtib mertebelerinden açığa çıkan Hakk’ın tecellîlerini bilmek ve görmektir. Zira “Allah bu âlemi altı günde yarattı.” âyeti bunu remzetmektedir.

4-Kesrette Muhammed:

Allah Ahadiyetinden 1-Cemâdâtta 2-Nebâtâtta 3-Hayvânâtta 4-İnsanlarda tecellî etmekle bu kâinatta dört yerde Tafsîlât-ı Muhammedi aynalarından kendini şerh etmektedir. Çünkü bu âlemde Zât Allah,sıfat ise Muhammed’dir. Ancak Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz “Allah’ı kemâl sıfatlarda arayınız. Allah’ı noksan sıfatlardan aramayınız. Allah noksan sıfatlardan münezzehtir” buyurmuşlardır. Bizler de Muhammed’i noksan sıfatlarda aramayız. Kemâl sıfatlarda ararız. O noksanlıktan münezzehtir.

Onun için kemâl mertebelerinde tecellîler Muhammedî tecellîlerdir. Bu mertebe ve yerlerde Muhammed’i tanıyan ve zevk eden kişiler her yerde ve her zaman Muhammed’le birdirler. Resûlullah (S.A.V.) Efendimizden ayrı olmadıklarını görür ve zevk ederler.

Hakîkatte Cennet, kişinin Allah’la beraber olma zevki, Cehennem ise, Allah’tan uzak olma cehâletidir.Böylece anlaşılmış oluyor ki kişiler hangi Cennet’te olurlarsa olsunlar Makâm-ı Mahmûd sahibi olan Resullulah efendimizle dâima beraberdirler. Böylece “Kişi sevdiği ile beraberdir.” Hadis-i Şerifi tahakkuk etmiş olacaktır. O’nu sevmek, O’nu bilmek ve O’nunla dâima beraber olup, O’nun her türlü hâli ile hallenmektir.

Page 150: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Cehennemdekiler ise hiçbir zaman Muhammed’i bilemeyecek ve görmeyeceklerdir. Bu âlemde saydığımız bu dört tecellînin dışında başka bir tecellî bilmek ve görmek de mümkün değildir. Resûllulah Efendimizle beraber olmak isteyenler bu yerlere nazar etsinler. İnşaallah Rabbim onlara ihsân edecektir. Âmin.

RESÛLULLAH EFENDİMİZİN BİZLERE GETİRDİĞİ HEDİYE

Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz Mi’ractan dönüşte bizlere üç hediye getirmiştir. Bu hediyeler:

1-Umuma 2-Özel 3-Kendine ve vârislerine has olan hediyelerdir.

Umumî olan için zâhirde her ne kadar Allah’ın emir ve yasakları deniyorsa da Tevhîd içinde Kâmil tarafından sâlike telkîn edilen Makâmlardır. Çünkü bu ilme talip olan bütün sâliklere ayırdedilmeksizin her Makâm aynı telkîn edilmektedir. Ayırım yoktur. Buna Tevhîd içinde umumî emânet veya hediye diyoruz.

İkincisi ise özeldir. Yani telkîn edilen her sâlik Makâmlarda çalışıp râbıta ve şühûdları lâyıkıyle zevk edebildiyse o sâliklerin gönül semâsından ilham zevkleri özel olarak o kişilere lütfedilir. Çalışmayanlar bu zevklerden mahrumdurlar. İşte çalışanlara verilen bu özel hediyeler de İnsan-ı Kâmil’in ilm-el yakînlik mertebesinde verdiği hediyeleri o kişilerin ayne’l ve Hakk-al yakînlik mertebelerindeki zevk etmeleridir. Hatırlanacaktır Maide sofrasında da Hz.Îsâ (A.S.)'ın havarîleri kırk gün sofradan yedikten sonra“Bundan böyle bu yemekten zenginler yemeyecek fakirler yiyecektir” diye Hz.Îsâ (A.S.)'ya

Page 151: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

emir gelince zenginler yani varlıklarından kurtulamayanlar inkâr ve itiraz ettiler. Allah da onları bu zevk halinden uzaklaştırdı. İşte aynen onun gibi zevke geçemeyenlere, kendi kuyusundan suyunu çıkaramayanlara bu hediye verilmiyor demektir.

Üçüncüsü hediye ise Resûlullah (S.A.V.) Efendimize veya vârislerinedir. Bu ne demektir? Makâm-ı Mahmûd sahibi olan Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz o Makâmın tek sahibidir. O Makâmın sırlarına ve o Makâma ait hediyelere yalnız o vâkıftır.Hatta İbrahim (A.S.) Tevhîd babamız olduğu halde Resûlullah (S.A.V.)’ın müsaadesi ile o yere girmeye hak kazanmıştır. Dolayısıyla evliyalar ve vâris olanlar da kendi esmâlarıyla değil kendi esmâlarını dışarıda soyunup Muhammed olarak oraya teberrüken girebilmektedirler. Makâm-ı Mahmûd’a teberrüken giren bu evliyalar elbette oranın sır hediyelerine de sahip olmaktadırlar. İşte bu üç türlü hediye bizlere Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz tarafından getirilmiştir.

RÛH NE DEMEKTİR

Resûlullah Efendimiz bir Hadis-i Şeriflerinde "Evvelâ ma halâkallahu rûhi" “Allah evvelâ benim rûhumu yarattı.” buyurmaktadır. Bu rûh, küll-i rûh idi. Cemâdâta tecellî ettiğinde, cemadî rûh, nebâtâta tecellî ettiğinde nebâtî rûh, hayvânâta tecellî ettiğinde hayvânî rûh,insanda tecellî ettiğinde de insan rûhu adını aldı. Aslında rûh birdir parçalanma kabul etmez. Fakat tecellî ettiği mazharlarda saydığımız gibi isimler almaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’in İsra Sûresi 85.Ayetînde “Sana rûhtan sorarlar, de ki, o Rabbimin bir emridir.” buyrulmaktadır. Cemâdî, nebâtî, hayvânî rûhlar, teşriye devrinde kör dönemecin içinde elli bin yıl tekrar tekrar

Page 152: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

dönerek kaldıktan sonra ancak insan rûhuna kavuşabiliyorlar. İnsanlardaki rûh da üç bölümde mütalaa edilir:

1 - Hayvânâtı insan rûhu

2 - Nâkıs insan rûhu

3 - İnsanlığını bulmuş insan rûhu

1-Nefsânî yaşantıdan başka bir yaşantısı olmayan, sûrette insan görünümünde olan ancak sîrette hayvan rûhuna sâhib olan,insanlardır. Baba sulbü, anne sulbü ve dünyaya geldikten sonra, bir Hakk Mürşîdi olan Rabbi tarafından “Rûhumuzdan bir rûh üfürdük” âyetine mazhar olamayanlardır. Bunlar, hayvânlar gibi yeryüzünde yaşayan, Hakk ve hakîkatten haberdar olmayan,yolca gelip boyca bu âlemden âlem-i Âhirete göçüp giden varlıklardır. Bunlar hiçbir zaman insan rûhuna sahip olmadıkları gibi,bu âlemde de âlem-i Âhirette de Cehennem azâbından kurtulmuş değillerdir. Hayvanlar gibi yerler, içerler,ürerler,dünya yaşamı ile nefsânî bütün zevklerini alırlar ve teşriye kör dönemecinde, genlerinin ve bütün insanlık hasletlerinin zuhûruna kadar yıllarca insan rûhuna hazır olasıya kadar cemâdât, nebâtât ve hayvânât teşriye devriyesinde döner dururlar.İşte dünyada da Âhirette de Cehennem bunlar içindir.Bu kişilerin,stres,üzüntü,keder,asabiyet gibi bir çok Cehennem halleriyle bezendiklerini görürüz.

2-İnsan-ı nâkıs rûhlar,bir İnsan-ı Kâmile gelerek, insan-ı asliyelerini bulmak için insanî rûh üfürülmesine rağmen henüz tam insan-ı asliyelerini tamamlamadıkları için, eksik ilim ve idrâka sahip olan kişilerdir. Zariyat Sûresi 56.âyette “ins” diye tabir edilen henüz insanlığını bulmamış olanlar bu sınıftandır.

Page 153: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

3-Sûrette insan sîrette de insanlığını bulan kişilerdir. Kur’ân-ı Kerîm’in Araf Sûresi172. “Rabbim Âdem oğullarının sulblerinden zürriyetlerini çıkarıp da onları nefislerine karşı şahit tutarak,‘ Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ buyurduğu vakit onlar da ‘Evet Rabbimizsin, şahit olduk’ dediler." âyetini bu gün bezm-i elest olarak kabul edip, bir İnsan-ı Kâmilden, “Rûhumdan bir rûh üfledim.” âyetini üfürten kardeşlerim insan rûhuna sahip olanlardır. Bunlar da aynen nâkıs insan gurubunda olan kardeşlerimiz gibi akıl baliğ olasıya kadar baba sulbü, anne sulbü gibi devrelerden geçmektelerse de,henüz sâbîlik devresinde olduğu için, sâbîlikleri nedeniyle herhangi bir suçtan da mes’ul değillerdir. Nâkıs rûhlarla bunların arasında tek bir fark vardır, o da,eksik olan rûhların nâkıslığından mütevellit insan-ı asliyesini tam idrâk edememeleridir.

İşte insan rûhu bir Mürşid-i Kâmilden o kişiye evvelâ zikir rûhu,ef’al rûhu,sıfat rûhu,Zât rûhu üfürüldüğünde,Hicr Sûresi 29. “Feiza sevveytuhü ve nefahtü fiyhi min rûhi” “Ona Rûhumdan bir rûh verdik. ”âyetinin zuhûru olan insan rûhu görülmeye başlar. Nasıl ki anne rahmine intikâl eden sperm birinci kırk günde kan pıhtısı,ikinci kırk günde et parçası,üçüncü kırk günde kol ve bacaklar teşekkül ederek yüzyirmi gün sonra anne karnındaki çocuk hareket etmeye başlıyorsa, manevî rûh da bu şekilde,Mürşid-i Kâmilin zikir rûhu,ef’al rûhu,sıfat rûhu, Zât rûhu olarak üfürülerek insan rûhu teşekkül etmiş olur. Yoksa bu gördüğümüz bütün insanların hepsinin insan rûhlu olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm, “nas” tabiriyle bütün insanlardan bahsediyor. Zariyat Sûresi 56.âyet “Ben ins ve cinleri bana ibâdet etmeleri için yarattım” demekle henüz insanlığını bulmamış eksik, yani nâkıs insanlardan bahsediyor. Yine Kur’ân-ı Kerîm İnsan Sûresinde,sûret ve sîrette insanlığını bulan insanlardan da bahsetmektedir. Şu halde, insan rûhuna

Page 154: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

sahip olarak Rablerine kavuşan bu kişilerin, Bakara Sûresi 156.âyetinde“Galu inne lillah ve inne ileyhi raciun” “Allah’tan geldik tekrar Allah’a rücû edeceğiz.” belirtildiği gibi rûhlarının sonsuza kadar, mutluluk içinde Cennet-i Âlâ’da kalacağı görülmektedir.

İnsan rûhu dışındaki diğer rûhların cemâdât,nebâtât ve hayvânât teşriyesi dönemecinde uzun yıllar kaldığını görüyoruz. Onun için akıl sahiplerinin bir an evvel, bir İnsan-ı Kâmilden bu insan rûhunu üfürtmesini tavsiye ederim.Böylece ervâh âlemi olan bezm-i elest deminde, sıra ile zikir rûhu, ef’al-i İlâhiye rûhu, sıfat-ı İlâhiye rûhu ve Zât-ı İlâhiye rûhunu Vahdâniyyet diriliğini zevk ettiğinde, insan rûhuna sahip olduğu görülecektir. Cenâb-ı Allah bütün inanan kardeşlerime bu insan rûhunu nâsib etsin.

RÜYA

Rüya uykuda görülen misâlî âlemdir. Dünya yaşantısı başlı başına bir rüyadır. Uyuduğumuz zaman gördüğümüz rüya ise rüya içinde bir rüya olmaktadır. Onun için rüyalarla âmil olunamaz. Bir âyet-i kerîmede “Rüzgârı yağmurdan evvel haberci gönderdik.” buyrulması gibi rüyalar da iyi ve doğru yorum yapıldığı zaman hakîkatları bizlere haber vermektedir. Rüyaların haberciliğini en iyi bilen Yusuf (A.S.) idi.

Kesâfet olan bu dünya görüntülerini meydana getiren lâtif olan Rûhullahtır. Onun için sîretin tecellîsini sûretten görebilenler de rüya tabir edebilirler. Yusuf (A.S.)’un zindandaki iki arkadaşından birinin gördüğü Yusuf Sûresi 36.âyet “Ben kendimi rüyamda şarap olacak üzüm sıkarken gördüm’dedi.” rüyanın tabirinde Yusuf (A.S.) “Sen hapisten çıkınca efendine şarap sâkîsi olacaksın” dedi. Çünkü zâhirde şarap yasak edilen bir içkidir. Fakat mânâ ve sîrette aşkı ve zevki remzettiği için

Page 155: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

bu kendisine nisbet ettiği varlık hapishanesinden çıkarak ihtiyârî bir irfâniyetle Hakk’ın varlığı ile var olup Efendisi olan Rabbine ve her türlü tecellîlerine hizmet edecek demektir. Çünkü kesbî ilimle de Fenâfillâh olunur. Aşk Burak’ına binerek vehbî ilimle de Fenâfillâh olunur. İşte Yusuf (A.S.) o kişinin şarap yapıp dağıtmasıyla, aşk ile Hakk’ın lütfuna mazhar olacağını haber vermektedir.

İkinci arkadaşı da “ben rüyamda başımın üstünde bir ekmek gördüm, kuşlar ondan yiyor” dedi. Ona da cevaben “Sen asılacaksın ve kuşlar da başından yiyecekler” diyor. Çünkü ekmek cesedin gıdasıdır.“Sen bu tenden asılacak, gök ehli olan kuşlar da başından yiyecekler. Yani sen de kesbî bir irfâniyetle bu kesâfetten asılarak, senin bu tenini bekâ tecellîleri istilâ ederek yiyip bitirecekler” dedi.

Sonunda da Yusuf (A.S.)’un tâbir ettiği gibi aynen oldu. Onun için bu sûret âleminde her ne varsa hepsi de sîret âleminin tecellîlerinin görüntüsünden ibarettir. Sîret âleminin görüntüleriyle âmil olunamaz. Bir meyveli ağacın görüntüsü suya aksetmiş olsa biz de suyun içinde görünen meyveye sahip olmak istesek suyu taşlasak bile meyve elde etmemiz mümkün olur mu? Olmaz. Çünkü o meyve sudaki görüntüdür. Kafamızı kaldırıp aslını görürsek oradan istediğimiz kadar meyve yiyebiliriz.Onun için rüyaları tabir edecek kişilerin letâfet âleminden haberdâr olmaları lâzımdır. Yoksa tabirler yanlış olur.Hatta Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin “Rüyaları iyiye yorumlayınız” diye ikâzı vardır. Çünkü Hakk’ın hiçbir tecellîsi kötü değildir. Kötülük, iyilik bizler içindir.

Bir gün Padişahın eşi rüyasında, bütün Bağdat ahâlisinin üzerinden geçtiklerini görüyor. Zâhiren çok ayıp bir olay olduğu için hayâ edip de kimseye söyleyemiyor. Bu rüyanın tesirinden kurtulamadığı için hizmetçisinden bir kâmile

Page 156: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

gitmesini,gördüğü rüyayı kendisi görmüş gibi anlatmasını ve tâbir ettirmesini ister. “Bu rüyayı benim gördüğümü de kesinlikle söyleme” der. Hizmetçi de söylenen Kâmile giderek“ Efendim ben böyle bir rüya gördüm, tâbir eder misiniz?” diyor. O Kâmil de “Kızım sen ne iş yaparsın ?” diye soruyor. O da hizmetçi olduğunu söylüyor. Kâmil “Kızım bu rüyayı sen göremezsin, bu rüyayı gören gelsin, rüya kötü değil güzel bir rüyadır” diyerek cevap veriyor. Sonra rüyanın asıl sahibi ezile büzüle Kâmilin huzuruna çıktığında “Kızım sen bu Bağdat’a çeşmeler, câmiler, okullar gibi faydalı hizmetlerde bulunacaksın. O insanlar da senin bu faydalı olan eserlerinden istifade edecekler” tâbirini alıyor. Görüldüğü gibi zâhir yönü kerih bir olay,fakat letâfet yönü ise mânânın nurlarını yansıtmaktadır. Onun için herkes rüya tabir edemez. Rüyalar da nefsâni rüyalar, Rahmânî rüyalar diye ikiye ayrılır. Rahmânî rüyalar aynen çıkar ama nefsanî rüyalar çıkmaz. Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz de ilk altı ay rüyalarla iştigal ettiler. Onun için bir Hadis-i Şerîflerinde “Rüyalar nübüvvetin kırkaltıda biridir.” buyurmuşlardır. Yirmiüç senede kırkaltı tane altışar ay vardır. Kur’ân ise yimiüç senede indirilmiştir.

İşte Kur’ân’ın hakîkatine erebilmek için evvelâ altı ay her kişinin rüya ile iştigâl etmesi lâzımdır. Tevhîdde üç fenâ mertebelerinde zâhir ve bâtın olarak altı ay rüya derecesidir. Bu devreyi geçirenler artık her şeyi âyan beyan görecekleri için onlar rüya görmezler. Sûretlerdeki sîreti seyrederler. Yani hakîkata kavuştukları için her nereye dönerlerse dönsünler Hakk’ın Cemalullahını sûretlerin yaratılma yerlerinde, sûretlerden sîreti görürler. Allah cümlemizi kesâfet âlemi olan bu sûret âleminden letâfet âlemi olan sîret âlemine geçenlerden eylesin. Âmin.

Page 157: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

SALİH PEYGAMBERİN DEVESİNİN HİKMETİ

Salih (A.S.) Ad kavminin helâkından sonra Semud kavmine gönderilmiş bir peygamberdir. Kavmi ona inanmadı.“Sen hakîkaten peygambersen şu taştan bir deve çıkar da görelim.” dediler.O an Cebrail gelip Salih(A.S.)’e kırk yıl evvel o taşın içine bir devenin konulduğunu, Allah’a dua etmesini söylediğinde Salih (A.S.)'de Rabbine münâcaatla taşın içinden dişi bir deve çıkardı. Deve dile gelerek “Ben şehâdet ederim ki Allah birdir, Salih onun Resulüdür.” dedi. Salih (A.S.) kavmine bir gün devenin su içeceğini bir gün de kavminin su içeceğini söyleyerek yanlarından ayrıldı. Kavminin inanmayanları gece vakti deveyi ayaklarından keserek öldürdüler.

Salih (A.S.) bunu duyunca çok üzüldü ve üç güne kadar helâk olacaklarını bildirdi. Yaptıklarına karşılık azâba katlanmalarını söyleyerek yanlarından ayrıldı. Kavmi de evlerinin ve bütün mallarının ateş içinde yanmaları sonucu helâk oldular. İşte Kur’ân-ı Kerîm’in Araf Sûresi 73.âyetinden 79.âyetine kadar,Hud Sûresi 64.âyetten 67.âyete kadar ve diğer Salih (A.S.) ile ilgili âyetlerde bahsedilen bu kıssalar bize zâhir olarak anlatılmıştır.

Fakat biz bu kıssalardan ne anlamalıyız? Bu âyetler bize nasıl bir fayda sağlamalıdır? Vücûd ülkemizde ve yaşantımızda bu âyetleri nasıl uygulamalıyız? Salih (A.S.) bir Mürşid-i Kâmildir. O’na inananlar kurtuluş gemisine binip kurtulanlar, O’na inanmayanlar ise ilim ve irfâniyetten yoksun oldukları için helâk olanlardandır. Kavminin Salih (A.S.)’den taştan bir deve çıkarmasını istemesi demek, sâliklerin vücûd dağından dişi deve olan Tevhîd aşkını ve irfâniyetini çıkarmak demektir. Çünkü zâhirde çöllerde uzak mesafelere tahamülle yükümüzü

Page 158: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

taşıyan develer olduğu gibi bâtında da uzak menzillere manevîyatımızı götüren Tevhîd aşkı olacaktır. Deve ayrıca dişidir. Erkek olmuş olsa idi çoğalamazdı. Bir kişide Tevhîd aşkı zuhûr ettiğinde elbette “Ben şahitlik ederim ki Allah birdir, Salih (A.S.) O’nun peygamberidir” diyecektir. Günümüzün Mürşid-i Kâmilleri de peygamberlerin vârisleri olması nedeniyle aynı görevi yapmaktadırlar. Suyu bir gün kavmin,bir gün devenin içmesi ise nefs sahibi kavmin akıllarıyla taklîdî ibâdet etmeleri, devenin ise Kâmilin kendisinde tecellî eden aklı rûhuyla ibâdet etmeleridir. Kavminin deveyi gece ayaklarından kesmeleri de cehâlet ve nefsaniye karanlığında onun Hakk ve hakîkat yolunda yürümesini engellemek içindir. Zâhirde de deve üç yerinden kesilir. Kavmin deveyi bu şekilde ayaklarından kesmeleri, bir kişinin Tevhîd yolundan uzaklaşması ve engellenmesi demektir. Deveyi ayaklarından kestiklerini duyunca Salih (A.S.) çok üzüldü ve üç gün içinde helâk olacaklarını söyledi.Günümüzde de, Salih (A.S.) gibi görevli Hakk Mürşîdlerinin sözlerine itibar etmeyenlerin Tevhîdden uzaklaşarak Hakk ve hakîkat yolunda Salih kavmi gibi helâk olduğunu görüyoruz.

Allahü teâlâ bizlere böyle âyetleri göstermekle‘Sizler de onlar gibi helâk olmayın, Tevhîd aşkıyla Allah’ın Ahadiyet sırrına vâkıf olup dünyada da Âhirette de saadet içinde yaşayın’diyor. Yani ‘Semud kavmi gibi olmayın’diyerek îkaz ediyor.

SÂLİKİN HİCABLARININ AÇILMASI

Tevhîd yolu kişilerde ilim, i’tikad, edeb ile ahlâk güzelliklerini sağlıyorsa o,doğru yoldur. Bunlar eksik veya yoksa o yol ilm-i ledün diye Kur’ân-ı Kerîm’in bahsettiği sır veya esrar yolu

Page 159: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

değildir. Bir büyüğümüze “Farzdan önce farz nedir?” diye sorduklarında “Farzdan önce farz,ilimdir” buyurmuş. “Farz içindeki farz nedir?” diye sorduklarında da “Farz içinde farz da ihlâstır” buyurmuşlar. Görüldüğü gibi ilim olmazsa menzile doğru ilerleyen bir kişi dosdoğru yoldan sapabilir. İlimden gâye de i’tikad, edeb ve ahlâk güzelliklerini elde edip Âhiretin bahçesi olan dünyada çok güzel mahsul ve meyveleri yetiştirmek, Âhirette de refah ve mutluluk içinde ebedî olarak elde ettiklerini yemesidir.Onun için her nefesteki kalbî zikrini saat gibi kurmaya çalışmalıdır. Kurduktan sonra kalb mutmain olmuş demektir. Kalb zikirle mutmain olunca “ircî” hitabına mazhar olan sâlik, Mürşid-i Kâmilinin himmeti ile Tevhîd-i ef’âl mertebesi kendisine telkîn olundukta, artık hissiyle tefekkür etmeye başlayacaktır. Kalbiyle dâimî zikrine devam eden sâlik hissiyle de râbıtayı kullanmak sûretiyle kendinde ve kendisi dışındaki varlıklarda fiilleri şühûd etmeğe başlayacaktır.

Kulağın duyduğuna gözle de şahitlik yaparsak işte o zaman kalbimiz o fiili tasdik eder. Yoksa kulağın duyduğunu göz görmez ise şüpheden kurtulamadığı için kalp o olayı tasdîk etmeyecektir. Kalbin tasdîki her olayın şahitliği ile zuhûr eder. Ondan sonra kalp bütün sıfatlara komut vererek onun kabullenmesini ister. Dolayısıyla da her fiilin fâilini kişiye veya mazhara nisbet şekliyle değil, Hakk’a nisbet ederek müşâhede başlamış olur. Bir fiilin görünmesine şühûd diyoruz. Kalb tasdîk ettikten sonra bütün sıfatların kabullenişi ile görmeye de dâimî olduğu için müşâhede diyoruz. Bir kişi bu dâimî zikri kalbiyle yaptığı gibi hissiyle de mertebelerde dâima râbıtasını kullanırsa işte o zaman hicâblar açılmaya başlayacaktır.

Nasıl dâimî zikri yapmayan bir kişi kendisini zorlamak suretiyle zamanla o zikre alışkanlık meydana getiriyorsa aynen

Page 160: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

onun gibi, enfüste ve âfâkta hissiyle râbıtayı kullanmayı arzu eden bir sâlikte de elbette hicâblar kendiliğinden açılacaktır. Dâimî zikirle birlikte devamlı râbıtayı kullanmayanlarda bu hicâb açılmayacaktır. Bir kişi Tevhîd mertebelerinden hangisinde olursa olsun dâimî zikrini saat gibi kurduktan sonra mertebesinin râbıtasını da mutlaka hissiyle kullanmalıdır. Yoksa idrâk ve gönül aynasından bu niyetle bakmadığı için hicâblar açılmayacaktır. Ma’lûmunuz hicâblar ikidir:

1 - Zulmânî perdeler

2 - Nûrânî perdeler

Zulmânî perdeleri açmak için ilim ve irfâniyetle fâili, mevsûfu ve mevcûdu iyi bilmek ve Hakk’a nisbet etmek lâzımdır. Bu irfâniyetten sonra da her mazhar kendisinin isti’dâd ve kabiliyetine göre Hakk’ı açığa çıkardığını ve varlıkların cins, renk ve vasıfları ne olursa olsun onun Vahdâniyyet tecellîlerini perdeleyemeyişine nûrânî perdeler denmektedir. Hicâb perde demektir. Zulmânî perdelerin açılması için dâimî zikri ve hissimizle râbıtayı kullanmayı dâimîleştirmeli, akıl nimetiyle de kendimizi, yakın takibe alarak dâima kontrol etmeliyiz.

Bir sâlik ne kadar sohbetlerde bulunursa bulunsun, irfâniyetini ilim yönüyle geliştirirse geliştirsin dâimî zikirle birlikte, hissiyle mertebesindeki râbıtayı kullanmaz ise hicâbları açılmayacaktır. Hicâbı açılmayan sâlik de varlıkları ve fiilleri ayrı ayrı kendisine nisbet ederek ihtilâftan ve ikilikten kurtulamadığı için hem mutsuz olacak hem de ilmin ötesine geçemeyecektir.

Allah’a gönül verenler yalnız ilimde kaldılarsa o kadar bir gönül verisi var demektir. Yoksa ilim,âmil olmak için elde edilmelidir.İlmiyle âmil olanlar edebinde, ahlâkında dâima

Page 161: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

kendilerini kontrol ederler. Hz.Muhammed (A.S.) ’e‘ Muhammed-ül emîn’ denildiği gibi kendilerine de toplum tarafından “emîn” denir ve onlardan toplum memnundur.

SÂLİKLERDE EDEB NASIL OLMALIDIR

Edeb,terbiyeli olmak, insanlara sözle,fiille güzel davranmak ve lütufkâr bir hâl güzelliği ile muamele etmek anlamlarına gelir. Kelimeyi harflerle açacak olursak:

E: Eline sahip ol

D: Diline sahip ol

B: Beline sahip ol

Demekle, “ef’âl, sıfat ve zâtın Allah’ın olduğunu bilerek dâima huzurda ol” şeklinde açıklayabiliriz.

Hucûrât Sûresi 1,2 ve 3.âyetlerde “1-Ey îmân edenler; Allah ve Resulünün önüne geçmeyin. Allah’tan korkun. Çünkü Allah, her şeyi işitir ve bilir. 2-Ey îmân edenler, seslerinizi peygamberin sesinden yüksek çıkarmayın ve birbirlerinize bağırır gibi, ona bağırmayın.Haberiniz olmadan amelleriniz sonra boşa çıkıverir. 3-Gerçekten Allah’ın peygamberinin yanında seslerini kısanlar, bunlar o kimselerdir ki, Allah kalblerini takva için imtihan etmiştir, onlara bir mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır” buyrulmaktadır.

Page 162: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Görüldüğü gibi bu âyet-i kerîmelerde de, üstüne basa basa ifade edildiği gibi, Allah ve Resulünün huzurunda hudû, huzu, ve huşû, halinde edebli olmamız istenmektedir. “Günümüzde, Resûlullah yok ki bunu uygulayalım” derseniz o iki cihan serverinin veresetül enbiya olan zâhir ve bâtın ilimlerini inananlara tebliğ eden İnsan-ı Kâmilleri mevcuttur.

Câmilerimizde, cemâatla kıldığımız namazlarda,nasıl imama uyduktan sonra, imamın dışında cemâattan çıt dahi çıkmıyorsa, aynen onun gibi,sohbet ve Kâmil ile beraberliklerimizde de edebe dâima uymalıyız. Çünkü İnsan-ı Kâmiller,Allah’ın bu yer yüzündeki sesidirler. O mazharlardan konuşan ve her türlü nasihatı bizlere yapan Rabbimin taa kendisidir. Rabbimin gölgesi olarak gördüğümüz beşer yüzlerinin hiçbir ilim ve irfâniyetleri yoktur. İlim ve irfâniyet sahibi o yüzlerden kemâlâtıyla tecellî eden Rabb-il Âlemin’dir. Kâmil mazharlarından, bizlerle sohbet eden ve her türlü yüce âyetlerini gösteren bizzât Cenâb-ı Allah’tır.Allah Zât olarak, sıfatı olan Muhammed mazharından tebliğini yapıp durmaktadır.Allah ‘Zât’tır. Muhammed‘ sıfat’tır. Muhammed‘ Zât’ olduğunda Âdem ‘sıfat’ olur. Âdem ‘Zât’ olduğunda da, sâlikler ‘sıfat’ olmuş olurlar. Onun için, Zâtın tecellîlerine, sıfatlar asla karşı gelemediği gibi, îmân eden huzur ehlinin zâhir ve bâtın edeblerinin, Cenâb-ı Allah kişilerde cem olmasını istemektedir.

Tevhîdde her merâtib-i İlâhiye mertebesinin, riâyet edilmesi vâcib olan bir edebi vardır.Fenâ mertebelerinde ‘yok’luğun hisle yaşamı, bekâ mertebelerinde de yokluğun mukabilinde ‘var’ lığın lâtif sıfatlardan zuhûrâtının müşâhedesi vardır. Kâmilin sözleri Rabbimizin sözüdür.Her ne konuşursa doğrudur. Eğri olarak algıladığımız bazı sözler varsa, “Mutlaka bir sebebi vardır” diye düşünmek lâzımdır. “Verdiği kararlarda doğruyu en iyi bilen O’dur” demelidir. Çünkü onun

Page 163: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

kendine ait bir varlığı yoktur. Varlık sahibi Allah ise nasıl olur da, Allah eksiklik sergiler. Bu yolda görevli olan Kâmillerimizi madem ki Allah görevlendirmiştir, onların bizlerin bilmediği, bize ters gelen bazı kararlarının nefslerinden olmadığını bilmemiz gerekmez mi? Onun için,zâhirde yürürken onların önüne geçmemeli, ses yükseltilmemeli, uzaktan çağırılmamalı, fiil ve davranışlarda edebe riâyetsizlik asla olmamalıdır. Onların meclisinde sohbet esnasında bir ihvân kardeşimizin diğer bir ihvân kardeşimizle O’nu dinlemeyerek kendi aralarında gizli gizli konuşmaları hoş olmayan davranışlardır. Bâtında da kâmillerin kişilere yakınlığını suistimal etmek, fazla isteklerde bulunmak hoş olmayan hâllerdir. Çünkü Allah zâhir ve bâtın her şeyi gören ve bilendir.

Maalesef günümüzde, kâmil diye bildiğimiz Mürşid-i Kâmilleri sıradan ilim sahibi bir kişi olarak gördüğümüz için,bir adım ilerlememiz mümkün olmamaktadır. Onların, sırf ilim öğrenmek için sohbetlerini dinlememiz bize vuslat buldurmaz. Bu durum evimizde bir velînin kitabını okumuş olmak gibidir.Bu hâl suyun bulunmadığı yerde teyemmümle abdest almaya benzemektedir. Gönülden sevgi ile teslim olmayanlar “Hakk’ın huzurundayım ve Hakk’ın sohbetini dinliyorum” diyemiyorlarsa, ilimleri artsa bile, mânen onlardan istifâde edip vuslat bulamazlar. Onların sîreti, bir yerde Muhammed, bir yerde Rabbü’l-Âlemîndir. Sûretleri ise,senin benim gibi bir beşerdir. Artı kutup olan Allah’ın Zâtı, Muhammed olan eksi kutupla birleşmedikten sonra gönüllerimizde nûr ziyâsının parlaması mümkün değildir.

Gelin kardeşlerim, zerreden küreye kadar Allah’ın Zâtının tecellîlerini tanıyalım. En üstün vasfa sahip olan bu Kâmillerimizin Kevser ırmağından kana kana içmenin ancak edebimiz nisbetinde mümkün olabileceğini unutmayalım.

Page 164: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

SEVGİ VE AŞK

Sevgi,kişide istek ve arzu duymakla başlar. Şevk ve gönül vermek sûretiyle devam ederek aşka intikâl eder. Zâten sevginin gâyesi kişiyi Sevgili’ye kavuşmaktır. Allah güzeldir,güzelleri sever. Üç türlü sevgi vardır. Bunlar:

1-Tabii sevgi 2-Rûhâni sevgi 3-İlâhi sevgidir.

Tabii sevgi kâinattaki bütün yaratıklara ihsân edilen bir sevgidir. Kimisi parayı sever, kimisi mal ve mülk sever, kimisi kişileri sever. Kediye en çok neyi sevdiğini sorsak fareyi sevdiğini söyleyecektir. Tilkiye en çok neyi sevdiğini sorsak o da tavuk yemeyi sevdiğini söyleyecektir. Bunlar, mahlûkatın tek taraflı sevgisinden ibârettir.

Rûhanî sevgi ise sevgilisini hem onun için, hem kendi nefsi için sevme durumunu,sevende bir araya getirme hâlidir. Yani burada iki taraflı sevgi vardır. Oysa,tabii sevgide, seven sevdiğini kendi nefsi için tek taraflı olarak sever. Rûh birdir parçalanma kabul etmez. Fakat tecellî ettikleri mazharlarda esmâ alır. Cenâb-ı Hakk bu kesret âleminde kendisinden başkası olmadığı için kendisini sevdi. Bir Hadis-i Kudsî’de “Ben gizli bir hazine idim.Bilinmekliğimi istedim, sevdim muhabbet ettim, bu halkı halk ettim” buyrulmuştur. Onun için Allah kendisinden başkasını sevmemiştir. Zâten mülkünde O’ndan başkası da yoktur. Bu tafsilât-ı Muhammedi aynalarından, kendi güzelliğini ve cemalullahını her an ayrı ayrı tecellîlerini seyretmektedir. Onun için, Hakk kendini bildi.Nereden bildi?Mazharlarından bildi. Çünkü bilinmekliğini istedi de bu sıfatlar âleminden kendini açığa çıkardı.Onun için,bu âlem, tafsilât-ı Muhammediyye aynaları oldu.Allah bu aynalarda kendi sûretini gördü ve sevdi. Âl-i

Page 165: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

İmrân Sûresi 31.âyette “De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız. Muhammed'e tâbi olun ki Allah da sizi sevsin.” buyrulmaktadır. Şu halde Mürşîd-i Kâmile uymak ve ona bağlanmak sevginin sebebi olmaktadır.Rûh birliğini idrâk edenler, bütün kişilerden tecellî eden güzelliğin kendisi olduğunu bildiği için,her mazharda o güzel cemalullahın kendisi olma bilinci ile kendisini sevdiği anlaşılmış olur.

Rûhâni sevgi, kulun Hakk’ı sevmesi ve Hakk’ın kulunu sevmesi olarak iki bölümde mütalaa edilir. Kul Allah’ını bütün mazharlardan tecellîsi ile kendisinin yokluğunu idrâk ederek sever. “Bu mülk kimindir? Vahid-ül Kahhar olan Allah’ındır” hitabını duymasıdır. Yani kişinin Fenâfillâh olmasıdır. Allah’ın kulunu sevmesi, O’nun kul mazharı olan bütün sıfatlarından kemâlâtıyla açığa çıkmasıdır.

İlâhî sevgi ise herkesin bildiği gibi zanda ve hayâlde olan bir Allah'ı sevmek değil, zerreden kürreye her sıfattan kendini ilân edenin, kendisini sevmesi ve seyretmesidir. Bütün âlem şuhûd ve ibâdet sahası olduğu için ‘sevgi’ den başka hiçbir şey yoktur. Bu âlemi Cenâb-ı Allah sevmek ve sevilmek için yaratmıştır.Maide Sûresi 54.âyette“O onları sever onlar da O’nu severler.” buyrulmuştur. “Sohbetten muhabbet, muhabbetten Muhammed hasıl olur. Muhammed'siz hiçbir şey hâsıl olmaz” denilmiştir.

Bu sevgilerin toplamına aşk denilmektedir. ‘Aşk’ sözcüğü üç harf ve beş noktadan meydana gelmiştir. Harfler: ayın, şın, ve ‘kaf’ harfleridir. ‘Şın’da üç, kaf’ta da iki olmak üzere toplam beş nokta vardır. Bu da üç harf olan Allah’ın bu mukayyed olan bu hadisatta ef’âl, sıfat, Zât yüzlerinin, beş nokta sırrı olan kişilerdeki beş duygu ile zevk edebilme haline aşk denilir. Çünkü bütün mevcûdiyetinle Rabbine dönmeye aşk denilmektedir. Dönen kişiye de aşık denilir. Pir Hz.leri“ Bir

Page 166: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

sâlik Fenâfillâh olasıya kadar sevgi ile vuslat bulur. Fenâfillâh olunca lâyıkıyle aşkı ancak tadabilir.” buyurmuşlardır.

Aşkın üç merhalesi vardır: 1-Aşk 2-Vâle 3-Heymân dır. 1- Aşk kişinin bütün mevcûdiyeti ile Mâşuk’una dönmesidir. Mâşuk’una dönene âşık denir. 2-Vâle ise kişinin bütün mevcûdiyetiyle Mâşuk’una dönmesi ve kendinden geçme hâline denir. 3 -Heymân kişinin bütün mevcûdiyeti ile Mâşuk’una döndükten sonra kendinden geçip Mâşuk’unu kendinde görme hâlidir. Tevhîd mertebelerinde belirtilmek gerekirse, Fenâfillâha kadar aşk hâli, feraiz ve Vahdet zevki vâle hâli, kavseyn mertebesinde de heymân zuhûr eder. Âşık olan kişilerde uyku uyuyamama hâli vardır. Yemeden içmeden kesilerek, dâima sevgilisini anması, dâima O’nunla beraber olma arzusu gâlib gelir. Kişi,sevgilisinin yüzünden başkasını görmez. O,her şeye kördür. Sevgilisinin konuşulması dışında her şeye ilgisiz kalır. Kalbine O’nun dışında hiçbir şeyin girmesini istemez. Ve kalp kapılarını O’nun dışındakilere kapatır. Hayâlinde ve şuhûdunda hep o vardır. O’nunla yatar O’nunla kalkar. O’nunla hep beraber olur. Bir Hadis-i Kudsî’de“ Kulum bana nevâfille yaklaştığında, onun görmesine göz, duymasına kulak, konuşmasına dil, yürümesine ayak, tutmasına el olurum ve bütün cevahir a’zaları ben olurum. Benimle görür, benimle duyar, benimle, konuşur, benimle yürür ve benimle tutar “ buyrulmuştur.

Kulağım âşık oldu sevgilimin sözlerine

Gözüm âşık oldu sevgilimin gözlerine

İşte bu aşırı sevgi âşıkların akıllarını başlarından alır. Onları inletir ve zayıflatır. Bir deri bir kemik haline sokar. Kuşku ve

Page 167: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

uyumama hâli zuhûr eder. Kuvvetli bir aşk arzusu, bir şevk ve iştiyâk hâli doğurur.Bu haller kişinin yaşantısını alt üst ederek değiştirir. Akıl ile aşk hiçbir zaman bağdaşmaz. Çünkü akıl insanı belli bir kayıt altına alır. Aşk ise insanın hayatını alt üst ederek şaşkına çevirir. Akıl kişiyi toplarken aşk kişiyi dağıtır. Hakk âşıkları yalnız Allah'ı müşâhede ederler. Her gözden görülen, her dilden konuşulan, her kulaktan duyulan sadece O’dur. Ârifler bunu böyle bilirler.O da âşıklara bu hakîkat ile tecellî eder.Peki seven sevgilisine acı çektirir mi? Çünkü en çok acıyı çekenler peygamberler, evliyâlar olmuştur. Maide Sûresinin 54.âyeti “Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler.” bize Allah’ın kullarını sevdiğinden mütevellit celâl tecellîlerini lütfettiğini, celâlsiz kemâlâtın olamayacağını, sevdiği peygamberlere ve evliyâlara kemâlâtını istediği için bu acıyı çektirdiğini anlatmış oluyor. Cenâb-ı Allah’ın lütfu kahrının içinde gizlidir. Aslında bu, bizlere acı gibi görünüyor. Yoksa onlar halinden memnunlardır. Allah’ın celâl tecellîsi ikiliktekileredir. Birlik deryasında olanlara celâl tecellî olmaz o aynı tecellî cemâl olmuştur. Cenâb-ı Allah bütün ihvân kardeşlerime bu aşkı nasîb etsin.Âmin.

SEVMEK VE SEVİLMEK

İnsanlar bu dünyaya, sevmek, sevilmek ve sevdirmek için gönderilmişlerdir. Yoksa üç günlük yaşamlarında birbirleriyle kavga etmek, geçimsizlik ve mutsuzluk için gelmemişlerdir. Neden insanlar birbirlerini sevmiyorlar, neden bütün yaşamını dünyadaki Cehennem’de geçirmekten kurtulamıyorlar, akıl, fikir ve bütün zihinsel düşünüşlerini ekonomik meselelerden,üzüntü ve dünya debdebelerinden Hakk’a doğru döndüremiyorlar? İşte bu soruların cevabı Tevhîdde

Page 168: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

mevcuttur. Ne yazık ki bunları bilmediğimiz için bu Cehennem’den kurtulmamız mümkün olmuyor.

Kur’ân-ı Kerîm’in Araf Sûresi 179.âyetinde “Cin ve insin çoğunu Cehennem için yarattık. Onların kalpleri vardır tefekkür etmezler, gözleri vardır hakîkati görmez, kulakları vardır hakîkati duymaz,işte bunlar hayvan gibidirler.” buyrulmuştur. Şu halde insanların çoğunluğunun, mutsuz ve azabda oldukları anlaşılmaktadır. Dünyada Cehennem, kişilerin Hakk’tan kendilerini uzak hissetmeleri ve Cenâb-ı Hakk’ın tecellî mazharlarını Hakk’tan ayrı imiş gibi görüp, ihtilâftan kurtulamayıp azab çekmeleridir.

Her tecellî Hakk’ın olduğu halde, “Nedir bu kavgalar ve ihtilâflar?” diye soracak olursanız, her tecellînin fâilinin Allah olduğunu bilmeme cehâletidir. Zira kişideki Cehennem azâbı cehâletinden ve Hakk’tan uzak oluşundan başka bir şey değildir. Cenâb-ı Allah, onsekizbin âlemde, zerreden kürreye kadar, Zâtını ilân etmiştir. İlân etmesi demek, her varlıkta zuhûra gelmesi demektir. Şu halde sevmeyip ihtilâf ettiğimiz kişi veya varlıkların, kendilerine ait hiçbir güç ve kuvveti yoktur.Onl arın mazharından bizlerdeki, malûmata göre Cenâb-ı Hakk,o âletleri, bizlere kullanmaktadır. Neden o eksik mazharları başkalarına değil de,bize kullanıyor? Çünkü bizlerde eksiklik var. Onları bize kullanmasa başkalarına kullanacak. Onun için her türlü olayda, başkalarını suçlamak değil de kendimizi gözden geçirip düzeldiğimizde,bir daha bu eksik tecellînin olmadığını görürüz. Çünkü Allah bizlere, hiçbir mahlûkata vermediği, akıl, fikir, irâde ve ilim gibi yüce emânetler vermiştir.Bunları yerinde ve doğru kullanırsak, o zaman azâbımız azalacaktır.

Sûrette kalanlar ve sûret için ömrünü bitirenler,azab ve mutsuzluktan kurtulamamışlardır. Sûretlerin hiçbir hükmünün

Page 169: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

olmadığını bilenler, sîret için çalışıp onun bilincine erenler, mutluluk ve saadet içinde,dünyada iken Cennetlerini yaşayacaklardır. Dünyada Cennet ve Cehennem vardır. Âhirette de Cennet ve Cehennem vardır.Dünyadaki Cehennem Hakk’tan uzak olmak ve her türlü ıztırab ve kederleri onların Cehennem’i olmaktadır. Dünyadaki Cennet’leri ise Hakk’la beraber olup huzur ve mutluluk içindeki zevkleridir.

Dünya zâhir beş duygumuzla algıladığımız kesâfet âlemidir. Âhiret ise bâtın duygularımız diye vasıflandırdığımız, hiss-i müşterekimiz olan bâtın duygularla algılanan bir âlemdir. Zâhir duyguların bu âlemde geçerliliği yoktur.

Dünyada iken Hakk’a olan yakınlığından (ilm-el yakînlik, ayne’l-yakînlik, Hakk-al yakînlik) aldığı zevkler, sıfatlara bürünerek karşısına çıkacaktır. “Dünya Âhiretin tarlasıdır.” Hadisi bize bunu bildirmektedir. “Dünyada a’ma olan Âhirette de a’madır.” Âyet-i kerimesi bizlere dünyada iken, bütün fiillerin fâilini çok iyi tanımamızı belirtmektedir. Sevdiğimiz her varlığın özünün, Cenâb-ı Hakk’ın bir tecellîsi olması nedeniyle bizzat Rabbimizi sevmiş olduğumuzu anlamış olacağız. Cenâb-ı Hakk kendinden başka bir varlık yaratmamış ki seven ve sevilen olsun.Seven de kendisi, sevilen de kendisidir. Yeter ki biz bu irfâniyete sahip olup mutluluk içinde yaşayalım. Yoksa kendi azâbımızı kendimiz hazırlamış oluruz.

Aşkınla sararıp soldum

Kâh yanıp kül oldum

Seni her yerde aradım

Sonunda kendimde buldum

Page 170: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Aşk ateşini yanar sandım

Gönlümde hep Seni andım

Anan da sen, anılan da sen olduğunu bildim

Ahmet’teki Aşk’ın ve Âşık’ın özünü gördüm

Herkes bu gün kendini sorgulasın. Stres, üzüntü, keder ve mutsuzluk içinde dünya ile ilgili alamadım veremedim kaygısı içindeyse bu, Cehennem azâbından başka bir azâb mıdır? Bu azâb ona yetmiyor mu? Ondaki gayriyet ve Hakk’ın her türlü tecellîlerine vâkıf olmadığı için Cehennem azâbından bir türlü kurtulamıyor. Oysa Tevhîd ehli, Hakk’ın bütün tecellîlerine vâkıf olduğu için, fiillerin fâilini görüyor. Hangi mazharı nerede kullandığını,bu olaya karşı nasıl hareket etmek gerektiğini bildiği için,mutluluk ve huzur içinde yaşıyor. Dünyada o kişiye bundan güzel Cennet mi olur? Hasan Fehmi Hazretleri bir ilâhîsinde:

“Kahrı lütfu bilmeyen hiçbir dem rahat olmaz.”

Buyuruyor. Kahrında lütfundaki, fiilin fâili Allah’tır. Kime ve ne için kullandığını tefekkür ettiğimizde, her şeyin yerli yerinde ve doğru olduğunu görerek Cennet’e girmiş oluruz.

Cenâb-ı Allah, cümlemizi iki cihanda seven ve sevilen mutlu kişilerden eylesin. Âmin.

SÜLEYMAN (A.S.) İLE BELKIS HADİSESİ

Page 171: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Bir gün Süleyman (A.S.) ordularını denetliyordu. Fakat Hüdhüd kuşunu göremedi. Nerde olduğunu sordu. “Geldiğinde bana tatminkâr bir cevap vermezse onun başını koparacağım veya ağır bir ceza ile cezalandıracağım.” dedi. Nihâyet Hüdhüd geldi. Ve dedi ki “Ya Nebîyullah senin bilmediğin bir yerden geliyorum. Oranın adı Saba ülkesidir. Başlarındaki padişah Belkıs isminde bir kadındır. Muhteşem bir tahtı var. Ne yazık ki Allah’a değil güneşe tapıyorlar. Şeytan onların amellerini de süslü göstermiş. Böylece kendilerini Hakk yolundan saptırmışlar da maalesef doğru yola giremiyorlar.” dedi. Süleyman (A.S.) bu habere memnun olarak “Sen sözünde doğru isen şu mektubumu ona götür ve bakalım nasıl bir neticeye varacaklar” diyerek Kur’ân-ı Kerîm’in Neml Sûresi 30. âyetinde “Bismillahirrahmanirrahim. Süleyman'dan O Rahmân ve Rahîm Allah'ın adıyla (başlamakta) dır.” diye başlayan mektubunu yazmıştır. (Süleymansız besmele çekilemez.) Hüdhüd bu mektubu Belkıs’ın tahtına bırakarak gözetlemeye başlamıştır. Belkıs mektubu okuduktan sonra avenesini toplayıp onlara danışmış ve fikirlerini sormuştur. Onlar da “Süleyman’ın orduları buraya gelirse her taraf târ ü mâr edilir.Bizim ordularımız çok kuvvetlidir. O buraya gelmeden biz onun üzerine hücum edelim” demişlerdir.Belkıs ise Süleyman (A.S.)’ın peygamber olup olmadığını anlamak için elçileri ile hediyeler gönderip hediyeleri alırsa padişah olduğunu, peygamber olmadığını, hediyeleri almazsa peygamber olacağını söylemiştir.

Elçilerin kadınlarına erkek elbisesi, erkeklere de kadın elbiseleri giydirip ellerine som altından iki kerpiç vererek hediye olarak göndermiştir. Süleyman (A.S.)’ın emrinde kuşlar, cinler ve rüzgâr olduğu için her şeyden haberdar olması nedeniyle elçiler henüz gelmeden bütün şehrin cadde ve kaldırımlarının som altın olmasını emrediyor. Elçiler şehre

Page 172: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

girince her tarafın som altın olduğunu görüyorlar. Ve bu elimizdeki iki som altın kerpiç sanki buranın malı diyerek ellerindekilerinin bu şehirde kıymetinin olmadığını anladılar.

Elçi oldukları için aldıkları görev nedeniyle Süleyman (A.S.)’ın huzuruna çıktılar. Süleyman (A.S.) elçilere “Sizi hediye getiresiniz diye çağırmadım, sizler hediyeye mazhar olasınız diye çağırdım. Geriye dönün ve padişahınıza söyleyin, ordularımla oraya girersem onları oradan çıkartırım” dedi. Süleyman (A.S.) vezirlerine “Seçkin topluluk müslüman olarak gelmezden evvel Belkıs’ın tahtını bana kim getirecek” dedi. Cin tayfasından bir ifrit “Sen yerinden kalkmadan önce ben o tahtı sana getiririm ”dedi. Fakat Süleyman (A.S.) bunu çok uzun bir zaman buldu. Kendinde ilâhi bir kitaptan ilim bulunan Asaf bin Belhî adlı bir kişi “Gözünüzü kapayıp açıncaya kadar bir zamanda o tahtı size getiririm”dedi ve Süleyman (A.S.) tahtı yanında gördü.

Süleyman (A.S.) tahtın tanınmayacak bir hale getirilmesini emrederek Belkıs’ın tahtını tanıyıp tanımayacağını anlamak istedi. Belkıs geldiğinde“Bu taht senin mi?” diye sordu. Belkıs ne “Benimdir.” diyebildi, ne de “Benim değildir.” diyebildi. “Sanki odur.” dedi. Süleyman (A.S.) koltuğunda otururken Belkıs yanına doğru ilerledi. Fakat tahta geçerken tahtın önündeki havuzdan geçmek gerektiği için Belkıs eteklerini sıvadı. Süleyman (A.S.) “Eteklerini indir, havuz su değil camdır.” dedi. Çünkü Belkıs’ın anası can kavminden babası da cin kavminden olduğu için bacaklarındaki kılları görmek için bu denemeyi yapmıştı.

Belkıs bu üstün tecellîlerin hepsini görünce mutmain olarak “Süleyman vasıtasıyla âlemlerin Rabbi olan Allah’a inandım ve teslim oldum” dedi. İşte buraya kadar anlatılan vak’a

Page 173: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Kur’ân-ı Kerîm’in Neml Sûresi 20.âyetinden 45.âyetine kadar anlatılanların kısaca özetidir.

Peki bizler bu âyetleri kendi vücûd ülkemizde ve âfâkımızda nasıl zevk etmeliyiz ki yaşamımıza geçirelim? Bu âyetler bizlere ne mesajlar vermektedir? Süleyman(A.S.)enfüste kalbdir. Âfâkta ise Mürşid-i Kâmildir. Hüdhüd kuşu ise tefekkürdür. Saba ülkesi olan Belkıs’ın ülkesi de kişinin gönül âlemidir. Hüdhüd kuşunun “Ya Nebiyullah! Senin bilmediğin bir ülkeden geliyorum. ”demesi“ gayriyet ülkesinden geliyorum” anlamındadır. Oranın padişahı Belkıs isminde bir kadındır. Yani nefs ülkesi olan o yerde padişah ikilikte olan nefstir. Hem“Onların ibâdetlerini Allah’a değil güneşe yaptıklarını gördüm” diyerek onların âlemlerin Rabbi olan Allah’a değil, akıl güneşine taptıklarını söylüyor. Yani kendi akıllarıyla yarattıkları, zanlarındaki, hayâllerindeki akıl güneşine ibâdet yapıyorlarmış. Ve şeytan da onların yaptıkları ibâdetleri çok güzel gösteriyormuş.

Günümüzde de bazı kimselerin, Allah’ın Muhammed aynasından, kendini sergilediğini göremedikleri için, zanlarındaki veya akıllarındaki bir ilâha ibâdet ettiklerini görüyoruz. Şuara Sûresi 213.âyetinde “Bundan dolayı sakın, Allah ile beraber başka bir tanrıya yalvarma ki azâb edileceklerden olmayasın” buyrulmaktadır. Yani Allah sende ve sana şah damarından daha yakın olduğu halde O’nunla birlikte zannındaki ve hayâlindeki bir ilâha ibâdet edenler bu cümledendir.Hakîkaten onların şeytanları da bol bol yapılan bu ibâdetleri‘şöyle sevap vardır, böyle sevap vardır’ diye güzel göstermektedir. Mânâsını bilmeden yapılan taklîd ibâdetlerin hiçbir hükmünün olmadığı Kur’ân-ı Kerîm’in Maun Sûresinde “Gafletle namaz kılan ve ibâdet edenlerin ibâdetlerinin, suratlarına çarpılacağı” âyetiyle bildirilmektedir.

Page 174: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

İşte böyle kişilere Süleymanlar yani Mürşid-i Kâmiller dâima mektup yazıp durmaktadırlar.Ve mektupta hiçbir kişi Süleyman’sız, Besmele-i Şerîf olan Bismillâh Allah’ın zâtının sırlarına, Rahmân olan Allah’ın sıfatlarının sırlarına, Rahîm olan Allah’ın ef’âl-i İlâhiye sırlarına vâkıf olamaz demektedir.

Enfüsümüzde tefekkür olan Hüdhüd vasıtasıyla,âfâkta da palazlanmış bir sâlik vasıtasıyla nefs kuvvelerine veya nefs sahibi Belkıslara gönderilmiş olacaktır. Mektubu okuyan Belkıs arkadaşlarını toplayarak Süleyman’dan gelen mektubu tartıştıktan sonra onun hakîkaten buna yetkili olup olmadığını bilmek için hediye ile denemeye koyulacaktır. İlm-i ledün olan som altın kerpicini ona takdîm edince İnsan-ı Kâmil olan mürşid de “Sizleri hediye getiresiniz diye çağırmadım, hediyeye mazhar olasınız diye çağırdım” diyecektir. Zira kâmilin hazinesinde Allah’ın ilhâmlarıyla her tarafı som altın olan ilm-i ledün kerpiçleri çoktur.

Kâmiller ilm-i ledün olan ilhâmlara mazhardırlar.Onun için elçilerin ellerindeki som altın kerpiçlere Kâmiller hiç itibâr etmezler. Çünkü onlarda Allah’ın sonsuz tecellîleri zuhûr etmektedir.Bütün çağırdığı kişiler ondaki hediyelere mazhar olsunlar diye çağrılmaktadır. Hediye getirsinler diye değil.Çünkü onların hediyeye ihtiyacı yoktur.

Belkıs’ın tahtını kim getirecek dendiğinde cin tayfasından bir ifrit: “Ya Nebiyullah oturduğun yerden ayağa kalkasıya kadar bir zamanda getiririm.” dedi. Belkıs’ın üç yüz kişilik tahtı,o kişilerin ef’âl,sıfat ve Zâtıdır.Cin tayfasından olan ifrit, ef’âl sıfattan tecellî eder, sıfat da Zâttan tecellî ettiği için,işte Belkıs’ın tahtı olan bu nisbet ettiği Zâtını sana getiririm demek istedi. Süleyman (A.S.) bunun uzun bir zaman olduğunu söyledi. Âsâf bin Belhî ismindeki ilim sahibi olan bir kişi ise, “Gözünüzü açın tahtı karşınızda görürsünüz.” demekle, belirli

Page 175: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

bir tahsil sonu ef’âl, sıfat tecellîlerinden sonra Zâtı görürsünüz değil,onun karşınıza gelmesi ismini anmak kadar serî olacağını söylüyor. Nasıl çok uzaklarda bildiğimiz bir kişi veya yerin hatırlanması ile hemen gözümüzün önüne karşımızdaymış gibi gelirse aynen onun gibi Tevhîd ilmini tahsil edenler de nefs-i levvâme sahibi kişilerin her yönünü yanlarında görürler.

Belkıs’ın tahtının tebdil edilmesi ise Mürşid-i Kâmilde tahsil eden bir sâlike kendine nisbet ettiği ef’âl, sıfat ve Zâtı Fenâfillâh olduktan sonra sorulsa“Bu taht benim” diyemez. Çünkü kendisinin olmadığını öğrendi. “Benim değildir” de diyemez. Çünkü kendi esmâsından zuhûr etmektedir. “Sanki onun gibidir” der. Çünkü yok olan yalnız‘zan’nıdır. Kendine nisbet ettiği varlığın Hakk’a ait olduğunu anlamıştır.Yoksa değişen hiçbir şey yoktur.

Süleyman (A.S.)’ın bu yüceliklerini Belkıs anladıktan sonra,Süleyman’ın himmetiyle “Âlemlerin Rabbi olan Allah’a inandım.” diyerek taklîdi îmândan şühûdî ve tahkikî îmâna duhûl etmiştir. Zâhirde Süleymanlardan tecellî eden ilme ve irfâniyete inanmak başka, âlemlerin Rabbi olan Allah’ın Süleymanlarda kemâlâtıyla açığa çıkışını şühûd etmek başkadır.

İşte enfüsümüzde kalb Süleymanının sıfatlara olan Hakk ve hakîkatin tecellîsi için nefs-i emmâreden kurtulma telkîni olduğunu, âfâkta da Kâmillerin nefs sahibi olan kişileri ka’l ve hâl lisaniyle Hakk ve hakîkata davet ederek onların da kabullenip kurtuluşa erme vak’asıdır.

Günümüzde her zaman bu Süleyman ile Belkısların vak’aları olup durmaktadır.Allah Süleymanlara kulak veren ve onlara tâbi olarak besmeleye sırrıyla vâkıf olanlardan eylesin. Âmin.

Page 176: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

ŞERİAT NE DEMEKTİR

Kur’ân-ı Kerîm’deki emredilenleri yapma,yasak kılınanları yapmama yolu olan İlâhî kanunların hepsine birden şeriat denir. Şeriat ikidir:

1 - Şeriat-ı evvel

2 - Şeriat-ı sâni

Şeriat-ı evvel, taklîd olarak yapılan itikadî ve amelî yapılan bütün ibâdetlerimizdir. Bizler kimin taklîdini yapmaktayız? İki cihan serveri Peygamberimizin taklîdini yapmaktayız. Orucu, mânâsını ve bizlere sağladığı faydaları bilmeden emr-i İlâhiye diyerek tutarız. Namazı, kıyamın, rük’ûun ve secdenin bizlere sağladığı faydaları bilmeden,Resûlullah Efendimizin “Ben nasıl namaz kılıyorsam siz de öylece namaz kılınız.” emrine binâen kılarız. Madem ki namaz mü’minin Mi’racıdır, Mi’rac da, Cenâb-ı Hakk’la konuşmak ve beraber olmaktır, kendimize namaz kıldığımızda“ O’nunla beraber olup konuştuk mu?”diye sorsak “Hayır, konuşmadık” diye içimizdeki müftünün cevap verdiğini göreceğiz. “Kâbe-i Muazzama’yı ziyâret etmek Allah’ın kulları üzerindeki hakkıdır.” âyetini, taştan yapılmış bir bina olarak ziyâret ederek ismimizin ‘hacı’ olmasından başka bizlere sağladığı faydayı göremeyiz. Zekât vermek de aynı şekilde, ya malınızın kırkta biri veya ilmimizin zekâtından başka bir zekâttan haberimiz olmadığını görürüz. Dolayısıyla da,Allah’ın şehadetini de ‘kelime’ olarak söyler her şeyin bundan ibâret olduğunu zannederiz.

Şeriat-ı Sâni ise, hakîkatten sonra gelen, farkıyla zâhir ve bâtın bütün tecellîlerin bilinip uygulanmasıdır. Cenâb-ı Hakk’ın,

Page 177: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

zâhir ve bâtın olan Vahdet ve kesret tecellîlerini bilmek, bizim ilm-el yakînlik seviyesindeki vâkıfiyetimizi gösterir. Âlimlerimizin ve ehl-i tarîk diye günümüzdeki tasavvuf erbabının bu yolda şuhûdları yoksa, onlarda ilm-el yakînlik seviyesinde şeriatı uyguladıklarını görüyoruz. Hakk Mürşîdlerinde merâtib tahsilini yaparak şuhûd sahibi olanlar, Hakk Mürşîdlerinin ihvândaki ahlâk,edeb gibi irfâniyet ve kemâlât yüceliklerinin şahitliklerini yapmaları onların ayne’l-yakîn olmalarıdır. Çünkü kendi varlıklarını yok ederek Rablerini her şeyde görmeleridir. Bunlar, tecellî edenin Rabbi olduğunu zevk etmesi, tecellî olunanın da her varlığın isti’dâd ve kaabiliyetine göre o mazhardan zuhûra gelmesini seyretmesidir. Kişi biraz daha üstün zevke girerse, kendi varlığının yerine ikame eden Rabbinin, evvel, âhir, zâhir, bâtın gönül tecellîlerinin,bütün sıfat ve a’zalarından kemâlâtıyla zuhûra gelmesiyle Hakk-al yakîn olarak zevk edebilir. Lâtif olan Cenâb-ı Hakk’ın tafsilât-ı Muhammediyye’den zuhûra gelmesi şeriattır. Onun için Niyazi-i Mısrî Hazretleri şöyle diyor:

Şeriat enbiyânın sünnetidir

Kamunun ihtidâsıdır şeriat

Bu nefs-i kâfiri katletmek için

Hakk’ın hükm-ü kazâsıdır şeriat

Hakîkat gerçi sultanlıktır amma

Önünde onun libâsıdır şeriat

Şeriattan velî yâd olmaz asla

Velinin âşînâsıdır şeriat

Page 178: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Şeriatla durur arz u semâvât

Bu dünyanın binâsıdır şeriat

Cem-i enbiyâ ve evliyânın

Niyazi’ye yol gösterendir şeriat

ŞERÎAT NEDİR

Şerîat, doğru yol, Hakk yolu, aydınlık yol, Allah’ın ve Peygamberin târif ettiği emir ve yasaklar yoludur. Şerîat ikidir:

1 - Şerîat-ı evvel

2 - Şerîat-ı sânîye

Şerîat-ı evvel, Allah’ın emrettiklerini yapmak,yasak ettiklerinden kaçmakla olur. Kul ayrı, Allah ayrı olarak idrâk edenler her türlü emir ve yasakları nefislerinde uygulamaktadır. Fakat taklîdî bir ibâdet içinde oldukları için,yaptıkları ibâdetlerin manâsını bilmezler. Kul, yaptığı ibâdetlerin faydalarını göremez. Yalnız emr-i İlâhiyye olduğu için uygular.

Şerîat-ı Sânî,hakîkatten sonra gelen şerîattır ki “Ben gizli bir hazineydim, bilinmekliğimi murâd ettim ve bu halkı halk

Page 179: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

ettim” Hadis-i Kudsî’sinde buyrulduğu gibi Hakk Teâla’nın bu kesret âlemine tecellî etmesiyle açığa çıkmasıdır. Şerîat-ı sânîde bulunan kişiler müşâhede sahibi oldukları için, Allah’ın, kâinatta, cemâdâtıyla, nebâtâtıyla, hayvânâtıyla ve insanlarıyla şerîatı ayakta tuttuğunu zevk etmektedirler. Allah’ın her an ayrı ş’en ve tecellîsi, şerîatla zuhûr etmektedir. Mevsimler, aylar, günler hep şerîatın birer yaprağıdırlar.Şerîatsiz hakîkat, hakîkatsiz şerîat olmaz. Niyazi-i Mısrî Hazretlerinin buyurduğu gibi:

“Hakîkat gerçi sultanlıktır amma

Önünde anın livâ’sıdır şerîat

Şerîatla durur arz ü semâvât

Bu dünyanın binâsıdır şerîat”

Şerîat mukayyed olan bu Âdem ve âlemde tecellî-i ef’al, tecellî-i sıfat ve tecellî-i Zâtı zevk etmektir. Mürşid-i kâmillerin yolu şerîatla kâimdir. Bir insan şerîatı ihmâl ederse o kimsenin yolu çok zorlaşır. İnsan, yazın sıcaklara ve kışın soğuklara karşı nasıl bir elbise giyer, giymediği takdirde vücûdu hasta olursa şerîat da bir libasdır (elbisedir) Şerîat olmazsa bir insanın hakîkati hastalanır. Bir insanın mazharından ne şekilde tecellîler olursa Allah’ın indinde o kişinin durumu da odur. Çünkü Allah Âlim’dir,bizler ise mâlumuz. Elbette Allah kullarında ma’lûmiyeti derecesinde tecellî etmektedir. On sekiz bin âlem şerîatla ayakta durmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’in 6666 âyetinin tamamı şerîattan ibarettir.

Page 180: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Kur’ân-ı Kerîm’de:

1 - Emirler 2000 âyet

2 - Yasaklar 1000 âyet

3 - Tarihçe 1000 âyet

4 - Kıssalar 1000 âyet

5 - Örnekler 1000 âyet

6 - Nisâ(kadınlarla ilgili) 66 âyet

7 - Haram ve helal 500 âyet

8 - İbâdetle ilgili 100 âyet bulunmaktadır

Herkesin bildiği gibi oruç,namaz,h ac İslâmın şartlarındandır. Bu ibâdetlerden elde edilen edeb, sevgi ve ahlâk güzelliği gibi faydalar şerîattır. Kur’ân’ın emrettiklerini yapmak, yasakladıklarını yapmamaktır şerîat. Tabiata baktığımızda, meyve veren ağaçların yapraklarını sıyırsak o ağacın o sene meyve vermediğini görürüz. Zira o meyveyi dalında geliştiren yapraklarıdır. Bunun gibi şerîat da hakîkatin kemâle gelmesini sağlayan Hakk’ın fiiller âlemindeki tecellîlerinden ibarettir. Arz ve semâvâtın şerîatla ayakta durduğunu biraz olsun tefekkür edersek, her şey açık olarak anlaşılmış olacaktır. Toprağa attığımız bir çekirdeğe özenle yetişmesi için emek sarfedilecek olursa zamanla, bir gün ağaç haline geldiğini gördüğümüz gibi,insanı da bir Muhammed çekirdeğine benzetebiliriz. İnsan, fiillerinden açığa çıkan

Page 181: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

eserlerini (meyvelerini) şerîatla gösterecektir. Bu icraatın sonucunda Hakk insan mazharından rızâsıyla zuhûr edecektir.

Allah bu âlemi sevmek ve sevilmek için yaratmıştır. Gerek bu âlemde gerekse âlem-i Âhirette refah ve saadet istiyorsak, sîretimizin sûretimizden tecellî eden fiillerini müşâhede etmemiz gereklidir. Şerîat, Hakk’ın bu âlemde kendisini açığa çıkardığı beyân-ı İlâhiyesi’dir. Şerîatsız tarîkat de hakîkat de olamadığı gibi zevk edilmesi de mümkün değildir. Hakîkatten sonra gelen şerîat, ‘fark’tır. Her şeyin kendi mîzânı (ölçüsü) olduğu gibi,şerîat-ı farkta da her tecellîyi tecellî ettiği mazharın terazisiyle tartarak hüküm verilmelidir. Kur’ân-ı Kerîm’deki âyetlerden bu ölçü doğrultusunda anlamak ve uygulamak suretiyle faydalanabiliriz. Bu ölçüyü göz ardı ettiğimiz taktirde dalâlete düşeriz. Yani bir kimse bütün tecellîleri tefrik etmeden (ayırmadan) “Hepsi Hakk’tır” derse dalâlete düşmüş demektir. Kur’ân-ı Kerîm’deki müteşâbih âyetleri yerinde, muhkem âyetleri de yerinde değerlendiremezsek o âyetlerden istifade etmek mümkün değildir. Bir insan şerîatın hükümlerini yerine getirirse “ten” in şükrünü, eğer bâtınını mâmur ederse “can” ın şükrünü edâ etmiş olur.Ten cansız,can tensiz olmadığı gibi zâhir bâtınsız,bâtın da zâhirsiz olamaz.

ŞERÎAT SOHBETİ

Her ne kadar şerîat-ı evvel yani taklîd şerîat ve şerîat-ı sânî yani hakîkatten sonra gelen şerîat diye iki bölüm diye daha evvelki sohbetlerimizde îzâh ettikse de, hakîkatte şerîat dört yerde mütalaa ve şühûd edilebilir. Bunlar :

1 - Enfüste Şerîat,

2 - Âfâkta Şerîat,

Page 182: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

3 - Vahdette Şerîat,

4 - Kesrette Şerîattır.

Enfüste şerîat:

Allahü teâlâ gizli bir hazine idi, bilinmekliğini murâd etti. Bu halkı yani sıfatlarını halk etti. Bu âlemde Zât Allah’tır,sıfat ise Muhammed’dir. Muhammed aynasından tecellîleriyle kendini seyretti. Her bir sıfat kemâlâtıyla Allah’ın emanetlerini taşıyamadığı için Rahmâniyyet sıfatına mazhar olan insana Muhammed diyoruz. Çünkü Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz “Siz Allah’ı noksan sıfatlarda aramayın kemâl sıfatlarda arayınız.” buyurmuşlardır. İnsan da en üstün olarak yaratılması nedeniyle Muhammed’dir. Görmüyor musunuz, insanın başı ‘mim’, omzu ‘ha’, bacakları ‘dal’ şekliyle zâhirde bile Muhammed yazısıyla görünmektedir. Onun için bu insanın sîreti Hakk, sûreti ise Muhammed olmuş oluyor. “Nefsini bilen Rabbini bilir.”Hadis-i Şerifi gereğince nefsimiz bizim sekiz sıfat-ı subûtiyemizdir.Bu sıfatlardan tecellî edenin rûhumuzun aslı olan Rabbimizin olduğunu anladığımız zaman tek olan rûhun tekvîn vâsıtasıyla yedi kapıdan kendini şerh ettiğini yani açığa çıkardığını görürüz.İşte enfüsümüzde şerîat yani açığa çıkma kendini bilinmekliğini istediği için şerh etmesi,rûhun nefisten kendini ilân etmesidir. Bizler bir İnsan-ı Kâmilden bu tahsili yapmadıysak her an kendini ilân eden tecellîlerden haberdâr olamadığımız için bu zevklerden mahrumuz demektir. Şerîat herkesin bildiği gibi namaz kılmak oruç tutmak vb. amellerle ilgili ibâdetler değildir. Elbette onlar da bu saydığımız dört tecellînin dışında değildir. Ancak sadece onlarla kayıtlı da olamaz.

Page 183: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Âfâkta şerîat:

İnsan-ı Kâmilin kendini sâliklerinde, sâliklerin de İnsan-ı Kâmili kendilerinde görmeleridir. Çünkü Zâtiyyûn bir kâmilin sâliki de Zâtiyyûn sohbet ve irfâniyetle yetiştiği için Zâtiyyûn kemâlâta sahiptir. Esmâ ve kitabî bilgilerle yetişmiş olsa idi onlardan başka bir şeye vâkıf olması görülemezdi. Onun için sâlik “Benden duyan, benden gören, benden bilen,beni benimle sevk ve idâre eden Rabbimdir” demesiyle bu şerîatı yaşıyor demektir. Burada esas olan Kâmilin sûreti değil, onun, Rab esmâsından açığa çıkan kemâl sıfatlarıdır. Bu sebeple “terbiye eden, irşâd eden” kişi olarak ona Mürşîd denir.

Vahdette şerîat:

Allah Ahadiyetinde gizlilikte idi. Bilinmekliğini murâd etti. Tecellî etmek için bu âlemi altı günde yarattı. Altı günde yaratması altı mertebede kendisini açığa çıkarması, o Makâm ve mertebelerden kendini şerh etmesi anlamındadır. Yoksa Allah “kün” “ol” demesiyle “Fe yekûn” “oldum” tecellîsiyle bir anda olmuştur. Fakat bir sâlikin de altı mertebede tahsil yaparak aslını gördüğü gibi altı mertebede kudret ve yüceliğin tecellîsini izhar etti.

Kesrette şerîat:

Allah gizlilikten, kesret âleminde dört yerde başka bir değişik tecellîsini gösterdi. Yani cemâdâtta cemâdâtı rûhuyla, nebâtâtta nebâtâtı rûhuyla, hayvânâtta hayvânâtı rûhuyla, insanlarda insanî rûhuyla zuhûra geldi. Bu yerlerden de kendini farkıyla şerh etmesine kesretteki şerîat demiş oluyoruz.

Page 184: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Şu halde şerîatin sadece belirli birtakım amellerle ilgili ibâdetler olmadığı, Allah’ın bu saydığımız yer ve mertebelerdeki tecellîlerinden ibâret olduğu görülmektedir. Âyet-i kerîmede “Allah melekleri vasıtasıyla yani kuvveleriyle Muhammed’e namaz kılıyor” denilmektedir. Yani Allah, Muhammed mazharından kemâlâtıyla tecellî ediyor. Ey îmân edenler sizler de bir Muhammedî olarak Allah’ı kendi mazharlarınızdan kemâlâtıyla zuhûra getirmek sûretiyle O’na namaz kılınız buyruluyor. Namaz mü’minin Mi’racıdır. Mi’rac ise Allah’la konuşmak, Allah’la bir olmaktır. Peki Zât olan Allah, sıfat olan Muhammed’le nasıl konuşur ve bir olur. Tabii ki Zâtın sıfatından tecellîsiyle, sıfatların da fiileriyle o sıfatların isti’dâd ve ma’lûmiyetleri nisbetinde zuhûra gelmesi Cenâb-ı Hakk’la sıfatların konuşmasıdır. Zira fiiller sıfatların tahakkümündedir. Sûrette insan olsa bile fiilleri hayvan fiili ise o sîrette insan olamaz. Onun yaratılma yeri o fiilerin tecellî vâdisidir. İşte bu dört yerde Allah’ın tecellîleri olan şerîatından başka beşinci bir şerîatı yoktur. Onun için şerîat 6666 âyet-i kerîme olan Kur’ân’a, şerîat de İnsan-ı Kâmil’e eşittir.Niyazî-i Mısrî Hazretleri de:

“Şerîatla durur arz ve semâvât

Bu kâinat binasının özüdür şerîat”

buyurmuşlardır.

Şerîat, Allah’ın insanlarda Rahmâniyyeti ile açığa çıkması olduğuna göre bizler de O’nu kendi mazharlarımızdan kemâlâtıyla zuhûra getirmek için gayret gösterelim. Her an fiil mektuplarımızı okuyup ona göre Sırât-ı Müstâkîm’de olmak üzere çalışalım.

Page 185: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

ŞİRK NEDİR

Şirk,Allah’a ortak koşmak demektir. Şirk iki türlüdür:

1 - Cehrî şirk

2 - Hafî şirk

Açıktan açığa Allah ve Resul’ünü inkâr edenler cehrî şirktedirler ve onlar Allah’a değil puta tapanlardır. Onun için Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz “Ben ümmetimin cehrî şirkinden korkmam fakat hafî şirkinden emîn değilim.” buyurmuşlardır. Peygamber Efendimiz ümmetinin Allah’ı bırakarak puta tapmayacağından, taparlarsa İslâm olamayacağından, bu nedenle de cehrî şirke düşmeyeceğinden emîn. Fakat hafî şirklerinden emîn değiller.

Hafî şirk de iki türlüdür:

1 - İ’tikadda Şirk

2 - Amelde Şirk

Hayâlimizde, zannımızdaki bir Allah’a inanıyorsak bu i’tikaddaki şirkimiz olur. Zira böyle bir Allah olmadığı için mevhumda bir Allah yaratmakla, hakikî mevcûd olan Allah’a şirk koşmuş oluruz. İtikadımız İmâm-ı Mâtürîdî’dir. Onun itikadı ise ehl-i sünnet vel cemâat i’tikadıdır. Ehl-i sünnet vel cemâat demek dört mezhebin zâhir yönden kabul edip söyledikleri, Tevhîd ehlinin de kısa ve öz olarak Mürşid-i Kâmilinin sâlike telkîn ettiği meşiyyet-i İlâhiye olan Zâtını bütün sıfatlarından ilân eden ve müşâhede edilen, tek Allah’ın fâil,mevsûf ve mevcûd olduğunu bilmektir. Bir kişinin i’tikadı düzelmezse yaptığı amel ve ibâdetler taklîdden kurtulamaz. Ehl-i sünnet, sünnete ittiba’edenler anlamına geliyorsa da esasında Allah’ın mukayyed olan bu âlemde fiileriyle açığa

Page 186: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

çıkmasına Allah’ın sünneti denilir. Vel cemâat ise bu âlemde dört tecellî mazharı olan cemâdât ayrı bir cemâat,nebâtât ayrı bir cemâat, hayvânât ayrı bir cemâat,insanlar ayrı bir cemâattır. Bunların ayrı ayrı rûh tecellîlerini görüp kabullenmek i’tikadımızın doğru olduğunu gösterir. Zerreden kürreye kadar her şeyde ayrı ayrı kendini ilân eden Cenâb-ı Allah’ın görüntülerini bırakarak, zanda, hayâlde, bilinçte bir Allah’a inandığını ve ona îmân ettiğini söyleyenin i’tikadı olur mu?İşte böylesine bir i’tikadı olan kişi şirktedir.

Ameldeki şirk ise kişinin ibâdetlerini kendisinin yaptığına inanmasıdır. Halbuki güç ve kudret Allah’ındır. Kulun mazharından ibâdetleri yapan Hakk’ın bir tecellîsinden ibarettir. Zannındaki Allah’a kendi namaz kılarsa elbette amelde de şirktedir.Zira hem Allah’ın gücü kuvveti var,bütün fiillerin fâili Allah’tır, hem de kişinin gücü kuvveti var ve namazı kendi kılıyor. Bu elbette şirktir, ortak koşmaktır. Doğrusu ise kulun hiçbir güç ve kuvveti yoktur. Ondan namaz vb. gibi amelleri işleyen de güç ve kudret sahibi olan Allah’tır. Onun için namaz müşterektir.

Zâtı sıfatlarından, sıfatları da esmâ alarak fiileriyle açığa çıkarak, iyi veya kötü dediğimiz fiillerinin meyvesi olan âsârıyla görünen ve bilinen Hakk’ın ta kendisidir. Bütün mazharlarında ameller O’nun birer tecellîsinden ibârettir. Kendimizdeki Hakk’ı cehâletimizden mütevellit göremediğimiz için Allah’la beraber başka ilâhlara ibâdet etmiş oluyoruz. Yani zannımızdaki bir Allah’a, mevcûd olan, güç sahibi bizdeki Hakk’la ibâdet etmiş oluyoruz.Bu da tümden şirk olmaktadır. Şuara Sûresi 213.âyette “Bundan dolayı sakın, Allah ile beraber başka bir tanrıya yalvarma ki azap edileceklerden olmayasın.” buyrulmaktadır.

1 - Müşriklerin şirki: Puta vesaireye tapmak gibi.

Page 187: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

2 - Fiillerin şirki: Fiilleri kendilerine ve başkalarına nisbet etmek sûretiyle kavga ve ihtilaflar halinde bulunmak.

3 - Sıfatların şirki: İlmi kendine veya şahıslara nisbet etme hali.

4 - Zât şirki: Mevki’ve Makâm sahiplerinde olur.

Allah bu şirklerden bizleri korusun. Âmin.

BÖLÜM 5

1 - TASAVVUFTA GAYE NEDİR

2 - TAYY-I ZAMAN TAYY-İ MEKAN

3 - TEMİZLİK İMANDANDIR

4 - TEN GÖZÜ, KALB GÖZÜ, CAN GÖZÜ NEDİR

5 - TERAVİH NAMAZI NE DEMEKTİR

6 - TESBİH NE İÇİN ÇEKİLİR

7 - TEVHİD NEDİR

8 - TEVHİD GÖMLEĞİ NEDİR

9 - TEVHİD MERTEBELERİ VE YAŞAM ŞEKLİ

10 - TEVHİD NASIL YAŞANIR

11 - TEVHÎDE DAVET

12 - TİN SÛRESİNİN MÂNÂSI

13 - VAHDET-İ VÜCÛD MUHAMMEDÎ OLMAKTIR

Page 188: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

14 - VEL ASR SÛRESİ

15 - ZÂTİYYÛN VE SIFATİYYÛN VELÎ NE DEEMKTİR

16 - ZEKAT NASIL VERİLMELİDİR

17 - ZİKİR NEDİR, NASIL YAPILIR

18 - ZİKİRLE BİRLİKTE RÂBITA NASIL KULLANILIR

19 - ZİYARET NEDENİYLE MESCİDLERE GİTMEK

20 - ZULKARNEYN (A.S) KİMDİR

TASAVVUFTA GÂYE NEDİR Cenâb-ı Allah Kur’ân-ı Kerîm’inde emredilenleri yapmamızı, yasak edilenlerden kaçınmamızı istemiştir. Allah’a ve Resulüne inanan ve gönül veren kardeşlerimiz bu emir ve yasakların mânâsını bilmeden de yapsalar, yine de inanmış bir müslüman olmuş olabilir Kur’ân-ı Kerîm dört ilim üzerine ancak bilinir ve yaşanabilir.

1 - Şerîat ilmi (emir ve yasaklar)

2 - Tarîkat ilmi (ahlâk güzelliği ve hâllenme)

3 - Hakîkat ilmi (âyet ve hadislerin sırlarına vâkıf olma)

4 - Mârifet ilmi (sıfat ve esmâların sırlarına vâkıfiyet)

Page 189: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

İşte “Ben de bu sayılan maddelerdeki ilimleri isti’dâdım nisbetinde öğrenmek ve yaşamak istiyorum. Ben Allah’a inanıyorum. O’nu göremiyorum. Görmeden ve bilmeden O’na inanmam ve O’nu lâyıkiyle sevmem ne derece doğru olur?Ben Hz. Muhammed’i görmedim, görmeden onu sevmem taklîdi bir sevgi olmaz mı? Ayrıca namaz kılıyorum. Namaz mü’minin mi’racıdır. Mi’rac ise Hakk’la beraber olmak ve onunla konuşmaktır. Ben onunla konuşmak istiyorum. Kıyamın, rükûnun, secdenin mânâlarını bilerek ve görerek Rabbimle beraber olmak ve onunla nasıl konuşulduğunu öğrenmek istiyorum.Allah madem ki Zâtını bu mukayyed Âdem ve âlemde, zerreden küreye kadar ilân etmiştir, o halde, onları seyrederek, lâyıkiyle bilip görerek,kulluk yapmak istiyorum. Hz. Muhammed Nûr-i Muhammediyyesiyle, Hakîkat-i Muhammediyesiyle diri ve ölmemiştir. Hâzır ve nâzırdır. O’nu da görerek sevmek ve O’nun ümmeti olarak yolunda gitmek istiyorum. ”diyerek bilmeden yapılan ibâdetlerle itminan olmuyorsan, Enbiya Sûresi 7.âyet “Senden önce de Biz, sadece kendilerine vahiy gönderdiğimiz birtakım erkekler gönderdik; bilmiyorsanız, haydi bilgisi olanlara sorun!” Maide Sûresi 35.âyet “Ey îmân edenler, Allah'tan korkun, O'na yaklaşmaya vesîle arayın, O'nun yolunda cihad edin ki,mutluluğa erebilesiniz” gibi bir çok vesîle âyetleriyle, bu yoldaki hakîkata vuslat bulacağımızı Cenâb-ı Hakk’ın emrettiğini bilmemiz gerekiyor.

Günümüzde Resûlullah Efendimizin vârisi olan Hakk Mürşîdleri vasıtasıyla bu Tevhîd ilmine vâkıf olmak mümkündür. İşte onun için, tasavvuf, görmeden, lâyıkiyle bilmeden, zâhir şerîatı uygulamaktan ibaret değildir. Cenâb-ı Allah’ı Zât yönüyle değil, sıfatlarında esmâ alarak fiilleriyle âsârını bilmek ve görmek, Hz. Muhammed’in zâhir ve bâtın olan aynalarından Cenâb-ı Hakk’ı nasıl zuhûra getirdiğinin tahsilini yaparak,bilerek değil, bizzât görerek yaşama geçmek

Page 190: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

ve zevk etmek için tasavvufa girilmelidir. Hakk’ı ve Hz.Muhammed’i görmeden taklîdî ibâdetler içinde yaşamını sürdürenler, yalnız kitabî bilgilerle zanlarındaki bir Allah’a inanmışlardır.Halbuki âyet-i kerîmede, “Allah’ın indinde hüsn-ü zann da, su-i zan da itibar edilecek bir şey değildir.” buyrulmaktadır. Cenâb-ı Hakk’ı sadece bilmek şerîattır. Görmek ise, bu yolda irfâniyet ve kemâlât yolcusu olduğu için tarîkattır diyoruz. Yoksa görmeden ilmî ibâdetler yapan günümüzdeki bütün tarîkatlar, şerîatı ayakta tutan birer müesseseden ibarettir. Zira şühûdî olmayan ve Cenâb-ı Hakk’ın her an ayrı ayrı tecellîlerini seyredemeyenler, tarîkat erbâbı değil,şer’i hükümleri, isti’dâdları nisbetinde uygulamaya ve yaşamaya çalışanlardır. Tasavvufta, bilmekten sonra görmek, ondan sonra da ‘ol’ mak vardır. Kendi varlıklarını Hakk’ın varlığında yok ederek Hakk’ın bütün sıfatlarıyla sıfatlanıp her an her şeyde kendisini seyretmesi, O’nda O olmak demektir.Yoksa,Allah Allahlığını kimseye vermiş değildir. Kul kuldur, Sultan Sultandır.Yeter ki kemâlâtıyla her şeyi idrâk edelim. Onun için tasavvufta bilmek ilköğretimdir. Bunu tasavvufa girmeden de elde etmek mümkündür. Fakat yapılan ibâdetlerin sırlarını bilmek,her tecellînin sîretini görmek ve yaşamak istiyorsak,mutlaka bir Hakk Mürşidinden bunu tahsil ederek yaşamaya geçmek lâzımdır. İsimle Tevhîd ehli olmak bizim hicâblarımızı açmaz. Gönül verenler murâdlarına ermiş, gönül vermeyenler yollarda kalmışlardır. Günümüzde birçok inanan kardeşlerimizin ilimden öteye geçemedikleri için durmadan saf değiştirdiklerini, hicâbları açılamadığı için de, dünya zevklerine geri döndüklerini görüyoruz. Bu yolda hicâblarını açamayanların bu yolda ‘öl’melerini ve ‘ol’malarını niyâz ederim. Allah bütün kardeşlerimizin yardımcısı olsun.

Page 191: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

TAYY-I ZAMAN VE TAYY-İ MEKÂN

Tayy-ı zaman demek zamanı ortadan kaldırmak, tayy-i mekân da mekânı ortadan kaldırmak demektir. Yani mekânsızlıktır. Bir şahsın bir anda muhtelif yerlerde görünmesi demektir. Tasavvufta bir şahsın üç yönü ile tecellîsi vardır:

1 - Bedensel vücûd (Dünyadaki kesif vücûdumuz)

2 - Rûhsal vücûd (Misâlî, lâtif vücûdumuz)

3 - Rûhsal ve bedensel vücûd (Âhiret vücûdumuz)

Bedensel vücûd dediğimiz bu görünen unsûriyet vücûdumuz nerede bulunuyorsa yalnız orada görünen başka hiçbir yerde mevcûdiyetini ispat edemeyen zâhirde et ve kemikten meydana gelmiş fiziksel vücûdumuzdur.Rûhanîyet yönünü bilmeyen, rûhsal zevklerden mahrum olan şahıslar yaptığı her türlü ibâdetlerini bilinçsiz ve taklîd olarak yaptıkları için şekilden öteye geçemezler. Yapılan ibâdetler yalnızca nefislerini tatmin edebilir. Avâm olarak tâbir ettiklerimiz bu sınıfta mütalaa edilirler. İzdirari bir ölümle öldüklerinde onların her şeyi bitmiştir. Çünkü vücûd ülkesinde onların padişahları yaşam müddetince nefisleriydi.

Rûhsal vücûd ise, kendi varlıklarından geçerek “Mutu kable ente mutu” yani ölmeden evvel ölme sırrına ererek Hakk’ın varlığı ile varlıklananlardır. Onların vücûd ülkesinde padişahları Rûhullah olmuştur.Rûhsal vücûda sahip olanlar mekân ve zaman mevhumunu yok ederek, rüyalardaki gibi misâlî vücûdlarıyla, rüyalarda tanıdık veya evliyaların rûhaniyeti ile uzak menzillere gidip rûhen konuştuğumuz gibi konuşur. Bu, Mekke’deki Kâbe uzak bir mesafede olduğu

Page 192: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

halde belki bir saniyede oraya gidip Kâbe’yi tavâf ettiğimiz gibi zaman ve mekân mevhumu olmadan istenilen yerde anında bulunma hâlidir. Unsûriyetimiz zaman içinde görevlidir. Rûh ise zamanla ilgili değildir.An’ la ilgilidir. Zira rûhta beden gibi zaman ve mekân diye bir şey yoktur. O serbest olarak zamansız ve mekânsız istek ve zevkinin ülkesinde tecellî edendir. Bütün velîyyullahın otuzüç defa rûhânî Mi’rac yapmaları da bu cümledendir. Bu şahıslar namaz, oruç, hac, zekât gibi zâhir unsur ibâdetleri yanında sîret dediğimiz rûhânî zevklere de sahiptirler. Zâhirde bayramlarda, Cumalarda, mübârek gecelerde serbest rûhlar evlâtlarının, torunlarının evlerine gelip onların ziyâretlerini yaparak durumlarını görürler, memnun veya mahzun olarak ayrılır giderler denilmekteyse aynen onun gibi dâimî serbest rûhlar istediği yerde istediği anda bulunan bir hâldedir. Hasan Fehmi Hazretlerinin :

“Bu kafesten uçarım hiç beni gören olmaz”

sözleriyle, bir kişinin rûhen ten kafesinden ayrıldığı halde vücûdunun yerinde görüldüğü, fakat rûhen başka yerlerde olduğu anlaşılmış olur.

Rûhsal ve bedensel vücûd tecellîsinde ise vücûdda padişah rûhtur. Cismin hiçbir hükmü yoktur. Rûh sahibi olan Hakk dostları tayy-ı zaman ve tayy-ı mekan olarak vücûdlarıyla da birden fazla yerlerde görünebilirler. Yaşadığı beldede sıradan bir kişi halinde yaşantılarına devam ederlerken hacda veya başka başka yerlerde de vücûdlarını birden fazla kullanarak görünmeleri mümkündür. Hz. Ali’nin Emevî Câmiinden yedi kapıdan aynı anda Hz. Ali olarak çıktığı, Veysel Karanî Hazretlerinin şehit olduklarında yedi tabutun yedisinde ayrı ayrı göründüğü, Hz. Ali’nin vefatında, tabuta giren Hz.Ali,deveyi çeken Hz.Ali, arkasından giden Hasan ve

Page 193: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Hüseyin Efendilerimizle cenazeyi takip edenin Hz. Ali olduğu gibi. Ayrıca Cebrail ve Azrail gibi meleklerin zaman zaman Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin sahabelerle yaptığı sohbetlere bir insan kisvesiyle katılarak görünüp, konuştuğu hepimizin ma’lûmudur.

İbâdetlerimizde de‘ibâdet eden’ ‘ibâdet’ ve ‘ibâdet edilen’ üçlemesini birlediğimizde bu zevke nâil olmuş oluruz.Yalnız bilmek yeterli değildir. Çünkü bilmek bir zevktir. Ama yaşama zevkine nâil olmadan cismâniyetinizi rûhunuzla istediğiniz gibi oyuncak olarak kullanamazsınız. Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz ve bu zevkin ileri seviyesindeki bütün evliyalar otuzüç defa rûhânî Mi’rac yapmışlardır. Yalnız Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz, otuzüç rûhânî, bir cismânî olmak üzere otuzdört defa Mi’rac yapmıştır. Bu mi’racı evliya yapmadı mı? Yaptı. Fakat Makâm-ı Mahmûd zevki yalnız Resûlullah (S.A.V.)’a ait olduğu için her evliya kendi esmâlarını oraya girerken soyundu. Cismânî Mi’racını Muhammed olarak yaptı. Bu nedenle ‘yalnız Resûlullah (S.A.V.) cismânî Mi’racını yaptı’ ifadesi kullanılır. Evliyâlar esmâları ile yapmış olsalar o zaman ikilik olur. Hasan Fehmi Hazretleri bu yer için şöyle söylüyor:

“Teheccüd namazı farz değildir sana,

Yetim malıdır yakar baştan başa,

Teberrüken kılar Fehmi yok hâşâ”

Yani bütün evliyaların oraya teberrüken yani tebrik için girdiği anlatılmaktadır. Allah cümlemize ihsân etsin. Âmin.

TEMİZLİK ÎMÂNDANDIR

Page 194: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

“Temizlik îmândandır.” Hadis-i Şerifi bizlere, yalnız çevremizin temizliğini, elbisemizin temizliğini,evimizin ve ibâdet ettiğimiz yerlerin temizliğini değil, gönlümüzün temizliğini, dolayısıyla da ahlâk temizliği, edeb ve iffet temizliği gibi, kişinin bütün muamele ve amellerle ilgili her türlü temizliğine riâyet etmesi gerektiğini bildirmektedi.

Bir kişinin kalbi, vücûd ülkesinde komutandır. Komutan temiz olursa, a’za ve sıfatlarından tecellî eden bütün fiiller de temiz olur. Çünkü her a’za ve sıfat bir gâye için yaratılmıştır. Kulak Hakk ve hakîkati duysun, göz Hakk ve hakîkati görsün, dil Hakk ve hakîkati konuşsun diye yaratılmıştır. Bunların yaratılma gâyesinde hizmet yapabilmeleri için, temiz olmaları gereklidir. Temiz olan sıfat ve a’zalardan, Hakk ve hakîkatin tecellîsi, o kişiden Hz. Muhammed’in yüksek kemâlât tecellîlerini zuhûr ettirmesi demektir. Dolayısıyla bu dünyada da, Âhiret âleminde de mutluluk ve refah onun demektir.

Tevhîdden gâye kalb ve gönlümüzü temizlemektir. Tevhid ehli her neye nazar ederse etsin Hakk’ın yüzünün oradan tecellî ettiğini bildiği için, herkesle iyi geçinir, hiç kimsenin hakkına tecavüz etmez. İnsanları aldattığı zaman Hakk’ı aldatmış olacağını bilir. Çünkü kendinde tecellî edenin de, onlarda tecellî edenin Hakk olduğunun bilincindedir. Güzel ahlâk,iffet ve hayâ sahibi olmayı amaç edinmişleridir. Gönül temizliğini sağlayanlar başkalarına yan gözle bakmazlar, gıybet yapmazlar, bütün sıfat ve a’zalarını Allah’tan başkası ile meşgul etmezler. İnsanlarda Allah, Muhammed ve kulluk dâima mevcûd olduğu için insanın aslı temizdir. Fakat bizler süflîyyâttan kurtulamadığımız için aslımızı unutup temiz olamıyoruz. Yüzümüz Hakk’a değil, halka dönük olduğu için,bedensel vücûdumuzun her türlü ihtiyaçlarını düşünmek ve temin etmek için,süflîyyât vâdisinden, ulviyet vâdisi olan melekût vâdisine geçemiyoruz. Süflîyet vâdisi nefs vâdisidir.

Page 195: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Her ne kadar zikir ve her türlü ibâdetlerimizi bedensel olarak zâhiren yapıyorsak da maalesef gönlümüze inemediğimiz için, dâima O’nunla beraber olma mutluluğuna eremiyoruz.

Peki Allah insanın neresinde? Muhammed neresinde? Kulluk neresindedir? Zâhir olarak vücûdumuzun, ayakta durmasını sağlayan, bütün sıfat ve a’zalarımızdan zuhûr eden, Cenâb-ı Hakk’ın güç ve kuvveti değil midir? Bu tecellîler Hakk’ın tecellîleri olduğu için, bunlarla Hakk’ı görmekteyiz. Çünkü, ef’âl-i İlâhisiyle, sıfat-ı İlâhisiyle, vücûd-u İlâhisiyle Cenâb-ı Hakk, kendini insandan “Bu mülk benimdir.” diyerek ilân etmiyor mu? Yine kemâlât sıfatlarından zuhûra gelmesi de Muhammed olduğunun bir göstergesidir. Çünkü Hakk Muhammed’siz zuhûr etmez. Hakk’ın Vâcib-ül-Vücûd olan Muhammed mazharlarına geçici olması nedeniyle ‘kul’ diyoruz. Allah bâkidir. Muhammed’in sîret yüzü olan, kulluk Rahmân sıfatları bâki, beşeriyet yönü ise fânîdir.Başka bir misal verecek olursak,nasıl bir lâmbanın yanabilmesi için,artı ve eksi kutupların bir araya gelmesi gerekiyorsa aynen onun gibi Allah da, Muhammed sıfatlarından, kulluk adı altında bu mazharlarından her an tecellîlerini sergileyip durmaktadır.

İnsan varlığında Cenâb-ı Allah, ef’âli, sıfatı ve vücûd-u İlâhisiyle zuhûra gelmektedir. Şu halde bu bizim diye bildiğimiz varlık, Cenâb-ı Hakk’ın açığa çıktığı bir mazhardan ibâretmiş. Cenâb-ı Hakk mazharsız açığa çıkmadığı için Muhammed sıfatlarını da açığa çıkma vasıtası yapmıştır. Dolayısıyla da sıfatlarımız Muhammed olmuş oluyor. Kul ise köle demektir. Kendi varlığı olmayana köle denir.Zât olan Cenâb-ı Hakk’ın, Muhammed olan kendi sıfatlarından zuhûra gelmesi ile kulluğumuzu idrâk etmiş oluyoruz.

Kişi kendi mazharından tecellî eden Allah ve Muhammed’i lâyıkiyle zevk etmiş olsa hiçbir zaman Allah ve

Page 196: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Muhammed’den ayrı olamaz. Zira Allah Muhammed’siz tecellîsini göstermez. Dâima onlarla beraber olmak, amellerinde, muamelelerinde, ahlâk ve her türlü icraatında, Cenâb-ı Hakk’ın emrettiği gibi temiz yücelikleri sergileyecektir. Allah, kemâlât tecellîlerini yalnız Muhammed mazharlarından gösterir. Yoksa eksik fiillerin cibilliyeti mazhara aittir. O, Muhammed olamaz. Muhammed kemâlât sıfatlara denir.İşte ancak o zaman temizlik îmândan olur. Îmân ise inanmaktır. neye ve nasıl inanmaktır? İşte Kur’ân-ı Kerîm’in Bakara Sûresi 177.âyetinde “Erginlik, yüzlerinizi bir doğu bir batı tarafına çevirmeniz değildir. Ancak eren Allah'a,Âhiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere îmân edip yakınlığı olanlara, öksüzlere, çaresizlere, yolda kalmışa, dilenenlere ve esirler uğrunda seve seve mal veren, hem namazı kılan, hem zekâtı veren, sözleştikleri vakit sözlerini yerine getiren, hele sıkıntı ve hastalık durumlarında ve savaşın kızıştığı anda sabır gösterenlerdir. İste bunlardır doğru olanlar ve bunlardır Allah'tan korkup kötülüklerden sakınanlar” buyrularak îmânın esasları açıklanmıştır.

Zanda, hayâlde kabullendiğimiz bir Allah’a ilm-el yakînlik derecesinde inanmak başka, zerreden kürreye kadar kendisini ilân eden, her varlıktaki tecellîsini görerek farkıyla müşâhede ederek inanmak başkadır. Allah’ın mutlakiyet ve Zât yönünü Resûlullah Efendimiz düşünmememizi buyuruyor. Çünkü O’nu Zât yönü ile düşünmemiz ve akıl sıfatıyla bilmemiz mümkün değildir. Bu hadisâtta, sıfat ve esmâ alarak filleriyle eserlerini görmek ve ona göre hareket etmek mümkünken, neden hep hayâle geçerek mutlakiyetini düşünüp idrâk ve müşâhedesinden mahrum oluyoruz Zât yönünü îmân ile kabullenmek, zaman ve mekândan münezzeh olarak her şeyden tenzih ederek Zâtının bu hadisâttaki tecellîlerini, sıfat ve esmâ alarak, zuhûra gelen, fiilleriyle eserlerini müşâhede etmek olmalıdır. İşte o zaman, Allah’ın kemâlâtıyla İnsan-ı

Page 197: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Kâmillerde Hüviyyet ve Eniyet yönleriyle tecellî ettiğini görürüz. Allah’ın tecellî ettiği kemâlât mazharlarına Muhammed dendiğini, Muhammed’siz Cenâb-ı Hakk’ın yüceliklerini bilip görmenin mümkün olmadığını idrâk edebiliriz. Onun için Allah’a inanmak, ilm-el değil,ayne’l ve Hakka’l-yakîn olursa,kişi zanlarından, tereddütlerinden kurtularak mutluluğa sahip olur. Amentüdeki:

1 - Allah’ın birliğine îmân

2 - Âhiret gününe îmân

3 - Allah’ın meleklerine îmân

4 - Allah’ın Peygamberlerine îmân

5 - Allah’ın kitaplarına îmân

6 - Kazâ ve kaderin Allah’tan geldiğine îmân

Maddelerinden sonra “Ben şahîtlik yaparım ki Allah birdir, Hz. Muhammed O’nun kulu ve Resûlüdür.” denmektedir. Bir kişi bu altı maddeyi görmeden, bilmeden nasıl şâhitlik yaparım diyebilir. Demek ki ancak görenler, bilenler bunu diyebiliyor. Bilmeyen ve görmeyenler, görenlerin sözlerinin taklîdini yapıyorlar. Taklîdin ise asılla hiçbir ilgisi yoktur.

Allah bu mukâyyet olan âlemde ve Âdemde “Lâ ilâhe” demekle, zanda, hayalde olmadığını, zandan,hayalden münezzeh olduğunu söylüyor. Sen ise O’nu hâlâ sıfatlarında aramıyorsun.

Hadid Sûresi 3.âyette “O, ilk ve sondur; görünen ve görünmeyendir. Hem O her şeyi bilendir!” “Ben zâhirim” dediği halde nasıl olur da O’nu sıfatlardaki tecellîleriyle zâhir

Page 198: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

olarak görmek istemeyiz? Peygamberimiz "O" nu Zât ve mutlakiyet yönü ile düşünmeyiniz” dediği halde, Allah’ı Zât yönüyle düşünmek, zanda yer tayin etmek,hayâlde bir varlık olduğunu tahayyül etmek cehâlet değil de nedir? Halbuki bu âlemde ve Âdemde, O’nun Zât ve mutlakiyetini hiçbir şeye benzetmeden yalnız îmân ederek, kesret âlemine tecellîsiyle, üç yüzünün birliğini şühûd edenler, ‘Allah birdir’diyerek ayne’l-yakînlik derecesinde îmân etmişlerdir. Çünkü kulakları duymuş, gözleri O’nun her sıfattan Zâtını ilân edişini görmüş, kalbleri de tasdîk etmiştir.

Meleklere îmân, Cenâb-ı Hakk’ın her sıfatından tecellî edişinin bir kuvvet ve kudret ile zuhûra geldiğine inanmaktır. Arapça’da‘melek’, kuvvet veya kuvve anlamına gelir.Ârif olanlar Cenâb-ı Hakk’ın sıfatlarından tecellî eden bütün fillerin birer kuvvetle zuhûra geldiğini görür ve bilirler.Zira gök yüzünden inen her bir yağmur tanesinin bir melek vasıtasıyla yer yüzüne inmesi, ikinci defa bir meleğe görev verilmemesi bunun ispatı değil midir?

Âhiret gününe inanmak da îmândandır.Âhîr,bedensel âlemin sonu demektir.Bu da kesâfet olan bu vücûdumuzun sona erip letâfet olan sîret yüzümüzün zuhûru demektir. Bedene ölüm vardır.Rûha ölüm yoktur.Bu âlemde letâfet vücûdlarından haberdâr olanlar, ölmeden evvel ihtiyârî bir ölümle öldükleri için aynı zamanda Âhiret âlemini de görerek yaşamaktadırlar. Onlar, Cennet ve Cehennemi, Sırat’ı, haşr ve neşri lâtif vücûdlarıyla daha dünyada iken görmekte ve hesap vermektedirler. Âhiret âleminde sorgu ve sualin olması,Cennet ve Cehennemin mevcûdu gibi,bütün dünya âlemindeki iyilik ve kötülüklerin birer sıfata bürünerek hesap verileceğine îmân etmek de îmândandır.

Page 199: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Yine yüz suhufun ve dört büyük kitap olan Zebur, Tevrat, İncil ve Kur’ân-ı Kerîm’in Allah’tan geldiğine ve Kur’ân-ı Kerîm’de isimleri geçen yirmisekiz peygambere inanmak da îmândandır.

Hâsılı bu altı îmân maddesine inanmak, ister kendi vücûd ülkemizde olsun,isterse âfâktaki bütün varlıklarda olsun,bunların tecellîlerini görmek ancak bizlere şâhitlik yaptıracaktır.

Allah Zât yönü ile sıfat olan kemâlât mazharları olan Muhammed sıfatlarından tecellî olup durmaktadır. Allah’ın Muhammed sıfatı olan kemâlât mazharlarına da kul denilmektedir. Zira kulun kendi varlığı yoktur. Taşıdığı esmâ bile halkiyyete ait olan Cenâb-ı Hakk’ın kulluk esmâsıdır. Şu halde Allah’ın Muhammed mazharından tecellî ettiği alete de kul denilmektedir.

İnsanlardaki îmân bir meyve ağacına benzer.Toprağa atılan bir meyve tohumu nasıl sulanır, çapalanır, ilaçlanır ve gelişmesi için her türlü ilgi gösterilirse o meyve ağacının dalları, yaprakları ve meyveleriyle çok güzel olduğunu görürüz. Sulamaz, çapalamaz ve her türlü bakımını yapmazsak o meyve ağacının hem cılız, hem de meyvesiz olduğunu görürüz. Bunun gibi insanlarda îmân da bir meyve ağacı gibi zamanla gelişir ve kemâlâta ulaşır. Sulanması, çapalanması ve her türlü bakımının yapılması ise kâmillerin sohbetlerinde bulunmaktır. Hz.Muhammed’in yolu sohbet yoludur. İlim irfâniyet yoludur.Sevmek ve sevilme yoludur. Ahlâkı güzelleştirme yoludur. İnsanlardan uzak kalarak bir kenara çekilme yolu değil, bilâkis insanlarla iç içe olup onlarla yardımlaşma yoludur. Cenâb-ı Hakk bile, Muhammed'siz kendi yüceliklerini zuhûra getirmiyor. Dâima Muhammed’le beraber oluyor.Sen ise neden Muhammed'siz yaşıyorsun? Bu yüzden

Page 200: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

‘kulluk’ tasavvufta en son mertebedir. Tevhîde gönül verenler şunu çok iyi bilirler ki, bu yola ‘bilmek’ ve ‘olmak’ için değil, ‘hiç olmak’ ve ‘hiçbir şey bilmemek’ için gelinir. Çünkü ‘Bilen’ ve ‘Mevcûd’ olan Allah’tır. Zâten Melamî, kendi varlığının olmadığını bilip kabullenerek, Hakk’ın varlığında yok olan demektir. Bilen ve gören kul değil, Allah’tır.

Bilmek ve olmak amacıyla gelenler maalesef bu yolda ilimden başka bir şey elde edemezler. İnanan kardeşlerim de, gönüllerindeki gayriyet ve cehâlet temizliğini sağlayarak, îmân ağacı altında Allah, Muhammed ve kulluklarının idrâk zevkini dâima yaşarlar.

Allah bütün kardeşlerime,kendi vücûd ülkelerinde Allah, Muhammed ve kulluk idrâkini yaşatmak nâsib etsin. Âmin.

TEN GÖZÜ, KALB GÖZÜ, CAN GÖZÜ NEDİR

Ten gözü, mahlûku mahlûk gören gözdür. Her nereye bakıyorsa onun zâhir varlık yönünden başka hiçbir şey göremez. Bu göz bütün hayvanlarda ve insanlarda vardır. Hiçbir mânevî yönü yoktur. Bir şeye mahlûk gözüyle bakıldığında o mahlûk olur. Kesafet âleminde bütün mahlûkat için bir ihtiyaçtır.

Kalb gözüne gelince,onun iki kapısı vardır. Bir kapısı nefse bakar bir kapısı da rûha bakar.Bir kişi İnsan-ı Kâmilden Tevhîd ilmini alıp nefs kapısını kapatarak rûh tarafındaki kapıyı açabilirse irfâniyet sahibi olması nedeniyle kalb gözü görmeye başlar.İlimle‘Bütün fiilerin fâili Allah’tır’diyen bir kişinin kendine ve başkalarına nisbet ettiği fiili,tecellî-i ef’âl şühûdu ile görmeye başlaması, kulağının ilim olarak duyduğu

Page 201: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

tecellî ilmini gözüyle de görünce kalb tasdik etmiş olacaktır.Bunu görene ârif denilir. Malûmunuz âriflik de ikidir. 1-Bilen ârif 2-Gören ârif. İşte bu tasdîk, şühûd sonunda olduğundan fiillerin fâilinin Allah olduğunu kişinin irfâniyet gözü ile bu fiil resmini çekmesi,kalb gözü olan irfâniyetle görmesi anlamına gelmektedir. Çünkü nefs kapısından gelen zulmanîyyet ve cehâlet karanlığı kapanıp rûh tarafından gelen nûrun kalbi aydınlatması sonunda kalb irfâniyetle görüntüye geçmektedir. Onun için Niyazi-i Mısrî Hazretleri :

“Her neye baksa gözün bil sırr-ı Sübhân ondadır

Her ne işitse kulağın mahz-ı Kur’ân ondadır

Bir şeye mahlûk gözüyle baksan o mahlûk olur

Hakk gözüyle baki bi şek nûr-u Yezdân andadır”

buyurmuşlardır.

Can gözüne gelince,burada gayrî yoktur.Hakk Hakk’ı görür. Vahdâniyyet deryası olması nedeniyle kesret ve Vahdet ayrımı görülmez.Her şey tek yüzdür. Kul da, Sultan da bir görünür. Tafsilde ise kul kuldur,Sultan Sultan’dır.

TERÂVİH NAMAZI NE DEMEKTİR

Ramazanda terâvih namazları ne için henüz oruç başlamadan evvel kılınmaktadır? Ramazan, bir kişinin bütün nisbîyetlerini yakıp yok etmek, cehâletini ifnâ etmek, bütün günâh ve şirklerini ateşte yakarak fenâ etmek anlamına gelmektedir.

Page 202: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Terâvih ise‘tervih’ten gelme olup rahatlatan, feraha kavuşturan, dinlendiren anlamlarına gelmektedir. Terâvih namazı oruca ait değildir. Ramazan ayına aittir. Her Ramazan ayına çıkan bir mü’min hastalık vb. gibi nedenlerden orucunu tutamıyorsa Ramazana çıktığı için müekkede sünnet olan terâvih namazını kılmalıdır.Kamerî aylardan Şaban ayının son günü ikindiden sonra bittiği için henüz sahura kalkmadan bir gün evvel terâvih namazlarını kılarız. Gecesinde de sahura kalkarız. Sahurda imsak vaktine kadar yer içeriz.

Aynen bunun gibi bâtında da Mürşid-i Kâmilimizin sohbetlerinde orucun mahiyetini, ikilikten birliğe yükselmenin ilmini öğrenmek sahurdaki yemek içmek gibidir. Onun için sâliklerin sohbetlerde bulunmaları çok önemlidir. Resûlullah Efendimiz “Sahura kalkınız, sahurda çok bereketler vardır.” buyurmuşlardır. Sahurda bereket vardır çünkü bâtın yönündeki bütün müşküllerimizi sahurlarda elde ediyoruz.

Bu yeme içme beyaz ipliğin siyah iplikten ayırdedilmesi olan imsâk vaktine kadar devam eder. Yani ikilikten birliğe geçinceye kadar bu sohbetlerimize devam ederiz.

Bir sâlikin her nefeste zikretmesi Allah’la alış-verişidir. Tecellî-i ef’ali şühûd etmesi onun kendine nisbet ettiği fiillerin Allah’ın olduğunu görmesiyle siyah iplik olan cehâlet karanlığı bitmiş, beyaz iplik olan hakîkat fiil tecellîsinin görünmesi zuhûr etmiştir. Böylece oruca girildi demektir. Fâil, mevsûf, mevcûd tecellîleri onun birliğe geçişi olacağından hakîkatteki orucu böylece tutmuş olacaktır. Orucu zâhir ve bâtınını bilerek tutmak lâzımdır. Yalnız zâhir ve yalnız bâtın oruç eksiktir. Beden rûhsuz ayakta duramadığı gibi rûh da bedensiz kendini ispat edemez. Onun için tek taraflı orucun olabileceğini savunanlar kendi kendilerini aldatanlardır. Oruçlu olan bir kişi birlik içinde akşamı ettiğinde, fâil,

Page 203: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

mevsûf, mevcûdu kendi vücûd ülkesinde birlediğinde sıfatlarından tecellî etmesi ona vâcib olmuştur. İftarını açmıştır. Nasıl sabahtan akşama kadar aç olan bedeninin gıdasını almak için iftara hak kazanmışsa kişinin rûh birliğinin idrâki de sıfatlarında kendini göstermek sûretiyle iftarı olacaktır. Onun için Resûlullah Efendimiz“Sahuru mümkün mertebe geciktirin.İftarda ise acele ediniz” buyurmuşlardır. Rûhun sıfatlardan tecellîsine de hakîkatte iftar denilmiş oluyor. Elbette acele etmek lâzımdır. Tevhîd mertebelerinin hepsinde ayrı ayrı Zât ve sıfat vardır. Bir Makâmda yedi merâtibin mertebeleri de mevcûddur. Bir kabın içindeki malzemeyi boşalttığımızda tekrar o kabın içine bir malzeme koyasıya kadar geçen zamana tervih yani dinlenme dendiği gibi, bir kişide kendine nisbet ettiği varlıkların Cenâb-ı Allah’a ait olduğunun idrâki zuhûr ettiğinde bir dinlenme,selâmete çıkma, külfet ve günahlardan kurtulduğu için ortaya çıkan mutluluk hâline terâvih denmiştir.

Terâvih namazının aslı her namazın aslı gibi iki rek’attır. Fakat Resûlullah Efendimiz bir gün iki rek’at kılmış, bir gün dört rek’at kılmış, bir gün de 8 rek’at kılmıştır. Hiçbir zaman yirmi rek’at kılmamıştır.Yalnız Hz.Ömer’in cemâatla kıldığı yirmi rek’atlık terâvih namazına hiçbir şey söylememiştir.Tabi ki iki, dört,sekiz ve yirmi rek’atın da Tevhîdde zevki ve mânâsı vardır. Bu âlem Hüviyyet ve Eniyyet yüzü ile iki rek’attan ibarettir. Bu zevk ve müşâhede ile iki rek’at kılanlar Hüviyyet ve Eniyyet yönü ile zevkiyâb olanlardır. Bu zevke sâhib olamayanlar vücûd ülkesinde dört anasır-ı unsuriyyesi olan toprak, su, hava, ateş tecellîlerini zevk ederek terâvih namazını dört rek’at kılabilirler. Resûlullah Efendimizin bilhassa fazlaca devam ettiği sekiz rek’at terâvih namazıdır. O da sekiz sıfat-ı subûtiyenin tecellîlerinin müşâhedesinden ibârettir. Hz.Ömer’in yirmi rek’at olarak kıldığı terâvih namazını Muhyiddîn İbnü’l-Arabî Hazretleri zâhir ve bâtın on

Page 204: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

duygu ile vahdet ve kesretteki Cenâb-ı Hakk’ın tecellîlerinin zevki şeklinde açıklamıştır. Allah dâima terâvih kılmak,sahura kalkmak ve oruç tutmak nasîb etsin. Taklîdlerin ötesinde bunların tahkîklerini nasîb ederek zevkine erdirsin. Müşâhedelerini nâsib edip bütün ihvân kardeşlerimize bu yolda şevk ve zevk versin. Âmin.

TESBİH NE İÇİN ÇEKİLİR

Namazlardan sonra çektiğimiz tesbihlerin mânâsını açıklamaya bir Hadis-i Şerîf ile başlamak istiyorum. Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz “Bir kimse namazdan sonra otuzüç defa Sübhânellah, otuzüç defa Elhamdülillah, otuzüç defa Allahüekber derse ormanlar kâlem, deryalar da mürekkep olsa ecrini yazmaktan deryalar biter, ecri bitmez.” buyurmuşlardır.

Otuzüç defa ‘Sübhânellah’ demenin mânâsı nedir? Neden otuziki veya otuzdört değil de otuzüç defa buyrulmuştur. Çünkü Allahü teâlâ, üç fenâda,üç bekâda bu tesbihlerin mânâlarını bizden zevk etmemizi istiyor. Üç fenâ ve üç bekâdaki iki üçün yan yana gelmesi rakamsal olarak 33 oluyor. ‘Sübhânellah’ Allah’ı tenzih etmek demektir. Allah Vahdâniyyetiyle bütün varlıklarda tecellî ettiği halde hiçbirine benzemez. İşte o bu yönüyle ‘Sübhanallah’ tır. Sayıda eksiklik olduğunda tecellî de eksik olacağından Allah’a eksiklik isnâd edilmiş olunur. Hâşâ Allah eksiklikten münezzehtir.

O Vahdet olarak tecellî eden tek Allah bütün yarattıklarında mertebelerine göre sıfatlarıyla her an ayrı bir şe’nde tecellî ediyor olması nedeniyle bütün sıfatlarda dile gelerek tecellî

Page 205: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

eden Rablerine otüzüç defa “Elhamdülillah” diyerek teşekkür ederler. ‘Bütün sıfatlardan tecellî eden sensin. Seni tesbihâtınla zevk etmekteyiz’ diyerek ‘Elhamdülillah’ derler.

Tenzih, teşbih ve ikisinin birlenmesiyle Tevhîd yapılıp otuzüç defa “Allahü Ekber” yani “Allah uludur, yücedir" denilir. Çünkü Vahdet âlemine nazar ettiğinde tenzih ederek, kesret âlemine nazar ettiğinde teşbih ederek Hakk’tan gayrî varlık görmeyince O’nun ululuğunu ve yüceliğini zevk edenler elbette “Allahü Ekber” demekten başka bir söz söyleyemezler. İşte onun için Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz Mi’ractan dönerken İbrahim (A.S.) ile altıncı kat semâda karşılaştığında Tevhîd babası olarak bilinen İbrahim (A.S.), kavseyn mertebesindeki Peygamber Efendimize“Cennet bomboş bir arazidir. Buranın nimetleri Sübhânellah, Elhamdülillah, Allahü Ekber’dir. Benden ümmetine selam söyle. Buna çokça devam etsinler. O zaman bütün Cennet’in nimetlerine nâil olurlar” buyurmuşlardır. Bu, tenzih, teşbih ve Tevhîd yapanların Allah’ın Cemâlini zerreden kürreye kadar şühûd etme zevkine lâyık oldukları anlamına gelir.

Bir kişinin Cehennem’i cehâletidir. Cennet’i de irfâniyet ve kemâlât zevkidir. İnsanlar kendilerindeki ten ve can esmâlarıyla Tevhîd ederek bu tecellî zevkine sahip olmuş olsalar dâimî Cennet’te olduklarını göreceklerdir. Zulmanî perdeler çoğu kişiye engel olmaktadır. Dolayısıyla esmâ ve adet olarak ömür boyu çekilen tesbihât onlara fazla fayda vermemektedir.

TEVHÎD NEDİR

Tevhîd birlemek demektir. Allah’tan başka ilâh olmadığına inanmak demektir. Bu da“Lâ ilâhe illâllah” sözleriyle ispat

Page 206: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

edilmiş olur. Bir kişi “Lâ ilâhe illâllah vahdehu lâ Şerike leh Lehül mülkü ve lehül hamdu vehuve âlâ külli şey’in kadir” “Allah’tan başka Mabud yoktur. O bir olan Allah’tır. Ortağı yoktur. Mülk ancak O’nundur.Hamd ancak O’na mahsustur. O her şeye hakkiyle kâdirdir” dese, diliyle Tevhîd etmiş olabilir. Fakat bu ifadeyi kullandığı halde kalbi bundan gâfilse, lafzî ve taklîdi bir Tevhîd olur. Allah’ın bu mukayyed olan âleme (hadisâta) tecellîsi üç yüzüyle olup ef’âl, sıfat ve Zât yüzlerini idrâk ederek zerreden kürreye her varlıkta fiil ve işlerin fâilinin Allah’ın olduğunu,bütün sıfatların mevsûfunun (sabit sıfatların) Allah’ın olduğunu,bütün Mevcûdun Allah’ın olduğunu (Allah Vâcib-ül Vücûd’dur) bilir ve şühûd ederse Tevhîd etmiş olur.

Bir sâlik hiçbir zaman Allah’ı kendi Tevhîd edemez. Zira “Velâ havle velâ kuvvete illâ billâhilaliyyil azîm” yâni güç ve kudret Allah’ınsa nasıl olur da onu Tevhîd edebiliriz? Yalnız kendine nisbet ettiği bu ef’âlin, sıfatın ve zâtın yokluğunu, sağlayabilirse işte o zaman Allah’ın varlığı Tevhîd olarak ortaya çıkar. Siz yok olursanız, sizin varlığınız aradan çekilirse işte o zaman Yaradan kalır.

Şu halde biz, o zanlarımızdaki kendimize nisbet ettiğimiz varlıktan geçmeden, O’nu Tevhîd etmemiz mümkün değildir. Bizler Tevhîd etmiyoruz. Kendi varlığımız diye bildiğimiz varlığın yok olması ile O’nun varlığı ortaya çıkmış oluyor. Demek ki Tevhîdi de kendi yapmış oluyor.

“Lâ ilâhe” ‘zanlarımızdaki gibi hayâlimizde öyle bir ilâh yok, bizim kendimize nisbet ettiğimiz ef’âl, sıfat ve Zâtımız da yok’ demektir. “İllâllah” ise ‘illâ o görünen ve bilinen bütün varlıklarda, Zâtını zerreden küreye kadar ilân eden, Zâtını sıfatlarından tecellîsi ve fiilleriyle açığa çıkaran tek Allah vardır’ demektir. Hâdid Sûresi 3.âyetinde “Huvel'evvelu

Page 207: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

vel'ahıru vezzâhiru velbatınu ve huve bikulli şey'in 'aliymun” “O, ilk ve sondur; görünen ve görünmeyendir. Hem O her şeyi bilendir!” Allah, “Ben zâhirim” buyurmaktadır. Zâhir olmak da açıkta, görünen demektir. Niyazi-i Mısrî Hazretleri bir ilâhisinde:

“İşit Niyazi’nin sözün bir nesne örtmez Hakk yüzün

Hakk’tan âyân bir nesne yok gözsüzlere pünhan imiş” buyuruyor.

Zâten Allah’tan başka bir varlık yoktur ki O’nu örtücü olsun. “Vahdehu lâ şerikeleh” ‘Bütün varlıklarda tecellî eden senin tekliğindir,bu varlıklarda tecellînin senden başkasına nisbet ederek şirk eden (ortak koşan) hiçbir kimse de yoktur.’ demektir. “Lehul mülkü”‘ Bu mülk de senindir. Yani senin tecellî mazharlarındır (âletlerindir)’ “Lehül hamdu” ‘Bütün hamd (övmek) sanadır.’ “Vehuve alâ külli şey’in kâdir” ‘O her şeye muktedirdir, gücü yeter.’ demektir. Böylece ister kendimizde,ister âfâkta (bizden gayri varlıklarda) bütün varlıkların Allah’la kâim olduğunu, bütün varlıklarda tecellî edenin Hakk olduğu bilinciyle şühûd edersek, Tevhîdi idrâk etmiş oluruz. Kur’ân-ı Kerîm’in Zariyat Sûresi 56. âyetinde “Ben cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.” buyrulmaktadır. Sahabeler Resûlullah efendimize “İbadetten kasıt nedir?” diye sormuşlar. O da“Ehl-i ârifîn ve ehl-i muvahhidîn olmaktır” buyurmuşlar. Yani Allah’ı Tevhîd ederek bilmek demektir. Yunus Sûresi 105.âyetinde “Bir de Tevhîd inancı içinde hak dine yönel ve sakın müşriklerden olma!” buyrulmuştur. Bu ne demektir? İslâm dini Tevhîd dinidir. Bu kesret âleminde zerreden kürreye her şeyde Zâtını ilân eden Allah’tır. Bütün varlıklar O’nunla kâimdir. Yani her şeyin sîreti Hakk, sûreti mahlûktur. Şu halde her şey dediklerimiz Hakk değil bunların hakîkati Hakk olmuş oluyor.

Page 208: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Eşyanın hakîkati ef’âl-i İlâhiyedir, ef’âlin hakîkati esmâ-i İlâhiyedir, esmânın hakîkati sıfat-ı İlâhiyedir, sıfatın hakîkati ise Zât-ı İlâhiyedir.

Cenâb-ı Allah’ın Zâtına hakîkat-ı İlâhiyye, sıfatına hakîkat-ı Muhammediyye, esmâsına hakîkat-ı insâniyye, ef’âline hakîkat-ı Âdemiyye, bunların kemâlâtıyla bir mazhardan tecellîsine de, cami’ül esmâ veya âlem- i kübrâ olan İnsan-ı Kâmil diyoruz.

İşte biz de kendimize ve bütün varlıklara, Allah’ın mukayyed olan bu âlemdeki bu üç tecellîsini nisbet etmekten, şirk etmekten kurtulabilirsek,o varlıkların yaratılma yerlerine göre fiillerini şühûd ederek ihtilâflardan kurtulmuş oluruz.Çünkü Allah Âlîm’dir,bizler ise ma’lûmuz. Allah bütün yarattıklarının ma’lûmiyetleri nisbetinde tecellîsini gösterir. Dolayısıyla da bütün fiillerin fâili (halk edicisi) Allah olduğu için hem kendimizle, hem bütün insanlarla, hem de bütün âlemle barışık oluruz. İşte böyle bir Tevhîd inancı İslâm dininde bölünmeleri yok eder, insanlarla olan münasebetler en üst düzeyde iyi ve güzel olur. Sahtekârlık, yalancılık, kıskançlık, dedikodu vb. gibi Kur’ân-ı Kerîm’de yasak edilen kötü hasletler de olmaz.

İnsanlar Tevhîd akîdeleriyle kucaklaşarak hem dünyalarını hem de Âhiretlerini mutluluk ve refah haline dönüştürmüş olurlar. Bu dünyaya kavga için değil, sevmek ve sevilmek için geldiğimize göre, huzur ve mutluluk bizlerin hakkı değil midir?

TEVHÎD GÖMLEĞİ NEDİR

Page 209: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Kur’ân-ı Kerîm’in muhtelif yerlerinde Tevhîd gömleğini giyenlerin kurtuluşa erdiklerinden söz edilerek, bizlerin de Tevhîd gömleğini giymemiz emredilmektedir.

1-İbrahim (A.S.) Nemrud tarafından ateşe atıldığında, Nemrut, İbrahim (A.S.)’i ateşler içerisinde olmasına rağmen güllük gülistanlık bir ortamda beyaz gömlekli bir kişi ile oturduğunu görmüştü.Bunun sebebini sorduğunda İbrahim (A.S.) yanındakinin Cebrail (A.S.) üzerindekinin de Tevhîd gömleği olduğunu,Tevhîd gömleği sayesinde ateşin yakmadığını söyledi.

2-Kardeşleri Yusuf (A.S.)’u kuyuya attılar. Fakat Cebrail (A.S.) ona beyaz gömleği giydirdiği için kuyunun dibine kadar düşmeyip kuyu kenarında gömleği bir dala takılarak askıda kaldı. Kervancının sucusu kova ile kuyudan su çekerken ona tutunarak çıktı. Kuyunun dibine düşse idi kuyunun dibindeki yılan ve çıyanlardan kurtulması mümkün olmayacaktı. İşte Yusuf (A.S.)’u da yine o gömlek kurtarmış oldu.

3-Yusuf Mısır’a götürülüp maliye nazırına köle olarak satılınca nazırın eşi Züleyha O’na sahip olmak istedi.O ise kabul etmedi. İşte o zaman Yusuf’un üzerindeki o gömleği arkadan parçalayarak yırttı. Çünkü Yusuf’un yönü rûha dönük arkası da nefse dönüktür. Arkadan gömleği yırtılınca bu işin Yusuf’un değil, nefsin bir işi olduğu ortaya çıktı. Suçlunun Züleyha olduğu anlaşıldı. Dolayısıyla da yine gömlek Yusuf’u haklı çıkarmış oldu.

4-Yusuf zindandan çıktı ve Mısır’a Sultan oldu. Kardeşleri O’nun Yusuf olduğunu anladıklarında Yusuf kardeşlerine bir gömlek vererek “Bu gömleği babama götürüp gözlerine sürünüz,gözleri açılsın” dedi.Babası Yakup da Yusuf için yanıp tutuşuyor, gelene geçene Yusuf’u soruyordu.Yakınları ise “Yusuf öleli çok seneler oldu. Bu kişiler Yusuf’u ne

Page 210: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

bilsinler, sen bunamışsın” dediler. O da “Ben Yusuf’u kime sorduğumu bilirim. Ben peygamberim.” diyordu. Sonunda gömlek geldi,gözlerine sürünce görmeye başladı.

Bu gömlek nasıl bir gömlek ki gözlere sürülünce gözler görmeye başlıyor. Bu gömlekte iki kol bir beden vardır. Bu gömleğin bir kolu tenzih,bir kolu teşbih, bedeni de Tevhîddir. Şu halde bir şeyi kalbimizle tenzih, hissimizle teşbih yaparak şühûd edersek Tevhîd gömleğini giyenlerden olmuş oluruz. Kalb Yakub’u Yusuf olan candan veya rûhtan ziyâ gelmeden yâni nurlanmadan kalbin şûbeleri olan görme, duyma gibi sıfatlardan görmesi ve duyması olamazdı. Onun için O’nun gönderdiği mânevî Tevhîd gömleği böylece gözlerini açmış oldu.

Bizler de bu Tevhîd gömleğini giydiğimizde bize iftira etseler, her türlü kötülüğü yapmaya yeltenseler,hatta tabancayla mermi atsalar hepsinin o lâtif olan manevî gömlekten içeriye geçmediğini, patır patır gömleğin üstünden döküldüğünü göreceğiz. Çünkü “Onu biz indirdik. Onun muhafazacısı da biziz” buyrulmuştur. İşte bu Tevhîd gömleğini giymek için gerekli olan anahtarları Allah, Mürşid-i Kâmillere ihsân etmiş. Gidip onlardan alarak giyeceğiz, yoksa kâinatı dolaşsanız hiçbir pazarda bulup satın alamazsınız.

TEVHÎD MERTEBELERİ VE YAŞAM ŞEKLİ

Tevhîd Mertebelerini Pîrimiz Seyyid Muhammed Nur-ül Arabî Hazretleri iki bölümde mütalaa etmişlerdir:

Page 211: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

1 - Fenâfillâh Mertebeleri

2 - Bekâbillâh Mertebeleri

Fenâfillâh Mertebeleri üç Makâmdır:

1 - Tevhîd-i Ef’âl

2 - Tevhîd-i Sıfât

3 - Tevhîd-i Zât

Bekâbillâh Mertebeleri ise dört Makâm olarak isimlendirilir:

1 - Makâm-ı Cem

2 - Hazret-ül Cem

3 - Cem’ul- Cem

4 - Ahadiyet (Bu Makâm yalnız Peygamber efendimize ait olduğu için telkîn edilmez.Edilse bile anlaşılmaz.)

TEVHÎD-İ EF’ÂL:

Fenâfillâh mertebelerinin başlangıcı olup fiil ve işlerin birliği demektir. Bir sâlikin bu mertebeye gelebilmesi için her nefeste dâimî zikirle kalbinin mutmain olması, dolayısıyla da dış temizliği olan zâhir abdesti ve dâim zikir olan bâtın abdesti alması lâzımdır. Dışını şerîat ahkâmıyla, içini de bir saat gibi dâimî zikirle kurması lâzımdır. Fecr Sûresi 27 ve 28. âyetlerindeki “Ey Rabbine itaat eden huzura ermiş rûh,dön Rabbine,sen O'ndan O senden hoşnut olarak!” hitâba

Page 212: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

mazhar olarak Tevhîd-i Ef’âl telkîn ve tâlim edilir.Bu mertebede sâlike dört şühûd gösterilir. 1-Tevhîd-i Ef’âl 2-Fenâ-i ef’âl 3-Tecellî-i Ef’al 4- Cennet-ül ef’âl veya İrfan Cenneti. Râbıtası da“Lâ Fâile illallah”tır. “Allah’tan başka fâil-halkedici-yoktur.” Sâlik, enfüste, âfâkta, sükûn ve hareket halinde bütün fiilleri birleyerek, bunların hepsini Hakk’a nisbet eder. Fiiller her ne kadar iyi ve kötü fiiller diye isimlendirilse de iyilik ve kötülükler bizler içindir.Yoksa Hakk’a nisbet edildiğinde hepsi ‘hayr’ dır. Ârifler fillerin cümlesini Hakk’a nisbet ederler.Yine de’Allah kötü yaptı.’ denilmez. Zira kötü ismini icâd eden nisbettir. Eğer işin kula nisbeti olmamış olsa, o işin iyiliği ve fenalığı tâyin olunamazdı. Saffat Sûresi 96.âyetten anlıyoruz ki fiillerin fâili Allah’tır. “Allah sizleri ve sizlerin amellerinizi halk eyledi.”

İşte sâlik enfüsünde ve âfâkında bütün fiilleri hissî ve kalbî olarak Hz.Allah’a nisbet ederse kalbî müşâhede ile zevk hâline geçer. Karşılaştığı her olayda fiillerin meydana gelmesine vesîle olan mazhar veya kullara nisbet etmeyeceği için şirkten kurtulan o sâlik, Hacivat ile Karagözün kendilerinin hiçbir güç ve kuvvet sahibi olmadıklarını, onları kavga ettirenin, onları oynatan sanatkârın olduğunu bildiği gibi, bilecektir. Her şeyi yerli yerinde görüp enfüsünde fark(Şerîata uyup uymadığını tartması)eksikleri varsa peyderpey onları yok etmesi, nefsini levm etmesi lâzımdır. Âfâkta ise‘cem’de (Vahdette) mütalaa ederek mutlu ve huzurlu olacaktır.

Bu sâlikler yaşamlarında sâkîn ve şer’î hükümlere tâbi olarak yaşarlar. Bütün tecellîlere nazar ederler ve zuhûrâta tâbi olurlar.Cenâb-ı Hakk’a boyun eğerek tam bir teslimiyetle,kalbi ile dâimî zikir, hissi ile de râbıtayı kullanırlarsa, Efendisinin himmetiyle Tevhîd-i Ef’âl zevkine ermiş olurlar.

Page 213: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

TEVHÎD-İ SIFÂT:

Fenâfillâh mertebelerinin ikincisidir. Hayat, ilim, irâde, kudret, semî, basar ve kelâm sıfatları Hakk’ın olup, bu sıfatlar sâlike ayna olmakta ve orada Hz.Mevlâ müşâhede edilmektedir. Burada sâlik zevken bu sıfatlar ile mevsûf olanın Hakk teâlâ olduğunu bilecektir. Bunun için de bu mertebede dört şühûd öğretilir: 1-Tevhîd-i sıfat 2-Fenâ-i sıfat 3-Tecellî-i sıfat 4- Cennet-ül sıfat.Râbıta olarak da“Lâ Mevsûfe illâllâh” verilir. Bakara Sûresi 255. “Allah’tan başka hiçbir tanrı yoktur. O,dâima yasayan, dâima duran, bütün varlıkları ayakta tutandır. O'nu ne gaflet basar, ne de uyur. Göklerdeki ve yerdeki her şey O'nundur. O'nun izni olmadan huzurunda şefaat etmek kimin haddine! Onların önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bilir. Onlar ise, O'nun dilediği kadarından başka ilminden hiçbir şey kavrayamazlar. O'nun hükümdarlığı, bütün gökleri ve yeri kucaklamıştır.Her ikisini görüp gözetmek,ona bir ağırlık da vermez O, çok ulu ve çok büyüktür.” Şura Sûresi 11.“O gökleri ve yeri yaratan, size kendilerinizden esler ve hayvanlardan da çiftler yaratmıştır.Sizi bu suretle üretip duruyor.O'nun benzeri gibi bir şey yoktur. O, öyle işiten, öyle görendir” ve Kasas Sûresi 68. “Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer. Seçim hakkı onların değildir. Allah, onların ortak koştuklarından münezzeh ve yücedir!” ve benzeri âyetlerden bütün subût (sâbit) sıfatların halîkının Allah olduğunu anlamaktayız.

Sıfatlar gayba aittir, zuhûra gelince şehâdete intikâl ederek esmâ adını alır. İlim bir sıfattır, zuhûra gelince âlim adını aldığı gibi bu mertebeyi gören sâliklerde edeb, ahlâk ve yüceliklerin görülmesi lâzımdır. Zira fiil ve subût sıfatların nisbîyetlerinden kurtulan bir kulun mâğfirete ermesi,temizlik,doğruluk ve Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin

Page 214: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

güzel ahlâkını sergilemesi lâzımdır. Ef’âl ve sıfat mertebelerini görenlere Tevhîdde tarîkat ehli de denilir.

TEVHÎD-İ ZÂT:

Tevhîd-i Zât, vücûd birliği demektir. Vücûd Hakk’ındır. Ef’âlin vücûdu yoktur.Sıfattan tecellî ediyordu. Sıfatın da vücûdu yok, o da vücûddan tecellî ediyor. Allah Vâcib-ül Vücûd’dur. İşte sâlike Fenâfillâh mertebelerinin sonuncusu olan Tevhîd-i Zât Mürşidi tarafından dört şühûdla tarif edilir. 1- Tevhîd-i Zât 2-Fenâ-i Zât 3-Tecellî-i Zât 4-Cennet-ül Zât. Râbıtası ise “Lâ Mevcûde illâllâh” dır.

Bu Makâmda sâlik hissen, aklen ve hayâlen gerek ef’âl, gerek sıfat ve gerekse Zât aynalarından Vücûdullaha bağlanıp cümle eşyânın vücûdu Hakk olduğunu mülâhaza eder ve zevk alır. Dâimî zevkte kalabilmesi için râbıtaya sımsıkı sarılır. Halkın fânî Hakk’ın ise bâki ve zâhir olması halinde zevkiyâb olur.Bu halle hallenen kişi ihtiyarî bir ölümle ölmüştür. “Mutu kable ente mutu” “Ölmezden evvel ölünüz.” Hadis-i Şerifi budur. Kasas Sûresi 88. “Allah'la birlikte diğer bir tanrıya daha çağırma;O'ndan başka tanrı yoktur. O'nun Zâtından başka her şey helâk olacaktır. Hüküm O'nundur ve nihayet döndürüIüp O'na götürüleceksiniz.” Rahmân Sûresi 26 ve 27. “Yeryüzünde bulunan her şey fânîdir;Yüce ve iyilik sahibi Rabbinin yüzü bâkidir” ve Yunus Sûresi 62. “Uyan! Allah dostlarına ne korku vardır,ne de onlar mahzun olurlar!” âyetlerinde açık olarak bu mertebenin hâlini görmekteyiz.

Fenâfillâh mertebelerini gören bir sâlik nefsini bildiği için Rabbini de tanımıştır. “Nefsini bilen Rabbini bilir” (H.Ş.) Her ne kadar ilimle Fenâfillâh olunmuşsa da yine de zaman zaman

Page 215: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

nefsine tâbiliğinden geçemediği için hem mahcûbiyeti görülür hem de Makâm zevkleri tecellî ettiğinde ehl-i keşiftirler. Yâni halkla olduklarında hicâbları, Hakk’la oldukları zaman keşifleri artar. Ehl-i velâyettirler.

CEM MAKÂMI:

Bekâ Makâmlarının birincisidir. Fenâfillâh mertebelerini zevk eden kul, kendisinin zannettiği fiil, sıfat ve Zâtın da yok olduğunu anlayınca bu mertebe telkîn edilir.

Sâlik bu yerde Hakk’ı zâhir halkı bâtın müşâhede edecektir. Bu Makâmda halk ayna olup, oradan Hakk zâhir olmaktadır. Ve Vahdet şühûdu kişiyi istilâ eder.Cem Makâmı telkîn edilen sâlik Hakk’a kuvve olup onun kuvvesinden Hakk zâhir olurken,kendisi bâtın olur. Aynı zamanda eşyâ da butûna girer.Bir cismin gölgesinin, öğle vakti cisimde yok olduğu gibi halk mazharından Hakk’ın zâhir olmasıdır. Ef’âlin, sıfatın, Zâtın birliği zevkiyle her nereye bakarsa Hakk’ın cemâl yüzünü görmesi onun zevki olacaktır.Bakara Sûresi 115.âyette “Doğu ve batı Allah’ındır, yüzünüzü her nereye çevirirseniz Allah’ın cemâl yüzü oradadır” buyrulmaktadır. Sâliki ismi ile çağırsalar ismini bile duyamayışı onun zevki olacaktır. Bu Makâma Kurb-i Ferâiz, Ulûhiyyet, Rûh Makâmı gibi isimler de verilmiştir. Bu Makâmda sâlik fazla durdurulmaz. Sâlik kabızlık ve yalnızlık içindedir.Cem Makâmı Hz.Îsâ (A.S.)’nın Makâmıdır.

HAZRETÜ’L-CEM MAKÂMI:

Bekâbillâh mertebelerinin ikincisidir. Bu Makâmda halk zâhir Hakk bâtındır. Hakk aynasından halk zâhir olarak müşâhede edilir.Cem’de bilen, gören ve işiten abdın kuvvesiyle Hakk idi. Bu Makâmda ise,Hakk kulun kuvvesi olmaktadır. Hadis-i

Page 216: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Kudsî’de “Kulum bana nevâfille yaklaştığı zaman duymasına kulak, görmesine göz,konuşmasına dil olurum...” buyrulmuştur. Her nereye nazar edersek edelim zâhirde halkı bâtında ise Hakk’ın tecellîsini zevk ve ifade ederiz.Necm Sûresi 8. “Sonra yaklaştı ve sarktı” âyeti Zât olan Allah’ın Muhammed olan sıfatlara yani kesret âlemine zuhûrâtı olarak da zevk edilir.

Hazretü’l-Cem’e, bütün sıfatların, Zâtı Hakk ile kâim olduğunun müşâhede ve zevk olduğu bir Makâm olması nedeniyle bu zevke sahip olanlara Sıfâtiyyûn da denilir. Bu mertebedeki sâliklerin şerîatlarında kemâlat, yücelik ve ahlâk-ı Resûlullah (S.A.V.) görülmektedir. Bu sâliklerin enfüsünde cem,âfâkında fark hali zuhûr eder.Bunlar mukarrebîndirler.

CEMÜL CEM MAKÂMI:

Bekâbillâh mertebelerinin üçüncüsüdür. Makâm-ı Cem ile Makâm-ı Hazretü’l-Cem’i kendinde toplayan yani ‘Vahdet’ve‘ kesret’i cem eden bir Makâmdır. Buna tenzih ve teşbihi Tevhîd yapmak yeri de diyebiliriz. Bâtın olan mutlak ve zâhir olan mukayyedin hepsi Hakk’tır diye zevk ederiz.

Kur’ân-ı Kerîm Hadid Sûresi 3.âyeti “O evveldir, O Ahîrdir, O zâhirdir, O bâtındır” bu zevkimize delildir. Ayrıca Necm Sûresi 9.âyette “Aradaki mesâfe iki yay boyu oldu, hattâ daha yakın” belirtilen ‘celâl’ ve ‘cemâl’ yaylarının birleştiği Kalb mertebesi de denilir. Vahdet aynı kesret, kesret de aynı Vahdet olarak zevk edilir. Tevhîd-i Ef’âl mertebesinde fiillerden soyunan sâlik bu yerde Hakk’ın fillerini giyer. Peygamber ve velîlerin sırlarına vâkıf olmak isteyenler bu Makâmı gerçek yönüyle zevk etmelidirler. İşte o zaman hafî şirklerin de tamamen yok olduğu bu yerde‘ibâdet eden’,

Page 217: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

‘ibâdet’ ve ‘ibâdet edilen’i birlemişlerdir. Mürşid-i Kâmillerin sâliklere telkîn ettikleri son mertebedir.

AHADİYYETÜ’L-CEM MAKÂMI:

Bekâbillâh mertebelerinin dördüncü ve sonuncusudur. Bu Makâm Makâm-ı Muhammed’dir. Makâm-ı Mahmûd da denilir. Kesret olan varlıklardan kaydın kaldırıldığı yerdir.Bundan sonra başka bir Makâm da yoktur, en yüce mertebedir. İbrahim (A.S.) Tevhîd babası olduğu halde bu Makâma ancak Muhammed (S.A.V.) Efendimizin müsaadeleri ile girebilir. 1-Ahadiyyetü’l-Ayn 2-Ahadiyyetü’l-Kesret diye iki kısımda mütalaa edilir. İhlas Sûresi 1.âyet “De ki: "O Allah tek birdir. ”Enfâl Sûresi 17.âyet “Sonra onları siz öldürmediniz, fakat onları Allah öldürdü; attığın zaman da sen atmadın,lâkin Allah attı. Bu da mü'minlere güzel bir imtihan geçirtmek içindi. Gerçekten Allah işitendir, bilendir!” İsra Sûresi 3.âyet “Yetimin malına da yaklaşmayın. Ancak rüşdüne erişinceye kadar en güzel şekilde yaklaşma başka; verdiğiniz sözü yerine getirin; çünkü verilen sözde muhakkak bir sorumluluk vardır”, En’âm Sûresi 152.âyet “Yetimin malına, rüşdüne erinceye kadar en güzel şekilden başka türlü yaklaşmayın; ölçeği ve tartıyı tam ve denk tutun. Biz, hiçbir kimseye gücünün yettiğinden başkasını teklif etmeyiz. Söz sahibi olduğunuz zaman yakınlarınıza ait de olsa adaleti gözetin. Allah'a verdiğiniz sözü yerine getirin. Duydunuz ya, O, düşünüp tutasınız diye bunları size emretti” Ahadiyet Makâmı zevkinin delilleridir.

TEVHÎD NASIL YAŞANIR

Page 218: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

İnsanların Tevhîdi yaşayabilmeleri, Cenâb-ı Hakk’a üç türlü yakînlik ve bunların şühûdu ile islâmî Tevhîdi yaşaması mümkündür. Bir kişi ilm-el yakîn olarak Cenâb-ı Hakk’ın mukayyed olan bu kesafet âleminde, zerreden küreye kadar bütün tecellîlerini bilse, bu, kulun Hakk’ı bilmesi olur ki,bu lâyıkiyle Hakk’ı bilme değildir. Zira kul Hakk’ı lâyıkiyle bilemez.Ancak Rabb’im lâyıkiyle Rabb’imi bilebilir.Bir kulun Hakk’a ibâdetleri de,Kur’ân-ı Kerîm’deki emir ve yasakları taklîdi olarak, şerîat-ı evvel seviyesinde yaptığı için mânâsız ve hayâlindeki bir ilâha ibâdet etmesi nedeniyle avâmdır. Nefsine nefsi için ibâdet edenler sınıfındandırlar.

Bundan bir ilerisi olan nefsi ile Hakk’a ibâdet edenler ise, ilm-el yakînlik sınıfında olup,her ne kadar diğerlerinden üstün bir ilime sahiplerse de,yine de şühûdları olmadığı için bu kişiler ister Melamî olsun, ister herhangi bir tarîkat ehli olsun,isterse şerîat cemâatı olsun aynıdır. Zira bu kişiler de henüz, bildiklerini gözleriyle görüp şühûd etmemişlerdir.Onun için ayne’l-yakîn değildirler. Şahitlikleri olmadığı için,Cenâb-ı Hakk’ın bütün sıfatlarından tecellîlerini bildiği halde göremediği için görerek değil de, görüyormuş gibi ibâdet etmiş olurlar. Bunlar Melamîlik yolunda, Tevhîdin bütün mertebelerini su gibi bilseler bile, şühûda sahip olmadıklarından şerîat seviyesindedirler. Bir kişinin nefsiyle nefsini bilmesi veya nefsiyle Hakk’a ibâdet etmesi, onun şühûd sahibi olup ayne’l-yakîn olduğunu göstermez. Bu kardeşlerimin merâtib-i İlâhiye tahsillerinde,Hakk Mürşîdlerinin verdiği râbıta ve şühûdları lâyıkiyle kullandıklarında, kulaklarıyla duyup bildiklerini, gözleriyle gördüğü zaman Rabb’ini Rabb’inin görmesi tecellî edeceğinden, fiilin fâilini kalbin tasdîk etmesi onları ayne’l-yakîn zevkine erdirecektir. Bu da Hakk’ın kulunu görmesi,yâni Cenâb-ı Hakk’ın kendi kul sıfatlarındaki tecellîlerini seyretmesidir.Bütün sıfatların yaratılma yerlerinde

Page 219: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

kullanılmasını,sıfatların isti’dâdlarına göre fiillerinin açığa çıkmasını ayne’l-yakîn olarak şühûd etmek sûretiyle seyreder. Bir kişi,namaz kılarken,kıyamın, rükûun,secdenin irfâniyetiyle birlikte,kendi kul sıfatından ne şekilde, tâdîl-i erkâniyle açığa çıktığını,Zâtının seyretmesi ve zevk alması onun ayne’l-yakînliğidir. Bu kişiler Rablerini namazda görüyormuş gibi değil görerek namaz kılanlardır. Zât olan Allah, Muhammed aynası olan kemâlât sıfatlarından kendisinin tecellîsini ayne’l-yakîn olarak seyreder. Hakk’ın nefsini bilme ve görmesi budur. Allah’ın nefsi,sıfatlarıdır.Bu kişilerin gönül gözleri faaliyette olduğu için, irfâniyetleriyle, Zâtının sıfatlarından tecellîlerini görmekte ve ona göre sıfatların bazı sıfatlara, âfâkta yaklaşım yapması zuhûr etmektedir.

Üçüncü olarak Hakk-al yakînlik hâli ise Hakk’ın Hakk’ı bilmesi ve görmesidir ki, gören, görme ve görülenin birliği demektir. O’nun mülkünde O’ndan başka bir varlık bırakmadan, kendisi olan Zâtının,kendi sıfatı olan Muhammed aynalarından, fiilleriyle sıfatların isti’dâd ve kabiliyetleri nisbetinde açığa çıkmasını seyretmesidir.

Nefsi ile Hakk’a ibâdet edenler ilmî olarak Tevhîd yapsalar bile şühûd sahibi olamadıkları için, ikilikten, ihtilâftan, huzursuzluk olan dünyadaki Cehennemlerinden bile kurtulamazlar. Zaman zaman kendilerini dünyadaki ilim ve hâl Cennet’inde hissetseler bile, zaman zaman da Cehennem’e girerler. Onlarda stres, üzüntü, keder,huzursuzluk ve mutsuzluk gibi azâb halleri,zaman zaman dâima vardır.

Hakk’ın nefsini bilmesi ve nefsini görmesi (Allah’ın nefsi sıfatlarıdır) kişiyi şühûd sahibi yapar. Hakk’ın zerreden küreye kadar bütün varlıklarındaki tecellîlerini şühûd ederek,ikilikten kurtulmuş ve irfâniyet Cennet’ine ayak basmışlardır.

Page 220: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Hakk’ın Hakk’ı bilme hâli, onun gören,görme ve görülenin birliği idrâki olup, Tafsilât-ı Nûr-i Muhammediyyenin Tevhîd halindeki görüntüsünden ibarettir. Bizler tafsilâtta, bir olan kendimizi tenimiz, aza ve sıfatlarımız, rûhumuz diye bölümler halinde îzâhını yaparız. Aslında bu saydıklarımız ayrı ayrı değildir. Hepsi bir vücûddur. Aynen onun gibi, Cenâb-ı Hakk da,mevcûd-u vücûd değildir. Mevcûd-u şühûd da değildir. O, Vahdet-i Vücûddur. Zira mevcûd-u vücûdda, mevcûd varlıklarla sınırlanma olmakta, mevcûd-u şühûdda da görülenlerle kayıtlanma yapılmaktadır. Vahdet-i Vücûdda ise hem zâhir görünenlerde, hem de görünmeyen bâtın, bütün varlıklarda tecellîsini sınırsız gösterendir.

Onun için, bizler bu Tevhîd merâtib-i İlâhisini evvelâ ilm-el yakînlikle bilmeyi öğrenmeli, sonra şühûdlarımızla her tecellînin fâilini mazharlardan görmeye ayne’l-yakînlik olarak çalışmalı, sonra da O’nda O olmak sûretiyle Tevhîd yapıp huzur ve mutluluğu yaşam içinde devam ettirmeliyiz. Çünkü ikilikte mutluluk olmaz.Mutluluk Tevhîddedir. Allah bizlere bu zevkleri ihsân etsin.

TEVHÎDE DAVET

İnsanlar esfel-i sâfilîn olan bu dünya yüzüne geldikten sonra,nefs vâdisinde, çamura batmış bir eşek gibi debelenmeye başlıyor. Nereye gideceğini,nasıl bir yol takip edeceğini, huzuru nasıl yakalayacağını kestiremiyor. Cenâb-ı Allah Kur’ân-ı Kerîm’in Enfâl Sûresi 24.âyetinde “Ey îmân edenler, sizi kendinize hayat verecek şeylere dâvet ettiği zaman Peygamberi ile Allah'a icabet edin!Ve bilin ki,Allah gerçekten kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz, kesinlikle O'nun huzurunda toplanacaksınız!” buyurmaktadır. Görüldüğü gibi,burada yalnız Allah,diriliğe davet ettiğinde

Page 221: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

veya Muhammed, Allah için diriliğe davet ettiğinde denmiyor. Onun için bu dâveti:

1 - Allah’ın diriliğe daveti

2 - Resûlullah’ın diriliğe daveti

3 - Allah’ın Resulünden diriliğe daveti şeklinde mütalaa edebiliriz.

Allah’ın daveti, mânevî yönü olan,Âdem ve âlemdeki Cenâb-ı Hakk’ın, ef’âl, sıfat ve Zât tecellîlerinin, bilinip görülmesi ile îmân edip,kalb ve gönüldeki diriliğini sağlamaktır. Çünkü "Hayy" lık yalnız Cenâb-ı Hakk’ındır.

Resûlullah’ın daveti: Allah’ın bu üç tecellîsini Muhammed olan sıfatlarından zuhûra geldiğini, Muhammedsiz hiçbir tecellînin ne bu âlemde, ne de âlem-i Âhirette görülemeyeceğini bilmektir.

Allah, her zaman Resûlullah mazharından inananları, zâhir ve bâtın yönüyle diriliğe dâvet edip durmaktadır. Çünkü Allah zâhir irşâd yönüyle, Muhammed’den davet eder. “Bu gün Resûlullah yoktur” diyorsanız "el ulemâyı vereset-ül enbiyâ"olan Resûlullah’ın vârisleri tarafında günümüzde de davet edilip durmaktadırlar. Dâvet edilen bu kişiler ölü müdür ki diriliğe davet edilmektedir? Evet, bedenen diridirler ama, rûhen ölü oldukları için,Cenâb-ı Allah’ın diriliği ile dirilmeye davet edilmektedirler. Burada, cehâletten, şirkten, irfâniyet ve kemâlâta davet var. ‘Fenâ’dan ‘Bekâ’ya davet var.Kulun kendisine nisbet ettiği,zannındaki vücûd varlığından, Hakk’ın Vahdâniyyetindeki‘Hakk’ın varlığı ile var olmaya’davet var. Taklîdi bir îmân ile îmân edenleri tahkikî bir îmâna davet var. Kalb ve gönül âleminde Hakk’tan başkasını bırakmama daveti var. Fenâfillâh olup İbrahim Makâmında saadete davet var.

Page 222: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Niyazî-i Mısrî Hazretleri bir ilâhisinde bu dâvete icâbet ettikten sonra şöyle diyor:

"Yıkıldı kaleyi fikrim yapıldı dinim îmânım

Çü bildim vech-i canânı kamuda sezdim Allah’ı

Fenâyım Hak’ta vallâhî ne bilim kaldı ne danım

Ki bildim cümle Hakk imiş, arada gayri yok imiş

Bi külli anda gark imiş, ne ben varım ne irfânım"

Şu halde Tevhîd ilmine âşinâ olunca, eski bilişler ve kendi aklı ile bildiği ilimler,eski fikirler yıkıldı, yok oldu yâni taklîdi îmân gitti bunların yerine gönlüne tahkikî îmân yerleşti. Âyet-i kerîmedeki Allah kişi ile kalbi arasına hulûl eder yani girer konusuna gelince, İslâmiyette hulûl ve ittihat yoktur. Yani girmek ve çıkmak yoktur. Bu, Cenâb-ı Hakk’ın kişi ile kalbi arasına tecellîsinin zuhûrudur. Bir kişi dâvete uyar, yüzünü Cenâb-ı Hakk’a doğru döndürerek, ilmini, irfâniyetini, hâlini, insanlarla olan muamelelerinde Kur’ân-ı Kerîm’deki yasak ve emirleri gücü yettiğince uygulamaya gayret göstermesi, o kişide Cenâb-ı Allah’ın, onun gönlünde; huzur ve mutluluk sağladığı gibi, zamanla, süflîyyât vâdisindeki,mutsuzluk ve stresleri de son bulduracaktır. Zira kişi ile kalbi arasına Cenâb-ı Allah’ın tecellî etmesi, Kâmilin sohbetleriyle onun hem irfâniyet ve kemâlâtını geliştirecek, hem de eski cehâlet bilinçleri yok olacağı için, zikirde, fikirde, ibâdet ve her türlü yaşantısında, Hakk’la beraber olma zevki ile zevkiyâb olacaktır. Kişinin Hakk’la beraber olmasıyla bütün yaşantısında O’nun emir ve yasakları doğrultusunda olacağından, dünyada da Cennet’te, âhirette de Cennet’te olduğu görülecektir. Îmân eden bir kişi, Resûlullah’ın diriliğe

Page 223: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

dâvetine icâbet etmez de ‘Ben satırlardan Kur’ân okuyorum, mânâsını bilmesem de namazımı kılıyorum’ diyerek taklîdi bir îmânla yaşantısına devam ederse,o kişilerin hicâb perdeleri açılamayacağından ömürleri müddetince süflîyyât vâdisinden kurtulmaları mümkün değildir.Dolayısıyla da,hayatları müddetince, Hakk’tan uzak oluşları nedeniyle, stres, üzüntü, asabî haller,onların dünyadaki Cehennemleri olacaktır.Allah ve Resûlullah’ın dirilik dâvetine de icabet etmedikleri için kişi ile kalbi arasına tecellî eden bu hicâb perdesi, onları maalesef Âhirette de Cehennemlik yapacaktır. Çünkü dünya Âhiretin tarlasıdır. Burada ne ekersen letâfet âleminde de onu biçersin. Onun için, bu dâveti inkâr etsen de tasdîk etsen de sonunda O’na döndürüleceksiniz. Resûlullah, inananları ilim ve irfâniyet yolunda, gayriyet ve şirklerden kurtularak, Hakk ve hakîkati zevk ederek ahlâk güzelliğine davet etmektedir. İmkânımız varken, yüzümüzü ve gönlümüzü Hakk’a döndürelim. İnsanlığa elimizden geldiğince faydalı olmaya çalışalım.Çünkü en üstün insan, insanlığa faydalı olandır. Allah’ın zikri, fikri ve O’nun tefekkürü ile zamanımızı değerlendirelim. Hakk’ı biliyorsak, Hakk’ı konuşalım. Hakk’ı lâyıkiyle bilmiyorsak sükût ederek, Hakk’ı anlatanları dinleyelim ve Hakk dostlarının sohbetlerinin,Cennet bahçelerinden bir bahçe olduğu bilinciyle bu fırsatları kaçırmayalım. Dâimî kalbî zikirlerle meşgûl olalım.

Sohbette olursa siyaset

Mü’minde bozulur ferâset

Sohbette olursa para

Herkes olur paramparça

Page 224: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Sen dâima Hakk’la et sohbet

Rabbin de sana etsin himmet

Ahmet sen de edersen dikkat

O zaman Mevlâm eder rahmet

Onun için gelin kardeşlerim bu dâvete hep beraber icâbet edelim.

TİN SÛRESİNİN MÂNÂSI

Allahü Teala incire ve zeytine yemin ediyor.Neden bir çok meyve var iken yalnız bu iki meyveye yemin etmektedir? Çünkü zâhirinde incirin her tarafı yenir. Yenmeyen hiçbir tarafı yoktur. İncir, Cenâb-ı Hakk’ın Zâtı olan hakîkatini remzetmektedir. Zeytinin ise dışı yenip çekirdeği yenmez. İştahı açıcılığı nedeniyle o da şerîatı remzetmektedir.

İşte burada hakîkat ve şerîata yemîn edilmektedir. Allah’ın Hüviyyet ve Eniyyetine yemin edilmektedir. Enfüsümüzde ise zât ve sıfat olan külliyet ve cüz'iyetimize yemîn edilmektedir. İncir rûhtur,zeytin ise kalbdir.Rûh ve kalb sâhiblerine yemîn edilmektedir. Ayrıca Tûr-i Sînâ’ya ve Emîn Beldeye de yemin edilmektedir. Tûr-i Sînâ Musa (A.S.)’nın Allah’la konuştuğu yerdir. Her bir sâlik de kendi gönül Tûr-i Sînâsı olan Sînâ tepelerinden Rabbi ile konuşabilir. Emîn Belde de zâhirde her ne kadar Mekke şehrindeki Kâbe denmekte ise de 1978 senesinde İran’lı anarşistlerin Kâbe’ye girerek çok hacılarımızı katlettiklerini ve Kâbe’yi de harab ettiklerini gördük. Böylece oranın emin belde olmadığı anlaşılmış oldu.

Page 225: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Şu halde emin belde insanın gönlüdür, kalbidir. Oraya müsaadesiz hiçbir yabancı giremez.

İşte kişinin gönül Tûr-i Sînâsı olan dimağı ile gönlündeki idrâke,gönlündeki yücelik tecellîlerine mazhar olması nedeniyle yemîn ediliyor. Sonra “İnsanı en güzel biçimde yarattık.” buyruluyor. Zira insan zâhirde cemâdâttan, nebâtâttan ve hayvânâttan üstün bir yaratıktır.Çünkü Cenâb-ı Allah bu üç sınıfı da insanın emrine vermiştir. İnsana verilen akıl ve ilim gibi yüce nimetler diğer varlıklara verilmemiştir. Onun için en büyük mahlûkattan olan fil ve timsahlar bile insanın emrindedir. “Allah insanı kendi sûreti üzere halketti.” Hadis-i Şerif Cenâb-ı Allah Hüviyyet ve Eniyyetini kemâlâtıyla insan denen o yüce varlıkta sıfatlarıyla zuhûra geldi. Burada Allah’ın sûreti sıfatları demektir. Hayat, ilim, irâde, kudret, kelâm, duymak, görmek ve tekvîn sıfatları kemâlâtıyla insanda zuhûr etti.

Onun için Allah hakîkate, şerîate, hakîkat ve şerîat yaşamı ile ortaya çıkan her türlü yücelik ve güzelliklere yemîn ederek “İnsanı en güzel biçimde yarattım.” diyor. Çünkü sayılan bu yücelikler yalnız ‘insan’ dediğimiz İnsan-ı Kâmillerde mevcûddur. Sonra “Onu aşağıların aşağısına gönderdik.” denilmektedir. Yani dünya diye bildiğimiz bu kötülükler ve zıtlıklar âlemine gönderildik denmektedir. Burada aklımıza “Mâdem insan en üstün biçimde yaratıldı, ne için aşağıların aşağısı olan bu dünya zindanına gönderilmiştir” sorusu gelebilir. Dünya ne demektir? Dünya Allah’tan uzaklaştıran her şeydir. Gaflet dünyadır. Yoksa üzerinde yaşadığımız bu âlem dünya değildir. Onun için bu âyeti iki şekilde zevk etmek mümkündür.

1-En üstün bir biçimde yaratılan İnsan-ı Kâmilliğini bulanlar dünya bataklığındaki insanları kurtarmak için onların içine

Page 226: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

gönderilip onları o dünya bataklığından kurtarma görevi almalarıdır

2-Sûrette insan, sîrette henüz insanlığını bulamamış olanların dünya bataklığına gönderilmelerindeki sebep,

“Bekâ mülkünden eyledim teşrîf

Bu dâr-ı fenâya imtihân için

Gece gündüz niyâzım odur ki

Cemâl-i pâkini anlamak için”

diyen bir âşıkın ifadesinde olduğu gibi imtihan için gönderildiğimiz anlaşılmaktadır. Bir İnsan-ı Kâmilin eteğinden tutarak bu dünya bataklığından kurtulmak mümkündür. Zira âyetin devamında da söylendiği gibi sâlih amel işleyebilmek ancak İnsan-ı Kâmil’e tâbi olmakla mümkündür. Şu halde esfel-i sâfilîn olan bu dünya bataklığından tek kurtuluş formülü en üstün biçimde yaratılan o İnsan-ı Kâmillere tâbi olarak sâlih amel işleyip ihlâsa ermektir. İşte o zaman onlar için tükenmez mükâfatlar vardır.

Mürşid-i Kâmil’den Tevhîd tahsili yapmadan,şirklerden kurtulup ihlâsa ermek mümkün değildir. Yoksa bu âleme hayvan gelip hayvan giden kimseler gibi azâbtan kurtulmamız mümkün olmayacaktır.Onun için bu kimseler Âdemde ve âlemde Allah’ın nûr tecellîleri olan Zâtından sıfatlarına, sıfatlarından da esmâ alarak fiilleriyle açığa çıkan âsârını görmemekten dolayı inkâr edişleri, onların Cehennemleri olmaktadır. Bazı kimselere bu meşiyyet-i İlâhiye tecellîlerini göstermekle mutlu kılmakta, bazı kimselere de esfelde sâlih amel işlemek için İnsan-ı Kâmil’e gitmeyip meşiyyet-i İlâhiye

Page 227: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

tecellîlerini hicâblarından mütevellit görememekten mutsuz kılan Allah hâkimler hâkimi değil midir? demekle meydan okumaktadır. Allah bu tecellîleri cümlemize görmek nasîb etsin. Âmin.

VAHDET-İ VÜCÛD MUHAMMEDÎ OLMAKTIR

Vahdet-i Vücûd ‘vücûd birliği’ demektir. Her yerde ve her şeyde,kişinin kalbini yalnız Allah ile meşgul etme hâli ve yaşamasıdır. Onsekizbin âlem diye vasıflandırdığımız varlık âlemi, Zât-ı Mutlak'ın her an ayrı bir tecellî ile eşya ve kâinat sûretinde açığa çıkmasından ibârettir. Eşya ve kâinat Allah’ın zâhiri ve her an ayrı bir tecellî ile yenilenmekte, Allah’ın bâtını ise, eşya ve kâinattan tecellîleriyle,her varlığın isti’dâdları nisbetinde kendini şerh eden rûhu mesâbesindedir. Yaratan ve yaratılan hep O’dur. Yaratan Zâtı, yaratılan ise kul olup fânî olan hadisâtıdır. Çünkü vücûd birdir.

Elimize bir elma çekirdeği alalım. Ve onu toprağa dikelim. Belirli bir zaman geçtikten sonra diktiğimiz bu çekirdeğin, gövdesi, dalları, yaprakları ve meyveleri olacaktır. Toprağa diktiğimiz çekirdeğin, dallardaki, yapraklardaki, meyvelerdekinin aynısı olmasına rağmen yer ve mekânlar ayrı olsa dahi hepsi vücûd birliği içindedirler ve bütün ağac gövdesinden meyvesine kadar bütün teferruatı hep çekirdekten meydana gelmiştir. Hulûl ve ittihat da yoktur.Ömrü bitince ağaç ve yapraklar yok olacaklardır. Fakat meyvelerdeki çekirdekler dâima zuhûrunu devam ettireceklerdir.

İşte bu âlemde de bizim varlığımız yoktur.Bu fânî sûretlerde, tecellî eden ve görünen vücûd-i mutlak olan Cenâb-ı Allah’tır. Bir Hadis-i Kudsî’de “Ben gizli bir hazine idim,

Page 228: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

bilinmekliğimi murâd ettim ve bütün mevcûdatı halk ettim.” buyrulmaktadır. Şu halde hepsi O’dur ve bizler o ilâhî tecellînin bu hadisat âleminde, gölgeleri gibiyizdir. Onun için bizler için Cenâb-ı Allah’ın Zâtını bilmek mümkün değildir. O’nu, beşerî sıfatlardan tecellî eden kudretiyle bilebiliriz. Vahdet-i Vücûdda eşyânın kendisi değil, eşyânın hakîkati Hakk'tır. Yoksa eşyâ eşyâdır. Aslında bizim Hüviyyetimiz Hakk’tır. Sûretlerimiz O’nun görüntüsüdür. Vahdet-i Vücûd kemâlâtına sahip olan ârifler arasında hiçbir ihtilâf olmaz. Ama akılla her şeyi tartanlar arasında çok ihtilâf vardır. Vahdet-i Vücûdun dayandığı kaynak Kur’ân-ı Kerîm’dir. Nûr Sûresi 35.âyet “Allah yerlerin ve göklerin nûrudur. O’nun nûru bir fenere benzer. O fenerin içinde zeytinyağındaki fitilde yanan ışık vardır.Bu ışıkla fitil, cam bir kandil içindedir. ”demekle Vahdet-i Vücûd zevkinin tafsilât-ı Muhammediyye'den zuhûrunu anlatmaktadır. Aynen bunun gibi, bir Muhammed'den binlerce Muhammedler zuhûr ederek,Cenâb-ıAllah’ın“ Habibim, Sen olmasaydın bu âlemi yaratmazdım. ”Hadis-i Kudsîsi gereği dâima Muhammed olan kemâlât sıfatlarından tecellîlerini devam ettirecektir. Yeter ki bizler Muhammedîliğimizi idrâk edip, dâima onunla beraber olalım.Kâmilin huzurunda, üç İhlâs bir Fâtiha okuyarak Resûlullah Efendimizin rûhuna hediye etmiştik.Fakat bunu ondört asır evvelki Resûlullah Efendimize değil (çünkü O’nun bize ihtiyacı yoktur.Bizim ona ihtiyacımız vardır.) senin gibi henüz daha Muhammedîliğini bilmeyen sâliklerin, Muhammediliğini idrâk etmesi açısından birinci İhlâs ef'al-i İlâhiye için, ikinci İhlâs sıfat-ı İlâhiye için,üçüncü İhlâs da vücûd-i İlâhiye olduğunu idrâk edip yedi âyetten ibâret olan canlı bir Fâtiha-i Şerîf olduğunu bu vücûdda zevk etmek için okunmaktadır. İşte böylece Muhammedîliğini idrâk edenler,hem kendi Muhammedîliğinde Hakk’la beraber olma zevkine sâhip olurlar, hem de vücûd birliği içinde ayrılık

Page 229: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

görmemekten mütevellit mutlu olurlar. Her şeyi yerli yerinde görürler.

Kur’ân-ı Kerîm’i dikkatle incelediğiniz zaman bazı harflerin noktasız, bazı harflerin altı noktalı,bazı harflerin de üstü noktalı olduğunu görürsünüz. Noktasız harfler, Allah’ın Zât tecellîlerini, altı noktalı harfler ikilik içindeki celâl tecellîlerini, üstü noktalı harfler de cemâl tecellîlerinin sırlarını ifşâ etmektedir. Harflerin altında iki nokta ve harflerin üstündeki üç nokta da bulunduğu mertebelerdeki,fenâ ve bekâ tecellîlerini şerh etmektedir. Bunları velîlerde de görmekteyiz. Said-i Nursî Hazaretleri risâlelerinde genel olarak hep nebâtâtı dillendirmiştir. Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretleri de,Mesnevi’sinde hayvanları dillendirmiştir. Muhyiddîn İbnü’l-Arabî Hz. leri,Mısri Niyâzî Hazretleri, Hacı Bayram Velî Hazretleri, Yunus Emre Hazretleri gibi bazı velîler de, ilâhîlerinde hep insanları dillendirmişlerdir. Şöyle ki:

Hakk’ı istersen yürü insana bak

Şemsü Zâtı yüzünden rahşân eylemiş

Hakk yüzü insan yüzünden görünür

Zâtını Rahmân şeklini insan eylemiş

Mısrî Niyazi

Ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm.

Yunus Emre

Vallah Kur’ân’dır senin yüzlerin

Yâsîn-i şeriftir iki gözlerin

Page 230: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

İnnâ fetehnâ sûresi sözlerin

Vedduhâ inmiştir kulun üstüne

Nesimi

Her şeyin varlığı senin özündür

Kendini çok gören kendi gözündür

Bu mülke hükmeden senin sözündür

Kalbin kürsüdür Sultan sendedir.

Rıza

Demek ki, her kim hangi mertebede Muhammedî zevkine sahipse, orayı bizlere aksettirmektedir. Onun için Muhammedîliğimizi bulmağa çalışalım. Yoksa Allah ayrı, bizler ayrı olarak ikilikten ve taklîdi ibâdetlerden öteye geçemeyiz. Muhammed ağacının, gövde, dal ve yapraklarını vuslat yolculuğu ile kat edip, Muhammedî meyvelerini âfiyetle yiyelim. Allah bütün kardeşlerime bu zevki nasîb etsin.

VEL ASR SÛRESİ

Cenâb-ı Allah asra yemin ederek insanın hüsranda olduğunu bildiriyor.Yüz yıla bir ‘asr’ denir. Resûlullah Efendimiz bir hadislerinde “Dehre küfretmeyiniz. Çünkü Dehr Allah’tır.” buyurmuşlardır. Dehr zaman demektir. Zaman ise Allah’tır. Bu nasıl olur?Senelerde aylar, aylarda günler, günlerde saatler, saatlerde dakikalar, dakikalarda saniyeler, saniyelerde saliseler, saliselerde de ‘an’ vardır. Kesret âlemindeki mesâfelere ‘zaman’, mesâfesiz olan Vahdet âlemine de “an”

Page 231: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

denilir. O da Allah’tır. Bu saydığımız bütün tecellîlerin ef’âl ve sıfat zuhûrâtına mazhar olan zât ise yüz yılda bir gelen‘müceddit’tir. Yâni yenileyicidir.İşte ona îmân edip bu Âdem ve âlemdeki Cenâb-ı Hakk’ın tecellîlerini göremeyenler zarardadırlar.Çünkü âyet-i kerîmede “İnsanlar hüsrandadır. Yalnız îmân edip sâlih amel işleyenler, Hakk’ı ve sabrı tavsiye edenler müstesna” buyrulmuştur. İşte bu yüz yılda bir gelen müceddit, Zâtiyyun velîyyullah olması nedeniyle Allah’ın bu mukayyed olan âlemde canlı bir Kur’ân’dır.Ancak ona inanmak ve ondan Tevhîd tahsili yapmakla kişi sâlih amel işlemiş olur. Sâlih amel ise ihlâs, katkısız, saf, temiz amel demektir. O İnsan-ı Kâmil’e inanmayanlar bunu elde edemezler. Çünkü Allah,senelerden an’a kadar sergilediği bütün ef’âl ve sıfat tecellîlerini bir ağacın bütün yaprak, dal ve gövdesinin yekûn sırlarını çekirdekte cem ettiği gibi ef’âl ve sıfat tecellîlerinin bütün kemâlât sırlarını Zâtiyyun velî olan o İnsan-ı Kâmil’de cem etmiştir.

İşte bu tecellîlerden habersiz olanlar hep hüsrandadır. Yalnız ona îmân edip kendi diye bildiği varlığın Hakk’ın varlığı olduğunu anladığında sâlih amellere kavuşmuş olacaktır. İşte bunlar müstesna olanlardır.Elbette ilm-el yakînlikleri nedeniyle Hakk ve hakîkata vâkıf olduklarından hem Hakk’ı tavsiye ederler,hem de sabrı tavsiye ederler.Çünkü onlar Fenâfillâh oluncaya kadar gayriyetten kurtulup Hakk’ın tecellîsinden başka tecellî göremeyecek hâle gelmişlerdir. Hakk’ı tavsiye etmek budur. Bunlar sabrı da tavsiye ederler.Zira bu sâliklerin Bekâbillâh olduklarında Cenâb-ı Hakk’ın her an ayrı bir şe’nde tecellîsine sabretmek çok ama çok zordur. Her babayiğidin harcı değildir.Onun için sabrı da tavsiye ederler.Sabır iki çeşittir:

1-Başkalarından gelen her türlü kötülüklere tahammül etmek,

Page 232: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

2-Mülkünde Hakk’tan gayri kalmayınca her an nereden ve nasıl bir tecellî ile karşılaşacağını bilmediği için sabrederek gaflete düşmeme hâlidir ki bu da çok zordur.

İşte yüz yılda bir gelen müceddit yani yenileyici İnsan-ı Kâmil’e inananlar ondan gördükleri Tevhîd tahsili sonucu zâten sıfatlarından fiilleriyle tecellî edişini bilirler ve bu da sâbit olan Hakk’tır. Onun için Vahdet deryasından tecellîlerinin hepsinin Hakk’ın bir zuhûru olduğunu öğretirler. Zira Hakk’a vuslat kolaydır. Fakat Bekâda Hakk üzere kullukta sabretmek çok zordur. Bu sûre üç âyetten ibarettir. Zira Allah’ın üç yüzü olan ef’âl,sıfat, Zât yüzlerinin kemâlâtını sergilemekte, bunlara vâkıf olanlar kurtulanlar, vâkıf olmayanlar ise hüsranda kalanlardır buyrulmaktadır.

ZÂTİYYUN VE SIFATIYYÜN VELÎ NE DEMEKTİR

Velî, Allah’ın dostu, sevgili kulu,Allah’ın velâyetine sahip olan kemâlât esmâsıdır. Allah’ın bir adı da El-Vely’dir. Velilik mertebeleri her ne kadar çoksa da genelde üç türlü velîlik mertebesi vardır:

1 - Zâtiyyun Veliler

2 - Sıfatıyyun Veliler

3 - Ef’âliyyun Veliler'dir

Zâtiyyun velîler kendi varlıklarını Hakk’ın varlığında yok ettikten sonra Hakk’ın varlığı ile varlıklanarak zerreden

Page 233: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

kürreye kadar her varlığında kendi tecellîsini gören ve zevk eden evliyaullahtır. Nokta sırrına vâkıftırlar. Üst üste konulduğunda yedi noktadan bir‘elif’harfi meydana gelir. Elif harfi de çeşitli şekillere bürünerek Kur’ân-ı Kerîm’deki yirmisekiz harfi meydana getirmektedir. Zâtiyyun veliler bu kâinatta nokta olan o İnsan-ı Kâmil’in her varlıkta tecellî ettiğini görür ve yirmisekiz mertebede zuhûrâtını zevk ederler.

Sıfatiyyun veliler ise Allah’ın bütün varlıklarda tecellî ettiğini bilir ve görürler. ‘Her zuhûrât O’ndandır.’ derler. Bir tecellî eden bir de tecellî olunan vardır. Onun için Sıfâtiyyûndurlar. İlimde kendi varlıklarını Hakk’ın varlığı yanında bir tecellî mazharı bilirler. Tecellî eden kendi olduğu zevkine sahip olmamışlardır. Her şey O’ndandır derler. O’dur diyemezler.

Ef’âliyyun velilerde bu kesret âleminde esmâ ve fiillerin vâkıfıyeti mevcuttur. Her tecellînin Allah’ın âyetleri olduğunu, şerîat hükümlerinde aşırı hassasiyet göstermeleri mevcuttur. Allah’ın fiil ve işlerinin her tecellîsine boyun eğmiş kimselerdir.

Bu saydığımız veliler de irşâdda görevli olanlar ve idârî bölümde olanlar diye ikiye ayrılırlar. İrşadla görevli olanlara Mürşid-i Kâmil denilmektedir. Bunların da kendi içinde irşâdla görevli her mertebede Mürşîdleri vardır.Bir de Mürşid-i Kâmil dediğimiz can Mürşîdleri vardır. Bunlar Resûlullah efendimizin nübüvvet vârisidirler. İdari bölümde olanlar ise irşâdla görevli değillerdir. Onlar “Gök kubbemin altında Benim nice sevgili kullarım vardır ki onları Benden başka kimse bilmez.” Hadis-i Kudsîsi gereğince bilinmezler. Bunlarda velâyet hâli gâlib geldiği için irşâdla görevli değillerdir.

Bizler Allah’ı seviyor muyuz? Allah da bizi seviyor mu ? Bunların belirtisi nedir? diye sorduğumuzda Allah’ı

Page 234: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

sevmemiz, bizim Hakk’ın varlığında yok olmamızla mümkündür. Yani kişi Fenâfillâh olmasıyla Allah’ı sevmiş olabilir. Allah‘Bu varlıklar benimdir.’ diyor. Sen de‘Benimdir.’dersen ihtilâfa girmiş olmaz mısın? Sevgilin için canını ver ki sana canân ihsân etsin. Allah da seni sevdiyse senin bütün sıfatlarından kemâlâtıyla zuhûra gelir ki canını vermenin karşılığında canân almış olursun.

ZEKÂT NASIL VERİLMELİDİR

Zekât temizlenme ve arttırma anlamına gelmektedir. Zekât Kur’ân-ı Kerîm’de âyetlerle farz kılınmıştır. Zâhirinde mallarımızın kırkta birini fakirlere vermemiz, bâtınında da nefsimizi temizleyerek, nisbîyetlerden kurtulmamız emredilmiştir.

İslamiyette 96 gr. altını veya karşılığında parası olan kişi zengin sayılmaktadır.Kendi yiyeceğinden başka bu 96 gr.altın veya karşılığı paranın, üzerinden bir sene geçtikten sonra o mevcut mal ve paranın zekâtı verilmelidir. Fakat her sene verilmiş olan mal veya paranın zekâtı ise verilmeyecektir.Çünkü zekât malın kirini temizler. Siz bir çamaşırınızı yıkayıp dolaba kaldırsanız giymediğiniz sürece o çamaşırınız kirlenmediği için yıkamazsınız. Aynen bunun gibi bu sene 96 gr.altın veya karşılığı paranın zekâtını verdin.Bu altın veya karşılığı olan paran önümüzdeki sene 196 gr. altın veya para olduysa bunun hepsinin değil yalnız artan 100 gr. altın veya paranın zekâtı verilecektir. 96 gr. altının zekâtı zâten daha önceden verilmişti. Bir tüccar elindeki 20 altının zekâtını birinci sene verdi. İkinci seneye bu miktar 25 olduysa bunun artan beş tanesinin zekâtı verilecek kalan yirmisinin zekâtı verilmeyecektir. Bu altınlar hiç artmadıysa yirmide kaldıysa yine onların zekâtları önceden verildiği için tekrar

Page 235: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

verilmeyecektir. İslâm İlmihâlinde (Ömer Nasuhi Bilmen Sahife 334 zekât bölümü 10.Madde)‘Zekâta tâbi bir mal, üzerinden bir sene geçtikten sonra artacak olsa,bu artan kısmı-artmazsa verilmeyecek demektir-arttığı günden itibaren üzerinden bir sene geçmedikçe zekâta tâbi olmaz’ diye kayıt vardır. İşte zenginler onun için her sene milyarlar eden mallarının zekâtını vermek isteseler zekâtı da milyarları tuttuğundan o kadar parayı vermeye kıyamadıkları için Allah’a layıkiyle kulluklarını yapamama ezikliği içinde günden güne îmândan uzaklaşıyorlar. Mallarının kirlerini temizleyecek olan zekât fakirlere verilmediği için fakirler de toplumda maddî ihtiyaçlar içerisinde yaşamlarını sürdürüyorlar. Din âlimlerimiz İslâmın emirlerini lâyıkiyle anlatsalar zenginler seve seve mallarının zekâtını verecektir.

Bu mevzunun bir de bâtınına bakalım.K endimizi Allah’tan ayrı olarak düşünüyorsak biz zenginiz demektir.Çünkü bu düşünceye göre bütün varlık bizimdir. Biz yaparız,biz biliriz, biz görürüz ve bizim varlığımız vardır.İşte zengin olarak bu varlığımızı‘hak sahibine’verdiğimizde zekât vermiş olmaz mıyız? Ef’âlimizi bu sene verdik, önümüzdeki sene verilmiş olan ef’âl zekâtını tekrar veriyor muyuz? Olmayan şeyin zekâtı olur mu? Tabii ki olmaz. Zekâtı verilen malın zekâtı verilmez. Fakat zekâtını verdik deyip önümüzdeki yıllarda tekrar ef’âli kendimize nisbet edersek işte o zaman zekâtını vermek gerekli olur. Ehl-i Tevhîd fakir olduklarının idrâkiyle zengin olan Allah’ın her an zekât tecellîlerine mazhar olarak mutluluk içindedirler. Bu mânâdaki mutluluk rüzgârlarının zâhirde zengin mazharlardan fakir mazharlara da esmesini engellemeye, yanlış mânâ verişle toplumların huzur ve mutluluğunu bozmaya kimsenin hakkının olmadığını belirtmek isterim. Zâten kimsenin de hakkı yoktur.

Page 236: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

ZİKİR NEDİR, NASIL YAPILIR

Zikrin kelime mânâsı anmak,hatırlamak demektir.Bu âlemde Allah’ı bütün varlıklar zikrederler. Ya ayakta ya rükûda ya da secde halinde. Âl-i İmrân Sûresi 191.âyette “Onlar ki, gerek ayakta, gerek otururken ve gerekse yanları üzerinde yatarken Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında inceden inceye düşünenler "Ey Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın, Seni bütün eksiklerden tenzih ederiz; o halde bizi o ateş azâbından koru.” buyrulmuştur. Onun için bütün nebâtât ayakta, bütün hayvânât rükû halinde, bütün cemâdât da secde halinde Allah’ı zikretmektedirler. İnsânlar ise cemâdâtın, nebâtâtın ve hayvânâtın zikrinin yekûn halini namazda toplayarak kıyam, rükû' ve secde halinde birleştirerek hepsinin zikriyle zâkir olmakta ve hepsinin de ecrini almaktadır.

Zikir yalnızca anmaktan ibaret değildir. Anmaktan ibaret olsa idi herkes “Allah” diyor. Zikir, fikirdir. Fikir edildiğinde zikir olur. Bir âyet-i kerîmede “Ya Muhammed sana Kur’ân’ı Arapça indirdik. Tâ ki anlayasın diye” buyrulmuştur. Şu halde anlamadan okunan Kur’ân bile zikir olmuyor. Zikirden gâye zikredilenin bilinmesi ve fikredilmesidir. Yoksa taklîdî bir anma olacaktır.

Zikir üç türlü yapılır:

1 - Cehrî zikir: Açıktan ve yüksek sesle yapılan zikir.

2 - Kalbî zikir: Dil damağa yapışık, ağız kapalı, burundan derin bir nefes alıp o aldığımız nefesi üçe bölerek tekrar

Page 237: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

burundan verilmesi sûretiyle yapılan ve akıl nimetiyle takip edilen zikirdir.

3 - Tefekkürî zikir: Bu da Tevhîd mertebelerinde râbıta ve şühûdların düşünülmesi ise de, merâtiblerin zevkî tefekkürüne sâlikleri alıştırarak, esas kalb zikri olan müşâhedeyi sağlamaktadır. Çünkü zâtımız yedi sıfatımızdan fiillerini sergilemektedir. İşitme fiili işitme esmâsının tahakkümünde, görme fiili ise görme esmâsının tahakkümündedir. Dolayısıyla zâtımız nasıl bir halde ise sıfatlarımızdan da o fiil zuhûra gelecektir.

Zuhûra gelen bu fiillerin cibilliyetine bakarak o şahsın veya varlığın Allah’ın indinde ma’lûmiyeti derecesinde tecellî ettiğini görmek ve ona göre tavır almak lâzımdır. Çünkü bu zikirde hem Zât, hem sıfat, hem fiil tecellîlerini müşâhede etmek, hem de Allah’ın emir ve yasakları doğrultusunda yaşam biçiminin uygulanması elde edilmektedir. Bu zikir aded olarak dil ile vücûdumuzun yaptığı zikir değil; gönlün kemâlâtla yaptığı lâtif olan müşâhede-i zikirdir. Ahzab Sûresi 41 ve 42.âyetlerinde “Ey îmân edenler, Allah'ı çok anış anın! O’nu sabah akşam tesbih edin!” buyruluyor. Bu ‘Nefs mertebesinde ve rûh mertebesinde Allah’ı çok zikrederseniz hesapsız mükâfatlara nâil olursunuz’ demektir. Zikir yapmayanlara Mücâdele Sûresi 19.âyette “Şeytan kendilerini istila etmiş ve kendilerine Allah düşüncesini unutturmuştur. İşte onlar şeytanın yandaşlarıdırlar. Uyanık ol ki, şeytanın yandaşları hep hüsrana düşenlerdir.” denilmektedir. Taha Sûresi 124.âyette “Her kim de zikrimden yüz çevirirse, ona dar bir geçim vardır ve onu Kıyâmet günü kör olarak haşrederiz.” buyrulmaktadır. Yine Ankebût Sûresi 45.âyetten“Sana vahyedilen Kitabı güzel güzel oku ve namazı kıl! Muhakkak sahih namaz edepsizlikten ve uygunsuzluktan alıkoyar. Muhakkak Allah'ı anmak (zikir)

Page 238: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

en büyük iştir ve Allah, her ne işlerseniz bilir.” anlaşılacağı gibi zikir en büyük ibâdettir.Bakara Sûresi 152.âyette “O halde anın Beni, anayım sizi;Bana şükredin,nankörlük etmeyin!” buyrulmakla zikrin ne kadar önemli olduğu görülmektedir..

Zikir, Allah’ın ef’âlini, sıfatını ve zâtını remzeder. Üç kez, “Allah! Allah! Allah!” denmesinin hikmeti budur. Zira bu üçlü zikirde tarif edilemeyecek kadar sırlar vardır.Besmele-i Şerîf’teki ‘Bismillâh’ Allah’ın zâtını, ‘Rahmân’ Allah’ın sıfatlarını, ‘Rahîm’ ise Allah’ın ef’âl-i ilâhiyesini remzetmesi nedeniyle bu üç lafzın manâsı tüm Kur’ân’ın sırrı olmuş oluyor. Allah lâfzı Arapça’da “elif”, iki “lâm” ve “Hu” harfleriyle yazılmaktadır. Bu üç harfin mânâsı,Hakîkat-i Muhammediyye’nin sıfatları olan Tafsîlât-ı Muhammediyye’den fiilleri ile açığa çıkması demektir.

Şu halde ister nefs mertebesinde lafzî olarak“Allah” densin, ister kalb mertebesinde Allah’ın ef’âlini, sıfatını ve zâtını şühûd etsin,isterse rûh mertebesinde kendi tecellîsinin bu üç yüzünü zâhir ve bâtında müşâhede zevkiyle zevkiyâb olsun, bunların hepsi zikirdir ve bu zikirler en büyük ibâdettir.Zamanla büyük dille yapılan cehrî zikir, küçük dille yapılan ağız kapalı kalbî dediğimiz akli zikre tebdil olacak ef’âl mertebesinde şühûdî zikirle kalbin tasdîki ve her bir âzasıyla müşâhedeye geçerek, her tecellînin Hakk’ın bir tecellîsi olduğunu, fakat bu tecellîler mazharlardan zuhûr ettiği için, mazharların yaratılma yerlerine göre tecellîsini gösterdiğini seyretmek en büyük bir zikir olacaktır. Bir kişinin kalbi saat gibi zikirle kurulursa, Cenâb-ı Hakk onu kat’iyen bir daha durdurmaz. Bir kişinin de hicâbı açıldığında Allah’ın şanından değildir ki onu kapatsın.

Page 239: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

ZİKİRLE BİRLİKTE RÂBITA NASIL KULLANILIR

Bir sâlik yüzünü Rabbine çevirerek, bezm-i elest demi olan İnsan-ı Kâmilin dizinin dibinde zikir telkînâtını alır.Bu, “Rûhumdan Âdeme bir rûh üfledim” âyet-i kerimesi gereğince, zikir rûhudur.Her nefesteki “Allah, Allah, Allah” diye yaptığı bu zikir, ister Âdem’de isterse âlemdeki Cenâb-ı Allah’ın üç tecellîsinin idrâkini sağlayıp, Vahdâniyyeti ile diriliğini ihtiyarî olarak zevk ettirecektir. Zikir Makâm olmayıp bir derstir. Dolayısıyla da zikirde râbıta da yoktur.

Sâlik Tevhîd mertebelerinin Fenâ Makâmlarının birincisi olan Tevhîd-i Ef’âl’i telkîn aldığında, “Lâ fâile illallah” “Fiillerin halk edicisi yalnız Allah’tır.” râbıtasını hissiyle kullanmaya başlayacaktır. Bir kişi kalbiyle dâima“ Allah, Allah, Allah” diyerek hissiyle de,yani bakışı,düşünüşü,görmesi, duyması gibi hissi müştereki ile bunu aklından hiç çıkarmaması, aynı zamanda râbıtayı da kullanması demektir.Râbıta bağ demektir. Neyin bağı? Kendisine üfürülen ef’al-i İlâhiye rûhunun, gönlündeki fiillerin kendisinin değil, halk edicisinin Allah olduğunun bağı.

Tevhîd-i Sıfât mertebesinde, zikirle birlikte sâbit sıfatların halk edicisinin Allah olduğunun râbıtası, Tevhîd-i Zât mertebesinde zikirle birlikte vücûdun Vücûdullah olduğunun râbıtası olmalıdır. Bir sâlik bir üst mertebeyi aldığında,daha evvelki mertebelerin râbıtaları o aldığı mertebenin râbıtasının içinde zaten mevcûddur. Sâlik kalbiyle dâimî zikrini, hissiyle de râbıtasını kullandığında, kendisinin ve kendisinden başka varlıkların hiçbir varlıklarının olmadığını,tek varlık sahibinin Cenâb-ı Hakk olduğunun irfâniyetine sâhib olacaktır. Bilmek ve idrâk etmek irfâniyet değildir. Bilmek ve idrâk etmek ilm-

Page 240: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

el yakînlik içinde bir şeye vâkıf olmaktır. Kulağınızla duyduğunuzu gözünüzle görebilmişseniz onu kalbiniz tasdîk eder,yoksa tasdîk etmez. İşte kalbin tasdîkinden sonraki o şuhûdu zevke irfâniyet denir. Yoksa bilmek veya ona vâkıfım demek irfâniyet değildir. Zaten kulağımızın duyduğunu gözümüz görmezse kalbimiz bunu tasdik etmez. Bu irfâniyete ilm-el yakînlik değil, ayne’l-yakînlik denmektedir. İhtiyarî olarak kendi varlığımızı Hakk’ın varlığında yok ederek,Cenâb-ı Hakk’ın Vahdâniyyeti ile zevklenmemiz, her neye bakarsak bakalım O’nun Vahdâniyyetinden başka bir tecellî görmememiz demektir. Bu mertebenin râbıtasında, Hakk’ın kulunun kulağından ve gözünden görenin, dilinden konuşanın Hakk olduğunu zevk etmek kişiye râbıta zevki sağlayacaktır.

Bekânın ikincisi olan Hazret’ül-Cem Makâmında, halkın zâhire çıkmasıyla,tafsilât-ı Muhammediyye olan bu âlemde, bütün varlıkların yani Hakk’ın sıfatlarının “Sen bizlerde tecellî etmemiş olsan bizler olmazdık, bizlerdeki varlıkta tecellî eden de Sensin ya Rab!” diye acziyetlerini ifâde ettiklerini, hissi müşterek olan bu bâtın duygularımızla, dâima kendimiz diye ikilikle ifade edilen Cenâb-ı Hakk’ın sıfatlarının isti’dâd ve kabiliyetlerine göre farkıyla düşünmek, rûhun emrine geçmiş olan akıl nimetiyle kendimizi yakın takibe almak,bizleri Kâbe kavseyne ulaştıracaktır.İşte, sîretimiz olan rûhaniyet yönümüzün sûret olan fiziksel bedenimizden nasıl zuhûra geldiğini, Cenâb-ı Allah’ın vahdet-i şuhûd olan yalnız sîretten ibaret olmadığını,vahdet-i mevcut olan yalnız görünen varlıklarla da kayıtlı olmadığını, vahdet-i şuhûd olan sîreti, vahdet-i mevcûd olan sûretten tecellîsiyle vahdet-i vücûd olduğunu anlamış oluruz. Cenâb-ı Hakk’ın Zâtının, Muhammed olan sıfatlarından tecellîsini farkıyla izlemek ve yaşamak kemâlâttır. Zaten bekâ Makâmları olan bu

Page 241: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

mertebelerde kalbî zikirle birlikte verilen râbıtalar, o kişiyi dâima illallah irfâniyetine sahip kılacaktır.

Şu halde hangi mertebe ve Makâmda olursak olalım, dâima kalbî zikirle birlikte râbıtayı kullanmak bize vuslat sağlatacaktır. İlimle bu yerleri bilsek bile şuhûd ve râbıtamız yeterli değilse, saydığımız Allah’ın manevî nimetlerine sahip olamayız. Zikir fikirdir. Fikir ise zikirdir. Kalbî zikir her mertebede râbıta olan fikirle birleşmeden vuslat olmaz. Onun için fikir yalnız ilmî olarak bir şeye vâkıf olmak değildir. Ayne’l-yakînlikteki şuhûd ve irfâniyet bizleri vuslat bulduracaktır. Arzu eden kardeşlerime Allah bu yerleri zevk ettirsin. Âmin.

ZİYÂRET NİYETİYLE MESCÎDLERE GİTMEK

“Evinizden üç yer için ziyâret kastıyla çıkınız.1-Mescîd-i Harâm 2-Mescîd-i Nebevîyye 3-Mescîd-i Aksâ’’dır. Bu üç yerin dışında ziyâret kastıyla çıkmayınız.” (H.Ş.)

Peygamber Efendimiz Mescîd-i Haram için ziyâret kastıyla seyahata çıkmamızı uygun buluyor .Çünkü Mescîd-i Haram Mekke şehrindeki Kâbe’nin bulunduğu yerdir. Kâbe Allah’ın Zât’ını remzetmektedir. Dolayısıyla orayı ziyâret Cenâb-ı Hakk’ı ziyâret demektir. Yoksa zâhirde taştan yapılmış bir binanın hiçbir özelliği yoktur. Hatta bir gün Hz.Ömer Kâbe’yi tavâf ederken Hacer-ül Esved taşına şöyle hitapta bulunmuştur: “Ey taş! Senin bir taştan ibâret olduğunu biliyorum. Yalnız Resûlullah Efendimiz seni öptüğü için ben

Page 242: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

de öpüyorum. ”Hacer-ül esved taşı Mürşîd-i Kâmil’in sağ elidir. Onu öpmek Cenâb-ı Hakk’ın elini öpmek gibi olacaktır.

Hakk ve hakîkat yolcusu Tevhîd ehillerinin bu insan toplumlarının içinde gizli olan Zâtiyyun olan velileri ziyâreti Kâbe’deki Hacer-ül Esved taşını öpmeleri gibidir.El öpmekten gâye et ve deriden meydana gelmiş bir eli öpmek değil “El ele, el Hakk’a” ifâdesinin sırrına vâkıfiyet ve ondan ilim ve irfâniyeti verenin bizzât Cenâb-ı Allah olduğunu bilmektir. Yoksa Kâbe’deki taşın hiçbir hikmeti yoktur. O İnsan-ı Kâmil’in elini öpmeği remzetmektedir. Bedensel olarak İnsan-ı Kâmil’in bizlerden hiçbir farkı yoktur.Fakat sîret yönüyle Cenâb-ı Hakk’ın kemâlâtıyla ‘insan’ diye vasıflandırdığı o resimden veliyyullah olarak bizlere bizzât Cenâb-ı Hakk’ın konuştuğunu anlamaktır.

İkincisi Mescîd-i Nebeviye ise Resûlullah efendimizin Medine-i Münevvere’deki Ravzâ-i Mutahhara’sıdır. Buranın ziyâreti de Sıfâtiyyûn velilerin ziyâretini remzetmektedir. Çünkü bu kâinatta Allah Zâttır, Muhammed sıfattır. Sıfatlardan her ne tecellî ederse Zât’ın o sıfatın isti’dâdı nisbetinde onun mazharından görünmesidir. Sıfatıyyun velîler zâtiyyun velilerin bir uydusudur. Bulundukları yerlerde kendi isti’dâdlarına göre Zâtın tecellîlerini sıfat mertebesinde kemâlâtıyla zuhûra getirenlerdir. Ayrı değildir. Görevleri orası olduğu için o mertebedeki isti’dâd sahiplerini irşâd ederler.

Üçüncü ziyâret yeri de Mescîd-i Aksâ’dır. Zâhirde Kudüs şehrinde bir mescîddir. Taşıdığı mânâ ise kalb sahibi olan Ef’âliyyûn velilerin ziyâret edilmesinden ibârettir.Bu veliler de Zâtıyyun velilerin Sıfâtiyyûn velilere manevî tâlimatlarının kendi mertebelerinde uygulama ve uygulatma emrini vermesi, Sıfâtiyyûn velilerin de Ef’âliyyûn velilere ef’âl mertebesinde kemâlâtıyla uygulama ve uygulatma görevini vermesidir.

Page 243: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Bütün bu velîler kendi yerlerinde mertebeleri gereği görev yaparlar.

İşte Allah’ın Zâtıyyun, Sıfâtiyyûn ve Ef’âliyyûn velîlerinin ziyâretleri anlamına gelen bu Hadis-i Şerîf Allah’ın başka bir tecellîsinin olmadığını bütün tecellîlerin bu üç tecellî içinde olduğu için bu üç yerden başka yerlere ziyâret kastıyla evinizden çıkmayınız buyrulmuştur.

Günümüzde yatırlara, türbelere ve bazı Allah’ın büyük velîsi diye bildiğimiz kabirlere ziyâret edenler var.Hadis-i Şerîf’e göre bu ziyâretler yasaklanmıştır. Çünkü rûh hiçbir zaman ölmez. Onların rûhları toprak altında değil, âriflerin gönlündedir. Ancak ârif olan velîleri ziyâret edersek onları aynen ziyâret etmiş oluruz. Yoksa kabirlere gitmek sadece“Ey kişi ! Bir gün sen de buraya geleceksin. Gelmeden evvel hazırlığını yap!”diye ibret ve ders almamızı sağlar. Orada başka hiçbir şey yoktur. Onlara bir müşkül sorsanız kabirden o velî cevap veremez. Fakat bir ârifin ziyâretine gitseniz sizin bütün müşküllerinizi halleder. Bir Hadis-i Şerîf’te Resûlullah Efendimiz şöyle buyuruyorlar: “Kabirdekiler sizi duyar fakat cevap veremezler.” Bu‘Sendeki rûh ne söylersen yine senden biliyor ve duyuyor. Fakat cevap veremiyor. Zira o isimdeki mazhardan cevap vermesi mümkün değildir.’ anlamına gelmektedir. Rûh birdir. Parçalanma kabul etmez. Yalnız tecellî ettiği mazharlarda Ahmet, Mehmet.. gibi isimler alır. Allah bizlere Zâtıyyun,Sıfâtiyyûn ve Ef’âliyyûn velîleri ziyâret ettirmek nasîb etsin. Onlarla tanışmak ve onların irfâniyetlerinden faydalanmak nasîb etsin. Âmin.

ZÜLKARNEYN (A.S.) KİMDİR

Page 244: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

Kur’ân-ı Kerîm Kehf Sûresi 83 ilâ 98.âyet-i kerimelerde bahsedilen nebîlerden birisidir.

Doğu ve batı ülkelerini de emrinde tuttuğu için “Zülkarneyn” denmiştir. Bu âyetler müteşâbih olduğu için tevilâta ihtiyacı vardır. Zâhir olarak garb ve şarka hükmettiğini söylediğimiz Zülkarneynler bu gün var mıdır? Kimlerdir? Onu tanımak ve bu âyetlerden istifade ederek yaşama geçebilmemiz için, vücûd ülkemizde onun yerini bulmamız ve zevk etmemiz gerekmez mi? Enfüs ve âfâkta Zülkarneyn (A.S.)’ın doğuya ve batıya gitmesi nedir? Üçüncü bir yola gitmesi nedir? Oradaki halkın Ye’cûc ve Me’cûclerden şikâyet etmesi nedir? Oradaki halk Zülkarneyn'in himmetiyle Ye’cûc ve Me’cûc'ten nasıl kurtulmuşlardır? Günümüzde Ye’cûc ve Me’cûc var mıdır?Varsa bizler bunlardan nasıl kurtulmalıyız? İşte bu soruların cevaplarını bilmemiz bu kıssaya vâkıfiyetle mümkün olacaktır.

Günümüzde Zülkarneynler kalp sahibi olan İnsan-ı Kâmillerdir.Onlar hem sıfatlar âlemi olan beden arzına, hem de rûh arzına hükümdarlık yapmaktadırlar. Evvelâ nefisle yapılan ameller ülkesi beden arzına giderek oradaki halka Hakk ve hakîkati anlatıyor.Çünkü orası güneşin battığı, yani rûh güneşinin bâtın olduğu yerdir.Sonra doğuya giderek,oradaki ahâlîyi üryân bulmuş ve onlara da aynı şeyleri anlatmıştır.Doğu,Vahdâniyyet yeri olduğu için rûhun birlik zevkine sahip olmaları nedeniyle bazı kâidelere itibar etmek istemediler. Zira Hakk’ın sarhoşu olmuşlardı.Şeriat elbiseleri olmadığı için bunlar üryân yani çıplaktılar. Sonra üçüncü bir yola giderek orada Ye’cûc ve Me’cûc'ten şikâyet eden bir topluluk buldu.Onlar Zülkarneyn (A.S.)’den “Bize yardım et. Bizim sabahtan akşama kadar kazandığımız her şeyimizi Ye’cûc ve Me’cûc denilen bu varlıklar yiyip bitiriyor. Size ücret de ödeyelim” diyerek yardım istediler. Zülkarneyn

Page 245: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

(A.S.) de onlara “Ben hiçbir ücret istemem,benim ücretimi Cenâb-ı Hakk verir.Sizler bana yardımcı olursanız ben de sizleri onlardan kurtarırım”dedi.Halkın ellerinde ne kadar demir ve bakırları varsa,bir meydanda toplayarak ateşte eritti. Çin seddi gibi bir set yaparak,onları Ye’cûc ve Me’cûc'ten kurtardı.

İşte günümüzdeki İnsan-ı Kâmiller de,bâtınımız olan nefis ülkesine giderek, teşbih tecellîlerini öğretmekte, doğumuz olan rûh ülkesine giderek de tenzih tecellîlerini öğretmektedir. Üçüncü bir yol olan,halkı dâima rahatsız eden Ye’cûc ve Me’cûc varlıklarının bulunduğu esfel-i safîlin olan avâmın ülkesine gitti. Avâm, ilim ve irfâniyetsiz olarak ne kadar ibâdet yapsalar da onların enfüsündeki vehim ve hayâl gibi, Ye’cûc ve Me’cûc’ten kurtulmaları,yani ihlâsa ermeleri mümkün değildir. Onun için mutlaka bir Mürşîd-i Kâmile ihtiyaçları vardır. Âfâkta da avâmın kendi varlıklarını Hakk’a vermiş olan Tevhîd ehlinden rahatsız oldukları malûmdur. Yunus Emre bir ilâhîsinde “Bir sinek kartalı aldı vurdu yere, ben de gördüm tozunu” buyurduğu gibi, âlimim diyen bir kişi bir dervişe cevap bile veremiyor.

İşte bu topluluğa İnsan-ı Kâmil sohbetleriyle, ‘inşâallah’ ve ‘mâşâallah’ sözlerinin sırlarını öğreterek bu rahatsızlıktan kurtuluyorlar. İnşaallah demek,işlerin sâhibinin Allah olduğunu bilmektir. Çünkü bütün fiillerin fâili Allah’tır. Mâşâallah demek de mâişetin sahibi Allah’tır demektir. Zira mevsûf sıfatların sahibi de Allah’tır. Bir insan fiil ve sıfat şirkinden kurtulursa, o kişi ne sevap işleyebilir,ne de günah işleyebilir.Artık o kişi, fiil ve sıfatsız olduğu için cehâlet ve gayriyetten ölmüştür. Her ne kadar henüz vücûdu varsa da,boş bir kütük gibi onun hiçbir şey yapması mümkün değildir. Tecellî-i sıfatı zevk eden sâliklere,“kurtuluş beratını almıştır” denilmektedir. İnsan-ı Kâmiller de Zülkarneyn gibi,

Page 246: 3. BÖLÜMsalihlimelamilerdernegi.com/FileUpload/ds353055/... · Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) Allah’ın kesret âleminde açığa çıktığı varlığa

Created by Simpo PDF Creator Pro (unregistered version) http://www.simpopdf.com

batıya ve doğuya giderek her ne kadar teşbih ve tenzih mertebelerindeki kişilere vuslat zevklerini öğretiyorsa da esas üçüncü yol olan inançlarında taklîdden kurtulamayan, ister enfüslerinde vehim ve hayâlden kurtulamayıp ibâdetlerinden zevk alamayanlar olsun, isterse pozitif ilimle bir şeyler bilenlerin manevî rûh nurlarına sâhib olmadıkları için Tevhîd ehlinin Hakk ve hakîkat sözleri, onlara diken gibi batması nedeniyle,İnsan-ı Kâmile ihtiyaçları vardır. İnsan-ı Kâmilsiz bu rahatsızlıktan kurtulmak mümkün değildir. Onun için de ‘inşâallah’ ve ‘mâşâallah’ sırlarının bizlere öğretilmesiyle mümkün olacağını bizlere bildiriyor.

MUHABBETNAME KİTAP SONU

Ahmet ARSLAN : 2007