61

Ajanda Eylül

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Ajanda dergi

Citation preview

Page 1: Ajanda Eylül
Page 2: Ajanda Eylül

2

AJANDA YAZARLARI

ATA İSMET ÖZÇELİK [email protected] - hepsidetay.blogspot.com BANU HIDIRLAR [email protected] - birazsoylebirazboyle.blogspot.com DUYGU PHILLIPS [email protected] - naminghouse.com EBRU DAĞTEKİN [email protected] İMGE TAN [email protected] - imgeleme.com MÜGE KARAHAN [email protected] - yemekbahane.blogspot.com NADİR KALBİNUR blog.milliyet.com.tr/nadirkalbinur ÖZGE DUMLU GüNESEN [email protected] PINAR DOĞAN [email protected] SEDA ASOLAR [email protected] - sedasolar.blogspot.com

DERGİ TASARIM SİNEM ERGUN [email protected] - sanatnotlari.blogspot.com

KAPAK TASARIM ve ÇİZİMLER ŞULE COŞKUN BALMUMCU [email protected] - susuoykusu.blogspot.com

İLETİŞİM [email protected]

Şubat 2011 Sayı:9

Eylül 2011 Sayı: 15

Page 3: Ajanda Eylül

3

Bir Dönüşüm Projesi

15. sayımızla birlikte 15 aydır Ajanda dergisini online olarak büyük bir sevgi ve emekle hazırladık ve yayınlıyoruz. Kültür sanat haberlerinden gezi yazılarına, reklam ve markalaşma sanatından yemek kültürüne, dekorasyondan modaya, kitap ve film

tanıtımlarından çalışanlara yönelik güncel bilgiler ve kişisel gelişim yazılarına kadar içeriği bol ve kaliteli, dopdolu dergimiz yepyeni bir form kazanıyor. Bundan böyle aylık olarak tek seferde sizlerle buluşmak yerine daha güncel ve her an yeni yazılarımızla sizlere ulaşmayı düşünüyoruz. Dergi formatının yerine yazılara ulaşımı ve okuması kolay olan ayrıca interaktif bir kullanımı olması sebebiyle her yazı için sizlerinde görüşlerinizi paylaşabileceğiniz bir ortam olan yeni web sitemizi önümüzdeki ay aktifleştireceğiz. (www.ajandadergi.com) Yine capcanlı konularla ve gündemi yansıtan yazılarla sık sık güncelleyeceğimiz sayfamızda her yazıya yorumlarınızı bırakabilir, hem bizlerle hem de diğer okuyucularla iletişim içinde olabilirsiniz. Bizler, yeni formatımızın uygulamaya dönüşünü heyecanla bekliyoruz. Her türlü katkı ve görüşlerinizi duymak bizi çok mutlu edecektir.

Page 4: Ajanda Eylül

4

6 Etkinlikler

12 Sinedetay “Jim Jarmusch—Night On Earth”

18 Abrakadabra

19 İstanbul’da Turist Olmak

“Son Yaprak Düşmeden”

22 Stiletto

28 İnceleme Kitap

“Franny ve Zoey”

İÇİNDEKİLER

Page 5: Ajanda Eylül

5

31 Gezi “Lizbon”

50 Gönlümün İncileri

“Tiyatro-cu”

54 Bir Kaşık Bilgi “Patlıcan Mucizesi”

Page 6: Ajanda Eylül

6

İmge Tan http://imgeleme.com

ETKİNLİKLER

Turkcell Kuruçeşme Arena Eylül Konserleri

Haziran ayında Türkiye’ye konser vermek için gelen ama solisti Jay Kay’in ayak bileğini

yaralaması sonucunda konseri son anda iptal olan Jamiroquai, 6 Eylül’de Kuruçeşme

Arena’da sahne alacak.

10 Eylül Cumartesi akşamı ise Bülent Ortaçgil, “senfonik” konseri ile ilk kez hayranları-

nın karşısında olacak. 26 kişilik dev yaylı grubu ve usta müzisyenler enstrümanlarıyla

Ortaçgil’e eşlik edecek. Gecenin konuk sanatçıları Erkan Oğur ve Birsen Tezer.

16 Eylül’de ise Boğaz’da Sertab Erener’le “Rengârenk” bir yaz akşamı yaşanacak. Bu bir-birinden güzel konserleri sakın kaçırmayın.

Page 7: Ajanda Eylül

7

Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi Eylül Konserleri

Megastar Tarkan, 9–11 Eylül tarihleri arasında Harbiye Açıkhava’yı sallayacak!

13 Eylül’de ise Cezayir asıllı Fransız şarkıcı Enrico Macias sevenleriyle buluşuyor.

Ajda Pekkan, Nilüfer, Yeliz, Erol Evgin, Ayla Algan, Hümeyra, Tanju Okan gibi ünlü

isimlerin söylediği Hoş gör Sen, Bu ne Dünya Kardeşim, Koy Koy Koy, Arkadaşımın

Aşkısın, Olmaz Olsam gibi unutulmaz şarkıları bir kez de Açıkhava’da dinlemek

istemez misiniz?

Bu sene yaşadığı acı kayıptan dolayı pek çok önemli konserini iptal eden sanatçı Şebnem

Ferah, 17 Eylül’de Açık-

hava’da sahne alacak.

24 Eylül’de ise

Ferhat Göçer ve Sunay

Akın ile birlikte

şarkılar, şiirler ve

birbirinden ilginç

hikâyelerle dolu bir

gece yaşanacak Harbiye

Açıkhava’da.

Hepsi ve daha fazlası

için biletler Biletix’te!

Page 8: Ajanda Eylül

8

12. İstanbul Bienali İçin Hazır Mısınız?

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından Koç Holding sponsorluğunda

17 Eylül–13 Kasım 2011 tarihleri arasında düzenlenecek

“12. Uluslararası İstanbul Bienali” İstanbullularla buluşmaya hazırlanıyor.

Küratörlüğünü Adriano Pedrosa ile Jens Hoffman'ın birlikte üstlendiği bienal,

“İsimsiz (12. İstanbul Bienali), 2011” olarak belirlenen başlığı ve görsel kimliği,

minimalist ve kavramsal yapıtlarıyla 20. yüzyıl güncel sanatının en önemli isimleri

arasında sayılan Kübalı-Amerikalı sanatçı Felix Gonzalez-Torres’e göndermeler içeriyor.

12. İstanbul Bienali,

başlığının yanı sıra

temalarında da Felix

Gonzalez-Torres’in

işlerinden ilham alıyor.

Bienalde

“İsimsiz” (Pasaport),

“İsimsiz” (Ross),

“İsimsiz” (Ateşli Silahla

Ölüm), İsimsiz

(Soyutlama) ve İsimsiz

(Tarih) olarak farklı

temalar altında düzenle-

necek beş karma sergiye

ek olarak, bu meselelerle

ilgili tartışmaları daha

da ileriye taşıyacak 45

solo sergi de yer alacak.

www.iksv.org

Page 9: Ajanda Eylül

9

Babylon Sezonu Açıyor!

Babylon, 13 Eylül Salı akşamı Asmalımescit’teki 12 senelik yerinde bir kez daha tüm

müdavimlerine kapılarını açacak.

Müzikal skaladaki çeşitlilik ve renklilik prensibini devam ettiren Babylon’da bu sezon da

günümüz müziğinin en başarılı ve öncü grup ve müzisyenlerini dinlemeye devam edece-

ğiz. Eylül ayında Babylon’da sahne alacak

isimler sırasıyla şöyle:

13.09 Jukebox Açılış Partisi

14.09 The Maccabees

21–22.09 Mulatu Astatke

23–24.09 Tinariwen

28.09 Şevval Sam

30.09 Deadboy & 2562

Santral İstanbul’da Kolombiya Rüzgârı

Santral İstanbul’un Galeri 1 salonu 2 Ekim’e kadar “Arazi Üzerine: Kolombiya’da

Çağdaş Sanat” sergisine ev sahipliği yapıyor.

Sergi, Türkiye ile birçok açıdan benzeşen Kolombiya’nın 19 önemli sanatçısının işlerini

bir araya getiriyor.

Türk ve Kolombiyalı sanatçılar

arasında bağları kuvvetlendir-

meyi ve bu bağlar sayesinde

kültürel diyalog olanaklarının

oluşturulmasını amaçlayan

sergideki birbirinden ilginç

eserler kesinlikle görülmeye

değer. http://

www.santralistanbul.org

Page 10: Ajanda Eylül

10

Page 11: Ajanda Eylül

11

Madde-Işık II Sergisi

Geçtiğimiz yıl 35 bin ziyaretçiyle büyük ilgi gören Madde-Işık Sergisi'nin ikincisi, Borusan Müzik Evi’nde 25 Eylül tarihine dek ücretsiz olarak ziyaret

edilebiliyor.

Algılama kavramına yeni boyutlar kazandıracak olan Madde - Işık II’ye katılan

sanatçılar arasında birinci sergide yer alan Thomas McIntosh ve Christian Partos da

bulunuyor.

Sergi aynı zamanda eserleri Türkiye'de ilk kez sergilenecek dünyaca ünlü isimleri

bir araya getiriyor.

Madde-Işık II, geçen yılın "Fiziksel Sanallık" ve "İmmersiyon" temalarına ek olarak

"Madde ve Işık" adlı bir alt başlık da içeriyor.

Bu temaları ses, video, ışık ve hareketin farklı bileşimleri aracılığıyla irdeleyecek olan

sergi, bu yıl da farklı malzemelerin kullanıldığı eserlerle sanatseverlere sıra dışı

deneyimler sunacak.

Sergi, Pazartesi hariç her gün saat 11.00 – 19.00 arasında ziyaret edilebilecek.

http://www.borusanmuzikevi.com

Page 12: Ajanda Eylül

12

B ağımsız Amerikan Sinemasının en

önemli yönetmenlerinden ve "auteur"

lerinden biri Jim Jarmusch.

Yani, tüm filmlerinde kendisine ait kişisel

izler ve yaratıcılık örneklerini

görebildiğimiz sinemacılardan. Filmlerinin

çoğu kült seviyesine ulaşmış olan Jarmusch

kendi negatiflerinin sahibi olan tek Ameri-

kalı anlatı sinemacısıdır.

SİNE DETAY

Kuraldışı bir Yönetmen: Jim Jarmusch ve Çarpıcı Filmlerinden Biri

“Night On Earth”

Sinem Ergun www.sanatnotlari.blogspot.com

Page 13: Ajanda Eylül

13

diyor ki,

"Bağımısz sinemacılık tam bir kumar gibi.

Yönetmenlik işlerini kabul ederek ya da

filmlerim üzerindeki denetimimden vazge-

çip, onları en yüksek fiyat verene satarak

çok daha fazla para kazanabilirdim.

Ama bir işe hayatımın üç yılını ve bir sürü

emek veriyorsam ve sen de para koyuyor-

san, karı paylaşabiliriz, ama negatifler

benim elimde olur" (Variety, 27 aralık

1989)

J armusch, minimalist bir film yapımcısı

olarak bilinir. Müzik, filmlerinin ayrıl-

maz bir parçasıdır.

Filmlerinde kullandığı müziklerin sahibi

müzisyenler çoğu zaman oyuncu olarak

da yer almaktadır.

Örneğin, John Lurie, Tom Waits, Gary

Farmer, Youki Kudoh, RZA and Iggy Pop

filmlerde rol almıştır.

ve şöyle demiş,

"Hiçbirşey orijinal değildir.

Esinlenebileceğiniz ve size yakıt

olabailecek herhangi birşeyi çalın.

Yalayıp yutun, eski, yeni bütün filmleri,

kitapları, müzikleri, resimleri, fotoğrafla-

rı, şiierleri, rüyaları, sohbetleri, mimariyi,

köprüleri, işaretleri, ağaçları, bulutları,

suyu, ışığı, gölgeyi.

Çalmak için sadece direk ruhunuzla konu-

şan şeyleri seçin. Eğer bunu yaparsanız

işiniz otantik olacaktır.

Otantiklik, paha biçilmezdir, orijinallik

ise varolmayandır. Hırsızlığınız sizi ra-

hatsız etmesin, hatta bunu kutlamalısınız.

Her durumda Jean-Luc Godard'ın söyledi-

ği şeyi hatırlayın "önemli olan sizin

aldığınız şeyler değil, onları götürdüğünüz

yerdir." -Jim Jarmusch, The Golden Rules

of Filming

Jarmusch filmlerinin ortak özelliği yollar-

da geçmesi, kahramanların yalnız yaşayan,

gururlu, çevrelerindeki insanlardan yar-

dım almaktan kaçınan insanlar oluşu ve

onların gelişimlerini ortaya koyan hikaye-

ler olması.

Jim Jarmusch o kadar özgün ki, bir kere

filmlerini yazarken de çekerken de çok eğ-

lendiğini düşünüyorum, sanki hobisi gibi

yapıyor bu işi. Sinema sektörüne de özen-

diriyor insanı. Yani filmlerini gördükçe in-

sanın bir senaryo yazıp yönetesi geliyor,

nekadar zevkli bir işmiş dedirtiyor insana.

Page 14: Ajanda Eylül

14

Night On Earth Yönetmen: Jim Jarmusch

Oyuncular: Winona Ryder, Beatrice Dalle,

Roberto Benigni,

Yıl: 1991

B u filmi kim seyretse yazmak ister sa-

nırım veya her ortamda arkadaşlarına

gönül rahatlığıyla tavsiye eder.

Film 5 ayrı şehirde geçen 5 ayrı hikayeden

oluşuyor. Herbir skeç 20-25 dakika sürüyor.

Hepsi aslında bir bütünün parçaları gibi,

ortak noktaları bir taksinin içinde taksi şo-

förü ve yolcuları arasında geçen diyaloglar

üzerine kurulu olması. Ama en çarpıcı

özelliği ironi sanatını bu kadar güzel icra

ediyor olması.

Her skecin açılış sahnesinde yukarıda gö-

züken yanyana dizili saatleri görüyoruz.

Yolculuğumuza Los Angeles ile başlıyoruz.

1) LosAngeles

Los Angeles'ta bir akşamüstü. Oğlan çocu-

ğu görünümlü varoşlarda yaşadığını tah-

min ettiğimiz ve tek hayalinin tamirci ol-

mak olduğu ufak tefek taksi şoförü

(Winona Ryder) ile sürekli cep telefonuyla

iş görüşmeleri yapan sinema filmleri cast

ajansı sahibi genç ve güzel bir kadının ha-

vaalanından Beverly Hills'teki evine doğru

olan yolculuklarına tanıklık ederiz.

Karakterlerin izleyicide oluşturduğu ilk al-

gı, yolcunun başarılı, zengin ve güzel bir

kadın olmasının yanısıra, taksi şoförü kı-

zın, kadınlığını bastırmış, erkek gibi davra-

nan, fakir ve bu döngüde sıkışmış bir tip

oluşu.

Page 15: Ajanda Eylül

15

Şimdi bu noktada biraz durmak ve bazı

şeylere dikkat çekmek istiyorum. 5 kısa öy-

künün de bariz bir önermesi var.

"Hiçbirşey dışarıdan göründüğü gibi değil-

dir."

Jim Jarmusch, yarattığı karakterlerin seyir-

cide oluşturduğu ilk algıdaki güçlü ve güç-

süzün 20 dakikalık diyaloglardan sonra na-

sıl farklılaştığını incelikle gösteriyor bize.

Her skeç bitişinde istinasız izleyicinin dü-

şüncelerini ve yaşamda varolan önyargıları

sorgulatmayı çok iyi başarıyor.

F ilmin bir diğer özelliği ise her şehrin

kendine özgü kültürel özelliklerini ko-

nuya yerleştirmesi.

Genelde yolculuk sırasında şehirlerin ke-

nar mahallerinden geçen taksi bu dokuyu

da izleyiciye aktarıyor.

Bir diğer dikkat çeken şey ise hikayelerin

geçtiği zaman sabaha karşı olduğundan

boş sokaklarda dolaşan taksi izleyicinin

dikkatini sadece o kahramanlara çekmeyi

başarıyor.

2) New York

New York için her Amerikan filminden

şöyle bir fikir hepimizde oluştu sanırım.

Taksi bulmak çok zor. Her elini kaldırıp

taksi diye bağırana taksi gelmez. Yağmurlu

havalarda taksi hiç bulunmaz.

Yine bu kurala bağlı olarak bu hikayede bir

zenci birtürlü taksi durduramıyor.

Hatta eline para alıp havaya kaldırsa bile

önünden geçen hiçbir taksi durmuyor.

Page 16: Ajanda Eylül

16

Bir süre sonra önünde duran taksiye binen

adam, şöförün bu işte ilk gecesi olduğunu,

araba kullanmayı bilmediğini hatta New

York'a yabancı olduğunu öğreniyor.

Taksi şöförü Helmut, aslında Doğu Al-

manya'da sirklerde palyaçoluk yapan biri-

dir ve ailesi yoktur.

3) Paris

Paris'te bir gece. Fildişi sahilinden oldu-

ğunu öğrendiğimiz gururlu genç taksi şo-

förü, yoldan kör bir kadını alır. Kadın kör

olmasına rağmen herşeye hakim görün-

mektedir hatta geçtikleri yolların bile far-

kındadır. Kadının körlüğüne rağmen ha-

yatta güçlü bir yer edinişi, şoförü içten içe

sinirlendirmektedir. Kadına körlüğünün

acizlik olduğunu gösterme çabaları hep

geri teper.

4) Roma

Bu benim favori skeçim. Taksi şoförü

Roberto Benigni. Tipik bir İtlayan. Yolda

kendi kendine konuşan, heyecanlı,

canayakın bir tip. Yoldan bir rahibi araba-

sına alır. Bu sahne muhteşem:)

Ağırbaşlı hatta bir rahatsızlığı olduğu

gözlemlenen rahip pek konuşmamakta fa-

kat taksi şoförünün çenesi hiç durmamak-

tadır. Adam zor nefes alırken bile sigarası-

nı rahatlıkla yakan taksi şoförü adamın ök-

sürüğe boğulmasını bile aldırmaz.

Bir de bunun üstüne yıllardır günah çı-

kartmadığını ve bu fırsatla günah çıkart-

mak istediğini söyler, peder bu fikre sıcak

bakmasa bile başlar anlatmaya.

Bu günahlar size sürpriz olsun yalnız yer-

lere yatacağınız kesin:)

5) Helsinki

Helsinki deyince akla ne gelir. Heavy

drinkers herhalde.

Sabaha karşı 5'te artık uyumak üzere olan

taksi şoförü boş boş dolaşırken gelen

anonsla üç müşteriyi almaya gider.

Yollar buzlu, ve sokaklar bomboştur. Üç

sarhoş arkadaş biri baygın halde taksiye

binerler. Sert tavırlı ve kavgacı adamları

taksi şoförü hizaya getirmeyi bilir.

Arkadaşları taksi şoförüne baygın olanın

neden bu kadar içtiğine hak vererek başına

Page 17: Ajanda Eylül

17

gelen korkunç olayları üzgün bir şekilde

anlatmaya başlarlar.

Taksi şoförü bu olayların hiç öneminin ol-

madığını asıl en korkunç şeyin kendi başı-

na geldiğini söyler.

Biraz ipuçları vererek anlatmaya çalıştım.

Belki ilginizi çekmiştir.

Bu arada elbette ki filmin müzikleri Tom

Waits'e ait.

Okuduğum birkaç röportajdan da bir iki

not ilave edeyim.

- Jim Jarmusch bu senaryoyu 8 günde yaz-

mış.

- Bu filmi yapmasının amaçlarından biri de

özlediği arkadaşlarıyla beraber çalışmak-

mış.

- Başta sadece takside geçen ve az oyuncu

içeren bu hikayeyi yazarken çekim aşama-

sının çok kolay olacağını düşünmüş ama

başlayınca kimseye tavsiye etmeyeceği zor-

lukta bir iş olduğunu anlamış.

- Çekimlerde arabanın kenarlarına monte

edilmiş hız rayları, ışık sistemi, donanım ve

teçhizat ile içlerine tıkıştırılmış bir sürü

adam kullanılmış.

- Helsinki'deki çekimde trenle çarpışma

tehlikesi bile atlatmışlar.

Page 18: Ajanda Eylül

18

ABRAKADABRA

V e bir an gelir…

Herşeyi bırakıp gitmek, dünyadan ışınla-nırmışçasına gitmek isteriz bazen.

Filmlerdeki gibi hayatınızın bir sahnesinde birdenbire her şey donar kalır. Tam da hayatınızın ortasında, hiç olmayacak bir yerinde olur bu.

Yorulmuşsunuzdur, kırılmışsınızdır, dargınsınızdır, ümitleriniz boşa çıkmıştır.

Ve "aslında" yaşadıklarınızın böyle olması-nı hiç istememişsinizdir.

Bu yoğun duyguların ardından o kritik sorular çıka gelir. Ben kimim, neyim? Benim burada ne işim var? Benim amacım ne? Yaşadığım hayat bu mu olmalı… Değiştirebilir miyim ki? ... Yoksa hayatımı şekillendirme gücüm var mı ki benim… İnanın bunları her insan zaman zaman kendine soruyor.

Kim olursak olalım, her nerede nefes alıyorsak alalım, özümüzde bir yerde bir

eksiklik duygusuyla yaşıyoruz.

Korkmayın ... Eğer o kritik sorulara bugünlerde daha sık cevap arıyorsanız, doğru yoldasınız.

Her birimiz artık uyanmalı ve içimizdeki mucize ile tanışmalıyız. Bu kısa ve değerli yaşamda ruhlarımızı özgür bırakıp, dilediğimiz ne varsa hayatlarımıza katmalıyız. Aynaya baktığımızda geçmişimizde yaptığımız veya yapmadığı-mız her şeye rağmen kendimize "seni seviyorum" demeliyiz.

Şimdi bir düşünün; keşkelerle geçirilecek bir ömrü mü yoksa kendinizi yeniden yaratmak ve hedeflerinize ulaşabileceğiniz bir yaşamı mı "tercih" ediyorsunuz.

Hayatınızın en büyük eseri olan "kendinizi" yaratmanın tam zamanıdır şimdi.

Pınar Doğan [email protected]

Page 19: Ajanda Eylül

19

GEZİ—İSTANBUL’DA TURİST OLMAK

Son yaprak düşmeden…

Müge Karahan www.yemekbahane.blogspot.com

İstanbul’a yine sonbahar geliyor. Dalların-

da yeşeren yapraklar, yazın vedasıyla sa-

rarmaya başladı bile.

Çoğunluğun yaz mevsiminde başka yerle-

re kaçtığı İstanbul, yine kalabalığı koynu-

na almaya hazır, yine uzun kış mevsimine

giriş yapmak üzere.

Güneş hala gözünü kırparken, İstanbul’da

neler yapabiliriz bir bakalım…

Yaz geçmeden İstanbul’un tadını nasıl çı-

kartmalı?

İstanbul’da Turist Olmak, Eylül ayında

İstanbul’un son yaz anlarını değerlendiri-

yor…

Dondurmaya doydunuz mu ?

Hala vaktiniz var. İstanbul’da dondurma

yiyebileceğiniz mekanlara gidin ve kendi-

nize şöyle birkaç toptan oluşan kocaman

bir külah sipariş edin.

Page 20: Ajanda Eylül

20

İşte benim size birkaç önerim:

Mini dondurma, Bebek'te

1968 yılından beri 4 metrekare-

lik bir alanda hizmet veren Mi-

ni

Dondurma, bu yıl 40. yılını

kutluyor. Ali Usta, 1968'den

beri Moda'yla bütünleşen

adreslerden biri olan dondurmacı Ali Usta, çeşit sayısını her yıl biraz daha artırıyor.

Şu anda 65-70 civarında çeşidin bulunduğu Ali Usta'nın en beğenilen spesiyal dondur-

maları arasında Santa Maria yer alıyor.

Roma Dondurmacısı, Yeşilköy İstanbul Caddesi'nde 38 yıldır hizmet veren Roma

Dondurmacısı, yıllardır hep aynı lezzeti sürdürüyor.

Yaşar Usta, 1972'den beri dondurmacılık yapan

Yaşar Çarlı'nın Bostancı'daki dükkânı, İstanbul'un

dört bir tarafından dondurma severleri ağırlıyor.

Biz Türkler için yazın sıcağında dahi çay en vazge-

çilmez içecek değil mi? İstanbul’da çay keyfi sür-

mek için hiç de geç kalmadınız. T

arihi yarımadada bir gezintiye çıkın ve Çorlulu

Ali Paşa Medresesi’nde Erenler Çay Bahçesinde bir bardak çay içmeye gidin.

Çayınızı yudumlarken tarihin kokusunu hissedin.

Page 21: Ajanda Eylül

21

Moda iskelesinin üst tarafında Bomonti Çay Bahçesi’nde çayınızı içerken zamanın

yavaşladığını hissedeceksiniz.

Çengelköy Börekçisi’nden bir porsiyon böreğe en iyi eşliği elbette bir bardak sıcak çay

edecektir, Çınaraltı Çay Bahçesi’nde Boğazın keyfini sürmemek elde değil.

Yaz bitmeden İstanbul’a denizden bakın. Ailenizle bir sandal ya da ufak bir tekne

kiralayın ve balık tutun, denize girmeye Karadeniz açıklarına gidin.

Mesela Göksu Deresi’nden kiraladığınız sandalla Boğaza çıkın ve ufak bir tur atın.

Fotoğraf makinanızı alıp İs-

tanbul’u en güzel karelerde

dondurun. Ayvansaray, Ba-

lat, Galata, Büyükada

….İstanbul’a kadrajın ardın-

dan bakmak size keyfi vere-

cektir.

Şezlongunuzu alıp İstanbul-

’un sahillerine gidin, Cadde-

bostan, Fenerbahçe, Bebek,

Yeşilköy… Tabii giderken termosunuza çay depola-

mayı unutmayın.

Eminönü’nde balık ekmek yiyin…

Bostancı’da lunaparka gidin, Taksim’de kitapçı

kafelerden birine dalıp en sevdiğiniz kitabı okumaya

başlayın.

Dünyanın en büyük metropollerinden birinde

yaşarken yapılacak daha neler var neler…

Siz yeterki yaşadığınız şehire turist gözüyle bakmayı isteyin..

Page 22: Ajanda Eylül

22

STİLETTO

Y azın son demlerini yaşadığımız

şu günlerde çoğumuz için,

geride bıraktığımız sıcak yazın

denizle kumla güneşle geçen tatil

anıları, ılık akşamlarda yapılan

dondurmalı yürüyüşler, bahçelerde

yenilen yemekler, kafelerde içilen

rozeler, sahilde atılan turlar, uçuş

uçuş elbiselerle gidilen düğünler kal-

dı akıllarda.

Çoğumuzda giden yaz için içten içe

bir hüzün, gelecek yaz içinse şimdi-

den başlayan bir özlem var…

İlkbaharın ilk günlerinden itibaren en

merak ettiği ülkeleri Küba’dan Pana-

ma’ya, Panama’dan Sakız Adası’na

karış karış gezen bense, kışın

gezmeye bir süre mola vereceğimden

hüzünlüyüm en çok…

Ebru Dağtekin [email protected]

Mekan: Havana/Küba

Şort: Little Big

Gömlek: Mudo

Babetler: Zara

Page 23: Ajanda Eylül

23

STİLETTO

Mekan: Panama City Elbise: Mudo Babetler: Zara

Page 24: Ajanda Eylül

24

Mekan: Como Elbise: Mudo Çanta: D&G

Mekan: Como Elbise: Como’da bir butik Sandaletler: Zara

Page 25: Ajanda Eylül

25

Mekan: Rio De Janerio Bluz: Suat Butik Caddebostan Etek: Zara Babetler: Steve Madden

Mekan: Sakız Adası

Atlet: Mango

Etek: Mudo

Gözlük: D&G

Page 26: Ajanda Eylül

26

F akat benim aynı zamanda gelecek

olan yeni mevsim için hissettiğim

güzel şeyler, yani yeni başlangıca dair

heyecanlarım da var..

Kış soğuk olsa da kendince güzellikleri

var çünkü, mesela benim için kış daha

az gezmek fakat daha çok film izlemek

demek… Daha fazla eşi dostu görmek,

daha fazla kahve içip çikolata yemek

demek… Aldığım birkaç kiloyu da daha

kolay saklamak demek..

Fakat en çok da daha özenli giyinmek,

mağrur sonbahara yakışır ayrıntıları da-

ha fazla düşünmek demek…

Madem yazı uğurlayıp sonbahara hoş

geldin diyoruz, Stiletto’nun bu sayısın-

da sonbaharda neler giyeceğiz kışa na-

sıl hazırlanacağız bir kaç ipucu da pay-

laşayım istedim…

Bir kaç ipucu diyorum çünkü sonbahar

kış modasına en fazla yeri Ekim sayısın-

da vermek istiyorum, zira siz bu satırla-

rı okurken ben Paris’te kışın hip parçala-

rını, en güzel markaları en ucuza nere-

lerden alabilirsiniz keşfe çıkmış olaca-

ğım. Döndüğümde keşfettiklerimi, gö-

rüp aldıklarımı (hatta alamadıklarımı!)

Stiletto okuyucuları ile paylaşmak için

şimdiden sabırsızlanıyorum…

Sonbahar Yaprakları

Bu sonbahar neşeli ve özgür ruhlu…

Maskülen olduğu kadar feminen de ol-

mayı bilen pantolon takımlar, etnik mo-

tifler, her zaman her şeyle giyilebilen

kareli gömlekler, iri kabartma örgüler,

hayvan desenleri… Bu sonbahar onları

sık sık göreceğiz…

Resimlerdeki Kıyafetler: H&M

Page 27: Ajanda Eylül

27

Page 28: Ajanda Eylül

28

Sinem Ergun www.sanatnotlari.blogspot.com

S alinger'ı okuyanlar bilir. Hayali bir

"Glass ailesi" yaratmıştır. Bunlarla

ilgili kısa hikayeler yayınlamış,

daha sonra hepsi biraraya getirilip

"9 Öykü" adı altında bir kitap ortaya çık-

mış.

Salinger, aile bireyleri ile ilgili detaylı ola-

rak iki kitap daha yazmış biri "Yükseltin

Tavan Kirişini Ustalar ve Seymour", diğeri

ise "Franny ve Zooey".

Salinger ile ilgili, yarattığı bu aile üyeleri-

nin kendi kişiliğinin parçalarını yansıttığı

söylenmektedir.

G lass aile 1900 lerin başında yaşayan,

dünya savaşlarına tanıklık etmiş, 7

çocukları olan bir aile.

Bu aileden kısaca bahsedeyim:

Les ve Bessie (Anne ve baba): Emekli vod-

vil oyuncuları.

Les Yahudi ve eğlence sektöründe çalışıyor.

Bessie ise sürekli çocukları için endişe

duyan bir anne, çocuklarının sosyal

ortamlara ayak uyduramadıklarını

düşünüyor.

İNCELEME - KİTAP

Franny ve Zoey—J.D. SALINGER

Page 29: Ajanda Eylül

29

Seymour (1917 - 1948): En büyük abi, çok

zeki ve 20 sinde Colombia'da profesör

olur. Dahi çocuklar radyo programının

düzenli konuğu. 1941 de bileklerini

keserek intihar girişiminde bulunur.

1942 de evlenir, daha sonra tekrar intihar

ederek ölür.

Webb Galagher "Buddy": (1919 - ) "Franny

ve Zooey" kitabı ile çoğu öykünün anlatıcı-

sı. Salinger'in ikinci kişiliği olarak düşünü-

lüyor. New York'un kuzeyinde yaşıyor ve

köy kadınları okulunda ingilizce öğretiyor.

Seymour'la çok yakın arkadaşlıkları var.

Beatrice "Boo Boo": (1920) Evli ve

üç ,çocuklu.

Walter "Walt": (1921 - 1945): Waker'ın ikizi.

Amerikan askeri ve 1945'da Japonya'-

da ,savaş sırasında ölüyor.

Waker (1921 - ): Katolik bi kilisede peder.

Öykülerde onun hakkında yazılan

çok ,fazla detay yok.

Zachary Martin "Zooey" (1929 - ): Aktör,

kardeşler arasında en çekicisi.

Buddy'e ,göre en zekileri. Öyküler-

de ,annesine karşı çok kibirli ve kaba

olarak tasvir edilmekte. Annesine genelde

küfür etmekte ve şişko demekte. Seymour

ve Body'nin küçük yaşta ona ve Franny'e

uzakdoğu mistisizmi empose etmelerin-

den dolayı insanlardan kaçmakta.

Frances "Franny" (1934 - ): Üniversite

öğrencisi ve oyuncu.

Bütün çocuklar çok özel ve "dahi çocuk-

lar" adlı bir radyo yarışma programının

konukları.

Gelelim kitaba: Franny ve Zooey

Kitap iki bölümden oluşuyor. İlk bölüm

kısa ve "Franny" iken ikincisi "Zooey"

başlığında.

İlk bölümde geçen olaylar tahmini 1 saat

içinde olup biterken, ikincisi de başka bir

mekanda yine yaklaşık 2 saat içinde geçen

bir dizi diyalog ve bolca tasvirden oluş-

makta.

Hikaye 1955 ylında, 7 kardeşli bir ailenin

en küçük ikisi arasında geçiyor, Franny

üniversite öğrencisi ağabeyi Zooey ise bir

aktör.

Page 30: Ajanda Eylül

30

İlk bölümde Franny erkek arkadaşı Lane

ile buluşur, bir kafede onların konuşmala-

rına şahit oluruz.

Franny, biraz garip davranır, karamsar ve

mutsuz tavırları Lane'in dikkatini çeker,

kafede Franny hiçbirşey yemez ve içmez,

midesinin rahatsız olduğunu söyleyerek,

sık sık tuvalete gider.

Lane, Franny'nin çantasında bir kitap gö-

rür ve bunun "Bir Rus Gezgincinin Anıları"

olduğunu öğrenir.

Franny, kitapta, aydınlanmayı sağlayan bir

yöntem olan İsa Duası'nın sürekli okun-

masından bahsedildiğini anlatır, ama Lane

fazla ilgilenmez, daha sonra Franny yine

kendini kötü hisseder ve bayılır.

İkinci bölümde Franny evdedir, günlerdir

inzivada gibi bir haldedir, yemek yemez,

kimseyle konuşmaz, halsiz yatar.

Zooey küvette oturmaktadır ve ağabeyin-

den gelen mektubu okumaktadır. Mektup

yoluyla ağabeyini tanırız, daha sonra an-

nesi banyoya gelir ve Franny için endişeli

olduğundan bahseder.

Bu bölümde Zooey ile annesinin ilişkileri-

ni öğreniriz.

İlerleyen böümde ise Zooey ile Franny'nin

konuşmaları sahne olur. Diğer kardeşler

hakkında bilgiler ediniriz.

Felsefe ve uzakdoğu dinlerine ilgisi olan

büyük kardeşler, Franny ve Zooey'e bu

bilgileri küçük yaşta aşılamıştır.

Bu yüzden Franny ve Zooey yaşıtlarından

erken olgunlaşmış hatta hayata bakışları

değişmiştir.

Çevrelerindeki insanları küçük görmekte,

onların mutluluk ve kaygılarına anlam

verememektedirler. Kendilerini başkaları-

nın yanında rahat hissetmezler.

İkinci bölümde Zooey, Franny'nin bu

inziva yöntemini sorgulamakta, ve onun

hakkında Franny'nin duymak istemeyece-

ği keskin bir eleştiri yapmakta.

Ben kitabı okurken başta zorlandım, uzun

cümleler bolca tasvirler ve konunun

konuyu açması, benim odaklanmamı biraz

zorlaştırdı, ama daha sonra bu anlatım s

istemine alışınca bende merak uyandırma-

ya başladı.

Konu ilerledikçe herkesin bir özeleştiri ya-

pacağı ve pek çok farkındalık yaşayacağını

düşünüyorum.

Page 31: Ajanda Eylül

31

GEZİ

İmge Tan www.imgeleme.com

Y ine uçuyoruz uzaklara...

Akdeniz'e kıyısı olmayan bir

Akdeniz sıcağına... Tarlabaşı, Cihangir,

Galatasaray benzeri ara yollarındaki

derme çatma eski apartmanlarıyla,

balkonlardan sarkan çamaşırlarıyla,

nostaljik tramvayıyla, bir an bile yüzünü

bizden esirgemeyen güneşiyle, bin bir çeşit

İplerdeki Çamaşırlar, Yokuşlar, Tramvaylar ve Fado…

LİZBON’dayız

Page 32: Ajanda Eylül

32

deniz ürünüyle, hüzünlü insanlarına yakı-

şan hüzünlü müziği Fado'suyla İber Yarı-

madası'nın en merak ettiğim şehirlerinden

biriyle tanışmaya gidiyoruz... Lizbon'la

tanışmaya…

Havası gibi insanları da çok sıcak, yardım-

sever ve rahat bu şehrin. Nüfus oldukça

yaşlı. Kalenin eteklerinden denize kadar

inen ve bence Lizbon'u en çok tanımlayan

ara sokakları da kapsayan Alfama

bölgesindeki yaşamları görünce hayretler

içinde kalabilirsiniz.

Koca bir şehrin göbeğinde sürdürülen köy

yaşamı! Derme çatma köy evleri gibi bir ya

da iki katlı yapılar, sadece perdeleri çekil-

miş ama kapıları açık tahta giriş kapıları,

evin önündeki küçücük alanda bir limon

ağacı ve kümes, hangi çağdan kalma oldu-

ğu belli olmayan bir bakkal dükkânı, elin-

deki sepetinde kim bilir ne taşıyarak yoku-

şu ağır ağır tırmanan bir adam, taşlığının

önünü süpüren yaşlı bir teyze...

İnsana mutluluk veren o güneşli havasına

rağmen aklımda bu hafif hüzünlü görün-

tüsüyle yer edecek şirin mi şirin bir şehir

burası. Burnumda hâlâ iyot kokusu, dama-

ğımda mezgit, kalamar, sardalya ve şarap-

larının tadı...

Lizbon Sokaklarıyla Tanışma Turu

Şehrin en önemli meydanı olan ve Rossio

Tren İstasyonu'nun da bulunduğu Rossio

Meydanı'ndan başlıyoruz gezmeye.

Tren istasyonu yakınlarında Tourism

İnformation ofisini de göreceksiniz.

Buradan şehir ve ulaşım haritalarını alabi-

lirsiniz. Lizbon Kart almanızı önermem;

günlük ulaşım kartları daha ucuza gele-

cektir.

Günlük kartlarınızı metro istasyonlarında-

ki makinelerden alabiliyorsunuz.

Bir seferlik 0,50 Euro kart parası verdikten

sonra her gün istediğiniz sayıda yükleme

yapıyorsunuz.

Havaalanına gidiş-dönüşü ya da geç saatlerde biten bir Fado gecesinden sonra

ulaşım aracı bulamayacağınızı düşünerek bunalmayın, çünkü Lizbon'da taksi fiyatları

çok uygun. Havaalanından şehir merkezine yaklaşık 10–12 EURO'ya gelebilirsiniz. Şehir

içinde ise herhangi bir mesafe için maksimum 5 EURO ödeyeceğinizi söyleyebilirim.

Page 33: Ajanda Eylül

33

24 saat boyunca önünüze çıkan her aracı

sınırsız kullanabileceğiniz günlük biletle-

rin fiyatı 3.70 Euro.

Şehrin Champs-Elysees'i sayılan Avenide

da Liberdade (Özgürlük Bulva-

rı diyebiliriz sanırım) boyunca yürüye-

rek Rossio İstasyonu'na ulaşmak on beş

dakika bile sürmüyor! Zaten bir on beş da-

kika daha yürüyünce nehir kenarına ulaşı-

yorsunuz ve arada altı metro durağı olan

bir mesafenin bile bu kadarcık olduğunu

görünce Lizbon'un küçücük bir şehir ol-

duğunu daha iyi anlıyorsunuz.

Küçücük bir şehir olan Lizbon'da hemen hemen her yere yürüyerek ulaşabilirsi-

niz. Ama Lizbon hakkında genel bir fikir edinmek adına ilk gün 28 numaralı tramvaya

binerek şehrin içinde koca bir daire çizebilir ve çevreyi tanıyabilirsiniz.

Page 34: Ajanda Eylül

34

Nehre inmeden önce şehrin alışveriş mer-

kezi olan Baixa-Chiado bölgesinde gezin-

meyi unutmayın. Tejo Nehri, Avrupa'da

görmeye alışkın olduğumuz o şehrin için-

den akan kahverengi-yeşil tonlarındaki ne-

hirciklerden çok İstanbul Boğazı'nı andı-

ran, deniz görünümlü, kocaman ve mas-

mavi bir nehir. Buradaki en önemli mey-

dan ise Praça do Commercio, yani Ticaret

Meydanı. Önceden buraya Saray Meyda-

nı da denirmiş ama 1755 yılında şehrin ne-

redeyse yüzde seksen beşinin yıkıldığı bü-

yük Lizbon Depremi'nde buradaki saray

yerle bir olduktan sonra meydan yeniden

yapılandırılmış. Ortasındaki heykel Kral 1.

Jose'ye ait.

Santa Justa Asansörü

Tepeler üzerine kurulmuş olan Lizbon'da

hayatı kolaylaştırmak için asansörler kul-

lanılıyormuş. Bunların en meşhuru ve ger-

çek bir asansöre benzeyeni ise Santa Justa

Asansörü. Gece 23.00'e kadar açık olan bu

asansöre binerek ister gece ister gündüz

saatlerinde şehre tepeden bakabilirsiniz

Aşağıda kalan bir semti tepedeki bir semte

bağlamak için kullanılan bu asansörlerin

minik tramvay şeklinde olanları da var.

Aslında sizi yokuşun tepesine çıkaran bir

füniküler sistemi gibi düşünebilirsiniz.

Mesnier de Ponsard adında Portolu bir

mühendis tarafından tasarlanmış olan bu

asansör 10 Temmuz 1902 tarihinde resmen

kullanıma açılmış ve o dönemde buhar gü-

cüyle çalışıyormuş. Daha sonra 6 Kasım

1907'de ise elektrikli motorları takılmış.

Burası Rossio'ya çıkan yollardan biri-

ni Largo do Carmo'ya bağlıyor. Yani bu

asansörlere tek yön bileti alabiliyorsunuz.

Yukarı çıktığınızda başka bir semttesiniz,

yeniden aşağı inmeye gerek yok! :)

Sao Jorge Kalesi, Güneş Kapısı ve Alfama Sokakları

Asıl gezimiz şimdi başlıyor! ilk olarak da

şehrin en tepesine kurulmuş olan Sao

Jorge Kalesi'ne çıkıyoruz.

Şehrin her yerine yürünebilir demiştim ya

size, işte Kale'ye yürümeyi gözümüz

yemediği için nostaljik sarı tramvaya

atlayarak tıngır mıngır tırmanıyoruz

daracık sokaklardan.

Yakışıklı sürücünün "Kaştellooo,

Kaştelllooo!!" diye nağmeli nağmeli bağır-

masıyla kale için inmemiz gereken durağa

geldiğimizi anlıyoruz. Zira Portekizcede

Page 35: Ajanda Eylül

35

"Castelo" kale demek ve "s" harfi "ş" gibi okunuyor. Yani bu güzel şehirlerine de

"Lişjboa" gibi bir şey diyorlar.

Tramvaydan indiğimiz yer Güneş Kapı-

sı olarak bilinen ve muhteşem manzarasıy-

la Lizbon'daki en sevdiğimiz noktalardan

biri olan bir nokta.

Lizbon'u İstanbul'a çok benzettiklerini

defalarca duymuştum. Benim ise şehri en

çok İstanbul'a benzettiğim nokta burası

oldu.

Başka günler de buraya gelip buz gibi

birer bira eşliğinde güneşi batırdığımız

oldu. Lizbon'a gideceklere mutlaka bunu

yapmalarını tavsiye ederim.

Daha sonra dar ara sokaklardan çok az bir

süre tırmanarak Kale'ye çıkıyoruz. Sao

Jorge Kalesi'nin bulunduğu bölgede M.Ö.

6. yüzyıldan kalma izler bulunmuş olsa da

kalenin en fazla M.Ö. 2. yüzyıldan kalma

olduğu ortaya çıkarılmış.

Uzunca bir dönem Müslümanların elinde

kalan Kale, 1147 yılında Portekiz'in ilk

kralı Afonso Henriques tarafından

yeniden fethedilmiş. 14. yüzyılda ise bu

kale Kral I. Joao tarafından savaşçı Aziz

George'a (Sao Jorge) adanmış.

Sarayın içinde İslami kalıntıların olduğu

alan, arşiv ya da Ulysses Kulesi olarak

bilinen kule de dahil olmak üzere pek çok

kule, kemer, avlu ve değişik kalıntılar

bulunuyor.

Page 36: Ajanda Eylül

36

Ve ağaçlıklı yolları ve manzarası da harika!

Burayı bitirdikten sonra bitişik nizam,

balkonlarında çamaşırlar sallanan, kapıları

açık -yalnızca perdeleri çekilmiş- evlerin

sıralandığı daracık Alfama sokaklarında

dolaşarak Se Katedrali'ni de görüyoruz.

Bence Lizbon'u en iyi tanımlayan yer

Alfama.

Şehrin en eski ve 1755 Lizbon depremin-

den en az etkilenmiş bölgesi.

Başkentin göbeğinde bir köy yaşamının

hüküm sürdüğü, hüzünlü havasıyla beni

çok etkileyen yerlerden biri.

Kaleden başlayıp Tejo Nehri'ne kadar uza-

nan bu semtte yeterince zaman geçirdiği-

nizden emin olun.

Belem

Bildiğiniz üzere Portekiz denizci bir ülke

ve 15. ve 16. yüzyıllarda gerçekleştirdiği

keşiflerle de altın çağını yaşamış.

İşte şehirde o keşiflerin başlangıç noktası

sayılabilecek nokta ise Belem bölgesi.

Page 37: Ajanda Eylül

37

Vasco da Gama'nın da yer aldığı keşif filo-

su 1498 yılında buradan denize açılarak

Hindistan'a ulaşmış.

Belem'e şehir merkezindeki Praça da

Figueira meydanından kalkan ve diğer yö-

nünü ise Kale'ye giderken kullanabileceği-

niz 15 numaralı tramvayla ve birçok oto-

büsle gidebilirsiniz.

Lizbon'un en uzun şehir içi yolculuğu sizi

bekliyor diyebilirim: yaklaşık 15–20

dakika! :)

Burada görülecek yerlerin başında Belem

Kulesi (Torre de Belém) geliyor. Bu ku-

le Portekiz Kralı I. Manuel’in talimatıy-

la 1515-1521 yılları arasında Tejo nehrinin

kıyısında bir kale olarak düşünülerek inşa

edilmiş. Sonraki yüzyıllarda ise deniz fe-

neri, hapishane, gümrük kontrol noktası

olarak kullanılmış.

Diğer önemli bina ise Jeronimos Manastı-

rı sayılabilir. Manastırın içini gezmedik,

ama burada Portekiz halk şai-

ri Camoes ile Vasco da Gama’nın mezarla-

rının bulunduğunu not etmişim.

Deniz kıyısında diğerleri kadar eski olma-

sa da yine simge haline gelmiş olan

Kaşifler Anıtı da görülmesi gereken

şeylerden biri. Portekiz’de ilk denizcilik

okulunu kuran Prens Enrique el

Navegante’nin (Denizci Henri)

ölümünün 500. yıldönümü dolayısıy-

la 1960 yılında yaptırılan bu anıtta elinde

bir gemi tutan Denizci Henri’nin arkasın-

da Portekiz’in ünlü denizcilerinin,

askerlerinin ve sanatçılarının heykelleri

yer alıyormuş.

Belem'de bunların dışında görülebilecek

ve gezilebilecek birçok yer daha var.

Örneğin, Deniz Müzesi bunlardan biri.

Deniz kıyısındaki Belem Kültür Merkezi'-

ne uğrayabilirsiniz. İçinde Modern Sanat

Müzesi de olan bu yapının önündeki

kafede Kaşifler Anıtı'na karşı bir içecek

molası verebilirsiniz.

Kapanışı da Pasteis de Belem ile yapmalı-

sınız. 1837'den beri varlığını sürdüren bu

meşhur pastanenin kendisi kadar meşhur

olan tatlısı ise üzerine pudra şekeri ve tar-

çın serpiştirilerek mideye indirilen

Belem çöreği.

Milföy hamurunun içine doldurulan kre-

masıyla ağızda çok hoş bir tat bırakan bu

tatlının taklitlerinden sakınınız!

Page 38: Ajanda Eylül

38

Lizbon'da birçok yerde gözünüze çarpan o

küçük çöreklerin buradakinin tadıyla ala-

kası yokmuş, çünkü Pasteis de Belem'in

başka yerde şubesi yok ve tarifi de kendi-

lerine saklıyorlarmış.

Calouste Gulbenkian Müzesi Calouste

Gulbenkian, 1869 yılında Üsküdar'da

doğmuş ve sonrasında 20. yüzyılın en zen-

gin iş adamlarından biri olmuş Ermeni

asıllı bir koleksiyoncuymuş. İkinci Dünya

Savaşı'nın Avrupa'yı kasıp kavurduğu

dönemlerde, 1942'de Portekiz'e gelmiş ve

hayatının geri kalan kısmını Lizbon'da ge-

çirmiş. 1955 yılında 86 yaşındayken hayata

veda ettikten sonra ardında yaklaşık 6,000

eserden oluşan bir koleksiyon bırakmış.

Dünyanın en önemli koleksiyonerlerinden

biri olan Gulbenkian’ın koleksiyonunun

büyük bir kısmı, Türk ve İslam eserlerin-

den oluşuyor.

Gulbenkian, aslında muhteşem halılar,

ipek kumaşlar, çini vazolar, antik mobilya-

lar, tablolar, takılar, Mısır, Roma ve Antik

Yunan eserleri, el yazmaları gibi değerli

eserlerden oluşan bu koleksiyonunu

Türkiye’de kurulacak bir müzeye bağışla-

mak istemiş.

Ama nedense (!) bu zengin Ermeni iş ada-

mının talebi bizler tarafından duyulma-

mış! Türkiye’den umduğu cevabı alama-

yan Gulbenkian, vasiyetinde son yıllarını

geçirdiği Lizbon’da kendi adına bir vakıf

ve müze kurulmasını, bütün servetinin ve

Unutmayın: Her Salı ve Cumartesi Campo de Santa Clara Meydanı'nda bit pa-

zarı kuruluyor! O günlerde oralardaysanız sabahtan burada da bir tur atabilirsiniz. An-

tikadan, giysiye, kartpostallardan, CD'lere, porselenlere, aklınıza gelebilecek her şeyin

tezgâhlara çıkarıldığı bir pazar burası.

Page 39: Ajanda Eylül

39

koleksiyonunun da buraya bağışlanmasını

istemiş. Bizim adımıza ne büyük bir ka-

yıp!

Müzede değişik dönemlere ait pek çok

eser olduğunu söylemiştim. Halılar ve ku-

maşların genellikle İran ve Türkiye'ye ait

olduğunu da belirtmem gerek.

İpek halılar ve kumaşlar ağırlıklı ola-

rak Bursa'dan. Pek çok İznik çinisinden

yapılma eseri görmek de mümkün.

Bunların dışında Uzakdoğu'ya ait dekora-

tif objeler de var. Uzun yıllar Paris'te de

yaşamış olan Gulbenkian, koleksiyonuna

18. yüzyılın Fransız sanatçılarının tablola-

rından ve heykellerinden de eklemiş.

Dönem mobilyalarından örneklerin oldu-

ğu salonlar da bence en ilgi çekici güzellik-

lerdendi.

Page 40: Ajanda Eylül

40

Lizbon'da Bir Fado Gecesi: Senhor Vinho

Sırada şehrin dokunaklı müziği Fado'yu

keşfetmek var. Genellikle şehrin en eski

semtlerindeki Fado Evi (Casa de Fados)

olarak adlandırılabilecek taverna benzeri

küçük mekânlarda bir gitar eşliğinde siyah

bir şala sarınarak söylenen Fado müziği

gerçekten de içinize işleyen bir hüznü ba-

rındırıyor.

Kelime anlamı kader olan bu müziğin so-

listlerine ise fadista adı verili-yor. Fado müziğinin çıkış noktası, keşifler

yapmak amacıyla şehirlerinden ayrılan

Portekizli denizcilerden gidip de dönme-

yenlere yakılan ağıtlar olmuş.

Elbette bu ağıtları yakanlar da denizcilerin

arkalarında bıraktıkları kadınlarmış.

Hikâyesi bile başlı başına bir hüzün kay-

nağı olan bu güzel müziğin sözlerini anla-

masanız bile içinizde ağlama hissi uyan-

dırmasının nedeni de bu olsa gerek.

Page 41: Ajanda Eylül

41

Ancak bu hüznün de ticaret malzemesi ha-

line getirildiğini yerler olduğunu belirt-

mem gerekiyor.

O yüzden Lizbon'da Fado dinlemek isti-

yorsanız, dikkatli bir seçim yapmanızı

öneririm.

Bizim ön araştırma yaparak bulduğu-

muz Senhor Vinho'yu ise gözü kapalı tav-

siye ediyorum. Burası turistik bir işletme

değil...

Gerçek fadistalar tarafından kurulan ve

onların sahibi olduğu gerçek bir Fado Evi.

Diğer Fado Evlerinin bulunduğu Bairro

Alto ve Alfama'dan oldukça uzak bir yer-

de, Estrela Parkı'nın yakınlarındaki sessiz

sakin bir ara sokakta karşınıza çıkı-

yor. Önceden rezervasyon yaptırmanızı

öneririm. (Tel: (+351) 21 397 26 81 ve 21 397

74 56; Adres: Rua do Meio a Lapa No :18) Web sayfalarındaki

(http://www.srvinho.com/) iletişim adre-

sinden de rezervasyon yaptırabilirsiniz.

Fado gecesinin diğer her şeyin son derece

makul olduğu Lizbon'da yaşanması gere-

ken en tuzlu deneyim olduğunu söyleme-

liyim.

Burası da en tuzlu yerlerden biri ama gece-

nin sonunda ödediğiniz rakamın gerçek

bir Fado deneyimi için kesinlikle değdiğini

düşünüyorsunuz. Hatta son gecemiz-

de Bairro Alto'daki Fado Evlerinden bazı-

larını gördükten sonra buranın farkını ke-

sin olarak görmüş olduk. O yüzden işinizi

şansa bırakmayın ve Fado'yu Senhor

Vinho'da dinleyin.

Saat 20.00 gibi başlayan gecemiz herhalde

1.00'de sona erdi. Fadistalar saat 21.30'dan

itibaren şarkı söylemeye başladılar.

Her biri üç şarkı söyleyip yemeğe devam

etmemiz için bize izin vererek kendi masa-

larına çekiliyorlardı. Fado dinlerken çatal

bıçak sesinin anında kesilmesi ve yemek

yenmemesi gerekiyor.

Not: Lizbon'daki restoranlarda masanıza en başta getirdikleri tereyağı, peynir,

zeytin, ekmek, vs gibi tabakların ikram olmadığını hatırlatayım. yemek istemediklerinizi

veya hepsini birden geri gönderebilirsiniz. Ayıp olur diye düşünmeyin. Ama fiyatları da

2-5 EURO arasında değiştiği için yemeğinizi beklerken atıştırmalık olarak da tercih ede-

bilirsiniz.

Page 42: Ajanda Eylül

42

Son gece yine Fado ile kapanışı yapalım

dediğimizi söylemiştim ve Fado mekanları

olarak not ettiğim diğer yerlere yönel-

dik. Adega Machado kapalıydı.

Cafe Luso'dan nasıl kaçacağımızı bileme-

dik, çünkü sahnede yirmi ya da otuz kişi-

lik masalara oturtulmuş turist gruplarına

folklorik danslar sergileniyordu.

Biz de son gecemizi Bairro Alto'nun en lo-

kal, en kendi halinde, en gerçek görü-

nen Fado Evi'nde geçirdik: Canto do Camoes!Senhor Vinho'dan sonra yeterin-

ce tezahürat yapamıyorum elbette, ama şe-

hir merkezinde Fado dinlemek isteyenler

için oldukça iyi bir alternatif olabilir diye

düşünüyorum. Yani buradan da memnun

ayrıldık (gerçi bu gösterişsiz ortamdaki yaşlı

fadistaların beni daha da hüzünlendirdiklerini

söylemeliyim. Unutulmuş eski Yeşilçam

artistleriyle özdeşleştirdim sanırım .)

Page 43: Ajanda Eylül

43

Son olarak gerçek bir Fado Evi'nin hüznün

tadını çıkarabileceğiniz en güzel yer olaca-

ğını söylemek istiyorum. Hüznünüzün bi-

le keyifli olması dileğiyle...

Lizbon Lezzet Durakları

Lizbon deyince aklınıza ilk olarak deniz

ürünleri gelecektir. Gerçekten de

burası benim gibi denizden ne çıksa gözü

kapalı yiyebilecekler için bir cennet! Sabah

öğünü hariç her öğünde balık, kalamar ve

ahtapotla beslenmeniz mümkün bu şirin

şehirde.

Restoranlar ve gece hayatı açısından en

zengin yer Bairro Alto bölgesi. Buranın

ara sokaklarında yanından geçerken resto-

ran olduğunu fark edemeyeceğiniz kadar

küçük ve gösterişsiz ama inanılmaz lezzet-

li yemekleri olan restoranlar bulunuyor.

Bunlardan biri de Cantinho do Bem Estar!

Florasan ışıkları, en fazla 20–25 kişilik ka-

pasitesi ve masaların üzerine serilen kâğıt

örtüleriyle inanılmaz salaş ve belki de ilk

bakışta hiçbir şeye benzetemeyeceğiniz bu

mekânın yemekleri çok lezzetli. (Bu tarz

başka bir alternatif için bizim deneyemediğimiz

ama Mehmet Yaşin'in önerisi olan Cantinho

Das Gaveas'ı da deneyebilirsiniz.)

Bu küçük esnaf lokantası benzeri restoran-

larda envai çeşit deniz ürününü bulabilir-

siniz. Ev şarapları da çok lezzetli. Pirinç

garnitürlü ahtapot ve karidesten oluşan iki

kişilik tabakları çok meşhur. (Adres: Rua

do Norte 46, Lisbon, 1200)

Lizbon'da genel olarak yemek fiyatları çok

uygun. Akşam yemekleri genellikle iki kişi

tıka basa doyana kadar yerseniz 35-50

EURO arasında değişiyor. Daha uygun fi-

yatlara da karnınızı doyurmanız mümkün.

Ama dikkat: birçok küçük restoranda kre-

di kartı geçmiyor. Yanınızda mutlaka yete-

rince nakit bulundurun.

Önereceğim diğer bir yer ise Cervejaria

Trindade olacak. Tarihi çok daha eskilere

dayanan bu mekân 1836 yılında Manuel

Garcia tarafından alınarak bira fabrikası

yapılmış. Hâlâ kendi biralarını üreten

(ama farklı bir yerde) bu geniş mekânın

yemekleri süper.

Gece 2'ye kadar açık olan restorana ulaş-

mak için Metro'nun Baixa-Chiado

durağında inerek Rua Nova da Trindade

adlı sokağı buluyorsunuz. 20 numarada

sizleri bekliyor.

(http://www.cervejariatrindade.pt/)

Page 44: Ajanda Eylül

44

Üçüncü tavsiyem ise 1º de Maio olacak.

Burası da Bairro Alto bölgesindeki o

küçük, salaş restoranlardan biri ama

inanılmaz lezzetli yemekleri olan tipik bir

Portekiz restoranı. (Rua da Atalaia, No: 8)

Burada Bacalhau yemelisiniz.

Izgara, kızartma veya domates soslu pek

çok alternatifi olan bu balık Portekiz'de sık

sık karşılaşacağınız morina balığı.

Bunların dışında Lizbon'un en eski resto-

ranı olan Tavares Rico'yu deneyebilirsiniz.

Akşam yemeği için biraz pahalıymış, ama

öğlen menülerinin makul olduğunu duy-

dum. Ama yine de önünden geçerken ka-

ranlık ve kasvetli bir yer gibi göründüğü

için biz denemedik.

Doca-Alcantara liman bölgesinde marina-

ya karşı çok şık restoranlar ve gece geç sa-

atlere kadar açık olan gece kulüpleri

(bizim Reina, Sortie tarzı) olduğunu söy-

leyeyim.

Biz Belem dönüşü oradaki bir Irish

Pub'da akşam üstü birası molası vermiş-

tik. Sonrasında oraya tekrar gitme fırsatı-

mız olmadı.

Öğle yemeğinde Alfama'da ya da Rossio

Tren İstasyonu'nun karşısındaki Gar

Lokantası tarzı yerde yediğimiz deniz

ürünleri de çok lezzetliydi. Özellikle de o

etli kalamarların hem kızartması hem de

ızgarası bir harikaydı. Lizbon'un tatlı açı-

sından çok zengin bir yer olduğunu söyle-

yemeyeceğim. Belem çöreği dışında tavsi-

ye edebileceğim bir lezzet yok o yüzden.

Yazının sonuna gelirken Portekiz biraları

olan Super Bock ve Sagres'i de bir kez

daha hatırlatayım.

Ve tabi ki Ginginha!

Minicik plastik bardaklarda veri-

len Ginjinha bir tür vişne likörü. Biz tadı-

na bayıldık ve daha sonra da buraya bir-

kaç kez uğramayı ihmal etmedik. Bir shot

bardağının fiyatı 0,80 Euro! Birçok yerde

bulabileceğiniz bu içkinin asıl yeri

ise Rossio Meydanı'ndaki McDonalds'ın

solundaki ara yolda bulunan küçük dük-

kân. Öz hakiki Ginjinha için oraya uğra-

manız gerekiyor. Şerefe!

Lizbon’dayken Yapılabilecek Günübirlik Geziler

1) Sintra ve Pena Sarayı

Lizbon civarında yarım ilâ bir saat uzak-

lıkta pek çok şirin kasaba bulunuyor.

Bunlardan en önemlisi Sintra sayılır

Page 45: Ajanda Eylül

45

çünkü hem doğal güzellikleri hem de tari-

hi mirasıyla gerçekten görülesi bir güzellik

burası.

Cascais (yazlık kent gibi),

Estoril (kumarhaneleriyle ünlü),

Cabo da Roca (şimdiki aklımız olsa gider

miydik bilmem!) ve farklı bir güzergâhta

ise daha din turizmi olarak adı geçen

Obidos & Fatima şehirleri görülebilecek

yerler arasında.

İşte ilk üç şehre istediğiniz ulaşım aracıyla

gidebileceğiniz ve bu şehirlerin içinde de

kullanabileceğiniz sınırsız günlük turist

biletinin fiyatı 12 EURO!

Lizbon'dan Sintra'ya çok sık (20–30 daki-

kada bir) tren kalkıyor. Biz de Rossio Tren

İstasyonu'ndan yola çıkarak saat 10.00

gibi Sintra'da olduk. Sintra'da gezilecek

yerler arasında Sintra sarayı, Pena Sarayı,

8. yüzyılda Araplar tarafından inşa edilen

Kale,Monserrate Sarayı, küçücük şehir

merkezindeki Saat Kulesi, bir sürü kilise,

park ve müze var.

Page 46: Ajanda Eylül

46

Biz doğrudan önemli noktalar arasında

ring sefer yapan bir otobüse kendimizi

atarak Pena Sarayı'na gittik. Otobüsün

saraya giderken çıktığı o ağaçlı yollara

bayıldım Zaten şehrin tamamının yemye-

şil olduğunu söyleyebilirim.

19. yüzyıl Portekiz romantizminin en gü-

zel örneklerinden biri olan Pena Sarayı'na

ise tek kelimeyle hayran kaldım. Şimdiye

kadar gördüğüm en masalsı ve şirin saray-

dı. Kapısından girer girmez, hatta bahçe-

sinden gördüğüm andan itibaren adeta

kendimden geçtim.

Önceden bir şapel ve manastır olarak kul-

lanılan bu saray 1755 depremi sırasında

neredeyse yıkılacak hale gelmiş.

1842–54 yılları arasında ise Kral ve

Portekiz Kraliçesi II. Dona Maria'nın

emriyle buranın saray olarak inşası ger-

çekleştirilmiş. İçerideki pek çok oda gezile-

biliyor: kabul salonları, kral ve kraliçeye

ait odalar, sarayın mutfağı, gözetleme ku-

lesi, kraliçenin terası, şapel, vs. gibi birçok

bölümü görebilirsiniz.

Eğer içerisiyle ilgilenmiyorsanız yalnızca

sarayın dışını ve bahçelerini gezmek için

de bilet alabilirsiniz, ama bence gitmişken

her yerini gezin bu masallardan fırlamış

gibi görünen şekerden sarayın...

Buradan çıktıktan sonra şehir merkezine

inerek kapalı olan Sintra Sarayı'nı ve Saat

Kulesi'ni gördük ve meydanda kısa bir

mola verdik. Sonra saat 14.00 gibi kalka-

rak Cabo da Roca'ya gidecek otobüslere

binmek için durağa gittik.

2) Cabo da Roca

Lizbon'a gidecek olan herkes mutla-

ka "Aman, sakın Avrupa'nın en Batı ucuna

gitmeyi unutmayın.. Okyanusun bittiği yer...

Kayalıklar, muhteşem bir manzara ve alabildi-

ğine okyanus... Düşünsene Avrupa kıtası bit-

miş, artık o doğrultudaki en yakın kıta

Amerika!" falan diye gaza getirilecektir. Siz siz olun gaza gelmeyin!

Kısacası: Cabo da Roca için en fazla yarım saat yeterlidir! O yüzden oraya araba

kiralayıp gitmenizi öneririm. Turist biletlerinizi de Sintra ve Cascais için kullanın ve

bu iki kasabanın da ayrı ayrı tadını çıkarıp, şirin butiklerinden bol bol alışveriş yapın

derim. Buradaki dükkânlarda Lizbon'daki hediyelik eşyacılara göre çok daha güzel,

uygun fiyatlı ve bol çeşit olduğunu unutmayın.

Page 47: Ajanda Eylül

47

Ya da gaza gelecekseniz bile önce koşulla-

rınıza bakın, sonra gaza gelin! Ne mi de-

mek istiyorum? Hemen anlatayım.

12 EURO'luk turist biletiyle Sintra'ya ge-

lip, o şirin kasabaya doyamadan yeniden

otobüs duraklarına geldiğimizde saat

14.00 olmuştu. Cabo da Roca'ya 45 dakika-

lık bir yolumuz olduğunu biliyorduk ama

otobüsün saat 15.00'te kalkacağını bilmi-

yorduk. Avrupa'nın en batı ucuna vardığı-

mızda saat 15.45 oldu bile.

Neyse, otobüsten inince bir hevesle hemen

karanın bittiği noktada bulunan o koca-

man haçın olduğu dikilitaş benzeri şeyin

önünde resimler çektirdik.

140 metre yükseklikten manzarayı izledik

(ki hiç de şanslı bir gün değildi buradaki

vahşi manzarayı izlemek için çünkü okya-

nusun bile göl gibi durgun olduğu sıcacık

bir gündü!

Oysa fırtınalı günlerde muhteşem bir man-

zaranın ortaya çıktığı söyleniyor).

Page 48: Ajanda Eylül

48

Uçurumun bir o ucuna bir öbür ucu-

na yürüyerek kayaların şekillerini

zihnimize

kazıdık ve en fazla yarım saat geçtik-

ten sonra da yeniden otobüse binerek

şirin bir sahil kasabası olan Cascais'ye

gitmeye karar verdik.

Ama o da ne? En yakın otobüs saati

17.45! Ve kelimenin tam anlamıyla

dağın başındayız! Lizbon fiyatlarının

iki katının geçerli olduğu uyduruk bir

hediyelik eşya dükkânı ve onun kafe

sayılabilecek yeri ile küçük bir

Tourism Information kulübesi dışın-

da hiçbir şey yok etrafta! Tam anla-

mıyla mahsur kaldık dağ başında ve

güneşin altında!

3) Cascais

Cascais çok şirin bir sahil kasabası.

Önceki paragrafta bahsettiğim Cabo da

Roca faciasından dolayı buraya ancak saat

18:00 gibi gelebildiğimizi biliyorsunuz.

O yüzden gündüzünü ve butiklerini

kaçırdık!

Benim "içinde palmiyelerin olduğu her şehir

güzeldir" teorime çok uygun, marinası,

plajları, yazlık evleri, büyük oteller zinciri,

balık lokantalarıyla havanızı değiştiren bir

yer. Hani sanki bikini, şort veya asklı elbi-

se ve flip-flop terlikler dışında her şeyin

göze batabileceği sıcak kasabalardan biri

burası.

Uzun yıllar küçük bir balıkçı kasabası ola-

rak varlığını sürdüren Cascais, 1807'de

Fransızların istilasına uğramış. 1870 yılın-

da Kral I.Lui yazlık konutunu buraya taşı-

yınca Cascais diğer aristokratlar tarafın-

dan da tercih edilmeye başlanmış ve ko-

nak benzeri yapıların yapımı birbirini izle-

miş.

Page 49: Ajanda Eylül

49

Bu güzel kasabada görülmesi gereken en

önemli noktalardan biri de Boca do

Inferno.

Bu ismin anlamı Hell's Mouth yani

Cehennemin Ağzı! Burası da yine fırtınalı

havalarda çok daha güzel görüntülerin

olduğu ama bu nispeten durgun haliyle

bile etkileyici olan güzel bir manzara izle-

me noktası. Hatta bir türlü ayrılamadık bi-

le diyebilirim.

Güneşi burada batırıp, sahildeki lokanta-

lardan birinde yemek yiyip, bir Irish

Pub’da da dark biralarımızı içtikten sonra

gece 22.00 treniyle Lizbon’a döndüğümüz

harika bir günün sonrasında bir kez daha

hatırlatayım: siz siz olun bu üç yeri de

mutlaka görün ama asla üç saatinizin

Cabo da Roca’da yanmasına izin verme-

yin!

Page 50: Ajanda Eylül

50

B izim ilkokul yıllarımızda, bize

ilerde ne olmak istediğimizi soran

meraklı büyüklerimiz vardı.

Annenizin, babanızın elinden tutmuş yü-

rüyorsunuz. Sizin pek tanımadığınız bir

dost akraba, bu tesadüfü rastlantıda

akaküstü hal hatır faslından sonra gözler

size döner ve o haşin soru gelirdi arkadan.

Maşallah nasıl da büyümüş. Yanaktan bir

makas, ya da bir saç okşama hamlesinden

sonra .

-Ne olacaksın bakim büyüyünce?.

Valla 1950 lerden bahsediyorum.

O tarihlerde ünlü bir kebapçı olacağım

desen, daha lahmacun bile İstanbul’a giriş

GÖNLÜMÜN İNCİLERİ

Tiyatro-cu

Nadir Kalbinur [email protected]

Page 51: Ajanda Eylül

51

yapmamış,

Modacı olacağım desen daha Cemil İpekci

doğmamış.

Orta okulda resmimi beğenen resim öğret-

meni Zehra öğretmen ‘’sen stilist

olabilirsin’’ demişti ama stilistin ne oldu-

ğunu sorduğum hiç kimse cevabını vere-

memişti, ya da bilenler kıskanıp söyleme-

mişti!. İyi bir şey olduğu kesindi.

Pilot olacağım desen yeterli uçak yok.

Bilgisayar yazılımcısı desen, hesap

makinesı dahi icad edilmemiş.

İhracatçı olacağım desen, toplu iğne dahi

dışardan. Fındık ve pamuktan başka sata-

cak bir şey yok zaten o da İstanbul’da yok.

Bir zor soru ki.

Bu yaştaki çocukların gördüğü bildiği iki

şey var. Ya subay, ya öğretmen.

Zaten bunu söyledi mi, aferini de alırdık.

Ama subay olan babasına kimi zaman gö-

revi nedeniyle günlerce hasret kalırdık o

da başka. Yine de bu iki meslek o zamanla-

rın gıpta edilen, saygın meslekleriydi.

Anlayacağınız daha 7 yaşında girerdik

ÖYSM 'ye.

Bir farkla, öyle bir sistem olmadığından,

şifre kitapçık , deftercik falan da dağıtıl-

madığından, verdiğimiz cevaplardan bü-

yüklerimizin tatmin olma mecburiyeti de

yoktu.

1956 yılında Milli takımımızın dünyanın

en iyi milli takımı Macaristan’ı bir özel

maçta da olsa 3-1 yenmesi, bu ülkede

cocukların futbola karşı ilk yürek çarpıntı-

sıdır.

Bana sorulan ‘’büyüyünce ne olacaksın?’’

sorusunun da bir türlü veremeyeceğim ce-

vabı da buydu.

Ne çare ki, o dönemde de velileri çocukları

futbolcu olsun diye elinden tutup seçmele-

re götürmezdi. Olmadığı için değil.

Futbolcu olacağım desen, dayak yerdin

dayak.

Birden bire 55 yılı geçiverelim. Facebook’ta

lise grubumuza ait Hatıralar Bulvarı’ının

ekranında karşıma lisede zoraki katıldığım

tiyatrocuların siyah-beyaz fotoğrafı geli-

verdi. İlginç olan o benim için o fotoğrafın

içinde kendimin de olmasıydı.

Page 52: Ajanda Eylül

52

Zorlama bir hevesle, sırf lise son sınıf öğ-

renciliğinin popülizmi ile ve de arkadan

itme bir dolduruşla katıldığım bu oyun, ya

oyunun doğru seçilmediği, ya da oyuncu-

ların profesyonel bir yönetmen olan arka-

daşıma rağmen yetersizliği ile tam bir fi-

yaskoydu.

Dosdoyevski’nin dünyaca ünlü Klasiği’ni

oynamaya kalkmış, Suç ve ceza, bizim eli-

mizde Sıç ve sıva’ya dönüşmüştü.

Üstelik ilk defa yapılan 1.Milliyet liseler

arası tiyatro yarışması idi bu.

Hafif sahneye doğru meyilli Kadıköy Halk

Eğitim salonunda oyundan sıkılan seyirci-

lerin yuvarladığı şişe sesleri giderek art-

maya başlayınca, bunun bir protesto oldu-

ğunu anlayan yönetmenin ‘’yeteeeer’’ sö-

züyle oyunu yarıda bitirmek zorunda kal-

mıştık.

Kaç puan aldığımızı hiçbirimiz merak et-

medi!..

Bu olaydan anladığım, sanatçılık öyle he-

vesle olmuyor. Onlar sanatçı doğuyor, za-

man içinde aldığı eğitimler sadece geliş-

mesine yardımcı oluyor.

Serdar Turgut küçüklüğünde kendisiyle

dalga geçerken anne-babasını suçluyor ve

ilave ediyordu :

Yeteneğime bakmadan, durmadan bir şeylere

heves ediyor, beni bir yerlere sürüyorlardı. O

yüzden müziğe birlikte başladığım arkadaşla-

rım gitar soloları yaparken, ben hala mandolin-

de nota arıyordum’’

Keşanlı Ali’lerin, Nalın’ların daha bür sürü

eserin nasıl yıllarca aynı başarıyla sergilen-

diğini anlamak için bugün günümüzün,

geçmişle bir kültür kıyaslamasına da gerek

var. O ayrı tartışma konusu .

Sadri Alışık’ın, çocukken, kendisine büyü-

yünce ne olacaksın sorusuna ‘’tiyatrocu

olacağım’’ dediğini hiç sanmıyorum, nasıl

olduğunu da bilmiyorum ama tanrının

verdiği yetenek ısrar veya tesadüflerle bir-

leşince gerçek sanatçı, bu dünyadan çekip

gitse de, sanatın unutulmazları arasına

adını yazdırmakta zorlanmıyor.

Nisa Serezli gibi, Gazanfer Özcan gibi.

Nejat Uygur gibi, Adile Naşit, Müjdat

Gezen, Şener Şen, , Halit Akçatepe,

Haluk Bilginer gibi.

70 li yılların başında Kadıköy sinemasında

sergilenen ‘’Dün, bugün, yarın’’ oyunu,

Metin Akpınar, Zeki Alaysa ve

Page 53: Ajanda Eylül

53

Ahmet Gülhan tiyatro ve

sinemanın önemli isimleri yapan

bir oyun ve kahkaha tufanıydı.

Onlar çok az da olsa tanınıyordu

ama seyircinin en çok güldüğü

ama kimsenin tanımadığı bir isim

daha vardı. Kemal Sunal’dı o.

Adam olacak çocuk belliydi yani. Ben bir

devre adımı yazdıracağım diye bas bas

bağırıyordu.

Büyük Atatürk ‘’her şey olabilirsiniz ama

sanatçı olamazsınız’’ sözünü sanki bizim

oyunu seyretti de söyledi.

Hele tiyatro sanatçısı olmak öyle her baba-

yiğidin kolayca yiyeceği bir nane değil. Sa-

lon kararıp da, sahne ışıkları gözünüze gi-

rince ‘’benim burada ne işim var’’ diye so-

racağınız kimse de kalmaz.

O yüzden.sakın ola ki, birilerine, bir şeyle-

re kızıp da

‘’ Tiyatroya çevirdiniz ortalığı’’ diye çokça

söylenen o sözü siz hiç söylemeyin.

Bırakın tiyatroya yapılan saygısızlığı,

cahilliğiniz ortaya çıkıyor.

Ortalığı tiyatroya çevirmek o kadar zor

ki….Anlamak için sadece bir ders yetiyor.

NADİR KALBİNUR

5 AĞUSTOS 2011

Page 54: Ajanda Eylül

54

BİR KAŞIK BİLGİ

Patlıcan Mucizesi

Page 55: Ajanda Eylül

55

İ şte yine bitiyor...Bütün kış boyunca

büyük bir hevesle beklediğimiz yaz,

bavulunu toplamaya başlayan

misafirler gibi bir hüzün bırakmaya

başladı üzerimizde.

Belki sıcaklardan bunaldığımız anlarda

gitmesini istesek de yaz mevsiminin

ardından yine buruk kalacak gönüllerimiz.

Gönüller buruk kalırken sofralar da elbette

yazın bereketi ve renklerini özleyecek.

O yüzden yaz mevsiminin benim için en

anlamlı sebzelerinden birini konuk etmek

istedim “Bir Kaşık Bilgi”ye bu

ay...Patlıcanı...

Üstelik “Yemekbahane”den

(www.yemekbahane.blogspot.com) bir kaç

tarifle birlikte…

D üşük sıcaklığa dayanıksız olan

patlıcanın aslında anavatanı

Hindistan.

Dünya patlıcan üretiminde Çin’in,

Hindistan ve Türkiye ilk üç sırayı

paylaşıyor.

Türkiye şartlarında patlıcan üretimi hem

tarlada hem serada yapılabilmekte, fakat

iklim ve toprak isteği yanında bakım

şartları ve ekim nöbeti tercihinden dolayı

her bölgede yetiştirilememektedir.

Türkiye’de patlıcan üretimi yapılan en

önemli iller ise İçel, Antalya, Şanlıurfa, Ha-

tay, Aydın, Bursa, Adana ve Samsun’dur.

Müge Karahan www.yemekbahane.blogspot.com

Page 56: Ajanda Eylül

56

Biçim olarak ülkemizde en çok yetiştirilen-

leri, ince uzun kemer patlıcanı, orta boy ve

ucu sivri halkapınar patlıcanı ile yuvarlak

ve küt olan bostan patlıcanı çeşitleridir.

Patlıcanın insan sağlığındaki yerinin

diğer sebze türlerinden küçümsenmeyecek

düzeyde olduğu bilinmektedir.

100 gr patlıcanın kalori değeri 24’dür.

Doğada patlıcanı besin olarak tüketen tek

canlı insandır. Bunun nedeni insan bünye-

sinde az miktarda nikotin bulunmasıdır.

Kırmızı Biberli Patlıcan Salatası Malzemeler:

4 adet bostan patlıcan

5 adet kırmızı yağ biberi (kambo biber)

5 adet çarliston biber

3-4 diş sarımsak

yarım bağ maydanoz

Zeytinyağ-limon-tuz

Yapılışı:

Patlıcan ve biberleri közlüyoruz.

Soğuyunca kabuklarını soyup

doğruyoruz. Sarımsakları havanda

dövüyoruz. Maydanozları iri şekilde kıyıp

hazırlıyoruz. Tüm malzemeleri karıştırıp

servis ediyoruz.

Page 57: Ajanda Eylül

57

Zeytinyağlı Patlıcan Yemeği Malzemeler:

4 adet uzun ince patlıcan

1 adet orta boy soğan

4 adet domates 4 adet yeşil biber

3-4 diş sarımsak

1 yemek kaşığı domates salçası

1 tatlı kaşığı biber salçası

2 adet tavuk bulyon (arzuya göre konma-

yabilir) tuz, karabiber sıcak su

4 adet kesme şeker 4-5 yemek kaşığı

zeytinyağ

Patlıcanları alacalı soyup, uzunlamasına

dörde bölelim. 3-4 cm aralıklarla dilimle-

yelim.

Doğradığımız patlıcanları tuzlu su dolu

bir kapta 20 dk kadar bekletelim.

2 domatesin kabuğunu soyup yemeklik

doğrayalım, diğer domatesleri rendeleye-

lim.

Soğanımızı yemeklik şekilde küp küp

keselim.Tenceremize zeytinyağını koyup

soğan ve sarımsaklarımızı ilave edelim.

Orta hararetteki

ateşte, soğanlar yumuşayıncaya kadar ka-

vuralım. Biberleri ekleyerek

birlikte sotelemeye devam edelim.

Patlıcanları tuzlu sudan alıp, kurulayalım.

Kavrulmakta olan soğan, biber ve sarım-

saklara ilave edip karıştıralım.

Bir miktar bu şekilde kavrulduktan sonra

doğradığımız domatesleri ilave edip hafif

hafif karıştırarak sotelemeye devam

edelim. Tuz, karabiber,şeker ve bulyonu

ekleyip tatlandıralım.

Rendelediğimiz domateslere, salçaları

ilave edip derin bir kasede karıştıralım,

üzerine aşağı yukarı 1,5 su bardağı sıcak

su ilave edip sulandıralım.

Patlıcanların hafifçe üzerini geçecek

şekilde bu karışımdan dökelim.

Tamamını dökmememiz gerekiyor.

Tencerenin kapağını kapatıp, yemeği piş-

meye bırakalım.Ortalama 10 dk da bir ye-

meğimizi kontrol edip, suyu bittiyse karı-

şımımızdan eklemeye devam edelim.

Patlıcanlar pişene kadar azar azar su ekle-

yerek işlemi tekrarlayalım.

Page 58: Ajanda Eylül

58

İmam Bayıldı

Malzemeler: (6 adet)

3 adet büyük boy patlıcan

2 adet büyük boy soğan

7-8 diş sarımsak

2 adet büyük boy domates

4 adet çarliston biber

ince kıyılmış maydanoz

tuz-karabiber

1 yemek kaşığı domates salçası

kızartmak için sıvıyağ

Yapılışı:

Patlıcanları iyice yumuşayıncaya kadar

kızartıyoruz. Her patlıcanı ikiye kesip o

rtalarını bir kaşıkla iç malzemeyi doldurabilecek şekilde açıyoruz.

Soğanları ay şeklinde piyazlık doğruyoruz.

Sarımsakları, domatesleri ve biberleri ufak ufak doğrayarak hazırlıyoruz.

Bir tavaya 5 yemek kaşığı zeytinyağı

koyup, soğan ve sarımsakları yumuşayıncaya kadar soteliyoruz.

Daha sonra biberleri ekleyerek onları da pişiriyoruz.

Domates ve salçayı ekleyerek harcımızı bir miktar su ile sulandırıyoruz.

Baharatını ekledikten sonra maydanozunu ilave ediyoruz.

Harcımızı patlıcanların içerisine doldurup fırın tepsisine diziyoruz.

Üzerine domates ve biberle süs yapabilirsiniz.

Tepsiye bir miktar su ilave edip 200 derece fırında

yaklaşık 15 dk kadar pişiriyoruz.

Page 59: Ajanda Eylül

59

Page 60: Ajanda Eylül

60

DilPeynirli Patlıcan Ruloları

Malzemeler:

4 adet ince uzun patlıcan

200 gr dil peyniri

15-20 adet cherry domates

kızartmak için sıvıyağ

Patlıcanları alacalı olarak soyup uzunlama-

sına dilimleyerek tuzlu suda yaklaşık 15-20

dk kadar bekletiyoruz. (dilimlerin çok ince

veya çok kalın olmaması önemli)

Patlıcanları kurulayıp kızgın yağda altın

rengi alıncaya kadar kızartıyoruz.

Kızarttığımız dilimleri, fazla yağını

süzdürmek amaçlı olarak kağıt peçete serili

bir tabağa alıyoruz.

Patlıcanların arasına birer dilim dil peyniri

koyup rulo yapıyoruz.

Yaptığımız ruloları bir borcama ya da fırın

kabına diziyoruz.

Her bir rulonun üzerine yarım cherry do-

mates koyarak 180 derece fırına vererek

peynirleri eritiyoruz.

Domatesler yumuşayınca , fırından alarak

servis ediyoruz.

Page 61: Ajanda Eylül

61

Ücretsiz Abonelik İçin www.ajandadergi.blogspot.com İletişim: [email protected]