Upload
ajanda-dergisi
View
242
Download
0
Embed Size (px)
DESCRIPTION
Ajanda dergi
Citation preview
2
AJANDA YAZARLARI
ATA İSMET ÖZÇELİK [email protected] - hepsidetay.blogspot.com BANU HIDIRLAR [email protected] - birazsoylebirazboyle.blogspot.com DUYGU PHILLIPS [email protected] - naminghouse.com EBRU DAĞTEKİN [email protected] İMGE TAN [email protected] - imgeleme.com MÜGE KARAHAN [email protected] - yemekbahane.blogspot.com NADİR KALBİNUR blog.milliyet.com.tr/nadirkalbinur ÖZGE DUMLU GüNESEN [email protected] PINAR DOĞAN [email protected] SEDA ASOLAR [email protected] - sedasolar.blogspot.com
DERGİ TASARIM SİNEM ERGUN [email protected] - sanatnotlari.blogspot.com
KAPAK TASARIM ve ÇİZİMLER ŞULE COŞKUN BALMUMCU [email protected] - susuoykusu.blogspot.com
İLETİŞİM [email protected]
Şubat 2011 Sayı:9
Eylül 2011 Sayı: 15
3
Bir Dönüşüm Projesi
15. sayımızla birlikte 15 aydır Ajanda dergisini online olarak büyük bir sevgi ve emekle hazırladık ve yayınlıyoruz. Kültür sanat haberlerinden gezi yazılarına, reklam ve markalaşma sanatından yemek kültürüne, dekorasyondan modaya, kitap ve film
tanıtımlarından çalışanlara yönelik güncel bilgiler ve kişisel gelişim yazılarına kadar içeriği bol ve kaliteli, dopdolu dergimiz yepyeni bir form kazanıyor. Bundan böyle aylık olarak tek seferde sizlerle buluşmak yerine daha güncel ve her an yeni yazılarımızla sizlere ulaşmayı düşünüyoruz. Dergi formatının yerine yazılara ulaşımı ve okuması kolay olan ayrıca interaktif bir kullanımı olması sebebiyle her yazı için sizlerinde görüşlerinizi paylaşabileceğiniz bir ortam olan yeni web sitemizi önümüzdeki ay aktifleştireceğiz. (www.ajandadergi.com) Yine capcanlı konularla ve gündemi yansıtan yazılarla sık sık güncelleyeceğimiz sayfamızda her yazıya yorumlarınızı bırakabilir, hem bizlerle hem de diğer okuyucularla iletişim içinde olabilirsiniz. Bizler, yeni formatımızın uygulamaya dönüşünü heyecanla bekliyoruz. Her türlü katkı ve görüşlerinizi duymak bizi çok mutlu edecektir.
4
6 Etkinlikler
12 Sinedetay “Jim Jarmusch—Night On Earth”
18 Abrakadabra
19 İstanbul’da Turist Olmak
“Son Yaprak Düşmeden”
22 Stiletto
28 İnceleme Kitap
“Franny ve Zoey”
İÇİNDEKİLER
5
31 Gezi “Lizbon”
50 Gönlümün İncileri
“Tiyatro-cu”
54 Bir Kaşık Bilgi “Patlıcan Mucizesi”
6
İmge Tan http://imgeleme.com
ETKİNLİKLER
Turkcell Kuruçeşme Arena Eylül Konserleri
Haziran ayında Türkiye’ye konser vermek için gelen ama solisti Jay Kay’in ayak bileğini
yaralaması sonucunda konseri son anda iptal olan Jamiroquai, 6 Eylül’de Kuruçeşme
Arena’da sahne alacak.
10 Eylül Cumartesi akşamı ise Bülent Ortaçgil, “senfonik” konseri ile ilk kez hayranları-
nın karşısında olacak. 26 kişilik dev yaylı grubu ve usta müzisyenler enstrümanlarıyla
Ortaçgil’e eşlik edecek. Gecenin konuk sanatçıları Erkan Oğur ve Birsen Tezer.
16 Eylül’de ise Boğaz’da Sertab Erener’le “Rengârenk” bir yaz akşamı yaşanacak. Bu bir-birinden güzel konserleri sakın kaçırmayın.
7
Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi Eylül Konserleri
Megastar Tarkan, 9–11 Eylül tarihleri arasında Harbiye Açıkhava’yı sallayacak!
13 Eylül’de ise Cezayir asıllı Fransız şarkıcı Enrico Macias sevenleriyle buluşuyor.
Ajda Pekkan, Nilüfer, Yeliz, Erol Evgin, Ayla Algan, Hümeyra, Tanju Okan gibi ünlü
isimlerin söylediği Hoş gör Sen, Bu ne Dünya Kardeşim, Koy Koy Koy, Arkadaşımın
Aşkısın, Olmaz Olsam gibi unutulmaz şarkıları bir kez de Açıkhava’da dinlemek
istemez misiniz?
Bu sene yaşadığı acı kayıptan dolayı pek çok önemli konserini iptal eden sanatçı Şebnem
Ferah, 17 Eylül’de Açık-
hava’da sahne alacak.
24 Eylül’de ise
Ferhat Göçer ve Sunay
Akın ile birlikte
şarkılar, şiirler ve
birbirinden ilginç
hikâyelerle dolu bir
gece yaşanacak Harbiye
Açıkhava’da.
Hepsi ve daha fazlası
için biletler Biletix’te!
8
12. İstanbul Bienali İçin Hazır Mısınız?
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından Koç Holding sponsorluğunda
17 Eylül–13 Kasım 2011 tarihleri arasında düzenlenecek
“12. Uluslararası İstanbul Bienali” İstanbullularla buluşmaya hazırlanıyor.
Küratörlüğünü Adriano Pedrosa ile Jens Hoffman'ın birlikte üstlendiği bienal,
“İsimsiz (12. İstanbul Bienali), 2011” olarak belirlenen başlığı ve görsel kimliği,
minimalist ve kavramsal yapıtlarıyla 20. yüzyıl güncel sanatının en önemli isimleri
arasında sayılan Kübalı-Amerikalı sanatçı Felix Gonzalez-Torres’e göndermeler içeriyor.
12. İstanbul Bienali,
başlığının yanı sıra
temalarında da Felix
Gonzalez-Torres’in
işlerinden ilham alıyor.
Bienalde
“İsimsiz” (Pasaport),
“İsimsiz” (Ross),
“İsimsiz” (Ateşli Silahla
Ölüm), İsimsiz
(Soyutlama) ve İsimsiz
(Tarih) olarak farklı
temalar altında düzenle-
necek beş karma sergiye
ek olarak, bu meselelerle
ilgili tartışmaları daha
da ileriye taşıyacak 45
solo sergi de yer alacak.
www.iksv.org
9
Babylon Sezonu Açıyor!
Babylon, 13 Eylül Salı akşamı Asmalımescit’teki 12 senelik yerinde bir kez daha tüm
müdavimlerine kapılarını açacak.
Müzikal skaladaki çeşitlilik ve renklilik prensibini devam ettiren Babylon’da bu sezon da
günümüz müziğinin en başarılı ve öncü grup ve müzisyenlerini dinlemeye devam edece-
ğiz. Eylül ayında Babylon’da sahne alacak
isimler sırasıyla şöyle:
13.09 Jukebox Açılış Partisi
14.09 The Maccabees
21–22.09 Mulatu Astatke
23–24.09 Tinariwen
28.09 Şevval Sam
30.09 Deadboy & 2562
Santral İstanbul’da Kolombiya Rüzgârı
Santral İstanbul’un Galeri 1 salonu 2 Ekim’e kadar “Arazi Üzerine: Kolombiya’da
Çağdaş Sanat” sergisine ev sahipliği yapıyor.
Sergi, Türkiye ile birçok açıdan benzeşen Kolombiya’nın 19 önemli sanatçısının işlerini
bir araya getiriyor.
Türk ve Kolombiyalı sanatçılar
arasında bağları kuvvetlendir-
meyi ve bu bağlar sayesinde
kültürel diyalog olanaklarının
oluşturulmasını amaçlayan
sergideki birbirinden ilginç
eserler kesinlikle görülmeye
değer. http://
www.santralistanbul.org
10
11
Madde-Işık II Sergisi
Geçtiğimiz yıl 35 bin ziyaretçiyle büyük ilgi gören Madde-Işık Sergisi'nin ikincisi, Borusan Müzik Evi’nde 25 Eylül tarihine dek ücretsiz olarak ziyaret
edilebiliyor.
Algılama kavramına yeni boyutlar kazandıracak olan Madde - Işık II’ye katılan
sanatçılar arasında birinci sergide yer alan Thomas McIntosh ve Christian Partos da
bulunuyor.
Sergi aynı zamanda eserleri Türkiye'de ilk kez sergilenecek dünyaca ünlü isimleri
bir araya getiriyor.
Madde-Işık II, geçen yılın "Fiziksel Sanallık" ve "İmmersiyon" temalarına ek olarak
"Madde ve Işık" adlı bir alt başlık da içeriyor.
Bu temaları ses, video, ışık ve hareketin farklı bileşimleri aracılığıyla irdeleyecek olan
sergi, bu yıl da farklı malzemelerin kullanıldığı eserlerle sanatseverlere sıra dışı
deneyimler sunacak.
Sergi, Pazartesi hariç her gün saat 11.00 – 19.00 arasında ziyaret edilebilecek.
http://www.borusanmuzikevi.com
12
B ağımsız Amerikan Sinemasının en
önemli yönetmenlerinden ve "auteur"
lerinden biri Jim Jarmusch.
Yani, tüm filmlerinde kendisine ait kişisel
izler ve yaratıcılık örneklerini
görebildiğimiz sinemacılardan. Filmlerinin
çoğu kült seviyesine ulaşmış olan Jarmusch
kendi negatiflerinin sahibi olan tek Ameri-
kalı anlatı sinemacısıdır.
SİNE DETAY
Kuraldışı bir Yönetmen: Jim Jarmusch ve Çarpıcı Filmlerinden Biri
“Night On Earth”
Sinem Ergun www.sanatnotlari.blogspot.com
13
diyor ki,
"Bağımısz sinemacılık tam bir kumar gibi.
Yönetmenlik işlerini kabul ederek ya da
filmlerim üzerindeki denetimimden vazge-
çip, onları en yüksek fiyat verene satarak
çok daha fazla para kazanabilirdim.
Ama bir işe hayatımın üç yılını ve bir sürü
emek veriyorsam ve sen de para koyuyor-
san, karı paylaşabiliriz, ama negatifler
benim elimde olur" (Variety, 27 aralık
1989)
J armusch, minimalist bir film yapımcısı
olarak bilinir. Müzik, filmlerinin ayrıl-
maz bir parçasıdır.
Filmlerinde kullandığı müziklerin sahibi
müzisyenler çoğu zaman oyuncu olarak
da yer almaktadır.
Örneğin, John Lurie, Tom Waits, Gary
Farmer, Youki Kudoh, RZA and Iggy Pop
filmlerde rol almıştır.
ve şöyle demiş,
"Hiçbirşey orijinal değildir.
Esinlenebileceğiniz ve size yakıt
olabailecek herhangi birşeyi çalın.
Yalayıp yutun, eski, yeni bütün filmleri,
kitapları, müzikleri, resimleri, fotoğrafla-
rı, şiierleri, rüyaları, sohbetleri, mimariyi,
köprüleri, işaretleri, ağaçları, bulutları,
suyu, ışığı, gölgeyi.
Çalmak için sadece direk ruhunuzla konu-
şan şeyleri seçin. Eğer bunu yaparsanız
işiniz otantik olacaktır.
Otantiklik, paha biçilmezdir, orijinallik
ise varolmayandır. Hırsızlığınız sizi ra-
hatsız etmesin, hatta bunu kutlamalısınız.
Her durumda Jean-Luc Godard'ın söyledi-
ği şeyi hatırlayın "önemli olan sizin
aldığınız şeyler değil, onları götürdüğünüz
yerdir." -Jim Jarmusch, The Golden Rules
of Filming
Jarmusch filmlerinin ortak özelliği yollar-
da geçmesi, kahramanların yalnız yaşayan,
gururlu, çevrelerindeki insanlardan yar-
dım almaktan kaçınan insanlar oluşu ve
onların gelişimlerini ortaya koyan hikaye-
ler olması.
Jim Jarmusch o kadar özgün ki, bir kere
filmlerini yazarken de çekerken de çok eğ-
lendiğini düşünüyorum, sanki hobisi gibi
yapıyor bu işi. Sinema sektörüne de özen-
diriyor insanı. Yani filmlerini gördükçe in-
sanın bir senaryo yazıp yönetesi geliyor,
nekadar zevkli bir işmiş dedirtiyor insana.
14
Night On Earth Yönetmen: Jim Jarmusch
Oyuncular: Winona Ryder, Beatrice Dalle,
Roberto Benigni,
Yıl: 1991
B u filmi kim seyretse yazmak ister sa-
nırım veya her ortamda arkadaşlarına
gönül rahatlığıyla tavsiye eder.
Film 5 ayrı şehirde geçen 5 ayrı hikayeden
oluşuyor. Herbir skeç 20-25 dakika sürüyor.
Hepsi aslında bir bütünün parçaları gibi,
ortak noktaları bir taksinin içinde taksi şo-
förü ve yolcuları arasında geçen diyaloglar
üzerine kurulu olması. Ama en çarpıcı
özelliği ironi sanatını bu kadar güzel icra
ediyor olması.
Her skecin açılış sahnesinde yukarıda gö-
züken yanyana dizili saatleri görüyoruz.
Yolculuğumuza Los Angeles ile başlıyoruz.
1) LosAngeles
Los Angeles'ta bir akşamüstü. Oğlan çocu-
ğu görünümlü varoşlarda yaşadığını tah-
min ettiğimiz ve tek hayalinin tamirci ol-
mak olduğu ufak tefek taksi şoförü
(Winona Ryder) ile sürekli cep telefonuyla
iş görüşmeleri yapan sinema filmleri cast
ajansı sahibi genç ve güzel bir kadının ha-
vaalanından Beverly Hills'teki evine doğru
olan yolculuklarına tanıklık ederiz.
Karakterlerin izleyicide oluşturduğu ilk al-
gı, yolcunun başarılı, zengin ve güzel bir
kadın olmasının yanısıra, taksi şoförü kı-
zın, kadınlığını bastırmış, erkek gibi davra-
nan, fakir ve bu döngüde sıkışmış bir tip
oluşu.
15
Şimdi bu noktada biraz durmak ve bazı
şeylere dikkat çekmek istiyorum. 5 kısa öy-
künün de bariz bir önermesi var.
"Hiçbirşey dışarıdan göründüğü gibi değil-
dir."
Jim Jarmusch, yarattığı karakterlerin seyir-
cide oluşturduğu ilk algıdaki güçlü ve güç-
süzün 20 dakikalık diyaloglardan sonra na-
sıl farklılaştığını incelikle gösteriyor bize.
Her skeç bitişinde istinasız izleyicinin dü-
şüncelerini ve yaşamda varolan önyargıları
sorgulatmayı çok iyi başarıyor.
F ilmin bir diğer özelliği ise her şehrin
kendine özgü kültürel özelliklerini ko-
nuya yerleştirmesi.
Genelde yolculuk sırasında şehirlerin ke-
nar mahallerinden geçen taksi bu dokuyu
da izleyiciye aktarıyor.
Bir diğer dikkat çeken şey ise hikayelerin
geçtiği zaman sabaha karşı olduğundan
boş sokaklarda dolaşan taksi izleyicinin
dikkatini sadece o kahramanlara çekmeyi
başarıyor.
2) New York
New York için her Amerikan filminden
şöyle bir fikir hepimizde oluştu sanırım.
Taksi bulmak çok zor. Her elini kaldırıp
taksi diye bağırana taksi gelmez. Yağmurlu
havalarda taksi hiç bulunmaz.
Yine bu kurala bağlı olarak bu hikayede bir
zenci birtürlü taksi durduramıyor.
Hatta eline para alıp havaya kaldırsa bile
önünden geçen hiçbir taksi durmuyor.
16
Bir süre sonra önünde duran taksiye binen
adam, şöförün bu işte ilk gecesi olduğunu,
araba kullanmayı bilmediğini hatta New
York'a yabancı olduğunu öğreniyor.
Taksi şöförü Helmut, aslında Doğu Al-
manya'da sirklerde palyaçoluk yapan biri-
dir ve ailesi yoktur.
3) Paris
Paris'te bir gece. Fildişi sahilinden oldu-
ğunu öğrendiğimiz gururlu genç taksi şo-
förü, yoldan kör bir kadını alır. Kadın kör
olmasına rağmen herşeye hakim görün-
mektedir hatta geçtikleri yolların bile far-
kındadır. Kadının körlüğüne rağmen ha-
yatta güçlü bir yer edinişi, şoförü içten içe
sinirlendirmektedir. Kadına körlüğünün
acizlik olduğunu gösterme çabaları hep
geri teper.
4) Roma
Bu benim favori skeçim. Taksi şoförü
Roberto Benigni. Tipik bir İtlayan. Yolda
kendi kendine konuşan, heyecanlı,
canayakın bir tip. Yoldan bir rahibi araba-
sına alır. Bu sahne muhteşem:)
Ağırbaşlı hatta bir rahatsızlığı olduğu
gözlemlenen rahip pek konuşmamakta fa-
kat taksi şoförünün çenesi hiç durmamak-
tadır. Adam zor nefes alırken bile sigarası-
nı rahatlıkla yakan taksi şoförü adamın ök-
sürüğe boğulmasını bile aldırmaz.
Bir de bunun üstüne yıllardır günah çı-
kartmadığını ve bu fırsatla günah çıkart-
mak istediğini söyler, peder bu fikre sıcak
bakmasa bile başlar anlatmaya.
Bu günahlar size sürpriz olsun yalnız yer-
lere yatacağınız kesin:)
5) Helsinki
Helsinki deyince akla ne gelir. Heavy
drinkers herhalde.
Sabaha karşı 5'te artık uyumak üzere olan
taksi şoförü boş boş dolaşırken gelen
anonsla üç müşteriyi almaya gider.
Yollar buzlu, ve sokaklar bomboştur. Üç
sarhoş arkadaş biri baygın halde taksiye
binerler. Sert tavırlı ve kavgacı adamları
taksi şoförü hizaya getirmeyi bilir.
Arkadaşları taksi şoförüne baygın olanın
neden bu kadar içtiğine hak vererek başına
17
gelen korkunç olayları üzgün bir şekilde
anlatmaya başlarlar.
Taksi şoförü bu olayların hiç öneminin ol-
madığını asıl en korkunç şeyin kendi başı-
na geldiğini söyler.
Biraz ipuçları vererek anlatmaya çalıştım.
Belki ilginizi çekmiştir.
Bu arada elbette ki filmin müzikleri Tom
Waits'e ait.
Okuduğum birkaç röportajdan da bir iki
not ilave edeyim.
- Jim Jarmusch bu senaryoyu 8 günde yaz-
mış.
- Bu filmi yapmasının amaçlarından biri de
özlediği arkadaşlarıyla beraber çalışmak-
mış.
- Başta sadece takside geçen ve az oyuncu
içeren bu hikayeyi yazarken çekim aşama-
sının çok kolay olacağını düşünmüş ama
başlayınca kimseye tavsiye etmeyeceği zor-
lukta bir iş olduğunu anlamış.
- Çekimlerde arabanın kenarlarına monte
edilmiş hız rayları, ışık sistemi, donanım ve
teçhizat ile içlerine tıkıştırılmış bir sürü
adam kullanılmış.
- Helsinki'deki çekimde trenle çarpışma
tehlikesi bile atlatmışlar.
18
ABRAKADABRA
V e bir an gelir…
Herşeyi bırakıp gitmek, dünyadan ışınla-nırmışçasına gitmek isteriz bazen.
Filmlerdeki gibi hayatınızın bir sahnesinde birdenbire her şey donar kalır. Tam da hayatınızın ortasında, hiç olmayacak bir yerinde olur bu.
Yorulmuşsunuzdur, kırılmışsınızdır, dargınsınızdır, ümitleriniz boşa çıkmıştır.
Ve "aslında" yaşadıklarınızın böyle olması-nı hiç istememişsinizdir.
Bu yoğun duyguların ardından o kritik sorular çıka gelir. Ben kimim, neyim? Benim burada ne işim var? Benim amacım ne? Yaşadığım hayat bu mu olmalı… Değiştirebilir miyim ki? ... Yoksa hayatımı şekillendirme gücüm var mı ki benim… İnanın bunları her insan zaman zaman kendine soruyor.
Kim olursak olalım, her nerede nefes alıyorsak alalım, özümüzde bir yerde bir
eksiklik duygusuyla yaşıyoruz.
Korkmayın ... Eğer o kritik sorulara bugünlerde daha sık cevap arıyorsanız, doğru yoldasınız.
Her birimiz artık uyanmalı ve içimizdeki mucize ile tanışmalıyız. Bu kısa ve değerli yaşamda ruhlarımızı özgür bırakıp, dilediğimiz ne varsa hayatlarımıza katmalıyız. Aynaya baktığımızda geçmişimizde yaptığımız veya yapmadığı-mız her şeye rağmen kendimize "seni seviyorum" demeliyiz.
Şimdi bir düşünün; keşkelerle geçirilecek bir ömrü mü yoksa kendinizi yeniden yaratmak ve hedeflerinize ulaşabileceğiniz bir yaşamı mı "tercih" ediyorsunuz.
Hayatınızın en büyük eseri olan "kendinizi" yaratmanın tam zamanıdır şimdi.
Pınar Doğan [email protected]
19
GEZİ—İSTANBUL’DA TURİST OLMAK
Son yaprak düşmeden…
Müge Karahan www.yemekbahane.blogspot.com
İstanbul’a yine sonbahar geliyor. Dalların-
da yeşeren yapraklar, yazın vedasıyla sa-
rarmaya başladı bile.
Çoğunluğun yaz mevsiminde başka yerle-
re kaçtığı İstanbul, yine kalabalığı koynu-
na almaya hazır, yine uzun kış mevsimine
giriş yapmak üzere.
Güneş hala gözünü kırparken, İstanbul’da
neler yapabiliriz bir bakalım…
Yaz geçmeden İstanbul’un tadını nasıl çı-
kartmalı?
İstanbul’da Turist Olmak, Eylül ayında
İstanbul’un son yaz anlarını değerlendiri-
yor…
Dondurmaya doydunuz mu ?
Hala vaktiniz var. İstanbul’da dondurma
yiyebileceğiniz mekanlara gidin ve kendi-
nize şöyle birkaç toptan oluşan kocaman
bir külah sipariş edin.
20
İşte benim size birkaç önerim:
Mini dondurma, Bebek'te
1968 yılından beri 4 metrekare-
lik bir alanda hizmet veren Mi-
ni
Dondurma, bu yıl 40. yılını
kutluyor. Ali Usta, 1968'den
beri Moda'yla bütünleşen
adreslerden biri olan dondurmacı Ali Usta, çeşit sayısını her yıl biraz daha artırıyor.
Şu anda 65-70 civarında çeşidin bulunduğu Ali Usta'nın en beğenilen spesiyal dondur-
maları arasında Santa Maria yer alıyor.
Roma Dondurmacısı, Yeşilköy İstanbul Caddesi'nde 38 yıldır hizmet veren Roma
Dondurmacısı, yıllardır hep aynı lezzeti sürdürüyor.
Yaşar Usta, 1972'den beri dondurmacılık yapan
Yaşar Çarlı'nın Bostancı'daki dükkânı, İstanbul'un
dört bir tarafından dondurma severleri ağırlıyor.
Biz Türkler için yazın sıcağında dahi çay en vazge-
çilmez içecek değil mi? İstanbul’da çay keyfi sür-
mek için hiç de geç kalmadınız. T
arihi yarımadada bir gezintiye çıkın ve Çorlulu
Ali Paşa Medresesi’nde Erenler Çay Bahçesinde bir bardak çay içmeye gidin.
Çayınızı yudumlarken tarihin kokusunu hissedin.
21
Moda iskelesinin üst tarafında Bomonti Çay Bahçesi’nde çayınızı içerken zamanın
yavaşladığını hissedeceksiniz.
Çengelköy Börekçisi’nden bir porsiyon böreğe en iyi eşliği elbette bir bardak sıcak çay
edecektir, Çınaraltı Çay Bahçesi’nde Boğazın keyfini sürmemek elde değil.
Yaz bitmeden İstanbul’a denizden bakın. Ailenizle bir sandal ya da ufak bir tekne
kiralayın ve balık tutun, denize girmeye Karadeniz açıklarına gidin.
Mesela Göksu Deresi’nden kiraladığınız sandalla Boğaza çıkın ve ufak bir tur atın.
Fotoğraf makinanızı alıp İs-
tanbul’u en güzel karelerde
dondurun. Ayvansaray, Ba-
lat, Galata, Büyükada
….İstanbul’a kadrajın ardın-
dan bakmak size keyfi vere-
cektir.
Şezlongunuzu alıp İstanbul-
’un sahillerine gidin, Cadde-
bostan, Fenerbahçe, Bebek,
Yeşilköy… Tabii giderken termosunuza çay depola-
mayı unutmayın.
Eminönü’nde balık ekmek yiyin…
Bostancı’da lunaparka gidin, Taksim’de kitapçı
kafelerden birine dalıp en sevdiğiniz kitabı okumaya
başlayın.
Dünyanın en büyük metropollerinden birinde
yaşarken yapılacak daha neler var neler…
Siz yeterki yaşadığınız şehire turist gözüyle bakmayı isteyin..
22
STİLETTO
Y azın son demlerini yaşadığımız
şu günlerde çoğumuz için,
geride bıraktığımız sıcak yazın
denizle kumla güneşle geçen tatil
anıları, ılık akşamlarda yapılan
dondurmalı yürüyüşler, bahçelerde
yenilen yemekler, kafelerde içilen
rozeler, sahilde atılan turlar, uçuş
uçuş elbiselerle gidilen düğünler kal-
dı akıllarda.
Çoğumuzda giden yaz için içten içe
bir hüzün, gelecek yaz içinse şimdi-
den başlayan bir özlem var…
İlkbaharın ilk günlerinden itibaren en
merak ettiği ülkeleri Küba’dan Pana-
ma’ya, Panama’dan Sakız Adası’na
karış karış gezen bense, kışın
gezmeye bir süre mola vereceğimden
hüzünlüyüm en çok…
Ebru Dağtekin [email protected]
Mekan: Havana/Küba
Şort: Little Big
Gömlek: Mudo
Babetler: Zara
23
STİLETTO
Mekan: Panama City Elbise: Mudo Babetler: Zara
24
Mekan: Como Elbise: Mudo Çanta: D&G
Mekan: Como Elbise: Como’da bir butik Sandaletler: Zara
25
Mekan: Rio De Janerio Bluz: Suat Butik Caddebostan Etek: Zara Babetler: Steve Madden
Mekan: Sakız Adası
Atlet: Mango
Etek: Mudo
Gözlük: D&G
26
F akat benim aynı zamanda gelecek
olan yeni mevsim için hissettiğim
güzel şeyler, yani yeni başlangıca dair
heyecanlarım da var..
Kış soğuk olsa da kendince güzellikleri
var çünkü, mesela benim için kış daha
az gezmek fakat daha çok film izlemek
demek… Daha fazla eşi dostu görmek,
daha fazla kahve içip çikolata yemek
demek… Aldığım birkaç kiloyu da daha
kolay saklamak demek..
Fakat en çok da daha özenli giyinmek,
mağrur sonbahara yakışır ayrıntıları da-
ha fazla düşünmek demek…
Madem yazı uğurlayıp sonbahara hoş
geldin diyoruz, Stiletto’nun bu sayısın-
da sonbaharda neler giyeceğiz kışa na-
sıl hazırlanacağız bir kaç ipucu da pay-
laşayım istedim…
Bir kaç ipucu diyorum çünkü sonbahar
kış modasına en fazla yeri Ekim sayısın-
da vermek istiyorum, zira siz bu satırla-
rı okurken ben Paris’te kışın hip parçala-
rını, en güzel markaları en ucuza nere-
lerden alabilirsiniz keşfe çıkmış olaca-
ğım. Döndüğümde keşfettiklerimi, gö-
rüp aldıklarımı (hatta alamadıklarımı!)
Stiletto okuyucuları ile paylaşmak için
şimdiden sabırsızlanıyorum…
Sonbahar Yaprakları
Bu sonbahar neşeli ve özgür ruhlu…
Maskülen olduğu kadar feminen de ol-
mayı bilen pantolon takımlar, etnik mo-
tifler, her zaman her şeyle giyilebilen
kareli gömlekler, iri kabartma örgüler,
hayvan desenleri… Bu sonbahar onları
sık sık göreceğiz…
Resimlerdeki Kıyafetler: H&M
27
28
Sinem Ergun www.sanatnotlari.blogspot.com
S alinger'ı okuyanlar bilir. Hayali bir
"Glass ailesi" yaratmıştır. Bunlarla
ilgili kısa hikayeler yayınlamış,
daha sonra hepsi biraraya getirilip
"9 Öykü" adı altında bir kitap ortaya çık-
mış.
Salinger, aile bireyleri ile ilgili detaylı ola-
rak iki kitap daha yazmış biri "Yükseltin
Tavan Kirişini Ustalar ve Seymour", diğeri
ise "Franny ve Zooey".
Salinger ile ilgili, yarattığı bu aile üyeleri-
nin kendi kişiliğinin parçalarını yansıttığı
söylenmektedir.
G lass aile 1900 lerin başında yaşayan,
dünya savaşlarına tanıklık etmiş, 7
çocukları olan bir aile.
Bu aileden kısaca bahsedeyim:
Les ve Bessie (Anne ve baba): Emekli vod-
vil oyuncuları.
Les Yahudi ve eğlence sektöründe çalışıyor.
Bessie ise sürekli çocukları için endişe
duyan bir anne, çocuklarının sosyal
ortamlara ayak uyduramadıklarını
düşünüyor.
İNCELEME - KİTAP
Franny ve Zoey—J.D. SALINGER
29
Seymour (1917 - 1948): En büyük abi, çok
zeki ve 20 sinde Colombia'da profesör
olur. Dahi çocuklar radyo programının
düzenli konuğu. 1941 de bileklerini
keserek intihar girişiminde bulunur.
1942 de evlenir, daha sonra tekrar intihar
ederek ölür.
Webb Galagher "Buddy": (1919 - ) "Franny
ve Zooey" kitabı ile çoğu öykünün anlatıcı-
sı. Salinger'in ikinci kişiliği olarak düşünü-
lüyor. New York'un kuzeyinde yaşıyor ve
köy kadınları okulunda ingilizce öğretiyor.
Seymour'la çok yakın arkadaşlıkları var.
Beatrice "Boo Boo": (1920) Evli ve
üç ,çocuklu.
Walter "Walt": (1921 - 1945): Waker'ın ikizi.
Amerikan askeri ve 1945'da Japonya'-
da ,savaş sırasında ölüyor.
Waker (1921 - ): Katolik bi kilisede peder.
Öykülerde onun hakkında yazılan
çok ,fazla detay yok.
Zachary Martin "Zooey" (1929 - ): Aktör,
kardeşler arasında en çekicisi.
Buddy'e ,göre en zekileri. Öyküler-
de ,annesine karşı çok kibirli ve kaba
olarak tasvir edilmekte. Annesine genelde
küfür etmekte ve şişko demekte. Seymour
ve Body'nin küçük yaşta ona ve Franny'e
uzakdoğu mistisizmi empose etmelerin-
den dolayı insanlardan kaçmakta.
Frances "Franny" (1934 - ): Üniversite
öğrencisi ve oyuncu.
Bütün çocuklar çok özel ve "dahi çocuk-
lar" adlı bir radyo yarışma programının
konukları.
Gelelim kitaba: Franny ve Zooey
Kitap iki bölümden oluşuyor. İlk bölüm
kısa ve "Franny" iken ikincisi "Zooey"
başlığında.
İlk bölümde geçen olaylar tahmini 1 saat
içinde olup biterken, ikincisi de başka bir
mekanda yine yaklaşık 2 saat içinde geçen
bir dizi diyalog ve bolca tasvirden oluş-
makta.
Hikaye 1955 ylında, 7 kardeşli bir ailenin
en küçük ikisi arasında geçiyor, Franny
üniversite öğrencisi ağabeyi Zooey ise bir
aktör.
30
İlk bölümde Franny erkek arkadaşı Lane
ile buluşur, bir kafede onların konuşmala-
rına şahit oluruz.
Franny, biraz garip davranır, karamsar ve
mutsuz tavırları Lane'in dikkatini çeker,
kafede Franny hiçbirşey yemez ve içmez,
midesinin rahatsız olduğunu söyleyerek,
sık sık tuvalete gider.
Lane, Franny'nin çantasında bir kitap gö-
rür ve bunun "Bir Rus Gezgincinin Anıları"
olduğunu öğrenir.
Franny, kitapta, aydınlanmayı sağlayan bir
yöntem olan İsa Duası'nın sürekli okun-
masından bahsedildiğini anlatır, ama Lane
fazla ilgilenmez, daha sonra Franny yine
kendini kötü hisseder ve bayılır.
İkinci bölümde Franny evdedir, günlerdir
inzivada gibi bir haldedir, yemek yemez,
kimseyle konuşmaz, halsiz yatar.
Zooey küvette oturmaktadır ve ağabeyin-
den gelen mektubu okumaktadır. Mektup
yoluyla ağabeyini tanırız, daha sonra an-
nesi banyoya gelir ve Franny için endişeli
olduğundan bahseder.
Bu bölümde Zooey ile annesinin ilişkileri-
ni öğreniriz.
İlerleyen böümde ise Zooey ile Franny'nin
konuşmaları sahne olur. Diğer kardeşler
hakkında bilgiler ediniriz.
Felsefe ve uzakdoğu dinlerine ilgisi olan
büyük kardeşler, Franny ve Zooey'e bu
bilgileri küçük yaşta aşılamıştır.
Bu yüzden Franny ve Zooey yaşıtlarından
erken olgunlaşmış hatta hayata bakışları
değişmiştir.
Çevrelerindeki insanları küçük görmekte,
onların mutluluk ve kaygılarına anlam
verememektedirler. Kendilerini başkaları-
nın yanında rahat hissetmezler.
İkinci bölümde Zooey, Franny'nin bu
inziva yöntemini sorgulamakta, ve onun
hakkında Franny'nin duymak istemeyece-
ği keskin bir eleştiri yapmakta.
Ben kitabı okurken başta zorlandım, uzun
cümleler bolca tasvirler ve konunun
konuyu açması, benim odaklanmamı biraz
zorlaştırdı, ama daha sonra bu anlatım s
istemine alışınca bende merak uyandırma-
ya başladı.
Konu ilerledikçe herkesin bir özeleştiri ya-
pacağı ve pek çok farkındalık yaşayacağını
düşünüyorum.
31
GEZİ
İmge Tan www.imgeleme.com
Y ine uçuyoruz uzaklara...
Akdeniz'e kıyısı olmayan bir
Akdeniz sıcağına... Tarlabaşı, Cihangir,
Galatasaray benzeri ara yollarındaki
derme çatma eski apartmanlarıyla,
balkonlardan sarkan çamaşırlarıyla,
nostaljik tramvayıyla, bir an bile yüzünü
bizden esirgemeyen güneşiyle, bin bir çeşit
İplerdeki Çamaşırlar, Yokuşlar, Tramvaylar ve Fado…
LİZBON’dayız
32
deniz ürünüyle, hüzünlü insanlarına yakı-
şan hüzünlü müziği Fado'suyla İber Yarı-
madası'nın en merak ettiğim şehirlerinden
biriyle tanışmaya gidiyoruz... Lizbon'la
tanışmaya…
Havası gibi insanları da çok sıcak, yardım-
sever ve rahat bu şehrin. Nüfus oldukça
yaşlı. Kalenin eteklerinden denize kadar
inen ve bence Lizbon'u en çok tanımlayan
ara sokakları da kapsayan Alfama
bölgesindeki yaşamları görünce hayretler
içinde kalabilirsiniz.
Koca bir şehrin göbeğinde sürdürülen köy
yaşamı! Derme çatma köy evleri gibi bir ya
da iki katlı yapılar, sadece perdeleri çekil-
miş ama kapıları açık tahta giriş kapıları,
evin önündeki küçücük alanda bir limon
ağacı ve kümes, hangi çağdan kalma oldu-
ğu belli olmayan bir bakkal dükkânı, elin-
deki sepetinde kim bilir ne taşıyarak yoku-
şu ağır ağır tırmanan bir adam, taşlığının
önünü süpüren yaşlı bir teyze...
İnsana mutluluk veren o güneşli havasına
rağmen aklımda bu hafif hüzünlü görün-
tüsüyle yer edecek şirin mi şirin bir şehir
burası. Burnumda hâlâ iyot kokusu, dama-
ğımda mezgit, kalamar, sardalya ve şarap-
larının tadı...
Lizbon Sokaklarıyla Tanışma Turu
Şehrin en önemli meydanı olan ve Rossio
Tren İstasyonu'nun da bulunduğu Rossio
Meydanı'ndan başlıyoruz gezmeye.
Tren istasyonu yakınlarında Tourism
İnformation ofisini de göreceksiniz.
Buradan şehir ve ulaşım haritalarını alabi-
lirsiniz. Lizbon Kart almanızı önermem;
günlük ulaşım kartları daha ucuza gele-
cektir.
Günlük kartlarınızı metro istasyonlarında-
ki makinelerden alabiliyorsunuz.
Bir seferlik 0,50 Euro kart parası verdikten
sonra her gün istediğiniz sayıda yükleme
yapıyorsunuz.
Havaalanına gidiş-dönüşü ya da geç saatlerde biten bir Fado gecesinden sonra
ulaşım aracı bulamayacağınızı düşünerek bunalmayın, çünkü Lizbon'da taksi fiyatları
çok uygun. Havaalanından şehir merkezine yaklaşık 10–12 EURO'ya gelebilirsiniz. Şehir
içinde ise herhangi bir mesafe için maksimum 5 EURO ödeyeceğinizi söyleyebilirim.
33
24 saat boyunca önünüze çıkan her aracı
sınırsız kullanabileceğiniz günlük biletle-
rin fiyatı 3.70 Euro.
Şehrin Champs-Elysees'i sayılan Avenide
da Liberdade (Özgürlük Bulva-
rı diyebiliriz sanırım) boyunca yürüye-
rek Rossio İstasyonu'na ulaşmak on beş
dakika bile sürmüyor! Zaten bir on beş da-
kika daha yürüyünce nehir kenarına ulaşı-
yorsunuz ve arada altı metro durağı olan
bir mesafenin bile bu kadarcık olduğunu
görünce Lizbon'un küçücük bir şehir ol-
duğunu daha iyi anlıyorsunuz.
Küçücük bir şehir olan Lizbon'da hemen hemen her yere yürüyerek ulaşabilirsi-
niz. Ama Lizbon hakkında genel bir fikir edinmek adına ilk gün 28 numaralı tramvaya
binerek şehrin içinde koca bir daire çizebilir ve çevreyi tanıyabilirsiniz.
34
Nehre inmeden önce şehrin alışveriş mer-
kezi olan Baixa-Chiado bölgesinde gezin-
meyi unutmayın. Tejo Nehri, Avrupa'da
görmeye alışkın olduğumuz o şehrin için-
den akan kahverengi-yeşil tonlarındaki ne-
hirciklerden çok İstanbul Boğazı'nı andı-
ran, deniz görünümlü, kocaman ve mas-
mavi bir nehir. Buradaki en önemli mey-
dan ise Praça do Commercio, yani Ticaret
Meydanı. Önceden buraya Saray Meyda-
nı da denirmiş ama 1755 yılında şehrin ne-
redeyse yüzde seksen beşinin yıkıldığı bü-
yük Lizbon Depremi'nde buradaki saray
yerle bir olduktan sonra meydan yeniden
yapılandırılmış. Ortasındaki heykel Kral 1.
Jose'ye ait.
Santa Justa Asansörü
Tepeler üzerine kurulmuş olan Lizbon'da
hayatı kolaylaştırmak için asansörler kul-
lanılıyormuş. Bunların en meşhuru ve ger-
çek bir asansöre benzeyeni ise Santa Justa
Asansörü. Gece 23.00'e kadar açık olan bu
asansöre binerek ister gece ister gündüz
saatlerinde şehre tepeden bakabilirsiniz
Aşağıda kalan bir semti tepedeki bir semte
bağlamak için kullanılan bu asansörlerin
minik tramvay şeklinde olanları da var.
Aslında sizi yokuşun tepesine çıkaran bir
füniküler sistemi gibi düşünebilirsiniz.
Mesnier de Ponsard adında Portolu bir
mühendis tarafından tasarlanmış olan bu
asansör 10 Temmuz 1902 tarihinde resmen
kullanıma açılmış ve o dönemde buhar gü-
cüyle çalışıyormuş. Daha sonra 6 Kasım
1907'de ise elektrikli motorları takılmış.
Burası Rossio'ya çıkan yollardan biri-
ni Largo do Carmo'ya bağlıyor. Yani bu
asansörlere tek yön bileti alabiliyorsunuz.
Yukarı çıktığınızda başka bir semttesiniz,
yeniden aşağı inmeye gerek yok! :)
Sao Jorge Kalesi, Güneş Kapısı ve Alfama Sokakları
Asıl gezimiz şimdi başlıyor! ilk olarak da
şehrin en tepesine kurulmuş olan Sao
Jorge Kalesi'ne çıkıyoruz.
Şehrin her yerine yürünebilir demiştim ya
size, işte Kale'ye yürümeyi gözümüz
yemediği için nostaljik sarı tramvaya
atlayarak tıngır mıngır tırmanıyoruz
daracık sokaklardan.
Yakışıklı sürücünün "Kaştellooo,
Kaştelllooo!!" diye nağmeli nağmeli bağır-
masıyla kale için inmemiz gereken durağa
geldiğimizi anlıyoruz. Zira Portekizcede
35
"Castelo" kale demek ve "s" harfi "ş" gibi okunuyor. Yani bu güzel şehirlerine de
"Lişjboa" gibi bir şey diyorlar.
Tramvaydan indiğimiz yer Güneş Kapı-
sı olarak bilinen ve muhteşem manzarasıy-
la Lizbon'daki en sevdiğimiz noktalardan
biri olan bir nokta.
Lizbon'u İstanbul'a çok benzettiklerini
defalarca duymuştum. Benim ise şehri en
çok İstanbul'a benzettiğim nokta burası
oldu.
Başka günler de buraya gelip buz gibi
birer bira eşliğinde güneşi batırdığımız
oldu. Lizbon'a gideceklere mutlaka bunu
yapmalarını tavsiye ederim.
Daha sonra dar ara sokaklardan çok az bir
süre tırmanarak Kale'ye çıkıyoruz. Sao
Jorge Kalesi'nin bulunduğu bölgede M.Ö.
6. yüzyıldan kalma izler bulunmuş olsa da
kalenin en fazla M.Ö. 2. yüzyıldan kalma
olduğu ortaya çıkarılmış.
Uzunca bir dönem Müslümanların elinde
kalan Kale, 1147 yılında Portekiz'in ilk
kralı Afonso Henriques tarafından
yeniden fethedilmiş. 14. yüzyılda ise bu
kale Kral I. Joao tarafından savaşçı Aziz
George'a (Sao Jorge) adanmış.
Sarayın içinde İslami kalıntıların olduğu
alan, arşiv ya da Ulysses Kulesi olarak
bilinen kule de dahil olmak üzere pek çok
kule, kemer, avlu ve değişik kalıntılar
bulunuyor.
36
Ve ağaçlıklı yolları ve manzarası da harika!
Burayı bitirdikten sonra bitişik nizam,
balkonlarında çamaşırlar sallanan, kapıları
açık -yalnızca perdeleri çekilmiş- evlerin
sıralandığı daracık Alfama sokaklarında
dolaşarak Se Katedrali'ni de görüyoruz.
Bence Lizbon'u en iyi tanımlayan yer
Alfama.
Şehrin en eski ve 1755 Lizbon depremin-
den en az etkilenmiş bölgesi.
Başkentin göbeğinde bir köy yaşamının
hüküm sürdüğü, hüzünlü havasıyla beni
çok etkileyen yerlerden biri.
Kaleden başlayıp Tejo Nehri'ne kadar uza-
nan bu semtte yeterince zaman geçirdiği-
nizden emin olun.
Belem
Bildiğiniz üzere Portekiz denizci bir ülke
ve 15. ve 16. yüzyıllarda gerçekleştirdiği
keşiflerle de altın çağını yaşamış.
İşte şehirde o keşiflerin başlangıç noktası
sayılabilecek nokta ise Belem bölgesi.
37
Vasco da Gama'nın da yer aldığı keşif filo-
su 1498 yılında buradan denize açılarak
Hindistan'a ulaşmış.
Belem'e şehir merkezindeki Praça da
Figueira meydanından kalkan ve diğer yö-
nünü ise Kale'ye giderken kullanabileceği-
niz 15 numaralı tramvayla ve birçok oto-
büsle gidebilirsiniz.
Lizbon'un en uzun şehir içi yolculuğu sizi
bekliyor diyebilirim: yaklaşık 15–20
dakika! :)
Burada görülecek yerlerin başında Belem
Kulesi (Torre de Belém) geliyor. Bu ku-
le Portekiz Kralı I. Manuel’in talimatıy-
la 1515-1521 yılları arasında Tejo nehrinin
kıyısında bir kale olarak düşünülerek inşa
edilmiş. Sonraki yüzyıllarda ise deniz fe-
neri, hapishane, gümrük kontrol noktası
olarak kullanılmış.
Diğer önemli bina ise Jeronimos Manastı-
rı sayılabilir. Manastırın içini gezmedik,
ama burada Portekiz halk şai-
ri Camoes ile Vasco da Gama’nın mezarla-
rının bulunduğunu not etmişim.
Deniz kıyısında diğerleri kadar eski olma-
sa da yine simge haline gelmiş olan
Kaşifler Anıtı da görülmesi gereken
şeylerden biri. Portekiz’de ilk denizcilik
okulunu kuran Prens Enrique el
Navegante’nin (Denizci Henri)
ölümünün 500. yıldönümü dolayısıy-
la 1960 yılında yaptırılan bu anıtta elinde
bir gemi tutan Denizci Henri’nin arkasın-
da Portekiz’in ünlü denizcilerinin,
askerlerinin ve sanatçılarının heykelleri
yer alıyormuş.
Belem'de bunların dışında görülebilecek
ve gezilebilecek birçok yer daha var.
Örneğin, Deniz Müzesi bunlardan biri.
Deniz kıyısındaki Belem Kültür Merkezi'-
ne uğrayabilirsiniz. İçinde Modern Sanat
Müzesi de olan bu yapının önündeki
kafede Kaşifler Anıtı'na karşı bir içecek
molası verebilirsiniz.
Kapanışı da Pasteis de Belem ile yapmalı-
sınız. 1837'den beri varlığını sürdüren bu
meşhur pastanenin kendisi kadar meşhur
olan tatlısı ise üzerine pudra şekeri ve tar-
çın serpiştirilerek mideye indirilen
Belem çöreği.
Milföy hamurunun içine doldurulan kre-
masıyla ağızda çok hoş bir tat bırakan bu
tatlının taklitlerinden sakınınız!
38
Lizbon'da birçok yerde gözünüze çarpan o
küçük çöreklerin buradakinin tadıyla ala-
kası yokmuş, çünkü Pasteis de Belem'in
başka yerde şubesi yok ve tarifi de kendi-
lerine saklıyorlarmış.
Calouste Gulbenkian Müzesi Calouste
Gulbenkian, 1869 yılında Üsküdar'da
doğmuş ve sonrasında 20. yüzyılın en zen-
gin iş adamlarından biri olmuş Ermeni
asıllı bir koleksiyoncuymuş. İkinci Dünya
Savaşı'nın Avrupa'yı kasıp kavurduğu
dönemlerde, 1942'de Portekiz'e gelmiş ve
hayatının geri kalan kısmını Lizbon'da ge-
çirmiş. 1955 yılında 86 yaşındayken hayata
veda ettikten sonra ardında yaklaşık 6,000
eserden oluşan bir koleksiyon bırakmış.
Dünyanın en önemli koleksiyonerlerinden
biri olan Gulbenkian’ın koleksiyonunun
büyük bir kısmı, Türk ve İslam eserlerin-
den oluşuyor.
Gulbenkian, aslında muhteşem halılar,
ipek kumaşlar, çini vazolar, antik mobilya-
lar, tablolar, takılar, Mısır, Roma ve Antik
Yunan eserleri, el yazmaları gibi değerli
eserlerden oluşan bu koleksiyonunu
Türkiye’de kurulacak bir müzeye bağışla-
mak istemiş.
Ama nedense (!) bu zengin Ermeni iş ada-
mının talebi bizler tarafından duyulma-
mış! Türkiye’den umduğu cevabı alama-
yan Gulbenkian, vasiyetinde son yıllarını
geçirdiği Lizbon’da kendi adına bir vakıf
ve müze kurulmasını, bütün servetinin ve
Unutmayın: Her Salı ve Cumartesi Campo de Santa Clara Meydanı'nda bit pa-
zarı kuruluyor! O günlerde oralardaysanız sabahtan burada da bir tur atabilirsiniz. An-
tikadan, giysiye, kartpostallardan, CD'lere, porselenlere, aklınıza gelebilecek her şeyin
tezgâhlara çıkarıldığı bir pazar burası.
39
koleksiyonunun da buraya bağışlanmasını
istemiş. Bizim adımıza ne büyük bir ka-
yıp!
Müzede değişik dönemlere ait pek çok
eser olduğunu söylemiştim. Halılar ve ku-
maşların genellikle İran ve Türkiye'ye ait
olduğunu da belirtmem gerek.
İpek halılar ve kumaşlar ağırlıklı ola-
rak Bursa'dan. Pek çok İznik çinisinden
yapılma eseri görmek de mümkün.
Bunların dışında Uzakdoğu'ya ait dekora-
tif objeler de var. Uzun yıllar Paris'te de
yaşamış olan Gulbenkian, koleksiyonuna
18. yüzyılın Fransız sanatçılarının tablola-
rından ve heykellerinden de eklemiş.
Dönem mobilyalarından örneklerin oldu-
ğu salonlar da bence en ilgi çekici güzellik-
lerdendi.
40
Lizbon'da Bir Fado Gecesi: Senhor Vinho
Sırada şehrin dokunaklı müziği Fado'yu
keşfetmek var. Genellikle şehrin en eski
semtlerindeki Fado Evi (Casa de Fados)
olarak adlandırılabilecek taverna benzeri
küçük mekânlarda bir gitar eşliğinde siyah
bir şala sarınarak söylenen Fado müziği
gerçekten de içinize işleyen bir hüznü ba-
rındırıyor.
Kelime anlamı kader olan bu müziğin so-
listlerine ise fadista adı verili-yor. Fado müziğinin çıkış noktası, keşifler
yapmak amacıyla şehirlerinden ayrılan
Portekizli denizcilerden gidip de dönme-
yenlere yakılan ağıtlar olmuş.
Elbette bu ağıtları yakanlar da denizcilerin
arkalarında bıraktıkları kadınlarmış.
Hikâyesi bile başlı başına bir hüzün kay-
nağı olan bu güzel müziğin sözlerini anla-
masanız bile içinizde ağlama hissi uyan-
dırmasının nedeni de bu olsa gerek.
41
Ancak bu hüznün de ticaret malzemesi ha-
line getirildiğini yerler olduğunu belirt-
mem gerekiyor.
O yüzden Lizbon'da Fado dinlemek isti-
yorsanız, dikkatli bir seçim yapmanızı
öneririm.
Bizim ön araştırma yaparak bulduğu-
muz Senhor Vinho'yu ise gözü kapalı tav-
siye ediyorum. Burası turistik bir işletme
değil...
Gerçek fadistalar tarafından kurulan ve
onların sahibi olduğu gerçek bir Fado Evi.
Diğer Fado Evlerinin bulunduğu Bairro
Alto ve Alfama'dan oldukça uzak bir yer-
de, Estrela Parkı'nın yakınlarındaki sessiz
sakin bir ara sokakta karşınıza çıkı-
yor. Önceden rezervasyon yaptırmanızı
öneririm. (Tel: (+351) 21 397 26 81 ve 21 397
74 56; Adres: Rua do Meio a Lapa No :18) Web sayfalarındaki
(http://www.srvinho.com/) iletişim adre-
sinden de rezervasyon yaptırabilirsiniz.
Fado gecesinin diğer her şeyin son derece
makul olduğu Lizbon'da yaşanması gere-
ken en tuzlu deneyim olduğunu söyleme-
liyim.
Burası da en tuzlu yerlerden biri ama gece-
nin sonunda ödediğiniz rakamın gerçek
bir Fado deneyimi için kesinlikle değdiğini
düşünüyorsunuz. Hatta son gecemiz-
de Bairro Alto'daki Fado Evlerinden bazı-
larını gördükten sonra buranın farkını ke-
sin olarak görmüş olduk. O yüzden işinizi
şansa bırakmayın ve Fado'yu Senhor
Vinho'da dinleyin.
Saat 20.00 gibi başlayan gecemiz herhalde
1.00'de sona erdi. Fadistalar saat 21.30'dan
itibaren şarkı söylemeye başladılar.
Her biri üç şarkı söyleyip yemeğe devam
etmemiz için bize izin vererek kendi masa-
larına çekiliyorlardı. Fado dinlerken çatal
bıçak sesinin anında kesilmesi ve yemek
yenmemesi gerekiyor.
Not: Lizbon'daki restoranlarda masanıza en başta getirdikleri tereyağı, peynir,
zeytin, ekmek, vs gibi tabakların ikram olmadığını hatırlatayım. yemek istemediklerinizi
veya hepsini birden geri gönderebilirsiniz. Ayıp olur diye düşünmeyin. Ama fiyatları da
2-5 EURO arasında değiştiği için yemeğinizi beklerken atıştırmalık olarak da tercih ede-
bilirsiniz.
42
Son gece yine Fado ile kapanışı yapalım
dediğimizi söylemiştim ve Fado mekanları
olarak not ettiğim diğer yerlere yönel-
dik. Adega Machado kapalıydı.
Cafe Luso'dan nasıl kaçacağımızı bileme-
dik, çünkü sahnede yirmi ya da otuz kişi-
lik masalara oturtulmuş turist gruplarına
folklorik danslar sergileniyordu.
Biz de son gecemizi Bairro Alto'nun en lo-
kal, en kendi halinde, en gerçek görü-
nen Fado Evi'nde geçirdik: Canto do Camoes!Senhor Vinho'dan sonra yeterin-
ce tezahürat yapamıyorum elbette, ama şe-
hir merkezinde Fado dinlemek isteyenler
için oldukça iyi bir alternatif olabilir diye
düşünüyorum. Yani buradan da memnun
ayrıldık (gerçi bu gösterişsiz ortamdaki yaşlı
fadistaların beni daha da hüzünlendirdiklerini
söylemeliyim. Unutulmuş eski Yeşilçam
artistleriyle özdeşleştirdim sanırım .)
43
Son olarak gerçek bir Fado Evi'nin hüznün
tadını çıkarabileceğiniz en güzel yer olaca-
ğını söylemek istiyorum. Hüznünüzün bi-
le keyifli olması dileğiyle...
Lizbon Lezzet Durakları
Lizbon deyince aklınıza ilk olarak deniz
ürünleri gelecektir. Gerçekten de
burası benim gibi denizden ne çıksa gözü
kapalı yiyebilecekler için bir cennet! Sabah
öğünü hariç her öğünde balık, kalamar ve
ahtapotla beslenmeniz mümkün bu şirin
şehirde.
Restoranlar ve gece hayatı açısından en
zengin yer Bairro Alto bölgesi. Buranın
ara sokaklarında yanından geçerken resto-
ran olduğunu fark edemeyeceğiniz kadar
küçük ve gösterişsiz ama inanılmaz lezzet-
li yemekleri olan restoranlar bulunuyor.
Bunlardan biri de Cantinho do Bem Estar!
Florasan ışıkları, en fazla 20–25 kişilik ka-
pasitesi ve masaların üzerine serilen kâğıt
örtüleriyle inanılmaz salaş ve belki de ilk
bakışta hiçbir şeye benzetemeyeceğiniz bu
mekânın yemekleri çok lezzetli. (Bu tarz
başka bir alternatif için bizim deneyemediğimiz
ama Mehmet Yaşin'in önerisi olan Cantinho
Das Gaveas'ı da deneyebilirsiniz.)
Bu küçük esnaf lokantası benzeri restoran-
larda envai çeşit deniz ürününü bulabilir-
siniz. Ev şarapları da çok lezzetli. Pirinç
garnitürlü ahtapot ve karidesten oluşan iki
kişilik tabakları çok meşhur. (Adres: Rua
do Norte 46, Lisbon, 1200)
Lizbon'da genel olarak yemek fiyatları çok
uygun. Akşam yemekleri genellikle iki kişi
tıka basa doyana kadar yerseniz 35-50
EURO arasında değişiyor. Daha uygun fi-
yatlara da karnınızı doyurmanız mümkün.
Ama dikkat: birçok küçük restoranda kre-
di kartı geçmiyor. Yanınızda mutlaka yete-
rince nakit bulundurun.
Önereceğim diğer bir yer ise Cervejaria
Trindade olacak. Tarihi çok daha eskilere
dayanan bu mekân 1836 yılında Manuel
Garcia tarafından alınarak bira fabrikası
yapılmış. Hâlâ kendi biralarını üreten
(ama farklı bir yerde) bu geniş mekânın
yemekleri süper.
Gece 2'ye kadar açık olan restorana ulaş-
mak için Metro'nun Baixa-Chiado
durağında inerek Rua Nova da Trindade
adlı sokağı buluyorsunuz. 20 numarada
sizleri bekliyor.
(http://www.cervejariatrindade.pt/)
44
Üçüncü tavsiyem ise 1º de Maio olacak.
Burası da Bairro Alto bölgesindeki o
küçük, salaş restoranlardan biri ama
inanılmaz lezzetli yemekleri olan tipik bir
Portekiz restoranı. (Rua da Atalaia, No: 8)
Burada Bacalhau yemelisiniz.
Izgara, kızartma veya domates soslu pek
çok alternatifi olan bu balık Portekiz'de sık
sık karşılaşacağınız morina balığı.
Bunların dışında Lizbon'un en eski resto-
ranı olan Tavares Rico'yu deneyebilirsiniz.
Akşam yemeği için biraz pahalıymış, ama
öğlen menülerinin makul olduğunu duy-
dum. Ama yine de önünden geçerken ka-
ranlık ve kasvetli bir yer gibi göründüğü
için biz denemedik.
Doca-Alcantara liman bölgesinde marina-
ya karşı çok şık restoranlar ve gece geç sa-
atlere kadar açık olan gece kulüpleri
(bizim Reina, Sortie tarzı) olduğunu söy-
leyeyim.
Biz Belem dönüşü oradaki bir Irish
Pub'da akşam üstü birası molası vermiş-
tik. Sonrasında oraya tekrar gitme fırsatı-
mız olmadı.
Öğle yemeğinde Alfama'da ya da Rossio
Tren İstasyonu'nun karşısındaki Gar
Lokantası tarzı yerde yediğimiz deniz
ürünleri de çok lezzetliydi. Özellikle de o
etli kalamarların hem kızartması hem de
ızgarası bir harikaydı. Lizbon'un tatlı açı-
sından çok zengin bir yer olduğunu söyle-
yemeyeceğim. Belem çöreği dışında tavsi-
ye edebileceğim bir lezzet yok o yüzden.
Yazının sonuna gelirken Portekiz biraları
olan Super Bock ve Sagres'i de bir kez
daha hatırlatayım.
Ve tabi ki Ginginha!
Minicik plastik bardaklarda veri-
len Ginjinha bir tür vişne likörü. Biz tadı-
na bayıldık ve daha sonra da buraya bir-
kaç kez uğramayı ihmal etmedik. Bir shot
bardağının fiyatı 0,80 Euro! Birçok yerde
bulabileceğiniz bu içkinin asıl yeri
ise Rossio Meydanı'ndaki McDonalds'ın
solundaki ara yolda bulunan küçük dük-
kân. Öz hakiki Ginjinha için oraya uğra-
manız gerekiyor. Şerefe!
Lizbon’dayken Yapılabilecek Günübirlik Geziler
1) Sintra ve Pena Sarayı
Lizbon civarında yarım ilâ bir saat uzak-
lıkta pek çok şirin kasaba bulunuyor.
Bunlardan en önemlisi Sintra sayılır
45
çünkü hem doğal güzellikleri hem de tari-
hi mirasıyla gerçekten görülesi bir güzellik
burası.
Cascais (yazlık kent gibi),
Estoril (kumarhaneleriyle ünlü),
Cabo da Roca (şimdiki aklımız olsa gider
miydik bilmem!) ve farklı bir güzergâhta
ise daha din turizmi olarak adı geçen
Obidos & Fatima şehirleri görülebilecek
yerler arasında.
İşte ilk üç şehre istediğiniz ulaşım aracıyla
gidebileceğiniz ve bu şehirlerin içinde de
kullanabileceğiniz sınırsız günlük turist
biletinin fiyatı 12 EURO!
Lizbon'dan Sintra'ya çok sık (20–30 daki-
kada bir) tren kalkıyor. Biz de Rossio Tren
İstasyonu'ndan yola çıkarak saat 10.00
gibi Sintra'da olduk. Sintra'da gezilecek
yerler arasında Sintra sarayı, Pena Sarayı,
8. yüzyılda Araplar tarafından inşa edilen
Kale,Monserrate Sarayı, küçücük şehir
merkezindeki Saat Kulesi, bir sürü kilise,
park ve müze var.
46
Biz doğrudan önemli noktalar arasında
ring sefer yapan bir otobüse kendimizi
atarak Pena Sarayı'na gittik. Otobüsün
saraya giderken çıktığı o ağaçlı yollara
bayıldım Zaten şehrin tamamının yemye-
şil olduğunu söyleyebilirim.
19. yüzyıl Portekiz romantizminin en gü-
zel örneklerinden biri olan Pena Sarayı'na
ise tek kelimeyle hayran kaldım. Şimdiye
kadar gördüğüm en masalsı ve şirin saray-
dı. Kapısından girer girmez, hatta bahçe-
sinden gördüğüm andan itibaren adeta
kendimden geçtim.
Önceden bir şapel ve manastır olarak kul-
lanılan bu saray 1755 depremi sırasında
neredeyse yıkılacak hale gelmiş.
1842–54 yılları arasında ise Kral ve
Portekiz Kraliçesi II. Dona Maria'nın
emriyle buranın saray olarak inşası ger-
çekleştirilmiş. İçerideki pek çok oda gezile-
biliyor: kabul salonları, kral ve kraliçeye
ait odalar, sarayın mutfağı, gözetleme ku-
lesi, kraliçenin terası, şapel, vs. gibi birçok
bölümü görebilirsiniz.
Eğer içerisiyle ilgilenmiyorsanız yalnızca
sarayın dışını ve bahçelerini gezmek için
de bilet alabilirsiniz, ama bence gitmişken
her yerini gezin bu masallardan fırlamış
gibi görünen şekerden sarayın...
Buradan çıktıktan sonra şehir merkezine
inerek kapalı olan Sintra Sarayı'nı ve Saat
Kulesi'ni gördük ve meydanda kısa bir
mola verdik. Sonra saat 14.00 gibi kalka-
rak Cabo da Roca'ya gidecek otobüslere
binmek için durağa gittik.
2) Cabo da Roca
Lizbon'a gidecek olan herkes mutla-
ka "Aman, sakın Avrupa'nın en Batı ucuna
gitmeyi unutmayın.. Okyanusun bittiği yer...
Kayalıklar, muhteşem bir manzara ve alabildi-
ğine okyanus... Düşünsene Avrupa kıtası bit-
miş, artık o doğrultudaki en yakın kıta
Amerika!" falan diye gaza getirilecektir. Siz siz olun gaza gelmeyin!
Kısacası: Cabo da Roca için en fazla yarım saat yeterlidir! O yüzden oraya araba
kiralayıp gitmenizi öneririm. Turist biletlerinizi de Sintra ve Cascais için kullanın ve
bu iki kasabanın da ayrı ayrı tadını çıkarıp, şirin butiklerinden bol bol alışveriş yapın
derim. Buradaki dükkânlarda Lizbon'daki hediyelik eşyacılara göre çok daha güzel,
uygun fiyatlı ve bol çeşit olduğunu unutmayın.
47
Ya da gaza gelecekseniz bile önce koşulla-
rınıza bakın, sonra gaza gelin! Ne mi de-
mek istiyorum? Hemen anlatayım.
12 EURO'luk turist biletiyle Sintra'ya ge-
lip, o şirin kasabaya doyamadan yeniden
otobüs duraklarına geldiğimizde saat
14.00 olmuştu. Cabo da Roca'ya 45 dakika-
lık bir yolumuz olduğunu biliyorduk ama
otobüsün saat 15.00'te kalkacağını bilmi-
yorduk. Avrupa'nın en batı ucuna vardığı-
mızda saat 15.45 oldu bile.
Neyse, otobüsten inince bir hevesle hemen
karanın bittiği noktada bulunan o koca-
man haçın olduğu dikilitaş benzeri şeyin
önünde resimler çektirdik.
140 metre yükseklikten manzarayı izledik
(ki hiç de şanslı bir gün değildi buradaki
vahşi manzarayı izlemek için çünkü okya-
nusun bile göl gibi durgun olduğu sıcacık
bir gündü!
Oysa fırtınalı günlerde muhteşem bir man-
zaranın ortaya çıktığı söyleniyor).
48
Uçurumun bir o ucuna bir öbür ucu-
na yürüyerek kayaların şekillerini
zihnimize
kazıdık ve en fazla yarım saat geçtik-
ten sonra da yeniden otobüse binerek
şirin bir sahil kasabası olan Cascais'ye
gitmeye karar verdik.
Ama o da ne? En yakın otobüs saati
17.45! Ve kelimenin tam anlamıyla
dağın başındayız! Lizbon fiyatlarının
iki katının geçerli olduğu uyduruk bir
hediyelik eşya dükkânı ve onun kafe
sayılabilecek yeri ile küçük bir
Tourism Information kulübesi dışın-
da hiçbir şey yok etrafta! Tam anla-
mıyla mahsur kaldık dağ başında ve
güneşin altında!
3) Cascais
Cascais çok şirin bir sahil kasabası.
Önceki paragrafta bahsettiğim Cabo da
Roca faciasından dolayı buraya ancak saat
18:00 gibi gelebildiğimizi biliyorsunuz.
O yüzden gündüzünü ve butiklerini
kaçırdık!
Benim "içinde palmiyelerin olduğu her şehir
güzeldir" teorime çok uygun, marinası,
plajları, yazlık evleri, büyük oteller zinciri,
balık lokantalarıyla havanızı değiştiren bir
yer. Hani sanki bikini, şort veya asklı elbi-
se ve flip-flop terlikler dışında her şeyin
göze batabileceği sıcak kasabalardan biri
burası.
Uzun yıllar küçük bir balıkçı kasabası ola-
rak varlığını sürdüren Cascais, 1807'de
Fransızların istilasına uğramış. 1870 yılın-
da Kral I.Lui yazlık konutunu buraya taşı-
yınca Cascais diğer aristokratlar tarafın-
dan da tercih edilmeye başlanmış ve ko-
nak benzeri yapıların yapımı birbirini izle-
miş.
49
Bu güzel kasabada görülmesi gereken en
önemli noktalardan biri de Boca do
Inferno.
Bu ismin anlamı Hell's Mouth yani
Cehennemin Ağzı! Burası da yine fırtınalı
havalarda çok daha güzel görüntülerin
olduğu ama bu nispeten durgun haliyle
bile etkileyici olan güzel bir manzara izle-
me noktası. Hatta bir türlü ayrılamadık bi-
le diyebilirim.
Güneşi burada batırıp, sahildeki lokanta-
lardan birinde yemek yiyip, bir Irish
Pub’da da dark biralarımızı içtikten sonra
gece 22.00 treniyle Lizbon’a döndüğümüz
harika bir günün sonrasında bir kez daha
hatırlatayım: siz siz olun bu üç yeri de
mutlaka görün ama asla üç saatinizin
Cabo da Roca’da yanmasına izin verme-
yin!
50
B izim ilkokul yıllarımızda, bize
ilerde ne olmak istediğimizi soran
meraklı büyüklerimiz vardı.
Annenizin, babanızın elinden tutmuş yü-
rüyorsunuz. Sizin pek tanımadığınız bir
dost akraba, bu tesadüfü rastlantıda
akaküstü hal hatır faslından sonra gözler
size döner ve o haşin soru gelirdi arkadan.
Maşallah nasıl da büyümüş. Yanaktan bir
makas, ya da bir saç okşama hamlesinden
sonra .
-Ne olacaksın bakim büyüyünce?.
Valla 1950 lerden bahsediyorum.
O tarihlerde ünlü bir kebapçı olacağım
desen, daha lahmacun bile İstanbul’a giriş
GÖNLÜMÜN İNCİLERİ
Tiyatro-cu
Nadir Kalbinur [email protected]
51
yapmamış,
Modacı olacağım desen daha Cemil İpekci
doğmamış.
Orta okulda resmimi beğenen resim öğret-
meni Zehra öğretmen ‘’sen stilist
olabilirsin’’ demişti ama stilistin ne oldu-
ğunu sorduğum hiç kimse cevabını vere-
memişti, ya da bilenler kıskanıp söyleme-
mişti!. İyi bir şey olduğu kesindi.
Pilot olacağım desen yeterli uçak yok.
Bilgisayar yazılımcısı desen, hesap
makinesı dahi icad edilmemiş.
İhracatçı olacağım desen, toplu iğne dahi
dışardan. Fındık ve pamuktan başka sata-
cak bir şey yok zaten o da İstanbul’da yok.
Bir zor soru ki.
Bu yaştaki çocukların gördüğü bildiği iki
şey var. Ya subay, ya öğretmen.
Zaten bunu söyledi mi, aferini de alırdık.
Ama subay olan babasına kimi zaman gö-
revi nedeniyle günlerce hasret kalırdık o
da başka. Yine de bu iki meslek o zamanla-
rın gıpta edilen, saygın meslekleriydi.
Anlayacağınız daha 7 yaşında girerdik
ÖYSM 'ye.
Bir farkla, öyle bir sistem olmadığından,
şifre kitapçık , deftercik falan da dağıtıl-
madığından, verdiğimiz cevaplardan bü-
yüklerimizin tatmin olma mecburiyeti de
yoktu.
1956 yılında Milli takımımızın dünyanın
en iyi milli takımı Macaristan’ı bir özel
maçta da olsa 3-1 yenmesi, bu ülkede
cocukların futbola karşı ilk yürek çarpıntı-
sıdır.
Bana sorulan ‘’büyüyünce ne olacaksın?’’
sorusunun da bir türlü veremeyeceğim ce-
vabı da buydu.
Ne çare ki, o dönemde de velileri çocukları
futbolcu olsun diye elinden tutup seçmele-
re götürmezdi. Olmadığı için değil.
Futbolcu olacağım desen, dayak yerdin
dayak.
Birden bire 55 yılı geçiverelim. Facebook’ta
lise grubumuza ait Hatıralar Bulvarı’ının
ekranında karşıma lisede zoraki katıldığım
tiyatrocuların siyah-beyaz fotoğrafı geli-
verdi. İlginç olan o benim için o fotoğrafın
içinde kendimin de olmasıydı.
52
Zorlama bir hevesle, sırf lise son sınıf öğ-
renciliğinin popülizmi ile ve de arkadan
itme bir dolduruşla katıldığım bu oyun, ya
oyunun doğru seçilmediği, ya da oyuncu-
ların profesyonel bir yönetmen olan arka-
daşıma rağmen yetersizliği ile tam bir fi-
yaskoydu.
Dosdoyevski’nin dünyaca ünlü Klasiği’ni
oynamaya kalkmış, Suç ve ceza, bizim eli-
mizde Sıç ve sıva’ya dönüşmüştü.
Üstelik ilk defa yapılan 1.Milliyet liseler
arası tiyatro yarışması idi bu.
Hafif sahneye doğru meyilli Kadıköy Halk
Eğitim salonunda oyundan sıkılan seyirci-
lerin yuvarladığı şişe sesleri giderek art-
maya başlayınca, bunun bir protesto oldu-
ğunu anlayan yönetmenin ‘’yeteeeer’’ sö-
züyle oyunu yarıda bitirmek zorunda kal-
mıştık.
Kaç puan aldığımızı hiçbirimiz merak et-
medi!..
Bu olaydan anladığım, sanatçılık öyle he-
vesle olmuyor. Onlar sanatçı doğuyor, za-
man içinde aldığı eğitimler sadece geliş-
mesine yardımcı oluyor.
Serdar Turgut küçüklüğünde kendisiyle
dalga geçerken anne-babasını suçluyor ve
ilave ediyordu :
Yeteneğime bakmadan, durmadan bir şeylere
heves ediyor, beni bir yerlere sürüyorlardı. O
yüzden müziğe birlikte başladığım arkadaşla-
rım gitar soloları yaparken, ben hala mandolin-
de nota arıyordum’’
Keşanlı Ali’lerin, Nalın’ların daha bür sürü
eserin nasıl yıllarca aynı başarıyla sergilen-
diğini anlamak için bugün günümüzün,
geçmişle bir kültür kıyaslamasına da gerek
var. O ayrı tartışma konusu .
Sadri Alışık’ın, çocukken, kendisine büyü-
yünce ne olacaksın sorusuna ‘’tiyatrocu
olacağım’’ dediğini hiç sanmıyorum, nasıl
olduğunu da bilmiyorum ama tanrının
verdiği yetenek ısrar veya tesadüflerle bir-
leşince gerçek sanatçı, bu dünyadan çekip
gitse de, sanatın unutulmazları arasına
adını yazdırmakta zorlanmıyor.
Nisa Serezli gibi, Gazanfer Özcan gibi.
Nejat Uygur gibi, Adile Naşit, Müjdat
Gezen, Şener Şen, , Halit Akçatepe,
Haluk Bilginer gibi.
70 li yılların başında Kadıköy sinemasında
sergilenen ‘’Dün, bugün, yarın’’ oyunu,
Metin Akpınar, Zeki Alaysa ve
53
Ahmet Gülhan tiyatro ve
sinemanın önemli isimleri yapan
bir oyun ve kahkaha tufanıydı.
Onlar çok az da olsa tanınıyordu
ama seyircinin en çok güldüğü
ama kimsenin tanımadığı bir isim
daha vardı. Kemal Sunal’dı o.
Adam olacak çocuk belliydi yani. Ben bir
devre adımı yazdıracağım diye bas bas
bağırıyordu.
Büyük Atatürk ‘’her şey olabilirsiniz ama
sanatçı olamazsınız’’ sözünü sanki bizim
oyunu seyretti de söyledi.
Hele tiyatro sanatçısı olmak öyle her baba-
yiğidin kolayca yiyeceği bir nane değil. Sa-
lon kararıp da, sahne ışıkları gözünüze gi-
rince ‘’benim burada ne işim var’’ diye so-
racağınız kimse de kalmaz.
O yüzden.sakın ola ki, birilerine, bir şeyle-
re kızıp da
‘’ Tiyatroya çevirdiniz ortalığı’’ diye çokça
söylenen o sözü siz hiç söylemeyin.
Bırakın tiyatroya yapılan saygısızlığı,
cahilliğiniz ortaya çıkıyor.
Ortalığı tiyatroya çevirmek o kadar zor
ki….Anlamak için sadece bir ders yetiyor.
NADİR KALBİNUR
5 AĞUSTOS 2011
54
BİR KAŞIK BİLGİ
Patlıcan Mucizesi
55
İ şte yine bitiyor...Bütün kış boyunca
büyük bir hevesle beklediğimiz yaz,
bavulunu toplamaya başlayan
misafirler gibi bir hüzün bırakmaya
başladı üzerimizde.
Belki sıcaklardan bunaldığımız anlarda
gitmesini istesek de yaz mevsiminin
ardından yine buruk kalacak gönüllerimiz.
Gönüller buruk kalırken sofralar da elbette
yazın bereketi ve renklerini özleyecek.
O yüzden yaz mevsiminin benim için en
anlamlı sebzelerinden birini konuk etmek
istedim “Bir Kaşık Bilgi”ye bu
ay...Patlıcanı...
Üstelik “Yemekbahane”den
(www.yemekbahane.blogspot.com) bir kaç
tarifle birlikte…
D üşük sıcaklığa dayanıksız olan
patlıcanın aslında anavatanı
Hindistan.
Dünya patlıcan üretiminde Çin’in,
Hindistan ve Türkiye ilk üç sırayı
paylaşıyor.
Türkiye şartlarında patlıcan üretimi hem
tarlada hem serada yapılabilmekte, fakat
iklim ve toprak isteği yanında bakım
şartları ve ekim nöbeti tercihinden dolayı
her bölgede yetiştirilememektedir.
Türkiye’de patlıcan üretimi yapılan en
önemli iller ise İçel, Antalya, Şanlıurfa, Ha-
tay, Aydın, Bursa, Adana ve Samsun’dur.
Müge Karahan www.yemekbahane.blogspot.com
56
Biçim olarak ülkemizde en çok yetiştirilen-
leri, ince uzun kemer patlıcanı, orta boy ve
ucu sivri halkapınar patlıcanı ile yuvarlak
ve küt olan bostan patlıcanı çeşitleridir.
Patlıcanın insan sağlığındaki yerinin
diğer sebze türlerinden küçümsenmeyecek
düzeyde olduğu bilinmektedir.
100 gr patlıcanın kalori değeri 24’dür.
Doğada patlıcanı besin olarak tüketen tek
canlı insandır. Bunun nedeni insan bünye-
sinde az miktarda nikotin bulunmasıdır.
Kırmızı Biberli Patlıcan Salatası Malzemeler:
4 adet bostan patlıcan
5 adet kırmızı yağ biberi (kambo biber)
5 adet çarliston biber
3-4 diş sarımsak
yarım bağ maydanoz
Zeytinyağ-limon-tuz
Yapılışı:
Patlıcan ve biberleri közlüyoruz.
Soğuyunca kabuklarını soyup
doğruyoruz. Sarımsakları havanda
dövüyoruz. Maydanozları iri şekilde kıyıp
hazırlıyoruz. Tüm malzemeleri karıştırıp
servis ediyoruz.
57
Zeytinyağlı Patlıcan Yemeği Malzemeler:
4 adet uzun ince patlıcan
1 adet orta boy soğan
4 adet domates 4 adet yeşil biber
3-4 diş sarımsak
1 yemek kaşığı domates salçası
1 tatlı kaşığı biber salçası
2 adet tavuk bulyon (arzuya göre konma-
yabilir) tuz, karabiber sıcak su
4 adet kesme şeker 4-5 yemek kaşığı
zeytinyağ
Patlıcanları alacalı soyup, uzunlamasına
dörde bölelim. 3-4 cm aralıklarla dilimle-
yelim.
Doğradığımız patlıcanları tuzlu su dolu
bir kapta 20 dk kadar bekletelim.
2 domatesin kabuğunu soyup yemeklik
doğrayalım, diğer domatesleri rendeleye-
lim.
Soğanımızı yemeklik şekilde küp küp
keselim.Tenceremize zeytinyağını koyup
soğan ve sarımsaklarımızı ilave edelim.
Orta hararetteki
ateşte, soğanlar yumuşayıncaya kadar ka-
vuralım. Biberleri ekleyerek
birlikte sotelemeye devam edelim.
Patlıcanları tuzlu sudan alıp, kurulayalım.
Kavrulmakta olan soğan, biber ve sarım-
saklara ilave edip karıştıralım.
Bir miktar bu şekilde kavrulduktan sonra
doğradığımız domatesleri ilave edip hafif
hafif karıştırarak sotelemeye devam
edelim. Tuz, karabiber,şeker ve bulyonu
ekleyip tatlandıralım.
Rendelediğimiz domateslere, salçaları
ilave edip derin bir kasede karıştıralım,
üzerine aşağı yukarı 1,5 su bardağı sıcak
su ilave edip sulandıralım.
Patlıcanların hafifçe üzerini geçecek
şekilde bu karışımdan dökelim.
Tamamını dökmememiz gerekiyor.
Tencerenin kapağını kapatıp, yemeği piş-
meye bırakalım.Ortalama 10 dk da bir ye-
meğimizi kontrol edip, suyu bittiyse karı-
şımımızdan eklemeye devam edelim.
Patlıcanlar pişene kadar azar azar su ekle-
yerek işlemi tekrarlayalım.
58
İmam Bayıldı
Malzemeler: (6 adet)
3 adet büyük boy patlıcan
2 adet büyük boy soğan
7-8 diş sarımsak
2 adet büyük boy domates
4 adet çarliston biber
ince kıyılmış maydanoz
tuz-karabiber
1 yemek kaşığı domates salçası
kızartmak için sıvıyağ
Yapılışı:
Patlıcanları iyice yumuşayıncaya kadar
kızartıyoruz. Her patlıcanı ikiye kesip o
rtalarını bir kaşıkla iç malzemeyi doldurabilecek şekilde açıyoruz.
Soğanları ay şeklinde piyazlık doğruyoruz.
Sarımsakları, domatesleri ve biberleri ufak ufak doğrayarak hazırlıyoruz.
Bir tavaya 5 yemek kaşığı zeytinyağı
koyup, soğan ve sarımsakları yumuşayıncaya kadar soteliyoruz.
Daha sonra biberleri ekleyerek onları da pişiriyoruz.
Domates ve salçayı ekleyerek harcımızı bir miktar su ile sulandırıyoruz.
Baharatını ekledikten sonra maydanozunu ilave ediyoruz.
Harcımızı patlıcanların içerisine doldurup fırın tepsisine diziyoruz.
Üzerine domates ve biberle süs yapabilirsiniz.
Tepsiye bir miktar su ilave edip 200 derece fırında
yaklaşık 15 dk kadar pişiriyoruz.
59
60
DilPeynirli Patlıcan Ruloları
Malzemeler:
4 adet ince uzun patlıcan
200 gr dil peyniri
15-20 adet cherry domates
kızartmak için sıvıyağ
Patlıcanları alacalı olarak soyup uzunlama-
sına dilimleyerek tuzlu suda yaklaşık 15-20
dk kadar bekletiyoruz. (dilimlerin çok ince
veya çok kalın olmaması önemli)
Patlıcanları kurulayıp kızgın yağda altın
rengi alıncaya kadar kızartıyoruz.
Kızarttığımız dilimleri, fazla yağını
süzdürmek amaçlı olarak kağıt peçete serili
bir tabağa alıyoruz.
Patlıcanların arasına birer dilim dil peyniri
koyup rulo yapıyoruz.
Yaptığımız ruloları bir borcama ya da fırın
kabına diziyoruz.
Her bir rulonun üzerine yarım cherry do-
mates koyarak 180 derece fırına vererek
peynirleri eritiyoruz.
Domatesler yumuşayınca , fırından alarak
servis ediyoruz.
61
Ücretsiz Abonelik İçin www.ajandadergi.blogspot.com İletişim: [email protected]