30

Click here to load reader

At Sineği Fanzin / Sayı:8

Embed Size (px)

DESCRIPTION

 

Citation preview

Page 1: At Sineği Fanzin / Sayı:8
Page 2: At Sineği Fanzin / Sayı:8
Page 3: At Sineği Fanzin / Sayı:8

yalancı dilemması

Rousseau’ya olan bu derin

bağlılığımı daha önce de dile

getirmiştim, bir rüya-fantezi

eylemine ikimizin de sıkı sıkıya

bağlı olduğuna değinirken. “Bir

insan bir insana ne derece

benzeyebilir?” diye düşünürken

Rousseau’nun böylesine, aslen,

benim ona böylesine, veya, bu

kadar birbirimize benzememize

çok şaştım. Sanki onun

reenkarne hâli gibiyim. 4 yüzyıl

sonrasına atılan, bir çöp yığının

ortasına, küçük bir Rousseau

gibi. Uzak diyarlardan değil,

birkaç bin kilometreden fazlası

değil, bir insan parçası gibi. Bir

insan ne kadar bilge, ne kadar

deli olursa olsun, onun en

temeli hep aynı kalıyor, bunu

değiştiremiyor-lar.

Değiştiremiyor, hiçbir şey. Garip

bir his bu azizim. Diğer

kitaplarında bir Lord gibi

konuşan, gerçekten bilgili birisi,

diğer bir kitabında, şehvet

duyduğu insan karşısında

öylesine aciz, öylesine

savunmasız, dili düğümlenmiş

kalıyor ki! Kendimi nasıl da

onda buluyorum. Yaşadığı

maceraların hepsinden daha da

önce geçmiş gibi

Le’Hermitage’da yüzlerce kez

bulunmuş gibi, oralarda,

ormanlık alanda, yeşillikler

içinde gezmiş de Anne’ye

sarılmış gibi. O tatlar, o

hüzünler. O fikirler hep bu

kafamdan, hep bu bedenden

geçmişçesine bir deneyim

yaşarmış gibi. Yüzyıllar öncesine

bir anlığına dönüp, hayatımı

durdurmaya ramak kalıyor, her

şeye.

Bir sona.

Hep yaşanmış bedenlere, hep

deneyimlenmiş hislere,

tekrarlanan birer parça gibi.

Hiçbir şeyi siz ‘ilk’

yapmıyorsunuz, sadece siz onu

ilk yaşıyorsunuz. Siz aşık

oluyorsunuz, kaldı ki bu demek

değil ki evrende ilk aşık olan siz

değilsiniz. Bu sebeple kafanızda

bir evren kurma gereğine

varıyorsunuz, ihtiyacına.

Page 4: At Sineği Fanzin / Sayı:8

Varmadıkça çünkü her şeyin

pek yavan olduğunun

farkındasınız ki, siz bu evrene

ne kadar küçük geldiğinizi

görerek kendi evreninizi

yaratmaya girişiyorsunuz.

Çünkü siz busunuz. Bu ve şu. Şu

ve o. O ve piç. Siz insanların

hayatlarında, sehpada aylarca

silinmeyi bekleyen toz

tanelerinden daha değerli

değilsiniz. Bu derinlik içinde o

kadar kısasınız ki! Bu

kocamanlık içinde o kadar

karınca kılıklısınız ki! Sizden çok

şey beklenen o dev yüceliler

olmaya çok uzaksınız. Keşke.

Bir ölüm.

Bir uçurum ki atlamalık. Bir

atlama ki ölümlük. Birkaç

saniyenin vereceği o muhteşem

hissi damarlarım yanarken

hissetmek istercesine her gece

ölüm duaları ile uyurken sabaha

kalkılan o tanrının pis asası ile

edilen küfürlerin yaratması

beklenen fırtına ile dünyanın

yerinden oynamasını beklerken

ki iğrenç otobüs durakları ve

yağan yağmur! Kahrolsun evden

çıkılan sabahlara, şemsiyesiz.

Lanetlensin tüm kalbi güzel olan

insanların gönlüğünü kaptırdığı

orospu ruhlar! Basitlik içersinde

aramayın karmaşılık. Hayat bir

komplekslikler labirenti ta ki siz

onu çözene kadar, bulmaca.

Bir rüya.

Yarına her şey ölü uyanmak, bir

isteğim. Bir rüyam. Bir fantezim.

Bir yüzleşme olmalı ki,

rüyalarda görülenler. Yatağı

doldurması beklenen ama

gelmeyen tüm insanların birer

kafalarına yıldırım düşmesini

hak etmesi gibi, hayat. Kalpsiz

köpekler bekler dilenciyi

ardında kuru ekmekle

beklerken, kendini.

Bir beden.

Sahip değil, hak iddia etmek hiç

değil, sadece dokunma uğruna

bir beden istenmeli şu sınırlı ve

AZ hayatta. Ona delicesine

saldırmak. Bir ete duyulan istek

değil! Bir kalbe. Sevgiye duyulan

istek, bir ihtiyaç. Kalbin gıdası,

sevgi. Gönlüm istiyor sarılmak,

yastıktan başkasını. Kollarım

Page 5: At Sineği Fanzin / Sayı:8

istiyor kucaklamak, bir beden.

Yalanı yaşarken gerçeğin

kayboluşu. Hayatın sizi bekleme

niyetininin olmayışı. Anne’nin

kucağına atlayışı. Ona sarılışı.

Sahip olmak değil. Sarılmalık.

Onu kucaklamak. Hayat bir

şeyleri beklemek için ise, pek

hızlı. Yaşanmalı her şey anlık.

Hatırlanmalı her şey ömürlük.

Çift kişilik yatakta yatan o

yalnızları kucaklarım.

Gözlerindeki yaşlar akıyor

yastığa ,bilirim. Yalnızları sevin,

daha çok sevin. Biliniz onların

gönüllerindeki boşluğu. Deliği.

-mertcan kuranoğlu

yaşanmayan anılar

Oluru yoktu, olmadı da zaten.

Ne diyordu bir öğretmen

atasözü,

“Söyle bizde gülelim. “

Pek çok şeyin bambaşka

olmasını isterdim.

Bende.

Bizim büyük çaresizliğimiz.

Doğrusu iyi idare etmiştik.

Zaman makinesini arayan

kimdi?

Ben buldum da.

Safina'nın gözleriymiş meğer.

Zamanı durduran.

Sıkı tutun, hız yapalım biraz.

Ruh mu? Hastasıyım.

Bırakın bu yolu yalnız

yürüyeyim.

Ve elbet paratoner görevi

görür,

Birleşince ellerimiz.

Page 6: At Sineği Fanzin / Sayı:8

Ne diyorduk?

Zamansız geldi ayrılıklarım.

Duygu hırsızlarına müebbet

talebim var

Hakim bey!

Gökdelenler diyorum,

sahiplerine girsin.

Öğretmenin kim senin?

Yanlış öğretmiş sevmeyi.

Kediler,

Ne güzel kaykılıyorlar!

Kimsesiz bir Lunapark'ta,

Dönmedolaba binelim

istiyorum.

Çiçekleri koparan kim?

Susma hakkımı kullanıyorum.

Kime diyorum ben?

Civcivleri boyamasanıza.

-kemal altıner

Page 7: At Sineği Fanzin / Sayı:8

merhaba tü m ö tekilere

Soğuk bi koltukta oturuyorum.

Yetmiyor kalın giysiler ısıtmaya.

Ruhum da ısınmıyor. Ötekiyim

ben. Yarım yok. Yarı insan yarı

hiç.Dudaklarım yarım diye

öpmüyorsun dimi beni? Sus.

Sus biliyorum. Kalbim yarım

diye sevmiyorsun beni.

Ardından kapı çarpma sesi

kalır.Gitmen gerekmezdi

gerçeği anladım diye. Ben de

gidiyorum.

Korkma.Gidiyorum,sadece

oraya ya da şuraya.Yanına

ilişirim sokak kadınlarının,

dertlerini dinlerim sıcak çay

karşılığında,sıcak bir

gülümseme sonrasında. Size bu

kadar der kalkar giderim

eve,yatağa yatarım yarımı

özlerim. Bulanıyor şehir ışıkları.

Bulanıyor midem. Bugün de

böyle biter. Kustum ve

uyandım. Ve aynı güne

merhaba. Merhaba içimde bir

yerlerdenkalan insana ve tüm

ötekilere.

-L’Ermitage Misafiri

Page 8: At Sineği Fanzin / Sayı:8

bir dü şü nme tipi ölarak makine

Sahip olduğumuz düşüncelerin

yapısı çok karmaşık gelebilir,

ama bir bina gibi, bir mühendis

gibi tuğlaları tek tek kendimizin

koyduğunu unutmamalıyız.

Yargılarımız, daha ötesi, ön-

yargılarımız burada

belirleyicidir, ve daima öyle

olacaktır.

Ön-yargı kavramı toplumlarda

genel olarak hoş karşılanmaz,

ya da hoş karşılamaktan ziyade

ona sıkı sıkıya tutunurlar. Ya

hep ya hiç gibi bir durum söz

konusu. ‘Yargı’ üzerine bir

sistem kurma yoluna girmek

çok zor, ama yine de bu durumu

en temel şekilde kendi

cümlelerimle tanımlaya

çalışıcam.

Yargılarımız bir etki-tepki

sentezinden doğar. Toplum

içinde ‘acaba fazladan 1 lirası

olan var mı?’ diye

sorduğumuzda, bir kişi çıkıp

bize 1 lira veriyorsa, o kişi,

toplum içinde diğer kişilerden

daha üstün hâle gelir bizim

gözümüzde. O kişiyi daha farklı,

daha olumlu, daha bize yakın

görürüz. İleriki bir zamanda o

kişi ve başka bir kişi arasında

karşılaştırma yaparken, bu kişiyi

daha üstün görürüz. Bi’ nevi,

gözümüzde değeri artar. Çünkü,

o kişi bize yardımda

bulunmuştur. O kişi bizim

ihtiyacımızı karşılamış, ve bir

sempati kazanmıştır bizim

tarafımızdan.

Yargılar bu tip durumlarda ipe

sapa gelmez de olabilir. Olamaz

mı? Senelerdir tanıdığım birisi

benim kafamda çok olumsuz bir

profile sahip olabilir. O kişiden

ne hayır görmüşümdür ne de

onun düzgün bir davranışını. O

kişi benim için gayet gereksiz

birisidir. O kişinin varlığı bile

benim umurumda değildir. O

kişi benden bir şey isteyince,

ben, yardım etme potansiyeline

sahip olsam bile, etmemeyi

seçerim. Seçerim çünkü bu

bana daha mantıklı gelir. O

kişinin işine yaramaktansa boş

Page 9: At Sineği Fanzin / Sayı:8

bir insan olmayı yeğlerim. O

kişiye yardımda bulunmak bana

hatta bir eziyet gibi de gelebilir.

O kişiye karşı yargım da

olumsuzdur. Ve bir kötü olay

bulunulan mekanda baş

göstermişse, bu olayın

sorumlusunu o kişi diye

düşünebilirim en başta, hiç bir

kanıta veya delile sahip

olmadan. O kişi benim gözümde

lanetlidir, çirkindir, değersizdir.

Ama yargılar her daim olumsuz

mudur? Değildir. Ben kafamda

bir kavram kurmaya

çalışıyorum. Bir türlü doğru

tanımalamayı oturtamadım.

Mantıksal-tanımlama,

mantıksal-önyargı, öncelsel-

önyargı , evresel-önyargı gibi

örnekler çoğalttım kafamda.

Tanımlamak istediğim şey şu ki;

yine üstteki paragrafta olduğu

gibi, kötü bir olayın

sorumlusunu o kişi diye

düşünmem, benim, o kişiye

karşı olan ön-yargımın

sonucudur. Yani, ben öyle

düşünmüşüm ki, o kişi kötü bir

olayın sorumlusu olabilir. Peki

ben bu sonuca kısa ve delilsiz

şekilde nasıl ulaştım? Yıllardır

tanıdığım bir insanın karakterini

kafamda kurgulayarak. Biz bunu

her daim yapıyoruz. Bilincinde

olmasak dahi. Hatta bilimsel bir

kanıtı da var, yabancı birisiyle

ilk tanışmamızın ilk yedi

saniyesi, o kişi hakkında genel

bilgi almamız için gereken

süredir. O kişinin aşağı yukarı ne

olup ne olmadığını ölçmek gibi.

Belki çok olumsuz durabilir,

ama biz buna engel olamayız.

Her insan hakkında bir profil

yaratmamızın önüne

geçemeyiz. Bir yazıda olsun

kitapta olsun. Birisinin ismi

geçince veya bir yer ismi, ülke,

şehir, kasaba ne dersiniz deyin,

bir İSİM geçince onun

çağrıştırdığı her şey aklımıza

gelir. Bu akla-gelme aşaması

şöyledir ki, bilgisayar beyninde

her program ön-bellekte değil,

arka-bellekte de çalışır. Yani, siz

farkında olmasanız bile

bilgisayar kullanırken arka-

planda da programlar aktif

hâldedir. İşte insan-beyni de

buna benzer. Siz bir insan ismi

Page 10: At Sineği Fanzin / Sayı:8

duyunca suratınızda belki bir

ekşime belki de sevinç belirir.

Uzun süredir görmediğiniz çok

özlediğiniz bir insanın,

bulunduğunuz yere geliceğini

öğrendiğinizdeki sevinç ve

mutluluk. Diğer yanda ise, hiç

hazetmediğiniz bir insanın sizin

yanınıza geleceğini

duyduğunuzdaki somurtkanlık

ve omuz silkme. Bir döngü

hâlinde beliren şeyler. Birisi

hakkındaki yargımız

davranışlarımızın anahtarı.

Öncelleyecisi. Başlatıcısıdır.

Tanımlamak istediğim

kavramda buralarda devreye

giriyor. Benim, kötü olarak

tanıdığım bir insan, bir iyi-eylem

yapamaz diye aklımda yer

edinmiştir. O insanın iyi-bir-şey

yapacağına ihtimal dahi

vermem. O insan kötüdür. Kötü

bir beklenti içerisindeyimdir .Bir

katilin, hayır kurumuna bağış

yapmasını mı, yoksa bir ev

soymasına mı şaşırırım?

Buradaki tezatı çok açık

görüyorsunuz diye

düşünüyorum. Şaşırma eylemi

beklenmedikliğe işarettir. Ve

beklenmediklik ise yargıya

düşmanlıktır. Düşmanlık ise

kafamızda bir çelişki doğurur.

Doğurması ise ters düşeriz. Ters

düşme ile şaşırma gerçekleşir.

Bunları tabi ki de hiç bir bilime

bağlı olmadan açıklıyorum.

Kendi deneyimlerim ile.

Labarotuvarda bilim adamları

bu konuda ne diyor bilmiyorum

ama bunu elimden geldiğince

felsefe ışığında ele almak benim

ödevim.

-mertcan kuranoğlu

Page 11: At Sineği Fanzin / Sayı:8

Benim adım Mehmet

Hala nefes alıyorum bir şeyler

söylemek istiyorum

söyleyemiyorum.Aklımdan

masanın öteki ucundaki

dosyalara bakmak

geçiyor,uzanamıyorum.Susmuy

orum ama konuşmuyorum

da,içimden kendime telkinlerde

bulunuyorum.Saate bakıyorum

sonra karşimdaki adama

susmuyor herkes onu

dinliyor.Bir ara makina

aksamlarından konu

açılıyor,tam söz alıcam''sana mı

kaldı lan siktir et diyorum''

kendi kendime.Toplantı bitiyor

bir kaç kişiyle tokalaşıp,güler

yüzlü insanlar arasından sıyrılıp

eve gidiyorum.

Aksaray dolmuşundan inip eve

doğru yürüdüğümde.Biraz bira

ve yiyecek bir şeyler almak için

ilk gördüğüm markete girdim az

bir alışveriş yaptım,bu sikik

dünyada neyi tam ve doyasıya

yaptım ki.Hep az,az,az.Ben

sürümden kazandım hayatımı

zaten,her gün az az ağladım

ama her gün,az sigara içtim,az

gezdim,az yedim,az içtim.Hiçbir

şeyi doyasıya

yaşayamadım.Biriktirmek

zorunda kaldım her şeyi,bu

arada ben Mehmet.Bakılıp da

görülmeyen,dokunulup da

hissedilmeyen.Dörtyol ağzında

dilenen çocuklara dikilen o

aşsalağıcı bakışın rahatsızlığını

taşıyorum üzerimde.Benim

adım Mehmet,beni doğururken

ölen sarı saçlı 26 yaşında güzel

bir annenin katiliyim.Babamla

olan günlerim geliyor aklıma

yaklaşık beş biradan sonra,hiç

belli etmemeye çalışırdı ama

sevdiği kadını öldüren biri

olarak bakardı bana orta okulda

kravtımı bağlarken.Beni

babanneme bıraktığında gitme

diye peşinden koşar ondan

arakladığım sigaraları içerdim

babannnem uyuduğunda,camel

softa o zaman başladım

zaten.Hala içerim ama bana o

günkü tadı asla veremedi bir

türlü.

Page 12: At Sineği Fanzin / Sayı:8

Benim adım Mehmet,siyasi

tutuklu bir babanın ilk ve son

evladıyım,fazla mesaiden arta

kalan günlerimi yaşıyorum.Bana

vaat edilen ömrün

sonbaharında.Beyaz yakalı bir

adama dönüştüğüm her gün

için.Benim adım Mehmet,12

yaşından beri yok sayıldığım

yerdeyim.Tekdüze bir yaşamın

tam ortasındayım.Sizin yok

saydığınız her yerdeyim.

-mustafa yılmaz korkmaz

sanı

“Ne yapıyorsun Çetin?” dedim.

Onu öylece halının üzerine

uzanmış tavanı seyrederken

gördüğümde. Elinde sigarasıyla.

Cevap vermedi. Başında

dikildim. Sigaranın dumanından

rahatsız oluyordum. Kanepeye

oturdum, sorumu yineledim.

“Çetin, ne yapıyorsun? İyi

misin?”

“Gel, otur yanıma. Bir sigara yak

ve beraber üzülelim.”

Ne olmuştu? Kimden ne haber

gelmişti? Çetin o tavanda neler

görüyor, kafasında ne tür

ihtimaller cirit atıyordu

bilmiyordum. Ailesiyle ilişkisi

iyiydi. Öğrenciydik, evde

kalıyorduk, maddi sıkıntımız

yoktu. Çetin düzenli olarak bir

dergide yazıyordu. Genellikle

öykü yazardı ama bazı dergilere

şiir gönderdiği de olmuştu.

Öykülerinin yer aldığı dergiden

para bile kazanabiliyordu. Yoksa

Page 13: At Sineği Fanzin / Sayı:8

dergi mi kapanmıştı? Öykülerini

yayınlayacak bir dergiyi her

zaman bulabilirdi.

“Seni dinliyorum Çetin” dedim

ve sağ dirseğinin yanında duran

sigara paketinden bir sigara alıp

yaktım. Çetin kayıtsızdı.

Anlaşılan her şeyi birkaç kere

tekrar etmem gerekecekti.

“Anlat Çetin, yanındayım.

Dinliyorum.”

Sigarasından derince bir nefes

aldı. “Biz çok normal adamlar

değiliz.” dedi. Bu söz Çetin’e ait

değildi ama kime ait olduğunu

da hatırlayamamıştım. Devam

etti Çetin. Umarım

konuşmasının tamamı

alıntılardan oluşmazdı.

“Üzülüyorum, üzülüyorum

çünkü yaşıyorum Tolga.

Hastalıklı bir köpek gibi

yaşıyorum. Dünyada kimse

kalmamış gibi yaşıyorum. Kaç

milyon insan var dünyada Tolga,

kaç milyar insan var? Hepsinin

yerine acı çekmek nedir tahmin

edebiliyor musun? Hepsinin

hüznünü en ücra hücremde

hissediyorum Tolga. Buna

katlanamıyorum.”

Bu sözler kimindi? Ne tür bir

yazarındı veya bu sözlere sahip

bir şair olabilir miydi? En

kötüsü, bu sözler Çetin’e ait ve

hissettiği şeyler olabilir miydi?

Beynim karnaval alanına

dönmüştü bir anda. Ne

düşüneceğimi hatta ne

hissedeceğimi bilemedim.

“Çetin...” dedim ve sesim sigara

dumanına karışarak kayboldu.

Belki Çetin’in kulaklarına

ulaşmadı bile. O hala tavanı

izliyordu.

“Üzülme” dedim. “İnan herkes

hak ettiği kadar üzülecek. Sen

sadece biraz fazla duygusal

davranıyorsun. Sen iyi bir

insansın Çetin. İyi insanların

dostudur hüzün.”

Söylediklerime ben bile

inanmıyordum aslında.

Page 14: At Sineği Fanzin / Sayı:8

Doğruldu. Gözlerimi gözlerine

dikip onu bu hüzün denizinden

sıkıcı yaşam kıyısına çıkarmak

için ümitlendim. Başınıza bir

felaket geldiğinde, daha

önceden razı olmadığınız şeyleri

mumla arıyorsunuz. Öyle bir

şeydi tam olarak. Bir saniye

kadar süren bu bakışmadan

Çetin gözlerini kaçırarak

kurtuldu. Bir sigara daha yakıp

yine halıya sırtüstü uzandı. Ben

kanepede iyice öne eğilmiş,

nasılsa düşmeden

oturuyordum. Ayağım uyuşunca

halıya çöküp bağdaş kurdum.

Sigaramı sigaramla yaktım.

Hayat kitapta durduğu gibi

durmuyordu. Verecek teselli

cümlem yoktu. Moral

düzeltecek afili kelimelerim

yoktu. Sadece hüznüne

olabildiğince ortak olmaya

çalışıyordum. Kafamda

kendimle kılıç kalkan oynarken

Çetin’in suskunluğa kaçtığını

fark edemedim. Kendi kendine

konuşur gibi dudakları

kımıldıyor, gözleri sabit bir

yerde durmuyor, belirli

aralıklarla tavanda geometrik

şekiller çiziyordu. Yorgundum,

kelimelerim bitmişti. Sırtüstü

yanına uzandım. Biraz önceki

teselli sözlerimi söylememiş

olmayı diledim. Keşke, dedim.

Hiçbir şey söylemeden gelip

sadece yanına uzansaydım.

Tavanı seyretseydik ve sigara

içseydik. Kendi iç dünyamıza 86

metreden dalış yapsaydık.

Merak dedim, insanın

afyonudur.

Tavanı seyrederken Çetin’in

yaşamak üzerine söylediği

sözleri düşündüm ve onu

anladım. Onu hemen ve ne

güzel anladım! Evet

mümkündü. Bize ait olmayan

acıları çekmek mümkündü. Bize

ait olmayan duyguları yaşamak

mümkündü. Hatta bize ait

olmayan gözyaşlarını dökmek

bile mümkündü. Duygusal mı

davranıyordum? İnsan hüzne

yatkın bir yaratık, diye

düşündüm. Vücudumuz,

ruhumuz, zihnimiz veya bu

kafamızın içinde konuşan her

neyse hüznün kodlarını ezbere

Page 15: At Sineği Fanzin / Sayı:8

biliyor. Bazen hiç

beklemediğimiz bir anda işleme

koyuyor.

Çetin’in acısını şimdi ben de

hissediyordum. Hüznün bulaşıcı

etkisine kapılmıştım.

Savruluyordum. Başım

dönmeye başladı.

Sallanıyordum. Gözlerimi açtım.

Çetin başımda dikiliyordu.

Sigara dumanından rahatsız

olmuştu.

-abdulkadir ince

At Sineğ i ve Haydar

Bir at sineğine mermi sıkıyorum

Önümden Haydar geçiyor

Bir selam çakıyorum

Olduğu yere yığılıyor.

Ağlıyor at bu duruma

Ben ata ağlıyorum

Önümden at sineği geçiyor

Zavallı Haydar’ı düzüyor.

At bir bana bakıyor

Bir Haydar’a

Ben at sineğine bakıyorum

At sineği Haydar’ı düzüyor.

Bir mermi daha sıkıyorum at

sineğine

Ölü bedeni sallanıyor Haydar’ın

At sineği omzuma konuyor

Haydar atı düzüyor.

At sineği bana bakıyor

Ben Haydar’a bakıyorum

Ölü Haydar atı düzüyor.

Bir mermi sıkıyorum ata

At sineği yere yığılıyor

Haydar bana bakıyor

Ben at sineğini düzüyorum.

Page 16: At Sineği Fanzin / Sayı:8

İki mermi sıkılıyor havaya

Güneş gözümü yakıyor

Haydar telaşla televizyonu

kapatıyor

Ellerini yıkamasını söylüyorum.

Bir sigara yakıp televizyonu

açıyorum

İçeri bir at sineği giriyor

Ben at sineğine bakıyorum

Haydar ellerini yıkıyor.

-umut ensarioğlu

süçlü savünması

Hayatta sayılabilen ve

sayılamayan nesnelerin

arasında kalan çaresizliklerimiz

işte bunlar. Şunlar ve bunlar.

Ötekiler ve berikiler. Bizler ve

sizler. İnsan sayılabilir. Ekmek

de. Sayılırlar. Ama iki insanın bir

ekmeği üç kişi ile

paylaşmasındaki sıcaklık

sayılamaz. İnsanlık,

sayılamayacak denli büyüktür.

Derindir. İçtendir. Bir elin

parmaklarına sığmaz çünkü. Bir

hatırlatıcıdır. Bir ısıtıcıdır.

Kalbimizin derinliklerinde yanan

bir kor gibidir. Azıcık üflenmeye

gelmesin, anında sıcaklığını

duşa vurur. Vurmaya hazırdır

da. Unutulmuş mektupların

içindeki burukluk. Parfüm

sıkılmış kırmızı rujla öpülmüş

onca mektup. HİÇ BİRİ AMA HİÇ

BİRİ SAYILAMAYACAK DENLİ

BÜYÜKTÜR.

Sığmaz sizin cümlelerinize onu

hissetmediğinizden ötürü.

Hayat bunun için çok kısa. 6

milyon insanı saymak yerine 6

Page 17: At Sineği Fanzin / Sayı:8

milyon insanın cevheri

çıkartılmalıydı içinden. Hayat

ters yönde yaşanan bir otoyolda

giden sarhoş insan misali

ırmaklarda fiziksel aşınmalar

ardı ardına akımı yavaşlayan

yana aşım yapan menderesler

ve ben öteki kıyısındayım bu

adanın, zevkime.

Zevke düşkünümdür, ona

bağlanırım, tutkular anlık

yaşanır. Belimde asılı duran

incecik bir ip kalınca bir halat

olur ve bir insanı kendime

sarmak isterim bir savaş esiri

alırcasına. Onu kaçırmamak

isterim bir çita gibi

hissedercesine. Ben isterim ki

vücutlar bir, kalpler bir, olsun.

Bir olsun ama sayılmayanından!

İki insanın yaşadığı arzu ‘bir’

olarak sayılamayacak kadar,

büyük. Kafamdaki fanteziler

kelimelere dökülemeyecek

kadar dolu. Duygulu. Tutkulu.

Ateşli. Alev alev yanan bir

cehennemde kaynayan sıcak su

misali. Sıcak havada derimden

akan terimsi fanteziler. Derimi

kemirir gibi bana gözlerini

dikmiş olan o, insan. Kendini

tutamayan bir hayvan olan ben,

ve ben’imki.

Sosyalleşmek zor iş, hele ki

uyumadan önceki an. An ki

kendinizin yargılama anı. Yargıç

kendiniz. Tutsak kendiniz.

Davacı da kendiniz. Siz her

şeysiniz. Siz ve her şey.

Sayılamazsınız. Siz ‘bir kişi’

denilemeyecek denli tekilsiniz.

Teksiniz. Bir şerefsizsiniz.

Pantolununuzun altı kabarmış

beyefendim. Lütfen duruşma

salonunu terkedin. Ve kişinin

kurduğu 5 saniyelik fantezi,

sekreterle.

Bir şeyi kaybetmediği hâlde

arama duruma zevk denmez

mi? Ben bir şehvet düşkünü

alçağım hakim bey. Lütfen beni

azat edin. Söz verebilirim ki bir

daha kimseyi kafamda hayal

etmeyeceğim. Onlarla kendimi

‘bir’ hissetmeyeceğim. Kendimi

kamçılayacağım. Ben, ki

göklerdeki alçağın teki, bir daha

insan olmamı engelleyen her

şeyi sileceğim. Silecek ve

sikecek.

Page 18: At Sineği Fanzin / Sayı:8

Hayır, tabi ki de bu sözlerim

birer palavra. İşte sekreterin

güzel ve dolgun göğüsleri. Nefis

kalçası. Bedenimi emmesini

istediğim o dudakları. O güzel

parmakları. Vücudunda

gezdirmek istediğim benim

parmaklarım ile muhteşem bir

ikili olacaklar hakim bey.

Olabilirler. Olabililerdi.

Olabiliridik. Bir olabilirdik.

Dünyayı unutabilirdik.

Unutabilirdik. Ben kendimi bir

daha sevilmiş hissedebilirdim.

Ama bu yalanı kendime

söyledikçe kendime kızıyor,

kendime olan tüm güvenim

sarsılıp gidiyor. Yalan değil bu

söylediklerim hakim bey. Ben

bir şerefsizim. Beni eğer

esirlikten bırakırsanız, kendimi

kendimden kaçırmış olurum.

Kontrol bir daha geri gelmemek

üzere elimden kaçar. Bir kırbaç.

Kendime söylediğim şu yalanlar.

Ben insan sevemiyorum.

Sevdiğini hisseden birisiyim

sadece. Umarım beni anlarsınız.

Halbu ki çok çabalamıştım.

Kendimi bir bedene ait

hissetmeye o kadar çabaladım

ki. Başarılı olamadım hakim bey.

Hayatta sadece bir kalbe, iki

memeye, ve bir kalçaya ait

olmayı o kadar diledim ki. Diğer

kalplerin memelerin ve

kalçaların varlığı beni benden

aldı. Diğer kalpleri de istedim.

Diğerlerini de. Diğer kalçaları da

okşamak uğruna ait olmayı

dilediklerimi bıraktım.

Pişmanlıklar ardı ardına

sıralandı bu derede. Suyu

denize ulaşamayan gölün acı

tadı beni yakıyor. Kendimi

parçalarcasına bu duyguyu

bastaramayan bir sefilim hakim

bey. Kimse benim kalbime sahip

olmak istemedi ama hakim bey.

Kendimi hep bir gezgin gibi

hisseder oldum. Bir yerin yerlisi

olmak istedim. İstediğim tüm

şey buydu! Şimdi ise konar

göçer bir orta asya türk’ü

gibiyim. Bunu kendime

yakıştıramıyorum. Birbirimizi

istediğimiz kalçalar, kalpler

olalım istedim, bir insanla. Bu

beden istenilmek için pek

çirkindi en başından beri

bildiğim kadarıyla. Ve kimse

Page 19: At Sineği Fanzin / Sayı:8

beni istemedikçe ben

diğerlerine daha da düşkün hâle

geldim. Tüm arzumla buna

tutuldum. Ve bir suçluyum

hakim bey. Suçumu itiraf

ediyorum.

-mertcan kuranoğlu

hayallerin ğerekliliğ i

Rüyalara anlam veremiyorum

bazen. Hiç olmamış şeylerin

olmaya (var olmaya)

çabalamaları gibi. Hayalini

kurduğum insanla rüyamda

birlikte olmak, misal. Rüyamda

birlikteyiz. Gerçekte ise bir o

kadar ayrıyız. Ayrılarız. Ayrı

dünyaların insanlarıyız. Öyle bir

duruma varıyor ki, rüyalarımı

gerçekler, gerçekleri ise birer

rüya olarak yaşamak istiyorum.

Rüyalar benim sekizer saatlik

kaçamaklarım. Oralarda sanki

gerçeklerin süslenmiş

versiyonlarını yaşıyormuşum

gibi geliyor. Tüm gerçekliğimi

bir uçurumdan atmak

istercesine bir rüya yaşamak.

Tüm gerçekliğimi bir yatak

odasında geçirmek. İstediğim

şeyler basit. Rüyalar. Rüyalar ve

fanteziler. Ve onları dolduran

insanlar ve düşünceler. Bir

yaratıcı gibi onları sıkı sıkı

avucumda tutmak istiyorum.

Page 20: At Sineği Fanzin / Sayı:8

Tanrı böyle isterdi, olsaydı. Ah

tanrı. Acımasız ne nârin tanrı.

Bir kaç sefer rüyada olduğumu

fark etmiştim. Birisinde, aynı

insandan iki tane vardı. Ve sanki

kendime fısıldıyormuşum gibi

‘ama,olamaz,bir rüya mı

olmalı?’ diye düşünmüştüm. Ya

içgüdüsel ya da gerçek. Ya da

bu da bir rüyanın parçasıydı.

Rüyada kendime oyun

oynamıştım belki de. Kendi

beynim bana oyun oynamıştı,

olabilir. Ya da kendi beynimi

yenecek kadar zekidim. HAHA!

İşte.

Her şeye sahip olabildiğim

rüyayı neden bırakıp acımasız

ve fakir bir gerçekliğe döneyim

ki? Belki de tek isteğimin bir

insan olmasından

kaynaklanıyor. Ama bir şeyin

yaratıcısı olduğum vakit her şeyi

de bana göre yaratmış olmaz

mıydım? Olurdum, herhalde.

Kendi yarattığım evrenimde

sevdiğim insanı da bana

sevdirirdim. Beni severdi. Ama

bir rüya-tabanı içinde severdi.

Gerçekte ise nefret edercesine

benden uzak kalıyor. Rüyada

istemiyorum bu vakit bir yalanı

yaşamayı. Hayır. Buna

dayanamam. Bunun bilincinde

yaşayamam. İmkanı dahi yok!

Yok! İnsan kendisine yalan

söyleyemez de ondan. Kendi içi

ve vicdanı ile yüzyüze de

gelemez, ondan… her gece

koyduğumda başımı yastığa,

edemem düşünmeden

‘gerçek’i. Kafamdan atmak

isterim, kafamı koparmak

istercesine unutmak. Beynimi

formatlamak isterim adeta. Bir

robot olmak isterdim. Kötü

anları unutmak adına. Kendimi

unutmak adına. Kendimi

kendime unutturmak adına.

Kendinim iyi bir insan olduğuna

inandırırdım kendime. Mutlu

olurdum,belki de. Yaşamak için,

muhtemelce. Hayatımın kötü

kısımlarını keserdim. Daima

iyileri bırakırdım. Çünkü buna

mecbur olurdum. Unutmak bir

ilaç mı yoksa bir uyuşturucu

mu, ince bir çizgide bir cambaz

gibi gidip gelirdim. Tek dert

ettiğim şey aşağıya düşmemek

olurdu dengemi kaybedip ipten.

Page 21: At Sineği Fanzin / Sayı:8

O an gülerdi tüm seyirciler

bana, bana ve yeteneksizliğime.

Çünkü bilirdi onlar, işin tüm

kabıliyet gerektiren kısmının

‘denge’de tutmak olduğunu.

Kendini ve hayallerinin ve

gerçekler arasındaki çizgiyi, ipin

üzerinde. İşte, ben o zaman bir

mağlup olurdum, seyirciler

karşısında. O an gülünüldüm

güçsüzlüğüme. Kendimi buna

bağımlı yapardım. İnsanlar

gülerdi, ben yine kötü anları

silerdim beynimden. Hiç

yaşanmamış bir hayatı

tekrarlardım ertesi gün,

kalkınca sabah, boktan

yatağımdan ve yastıktan. Kafam

bulanık olur kalkınca, ayrılırım

çünkü hayallerimden. Geride

bırakırım fantezilerimi. Kafamı

koymuş olduğum göğüslerinden

uyanırım, yatakta yalnız ve boş.

Anılar eksik ve parça parça.

Kırıklı bir fay hattıymışçasına

tektonik depremler meydana

gelir, yatağımda. Ege

bölgesindeki bir deprem

bölgesidir, aklım. Fantezilerim

çalkantılı, hissederim kendimi

alabora olmuş gemi.

Bir robot olsaydım, silerdim

kendimi. Varlığımı ve ben’i. Bu

beden bu ben’e

dayanamayacak derecede,

güçsüz. Ben olmazdım, kendim.

Eğer seçmeseydim, kendim

olmayı. Haykırmak isterim,

ağzım düğümlenmişken.

Susmak isterim, çığlık atarken.

Vicdan temiz. Gönül fahişe.

Kalbimde olmadı hiç, kalıcı.

Hepsi oldu, geçici. Kendimi kötü

hissetmem. Ama hayat değil

beni yıldıran. İnsanlar. İnsanlar

ve sevgisizlikleri. İstiyorum ki

başımı koyabileceğim bir insan.

Olmadı ki hiç. O sebeple

seviyorum, yastıkları. Soru

sormazlar. Başımı koyarım

onlara, ve anlarlar. Beni,

sararlar. Sararım, onları.

Anlamsız virgülleri, sevmem.

İroniyi, severim. Seviyorum

sarılmayı. Kalçalarına ve

göğüslerini ellemeyi. Saçlarını

ise koklamayı. Solumayı

seviyorum, boynunu.

Fısıldıyorum, kulağına.

Uyanıyorum uykumdan. Ve

sabah saat 6:49. Gidilecek,

Page 22: At Sineği Fanzin / Sayı:8

okula. Dolu olmuş olan nefret

işgüzarları. Yatağım bir

hapishane değil, bir ütopya.

Seviyorum düşlemeyi. Tek

kurtuluşumdur o. Şimdi ise

yataktan çıkma vakti. Vakit geldi

gardiyan!

-mertcan kuranoğlu

Kısaca etik, ahlak ve siyasette insan

Ne evrenin merkezidir, ne başı

ne de sonudur o. Sadece bu

sonsuz uzayda bir kırıntı kadar

değersiz bir yaşayış sürendir o,

insan.

İnsanın sayısız defa bilim

adamları, filozoflar ve din

adamları tarafından ele alınışı

üzerine, hâlen genel-geçer bir

yorum yapamadığımız

ortadadır. Binlerce yıldır

dünyada olan bir hayvan

üzerine yorumlarımız bu kadar

kesin ve radikal iken, insanın

üzerine her kişinin kendi

yorumunun olması, hayatın bir

ironisi olsa gerek.

Elimizde felsefi-insanın çok

geriye dönük bir geçmişi yok,

felsefi-insan’dan kastım Antik

Yunan zamanıdır, felsefenin bi’

nevi doğuşu. İnsanı felsefe

içerisinde ele almak uçsuz

bucaksız bir konudur, diğer

felsefi konular gibi. İnsan,

üzerine en çok öğreti

Page 23: At Sineği Fanzin / Sayı:8

geliştirilendir felsefede. İnsan

her şeyin ölçüsü mü, her şeyin

sorumlusu mu yoksa her şeyden

elini eteğini çeken bir var olan

mıdır?

İnsanın Antik Yunan’dan

günümüze kadarki –felsefe-

tarihine göz attığımızda, sayısız

defa felsefe tarihinde

kutuplaşmaların, ayrılıkların

olduğu görülür. Genelde

‘birleşmeler’ görülmez, akımları

göz önünde bulundurmazsak.

İnsanın, bir gelişme değil

‘düzleşme’den ibaret olduğunu

söyleyen J. P. Sartre’ı haklı

buluyorum bu noktada. İnsan

geliş(e)mez. Bir taştır. Kocaman

ağır bir taş. Yerinden

oynatmanızın mümkünatı dahi

yoktur. İnsanın kendini

değiştirmek yerine

‘düzleştirdiği’ açıktır. O eskiden

ne ise o’dur. Belki daha düz.

Belki daha da yontulmuştur.

Sokrat’ın tanrı-tanımazlık

sebebiyle öldürülmesi

düşünülünce, içinde yaşadığımız

21.yy’ın pek de geçmişten farklı

olmadığı âşikardır, insan

açısından.

İnsanın felsefi açıdan ele

alınabileceği bir çok uzantıdan

birinden başlayalım. En başta

etik ve ahlak konuları. Etik ve

ahlakın çok kesin çizgiler ile

çizilemeyeceği felsefi tarihince

görülmüştür. İnsanların

değerlerini yıkma yoluna giden

Nietzsche, insanın tam bir salt-

baştan-yaratımlı olmasını

diliyordu. İnsanın, özgürlükçü,

salık-verilmiş bir kuş olmasını

diliyordu. O, insanın, geçmişten

sorumlu tutulmamasını

istiyordu. İnsan, kendi istenci

olduğu sürece mi insandır,

yoksa nefes aldığı sürece mi,

işte bunu tartışmalıyız oturup.

İnsan, kendisini baştan aşağı,

geçmişin onun üstüne yüklediği

sorumluluk ve değerler ile

yaratıyorsa, burada bir sorun

arz eder, etmeli de. İnsan, her

ne zaman, kendi süzgeci ile

düşünemiyor ise, orada ne

ahlak ne de etik konuşulabilir,

kaldı ki, özgürlük ve istenç

kavramlarının adı dâhi geçemez

Page 24: At Sineği Fanzin / Sayı:8

böyle bir ortamda. “Köleler,

yaptıkları işlerden sorumlu

tutulamaz.” der bir filozof. Az

önce, insanın, içinde bulunduğu

durum da buydu. Nietzsche’ye

benzer örnek olarak

Descartes’ın idolleri

reddetmesini verebiliriz. Kişi,

kendini kuramıyor, bir birey

hâline gelemiyor ise, bu bir

lekedir. Felsefe tarihinde etik ve

ahlak üzerine şunları da

eklemeliyiz: Evrensel bir Etik’e

varmaya çalışanlar

(Universalistler) ile evrensel bir

etiğin imkansız oluşunu iddia

edenler (Relativistler)

arasındaki ‘kavga’ Antik

Yunan’da başlamıştır. Sokrat-

Platon-Aristo ve Sofistler

arasında. Herkesin dahil

olabildiği, herkesi kapsayan bir

Etik belki de çok ütopik bir

düşünce olarak görülebilir. Ama

Etik’i, günümüzde Ahlak

kavramına çok yakın ve kimi

zaman da denk kullandığımız

için, bu konuları iyice

görebilmek için irdelememiz

gerekiyor. Etik, uygulanış

tarzında Ahlak’tan daha

evrensel aslında. Etik’in yoruma

daha açık, Ahlak’a nazaran daha

az-dogmatik olduğu görülüyor.

Ahlak’ın ise daha kapalı, daha

kuralcı, kuralcılıktan öte,

değiştirilemez olduğu ortadadır.

Belli başlı Etik ve Ahlak

öğretilerini eleştirel bir dille

inceleyecek olursak, insana salt

bir nesnel veya öznel bakış açısı

atfeden öğretilerin filozoflarının

çok büyük bir yanılgı içersinde

olduğunu söyleyeceğim. Kant,

Ödev Etiği’nde, insanı değersiz,

yüksüz, tam bir salt mantık-

makinesine dönüştürmüştür.

İnsanın her daim mantıklı

davranmasını, nesnel tutumlu

olmasını, değersiz, duygusuz,

arındırılmış olmasını öğretiliyor.

İnsan bu anlamda nasıl bir

yaşantı içersinde olabilir ki?

İnsanın duygularını, hislerini

elimizden aldığımız vakit, onun

bir bilgisayar beyninden ne farkı

kalabilir? İnsanı her daim

kitaplarda basmakalıp şekilde

tanımlarken ‘insan düşünen bir

varlıktır’ denmiyor mu?

Düşünme yetisine sahip ise,

Page 25: At Sineği Fanzin / Sayı:8

onu, duygularından

ayırmamalıyız, mahrum

bırakmamalıyız. Bıraktığımız

vakit, insan makineleşme

sürecinde, distopik bir kalıba

girecektir.

İnsanın bir diğer yönü olan:

siyaset. Devlet yönetimi konusu

yüzyıllardır tartışıla gelen bir

diğer konu. Antik Yunan’da

demokrasinin temelleri atıldığı

görülür. Günümüzde ise, genel-

geçer kabul edilen ideal

biçimidir de demokrasi. Devlet

yönetim biçimlerinin isminden

çok ‘yeterli uygulanışları’

ilgilendirir felsefeyi. Bir çok

siyasi görüşün olduğunu

görüyoruz, insanın birbirine zıt

fikirlerinin oluşu, Etik ve Ahlak

konularının dışında Siyaset’te

de kendini belli ediyor. Yönetim

biçimlerini tek tek ele almak

yerine, felsefenin ve insanın bu

yönetimlerdeki yerine

bakıcağız.

21.yy’ın en popüler yönetim

biçimi hâline gelen ‘demokrasi’,

kimilerince bir ütopya, kimisine

göre bir kaçış, aldanıştır,

kimileri için ise ideal yönetim

biçimidir. Biz, insanı, bireyden

öte toplum olarak

düşündüğümüz vakit, ve insanın

bu sistemin bir parçası

olduğunu kabul ettiğimiz

zaman, insanı ne devletten

koparabiliriz, ne de onu dışta

bırakabiliriz. Demokrasiden

önce diyeceklerimiz var ki, ideal

sistem olarak

tanımlyabileceğimiz bir yönetim

biçimi, herkesi içine alması

gereken bir sistem olmalı ve bu

sistem kötü ellere emanet

edilmemelidir yoksa bu bir

sadece aldanış olur bir yalandan

ibaret olur. İnsanın belli başlı

devlet sistemleri arasındaki -

monarşi, oligarşi, demokrasi-

konumunu önce belirlemeliyiz.

İnsanın bir birey olarak öne

çıkmasını istiyoruz. İstemeliyiz

çünkü, diğer türlü olduğu vakit,

insanlar birlikteliği bir ‘toplum’u

değil ‘yığın’ı ön görür. Tarihteki

en yakın örnek 1939-1946

Almanya’sıdır. Biz, insanı, bir

birey, bir eşsiz-düşünür olarak

öne çıkarmak istediğimiz vakit,

onun varlığını yok sayamayız.

Page 26: At Sineği Fanzin / Sayı:8

Buradaki felsefi düşünce şudur

ki, kendi söz hakkını tanımayan

bir sistemin içerisindeki

‘insan’ımız, aslında çiftlikteki

büyükbaş hayvandan farksız

kalacaktır. Hayvan sahibi ne

kadar hayvanın söz hakkını

tanıyor ise, devlet de insanın

söz hakkını o denli tanıyacaktır.

Toplum yığınlaşırsa, o sistemin

işlenişinden şüphe edilmelidir

bu bağlamda. 21.yy’ın en büyük

yanılgısı ise burada başlıyor.

Kendisini ‘demokratik’ olarak

tanımlayan her devletin aslında

bir ‘yanılgı’ ile yönetiliyor

oluşunun sebebi, insanların söz

hakkının olmamasına yol açıyor.

Demokrasinin en büyük

avantajının ‘seçim’ olması,

insanları tuzağa düşürüyor.

Demokrasinin diğer tüm ilkeleri

ört pas edilerek. Demokratik-

Krallık kuruluyor. İşte burada

insan’ımız yücelmeli, sesini

çıkarmalıdır. Bunun için

insan’ımızın ne denli eğitimli ve

ne denli düşünmeye yatkın

olduğu söz konusudur.

Felsefenin de yeri tam

buradadır. Düşün(e)meyen bir

insanın artık yaşama nedenini

pekala kaybetmiş, pekala

yığınlaşmış, pekala moronlaşmış

olduğu açıktır.

-mertcan kuranoğlu

Page 27: At Sineği Fanzin / Sayı:8

ifade edişler

“bana özgürlüğümü vermeyiniz

bayım, onu ben almasını bilirim

hakkıyla.”

Siz bana bakmayın, ben

konuşurum, boş konuşurum,

boş atarım dolu çıkar. Siz benim

dertlerime serzenişlerde

bulunmayın. Laflarım çok boş

gelir. İpi ucu birbirini tutmaz.

Uçar gider sözlerim.

Benim sözlerimden en çok

payını alır din ve toplum,

bilirsiniz bayım. Benden

öğrenecek değilsiniz tabi ki de

dini. Siz yalayıp yutmuşsunuz

baksanıza kutsal’ınızı. Neyse,

size laf mı yetiştirmeye geldim?

Hey hat! Bağırıyorum, evet,

avazım çıktığı kadar. Bu

günlerde öldürülmemek adına

sokak ortasında bağırıyorlar

kadınlar. Bağırıyorlar ki insanlık

duysun bu çığlıkları kapalı

kapılar ardındaki erkek’ler. Siz

benim devrik cümlelerimde bir

anlam aramayınız. Siz bilirsiniz

tanrı’nın her bir cümlesini o

kutsal’ınızdan. Bir şeyden de

eksik olmayın. Lanet olasıca.

Siz ki tanrı’nın sözünü üstlenen

‘kesim’, siz ki ‘hoşgörünün’

sembolü. Siz ki… siz ki tanrının

orospuları!

Deli ediyorlar azizim böyleleri.

Bir bokmuşçasına yer

ediniyorlar kafamda. Ne de

usanmaz arlanmazlar. Ne de

yerin-dibine-giresiceler.

Şaşırıveriyorum doğrusu

böylelerine. Düşünsene, pek

güzel, asalak tanrı’sı bu adama

dünyayı yönetme adına öğütler

vermiş. HA HA! Evet, ben de

gülüyorum doğrusu bunlara.

Tanrı yönetmesini bilmiyor da

bunlara görev vermiş miş de

vermiş. Yok canım olur mu öyle

şey? Bir de tanrı’sı adına insan

katlediyor. Tanrı’sı böyle

istiyormuş. Tanrı’sı ne de aciz ki

kendisi adına insan bile

öldürme gücüne sahip değil,

köpekler tutmuş kendilerine

bunu yapması adına tembel piç

kurusu.

Page 28: At Sineği Fanzin / Sayı:8

Benim laflarıma kulak vermeyin.

Konuşur konuşur giderim ben.

Böyleleri ki savunucusu

dünyanın, bilmiyolar ki

mahvedicileri dünyanın. Benim

insan sevmeme bile karşılar

bunlar azizim. Benim, bir insana

sevgimi, aşkımı göstermeme

bile izin vermeyen bu sürtük

tanrı’nın tutsak köpekleri.

Akılları yarım gramdan fazla

olmayan bu din-dar kahpelere

afili bir cevap vermek bize

düşmüştür. Biz vermeyeceğiz de

kimler verecek cevap?

Sapkın diyorlar bizlere. İnsan

sevdiğimiz için. Kendileri gibi

insanların başlarını kesip

meydanlarda sergilemeyiz,

sevişiriz, öpüşürüz, diye ‘sapkın’

derler bizlere. Kendilerinden

değiliz diye biz ‘öteki’leriz.

Vardıkları fanatizm altında

eziliyorlar bu aşağılıklar.

Başkasının özgürlüğünü

kısıtlamayı bir hak sayıyor bu

reziller. Seviyor olduğum

gözlerine batıyor. Tanrı’nın

hoşgörü sözlerini hiçe sayıyorlar

iddia ettikleri ondan gelmiş olan

bir takım anlamsız safsata ki

gelen bir dağ kovuğunda deli bir

şizofrenik hareketleri olan ki

ismi kimin olan ‘muhammed’,

kim evlenmiş olan, genç kızlarla,

iddia eden ‘hoşgörüyü,saygıyı’

kendi kurduğu terör ‘din’inde,

ele geçiren dünyayı, uçuruma

sürükleyen kitleleri, ki, varmış

olan fanatizmin doruklarına ve

‘hoşgörü’den ziyade olan bir

örgüt: ‘ayrımcılık’.

Hayır. Bunlara cevap vermeyi

bırakmayacağım. Seveceğim

gönlümce onların saydığı

‘sapkın’. İddia ettikleri kişiler ki

dedikleri ‘tanrının nefret

ettikleri, hastalıklı’. Ben tek

birisinin adamıyım: benim.

Benim’in duygularının. Ben

duygusalım azizim. Duygu’sal.

Duy’gusal. Duy’sal. Şuralarımda

hissediyorum bazen sevgiyi,

sevdiğime karşı hissettiğim.

Devrik cümleler deviriyor rayları

trenlerin. Varamıyor trenler

gidecekleri yerlere yapıyorlar

kaza. Dev’rilen trenler. Ve

raylar.

Page 29: At Sineği Fanzin / Sayı:8

Çok basit bir dileğim olmuştu

halbu ki. Sevmek. Ama onlar

bunu bile elimden aldı.

Yerinden söktüler ‘kalb’imi.

Hissedemez oldum kendimi

daha fazla insan. Sızladı içim,

insansızlıkla. Kaybettim

duygu’larımı. Yitiri verdim,

ben’imi. Beni parçaladılar,

parça’lara.

Daha fazla yol yürüyemez

oldum. Kaldırımlar dar geldi.

Çok doluydular. Her tarafı insan

içinde insansızlıkla.

İnsansızlıklarla dolu insanlar ve

insanların kaybettiği insanlılık

onlara birer lekeydi. LEKEDİR bu

dostlarım. Kendime çektiğim şu

sınır ile insansızlık arasındaki

leke. Simsiyah bir leke. Kendimi

ele veriyorum. Sınırı geçiyorum.

Onlardan birisi oluyorum. Bir

dindar oluyorum. Tanrı’ları

adına insanları öldürüp

kadınlara tecavüz ediyorum.

Bacaklarını gövdelerinden ayırıp

bir cami havlusunda gösteriş

yapıyorum. Sakalları uzatıp

hac’a gidiyorum. Tavaf

yaparken ben ters dönüyorum

insanların yaptığına karşı. Onlar

hacı olurken ben aforoz

ediliyorum. Tanrı benim diğer

insanlarla aynı yöne dönmemi

istiyormuş meğer. Tanrı’nın

sıçtığı yerde gül bitermiş. Tanrı

hepimizin beynine sıçıyor

çünkü. Ve tanrı, ki, kim,

yasaklıyorsa hemcinsimi

sevmemi, bana sıçıyor.

Görüyorum onu bir yerlerden.

Ne kini, öfkesi vardı da beni,

alıykoydu, sevmekten,

insanları? Tanrı pekala kötü biri

olmalı. Ama sonra bıraktım ona

ve siktiriboktan sürtükçe

yalanlarına o pezevenkin.

Sonralarda anladım aslında

onun bir ‘gösteri’ olduğunu. Ne

de güzel inandırdılar, hey hat.

Bir sonlu-sonsuz bu. Hiç bir

zaman sona er(e)meyen fani bir

şey(ler). İçine doğduğumuz bu

dünyanın bir yanılgısı, algı

çakışmazlığı.

-mertcan kuranoğlu

Page 30: At Sineği Fanzin / Sayı:8