29
Yakalılar 2.sayı H.M.A Present ürünüdür. © Tüm hakları hala aynı yerde saklı. Yakalı, dar gömlek giyenlerin fanzinidir. Editör: Mert Acar Redaksiyon: Talha Sarıkaya Sorumlular: Melis Akdeniz – Serhat Altay – Yeliz Can Genellikle absürt, ciddi ve komik paylaşımlara önem veren dergi “Ekim” ikinci yayınıyla karşınızda. Ne yayınladığı belli olmayan, içerikten çok görünüme önem veren, arada küfreden, ideolojik, entelektüel, kafasına göre yayınlanan aylık dergi YAKALILAR.

Yakalılar 2.sayı - Fanzin

Embed Size (px)

DESCRIPTION

absürd, itici, kuralsız, antikapitalist düşündüren fanzin.

Citation preview

Page 1: Yakalılar 2.sayı - Fanzin

Yakalılar 2.sayı

H.M.A Present ürünüdür. © Tüm hakları hala aynı yerde saklı.

Yakalı, dar gömlek giyenlerin fanzinidir.

Editör: Mert Acar

Redaksiyon: Talha Sarıkaya

Sorumlular: Melis Akdeniz – Serhat Altay – Yeliz Can

Genellikle absürt, ciddi ve komik paylaşımlara önem veren dergi “Ekim” ikinci yayınıyla karşınızda. Ne yayınladığı belli olmayan, içerikten çok görünüme önem veren, arada küfreden, ideolojik, entelektüel, kafasına göre yayınlanan aylık dergi YAKALILAR.

Page 2: Yakalılar 2.sayı - Fanzin

1

-İKİLEM-

İlginizi çeker mi bilmem. Keskin duygularımı kestirdiğim, gözlerimi perdelettirdiğim

doğrudur. Dış dünyanın tüm gerçeklerinden uzak, bir o kadar hemzeminmiş gibi görünen

fakat koca bir uçurumun kenarında bir başına yapayalnız bir adamım.

Toplumdan, hayalet misali dolaşan tiplerden daha silik bir tebessüm kadar uzağım.

Fırtınanın dikine yürüyenlerden değilim. Tam aksine rüzgâr nereye eserse oraya giderim.

Şüphe etmem. Beklentilerim sadece birkaç saatten ibaret. Daha fazlasını düşünmeye ne

gerek? Ne dilersem kendim için diler, kimseyi düşünmem. Oportünist sebeplerim var.

Dretnot yazarken bile ne uyak ne kural dinlerim. Aynen şu an yaptığım gibi, serbestim.

Yakalı olmak tek sebebim. Biraz marjinal, az toplumsal, çok Sad mazoşist. Açık sözlüyüm,

"mantı"k severim. Belki sizde seversiniz. Sevmeyenlere de sevdiririz. Faşist değilim.

Sadece ne yazmak istediğime kendim karar veririm. "Kapı gibi" sosyalistim!

Çizen: Mert Acar

Mahzenimden Dretnotlar Mert Acar

Page 3: Yakalılar 2.sayı - Fanzin

2

Page 4: Yakalılar 2.sayı - Fanzin

3

Ölümümden sonraki ilk işim odamı ziyaret etmek oldu. Odaya girdiğimde kasvet yüzüme

öyle bir çarptı ki, kimse beni burada sadece bir ölünün olduğuna inandıramazdı. Bu grimsi

ortama göğüs gererek daha da derinlere süzülmeye başladım. Gördüğüm resim gerçekten

ürkütücüydü. Yarım kalmış bir hayatın resmiydi bu küçücük oda. Masaya, duvarlara hatta

gardıroba yapıştırılmış onca kâğıt. Defterlerin, kitapların, gitar tellerinin arasına

sıkıştırılmış müsveddeler. Aslında hiçbiri müsvedde değil. Karalanmış, üstü

çizilmiş, yarısı silinmiş şiir ve öykü denemeleriyle dolu bu kâğıtlar.

Hedeflerimde erken ölüm hiç de yoktu aslında. Kısa bir hayat sürmek yerine kısa öyküler

yazıyordum. O öykülerden bir tanesini elime aldım ve okumaya başladım.

‘‘Yarıda kalan hayat bardağın boş tarafı. İstese de bardağı dolduramıyor insan.’’

...Sonra yüzümü ellerinin arasına aldı. Kahverengi acısıyla bana uzun uzun sorular sordu

susarak. Anlattım pişmanlığımı alnımın çizgilerinde. İçim özüme kustu. "midem bulanıyor"

dedi. Ellerini tuttum. Bir yokluğun neresinden tutulursa tuttum işte. Bana yeniden bizi

hediye etmesini isteyecek yüzüm yoktu; yüzsüzce istedim ben de. Al bu beni bişeyler

yap. Çünkü biliyorum, sen bana kendini bırakmayacaksın artık. Bırakma! Ben sana yazılar

yazarım... Ben sana yeni bir ben tasarlarım. Belki kalbin yumuşar... Yeniden yaz gelir.

Müsvedde Talha Sarıkaya

Niye yazmıyorsun dedin diye… Sümeyye Ören

Page 5: Yakalılar 2.sayı - Fanzin

4

Buzları çözülür tenimdeki ırmakların. Korkusuzca dalarsın sularıma. Derimin altındaki tüm

balıklar, senin için göç etmezler mevsim değişse de... Sen geleceksin diye olur bütün

bunlar. Sen beni: "gel göster beni sevdiğini dünyaya" diye çağırdığında dışarıya... Senle

benim arama giren dünya düzeni değişecek ve senle dünya arasına ben gireceğim. Şimdi

biraz gidiyorum. Sen sıkılma okumaktan. Yine geleceğim o güzel parmaklarınla açtığın

ekranından karşına...

Yuvarlanıyor Kit. Kendi içinde yuvarlanıyor. Bulamıyor nedenini hiçbir şeyin. O en

sevdiğinin koynunda uyuyor her gece, yeniden geri gelecekmiş gibi... Kime baksa, nereye

dönse, kiminle konuşsa o'ymuş gibi... Yuva arıyor Kit. Kendi içinde bir yuva. Bulamıyor

manasını hiçbir şeyin. En çok kendisine benziyor, bir türlü kendi olamadığı yerlerinden.

Bir parantez açıyor zamana: temizlen! Yeni noktalama işaretleri bul diyor kendine

uykusunda. Belki yeni cümleler kurarsın onun için... Belki zaman geçer ve "hey" diye

seslenir. Sen pişmanlığın derin denizlerinde bir mercana dünyayı anlatırken, bir "ola"

yazıverir aniden ve sessiz... Dünyaları yeniden kurarsın o zaman ve derin deniz olur, deniz

derin...

Sen bana benziyorsun. En derininde biten anlam sancılarını tanıyorum. Onlar yokmuş gibi

davrandığında nasıl da bencil ve ilkel olabildiğini biliyorum. Ve kaybolduğum her zaman

yanımda belirip, yalnızlığımın rengi oluyorsun. Kendime karşı hissettiğim her şey sana

karşı hissettiklerimle aynı: hem en çok güvendiğim hem de en çok korktuğum şeysin sen!

En iyi arkadaşımsın, içimi en çok görensin, vahşiliğime en çok ayak uyduransın ve

hayranlık duygumu pekiştirensin. Dördüncü yaşına bir ay kaldı; beni dört yıldır kendinle

büyüten ve evcilleştirensin. Seni sevmemi istediğinde alnını dudaklarıma yerleştir yine,

seni öpmek sadakat yemini gibi... Seni çok seviyorum güzel oğlum.

Kırmızısını çaldıran mercan

Ebru Selet Mavisu

Berduşa mektup Payem Hanzade

Page 6: Yakalılar 2.sayı - Fanzin

5

Page 7: Yakalılar 2.sayı - Fanzin

6

Her şeye, herkese karşı sesim çok çıkmaya başlamıştı. Ya hayatımı tehlikeye

atmaya devam edecektim ya da kendimi sansürleyecektim. Kendimi sansürlemeyi

seçerek yaşamımdan bir sesli harfi çıkarmaya karar verdim. Etraflıca düşünüp

taşındıktan sonra, ‘‘ö’’ harfini kışlıkların yanına kaldırmanın mantıklı olacağını fark

ettim. Çünkü sesli harfler içinde en sessizi o gibi görünüyordu. Kısa bir süre sonra

büyük bir hata yaptığımı anladım. Bundan böyle ne özlemek vardı yaşamımda ne

de öpmek. Önemsemek, ölmek, öksürmek ve en önemlileri özgürlük ile öykü benden artık çok uzaktaydı. Özgürlük kelimesine kendini adamış bir ‘‘ö’’ nasıl

olmuştu da beni tutsak edebilmişti. Küçücük bir harf kırıntısı benden daha

değerliydi.

İnsanın Ö Hali Yeliz Can

Page 8: Yakalılar 2.sayı - Fanzin

7

Duvarlar buz mavisi, kirli, tozlu.. Koltuklar koyu gri, onlar da tozlu ama oturuyorum.

Oturduğumda ayaklarımın yere değdiği yaşlardayım. Kendime göre büyümüşüm, anneme

göre hala çocuğum. Bana göre oturduğumda ayaklarım havada sallanmıyorsa, otobüste

tutamaçlara tutunabilecek kadar boyum uzadıysa büyümüşüm demektir. Geçen hafta

aldırdığım ayakkabılar ayağımı çok acıtıyor ama ilk kez o kadar para verdirip aldırdığım

için çıkaramıyorum ayağımdan. Canım babam, çok istediğimi öğrenince kıyamadı aldı. Bir

burukluk vardı üstünde, anlamadım sandı ama anlamıştım. Rengini beğenmediğini

sanmıştım. Turuncuyu babam pek sevmez.

Aklımın modaya erdiğini düşündüğüm andan itibaren isteklerim bitmiyordu. Yanlış

anlaşılmasın, şımarık bir çocuk değildim. Aksine akıllı, uslu olduğumdan isteklerim hep

yapılırdı.

Babam o aralar sıkıntılı. Ne olduğunu anlayamıyordum ama sürekli telefonla konuşup

umutsuzca dalıp gidiyordu. O gün de işim var diyerek beni de yanına alarak bir yere

götürdü. Havada sıkıntı ve çaresizlik kokusu vardı. Çaresizliğin kokusunu ilk o zaman

içime çektim. Gerçekten acı ve kötü kokuyor. Tepede ufak bir televizyon vardı. Kafamı

kaldırıp iki saattir konuşan, dediklerinden pekte bir şey anlamadığım başbakana(!)

baktım. Kriz bizi teğet geçti diye bir şeyler söylüyordu. Pek umrumda değildi. Yeni yeni

genç kızlığa adım atarken bu konular beni çok sıkıyordu. Babamla karşısındaki memurun

konuşmaları ve borç hesaplamaları uzaktan gelen inilti gibiydi. Net değildi ya da ben net

olmamasını istiyordum. Babamın yüzü düştü çıktığımızda, ne olduğunu sormadım. Her

zamanki gibi koluna girdim, beraberce yürüdük öyle..

**

Aradan iki gün geçti. Okuldan eve dönüyordum içim kıpır kıpır. Okul dergisi çıkarıyordum

o sıralar, tek başıma. Herkes “yapamazsın tek başına dergi mi çıkaracaksın, okunmaz.”

demişti ama yapmıştım ben. Babamın kızıyım ne de olsa. Dergimin fotokopisini 5 kuruşa

çektirip, 30 kuruşa satıyordum. Kazandığım parayı gizli gizli öğretmenime verip ihtiyacı

olanlara çorap, çamaşır gibi şeyler aldırıyordum. Giysiyi herkes veriyordu. Temel

giysiler(çamaşır,çorap,atlet) pek fark edilmiyordu. Babam gurur duyuyordu benimle. Ödül

olarak her hafta sonu onun iş yerinde çalışıyordum. Kocaman bir dükkanı vardı.

Arabalardan çok anlamasam da yardımcı oluyordum. Hafta sonları bile bir sürü müşterisi

olurdu babamın.

Önceleri tabii..

Sonradan ne olduysa, başbakan teğet geçti dese de kapatıverdik gözümde parlayan iş

yerini. Bir anlam veremedim. Ben kafamda neler olduğunu döndürürken doğduğum,

büyüdüğüm, bir sürü anılarımın geçtiği evimiz de uçmuş gitmişti elimizden. Nedeni kriz ise hani bizi teğet geçmişti? Hani bu kriz Türkiye’yi etkilememişti? Ülkemiz zarar görmemişti, her şey yolundaydı hani?

Ben Recep Tayyip Erdoğan’dan ne zaman nefret ettim? Yeliz Can

Page 9: Yakalılar 2.sayı - Fanzin

8

Ben Recep Tayyip Erdoğan’dan 13 yaşımdan beri nefret ediyorum.

Babamın gözlerindeki hüznü gördüğümden beri.

Babamın koskocaman iş yerinin etrafında bisiklet sürmemin son bulmasından beri nefret ediyorum.

Çok kötü şartlarda yaşayan küçük sınıflardaki çocuklara çorap ve çamaşır yardımı yaparken neden kimse bu çocukları görmüyor diye düşündüğümden beri nefret ediyorum.

İçtiğime, hayatıma, yaşayışıma karışmasından önce güzelleştirmek için hiç bir şey yapamadığı, yapmayacağı, kazananların sadece kendi adamları olduğu için nefret ediyorum.

Ve üzgünüm sayın başbakan ben bu durumun böyle devam etmemesi için elimden geleni

yapacağım.

Çünkü sen hiç bilmiyor olsan da çaresizliğin kokusu çok kötü..

Page 10: Yakalılar 2.sayı - Fanzin

9

Tuhaf rastlantılar, akıl almaz oyunlar, garip sürprizler, uçsuz bucaksız telaşlar, gece

karanlığında öten kumrular, gündüz ortaya çıkan baykuşlar, Arnavut kaldırımlı

meydanlarda slogan atanlar, çaya karışan kiviler, sodada sallanan limon dilimleri gibi olan

hayatımdan herkese merhaba.

İstanbul trafiğinde iki koltuk arasında bacak bacak üstüne atıp uyuma çabası içindeyken

çalışmayan klimanın icadından başlayarak günümüze kadar ilerlediğim sövme eylemim,

servisin tekerlek hızı kadar devam ediyor. Ben buralara ne zaman geldim, ben buralara

nasıl alıştım diye düşünürken İstanbul’da olup denizi görememenin hüznüyle asansöre

biniyorum. Ben 9. kata çıkana kadar 8 kez duran asansör ve 3 kez binmekten vazgeçip 2

kez de “ay bu yukarı çıkıyoo” diyen sabah şekerlerini atlatıp kendimi masama atıyorum.

Günlerim rutin mi değil mi, zaman geçiyor mu geçmiyor mu bilmiyorum. En azından mesai başlamadan çalan telefonlara bakılmaz kuralını öğrendiğimden beri kahvemi daha rahat

içiyorum.

Saat tam 9’da telefon çalıyor. Çalanın cep telefonum olduğunu geç idrak ediyorum, 9’da

beni arayacak tek kişinin babam olduğunu düşünerek ekrana bakmadan telefonu açıyorum.

Ses bir garip geliyor. Tanıdığım birisi ama ilk an çıkaramıyorum. Sanki uzaktan birisi. Yani

yakın ama uzak. Bir dakika geçiyor, iki dakika geçiyor, o ses gülüyor, gürültüye giriyor,

rüzgârdan geçiyor, üzülüyor, ses duygudan duyguya giriyor ben sadece elimdeki kağıt

bardağı, canımı boğazımdaki düğümden daha çok yakması için sıkıca tutuyorum. O kadar

sıkıyorum ki bardak kırılıp, çay elime sarılıyor ama ben sesimi çıkaramıyorum.

Telefondaki ses susuyor, orada mısın diyor. Cevap veremiyorum. Görüşelim mi diyor. Yine

cevap veremiyorum. Uzun zaman oldu, özledim diyor. Ben sadece elimin yandığını

hissediyorum.

Elim gerçekten çok acıyor…

***

Yönetmen pozisyonunda işe alınacak az deneyimli ama güzel okullu bebe suratlı gencin

referans olarak bankanın güvenlik görevlisini vermesindeki saflığın sarhoşluğuyla çöp

kutusuna bakıyorum. Attığım bilmem kaçıncı kâğıt arasından ben doğrusunu bir türlü

çıkartamıyorum. Ümidimi kesmişim, sıcak bastırmış, hafif yanık elime bakarak iç

geçiriyorum. İç çekişimi duymadığından emin olduğum bölüm müdürünün mum kokulu

odasına girdiğimde kendimi, en azından bir kısmımı, yani en azından göğüs altı böbrek

üstü kısmımın ferahladığını hissediyorum. Bugün bir tuhaflık var bende, sabahki

telefondan beri tüm sesler uzaktan geliyor.

"Nasıl gidiyor, bir şeyler öğreniyor musun, memnun musun buradan?"

Bana mı soruyor?

Merhaba! Nazan Akoğlu

Page 11: Yakalılar 2.sayı - Fanzin

10

Klişe cevaplarla geçiştiriyorum. Bir gün öncesi olsa heyecandan geberir, en hanımefendi

kişiliğimle, ağzımda böyle zamanlarda oluşan cımbız yardımlı, özenli cümlelerimi müdüre

sunar, saygıyla geri çekilirdim. Ama şimdi en olağan cümleleri söyleyip telefonunun

çalmasıyla odadan çıkıyorum. Önümü kesen, güzelliğiyle fazlasıyla dikkat çeken, her genç

erkeğin hayali yetkilim “Biz seni bırakmak istemiyoruz, sen devam et gitme.” diyor.

Sabahki telefon olmasa en heyecanlı halimle zıplardım karşısında, bense durup yorgunum diyorum. Ben olsam ne yaparsan yap derdim ancak o saçlarını arkaya atarak en

kibar ses tonuyla “Tamam git tatil yap gel o zaman Eylül’de” diyor.

Fazlasıyla şaşırıp çalan telefona bakıyorum.

Konuşuyorum, konuşuyorum.. Sabah telefonda tek kelime edemeyen ben değilmişim gibi

arayan iş adaylarıyla gayet akıcı bir şekilde konuşuyorum. Saatlerce hem de sıkılmadan.

İş hayatında özel hayatımdan daha iyiyim, hatta çok daha fazla iyiyim diye düşünüyorum.

Keşke özel hayatım da bu kadar yolunda olsa..

Okul ve işi beraber yürütece bilecek miyim, heyecanla sonbaharı beklerken bu iş,

planlarımı alt üst edecek mi? Yoksa okulu/okuldakileri ne kadar az görürsem benim için o

kadar iyi mi olacak? Bu soruları bir türlü yanıtlayamıyorum. Düşünüyorum da bulamıyorum

ya da yeteri kadar düşünemiyorum veya bulamadığım için düşünmüyorum da.

***

Uzaklardan gelen telefonlar her zaman can yakar. Sanki minik pembe bisikletinin

üstünden arabayla geçilmiş, bisiklet ezilmiş, büzülmüş, oturmuş, ağlamış, bunu gören

bisiklet sahibi minik kız derin yasa boğulmuş günlerce çilekli süt dahi içmemiş,

bisikletinin acısı günlerce minicik kalbini sıkıştırmış, küçültmüş kalbinde başka bisiklete

sevgi yeri kalmamış gibi çocuksu bir hüzünle kaplar sizi.

Kâğıt bardaktaki uyku açıcı sabah kahvenizi sıkıp, elinizin alev gibi olmasıyla birdir

uzaktan gelen telefon.

Bir de uzaktan gelen insanlar.

Onlar uzakta kalsa hep daha mutlu olacakmışız gibi…

O yüzden görüşmemek üzere uzaktan gelen telefonlar, tuzlu su tadındaki hüzünlü

şarkılar, çilek kokulu şekerli parfümler, sade sodalar, rüzgârda uçan çay bahçesindeki

pötikareli örtüler, ağaçlara isim kazıyan sahte âşıklar…

Page 12: Yakalılar 2.sayı - Fanzin

11

Tam unutuyor gibiydim. Unutmakta değil aslında. Unutursak kalbimiz kurusun demiştim

çünkü, büyük sözdü kanımca. Gerçekten. Ali’yi, Ethem’i, Abdullah’ı unutursam kalbim

kurusundu. Unutamazdım o yüzden ama sanki bir boşluk girdi araya. Biliyorum hadi desek

yine hep birlikte orada olacağız. Gerçekten olabilecek miyiz? Ben güveniyorum bize ama

karanlık soğuk duvarlara güvenemiyorum. Daha yeni yeni olaylara karışan bana göre minik

kendilerine göre Deniz gibi büyük kalpleri olan çocukları, gençleri çoğu zaman akranlarımı

soğuk duvarlara saklasınlar, soğuk duvarlarla korkutsunlar istemiyordum. Bir şey

yapacaklarından değil ya işte, sırf gelecek kaygısı yaratmak için, sırf en önem verdiğimiz

şeyle, geleceğimizle tehdit edebilmek için, suç sayılamayacak durumlardan ötürü, saatlik

dilimlerde o duvarlara bakmak, bakmaları hiç güzel gelmiyor.

O duvarlarda hayali bir terör örgütü(!) suçlamasıyla bulunan gazeteciler, eşler, babalar

var zaten. Sanki daha fazlamız gitmemeli oraya. Biz burada bir şeyler yapmalıyız. Ne

yapmalıyız?

Marjinal gruplardı, örgütlerdi demeleri kılıf uydurma çabası. Sokakta gasp olsa, örgüt

üyesidir kesin bu diye alacaklar içeri. Ağızlarına takılmış. Bir yere koymaya çalışıyorlar

bu kadar insanı. Onlar da akıl erdiremiyor bu kadar insanın nasıl toplandığını. Kim topladı

lan bunları diye soruyorlar korka korka. Cevap bulamıyorlar. Marjinal gruplar diyorlar

ama o marjinal gruplar kim, nerede biz de hala çözemedik.

Mustafa Kemal’in askeri olarak orada bulunanlar da oldu. Ben öyle bir slogan atmayı

doğru bulmadım. Ben oraya tek başıma çıktım. Ülkede doğru düzgün lider olmadığı için

kendi adımla çıktım. Ama bu slogan ile dalga geçmek, ne alakası var demek anlamsız.

Bursa Nutku ’nu bir okusanız bizi en iyi anlayacak, destekleyecek kişinin Mustafa Kemal

olduğunu anlarsınız zaten.

Türkiye’de kadın olmak zor. Ağaçlardan sonra bunu düşünerek katıldım direnişe. Ne

olacak senin yaptığın bu kısıtlamalar, kadın/erkek ayrımcılığın, kadına meta olarak

bakman, ne olacak ulan bu kadın şiddeti, töre cinayetleri, tecavüzler, tacizler, napıyosun

sen sayın boş bakan? diye sormak için katıldım. Ölen tüm kadınlarımızın ve geride

bırakmak zorunda kaldıkları çocuklarının gözyaşını gözlerime sürerek orada durdum ben.

Özelime, mahremime, çocuk sayıma, kürtajıma, alkolüme, yaşayışıma karışılmasını

istemediğim için oradaydım.

Ölen maden işçileri, Hes’e kurban gidenler, Roboski, Reyhanlı katliamında can verenlerin ruhlarını, kalplerini yükleyip omuzlarıma, gözlerime, ellerime, kalbime dimdik yürüdüm, koştum.

Öldürülen kardeşlerimin hesabını sormak için, en azından faili meçhul kalmaması için

oradaydım. Marjinallik bu mu oluyor? Örgütlü olmakla hakkını aramak aynı şey miymiş?

Kendi söylediklerine kendileri de inanmıyorlar. Bu yüzden hiçbir söyledikleri örtüşmüyor bizim sorularımızla. Biz cevapsız kaldığımız için sövüp duruyoruz ama verecek cevapları yok sıkışıp kaldılar, farkındalar ama haberimiz yokmuş gibi çekin bizi diyorlar.

Biz ne yaptık, ne yapıyoruz, ne yapacağız? Melis Akdeniz

Page 13: Yakalılar 2.sayı - Fanzin

12

Kötüye giden ekonomiyi ülkeye nasıl açıklayacağını düşünürken ortaya çıkan direnişle

“faiz lobisi”, “marjinal grupların hükümet karşıtı protestolarına bağlı ekonomik düşüş”

diyerek süsleyerek makarna severlere yedirmeye çalıştılar. Bazıları artık yemiyor. Bir

kısımda ağızlarının boş kalmasına(!) alışık olmadıkları için yiyor.

Biz haklı olduğumuzu bildiğimiz için bu kadar rahattık. Orantısız zeka kullanımı bu

yüzdendir. Söyleyecek çok sözümüz vardı, haklı olduğumuz için verecek tek bir cevapları

yoktu.

Erdoğan’ın konuşmalarında hep aynı söylemler vardı. Emin olun makarna severlerden daha

dikkatli dinledik biz Erdoğan’ı. Onlar dinlemeyi, okumayı pek bilmiyor olacaklar ki

Erdoğan ne derse ertesi gün o konuşmadan bir kaç cümleyi yazıp, çizip duruyorlar. Kendi

fikirleri olsa keşke.. O zaman bizi anlayabilirler. Bundan eminim.

**

Bu direniş son bulmadı. Mücadele bitmedi. Mücadelenin bittiğini düşündüğüm her an Ali

İsmail’in cenaze töreninde bağırarak “Ağlama anne evlatların burada” diyenler aklıma

geliyor. Biz bu direnişi bitiremeyiz. Ali İsmail, Ethem, Abdullah, Medeni ve Mehmet’i ve

diğerlerini hatırladığımız sürece bu direniş devam edecek. Zaten unutursak kalbimiz

kurusun demiştik bir kere. Büyük söz bu kanımca…

Page 14: Yakalılar 2.sayı - Fanzin

13

Sahtelik o kadar yerleşmiş ki hayatımıza en ufak içtenliğe muhtaç olmuşuz.

Gülüşler sahte, sözler yalan. İnsanlar kendi yarattığı objelerin kölesi..

Benlikler yok oluyor, herkesin öncelikleri birbirine benzemeye başlıyor.

Doğrular o kadar can acıtıyor ki doğruyu söylenenler dışlanıyor. Doğrular neden can

acıtıyor?

Çünkü az dile getiriliyorlar. Yalanların can acıtması gerekirken, insanlar doğruları

duyunca deliye dönüyor ve sonuna kadar inkâr ediyor.

Kimilerinin doğruları bile yok oluyor. Sistem ne derse o doğru oluyor onlar için.

Meyvelerin organiği nasıl az bulunuyorsa artık, değerlerinin arkasında duran insanda o

kadar zor bulunuyor.

Sistem öyle bir hormon verdi ki insanlara iyilikler bile etiket için yapılıyor. ‘Ben ona

fayda sağlayayım da ileride o da bana fayda sağlasın'.

Cebinde fazla banknotu olanların maymunu olan insanlar var.

Aşk oyuncak olmuş çıkar ilişkilerinin adı aşk oluvermiş.

'Gerçek aşk' ne kadar görkemli bir cümle değil mi? Neden bu kadar görkemli ki zaten

normal olan gerçek olması değil mi mantıklı bakınca?

Gerçek dostluk... Ne büyük söz.

Neden olması gerekenler bu kadar şaşırtıcı, yalanlar bu kadar benimsenmiş ki.

Bu nasıl bir virüstür topluma yayılmış böyle.

Her neyse..

Pişmanlık Serhat Emin Altay

Page 15: Yakalılar 2.sayı - Fanzin

14

2 hece beş harften oluşan, herkes için farklı anlam taşıyan romandır bence.

Doğduğun andan itibaren seninledir. Senin bir benliğin olmuştur. Sana mühürlenmiş, senin

yolunu çizmek üzere olan bir kalemdir aslında. Bazen gözyaşını silecek olan mendil bazen

de seninle birlikte gülecek olan bir eş olacak hayat. Hiç peşini bırakmayacak. Hiç

kopmayacak senden. Mısralara dökeceksin her şeyinizi. Satır satır, mısra mısra

yazacaksın sana anlam katan varlıkları. Vazgeçemediklerini belki de ardında

bıraktıklarını. Dostlarını, sevdiklerini kaleme alacaksın. Yerimi geldi mi "Ah Be HAYAT!"

diyeceksin. Bazen de kendi yazıp biçtiğin hayatı somutlaştıracaksın. Onunla tekrardan

çerçevende boyutlandırıp, bütünleşeceksin.

Zaman geçtikçe anlayacaksın ki somutlaştırdığın HAYAT’ın O’ndan ibaret olmadığını. Çok

üzüleceksin hatta pişman olup vicdan azabı çekesin ama elinden bir şey gelmeyecek

gelemeyecek. Çünkü zaman çoktan akıp gitti. Geri dönüşü olamaz Fakat telafisi olabilir.

İşte bu yüzden üzülme ve romanını bitirme, daha çok erken...

Hayat aslında seni sen yapan, kaleme mısralarca iç döktüğün, zorluklarla çizdiğin yollarda

yürüyen, romanın son sayfalarını mürekkeple donatan sensin aslında. Sorarlarsa sana

""Hayat Mı Bu" diye; çıkar raftan sayfaları koy mürekkebi kaleme tekrardan yaz onlara

hayat romanını. Bir kez daha okuyup anlamaya çalışsınlar. Yine sorarlarsa "Hayat Bu Mu"

diye koy karşılarına aynayı belki de fark ederler naçizane romanlarını...

Çizen: Mert Acar

Hayat Mı? Ayşe Valantine

Page 16: Yakalılar 2.sayı - Fanzin

15

Hepimiz sisler bulvarımız da kendimize yüklediğimiz vahim duygularla yorgun

bedenlerimizi avutmaya inandırdık kendimizi. Ve boğulduk içerisinde. Kendi

yalnızlığımızda kaybolduğumuz da hep bir uzak sevecenliği başlattık. Uzaklara

gitme isteği. Uzaklar cennettir gözümüzde nedensizce. Orada bir köy var, uzakta.

O köy bizim köyümüzdür den aşinayızdır belki uzaklara ne malum. Nerden geldiği

belli olmadan gideriz ya da birileri giderler sonucunda.

Bırakılıp gitmesi mi birinin ya da bırakıp gitmek midir birini yalnızlık?

Bunca insan yalnızken bunca insan yalnızdır çünkü insan insana ilk öğrendiği korkuyu

öğretir hep yalnız bırakılmayı. İnsanın insandan başka dayanağı yoktur yalnızlıkta dahi

başka insanların varlığı bilindikçe bir anlama kavuşur. . Bu yüzdendir belki yalnızlığın

insanı delirten ihtişamı. Attila İlhan mısralarındaki gibi ‘’kesik birer kol gibi yalnızdık ‘’

yahut ‘’içimizde köpek gibi havlayan yalnızlığımız ‘da idi bu ihtişam. Çoğu zaman

yalnızlığımız yanlış yaşamaktan deriz ama yanlışlığımızın da yalnız yaşamaktan geldiğini

unutarak. Hayatımızın bölme işleminde elde kalan sadece yaşamak manalı bir yalnızlık

belki de hak edilmeyen. Zamanın zehri budur ölümden üstün mevsiminde yaşadığımız

yalnızlıklar ne yazın sıcaklığında ne de kışın soğukluğundaydı. Yalın ve ılıktı. Bu yüzdendi

yalın yalnızlığımızın yalnız ve içimize işleyen ılıklığı

Ben bir kasabalıyım. Bulunduğum kasaba minik ve küçük bir yer. O kadar minik ki! Herkesi

tanımam doğal. Bazen çok sıkılıyorum. Hele hele kışları hep bu kasabadayız. Yeni yerler

ve yeni insanlarla tanışmak istiyorum.

Ta ki bu minik sevimli kasabadan göç edene kadar...

Minicik kasabamın içindeki bir avuç kadar insanımı, hoş muhabbetlerimi, acı erik veren

ağacımı o kadar özlüyorum ki!!

Buraya geleli altı yıl oldu. Ve hiç arkadaşım yok. Bu şehirliler ne garip! Sanki insan değil

robotlar! Gerçi Japonların robotları bile candan samimi...

Ben buradaki insanları anlayamadım. Bazen insanları birbirine yaklaştıran sıcacık bir

tebessüm yaşatan -sihirli kelime- merhaba sözcüğünü söylediğimiz zaman sadece

yüzünüze bakmakla yetiniyorlar.(Tabii bu sadece tüm şehirliler için geçerli değil.)Ama

kasabamda böyle miydi? Her adımım önce merhaba sözü ile kesilir sonrada koyu bir

sohbetle kesilirdi. Bende bundan bıkmıştım. Şimdi şehirdeyiz. Âmâ bu sihirli kelimeyi

söylesem de burada işe yaramıyor. Her şey alıp vermeye bağlanmış. Yani anlayacağınız

robotların arasında bir insanım. Aslında bu söz çok gaddarca oldu. Ama ne yapabilirim

dopdolu sokaklarda yalnız başıma yürümekle kalmıyorum ayrıca diğer insanlara

baktığımda( pardon robotlara ) onlarında yalnız olduğunu anlayabiliyorum. İş

arkadaşlarım ile konuşmuyoruz. Ben merhaba desem de sağırmışçasına selam bile

vermiyorlar.

Yalnızlık Paradoksu Mert Acar

Robotlar arasında bir insan Bilgesu Çelik

Page 17: Yakalılar 2.sayı - Fanzin

16

Çizen: Mert Acar

Page 18: Yakalılar 2.sayı - Fanzin

17

Bugün penceremden Dolunay'a baktım. Ne garipti! Sanki bir ressam oturmuş Dolunay'ı

özenle oturup çizmiş altında da heyecanla oynaşan çocukları çizmiş gibiydi. Âmâ ressam

çocukları hareket ettiremiyordu. Çünkü boya kurumuştu. Ressamın çizdiği tek eksik

çocukların hareket etmemesiydi. Çünkü şuan çocuklar koşup oynuyor. Hayatta böyle değil

midir? Ressamın yaptığı resmin içinde bir nevi köşe kapmaca oynarız. Bu hayat

tablosunda hepimiz bir yerlere gelmeye çalışmaz mıyız? Âmâ pek azımız hedefine ulaşır.

Geri kalanlar bu tabloda köşe kapmaca oynamaya devam ederler...

Aman Rapunzel,

Ne yaptın?

Altın saçlarını boyattın!

Bembeyaz tenini kararttın!

Kap cadının iksirini,

Kestiğin saçlarını uzat!

Upuzun olsun halat!

Kuleden aşağı at.

Aman Rapunzel,

Ne yaptın?

Beni masrafa soktun!

Saçların yine upuzun.

İste cadıdan iksir,

Versin sana iksir.

Ben girerdim masrafa ama,

Saç boyası cadıda bedava!

Hem teninde kara!

İksiri sür vücuduna,

Dön eski haline,

Bir daha kimseye özenme!

Hayat Tablosu Yeliz Can

Özenme Rapunzel özenme! Bilgesu Çelik

Page 19: Yakalılar 2.sayı - Fanzin

18

Okumayı severim fakat çok okumuş bir kişi olduğumu söyleyemem. Şimdiye dek okuduğum

kitaplar öyle sanıyorum seksen kitabı geçmez. Oysa bu güne kadar yüz, iki yüz kitap

okumuş olmalıydım. Bunun sebebi ekonomik durumumun kötü olmasıydı. Küçükken yani

birkaç yıl evvel kitap okumayı sevmiyordum. Ama sonra sonra sevmeye başlamıştım.

Benim kitap okuduğum yıllarda kitaplar çok pahalıydı. Fakat ne bulursam okuyordum.

Arkadaşlarım seçici oldukları için gündemde hangi kitaplar varsa onları okurlardı. Onlara

göre değme kitaplar varmış. Onlar kıytırık kitaplar okumazlarmış. Ama benim seçme gibi

lüksüm olmadığı için ne bulursam okurdum. Ama ekonomik durumumuz iyi olsaydı onların

kitaplarını da okumak isterdim. Hep ödünç kitaplar okurdum. Nihayet kendime ait ilk

kitabım oldu. Az çalışmamıştım o kitabı almak için. Pazarda elma satmış, arabanın

camlarını yıkamıştım. Yüz sayfa kadar ince bir kitaptı. Fakat içinde bir sürü hikâye vardı.

Bir sürü hikâye...

En sevdiğim kitabım olmasına rağmen içindeki hikâyeleri ezberlediğim için okumak

istememeye başladım İkinci kitabım ise iki yüz sayfaydı. İlginç bir kitaptı. Ama güzeldi.

Aslında eğer maddi durumum ve okuma isteğim daha fazla ve iyi olsaydı şuan

çevremdekiler yerine ben onlara bilgi verecektim.

KIYTIRIK KİTAP DİYE BİR ŞEY YOKTUR. KİTAPLARA KIYTIRIK DİYENLER ÖNCE

KENDİLERİNE BAKSINLAR !!!

Okumak Melis Akdeniz

Page 20: Yakalılar 2.sayı - Fanzin

19

Ozansız Şiirler Ozan Altay

Page 21: Yakalılar 2.sayı - Fanzin

20

Bir gün hep birden bilmek kaygısını taşıyacağız

göklerimiz vurulup kuşlar yaya kalınca

biri çıkıp çok eski bir söylenceyi anacak

- şiir bu söylenceye özlemdir

gönlüm yetmeyecek hatırlamaya

yaralarımıza iyi gelen otların adlarını

ve sevgilim sen her güldüğünde

sudan ormanlar çizerken

hiç deniz görmemiş çocuklara

senin hatrın için bile olsa ben

o günü görmeyeceğim

ben zaman diyeceğim

aklımın bir köşesinde duran çağrıya

sonra kan akacak incirden

saplanırken ıhlamur ağaçlarının böğrüne kanser

sesimin oluğuna bir taş gelip oturacak

kaygım yazgımıza merhemdir

sen yine kal güldüğünle ey

elbet bulur bir yolunu

yüzdürürüm bu günü

vardırırım kıyısına

senin akordeon sesli çocukluğunun

ama bağışla

gönlüm yetmeyecek bilirim dilim dönmeyecek:

yunus'u elimin kirinde gördüm demeye

yunus'u elimin kirinde gördüm demeye

yunus'u elimin kirinde gördüm demeye

,

Taştan önce vardı heykeller Mehmet Meşe

Page 22: Yakalılar 2.sayı - Fanzin

21

Page 23: Yakalılar 2.sayı - Fanzin

22

Page 24: Yakalılar 2.sayı - Fanzin

23

Repliklerden Seçmeler Lock, stock and two smoking barrels

İşler Güçler

Page 25: Yakalılar 2.sayı - Fanzin

24

Günümüzün bu bariz çıkmazı, her yerde kendini gösteriyor, her yerde inkâr ediliyor. Bir

sonuca varmaktan özellikle kaçınan uzmanlık terimleriyle konuşan psikolog, sosyolog ve

edebiyatçıların bu meseleye gösterdiği ilginin sonu gelmeyecektir. Birlikte var olma

halinin yakında ortadan kalkacağı, karar verme vaktinin yaklaştığını bilmek

için günümüzün şarkılarını dinlemek yeterli. Bir yanda Mafia K’1 Fry’ın savaş ilanı

niteliğindeki şarkıları, öbür yanda küçük burjuvanın ruhsal durumunu kılı kırk yararak

tahlil eden saçma sapan “altfolk” şarkıları. Bu kitap hayali bir kolektif adına imzalandı.

Kitaba katkıda bulunan kişiler kitabın yazarları değildir. Günümüzün klişelerini biraz

hizaya sokmak, meyhane masalarında ve yatak odalarının kapalı kapıları ardında

homurtular yaratmak onları zaten yeterince memnun etmiştir. Tek yaptıkları, her yerde

bastırılan, bastırıldıkları için de hastaneleri akıl hastaları ve gözlerimizi acıyla dolduran

birkaç önemli hakikati gün ışığına çıkarmaktan ibaret. Zamanımızın kâtipleri olma görevini

üstlendiler. Mantığı sağlam bir şekilde hayata geçirmenin devrime kapı açması, radikal

koşulların kendine has bir özelliğidir. Yapmamız gereken gözlerimizin önünde cereyan

eden olayları dile getirmek, sonuçlar çıkarmaktan korkmamaktır.

Birinci Halka

“Neysem O’yum”

“Neysem o’yum.” Pazarlamacılığın dünyaya en son sunduğu şey bu, reklamcılığın

gelişimindeki son aşama, bütün farklı olma tavsiyelerinin, “kendin ol”ların ve “Pepsi iç”le-

rin çok ötesinde bir söylem. Şu an bulunduğumuz yere gelmemiz, ben=ben’in katıksız

totolojisine ulaşmamız için kafa yoruldu yıllar boyu. Adam jimnastik salonunda

aynanın karşısına geçmiş koşu bandının üzerinde yürüyor. Kadın akıllı arabasının

direksiyonuna geçmiş işten dönüyor. Acaba yolları kesişecek mi? “Neysem oyum.”

Bedenim bana ait. Ben benim, sen de sen ama yanlış giden bir şeyler var. Kitlesel

kişiselleşme. Bütün koşulların bireyselleşmesi: hayatın, işin ve de sefaletin. Yaygın

şizofreni. Azmış depresyon. Ufacık paranoyak parçalar halinde atomlaşma. Temasın

histeriye yol açması. Kendim olmak istedikçe daha büyük bir boşluk hissediyorum.

Kendimi ifade ettikçe içim daha da boşalıyor. Kendi peşimden koştukça daha da yorgun

düşüyorum. Kendimize sıkıcı bir gişe filmi muamelesi yapıyoruz. Tuhaf bir alışverişte

kendi kendimizin temsilcisine, neticede bir uzvumuz kesilmiş hissi veren bir

kişiselleştirmenin kefillerine dönüşmüşüz. Az çok gizli bir beceriksizlikle iflas

noktasına varıncaya dek kendimizi sağlama alıyoruz. Bu arada, idare ediyorum. Bir ben,

benim bloğum, benim dairem arayışı, en son moda çer çöp, ilişki dramları, kim kimi

sikiyor... “Ben’e tutunmak artık hangi protezleri gerektiriyorsa! Eğer “toplum” bu kadar

soyutlamadan ibaret hale gelmesiydi, görünmeye devam etmemi sağlayan bir varoluşsal

koltuk değnekleri, kimliğimin bedeli olarak üstlendiğim bağımlılıklar kümesi anlamına

karşılık gelirdi. Engelliler yarının örnek vatandaşlarıdır. Onları istismar eden derneklerin

engelliler için “asgari ücret” ödenmesini talep etmesi bir öngörüden yoksun değil. Sağda

solda sürekli duyduğumuz “adam ol” buyruğu, bu toplumu gerekli kılan hastalıklı durumun

sürmesini sağlıyor. Güçlü ol emri, tam da kendisini sürdüren bir zayıflık üretiyor. İşte bu

Yaklaşan İsyan Görünmez Komite

Page 26: Yakalılar 2.sayı - Fanzin

25

yüzden her şey, hatta çalışma ve aşk bile, iyileştirici bir nitelik taşıyormuş gibi görünüyor.

Bütün bu karşılıklı söylediğimiz “ne var ne yok?” lafları, birbirinin ateşini ölçen

hastalardan oluşmuş bir toplum olduğumuz izlenimini veriyor. Toplumsallık artık

duvarlardaki binlerce oyuktan ve sığınılabilecek binlerce sığınaktan oluşan bir şey.

Dışarıdaki sert soğuktan daha iyi olduğu kesin. Isınma bahanesinden başka bir şey

olmadığı için her şeyin sahte olduğu bir yer. Hep birlikte sessizce titreşmekle fazlaca

meşgul olduğumuzdan hiçbir şeyin olmayacağı bir yer. Yakın bir zamanda bu toplum,

sadece hayali bir iyileşme uğruna çaba sarf eden tüm sosyal atomlarının gerginliğiyle bir

arada tutulabilecek. Akmayan gözyaşlarının devasa barajı sayesinde türbinleri çalıştıran,

her daim taşma eşiğinde bir elektrik santrali bu toplum.

“NEYSEM O’YUM.” Tahakkümün bundan daha ma-sum tınılı bir sloganı olmamıştı hiç.

Benliğin daimi bir bozulma halinde, kronik bir çökmek-üzerelik halinde tu- tulması,

günümüzdeki düzenin en iyi korunan sırrıdır. Za-yıf, morali bozuk, kabahati kendinde

arayan, sanal benlik, üretimdeki hiç bitmeyen yeniliklerin, hızla modası geçen

teknolojilerin, sürekli altüst olan toplumsal normların ve genelleşmiş esnekliğin temelde

gereksinim duyduğu sonsuz uyum sağlama yeteneğine sahip olan öznedir. O aynı zamanda

doymak bilmez bir tüketicidir ve çelişkiye bakın ki asli larva haline dönebilmek amacıyla

en kıytırık “proje”le-re azim ve istekle kendisini dahil eden, ama sonra asli larva haline

dönen “en üretken ben” de O’dur. O halde NEYİM BEN? Çocukluğundan beri sütün,

kokuların, öykülerin, seslerin, duyguların, tekerlemelerin, cisimlerin, işaretlerin,

fikirlerin, izlenimlerin, bakışların, şarkıların ve yiyeceklerin meydana getirdiği akışla iç

içeyim. BEN neyim? Mekâna, çilelere, atalarıma, arkadaşlarıma, sevdiklerime, olaylara,

dillere, anılara, kesinlikle “ben olmayan” her şeye her yönden bağlıyım. Beni dünyaya

bağlayan her şey, beni ben yapan bağlantılar, beni meydana getiren unsurlar bana bir

kimlik, çıkarılıp gösterilecek bir şey vermezler; belli zaman ve yerlerde “BEN” diyen

varlığı doğuran tekil, ortak, yaşayan bir varoluş verirler bana. Uyumsuzluk duygusu

benliğin sürekliliğine duyduğumuz aptalca inancın ve bizi biz yapan şeylere yeterli özeni

göstermememizin basit bir sonucudur. (Devamını gelecek sayıda okuyabilirsiniz.)

Page 27: Yakalılar 2.sayı - Fanzin

26

Ayın Berisi Kitap Önerileri

Kitaplar, gerçekten de okuyucuların yakınmalarına neden

olacak kadar pahalı mıdır?” İşte George Orwell bu soruya

yanıt arıyor kitabında. Bunu da sigaraya harcadığı para

ile kıyaslayarak yapıyor. Bunun dışında kitap yazarın o

dönem edebiyat dünyası ve sahaflığı üzerine kalame

aldığı makaleleri de içeriyor. 1984 ve Hayvan Çiftliği

gibi kült eserlerle tanıdığımız Orwell’i bu kitabı ile daha

çok seveceksiniz.

Üniversitede öğretim üyesi olan George yıllarını birlikte

geçirdiği hayat arkadaşını beklenmedik bir kazada

kaybeder. Bu andan sonra George için hayat, durmak ile

tökezlemek arasında ilerler. Karanlık, depresif ve

dakikaların geçmek bilmemesi her gününe sirayet eder.

Bu da George’un hayatını bir diğerinden farksız bir

zaman tomarı haline getirir. Eşcinselliğin ve Amerika’da

yaşayan bir İngiliz olmanın getirdiği ötekilikleri aynı

anda yaşar George. 2009 yılında Tom Ford tarafından

beyazperdeye aktarılan filmin başrollerinde Colin Firth

ve Julianne Moore var. İkilinin enfes oyunculukları

yönetmenin kabiliyeti ile birleşince ortaya başarılı bir

uyarlama çıkmış.

Page 28: Yakalılar 2.sayı - Fanzin

27

Ayın Berisi Film Önerileri

Soluksuz izleyeceğiniz bir gerilim filmi. İlginç bir

anlatımı ve gizemli konusuyla M. Night Syamalan’ın

en iyi filmlerinden biridir. Bir köy düşünün. Tüm

dünyadan soyut. İki taraf; diğerleri ve köy halkı

Yıllardan beridir bir anlaşmayla ortak yaşayan bir

topluluk. Şaşırtıcı bir son ve mükemmel bir final.

Guy Ritchie’nin Tarantino olma yolundaki en büyük kara

mizah eseridir. Olay 4 arkadaşın önceden ayarlanmış bir

kumar oyununda bir mafya liderine para

borçlanmasıyla başlıyor. Parayı bir hafta içinde bulma

koşuluyla 4 arkadaş bir soygun planlıyor. İşler bu

saatten sonra sarpa sarıyor ve şanssızlıklar ve büyük

fırsatlar birbirini kovalıyor. İzlemenizi kesinlikle

önerebileceğim bir film. Mutlaka bu filmi izlemelisiniz.

Page 29: Yakalılar 2.sayı - Fanzin

28

ASCOT Serhat Emin Altay BOYLSTONE Ayşe Valantine

CAMBRİDGE Mert Acar HENLEY Payem Hanzade

BROOK 2 Yeliz Can IMPD BERWİCK Mehmet Meşe

RUGBY Talha Sarıkaya NEW CRANFORD Barboros

RAQUETTE Melis Akdeniz

MİDDLESEX Bilgesu Çelik

BEAFORT SQUARE Ozan Altay

MARLBOROUGH Nazan Akoğlu

BROOK 1 Sümeyye Ören

Yakalı Kadrosu

Kadromuzda hala eksiklikler var.

Sende aramıza katılmak istiyorsan,

bir yazını e-posta şeklinde gönder

ve inceleme sonucunda ki başarı

puanın geçerse yakalılar’da bir

köşeye yerleşirsin.