24
Hezeyan Fanzin 3 1 Sertaç Bıçkın - Berkin .……………………………………………………………………… 2 Kemal Özdemir - Öl ...………………………………………………………………………. 3 Eray Sarıçam - Öğreneceksin …………………...……………………………………………4 Eray Sarıçam – Sekizinci Gün Şiiri ………………………………..………………………... 6 Mücteba Sezen Saudade ……..……………………………………………………………. 7 Mustafa Ünver Beni Kimse Okumadı Kendimden Başka………………………………… 8 Tugay Özdemir Kaside-i Ölüm For-medh-i Melek-i Mevt …………….………………… 9 Birol Öztürk Şubat Yakınmaları ……...…………………………………………………...11 Tugay Özdemir Güvercin Odası ………...……………………………………………….. 12 Yusuf Can Tıraş – Divan Edebiyatını Niçin Sev(e)miyoruz? …………………………….. 15 Eray Sarıçam – Cemaat Erlerine Cevap …………………………………………………….17 Tugay Özdemir Tivitır Mivitır ……………………………………………………………19 Özgür Özdemir Tökez Taşı ……………………………………………………………….22 Cemil Meriç - Slogan İlkelin İdeolojisi ……………………………………………………..23

Hezeyan Fanzin 3. sayı

Embed Size (px)

DESCRIPTION

 

Citation preview

Hezeyan Fanzin 3 1

Sertaç Bıçkın - Berkin .……………………………………………………………………… 2

Kemal Özdemir - Öl ...………………………………………………………………………. 3

Eray Sarıçam - Öğreneceksin …………………...……………………………………………4

Eray Sarıçam – Sekizinci Gün Şiiri ………………………………..………………………... 6

Mücteba Sezen – Saudade ……..……………………………………………………………. 7

Mustafa Ünver – Beni Kimse Okumadı Kendimden Başka………………………………… 8

Tugay Özdemir – Kaside-i Ölüm For-medh-i Melek-i Mevt …………….………………… 9

Birol Öztürk – Şubat Yakınmaları ……...…………………………………………………...11

Tugay Özdemir – Güvercin Odası ………...……………………………………………….. 12

Yusuf Can Tıraş – Divan Edebiyatını Niçin Sev(e)miyoruz? …………………………….. 15

Eray Sarıçam – Cemaat Erlerine Cevap …………………………………………………….17

Tugay Özdemir – Tivitır Mivitır ……………………………………………………………19

Özgür Özdemir – Tökez Taşı ……………………………………………………………….22

Cemil Meriç - Slogan İlkelin İdeolojisi ……………………………………………………..23

Sertaç Bıçkın

Hezeyan Fanzin 3 2

Berkin

Ben yaparım…

Martı gölgeleri altında yürüyorum

Etraf alabildiğine sis ve kin dolu

Çok okuduk çok duyduk bu topraklarda destanları

İmanla yazılmıştı onlar Uzun adamlarca değildi

Bir sözü olurdu bizim ADAMLARIN;

Bilirsiniz hani kadınlara ve çocuklara dokunmayın…

Ben yaparım…

Ekmeği ben alırım anne o hengâmede geçip giderim

Gözler im destanlarda kalır belki uzunca

Kahramanı olamam yazılan destanın

Durağan bir kalabalık var dirençsiz kırmızı

Duran bir soluk duran bir adam

Ve berkin…

Kemal Özdemir

Hezeyan Fanzin 3 3

Öl

Öl bugün bir dakika için

Bir an cansız bulun

Öl az sonra hiçbir şey için

Bir şey için yaşamaktan

Daha fazlasını hissedebilmek için

Öl birazdan hissizlik için

Hiçliğin içinde doğ bir an

Öl yarın öğle sıcağında

Soğuyabilmek adına

Öl az sonra, ne çıkar

Kendini ondan çıkarabilmek için

Öl Sardinya açıklarında az sonra

Açıklanamamak uğruna

Öl talihsiz var oluşuna

Yok oluşun adına

Varlığın tatsızlığına

Nefessiz kal bir an evvel

Öl bir an anadan üryan

Çıplaklığa çırılçıplaklığı karıştırmadan

Bir yudum maya gazete kâğıdına sarılmadan

Öl sırtlan payı gibi kurtlar sofrasında

Öl ümitsizliğine çaresizce

Rezilliğine acizliği de ekle

Çıkar kolundaki kırık kum saatini

Dök kumunu bir denize ve öl

Külün savrulsun orta yere

Çırılçıplaklık işte böyle olur

Dercesine

Öl her yerde bir an evvel

Ayyuka çıksın ömrün

Feryat et tenine dokunulmuşcasına

Sönmüş bir meşale gibi

Kısılmış akissiz bir ses gibi öl

Öl be adam!

Öl işte!

Ölüleri anlayabilmek için öl

Yahut yaşa inadına

Yaşamayan ruhuna

Yol gösterebilmek adına

Eray Sarıçam

Hezeyan Fanzin 3 4

Öğreneceksin Sus ve emir verene kadar komutan Sus ve bekle emirleri uzuuuuuun uzuun Bekleyeni olmayan insanlar gibi beklemeyi öğreneceksin Ölü insanlar gibi beklemeyi Yitik bir toz tanesi gibi sessizce beklemeyi öğreneceksin Öğreneceksin Çekilecek kadınlar Çocuklar çekilecek Adamlar ve caddeler ve sokaklar Koskoca bir ülke çekilecek RAP RAP RAP sesleri ÇIRILÇIPLAK haritalar Öğreneceksin Vatandaş olmayı azar yiyince öğreneceksin devlet dairesinde Evraklar, dosyalar, formaliteler………… Yine de yeri yoktur bu ülkede kimsenin. Beyninde kurşun yiyince oğlun Öğreneceksin -Adalet! Adalet! diye Öğreneceksin işgal edilmesini bir ülkenin Parayla, malla ve kelime-i şehadet Öğreneceksin büyük suları -korktuğum büyük suları- Denizleri mesela gölleri Barajları, akarsuları Gözyaşlarını öğreneceksin bir babanın Ki en büyük sulardan bile daha büyüktür Gözyaşları bir babanın Öğreneceksin nedir merhamet Savaş nedir Tanıdığın binlerce surat Tanımadığın binlercesi En koyu yerinde kesilen sohbet Bir derdi varmış gibi susan ama hep susan adamlar

Eray Sarıçam

Hezeyan Fanzin 3 5

Öğreneceksin neden kemiriyorum dudaklarımı Tırnaklarım kan içinde? Neden demir kokuyor ağzım Nedir bir gece yarısı karabasanlarla basan Yataklarımızdan eden bizi Sıcak sularımızdan ve soğuk sularımızdan Kaşıklarımızdan, çatallarımızdan ve tabaklarımızdan Ve savruk gülüşlerinden eden çocuklarımızın Çocuklarımız ki adı Berkin Çocuklarımız ki adı Burak Çocuklarımız ki adı Ahmet Öğreneceksin Öğren! Nedir can nedir anne nedir feryat!

Eray Sarıçam

Hezeyan Fanzin 3 6

Sekizinci Gün Şiiri

-Evet, sekiz gün olmalıydı bir hafta- Yakın zamanda arabesk dinlemeyi kesmeliyim İndila var mesela geç tanıştım çabuk alıştım onu dinleyebilirim Kulağıma hoş geliyor magazin haberleri izlemem gerek Adriana Lima aldatılmış Cem Yılmaz boşanalı yıl oluyormuş Loncada kavga varmış birbirine girmiş abiler Kim ne demiş okumadım daha okumalıyım Azıcık kendimi dinlemeliyim kulağım kaç zamandır Orta Doğu’da Senden uzağım kaç zamandır ilgilenmeliyim öyle değil mi? Annem mutlu olur mutlu olursan sen İş bulursam sütünü helal eder babaannem Dedem memur olursam sevinir Alnımın terini silmek ister babam Dayı olacağım yakında Akif olacak adı Kulağına Safahat mı okusam ne? Bıktım yalan yok merkezi sistem imamlardan Senden bahsetmeliyim dedim üst dizelerde bir yerde Araya babamgiller girdi yarım kaldı adın, Cem Karaca girdi araya Karacaoğlan girdi “Üryan geldim gene üryan giderim” Araya haramiler girdi Gör bak, bu uğruna savaşmak istediğimiz vatan Topraklarımız işte zerresine milyonca dize döktüğümüz Hayır, siyaset konuşmak yasak bugün sana gözlerinden bahsetmeliyim Belki saygın bir yerim olur camiada Twitter’da takipçilerim artar, kızlar kitaplarımı imzalatırlar, bir düşün o uzun imza kuyruklarını Romantik ve yakışıklı derler belki benim için mutlu olmak şairlerinde hakkı Bir gülüşün ki cancağızım sonsuz dizeler uçurur Karacaoğlan’dan Her şeyden vazgeçebiliriz seninle Bir Müslümanlığımız kalır bir de helal geceler Dostlarımız kalır bir de unutmamak lazım Beni ürkütmüyor azlık dilerim seni de ürkütmesin Ürküyorsan işte ceketim ve karelidir tüm gömleklerim Sana da yer yok Büyük Türk Şiiri’nde korkarım benim gibi Hâlâ kusursuz bir şiir yazamıyorum yaşım yirmi bir Senden bahsedemiyorum hâlâ ortalığı dağıtmadan Beğenirsen bu şiir senin olsun beğenmezsen ne âlâ Özür şiirimi de sana yazmıştım biliyorsun ve daha nicelerini ve daha nicelerini Geçen salı doğum gününmüş Mark Zuckerberg söyledi

Mücteba Sezen

Hezeyan Fanzin 3 7

Saudade

Getirin bana ismet abi'yi getirin,

Kendi sesiyle şöyle bi'

"Yine geldi kış baba" desin

Ki yığılırken üstüme kelime kelime kar,

Bahanemin asilliğiyle övünebileyim;

Dudaklarımı aşan bıyıklarımı hiçe sayarak

Önümü iliklemeden suçu ona atabileyim;

Ata bineyim ve gideyim.

Terkimde terkimi taşırken

Saçlarım a d e t a, sakallarım tırıs gidebilsin...

Loşluğa alışsın gözlerim.

Mustafa Ünver

Hezeyan Fanzin 3 8

Beni Kimse Okumadı Kendimden Başka

hasta ve ateşliyken daha çocukken

babam üflerdi komşumuz Ayşe teyze bir de

esnek göz yaşlarına karışırdı duaların anlamı

biraz huşu ve mistik dalışları gel-git.

sen ben bizim oğlan ya ağırdı bizim oğlana…

sana basit sloganı eksik devrimdi çoğu kez

titresin istiyordun ayaklar bastıkça kaldırıma

kendini arıyordu ben ve Selim’le Olric.

bina okurdu döne döne edebiyat dersleri

öğretmen ilk sessiz gemiyle kaçardı

gazel okurduk şiire yüksek aruzdan…

sofrada seksenlerden acıklı çığlıklar

dokunaklı değilse yaramazdı rakı kokmadan

kim nereye yazsa yaralı aslan.

beni kimse okumadı kendimden başka

baldırı çıplak birkaç sözdü anlaşılan

“hey gidi günler” le başladı

şairin küçümsenme hali

her ne okusak gerideydi ayağımız

yüzler eski

günler yaşlıydı

yazı öksüz...

Tugay Özdemir

Hezeyan Fanzin 3 9

Kasîde-i ölüm for-medh-i melek-i mevt*

Geldi binip bir kuşun kalbine ölüm

Rab verdi izin Azraille geldi ölüm

Allahçün kılar namazın hiç kaçırmaz

Kabul olur mu şeyhim aklında varsa ölüm

Bakar aşağıya der atlarsam acır canım

Bana gelecekse uykuda gelsin ölüm

Okudu bir kitapta gördü adını

Tüm renklerini giydi geldi ölüm

Merak eder alıp başların giderler

Bilmezler olmaz bir ikincisi ölüm

Saydı kalp atışını durdurdu nefesin

Kapadı gözünü bilmedi böyle gelmez ölüm

Koydu bir mezar içine bedenin yaptı yerini

Bundan yirmi yıl sonra geldi ölüm

Yattı kalktı etti dua al canımı Rabbenâ

Bir gece yan odasına kadar girdi ölüm

Her nefis mutlak tadacaktır onu

Kimine acı kimine tatlı gelir ölüm

Bir gün akbabalar fısıldadı kulağına

Derler geçim kaynağımız bizim ölüm

Bir gece cenin çığlık attı anne ağzından

“Doğmadan yetim bırakır insanı ölüm”

Nagehan boynunda hisseder soğuk nefesin

Bakmaz yaşına kişinin gelir ölüm

Çıkıp bir gemi derler onun adına

Alıp götürdüğünü getirmez ölüm

Ecelini beklemez insan alır canın

Çağırır Azrail’i ister getirsin ölüm

Koydular mezara yapıldı taşı yazıldı adı

Hiç bu kadar şatafat gördü mü ölüm

Tüm çevresi anı bırakır çeker gider

Âdemi bir karanlık yalnızlığa götürür ölüm

*Bu şiir doğuyla batı arasında kalan bir gencin ahvalini ve hezeyanını anlatır.

Tugay Özdemir

Hezeyan Fanzin 3 10

Ölürsen dizilir insanlar yer lokman

Nice gariplerin karnını doyurur ölüm

Everybody wants to go to heaven,

But nobody wants to die**

Eya yanmasın gözün soğandan

Gaz-ı biberden gelir ölüm

Yaparlar dedikodun alırlar günahın

Neredeyse yakmaz olur seni ateş-i ölüm

Ölürsem kurtulurum deme yaşar kargalar

Nice sal ü mah gelmez onlara ölüm

Gün geldi konuldun musalla taşına

Senin de adını yazdırdı mezar taşına ölüm

Ebedî ve sonsuz odur Bekâ

Taht-ı padişahta olsan gelir ölüm

Ey Allah’ım rahmet et şu günahkâr kuluna

Günahıyla kabul et onu geldiğinde ölüm

Bıyıkî dünya malında olmasın gözün

Gün gelir toprakla doyurur seni ölüm

** Joe Louis

Birol Öztürk

Hezeyan Fanzin 3 11

Şubat yakınmaları

-talan edilmişlerin şiiri-

‘Ahhh! gülmediği zaman dalına küskünlüğü gibi bir meyvanın

somurtması uzaklardan belli olan

gözlerinedir vurgunluğum güzel kız.’ dedi oğlan

Kız güldü yine umarsızca, haksız da sayılmazdı

‘‘Aşkı, pankart mankart açarak itiraf etme yüzyılı’’ ne de olsa

Okul önlerinde, kalabalık meydanlarda

Dillerinde ‘Aşk sürprizleri sever, şiir de neymiş’ parolası,

Ellerinde cici oyuncaklarıyla bir dünya bayanın

Teselliler işitme mevsimi bu yangın

‘Sevme Engelliler Medeniyeti’nde yazılmış

Bir karabasan şiiri,

Hele, ‘o seni kaybetti oğlum, boş ver! ’ cümleleri yok mu

Şubatın getirdiği paslı bir mengene sanki

Anlamını yitirmiş ‘ Eylülde Gel ’ şarkısı

ve satırlarında kaybettiği şiirinin o gülen kızı

Bir dikenli tel gibi dokunurdu kalbine

Fırtına gibi ansızın kopan feryat idi yanakları

Toprak gibi, ekmek gibi, dualar gibi aziz bellenmiş

Yapma çiçekler, yapma destanlar...

Kurak yaz geceleri bir bardak suyun dostluğu kadar

Elin çaresizce uzalı kaldığı

Onaydı tek çıkar yolu bizim sersem oğlanın

Gözlerineydi sadece, annelere özgü ağlamak

Şimdi gülmek isteyecektir gözlerin amenna!

Sözlerin, teselli harmanı ansızın

Güçlü ve umursamaz görünme uğraşı içinde

‘ben sersem bir adamım’ diyeceksin, her sabah şiirlerini okuduğun aynana

Bir kış gecesi karlı, karanlık, sancılı ve uzak

Ateşlenip, horlanıp da uykunda

Bütün şiirlerini yakmak isteyeceksin, boğazın ışıldaklı götürgecine karşı

Boğazlar da eski boğazlar değil ‘‘Yahya Kemal’i Uyandırma Yüzyılı’’nda

Islak ve soğuk yorganlara sarılı gençliğin, Ahmet Arif bilir

Sen bitik, sigaran bitik, ahhh Irk Bitig!

Tam yakılmalık bir adamsın bu hikâyenin peşi sıra

Şöyle dolunay garipliğinde bir Ahmet Haşim gecesi

Rüzgârların ıslığına karışan ‘Antalya’nın mor üzümü’ türküsü çalarken

Pişmanlıklar komedisi içinde

Kopardığı fırtınanın elinde bir oyuncak o umarsızın

Bir ‘SEN’ kalacak isimsiz

Bir‘SEN’kalacakbozulganve-HİÇ

Tugay Özdemir

Hezeyan Fanzin 3 12

Güvercin Odası

Yavaş yavaş kendime gelmeye başlıyordum. Duyduğum seslerle iyiden iyiye kendime

gelmiştim.

—Deniz kumu mu? Deniz kumu… Başımıza daha sonra dert açılmasın?

—Bir şey olmaz. Yaklaşık yirmi yıldır deprem falan olduğu yok. Hem olsa ne olur? Depreme

karşı sağlamlık raporu alınca sorun çözülür.

—Yapmayalım, etmeyelim bunun vebali büyük olur.

—Vebal mi? Biz evi yapıyoruz. Kimin oturacağını ise kader belirliyor. Biz bir şey bilemeyiz.

O adamın kaderi burada ölmek olur.

Bu duyduklarımdan sonra, boş bir şekilde günleri nasıl geçirdiğimi bilmiyorum. Bu

günlerin birinde eve iki çift bakmıştı. Ne kadar süre geçtiğini bilmiyorum. Eve baktıkları

sırada beni yatak odası yapmaya karar vermişlerdi.

—Nasıl olsun, dedi genç eşine.

—Yatak odamız için çok güzel hayallerim var.

—O halde sana bırakıyorum.

Bundan sonra ise onlar gelene kadar evin içinde ummalı bir çalışma olmuştu. Ben de

karar verildiği gibi yatak odası şeklinde hazırlanmıştım. Yatak pencerenin tam karşısına

kurulmuştu. Diğer pencerenin karşısında ise büyük, kahverengi gardırop yer alıyordu. Yine

aynı renkteki komodin yatağın yanında yer alıyordu. Onun üstünde ise sarı renkli bir abajur

yer alıyordu. Yatağın başlığı ise kahverengiydi. Duvarların renkleri fildişi rengiyle

boyanmıştı. Tüller beyaz, onları kapatan perdeler ise koyu sarı renkteydi. Bunların yanında

yatağın üst tarafına uçan kuşlar çizilmişti.

Yatak odasının ve evin hazırlanmasının üstünden bir süre sonra iki çift eve geldiler.

Valizlerini kapının önüne bırakıp kendilerini yatağa attılar. Erkek kadının saçlarını okşadı.

Kadın gülümsedi. “Güvercin odası”, dedi. Erkek anlamayarak bakıyordu. Kadının gözlerine

baktı. Onun gözlerinin yöneldiği yöne doğru gözlerini çevirdi. Duvara çizilmiş kuş resimlerini

gördü.

—Çok güzel olmuş, dedi. Karısına sarıldı. “Bu ince düşünmelerine hep hayrandım.”

Yatak odası olmanın kötü bir yanı vardı: Evin dolu zamanında da, boş zamanında da

yalnız olmak... Burada yalnız yatmadan yatmaya vakit geçiriyorlardı. Bazen gece erken

saatlerde gelirler. Erkek kadına şiirler okur, aşk dolu geceler geçirirlerdi. Bir gün erkek

erkenden kalkıp odadan çıkmıştı. Bir süre sonra elinde bir tepsiyle geldi. Karısına hayranlıkla

bakıyordu. Tereddüt etti. Sonra eşine seslendi.

—Sevgilim, haydi kalk, bak sana ne sürpriz yaptım. Karısı yatakta döndü. Gözleri yarı açık

kocasına baktı. Gözlerini ovuşturdu.

—Şu an çığlık atmamak için kendimi zor tutuyorum, dedi. Erkek:

—Atmana gerek yok, dedi. Karısının saçlarını geri attı, öptü. Hem Cemal Süreya ne demiş

“Kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı.”

Bir gece ise erkek karısına şiir okurken bir an durdu. Kadın ne oldu gibi sorar gözlerle

kocasına baktı. Adam iç geçirdi. Kadın hâlâ aynı mavilikte bakıyordu. Adam:

—Kendi görüşünden olmayanları neden aşağılar insanlar? Kendilerini hangi açıdan üstün

görürler? Sonra geçip bir de neden ahlak dersi verirler? İnsanları anlayamıyorum. Düşünce,

fikir, fizik açısından kendilerinin beğenmediklerini sürekli aşağılayan, aşağılık şeyler. Yaratık

diyemiyorum onlara. Ama büyük ihtimal onlarda beni anlamıyor. Dönemimizin büyük

Tugay Özdemir

Hezeyan Fanzin 3 13

rahatsızlığı olan anlaşamama rahatsızlığını yaşıyoruz. Bunu çözecek bir ilaç var mı? Belki var

ama biz ona bakmıyoruz. Belki yıllar yıllar önce o ilacı kaybettik. Yoksa bu önceden de mi

böyleydi? Anlamama, anlaşılmamak sence geçmiş yüzyıllarda da yaşanmış olabilir mi? Tüm

ahlakî öğretiler bunu vurgulamıyor mu? Herkesten ziyâde her şeyi anlayın diyen bir

Peygamber yok mu? “Ölmeden önce ölünüzden” bunu çıkaramaz mıyız? Bu önyargılar

neden? Bu sorulara ne zamandır cevap bulunamıyor.

Kadın şaşkın gözlerle kocasına bakıyordu. Büyük ihtimal aralarında ilk kez böyle bir

konuşma geçmişti. Kadın başını kocasının göğsüne koydu. Sonra ikisi de sessizce uykuya

daldılar.

Cicim ayları dedikleri aylar böylece geçip gidiyordu. Bir zaman sonra ne oldu

bilinmez erkek eve geç gelmeye başlamıştı. Kadınla başka bir odada tartışıyorlardı. Bu mutlu

evliliğin bu hale gelmesine ben dâhi üzülüyordum.

Bir gün yine erkek yoktu. Kadın yatağa uzanmış fakat uyumuyordu. Abajuru yakmış,

gözleri dalmış bir şekilde tavana bakıyordu. Etraf garip bir sarılığa bürünmüştü. İçeriden bir

ses geldi. Kadın lambayı kapatıp yatağa gömüldü. Erkek odaya girdi. Sallanarak yatağa

oturdu. Bir süre öylece durdu. Sallanışının nedeni sarhoşluk mu, yoksa başka bir şey mi belli

değildi. Bitkin bir hali var gibiydi. Oda, yani ben, kapkaranlık olmama rağmen bunu gayet iyi

görebiliyordum. Kadın erkek geldi geleli hiç kımıldamamıştı. Bir süre sonra dayanamadı.

Doğruldu elini kocasının omzuna koydu. Yüzündeki merhamet her açıdan belli oluyordu.

—Bir şey mi oldu? diye sordu. Erkek karısına döndü. Gözlerinin içine bir çukurdan mavi bir

göğe bakar gibi baktı. Karısı ürpermişti. Elini omzunda duran karısının elinin üstüne koydu.

Öptü. Sonra sarıldı. Bu manzarayı görmeyeli hayli zaman olmuştu. “Hiç”, dedi. “Hiçbir şey

olmadı.” Kadının gözünden bir damla yaş düştü. Adam yüzük parmağının tersi ile onu sildi.

“Ağlama” dedi. “Bundan sonra hiç ağlama”

Odanın içinde olan olaylar bununla sınırlı kalsın istiyordum. Kötü şeyler olmasın

istiyordum. Fakat bu istediklerim olmadı. Kadın bir gün evden çıkmış gezmeye gitmişti.

Evden çıkmadan önce geniş aynanın önünde uzun süre hazırlanmış, süslenmişti. Kaç zaman

sonra ilk defa bu kadar mutlu görünüyordu.

Kadın çıktıktan bir süre sonra adam eve gelmişti. Bu kez o aynanın önüne geçmiş

oturmuştu. Ama o süslenmiyordu. Hızlıca elindeki kâğıda bir şeyler karalıyordu. Biraz sonra

kalktı. Bir sandalye koydu. Avizenin yanında duran küçük demirden bir ip geçirdi. İpin ucunu

boynunu geçirecek şekilde bağladı. Boynunu geçirdi. Bekledi, belki hâlâ içinde yaşamaya dair

bir şey arıyordu. İpi boğazına kadar çekti. Sandalyeyi salladı ve yere devirdi. Odada, içimde,

bir kuşun kanat çırpışı gibi adamın ayaklarının birbirine vuruşunun sesi vardı.

Adam uzun bir süre hareketsiz bir biçimde sallandı. Sonra fizik kuralları bu sallantıya

bir son verdi. Şimdi adam sadece yukardan aşağıya kaskatı bir biçimde sarkıyordu.

Kadın elindeki poşete bakarak içeri girdi. Aynalı komodinin önündeki koltuğa oturdu.

Bir şeyler aradı, buldu. Sonra gözü aynadaki yansımaya ilişti. Dönemedi. Gözleri o anda bir

okyanusu barındırıyordu. Bir çığlık attı. Olduğu yerde titremeye başladı. Ani bir hareketle

kalkıp adamın bedenine sarıldı. İçinde mermer bir kolona sarılıyormuş hissi uyanmış gibi geri

çekildi. Tam manasıyla hüngür hüngür ağlıyordu. İçeri gitti. Sonra tekrar geldi. Gözlerinden

Tugay Özdemir

Hezeyan Fanzin 3 14

hâlâ yaşlar akıyordu. Gözü masanın üzerindeki kâğıda ilişti. Eline aldı. Okumakla okumamak

arasında kararsızdı. Kocasına tekrar baktı. Gözünü önce saate sonra tekrar elindeki kâğıda

çevirdi. Katlanmış kâğıdı açtı. Bir yandan ağlarken bir yandan okumaya başladı.

“Sevgilim, merhaba.

Evet merhaba. İlk tanıştığımızda sana merhaba demiştim. Sonra merhabanın

anlamından, benden sana zarar gelmez demek olduğundan bahsetmiştim. Anlamına uygun

davranamadığım için özür dilerim. Her zaman olduğu gibi yine sana zarar veriyorum. Sana

geçen gece sarılıp ağlama demiştim. Büyük ihtimal bu mektubu okurken yine ağlıyorsun.

Yine benim yüzümden ağlıyorsun. Bir kuş kadar göçmek istediğimi kimse bilemezdi. Şimdi

ise bu mektup bir kuş olduğumun kanıtı… Bir insan ölmeden önce neden mektup yazmak

ister? Neden yazar? Kendinden bir hatıra mı bırakmak ister? Dünyanın en acı hatırası. Ben

öldüm bu da imzası demek midir? Ya da “işte öldüm yaşarken ben, biraz olsun anlamadınız,

peki ya şimdi”, demek midir? Yüce Yaratıcı’ya affedilmesi imkânsız bir günahla gitmek

istemezdim. Seni böyle bir başına bırakmak da istemezdim. Yaklaşık beş yıllık evlilik

hayatımızda gün gün kavgalarımız da oldu. Oysa ben seni içten içe nasıl seviyorum. Aklımın

başında olmadığı anlardı sevgilim, affet. Peki, şimdi aklım başımda mı? Hayatımın çoğu

evresinde hem içimde hem dışımda birçok sıkıntı yaşadım. Doğduğum zaman da sıkıntılarım

olmuş. Onları da atlatmışım. Sanırım bu dünyaya sıkıntı yaşamak için gelmişim. Artık

dayanamadığımı sen de anlamışsındır. Bu eve ilk taşındığımızda şu arkamda duran kuşları

göstermiştin. Balayını otelde geçirdiğimiz için daha önce görme imkânım olmamıştı.

Oteldeyken bir telefonla kuşların da eklenmesini istemişsin. Sevgilim şimdi ben de o

kuşlardan biriyim. Çoğu zaman oturup düşünürdüm. Kuşlar neden sürekli uçar?

Sevgilim eğer ağlıyorsan ağlama. Senin gözyaşların en çok beni acıttı. En çok ıstırabı

ben yaşadım. Geçen gece geldiğimde yorganın içine büzülmüş uyuyordun. Bir çocuk gibi…

Ben de çocukken korktuğumda yorganın içine çekilir uyurdum. Sen neden korktun. Benden

mi? Nasıl kâbuslar yaşattım sana? Artık kurtuluyorsun. Tüm o kâbusları da yanımda alıp

götürüyorum. Bu son kâbusun... Uyandığında daha aydınlık bir dünya seni bekliyor olacak.

Kurtuluyorum ya da kurtarıyorum sanırım. Seni seviyorum. Seni ilk gördüğüm andan şu ana

kadar sevdim. Sevgilim.”

devamı gelecek…

Yusuf Can Tıraş

Hezeyan Fanzin 3 15

Divân Edebiyatını Niçin Sev(e)miyoruz?

Sorumuzun cevabını başta vereyim. Beni niçin seviyorsanız ya da sevmiyorsanız o sebepten.

Bir insan bilmediğinin düşmanıdır. Bilse bile beynindeki zincirler, bilgi alımına izin vermiyorsa insan

ne kadar uğraşırsa uğraşsın bir şeyi sevemez ya da öğrenemez. Bu sorunun izahı budur.

Gelelim sorumuzun açıklamasına. Öncelikle, divân edebiyatıyla lise yıllarımızda karşılaşırız.

Karşımıza Fuzûlî, Bâkî, Nedîm, Şeyh Galib gelir. Daha nicesi de vardır. Tabii ki, şiire geçilmeden

önce “Divân Edebiyatının Özellikleri” denilir ve o özellikler alt alta sıralanır. Neler yoktur ki o listede.

Sayalım isterseniz:

Divân şiiri, Farsça ve Arapça kelimelerle yüklüdür.

Geliştikçe dil ağırlaşmaya başlar.

Şairler saraya yakındır, padişahı ve yönetimdekileri överler.

Saraydan maaş alırlar.

Aruz kalıbı kullanılmıştır.

Aşk, tasavvuf ve şarap gibi konuları ele alır.

Der ve sıralama uzar gider. Kısacası; size bir konuyu sevdirmemek adına ne varsa kullanılır.

Ardından metne geçen öğrenci, ön yargılarıyla konuya metne uzak durmaya çalışır. Doğaldır ki şu

endişe herkesce paylaşılır: “Yahu bunları öğrenip de ne yapacağım? Kim bana bunu gerçek hayatta

soracak?” . Haklıdır öğrenci, çaresiz kalırsınız.

Bir sene sonra “Milli Edebiyat”a geçilir. Yine “Milli Edebiyat’ın Özellikleri” diye kırmızı kalemle

başlık yazılır. Ardından sıralanır:

Şiirde ölçü, milli ölçümüz olan hece ölçüsüdür.

Dil sadeleşmiştir. Öztürkçe’ye dönülmüştür.

Güncel ve siyasi konular eserlerde yer bulur.

Şeklinde liste uzanır gider. Siz âniden “Milli Edebiyat” konusunu sevmeye başlarsınız. “Ben

Milliyetçiyim demek ki Nihal Atsız bana göre” der, şiiri ezberlemeye başlarsınız. “Ben eşitlikten

yanayım dersiniz Nazım Hikmet’in şiirlerini ezberlemeye, içselleştirmeye başlarsınız. Demek ki, en

başta verilen “hazırlık bilgileri” nedeniyle biz “Divân Edebiyatı”nı sevemiyoruz. Zaten,

öğretmenlerimizin bir kısmı da divân edebiyatı ile ilgili pek fazla bilgi vermez. Öğrenci de yol

gösterene uyar, o yolda devam eder.

Bir önemli nokta ise insanların “bilme”ye olan “ihtiyacı”dır. Siz zaten bilmek için çaba

harcamıyorsanız, anlatan ne kadar çabalasa da boşuna. Örneğin; bir “sözel” bölümü öğrencisi için

“matematik, fizik, kimya” ne ise, Türk Dili ve Edebiyatı için de “Eski Türk Edebiyatı” odur. İskender

Pala’nın deyişiyle “Fâilâtün Fâilatün Edebiyatı” olarak görülür (Pala 2004). “Not kaygusu” önplanda

olduğundan o beyitler sınav öncesi ezberlenir, ardından unutulur. Tekrar dönülür, siyasi ya da felsefi

olarak kendimizin “özdeşim” kurduğu şaire. Peki, İngiltere’de yaşasanız aynısı olur muydu? Gelin hep

beraber, “Divan Edebiyatı Özellikleri” başlığı altında yazdığımız listeye bir göz atalım bu sorunun

cevabını bulmak için.

Öncelikle, Türkler, İslamiyet’e geçmesiyle bir kimlik bunalımının üstesinden gelebilmek için

“din” adına ne varsa öğrenmeye başladı. Ardından, dönemin aydınları, bunu halka da açıklayalım

düşüncesiyle eserler yazdılar. Eserde doğal olarak ne görürsünüz? Tabii ki, dinî kelimeler,

açıklamalar. 21. Yüzyıl Türkiye’sinde övünmez miyiz “Türkiye %99.9’u Müslüman bir devlettir”

diye. Peki, divân şiirinde dinin kullanılmasını neden yadırgarız? Bu arada, divan şairleri hakkında bir

not vereyim: Bugünün laik aydınları bile “Bağdatlı Ruhî” kadar cesaretli değildir. Açın okuyun terkib-

bendini, anlarsınız. Yunus Emre deriz, Mevlana’nın her sözünü sosyal medyada paylaşırız. Ama

şundan emin olun ne Yunus Emre ne de Mevlana kadar din adamlarını eleştiren bir yapı, bugün

“muhafazakar aydın” çevresinde bile yoktur.

Gelelim aruz meselesine. Hece ölçüsü dururken ne diye “aruz” diye bir illet çıkardılar deriz.

Arkadaşlar “aruz”, müzikte “nota” ne ise, şiirde de odur. Biz övünmez miyiz “Türkler tarih boyunca

soykırım yapmamış, emperyalist olmamış, herkese hoş görülü davranmıştır” diye. Aruza neden

karşıyız? Birkaç denemeden sonra nasıl kolay olduğunu öğrenmeye başlarsınız. Dedim ya iş

Yusuf Can Tıraş

Hezeyan Fanzin 3 16

“beyninizde” bitiyor. Aslında şiirde o dönem “demokratik bir hava” esmektedir. Aruz geldi diye hece

ölçüsü terk edilmedi. Halk şairlerimiz onu devam ettirdi. Bu arada, Halk edebiyatı tanımı da

değişmeli. Yoksa, divan şairleri halktan değil mi? Fuzûlî, sarayı bırakın, İstanbul’u görmemiş bir şair.

Fuzûlî halktan biri değil mi?

En önemli meseledeyiz şu an. “Divan şairleri saraya yakındı, saraydan maaş alıyorlardı,

iktidarı överlerdi.” Kendimizi kandırmayalım arkadaşlar. Şu an bile devam eden bir şey için taaa

13.yüzyılda yaşamış Ahmedî’yi, 16.yüzyılda yaşamış Bâkî’yi, 18.yüzyıldan Nedîm’i taşlamayalım.

İstanbul’da yaşıyorsanız o dönemlerde, kelle koltukta yaşıyorsunuz demektir. İstanbul dışındaysanız

zaten divan da yazsanız halk şiiri de yazsanız azıcık da olsa serbestliğiniz var. Herkes zanneder ki,

divan şairleri odası diye Topkapı Sarayı’nda bir oda var. Padişah gelir, “yaz ulen bir şiir de keyfim

yerine gelsin” der ve dönemin en ünlü şairi bir şiir yazar. Padişah da giderken altın verir, odadan çıkar.

Atın bu saçma fikri beyninizden. Çoğu şair, fakir olduklarından öldü. İstanbul’da yaşayan 15. Yüzyıl

şairi Aşkî, savaştan döndükten sonra, şehit listesinde adının olduğunu duymuş, herkesi zar zor ikna

etmiştir yaşadığına. Bir kulübede yaşamaya başlamış ve bir vefasız sevdiceği yüzünden kör olmuştur.

Bir gün bir grup kendini bilmez “İşte sana sevdiğini getirdik” der ve onu kandırır. Bunu gururuna

yediremeyen Aşkî, bir kaç gün sonra sessiz bir şekilde dünyadan ayrılır. Maalesef, bu gibi olayları

bilmeden şairleri toptan unutulmuşluğa terk ediyoruz. Tezkirelere bakın, daha nicesiyle karşılaşırsınız.

Gerçekten, onların çoğu zor şartlar altında hayatını devam ettirmiştir. Kınamayın şarap içiyor diye.

Yazdıkları kasideyi padişah beğenirse ya bir kese altın verir ya da bir giysi olan hilat. Kendinizden

düşünün biraz. Üniversiteyi bitirdiniz ve devlette iş bulayım diye düşünmeye başladınız. Bu da aynısı.

Çok soyut konular vardır derseniz yine yanılırsınız. Dedim ya hep bu ön yargılar bizi yanlışa

sürüklüyor. Bu konu için sizlere bir sır vereyim: “Osmanlı Tarihinin derin yapısı divan şiiri ve

nesiridir”. Onu anladığınız gün, Osmanlı Tarihi’ni çözmüşsünüz demektir. Ayrıca, Osmanlı

zamanında “ bahname” denilen cinsel bilgiler kitapları, bugüne göre daha serbest yazılmıştır. Aynı

eser, bugün yazılsa toplumumuz yazarını kınar, eserini yasaklarlar.

İngiliz Edebiyatı’nda Shekespeare neyse Fuzûlî de odur. Bir İngilize Shekespeare’yi unutun,

sizlere dünyayı verelim, deseniz İngiliz size ibretlik bir tepki verir. Biz de ise Fuzûlî’yi ismen bilmek

yeterli görülür. Ne okunur, ne çizilir. Çünkü o eskidir. Ama İngiltere’de lise düzeyinde bir genç,

Shekespeare’yi orijinal dilinden, yani 16.yüzyıldaki dilinden okuyamaz ve okuduğunu anlamazsa

okuldan mezun olması imkansızdır. Peki, 16.yüzyıl şairimiz Fuzûlî’yi sadeleştirmeden anlayabiliyor

muyuz? Pek sanmıyorum.

Kültürümüzü öğrenmek, tanıtmak ve sevdirmek başta biz edebiyatçılara düşüyor. O yüzden

“ön yargılar”ı bir kenara koyup, eski-yeni ayırmadan ona sarılmamız gerekiyor. Yunus’u edebiyattan

silerseniz edebiyatınız biter, Kaygusuz Abdal’ı da Bâkî’yi de Nesimî’yi de, Şah İsmail’i de,

Muhibbî’yi de atamazsınız edebiyatınızdan. Necip Fazıl’ı da silemezsiniz, Nazım Hikmet’i de Nihal

Atsız’ı da Attila İlhan’ı da atamazsınız. Birini çıkarırsanız, edebiyatınız domino taşı gibi yuvarlanır

gider, yıkılır. Kitaplarımızda okumadık mı? “Orhun Kitabeleri”nde edebî bir üslûp var, demek ki

bunun öncesi de var, diye. İşte daha öncesinde ne vardı diye didinip duruyoruz. Bir köylünün mezar

taşına bakıyoruz Orta Asya’da. “İşte dedemiz” diyoruz sevinerek, çünkü dili bize benziyor. Nedîm’i

çıkarın Attila İlhan kalmaz bilir misiniz? Şiirlerine bakın anlarsınız. Sizi bir garip Fuzûlî bekliyor, açın

şiirlerine bakın. “Çok ağır dili var” demeyin. Elif Şafak, eserlerini İngilizce yazıyor, onu okumaktan

vazgeçtiniz mi? Alın elinize sözlük, hem kelimelerin hem de şairin dünyasına yolculuk edin. Anlamak

isteyene kapılarını hemen açmaz divan şiiri. Onu sınava tabii tutar. Kolay olanın değeri bilinmez. Siz

hiç uğraşmadan didinmeden hayatta bir işte başarılı oldunuz mu?

Gelelim son sözlerimize...Dilim döndüğünce bir şeyler açıklamaya çabaladım. Faydalı oldu

mu bilemem. Edebiyat ve dil, bir milleti var eden unsurlardandır. Hiçbir şairi ayrımcılığa tabii

tutmayın. Gün gelir, hiç sevmediğiniz bir şairin bir dizesi sizin hâlinize derman olur. Bu satırların

yazarı da bir zamanlar Divan edebiyatından nefret ederdi, sevmezdi. Asıl mesele “ön yargıları”

kırmaktan geçiyormuş. Bir de divan edebiyatını neden öğretemiyoruz meselesi var. O da başka bir

yazının konusu olsun... Sağlıcakla kalın.

Kaynakça:

Prof. Dr. Bilkan, Ali Fuat(2009), Osmanlı Şiiri’ne Modern Yaklaşımlar, Timaş yayınları

Prof. Dr. Pala, İskender (2004), Akademik Divan Şiiri Araştırmaları, Kapı yayınları

Eray Sarıçam

Hezeyan Fanzin 3 17

Cemaat Erlerine Cevap

Hezeyan Fanzin’in birinci sayısında yazdığım “Hizmet Ablalarının Edebi Zevkleri

Üzerine Birkaç Söz” ve “Sağ Cenahta Halk Kavramı Üzerine Birkaç Söz” başlıklı yazılarım

şükür ki istediğim ilgiyi uyandırdı. Aralarında cemaat müntesipleri ile AKP’liler de olmak

üzere birçok kişi bu yazılar dolayısıyla zatıma teşekkürlerini bir borç bildiler. Tabi herkesi

memnun etmek mümkün olmuyor, insanız. Ve bazen de karşımızdakiler, okuyucular, selam

alıp verdiklerimiz… Artık her kimse onlar, normal insanlar gibi davranmayı beceremiyorlar.

Peki, nedir normal insanlar gibi davranmak? Bunun cevabını vermeden önce normal olmayan

insanlar nasıl davranır ona değinmek istiyorum. Normal olmayan insanlar herhangi bir

dergide, fanzinde yayımlanan bir yazıdan sonra, o yazının sahibini alenen tehdit edenlerdir,

“bugünlerde kendine iyi bak!” yollu cümleler kuranlardır, küsenlerdir, trip atanlardır, e-

postadan küfredenlerdir dir dir dir… Liste uzar gider. Öncelikle saydıklarımı ve

sayamadıklarımı yapanların cemaat müntesibi insanlar olduğunu söylemek istiyorum sonra

bilinmelidir ki zatıma edilen her küfre ben de misli ile karşılık veriyorum. Şimdi demeyin ki

“senin onlardan ne farkın kaldı abi.” Çok farkım var benim onlardan. Ben arkama Nisa suresi

148. Ayeti alıyorum. Bu ayete dayanarak Müslümanca sövüyorum sövüyorsam. Yani

nefretim, öfken Müslümancadır. İmanım ile yüreğimde Allah’ın Resul’ünü hissederek

söylüyorum ne söylüyorsam, bu yüzden de kendimi ehl-i küfür karşısında Hz. Ebubekir gibi

hissediyorum. Buna karşın bana sövenlerin yüreğinde bir şeyler titriyor mu bilmiyorum

benimki Müslüman öfkesi yalnızca onu biliyorum. Karşımdakiler hakkında tek bildiğim

onların Müslüman öfkesine sahip olmadıklarıdır. Stv’de Erdoğan’ı eleştirmek için Peres’i

göklere çıkaran bir öfke sanırım bu ya da Filistinli Müslümanlar’a terörist diyen bir öfke.

Hâlbuki benim öfkem hem onlaradır hem Erdoğan’a hemi de İsrail’e. Belki de sadece İsrail’e

desem de yeterli olacaktı?

Bilinmelidir ki Hezeyan Fanzin, Cemaat ve AKP’ye karşı aldığı tavrı ilk sayısından

itibaren bozmamıştır ve bozmayacaktır. Her ikisine de taarruz halindeyiz. AKP’nin Cemaat

karşısında olması bizi ırgalamıyor. Biz Hakk’ın yanındayız ve anı kurtarmak için ikisinden

birine kesinlikle yanaşmıyoruz. Taarruz halimiz Müslümanca öfkemizin son damlasına kadar

sürecektir. Ta ki Allah’ın ve Resulünün adını zalimlerin, ehl- i küfrün ağzından sökene kadar.

Allah’ın vaadiyle yaşıyoruz yaşıyorsak, çünkü biliyoruz Kur’an’ın her bir ayeti Allah’ın bize

vermiş olduğu bir vaattir, çünkü biliyoruz ki Allah’ın ve Resulünün adı bir gün zalimleri

boğacaktır. Ne arkamızda para babaları var ne de kaçacağımız bir kıta. Biz yalnız Hakk’ın

vaadinin gölgesine sığınıyoruz. Bu yüzden diyorum ki gelin gelin neyiniz varsa alın gelin,

küfrünüzle gelin, yalanlarınızla gelin, masallarınızla gelin, sizi Hezeyan Fanzin olarak

bekliyor olacağız!

“Hak geldi batıl zail oldu” ayetine güvenerek yazıyorum bu yazıyı. Bilmem Cemaat

erlerinin bu ayetten haberleri var mıdır? Eğer kafalarını pırlantalardan kaldırıp, Kur’an’a

bakarlarsa görürler sanırım. Tarihin sonsuz seyri içinde görüyoruz ki Allah, gücü bazen

kendinden yana olanlara bazen de ehl-i küfre vermiştir “O günleri biz insanlar arasında

döndürür dururuz (zaferi bazen bir topluma bazen öteki topluma nasip ederiz.) Ayeti bunu

açıkça söyler. Şu geçirdiğimiz zamanlar Allah’ın gücü ehl-i küfre verdiği zamanlardır.

Yaradan muhakkak, mü’minlerin bazı şeylerden ders alması için böyle bir karar almıştır.

Adaletten, emekten, alın terinden dönmeyelim diye, işi hak edene verelim, adam

kayırmayalım diye, onun bunun ayağını makam için öpmeyelim diye… Ve yaşanılan müşkül

zamanlardan biz iman edenler her zamana kurtulmayı bilmişizdir. Bunu Allah’ın gücünün

ötesinde bir güçle yaptık demiyorum, sadece Allah’ın bize verdiği dersi anlamış ve bu dersten

çıkardığımız sonuçların hayatımıza tebarüz etmesini sağlamış olmamızla kurtulmuşuz

diyorum. Geçirdiğimiz karanlık günlerin de bir gün sonu geleceğine dair gayet umutluyum,

zaten bir Müslümanın Allah’tan umudunu kesmesi düşünülemez. Ama Allah’tan umuyorsanız

Eray Sarıçam

Hezeyan Fanzin 3 18

bir şeyleri yoksa okyanus ötesine filan bel bağladıysanız orasını bilemem. Nasıl ki tarih içinde

Allah’ın ayetleri devreye girmiş ve mü’minler hak ettikleri yerlere gelmişlerse yine yakın

zamanlarda aynısı olacaktır. Nasıl ki batıl her seferinde zail olmuşsa hakkın gelmesiyle,

büyük bir takıyye içinde olan cemaatte zail olup tarihin tozlu sayfalarına mü’minler eliyle

karışıp gidecektir. İman ettiysek bunu bilmeliyiz.

Bir daha söylememe gerek var mı ey Cemaat müntesipleri, sizinle savaş içerisindeyiz!

Edebiyatımız da bunun eseridir. İskender Palalar’ın, Mustafa İsenler’in, Hilmi Yavuzlar’ın

muhafazakâr sanatıyla işimiz olmaz bizim, biz Hakk’ın ve halk’ın sanatını yapıyoruz. Sizin

silik edebiyatınız, bıkkın ney sesleriniz size kalsın, biz durmadan durmadan durmadan

imanımız ve öfkemizle Hakk ve halk yolunda savaşıyoruz, şiirimizin bu sebepten sizin sanat

anlayışınıza uygun olmaması ve onu beğenmemeniz çok doğal; çünkü bizim şiirimizin ilhamı

sevgilinin kara kaşı değil halkın sesi ile Hakk’ın emridir. Bu yoldan şaşmayacağız. Bunu

bilmelisiniz. Sadece edebiyatımız da değil elbet, günlük konuşmalarımızda da bu böyle

olacaktır. Selamımız dahi bahsettiğim hayat tarzı dâhilinde olacaktır. Siz ne yapıyorsanız

tersini yapacağız biliyoruz ki yaptıklarınızın tersini yapmak Hakk’ın emridir yaptıklarınız ise

okyanus ötesinin emri! Size bu cümlemle, bana bir kez daha küfretme fırsatını verdim

sevinebilirsiniz.

Biz Cemaat ve AKP dışında üçüncü yolun olduğunu biliyoruz. Bizi gazeteleriniz,

dergileriniz, televizyonlarınız, üniversitelere saldığınız ışık süvarileriniz, Hak yol dışındaki iki

yola da hapsedemeyecektir. Sizi birbirinizle baş başa bırakıyoruz. Nasıl demiş Hayâlî, “Ne

zillet vermeye ragıb ne devlet-hahımız vardır/Ko gayrı gayra yar olsun bizim Allah’ımız

vardır” Biz Hakk’ın ve halkın sesi olan üçüncü bir yol için çabalıyoruz. Bu uğurda sizinle

kavga etmeyi göze aldık. Varsın oy kullanmayalım seçimlerde. Sizin çirkin girdabınıza

kapılmaktansa kendi yolumuzda -ki Hak yoludur- yalnız kalmayı göze alıyoruz!

İnsanların şu’cu bu’cu olması bizi ilgilendiriyor. İnsanların bir fikri olmayınca, sizin gibi

küfür merkezi cemaatlerin cânım ülkemin halkını kandırması işten bile değil, görüyoruz. Ya

da AKP gibi partilerin türemesi kaçınılmaz oluyor. Parazit etkisi yaratıyorsunuz farkında

olmanız lazım. Hezeyan Fanzin olarak biz, Hakk’ın, halkın, adaletin, onurun, namusun, alın

terinin, edebiyatın yanında olan herkesi yanımıza bekliyoruz. Bu taarruzda bizimle olmak için

aramıza yeni arkadaşlarımız da yavaş yavaş katılıyor. Peygamber’in tek başına çıktığı bu

yolda biz de emin adımlarla yürüyoruz.

Şimdi bu kadar laftan sonra normal insana gelelim. Normal insan olmak zıttından daha

basit bir şey. Normal insan, okuduğu fanzinde yazılan bir yazıyı beğenmiyorsa kendi bir

fanzin, dergi çıkarır, karşılık verir. Çıkaramıyorsa başka bir dergide yazar, onu da

yapamıyorsa gelir yazara rahatsızlığını bildirir, ona da cesareti yoksa yazara elektronik

ortamdan ulaşır ve yorumlarını öyle ulaştırır. Ancak bunu yaparken sevgilisiyle kavga eder

gibi trip atmaz. Kaç yaşında adamlarız olm bunları ben mi öğreteyim. Eğer dergi, fanzin

işlerinden anlamıyorsanız ki görünen o ki anlamıyorsunuz bize gelin yardım edelim az çok

çakıyoruz bu işlerden. Vallaha yardımcı oluruz. Hem belki işi iyice kaparsınız da bir zanaat

sahibi neyin olursunuz fena mı? Yok, ben uğraşmak istemiyorum bu işlerle, senin karşına da

çıkmaya edebiyat ve siyaset konuşmaya bilgim ve cesaretim yok diyorsanız o zaman

küfürleşmeye devam edebiliriz, o da olur!

Ey Peygamber’in “tekbir” deyişini Tekbir marka kıyafet sanan eşhas, biz Hezeyan Fanzin

olarak fikirlerimizi ve kalemlerimizi biledik sizi bekliyoruz, yumruklarımız her zamankinden

daha sıkı hadi gelin bekliyoruz, hadi!

Tugay Özdemir

Hezeyan Fanzin 3 19

Tivitır Mivitır

Bilindiği üzere geçtiğimiz mart

ayında Twitter hükümetimizin

mahkemesinin kararıyla bir süre kapalı

kaldı. Nedeni ise Twitter’da bulunan bir

hesabın özel hayata karşı geldiğini ve

Twitter’ın bu kullanıcının bilgilerini

vermemesi olarak gösterildi. İşin ilginç

yanı seçim öncesi sosyal ağ kasetlerle

yıkılırken, başbakanın “Tivitır, mivitır hepsinin kökünü kazıyacağız.”, açıklamasıyla

Twitter’ın kapanmasının zamanının manidar olması. Yine seçimlere iki gün kala, Twitter’ın

ise kapatılmasından yaklaşık bir hafta sonra Youtube adlı video izleme sitesi de kapatıldı.

Yine kasetler paylaşılmaya devam ediyordu, Türkiye’yi hatta Orta Doğu’yu yakından

ilgilendiren konuşmalardı bunlar ama Youtube’un kapatılmasına etken olarak Ata’ya yapılan

saygısızlıklar gösterildi.

Bu siyasî durumları bir yana bırakırsak Twitter’ın ve Youtube’un kapatılması Türk

halkına ne kazandırdı, ne kaybettirdi. Öncelikle halk içinde interneti birçok amaçlı kullanan

kesimler var. Bunların bir kısmı Facebook’a girip oyun oynayanlar ve akrabalarının

paylaşımlarına yorum yapanlar, Instagram’da yemek fotoğrafı paylaşanlar, Twitter’da

gündemi takip ederek dost arasında laf açıldığında sohbete girmek isteyenler, kasetlerin

olduğunu duyanlar fakat yine de Youtube’a yalnız şarkı dinlemek, dizi izlemek vs. için

girenler gibi yalnızca eğlence için kullanan kişiler. Bir kısmı ise Twitter’da her haberi takip

edenler, hükümete muhalefet olan kesimler, hükümeti savunan kesimler, kasetlerin

içeriğinden haberi olan ama kasetleri ısrarla dinlemeyenler, hükümet – cemaat çatışması

arasında Araf’ta kalmış olan kimseler diyerek uzatabiliriz. Gel gelelim bunlar Türk halkında

internet kullanımının çoğunu oluşturan kesimler, yani halkın çoğu zaten Twitter ve Youtube

açık olduğunda da kapalı olduğunda da kasetlerden habersizdi. Zaten bu kesimler Twitter’ın

ve Youtube’un kapatılmasına bir anlam verememişlerdi. Peki, bu kesimler kasetleri

dinlemediyse kim dinledi. Kasetleri dinleyenler azınlıktaydı. Kasetleri bizler dinledik, belki

analiz ettik. Gözleri kaset arayanlar, dizi bekler gibi kaset bekleyenler oldu. Kasetler bittikten

sonra sezon finali yapmayan bir dizinin bitişine üzülenler gibi hüzünlü bir şekilde dolaşanlar

oldu. Yani bu dinleyenlerin kaset ayaklanması bir şekilde halka inemedi. Halk yine Muhteşem

Yüzyılı’yla, Kurtlar Vadisi’yle, kamyonete Peygamber bindiren dizilerle aldatıldı.

Twitter ve Youtube kapatıldıktan sonra ise

telefondan girmek isteyenler Hotspot, VPN programları

kullanarak girmeye devam ettiler. Bilgisayarda ise Tor

Browser programını kullanarak bu yasağı deldiler.

Çünkü artık DNS ayarlarını değiştirmek fayda

sağlamıyordu. Bunun için Twitter yasağıyla birlikte

halkın hiç haberi olmadığı bu kavramlar da sözlüklerine

eklenmiş oldu. Belki hayatlarında hiç girmedikleri

sitelere bu programları indirmek için girenler oldu.

DNS, VPN, 8.8.8.8’ler, 4.4.2.2’ler hayatımıza girmiş

oldu. Bununla beraber yasağı dahi milletimiz komik bir

hale getirerek halka sunmasını bildi.

Farklı bir açıdan bakacak olursak Twitter’ın

kapanması bir bakıma iyi oldu. Twitter kapanmadan önce Twitter hashtag’inde oldukça saçma

konular oluyordu. Takımlar birbiriyle kavga ediyor, takipçi kazanmak isteyenler oldukça

ilginç hashtagler kullanarak göz önünde bulunmak istiyorlardı. Bundan dolayı çoğu siyasî

Tugay Özdemir

Hezeyan Fanzin 3 20

konu havada asılı kalıyordu ve bir süre sonra balon

köpüğü gibi patlayarak etkisini kaybediyordu. Twitter

kapandıktan sonra ise bir millî mesele gibi davranılarak

hashtag’ler baştan aşağıya siyasî bir rol üstlendi. Ki

Twitter siyasî konuşmalarda meclisi bile geçerek

Türkiye’de bir ilke imza attı. Tabi açıldıktan sonra ise

yine eski hashtagler boy göstermeye başladı.

Yine bir başka açıdan

bakacak olursak Twitter ve

Youtube’un kapatılmasında

hükümetle diğer sosyal ağlar

arasında bir bağ olduğunu da

düşünmüyor değilim. Belki uçuk

kaçabilir. Belki yirmi beşinci karelerle

ilgili oldukça fazla video

izlediğimizden olabilir. Artık her şeyin altında bir bit yeniği arıyoruz.

Twitter’ın kapatılmasından sonra çoğunluk Facebook’a akın ederek

paylaşımlarını buradan yapmaya devam ettiler. Youtube kapandıktan

sonra ise en gözde ikinci video sitesi Dailymotion’a akın oldu. Belki

hükümetle bu siteler bir çıkar anlaşması yapmıştır? Belki her şeyin başında siyasetten çok

yine para vardır? Olamaz mı? Adam akıllı seçimlerin yapılmadığı, oy sayımlarının dahi bin

bir şaibeli olayla geçtiği bir ülkede her şey olabilir. Artık şaşırmayız

Twitter kapanmadan önce ve

açıldıktan sonra(temsili)

Twitter kapatıldıktan sonra(gerçek)

Özgür Özdemir

Hezeyan Fanzin 3 21

Tökez Taşı

Gunter Demnig tarafından II.Dünya Savaşı sırasında yaşanan Yahudi Soykırımı

kurbanları anısına kurbanların yaşadıkları yerlerin önlerine yerleştirilmiş anıt taşlar; 10 cmlik,

altı beton, üstü pirinç kaplı bu taşlar 1994 yılında ilk olarak Köln'de izinsiz yerleştirilmeye

başlanmış. Zaman içerisinde Almanya'nın diğer şehirlerinde ve soykırım kurbanlarının

yaşadıkları diğer ülkelerde de anılarını yaşatmak için yerleştirilmiştir.’’

Önce ses gitti, sonra insanlar...

Ruhun bizi duyuyor mu?

Gomidas Vartabed, gerçek adıyla Soğomon Kevork Soğomonyan (Ermenice yazımı

"Սողոմոն Գևորգի Սողոմոնյան" - "Կոմիտաս Վարդապետ") 1869 yılında Kütahya’da

dünyaya geldi. Hangi ayda doğduğuna dair bir bilgi yok. Gomidas bir yaşında annesini 10

yaşında ise babasını kaybeder. Babaannesinin yanında büyümüş Eçmiadzin Klisesi’nde

Ermeni dilini yani anadilini öğrenmiş ve papaz olmuştur. Müzikle çok içli dışlıdır; o yüzden

ona 7. Yüzyılda yaşamış bir Ermeni halk ozanı olan Katolikos Gomidas ismine atfen Gomidas

demişlerdir. Berlin’de müzik ve müzikoloji eğitimi de almıştır. 1899 yılında ülke hasreti ağır

basmış ve yurduna dönmüştür. Anadolu’yu şehir şehir gezerek 3000 kadar Ermeni halk

şarkısını derledi. Derlediği Türkçe, Kürtçe, Ermenice, Farsça eserlerle hak ettiği üne

kavuşmuştur artık Gomidas. Öyle ki; Uluslararası Müzik Cemiyeti’ne Avrupa dışından kabul

edilen ilk müzik adamı olmuş ve Anadolu’da, Mısır’da ve Avrupa’da konuşmalar yapmış,

durmadan üretmiştir.

Ve o gün kendi deyimiyle ‘dönüşsüz trene’ bindiği gün... 24 Nisan 1915’te 235

Ermeni aydınla birlikte tutuklanır ve Çankırı’ya sürgün edilir. Mehmet Emin Yurdakul,

Halide Edip Adıvar ve yabancı diplomatların girişimleri üzerine sekiz arkadaşıyla birlikte

İstanbul’a dönmelerine izin verilir. Gomidas artık akıl sağlığını yitirmiştir. Önce Şişli’de La

Paix Hastanesi’ne oradan da Paris’teki Senatoryum’a yatırılır.

Bazı söylentilere göre Gomidas’ın akıl sağlığını kaybetmesinin nedeni tüm eserlerinin yok

edilmesidir. 20 Ekim 1935’te Paris’te hayata gözlerini yuman Ermeni sanatçı ölümünün

geldiğ güne kadar hiç piyano çalmadı, şarkı söylemedi, beste yapmadı ve hiç konuşmadı...

Gomidas o ‘dönüşsüz tren’e bindiği gün yitirdi tüm belleğini... Bugün Fransa’da tüm

emeğinin birikiminin kaynağı olan Anadolu’dan çok uzakta bir kelime dahi etmediği

topraklarda. Gomidas’a bir 'Tökez Taşı'nı neden çok görüyoruz? Kütahya’da küçük bir anıt

dikilip “Burada Gomidas Vartabed diye bir Ermeni yaşadı. Anadolu’nun tüm halklarına ait

seslere ses oldu.’’ yazılamaz mı? Yoksa nasıl yüzleşilir bu karanlık tarihle? Akıl sağlığını

eserleri yok edildiği için kaybeden bu adam yıllardır bu topraklarda kavga veren halklar için

bir barış umudu değil midir? Sesini ve tanrısını kaybeden bu adam bu topraklarda olmayı hak

ediyor.

Yüzleşmek tüm acılara iyi gelir. Bu topraklar her zaman acıyla yoğrulmadı mı? Bir

kere olsun yüzleşmeye izin vermemiz gerekiyor. Korkmayalım! Korkacaksak eğer

Anadolu’nun her yerinde ‘‘Sesimi duyun.’’ diye gezenden Gomidas’tan korkmalıyız. O ruh

ki; Anadolu’da tüm halkların ezgilerini derlemiş ve ölümsüzleştirmiştir. Bir bakıma Anadolu

olan bu adamın sessiz kalmış ruhundan korkmalıyız ve ona sesini geri vermeliyiz. Sessini

yitirdiğimiz güvercin tedirginliği yaşamış ve bilinmeyen dilde ıslık çalmış tüm sesler için.

Sesimizi duyuyor musun?

Cemil Meriç

Hezeyan Fanzin 3 22

Slogan İlkelin İdeolojisi1

Karanlıkta kavga olmaz. İdeolojiler, uçurumları aydınlatan hırsız fenerleri. İstemesek

de onlara muhtacız. Kaosu kosmos yapan insan zekâsı, tecrübelerini ideolojilerde sergilemiş.

İdeolojiye düşmanlık, tek izm’e teslimiyettir: Obskürantizme. İdeolojiler siyaset dünyasının

haritaları. Haritasız denize açılınır mı? Ama harita tehlikeli bir yolculukta tek kılavuz olamaz.

Pusulaya da ihtiyaç var. Pusula: Şuur. Tarih şuuru, milliyet şuuru, kişilik şuuru. İdeolojilerin

peşine takılanlar pusulasızdırlar. Gemi ya kayalara çarptı, ya batağa saplandı. İdeolojilerin

ışığına göz yumanları sloganlar yönetir. Karanlık kinlerin birbirine saldırttığı çılgın sürülerin

savaş çığlığıdır, slogan. İlkelin, budalanın, papağanın ideolojisidir. Düşünce ile çığlık

1 “Fildişi Kuleden” bölümünden çıkarıp buraya yerleştirdik.

Cemil Meriç

Hezeyan Fanzin 3 23

bağdaşmaz. Şuurun sesi çığlık değildir. Yabani bağırır, medenî insan konuşur. Bu çocuklar

yıllarca konuşturulmadı. Hınçlarını üç - beş kelime ile suratımıza tükürüyorlar. İdeolojileri

yasakladığımız için hışımlarına uğradık. Demokrasinin demopedi olduğunu kimse düşünmedi.

Aczin hürriyetperverliğini yalanların en namussuzu. Bahşedilen hürriyet, ölmek ve öldürmek

hürriyeti.

Toprak sarsılıyor!.. Hep birden esfel-i sâfiline yuvarlanmak istemiyorsak, gözlerimizi

açmalıyız. İnsanlar sloganla güdülmez. Düşünceye hürriyet, sonsuz hürriyet kitaptan değil

kitapsızlıktan korkmalıyız. Bütün ideolojilere kapıları açmak, hepsini tanımak, hepsini

tartışmak ve Türkiye’nin kaderini onların aydınlığında fakat tarihimizin büyük mirasına

dayanarak inşa etmek. İşte, en doğru yol.

Cemil Meriç, Bu Ülke, İletişim Yayınları, 42. Baskı 2013, İstanbul, s.95–96

İletişim

Hezeyan Fanzin 3 24

Tugay Özdemir

[email protected]

twitter.com/tugayozdmr

facebook.com/tugayozdmr

saatleriayarlamaenstitusubaskani.tumblr.com

alimeczuplar.com/tugayozdemir

Eray Sarıçam

twitter.com/erysrcm

facebook.com/eraysrcm

[email protected]

Sertaç Bıçkın

twitter.com/sertacbickin

[email protected]

twitter.com/hezeyanfanzin

facebook.com/hezeyanfanzin

Gönderilen ürünlerin yayımlanıp yayımlanmaması tamamıyla hezeyan fanzin’i ırgalar.