Ayrıntı'Ya Dair Hikayemdir

Embed Size (px)

Citation preview

  • 8/9/2019 Ayrıntı'Ya Dair Hikayemdir...

    1/22

    Sevgili Arkadaşlar ,

    2015 Şubat ayının başında, inişli çıkışlı, ayrılmalı birleşmeli yaklaşık 20 yıl süren AyrıntıYayınları hikayeminsonuna geldim. Gönül, hikayelerin mutlu bitmesini istiyor ama çoğuhikaye gibi benim hikayem de mutlu sonlanmadı. Yaşadığım çok derin haksızlığa uğramışlıkduygusu beni bir mektupla bu dönemin bir muhasebesini yapmaya itti. Herkes hak ettiğinialsın istedim.

    Bu mektupta son altı yılda yaşadıklarımı özet olarak aktaracak ve eşimle birlikte maruzk aldığımız cinsel tacizden mobbinge, yalancılıktan, kumpaslardan kayırmacılığa her türlümuamelenin bir dökümünü ve muhasebesini yapacak, k üçücük iktidar mevkilerine sahip olurolmaz kişilerin nasıl bir karaktere büründüklerini örnekleriyle göstereceğim.

    Mektubu Ayrıntı Yayınları’ndan ayrılır ayrılmaz yazmadım. Olaylar durulsun, benimduygularım soğusun istedim. Kendi kafamda olayların muhasebesini geniş bir zamandiliminde rahatça yapmak istedim. Ayrıca duygularım, düşüncelerim belki “bir şey yazmama”yönünde d eğişir diye bekledim… aslında, böyle olmasını umut ettim. Ama ayrıldıktan sonra bile maruz kaldığımızmuamele gösterdi ki geç bile kalmışım! Ben Ayrıntı’nın ihtiyacıolduğunda, tek varlığım olan evimi satıp beş kuruş karşılık ya da ayrıcalık beklemeksizin vealmak sızın onlara kredi olarak verirken, onlar sırf kötülük olsun diye, Ayrıntı’nın onlarcaişinde adı yazılı olan ve yine Ayrıntı’ya yapılmış iki de pırıl pırıl Palahniuk çevirisi bulunan, bütün Palahniuk çevirilerini elden geçirip yeniden düzenlemiş olan eşim Gökçe’nin altı aylıkemeğinin ürünü, yine Palahniuk’un son kitabının çeviri ve redaksiyon çalışmasını hiçbir

    gerekçe göstermeksizin, daha doğrusu bir düzeltmenin çalışma notlarına bakarak, bir günönce "yarın gelin çalışma notlarına bakıp kitabın son halini verelim ve matbaaya gönderelim"deyip, gecesinde “redaksiyonla bile düzeltilemeyecek kadar kötü bir çeviri” olaraknitelendirerek çöpe atma insafsızlığını gösterdiler. A yrılırken elimizdeki yarım kalan işleri bitirmek üzere anlaşmış olmamıza ve bunların yazılı olarak da kayıtlarda yer almasına rağmen bu sözlerini yerine getirmemekle kalmadılar, alenen emeğimizi çaldılar, kötülük yaptılar,yapıyorlar. Kendi adıma, ben bu şeytani ve marazi ötekileştirme mantığını, bu kadar kötücül,ahlak ve hukuk tanımaz tutumları anlayamıyorum. Aslında bu mektup biraz daanlama veanlamlandırma çabasının ürünüdür.

    Bu durumda a kla gelebilecek, aslında günümüz dünyasında yaygın tavrın tezahürü olan birsoruya, daha doğrusu bir tavra ilişkinolarak bir şeyler söylemek istiyorum. “Ne gerek vardı?Olan olmuş!” diye düşünülebilir. Bunu aile içi şiddet ya da taciz olaylarına ilişkin bir analojiyaparak yanıtlayabilirim. Çok yaygın olarak susulur ve pislikler halının altına süpürülür.Yapılanlar söz konusu kişilerin yanına kâr kalır . Hiçbir ilke, ahlak, hukuk kuralı tanımaksızınküçük iktidar alanlarında pervasızca at koşturan, kifayetsiz muhterisler dünyasına kendiçapımda, çomak sokmak istiyorum. İnsanların kişilikleriyle, emekleriyle ve onurlarıylaoynamanın bir bedeli olması gerekir.

    Mektubu okuyan arkadaşlar açısından bir ön uyarıda bulunayım. Burada sözünü ettiğimolaylar vakti zamanında muhataplarıyla konuşuldu, tartışıldı ve çok sayıda yazışmaya konu

  • 8/9/2019 Ayrıntı'Ya Dair Hikayemdir...

    2/22

    oldu zaten. Yani biriktirip biriktirip bir anda her şeyi boca etmiyorum. Burada yazdıklarımınhemen hemen tamamını muhataplarına evvelden söyledim ya da yazdım.

    Ayrıca burada yazdığım olayların büyük bir kısmının ya tanıkları var ya da bu olaylar yazılıolarak muhataplarına bildirilmiş durumda; tüm yazışmalar maillerde korunuyor . Bunlarüzerine kim olursa olsun, nerede olursa olsun, ne zaman olursa olsun, hangi araçla olursaolsun tartışmaya hazırım.

    Bir de söylemeye gerek yok; bana ne kadar ahlaka ve vicdana sığmaz saldırılarda bulunulmuşolunursa olunsun, ben meslek ahlakı çerçevesinde kalacağım ve yıllarca yaptığımsözleşmeler, yazışmalar, görüşmeler konusunda mesleki bir sırrın ifşasına girebilecekherhangi bir beyanda bulunmayacağım.

    Ayrıntı Yayınları’nda yayın yönetmeni, editör, şef editör olarak bana yapılan bir teklifi kabulederek işe başladım.(Bu unvarlar da ayrı bir meseledir: Daha önce uzun yıllar yayınyönetmenliği yapmama, altı yıl içinde Ayrıntı Yayınları’nda fiili olarak genel yayınyönetmeni olarak iş yapmama rağmen, bana hiçbir unvanı layık göremediler ama ne ilginçtirki, benim yerime geçen Burhan Sönmez’e “Genel Yayın Yönetmeni”, altına da “Editor -in-chief” unvanı ver diler. D aha sonra Burhan’ın dakendisine verilen bu unvanın hakkını nasılverdiğini göreceksiniz!) Ayrıntı’da yaklaşık 30 çevirim vardı ve daha önce de hemTümzamanlar Yayıncılık, Ayrıntı Yayınları hem de Literatür Yayınları’nda editör ya da yayınyönetmeni olarak görev yapmıştım. Dolayısıyla o zamana kadar yaptığım işlerdi beni ogöreve getiren. Benim görevim kitap yayımıyla ilgili her şeydi, idari ve mali konulara cemaat(bu i bareyle çok karşılaşacağımız için, şimdiden bu kelimeyi bir siyasi örgütlenmenin eski

    mensuplarından oluşan, kendi aralarında cemaat mantığıyla davranan bir topluluk olarakkullandığımı söyleyeyim) kontenjanından Hasan Basri Çıplak adlı kişi bakıyordu.Bu kişiyedaha sonra geleceğiz.

    Sorunlar, patron ikilisi Erol ve İlbay’ın1 başında oldukları matbaa iflas edip, tam mesaiyayınevine gelmeleriyle başladı. Mecburen özet olarak geçeceğim yaşananları ama en baştasöylemem gerekiyor ki, ben sorunları daha çok İlbay’la yaşadım çünkü aralarındaki işbölümügereği İlbay yayın işlerine bakıyordu. Ama Erol’un da bazı konularda ondan aşağıkalmadığını göreceksiniz.

    İlbay matbaadayken başlayan çocuk dizisi vardı, bu diziden 8 kitap çıkarmıştık. Yunanca’dançeviriydi. Kesinlikle çok iyi işlerdi. Her ne kadar İlbay sadece bir kitapta Yunan ve Romatanrılarının isimlerinin farklılıklarından doğan tekrarı hata gibi görse de bütün kitaplar halaortada ve hiçbir sorunu yok. Bu kitapları yayıma hazırlayan ve tecrübeli bir editör ve iyi birçevirmen olan eşim Gökçe’ydi. (Gökçe’nin nasıl bir editör olduğunu beraber çalıştığı ülkenin belli başlı yazar ve çevirmenlerine de sorabilirsiniz. Kitaplar ortada, orada yazarları veçevirmenleri de yazıyor. Ayrıca patronlar da hiçbir zaman Gökçe’nin işine tek laf edemediler ,

    1 Yazı süresince bu ikili, aslında bütün kişiler hakkında yazarken, onlara nasıl hitap ediyorsamisimlerini de öyle yazacağım, yani ilk isimleriyle.

  • 8/9/2019 Ayrıntı'Ya Dair Hikayemdir...

    3/22

    aksine işini iyi yaptığını hep söylediler.) Bir gün Gökçe ofisteyken İlbay geldi ve “Bundansonra çocuk kitaplarını bu işte uzmanlaşmış arkadaşlar yapacak” dedi. Kabalığı bir yana,sonrasında yapılanlar tek kelimeyle rezaletti. İlk günler ağzının içine baktığı, sonrasında adınıanmaktan imtina ettiği bir editörle (!) birlikte benim sorumluluğumdan aldıkları iki kitapüzerinde haftalarca çalıştılar, çeviriyi bu editör arkadaş yapıyordu, kimler mi yayımahazırlamıştı: İlbay’ın eşi (!) ve çocuk edebiyatıyla hiçbir ilgisi olmayan bir başka düzeltmen.Kitaplar matbaaya gitmeden önce görmek için buyeni editör arkadaşla konuştuk, sadece birkontrol edelim dedik, yayınevinden çıkıyor ya iş, sahipleniyoruz. Aman yanlış olmasındiyoruz. Bu arkadaş söz verdiği halde metni bana göstermedi ve adeta kaçırarak, kitabımatbaaya gönderdiler. İki kitap matbaadan gelince şöyle bir baktım… Her şeyden önce, ikikitabın da adlarıkapakta yanlış yazılmıştı. Sonra bir kitaba şöyle bir on-on beş dakika bakıpkitap üzerinde notlar aldım. İnanılmaz hatalar vardı. Kitap dağıtıma gönderilmeden önceİlbay’ın odasına gittim, kitabın halini gösterdim, “Bu kitapları çocuklara vereceğiz ve bizim bu diziden ilk kitaplarımız bunlar, bu halleriyle dağıtıma vermeyelim, vahim hatalar var”dedim. Mırın kırın etti, bu konuda bir şey söylemedi ama şunu kesinlikle belirtti: “Sen çocukkitaplarıyla kesinlikle ilgilenmiyorsun!” Kitaplar dağıtıma verildi ve hala piyasadalar.Bu,daha s onrasındaki bütün gelişmelerde de İlbay standartlarını gösteren bir örnektir .

    Burada İlbay’a geniş bir parantez açmam gerekiyor. İlbay Kahraman ismini yazıncainternette karşınıza çıkan şu fotoğraf İlbay’ı çok iyi anlatıyor.

    Prof. Dr. İlbay Kahraman! Hadi diyelim fotoğraftaki “Prof. Dr. ” ibaresini işgüzar bir websitesi yöneticisi koymuş! Arkasında durduğu tabelada Dr. İlbay Kahraman yazıyor. Herkes

    bilir; doktor unvanı üniversitede doktora yapmış kişiler içindir. Ama İlbay’ın doktorayapmışlığı yoktur. Ayrıntı Yayınları’nın web sitesindeki resmi biyografisinde de yazdığı gibi,İlbay İstanbul Üniversitesi Biyoloji Bölümü mezunudur; Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde biyolog olarak çalışmış ve oradan emekli olmuştur. Başkaları da tanık olmuştur ama benim

  • 8/9/2019 Ayrıntı'Ya Dair Hikayemdir...

    4/22

    defalarca tanık olduğum şöyle konuşmalar oluyordu: Yeni tanıştığımız biriyle, diyelim birçevirmen ya da yazarla konuşurken, bir yerde İlbay “Ben Cerrahpaşa’dan emekliyim…” diyorve elbette Cerrahpaşa deyince akla ilk doktorlar geliyor ve bu kişi soruyor: “Aaa… siz doktormusunuz?”Yan ıt veriliyor: “Evet.” Elbette Cerrahpaşa’dan emekli olan bir doktor, sıradan bir doktor olamaz değil mi? En az bir doçentliği vardır! Örtük olarak böyle bir ek getirisi devardır böyle bir kıyak emekliliğin! İnanmazsanız, Ayrıntı’dan kitabı çıkanemekli iktisat profesörlerinden Meryem Koray’a sorun. Kendisi hâlâ İlbay’ı “Prof. Dr.”, üstelik tıp doktorusanıyor!Ya da: Bir doktordan bahsedilirken İlbay, “benim öğrencilerimdendi” ya da yine birdoktordan söz ederken “öğrencilerimden falanca” diyordu. Kendis i bildiğim kadarıyla biyoloji lisans mezunu, doktora falan yapmış değil, Cerrahpaşa’da biyolog olarak çalışmış veoradan emekli olmuş ama benim anladığım, yıllar boyu doktorlar karşısında öyle ezilmiş kikendine “Prof. Dr.” unvanını yakıştırmış ve bunu çeşitli biçimlerde dile getirmekten deçekinmiyor. Dört yıllık lisans okumuş biyologlar ne zamandan beri tıp fakültelerinde dersveriyor? Dil bilmemeyi de, konuşurken araya olur olmaz yerleştirdiği yabancı sözcüklerletelafi ediyor! Bu altı yıllık süre içinde bunun örnekleriyle o kadar çok karşılaştım ki,dayanamayıp Erol’a, en az iki kere, “İlbay sistematik olarak yalan söylüyor” dediğimihatırlıyorum. Yani sonradan yapılmış ve dile getirilmiş bir tespit değil bu. Yeri geldiğindekurum içinde de dillendirdiğim bir konuydu. Ama k abul edersiniz ki İlbay’a söyleyemezdim böyle bir şeyi! Bu yalancılık meselesi, şayet benim ve eşimin hayatını zehir eden olaylardizisinde başat bir faktör olmamış olsaydı, birisinin kişiliğiyle ilgili bir dedikodu olarak ya da bir karalama olarak alınabilirdi. Aşağıda verdiğim örneklerde de göreceğiniz gibi, her türlüyalana, kumpasa ve mobbinge maruz kaldık.

    Devam edeyim İlbay faslına. İlbay yayınevine geldikten sonra, yaz döneminde, birtakımgençler gelip İlbay’ın odasında gün boyu kalmaya başladı. Kim bunlar dedim?.. Meğerstajyerle rmiş, çeviri bölümü öğrencileri… Staj için başvurunca İlbay’ın karşısına çıkıyorlar, oda onları odasına buyur ediyor. Şimdi, İlbayherhangi bir yabancı dil bilmez, yayıncılıktananlamaz (!), hadi o zaman daha yeni gelmişti anlamazdı diyelim; dolayısıyla bu arkadaşların benimle muhatap olmaları gerekir normalde değil mi? Sonradan iş anlaşıldı. İlbay buarkadaşlara benim yaptığım kitapları veriyor, “bunları okuyun hatalarını bulun” diyor, benorada olmadığım için bilemiyorum ama herhalde böyle oluyordur. Çünkü bu geliş gidişlerkesildikten sonra bir gün İlbay’dan bir mail geldi, aynen şöyle yazıyordu: “Okuduğum bazıkitaplardaki hatalar ekte.” Ve ekte bu stajyer çocukların benim yaptığım kitaplar üzerinetuttukları notlar vardı. Çünkü copy- paste yapılmış, farklı üsluplarda, farklı karakterler, punto

    ve imlalarla yazılmıştı notlar . Dediğim gibi kendisinin bir yabancı dil bilmişliği yoktur. Hele bir kitap üzerine söz söyleyecek kadar hiç. Hatalar dedikleri de gerçekten stajyer çocuklarınamatörce notlarıydı. Buradakiyalan beyana mı, emek hırsızlığına mı baka lım; yoksakarşısındakinin zekâsını bu kadar küçümsemesine mi? Şöyle bir yanıt vermiştim: “Sevgiliİlbay, Teşekkür ederim… Biraz daha dikkatli olmamız gerekiyor elbette… Ancak dikkatli birgöz tarafından okunduğuna inandığım kitaplardaki hataların ortalamanın çok altında olduğunugörmüş olmaktan dolayı da mutlu oldum.” Elbette bu tür yanıtlar patron kesiminin hiçhazzetmeyece ği türden oluyor . Bunu sonradan yaşayarak öğrendim!

    Yine İlbay’ın ilk icraatlarından biri, yeni bir dizi başlatmak oldu: Felsefe Dizisi. İlk kitabı da Nejat Bozkurt’un Felsefe Işığıyla Araştırmalar ’ıydı. Elbette benden tamamen gizli olarakyapılıyordu bütün bunlar . Halbuki her gün bir aradaydık. Haftalık toplantılar yapıyorduk .İnsan bir kere sorar ya da bilgi verir, değil mi? Ama patron ya! Matbaaya gitmeden önce

  • 8/9/2019 Ayrıntı'Ya Dair Hikayemdir...

    5/22

    dizgide birileri bir şey sorunca kitabı gördüm. Dehşet içindekala kaldım. Bu hocamızınkendine özgü bir gramer anlayışı var. Bütün “etmek” yapım eklerini birleşik yazıyor. Örneğin,“yardımetmek” diyor. Daha içeriğine bakma fırsatım olmamıştı. İçerik daha da betermişmeğerse. Hocam tam bir otuzlu yılların Kemalist pozitivist anlayışının günümüzdekitemsilcisi. Dönemin namlı faşistlerine övgüler düzüyor. Kendisi de onlardan aşağı kalmayan

    ulusalcı siyasi, sosyolojik tespitler yapıyor. Kitabın da maşallahı var, 700 sayfa civarında.Hoca bütün hayatı boyunca yazdıklarınıderleyip toplamış bu kitapta. Yine, kitap matbaadançıkınca, dağıtıma verilmeden önce İlbay’ın odasına gittim , “Bu bir dizinin ilk kitabı, örnekolacak; gerek grameri gerek içeriği bakımından Ayrıntı çizgisinin tamamen dışında birçalışma bu” dedim, dağıtımını yapmayalım önerisi getirdim. Ama elbette bu da hiçbir zamangerçekleşmedi. Kitap piyasaya verildi. Hala satılıyor. Ben de bunun üzerine bir değerlendirmekaleme alarak yayın kuruluna sundum. O ar alar yayın kurulu oluşturulmuş, toplantılarına başlamıştı.

    Bir keresinde yayınevinde çeviri üzerine bir toplantı düzenledi İlbay, benden habersiz. Patron,yapar tabii , bana mı soracak! Çalışma tarzı buydu işte!Eşim Gökçede bunun gibi sayısızörnekle karşılaşınca, Gökçe'yle bulabildiğimiz tek açıklama şu oldu:Bizi mle ilgili kafasınatakılmış ama bizim bilemediğimiz birtakım sorunları var .

    Yine başından beri, işyerinde kurumsallaşmanın önemini vurguladım sürekli olarak; önce iki patron da tamam, üzerinde çalışıyoruz dediler; sonra Erol “Yok, bizim ülkede kurumsallıkolmaz” diyerek ipe un sermeye başladı; bu arada İlbay güya kurumsallaşma yanlısıydı. Amahiçbir zaman öyle bir düşüncesi olmadığı belli oldu. Tipik bir örnek vereyim: Patronlarıngeld ikleri yılın başında herkese yüzde 5 zam yapıldı, Hasan ve ben hariç. İlbay’a nedeninisordum; “Öyle uygun gördük” dedi . İtiraz ettim, “Ben bir ücret alıyorsam, bu öncedenkararlaştırılmış bir şeydir, niteliklerime ve sorumluluklarıma denk düşer, herkese belli bir zamyapılmışsa, bir çalışan olarak benim ayrı tutulmam ancak işimi yeterli yapmıyorsam ya daişimde bir nitelik değişimi olmuşsa söz konusu olur; ben de herkes gibi belirlenen işimiyapıyorum. Buna göre, kızın Gökçe’yle benimaramda bir fark olma ması gerekir ama

    buradaki ayrımcılık haksızlık olmuyor mu? ” diye sordum. A ynen şu yanıtı verdi bana:“Kızıma istediğim zammı veririm ben, sana mı soracağım…” Ben de, “Senin yönetimanlayışın bu mu?” dedim ve yanıt aynen “Evet ” oldu. ( Bunun üzerine ben de genel bir durumdeğerlendirmesi yazısıyla performansımla ilgili bir açıklama yapıp patronlara gönderdim.Şimdi böyle bir anlayışın kurumsallaşma diye bir derdi olabilir mi?

    Ben bu kurumsallaşma çabasını yürütürken, kendi göbeğimi kendim keseyim bari diyerekyetki ve sorumluluklarımı kâğıda döktüm ve bunu patronlarıma sundum. Onlar da kabul

    ettiler. Yani Ayrıntı’da bir tek ben gönüllü olarak kendimi kurumsal bir çerçeveye sokarakçalıştım. Kitap önerilerimi hep yazılı olarak sundum. Güya sonradan başlayan dizi editörleride kitap önerilerini yazılı getirecekti ama bir arkadaşın birkaç denemesi dışında bu hiçbirzaman olmadı. Benim Ayrıntı içindeki tersten ayrıcalıklarım saymakla bitmez!

    Kendi görev ve sorumluluk alanımı tanımlamam elbette biraz da kendimi savunma amacıylaolmuştu. İlbay’ın yetki kullanımındaki sınır tanımazlığına tipik bir örnek vereyim de bunaneden gerek duyduğum daha iyi anlaşılsın. Fransızca’dan Klossowsky’ninSade mon prochainkitabını çok becerikli bir çevirmen arkadaşımız çevirdi. Kita p Sade üzerine biraz karışıkduygularla yazılmış bir çalışmaydı. Yazar Sade’a hem sahip çıkıyor hem de araya bir mesafekoyuyordu. Uzun hikaye. Neyse, kitabı bitirdi, Serdar Rıfat Kırkoğlu da bir ay geceli

    gündüzlü kitap üzerinde çalıştı. Uzun tartışmalar sonunda kitabın adını"İnsan KardeşimSade" koymaya karar verdi çevirmen arkadaşımız. Bana da danıştı, ben de olur dedim.

  • 8/9/2019 Ayrıntı'Ya Dair Hikayemdir...

    6/22

    Kitabın içine de neden Komşum ya da Yakınım Sade değil de İnsan Kardeşim Sade dediğiniaçıklayan uzun bir dipnot yazdı. Kitabın her şeyi bitti. ISBN ve bandrol başvuruları yapıldı vs.Kitap kapağının matbaaya gitmesi aşamasında dizgide kapağa son bir kez bakayım dedim, birde ne göreyim; kapakta “Kardeşim Sade” yazıyor. İlbay’ın kızı Gökçe’ye “Bu ne?” dedim,“Babam böyle istedi” dedi. Soluğu İlbay’ın odasında aldım, ne olduğunu anlamak için. İlbay

    bana “İnsan Kardeşim” ibaresinin Türkçe’ye uygun olmadığını anlatmaya çalıştı önce, onakapağın hikayesini anlattıktan sonra ise aynen şunu söyledi, “Bunu istersen patron kaprisiolarak anla ama ben bu kapağın isminin böyle olmasını istiyorum” dedi. Mantığa bakarmısınız? Siz konuya hâkim insanlarla uzun tartışmalar sonrasında kendi yetki ve sorumlulukalanınızdaki, tamamen entelektüel bir konuya ilişkin uygun bir çözüm buluyorsunuz ama bukonuda hiçbir bilgisi olmayan patronunuz açıkça bir kapris uğruna sizin çözümünüzü yoksayıyor ve kendi yanlış tercihini dayatabiliyor. Hem de bunu kitap yayıncılığı gibi entelektüelahlakın ve titizliğin en üst seviyede olması gereken bir alanda yapıyor . (Burada şu soru aklagelebilir: İlbay’ın patronluğu ve yayın dünyasıyla ilişkisi ne ki böylesine pervasızdavranabiliyor? Çok kısaca şöyle: Asıl patronlardan biri Aslan, artık bu işlerden sıtkısıyrıldığı için inzivaya çekilince, İstanbul’daki işlerini “Cerrahpaşa’dan emekli (!)” biyologağabeyine, yani İlbay’a devrediyor. İlbay da vekalet görevine önce matbaada başlıyor, müdürolarak ve kısa sürede matbaayı batırdıktan sonra da Ayrıntı’ya geliyor!) Kitaba nemi oldu?Zor bela, bitmiş iş, kalmasın dedik ve ara çözüm bulduk çevirmenle. Kitabın adını KomşumSade yaptık.

    Ne kadar dikkatli davranırsam davranayım, yetki ve sorumluluk alanıma bu tür müdahalelerson bir yıl içinde artık resmen mobbing düzeyine erişti. İki örnek vereyim. Dizginin başınageçirilen İlbay’ın kızı Gökçe, birinden hoşlanmadığında (ki benimle samimi olan biri sözkonusu olduğunda çok büyük bir ihtimaldi bu) hemen babasına durumu rapor ediyor, baba kızişin icabına bakıyordu. Garip ama gerçek! Bunun o kadar çok örneğini yaşadım ki! Birredaktör ve çevirmen arkadaşımız İlbay’ın kızının böyle hışmına uğradı. İlbay’ın kızı Gökçe

    bize redaksiyon yapan arkadaşı uzaklaştırmak için elinden geleni yaptı ve ben degerginlikçıkmasın diye arkadaşla bir süre çalışmaya ara verdim ve sonra büroya gelmesigerekmeyeceği için bu arkadaşa çeviri verdim. Ama kurtuluş yok. İlbay hemen müdahale etti.Bu arkadaşa neden çeviri veriyormuşuz, daha önce çeviri yapmamış falan. Sorumluluk benimdiyerek ilk saldırıyı geçiştir dim. Şimdi burada ikinci örneğe geçip sonra bu iki olayı birolayla noktalayacağım. Yayın dünyasından bir arkadaşın önerisi üzerine bir düzeltmenleçalışmaya başladım. Düzeltmen arkadaş çok titiz, bazen hastalık derecesinde titiz, çok saf,konuşkan biri. Onu aldım, kızım gibi, eğitmeye de önem vererek, arada tatlı sert fırçalayarakçalışmaya başladık. Bu arkadaşımız yaz boyunca evde çalışmak istemiyordu, ben de patronlara sorarak, o sırada boş olan eski dizgi odamızda çalışabileceğini söyledim. Kız

    büroya gidip gelmeye başladı. Bir hafta geçti geçmedi, İlbay bir sabah odama geldi, “Ben bukızın burada çalışmasını istemiyorum” dedi. Nedenini sorunca, kız yukarıda yemekhanede,“İleri geri laflar ediyor, a slında çalışmaya ihtiyacı olmadığını, zevk için çalıştığını söylüyor” babından bir şeyler anlattı. Bir de “yemek beğenmiyormuş” ve “aşağıya da yemekgetiriyormuş yukarı kattan.” Hepsi uydurma elbette. Biraz kızının biraz kendisinin uydurması. Aile boyu bir uydurma! “Hem” dedi, “orayı biz bir başka arkadaşa tahsis ettik, o geçecekoraya. ” Bu düzeltmen arkadaşa durumu anlattım. Üzüldü ama yapılacak bir şey yok. Neyse,

    bu k ızın pazartesi vermesi gereken işi vardı, son bir kez geldi, yarım kalan işi yandaki boşodada yaparken, İlbay alı al moru mor odama daldı, “Ben bu kız buraya gelmeyecek demedimmi?” dedi. Sinirlerime hakim olarak, sakin olmasını ve oturmasını söyledim. Hem budüzeltmen arkadaş hem de diğer çevirmen arkadaş hakkındaepey uzun tartışıldıktan sonra,

    kendisine aynen şunu söyledim: “Ben senin kızının seveceği redaktör, çevirmen vedüzeltmenleri nereden bulacağım İlbay?”

  • 8/9/2019 Ayrıntı'Ya Dair Hikayemdir...

    7/22

    Aslında bu durumun Erol da farkındaydı. Ona defalarca bu işleyişin sakıncalarını anlattım.Ama genelde Erol alt katla, İlbay üst katla ilgiliydi ve kimse kimsenin katına karışmıyordu. Alt kat para, matbaa, dağıtım vb işlerle, üst kat ise entelektüel (!) işlerle ilgiliydi. Ben buişleyiş tarzı hakkında herkesle konuştum o dönemde. Aynı katta çalıştığımız İlbay’ın kızıGökçe birlikte çalıştığımız dört yıl boyunca bir kere olsun bana “Günaydın” dememiştir,

    selam vermemiştir, yüzüme bakıp konuşmamıştır. Ben “günaydın” dediğimdeyse, yüzüme bakmadan geçiştirircesine karşılıklar vermiştir. Geldiği günden itibaren dizgi odasından bangır bangır müzik sesi eksik olmadı. Defalarca patron kesimine dizgi odası böyle olmaz,yüksek konsantrasyon gerektiren bir iş böyle yapılmaz dememe rağmen, o müziğisusturamadım. İlbay, “Gökçe müziksiz çalışamıyor” demişti bir keresinde. Zaten bir süresonra dizgiyi kendine bağladı, dizgiyle ilgili ne tür sorun olursa olsun kendisine gelmemisöyledi. Genel işleyişi düzeltmek için elimden geleni yapmama rağmen, bir kere olsunherhangi bir dizgi yanlışından dolayı kimseyi patronlardan birine şikayet etmedim.Bir kereşöyle bir olay oldu: Ben yine yüksek müzik vedizgi o dasındaki disko ortamı yüzünden yanlışların ortalamanın üzerinde yapıldığını söyleyerek İlbay’a bir örnek verdim. İlbay dahemen bu konuşmanın ardından yapmaması gereken bir şeyi yapmış, söz konusu örnekle ilgilidizgici arka daşı odasına çağırıp ikaz etmiş ve kız üzülüp ağlamış; sonradan çocukça bir tepkigösterdi bana. Kısacası, iki de bir “ben çok iyi bir yöneticiyim” diyen İlbay, sorunun özünükavrayıp çözmek yerine, beni ihbar edercesine dizgiciyi odasına çağırmış, beni ispiyoncukonumuna düşürmüştü. Bu arada, benim yayına hazırladığımkitaplarla ilgili herhangi biryanlışlık, aksilik olunca, kızı bana değil, hemen babasına koşuyordu. Kurumsal bir yetkisorumluluk anlayışı yerine, tamamen ispiyon mantığı işliyordu.

    Madem söz İlbay’ın kızı Gökçe’den açıldı. Devam edeyim. Geldiği günden itibaren patroniçetavrı takındı. Üst kattaki yemekhanemizde sadece iki kişi yemeği önüne getirtiyordu. İlbay vekızı. Bu ikisinin dışında herkes yemeğinimutfaktan kendisi alıyordu. Bir keresinde birçalışanın yüzüne karşı ettiği iğrenç küfürleri kulağımla işittim. Ağlayarak yanıma gelenarkadaşı teskin ederek nasıl bir yol izlemesi gerektiğini anlattım. Patroniçemiz, babası işi birsüre sonra kızına devredeceğini beyan etmeye başladıktan sonra iyice coştu. Sabah işyerinegelince dizgiciler kahvaltısını hazırlıyor, çayını kahvesini ayağına getiriyordu. Şöyle birmanzaraya tanık olmuşluğum vardır: İlbay’ın kızı Gökçe’nin doğum günü kutlaması yapılıyor büroda. (Böyle kutlamalar ben ve birkaç kişi hariç herkes için yapılıyordu, son zamanlarda beni çağırmıyorlardı bile.) Salona masa kurulmuş, üzerine bir pasta konulmuştu. Pastanınüzerinde “Ayrıntı’nın Neşe Kaynağı: Gökçe” yazıyor du! Ve o Gökçe dizgici kızlardan birinedönerek, şunu söyledi: “Son anda kurtardınız; yoksa haliniz dumandı.” Neşe dedirttiği şey,yerli yersiz kahkahalardı. Günün her saatinde bu kahkahaları duyardınız. O kadar belliydi kisağlıklı bir neşe belirtisi değil de marazi bir ruh halinin tezahürü oldukları! İşte son

    zamanlarda benim sorumluluğumdaki kitapların dışında bütün kitapların her şeyine buarkadaş karışıyordu. Birkaç kez Gökçe’nin dizgi odasında “şuna şöyle diyelim, buna böylediyelim” diye kararlar verdiğine tanık oldum. Kısacası, Ayrıntı’yla iş yapmak istiyorsanız,İlbay’ın kızı Gökçe’yle aranızın iyi olması gerekir ! İlbay işi kızına bırakacak ya, kızını yanınaalıp ajans ziyaretlerine başlamış! Başlamış diyorum çünkü o zamana kadar bütün yazışmalarıyapan, bütün ajanslarla ilişkileri sürdüren bir kişi olarak kendi çalıştırdığı editörüne habervermeden gizlice yapıyor du bunları. Ben ajanslarda çalışan arkadaşlardan duyuyordum buziyaretleri. Bu nasıl bir anlayıştır ?

    İlbay birlikte çalıştığımız bütün bu süreç boyunca bir takıntı halinde benimle uğraştı. Şöyleolayları bolca yaşadık. İlbay yayın kurulu toplantısında, benim ya da eşim Gökçe’nin

    haz ırladığı bir kitaptan bahisle, “bugün fuarda standa bir okur geldi, bu kitabın çevirisi çokkötü dedi” ya da bir yerde bir arkadaşıyla konuşurken, “şu kitapta hatalar varmış” diyordu.

  • 8/9/2019 Ayrıntı'Ya Dair Hikayemdir...

    8/22

    Bense defalarca aynı şeyleri söyleyip duruyordum: “ Bir eleştirinin ciddi olabilmesi için,yazılı ya da sözlü olarak, somut olarak hatanın nerede olduğunun gösterilmesi gerekir.” Bueleştirileri defalarca yaptığı halde bir kere olsun somut örnekler vermediği, veremediği gibi,yine söz vermesine rağmen üçüncü kişilerin de eleştirilerini getiremedi.Bir keresinde şöylekomik bir şey oldu. Kızı da babasına yardımcı olacak ya, yabancı dil bilen (!) bir arkadaşına

    Almanca’dan çevrilmiş bir kitabı vermiş, bunun eleştirisini yaz demiş, o arkadaşı da güya bireleştiri yazısı kaleme almış. İlbay’ın kızı Gökçe’den bir mail geldi bir sabah.Bir okurdangelen bir eleştiri yazısını bana yönlendirmiş. Ama ne hikmetse eleştirmen (!) yazıyı onagöndermiş…Yaptığımız işin nasıl bir şey olduğuna dair anlayışları bu kadar kıtolduğundan, birkaç kitap okuduğunu bildiği, yabancı dil bilen arkadaşın bir çeviri eleştirisi deyapabileceğine hükmetmişler . Çevirinin hatalı olduğunu zaten biliyorlar! Neyse, bu arkadaşınyaptığı okumalara baktım, üç sayfalık eleştiriler(!) içinde bir ek bi r virgül önerisini kabuledilebilir buldum, diğerleri saçma sapan şeylerdi, metni anlamamıştı, daha komiği, çocukİngilizce biliyormuş,orijinal metin ise A lmanca’ydı. Bunu İlbay’a sordum; “Ne o” dedim,“adam tutup hata avına mı çıktınız?” Bocaladı, önce"o benim arkadaşımdı", sonra "yokGökçe’nin arkadaşıydı" dedi. Çok iyi İngilizce biliyormuş. “Karşılaştırarak okumuş” dedi. “İlbay, bu kitap Almanca” dedim. Altında kalır mı? Hemen yanıtı yapıştırdı: “Ondaİngilizce’si varmış, onunla karşılaştırmış.” Dedimki: “İlbay, kitap İngilizce’ye çevrilmemiş.” Ne diyecek, “Ben bir sorayım, hangi dilden karşılaştırarak okumuş” dedi. Bu konuşmaya Erolda tanıktır.

    İlbay’ın çalışma anlayışına ilişkin bir örnek daha verip başka konulara geçeceğim. Bir arataktı, İnceleme ve Ağır Kitaplar dizisi içinde Türk yazar olmasını istemiyor. Özellikle de

    benim hazırladığım bazı kitaplara taktı. Neden? Fuarda okurlar öyle diyormuş! Ben deyıllardır fuara giderim, fuarda her tür insanla karşılaşırım, konuşurum. Sanki fuara başkageze genden insan geliyor. Ülkemiz insanı. Her türlüsü var.Aklı başında şeyler söyleyenolduğu gibi saçma sapan şeyler söyleyenler de var. Ben bir karar alırken, makul okuru dikkatealırım. Anlatmaya çalıştım, önemli olanın kitabın içeriği olduğunu, yazarının Türk ya da başka bir uyruktan olmasının önemli olmadığını, bu mantığın Türkçe anlamlı ve nitelikli birinceleme kitabı yazılamaz anlamına geldiğini vs. Yetmedi. Bunu yazıya döktüm, patronlara

    bir rapor olarak sundum. Ama i kna edemedim. İnceleme Araştırmave Ağır Kitaplar dizisinde Türkçe yazan bir yazar basamıyorduk ne yazık ki!

    Örneğin, kitap kapakları son olarak benim onayımdan geçerek matbaaya gönderilir. Bugenelde işler ama İlbay istediği zaman istediği kitabın kapağını bana sormadan ya da karşıçıkmama rağmen matbaaya göndermiştir. Bu ve yukarıdaki birçok sorunu kaleme alıp birrapor olarak sunmuştum.

    Erol alt katı mesken tutuyor genellikle. İlbay’ın alanına pek girmiyor. Ama onun da kanında patronluk var elbette. Yayıncılığın entelektüel boyutuyla hiçbir alakası yok. Bunu bir eleştirideğil, bir tespit olarak söylüyorum. Şayet iyi bir yönetim anlayışı göstermiş olsaydı,yayıncılığın entelektüel yanıyla ilgisi olmaması hiç sorun yaratmazdı. Ama o eşim Gökçe’yle benim, kişisel güvenimizi ayaklar altına alarak, bile bile İlbay’ın yalan ve kumpaslarına ortakolmayı tercih etti.

    Erol’la ilgili karşılaştığım sorunlara bir örnek vereyim. 2010 ayı başlarında meşhur analitikMarksist filozof G. A. Cohen’inWhy Not Socialism [Sosyalizm: Neden Olmasın?] adlı 70-80sayfalık bir broşürünün yayın haklarını almıştık. Ben bu kitap hakkında, her zaman olduğu

    gibi, bir rapor hazırlamış, önsözünü çevirip onlara vermiştim. Çeviriyi ben yaptım, eşimGökçe de redaksiyonunu bitirdi. Bu kitapçığı yüksek miktarda basıp 1 Mayıs’ta bedava

  • 8/9/2019 Ayrıntı'Ya Dair Hikayemdir...

    9/22

    dağıtmayı bile kararlaştırdık. Kitap hazırlıkları bitti. Ama bir sabah Erol geldi, “bu kitabı biz basamayız” dedi. Neden sorusuna hiçbir yanıt veremedi. Tam anlamıyla bir şeyler geveledi.Hatta “bu kitap barışçı geçişi savunuyor” bile dedi. (Şüphelenmişler herhalde. Bu Apoyayınevimizde revizyonist (!) kitaplar yayımlayacak bize çaktırmadan diye!) Şimdi ben nasılanlatacağım Cohen’i, analitik Marksizmi. Mümkün değil. Vazgeçtik kitaptan.

    Erol’la Hasan Basri Çıplak, iş yapma tarzları, genel yaklaşımları, hayat tarzları birbirine benzediği için iyi anlaşıyorlardı. İlbay ise Hasan’dan hiç hoşlanmıyordu. Bunu defalarcakişilerin kendi ağızlarından duydum. Daha sonraki olayların anlaşılması açısından önemliolduğundan bundan bahsetme ihtiyacı duyuyorum. Hasan, başta da belirttiğim gibi, Erol’laİlbay matbaada çalışırken, idari ve mali konulardan sorumlu müdür olarak tayin edilmiş

    biriydi. Bakkal dükkanı mantığıyla işletiyordu Ayrıntı’yı. Gündelik alacak verecek işleriniküçük küçük kağıtlara yazıyor, sonra onları koca bir deftere geçiriyordu vs. Başından berihem kendisine hem de patronlara böyle olamayacağını, bu arkadaşın birkaç gün zahmet edipExcel kullanmayı öğrenmesi ve hesap işlerini bilgisayarda yapması gerektiğini anlatıpdurdum. Bunu yazıya da döktüm. Çevirmen, redaktör ve telif ödemeleri açısından benim içinde çok önemliydi bu. Neyse, iş işten geçtikten sonra anladılar ancak olayın vahametini. Birkeresinde, Erol’a aynen şöyle dedim, birkaç kişi daha vardı orada: “Cemaat kontenjanındanAli Mektebi mezunu birini Ayrıntı gibi bir kurumun başına geçirirsen, olacağı budur!” (Galiba sonumu hazırlayan biraz da bu açık sözlülüğümoldu!)

    Mali konularla, dağıtım ve matbaa işleriyle ilgiliydi Erol. Ben Hasan’la yaptıkları birkonuşmaya tanık oldum: 2011 yılı yaz aylarıydı ve öğrendim ki, ağır bir vergi cezasıtehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı Ayrıntı ve elde hiçbir kaynak bulunmuyordu. Kredi dealamıyorlardı. Ben de evimi satıp parasını onlara verebileceğimi söyledim. Ve böyle yaptık.Hiçbir karşılık beklemedim. İstemedim de. Erol biz sana senet tanzim edip vereceğiz dediama hiçbir zaman böyle bir şey olmadı. Ben de bir daha hatırlatmadım. Yani, kendi kıdemtazminatımı kendim fazlasıyla ödemiş bir personelim ben. Bir teşekkür bile etmediler. İlbayyaklaşık iki yıl sonra, “ben yeni öğrendim, teşekkür ederim” dedi yarım ağız. Hatta, evintekrar geri satın alınması sırasında, “bana düşen vergi vb masrafları maaşımdan bir sonraki aydüşün” ricamı da kabul etmeyip aynı ay maaşımdan o masraflar düşüldü.

    Erol’la en büyük kavgamız, eşim Gökçe’nin bir redaksiyonu geciktirmesi yüzünden çıktı. Buolayla Hasan’ın eşim Gökçe’yi tacizi iç içe geçmiş bir konu olduğundan, önce bu olaya kısacadeğineceğim. Aslında en doğrusu, Gökçe’nin bu olay için yazdığı kısa açıklamayı burayataşımak olacak. Başka yorum yapmayacağım bu konuda:

    Sevgili arkadaşlar,27. 12. 2012 tarihinde, yani Ayrıntı Kokteyli’nin yapıldığı akşamın ertesi günü saat 11.21’de telefonuma bir mesajgeldi. Şöyle:“Günaydın güzel çiçek Umarım dün geceki bakışım seni rahatsız etmemiştir Bütün günün yorgunluğu ve alkolerağmen dün gece saat 4’te uyuyabildim Düşün düşün durdum ”

    Şaşırdım, rahatsız oldum. Mesajı gönderen numara 053 ……’ydı ve telefonumda kayıtlı değildi. İlk olarak, akşamayaküstü sohbet ettiğim gençlerden biridir herhalde diye düşündüm. Hemen Apo’yu aradım. Mesajdan bahsettimve canımın sıkıldığını söyledim. Numarayı verdim ve bu numara senin kayıtlarında var mı diye sordum. On on beşdakika içinde Apo beni aradı ve numaranın Hasan Basri Çıplak’a ait olduğunu bildirdi. Mesajı okumamı istedibenden. Okudum. Karşılık olarak mealen şöyle dedi: “Akşam içkiyi fazla kaçırmış ve hareketleri ve bakışlarıüzerindeki kontrolünü kaybetmiş olabilir. Belki bir nedenle suçluluk duyuyordur. O nedenle yazmıştır. Bir mesaj

  • 8/9/2019 Ayrıntı'Ya Dair Hikayemdir...

    10/22

    yaz da rahatlasın.”İkna olmamıştım ama sonuçta mesai arkadaşım sayılırdı ve gereksiz bir gerilim olsun istemezdim. Yanıt olarak,“Ben rahatsız edici bir şey hissetmedim Hasancım dert etme lütfen” diye bir mesaj yazdım.

    Ertesi günü, 28. 12. 2012, saat 10.05’te aynı numaradan, yani Hasan Basri Çıplak’tan aldığım mesaj ise şuydu:“Günaydın güzeller güzeli İki gündür hiç aklımdan çıkmıyorsun Beynim sana ilişkin düşlerle yoğunlaşırkenkalbim senin için atıyor Canım sıkıntılı değil aksine 2 gündür çok heyecanlı ve mutluyum Öptüm ”Apo’yu aradım ve mesajı okudum ona ve şu yanıtı verdim: “Bu nasıl bir cüret bir daha kesinlikle mesaj atmayın”Bir kadın olarak, kocasına aşık bir kadın olarak kendimi çok kötü hissettim. Çok sevdiğim ve iyi şeyler yapmasınıçok istediğim ve bu uğurda yoğun çaba harcadığım Ayrıntı Yayınları adına, aynı duygular içinde olduğunu bildiğimeşim adına üzüldüm, gerçekten çok üzüldüm. Yan odadaki mesai arkadaşının çok sevdiği eşini taciz edebilecekkadar karaktersiz mi demeli bilemiyorum… bir insanın bu sevdiğim kurumda olabilmesini kabul edemedim. Ertesi gün Apo bu durumu Erol’a aktardı. Ne olursa olsun, herkesin kendini savunma hakkı vardı. Erol’a “oldu işte”yollu bir şeyler söylenmiş. O kadar!

    Ben aradan geçen yaklaşık üç ay içinde Ayrıntı’ya bir kere gittim. Gelmeden önce iki üç gün karnıma ağrılar girdiben nasıl gideceğim artık Ayrıntı’ya diye. İşim vardı ve Apo’dan “o adam”ın Ayrıntı’da olmadığı bir zaman dilimibiliyorsa söylemesini istedim. Ve tarifi imkansız duygularla, işim gereği gitmek zorunda kaldım. Herkes “kötü hissetmesi gereken sen değilsin” diye düşünebilir ama ne yazık ki bu gibi durumlarda toplumsalyargı öncelikle böyle bir duyguya neden oluyor kadınlarda. Ardından eşini düşünüyorsun. Bana kendimi pek çokşeye inancımı yitirecek kadar sarsan bu şeyin onu nasıl etkilediğini düşünün bir de!.. Üzgünüm ama bu duygubana katlanılmaz geldi ve tabii ki hiçbir şey olmamış gibi susmak da. Oysa hayatta öyle veya böyledokun duğumuz ve hayatına dahil olduğumuz insanlardan her türlü hareketimiz itibariyle sorumluyuz. “Ben öyledavranıverdim, ne olacak canım insanlık hali” demek böylesi bir durumda sizin için yeterli mi bilemiyorum amabenim için kabul edilemez. Bunu bu şekilde algılamak öncelikle kendime ama en çok da değer verdiğim sevgimeve sevdiğime ihanet olur.Öte yandan, insanların hata yapabileceklerine inanırım ama aynı zamanda insanların hataları oranında, ohatalarını tamir etmek için samimi çaba harcadıklarında, belki hataların mağduru olan insanların tamamengönüllerinin kazanılamayacağı ama o hatayı yapan insan için çok şeyin değişeceğine de inanırım. Ama bu olaydabu yönde hiçbir çabaya rastlanmadı. Ayrıca bu arada, aynı kişinin, benzer bir taciz vakası nedeniyle bu kurumda ikaz edildiğini öğrenmiş olmam benimiçin sürpriz olmadı. Yeterince beklediğimi düşünüyorum. Telafi için, özür için, bir umut, insanlara yakışır davranışlar için... Vemaalesef canı yanan halen bizleriz. En çok canımızı yakan da, inandığımız tüm değerlere aykırı bu davranışın,

    pek çok şey olduğunu ifade eden ve bu kurumda çalışmaya layık görülmüş bir insandan gelmesi. Susmamayı tercih ettim. Zaten susamam da… Bu kendime, kadınlığıma ve sevgime ihanet olur her şeyden önce.Ve susmak bu gibi insan ları daha çok cesaretlendirir yalnızca. Oysa benim daha farklı şeylere inanmaya ihtiyacımvar. Sizinle bunları paylaşmaya.Amacım intikam ateşi yakıp hepinizi benimle birlikte etrafında dans etmeye davet etmek değil; duygularımısoğutmak, kendimce doğru olduğuna inandığım bu davranış yolunda sadece en azından şunu sorgulamanızısağlamak: Ya onların yerinde ben olsaydım?.. Ya böyle bir adamla ben çalışmak zorunda olsaydım?. Neolurdu?.. Ne hissederdim?

    Hepinize iyi bir hafta diliyorum.

    Gökçe Çiçek Çetin

  • 8/9/2019 Ayrıntı'Ya Dair Hikayemdir...

    11/22

    İşte böyle oldu…

    Geleyim kavgaya. Peter Carey’in bir romanının yayıma hazırlanması işini almıştı Gökçe,

    avans olarak da yaklaşık 1.500 TL çekmişti farklı aralıklarla. Ama araya başka işler girdi vskitap bir türlü bitirilemedi. Bu arada ben Edebiyat Editörü Ömer’le konuşup Peter Carey’in başka bir kitabını öne aldırdım ve elimizdeki kitabı da belli bir takvime bağladık. Neyse, birgün Erol telefon etti, bu kitap niye gecikti, parası verilmiş, çevirmenine ödeme yapılmış, kitaportada yok dedi. Ben de ona d urumu anlatmaya çalıştım ama Erol’un ciddi bir öfke kontrolüsorunu va r. Bunu bürodaki herkes biliyor. Böylesi durumlarda ağzından çıkan en anlaşılır vehafif ifade “Paranızı ben veriyorum, elbette bana hesap vereceksiniz!” benzeri bir şeyoluyordu. Telefo nda Erol bağırıp çağırmaya başladı. Böyle durumlarda karşısındakininsöylediklerini dinlemez bile! Bu arada o “taciz” olayı olmuş ama henüz yukarıdaki mektupyazılmamıştı. Yani olayı bilen dört kişi vardı o sırada. Ama Erol, daha sonraki gelişmelerdende anlaşılacağı gibi, içten içe bu olayda hep Gökçe’yi suçlu buluyordu. Neyse, ben butelefondaki bağırmalar üzerine, “Dur yanına geliyorum” dedim. Aşağıya indim, yine durumuanlatmaya çalıştım, Ömer’le konuştuk, yerine başka bir Carey kitabı koyduk, bunu da falancaay yayımlayacağız, demeye çalıştım. Ama dinlemek şöyle dursun, başka birilerinin de bulunduğu ortamda, bas bas bağırıyor du . Parasını veriyorum, iş nerede vs. Ben de ona, “Sana bir şey anlatmaya çalışıyorum, sen insanın yüzüne çemkiriyorsun” dedim. Dediğim buydu.Veysel ve birkaç arkadaş daha tanıktır. Bunu daha sonra defalarca söylediği üzere, bir hakaretolarak almış. “Türkçe sözlükteki anlamına bak” vs dedimse de “Ben bunu hakaret olarakalıyorum” deyip kestirip attı. Doğru ya, sözlükte ne yazarsa yazsın, sen neyi kastedersen et, patron hakaret addediyorsa öyledir! Bu arada 1.500 TL için yediğim fırçanın haddi hesabıyok. Bu arada ben evimi satıp onlara yüz katı karşılıksız kredi vermişim. Erol’un adalet veyönetim anlayışı da buydu!

    Olay burada kalsa iyi. Gökçe’yle ben “taciz” olayını İlbay’a açmaya karar verdik. İlk baştayalnızca Erol’a söylememin nedeni ise Erol’la ailece görüşmüşlüğümüzün olması, dahasamimi bulmam ve ayrıca İlbay’ın Hasan’ın defterini dürmek için fırsat kolladığını bilmemdi. Samimi ve ciddi bir özür bu olayı kendi içinde demlenmeye bırakabilirdi. Olmadı. Neyse,İlbay’a gittim ve “Ya siz olayı çözersiniz ya da Gökçe bir mektupla konuyu kurum içinde açıkedecek” dedim. Bunu söyledikten sonra, biz yaklaşık 10 gün bekledik. İlbay’la Erol belki biraraya gelir, bu olaya bir çözüm arar, bulur diye düşündük. İlbay eline geçen fırsatı kaçırır mı?Bunu elbette Hasan’ın işini bitirmek için kullandı. (Sonradan İlbay’ın defalarca anlattığıüzere, İlbay Erol’u ikna etmek için, “Bizim de karımız, kızımız var, onlara da aynı şeyi

    yapabilir bu adam” demiş. Erol da “Bize yapamaz” demiş. Burada İlbay’ın yalancısıyım!Ama söylenmişse böyle bir şey, ki söylendiğine inanıyorum, Erol’u vicdanıyla baş başa bırakıyorum.) Erol’a bu olayı ifşa edeceğimizi ilk söylediğimde, odamın kapısındadikiliyordu. Kapıya yaslandı ve “Eğer böyle bir şey yaparsanız ben de o kitap nedeniylearamızda geçen tartışma yüzünden bu ifşaatı yaptığınızı söylerim” dedi. Açıkça tehdit ettiyani. Ben de “Böyle bir şey yaparsan çok kötü olur” dedim yalnızca. Ama bunu parmağımısallayarak söylediğimi hatırlıyorum. Neyse, yukarıdaki mektubu kurum içindeki arkadaşlaragönderdik. İlbay’ın koro şefliğinde bir tepki mailleri teatisi ardından Hasan kurumdanuzaklaştırıldı.

    Hikaye bitti m i? Hayır. Erol, Hasan’ın uzaklaştırılmasını kişisel bir mesele halinegetirdi.

    Aradan bir ay geçmeden. Gökçe’nin bir kitabını geciktirmesini bahane ederek, İlbay’lakonuştuktan sonra beni odaya çağırıp, “Artık Gökçe’yle çalışmak istemediklerini” beyan

  • 8/9/2019 Ayrıntı'Ya Dair Hikayemdir...

    12/22

    etti ler. Neden diye sorduğumda ise “Titizliğine diyeceğimiz yok, iyi iş çıkarıyor ama işlerinizamanında vermiyor, Ayrıntı’nın işlerini sekteye uğratıyor” dediler. Aynen böyle! OnlaraGökçe’nin zaten dışarıdan çalıştığını, dolayısıyla zararın kendisine olduğunu, ayrıca sonzamanlar zaten okulu olduğu için bize az iş yaptığını anlatmaya çalıştım. Ayrıca, bu işinsorumlusunun ilgili editörlerin olacağını, hangi editörle çalışıyorsa, o editörün ona göre

    takvim belirleyeceğini, bunun patronlar nezdinde konuşulacak bir mesele olmadığınısöyledim. Ama yok, “Bizim istediğimizle çalışıp istediğimizle çalışmama hakkımız var”dediler. Düşünebiliyor musunuz, sadece o kuruma yardım etmiş, çoğu kez karşılıksız her işinekoşmuş birine reva görülen muamele bu! İlbay’la Erol’un adalet ve yönetim anlayışı bu!(Elbette, bu arada Hasan kuruma gelip gidiyordu ve kendine ait küçük yayınevinin kitaplarınıda hâlâ Ayrıntı’da depoluyor, işlerini Ayrıntı’dan takip ediyordu.)

    Bu olaya, eşim Gökçe’ye reva görülen muamele başlığı altında yeniden kısaca değineceğimiçin, Erol bahsine döneyim ve bitireyim. İşine geldiğinde bir cemaat mantığıyla hareket eden patron ikilisi, akıllarınca beni siyasi geçmişime bakarak bir yere yerleştirdiler. Sürekli zanaltındaydım yani. O yüzden ben bu altı yıl boyunca, yaptığım her şeyi belgelemeye özengösterdim. İyi ki öyle yapmışım! Nelerle uğraştığıma bir örnek vereyim: Troçkist eğilimliFransız bir yazarın bir romanını bastık. Kitap Doğu Bloğu’ndan birtakım entelektüellerinsorunları ve maceraları üzerineydi. Bir gün İlbay geldi, “Bu kitap anti- komünist, niye dikkatetmedik” dedi. “Nereden çıktı bu?” dedim. Doğu Avrupa şehirlerini çok kasvetli, yaşanmazyerler olarak gösteriyormuş. Doğu Bloğu’nu çok kötülüyormuş! Bu gibi entelektüel (!)sorunlarla meşgul oldum günler boyu.

    Tipik bir tavır olarak, yine bir örnek vereyim: İlbay’a da, Erol’a da yaptığımız bir kitaptan bahsettim, bitmek üzereydi, çok özel bir kitaptı, “Arkadaşlar çok iyi hazırlandılar bu kitapiçin, Murat Belge önsöz de yazacakmış” dedim. Aradan zaman geçti, yayın kurulunda benyine ne güzel bir iş yapıyoruz babından kitaptan bahsettim, Murat Belge de önsöz yazacakmışfalan dedim, seviniyorum. İlbay durdu, “Ben ilk defa duyuyorum bunu” dedi. Yayınkurulundan a rkadaşlara hitaben, yüksek perdeden “Bilseydim buna izin vermezdim. BenAyrıntı adının Murat Belge adıyla yan yana anılmasını istemiyorum” dedi. Mantığı ve duruşu buydu patronlarımızın! Bu kitap benden sonra basıldı. Ben kapakta “Murat Belge’ninÖnsözüyle” ibaresiyle yayımlamayı düşünüyordum kitabı. Onlar girdikleri günahı (!)kapaktan ilan etmemişler ama içeride korumuşlar ; ona da şükür ! Ayr ıca, yayınevinin çizgisikonusundaki hassasiyete bakar mısınız? Türkiye’nin en önemli entelektüellerinden birinetaha mmül edemiyor ama Mahmut Esat Bozkurt türü faşistleri baş tacı edebiliyor!

    Bu uzun mektupta de ğinmeden geçemeyeceğim iki konu daha var. Birincisi, eşim Gökçe’ye

    reva görülen muamele özel bir ilgiyi hak ediyor. Eşim Gökçe Çiçek Çetin Hukuk Fakültesi’ni biti rip, avukatlık stajını tamamladıktan sonra, hukukla ilgili bir işin kendisine göre olmadığınave sevmediği bir işi yapamayacağına karar verip M. Ü. İletişim Fakültesi’ne girmiş ve bölümünü birincilikle bitirmiştir. Gelelim Ayrıntı’daki duruma. Patronlar büroya gelmeye başlamadan önce, Gökçe benimle yaklaşık iki sene fiilen çalıştı, yani Ayrıntı aslında birkişinin ücretiyle iki kişi çalıştırdı. Gökçe bütün dizilerin iç tasarımlarını yeniden düzenledi.Çok satar kategorisindeki bazı kitapları ücretsiz olarak yeniden okuyup çok önemli düzeltileryaptı. Ayrıldığımız güne kadar, yani altı yıl boyunca, bütün Ayrıntı kitap kapaklarını okuyupkontrol etti ve kapak yazısı olmayan kitaplara kapak yazısı yazdı. Bunu bütün herkes de biliyordu. Yayınevinde gramerle ilgili bir sorusu olanın soracağı kişi tartışmasız Gökçe’ydi.Gökçe kitapların gramer kura llarının belirlenmesinde yardımcı oldu ve tarama listesi

    hazırlayıp dizgici arkadaşlara verdi. Dizgici arkadaşlara sürekli yardımcı oldu. Bütün bunlariçin beş kuruş para talep etmedi. Biz gelmeden önce yayımlanmış Palahniuk kitaplarını,

  • 8/9/2019 Ayrıntı'Ya Dair Hikayemdir...

    13/22

    birinci kitap hariç, tümden gözden geçirip yeniden okuyup düzeltti. Biz geldikten sonra teslimedilen çevirileri redakte etti. Redaksiyonlar ancak yeniden yazma halini alınca, örnekleri de patronlara gösterilerek , Ömer Türkeş Edebiyat Editörü olarak işe başlayınca da Palahniuk’larıartık Gökçe’nin çevirmesine karar verildi. Ama özellikle İlbay bunu sürekli sorun etti. Butartışmalara binaen bir yazı yazarak patronlara ilettim. Nitekim, Ayr ıntı’yla ilişkimizi koparan

    da Palahniuk oldu!

    Hasan’ın terbiyesizliği üzerine Erol daha önce belirttiğim gibi bu meseleyi kişiselleştirdi.Kendine yapılmış bir hakaret addetti. Bir gün patronlar beni çağırdı ve Ayrıntı’nın işleriniyavaşlattığı gerekçesiyle artık “Gökçe’yle çalışmak istemediklerini” beyan ettiler. Onlar a,Gökçe’nin zaten parça başı çalıştığını, az iş verince az kazandığını, yaptığı işin sorumlueditörü kimse bunun onun sorunu olduğunu, onunla çalışıp çalışmamaya, işini zamanındateslim ed ip etmediğini denetlemeye ilgili editörün karar verebileceğini söyledim ama dinleyenkim! Ertesi gün Gökçe bizzat büroya gelip patronlarla konuştu. Ortaya çıktı ki Gökçe senede6 kitabın edisyonunu yapmış ve bu kitaplardan ikisi edebiyat, dördü de inceleme araştırma.Aylığı da yaklaşık 350 liraya geliyor. Ben kendim yılda yaklaşık 24 ilk baskı kitaphazırlıyordum, diğer editörlerin de hazırladığı kitaplar daha da vardı haliyle.Yani Gökçe’nin Ayrıntı’nın işlerini sekteye uğrattığı tezi çökmüştü. Bu konuda geri adım attılar ama ne birözür ne bir açıklama yapıldı. İlbay hem bana hem de Gökçe’ye şöyle dedi: Erol beni iştençıkarmaya kararlıymış, İlbay da bari Gökçe’yi uzaklaştıralım demiş. İlbay’ın yalancısıyım!Yine o toplantılarda İlbay’ın bana açıklanamaz öfkesi de açığa çıktı. Gökçe, “İlbay sendennefret ediyor” dedi o toplantı sonrasında. Yine o toplantıda Gökçe’ye söylemiş, sonra bana dasöyledi. Artık sorunları yazıyla ifade edip maille göndermemi istemiyordu İlbay. Odalarımızyan yana sayılır, gelir anlatırsın! Ne güzel değil mi? İşine geldiği zaman kabul edecek ,istediğinde reddedecek konuşmalara mahkum edildik. Üstelik kurum içinde bir çevirisemineri düzenleyip de bana haber vermeyecek kadar iletişim özürlüyken! Neyse son noktayıda Palahniuk’lakoyduk.

    Uzun süredir, bir kısmını yukarıda anlattığım, dozu yükselen bir mobbing sağanağınatutulmuştum. Ama iplerin kopmasına neden olan olay şöyle gerçekleşti: Yaklaşık üç yıl önceyeni bir görev dağılımı yapılıp Edebiyat Dizisi’ne yeni bir arkadaş tayin edildiğinde, bazıkitapları sevdiğimiz ve özel olarak hazırlamak istediğimiz için Palahniuk’un kitaplarını eşimGökçe Çiçek Çetin çeviriyor du , redaksiyonunu da ben yapıyor dum ve hazır olarak yayınevineteslim ediyorduk. Patronlarımız bunu bize karşı sürekli bir baskı olarak kullandılar ama benEdebiyat Editörü Ömer Türkeş arkadaşla konuştum ve onun da onayıyla bu kitapları Gökçe çevirmeye devam etti. Olaylar zinciri benim sözleşmeler arasında birkaç ay önce imzalanmış

    bir sözleşmeyi görmemle başladı. İlbay, anlaşıldığı kadarıyla, Ömer’in de rızasını alarak,Palahniuk’ları Gökçe’nin yaptığını bildiği halde, son Palahniuk kitabını bana ya da Gökçe’yesöyleme nezaketinde bile bulunmaksızın bir başka çevirmene vermişti. Ben de odasına gittimİlbay’ın ve “Biliyorsun bu yazarı Gökçe çeviriyordu; kitabı başka birine vermişsin, en azındansöyleme nezaketinde bulunabilirdin” dedim. İşyerinde sürekli yüz yüze baktığımızı, birbirimizin arkasında iş çevirmemizin hoş olmadığını anlatmaya çalıştım amao önce davranıp, “Hayır, sen Palahniuk’lardan el çekmiştin” diyerek savunmaya geçti. Ömer’leanında yaptığım telefon görüşmesinde eldeki Palahniuk’ları Gökçe’nin yaptığını söylemesiüzerine, “Ben patronum, sana mı soracağım, istediğime veririm kitabı” noktasınagelindi.Halb uki edebiyat kitabıydı ve sorumlusu Ömer’di. Ömer de Palahniuk’ları Gökçe’ninyaptığını biliyordu. Daha önceki iki kitabı da Gökçe yapmıştı. Ömer de Gökçe’nin şu an

  • 8/9/2019 Ayrıntı'Ya Dair Hikayemdir...

    14/22

    Doomed üzerinde çalıştığını biliyordu. Başka bir çevirmene verilen kitap yaklaşık bir seneönce gelmişti ve sırada bekliyordu. Eldeki bitince de ona başlanacaktı. Neyse, zaten İlbay içinüzerinde anlaşmaya varılan şeylerin ne olduğu önemli değildir. O an ne istiyorsa, kimeyaranmak, kimin canını yakmak istiyorsa (ki genelde bu ben oluyordum) onu yapar İlbay,sonra da doğrusuna yanlışına bakmadan gerekçelerini sıralar. Bunun sayısız örneklerinivereceğim. Bu örnekte de konuşma aynı minval üzere sürdü. Son olarak da “Bu koltukta benoturuyorum, burada oturduğum sürece benim sözüm geçer” dedi. Doğruydu, patron oydu,zaten bunu her gün ya söylüyor ya da hissettiriyordu!Ben de “O koltukta oturmak başka okoltuğu doldurmak başka” dedim ve çıktım odadan. Ve bu lafım Ayrıntı’yla ilişkimizinsonuoldu. Ertesi gün iki patron artık benimle çalışmak istemediklerini beyan ettiler.

    Son bir sözüm kaldı, o da Burhan Sönmez’e. Kişisel hiçbir husumetim yoktu, hatta severdimkendisini. Bu konumu kendisi istedi ve elde etti . Neredeyse yalvardım kendisine böyleolmaması için ama takındığı tavrı bilerek ve isteyerek seçti.

    Bu bölümde ayrılmam üzerine nasıl bir ahlaksızlık ve vicdansızlıkla karşı karşıya kaldığımızıanlatacağım. Bunun kesinlikle mantıklı bir açıklaması yok. Psikanalizin alanına girer diyedüşünüyorum. Ayrılmadan önce, “Elimizde yarım kalan işler var, onları bitirelim bari” dedik.Kabul ettiler. Listesini çıkardık. Yazıya döktük. İlgili editörlerle haberleştik. Benim başlayıp

    bitire mediğim bir çeviri vardı elimde. Gökçe’nin de yarım, yaklaşık 1800 sayfalık birantolojisi, bir Pal ahniuk çevirisi ve bir kitabın redaksiyonu. Neyse, antolojiyi bitirdi Gökçe.Son kontrolleri kaldı. Bu noktada işler karışmaya başladı. Antoloji işi çok zahmetli bir işti.Aylarca 1800 sayfayı harf harf, sözcük sözcük iki kere kontrol etti Gökçe. İğneyle kuyu kazdı yani. O iş için de %3 kararlaştırmıştık. Bir şey değil ama en azından kendini kötü hissetmesindiye. Ayrıldıktan sonra, yeni Genel Yayın Yönetmeni Burhan’a elimizdeki işleri bildirirken

    bunu da bildirdik. İş bitti. Son kontroller kaldı. Ama kimse Gökçe’yle muhatap olmuyor,noktayı koyamıyordu. Gökçe de “sayın yetkili” ibareli derdini anlatan bir mail yazdı veBurhan’aile İlbay’a gönderdi. Bir süre sonra İlbay’dan yanıt geldi:Gökçe Hanım, Öncelikle yapılan işi yetersiz bulmadım. Zaten bu benim işim değil. Şiir Dizisinin Editörü bu konuda çekinceleriolduğunu ve son okumayı kendisinin yapması gerektiğini söyledi. Daha önce eşinizin de bulunduğu bir yayınkurulu toplantısında kitabın Şiir Dizisinden çıkacağı belirtilmişti. Dolayısıyla kitapla ilgili bildirimleri EmirhanOğuz ile paylaşmalıydınız ama siz her zamanki alışkanlığınızla sorunları eşinizle çözmek istemişsiniz. BenOrhan beyin de olduğu toplantıda bulunmuştum, Emirhan bey kendisine yukarda ifade ettiğim şekilde bir dilkullandı. Özet olarak ben çalışmalarınızı takdir etmekle birlikte zamanlama ile ilgili eleştirilerimi her zamanilettim. Şu anda ki düşüncem de budur. Eşinize defalarca belirtmiştim ve genel teamül budur: Yayınevi ile ilgilitasarruflarda son karar bize aittir. Siz sadece emeğinizin karşılığını alırsınız ve bu da karşılıklı anlaşmalarla belirlenen bir şeydir. Sizin eşinizle yaptığınız görüşmeler sizi ve eşinizi bağlar bizi değil. Sevgiyle.

    Burada da tipik İlbay’ı görüyoruz. Olayları çarpıtıyor, yalan söylüyor. Yayın kurulundaantolojinin hangi diziden yayımlanacağı kararlaştırılmadı, sonra kararlaştırırız dendi. Yayınkurulunda konu gündeme geldiğinde antoloji bitmek üzereydi, yani Gökçe işi zaten bitirmeküzereydi. “Sorunu eşinizle çözmek istemişsiniz” meselesi de tam bir İlbay mantığı, yalandolanı. Antolojiyi orada çalışan bir editör olarak , Orhan bana önerdi ve ben de raporumuhazırlayarak yayın kuruluna önerdim,kabul edildi, Sanat- K uram dizisinden yayımlamayakarar verdik, Orhan Kahyaoğlu’yla birlikte onlarca yayınevi ve şairle sözleşmeleri tek tekyaptık,Sanat-K uram dizisine göre dizildi kitap, kontroller yapıldı vs. Yani sorumlu kişi olarakher zamanki işimi yaptım. Bu iş özel bir titizlik gerektirdiği için de işi eşim Gökçe’ye verdim, bir buçuk yıl önce. Ayrıntı’da o işin sorumlusu olarak çalışırken. Şimdi ne diyor İlbay“Sorunu eşinizle çözmek istemişsiniz”! Hele son cümlesi bir harika, kurumlarda devamlılığın

  • 8/9/2019 Ayrıntı'Ya Dair Hikayemdir...

    15/22

    bir şahikası!: “Sizin eşinizle yaptığınız görüşmeler sizi ve eşinizi bağlar bizi değil.”Gökçe de yanıt olarak şöyle yazdı:(…..) Üçüncüsü, ben eşim işten ayrıldıktan sonra hiçbir kararı eşimedanışarak almadım. Yayınevine geldim, sordum, mail attım ama yanıt alamayınca o maili yazdım. Yani yetkilikişi, muhatap arayan benim. Burada bir kanaatimi de üzülerek paylaşmak istiyorum : Ben eskiden de sizinönyargılarınızı aşıp Ayrıntı Yayınları'na ulaşamamıştım zaten. Dördüncüsü, ben başka işlerde olduğu gibi bu işi de eşimden değil, Ayrıntı Yayınları'nda çalışan, o iştensorumlueditörden aldım. Bu kitapla ilgili yaptığım işleri size gönderdiğim mailde anlattım. Kısaca bir kere daha belirteyim: Bu iş normal bir okuma işi kesinlikle değil. Kime sorarsanız sorun aynısını söyleyecektir. Her şiirharf harf, kelime kelime kontr ol edildi. Çeşitli baskılar arasındaki farklar araştırılıp giderildi. Satır, kelime bölünmeleri bile araştırılıp doğrusu bulunarak yazıldı. Tam üç ay aralıksız bu işe ayırdım zamanımı. Ve ücret deta başından buna göre belirlenmişti, sonradan değil; ve bu da size bildirilmişti. Tekrar ediyorum, ben işi AyrıntıYayınları'ndan, sorumlu editöründen, bir ücret karşılığı aldım. (Ücret her zamanki gibi yetersizdi biliyorum,çünkü bu işler gönüllü değilseniz bu ücrete kesinlikle yapılmaz. Ama kabul ettim. Sonradan işin içine girince bunun hiç de akıl işi bir şey olmadığını fark ettim ve bunu defalarca Orhan'la da paylaştım. Ama aldım bir keredeyip bitirdim, birkaç kontrol hariç.)

    Bu nasıl bir mantık ve iş ahlakıyla karşı karşıya olduğumuzun örneklerinden biri ama asılvicdansızlık ve emek hırsızlığı son Palahniuk örneğinde yaşandı.

    Ben ayrılırken, yarım kalan işleri saydım, kendileriyle konuştum, ayrıca Ömer Türkeş’e15Ocak 2015’te bir mail yazdım ve o maili İlbay’a ve Erol’a da aktardım. Mailde başka birkaçşeyin yanında aynen şu yazıyordu:Seninle ilgili iki kitap var, birincisi Nisan ayının ilk haftasındapiyasaya çıkacak şekilde C. Palahniuk’un Doomed orijinal adlı kitabının hazırlanıp son haliyle

    yayınevine teslim edilmesi. Kitap bitmek üzere, İlbay ve Erol’un da haberi var, seninle de zaten Nisan

    ayı konusunda anlaşmıştık. Bu konuda, tarih ve biçim olarak, bir itirazın yoksa Mart’ın 20’si gibi kitap

    son haliyle yayınevine teslim edilecek.

    Her zamanki gibi Gökçe Palahniuk kitabının, Palahniuk'un dilini, tarzını bilmeyendeneyimsiz birinin eline geçmesini istemiyordu. Bütün Palahniuk’ları kendisi yapmıştı ve her şeyini belirleyen oydu Palahniuk kitaplarının. Evvelki kitaplarda da öyle yapmış, kitaplarıyayınevine hazır teslim etmişti. Yukarıda iki kere “son haliyle yayınevine teslim”den bahsediyor ve İlbay ve Erol’a aktarılmış mail, ayrıca onlarla kararlaştırılmış zaten. Herhangi bir soru işareti var mı? Yok mu? Siz İlbay’ı daha tanımamışsınız demektir.

    İlbay’dan 17 Şubat’ta bir mail geldi:Yayınevinde yaptığımız son konuşmada Gökçe hanımınPalahniuk'un kitabını çevirmekte olduğu ve muhtemelen çeviriyi martın sonunda bitireceğini

    söylemiştin. Ben de bitirdiği iş yarım kalmasın diyerek kabul etmiştim. Bu söz sadece Palahniuk

    çevirisini içermektedir. Dolayısıyla Palahniuk çevirisini bekliyorum, bitmiş şekilde, matbaaya gidecek

    şekilde ibarelerini kabul etmem mümkün değil.

    İşte bu! Beyefendi bize bir lütuf bahşetmiş. Yazık demiş bitirin bari işinizi.Biz de garibanlar,evvelden kararlaştırdığımız gibi, çeviriyi bitirmişiz, redaksiyon için bir arkadaşa vermişiz, oneredeyse bitirip bize gönderecek. Öyle olmazmış! Bitmiş şekilde, matbaaya gidecek şekildeolmazmış! Ne konuşmuştuk? Ne karar verdik? Ne gam! İlbay’dan iyi mi bileceksiniz?

    Bu daha bir şey değil! Şimdi burada devreye Burhan Sönmez giriyor. Bir genel yayın

  • 8/9/2019 Ayrıntı'Ya Dair Hikayemdir...

    16/22

    yönetmeni nasıl olurmuş gösteriyor! Aradaki bir sürü küçük olayı atlayıp son aşamayageliyorum. Gökçe redaksiyondan gelen metni yeniden okudu, birlikte birçok şeyi yenidenyorumlayıp kararlaştırdık ve metni yayınevine gönderdik. Adını da koyduk: Bahtsız.Gerçekten ne bahtsız kitapmış bu! Kitabı bir düzeltmen arkadaşa vermişler, Gökçe deBurhan’la bu arada görüşüyor, şu Antoloji kitabındaki iletişimsizlik bu kitapta da başımagelmesin diyor, Burhan da “merak etme, ne derdin varsa bana gel” diyor. Genel yayınyönetmeni dediğin böyle olur zaten. Kitap düzeltiden gelmiş, Gökçe’ye “büroya gel,düzeltilere bak, son halini verip matbaaya gönderelim” diyorlar. Gökçe ertesi sabah, “kendimi

    pek iyi hissetmiyoru m, telefon edeyim de metni bana postalasınlar bari” dedi. Telefonettiğinde yeni işe alınan bir editör arkadaş kendisine “metninin redaksiyonla biledüzeltilemeyecek kadar kötü” olduğunu ve kabul edilmediğini söylüyor. Gökçe duyduklarınainanamıyor elbette ve Burhan’ı arıyor. Burhan’a “Siz bana bunu nasıl yaparsınız?” diyesoruyor, öfkeli elbette, aynı şekilde yanıt alınca, yine öfkeyle telefonu kapatıyor. Hakaretfalan yok. Telefonu ani kapatma var, isterseniz yüzüne kapatma deyin. Bunun üzerine Burhanark adaşımız olayı duygusala bağlıyor. Vay sen bana hakaret ettin, telefonu yüzüme kapattın.Bu “hakaret” meselesi iktidar mevkiini tutanların ortak sığınağı galiba. Kıvırmak istediklerikonuları böyle bağlıyorlar. Başka bir sürü mesele var ama ertesi gün şöyle yazıyor Burhan:başka bir çevirmene redaksiyon için dün gönderilmiş. o arkadaştan da bu sabah olumsuz rapor

    gelince, ben kendim de biraz bakayım dedim. kusura bakma ama bence arkadaşların raporları haklı.

    bu metin bu haliyle redaksiyonla bile kurtarılamayacak halde. sana gönderilen rapordan çok çok daha

    fazla sorun var metinde.

    Metni neredeyse birlikte yapmıştık eşim Gökçe’yle. Ben çeviriden anlıyorsam, ortada sağlam bir çeviri vardı. Ben düzeltmenle de konuştum. Kızcağız bazı öneriler sıralamış. Birkaç yazımhatası bulmuş. Zaten bizim hiç kağıttan okuma şansımız olmamıştı. Bu normaldi. Son okumane içindi zaten! Neyse, ilginç olan, düzeltmen arkadaşın bize “Bana önce Gökçe’nintelefonunu da verdiler, sorunları onunla konuşur halledersin dediler ama sonra vazgeçipçevirmenle irtibat kurmayın işi doğrudan bize getirin dediler” demiş olması. Kötü niyet okadar aşikâr ki! Neyse, benim elimdeki çeviri de bitmek üzereydi. Burhan’a ondan bir haftaönce mail yazmış ve “Sözleşmeye 1 Mayıs yazmışız ama bir haftalık daha işim var, bir sorunolur mu?” diye sormuştum. Burhan da bana “yok olmaz” demişti.

    Neyse galiba en doğrusu mail trafiğini olduğu gibi aktarmak olacak:

    Sevgili Burhan,Biliyorsun Değişim Çağı çevirisini yapıyorum. Şiirsel bir kuram metni, değişik. Neyse, sözleşmede teslim tarihi 1 Mayıs olarak yazmışız,ama en geç 20 Mayıs'ta çeviri elinizde olur. Umarım bir sorun olmaz.İyi çalışmalar Görüşmek üzere

    Apo

    Abdullah Yılmaz 7 May (8 gün önce)

    Alıcı: burhan

  • 8/9/2019 Ayrıntı'Ya Dair Hikayemdir...

    17/22

    Sevgili Burhan,Yanıt beklememe gerek yok galiba. Gökçe'ye yapılanları görünce bu işi de bırakmam gerektiği sonucuna varıyorum.Hepimiz için hayırlısı olsun. Ne diyeyim.

    Apo

    Burhan Sönmez 7 May (8 gün önce)

    Alıcı: bana

    sevgili apo… kitabı söylediğin tarihte bitirmen sorun olmaz… devam etmeni isterim… gökçeyle ilgili sorun, bizden değil gökçeden ve gökçenin metninden kaynaklanıyor… iraz önce ona da yazdım…

    sevgiyle

    Burhan Sönmez

    Ayrıntı Yayınları (Genel Yayın Yönetmeni) Editor-in-chief

    Abdullah Yılmaz 7 May (8 gün önce)

    Alıcı: Burhan

    Sevgili Burhan,Öncelikle Gökçe'nin metniyle ilgili birkaç şey söyleyeyim. Ben bu çevirinin bütün aşamalarında bulundum, bana sordu sürekli, önerilerdeulundum, hatta Gökçe kendi arkadaşının yaptığı redaksiyonu yetersiz buldu, yeniden okudu baştan sona ve bana da sordu... Ben metniiliyorum. Ve bunca yıllık çevirmenlik ve editörlük deneyimimle söylüyorum, bu metin sağlam bir metin...

    Gerisi pek inandırıcı değil, kusura bakma. Zaten muhtemelen mahkemeye gidecek durum ve mahkeme aşamasında kimin haklı kimin haksız

    olduğunu göreceğiz. Daha çok tartışılacak yani bu... Ama bu işlerin normal bir seyri vardır, son okumadan sonra isterse çevirmenle metinüzerinden son bir defa daha geçilir... Son okumacıyı iyi tanırım, onu bu yayınevine getiren de birçok karşı çıkışa rağmen ona iş veren deenim. Notları üzerinden birlikte Gökçe'ye çalışırlar metni toparlarlardı, normali buydu... Ama burada ne yazık ki üzüm yemek değil bağcıyı

    dövmek amaçlanmış. Kimmiş bu bir gecede o çeviriye redaksiyonla bile kurtulmaz diyen büyük çevirmen!!! Yapma Burhan'cım, ben 6 yıldıro yayınevinde nelerle karşılaştım!Şu anda çeviriye devam edip etmemekle ilgili bir şey söylemek istemiyorum.Hoşçakal

    Apo

    7 Mayıs 2015 12:36 tarihinde Burhan Sönmez < [email protected] > yazdı:

    Abdullah Yılmaz 7 May (8 gün önce)

    Alıcı: Burhan

    Sevgili Burhan,Çeviriye devam edip etmeme kararımı vermeden önce bir şeyi netleştirmek istiyorum.Benim 25 yıllık çevirmenlik, editörlük deneyimlerimle kavrayamadığım bir kriteriniz olmalı ki Gökçe'nin çevirisini iade etmeye kararermişsiniz. Dediğim gibi çok iyi bir çeviriye bu muameleyi çektikten sonra benim çevirimi de bir gecede müthiş bir çevirmen okuyup sen

    de sabahleyin olur vererek geri çevirmemenizin hiçbir garantisini göremiyorum.6 aylık emeğe saygı ve entelektüel namus gereği lütfen bana Gökçe'nin kitabının iade gerekçesini söyler misin? Çünkü buna onay vermişsine bunu da yazmışın. Ben de baktım, haklı gördüm diyorsun. Hakikaten benim aklım ermedi bu işe. Çok güzel bir çeviri var elinizde, çok iyiir çevirmenin elinden çıkmış. Ve sen bu çeviri redaksiyonla bile düzelmez kanaatine varmışsın. Bana söyle ki nedir kriterler in, ben de onaak arak kendi çevirimi verip vermeme kararını alabileyim.

    Umarım anlaşılabilir ve makul bir talep benimki. İyi akşamlar diliyorum.

    Apo

    7 Mayıs 2015 13:15 tarihinde Abdullah Yılmaz yazdı:

    mailto:[email protected]:[email protected]:[email protected]:[email protected]:[email protected]:[email protected]:[email protected]

  • 8/9/2019 Ayrıntı'Ya Dair Hikayemdir...

    18/22

    Abdullah Yılmaz 8 May (7 gün önce)

    Alıcı: Burhan

    Sevgili Burhan,Bugün gelecek şiir kitapları kolilerinden birinde J. Kerouac'ın biyografisinin orijinal kitabıyla kağıt çıktıları da var. Gökçe'nin artıkAyrıntı'yla çalışması mümkün olmadığından onu iade etti. İkinci bir husus da "redaksiyonla bile düzelmez" kararını tebliğ ettiğinize göre, gerekçeleriniz hazır diye düşünmüştüm. Bekliyorum. Onagöre ben de çeviriyi bitirip göndereyim haftaya. İyi günler diliyorum.

    Apo

    7 Mayıs 2015 20:24 tarihinde Abdullah Yılmaz yazdı:

    Abdullah Yılmaz 8 May (7 gün önce)

    Alıcı: Burhan

    Sevgili Burhan,Belki yüz yüze görüşmek istersin. Ne zaman nerede istersen görüşebiliriz...

    Apo

    8 Mayıs 2015 13:08 tarihinde Abdullah Yılmaz yazdı:

    Burhan Sönmez 11 May (4 gün önce)

    Alıcı: bana

    merhaba apo…

    cuma günü ankaradaydım, odtü dersleri için.. emailine ancak bugün cevap yazabiliyorum kusura bakma… en bugün ve yarın yayınevinde olacağım, ne zaman istersen görüşebiliriz.

    gelirsen, burada redaksiyon bölümündeki dervişle de görüşme imkanın olur…

    çeviriyi sahiplenmeni anlıyorum, bundan sakınca yok, ama meseleyi çeviri dışı yorumlara götürmek benim alanım değil. metin ciddi sorunlar taşıyor. size gönderilen 4 sayfalık rapor-ki sorunlu kısımların yalnızca bir bölümünü gösteriyor - ciddi hatalara işaretediyor. buna rağmen redakte edilebilir mi diye adım attık, ama olumsuz sonuç aldık. önyargı aramak anlamsız. bu kitap yayımlanacak diye son 10 gün içinde üç gazeteye ilan verdik. üstelik iki tanesi özel, yarım sayfalıkilanlardı… artniyet olsa böyle bir şey yapılır mıydı….

    u tür bir okuma, önce benim başıma geldi… son üç ayda, başka çeviriler de geri çevrildi maalesef. ve ilk geri çevrilen de benim “idea” dizimdeki bir kitap oldu.onun sorumluluğunu ben taşımak zorunda kaldım ve kalkıp da bunu kişisel bir sorun gibi diretmedim.

    dilerim her şey gönlünce olur… selam ve sevgiyle

    Burhan Sönmez

    Ayrıntı Yayınları (Genel Yayın Yönetmeni) Editor-in-chief

    mailto:[email protected]:[email protected]:[email protected]:[email protected]:[email protected]:[email protected]:[email protected]:[email protected]

  • 8/9/2019 Ayrıntı'Ya Dair Hikayemdir...

    19/22

    Begin forwarded message:

    Date: 8 May 2015 16:53:40 EEST Subject: Re: Değişim Çağı From: Abdullah Yılmaz To: Burhan Sönmez

    Abdullah Yılmaz 11 May (4 gün önce)

    Alıcı: Burhan

    Sevgili Burhan,Müdahil olma nedenimi söyledim. Kendi çevirimin de benzer bir gerekçeyle geri çevrilmesini istemem.Şimdi "metin ciddi sorunlar taşıyor. size gönderilen 4 sayfalık rapor-ki sorunlu kısımların yalnızca bir bölümünü gösteriyor - ciddi hatalaraişaret ediyor. buna rağmen redakte edilebilir mi diye adım attık, ama olumsuz sonuç aldık" bölümüne geleyim. Düzeltiye yapan Yeliz Eke'yi ben yetiştirdim, İlbay yayınevinden kovmuştu. Neyse, kızın yaptığı düzelti notları onlar yalnızca, önerisunmuş, not almış, acaba yanlış mı diye soracak. Kız İngilizce bilmiyor zaten. Ayrıca o raporu oku, elini vicdanına koy ya da bu zamanakadar ki Türkçe ve İngilizce bilgilerini birleştirip "ciddi hatalar"dan birini söyle bana ("misanthropic" philanthropic" dışında. Onu belirttim.Dikkatten kaçmış. Kabul ediyorum) Lütfen, bir tane ciddi hata! Hangisi ciddi hataymış! Dediğim gibi Yeliz'in önerisi onlar ve birçoğumetnin tamamı düşünülünce kabul edilemez öneriler. Gökçe bana hepsini sormuştu onun o belir ttiği başlıkları, merak etme, ve hepsi üzerinde

    durmuştuk, Gökçe'yle birlikte kararlaştırdık neredeyse o başlıkları.Burhan'cım, şimdi rapor diye bana düzeltmen arkadaşın aldığı notlardan bahsediyorsun. O notlar bir gecelik çalışmaya bakar. Kabul edilenleredilir edilmeyen edilmez. Metin tamamdır. Şimdi siz öyle dediniz diye ortada bir rapor varmış gibi mi yapacağım ben de? İngilizce bilmeyenzavallı bir düzeltmene mi yıkacaksınız kararın entelektüel sorumluluğunu? Bir gecede okuyup bu çeviri redaksiyonla bile kurtulmaz diyençevirmen arkadaş ortada görünmüyor bu mailinde. Bir de sen de ikna olmuştun metnin redaksiyonla bile adam olmayacağına. Nasıl iknaoldun Burhan?Sevgili Burhan, anlaşıldığı kadarıyla, bu iş mahkemede bitecek. Sen hukukçusun, bu yazışmalar da mahkemeye taşınacak elbette ve ayrıcakamuoyuna da açıklayacağım bunları. Şimdi bana söyler misin lütfen, "biz bu kitabın redaksiyonla bile düzeltilemeyeceğine karar verdik"derken, bu kararı düzeltmenin o notlarına dayanarak mı aldınız? O bir gecede kitabı okuyup düzeltilemez diyen çevirmen (!) arkadaş nereyekayboldu? Tekrar soruyorum, seni böyle bir kararın haklılığına inandıracak o hatalardan bahseder misin lütfen.

    Görüşmek üzere

    Apo

    11 Mayıs 2015 11:08 tarihinde Burhan Sönmez< [email protected] > yazdı:

    Burhan Sönmez 11 May (4 gün önce)

    Alıcı: bana

    sevgili apo

    kitap hazırlıyoruz, kitapların iyi çıkmasına çalışıyoruz. kötü çeviri, kötü çeviridir. sen mahkemeden ve kamuoyuna açıklamaktan bahsediyorsun. gizli bir şey yapmıyoruz. bu yüzden istediğini yapmakta özgürsün.. enim tek sorumluluğum, kitaba karşıdır. burada çalışan arkadaşlarla bu temelde bir çalışma temposu oluşturmaya çalışıyoruz. ugüne kadar bu yayınevinde pek çok şey aksak işlemiş. ama ben bu tür sorunların sürmemesi için çabalıyorum... u yüzden kitaplara karşı sorumluluğumuzu layıkıyle yerine getirmeye çalışıyorum...

    kolay gelsin...

    Abdullah Yılmaz 11 May (4 gün önce)

    Alıcı: Burhan

    Sevgili Burhan, Sözcüklerin büyüsü ne güzel değil mi?Ben sana somut bir şeyler soruyorum. Topu sürekli taça atıyorsun. Tekrar ediyorum, bu çeviriyi geri çevirme gerekçenizdüzeltmenin tuttuğu notlar mı? Yoksa evvelki maillerinde sözünü ettiğin ve senin de makul bulduğun o bir gecelik çevirmeninhazırladığı başka bir rapor daha var mı? Net değil mi? Ya da sence bu çevirinin redaksiyonla bile düzeltilemez olmasının

    göstergesi hatalar nelerdir? Karar verilmiş değil mi? Karar verildiğine göre bunların net olması gerekir. Bu konuda söyleyeceğin birşey var mı? Yok anlaşılan!

    mailto:[email protected]:[email protected]:[email protected]:[email protected]:[email protected]:[email protected]:[email protected]:[email protected]:[email protected]:[email protected]:[email protected]:[email protected]

  • 8/9/2019 Ayrıntı'Ya Dair Hikayemdir...

    20/22

    Bence şöyle yapın, kararı herhangi bir tutarlı rapora dayanarak vermediniz madem, ileride mahkemede elinizde olacak, öncekarar verip sonra gerekçe uydurma biçiminde de olsa, hep beraber oturun çeviri üzerinde çalışın uzun uzun, bildiğiniz iyiçevirmenlerinize (!) danışın, bu çevirinin ıcığını cıcığını çıkaran, sonra bana ya da Gökçe'ye ya da mahkemeye bu çevirininneden "redaksiyonla bile düzeltilemeyecek" kötü bir çeviri olduğunu anlatan bir rapor hazırlayın.Sakın ola, çevirmen sözleşmesinde gerekçe bildirme zorunluluğu belirtilmemiş olduğuna sığınmaya çalışmayın, senhukukçusun, bilirsin, genel hukuk kurallarına aykırı sözleşmeler geçerli değildir. Yani bana bir iş vermişsen, ben de sana iş i

    teslim etmişsem, sen işi kabul etmediğinde gerekçesini bildirmek zorundasın. Ayrıca, bu işte kötü niyet o kadar ayan beyan ki!Gerek editörlüğünden gerekse çevirmenliğinden övgüyle söz edilen ve bu yayınevinde çevirileri ve çalışmaları sayılamayacakkadar çok olan bir çevirmene ayrılması üzerine, ayrılırken verilen sözlerin hilafına, yapılan bu muameleyi başka türlüyorumlamak için biraz saf olmak gerekiyor.

    Burhan'cım, sana kişisel bir tavsiyede bulunabilir miyim? Ben senin koltuğunda altı sene oturdum. Bana onca deneyimime,ortadaki çevirilerime rağmen, Genel Yayın Yönetmeni unvanını layık görmediler. Sana görmüşler. Hayırlı olsun. Ancak bu iş çokbıçak sırtı bir iştir. Çevirmenle patron dengesini çok iyi tutturman gerekir. Bir anda kendini "tetikçi" konumunda bulabilirs in.Üzülürsün. Değmez.

    Benim solculuk tanımım, bir haksızlığa karşı pozitif tutum takınma halidir. Gökçe'nin altı aylık emeğini çalıyor birileri, hiçbirinandırıcı gerekçe göstermeden, sırf canını yakmak, haddini bildirmek için, sırf kötülük olsun diye, ortada büyük bir haksızlık var.Buradaki kritik soru şu: Sen kimin yanında duracaksın? Gerisi hikaye Burhan!

    Sana da kolay gelsin.

    Apo

    İşte gördünüz Burhan Sönmez’in ne müthiş bir Genel Yayın Yönetmeni olduğunu, değil mi? Nasıl da kısa sürede gözüne girdi o bir gecede çeviriye bakıp da “çok çok hatalar” bulanmüthiş çevirmenin(!) Kim olduğunu biliyorsunuz artık zaten o çevirmenin. Ama o hatalar bizfanilerin anlayabileceği türden olmadığı için şimdilik açıklanamıyor. Buna rağmen şöyle birşey demekten de s ıkılmıyor arkadaşımız: “Biz gizli bir şey yapmıyoruz”! Hadi ordan!Barikomiklik yapmaya çalışma, gerçekten komik oluyor!

    Benim üç aylık emeğimmiş, Gökçe’nin altı aylık emeğiymiş, ne önemi var! Bu arkadaşlaröyle somut şeylerle ilgilenmez, onlar soyut emeğin kurtuluşu davasına kendini adamışdamardan solcudur ne de olsa! Her şey helaldir onlara… Yalan söyleyebilirler, emeğiniçalabilirler, arkandan dolaplar çevirebilirler, tacizciye arka çıkabilirler, her türlü vicdansızlığıyapabilirler onlar. Dokunulmaz dırlar. Ya da öyle sanırlar! Bu devlet benim on yılımı çaldı; ben o devletin “faşist ve hırsız” olduğunu ömrüm boyunca haykırdım ve haykırmaya devamedeceğim. Aynı şekilde onlar da bizim dokuz ayımızı çaldılar ve artık gözümde birer hırsızdırve ömrüm boyunca onlara “hırsız” demekten geri durmayacağım.

    Nihayet sona geliyorum. Aslında bu bir Türkiye manzarası. “İnsan malzememiz bu, neyapacağız?” diyorum bazen. Hayatın her alanında benzer manzaralar la o kadar çokkarşılaşıyoruz ki, kanıksıyoruz. Ama bir yandan da dışarıdan bu kadar “ulvi” görünen bir işinve işyerinin, Türkiye’de birçok ilke imza atmış bir yayınevinin bu kadar çürümesine inanıniçim acıyor.

    Altı yıl boyunca, sorunlarımı konuşarak, olmayınca da, yasaklanana kadar, yazarak iletmeye,çözmeye çalıştım. Bütün raporlarımda “kurumsallaşma” dedim, “eşitlik ve adalet” dedim amane yazık ki tam tersi yönde hızla ilerledi hem Ayrıntı hem de ilgili kişiler. Daha acıklı tarafı

    bence, bu kişiler “solcu” olarak, “sosyalist” olarak ortalıkta dolaşıyor. Sırf kötülük olsun diye bizim bir yıla yakın emeğimizi çalıyor. Hala o “biz”in içinde bu kişiler. O “biz”i tayin edecek

  • 8/9/2019 Ayrıntı'Ya Dair Hikayemdir...

    21/22

    gücüm yok.Onlar beni yirmi yıldır bir parçası olduğum Ayrıntı’dan patron sıfatıyla, bütünüyle ahlaksız ve vicdansız bir biçimde uzaklaştırdılar. Buna dur diyecek gücüm yok.Ama bir gücüm var galiba… Ben de onları-eğer öyle bir yer, bir kurum, bir kendilik varsa-“iyi ve dürüst insanlar”dan uzaklaştırıyorum.

    Abdullah Yılmaz

    Sonuç yerine…

    Benimle birlikte otomatik olarak zaten olmayan işine son verildiği gibi, sevdiği yazarı,

    çevirisi de elinden alınıp çöpe atılan eşim Gökçe Çiçek Çetin de duygularını yazıyadökme ihtiyacı duydu. Hakkıdır ve haklıdır… Ve bu satırlar ona aittir.

    Aslında, özellikle son yaşananların ardından bir daha Ayrıntı’nın adını bile ağzıma almamaktıniyetim. Apo, bir mektup yazacağını söylediğinde uzak durmayı tercih ettim ve son ana kadarokumaktan kaçındım o mektubu. Kelimelerin, o mektupta anlatılanların, dönüp yine benivuracağı hissine kapılmaktan kendimi alamı yordum . Çünkü karşımda “işini” her şekildekitabına, sisteme, profesyonelliğe artık adına ne derseniz ona uyduran insanlar vardı. Benseilk baştan kendi “romantikliğime” yenilmiştim.

    Bir şekilde mektubu okudum işte. Apo’nun anlattıkları hissettiklerimizin yanında basit,sıradan kalıyordu.

    Apo Ayrıntı’da işe başladığında çok mutlu olduğumu hatırlıyorum. Çalışacağı insanlarıtanımasam da iyi bir dünya görüşünün peşinden giden insanlar olduklarına göre, orada mutluolur diye düşündüm. Apo benimle çalışmak istediğinde ise, ki zaten redaksiyon vs işlerdışarıya yaptırılıyordu, tereddüt etmedim. Her şeyden önce, sevdiğim işi, sevdiğim insanla vesevebileceğimi düşündüğüm bir yayınevinde yapabilecektim.

    Hayatta bir karar verirsiniz ama maalesef sonradan olacakları, ne tür insanlarlakarşılaşacağınızı bilemezsiniz. O gün mutlulukla verilen bu karar ın daha sonra bende açacağıyarayı bilseydim, yaptığım işi bile tümden bırakırdım.

    Sırf düzene entegre olmamak için, özgür olabilmek için, sevdiğim işi yapabilmek için, hukukdiplomasını ve avukatlık brövesini bir kenara atmış olan ben, daha kötüsüyle karşılaşacağımıbilemezdim.

    Şu anda hangi kelimeyi kullanırsam kullanayım, hissettiğim haksızlık du ygusunu ifadeedemiyorum. Ben sadece sevdiği işi, sevebileceği bir yerde yapabileceği yanılgısına düşmüş,evet, profesyonel olmayan bir romantiğim. Ben buyum da, karşımdaki insanlar hangi düzeninsözcüsü.

  • 8/9/2019 Ayrıntı'Ya Dair Hikayemdir...

    22/22

    Bilgim teste tabi tutuldu; sustum. Yukarıdan bakışları görmezden geldim. Samimiyetsizliğimesafe olarak algıladım. Önyargı duvarlarına çarpıp çarpıp düştüm. Vazgeçmek istemedim,bir daha denedim, denedikçe kırıldım. Bazen çaresiz kaldım. Ve ne yazık ki çaresizliğimi dekırgınlığımı da kullandılar.

    Taciz edildim; hak etmiş muamelesi gördüm. Kimse ne hissettiğimle ilgilenmedi. Beni biradamı işinden etmekle suçladılar üstelik. İşine gelmeyince herkesin kör, sağır, dilsiz olduğunugördüm. Git denildi ama ben gitmeyi yediremedim kendime; çünkü hiçbir haklı se bepolmaksızın iş yapmamın engellenmesi aşağılayıcı geldi. Sonra sorguya çekildim. İşim değiltüm kişiliğim yargılandı. Emeğimin, işimin, bilgimin sıradanlaştırılmasına şahit oldum. İktidarsahiplerinin parayı verip insanları satın aldıklarını sandıklarını gördüm. Kendi emeğimle hakettiğim tüm işlerin aslında bana lütfedildiğini hissettirmeye çalıştılar. Bir yazarın kitaplarınıçok sevdiğim için ve bu sevgi kelimesini kullandığımdan ötürü cezalandırıldım. İktidarsahipleri haber verme nezaketi bile göstermeden işi elimden aldılar. Ve evet haklıydılar, b enkimdim ki! Niye söylesinler ki! Faşist sisteme entegre edilmiş bir makineydim. Para veren

    emeğimi satıp alıp beni fırlatıp atabilirdi. Olmazsa, işine gelmezse, sözleşmedeki bir maddeyedayanarak, emeğimi de düşünmeden çöpe atabilirdi. Karşılığını vermeden hem de!

    İçimdeki sessizlik, anlatamadıklarım, inanın daha sesli, şiddetli, öfkeli ve çaresiz.

    Hayatımda ilk kez, kendimi çok çaresiz hissettim. Çünkü bu haksızlık duygusuyla başedemiyordum ve ilk kez ikt idarların mevkisine ve parasına sahip olmayı istedim. Sonradurdum, düşündüm. Karşısında olduğum onlar zaten dedim. Yüreğim soğumadı ama kendiadıma sevindim. Tarafımı gördüm, mutlu oldum.

    Gökçe Çiçek Çetin