47

Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

  • Upload
    others

  • View
    5

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi
Page 2: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

Başyazı Sebahaddin ATEŞ

GÜZELLİKLERİN MERKEZİNDEKİ MANİSA

The spirit that has carried the Ottoman from centuries to centuries is the faith, morality and sincerity. The cities like Manisa have become the centers of culture for the education of the Sultans’ sons. The sons of this generation, who regulated the humanity, tried to educate the man not by brutal force but by enlightening.

One day, Sünbül Ephendi asked Musa Ephendi, “Had you had the opportunity to create the universe, how would you have created it?”. Musa Ephendi answered, “This is of course impossible! But had it been possible, I would have left anything as it is because everything is in such a perfect system that there can be thought nothing to add or remove.”

MANISA, THE CITY IN THE CENTER OF BEAUTIES

Osmanlı’yı çağlardan çağlara taşıyan ruh; iman, ahlâk ve samimiyettir. Özellikle şehzadelerin yetiş-

tirilmesinde Manisa gibi şehirlerimiz bu maksatla ilim ocakları olarak etrafa ışık yayan medeniyet mer-

kezleri olmuştur. Âleme nizam veren bu neslin evlatları âlemi zorbalıkla değiştirmek değil, fikirle ten-

vir etmek için gayret göstermişlerdir. İşte bir ilim meşalesi:

Mûsâ Efendi adında bir genç, her gün Sünbül Sinan’ın dergâhına gelip, ondan ders almağa ve hiz-

mete başladı. Bir gün Sünbül Efendi, sohbet esnasında Mûsâ Efendiye; “Âlemi sen yaratsaydın, nasıl

yaratırdın?” diye sordu. Musa Efendi; “Bu mümkün değil! Ama mümkün olsaydı, her şeyi merkezin-

de bırakırdım. Âlem öyle bir tatlı nizam içinde ki, buna bir şey ilâve etmek veya bir şeyi eksiltmek dü-

şünülemez.” dedi. Sünbül Efendi bu cevap üzerine; “Aferin Musa Efendi! Demek her şeyi merkezinde

bırakırdın. Öyleyse bundan sonra ismin Merkez Muslihuddîn olsun.” dedi. Böylece Musa Efendi, Mer-

kez Efendi ismiyle meşhur oldu.

Manisa’nın bir diğer ayrıcalığı ise, şehrin adını bir mühür gibi üstüne vuran Mesir Macunudur.

Onun da hikâyesi şöyledir:

Kırım Tatar Türklerinin Hanlarından Mengili Giray’ın kızı, Yavuz Sultan Selim’in karı-

sı ve Kanunî Sultan Süleyman’ın annesi Ayşe Hafsa Sultan, ağır bir hastalığa yakalandı. Hiçbir he-

kim derdine çare bulamadı. Devrin bilginlerinden Sümbül Efendi’ye başvuruldu. Sümbül Efendi:

- Manisa’da hekim Muslihiddin Musa isminde büyük bir insan var, o bilir ancak... Ona danışın,

dedi. Manisa’ya geldiler. Doğruca akıl hastanesine yöneldiler. Bir de ne görsünler... Hekim Mus-

lihiddin Musa oradakileri avlusuna toplamış, koca taş dibekte, baharat dövdürmekte. Selam ve-

rip beklediler. Merkez Efendi, dövülen baharatı alıp, balla, şekerle kaynatarak macun yaptı. Hasta-

ne kapısında bekleşen hastalara teker teker dağıttı. Artanını da İstanbul’dan gelen konuklara verdi:

- Alınız, bu macunları, tiz saraya götürünüz, Valide Sultan’a yedirirseniz bir şeyciği kalmaz. Gerçekten

de Ayşe Hafsa Sultan, macunları yedikten sonra, şifa buldu. Derdinden kurtuldu, Merkez Efendi’yi de

İstanbul’a davet etti.

O gün bugündür, bu şifalı macunlara “Mesir Macunu” dendi. İçerisinde, 41 çeşit baharatın bulun-

duğu bu macunlar ince kâğıtlara sarılarak halka dağıtılmaktadır. Her yıl Manisa’da, Nisan ayının son

haftasında yapılan Mesir Şenliklerinde bu geleneğe uyularak, macunlar hazırlatılıp ve minarelerden

atılmaktadır. Binlerce insanın kapıştığı bu macunların her derde deva olduğu inancı, bugün de halk

arasında yaygındır.

Page 3: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

SOMUNCU BABA / AYLIK İLİM - KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı’nın Yayın Organıdır

Kurucusu A. Şemsettin ATEŞ

Yaygın Süreli - ISSN: 1302-0803

YIL: 18 SAYI: 129 Temmuz 2011 Basım Tarihi: 01 Temmuz 2011

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Adına

İmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni Sebahaddin ATEŞ

Yazı İşleri Müdürü Hulûsi YAYLA

Yayın Editörü Musa TEKTAŞ

Yapım ARTWORKS

www.artworks-tr.com

Genel Sanat Yönetmeni İlhan SOYLU

Sanat Yönetmeni Volkan ZORBA

Tashih Ali YILMAZ - Vedat Ali TOK - Yusuf HALICI

Arşiv Muharrem AKIN

Abone Bekir CANPOLAT

Reklam Ziya TOKSÖZLÜ

Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi

Zaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 44700 Darende / MALATYA

Tel: (422) 615 15 00 Faks: (422) 615 28 79 www.somuncubaba.net - [email protected]

Dağıtım Kültür Dergi Dağıtım

Baskı & Üretim Bizim Repro Ofset ve Matbaacılık Ltd. Şti.

Büyük Sanayi 1. Cadde Alibey İşhanı 99/22 İskitler / ANKARA - Tel: (312) 341 10 20

Tek Sayı : 7 TL - Kurum Abone : 120 TL

1 Yıllık (12 Sayı) Abone : 70 TL Avrupa 1 Yıllık Abone : 72 EURO Avrupa Tek Sayı Fiyat : 6 EURO

Avrupa Harici Yurtdışı Abone : 102 USD Posta Çeki (Darende Postanesi) : 1361068

Ziraat Bankası (Darende Şubesi): 26798480-5001IBAN - TR 56 0001 0003 2026 7984 8050 01

Vakıf Bank (Darende Şubesi):TR 47 00015 00 1580 0728 678 4111

Gönderilerin abone adına yatırılmasından sonra lütfen (0422) 615 15 00 / 185 dahiliyi arayınız.

38

56 74 84

CANDAN GEÇİLİR YARDAN GEÇİLMEZ - Abdülmecit İSLAMOĞLU (10)

BULUTLAR - Mustafa AKGÜN (13)

HELÂL ALIŞVERİŞE KARŞI HARAM OLAN FÂİZ - Ali AKPINAR (14)

EL-BÂTIN - Ramazan ALTINTAŞ (18)

BİR GÜL AÇTI - Mehmet DOĞAN (21)

AMR B. SÂBIT (r.a.) - Bünyamin ERUL (22)

KIRK YAPRAKLI GÜL - H. Hamidettin ATEŞ (23)

SÛFÎ GELENEKTE RÜYA - Kadir ÖZKÖSE (24)

RAHMÂNÎ RÜYÂLAR - Musa TEKTAŞ (32)

BEN ŞAİRİM! - Mehmet SERTPOLAT (41)

ÖZLEMLE BEKLENEN ZAMAN DİLİMİ: ÜÇ AYLAR - Mehmet SOYSALDI (42)

ÇİFTE SARAYLAR - Resul KESENCELİ (46)

SAVAŞLAR VE PETROL - İsmail ÇOLAK (50)

ÂB-I HAYÂT - Hanifi KARA (55)

KUR’ÂN’LA YOĞRULAN HAYAT - Abdullah KAHRAMAN (58)

UĞUR DERMAN’IN ÖMRÜNÜN BEREKETİ - Mehmet Nuri YARDIM (62)

ÇOCUKLARIN DİNÎ EĞİTİMİ - M. Emin KARABACAK (64)

ŞEHRE AKŞAM İNENDE - Ali KINIK (67)

İNSANÎ İLİŞKİLERDE ÖLÇÜ VE DEĞER - Ali ÖZKANLI (68)

MÜSLÜMANIN ÇEVRE ALGISI NASIL OLMALI? - Abdullah PAKOĞLU (70)

BİR VEDA TÜRKÜSÜ - Ramazan PAMUK (73)

MANİSA EVLİYALARI - Yusuf HALICI (76)

BULUT ŞEMSİYELİ YETİM - M. Nihat MALKOÇ (79)

KUZUKULAĞI - Şifalı Bitkiler (86)

KIYMALI AÇIK PİDE - Mesude SARI (87)

ADANA 0 322 457 66 54ALANYA 0 242 518 26 18AMASYA 0 533 681 33 82ANKARA 0 312 324 40 75 ANTALYA 0 530 328 82 86BARTIN 0 378 227 30 64BOLU 0 374 217 42 02BURSA 0 532 766 92 56ÇAYCUMA 0 372 615 19 21ELBİSTAN 03444150188G.ANTEP 0 342 321 43 34GEREDE 0 532 704 15 44GÖLCÜK 0 216 344 45 30 İSKENDERUN 03266157356İSTANBUL 02164720892

İZMİR 02324359091K.MARAŞ 05446904567KARABÜK 0 542 240 67 63KAYSERİ 03523360329KONYA 0 332 233 38 74MALATYA 0 533 331 88 13MERSİN 03243363109OSMANİYE 03288462139SAKARYA 0 264 339 23 65SAMSUN 0 362 238 79 79SİVAS 03462220846TOKAT 0 356 212 24 63TURHAL 0 356 275 86 00TÜRKELİ 03686712450ZONGULDAK 03722532474

ŞEHZADELER ÜLKESİ MANİSA

AİLE İÇİ ŞİDDETÖNLENEBİLİR Mİ?

EL İNSAF YAZ AYLARINDASAĞLIKLI GÜLÜŞLER

GELİNLERETAVSİYELER

KALBİN FESÂDI

06Ege’nin sultan şehri, şetaretli ve şen şehir, bütün rüyaları hayra yoran şehir… Yasemin kokulu bağlarında bütün geçmiş hatıralar seyri ü sefere çıkmış tarih sayfalarında geziniyor.

geleneksel aile yapılarımızda görülen, özellikle kadınların şiddet ve baskı gördükleri yapı ne kadar yanlış ve İslâm’ın ruhuna aykırı ise, Batı kaynaklı modern aile yapılarındaki aşırı özgürlük de ciddi tartışmalara gebedir.

İnsaflı insan adaletlidir. Doğruyu yanlışı bilir, doğru davranır; doğru karar verir. Haksızlığa göz yummaz. Kötülüğü eliyle, diliyle, kalbiyle bertaraf etmeye çalışır.

Birçok insanın sorunu olan diş hassasiyeti sıcak, soğuk, şeker veya ekşi yiyecek-içecekler ağza alındığında dişlerde ani bir tepki ve sızlama oluşturur;...

Gelin-kaynana çatışmasından kurtulmak için, yapılması gereken tek şey her iki tarafın birbirlerine karşı anlayış ve saygı çerçevesi...

Kanaat duygusundan yoksun olarak “kalbi aç” yetişen bu insanlar, sürekli bir şeyler devşirmenin gayreti içinde olduklarından...

28Meryem Aybike SİNAN

M. Doğan KARACOŞKUN Vedat Ali TOK Akın DİNDAR

Mehmet Zeki AYDIN Enbiya YILDIRIM

Page 4: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

7Temmuz 20116

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s)

Yüzotuzbirinci Hutbe

Şeyh Hâmid-i Veli Minberinden

Hutbeler

“Ey îmân edenler! Eğer siz Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz O da size yar-

dım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.” (47/Muhammed, 7.)

Muhterem Cemâat-i Müslimîn!

Bu hutbemizde vücut sağlığı ile ilgili olarak İslâmiyet’in tedâviye verdiği ehemmiyet-

ten bahsedeceğiz. Kur’ân-ı Kerîm başımıza gelen her musibete kendimiz sebep olduğu-

muzu haber vermektedir. Öyle olunca sağlığımızı tehdit eden hastalıkların sebebini de

kendi dikkatsizlik ve ihmalkârlığımızda aramamız, sağlığımızı korumak için birtakım

sağlık tedbirlerine başvurmamız gerekmektedir. Bu, ihtiyat tedbirlerini almamız hak-

kında verilen umumî mahiyetteki İlâhî emrin de bir îcâbıdır.

Herhangi bir yerde bulaşıcı bir hastalık zuhur ettiği zaman orada bulunanların dışarı

çıkmamaları, dışarıdakilerin de oraya girmemeleri husûsundaki tavsiye-i nebeviyye sağ-

lık tedbirleri bakımından ne kadar mühimdir. Bulaşıcı hastalıklara karşı tavsiye buyru-

lan ve Avrupa’da ancak son asırlarda tatbik edilmeye başlanan bu karantina usûlünün

doğrudan doğruya İslâmiyet’in eseri olması bu konuda bizim için ne kadar ibretlidir.

Cemâat-i Müslimîn!

Medîne-i Münevvere’ye bîat için gelen heyetlerden birinde bir cüzzamlı da vardı.

Hey’et âzâları birer birer gelip Peygamberimize bîat etmişler, sıra cüzzamlıya gelince,

Peygamberimiz ona elini uzatmaksızın; “Sen dur, seninle bîatımız hâsıl olmuştur.” bu-

yurarak bulaşıcı hastalıklardan korunmanın lüzum ve ehemmiyetini açıkça göstermiş-

lerdir.

Muhterem Cemâat!

Hastalıklardan ne derece sakınmamız lâzımsa; tutulduğumuz hastalıktan kurtul-

mak için de o derece çareler araştırmamız lâzımdır. Hastalıklarımızı tedâvi ettirmemiz

husûsunda Peygamberimizin müteaddid emirler ve tavsiyeleri vardır. Peygamberimiz

(s.a.v.) her hastalığın bir devâsı bulunduğunu ilacı ele geçince her hastalığın şîfâ bulaca-

ğını, yalnız ihtiyarlık ve ölümden kurtulmaya çare olmadığını haber vermiştir.

İslâmiyet’te tıp ilminin din ilminden önce sayılmasının elbette bir sebep ve hikmeti

vardır. Tıp tarihi ile meşgul olanlar bilirler ki hicretin daha ilk asrı içinde, İslâm memle-

ketlerinde muntazam hastahâneler yapılmış, buralarda, millet ve din farkı gözetilmek-

sizin her hastanın tedâvisi yapılmıştır. Bu, İslâmiyet’te vücut sağlığına ve tedâviye veri-

len ehemmiyeti göstermeye kâfi gelir sanırım.

Page 5: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

9Temmuz 20118

Şehir Güzellemesi Meryem Aybike SİNAN Bir sıcak ve yorgun yaz akşamında

düşüyorum yollara sana geliyo-

rum Manisa. Sıra sıra üzüm bağ-

ları karşılıyor beni. Bütün dağların ardında yine

üzüm bağları var. Serin bir esinti vuruyor alnıma

ferahlıyorum. Sıcak sımsıcak bir geçmişi sıralıyor

tarih sayfaları.

Sultan Mehmet Han düşüyor aklıma. Son-

ra Zağanos Paşa kesiyor dağ başlarını. Bir hüzün

yağmalıyor aklımı. Düşüyorum hatıraların peşi-

ne, uzak mevsimler yakınlaşıyor, geçmiş aralanı-

yor. Her dağın başında bir şehzade çıkıyor karşı-

ma.

Spil Dağlarında bin atlının akınları kol gezi-

yor gibi. Sultan Murat Han düşünceli, hüzünlü,

ağır ve vakur... Edirne uzaklarda kalmış Manisa

yurt bellenmiş. Zağanos Fatihini yetiştiriyor pus-

lu dağlarda, Akşemseddin kolluyor yıldırımları ve

Manisa kucaklıyor tarihi, şanı, şerefi.

Manisa tarih demek, tarih Manisa demektir

bir bakıma.

Ege’nin sultan şehri, şetaretli ve şen şehir, bü-

tün rüyaları hayra yoran şehir… Yasemin kokulu

bağlarında bütün geçmiş hatıralar seyri ü sefere

çıkmış tarih sayfalarında geziniyor.

Bir Anda Sultan Mehmet Han Geliyor

Spil Dağları duman duman, kesiyor yeşilin bin

bir tonunu, kesiyor gözlerimizin tülümsü hatırla-

rını. Efil efil bir imbat esiyor Ege Denizi’nde. Gü-

neş eteklerini yayıyor Manisa ovasına. At kişne-

meleri duyuluyor dört bir yandan. Sultan Murat

Han sefere çıkmış diyorlar.

Manisa saraylarında nice hatunların, sultan-

ların ayak sesleri duyuluyor, kiminde hüzün, ki-

minde sevinç tüllenmiş, perde perde. Bütün gül-

ler bülbülünü arıyor gibi, Manisa eski, Manisa

yaşlı, Manisa kıymetli, Manisa tecrübeli, gâh

Turgutlum diyor, gah Salihlim diyor bir ana şef-

kati duyuluyor üzüm bağlarında.

Gözlerime bin yıllık esrar doluyor.

Bir anda Sultan Süleyman Han geliyor.

Şehzadelerin ilmek ilmek gönül ve irfan doku-

duğu, âlimlerin erenlerin Devlet-i Osmaniye için

en içli dualarını okuduğu Sultan şehir Gediz gibi

çok yalnız oraya buraya akıyor, içli ağlamaklı, hü-

zünlü.

İmparatorluğun turfanda tezgâhı iken, şim-

di Ege sahillerinde en sevgiliyi bekleyen, yürek-

ten ağıtlar yakan bir sancak beyi gibi mağrur ve

efkârlısın, görkemli dağların duman duman, yol-

ların uzadıkça uzuyor, uzaklaşıyorsun hatıralar-

dan…

Bütün İçli Türkülerin İçindesin

Merkez Efendi Camisinde şimdi eski günle-

rin fısıltılı sesleri var gibi. Merkez Efendi baha-

ratlardan şifa damıtıyor, güzellik damıtıyor. Es-

rarlı bir uğultu çöküyor Manisa saraylarına. Bir

mesir macunu tadında huzur gelip omzuma ko-

nuyor, yanık bir masal gibi tütüyorsun gözümde

Manisa. Her şey geçiyor, eskiyor, bitiyor.

Sen her dem güzel ve aydınlıksın.

Bir mavi güzellik yakalıyor ruhumu ve Ulu Ca-

mii yakalıyor beni. İshak Beyin ruha şifa dağı-

tan bu imarını bir dua gibi alıyorum ve sarıyorum

sımsıcak, dualarla yürüyorum şadırvanın serin su

çağıltısına.

Muradiye Külliyesi Mimar Sinan’ı çağrıştırı-

yor. Sıbyan mektebinde vakit bitmiş gün akşama

sarmıştır. Sultan Murat Han bir ecdat yadigârı bı-

rakırcasına yürümüştür tarihin dar koridorunda.

Camiler Bir Yıldız Gibi Manisa’nın Avucuna

Doluşmuştur

Çeşnigar Camii, İvaz Paşa Camii, Yıldırım Ca-

mii, Şeyh Sinan Camii hala müslümana has teva-

zu ve güzellikle bağdaş kurup oturmuştur Mani-

sa ovasına.

“Ege’nin sultan şehri, şetaretli ve şen şehir, bütün rüyaları hayra yoran şehir…

Yasemin kokulu bağlarında bütün geçmiş hatıralar seyri ü sefere çıkmış

tarih sayfalarında geziniyor.”

ŞEHZADELER ÜLKESİ

MANİSA

Page 6: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

Temmuz 201110 11

Tarihî Kula evlerinde zaman durmuş, güzellikler donmuş,

hatıralar uyumuş gibidir. Huzurlu bir ailenin gündelik hayatı-

nın geçtiği odalar, sofalar, kiler, mutfak hala konuşur gibidir ve

hala o gizli sırrı saklar gibidir.

Manisa Tarihin Altın Yaldızlı Sayfasıdır Anayurdunda

Marmara Gölünde mavi bir türkü çağırıyor gibidir. Mavi ve

yeşil ne güzel uymuş birbirine, ne güzeldir suların şavkı ve ne

güzeldir serin su çağıltısı. Manisa Marmara’da mavi bir yel-

kenlidir her dem enginlere koşan, güzelliklere uzanan ve se-

rinliğe koşan.

Çınarlı Çeşme, Seyrangah, Süleymanlı, Sultan Yaylası ba-

hardan kışa yol gözlenmektedir. İnsan kafilelerini buyur et-

mektedir yeşilin bir türlü güzelliğine. Mesire yolları yeşile doy-

muş, huzur kıvrılan yollarda uyumuştur.

Şifalı suların membaıdır Manisa. Her derde deva içeni sa-

ğaltan, bunalmışı ayıltan serin suların yurdudur. Kaplıcalar,

ılıcalar memleketidir Manisa. Kurşunlu Kaplıca, Sakız Maden

Suyu, Kula, Selendi çağıl çağıl sizi bizi beklemektedir.

Manisa mutfağı bir saray kültürünün uzantısıdır adeta. Ek-

mek Dolması, Alaşehir Kapaması, Nohutlu Mantı, Manisa Ke-

babı, Börülce Tarator, Kabaklı Pide, Sinkonta, Yaprak Sarma-

sı, Şevket-i Bostan, Kula Şekerli Pidesi, Odun Köftesi, Kula

Güveci, Mantar Tatlısı sizleri Manisa mutfağına bekler gibidir.

Şehirdir Manisa

Medeniyeti erken tanımış, sultanları yetiştirmiş, impara-

torlara ev sahipliği yapmış bir kadim şehir, bir güzellikler yur-

dudur. Manisa bütün ilçeleriyle, çevresiyle, yüreğine sinmiş

ezgileriyle, insanıyla, lisanıyla bu ülkenin yıldızlaşmış şehirle-

rinden biridir.

Ege Bölgesinde bir başkalık vardır, bir nezaket vardıR, bir

letafet vardır, bir incelik vardır bu topraklarda. Rüzgâr daha

bir narindir, yağmur daha bir incedir, fırtına daha bir düşün-

celedir çünkü Manisa sultan şehirdir, can şehirdir, canan şe-

hirdir.

Manisa Ana şehir.

Şehzadelerin can bulduğu şehirdir.

MANİSA GÜZELLEMESİ

Şöhreti dile destan içinde aşkım yaşar Şehzade ve festival, kültür şehri Manisa. İyi günde dar günde gönüller dolar taşar Şehzade ve Festival kültür şehri Manisa.

Hayran olur insanlar halıdaki desene Burada hayat ucuz dokunmaz hiç kesene Şehzadeler yetişti yüz elli sekiz sene Şehzade ve festival, kültür şehri Manisa.

İzmir’i seyretmeden Spil Dağı’ndan inme Manisa kebabını yemeden hiç sevinme Sardes Antik Kentini görmeden sakın dönme Şehzade ve festival, kültür şehri Manisa.

Her tarafında İl’in kaplıca ve pınarlar Dört yüz, beş yüz yaşında vardır nice çınarlar Ziyarete gelene, asırları anarlar Şehzade ve festival, kültür şehri Manisa.

Akhisarlı tütünden zeytinciliğe geçti Muhacirlerin çoğu burayı mekân seçti Gelip geçen yolcular buz gibi ayran içti Şehzade ve festival, kültür şehri Manisa.

Gördes denince akla elbette gelir halı Dünyaca ünlü olan halılar kök boyalı Gördes Kızı Makbule artık tarihin malı Şehzade ve festival, kültür şehri Manisa.

Demirci İlçe’sinin demirci ataları İstiklal Savaşı’nda olmadı hataları Beslendi akıncılar fethetti kıtaları Şehzade ve festival, kültür şehri Manisa.

Toprak sanayisinde Turgutlu ilk sırada Mehter bölükleri de revaçtadır burada Gözlerin ova görsün bu ilçeye uğra da Şehzade ve festival, kültür şehri Manisa. Şükrü ÖKSÜZ

Page 7: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

13Temmuz 201112

Hulûsi Kalb’denAbdülmecit İSLAMOĞLU*

Ben kimim, bu dünyaya neden gel-

dim ve nereye gideceğim?” soru-

ları her insanın kendisine sorması

ve cevap bulması gereken sorular. Varoluşun sır-

rına ermeden, varlık meselesini çözmeden mutlu-

luğu elde etmek mümkün değil. Hamdolsun ki bu

hususta bizleri aydınlatarak hakkı bâtıldan ayırt

etmemize yardım eden kutsal kitabımız Kur’ân-ı

Kerîm’e sahibiz. İşte bu yüce hidayet kitabı, var-

lığın sırlı perdesini bizler için aralamakta; sevil-

mesi, talip olunması gerekenlerin yanında uzak

durulması ve kaçınılması gerekenleri de apaçık

belirtmektedir: “Bu dünya hayatı ancak bir eğ-

lence ve oyundan ibarettir. Âhiret yurduna gelin-

ce, işte gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi!”( 29/

Ankebût, 64.) Gerçek hayatı elde edebilmek için

âşık olunmalıdır. Âşık olabilmek ise sevdiğini her

şeyden daha çok sevebilmek ve onun için her şey-

den vazgeçebilmektir.

İşte bu gazel yar için/yar aşkına candan geçildi-

ğini/geçilmesi gerektiğini anlatmaktadır.

1. Gönül cândan geçer yârdan geçilmez

Cihânı terk eder yârdan geçilmez

Gönül, sahip olduğu her şeyi, hatta canını bile

vermeye hazırdır. Tüm cihanı ve içindekileri gözü-

nü kırpmadan feda eder gönül. Yeter ki yar onun-

la olsun, yeter ki sevdiği yanında olsun. O varsa,

eksik hiçbir şey yoktur. O bizimle değilse eğer ve

bize yardım etmezse canın da cihanın da ne kıy-

meti var?...

2. Şol Edhem oğlunun etdiği gibi

Kamu vardan geçer yârdan geçilmez

Gönül, İbrahim Edhem Hazretlerinin yaptığı

gibi, dünyalık adına sahip olduğu ne varsa, sevgili-

si uğruna hepsini vermeye hazırdır. Varını yoğunu

mahbûb yolunda harcamaya hazır âşıklar için as-

lında bu öyle çok zor bir şey de değildir. Zira onlar

yaratılmışlara baş gözüyle değil kalp gözüyle bak-

masını bilen insanlardır. Fânî dünyanın geçici me-

taları onların aklını başından almaz. Onlar “fak-

ru fahrî” yolunun ayrılmaz takipçileridir. Cenâb-ı

Hakk’a karşı acz ve fakr içerisinde duydukları

mahviyet ve tevazu onlar için en büyük zenginlik-

tir. Hakikî âşıklar için bundan büyük övünç kayna-

ğı da bulunmamaktadır.

3. Eğer yâr oldun ise sen o yâra

Ko gayrı kâr u var yârdan geçilmez

Her şeyden önce karar verilmesi gereken; bu

kutlu yola girmek isteyip istemediğimizdir. Zira

hem yolda olmak, hem de bu yolun gereklerini ye-

rine getirmemek olmaz. Gerçekten âşıksak eğer,

gerçekten seviyorsak, bu sevgi artık kuvveden fiile

geçmelidir. Dilde kalmamalı, kalbe inmelidir. Sev-

dim demek yetmez şüphesiz. O’nun rızası dışında-

ki her şeyden yüz çevirmeli, onlardan vazgeçmeli.

Sevilenler ise, yalnızca O’nun için sevilmeli.

4. Şu pervâneyi görmen mi verip cân

Yanar nârdan geçer yârdan geçilmez

Gerçek sevgili için, gerçekten seven için, en gü-

zel örneklerden birisidir pervane. Ateşi gördü mü

dayanamaz onun câzibesine. Atar kendisini onun

yakıcı kollarına. Yanarak ona ulaşır, onunla olur.

Bu yanış acı vermez ona. Tam tersine bu gece kele-

beği, hakikî mutluluğa ermiş, sonsuzluğa ulaşmış-

tır böylece. Nârdan geçmiştir, yardan geçmemiş-

tir… Varlığından geçerek gerçek varlığa ermiştir.

Pervane samimidir aşkında. Sevgilisi uğruna

can verecek kadar da cömert. Onun için sevgiliden

ayrı kalmak, ölmektir. Canını feda ederek sevgiliye

kavuşmak ise en büyük emel.

“Gönül, sahip olduğu her şeyi, hatta canını bile vermeye hazırdır.

Tüm cihanı ve içindekileri gözünü kırpmadan feda eder gönül.

Yeter ki yar onunla olsun, yeter ki sevdiği yanında olsun. ”

CANDAN GEÇİLİR YARDAN

GEÇİLMEZ

A.A.

Arş

ivi

Page 8: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

15Temmuz 201114 15

BULUTLAR

Deryadan denizden uçar gelirlerİncecik incecik tül tül olurlarYüce dağ başına bir yol bulurlarGöklere göklere ağar bulutlar

Bilinmez bir yola düşer giderlerSevgiliye ah ü enin ederlerBize mekan yüce dağ başı derlerDağları yaslar boğar bulutlar

Maşuğun kaybolan izine benzerMaşuğun mest eden sözüne benzeMaşuğun o şehla gözüne benzerGönlümün taline değer bulutlar

Güneş hançer vurur yarelenirlerHarelenir de parelenirlerBazen mavi gökle harelenirlerAncak derin göğe sığar bulutlar

Bülbül nağme okur gülün bağındaBulutlar melüldür kendi dağındaToprak şerha şerha yarıldığında Rahmet olup yere yağar bulutlar

Mustafa AKGÜN

5. Ana sâdık denir ki bile tahkîk

Geçe serden bile yârdan geçilmez

Âşıkların başta gelen özelliklerinden birisi

sâdık olmaları, sözlerinde durmalarıdır. Âşık olan

sâdıktır ve sâdık olan yalan söylemez; seviyorum

diyorsa, seviyordur. En önemlisi de sevmenin ne

demek olduğunu biliyordur.

Sâdık olanlar gerçek manada bilirler ki âşıklar,

sevgili uğruna seve seve canlarından vazgeçer-

ler. Onlar için hayat aşktan ibarettir. Hallâc’ı

darağacına çıkaran, işte bu aşktır. Hakikat adına

canlarını feda edenlere rehberlik eden bu aşktır.

“Anam babam sana feda olsun, ya Rasûlallâh”

dedirten, işte bu aşktır.

6. Eğer bülbül isen et hâra minnet

Gücenip hâra gül-zârdan geçilmez

Âşığın sevgilisine ulaşması çok kolay

olmayacaktır. Türlü zahmetler, bin bir tür-

lü sıkıntılar yolda onu beklemektedir. Güle talip

olanın dikenden şikâyet etmeye hakkı yoktur. Dik-

en için gülden vazgeçen ise zaten âşık değildir. Bel-

ki güle kavuşma yolunda bir engel gibi görünen

dikene teşekkür edilmeli, bu meşakkatleri yaşattığı

için ona şükran duyulmalıdır. Zira bu yolda

karşılaşılacak her zorluk, âşığın defterine rahmet

olarak yazılacak, nûr olacaktır. Bu yolda katlandığı

sıkıntılar onu pişirecek, kıvama getirecektir. Nite-

kim Yüce Kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’de “Yoksa siz,

sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza

gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?” (2/Ba-

kara, 214.) buyrulmaktadır. Başa gelen bu sıkıntılar

kimi zaman bir diken olarak ele batmakta, kimi za-

man günlük yaşamımızda karşımıza dikilen irili

ufaklı engeller şeklinde önümüzü kesmekte, gam

çektirmektedir. Fakat her hâl ü kârda bıkmak, us-

anmak, sıkılmak âşığın lügatında yazmaz. O’nun

kahrı da hoştur, lütfu da. Hoştur O’ndan gelen her

ne varsa…

7. Bu yolda cân verip merd ol Hulûsî

Eğer âşıksan ikrârdan geçilmez

Gazelin son beytinde Es-Seyyid Osman Hulû-

si Efendi Hazretleri, hem kendisine hem de tüm

sevenlerine seslenir: Mertlik, sadece lafla, sözle

olmaz. Mert olan kişi/hakikî âşık, aşkını saklama-

dan gür bir sesle tüm kâinata haykıracak, sözünün

eri olacaktır. Mert olmak, bu kutlu yolda canından

dahi vazgeçmektir. Zira canı veren de O’dur, alan

da. Can da O’nundur, cihan da.

Ne mutlu özü sözü bir olanlara, ne mutlu gerçek

aşkı tadanlara…*Dr.

Page 9: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

17Temmuz 201116

İlim ve Hayat Ali AKPINAR*

Terlemeden ve riske girmeden kazanma demek

olan fâiz, haksız bir ka-zançtır ve her çeşidiyle ha-ramdır. Çoğu sarhoşluk ve-ren içkinin azının da haram olması gibi, fâiz de bütün oranlarıyla haramdır.

Fâiz, zengini aşırı zen-gin, fakiri de aşırı fakir eden, ekonomiyi sömürüp çürüten bir virüstür.

Fâiz, mü’minler arasında şefkat, merhamet ve Allah için yardımlaşma duygula-rını yok eden bir hastalıktır.

Fâizle servet, meşru ya-tırım aracı olmaktan çıkar, ölü hale gelir.

Fâiz, kişileri riske girme-den, çalışmadan kazanma-ya sevk ettiği için tembel-liği körükler; yatırımı yok eder. Başkasının malına haksız yere tecâvüz olduğu için fâiz, mal emniyetini ze-deler.

Fâiz, parayı araç olmak-tan çıkarır, amaç haline ge-tirir. İnsanları mutlu etme

aracı olması gereken para, insanların mutsuzluk aracı haline gelir. Sonuçta para/variyet yalnızca belli sınıf-ların tekelinde dolaşan bir meta haline gelir. Bu da pek çok insanın birbirine düş-man olmasına ve huzursuz olmasına yol açar.

Fâiz, toplumda sömü-rüyü destekler, insanda-ki merhamet, diğergâmlık duygularını köreltir. İn-sanları ihtiras, bencillik, kin, haset, asabî gerginlik, düşmanlık gibi hastalıkla-ra dûçâr eder. Fâiz temel-li sistem, kapitalizmi des-teklerken; bunalan fertlerin sosyalizm benzeri fikirle-re yönelmesini sağlar. Fâiz, malda, sosyal hayatta bere-keti alır götürür.

Yüce Allah, alış-veri-şi helâl, fâizi haram kıl-mıştır. O’nun helâl kıldığı şeyler herkesin hayrınadır. Allah’ın haram kıldığı şeyler ise, zengin fakir, kadın erkek, fert toplum herkesin zararınadır. Hem mânen zarardır, hem mad-den zarardır. Yüce Allah’ın helâl kıldığı şeyler, asla

haram kılınanlara muhtaç bırakmayacak genişlikte ve zenginliktedir. Helâller bü-tünüyle uygulanırsa, ha-ramlara gerek kalmaz, in-sanlar haramları işlemek zorunda kalmazlar.

Fâizli muamelenin karşı-lıklı rızâ ile yapılıyor olması onu haram olmaktan çıkar-maz. Katmerli fâiz haram olduğu gibi, azıcık fâiz de haramdır. Müslüman, fâiz bulaşığı olan, fâiz şaibesi olan, sonuçta fâize götüren he türlü muâmeleden uzak durmaya çalışır.

Kullarının hep hayrını gözeten Yüce Rabbimiz, fâiz batağına batmış bir toplu-ma indirdiği şu âyetlerle onları fâizcilikten kurtar-mış, helâl ve bereketli ka-zançların adamı etmiştir.

“İnsanların malları için-de artsın diye verdiği-niz her hangi bir fâiz Al-lah katında artmaz; fakat Allah’ın rızasını dileyerek verdiğiniz herhangi bir sa-daka böyle değildir. İşte onlar sevaplarını kat kat artıranlardır.”1

HELÂL ALIŞVERİŞE KARŞI

HARAM OLAN

FÂİZ

“Fâiz, zengini aşırı zengin, fakiri de aşırı fakir eden,

ekonomiyi sömürüp çürüten bir virüstür. Fâiz, mü’minler

arasında şefkat, merhamet ve Allah için yardımlaşma

duygularını yok eden bir hastalıktır.”

Page 10: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

Temmuz 201118 19

“Ey İnananlar! Fâizi kat kat alarak ye-meyin. Allah’tan sakının ki başarıya erişe-siniz.”2

“Fâiz yiyenler mahşerde ancak şeyta-nın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kal-karlar… Kim fâizciliğe dönerse, işte onlar cehennemliktir, onlar orada temelli kalacaklardır… Allah fâizi eksiltir, sada-kaları bereketlendirir… Ey İnananlar! Allah›tan sakının, inanmışsanız, fâizden arta kalmış hesaptan vazgeçin. Böyle yap-mazsanız, bunun Allah›a ve peygamberine karşı açılmış bir savaş olduğunu bilin.”3

Allah’a Savaş Açmak

Âyetlerde çıkan mesajları şu şekilde özetleyebiliriz:

Kullarının hayrını gözeten Yüce Allah, ti-careti helâl kılmış, fâizi ise haram kılmıştır. Karşılıksız yardımlaşma ve karşılıksız borç vermeyi/karz-ı haseni en güzel amel ola-rak nitelemiş; bencillik ve çıkarcılığı körük-leyen fâizi yasaklamıştır. Yüce Allah’ın di-ğer alanlarda olduğu gibi, ekonomik alanla ilgili meşru kıldığı şeyler de insanlara ye-

tecek ve onları huzur içerisinde yaşatacak özellik ve güçtedir. Dolayısıyla yasak sı-nırları zorlamaya ge-rek yoktur.

Fâizden vazgeçme-yenler, kabirlerinden şeytan çarpmış ola-rak kalkacaklardır. Şeytan, dünyada iken onlara dost görünüp onları kandırdı, fâiz illetine bulaştırdı; ka-birden kalkarken ise onlara vuracak, on-ları çarpacaktır. İşte şeytan ve onun adam-

larının dostluğu böyle olur

Fâizden vazgeçmeyen kimseler, Allah’a savaş açmış azgınlardır. Konumu, makamı ne olursa olsun hiç kimsenin bu anlamsız savaşta Yüce Allah ile baş etmesi ise müm-kün değildir.

Son âyetler, Mekke’de Cahiliyye Döne-minden kalma, yüklü miktarda fâiz alacağı-nı istemekte ısrar eden kardeşler hakkında inmiştir. Mekke Valisi Attâ, durumu Pey-gamberimize yazı ile sordu. Cevapta Allah’ın Rasülü şöyle diyordu: “Onlar Allah’ın hük-müne râzı olurlarsa ne âlâ! Aksi takdirde onlarla savaş!” Bu uyarı üzerine onlar fâiz alacaklarından vazgeçtiler.

Evet, bu âyetler indiği sıralarda Mek-ke ve Medine’de fâiz borcu ve alacağı olan pek çok insan vardı. Onlar, fâiz haram kı-lınmadan önce bu uygulamaların içerisi-ne girmişlerdi. Ama âyetler inince, onların hepsi fâizden vazgeçtiler. Çünkü onlar iman edenlerdi ve onlar Allah’tan sakınan kimse-lerdi. Elbette insanın mala/paraya karşı aşı-rı tutkusu vardı. İnsanın alacağından vaz-geçmesi kolay değildi. Bu yüzden âyet, çok

kesin ve sert uyarılarla geldi. “Gerçekten mü’minseniz fâizden vazgeçin, aksi takdir-de Allah’a ve peygamberine savaş ilan et-miş olursunuz.” buyruldu.

Âyetin, “Allah’tan sakının ki kurtuluşa eresiniz.” ifadesi ile sona ermesi de olduk-ça anlamlıdır. Demek ki Allah’ın yasaklarını çiğnememek kişiyi takvâlı olmaya götürü-yor, takvâlı olmak da kurtuluşa götürüyor. Takvâ silahı da kişiyi haramlara düşmekten kurtaran bir silahtır.

Bir toplumda İlâhî ölçüleri birkaç kişinin uygulaması yetmez. Toplumun tüm fertleri bu ölçülere uymalı ki kurtuluş gerçekleşsin. Bu yüzden âyet çoğul kalıbıyla gelmiştir.

Âyetler indiği sıralarda özellikle borcu-nu ödeyemeyenlere uygulanan katmerli fâizlerle insanlar sömürülmeye devam et-mekteydi. Kur’ân, içki, kumar gibi diğer ha-ramların yasaklanışında olduğu gibi fâizin haram kılınmasında da tedricî bir yol izle-miş ve aşama aşama fâizi yasaklamıştır.

Katmerli fâiz yasaklandığı gibi, oranı ne olursa olsun diğer fâiz çeşitleri de yasaklan-mıştır. Zira günahın büyüğü küçüğü olmaz. Günahlar, onlara bağışıklık kazanıldığında, küçük ve basit görüldüğünde insanları gü-nah tiryakisi eder, en büyük günahları işle-meye sevk eder. Haram yoldan elde edilen kazançlar cazip gelebilir. İnanan kişi, güç-lü imanı ve Allah’a olan saygısı, takvâsı ile bunlardan kendisini korur.

“Fâizin Her Çeşidi Kaldırılmıştır”

Peygamberimiz, Veda Hutbesinde fâiz konusu-

na geniş bir bölüm ayırır ve ümmetini şöyle uya-

rır:

“Fâiz Haramdır:

Fâizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın al-

tındadır. Lakin borcunuzun aslını vermek ge-

rekir. Ne zulmediniz ve ne de zulme uğrayınız.

Allah’ın emriyle fâizcilik artık yasaktır. Cahili-

yetten kalma bu çirkin adet’in her türlüsü ayağı-

mın altındadır. İlk kaldırdığım fâiz de (amcam)

Abdulmuttalip oğlu Abbas’ın fâizidir.”

Peygamberimiz, herkesin hayrına olan helâl

kazanca dayalı ekonomi sistemini fiilen kurmuş,

bu sistemi zedeleyen fâiz, haksız kazanç, karabor-

sacılık, vurgun, soygun, hırsızlık, gasp gibi tüm

haramları yasaklamakla kalmamış, bunları haya-

ta geçirmiştir. O, helâlleri uygulamaya kendi çev-

resinden başladığı gibi, haramlara son vermeye de

kendi yakın çevresinden başlamıştır. Zira o, söy-

lediğini önce kendisi yapan, özü sözü bir peygam-

berdi.

Peygamberimiz Mirac Gecesi fâiz yiyenlerin,

kanlı ırmakta ağızlarına taş yiyenler olarak gördü-

ğünü haber verir.4

Allah’ın Rasülü, fâiz yiyene ve yedirene lanet

etmiştir.5 Rahmet Peygamberi bu kadar ağır ifa-

delerle, ümmetini fâize bulaşmaktan korumayı

amaçlamıştır.

Fâiz ve zinanın yaygınlaştığı toplumlara

Allah’ın azabı musallat olur. Zira fâizcilik zinaya

kapı aralar.

Fâizden elde edilip çoğalan her mal sahibi mut-

laka sıkıntı ve darlığa duçar olur.6

O halde tüm bu açıklamalardan sonra ekono-

mik hayatımızı gözden geçirelim, fâiz şâibesi olan

her türlü uygulamadan vazgeçip şimdiye kadar

yapıp ettiklerimiz için tevbe edelim. Fâizsiz ve be-

reketli bir hayata merhaba diyelim. Hem dünya-

mızı hem âhiretimizi kurtaralım. Tıpkı ilk dönem

Müslümanları gibi...

1 30/Rûm, 39.2 3/Âlu Imrân, 130.3 2/Bakara, 275-279.4 Buhârî.5 Müslim, Nesâî, Ebû Davûd, Tirmizî, İbn Mâce.6 İbn Mace.

Dipnot *Prof. Dr.

Page 11: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

21Temmuz 201120

Güzel İsimler Ramazan ALTINTAŞ*

Zâtİ ve mâhİyetİ İtİbarİyle akıl ve duyulardan gİzlİ olan:

Bâtın, batn kökünden gelir. Sır-

tın tersine ve her şeyin iç kısmı-

na denir. “… analarınızın karnın-

da ceninler iken de..”1 âyetinde geçtiği gibi, gizli

ve içerde olan anlamına gelir. Duyu organlarıy-

la kavranan şeylere zâhir, duyu organlarının kav-

rayamadığı şeylere de bâtın denir. Bu konuda

Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur: “Günahın

açığını da bırakın, gizlisini de.”2

Ez-Zâhir ve el-Bâtın, Yüce Allah’ın iki sıfa-

tı olup, el-Evvel ve el-Âhir gibi birlikte zikredilir:

“O, İlk ve Son’dur. Zâhir ve Bâtın'dır. O, her şeyi

hakkıyla bilendir.”3 O’nun en güzel isimleri ara-

sında yer alan el-Bâtın, Allah’ın bilinmesinin ha-

kikatine işaret eder. Nitekim buna telmihen Hz.

Ebubekir (r.a); “Ey bilinmesinin sonu bilinmekte

noksan olan zât” şeklinde buyurmuştur. Bundan

dolayı Allah, varlığının delilleri yönüyle zâhir,

Zât’ının aşkın olması sebebiyle de bâtındır. O, eş-

yayı ihâta etmek ve kavramak bakımından zâhir;

kendisi kavranılması bakımından bâtındır. Kud-

retinin tecellîleri duyu organlarıyla algılanan ve

bir şeyin dışında görülebilen mânâsına zâhir ve

duyu organlarıyla değil, akıl yoluyla idrak edilen

mânâsına bâtındır.4 Bu anlamda Yüce Allah şöy-

le buyurmuştur: “Gözler onu idrak edemez ama

O, gözleri idrak eder.” O, en gizli şeyleri bilendir,

(her şeyden) hakkıyla haberdar olandır.”5 Göz-

lerin O’nu idrak edememesi, Allah’ı görememesi

mânâsınadır. Allah görme fiilini yarattığı zaman

görme fiili gerçekleşecektir. Nitekim Allah’ın ver-

diği görme yetisi ile kedi geceleyin fareyi gördüğü

halde biz göremiyoruz. Allah zâtıyla aşkın, sıfat-

larıyla içkin denilmiştir. Bu sebeple, Allah’ın var-

lığı ve birliği en kâmil ve en tam bir var oluştur.

Fakat apaçık oluşu bazılarına göre hicap teşkil

eder. Nasıl ki göz önce zayıf ışıkları, sonra da alış-

tıkça kuvvetli ışıkları görebiliyorsa, insan ruhu da

ilahi âlemin varlıklarını yavaş yavaş derece dere-

ce idrak edebilir.6

Güzelliği Anlatmak

Hem Zâhir ve hem de Bâtın olan Yüce Allah’ın

zâtının güzelliği cennette müşâhede edilecektir.

Bunun nasıl olacağına dair, insanın yorum yap-

ması ve içeriğinden bir kısmına ulaşması müm-

kün değildir. Cennet halkının içerisinde bulun-

dukları sürekli nimetler, birbirinden değişik

lezzetler ve değeri takdir edilemeyen sevinçlerle

onlar Rablerini gördükleri ve cemâlinin zevkini

tattıkları zaman, içerisinde bulundukları her şeyi

unutmaları ve bu nimetlerin yanlarından gitmesi

Allah’ın güzelliğini anlatmak için yeterlidir. On-

lar bu durumun kendileri için devam etmesini di-

lerler. Cennet sakinleri için bu güzelliği seyretme-

ye dalmak kadar sevimli hiçbir şey yoktur. Kendi

güzelliklerine, Yüce Allah’ın güzellik ve nurundan

kendilerine güzellik katarlar. Sürekli O’nu görme

özlemi içerisinde olurlar. Sonunda o dolup-taşma

gününde kalpler uçacak şekilde sevince boğulur-

lar.7

İslâm nokta-i nazarında tasavvuf, “kesb-i

kemâl ve seyr–i cemâl yolu” diye tarif edi-

lir. Bu tarifin Türkçesi, yapılan ibadetlerden

amaç, bu dünyada mânevî olgunlukları elde et-

mek ve âhirette de Allah’ın güzelliğini temâşa

etmektir. Ehl-i sünnet âlimleri, âhiret yurdun-

da mü’minlerin Yüce Allah’ı görmelerinin aklen

câiz ve naklen de vâcip olduğunu kabul etmiş-

lerdir. Onların bu konudaki kat’î delili Hz. Musa

(a.s)’ın, Allah’tan, kendisini görmeyi istemesidir.

“Rabbim, bana görün ki seni göreyim.” 8 Hâlbuki

Hz. Musa (a.s), yüce Allah’ı hakkiyle biliyor, O’nu

mahlûkata benzetmekten, bir yönde veya bir şe-

yin hizasında bulunmuş olmaktan tenzih ediyor-

du. İslâm düşünce tarihinde Allah’ın görülmesini

muhal sayan bazı dinî akımlar, Hz. Musa’nın bil-

mediği ilâhi sıfatları bildiklerini iddia etmiş olu-

yorlar ki, bu yanlıştır. Ayrıca Allah Teâlâ: “Eğer

dağ yerinde durabilirse sen de beni görürsün.”9

EL-BÂTIN “Ez-Zâhir ve el-Bâtın, Yüce Allah’ın iki sıfatı olup, el-Evvel ve el-Âhir gibi

birlikte zikredilir: ‘O, İlk ve Son’dur. Zâhir ve Bâtın’dır. O, her şeyi hakkıyla

bilendir.’ O’nun en güzel isimleri arasında yer alan el-Bâtın, Allah’ın

bilinmesinin hakikatine işaret eder.”

Page 12: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

23Temmuz 201122

BİR GÜL AÇTI Ufuk kızardı patladı birden Gök bahçelerindeki renkler Yeryüzünü kurtardı kirden Mûcize gibi açtı çiçekler

İri bir gül gülüşler dağıtan Nabzını fırlattı ufukların Gündüz bahçelerini tutan Yüzünde aydınlık çocukların

Mehmet DOĞAN

buyurmak suretiyle kendisinin görülebilmesini

dağın yerinde durmasına bağlamıştır. Dağın ye-

rinde durması ise, aklen mümkün olan bir şeydir.

O halde bir hâdisenin mümkün olan bir şarta bağ-

lanması onun da imkân dâhilinde olduğunu gös-

terir.10

Diğer taraftan âyette: “Beni asla göremez-

sin”11 ifadesi, bu görme fiilinin dünyada olama-

yacağına delildir; görme imkânını büsbütün kal-

dırmaz. Âyetin başında gelen “len” edâtı, ebedîlik

için değil, “te’kid” için gelmiştir. Bu görüşü pekiş-

tiren bir ifade Kur’ân’da Hz. Meryem’in dilinden:

“Bugün hiçbir kimse ile konuşmayacağım.”12 sö-

zünde geçer. Cenâb-ı Hak, bu âyette geçen “len”

edâtını “el-yevm” kelimesiyle beraber kullanmış-

tır. “el-Yevm” sınırlı bir zaman dilimini ifade et-

tiğine göre “ebediyet” ile sınırlı oluş birbiriyle

tenâkuz halinde olan iki şeydir. “Len” edâtı ebe-

diyet için bile olsa, ondan maksat, rü’yeti âhirette

değil, dünyada nefyetmekten ibaret olur.13 Bu gö-

rüşü destekleyen başka âyetler de vardır.14

Allah’ın Cemal’ini Temâşâ

Kur’ân’da, “O gün Rablarına bakan ve ışıl

ışıl parlayan yüzler vardır.”15 buyrulmuştur. Bu

âyette geçen “..ışıl ışıl parlayan yüzler” tanımla-

ması, estetik boyutu sergilemesi açısından olduk-

ça manidar bir ifade biçimidir. Ehl-i sünnet, ‘na-

zar’ kavramına dil kuralları açısından yaklaşarak,

‘intizar’/beklemek anlamının verilmesine kar-

şı çıkmıştır. Onlara göre bu âyette geçen ve “ilâ”

edâtıyla kullanılan “nazar” (bakmak) kelimesi,

beklemek anlamına değil, rü’yet/bakmak anla-

mına gelir. Dil kâidelerinin ve aklın gereği de bu-

dur.16

Ayrıca Kıyâmet Suresi’nin 23 ve 24.

âyetlerinde müjde ve beşâret makâmına sevke-

dilecek mü’minlerin âhirette kavuşacakları ni-

metin büyüklüğü de vurgulanmaktadır. Hâlbuki

Mu’tezile’nin anladığı gibi ‘beklemek’ şeklinde

bir yorum yapılsaydı, böyle güzel bir sonuca ulaş-

mak mümkün olmazdı. Çünkü beklemede eziyet

ve ceza vardır. Hâlbuki Allah’ın cemalini temâşâ

ise, en büyük bir ödül ve nimettir ki, burada rahat-

lama söz konusudur. Bizce de âhirette Allah, in-

sanların amel ve ibadet derecelerine göre herkese

farklı şekillerde tecellî edecektir. Bu tecellî her an

değişecek ve Hüsn-i Mutlak olan Allah’ın Cemal’i-

ni temâşâda insanlara hiçbir bıkkınlık ârız olma-

yacaktır. Ancak âhirette Allah’ın nasıl görüleceği

keyfiyeti bizce meçhuldür. O’nun görülmesi, fıtratı

ve amelleri tayyib (temiz) olan insanlara Allah’ın

ilâhi bir lütfudur.

Sonuç olarak söylemek gerekirse, Alla-

hu Teâlâ’nın bütün açıklığıyla görünmemesi,

zuhûrunun şiddetinden dolayıdır. O’nun zâhir

oluşu, aynı zamanda bâtın oluşunun sebebidir.

Çünkü O, nuru ile tüm yaratılmışlardan perdele-

nir. Varlık alanında zuhûrunun şiddetinden do-

layı, onlara gizli kalır. O, bakmasını bilenler için

apaçıktır. Yine O, hissi ve mânevi gözlerini kapa-

tanlar için bâtındır. Bakmasını bilenler için Yüce

Allah hem zâhir ve hem de bâtındır. Âşikâr ola-

nı da gizli olanı da bilir. Yarın rûz-i mahşerde

cemâlullah’ı müşâhede edenler, O’nun hem zâhir

hem bâtın, hem evvel ve hem de âhir olduğuna yü-

rekten inananlar olacaktır.

1 53/Necm, 32.2 6/En’âm, 120.3 57/Hadîd, 3.4 El-İsfehânî, Râgıb, el-Müfredât, İs-

tanbul, 1986, s. 66–67.5 6/En’âm, 103.6 Bekir Topaloğlu, İslam Kelamcıla-

rına ve Filozoflarına Göre Allah’ın Varlığı, Ankara, 2001, s. 131.

7 Ramazan Altıntaş, İslam Düşün-cesinde Tevhid ve Estetik İlişkisi, İstanbul, 2002, s. 157.

8 7/A’râf, 1439 7/A’râf, 143.

10 Nesefî, Ebu’l-Muîn, Tebsıratü’l-Edille, (tahk. H. Atay), Ankara, 2004, I, 510-11.

11 7/A’râf, 143. 12 19/Meryem, 2613 Nesefî, a.g.e., I, 514; Sâbûnî,

ûureddîn, el-Bidâye Fî Usûli’d-Dîn, (tahk. B. Topaloğlu), Dımeşk, 1979, s.39-40.

14 2/Bakara, 95; 43/Zuhruf, 77.15 75/Kıyâme, 75/2316 Krş. Nesefî, a.g.e.,I, 520-521;

Sabûnî, a.g.e. , s.40.

Dipnot * Prof. Dr.

“Cennet sakinleri için bu güzelliği seyretmeye

dalmak kadar sevimli hiçbir şey yoktur.

Kendi güzelliklerine, Yüce Allah’ın güzellik ve

nurundan kendilerine güzellik katarlar. Sürekli

O’nu görme özlemi içerisinde olurlar.”

İmam

UST

A

Page 13: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

25Temmuz 201124

Sahabe AlbümüBünyamin ERUL*

Amr b. Sâbit (r.a.)

Mensubu olmakla iftihar ettiğimiz İslâm dininin kendine özgü birtakım özellik ve güzellikleri vardır. Bu özellik ve güzelliklerinden biri de İslâm dininin kolaylık dini oluşudur.

İslâm dinindeki bütün hükümler insanın fıtratına uygundur, zorlamadan kolaylıkla insanın yapabileceği cinstendir. İslâm dininin hiçbir emrinde, hiçbir hükmünde zorluk yoktur. Dinin ibadet ve hükümleri kolaylık üzerine kurulmuştur. Kur’ân-ı Kerim’deki: “Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez.” (2/Bakara, 185), “Allah dinde üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi.” (22/Hac, 78) gibi ayetler bu gerçeği ifade eder.

Allah, insanı gücünün yettiği kadar sorumlu tutar. Gücünün yetmeyeceği şeylerden kimseyi sorumlu tutmaz. Nitekim bu durum her yatsı namazından sonra okunan Bakara suresinin son ayetinde şöyle belirtilir: “Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği kadarıyla yükümlü kılar.”( 2/Bakara, 286)

Allah, Peygamber Efendimizi bütün âlemler için rahmet, muallim ve kolaylaştırıcı olarak göndermiştir.

Hz. Peygamber (s.a.v.) mübarek sözleriyle İslâm dininin kolaylık dini olduğunu her fırsatta belirttiği gibi, yaşayışıyla da bunu ortaya koymuş ve ümmetine örnek olmuştur. Peygamber Efendimiz kendisi devamlı kolaylık gösterdiği, kolay olanı tercih ettiği gibi ashabına da kolay olanı tercih etmelerini ve kolaylık göstermelerini emretmiştir. Güçlerinin üzerinde ibadet yapmaya kalkışanları uyarmış, alış-verişte ve bütün medenî muamelelerde kolaylık gösterilmesini tavsiye etmiştir.

İbadetler insan için birer yük ve meşakkat değil, aksine insanı dünya ve ahiret hayatında mutlu edecek, saadet ve selamete kavuşturacak ilâhî buyruklardır. Örneğin, namaz ibadeti için aşarı hasta olan veya gücü yetmeyenler başı ile îmâda bulunarak namazını kılarlar.

İslâm dininde zorluklar zuhur edince kolaylıklar başlar. Bunlara ruhsat denir. Bir şeyde güçlük görülmesi kolaylaştırma sebebi olur. Hakiki mü’minler, işlerinde müşkülpesent değil işlerini kolaylık içinde görendir.

Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz. (Buhârî, İlm, 12; Müslim, Cihâd, 6.)

Adı : Amr

Lakabı : Esram veya Usayrim

Doğum yılı : Tespit edilemedi

Doğum yeri : Medine

Baba adı : Sâbit b. Vakş (Vukayş, Ukayş) el-

Ensârî

Anne adı : Lübbe. Huzeyfe b. Yemân’ın kız

kardeşi

Eş(ler)i : Tespit edilemedi

Akrabaları : Huzeyfe b. Yemân dayısı olur

Oğulları : Tespit edilemedi

Kızları : Tespit edilemedi

Kabilesi : Evs’in Abdüleşhel boyundan

İslâm’a girişi : Uhud Savaşı’ndan hemen önce

Sohbet süresi: Birkaç gün

Rivayeti : Yok

Yaşadığı yer : Medine

Mesleği : Ziraat

Hicreti : Yok

Savaşları : Uhud

Görevleri : Tespit edilemedi

Fizikî yapı : Tespit edilemedi

Mizacı : Cesur ve kararlı

Ayrıcalığı : İslâm’a girip savaşan ve hemen

şehit düşen sahabi

Ömrü : Tespit edilemedi

Ölüm yılı : H. 3.

Ölüm yeri : Uhud

Ölüm sebebi : Şehit

Hakkında : Müslümanların savaşmak üze-

re Uhud’a hareket etmelerinden hemen son-

ra İslâmiyet’i kabul etti. Hemen savaş meydanı-

na koştu. Burada Hz. Peygamber (s.a.v.)’i bulup

Müslüman olduğunu haber verdi ve derhal çarpış-

malara katıldı. Bir müddet sonra ağır şekilde ya-

ralandı. Onun hangi düşünceyle savaştığını sor-

duklarında Amr, Müslüman olduğunu ve Allah

için çarpıştığını söyleyerek son nefesini verdi. İbn

Hacer’e göre Sahîh-i Buharî’deki Hz. Peygamber

(s.a.v.)’in: “Az çalıştı, çok kazandı” diye nitelen-

dirdiği şehid sahabi odur. Taberî’ye göre hiç secde

etmeden cennete giren sahabi odur.

Kaynaklar: İstîâb, I. 361; İsâbe, IV. 608-609;

Üsd, I. 62, 840; DİA, III. 84-85; Buharî, Cihad,

13; Müsned, V. 428.

*Prof. Dr.

Kırk Yapraklı Gül

H. Hamidettin ATEŞ

Üçüncü Hadis

Açıklaması

Page 14: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

27Temmuz 201126

Sûfi PerspektifKadir ÖZKÖSE* asavvuf geleneğin-

de rüyalar, mânevî

yolculukta yükseli-

şin ve ilerlemenin göstergele-

rinden biri olarak görülmüştür.

Sufilere göre rüyalar fenomen-

ler ve numenler dünyasında,

yani hissedilir âlem ile akledilir

âlem arasında köprü olan ber-

zahta/misâl âleminde görülür,

dolayısıyla rüyaların dili sem-

boliktir. Bu yüzden tevil, tefsir

ve tabire ihtiyaç duyarlar. Ta-

savvufun sembolik dilinin rüya

dili ile benzeşiyor olması da

tesadüfî değildir. Pek çok sûfî

eserlerinde rüyalarına ve bun-

ların anlamlarına geniş yer ver-

mektedir.

Tasavvuf ehline göre rüyalar

ile âlem arasında bir bağ var-

dır. “Âlem” işaret anlamına gel-

diğine göre bu işaretin yorum-

lanması gerekir. Bu noktadan

bakıldığında her insanın bilme

eylemi, zahirî âleme yaptığı bir

rüya tabirinden ibarettir.

Tasavvuf tarihinde rüyanın

ayrı bir yeri bulunmaktadır.

Kişi uyanık olduğu müddet-

çe, ruhu bedende hapsedilmiş

haldedir. Uykuya dalınca kudsî

ruh da aslî vatanına, ledünnî

ve ilâhî kaynağına gider. Gayb

ve mânâ âlemini tanımanın,

ruhlarla mülâkî olmanın ver-

diği huzurla dinlenir. Melekût

âlemine gittiği zaman orasını

şehâdet âlemindeki misâlleriyle

görür.1 Buna göre uyku ve uya-

nıklığın, insan varoluşunun iki

ayrı kutbu olduğu söylenebilir.

Uyanık iken faaliyette bulunma

ve karar verme gibi görevler söz

konusudur. Uykunun görevi ise

insanın kendisini tanıması ve

kendisiyle iç hesaplaşmaya gi-

rişmesidir.2

Tasavvuf ehli rüyaları bir

müjde, ikaz ve tevkif olarak ka-

bul etmiş, rüyaları ilahî, melekî

ve şeytanî olmak üzere üç grup-

ta mütâlaa etmiştir. İlahî rüya

her hangi bir yoruma gerek

duymadan âyân beyan açık

olan rüyalardır. Melekî rüya ise

az bir açıklamaya muhtaç olan

sâdık rüyadır. Şeytanî rüyaya

gelince o da çok karışık ve fazla

önemi olmayan rüyalardır.3

Sâdık Rüya

Sûfilere göre sâdık

rüya; kişinin takvâ, verâ ve

mârifetullahtan nasiplendiği-

nin alâmetidir. Aynı zamanda

sâdık rüya tekrarlanır. Şerîata

muhâlif olmadığı gibi mütevâtir

sünnete de mutâbıktır. Bun-

dan dolayı sûfiler sâdık rüyayı

bir müjde olarak değerlendirir-

ler.4 Zira Allahu Teâlâ şöyle bu-

yurmaktadır: “Onlar için dün-

ya ve âhiret hayatında müjde

vardır.”5 Kuşeyrî, bu âyette ge-

çen müjde sözünden maksadın

mü’minlerin görmüş olduğu

rüya olduğunu söyler. Kuşeyrî

bu yorumu da tamamen Pey-

gamber (s.a.v.)’ın bu âyete

yapmış olduğu tevilden alır.6

Mü’minin görmüş olduğu rüya

müjde olduğu gibi; şirk, inkâr

ve büyük günah kirleriyle kal-

bi kararmış kimselerin gördü-

ğü rüyalar da bir ikazdır.7

Rasûlullah (s.a.v.)’in görül-

mesi, cennet ve cehennemin

görülmesi, sâlihlerin ve pey-

gamberlerin görülmesi, beytul-

lah gibi mübarek bir mekânın

görülmesi, gelecek bir olayın

görülmesi ve onun aynen ger-

çekleşmesi, geçmiş bir olayın

olduğu gibi görülmesi, kişinin

bir kusuruna dikkat çekilme-

si, süt içmek, bal ve tereyağı ye-

mek gibi güzel rızkların ya da

nurların görülmesi ve melekle-

rin görülmesi sâdık rüya kapsa-

mına giren hususlardır.8

Peygamber (s.a.v.), sâdık

rüyanın nübüvvetin kırk altı

RÜYÂSÛFÎ GELENEKTE

“Tasavvuf geleneğinde rüyalar, manevî yolculukta yükselişin ve ilerlemenin

göstergelerinden biri olarak görülmüştür. Sufilere göre rüyalar fenomenler ve

numenler dünyasında, yani hissedilir âlem ile akledilir âlem arasında köprü olan

berzahta/misal âleminde görülür, dolayısıyla rüyaların dili semboliktir.”

Page 15: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

29Temmuz 201128

cüzünden biri olduğunu bildir-

miştir. Zira kişi velâyette kazan-

dığı derece kadar nübüvvetten

feyizlenir. Aynı zamanda

sâdık rüya ile va-

hiy ara-

sında da sıkı bir ilişki

vardır.9 Çünkü peygam-

berlerin vahyi alış şekille-

rinden biri de rüyadır.10 Hatta

bilim adamları keşiflerinden bir

kısmını rüyada gerçekleştirmiş-

lerdir.11

Genel anlayışa göre peygam-

berlerin gördüğü sâdık rüya

ile vahiy arasında sıkı bir ilişki

vardır.12 Çünkü peygamberlerin

vahyi alış şekillerinden biri de

rüyadır.13 Bu nedenle peygam-

berlerin gördüğü salih rüya-

yı inkâr eden kimse nübüvve-

ti inkâr etmiş olur. Nübüvveti

inkâr ise azabı gerektirir. Çünkü

kişi velâyette kazandığı derece

kadar nübüvvetten feyizlenir.14

Rüyalar Ruhun Penceresidir

Bazı tarikatlarda, mânevî tel-

kinin önemli bir unsuru rüya-

ları yorumlamaktır. Dervişlerin

rüyalarını düzenli olarak şeyh-

lerine anlatmaları beklenir ve

şeyhin yorumu her bir dervişin

alacağı irşâdın önemli bir un-

surudur. Dervişlerin rüyalarını

dinleyerek, şeyh onların hangi

mânevî düzeye ulaştıklarını ve

onlar için hangi mânevî pratik-

lerin uygun olduğunu öğrenebi-

lir.

Ârifler görülen rüyanın hayır

olarak kişide tecellîsini ni-

yaz etmişlerdir. Kişi

rüya görsün veya

görülen rü-

y a y ı

d i n -

lesin, işin

içinden çıka-

mazsa ‘Hayır-

dır inşallah!’

demelidir. Rüya-

yı tabir eden ârifler

karşılarındaki kişinin

hidâyete sevk edilmesi-

ni murat etmişler ve ki-

şiyi hayra sevk etmişler-

dir. Dolayısıyla ârifler,

sadece rüyayı tabir etme-

mişler, aynı zamanda karşıla-

rındaki insanın halini de ta-

bir, teşhis ve tedâvî etmişlerdir.

Görülen rüyaları kişinin haliy-

le alakalı olduğunu söylemiş-

lerdir. Çünkü kişinin gördüğü

rüyanın doğruluğu, onun doğ-

ruluğu ile münâsebetlidir.15

Gerek tabirnâmelerden ve

gerekse hurde-i tarikatlardan

anlaşıldığına göre, tarikat ve

tasavvuf geleneğinde görülen

rüyaların tabiri sırasında uy-

gulanan bir dizi âdâb bulun-

maktadır. Bu eserlerde, halvet

erbâbının veya sâliklerin sıra-

dan günlük yaşantıları sırasın-

da gördükleri rüyaların nasıl ta-

bir edileceği, çeşitli vakitlerin

rüya açısından taşıdığı önem

hâsseten vurgulanmaktadır. Bu

anekdotlardan çıkarabildiğimiz

bazı özellikler şunlardır:

1. Sâlik, rüya ve vâkıada gör-

düğü bir şeyi, şeyhinden sakla-

mamalıdır. Tasavvuf yolcula-

rı gördükleri rüyayı kâmil

olan mürşidlerine söy-

leyip tabir ettirirler.

2. Sâlik, rü-

yasına yapı-

lan yoru-

ma göre

tedbir al-

malıdır.

3. Derviş, rüya ve vâkıada sa-

dece gördüğünü söylemeli, gör-

mediğini söylememelidir.

4. Rüyanın tabir edilebil-

mesi için rüyanın Rahmânî mi,

şeytânî mi olduğu bilinmelidir.

5. Tekrar tekrar görülen rüya

sahihtir.

6. Tarîkatta olmayanların

düşü âfâkî tabir olunur.

7. Rüyanın tabiri hususunda

ısrar edilmemelidir. Şeyh tabir

edip etmemekten hangisini uy-

gun görürse razı olup muhâlefet

etmemelidir.

8. Her ne kadar Hak da olsa,

şeyhinden başkasının sözünü

dinlememelidir. Zira şeytan Hak

yolundan görünür.

9. Seher vakti görülen rüya-

lar doğru rüyalardır.

10. Kötü rüyalardan Allah’a

sığınılmalıdır.

11. Kötü rüyalar kimseye an-

latılmamalıdır.

12. Rüyalar mümkün mer-

tebe kötü yorumlanmamalıdır;

çünkü nasıl yorumlanırsa öyle

çıkar.

13. Sâlikin, görmediği bir

rüyayı görmüş gibi anlatması;

rüya uydurması çirkin bir dav-

ranıştır.16

Rüyalarda görülen motifle-

rin neyi sembolize ettiğini açık-

layan eserlere tabirnâme denir.

Böylece İslâmî Türk edebiyatı

içerisinde tabirnâme, ta’birât-

vâkıât, ta’birât-ı rü’yâ, rü’yâ-

nâme, vâkıa-nâme, seyir-nâme

gibi isimlerle anılan bir tür ge-

lişmiştir. Bu tür, güzariş-nâme

adıyla da anılır.

Türkçe tasavvufî rüya

tabirnâmelerinde, rüya karşılı-

ğı olarak daha çok vâkıa ve vak’a

kelimeleri geçmektedir. Bu da

rüyanın bir hayal olmayıp ger-

çekten yaşanmış olaylar gibi dü-

şünüldüğünü göstermektedir.

Tabirnâmeler müstakil bir

eser olarak kaleme alınmış ola-

bilecekleri gibi bir başka eser

içerisinde derkenar olarak yahut

bir bölüm olarak da bulunabilir-

ler. Tabirnâme, ta’birât-ı rü’yâ

veya rü’yâ-nâme gibi isim taşı-

yanların dışında rüya kelimesi-

nin geçmediği tabirnâmeler de

bulunmaktadır.

Özellikle adında rüya veya

tabirnâme kelimesi geçmeyen

ama rüyadan bahseden eserle-

rin tamamının tespit edilmesi

oldukça güçtür.

Müstakil tabirnâmelerden

başka, dervişin görmüş oldu-

ğu rüyaların mektupla şeyhi-

ne bildirmesi ve şeyhinin de

buna cevap olarak yazdığı mek-

tup şeklinde tabirnâmeler de

vardır. Bunlara Asiye Hatun’un

Rüya Mektupları’nı, Üskü-

darlı Muhammed Nasuhi’nin

Mürâselât’ını Muhammed Tev-

fik Bosnevî’nin ve Kuşadalı İbra-

him Halvetî’nin Mektûbât’ında

yer alan ve rüya tabiri mahiye-

tini taşıyan mektuplarını örnek

olarak verebiliriz. Bunlardan

başka anonim ve ferdî edebî-

dinî metinlerde rüya motifleri ve

tabiriyle ilgili bahisler de vardır.

Edebî bir tür olarak, özellik-

le tasavvufî sahada, çok sayıda

tabirnâme vardır. Fakat bu tür,

henüz ilmî bir şekilde ele alınıp

tarihî seyri, muhtevası ve mo-

tif yapısı, yayılma alanı ve öne-

mi gibi yönleriyle yeterince in-

celenmemiştir.

Elimizdeki tabirnâmeler

daha çok Halvetî mutasavvıf-

larına aitse de, Tirevî Meh-

med Efendi’nin Ta’birnâme-i

Meşayih, Erzurumlu İbrahim

Hakkı’nın Tabirnâme (man-

zum); Karabaş Şeyh Muham-

med el- Kadirî el Eşrefî el-

Kastamonî’nin Tabirnâme,

Hafız Hulusi Efendi’nin

Mîzânü’n-Nüfûs adlı eserle-

ri gibi Kadirî, Rifâî, Nakşibendî

büyüklerine ait tabirnâmeler de

mevcuttur.17

1 Kübrâ, Risâle ile’l-hâim, s. 89. 2 Fromm, Freud Düşüncesinin Büyüklüğü ve

Sınırları, s. 193; Haksever, Yakub-ı Çerhî, 251.3 Safer Baba, Tasavvuf Terimleri, s. 238; 4 Şarkâvî, Mu’cemu Elfâzi’s-Sûfiyye, s. 155.5 10/Yûnus, 64.6 Buhârî, Tabir, 1; İbn Mâce, Rüya, 1. 7 Göztepe, Abdülkerim Kuşeyrî’de Hâller ve

Makamlar, s. 125.8 Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa, c. II, s. 293.9 Buhârî, Tabir, 26; Aslan, Kur’anda vahiy, s. 90-9210 Es-Sühreverdî, ‘Avârifü’l-Ma‘ârif, s. 127. 11 Wılcox, Sufizm ve Psikolojisi, s. 107.12 Aslan, Kur’anda vahiy, s. 90-9213 Es-Sühreverdî, ‘Avârifü’l-Ma‘ârif, s. 127. 14 Göktaş, Kelâbâzî ve Tasavvuf Anlayışı, s. 161.15 Mehmet Fatih, “Rüya 2”, Sûfî Gelenek ve Hayat

Keşkül, Sayı: 12, s. 99.16 Tatçı, “Türk İslam Edebiyatında Tasavvufî Rüya

Tậbirnậmeleri”, Keşkül, Sayı: 11, s. 27.17 Tatçı, “Türk İslam Edebiyatında Tasavvufî Rüya

Tậbirnậmeleri”, Keşkül, Sayı: 11, s. 23.

Dipnot *Prof. Dr. “Ârifler görülen

rüyanın hayır olarak

kişide tecellîsini niyaz

etmişlerdir. Kişi rüya

görsün veya görülen

rüyayı dinlesin, işin

içinden çıkamazsa

‘Hayırdır inşallah!’

demelidir.”

Page 16: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

31Temmuz 201130

Gelin-kayınvalide çe-

kişmesi hem aile içe-

risinde büyük huzur-

luklara yol açar hem de topluma

zarar verir. Bu çekişmeden aile

içinde gelin, kayınvalide, eş ve

çocuklar olumsuz etkilenirken

toplumda da aile kurumu bü-

yük yaralar alır. Gelin ve ka-

yınvalide olmak üzere iki tarafı

olan bu çatışmadan kurtulma-

nın yolunu iki kelimeyle özetle-

mek mümkündür: Haddini bil-

mek.

Gelin-kaynana çatışmasında

aslında bencillik ve haddini aş-

mak vardır. Bencilce düşünen

haddini aşmakta ve her şeyin

kendi istediği gibi olmasını is-

temektedir. Bu nedenle, her-

kes bencillikten kurtulmak için

kendini sorgulamalı ve bundan

kurtulmak için çaba sarf etme-

lidir. Şayet haddini bilirlerse,

ne gelin ne kayınvalide “Burada

benim sözüm geçer, ben ne der-

sem o olur.” düşüncesinde ısrar

etmezler. Evet, herkes haddi-

ni bilse ne yetki çatışması ne de

alınganlık olur. Bu gerçek anla-

şıldığında yapılması gereken de

kendiliğinden ortaya çıkmakta-

dır: Birbirlerini rakip olarak gö-

ren iki kişi olmak yerine birbi-

riyle yardımlaşan kişiler olmak.

Aile içerisinde huzuru ve düze-

ni sağlamanın yolu birbiriyle

kavgalı iki kişi olmak yerine ge-

çim ehli olmaktan geçmektedir.

Gelin-kaynana çatışmasın-

dan kurtulmak için, yapılma-

sı gereken tek şey her iki tara-

fın birbirlerine karşı anlayış ve

saygı çerçevesi içerisinde yak-

laşmasıdır. Yüzyıllar önce Efen-

dimizin, ortaya koyduğu ”ken-

din için istediğini kardeşin için

de isteme” ilkesine şimdilerde

empati diyoruz. Evet, yapılma-

sı gereken, herkesin kendisini

karşısındakinin yerine koyma-

sı ve onu anlamaya çalışması-

dır. Kavga etmek yerine birbiri-

ni anlamaya çalışmak, çatışma

ve çekişmelerin önüne geçecek-

tir. Aslında, gelin ve kayınvalide

olarak isimlendirilen kişilerden

birisinin geçmişte gelin, diğeri-

nin de gelecekte kayınvalide ola-

cağı düşünüldüğünde sorun kal-

mayacağı ortadadır.

Birbirini anlamaya çalışan

yani empati yapan gelin ve ka-

yınvalide:

- Birbirine karşı anlayış, sevgi

ve saygıyla yaklaşır.

- Kendi aralarındaki güç ça-

tışmasından evladının/kocası-

nın büyük zarar gördüğünü bilir.

- Evdeki huzursuzluktan en

fazla zarar görenlerin sevgiye

ihtiyacı olan çocuklar olduğu-

nu bilir.

- Birbirlerinin arkasından

konuştuğunda eline bir şey

geçmeyeceğini bilir.

- Birbirlerinin sırlarını baş-

kalarına anlattığında toplu-

mun da bozulacağını bilir.

- Karşısındakine zarar ver-

diğinde aslında asıl zararlı çı-

kanın kendisi olduğunu bilir.

- Güç ve zorbalığın kendisi-

ne bir şey kazandırmayacağını

bilir.

- Karşısındakine iyilik yap-

tığında kendisinin de iyilik gö-

receğini bilir.

- Evin içerisinde rekabetin

değil, işbirliğinin olması gerek-

tiğini bilir.

- Yuvasını cennete çevirmek

için fedakârlık yapmanın şart

olduğunu bilir.

- Bir gün gelip kavga etti-

ği insana muhtaç olabileceği-

ni bilir.

- Daima birbirlerinin yüz

yüze bakacaklarını ve bir araya

EğitimMehmet Zeki AYDIN*

“Gelin-kaynana çatışmasından kurtulmak için, yapılması

gereken tek şey her iki tarafın birbirlerine karşı anlayış

ve saygı çerçevesi içerisinde yaklaşmasıdır. Yüzyıllar önce

Efendimizin, ortaya koyduğu ”kendin için istediğini kardeşin

için de isteme” ilkesine şimdilerde empati diyoruz.”

TAVSİYELERGELİN VE KAYINVALİDELERE

TAVSİYELERGELİN VE KAYINVALİDELERE

Page 17: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

33Temmuz 201132

gelmek mecburiyetinde olduk-

larını bilir.

Empatiyle yaklaşan bir ge-

lin; büyüğünün tecrübesinden

yararlanır, büyüğüne hizmet et-

menin kendisini manen yücelte-

ceğini, fazilet sahibi yapacağını

bilir, Allah ömür verirse kendi-

sinin de yaşlanacağını ve kayın-

valide olacağının farkındadır.

Empatiyle yaklaşan bir ka-

yınvalide; küçüğünün enerjisin-

den yararlanmasını bilen, kü-

çüğüne sevgiyle yaklaşmanın

kendisine duyulan saygıyı arttı-

racağını bilen, kendisinin de bir

zamanlar gelin olduğunu düşü-

nen birisi olur.

Kayınvalide ile gelin arasın-

da oluşan sürtüşmeler, çatışma-

lar erkeği de çok rahatsız eder.

Hiçbir erkek eşi ile annesi ara-

sında tercih yapmaya zorlan-

mak istemez. Bu durumda gelin

ve kayınvalidenin, sabretmesi,

fedakârlık yapması, geri çekil-

mesi, erkek için çok mutluluk

verdiği gibi tüm aile bireyleri-

nin memnuniyetini de sağlamış

olur.

Her insan gibi kayınvalideler

ve gelinler de takdir ve tebrikten

hoşlanır, yeri geldiğinde her iki-

si de birbirinden, takdir ve te-

şekkürlerini esirgememelidir.

Gelin ve kayınvalide, birbirle-

ri hakkında, damat beye olum-

suz sözler söylememeli, şikâyet

etmemeli, hele olayları “ya o ya

ben” durumuna asla getirme-

melidir.

Gelin, kayınvalide ve damat

bey, bazı sözleri duymamış, bazı

olayları görmemiş gibi davran-

malıdır. Çünkü hepimiz insanız

ve hata yapabiliriz, gerektiğinde

karşımızdakinin hatasını bağış-

layabilmeliyiz. Seven insan, hep

yanlışları değil doğruları da gö-

rebilmeli ve ufak tefek kusurla-

rı örtmesini ve sabretmesini bil-

melidir.

Gelinlere Tavsiyeler

Gelin, her şeyden önce bir

gün kendisinin de yaşlanacağı-

nı düşünmelidir. Kendisine ve

kendi annesine nasıl davranıl-

masını istiyorsa eşinin annesine

de öyle davranmaya gayret et-

melidir. Gelin, kayınvalidesine,

kaynana gözüyle değil, sevdiği

eşinin annesi olarak bakmalıdır.

Şayet kayınvalidesini memnun

ederse eşini de memnun ede-

ceğini, üzerse de eşini üzeceği-

ni bilmelidir. Aynı şekilde eşinin

akrabalarına karşı, iyi davran-

malı, cömert olup hizmette ku-

sur etmemeye çalışmalıdır.

Yaşlı olan kayınvalidenin,

gençlere göre daha sabırsız,

daha tutucu olabileceğini dikka-

te alan gelin, daha fedakâr olma-

ya çalışmalıdır. Bu arada onun

tecrübe ve bilgilerinden yarar-

lanmaya gayret etmelidir.

Arada küçük sorun olduğun-

da hemen kendi annesine ak-

tarmak yerine öncelikle kendi

arasında çözmeye çalışmalıdır.

Çünkü aile içi tartışmalara ai-

lelerin karışması kavgayı bü-

yütmekten başka bir işe yara-

mamaktadır. Gelin, eşini ve

kayınvalidesini rahatsız edecek

kadar aşırı bir şekilde kendi ai-

lesiyle birlikte olmaktan kaçın-

malıdır. Aynı şekilde kayınva-

lidesinin kıskançlığına sebep

olacak şekilde alışveriş ve harca-

malar yapmamalıdır.

Gelin, tatlı dil, güler yüzün

gücünden yararlanmalı, kayın-

validesine “anne” demeli, zaman

zaman onu takdir etmelidir. Ge-

lin zaman zaman kayınvalidesi-

ne, akıl danışır, görüşünü alırsa,

hem onun tecrübesinden fayda-

lanır hem de onu memnun et-

miş olur.

Kayınvalidelere Tavsiyeler

Kayınvalide, her şeyden

önce gelinini bir yabancı ve

bir düşman gibi görmemeli-

dir. Çünkü gelin artık o ev hal-

kından biri olmuştur. Kayınva-

lide, gelinin, çok sevdiği karısı

ve nasipse torunlarının annesi

olduğunu bilmeli ve kendi kızı

gibi kabullenmelidir. Kayınva-

lide, gelinine kızım der ve kızı

gibi davranırsa, gelin de onu

annesi gibi görecek ve ona göre

hareket edecektir. Örneğin, ge-

lin bir kusur işlediğinde kızı

aynı hatayı yapsaydı nasıl dav-

ranırsa, gelinine de öyle dav-

ranmaya gayret etmelidir.

Kayınvalide büyüklüğü-

nü bilmeli, gelinin acemilik ve

gençlik hatalarını büyütme-

melidir. Özellikle de hatalarını

başkalarının yanında söyleyip

gelini mahcup etmek çok yan-

lıştır. Çünkü şöyle bir düşün-

düğünde herkesin, gençken

bazen yanlışlar yapabileceğini

ama büyüklerin, sabırla onla-

rı eğitmekle görevli olduğunu

görecektir. Bu nedenle, gelinin

bir yanlışını düzeltmek isteyen

bir kayınvalide, sertlikle değil,

güzellikle, sevgi ve şefkatle, ge-

rektiğinde okşayarak, öperek

bunu yapmalıdır.

Kayınvalideler, zamanında

kendi yaptıkları hataları dü-

şünerek, gelininin o hatala-

rı yapmaması için, iyi niyetle,

yol göstermek, yardımcı olmak

isterler. Bu niyet güzeldir ama

yardım için de olsa gelinin her

hareketini karışmak doğru de-

ğildir.

Bazı şeyleri zamana bırak-

mak gerekmektedir. Bu ne-

denle, çok önemli yanlışlar ol-

m a d ı k ç a ,

k a y ı n v a l i -

de gelinin ve

oğlunun her

işine karış-

mak yeri-

ne, sorar-

larsa kendi

düşüncesini

söylemelidir.

Çünkü “Her

şeyi en iyi bi-

lirim.” di-

yenleri kim-

se sevmez.

G ü n ü -

müzde, biz

istesek de istemesek de görüş-

ler, anlayışlar, âdetler hızla de-

ğişmektedir. Bu nedenle, ka-

yınvalide bazı değişiklikleri

kabullenmeli ve sık sık “Bizim

zamanımızda böyle değildi.”

diye inatlaşmamalıdır. Temel

ölçülere bağlı kalmak şartıyla,

zamanın uygulamaları konu-

sunda hoşgörülü olmaya çalış-

mak geçim için önemlidir.

Bazı kayınvalidelerin yaptı-

ğı gibi, gelini kendi aile ve ak-

rabalarından uzaklaştırmak

doğru değildir. Tam tersine

mümkün olduğunca akrabalık

bağlarını güçlendirmek için, zi-

yaretleri artırmak gerekir. Hele

uzun zaman gelini ailesiyle gö-

rüştürmemek doğrudan zu-

lümdür.

Kayınvalide, başkalarına

kendi gelinini kötülememeli ve

başkalarının söz ve dedikodu-

larından etkilenerek gelinine

eziyet etmemelidir.

Kayınvalideler, torunla-

rını aşırı sevgi ve şefkatle şı-

martmamalıdır. Unutmamalı-

dır ki, çocuğu annesi de en az

kendisi kadar sever. Çocuk el-

bette sevilmeli ama şımararak

yanlışlar yapmasına müsaade

edilmemelidir. Yine çocuğun

yanında annesi asla kötülen-

memeli ve küçük düşürülme-

melidir.

Rabbim, ailede hayatı birbi-

rimize zehir eden insanlar ol-

mak yerine, birbirimize destek

olan, destekleyen ve evlerini

cennet bahçesine çevirenler-

den eylesin.

Page 18: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

35Temmuz 201134

EdebiyatMusa TEKTAŞ Rüyânın, insanlığın var olmasın-

dan itibaren, insanların yaşantısın-

da büyük bir yeri olmuştur. İslâm

âlimleri; Kur’an ve Sünnet’in açıklamalarıy-

la yetinmiştir. Uykuda görülen salih ve rahmanî

rüyânın Allah katından gelen, bir kısmının müj-

deleyici ve bir kısmının uyarıcı olduğu görüşünü

benimserler.

Peygamber Efendimiz bir hadis-i şerifinde

şöyle buyurmaktadır: “Esasen mü’minin rüyâsı

peygamberliğin kırkaltı cüzünden bir cüzdür.”1

Rüyâyı Anlatanlar

Hz. Ebû Bekir (r.a.), ashap içerisinde ileri gö-

rüşlülüğü ile seçkindi. Rüyâ yorumlama husu-

sunda derin bir sezgisi vardı.2 Cafer-i Sâdık Haz-

retleri de, önde gelen rüyâ tabircilerinden biri

olarak kabul edilmektedir. Onun tabirlerinin en

önemli özelliği, farklı tabir seçeneklerini titiz bir

şekilde sınıflandırmasıdır.3

Ubeydullah Ahrar Hazretleri, küçüklüğün-

de hem Taşkent’te medreseye devam eder hem

de ziraatla meşgul olan babasına yardım ederdi.

Mâneviyatı yüksek olan Ubeydullah Ahrar Haz-

retleri, gençliğinde rüyâsında Hz. İsa (a.s.)’yı gö-

rür. Hz. İsa (a.s.) ona; “Evladım! Hiç mahzun

olma, seni ben yetiştireceğim.” der. O bu rüyâyı

tanıdığı sâlih zâtlara anlatır. Onlar da; “Sen ile-

ride tıp ilmine sahip biri olacaksın.” derler. Fa-

kat Ahrâr, onların bu yorumuna itibar etmez. İsa

(a.s)’ın bir nebi olarak ölü canları diriltme mu-

cizesi gösterdiğini, Allah (c.c.)’ın da velî kulları-

na kalpleri imanla canlandırma kuvveti vereceği-

ni düşünür. Allah (c.c.)’tan böylesi bir güce sahip

olmayı diler.4 Ubeydullah Ahrâr (k.s.), çocukluk

yıllarına ait bir başka rüyâsını ise şu şekilde an-

latmaktadır:

“Bir gece Şâh-ı Nakşbend (k.s.)’i rüyâmda gör-

düm. Bana birtakım mânevî ameliyatlar yaptı.

Ardından yürüyüp gitti. Peşine takıldım. Kendi-

sine yetiştiğimde bana; ‘Allah (c.c.) mübarek ey-

lesin.’ dedi.”5

Silsile-i sâdattan Muhammed Masum Hazret-

leri ise, küçük yaşlarından itibaren içinde doğup

büyüdüğü mânevî atmosferin tesiriyle pek çok

tasavvufî hâli tecrübe etti. 14 yaşındayken bir gün

kendisinde meydana gelen hâli babasına arz ede-

rek: “Gördüğüm vakıaya binaen, kendimde öyle

bir nur görüyorum ki, bütün âlem güneş gibi on-

dan aydınlanmaktadır. Eğer o nur sönerse dün-

ya karanlık olacak.” dedi. Bu hâli duyan İmâm-ı

Rabbânî ona kutupluk müjdesini vererek: “Sen

zamanının kutbu olursun.” dedi. Babası sözüne

devam ederek şöyle dedi: “Allah (c.c.)’a hamd ve

senalar olsun ki, vaat edilen ele geçti. Müjdeledik-

lerine kavuştum.” Gerçekten İmâm-ı Rabbânî’nin

rüyâ yorumunda dediği gibi oğlu Muhammed

Masum’un etkisi halifeleri ve müritleri vasıtasıy-

la o kadar yayıldı ki, onun irşad nuru dünyanın

pek çok yerine ulaştı.6

Amaç Hedefe Ulaşmak

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretle-

ri de çeşitli sohbetlerinde rüyâ ile alâkalı hatıra-

lar nakletmiş ve sahih rüyâların her zaman tahak-

kuk edeceğine işaret etmişlerdir. Bir defasında:

“Biz rüyâlarla amel etmeyiz. Gözü açık görülen

ve vakıa denilen rüyâlar doğrudur. Çalışmanı-

za mükâfat olarak arada sırada rahmanî rüyâ ile

ödüllendirilebilirsiniz ama yine de üzerinde fazla

durmamak lazımdır.

Amaç rüyâ görmek olmamalı, menzile ulaş-

mak olmalıdır.” buyurmuşlardır.

Osman Hulûsi Efendi (k.s.) bir sohbetlerinde

buyurdu ki: “Rus savaşı olduğu zaman babam bir

gün bir rüyâ görmüş. Rüyâsını camide komşula-

ra anlatmış: ‘Bu gün rüyâmda ecdadımız Hz. Ali

(r.a.) Efendimizi gördüm. Sivas’ta Vali konağı-

nın önünde, atına binmiş elinde kılıcı, gözleri fin-

can gibi çakmak çakmak, Rus tarafına doğru na-

zar ediyordu.’ demiş. Aradan birkaç gün geçmiş,

komşular babama gelmişler: ‘Hatip Emmi müj-

de, rüyân çıktı, Rus ordusu bilinmedik bir sebep-

ten dolayı dağılmış. Ağır mühimmatını da bırakıp

kaçmışlar.’ diye babamı müjdelemişler.”7

RÜYÂLARRAHMÂNÎ

“Hz. Ebû Bekir (r.a.), ashap içerisinde ileri görüşlülüğü ile seçkindi. Rüyâ

yorumlama hususunda derin bir sezgisi vardı. Cafer-i Sâdık Hazretleri de, önde

gelen rüyâ tabircilerinden biri olarak kabul edilmektedir. Onun tabirlerinin en

önemli özelliği, farklı tabir seçeneklerini titiz bir şekilde sınıflandırmasıdır.”

Page 19: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

Temmuz 201136 37

Hulûsi Efendi Hazretleri bir sohbetlerinde

şöyle anlatır: “Ağabeyimle çocukluk yıllarımda

Çukurova’da alış veriş yaparken sohbet ettiğimi-

zi kıskanan insanların şikâyeti üzerine bir müddet

cezaevinde bulunduk. Mahkemeye çıktık. Ağabe-

yim: ’Gardaş, bu gün berat edeceğiz, bak Efendi

Hazretleri (İsmail Hakkı Efendi (k.s.)) geldi bura-

da oturuyor.’ dedi. Ben de: ’Ağabey, Efendi Haz-

retleri hiç bizden ayrılmadı ki hep bizimle bera-

berdi’ deyince Ağabeyim ağlamaya başladı. Biz

hapiste yattığımız zaman Validem, bir rüyâ gör-

müş. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz: “Oğlumuz

Hulûsi’yi bırakın, onun yerine ben yatacağım.”

diye buyurmuş. Oğul ötesi denmez. O rüyâdan

birkaç gün sonra tahliye olduk. Mahkemede suç-

suzluğumuz anlaşılınca berat ettik. Hâkim dedi ki:

’Evladım bu adam size iftira etti, günlerce suçsuz

yere yattınız, bundan davacı mısınız?’ Biz de da-

vacı olmadık. ‘Bunun hapis yatmasına gönlümüz

razı olmaz, affedin.’ dedik. Hâkim o adama: ’Sen

insan evlatlarına rastladın, yoksa ben sana yapa-

cağımı biliyordum‘ dedi. Ondan sonra Adana’da

kalamadık döndük memlekete geldik.”

Osman Hulûsi Efendi (k.s)’yi birçok ihvan

rüyâsında görmüş, onun sireten ve sureten Sev-

gili Peygamberimiz (s.a.v.)’e benzediğini müşa-

hede etmişlerdir. Buna örnek olarak Hacı Önder

Özdeğer’den dinlediğimiz bir rüyâyı nakledelim:

“1984 yılında Osman Hulûsi Efendi ile Sivas’a git-

miştik. O gece bir rüyâ gördüm. Rüyâmda bir mes-

cide namaz kılmaya girdim. İçeride Hulûsi Efen-

di ve yüzü ay gibi parlayan bir zatı oturuyor hâlde

gördüm. Ortalarında bir sancak vardı. Sancağın

bir ucu Hulûsi Efendi’de diğer, ucu da Peygam-

ber Efendimiz (s.a.v.)’de idi. Her taraf nur-i ilâhî

ile dolmuştu. Bu manzara karşısında düşüp bayıl-

mışım. Ertesi gün Sivas Ulu Camii ziyaret eder-

ken Hulûsi Efendi ben hiçbir şey demeden bana:

’Allah mübarek etsin. Rüyânda Rasulullah Efen-

dimiz (s.a.v.)’i gördün.’ diye buyurdular.”8

Rüyâda Verilen İki Elma

Hacı Naciye Validemiz de bir rüyâsını şöyle an-

latıyor:

“Çocuklarım ‘Ahmet Şemsettin ve Hamid Ha-

mideddin’ doğmadan önce çok güzel bir rüyâ

gördüm. İhramcızade İsmail Hakkı Efendi (k.s.)

Darende’ye teşrif etmiş, bahçede kavak ağacının

altında oturmuş, Efendi ile sohbetteler. Ben hiz-

met ediyorum. Bu arada Efendi sohbetten kalktı

ve göğe yükseldi, ben hayretler içerisinde kaldım.

Pir Efendimiz ’Kızım ne bakıyorsun Hulûsi Efen-

di oğlumuzu takip et’ dedi, ben de peşine düş-

tüm. Semanın birinci katında, yüzünü göreme-

diğim bir zat, Efendiyle sohbet ediyorlardı. Ben

yanlarına geldim durdum. Nuranî yüzlü zat bana

iki tane elma uzattı. ‘Bunları muhafaza et iyi bak’

dedi. Ben de elmaları aldım koynuma soktum. Bu

rüyâdan sonra Allahu Teâlâ, Ahmet Şemsettin ve

Hamid Hamideddin’i bahşetti. O iki elma iki evla-

dıma işaret idi.

Daha sonra iki genç hanım geldiler, beni aldı-

lar ve götürdüler. Gittiğimiz yerler dünya evleri-

ne benzemiyordu, değişik yerlerdi. ‘Beni nereye

götürüyorsunuz, siz kimlersiniz?’ dedim. ‘Bura-

sı Cennet’ül Âlâ, seni Kevser Irmağında ve Zem-

zemle yıkayacağız’ dediler. Görevleri sorulduğun-

da ‘Biz burada görevliyiz, birimiz hulle biçeriz,

birimiz de hizmet ederiz’ dediler. Bu işler bittik-

ten sonra bir top anahtar verdiler, odaları açmamı

söylediler. Ben sırasıyla açtım. Her odada büyük

insanlar vardı ve nur gibi parlıyorlardı. Odalar-

dan birinde Hulûsi Efendi (k.s.) diz çökmüş otu-

ruyordu. Ben şaşırdım, daha önceleri latife yapar-

dı, ‘Sizleri almadan gideceğim’ derdi. Bizlere de

nasip oldu onların makamlarını gördük.”

Rüyâdan Sohbete

Sohbetler tanışmaların, kaynaşmaların, yakın-

laşmaların vesilesidir. Ankara’da bulunan Ter-

zi Lütfü Bey bir gün rüyâsında, Hz. Hüseyin (r.a.)

Efendimizi görür. Tasavvufî yönden, bir arayış

içindedir. Birçok değişik cemiyetlere gider ge-

lir, fakat bir türlü tatmin olamaz. Sohbet esna-

sında bir ara Lütfü Bey, Osman Hulûsi Efendi ile

göz göze gelir. Lütfü Bey bakar ki rüyâda gördüğü

sîmâ. O anda cezbelenen Lütfü Bey elindeki çay

bardağını yemeye başlar. Yanındakiler bardağı

elinden almak isterler. Osman Hulûsi Efendi mü-

dahale eder: “Bırakın yesin” der. Lütfü Bey barda-

ğı yer. O arada Osman Hulûsi Efendi arkadaşlara

bir ilahî okumalarını söyler, Lütfü Beye dönerek:

“Bu ilahîyi iyi dinle, bu senin için okunuyor.” diye

buyurur. Arkadaşlar:

Dedim yâra bayık ol

Gönül gönül ayık ol

Öl yolunda âşık ol

Gönül gönül ayık ol9

İlâhîsini okurlar. Ondan sonra da Lütfü Bey

sohbetleri terk etmez.

Hulûsi Efendi Hazretleri 1981 yılında

Ankara’da tedavi görmüşlerdir. Yanında refakat-

çi kalan arkadaşa bir sabah: “Gece bir doğuş oldu.

Bir Na’t-ı Şerif yazdım. Rüyâmda bir mücevherat

yığınının başında duruyordum. Oradan bir parça

alıp kime versem onda da inkişaf ediyor, bir mü-

cevherat yığını oluşuyordu. Bu arada bu na’tı yaz-

dım.” diye buyururlar.10

Dürr-i şehvâr-ı risâletdir Muhammed Mustafâ

Tâc-ı Levlâk-i hilâfetdir Muhammed Mustafâ

Arkadaş anlatmaya devam ediyor: “1987 yılı

hac ziyaretimizde bir gün Mescid-i Nebevî’de,

oturuyorduk. Ahmet Efendiyle beraber, duvar-

da yazılı olan sahabelerin isimlerini okuyorduk.

Hulûsi Efendi’ye sordum: “Efendim Ebu Hureyre

(r.a.) Aşere-i Mübeşşere’den mi?” dedim. Hulûsi

Page 20: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

Temmuz 201138 39

Efendi buyurdu ki: ’Hayır oğul, o değil. Kâğıt ka-

lem ver yazayım.’ buyurdu. Bir kâğıt verdim Arap-

ça şu beyti yazıp verdi.

Çârı yârı dahi Zübeyir ve Talha,

Abdurrahman, Sad, Said, Ubeyde

Sonra şöyle buyurdu: ‘İşte Aşere-i Mübeş-

şere bunlar. Biz küçükken bir rüyâ görmüştük.

Rüyâmda on kişiyle beraber bir sofrada yemek ye-

dik. Tek tek bu on kişiyle görüştüm, ellerini öp-

tüm. İsimlerini de beyit hâlinde yazmıştım. Sabah

olunca rüyâmı anneme anlattım. Annem: ‘Oğlum

ne güzel bir rüyâ görmüşsün. Bu görüştüğün kim-

seler, Rasûlullah (s.a.v.) tarafından dünyada iken

cennetle müjdelenen Aşere-i Mübeşşere denilen

sahabeler.’ dedi. İşte bu yazdığım beyit o zamanki

rüyâmda yazdığım beyit.’ diye buyurdular.”11

Hulûsi Efendi (k.s.) bir sohbet esnasında

oğlu Kemal Efendi içeri girer. Misafirlere Kemal

Efendi’yi tanıtarak; “Kemal’ım büyük oğlumuz.

Oğlanların büyüğü Kemal’im, kızların küçüğü de

Aişe’m. Bir gün rüyâmızda Hz. Aişe (r.anh) Vali-

demizi gördüm. Parmaklarının ucuna kadar teset-

türlü idi. Koynundan bir şey çıkardı, bana verdi.

Parlak bir lambaya benzer, tarifi mümkün değil,

bembeyaz nur.

O gün Aişe’m dünyaya geldi. Hz. Aişe (r.anh)

Validemizin ismini koyduk.” diye buyururlar. Ço-

cuklarının isimlerinin manevî işaretlerle konul-

duğuna bu hatıra bir delildir.12

Rahmanî İşaretler

1990 yılında Hulûsi Efendi Hazretlerinin ve-

fatından sonra, H. Hamidettin Ateş Efendi Şeyh

Hamid-i Veli Camiini tehdit eden kaya kütlesi-

nin kaldırılması için bazı usta ve teknik eleman-

ları davet eder, nasıl kırılıp kaldırılması hususun-

da görüş alır.

Birçok mühendis ve ustalar bu işin mümkün

olamayacağını, kaya kırılırken, caminin kubbe-

sinin üzerine düşebileceğini söylerler. İstanbul-

lu mermerci İsmail Usta da bir gün bu iş için

Darende’ye gelir. Aşağıdan bakınca ‘Bu iş kolay,

peynir gibi keser, alırım’ der. Kaya kütlesini ya-

kından inceleyince yapamayacağını beyan eder.

H. Hamidettin Ateş Efendi, bir gece misafir olma-

sını ertesi günü gitmesini söyler.

1 Buharî, Ta’bir 26; Müslim, Rü’ya 8 (2263).

2 Özköse Kadir- Şimşek H. İbrahim, Altın Silsileden Altın Halkalar, , s.53, Nasihat Yay. Ank, 2009.

3 Annemarie Schimmel, Halifenin Rüyaları İslâm’da Rüya ve Rüya Tabiri, çev.: Tûba Erkmen, Kabalcı Yayınları, İstanbul 2005, s. 23.

4 Nakşbendî, Necmeddin b. Mu-hammed, Altın Silsile, s. 211-212, (Hulâsatü’l-Mevâhib, haz.: İbrahim Tozlu, Semerkand, 4. Baskı, İstan-bul 2008.

5 Nakşbendî, Hulâsatü’l-Mevâhib, s. 212.

6 Kuku, Süleyman, Evliyânın Kutbu

Muhammed Masum Farukî, , s. 4, Damra Yay., İstanbul, ts.

7 Somuncu Baba Araştırma ve Kül-tür Merkezi Arşivi, Röportajlar Dosyası, nr. 9/146-4.

8 S.B.A.K.M. Arşivi, Röportajlar Dosyası, nr. 9/146-6.

9 Ateş, Seyyid Osman Hulûsî, Dîvân-ı Hulûsî-i Darendevî, s. 188, haz.: Mehmet Akkuş, Ali Yılmaz, Nasihat Yay., İstanbul 2006.

10 S.B.A.K.M. Arşivi, Röportajlar Dosyası, nr. 9/1.

11 S.B.A.K.M. Arşivi, Röportajlar Dosyası, nr. 9/18.

12 S.B.A.K.M. Arşivi, Röportajlar Dosyası, nr. 9/115.

Dipnot

O gece İsmail Usta rüyâsında o kaya kütlesi-

ni üç muhterem zatın çelik halatlarla sıkıca bağ-

ladıklarını ve kendinin tehlike olmadan kırıp, işi

yapmasını emrettiklerini görür. Sabah kalkınca,

büyüklerin manevî ellerinin o işin üzerinde oldu-

ğuna inanarak kaya kütlesinin kırılmasına başlar.

Bu işi kazasız bir şekilde tamamlar.

Yine 1990 yılının güz aylarında H. Hamidet-

tin Ateş Efendi bir gün rüyâsında Medişeyh/

Seyyid Abdurrahman Gazi Hazretlerini görür.

Medine’den İslâm fetihleri için buralara gelip,

Darende’ye 8 km uzaklıkta vefat eden ve tabiin-

den olan bu zat, rüyâsında H. Hamidettin Ateş

Efendiye şunu söyler:

“Evladım, üzerimde taşlar yığılı, kabrimin bu-

lunduğu yeri imar edip, üzerimdeki taşları kaldır.

Allah da senin üzerindeki yükleri hafifletsin” bu-

yurur. Bu rüyânın işaretiyle buradaki türbenin de

yeni bir proje ile imar ve ihyası yapılır.

H. Hamidettin Efendi 1998 yılında umre seya-

hati esnasında Sudanlı Kadirî Tarikatı liderlerin-

den Seyyid Hüseyin, Kâbe-i Muazzama’da görü-

şüp tanışır. Bir gün sonra da Seyyid Hüseyin H.

Hamidettin Efendi’nin ziyaretine gelir. O gece bir

rüyâ gördüğünü söyler ve rüyâsını şöyle anlatır:

“Rüyâmda Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimizi

gördüm. Başı arş-ı alaya değiyordu. Onun hemen

yanında zamanın kutbu Es-Seyyid Osman Hulûsi

Efendi Hazretleri vardı. Onun yanında da siz var-

dınız. Sizi seven insanların yüzleri de bana göste-

rildi. Sayısız bir topluluk gördüm. Ancak bu arada

sayıları az da olsa sizi sevmeyen insanların oldu-

ğunu da gördüm. Nesep silsilesinden ecdadını-

zı ve kardeşleriniz de gördüm. Sizi Allah için se-

viyor ve Allah için muhabbet besliyorum. Lütfen

bizi duanızdan ve himmetinizden ayırmayın.”

Orh

an D

URG

UT

İmam

UST

A

Page 21: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

41Temmuz 201140

İnsanın karakterinin

ş e k i l l e n m e s i n d e

ailesi, okulu ve çevresi

son derece etkili olur. Anne ile

babanın davranışlarında, ikisi

arasındaki ilişkilerde insânî de-

ğerler ön planda olduğu tak-

dirde, nasıl bir kişi olması

gerektiğini, kendisi dışındaki-

lerle ilişkilerde nasıl davranma-

sı icap ettiğini görüp öğrenir.

Bu arada, ebeveyni İslâmî de-

ğerlere sahip ise namaz kılma-

yı, diğer ibadetleri yerine getir-

meyi de yuvada öğrenir. Evde

var olan İslâmî havayı tenef-

füs etmek suretiyle Müslüman

kimliğine sahip olarak büyür.

Anne babanın eğitim düzeyle-

ri hangi aşamada olursa olsun,

fark etmez, ellerinden geldiğin-

ce İslâm’ı yaşamaya gayret et-

meleri durumunda çocuk mut-

lak surette bunun etkisi altında

kalarak büyür.

Anne baba yanında evde bir-

kaç kardeşi olan çocuklar çok

şanslıdır. Aynı daireyi paylaştığı

kardeşleri sayesinde insanlarla

bir arada yaşamayı, geçinmeyi,

paylaşmayı, yardımlaşmayı, fe-

ragat etmeyi, affetmeyi, küsme-

yi, kızmayı, kavga etmeyi, sır

saklamayı öğrenir; velhasıl aile

toplumun minik bir kopyası ol-

duğundan çocuk aile içinde bü-

yüyerek topluma hazır hale ge-

lir.

Çocuk gittiği okulda ise

farklı aile ortamlarından gelen

çocuklarla bir arada okuyarak

onlarla etkileşim içine

girer. Böylece karakterinin

şekillenmesinde okulun ve

sınıf arkadaşlarının ahlâkî

durumlarının çok büyük etkisi

olur.

Sonuçta karşımıza karakter

olarak hemen hemen son hali

verilmiş ve bu yönü âdetâ bir

kalıba dökülmüş bir delikan-

lı veya genç bir kız çıkar. Do-

layısıyla yirmili yaşlara gelene

kadar insanın karakteri fark-

lı ortamlarda yoğrularak bel-

li bir şekil alır. Artık hayatının

sonuna kadar önceki yaşamı-

nın etkilerini ve izlerini taşıya-

rak yaşayacaktır. İyi bir anne

babanın terbiyesinden geçmiş

ve güzel bir ortamda öğrencilik

yaşamışsa, sonraki dönemler-

de ahlakını bozacak ortamlara

düşmemesi durumunda, iyi bir

insan olarak ömür sürmesi kuv-

vetle muhtemeldir.

Bu yazıda, bahsettiğimiz

çerçeve içerisindeki bir konuyu

ele almak istiyoruz, yani kalp

fesâdını, başka bir ifadeyle iyi

niyetli olmamayı.

Malum olduğu üzere, çocuk-

luk yıllarını çeşitli yoksunluk-

lar içinde “kanaat duygusunu

kazanmadan” geçiren ve gözü

hep başkalarında olan insanlar,

büyüdüklerinde genellikle hırs-

lı ve aç olurlar. Önlerine çıkabi-

lecek her türlü fırsatı lehlerine

çevirmeye çalışırlar, kendileri-

ni hep başkalarına öncelerler ve

sadece nefislerini düşünürler.

Aç gözlü ve tamahkâr olarak

hayata atılan bu insanlar, ai-

lelerinden ibadetler noktasın-

da gerekli eğitimi almış olsalar

bile doyurulmamış bu yönleri

her zaman öne çıkar. Böyleleri

için menfaatleri her zaman ön

planda olduğundan dolayı, baş-

kalarının aklına hayaline gel-

meyecek yollar ve manevralar

ile kendilerine imkânlar oluş-

tururlar. Bencil olduklarından

dolayı da en yakınında gözüken

arkadaşlarını bile bir takım ni-

metlerden haberdar etmeyip

mahrum bırakırlar. Yanların-

daki veya yakınlarındakilerin

de bir parça nasibkâr olma-

sı onları müthiş rahatsız eder.

Hatta hiç tanımadıkları kimse-

lerin var olan bir nimete eriş-

mesini tercih ederler. Yeter ki

kendi yakınlarındaki insanlar o

nimete nâil olmasın.

Böylesi insanlar hayata ba-

kışlarında benliklerini merkeze

aldıklarından ve nefislerini ön-

celediklerinden dolayı, ilişkile-

rinde her zaman bir hesap kitap

vardır. Karakterlerindeki zaaf-

larından dolayı ilişkilerini men-

faat üzerinden yürütürler. Fay-

da sezdikleri kimselere kalben

soğuk olmalarına rağmen bir

şeyler elde edebilmek için yakın

dururlar. Bunu yalancıktan ya-

kınlık gösterdiği kimse de fark

eder, ancak beşerî münasebet-

ler tolerans üzerinden yürüdü-

ğünden buna tahammül eder,

farkında değilmiş gibi davra-

nır. Lakin ondan menfaati bit-

tiği anda yakınlık da hemen son

bulur. Her iki taraf da yakınlı-

ğın menfaatten kaynaklandı-

ğını bildiğinden dolayı aradaki

bağın kopuvermesi her iki tara-

fı da etkilemez.

Kanaat duygusundan yok-

sun olarak “kalbi aç” yetişen bu

insanlar, sürekli bir şeyler dev-

KültürEnbiya YILDIRIM*

KalbİNFESÂDI

“Kanaat duygusundan yoksun olarak “kalbi aç” yetişen bu insanlar, sürekli

bir şeyler devşirmenin gayreti içinde olduklarından karşılarındakilerini de

kendileri gibi sanırlar. “Ben nasıl hesap ediyor, menfaatimi her şeyin önüne

koyuyorsam, karşımadakiler de mutlaka öyledir” inancındadırlar.”

Page 22: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

Temmuz 201142 43

BEN ŞAİRİM! Ben ki inşâ işçisiyim kadim şiirinTâ gönlümdedir temeli derin mi derin. Harcım ilhamdır tuğlalarım hep kelime,Kalem mala olur aldığımda elime. Çatısı başlıktır Taç Mahal kadar güzel,Ne hünerle işler dantel dantel onu el! Boş kâğıttır arsam, daktilom kepçe-dozer,İlk mısram temel, şiirim hayalde gezer. Şiir ki kanattır gökten öte gidilen,Daha mı muhteşem göğü delen gökdelen? İşleri mekânik, cismin boyu ve eni,Bilirim hâsit ustalar kıskanır beni! Metafizik esinti taşır ezgilerim,En büyük sermayem bu derin sezgilerim! Sarp bir vâdi ki geçilemez, öylesine,Entellektüel çile mayadır esine. Ben şairim, yegâne ihtirasım şiir,Şiir tek mirasım üstündeyken teneşir!

Mehmet SERTPOLAT

şirmenin gayreti içinde olduk-

larından karşılarındakileri de

kendileri gibi sanırlar. “Ben na-

sıl hesap ediyor, menfaatimi her

şeyin önüne koyuyorsam, karşı-

madakiler de mutlaka öyledir.”

inancındadırlar. Bu nedenle de

karşısındaki kişi ne kadar iyi ni-

yetli olursa olsun, onun yapıp

ettiklerinde veya söylediklerin-

de mutlaka bir arka plan arar.

Hatta karşısındaki zat, her za-

man ona iyi yaklaşıp onun hay-

rına kabul edilebilecek bir takım

adımlar atsa bile, kendi men-

faatine aykırı bir şey yaptığı-

nı gördüğü anda, onu ne mak-

satla yaptığını öğrenmeyi dahi

düşünmeden hemen kinlenir,

kızar, ismini çizer. Çünkü her-

kesin kendisi gibi olduğunu dü-

şünür. Oysa karşısına aldığı

kimsenin, yaptığı işi onun men-

faatine aykırı gözüken bir şekil-

de yapmasının çok makul bir

gerekçesi vardır. Ancak beriki

için bu mazeret önemli değildir.

Onun tek derdi dünyanın şahsî

menfaatleri etrafında dönmesi-

dir. Menfaatlanırken karşıdaki

çok iyidir, ama bu bir kesilme-

ye görsün, ondan kötüsü yoktur.

Her şey bir anda bitiverir.

Bu insanların en büyük özel-

liklerinden birisi de kendilerini

çok açıkgöz ve uyanık görmele-

ridir. Onlara göre, dünyayı et-

raflarında menfaatlerine uygun

döndürürken kimse bunun far-

kına varmaz. Oysa yan yollara

saparak bir şeyler yapmaya çalı-

şanların neler yaptığını etrafın-

da var olan herkes görür. Herkes

olan bitenin farkındadır; lakin

çoğu insan “Aman problem çık-

masın.” diyerek veya nezaketen

bu açıkgözlüğü görmemiş gibi

yapar. Kendisini açıkgöz sana-

nın, etrafındakilerin olan bite-

nin farkında olmadığını düşün-

mesi ise, çevresindekileri saf

kişiler olarak görmesinden kay-

naklanan bir durumdur. Gerçi

bazı durumlarda çevresindeki-

lerin yaptığının farkına vardık-

larını ama ses çıkarmadıkları-

nı anlar, ancak yine de tuttuğu

yoldan geri adım atmaz. Çün-

kü onun için asıl olan hedefledi-

ğini elde etmektir. Keza işlerini

hep cambazlıkla yürüttüğünden

zaman zaman yalpalar, sende-

ler ve düşer. Çok mahcup olur

ama alışkanlıklarından hiç vaz-

geçmez.

Menfaat odaklı yaşam süren

bu kimseler etraflarında fazla

sevilmezler. İşin kötüsü, açık-

göz geçindiklerinden dolayı in-

sanlarla sürekli problemler ya-

şarlar. Esasında kendileri de

kötü durumlarının farkında-

dırlar ama huylunun huyundan

vazgeçmesi çok zordur.

Dünya hayatında insan için

en kötü durumlardan birisi

de çevresinde sevilmemesidir.

Uzak durulması, dostluk kurul-

maması ve dışlanmasıdır. Şu

kadar var ki, bu sonucu hazır-

layan bizzat kendisidir. Bu ne-

denle suçlanacak biri varsa, et-

rafa bakınmak ve suçlu aramak

yanlış olur. Ayrıca bedenini de

hasta etmektedir. Başkalarına

karşı düşmanca duygular besle-

diği ve sürekli bunlara odaklan-

dığı için zihninin bir bölümünü

başkalarına ayırmıştır. Bede-

ni bu yüke çok fazla tahammül

edemez ve bir yerlerden alarm-

lar vermeye başlar. Tansiyonu

yükselir, geceleri uykusuz kala-

rak bîtâb düşer, dalgınlaşır.

Yüce Yaratıcımız, “Allah, hiç-

bir adamın içine iki kalp koy-

mamıştır.” (33/Ahzâb, 4) bu-

yurmaktadır.. Dolayısıyla var

olan tek kalbimiz nasılsa haya-

ta bakışımız ve yaşayışımız da o

şekilde olacaktır. Eğer kalbimiz

fesatlıkla doluysa, unutmayalım

ki “Düzene sokulduktan sonra

yeryüzünde bozgunculuk yap-

mayın.” (7/A’râf, 56) buyuran

Rabbimiz, bir başka ayette de

“Allah bozgunculuğu sevmez.”

(2/Bakara, 205) diye ferman et-

mektedir. Dolayısıyla Müslü-

manlık ile fesat kelimesinin asla

yan yana gelmeyeceğini bilmek

gerekir. Ancak görüldüğü gibi

iş gelip kalpte düğümlenmekte-

dir, her zaman olduğu gibi. Al-

lah Rasûlü bunu ne güzel ifade

etmektedir: “Bedende bir parça

vardır; o düzgün olursa bede-

nin tamamı düzgün olur, bozuk

olursa bedenin tamamı bozuk

olur. O parça kalptir.” (Buhârî,

52). Bu hastalığın tedavisi nedir

diye sorulacak olursa işe kalple

başlamak gerekmektedir.

“Aç gözlü ve tamahkâr

olarak hayata atılan bu

insanlar, ailelerinden ibadetler

noktasında gerekli eğitimi almış

olsalar bile doyurulmamış bu

yönleri her zaman öne çıkar. “

*Prof. Dr.

Page 23: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

45Temmuz 201144

ıl içerisinde Müslümanların özlemle bekle-

dikleri ve coşkuyla karşıladıkları zaman di-

limleri vardır. Bu zaman dilimlerine mü-

barek üç aylar denilmektedir. Bu aylar, sırasıyla

Recep, Şaban ve Ramazan aylarıdır.

Dinimizde kutsal sayılan geceler, bu ayların

içinde yer almaktadır. Sevgili Peygamberimiz ve

onun güzide sahabesi bu aylara ve bu gecelere özel

bir önem atfetmişlerdir. Zira Peygamber Efendi-

miz hadis-i şeriflerinde bu mübarek aylarda özel-

likle kandil gecelerinde yapılan ibadet ve hayırla-

ra kat kat sevap verileceğine dair açıklamalarda

bulunmuşlardır.

Bu kutsal kandil gecelerinde camiler dolmak-

ta, Kur’ân’lar, mevlitler okunmakta, salâvat-ı şeri-

feler getirilmekte, dualar edilerek Yüce Allah’tan

tüm insanlar için af ve mağfiret istenmektedir. Bu

kutsal kandiller vesilesiyle inançlarımız kuvvet-

lenmekte ve gönüllerimiz günah kirlerinden arın-

maktadır. İnananlar kardeş olma şuuruna ererek

birbirlerine karşı sevgi, saygı ve hoşgörü duygu-

larıyla yardımlaşma ve dayanışmaya yönelmekte-

dirler. Böylece bu kutsal kandiller, fert ve toplum

hayatında hayırlara vesile olmaktadır.

Hz. Peygamber (s.a.v.) üç aylar hakkında şöyle

buyurmuştur: “Recep, Allah’ın ayı, Şaban benim

ayım, Ramazan da ümmetimin ayıdır.”1

Mübarek Üç Ayların İlki Recep Ayıdır

Bu ayın ilk Cuma gecesi Regaib Kandilidir. Re-

gaib kelimesi; “çok değerli hediye, bağış, içten ge-

lerek ve yoğun bir şekilde arzu edilen şey” anlam-

larına gelmektedir. İhsanı bol olan Rabbimizden

günahlarımızın mağfiretini, ömrümüzün bereke-

tini isteyerek gündüzünü oruç, gecesini namazla

geçirmemiz gereken bir gecedir. Ayrıca bu gece,

bundan sonra gelecek olan kutsal gecelerin ve Ra-

mazan ayının ilk habercisidir. Nitekim Recep ayı-

nın başlangıcında Peygamberimiz (s.a.v.)’in şöyle

dua ettiği rivayetler arasında yer almaktadır:

“Ey Allah’ım, Recep ve Şaban’ı bize mübarek

kıl, bizi Ramazan’a kavuştur.”2

Recep ayı, gerek İslâm’dan önce gerekse

İslâm’dan sonra mukaddes bilinen bir aydır. İslâm

dini gelmeden önce, bu ay girer girmez, Arap ka-

bileleri arasında harp etmek, baskın ve çapulcu-

luk yapmak yasaklanır, herkes kendisini bu ayda

güven içinde hissederdi. İslâm geldikten sonra da,

bu aya olan hürmet devam ettirildi. Bu ay, Regaip

ve Miraç gibi mübarek geceler ve ilahî tecellilerle

şereflendirildi. Recep ayının ilk Cuma gecesi, Re-

gaip Gecesi, yirmi yedinci gecesi, Miraç Gecesidir.

Miraç Gecesi; Allah’ın sevgilisi Peygamberimiz

Hz. Muhammed (s.a.v.)’i Mekke’deki Mescid-i

Haram’dan, Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya götür-

düğü3 ve oradan da göklere yükselttiği gecedir.

Miraç Gecesi, Cenab-ı Hakk’ın Hz. Peygam-

ber (s.a.v.)’e büyük hakikatlerin ilahî sırlarını gös-

terdiği, vasıtaları kaldırarak ilahî vahye muhatap

kıldığı, kendi ayetlerini ve kâinatın sırlarını sey-

rettirdiği, müminlere namazın farz kılındığı ilahî

lütuflarla dolu olan bir gecedir.

Üç Ayların İkincisi İse Şaban Ayıdır

Bu ay da Hz. Peygamber (s.a.v.)’in değer ver-

diği, bol bol ibadet ettiği ve oruç tuttuğu bir ay-

dır. Nitekim bu ayın on beşinci gecesi Berat Gece-

ÜÇ AYLARÖZLEMLE BEKLENEN

ZAMAN DİLİMİ:

“Dinimizde kutsal sayılan geceler, bu ayların içinde yer

almaktadır. Sevgili Peygamberimiz ve onun güzide sahabesi bu

aylara ve bu gecelere özel bir önem atfetmişlerdir. ”

İlim ve HayatMehmet SOYSALDI*

Page 24: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

47Temmuz 201146

si olarak kutlanmaktadır.

Hz. Peygamber (s.a.v.)’den gelen bazı rivayet-

lerde, sevgili Peygamberimizin Şaban ayına ve

özellikle bu ayın on beşinci gecesine ayrı bir önem

vererek onu ihya ettiği belirtilmektedir. Nitekim

bir hadis-i şeriflerinde Hz. Peygamber (s.a.v) şöy-

le buyurmuştur: “Şaban’ın 15. gecesini ibadet-

le, gündüzünü de oruçla geçirin! O gece Allahu

Teâlâ buyurur ki: ‘Af isteyen yok mu, affede-

yim. Rızık isteyen yok mu, rızık vereyim. Dertli

yok mu, sıhhat, afiyet vereyim. Ne isteyen var-

sa, istesin vereyim’ Bu hâl, sabaha kadar devam

eder.”4 İşte bundan dolayı, bu geceyi ibadetle ge-

çirmek, büyük bir sevaba vesile olmaktadır. Ayrıca

bir kısım bilginlerin, kıblenin Kudüs’teki Mescid-i

Aksa’dan, Mekke’deki Kâbe istikametine çevril-

mesinin;5 Hicretin ikinci yılında Berat Gecesinde

vuku bulduğunu kabul etmeleri de geceye ayrı bir

önem kazandırmıştır.6

Üç Ayların Üçüncüsü İse Mübarek Ramazan Ayıdır

Yüce Allah, mübarek Ramazan ayını diğer ay-

larda bulunmayan hayır ve bereketli birçok özel-

likle süslemiştir. Bu ay, müminler için rahmet

ve mağfiret ayıdır. Ramazan; evveli rahmet, or-

tası mağfiret sonu da cehennem azabından azat

olma ayıdır. Bu ay, şifa ayıdır, hayır ayıdır. Bu

ay, orucu, sahuru, iftarı, teravihi, dolan camileri,

dinlenen vaaz ve mukabeleleri ile bereket ayıdır,

şefaat ayıdır. Bu ay, öz ifadeyle Kur’ân ve oruç ayı-

dır. Nitekim Ebu Hureyre’den rivayet edilen bir

hadis-i şerifte sevgili Peygamberimiz (s.a.v) şöy-

le buyurmaktadır: “Kim, inanarak ve mükâfatını

Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa,

geçmiş günahları affedilir.”7

Bu ayın Allah katında büyük bir değeri oldu-

ğundan; insanları doğru yola ileten, insana in-

sanca yaşamayı, çalışmayı, ilerlemeyi öğreten, in-

sanı ahlaklı, faziletli dürüst bir hayata sevk eden

Kur’ân-ı Kerim bu ayda indirilmiştir. Bu husus-

ta yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Ramazan ayı

öyle bir aydır ki, Kur’ân-ı Kerim onda indirilmiş-

tir. (O Kur’ân ki) insanlara hidayettir. Onda doğ-

ru yolun, hak ile batılı ayırt eden hükümlerin nice

açık delilleri vardır. O hâlde içinizden kim o aya

erişirse oruç tutsun. Kim hasta olur yahut sefer-

de bulunursa, o zaman tutamadığı günler sayı-

sınca başka günlerde oruç tutsun. Allah size ko-

laylık diler, size güçlük istemez.”8

Kur’ân-ı Kerim’de ifade edildiği gibi bu ay içe-

risinde bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi

bulunmaktadır. Dolayısıyla Kadir Gecesinin dinî

hayatımızda ayrı bir yeri ve önemi vardır. Yüce Al-

lah, bu gecenin öneminin nereden kaynaklandığı-

nı bizlere Kadir suresinde şöyle açıklamaktadır:

“Kadir gecesinin ne olduğunu sen nereden bile-

ceksin?” Yüce Allah, bu soruyla bu gecenin önemi-

ni vurguluyor. Sonra Kadir Gecesinin faziletini üç

madde ile söyle açıklıyor:

Birincisi, Kur’ân-ı Kerim bu gece inmeye baş-

lamıştır.

İkincisi; “Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır.”

Bin ay, yaklaşık olarak 84 yıl eder. İşte bu gece ya-

pılan ibadet, âdeta içinde Kadir Gecesi olmayan

seksen dört yıl ibadet etmek kadar sevaptır.

Üçüncüsü; “Melekler ve Ruh, o gece Rableri-

nin izniyle her iş için iner de iner.” Bu ayette me-

leklerin ve Ruh’un Rablerinin izniyle yeryüzüne

inecekleri belirtilmektedir. Ayetteki Ruh’tan kasıt,

Cebrâil’dir. “Tan yeri ağarıncaya kadar o gece se-

lamettir.” Yani o gece melekler mü’minlere selam

verirler. Çünkü melekler, gecenin başından itiba-

ren ta tan yeri ağarıncaya dek grup grup inerler.

Mübarek Gün ve Gecelerin Fert ve Topluma Kazandırdıkları

Dinimizde kutsal sayılan gün ve gece-

ler, fert ve toplum hayatında birçok hay-

ra vesile olmaktadır. Bunlardan bazılarını

şu şekilde zikredebiliriz:

Yapılan dua ve niyazların dalga dalga Allah’a

ulaşmasına, dökülen pişmanlık gözyaşlarının gü-

nahları silip yok etmesine vesile olur.

Yıl boyunca bilerek veya bilmeyerek işlenen

günahlardan kurtulma ve arınmaya vesile olur.

Yapılan ibadetler, okunan Kur’ânlar ve getiri-

len salâvat-ı şerifelerle sevaplarla bezenmeye ve-

sile olur.

Geçmişin muhasebesini yaparak, geleceğe

azim ve enerji dolu bir şevkle atılmak için iyi bir

imkândır.

İnsanlar arasında İslâm kardeşliğinin yaşan-

masına vesile olur.

Barış, hoşgörü, kardeşlik ortamının doğma-

sına, birlik ve beraberliğimizin güçlenmesine,

insanî ve ahlakî erdemlerin yeniden yeşermesine

vesile olur.

Zenginlerin fakirleri hatırlamasına, onlara yar-

dım ellerini uzatmalarına, böylece insanlar ara-

sında yardımlaşma ve dayanışmanın artmasına

vesile olur.

İnsan hayatında otokontrol sisteminin kurul-

masına vesile olur.

Dünyevî meşguliyetlerden sıyrılıp

yaratılış gayesini düşünmeye, ge-

rek yaratanla gerekse yaratılan-

larla olan münasebetlerimi-

zi değerlendirmemiz için son

derece kıymetli fırsatlardır.

Hayat su gibi akıp gitmek-

tedir. Dün, hatası ve sevabı ile

geçmiştir. Geçen günleri geri ge-

tirmek mümkün değildir. Gelecek günleri

yaşayacağımıza dair bir garantimiz de yoktur. Bu-

günün değerlendirilmesi ise bizim elimizdedir.

Mübarek gün ve gecelerin manevi ikliminden

yararlanarak içinde bulunduğumuz zamanın

kıymetini bilip üzerimize düşen kulluk görevle-

rini hakkıyla yerine getirmeye çalışmalıyız.

Bu mübarek gün ve geceler, kendimizi topar-

lamak, sorgulamak, davranışlarımıza çeki dü-

zen vermek için bulunmaz fırsatlar sunmakta-

dır. Bir kere daha, bu mübarek gün ve gecelerde

geçmişimizin muhasebesini yapıp geleceğe ha-

zırlıklı olmanın tedbirlerini almalıyız.

Bütün okuyucularımızın üç aylarını ve Rega-

ip Kandillerini kutluyor, hayırlara vesile olması-

nı yüce Mevlâ’dan niyaz ediyorum.

1 Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, I, 423, Hadis No: 13582 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, I, 2593 Bkz. 17/İsrâ, 14 İbn Mâce, İkâme, 1915 Bkz., 2/Bakara, 1856 Geniş bilgi için bkz., DİA, V, 475-4767 Buhârî, İman, 28; Savm, 6; Müslim, Sıyam, 203; Tirmizî, Savm, 18 2/Bakara, 185

Dipnot *Prof. Dr.

Page 25: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

Temmuz 201148 49

KültürResul KESENCELİ

SARAYLARÇİFTE

“Çırağan Sarayı’nın yanması üzerine Meclis-i

Mebusan ve Meclis-i Âyan 1913–1920

yıllarında çalışmalarını bu sarayda sürdürmüştür.

Cumhuriyetin ilanından sonra saray 1926’da

Güzel Sanatlar Akademisi’ne devredilmiştir.”

İstanbul Beşiktaş İl-

çesi, Fındıklı Sem-

tinde Meclis-i Mebu-

san Caddesi üzerinde bulunan

Çifte Saraylar Sultan Abdülme-

cit (1839–1861) tarafından kız-

ları Cemile ve Münire Sultanlar

için yaptırılmıştır. Sarayların

yapımına 1856 yılında başlan-

mış, 1859 yılında da tamamlan-

mıştır. Mimarı Balyan ailesin-

den Garabet Amira Balyan’dır.

Çifte Saraylar olarak isimlen-

dirilen bu saraylardan Mol-

la Çelebi Camisi’ne yakın olanı

Cemile Sultan’a aittir. Cemi-

le Sultan Mahmud Celâleddin

Paşa ile evlenmiştir. Sarayın

düğün tarihine kadar tamam-

lanamaması üzerine sultan

bir süre Emirgân’daki Mısır-

lı İsmail Paşa Yalısı’nda otur-

muş ve altı ay sonra bu saraya

yerleşmiştir. Cemile Sultan’ın

1915’te ölümünden sonra sara-

ya Dervişzâde Ahmet Paşa ile

evli olan Nazime Sultan yerleş-

miştir. Sonraki yıllarda Çıra-

ğan Sarayı’nın yanması üzerine

Meclis-i Mebusan ve Meclis-i

Âyan 1913–1920 yıllarında ça-

lışmalarını bu sarayda sürdür-

müştür. Cumhuriyetin ilanın-

Page 26: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

Temmuz 201150 51

dan sonra saray 1926’da Güzel

Sanatlar Akademisi’ne devredil-

miştir. 1 Nisan 1948’de yanmış

ve bu yangın sırasında kütüpha-

nesindeki değerli kitaplar, dos-

yalar, ders malzemeleri ve tablo-

lar da yok olmuştur. Bu olaydan

sonra saray Yüksek Mimar Se-

dat Hakkı Eldem tarafından ha-

zırlanan proje doğrultusunda

yeniden yapılmış ve 23 Nisan

1953’te Güzel Sanatlar Akade-

misi burada öğretime başlamış-

tır.

Çifte Sarayların diğer bö-

lümünü oluşturan Müni-

re Sultan Sarayı’nda Sultan

Abdülmecid’in kızı Münire Sul-

tan yaşamıştır. Sultanın 1862’de

ölümünden sonra Abdülaziz’in

kızlarından Saliha Sultan, ar-

dından II. Mahmud ’un kızı

Adile Sultan bu sarayda yaşa-

mıştır. Adile Sultan’ın 1899’da

ölümü üzerine saray Sultan

Abdülaziz’in damadı Ahmet

Zülküf Paşa’ya geçmiştir. Cum-

huriyet döneminde bir süre III.

Kolordu Komutanlığı karargâhı

olarak kullanılmıştır. 1943–

1952 yıllarında İstanbul Edebi-

yat Fakültesi burada ders gör-

müş, 1970 yılına kadar Atatürk

Kız Lisesi olarak kullanılmıştır.

Ardından Mimar Sinan Üniver-

sitesine devredilmiş ve Yüksek

Mimar Sedat Hakkı Eldem’in

projesi ile yeniden yapılmış ve

21 Kasım 1975’te Mimar Sinan

Üniversitesi burada eğitimine

başlamıştır. Çifte Sarayların her

ikisi de denize paralel olarak ya-

pılmış ve bu plan düzenlemesi iç

mekânda da aynen uygulanmış-

tır. Birbirlerine simetrik olan

eksenlerin ortada kesiştiği alan-

da büyük ve denize paralel dik-

dörtgen planlı bir sofaya yer ve-

rilmiştir. Bu sofa ikişer direkle

yan sofalara açılmıştır. Sarayın

odaları deniz ve karaya yönelik

cephelere peş peşe sıralanmış-

tır. Bezemelerde ve mimari ya-

pıda ampir üslubunun egemen

olduğu görülmektedir. Bu ne-

denle pencerelerin üzerine yer

yer üçgen alınlıklar, kat silmele-

ri ve geniş saçaklar eklenmiştir.

Cemile Sultan (1843 – 1915),

Padişah Abdülmecit’in kızı-

dır. Hayatı boyunca babası,

amcası ve iki ağabeyi Osman-

lı Devleti tahtında saltanat sür-

dü. 1876 darbesinde rol oy-

nayan ve Sultan Abdülaziz›i

öldürmekle suçlanan Mahmud

Celâleddin Paşa›nın eşidir. An-

nesi, Düzd-i Dil Kadın Efen-

di idi. Annesini üç yaşında iken

kaybetti. Abdülhamid›i de bü-

yüten Piristû Kadın Efendi ta-

rafından yetiştirildi. Babası, bir

Bakanlar Kurulu kararı çıkar-

tarak 1856 yılında Cemile Sul-

tan ve bir diğer kızı Münire

Sultan için Fındıklı’da Çifte Sa-

rayların yapımını başlattı. Ce-

mile Sultan, 1858 yılında Fethi

Ahmet Paşa’nın oğlu Mahmud

Celâleddin Paşa ile nişanlandı.

Paşa, vezirlik rütbesi ile Meclis-i

Vâlâ üyesi oldu ve iki ay sonra

düğünleri yapıldı. Çift önce ken-

dileri için kiralanan Emirgan’da

ki Mısırlı İsmail Paşa Yalısı’na,

inşaatı tamamlandıktan sonra

Fındıklı’da Abdülmecit’in yap-

tırdığı sarayına yerleşti. Mah-

mud Paşa ile evliliğinden Mah-

mud Celâleddin ve Besim adlı

iki oğlu ile Fethiye, Fatma ve

Ayşe Hanım Sultan adlı 3 kızı

dünyaya geldi. 1861’de babası-

nın ölümü üzerine Osmanlı tah-

tına amcası Abdülaziz çıktı. Eşi,

Sultan Abdülaziz’in tahttan in-

dirilmesi ile sonuçlanan 1876

hükümet darbesinde yer aldı.

Abdülaziz’den sonra tahta ağa-

beylerinden Murat, onun 93 gün

süren kısa saltanatının ardın-

dan bir diğer ağabeyi Abdülha-

mid çıktı. Abdülhamid tahta çık-

tığı günlerde, iki yaşındaki oğlu

Besim’i kaybetmiş olan Cemi-

le Sultan adına Kandillide iskele

yanındaki Sahil Sarayı’nı satın

aldı. Cemile Sultan 1884’e kadar

Abdülhamid’in hediye ettiği sa-

rayda yaşadı. Eşi, 1881’deki Yıl-

dız Mahkemesi’nde Abdülaziz’i

öldürmek suçuyla yargılanıp

idama mahkûm edilenler ara-

sındaydı. II. Abdülhamid, bu

mahkeme kararı üzerine Cemi-

le Sultan’la eşinin nikâhını iptal

etti. Damat Mahmud Celâleddin

Paşa’nın cezası hapse çevrilmiş,

Mithat Paşa ile birlikte Taif’e

sürgün gönderildi, 3 yıl sonra

muhafızlar tarafından öldürül-

dü. Kocasının ölümünden sonra

sarayını oğlu Celalettin’e devre-

den Cemile Sultan, Erenköy’de

bir köşke taşındı. Abdülha-

mid ile uzun bir dargınlık dö-

neminden sonra barıştı, Yıldız

Sarayı’na ziyaretlere gidip gel-

meye başladı. Bir saray ziyare-

tinden köşküne dönüşünde has-

talandı ve uzun süre yatalak

kaldı. 7 Şubat 1915’te hayatını

kaybetti. Sultan Abdülmecid’in

türbesi yanındaki küçük hazire-

ye defnedildi.

İttihad ve Terakki›nin mu-

halifi olan Hürriyet ve İtilaf

Partisi›nin liderlerinden Salih

Paşa Abdülhamid devrinin sad-

razamlarından Tunuslu Hay-

reddin Paşa’nın çocuğuydu, Sul-

tan Abdülmecid’in kızı Münire

Sultan›la evliydi ve o sırada beş

yaşında olan Kemaleddin adın-

da bir de oğulları vardı. Tutuk-

lananlar hemen askeri mahke-

meye çıkartıldılar. Çoğu idama

mahkûm oldu. Ölmesine karar

verilenler arasında sarayın da-

madı Salih Paşa da vardı ve sa-

rayla hükümet arasındaki kriz

işte bu kararın onaylanması için

padişaha yollanmasıyla başla-

dı. Sultan Reşad’ın eli, imzaya

bir türlü gitmedi; zira ölümünü

emredeceği Salih Paşa damadı

sayılırdı. Kararname önüne gel-

diği zaman hükümdarın ilk sözü

etrafındakilere “Şimdi ne yapa-

cağız?” diye sormak oldu, hiç

kimse ne yapacağını söyleyeme-

yince de metni sümenaltı etti. O

andan itibaren, saraya gidip ge-

lenlerin sayısı hemen artıverdi.

Bir yanda başta Münire Sultan

ile annesi Sezaidil Hanım ol-

mak üzere hanedan mensupları

Sultan Reşad’dan kararı imzala-

mamasını rica ediyor ama öbür

yandan İttihad ve Terakki›nin

önde gelenleri “Karar daha tas-

dik edilmedi mi?” diye sarayı

baskı altında tutuyorlardı. Sa-

dece iktidar değil, İstanbul halkı

da ikiye bölünmüştü. Çoğunluk

idamı istenen Salih Paşa›nın as-

lında masum olduğuna, İttihad

ve Terakki›nin siyasi bir rakip-

ten kurtulmak için böyle bir suç

isnadında bulunduğuna inanı-

yordu.

Sultan Reşad’ın kararsızlığını

ilk bozan İttihad ve Terakki›nin

genel sekreteri Talat Bey yani

sonraki senelerin meşhur Talat

Paşa›sı oldu. Hükümdara açık-

ça “Bu idama müsaade buyu-

rulmadığı takdirde iş daha ya-

kınlarınıza kadar uzayacaktır”

deyiverdi, hemen arkasından da

o günlerde İstanbul Muhafızlığı

yapan ve tarihlere “Cemal Paşa”

diye geçecek olan Cemal Bey’in

gönderdiği bir mesaj geldi: İs-

tanbul Muhafızı “Söyleyin ona,

ben Salih Paşa’yı hüküm tas-

dik edilmese bile asarım. Sonra

da cinayet işledim diye siz beni

asarsınız; ama bu herif de orta-

dan kalkmış olur.” demişti. Sa-

rayda tartışmalı toplantılar bir-

birini takip ediyor ama Sultan

Reşad İttihadçılar’ın beklediği

imzayı hâlâ atamıyordu. İş uza-

yınca, krizi çözmek o günler-

de henüz “Enver Bey” olan son-

raların Enver Paşa’sına düştü.

Mahmud Şevket Paşa’dan son-

ra iktidarın artık tek sahibi hali-

ne gelmiş olan Enver Bey mah-

muzlarını şakırdata şakırdata

Dolmabahçe Sarayı›na gitti ve

Sultan Reşad›ın huzuruna çık-

tı. Hükümdarla devletin ger-

çek hâkimi birkaç dakika baş

başa kaldılar. Enver Bey saray-

dan ayrılırken elinde padişahın

imzaladığı ve mürekkebi henüz

kurumamış olan idam kararna-

mesi vardı. Salih Paşa’yı Baye-

zid Meydanı’nda hemen o gece,

11 kişiyle beraber ipe çektiler.

Paşa son arzusu sorulduğunda

cellâdına dönüp “Rica ederim

şu paçamı düzeltiveriniz, çarpık

duruyor.” diyecek, altındaki san-

dalye paçası düzeltildikten sonra

tekmelenecekti. Münire Sultan

hemen o gün oğlu Kemaleddin’le

beraber Nişantaşı’ndaki konağı-

na kapandı ve bütün vaktini bir

daha asla karşı karşıya gelmeye-

ceği amcası Sultan Reşad’a bed-

dualar etmekle geçirir oldu.

Page 27: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

53Temmuz 201152

Eski başkan Geor-

ge Bush, 20 Ocak

1990’da Amerikan

Kongresi’nde yaptığı bir konuş-

mada 20. yüzyılın bir “Ameri-

kan Yüzyılı” olarak tarihe geç-

tiğini belirtmiş ve 21. yüzyılın

da bir başka “Amerikan Yüzyı-

lı” olacağını iddia etmişti. Bush,

ima yoluyla “Yeni bir yüzyı-

la daha damgamızı vurabilme-

miz için Ortadoğu petrolünü ve

petrol kaynaklarını mutlak su-

rette kontrolümüz altında bu-

lundurmak zorundayız” de-

mek istemiş, petrol ile güç ve

iktidar arasındaki sıkı bağa bir

kez daha temas etmişti. Petro-

le kurban giden başka bir eski

başkan Harding de buna şöy-

le parmak basmıştı: “Dünya ik-

tisadının anahtarı ve istikbalin

en kuvvetli teminatı petroldür.”

Nasıl olsa artık, komünist reji-

min çökmesiyle devre dışı ka-

lan Soğuk Savaş Dönemi’nin

dişli rakibi Rusya’nın frenle-

yici etkisi de yoktu ve “dünya

hâkimiyetini” besleyen petrolü

tekeline geçirmek için ABD’nin

“kontrol edilemez disiplinsiz

kuvvet olarak” Ortadoğu’da is-

tediği gibi cirit atması şimdi

daha da kolaylaşmıştı.

Tüm dünya, Saddam’ın 2

Ağustos 1990’da Kuveyt’i işgal

etmesiyle Ortadoğu petrolü-

nün üçte ikisine hâkim bir ko-

numa geldiğini ve Amerika’nın

hayatî çıkarlarını büyük bir teh-

like altına soktuğunu hemen

fark etmişti. Dolayısıyla Ameri-

ka, Körfez’e müdahale ederken

Kuveyt’i kurtarıp bağımsızlığı-

nı tekrar iade etmekten çok, 21.

yüzyılda kendisini güçlü ve li-

der kılacak petrol kaynaklarını

hegemonyasına alma hırs ve te-

laşına düşmüştü. Çünkü Was-

hington, Körfezi ve Akdeniz’i

bir “Amerikan Gölü” olarak gö-

rüyordu. Cemal Abdünnasır’ın

çok yakınında bulunmuş Mı-

sırlı gazeteci-yazar Muham-

med Heykel’in de dediği gibi

“Iraklılar bir dizi yanlış hesap-

lar yüzünden Kuveyt’te tuza-

ğa düşmüşlerdi ve onlar saldı-

rı ve işgalin doğuracağı tepkiyi

küçümsemişlerdi. Amerika için

21. yüzyılda Arap petrolünün

önemini iyi hesaplayamamış-

lardı.”

George Bush, Ağustos

1990’da krizi çözme amacıyla

yaptığı ziyaret esnasında Ürdün

Kralı Hüseyin’e şunu söylemek-

ten çekinmemiş, bir bakıma

Saddam’a, petrolü kaptırmaya-

cağına dair meydan okumuştu:

“Petrol bizim hayat tarzımız-

dır. Ben o adama (Saddam’a)

Körfez’in petrolünün üçte iki-

sine hâkim olmasına izin ver-

meyeceğim. Bu adam ABD’nin

düşmanıdır ve elleri bizim can

damarımızdadır. Orada hayatî

menfaatlerimiz vardır. Ve on-

ları korumaya mecburuz.” Aynı

konuya, Almanya eski Başbaka-

nı Willy Brandt da Saddam’ı zi-

yaretinde dikkat çekmiş ve ona

şöyle sormuştu: “Onların, sizin

Ortadoğu’da üstünlük sağlama-

nıza ve dünya petrol rezervleri-

nin üçte ikisini ele geçirmenize

izin vereceğine gerçekten inanı-

yor musunuz?”

I. Körfez Savaşı’nda, ABD

Savunma Bakanı Dick Cheney

ve Genelkurmay Başkanı Nor-

man Cshwarzkopf, ABD’nin en

önemli hedefleri arasında pet-

rol alanlarını ele geçirmek ve

koruma altına almak olduğu-

nu açık bir dille ifade etmişler-

di. Şu hâlde, ilk savaşın devamı

niteliğindeki 2003 yılında baş-

layan Irak’ın işgali operasyonu

için de aynı hedef geçerlidir ve

Amerika’nın ilk işi, petrol kuyu-

larını sabotajlardan korumanın

önlemlerini almak ve Irak pet-

rolünü ne şekilde kullanacağı-

nın hesaplarını yapmak olmuş-

tur.

Rakamlar Ne Diyor?

1980’li yılların sonuna doğ-

ru Gelişmiş Dünya, petrolün

pratik bir alternatifinin ya-

kın bir gelecekte bulunmasının

mümkün olmadığını anlamış-

tı. Nükleer enerjinin eksiklik

ve zararları gösterdi ki petro-

le belki 100 yıl kadar daha bir

enerji kaynağı olarak başka hiç-

bir şey ciddi bir rakip olamaya-

caktı. Uzmanların, bu yüzyılın

ilk yarısında petrol kavgasının

yeniden kızışıp kara bulutların

Ortadoğu semalarında topla-

nacağı istikametindeki tahmin-

lerini, Körfez Krizi ve Savaşları

doğrulamaya devam etmekte-

dir. Bilim adamları, Batılı ül-

kelerin rezervlerinin en geç 25-

30 yıl içerisinde tükeneceğini;

buna karşılık Ortadoğu’nun

%65’lik rezervinin 80 yıl daha

yeteceğini ifade etmektedirler.

Hâlihazırda dünyanın günlük

75 milyon varillik petrol üre-

timinin 19,6 milyon varilini

(%26) ABD, 13,5 milyon varili-

ni de (%18) AB ülkeleri tüket-

mektedir. Bu durum, petrole

PetroLSavaşlar ve

“Arap ülkelerinin, petrol sayesinde, Batılılarca kurdurulan irili ufaklı devletlerle (petrol

emirlikleri) siyasî bağımsızlıklarına kavuştukları tarihen ortadadır. Zengin petrol

rezervlerinin, devlet tanımına uymayan ülkelerde ve bölgelerde yer almasından ötürü,

ya birtakım şirket veya kumpanyalar devlet şekline büründürülmüş veya kabileler

ülke kisvesine girdirilmiş ya da her ikisinin karışımı olmuştu.”

Tarihİsmail ÇOLAK

Page 28: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

Temmuz 201154 55

bağımlı olan ve ihtiyacının yaklaşık %50’lik kısmı-

nı buradan karşılayan ABD ve Avrupalı devletle-

rin bütün nazarlarını Ortadoğu’ya yöneltmelerine

sebep olmaktadır. BP tarafından hazırlanan 2001

Yılı Dünya Enerji Raporu’ndaki verilere göre, pet-

rol, dünya enerji tüketiminde % 40 ile ilk sırayı

alıyor ve dünyanın kanıtlanmış en büyük petrol

rezervine sahip ilk beş ülkesi Ortadoğu’da bulun-

maktadır. Buna göre ilk sırayı 261,8 milyar varil

(%38,2) ile Suudi Arabistan alırken, ikinci sıra-

yı da 112,5 milyar varil (%16,4) ile Irak almakta-

dır. Ki Irak’ın yaklaşık 250 milyar varillik (%20)

bir potansiyele sahip olduğu tahmin edilmekte

ve bu da ABD’nin 20 yıllık petrol ihtiyacına denk

düşmektedir. Ortadoğu bölgesinin toplam petrol

rezervi ise 685 milyar varil ve bu potansiyeliyle

içinde ABD’nin de bulunduğu Kuzey Amerika kı-

tasının (63,9 milyar varil, %6,1) 10 katından daha

fazla bir rezerve sahiptir.

Ortadoğu’nun Petrole Endeksli Kaderi

Arap ülkelerinin, petrol sayesinde, Batılılarca

kurdurulan irili ufaklı devletlerle (petrol emirlik-

leri) siyasî bağımsızlıklarına kavuştukları tarihen

ortadadır. Zengin petrol rezervlerinin, devlet tanı-

mına uymayan ülkelerde ve bölgelerde yer alma-

sından ötürü, ya birtakım şirket veya kumpanya-

lar devlet şekline büründürülmüş veya kabileler

ülke kisvesine girdirilmiş ya da her ikisinin karışı-

mı olmuştu. Devlet sınırları ise imtiyaz sahibi olan

petrol şirketlerinin temsilcileri tarafından petrole

göre yapay bir biçimde çizilmişti.

Misalen 1922’de Suudi Arabistan ile Kuveyt

arasındaki sınırı görüşmek üzere düzenlenen kon-

feransta anlaşmazlık zuhur eder. Ortadoğu hari-

tasına şekil verme işine bakan İngiliz İstihbarat

Yetkilisi Sir Percy Cox’un, ilerde Suudi Kralı ola-

cak Abdülaziz es-Suud’a çok sert çıkması müna-

sebetiyle yaşanan şaşkınlık ve şoku, yardımcısı şu

ibret ve dehşet yüklü ifadelerle aktarmıştı: “Ben,

sultanın haylaz bir çocuk gibi azarlanmasına şaş-

tım kaldım. Sir Percy Cox, ondan ayağını denk al-

masını istedi. Suud neredeyse ağlayacaktı ve ağla-

maklı bir sesle Sir Percy’nin kendisini yetiştirdiği

ve bugün bulunduğu mevkiye yükselttiği için hem

babası hem annesi olduğunu söyledi ve kendisi

isterse krallığın yarısını, hatta hepsini kendisine

feda etmeye hazır olduğunu ilan etti. Cox, eline bir

harita ve kalem aldı ve Suudi Arabistan ile olan sı-

nırı çizdi.” İş başına gelmeleri ve iktidarlarını ko-

rumaları, Batının desteği sayesinde olan krallar ve

emirler minnet borçlarını bugün, emperyalizmin

iktidarını pekiştirmek ve varlığını/çıkarlarını sür-

dürmek için sık sık sunî krizler çıkartıp müdaha-

lelerde bulunmasına davetiye hazırlayarak yerine

getirmektedirler.

Petrol gibi büyük bir zenginliği elinde bulun-

duran Arap ülkeleri, dünyanın en gelişmiş ve ma-

mur bölgesi olması gerekirken maalesef yüz yılı

aşkındır siyasî istikrarsızlık ve çalkantıların en yo-

ğun olduğu, emperyalist güçlerin rahatlıkla at oy-

nattığı bir arenaya dönüşmekten kurtulamamış-

tır.

Konuyu daha anlaşılır kılmak için burada Ku-

veyt örneğini ele almak isabetli olacaktır: Kuveyt,

kurulduğundan kısa bir müddet sonra elde ettiği

petrol gelirleriyle bir bolluk ve zenginlik adacığı

hâline gelmiştir. Yurtdışındaki yatırımları olağa-

nüstü bir miktardaydı ve 100 milyar doları geç-

mekteydi. Emirliğe her yıl 6 milyar dolardan faz-

la kâr getiriyordu ki bu petrol gelirlerinden daha

yüksek bir rakamdı. Arap Bankaları Derneği’nin

hesabına göre, Irak’ın Kuveyt’i işgalinden sonra-

ki 2-6 Ağustos 1990 tarihleri arasında Körfez böl-

gesinden Avrupa’ya 9 milyar dolara yakın para

transfer edilmiştir. Eylül başına kadar bu mik-

tar 22 milyar dolara çıkacaktır. İsviçre bankaları

ise bu para akınıyla başa çıkamıyorlardı. Meselâ,

tanınmış bir Kuveytli tüccar, Union des Banques

Svisses’e gidip 8 milyon dolar yatırmak istediği-

ni ve bunun için yüksek bir faiz beklediğini söyle-

diğinde aldığı cevap şuydu: “Bankamızın bu para-

ya ihtiyacı yoktur. Ancak illâ yatırmak istiyorsanız

bunun için, uyguladığımız genel faizin altında bir

faiz verebiliriz.” Tüccar şaşa kalmıştı, bir ay ön-

cesine kadar böylesine büyük miktarda para ya-

tırmak isteyen bir kişiye herhalde kral muamelesi

yapılırdı. Batı bankalarındaki durum da pek fark-

lı değildi. Kuveyt dinarı şöyle dursun, tüm Arap

paralarını bozmayı durdurmuşlardı. Avrupa baş-

kentlerindeki dükkân ve mağazalar, Kuveyt çek ve

kredi kartlarının kabul edilmeyeceğine dair levha-

lar asmışlardı.

Petrol servetini elinde bulunduran ABD ve Av-

rupalı devletler, görüldüğü üzere İslâm ülkelerine

sadece sadaka türünden bir kogörev lütfetmekle

(çoğu kez onu da çok görmektedirler) yetinmekte-

dirler. Bunu bile istedikleri şekilde kullanma hak-

kı tanımayıp Batı’daki bankalarda veya yatırım

sahalarında kullanmaya zorlamaktadırlar. Ya da

petrol karşılığında bol bol silah satıp bölgeyi si-

lah deposu haline getirmektedirler. Bugün, silah

tüccarlarının en gözde müşterisi, petrol zengini

Arap ülkeleri iken, hâliyle silah pazarlamacılığı-

nın da en cazip bölgesi Ortadoğu’dur. Körfez ül-

keleri, petrol gelirlerinin önemli bir bölümünü, en

iyi silah ve askerî malzeme satın almaya ayırmak-

tadırlar. Şu rakamlar bu mevzuda oldukça çarpı-

cıdır: 1970-1980 yılları arasında Araplar, petrol-

den aşağı yukarı 2 trilyon 400 milyar dolar gelir

elde etmişler ve bunun 155 milyar doları silaha ol-

mak üzere savunmaya toplam 1 trilyon dolar har-

camışlardı.

Stockholm Uluslararası Barış Araştırma Ens-

titüsü (SIPRI) verilerine göre Saddam’ın elinde-

ki füzelerin menzilinde bulunan Suudi Arabistan,

1. Körfez Savaşı’ndan sonraki 10 yılda 206 mil-

yar 961 milyon dolar ile en büyük harcamayı ger-

çekleştirecekti. İşgale uğrayan Kuveyt ise 36 mil-

yar 216 milyon dolar sarf edecekti. Araplar, petrol

paralarını, silahların dışında kumar ve lüks ha-

yat sürmenin gerektirdiği alanlarda da hoyratça

çarçur etmektedirler. Suudi Kral Faysal, bu gidi-

şat karşısındaki rahatsızlığını 1971’de şöyle dışa

vurmuştu: “Dedelerimiz deve kullandı, babaları-

mız ise araba. Biz ve çocuklarımız uçak kullanıyo-

ruz. Ancak korkarım ki eğer bu şekilde paraların

çarçuruna devam edilirse torunlarımız develerine

dönmek zorunda kalacaklardır.”

Şurası muhakkaktır ki 21. yüzyıl ikinci bir pet-

rol yüzyılı olacak, ancak dünya petrol rezervinin

üçte ikisine sahip olan ama kullanmasını hâlâ be-

ceremeyen bir Ortadoğu için bu vaziyet, büyük bir

talihsizlik ve engeldir. Buna, Ürdün Kralı Hüseyin

şöyle işaret etmişti: “Dünyada çıkarılmış ve ka-

nıtlanmış olan petrol yataklarının %65’i bizdedir.

Petrol sevkıyatının %40’ı Körfez’den yapılmakta-

dır. Biz bütün imkânlara sahibiz, sahip olamadığı-

mız ortak görüş ve ileriyi görmedir.”

Fakat Ortadoğu Müslümanları, bir asırlık pet-

rol ve kan ile yoğrulmuş acı tecrübelerden sonra

artık geleceğini Batılı güçlere ipotek etmek veya

teslim etmekten vazgeçmeli; kendi kaderini belir-

leyebilme kudret ve becerisini gösterebilmelidir.

Şimdiye değin Batılıların lehinde işleyen denge-

lerin İslâm âlemi lehine bozulmasında ve Müslü-

manların dünya üzerindeki caydırıcılık ve etkisi-

Page 29: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

Temmuz 201156 57

ni artmasında petrol, en mühim faktör olmalıdır.

Olumsuz gidişata ve kötümser senaryolara rağ-

men, petrol kozunu elinde bulunduran İslâm

ülkelerinin istikbalde siyasî, iktisadî ve askerî

bağımsızlıklarını tam manasıyla kazanmaları ha-

linde bunu gerçekleştirebileceklerini düşünmek

kuşkusuz iyimserlik olmayacaktır.

Araplar petrole sahip olmanın bedelini maale-

sef çok ağır ödediler ve hâlâ da ödemeye devam et-

mektedirler. Dünden bugüne yaşanan kanlı darbe-

ler, krizler ve savaşlar ne yazık ki bütün iğrençliği

ve ürkütücülüğü ile sürmektedir. Öyle görünüyor

ki geçen asırda olduğu gibi bu asırda da Ortado-

ğu tarihini yazan iki anahtar kelime “petrol ve kan”

olacak ve bunun baş aktörü de İngiliz-Amerikan

(Anglo-Sakson) emperyalizmi olacaktır. Ortadoğu

uzmanlarından Sorborn Üniversitesi profesörü Dr.

Gassan Salama, bölgede asırlar boyunca petrol ve

kan kokusunun nasıl koyu bir şekilde birbirine ka-

rıştığına şu enfes tespitiyle parmak basmaktadır:

“Lübnan dağlarından Afganistan dağlarına kadar

havada tuhaf ve belirgin bir koku hissedersiniz. Bi-

raz kafanızı yorduğunuz zaman bunun “ölüm ko-

kusu” olduğunu anlarsınız.”

Sonuç olarak petrol, bölgede meydana getir-

diği buhranlar bakımından, emperyalist güçlerin

elinde kalmaya devam ettikçe ve yerini dolduracak

bir kudret bulunmadıkça Ortadoğu’yu kan ve ateş

çemberi içinde tutma vasfını kolay kolay kaybet-

meyecektir. Bu zamana kadar olduğu gibi petrole

sahip olmak isteyen ABD ve Batılı ülkelerin bu kor-

kunç mücadelede Müslümanları, insafsızca harca-

yıp petrole bulanmış kan deryalarına gömmekten

zerrece çekinmeyecekleri katıksız bir tarihî gerçek-

tir. Çünkü Amerikan emperyalizminin nihaî anla-

yışına göre, sözüm ona dünyanın yeniden düzene

sokulması adına, “Tanrı tarafından vaat edilmiş bir

çiftlik (koloni)” olan yeryüzündeki tüm zenginlik-

lerin “anavatana” taşınmasında hiçbir ahlakî en-

gel yoktur.

ÂB-I HAYÂT O yüce Mevlâ’dan aldığım güçle Her türlü engeli, aşmaya geldim. Benim öz kardeşim köpüren Dicle Deli Fırat gibi, coşmaya geldim.

Kavuşmak istersen o büyük üne Gönül pusulanı çevir o yöne Şişte kebap gibi ben döne döne Aşkın fırınında, pişmeye geldim.

Yeşerecek bir gün; güzel tohum ek Her şeyi yaratan O ise bir tek Dizimdeki takat kesilene dek Yılmadan peşinde, koşmaya geldim.

Bunca sitemlerim bildin mi kime? Yeter ettiklerim kendi kendime ”Kükremiş bir selim sığmam bendime Yırtarım dağları”, taşmaya geldim.

Ellerin sözüne nasıl da kandım Çöldeki serâbı su olur sandım Gönül çırasında fitilsiz yandım Sonunda susadım, çeşmeye geldim…

Hanifi KARA

Orh

an D

URG

UT

Page 30: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

59Temmuz 201158

Gerisinde yatan temel

zihniyet ve etkenler

ne olursa olsun, ben-

cillik ve karşılıklılık ilkesine da-

yalı ilişki biçimlerinin belirledi-

ği aile ilişkilerinde, ekonomik

açıdan güçlü olan erkek, güçsüz

olan, yani bireysel ekonomik gü-

vencesi olmayan kadına, duygu-

sal, fiziksel, ekonomik vb. şid-

det uygulayabilmektedir. Çünkü

maalesef onun nezdinde, karşı-

sındaki insanın değeri ve say-

gınlığı sahip olduğu ekonomik

güç oranındadır. Eğer kadın,

ekonomik açıdan erkeğe bağ-

lı ise, erkeğin ona hükmetme ve

şiddet uygulaması meşru görü-

lebilmektedir. Çözüm olarak ön-

görülen şey ise kadının özgürlü-

ğüdür. Bu yaklaşım son yıllarda

dindar çevreler için de geçer-

li gözükmektedir. Madem öyle,

o halde özgürlükten ne anladı-

ğımızı, inançlarımız eksenin-

de açıkça belirtmemiz gerekir.

Gerçekten İslâm’a göre özgür-

lük nedir ve birey hangi durum-

larda özgür kabul edilir? Ailede

özgürlük ve sınırları neler ola-

bilir? Bu soruları cevaplarken,

eğer Kur’ân’ın, hadislerin, di-

ğer dinî ve ahlakî kaynaklarımı-

zın ve geçmişten bugüne yaşan-

mış tecrübelerimizde var olan

olumlu kimi davranışlarımızın

özgürlük kavramıyla ilişkilerini

belirlemez isek nasıl mesafe ala-

biliriz?

İslâm dininin öngördüğü bir

aile yapısında temel anlayış, ne

kadını erkeğe, ne de erkeği ka-

dına ekonomik vb. gerekçelerle

üstün kılamayacak olan Allah’a

kullukta yarışmaktır. Sosyo-

ekonomik statüsü ne olursa ol-

sun, herkes Allah’ın kuludur.

Gerek mal, gerek statü olarak

sahip olduğu her şey Allah’ın

ona emanetidir. En başta, ailesi

PsikolojiM. Doğan KARACOŞKUN*

ona emanettir. Yüce dinimiz aile

bireylerine istediği gibi hükmet-

me imkânını ona vermez. Ema-

net, sorumluluk gerektirir. Bu

sorumluluk gereği erkeğin, eşi-

ne ve çocuklarına şiddetle değil,

merhamet ve şefkatle davranma-

sı esastır. Nitekim Batı’daki aile

içi şiddet uygulamalarına kar-

şı geliştirilen çözümler, Allah’a

kulluk gibi temel bir inanç zemi-

ninden çok uzakta olduğu için,

özgürlük alanı genişleyen Batı-

lı kadınların önemli bir kısmını

tatmin etmekten uzak olagelmiş

ve sözde özgürlük adına kadınlar

sömürülmüştür. Bu sömürülme

karşısında isyan eden kimi Batı-

lı kadınların arayışları, feminist

hareketlerin zeminini oluştur-

muştur.

Feminizmin, temelde erkek

egemen anlayışa başkaldırma ve

bir özgürlük hareketi olarak var

olmasına karşın, hayatın güçlük-

lerine karşı erkeklerle birlikte ve

Allah’a dayanarak mücadele etme

ve hayatı güzelleştirerek paylaş-

ma gibi bir amacı olamamıştır.

Oysa bu amaç, bizim temel dü-

şünce ve yaşantımızın merkezin-

de olması gereken inanç kaynak-

larımızda vardır. Geleneksel aile

yapılarımızda her şeyin süt liman

olmayıp, çeşitli problemlerin de

olduğu inkâr edilemez. Ama çö-

züm, Batı’nın belirsiz ve sorun-

ları çoğaltıcı olduğu aşikâr olan

önerilerinde değil, bizzat kendi

inanç değerlerimizde, Kur’ân ve

sünnettedir. Böyleyken, küresel-

leşen dünyada hayatımızı kuşat-

mış olan modern yaşama biçim-

leri, kitle-iletişim araçlarının da

etkisiyle tüm damarlarımıza yü-

rümüş durumdadır. Bu yaşama

biçimi, yer yer kendimizi sorgu-

lamamızı ve problemleri görme-

mizi sağlayabilse de, yaşadığımız

zihinsel ve sosyal hayatın çözül-

melerini önlemeye yetmemek-

tedir. Sorun kaynakları, sorun

alanları, medeniyet tecrübele-

ri ve değer anlayışları farklı olan

bizler için, çağdaş Batı düşünce-

sinin birebir uygulanabilir teşhis

ve tedavi imkânları olabilir mi,

sorusunu da her aşamada sorma-

mız gerekir.

Ortalıkta çok konuşulan ge-

nel bazı albenisi olan yaklaşım-

ları, yer yer mü’min yönümüzle

ve medeniyetimizi oluşturan te-

mel zeminin göz ardı edilmesi-

ne dayalı bir karmaşa içerisinde

sunulmaları sebebiyle tartışma-

mız son derece önemlidir. Bü-

tün o cazip gözüken yaklaşımla-

rın, bir süzgeçten geçirilmesine

ihtiyaç vardır. Örnek olarak “bi-

reylerin temel hak ve özgürlük-

lerinin sınırlandırılması”, “keyfi

olarak kadını özgürlükten alıkoy-

mak” “ailede çocuklara hiçbir şe-

kilde müdahale etmemek ve ser-

best bırakmak” gibi çevremizde

çok duyduğumuz albenili ifade-

ler, ilk anda her birimizde olumlu

etkiler bırakabilir. Ancak işlevle-

ri açısından bakıldığında bu kav-

ramlar, günümüzde daha farklı,

en azından sınırları daha geniş ve

belirsiz anlamlar içerebilmekte-

dir. Ayrıca daha da önemlisi çağ-

daş Batı’dan transfer ettiğimiz

albenili kimi kavramsal ifade-

ler, anlamlarını yeterince algıla-

yamasak da, düşünce ve yaşan-

tılarımızın merkezine oturan bir

işlev görmektedirler. Kadının öz-

gürlüğü, aile içi demokrasi vb.

İyi de, aile içi demokrasi inanç

kaynaklarımız Kur’ân ve sünnet

dikkate alınmadan hangi krite-

re göre sağlanacaktır? Eğer ölçü

herkesin kendi kabulleri, bilgileri

vb. ise, korkarız ki aile içi demok-

rasi yerine aile içi şiddet artabilir.

Böyle olunca özgürlük de, haya-

tın çekilmez hissedilmesi sebe-

biyle dar alana hapsedilmiş ola-

caktır.

Sonuç olarak, geleneksel aile

yapılarımızda görülen, özellik-

le kadınların şiddet ve baskı gör-

dükleri yapı ne kadar yanlış ve

İslâm’ın ruhuna aykırı ise, Batı

kaynaklı modern aile yapıların-

daki aşırı özgürlük de ciddi tar-

tışmalara gebedir. Çünkü evlilik,

bir kişinin diğerini kendine köle

kılması olmadığı gibi, ortak pay-

laşım ve çocuk eğitiminin asga-

ri düzeye indiği bir yapıdan iba-

ret de olamaz. Mü’min olmak,

nihayetinde sorumlu olmaktır.

Aile bireylerinden başlayarak,

tüm çevremiz bize emanet oldu-

ğu için, görmezden gelme, umur-

samama davranışları İslâm da-

iresi içinde doğru görülemez. O

halde eşler arası ve ebeveyn-ço-

cuklar arası ilişkilerin ölçüsü ne

aşırı baskı ve şiddete, ne de aşı-

rı serbestiyete dayanamaz. Üste-

lik aile içi şiddet ve baskıların son

bulması, geleneksel aile yapıla-

rının modern aile yapılarına dö-

nüşmeleriyle çözüme kavuşacak

gibi de gözükmemektedir. Nite-

kim modern ailelerde şahit ol-

duğumuz sayısız aile problemleri

bizi doğrulamaktadır. Bizler için

çözüm, tek kelimeyle İslâm’ın

aile ile ilgili temel ilkelerini kav-

ramak, içselleştirmek ve yaşa-

maktan ötesi değildir.

ŞİddeTAİLE İÇİ

ÖNLENEBİLİR Mİ?

*Doç. Dr.

Page 31: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

61Temmuz 201160

Kur’ân, Müslü-

manların hayat

kitabıdır; dini-

nin temel kitabı, Allah’ın ona

uzatılan kurtuluş ipi ve hayat

programıdır. Kur’ân, susamış

dudaklara tatlı su, paslanmış

gönüllere ve kararmış kalplere

ilâhî cila, sıkılmış canlara, da-

ralmış ruhlara ferahlık, maddî

ve mânevî hastalıklara şifa, yo-

lunu şaşıranlara en doğru reh-

berdir.

Hayata müdahale edecek ve

onu yönlendirecek birçok şey

vardır. Bütün krallar, otorite

sahipleri, sermayedarlar, pat-

ronlar hep insan hayatına şe-

kil verme ve onu kendi istekleri

doğrultusunda düzenleme arzu-

su peşindedirler. Bütün planlar

insan içindir, hedef onun

hayatını yönlendirmek ve ona

yaşama biçimi göstermektir.

Aslına bakılırsa Kur’ân’ın

ana maksadı da insana yol gös-

termek ve onu yolun en doğ-

rusuna iletmektir. “Gerçek şu

ki, bu Kur’ân o dosdoğru olan

yolu göstermekte; dürüst ve

erdemli davranışlar ortaya

koyan mü’minlere, ödüllerinin

çok büyük olacağını müjde-

lemektedir.”1 meâlindeki âyet

Kur’ân’ın hedefini anlatmakta-

dır.

Müslümanlar olarak bize

göre Peygamberimiz Hz. Mu-

hammed Mustafa (s.a.v.) yaşa-

yan bir Kur’ân, Kur’ân ise ya-

şayan bir Peygamberdir. Bizim

için en büyük örnek, rol-model

ve numune bir hayatın sahibi

olan Peygamberimizin örnek-

liğinin temelinde

Kur’ân vardı. Hz.

Peygamber (s.a.v.)

beşer yönü ba-

kımından ara-

mızdan ayrılmış

olsa da, Kur’ân’la

ebedîleşen mesa-

jı bâkîdir ve bâkî

kalacaktır. Bu se-

beple Müslümanın

hayatı her zaman

Kur’ân’la yoğrula-

cak ve onunla an-

lam kazanacaktır.

Zira hayata müda-

hale ve bize yaşama

biçimi sunma hak-

kı olan sadece Hz.

Peygamber (s.a.v.)

ve onun da yol ha-

ritası durumun-

da olan Kur’ân’dır. Kur’ân’sız

bir İslâmî hayat düşünülemez.

O, hayatın her tarafını kuşatan

mesajları ve âhirete kapı arala-

yan mesajlarıyla bizi her zaman

ve her an kendisine muhtaç kı-

lar.

Kur’ân’a Karşı Konumumuz Nedir?

Hayatımızın anlamının ken-

disine bağlı olduğu Kur’ân’la

aramızın ve ilişkimizin nasıl

olduğunu sorgulamamız ge-

rekmektedir. Mesela her Müs-

lüman kendisine şu soruları

sormalıdır:

Kur’ân okumayı biliyor mu-

yum?

Onu ne kadar okuyorum?

Kur’ân’la günlük, haftalık,

aylık ve senelik meşguliyetim

ne kadar?

Kur’ân bilgim ne seviyede?

Yaşadığım dinî hayatımın

ne kadarını Kur’ân bilgim be-

lirliyor?

Kur’ân’a karşı ilgim ve ihti-

yacım ne seviyede?

Kur’ân’a ne zaman ve niçin

müracaat ediyorum?

Kur’ân’ı Öncelikle Kendimiz İçin Okuyabilmek

Biz Kur’ân’ı öncelikle kendi-

miz için okuyabilmeliyiz. Çün-

kü bu kitap bir bütün olarak

insanlığa indirilmişse de, aynı

zamanda teker teker fertlere de

indirilmiştir.

FıkıhAbdullah KAHRAMAN*

YOĞRULANKUR’ÂN’LA

HAYAT

Page 32: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

Temmuz 201162 63

Pakistanlı bir Müslüman işçi

oğlunu küçük yaşta Kur’ân’a

yönlendirirken ona bu bilinci de

aşılamıştır. Bu zat Pakistan’ın

meşhur şairi Muhammed

İkbal’in babasıdır. Bu zat, küçük

yaşta her sabah Kur’ân ezber-

lemekte olan oğlu İkbal’e, “Ne

yapıyorsun evladım?” diye so-

rarmış. O da, “Kur’ân okuyo-

rum.” cevabını verirmiş. Her

gün sorulan bu sorular kar-

şısında şaşıran İkbal bir gün

babasına şöyle der: “Her gün

aynı soruyu soruyor, aynı cevabı

alıyorsun, ne demek istiyorsun

babacığım?”. Bunun üzerine

babası der ki: “Yani demek

istiyorum ki oğlum bu Kur’ân’ı

sana inmiş bir kitap gibi oku!”.

“Onun Ahlakı Kur’ân İdi”

Hz. Peygamber (s.a.v.)’den

sonra bu bilinci en iyi şekil-

de kavrayan ve hayata geçiren

sahâbe-i kirâmdı. Hz. Peygam-

ber (s.a.v.)’in sevgili eşi Âişe an-

nemiz, onun Kur’ân’la yoğrul-

muş ve bütünleşmiş bir hayat

yaşadığını, “Onun ahlakı Kur’ân

idi.” sözleriyle anlatıyordu. İşte

onu örnek alan sahâbe de bu

yolu takip ediyor ve hayatları-

nı Kur’ân’la yoğuruyor, âyetleri

kanlarına karıştırırcasına dik-

katle okuyor ve uyguluyorlardı.

Bazı surelerin anlamını öğ-

renmek için aylarını verme-

lerinden de bunu anlamak-

tayız. Sahâbenin Kur’ân’la

münâsebetlerine baktığımız za-

man Kur’ân’sız bir günleri olma-

dığını görürüz. Onların üç gün-

de, haftada, hiç olmazsa ayda

bir kere Kur’ân’ı hatmettikleri-

ni tarih bize nakleder. Bu konu-

da toplu bilgi almak isteyenlere

İmam Nevevî’nin el-Ezkâr adlı

eserini tavsiye edebiliriz.

Kur’ân’ı okuyup öğrenme,

onu hayatımıza katma ve ondan

hayat alma konularında Rasûl-i

Ekrem Efendimizin birçok hadi-

si vardır. Onların bir kısmını ye-

niden hatırlayabiliriz. O, şöyle

buyurmuştur:

1. “Kur’ân okuyunuz. Çünkü

Kur’ân, kıyamet gününde ken-

disini okuyanlara şefaatçi ola-

rak gelecektir.”2.

2. “Sizin en hayırlıla-

rınız, Kur’ân’ı öğrenen ve

öğretenlerinizdir.”3.

3. “Kur’ân’ı gereği gibi güzel

okuyan kimse, vahiy getiren şe-

refli ve itaatkâr meleklerle be-

raberdir. Kur’ân’ı kekeleyerek

zorlukla okuyan kimseye de iki

kat sevap vardır.”4.

4. “Kur’ân okuyan mü’min

portakal gibidir: Kokusu hoş,

tadı güzeldir. Kur’ân okumayan

mü’min hurma gibidir: Kokusu

yoktur, tadı ise güzeldir. Kur’ân

okuyan münâfık fesleğen gibi-

dir: Kokusu hoş fakat tadı acı-

dır. Kur’ân okumayan münâfık

Ebû Cehil karpuzu gibidir: Ko-

kusu yoktur ve tadı da acıdır.”5

5. “Sadece şu iki kimseye

gıpta edilir: Biri Allah’ın kendi-

sine Kur’ân verdiği ve gece gün-

düz onunla meşgul olan kim-

se, diğeri Allah’ın kendisine mal

verdiği ve bu malı gece gündüz

O’nun yolunda harcayan kim-

se.”6.

6. “Kalbinde Kur’ân’dan bir

miktar bulunmayan kimse ha-

rap ev gibidir.”7

7. “Her zaman Kur’ân oku-

yan kimseye şöyle denecek-

tir: ‘Oku ve yüksel, dünyada

tertîl ile okuduğun gibi burada

da tertîl ile oku. Şüphesiz senin

merteben, okuduğun âyetin son

noktasındadır”8.

8. “Bir cemâat Allah’ın evle-

rinden bir evde toplanır, Allah’ın

kitabını okur ve aralarında mü-

zakere ederlerse, üzerlerine

sekînet iner, onları rahmet kap-

lar ve melekler etraflarını kuşa-

tır. Allahu Teâlâ da o kimsele-

ri kendi nezdinde bulunanların

arasında anar”9.

Kur’ân Hem İbâdet Hem De Amel

Kitabıdır

Kur’ân hayatımızla o kadar iç

içe ve o kadar rahmettir ki, biz

hayatımızın her safhasında ona

müracaat ederiz. İbadetlerimiz-

de onu okur, iman ve ahlakımı-

zın temel ilkelerini ondan öğ-

renir, sosyal hayatımızın temel

ilkelerini onda buluruz.

Genel olarak Kur’ân’la iliş-

kimiz hatim okuyup sevap ka-

zanma aşamasında olsa da, bu

Kur’ân’dan yararlanmanın çok

sınırlı bir kısmıdır. Kur’ân’ın esas

fonksiyonu sosyal ilişkilerimizde

bize yol göstermesidir. “İyilik ve

takva üzerine yardımlaşın, gü-

nah ve düşmanlık konusunda

yardımlaşmayın.”10, “Güzel bir

söz ve bağışlama başa kakılan

sadakadan daha iyidir.”11, “Ken-

dinizi temize çıkarmayın, kimin

daha müttakî olduğunu ancak

Allah bilir.”12, “Ben nefsimi te-

mize çıkarmam, zira nefis mut-

laka ve mutlaka kötülüğü emre-

der, ancak Rabbimin merhamet

edip esirgemesi hariç.”13, “Biz

Kur’ân’dan mü’minlere şifa ve

rahmet olan âyetler indiriyoruz,

bu zâlimlerin ancak hüsrânını

artırır.”14, “Rabbin ancak kendi-

ne kulluk etmenizi ve ana-baba-

ya iyilik etmenizi emretti.”15, “Ey

nefislerine karşı ölçüsüz davra-

nan kullarım! Allah’ın rahme-

tinden umudunuzu kesmeyin,

zira Allah bütün günahları ba-

ğışlar.”16, “Yetim malını haksız

yolla yiyenler aslında karınları-

na ateşten başka bir şey doldur-

mamaktadırlar.”17 gibi daha on-

larca mesaj sosyal hayatımız ve

insanlar arası ilişkilerimiz açı-

sından paha biçilemez değerde-

dir.

Bir şair18 Kur’ân’la ilgili duy-

gularını şu mısralarla ifade et-

miştir:

Âyet âyet gir kalbime

Yer et amel ve dilime

Harf harf kelime kelime

Gönüle huzurdur Kur’ân

Okuyanı darda koymaz

İnanan şeytana uymaz

Asla yarı yolda koymaz

En vefalı dosttur Kur’ân

Hakk’ın yüce kelâmıdır

Mü’minlerin yaşamıdır

İki cihan baş tâcıdır

Kitaplarda birdir Kur’ân

Sorma ondan bundan haber

Ezelden ebede rehber

Gösterdi yüce Peygamber

Hakk’a giden yoldur Kur’ân

Davet eder hakîkate

Kavuşturur selâmete

Delil olur kıyâmete

Hiç solmayan güldür Kur’ân

* Prof. Dr.

Dipnot

1 17/İsrâ, 9.2 Müslim, Müsâfirîn, 253; Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân,

5.3 Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân, 21; Tirmizi, Fezâilü’l-

Kur’ân, 15.4 Buhârî, Tevhîd, 52; Müslim, Müsâfirîn, 243.5 Buhârî, Et’ime, 30, Fezâilü’l-Kur’ân ,17, Tevhîd 36;

Müslim, Müsâfirîn, 243.6 Buhârî, İlm 15.7 Tirmizî, Fazâilü’l-Kur’ân, 18.8 Ebû Dâvûd, Vitr, 20; Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân, 18.9 Müslim, Zikr, 38.10 5/Mâide, 2.11 2/Bakara, 263.12 53/Necm, 32.13 12/Yûsuf, 53.14 17/İsrâ, 82.15 17/İsrâ, 23. 16 39/Zümer, 53.17 4/Nisâ, 10.18 Şiir Hasan Konc’a aittir.

Page 33: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

65Temmuz 201164

KitaplıkTârîh-i Nûr-i Muhammedî

Mustafa Takî Efendi

Hazırlayan: Fatih ÇINAR

Dilek Matbası

Tel: 0554 864 86 86

Asr-ı Saadetten Günümüze İnfak

Kahramanları

Ali Demirel

Işık Yayınları

Tel: 0216 522 11 44

Şifaü’l Esrar

Seyyid Yahya Şirvanî

Sufi Kitap

Tel: 0212 511 24 24

Reggio Emilia Yöntemiyle Harika

Çocuk Yetiştirmek

Louise Boyd Cadwell

Kaknüs Yayınları

Tel: 0216 4925974

Fütûhât-ı Mekkiyye

İbn Arabî

Litera Yayıncılık

Tel: 0216 492 43 92

Bazı kitaplar kolay yazılır, ama

ömürleri de kısa olur. Mevsimlik

şarkılar gibidir onlar, bir müddet

söylenir sonra unutulur giderler. Ama

bazı eserler vardır ki, hayırlı bir öm-

rün bereketini sırtlarında taşırlar.

Onları kaleme alanların senelerce

akmış göz nurları, boncuk bon-

cuk alın terleri ve inanılmaz

birikimlerini sayfalarında

okuyucuya da aksettirir, o

mukaddes emeği bir şekilde

hissettirirler. İşte M. Uğur

Derman Beyefendi’nin ka-

leme aldığı Ömrümün Be-

reketi: 1 de, bu tarz müstes-

na eserler cümlesindendir.

Ömrümün Bereketi, is-

miyle müsemma bereketli ve feyizli bir kitap…

1961’de başlayan ve daha ziyade hat ve sair kitap

sanatları hakkında Derman’ın kaleme aldığı 500’e

yakın yazıdan seçilen makaleler, bir bakıma yakın

dönem sanat tarihimizi de bütün haşmetiyle aydın-

latıyor. Makaleleler, neşredildikleri halleriyle bı-

rakılmış, orijinal üslûp ve bilgilere müdahale edil-

memiş, sadece neşredildikleri yayın organları ve

tarihleri eklenmiştir.

Müellif, Ömrümün Bereketi başlığının sonunda

bulunan 1’i de “Eğer yazdıklarımız ilgi görürse ar-

dından ikincisinin de neşredilebilece-

ği imâsının gizli” bulunduğunu be-

lirtmektedir.

Büyük boy 519 sayfalık eser ha-

kikaten Uğur Derman’ın 50 sanat

yılının âdeta bir hazinesi. Uğur Be-

yin mihmandarlığında, Ömrümün

Bereketi kandilinin ışığıyla sırlar-

la dolu bir beldede keşfe çıkıyoruz.

Hezârfen hattat Üsküdarlı Necmed-

din Okyay’ı biricik talebesinden oku-

yoruz. Nazif Bey’in Yıldız Saat Kule-

si’ndeki Kitâbesi’nden, Washington

Âbidesi’ndeki Osmanlı Kitâbesine;

Kubâ Mescidi’nden, Özbekler

Dergâhı’na; Neyzen Emin Efendi’nin Celî Sü-

lüs İstiflerinden, Rikkat Kunt’un Tezhibiyle Süslü

Hilye-i Şeriflere; Sâmi Efendi’nin Diş Kirâsı’ndan,

Hakkı Bey’in ‘Dilenci’ Tablosuna; Mehmed Âkif’in

Son Günlerinden, İbnülemin Mahmud Kemal

Bey’in Jübilesine; Ekrem Hakkı Ayverdi’nin Fe-

tih Cemiyeti’nden, Mustafa Düzgünman’ın Attâr

Dükkânına... Unutulan Mevlevîler, eski Boğaz va-

purları ve evleri… Kısacası Türkiye’nin son ya-

rım asrına mührünü basan meşhur ve meçhul

sanatkârlar geçidinde temâşadayız. Sadece şahıs-

KitapMehmet Nuri YARDIM

lar manzumesi yok, eski devir insanlarımı-

zın sosyal yaşayışı ve ilgi çekici hâdiseleri de

var. Eserde zikredilen sanatkârları yazarımız

ya görmüş ya yakınlarında bulunmuş veya

haklarında ciddî tetkikler yapmıştır. Meselâ

elsiz ayaksız hattat “Bîdest ü bîpâ Mehmed

Efendi”yi biz ilk olarak bu eserde görüyor,

okuyoruz. Hatttat Mâcid Ayral, Muhsin De-

mironat, Üsküdarlı ressam Hoca Ali Rızâ Bey,

Tuğrakeş İsmâil Hakkı Bey, Hâmid Aytaç, İs-

mail Zühdî, Süheyl Ünver, Mahir İz, Hâfız Ke-

mal Batanay ve daha onlarca isim… Her biri

hakkında mufassal eserlerin yazılabileceği-

ni düşündüğüm bu şahsiyetlere dâir kaleme

alınmış bu özlü yazılar, genç araştırmacılara

da aslında birer hedef, birer işarettir. Bu muh-

tasar makaleler ile bir bakıma sanata merak-

lı olanlara, “Biz bu kadar yazdık, hadi siz daha

geniş biyografiler ve monografiler hazırlayın,

mensubu olduğunuz bu yüce milletin istifade-

sine sunun” denilmektedir.

Adları geçen sanatkârların fotoğrafla-

rı, çizimleri, eserleri, yaşadıkları evler ve sa-

nat atölyeleri çok güzel bir sayfa mizanpajıyla,

okuyucuya âdeta bir sanat ziyafeti çekilmesi-

ni sağlıyor. Eserde sözü geçen sanatkârların

hayatları yeteri miktarınca verilirken, asıl bi-

linmeyen hususiyetlerine, mizaçlarına, iti-

yatlarına ve hatıralarına daha fazla yer tahsis

ediliyor. Uğur Derman’ın mükemmel üslûbu,

üstün bir sanatkârın yanı sıra ‘çağının tanığı’

olmuş bir kültür tarihçisi ile bizi karşı karşıya

bırakıyor. Envai çeşit resimler, türlü hüsn-ü

hat nümuneleri, eski sokak ve mahalle resim-

leri, üstatların birlikte çekilmiş antika fotoğ-

rafları biz okuyucuları bir geçmiş zaman rüya-

sına yatırıyor, âdeta bir zaman tüneline giriyor

ve göz kamaştırıcı bir şölen yaşıyoruz. Eski/

meyen portreler, pörsümeyen sanatlar, terü

tazeliğini her dem muhafaza eden muhteşem

mimari örnekleri gözümüzün önünden, gön-

lümüzün içinden akıp gidiyor. Hele o zarafet

nümunesi nükteler… Uğur Derman’ın bir söz

üstadı olduğu herkesçe müsellem, ama aynı

zamanda çok zarif bir nüktedan ve üslûpkâr

bir yazı ustası olduğunu da kaydetmeliyiz.

ÖmrüNünBEREKETİ

UĞUR DERMAN’IN

Page 34: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

67Temmuz 201166

Bir gün Hz. Ömer (r.a.), camiye gi-

derken bir çocuğun acele acele ca-

miye gittiğini görür. Hz. Ömer

(r.a.);

- Yavrum ne oldu, niye acele acele camiye ko-

şuyorsun, der. Bu soruya karşılık çocuk da: “Efen-

dim namaza gidiyorum.” der.

Hz. Ömer (r.a.):

- Yavrum, sen daha küçüksün, sana namaz

farz olmamıştır. Çocuk da:

- Ya Emirel Müminin! Bu işin büyüğü küçüğü

olur mu? Benden daha küçük bir çocuğu dün me-

zara koydular, der. Bu cevaba çok duygulan Hz.

Ömer (r.a.) gözyaşlarını tutamaz.

Allah’ın bir emaneti olarak verilen bu çocuk-

lar, anne babalar için de birer imtihandır. Çocuk-

ları en güzel şekilde yetiştirip büyütmek, anne ba-

baların en başta yer alan görevleri arasındadır.

“Allah, anne babasına bağışlasın.” diye dua

ettiğimiz bu çocuklar, bu dünyada anne babalar

için vazgeçilmezlerin en başında yer almaktadır.

Eskilerin tabiriyle ceketini satıp çocuğunu

okutmak isteyen günümüz anne babalarının da

çocukları için ellerinden geleni fazlasıyla yapma-

ya çalıştıklarını görmekteyiz.

Çocuklar büyüyüp okul çağına gelmeye

başlayınca anne babaları da tatlı bir telaş

sarmaktadır. Anne babalar çocuklarını en iyi

okul ve en iyi öğretmene verebilme gayreti içine

girmektedirler. Bu konuda gerekirse adres deği-

şikliğine giden anne babaların hedefi de çocukla-

rına en iyi eğitim verdirebilmedir. Bunun dışında

ekonomik durumu iyi olan aileler ise durumları-

na göre çocuklarını, bulundukları yerin en iyi özel

okuluna vermeye çalışacaklardır.

Çocukların yaşıyla birlikte sınıfları da

büyümeye başlayınca aileler, bu sefer de çocu-

ğun eğitimine dışarıdan takviyeler yapmaya ça-

lışacaklardır. Çocuklarının geleceklerinin iyi

bir eğitimden geçeceğini bilen bu anne babalar,

imkânlar ölçüsünde bu çocuklara özel dersler al-

dırmaya veya özel dershanelere göndermeye çalı-

şacaklardır. Amaçları çocuklarına iyi bir gelecek

hazırlama adına onları en iyi lisede okutarak eği-

tim aldırmaktır. Yine bu anne babalar, çocukla-

rının eğitim için fedakârlıklarını lise öğrenimi ve

üniversite öğrenimi içinde aynen devam ettirme-

ye çalışacaktırlar.

Çocuklarının geleceği için her fedakârlığı

yapmaya çalışan bu anne babalar; aslında

önemsemedikleri ya da ikinci plana attıkları bir

gerçeği akıllarına getirmek istememektedirler.

Bu durum için Cenab-ı Hakk Kur’ân-ı Kerim’de

şöyle buyurmaktadır:

“Ve iyi biliniz ki, mallarınız ve evlatlarınız bi-

rer imtihan aracından başka bir şey değildir.

Büyük mükâfat Allah’ın katındadır.”1

Çocuklarının bu dünyada rahat edebilmeleri

için her şeyin en iyisini ve bu konuda her

fedakârlığı da yapmaya hazır olan anne babalar,

çocuklarının dinî eğitimleri söz konusu olunca

çok fazla önemsememekte ve bu durumu ciddiye

almamaktadırlar.

Çocukların dersleri ve sınavları için özel ders

aldırtıp, özel dershanelere gönderen bu anne

babalar, dinî eğitimleri için aynı hassasiyeti

göstermemektedirler.

Okulların tatil olduğu yaz dönemlerin-

de çocuğuma en iyi Kur’ân ve dinî eğitimi nasıl

verdirtirim, diye düşünme yerine; çocuk için

en iyi yaz okulu nerede ya da ailece nereye git-

sek diye tatil hesabı yapmaktadırlar. Oysa aynı

EğitimM. Emin KARABACAK

DİNî EĞİTİMİÇOCUKLARIN

DİNî EĞİTİMİÇOCUKLARIN

Asla

n TE

KTAŞ

Page 35: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

Temmuz 201168 69

anne babalar, çocuklarının okul hassasiyetleri-

ne gösterdiklerini Kur’ân öğretimi ve din eğitimi

konusunda da gösterselerdi; bu çocukların hem

bu dünyası hem de öbür dünyası için hayırlı bir

yapmış olacaklardı.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmak-

tadırlar:

“Hiçbir baba, çocuğuna güzel terbiyeden

daha üstün bir hediye veremez.”2

“Çocuklarınızı şu üç edep üzerine yetiştirin;

Peygamberini sevmek, onun aile halkını, dost ve

yakın arkadaşlarını sevmek, Kur’ân okumak.”3

Yine Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.): “Çocukla-

rınız güzel davranıp iyilik ve ikramda bulunuz.

Onları en güzel şekilde terbiye ediniz.”4 buyur-

maktadır.

Eskiden çocuklar okul bitirdikten sonra bir

veya iki yıl Kur’ân Kurslarına gider; orada Kur’ân

öğretimini ve dinî konularını öğrendikten sonra

öğrenimine devam ederdi. Oysa şimdi ise böyle

bir imkân olmadığı için bu da yaz dönemlerinde

açılan iki aylık yaz kurslarında yapılmaya çalışıl-

maktadır.

Yaz dönemlerindeki kurslarda çocukların de-

vam etme ve ders çalışma konusunda gereken

hassasiyet gösterilemediğinden sağlıklı bir Kur’ân

öğretimi de yapılamamaktadır. Bunun yanında ai-

lelerin yaz kurslarına gereken önemi vermemele-

ri, tatil planlarını kurs programlarına göre yap-

mamaları çocukların dinî eğitimlerini hep eksik

bırakmaktadır.

Çocukların dersleri ve sınavları konusunda

gereken hassasiyeti gösteren aileler, aynı

duyarlılığı çocukların Kur’ân öğrenimi ve dinî

eğitimleri konusunda da gösterselerdi yaz

tatillerinde Kur’ân öğretimi ve dinî eğitimi nasıl

alması gerektiği konusunda kafa yorarlardı.

Gerekirse İngilizce, matematik gibi derslere

aldırdığı özel dersler gibi bu konuda çocuklarına

özel ders dahi aldırmayı düşünürlerdi.

Yine bu aileler; çocukların okul döneminde sı-

navlarına çalışma konusunda gösterdikleri hassa-

siyeti Kur’ân öğretimi için de göstermiş olsalar-

dı bu çocuklar; yazılıya hazırlanır gibi dinî bilgiler

için de çalışır, sınavlar için her gün en az 100 soru

çözer gibi günde en az Kur’ân-ı Kerim’den 100

ayet okurlardı.

Çocukların daha yaşı küçüktür, kafası karı-

şır, derslerini engeller diye geciktirilen Kur’ân

öğretimi normal çocuğun okula geç gönderilmesi

kadar sakıncalıdır. Nasıl ki ilköğretimi bitirmiş

ergenlik çağındaki bir çocuğu sanayiye vermek

zorsa; Kur’ân öğretimi de bu çocuklara hem zor

gelecek hem de ailelerin karşısına bir problem

olarak çıkacaktır. Peygamberimiz şöyle buyur-

maktadır:

“Çocuklarınız yedi yaşına gelince namaz kıl-

masını öğretin…”5

Rasûlullah’a bundan (namazın çocuğa ne za-

man emredileceğinden) sorulmuştu: “Çocuğun

sağını solundan ayırmasını bildi mi ona nama-

zı emredin.”6 buyurdu.

Peygamber Efendimizin (s.a.v.) yukarıdaki ha-

diste de buyurdukları gibi yedi yaşın en önem-

li özelliği çocukların somut zekâdan soyut zekâya

geçiş döneminin başlamasıdır. Öğrendiklerini ha-

yalinde canlandırabildiği ve öğrenmenin en uy-

gun yaşı olduğunu göstertmektedir.

Sonuç olarak okul çağı dönemi dediğimiz 6–15

yaşları çocukların Kur’ân öğretimin yapılabileceği

en uygun bir dönemdir. Onun içindir ki bu dönem

çocukların Kur’ân öğrenmesi için ideal dönemdir.

Atalarımızın “Demir tavında dövülür.” ve “Ağaç

yaş iken eğilir.” sözü bunu bize çok güzel anlat-

maktadır.

1 8/Enfal, 282 Tirmizi3 Tabarani4 İbni Mace5 Tirmizi6 Ebu Davud

Dipnot

ŞEHRE AKŞAM İNENDE Ömür geçti bir gün bitimi gibi Ben beni bekledim gölge dönende Bu şehrin öksüzü, yetimi gibi Tek kalırım şehre akşam inende

Gölge döndü gelmedin Akşam indi gelmedin Bulut çekildi gökten Yağmur indi gelmedin

Güneş gülüm, yıldız gülüm, ay gülüm Bekletme, gel feryadımı duy gülüm Sen kendini tek ışığım say gülüm Güneşim, yıldızım, ayım sönende

Ali KINIK

Page 36: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

71Temmuz 201170

deĞERİNSANÎ İLİŞKİLERDE ÖLÇÜ VE

İçi ile dışı farklı

olan insanlar stres

içindedir. İkiyüzlü

olmak sağlıksız bir kişilik

özelliğidir. İç huzuru olan bir

insan kendisi ve çevresiyle

barışık yaşar. Güvensiz

toplumlarda stres

daha çok görülür. Anne-baba

çocuğuna, çocuk anne-babaya,

öğretmen öğrencisine, öğrenci

de öğretmenine güven duymaz.

Sadi Şirazî: “İnsanlarla ilişkile-

rin ateşle ilişkin gibi olsun, çok

uzaklaşırsan donar, çok yakla-

şırsan yanarsın.” diyor. Öyleyse

insanlarla ilişkilerimizin düzeyli

ve dengeli olması gerekir.

İnsanoğlu hem ait olmak,

hem de bağımsız olmak ister.

Birey olmak ve ait olmak ihtiyacı

ne kadar dengeli ise, kişiler de

o derece enerjik ve mutludur.

Bağımsız hareket edemeyen

insan mutsuzdur. Toplumlardan

ayrı kalmış insanlarında mutlu

olamadıklarını biliyoruz.

İnsanoğlu çevresinden hem

saygı görmek hem de kendisine

değer verilmesini ister. Çocuğun

gelişmesinde ona verilen değer

çok önemlidir. Çocukla göz

göze gelmek için aynı hizaya

inerek konuşmak, yürürken

onun yürüyüşüne göre yürümek

ona değer verdiğimizi gösterir.

Bunu gören çocuk da mutlu

olur. Çocuklara sen varsın ve

bizim için çok değerlisin mesajı

verilirse çocukların kendine

güveni artar. İnsanlar birbirine

değer verdikleri zaman iletişim

başlamış olur.

Sorumluluk nedir, sorusu-

na, kişinin kendisini hesap ver-

meye hazır hissetmesi halidir

diyebiliriz. Bir anne-baba çocu-

ğunun yetişmesinden tutunda

kişiliği, yaptıkları ve yapamadık-

ları hakkında hesap verebiliyor-

sa bu anne-babaya sorululuğunu

anlamış ve kavramış diyebiliriz.

İnsanın kendi kendine hesap ve-

rebilmesi hem kendisi, hem aile-

si, hem de toplum için yararlıdır.

Sorumluluk, öğrenme ile olu-

şur. Çocuk olduğu gibi kabul

edilerek, yargılanmadan büyü-

tülürse kendini kabul eder. Ço-

cuğun hoşuna gidecek örneğin;

“Yanıma gel canım, bu gün seni

çok daha güzel gördüm, gel seni

bir öpeyim” denmesi onu mut-

lu eder. Çocuk evde kendisine

değer verildiğini hisseder. Böy-

le çocuklar atak ve girişken olur.

Eleştirilen, azarlanan çocuk ise

güvensiz ve mutsuz olur.

Değerliyim duygusuyla yetiş-

tirilen çocuklarda aşağılık duy-

gusu oluşmaz. Öğretmen bütün

öğrencilerin öğretmenidir. Biri-

ne karşı gösterdiği davranışı di-

ğer öğrencilerine de göstermesi

gerekir. Sadece bir öğrencisiyle

yakından ilgilenip hal hatır sor-

ması diğer öğrencileri üzer, on-

larda aynı davranışın kendile-

rine yapılmasını ister. Velilerin

de öğretmenin kendisini değerli

görmesi için, öğretmenle iyi iliş-

kiler içerisinde olup, çalışmala-

rını takdir edip desteklemesi ge-

rekir. İnsanın kendine duyduğu

öz güven başarısını artırır. Akıllı

insan kendini hesaba çeker, yap-

tığı yanlışlardan dersler çıkarır.

Sevilmek, çocuğun gelişimi

için en temel bir gıdadır. Sevilen

bir çocuk iyi yetiştirilen bir çiçek

gibi gelişir. Sevilmeyen çocuk,

bakımsız çiçek gibi solar kurur.

Çocuk sevildiğini iki şeyde arar.

Birinci olarak “Annem-babam

beni özlüyor mu?” İkinci olarak

da “Annem babam benimle za-

manını paylaşır mı?” Çocuklar

oynamak konuşmak ve ilgi gör-

mek ister. Baba eve yorgun da

gelse annenin işi de olsa çocuğu-

nu dinlemeli ona zaman ayırıp

konuşmalıdır.

Okuldan gelen çocuğunuza;

“Dersine çalıştın mı?, Ödevleri-

ni yaptın mı?” yerine, “Bu gün

okulda neler yaptın? Anlat ba-

kalım.” demeliyiz. Çocuğumuz-

la günde en az on beş dakikamı-

zı, hafta sonunda da birkaç saati

birlikte geçirmeliyiz. Sevgi tüm

kapıları açar.

Öğretmenin sınıfa güler yüzle

girerek, “Günaydın çocuklar!

Nasılsınız, iyi misiniz?” diye

sorması, derse başlamadan

güncel olayları değerlendirmesi

önemlidir. Öğretmenin

bilgi vermekten daha çok

öğrencilerini tanıyarak, onların

iç dünyalarına hitap etmesi

gerekir. Eğitimin gerçek amacı

da budur.

Dinleme en önemli iletişim

aracıdır. İnsanlar birbirini din-

lerken kendilerini bulur, kim

olduklarını anlarlar. Onun için

gerek ailede, gerekse okulda ço-

cuğun dinlenmesi gerekir. Bu sa-

yede de çocuk gelişmiş olur. Din-

lenilmeyen çocuk aileden kopar,

kötü arkadaş edinerek yanlış ve

pis işler sonucu suç işler. Genç-

lerini dinlemeyen toplum ancak

suç işledikleri zaman onları gö-

rür. Bu yüzden de hapishaneler,

sokaklar, köprü altları tinerci,

balici ve kapkaççılarla doludur.

Kötüye gitmek kolaydır. İyi-

ye gitmek, iyi insan olmak, ha-

yırlı işler yapmak, çalışmak ve

azim ister. Sevgi bir yaşamdır,

sevgi bir insanın olabileceğinin

en iyisi olması, gelişmeye, mut-

luluğa kendisini adamasıdır. İn-

san özünün onurlandırılmadığı

yerde sevgi yoktur, insanı insan

yapan kalbindeki sevgidir. Sev-

gi insan onurunu yüceltir, geliş-

tirir.

Yaptığımız işi önemseme-

li, severek yapmalıyız ki, başarı-

lı olalım. Öğretmen olmaya ka-

rar verecek kişi, niçin öğretmen

olmak istediğini, nasıl öğret-

menlik yapmak istediğini, öğret-

menlikle neleri gerçekleştirmek

istediğini düşünmeli, araştırıp

karar vermeli, karar verdikten

sonra da şikâyet etmeden kolları

sıvayıp var gücüyle çalışmalıdır.

Öğretmenin öğrencisinin

aklını doyurması yetmiyor,

onun ruhunu da doyurması

gerekiyor. Öğretmen affedici

olmalı, bunu sadece dil ile değil,

davranışlarıyla da göstermelidir.

Gönülden affetmek gönül

zenginliği ister, gönülden

affedenler gönül yolcusu olup,

gönlünün sesini dinleyenlerdir.

Bunları yapabilen öğretmenler

yıllar geçse de öğrencilerinin

gönlünde çok güzel anılarla

kalıyor ve hatırlanıyorlar.

EğitimAli ÖZKANLI

Page 37: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

73Temmuz 201172

Dünya, Yüce

Allah’ın bi-

zlere sunduğu

nimetlerin ikram alanı ve ge-

rek tek tek unsurlarıyla ger-

ekse tüm varlığıyla yaratıcısına

işaret eden bir delildir. İşte

bu yönüyle bu evrene “kâinat

kitabı” denilmiş ve Kur’ân-ı

Kerim’deki birçok ayette bu

kitabı okumamız istenmiştir.

(88/Ğaşiye, 17, 67/Mülk, 3 vb.)

Dolayısıyla bu kâinat kitabı da

Allah’ın âyetlerinden oluşan bir

olgu olarak karşımızdadır. Bu

durumu;

“Kur’ân mikro kozmos, koz-

mos ise makro Kur’ân’dır.” ya-

hut bir başka ifadeyle, “Kur’ân

Allah’ın satırlara dökülmüş/

nesir haldeki evreni, evren

ise Allah’ın Kitabı’nın âleme

yayılmış hâlidir.” sözü çok ve-

ciz bir şekilde ifade etmektedir.

Kısaca “çevre” dediğimiz işte bu

evren, Allah (c.c)’ı sürekli zikre-

den, tesbih eden yapısıyla bir

müminin, âdeta en âbid, yani en

çok kulluk eden “din kardeşi”dir.

Allahu Teâlâ İsra suresi 44. âye-

ti kerimede bu durumu açıkça

şöyle ifade ediyor: “Yedi gök,

yer ve bunların içinde bulu-

nanlar, Allah’ı tesbih ederler.

O’nu hamd ile tesbih etmeyen

hiçbir varlık yoktur. Fakat

siz, onların tesbihleri-

ni iyi anlamazsınız. Şüphesiz O,

halimdir çok bağışlayandır.”

Varlık âlemindeki çokluğun

ardındaki vahdeti, yani onların

işaret ettiği Allah’ın varlığı ve

birliğini göremeyen düalist zih-

niyet, önce insanla tabiat arasını

ayırarak günümüzdeki çevre

felaketlerinin en büyük müseb-

biplerinden birisi oldu. Yani,

çevremizdeki eşyadaki maddî

yön ile ilahi özü, ruh ile bedeni

birbirinden bağımsız gören bu

anlayış parçaladığı bu birliğin,

bir taraf lehine ezilmesine, sö-

mürülmesine yol açmış oldu.

Çevreye bakışta temel iki

yaklaşım olan “çevre merkez-

cilik” ile “mekanist görüş”’ten

ikincisi, Kopernikos’un (1473-

1543) güneş merkezli evren

sistemiyle kurulmaya başlamış

ve dünya merkezli görüşe ilk

darbeyi vurmuştu. Daha son-

ra Galileo (1564-1642) ve

sonrasında Newton’un (1642-

1727) geliştirdiği bu modern

doğa anlayışı çevreyi; “insana

boyun eğdirilmesi gereken bir

makine” olarak görmekte ve on-

dan azami derecede istifade et-

menin yollarını aramaktadır.

Dolayısıyla bu istifadeyi

kısıtlayacak düşünce ve eylem-

ler bu düşünce tarafından mak-

bul sayılmayacaktır.

Descartes’le (1596-1650)

başlayan düalist anlayış, ne

yazık ki; sözle ifade etmek

gerektiğinde Tevhide inandığını

belirten, ancak yaşantı olarak

hayatının hemen her safhasında

bunun zıddına bir söylem ve

eylem içinde olan günümüz

müminlerinin birçoğu arasında

da hâkim bir durumdadır.

Allah’ın karışmadığı alanlar

oluşturan bu anlayış neticesinde

önce nefsine, sonra yanındaki

mümin kardeşine, daha son-

ra da çevresindeki eşya ve ta-

biata karşı, bir müminin sahip

olması gereken “güzel ahlâk”la

bağdaşmayan davranış ve tu-

tumlar gelişmiştir.

Hâlbuki Peygamber Efen-

dimiz; “Ben ancak güzel

ahlâkı tamamlamak için gön-

derildim.” buyurarak nihaî

hedefini açıklamış ve o, hayatı

boyunca yaptığı tüm ibadet

ve davranışlarla da bu güzel

ahlaka giden yolun sadece sö-

zle olamayacağını en güzel bir

şekilde göstermiştir. İşte bu gü-

zel ahlakın tezahür alanlarından

birisi de müminin çevresine

karşı olan davranışlarıdır. Peyg-

amberimizin; “Müslüman, diğer

Müslümanların onun elinden

ve dilinden güvende olduğu

kişidir.” hadisini an-

larken, burada iba-

çevreMÜSLÜMANIN

ALGISI NASIL OLMALI?

DüşünceAbdullah PAKOĞLU*

Page 38: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

75Temmuz 201174

dette kardeşimiz olan çevremizi

unutmamamız gerektiğini söy-

lemek de asla aşırı bir yorum

olmayacaktır.

Birbirimizle olan

ilişkilerimizde nasıl ki bir saygı

sınırı varsa, bizlere müsah-

har kılınan bu çevremizle olan

ilişkimizde de Allah’ın koyduğu

bu “kullanım hakkı”nın ötesine

geçerek haddi aşanlardan olma-

maya ve bu sınırı korumaya dik-

kat etmemiz gerekmez mi?

Peygamberimizin ağaç dikm-

eye verdiği önemi ve çevremizi

temiz tutmamız yönündeki

teşviklerini bilmeyenimiz yok-

tur. Ancak “Küpün içinde ne

varsa dışına da o sızar.” sözü-

müzün anlattığı gerçek bura-

da da en bariz şekilde ortaya

çıkmakta, inanç boyutundaki iç

eksikliklerimiz dış dünyamıza

yansımaktadır. Hayatında

birliği, tevhidi yakalayama-

yanlar, maalesef bu dünyayı

ihtiyacı ile orantılı olarak

değerlendirmekte, hatta sürek-

li olarak “nasıl olur da bir şey

vermeden alırım”ın hesabını

yapmaktadır. Bir müminin

tavrının bu olamayacağı ise hep-

imizin malumudur. Ancak bu

malumatımızın tavırlarımıza

yansımadığı sürece pek bir an-

lam taşımayacağı da apaçıktır.

Dolayısıyla bir müminin; “Al-

lah temizdir, temiz olanı sever.”

ilkesini unutmadan, çevresini

kirletmemeye ve temiz tutmaya

özen göstermesi gerekmektedir.

Ayrıca burada şunu da önemle

hatırlamamız gerekir ki, çevreyi

kirletmek, sadece çevremizde-

ki eşyaya karşı bir sorumsuz-

luk örneği değil, aynı zaman-

da sorumluluğu ağır bir konu

olan kul hakkının ihlalidir de.

Çünkü en basitinden izmaritleri,

çöpleri vs. yerlere atarak,

etrafımızdaki insanların tem-

iz bir çevrede yaşama haklarını

ihlal etmeye, yollara tükürerek,

ayrıca kullandığımız lavabo ve

tuvaletleri pis bırakarak diğer

insanları tiksindirmeye asla ve

asla hakkımız yoktur. Allah’a,

ahiret gününe ve hesaba inan-

an bir müminin bu hususları

küçük görmeyerek azami dik-

kati göstermesi güzel ahlakı

kazanmasında önemli bir adım

olacaktır.

Bu konuda bir başka husus

ise; bizzat evrenin, özel olarak

da dünyamızın, biz inanan-

lar nezdinde özel bir yer-

inin olduğunu hatırlamaktır.

Yukarıda bahsettiğimiz üzere,

o bize bir “emanet”, ve “kul-

lukta kardeş” olmanın ötesinde

baştanbaşa bir ibadetgâh

olmasıyla da mümin için bir

değer taşımalıdır. Peygamber

Efendimizin; “Dünya benim için

temiz bir mescid kılındı.” sözü,

bu gerçeği ifade etmektedir.

Bir mümin için, Allah’ın

yazılı âyetleri olan Kur’ân’a

ve ibadetgâhlarımıza göster-

ilen itibar ve saygının bir mis-

linin, çevremize de gösterilme-

si gerektiği, yukarıda

zikrettiklerimiz üzere, apaçık

ortadadır. Ancak günümüz

müminlerinin, en kutsal mekân-

larda, hac ve umre ziyaretlerinde

bile sergiledikleri nezâhet ve ne-

zâfetten uzak manzaralar, dinin,

birçok konusunun olduğu gibi,

bu konudaki hedefinin de çok

iyi anlaşılmadığını ortaya koyan

ve bu konuda ümitvâr olmamızı

engelleyen deliller olarak önü-

müzde durmaktadırlar.

Kısacası, birçok açıdan ele

alınabilecek “çevre” anlayışı,

hangi açıdan bakılırsa bakılsın

önemle üzerinde durulmayı hak

eden bir konudur.

Hele de “emanet”i yüklenmiş

müminler için…

*Dr.

BİR VEDA TÜRKÜSÜ Bir veda türküsü çalıyor sazım Mızrap derde düşmüş, teller perişan Ayrılık elinden artıyor sızım Bulutlar ağlıyor, yeller perişan

Yarenler ben sizi tanıdım bildim Vefasız dostları defterden sildim Ta kâlu beladan dünyaya geldim Ayaklar gitmiyor, eller perişan

Aşkın kanununda ayrılık vardır Dünya aşk çekene inan ki dardır Mecnunun feryadı bir ahu zardır Leyla der düştüğü, çöller perişan

Bülbül hiç konar mı kuru dallara Sevdiğinden düşmüş türlü hallara Sitem eder sanki geçmiş yıllara Goncaları solmuş, güller perişan

Bende bir zamanlar çağlayıp coştum Gençlik hevesiyle peşinden koştum Derdinden zar edip, narında piştim Kor oldum aşkından, küller perişan

Atıştık pür neşe yorduk kalemi Hayat deryalara salınmış gemi Bize bir imtihan dünya alemi Ömür boşa geçmiş, yıllar perişan

Dostlukla kurulur gönül köprüsü Nefrettir sevgide aşkın törpüsü Haya imandandır, ihlastır süsü Şeytana uyarsa, kullar perişan Ramazan PAMUK

Page 39: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

77Temmuz 201176

EdebiyatVedat Ali TOK

El İnsaF“İnsaflı insan adaletlidir. Doğruyu yanlışı bilir, doğru davranır; doğru karar verir.

Haksızlığa göz yummaz. Kötülüğü eliyle, diliyle, kalbiyle bertaraf etmeye çalışır.

Kendi menfaatlerini başkalarınınkinden üstün ve önde tutmaz.”

Çeşm-i insaf gibi kâmile mizân olmaz...

Kişi noksanını bilmek gibi irfân olmaz

Bursevî Tabib Muhammed Bey

İnsaf sahibi olmak, merhametli olmak insa-

na bahşedilen nimetlerden biridir. Belki de insanı

vahşi hayvanlardan ayıran bir özellik… Peygam-

ber Efendimiz (s.a.v.) “Merhamet etmeyene mer-

hamet edilmez.” buyuruyor.

Beyitte geçen insaf merhamet kavramını sa-

dece acıma anlamında düşünmek yetmez. İnsaf

kelimesinde mantıklı düşünme, adalet gibi fark-

lı anlamlar da vardır. İnsaf et, dediğimiz zaman

acı demek isteriz bazen. Bazen de düşün demek

isteriz. Hâsılı insaf, çok anlamlı, çok katmanlı

bir kelime. Beyte farklı açılardan baktığımız za-

man şairin bu anlamların hepsini de kastettiğini

görebiliriz.

Kâmil insan, olgun, ermiş, erişmiş kimsedir.

Kâmil insanı ölçmenin en kesin yolu onun insafına

bakmaktır diyor şair. Eğer her şeye insana, hayva-

na; canlıya, cansıza hâsılı bütün eşyaya insaf gözü

ile bakabiliyorsa o insan kemâle ermiştir diyor şair.

İnsaflı insan adaletlidir. Doğruyu yanlışı bilir,

doğru davranır; doğru karar verir. Haksızlığa göz

yummaz. Kötülüğü eliyle, diliyle, kalbiyle bertaraf

etmeye çalışır. Kendi menfaatlerini başkalarının-

kinden üstün ve önde tutmaz. En azından hakkı-

na riayet eder. Bunun daha üst safhası ki kemâlat

burada belli olur; başkalarının hakkını, menfaa-

tini kendi hak ve menfaatlerinden önde tutar. Ne

pahasına olursa olsun yalan söylemez. Yalancı şa-

hitlik etmez. Çünkü bilir ki insaf sahibi, bu dün-

ya ebedî hayata göre ancak bir oyun sahasıdır ve

mümin yalan dünyayı, hakikî âleme tercih etmez.

İnsaf sahibi dengelidir; ifrat ve tefritten uzak-

tır. İnsaf sahibi varlığa sevinmez, yokluğa yerin-

mez. İnsaf sahibi başkalarının günahıyla uğraş-

maz, kendi eksikleri ile mücadele içindedir.

Onunla bununla uğraşan, kendi eksikleri-

ni göremez. Bunun için dilimizde öğüt mahiyet-

li birçok söz vardır. Kendi gözündeki merteği gör-

mez, elin gözündeki çöpü görür deriz.

Hakiki müminin başkalarına bakışı da farklı-

dır. Kendinden yaşlıları gördüğü zaman onlara,

ne mutlu bunun yaşı büyük ve sevabı da benim

sevabımdan çoktur; kendinden küçüklere ise, ne

mutlu buna ki bunun yaşı küçük olduğu için gü-

nahı da benimkinden azdır nazarıyla bakar.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Ne mutlu o

kimseye ki ayıbı; başkalarının ayıbı ile uğraş-

maktan kendini alıkoyar.” buyurmaktadır. Ken-

di ayıbını görüp başkalarıyla uğraşmayan in-

san ârif olur. Ârif kişi kendini bilir. Kendini bilen

Rabbini bilir.

Güzel ahlâkı tamamlaması ve bize örnek ol-

ması için gönderilen Kâinatın Efendisi “İnsa-

nın kendini ilgilendirmeyeni terk etmesi, Müs-

lümanlığının güzelliğindendir.” buyuruyor.

Gerçekten de insanın kendini ilgilendirmeyen

şeylerle uğraşması hem boşa zaman harcamasına

sebep olur, hem de lüzumsuz yere kendini yıprat-

masına, kafa yormasına…

Ve bir hikâye filozof Sokrates’ten:

Sokrates bir gün düşünerek giderken adamın

biri koşarak yanına gelir ve:

- Sana söyleyecek önemli bir sözüm var der.

Sokrates biraz düşünür ve der ki:

- Önce sen benim sorularıma bir cevap ver,

sonra söylersin... Bana söyleyecek olduğun şey, iyi

bir şey mi?

- Hayır, der adam, pek iyi sayılmaz...

- Peki, söyleyeceğin şeyden sen yüzde yüz emin

misin?

- Hayır der adam.

- Peki, söyleyeceğin şey beni ilgilendiriyor mu?

- Hayır, der yine.

Sokrates sinirlenir bu defa.

- Be adam, emin olmadığın kötü bir sözü, üste-

lik beni de ilgilendirmiyorsa neden bana söyleme-

ye çalışıyorsun!

Beyti toparlayalım. Yaratılanların en şereflisi

(eşref-i mahlûkat) olan insan, hemcinsleri arasın-

da da kusurları ile hatâları ile bilinir. Yani beşer,

şaşar denilmiştir. Hiçbir insan kusursuz değildir.

Bu yüzden başkalarının yaptığı hatâyı kınamak,

onları kusurlarından dolayı hor görmek insanı

kibre götürür. Kibir ise mânevî hastalıkların ba-

şında gelir. Böyle bir hastalığa duçar olmamak

için kusurları, hatâları, hakirleri hor görmeyip,

hoşgörüyü elden bırakmamak gerekir. Ancak ken-

di kusurlarımızı düzeltmek için mücadele edelim

ve her yaratılmışı sevelim, her mahlûka hoşgörüy-

le nazar edelim, hiç değilse Yaratan’ın hatırına…

Page 40: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

79Temmuz 201178

Uygarlık beşiği Anadolu’nun en eski

tarihî kentlerinden olan “Şehzade-

ler Şehri” Manisa, İzmir’den sonra

Ege Bölgesi’nin ikinci büyük kentidir.

Şehir ilim, sanat noktasında en parlak döne-

mini Osmanlı döneminde yaşamıştır. Çünkü Ma-

nisa, II. Murat, Fatih Sultan Mehmet, Kanuni

Sultan Süleyman gibi daha sonra Osmanlı tahtı-

na oturmuş padişahların da içinde olduğu 16 şeh-

zadenin sancakbeyliği (valilik) yaptığı bir yerdir.

Şehzadelerin ikâmetleri şehri etkilemiş, bura-

yı bir ilim, sanat, kültür

merkezi haline getir-

miştir. Muhtelif yerler-

deki pek çok âlim, edip,

şair, sanatkâr, musikî

şinas ve zanaatkâr bu-

ralara gelip yerleşmiş-

tir. Aynı zamanda bu

kültür ortamı pek çok

değerli insanın yetişme-

sine de zemin hazırla-

mıştır.

Manisa özellikle Mevlevî, Rufaî, Bektaşî,

Halvetî tarikatlarının yaygın olduğu, bu kültürün

insan davranışlarına yansıdığı bir şehirdir. Evliya

Çelebi›nin Manisalılar hakkındaki söylediği «Sa-

nat ehli, kanaat ehli, ibadet ehli, ziyaret ehli» ifa-

delerinden de bu açıkça anlaşılmaktadır.

Ahmed Şemseddin Marmaravî

Ahmed Şemseddin, Anadolu›da yetişen ta-

savvuf büyüklerindedir. Halvetiyye tarikatında

«orta kol» (Ahmediyye) şubesinin kurucusu olan

Marmaravî 1435 yılında Akhisar›ın Gölmarmara

veya Marmaracık adı ile bilinen köyünde doğdu.

Doğum yerine nispetle Marmaravî olarak tanın-

dı. Babası Halvetiyye şeyhlerinden İsa Halife’dir.

Halk arasında Yiğitbaş Veli diye meşhur olmuş-

tur.

İlk tahsilini babası İsa

Halife’den ve Gölmarma-

ra’daki medreselerden

aldı. Zahirî ilimleri öğren-

dikten sonra Halveti şey-

hi Alâeddin Uşşakî’den

manevî ilimler öğrendi.

Tahsilini tamamladıktan

sonra Manisa›da hocası-

nın isteği doğrultusunda,

Seyyid Hoca Mahallesindeki türbesinin yanında

bulunan tekkesinde talebeler yetiştirmek, çeşitli

camilerde vaazlar vermekle meşgul oldu.

İkinci Bayezid Han zamanında İran yönetim-

li ortaya çıkan sahte şeyhlere ve yanlış inanışlara

Örnek Hayat Yusuf HALICI

kapılıp ehl-i sünnet

itikadından uzaklaş-

masına mâni olmak üzere

padişahın isteğiyle bir komis-

yon kuruldu ve başkanlığına da

Marmaravî Hazretleri getirildi. Bir-

çok kaynağa göre imtihan sırasında gös-

terdiği dirayet ve olgunluk sebebiyle kendi-

sine Fete’l-Fityan, Ebü’l-fityan (Yiğitbaşı) lakabı

verildi.

1504’te vefat eden Ahmed Şemseddin tekkesi-

nin yanındaki türbeye defnedildi.

Ahmed Şemseddin Efendi tasavvufa dair bir-

çok eser yazmıştır. Eserlerini öğretici ve nasi-

hat verici bir üslupla kaleme alan Yiğitbaşı eser-

lerinin tamamını Türkçe kaleme almış saadet ve

şakâvet, rü›yet, mucize, keramet, Allah’ın varlı-

ğı ve birliği gibi daha ziyade akait ve kelâm›a iliş-

kin konularda tavizsiz bir ehl-i sünnet mensubu;

zikir, irşad, mürid, mürşid, tarikat âdâp, nefis ve

terbiyesi, rüya ve tabirleri gibi tasavvufun daha

ziyade uygulamaya yönelik amelî konularında

Halvetî; ricâlü›l-gayb, aşk ve muhabbet, Allah’ın

zatı, isimleri ve sıfatları, hakikat-i Muhammediy-

ye, varlık ve mertebeleri

gibi tasavvufu düşüncesi-

nin ilgi alanına giren te-

mel konularda ise iyi bir

İbn Arabî takipçisidir.

Ahmed Şemseddin

Marmaravî hazretleri bir

sohbetlerinde nasihatte

bulundu:

« İyi dinleyiniz! İnsa-

nın kalbinde bir hevâ ağacı bitmiştir ki yedi dalı

vardır. Her dal bir tarafa yönelir. Birincisi göze,

ikincisi dile, üçüncüsü kalbe, dördüncüsü nef-

se, beşincisi ebnâ-i cinse (diğer insanlara), altın-

cısı dünyaya, yedincisi ahiretedir. Her dalın bir

çeşit meyvesi vardır. Göze yönelen dalın mey-

vesi harama bakmaktır.

Dile yöneleninki, başka-

sının ayıp ve kötülüklerini

söylemek, gıybet etmektir. Kal-

be yöneleninki, başkalarına kin

ve düşmanlık etmektir. Nefse yö-

neleninki, şüpheli şeyler ile haram ve

mekruhları işlemektir. İnsanlara yönele-

ninki, onlardan üstün olmak, onları hor ve

hakir tutmak, aşağı görmektir. Dünyaya yö-

neleninki, uzun emel sahibi olmak, aş, iş, mal ve

makam hırsı ile dolu olmaktır. Ahirete yönelen

dal ise, üzüntü ve pişmanlıktır. İnsanda hevânın,

arzu ve isteklerin kökü bakidir, kalıcıdır. Elbette

devamlı taze dallar verir. Ancak Allahu Teâlâ’nın

emirleri yerine getirilir, yasaklarından sakınılır-

sa hevâ ağacı kalpten sökülüp atılır. Kötü huyla-

rı, ahlâkları gidip, güzel huylar ile süslenir. Bu ise

bir rehberin yol göstermesi ile mümkün olur.”

Taşkesenli İbrahim Efendi

Bingöl’ün Karlıova İlçesinde 1855 yılında dün-

yaya gelen İbrahim Efendi, on yedinci asırda ir-

şad vazifesi için Bağdat civarından gelip Karlıova

ilçesine yerleşen bir ailenin mensubudur. Babası,

âlim ve fâzıl bir zât olan

Molla Muhyiddin Efen-

didir.

Daha küçük yaşlarda

iken ilme karşı büyük

bir ilgi gösteren Şeyh

İbrahim Efendi, genç-

liğinde çeşitli medrese-

lerde tahsil görmüş ama

esas tahsilini amca-

sı oğlu Taşkesenli Şeyh

Ahmet Efendi’nin sohbetlerinde kemale ermiştir.

Hocasının Erzurum’a yerleşmesiyle kendi-

si de Erzurum’a gelmiş daha sonra hocasının gö-

revlendirmesi sonucunda da Erzurum Taşkesen

Köyü’ne yerleşmiştir.

EVLİYALARIMANİSA

Page 41: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

Temmuz 201180

İ b r a h i m

Efendi 1914 yılın-

da başlayan Osman-

lı–Rus Harbine Kafkas

Cephesinde talebeleriyle işti-

rak etmiş Sarıkamış yakınların-

da savaşırken bir şarapnel parçası

ile ayağından yaralanarak gazi olmuş-

tur. Aldığı bu yaradan dolayı topal kalan İb-

rahim Efendi, bunun için bazen Topal Şeyh ola-

rak da anılmıştır.

Savaş, zulüm ve işgalin yaşandığı bir yerde ha-

yatını sürdüren İbrahim Efendi, bu ortamda dahi

irşad ve talebe yetiştirmekten geri kalmamıştır.

Şapka inkılâbından sonra şapka giymediği

için sürülen İbrahim Efendi çeşitli mahkemeler-

den sonra önce İzmir, sonra da Demirci’de mec-

buri ikamete tabi tutularak, evi ve kütüphanesiy-

le bütün malına hükümetçe konulmuştur. Hiçbir

şeysiz ortada kalan ailesi de Pasinler’deki akraba-

larının yanına sığınmak zorunda kalmıştır.

Gittiği her yerde sevilip sayılan İbrahim Efendi

Demirci’de de sevilmiş ve kısa sürede etrafına çok

sayıda talebe toplamıştır.

Bütün hayatı boyunca hep inancının mücadele-

sini veren ve İslâm’ı hayatında titiz bir şekilde ya-

şamaya gayret gösteren İbrahim Efendi dinini an-

latma ve öğretme adına bütün zorluklara göğüs

germiştir. Arkasında dinin ulvi mesajlarını yayacak

sahasında uzman din adamı ve çok sayıda insan bı-

rakmıştır.

İbrahim Efen-

di 1926 yılında 71

yaşında iken Hakk’ın

rahmetine kavuşmuş ve

Demirci’de defnedilmiştir.

Mehmet Zühdü Efendi

Son yüzyılda yetişen Manisa evli-

yalarından olan Mehmet Zühdü Efendi

1882 yılında dünyaya gelmiştir.

Köyünde hıfzını tamamladıktan sonra, tahsili-

ne Bergama Karacaahmed Medresesi ile Kulaksız

Camii Medresesinde devam etmiştir. Bu medrese-

lerde belli bir ilmî seviyeye gelen Mehmet Zühdü

Efendi, arzu ettiği daha yüksek bir seviyede ilim

tahsili için önce Konya’ya sonra Kadınhanı’na gi-

derek ilim tahsilini aralıksız sürdürmüştür.

Medrese tahsilini bitirip icazetini aldıktan

sonra başta kendisini çok seven hocaları ile Ka-

dınhanı halkının onun orada kalması yönündeki

tekliflerine rağmen Mehmet Zühdü Efendi mem-

leketine dönmüştür. O, köyünde 16 yıl boyunca

talebe okutmuş, dini ilimlerin yayılması için ken-

di hissesine düşen gayreti fazlasıyla göstermiştir.

Köylülerle arasında çıkan bir anlaşmazlık sonucu

Recepli Köyüne göç etmiş burada da talebe okut-

maya devam etmiştir. Hatta köyde talebe okut-

maya uygun bir yer olmadığı için, talebeleri kendi

evinde okutmuştur.

Manevî ilmini Akhisarlı Abdülcelil Efendiden

alan Mehmet Zühdü Efendi örnek ahlak sahibi

bir insandı. Az uyur, az yerdi. Daima Kur’an okur,

hakkı söyler, sabrı tavsiye ederdi. İnsanlara hiz-

met onun en büyük gayelerindendi. Tuvalete her

gittiğinde mutlaka elbisesini değiştirir, necasete

dikkat ederdi. Bu davranışıyla sanki tam manası

ile gönül temizliğine ulaşmanın, bedeni ve elbise-

yi necasetten sakınmakla ve temizlemekle müm-

kün olacağını göstermek isterdi.

Mehmet Zühdü Efendi 1962 yılında rahmet-i

Rahman’a kavuşmuştur.

BULUT ŞEMSİYELİ YETİM

Doğumu kutlu haber adı İncil’de Ahmet,Bir isim ki sıfatı cümle âleme rahmet.

Mucize mucizeyi muştularken semada,O Nuh’un Gemisi’ne binmek için son ada.

Aynı günlerden bir gün, çocuklardan bir çocuk,Doğumu bir tesbihe takılan en son boncuk.

Babadan yetim iken bir de anadan öksüz,O’nu Rabbi seçmişken hiç bırakır mı köksüz?

İlk suali soran o, bu çocuktaki güç ne?Geçerken Halime’nin zayıf eşeği öne.

Bulut şemsiyesinden keşfederken Bahira,Sanki O’nda gördüğü melek vahiy ve Hira.

Hira mağara değil, bir nur doğumhanesi,Işığı gören göze müjdenin Şahanesi.

Son nur durağı Mekke, sen ey seçilmiş şehir!Suya hasret bir çölde zemzem fışkıran nehir!

İbrahim’den hatıra şehirlerin anası,Kâbe de sembolleşir dört kitabın manası.

Çekilen onca çile bilmeyene eziyet,Seçilip hazırlanan nebiliğe meziyet.

Özdeşleşirken Taif hüznün nebicesiyle,Şirk atalar dininin en ecnebicesiyle.

Yıl bile efkârlanır ayrılığıyla eşin,Arasına ay girer dünya ile güneşin.

Nur pervanesi olur Taif dönüşü cinler,İnsandan daha müşfik Sevr’deki güvercinler.

Tebdili mekân eyler yankısız nebi sesi,Hicretin Medine’si ses-yankı silsilesi.

Ay gibi doğar O nur yankılanır Medine,Veda tepelerinden süzülen Ahmed’ine.

O istese yoluna melekler döşer safir,Dünyadayken dünyayı sürgün gören misafir.

Ana kucağına eş son resule son dine, Ensar’ın şanlı yurdu şehri nebi Medine.

Gülün açması için melekler inen Bedir,Çöl kumlarından doğan Gül Devri’ne ebedir.

Akabe’de beyatla Hudeybiye’de ahit,Hak peygamberliğine Mekke’nin fethi şahit.

Yıldızların şavkınla polatlanmış bir erken,Barış borusu öter Sen Mekke’ye girerken.

Kâbe’n aslına döner Bilal okurken ezan,Susar in-cin-melekût rahmetle dolar fezan.

El-veda Hutbesiyle sonlanır Haccı Veda, Maide Suresinin tasdikiyle elveda.

Hatemül Enbiyayla kapanır en son perde,Rabbin kesin vadi var Kur’an mahfuz siperde.

O, yollar üstü bir yol, tüm yolları aşıyor, Menzili kör dünyada ruh-u nebi yaşıyor.

Ey nebi senin için sarf ettiğim tüm emek, Hayatımın hedefi bir gün sana benzemek.

Rabbim habibim derken vermiş sana eciri,Ey Mekke’nin yetimi Yesrib’in muhaciri!

Ey rahmet buhurdanı ruhuma tütsünü sal,Beşikten mezara dek Sen bana O’ndan misal.

Sevgiliye sevgili nurunu bize de aç!Olsun her namazımız Rabbe ulaşan miraç.

M. Nihat MALKOÇ

Page 42: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

83Temmuz 201182

HikâyeRaziye SAĞLAM Selim Usta ocakta köz hâline gelen çeli-

ği aldı ve hiç bekletmeden suya daldır-

dı. Közden yüzüne vuran sıcaklık, bütün

yüzünü ter içinde bırakmıştı. Sağ kolunu havaya

kaldırarak dirsekten yukarısıyla yüzünü sildi. Ço-

cukluğundan beri yaptığı bir hareketti. Anası Mi-

rem Hatun “Kızancık bre, yapmayasın büle. Min-

tanın birden yırtılo.” der ama Selim Usta alıştığı

şekliyle böyle silmeye devam ederdi.

Çeliği sudan aldı tekrar köze soktu. “Çırah

yine geç kaldı. Bu kızancık bi işler çeviro ya.” Çı-

rak Veli’nin, önceleri ailesi Makedon Hıristiyan-

larındandı. Sultan Murat Rumeli’de ilerledikçe,

Veli’nin ailesi gibi, Osmanlıyı yakından tanıyan-

lar, onların adaletini gören ailelerden birçoğu

Müslüman oluyordu. Çırak ise görünüşte Müs-

lümanlığı kabul etmişti, ama içine bir türlü sin-

diremiyordu. Sultan Murat’ın daha dün Selanik’i

Osmanlı topraklarına kattığı haberi gelmişti. Çı-

rağın öfkesi bunu düşündükçe daha çok artıyor-

du. Kendi gibi birkaç tanesi ile bir araya gelerek

örgütlenip haçlılara katılmanın, planlarını yapı-

yorlardı. Onlardaki bu hareketi duyan Papaz Ni-

kola bir gün yanlarına çağırdı:

- Büle bir yol almanız mümkün değildir. De-

likanlılar sizi buradan çıkartıp Selanik’in dışında

haçlılara teslim edecek bir baş lazımdır. Benden

haber bekleyin.

Veli, papazla görüştükten sonra kendini daha

önemli hissetmeye başladı. Onun da çabalarıyla

Selanik ve bütün bu köyler geri alınacaktı belki.

“O vakit anamlar ne der bana. Ya bütün bu gü-

zellikleri, bereketi haçlılar yok ederse? Kendi top-

raklarında bile halka eziyet ederken burada kim

bilir…”

Veli’nin birden içi sıkıldı. Gözlerinin önüne

yakıp yıkılmış evler, yerlerde sürüklenen ana ba-

bası geldi. Sonra hemen bu düşünceleri kovmaya

çalıştı kafasından. Niye öyle yapsınlardı ki? Hal-

kın hiçbir suçu yokken hem de.

Aslında kendini kandırdığını da biliyordu,

ama bir tarafı Osmanlıyı istemiyordu işte. Vakit

öğlene yakın Selim Usta elindeki işi bitirdi. Ocak-

ta demlenen çaydan bir bardak alıp, sedire otu-

rurken çırak Veli başı yerde içeri girdi.

- Ustam, anam ırahatsızlandı da azcık başını

bekledim. Babam tarlaya gitmiş idi.

Selim Usta inanmış görünerek:

- Kızancık gelmeyeydin ananı üle ıyalnız

bırakıp.

Veli, ustasını kandırabilmenin sevinciyle ön-

lüğünü takarken:

- Yok, lazım değildir daha fazla beklemek. Ne

vakit babam geldi ben hemen fırladım.

- İyi o vakit tezden dükkânı süpüresin.

Meydandaki kutlamalara gido erkez. Tez vakit

biz de varalım. Selanik zaferi kutlanacak. Sulta-

nımızın emriyle, Allah’a şükür için ziyafet sufra-

ları kurcakla.

Veli, Selim Ustaya çaktırmadan kızgınlıkla di-

liyle dişi arasında bir şeyler söylendi.

Köy meydanı bayraklar ve çiçeklerle süslen-

mişti. Tören kıyafetleriyle sipahiler, bayrama gi-

der gibi giyinen köylüler, neşe içinde koşuşan

çocuklar çok güzel bir manzara arz ediyordu. Ma-

saların etrafında dolaşan hizmetliler gelen herke-

sin sofralara oturup, karınlarını doyurabilmeleri-

ne dikkat ediyorlar hasta olup da gelemeyenlerin

evlerine yemekler gönderiliyordu.

Veli ile birkaç kopuk arkadaşı dışında herkes

zafer için şükredip, eğlenerek yemeklerini yedi-

ler. Yaşlılar katıldıkları seferleri anlattılar övüne-

rek. Bütün köy halkı çok güzel bir gün geçirirken,

Veli birkaç arkadaşı ile bir araya gelmemeye çalış-

tı. Dikkati çekmek istemiyordu. Papazdan haber

gelene kadar, görüşmeme kararı almışlardı. Kös

kös sofrada oturup etrafı izlerken, Mustali’nin

kızı Kezban’ı gördü uzaktan. Kezban’la beraber

BİR KÖYSELANİK YAKINLARINDA

“Çeliği sudan aldı tekrar köze soktu. “Çırah yine geç kaldı. Bu kızancık bi işler

çeviro ya.” Çırak Veli’nin, önceleri ailesi Makedon Hıristiyanlarındandı. Sultan Murat

Rumeli’de ilerledikçe, Veli’nin ailesi gibi, Osmanlıyı yakından tanıyanlar, onların

adaletini gören ailelerden birçoğu Müslüman oluyordu.”

Page 43: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

85Temmuz 201184

okula gitmişlerdi. Ona bakarken “ Ne ka büyüyüp

güzelleşmiş. Babama disem everir mi bizi ama

yoh bre ben dava adamıyım. Evlenemem.” deyip

kendi umudunu kendi söndürdü. Ustası onun dü-

şündüklerini anlamıştı.

- Mari Kezban iyidir, güzeldir. İsteyiveririz be

yav. Mustali senden asına mı vercek?

Veli utancından yüzü kızararak başını yere

eğdi.

- Yok be usta evlenmek bize göre değildir.

- Neden bre? Vaadır bir eksiklik?

Veli oturduğu yerde dikleşerek ustasının gözle-

rinin içine baktı. Birden davalarını düşünüp ken-

dine güven gelmişti.

- Şükür er bi şeyimiz tastamamdır usta. La-

kin…

Daha fazla konuşmamak için kalktı ve:

- Âdi ben çöcüklerin yanına varıyom. Sona ge-

lirim.

Papaz Nikola karşısında dimdik duran dört

genci dikkatle süzdü. Heyecanları gözlerinden

belliydi.

- Yarın akşam köyün çıkışında Şahin Gözünde

bir atlı beklicek. Sizi Selanik’in dışında toplanan

haçlılara ulaştıracak. Geç kalanı beklemez ona

göre. Sizler oldukça Osmanlının buradan geldiği

gibi gitmesi yakındır evlatlarım. Yarın gün kavu-

şurken Şahin Gözünde olun. Zaferimiz yakındır.

Akşama doğru dükkânda Selim Usta,

- Veli adi sen artık evine git. Bugün çok yorul-

dun. Yarın erce gelip açasın dükkânı.

Veli sevinçten yerinde duramıyordu. Ustanın

erken bırakması isabet olmuştu. İki haftalık ala-

cağı vardı. İstemeyi düşündü sonra usta şüphele-

nir diye vazgeçti. Tam kapıdan çıkıyordu ki usta

seslendi.

- Az kalsın unutuyodum. Gel şu aftalıgını al da

ben de yük etmesin.

Evden atı alıp bayır yukarı tırmanırken Veli’nin

gözleri doldu. Ustasını belki bir daha hiç göreme-

yecekti. Selim Usta, eşi bulunmaz bir insandı. İsa

adına buraları Osmanlıdan alınca, belki de Selim

Usta ile karşı karşıya gelecekti. Sakalları henüz

terlemiş yanaklarından ip gibi yaş süzüldüğünü

fark edince, telaşla hemen sildi. Biri görürse ağ-

ladığını rezil olurdu. Şahin Gözüne de gelmişti za-

ten.

Bir süre bekledi ama diğer arkadaşları gelme-

di. “Erken geldim, biraz sonra gelirler.” diye düşü-

nürken uzaktan yüzü ve başı sadece gözleri açıkta

kalacak şekilde örtülü siyah giyimli bir atlı geldi.

Atın boyu Velinin atından çok uzundu. Binicisi

de çok heybetli duruyordu. Veli hayranlıkla izler-

ken atlı yaklaştı ve yüzünü açmadan “Sen Vranov-

ci’misin bre? Arkadaşların korkak çıkmış olmalı.

Hadi biz gidelim bir an önce. Senin gibi yiğitler la-

zımdır Selanik için.”

Veli, arkadaşlarına söylenerek atlının arkası-

na düştü. Önünde böyle yiğit bir rehber olduktan

sonra hiç bir şeyden korkmayacağını düşünüyor-

du.

İki atlı karanlıkta uzunca bir süre yol aldıktan

sonra bir hana vardılar. Adam handa da yüzünü

açmadı. Hancıya;

- Misafirimin karnını bir iyi doyur, Sonra da

yatağını göster. Yatağım hazır mı?

Hancı karşısında el pençe divan duruyordu.

Gün aydınlanırken Veli ağır ağır gözlerini açıp

etrafına baktı. Gece Osmanlıya karşı kazanacakları

zaferin düşünü kurmuş, uzun bir süre heyecandan

uyuyamamıştı. Atlı uyanmış mıydı acaba? Merakla

etrafına bakarken, birden attan düşmüşe döndü.

Burası demirci dükkânıydı ve başucunda da Selim

Usta ile Papaz Nikola duruyordu.

Şaşkınlık içinde “Siz! İkiniz burada…”

Nikola gülümsedi:

- Evet biz. Nikola ile Selim Usta “Biz” oldu. Bu

topraklarda artık hep “Bir”iz.

Veli pişmanlık içinde kalkarken çivide siyah

uzun bir entarinin asılı olduğunu gördü. Ustasıy-

la göz göze geldiğinde mahcup olarak başını yere

eğdi. Usta:

- Bugün çalışmak yok. Dogru evine git ananlar

merahlanmıştır.

Page 44: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

87Temmuz 201186

SağlıkAkın DİNDAR Yaz aylarında genellikle daha fazla

yiyecek tüketiriz. Mangal partileri,

yoğun asitli yiyecekler bu aylar da

sıkça tercih ettiğimiz beslenme biçimidir. Fakat

bu yiyecekler ağzımızda oldukça kötü bir koku

bırakabilir. Diş temizliğimize dikkat etmediğimiz

zaman da ağızda bakteriler ürer, plak oluşur ve

iltihaplanma başlar. Bu durumda sağlığımız da

tehlikeye girmiş olur. Tatil keyfini daha uzun sü-

reli yaşayabilmek, konuşurken ve gülerken çevre-

mizdeki insanlara daha ferah bir nefes ile yaklaş-

mayı ve sağlıklı dişlere sahip olmayı kim istemez

ki? İşte yazın da

sağlıklı dişlere sa-

hip olmanız için

Diş Hekimi Cansın

Özgür’den öneriler;

Birçok insanın

sorunu olan diş has-

sasiyeti sıcak, so-

ğuk, şeker veya

ekşi yiyecek-içecek-

ler ağza alındığında

dişlerde ani bir tep-

ki ve sızlama oluş-

turur; ağrı-sızı baş-

lar. Bu diş sızlaması

keskin, ani ve derin-

dir. Çürük ve eski

dolgular dışında hassasiyet en çok dişeti çekilme-

si ile açığa çıkan kök yüzeylerinden kaynaklanır.

Diş hassasiyetinize karşı özel diş macunu ve yu-

muşak kıllı fırça kullanılabilirsiniz. Aynı zaman-

da aldığınız gıdalara da dikkat etmelisiniz. (Faz-

la asit içeren yiyeceklerin sık tüketilmesi sonucu

mine tabakası çözünebilir)

Bilindiği üzere soğan, sarımsak bir numara-

lı ağız kokusu nedenidir. Bunları tüketmek mut-

laka ağız kokusu sebebi olacaktır. Baharatlı yiye-

cekler de ağız kokusu sebebidir. Yaz aylarında bu

ve benzeri besinlerden uzak durmak hem hafif

beslenmemizi hem de ağız kokumuzu kontrol et-

memizi sağlayacaktır. Bunun yanında düzenli diş

hekimi kontrolü bizi sıkıntısız bir yaz geçirmemi-

zi sağlayacaktır. Hafif besinler ve düzenli ağız ba-

kımı bizi temiz bir ağza ulaştıracak, koku gibi tat-

sız durumlardan uzak tutacaktır.

Diş çürüğü maalesef Türkiye’nin en büyük

sağlık problemlerinden bir tanesidir. Avrupa ül-

kelerinde birey başına düşen çürük sayısı yalnız-

ca birken, Türkiye’de birey başına düşen çürük

sayısı altıdır. Bu da büyük bir problemdir. Bu-

nun çaresi düzenli diş hekimi kontrolü yanında

iyi ağız bakımı ve iyi beslenmeden geçmektedir.

Altı ayda bir diş hekimi kontrolü, sabah ve gece

üçer dakikamızı ayırarak dişlerimizin her yüze-

yini fırçalamamız ve öğünlerimizi yoğurt, peynir

gibi bazik yiyeceklerle bitirmemiz bize çürük olu-

şumunu sıfıra kadar indirerek sağlıklı bir ağız su-

nacaktır.

Ağız kuruluğu sıkıntısı tükürüğün kaliteli ko-

ruma ortamını bloke ederek her türlü ağız içi

problemi oluşturmasına sebep olmaktadır ve çok

ciddi bir sorundur. Eğer ki ağız kuruluğu proble-

mi yaşıyorsak mutlaka bu problemi çözme yoluna

gitmeliyiz. Çünkü bu problem arkasından, çürük,

dişeti problemleri gibi zamanla altından kalka-

mayacağımız problemlere sebep olacaktır. Böyle

bir problem yaşıyorsak mutlaka en yakın zaman-

da bir uzmandan yardım almalıyız.

Yaz AylarındASağlıklı Gülüşler

“Birçok insanın sorunu olan diş hassasiyeti sıcak, soğuk, şeker veya ekşi yiyecek-

içecekler ağza alındığında dişlerde ani bir tepki ve sızlama oluşturur; ağrı-sızı başlar.

Bu diş sızlaması keskin, ani ve derindir. Çürük ve eski dolgular dışında hassasiyet en

çok dişeti çekilmesi ile açığa çıkan kök yüzeylerinden kaynaklanır.”

Page 45: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

Temmuz 201188 89

Gönülden İkramlar Mesude SARI

Hamurları yağlamak için:1 su bardağı eritilmiş margarin ya da tereyağı

HazırlanışıÖncelikle içi için kıyma ve kıyılmış soğa-

nı bir tavada hafifçe kavurun. Salça, tuz ve ka-

rabiber ilave edip 1-2 dakika daha kavurduk-

tan sonra soğuması için bir kenara alın. Hamur

için derin bir kaba süt, su, sıvıyağ, maya, yo-

ğurt, toz şeker ve tuzu alın. Kulak memesi yu-

muşaklığında bir hamur elde edene kadar un ila-

ve edip yoğurun. Üzerini nemli bir bezle örtün

ve 45 dakika dinlendirin. Dinlenen hamurdan

15 adet beze yapın ve her bezeyi pasta tabağı büyük-

lüğünde açın. Bezelerin her birini fırça yardımı ile

ayrı ayrı yağlayın. Önce karşılıklı kenarları ortada

birleşecek şekilde, daha sonra diğer karşılıklı ke-

narları birbirinin üzerine gelecek şekilde kapatın

ve kare bir hamur elde edin. Orta kısımlarına bir

çorba kaşığı kıymalı harçtan koyup, tekrar karşı-

lıklı iki kenarı içe doğru katlayın. Bütün hamurları

aynı şekilde hazırlayın. Pideleri fırın tepsisine yer-

leştirin ve önceden ısıtılmış 175 derece fırına üzeri

kızarana kadar pişirin. Sıcak olarak servis yapın.

Afiyet olsun.

Bekir SARI

KUZUKULAĞINemli yerlerde yetişen, ge-

niş ve kabarık yapraklı, ortala-

ma 50 cm boylarında otsu bir

bitkidir. Bol miktarda C vita-

mini ile tanen, reçine, şekerler

ve nişasta içerir.

Kuzukulağının Faydalarıİdrar söktürücü ve kabızlığı

giderici etkilere sahiptir. Ateşi

düşürür. Kanamayı durdurma-

ya yardımcı olur. Diş ağrılarını

dindirir. Mide şişliğini giderir.

Kanı temizler. Egzama, sedef

ve sivilce gibi cilt hastalıkları-

na karşı faydalıdır. C vitamini

açısında zengin bir besin olan

kuzukulağı, C vitamini eksik-

liğinden kaynaklanan Skorbüt

hastalığına karşı da faydalıdır.

Kansızlığa iyi gelir

Kuzukulağı Nasıl Kullanı-lır?

Yaprakları salata gibi yene-

bilir. Haşlanan bitkinin suyu

içilebileceği gibi gargara olarak

diş ağrısını kesmek için kulla-

nılabilir. Haricen ise sivilce ve

egzamaya karşı lapa olarak so-

runlu bölgeye sürülür. Böbrek

rahatsızlığı olanların ve roma-

tizmalıların yememesi tavsiye

edilir.

Şifalı Bitkiler

KIYMALI AÇIK PİDE (15 adet)Hamuru için: 1 su bardağı ılık süt, Yarım su bardağı ılık su, Yarım çay bardağı sıvıyağ, 20 gram yaş-

maya, 1 çorba kaşığı yoğurt, 1 tatlı kaşığı tozşeker, 1 tatlı kaşığı tuz, Aldığı kadar un.

İçi için: 300 gram kıyma, 1 adet soğan, 1 tatlı kaşığı tatlı kırmızıbiber, Tuz, karabiber

Page 46: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi

Temmuz 201190

Som

uncu

Bab

a De

rgisi

’nin

Ücr

etsiz

Eki

’dir.

Aylk Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Aralk 2009

Yl: 3 Say: 36

İnsanlarn başna gelen belâlarn çoğu dilindendir.

Dili muhafaza etmek lazmdr. Bir hadis-i şerifte

Peygamberimiz: “Allahu Teâlâ’nn kullarndan

bazs hakkin rzasna uygun bir söz söyler, o söze

kendisi de dikkat etmez. Hâlbuki Allahu Teâlâ o

söz sebebiyle o kimsenin derecesini yükseltir. Ve

kullarndan bazs da rza-î ilâhîye aykr olarak

Allah’ gazaplandracak bir söz söyler ve hem de

söylediği söze zerre kadar ehemmiyet vermeyerek

laubali olarak söyler. Hâlbuki Allahu Teâlâ o kim-

seyi söylediği o fena sözler sebebiyle derecesini

indirir.” buyuruyor.

Müminler söyledikleri sözleri, velev ki latife olsun

laubali olarak söylemeyip sonunu düşünerek söyle-

meleri icap eder. Yine bir hadis-i şerifte Peygam-

berimiz: “İnsanlarn ekserisinin kyamet gününde

günahlar dillerinden çkan malayani sözlerdendir.”

buyuruyor.Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s)

115

Dergisi Hediyesi...

M A Y I S 2 0 1 0

Fiyat: 7 TL

AYLIK İL İM KÜLTÜR VE EDEB İYAT DERG İS İ

Ümitvâr Olmak3816 Tarihte İstanbul Kuşatmalar ve Fatih

Aylk Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Ocak 2010

Yl: 4 Say: 3

7

Gerçek Kalp

Dostları4606 Hulûsi Efendi(k.s.)’nin

Tasavvufî Görüşleri

116

Dergisi Hediyesi...

H A Z İ R A N 2 0 1 0

Fiyatı: 7 TL

AYLIK İL İM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ

Derginizin elinize sağlıklı bir şekilde ulaşabilmesi için yukarıdaki alanları eksiksiz bir şekilde doldurunuz.

Adı / Soyadı:

Kurum Adı:

Ünvan:

Dergi Teslim Adresi:

Posta Kodu: Şehir:

Telefon: ( )

Faks: ( )

E-posta: @

Türkiye : 70 TL Avrupa : 72 Euro ABD: 102 USD

Banka / Posta çeki hesabınıza yatırdım. Dekont İlişiktedir.

Vergi Dairesi:

Vergi No:

Abone Başlangıç Tarihi:

İmza

Visan İktisadi İşletmesiZaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 44700 Darende MalatyaTel: (422) 615 15 00 Faks: (422) 615 28 79 [email protected]

Çocuk ekiyle birlikte yıllık abone bedeli

70 TL

2011 yılında aboneliğinizi yenilerken, yakınlarınızı da Somuncu Baba’nın ilim ve kültür dünyasına katın.

Onların da abone olmasını sağlayın.

Posta Çeki (Darende Postanesi) : 1361068 Ziraat Bankası (Darende Şubesi): 26798480-5001IBAN – TR 56 0001 0003 2026 7984 8050 01Vakıf Bank (Darende Şubesi):TR 47 00015 00 1580 0728 678 4111

Faturayı adıma kesiniz

Faturayı şirket adına kesiniz

Page 47: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...Muharrem AKIN Abone Bekir CANPOLAT Reklam Ziya TOKSÖZLÜ Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi