16

Bi Haber Fanzin 14. Sayı

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Anlatılan Senin Hikayendir!

Citation preview

Page 1: Bi Haber Fanzin 14. Sayı
Page 2: Bi Haber Fanzin 14. Sayı

MERHABAMERHABAMERHABAMERHABA

Yanılsamalar insan hayatında her zaman bir çok sıkıntıya neden olmuştur. Bu gün üniversitelerimiz açısından ise yine bir yansıma olan yeni YÖK yasa tasarısı karşımızda. Bu tasarı ile ’12 Eylül’ün izleri üniversiteden siliniyor, özgürlük ortamı sağlanıyor’ gibi sözler söyleniyor. Bu sayımızdan itibaren önce kendi görüşümüzü ardından ise üniversitenin çeşitli bileşenlerinin görüşlerini alarak, bu konuyu netleştirmeye çalışacağız. Diğer yandan parasız eğitim konusunda sürdürdüğümüz tartışmanın da sonuna varmış olacağız bu sayımızda. Yeni bölümlerimiz yine mevcut. Bizim adetimiz oldu artık, kendini sürekli geliştirmek. Gerçi dünyayı diyalektik üzerinden kavrayanlar için böyle olması da normal. Laz Marks Emice yine sizlere öğütler verecek, Deli Kuş Humması’na yakalanmamanız dileğiyle hastalıktan yine örnekler sunacağız sizlere. Yol uzun, yürümek lazım. Eee o zaman? Yürüyelim…

Page 3: Bi Haber Fanzin 14. Sayı
Page 4: Bi Haber Fanzin 14. Sayı

ÇİKARUN SİLAHLARI SAVAŞ YAPACAĞUM

Netceğuk Hasan elindeki gazeteden okuyayi… “Amerika Pirleşuk Devletleri, İran’un etkisini kirmak içun Suudi Arabistan’a 20 milyar dolarluk silah satişi içun onay verdi. İsrail ve Misir’a, 43 milyar dolarluk askeri yardum karari alindi. İran ise Rusya’ylan, tarihinun en beyuk silah anlaşmasini imzaladi.” Sordi, “Ne

olacak böyle dünyanun hali Laz Mars Emice?”

Dedum ki uşağum, Çehov, tiyatro tekniği içun der ki, ilk sahnede bir silah

görunduği zaman bilun ki o silah mutlaka patliyacaktur. Şimdi duşun bakayim, hau

kadar füzeyi, tanki, topi ve tüfeği düğunlerde havaya sikasun diye mi satayi

bu bet muncurli ABD? Uygun zamani bulunca mutlaka kullandurtacaktur. Liseli uşaklarun pek sevmeduği öğretmen tipi vardur, bunlar habersuz

yazili yaparlar. Bu pokkiyenun soyi da dünya halklarini fiştuklar ve aniden savaşa sokar. Ula yüzyillardur birbirumuzun girtlağina sarilacağumuza, tek bir kere

bu koloti kafalilarun girtlağina sarilsak işi bitureceğuk ama…

Page 5: Bi Haber Fanzin 14. Sayı

İNSAN OLMAK...İNSAN OLMAK...İNSAN OLMAK...İNSAN OLMAK...

Zanaat; beceri, eylem ve ustalık durumlarını içeren bir kelimedir. Bu nedenle insanlık zor zanaattır. O kadar kolay değildir, insan olabilmek. Öncelikle saygı duymalısın tüm hayata. Saygının kaynağı Allah da olsa, evrim sürecinin mükemmelliği de olsa saygı duymalısın hayata. Sonra sevmelisin yaşamayı ve yaşatmayı. Kaynak önemli değildir aslında. Sevmek bu dünya da ki eylemlerin en yücelerindendir. Çünkü her şey bir çiçeği, bir köpeği veya bir insanı sevmekle başlar. Bunlar ön koşullarıdır insan olabilmenin. Ama insan olmak aynı zamanda zanaat kelimesinin anlamı içerisinde geçen durumlarında bir bütünüdür. Yani sevmekte usta olmalısın, saygıda becerili ve insanlar veya insanlık için eylem ortaya koymalısın.

‘’Bunca açıklama ve betimleme ne için?’’ sorusu gelebilir aklınıza. Bu açıklama tarihimize insanlığın unutulduğu bir tarih olarak geçen 23, 24 ve 25 aralık 1978 günleri için. Bilmeyenler için bazı açıklamalar yapmak gerekebilir. Yer Maraş. Ülkenin her yerinde CIA ajanları ve onların yerli uzantısı konumundaki kontrgerilla provokasyon yaratma çabasında. Daha önce Malatya ve Elazığ’da gerçekleştirilmek istenen süreç

devlet ve onun resmi hayvanları rolündeki ülkücü faşistler tarafından Maraş’ta sahneye konuluyor. Ülkücülerin izlediği bir filme yine ülkücüler tarafından ses bombası atılıyor ve ‘aleviler ile solcular bombaladı’ dedikodusu çıkarılarak kışkırtma yapılmaya çalışılıyor. Ardından iki solcu öğretmen sokak ortasında ülkücüler tarafından öldürülüyor. Cenazelerini kaldırmak isteyen topluluğa önce cenazeler teslim edilmeyerek Cuma namazı çıkışına sarkıtılıyor tören. Ardından cami hoparlörlerinden ‘Aleviler ve solcular cami bombalayacak din için savaşa’ anonsları yapılıyor. Sonuç olarak Cuma namazı çıkışı galeyana getirilmiş kitle cenaze törenine saldırıyor. Ardından ‘alevi öldürenler cennete gider’ fetvaları ile Sünni halk kışkırtılıyor ve alevi vatandaşların üzerine saldırtılıyor. Sonuç karınları deşilen hamile kadınlar, tecavüzler, kurşuna dizmeler ve çeşitli işkenceler ile ölümler. Katliam 3 gün sürüyor. Devlet sadece izliyor. Yüzlerce kişi öldürülüyor. Üstelik tüm bu olanlar din adı altında tasarlanıyor. Olay öncesi birden bire Maraş’ta peydah olan ve Maraşlı olmayan milli piyango satıcıları ile CIA ajanları tezgahın kimlerce kurulduğuna da işaret ediyor.

İşte tüm bu olanların yıl dönümü yaklaştı yine. Bizde bu vesileyle bazı şeyleri hatırlatmak istedik. Şimdi demokrasi havarisi kesilenler dünün katilleridir. Bu gün iktidarda olanlar ve onları destekleyenler bu olayı tezgahlayanlardır. Unutmamak gereklidir; insanlık zor zanaattır ve herkes insan olamaz. Bunca akan kanında hesabı unutulmaz!

Page 6: Bi Haber Fanzin 14. Sayı

BEN ERDAL ERENBEN ERDAL ERENBEN ERDAL ERENBEN ERDAL EREN

Ben Erdal Eren. Yaşım 17’ydi daha. Siz ağabey ve ablalarıma anlatacağım hikayem benim ve benim gibi binlercesinin hikayesidir aynı zamanda. Ne yapabilirdik, Yoksulluk içinde insanlar ölürken, soğuktan donarken, açlıktan kıvranırken ve ‘kardeş kardeşi’ vururken? Bizde mi izleseydik, ölümü, zulmü, işkenceyi ve ihaneti? Yurdumuzun Amerikan dolarlarına satılmasına, her devlet görevlisinin ABD buyruklarına göre atanmasına, canımızdan çok sevdiğimiz halkımızın ve vatanımızın emperyalistler ve işbirlikçileri tarafından çiğnenmesine göz mü yumsaydık?

Biz göz yummadık, sessiz kalmadık. İstediğimiz daha güzel bir ülke, kardeşçe bir arada yaşayabilen halklar ve yüzü gülen insanlardı. İstediğimiz barış, adalet ve hürriyetti. Hani özgür dünyanın üstüne kurulduğu o meşhur ilkelerdir ya bunlar. Hani muasır medeniyetler seviyesiydi ya hedefimiz. Bizim suçumuz halkımızı çok sevmekti.

Belki bilirsiniz beni. Daha çocuk yaştayken, bir gecede yaşı büyütülen ve yıllarca sürerken davalar, 2 ayda idam cezasına çarptırılarak öldürülen Erdal Eren’inim ben. ‘Asmayalım da, besleyelim mi?’ dediklerindenim ben Kenan Paşa’nın. Sorduklarında beni sessiz kaldıklarındanım. İşlemediğim bir suçu bana atfederek yargıladıklarıyım ben. Ön çaprazında ve metrelerce

ötesinde olmama rağmen arkasından vurulan askerin öldürülmesini yıktıklarıyım. Ne olay yeri incelemesi, ne otopsi yapma gereği duymadan idama mahkum ettikleriyim ben. Ben bu ülkede işkence ile tanışan binlerce gençten biriyim. Ben bir kardeş, bir oğul ve bir ağabeyim. Ben sizler gibi bir insanım. Ben katilleri bu devleti yönetmişler olan bir çocuğum. Tıpkı hala öldürülen binlerce çocuktan biriyim.

Adaletin her zaman ve herkes için gerekli olduğunu unutanlarca öldürüldüm. Çok mu büyüktü benim suçum? Ben bu ülkede adaleti arayanların temsiliyim. Ben genç yaşta öldürülen binlerce gencin temsiliyim. Ben belki de bu ülkenin vicdanıyım ya da ben bu ülkenin vicdanı, doğruya ulaşma isteği olmalıyım. Yani ben Erdal Eren. Öldürüldüm. Yaşım 17’ydi daha. Ben Erdal, kardeşiniz sayılırım…

Page 7: Bi Haber Fanzin 14. Sayı
Page 8: Bi Haber Fanzin 14. Sayı

EĞİTİM PARASIZ MIDIR? EĞİTİM PARASIZ MIDIR? EĞİTİM PARASIZ MIDIR? EĞİTİM PARASIZ MIDIR? ---- 4 4 4 4

Yazı dizimizin sonuna erdik nihayet. Buraya kadar çeşitli gider kalemlerini ve bunların ‘parasız eğitim retoriği’ üzerindeki etkisini açıklamaya çalıştık. Şimdi nihayete erdirme zamanı geldi.

YOL UZUN, OKUMAYAK MI?

Eğer büyük bir şehirdeyseniz –ki iyi üniversitelerin bir çoğu büyük şehirlerde- bir yerden bir yere gitmek ayaklar ile pek mümkün olmamaktadır. İlla toplu taşıma araçlarını kullanmak zorundasınızdır yani seyahat etmek için. Anayasal bir hak olan seyahat özgürlüğünüzü ancak paranız ölçüsünde kullanabilirsiniz yani, özgürlük mevcuttur eğer yerseniz. Okul civarında absürd denecek kadar yüksek fiyatlarla karşılaşan üniversite öğrencisi için ya da okuluna kilometrelerce uzakta olan devlet yurdunda kalan bir üniversite öğrencisi için toplu ulaşım araçları zorunluluktur. Yine hesap kitap işlerine dönecek olursak. İzmir açısından bin 1 TL, gir derse ve çık dersten, bin 1 TL daha. Günlük en iyi ihtimal ile 2 TL ulaşıma harcanır. Okula ayda 25 kere gidersek garanti cebimizden 50 TL çıkacaktır. Eğer gezmek gibi bir amacımız var ise bu maliyet 100 TL dahi varabilir. Bir öğrencinin cebinden ortalama 75 TL sadece eğitim alma hakkını kullandığı için çıkıyorsa o ülkede parasız eğitim filan yoktur.

Parasız eğitim meselesi göstermeye çalıştığımız üzere sadece harçlardan ibaret değildir. Bir ülkede parasız eğitimden söz etmek için, o ülkede eğitim masraflarının tamamıyla devletçe karşılanıyor olması gerekmektedir. Öğrencilerin barınma sorunu çözülmeli ve öğrenciler cemaat ağlarına terk edilmemelidir. Yurt şartları insancıl koşullara getirilmeli ve derhal kadın-erkek ayrımına son verilmelidir. Aynı lise ve ilköğretimde olduğu gibi kitap-kırtasiye ücretleri devletçe karşılanmalıdır. Her türlü ders kaynağı saçmalık, hurafeler ve gericilikten arındırılarak bilimsel eğitim sağlanmalıdır. Öğrencilerin insani koşullar altında ve ücretsiz şekilde eğitim alanlarına taşınmaları sağlanmalıdır.

Tüm öğrencilerin beslenme hakkı sağlıklı, nitelikli ve ücretsiz şekilde karşılanmalıdır. Yani en kısa tarifi ile bir öğrencinin eğitimini sürdürmek istemesi nedeniyle katlanmak zorunda bırakıldığı tüm masraflar devletçe karşılanmalıdır. Tabi öğrencilerin bu zorunlu ihtiyaçlarının karşılanması dışında katlandıkları bazı gider kalemleri de mevcuttur. En nihayetinde öğrencide bir bireydir ve toplum içerisinde sosyalleşmesi gerekmelidir. Bu gereklilik onu ruhsal ve fiziksel anlamda sağlıklı olması için önemli bir durumdur.

Page 9: Bi Haber Fanzin 14. Sayı

Sosyalleşme odlusunu en basit şekli ile arkadaşlarla vakit geçirme, kültürel ve sanatsal etkinliklerde bulunma ve ya kendine zaman ayırma olarak kabul edersek, tüm bu süreçlerinde belli oranda maddi bir külfetinin olduğunu da söylemeliyiz. Ve süreçlerin maddi külfetini bir miktarda olsa (karşılıksız burslar ile) azaltılırsa sağlıklı birey sosyalleşmesi daha kolay sağlanabilecek ve toplum açısından sorunlu bireylerin oluşması engellenecektir.

Yine parasız sağlık hakkı meselesi de sadece öğrencileri kapsamayan, tüm toplumu ilgilendiren bir mesele olduğu için burada uzun erimli bir tartışma yürütmeyeceğiz. Ama üniversite hastane ve medikolarının yeterli ve nitelikli olması acil sorunlardandır. Bu yerlerde üniversite öğrencilerinin tüm halkla beraber ücretsiz sağlık hakkında yararlanması sağlanmalıdır.

Bu konuda uzun uzadıya konuşulup mesela; zamanında okulunu bitirmeyenlere ne yapılacağı gibi sorulara da çözüm aranabilir. Fakat bu başka bir yazının konusu ve geleceği önceden inşasını kapsayan bir konu olduğundan, bu tartışma yazısının kapsamı dışındadır. Elbette eksik bıraktığımız noktalar mevcut. Ama bu eksiklerin kapatılması

işi bile daha uzun erimli ve sıkı disiplinli, mücadeleci bir tartışma süreci ile mümkündür.

En başına dönecek olursak; Türkiye’de eğitim paralıdır. Ve AKP ya da türevi neo-liberal partilerin hükümdarlığında parasız eğitim mümkün olmayacaktır. Parasız eğitimi yaratacak olan geniş gençlik kesimlerinin kesintisiz mücadelesi ve başka bir hayatı yaratma isteğidir. Başka bir eğitim ancak başka bir mücadele, başka bir ülke ve başka bir dünya ile mümkündür. Bize düşen ise mücadele etmek ve haykırmaktır; Ne eski dünya düzeni, ne yeni dünya düzeni. Biz başka alem isteriz!

Page 10: Bi Haber Fanzin 14. Sayı

NE ESKİ YÖK, NE YENİ TYÖK. BİZ BAŞKA ÜNİVERSİTE İSTERİZ!NE ESKİ YÖK, NE YENİ TYÖK. BİZ BAŞKA ÜNİVERSİTE İSTERİZ!NE ESKİ YÖK, NE YENİ TYÖK. BİZ BAŞKA ÜNİVERSİTE İSTERİZ!NE ESKİ YÖK, NE YENİ TYÖK. BİZ BAŞKA ÜNİVERSİTE İSTERİZ!

AKP uzun süredir yükseköğretime şekil vermek için her türlü yöntemi denemekte. İlk etapta ele geçirdiği YÖK’ü ‘Demokles’in kılıcı’ misali üniversite üstünde sallarken şimdi amacı kılıcı iyice üniversitenin can damarlarına sokmak.

AKP ile yeni bir şekil alan YÖK belli ölçülerde miladını da doldurmuş sayılmaktadır. Üniversitelerdeki gerici kadrolaşmanın hemen hemen tamamlandığı, piyasalaştırma çabaları için her türlü engelin ortadan kaldırıldığı, paralı eğitim için öğrenciler üzerinde her türlü psikolojik ve sosyolojik etkinin sağlandığı ve polisin üniversitede yer ettiği günümüz üniversiter yapısında artık bu haliyle YÖK’e pek iş düşmemektedir.

Özellikle Bologna Süreci adı altında geliştirilen üniversitenin ticarethaneleştirilmesi işi tamamlanırken, Bologna sürecinin

baskısıyla YÖK’ünde artık değişmesi zorunluluk halini almıştır. Bu nedenle AKP ‘YÖK’ü kaldırıyoruz’ demagojileri eşliğinde YÖK’e yeniden şekil verip

tekrar üniversitelerin üstüne salmaktan başka bir şey yapmamaktadır. YÖK

kalkmamakta tam anlamıyla yeni koşulların ihtiyacını karşılaması için bir ayar verilmektedir.

Yeni YÖK elbette üniversitede çalışan emekçiler, akademisyenler ve biz öğrenciler açısından yeni hiçbir şey içermeyecektir. Eskinin baskıcı ve gerici yapısı yine etkisini sürdürürken üstelik daha da ‘ustalaşmış’ bir baskı aracı halini de alacaktır. Bu değişen YÖK’te yenilikler AKP ve Sermaye için mevcuttur. Yeni YÖK’ün amacı eskisinin eksik bıraktıklarını tamamlamak ve gericilik ile sermayeye dikensiz gül bahçesi sunmaktır. Bu neden mücadele açısından değişen hiçbir şey olmayacaktır. Bu yazıyı bir giriş yazısı olarak hedefliyoruz. Bundan sonra çeşitli kulüp ve öğrencilerle görüşüp, röportaj yapacağız. Hocalarımızın sesine kulak vermeye çalışıp, onların önerilerini dinleyeceğiz. Yani YÖK’ün hiçbir söz hakkı vermediği üniversitenin gerçek sahiplerine sorular soracağız.

Umudumuz bu yazı dizisinin amacına ulaşarak, yeni direniş mevzileri için ip ucu vermesidir. Bu güne kadar hep onlar konuştu. Artık üniversitenin gerçek sahiplerinin konuşma zamanı geldi. Onlar susacak, üniversitenin gerçek sahipleri konuşacak!

Page 11: Bi Haber Fanzin 14. Sayı

YERGİ KYERGİ KYERGİ KYERGİ KÖŞESİÖŞESİÖŞESİÖŞESİ ---- FIGHT CLUB FIGHT CLUB FIGHT CLUB FIGHT CLUB

Holivuddan beklenmeyecek bir film değil mi?.. Öncelikle hali vakti yerinde, düzenli bir hayatı, dayalı döşeli bir evi olan anlatıcımız (Edvırd Nortın) ; nedenini bilmediği iç sıkıntılar ve ciddi uyku problemleri yaşamaktadır (insomnia). Bu sorunu çözmek için yalandan çözümler üreten anlatıcı, sahip olmadığı hastalıkların grup terapilerine giderek kendini rahatlatmaktadır.

Esas oğlanımız kısa zamanda gittiği birçok grupta karşılaştığı bir kadının kendisiyle aynı şeyi yaptığını fark eder (bu da esas kızımız Marla Singırdır). Kendine söylediği yalanı böylece karşısında görmesi terapi gruplarının rahatlatıcı mucizesini elinden alır, artık tekrardan uykusuz gecelerle baş başadır. Bir yandan da Marla ablamıza karşı bir şeyler hissetmeye başlar.. Ama durun hikaye burada kopuyor, bu yanılsamadan kurtulan esas oğlan sorunun sistemin kendisine dayattığı

bilinçsiz tüketim ve yapay ilişkiler bütünü olduğunu fark eder ve buna tepki olarak kendi aklında kahramanımız Taylır Dordın’ı (Bred Pit) yaratır.

Anlatıcının tam zıttıdır Taylır, başına buyruktur, harabe bir evde yaşar, çalıntı arabalarla dolaşır, içine hapsolduğu sistemin tepesinde oturan zenginlerin yağlarından sabun yapıp onlara tekrar satar, lüks lokantalarda çorbalara işer ve buna benzer birçok anarşik davranışı vardır.

İki kafadar birlikte bir kulüp kurarlar, işin başını tabii ki de sistemin korkulu rüyası Taylır çekmektedir. Amaç “kadınlar tarafından yetiştirilen bir erkek jenerasyonunun” kimlik bunalımına düşen, maço büyümüş fakat tüketici birer ‘metro seksüel’ olmaya itilen erkeklerin maçoluklarını tekrar sergileyerek eski kimliklerini kazanmalarına yine tırnak içinde “özgürleşmelerine” ön ayak olmaktır. Amaç uğrunda haftanın belli günleri bir araya gelip birbirlerinin ağzını yüzünü dağıtırlar. Tabii ki amacı gerçekleştirmek için bu seanslar yeterli değildir, sadece bir başlangıçtır…

Şimdiii Kafalar Burada Biraz Karışıyor.. Zaman geçtikçe bir yandan anlatıcının hem Taylır gibi olmak istediğini, onu kıskandığını, hem de tercih edilenin Taylır değil kendisi olmak istediğini görüyoruz. Taylır’ın hoşlandığı kadınla birlikte olması, kulüpte giderek etkisizleşen rolü onu bu sefer de içinde bulunduğu topluluğu sorgulamaya itmeye başlıyor. Sonra büyük bir plan giriyor çerçeveye; sistemin sembolleri haline gelmiş bankaların merkez binalarını havaya uçurmak. Esas oğlanımız bu gerçeğin yanında bir de Taylır’ın, kendisinin hayal ürünü olduğunu ve hayatındaki bugelişmelerin kendi “delilik” ürünü olduğunu öğrenince bu eylemi engellemeye karar veriyor. Gerçi başarısız oluyor ama sonuçta Taylır’ı öldürüyor.

Page 12: Bi Haber Fanzin 14. Sayı

Gelelim Kuru Fasulyenin Faydalarına. Öncelikle elimizde yoz, bunaltıcı, insanı kendisine ve çevresine yabancılaştıran bir sistemimiz var, bir de bunun karşısına konulan bir alternatifimiz. Alternatifimiz ise başta özgürlükçü,

algı yıkıcı olarak görünse de tek kişinin fikirleri çerçevesinde ilerleyen, içeriği de eylem biçimleri de hiç kimse tarafından sorgulana-mayan, önderlik değil diktatörlük temalı bir yapı. E tabii ki de Holivud’dan, kapitalizme gerçekçi ve sağlıklı bir alternatif sunmasını bekleyemeyiz. Ama bastırılmış isyan duygularımıza dokunarak bu başkaldırıyı güzelliyor sonrada kahramanımız kapitalizm karşısına dikilen bu alternatifin bir “delilik” ürünü olduğu düşüncesiyle (artık yanılsamanın kendisi kapitalizm değil Taylır’ın öğretisidir) kendi kafasına sıkmak pahasına, bu düşünceleri zihninden çıkarıyor. Adeta zihinsel bir mastürbasyon, önce isyan duygusuyla kabarıp, sonra “ait olduğumuz” sistemin kucağına hopbadanak geri oturuyoruz. Film gerçek bir liberal sanat eseri, vermek istediğini çok güzel vermesinin yanında aksini anlattığına da izleyici çok güzel inandırıyor. İzleyenlerimiz

arasında yetişkin olanları zaten sinema kapısından çıktığı andan itibaren kendi gerçekliklerine geri dönüyor. Çocuk ya da ergen olanlarımız ise mülkiyet ve yabancılaşma üzerine kafa patlatmıyor, dövüş kulüpleri kurup birbirini pataklıyor. Manipülasyon gücü sınırsız olan sanata karşı en sağlıklı akılların dahi dikkatle yaklaşması gerekir. Ama yine yemedik sevgili post-modernler.

Page 13: Bi Haber Fanzin 14. Sayı

YERGİ KÖŞESİ YERGİ KÖŞESİ YERGİ KÖŞESİ YERGİ KÖŞESİ ---- OTOMATİK PORTAKAL OTOMATİK PORTAKAL OTOMATİK PORTAKAL OTOMATİK PORTAKAL (A CLOCKWORK ORANGE(A CLOCKWORK ORANGE(A CLOCKWORK ORANGE(A CLOCKWORK ORANGE))))

"Tüm hayvanların en zekisi, iyiliğin ne demek olduğunu bilen insanoğluna bir baskı yöntemi uygulayarak onu otomatik işleyen bir makine haline getirenlere kılıç kadar keskin olan kalemimle saldırmaktan başka bir şey yapamıyorum..." Anthony BURGESS

40’lı yaşlarındayken Malaya’ da (bir İngiliz kolonisi) doğu batı kültürleri arasındaki uyuşmazlıklar üzerinde inceleme yaparken, beyninde bir tümör olduğunu öğrenip, çok az kalan vaktini ard arda kitap yazarak geçirmiştir Anthony Burgess. Bize göre en büyük eseri Otomatik Portakal da bu dönemde ortaya çıkmıştır. Sevgili yazarımızın 76 sene yaşadığına bakılırsa, doktorun teşhisinin pek de doğru olduğu söylenemez. Biz de böyle güzel bir eserden sonra bu yanlış teşhisin üzerinde durmayalım dedik.

Totaliter bir dünya, kabus gibi olacağını görebildiğimiz, hissedebildiğimiz bir gelecek atmosferi, yaşamları cinsellik ve şiddet üzerine kurulmuş, günün her saati sokaklarda dehşet saçan gençler, özgür irade üzerine kafa yorma… Tüm bunları Otomatik Portakal’da bulabilirsiniz. Devletin birey üzerinde kurduğu baskı ve sonunda bireylerde meydana gelen çaresizlik karşısında darmadağın olmuştur Burgess. Hatta bir röportajında der ki: “Otomatik Portakal’da anlattığım aslında tam da o dönemlerde, 1960’ların başında yaşananlardı. Sadece araya biraz masal serpiştirdim. Gelecek hakkında yazmak istiyorsanız, o günlerde olanları hayal gücünüzle birleştirmeniz yeterli.”

Page 14: Bi Haber Fanzin 14. Sayı

Genelde bilim-kurgu olarak tanımlanır eser. Pete, Georgie, Aptalof ve başkahramanımız Alex, baskıcı yönetime karşı kendi yöntemleriyle, yani yer yer yanlış bulabileceğiniz hatta sövebileceğiniz yöntemlerle direnen, başkaldıran bir çetedir. Çetenin ve hikayenin başkahramanı Alex, aşırı şiddet eğilimli davranışları nedeniyle devlet tarafından ıslah edilir. Hapsedildikten sonra Alex’ in beyni yıkanır, fiziksel tedavi de (!) uygulanır, sonunda bu haylaz delikanlı eski alışkanlıklarından en küçüğünü bile tekrar ettiğinde ya da şiddet eğilimli bir davranış gösterdiğinde hastalanmaya başlar. Alex ‘iyi biri’ olup çıkmıştır sizin anlayacağınız. Elbette böyle biri olmayı kendisi seçmez, başka seçeneği yoktur sadece. Biz de Burgess’ le birlikte bu dayatmanın doğruluk derecesini, ahlakın-iyinin-kötünün ne olup ne olmadığını, kişinin özgür iradesini kullanıp kullanamadığını düşünüp durmaya başlarız. Kime kızacağımızı şaşırırız. Bilmeyen herkesin illa ki soracak olduğu şu ‘neden otomatik portakal, portakal nasıl otomatik olur…?’ sorularına gelecek olursak… ‘Queer as a clockwork orange’, olabilecek en garip davranışları ve özellikleri barındıran kişi için kullanılan, İngiliz argosundan bir deyişmiş. Kitabımız da ismini buradan almış. Portakalın organikliği insanı temsil ederken, otomatik sıfatı da makineleşmeyi, makineleşmiş insanı anlatıyor diye teorize edebiliriz. Ve unutmadan, kitap Stanley Kübrick tarafından, 1971’de, aynı isimle beyazperdeye uyarlanmıştır, hatta ününün yarısını bu filme borçludur diyebiliriz. Her ne kadar Burgess bu filmi vasat bulmuş olsa da biz başyapıt olarak nitelendiriyor, size de şiddetle öneriyor, yine de öncelik sırasını kitaba veriyoruz. Siz de Alex gibi elinize bir bardak süt alın, Mozart ya da Beethoven açın, okumaya başlayın.

Page 15: Bi Haber Fanzin 14. Sayı

TARİHTE 15 GÜNTARİHTE 15 GÜNTARİHTE 15 GÜNTARİHTE 15 GÜN

10 Aralık – Dünya İnsan Hakları Günü 13 Aralık – 1980 Erdal Eren, 17 yaşında idam edildi 17 Aralık – 1830 Simon Bolivar öldü 1965 Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) kuruldu 21 Aralık – 1879 Faşizm yenen lider övgüsüne mazhar olan Stalin doğdu 22 Aralık – 1974 İki bin toplum polisi direnişe geçti 23 Aralık – 1996 Bergama halkı siyanürle altın aranmasını protesto etmek için çıplak yürüyüş yaptı 24 Aralık - 1978 Ülkücü faşistler Maraş Katliamına başlattı

Page 16: Bi Haber Fanzin 14. Sayı