16

Bi Haber Fanzin 6. sayı

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Anlatılan Senin Hikayendir!

Citation preview

Merhaba…

Çok beklediğimiz o tatil nedeniyle uzun süre fanzinimizi yayınlama fırsatı bulamadık. Fakat yeniden fanzinimizin 6. sayısıyla karşınızdayız. Şüphesiz ki bizim sessiz kaldığımız (sadece fanzin açısından) bu süreçte bir dolu trajedi gerçekleşti. Evet trajedi, çünkü bir devletin kendi halkını bombalaması bir trajediydi, düşünceleri ve ait bulunduğu ırk yüzünden katledilen kardeşimizin katillerinin serbest bırakılması bir trajediydi, bir devletin kendi halkına ücretsiz vermesi gereken sağlık hizmetlerini satması bir trajedidir ve daha büyük trajedileri yaratacaktır. Son sağlık düzenlemeleri ile tam bir sağlıksızlık düzeni yaratılıyor. Bu sayımızda bu konuyu irdelediğimiz bir röportajı sizlere sunuyoruz, yine AKP hükümetinin göz yummasıyla katledilen kardeşimiz Hrant için yazılmış güzel bir yazımızda mevcut. Başta dediğimiz gibi 6. sayıya vardık. Bunca zamandır bize sorulan sorulardan biride ‘siz nesiniz?’ sorusuydu. Kendi manifestomuzu yazarak bu soruya da bir cevap vermeye çalışacağız. Bir kez daha tüm umutsuzluğa karşı, umudun dimdik ayakta olduğunu haykırarak, iyi okumalar…

Bize yazmak için; [email protected]

Halkın Gazetesi BİRGÜN Her gün ALINIZ… ALDIRINIZ…

*EŞİT VE ÖZGÜR BİR DÜNYA İÇİN MUHALEFET DERGİSİNİN ÖZEL EKİDİR

YAŞAMDAN AKP VE CEMAAT KAPIŞIYOR

Muktedirler arası savaş iyice kızıştı.. Şike yasasından sonra, bu kez de MĐT’in Đstanbul bölge binasının aranması, eski MĐT başkanlarının ve görevdeki MĐT başkanın ifadeye çağrılmasıyla cemaat ile AKP arasındaki çelişkiler iyice su yüzüne çıktı. Bu imamın ordusunun bu hamlesine karşı diktatör RTE ise jet hızında yasa çıkararak ve soruşturma savcısını görevden alarak cevap verdi.

YUNANİSYAN

Yunanistan’da derinleşen ekonomik krizin faturasını emekçilere ödetmek isteyen hükümete Yunan emekçileri ve gençleri bu hatanın bedelini fena ödetti. Grevlerle hayat dururken, polisin emekçilere saldırmasıyla çıkan olaylarda bir çok bakanlık ateşe verildi.

TAKSAV İZMİR ATÖLYELELERİ AÇILIYOR Ocak ayı içinde açılışını gerçekleştiren TAKSAV (Toplumsal Araştırmalar ve Kültür Sanat Đçin Vakıf) Đzmir şubesi atölye çalışmalarına başlıyor. Kurulacak atölyeler; Senaryo, fotoğrafçılık, karikatür, sinema, tiyatro, Müzik, kukla, ritim. Atölye kayıtları için; 444 88

60 1.Beyler 846 sok. no: 13 Kemeraltı\ ĐZMĐR

TOPLUMSAL CİNSİYET ATÖLYESİ KURULUYOR Taciz, tecavüz, cinsel yönelime baskı gibi cinsiyetçi uygulamaların her geçen gün arttırıldığı bu günlerde toplumsal araştırmalar, kültür ve sanat için vakıf bünyesinde gençlik muhalefetinden kadınların da içinde bulunduğu toplumsal cinsiyet atölyesine sendika ve odalar gibi sivil toplum örgütlerinin yanı sıra tüm kadın arkadaşları da birlikte çalışma yapmaya bekliyoruz.

KUM KUMALI BİR YIL 8 MART’ a ramak kalan şu günlerde kadına yönelik şiddet ve baskı kokuşmuşluğundan hepimizin burunlarına kokular gelmiştir elbet . 6 yıl önce 5bin TL karşılığında babası tarafından sözleşme(!) ile bir işadamına SATILAN E.Y. davası sonucunda sadece işadamı Yusuf A. tutuklandı ancak kızını satan babaya tutuklama kararı çıkmadı.13 yaşındaki N.Ç. 'nin 26 kişi tarafından tecavüze uğraması olayında ise yerel mahkemenin verdiği "N.Ç. kendi rızasıyla 26 kişiyle birlikte olmuştur ."kararının onaylanması kadının yüz yüze kaldığı bu tip olaylarda hükümet ve yargının boşvermişliğini bir kez daha göstermiş oldu . Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunmasına Dair Kanun Tasarısında şiddetten korunacak kadınların sadece "resmi nikâhlılar, boşananlar ve nişanlılar olarak belir-lenmesi nasıl sistemli bir şekilde korumasız bırakıldığımızı bir kez daha gözler önüne sermekte.

Kadına yönelik sistemli baskıcı politikaların hız kazanmasını perçinleye-cek bir uygulama da Malatya'dan geldi. Malatya Emniyet Müdürlüğü, Belediye Başkanlığı ve Müftülüğü 'nün ortak projesine göre boşanma aşamasında olan çiftler mahkeme yerine imamlara gönderilecek, imamlar çiftleri barıştırmak için akıl verecek, çiftler ikna olmazsa oturup dua edecek ve bu proje tutarsa tüm Türkiye'de uygulanacak... Ne

projeymiş arkadaş bu hızla harem kurarız biz harem diyenlerin nidalarına kalkan olan bu zihniyet koşar adımlarla uygulamalarına devan edecektir bizden söylemesi ..Nida demişken "Sibel Üresin'le Çok Eşlilik Şov "dan da bahsetmek yerinde olacaktır. Haremci zihniyetlere destek olayı istikrarla sürdüren Sibel Üresin bir söyleşisinde "Eşime bir kadın gösterdim, almak ister misin diye sordum diyen Üresin "Đkinci biri yüzünden evliliğimi bitirmem bitirenlere de sıcak bakmıyorum" açıklamalarıyla yorumsuzlukta son noktaya doğru koştu.... Tüm bu hengame içinde bir noktada durup şunu söylemeli ; Kadınlar her yönden gelen haksızlık, zulüm ve safsataların devam etmesine izin vermeyecek ve 8 Martta alanlarda bunu haykırmaktan geri durmayacaklardır. Kim olduğumuzu ve nerede durduğumuzu göstermek bizim elimizdedir. Kaybedecek bir şey yok! Kazanacak güzel günler var!

SÖYLEŞİ – EGE ÜNİVERSİTESİ TIP ÖĞRENCİ KOLU Dünya çapında neo-liberal ekonomi politikalarının etkinlik kazanmasıyla, artık herşey meta

değeri taşımaya başladı. Kuşkusuz bu metalaşma-piyasalaşma işi en temel hak alanları olan sağlık ve eğitim alanlarını da vurdu. Özal ile başlayıp Demirel, Çiller, Yılmaz, Ecevit ve en son AKP’de son halini alan bu neo-liberal saldırılar, insanların yaşama haklarına dahi göz dikmeye hazır görünüyor. Bu metalaştırma-piyasalaştırma saldırıları ülkemizde son olarak kendini sağlık hakkı alanında gösteriyor. Devletin tüm yurttaşlarına ücretsiz sağlaması lazım gelen en temel insan haklarından biri olan sağlık hakkı AKP hükümeti ile piyasanın acımasız ellerine bırakılmak isteniyor. AKP son yasalarla paran kadar sağlık uygulaması başlatıyor. AKP’nin son yasalarıyla insanlara paraları yoksa ölme hakları, eğer zenginlerse iyi sağlık hizmeti satın alma hakkı sağlanıyor. Biz de son uygulamalara karşı sesini en yüksek perdeden çıkaran, mücadele eden bir yapılanma ile yani tıp öğrencilerinin mücadeleci sesi Ege Üniversitesi Tıp Öğrenci Kolu ile hem çalışanların hakları, hem de halkın sağlık hakkı için sürdürdükleri mücadelelerini ve bu yasanın bize ne getirdiğini konuştuk.

- Bi Haber Fanzin: Öncelikle son düzenlemeler öncesi sağlık sisteminin durumunu bize anlatabilir misiniz? - Ege TÖK: Son yıllarda sağlık alanında önemli değişiklikler hayata geçiriliyor ve üzerinde yoğun tartışmaların yapıldığı bir süreç yaşanıyor. AKP’nin adına sağlık devrimi dediği Sağlıkta dönüşüm(!) programıyla neo-liberal piyasa dinamikleri ekseninde sağlık alanı yeniden yapılandırılıyor.

Her ne kadar negatif etkileri çok kısa bir süre önce yoğunlaşmaya başlamış olsa da esasında bu programın; sağlık harcamalarının her ülkede hızla artmasına, teknoloji ve bilginin gelişmesiyle beraber sağlık sektöründen artan beklentilere,dünya bankasının özellikle gelişmekte olan ülkelerde artan rolüne ve dünyada yaşanan ideolojik değişime bağlı olarak dünyadaki reform hareketlerinin başlangıcından itibaren sürekli gündemde olduğunu söylemek mümkün.

Sağlıkta Dönüşüm Programının öncesinde sağlık sektörü en genel anlamıyla hem hizmet sunumunda hem de finansmanında parçalanmış ve karmaşık bir yapı olarak tanımlanabilir. Hizmet sunumunda temel kurum Sağlık bakanlığı olmasına karşın SSK’nın kendi kurumlarına sahip olması, bazı kamu kurumlarının çalışanlarına kendi sağlık kurumları aracılığıyla hizmet vermesi, sevk zincirinin gerektiği gibi işlememesi nedeniyle en basit sağlık problemlerinin bile ikinci ve üçüncü basamak sağlık hizmetlerinde çözümlenmeye çalışılması sağlık hizmetlerinin sunumunda çok başlı, ne hizmet alanın ne de hizmet verenin memnun olmadığı bir yapının ortaya çıkmasına neden oldu. Hizmet sunumunun yanında finansmanında da parçalanmış yapılardan herhangi birine bağlı olanlar sağlık hizmetlerini alırken farklı kurallara tabi oldukları için hem sağlık kurumlarından faydalanmada hem de ilaç alımı gibi konularda ciddi eşitsizlikler ortaya çıkıyordu..

- BHF: Peki bu düzenlemeler neleri değiştirdi. Bunlar hayatımıza nasıl yansıdı veya yansıyacak? - Ege TÖK: Sağlıkta reform programıyla beraber bahsettiğimiz parçalı hizmet sunumunda ve finansmanında önemli değişimler oldu. Deyim yerindeyse gelen gideni arattı ve biz sağlık emekçileri olarak dramatik bir şekilde eski sistemin muhafızları gibi gösterildik. Sağlık ocakları yerini aile hekimliklerine bıraktı.Aile hekimleri birinci basamak sağlık hizmeti sunar ve hastaları gerektiği taktirde(!) bir sonraki basamağa sevk eder. Sağlık hizmetine ihtiyacı olan her bireyin bir aile hekiminin listesine kaydolması zorunludur ve aile hekimine listesinde kayıtlı

olan kişi sayısına göre ödeme yapılır. Bu uygulamayla aile hekimi bir tüccar kimliğine bürünür hastaysa müşteri..

Hizmet sunumunda reformun ikinci önemli ayağı özerk sağlık işletmeleri kabusudur..Sağlık işletmeleri gelirleri ve giderlerini kendisi karşılayabilen,verimlilik ilkesine göre yönetilen, sözleşmeli personel çalıştıran,fiyatlarını en büyük kar,eser miktarda hizmet sunumuna dayalı pazarlıklarla belirleyen idari açıdan özerk işletmelerdir.kamu hastaneleri de sağlık bakanlığının bu ulvi kriterlerine uymak koşuluyla özerk işletmeler haline gelir.

Programın finans ayağını beslemek için tüm toplumu kapsayacak bir genel sağlık sigortası kavramı ortaya çıktı. Bu sigortayla beraber bütçeden sağlığa ve sosyal güvenliğe ayrılan pay azaltılıyor,sağlık hizmetleri özelleştiriliyor, koruyucu sağlık hizmetleri değil daha çok para getiren tedavi edici sağlık hizmetleri yani her ne kadar sağlığı güvence altına almak şeklinde tanımlansa da GSS ( Genel Sağlık Sigortası!) insanların sağlığından çok harcamalarla ve bu harcamaların nasıl karşılanacağıyla ilgileniyor

- BHF: Buna biz öğrenciler öznelinde baktığımızda düzenlemeler hayatımızda ne gibi sonuçlar doğuracak? - Ege TÖK: 25 yaşın altındaki üniversite öğrencileri varsa ebeveynlerinin sağlık güvencesinden yararlanmaya devam edecek ve herhangi bir prim ödemeleri gerekmiyor. Fakat 25 yaşını doldurmuş üniversite öğrencileri prim ödeyecekler. Ödeyecekleri primin miktarı da gelir tespitine göre belirlenecek. Gelir tespiti haneye giren aylık gelirin hanede yaşayn kişi sayısına bölünmesiyle yapılıyor.. Gelir tespiti için sosyal güvenlik merkezine başvurmayan öğrenciler en yüksek miktardaki zorunlu sağlık primini ödeyecekler.. Prim ödemenin yanında sağlık hizmeti alan herkes hastaneye gittiğinde muayene, eczaneye gittiğinde reçete parası ödeyecek..

- BHF: Bu sürece karşı ne gibi bir mücadele süreci geliştirildi ve devamında geliştirilecek mücadele hatları nelerdir? - Ege TÖK: Türkiye sermaye sınıfı ve emperyalizm ile işbirliği içindeki hükümetler tarafından yıllardır piyasalaşmaktadır. Gelinen noktada sürecin etkisiyle kamucu anlayışlar ve kurumlar tasviye ediliyor toplumsal adaletsizlik çürüme yükseliyor sınıflar arası uçurum gittikçe artıyor.Süreç ilerledikçe sağlık her geçen gün hak olmaktan çıkıp ayrıcalık haline geliyor.. Böylesi bir yıkıma dur diyebilmek için biz öğrenciler tüm sağlık emekçileriyle beraber hareket ettik.Mücadelenin ana halkası halkın eşit parasız hakkaniyetli sağlık hakkıdır buradan doğru 2 yıl içinde iki kez hem fakültelerde hem de işyerlerinde genel grev örgütlendi, geçen yıl 13 martta tüm sağlık emekçilerinin katıldığı bir eylem yaptık.Bundan sonraki süreçte yapacaklarımızı yine hep beraber kurgulamaya devam ediyoruz.Taleplerimizde ısrarcı olarak herkes bizi duyana kadar bağırmaya kamusal alan sermayeye kapanana kadar mücadele etmeye devam edeceğiz.

ÜÇ KURŞUNDAN ÜÇ AY SONRA – MARAL DİNK (Hrant Kardeşimiz katledileli tam 5 yıl oldu. Bu süreçte tetiği çeken belliydi, çektirenler belliydi. Ama yine AKP’nin savcıları bir komediye imza attılar ve örgüt yok kararı verdiler. Şemsiyeyi örgüt delili sayan zihniyet, kardeşimizi öldürenlerin bir örgüt, dahası bir devlet olduğunu kabul etmeleri için daha ne delil gerekiyor acaba? Tüm bunlara cevabı yine bizler yani Hrant’ın kardeşleri verdi yine bir 19 ocak günü. O gün on binlerce insan ‘Bu dava böyle bitmez’ diye haykırdı. Evet bu dava böyle bitmez, hatta bu dava biz bitti demeden bitmez! Eğer birileri hala duymamışsa tekrar haykırıyoruz: Hepimiz Hrantız, Hepimiz Ermeniyiz ve Hepimiz Đnsanız…Ve bizi korkutacaklarını sananlar varsa, büyük usta Yaşar Kemal’in dediği gibi ancak tuvalette kendi ettiklerini yerler! Hrant’ın anısına bizde sizlerle yeğeninin yazdığı güzel bir yazıyı paylaşıyoruz…)

Yıl 2006, aylardan Kasım. Okuldan eve dönerken yüzün geliyor gözlerimin önüne. Seni çok özlüyorum. Eve varınca telefonu elime alıp arıyorum seni. Nasıl olduğunu soruyorum önce. “Đyiyim canım yavrum sen nasılsın?” diyorsun her zamanki içtenliğinle. Söylemeyi başarabileceğimden hala emin değilim o an ama birden dökülüveriyor duygularım dilimden: “Seni çok özledim ve sadece sesini duymak istedim amca.” Şaşırıyorsun. Duygulanıyorsun. Kısa bir sessizlik geliyor ardından. Sarılıyoruz birbirimize o sessizlikte. Vedalaşıyoruz belki bilmeden. Aramızdaki en dolu ve en özel konuşmayı yapıyoruz 5 dakika içerisinde. O akşam Rakel yengeme bunu anlattığını, ne kadar mutlu olduğunu sonradan öğreniyorum. Telefonu kapatırken huzur doluyor içim. Mutlu bir aileydik o zamanlar. Masallarda rastlanabilecek bir mutluluk bizimkisi. Birbirimize olan sevgimiz ise bize özel. Ondan yok hiç bir yerde.

Telefonu kapadıktan sonra mırıldanıyorum: “Bir de seni çok seviyorum amca.” Duymuyorsun…

Yıl 2007, Ocak 19. Okuldan erken çıkıp Osmanbey’e geçiyorum. Özlemişim seni gene. “Seni görmeye geldim amca” diyeceğim, sarılacağız birbirimize ve uzun uzun sohbet edeceğiz o gün.

Saat 15.30’da telefonum çalıyor. Eve gitmem gerektiğini söylüyor bir arkadaşım. Kapatıp annemi arıyorum. Annem kendinde değil. Çığlıkları geliyor kulağıma. Ne olduğunu söylemesi için yalvarıyorum. “Hrant amcanı öldürdüler” diye haykırıyor bir ses. Annem değil telefonun diğer ucundaki. Ölen benim amcam değil. Ben de ben değilim o an… Bilinçsizce koşuyorum sokaklarda bir süre. Kendimi topladıktan sonra eve gidiyorum doğruca. Ev kalabalık. Ben buz gibiyim. Televizyonun olduğu odaya geçiyorum. Sen olduğunu söyledikleri adama bakıyorum amca. Bu bir açık oturum değil. Söyleşi değil. Bizim için olağan hale gelen 301 davalarının konu edildiği bir program da değil. Neden televizyondasın o halde?

“Hrant Dink öldürüldü.” Yerde kan var… Yüzünü göremiyorum amca… Ellerini görüyorum… Elini tumak istiyorum sadece… Uzun uzun ve sıkıca…

Ve haykırıyorum: “Gitme amca...” duymuyorsun… Nare çıkıp geliveriyor bir Cuma. Sen gittiğinde de günlerden Cuma’ydı. Onunla geri

döneceğini, “Nora Nare Hoy Nare”yi sensiz söylememize izin vermeyeceğini düşünüyorum. Sesini arıyorum hastane koridorlarında. Belki de en çok o gün hissediyorum yokluğunu. Giderek artan, arttıkça ağırlaşan, ağırlaştıkça içimizi yakan yokluğunu. Bir kez daha eziliyor yüreklerimiz tarifi olmayan bir eksiklikle, sensizlikle.

Şimdi uzun bir güvercin masalımız var Nare’ye anlatacağımız. Bizim gerçekten doğma hikâyemiz yazılırken, birilerinin de gerçekten bozma ‘sözde’ hikâyelerine bir yenisi daha ekleniyor. Şimdi 90 yıl önce hastalıktan ölen birkaç bin Ermeni’den bahsedilirken, bundan 90 yıl sonra ayağı kayıp düşmüş ölmüş Ermeni bir gazeteciden söz edebilir de birileri! (Biz arşivimizi yaptık, ne olur ne olmaz.) Dünyanın gözü önünde olması değiştirmiyor bir şeyi çünkü, yıllar önce de dünya izlemiş ve engelleyememişti yaşananları. Beni heyecanlandıran, cenazendeki o kalabalık oluyor asıl. “Hepimiz Hrant’ız, Hepimiz Ermeni’yiz” diyerek seni anladıklarını gösteren yüzbinlerce kişi (gerçi birilerine göre hepimiz pankartız!) bu ülkede hala bir arada yaşayabileceğimize dair umutlarımızı besliyor. Bir zamanlar “Ermeni’yim” demenin korkulduğu, karşıdakinin bunu küfür olarak algıladığı bu ülkede, yüzbinlerce kişi ardından “Ermeni’yim” diye bağırıyor! Ah be amca... Duymuyorsun…

Paramparça zamanlarda görüyorum kendimi artık. Geçmişim, bugünüm, geleceğim iç içe. Seninle dolu günlerim canlanıyor şimdi gözümde. Sonra yavaş yavaş uzaklaşıyor sesler, kayboluyor görüntüler. Ve ben üşüyorum artık her mevsim bu ülkede. En çok da güneşin kendini gösterdiği günlerde. Birilerinin bir yerlerde balık tutuyor olması acıtıyor canımı. Senin büyük bir keyifle tutmadığın balığı da yemek istemiyorum artık. Seni yaşatmayan bu ülkede, insanların ‘sözde’ öldürüldüğü bu ülkede, ben de ‘sözde’ yaşıyorum bu aralar anlayacağın. Sana elinde haritayla gelenlere asıl zenginliğin bu toprakların üstünde olduğunu hatırlattığın geliyor aklıma. Benim sahip olduğum en değerli hazine artık bu toprakların altında amca. Şimdi yapacak çok işimiz, anlatacak çok şeyimiz var. Yapacağız. Anlatacağız. Yaşayacağız. Ve bundan böyle bizim için yaşamak, öncelikle seni yaşatmak… Aklının, kalbinin ve hayallerinin ışığında koşmak… Başka türlüsü sadece nefes almak…

☺Pattis Salatası ☺ Girdiler • 1kg feto-tayyip çatışmasına kurban gitmemek için saklandıkları toprağın altından

çıkartılmış mitçiler gibi eğri-büğrü patates • 1kg kuru soğanı 1 ay

beklettikten sonra üzerinden çıkan yeşil yaprakları veya ayın 7sine denk gelirse hiç bu tür zahmetlere girmeden parasıyla direk satın aldığımız bir demet yeşil soğan

• Bülent Arınç kadar olmasa da maydanoz olmak deyimine hakkını verebilmiş bir demet maydanoz

• RTE’ nin tiner kullananların ağzına sürmekle tehdit ettiği pul biber ve

karabiberden bir tutam • Tüm doğa gibi tuz gölüne yaptıklarını da göstermeyip tamamen bizi

düşündüklerini iddia edenlerin de bol bol dile getirdiği üzere az kullanılması gereken tuzdan bir tutam

Üretim Süreci

Mitçi patatesleri yıkadıktan sonra daha çabuk haşlansın, tüp bitmesin diye 4e bölüp

bir tencerede haşlıyoruz bu sırada yeşil soğan ve maydanozları doğrayalım. Haşlanmış

patateslerimizi doğradıktan sonra soğan, maydanoz, baharat ve bir yemek kaşığı

sıvıyağı ekliyoruz.

NOT: Ayrıca Billur Tuz işçilerinin sendikal haklarını kullandıkları için

işten çıkarıldığı bu süreçte onların haklı grevlerine destek veren boykotumuzu

da unutmuyor ve Billur Tuz kullanmıyoruz.

GAYYİPTEN HABERLER

Bİ HABER MANİFESTOSU…

““““Her şey göründüğü gibi olsaydıHer şey göründüğü gibi olsaydıHer şey göründüğü gibi olsaydıHer şey göründüğü gibi olsaydı,,,, bilime ihtiyaç kalmazdı.bilime ihtiyaç kalmazdı.bilime ihtiyaç kalmazdı.bilime ihtiyaç kalmazdı.””””

Karl MARXKarl MARXKarl MARXKarl MARX Dönemin başından beri çıkarttığımız Bi Haber Fanzin artık belli bir doygunluk noktasına

ulaşmış bulunuyor. Bu güne kadar yayınladığımız yazılarda, işlediğimiz konularda, sergilediğimiz resimlerde ve hayatı kavrayış tarzımızla hep bir noktayı işaret ettik; Sol. Kuşkusuz sizlerinde farkında olduğu üzere hep bu noktadan harekete geçtik, her konuda soldan bakmaya çalıştık. Nitekim günümüzde ülkemizin ve dünyamızın geldiği bugünkü aşamada şunu açıkça söyleyebiliriz ki: insanlığa sağduyu değil, ‘sol’ duyu lazım gelmektedir.

Pek tabi sizinde bildiğiniz ve en azından dikkatinizi çeken bir durum vardır ülkemizde.

Herkes kendini bir şekilde sola atar. Ulusalcısı da solcudur, ‘yetmez ama evet’ diyen liberali de solcudur ve hatta Mehmet Şimşek’e ve kimi yarı sömürge ‘aydın’ına göre AKP ise en büyük solcudur. Bu noktada tüm bu savrulma ve yanlış anlaşılmalara karşı hattı müdafaa zorunluluğu doğar. Đşte tamda bu noktada kendimizi tam anlamıyla sizlere ifade etme ve anlatma zorunluluğu ortaya çıkar. Nevzat Çelik’in ve Marcos’un da yardımıyla kendi manifestomuzla, kendimizi tam olarak tanıtalım;

"Çok olmadığımız kesin, çok olan tarafta değiliz, çok olan tarafta olmayacağız, San Francisco'da bir eşcinsel, Güney Afrika'da bir Karaderili, Avrupa'da bir Asyalı olacağız. San Ysidro'da bir Chicano yerlisi, Đspanya'da bir Anarşist, San Cristobal sokaklarında bir Maya Yerlisi, (Meksico şehrinde büyük bir gece kondu bölgesi) Neza'da bir çete üyesi, (solcu halk müziğinin etkisi büyük olan) Ulusal Üniversite'de bir rockçı, Savunma Bakanlığı'nda bir halk temsilcisi, soğuk savaş sonrası dönemde bir komünist olacağız. Türkiye'de Kürt olacağız, Kürtlerde Ermeni, Ermenilerde Süryani, gidip

Almanya'da Türk olacağız. Đsrail'de bir Filistinli, Polonya'da bir Çingene, Quebec'te bir Mohawk, Bosna'da bir barış taraftarı, Meksika'daki herhangi bir şehrin herhangi bir mahallesinde bir cumartesi gecesi evde yapayalnız bir ev kadını, arka sayfalara yer dolduracak haber yazmak zorunda bırakılan bir muhabir, gece saat 10'da metroda yalnız başına bir kadın, galerisi veya mevkii olmayan bir sanatçı, topraksız bir köylü, işten atılmış bir işçi, mutsuz bir öğrenci, serbest piyasa ekonomisinin tam ortasında bir muhalif, ne kitabı ne de okuyucusu olan bir yazar ve tabii ki Meksika'nın güneydoğusunda bir Zapatista olacağız.. Yani insan olacağız, bu dünyadaki milyarlarca insan olacağız. Bütün sömürülenlerden, kenara itilmişlerden, ezilen azınlıklardan, direnenlerden, ‘yeter’ diyenlerden olacağız. "

SOL KANAT Bizden birinin bu sayfalarda bulunmasının vakti gelmişti artık.

Eğer Anadolu topraklarının ve bu topraklarda yaşayan halkların masumane ve bozulmaması gereken özellikleri varsa bunu futbolda en iyi temsil eden şüphesiz taçsız kraldı. Evet dostlar sol kanattan bindirme yapan dostumuz Metin Oktay. Kuşkusuz bu topraklardan bir oyuncunun bu sayfalarda olması büyük bir zorluğu içeriyor. Bunun nedeni ülkemizde bulunan genel baskı ortamı ve ‘ne sağcıyım, ne solcu, futbolcuyum, futbolcu’ felsefisi olarak ortaya konabilir. Buna rağmen birilerini kendimizden görmek, onu kendimize yakın hissetmek için aradığımız ipuçlarını da kimi oyuncularda bulabiliyoruz. Taçsız kralda bunlardan biri.

Bizim asıl ilgilendiğimiz onun sportif başarıları değil. Zira bunları yazmaya sayfalar yetmez. Bizim ilgilendiğimiz onu aynı formayı paylaştığı (kötü bir tesadüf olarak düşündüğüm) Hakan Şükür ve Tanju Çolak’tan farkıdır. Velhasıl onlar nezdinde simgeleştirebileceğim para aşığı ‘profesyonellerden’ değildir. O amatördür kimilerine göre; ezeli rakiplerinin bir yöneticisi bir gazinoda otururlarken ona bir çek uzatır ‘rakamı sen yaz yeter ki Fenerbahçe foramsı giy…’ der. Parada gözü yoktur, onun için değerli olan farklı şeylerdir. Cevabı ders niteliğindedir; ‘bizi sevenleri üzmeyelim baba, bizi sevenlere ihanet etmeyelim’. Onun için giydiği formanın anlamı farklıdır. Bu günkü milyon dolarlık bebeklere benzemez o. Onun için aşk bellidir; Galatasaray. Đzmirspor’dan Galatasaray’a transfer olurken ‘ya ben ya Galatasaray’ diyen zengin kızı sevgilisine ‘Ben zaten Galatasaray’la evliyim’ diyebilmektir onun aşkı. Tüm bunların yanında 12 mart mahpuslarına genel af kampanyasına koyduğu imza ile onu hatırlayabiliriz. O emeğin değerini bilenlerdendir. Simitlerini denize düşüren simitçiye o gün aldığı transfer taksitini verebilmektir Metin olmak. Şimdi ki futbolcuların unuttuğu centilmenlik kavramını hatırlatır yıllar ötesinden bizlere. Ağları deldiği Fenerbahçe maçında kendisine tekme atan oyuncuya yumruk sallayınca hakem ona dışarı çıkmasını söyler. Taçsız kral ilk kez tribünlerden küfür duyar ağlayarak

tribünlerin önüne gelir ve Fenerbahçe taraftarının önünde eğilir. Tüm bu özellikleri onu sosyalist bir futbolcu olarak adlandırmamıza yetmeyebilir belki. Ama onda, onu kendimizden hissedebileceğimiz bir takım şeyler bulduğumuzda açıktır. Belki sosyalist değildir, ama insandır. Ve zaten sosyalistlikte insan olabilme işidir.

ALTERNATİF FİLM – HASTA (SICKO)

2007 yılı yapımı, yönetmenliğini, yapımcılığını ve oyunculuğunu Michael Moore'un üstlendiği belgesel niteliğindeki film. Belgeselin konusunu ABD'nin sağlık sistemi oluşturmaktadır. Fahrenheit 9/11'in de yapımcısı olan Michael Moore bizi özgürlüklerin ve en iyi yaşam standartlarının 1 numaralı ülkesine (!) götürerek ABD'deki sağlık sisteminin ciddi bir eleştirisini ortaya koyuyor. Bunu yaparken diğer ülkelerdeki (Đngiltere, Kanada, Fransa ve Küba ) sağlık sistemleriyle kıyaslamaya gitmeyi de ihmal etmeyerek, izleyiciyi Amerikan rüyasından uyandırıyor. Belgesel nitelikte olmasına karşın Hasta; izleyicisini hiç sıkmayan aksine Moore'un ince mizah anlayışıyla yüzünüzde bir tebessüm oluşturan aynı zamanda sizi belgelerle ve tanıklarla Amerika'nın bilinmeyenleriyle yüzleştiren bir film. Ayrıca film; Akademi Ödülü'ne aday gösterilmiş olup tüm zamanların en çok hasılat yapan 3. belgesel

filmidir.

ALTERNATİF KİTAP - DÜNYAYI SARSAN ON GÜN

‘‘Büyük tarihi gelişmeler söz konusu olunca yirmi yıl tek bir gün bile sayılmaz ama sonradan yirmi koca yılı

içinde toplayan günlerde gelebilir.’’ Karl MARX

Karl Marx böyle diyor ve şüphesiz ki John Reed’in

kaleminden çıkan bu eşsiz anlatıda Büyük Sosyalist Ekim Devrimi ile dünya tarihinde yirmi yıla denk gelen on günlük bir süreci anlatıyor. Siyasal olayları izlemek için gittiği Rusya’da, sosyalist Amerikalı gazeteci John Reed fırtınalı bir devrim sürecinin ortasında kalır. Ve bu tarihi günleri hem bir gazeteci titizliği ile hem de bir sosyalist olmanın bilinciyle aktarır okurlara. Reed kitabı yazarken de, olayların içinde yaşarken de gazetecilerin o malum objektiflik hastalığına düşmüyor. Gerektiğinde silahı eline alıp işçilerle birlik olup savaşıyor, gerektiğin

de önemli liderlerle görüşmeler yapıyor. Ve bu sürecin nasıl sonlandığını bilmesek, sonunu merak ettiğimiz, ‘acaba işçiler devrimi koruyabilecekler mi?’ dediğimiz bir kıvama getiriyor kitabı. Bu baş yapıt hem akıcılığıyla kolay okunabilen bir kitap, hem de dünyayı değiştiren bir olayı bu kadar içerden anlatmasıyla önemli bir tarihi belge konumunda. Velhasıl okunması gereken, mükemmel bir kitap okuyucuları bekliyor.

TARİHTE 15 GÜN

21 Şubat 1848 - Karl Marx, Komünist Manifesto kitabını yayımladı. 1958 - Barış sembolü, Gerald Holtom tarafından nükleer silahlanmayı protesto amacıyla tasarlandı. 22 Şubat 1948 - Üniversitelerarası Kurul toplandı. Kurul'da Ankara Üniversitesi'ndeki "solcu profesörlerin" üniversiteden uzaklaştırılması kararı alındı. 26 Şubat 1910 - İstanbul'da ilk solcu gazete "İştirak" yayımlanmaya başladı. Gazete Hüseyin

Hilmi tarafından çıkarıldı. 1984 - Hasan Hüseyin Korkmazgil öldü. 4 Mart 1981 - 74 sanıklı Devrimci Yol Ana davası Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Mahkemesi'nde başladı.

ACI TATLI TESADÜFLER BİSİKLETLİ ÇOCUK

17 - 23 Şubat 24 Şubat - 1 Mart Pazartesi 14.30 - 16.45 - 19.00 Cuma 14.30 - 16.45 - 19.00 - 21.15 Salı 14.30 - 16.45 - 19.00 Cumartesi 14.30 - 16.45 - 19.00 - 21.15 Çarşamba 14.30 –16.45 - 19.00 - 21.15 Pazar 14.30 - 16.45 - 19.00

Perşembe 14.30 - 16.45 - 19.00 Pazartesi 14.30 - 16.45 - 19.00 Salı 14.30 - 16.45 - 19.00 Çarşamba 14.30 –16.45 - 19.00 - 21.15

Perşembe 14.30 - 16.45 - 19.00

Tam: 6 TL Öğrenci: 4 TL Salon: 75. Yıl Amfisi

Ulaş Bardakçı 1972 yılının 19 şubatında İstanbul, Arnavutköy’de katledildi. O halkının geleceği için kendini gözünü kırpmadan feda etti. Bizlerde onun ve onların yarattıkları devrimci yoldan yürümeye devam edeceğiz.

ULAŞ'IN ŞİİRİ

Anadolu çıplak Yalınayak Karni aç İstediği Bir lokma ekmek Bilmez tatlı yemek Girer patronun cebine emek Bir yanda Kadehler yan yana Şampanyalar patlar Yalınayak çocuklar Yok bir lokma ekmek Karnini doyurmak gerek Suçları fakir olmak Ağlamak istiyorum Ağlamak