62
CAN YÜCEL HAYATI: 1926'da İstanbul'da doğdu. Milli Eğitim eski bakanlarından Hasan Ali Yücel'in oğlu. Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi'nde Latince-Yunanca okudu. Öğrenimine İngiltere'de Cambridge Üniversitesi'nde devam etti. Şair, çevirmen ve radyo görevlisi olarak tanındı. Çeşitli elçiliklerde çevirmenlik, Londra'da BBC'nin Türkçe bölümünde spikerlik yaptı. 1958'de Türkiye'ye dödükten sonra bir süre turist rehberi olarak çalıştı. Ardından bağımsız çevirmen ve şair olarak yaşamını sürdürdü. Çevirileriyle de tanınan Can Yücel, şiir alanında ilk kitabı YAZINA'dan (1950) sonra uzun bir süre biçim arayışlarıyla oyalandı. Çeşitli edebiyat, kültür ve siyasi dergilerde şiirleri, edebiyat ve tiyatro çevirileri ile siyasal konularda yazıları yayınlandı. 12 Mart döneminde Che Guevara'nın "Gerilla Harbi" ve "İnsan ve Sosyalizm" kitaplarının çevirisi nedeniyle 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 1974 affıyla özgürlüğüne kavuştu. 12 Eylül sonrasında müstehcen olduğu iddiasıyla "Rengahenk" adlı kitabı toplatıldı. Şairliğini, şiirin külhanca raconlarından yararlanarak siyasal inançlarıyla yoğurdu. Yakalandıgı kanser hastalıgına 12 Ağustos 1999'da yenik düstü, İzmir Dokuz Eylül Tıp Fakültesi Hastanesinde vefat etti, çok sevdiği DATCA'ya defnedildi. ŞİİRLERİ 6.SONNET Vazgeçtim bu dünyadan Tek ölüm paklar beni Değmez bu yangın yeri Avuç açmaya değmez Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz Ezilmiş hor görülmüş el emeği göz nuru Ödlekler geçmiş başa derken mertlik bozulmuş

Can Yücel

  • Upload
    floody

  • View
    1.070

  • Download
    0

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Can Yücel Şiirleri

Citation preview

Page 1: Can Yücel

CAN YÜCEL

HAYATI:

1926'da İstanbul'da doğdu. Milli Eğitim eski bakanlarından Hasan Ali Yücel'in oğlu. Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi'nde Latince-Yunanca okudu. Öğrenimine İngiltere'de Cambridge Üniversitesi'nde devam etti. Şair, çevirmen ve radyo görevlisi olarak tanındı. Çeşitli elçiliklerde çevirmenlik, Londra'da BBC'nin Türkçe bölümünde spikerlik yaptı. 1958'de Türkiye'ye dödükten sonra bir süre turist rehberi olarak çalıştı. Ardından bağımsız çevirmen ve şair olarak yaşamını sürdürdü. Çevirileriyle de tanınan Can Yücel, şiir alanında ilk kitabı YAZINA'dan (1950) sonra uzun bir süre biçim arayışlarıyla oyalandı. Çeşitli edebiyat, kültür ve siyasi dergilerde şiirleri, edebiyat ve tiyatro çevirileri ile siyasal konularda yazıları yayınlandı. 12 Mart döneminde Che Guevara'nın "Gerilla Harbi" ve "İnsan ve Sosyalizm" kitaplarının çevirisi nedeniyle 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 1974 affıyla özgürlüğüne kavuştu. 12 Eylül sonrasında müstehcen olduğu iddiasıyla "Rengahenk" adlı kitabı toplatıldı. Şairliğini, şiirin külhanca raconlarından yararlanarak siyasal inançlarıyla yoğurdu. Yakalandıgı kanser hastalıgına 12 Ağustos 1999'da yenik düstü, İzmir Dokuz Eylül Tıp Fakültesi Hastanesinde vefat etti, çok sevdiği DATCA'ya defnedildi.

ŞİİRLERİ

6.SONNET

Vazgeçtim bu dünyadan Tek ölüm paklar beni Değmez bu yangın yeri Avuç açmaya değmez

Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz Ezilmiş hor görülmüş el emeği göz nuru Ödlekler geçmiş başa derken mertlik bozulmuş

Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen'e

Vazgeçtim bu dünyadan Dünyamdan geçtim ama Seni yalnız komak var O koyuyor adama

(W.Shakespeare/Çeviren:Can Yücel)

Page 2: Can Yücel

AKDENİZ YARAŞIYOR SANA

Akdeniz yaraşıyor sana Yıldızlar terler ya sen de terliyorsun Aynı ıslak pırıltı burun kanatlarında Hiç dinmiyor motorların gürültüsü Köpekler havlıyor uzaktan Demin bir çocuk ağladı Fatmanım cumbadan çarşaf silkiyor yine Ali Dumdum anasına sövüyor saatlerdir Denizi tokmaklıyor balıkçılar Bu sesler işte sessizliğini büyüten toprak O senin sardunyalar gibi konuşkan sessizliğini

Hayatta yattık dün gece Üstümüzde meltem Kekik kokuyor ellerim hâlâ Senle yatmadım sanki Dağları dolaştım

Ben senden öğrendim deniz yazmayı Elimden düşmüyor mavi kalem Bir tirandil çıkar gibi sefere Okula gidiyor öğretmenim Ben de ardından açılıyorum Bir poyraz çizip deftere Bir de var sırf ebabil Dönüyor dönüyor başımda Senle yaşadığım günler Gümüş bir çevre oldu ömrüm Değince güneşine

Neden sonra buldum o kaçakçı mağarasını Gözlerim kamaşınca senden Ölüm belki sularından kaçırdığım O loş suda yıkanmaktır

Durdukça yosundan yeşil Kulaç attıkça mavi

Ben düzde sanırdım yıkıntım Örenim alkolik âsarım Mutun doruğundaymışım meğer Senle çıkınca anladım Eski yunan atları var haniYeleleri büklümlü Gün inerken de öyle Ağaçtan izdüşümleriyle Yürüyor Balan Tepeleri Yürüyor bölük bölük can

Page 3: Can Yücel

Toplu bir güzelliğe doğru

Kadınım Yaraşıyorsun sen Akdenize

AKSAMLA İNTİHAR

Kaşık Adası`nın üstünde Kızarıp patladı mıydı güneş Kimse kalmasın dünyadan başka Bu güzelim dünyadan başka İnsanları denizleri ağaçları ve herbişeyiyle

Ben hariç

AL BİR UZUN HAVA

Çekirgeydi Raşko’nun elindeki güvercin Raşko’da mengeneydi, bu beynimizde kalsın! Çekmişler ıstor diye muhribin dumanını Böyle aşk, böyle barış, Allah belamı versin! Bugün kitabım verdim tek pedal matbaaya Bu yol beni götürür sağlam Selimiye’ye Ağlıyorsam gözyaşım iki gözüme dursun Vermişim ben canımı al, uzun bir havaya

ANAYASASI İNSANIN

Kan Yasasi Bu Insanin:Uzumden Sarap YapacaksinCakmak Tasindan AtesVe Opucuklerden Insan!

Can Yasasi Bu Insanin:Savaslara YoksulluklaraVe Binbir Belaya KarsinIlle De Yasayacaksin!

Us Yasasi Bu Insanin:Suyu Savka DondurupDusu Gercege CeviripDusmani Dost Kilacaksin!

Anayasasi Bu InsaninEmekleyen CocuktanUzayda Kosana DekYururlukte Her Zaman

Page 4: Can Yücel

ARİFE TARİF

Öyle bi aş olsun ki derim...

'Biraz taş biraz hayvan biraz düş' Ve göğe aşırdığım kuş Denizin mor bostanından Süngerim al soğanım Soluğumdan açan lale Mutluluğa geleceğe

Yeter ki bir döşün olsun kocaman Bu aş ve bu vurgun seksen kulakta yenir Ve sıkarsa tabiy toplumsal petkan

Öyle bir Aşk olsun ki derim...

ARKAMDAN KONUSMASINLAR DIYE

Her Donkişotun bir yeldeğirmeni vardır Benim ki Heybeli’de Yarı yarıya yıkık Üstünde Kırmızı üstüne beyaz beyaz harflerle Kocaman TÜRKİYE HALK BANKASI Yazılı Vallahi billahi de Beş kuruş almadım o reklam için

ASLANDAN AL HABERİ

Romalılar aslanlara atarlarmış Hıristiyanları. O Hıristiyanlar ki Romalılardan daha dürüst, daha düzgün, daha uygar bir düzene inanmaktan başka suçları yoktu... Romalılar oyalamak için işsiz yığınlarını O zamanın gazetesi Ve Hürriyeti olan Coliseum stadyomunda Aslanlara atarlarmış sen gibi ben gibi Mehmet Turgut gibi insanları O Mehmet Turgut ki İşsiz olmaktan başka suçu yoktu İşsiz parasız evsiz-barksız Ve aslanın kafesine girdiğini farketmeyecek kadar uykusuz... O Mehmet Turgut ki Libyaya gitmek için sıra bekleyen bir Kunuri Aslanıydı

Page 5: Can Yücel

Adananın Girne yolunda bir lunaparkta Buldular parçalanmış vücudunu... Sade Adananın Girne yolunda değil Romada da böyle Oyalamak için işsiz yığınlarını Ve belki de azalsın diye işsizlerin sayısı O zamanın gazetesi Ve Hürriyeti olan Coliseum stadyomunda Aslanlara atarlardı sen gibi ben gibi Mehmet Turgut gibi insanları... Ama Ali adındaki O kendi de müebbete mahkum aslan Aslanlar akıllanıyorlar mı nedir Yemedi kardeşim yemedi Kore Gazisi Mehmet Turgutun göğsündeki Silver Star nişanını

AŞK ÇOCUGU

Pencerelerin kenarından Sarkmış tül perdeleri Pembe Evin Uçup uçup yüz sürüyorlar Karşı tepedeki manastırın selvilerine

Rüzgârla eğilip doğruldukça Sardunyalar, biberiyeler, Hiç korkma Karada ölüm yok oğlum sana bugün

Leylekler daldı birden göğün acentasına Gidip-gelme almak üzere Güneye hicret Sen de gel diyorlar kanatlarıyla, El sallıyorum ben de yattığım yerden Leyleklere Leylim, Leylim Diye diye

Güneşle karışık bir esinti geçiyor şakağımdan Uzatıyorum elimi denizden yeni çıkmış senin serinliğine, Göğsümün, karnımın, kasıklarımın, bacaklarımın Tüyleri kamaşıyor sevinçten

Uyanıyoruz sonra Dizine yatırıp beni çingene benlerimi sıkıyorsun Gümüşlü zurnası dikiliyor havaya çeribaşının Işıklar bir bahriye çiftetellisi çalıyor yüzümde

Hay allah Yine tutuldum galiba

Page 6: Can Yücel

Derken bir aşk çocuğu doğuyor Çırpınan denizin karnından Bu şiir

Ağlarken gülüyor Ve ağlıyor gülerek Tuzlu damlalarıyla güneşin, Sözcükler yanıp yanıp sönerken Körpecik teninde Uzaylardan aparttığım yıldız bitleriyle.

AY! AY! AY..!

Şu gökteki ay var ya Şu boktan şu yarım ay Bakarsan bakarsan bakarsan Bi tek sözüme bakıyor benim dolunay olmak için O bana bakıyor Ben ona. O bana bakıyor Ben ona, Hepimiz ama Hepimiz Hepimiz Bakıyoruz hep birbirimize bakıyoruz hep bakıyoruz Adam olmak için hep Ay.. Ay.. Ay.! O bana bakıyor Ben ona. O bana bakıyor Ben ona Canım yanarcasına Ne zaman Ama ne zaman olacak bu iş? Bakıyorum bakıyorum da aya Bakıyorum da ayın ayaklarına Yatırmışlar yine Ahmedi falakaya

BAHARLA ÖLÜM KONUŞMALARI

I Memelerim koparıyor Yüzyıl süren bir yalnızlık dile gelmişçesine Nasıl nasıl bir sevinç yarabbi! Ve ağrıya ağrıya tabi,

Page 7: Can Yücel

ağraya ağraya ağbi... Nakkaş Tepe de ancak bezmimize böyle gelmiştir Gelincikleri ve Nazım Hikmet leriyle Yerbilimsel bir hapisten sonra

II İçimdeki karanlığı patlatacağım Zifiri bir su akacak kamışımdan toprağa Bir kedi yavrulayacak köpek dişli bir kedi Ve böğürtlenler köpürecek ağzından Yedikçe kendi kendini mayhoş Ya da Posta Nazırı dedemden kalma Mors un en morundan bir karga Konacak karşıki direğin doruğuna Düşmanlarım öyle doldurmuşlar ki onu Ne kadar taşlasan boş oynamıyor yerinden Ben kargadan korkmam ama bunun gözleri baykuş Ve tüyleri güngörmedik deniz dipleri kadar ıslak

BARIŞ İÇİN

Gözleri görmeyen Eşber, Dünyayla barışık Gözleri açıklar Dünyaya kapalı, Yağmurdereli`yle birlikte Savaş için, Rusça niyet Yani hayır, Yağmurdereli`yle birlikte Barış için döğüşelim, Dereler gibi akacak Güzelim yağmur Rahmet gelecek dünyaya Kör gözlerimizden akan Barış gelecek dünyaya Barış için döğüşelim

Page 8: Can Yücel

BENDEN DE KOYU, MAİ BİR BLUES

Senlen raks rakına kalktıkta Başım ayaklarınla Ayaklarım başınla beraber, Ve oran orama değdikçe, Evler boşalıyor Sokaklar boşalıyor Bahçeler masalar boşalıyordu Ben boşalıyordum, Bizden gayrı kalan Bi tek rüzgar vardı Yaprakları üfleyen rüzgar… Senden ayrılınca anımsadım Dünyanın bu kadar kalabalık olduğunu…

BELKIM BİR KERTENKELEYDIM

Belkim bir kertenkeleydim piç edilmiş bir yağmurun serini bir güzelin çirkiniydim çirkinlerin en güzeli yeşil koşsa güneşlerin gölgesi ben en hızlı yeşiliydim kurbağa yarışlarında annemin

çatal matal kaç çataldım kimbilir bin dereden bir kendimi getirdim haydan gelip huya giden bir huysuz heyheyler içinde bir heydim belkim yedi belkim sekiz belaydım

düdük çalar hırsızlanmış polisler ben korkudan üstlerime işerdim üç yıldızlı bir albaydı gökyüzü karşısında önüm açık gezerdim ağzı bozuk meymenetsiz bir ozan rus cenginde cağanozdum bir zaman

iki gözüm iki koltuk-eviydi mavilerim bir miyobun koynunda kendi düşen köyler kentler ağlamaz sur dısında ben oturur ağlardım ekmek diye bağrışırdı bebeler elma derler ben ortaya çıkardım ağıtlarla kutlanırdı İsa - doğdu Gecesi fil dişinden bir kuleydim yıktım kendimi

bilmem hangi keloğlanın fesiydim bir püskülsüz sümbülteber tohumu

Page 9: Can Yücel

fesleğenler yaprak dökmüş şerrimden bir naraydım kimse bilmez nereden ya yakından ya uçmaktan gelirdim belkim ince belkim kalın bir sestim belkilerin kol gezdiği saatta belkim belki bile değildim

BEN HAYATTA EN COK BABAMI SEVDİM

Hayatta ben en çok babamı sevdim Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocukÇarpık bacaklarıyla -ha düştü, ha düşecekNasıl koşarsa ardından bir devin O çapkın babamı ben öyle sevdim

Bilmezdi ki oturduğumuz semti Geldi mi de gidici-hep, hep acele işi! Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi Atlastan bakardım nereye gitti Öyle öyle ezberledim gurbeti

Sevinçten uçardım hasta oldum mu 40'ı geçerse ateş, çağrırlar İstanbul'a Bir helalleşmek ister elbet, diğ'mi, oğluylaTifoyken başardım bu aşk oyununu Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu

En son teftişine çıkana değin Koştururken ardından o uçmaktaki devin Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için Açıldı nefesim, fikrim, canevim Hayatta ben en çok babamı sevdim.

BENZETMEYİ BENZETME

“Susurluk” ismi su sığırından geliyor “Manda” demek yani 3 Kasım 1996`da Susurluk yolunda O iblis Mercedes`in Masum kamyona çarpmasıyla Gazi tarafından vaktiyle Vaktinde sittir edilip de Sonradan haricimize Sinsi sinsi sokulan Manda var ya İşte o MANDA göle sıçtı

Page 10: Can Yücel

BEREKET VERSİN

Yaşama bir gitardır Tellerine vurdukça yediveren Güneş nasıl doğarsa Ve yeşil ne kadar solaksa Saksofon ne kadar benziyorsa asma kabaklarına Bir sebzevat kokusu sarıyor ortalığı Sanki sırık tomatları biz kızardık diyorlar Santana çaldıkça Kurbağalar ötüyor tosbağalar yürüyor

Beni bir bostana gömün Gübre olmak istiyorum

Bİ DAMLACIK

Duru bir yeşildi ortalık Akşam güneşi kırılmış bir mızrak boyu Ve çocuk sesleriyle iniyordu ışık, Ağlarda sanki dargın bir kılınç balığı Pullarını döküyor üstüme Bir sessizliği anlatmak için yazıldı bu şiir Belki de anmak için bi damlacık bir sessizliği

Bİ KOSU

Doğdum doğalı yürüyordum Adım adım ölüme doğru Ama şimdi dışarda evvel-bahar Çiçeğe durmuş badem ağaçları İçerde masanın üstüne eğilmiş dalgın başım Sırılsıklam yeleleriyle Doludizgin gidiyorum gayrı

Bİ SEN EKSİKTİN AYIŞIĞI

Bileklerimizi morartmis yeni Alman kelepceleri, Otobusun kaloriferleri bozuldu Kaman'dan sonra Sekiz saat oluyor karbonatli bir cay bile icemedik,Basimizda perensip sahibi bir bascavus. Nigde uzerinden Adana Cezaevine gidiyoruz...

Bi sen eksiktin ayisigi Gumus bir tuy dikmek icin manzaraya!

Page 11: Can Yücel

BİR RESMİN KARSISINDA

Nazım`a

Tasvir gibi bakma öyle yüzüme Bakar gibi gökyüzüne Mahzun mahzun Mazlum,mazlum!.. Ölmekle silinir mi sandın, Silinir mi,bre hâyin, İnsanları sevme suçun?..

Diktim bahçeme üç nar Ağam gelir bakar diye, Gelmiş ki benden habersiz, Bakmış ki onlara zaar Üçü de açtı narların

BU RÜZGARA BİR RÜZGAR DA BENDEN

Rüzgar bağlama çalıyor yapraklarlaArif Sağ belmiş sanki cemevimizeArkamdan itme lan poyrazBen de Güler'e sarılırSalkım söğütlere tutunurumSallan yuvarlan sallanAtarım kendimi yatağaRüyalarım ki bir hayalet teknedirUykularım ki nöbette uyuyan bir erŞiir mavzerine dayamış başınıSallan yuvarlan sallanEnsemden esen esen yelleÜç direkli bir fırkateyn gemimizUğur ola caponyadır yolumuzErtuğrul süvarisiyim gayri benDedem Ali beyKayalara çarpıyoruz caponya açıklarındaBağırıyorum emirberi Memed'eAtla sen ben gemimle batacağım.Emirber Memet ki yine benimAtlıyorum denize o tayfundaKayalara çarparak göğsümüKurtuluyorumBen ki o emirber Memedİstanbula varıpBeyazıt meydanında ilk günBir kan davasından ilk günBir kan davasından yanlış yereVurulup ölüyorumSallan yuvarlan sallan

Page 12: Can Yücel

Ensemden esen esen yelleBu rüzgara bir rüzgar da bendenboğulsam da yıkılmıyorum bu kaleden beden.

BU DA BOYLE BIR AŞK

Sırtımda çıplak Islak nefesin Bi gidip bi geliyor

Biz senlen yatmıyoruz ki Yaşamıyoruz da Hep yarışıyoruz Sen mi ben mi Önce kim Ölümü öldürecek diye

BULUSMAK UZERE

Diyelim yağmura tutuldun bir gün Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek Öbür yanda güneş kendi keyfinde Ne de olsa yaz yağmuru Pırıl pırıl düşüyor damlalar Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın Dar attın kendini karşı evin sundurmasına İşte o evin kapısında bulacaksın beni

Diyelim için çekti bir sabah vakti Erkenceden denize gireyim dedin Kulaç attıkça sen Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan Ege denizi bu efendi deniz Seslenmiyor Derken bi de dibe dalayım diyorsun İçine doğdu belki de İşte çil çil koşuşan balıklar Lapinalar gümüşler var ya Eylim eylim salınan yosunlar Onların arasında bulacaksın beni

Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya Çakmak çakmak gözleri Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı Herkes orda sen de ordasın Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim Özgürlüğe mutluluğa doğru Her işin başında sevgi diyor Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili

Page 13: Can Yücel

Bi de başını çeviriyorsun ki Yanında ben varım

BUNAYDIN

Bir limon kalmış güneşten Bi de dal uçlarında buhur Bulutlar ki kar Bulutlar yağıyor Dizdüşümlerime…

Bir tahta boştasın loş Sarmanlar gidip geliyor Silüsler beyazdan da yılan Sen bu tipiden çıkmıyacan…

Bir limon kalsa da güneşten Bi de ölümcül umut Sen bu umuttan iflah olmaya can…

BUYUK CAN DEDİ Kİ

Kovalamayin beni yataga Hic uykum yok Daha lafiniza karisacagim Ortaligi dagitacagim Televizyonu kapatacagim Aycicegi resmi yapacagim daha Basparmagima siir okuyacagim Islik calacagim Daha cok isim var Gecenizi karartacagim Kutahya vazonuzu kiracagim Vakitsiz yatirmayin beni Daha cok erken

CANEVİMİN KORKUSU

Ölüm dirim dirim ölüm Dirim ölüm ölüm derim Her zeytin kaç yaşında olursa olsun ister yüz Benimle filiz veriyor İncir ağaçları incir vermeğe beni bekliyor Yan bahçede bir kiraz Meyvesi yakın bahar açmış İşte o kirazları takacağım ayalimin kulağına Yaşayan bir koruyum ben gayrı Gökyüzünde geziniyorum

Page 14: Can Yücel

Bu koruya bulut Bu koruya yağmur yetiştireyim diye

CAN HAVLİYLE

Durduğum karlı yamaçtan yukarı Deniz aldı başımı Saçlarım sakallarımla ak Yediyor beni karşıya Ağamın yanına Dragos`taki ağıla

Bir gemi geçiyor üstümden çocuk Armasıyla güneşin

Canhavliyle sıyrılıyorum sulardan Dünyaya dünya gözüyle bakması son defa

Nasılmış göreyim diye

CANKURTARANLA

Yardın be cancağzım Yardın sonunda şu Beyoğlu trafiğini İlkyardım pamuklarıyla o ölümcül acelenden Korna çiçekleri açıyor şimdi yaralarının üzerinde Ölen yok sen gibi güzel Sınıfsal ecelinden

CANSUYU

Bir çoban ateşi yanıyor nefesin Düşümün kırçıl çalılarında Ve batana dek uyku sersemi Kutup güneşleri gibi düşlerin Tut ki bir kışı yakıyorsun ocakta Kozalaklarla meşe palamutları Düşe kalka ortalıkta dolaşmakta Ve yaladıkça yalaza diliyle duman Tüm yeraltı örgütlerini yüzümün İy`oluyor iy`oluyor ilk gözağrım sinüzit Körfezde de böyle olmuştu güzün Sular havalardan daha geç soğuduğu için Tütmeye başladıydı kükürt Ve çiçek aşılı yalılarıyla karşı kıyı

Page 15: Can Yücel

Boyacıköye karıştıydı açıkta Benim fersûde tavus türkülerim gibi şimdi Nitekim açık mavi saçlarımda aman Köpükten nalınlarıyla bahriler yarışmakta İki çıplak bi zaman Yüzümü ağartıyor senin pırıl pırıl kokun Ateş böcekleriymiş meğer o lâvanta çiçekleri Külbent keselerde kokuşup giderlerken Tebdili mekânda artık ferahlıklar keşfetmekte Uçmaklara uçuyorlar onun için de Öyle yeşil bir yeşilsin ki sen gelecekte Bakmaya kıyamıyorum şimdiden Ve cansuyum can verdikçe köklerine Sevinçten ağarıyor bir fesleğen

Demek ki Bu hâli bu güzeli bu yeşili İlle de bugünkü kendi haliyle Görüp göstereceğiz diye Ihlamurlar budamak Şiir değil bundan böyle

ÇALAR SAAT

Birden bire uyuyacağım Bunca uykulu uykusuzluktan sonra Sanki papatyalar açacak balkonumun önünde Kediler gelip içine sıçacaklar Gübre... Uyuyacağım herkesi uyutmak icin değil Uyandırmak için Ben hep böyle yaşadım Herkesi uyandırmak için Vakti saati değildi belki Belki de ben Beceremedim...

ÇALINDI

Kapı çalındı Açmaya davranayım derken Uyandım ki Çamların altında yatmıyor muymuşum Sırtüstü, Hücum etti gözlerime Göğün mavisi

Hoş Böyle de Kapıyı açtım sayılır Diğ mi

Page 16: Can Yücel

Aynı kapıya çıkmasa bile

ÇARSAMBANIN GELİSİ

Martı yumurtaları gibi dağılmış kayalıklara Akçıl yalnızlıkları insanın

Gavur etmeseler böyle körpecik sabahları Çalmasalar şu Afrika Rumbasını yatılı okullarda Sussa şu yollar caddeler yok mu Çıngıraklı yılanları şehrin

Hani çıkarmayacaktın başını yuvadan Acelen neydi Çarşamba Günü Bunca haber pusu kurmuş geceden Ciletli uçurtmalar arasında Ürkmesin de n`etsin yavru

Nerden çıktı karşına bu zilli bahar Niye attın kendini altına O çiçek bozuğu şeytan arabasının Şıpınişi kopardılar seni yerden Allı dallı götürdüler Gülhane`ye Tanrı bile görmedi sağırdı sırtı Gökyüzü de eski makamında

Saçların uzadıkça artacaktı çıplaklığın Hani yalnız çıkmayacaktın sokağa Acelen neydi Çarşamba Günü

Boy veren sen değilsin artık Kavakların çocukluğu

ÇOK Bİ COCUK

İçerek bahçen içinde defne yapraklarıydı gölgen Hışırtılarla seyrederken üzerlerinde Eflâtun bir fino peşinde Loş ve nefti yılanlardı bi görünüp bi yiten… Sarmaşıklarla sarmaş dolaş Gece bekçisiydin geceye… Gündüzleri başka bir ıssızlık Ihlamur kokularıyla ikindileri İçin geçer olurdu hep… Vaktaki -yıllar sonra doğacak kızın boyamış olmalı- Alacalara belenmiş bir tosbağa yavrusu Dokundu o yaz,sağ ve yalın ayağının başparmağına Korkudan öleyazdın

Page 17: Can Yücel

O an işte sübyan koğuşundan meşruten tahliye oldun…

Yaban topraklarının lânetli Bir yaban domuzu gibi sivri burnunla sürerken muhacirlikten maacirliğe

Sezdirmeden sana başucunda bir selvi bitiyordu hiçbitme Irzına kastı güya gökyüzünün akça pakça ve ebru bulutlara doğru Tırmanıyor tırmanıyor tırmanıyordu yemyeşil bir metafor

Öyle serseri bir kurşun oldun ki sonunda Dan dedin kendi kendini vurdun Sen ki kaanun kuvvetinde bir kararnâmeyle Çocukluktan ceffel kalem ihraç olunmuştun Tohuma kaçsan da sersem siklerin tohumlarıyla Savrularak Atatürk bulvarında LSD avenürlerine, Ecel denen Enterpol`e acilen teslim olana dek Çok sabıkalı ama,çok çocuk bir çocuktun Hep o ihtiyarlamış çocuk bahçen içinde Ve hâlâ içerek…

DAHASI

Uçurumlar el ediyor bana Ellere gidelim diye Elimden tutup yediyorlar beni Uçurum dibinde acayip bir çiçek Gözleri kedi gözleri Bir açıp bir kapanıyor Mart ayındayız sanki,ondört Sezar`ın öldüğü gün Bıçaklar üşürüyorum kendi üstüme En parlağı Brutüs Düşüyoruz Çiçek memnun hayatından Bir daha açtım diye Menevişleriyle

DANTON'UN CAYDANLIGI

Kirilan bir caydanlikti biz oyle sandikYa da bir yildiz uyanmis sonra uyanivermisOyle sasilasi bisey ki sasmadim bileSen soyledin Turkce yuzermis Capon baliklariSen hep boyle gunesli yalanlar soyleBen toplarim parcalarini

Page 18: Can Yücel

Kirk yilin Halimesi boyle bir guvercinOturup agda yapsin dupeduz DevrimBu bir degil iki degil dorduncu bacagiHalime kopardikca dunya yenileniyorBu el yeni abeceyle yazilmis bir elLaik bir bacagi sivazliyor

Komsular kibar evler daga cikmislar dunden. Biz deHalimeyle vatani supuruyorduk. Disaridan hariciyelibir ses:(Affedersin! Affedersin! Affedersin! Yangin merdiveniniz yaniyor!)Ne bu curcuna be! Go-zu-nukapan gelmis! Iyi ya dedim, kapattim pencereyi. Bizde caydanlik kirildi sandik!...

Kirk yilin Halimesi boyle bir guvercinOturup agda yapsin dupeduz Devrim

DEGİSİM

İnce uzun bir hayvan Çarpıyor Çarpıyor Çarpıyordu kendini taşlara. Canı mı sıkılıyor Can mı çekişiyordu yoksa? Yok efendim dedi yanımdaki adam Gömlek değiştiriyor yılan Bu hallerden anlarız dedi az çok Biz de sınıf değişmiştik bi zaman

DEĞİŞİK

Başka türlü bir şey benim istediğim Ne ağaca benzer, ne buluta benzer; Burası gibi değil gideceğim memleket Denizi ayrı deniz,havası ayrı hava; Nerde gördüklerim, nerde o beklediğim kız Rengi başka tadı başka.

DEMİN

Kasvet, elinde bir pasli makas, Istanbul'un asma koprulerini kesti. Sevdamizin ipinde cirit oynayan cambaz Simdi bir ko:r satirdir icimizde. Ha duser, Ha duser, Ha duser...

Page 19: Can Yücel

Basimizin ustunde demin gulup duran gokyuzu Yedekte bir salapurya simdi

DÖGÜSELİM BARIS İCİN

Soğuk harp bitti Sıcak savaşlar başladı Memleketim de bir iç savaş halinde Memleketim bir içkanamada Mezralar yanıyor Köyler yanıyor İçim yanıyor Çocuklar ağlıyor Analar ağlıyor Anamız ağlıyor İçerde onbin aç Dışarda yüzbinlerce çıplak Barış için döğüşelim Döğüşelim barış için

DÖKÜK

Sabah sökmüyor Ölmeden önce bir ışık Bir ışık görmek istiyorum Ben ki bir ruhum Bir ışık istiyorum horozlar ötmeden önce Kahroluyorum Şafak sökmüyor Ben söke söke şafağı söktürür Bu şiiri de döktürürüm

EBEME

Yağmuru dipnotlarıyla dolaşıyorum Kapalı bir şemsiye elimde tükenmez kalem Gez göz yağmur teknede çamur Kapkara bir bulut volta atıyorsun Açsın için halkın güler yüzü Açmıyor kahvede fabrikada tarlada Çok dolaşıyorum çok Yağmur diniyor yine dolaşıyorum Bitürlü açmayan bir ebemkuşağı Ebeme kızıyorum o zaman Sırılsıklam

EĞER

O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler, arkalarında doldurulması

Page 20: Can Yücel

mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer.

Dayanılması o kadar da zor değildir, büyük ayrılıklar bile, en güzel yerde başlatılsaydı eğer.

Utanılacak bir şey değildir ağlamak, yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer

Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık, çalınan birinin kalbiyse eğer.

Korkulacak bir yanı yoktur aşkların, insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer.

O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses, hiçbir zaman duyulmasaydı eğer.

Daha çabuk unuturdu belki su sızdırmayan sarılmalar, kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer.

Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla, öylesine delice bakmasalardı eğer.

Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer.

Yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece sohbetlerinin, son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer.

Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman, meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır yaralamasaydı eğer.

Su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman, beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer.

Rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla, tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer.

O büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi, yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer.

O kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar, son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer.

Bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri, her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer.

Kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de, dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer.

Page 21: Can Yücel

Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel, namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer

Uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından, dokunulası ipek ten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer.

Issız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de, sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer.

Yoksul düşmezdi yıllanmış şarap tadındaki şiirler böylesine, kulağına okunacak biri olsaydı eğer.

İnanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir ayrılık gizlendiğine belki de, kartvizitinde 'onca ayrılığın birinci dereceden failidir' denmeseydi eğer.

Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar, ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer.

Issızlığa teslim olmazdı sahiller, Kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.

Sen gittikten sonra yalnız kalacağım. Yalnız kalmaktan korkmuyorum da, ya canım ellerini tutmak isterse...

Evet Sevgili, Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu, kim uzanmak isterdi ince parmaklarına, mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer!!!

ELLERİMDE BİR GÖZ TAŞI

Ellerimde bir goztasi, gozlerim bos gidiyordumNe bileyim, bir damlanin boyle deniz oldugunuSastim, mavi bir fal gibi acilinca onumdeGiritli bir olumum varmis, bir balikci fitil gibiPatlayacakmis avucunda otuz cubuklu gencligimUc gunde mi desem, uc gokte,uc kulacta miBen ki, o camgobegi cicekler acan agacKirilmaz bardaklar gibi tuzla buz olacakmisNe zaman bogulsam boyle yosun kokuyordu isikSabahci kahvelerde bir ciroz otuyorduVe dalgalarimi gecen o deniz soforleriBoyle uyur duslere bindirmis gemilerUyuklar gibi ustunde mermer masalarinBir tahta parcasiydim, osmanli bir kazadan kalmisYuzuyordum, islam kaptanin ahsap ayagindaObur tahtalara obur insanlara dogruCumhurdu murekkep baligi, simsiyah yuzuyordumNe bileyim, bir korkunun boyle destan oldugunu

Page 22: Can Yücel

Agardim, nisanlayinca gece, ve yavrulayan yalnizlikYa da ilk insanin dogdugu, oldugu dagdi Moby DickNefes aldikca filbahriler kopuruyordu sulardanCanlar caliyor kulaklarimda, yunuslar yarisiyorduAlyuvarlar, dolkuslari ve ruzgar midyeleriDedim, dunya gibi bulut yok dunya ustundeEllerimde bir goztasi, gozlerim bos gidiyordumNe bileyim, bir turkunun boyle Veysel oldugunuAcildim, cikmaz bir sokak gibi, kapaninca denizde.

EPİGRAM

Marx’ın da pek sevdiği bir Latin sözünü anımsıyorum Nihil humanum mihi alienum est Bu sözün altına ben de imzamı basıyorum İnsana ilişkin ne varsa kabulüm Şu hümanistler hariç

EŞEKLERLE RÖPORTAC

Mekanı Datça olsun Vali Özer Türk`ün Muğla`ya serpiştirdiği Aktur tesislerinden Datça`dakinin inşaatında Çalışan emekdar eşekleri Araziye salmışlar, Çiftleşip çoğalıp yabanlaşmışlar Sayıları beşyüzü,altıyüzü bulmuş, Dere-tepe,insanlardan ırak Tepişip duruyorlarmış, Şunlarla bir can sohbeti edeyim dedim, Bıkkıntı getirmiştim Ana-karayla konuşmaktan Cemal`in cipine atlayıp Düştük yollara, Yastıkiçi`ne vardık,yoklar Yılanlı`da da yoktular, Vakit erken,suya inmiyorlar, Alavara yöresine baktık Bir kayanın üstünde iki tane Biri gebeş,biri erkek, Cipten inip seslendim davudi sesimle Sayın eşekler Sizinle röportaja geldim,diye, Dişisi beş kez kuyruğunu salladı, Anlamadım diye haykırdım tekrar, Yine kuyruğunu salladı beş kez,

Page 23: Can Yücel

Dangetti kafama;duymuş bu Güneş Taner`in piposunu tüttürerek Röportaj başına beşbin dolar İstediğini TV kanalizasyonlarından… Sayın eşek,o kadar para bende ne gezer! Diye küskün küskün, Kıçımıza baka baka Eli boş döndük fakirâneye

FİTİLLİ

İçerimde bir bokluk var Yıkıyorum,yıkıyorum,yıkılmıyor

Yüzümde bir maske var Çekiyorum,çekiyorum,çıkmıyor

Böğrümde bir ölü çocuk Ölüyorum,ölüyorum,ölmüyor

Gözümde bir çakmak var Çakıyorum,çakıyorum,çakıyor

Suratınıza!

FLAŞ

Gökgürültüsünden korkup yamacıma sokulan sevgilime Sarıl bana,sarıl öp,öp,öp,öp beni,dedim Baksana Allah yıldırımlarıyla resmimizi çekiyor!

Sabah kalkıp kapıları açıyorum Bütün herkes geliyor Serçeler kumrular İsa çiçekleri Bulutları çağırıyorum geliyorlar Gökyüzü çokfenamavi Yürüyemiyorum ayaklarım yok Sanki bir ruhum Sanki bir bademağ`cıyım Benim çağlalarımı yiyin Bir kadeh rakıyla Şerefinize

Bağçe bir tangodur Eski Datça Köyünde Çiçeklerin suyla güneşle sarmaştığı Ayak sesleri içinde yeşilin Eğilip eğilip bükülüp Derken goncalarıyla yeniden dipdiri Ezgiyi ezdirmeden bitirir Yatsıya doğru ayışığında

Page 24: Can Yücel

Bir havayı tekrar ediyor rüzgar Tekrar Tekrar Kayaların üzerinden sekiyor Taşlarla Bektaşilere nefesler okutarak Sırtların sırtlarını sıvazlayarak Esen yel esen yel

Birer yaylı tambur sanki bademler Baharın doğurgan tohumlarını toprağa herkederek Papatyalarla oynaş Güneşle cümbüş Kavaklara aynalı çarşılar yapındırarak Selvilerin balıkaşıran faslı Kuru dalları budayıp İçinden çürümüş dutları devirdikten sonra

Beni kendi nefsimle bırakarak Yapa Yapa Hiçbir iz bırakmadan Ölü yapraklardan gayrı Yine bir yaprak alacasında sabahın Aynı şarkıyı tekrar edecek rüzgar Delikanlı poyraz Benim dünya-ahiret Benim cennet-cehennem Benim gerilla gardaşım

Gecenin gözlerini gördüm Ela değildi

Öyle için için yağıyor ki yağmur İçim içimi yiyor Bir açıp bir kapanan bu havada Yapraklarda bir ölesiye hüzün Badem gözlü bu peninsulada Asit yağmuruyla Yerkesik santralından Başlayan bir bademcik Kanseri Kör edip önce sonra öldürüp Ademleri bademcik edecek sanki

GECE VARDIYASI

Karanlık benim doğmamış çocuklarım Sokaklarda sek sek oynamamışlar mı ne Yıldızları gütmüşler sade aybaşlarında ayların Sünnetsiz sessizliği içinde yanardağların Ve öyle kuytu düzlüklere inmişler ki Çatlayan incir seslerini hırsızlamışlar Saman yollarının

Page 25: Can Yücel

Solak olunca görevleri Zeytin-ekmek yiyip yanında bir çay varsa Çantasını toplayıp okula yollanmak Dayak yemeğe öğretmenden Karanlığı bekliyorlar gece vardiyasını Kötü şiirleri kesip ders kitaplarındaki Güdecek yeni çoban yıldızlarını türetmek için Ki başlarını örtüp o gizemli sürülerin uzay kokularına Bir süre daha uyusunlar çocukça

GELİNCİK ŞURUBU

Şu ölen çocuklar var ya Sana bana dünyaya...

İlikleriniz donduğunda kışın Bir kaşık umut gerektiğinde O şişe gelecek aklınıza Pencerenin önünde duran Güneşte Gelincik..

GİDİP GELME

En son denizi işittim -Öc alıyor benden- İçin için kaynıyordu demin Patlamadın ya dedim Patladı işte Öbür sesler -Fabrikanın düdüğü cankurtaranla ezan Ve göğsümün hırıltısı- Hiçbiri ayağına su dökemez bunun Bu vurdu muydu uçuyor canımın yongaları Pul pul pırıl pırıl ve oğul oğul Bir mevlut balığı ağıyor sanki menevişlere Hiç kalır yanında bütün seviştiklerim Bu deniz,düştükçe düşen nabzım terim benim Beyler gayrı beni sarı defterinizden silin Nem varsa definem ipim kefenim Hepsi sizin hepsi sizin,hapsinizin. Yeter ki beni bir genel afla başınızdan defedin Ve defleriyle çalparalarıyla gümüş sürülerinin Bu dif gibi cesedi Kanal`ın döllüğüne defnedin Kulaklarınızı çınlatırım ordan Isırırım gözlerinizi Geri dönen bir hecetaşı gibi geceden Heceleyerek kendi kitâbesini Unutmuş bildiği ne varsa önceden Sekerek ve sikerek denizi

Page 26: Can Yücel

Şaş kalacaksınız o zaman Şeytan minareleriyle nasıl okunurmuş ezan Ve düşmüş kalkmış bir Allah gibi tuzlar içinde Varacağım ki cenazenize Bir kızım daha olmuş denizanalarından Ve tıpkı ve tıpkı bir insan Kaptığım gibi onu da atacağım ki dalgalara Ayrı düşmesin garip,sütanamızdan Anladınız mı şimdi Can Niye gelirmiş hep Boğaz`dan

GÜLER YÜZÜMLE

Viran bir rum evi adada oturduğumuz ev Serinliğine serin Ferah olmasına ferah ya Tam bir hakuran kafesi. Bu deyimi aslına döndürmek için mi nedir Bir çift de kumru gelip Yuva yapmış çatısına. Öyle usturubunla yerleşmişler ki Çürümüş tahtaların arasına Dışardan görünmüyorlar hiç. Yalnız El, ayak çekildikten sonra Derinden Ve civan demlerle demlenircesine Başlıyor dem çekmeleri

Benim de çökmeye yüz tutmuş Şu can kafesimde Kadir sevgilim Güler’e sevgim Üsküdar'a gidelim diyor hala Üsküdara gidelim.

GÜZ

Güneşin batışıyla hızlanan yağmur Alı al-moru mor Veryansın ettikçe çamlığa Alev aldı kanlıca mantarları

Damlalar ki zıpzıplar`ını atıp çukurlara Toprak yiyen yercücesi çocuklar, Heybeli`nin fersude bakırından Nar pekmezi dudakları

Sarardı derken poyraz yanı yangının Ve kurtulup yamaçtaki çınarın alnında

Page 27: Can Yücel

Döne döne havalandı bir yaprak Güzz dedi değmesiyle

Deniz denen o çürük suya

Çay demleme demedim mi ben sana Kaçırdın adanın bütün tavşanlarını Gözlerim nasıl ıssız baksana

GUZELE

Dün gece senin küçücük elinle yalnız yattık. Yalnız, senin küçücük elinle yalnızlık Kandilli İlkokulu kadar kalabalık... Zilleri çaldığından düşlerinin sınıfların kapıları ardına kadar açık, Gökyüzünün, denizin, toprağın ve hayalle emeğin Hakli sınıfları...

Belki de baskın korkusuyla, vefasız, akıntıya atılan Kitaplar var ya, onlardan Öğreniş Marx'ı gümüş balıkları Ve belki de onun için o kadar, O kadar aydınlık ortalık...

Sen ki çiçekleri toplamayan Güzelim, Çiçekleri sulayan çocuk Ve ben ki buruk ve kavruk Bir ihtiyar adamım artık, Öyle güzeldim ki senle, çiçeklerden çok... Ve anladım, anladım ki bi daha: Düşünde bile göremez isler Düşlerin gördüğü isleri

HAYAL OYUNU

Ellerindi ellerimden tutan Ellerimdi ellerinden tutan... Bıraktığı anda ellerimiz ellerimizi Gökyüzüne vuracaktı gölgeleri ellerimizin Kimbilir kaç martılar halinde...

Bir masada karşı karşıya Seyrederken dudaklarını senin, Dile gelmiş ilk Türkçe`ydik... Henüz başlamış külrengi bahar,

Page 28: Can Yücel

Ne savaş, ne barıştık biz...

Bu dünyaya yeni gelmiş bir diyar Manolyaya gece konmuş kumrular

HAYIR

Dinlensin diyedir gözlerimiz Bu önümüzde açılıp giden manzara; Bu dünya, yoruldu mu kuşlar konsun diyedir, Ve tanrılar boşluktan bıkınca.

Ellerimize malum olur nedense Suların rengi balıklarıyla, çiçekleriyle, Düşünmenin huzuru ayan olur; Soğuğun sessizliği hakeza.

Yuvarlanan yıldızlar içinde saçlarımız, Boylarımız bü'yü'r usul usul; Duyulmasın diye gürültüler uykularda Yağmurlar yağar geceleri.

HAYIRLI BİR EVET

Öyle çiniler döşe ki duvarıma Gözlerinin yeşilinden kalçalarına doğru Sularla filbahriler insin, Dede`fendi`den bir yörük semai soluğun Doldursun ak ve kara ciğerlerimi Seninle bezensin içim Bidaha hiç ölmeyeyim Kahpe aşkın yüzünden bre kafir, Eserse kır o çinileri de Yavru ağzı parmaklarınla Çinili köşk yıkılmış desin münafıklar Ya da günler geceler süren bir yangınla Kına yaksınlar İstanbul`un cehennemine Bir cenneti kül ettik diye

HERSEY SENDE GİZLİ

Yerin seni çektiği kadar ağırsın Kanatların çırpındığı kadar hafif.. Kalbinin attığı kadar canlısın Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç... Sevdiklerin kadar iyisin Nefret ettiklerin kadar kötü.. Ne renk olursa olsun kaşın gözün Karşındakinin gördüğüdür rengin..

Page 29: Can Yücel

Yaşadıklarını kar saymaYaşadığın kadar yakınsın sonunaNe kadar yaşarsan yaşa, Sevdiğin kadardır ömrün.. Gülebildiğin kadar mutlusun Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin Sakın bitti sanma her şeyi, Sevdiğin kadar sevileceksin.

Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın Bir gün yalan söyleyeceksen eğer Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın. Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın

Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak. Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü. Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin.. İşte budur hayat! işte budur yaşamak Bunu hatırladığın kadar yaşarsın Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun Çiçek sulandığı kadar güzeldir Kuşlar ötebildiği kadar sevimli Bebek ağladığı kadar bebektir Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,

Sevdiğin Kadar Sevilirsin...

İĞNELİ

Anam babama aşık olmuş, Babam da anama. Gezelim bu Çarşamba demiş babam. Sür-dişli anam, öyle şık bir fistanı yok, Ablasının nişanlığını istemiş ödünç, Teyzem daha toplu, oturmamış üstüne entari, Teyelle, iğneyle ayarlamışlar üstüne anamın. Babam, kavilleri üzre, gelip Topkapı dışındaki evlerine Anamı alıp, kaçbir tramvaylan aktarma, Bebeğe götürmüş o Afrodit'i. Bebek sırtlarına çıkmışlar. Babam oturtmuş anamı çayıra, Denizi göstermiş,

Page 30: Can Yücel

İyi şeylerden söz etmişler, Derken öpecek olmuş anamı, Anam çoktan razı. Babam el atınca orasına burasına, Fistandaki iğneler batmaz mı eline! Ay! demiş bağırmış babam... O gün, o çayırda, o an Düştüğüm için ben anamın imgelemine, Yaşamda da, şiirde de Böyle iğneli konuşmaklığım.

İKİMİZİN ARASINDA

Bir gün şayet camsız çerçevesiz penceresiz Bir gün ben,çadır bezi bir perdeden Günlerin toz-toprak şarkısını çırparken Canevimin önünden geçersen, Bir gün şayet boynumda yemtorbası hayallerim asılı Bir gün şayet samançöpü bir sokak dişlerim arasında Canevimin önünden geçersem, Anlatırım nerde Bir ulu çınara takılı bir kuyrukluyıldız Bir yeşil telaşta çırpınan ışığımız Anlatırım nasıl nerde... Sonra eğilir kulağına derim:Bekle Çocukken kaçırdığım uçurtma dönsün gelsin, Hele çarpsın bu çerçi yükü şehirlere, Hele ürksün fincancı katırları!

İNSAN RESMİ

Yeraltı günleri bunlar Kör yılı köstebek ayı

Siyah önlüklü bir güneş Ayazda okula gidiyor Dizilmiş danaburunları iki keçe Islıklıyorlar bebeyi Çepeçevre boynumda sıçandişi bir bahçe Oynuyorlar iki Roma bir Paris bir Peking Karım en çok soğuk harbi seviyor Çocuklarımızdan

Yaşamların kapısında kuyruk olmuşuz Önde emirerleri memede piçler sütsüz analar Akşam oldu memur çıktı kapıya Mal gelmedi bugün dedi kapatıyoruz

Dilekçeyim masalar odalar arasında Yürek değil, sol yanımda on altı kuruluk pul

Page 31: Can Yücel

Usulsuzüm yolsuzum

Bir uçak geçti üstümden kıçında yakamozu Çakılmıştır yere çoktan toprakta bir çelik bitki Fala mı baksam koparıp çiçeklerini Düştü mü düşüyor mu düşecek mi

Yeşiller içre bir insandın önceleri Sağda bir dağ,solda bir çay çamaşır yıkayan kadınlar Dolaş şimdi çevresini yitirmiş insan resimleri gibi

İNTİZAR

Seni beklerken polis radyosu dinliyorsam Başına bir kaza mı geldi diye merakımdan değil Ne de vapurun batması ürkütüyor beni... En münasip program o düşüyor da ondan, Seni böyle saatlerdir kuru tahta üzerinde Karakolluk olmuş beklerken

İRTİHAL

Sen ölüyorsun kardeşim öldüğünü bil Bile bile ve teamüden Ecel öldürmez insanı Kendisi öldürür Vakti zamanı gelince... Ben onun için yas tutuyorum ya hep Vakti gelmeden öldürülenlere

İTİRAZA İTİRAZIM VAR

Süt limanlarında poyrazlarla lodoslar oluyorum Döndükçe,döndükçe başım, martılar kusuyorum Derya bir Kuran-ı Kerim yapraklar'nı bir bir açıyorum Karış,karış,karış,karış,karış,karış,karış karıştırıyorum Bakara oynuyorum Fatiha'nın Bakara suresiyle Ve zarlarla ki hepsi ayrı bir Sure alayıdır Nedir diye,nemenedir bu arabesk diye diye Martılar bu şakası yok, akaraplar tarafından ağlanılan Bir mersiye - şad olsun ruhu - Tamburi Cemil Bey'e Odeon bir rekorla koşan bir gramafonmus bu dünya Kurdukça dönüyorum,döndükçe çalıyor,çalınıyorum Ben ki Kibariye bir hırsız ve Ferdi Tayfur kadar eski bir sipiker ve kokoyiniman Kendimden kendimi çalıyorum,kendimle,kendimle kendimi Yaşasın mahşere dek bu kısır olmayan döngü Yaşasın Veliefendiler'de mahşerin o dokuz doğuran süvarisi

Page 32: Can Yücel

Benden önce de vardı,benden sonra da tufan Yaşamak,ölünmez ki yaşamayı yaşamaklan Gönderin de Hasan-Hüseyin emminin, dalgalandıkça bu kırmızı don Bir arabesk bu,ister sol olsun, ister sağ Ve indikçe kustuğum martıların güzel gözlerinden yaşlar Çaputlar kalkıp kalkıp Marmara'nın dalga kıranlarından Kondu-konacak geceleri Hacı Bektaş-ı Veli'nin türbesindeki o milyon yıllık dut ağacının dallarına Bu şiir ve bu nane, ifademe mani olmayan bir damla meni Lumpen kesilmiş şahsımın kuzgunlaşmasıyla birden göğe ağan ve ağaran meçhul bir artısıyla Ki istersen demevi bir RH pozitif de olabilir. İşte bu şiirin kendini çektikten sonra Kodak'la nefsine nefes etmesidir Zaten şiir denen nesne, eski bir an'aneyle, doğan çocuğun kulağına ezan makamıyla isminin üflenmesidir Ya da tınlatmaktır içinle için için olan tambur ola ki evreni Ve de çınlasın deyuu Neyzen'in neyi (görülmemiş hiç neyin çınladığı bu ana dek) Ve en arabesk ve en cağdaş adamımız Orhan Veli'nin kuzular kulağına Maraz ve menapoz, muhteris ve muteriz itirazlara itirazım var, itirazım, itirazım Ama halka, halka halka halkalanan halka dünden ve yarından her zaman razıyım.

KARCIGAR

Bir martıyla bir eksi uçuşuyor gökyüzünde denizin Balık yok bugün çünki Kanala inmişler hepsi Boğazın barsaklarına, Barolar düştü de ondan, Uçukladı dudaklarım Dizlerim bereli... Çocukladım derhal, İçimde bir sevinç,bir sevinç Aman efendim! Ben bu dünyada duramam Duramam! Çok lirik ve çok klinik bir pezevenk bu Can!

KAYIP ÇOCUK

Birden işitilmez olsun ayak seslerim; Gölgem bir başka sokağa sapıversin; Unutayım bir anda her şeyi, Nerde oturduğumu, Bir tuhaf adem olduğumu Can adında. Aklım arayadursun başka kapılarda kısmetimi, Ben, bilmediğim sokaklarda bir başıma; Gönlüm öylesine geniş, öyle ferah,

Page 33: Can Yücel

İlk defa görmüş gibi dünyayı, Bir şaşkınlık içinde, yeniden doğmuş gibi; Hatırlamam artık değil mi, dostlar, Hatırlamam artık garipliğimi?

KİBRİT ÇAKIYORSUN KARANLIKTA

Kibrit çakıyorsun karanlıkta badem çiçeklerini görmek için Ve mart denizlerinde tedirgin bir çift sarnıç gemisi gözlerin Bir iş açacaksın sen başımıza yangın mı olur artık, bahar mı?

KÖRKÜTÜK

Denize karşı yakılan ateş Kurumuş meşe dallarından Öğlen sıcağını anımsatıyor denize, Duman olmuş ikircikli bir ikilem Yavaşına yavaşına giriyor geceye Kayaları gemileri ve körkütükleriyle Uyudu uyuyacak…

KUCUK KIZIM SU'YA

Bir derin uykudaydım ölümün içinden Açtım ki gözlerimi Bir suyun gölgesi gibi Kendisi adeta bir suyun Ayakucunda sen oturuyorsun

Şiir getirenlerin çok olsun çocuğum

KÜFÜR

Yazılmış şiirin üstüne koyduğun somun. Sözcükler ekmeğin lokmaları gibi. Ben size lokmalardan kurulmuş bir şiir veriyorum. Yiyin,bana şükredin,küfredin!

MARE NOSTRUM - (BİZİM DENİZ)

En uzun koşuysa elbet Türkiyede de Devrim, O, onun en güzel yüz metresini koştu En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak... En hızlısıydı hepimizin, En önce göğüsledi ipi... Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun!

Page 34: Can Yücel

MARTILAR Kİ

Günlerdir körköstebek nefsimle öyle hırlı Ve öylesine harlı ki esrik nefesim Bir kibrit tutsam parlayacak. Bir sarnıç gemisi diyecekler alev almış Boğazın iki yakasından

oysa bir gaz tenekesiyle bir şişe mavg Gelişi güzel mi güzel bir ocak Suların ortasında sevgili öfkemle benim Yanacak bahar erişinceye değin Soğuktan morarmış kanatlarını ısıtsın diye martılar

Martılar ki sokak çocuklarıdır denizin

MENAPOZ

Yardımı kesildi ya Amerikan Dostluğunun Gençler, kendinize mukayyet olun! Kime saldıracağı belli olmaz haaa Adetten kesilmiş kibar orospunun

MESAFELİ

Orhan Veli`ye

Nerden geliyor acep Bu benim garipliğim?

Evden uzaklaştıkça değil Ne de uzağında evin Eve yakınlaştık yakınlaştıkça Artıyor eve hasretim

MİNTİHAR

İşin ne? diye soruyorlar Eskiden serseriydim derdim, Ölüm diyorum şimdilerde Ölmek benim esas işim

Fil miyim ormanlarda saklanacak Ecelim geldiğinde, Şairim ben ölüyorum Gözünüzün önünde Haykıra haykıra

Page 35: Can Yücel

MUHABBET

Bir fasulye çimleniyordu Çiseledikçe yağmur. Koştum vardım ki yanına Anlasın ne nimet olduğunu Sen git yerine! dedi Ayşa Kadın Böyle kibar erkeyin ayağ’na Ben kendi ayağ’mnan gelirim

Bu muhabbeti görünce uzaktan Kıpkırmızı oldu biberiye

Bayram nedir ki dedim kendi kendime Bayram bir ömürdür ben gibi bir deliye

NENNİ

Uyusun da büyüsün canlar nenniMeydanı boş buldukta kırk haramiBir yandan bir yanaSavrula kavrulaYanyanaYana yakaKanlı sivas ilindeMadımak otelindeAlevlerin dilindeUyusun da büyüsün canlar nenni***Dandini dandini dastanaMandalar girmiş vatanaKov bostancı camızıYemesin aşımızıElele tutuşaDayana dayanışaUyansında büyüsün bebeler nenni***Diyen canların canına okunduTekbir getirildi kundaklar konduBir yandan bir yanaSavrula kavrulaYanyanaYana yanaKanlı sivas ilindeMadımak otelindeAlevlerin dilindeUyusun da büyüsün canlar nenni.

Page 36: Can Yücel

NEŞEYE SON

Yakın gözlüğümü yitirdim Yitirince seni kadınDoğumun ardından Çatladı kapı sanki

Öyle uzak bir doğu ki her şey Görünmüyor burnumun ucundan

Çiğnenecekmiş gibi geliyor hep Geçerken kıtadan kıtaya

Ters bir deyzeye rastladım demin Taburcuymuş, öyle dedi Çıkışını yaptırıyormuş acundan Lâf! Ne sen ne ben sevgilim Öldükse ölümden değil Sevişmenin acısından

NİHAYET

Bu son kar olacak görüp göreceğim Kim bilir ne kadar göreceğim gelecek Şöyle lapa lapa bir karın sondurmasında Kar da nelerini seyretmeyi bir şeytan dürbününden Yanımda Güler bastonunu da almış Tutmuş kolumdan yediyor beni yaşamaya Datça,ya ki kar yüzünden gidemiyoruz O yüzden de kara ve bizim karıya kızıyorum ya Kar yağıyor üstümüze Acayip bir ışık rüzgara dalmış da içinden çıkamıyor Aşağıdan yukarı bir tipi aşağı-yukarı Ayaklarım kayıyor çocukken kızak kayarkenki gibi Şimdi kayıyorum bir başka ömre Makamı bunun karca makamı Devrilince devrini göreceğim nihayet

NİSAN TEZİ

Güneş gözlükleri gökyüzünün kırılmış Kırkikindilere düşüyor bütün iş Gayrı siz ağartacaksınız çocuklar Işığın yüzünü

Toprağı öpe öpe öpe öpe Damlalar siz Açacaksınız körün gözünü

Page 37: Can Yücel

NUHUN KIZI

Uzun sulardan tirenler aklkıyor Islak bir istasyona iniyorum akşamları Adım başında bir gaz`te ölüsü Bozuk bir şemsiye gibi kapanıyor gün Ve bir kapı açılıyor Senin iki kanatlı kapın

Ne benim yalanlarım ne de bu haftalarca yağmur Kimseler yıkayamaz ellerinin beyazlığını

POLİTİKAYLA POETİKA, POETİKAYLA POLİTİKA

VI

Felcederim seni! Diye haykırıyor adam. Felç edecekmiş beni, Anarşistlik edip bi daha falaka şiiri yazarsam… Derken suratının şakında “burun” diye gezdirdiği o korkunç dikeni Üstümde yakalanan kağıda daldırıp çıkardıktan, Ve gözlerinin idare lambasını bi miktar daha kıstıktan sonra, Utan! diye höykürüyor.Yaşından başından utan! Şarap imal ettiğin yetmiyormuş gibi,bi de iftira ediyorsun bu fıkaralara!... Dönüp yüzlerine bakıyorum:Başgardiyan Rıza ile Kuru Hasan. Yeni yumurtadan çıkmış iki keklik yavrusu kadar mazlum ve masum, Ağlayacaklar,dokunsam... Kaldırıp elimin altındaki sandalyeyi kafalarına Çakmak geliyor içimden,kendimi zor zaptediyorum Sizin için ne diyor bu,biliyor musunuz?”Akbaba” diyor, “Akbaba”!.. Ve aniden,sol elindeki kağıda sağ elinin tersiyle bir hükümet darbesi aşkedip,okumaya başlıyor falaka şiirini... Böylece suçumu olanca ağırlığıyla yüzüme çarpıp yüzüme,oracıkta kahretmek istiyor beni galiba, Tarzı bir hayli kadim ve hamasî de olsa,fena okumuyor hani; Mesela: ”Ziyafete konmuş gibi sırıtkanlar” dizesini okurken özellikle sırıtıyor acı acı... Giderek,bütün kendini-beğenmişler gibi kendini kaptırıyor kendi sesinin sihrine... Utançla hınç karışımı,saydam ve ıslak bir perde iniyor gözlerine,

Page 38: Can Yücel

Fırlatıyor kağıdı elinden,devletli burnunu ağzının Kaldıracıyla ortanın sağına aktararak... Yazdığımda en ufak bir yalan var mı? diyorum. Fark etmez,diye celalleniyor,Benim cezaevimde Böyle şeyler yazmak kesinlikle yasak!.. Ama ben de bir insan olarak,dilediğimi düşünmekte Ve yazmakta hürüm,diye diretiyorum. Sen insan filan değilsin!Mahkumsun sen mahkum! Ezerim,felcederim seni,hele bir daha Böyle münasebetsizlikler dene!.. Ve harika bir “Defol!” la bitiyor bu hayatta görüp Göreceğim en olumlu,en parlak eleştiri... Dahası var: Cırcırlı`dan Kapıaltı`na geçerken artık,silah yerine Şiir arıyorlar üstümde o günden beri...

OFF...

Çok tenhalaştı dünya Saatin tıkırtısı Bozacının zili Bi de enayinin biri Tırnaklarını yiyen o istiridye Bir polis noktasında sanki Bir virgül

Şiir kusarak, Eveti de kalmadı hayırı da sözcüklerin Avuç avuç taşıdığı karşı gölekten Suya çizdiği çizgiler gibi Bir karabatağın

OTUZBİRİNCİ NESİL

Yeniden yaşamaya başlamadan önce Yapılacak işlerim var Görülecek hesaplarım Kötü kişi oldum kendimle Kendimden özür dilemeliyim Sırf aynı şehirde yaşıyoruz diye Yakışır mı onca sokağın ırzına geçmek Hem ne akla uydum da yazdım o mektubu Hadi yazdım neyse,ne bok yemeye yolladım!

Yeniden yaşamaya başlamadan önce İyice bir yıkanmalıyım Bir çivit mavisinde çitilemeli günlerimi gecelerimi Tırnaklarımı kesmeliyim Sokağa çıkınca ilk iş bir maden suyu içeceğim

Page 39: Can Yücel

İstanbul`da olsam İstanbul`da olsam Çocuklu bir dostum var kalkar onun evine giderdim Daha olmazsa Metin`i bulurdum.

Şu ağaca yalvarayım en iyisi Diyeyim ki bre ağaç Ömrün uykuyla geçiyor nasıl olsa Bir sefer de ben gireyim düşüne. Bi de o türlü yaşayayım Bakın işte yeniden yaşamaya başlamadan önce Kafama bir çeki-düzen verip Dayayıp döşemeliyim içimi. Paraya kıyıp bi de kilim almalı Bağdaş kurup çökmeli üstüne Otura otura belki ben de o kilime dönerim Yeşili mavisi uslu.

Yeniden yaşamaya başlamadan önce Adam olmanın çaresine bakmalıyım Bu haytalğın sonu yok. Bi şeyler yapmalıyım Kahvecilik ederim hiç değilse Avazım çıktığı kadar ”Şekerli Biiir” diye haykırırım Bana varmayacaklarını bile bile Kızlara evlenme teklif eder gönüllerini alırım O da mı olmadı tutar çocuklara masal anlatırım Ben de bir işe yararım elbet Değil mi ya ben de insanım Yalnız işte yeniden yaşamaya başlamadan önce Abaza çekmeyi bırakmalıyım

ÖYLE Bİ...

Temiz gömleğimi giydim talimden sonra Ayaklarını yıkıyor çeşme başında erler İşte sen öyle bir serindin Tuzladan kaptılarla inerken şehre Ne güzel şey sivil denmesi çıplağa Ve gün açık penceresinden meşelerin Yamacın kuytusuna sokulmuş mavi Ufacık bir parça deniz gibiydin

Şipka bibirleriyle konmuş okulun camlarına Arnavut köyünün o muhacir güneşi İşte sen öyle bir cumartesiydin. Sahanlıkta saçlarını tarıyor kızlar Raylar ondan böyle kıvılcımlanıyor Köşeleri dönerken önlükleri altından Dünyaya başlar gibi aybaşlarının kokusu Kalkan al tranvaydın ergenlik durağımdan

Page 40: Can Yücel

Meyvahoşun orda bir sabahçı kahvesi Gün ağarmıştı ama ben günaydın dedim İşte sen öyle ışıklı bir yerdin Bilmiyordum hiç burda bir fırın olduğunu Diz çöktüm asfalta, baktım aşağı, üü'üh... İşçiler ateşler ay çörekleri Ve kılıç gibiydi taze ekmek kokusu... Dağıttık evel allah yalnızlıkları

Yaşamak düğünse, sen orda gelindin Seni soydum, Güler, dünyayı giyindim

ÖLÜM ve OĞLUM

Ne yaman çiğköfteymiş ki bu ölüm Şalgam suları iniyor şakaklarımdan ben hala susuyorum Gözlerimle taşlarcasına bir kör kuyuyu... Nerde kaldı bire saka kuşu Su gibi bildiğin o su kasidesi? Ve dudaklarımı sevsinler bir barut bulutuyla sanki ortadan biçilmiş bir güneş Aynı çığlığı mı ezberleyecek dersin akşamcılar akşama tövbe edinceye dek

Düzayaktı Attar A'met Efendiden Kartal Baba Tekkesine Bu seferki yolum ise ardımdan gelen kolun ölüsıra yürüyen kilden, kirloz bir bayrak epiy de yokuş üstelik ve giderayak Sırtına vurmuş yada buruşuk bir şipka biberini Meyvahoşa koşturuyor mork çizmeleriyle bir kırkayak Nasıl koşturduysa tulumbacılar eskiden yeşil karga tulumbalarını yangına Yandım diye böğürmüşüm Böğrüm yiyince böğrümden o çiğköfteyi

YANDIM

Öylebi kuşaktık ki biz oğlum yine de sen ölüyorsun boynuna sarılınca ben Ve o domuz var ya İncildeki

Page 41: Can Yücel

cümle günahı yüklenip uçuruma atlayan domuz Biz öyle bilem olamıyoruz... Meşksiz aşklarla senlerin başına tacettiğimiz o güzelim elmayı Utanmadan o ulusal akbabamıza sunuyoruz kellerinizle birlikte Bu gidişle korkarım bi tek ses kalacak bizden tıkırtısı farenin Kendi tahta kuyruğunu kemiren

Cama vurulmuş güneş kırıldı Nar daneleri döküldü suya Yandım diye böğürüyorum Ama bu kırkayak oynunda Öyle yakın ki ölümle oğlum Uyak oluvermişler adeta Ben ne demeye hala Sözümona bir inci gibi Acının yanardağ bardağında Kendi kendime eriyim? Oysa bu dünya denen ağacın Türkiye denen çatağında Öyle bir oğul var ki oğul Ölüme değil, ölüme Yaşanmaya bi ölüm bal

Cama vurulmuş güneş kırıldı Nar daneleri döküldü suya Gayrı adam oldu diye babam Oğlum beni sevse ya

ÖZGECMİS

Bir pencere için yaşadı Dışardan ışıklar İçerden çocuklar Dışardan ağaçlar İçerden anaçlar O pencere yıkıldı Başka bir kapı açıldı Faili meçhul bir cennete

Page 42: Can Yücel

PARÇA PARÇA - 1

Yaşamak istiyorum Yaşamayı bu soğumuş cehennemde Ölü bir dost gibi içim titreyerek düşünmek değil sade, Yaşamayı yaşamak istiyorum

PARCA PARCA - 2

Bu küfür küfür değil, küflü rüzgar, Bu silsilesini s..ktiğimin koridorlarına Demirli dosyalar gibi sıralanmış kapılardan Ayaklarımın dibine kadar sokularak Ve sezdirmeden üflüye üfüre Parmaklarımın uçlarını kemiren Bu kılları ağarmış fare Ne bilir, ne anlar ki çocuklardan haber vere! Hem verse de ne umurum! Ben ki müebbet muhabbete mahkûmum, Çocuklardan haber değil, Çocukları güneş kokan enselerinden koklaya koklaya öpüp ısırmak istiyorum

POETIKA

Yalnızlığı sevmiyorum Yalnız kim ola ki Kendim... Kendimin kendini sevmiyorum Kediler hariç... Kahve ocakçısı olacaktım ben Tuttum kavlimi Yazdıklarımsa hep nafile Hep nişanlı angaje ısloganlı Can, diyorlar, bir kahve yap şu dümenin ağzına Kallavi olsun! Bende yoksa kahve, yemişçiden tedariklenip Ve cazveyi ateşe sürüp, üstüne yemeni, şekerini Taşırmadan pişiriyorum Biliyorum, bilmez miyim bu kahve ocağınnan Ocağımızı bucağımızı Isıtamayacağımı! İşte onun içinde de içim titreyerek Cezvenizi sürüyorum ateşe

ŞAŞKIN ŞAŞKIN

Deli ediyorlar maviyi dalların uçlarında tomurcuklar

Page 43: Can Yücel

Tek durmuyorlar hiç Kıpır da kıpır rüzgarda Salıncak sallanıyorlar

Mavi Bey de tirşe gözleriyle Şekva ediyor bana Bişey söyle diyor şu yumurcaklarına

Bense bakıyorum yattığım yerden şaşkın şaşkın Baharın gelişine

SENG'I DERYA

Daldı gözlerim Denizin o tirşe ve hareli gözlerine, Derken Poseydon`la beraber Kaldırıp başlarımızı,güneşin Gülkokusu bacaklarına baktık…

Derken martılar geçti Sıyırarak suları yanımızdan Karşı sahilde akşamla yanan Beş pare cama gömmek için bizi

ŞEY GİBİ

Şey gibi hiçbirşeyim yahu Satır yazamıyorum

Sanki kendimle değil Dünyayla ölüyorum

Bağırsam bağırsam bağırsam Bağırdığımı duymuyorum

Tek bir musluk var açık Onunla akıyorum

İstemeden istemeden istemeden İsteyereeeek

Ah sen ölüm denen topla köfte Buluştuk bak cenabette

İçim rakı dışım su Bu mahmur cinayette

Page 44: Can Yücel

Çocuklar çocuklar çocuklar Sizlen doğmamış mıydık biz birlikte

SEVGİ DUVARI

sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi dilimizde akşamdan kalma bir küfür salonlar piyasalar sanat sevicileri derdim günüm insan içine çıkarmaktı seni yakanda bir amonyak çiçeği yalnızlığım benim sidikli kontesim ne kadar rezil olursak o kadar iyi

kumkapı meyhanelerine dadandık önümüzde altınbaş altın zincir fasulye pilakisi aramızda görevliler ekipler hızır paşalar sabahları açıklarda bulurlardı leşimi öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri çöpçülerin elleriyle okşardın beni yalnızlığım benim süpürge saçlım ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi

baktım gökte bir kırmızı bir uçak bol çelik bol yıldız bol insan bir gece sevgi duvarını aştık düştüğüm yer öyle açık seçik ki başucumda bir sen varsın bir de evren saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi yalnızlığım benim çoğul türkülerim ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi

SİSLEY'DEN

Avcuna kapatılmış çay fincanı Sisler içinde şehir sıcacık Açıktan geçen teknelerin fenerleriyle

Güvertesinde vapurun mor Bir türkü sanar olmalı ki kendini Kendi kendine okuyor

Ve bir çocuk düşse yanından denize Düşse kadar yalnız

Page 45: Can Yücel

SONSÖZ

Dünya gözlerimi kendi ellerimle örttüm Deydi yorgunluğuma Bi ölüm kaldıydı onu da gördüm Beni pişman etmedi doğduğuma

SUDA

Bir çift yaprakmış dalında yumuşacık Tutmuşum, tutmuşum ellerinden senin Düşmüşüz yavaşça bir sakin derenin İçindeymişik, yeşilmişik, sazmışık

Balıklar gibiymiş sessiz ve karanlık, Yüzermiş saçların, yüzermiş nefesin Susarmışız öyle, bir sakin derenin İçindeymişik, yeşilmişik, sazmışık

TAVSAN KANI

Senden önce bir Rum papazdım Sakallarıyla bir eski korudan Meryem dağlarını ünledim miydi Keçiler şaşırırdı yolunu

Allah için ben insan değildim Ellerin olmasa okşamasaydın beni Kim diye bakardın bu kara bulut Cehennemin ucundan gölgesi

Kendi elinle kazdığın kuyuya Aşk ufacık bir taş atmaktır Gürültüsü büyüyünce sessizliğin Marifet yosunlar gibi susmaktır

Fıkara bir midyeden başlayan deniz Nasıl da büyüdü mavi oldu Oturmuş yere hanım hanımcık Ölümün ayaklarını yıkıyor

Güneş batarken getirdiğin çay Marmaradan daha yavaş soğurdu Göz göze geldikçe düşünürdüm de Hep akşamla boyasınlar sandalları

Biz uslu sevgilerin türbesiydik Her gece uyanan mezar taşlarıyla Öyle çoğalırdı ki tavşanlarımız Yaşayan kalmayacaktı nerdeyse

Page 46: Can Yücel

TÖREN

Körmen Burnu`ndan dönüşte Bir dostun bostanından Bir ayçiçeği kopardık, Yanlış dedim,bir günebakan… Taraçanın duvarına astık önce, Sabah oldu oturdum karşısına Günebakan bana bakar Ben ona… Güneş Tanrısına tören bu!.. Adana Cezaevinde de aynı şeyi yapmıştım, Müdür haber almış,alındı Aldırttı günebakanı başucumdan, Adli koğuştan mahkumlar da Katılırlar diye törene

UKTE

Dünyamın güzeli martılar Sizden nasıl da yok yere korkmuşum Kaşık Ada’nın orda! Dalın üstüme dalın Vurun beni, urun Denizanası kokan gagalarınızla! Ah sizden ben nasıl da yok yere korkmuşum! Bilmiyordum ki çünkü Ben hem balığım hem kuşum Ben ama hala anlayamıyorum ki Bunca zaman niye sizden ayrı oturmuşum

UYUMAYAN UMUT

Uyumayan bir yatak... İçine uyuyanlardan önce Tut ki uyandı bulut... Ve sonra koynunda uyuyanlar Çifleşmeye başlayınca, Havalarda oluşan bebek Düşün artık ne kadar Tayyareci olacak!... Büyüyünce atmaz diğ`mi bu çocuk Şiirlerin üstüne atom bombalarını?.

ÜZERE

Diyelimki yağmura tutuldun bir gün Bardaktan boşalırcasına yağıyor mübarek, Öbür yanda güneş kendi keyfinde

Page 47: Can Yücel

Ne de olsa yaz yağmuru Pırıl pırıl düşüyor damlalar Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın Dar attın kendini karşı evin sundurmasına Işte o evin kapısında bulacaksın beni

Diyelim için çekti bir sabah vakti Erkenden denize gireyim dedin Kulaç attıkça sen patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan ege denizi bu efendi deniz Seslenmiyor Derken bi dibe dalayım diyorsun İçine çil çil koşuşan balıklar Lapinalar gümüşler var ya Eylim eylim salınan yosunlar Onların arasında bulacaksın beni

Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya Çakmak çakmak gözleri Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı Herkes orda sen ordasın Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim Özgürlüğe mutluluğa doğru Her işin başında sevgi diyor Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili Bi de başını çeviriyorsun ki Yanında ben varım

ÜÇ NAL LOKANTASINDAN

Bu cehennemi sıcaktan kurtulmak için Sırtımı, omuzlarımı yüzen Ne bir esinti bekliyorum yaprakları uçarısıya, Ne de bir yaz yağmuru bardaktan boşanırcasına İhtiyacım benim başka bir sıcak Teninin sıcaklığı senin Yelelerimden sağrıma inen ter damlalarıyla Koşturacak beni menzilinden menziline Dört ayak, üç nal

Güle Güle Seslerin Sessizliği…

Page 48: Can Yücel

VE KOMİSER KOLOMBO

Haldun Taner’e

Vay hafiye rüzgar vay! Sıcakların nereye taşındığını efendice tahkike yanaşmış Hafiften zatülcenp muşambasıyla Havadan sudan dereden tepeden hoşbeşti derken sabah beri Yaprak izlerini alıyor çınarın Yandın çavuş yandın! Böyle bir sonbahar iptidasında Tutuklanmıştı zavallı Amerika’da

YAPRAKTI

Bir başka yolculuk dalından düşmek yere, Yaşadığından uzun; Bir tatlı yolculuk dalından inmek yere.

Ağacın yüksekliğince, Dalın yüksekliğince rüzgarda; Ve bir yeni ö'mü'r Vardığın çimen yeşilliğince.

YAPRAK DÖKÜMÜ

Sararıp dökülmeden önce kızaran yapraklar ki onlar Şan verdiler ortalığa bütün bir sonbahar

Mevsim dönüp de yeniden yeşermeğe başlayınca rüzgar Çıplaklığında o atın yine onlar koşacaklar O çocuklar O yapraklar O şarabi eşkiyalar

Onlar da olmasa benim gayrı kimim var

YAZ GELDİ

Dutlar düşüyor pıtır pıtır Memet Topçu'nun traktör gökgürültüsüyle Yaz geldi paldır küldür Yunus Emre indi Suya havaya toprağa Kulak'ın köpeği Demokrat Yol üstüne yatmış soluyor,

Page 49: Can Yücel

Işık değişti Işığın yolları değişti Gölgeler ışığa çaldı İçinde sarmanlar dolaşıyor Böyle bir akşamüstü Hiç ölmek istemezdim.

YASASIN CUMHURİYET

Gölköy adında bir köy varmış Gelibolu`da Televizyonda gösterdiler geçen gün. Gelenek edinmiş köy halkı, Ben kendimi bildim bileli bu böyledir Dİyor muhtar: 29 Ekim`de toptan sünnet ederlermiş çocuklarını... Derken ekranda entarili bir çocuk belirdi Kirvesi tutmuş kolundan Yatırdılar bir kamp yatağına, Ardından sünnetçi olacak zat boy gösterdi Elinde bıçağıyla, Çocuk kaldırdı başını,bağırdı: Yaşasın Cumhuriyet diye Korkarım,bu sade Gölköylülerin değil, Umumumuzun Sade küçüklerimizin değil,büyüklerimizin de Düştüğü bir tarihsel yanılgı

YA'U

Elektrikler söndü dün gece, Zorbela toplayıp satrancın taşlarını mecburen yattık

Simsiyah kediler gibi dolaşıyor koğuşta Uyuyan dostların nefesleri, dolassınlar azıcık !

Tam ben de eve doğru açılıyordum Şıpırdatmadan hiç kürekleri, yanmaz mi o tepemdeki yüz mumluk ışık!

Bir kürek mahkumunu Boğazda sandal sefasına Haklılar,bırakmazlar tabii ama... Ya'u ne güzel şeymiş meğer karanlık!

YESİL SİİR

Baktıkça çoğalır yıldızlar gecede Parmaklarınla sayılmaz Kimi duyulur, kimi duyulmaz, Dinledikçe çoğalır gecede,

Page 50: Can Yücel

Sesler gelir, Ya hızlıdan, ya yavaştan. Her şey kendi dilince konuşur Karanlık örtse de üstünü Gecede devam eder renk renk Ağacın dalında, rüzgarda Her şey kendi rengince konuşur. Gözlerini kapatır beklerdi Yaprağa benzer ellerini, avuçlarını uzatır, Beklerdi işitinceye dek Ağacın dalında, rüzgarda Yeşili duydu mu uyurdu Rüyasında...

YETER

Çok uzun bu uzantılar Üç dakka yeter bana Çocuk sesleri için Mektepten dönerken Üç dakka yeter bana Öpmek için gözlerinizden Ve cennetten kovulmak için

YORGUNLUK

Kuşlar vardır, cana benzer havalarda Soguksa kar, baharsa yaprak Bir başına büyür toprakta ömrümüz, Güneşle yeşil elleriyle çıplak.

Uslu ayaklarla başlamış yolculuk, Yürünmez öyle, bazen durulur, Ve iner erenler katına yorgunluk Kapanır sükun üzre kitaplar.

Nefeslerle sürüp giden yaşamamız Bir su kenarına gelir durur Ekmekten, şaraptan öte nimetler vardır Yürünmez öyle hep, bazen susulur.

Page 51: Can Yücel

...

Bilmelisin ki... Duvarda asılı diplomalar insani insan yapmaya yetmez.

Bilmelisin ki... Aşk kelimesi ne kadar çok kullanılırsa, anlam yükü o kadar azalır.

Bilmelisin ki... Karşındakini kırmamak ve inançlarını savunmak arasında çizginin nereden geçtiğini bulmak zor.

Bilmelisin ki... Gerçek arkadaşlar arasına mesafe girmez. Gerçek aşkların da!

Bilmelisin ki... Tecrübenin kaç yaşgünü partisi yaşadığınızla ilgisi yok, ne tür deneyimler yaşadığınızla var.

Bilmelisin ki... Aile hep insanın yanında olmuyor. Akrabanız olmayan insanlardan ilgi, sevgi ve güven öğrenebiliyorsunuz. Aile her zaman biyolojik değil.

Bilmelisin ki... Ne kadar yakın olursa olsunlar en iyi arkadaşlar da ara sıra üzebilir. Onları affetmek gerekir.

Bilmelisin ki... Bazen başkalarını affetmek yetmiyor. Bazen insanın kendisini affedebilmesi gerekiyor.

Bilmelisin ki... Yüreğiniz ne kadar kan ağlarsa ağlasın dünya sizin için dönmesini durdurmuyor.

Bilmelisin ki... Şartlar ve olaylar, kim olduğumuzu etkilemiş olabilir. Ama ne olduğumuzdan kendimiz sorumluyuz

Bilmelisin ki... İki kişi münakaşa ediyorsa, bu birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmez. Etmemeleri de sevdikleri anlamına gelmez.

Bilmelisin ki... Her problem kendi içinde bir firsat saklar. Ve problem, fırsatın yanında cüce kalır.

Bilmelisin ki... Sevgiyi çabuk kaybediyorsun, pişmanlığın uzun yıllar sürüyor