80
Editörden Yıl: 8, Sayı: 29, Nisan- Haziran 2016 Yayın türü: Yerel süreli ( 3 ayda bir yayınlanır ) Prof. Dr. Yakup Çelik Değerli okuyucularımız merhaba, Ü lkemizin her alanda gelişimini ve bu gelişmelere katkı sunan değerle- ri sizlerle buluşturmayı hedefleyen dergimiz, 29. sayısına ulaştı. Geride bıraktığımız üç ay içerisinde sevincimizi, coşkumuzu artıran, zaman zaman da bizleri hüzne boğan hâdiselere tanık olduk. Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu iç ve dış sorunlar malumunuz. Başta bölücü terör olmak üzere, memleket üzerinde kara bulutlar gibi dolaşan sıkıntıların bir an önce son bulması milletçe en büyük temennimiz. Bu çerçevede terörle mücadelede şehit düşen asker ve polislerimize rahmet, ailelerine sabır ve başsağlığı diliyoruz. Milletler yetiştirdikleri yiğit ve vefakâr evlatları ile var olur, dünya sahne- sinde kendilerinden söz ettirebilirler. Bir milletin bilge, yürekli ve kendini vatanına adamış evlatlarının sayısı ne kadar çok ise o milletin uluslararası alanda başı o denli dik olur. Yeni sayımızda sizlere iki büyük vatan evladından söz etmeye çalıştık: Bilim ve kültür hayatımıza katkılarının yanı sıra büyük dâvâ adamlığı vas- fıyla da her daim gönlümüzde yer etmiş, hocaların hocası Prof. Dr. Mustafa Kafalı ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti 3. Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu. Ahde Vefa Turan Birliği geçtiğimiz günlerde Prof. Dr. Kafalı için Konya’da bir ‘vefa ve saygı’ gecesi düzenledi. Türkiye’nin saygın isimleri, öğrencileri, yol arkadaşları, ülküdaşları Prof. Dr. Mustafa Kafalı’nın örnek yaşantısından kesitler sundular, hatıralarını dile ge- tirdiler. O yazılarda, girişte belirttiğimiz “bilge, yürekli ve kendini vatanına adamış” insan modelinin Prof. Dr. Kafalı da nasıl tecessüm ettiğine tanık olacak- sınız. …Ve elbette KKTC 3. Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu. Onun Kıbrıs davasına adanmış ömrünü, yakın tarihe ışık tutan, zor siyasi süreçlerdeki kararlı duruşunu kendi ifadeleri ile daha yakından tanı- ma imkânı bulacaksınız. Davetimize icabet ederek gerçekleştirdiği İstanbul ve Kayseri’deki ziyaret- lerinde verdiği konferanslar, hem Sayın Eroğlu’nun kişiliği hem de Kıbrıs davamıza ilişkin önemli bilgiler içeriyor. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi ülkemiz yararına her olumlu adıma, her çabaya karınca kararınca katkı sunmaya çabalıyoruz. Bu çerçevede yalnız ülke sınırları içiresinde değil, kardeş yurtlara ve dünyanın her yerindeki soydaşlarımıza ulaşmada da yoğun çalışmalarımız var. Kerkük Türkmenlerine bir TIR dolusu eğitim malzemesi ulaştırabilmiş olmanın sevincini sizlerle paylaşmak isteriz. Ses bayrağımız olan Türkçeyi kadim diyarlarımızda yaşatan soydaşlarımıza bir kez daha selam olsun. Yakın zamanda faaliyete geçen Yeni Ufuklar Derneği Gençlik Kulübü’nün başlattığı “81 ilde 81 kütüphane” kampanyası da bir diğer sevinçli haberi- miz. Kulüp üyeleri Kayseri Felahiye Merkez Atatürk İlköğretim Okulu’na bir kütüphane kazandırdı. Beğeneceğinizi umduğumuz zengin bir sayı ile daha karşınızda olmaktan mutluluk duyduğumuzu ifade ederken, öneri ve eleştirilerinizle bize yol göstermenizi özellikle rica ediyoruz. YENİ UFUKLAR DERNEĞİ adına imtiyaz sahibi: Prof. Dr. Mustafa Argunşah Genel Yayın Müdürü: Prof. Dr. Yakup Çelik Yayın Koordinatörü: Doç. Dr. Mustafa Aksoy Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Zekeriya Muhiddin Arık Yayın Kurulu Prof. Dr. Mustafa Argunşah, Prof. Dr. Yakup Çelik, Prof. Dr. Gökhan Antalya, Doç. Dr. Mustafa Aksoy, Dr. Zekeriya Kökrek Tasarım A.Kadir Karataş Reklam Türkiye Yeni Ufuklar Reklam Rezervasyon 0212 230 86 59 Baskı Yek Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti. Matbaa Sertifika No: 32287 100. Yıl Mah. Mat.Sit. Matbaacılar Sitesi. 4. Cad. No: 122 34204 Bağcılar/İST. Tel: 0212 430 50 00 Yönetim Yeri Merkez Mah. Abide-i Hürriyet Cad. Yonca Apt. 148 Kat: 3 Daire: 8 Şişli - İstanbul 0212 230 86 59 - 230 94 43 [email protected] Kayseri İletişim Cumhuriyet Mah. Tennuri Sok. (Tennuri Geçidi) Hüsrevoğlu Kardeşler İşhanı No: 20/3 Melikgazi - Kayseri Tel: 0352 221 30 60 (3 hat) [email protected] Türkiye Yeni Ufuklar, T.C. yasalarına uygun olarak yayınlanmaktadır. Dergide yayınlanan yazı, fotoğraf ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz kullanılamaz. İmzalı yazılardaki ifadeler yazarlarına aittir.

Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

  • Upload
    others

  • View
    11

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

EditördenYıl: 8, Sayı: 29, Nisan- Haziran 2016Yayın türü: Yerel süreli ( 3 ayda bir yayınlanır )

Prof. Dr. Yakup Çelik

Değerli okuyucularımız merhaba,

Ülkemizin her alanda gelişimini ve bu gelişmelere katkı sunan değerle-ri sizlerle buluşturmayı hedefleyen dergimiz, 29. sayısına ulaştı. Geride

bıraktığımız üç ay içerisinde sevincimizi, coşkumuzu artıran, zaman zaman da bizleri hüzne boğan hâdiselere tanık olduk. Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu iç ve dış sorunlar malumunuz. Başta bölücü terör olmak üzere, memleket üzerinde kara bulutlar gibi dolaşan sıkıntıların bir an önce son bulması milletçe en büyük temennimiz. Bu çerçevede terörle mücadelede şehit düşen asker ve polislerimize rahmet, ailelerine sabır ve başsağlığı diliyoruz.

Milletler yetiştirdikleri yiğit ve vefakâr evlatları ile var olur, dünya sahne-sinde kendilerinden söz ettirebilirler. Bir milletin bilge, yürekli ve kendini vatanına adamış evlatlarının sayısı ne kadar çok ise o milletin uluslararası alanda başı o denli dik olur.

Yeni sayımızda sizlere iki büyük vatan evladından söz etmeye çalıştık: Bilim ve kültür hayatımıza katkılarının yanı sıra büyük dâvâ adamlığı vas-fıyla da her daim gönlümüzde yer etmiş, hocaların hocası Prof. Dr. Mustafa Kafalı ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti 3. Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu.

Ahde Vefa Turan Birliği geçtiğimiz günlerde Prof. Dr. Kafalı için Konya’da bir ‘vefa ve saygı’ gecesi düzenledi. Türkiye’nin saygın isimleri, öğrencileri, yol arkadaşları, ülküdaşları Prof. Dr. Mustafa Kafalı’nın örnek yaşantısından kesitler sundular, hatıralarını dile ge-tirdiler. O yazılarda, girişte belirttiğimiz “bilge, yürekli ve kendini vatanına adamış” insan modelinin Prof. Dr. Kafalı da nasıl tecessüm ettiğine tanık olacak-sınız.

…Ve elbette KKTC 3. Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu. Onun Kıbrıs davasına adanmış ömrünü, yakın tarihe ışık tutan, zor siyasi süreçlerdeki kararlı duruşunu kendi ifadeleri ile daha yakından tanı-ma imkânı bulacaksınız.

Davetimize icabet ederek gerçekleştirdiği İstanbul ve Kayseri’deki ziyaret-lerinde verdiği konferanslar, hem Sayın Eroğlu’nun kişiliği hem de Kıbrıs davamıza ilişkin önemli bilgiler içeriyor.

Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi ülkemiz yararına her olumlu adıma, her çabaya karınca kararınca katkı sunmaya çabalıyoruz. Bu çerçevede yalnız ülke sınırları içiresinde değil, kardeş yurtlara ve dünyanın her yerindeki soydaşlarımıza ulaşmada da yoğun çalışmalarımız var.

Kerkük Türkmenlerine bir TIR dolusu eğitim malzemesi ulaştırabilmiş olmanın sevincini sizlerle paylaşmak isteriz. Ses bayrağımız olan Türkçeyi kadim diyarlarımızda yaşatan soydaşlarımıza bir kez daha selam olsun.

Yakın zamanda faaliyete geçen Yeni Ufuklar Derneği Gençlik Kulübü’nün başlattığı “81 ilde 81 kütüphane” kampanyası da bir diğer sevinçli haberi-miz. Kulüp üyeleri Kayseri Felahiye Merkez Atatürk İlköğretim Okulu’na bir kütüphane kazandırdı.

Beğeneceğinizi umduğumuz zengin bir sayı ile daha karşınızda olmaktan mutluluk duyduğumuzu ifade ederken, öneri ve eleştirilerinizle bize yol göstermenizi özellikle rica ediyoruz.

YENİ UFUKLAR DERNEĞİadına imtiyaz sahibi:Prof. Dr. Mustafa Argunşah

Genel Yayın Müdürü:Prof. Dr. Yakup Çelik

Yayın Koordinatörü:Doç. Dr. Mustafa Aksoy

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:Zekeriya Muhiddin Arık

Yayın KuruluProf. Dr. Mustafa Argunşah, Prof. Dr. Yakup Çelik, Prof. Dr. Gökhan Antalya, Doç. Dr. Mustafa Aksoy, Dr. Zekeriya KökrekTasarımA.Kadir Karataş

ReklamTürkiye Yeni Ufuklar Reklam Rezervasyon0212 230 86 59

BaskıYek Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti. Matbaa Sertifika No: 32287 100. Yıl Mah. Mat.Sit. Matbaacılar Sitesi. 4. Cad. No: 122 34204 Bağcılar/İST.Tel: 0212 430 50 00 Yönetim YeriMerkez Mah. Abide-i Hürriyet Cad.Yonca Apt. 148 Kat: 3 Daire: 8Şişli - İstanbul0212 230 86 59 - 230 94 [email protected]

Kayseri İletişimCumhuriyet Mah. Tennuri Sok.(Tennuri Geçidi) Hüsrevoğlu Kardeşler İşhanı No: 20/3 Melikgazi - Kayseri Tel: 0352 221 30 60 (3 hat)[email protected]

Türkiye Yeni Ufuklar,T.C. yasalarına uygun olarak yayınlanmaktadır. Dergide yayınlanan yazı, fotoğraf ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz kullanılamaz. İmzalı yazılardaki ifadeler yazarlarına aittir.

Page 2: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

KAPAK04 Hocaların Hocası Prof. Dr. Mustafa Kafalı’ya Vefa

Anuş Gökce

etkinlik15 Annan Planı’nın İçyüzü

17 İstanbul’da Anlamlı Buluşma

18 Prof. Çelik TEDEV’de Konuştu

18 “Tarih Bizi Haklı Çıkardı”

19 Paşayeva: Bu Ülkeyi Böldürmeyiz

20 Türkmenlere Eğitim Yardımı

22 81 İl’de 81 Kütüphane

Strateji24 Mezhep Çatışması Prof. Dr. Hasan Onat

27 Barzani - PKK – ABD Üçgenindeki Türkiye Dr. Nejat Tarakçı

32 Gelecek 10 Yıl: 2015 – 2025 Dr. Aslan Yaman

38 Petrol Üzerinden Jeopolitik Bilek Güreşi Dursun Yıldız

40 Türkiye’nin NATO’dan Çıkma Zamanı Geldi mi? Dr. Nejat Tarakçı

kitap44 İktisat Sosyolojisine Başlangıç

(Prof. Dr. Mehmet Eröz) Doç. Dr. Mustafa Aksoy

22

54

sayfa

sayfa

içinDekiler

Kültür

Etkinlik

Page 3: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

eDebiyat50 Edebiyatımızda Nasihat Muhtevası Arş. Gör. Ekrem Sakar

53 Geride Gözyaşı Kaldı Ahmet Özdemir

inceleme46 Çamlıhemşin Koç – Koyun Başlı Mezar Taşları ve

Yöresel Çoraplar Doç. Dr. Mustafa Aksoy / Recep Koyuncu

54 “Halil Atılgan Toroslar Kültür ve Sanat Evi”nde Gördüklerim

Sedat Memili

58 Tokat Yöresi Halk İnançlarında Basmak – Basılmak ve Kuş Yenkmesi / Yenmesi

Dr. Yaşar Kalafat / Yaşar Kaan Gündoğdu

Sanat64 Edirne’de Kadınlara Ait Şâhideler – III Mehmet Kökrek

68 Neden Bilim Tarihi? Prof. Dr. İbrahim Ortaş

72 Bu Şehr-i İstanbul ki.. A. Kadir Karataş

eĞitim70 Sorumluluk Sahibi Çocuklar İçin Arş. Gör. H. İlknur Tunçeli

HABER76 Kardeşler Mustafakemalpaşa’da Buluştu Ahmet Tüzün

72

68

sayfa

sayfa

Bilim

Sanat

niSan - mayıS - haziran 2016

Page 4: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

444

Genel Merkezi Konya’da bulunan “Ahde Vefa Turan Birliği” adlı sivil toplum örgütü 23 Ocak 2016 Cu-martesi günü saat 19.00’da Mevlana Kültür Mer-

kezinde Konya’mızın yetiştirdiği nadide evlatlarından biri olan Prof. Dr. Mustafa Kafalı’yı anma, saygı ve vefa gecesi düzenledi.

Saygı Duşu ve İstiklal Marşı’nın toplantının ardından açılış konuşmasını dernek başkanı Harun Maral yaptı. Maral; “Kayseri’de Yeni Ufuklar Derneği ve Türk Ocağı’nın birlikte düzenledikleri Mustafa Öztürk’ü anma toplantısına katıl-mıştım. Orada çok güzel duygulara sahip oldum. Dedim ki biz de Konya’mızın yetiştirdiği bilim ve kültür adamlarını sağlığında analım, onlara karşı vefa borcumuzu bir nebze olsun yerine getirelim. Bu etapta ikinci toplantımızı Prof. Dr. Mustafa Kafalı adına tertip ettik. Keşke bütün değer-lerimize sahip çıkabilsek! Bizleri kırmayan Sayın Mustafa Kafalı ve değerli eşi Sevgi Kafalı’ya, “Söz konusu Mustafa Kafalı ise her toplantıyı iptal ederim.” diyerek davetimize icabet eden sayın Prof. Dr. İlber Ortaylı’ya, uzaktan ya-kından teşrif eden tüm hazirûna teşekkür ederim.” dedi. Derneğin yaptığı faaliyetlere de değinen Maral, bu konuda desteklerini esirgemeyen kişi ve kuruluşlara teşekkür etti.

Toplantının onur konuğu Prof. Dr. Mustafa Kafalı yaptığı konuşmada “Aziz dinleyiciler, değerli kardeşlerim, ülkü-daşlarım, yeğenlerim. Ben sevdiğim kişilere yeğenlerim derim. Çünkü onları aileden biri gibi görürüm. İlber Ortaylı da benim bir yeğenimdir.

Hayatım boyunca “davam” dedim, davam için çalıştım. MHP’yi desteklediğim günler oldu. Bizzat Türkeş Bey’in danışmanlığını yaptım.12 Eylül İhtilalinden sonra sorgu dönemleri başladı. Mahkûmiyet kararı vardı. Beni partinin başına geçirmek istedi, ısrarla teklif etti. Ben her defa-sında “Bu partinin bir tek başkanı vardır. O da değişmez” diyerek reddettim.”

AHDE VEFA TURAN BİRLİĞİ’NDEN ÖRNEK BİR DAVRANIŞ:

Konya’da

gerçekleştirilen

gecede, konuşmacılar

Türk Milliyetçiliğinin

sembol isimlerinden,

hocaların hocası Prof.

Dr. Mustafa Kafalı’nın

hayatı, ilmî çalışmaları

ve dâvâ adamlığını

bütün yönleriyle

aktardılar.

Prof. Dr. Kafalı’ya Saygı ve Vefa Gecesi

Anuş GÖKCE*

*Gazeteci-Yazar

KAPAK

Page 5: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

5 5 5

gelmiyor acep nedendir?” dörtlüklerine açıklamalarda bulundu. I. Dünya Savaşı’nda kutsal mekânları korumak üzere Hicaz’da bir cephe açan Osmanlı Devletine karşı, Aden körfezinden asker çıkaran İngilizlerin yerli halkı Os-manlı aleyhine kışkırtmaları sonucunda bitmek tükenmek bilmeyen uzun savaşlar olmuş ve gidenler bir türlü geriye dönememiş. Redif, Yeniçeri Ocağı kaldırıldıktan sonra ye-rine kurulan orduda 5 seneyi doldurmuş birliklere verilen isimdir. 5 sene askerlik yaptığı halde vatanına dönemeyen bu redif taburları Suriye’den Yemen’e sevk edilmişlerdir. Kundura, genelde Anadolu’da giymeye uygun bir ayakka-bıdır. Askerler Suriye’den Yemen’e kadar terliğe benzer bir ayakkabıyla ya da yalınayak yürümüşlerdir. O ayakkabıları dönüşlerinde Anadolu topraklarına ayak basar basmaz giyecekleri için çantalarında taşımışlardır. Fes, Fas’takilerin giydikleri bir başlık… Bunu da yine Türkiye’ye döndükle-rinde giymek üzere çantalarında taşıyorlar. Çantalarında ekmek ve su ararsanız bulamazsınız, yoktur. Huş, Sana’nın yaylası, yolu yokuştur. Askerler sırtlarında çantalarıyla o yokuşu tırmanıp, cepheyi korumak zorunda kalmışlardır.

Cepheden cepheye...Birinci Dünya Harbinde Türkler topraklarını koruyabilmek için birçok cephede çarpışmak zorunda kaldıysa Milli Mücadele döneminde de yine birçok cephede savaşmak zorunda kaldı. Sakarya Harbinde savaşacak askerlerimizi güneye; Çukurova, Maraş, Antep’e İngilizlerle ve Fransız-larla mücadele etmek üzere gönderdik. Batıda Yunalılarla savaş halindeyiz. Doğuda Ermenilerle ve Ruslarla…

I.ve II. İnönü Savaşları sadece öncü kuvvetlerin bir nabız yoklamasıdır. Kütahya-Eskişehir-Afyonkarahisar hattı bir-den bozulunca Türk Ordusu Sakarya’ya kadar çekilmek zorunda kaldı. 3 milyon gencini Cihan Harbine gönderen Osmanlı Devleti Sakarya hattına ancak 98 bin kişi ayırabil-di.”

“Kafalı” adının nerden geldiğine değinen Mustafa Kafalı, “Bu bir soy ad değildir. Bu adın 550 yıllık bir geçmişi vardır. Antepli Aynî’nin verdiği bilgiye göre Karaman Bey’in anası da aynı olan iki mühim dedesi vardı: Oğuz Han, Demir Han. Demir Han Tarsus’ta, Oğuz Han Alaiye (Alanya)’de hüküm sürüyordu. Ben Oğuz Han kolundan geliyorum.

Gedik Ahmet Paşa Karaman Beyliğini dağıttıktan ve bir kısmını sürgün ettikten sonra Ermenek’te bir kısım beyleri toplantıya çağırmış. Bizim büyük dedemiz Yahşi Bey de o heyetin içinde. Ahmed Paşa “Karaman ailesinin durumu ne olacaktır?” diye halkın ağzını yoklamak ister. “İhtiyar bir de sen konuş derler” ve bizim büyük dedeyi konuş-tururlar. Bunun üzerine söze başlayan Yahşi Bey; “Başak varken, başağı olan yapıya ekin denir. Başağı biçersen ge-riye sapı kalır.” demiş. Yani başında başak varken ekin olur, buğday verir. O başağı biçtikten sonra bir daha buğday olmaz.” demek istemiş. Ahmet Paşa bizim dedeyi yanına çağırmış; “Aferin, sen kafalı birine benziyorsun. Hele şöyle biraz yakına gel.” demiş. Aldığı cevaplar üzerine dedemi daha çok sıkıştırmış. Sorularına çok akıllıca cevap vermiş. O tarihten itibaren “Kafalı” lakabı kullanılagelmiştir.”

Ailesinin bir kısmının Rumeli’ye göç ettirildiğini söyleyen Mustafa Kafalı, “İstanbul Teknik Üniversitesindeki Mühen-dis Prof. Dr. Kemal Kafalı’nın ailesi Rumeli kolundandır. Kafalı adı nesiller boyu mezar taşlarına kazına kazına gelmiştir.” diyerek aynı zamanda Karamanoğullarının çil yavrusu gibi nasıl dağıtıldığına da vurgu yaptı.

Çocukluğunda sıkça söylenen Yemen Türküsü’nde son derece hüzünlendiği dile getiren Kafalı, “Bu türküde I. Cihan Harbinde Türk milletinin çektiği sıkıntıları, uğradığı toprak ve can kayıplarını, genç nüfusun bir tırpan gibi nasıl biçildiği anlatılır. Kışlanın önünde redif sesi var / Varın bakın çantasında acep nesi var / Bir çift kundurayla bir de fesi var. / Ah o yemendir / Gülü çemendir / Giden

KAPAK

Yeni Ufuklar, sayı 29

Page 6: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

Çocukluğunda ilkokulda “İzmir’in dağlarında çiçekler açar”, “Dağ başını duman almış” gibi kahramanlık türküle-rinin sıkça söylendiğini söyleyen Kafalı, zamanla bunların söylenmez olduğunu dile getirdi. Ama ne kadar uğraşır-larsa uğraşsınlar bunları asla silemeyeceklerini, bunların milletin toprağından çıkmış şeyler olduğunu sözlerine ekledi.

İkinci Dünya Savaşında Türkiye gerçeğine de değinen Kafalı, “1945’te Rusya Türkiye’den boğazları istedi. Kars ve Ardahan’ı talep etti. Şemseddin Günaltay, İnönü’nün yakasına yapıştı. Celal Bayar, kalktı “İsmet Paşa ile aynı kanaatteyiz” dedi.

Siyaset yapmadık. Ömrümü haklı olduğum davayı mü-dafaayla geçirdim. İnancımız uğruna asla taviz vermedim Hep dik durdum.” diyen Mustafa kafalı, “Ben çok fazla konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu.

Prof. Ortaylı: Aileden biriyim...Kafalı Hoca’dan sonra Kürsüye çıkan Prof. Dr. İlber Ortaylı da “Sağ olsunlar Mustafa Kafalı Hoca bizi aileden biri gibi görüp yeğenim dedi. Hocanın yeğenim demesinden çok gurur duyuyorum. Ben onun gerçekten yeğeni oluyorum. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde okurken ondan birkaç yaş büyük olan ablama “abla” diyordu. Bu durumda ben onun gerçekten yeğeni oluyorum. Bu yeğenlik zor bir iştir.

Türkiye tarihi gel-geç rüzgârlı adamlarla doludur. Tarihe geçenlerin bile unutuldukları vakidir. Bu unutma bizim milletimizin de gel-geç akıllı olması gibi o zevatın da gel-geç olmasından kaynaklanır. Niçin Mustafa Kemal unutul-muyor? Niçin Fatih unutulmuyor?

Bizim üniversitelerimizde öldükten sonra bile hürmet gören insanlar çok nadirdir. Hiç usanmadan vaktini genç-lerle, yaşlılarla cemiyet içinde geçiren, onları irşad edenler de hiç unutulmazlar. Aklı başında bir insan vardır. Bir dü-şünür, insanın kendi cemaati için en önemli vazifesi, onları ziyarettir, der. Bir insanın ilmi var; ama irşadı, toplumu bilgilendirmesi yoksa o bir hiçtir. Mustafa Kafalı Hoca da

en önemli görevin ziyaret ve irşad olduğunu anlayanlar-dandır. Hocanın bir numune olarak kabul edilmesi gerekir.

Türkiye çok zor dönemlerden geçmektedir; zaten çok rahat olduğu bir dönem yoktur. Tarih ve tabiat bizi hiçbir zaman insan coğrafyası üzerinden silmiyor. Batıyoruz di-yoruz, bir bakarsınız yeniden doğuyoruz, hiç batmıyoruz. Bitiyoruz diyoruz, hiç bitmiyoruz. Her seferinde yeniden doğuyoruz.”

Devletimizin resmî dili Türkçenin akıbeti hakkında da görüş beyan eden Ortaylı; “Türkçe büyük bir dildir. Bir imparatorluk dilidir. Bu dili küçümsediler. Bu dili bıraka-rak yabancı dilleri konuştular. Kuzey Azerbaycan o kadar zulüm altında gene de ayakta duruyor. Neden? Çünkü dille-rini muhafaza ettiler. Güney Azerbaycan İran nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturu-yor. İran’ın o kadar baskılarına, o kadar asimilasyon hareketle-rine karşı tükenmiyorlar. Hâlâ dimdik ayaktalar. Çünkü Türkçe konuşuyorlar.”

Türkiye zor bir dönemeçten geçiyor. Bu dönemeci nasıl geçeceğiz? Her halde bir araya gelerek, oturup konuşarak bu işin içinden çıkacağız. Kemik peşinde herkes koşar. Büyük âlim Cüneydi Bağdadî, bir Bağdatlıya sormuş. Bulunca ne yapıyorsun diye.

O da bulunca yiyoruz, bulmayınca sabrediyoruz diye ce-vap vermiş. Cüneydi Bağdadî: “Bunu Bağdat’ın köpekleri de yapıyor” demiş. Bağdatlı sormuş:

-Peki, o zaman ne yapmalı?

Cüneydi Bağdadî: “Bulunca dağıtmalı, bulmayınca sabre-dip şükretmeli” demiş.

KAPAK

Page 7: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

Bizler de bulduğumuz şeyleri kavmimizle paylaşmalıyız. Bulamadığımız zamanlarda da sabredip şükretmeliyiz.

İlber Hoca, Türk milletinin bir tahlilini yaptı ve Kafalı Hoca hakkındaki değerlendirmelerine şöyle devam etti: “Biz çelişkilerle dolu bir milletiz. Bizi anlamak sıradan insanla-rın harcı değildir, hele hele kemik peşinde koşanların hiç harcı değildir. Bize inanılır, güvenilir. Biz de inanmakla, ümitli olmakla mükellefiz. Heyecanlı olmalıyız, büyüklerin yolundan gitmeliyiz. İstanbul ve Ankara üniversitesinde bir “Kafalı” hocanın kim olduğunu anlamalıyız.

1984’ten sonra Konya’dan örfi idare ile uzaklaştırılmıştır. Yanlışlık ve çelişki nerededir? Ölçüsüzlüktedir. Gerçi ölçüsüz-lük de ölçülememiştir. Bunun nedeni tempolu olamayışı-mızdır. Maalesef o zamanın çelişkisi günümüzün çelişkisi gibi görünen şeyi, idealizmi anlayamamışız. Aklı başında bir insanın bu memleketin askeriyle, ordusuyla, devletiyle yaka paça mübarezeye girmesi kabul edilemez. Türk halkı için devlet rastgele bir şey değildir. Varlığımızın teminatıdır. Sıkıyö-netim, kendisini ve eşini örgüt kurmakla, halkı tahrik etmekle

suçladı. Ama o çıkıp da askeri ve polisi suçlayan demeçler-de bulunmadı. Kafalı Hoca da onu yaptı. Sükûnetle bekle-di. Sabretti.”

Somuncuoğlu: Kültür meselesi...Mustafa Kafalı hakkındaki anılarını anlatmak için kürsüye çıkanlardan biri de Eski Devlet başkanı Sadi Somuncuoğlu idi. Somuncuoğlu onu gençlik yıllarından itibaren tanıdığı, Türk ocaklarında Hamdullah Suphi’nin ileri yaşına rağmen gençlere ders verdiğini, bu gençler arasında Mustafa Kafa-lı gibi şahsiyetlerin de bulunduğunu ifade etti. Somuncu-

oğlu; “Kafalı’nın meseleleri kültür olarak ele alıp anlatması bizim yetişmemiz açısından çok etkili olmuştur. Toplum olarak, millet olarak bir bunalım içerisindeyiz. Osmanlının son dönemlerinde görülen bunalımları darbelerle gü-nümüze kadar getirdik. Darbelerin toplumun dokusu ve kurumları üzerindeki zararları hâlâ giderilemedi. Mustafa Kafalı, bütün guruplar üzerinde birleştirici bir rol oynu-yordu. Herkes ona saygı duyuyordu. Sağcısı da solcusu da onun yanında birleşti. Birlik ve beraberlik onun şahsında temsil edildi. Toplumlarda birleştirici insanlar nadir olarak çıkar. Bunların kıymetini bilmemiz lazım. Bütün siyasetçi-ler böyle insanlara müracaat etmeli, onlardan faydalanma yoluna gitmelidirler.

Türk milletinin kırılma noktaları ve yeniden hayat bulma-ları noktalarına da değinen Somuncuoğlu; “Türk milleti iki defa kırılma noktası yaşamış; fakat yeniden kendi ayakları üzerine kalkmayı, dikilmeyi başarmıştır. Bunlardan biri büyük bir yeniden ve yok olmadan sonra Ergenekon’a giriş ve tekrar güçlü bir devlet olarak tarih sahnesine çıkışları, diğeri ise Osmanlı Devletinin I. Dünya Savaşında yenilerek tarih sahnesinden çekildikten sonraki olan diriliştir. Mus-tafa Kemalin başlattığı ve millî birlik ve beraberlik içinde topyekûn bir bağımsızlık mücadelesinin verildiği dönem-dir. Her şey yok oldu, bitti dendiği bir anda Türk milleti anasından yeni doğmuş gibi büyük bir iradeyle geleceği-ne, varlığına sahip çıkmıştır. Bugünkü durum da 1919’la kıyaslanabilir. Orta Doğu’da tam bir bataklığa saplanmışız. Bu bataklıktan kurtulmak yerine sürekli battığımızı unut-mamak gerekir.

Devlet yetkilileri, 24 saatin belirli zamanlarını dava adam-larına ayıracaklar, millî meseleleri konuşacaklar ve ortak bir noktada birleşecekler ve birlikte hareket edecekler. Eğer bunları beceremezsek, enerjimizi birbirimizi tüket-mek için harcarsak bu bataklıktan çıkmamız mümkün değildir. 1938’den sonra Türkiye Cumhuriyeti, devleti bir ekonomik şirket gibi gören zihniyetler tarafından yöne-tilmeye başlandı. Türk aydınları bunları şikâyet ederek birbirlerine karşı kullandılar. Gözlerini kapatmışlar, birbir-lerini dinlemiyorlar. Birbirimizi dinleyip anlaşmamız lâzım. Eğer biz bunun önüne geçemezsek, ortak bir paydada bir

KAPAK

Yeni Ufuklar, sayı 29

Page 8: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

8

MAKALE

araya gelemiyorsak bu işin sonu çok zor demektir. Kafalı gibi dava adamına, idealist insanlara ihtiyacımız var. Bizim kültürümüzde değerli şahsiyetler genelde hayata veda ettikten sonra hatırlanır, yâd edilir. İlki Kayseri’de Mustafa Öztürk, ikincisi Konya’da Mustafa Kafalı için düzenlenen törenler bu konuda çok anlamlıdır. Ahde vefa, bu şahsiyet-leri onlar hayatta iken hatırlamak, bir araya gelmek, yeni yetişen nesille eski nesli birleştirmek amacını gütmüştür. Yeni nesillere bu şuuru aşılamak gerekir. Onlardan bizim istifade etmemiz gerekir. Onların tecrübelerinden Türk dünyası istifade edecektir. O yoruldum dese de biz onu bırakmayacağız, ondan istifade edeceğiz.”dedi.

Prof. Dr. Şahin: Ültimatom verdi...Selçuk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Şahin ise Kafalı Hoca ile ilk tanıştığı yıl-lara dair anılarını anlattı ve o günden bu güne değin hiç irti-batını koparmadığını söyledi. Konuşmasına başından geçen ilginç bir hadiseyi anlatarak başladı: “Kayseri’de Genel Cerrahi Uzmanlık eğitimi alı-yorduk. Kafalı ailesinin biricik evladı Ertuğrul Kafalı ile birlikteydik. Bir gün hastane yö-netimiyle aramızda bir gerginlik oldu. Hastane müdürü bir hemşireyi tokatlamıştı. Ben de dayanamayıp olaya müda-hale ettim. Olayı yatıştırdım, hastane müdürüne yaptığının yanlış olduğunu söyledim. Hemşireden yana oldum diye hastane müdürü bizi rektörlüğe şikâyet etti. Hakkımızda soruşturma başladı. Meslek hayatımızın bitmesi an mese-lesi idi. Rektör bizi yanına çağırdı. Rektör beyin odasında Atsız Hoca’nın “Yamtar” diye tarif ettiği onun ölçülerinde bir Beyefendi oturuyordu. Bu kişi Prof. Dr. Mustafa Kafalı idi. Rektöre hitaben; “Bu benim yeğenimdir, eğer onun başına bir şey gelirse evladımın başına gelmiş sayarım.”

Kafalı Hoca’nın

öğrencilerinden, Yeni

Ufuklar Derneği Genel

Başkanı Prof. Dr.

Mustafa Argunşah

da kısa konuşmasında

onun meziyetlerinden,

hocalığından ve dava

adamlığından bahsetti.

KAPAK

Page 9: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

9

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 29

diyerek resmen ültimatom gibi bir emir verdi. Soruşturma bitti, biz de uzmanlığımızı tamamladık.”

Eski bakanlardan Prof. Dr. Ramazan Mirzaoğlu ise konuş-masında şunları söyledi:

“1982 yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi 23 araştır-ma görevlisinin sözleşmesini yenilemedi. Hiçbir gerekçe göstermeden onları kapının önüne koydu. Bu yıllarda Selçuk Üniversitesi ülkücülerin sığındığı bir liman idi. Bu kişilerin hepsine rahmetli rektör Erol Güngör ve Mustafa

Kafalı üniversite bünyesinde mesleklerine uygun birer iş verdi. Sonraki gelen rektör Kemal Kadayıfçılar kırpa kırpa bunların sayısını 5’e indirdi. Kazandıkları halde kadro bula-mayanlar, doçentlik hakkı elin-den alınanlar buraya müracaat ediyordu. Bizlere fazla bir süre de tanınmıyordu. Hoca bir ge-cede sınav kâğıtlarımız okutup rektörlüğe teslim etti.”

Millî ve manevi-değerlerimiz...Galip Doğan ise Kafalı hocaya karşı duyduğu derin sevgi ve

muhabbetini şu cümlelerle dile getirdi: “ Milli ve manevi değerleri en önde tutanlar milliyetçilerdi. Türkiye’de en az birlik beraberlik milliyetçiler arasında idi. Kafalı hocayı nasıl tarif edemeyeceğimi bilemiyorum. Hoca desem eksik tarif etmiş olurum, abi desem yine eksik tarif etmiş olu-rum. Mustafa Hoca bütün bu vasıfları üzerinde toplamış bir insan. Eşiyle birlikte bizleri yanlarına aldılar, hamlığımı-zı giderdiler. Bizlere nezaketi, doğru yolu gösterdiler.”

Mustafa-Sevgi Kafalı’nın biricik evladı Yrd. Doç Mehmet Ertuğrul Kafalı da ailesinin fikirlerinden dolayı İstanbul’dan

Konya’ya sürgün edildiğini söyledi. Oğul Kafalı konuş-masına şöyle devam etti: “Türk milliyetçisi, ülkücü bir anne-babanın oğlu olduğum için gurur duyuyorum. Bana insanlığı, Allah’ı, Kitab’ı, Peygamberi anlatan aileme son-suz teşekkür ederim. Ayrıca annemin babamın bir araya gelmesine vesile olan Hüseyin Nihal Atsız Hoca’ya da teşekkür ederim. Ailemiz bir dava ailesidir. Onların ye-rinde rahat oturmaları beklenemezdi Ben 6-7 yaşlarında bile sokağa çıkıp akranlarımızla birlikte oynayamazdım. Her an bir kaçırılma tehlikesiyle karşı karşıyaydım. Ailem Konya’ya kendi istekleriyle gelmediler. İstanbul Sıkıyöne-timi onları bir gece içinde İstanbul’dan Konya’ya sürgün etti. Önlerine iki madde koydular. Ya re’sen emeklilik ya da 48 saat içinde Konya’ya hareketle kuruluş aşamasında olan Selçuk Üniversitesi... İstanbul Erkek Lisesinde oku-yordum. Eve geldim, valizler hazırlanmış, “Biz gidiyoruz” dediler. Biz aile olarak parçalandık. Ben, Kafalı ailesinin tek çocuğuyum ve ailemden ayrı düştüm. Ailemizin yaşadığı bu travma dayanılacak gibi değildi; ama sabrettik. Ailem ikinci sürgünü 1984’ün Ağustos ayında yedi. Apar topar şehri terk etmeleri istendi. “Ülkeyi bölmek için faaliyette bulunmak, halkı kışkırtmak” ithamıyla karşı karşıya geldi-ler. Ankara’ya geldiler. İhsan Doğramacı’nın tavassutuyla Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesine bağlı İnkılâp Tarihi Ensti-tüsünü kurmakla görevlendirildi ve oranın kurucusu oldu. Ben yine İstanbul’da kaldım. Aile olarak birleşemedik.”

Öğrencilerinden ve mesai arkadaşlarından Prof. Dr. Abdül-kadir Donuk ise; 12 Eylül öncesi ülkenin ve üniversitenin içine düştüğü siyasi buhranlara, hocanın hitabetine ve kitleleri etkileme gücüne dikkat çekerek şunları söyledi: “Sizin nezdinizde bizler birer yeğen olabiliriz; ama bizler senin evladın olmak istiyoruz. Muhterem hocam halimize bakıp bizlere tahammül ederdi. İstanbul Üniversitesinde öğretim görevlileri maaşlarını saymanlıktan alırlardı. Dev Solcu öğrenciler koridoru kapatmışlar, kimse maaşlarını almaya gidemiyor. Mustafa Kafalı Hoca koridora girince o azılı Dev Solcu militanlar hepsi bir köşeye çekildiler. Sağcısı solcusu hocaya saygı duyardı. Hoca konuşmasıyla onları sakinleştirir, sözünü dinletmesini bilirdi. Osmanlıca dersle-rimiz olurdu. Dev-solcu öğrenciler bizleri içeri almazdı. En

KAPAK

Yeni Ufuklar, sayı 29

Page 10: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

10

MAKALE

azılı öğrenciler bile içeri girdiğinde süt gibi olurlardı. Kafalı Hoca’nın derslerine doyum olmazdı.”

Yine Kafalı Hoca’nın mesai arkadaşlarından Prof. Dr. Mu-zaffer Ürekli de “Hocanın en önemli özelliğini gönül kırma-ması ve birleştirici olmasıdır.” tespitinde bulundu.

Kafalı Hoca’nın öğrencilerinden, Yeni Ufuklar Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Mustafa Argunşah da kısa konuş-masında onun meziyetlerinden, hocalığından ve dava

adamlığından bahsetti.

Saat 22.00 sularında hocalarımız ve konuşmacılara ve der-nekte hizmeti geçenler plaketleri verildi. Plaket töreninde konuşan Sevgi Kafalı, 1980 öncesi dönemlerde çok zor günler geçirdiklerini, bu zor günlerinde onları bırakmayan ve hep yanında olan dostlarını, gönüldaşlarını asla unut-mayacağını dile getirdi. Hoca konuşmasına şöyle devam etti: “12 Eylül öncesi cenazeden cenazeye koştuk. Bunlar çok acı verici şeylerdi. Yusuf İmamoğlu kapımızın dibinde vuruldu. Tüm ailemi kaybettim. Annemi, babamı, ablamı, abimi kaybettim. Ama dostlarım beni hiç yalnız bırakmadı. Nerde bir cenaze var, hep orada olurduk. Hep beraberdik. Evimizin kapısı herkese açıktı. Hep beraber yer, beraber içerdik. Bu sıkıntılı günlerde, hele hele gurbete okumaya gelmiş olan öğrencilerimiz hep bizimle olurdu. Ellerinden iş gelen kızlar, biraz mahir olanlar hep birlikte mutfağa geçer, bir şeyler hazırlardık. Kafalı Hoca da çayı demlerdi. Servis ise öğrencilere aitti. Hep birlikte yer içer, sabaha kadar sohbet ederdik, memleket meselelerini tartışır, vatan kurtarırdık.

O zamanlarda bir birlik vardı. Bir ülkü uğruna, bir ideal uğruna kenetlenmiştik. O idealistliği, o birlikteliği şimdi göremiyoruz. Yine de sevinebileceğimiz bir taraf var ki bu idealin timsali durumunda olan Kafalı Hoca’ya duyulan sevgi ve muhabbettir. Uzaktan yakından pek çok kişinin soğuk bir günde ve gecenin geç saatine kadar bu salonun dolu olması, pek çok kişinin ayakta kalması ve program bi-tinceye kadar yerlerinden ayrılmamaları bizim için sevin-dirici bir olaydır. Geleceğimiz için ümitlendim. Zaten hiçbir zaman ümidimi kaybetmemiştim. Bu olaylar geleceğe dair ümitlerimizi perçinledi.”

Sevgi Kafalının konuşmasından sonra Mustafa Kafalı için hazırlanan müzik programına geçildi. İlk sanatçı Karatay Üniversitesi Ceza Hukuku öğretim üyesi Prof. Dr. İbra-him Dülger idi. Dinleyicileri Anadolu steplerinden gâh Azerbaycan’a, gâh Kırıma götürdü getirdi. Daha sonra TRT İstanbul sanatçılarından Bünyamin Aksungur sahne aldı. Aksungur da millî giysisiyle, sazıyla sözüyle dinleyicileri büyüledi.

KAPAK

Page 11: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

11

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 29

Page 12: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

12

AnnAn PlAnı‘nın iç yüzü

KuzeY Kıbrıs Türk Cumhuriyeti 3. Cumhurbaşkanı Derviş eroğlu, Yeni ufuklar Derneği’nin davetlisi olarak Kayseri’ye geldi. Dernek tarafından Büyükşehir Be-lediyesi Kültür ve Sanat Merkezi’nde düzenlenen ‘Doğ Akdeniz’de Türk Varlığı ve Kıbrıs’ konulu konferansa katılan eroğ-lu, Kıbrıs’ta Rum Kesimi ile 48 yıldır müzakere ettiğini, bugün Türkiye askerinin çekilmesini isteyenlerin savaş gemileri yapa-rak silahlanma-ya devam ettik-lerini vurguladı. Türkiye’nin öne-mine değinen eroğlu, “Müzake-reler tabi ki devam etsin. Her şeyin bir sonu olması gere-kir. 1968’de başlayan müzakereler 48 yıldır devam ediyor. Bu müza-kereler devam ettiği süre içinde Rum, hem Birleş-miş Milletler üyesi hem Avrupa Birliği üyesi oldu. Ve bugün ‘Türkiye’nin bir tek askeri kalmasın’ diyenler savaş gemileri yapıyorlar, silah-lanmaya devam ediyorlar. Onun için Türkiye bu denli önemlidir” dedi.

KKTC 3. Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu, Annan Planı’nda Türk askeri çekilecekti, 100 bin civarında

göçmen olacaktı, biz de ekonomik olarak Rum ekonomisi altında yaşamaya mahkum olacaktık” dedi.

ETKİNLİK

Page 13: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

13

ETKİNLİK

Yeni Ufuklar, sayı 29

“Evet”in faturası Annan planına ‘Hayır’ dediği için suçlandığını söyleyen eroğlu, neden plana karşı çıktığını anlattı. eğer ‘evet’ denilseydi Rum Kesimi’nin ekonomisi altında yaşamaya mahkum olacaklarını kaydeden eroğlu, “Annan planına ‘Hayır’ dediğim için çok tepki aldım. Ama haklı olduğum ortaya çıktı. Annan planına ‘evet’ demeyen bir kişi olarak benden Annan planına ‘evet’ dememi isteyen bir kişi doğru dürüst bir cevap veremiyor. Niye Annan planına ‘hayır’ dedim? Çünkü Annan planında Türk askeri çekilecekti, 100 bin civarında göçmen olacaktı, biz de ekonomik olarak Rum ekonomisi altında yaşamaya mahkum olacaktık. Sadece bu iki neden yeterliydi. Ama ne oldu? Bazı cepheler Annan planına ‘Hayır’ dediğim için beni suçladı” ifadelerini kullandı.

“Kendi devletim” Türkiye olmadan Kuzey Kıbrıs Türk

Cumhuriyeti’nin olmayacağının altını çizen eroğlu, “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kuruluşu tarihi bir hatadır’ diyenlere şunu söylüyorum. Bir devletin vatandaşı olmak başkadır, bir başkasının inisiyatifi altında yaşamak başkadır. Ben kendi devletimin çatısı altında var olan sorunlarımı aşma gayreti içerisinde olurum. Benim yanı başımda ‘Anavatanım’ dediğim Türkiye var. Türkiye gibi güçlü bir devlet benim Anavatanım ve benim yanı başımda. Bakın

Filistin’e, Müslüman aleminin ortasında eziliyor. Mısır’a elini uzattı, o uzatmadı, İran’a uzattı o da uzatmadı. Böyleyse bizim şansımız Türkiye’nin anavatanımız olması. Ben her zaman şunu söylerim, ‘Ana vatansız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olmaz” diye konuştu.

eroğlu, konferansın ardından salonu dolduranların sorularını ce-vaplandırdı. Programın bitiminde Derviş eroğlu’na halı hediye edildi.

EroğluYeni Ufuklar

Derneği’nin dâvetlisi olarak geldiği

Kayseri’de yoğun ilgiyle

karşılandı

Page 14: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

14

MAKALE

BizdenHaberler

Yeni Ufuklar Derneği İstanbul Şubesi ile Türkiye - Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti İşbirliği Cemiyeti’nin birlikte düzenlediği; “Kahraman Kıbrıs Gazilerimiz” konulu toplantı İstanbul’da gerçekleştirildi.

Çok sayıda davetlinin katıldığı toplantıda bir konuşma yapan KKTC 3. Cumhurbaşkanı Sn. Derviş Eroğlu Kıbrıs dâvâsının dünü, bugünü ve geleceğine ilişkin görüşlerini paylaştı, davetlileri bilgilendirdi.

İstanbul’da anlamlı buluşma...

Toplantının sonunda Yeni Ufuklar Derneği İstanbul Şube Başkanı Prof. Dr. Yakup Çelik , Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti 3. Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’na derneğin plaketini takdim etti.

ETKİNLİK

Page 15: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

15

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 29

‘’Kıbrıs’ın Dünü ve Bugünü’’ isimli konferans ve bir takım faaliyetler için Yeni Ufuklar Derneğimiz ve Türkiye-Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti İşbirliği Cemiyetinin daveti ile 24-25 Şubat 2016 tarihlerinde İstanbul’u ziyaret eden KKTC 3. Cumhurbaşkanı Sayın Derviş Eroğlu bizleri onur-landırdı.

“Bugünü onlara borçluyuz” Programın ilk gününde İstanbul’da düzenlenen İstek Özel Kaşgarlı Mahmut Okulları Vakfı Okulları evsahipliğinde düzenlenen konferansa birçok kişi katıldı. Konferansta konuşma yapan KKTC 3. Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu; başta gazilerimiz olmak üzere Kıbrıs Barış Harekatına katılan tüm Askerlerimize teşekkür ederek; Kıbrıs’ın bugunünü onlara borçlu olduklarını ve bunun için salonda bulunan gazilerimizi selamladı. Kıbrıs’ın son zamanlarda Rum Yönetimiyle olan sorunları ve geçmişten günümüze siyasi hareketlerini anlatan Eroğlu; Türkiye’nin kendileri için vazgeçilmez bir garantör olduğunu ve Anavatan olarak Türkiye’nin her daim Kıbrıs’ta söz hakkı olduğunu söyledi. Daha sonra söz alan KKTC Milli Eğitim Bakanı Kemal Dürüst’te sözlerine bir eğitimci olarak burada bulunmaktan şeref duyduğunu belirterek, Kıbrıs’ta milli bir ruh ve yeni nesli Kıbrıs davasına sahip çıkacak şekilde yetiştirme gayesinde olduklarını söyledi. Törende; Cemiyet Başkanı Sayın Rüşat Aydoğan, İstek Özel Kaşgarlı Mahmut Okulları Müdürü Sayın Nilgün Baturalp kısa konuşmalarla teşekkürlerini ve duygularını dile getirdi.

Programın ikinci gününde; düzenlenen yemekli toplan-tıya birçok önemli şahsiyet ve kurum katıldı. Başta Sayın Derviş Eroğlu olmak üzere; Kemal Dürüst, KKTC İstanbul Başkonsolosu Fahri Yönlüer, Ekmeleddin İhsanoğlu, Kıbrıs Gaziler Derneği, Yeni Ufuklar Derneği Yönetimi, Türkiye- Kıbrıs Trük Cumhuriyeti İşbirliği Cemiyeti Yönetimi ve bir-çok değerli insan ile birlikte güzel bir toplantı gerçekleşti. Toplantıda ilk sözü alan Sayın Eroğlu; Türkiye’ye olan min-nettarlığı dile getirerek Kıbrıs’ın önemli adımlar atacağını ve gelişeceğini dile getirdi.Toplantıda söz alan kişiler Kıbrıs gazilerine minnet ve şükranlarını sunarken Kıbrıs’ın Türki-ye için önemli bir devlet olduğunu ve bunun asla üstünün örtülemeyeceğini bildirdi.

“Yılın Devlet Adamı Ödülü” Programın ilk günü ve ikinci gününde Sayın Derviş Eroğlu ve heyeti ile katılımcılara çeşitli ödüller takdim edildi. Dr. Derviş Eroğlu Yılın Devlet Adamı ödülünü alırken, Sayın Kemal Dürüst Yılın Bakanı ödülünü aldı. Derneğimiz Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Prof. Dr. Yakup Çelik Üstün Hizmet ve Başarı ödülüne layık görüldü.

Program iki günlük yoğun çalışma, görüşmeler, etkin-likler çerçevesinde sona erdi. Karşılıklı taslak projeler ve gelecekte KKTC için atılacak adımlar ile birlikte derneğimiz faaliyet alanları içerisinde Kıbrıs Cumhuriyeti’ne yönelik yapılabilecek projeler için her türlü manevi destek sözü verildi.

ETKİNLİK

Yeni Ufuklar, sayı 29

Page 16: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

16

BizdenHaberler

Kurulduğu günden bu yana imza attığı sosyal sorumluluk projeleri ile kamuoyunun takdirini

toplayan Türkiye Yeni Ufuklar Derneği

geride bıraktığımız günler içiresinde

yine bir dizi hizmet gerçekleştirdi. Eğitimden

kültüre, yardımdan sosyal etkinliklere

başarılı faaliyetlerin gerçekleşmesine vesile

olan derneğimiz yaz sezonunda da yoğun bir

programa sahip.

Yeni Ufuklar Derneği hizmetlerine yenilerini

ekledi…

TüRK edebiyatı’nın köklü kurumlarından olan ve bugüne kadar gerçekleştirdiği yayın, konferans, seminer ve yarışmalarla haklı bir unvana sahip bulunan Türk edebiyatı Vakfı’nın geleneksel “Çarşamba Sohbetleri” devam ediyor. Türk edebiyatı adı ile geçtiğimiz yıl 500’üncü sayıya ulaşan bir de dergi çıkaran Türk edebiyatı Vafı bu kez İstanbul Şube Başkanı-mız Prof. Dr. Yakup Çelik’i konuk etti.

edebiyat dünyasının önemli isimlerinin de aralarında yer aldı-ğı çok sayıda davetli, Prof. Dr. Çelik’ten Millî Mücadele dönemin-deki edebiyatımıza ilişkin bir ufuk turu yaptı.

Mehmet Akif ersoy’dan Halide edip Adıvar’a ünlü simaların Kurtuluş Savaşı öncesi ve sonrasındaki olağanüstü çabalarını aktaran, bunların ediplerin eserlerinde yer alış biçimlerine de-ğinen Prof. Dr. Çelik, mücadeleninin başarısında edebiyatçıların katkılarının önemine vurgu yaptı.

Sohbette davetlilerin konuya ilişkin sorularına da cevap veren Prof. Dr. Çelik, cephede yürütülen olağanüstü mücadelenin ede-biyatla taçlandırılmasının gelecek nesiller açısından büyük önem arz ettiğine de vurgu yaptı.

İstanbul Şube Başkanımız Prof. Dr. Yakup ÇelikTürk Edebiyat Vakfı’nın “Çarşamba Sohbetleri” konuğu oldu

Derneğimiz İstanbul Şubesi tarafından

düzenlenen sohbet toplantısına katılan Kanaat

önderi ve işadamı adamı Muammer Cingilli yakın

tarihimiz ve gündemdeki konuları değerlendirdi.

“Tarih milliyetçileri haklı çıkardı”“Yeni ufuklar Derneği’den, İbrahim Sungur kardeşimizden Yakup (Çelik) hocamız vasıtasıyla haberdar olduk. Yayınlarını takip ediyorum. Burada da bir düşünce merkezi oluşur mu, Allah’ın izniyle oluştur. Herkes bir ye-rinden tutarsa bu gemi yürür, bu ara-ba yol alır. Ahlakını imamını ticaretin vasıtası yapmayan, irfanını siyaset ve ticarette bir enstürman gibi kul-lanmayanlar bildikleriyle amel etmiş insanlardır. Allah resulü de öyle bu-yuruyor, bildiğiyle amel edene bilme-diğini Allah öğretir. Böyle hasbi işler,

ETKİNLİK

Page 17: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

17

ihlasın bol olduğu işler tez zamanda Allah’ın izniyle büyük neticeler alırlar.

Bu çözüm süreci ortaya çıkınca Anadolu’da ne kadar muzır adam varsa bunları kanaat önderi diye da-vet ettiler, öne çıkardılar. ziyar ettiler, matbuatta önplana çıkardılar. Yani adam her şeyiyle muzır. Ya Kürt-İslam sentezcisi, ya Marksist Kürt ulusalcısı, yahut Türkülüğü aşağılayan liberal Türk. Bu tipleri çözüm süreci boyun-ca çok önemsediler çözüm sürecinin mimarları. Sonra nasıl olduysa, ya devlet aklı devreye girdi yahut da Allah’ın da hesabı var… Siyasi ikti-darın siyasi şehveti ile Türk’ün milli

menfaati bir köşede buluştu, başka şeyler olmaya başladı. İçinde bulun-duğumuz durum oluştu.

Allah bizi tarih önünde mahcup et-medi. Mesela Rusya’nın dağılacağını ilk milliyetçiler söylediler. Söyledikle-ri çıktı. Rahmetli ecvit Türkiye halkla-rından söz ettiği zaman, bu söylemin bizi götüreceği yer Sur’daki hendek-lerdir. Yani motomot böyle demedik ama tespitlerimiz bu minval üzerey-di. Dün Güneydoğu Anadolu’nun Doğu Anadolu’nun neresi bizim için tehlike ise bugün oralar devlet için tehlike. Yani bizim giremediğimiz, milliyetçiler olarak, ülkücüler olarak

tabela asamadığımız, bayrağı dal-galandıramadığımız yerlerde bugün devlet de yok. Şimdi beşinci kol meselesinde isa-bet etmişiz, Kürtçülük meselesinde isabet etmişiz. Bir başka şey, hiç-bir milliyetçi, hiçbir ülkücü enver Paşa’ya hain demedi. enver Paşa’ya hain demeyenler, Atatürk’e de say-gı duruşunda Fatiha okudular. Ya bu müthiş bir içselleştirmedir. Tarihi benimsemedir. Sultan Abdulhamit bizim için Gök Sultan idi, ama Sultan Abdulhamit’e darbe yapanlar, işte enver Paşa’lar bizim son dönemimi-zin kahramanlarıydı.

“Bu vatan hepimizin, kimseye böldürtmeyiz” Yeni UfUklar Derneği tarafından kayseri Ticaret Odası’nda düzen-

lenen ‘Bir Millet iki Devlet azerbaycan-Türkiye ilişkileri nereye Gidiyor?’ konulu konferansta konuşan azerbaycan Milletvekili Ganire Paşayeva, “Bu vatan hepimizin, kimseye böldürtmeyiz” dedi. Terör olaylarında şehit olan güvenlik güçlerinin ailelerine taziyelerini ileten Paşayeva, “Pkk terör örgütü başta olmak üzere tüm terör örgütleriyle mücadelede şehit olan tüm şehitlerimizi rahmetle anıyorum, millete başımız sağ olsun diyoruz. Diyoruz ki ‘Bu vatan hepimizin, bu vatanı kimseye böldürmeyeceğiz’. Bu vatan hepimizindir. Sadece bu vatanı bölmek isteyen, bu vatanı böldürtmek isteyenler düşünmesin ki karşılarında sadece Türkiye’deki insanımız var. Bu vatan için Tür-kiye sınırları dışında yaşayan milyonlarca insan var, gelir canını verir ama bu vatanı kimsenin bölmesine izin vermez. O yüzden buradaki vatanımız da milletimiz de her zaman inşallah güçlü olacak, bu terörün de onun arkasında duranların da inşallah kökünü kazıyacağız. Milletimiz tarihte çok hain gördü ama hep yenildiler. inşallah yine de hainler yenilecek, milletimiz ve vatanımız her zaman daha da güçlü olacak” şeklinde konuştu.

Geçtiğimiz günlerde Hocalı katliamı ile ilgili yayım-lanan fotoğraflarda ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkis-yan ve Savunma Bakanı Seyran Oganyan’ı gördüklerini söyleyen Paşayeva, 24 yıl sonra aynı kişileri Pkk ve ermenistan bayrağına sarılı teröristin cenazesinde de gördüklerini dile getirerek sorunlarla birlik ve beraber-lik içerisinde mücadele edilmesi gerektiğini vurguladı.

Paşayeva, “Biz 24 yıl önce Hocalı’da şehit olan kardeşlerimizi de saygıyla anıyoruz. Çünkü o kar-deşlerimiz de bu milletin evladı olmanın bedelini ödediler. Onların tek suçu Türk olmaktı. acıma-sızca soykırıma maruz kalmaları sadece Türk olmalarıydı. 24 yıl önce Hocalı’da insanımızın canına acımasızca kastedenler adalet karşısında cevap vermedikleri için aynı nasıl zihniyet oldu-ğunu birkaç gün önce karşımıza çıkan fotoğraflarla gördük” diye konuştu.

ETKİNLİK

Yeni Ufuklar, sayı 29

Page 18: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

18

MAKALE

YeNİ uFuKlAR DeRNeğİ olarak eğitim ve kültür hayatına katkılarımız yurt içinde olduğu gibi yurt dışında da sürüyor. Bu çerçevede geçtiğimiz günlerde Irak’taki Türkmen çocukların

eğitim gördüğü okullara sıra ve masa yardımında bulunduk.Kendisi de Kerkük’ün Altunköprü kasabasından olan Mümin Bahlol

adlı genç kardeşimizin organize ettiği proje çerçevesinde temin edilen ve onarımı yapılan eğitim araç ve gereçleri 1991’deki kanlı “Altınköprü Katliamı”nın yıldönümünde soydaşlarımıza teslim edildi.

Gerekli görüşmeler sonunda İstanbul Sultangazi İlçe Milli eğitim Müdürlüğü’ne bağlı okullardan temin edilen sıralar yenilendi. Kızılay’ın temin ettiği TIR’lara yüklenen ve yola çıkarılan eğitim gereçleri katliamın yıldönümünde Kerkük’e ulaştırıldı.

28 Mart 1991 tarihinde Saddam rejimi tarafından evlerinden alınarak kurşuna dizilen soydaşlarımızın yakınlarının da hazır bulunduğu Sultan Özbek erkek lisesi’ndeki törende, duygusal anlar yaşandı.

Irak’a Yeni ufuklar Derneği proje temsilcisi olarak giden Mumin Bahlol; proje kapsamında gösterdikleri ilgi ve çabadan dolayı başta Derneğimiz İstanbul Şube Başkanı Prof. Dr. Yakup Çelik ve Yönetim Kurulu olmak üzere işbirliği içinde olduğumuz Türk Kızılayı Genel Merkezi ve Kızılay erbil Delegasyonu Başkanı Sayın Bülent Bilgin’e teşekkürlerini sundu.

Teslim törenine katılan Irak Türkmen Cephesi erbil Milletvekili Sayın Aydın Maruf da projede emeği geçenlere teşekkür ederek, yapılan bu yardımların önemli bir çalışma olduğunu ve bunların sürmesini gerektiğini dile getirdi.

Kerkük’eselam..

BizdenHaberler

İstanbul Sultangazi İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne

bağlı okullardan temin edilen sıralar yenilendi.

Kızılay’ın temin ettiği TIR’lara yüklenen ve yola çıkarılan eğitim gereçleri “Altınköprü katliamı”nın

yıldönümünde Kerkük’teki soydaşlarımıza teslim

edildi.

Türkmenlerebir TIR dolusueğitim malzemesi ulaştırdık

ETKİNLİK

Page 19: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

19

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 29

Türk Kızılayı erbil Delegasyon Başkanı Bülent Bilgin de bu tür yardımlarla birlikte eğitim sürecinin daha üst seviyelerde süreceğini ifade etti ve çalışmaların devamlı olmasını dilediklerini söyledi.

Teslim törenine Türkmen Öğretmenler ve eğitimciler Birliği

Başkanı, Bölüm Başkanları, Irak Türkmen cephesi Altunköprü Şubesi yönetimi, okul müdürleri, kasabanın önde gelen kişileri Kızılay Delegasyon Başkanı (erbil) Bülent Bilgin ve çok sayıda öğrenci katıldı.

Teslim törenin ardından Sultan Özbek erkek lisesi’nde yapılan

Altunköprü Katliamını anma etkinliğinde, başta Yeni ufuklar Derneği ve Kızılay olmak üzere projede yer alan kişi ve kurumlara teşekkür edildi.

Teslim ve anma törenine TRT Avaz, Anadolu Ajansı, Türkmeneli TV, Al Sharqiya ve birçok yerel medya kuruluşu katıldı.

ETKİNLİK

Yeni Ufuklar, sayı 29

Page 20: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

20

MAKALE

BizdenHaberler

Kısa bir süre önce kuruluşu ta-mamlayan Yeni Ufuklar Derneği Gençlik Kolları “81 ilde, 81 kütüpha-ne” kampanyasını başarılı bir şekilde hayata geçirmenin adımlarını atıyor.

İlk kütüphane Kayseri Felahiye Merkez Atatürk İlkokulu’nda minik öğrencilerin hizmetine sunuldu.

Düzenlemesi yapılan ve üyelerin de katkılarıyla sağlanan kitapların raflarda yerine aldığı kütüphane 22 Nisan’da düzenlenen törenle hizmete açıldı.

Açılışına ilçe yöneticileri, okul yö-netimi, öğretmenler ile öğrenciler ve

veliler de katıldı. Felahiye Kaymakamı Ömer Faruk Duman, okulun modern bir kütüphaneye kavuşmasına vesile olan Yeni Ufuklar Derneği Gençlik Kolları’na bir plaket takdim etti.

Gençlik Kolları yetkilileri “81 ilde, 81 kütüphane” kampanyasının ba-şarılı bir şekilde tamamlanması için çalışmalarını sürdürdüklerini ifade ederek, “Bu konuda başta üyelerimiz olmak üzere tüm vatandaşlarımızın katkısını bekliyoruz. Eğitimin önemini kavramş bir kuşağın yetişmesi katkı sunmanın tarif edilemez mutluluğu yaşıyoruz” dediler.

“81 ilde 81 kütüphane”kampanyası

İlk kütüphane Kayseri Felahiye Merkez Atatürk

İlkokulu’nda minik öğrencilerin hizmetine

sunuldu.

ETKİNLİK

Page 21: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

21

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 29

Page 22: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

22

MAKALE

22

Müslümanlar, 14 asrı aşan tarih-lerinde ilk defa, küresel boyut taşıyan bir mezhep çatışması riski ile karşı karşıyadırlar. İslam dünyasında özel-likle son iki asırdır yaşananlar, Müslü-manları ciddi bir kimlik krizinin içine itmiştir. Bu kriz, etnik ve dinsel aidi-yetler üzerinden çatışmaya dönüşmek-tedir. Arap dünyasında yaşananların temelinde kimlik arayışının yattığını söylemek pek yanlış olmasa gerektir. Son iki asra damgasını vuran sömür-ge ortamı, İslam’ın bir tür kurtuluş ideolojisine indirgenmesine ve dinin anlam ve özgürlük üzerinden değil, si-yasi egemenlik üzerinden okunmasına yol açmıştır. Müslümanların önemli bir kısmı, her şeyin siyasi egemenlik olduğunu, din ve siyasetin birbirinden ayrılmayacağını düşünmektedirler. Si-yaset doğası gereği ayrıştırır. Din dili, siyasetin ayrıştırıcı dili ile bütünleşin-ce, Müslümanlar İslam ortak payda-sından iyice uzaklaşmaya başlamış-lardır. Böylece özünde birleştirici olan din, ayrıştırmaya ve ayrılıkçı duruşlara meşruiyet kazandırır hale gelmiştir. Bu süreçte, belki de Müslümanların tarihinde ilk defa, yaşanan olumsuz-luklar Şiilik, ya da Sünnilik üzerinden okunmaya ve akan kan, Sünnilik ya da Şiilik adına kutsanmaya, meşrulaştırıl-maya başlanmıştır. İşin en kötü yanı, sorunun en temelde özgürlük sorunu olduğu, cehaletin ve hamakatin özeleş-tiriyi engellediği: çözümün öncelikle din konusunda özgürce düşünebilecek kadar doğru bilgi ve birey bilincinde yattığı maalesef pek görülmek isten-memektedir. Müslamanların İslam’a bakışları, büyük ölçüde görme özürlü-lerin fil tanımına benzemektedir. Mez-hep, cemaat, tarikat vb. dini oluşumlar dinin yerine ikame edilmektedir.

İslam dünyasının içine sürüklen-diği mezhep çatışmasını doğru anlaya-bilmek ve sağlıklı çözüm önerileri üre-tebilmek için, stratejik açıdan önemli gördüğümüz bazı hususları şöyle sıra-lamak mümkündür:

Mezhepler, adı ne olursa olsun, din

anlayışındaki farklılaşmaların kurum-sallaşması sonucu ortaya çıkan beşeri oluşumlardır. Hz. Muhammed’in sağ-lığında ne mezhep, ne cemaat, ne de tarikat vardır. Bu tür beşeri oluşumlar hiç bir şekilde dinle özdeşleştirilemez. Kısaca mezhep beşeridir, din ise İlahi-dir.

Din bütünleştirirken, mezhepler ayrıştırır. Aynı dine mensup insanlar, mezhep söz konusu olduğunda, dinin kuşatıcılığını mezhebe transfer ederek, dine mensubiyeti mezhep üzerinden okumaya ve değerlendirmeye başlar-lar.

Mezheplerin teşekkül sürecinde ve varlıklarını idame ettirmesinde siyasi egemenlik meselesi birinci derecede belirleyici olmuştur. Egemen güçler, etkinliklerini sürdürebilmek için ya-pıp ettiklerini meşrulaştırmak isterler. Bu süreçte dinin meşrulaştırıcı boyu-tu, mezhepler üzerinden daha etkin kullanılabilir. Aynı şekilde, egemen ol-mak için fırsat kollayan muhalif güçler de, seslerini duyurabilmek, otoriteyi yıpratabilmek ve iktidara giden yolu açabilmek için mezheplerin desteği-ni yanlarından bulmak isterler. Dinin vermek istemediği destek, mezhepler üzerinden daha kolay elde edilebilir. Bireysel çıkar çatışmalarında meşru-iyetle ilgili sağduyuya aykırı duruşlar, herhangi bir mezheple ilgili düşünce kalıpları içinde kolayca görünmez hale getirilebilir.

Mezhep, cemaat ve tarikat yapı-lanması, İslam’ın geçit vermediği bazı bireysel ve toplumsal taleplerin, ge-leneğin içine yerleşerek bir tür sahte de olsa meşruiyet kazanmasına im-kan sağlayabilir. Mesela, İslam, amaç ne kadar yüksek olursa olsun, haram yollarla o amaca ulaşılmasına izin ver-mez.

Mezheplerin stratejik boyutu, be-şeri oluşumdan başka bir şey değilken, her mezhebin sadece kendisini “fırkayı Naciye” olarak görmesinden, mezhep-lerin kendi görüşlerini bilerek ya da bilmeyerek dinle özdeşleştirmesinden

Bir kimsenin Müslüman olması için Kur’an’da belirtilen temel iman

esaslarına (Tevhid, Ahiret, Nübüvvet)

inanması yeterlidir. “Ben Müslümanım” diyen bir

kimseye, hiç kimsenin “sen ne biçim Müslümansın?”

diye soru sorma hakkı yoktur. İslam, hiçbir

kimsenin, hiçbir mezhebin, cemaatin ya da tarikatın

tekelinde değildir.

HasanONAT*

*Prof. Dr. / Ankara Üniversitesi

Mezhep ÇatışmasıMezheplerin Stratejik Boyutu ve

Page 23: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

23

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 29

23

ve mezhep farklılıkları yüzünden insanların birbirlerini öl-dürmekten çekinmemesinden kaynaklanmaktadır. Ayrıca, insanlar dini mezhepler üzerinden öğrendikleri için, mez-heplerin beşeri oluşumlar olduğu pek fark edilmemektedir. Mezhepler ve diğer dini oluşumlar, ayrılıkçı duruşların meşrulaştırılmasını kolaylaştırmaktadır. Mezhep çatışma-ları, Müslümanların İslam ortak paydasını görmelerini en-gellemektedir.

Müslümanların ondört asrı aşan tarihlerinde yüzlerce mezhep çatışması yaşanmıştır. Bu çatışmalar, sadece Şiiler-le Sünniler arasında değil, Hanefilerle Şafiiler arasında da geçmiştir. Ancak, bu tür olumsuzluklar, hep mahalli kalmış; yaşanan acılar seçilmiş travmaya dönüşerek Müslümanların geleceğini karartmamıştır. Bugün İslam dünyası, domino tesiri ile kolayca yayılabilecek bir mezhep çatışması riski ile karşı karşıyadır. Suriye’de, Irak’ta, Bahreyn’de, Pakistan’da, Hindistan’da ve Afganistan’da mezhep çatışması fiilen de-vam etmektedir. Yüzlerce insan, sırf farklı mezheplerden ol-dukları için, hunharca öldürülmektedir. Bir grup adına, bir şekilde kan aktığı zaman, gerçekten de artık araya kan da-vası girmiş demektir. Akan kan, hasımlar arasındaki duvarı iyice kalınlaştırır; kin ve öfkeyi besler. Daha ileri bir aşa-mada, acıların seçilmiş travmaya dönüşmesine sebep olur.

İslam dünyasında, mezhep çatışmasının önüne ge-çebilmek için, mezhep farklılıklarından dolayı hiç kim-senin tekfir edilemeyeceğinin, adı ne olursa olsun hiçbir bir mezhebin İslam’la özdeşleştirilemeyeceğinin; imanın ve sorumluluğun bireysel olduğunun ve cennete veya ce-henneme toplu resevasyon yapılamayacağının bilinmesi ve İslam ortak paydası bilincinin geliştirilmesi gerekmektedir. Bir kimsenin Müslüman olması için Kur’an’da belirtilen te-mel iman esaslarına (Tevhid, Ahiret, Nübüvvet) inanması yeterlidir. “Ben Müslümanım” diyen bir kimseye, hiç kim-senin “sen ne biçim Müslümansın?” diye soru sorma hakkı yoktur. İslam, hiçbir kimsenin, hiçbir mezhebin, cemaatin ya da tarikatın tekelinde değildir. Ayrıca, Cenab-ı Hakk’ın lutfettiği yaratıcı yetileri etkin kullanarak anlam ve değer

üretemeyenlerin, İslam’ın hayatı ve barışı esas alan, adaleti kurucu ilke kabul eden bir din olduğunu kavramalarının çok zor olacağının, bu tip kimselerin ezilmişliğin de etkisiy-le hem kendilerini, hem de diğer insanları bir “nesne” gibi göreceklerinin unutulmaması lazımdır. Evrensel Yaratma sürecine “salih amel”le katılamayanlar, ancak yakar, yıkar ve öldürürler.

VEFAT VE BAŞSAĞLIĞI

Üyelerimizden emekli öğretmen

ZEKİ CERAN 28. 04. 2016 tarihinde vefat etmiştir.

Merhuma Allah’tan rahmet, ailesi, yakınları ve sevenlerine başsağlığı dileriz.

YENİ UFUKLAR DERNEĞİ

VEFAT VE BAŞSAĞLIĞI

Derneğimiz İstanbul Şube Başkanlarından Av. Kemal Ökke’nin babası

ÖMER ÖKKE 25. 04. 2016 tarihinde vefat etmiştir.

Merhuma Allah’tan rahmet, ailesi, yakınları ve sevenlerine başsağlığı dileriz.

YENİ UFUKLAR DERNEĞİ

Page 24: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

24

STRATEJİ

PKK’nın Kuzey Irak’taki varlığının

yok edilmesi yani tamamen tasfiye edilmesi

zorunludur. Yoksa 7 Haziran 2015’te

başlayan Türkiye’nin PKK’ya karşı güç

kullanma stratejisinin başarı zamanı

uzayacaktır.

Barzani - PKK - ABD Üçgenindeki Türkiye

GirişIŞİD’den önce ve IŞİD’den sonra sloganı Ortadoğu tarihinde, İsa’dan önce,

İsa’dan sonra gibi kalıcı bir etki bırakacağa benziyor. IŞİD gerçeği, başta ABD olmak üzere bölgeyle ilgilenen tüm ülkelerin siyasi tercihlerini büyük ölçüde değiştirmiştir. Örneğin, ABD’nin İran’la nükleer anlaşma yapması, Barzani bölgesinin (Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi) bağımsızlığına destek verirken şimdi Irak’ın bütünlüğünü öne çıkarması, Ukrayna krizindeki sert söylem ve ambargolara rağmen Rusya ile işbirliğine gitmesi, Suriye’de Esad’lı bir geçişe razı olması IŞİD sebebiyledir. Türkiye’ye gelince, tek yanlı ve esnek olmayan dış politika stratejilerine Rusya ile ortaya çıkan uçak krizi de eklenince yalnızlığı daha da artmıştır. Uçak krizinin Türkiye’nin Ortadoğu’daki siyasi ve askerî işle-vini menfi yönde etkilediği bir gerçektir. Ayrıca, güvenliğini de etkileyecek gibi gözüküyor. Şöyle ki;

-Türkiye, şimdilik parçalanması beklenen Suriye’nin geleceğine karar verme sürecinden çıkarılmıştır.

-Rusya’nın dolaylı stratejiler ile PKK ve İran üzerinden Türkiye’yi sıkıştır-ması beklenebilir.

-Rusya, Suriye’nin kuzeyinde oluşacak yeni Kürt kantonuna IŞİD’le müca-dele kapsamında ABD ile birlikte doğrudan askerî destek vermeye başlamıştır. Bu uygulama, Rusya ile ABD’nin Suriye üzerinden Akdeniz’e ulaşması düşü-nülen enerji koridoru tesisinde anlaştıkları şeklinde yorumlanabilir.

-Rusya, Ermenistan sınırına yığdığı askerî güç ve Azerbaycan ile başlattığı çatışma ile Türkiye, Türkmenistan ve ABD’ye gözdağı vermektedir. Hedefin, Azerbaycan ve Türkmenistan’ın Türkiye ile enerji alanındaki işbirliğini engelle-mek olduğu açıktır.

-IŞİD tehdidi ve Barzani’nin Türkiye ile stratejik ortaklığa gitme olasılığı, ABD ve Batı’nın PKK’ya bakış açısını değiştirmiş bir görünüm vermektedir.

Türkiye ve Esas Sorun PKKRusya ile ilişkiler de dâhil bölgedeki gelişmeler ne olursa olsun, Türkiye’nin *Dr., Jeopolitikçi ve Stratejist

Nejat TARAKÇI*

Page 25: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

25

STRATEJİ

Yeni Ufuklar, sayı 29

öncelikli sorunu içerdeki PKK terörünü ve Barzani böl-gesinden bu teröre verilen desteği ortadan kaldırmaktır. Türkiye kendi serbest rızası veya ABD’ye verdiği üs des-teği (İncirlik, Diyarbakır) karşılığında, PKK’nın sınır öte-sindeki üs ve yerleşim yerlerine 7 Haziran 2015’ten sonra hava harekâtı yapmaya başlamıştır. Sadece hava harekâtı ile istenen sonucun alınmayacağı bilinmektedir. Neden? Açıklayalım. PKK’nın kuzey Irak’ta irili ufaklı 300 kadar kampı bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi ve en koru-naklı merkez, Kandil Dağı’ndakidir. Kandil Dağı Türki-ye-İran-Irak sınırlarının kesiştiği üçgende yer almaktadır. Türkiye ile kısa sayılabilecek bir sınırı bulunuyor. Kandil’e en yakın yerleşim yeri Hakkâri’nin Şemdinli ilçesi. Bu-radan Kandil yaklaşık 90 kilometre. Arazi yapısı dikkate alındığında ise bu mesafe 110 kilometreye kadar çıkıyor. Kuzey Irak ile sınır kapısı olan Silopi’deki Habur kapısı ile Kandil arasındaki mesafe ise 235 kilometre. Teröristleri havadan vurmak için Diyarbakır’dan kalkan uçaklar 450 kilometre, Malatya’dan kalkan jetler ise 626 kilometreden sonra Kandil semalarına ulaşabiliyor.

Beşgen şeklindeki Kandil Dağı’nın Kuzey Irak’taki bölümü ortalama 300 kilometre uzunluğunda. Kandil Dağı’nın doğal korunaklı bir yapısı da var. Birbiri ardına uzanan sıra dağlar bu büyük dağ kitlesinin etrafını sarmış durumda. Kandil’in zirvesi 3 bin 500 metre. PKK daha çok vadileri kullanıyor. Vadilerdeki en geniş düzlük, yakla-şık bir buçuk kilometrekaredir. Terör örgütünün kampları daha çok 2.900 rakımındaki vadilerde konuşlanmış du-rumda.

10 kilometrelik bir bölgeye yayılmış Kandil kamp alanları fiziki yapısından dolayı doğal bir kalenin içinde ve her kamp birbirinin devamı katmanlar şeklinde konuş-landırılmış. Alttan başlayıp zirveye doğru çapraz şekilde kurulan kamp alanlarının bazılarına kazılan yeraltı tünelle-rinden geçiş yapılabildiği de belirtiliyor. Kandil Dağı’ndaki PKK kamplarına karadan ulaşmanın tek yolu dağın güney yamacındaki vadidir. 1.200 metre rakımda, 14 kilometre uzunluğunda ve 5 kilometre genişliğindeki vadi, dağdan çok net bir şekilde kontrol edilebiliyor. Zaten PKK, bu vadiyi mayın ve tuzaklarla tam bir intihar alanına dönüş-türmüş durumda. Kandil Dağı’nın Kuzey Irak tarafındaki en yakın büyük yerleşim yeri ise Akre. Burası Erbil’e yakla-şık iki buçuk saat uzaklıkta. PKK Kandil’de terör örgütüne uygun bir yaşam alanı kurmuş durumda. Örgüt, Kandil Dağı ve civarında bulunan irili ufaklı 60 kadar köy ile içli dışlı. İstedikleri zaman köylülerin arasına karışabilen te-röristler, kendilerini kolaylıkla gizleyebiliyorlar. PKK’nın 15 sağlık personeliyle çalışan hastanesi, elektrik üreten iki santrali bulunuyor. Şelalelerden sağlanan elektrik, bazı köylere de veriliyor. Çünkü PKK aynı zamanda bu köyler için bir tür geçim kaynağı niteliğinde. Örgüt, küçük ihti-yaçlarını köylülerden sağlıyor. Dağın eteğindeki köylerde örgütün binlerce küçükbaş hayvanının bulunduğu da be-lirtiliyor. Bu hayvanların etinden ve sütünden yararlanan PKK, artakalanlarını da köylülere bırakıyor.

Terör örgütü, Kandil Dağı’ndaki ana merkezine ulaşan bütün yolları ise bir nevi kapatmış. Dağın zirvesinde bulu-nan ve gözcü görevi yapan 5 kamp bulunuyor. Bunlar da-ğın etrafında tabir yerindeyse kuş uçsa hemen ana merkeze bildiriyor. Ayrıca örgüt Kandil’e çıkılacak bütün yolları mayınlamış durumda. 2 kilometrelik geçiş alanları tama-men kara mayınlarıyla doldurulmuş. Uygun tepelerde sayı-

Diğer çok önemli bir husus ise, Kuzey Irak’taki PKK elemanlarının hangi ülke vatandaşı olduğudur. 2012 verilerine göre PKK’lıların yüzde 73’ünün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, yüzde 12’sinin Suriyeli, yüzde 10’unun İranlı, yüzde 4’ünün de Iraklı olduğu belirlendi.

Page 26: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

26

STRATEJİ

ları 8 ila 10 arasında değişen militanların kaldığı kamplara yerleştirilen uçaksavarlar, füzeler, roketatarlar, ağır makine-li tüfekler savunma amaçlı olarak kullanılıyor.1

Kandil’deki PKK’yla Mücadele Sorumluluğu Kimin?

Görüldüğü üzere, PKK Ortaçağ feodal yapısına benzer bir teşkilat içinde bölgeden Türkiye’ye terör ve terörist ihraç ediyor. 1997’de inşasına başlanan Kandil Dağı’ndaki PKK üssü, yine bir ABD üretimidir. 1991’de Körfez Savaşı sonrasında ilan edilen uçuşa yasak bölge, PKK’nın bölgede güçlenmesi ve Kandil gibi yerlerde yuvalanmasının yolunu açmıştır. Buradaki kampları oluşturmak için örgüt o dö-nemde Avrupa’daki yandaşlarından topladığı 400 bin mar-kı harcadı. İşte 19 yıldan bu yana ABD ve Batı’nın direkt ve dolaylı yardım ve desteği ile adım adım güçlendirilen PKK’nın geldiği nokta budur. PKK’nın kuzey Irak’tan atılması sorumluluğu, öncelikle ulusal sınırları içinde uluslararası bir terör örgütünü barındıran Irak merkezî yönetimine aittir. İkinci olarak Irak Anayasasına göre Kür-distan Bölgesel Yönetimi’ne aittir. Her iki siyasi otorite de ABD’nin 2003’teki askerî müdahalesi sonrasında ortaya çıkan büyük yıkım nedeniyle zafiyet içeresindedir. Bu zafi-yete şimdi IŞİD tehdidi de eklenmiştir. Özetle, PKK Irak ve Irak Kürtleri için şimdilik bana dokunmayan yılan ko-numundadır. Ancak ABD ve Batı için öyle değildir. Onlar

1 Gamze Polat kandil’deki karanlık noktalar 10 Mart 2008, http://www.aksiyon.com.tr/dosyalar/kandildeki-karanlik-noktalar_515857

için PKK, Türkiye’nin bölgesinde bir güç merkezi olmasını engelleyen, dizginleyen, gerileten, zayıflatan ve kendi ulu-sal çıkarlarına alet etme vasıtasıdır.

PKK’nın kuzey Irak’taki varlığının yok edilmesi yani tamamen tasfiye edilmesi zorunludur. Yoksa 7 Haziran 2015’te başlayan Türkiye’nin PKK’ya karşı güç kullanma stratejisinin başarı zamanı uzayacaktır. Çünkü Kandil ve yurt içindeki PKK bağlantısı ve direnişi sadece silaha ve insana dayanan bir ilişki değildir. Çok daha karmaşıktır. İçerde PKK’ya ve isyana destek veren bir siyasi oluşum, dı-şarda PKK’yı Türkiye ve Barzani’ye karşı kullan-mak üzere destekleyen ABD ve Batı bulunmak-tadır. ABD ve Batı kendi terör listesinde bulunan PKK ile Türkiye’nin görüşme yapmasını isteyecek kadar da pervasız ve hukuksuz davranabilmektedir. Dün-yaya hukuk ve demokrasi dersi veren ABD ve Batı, Bar-zani bölgesindeki illegal PKK varlığını hâlâ Türkiye’nin üzerinde Demokles’in Kılıcı gibi sallandırmaktan medet ummaktadır. Eğer IŞİD tehdidi ortaya çıkmasaydı, ABD,

PKK üzerinden zayıflatılmaya çalışılan güney bölgesi Türkiye’den kopartılmaya veya bu bölgede daha cazip yeni bir merkez yaratılmaya çalışılmaktadır.

Page 27: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

büyük bir olasılıkla Türkiye’nin Kandil’e hava harekâtı yap-masına izin vermeyecekti. İŞID tehdidi ABD tarafından kasıtlı olarak yaratılmasa da, kontrol ve mücadeledeki boş vermişliğin büyük rolü var. Bush döneminde temizlenerek insan gücü 700’lere kadar inen IŞİD, Obama döneminde 30 binlerin üzerine çıkmıştır.2

PKK’lılar Hangi Ülkenin VatandaşıDiğer çok önemli bir husus ise, Kuzey Irak’taki PKK

elemanlarının hangi ülke vatandaşı olduğudur. 2012 verilerine göre PKK’lıların yüzde 73’ünün Türkiye Cum-huriyeti vatandaşı, yüzde 12’sinin Suriyeli, yüzde 10’unun İranlı, yüzde 4’ünün de Iraklı olduğu belirlendi. Örgütte 100 civarında da Hollanda, İsviçre, İsveç, Norveç, Alman uyruklular yer alıyor.3 Bu durumda PKK’yı, yabancı bir ülkede Türk vatandaşları tarafından oluşturulmuş bir terör örgütü olarak, Irak’ın iç hukukunda, Türkiye’nin iç hu-kukunda, BM hukukunda ve uluslararası hukukta nereye koymak gerekiyor? Bu örgütü savunan, gizli ve açık destek veren her ülkenin PKK terör örgütünün cinayetlerinde sorumluluğu vardır. Başika’daki Türk askerinin çekilmesi için ortalığı ayağa kaldıran Irak merkezî hükümeti, kendi topraklarındaki terör örgütünü barındırmaktan utanma-lıdır. Tabii ki, en büyük sorumluluk Irak’ta bu zafiyeti ya-ratan ABD’nindir. Türkiye, PKK’nın Irak topraklarındaki

2 Mark a. Thiessen, CIa director Brennan admits ISIS was “decimated” under Bush, but has grown as much as 4,400% under Obamahttps://www.aei.org/scholar/marc-a-thiessen/

3 http://www.haber7.com/guncel/haber/843224-pkkda-en-cok-hangi-ulkeden-militan-var

illegal yapılanma ve konuşlanması konusunu süratle BM, NATO, AGİT’in gündemine getirmelidir. Bu girişimler sonunda uluslararası toplumun sorunu çözememesi halin-de Türkiye, BM Yasasına göre bölgeye doğrudan müdahale hakkı kazanabilecektir. Diğer taraftan PKK bünyesindeki Türk vatandaşları da acilen vatandaşlıktan çıkarılmalı, Tür-kiye’deki her türlü yasal hakları iptal edilmelidir.

Barzani – PKK Nerede Çatışıyor?Türkiye ve Barzani bölgesindeki senaryolara göre,

Türkiye’de Kürt bölünmesi olursa Barzani ya kendi böl-gesinde PKK’nın yaşadığı bir kısım toprağı kaybedecek ya da siyasi otoritesini PKK ile paylaşmak zorunda ka-lacaktır. PKK silahlı terör örgütü Barzani bölgesi için de büyük tehdittir. Düşen petrol fiyatları Barzani bölgesini de etkilemiştir. Bölgedeki zayıf ülkelere dayanma veya dış güçlerin güven vermeyen vaatlerine kanma yerine, Türkiye Barzani için en güvenilir ülke konumundadır. Barzani, sadece bölgesindeki petrol ve doğal gazın gelirleri ile yaşa-yamayacağını anlamış gözükmektedir. Aynı coğrafyada yer alan ve çoğunluğu Türk vatandaşı olan PKK unsurları ise Barzani ile aynı ideolojik ve siyasi hedefleri paylaşmamak-tadır. Hali hazır durumda, PKK ve Barzani’nin hedef ve stratejileri çatışmaktadır. PKK, Suriye’deki PYD ve YPG adlı Suriye Kürtleri ile işbirliği yaparak, Arap Yarımada-sındaki petrol ve doğalgaz için Suriye’nin kuzeyinden ko-ridor açma hedefine yardım etmektedir. Bu hedefin ABD, İngiltere, Almanya, Suudi Arabistan ve diğer Körfez Ül-kelerine ait olduğu açıktır. PKK bu projede taşeron olarak kullanılmaktadır. Barzani, peşmergeleri ile (silahlı gücü) 2014 Ekim ayında Kobani’deki çatışmalara destek verse de, Rusya’nın Suriye’ye müdahalesi ile şartların değiştiğini anlamıştır. Bu bağlamda Barzani, kendi bölgesindeki pet-rol ve doğalgazın Türkiye üzerinden Akdeniz’e ulaştırılma-sından yana gözükmektedir.

Barzani - Türkiye İlişkileriBarzani bölgesi ile Türkiye’nin ilişkileri “bir kedi bile

vermem” seviyesinden her alanda ekonomik işbirliğine dönüşmüştür. Türkiye, bölgesindeki bütün ülkeler için hem bir cazibe merkezi hem de güven veren bir ülke konumun-dadır. Ancak Barzani bölgesi ile Türkiye arasındaki enerji projeleri başta ABD ve Batı olmak üzere herkesi büyük bir korkuya sevk etmiştir. Çünkü enerji tedarikini ucuz ve güvenli bir sisteme oturtacak Türkiye, böylece Jeopolitik Bütünlüğe4 erişebilecektir. Bu ilişkinin ileride siyasi bir bütünleşmeye dönüşme olasılığı ise başkaları için kâbustan farksız olabilir. Son 10 yıldan bu yana, Türkiye ile Barzani bölgesinin, alt yapı, hastane, bankacılık, üniversite, konut, otel, turizm, enerji gibi alanlardaki ekonomik bütünleşme-si geri dönülmez bir noktaya ulaşmıştır. Barzani bölgesi Irak’tan ayrıldığı an, Türkiye ile siyasi bütünleşmenin önü açılacaktır. Barzani, ABD’nin 2008’de Irak’tan çekilmesi sonrasında güvenlik nedeniyle PKK ile işbirliği yapmak zorunda kalmıştır. Veya o dönemin şartlarında bu husus ABD ve Batı tarafından dikte edilmiştir. O dönemde Tür-kiye de Barzani’ye karşı daha sert politikalar izlemekte idi. Bu politikalardan dönülmesi son derece isabetli olmuştur. Politik sistemi, ekonomik gücü ve güvenlik bağlantıları

4 Jeopolitik Bütünlük; gıda, enerji ve güvenlik yönüyle kendi kendine yetebilme özelliğidir.

STRATEJİ

Yeni Ufuklar, sayı 29

27

Page 28: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

28

STRATEJİ

ile dünya çapında bir cazibe merkezi olan Türkiye’nin, sınırlarında oluşan barışçı her siyasi oluşuma kucak açması gerekiyordu. Geç de olsa bu yapılmıştır. Gelinen noktada Barzani, artık PKK’nın kendisine karşı da kullanılma teh-likesini fark etmiştir. Türkiye’nin Barzani Bölgesi (Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi) ile stratejik ortaklığı ABD, Batı ve tüm İslam ülkelerini korkutmaktadır. Bunun ABD ve Batı için yarattığı korku eşiği, Almanya ile Rusya’nın stratejik ortaklığının yarattığı korku eşiği ile hemen hemen aynıdır. Şimdi Nusaybin, Şırnak, Cizre gibi stratejik ilçelerdeki hendek savaşlarındaki direnmeyi kimler örgütlüyor daha iyi anlayabiliyorsunuz. Irak Anayasasına göre Barzani Irak petrol ve doğal gaz gelirlerinin % 17’sini almaktadır. Bar-zani, geçte olsa ABD’nin bölgedeki plan ve stratejileri ile bir yere varamayacağını anlamış bir görüntü vermektedir. IŞİD’in Musul’u işgaline engel olunamamıştır. Merkezî Irak yönetimi ile ilişkiler giderek gerginleşmektedir. Düşen petrol fiyatları Barzani bölgesindeki toplumsal istikrarı olumsuz yönde etkilemektedir.

Barzani - Türkiye Yakınlaşmasının Olası Jeopolitik Sonuçları

92 yaşındaki modern Türkiye Cumhuriyeti, bu zama-na kadar yarattığı kendine özgü değerler ve ulusal gücü ile tüm komşuları ve ikinci kuşak ülkeler için jeopolitik açıdan bir çekim merkezi haline gelmiştir. Buna AB üyesi Yunanistan, Rusya ve Ermenistan da dâhildir. Türkiye millî sınırları içinde güçlü kaldığı sürece, bütün ülkeler merkezle stratejik ortaklık kurmak veya birleşmek isteye-cektir. Son beş yıldan bu yana devam eden bölgedeki jeo-politik kırılmalar, Türkiye’nin güney sınırlarında cereyan etmektedir. Türkiye’nin bütün karşıt ve rakiplerinin temel hedefi bu merkezin çekim alanını ortadan kaldırmaktır. O nedenle PKK üzerinden zayıflatılmaya çalışılan güney bölgesi Türkiye’den kopartılmaya veya bu bölgede daha cazip yeni bir merkez yaratılmaya çalışılmaktadır. Bu mümkün müdür? Kararlı olunmaz ise mümkündür, sadece, emperyalizmin Türkiye’den koparmaya çalıştığı bölgedeki Güneydoğu Anadolu Projesine bakmak yeter. Türkiye’de sulanabilir 8,5 milyon hektar arazinin yüzde 20’si GAP Bölgesi’nde yer almaktadır. “GAP kapsamında 22 baraj ve 19 hidroelektrik santrali ile sulama şebekelerinin yapımı planlanmıştır. GAP’ın tamamlanmasıyla 1,8 milyon hektar alanın sulamaya açılması, yılda 27 milyar kilovat-saat hid-roelektrik enerji üretimi ile ülke enerji ihtiyacının büyük bir bölümünün karşılanması öngörülmüştür. Tarım, sanayi,

Page 29: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

29

STRATEJİ

Yeni Ufuklar, sayı 29

enerji, ulaştırma, eğitim, sağlık, kırsal ve kentsel altyapı yatırımları ile Bölge’nin ekonomik ve sosyal göstergele-rinin ülke ortalamasına getirilmesi, Bölge halkının refah düzeyinin yükseltilmesi hedeflenmiştir.5 Buna ilave olarak Türkiye son beş yıldan bu yana yol, hava alanı, sosyal ko-nut, hastane, okul, üniversite gibi en büyük yatırımlarını Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerine yapmıştır. Böl-gede havaalanı olmayan il kalmamıştır. Urfa’dan Habur’a giden yolda seyahat ederseniz yol boyunca sulamaya açılan mümbit ovaları takip ederek Nusaybin’de yeni Mezopotamya’nın bereketine ulaşabilirsiniz.

Sonuçlar- Türkiye’nin ve Türk Ordusunun birinci öncelikli he-

defi içerde ve dışarıda PKK’yı saf dışı bırakmaktır. Güven-lik açısından acil bir durum ortaya çıkmadıkça Suriye’ye bir askerî müdahale düşünülmemelidir.

- Barzani, geçen 7 yıllık zamanda bölgede güvenli bir şekilde varlığını sürdürmenin Türkiye’nin yardım ve hima-yesi olmadan gerçekleşmeyeceğini anlamıştır.

- Türkiye ile Barzani yakınlaşması, İran, Irak, Katar ve

5 http://bianet.org/biamag/tarim/163335-gap-projesi-ne-neden-devam-edilmiyor

diğer Körfez ülkeleri için yeni ve güvenilir bir kapı açabilir. Böyle bir proje, Suriye üzerinden planlanan tüm projeleri rafa kaldırabilir.

- Anılan projeye, İran ve Irak başta olmak üzere tüm Arap ülkeleri de davet edilmelidir. Çünkü Suriye sorunu çözülse bile siyasi istikrarın sağlanması çok uzun yıllar alacaktır. Libya’nın hali meydandadır. En iyi enerji nakil güzergâhı Türkiye’dir. Bu proje İsrail gazının nakli projesi ile de bütünleştirilebilir.

-ABD ve Batı (Almanya) Türkiye karşıtı politika ve stratejilerini yeniden gözden geçirmelidir. Oyunlarından vazgeçmelidir. IŞİD sonrası PKK ile mücadele için de bir koalisyon gücü oluşturulmalıdır. Tüm ülkeler güçlü ve istikrarlı bir Türkiye’nin, sadece kendi çıkarları için değil, özgürlüğe ve insanca yaşam koşullarına susamış, savaş ve yoksulluğun pençesinde kıvranan tüm Ortadoğu halkla-rının da çıkarına olacağını bilmektedirler. Sadece, Suudi Arabistan’ın Yemen’deki savaşta ayda harcadığı 6 milyar dolarla6 neler yapılabileceğini bir düşünelim.

6 Bruce riedel, Saudi arabia’s mounting security challenges, al Moni-tor

Page 30: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

30

MAKALE

Page 31: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

31

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 28

Page 32: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

3232

STRATEJİ

3232

Tercüme:

Dr. Aslan YAMAN

Gelecek 10 Yıl:

Arap dünyasındaki istikrarsızlığın önümüzdeki on

yıl boyunca devam edeceğini tahmin ediyoruz. Bu dönemde

Türkiye kendi sınırlarına bu kadar yakın bir çatışmanın

içinde olmaktan –ve siyasal sonuçlarından- ne kadar

korkarsa korksun, buraya eğilmek zorunda bırakılarak

karmaşanın içine çekilecektir.

Önümüzdeki on yılın ilk 5 yılında Baltıklar ile Karadeniz arasındaki mesa-fe ne kadar uzak olursa olsun iki bölge arasında bir ittifak geliştirilecektir. Man-tıken, bu ittifak Hazar Denizine, dolayısı ile Azerbaycan’a da ulaşmalıdır. Öyle veya böyle bu ittifak bizim Ortadoğu ve Türkiye için öngördüğümüz gelişmelere bağlıdır.

Ortadoğu ve Kuzey AfrikaÖzellikle Doğu Akdeniz (Levant) ile

İran arasında kalan Ortadoğu ile tüm Ku-zey Afrika; milli çözülmenin nasıl olabile-ceğini tecrübe eden öncü ülkeler oldular. Bu manada, Avrupa’lı güçlerin 19 ve 20. yüzyıllarda kurmuş oldukları milli devlet-ler kendi kurucu unsurları olan kabile ya-pıları, din veya ekonomik menfaatlerin değişmesi nedeniyle çökertilmektedir. Libya, Suriye ve Irak gibi ülkelerde milli devlet yapılarının bozularak birbirleri ile çatışan grupların ortaya çıktığını ve hatta çatışmaları kendi sınırlarının ötesine ta-şıdıklarını da gördük.

Bu olaylar; 1970 ve 1980’lerde Lübnan’da merkezi hükümetin savaşan güçler tarafından devre dışı bırakılması ile yaşanan sürecin bir tekrarıdır. Çatı-şan ana grupların tamamının içerideki destekçileri kadar, dışarıdan da destekle-nerek yönlendirilmeleri nedeniyle birbi-lerini yenememişler ve bir müddet sonra bu grupların arasındaki çatışmalar bir iç savaşa dönüşüp çatışmaların yoğunluğu zamanla azalmış ama asla sona erdirile-memiştir. Büyük güçler bu bögeyi kendi-lerine doğru çekmekte ısrarcı oldukça, cihatçı gruplar faaliyette bulunmak için boşluk bulacaklar, fakat içlerinde bulu-nan bölünmeler nedeniyle faaliyetleri sona erecektir.

Bu gelişmeler bu coğrafyaların dışa-rıda yer alan güçler tarafından önlene-mez. İhtiyaç duyulacak güç ile konuş-landırılacak sahanın büyüklüğü Birleşik Devletlerin kapasitesinin ötesinde bir varlığa ihtiyaç duyar. Rusya’nın durumu başta olmak üzere, dünyanın geri kala-nındaki yapılanmaların veri olduğu bir zamanda Birleşik Devletlerin bu bölge-nin üstüne yoğun bir şekilde eğileme-yeceği aşikardır. Özellikle de, Türkiye’nin güneyinde yer alan Arap devletlerindeki

gelişmeler bölgesel istikrarı ciddi ölçü-de tehdit etmektedir. Birleşik Devletler sınırlı güç kullanımı ile zaman içinde de-ğiştirilebilecek bazı grupların tehditini azaltmak için harekete geçecek, ancak bölgeye topyekun silahlı kuvvet yerleş-tirilmesi işine girişmeyecektir. Bölgede yer alan çoğu ülke, bir önceki on yılda bu rolü üstelenmeyeceğini açıkça görseler de Birleşik Devletlerden kesin sonuç ala-

2015-2025 Stratfor, 23 Şubat 2015

-2-

Page 33: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

33 33 33 33

cak adımları atmasını ummaya devam etmektedirler. Ne yazık ki; beklentiler, gerçeklerden daha yavaş değişmektedir.

Paradigma böylesine çökerken, coğrafi konumu nedeniyle, yalnızca bir ülke Irak ve Suriye’nin istikrara kavuşmasını her-şeyden çok isteyen, daha geniş bir alanı düzenleme kudretinde olan bir güç olarak doğacak ve sonuçta bölgede sınırlı bir ba-şarı kazanacaktır. Bu ülke; Türkiye’dir. Türkiye bu zamana kadar üzerinde risk almaktan kaçınmayı becerebildiği çatışmalar için-deki Arap dünyası, Kafkaslar ve Karadeniz Havzası ile çevrilmiş durumdadır.

Türkiye askeri ve siyasi nedenlerle bu bölgeye Birleşik Dev-letlerin eğilmesine ihtiyaç duymaya devam edecektir. Birleşik Devletler Türkiye’nin bu talebini belli bir bedeli olmak suretiyle karşılayacaktır. Bu bedel: Rusya’nın kuşatılmasına iştirak et-mektir. Birleşik Devletler Türkiye’den Savaşa katılarak katkı ver-mesini beklememekte, Türkiye’nin tek başına bir adım atma niyetinde olmadığını da çok iyi bilmekle birlikte, Karadenizi yö-netebilmek için Türkiye ile belli bir düzeyde işbirliğine ihtiyaç duymaktadır. Dönem içinde, Türkiye, Ortadoğuda tamamen bağımsız bir politika uygulamaya hazır olamayacak ve beraber hareket edeceği Birleşik Devletler’e bir bedel ödeyecektir. Bu

bedel, Rusya’nın çevrelenmesi adımının genişletilerek Azer-baycan ve Gürcistan’a kadar uzatılacak bir kuşak oluşturulma-sına katılmaktır.

Arap dünyasındaki istikrarsızlığın önümüzdeki on yıl boyun-ca devam edeceğini tahmin ediyoruz. Bu dönemde Türkiye kendi sınırlarına bu kadar yakın bir çatışmanın içinde olmaktan –ve siyasal sonuçlarından- ne kadar korkarsa korksun, buraya eğilmek zorunda bırakılarak karmaşanın içine çekilecektir. Baş-langıçta bölgeye olabildiği kadar yavaş ve olabildiği kadar dü-şük düzeyde dahil olacak ama zamanla müdahale ettiği alan ve derinlik her geçen gün genişleyecektir. Ne kadar gönülsüz olur-sa olsun, Türkiye’nin; hemen yanıbaşındaki kaostan uzun yıllar kendisini koruması mümkün olmadığı gibi, alacağı sorumlu-luğu sırtlayacak başka bir ülke de yoktur. Ne Suudi Arabistan ve ne de İran askeri ve coğrafi açıdan Türkiye’nin konumunda olan ülkelerdir. Türkiye, sonunda Kuzey Afrika da dahil olmak üzere, bölgede durumu istikrara kavuşturmak için var olan koalisyonların şeklini değiştirip yeni koalisyonlar oluşturmayı deneyecek ve gün geçtikçe İran ile aralarında var olan rekabet büyüyücektir. Fakat Türkiye ihtiyaç duyduğunda hem İran ve hem de Suudi Arabistan ile çalışabilecek şekilde açık tuttuğu

STRATEJİ

Yeni Ufuklar, sayı 29

Page 34: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

343434

STRATEJİ

opsiyonlarının da yardımı ile merkezi önemde bir ülke konu-muna yükselecektir.

Türkiye’nin dikkatini çeken yalnızca bu bölge de değildir. Rusya zayıflarken Avrupa’nın etkisi; (Karadeniz’in Kuzey kıyıları gibi) Türkiye’nin tarihi olarak ilgilendiği yerlere kadar ulaşmaya başlayacak, Türkiye’nin kendi nüfuz sahası da; ticari, siyasi ve askeri alanlarda kuzeye doğru genişleyecektir. Buna ilaveten, Avrupa Birliği bölünüp her bir ekonomi gittikçe zayıflarken veya bazı ülkeler doğuya yönelmişlerken Türkiye ayakta kalan tek güç olarak Balkanlardaki varlığını ve etkisini artıracaktır.

Bütün bunlar olmadan önce, hem müslüman ve hemde laik bir ülke olan Türkiye, içeride siyasal bir denge oluşturmak zo-rundadır. Mevcut hükümet iki unsur arasında bir köprü olmayı denemiş, fakat ülkede hatırı sayılır miktarda olan laiklerden uzak durmayı seçmiştir. Gelecek yıllarda oluşacak hükümetler kesin olarak bu dengeye daha fazla dikkat edecektir. Şu anda-ki hükümetin yaklaşımları geçici ve hatalıdır. Pek çok ülke gibi, Türkiye’nin gücü de siyasal belirsizlikler içinde genişleyecek, iç siyasi çatışmaların yanı sıra önümüzdeki on yıl içinde askeri, diplomatik ve istihbarat hizmetlerinin yeniden değerlendiril-mesi gerekecek ve bu kurumların işlevleri yeniden düzenlene-cektir.

Bu bilgiler ışıgında Türkiye’nin en önemli bölgesel güç olacağını öngörmekteyiz.

Doğu AsyaÇin’in düşük ücretler, yüksek ekonomik büyüme dönemi-

nin sonuna geldik. Çin ekonomisindeki büyüme yavaşlamaya devam ederken, hükümet düşük ücretli grubun istihdam edi-leceği iş yaratacak yeni bir ekonomi modellemesi çabalarını artıracaktır. Bugüne kadar yapılan çalışmaların liman şehirle-rinde hızlı bir şekilde sonuç verdiğine şahit olurken, ülkenin iç kesimlerinde daha geç sonuç alındığını görmekteyiz. Bu ne-denle Çin, daha önce Japonya’nın, 1997’de Tayvan ve Korenin de yaptığı gibi ekonomisini normalleştirmek zorundadır. Tüm büyük oranlı ekonomik büyüme ve hacimli ekonomik faaliyet-lerin bir dönemeç noktası vardır. Çin’in sorunu bu dönemeç noktalarında ortaya çıkacak sosyal ve siyasal sonuçların bü-yüklüğüdür. Kıyı bölgeleri, yüksek büyüme oranlarının yardımı ile yeniden inşa edilerek Amerika ve Batının tüketicileri ile ya-kın bağlarla bağlanmıştır. Ancak normalleşme döneminde bu bağlar zayıflarken sosyal ve siyasal tehditler belirecektir. Aynı zamanda iç kısımlarla ilgili tahminler –en çok şehirleşmiş böl-ge olan Sarı Irmak Deltasının ötesindeki bölgeler- kıyı bölgele-rindeki büyümelerde elde edilen performanslara yakın oran-larda olmayacağı doğrultusundadır. Gelecek on yılın sorunu bu bölgelerdeki büyümenin barındıracağı güçlükler üzerinden doğacaktır.

Pekin’de büyüyen diktatörlük eğilimleri ve uygulanan irti-kap karşıtı kampanyalar, gerçekte, sonraki on yıl içinde halkın yüzyüze kalacağı otoritenin yalnızca bir provası niteliğindedir. Ekonomik ve siyasal güçleri merkezileştirmekle sonuçlanacak Parti öncelikleri devlet ekonomik teşebbüsleri içinde yer alan askeri ve sivil sanayi, kömür ve çelik gibi endüstriler ile banka-cılık sektörünü kendi içlerinde bir araya getirmeyi öngörmekte ve Pazar odaklı reformların gerçekleştirilmesi üzerine odak-lanmaktadır. Siyaseten diktatörlükle idare edilecek devletin büyük ihtimalle daha ılımlı bir ekonomik düzen oluşturulaca-ğı öngörülebilir. Ancak, daha düşük olmakla birlikte, Pekin’in iktisadi refahı daha iç bölgelere doğru aktarma politikalarına karşı kıyı bölgelerinde ortaya çıkacak siyasal bir direniş ihtimal dahilindedir. Böylesi bir gelişme, Çin için alışıldık bir gelişme olmamakla beraber her ne kadar yaygın bir direnişi çok muh-temel görmüyorsak da akılda tutulması gereken bir ihtimal olduğunu da düşünüyoruz.

Gelecek on yıl için bizim tahminimiz; oldukça yüksek dü-zeyde merkezileşmiş ekonomik ve politik bir komünist dikta-törlük ve uç milliyetçiliğin pompalanacağı bir devlet düzeni oluşturulacağı şeklindedir. Ancak yine de, aktif saldırı konu-mundan milliyetçiliğe kolayca dönemeyecek Çin’in atması en muhtemel adımlarından biri, bizim Rusya’ya yönelik varsa-yımlarımız gerçekleşip Rusya bölünürse, Rusya’nın denizlerde sahip olduğu konumu ele geçirmeyi denemesidir. Denizlerde atacağı adımlarda çok muhtemeldir ki; sürekli olarak bir Japon rekabeti ile karşı karşıya kalacak, her ne kadar büyük filolar oluştursada deniz savaşlarındaki tecrübesizliği ve denizci ko-mutanlar yetiştirmekteki eksikliği, denizleri kontrol etmek için Japonya ve Birleşik Devletlere meydan okumaktaki en büyük handikaplarını oluşturacaktır.

Japonlar önemli büyüklükte gemiler inşa etmek için yeterli kaynaklara ve ilaveten denizcilik konusunda bir geleneğe sa-hip olarak hem Güneydoğu Asya’dan ve hem de Basra Körfe-zinden ithalat yapmaya bağımlıdır. Mevcut durumda bu de-nizcilik faaliyetlerinin gerçekleştirilebilmesi için Amerika’nın denizlerdeki seyr-ü sefer garantilerine ihtiyaç duymaktadır. Fakat göz önünde bulundurulmalıdır ki; Birleşik Devletler dı-şarıdaki olaylara müdahil olmakta çok daha ihtiyatlı olacak ve ekonomisini döndürmek için ithalat yapmaya ihtiyacı olmaya-cağından Japonya’nın gelecek yıllarda deniz kuvvetlerini daha da büyüteceği öngörülebilir.

Düşük maliyetli üretim yapan küçük adalar ve kârsız enerji kaynakları bölgenin en önemli işleri olmayacak, daha ziyade eski üç oyunculu oyun ortaya çıkacaktır. Gücü azalan oyuncu olarak Rusya’nın denizlere yönelik ilgisi her geçen gün aza-lırken, Çin ve Japonya Rusya’nın boşalttığı alanı doldurmaya çalışarak birbirlerini engellemek için kıyasıya bir rekabet için-de olacaklardır. Biz, uzakdoğudaki gelişmelerin merkezine, Rusya’nın azalan gücüne karşılık Çin-Japon rekebetinin artma-sını oturtuyoruz.

Çin Sonrası Üretim Merkezleri Uluslararası kapitalizm, yatıracağı sermayesine yüksek ge-

lir elde edebilmek üzere düşük ücretli- yüksek büyüme oranlı bölgeler arar. Mesela, bu bölge 1880’lerde Birleşik Devletlerdi. En sonuncusu ise; Japonya’yı ikame eden Çin olmuştur. Kimse Çin’in sahip olduğu ekonomik büyüklüklere tek başına erişe-mez, fakat bizim işaret ettiğimiz toplam nüfusu 1.2 milyar kişi-ye yaklaşan 16 ülke üretime başlama düzeyini aşmış olarak Çin sonrasını beklemektedirler.

Bu ülkeleri tanımlayabilmek için 3 sanayi dalını ele almalı-yız. İlki; özellikle en son kullanıma yönelik ucuz tekstil ve kon-feksiyon parçaları üretim hatlarıdır. İkincisi; ayakkabı üretimi ve Üçüncüsü de, mobil telefon montaj hatlarıdır. Bu sanayiler, düşük sermaye yatırımı gerektirir ve üreticiler gerektiğinde te-sislerini düşük ücretli yerlere kolayca taşıyabilirler. Japonya’da var olan ucuz oyuncak üretimi türünden sanayiler, diğer üretim sektörleri için de temel oluşturarak, gerektiğinde yüksek talebi olan düşük ücretli çalışanların istihdam edileceği daha geniş çaplı üretimler için zemin hazırlarlar. İşgücü başlangıçta genel olarak kadınlardan oluşur. Kadınlar hızlı bir şekilde çoğalan düşük ücretli sanayiye akarlar. Ücretler dünya ortalamalarının çok altında olmasına rağmen, yerel manada çok caziptir.

Çin gibi,1970’lerin sonunda kalkışa başlamış ülkelerde ge-nel olarak zayıf altyapı ve gelişmiş sanayi dallarının kaçınmak istediği tüm riskler hukuk kurallarının tam olarak belli olmama-sı nedeniyle yüksektir ve siyasal istikrarsızlık vardır. Fakat diğer ülkelerin şirketleri sahip oldukları sermaye ve bilgi birikimle-ri ile üstünlük elde ederek bu ortamda çalışacak iş modelleri yaratırlar. Dünya haritasında bu ülkelerin konumlarına baktı-ğımızda Hint Okyanusu civarına yerleşmiş olduklarını görürüz.

Page 35: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

35

STRATEJİ

Yeni Ufuklar, sayı 27

35

Bu ülkelerin nereleri olduğunu anlamanın bir başka yolu da Asya’nın, Doğu Afrika’nın ve Latin Amerika’nın en az gelişmiş bölgelerine veya ülkelerine bakmaktır. Önümüzdeki on yıl için bizim öngörümüz bu ülkelerin çoğunun Çin’in 1980’lerde yük-lenmiş olduğu rolü ele geçireceği yönündedir ki; bunun anlamı da bu ülkelerin dönemin sonlarına doğru daha gösterişli ürün-lerle hızlı bir büyüme sürecine girecekleri demek oluyor. Me-sela, Meksika ekonomisi hem ucuz ve düşük değerli ve hemde kaliteli ve daha pahalı malları maliyet rekabeti içinde ürete-bilme potansiyelinde olan ekonomidir. Aynı zamanda kuzey komşusunun yatırımları ve içerideki sağlıklı bir tüketim yapısı nedeniyle de ek bir fayda bile sağlayacaktır.

Birleşik Devletler Birleşik Devletler dünya ekonomisinin % 22’sinden daha

fazlasını oluşturmaya, dünya okyanuslarını kontrol etmeye ve en önemli kıtalar arası askeri güç olmaya devam edecektir. 1880’den beri gücünü ve ekonomisini kesintisiz olarak geniş-letmeye devam ederken 1929 Büyük Bunalımındaki geriye dö-nüş bile küçük bir çentikten ibarettir. Bu güç genişlemesi ulus-lararası sistemin merkezine doğru onümüzdeki on yıl içinde de durdurulamaz bir şekilde devam edecektir.

Birleşik Devletlerin en büyük avantajı kendi kendine yeter-

li olmasıdır. Yaptığı ihracat milli hasılasından yalnızca % 9 pay almakta ve bu ihracatın % 40’ı yakın komşuları ve NAFTA üye-si ülkeler Meksika ve Kanada’ya gerçekleştirilmektedir. Milli ekonomisinin yaklaşık, % 5’lik kısmı global rekabete açıktır. Bu yapısı ile Avrupa, Rusya ve Çin’deki belirsizlikler nedeniyle ih-racatının yarısını kaybetmesine rağmen, başedilemez sorunlar oluşturmamıştır. Birleşik Devletler ithalatçı ülkelere bağımlı da değildir. 1973’de Arapların uyguladığı petrol ambargoları-nın ülke ekonomisini mahvetmesi gibi herhangi bir gelişmenin Amerikan ekonomisini etkilemesi pek mümkün görünmemek-tedir. Birleşik Devletler ciddi bir enerji üreticisi haline gelmiştir. Yine de bazı mineralleri NAFTA ülkelerinden ithal etmekte ve bazı sanayi ürünlerini de üretmek yerine ithal etmeyi tercih etmektedir. Özellikle, Çin ve diğer bölgelerde maliyetler artar-ken Meksika ve Birleşik Devletlerde sanayi ürünlerinin üretimi artmaktadır.

Amerikalılar küresel krizden faydalanmıştır. Sermaye; Çin, Avrupa ve Rusya’dan kaçarken son derece düşük faiz-ler karşlığında küresel sermaye için bir cennet olan Birleşik Devletlere akarak hisse senedi piyasalarına girmiştir. Bu ne-denle finansal krizlere ilaveten Avrupa bankacılık sistemi bir başka kriz ile de yüzyüze kalmıştır. Hiç bir yer bir önceki on yılda var olan ekonomik şartlara sahip değildir ve bu serma-

STRATEJİ

Yeni Ufuklar, sayı 29

Page 36: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

36

MAKALE

ye akışı karşı bir denge oluşmasına yol açmaktadır. Baştan beri var olan Çin’in paralarını Amerikan finans piyasaların-dan çekme korkusu, Çin ekonomisinde yavaşlama ile birlikte yavaş yavaş ülke-sine geri dönerek gerçekleşecek ve ye-rel yatırımlara akacaktır. Ani bir şekilde paraların Birleşik Devletleri terk etmesi pek mümkün görünmemektedir. Kaldı ki paraların bir anda aktarılarak yatırım yapılmasını mümkün kılacak bir yer de yoktur. Kuşkusuz gelecek on yıl içinde Birleşik Devletlerde de ekonomik büyü-me dalgalı olacak fakat Birleşik Devlet-ler uluslararası sistemin istikrarlı kalbi olmaya devam edecektir.

Amerikalılar uluslararası sisteme çok daha az bağımlı olacaklar ve uluslarara-sı sistemi uzlaşma halinde tutabilmek üzere pek çok yönetsel güçlükle karşı-laşarak uluslararası sistemde siyasal bir sorumluluk almak için çok daha fazla seçici davranacaktır. Askeri sahadaki adımlar; çok daha fazla ince elenip sık dokunacaktır. Bir yüzyıl önce Birleşik Devletler Avrupa’da ortaya çıkan he-gemon olarak kabul edilmiş, Almanya ile Rusya’nın arasına yerleşerek birinin diğerini işgal etmesini önlerken aynı zamanda da Alman sermayesi ve tekno-lojisi ile Rusya’nın kaynak ve işgücünün birleşmesi durumunda çok fazla Ameri-kan menfaatinin tehdit edileceğini bildi-ğinden Birinci ve İkinci Dünya Savaşları ve Soğuk Savaş süresince Alman-Rus kombinasyonun oluşmasını engelleme-ye çalışmıştır.

Dünya savaşlarında Birleşik Devlet-ler savaşa sonradan girerek diğer ülke-lerden çok daha az zayiat vermiş, yine de büyük acılar çekmiştir. Soğuk Savaş döneminin erken döneminin başlarında Avrupa’ya girmiş olan Birleşik Devlet-lerin herhangi bir zayiatı olmamış ve bu yaklaşımının üstüne nerede ise bir zorunluluk olarak bir otomatik-politi-ka geliştirmiştir: Avrupa’da Amerikan hegemonyasını tehdit edecek bir güç belirirse, tıpkı Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi Birleşik Devletler erken dö-nemde insiyatif alarak ittifaklar oluş-turacak ve öncelikli görevi savunma olmak üzere yeterli bir gücü Avrupa’da bulunduracaktır.

Bu otomatik politika bugünlerde Rusya’ya karşı yeniden uygulanmakta-dır. Rusya’nın güçten düşeceğine yö-nelik tahminler olsa da, özellikle de ik-tisaden çevrelenmesine karşı çıkışında gösterdiği başarıyla kısa vadede tehlike sinyali vermeye devam etmektedir. Biz Rusya ile ilgili ne öngörürsek öngörelim, Birleşik Devletler açısından bu kesin değildir ki; gerçekten de, askeri, siyasi ve iktisadi açıdan başarılı bir genişleme

politikası uygulayabilirse gücünü koru-yabilir. Kuşkusuz Birleşik Devletlere ne kadar çok ülke iştirak ederse o kadar iyidir düşüncesiyle, Baltık Ülkelerinden Bulgaristan’a kadar NATO dışındaki ül-kelerden bir koalisyon oluşturmaya çalı-şacak ve Türkiye üzerinde yoğunlaşarak Azerbaycan’a ulaşacak bu ülkelere olası tehdit miktarları ile uyumlu oranlarda asker yerleştirecektir.

Bu gelişmeler, önümüzdeki on yılın başlangıç yıllarında gerçekleştirilirken, ikinci yarıda Rusya’nın çöküşünün nük-leer bir felakete dönüşmeyeceğinden emin olmaya çalışacaktır. Birleşik Dev-letler Avrupa’daki sorunların çözülme-sine yoğunlaşmayacak, Çin ile savaş-mayacak ve Ortadoğu’ya en az ilgi ile yaklaşacaktır. Karşı terör operasyonla-rını yönetecek, fakat tüm bilgisi ile bu işe girişmesine rağmen, en iyi ihtimalle sınırlı başarılar elde edebilecektir.

Dönem içinde Amerika 50 yılda bir gelen önemli ekonomik ve sosyal prob-lemelerin döngüsüne yakalanacaktır. Ilk döngü, 1932’de Başkan Franklin Roosevelt’in seçilmesi ile başlamış ve Jimmy Carter’in Başkanlığı döneminde sona ermişti. 1932’de boşta yatan üre-tim tesislerinin çalışır hale getirilmesi ihtiyacına yönelik alınan tedbirler aşırı tüketimi ortaya çıkarınca enflasyon çift haneli oranlara yükselmiş ve enfalsyona karşı tedbirler de bu kez çift haneli iş-sizlik oranlarına neden olmuştu. Başkan Ronald Reagan döneminde Amerikan Sanayii masaya yatırılarak vergi politi-kaları değişitirilmiş, şehirli ve maaşlı ça-lışanlardan oluşan ekonomik yapı daha çok kırsal alanlarıdaki profesyoneller ve müteşebbis sayısının artırılması üzerine oturtulmuştu.

Bu döngüyü tamamlayalı 15 yıl oldu

ve bir sonraki kriz dönemine girişin gös-tergelerini önümüzdeki on yılın ikinci yarısında hissetmeye başlayacağız. Şu anda bile, bu krizin bir orta sınıf krizi olacağını hissetmeye başladık. İçinde bulunduğumuz sorun gelir dağılımında eşitsizlik sorunu da değil, asıl dert, orta sınıfın varlığını orta sınıf olarak sürdüre-bilme sorunudur. Mevcut durumda Bir-leşik Devletlerde ortalama hane halkı geliri yaklaşık 50.000 USD olmasına rağ-men yaşadığınız eyalete göre bu rakam gerçekte 40.000’ler düzeyine inmekte-dir ki bu da orta karar bir ev almaya ve büyükşehirlerin dışında ancak müteva-zı bir hayat sürmeye izin vermektedir. Toplumun % 25’lik kesimini oluşturan orta sınıfın altı için böylesi bir hayat sür-mek ise; nerede ise imkânsızdır.

İki temel sebep var. Bunlardan biri tek başına yaşayan çocuk sahibi erkek veya kadınların sayısındaki artıştır, zira iki kişilik hane halkı, masrafı iki misli artırmaktadır. Diğer sorun Amerikada işbirliğini ve verimliliği geniş ölçüde artı-rırken sınırlı işgüvenliği ve orta sınıf için gelir oluşturan teşvikler; kötü krediler olarak bir şekilde yeniden yapılandırma ihtiyacını doğurmaktadır. Bu iki sorun henüz siyasal bir probleme dönüşme-miştir ve kendisini bir sonraki onyıl için-de ağır bir şekilde hissettirerek 2028 ve 2032 yılları seçimlerinden önce tum toplumu saracaktır. Bu normal, ama bir o kadar da can yakacak döngüsel bir krizdir.

Bağlam Hayatın her zaman içinde olduğun-

dan en iyi zamanlarda bile acısız geçen bir on yıl yoktur. Gelecek on yıl için ön-görmüş olduğumuz kriz geçen yüzyılda görünen kriz kadar kötü olmaktan bir hayli uzakta ise de gelecekte göreceği-miz krizlerin en kötüsü de olmayacaktır. Bir yandan bugün bildiğimiz gerçekler üzerinden -ki bu gerçekler her zaman geleceği belirler- daima ileri doğru tah-minler yaparken, diğer yandan da, insan olarak şimdi çektiğimiz acıların insanlı-ğın daha önce gördükleriyle kıyaslana-mayacak kadar büyük olduğuna dair de psikolojik bir algımız vardır. Buna basitçe kendini beğenmişlik demek uygun olur. Oysa; bugün çekilen acılar insanlığın tüm zamanlarında çektiği acıların yalnız-ca sıradan miktarda olanı kadardır. Şimdi elimizde olan herşey değişecek, hatta öngördüğümüz sürelerden çok daha kısa zaman içinde. Bu değişim bir lüks değil, bir gerçekliktir ve bu bağlamda önümüz-deki on yıl için de değişimlerin olacağını göz önünde bulundurmak gerekir.

Gelecek on yıl için öngörmüş olduğumuz

kriz geçen yüzyılda görünen kriz kadar

kötü olmaktan bir hayli uzakta ise de gelecekte göreceğimiz krizlerin en kötüsü de olmayacaktır.

Page 37: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

37

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 29

Page 38: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

38

MAKALE

Petrol şirketlerinin cirolarını artırmak için üretimi genişlet-meye gitmeleri ile birlikte işletmeye alınan petrol kuyusu sayısı Temmuz ayından bu yana en hızlı artışını gerçekleş-tirdi. ABD’de üretim çarkları dönmeye başladı.

Bazı enerji analistleri bu artışın “büyük sürpriz” olduğu-nu söylüyor ama jeopolitik bilek güreşi açısından bakarsanız ortada sürpriz falan yok. Neden sürpriz değil? Açıklamaya çalışalım.

Bu Kez “Teknoloji Oyunu Bozdu”

ABD yaklaşık 20 yıldır üzerinde çalıştığı ancak son 4 senede uygulamaya koyduğu uzun soluklu enerji stratejisi ile Rusya’yı ve İran’ı köşeye sıkıştırdı. İran’da sonuç alındı, Rusya direniyor.

Sadece 4 sene önce, dünya petrol üretiminde 3. sırada olan ABD, petrol arzına müdahil olabilmek için önce ken-disini ithal enerjiden bağımsızlaştırması gerektiğini biliyor-du. Uzun zamandır bilinen kaya gazı teknolojilerinin gelişti-rilmesine büyük fonlar ayrıldı. Kısa sürede Amerikan enerji tüketimindeki dışa bağımlılık azaltıldı. ABD 5 yıl gibi kısa bir zamanda dünyanın en büyük petrol üreticisi konumuna yükseldi.

ABD’nin ileri petrol çıkartma teknolojilerinin de yardı-mıyla hızla artırdığı üretim kapasitesinin piyasalarda yarata-cağı radikal dönüşümü önceden görenler bugün yaşananları sürpriz olarak değerlendirmez.

Son 12 yılın en düşük seviyesinde seyreden petrol fi-yatları gelirlerinin büyük kısmını petrolden sağlayan Irak, Venezuela, Suudi Arabistan, Rusya, Nijerya gibi ülkeleri zorluyor.

Rusya’nın diğer petrol ihracatçısı ülkelere göre direnç eşiği çok düşük. Çünkü eski teknoloji ve yaptırımların etkisi Rusya’yı her bir varil için 18-20 dolarlık bir maliyete mecbur bıraktı. Suudi Arabistan’da, Irak’ta petrol çıkarma maliyetleri ise yaklaşık 6 dolar civarında.

Petrol arzının fazlalığı, Çin’deki büyümenin yavaşlama-sı, piyasaya dâhil olacak günlük 3 milyon varil İran petrolü, FED’in faiz artırma programının gelişmekte olan ülkeler başta olmak üzere küresel ekonomide yaratacağı olumsuz etki fiyatlardaki bu radikal gerilemenin nedenleri. Ama bu konjonktürel durumu bir stratejik üstünlüğe çevirip sürdü-ren bir üst ABD politikasının olduğu da kesin. Çünkü dün-yada üç aylık ortalama petrol fiyatlarındaki radikal düşüşü haklı çıkartacak ölçüde bir mali deprem yaşanmıyor. Diğer faktörler de kısmi etkili faktörler. Ama fiyatlar düşüyor.

Çatışan bir dünya ve yaşanan gerilimler petrol fiyatla-rının artışı üzerinde etkili oluyor. Bazı araştırmalar petrol fiyatlarının çatışma sürecinde etkin bir parametre olarak dikkatle izlenmesi gerektiğini ileri sürüyor. Ancak nedense

Dursun YILDIZ*

*Su Politikaları Uzmanı, HPa Başkanı

Petrol Üzerinden Jeopolitik Bilek Güreşi?

ABD’nin ileri petrol çıkartma teknolojilerinin de yardımıyla hızla artırdığı üretim kapasitesinin piyasalarda yaratacağı radikal dönüşümü önceden görenler bugün yaşananları sürpriz olarak değerlendirmez.

Petrol fiyatları Haziran 2014’ten bu yana düşüyor. 1 Ha-ziran 2014’te 111,8 dolardan işlem gören Brent petrol Ocak 2015’te 46 dolara kadar gerilemişti. Düşüş devam etti ve son 3 günde %15 daha gerileyen Brent petrol fiyatları 30 dolar sınırına dayandı.

Bu düşüşün sadece ekonomik ve teknik nedenlere da-yanmadığı, petrolün fiyatı üzerinden bir güç mücadelesi ya-pıldığı ortaya çıktı. Günümüzde sıcak savaşlar artık vekâlet savaşları olarak gerçekleşirken güç gösterisi ve alan haki-miyeti de stratejik kaynaklar üzerinden yapılıyor. Bu soft power’ı son dönemde çevre ülkelerini kendi doğalgazına bağımlı kılan Rusya kullanmış ve önemli bir aşama kaydet-mişti ki oyun bozuldu.

Petrol sistematik bir şekilde “ekonomik ve finansal zor-layıcı güç aracı” olarak tekrar devreye girdi. Orta Doğu - Orta Asya ağırlıklı petrol ve doğalgaz denkleminin bozul-ması süreci ABD’nin “ileri teknoloji” geliştirerek Şeyl Gazı ve Şeyl Petrolü çıkartması ile başladı ve sürüyor. O dönem-de ABD’nin enerji kaynaklarında dışa bağımlılığını orta-dan kaldırma hedefi bütün dengeleri değiştirecek demiştik. Şimdi o gerçekleşiyor. Yani Dünyada enerji oyunu yeniden kuruluyor, kartlar yeniden karılıyor. ABD, İsrail, Mısır son dönemin yeni enerji oyun kurucuları.

Ham petrol fiyatları son 12 yılın en düşük seviyesine inerken ABD’de hem Şeyl Gazı, Şeyl Petrolü üretimi ile yeniden faaliyete alınan petrol sondaj kuyusu sayısı artıyor.

Page 39: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

39

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 29

bu dönemde bu kural da etkili değil. Rusya, fosil yakıtlara aşırı bağımlı eko-nomik yapısı nedeniyle, hızlı hareket kabiliyetini de kullanarak birçok kez petrol fiyatlarını speküle etmişti. An-cak son birkaç deneme bunun bu kon-jonktürde çok işe yaramadığını ortaya koydu. Şimdi daha spekülatif çıkışlar için planlar yapıyor olabilir ama sonuç-larının Rusya’ya faturası bu planların uygulanmasını zor kılacaktır.

Bu petrol üzerinden jeopolitik bi-lek güreşinde Rusya direniyor. ABD bekliyor. Rusya tahminlerden daha uzun süre direnebilir. Bu oyun bir da-yanıklılık oyunu ve ABD’nin acelesi yok.

2016’da Ne Olur?Oyun sürüyor. Rusya petrol piyasa-

sını yükseltmek için son günlerde uy-guladığı bazı askerî ataklarını sürdüre-bilir. Buna konjonktür de izin veriyor. İran-Arabistan gerginliği Rusya’nın İran üzerinden gerilim yaratma plan-larını arttırmasına neden olabilir. An-cak İran da Batıyla daha yeni barıştı. Petrol satmaya hazırlanıyor. Tekrar bir sarı kart cezalısı durumuna düşmek istemez.

Aslında 2016 petrol ihraç eden ül-keler için çok da aydınlık değil. Çün-kü İran eğer vazgeçmezse, 2016’nın başında petrol arzına günlük 500

bin varil daha ekleyecek. Bunun yanı sıra Amerikan Kongresi 40 yıl sonra ABD’nin petrol ihracat yasağını kal-dıran düzenlemeleri onayladı. 2016’da ABD ihracata başlayacak. Panama Kanalı genişletildi, Panama Kanalına alternatif olacak Nikaragua Kanalında ise inşaat çalışmaları hızla sürüyor.

Petrol fiyatının düşüşünde ekono-mik nedenler dışında diğer spekülatif nedenlerin de etkili olduğunu söyle-dik. Bu durumda bunun tersinin de doğru olduğunu ve petrol piyasasının etkili güçlerinin bu fiyatı makul bir se-viyeye çekerek burada tutabileceklerini de kabul etmemiz gerekir. Burada 2 soru önem kazanır:

1. Petrolün fiyatının kısa dönemde hangi seviyeye indiğinden daha çok bu düşük fiyatın hangi seviyede ne kadar uzun bir dönem süreceği.

2. Bu istikrarsızlığın petrole ba-ğımlı sanayi ve ekonomi dünyasının dengelerini nasıl etkileyeceği…

2016’da petrol fiyatları üzerinden güç savaşının süreceği görünüyor. Fi-yatın 2000 yılının öncesindeki gibi uzun dönemli stabil bir düzeye otur-ması zaman alabilir. Ancak bu stabilite sağlandığında bu düzeyin fiyat olarak 40-45 $ / varil civarında olması bek-lenebilir. 2016 yılı bu iki öngörüye yö-nelik eğilimlerin ortaya çıkacağı bir yıl olacaktır.

Aslında Ne Oluyor?Petrol fiyatlarının düşüşünde sa-

dece ekonomik parametrelerin etkili olmadığı artık açık. Bu süreçte siyasi küresel jeopolitik hesaplarla hareket eden bir üst akıl var. “Şimdi ne olur ?” sorusunun cevabı ise çok kolay değil ama duruma bir bakalım:

ABD ve Suudi Arabistan’ın uygu-ladığı ters yönlü ekonomik boyundu-ruk ile Rusya ve İran etkisiz hale gelir mi?

Buna evet dersek dünyanın gelece-ği konusunda kaygı duymamız gerekir. Ama cevabın şöyle olmasını tercih ederiz. Umarız Rusya ve İran “etki-siz hale değil de” uluslararası sistemle daha uyumlu hale gelebilir.

Aslında ortaya çıkanın ne olduğu-na bakarsak:

“Günümüzün küresel teknolojik dünyasında çok yönlü ekonomik ge-lişme sağlamadan ekonominizin du-rumunu tartmadan hesapsız riskler alınamayacağı ve nüfuz alanı genişle-tilemeyeceği” çıkıyor ortaya.

Tahvil piyasalarındaki savaşlar dı-şarıdaki askerî güç hesaplarını altüst edebiliyor. Bu yeni paradigmayı seven ABD son dönemde finansal ve ekono-mik zorlayıcı güç enstrümanlarından daha çok yararlanmayı tercih ediyor. Teknolojik gelişmenin de desteğiyle…

Page 40: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

40

MAKALE

Altmış üç yıl sonra bugün NATO’nun

görevlendiriliş şekline ve görevlendirildiği

coğrafyalara bakıldığında, 1949 tarihli antlaşmanın

birçok maddesinin kâğıt üzerinde kaldığı

gözlemlenmektedir. Neo-liberal ekonomik sistemin küreselleşmesiyle birlikte,

NATO’nun fonksiyonel işlevi de sürekli tartışılmaktadır.

Türkiye’nin NATO’dan çıkmazamanı geldi mi?

Giriş Kuzey Atlantik Paktı olarak da adlandırılan NATO’nun kuruluşu üzerin-

den 67 yıl geçti. Türkiye ise üyelikte 64’üncü yılına girdi. NATO, bu dönemde Sovyetler Birliğine karşı sağladığı caydırıcılık ile bütün üyelerini doğrudan veya dolaylı saldırılardan korudu. Avrupa’daki sivil savaşı (Yugoslavya’nın parçalan-ması) sona erdirdi. NATO genişlemesi, daha büyük bir AB’nin yolunu açtı. Ant-laşmanın imzalanmasından 20 yıl sonra yani, 1969’dan sonra isteyen üyelerin teşkilattan ayrılmaları serbest olmasına rağmen hiç bir ülke NATO’dan ayrılma kararı almadı. Aksine NATO üye sayısı 28’e yükseldi. Antlaşmanın en önemli maddesi ortak savunmayı içeren ünlü 5.Maddesi olup, taraflardan birine yapılan saldırının herkese yapılmış olarak kabul edileceği şeklinde düzenlenmiştir. Bahse konu madde çimento işlevi görerek, NATO üyelerini bir arada tutmayı başardı. 1992’de Rus NATO’su olarak adlandırılan CSTO’nun ( Collective Security Tre-aty Organization) kuruluşuna kadar NATO, dünyanın siyasi ve askeri tek kuru-luşu idi. 28 üye ülke arasında ABD›nin 650 milyar dolarla 2015-2016 NATO bütçesine en fazla katkı yapması ciddi tartışmaları beraberinde getirdi. ABD’de 8 Kasım’da gerçekleşecek başkanlık seçimlerinde Demokrat Parti’nin adayı ol-mak için yarışan Clinton ve Sanders geçtiğimiz perşembe günkü tartışma prog-ramında ABD’nin NATO için gerçekleştirdiği harcamaları masaya yatırdı. İki aday, NATO üyelerinin daha fazla askeri harcama yaparak katkıda bulunmaları gerektiğini söyledi. Cumhuriyetçi aday Trump ise işi daha ileriye götürerek çok fazla masrafı olduğu için ABD’nin NATO üyeliğini tekrar gözden geçirmesi gerektiğini belirtti.NATO verilerine göre ABD 650 milyar dolarlık harcama-sıyla geri kalan 27 üyenin toplam harcamasının iki katından fazla harcamayı tek başına gerçekleştirdi.

BM-NATO Karar Alma MekanizmalarıHerhangi bir üye ülkenin sadece siyasi veya hukuki bir gerekçeyle veto

yetkisini kullanması halinde naTO karar alma mekanizması tıkanabiliyor. Yu-nanistan vetosu nedeniyle Makedonya yıllardır sırada bekliyor. Herhangi bir naTO kararını veto eden ülkenin siyasi veya özel nedenlerle veto etmesi halin-de o ülke sorgulanabilir. Türkiye naTO eski genel sekreteri rasmussen’i veto etmişti. ancak yalnız kalınca kabul etmek zorunda kaldı. Ukrayna ve Gürcistan kararlarında olduğu gibi, 28 üyeli naTO’nun kabul edilebilir bir kısmı (bu oran en az % 25 olabilir) veto ederse karar yeniden gözden geçirebilir veya zamana bırakılabilir. ancak 1-5 arasındaki ülkenin vetosu, genel çıkarların ve ortak sa-vunma doktrinin aşındırılması olarak algılanabilir ve bu ülkelerin ittifakın ge-nel amacına ve çıkarlarına uygun davranıp davranmadığı sorgulanabilir. naTO antlaşmasında üyelikten çıkarılma konusu yer almamaktadır. Buna rağmen, it-tifaka fonksiyonel bir fayda sağlamayan, yani siyasi, askeri ve jeostratejik ağır-lığı olmayan ülkeler kolaylıkla üyelikten çıkarılabilir. naTO’nun tek Müslüman ülkesi Türkiye’dir. ayrıca G-20 içinde yer almaktadır. Bu statüsü Müslüman dünyası için cazip ve gıpta edilebilecek bir örnek oluşturmaktadır. Türkiye’nin 65 yılda naTO’ya katkıları ve naTO’dan aldıklarını kabaca değerlendirdiği-

Dr. Nejat TARAKÇI*

*Dr., Jeopolitikçi ve Stratejist

Page 41: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

41

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 29

mizde katkılarının çok daha fazla olduğu açıktır. Türkiye ile siyasi, kültürel ve ideolojik rekabet içinde olan birçok ülke, zaman zaman Türkiye’nin naTO üyeliğini tartışma konusu yapmakta ve onun üyelikten çıkarılmasını dahi talep edebilmektedirler. Mayıs 2010’daki Mavi Marmara gemisi olayını takiben, amerikalı Yeni Muhafazakârlar (neo-Con) Türkiye’nin naTO’dan ihraç edilmesi yönünde çağrı yapmışlardır. 1 Üye sayısı arttıkça naTO’nun karar alma mekanizması da tartışılmaktadır. Her üyenin veto hakkına sahip olması, özellikle Soğuk Savaş sonrası döne-me ait bazı kriz ve çatışmalara yönelik karar alma sürecini yavaşlatmıştır. aynı sorun BMGk için de tartışılmaktadır.. naTO içinde de aynı konu gündemdedir. aBD’li jeopoli-tikçi Zibigniev Brzezinski naTO’da kararların oy birliği yerine oy çokluğu ile alınmasını önermektedir.2 Görülen odur ki, naTO’nun karar mekanizmasının esnetilmesi dün-yanın içinde bulunduğu karmaşa ortamı için caydırıcı bir katkı sağlayabilir.

Son NATO Stratejik Konsepti (Lizbon 2010)

altmış üç yıl sonra bugün naTO’nun görevlendiriliş şekline ve görevlendirildiği coğrafyalara bakıldığında, 1949 tarihli antlaşmanın birçok maddesinin kâğıt üzerin-de kaldığı gözlemlenmektedir. neo-liberal ekonomik sis-temin küreselleşmesiyle birlikte, naTO’nun fonksiyonel işlevi de sürekli tartışılmaktadır. Bu bağlamda naTO, Batı merkezli dünya ekonomisinin hegemonya ilişkilerini, avrupa’yı aBD’ye bağlayarak korumaya hizmet eden si-yasi ve askeri bir platform olarak değerlendirilmektedir.3 aBD’nin dünya finans-kapitalin merkezi olma durumu dikkate alındığında böyle bir yaklaşım mantıklı görülebi-lir. Diğer taraftan, aBD’nin dünyadaki rakipsiz (özellikle deniz kuvvetleri) askeri gücü ve teknolojik üstünlüğü, bu stratejik durumun ortaklarına kabul ettirmesinde önemli bir rol oynamıştır. lizbon’da kabul edilen naTO Stratejik konsepti, aktif katılım ve Modern Savunma doktrinine dayandırılmıştır.

lizbon zirvesinde kabul edilen naTO üyelerine yöne-lik doğrudan ve dolaylı tehditler şunlardır.

• Terör ve aşırı gruplar• Yabancı askeri ve istihbarat servisleri• Suç örgütü üyeleri, teröristler, süper saldırılar• enerji güvenliğine yönelik tehditler• lazer silahları, elektronik silahlar ve ciddi tekno-

lojik boyutlu tehditler

enerji güvenliği hariç diğer tehditler, üye veya diğer ül-kelerin istikrarını bozan ve küresel ekonomik sistemin işle-yişini engelleyen tehditler kapsamında değerlendirilebilir. ancak yeni konseptte vurgulanan enerji güvenliği sadece üye ülkelere değil aynı zamanda küresel ekonomik sisteme ve dolayısıyla küresel güvenliğe de doğrudan bir tehdittir. aBD bütçe açıklarını ve ekonomik krizi nasıl bir güvenlik

1 Patrick Seale, Middle east Online, 14 Haziran 2010 Kaynak: Dünya Gündemi Gazetesi 20-27 Haziran 2010

2 zbigniew Brzezinski, NATO ve Dünya Güvenliği 21 Ağustos 2009 Kaynak: Dünya Gündemi Gazetesi eylül 2009

3 ergin Yıldızoğlu, Cumhuriyet Gazetesi 15 Kasım 2010

krizi olarak nitelendirdiyse4 enerji güvenliği de aynı zaman-da küresel bir güvenlik ve var olma sorunudur. naTO’nun açıkça ortaya koyduğu bu tehdidi, naTO’nun en yetkilisi dönemin Genel Sekreteri rasmussen; naTO’nun misyonu dünya nüfusunun %15’inin (ABD+AB) enerji gerek-sinimlerini ve enerji yollarının güvenliğini sağlamak-tır, şeklinde ifade etmiştir. 5 Bu açıklamanın naTO karar alma sürecine ve stratejilerine yansıması da kaçınılmazdır. naTO üyelerine yönelik enerji nakliyatını tehdit eden her türlü faaliyet bir müdahale ve savaş nedeni olabilecektir. Bunun anlamı, enerji güvenliği için, kolektif savunma prensibini içeren naTO’nun beşinci maddesi işletilecek-tir. Bu bağlamda naTO, BMGk kararına gerek olmaksı-zın deniz yollarını açık tutma stratejisini uygulamak için kuvvet kullanabilecektir. konseptteki yer alan tehditler ve temel prensipler naTO’yu bu konuda hukuki anlamda yet-kilendirmiş olmaktadır.

ABD- Türkiye- PKK Denkleminde NATO Nerede?

aBD’nin Irak’ı işgali, iran gibi Türkiye’nin de iç ve dış dinamiklerini olumsuz yönde etkilemiştir. Buna rağmen Türkiye, aBD’ye 1991 körfez Savaşı’ndan bu yana her konuda destek vermiş ve vermeye devam etmektedir. an-cak, Türkiye’nin Irak’ın kuzeyinden kaynaklanan güvenlik tehdidi aBD işgali ile yeni bir boyut kazanmış, bir anlamda hem şiddeti artmış, hem kapsamı genişlemiş hem de siya-sallaşmaya başlamıştır. Bu durum aBD-Türkiye ilişkilerin-de giderek bir güvensizlik ortamı yaratmıştır. 2011’den bu yana devam eden Suriye krizi ve IŞiD tehdidinin ortaya çıkması, Türkiye açısından hem Pkk tehdidinin boyut-larını büyütmüş, hem de başta aBD olmak üzere naTO içindeki müttefikleri ile siyasi kriz yaratmıştır. rusya’nın Suriye’ye müdahalesi ile aBD bölgede ne yapacağını bil-mez bir şekilde anlık stratejiler ile sonuç almaya çalışmak-tadır. aBD’nin hatalı stratejisi, Pkk’yı Suriye kürtleri ile birleştirerek siyasallaşma sürecine sokmuştur. YPG/PYD adı altındaki bölgedeki yeni kürt kimliği avrupa’da, rusya’da kabul görmüş bürolar açmıştır. Türkiye’nin naTO içindeki müttefiklerinin Pkk ve türevlerine fiili ve siyasi destek verdikleri, silah yardımı yaptıkları, Pkk elemanlarını eğittikleri belgelenmiştir. naTO’nun son stratejik konseptinde öncelikle yer verilen terör tehdidine rağmen Türkiye, naTO’yu Pkk terörü ile mücadeleye an-gaje etmeyi başaramamıştır. Son iki yıldan bu yana, incirlik ve Diyarbakır hava üsleri aBD liderliğindeki çoğunluğu naTO üyesi ülkelerin hava kuvvetlerine açılmıştır. arala-rında Suudi arabistan, katar ve Ürdün’e ait uçaklar da var. ancak hedef Pkk değil, IŞiD’dir.

4 ergin Yıldızoğlu Cumhuriyet Gazetesi 31 Mayıs 2010; ABD’nin yeni uluSAl GÜVeNlİK STATeJİSİ (uGS) geçen hafta açıklandı. uGS, büt-çe açığını ve borçlarını en önemli güvenlik riskleri arasında sayıyor. Böylece ekonomik krizin ABD’nin uluslararası konumu üzerindeki sınırlayıcı etkisi kabul ediliyor.

5 Hüseyin Baş, NATO Yeni Stratejisiyle Küresel Rol Üstleniyor, Cumhuri-yet Gazetesi 29 Kasım 2010 s.10

Page 42: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

42

MAKALE

NATO Üyeleri Türkiye’ye Tehdit Haline Geldi

Türkiye yarım asrı aşkın süre zar-fında tek Müslüman üye olarak, naTO ittifakına her yönüyle başarılı bir şe-kilde hizmet etmiştir. ancak ulusla-rarası hukuk ve anlaşmalardan doğan hakkın kullanılması kapsamında icra edilen 1974 kıbrıs Barış Harekâtı son-rası, müttefiklerinin uyguladığı silah ve ekonomik ambargo, hangi ittifak ilişkileri ile açıklanabilir? 1991 kör-fez Savaşı’nda son anda gelen patriot füzeleri dışında naTO’nun hangi yar-dımı olmuştur? Tersine Türkiye’nin güneyinde oluşturulan uçuşa yasak bölge ile Barzani kürdistanı kurdurul-muş Türk askerlerinin başına çuval ge-çirilmiştir. Irak’tan kaynaklanan Pkk terör tehdidi 30 yıldan fazla devam etmektedir. Pkk, avrupa Parlamen-tosu kararları ile özgürlük savaşçısı unvanını kazanmıştır. Yıllardır, kuzey Irak’taki Pkk üslerine Türkiye’nin hava harekâtı yapması engellenmiştir. IŞİD tehdidi ortaya çıkınca, İncirlik ve Diyarbakır’ın koalisyon güçlerine açılması karşılığında bu izin şimdilik verilmiştir. ama her an bir bahane ile kaldırılabilir. Diğer taraftan Türki-ye, bir yıldan bu yana kendi toprak-larında Pkk ile şiddetli çatışmalar yaşamaktadır. Sınır ötesindeki Pkk unsurlarına ise sadece hava harekâtı yapabilmektedir. Pkk’nın güçlen-mesinden birinci öncelikle aBD, do-laylı olarak fili ve siyasi destek veren hemen hemen bütün avrupa ülkeleri ve uçak düşürme krizinden sonra da rusya sorumludur. rusya ile meyda-na gelen kriz sonrası Türkiye naTO konseyini toplantıya çağırmış, sadece sözde kalan siyasi bir destek sağlaya-bilmiştir. Brüksel’de, Paris’te patlatı-lan terörist bombaları Batının askeri gücünün Türk topraklarında bir araya gelmesini sağlamıştır. ancak 30 yıl-dan bu yana devam eden Pkk terörü, büyük şehirlerde patlatılan bombalar, şiddet içeren ölümcül saldırılar naTO üyelerini Türkiye’nin dış kaynaklı bir tehdit altında olduğuna inandırama-mıştır. Türkiye 30 yıldan bu yana 100 milyar dolara yakın kaynağını terörle mücadeleye harcamıştır.6 Bu parayla

6 h t t p : / / w w w . 2 1 y y t e . o r g / t r / a r a s -t i r m a / t e r o r i z m - v e - t e r o r i z m l e -

Güneydoğu anadolu Projesi (GaP) rahatlıkla tamamlanabilirdi. Zaten Pkk terörünün GaP ile yakından il-gili olduğunu unutmayalım. GaP ta-rımsal üretim yönüyle Türkiye’yi uçu-racak, bölgedeki feodal düzeni sona erdirecekti. 37 yılda GaP’ın ancak enerji yatırımlarının %74’ü, sulama yatırımlarının % 40’ı tamamlanabil-miştir.7 aBD’nin hatalı Irak politikası IŞiD’i doğurmuştur. aBD’nin IŞiD’le mücadele stratejisi bölgedeki kürtleri vazgeçilmez hale getirince, ortaya çı-kan durum Türkiye’nin beka sorunu haline gelmiştir. Bu stratejiye aBD ile aynı koalisyonda yer alan naTO üyeleri de katılmaktadır. Böylece naTO, Türkiye’nin güvenliğine katkı

m u c a d e l e / 2 0 1 0 / 0 4 / 2 1 / 4 1 4 4 /terorle-mucadelenin-ekonomik-maliyeti-veya-300-milyar-dolar-safsatasi

7 GAP’ta Son Durum, http://www.gap.gov.tr/gap-ta-son-durum-sayfa-32.html

sağlamak bir yana zarar verici ve hatta potansiyel bir tehdit haline gelmiştir. Terör örgütü Pkk, aBD ile işbirliği nedeniyle meşru hale gelen PYD üze-rinden bölgede bir kürt devleti kurma projesini hayata geçirmiştir. ayrıca Barzani bölgesi ile Türkiye’nin başta enerji olmak üzere her türlü ekonomik ilişkisini de Pkk engellemektedir. Örneğin; Türkiye için rus gazının ye-rini kısa zamanda doldurabilecek tek alternatif Irak kürdistanı’nın zengin 5 trilyon metreküplük doğalgaz rezerv-leri idi. Boru hattının yapımına bu yıl başlanacak ve ilk gaz akışı 2019 yılın-da gerçekleşecekti. Yani eğer her şey yolunda giderse ankara, kürt doğal-gazı sayesinde Putin’in boynuna tak-tığı kementten kurtulabilecekti. Bu-nun verdiği heyecanla hükümet boru hattının Türkiye bölümünün inşası için 9 Şubat 2016’da ihaleye çıktı. Ve dikkat çekici bir zamanlama ile ihaleden sadece bir gün sonra PYD görkemli bir törenle Moskova’da ilk yurtdışı irtibat bürosunu açtı. aynı ihaleden sadece bir hafta sonra Pkk ile bağlantılı kCk’nın Dış ilişkiler Sorumlusu Demhat agid, kürt do-ğalgazının geçişine izin vermeyecek-lerini açıkladı. Pkk yöneticileri boş konuşmadıklarını ispatlamak için ufak bir gövde gösterisi yapmayı da ihmal etmedi. Militanlar 17 Şubat’ta kürt ve Irak petrolünü Ceyhan limanına taşı-yan boru hattını bombaladı. Günde 600 bin varil ham petrol taşıyan boru hattı 23 gün boyunca kapalı kaldı. Sal-dırı kürt Bölgesel Yönetimi’ni 300 milyon dolar kayba uğratırken, zaten sallantıda olan bölge ekonomisini de derinden sarstı. 8 kürt doğal gazı için Suriye’nin kuzeyinde oluşturulacak kürt koridorunun gündemde olduğu söylenebilir. Bu arada artan bir tehlike ise Pkk’nın, Suriye’nin kuzeyindeki çatışmalar sayesinde kazandığı yük-sek düzeyde askeri eğitim, patlayıcı, silah ve yöntem tecrübesi nedeniyle, yıkım gücü çok yüksek araçlı bomba saldırıları gibi eylemleri yapabilecek kapasiteye ulaşmasıdır. 9

Özetle, Türkiye’nin naTO için-deki müttefikleri, ege adalarını işgal ederek, sözde ermeni Soykırım tasarı-

8 Ufuk Şanlı Enerji Savaşının Gölge Oyun-cusu: PKK 16 Mart 2016 Al Monitor

9 Metin Gürcan How Ankara and PKK mis-read civlians reaction to ongoing vi-olance; http://www.al-monitor.com/pulse/tr/originals/2016/05/turkey-pkk-government-misread-civilian-reaction.html#ixzz49b4VH84e

Fransa’nın 1966’da yaptığı gibi Türkiye’nin

de öncelikle NATO’nun askeri

kanadından çekilmeyi ve bağlantısız bir statüye geçilmesini

değerlendirmesi uygun olacaktır.

Page 43: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

43

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 28

larına destek vererek, kıbrıs’tan Türk kimliğini silmek için rumlara açık çek vererek, Pkk’yı alenen ve do-laylı olarak kullanarak düşmanca bir politika izlemektedirler. naTO’nun kolektif savunma maddesi Türkiye için işletilmemektedir. Bu bağlam-da Türkiye’nin naTO üyeliğini daha fazla devam ettirmesinin bir anlamı kalmamıştır. aksi takdirde Türkiye önümüzdeki 2-3 yıl içinde naTO müttefiklerinin de yer aldığı bölgesel bir askeri koalisyon ile karşı karşıya kalabilir. Bu oyunu gecikmeden boz-mak için derhal harekete geçilmelidir.

Türkiye NATO’nun Askeri Kanadından Çekilmelidir

aBD, küresel ölçekte Pasifik’te Çin ile doğu avrupa, karadeniz, kaf-kasya ve Doğu akdeniz’de rusya ile ciddi bir stratejik güç yarışı içindedir. ancak aBD için rusya öncelikli teh-dittir. rusya’nın kırım’dan sonraki yeni ilhak hedefi Güney Osetya ve abhazya’dır.10 Başkan Obama Gü-ney Çin Denizi’ndeki anlaşmazlıkta aBD’nin doğrudan taraf olmadığını, bölgedeki müttefiklerin çıkarları ve deniz ulaştırma yollarının güvenliği için bölgede bulunduklarını açıkla-dı. Oysa rusya ile durum aynı de-ğil. Türkiye, avrupa’nın güvenliği ve aBD’nin bölgedeki çıkarları için vazgeçilmezliğini sürdürmektedir. ancak aBD’nin Türkiye’yi 1956 yı-

10 Following Crimea, Russia eyes South Osse-tia 27 may 2016 https://www.neweurope.eu/article/following-crimea-russia-eyes-south-ossetia/

lında nelson rokkefeller’in Başkan eisenhower’e yazdığı mektupta açık-ladığı gibi Oltadaki Balık 11 olarak gördüğü değerlendirilmektedir. Stra-tejik model ortak olan Türkiye’nin hayati güvenlik ihtiyaçları göz ardı edilmekte veya geçiştirilmektedir. Türkiye’nin, kürt açılımı ve Siyasal islam projeleri ile stratejik bir aldatma harekâtına maruz kaldığı söylenebilir. Bu bağlamda paralel olarak nitelenen organizasyonun örtülü ve düzmece operasyonları ile Türk Silahlı kuv-vetleri geçici olarak işlevsiz hale so-kulmaya çalışılmış, Pkk’nın da yurt içinde güçlendirilmesinin yolu açıl-mıştır. kanaatimce, Türkiye’nin Ba-tılı tabiriyle eksen kayması veya de-ğiştirmesi değil, eksensiz bir statüye geçme zamanı gelmiştir. fransa’nın 1966’da yaptığı12 gibi Türkiye’nin de öncelikle naTO’nun askeri kana-dından çekilmeyi ve bağlantısız bir statüye geçilmesini değerlendirmesi uygun olacaktır. Bu gerçekleştiği tak-dirde, 1966’da naTO karargâhının Paris’ten Brüksel’e taşınması gibi, Türkiye’deki üs ve tesislerden de naTO ülkelerinin yararlanmasına son verilmesi gündeme gelebilir. Türkiye, naTO’dan çıktığı takdirde Suriye ve Irak’tan kaynaklanacak güvenlik teh-didine BM antlaşmasının 51. Mad-desi uyarınca öz savunma hakkına dayanarak karşı koyabilir. Türkiye’nin naTO’dan çıkma olasılığını siyasi

11 Emin Değer, Oltadaki Balık Türkiye, Otopsi Yayınları s.12

12 Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı General Charles de Gaulle, “NATO’ya her zaman şüpheli bakan” bir devlet adamıydı. De Gaulle, 1966 yılında “Fransa’nın bağımsız bir savunma politikası olması gerektiği” düşüncesiyle, ülkesini NATO’nun askeri ka-nadından geri çekti.

şantaj olarak değerlendirenler ola-caktır. Onlara, bölgedeki gelişmelerin ve gizli ittifakların önümüzdeki 2-3 yıl içinde Türkiye’nin bizzat naTO müttefikleri eliyle benzer bir tehdide maruz kalacağını gösterdiğini söyle-mek yanlış olmayacaktır. ayrıca 30 yılı aşkın bir süredir terör örgütü ile mücadele eden bir naTO üyesinin de olup olmadığını sormak da yerinde olacaktır. Ortadoğu’daki IŞiD ve Su-riye krizi ile ortaya çıkan karmaşanın naTO gibi organize bir güç kullanıl-madan sonlandırılması mümkün gö-rülmemektedir.

aBD’nin, karadeniz, kafkasya, Ukrayna hatta Baltık plan ve strateji-lerinin Türkiye’nin yardım ve deste-ği olmadan gerçekleştirilemeyeceği açık bir jeopolitik gerçek olarak or-tadadır.. naTO’dan çıkışla birlikte zayıflaması beklenen Türkiye – aBD ilişkileri kapsamında halen TSk’nın kullandığı özel cephane ve mühim-matın tedarikinde endişe taşıyanlar olabilir. 1974 kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında uygulanan ambargonun Türkiye’nin savunma sanayini bugün nerelere getirdiğini unutmayalım. ay-rıca Pkk’nın elindeki çeşitli ülkelere ait silahlara bakıldığında, küresel silah ticaretinin ülkelerce yeterince kontrol edilemediği görülmektedir. Türkiye, savunma sanayii her türlü silah ve cephaneyi üretecek kapasiteye sahip-tir. naTO’nun askeri kanadından çıkı-şın bir bedeli olacaksa, her türlü bedel Türkiye’nin bekasından daha önemli olmayacaktır.

Mayıs 2016

Page 44: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

44

KİTAP

44

Söz konusu eserin birinci (1973) ve ikinci baskısında (1977), Eröz’ün dizin için teşekkür ettiği asistanlar, kitabın dizinini zamanında yapmamış olacaklar ki, eserin üçüncü baskısında (1982) dahi dizinin olmadığını görmekteyiz.

Hoca, genişletilmiş üçüncü baskıdan (1982) bahsederken 1983’te Sanayi Sosyolojisi adlı bir kitap yayınlayacağını söylemektedir. Bu kitapla ilgili çalışma-ları ve hocanın el yazılarını muhterem eşi Gönenç Eröz’ü 2013’te ziyaret etti-ğimde bizzat görmüştüm. Ancak hocanın hastalığının ağırlaşması nedeniyle bu kitap ile birlikte Doğu Anadolu ve Alevîlik-Bektâşîlik konusundaki bazı çalış-malarının maalesef yayınlanma imkânı olmamıştır.

Ömrü vefa edip de Eröz Hoca yaşamış olsaydı, dünyadaki değişmeler sebe-biyle kitabına mutlaka yeni bölümler eklerdi. Özellikle Sovyetler’in dağılmasıyla tek kutuplu dünyada “küreselleşme” adıyla gündemi işgal eden, bazıları için sı-nırların kalktığı, bazıları içinse sınırların yeniden çizildiği ve gümrük duvarları-nın aşılmaz olduğu benzer konular hakkında ilaveler yapacağını düşünmemiz, onun çalışma anlayışıyla örtüşmektedir. Çünkü para ve mal dolaşımı söylemle-riyle aslında dünyanın yeniden yapılanması karşısında hocanın sessiz kalacağını düşünmek mümkün değil.

Bilindiği gibi iktisadî olayları ve konuları anlamada tarih, sosyoloji, halk bi-limi, antropoloji ve benzeri bilim dallarının önemli yeri vardır. Ayrıca bu bilim dalları ekonomik gelişme ve kalkınma sorunlarının çözümünde ilgililere önemli bilgiler sunmaktadır. Çünkü iktisadî olaylar boşlukta değil, bir sosyal ortamda meydana gelirler.

Eserin yazıldığı (1973) ve üçüncü baskısının yapıldığı (1982) zamanda bazı sosyoloji kitaplarında, iktisat sosyolojisi bölümleri olsa da doğrudan çeviri bir kitap (N. S. B. Gras, Ekonomik Sosyolojiye Giriş, Ankara, 1941) hariç, ne telif bir kitap ne de bir makale vardır1*.

1* Eröz Hocanın kitabından sonra, ülkemizde yayınlanmış iktisat sosyolojisine dair kitaplar ise şunlardır (birinci baskıları esas alınmıştır):

MustafaAKSOY*

İktisat Sosyolojisine Başlangıç

Prof. Dr. Mehmet Eröz,

*Doç. Dr., Marmara Üniversitesi

Bazıları kitabın baskısının eski olduğu için çağımıza hitap etmediğini

düşünebilirler. Ancak Eröz Hoca, iktisat sosyolojisi alanındaki temel teorik yaklaşımları

Türk kültürü ve geleneği bağlamında değerlendirdiği için eseri her zaman

bir klasik olarak kalmaya devam edecektir.

Page 45: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

45

Yeni Ufuklar, sayı 29

ÖDÜL

Yeni Ufuklar, sayı 27

Hocanın kitabının en büyük özel-liği, bir iktisat, sosyoloji ve antropoloji uzmanı tarafından yazılmış olmasıdır. Ayrıca Eröz iktisadî konuları irdeler-ken diğer çalışmalarında olduğu gibi disiplinler arası bir anlayışı takip et-miştir.

Bazıları kitabın baskısının eski ol-duğu için çağımıza hitap etmediğini düşünebilirler. Ancak Eröz Hoca, ikti-sat sosyolojisi alanındaki temel teorik yaklaşımları Türk kültürü ve geleneği bağlamında değerlendirdiği için eseri her zaman bir klasik olarak kalma-ya devam edecektir. Elinizdeki eserin en büyük özelliği ise kendi alanında bir klasik olmakla birlikte, iktisadî kavramlar ile olayların temelde sos-yoloji, tarih, antropoloji ve halk bili-mi bağlamında arka planının Türkiye koşullarında anlaşılmasını mümkün kılmasıdır. Bu ve benzeri nedenlerden dolayı İktisat Sosyolojisine Başlangıç, sahasında Türkiye’de bir ilktir. Buna rağmen hocanın vefatından sonra ki-tabın yeniden basılması için ilgililer yeterli gayreti göstermemiştir. Hatta Eröz Hocanın eşi vasıtasıyla kitapla-rının bağışlandığı üniversite bile eli-nizdeki kitabın yeniden basılmasına ilgi göstermemiştir. Bu nedenle yıllar sonra hocanın bütün kitaplarını ve ya-yınlanmamış eserlerini okuyucular ile buluşturmak için yaptığımız teklifi ka-bul eden ve bu konuda gerekeni yapan Ötüken Neşriyat’a teşekkür ederim.

Kısmet olursa, sırasıyla rahmetli Eröz’ün bütün eserlerinin çok geç de olsa, Ötüken vasıtasıyla okuyucularla buluşacak olmasından dolayı mutlu-yum. Rahmetli Eröz Hocanın cema-lini hiç görmedim, ancak o daima fi-kirlerimin ve çalışmalarımın kılavuzu oldu. Sosyal bilimlerde disiplinler arası araştırma yapmanın ve teori ile sahada derlenen bulguların beraber değerlen-dirilmesi gerektiğinin zorunluluğunu ondan öğrendim. Ruhu şad olsun…

- Hüsnü Erkan, Ekonomi Sosyolojisi, İzmir, 1995.

- Ekonomi Sosyolojisi (Editörler: V. Bozkurt; F. Güneş), Eskişehir, 2011.

- Tolga Kabaş, İktisat Sosyolojisine Giriş, An-kara, 2012.

- İktisat Sosyolojisi (Hazırlayanlar: N. J. Smel-ser; R. Swedberg), Ankara, 2013.

İsteme Adresi: Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2014, 432 s. www.otuken.com.tr

Türk Ocakları Genel Merkezi’nin her yıl Türk düşüncesine, ilim, kültür ve sanat hayatına önemli katkılarda bulunan isimlere verdiği Türk Ocakları Armağanları bu yıl düzenlenen bir yemek ve ödül töreni ile sahiplerini buldu.

Ziya Gökalp İlim ve Teşvik armağanını uygulamalı sosyoloji, kültür sosyolojisi ve Türk tamgaları ile ilgili çalışmaları sebebiyle Doç. Dr. Mustafa Aksoy ve Türk kültür ve medeniyetinin ortaya çıkmasını sağlayan kazı çalışmaları ve “medeniyet kuramı” üzerine yazdığı eserler sebebiyle Doç. Dr. Alptekin Yavaş paylaştılar. Fergana vadisinde yaptığı çalışmalar sebebiyle törene katılamayan Doç. Dr. Mustafa Aksoy’un ödülünü Türk Yurdu dergisi Genel Yayın Müdürü Dr. Fahri Atasoy, Türk Ocakları Hars Heyeti Başkanı Prof. Dr. Yusuf Sarınay’ın elinden aldı. Ödülü paylaşan Doç. Dr. Alptekin Yavaş ise ödülü Türk Ocakları Merkez Denetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Rasih Demirci’den aldı. Yavaş, Türk Ocaklılık vurgusu ve hasbilik temelinde bir konuşma yaptı. Kendisinin Türk Ocakları’nın bir talebesi olmaya devam ettiğini ifade etti ve özellikle eski Genel Başkan Nuri Gürgür’e teşekkür etti.

Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Türk Dünyası Topluluğu tarafından düzenlenen ‘Türk Dünyası Hizmet Ödülleri’ de Üniversite AKM salonunda yapıldı. Tarih, Mimarlık, Kültür, Müzik, Sivil Toplum ve Türk Dili Edebiyatı dallarında ödül verildi.

Kültür dalında ‘Tarihin Sessiz Dili Damgalar’ eseriyle Doç. Dr. Mustafa Aksoy ödüle layık görüldü. Doç. Dr. Aksoy’a ödülünü Prof. Dr. Famil Şamiloğlu, takdim etti.

“Tarihin Sessiz DiliDAMGALAR”a iki ödül

Doç. Dr. Mustafa Aksoy’a Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Türk Dünyası Topluluğu taraından verilen ödülünü Prof. Dr. Famil Şamiloğlu, takdim etti.

Page 46: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

46

ARAŞTIRMA

46

Eğer tarihi ve belgeleri keyfinize göre kullanır, istediğinizi tanımlar, istedi-ğinizi görmezden gelirseniz insanlara istediğiniz kimliği verebilirsiniz.

Sosyal olayları veya tarihin oluştuğu sosyal yapıyı etkileyen faktörler çok fazla olmasına rağmen, genel olarak Türkiye’de tek ya da yetersiz faktörlerle yapılan açıklamalar tercih edilmektedir. Böyle bir anlayış soruların anlaşılma-sını zorlaştırdığı gibi sosyal yapıyı olumsuz etkileyen oluşumlara da kaynaklık etmektedir. Mesela konuşulan dil insanlar veya milletlerin hayatında çok önemli olmakla beraber, dil kimliği belirleyen tek faktör ya da “olmazsa olmaz” değildir. Dahası konuşulan dil ile milletler veya devletler arasında doğrudan bir bağ kurulamaz. Çünkü bilgilerimize göre dünyada bilinen 10 bin dilden, günümüzde 6 bini kullanılmakta ve bu dillerin önemli bir kısmı da yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır1.

Ayrıca konuşulan dil ile millet arasında bağ kurmaya kalkarsak 10 bin milletten bahsetmemiz gerekir. Oysa dünyada milletlerin sayısı bellidir. Gü-nümüzdeki konuşulan diller ile devletler arasındaki ilişkiyi Leclerc’e atfen Tacar, şöyle ifade eder: “Dünyada mevcut 197 devletten pek azı dil ve kültür yönünden bağdaşık (mütecanis) bir ülkedir. Dil bakımından bağdaşık ülkeden, nüfusunun %90›dan fazlası tek dil konuşan ülkeleri anlıyoruz. Bu ülkeler şun-lardır: Antigua, Bahamalar, Küba, Dominik, Haiti, Paraguay, Uruguay, Burun-di, SaoTome, Svaziland, Danimarka, İzlanda, Lihtenştayn, Portekiz, San Marino, Ürdün, Suudi Arabistan, Bengladeş, Japonya, Kuzey Kore, Güney Kore, Maldivler, Vietnam, Kiribati, Tonga ve Tuvalu… Bunun yanında, dünyadaki ülkelerin %80’i gerçekte olmasa bile hukuken tek dilli ülkelerdir. Çok dilli ülkelerin oranı ise %20, sayısı 38’dir… Çok dillilik gerçek durumu yansıtmaz, semboliktir. Dünyada yak-laşık 6000 dil mevcuttur. Bunların sadece %2’si devlet dilidir. Yani, tek dil olarak, resmi dil olarak ya da ulusal dil olarak tanınmıştır”2.

Türkiye’de “Hemşin Ermenileri” kavramı çok sık kullanılan kavramlardan biridir. Bu insanlar için bazıları zoraki Müslümanlaştırılmış Ermeniler olduk-larını iddia etmektedir. Dil ile milliyet arasında yüzde yüz bir ilişki kurulursa bu tür iddiaları savunmak mümkündür. Ancak yukarıda da ifade edildiği gibi böyle bir anlayış, sosyal bilimler mantığıyla örtüşmemektedir. Bir çok araş-tırmacıya ve belgelere göre XIV. asırdan itibaren Kıpçak Türklerinin Ermeni

Çamlıhemşin’de Koç-Koyun Başlı Mezar Taşları

ve Yöresel Çoraplar

Mustafa AKSOY*Recep KOYUNCU**

*Doç. Dr., Marmara Üniversitesi, atatürk eğitim fakültesi öğretim üyesi.

**Yerel araştırmacı yazar, rize ihtisas kütüphanesi kurucusu ve sahibi.

İnsanlar kültür ve kültürle ilgili bir konudan bahsediyorsa

aslında farkında olarak ya da olmadan antropoloji kökenli kültür teorilerinden hareketle bir şeyler

söylüyordur. Çünkü kültür teorileri ve kültür kavramları antropoloji

kaynaklıdır.

Ermeni alfabesiyle yazılmış Kıpçakça bir eser

Page 47: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

47

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 29

alfabesi kullanmaya başladıkları ve Ermeni alfabesiyle yazılmış Kıpçakça eserlerin günümüze kadar geldiği bilinmektedir. Ayrıca Gregoryan inançlı olup da Ermenice konu-şan insanların önemli bir kısmının Hristiyan Türkler olduğu hakkında çalışmalar vardır. Bu çalışmalarda, özellikle etnografya eserleri önemli ipuçları vermektedir.

Müslüman Arapların VII. asırda Ermenistan’ı hükümranlıkları altına almaları ve Hemşin kavramı ara-sındaki ilişki Ermenistan merkezli önemli araştırmalarda şöyle anlatılır: “Ermenilerin, Araplara karşı 774–775 yıllarındaki ayaklanmasından sonra Araplar, hürriyet sever Ermeni halkı için dayanılmaz şartlar yarattıkların-dan dolayı halkın büyük bir bölümü komşu Bizans İmparatorluğu’na sığın-maya mecbur oldu… Ermeni tarihçi Ğevond’a göre, erkekler, kadınlar ve çocuklardan oluşan 12 bin Ermeni, başta Amatuni soyundan gelen prens Şapuh ile oğlu Hamam olmak üzere birçok Ermeni beyleri ve süvari bir-likleri eşliğinde Ermenistan’ın merkez bölgelerini terk edip Yunanlıların ülkesine, Bizans’a geçer… Bizans İm-paratoru Konstantin, onları memnuni-yetle kabul edip, beylik haklarını tasdik ederek bereketli topraklar verir. Şapuh Amatuni’nin göçün baş tertipçisi olmasına rağmen, Hamşen (Hemşin) veya daha doğrusu Hamamaşen ismi… zaman içinde Hamşen veya Hemşin’e değişir. 12 bin göçmenin ilkin hangi bölgede yerleştikleri hakkında hiç bir bilgi bulunmamaktadır. Ne yazık ki Ortaçağ kayıtlarında, Hamamaşen isminden başka hiç bir bilgi korun-mamıştır…19. yy.dan itibaren az-çok ayrıntılı bilgiye sahip olmaktayız”3. Bu ifadelerde aydınlatılması gere-ken yerler var. Bilindiği gibi Ermeni kilisesi V. asrın yarısından itibaren Ortodoks ve Katolik kilisesiyle yol-larını ayırmıştır. Bu nedenle Ermeni ve Doğu Roma Kiliseleri arasında tarihten beri sorunlar varken Doğru Roma’ya sığınan Ermenilere prenslik kurmalarına izin verilmesi, Ortaçağ-da “Hamamaşe” isminden başka söz konusu prenslik hakkında hiçbir bilgi yokken XIX. yüzyıldan sonra ayrıntılı bilgilerin ortaya nasıl çıktığı cevap-lanması gereken sorulardır.

Hemşinlilerin zorla Müslü-

manlaştırılmaları iddiaları da hayli abartılıdır. Bir defa bölgenin coğrafi yapısı böyle bir uygulamaya imkân vermemektedir. Diğer yandan başka-ları değil de neden bunlar üzerinde zoraki bir Müslümanlaştırma politi-kası uygulanmış olsun? Bu ve benzeri soruları cevaplamadan “Bildiğimiz gibi XVIII. asırda Hamşen Ermeni

nüfusunun İslamlaştırılması sonrasında Hemşinlilerin bir bölümü asıl Hamşen’i … terk ederek Hopa ve Borçka ilçeleri-ne (Artvin’e) yerleşmişler, diğer kısmı geleneksel bölgelerde kalmış. Hıristiyan-lığını koruyan kesim ise Karadeniz’in güney-doğusuna dağılmış, devamında da yani XVIII. asrın sonunda ve XIX. asrın başında kuzey-doğu sahilleri

Hayriye Orhun, Şenyuva köyü, Çamlıhemşin, M. Aksoy’un arşivinden.

Şenyuva köyü, Çamlıhemşin, M. Aksoy’un arşivinden.

Şenyuva köyü, Çamlıhemşin, M. Aksoy’un arşivinden.

Şenyuva köyü, Çamlıhemşin, M. Aksoy’un arşivinden.

Şenyuva köyü, Çamlıhemşin, M. Aksoy’un arşivinden.

Şenyuva köyü, Çamlıhemşin, M. Aksoy’un arşivinden.

Batı Sibirya, Novasibirks, M. Aksoy’un arşivinden.

Page 48: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

48

ARAŞTIRMA

(Rusya) ve Doğu Ermenistan’a göçmüş-ler” gibi ifadeleri kullanmak sosyal gerçeklikle bağdaşmamaktadır.

İnsanlar kültür ve kültürle ilgili bir konudan bahsediyorsa aslında farkında olarak ya da olmadan ant-ropoloji kökenli kültür teorilerinden hareketle bir şeyler söylüyordur. Çünkü kültür teorileri ve kültür kavramları antropoloji kaynaklıdır. Kültür teorileri temelde “yayılmacılık” (difüzyonizm) diğeri de “evrimcilik” (evolutionizm) olmak üzeri iki tane-dir.

Evrimci görüşün önemli tem-silcisi Darwin olsa da, bu teorinin kurucusu Spencer’dir. Onun evrimci ve ırkçılığı esas alan görüşleri, Avrupa merkezli kültür teorisi, ırk veya sosyal grup oluşturma peşinde olanların

-özellikle de antropologların- nere-deyse tamamının düşünce merkezini uzun yıllar biçimlendirmiştir.

Evrimci teoriyi benimseyenle-rin en büyük özelliği “…Asya’yı ve Afrika’yı yeterince bilmediği halde, Kuzeybatı Avrupa toplumlarını ev-rim merdiveninin en üst basamağına oturtmasıydı”4. Bu durum ise onların dünya kültürlerine karşı önyargılı davranmalarının en somut gösterge-sini meydana getirmektedir.

Evrimcilere göre insan zihni her yerde aynı evrim sürecinden geçer; bu sebeple sosyal gruplar arasında nice-lik yönünden değil, nitelik yönünden farklılık vardır. Bir başka ifade ile sosyal gruplar arasındaki fark, bu toplulukların evrimindeki hızdan kaynaklanmaktadır. Bu nedenle on-

lara göre evrimi tamamlamış ya da evrimsel açıdan ilerde olanlar kültürü üretir, diğeri onlardan alır.

Benedict, ise evrimcilerin ırk gö-rüşüne “insanların özgürce gezip dolaş-tığı, toplumdaki en arzulanır kişilerin atalarında karışık evliliklerin bulundu-ğunu bildiğimiz bir çağda, utanıp sıkıl-madan, hâlâ arı ırktan söz ediyoruz… Irk arılığına inananlar efsanelerin kurbanıdırlar”5 diyerek itiraz eder. Ya-yılmacı görüşün ilk temsilcisi Ratzel gibi yayılmacı olan Benedict, kültürü alış-veriş olarak değerlendirir6. Kültür hakkındaki diğer kavram ve teoriler bu iki teoriden kaynaklanmış olup, aralarında temelde fark yoktur.

Türkiye’de kültürden bahseden insanlar genel olarak hangi siyasi görüşten olurlarsa olsunlar bu iki

Doğu Türkistan’da bulunann pantolondaki damga. Wagner’in eserinden.

Ermeni alfabesiyle yazılmış Kıpçakca bir dua.

Çuvaşistan bayrağı.

-Aşağı Çamlık, Çamlıhemşin, R. Koyuncu arşivinden.

Çamlıhemşin, Ülkü köyünden Rize müsesine getirlen koç başlı mezar taşı. M. Aksoy’un arşivinden.

Fotoğraf soldaki 4 nolu çizimin aslı. Hakasya, Özerk Cumhuriyeti, Minusinsk, M. Aksoy arşivinden.

Dünyadaki ilk koç-koyun başlı mezar taşları. Borisenko ile Khudyakov’un eserinden.

Page 49: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

49

ARAŞTIRMA

Yeni Ufuklar, sayı 29

teorinin kavramlarını işlerine geldik-leri gibi kullanmaktadırlar. Mesela Hemşinli olarak ifade edilen insanları konuştukları dilden hareketle bazıları Ermeni asıllı olarak ifade ederken, o insanların maddi kültür unsurlarını görmezden gelmektedirler. Oysa yukarıda ifade edildiği gibi dil in-sanların veya halkların hayatında çok önemli olmakla beraber temel belir-leyici faktör değildir. Otantik kül-türlerin en belirgin özelliği yerel ve kendine özgü olmasıdır. Bu anlamda halkların otantik etnografya unsur-ları kültür çalışmalarında son derece önemlidir.

Araştırma sahasında yapmış oldu-ğumuz çalışmalarda Aşağı Çamlıca (Vice) köyü ile Ülkü köyünde (Mol-laveyis) birer tane koç-koyun başlı mezar taşı olduğunu tespit ettik.

Aşağı Çamlıca Köyü (Vice) muh-tarı Cumhur Altay’ın (Muhtarla mü-lakatı 20. 12. 2011’de Recep Koyuncu yapmıştır.) verdiği bilgilere ve köyde yapılan ikinci saha çalışması (Ağustos 2015’de makalenin yazarları tara-fından yapılmıştır.) bilgilerine göre: “Bu taş yıllardan beri bilinir” ancak ne olduğu hakkında köyde yaşayan-lar bir bilgiye sahip değiller. Yani ne olduğunu ve kıymetini bilmiyorlar. Ancak kimseye de vermek istemiyor-lar. Mesela Rize’den müze yetkilileri müzeye götürmek için gelmişler fakat vermemişler. Çalınmasın ve bir daha zarar görmesin diye de demir kafes yapmışlar. Köydeki insanlar bu taşın “mezar taşı olduğunu bilmiyor, za-ten mezar taşı değil” dediler. Ancak “buranın mezarlık olduğunu büyük-lerimiz söylerdi” ifadesini de kullanı-yorlar. Bu yere “mezarlık sırtı” ya da “Haçun sırtı” denir demeyi de ihmal etmediler. “Bu koç heykeli düzgün taşların üzerindeydi. Altındaki taşlar alınınca heykel yıkıldı, yani yan yattı, biz yeniden dik hale getirdik” dediler.

Bir tarihi vesikanın nasıl yok edildiğini ya da tarihin adeta altın harflerle yazılan bir sayfasının ade-ta yırtılması hakkında ilginç örnek olması açısından Ülkü Köyü’nden (Mollaveyis) Turgut Kutlu’nun (Cami mahallesinde oturuyor.) verdiği bilgi-ler çok önemli:

“Rize müzesindeki koyun başlı mezar taşını benim arazimden aldılar,

arazimin olduğu yerin adı Dizoğlu’dur. Köye elektrik getirmek için (elektrik 1985-1986’da geldi) elektrik direği dikenler, koyun heykelini parçalayarak onun parçalarını bir-iki elektrik dire-ğini sağlamlaştırmak için kullandılar. Fakat köyde öğretmenlik yapmış (197’li yıllarda) olan Fehmi Tuna bu mezar taşını nasıl yapmışsa kayıt ettirmiş7. 1989’da Rize müzesinden gelen in-sanlar elektrik direklerinin dibindeki parçaları alıp, müzeye götürerek orada birleştirdiler. Koç heykelinin olduğu yer mezarlıktır. O mezar taşı bizim Akkoyunlulardan geldiğimizin ispatı-dır, fakat o mezar taşı ve geçmişimiz hakkında yeterli bilgiye sahip değiliz. Büyüklerimiz anlatırdı ama yazmadık kaybolup gitti” (20. 12. 2011’de Recep Koyuncu’nun yaptığı mülakattan).

Dünyada ilk koç-koyun başlı mezar taşları (6 adet) Rus arkeologlar tarafından 1772’de Altaylarda bu-lunmuştur. Altı adet koç-koyun başlı mezar taşından ikisi Barnaul diğerleri de Minusinsk müzesinde olup mezar taşlarının yaşı M. Ö. X. asır olarak hesaplanmıştır. Bu tip mezar taşları Ötüken’den Afyonkarahisar’a kadar olan Türk mezarlarında görülmekle beraber diğer halkların mezarlıkla-rında yoktur. Yani koç-koyun başlı mezar taşı geleneği Türklere özgü bir gelenektir. 8

Aşağı Çamlık ve Şenyuva Köyü’nde (Çinçiva) yapmış olduğu-muz çalışmalarda çorap yapan bayan-larla tanıştık. Bayanlara çorap yap-mayı ve onların üzerindeki damgaları kimden ve nasıl öğrendiklerini sor-duğumuzda sanki ağız birliği etmiş gibi “annemden, nenemden, köydeki kadınlardan öğrendim” dediler. Bu ifadeleri kullanırken Şenyuva kö-yünden Hayriye Orhun (87yaşında) adlı teyze yaptığı çorapları anlatırken bunları çocukluğundan beri yaptığını

anlatmayı da ihmal etmedi.Bu çoraplardaki damgalar adeta

tarihe şahitlik etmekteler. Çünkü onların dünyadaki ilk pantolondaki (Doğu Türkistan’da bulundu. Yapıldı-ğı tarih ise M. Ö. 1500-1200 arası)9 Çuvaşistan Özerk Cumhuriyeti’nin bayrağındaki ya da Kazakistan’ın Cambul şehrindeki bir kilimdeki damganın aynısı olması tesadüf ol-madığı gibi bu durumu “yayılmacı” ya da “evrimci kültür teorileri”yle de izah etmek mümkün değildir.

Sonuç olarak, Türkler, zaman zaman dillerini, alfabelerini, dinleri-ni, fizikî coğrafyalarını, devletlerini değiştirmişler, ancak damgalarını değiştirmemişlerdir. Fakat tarihî sü-reç içinde zamanla damgalarına yeni ilaveler yapmışlar. Bu nedenle Türk tarihini ve sosyal coğrafyasını damga-ları takip ederek öğrenmek ve yazmak mümkündür.

Dipnotlar

1 Roland Breton, Dünya Dilleri (Çev. Orçun Türkay), İstanbul, 2007.

2 Pulat Tacar, Kültürel Haklar Dünyadaki uy-gulamalar ve Türkiye İçin Bir Model Öneri-si, Ankara, 1996, s. 70.

3 “Batı ermenistan ve Batı ermenileri Sorun-ları Araştırma Merkezi”, http://akunq.net/tr/?p=1568 (erişim 24.10. 2015)

4 Bozkurt Güvenç, İnsan ve Kültür, İstanbul, 1974, s. 75.

5 Ruth Benedict, Kültür Kalıpları (Çev. N. Şar-man), İstanbul, 2003, s. 32, 36.

6 Ruth Benedict, a. g. e., s. 239.7 Bölgedeki Rize Atatürk Müzesi 1984, Rize

Müzesi 1998, Trabzon Müzesi de 2001’de hizmete açıldığı için öğretmen Fehmi Tuna’nın bu mezar taşını müze kayıtlarına nasıl aldırdığını öğrenemedik.

8 Mustafa Aksoy, Tarihin Sessiz Dili Damga-lar, İstanbul, 2014.

-Mustafa Aksoy, “Türkistan’dan Anadolu’ya Koç-Koyun Heykelleri ve Balballar”, Yeni Türkiye Dergisi, Sayı 53, 2013, s. 664-669.

9 Mustafa Aksoy, “Tarihin Bilinen İlk Panto-lonundan Türkiye’ye Gelen Damga”, Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi, Sayı 346, 2015, s. 22-27.

Recep Koyuncu, Aşağı Çamlık, Çamlıhemşin, R. Koyuncu arşivinden.

Page 50: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

5050

DİL / EDEBİYAT

Sözüm dinle mugannî nağmesin gûş eyle ey Bâkî Garaz sana nasîhatdür kulak tut kavl-i üstâde Baki

Sözlükte “bir şey saf, hâlis olmak, kötülük ve bozukluktan uzak bulun-mak; iyi niyet sahibi olmak ve başkasının iyiliğini istemek” anlamlarındaki “nush” kökünden türeyen nasihat kelimesi “başkasının hata ve kusurunu gi-dermek için gösterilen çaba; iyiliği teşvik, kötülükten sakındırmak üzere ve-rilen öğüt; başkasının faydasına ya da zararına olan hususlarda bir kimsenin onu aydınlatması ve bu yönde gösterdiği gayret” manalarında kullanılmakta-dır. Kur’ân-ı Kerim’de nasihat kelimesinin on iki ayette isim ve fiil şeklinde türevleri geçmektedir. Kur’ân’ın kendisi bizatihi “âlemler için öğütten başka bir şey değildir.”1 “Kur’ân âlemlere ancak bir öğüt”2 olduğuna göre Allah biz-zat öğüt verici, nasihat edici kabul edilmektedir. Hadislerde ise hem nasihat kelimesi hem de türevleri sıkça kullanılmıştır.3 Burada türevlerden kastedilen vaaz, tezkir, tavsiye gibi semantik açıdan aynı kapıya çıkan mefhumlardır. Keza nasihatin dinimizce ne denli kıymetli olduğunu ifade eden “Din nasihattir”4 hadis-i şerifinin mevcudiyeti de söz konusudur. Hz. Peygamber’in umumî ve hususî pek çok nasihati rivayet edilmiştir. Haliyle kaynaklarından başlıcaları Kur’an-ı Kerim ve ehadis-i nebeviyye olan Türk İslâm edebiyatın-da nasihat, önemli ve yaygın bir muhteva olmuştur. Gerçi Türkçenin elimiz-deki ilk yazılı belgeleri niteliğinde olan Orhun Abideleri’nin bol miktarda na-sihat içerdiğini göz önüne aldığımızda, nasihatin Türk edebiyatındaki önemini İslâmiyet öncesi dönemden başlatmak da mümkündür. Buna binaen Türklerin İslâmiyet ile şerefyab olmasıyla nasihatın ehemmiyetinin pekiştiği-ni ve arttığını söyleyebiliriz.

DünümüzdeNasihat muhtevalı eserler genellikle bugün geçmişteki edebî ürünleri tasnif

ederken kullandığımız dinî-tasavvufî olanların arasında bulunmaktadır. Di-daktik olarak tavsif ettiğimiz eserlerin birçoğu ahlâkî konulara yer verdikleri için tabii olarak öğütler içerirler. Nasihatler, klasik bir dille ifade edecek olur-sak, “Mevlâ’nın cümlemizi Hakk’ı Hakk bilip Hakk’a ittiba, batılı batıl bilip batıldan ictinab eyleyen zümre-i salihîne ilhak eylemesi” adına gösterilen çabaların müşahhas formudur. Her bir kişiye yalan söylememesini, kibre bu-laşmamasını, dünyaya bağlanmamasını, harama bulaşmamasını vs anlatmak isteyen zevât-ı kirâm, nasihatlerini edebî metne yedirerek duygularını ve dü-şüncelerini ahaliye aktarmada zamanın geçer akçesi olan edebiyattan istifade etmiştir. Buradaki edebiyat, sanat için değil, toplum içindir; amaç değil, araç işlevi görmektedir.

Yazın tarihimize şöyle bir göz attığımız takdirde, henüz erken dönem şaheserlerimizde nasihatin basit bir şekilde aktarıldığını değil, manzum ya-1 Tekvîr suresi 81/272 Yûsuf suresi 12/1043 Mustafa Çağrıcı, “nasihat”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), XXXII, (istanbul 2006), 408-409.4 Müslim, iman 95/55.

Nasihatin dinimizce

ne denli kıymetli oldu-

ğunu ifade eden “Din

nasihattir” hadis-i şe-

rifinin mevcudiyeti de

söz konusudur. Hz.

Peygamber’in umumî

ve hususî pek çok nasi-

hati rivayet edilmiştir.

EkremSAKAR*

*Marmara Üniversitesi, araştırma Görevlisi

Edebiyatımızda Nasihat Muhtevası

Page 51: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

51 51

DİL / EDEBİYAT

hut mensur oluşuna göre edebiyatın içinde bir şekilde eritilerek verildiği dikkatimize çarpacaktır. Meselâ Dede Korkut Hikâyeleri’nde, Kutadgu Bilig’de geçen olayların tahkiyesi vasıtasıyla, Divan-ı Hikmet’te, Yunus Emre Divan’ında, Garibnâme’de şiir dilinden istifade edilerek, söylenmek istenen şeylerin düşünce altyapısının ustaca kullanılması yoluyla söylendiğini gözlemleyebiliriz. Na-sihatler kapsam olarak, kişide bulunması ve bulunma-ması gereken sıfatlardan çocuk eğitimine, şahsî ibadet-lerden cemiyet içindeki münasebetlere dek çok geniş bir mevzu alanına sahiptir. Bu noktada hemen belirtmemiz icap eder ki nasihatler yalnızca mesnevîlerde, fütüvvet-namelerde, siyasetnamelerde vs. muhtelif şekil ve türler-de bir muhteva olarak kalmamıştır. Köken itibariyle Arapça, Farsça ve Türkçe olan nasihat, pend ve öğüt kav-ramları, edebiyatımızda “nasihatname” , “pendname” ve “öğütname” adları altında başlı başına edebî bir tür ola-rak yer almıştır. Nasihatnamelerin müstakil bir tür olma-sında Feridüddin Attar’ın meşhur Pendname’sinin payı büyüktür. Öte yandan Mevlâna’nın Mesnevî’si ile Sadî’nin Gülistan ve Bostan adlı eserlerinin de edebiyatı-mızda nasihat muhtevasına önem atfedilmesinde rol oy-nadığı yadsınamaz. Kimi şairler ve yazarlar nasihat et-meyi diğer temalardan çok daha mühim bulmuşlar ve bu anlayışın neticesi olarak müstakil eserler kaleme almayı gerekli görmüşlerdir. Bunlara Ahmed Fakih’in Çarhname’si, Sinan Paşa’nın Maarifname’si, Şah İsmail’in Nasihatname’si, İbrahim Gülşenî’nin Pendname’si, Ali Mustafa Efendi’nin Nüshatü’s-Selatin’i, Veysî’nin Habname’si, Koçi Bey’in Risale’si, Nabî’nin Pend-i Hayriye’si, Sünbülzade Vehbî’nin Lutfiyye’si gibi farklı yüzyıllardan pek çok örnek verilebilir. Hassaten Nabî ile zirveye varan ve bir ekol haline gelen hikemî tarz şiirler, üstü açık ya da kapalı birçok öğüt ihtiva ederler. Hik-metli sözlerin estetik bir biçimde sunulmasını edebiyat olarak kabul eden kitleler olmasa, şüphesiz bu eserler kaleme alınmazdı. Ahali arasında rağbet gören menakıbnâmelerdeki ibretlik olaylar, bir yönüyle nasi-hattir; çünkü anlatılan bir şeyden ibret almak, bir nev’i nasihat dinlemektir. Nasihatin pek çok kez eserin tü-münde değil de, bir kısmında yer aldığı da müşahede edilebilir. Meselâ Süleyman Çelebi’nin belli bir gayeye müteallik kaleme aldığı Vesiletü’n-Necat’ında, meşhur is-miyle Mevlid’inde bir fasıl yalnızca nasihate ayrılmıştır. Eski eserlere dikkat edildiğinde, nasihattan bahsedilme-yen, örneğin sevgilinin güzelliğinin tarif ve tasvir edildi-ği aşıkâne gazellerin bazılarında bile şuuraltından nasi-hat edildiği görülecektir ki sonuç olarak nasihatin muhteva olarak çok yaygın olduğunu gösteren deliller bulması oldukça kolaydır. Bittabi bu, bütün edebiyatımı-zın nasihat üzerine bina edildiği manasına gelmez; bu sadece bir tercihtir. Meselâ Sâdî Bostan’ında, “Sâdî başka şairler gibi bütün zamanını güzellerin gözleri, zülüfleri, yanakları, benleri hakkında söz söylemekle geçirmez. Böyle nasihat, hikmet kâbilinden olan manzumelere de çok ehemmiyet verir”5 der. Nitekim bu, aklı başında kişi-lerin işidir. Türkçe “öğüt”ün, “ög” yani “akıl” kökünden türetildiği dikkate alınırsa, nasihatin yalnızca akıl sahibi

گرت عقل و رای است و تدبیر هوش 5به عزت کنی پنر سعدی به گوشکه اغلب ردر این شیوه دارد مقالنه در چشم و زلف و بناگوش و خال

kimselere hitaben yapıldığı neticesine varılabilir.Nasihat kitaplarının ve nasihat muhtevasının eskisi

kadar revaçta olmayıp kısa manzumeler şeklinde kaleme alınması XIX.yüzyılda başlamıştır.6 Her ne kadar Ziya Paşa “Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir / tekdir ile us-lanmayanın hakkı kötektir” diye nasihatin önemine vur-gu yapsa da nasihat konulu koca eserler artık kaleme alınmaz. Bunun yanı sıra nasihat, edebiyat telâkkisinin değişmesiyle birlikte bir muhteva olarak da edebiyatı-mızda eskisi kadar yer bulmaz. Devrin temayülünün ne edebiyatta ne de başka yerde nasihate tahammülü kal-mamıştır. Öyle ki daha sonraki dönemlerde, Ahmed Midhat’ın romanlarında araya girip bir iki öğütte bulun-ması bile teknik bir kusur sayılacaktır. Muhafazakârlığıyla meşhur Yahya Kemal dahi nasihat muhtevalı ürünlere tepkisini göstermiştir: “Eğer onları okuyanlar, onların her birinin – maşallah adetleri de çoktur – gösterdiği yola girseler, verdiği nasihati icra etseler, söylediği fikre inansalar neûzübillah ne hale gelirlerdi? Ben, kendi he-sabıma nasihat eden yazıcıları sevmem. Bilâkis bildiğini, gördüğünü, duyduğunu yazan, âdeta karşısında bir oku-yan yokmuş gibi kendi kafasının ve gönlünün cereyanla-rını nakledenleri severim”.7 Ezcümle nasihat içerikli bir edebiyattan yavaş yavaş uzaklaşılmıştır.

GünümüzdeGünümüzde nasihat muhtevası, dinî kitap dediğimiz

ve nesir formunda kaleme alınan çalışmalarla mahdut kalmıştır. Toplumun nasihat dinlemesi, artık edebî bir tür olarak görülmeyen köşe yazısı, makale, düşünce ki-tapları aracılığıyla gerçekleştirilmektedir. Aslında icraati devam eden nasihat; akıl vermek, yol göstermek, ışık tut-mak vb. rasyonel ifadeler altında daha ciddi bir görünüm arz etmekte, kimi zaman ise medya kanalıyla şuuraltın-dan “yönlendirme” diyebileceğimiz metotla icra edil-mektedir. Kanaat önderlerinin, aydınların, cemiyeti yön-lendirme iddiasıyla hareket edenlerin edebiyata tevessül etmemesi, öğüt vermenin edebiyatın yapısına aykırı bu-lunmasından, bunun bir bakıma demode görülmesinden kaynaklanmaktadır. Zira edebiyat şiir olsun, roman ol-sun, hikâye olsun, deneme olsun, şahsî duyguların ve dü-şüncelerin suya sabuna dokunmadan iletilmesi esasına

6 iskender Pala, “nasihatname”, DİA, XXXII (istanbul 2006), 409-410.7 Yahya kemal, Edebiyata Dair, istanbul 1971, s. 315-316.

Kanaat önderlerinin, aydınların, ce-

miyeti yönlendirme iddiasıyla hareket

edenlerin edebiyata tevessül etme-

mesi, öğüt vermenin edebiyatın ya-

pısına aykırı bulunmasından, bunun

bir bakıma demode görülmesinden

kaynaklanmaktadır.

Yeni Ufuklar, sayı 29

Page 52: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

52

MAKALE

52

DİL / EDEBİYAT

dayanan bir hüviyete bürünmüş durumdadır. Halka na-sihat etmek, fertlerin hayat tarzlarına dair mütalâalarda bulunmak noktainazarından bakılarak çirkin bulunduğu ve özgürlüğe müdahale etmek şeklinde kabul gördüğü için bunun edebiyata ters olduğu kanaatinde olan çok fazla insan mevcuttur. Bunda biraz da modern hayat tar-zında eğlencenin fazlasıyla yer bulmasının tesiri söz ko-nusudur. Edebiyatın insanlar tarafından boş zamanlarda, hobi olarak iştigal edilen bir okuma aktivitesi biçiminde telâkki edilmesinden ötürü, kişinin nefsine ağır gelecek şeylerin sadece dinî kitaplar diye sınıflandırılan sohbet tarzı kitaplara hapsetme isteği neşet etmektedir. Edebi-yatın ulvî hakikatlere hizmet etmemesinin, dünyevîleştirilmesinin sonucu olarak da uhrevî mevzula-ra yer veren şiir, roman, hikâye gibi türler “yeşil roman”, “salya sümük edebiyatı” şeklinde yakıştırmalarla külliyen kalitesiz ürünler olarak lanse edilmektedir. Belki bunda muhafazakâr kanalların dizilerinde, “zulüm ya da küfür etme ve sonunda cezasını çeken adam” şeklinde klişeleş-miş senaryoların rolü vardır. Sebebi ne olursa olsun, na-sihatin ancak bir aile büyüğünden göstermelik bir say-gıyla işitilecek ama dinlenmeyecek türden sözler bütünü olduğunu düşünen bir nesil, edebiyatta bu tür muhtevaya yer verenleri, kulak asmadığı dedesiyle özdeşleştirerek bu tip bir tutumun, eserin entelektüel yönüne darbe vurdu-ğu fikrinde sabit kalmaktadır. Binaenaleyh nasihat et-mek isteyenler de edebiyata meyletmemektedirler. Nasi-hat dinlemekten uzak olan toplum, vaktizamanında kaleme alınmış nasihat muhtevalı eserleri okumayı bir züll addettiğinden, bu eserlere iltifat etmezler. Bunları kütüphanelere gidip okuyan, araştıran ve neşredenler yok mudur? Vardır elbette ama bunu ya iş icabı yaparlar ya da kültürel bir hizmetten ibaret olarak görürler. Gü-nümüzde eski nasihatnâme usulünü benimseyerek kitap neşredenler ise gelenek romantizmi saikiyle eş-dost-talebe-birkaç meraklı dışında ciddi bir okuyucu kitlesine seslenememektedir.

Olayın teknolojik bir boyutu da var. Edebiyat, kitle iletişim araçları icat olunmadan evvel sadece öğüt ver-meye müteallik değil, pek çok gayeye yönelik hizmette kullanılan bir vasıtaydı. İnsanlar sevinç, üzüntü, heyecan, coşku, umut, karamsarlık gibi duygularını ziyadesiyle manzum olarak metne dökerek başkalarına aktarıyordu. Verilmek istenen öğütler de diğer kimseler tarafından zevkle okunabilsin diye edebî bir üslup takınma şuuru hâkimdi. Şimdi ise bunu internetteki bloglardan, sosyal medya hesapları üzerinden yazmanın kolaylığı ve muay-yen bir forma girmeyen hislerin ve fikirlerin zahmetsizce dışavurumu insanlara daha makul gelmektedir. Bir yazıyı bir anda pek çok kişinin görmesine imkân sağlayan tek-nolojik gelişmeler karşısında, metin haline gelen duygu-ların ve düşüncelerin estetik açıdan bir cazibesi olmama-sında da bir beis görülmemektedir. Hatta edebî olmayan yazı, mesajın aktarılması için daha ideal metindir, zira zihni yormaz. Son yıllarda köşe yazılarının alt alta cümle halinde yazılma âdeti, okumaya üşenen okuyucuların problemine bir çözüm olarak üretilmiştir.

İnsanın insandan aldığı en zor şey ve insanın insana verdiği en kolay şey olan nasihat, hiç şüphesiz kavl ile değil hâl ile verilir. Bununla beraber “Bir çobanı bile din-le, hiç bir şey bilmiyorsa senden iyi koyun gütmesini bi-liyordur” diyen Hz. Mevlâna’nın sözüne kulak kabartan-

lar, nasihatlerini gelecek nesillere ve geniş kitlelere yaymak amacıyla edebiyatı kullanmak durumunda kal-mışlardır. Bugün edebiyata bakış açısı değişmiş olabilir. Mamafih edebiyatın muhatap aldığı insan her zaman aynı insandır. Nasihat muhtevalı ürünlerin revaç bulma-ması, öğüt dinlememeye bir bahane olamaz. Edebiyatı-mızda, insanoğlunun her devirde dinlemesi ve tatbik et-mesi gereken öğütler ihtiva eden, üstelik bunun bir bediiyat harikası olarak satırlara döküldüğü yüzlerce ese-rimiz vardır. Bu eserleri okumak, okutmak, nasihat din-lemek ve bir gün nasihat edecek mevkie ulaşmak, bilinç-li okurun yapacağı en aslî işlerden birisi, belki de birincisidir.

VEFAT VE BAŞSAĞLIĞI

Yönetim Kurulu Üyemiz Cemal ARTIRAN’ın oğlu

HALİL ARTIRAN 20. 04. 2016 tarihinde vefat etmiştir.

Merhuma Allah’tan rahmet, ailesi, yakınları ve sevenlerine başsağlığı dileriz.

YENİ UFUKLAR DERNEĞİ

VEFAT VE BAŞSAĞLIĞI

Üyemizlerimizden

NECATİ ERAVŞAR 23 05. 2016 tarihinde vefat etmiştir.

Merhuma Allah’tan rahmet, ailesi, yakınları ve sevenlerine başsağlığı dileriz.

YENİ UFUKLAR DERNEĞİ

VEFAT VE BAŞSAĞLIĞI

Üyelerimizden Hamdi YÜReGİllİ’nin kayınvalidesi

FATMA TELTELİCİ11.05. 2016 tarihinde vefat etmiştir.

Merhumeye Allah’tan rahmet, ailesi, yakınları ve sevenlerine başsağlığı dileriz.

YENİ UFUKLAR DERNEĞİ

Page 53: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

53

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 29

53 53 53 53 53 53 53 53 53 53

Geride gözyaşı kaldı...

Sarıkamış harekatı Türklerin ağır yenilgisiyle sona ermişti. Onbeş gün süren savaşın sonucunda, İçinde general ve subayların da bulunduğu yedi bin asker esir düşmüştü. Bu savaştan 12 bin asker sağ kurtulmuştu. Savaşa katılan yüz yirmi bin askerden bu rakam düşülünce, Sarıkamış harekatında yüz bir bin kişi kayıptı. Bunlardan kaçı salgın hastalıklardan, kaçı çatışmalardan kaçı donarak şehit olmuştur. Yine bu rakamın içinde kaç firar vardı? Bilinmemektedir. Tahminler ve anılar farklı rakamları yansıtmaktadır.

Sarıkamış bozgunundan kurtulan çoğu yaralı 12 bin asker, Erzurum’a ve çevre ilçelere getirildi. Ancak askerlerde bir tuhaflık vardı. Yüksek ateş, kaşıntı ve mide bulantısı görülüyor, vücut aniden bitleniyordu. Bu bitlerin neden olduğu hastalık, tarih boyunca orduları yeyip bitiren tifüs hastalığıydı. Askerler, günledir yıkanmamış, üstlerindeki çamaşırlar temizlenmemişti. Sıcak bir ortama geldiğinde vücutlarındaki bitler ortaya çıkıyor, her yanı kaplıyordu. Sonunda tifüs mikrobu askerin bedenine giriyor, ateşler içinde yanıyor ve can veriyorlardı.. Sarıkamış’ta donmaktan kurtulan askerler, bu kez tifüs salgınından ölüyorlardı.

Istırap ve elemAlay Müftüsü Nüsret Efendi'nin anılarında şu

satırlar yer almıştı: “...Harbin bu safhası pek ıstıraplı, elemli cereyan etmişti. Çünkü bir taraftan halkın inkisar-ı hayale (hayal kırıklığna) uğraması, tifo, tifüs, humma-i racia (dönüşümlü humma) gibi salgın, müstevli hastalıkların bütün şiddeti ile icra-i hüküm etmesi, ordunun bir Rus Ordusundan endişesi avam ve havvası dilhiraş bir vaziyete getirmiş, herkes zafer-istikbalden nevmid kalmıştı. Bu sarsıntıdan mütevellit cezr ve medler tamam üç ay imtidat(sürdü) etti.....”

Yazdığı kitapla, Balkan harbinde yapılan yanlışlıkları anlatan Hafız Hakkı Paşa, Sarıkamış’ta eleştirdiği hataları kendisi yapmıştı.. Sarıkamış’ı Enver Paşa’dan önce alma hırsı yüzünden binlerce askerin donmasına neden olmuştu. Kendisi de Erzurum’da tifüsten ölmüştü. Enver Paşa, Sarıkamış’tan İstanbul’a gelirken İran üzerinde Kafkaslara geçerek ihtilaller yapmaya gönderdiği Amcası Halil Paşayı geri çağırdı. Sivas’ta buluştuklarında ağzından bir tek cümle çıktı:

“Bütün ordu mahvoldu.” Arkasında binlerce kefensiz kar çiçeği bırakarak

İstanbul’a gelen Enver Paşa’nın İstanbul’a vardığında yaptığı ilk iş, Sarıkamış Bozgunu ile ilgili haberlere yasak getirmek oldu. Bu yüzden yıllarca Sarıkamış Dramını kimseler bilmedi. Bu savaşta donan askerleri gösteren hiçbir fotoğraf bulunamadı. Fotoğrafların tümü Ruslar tarafından çekilmişti. Faciayla ilgili bilgiler Ruslar tarafından Avrupa ve Dünya’ya yayılmıştı. Bu facia ile ilgili bir sohbet sırasında Enver Paşa, Harbiye Nezareti Ordu Daire Başkanı Behiç Bey’e şöyle söylemişti: : “Bunlar nasıl olsa bir gün ölecek değiller miydi!”

Rus Kurmay Başkanı Pietroroviç, anılarında Sarıkamış’a kavuşan o bir avuç kahramanı söyle anlatmıştı:

Başlar semaya dönük...“İlk sırada diz çökmüş beş kahraman. Omuz

çukurlarına yasladıkları mavzerleri ile nişan almışlar. Tetiğe asılmak üzereler. Ama asılamamışlar. Kaput yakaları, Allah’ın rahmetini o civan delikanlıların yüreklerine akıtabilmek istercesine semaya dikilmiş, kaskatı... Hele bıyıkları, hele hele bıyıkları ve sakalları! Her biri birer fütuhat oku gibi çelik misal. Ya gözler?.. Dinmiş olmasına rağmen şu kahredici tipinin bile örtüp kapatamadığı gözleri!.. Apaçık!.. Tabiata da, başkumandana da, karşısındaki düşmana da isyan eden ama Allah’ına teslimiyetle bakan gözler... Açık, vallahi apaçık!..

İkinci sırada öyle bir manzara ki, hiçbir heykeltraş benzerini yapmayı başaramamıştır. O ürkütücü ayaza rağmen, sağlarında fişekleri debelenerek üzerlerinden atmaya tenezzül etmemiş iki katırın yanında başları semaya dönük, altı masal güzeli Mehmed... Sandıkları bir avuçlamışlar ki, hayatı biz ancak böyle bir hırsla avuçlayıvermişizdir. Öylesine kaskatı kesilmişler.

Ve sağ başta binbaşı Mustafa Nihat. Ayakta... Yarabbi, bu bir ayakta duruştur ki, karşısında düşmanı da, kâfiri de, lanetlisi de Allah’ın huzurunda diz çöküş halinde gibi. Endamı, düşmanı dize getiren bir tekbir velvelesi gibi. Belinde, fişeklerinin yuvalarını tipi ile kapatmaya bütün gece düşen kar bile razı olmamış. Sol eli boynundaki dürbünü kavramış. Havada donmuş, Kale sancağı gibi... Diğer eli belli ki, semaya uzanıp rahmet dilerken öylesine taşlaşmış. Hayrettir, başı açık. Gür erkek kömür karası saçları beyaza bulanmış...”

Ve Moskova’daki askeri müzede sergilenen bu satırların sonu şöyle biter: “Allahuekber Dağları’ndaki Türk müfrezesini esir alamadım. Bizden çok evvel Allah’larına teslim olmuşlardı.

Ahmet ÖZDEMİR*

* Gazeteci, yazar

Page 54: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

54

İNCELEME

Bazı pınarlar vardır, yanınızdan akar gider. O pınardan bir yudum su ala-bilme yeteneğiniz varsa hem siz hem de pınar şanslıdır.

Pınar değeri bilindikçe çoğalır, kişi ise pınardan beslendikçe olgunlaşır. Kendini Halk Kültürü araştırmalarına adamış Sayın Halil Atılgan bana daima coşkun akan bir pınarı anımsatır. Kendisini yıllardır bilmeme karşın ilk kez birkaç yıl önce Akdeniz Türk TV’de Siyah Beyaz programına konuk ettiğim zaman yüz yüze gelmiştik.

Halkımızın duygu derinliğini anlatmak için iki örnek vermişti: “Mendilim işle yolla / İşle gümüşle yolla / (…) / İçine beş elma koy / Birini dişle yolla…”

“İşte halkımız bu… İşte mükemmel halkımız! Özlediği sevgilisine kavuş-mayı beklerken onun diş izini bile hasretine çare olarak arıyor…”

Bu tanım beni çok etkilemişti. Ardından:“Gözlerinin içine başka hayal girmesin

Bana ait çizgiler dikkat et silinme-sin…

İstersen yum gözlerini / Tıpkı düşü-nür gibi

Benden evvel başkası / Bakıp seni görmesin ..

Halkım böylesine içtendir duygu-larını anlatırken…”

Halktan ve halk kültüründen söz ederken bu denli duygusal coşkun-luk yaşayan başka insan görmedim.

Salbaş girişinde Çakıt üzerinde bir köprü vardır. Bu köprübaşında küçük, gösterişsiz ama çarpıcı bir tabela yer alır: “Halil Atılgan Toroslar Kültür ve Sanat Evi.” Bu köprünün altından başlayan yola inip, Batı’ya doğru döndüğünüzde, o yol sizi Bozcalar köyüne (Şimdi mahalle) götürür. Bozcalar’dan sonra karşınıza bir kavşak çıkar. Kuzeye gideni Durak köyüne (ki bu yol Yenice’den gelen demiryolu paralelini takip eder), diğeri de demiryolu üzerinden ba-tıya yönelir, sizi İncirgediği köyüne götürür.

Bütün gösterişi anlamında olan bu küçük tabela size yol gösterir. Her kavşak başında sizi doğru yola davet eder.

İncirgediği verimli bir köydür. Daha önce Adana Karaisalı’ya bağlı iken Mersin-Tarsus’a bağlanmış. Değerli dost Mehmet Demirel Baba-canoğlu da bu köyden. Sayın Atılgan baba evini restore etmiş ve müze yapmış. İncirgediği coğrafyası resmî olarak nereye bağlı olursa olsun, kül-

Halil Atılgan Toroslar Kültür ve Sanat Evi'nde Gördüklerim

Sedat MEMİLİ

Halil Atılgan

Page 55: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

55

İNCELEME

Yeni Ufuklar, sayı 29

55

Yeni Ufuklar, sayı 27

tür ve sanat evi sadece Çukurova’nın değil, ülkemizin gururlu abidelerin-den biridir.

Köye yaklaşınca adrese gerek yok, dalgalanan Türk bayrağı size kılavuzluk eder.

Kültür ve Sanat evi öylesine hâkim bir tepeye kurulmuş ki, To-roslarla kardeş, Toroslarla iç içe ve özdeş. Sanat evi’nin 14 Mayıs 2015 günü yapılan açılışına maalesef katı-lamadım. Daha sonra gidip görmek kısmet oldu.

Müze Duygularımız ve Tarihimizin Varoluş Çığlığıdır

Doğal yapısını ve özgünlüğünü koruyan iki katlı evin geniş bahçe-sine girdiğimde gözüme ilk çarpan “düven” oldu. Böylesine sağlam bir ağaç levha ve jilet gibi keskin taş-ların, yediğimiz ekmek buğdayı ile ne ilgisi olabilirdi? Ki bu düvenin hikâyesini Taner Talaş’tan dinledi-ğimde düvene daha farklı bakmaya başladım.

İnsanlık tarihinde binlerce yıldır kullanılan ve son 50 yıldır da haya-tımızdan sessizce ayrılan ve unutul-

maya yüz tutan adları ile hüzünlü bir varoluş çığlığı duyar gibi oldum.

Peki, Hangi Emektar Aletler Vardı?

Sadece tespit edebildiğim kadar ile aletler harf sırasına göre şunlardı:

Ağızlık, Alman köteni (pulluk, büyük saban), av sandığı, av ya-kalama fakı (tuzağı), bağ bıçağı, bağ bıçkısı, balta, biz (biz, çizecek, çelikten yapılmış sivri bir ucu ve ahşap ya da plastikten yapılmış bir tutma kısmı olan, tahta ve plastik gibi malzemelerin üzerinde, düzgün kesme işlemleri gerçekleştirebilmek için çizgiler ve işaretler oluşturmaya yarayan bir el aletidir). Boyunduruk veya nir, ük veya okluk (İki hayvanın ortasından uzunluk ekseninde ge-çen ve boyunduruğu araca bağlayan

uzun tahtadır.), gelve (Boyunduruğu ok kısmına sabitleyen mıhtır.), eyef (Boyunduruğu okluğa bağlamaya yarayan bükülmüş daldan halkadır.)

Bukağı, bulgur değirmeni, cep cep, çadır başlığı, çamaşır tokacı, Çankırı tuzu, çarık, çıkrık, çulfalık ma-surası, çulfalık mekiği, çulfalık tarağı, daktilo, dana burunsalığı, dana todo-su, deve çanı, dibek, dikiş makinesi, dolma tabanca, düven taşı (Düven ya da düğen: Harmanda ekinlerin -buğday, arpa, yulaf, vb.- tanelerini sapından ayırmak için kullanılan, önüne koşulan hayvanlarla çekilen, alt yüzeyinde keskin çakmak taşları çakılı olan kızak biçiminde araçtır.)

Tarımda makineleşme gerçek-leşmeden önceki dönemlerde kul-lanılan düven günümüzde önemini yitirmiş ve yer yer dekorasyon objesi olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Her aletin tarihi hemen hemen ülkelerin tarihine denktir. Her alet, insana, gelişim sürecini, vefayı, emek gücü, çalışkanlık ve üretimi anlatır. Her aletin bir adı ve bir destanı vardır. Biz bu destanlarla büyüdük.

Sedat Memili

Page 56: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

56

MAKALE

Günümüzde düvenin yerini biçerdö-verler ve patoz adı verilen öğütücü-ler almıştır.

ekmek şişi, elek, ellik, erzak san-dığı, fişek kıvırma makinesi, ayaklı fişek kıvıracağı, gaz ocağı, gözer, havan, huni, ılgıdır, ıstampa, idare lambası, kahve değirmeni, kama, kal-bur, kavlı çakmak, kepçe, kıl tarağı, kılıç, kirkit, kolan dokuma takımı, kuş yuvası, (evet, yanlış okumuyorsunuz kuş yuvası! Hiç bozulmamış haliyle müzede sergileniyor), loğ taşı, maş-rapa, mırra takımı, mibzer (Tohum atma amacıyla kullanılan bir tarım

aletidir. Traktör ya da başka bir çekici ile çekilebilen tekerlekli ve tohumun konulduğu hazneden oluşur. Top-rağa homojen dağılımda istenen miktarda tohumu belirli bir derinliğe atmada kullanılan önemli bir tarım makinasıdır).

Nalın takunya, nargile, nazarlık, oklavalık iğlik, ot orağı, orak, (Orak, özellikle tarımda kullanılan yarım çember biçiminde yassı, ensiz ve keskin metal bir bıçakla, buna bağlı bir saptan oluşan ekin biçme aracı-dır.), örs, padişah fermanı, padişah ferman kutusu, pamuk atacağı, pamuk attırma yayı, pulluk (Toprağı devirip parçalayarak fiziksel yapısını kültür bitkileri için elverişli yapan aletlerdir. Pulluk ile yapılan toprak işlemeye çift sürme denilir.), saban (Saban, tarımda yararlanılan, tarlayı ekme öncesi toprağı havalandırmak-ta kullanılan bir alet. Büyük saban-lara “köten” adı verilir. Çok dişli ve genellikle motorlu araçlarla çekilen sabanlara “pulluk” denir. Sabanlar ayrıca yer altına kablo döşemek gibi endüstri amaçlı olarak da kullanıl-maktadır.

Çoğu Mitolojik ve Dinsel Simgelerdir

Saçma kutusu, sadrazam ağızlığı, sap toplama tırmığı, semer, sigara sar-ma makinesi, su tası ve kabı, su sakası, su tenekesi, süt çekme makinesi, şe-kerlik, şırana, telefon makinesi, tırpan (Tırpan bazı buğdaygiller ve baklagiller gibi tarla bitkilerini hasat etmekte kullanılan bir tarım aletidir. Sırasıyla at ve sığırların çektiği hasat makineleri ve hasat-harman makinelerinin kul-lanımına başlanmasıyla geçerliliğini yitirmiştir. Yine de Avrupa ve Asya’nın bazı kesimlerinde kullanımına rastlan-maktadır.)

Mitolojide Tırpan: Tırpan, gele-neklerde önemli bir yerde bulunmak-tadır, çoğu kez de efsanelerde Kronos, Mahşerin Dört Atlısı ve Azrail gibi mi-tolojik varlıkların elinde kudreti simge-lemektedir. Hindularda ölüm tanrıçası olan Kali de tırpan kullanmaktadır. 

Günümüzde evrensel olarak çizgi romanlarda, sinema filmlerinde ve diğer medya görsellerinde Azrail’in elinde ölümü sembolize etmektedir.

Düven Taşı ( Düven ya da düğen, harmanda ekinlerin -buğday,

arpa, yulaf, vb.- tanelerini sapından ayırmak için kullanılan, önüne koşulan

hayvanlarla çekilen, alt yüzeyinde keskin çakmak taşları çakılı olan kızak

biçiminde araçtır.

Sayın Atılgan’dan edindiğim bilgiye göre Toroslar Kültür ve Sanat Evi Pazartesi günü dışında her gün mesai saatleri içerisinde hizmet vermektedir.

Page 57: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

57

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 29

Müzede tespit ettiğim diğer aletler şunlardır:

Tilki tuzağı, tütün tabakası, ütü, üzerlik, yaba, yılan dişi, yılan derisi.

Ayrıca bir dizi müzik aleti sergilen-mektedir. Argun, dilli kaval, ilkel Afrika çalgısı, kaval, meçik, mey, panço, tulum gayda, uzun argun, zurna…

Her Alet Bir DestandırHer aletin tarihi hemen hemen

ülkelerin tarihine denktir. Her alet, insa-na, gelişim sürecini, vefayı, emek gü-cünü, çalışkanlık ve üretimi anlatır. Her aletin bir adı ve bir destanı vardır. Biz bu destanlarla büyüdük. Bir pulluğun, bir düvenin genç kızların rüyası olan çeyizliğe kavuşması, bir delikanlının yaşam kurması arasında ne bağ olabi-lir? Bu müzede sergilenen tarım aletle-ri, birçok aşkın, ayrılığın, kan, gözyaşı, nefretin yanı sıra, sevinç, mutluluk ve yaşam enerjisinin nedeni veya sonucu olmuşlardır.

Atatürk ve Kuvayı Milliye Önderleri

Müzede daha yüzlerce çeşit alet

sergilenmiştir. Not alabildiklerimi yaz-dım.

Müze sizi, hüzünlü bir gururla karşılar. Göğsümüzü kabartan bayrak, dalgalanarak sizleri davet eder. İki katlı evin alt kat müze girişinde Atatürk Köşesi bütün ihtişamıyla durur. en duygulandığım simgelerden biri de Atatürk’ün 6 Ok ile özdeşleşen 6 ilkesi-nin duvara işlenmiş olmasıdır. ziyaret-çilerin ziyaret anılarını paylaştığı defter de bulunmaktadır. Binanın özgün yapısı korunmuştur. Müzede ayrıca Çukurova Kuvayı Milliye önderlerinin resimleri asılmıştır.

Müze göz bebeğimizdir. Geniş arazi ve 2 katlı ev, Halil Atılgan ve ailesi tarafından bağışlanmıştır. Belediyeleri-mizin bu Kültür ve Sanat evi’ni gelişti-recek tedbirler alması gerekmektedir. en azından bu kurum kendi kendini finanse edecek projeler üretilmeli ve belediyeler veya duyarlı kuruluşlar tarafından hayata geçirilmelidir.

Okulların, öğrencilerini bu müzeye götürmelerini sağlamak gerekmek-tedir. Çocuklar burada hem köy (bizi biz yapan) yaşamının animasyonunu izler hem de Kuvayı Milliye önderlerini

dalgalanan ay yıldızla görünce bu toprakların elde edilmesi için hangi bedellerin ödenmiş olduklarını görür ve tanık olurlar.

Sayın Atılgan’dan edindiğim bil-giye göre Toroslar Kültür ve Sanat evi Pazartesi günü dışında her gün mesai saatleri içerisinde hizmet vermektedir. Ben gittiğim zaman görevli olan Kâzım Mamuk misafir etti. Tepede, Torosların geniş coğrafyasına hakim bir tepeden, bana ikram edilen bir çay içimlik süre-de aklımdan geçenleri kaleme döke-cek hiçbir güç olamaz.

Demem odur ki, Sayın Atılgan “Gül-hane Parkı’ndaki ceviz ağacı gibidir. “Yaprakları suda balık gibi kıvıl kıvıl. / Yaprakları ipek mendil gibi tiril tiril / Yap-rakları ellerimiz tam yüz bin eli var. / Yüz bin elle dokunur kültürümüze / Yüz bin gözle seyreder Torosları / Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar duyguları.*

 *Nazım Hikmet’in “Gülhane Par-

kı’ndaki Ceviz Ağacı” şiirinden uyarla-ma yapılmıştır.

Bu müzede sergilenen tarım aletleri, birçok aşkın, ayrılığın, kan, gözyaşı, nefretin yanı sıra; sevinç, mutluluk ve yaşam enerjisinin nedeni veya sonucu olmuşlardır.

Page 58: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

58

ARAŞTIRMA

58

ÖzetBasmak-Basılmak, halk inançla-

rında korunmak ve kurtarılmak kapsa-mındaki inançlardandır. Halk inanç-larında, Eski Türk İnanç Sistemi’nden günümüze kadar devam eden İye/Sahip inanç anlayışında basmak-ba-sılmak inancının da yeri vardır. Buna göre İnsan, bitki, hayvan ve cansız olarak bilinenlerin de sahipleri, iyeleri basabilirler. Basılmış olan hastalanır ve basılmaktan korunmak ve kurtulmak için inanç içerikli bir takım uygulama-lar yapılır.

Basmak-Basılmak içerikli inançları Tokat halk kültüründen de izleyebili-yoruz. Mesela, kırkı çıkmamış bebekler veya kırklı gelinler, kırk baskını ya-şayabilirler. Cenazeler bilhassa kırklı bebekleri basabilir. Keza henüz kesimi yapılmış hayvanın eti de kırklı insan-ları basabilir. Kırklı bebeğin kırkı ile kırklı herhangi bir hayvanın kırkları karışabilir.

Kuş Yengmesi/Yenkmesi ise bazı kuşların bazı kuşları basması veya insanların bazı kuşlar tarafından ba-sılması ve korunması inanç konularını içerir. Kuş Yengmesi inancı Tokat’ın kuzey bölgesinde, daha ziyade Doğu Karadeniz ve Artvin bölgesinde görü-nen bir inançtır.

Biz bu bildirimizde basmak-basıl-mak ile ilgili inançları Kuş Yengmesi inancı ile birlikte ele alıp, mitolojik anlamlandırmalar yapmaya çalışıyoruz.

GirişKuş Yenkmesi ile ilk tespitleri bizin

takip edebildiğimiz kadarı ile halk kül-türü araştırmacısı Hayrettin Tokdemir Artvin bölgesinden yapmıştır. Halk arasında halen yaşamakta olan inanca göre kuşlara yenilmiş kişiler ve aileler

yenen kuşun tesiri sonucu hastalanırlar yıl boyunca işleri olumsuz etkilenir.

Her kuşun yenme yöntemi ve te-zahürü farklı olduğu gibi yenilmeden korunmak ve kurtulmak da farklılık arz eder4. Bizi göre bu izahtaki yenme Türk kültürlü halkların genelinde gö-rülen Tokat halk inançları kültüründen de tanıdığımız iyelerin basmalarıdır. Bu bildirimizde kuşların da basabile-ceklerini, kuş basmasından da korun-ma yollarının olduğu irdelemeye çalışı-yoruz. Böylece Türk halk inançlarının mitolojik dönemden gelen iye/sahip inancını kuşlardan hareketle Artvin Tokat hattında da örneklemiş olacağız.

Çoruh Vadisinde Çoo-Ço kuşu olarak bilinen kuş ismini öterken bu sesi çıkarışından alır. Daha ziyade havadar kıyı şeritlerinde yaşar. Bu ku-şun da diğer bazı kuşlar gibi insanları basabileceğine inanılır. Kuşun ötüşünü duyan kimsesinin basılabileceği inancı vardır. Kuşun basmasından korunabil-mek için evvelce bazı yörelerde bulama olarak da bilinen ağuz yemiş olması gerekir bulama/ağuzlar içerisinde ilk danasını doğuran düğeninki daha makbul daha etkili kabul edilir.5

Bu tespitteki ağuz/bulama tespiti basma inancının mahiyeti itibariyle özel önem arzeder. Doğumdan sonra ilk süt olarak da tanımlanabilecek olan bu süt hayvanın kırkı içerisindeki süttür. Yani hayvanın ve yavrusunun henüz kırkı çıkmamıştır. Bilindiği gibi yeni doğum yapan annelerin ve be-beklerinin birbirlerini basabilecekleri inancı vardır ve bundan korunmak ve kurtulmak için çeşitli uygulamalar yapılır. Böyle hallerde kırklılar bir araya gelmemeğe çalışırlar. Üzerlerin-de iğne türü nesneler bulundururlar. Baskına uğrayan bebeğin iştahsız olacağı gelişemeyeceğine inanılır. Kırk

Yaşar KAlAFAT*Şevket Kaan GÜNDOğDu**

Tokat Yöresi Halk İnançlarında Basmak-Basılmak ve Kuş Yenkmesi/Yenmesi

* Dr. Türk Halkbilim kültür Strateji araştırma Merkezi, [email protected], www.yasarkalafat.info

** Halkbilim araştırmacısı, gazeteci.

Anadolu kırsalında, Orta Anadolu’da, Tokat ve çevresinde bebeğinin

kırkını döken anne yaptığı Türkçe duada Allah’a

yalvarırken bildiği bütün hayvanların ismini

sayarak onların kırkı ile bebeğinin kırkının karışmamasını diler.

Page 59: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

59

ARAŞTIRMA

59

baskınından kurtulmak için hoca ta-rafından okunmak gibi çeşitli çarelere baş vurulur.

Kırkların karışmaması ve kırk baskınından korunmak için insanat ile hayvanat da ilişkilendirilmiştir. Ana-dolu kırsalında, Orta Anadolu’da, To-kat ve çevresinde bebeğinin kırkını dö-ken anne yaptığı Türkçe duada Allah’a yalvarırken bildiği bütün hayvanların ismini sayarak onların kırkı ile bebe-ğinin kırkının karışmamasını diler. Bu tür dualar aynı amaçla Doğu Anadolu aşiretlerinde Kürtçe de yapılır6.

Kars’da olduğu gibi Tokat ve çev-resinde kırlı bebek sürekli ağlıyor ise, ağlarken tamamen kendinden geçip ve farklı farklı hayvan seslerine benzer sesler de çıkarıyor ise, kırkının bazı hayvanların kırkı ile karışmış olabile-ceği üzerinde durulur.

Kuk-ku/Guguk Kuşu Bu kuş ço-ğunlukla yüksek yerlerde yaşamaktadır. Bu kuşun da insanları yendiğine, bas-tığına inanılır. Bu kuşun basması, yen-mesinden korunmak için sabahleyin erken bu kuş ötmeğe başlamadan önce kalkılmalı, bir şey yiyebilmiş olmalı mümkün ise eve su getirip namaz kıl-mış olmak aranır7. Bu inanç Trabzon Şalpazarı yöresinde de yaşamaktadır.8

Bu tespitin güneş ve su kültü ile

ilişkilendirilmesi ve zamanla İslami bir renkte edinmiş olduğu üzerinde durulabilir. İnsanın aç olduğu saatlerde yenilebilmesi de doğal karşılanabilir.

Bölge halkı bu iki kuşun kardeş olduklarına aralarında geçen bir olay-dan sonra ayrı düştüklerine bu sesleri çıkararak bir birlerini aradıklarına dair efsaneler anlatırlar.9

Guguk Kuşu’nun kuyruğuna çift sürme zamanı Al bir kurdela bağlan-malıdır bu inanca icabet edilmez ise Guguk Kuşu çiftteki öküzleri basaba-bilir ve basılan öküzler halsiz olurlar10.

Çit-Çut Kuşu: Bu kuş, ilk baharın gelişini müjdeleyen kuşlardan birisi olarak bilinir. Genellikle çift-çubuk zamanı gelir. Her defasında üç defa üst üste öter. Öterken çıkardığı çit-tut sesi, bir uyarı, bir mesaj olarak algılanır. Bu kuşa yenilmemek, bu kuş tarafından basılmamak için ötüşünden önce bir şeylerin yenilmiş olması gerektiğine inanılır.11

Gir-Gurr Kuşu: Bu kuşlar ilk-baharda güllerin açma zamanında gelirler. Öterlerken «gir-gurr » şeklinde sesler çıkarırlar. Dişili erkekli çift ge-zen kül renkli kuşlardandır. Bu kuşa yenilmemek, basılmamak için sabahla-rı onlardan evvel kalkmış ve gül kok-lamış olmak gerekir, şeklinde inançlar

vardır.12 Hopop Kuşu: Bu kuşun yaygın

ismi Taraklı Kuş’tur. Bu kuş Hüt-hüt Kuşu olarak da bilinir. Bu kuş öterken « Hopop » şeklinde ses çıkarır. Bu kuş tarafından da basılmamak için sabah-ları bu kuştan evvel kalkılmalı, el-yüz yıkanmalı durumu uygun olanlarca abdest alınması gerektiğine inanılır13.

Mahala Kuşu: Bu kuş daha ziyade yaylalarda ve yaz aylarında görülür. Bu kuş tarafından yenilmemiş, basılmamış olmak için, kuşu havada uçar halde görmeden evvel taze peynir yenilmiş olması gerektiğine inanılır14.

Bizim Kuş Yenmesi/Basması ile Yusufeli’nden yaptığımız tespitlerde Gürüt Kuşu, Hophop Kuşu, Kuku Kuşu, Malaka/Akdoğan Kuşu ve Tutur Kuşu’nun insanı basabileceği inancının yaygın olduğu görmüştük. Böylece Mahala veya Makala’nın Akdoğan olduğu söyleyebiliyoruz. O yörede kuş yenmesi basmasından ko-runmak için;

Safa gelindiBüyük kuşKarnım doygunGönlüm boş,Türünden şeyler söylenilmektedir.

Aç olmadığını söyleyen kimse bu açık-laması ile basılmayı önlemiş olmakta-dır.15

Ardanuç’da Ço-çoo Kuşu diye bi-linen kuşla ilgili inançlarda onun bas-masından korunmak için ağuz yenil-mesinin yanı sıra taze çağala yenilmesi de vardır. Keza bu bölgede Kuku ku-şunun basmasından korunmak için bu kuş sabahleyin ötmeden evvel namaz kılınmalı, buğday ekmeği yenilmeli-dir. Kuşa yenik düşen, kuş tarafından basılan kimse halsizleşir, inancı vardır. Anneler sabahları çocukların yatakla-rından çıkmaları için « Kalkın ki Ku-ku kuşu sizi yenmesin » derlerler.

Kuş yenmesine uğramış, kuşlar ta-rafından basılmış kimsenin tedavisinde basılmış kimse terletilir. Şifalı otların buhrında hastanın şifa bulmasına çalı-şır. Bu tedavide yenilmiş veya basılmış kimsenin cinnet türü rahatsızlıklarda olduğu gibi taşkınlıklarda gösterdiği anlatılır16.

Kuş yenmesi konulu çalışmalardan en geliştirilmiş ve tasniflisi Öksüz ve Demiryürek’in yaptıkları çalışmadır.17

Yeni Ufuklar, sayı 29

Page 60: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

60

ARAŞTIRMA

60

Bu çalışmadan Gürüt Kuşu olarak bilinen kuşun Giriti Kuşu, Cocola olarak bilinen kuşun İshak Kuşu, Gukku Kuşu olarak bilinen kuşun Guguk Kuşu, Hop-Hop olarak bili-nen kuşun İbibik Kuşu, Turtur olarak bilinen kuşun Turna, Mekela olarak bilinen kuşun da Tavşancıl olduğunu öğreniyoruz. Bu araştırmada kuş yen-mesi, bazı kuşların sesinin duyulma-sından evvel bazı güzel alışkanlıkların yerine getirilmesine inanılır, şeklinde tanımlanmaktadır. Araştırmada yenme ve yenilme inancı ile ilgili bulguların alanı gelişletilip Yılana yenilmemek için molozon diye bilinen mantarın yenilmesi, Gökkuşağına yenilmemek için dişlere sedef düğme sürülmesi, göye yenilmemek için taze pancar yenilmesi gerektiği inançlarına da yer verilmektedir.

Orta Anadolu ve Tokat yöresinde her evin bir yılanının olduğuna inanı-lır. Bu yörede ayrıca yılanın yolculukta insanın karşısına çıkması uğursuzluk olarak anlamlandırılır. Bu inanç Erbil de Diyarbakır’da da yaşamaktadır. Diyarbakır’da bağların özel koruyucu ak yılanlarının olduğuna inanılır.18 Evlerin koruyucu yılanlarının olduğu inancı Kars ve Rize çevresinde de var-dır. Bu yılanlar ev halkına ve ev halkı da onlara dokunmazlar. Bodrum yöresi Yörüklerinde kırsal kesimde yılan gö-rülmesi uğur olarak kabul edilir.

Hava bulutlandıktan sonra göğün gürleyeceğini hissedenler, gök gürle-meden önce yerden bir yeşil ot alarak yerse, göğe yenilmemiş olur. Ayrıca gök gürledikten sonra, kişi sırtını bir kayaya veya duvara yaslarsa, o seneyi sağlıklı geçirirmiş19.

Bazı kuşların ongun olabilecekleri Oğuz boylarının kuş ongunlarından bilinmektedir. Bunların arasında Tav-şancıl da vardır. İyelerin ak ve kara iyeler olduğu bilinirken her iki tür iye kapsamına giren çeşitli iyelerden sakınmak ve korumalarından yararlan-mak üzere onlara çeşitli saçıların yapıl-dıkları da bilinmektedir.20 Bu noktada Türk mitolojisinin yaşayan halk inanç-larında izlerinin aranması adına ongun olan hayvanlarla ilgili inançlarla Kuş yenmesi inancının ilişkilendirilmesi üzerinde durulabilir mi?

Diğer taraftan kırklı anne ve bebe-ğini basmaması için bulundukları yere

yeni kesilmiş hayvanın eti getirilecek olursa bazı tedbirlerin alındığı bilin-mektedir. Buradan hareketle hayvana-tın insanatı basabildiği söyleyebileceği gibi, böyle hallerde yani kırklı anne ve bebeğini henüz ölmüş insanın cena-zesinden de koruma çareleri aranması gerektiği inancın olduğu da biliyoruz. Özetle insanatın ölmesine rağmen kırkı çıkmamış ise kırklı insanı ba-sabileceği inancı vardır. İnsanat ve hayvanat arasındaki bu basma/yenme inancının nebadat boyutu var mıdır. Mısır ekmeği yerine buğday ekmeği-nin yenilmek istenilmesi, taze pancar ve molozon gibi özel mantarlarda hikmetin aranması nebatatın da ağuz/bulama da olduğu gibi basma ve basıl-mada fonksiyonunun olduğunu düşün-dürmektedir.

Gökkuşağı ve Gök genel tasnifte cemadattan yani cansız bilinenlerden kabul edilir. Biz gök21 ve gök kuşağı22 ile ilgili inançları incelemeye çalışmış her ikisinin de birer iye olabilecekleri inacına vurgu yapmıştık. Yeni bulgu-lardan sonra her ikisinin de yenebile-ceği, basabileceği bulgusundan sonra cemadat kapsamına giren varlıkların da inanç sistemindeki yerleri daha netleşebilmektedir.

Artvin ve çevresinde « Kurbağa Yenkmesi” ve “Kelebek Yenkme” si inançları da vardır. İlkbaharda kurbağa sesini duyan kişi, ayaktaysa kurbağayı yenmiş, oturuyor ise ona yenilmiş olur. İlkbaharda ilk görülen kelebek eğer ak renkli ise, onu gören kişi onu yenmiş olur ve bir yıl boyunca hiçbir hastalığa yakalanmaz. Eğer, ilk görülen kelebek kahverengi ise, ona yenilmiş ve bir yılı hastalıkla geçireceğine inanılır.23

Orta Anadolu ve Tokat çevresinde-ki halk inançları arasında Kurbağa ile ilgili olanlar da vardır. Kurbağanın çok ötmesi yağışa yorumlanır. Kurbağayı öldürenin yüzünde sivilce çıkacağı-na inanılır. Kars’ta kurbağa ile çok uğraşanın elleri ve ayaklarında siğil olarak bilinen urlar çıkacağına inanılır. Korunmak için kurbağayı gören “tu tu tu siğilim sana “ der. Tokat yöresinde olduğu gibi Anadolu’nun birçok yerin-de, siğil tedavisi için başvurulan Siğil Ocakları vardır.

Basma ve basılma ile ilgili inanç-lara dair bulgular sadece halk mutfağı ve halk tababeti bakımlarından değil

İlkbaharda ilk görülen kelebek eğer ak renkli ise, onu gören kişi onu yenmiş olur ve bir yıl

boyunca hiçbir hastalığa yakalanmaz. Eğer, ilk görülen kelebek

kahverengi ise, ona yenilmiş ve bir yılı

hastalıkla geçireceğine inanılır.

Page 61: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

61

ARAŞTIRMA

Yeni Ufuklar, sayı 28

61

Page 62: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

62

ARAŞTIRMA

mitolojik içerikleri bakımından da özel önem arz etmektedirler.

Tekrar kuşlara dönülecek olursa, kuş yenmesi/basması konusunda Taner Artvin’li de bilgi vermektedir24. O, basmak ve basılmak ile kuş yenmesini farklı başlıklar altında ele almaktadır. Onun kuşlardan Baykuş’un evin ça-tısı veya yakınında uzun uzun ötmesi o ev halkından birisinin öleceği kısa kısa ötmesinin ev halkından birisinin hastalanacağı, Saksağan’ın evin yakı-nında ötmesi ile kötü haber alınacağı, Karga’nın farklı sesle ve Horoz’un zamansız ötmelerinin uğursuzluk ve kötü haber anlamına geleceği şeklinde verdiği bilgi Tokat yöresi için de ge-çerlidir.25

İç Anadolu ve Tokat çevresinde Baykuş Körüğü diye bilinen bir kuş vardır. Uğursuzluğuna inanılan bu kuşun öldürülmesi büyük günah sa-yılmakta ve o kuş korunmaktadır.26 Uğursuzluğuna inanılmasına rağmen öldürülmesinden kaçınılması bu kuşun ongun olması özelliklerinden geliyor olabilir.27

Baykuş’un Anadolu genelinde uğursuz sayılması ki çok yerde « Bay-kuş gibi uğursuz uğursuz ötme » veya « Baykuş gibi kara kara bakma , dü-şünme» denilirken bu kastedilir. Yuka-rıda üzerinde durduğumuz kuş-ongun bağlantısı ile açıklanabilir. Anadolu Türk kültür coğrafyasında uğursuzluğu üzerinde durulan bu kuş bir bölümü ile Kafkasya ve Kırgızistan Türk kültür coğrafyasında kutlu kuş olarak bilinir ve genç kızlar hayırlı gelecek umudu ile baykuş tüyünü şapkalarına takar-lar.28

Yazara göre Hopop Kuşu, Taraklı Kuşu, Çavuş Kuşu, Hüt Hüt Kuşu aynı kuşturlar. Çoo-ço diye öten Ço-çolu Kuş, İsakkuşu, Tus Scops’dur. Karnı beyaz, yırtıcı bir kuş olan Mala-ka/Tavşancıl, Hieraaettus fasciatus’ tur. Turtur/Üveyik ise, Strptopelia kuşu olup onu yenmiş olmak için taze dut yenilmiş olmalı.29 Bu tespitte de nebadattan olan dut, yenilmeğe, basılmaya karşı koruyucu konumda-dır. Gukku kuşuna yenilememek için buğday ekmeği yemek şarttır. Mısır ekmeği yenilmiş olması basılmaktan kurtulma için yetmemektedir30.

Tavşancıl, bilindiği gibi 24 Oğuz boyundan Avşar, Kızık, Beg-Dili ve

Kargın oğuz boylarının ongunudur.Sıvırcık Kuşu/Sığırcık Kuşu da

insanları yenebir/basabilir. Bu inanç Posof yöresinde de yaşamaktadır. Bu yörede bu kuşa Şoşiya da denilir. Ko-runmak için sabahleyin onun sesini duymadan evvel bir parçacık da olsa ekmek yenilmelidir. Aksi halde bu kuş tarafından yenilen kimsenin hayat boyu rızkının bölüneceğine mutsuz olacağına inanılır.31

Karakuş’a 9 Mart’ta yenilmemek için sabah namazı kılındıktan sonra dışarı çıkılmalıdır. Karakuşlar bölgeye geldiği zaman, erken kalkan çocuklara onlar dışarıya çıkmadan evvel azda olsa bir şeyler yedilir. Böylece kuşu yenmiş olurlar. Eğer yemeden çıkarsa, kuşa yenilerek ömrü boyunca şansız-lığa uğrayacağına inanılır. Bu inanç Posof yöresinde de yaşamaktadır. Ka-rakuşu Mart ayında görmüş kimseler basılmamak/yenilmemek için “Ben tok sen aç” demesi gerektiğine inanılır32

Anadolu Türk Kültür coğrafyasın-da; Kartal-Hel ve Karakuş etrafında oluşan halk inançlarının, Türk kültür coğrafyasının genelini kapsayan ve İslamî bir renk almış olan mitolojik derinliği vardır33. Kartal’ın bir ongun olduğunu gösteren çalışmalarda çok sayıda bulgu ve değerlendirme vardır34.

Tokat ve Orta Anadolu’da; köpek, kurt, kedi, hindi, leylek, güvercin, tavşan, karga, örümcek, karınca, uğur böceği ile ilgili halk inançları da vardır35. Ancak bunlardan mevcut bulgulara göre sadece Kurt’un yenme, basma inancı ile ilgilendirmelerini yapabiliyoruz.

SonuçBu çalışma ile Kuş yenmesi/

Basması inancını, Eski Türk inanç Sistemi’ndeki diğer kült ve kavramlar ile ilişkilendirirken; hayvanat-insa-nat-nebatat ve cemadat kapsamındaki iyelerin de basma/yenme inancı itiba-riyle mevcut verilerden hareketle ilişki-lendirmeğe çalıştık. Halk dilinde aynı kuşlar farklı isimler alabilmektedir. Bir kuşun yörelere göre aldığı isim deği-şebilirken, çok farklı kuşlar aynı isimle de adlandırılabilmektedir. Çalışmalar ilerledikçe ortak kuş isimlerinde anlaş-mak da mümkün olabilecektir.

Yenme ve yenilme inancı, korunma ve kurtulma boyutları ile ele alırken

Baykuş’un Anadolu genelinde uğursuz

sayılması ki çok yerde « Baykuş gibi uğursuz

uğursuz ötme » veya « Baykuş gibi kara kara

bakma , düşünme» denilirken bu kastedilir.

Yukarıda üzerinde durduğumuz kuş-ongun

bağlantısı ile açıklanabilir.

Page 63: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

63

ARAŞTIRMA

Yeni Ufuklar, sayı 29

daha ziyade kuşlardan yola çıkmış olduk. Yenkme/yenme olarak bilinen inanç, daha ziyade Anadolu Türk Kıp-çak coğrafyası olarak tanımlanabilecek olan Doğu Karadeniz sahil şeridi ve onun Posof gibi iç kısımlara doğru olan uzantısında görülmektedir. Bul-guların Tokat halk inançları ile ilişki-lendirilmeleri kuşlar merkezli olmak-tan ziyade bu safhada genel anlamda olabilmiştir.

Halk inançlarından hareketle Anadolu mitolojisini irdelemek ve bulguları genel Türk mitolojisi ile ilişkilendirebilmek çalışmaları henüz başlangıç dönemindedir. Sürdürülen alan çalışmalarına konu henüz bu bo-yutu ile yansımamıştır. Kuş mitolojisi çalışmaları için gerekli ön çalışmalar yapılamamıştır. Bununla birlikte bu sahada atılmakta olan adımlar sıklaş-tıkça, halk inançlarından hareketle Anadolu coğrafî kesimleri arasında mitolojik bulgu ilişkisi kurulabileceği gibi, halk inançlarından hareketle mi-tolojik dönemlerin önündeki perdenin de aranılabileceği görüşündeyiz. “Oğuz Ongun Kuşları (Şahin, Kartal, Tav-şancıl, Sungur, Çakır ve Uç) Etrafında Oluşmuş Halk İnançları” ve “12 Hay-vanlı Türk Takvimi” konu başlıklı gibi çalışmalardan sonra, kaya üstü yazıları ile 3 bin ve balbalları ile 4 bin yıllık bir geçmişe şahitlik edebilen Anadolu Türk tarihi, mitolojik verilerin şahitliği ile de doğrulanabilecektir.

Dipnotlar1 Yaşar Kalafat, “Karşılaştırmalı Yusufeli Türk

Halk İnançları”, Geçmişten Geleceğe Yu-sufeli Sempozyumu Bildirileri, editörler M. Demrel, M. Akıllı, erzurum, 2010, s. 371–381.

2 Hayrettin Tokdemir, Artvin Yöresi Folklo-ru, Ankara, 1993, s. 261.

3 Yaşar Kalafat, Azerbaycan-İran-Anadolu-Irak Halk İnançları Hattı, Ankara, 2012, Berikan, s. 388–392.

4 Hayrettin Tokdemir, a. g. e., s. 261.5 Şevket Kaan Gündoğdu, “Kuş Yenkmesi

(Yenmesi) İnancı”, www.yasarkalafat.info 6 Hayrettin Tokdemir, a. g. e., s. 261.7 Şevket Kaan Gündoğdu, a. g. m. 8 Hayrettin Tokdemir, a. g. e., s. 262.9 Hayrettin Tokdemir, a. g. e., s. 261.10 Hayrettin Tokdemir, a. g. e., s. 261.11 Hayrettin Tokdemir, a. g. e., s. 261.12 Yaşar Kalafat, “Karşılaştırmalı Yusufeli Türk

Halk İnançları”, Geçmişten Geleceğe Yu-sufeli Sempozyumu Bildirileri, editörler M. Demrel, M. Akıllı, erzurum, 2010, s. 371–381.

13 Ülkü Önal, “Ardanuç-Sagara Köyü Folkloru”, Bizim Ahıska, 2010, S.17, s. 46–48.

14 G. Demiryürek; M. Öksüz, “Yusufeli Halk

İnanmaları ve efsaneler”, ”, Geçmişten Ge-leceğe Yusufeli Sempozyumu Bildirileri, editörler M. Demrel, M.Akıllı, erzurum, 2010, s. 361-371.

15 İsmail uçakcı, Sungurlu, Yerköy, Delice, Keskin, Kızılırmak Yöresi Derlemeleriyle Orta Anadolu Halk Kültürü, Ankara, 2003, s. 100.

16 Şevket Kaan Gündoğdu, a. g. m. 17 Yaşar Kalafat, “Çorum ve Çevresi Merkezli

Türk Kültürlü Halklarda Saçı”, Osmanlı’dan Cumhuriyete Çorum Sempozyumu, 23–25 Kasım 2007, Çorum 2008, s. 1139–1149.

18 Yaşar Kalafat, “Halk İnançlarımızda Göğe Kaldırma Dini Pratiği, Damadın Göğe Kaldırılması” 3. Milletlerarası Türk Halk Edebiyatı ve Folkloru Kongresi Bildirile-ri, Ankara 1997 s. 133–140.

19 Yaşar Kalafat-Nagehan Çetin, “Bodrum ve Çevresi Örnekleri İle Halk İnançlarında Gök Kuşağının Mitolojik Boyutu”, 3. Uluslarara-sı Her Yönüyle Bodrum Sempozyumu, 30 Ekim-1 Kasım 2013, Bodrum

20 Şevket Kaan Gündoğdu, a. g. m. 21 Taner Artvinli, Yusufeli Külliyatı, İstanbul,

2013, Cilt 2, s. 112–119.22 Taner Artvinli, a. g. e., s. 112–119.23 İsmail uçakcı, a. g. e., s. 100.24 İsmail uçakcı, a. g. e., s. 100.25 Yaşar Kalafat, “ Anadolu Türkmen/Oğuz

Feslerinde Mitolojik İzler Aranabilir m? (Sı-raçlar-Abdallar-Salurlar-Dadaliler Bektikler), Oğuzlar Dilleri, tarihleri ve Kültürleri, 5. Uluslararası Türkiyat Araştırmaları Sem-pozyumu 21–23 Mayıs 2014 Beytepe-Ankara.

26 Taner Artvinli, a. g. e., s. 112–119.27 Şevket Kaan Gündoğdu, a. g. m.28 Şevket Kaan Gündoğdu, a. g. m.29 Şevket Kaan Gündoğdu, a. g. m.30 Pülümür ve Ovacıktaki Bal uşakları’nın to-

temi Karakuş cinsinden Kartal’a benzeyen bir kuştur. erzincan ve erzurum çevresinde bu kuşa Hel derler. Bal uşağı’nda bir kadın savaşa giden oğlunun veya kocasının arka-sından şöyle yakarır; Hel-i ocağ-ı seyyid-i, tu sero perora gero, yani Seyit Ocağının kartalı başının üzerine kanatlarını gersin, seni korusun, der. Bu yakarıştaki “Hel” ocağın koruyucu iyesidir. Hel, Divan-ı lugat-ı Türk’de, “Elkuş” olarak geçer, ongundur. Savaş yapılırken eğer bir Helkuş birliğin arkasından ileriye öne doğru uçar ise bu hal savaşın kazanılacağı anlamına gelir. Yakut Türkleri de Kartal’ı koruyucu ruh sayarlardı. Yakutlara göre en korkunç ant, kartal adı ile içilen anttır. Kartal adı ile yalan yere ant içenlerin ocağının söneceğine inanılır. Muş-Karlıova’da Kartal Dağları’nın doruğu olan Kartal Tepesi’nde Kartalık Şehidi vardır.

31 Mustafa Sever, Mersin yöresinde kartal ile ilgili halk inançlarını verip bunların değerlendirmesini yaparken; “Yörede Tahtacı-Türkmenlerde gelişmeyen, cılız, çok ağlayan çocuklar yüksek dağ tepelerine çıkarılarak kaklık suyu ile yıkanılır. Kaklık, kaya üzerindeki çukura yörede verilen ad-dır. Bu kaklıkta biriken yağmur, kar sularına yörede “kartaç yemeği” adı verilmektedir. Kartal, yükseklerde olduğu, dağ tepelerin-de yavruladığı için aşağılara inmez, gelip bu kaklıklardan su içer, buralarda eğleşir. Dolayısıyla da buralara pisler. Çocuk buraya getirilerek soyulur ve bu kaklığın içindeki veya kenarındaki kartal pislikleri çocuğun vücudunun her tarafına sürülür. Bir süre ço-cuk bu haliyle bekletildikten sonra annesi tarafından getirilen bir ibrik su ile yıkanıla-

rak evlerine götürülür (Özgür 2001).Kartal, Türk mitolojisinde Ülgen’in yedi oğlundan biridir ve aynı zamanda Gök Tanrı’nın sembolüdür (İnan 1972: 33; Çoruhlu 1999: 28). Yörede de kartala saygı, sevgi gösterilir; yuvasının bozulması, yavrusunun alınması, vurulması iyi karşılanmaz. Y.Kalafat’ın (1999: 72) verdiği bilgilere göre Yakut Türkleri de, kartalı vurmayı, yaralamayı ve öldürmeyi büyük günah kabul ederler. eğer bir kartal tesadüfen bir av tuzağına düşmüşse, ona sanki ataları imişçesine saygı gösterirler; eğer kartal ölmüşse, ölülerine yaptıkları gibi onu kayın ağacının kabuğuna sarıp bir ağaca asarlar. Yani kartalın cesedini ortada bırakmazlar, ruhunun rahat etmesini sağ-larlar. Ata ruhunun gazabından bu şekilde korunacaklarına inanırlar.

Kartalın pisliğinin kullanılması, aynı zamanda temas prensibine dayanan sempatik bir sihir uygulamasıdır. “Parça bütüne aittir, ilkesi parçaya sahip olanın bütüne de sahip olacağı düşüncesini doğurur” (Örnek 2000: 144). Kartal ve pisliği bir zamanlar bir arada ve birbirleriyle temas halinde bulunduğu için birbirlerine sempati ile bağlıdır ve bu sempati, birbirlerinden ayrılsalar bile sürdü-rülür. Bu anlayışla kartal pisliği de kartalın gücünü iletici özelliktedir. Kartalın pisliğine belenen çocuğa da kartalın gücü ve diğer özellikleri, pislik vasıtasıyla geçirilecektir.

Yörede ekine zarar veren sıçan, gelengi (ge-lincik) gibi hayvanları avlaması, hele yılanı yemesi nedeniyle kartal, yöre halkı arasında saygıyla anılan bir hayvandır. “Kartal-yılan düalizmi, evrensel olarak gök-yer’inkini ya da meleğin şeytanla mücadelesini ifade eder (Oğuz 1980: 867). Diğer yandan öteki kuşlar gibi çok yavru çıkarmaması, yuvasını yüksek yerlere kurması, avcı oluşu, leş yememesi, vb. dolayısıyla kartal yörede cesurluğun, yiğitliğin sembolü olarak görülür. Kartal, güneşe gözünü kırpmadan bakabilir ve bulutlardan da yükseklere çıkabilir. Bu yüzden de yüceliğin, ululuğun sembolüdür (Gürgah 2001). Yerde aslan, gökte kartal hayvanların hükümdarıdır; Sul-tan Süleyman, onlara bu görevi vermiştir (Özgür 2001).

Kartalın pisliğine çocuğu bulama, kartalın gücünün, canlılığının çocuğa geçeceğine ve çocuğun sağlığına kavuşacağına olan inançtan kaynaklanmaktadır ki bu canlı veya cansız varlıkların gücünü insana gö-çürme anlayışıdır.

zayıf, çelimsiz çocukların üzerlerindeki nazarın, kötülüğün kalkması, çocuğun gürbüzleşmesi, iyi olması için dört yolun çatında çocuğun başı üzerine yeni kesilmiş bir hayvanın karaciğeri tutularak üzerinden çocuğa su dökülerek çocuk yıkanır. Bu ciğer yenmeyip ya bir fakire verilir ya da köpeğe verilir (Ata 2001, Keş 2001; Aydın 2001). Hastalık, ciğere göçürülmekte, diğer yandan da İslâmî bir inanç olarak sadaka olarak da bir fakire verilerek Allah’tan şifa dilenmektedir” demektedir. (Mustafa Sever, “Mersin ve Yakın Çevresi Halk İnançları halk İnançları ve Hekimliği, Hacettepe Üniversitesi Türk Dili ve edebiyatı Bölümü Ana Bilim Dalı Doktora Tezi, Kasım 2001 s. 212–213.

32 İsmail uçakcı, a. g. e., s. 101–103.

Page 64: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

64

SANAT TARİHİ

Edirne’de Kadınlara AitBazı Şâhideler-III

MehmetKÖKREK*

*Sanat Tarihçisi

Osmanlı devrinde Müslüman kadınların mezarları başına dikilmek için imal edilen şâhidelerin çok büyük bir kısmı tepelik adı ile anılan bir bölümle nihayetlenir. Çoğu zaman bitkisel, geometrik motif ve şekillerle hareketlendirilen tepeliklerin son derece sâde hatta kimi zaman hiçbir şekil ve motifin yer almadığı örnekleri de bulunmaktadır. edirne şehrinde bulunan tepelikli şâhideler arasında sanat kıymeti taşıyan örneklerin sa-yısı son derece azdır. Sanat kıymetini haiz olan tepelikli şâhide örnekleri, birkaç istisna dışında devletlû kişilerin yakınlarına ait olan mezarlarda gö-rülmektedir. edirne’de görülen tepelikli şâhidelerin en güzide nümune-

lerinden biri Beylerbeyi Kabristanı’nda bulunmaktadır. Ayşe Sıddîkâ Hanım’ın hicrî 1240 tarihli şâhidesinin son derece sanatlı olan

tepeliğinin tam ortasında bir vazonun içinde üç adet gonca ve bu vazonun çevresinde yarga yarga bir görünüm arz

eden stilize yapraklar bulunmaktadır. Bu şâhidenin kitabesi de en az tepelik kısmı kadar dikkat çekicidir. Kitabede Ayşe Sıdıka Hanım’ın “vaz‘-ı haml ederken” (Doğum sırasında) vefât ettiği bildirilmektedir ki bu bilgi Tıp Tarihi araştırmacıları için son derece ehem-miyet arz etmektedir. Ayrıca yine kitabenin sondan bir evvelki satırında belirtildiği üzere, merhûmenin vefât tarihi şair Feyzî1 tarafından başarılı bir mücev-her2 tarih düşülmüştür. Ayşe Sıddîkâ Hanım’a ait şâhidenin “fâilâtun / fâilâtun / fâilâtun / fâilun” vez-niyle kaleme alınan kitâbe kısmının günümüz harfleri ile yazılışı şöyledir:

Hûve’l-BâkîÂyşe Sıddîkâ Hanım ol civân û nâzenînCism-i pâkin eyledi hâk-i siyah içre remîmSer-nûvişti bu imiş kim vaz‘-ı haml eylerikenŞerbet-i mevti bu yüzden içdi bâ emr-i kadîmMâ deryâ-yı pür azâde minnet etmeyübYavrucağın bile aldı koymadı anda yetîmAğlayub âh eylesen yok fâide bu mâtemeOna etmektir duâ şimdengerû emr-i azîmFeyzîyâ didim duâ-gûna mücevher tarihinÂyşe Sıddîkâ Hanım meskenin ide nâ‘îm (عایشه صدیقه خانم مسكنن ایده نعیم)sene 1240

2009 senesinde Trakya Üniversitesi’nde hazırlanan bir yüksek lisans tezinde Ayşe Sıddîkâ Hanım’ın mezar kitabesinde geçen şu ifadeler sehven “Ser-nûvişti” ifa-desi “ser-nuşti”, “hâk-i siyah” tamlaması “hâk siyah”, “bâ emr-i kadim” terkibi “bi’l-emr-i kadîm”, “şimdengerû” ibaresi “şimden kerû”, “dua-gûna” ise “duâ gönder” şeklinde okunmuş; kitabeyi kaleme alan şairin mahlası okunamamış ve en önemlisi de meyyitenin vefat tarihi-ni veren son satır “Âişe Sıddıka Hanım ider nâ‘îm” şeklin-de eksik ve yanlış olarak beyân edilmiştir.3

Yine aynı kabristanda bulunan Şerife Rukiye Hanım’a

Sanat kıymetini haiz olan tepelikli şâhide örnekleri,

birkaç istisna dışında devletlû

kişilerin yakınlarına ait olan mezarlarda

görülmektedir. Edirne’de görülen

tepelikli şâhidelerin en güzide

nümunelerinden biri Beylerbeyi Kabristanı’nda bulunmaktadır.

Page 65: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

65

Yeni Ufuklar, sayı 28

SANAT TARİHİ

Ayşe Sıddîkâ Hanım’a ait şâhide(Beylerbeyi Kabrsitanı)

Page 66: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

SANAT TARİHİ

ait şâhide de C ve S kıvrımları ile hareketlendirilmiş bir kompozisyonun uygulandığı sanatlı bir tepe-likle nihayetlenmektedir. Tepeliğin tam orta-sında bulunan bir vazo ve vazonun üzerinde yer alan stilize bir meyve bulunmaktadır. Vazonun arkasında ise diğer örnektekinin bir benzeri şekilde oluşturulmuş stilize pal-met yaprakları bulunmaktadır. Kitabe kısmı edirne’deki şâhide kitabelerinin çoğunda görüldüğü üzere “Fâtihâ” lafzı ile başlamak-tadır. Şerife Rukiye Hanım’a ait şâhidenin kitabe kısmının günümüz harfleri ile yazılışı şöyledir:

FâtihâBakkalbaşı MustafaAğa’nın zevcesiMerhûme ve mağfûrlehâ Şerîfe Rukiye HanımRuhiçünsene 1258

Buçuktepe Kabristanı’nda bulunan ve kitabesinden anlaşıldığı üzere Rukiye Hanım’a ait hicrî 1322 tarihli şâhidenin tepelik kısmı ise son derece sâde bir görünüm arz etmektedir. Tepelik kısmı-nın tam ortasına gelecek şekilde alçak kabartma ile oluşturulmuş sâde bir vazo ve bu vazodan taşan stilize yapraklardan oluşan kompozisyon edirne’de görülen tepelikli şâhidelerin pek çoğunda görü-len bir uygulamadır. Mezkûr şâhide üze-rinde yer alan kitabe kısmının günümüz harfleri ile yazılışı şöyledir:

Hûve’l-Bâkîedirne eşrâfından hâcıSâlih Beyzâde Muhammed Beyzevcesi Rukiye Hanım Ruhiçün el-Fâtihâsene 1322

Muradiye Cami haziresinde bulu-

Tepelikli şâhidelerin dekoratif unsurlarına dikkat edilecek olunursa bunların Avrupa sanatı etkisinde imal edilmiş taşlar olduğu kolaylıkla anlaşılabilir.

Rukiye Hanım’a ait şâhide.

(Buçuktepe Kabristanı).

66

Page 67: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

nan Hatice Nimet Hanım’a ait şâhidenin nihayetlendiği şâhide nümunesi, Buçuktepe’deki örneğin biraz daha sanatlı bir örneğidir. Bir önceki örneğin aksine buradaki vazo alçak kabartmalar ile hareketlendirilmeye çalışılmış ve vazonun üzerine üçü gül olmak üzere ve iki adet de beş adet çiçek şekli hakkedilmiştir. Hatice Nimet Hanım’a ait şâhide üzerinde yer alan kitabe kısmının günümüz harfleri ile yazılışı şöyledir:

Hûve’l-BâkîBu cihân bağına geldim bir mürüvvet görmedimDerdime dermân aradım bir ilâcın bulmadımÂh ile zâr kılarak gençliğime doymadım Çün ecel peymânesi dolmuş murâdım almadımVâh benim dertli anam ile babam ağlayub etmesin

figânCiğer kûşem kardeşlerim duadan unutmasın hemânPiyâde mîrlivâlarından merhûm Mustafa SabriPaşa’nın hafîdesi ve süvâri mızraklıYedinci alâyının miralayı RefetBey’in kerimesi merhûme Hatice Nimet Hanımın ruhuna rızâenlillah el-Fâtihâsene 1220

Sonuç olarak yazımızda arz edilmeye çalışılan tepe-likli şâhidelerin dekoratif unsurlarına dikkat edilecek olunursa bunların Avrupa sanatı etkisinde imal edilmiş taşlar olduğu kolaylıkla anlaşılabilir. Takriben 17.asrın ortalarında ortaya çıkan ve bu tarihten sonra özellikle İstanbul’daki kabristan ve hazîrelerde sıklıkla görülmeye başlayan bu taşlar, mezkûr tarihlerde Osmanlı sosyal ha-yatında yaşanan değişimin önemli göstergelerindendir.

1 Hicrî 1208 (m.1793) tarihinde edirne’de dünyaya gelen Feyzî’nin gerçek adı Halil’dir. edirne’de, ebcet ile tarih düşürülen mezar kita-belerinde Feyzî mahlasına sıklıkla rastlanmaktadır ki bu şâhide ki-tabeleri müstakil bir makalede takdim edilecektir. Halil Feyzî efendi hakkında daha fazla bilgi için bknz: Rıdvan Canım, edirne Şâirleri, Akçağ Yayınları, Ankara 1995, s.445

2 Münakkat, menkut, cevher, noktalı, cevherî, cevherdâr, cevherîn, gevher, güher gibi isimlerle de anılan mücevher tarih, ebcet de-ğerinin sadece noktalı harflerin toplamı ile verildiği tarih düşürme tekniğidir

3 emine Baş, edirne Beylerbeyi Camii Haziresi’nde Bulunan Mezar Taşları, (Yayınlanmamış Yüksek lisans Tezi), Trakya Üniversitesi Sos-yal Bilimler enstitüsü, Ocak 2009, s.401-402

Bu taşlar, mezkûr tarihlerde Osmanlı sosyal hayatında yaşanan değişimin önemli göstergelerindendir.

Ayşe Sıddîkâ Hanım’a ait şâhide (Beylerbeyi Kabrsitanı).

SANAT TARİHİ

Yeni Ufuklar, sayı 29

Page 68: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

68

BİLİM

68

Bilim Tarihi’nin sözlük karşılığı; Bilimin doğuş ve gelişme öyküsüdür. Bilim dallarında ulaşılan sonuçları bağlı oldukları koşullar çerçevesin-de açıklamayı amaçlar. Bilim Tarihi, amacına, çeşitli bilim kollarında ula-şılan sonuçları sıralayarak değil, fakat daha çok, bu sonuçları bağlı oldukla-rı koşullar çerçevesinde açıklayarak ulaşmaya çalışır. Görevi olguların ve buluşların bir kataloğunu çıkarmaktan çok, bilimsel kavram, teori ve anlayışın doğuş ve gelişimini izlemek ve açıklı-ğa kavuşturmaktır. Bilim tarihi, bilim kollarında ulaşılan sonuçları sırala-maktan daha çok bu sonuçları bağlı oldukları koşullar çerçevesinde açıkla-mayı amaçlar.

Bilim tarihi, sadece geçmişten gü-nümüze bilimin gelişim ve geçirdiği evreleri kavramamıza yardımcı olma-yacak; aynı zamanda “tarihî bilgilerden yararlanarak bilimsel kuramların çeşitli dönemlerde doğuşu ve yayılışını, bilgin-lerin düşünce biçimlerini ve toplumsal kurumların gelişim sürecine etkilerini felsefe, din ve sanat gibi diğer düşünsel etkinliklerle karşılıklı ilişkilerini, teknik bilginin oluşumundaki yerini, bireylerin günlük yaşamlarındaki değerini ve öne-mini...” (Tekeli ve ark., Bilim Tarihine Giriş, Ankara, 1999, s XV) sorgula-mamıza yardım edecektir.

Söz konusu yaklaşım sosyal bilim-ler için belki açık fakat tarih bilgisi her bilim disiplini için geçerlidir. Ünlü Po-lonyalı bilim adamı, teoriysen ve tarih-çi Malecki XIII. uluslararası bilim ve teknoloji kongresinde yaptığı konuş-masında “Geçmişi bilmeden mevcut durumu ve geleceği iyi değerlendir-mek mümkün değildir” demiştir.

Ancak bilimin tarihi itibarı ile bir insanlık tarihi olarak yaşamın değişik alanları ile ilgili olduğu muhakkaktır. Batıda da yeni yeni şekillenen bilim ta-rihi, ancak yirminci yüzyılın ortalarına doğru kurumlaşarak üniversite eğitimi içinde yerini almış bulunmaktadır. Bi-lim tarihi eğitiminin hedefi ise insan-lığın bilimsel mirasını tanımak; insan yaşamını yönlendiren sosyal, siyasî ve sanat tarihinin bilim tarihi içindeki yerini belirlemektir. İnsan hayatını kolaylaştıran bilimin toplumların ge-

lişmesinde oynadığı rolü tarihten ör-nekler vererek ortaya koymak, çeşitli toplumların tarih kronolojisi boyunca yaptığı katkıları açıklamak, bilimin ge-lişmesini sağlayan şartları tartışmak ve geleceğe ışık tutmak olmalıdır.

Bilim tarihi bugün üzerinde bile-rek veya bilmeyerek tartıştığımız bazı konuların daha iyi anlaşılmasını sağla-yacaktır. Bilim ile din arasındaki çatış-ma yüzyıllar boyunca sürmüş ve bilim özgür ve deneye dayalı süreci benimse-yerek son noktayı koymasını bilmiştir. Fakat bu çatışmanın devam etmediği anlamına gelmemelidir. Bilim dinin egemenliğinden ve etkisinden kurtul-ması ile özgürleşmekte ve özgürleştik-çe de teknolojik ilerlemeyi sağlamıştır. İnsan aklının özgürleşmesi aynı şekil-de insanın yaratıcılığını geliştirmiştir.

Bilim Tarihi yeni bir disiplin ol-makla birlikte, kapsamı çok geniştir. Ülkemizde yeni olan “Bilim Tarihi” dersi genelde, tarih öncesi devirlerden günümüze kadar, değişik dönem ve medeniyetlerde genel olarak bilimin ve özel olarak da matematik, astronomi ve tabii bilimlerin gelişmesini incele-yen bir bilim dalı olarak ilgi görmüş-tür. Çoğunlukla konuyu Astronomi, Fizik ve Matematik bilimcileri sahip-lenmişlerdir. Bilim çoğu kez sanıldığı gibi ilk defa ne Rönesans’tan sonra, ne de Batı dünyasında ortaya çıkmıştır. Bilim, insanlığın ortak kafa ürünüdür; kökleri ilkel toplumların yaşamına ka-dar uzanır.

Bilim tarihi ancak son 40-50 yıllık dönemde akademik bir disiplin niteli-ği kazanmıştır. Bilim, insanlığın ortak kafa ürünüdür ve kökleri ilkel toplum-ların yaşamına kadar uzanır. 20. yy da insanlığın kazandığı bilgi birikimi çe-şitli din, dil, kültür, ırk ve bölgeye sahip ulusların ortak malıdır. Hiç bir ulus bilime kendi başına sahip çıkamaz. Bilim, insanların en çok işbirliği yapa-bildiği bir alandır. Bilimin toplumların geleceğindeki önemini kavramış top-lumların sağladığı gelişmişliğin diğer ülkelerle karşılaştırılması ve buradan hareketle toplumların bilime katkıları ve geleceklerinin belirlenmesine yar-dımcı olacaktır.

Bilim çağı olarak adlandırılan 21.

Neden Bilim Tarihi?

İbrahimORTAŞ*

*Prof. Dr., Çukurova Üniversitesi, öğretim üyesi

Bilim tarihi ancak

son 40-50 yıllık dö-

nemde akademik bir

disiplin niteliği kazan-

mıştır. Bilim, insan-

lığın ortak kafa ürü-

nüdür ve kökleri ilkel

toplumların yaşamına

kadar uzanır.

Page 69: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

69

BİLİM

69

yy. bilişim düzeyinin artışı insanlığın aydınlanmasına büyük katkı yapacağı muhakkaktır. Bu süreçte ulusumuzun elini çabuk tutup bilim ve teknoloji transferinde açığını kapatması konu-sunda yapılması gerekenlerden biri genç nüfusunu bilimsel bilgi ile donat-mak zorunluluğudur. Bu teknolojiye ulaşılabilmesi de, bunun “insanlığa ve yaşama” karşı kullanılmasının önü-ne geçilebilmesi de felsefi bir bilince, eleştirel bir düşünceye bağlıdır.

Yaşamın geçmişten günümüze yansımasının bir bütünlük içerisinde işlenmesini sağlayan tarih bilincinin her disiplin için ayrı-ayrı işlenmesi ge-leceğin daha sağlıklı analiz edilmesini saplayacaktır. Konfüçyüs’ün ”karanlığa küfür edeceğine bir mum da sen yak” anlayışına uygun olarak üniversiteleri-mizi birer bilim yuvası haline getirmek

istiyorsak üniversitelilik bilincinin al-fabesi olan bilim kültürünün ta başın-dan (üniversite eğitimin başlangıcın-da) anlatılması gerekir.

Bu anlamda üniversitelerde Bilim Tarihinin okutulması bir zorunluluk-tur. Ancak bunun öncelikle Bilgi ve Bilim Felsefesi; Bilgi ve Bilim Sosyo-lojisi ve yine Bilgi ve Bilim Psikoloji-leriyle esaslarının hazırlanması gerekir ki, Bilim Tarihi de hakkıyla kavrana-

bilsin. Bilim tarihi dersinin diyalektik bir bakış açısı ile öğrencilerin sebep sonuç ilişkisi içerisinde olayları algı-laması ve bu şekilde bilim anlayışının topluma da yaygınlaşması sağlanma-lıdır. Bilgi çağını yakalamanın biricik yolu bilim anlayışının topluma benim-setilmesi sayesinde gerçekleşeceğinin artık toplumun her kesimi tarafından kabul görmesi gerekir.

Aydın Sayılı, ve hocası George Sarton.

Yeni Ufuklar, sayı 29

Page 70: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

70

EĞİTİM

70

Hilal İlknurTUNÇELİ*

*Araş. Gör., Marmara Üniversitesi

Sorumluluk, bireyde çocukluk aşamasında ailedeki tutum ve becerilerle or-taya çıkmaya başlar ve ancak yaşayarak öğrenilir. Yaşamsal gerçeklerden kaçan ve sürekli biçimde eleştirilen çocuklar sorumlu davranış kazanamazlar (Ginnut, 1973). Sorumluk sahibi kişiler, yaşama gerektiği kadar uyum göstermiş, mutlu, başkalarına karşı olduğu ölçüde kendilerine karşı sorumluluklarını da dengeli olarak yerine getirenlerdir (Altınköprü, 1999). Tüm yetişkinler çocuklarının so-rumluluk sahibi birer insan olarak yetişmelerini isterler. Ancak unutulmaması gereken, sorumluluk duygusunun kendi kendine kazanılan bir yeterlilik ya da kişilik özelliği olmadığıdır. Sorumluluk, yetişkinlerin bilinçli yaklaşımıyla ço-cuklara çok küçük yaşlardan itibaren kazandırılmaya başlanan bir yeterliliktir.

Çocuklar sorumluluk duygusuyla doğmazlar. Ancak sorumluluk sahibi olma-yı yaşamın ilk yıllarından itibaren öğrenmeye başlarlar. Yetişkinler çocuklarının temel ihtiyaçlarını zamanında ve yeterli olarak karşılayıp onlara karşı sorum-luluklarını zamanında ve düzenli olarak yerine getirerek çocuklarına iyi birer model olurlar.

Çocuklar da oyuncakları ile oynarken tıpkı bir yetişkin gibi bu sorumlulukla-rı üstlenip yerine getirmeye çalışırlar (bebeğine yemek yedirmek, altını değiştir-mek, banyo yaptırmak v.b.).

Sorumluluk duygusunun kazandırılmasında anne-baba tutumlarının çok önemli bir yeri vardır. Yetişkinler sorumluluk duygusunun zorlamayla oluştu-rulamayacağını unutmamalıdırlar. Bu nedenle sorumluluğun kazandırılmasında aşırı baskıcı yada umursamaz bir tutum yerine çocuğa model olarak, ona hazır ol-duğu zamanda gerçekleştirebileceği kadar sorumluluk vererek, büyük bir sabırla davranmalıdır. Aşırı baskı ve zorlama, çocuğu dıştan denetimli bir çocuk haline getirerek kendi iç disiplinini kazanmasını engelleyebilir ve kişiliğinin olumsuz yönde gelişmesine yol açabilir.

Hiçbir konuda kendisine fırsat tanınmayan, hiçbir konuda seçim fırsatı veril-meyen, yapabileceği en basit görevler bile yetişkinler tarafından gerçekleştirilen, sürekli başkalarının yardımına alıştırılmış bir çocuktan, tek başına okula gidebil-mesini, ödevlerini kendi kendine yapmasını, odasını ve eşyalarını yerleştirmesini, arkadaşları ile iyi ilişkiler kurabilmesini beklemek, ondan başarılması çok güç olan şeyleri istemek olur. Başlangıçta yaptığı işler o kadar iyi olmasa bile ona sürekli denem fırsatı vermek, mükemmele ulaşması için gereklidir (Oktay, 1986).

Çocuk gelişiminde, çocukların bazı beceri ve davranışları kolayca kazandık-ları, herhangi bir davranışı öğrenmeye hazır oldukları kritik dönemler vardır. Bu dönemler çocukların bir işi kendiliğinden yapmaya hazır ve istekli oldukla-rı dönemlerdir. Bu dönemlerde yetişkinlerin çocuğa bu sorumlulukları vererek, bunları gerçekleştirmesine uygun ortamlar yaratması, onu teşvik etmesi, gerekti-ğinde gerektiği kadar ona destek olması göz ardı edilmemesi gereken noktalar-dır. Sorumluluk eğitimi verilirken de yetişkinlerin bu dönemleri dikkate alma-ları, çocuklara sorumluluk kazandırma yolunda üzerinde durulması gereken bir konudur.

Kendi isteği ile bir işe başlamak, sorumluluk davranışının ilk aşaması olabilir. Çocuk böyle bir istek gösterdiğinde hangi yaşta olursa olsun- eğer çocuğa za-rar vermiyorsa- bunu desteklenmesi, çocuğun yeni sorumluluklar üstlenebilmesi açısından çok önemlidir. Çocuğun kendi isteği ile başladığı işleri sonuçlandıra-bilmesi için gerekli ortamı hazırlayarak onu desteklemek, sorumluluk kazanma

Çocuk gelişiminde, çocukların bazı

beceri ve davranışları kolayca kazandıkları,

herhangi bir davranışı öğrenmeye hazır oldukları kritik dönemler vardır. Bu dönemler çocukların

bir işi kendiliğinden yapmaya hazır ve

istekli oldukları dönemlerdir.

Sorumluluk Sahibi Çocuklar İçin…

Page 71: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

71

Yeni Ufuklar, sayı 29

EĞİTİM

71

yolunda atılacak önemli bir adımdır. Çocuklara seçim yapma hakkının tanınması ona so-

rumluluk eğitimi vermede önemli bir yaklaşımdır. Her yaşa uygun olarak çocuğa belli konularda çeşitli seçeneklerin sunulması ve bu seçeneklerden birini seçmesinin istenme-sinin sorumluluk duygusunun kazanılmasında önemli bir yeri vardır (giysi seçiminde, oyuncak seçiminde, oynanacak oyunlarda v.b.). Seçim yaptırırken, sorumluluk verirken, ona güvendiğimizi, yardıma ihtiyacı olduğu her an yanında olacağımızı hissettirmek, göstermek, sorumlulukların daha kolay kazanılmasını destekler. Yaptığı seçimin sonucunu yaşayarak görmesi, yeni sorumluklar almasında pekiştireç görevini görür. Burada, sürecin yanlış olduğu durumda ço-

cukla bunu konuşarak sonucun farkına varmasını sağlamak da daha sonraki seçimlerin daha dikkatle yapılmasına yar-dımcı olur.

KaynakçaAltınköprü T. (1999) Çocuğun Başarısı Nasıl Sağlanır?

Hayat Yayıncılık.Ginnut, H.G.(1973)  Between Parent and Child.  Mc

Graw Hill. New York.Oktay, A. (1986). Bağımsızlık. Yaşadıkça Eğitim, 1.Polat, Ö. (2005). Okul Öncesi Dönemde Sorumluluk

Eğitimi. Okul Öncesi Eğitimde Güncel Konular. Morpa Yayınları.

Page 72: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

72

Morsalkımların turkuaz sulardaki ak-sinin adı mıdır İstanbul, yoksa erguvan ışıltılı bir nisan sabahı mı? Tedirgin koşuş-turması deyin gece vardiyasından dönen yoksul işçilerin… Yanıbaşında göğe doğru uzamış plazaların gölgesi altında ezik bü-zük bir gecekondu. Devrek işi bastonuna yaslanarak sabahı karşılamaya koyulmuş, bir pir-î fâni… Onu deyin, bunu deyin ama hakkını teslim edin “bu Şehr-i İstanbul”un. Ki şair bir taşına yekpâre Acem mülkünü fedâ etmekten geri durmamıştır.

Bir başka şiir ustası “taze kan” gibi sıcak bulmuştur onu. “Sana dün bir te-peden baktım aziz İstanbul!” ünleyişine, “İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı” seranatı yoldaş olmuştur. Hani bu şiir gibi şehir üzerine iki laf etmişken Bedri Rahmi’nin adını anmadan geçmek müm-kün mü? Hani diyor ya,

‘’İstanbul deyince aklıma martı gelir Yarısı gümüş, yarısı köpük Yarısı balık yarısı kuş İstanbul deyince aklıma bir masal gelir Bir varmış, bir yokmuş.”

Tam da lafı buraya getirecektik işte. Var ile yok arasında, güzelin çirkinle, iyinin kötüyle, yoksulun varsılla sarmaş dolaş olduğu sokaklarını efsun bürümüş bir kent. Yaşama sevinciyle, hüzün bulutlarını sokaklarına serpiştirmiş; her gönlün Leyla’sı bir bilinmez şehir İstanbul.

Şöyle der Cahit Sıtkı bu tılsımlı beldeyi tanımlarken, yalan da değildir hani:

‘’Yuvası saçakta kalan kırlangıç, Yavrusu dallara emanet serçe, Derken camiler üstünde güvercin Minareler katından geçiyorum Gökyüzü mahallesi İstanbul’un.”

Her şiir ustasının ayrı bir tasviri var onun üzerine. Ortak payda sevda olsa da, kırılanı, sitem edeni, bahtsızlığını

İstanbulBu Şehr-i

ki...

FOTOĞRAF

A. KadirKARATAŞ

Page 73: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

FOTOĞRAF

ona yükleyeni de yok değil. Nihayetsiz bir aşkın, kirpik-lere tutunmuş gözyaşlarının ve içe atılmış duygu tufan-larının remzidir sanki. Yolunu, yordamını bilen kıvrak dizelere döker, bir tuval üzerindeki meneviş renkler gibi İstanbul’u… Buyurun İlhan Berk’in İstanbul’a bakışına bir gözatalım:

‘’İşte kurşun kubbeler şehri İstanbul’dasın Havada kaçan bulutların hışırtısı Karaköy çarşısından geçen tramvayların camlarına yağmur yağıyor Yenicami, Süleymaniye arkalarını kirli bir göğe vermişler

Hiç kımıldamıyorlar Ayasofya elleriyle yüzünü kapamış bütün iştahıyla ağlıyor.”

Yeditepeli bu güzeli her dilin ifadesi, her gözün res-medişi farklı elbette. Her ozan kendi meşrebince seslenir ona. Ama dedik ya, hepsinin meramı biraz da sevdadan yana. Kahırlanışlarda bile duyar, hissederiz bu ezeli mef-tun oluşun ayak izlerine. Bir de Turgut Uyar’ın dizeleriyle resmimizi renklendirelim:

Yeni Ufuklar, sayı 29

Page 74: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

SANAT

‘’Ver elini Haydarpaşa demişiz, Vapur rıhtımdadır pırıl pırıl, Hava hafiften soğuk, Deniz katran ve balık kokulu Köprüden kayıkla geçmişim karşıya, Bir nefeste çıkmışım bizim yokuşu… Bir gün sabah sabah kapıyı vursam, -Kim o? dersin uykulu sesinle içerden. Saçların dağınıktır, mahmursundur. Kim bilir ne güzel görünürsün sevgilim, Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam, Uykudan uyandırsam seni, Ki daha sisler kalkmamıştır Haliç’ten. Fabrika düdükleri ötmededir.’’

“Nihayetsiz bir sevdâ” dedik ya İstanbul’a, gerçekten de öyledir. En gözü karar söz ustaları bile yeri gelir, diz çöker onun surları önünde ve beyaz bayrak asar. Tıpkı Attila İlhan usta gibi… Onun dizeleri ile bu yazıya nokta koyup, bir

tutam İstanbul fotoğrafının seyriyle sizleri başbaşa bırakı-yoruz:

“eğer sen yine İstanbul’san yanılmıyorsam koltuğumun altında eski bir kitap diye götürmek istediğim sicilyalı balıkçılara marsilyalı dok işçilerine satır satır okumak istediğim sen eğer yine İstanbul’san eğer senin ağrınsa iğneli beşik gibi her tarafımda hissettiğim

ulan yine sen kazandın İstanbul sen kazandın ben yenildim kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar yine emrindeyim”

Page 75: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

SANAT

Yeni Ufuklar, sayı 28

Page 76: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

76

TÜRK Dünyasının kalbi Mustafakemalpaşa ‘da attı. 2. Türk Dünya-sı Kültür Basın ve Spor Şöleni’ne Kafkaslar, Balkanlar, Orta Asya ve

Ortadoğu’dan 16 ülke temsilcisi katıldı. Dünyanın çeşitli coğrafyalarında yaşayan Türk topluluklarının birbiriy-

le daha yakından tanışması ve kültürde, eğitimde, sporda ve iş hayatında ileriye dönük işbirliklerinin kurulması ve büyütülmesi maksadıyla gerçek-leştirilen şölen büyük ilgi gördü.

Organizasyona Mustafakemalpaşa Kaymakamı Mustafa Masatlı, Bele-diye Başkanı Sadi Kurtulan, Avrasya Kültür ve Spor İş Birliği Derneği Genel Başkanı Ahmet Tüzün, Anadolu Aydınlar Ocağı Başkanı Prof. Dr. İbrahim

Bu yıl ikincisi düzenlenen Türk Dünyası Kültür Basın

ve Spor Şöleni, Avrasya Kültür ve Spor İş Birliği

Derneği’nin organizasyonu ve Mustafakemalpaşa

Belediyesi’nin ana sponsorluğunda yapıldı.

*Gazeteci

HABER

AhmetTÜZÜN*

KARDEŞlER BuluŞTu

Mustafakemalpaşa’da büyük şölen...

Foto

ğrafl

ar: M

. Kem

al S

allı

Page 77: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

77

HABER

Yeni Ufuklar, sayı 29

Öztek, Türkistanlılar Derneği Başkanı ekber Yassa, BatıTrakyalılar Derneği Başkanı Özkan Hüseyin, Afga-nistan Türkmenleri Temsilcisi Mustafa Kemal Mahdum, Gagavuzya Temsilcisi Güllü Karanfil, Azerbaycan Tem-silcisi Ağası Hun, Irak Türkmenleri Kerkük Temsilcisi Isam Abdukadir ile Türk Dünyasının birçok bölge-sinden temsilciler ve misafirler ile basın mensupları katıldı.

Şölen, Mustafakemalpaşa Belediyesi Mehter Takı-mı eşliğinde yapılan kortej yürüyüşü ile başladı. Şeyh Müftü Türbesi’nde yapılan ’Türk Dünyasında Birlik’ duasının ardından Belediye Düğün Salonu’nda ‘Türk dünyasında İşbirliği’ konulu konferanslar verildi.

Kaymakam Mustafa Masatlı konuşmasında Türkiye’nin dünya coğrafyasında yaşayan Türklere ana-

vatanlık yaptığını belirterek, “Burada Türk Dünyasının çeşitli ülkelerinden ve bölgelerinden gelen temsilci-lerle, kardeşlerimizle bir arada olmaktan gururluyuz. Türkiye Cumhuriyeti büyük bir devlettir. Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu ve Orta Asya’daki bütün kardeş-lerimize kollarımızı açıyoruz. Onlara olan desteğimiz, gönül birliğimiz sürecek. Milletimizin gönlü herkese açıktır. Kardeşliğimiz daim olsun” dedi.

Mustafakemalpaşa Belediye Başkanı Sadi Kurtulan, böyle bir şölene ev sahipliği yapmaktan onur duydu-ğunu söyleyerek, “Sınırların artık sadece haritalarda kaldığı bir dünyada yaşıyoruz. Türkiye, soydaşlarıyla artık her alanda buluşuyor. Yeter ki kafamızdaki ön-yargıları, başkalarının bize dayatmak istediği ayrılık fikirlerini kaldıralım. Güzellikleri paylaşmak için bir

Page 78: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

aradayız. Kültür köklerimize ait tüm birikimleri geleceğe taşımak için el ele verelim. Devletimizin ve hükümetimizin birçok organizas-yonuyla bu alanda çalışmalar yapı-lıyor. Mustafakemalpaşa Belediyesi de Türk Dünyası ile ekonomiden kültüre, spordan turizme kadar her sahada artan işbirliğine bu şölenle katkı sağlıyor. Yurt içi ve yurt dışından gelen misafirlerimizle kardeşliğimizi pekiştirerek, bunu iş birliğine dönüştürme gayreti için-de olacağız” dedi.

Avrasya Kültür ve Spor İş Birliği Derneği Genel Başkanı Ahmet Tü-zün ise Türk Dünyasındaki iş birliği-nin ancak güçlü bir iletişim ağıyla sağlanabileceğini kaydederek, “Biz burada dünyadaki bütün kardeş-lerimizin, akrabalarımızın temsilci-lerini bir araya getirdik. Kültürde, sanatta, ilimde, teknolojide, eği-timde ve sporda gönül birliğimizi iş birliğine dönüştürmek için çalışı-

yoruz. 2. Türk Dünyası Kültür, Basın ve Spor Şöleni milletimize hayırlı olsun, hizmetleri ve faydaları daim olsun. Organizasyonun gerçekleş-mesinde gece-gündüz demeden büyük fedakârlıklarla çalışan Avras-ya Kültür ve Spor İş Birliği Derneği Mustafakemalpaşa Şubesi’ne; baş-kanından yöneticisine, üyesinden gönüllüsüne kadar hepsine can-ı gönülden teşekkür ediyorum. Ayrı-ca bize varlığıyla destek veren Mus-tafakemalpaşa Kaymakamlığı’na, bize evsahipliği yapan Musta-fakemalpaşa Belediyesi’ne, en küçüğünden en büyüğüne bütün destekçilerimize yürekten teşekkür ediyorum. Türk Dünyasında kardeş-lerin işbirliği için bu tür çalışma-larımız artarak devam edecektir” şeklinde konuştu. Toplantıda söz alan misafir ülke temsilcileri ise bu tür organizas-yonlarla ülkeler arasındaki yakın-laşmaların daha da artacağı ve

kardeşlik şuurunun geleceğe taşı-nacağı görüşünü dile getirdi. Konferansın ardından Adnan Men-deres Meydanı’nda sportif faaliyet-ler gerçekleştirildi.

Gün boyu süren etkinlikler çer-çevesinde aba güreşi, kuşak güreşi ve bilek güreşi ile okçuluk gösteri-leri yapılırken, Türk kültürüne ait ta-rihi zekâ ve strateji oyunu mangala yarışmaları da büyük ilgi gördü. Servet Somuncuoğlu’nun obfek-tifinden “Taştaki Türkler” fotoğraf Sergisi açıldı. Şehir meydanında açılan stantlarda ülkelerin millî kıyafetlerinin ve kültürel ürünleri-nin sergilediği şölende; daha sonra Türk Dünyası sanatçıları Bünyamin Aksungur ve Melike Nevruz, Musta-fakemalpaşalılara Türk Dünyası mü-ziklerinden güzel örnekler sundu. Şölen, Mustafakemalpaşa’nın tarihi ve tabii güzelliklerinin gezilmesiyle sona erdi.

Etkinliklerde Türk kültürüne ait tarihi zekâ ve strateji oyunu mangala yarışmaları da büyük ilgi gördü.

Page 79: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

79

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 28

Page 80: Değerli okuyucularımız merhaba,yeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı29internet.pdf · konuşmayı sevmem” diyerek bir saate yakın konuştu. Prof. Ortaylı: Aileden biriyim

80

MAKALE