41
T.C Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dinler Tarihi Yüksek Lisans DÜNYA HALKLARIN VE DİNLERİN KISA TARİHİ Uygarlıkların ve dinlerin tarihi, teşekkülü ve etkileşim sürecine dair özet bir inceleme hazırlayan Danışman: Prof. Dr. Kürşat Demirci

Dünya Halkların ve dinlerin kısa tarihi dunya tarihi tugrul... · 2015. 2. 13. · DÜNYA HALKLARIN VE DİNLERİN KISA TARİHİ TUĞRUL KURT 4 tamamıyla ayrı olarak görmek mümkün

  • Upload
    others

  • View
    4

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

  • T.C

    Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

    Dinler Tarihi Yüksek Lisans

    DÜNYA HALKLARIN VE

    DİNLERİN KISA TARİHİ Uygarlıkların ve dinlerin tarihi, teşekkülü ve etkileşim sürecine dair

    özet bir inceleme

    hazırlayan

    Danışman: Prof. Dr. Kürşat Demirci

  • DÜNYA HALKLARIN VE DİNLERİN KISA TARİHİ TUĞRUL KURT

    1

    Brain Storming:

  • DÜNYA HALKLARIN VE DİNLERİN KISA TARİHİ TUĞRUL KURT

    2

    İçindekiler:

    BAŞLANGIÇ: Din öncesi devir (Tarım)…………………………………………………………………………………..…….........4

    I. TARİHÖNCESİ……………………………………………………………………………………………………………………………………….5

    A. Taşdevri…………………………………………………………………………………………………………………………………….5

    1) Paleolit Devir………………………………………………………………………………………………………………5

    2) Neolotik Devir……………………………………………………………………………………………………………..6

    B. Uygarlıkların Oluşumu………………………………………………………………………………………………………………8

    II. ÖNASYA UYGARLIKLARI……………………………………………………………………………………………………………………….9

    A. Mezopotamya: …………………………………………………………………………………………………………………………9

    1. Sümer…………………………………………………………………………………………………………………………9

    2. Sümerlilerden sonra Mezopotamya…………………………………………………………………………..12

    3. Akad…………………………………………………………………………………………………………………………12

    4. Babil………………………………………………………………………………………………………………………….12

    5. Asur………………………………………………………………………………………………………………………….13

    B. Eski Mısır…………………………………………………………………………………………………………………………………13

    III. ANADOLU UYGARLIKLARI…………………………………………………………………………………………………………………..14

    1. Hititler………………………………………………………………………………………………………………………14

    2. Frigler……………………………………………………………………………………………………………………….15

    3. Urartular…………………………………………………………………………………………………………………..15

    IV. ASYA VE UZAKDOĞU UYGARLIKLARI: ………………………………………………………………………………………………..16

    A. Erken Dönem Hint Uygarlığı……………………………………………………………………………………………………16

    1. Hinduizm…………………………………………………………………………………………………………………..16

    2. Budizm………………………………………………………………………………………………………………………17

    B. Eski Çin…………………………………………………………………………………………………………………………………….18

    - Konfüçyanizm…………………………………………………………………………………………………………………………18

    C. Japonya……………………………………………………………………………………………………………………………………19

    - Şintoizm………………………………………………………………………………………………………………………………….19

    V. AKDENİZ UYGARLIKLARI…………………………………………………………………………………………………………………….20

    A. Ege ve Eski Yunan……………………………………………………………………………………………………………………20

    1. Girit…………………………………………………………………………………………………………………………..20

    2. Mikenler (Akalar)………………………………………………………………………………………………………20

    3. Büyük İskender ve Helenizm………………………………………………………………………………………21

    B. Roma Uygarlığı…………………………………………………………………………………………………………………..……21

    i. İmparatorluğun kısa tarihsel özeti…………………………………………………………………………….21

    ii. Etrüskler ve Dinî İnançları………………………………………………………………………………………….22

    iii. Roma’da Dinî İnanç…………………………………………………………………………………………………..23

  • DÜNYA HALKLARIN VE DİNLERİN KISA TARİHİ TUĞRUL KURT

    3

    VI. YAKINDOĞU UYGARLIKLARI: ……………………………………………………………………………………………………………24

    Pers ……………………………………………………………………………………………………………………………………………………24

    VII. YENİ DÜNYA UYGARLIKLARI………………………………………………………………………………………………………………25

    A. Orta Amerika……………………………………………………………………………………………………………………………..25

    1. Mayalar…………………………………………………………………………………………………………………….25

    2. Aztekler…………………………………………………………………………………………………………………….26

    B. Güney Amerika: ………………………………………………………………………………………………………………………..26

    - İnkalar……………………………………………………………………………………………………………………………………27

    C. Kuzey Amerika…………………………………………………………………………………………………………………………..27

    - Mezoamerika…………………………………………………………………………………………………………………………27

    SONUÇ (Günümüz Dünyanın Temelleri): …………………………………………………………………………………………….28

    Kaynakça: ………………………………………………………………………………………………………………………………………….29

    EK: Şemalar, Haritalar…………………………………………………………………………………………………………………………30

    Başlangıç: Din öncesi devir (Tarım)i

    Tarihten bahsettiğimizde, net bir şekilde, belirli ölçüler ve hudutlara sahip bir kavramdan bahsetmemiz

    mümkün değildir. Bundan mütevellit tarihin tanımı yapılsa dahi, tarihte meydana gelmiş ve özellikle tarih

    öncesi dediğimiz, yani yazının icadından önceki zamanla ilgili fikir sahibi olmak çok zordur. Ancak arkeolojik

    çalışmalar neticesinde, çok flu olmakla birlikte, binlerce, hatta yüzbinlerce yıllar öncesine kadar gitmemiz

    mümkün olsa da, o zamanda vukuu bulan olaylar hakkında net bir bilgi vermekten aciziz. Ancak yine de

    arkeolojik çalışmaların ışığında çeşitli hüküm betimlemelerde bulunula bilinir.

    Tarihin seyrine baktığımızda, çeşitli olaylar, siyasî, toplumsal veya dinî olsun, inanışlar, fikirler, uygarlıklar,

    medeniyetler, ekoller, imparatorluklar gelip geçmiş, birbirlerini etkilemiştir, birbirleriyle çatışmıştır. Bu ilişkiden

    yine yeni mefhumlar meydana gelmiştir. Tarihte zuhur etmiş, din, kültür, medeniyet ve fikirleri birbirinden

  • DÜNYA HALKLARIN VE DİNLERİN KISA TARİHİ TUĞRUL KURT

    4

    tamamıyla ayrı olarak görmek mümkün değildir. Tarih bir bütündür. Tarihte zuhur etmiş herhangi bir inanış

    veya fikir muhakkak başka unsurlarla, coğrafya, çevre ve zamanla alakalıdır.

    Özellikle Dünya halklarının dinleri ve temel düşünceleri oluşumunda çok boyutlu bakış açısı önemlidir. İlkel,

    arkaik insanların düşünce yapısına bakıldığında, sade ve yapay bir zihin yapısına sahip olduklarını bilmek bu

    bakış açısının birinci boyutudur. Tarım ağırlıklı, göçebe hayat süren ilkel toplumların zihin yapısı ile daha sonra

    yerleşik hayata geçişten sonraki toplumların zihin yapısı farklıdır. Yapay düşünce, tarım ve göçebe insanları

    daha fazla, animist, natürist, yani tabiata kutsallık atfetme ile kendilerini göstermişlerdir. Bununla birlikte

    zaman zaman şizofrenik bir algılayışa da yola çıktıklarını söylemek

    mümkündür. Zira insanlar doğal afetlere, tabiat olaylarına net bir şekilde bir

    açıklık getiremediklerinden dolayı, biraz korku, biraz endişe ile birlikte

    karşısında aciz kaldıkları doğanın kutsallığına ve yüceliğine inanırlardı. Daha

    sonra yerleşik hayata geçişle, yani medeniyetlerin oluşmasıyla, bu düşünce

    yapısı değişmiş, insanlar yapay düşünce tarzın yerine, dikey düşünce tarzına

    meyilde bulunmuşlardır. Artık kutsallık, daha da yukarılarda (göklerde,

    semada) aranmaya başlanılmıştır. Bu daha sonra metafizik âlemin

    algılanmasının temellerini oluşturmuştur. Dünya halklarının dinî inanış ve

    algılayış tarihini araştırdığımızda, yol gösterici ve aydınlatıcı ikinci önemli

    boyut, siyasî ve toplumsal değişimlerin dinî algılara etkisidir. Burada önemli

    olan husus, hiçbir olay, toplumdan, siyaset ve çevreden bağımsız biçimde değerlendirilemez. Çevresel

    aktiviteler toplumsal olayları, toplumsal olaylar da siyasî bir takım olaylara yansımaktadır. Dolayısıyla dinî ve

    fikri algılar da etkilenmektedir. Örneğin Helenizm’i, pagan kültürünü ve Roma’nın içerisinde bulunduğu sosyo-

    politik çevreyi göz önünde bulundurmadan, Hıristiyanlığı tam manasıyla anlamak mümkün değildir. Bu çalışma

    çerçevesinde ele alınacak olan çeşitli dünya halklarının dinlerini araştırmada önemli saç ayağı ve bakış açısı olan

    üçüncü boyut ise, birinci ve ikinci boyutlarda meydana gelen olayların kutsal kitaplara ve temel doktrinlere-

    görüşlere yansımasının müşahedesidir. Yine Hıristiyanlıktan örnek verecek olursak, ilkel insanların göçebelikten

    medeniyete, yapay düşünceden dikey düşünceye geçişi ve çeşitli sosyo-politik süreçlerden de geçip farklı

    çevresel etkilerle (farklı medeniyet ve inanışlarla) harmanlandıktan sonra Hıristiyanlığın kutsal kitabı Kitab-ı

    Mukaddes (Eski ve yeni Ahit) oluşmuştur. Burada asıl önemli olan husus ise, kutsal kitaplarda veya genel olarak

    günümüze ulaşmış olan dini esaslarda tarihin bu izini (bu farklı boyutları ve gelişmeleri) görmenin mümkün

    olmasıdır. Bundan dolayı her daim üç boyutlu bir bakış açısı, bütüncül bir yaklaşım sergilemek son derece

    elzemdir.

    I. TARİHÖNCESİ:

    A. TAŞ DEVRİ:

    Burada bütün devirler hakkında

    bilgi verilmeyecektir. Temsilî

    olarak Paleotik ve Neolitik

    devirler hakkında bilgi

    verilecektir. Bunun haricinde,

    Bakır, Tunç ve Demir

    devirlerinden oluşan maden

    Çağ/Devir Tarih

    1 Paleolitik M.Ö 600.000- 10.000

    2 Mezolitik M.Ö 10.000- 8.000

    3 Neolitik M.Ö 5800- 4800

    4 Kalkolitik M.Ö 4800- 3000

    TANRI

    (FİKRİ)TOPRAĞA

    YERLEŞİYOR

  • DÜNYA HALKLARIN VE DİNLERİN KISA TARİHİ TUĞRUL KURT

    5

    devri hakkında müstakil bir başlık yer almamaktadır. Genel olarak ana hatlarıyla bilgi verilecektir.

    1) PALEOLİT DEVİRii

    Kısa ve öz:

    İnsanların yeryüzünde bulundukları sürenin büyük bir

    bölümü uzun zamandır kullanılan adıyla “taş devri”nde

    geçmiştir ve bu alışılagelmiş bir terim olmakla birlikte çok

    gevşek bir şekilde kullanılmış olup, tarihöncesiyle ilgili icat

    edilen üç terimden birisidir. Bunlar taş, bronz ve demir

    çağlarıdır. 1Paleolitik ismi de taş devrine ait bir kavramdır ve

    “eski taşlar” anlamına gelen Yunanca bir kelimedir.

    Paleolitik dönem, son gerçek soğuk çağı, Homo sapiens’in dünyanın birçok yerine yerleştiği ve bazen de

    “üst paleolitik” denilen dönemi kapsar. Bu devirde kullanılan aletlerin taş olması hasebiyle bu kavramla

    ifade edilmiştir.

    Dönemin Özellikleri:

    Alet yapımı: Avcılık önemliydi. İnsanları hayvanlar avlayabilmek ve hayatta kalmayı sağlayabilmek için elde

    mevcut olan malzemelerle alet ve edevatlar geliştirmiş ve bir av kültürü oluşturmuşlardır. Taş ve

    kayalardan kesici aletler elde edilmiştir.

    Hayat Tarzları: Avcılıkla uğraştıklarından temel beslenme ve meşgaleleri hayvan avı. Ateşin bulunuşundan

    sonra hayvanları avlayıp pişirme geleneği oluşmuştur. Bir takım arkeolojik çalışmalar neticesinde bu

    döneme ait bir takım sanatsal eserler, duvar resimleri bulunmuştur. “Üst Paleolitik Çağ'ın önemli

    gelişmelerinden biri de insanların entelektüel hayatlarıyla ilgili birtakım sanat eserlerini yapmaya

    başlamalarıdır. Mağara duvarlarına ve çeşitli objeler üzerine yapılan boyalı resim, gravür, alçak

    kabartmalar ile heykelcikler, Paleolitik sanatın, Sanat Tarihi içinde oynadığı rolü ortaya koyar.”2 Daha sonra

    tarımın ortaya çıkmasıyla tarımsal işlerle iştigal olunmuştur. Tarım bir devrim mahiyetinden etki

    yaratmıştır. Yetiştirilmiş bitkilerle ilgili en eski izlerin yaklaşık M.Ö 10.000 yıllarına tekabül ettiği

    söylenmektedir.3 Bundan sonraki adım da, hayvanların sadece yemek-avlamak için değil, tarım işlerinde ve

    hamallıkta da kullanılabileceği keşfedilmiştir. Bütün bu olaylar köklü değişimlere ve değişimlere

    sürüklemiştir. “Tarımın gelmesiyle birlikte insan hayatının koşullarında meydana gelen devrim binlerce yıl

    sürdü. İlk tarı yerleşimleri kısa süreliydi ve ilk çiftçiler muhtemelen hala göçebeliği sürdüren ekin

    yetiştiricileriydi ve ilkel topluluklar arasında hala görülen “orman açma” ya da “toprak açma” tarımını

    uyguluyorlardı. Bu iş için belli bir orman alanı seçilir (çürümüş yaprak birikintisi ve döküntüler nedeniyle

    burada toprak muhtemelen iyidir) ve ağaçlar kabukları soyularak öldürülür. Sonra bunlar yakılır, mümkün

    olduğu takdirde kütüklerden geriye kalanlar temizlenir ve kökler arasına ürün ekilir. Birkaç yıl sonra alt bitki

    örtüsü tekrar çoğalır ve belki de toprak gücünü yitirir; bu nedenle yeni bir mahallin seçilmesi gerekir. Çok

    uzun süre boyunca, çiftçilik sadece bu şekilde yapılmaktaydı. İnsanlar toprağı işlemenin başka bir yolunu

    bilmiyorlardı, boynuzdan yapılmış kazma ve taş aletlerle toprağı temizlemek çok zordu.”4 Daha sonra böyle

    1 J.M Roberts, “Kısa Dünya Tarihi”, İnkılap yayınları, İstanbul 2014, s.21 2 http://www.anadolumedeniyetlerimuzesi.gov.tr/TR,77778/paleolitik-cag.html 3 Roberts, a.g.e. s.26 4 Roberts, a.g.e. s.28

    http://www.anadolumedeniyetlerimuzesi.gov.tr/TR,77778/paleolitik-cag.html

  • DÜNYA HALKLARIN VE DİNLERİN KISA TARİHİ TUĞRUL KURT

    6

    toprak işlene işlene zamanla tarlalar oluşmuştur. Bundan dolayı da artık insanlar tek bir yere daha fazla

    odaklanmaya ve orada kalmaya karar kıldılar. Burada daha sonra daha net bir şekilde görüleceği gibi

    yerleşik hayata geçişin nüveleri görülmektedir (ancak bu değişim zamanla olacaktır). Buradan yola çıkarak,

    tarımın düşünce yapıları ve fikirleri de hayat tarzlarına etkisi olmuş ve bu çerçevede bir takım inanışlar

    zuhur etmiştir.

    İnanışları: Bu devirde dinden bahsetmek zordur. Ancak yine de günümüz algılarına göre olmasa da bir

    inanış var olduğunu söylememiz mümkündür. Bunun için mağaralardaki resimler, bir takım tanrıçaların

    putları ve farklı arkeolojik buluntular birer delil olarak zikredilebilir. Burada bazı bilim adamlarınca

    Şamanizm vari bir inanışın hâkim olabileceği ileri sürülmektedir.

    Coğrafya: (resim ekte)iii

    2) NEOLOTİK DEVİR

    Kısa ve öz:

    Neolotik veya Cilalı Taş devri olarak adlandırılan bu

    dönem M.Ö 8000 – 5500 yıllarına tarihlenir. Bu

    dönemde daha sert ve daha düzgün ve kesici taş aletleri

    yapılmıştır. Ayrıca topraktan veya kilden yapılan kaplar

    ateşte pişirilmiş ve kullanılmıştır. Bundan dolayı aslında

    bir nevi seramik sanatının başladığını söylemek mümkün

    olabilir.

    Dönemin Özellikleri:

    Bu devirdeki insanlar bilgi ve teknikte daha ileri bir seviyeye ulaşmışlardır. Kemik ve taştan daha kullanışlı

    aletler yapılmıştır. Paleolit dönem çerçevesinde zikredilen unsurlar burada daha da gelişmiş ve insanların

    yerleşik düzene geçmeye başlamıştır. Birbirine yakın aileler topluca bir yerde oturarak, işlenmiş topraklar,

    tarlalarda geçimlerini saylamış ve kesici aletlerin sadece yemek yapma, hayvan avlama için değil, daha fazla

    şeyler için işe yaradığı anlaşılmıştır (savaşmanın ilk adımları?). Böylece insanlar bir araya gelip, köyler

    meydana gelmiştir. Böylece tarihteki ilk köyler kurulmuştur. Ayrıca insanlar tahıl üretimine de başlamış,

    hayvanlar evcilleştirilmiş, insanlar tüketicilikten üretici duruma geçmişlerdir. İlk defa ticaret başlamıştır.

    Dinî İnanışlar: Çatalhöyük insanları ölülerini evlerin tabanları altına gömmüşlerdir. Çocuklar oda tabanı

    altına, yaşlılar tek ya da grup halinde oda içindeki sekilerin altına gömülmekte, yanlarına ölü hediyesi

    bırakılmaktaydı.5 Bunun yanında doğaya fazla saygı ve bağlılık hissi hâkimdi.

    Coğrafya: (resim ekte)iv

    Paleolit ve Neolit dönem kıyaslama (kısa özet)

    5 http://www.anadolumedeniyetlerimuzesi.gov.tr/TR,77779/neolitik-yeni--cilali-tas-cag.html

  • DÜNYA HALKLARIN VE DİNLERİN KISA TARİHİ TUĞRUL KURT

    7

    Metal kullanımı uzun vadede insan dünyasını neredeyse çiftliğin ortaya çıkması kadar değiştirdi (özellikle

    maden devri önemlidir). Anadolu’da bulunduğu tahmin edilen bakır, insanlık tarihinde bir dönüm notası

    olmuştur. Bakır işçiliği yeni meslek ve imkânlar sunmuştur. Böylece medenileşme de bir katalizör fonksiyonu

    üstlenmiştir. Böylelikle demircilik yayılmıştır. Çok daha sonraki dönemlerde Ketler ilk demirciler olarak

    zikredilirler. Daha sonra Hititler de demircilik sanatını kullanmıştır. Demir aletlerinin oluşmasıyla birlikte

    zamanla tahta işçiliği de demirle birlikte değişim göstermiştir. “Bakır ve bronz aletler zaten artık tutarlı bir

    şekilde ‘marangozluk’ olarak tanımlayabileceğimiz bir düzeyde işçiliği mümkün kılmıştı. İnsanların

    kullanılabilecekleri ve keyif alabilecekleri eşyaların sayısı çoğaldı ve sanat, ustalıklarında daha da

    uzmanlaşmalarını kolaylaştırdı.”6 Böylelikle iyice göçebelikten yerleşik hayata geçiş kendisini göstermiştir.

    B. UYGARLIKLARIN OLUŞUMUv-

    İlk Uygarlıklar:

    Yukarıda bahsedilen dönemlerde net olarak uygarlıklardan söz etmemiz mümkün değildir. Bilimsel olarak ilk

    uygarlıkların M.Ö 3500 ile M.Ö 500 yılları arasında ortaya çıktığını söylememiz mümkündür.7 Bunun sebebi, bu

    M.Ö 3500 ile M.Ö 500 arasında insanlar kendi elleriyle bir takım değişikliklerde bulunuyor, kendi becerilerini ön

    plana koyuyorlar ve böylelikle günümüz dünyanızın bazı nüvelerini görmemiz mümkün oluyor. “Kaba bir

    kronoloji, M.Ö 3500 yıllarında Mezopotamya’da, ilk uygarlığın görülmesiyle başlar. Uygarlık Mısır’da daha

    sonra, ama gene de erken bir tarih olan M.Ö 3100 yıllarında ortaya çıkar. M.Ö 2000 yıllarına gelindiğinde

    Girit’te Minoa uygarlığı dediğimiz bir başka oluşum dönüm noktası olarak görülür(...) Bu sırada belki de M.Ö 6 Roberts, a.g.e. s.35 7 Roberts, a.g.e. s.41

    Paleolitik

    •göçebe hayat

    •hayvan avı ve tarım

    •tasştan aletler

    Neolitik

    •yerleşik hayat

    •hayvanların evcilleştirilmesi ve tarımda kullanılması

    •taştan yapılan aletler daha sivri ve farklı işlevler görürdü

    Medeniyetin izleri

    •yerleşik hayat ve hayat tarzı (inanışlar)

    •tarım da var, hayvancılık da var

    •farklı yemek alışkanlıkları, ticaret, savaş ve teknolojik terakki

  • DÜNYA HALKLARIN VE DİNLERİN KISA TARİHİ TUĞRUL KURT

    8

    2500 yıllarında, Hindistan’da uygarlıklar başlamıştı. Çin daha sonra, M.Ö

    2000 yılının ortalarına doğru başlar ve karşılıklı etkileşimin olup bitenleri

    açıklamakta büyük bir rol oynamak zorunda olmadığını gösterecek kadar

    yalıtılmış bir örnektir. Bu tarihten itibaren, Orta ve güney Amerika hariç,

    ortaya çıkışları, önceden olgunlaşan uygarlıkların dışarıdan yarattıkları

    dürtüler ve şoklar- ya da onların mirasları- olmadan izah edilebilecek olan

    başka uygarlıklar görünmemektedir.”8 Burada genel olarak şunu

    söyleyebiliriz, önce avcılık, sonra alet yapımı insanları tarımcılığa, oradan

    hayvancılığa sevk etmiş, insanlar ticaret, seyahat gibi uygarlığın önemli

    saç ayaklarını meydana getirmiştir. Bu konuda erken dönem, yani ilk

    uygarlıkların ortak noktalarını bu kavramlarla özetleyebiliriz. Bunun

    haricindeki ortak noktaları hakkında net bir ifade de bulunmak mümkün

    değildir. Dolayısıyla Uygarlıkların ortaya çıkmasında çeşitli faktörler rol

    oynamıştır. Hemen şunu belirtmek gerekir ki, Uygarlıklar ansızın ortaya

    çıkmamış, insanlar sabah uyandıklarında farklı bir dönem, yeni bir

    uygarlıkta uyanmadılar, bilakis uzun süreçler ve değişimler sonucunda

    dönemler, uygarlıklar oluşmuştur. Bu değişim sürecini uzatacak

    katalizörler şüphesiz olmuştur. Sosyo-ekonomik ve politik nedenler

    burada önemli bir göreve haiz olduğu aşikârdır. Mesela zengin ve

    kolaylıkla işlenebilen toprakları köylerde oldukça yoğun bir çiftçi nüfusu

    mümkün kılıyor. Daha sonra bu nüfus daha büyüyerek ilk köyler, daha

    sonra kentler meydana geliyor. Bu medeniyetin oluşmasına yol açmıştır.

    Medeniyet, batı dillerinde “Civilisation” (İngilizce), “La Civilizacion”

    (fransızca ve İspanyolca), “Die Zivilisation” (Almanca) olup Latince kökenli

    bir kelimedir. Aslında kent anlamına gelen bu kelime, “gerekli kritik

    kütleyi diğer tüm kurumlardan daha fazla oluşturmuş ve yenilikleri de

    daha önce ortaya çıkan tüm diğer ortamlardan daha fazla teşvik

    etmiştir.”9

    İLK UYGARLIKLARDA TARIMSAL GELİŞMENİN BAZI DÖNÜM NOKTALARI

    M.Ö 800- 8500 Anadolu, İran ve Hazar havzasında evcilleştirilmiş buğday ve arpa türlerinin ekimi, koyun, keçi ve sığırların evcilleştirilmesi. Çin’de darı tarımı

    34000-3100 Mısırda dokuma için keten ekimi, sabanla toprağın sürülmesi- ilk defa gübreleme

    3000 Mısır’da eşeklerin yük hayvanı olarak kullanılması. Sümerler, elma, erik, arpa ve buğday yetiştiriyor

    2900 Doğu Asya’da domuzun evcilleştirilmesi

    2540 Çin’de İPEK sanayinin başlangıç nüveleri…

    2500 İndus Vadisi’nde fillerin evcilleştirilmesi. Peru’da patates tarımı

    2350 Mısır’da şarap imalatı

    1600 Girit’te üzüm ve zeytin tarımı. Mısır’da sulama kanalları

    1400 Hindistan’da demir saban kullanılması

    1200 Arabistan’da develerin evcilleştirilmesi

    II. ÖNASYA UYGARLIKLARI: 8 A.g.e. s.41 9 Roberts, a.g.e. s.43

    Bereketli Hilal (fertile crescent), tarım

    insanının ana merkezini olışturmuş, kışları

    yağmurlu, yazları kurak geçen Akdeniz

    ikliminin egemen olduğu, hilal biçiminde,

    oldukça verimli bir alandır. Güneyde

    Arabistan Çölü ile kuzeyde Doğu Anadolu

    dağlık bölgesi arasında yer alır. Eski Babil

    toprakları ile İran'ın güneybatısı, Dicle ve

    Fırat ırmakları ile Asur topraklarına kadar

    uzanır. Zağros Dağlarından, batıda Suriye

    üzerinden Akdeniz'e, güney yönünde de

    Filistin'in güneyine kadar olan toprakları içine

    alır. Mısır'ın Nil Vadisini de bu bölge içine

    sokanlar vardır; çünkü buradaki Sina Çölü,

    Mezopotamya ve Suriye'de sürekliliği bozan

    öteki çöllerden daha büyük değildir. Bölgede

    iyi ürün alabilmek, hatta tarım yapabilmek

    için sulama zorunludur.

    Bereketli Hilal

    http://tr.wikipedia.org/wiki/Akdeniz_iklimihttp://tr.wikipedia.org/wiki/Akdeniz_iklimihttp://tr.wikipedia.org/wiki/Arabistan_%C3%87%C3%B6l%C3%BChttp://tr.wikipedia.org/wiki/Do%C4%9Fu_Anadoluhttp://tr.wikipedia.org/wiki/Babilhttp://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0ranhttp://tr.wikipedia.org/wiki/Diclehttp://tr.wikipedia.org/wiki/F%C4%B1rathttp://tr.wikipedia.org/wiki/Za%C4%9Fros_Da%C4%9Flar%C4%B1http://tr.wikipedia.org/wiki/Suriyehttp://tr.wikipedia.org/wiki/Akdenizhttp://tr.wikipedia.org/wiki/Filistinhttp://tr.wikipedia.org/wiki/M%C4%B1s%C4%B1rhttp://tr.wikipedia.org/wiki/Nil_Vadisihttp://tr.wikipedia.org/w/index.php?title=Sina_%C3%87%C3%B6l%C3%BC&action=edit&redlink=1http://tr.wikipedia.org/wiki/Mezopotamya

  • DÜNYA HALKLARIN VE DİNLERİN KISA TARİHİ TUĞRUL KURT

    9

    A. MEZOPOTAMYAvi

    1) Tarihin (yazılı uygarlığın) kıyısında… SÜMER

    Kısa ve Öz:

    Sümer uygarlığı M.Ö 3300’den 2000’e kadar sürmüş ve dünya tarihinde önemli bir konuma sahip olan

    bir uygarlıktır. İlk yazılı kil tabletlerin Sümer uygarlığına ait olmasından dolayı araştırmacılara göre

    tarihin, yani yazılı tarihin ve kültürün Sümer’de başladığına işaret eder. Ayrıca dünyanın en eski destanı

    olan Gılgamış destanı da Sümerliler zamanında kaleme alınmıştır. Mezopotamya toprakların önemli

    uygarlıklarındandır.

    Dönemin Özellikleri:

    Hayat tarzı ve Yazı: Çivi yazsını icat ettiler. İlk yazılı belge en eski Sümer şehri olan uruk kentinde bulundu.

    Sümer okullarının olgunlaşması MÖ3000de oldu. Okula başlayan öğrencilerin karalama yazıları ve okulu

    bitirmek üzere olanların itina ile yazılmış yazıları da tablet olarak bulundu. Sümer okullarının asıl amacı

    meslekti. Özellikle saray ve mabedin idaresi ve yazı işlerinin yapılması için yetiştirmek. Öğretim ne geneldi

    ne de zorunluydu. Öğrencilerin çoğu zengin aile çocukları idi ve öğretmenlerin maaşlarını öğrenci aileleri

    verirdi. Öğretmenler de boş zamanlarında araştırma yazma yaparlardı. Fakir uzun bir eğitim için para

    harcayamazlardı. Tabletlerde okula gidenler arasında kadın isimi bulunmadı.10 Bu yüzden okullar sadece

    erkekler içindi. Yani ataerkil bir yapı hakimdi. Yerel mahkemeleri var, oku sistemleri var, yaşlılar meclisi var.

    Dinî İnanışları:

    - AHLAK İLK AHLAK VE MANEVİ KAVRAMLAR- Onlar insanların bir tek amaç için yaratıldığın inanıyorlardı. Tanrıların

    rahatça ve engellenmeden tanrısal görevlerini yapabilmeleri, onlara yiyecek ve içecek ile başlarını sokacak bir

    bina hazırlamaları için yaratılmışlardır. Onların yaşamın devamlı bilinmeyenlerle tehdit edildiğine inanıyorlardı.

    Çünkü insanlar, tanrıların keyiflerine göre kendilerine nasıl bir kader vereceklerini evvelden bilemiyorlardı. Tanrılar

    planları yaparlar ve insanlar onların emirlerine baş eğerler. Sümerler, kötülük ve yalancılıktan, kanunsuzluk ve

    düzensizlikten, haksızlık ve zulümden, günahkârlık ve asilikten, gaddarlık ve acımasızlıktan nefret ediyorlardı.

    İlahide Tanrıçayı şu şekilde tarif ediyor: Öksüzleri bilen, dulları bilen, İnsanın insana yaptığı zulmü bilen, öksüzlerin

    annesidir o, Nanşe, dulları koruyan, Fakirlere adil olan Sığınanlara kucak açan, Güçsüze barınak bulan kraliçedir o.

    Kötü iler yapan fena insanı şöyle tarif ediyor: Kanunsuz yolda gezen, isyanla ellerini kaldıran, Geçerli olan adetleri

    aşan, anlaşmaları bozan, Kötü yerlere… beğenerek bakan, Büyük ağırlık ölçüsü yerine küçük ağırlık ölçüsünü

    koyan, Uzun ölçü yerine kısa ölçü kullanan… (kendisine ait olmayanı) yiyip de ‘yedim’ demeyen, İçip de, ‘onu içtim’

    demeyen,… ‘yasak olanı yedim’ diyen, ‘yasak olanı içtim’ diyen, Sümer yazarları insanların fena kaderinin,

    yaptıkları günah ve hatalardan geldiğine ve hiç kimsenin suçsuz olmadığını düşünür ve inanırlardı. Suç daima

    insana yüklenmeli, tanrıya kabahat bulunmamalı idi.11 Sümerler kendilerinin tanrılara hizmet etmek için

    10 Samuel Noah Kramer, “Tarih Sümerde Başlar”, Kabalcı Yayınları İstanbul 11 Kramer, a.g.e Ayrıca bk. BİR TUFAN İLK NUH Tufan hikayesi, gılgamış destanının 11. Tabletinde keşfedilip, çözümü yapıldıktan sonra anlaşıldı. Bu tabletin kapsamı yalnız ana konu olan tufan hikayesinden dolayı önemli değil, giriş olarak yazılan tufandan önceki olayları anlatması dolayısı ile de ilgili çekicidir. Metnin bu kısmı çok kırık olmasına rağmen, Sümerlerin evren ve yaradılış bilgileri bakımından önemi büyüktür. Orada, insanın yaradılışı, krallığın başlangıcını ve en az beş şehrin tufandan evvel var olduğunu açıklayan bir takım özler bulunuyor. Tabletin yalnız 1/3 bulunduğu için tahminen 37 satırlık bir açıklıktan sonra başlayacağımız nedeniyle efsanenin baş kısmının

  • DÜNYA HALKLARIN VE DİNLERİN KISA TARİHİ TUĞRUL KURT

    10

    yaratıldıklarına kesin olarak inanıyorlardı. Bu yüzden tapınaklar inşa etmek, sunaklar yapmak ve adaklar adamak

    ve bu yaptıklarını yazıya geçirmek ihtiyacı duyuyorlardı.

    - Sümerler için evreni oluşturan öğeler gök ve yeryüzü idi. Evren için “gök-yer” anlamına gelen “an-ki” sözcüğü

    kullanılıyordu. Gök ile yer arasında “lil” adı verilen rüzgâr, hava, nefes, ruh anlamına da gelen bir atmosfer vardı.

    Güneş, ay, gezegen ve yıldızlar da bu maddeden yapılmış, ama el olarak parlaklık verilmişti. Bu temel kanılar

    üzerine geliştirilen Sümer kozmogonisinde başlangıçsa “ilksel deniz” vardı. Bu “ilksel deniz”de nasılsa düz bir

    yeryüzünün üzerine konmuş ve onunla bütünleşmiş bir evren (yani “gökyer”) oluşmuştur. Bu oluşma “gök” ile

    “yer”in ayrılması biçiminde anlatılır.

    - Sümer panteonunda 4 yaratıcı tanrı, bunlara eklenen 3 tanrı ile birlikte “yazgıları belirleyen” 7 tanrı, ve “büyük

    tanrılar” olarak bilinen elli ilah vardı. Panteondaki tanrılar belli bir önem sırasına sahipti. Ancak bu önem

    sıralarının 3000 yıllık kültür boyunca değiştiği görülüyor. Başlangıçtaki “An” (gök baba) ve “Ki” (yer ana)nın

    çocuğu olan tanrı (sümerce “dingir”) nasılsa Sümer panteonunun en büyük tanrısı olmuştur. Enlil “tanrıların

    babası”, “yerin ve göğün kralı”, “bütün ülkelerin kralı”dır. Enlil'den önce ise (muhtemelen M.Ö. 2500'lere kadar)

    “An” panteonun ilk tanrısıydı ve binyıllar boyunca “An”a tapılmaya devam edildi, ancak panteon'da dördüncü

    sıraya kadar geriledi. Enki ve Ninhursag ise 4 yaratıcı tanrının diğer ikisidir. Enlil en büyük tarı sayılmasına karşın,

    işleri yapan tanrı Enki idi. Adeta bu tanrılar hükümetinin başbakanı gibiydi. Enki kültü Sümer’den sonra da

    Mezopotamya kavimlerinde etkisini sürdürmüş, biçim ve ad değişiklikleriyle nerdeyse günümüze kadar sürmüştür.

    (Başka bir kitabında Kramer sadece Enki'yi inceler. Adı Sami kavimlerinde Ea olarak geçer. 50 özelliğine atıfta

    bulunarak 50 ada sahiptir.)

    - Sümer teolojisinde bir başka önemli kavram “me”lerdir. “Me, genelde, her kozmik varlığa ve kültürel görüngüye,

    onu yaratan ilah tarafından hazırlanmış planlar uyarınca sonsuza kadar işlemesi amacıyla atanan bir kurallar ve

    düzenlemeler dizisini ifade ediyordu.” “Me”lerin bir listesini 'İnanna ve Enki: Uygarlık Sanatlarının Eridu'dan Erek'e

    Aktarılması” mitinde buluyoruz. Bazılarını sayarsak: en-lik, tanrılık, yüce ve sonusuz taç, krallık tahtı, yüce kutsal

    mekân, son bulmayan hanımlık, rahiplik makamı, hakikat, ölüler diyarına iniş, su baskını, savaş sancağı, cinsel

    ilişki, fahişelik, yasa, iftira, sanat, müzik, yaşlılık, kahramanlık, metal işleme sanatı, bilgelik, deri işleme sanatı,

    zafer, öğüt. Liste uzayıp gidiyor. Adını verdiğimiz mitte tanrıça İnanna kurnaz Enki'yi kandırarak “me”leri Enki'nin

    kenti Eridu'dan kendi kenti olan Erek'e taşır. Bunun için bir “kayık” kullanır.

    - “Enlil ve Ninlil: Ay-Tanrısının Doğumu” mitinde panteonun başı Enlil'in ölüler âlemine sürülüşü anlatılırken,

    ölülerin geçmesi gereken “insan yutan” ırmak ve ölüleri karşı tarafa taşıyan kayıkçı figürleri bütün eskiçağ

    Yakındoğusunda ve Akdeniz dünyasında yaygındı. Ölüler diyarı hakkında birçok birçok mit ve anlatım olmasına

    rağmen, tablo epey bulanık ve çelişkilidir. Ruhlar muhtemelen buraya mezardan iniyordu ve bütün önemli kent

    merkezlerinden ölüler diyarına girişler vardı. Ölüler diyarını Ereşkigal ve Nergal adlı tanrılar yönetiyordu. Ayrıca

    nasıl olduğunu tespit edemiyoruz. Anlaşılmaya başlanan yerinden, bir tanrı diğer tanrıya, insanları yok olmaktan kurtarmak istediğini, böylece insan da karşılığında tanrılara şehirler, mabetler yapabileceğini anlatıyor. Tevrattaki nuh karşığı olan ziusudra ile karşılaşıyoruz. O dindar, tanrı korkusu bilen rüyada veya fal ile devamlı olarak tanrısal bildirimleri (vahiyleri) alan bir kral olarak tasvir edilmiş. Zuisudra, tanrıların toplantısında bir tufan yapmaya ve insanlığın tohumunu yok etmeye karar verdiklerini bildiren bir tanrının sesini duyuyor. Metin Zuisdura’ya büyük gemi yapması ve kendisini yok olmaktan korumasına ait ayrıntılı bir talimatla devam etmiş olmalı. Burası kırık 40 satırlık bir açıklık var. Metnin anlaşılmaya başladığı yerden tufanın büyün şiddeti ile memleketi kapladığı ve yedi gün yedi gece devem ettiğini biliyoruz. Sonra güneş tanrısı değerli ışınlarını her tarafa ulaştırarak meydana çıkıyor. YER ALTI KRALLIĞI İLK ÖLÜMDEN DİRİLME HİKAYESİ Yer altı dünyası ölülerin yeri olmasına rağmen oradaki yaşamın bir canlı yönü de var. Büyük kral Ur-Nammu öldükten sonra Kur’a (ölülerin gittiği yer)geliyor. Orada yer atının yargıcı olan ölmüş gılgamış ona bulundukları yerde geçen kural ve kaideleri sunuyor. Fakat 7 gün geçince, 10 gün geçince, ona sümerin ağıtları ulaşıyor. Ölülerin gölgeleri çok özel durumlarda geçici olarak yeryüzüne çıkarılıyorlar. Kur ölümlülerin yeri olmasına rağmen, orada bir hayli miktarda ölümsüz olan tanrılar da bulunuyor. EJDERHANIN ÖLDÜRÜLMESİ İLK ST. GEORGE Ejderhanın öldürülmesi motifi hemen her halkın ve her devrin mitoloji yazarları tarafında çok sevilen bir konu olmuştur. Yunan ve ilk hiristiyanların ejderha masallarının dokusundaki bazı çizgilerin Sümer kaynaklarına uzandığı kabul edilebilir. GILGAMIŞ HİKAYELERİ İLK EDEBİ AKTARMALAR DESTAN EDEBİYATI İNSANLIĞIN İLK KAHRAMANLIK ÇAĞI DAMAT KRAL İLK AŞK TANRISI KİTAP LİSTELERİ İLK KÜTÜPHANE KATALOGLARI DÜNYA BARIŞI VE UYUMU İNSANLIĞIN İLK ALTIN ÇAĞI Klasik mitolojide altın çağı, tam bir mutluluk çağı olarak tasvir edilir. O zaman ne zulüm ne kavga vardır. Enmerkar ve Aratta beyi isimli destanda içindeki 21 satırda bir zamanlar barış ve güvenlik içinde bulunan bir ülke anlatılıyor. Bir zamanlar ne yılan vardı ne de akrep vardı, Ne sırtlan vardı, ne de aslan vardı, Ne vahşi köpek vardı ne de kurt, Ne korku vardı ne de işkence, Adamın rakibi yoktu. Bir zamanlar şubur ve hamazi ülkeleri, Çok ? dilli Sümer, prensiliğin büyük ülkesi, tanrısal kanunlar, Uri, bütün bu gerekenlerle donatılmış ülke, Martu ülkesi, emniyette duran, Bütün evren, birlik ? içinde olan insanlar, Enlil’i tek dilde öğdüler. Fakat sonra baba-bey, baba-prens, baba-kral, Enki baba-bey, baba-prens, baba-kral Kzıgın ? baba-bey, kzıgın? Baba-prens, kzıgın ? baba-kral

  • DÜNYA HALKLARIN VE DİNLERİN KISA TARİHİ TUĞRUL KURT

    11

    çok sayıda “galla” adı verilen (islamdaki zebani benzeri) görevliler vardı. Gökteki tanrılar ve yeryüzündeki insanlar

    gibi burda da yiyeceğe, giyeceğe, çeşitli kaplara ve takılara ihtiyaç duyuluyordu.

    - Sümer cenneti Dilmun ise “saf”, “temiz” ve “parlak” bir ülkedir. Orada ne hastalık ne de ölüm vardır. Burası

    İslamiyet’teki gibi ölümden sonra gidilecek yer değil, başlangıçta tanrıların yaşadığı yerdir. Kitab-ı Mukaddes'teki

    “Aden bahçesi” ile birçok koşutluk gösteren Dilmun, tanrılar bahçesi düşüncesinin de Sümer kökenli olduğunu

    gösteriyor. Sümerleri yenen ve Sami kökenli bir halk olan Babiller de kendi ölümsüzlerinin yurdu olan “yaşayanlar

    diyarını” aynı Dilmun'a yerleştirdiler.

    - Sümer cennet öyküsü, Havva'nın Adem'in kaburga kemiğinden yaratılmasını aydınlatan bir içeriğe sahiptir.

    Sümerlerin büyük tanrıçası Ninhursag'ın ektiği sekiz bitkiyi Enki'nin yemesi üzerine Ninhursag Enki'ye sekiz

    hastalık verir ve ortadan kaybolur. Hiçbir tanrının iyi edemediği bu hastalıkları iyileştirmek için Ninhursag tekrar

    geri getirildiğinde her bir hastalık için birer küçük tanrıça yaratır. Bunlardan biri de Enki'nin kaburga'sındaki

    hastalığı iyi edecek olan 'Nin-ti' dir. Sümercede “kaburga kemiği hanımı” anlamına gelir. “ti” kaburga kemiği

    demektir. “Ti”nin bir diğer anlamı ise yaşatmak demektir. Yani “kaburga kemiğinin hanımı” anlamına da gelir. Bu

    güzel sözcük oyunu İbranice'de etkisini kaybetmiştir. İbranice “yaşatmak” ve “kaburga “ sözcükleri arasında hiç

    bir ilişki yoktur.

    - Bunların dışında insanın “denizin dibindeki kilden” yaratıldığı şeklinde bir Enki-Ninhursag miti daha vardır. Sümer

    panteonunun yaratıcılarına göre, tanrıların sayısı artınca bu tanrıların yiyecek ihtiyaçları da artmış ve tanrıları bu

    külfetten kurtarmak için “insan” yaratılmıştır. Bu yüzden “insan”ların temel görevi tanrıların yiyecek ihtiyacını

    karşılamaktır. Ancak insanların yaptığı gürültü Enlil'i rahatsız eder ve tufan gönderir. Ancak Enki tufanı Sümer

    Nuh'u “Ziusudra”ya haber vererek insanları yok olmaktan kurtarır.

    - Sümerlerin en sevdiği mitolojik öyküler ise aşk tanrıçası İnanna (Akadlarda İştar) ile kocası çoban-tanrı Dumuzi

    (sonradan Tammuz)arasındaki ilişkiler üzerinedir. Kitab-ı Mukaddes'teki Habil-Kain çekişmesine benzer şekilde

    Dumuzi çiftçilik tanrısı Enkimdu ile çekişir. Dumuzi'nin ölüler diyarına mahkum edilmesi ve sonrasında yaşanan

    trajik öykülerin sonunda Dumuzi'nin ölüler diyarından çıkıp İnanna ile buluşmasını sembolize eden bayram-

    tören'ler Sümer halkının en sevdiği eğlencelerden biriydi. Bu törenlerde söylenen ilahiler Kitab-ı Mukaddes'teki

    “Ezgiler Ezgisi” ile büyük koşutluklar taşır.

    - İnanna'nın bir gün yorgun bedenini dinlendirmek için yere uzanması ve bahçıvan Şukalletuda'nın ona tecavüz

    etmesi ve kaçması üzerine İnanna'nın Sümer'e gönderdiği felaketler de Kitab-ı Mukaddes'teki firavunun ülkesine

    gönderilen felaketlere benzer. Bütün kuyuların ve hurmalıkların kana boğulması, yıkıcı rüzgârlar ve fırtınalar gibi.

    Erken Dönem Sümer Uygarlığı:

    M.Ö 5000 Sümer dili kullanılıyor

    4000 Daha sonraki Babil’in bulunduğu yerde yerleşim kuruluyor

    35000 Sümer dili yazılı halde ortaya çıkıyor

    2800 İlk Sümer hanedanı

    2350-2200 I. Sargon’un hükümdarlığı ve Akad hanedanı

    2150 Gutiler ve Amoritler Akad hanedanını düşürür

    2000 Akad yönetimi Ur’un üçüncü hanedanı olarak geri gelir

    1800-1600 Babiller, Sümerler üzerinde hakimiyet kurarlar

    Kaynak: J.M Roberts, “Kısa Dünya tarihi” s.47

    Coğrafya: (resim ektedir)vii

    2) Sümerlerden sonra Mezopotamya:

  • DÜNYA HALKLARIN VE DİNLERİN KISA TARİHİ TUĞRUL KURT

    12

    3) AKAD

    Kısa ve Öz:

    Akadlar, MÖ 4000'de Arap Yarımadası'ndan Mezopotamya'ya ilk gelen ve yerleşen Sâmî asıllı bir

    kavimdir. Mezopotamya bölgesini istila etmişlerdir. M.Ö 2400-2350 arasında Akad kralı I.Sargon

    Sümerlilere üstünlük kurmuştur. Bu Sümerlilerin sonunu getirmemiştir, ancak yeni bir ara dönem

    başlatmıştır. Daha sonra M.Ö 2100 yılında Sümerliler Akad İmparatorluğunun sonunu getirmiştir.

    Yaşadığı coğrafyada Fırat nehri boylarında ilk kurulu ve düzenli orduya sahip oldukları araştırmacılar

    tarafından iddia edilmektedir. Sümer dilinin yerine Akad dili o bölgeye hâkim olmuştur.12 Bununla

    birlikte Akad kültürü ve dini inanışları büyük oranla Sümerlilerden etkilenmişti.

    4) BABİL

    Kısa ve Öz: Dönemin Özellikleri:

    Amurru kökenli olan Eski Babil sülalesi, 5. kral Hammurabi ile dönemin diğer krallıkları üzerinde

    egemenlik kurmuştur. Bu sıralarda Anadolu'da Eski Hitit Devleti fetihlere başlamış ve sonunda

    Hitit Kralı I. Murşili MÖ 1595 yılında Babil'i alarak Babilin egemenliğine son vermiştir. Örf ve

    âdete dayanan bir hukuk anlayışları vardı.

    Dinî İnanışları:

    12 Gebhard J. Selz, “Sumerer und Akkader- Geschichte, Gesellschaft, Kultur” 2010

    •Mezopotamyaya istila

    •M.Ö 2400-2350 arasında Akad kralı I.Sargon Sümerlilere üstünlük kurmuştur

    •Sümerlilerin sonunu getirmemiştir, ara dönemdir

    Akad

    •M.Ö 2000 yıllarında ur'u ele geçirdiler

    •Amoritler Sümer üstünlüğünü sonra erdirmek için Elamlılara katılmıştır

    Elam•MÖ 1894 yılında kurulmuştur

    •3. Ur salamanasarının çöküşünden sonra kuzeyde büyük bir siyasi güç olarak Asur, güneyde ise din ve kültür merkezi olarak Babil öne çıkmıştır.

    Babil

    • Özellikle oluşturdukları geniş ticaret ağı onların Mezopotamya kültürünü farklı bölgelere yaymasına ve farklı kültürleri de Mezopotamya'ya taşımasına neden olmuştur

    • Asur kenti, İÖ 2000'den önce genellikle Babil krallarının denetimindeki güçsüz krallarca yönetiliyordu. Bu tarihten sonra Asur kralları güçlü bir ordu kurdular ve Babil ülkesinin bazı topraklarını da ele geçirdiler

    Asur

  • DÜNYA HALKLARIN VE DİNLERİN KISA TARİHİ TUĞRUL KURT

    13

    - Baş tanrıları Marduk idi. Babil efsanelerinde Marduk, ejderha Tiamat ile dövüşüp onu yener. Yeri, göğü

    ve insanoğlunu yarattığına inanılan Marduk'un yeryüzündeki temsilcisi kraldı. Marduk dışında toprak,

    su, gökyüzü, Güneş ve Ay tanrıları gibi tanrılara tapılırdı. Asurlular da büyük ölçüde Sümerler'in ve

    Babilliler'in dinleriyle tanrılarını paylaşıyorlardı. Ama en büyük tanrıları adını imparatorluğun

    başkentine verdikleri Asur'du. Hem Babilliler hem de Asurluların baş tanrıçası ise Eski Yunanlar'ın aşk

    tanrıçası Afrodit'e çok benzeyen İştar'dı.

    - Babil astrolojisi doğanın gözlenmesi konusunda ileri adımlar atmıştır. Yıldızları gözleyerek kaderi

    belirleme

    - Evrenin yaratılışı ile ilgili düşünceleri Sümerlilerdeki gibi, sulu bir boşluktan kaynaklanır.

    5) Asurlular

    2. binyılın başlarında yükselen kavimlerden biri Asurlardır. Özellikle oluşturdukları geniş ticaret ağı onların

    Mezopotamya kültürünü farklı bölgelere yaymasına ve farklı kültürleri de Mezopotamya'ya taşımasına neden

    olmuştur. Anadolu'ya yazının gelmesi de yine bu dönemdeki Asurlu tüccarlar sayesinde olmuştur. Asurlular,

    Aslen Kuzey Irak'ta, Dicle kıyısında bulunan Aşur/Asur (Qalat Şarqat)şehri ve çevresinde yaşayan bir Sami

    toplulukken özellikle MÖ 2000 sonrası doğu-batı arası global ticaretten faydalanarak gelişmiş ve topraklarını

    genişleterek ülkelerini bir imparatorluğa dönüştürmüş eskiçağ halkı. Başkentleri Ninova'dır. Mutlak monarşi ile

    yönetilmişlerdir.

    B. ESKİ MISIRviii

    Kısa ve Öz:

    M.Ö 2800- 1000: İlk Uygarlıkların tohumunun Sümer’le atıldığını

    söylemiştik. Daha sonra Mezopotamya bölgesinden diğer bölgelerde

    de Uygarlıklar, Medeniyetler zuhur etmiştir. Eski Mısırlıların

    Sümerlilerden etkilendiği varsayılır. Ancak Mısırla Sümer arasında

    önemli farklılıklar vardı. Mısırlılar, Sümerler gibi toprak kazanmak için

    arazi ıslahına gerek duymuyorlardı.13 Nil dolayısıyla hem hayat, hem

    din, hem de ritüeller şekilleniyordu.

    Dönemin Özellikleri:

    Mısırlıların kendilerine özgün yazıları ve yazı materyalleri vardı.

    Neredeyse başından beri hiyeroglif denilen bir yazı biçimleri vardı. “Bu

    kökenleri itibariyle piktografik idi, yani şeylerin isimleri yerine geçen

    küçük resimlerden oluşmaktaydı ve zamanla bunları sesleri ifade eder

    hale geldiler.”14 Bunun haricinde bu yazıları çeşitli yapıtlarında,

    piramitler ve mağaralarda duvarlara yazmışlardır. Bu da onların çok erken dönemlerde bir yazı ve sanat

    kültürüne sahip olduklarını gösterir. Nil’in verimliliği insanların tıynetlerine de yansımış durumdaydı.

    Dinî İnanışları:

    13 Roberts, a.g.e. s.56 14 Roberts, a.g.e. s.57

    http://tr.wikipedia.org/wiki/Asurlularhttp://tr.wikipedia.org/wiki/Afrodit

  • DÜNYA HALKLARIN VE DİNLERİN KISA TARİHİ TUĞRUL KURT

    14

    Nil, üretken ama aynı zamanda akıcı ve çok yönlü idi, dolayısıyla Mısırlıların inançları, tanrı inançları da bu

    şekildeydi. Çok yönlü, karmaşık bir tanrı anlayışı hâkimdi. “Mısır yaşamının her yönünü derin bir biçimde

    etkileyen Nil idi. Mısır’ın ırmağına bir tanrı gibi tapınıldı ve Nil, Mısır ritüellerinde ve mitolojisinde, Sümer ve

    Akad ülkesi ırmaklarında benzeri görülmeyen bir yere sahipti. Mısır dininin son derece akışkan, değişken oluşu

    ve mitosların ve çeşitli tanrıların birbiriyle karışmalarının yarattığı bulanıklık, Mısır mitolojisinin net bir tasvirinin

    sunmayı güçleştirmektedir.”15 Bu çerçevede de Mısır’da inanış biçimi, insan vücudunun kan dolaşım sistemi gibi

    (ve Nil nasıl bütün ülkeyi kapsayıp akıyor ise), her alanı kapsayan bir yapıya sahipti. Mısır panteonu hayvan

    merkezli idi. Mesela atmaca olan Horus hanedanın tanrısıydı. Daha sonra Horus bir dönüşüm geçirerek, ulusal

    kültün merkezî şahsiyeti Osiris ve refakatçisi İsis’in çocuğu olarak ortaya çıktı.16

    III. ANADOLU UYGARLIKLARI:

    1) HİTİTLER

    Kısa ve Öz

    MÖ. 2000 yıllarında Anadolu'ya göç ederek yerli Hatti beylikleri üzerinde hâkimiyet kurdukları

    bilinmektedir. Hititler, Anadolu’ya Kafkasya üzerinden göç etmiş bir Hint-Avrupa kavmidir. Ticaret ve

    hayvancılığın yanında özellikle tarımla uğraşırlardı. Hitit uygarlığın başkenti Hattuş M.Ö 17 ile 13. Yy

    arasında kenti idi.

    Dinî İnanışları ve Sosyal Yaşantıları:

    Hititlere ait çivi yazıları günümüze ulaşmıştır. Bu çivi yazılarında hem sosyal hayata dair, hem de dini inanışlara

    dair bilgiler edinmek mümkündür. Hitit dininden bahsedildiğinde, genelde “bin tanrılı halk” olduklarından söz

    edilir.17 Tanrılar ailesinden en önemli konuma sahip olan fırtına tanrısı ve onun eşi Arinna’nın Güneş tanrıçası,

    bu çiftin çocukları olan tanrılar ve tanrıçalar. Yani fırtına tanrısı ve onun âlinden olan bütün tanrı ve tanrıçalar

    en büyük öneme sahiptir. Fırtına tanrısının önemli bir konuma sahip olması, Hititlerin Anadolu’da yaşadıkları

    çevre ve iklim ile ilgilidir. Dağlık arazide rüzgârın çok ve şiddetli olduğu o Hitit topraklarında, mesela …,

    fırtınanın insanların üzerinde bıraktığı etki büyüktür. Arkaik insanlar açıklayamadığı, hayrete düştükleri olaylar

    karşısında zaman zaman çekinden ve korku içerisinde kalırlardı. Dolayısıyla özellikle doğal afetleri ya tanrısal bir

    fiil ya da demonik bir varlığın fiili olarak algılardılar.

    Burada fırtına tanrısına inanç ve onun önemli bir

    konuma haiz olmasının nedeni bundan dolayıdır.

    Tarımla uğraşmaları hasebiyle dinî inanışların da bu

    yönde şekillendiğini söylememiz mümkündür. Tanrı

    inanışları da devamlı iştigal oldukları iş gibi, doğa

    temelliydi. Ritüelleri, inanç esasları, tapınakları,

    putları vs. hep tarım toplumlarında olduğu gibi doğa

    ile özdeşleştirilmiş bir yapıya sahip idi. Yani genel olarak tüm tarım toplumlarında olduğu (genel olarak bütün

    toplumlarda) zihin yapıları amellerine, amelleri zihin yapılarını ve her ikisi hem dinî inanışlarını hem de

    15 Samuel Henry hooke, “Ortadoğu Mitolojisi”, İmge Yayınları, s.81 16 daha sonra Horus Hıristiyan ikonogradisinde Bakire Meryem şeklinde tezahür etmiştir. 17 İsmail Güven (Editör),“Uygarlık Tarihi”, Degem Akademi, 3. Baskı, Ankara 2010, s.95

    http://tr.wikipedia.org/wiki/Anadoluhttp://tr.wikipedia.org/wiki/Hatti

  • DÜNYA HALKLARIN VE DİNLERİN KISA TARİHİ TUĞRUL KURT

    15

    ritüellerine yansımıştır. Hava, su, toprak gibi unsurlara göre tapınma ve inançları şekillenmekteydi.18 Hitit dini

    inancı çok geniş bir panteona sahip idi. Hititlerin Eski Krallık döneminde Hint-Avrupa ve Hatti kökenli tanrıların

    yanında ayrıca Hurri ve Mezopotamya kökenli tanrıları da benimsedikleri aktarılır.19 Mesela Hititlerde

    Mezopotamya tanrıçası İştar da çeşitli adlarla anılırdı ve aynı zamanda önemli bir konuma sahip idi. “Hititlerde

    tanrılar tamamen insanlar gibi düşünülmüştür; buna göre tanrılar insanlara ait duyguları yaşayabilmekte, hatta

    acımakta, susmakta ve hastalanmaktadırlar.”20

    Coğrafya: ekte ix

    2) FRİGLER

    Frigler hakkında, tarihteki konumları ve göçlerinin tarihi hakkında net bir bilgi yoktur (karanlık ve tartışmalıdır).

    Friglerin Anadolu topraklarına göçleri bir çırpıda değil, M.Ö 1200 ile M.Ö 8. Yy’a kadar parsel parsel olmuştur.

    Küçük gruplar halinde Anadolu’ya girmişlerdir. Krallıkların başkenti Sakarya (Sangarios) kıyıları idi.21 Büyük

    İskener M.Ö 334’de Anadolu’ya girerek Granikos (Biga Çayı) savaşında Perslere karşı gelip gelmiş ve bütün

    Friga’yı egemenliği altına almıştır.22

    Dinî İnanışları:

    Ölü gömme hadisesi önemliydi. Friglerin ölüleri gömme ile ilgili farklı

    yöntemleri vardır:

    a) Kayalara oyulmuş mezarlar

    b) Yığma tepe (Tümülüsler)x

    c) Yakılarak bir kap (URNE) içine konulur

    Bu Anadolu topraklarında görülmemiş bir uygulama olduğundan çok dikkat

    çekicidir. Friglerin inançları, “Ana Tanrıça Kybele” etrafında

    şekillenmektedir.

    3) URARTULAR

    Anadolu topraklarında Hititler ve Frigler haricinde uygarlıklar arasında

    Urartuları da zikredebiliriz. Kalelerde yaşamış, sulama kanalları ve tesisleri inşa etmeleri ile tanınmış bir

    topluluktur. Bununla ilgili günümüze ulaşmış olan Şamranxi kanalı örnek olarak zikredilebilir.

    IV. ASYA VE UZAKDOĞU DİNLERİ

    18 Bu ve genel olarak hem Hitit dini, hem de yaşam tarzı ile ilgili daha geniş bilgi için bk. İna Wunn, Patrick Urban ve Constant,n Klein, “Götter, Gene, Genesis- Die Biologie der Religionsentstehung” Springer Sprektrum Yayınları, Verlin Heidelberg 2015. 19 Johannes Lehmann, “Die Hethiter- Volk der tausend Götter”, Gondorm Yayınevi, Bindlach 1992. 20 http://www.alasayvan.com/inanc-ve-kultur/385327-hitit-dini-ve-inanclari.html 21 İsmail Güven, a.g.e. s.105 22 Güven, a.g.e. s. 103

    http://www.alasayvan.com/inanc-ve-kultur/385327-hitit-dini-ve-inanclari.html

  • DÜNYA HALKLARIN VE DİNLERİN KISA TARİHİ TUĞRUL KURT

    16

    Bu bölgede birçok uygarlık, medeniyet neş-u nema bulmuştur. Ancak genel olarak şunu diyebiliriz ki, Çin ve

    Hindistan’da ortaya çıkan uygarlıklar, Asya’nın bu iki büyük alt bölümüne hâkim olma eğiliminde olmuşlardır.

    Bu çerçevede özellikle İndui vadisi önemlidir. Tarımın ilk olarak İndüs’ün alüvyonlu ovalarında başlamış olması

    muhtemeldir.23

    A. ERKEN DÖNEM HİNT UYGARLIĞI:

    Hindistan’da uygarlık Çin’de olduğundan daha eskidir. Ancak buna rağmen çok karmaşıktır. Önemli olan husus,

    belki hiçbir kadim uygarlıkta olmadığı kadar, bu uygarlığın izleri hala günümüze kadar sürülebilmektedir.

    Hindistan ‘da atalarının eski kültlerini ihya eden halklara rastlanılmaktadır. “Bugün birçok köyde bulunan öküz

    arabası ve çömlekçi çarkı, görülebildiği kadarıyla, dört bin yıl önce kullanılanların aynısıdır. Köylerdeki mabetler

    de kültleri taş devrine kadar geri götürebilen tanrılar ve tanrıçalara hala tapılmaktadır. Ana hatları M.Ö 1000

    yılından çok önce belirlenmiş olan sosyal düzenlemeler hala Hinduların yanı sıra milyonlarca Hintli, Hıristiyan ve

    Müslümanın hayatını düzenlemektedir.”24 M.Ö 2000’li yıllarında İndüs uygarlığı sona ermiştir. Bu çerçevede

    Aryan Hindistan’ı önemlidir. Aryanlar bir nevi Hint dininin temellerini atmışlardır. Burada özellikle kurban

    ibadeti ön plandaydı. Aryanlar kendileri ve Aryan olmayanlar arasında bir ayrımda bulunmuşlardır. Bu daha

    sonraları toplumda farklı ayrımlara da yol açmıştır. Daha sonraları bu Hinduizm’de kast sistemi inancına kadar

    varmıştır.

    “Hindistan'ın dinlerinde bol miktarda Totemik ve Animist öğelere rastlamak mümkündür. Bu öğeler bazen tek-

    tanrıcılık, bazen de koyu bir tanrı-tanımazlığa (Ateizm) doğru yönelen birçok-tanrıcılık şeklinde karşımıza

    çıkmaktadır. Hindistan'ın en önemli dinleri M.Ö. VII. yüzyılda beliren Brahmanizm ile M.Ö. VI. yüzyılda ortaya

    çıkan Cainizm ve Budizm’dir. Ancak Brahmanizm, kendinden önceki Vedizm dininin Brahmanlar tarafından

    uyarlanmış bir devamıdır. Sind bölgesinde kurulmuş ve belki de muhtemel bir Sümer-Dravid uygarlığının

    parçası durumunda olan Mohenco-daro ve Harappa uygarlıklarının ilkel Totemist ve Animist etkilerini taşıyan

    bu inanç, kurban, sihir ve büyü ile geniş halk kitleleri üzerinde gerektiğinde bir baskı vasıtası olarak

    kullanıldığından, daha sonraki zamanlarda bir tepki olarak Cainizm ve Buddhizm gibi Brahman hegemonyasına

    ve kast ayrılıklarına karşı çıkan dinlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu dinlerin ortaya çıkmalarına karşın,

    Brahmanizm varlığını koruyabilmek amacıyla, kutsal metinleri olan Vedalar, Brahmanalar ve Upanishadlara ek

    olarak, toplumun inanç, gelenek ve değer yargılarına sahip olan Mahabharata ve Ramayana destanlarını da

    içine alarak Hinduizm adı altında varlığını devam ettirmiştir.”25

    1) Hinduizm:xii

    Hinduizm birçok bakımdan dinler tarihinde benzeri olmayan bir fenomen olarak görünür. Kelimenin kabul

    edilmiş anlamında onu bir din olarak adlandırmak güçtür. Çünkü Tanrı inancını kendisi için merkezi olarak

    kabul etmediği gibi tanrının doğası hakkında fikir yürüten sistematik bir teolojiye de sahip değildir.

    Hintliler tek bir tanrıya inandıklarını düşünürken bile, çoğunlukla birçok tanrıya tapıyormuş gibi

    görünürler. Herhangi bir şahsı kurucusu olarak görmedikleri gibi, herhangi bir kutsal metni tek başına

    bağlayıcı olarak da kabul etmezler

    23 Roberts, a.g.e. s. 68 24 Roberts, a.g.e. s.68 25 http://www.hindoloji.com/index.php/dinler

  • DÜNYA HALKLARIN VE DİNLERİN KISA TARİHİ TUĞRUL KURT

    17

    Herhangi dini bir uygulamayı zorunlu görmedikleri gibi herhangi bir doktrini de dogma olarak kabul

    etmezler.

    Milattan önce 4000-2200 yılları arasıyla tarihlenen ve bugün genel olarak Harappa Medeniyeti olarak

    bilinen Indus Vadisi Medeniyeti kalıntıları, başka şeyler yanında özellikle bu dönemin dini inançları

    hakkında da bir takım sonuçlara ulaşmayı mümkün kıldılar

    Indus vadisi dini, bugün Hindistan’da bulunan dinin muhtemelen en erken şeklidir. Bu, Hinduizm’in temeli

    kabul edilen Veda dininden farklı tarafları olan ve birçok dalının varlığını hala devam ettirdiği Klasik

    Hinduizm’le yakın ve doğrudan ilişkileri olan bir dindir. Bu yüzden de Hinduizm’in tarih öncesi ilk dönemini

    temsil ettiği rahatlıkla söylenebilir

    Mohenjo-Daro’daki kazılarda elde edilen ve üzerinde birtakım

    hayvanlarla birlikte üç yüzlü ve yoga yapıyor olarak resmedilen çıplak bir

    erkek tanrının bulunduğu bir mühür, söz konusu dönemin dini hakkında

    kısmen de olsa aydınlatıcı bilgi sunar. Buna göre, Mohenjo tanrısı, klasik

    Hinduzim’in tanrısı Şiva’ya benzemekte ya da onunla aynıdır

    2) Budizm:

    Budizm bir kurtuluş yoludur; tanrıyla ya da dünyayla değil, özellikle akıllı

    varlıklar olan beşerin hayatıyla ve onun maruz kaldığı gene doğumun yol

    açtığı acının/ıstırabın kaldırılmasıyla ilgilenir.

    Kurtuluşa ulaşmak ne karşı çıktığı Brahmanların yönettiği ritüel

    kurbanlar, ne inanç ne de tanrısal iradeye değil, “eşyanın gerçek

    mahiyetinin ne olduğu”nu anlama yoluna dair derin bir anlayışa dayanır

    - TARİHSEL SÜREÇ

    - MÖ. Altıncı yüzyılda Brahmanların hâkim olduğu, kurbanın

    kurtuluşa götüren yegâne yol alarak kabul edildiği ve acımasız bir kast

    sisteminin bulunduğu bir dönemde alternatif kurtuluş yolları bulmak

    maksadıyla ortaya çıkan birçok hareketten bugün yalnızca ikisi varlığını

    devam ettirmektedir: Buda’nın yaşlı bir çağdaşı olan Mahavira tarafından

    kurulan Cayinizm ve Budizm

    B. ESKİ ÇİN:

    Kısa ve Öz

    İPEK YOLU

    Milattan yüzyıllar önce Mısırlılar daha

    sonra Romalılar, Çinlilerden ipek satın almışlardır. Ulaşıra ise, daha sonra

    ipek Yolu adı verilen güzergahları

    izleyen kervanlarla sağlanmıştır. M.S.

    555’te, Çin’deki bazı kesişler ilk ipek

    kozalarını Çin’den Bizans’a

    (Anadolu’ya) getirmişlerdir, ipek böcekçiliği İstanbul’dan Yunanistan’a

    7. yüzyıldan itibaren de İtalya, ispanya

    ve Fransa’ya geçmiştir.

    İpekYolu’nu kullanan kervanlar Çin’in Şi an kentinden hareket etmişler,

    Özbekistan’ın Kaşgarkentine gelmişler ve buradan da iki farklı güzergah

    izlemişlerdir, ilk yol Afganistan’dan

    Hazar Denizi’ne, ikincisi ise İran üzerinden hareketle Anadolu’ya

    gelmiştir. Anadolu’ya ulaşan mallar

    deniz yoluyla veya Trakya üzerinden karayoluyla Avrupa’ya gitmiştir.

    Bu yollarda kervanlar ipek, porselen,

    kağıt, baharat ve değerli madenleri

    batıya taşımışlardır. Yollarda sadece mallar taşınmamış aynı zamanda

    Doğunun kültürü de Batıya taşınmıştır.

    Bu yol çağlar boyunca ona hakim olan,

    o yolu kullanan kültürlerin izlerini de taşımış ve buralarda olağanüstü bir

    tarihi ve kültürel zenginliğin

    oluşumuna da beşiklik etmiştir.

    Kaynak:https://www.nkfu.com/ipek-yolu-hakkinda-

    bilgi/#prettyPhoto

  • DÜNYA HALKLARIN VE DİNLERİN KISA TARİHİ TUĞRUL KURT

    18

    Yaklaşık 25000 yıldır Çin dili kullanan bir Çin ulusu mevcuttur. Kâğıt, kendine has yazı karakterleri ve kültürü ile

    dünya tarihinde önemli bir konuma sahiptir. Burada da tarım ileri kültürü ve dini ve sosyal terakkiyi sağlamıştır.

    Ancak tarım uzun zaman Kuzey Çin ile sınırlı kalmıştı. Daha sonraları bütün Çin topraklarına ulaştıktan sonra bu

    terakkî kendisini göstermiştir. Tarımla birlikte ticarette de ileri bir seviyeye sahiptiler. Öyle ki İpek yolu

    vasıtasıyla dünyanın çoğu yeri ile ticaret halindeydiler. Bunun yanında ayrıca sanatta da çok ileri bir seviyede

    oldukları hem ipek yolu üzerinden yürüttükleri ticaretlerden, hem de kâğıdı bulmalarından mütevellit

    günümüze kadar ulaşan eserlerden görebilmekteyiz.

    Dönemin Özellikleri:

    Çin toplumlarında Aile klanı, ailenin yaşlısı, reisi çok büyük bir konuma ve değere sahip idi. Bununla birlikte aile

    kavramı da çok önemliydi. “Aile, klanın hukuki anlamda rafine hale getirilmiş alt bölümüydü(...) Klan ailelerin

    ve önemli hanelerin pederşahi reislerinin, üyeler üzerinde özel otoriteleri vardı. Her biri zor ve zaman alıcı

    ritüelleri yürütebilecek ve evreni kontrol eden güçlerle klanın lehine aracılık etmek için ruhları etkileyebilecek

    yetkinlikteydi.”26 Bunun yanında her bir ailenin (klanın) tanrı tarafından kurulduğuna inanılmaktaydı.

    Konfüçyüs ve Çin Kültürü:

    Çin’de çok saygınlık gören bir filozof ve düşünür idi. M.Ö 6. Yy ’da doğan Konfüçyüs Çin’deki düşünce ve

    inanışları anlamlandırabilmede önemli bir konuma sahiptir. Çin geleneklerini derleyip toparlayarak yeni

    kuşaklara aktarmak isteyen Konfüçyüs, kendisine özgü yöntemleriyle öğretimi halka yaymış ve öğretmenliği

    bir uğraş haline getirmiş bir düşünürdür.

    Misyonunu, “Ben eskiye inanan biriyim; bir kurucu değil bir aktarıcıyım.” sözleri ile tarif etmiştir. Bütün eski Çin

    metinlerini gözden geçirmiş, daha önceki Çin filozof ve düşünürlerinin yazılarını derleyerek yorumlamıştır. Ona

    26 Roberts, a.g.e. s 81

  • DÜNYA HALKLARIN VE DİNLERİN KISA TARİHİ TUĞRUL KURT

    19

    büyük bağlılık gösteren ve ondan edebiyat, tarih, felsefe-ahlak öğrenen öğrencileri, ölümünden sonra onun

    sözlerini ve görüşlerini toplamışlardır.27

    C. Japonya:

    Japonya bir ada ülkesi olması hasebiyle, deniz tarafından korunmuş bir vaziyettedir. Bundan dolayı ıstıla

    edilmesi güç bir ülkedir. Bunun yanında denizcilikte ve balıkçılıktan uzman konuma gelmişlerdir. Özellikle Çin’in

    Japonya’ya etkisi önemlidir. Zira hem kültürel hem de dini etkileşim olmuştur. Bunun haricinde tarihöncesi

    zamanlarda bronz teknolojisinin Çin üzerinden Japonya’ya intikal etmiş olması muhtemeldir. Tabiki Japonya’ya

    has dinsel inanışlar ve fikirler de vardır. “İlk Japon tarihleri (8.Yüzyılda derlenmiştir) Japon ülkesi ve halkının

    tanrılar tarafından nasıl meydana getirildiği anlatılır”.28

    Dinî İnanışları:

    Bu çerçevede çokça dinî inanışlar zikretmemiz mümkün olsa da burada örnek teşkil etmesi ve en önemli

    günümüze ulaşmış dinlerden olması hasebiyle “sadece” Şintoizm’i örnek olarak zikredeceğiz:

    Şintoizm:

    - Şintoizm, dünyanın en eski dinler arasında yer almaktadır. M.Ö 7. Yy’a kadar dayandırılan Kadim bir din

    olan Şintoizm, aynı zamanda bir bakıma Japonların milli dinidir. Bundan dolayı da herhangi bir

    kurucusu yoktur. Bunun yanında ayrıca tabiata tapınmaya önem veren bir dindir.

    Japonya’nın Milli Dini olduğundan, Japon halkının millî şuur ve zihin yapısını da

    aksettirmektedir. Etrafı denizle kuşatılmış, kendi içine kapalı bir halkın dininin de çevresel

    yapıdan etkilenmemesi kaçınılmazdır. Dolayısıyla din tabiata dayalı olup beraberliği

    pekiştiricidir.

    - Şintoistler kendilerini güneşin çocukları olarak görürler. Çokça tanrıları vardır. Dağ, ırmak, ateş, gök

    gürlemesi, fırtına, yağmur, vb. ilahlar dışında her meslek sahibinin de ayrı bir ilahı vardır. Ölüler

    yaşayanlara muhtaçtır. Kendilerine ikram yapıldığı, mezarın üzerine yiyecek, içecek, eşya vs. konulduğu

    sürece mesut olurlar. Ailenin, köyün, klanın ve imparatorun atalarının ruhları en başta gelen ruhlardır.

    İmparator Güneş ilahesinin torunudur. Genellikle Japonlar dünyanın iyi ve kötü ruhlarla dolu olduğuna

    inanırlar. Şintoizm 'de tapınak ve evde yapılabilir.29

    V. AKDENİZ UYGARLIKLARI:

    27 Selahattin Fettahoğlu, “Konfüçyüs ve Öğretisi”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 16, 2003 28 Roberts, a.g.e. s.221 29 http://dunyadinleri.com/sintoizm.html

    http://dergi.ilahiyat.omu.edu.tr/Makaleler/876978832_200316130141.pdfhttp://dergi.ilahiyat.omu.edu.tr/Makaleler/876978832_200316130141.pdfhttp://dunyadinleri.com/sintoizm.html

  • DÜNYA HALKLARIN VE DİNLERİN KISA TARİHİ TUĞRUL KURT

    20

    A. Ege ve Eski Yunan

    1) GİRİT:

    Girit’te Paleolitik çağın izleri, yani iskânı yoktur. Adaya gelen ilk insanlar Neolitik çağı kültürü insanlardı.

    Bunların adaya muhtemelen M.Ö 6000 yılında geldiği tahmin edilir. Ticaretle uğraştıkları ve sütün konuma

    sahip oldukları bilinir. “Muhtemel İ.Ö 6 bin yılda odaya gelen bu Neolotik insanları, İ.Ö 3. Bin yılın ikinci

    yarısı başlarında adaya yeni gelenlerle birlikte ürettikleri seramik, taş, fildişi ve madeni (özellikle üç köşe

    hançerler) eşyaları pazarlarda değiş-tokuş arzına sundular.”30Daha sonraları Girit’liler denizcilikte ustalaşıp,

    gemicilik vasıtasıyla ticarette güçlü bir ses haline gelmişlerdir. Dolayısıyla Girit’te ekonomik bir kalkınma

    oluşunca, toplumda huzur ve refahla birlikte rehavet ve lüks yaşam ihtiyacı oluşmuştur. Bununla birlikte

    “boş vakit” anlayışı oluşmuş, bu “boş zamanı” değerlendirme ve kullanma için farklı mecralara meyil

    edilmiştir. Özellikle lüks ve görkemli mimarisi ile farklı (ihtişamlı-süslü) sanat algısı bu bağlamda

    zikredilebilir. “Boş vakit” algısının tezahürü olarak sanat ve mimaride gelişmeler görülür. Fresk sanatı,

    ihtişamlı saraylar, süsler, eğlence ve sportif resim ve heykeller şekillenir.

    Dinî İnanışlar:

    Toplumsal ve ekonomik refah ve ihtişam, dinî inanışlarına da yansıdığını da görmekteyiz. Yüksek tepelerde

    tapınma ve ibadetler olsa da, bunlar çoğu zaman “açık alanda müzikli danslar eşliğinde, zaman zaman

    toprağa secde etmek biçiminde icra ediliyordu.”31 Bunun yanında tüm eskiçağ çok tanrılı dinlerinde olduğu

    gibi Girit’te de hayvan kurban ibadeti vardı. “Ayrıca adak olarak sunulan meyve, çiçek, içki ve çeşitli eşyalar

    da bir ibadetti. Çift ağızlı balta, öküz başı titonu, yılanlı tanrıça, mühürlerdeki hayvan tasvirleri, Giritlilerin

    dininde hayvanların da kutsallığının olduğuna işaret etmektedir.”32

    2) MİKENLER (AKALAR)

    İhtişamlı Girit uygarlığının çöküşünden sonra Mikeniler tarih sahnesinde ortaya çıkarlar. Eski dünyanın yeni

    uygarlık merkezleri, Girit’in çöküşü ile birlikte Yunanistan anakarasında ortaya çıkmaya başlamıştır. Mikene bu

    bağlamda önemli bir konuma sahiptir. “Mykenai, Homeros destanlarından ‘Akhaioi’, Hitit çivi yazılı

    tabletlerinden ‘Ahhiyyavaklar’, Mısır hiyeroglif yazıtlarından ‘Akayivaşlar’ adlarıyla bilinen, bizim ise Akalar ( ya

    da Akhalar) adıyla dilimize mal etmiş bulunduğumuz halklar tarafından kurulmuş olan bir kentidir.”33 Akalar, M.Ö

    2. Bin yıllarında Yunanistan’ı istila etmeye başlayan ve bunu tedricen sürdüren bir Hint-Avrupa kavmidir. Akalar

    Girit’li tüccarla zaman zaman refakatçi rolünü üstlenmiş, zaman zaman Girit’e korsan saldırılar düzenlediler.

    Dolayısıyla Girit’te karşılıklı bir etkileşim söz konusu olmuştur. Girit’in çöküşüyle de birlikte Orta Akdeniz ve

    Ege’nin en uygar halkları arasında yer almışlardır. Böylelikle, zor coğrafi koşullara rağmen “Geç Hellas” dönemi

    ve kültürünü tetiklemişlerdir. Kültürel yaratıcılık (Girit’lerden aldıkları seramik ve sanat kültürünü devam

    ettirdiklerinden) ve kentleşme girişimlerinde bulunduklarından dolayı çok farklı ve zengin bir dönem

    başlatmışlardır. “İlk kentler bu dönemde gelişip büyüdü”34Dönemin son iki yüzyılına Miken/Aka kahramanlığı

    damgasını vurgu yapmıştır. Bu nedenle M.Ö 14. Ve 13. Yüzyıllara Aka kahramanlık çağı denilmektedir.35 Mykenia

    30 Güven, a.g.e., s.131 31 Güven, a.g.e. s.133 32 Güven, a.g.e. s.133 33 Güven, a.g.e. s.135 34 Güven, a.g.e. s.136 35 A.g.e. s.136

  • DÜNYA HALKLARIN VE DİNLERİN KISA TARİHİ TUĞRUL KURT

    21

    ketinin krallarının en ünlüsünü Homeros “İlyada” adlı eserinde tanıtır. Bu ünlü kral Agamemnon’dur ve dünya

    edebiyat ve mitoloji tarihinde önemli yere sahip olan Truva savaşı çerçevesinde anlatılır.

    3) BÜYÜK İSKENDER VE HELLENİZM:

    Büyük İskender M.Ö 334 yılındaki Granikos savaşında

    Perslere karşı zaferi ile başlayan büyük fetihlerine

    kadar, Makedonya güçlü bir krallık değildi. İskender

    Perslere karşı savaşların ve Pers kralının ölüm haberiyle

    birlikte kendisini “Asya Kralı” ilan etti. Onun bu ilanının

    üzerine emrindeki Yunan askerlerini terhis etti.

    Ordusunu Asyalılardan oluşturdu ve bu orduyla

    Hindistan’a kadar uzanan bir sefer yaptı. Tâ İndus

    nehrine kadar yakınlaşan İskender, . 323 yılında

    ölmüştür. Büyük İskender bir nevi ortak kültür

    yaratmak istemişti. Bununla ilgili askerlerini doğulu

    kadınlarla evlenmeye teşvik etmesi kayda değer bir özelliktir.

    Helenistik dönemde dinî alanda da İskender’in siyasî ve sosyal alandaki yenilikçi ve farklılıkları kendini

    göstermiştir. Dinî alanda gelenek ile yenilikçi ruh arasında var olan bir karışım görmekteyiz. Bunda şüphesiz

    Büyük İskender’in diğer dinlere karşı hoşgörülü ve müsamahakâr davranması önemli bir rol oynamıştır.

    B. ROMA UYGARLIĞI:

    i. Kısa ve Öz:

    Roma devleti yedi yüzyılı aşkın bir süre boyunca dünyayı şekillendirdi. Trajan döneminde, (M.S.115-117) yani

    devlet sınırlarının en geniş olduğu dönemde doğuda Mezopotamya ve Mısır, batıdaysa Britanya ve İber

    yarımadasına kadar uzanan bu medeniyet, doğuşundan batışına kadar birçok dönemden geçti. Bu dönemleri

    kısaca dörde ayırmak mümkündür. Krallar dönemi (M.Ö 753-509), Cumhuriyet Dönemi (M.Ö 509-M.S. 27),

    Sezarlar Dönemi (M.S 27-284), Geç Antik dönem (285- 6./7. Yüzyıl). Roma devleti M.S 476 yılında sona erdikten

    sonra kültürel mirası yedinci yüzyılda Bizans devletine intikal etmiştir. Roma devletinin birçok kültürü

    coğrafyasında barındırması aynı zamanda birçok farklı din mensuplarını da içerisinde bir araya getirdiğini

    gösterir. Nitekim Hint- Avrupa din unsurlarıyla Oryantal din unsurlarını aynı zamanda barındırmıştır. Bunun en

    önemli nedeniyse bilhassa son dönemlerine doğru Roma devletindeki hâkim olan çoğulcu yaklaşımdır.

    Roma dini başlangıç evresinde Hint-Avrupa dinlerine yakın durmaktadır diyebiliriz. Roma dinsel düşüncenin

    diğer yönleri de milli, ampirik, görselleştirişi ve siyasi olmalarıdır. Tarihselleştirme onların metafizik karşıtı

    eğilimini gösterir, nitekim onlar aynı zamanda tarihte olan şeylere dinsel ilgi göstermekteydiler ve

    pragmatizmlerinden dolayı da ileride tarihlerinde olacak şeyleri alametler ve ritüeller vasıtasıyla öğrenebilmeye

    merak salmışlardı. Erken dönem Romalılar anlayamadıkları tabiat olaylarında tanrıların fillerini görürler. Etrüsk

    etkisinin altında kalan Roma uygarlığı, bu filleri belli bir tabiat olayı terimi altında toplamaya başlar ve

    isimlendirilir. Böylelikle kendi işlev çerçevesiyle sınırlı kalan tanrılar oluşur. Örneğin Etrüsklerdeki yıldırım

  • DÜNYA HALKLARIN VE DİNLERİN KISA TARİHİ TUĞRUL KURT

    22

    tanrısı Volta Jüpiter’ e dönüşür ve Roma’nın koruyucusu konumunu alır. Örnekten de anlaşıldığı üzere erken

    dönem Roma dinini daha iyi anlayabilmek için, Etrüsklerin dini inançlarını incelemek gerekmektedir.

    ii. Etrüskler ve Dini inançları

    Etrüskler tam olarak nereden geldikleri hala belli

    olmayan36 M.Ö. 8. Yüzyıl ile 1.yüzyıl arası orta İtalya’

    da, Alplerin yamacında ve Toskana’ da yaşamış olan

    bir millettir. M.Ö 750 ile 250 yılları arası şehirlerarası

    antlaşma şeklinde bölgede hâkim kültürü

    oluşturmuşlardı. Roma’nın kuruluşundan itibaren

    genişlemesi Etrüsk hâkimiyetinin zayıflamasına ve tek

    tek şehirlerinin Roma hâkimiyeti altına girmesini

    beraberinde getirdi. Roma’daki dinsel hayat ve

    özellikle kırsal alandaki din anlayışı Etrüsk din anlayışı

    tarafından etkilendi.

    Etrüskler dindar bir millet olarak tasvir edilirler. Kendisini çeşitli türlerle gösteren genel bir tanrısallık inancı

    zamanla yunan etkisiyle birlikte antropomorfik tanrı tasvirleri olarak geliştirilmişti. Büyük Tanrı ve tanrıçalar

    antropomorfik bir surete kavuşurken, demonlar ve küçük tanrılar chtonik olma vasıflarını ve kişiliksiz olmalarını

    korumuşlardı. Etrüsklerin en ulu tanrısı Voltumna idi, , bitkilerin büyümesinden sorumlu olan tanrıydı. Tin isimli

    tanrı da önemli bir yere sahiptir, zira o yıldırımları atar ve baba figürüne benzer biçimde tasvir edilmişti, aynı

    zamanda o Romalılarda yunan etkisiyle birlikte Jüpiter adlı ulusal tanrıya dönüşmüştü. Onun eşi olarak tasvir

    edilen Uni, Romalılarda şehrin koruyucusuydu ve yunan tanrıçası Hera’ya benzetilerek Iuno adını almıştı. Baş

    tanrıların yanısıra birde küçük tanrılar vardı, arkaik toplumlarda her küçük iş için Tanrı vardı. Bu Tanrılardan bir

    kaçı sonraları Romalılar tarafından da adapte edildi, Larlar Manlar ve Penatlar ve Novensiles bilhassa ev

    tapımında önemliydiler. Etrüsk inancı bir nevi vahiy diniydi, Tanrılar isteklerinin nasıl bilineceğini topraktan

    çıkmış olan çocuk görünümlü bir ihtiyara bahşetmişlerdi. Bu düşünce aynı zamanda Etrüsklerde hâkim olan

    ahiret inancı ve determinizmle alakalıdır. Her şeyin tanrılar tarafından öngörülmüş olduğuna inanan Etrüskler,

    tanrısal iradenin keşfedilebilmesi için sırlar içeren kitaplara ( ’’libri acheruntici’’, ’’fulgurale’’ ve

    ’’agrimensores’’) sahiptirler. Bu kitapta hem yaşamın her alanını düzenleyen hem de genel ismiyle la disciplina

    etrusca olarak bilinen, kehanet ritüelleri vardır. Roma efsanesinde de geçen kuş seyri (auspicia), yıldırımların

    düştüğü yerlerin kutsal atfedilmesi (fulgurales) ve yeni kurban edilmiş hayvanın iç organlarını okuma

    (haruspicia) vardı. Bu kültler de Romalılar tarafından öylece adapte edildi.37

    Etrüsk dininin Roma dini üzerindeki bir diğer etkisi ise, Tanrıların var olmalarının tek tezahürünün zamanı

    belirlenebilen filleri yapabilmeleri olduğudur. Numen olarak da bilinen bu olgu, hem Tanrısal filleri hem de

    Tanrı’nın kendisi için kullanılır. Eski Roma dini arkaik ve tarımsal olması ve ayrıca Etrüsk etkisi altında olması

    hasebiyle Tanrıların tasvirlerini tanımazdı, tasvir etme daha sonra Yunan etkisiyle ortaya çıkmıştır. Etrüsk ve

    dolayısıyla Romalı dini inanç sisteminde Tanrı’nın antropomorfik tasviri yoktu ve sadece kültler ve Tabiat

    işaretleri (kehanetler) vasıtasıyla anılabilirdi. Buna karşılık Yunan düşüncesi Tanrıları mitler ve kültsel imgeler

    36 Hitilerden oldukları varsayılmaktadır. 37 Mircea Eliade, a.g.e., s.137-139

  • DÜNYA HALKLARIN VE DİNLERİN KISA TARİHİ TUĞRUL KURT

    23

    yardımıyla tasavvur edebiliyordu.38 Sonuç olarak animistik dönemden sonra (numen) Romalılar Grek

    tanrılarıyla tanışmışlar ve mitolojik düşünceyi devralmışlardır.39

    Tüm bunların sonucu Romalı’ nın dini, insanların temel ihtiyaçlarının da üstünde kozmik ve soyut güç olarak

    görmemesidir. Romalı’ ya göre din pragmatiktir, ve güncel hayatın ve devlet işlerinin bir nevi hizmetindedir.40

    Bir diğer önemli nokta Roma’ nın yabancı kültür ve Tanrılara karşı olan hoşgörürlüğüdür. Zira yukarıda

    zikredilenlerden hareketle Roma dinin tanrılarının bir kısmının yerli, bir kısmının Grek menşeili ve bir kısmının

    Etrüsk olduğu söylenebilir. Romalıların bu konuda yelpazeyi geniş tuttukları ileriki dönemlerde de müşahede

    edilecektir.

    iii. Roma’da din anlayışı

    1.Devlet dini (Sacra Publica)

    Roma’ nın kuruluşundan itibaren devlet din işlerini denetim altında tutmuş ve bunun için özel

    müesseseler geliştirmiştir.41 Bunlardan bazıları: Flamen adlı rahipler, başrahiplerdi, bunların alanları

    kısıtlı idi. Örneğin Jüpiter’e ait işleri Flamen Dialis, Quirinus’ ait işleri Flamen Quirinalis vs.

    görmekteydi. Bunların dışında bir de kutsal devlet ocağının koruyucuları olan 6 Vesta rahibesi

    (Vestales) vardı. Ayrıca Etrüsk etkisinin ürünü olan kâhinler grupları mevcuttu: augures ve haruspices.

    Harp ilanlarını onaylayan veya fesheden rahiplere Festiales denilirdi. Din işlerinin baş sorumlusu

    Pontifex Maximus idi. Onun altında da din işleri heyetini oluşturan Pontifexler yer alıyorlardı.42

    2. Özel din (Sacra privata)

    Roma’ nın ana tanrılarının yanı sıra tasvir edilmeyen tanrıların olduğu vurgulanmalıdır. Örneğin fides

    (sadakat), fortuna (şans), Honor (şeref), pietas (dindarlık) gibi manevi fikirler de Tanrısal şahsiyetler

    olarak düşünülmüşlerdi.43

    Bir diğer önemli Tanrı grubu ev veya ocak tapınımında ortaya çıkar. Bunlar Larlar, Menatlar ve

    Penatlar gibi. Bu tanrılar bir ailenin aile tapınağı etrafında tapınırlar ve atalar kültüyle de

    birleşmiştiler. Her ailenin kendine mahsus özel tanrıları vardı ve bu Larlar aileyi korumaktaydılar. Aile

    tanrılarının tümü Dii familienses olarak adlandırılırdı.

    (Roma)-Sonuç: Roma dini asırlar boyunca birçok evreden geçmiş ve başka dinsel düşüncelerle temasa

    girmiştir. Başlangıçta animistik bir tarım toplumu dini özelliklerini taşıyan sonraları ise Etrüsk ve Grek

    inanışlarıyla tanrı anlayışında mitselleşen ve antropomorfizmi benimseyen bir din anlayışına dönüşmüştür.

    Manevi tanrı kavramına özellikle vurgu yapan Romalı ahlaki değerleri de bu şekilde kutsamış, Tanrıların tarihi

    38 Sabahat Atlan, Roma Tarihi’ nin Ana Hatları, s. 18, İstanbul Üniverstesi Edebiyat fakültesi No. 1529 39 Sabahat Atlan, a.g.e., s. 18 40Heinrich Krefeld: Res Romanae. Ein Begleitbuch für die lateinische Lektüre. 3. Auflage. Hirschgraben Verlag, Frankfurt am Main 1962 41 Hasan Gürsoy, Roma imparatorluğunda senkretik inançlar, s. 17, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2010s. 16 42 Sabahat Atlan, a.g.e., s. 20 43 Sabahat Atlan, a.g.e., s.19

  • DÜNYA HALKLARIN VE DİNLERİN KISA TARİHİ TUĞRUL KURT

    24

    yönlendirdikleri ve bu yüzden iradelerinin açığa vurmuş hallerinin bir disiplin olarak aktarılması gerektiğini

    savunmuştur. Asırlar boyunca pragmatizmini ve hoşgörürlüğünü korumuş bulunan Roma dini, kendi menfaati

    için kendisine tamamen uzak olan doğu dinlerinden de unsurlar almaktan çekinmemiştir. Bu gibi gelişmeler son

    dönemlerde insanların devlet dininden uzaklaşıp, kendilerini İsis ve Mithras kültü gibi mistik, gizemli ve yabancı

    dinlere vermeleriyle sonuçlanmıştır. Bununla birlikte yunan felsefesinin şüpheciliği ve rasyonalizmi bilhassa

    eğitilmiş kesimlerde revaç görmüştür. İmparatorluk kültü de bu çerçevede Helen kültüründen esinlenerek

    Roma’ya taşınmıştır. Bu kült sadece tanrısallaştırılmış Sezar’la kısıtlı kalmayıp tüm Roma devleti ve

    vatandaşlarına yayılmış ve Republica Romana kutsal atfedilmiştir. Tanrısallaştırma kültüne karşı çıkan Yahudilik

    ve yeni gelişen Hıristiyanlık monoteizmlerinden dolayı bastırılmaya çalışılmış, fakat Trajan ve Konstantin olmak

    üzere iki Sezar tarafından religiii licitae olarak kabul edilmiştir.

    VI. YAKINDOĞU UYGARLIKLARI:

    PERSxiii

    M.Ö 4000’li yıllar. Persler, Hint-Avrupalı göçebeler, İskitlerin mirasçısı, büyük bozkırların halkıydı. Perslerle

    birlikte dünya tarihine farklı bir renk ve estetik anlayış katılmıştır. Hem sanat, hem dinî inanışların yanında

    savaş teknolojisi, stratejileri (şah oyunu) ve ticaretleri ile tarih sahnesinde önemli bir yere sahip olmuşlardır.

    Birçok dünya tarihi ansiklopedilerinde Pers İmparatorluğunun Avrasya’nın ilk imparatorluğu olduğu iddia

    edilir.44

    Dinî İnanışlar:

    Erken dönem İranlıların dini, Vedik Hinduizm’e benzerdi. Hindistan’da (Aryan kültüründe özellikle) olduğu gibi

    Mithra ve Varina inancı hakimdi. Daha sonra bu Zerdüştlüğe sürüklemiştir.45

    Perslerin kendi dinleri Mazdeizm/Mecusilik (Tanrılarının adı Ahura- Mazda’dan gelir), Yahudilerinkine de ilham

    veren Peygamberleri Zerdüşt (Nietzsche’nin Zerdüşt’ü) ve Avesta adlı bir kutsal kitapları vardır.46 Daha sonra,

    “dinden sapan bir Peygamber olarak ortaya çıkan Mani, iyilik Tanrısı ve kötülük Tanrısını karşı karşıya

    tutacaktır. Bu iyilik ve kötülüğün karşıtlığı, Maniheizm, Perslerin dininin derinden koşuyordu”.47

    44 Felipe FErnandez-Armesto, “The World- A History”, tufts University, 2007, sç177 45 An Encyclopedia of World History, ed. William L. Langer, Boston : Houghton Mıfflın, 1940. S.39 46 William Mc Neill, “Dünya Tarihi”, İmge kitabevi 2. Baskı, 1989 Ankara, s.45 47 Jean Claude Barreau Guillaume Bigot, “Tarih Öncesinden Günümüze- Bütün Dünya Tarihi”, Dharma Tarih, İstanbul, 2006. S.45

  • DÜNYA HALKLARIN VE DİNLERİN KISA TARİHİ TUĞRUL KURT

    25

    VII. YENİ DÜNYA UYGARLIKLARI:

    “Yeni Dünya” kavramı, Amerika kıtasının tarihî veriler açısından geç bir dönemd