40

Ekim Gençliği / Sayı: 130

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Ekim Gençliği / Sayı: 130 - Şubat 2011

Citation preview

Page 1: Ekim Gençliği / Sayı: 130
Page 2: Ekim Gençliği / Sayı: 130
Page 3: Ekim Gençliği / Sayı: 130

3

Yaz döneminin ardından referandum ile kendineolan güvenin pekiştiren AKP hükumeti emperyalistefendilerinin ve sermaye düzeninin sahiplerininkendisine dikte ettiklerini hayata geçirmek içinkolları sıvadı. Hayatı emekçilere sosyal yıkımsaldırıları ile dar eden, milyonları sefaletesürüklerken üzerinde yükseldiği sadaka kültürünübüyüten hükumet gözünü zaman kaybetmedenüniversitelere dikti. Bologna Süreci doğrultusundaüniversiteleri emperyalist efendilerin öngördüğüneo-liberal dönüşümden geçirmek isterken, bupolitika karşısında pürüz çıkartacak herkesi kesinolarak ezmenin yollarına başvurdu. Bu dönemde,soruşturma-ceza terörüyle, sivil faşist saldırılarla,siyasal gericilikle ve yoz burjuva kültürüyle,yetmediğinde ise sözde demokratik açılımlarıylagençliği kuşatmaya çalıştı.

Üniversitelerde OHAL

Dönemin başında YÖK’ün sivil polis genelgesiile üniversiteleri bir ablukanın beklediği açıkçaortaya kondu. Sonrasında İstanbul Üniversitesi'ndeilan edilen OHAL ile bu en somut ifadesini buldu.Kampüslere girişlerde kimlik kontrolü dayatmasınaeklenen çanta aramasının Fatih ilçesinde kampüsçevrelerini de kapsayacak biçimdegenişletilmesinin ardından ise 45 öğrenciye birdensoruşturma açıldı.

Üniversitelerde öğrenci gençlik üzerindekurdukları ablukayı her fırsatta yoğunlaştırandüzen savunucularının ellerindeki imkanlarısonuna kadar kullanacakları aldıkları mahkemekararı ile gösterdiler ancak, gayri resmi yollarınkendileri için vazgeçilmez olduğunu faşistbeslemelerini Çanakkale'de, Marmara'da ve daha

birçok yerde öğrencilerin üzerine salarakgösterdiler. Özellikle Çanakkale'de ayyuka çıkandurum düzenin devrimci, demokrat, yurtsevergençliği linç güruhları ile yok etmek istediğinigösterdi. Devrimci-demokrat öğrencilerin nispetenyoğunlaştığı yerellerde soruşturma-ceza gibi“resmi” silahlarına sarılan düzen, daha zayıfgördüğü yerellerde ise bürokrasi ile oyalanmayı birkenara bırakarak faşist beslemelerini linçler vecinayetler için devrimci, demokrat, yurtsevergüçlerin üzerine saldı.

Başkaldırdık!

Üniversite gençliği bu kuşatmaya karşı ilk ciddiçıkışını 6 Kasım’da yaptıktan sonra, 4 Aralık'taartık teslim olmayacağını ilan etmiş oldu. SBF’dereformizmin sınırlılığına karşın ortaya konulandevrimci inisiyatif ve hemen ardından ise 5 Ocak'taODTÜ’de yüzlerce öğrenci “Başkaldırıyoruz!”diyerek düzen güçlerinin korkusunu büyüttü.

Devletin yoğun baskılarına, kara çalmalarına vemanevralarına rağmen ODTÜ’de konulan bu iradehala ayaktadır. Bu nedenle de düzen cephesi yenidönemin başında bu iradeyi kırmayahazırlanacaktır.

27 Ocak’tan yansıyanlar...

Dönemin sonunda Erzurum'da gerçekleşenöğrenci buluşması ise, bu bakımdan olacaklara dairönemli işaretler vermiştir. Öncelikle sözdetemsilcilerin dahi seçilmişlerinin alındığıtoplantıda, yine de har(a)çların ve ulaşımücretlerinin yüksekliği, sivil polis ablukası gibisorunların anlatılmıştır. Tayyip Erdoğan’ın bu türtalepler karşısındaki yanıtı ise basit ancak anlam

Ne baskı ve terörünüz, ne de yalan ve aldatmacalarınız

mücadelemizi durdurabilir!

Gelecek ve özgürlük için başkaldırmaya

devam edeceğiz!

Bologna Süreci

doğrultusunda

üniversiteleri emperyalist

efendilerin öngürdüğü

neo-liberal dönüşümden

geçirmek isterken, bu

politika karşısında pürüz

çıkartacak herkesi kesin

olarak ezmenin yollarına

başvurdu. Bu dönemde,

soruşturma-ceza

terörüyle, sivil faşist

saldırılarla, siyasal

gericilikle ve yoz burjuva

kültürüyle, yetmediğinde

ise sözde demokratik

açılımlarıyla gençliği

kuşatmaya çalıştı.

Page 4: Ekim Gençliği / Sayı: 130

4

yüklüdür. Bu sermaye uşağı talepleri “makul”bulmuştur.

Toplantılardan açıkça yansımıştır ki, makulbulunan talepler değildir, talep edenlerdir. Ortadafiili-meşru bir kitle mücadelesi olmaksızıngençliğin tüm taleplerinin anlamını yitireceğinibilen düzen sözcüleri böyle bir mücadeleolmaksızın tüm kontrolün ellerinde olacağındanemin bir halde ÖTK'ların sözlerini makulbulmuşturlar. Bu koşullar altında ÖTK'larımuhatap almaktan rahatsızlık duymayanlar,gençliğe kendilerini ifade etmeleri için akıllıca biralan göstermektedirler. Çünkü düzen güçleri, buseçme ÖTK’lar aracılığıyla mücadele etmeninanlamsızlığını anlatmaya, böylelikle de genişgençlik yığınlarını mücadeleden uzak tutmayaçalışmaktadır. Bunda başarılı olunduğu koşullardada bugün mücadelenin yükünü taşıyan devrimci vedemokrat öğrenciler kolaylıkla ezilebilecektir.

Bu saldırıyı püskürtmenin yolu da yine genişgençlik kitlelerini mücadele alanlarına taşımaktanve meşru militan mücadeleyi büyütmektengeçmektedir. ÖTK kurumunun ortaya çıkışı dahibize bunu açıkça göstermektedir. Zira bugünköşkte ve sofralarda mücadele eden öğrencileri“marjinal” diye nitelendiren lümpen gençleredüzenin mikrofon uzatmasının yegane sebebi,yıllardır verilen mücadele ve kampüslerdesusturulamayan devrimci, demokrat ve yurtsevergençlerdir. Yıllar önce ODTÜ'de verilen mücadeleile kazandığımız ÖTK kavramı, bugün içi boşkurumlarla önümüze sürülmüştür. Amaunutulmasın ki bu ölü haliyle ÖTK’ların pazarasunulması da yine militan öğrenci eylemlerininürünü olmuştur. Bu gerçek asla unutulmamalıdır.

Önümüzdeki engeller…

Ancak 27 Ocak eylemleri bu bakımdanönümüzdeki engelleri de göstermiştir. 27 Ocak’tadüzen güçleri ve işbirlikçileri konuşurken, sokağınsesini yeterince güçlü biçimde yükseltilememiştir.Ankara'da gerçekleşen eylemde yan yana gelengüçler ortaya konulan iddiasızlığın sonucu olarak,toplam politik güçlerin bile ancak bir bölümünütoplayabilmişlerdir. Gençlik hareketinin diğer birönemli merkezi İstanbul'da ise parçalı eylemlerinardından, saldırı protestosu için dahi bir arayagelinememiştir. Bu iki yönlü bir eksikliğe işaretetmektedir: Gençlik güçlerinin özellikle reformist

kanadı politikalarını tartışmaktan kaçınmaktadır.Zira parçalılık bir tartışmanın ürünü değil, aksinebir ilgisizliğin sonucudur. Diğer yanda devrimcigençlik gruplarının da önemli bir kısmı benzer birapolitizm ve ilgisizlik içinde kalmaktadır.

Dar grup hesapları uğruna hareketin ihtiyaçlarıbir kenara itilmektedir. Bu şekilde de ortak bireylemi dahi tartışmak mümkün olamamaktadır. Neyazık ki, bu bakış ne gençlik hareketini ne de dargrupçu gençlik gruplarını bir yere götürebilir.Özetle 27 Ocak bir kez daha gençlik hareketininönündeki sorunlara işaret etmiştir.Her şey kitlesel ve devrimci bir gençlik

hareketi yaratmak için!

Tüm bu saldırıları ve engelleri aşmak içinODTÜ’de yaratılan bir başka deneyim yolumuzaışık tutmaktadır.

ODTÜ'de örgütlenen öğrenci forumu, forumdakararlaştırılan eylem biçimi ve içeriğinin 5 Ocak'tagençlik güçlerinin iradesiyle hayata geçirilmesi sondönemlerin önemli deneyimlerinden biridir. ZiraODTÜ’de yapılan, gençliğin yaratıcı enerjisinedayanarak kitlesel-militan bir mücadeleörgütlemek olmuştur. Bu örnek deneyimdenöğrenmeliyiz.

ODTÜ deneyiminden çıkarılacak olan enönemli sonuç, gençliğin geniş kitlelerinin seferberedileceği zeminlerin ne kadar işlevsel olduğudur.Bu zemin ODTÜ’de öğrenci forumu olmuştur,başka bir yerde de forum ya da kurultay olabilir.Ancak hedef bellidir. Düzenin çok yönlükuşatmasını aşmak için geniş gençlik kitlelerinimücadeleye seferber edecek, diğer taraftan ise işçive emekçilerin desteğini alacak zeminleri yaratmakve bu zeminlere dayanarak militan mücadeleyiörebilmektir.

Genç komünistler bu bakışla, dar grupçuyaklaşımlara prim vermeden, kitleleri düzenkarşısında mücadeleye kazanmayı amaçlayan birsorumlulukla davranacaklardır. Bu bilinçle de,önümüzdeki dönem faaliyet alanlarında busorumluluğu duyan tüm güçlerle bir araya gelmekiçin ellerinden geleni yapacaklardır.

Düzenin tasfiye saldırıları karşısında üzerimizedüşen, Tunus'ta ve Mısır'da yakılan isyan ateşinigençlik içine taşıyarak “başkaldırıyı” büyütmektir.

ODTÜ deneyiminden

çıkarılacak olan en

önemli sonuç, gençliğin

geniş kitlelerinin seferber

edileceği zeminlerin ne

kadar işlevsel olduğudur.

Bu zemin ODTÜ’de

öğrenci forumu

olmuştur, başka bir

yerde de forum ya da

kurultay olabilir. Ancak

hedef bellidir. Düzenin

çok yönlü kuşatmasını

aşmak için geniş gençlik

kitlelerini mücadeleye

seferber edecek, diğer

taraftan ise işçi ve

emekçilerin desteğini

alacak zeminleri

yaratmak ve bu

zeminlere dayanarak

militan mücadeleyi

örebilmektir.

Page 5: Ekim Gençliği / Sayı: 130

5

Sermaye devleti ve onun hükumeti neoliberalsaldırılarına bir yenisini daha ekledi. Adını da “Torbayasa” koydu. İşçileri emekçileri yani toplumun engeniş kesimini torbaya doldurmak ve toptansömürmek istiyor. Toplumun birçok kesiminiilgilendiren bu saldırı torbasının ağzı büzülürken de,toplumun içindeki 'potansiyel isyanı' dışavurmaması için şeker niyetine bazı yasalarla da üzeriörtülüyor.Sermaye için daha fazla staj sömürüsü!

Genciyle yaşlısıyla işçileri, emekçileri,öğrencileri ve kadınlarıkoymak istedikleri torbanıniçerisinde, esnek çalışmadantutun da ağır çalışmakoşullarına, düşük ücretlerdenkatmerleştirilen sömürükoşullarına kadar burjuvazinincebini doldurmaya yarayacakçok sayıda yasa var.

İşçi sınıfı başta olmaküzere toplumun her kesiminiboğacak olan bu torbadaöğrenci gençliği hedef alanmaddelerden işte birkaçı: Stajlarda deneme süresiöğrenciler için 4 aya çıkacak. Çırakların vestajyerlerin ücretleri düşürülecek. Öğrencilerinişsizliği fırsata çevrilecek. Öte yandan meslek lisesiöğrencileri, meslek yüksek okulu öğrencileri veçıraklık okulu öğrencileri aynı kategori içinesokulacak ve stajyerlik uygulamasıyla mağduredilecekler.

Çalışma Bakanlığının iddiası ise şu: Meslek lisesiöğrencileri, meslek yüksek okulu öğrencileri veçıraklık okulu öğrencilerinin aynı kategori içinesokulacağı stajyerlik uygulamasıyla bunlarınmağdur edileceği yönündeki iddialarda tamamengerçeklerden uzaktır. Hali hazırda mesleki öğrenimgören öğrencilerin staj imkânı hemen hemen hiçyokken, staj yapanlara doğru dürüst ücretödenmezken hatta staj yapabilmek için öğrencilerişleri bulamazken staj imkânının geliştirilebilmesiiçin 10 personel çalıştıran iş yerlerinde deöğrencilerin staj yapabilmelerine imkantanınmaktadır. Ayrıca, meslek yüksek okullarınınöğrencilerine ve mesleki teknik eğirim veren yüksekokulların öğrencilerine de staj imkanıgetirilmektedir.

Bakanlık yalan söylüyor.Gerçekte mesleki eğitim yaptıracak işletme

sayısının yetersizliği öne sürülerek, 20 ve daha fazlapersonel çalıştıran işletmeler için var olan stajyaptırma yükümlülüğü daha az personel çalıştıran işyerlerini de kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Pekisormak gerekir: Bu düzenleme, kapsam dışınaçıkmak isteyen işletmeleri kayıt dışı istihdama

yönlendirmeyecek mi? Komisyon aşamasında dilegetirilen eleştiriler üzerine, önceden belirlenen 5rakamının 10’a çekilmesi ve gerektiğinde bu sayının5’e düşürülmesi konusunda Bakanlar Kurulu’nayetki verilmemiş midir?

Staj ücreti bakımından şu anda brüt asgari ücretinüçte ikisi ödeniyorken, yapılan değişikliklestajyerlerin asgari ücretin net tutarının üçte biri kadarücret almaları öngörülmemiş midir?

Meslek liselerinde öğrenciler son sınıfta iki günokula, üç gün ise alanlarındaki işletmelerde staja

gitmektedirler. Kanunyasalaştığı takdirde patronlarstajyerleri daha fazla ve dahaucuza çalıştırma imkânınasahip olmayacak mı?Sermaye açısından ucuz işgücü olarak görülen gençler,işçilerin yerine kendi alanlarıolmayan konularda uzunsaatler çalıştırılacak ve artıkeskiye kıyasla daha çokişlerinde ucuz iş gücü olarakkullanılmayacak mı?

Sermaye devleti staj uygulamasını daha çok işyerinde yaygınlaştırmak ve stajyer iş gücünü daha daucuzlatmak niyetindedir. Staj yapılacak iş yerindearanacak çalışan sayısının 20'den daha aşağıyaçekilmesinin doğuracağı sonuç staj sömürüsününirili ufaklı tüm işletmelerde yaygınlaşmasıdır.Böylece 5 kişi çalıştıran bir patron bile stajyerçalıştırma olanağından yararlanabilecek ve bir avuçsadakaya çok sayıda öğrenciyi sömürebilecektir.Stajyerlik köleliktir. Eşit işi yapan stajyerler asgariücretten çok daha düşük bir ücrete çalışmayazorlanmaktadır. Torba yasa ile bu ücret daha dadüşürülecektir.

Biz affetmeyeceğiz!

Torba yasada öğrenciler için, böylesine kapsamlısaldırılar yanında bir de 'Öğrenci affı' var. Bu “af”ise saldırıları yutturmak için kullanılan bir sostur.Gelecekleri çalınan milyonlarca genç afla aldatılmakisteniyor. Affın 'Siyasi suçlular hariç' koşulunabağlanması ise niyetlerini ortaya gösteriyorlar.Çünkü bu “af” gençliğe hakları için mücadeledenuzak durma karşılığı veriliyor.

Bu tür oyunlara karşın sözünü söyleme sırasışimdi öğrenci gençlikte…

Sermayenin bütün saldırılarını püskürtmenin tekyolu olan birleşik militan gençlik mücadelesiniörgütlemeli bu mücadeleyi militan ve devrimci birtarzda sokağa eyleme çıkarak vermeliyiz. Torbayasalarını ve aflarını kafalarına geçirmeliyiz.

Meslek Yüksek Okulu öğrencisi bir EG okuru

Torbada öğrenci olmak

İşçi sınıfı başta

olmak üzere

toplumun her

kesimini boğacak

olan bu torbada

öğrenci gençliği hedef

alan maddelerden

işte birkaçı: Stajlarda

deneme süresi

öğrenciler için 4 aya

çıkacak. Çırakların ve

stajyerlerin ücretleri

düşürülecek.

Öğrencilerin işsizliği

fırsata çevrilecek.

Page 6: Ekim Gençliği / Sayı: 130

Dolmabahçe’de başbakanın rektörlerle yaptığı görüşmeyi protestoeden öğrencilere yönelik azgın polis terörü, hemen ardından AnkaraÜniversitesi’ne gelen düzen sözcülerinin öğrenciler tarafındanprotesto edilmesi, ODTÜ’ye çıkarma yapmaya kalkan Başbakan’aöğrencilerin tepkisi üzerine yaşanan çatışma ve gözaltılar, ODTÜ’de 5Ocak’ta yapılan eyleme zemin hazırlamıştır.

5 Ocak’ta öğrenci gençlik ve kolluk güçleri ODTÜ’de karşı karşıyagelmiş, gençlik saatler süren direnişiyle kararlılığını göstermişti.ODTÜ’de çatışmanın devam ettiği saatlerde cumhurbaşkanı AbdullahGül (elbette yaşanan eylemli süreçlerin itici gücüyle) gerçekteüniversite öğrencilerini temsil etmeyen, göstermelik seçimlerleoluşturulan ÖTK’ları (Öğrenci Temsilciler Konseyi) öğle yemeğinedavet etti. Bu toplantıya gösterilen cılız tepkiler düzen sözcülerinicesaretlendirdi. Toplantının ardından açıklama yapan sermayedevletinin cumhurbaşkanı YÖK başkanına öğrencilerin talepleriniileteceğini söyledi. Aradan çok zaman geçmeden YÖK başkanı YusufZiya Özcan ÖTK’larla kendisinin de bir toplantı gerçekleştireceğiniaçıkladı.

19 Ocak yapılacak YÖK başkanı ve ÖTK görüşmesini, Ankara'daYÖK önünde yapılacak bir eylemle protesto etmek amacıyla bir eylemkararı alındı. Kararı alan özneler şunlardı: Ekim Gençliği, Kaldıraç,YDG, Kızıl Hareket, Tüm İGD, DPG ve Halkın Takımı. Bilkent’tekiYÖK başkanı ile sözde öğrenci temsilcilerinin yaptığı görüşmeyiprotesto eden ve görüşmelerin olduğu yere yürümekte ısrarcı olandevrimci-demokrat öğrencilerin barikata yüklenmesi üzerine, polistazyikli su ve gaz bombaları ile azgınca saldırdı. Bu saldırıyadevrimci-demokrat öğrenciler taşlarla karşılık verdi. Görüşmeninyapılacağı alana gitmekte ısrarcı olan öğrenciler yaklaşık 1 saatboyunca polisle çatışarak kararlılıklarını bir kez daha gösterdi.

YÖK Başkanı’nın ÖTK’larla toplantıda olduğu saatlerdeBilkent’teki YÖK binasına ilk olarak gelen Öğrenci Kolektiflerihazırladıkları dosya ile toplantıya katılmak isteyince polis barikatıylakarşılaştılar. Toplantıya temsilci gönderme yönündeki pazarlıklarısonuçsuz kalınca yürümek isteyen Öğrenci Kolektifleri’ne polis bibergazıyla saldırdı. Bu durumun devam ettiği saatlerde alana içindebulunduğumuz bileşen geldi. Ardından Öğrenci Kolektifleri depankartımızın arkasına geçerek fiili olarak yapacağımız eylemidestekledi.

İcazetçi reformistler devrimcilere saldırdı

Bizim polisle yaptığımız görüşmeler sırasında ise alana TKP’liÖğrenciler, Emek Gençliği, Gençlik Muhalefeti ve Genç-Sen gelerekeylemi uzaktan izlemeye başladılar. Bu sırada polis toplantıya temsilcigönderme talebimizi kabul ederek kendi cephesinden geri adım attı.Toplantıya giden temsilcilerin hiçbir yetkili ile görüşemeyerek gerigelmeleri üzerine ise, “Sözde demokrasinize başkaldırıyoruz! Söz,yetki, karar hakkımızı istiyoruz!” pankartıyla başlatılan yürüyüşekolluk güçleri tazyikli su ve gaz bombası ile saldırdı. Bu saldırıyataşlarla karşılık verilmesinin ardından ise çatışma başladı. Saatlercesüren çatışmanın ardından eylem örgütleyici bileşenlerin aldığı kararlabasın açıklaması yapılarak bitirildi.

Çatışma anında polis saldırısını izlemekle yetinen TKP’liÖğrenciler, Emek Gençliği, Gençlik Muhalefeti ve Genç-Sen’eyönelen tepki üzerine bazı Genç-Senliler eyleme destek verirken diğergruplar devrimcilere sözlü tacizde bulunup, dahası taşlarla saldırdılar.

Daha sonra ise alandan ayrıldılar.

Reformistlerin bu icazetçi ve saldırgan tavır her platformda teşhiredilmelidir. Bu saldırı devam etmekte olan bir eylemi alenenbaltalamaya yönelmiştir. Elbette bu olayın düşmanın karşısındagerçekleştirilmiş olması hiç kabul edilebilir bir şey değildir. Nitekimpolisin “demokratik haklarını kullanan gruba” seslenmesininardından onların alandan ayrılmaları da tesadüf değildir. Gençliğinbirleşik ve kitlesel mücadelesinin önündeki en büyük engel olan bututumlar, birlikte iş yapma zeminini de ortadan kaldırmaktadır.Devletin saldırılarının böyle yoğunlaştığı bir dönemde ortaya çıkan budurumla ilgili olarak olayın muhatabı örgütlerin özeleştiri vermelerigerekmektedir.

Ankara'da son dönemde gençlik eylemlerinde gençliğin sözünüsöylemekte kararlı oluşu ve bunun için önüne kurulan barikatları aşmaçabası beraberinde çatışmaları doğurmaktadır. Haklarını fiili meşrumücadele ile kazanacak olmanın bilinci ile eylemler örgütlenmekte,devletin baskı ve zor kuvvetleri bu eylemlerin önünü kesememektedir.Reformist gençlik örgütleri ise bu tür eylemleri pasifize etmekte, bueylemlerde devletin ‘kırmızı çizgileri’nin dokunmamayaçalışmaktadır. Böylelikle gençliğin son dönemde gelişen devrimcidinamizmini törpülemeye hizmet etmektedir.

27 Ocak eylemi ve bazı zayıflıklar

27 Ocak’ta yapılan başbakan-ÖTK temsilcileri görüşmesinde iseAnkara’da Ekim Gençliği, Genç Sen, DPG ve Kaldıraç tarafından bireylem örgütlendi. Bu eylemde YKM önünde toplanılıp buradanbaşbakanlığa yürümeyi planlıyorduk. Burada toplanan kitlenin önüpolis barikatı ile kesilerek ‘gençliğin buradan yürüyemeyeceği’dayatmasında bulunuldu. Bunun üzerine bekleyişe geçen gençlikyaklaşık 4 saatlik bir oturma eyleminin ardından arkadaşlarınınErzurum’a giremediğini de öğrenerek başbakanlığa yürümek üzerepolis barikatına yüklendi. Gençliğe biber gazı ile saldıran kollukgüçlerine yine taşlarla karşılık verildi. Burada süren çatışmanınardından GMK bulvarını kesen öğrencilere kolluk güçleri saldırıyageçti. İzmir Caddesi’nden Necatibey’e ve oradan da Kurtuluş parkınakadar yolu keserek geri çekilindi.

Bu eylem sonucu 2’si Ekim Gençliği okuru olmak üzere 8 kişigözaltına alındı. Bu durumu protesto etmek üzere daha sonra SakaryaCaddesi’nde bir araya gelen öğrenciler buradan Yüksel Caddesi’neyürümek istedi. Kitlenin önü kısa bir süre sonra çevik kuvvettarafından kesildi ve kitle bir ara sokakta çembere alındı. Polis şefi isebundan sonra gençliğin bir adım bile atamayacağını, eğer zorlanırsacoplayarak gözaltına alacağı, basın açıklamasını yaptırmayacağıtehdidini savurarak gençlik eylemlerinden duyduğu rahatsızlığı bir kezdaha gösterdi. Bunun üzerine kitle Sakarya Caddesi’ne geri dönerekbasın açıklamasını burada gerçekleştirdi ve eyleme son verdi. Buradayürümek yerine geri dönerek basın açıklamasını gerçekleştirmek geribir tutumdu. Eylem komitesinin tüm bileşenlerinin kararı olmadığıhalde geri dönülmüş ve polis şefinin tehdidi boşa düşürülmemiştir. Bututum öğrenci gençliğin son dönemdeki fiili meşru mücadele hattınıve militan hareketinin gerisine düşmek anlamına geldi. Gençliğinöfkeli ve militan bir ruh hali varken başbakanlığa yürüyen kitledekikararlılık burada gösterilememiştir.

Bu eylem bir kez daha bizlere devletin gençliğin öfkesindenkorkusunu göstermiştir. Şimdi bize düşen görev ise onlarınkorkularının üzerine gitmek ve büyütmektir.

Gençlik gelecek, gelecek sosyalizm!Ekim Gençliği / Ankara

19–27 Ocak eylemleri üzerine…

Geleceğimizi ve özgürlüğümüzü

fiili-meşru mücadele ile kazanacağız!

6

Page 7: Ekim Gençliği / Sayı: 130

7

Gençlik hareketi 2010'un son aylarında ivmekazanırken, henüz önündeki sorunları aşacak birdüzeye de kavuşmuş değil. Gücünü fiili-meşrumücadele çizgisinden alan hareket, kitlesel birdüzeye ulaşabilmiş değildir. Bu bakımdanAnkara'da nispeten ileri gelişme imkanlarıgörülmektedir. ODTÜ'de öğrenciler tabaninisiyatifini esas alan bir süreç örmüşler ve"Başkaldırıyoruz!" diyerek militan bir ruhla öneçıkmışlardır. Ankara örneğinde, sadece poliskarşısında tutum değil reformizmingençlik içindekitemsilcileri karşısındasergilenen net politikduruş da önemlidir.

İstanbul’da iseharekettekiivmelenmenin belligörünümleri olmaklabirlikte, henüzAnkara’da ulaşılandüzeyin oldukçagerisindedir. 5 Ocaksaldırısı ardındangerçekleştirilenortak yürüş dışındagençlik İstanbul'dayanyana gelmemiştir.Ancak daha daönemlisi süreç,İstanbul'dakampüslere daha azetkide bulunmuştur.ODTÜ'degerçekleştirilen öğrenciforumlarının birörneğinin bu ildegerçekleştirilememesihareketin buradaki seyriaçısından önemli bir işaret sayılmalıdır.

Reformizmin kendisini dayatarak, devrimcigençlik güçlerini yok sayan tutumları karşısında,İstanbul'da devrimci bir eksende birleşik birmücadele için başlatılan girişimler yanıtsızkalmıştır. Bu süreçte tüm hareketliliğe karşıngeçmişte şu ya da bu iddiayla mücadeleniniçerisinde olan güçlerin büyük bölümü suskunkalmaya devam etmişlerdir. Dahası yeni durumayanıt veremedikleri ölçüde bu güçleriniddiasızlıkları derinleşmektedir.

Bu ölçüde de İstanbul'da süreç parçalı ve sınırlıkalmıştır. Bir yanda 'Ünivesite Konferansı'birleşenleri olan reformist güçler, gençliğinarkalarından gelmesini bekleyerek kendisınırlarında bir hat izlemişler, öte yanda ise kimisiyasetler seslerini çıkarmamışlardır. EkimGençliği, DGH, Kaldıraç ve TÜM-İGD ise

yürüttükleri tartışmalar ile birlikte zaman zaman daDÖB, DYG, Genç-Sen, PDG ve YDG ile bir arayagelerek bir süreç örmüşlerdir. Genç-Sen burada'Üniversite Konferansı' birlikteliğine olan bağlılıkadına 19 Ocak'ta İÜ önünde gerçekleşen eylemegelmemek için il meclisinde saatlercetartışabilmiştir. 19 Ocak eylemi İÜ'desoruşturmaları hedef alsa da yerelin kendi güçlerinibile alana taşıyamamıştır. 'Üniversite Konferansı'

birleşenleri temsili birkatılımı yeterli görürken,eylemi örgütleyenlerdışında kalan unsurlarsüreci izlemekleyetinmişlerdir.

27 Ocak günügeldiğinde ise EkimGençliği, Kaldıraç,ÖEP, Talebe Gazetesive TÜM-İGD imzası ilegerçekleşen eylemöncesinde yaptığımıztartışmalar birliktelikyönünde cevap

üretmemiştir. PDGeylemi desteklerken,DGH de destekçi olsa dabaşından beri takipettiği sürece aktifkatılmaya devam daetmiştir. TKP'liÖğrenciler toplantılaragelseler de, EmekGençliği, GençlikMuhalefeti veÖğrenci Kolektifleri

gibi alana ayrı çıkacakolmalarına dair bir gerekçelendirmeyapmamışlardır. Bu güçlerden sadece GençlikMuhalefeti 27 Ocak akşamı saldırılarla ilgilieylemde çağrımıza cevap vererek temsili olarakkatılmışlardır.

İstanbul'da reformizmin dayatmaları ve etkisikırılamamış olsa da, ortaya konulan perspektifiçerik bakımından reformizme karşı net bir çıkışolmuştur. İlkesizliğin ilke edinildiği koşullarda neyazık ki reformizmin küçük hesapları amacınaulaşabilmektedir. Ne var ki, ODTÜ'de öğrenciforumu ve eylemlilik süreci taban inisiyatifininönemini ve ilkeli siyasetin olanaklarını bizegösteriyor. Önümüzdeki süreçte gençlik hareketinedevrimci önderlik pratiğini yoğun bir kitleseferberliğiyle hayata geçirmek ve reformizmekarşı etkili bir mücadele yürütmek için dahainisiyatifli ve enerji bir çaba ortaya koymakdurumundayız.

Ekim Gençliği / İstanbul

İstanbul’da gençlik hareketinin bir dönemi üzerine…

Devrimci önderlik iddiası ve reformizme

karşı mücadele

İstanbul’da ise

hareketteki

ivmelenmenin belli

görünümleri olmakla

birlikte, henüz Ankara’da

ulaşılan düzeyin oldukça

gerisindedir. 5 Ocak

saldırısı ardından

gerçekleştirilen ortak

yürüş dışında gençlik

İstanbul'da yanyana

gelmemiştir. Ancak daha

da önemlisi süreç,

İstanbul'da kampüslere

daha az etkide

bulunmuştur.

Page 8: Ekim Gençliği / Sayı: 130

İstanbul Üniversitesi’nde “soruşturma ve cezaların geri çekilmesi”ve “polis ile özel güvenliklere tanınan arama yetkisinin iptali”talebiyle ortak başlattığımız kampanyanın ilk etabını geride bıraktık.Yürütülen imza çalışması, gerçekleştirilen iki basın açıklaması ileüniversiteye üst aratmadan, kimlik göstermeden girmek gibi fiilieylemler sürecin ilk kısmından yansıyanlar...

Önümüzdeki dönem ise kampanya ve mücadele süreci için kritikbir eşik olacak. Alandaki ilerici/devrimci güçler olarak pek çok açıdansınanacağımız bir evreye giriyoruz. Bu dönem bir dizi tehlikeyi veolanağı barındırıyor. Daha güçlü bir şekilde yolumuzda ilerlemek vemücadelenin zaferi için soğukkanlı ve açıkyürekli bir değerlendirmeningerekli olduğunu düşünüyoruz.Bu yazının temel amacını da buoluşturuyor.

Ortak mücadelenin ilk

kazanımları

Üniversitede bulunan solgrupların neredeysei tamamınınortak hareket ettiği bir süreçörüyoruz. Bugüne kadarki kısmın –harcanan emeğe oranla-üniversitede anlamlı bir etkiyarattığını düşünüyoruz. Kampanyafaaliyetinin ilk bölümü, uzun birzamana yayılamamış oldu. Bunarağmen bir takım önemlikazanımlardan söz edilebilir.

* 2,5 gün gibi kısa bir zamandabinin üzerinde imza toplandı. Yineçalışma boyunca binlerce öğrenci arkadaşımızla konu üzerine birebirsohbet ettik. Final dönemi olmasının handikapları olsa da kimifakültelerde, sınav öncesi yapılan amfi konuşmaları olumlu bir havayarattı. Mücadele taleplerimiz, öğrenci kitlesinin önemli birbölümünün ve toplumun gündemine girdi.

* Ayrıca üniversite yönetimine birçok noktada geri adım attırdık.Yemekhaneleri saymazsak örneğin Siyasal Bilimler Fakültesi, hukukkoridoru, havuzlu bahçe, İktisat Ek Bina gibi pek çok yerde masaaçmak, geçmişte idarenin keyfi saldırılarına çokça hedef olurkenyürütülen imza kampanyasının pratiği içinde bu alanda dengelergençliğin lehine değişmiş oldu. Bu bakımdan diyebiliriz ki, solungenelinin –hele hele devrimci bir temelde- bir araya gelmesininoluşturduğu politik/moral etki; duyarlı öğrenci kitlesinde, toplumda vedüzen cephesinde önemli bir tesir yaratabilmektedir.

* Son olarak faaliyet sürecinde birçok defa (ve en son medyaya dayansıdığı gibi basın açıklaması sonrasında) kampüse toplu girişler,psikolojik üstünlüğü gençlik hareketine geçiren önemli bir etkendir.Eylemli mücadele yöntemlerinin kitle çalışmasıyla birleştirilmişolmasının ablukanın yarılmasındaki rolünü iyi kavramalıyız.

ÖGB’ler bugün siyasi faaliyet engellemekten geri duruyorlarsa vebaskıcı yönetimin iradesi -belli noktalarda- bir ölçüde kırıldıysa bunlarhep verilen birleşik mücadelenin sonucudur. Arama kararının iptalinide bu şekilde okumak gerekir. Kararı veren aynı devleti ve yargıyı bu

kez tükürdüğünü yalamak ve kararı iptal etmek zorundabırakan da budur.

Rehavete yer yok!

Bugün belki de en tehlikeli şey kavganın bittiği ve öğrencilerinkazandığı gibi bir düşünceye kapılmak olacaktır. Doğru, İ.Ü.’de“şimdilik” bir adım geri attırılmıştır. Ancak bu her şeyin sona erdiğianlamına gelemez. Elde edilen kısmi kazanımlar bir yanılsamayadönüşür ve oluşturduğumuz birliktelik dağılır ya da çalışmamızzayıflarsa işler İÜ'de tersine dönecektir. Kısacası biz ilerlemeyedevam etmezsek, baskı ve yasak düzeni karşısında denge aleyhimizde

bozulacaktır. İÜ'de daha fazlakazanım istiyorsak uzun soluklubir mücadeleye hazır olmalıyız.

19 Ocak’ta Ankara’daki ve 27Ocak’ta YÖK protestolarındakisaldırıları ve engellemeleri; sondönemde artan soruşturmalar,tutuklamalar ve hapis cezalarınıaklımızdan çıkarmayalım.Bütün bunlar saldırılarınyoğunlaşacağı, mücadeleninkeskinleşeceği yönündekibelirtilerdir.

“…, siyasal varlık iddiasıtaşıyan her gençlik örgütüiçin çoktandır belirleyicihale gelmiş bulunuyor.Sermaye düzeni yukarıdaortaya koyduğumuz tahlili

kendi cephesinden doğru bir şekildealgılayıp, kendi düşüncelerini ifade etmek isteyen öğrencilere

siyaset yasağı koyuyor. Bunu da açılan soruşturma ve verilenuzaklaştırmalarla, son süreçte de gün geçtikçe yoğunlaşantutuklamalarla hayata geçiriyor.” (Soruşturma ve ceza saldırısınınanlaşılamayan önemi ve yürünmesi gereken mücadele hattı, EkimGençliği, sayı: 126, 2010 Yaz Sayısı)

Tehlikeler ve olanaklar iç içe

Dünyanın birçok bölgesinde emekçiler ve gençlik sokaklarıısıtıyor. Yaşadığımız topraklarda da devletin toplum üzerindekiotoritesinin yavaş yavaş çatlamaya başladığı bir evreye girebiliriz.Üniversitelere dair alınan kararlar hem öğrenciler hem toplumtarafından daha fazla sorgulanmaya başlandı.

Ancak mücadeleyi “dar bir öncü kesimin” kendinden ibaret çabasıolmaktan çıkartmalıyız. Gençlik hareketini kitleselleştiriptoplumsallaştırmanın olanakları bu konjonktürde artacağa benziyor.Yine de bu süreci karşılayabilmek gençlik hareketi için –daha genişölçekte- ortak bir mücadele programını zorunlu kılıyor. Öteki türlütopyekun saldırıları göğüslemek mümkün olamayacağı gibi önemli birtakım fırsatlar da heba edilecektir. Hakkını verebildiğimiz oranda isesüreç; birleşik, devrimci, kitlesel ve militan bir gençlik hareketiyaratmanın manivelasına dönüşebilir.

İki temel silahımız

Çok yönlü bir kuşatma ve saldırılarla karşı karşıyayız. Bunlarıgöğüsleyebilmek için belirleyici iki temel silahımız var. Bunlardanilki, gençliğin devrimci eyleminin birliğidir. Düne kadar sisteminhepimizi kesen saldırılarına karşı ortak ve bütünlüklü bir yanıtüretemediğimiz bir tablo egemendi. Maalesef halen büyük ölçüde bu

İ.Ü.’deki kampanya sürecine ilişkin

değerlendirme ve öneriler

8

Page 9: Ekim Gençliği / Sayı: 130

böyledir. Ancak bugün belli yerlerde –şimdilik refleksif ve sınırlı da olsa-

birleşik bir mücadele hattını hayata geçirmek üzere bir arayageliyoruz. Bu ortaklaşma çok değerli. Devletin ve düzen cephesininbundan ne denli çekindiği de ortada. İstanbul’da ve Ankara’dayaşananlar bunu gösteriyor. Bu birlikteliği sürekli geliştirmeyeçalışmalıyız. Karşılıklı hassasiyetlerimizi önemsediğimiz sürece buson derece mümkündür. Gençlik hareketini geliştirme sorumluluğuhisseden tüm örgütlerin yapması gereken sanıyoruz ki budur.

İkinci en önemli silahımız ise kitle ve kamuoyu desteğidir.Öğrenci arkadaşlarımızda, baskılanmaya çalışılan mücadelemize karşıbir yakınlığın filizlenmesi; toplumun değişik kesimlerinde oluşanduyarlılıkla birleşince eşi bulunmaz bir maddi/manevi gücedönüşüyor. Bu moral enerji ve mücadelenin kitleselleşmesi ihtimalidüzene geri adım attıran çok önemli bir etken. Zaten bizi karalama,kitleden yalıtma ve mücadelemizin içeriğini çarpıtma çabaları buradankaynaklanıyor. Düşman bizi ancak böylelikle yenebileceğininbilincinde.

Güneş balçıkla sıvanmaz. Ancak bizim de tuzağa düşmememizgerekir. Örneğin 12 Ocak’taki kitlesel geçen ilk basın açıklamasısonrasındaki süreçten ders çıkartmalıyız. “İçerikte anlaşamama”gerekçesiyle aldığımız eyleme ve sürece dönük faaliyet yapmamakararını eleştirmeliyiz. Evet, seri halinde yapılan sonuçsuztoplantıların; kendi iç enerjisini tüketen, boğucu bir yanı var. Ne varki, hiçbir şey faaliyet yapmama sonucuna çıkamaz. Aksi durumdabundan, eksik ve sağlıksız bir eylem birlikteliğinden öte bir şeyçıkaramayız. Birlikte hareket etmenin ve kitleye politik bir ortaklık ilegitmenin sorumluluğunu kavradığımız ölçüde, karşılıklı olarak bellihassasiyetleri gözetebiliriz ve pekâlâ ortaklaşırız. Hepimizin en sonisteyeceği şey düşmanın ekmeğine yağ sürmektir. Öyleyse, olumlubirlikteliğimizi ve sonuç alıcı mücadelemizi geliştirerek sürdürmekdevrimin çıkarınadır.

Kafamız net olmalı

Önümüzde bahar dönemiyle birlikte uygulanacak bir kısımuzaklaştırma var. Açılan 45 soruşturma sonuçlandığında epeyce kişibu sayıya eklenecek. Ve kampanya süresince henüz işleme konmamış,soruşturma açılabilecek en az 3 net olay var. Kısacası görünen o kibahar dönemi boyunca onlarca yeni ceza ile saldırı hızlanaraksürecek.

“Önce bir cezalar çıksın, sonra bakarız çaresine” diyerekbekleyemeyiz. Şimdiden ne yapacağımız konusunda kafamız netolmalı. Öbür türlü sudan çıkmış balığa dönmemiz kaçınılmaz.Saldırıyı püskürtmek için son toplantıda çıkan “cezalara karşıdireniş” yönelimini şekillendirmeli ve dönem açılmadan önümüze bireylem ve mücadele hattı koymalıyız.

Birkaç öneri:- “Soruşturma-uzaklaştırma saldırısı yeni dönemde de hız

kesmeyeceğine göre, geçtiğimiz yılların deneyimlerini gözeterek veeksiklerimizi tamamlayarak mücadeleyi derinleştirmek, yeni döneminde öncelikli görevlerinden biridir. Soruşturma-uzaklaştırmasaldırısının gündeme geldiği her okul kapısını, “tek başına biledireniş” geleneğini yaratan işçi sınıfından öğrenerek,duraksamaksızın direniş yerine çevirmeliyiz.” (www.tkip.orgsitesinden alınmıştır)

Direnişi sadece ceza alan öğrencilerin veya bir siyasal çevreninmeselesi olarak algılamamalıyız. Direnişi kitleye mal etmek, tümilerici/devrimci güçlerin, duyarlı kesimlerin ve 'eğitim hakkı' hatta'özgürlük ve gelecek talebi' ile giderek herkesin direnişi yapmak sonderece anlamlı olacaktır. Ceza alan güçlerin yalnızlaşmasına izinverilmemeli “Sıra bize gelmez” denmemeli. Uzaklaştırma vesoruşturmaları geri çektirme, baskıcı ve yasakçı üniversite yönetiminediz çöktürme ufkuyla hareket edelim. Birlikte hareket etmek bununiçin tek yolumuzdur.

- “Bu sorun kendi başına gençlik hareketinin üstesindengelebileceği düzeyi çoktan aşmış bulunuyor. Burjuva kamuoyundadahi yer yer tepki alabilen, öğrenim hakkının gasbına dönüşen siyaset

yapma, duyarlılığını ortaya koyma hakkının okul yönetimleri, polis vemahkemelerin işbirliği ile bu denli kaba bir çiğnenmesi karşısındayapılanlar son derece yetersiz. Oysa herhangi bir alandaki bu türdenbir saldırı, tüm kamuoyunun desteğini kazanmaya, günün sınıf veemekçi hareketlilikleriyle etkin bir kader birliği kurmaya yönelecek birfaaliyetin gündemi olabilmelidir.” (Gençlik Çalışmasının GüncelSorunları Üzerine, EKİM, sayı:259, Ekim 2009)

- “Gençliğin siyaset yapma hakkı, bunun bir uzantısı olarak eğitimhakkının gasbına karşı hiç değilse ilerici kamuoyu üzerinden birmücadele hattının örgütlenmesinin önemi açıktır. Bu alandaki temelzayıflıklardan biri sendikalar, demokratik kitle örgütleri, aydın veilerici çevrelerin duyarlılığını harekete geçirmekte yaşanıyor. Burjuvabasındaki imkânların değerlendirilmesi alanında da ısrarla yüklenenbir tarzı hayata geçirmek gerekiyor. Bu imkânların kullanılmasının netür sonuçlar yarattığı geçtiğimiz dönemin deneyiminden görmüşbulunuyoruz.” (www.tkip.org sitesinden alınmıştır)

- Eğitim Hakkı İnisiyatifi, 2010 baharında yedi hafta boyuncaSOKAK Üniversitesi (Soruşturma, Ceza Karşıtı Alternatif Kampüs)adıyla etkinlikler düzenledi. Galatasaray Lisesi ve Kadıköy İskelesiönüne kurulan alternatif kampüs 7 hafta boyunca on binlerce kişiyeulaştı.

Her hafta farklı bir temayla: Direnişçi işçilerin, aydın vesanatçıların çağrıldığı; Yunanistan’daki anti-kapitalist isyanınişlendiği; Şerzan Kurt, Aydın Erdem, Alaattin Karadağ şahsındadevletin katliamcı yüzünün teşhir edildiği; madenlerdeki, fabrika vetersanelerdeki iş cinayetlerinin anlatıldığı birçok ders gerçekleşti.Müzik grupları, şiir toplulukları, eğitim emekçileri ve işçiler de biziyalnız bırakmadı.

Caddeden geçen insanların, hatta düzen medyasının bile ilgisinekonu oldu. Kısacası mücadelenin nabzını ve direnişin sesini,üniversitedeki gündemlerle birleştiren bir zemin oldu. Önümüzdekidönem de İ.Ü. üzerinden veya İstanbul genelinde böyle bir araçlasoruşturma ve cezalara karşı toplumda bir duyarlılık yaratabiliriz.

- Kampanyanın bugüne kadarki kısmında, -özellikle kitle ayağınıörerken- çalışma büyük ölçüde kendiliğinden ilerledi. Değişikfakültelerde, iş yapmaya istekli, örgütlü/örgütsüz pek çok unsurçalışmanın bir parçası yapılamadı. Neyin, ne zaman, ne şekilde vekimler tarafından yapılacağı belli olmayınca işler aksayarak, verimsizve süreksiz ilerledi. Ayrıntılara hakim olamadığımız oranda, organizeolmakta sıkıntı yaşadık.

İşlerin planlanmasından, çalışmanın güvenliğinin sağlanmasına,kitle çalışmasının derinleştirilmesine kadar birçok işi komiteleşerekkolaylaştırabiliriz. Her fakültede -hatta mümkünse bölümlerde-kampanya komiteleri kurmalıyız. Planlamalarımızın ve hareketinihtiyaçları doğrultusunda belirlenebilecek bu organlar aracılığı ilesürece daha etkin müdehale etmemiz olanaklı olacaktır.

Bu düşüncenin hayata geçtiği İktisat Fakültesi’nde gözle görülürolumlu bir etkisi oldu. Organize olmanın getirdiği sinerji ve uyum,öğrenci kitlesinin genelinde olumlu bir hava yarattı. Oluşan atmosferörgütsüz ancak ilerici arkadaşlarımızın da gönüllü olması ve sürecisahiplenmesi ile yaratıldı. Bugün kurulacak bu mekanizmalar, yarınkapı önü direnişinin başlamasıyla, pekâlâ direniş komiteleri işleviniüstlenebilirler.

Son olarak;

Düzen gençlik hareketine dört koldan saldırılarını hızlandırıyor.Ankara’da düzenlenen son operasyonun ardından bir takım çirkiniftiraların da eşliğinde medyada “PKK, DHKP-C, THKP-C, TKEP-L,TKİP ve MKP’den üniversitelerde kaos ortamı yaratmak için eylembirliği” (Star gazetesi, 26 Ocak 2011 Çarşamba) başlıklı haberleryayınlandı. Yine utanmadan “terörist” demagojisine başvuruluyor.Eğer diplomalı işsizliğe, sömürü ve köleliğe karşı çıkmak “günahsa”;parasız, nitelikli, bilimsel, anadilde eğitim istemek “hataysa”;geleceğimize ve özgürlüğümüze sahip çıkmak, bu bozuk düzeni tümkurumlarıyla yıkmayı hedeflemek “suçsa”… Burada bir kez dahayineliyoruz: bizler “suç işlemeye” devam edeceğiz.

Ekim Gençliği / İstanbul Üniversitesi 9

Page 10: Ekim Gençliği / Sayı: 130

10

“Bir parça güvenlik için birtakımözgürlüklerinden vazgeçenler; hiçbirini hak etmez veher ikisini de kaybederler.”

Bu söz, 100 ABD dolarının üzerinde resmi bulunanBenjamin Franklin’e ait. En bozuk saat bile günde ikikez doğruyu gösterebiliyor. Gerçekten de ne zaman birözgürlük kısıtlanacak olsa genelde hep güvenlikgerekçesine başvurulur. En baskıcısından, endemokratik görünümlü yönetime kadar çoğunlukla buböyle oluyor. Üniversitelerdeki gidişat da bunudoğruluyor.

Fakülte mi, karakol mu?

İstanbul Üniversitesi’nde birçok amfide, doğrudüzgün ses sistemi olmadığı için dersi dinlemektezorlanıyoruz. Dahası kampüs içerisinde sosyal-kültürelfaaliyette bulunabileceğimiz hiçbir olanak yok. En sonbu yaz Öğrenci Kültür Merkezi (ÖKM) de rektörlüktarafından kapatıldı. Binlerce öğrencinin olduğufakültelerde ders dışında oturabileceğimiz, zamangeçirebileceğimiz bankların sayısı bile onu geçmiyor.Örnekler çoğaltılabilir.

Öte yandan yüz binlerce lira güvenlik kameralarına,özel güvenliklerin maaşlarına ayrılabiliyor. Okuluniçine mobese konulabiliyor. Bakıyorum da üniversitelerokuldan başka her şeye benziyor; ticarethaneye, ortaçağkilisesine, sıkıyönetim mahkemesine ve de karakola...Her türlü gerici, düzen yanlısı fikri barındıran bir tekke,eğitimi paralılaştıran bir şirket bugün üniversiteler.Çizdiği sınırlara uymayanları, düşünen ve talepleriuğrunda mücadele edenleri soruşturan, cezalandıran birDevlet Güvenlik Mahkemesi gibi aynı zamanda…

Üstelik de sivilinden üniformalısına polislerin ciritattığı bir yer. Düşünüyorum üniversitede polisin ne işivar diye? Meydanlarda, özlem ve beklentilerinihaykıran bizlerin üzerimize salınıyorlar. Derslerimizegirip yemekhaneye gelip etrafta dolaşıp öğrencikılığında bizi izliyorlar. Daha “tehlikeli” olanlarımızıfişliyorlar.

Özel güvenlikler kimi koruyor?

Sadece polis değil bir de özel güvenlik birimi(ÖGB) var. Güz dönemi boyunca İ.Ü.’de kampüsgirişinde öğrenciler çeşitli zamanlarda güvenliklerinsaldırısına maruz kaldı. Geçtiğimiz kasım ayında AnaKapı’da iki arkadaşımız on kadar ÖGB tarafındanyaralanırken Ocak ayında da yan kapıda üç öğrenciyine güvenlikler tarafından önce hakarete maruz kaldıdaha sonra yerlerde tekmelendi. Sırf çantasını aratmakistemiyor diye.

Sözde bizi korumak için o kapıda duran bu kişilerinbize saldırmaları son derece manidar. Peki, güvenlikgörevlileri öğrencilere saldıracak cesareti neredenbulabiliyorlar? Bu sorunun yanıtı rektörlüğün buinsanları kampüste bulundurma amacından,toplumdaki/üniversitedeki genel baskı ve denetimmekanizması ayrı ele alınamaz sanırım.

Ya da ÖGB çantamızda neyi ve ne maksatla arıyor?Okula girmesi istenmeyen nedir? Örneğin güvenlikbiriminin öğrencilere saldırısını anlatan, durumu teşhireden bildirileri okula sokmak istemiyorlar. Veyaüniversite yönetimi fikirlerimizi ifade ettiğimizelinizdeki gibi siyasal bir yayının üniversitedeolmasını, okunmasını engellemeye çalışıyor. Biziçantamızı karıştırarak okuduğumuz kitaba, dergiyekadar fişliyorlar. Tıpkı demin bahsi geçen, derslerimizekadar öğrenci kılığında giren onlarca sivil polis gibi…Bu da sistemin denetim mekanizmasının bir parçası.

İddia edildiği gibi kesici/delici aletlere falan dabakmıyorlar. İ.Ü'de okula girerken kimlik sorarlar.Örneğin başka bir fakültedenseniz bile sizi içerialmazlar. Eğitim Fakültesi öğrencileri MerkezKampüs’e giremez ya da hukuk öğrencileri EdebiyatFakültesi’ne. Girişte, kimliklerimizdeki fakültehanesini dikkatle kontrol ederler. Ancak MHP’lifaşistler üniversitede saldırı düzenleyecekleri zaman;değil başka fakülteden, öğrenci bile olmayan, ÜlküOcakları’ndan topladıkları tipler okula ellerini kollarınısallaya sallaya girebilir. Üstelik üstelerinde satırla,sopayla birlikte… Bu gibi durumlarda o sıkı ve“kusursuz” üst ve kimlik kontrolleri nedense (!) işeyaramamaktadır.

Toplumu sindirme politikası

ve üniversiteler

Bugün toplumun sesini çıkartan, sokağa çıkan,mücadele eden tüm kesimleri devletin baskısındanpayına düşeni alıyor. Öğrenci eylemleri polissaldırısının hedefi oluyor. Haklı istemler şiddetlebastırılmak isteniyor. Şubat başında Ankara’dagerçekleştirilen “Torba Yasa” eylemi yine polissaldırısına sahne oldu. Pek çok insan yaralandı. Aynışekilde Sarıyer Derbent’te evlerini başlarına yıkmakiçin gelen yıkım ekiplerini semtlerine sokmakistemeyen emekçiler polisin alçakça saldırısına maruzkaldı. Durumu görüntülemeye uğraşan basın emekçileride bundan nasibini aldı.

Öte yandan soruşturma ve cezalarla üniversitelerdedüşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü hiçe sayılıyor.Sendikaya üye olan hakları ve gelecekleri içinörgütlenen işçiler nasıl kapının önüne konuluyorsa;gelecek ve özgürlük mücadelesindeki gençlik de idaretarafından okuldan uzaklaştırılıyor. Son dönemüniversitelere dönük daha da artan bir tutuklamasaldırısı da tabloyu tamamlıyor.

Sermaye sınıfı özellikle krizle birlikte kendicephesinden birtakım önlemler aldı. Şu son dönem işçisınıfı ve gençliğin giderek yaygınlaşan hareketliliği dekorkularını perçinliyor. Avrupa’dan, Ortadoğu ve K.Afrika’dan ders çıkartarak “yılanın başını küçükkenezmek gerekir” diyorlar. Ancak gayretleri boşuna.Çünkü bizi mücadeleye iten, sistemin kendi iççelişkileridir. Ayrıca unutmamak gerekir ki, “İnsandoğası gereği baskıya karşı gelir.” (Tacitus)

Baskı görmek

özgürlükse…Ayhan Z. Tozkoparan

Sermaye sınıfı özellikle

krizle birlikte kendi

cephesinden birtakım

önlemler aldı. Şu son

dönem işçi sınıfı ve

gençliğin giderek

yaygınlaşan

hareketliliği de

korkularını perçinliyor.

Avrupa’dan, Ortadoğu

ve K. Afrika’dan ders

çıkartarak “yılanın

başını küçükken

ezmek gerekir”

diyorlar. Ancak

gayretleri boşuna.

Çünkü bizi

mücadeleye iten,

sistemin kendi iç

çelişkileridir. Ayrıca

unutmamak gerekir

ki, “İnsan doğası

gereği baskıya karşı

gelir.” (Tacitus)

Page 11: Ekim Gençliği / Sayı: 130

11

Üniversiteler her ne kadar kurulduğu dönemdengünümüze kadar düzenin devamlılığını sağlamakiçim bilim ve ideolojiler üretmiş olsa da, dönemdönem kitlesel bir boyutu taşınarak yükselengençlik hareketi, düzenin soluğunu kesen, sistemitehdit eden boyutlara ulaşmıştır. Özellikle dünyadave ülkemizde '68 öğrenci gençlik hareketi bunun enbaşat örneği olmuştur.

Günümüz dünyasında gençlikteki hareketlilikher ne kadar '68 dönemi kadar gelişkin ve kitleselolmasa da, özellikle Avrupa'da son yıllarda gittikçeyükselen bir hareketlilikgörülmektedir. Fransa,Yunanistan, İtalya, Almanya,Avusturya bu hareketliliktebaşat ülkeler olmuştur.Bununla birlikte kendicoğrafyamıza geldiğimizde isegenel bir değerlendirmeyapacak olursak her yıl birönceki yılı aratacak kadargeriye gidişler yaşanmaktaydı.Ancak geçtiğimiz döneminbaşıyla birlikte gençliğedönük artan polis, ÖGB,soruşturma ve tutuklamaterörüyle birlikte, gençliğin busaldırılara karşı dik duruşu,Dolmabahçe süreci veYÖK'ten gelen yeni "güvenliüniversite" açılımı burjuvamedya tarafından uzun dönemdir gençliğe dönükgösterilmeyen ilgi ve toplum nezdinde ise birtaraflaşma yarattı.

Hemen hemen toplumun tüm kesimlerindengençliğe dönük bu saldırılara ilişkin görüşlerbelirtildi.

Tüm bunlarla birlikte üniversitelerdekikıpırdanmayla birlikte gençliğe dönük saldırılargittikçe yoğunlaşıyor. Gençlikteki hareketliliğigören düzen güçleri, bunun önlemlerini baskı veyasakları daha da arttırarak almaktadır. Özellikleson süreçte Ankara'daki tutuklamalar ve bununkirli bir kurgu üzerinden gerçekleşmesi gençliğedönük saldırıların ve verilmek istenen mesajın birersomut örneğidir. Düzenin tüm güçleri polis, medya,hükumet ve yargı bu saldırı kapsamında el birliğietmiştir. Polis tarafından boyalı medyaya medyayaservis edilen şu haber ve habere konu tutuklamalarbuna örnektir: "İstihbarat ve Terörle Mücadelebirimlerince yürütülen operasyonel çalışmasonucu, üniversitelerde terör örgütleri PKK,DHKP-C, TKEP-L, MKP, TKİP gibi örgütlerinbirlikte hareket ederek üniversitelerde olayçıkarmak amacıyla "cezacı, istihbarat, sağlık, keşif,tahliyeci" isimleriyle gruplar oluşturarak, hedefolarak belirledikleri kişilere yönelik çalışma

yaptıklarını belirlendi. Başkentteki çeşitliüniversitelerde öğrenci olduğu tespit edilen örgütmensuplarının amacının ise sağ-sol, Türk-Kürtçatışması çıkarmak için eylem planlamak."

Bu kirli propagandayla birlikte DemokratikYurtsever Gençlik, Devrimci Öğrenci Birliği,Gençlik Federasyonu ve Demokratik GençlikHareketi çalışanı beş öğrencinin tutuklanmasıyladevam eden süreçte üniversitelerdeki baskıdevrimci özneler üzerinde yoğunlaştırılmıştır.Hemen hemen her konuşmasında sokaklarda

taleplerini dillendirengençliği ideolojik olmaklaitham eden Tayyip Erdoğanonun halefleri bu saldırılarameşruluk sağlayacak yeterlizemin oluşturmak içinelinden geleni yapmıştır.

Elbetteki bu tutuklamasaldırıları bu yıl tektutuklama saldırısıolmamıştır. Bu dönem yineiki yıl önce İTÜ'ye gelenTayyip Erdoğan'ı protestoettiği için birçok öğrenciyeyine 15 ay tutuklama cezası,Ankara'da yine DTCFyaşanan olaylar üzerine beşöğrenciye 10 ay hapis cezasıvb. bir çok tutuklamasaldırılarıyla gençlik baskı

altına alınarak düzen içi mecralara çekilmekistenmektedir. Son süreçte yaşanan bu tutuklamasaldırılarının elbetteki temel bir mantığı mevcuttur.YÖK ve onun düzeni üniversitelerde alttan altabaşlayan hareketliliği görmüş ve bundan tedirginolmaya başlamıştır. Basında geniş yer bulangençliğin gelecek ve özgürlük talebi, bununlabirlikte gelişen eylemlilik süreci ve bu eylemleredönük azgınca polis terörü sermaye hükumetini veYÖK'ü zora sokmuştur. Bu gerçekleştirilentutuklamaların hepsi üniversitelerde buhareketliliği sırtlayan devrimci öznelerimarjinalleştirilerek üniversitelerden tamamensilmek ve mümkün olduğunca gelişecekhareketliliği düzen içerisine hapsetmek maksadınıtaşımaktadır.

Gençliğe dönük tüm bu kapsamlı saldırılarınarkasından polisinden, yargısına, hükumetinden,YÖK'üne ve boyalı basınına kadar düzenin tümkurumları, yani düzenin ta kendisi çıkmaktadır.Gençlik örgütleri bu saldırılarının karşısında ancakbirleşik, kitlesel, militan mücadele hattıyladurabilir. Bizlere boyun eğdireceklerini sananlaryanılıyorlar. Gençliğin gelecek ve özgürlük talebipolis, ÖGB, soruşturma ve tutuklama terörüyleboğulamayacaktır.

Gençliği teslim almak için

yoğun baskı ve terör!

Basında geniş yer

bulan gençliğin gelecek

ve özgürlük talebi,

bununla birlikte gelişen

eylemlilik süreci ve bu

eylemlere dönük azgınca

polis terörü sermaye

hükumetini ve YÖK'ü zora

sokmuştur. Bu

gerçekleştirilen

tutuklamaların hepsi

üniversitelerde bu

hareketliliği sırtlayan

devrimci özneleri

marjinalleştirilerek

üniversitelerden

tamamen silmek ve

mümkün olduğunca

gelişecek hareketliliği

düzen içerisine

hapsetmek maksadını

taşımaktadır.

Page 12: Ekim Gençliği / Sayı: 130

Ankara'da soruşturma terörüÜniversitelerde yeni eğitim dönemi soruşturma terörüyle açıldı.

Son öğrenci eylemlerinin merkezi durumundaki Ankara’da yoğun birsoruşturma terörü uygulanıyor.Son olarak Ankara ÜniversitesiDil Tarih Coğrafya Fakültesi’ndearalarında bir Ekim Gençliğiokurunun da bulunduğu 12 kişiyesoruşturma açıldı. CebeciKampusü’nde ise HukukFakültesi’nden 4 öğrenciyesoruşturma açıldı.Soruşturmalara gerekçe olarakSüheyl Batum ve BurhanKuzu'nun protesto edilmesigösterildi. Polis tacizi teşhir

edildiDHF çalışanına ve Ekim Gençliği okuruna yönelik polis tacizi, 11

Şubat günü gerçekleştirilen basın toplantısıyla teşhir edildi. İHD Eskişehir Temsilcisi Ahmet Uluçelebi, yaptığı açıklamada

ideolojik bir saldırı şeklinde gerçekleşen bu tür olayların keyfilikolduğunu vurgulayarak, bunun suç olduğunu söyledi. Uluçelebi, İHDolarak bu olayların takipçisi olacağını belirtti.

İHD’nin yaptığı açıklamanın ardından DHF ve Ekim Gençliği’ninortak açıklaması yapıldı. Devletin bu tür baskı ve saldırılarınadevrimcilerin cevabının değişmediği vedeğişmeyeceği söylenerek, her türlü saldırınıngöğüsleneceği ifade edildi. Devrimci faaliyetinsürdürüleceğinin altı çizildi. Basın toplantısına,BDSP, DHF, ESP, EHP, Öğrenci Kolektifleri,Gençlik Muhalefeti ve Devrimci Proletaryakatıldı.

DHF Gençlik Komisyonu üyesi Devrim Çiftçi,öğlen saatlerinde oturduğu evin yakınında polistacizine maruz kalmıştı. Bir çay bahçesindençıkan Ekim Gençliği okuru Emre Yılmaz'ınyanına gelen gelen sivil polis ise ,Yılmaz ilekonuşmak istediğini belirtmişti. Emre Yılmaz’ın‘kimsin’ sorusuna ‘sen bizi tanırsın gel birazkonuşalım’ diyerek tehditle yanıt veren polis,Yılmaz tepki göstermesi üzerine olay yerindenuzaklaşarak gözden kaybolmuştu.Üniversiteler bizimdir, özgürlüğümüzü

ve geleceğimizi istiyoruz!27 Ocak'ta Başbakanın Erzurum'da sözde öğrenci temsilcileri ile

buluşacağı saatlerde İstanbul'da Ekim Gençliği, Kaldıraç, ÖEP, TalebeGazetesi ve TÜM-İGD toplantıyı protesto ettiler. Galatasaray Lisesiönünde “Üniversiteler bizimdir, özgürlüğümüzü ve geleceğimizi

istiyoruz!” şiarlı pankartlarını açarak toplanan kitle Taksimtramvay durağına bir yürüyüş gerçekleştirdiler.

Erzurum'a giden arkadaşlarının yollarının kesilmesini ve BarbarosBulvarı'nda Öğrenci Kolektiflerin'e yapılan saldırıyı teşhir edenkonuşmalarla emekçilere geleceksizlik politikalarını parçalama çağrısıyapıldı. “Torba yasası” ile sefalete sürüklenen milyonların yanında

“Bologna Süreci” üniversite çalışanlarınıngüvencesiz çalışmaya, gençliğin ise diplomalıişsizliğe ve geleceksizliğe sürüklendiğini ifadeederek emekçiler ve gençler eyleme destek olmayadavet edilerek yürüyüşe başlandı. Yürüyüşboyunca “YÖK kalkacak, polis gidecek,üniversiteler bizimle özgürleşecek!”, “Söz, yetki,karar istiyoruz!”, “Yaşasın örgütlü mücadelemiz!”,“Eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim!” ve“Gençlik gelecek, gelecek sosyalizm!” sloganlarıatılırken, çevrede toplananlar da alkışları ileeyleme destek verdiler.

Yürüyüşte Bertolt Brecht'in “Ya Hep BeraberYa Hiç Birimiz” adlı şiirini ve ardından da baştaTunus ve Mısır'da olmak üzere yükselenmücadeleye destek için hep bir ağızdan “Çav

Bella” okundu. Durakta önce Nazım Hikmet'in “Beyazıt Meydanı'ndaki ölü” şiiri, ardından da “Beyazıt Marşı” coşkulu bir biçimdeokunarak basın açıklamasına başladı. Açıklamada toplantılardaemperyalist efendilerin sözlerinin tekrarlandığı ve patronların çıkarlarıdoğrultusunda geleceksizleştirme politikalarının adımlarının atıldığı,bir yanda demokrasicilik oynanırken diğer yanda İÜ'de 45 öğrenciyesoruşturma açıldığı, Ankara'da 5 devrimci öğrencinin tutuklandığıbelirtildi. Öğrencilere azgınca saldıran düzenin katilleri, tecavüzcüleri,dolandırıcıları ve kirli işlerini gördürdüğü Hizbullah üyelerini dışarısalarken aylardır Onur İnce'yi Sincan F-Tipi'nde tutsak ettiği teşhir

edildi. “Avusturya İşçi Marşı”

okunarak bitirilen coşkulueyleme yaklaşık 50 kişininkatılırken İşten Atılan PTTTaşeron İşçileri, DGH vePDG destek verdiler.

Başbakanın Erzurum'dasözde öğrenci temsilcileri ileyaptığı toplantı boyuncaeylem alanlarını dolduranöğrencileri hedef alan baskıve terör 19:00'daBeyoğlu'nda yapılan eylemleprotesto edildi. DGH, DÖB,Ekim Gençliği, Genç-Sen,Kaldıraç, TÜM-İGD ve

YDG tarafından örgütlenen eyleme Gençlik Muhalefeti ve TalebeGazetesi destek verdi.

Ankara'da polis terörüAnkara'da, Ekim Gençliği, Genç-Sen, DPG ve Kaldıraç'ın

örgütlediği eylem için kitle YKM önünde toplandı. Öğrenciler saat12.00'de “Üniversiteler bizimdir! Söz, yetki, karar hakkı istiyoruz”ortak pankartı arkasında Başbakanlık önünde basın açıklaması yapmakiçin yürüyüşe başladı. Öğrencilerin önü polis barikatı ile kesilirken,200 kişilik kitlenin bekleyişi yaklaşık 3 saat sürdü. “Üniversiteler

Gençlik haberlerinden...

12

Page 13: Ekim Gençliği / Sayı: 130

bizimdir bizimle özgürleşecek!”, “Katil polis hesap verecek!”,“İşkenceci polis hesap verecek!”, “Polis defol üniversiteler bizimdir!”,“ÖTK değil biz temsilciyiz!”, “YÖK, polis, soruşturmalar baskılar biziyıldıramaz!” sloganlarını atan kitle Erzurum’a giden arkadaşlarınınkeyfi bir şekilde durdurulması haberinin ulaşmasıyla birlikteBaşbakanlığa doğru yürüyüşe geçti

Polis ise öğrencileri biber gazı sıkarak dağıtmaya çalıştı. Polisetaşlarla karşılık veren öğrenciler Kızılay'ın sokaklarını trafiğe kapattı.Eylem 18:00’de Sakarya’da buluşmak üzere son buldu. Eylemde ikisiEkim Gençliği okuru olmak üzere 8 kişi gözaltına alındı.

Yaşanan saldırıyı kınamak için saat 18.00'de Sakarya’da birarayagelen devrimci demokrat kurumlar Yüksel Caddesi’ne yürümek istediancak kısa bir süre sonrakitlenin önü çevik kuvvetpolislerince kesildi. Birsokakta sıkıştırılan kitleyepolis basın açıklaması içinyürütmeyeceğini söyledi.Kitleye tehditler savuranAnkara polisi ”Tek bir adımbile atıldığı taktirdeherkesin gözaltınaalınacağını, kitlenin coplave zor kullanılarakdağıtılacağını” söyledi.Bunun üzerine kitle “Katilpolis hesap verecek!”,“Gözaltılar serbestbırakılsın!”, “Gözaltılar, soruşturmalar, baskılar bizi yıldıramaz!”sloganları ile beklemeye başladı. Dışarıdan polis yönlendirmesi ilegelen bir kadının provakatif söylemleri boşa düşürüldü. Bunun üzerinedevrimci demokrat kurumlar Sakarya’ya tekrar dönerek basınaçıklamasını yapacaklarını söyledi. Polisin buna da izin vermeyeceğinisöylemesi üzerine kitle Sakarya Caddesi’ne yürüdü ve burada basınaçıklamasını gerçekleştirdi. Eyleme DÖB, YDG, Tüm İGD ve KızılHareket de destek verdi.

Çocuk şubeye götürülen 5 kişi gece saatlerinde serbest bırakılırken18 yaşın üzerinde olan ve aralarında 2 tane Ekim Gençliği okurubulunan 3 kişi ise 28 Ocak'ta çıkarıldıkları mahkeme tarafındanhaftada 1 kez imza atmak şartı ile serbest bırakıldı.

Kolektifler'e gözaltı saldırısıYıldız Teknik Üniversitesi'nin Beşiktaş'taki yerleşkesinden çıkarak

Barbaros Caddesi'ni kapatarak Başbakan'ın çalışma ofisininbulunduğu Dolmabahçe'ye yürümek isteyenÖğrenci Kolektifleri üyelerine polissaldırdı. Biber gazlı saldırıda 30'a yakınöğrenci gözaltına alınırken, yaralanan 2öğrenci de hastaneye kaldırıldı. Polisinmüdahalesine çevrede bulunan halk datepki gösterdi.

Polis saldırısının ardından yenidentoplanan öğrenciler caddeyi trafiğekapatarak eylemlerini sürdürdüler.Erzurum'a giden arkadaşlarına yapılacakher tür saldırıya karşı yanlarındaolduklarını belirten öğrenciler, saldırılardanhükumetin sorumlu olacağını vurguladılar.

Saat 18.30’da Galatasaray Lisesiönünde toplanan Öğrenci Kolektifleri öğrencilerin Erzurum’aalınmamasını ve sabah saatlerinde Öğrenci Kolektifleri üyelerininYıldız’da uğradıkları polis saldırısını protesto ettiler.

Eyleme katılan 29 öğrenciye üçer yıl hapis istemiyle dava açıldı.Beşiktaş’ta eylem

Emek Gençliği, Gençlik Muhalefeti ve TKP’li Öğrenciler saat16.00’da YTÜ durağında buluşarak“Tayyip kaçtı... Biz buradayız! Ne

AKP’nin, ne YÖK’ün temsilcisiyiz!” pankartını açtılar. Yolu trafiğekapatarak Beşiktaş çarşısına gerçekleştirilen yürüyüş boyuncasloganlar atıldı.

Öğrenciler Kartal Heykeli önünde üniversite kürsüsü kurdular.Yapılan açıklamada YÖK’ün, AKP’nin değil, üniversitelerin, bilimin,“jaguarı olmayan” öğrencilerin ve emekçi çocuklarının sesi olmak için“üniversite kürsüsü”nün kurulduğu söylendi. Basın açıklamasınıardından kürsü konuşmalarına geçildi. Erzurum'a giden öğrenciler durduruldu

Erzurum'a gitmek için yola çıkan Genç-Senlilerin ise İstanbul'dançıkışlarından itibaren GBT kontrolü bahanesiyle yolları kesildi. Polis

ve jandarma tarafından yolları kesilen Genç-Senliler'in Erzurum'a gitmelerine engel olunmayaçalışıldı.

İlk olarak Ankara çıkışında yolları kesilenGenç-Senliler daha sonra Yozgat girişinde, YozgatAkdağmadeni ilçesinde ve Sivas'ta durduruldu.

Bu arada Erzurum'a giden Öğrenci Kolektifleriüyeleri ise Erzincan'a 5 km kala polis tarafındandurduruldu. Erzincan'da bazı grupların taşlı sopalısaldırı için toplandıkları gerekçesini gösterenpolis, gençliğin yoluna devam etmesine engeloldu.

Erzurum'a gidişleri engellenen öğrencilerErzincan'da yaptıkları basın açıklaması ileyaşananları protesto ettiler.

Soruşturma-ceza terörüne karşı açlıkgrevi

Harran Üniversitesi'nde öğrenciler soruşturma-ceza terörüne karşıaçlık grevine başladı. Urfa'da Harran Üniversitesi Öğrenci Derneği(HÖDER) öncülüğünde öğrenciler, 78 öğrenci hakkında açılansoruşturmaları protesto etmek için süresiz açlık grevi başlattı.

Yapılan açıklamada HÖDER sözcüsü Kadir Kurnaz, 18 Mayıs2010 tarihinde ülkücü bir grubun bıçaklı, silahlı saldırısınauğradıklarını, kendilerini savunan 78 öğrenciye soruşturma açıldığınıbelirtti. Ardından 30 öğrencinin yurttan atıldığı, birçok öğrenciye de 1ve 2 yarıyıl okuldan uzaklaştırma cezaları verildiği söylendi.Kendilerine verilen cezaların bir an önce kaldırılmasını istedi. Açlıkgrevinin cezalar geri çekilinceye kadar devam edeceğini söyledi.

Ankara'datutuklamalar

protesto edildiAnkara’da öğrencilere yönelik

tutuklama terörü 24 Ocak günüYüksel Caddesi’nde yapılan basınaçıklaması ile protesto edildi.

“Faşist baskılar, saldırılar,tutuklamalar bizi yıldıramaz”ozalitinin açıldığı eylemdeüniversitelerdeki polis, ÖGB ve YÖKüçgenine son süreçte tırmandırılandevlet terörünün de eklendiğisöylendi. Açıklamada Hizbullah'ın eli

kanlı katilleri dışarı salınırken devrimci, demokrat insanlar üzerindebaskıların arttığı ancak bu baskıların mücadeleyi engelleyemeyeceğivurgulandı. Basın açıklamasının ardından İstanbul'da IMF-DBprotestolarına katıldığı için Cahit Atalay’ın tutuklandığına dikkatçekildi.

DHF, Gençlik Federasyonu, Mücadele Birliği ve YDG’ninörgütlediği basın açıklamasına BDSP, DP, TÖP veAnkara Anarşi İnisiyatifi de destek verdi. 13

Page 14: Ekim Gençliği / Sayı: 130

14

Üniversiteler kurulduğu tarihten günümüzekadar hep ait oldukları egemen sınıfların çıkarlarıdoğrultusunda ideoloji ve kafalar üretmiştir. Budurum içinde bulunduğumuz kapitalist sistem içinde aynen geçerlidir. Kapitalizm üniversitelerikendisini her anlamıyla yeniden üretebilmek içinsürekli ihtiyaçları doğrultusundadönüştürmektedir. Üniversitelerde müfredatıniçinde yer alacak derslerden tutun da, kampüslerdeöğrencilerin ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaklarınaveya üniversite çalışanlarının nasıl koşullardaçalıştırılacağına kadar kapitalist sistem,üniversiteleri sürekli yeniden tasarlamakta,sistemin ihtiyaçlarına yanıt üretebilmelerinigarantilemek istemektedir. Bu bakımdan bilim veteknoloji yuvası olarak gösterilmek istenenüniversitelerde her şey, açıkça her türden çalışmasisteminin ihtiyaçlarına yanıt olmak, yani karhırsına hizmet etmek içindir.

Sermayenin üniversiteler üzerindeki

tahakkümü artıyor

'80 askeri faşist darbesinin kampüslerdekiçocuğu YÖK, coğrafyamızda üniversitelerinsermaye tarafından tahakküm altına alınmasına,düzeni ayakta tutan, ona kan taşıyan bir kurumolmasına hizmet etmiştir. '80'ler, dünyada kopanneo-liberal dönüşüm fırtınasının Türkiye'ye faşistcuntanın düzlediği yoldan uğradığı bir dönemdir.Sağlıktan, eğitime ticarileştirme saldırılarıdünyada hız kazanırken, güvencesiz ve esnekçalıştırma yaygınlaşabilsin diye büyük hazırlıklaryapılmıştır. İşte YÖK böyle bir dönemdeTürkiye'deki operasyonun adı olmuştur. YÖKönünde duran iki görevle ilgilenecektir: Eğitimticarileştirilecek, toplumsal muhalefetin dinamikgücü öğrenci gençlik topluma ve kendineyabancılaştırılarak, baskı altına alınaraksindirilecek...

Kurulduğu günden günümüze üniversitelerdepiyasalaştırmanın önünü açan YÖK, bunuüniversitelerde “aykırı” öğrenci veakademisyenlerin seslerini bastıramadanyapamayacağını bilerek yola çıkmış ve disiplinyönetmelikleri ile üniversite birleşenlerini kıskacaalarak her türden özgürlükten mahrum bırakmıştır.

Ancak öğrenci gençlik mücadelelerleüniversitelerdeki bu baskı rejiminde gedikleraçmış ve söz-basın ve örgütlenme özgürlüğünüfiilen kazanmıştır. Yine de gençliğinmücadelesinin gerilediği her durumda düzengüçleri yeniden saldırıya geçerek baskı,kazanılmış mevzileri geri almışlardır. Birkaç yıldırgerileyen öğrenci gençlik hareketi karşısındadüzen güçlerinin yaptığı bu olmuştur.Üniversiteleri kapalı bir hapishaneyeçevirmişlerdir. Ancak mevcut durumda ise burejimin artık ters tepmeye başladığını gençlik

eylemleriyle gördükleri için, bastırdıkları gençlikhareketine düzen içerisinde bazı ifade yollarıbulmaya, kanallar açmaya çalışmaktadırlar. Buamaçla yapılan icraatlarda de YÖK iş başındadır.

Sermayeye özgürlük ve güvenlik,

öğrenciye açık ceza evi...

YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan Aralık2008’de üniversite öğrencilerinin gelişen süreçteüniversitelerdeki polis terörüne karşı yoğunlaşanöfkesine karşın bir gazeteye verdiği röportajda:“Üniversitelere polis ve jandarma giremeyecek,onların yerine özel güvenlik görevlileriyetiştirilecek. Projeyle üniversitelere güvenlikgörevlilerinin girmesini engellemek istiyoruz. Nepolis üniversiteye girmek istiyor, ne de öğrencipolisi üniversitede istiyor. Özgür ve güvenliüniversite projesi çerçevesinde üniversitelerdegörev yapan özel güvenlik görevlileriniyetiştirmeyi hedefliyoruz.” demiştir. Bununlabirlikte üniversitelerde 'Hyde Park' tarzında özgüralanlar tariflenip, üniversitelilerin bu alanlardadüşüncelerini ve fikirlerini özgürce ifadeedebilmelerinin önü açılacağını belirtmiştir.

YÖK Başkanı’nın bu sözlerinin gerisinde şuanlam vardır: Bugüne kadar polis ve idare terörüile size saldırdık ancak bu toplum içindeki sınıfsalçelişkileri kışkırtmak gibi istemediğimiz bir sonuçda doğurdu. Bugün ise artık bu açık şiddettenkaçınmanın yollarını arayacağız, kampüsleriablukaya almak ve zihinlerinizi esir alabilmek içindaha kurnaz yollara başvuracağız. Sizedemokrasicilik oyunumuzun bir parçasıyapacağız.

YÖK’ün demokrasi oyunu

ehlileştirmekten ibarettir!

YÖK başkanının açıklaması ardındangeçtiğimiz dönemin başında uygulamaya koyduğu'Özgür ve Güvenli Üniversite Genelgesi' arasındatezatlık var gibi görünmektedir. Çünkü bir taraftan“üniversitelerden polisleri çekeceğiz” diyen YÖKBaşkanı, diğer taraftan ise "Şiddet içeren fikir veeylemler, özgür düşünceyi de baskı altınaalacağından, güvenli olmayan üniversitede özgürdüşüncenin çıkması da olanaksızdır" diyerek zatenüniversitelerde var olan sivil polise ve çevikkuvvete yer sağlayarak onları meşrulaştırmak,kolluk baskı ve terörünü üniversitelerde iyicekurumsallaştırmak istemiştir. Bununla yetinmeyipgenelgede üniversiteye giriş çıkışın parmak iziyleolmasını söyleyerek, hayalindeki ceza evinitariflemiştir. Düşüncelerini ifade eden, bu yollahak mücadelesi veren öğrencileri patolojik birvaka olarak gören YÖK Başkanı ayrıca sömürüdüzenine muhalif öğrencileri üniversitelerindanışmanlık ve rehberlik servislerine havale etmekistemektedir.

Üniversitelerde hava parçalı “özgür”, sağnak soruşturmalı!

Özgürlük sokakta,

parke taşlarının ardında!

Kurulduğu günden

günümüze

üniversitelerde

piyasalaştırmanın önünü

açan YÖK, bunu

üniversitelerde “aykırı”

öğrenci ve

akademisyenlerin

seslerini bastıramadan

yapamayacağını bilerek

yola çıkmış ve disiplin

yönetmelikleri ile

üniversite birleşenlerini

kıskaca alarak her türden

özgürlükten mahrum

bırakmıştır.

Page 15: Ekim Gençliği / Sayı: 130

15

YÖK Başkanı’nın bu çelişkili sözleriningerisinde tutarlı bir politika vardır. Yukarıda dabelirttiğimiz gibi düzen YÖK aracılığıyla, gençlikhareketinin kendi yolundan gitmemesi için onademokrasicilik oynayacağı alanlar açmakistemektedir. Bu durumda da bu alanlarda oyunoynamayı reddedenlerin üzerindeki her türlü baskıve zor da meşrulaşacaktır.

'Özgür üniversite' açılımında

“özgürlüğün teminatı” işkenceci polis!

Bunun böyle olduğunu uygulama çarpıcıbiçimde göstermektedir. Öyle ki geçtiğimizgünlerde Isparta Emniyet Müdürü Zeki GürkanYÖK başkanının 2008’de verdiği demeceistinaden Süleyman Demirel Üniversitesi’nde'Özgür üniversite' açılımı gerçekleştirerek,öğrencilere “Özgürlüğünüzün teminatı biziz”diyerek seslendi. Gürkan Öğrenci KonseyiÜyeleriyle yaptığı kahvaltıda şöyle konuştu: “Bizsizin özgürlüğünüzün kısıtlayıcıları olarak değil,özgürlüğünüzün teminatı olarak bulunuyoruz, sivilpolisleri üniversiteden çektik üniversite yönetimiistemesi durumunda resmi polisleri deüniversiteden çekebiliriz. Öğrencilerin rahatsızolacağı, tahrik olacağı görüntü vermemeyeçalışıyoruz.”

Ayrıca Gürkan öğrencilere “Özgürlüklerinizinkısıtlanmaması sizler için önemliyse, sizin alanınızolacak özgür bir alan oluşturulmasınıisteyebilirsiniz teklifini getirdik” diye ekledi.Gürkan, öğrencilerin rektörlükten 'Hyde Park'modeli özgür alan istemeleri gerektiğini, bu alandaöğrencilerin kendilerini istediği gibi ifadeedebileceklerini söyledi. Gürkan bununla dayetinmeyip üniversite ders müfredatına da elatarak iki kredilik 'Sosyal sorumluluk' dersi önerdive 'polis can ve polis canan' başlığı altında buprojenin polis teşkilatının tanıtılması içinilköğretimlere kadar nasıl ineceğini ifade etti.Ardından ilköğretim okullarında öğrenci veöğretmen muhbirliği ile ilgili açıklamalar yaptı.

İşte YÖK tipi demokrasi de böyle bir şeydir!Üniversitelerde esaretin adı YÖK!

Özgürlük ve gelecek için mücadeleden

başka yol YOK!

YÖK ve düzeni yıllardır gençlik üzerine çökenkara bir bulut olmuştur. Ticarileşen eğitimdensoruşturma ceza saldırılarına, okuldan atmadangözaltı ve tutuklamalarına, kameralarındanturnikelerine kadar gençliği düzen içerisinehapsetmeye onu baskıcı uygulamalarıylayıldırmaya çalışmıştır. 12 Eylül darbesinin birkurumu olan ve kurulduğu günden itibarengençliğe geleceksizlikten başka bir şey sunmayanYÖK ve düzeni, üniversite içerisinde yıllardıruyguladığı tüm baskıcı ve anti-demokratikuygulamalara rağmen gençlik tarafından yıllardırbıkmadan usanılmadan mücadelenin hedefineçakılmış, özgürlük ve gelecek mücadelesinin enönemli konularından biri yapılmıştır. Yaniüniversitelerde var olan ve sürekli yoğunlaştırılanbu uygulamalar gençliği hiçbir zamanyıldırmamıştır. Bugün her ne kadar gençlikmücadelesi istenilen kitlesellikte olmasa daüniversitelerde bugün tüm o baskıya rağmenYÖK’e ve düzenine karşı mücadele edenler vardırve var olacaktır. YÖK ve işkenceci polis bu

mücadeleyi bu tür oyunlarla teslim alamayacaktır.Affınız ve özgürlüğünüz sizi olsun,

biz başka bir üniversite istiyoruz!

Burjuvazi kampüslerde kendi işine gelecekcinsten bir özgürlük istemektedir. Bu onunözgürlüğüdür. “Özgür alan” projesi iseüniversitede sözlerin bir köşede toplanması,siyasetin kampüsün bütününden yalıtılmasıdır.Kampüslerin ihtiyacı sohbet ve arkadaşlıkortamları değil siyaset yapma hakkıdır. Ayrıca“Düşünceler şiddet ve tahrik içermedikçe”denilerek yine düzenin kırmızıçizgileri sözdeözgür alanlara taşınmaktadır. Bugünden tek farkıise düşünce ve ifade özgürlüğünün daha da küçükbir alana sıkıştırılması, gerçekte yok edilmesidir.

YÖK’ün bu projesinde diğer bir yandan ise“Üniversitelerde bir özgürlük olacaksa onu da bizsunarız ve biz teminat altına alırız” denmektedir.Proje özünde politikaya yabancılaşmış bir kitleyaratmayı hedeflerken, demokratik haklar lütufgibi sunulmaktadır. Oysa bugün hala özgürlüktenbahsedilebiliyorsa bu yıllardır soruşturmalara,tutuklamalara ve katliamlara boyun eğmeyensiyasal gençlik örgütlerinin ve duyarlı öğrencilerinsayesindedir.

Özgülük onun için mücadele

verenlerindir!

Açıktır ki özgürlük, tarih boyunca hiçbir zamanbirileri tarafından altın tepside sunulmamıştır vesunulamaz da. Bu onun doğasına aykırı olurdu. Oancak kazanılır, yani anlayacağınız bir eylemin,mücadelenin somut bir karşılığı olabilir.

Her ne kadar Isparta Emniyet Teşkilatıözgürlüğünüzün teminatı bizleriz dese de bizonları sokak ortasında infazlardan, gençliğe dönükbiber gazı, cop gözaltı, tutuklamalardan, işkencehanelerden, işçi direnişlerine dönük saldırılardan,çok iyi biliyoruz, tanıyoruz

Üniversite içerisinde düşüncelerini ifade eden,taleplerini dillendirenleri sorunlu olarak gören busitem, bizleri küçük bir alana hapsederek, körlersağırlar birbirini ağırlar misali yalıtmaya,taleplerimizi gençlik kitlelerinden uzaklaştırmakistemektedir. Ancak onlar gençliğin özgürlüktaleplerinin üniversite içerisinden küçük 'HydePark'lara sığmayacağını görecekler. Bizlerinkafasındaki özgürlük kavramı ve talebi, bırakınüniversite içerisini yaşamın ve insanın olduğu tümalanı kapsamaktadır. Onların korkuları da budurzaten, bize düşen ise o korkuları büyütmektir.

Üniversiteler bizimle özgürleşecek!

Ne YÖK’ün manevraları ne de bu döneminbaşında uygulamaya geçirilen 'Güvenlik genelgesi've SDÜ’ deki 'Özgür üniversite' açılımı gençliğingelecek ve özgürlük mücadelesini yolundasaptıramaz. Gençlik özgürlüğü düzene ve onuntüm kurumlarına karşı militan mücadele yoluylaelde edecektir.

Bilmeliyiz ki öncelikle kendimizden başlayıpiçerisinde bulunduğumuz ortamları kuşatıpsarmadıkça, kendimizi, yaşam alanlarımızıdeğiştirip dönüştürmedikçe, yani özgürlük içinalanları doldurmadıkça ne biz özgürleşebiliriz nede üniversitelerimiz.

V. Bilir

Ancak onlar gençliğin

özgürlük taleplerinin

üniversite içerisinden

küçük 'Hyde Park' lara

sığmayacağını

görecekler. Bizlerin

kafasındaki özgürlük

kavramı ve talebi, bırakın

üniversite içerisini

yaşamın ve insanın

olduğu tüm alanı

kapsamaktadır. Onların

korkuları da budur zaten,

bize düşen ise o korkuları

büyütmektir.

Page 16: Ekim Gençliği / Sayı: 130

16

Gençlik mücadelesinde belirgin birhareketlenmenin kendini hissettirdiği bir dönemdeÖğrenci Gençlik Sendikası da hareketli bir sürecegirdi.

6 Kasım yaklaşırken düzenin ortaya attığı YÖKtartışmaları karşısında "YÖK'ü kaldıracağız!"diyerek dönemi açan Genç-Sen, ardından düzeninYÖK tartışmasının devamı olarak hükumetinrektörler, YÖK ve ÖTK'lar ile yaptığı düzmecegörüşmeleri "YÖK'ü kaldıracağı, söz-yetki-kararhakkımızı alacağız!" diyerek protestolargerçekleştirdi. Güz döneminin finaliise Erzurumeylemleri oldu.

Süreç bu yönüylepolitik olarakgüçlüdür. Ancak bupolitik canlanmayıkalıcı kazanımlaradönüştürebileceksonuçlar eldeedilememiştir. Bubağlamda Genç-Sengenel gençlik hareketinintablosunun bir parçasıolarak, ortaya çıkışındanbu yana yanında taşıdığısorunlarını aşmakyönünde kararlı bir adım atamamıştır. Süreçte eldeettiği kazanımlarının ise garanti altına alındığınısöylemek mümkün değildir. Sendikanın yaşadığısorunlar esası yönünden değişmeden devametmektedir."Söz, yetki ve karar hakkımızı alacağız!"

4 Aralık'ta YÖK başkanı ve rektörler ilegörüşen başbakan üniversiteleri hedef alacakdönüşüm planlarını açıklarken öğrenci gençlik dekendi talepleri ile alandaydı. Genç-SenDolmabahçe'de gerçekleştirdiği yürüyüş ileüniversite birleşenlerine kapısını kapatan vesermayenin direktiflerini esas alan toplantıyıprotesto etti. Protestoya dönük gerçekleştirilenpolis terörü ardından başlatılan karalamakampanyasının karşısında Genç-Sen'in başındanberi talepleri ile alana çıkması, ısrarla "Söz, yetkive karar hakkı" istemesi lafazanlık karşısında elinigüçlendirmiştir.

19 Ocak'a gelindiğinde ise Genç-Sen’in kronikhastalıkları nüksetti. Harç zamları sürecindealanlarda yaşadığı sıkışmayı aşmak için çaba sarfeden sendika, il meclislerini işletmeye çalışmış,okulların kapalı olduğu bir dönemde bu şekildekarar alma süreçlerini tabana yaymak için adımatmıştı. Ancak bu şekilde sendika ilk dönemindekigünlerine geri dönmüş, bazı bürokratikalışkanlıklar da geri gelmiştir. 19 Ocak'ta İÜ

önünde yapılacak eyleme destek verilmesi önerisimerkezi alınan eylem kararı gerekçe gösterilerekreddedilmiştir. İstanbul'da yapılacak protestoyadestek olmanın merkezi eylemi zayıflatacağı gibiboş bir iddiaya sarılan liberal-reformist blok ilmeclisi karşısında saatlerce ayak diretmiştir. Aynıgünlerde ise Emek Gençliği, Gençlik Muhalefeti,Öğrenci Kolektifleri ve TKP'li Öğrenciler ilebaşlayan tartışmalarda Genç-Sen adına toplantılarakatılan MYK üyeleri il meclislerinde ortaya konan

iradeye rağmen farklıbir tutum almıştır.Ardından da birçokGenç-Senli tarafındansahiplenilmeyen birinsiyatif ortayakoymuşlardır.ÜniversiteKonferansı'nıgerçekleştirenbileşenin birçokgençlik öznesinekapılarınıkapatmasına veilkesiz birbirliktelik içintabanın

tartışmalara katılımını engelleyenanlayışa karşı, birçok Genç-Senli itiraz etmiştir.Ancak buna rağmen toplantıları takip eden MYKüyeleri yükselen tepkilere kulaklarını tıkayarakkendi dar politik çıkarları yönünde tutum alarakbürokratik bir engele dönüşmüşlerdir. KısacaGenç-Sen yeniden üylerine rağmen karar alan birsorumsuzlukla hareket ettirilmek istenmiştir. Amabu sefer MYK bile kendi içinde hemfikir değildir.Bu nedenle bazı MYK üyelerinin iradesi de yoksayılmıştır.Esas alınması gereken yerellerde etkin

bir faaliyettir!

Söz, yetki ve karar hakkı ilkesi doğrultusundatabanın katılımını sağlayamamak, yerellerde kitlefaaliyetini ajitasyon ve propagandanın ötesinetaşıyamamak sonucunu vermiş, böylelikle desendikanın etkisini daraltmıştır. Birkaçı hariçtutulursa yerellerde protestoların içeriği vegençliğin talepleri tartışılmamıştır. Örgütlenen'Üniversite Konferansı' da bu zihniyetin birsonucu olarak arka arkaya tebliğlerin okunduğu birbiçim almıştır. Oysa önümüzde gençlik kitlesi iletaleplerimizi ve nasıl bir üniversite istediğimizitartışmak, kitleleri mücadelenin etkin bir birleşenihaline getirmek hedefi durmaktadır.

Taleplerimiz için fiili-meşru militan

mücadele esas alınmalıdır!

Düzen tarafından çizilen resmi çerçeveyi esas

Genç-Sen 4. Genel Kurulu'na giderken...

Kitlesel-demokratik ve

devrimci bir Genç-Sen için ileri!

19 Ocak'a gelindiğinde

ise Genç-Sen’in kronik

hastalıkları nüksetti. Harç

zamları sürecinde

alanlarda yaşadığı

sıkışmayı aşmak için

çaba sarf eden sendika, il

meclislerini işletmeye

çalışmış, okulların kapalı

olduğu bir dönemde bu

şekilde karar alma

süreçlerini tabana

yaymak için adım atmıştı.

Ancak bu şekilde sendika

ilk dönemindeki günlerine

geri dönmüş, bazı

bürokratik alışkanlıklar

da geri gelmiştir.

Page 17: Ekim Gençliği / Sayı: 130

17

alan liberal-reformist blok, tabanın sendikayı buresmi çerçevenin dışına çıkarmaması için elindengeleni yapmıştır. Sınıflar mücadelesi içindeezilenlerin muhatap alınmak gibi bir sorunu yoktur.Esas olan haklı talepleri doğrultusunda kararlı birmücadele verebilmek, bu talepleri söküp alacak birgüç ortaya koyabilmektir. YÖK vs. tarafındanmuhattap alınmayı mücadelenin merkezinekonulduğu müddetçe bir mevzi dekazanılamayacaktır. Zira bugün göstermelikkurumlara dönüşmüş bulunan ÖTK'ların ortayaçıkışı da onbinlerce öğrencinin verdiği fiili-meşrumücadelenin sonucu olmuştur ve düzen ÖTK'yıtanımak zorunda kalmıştır. Bugünün imkanlarıiçinde ise sendikanın önünde duran haklarımızuğruna mücadele etmek ve mücadele cephesinibüyütmektir, muhattap alınmayı talep etmek değil.

CHP'li bir vekilin sunduğu imkanlar ilekamuoyuna seslenmiş olmak da Genç-Sen'inmücadeleyi yanlış ele alışının bir başka yansımasıolmuştur.

CHP'nin bir düzen partisi olarak gençliğingeleceğini çalan sistemin bir parçası olduğuaçıktır. CHP ile birlikteTÜSİAD vediğer gericisiyasal odaklarıngençlikhareketine olansempatileriningerisindekinedenler açıkçateşhir edilmelidir.Bu genel gençlikkitlesi içindekiburjuva siyasalakımların önünegeçebilmek içinşarttır.

Genç-Sen bubağlamda tüm gücünüalanda yürüttüğü faaliyetten ve kitle tabanındanalmak durumundadır. Bugün "Bizi muhattap almakzorundasınız" demek mücadelenin taraflarıarasındaki çelişkiyi gözden kaçırmanın sonucudur:Genç-Sen temsilcileri rektörlerle görüşmekistediklerinde cevapsız kalmışlardır. YTÜ'de veAÜ'de ise görüşme talebi mücadele ve oluşan tepkikarşısında rektörlükten gelmiştir. Açıktır ki,ezilenler taleplerini mücadele ile dile getirebilir vekazanabilirler.Genç-Sen birleşik ve kitlesel bir gençlik

mücadelesi için zemin olmalı!

Gençlik hareketi tüm sorunları ve sınırlarınarağmen, gelişme imkanlarını da barındırmaktadır.Genç-Sen de hareketin parçası olarak bu durumuyansıtmaktadır. Sendika bugün halen gençlikgruplarına sıkışmış bir haldedir. Bu bir yere kadaranlaşılabilir, ancak sorun dar grupçuluktur. Neyazık ki, Genç-Sen içinde genel eğilim halen dargrupçuluktur. Her süreçte kazanılan birkaç kadrosendikanın tabanda genişlemesine tercihedilmektedir.

Gençlik hareketindeki tüm kıpırdanmayarağmen, bir mücadele hattı örebilmek içinbaşlatılan her süreç birçok siyasal özne tarafındanyanıtsız bırakılmaktadır. Genç-Sen birleşenlerininde önemli bir bölümü bu süreçte sendika içinde

hareket etmeyi tercih etmiştir. Bu elbetteanlaşılabilir bir durumdur. Ancak bu darlıktasiyaset yapmak, gençlik mücadelesini sendikayadaraltmak tercih edilmektir. Kendi iddiası ile busüreçte öne çıkmak yerine sendikanın bürokratikişleyişi içine çekilerek atıl bir durumadüşülmektedir. Genç-Sen ile siyasal örgütlenmekarşı karşıya konulmaktadır. Biz ise hem Genç-Seniçerisinde faaliyet yürütüyoruz, hem de siyasalplanda Genç-Sen’in bürokratik sınırlılıklarınıtakılmadan etkin bir siyasal inisiyatif sergilemeyeçalışıyoruz. Ancak, "Bu süreçte sendika ile hareketedeceğiz, toplantıya gelmemize gerek yok" diyenalgı kendi iddiasızlığı ile sendikayı dar birplatforma çevirmektedir. Bu taktirde sendikatoplantıları siyaset toplantıları yerine ikameedilmekte ve kimi siyasi öznelerin dediği gibi"Genç-Sen'in içindeki siyasetlere ayrı bir çağrıyağmaya gerek yok" denilmesine zeminyaratmaktadır.

Bürokrasi engelini aşalım!

Genel kurulagidilirken Genç-Sen'inönünde, geride kalançalışma döneminingerçekçi birdeğerlendirmesi veönümüzdekidöneminihtiyaçlarının tespitive karşılanmasıyönünde kararlarınalınması vardır.Bunun elbettekibir gün içindegerçekleşebilmesiimkansızdır. Bunedenle genelkurul hazırlık

sürecinde örülecekçalışma ve açılan tartışmalar

değerlendirilebilmelidir. Genel kurula giderken üniversite şubelerinde

de ÜYK seçimleri yenilenecektir. Sendikanın ilkgününden beri en geniş katılımlı toplantılarınalındığı şube meclisleri ise, işlemeyen birorganın seçimi ve dolaysız olarak sendikabürokrasisin de konum tutma hırsına kurbanedilmektedir. Gelen öğrenciler bu seçim oyunuiçine sıkıştırılmakta, mücadelenin ihtiyaçlarınıtartışmak ve bir politik-pratik hat çizmeye önemverilmemektedir. "Bir seçim yapılsın sonrasınabakarız" denilerek geniş katılımla toplanan buşube meclisleri heba edilmektedir. ÜYK tüzüğünöngürdüğü bir organ olarak hemen hiçbir yereldeişlememekte ve yine hiçbirinin ihtiyacına cevapverememektedir. Bu ve diğer benzeri darzeminler, toplantıların ve organların enerjisiniyok etmekte, zamanını çalmaktadır. Bu nedenle,üniversite meclislerine, mücadelenin sorunlarınıtartışan, politik-pratik hattını belirleyen, kararbekleyen değil belirleyen ve uygulayan birişlerlik kazandırılması gerekmektedir. Geçmişdönem ÜYK'larının özel bir işleyişinin olmadığıtüm yerellerde, ÜYK seçimine duyulan ilgiteşhir edilmelidir. Bu vesileyle sergilenensektrerlik karşısında yerelin ihtiyaç duyuduğu,demokratik katılıma zemin sunan işleyiş biçimitartıştırılabilmelidir.

Gençlik hareketi tüm

sorunları ve sınırlarına

rağmen, gelişme

imkanlarını da

barındırmaktadır. Genç-

Sen de hareketin parçası

olarak bu durumu

yansıtmaktadır. Sendika

bugün halen gençlik

gruplarına sıkışmış bir

haldedir. Bu bir yere

kadar anlaşılabilir, ancak

sorun dar grupçuluktur.

Page 18: Ekim Gençliği / Sayı: 130

18

Bahar kampanyası

Geçtiğimiz dönem 'Nasıl bir üniversite', 'Sözyetki ve karar hakkı' ve 'Öğrenci temsiliyeti' gibibaşlıkların tartışıldığı bir süreç yaşandı. Bahardöneminde de gençlik açısından bunlar öneçıkarılması gereken konulardır. Güz dönemisonunda kimi yerellerde yoğun bir kitleçalışmasıyla taleplerin ortaya konulacağı'Üniversite referandumu' gibi öneriler, genel kuruludaha geniş katılım ve zengin bir içerik ilegerçekleştirmeye olanak tanıyabilir. Bu yoğunluktabir çalışma ne denli güç olsa da yine de, genelkurulun ihtiyaç duyduğu dinamizmi yaratmanın biryoludur. Genel kurulu bir MYK seçimi ötesinetaşıyabilmek, onu sendika içinde bürokratikköşelerin paylaşıldığı bir zemin olmaktançıkarmak, ancak bu ölçüde mümkün olur.

Zira önceki genel kurullarda MYK koltukpaylaşımına ve siyasetlerin bu temelde yürüyenmücadelelerine sahne olmuştur. Bu zihniyet bileyerellerde işletilmeyen il ve ünivesite meclisleriningerisindeki nedeni göstermektedir: Söz-yetki-kararhakkı MYK gibimekanizmalarahavaleedilmektedir.MYK iledoğrudan bağıolmayan bir üyeise çoğu zamandışlanmaktadır.Bu da açıkçagösterir ki tüm bubürokrasi üzerinesiyasal birdayatmacılıkbinmektedir.

Bu bayağıdüzeneğinüstesindengelemenin tek yolu etkin bir hazırlık süreci örmekve hareketin ihtiyaçlarına odaklanmaktır. Buenerjik bir çalışma demektir ve bir baharkampanyası böyle çalışmanın ihtiyaç duyacağızemini sağlamak için fazlasıyla anlamlı olacaktır.

Geçtiğimiz dönem önerilen 'Üniversitereferandumu' için MYK’dan karar çıkmış olsaydı,dar güçlerle sınırlı bir çalışma olarak kalacaktı.Oysa mevcut koşullarda, tabandan örülecek birtartışma süreciyle bu tür bir çalışma, aşağındanyukarıya sendikanın canlanmasına ve mücadeleninivme kazanmasına hizmet edebilir. Bu da zatengenel kurula yapılmış en anlamlı hazırlık olur. Aksihalde dönem işlemeyecek bir ÜYK seçimi ilebaşlar, çeşitli merkezi materyallerin kullanımınınplanlandığı birkaç şube meclisi ile sürer ve Genç-Sen dar 'siyaset platformu' olarak karükatürizeedilen biçimiyle hayata geçmeyecek kararlarıalacağı genel kurulunu toplayarak MYKüyeliklerini pay eder. Başka bir değişle, yenidönem bıraktığımız yerden başlar.

"Kampüs" üzerine...

Geç-Sen çıkarmaya başladığı "Kampüs"gazetesi ile önmli bir kulvar açmıştır kendisine.Ancak esas olan bu yayının kullanımıdır. Bu da ikibiçimde olur.

İlkin yayın yerellerde okurlar ile birlike

örgütlenmeli, böylelikle yayın çalışması bir okurkitlesi yaratabilmenin yanında gençliği sendikafaaliyeti içine kazanabilmenin bir aracı olmalıdır.

İkinci olarak ise yayının hazırlık aşamasısendikanın tüm üyelerinin canlı bir iç tartışmasınınürünü olabilmeli ve isteyen üyeler düşünsel olarakda pratik olarak da yayına katkı sunabilmelidir.Yayın hazırlık komisyonları bu açıdan etkin, açıkve demokratik bir şekilde işletilebilmelidir.Sendikanın tek yayın faaliyeti olarak Kampüs aynızamanda genel kurul hazırlık süreciniyansıtabilmeli ve genel kurulun örgütlenmesürecinde aktif olarak kullanılabilinmelidir.Genel kurul mücadelenin ihtiyaçlarına

odaklanmalıdır

Üniversite meclislerinde genel kurul öncesindeyapılacak toplantıların ÜYK seçimine sıkışmaihtimali büyüktür. Aynı tehlike en üst ölçekte MYKseçimleri aracılığıyla genel kurul için de geçerlidir.Genel kurul buna karşın yeni döneme dair

fikirlerin toplandığı,somut bir mücadelehattının çıkarıldığı birbiçimde elealınabilmelidir. Bununyüzlerce katılımcınınolacağı birkaç saatlikbir toplantıdagerçekleşmesi tabii kiimkansızdır. Ancakhazırlık süreci buamaçla etkinbiçimdedeğerlendirilebildiğitaktirde bu sorununönüne geçilebilir.Bu bakımdan engeniş zaman dilimi

bu kapsamdaki tartışmalaraayrılmalıdır.

Genç-Sen içinde liberal-reformist blokaçısından dönem değerlendirmeleri, kendi daralgılarının sınırlılığı içinde oluştuğu için geneldeyapılan işlerin olumlanmasından ibaretkalmaktadır. Birkaç kadro kazanmak, zaten birpratiği olmayan unsurların sendika altında alandabulunmaları ve eylem pratiğinden de geri düşmüşöznelerin yine sendika altında alana çıkabilmelerielbette olumludur. Ama mesele gençliğin kitleselörgütlü mücadelesine önderlik edebilmektir.Durumu buradan değerlendirdiğimizde hemmevcut olanı tüm kapsamıyla görmek, hem de ilerisonuçlar çıkarmak mümkün olur.

Açıktır ki sendika tabana doğrugenişlememekte, inisiyatif bürokratikmekanizmalarda toplanmakta ve düzenli bir pratikfaaliyet yürütülmemektedir. Geçmişten günümüzesiyaset toplantılarında doğru düzgünsavunulamayan ve kabul ettirilemeyen ihtiyaç dışıeğilimler ise sendika bürokrasisi içinde tutulanköşelerden hayata geçirilmektedir.

Geçtiğimiz döneme ilişkin yaşanan birçoksorun MYK düzleminde de değerlendirilmelidir.MYK kendi içinde düzensiz bir çalışma ortayakoymuş, altına girdiği sorumlulukları daaksatmıştır. Elbette bu sorunun gerisinde yapısalnedenler vardır. Çözümü de bu nedenleri ortadankaldırmak ölçüsünde olanaklıdır.

Açıktır ki sendika tabana

doğru genişlememekte,

inisiyatif bürokratik

mekanizmalarda

toplanmakta ve düzenli

bir pratik faaliyet

yürütülmemektedir.

Geçmişten günümüze

siyaset toplantılarında

doğru düzgün

savunulamayan ve kabul

ettirilemeyen ihtiyaç dışı

eğilimler ise sendika

bürokrasisi içinde

tutulan köşelerden

hayata geçirilmektedir.

Page 19: Ekim Gençliği / Sayı: 130

19

İşçi ve emekçilerin örgütsüzlüğünü her fırsattadeğerlendirmeye çalışan sermaye iktidarı işçi veemekçileri sefalet koşullarına mahkûm etmektedir.Kuralsızlıkların hüküm sürdüğü, işçinin canınazerrece önem verilmediği fabrikalarda, atölyelerdeişçiler ölümle burun buruna çalıştırılmaktadır.Sermayenin tüm bu saldırılarına karşı haklarınıaramak için sokağa çıkanlar ise azgın bir devletterörüyle karşılaşmaktadır.

Üniversitelerde durum farksız. Öğrencilerin enküçük hak talepleri bile saldırılarla engellenmeyeçalışılıyor. Yıllardır YÖK’le birlikte kışlayaçevrilen üniversitelerde ilerici, demokrat vedevrimci öğrenciler her an baskı altındatutulmaya, sindirilmeye, üniversitelerden“temizlenmeye”, soruşturmalarla yıldırılmaya vekorkutulmaya çalışılıyor.Uzaklaştırmacezaları veatılmalarlaeğitim haklarıengelleniyor.İşsizlik vegeleceksizliğemahkûmedilmeyeçalışılanüniversiteöğrencilerininyaptığıçalışmalar veeylemler ÖGB,polis ve onlarıngüdümündeki sivilfaşistler tarafındansaldırıya uğruyor.Son dönemlerde iseazgın birsoruşturma terörü uygulanıyor. Üniversiteöğrencilerinin sözde temsilcileri ile görüşülürkendışarıda öğrencilerin hakları için mücadele edenasıl temsilciler ise ODTÜ ve Bilkent’te olduğugibi polis terörüne maruz kalıyor.

Bu saldırılarıyla başarıya ulaşamayınca isetutuklama terörü devreye giriyor. Son dönemdeçok sayıda devrimci-demokrat öğrenci degözaltına alınarak tutuklanmıştır. Buradatutuklanarak zindanlara kapatılanlara sahipçıkmak gereğini ortaya koymak için, aylar öncetutuklanan sınıf devrimcilerini anlatmak istiyoruz.

Ankara Üniversitesi öğrencisi Onur İnce ilebelediye işçisi Hızlan Erpak 6 aydır tutsaklar.Polis onları gözaltına alırken, mahkeme detutuklarken gerekçe bulmakta zorlanmadılar.Mamak Kültür Sanat Festivali’ni yasa dışıgösteren polis ve mahkeme el birliği yaparak,onları Sincan F Tipi Hapishanesi’ne kapattı.

Peki neden?Mamak’ta sınıf devrimcileri tarafından her yıl

işçi ve emekçilerin sorunlarının tartışıldığı,sömürü düzenin çürümüşlüğünü ortaya koyan, işçive emekçilere açlık ve yoksulluktan başka bir şeyvaat etmeyen bu düzene karşı sınıfsız vesömürüsüz bir dünyanın var olduğunu anlatandolu dolu festivaller örgütlenmektedir. MamakKültür Sanat Festivali Mamak İşçi Kültür Evitarafından yıllardır emekçilerle birlikte örgütlenendevrimci bir kültür sanat etkinliğidir. Her yılbinlerce emekçiyi yan yana getiren bir kardeşliksofrasıdır. Festivalin 7.si daha öncekiler gibibaşarıyla gerçekleştirilmiştir.

Mamak’ta yaratılanbu mevzi sermayedevletini rahatsızetmiştir. Çünkü sınıfdevrimcilerisermayenin çarklarınaçomak sokmaktadır.Bu nedenle son ikifestivalin ardındansınıf devrimcilerineyönelikoperasyonlargerçekleştirilmiştir.6. festivalinardından üç sınıfdevrimcisitutuklanmış, 7.festivalinardından ise dörtsınıf devrimcisitutuklanmıştır.

Mamak Kültür SanatFestivali’nin çalışmalarına katılmak gerekçesiyle

iki sınıf devrimcisi hala F tipindedir ve daha 6 aygeçtikten sonra ilk duruşmaya çıkarılmaktadır.

İşçi Kültür Evleri’nin gündüzündesömürülmeyen, gecesinde aç yatılmayan birdünya için, yoksulluğa ve yozlaşmaya karşı 8yıldır Mamak’ta yaptığı mücadele çağrısına kulakverelim! Bu topraklarda asalak sermaye iktidarınakarşı direnen ve bu uğurda tutsak düşen sınıfdevrimcilerine sahip çıkalım! Sizleri Sincan 1No’lu F Tipi Hapishanesi’nde bulunan tutsaksınıf devrimcileri, Hızlan Erpak ve Onurİnce’yle dayanışmaya ve onları sahiplenmeyeçağırıyoruz.

Onur ve Hızlan’ın ilk duruşması 22 Şubat’ayapılacak, onları yalnız bırakmayalım.

Ankara Ekim Gençliği

Tutsak sınıf devrimcilerine sahip çıkmak geleceğimize

sahip çıkmaktır!

Dayanışmayı yükseltelim!

İşçi Kültür Evleri’nin

gündüzünde

sömürülmeyen,

gecesinde aç yatılmayan

bir dünya için, yoksulluğa

ve yozlaşmaya karşı 8

yıldır Mamak’ta yaptığı

mücadele çağrısına kulak

verelim! Bu topraklarda

asalak sermaye

iktidarına karşı direnen

ve bu uğurda tutsak

düşen sınıf devrimcilerine

sahip çıkalım!

Page 20: Ekim Gençliği / Sayı: 130

Önümüzdeki dönem, yani bahar dönemi, birbiriyle bağlantılı olarakişleyecek iki yönlü bir süreci ifade etmektedir. Gelecek ve özgürlük

talebi etrafında örülecek geniş mücadele cephesinin yanında baharıntanıklık ettiği özel tarihsel gündemler de gençliğin devrimci mücadelesinin

büyütülmesi için büyük bir olanak sunmaktadır. Bu olanaklardeğerlendirilebilirse, bu süreçte yakın zaman öncesine kadar durgun bulunan

ve bir süredir bu durgunluğun aşılması yönündeki gelişmelerine tanıklıkettiğimiz gençlik hareketinin büyümesi ve devrimci temellere oturması için

önemli kazanımlar elde edilebilecektir.Bahar dönemi çalışmasının bir yanını gençliğin gelecek ve özgürlük

taleplerinin işlenmesi oluşturmaktadır. Gelecek ve özgürlük, geniş gençlikyığınlarını kesen çok temelli sorunlardır. Ancak, bu taleplere sahip çıkmak ve bu

eksende gençliğin devrimci mücadelesini örgütleyebilmek, kısa bir süre önceyapılanlar gibi bir takım biçimsel etkinliklerle değil, gençliği sürecin öznesi haline

getirebilecek kapsamda çalışmaların yürütülmesine bağlıdır. Bu durum devrimcigençlik hareketinin gelişebilmesinin olmazsa olmaz koşullarından biridir. Çünkü aksi

durumda, yani geniş gençlik kesimlerinin irade ve inisiyatifine dayanılmadığı, bukesimlerin mücadelenin öznesi haline getirilmediği yerde, sermayenin saldırılarını

püskürtebilecek düzeyde kitlesel ve devrimci bir gençlik hareketi yaratmak mümkünolmayacaktır. Diğer yandan bu, bugün hareketin başına çöreklenerek düzen içi ham

hayaller peşinden koşan, hareketi bu tarafa sürüklemek ve bu sınırlara sıkıştırmak isteyenliberal-reformist çizginin yarattığı cenderenin parçalanabilmesinin de temel koşullarından

biridir.Daha önce ilan edilen kurultaylar süreci

bu açıdan önemli bir yerde durmaktadır.Yerellerde oluşturulacak taban örgütlülüklerine

dayanan ve tam anlamıyla tabanın iradesini açığaçıkaracak olan gençlik kurultayları, gelecek ve

özgürlük talebini yüksek sesle dile getiren gençlikkesimlerinin tartışmaya ve birlikte üretmeye olan

ihtiyacının karşılanması, bu talepler etrafında örülecekmücadelenin somut biçimler alması ve sermayenin

saldırıları karşısında gençlik barikatının kurulabilmesi içinönemli bir yerde durmaktadır. Baharın devrimci günleri gençliğin mücadele

ateşini harlayacak!

Böylesi bir tablo ile kendi iç dinamiklerini harekete geçirmeye,kendisini, oluşturulacak bu dinamiklerden doğru örgütlemeye

çalışacak olan hareketin devrimcileşmesinde bahar döneminin tarihselgünleri belirgin bir rol oynayacaktır. Baharın devrimci coşkusu ile gençliğin

dinamizminin buluşturulması, gençliğin kavga ateşini daha da harlayacaktır.Yanı sıra, baharın tarihsel gündemlerinin anlamına uygun olarak işlenmesininde en uygun yolu da bu olacaktır.

Devrimci baharının tarihsel plandaki ilk başlığı 8 Mart Dünya EmekçiKadınlar Günü olacaktır. Kapitalizmin çifte baskı ve sömürü koşullarıkarşısında sınıf mücadelesinin özel ve önemli bir alanı olarak boy verenemekçi kadın mücadelesinin sesinin üniversite kampüslerine taşınmasının,başta emekçi kadınlar olmak üzere işçi sınıfının mücadelesinin üniversitelerdeyankılanmasının aracı olacaktır bu gündem.

Bahar dönemi çalışmasının bir yanını gençliğin

gelecek ve özgürlük taleplerinin işlenmesi

oluşturmaktadır. Gelecek ve özgürlük, geniş

gençlik yığınlarını kesen çok temelli sorunlardır.

Ancak, bu taleplere sahip çıkmak ve bu

eksende gençliğin devrimci mücadelesini

örgütleyebilmek, kısa bir süre önce

yapılanlar gibi bir takım biçimsel

etkinliklerle değil, gençliği sürecin

öznesi haline getirebilecek

kapsamda çalışmaların

yürütülmesine bağlıdır. Bu durum

devrimci gençlik hareketinin

gelişebilmesinin olmazsa olmaz

koşullarından biridir. Çünkü

aksi durumda, yani geniş

gençlik kesimlerinin irade ve

inisiyatifine dayanılmadığı,

bu kesimlerin mücadelenin

öznesi haline getirilmediği

yerde, sermayenin

saldırılarını

püskürtebilecek

düzeyde kitlesel ve

devrimci bir gençlik

hareketi yaratmak

mümkün

olmayacaktır.

20

Gençliğin devrimci baharını

kazanmak için ileri!

Page 21: Ekim Gençliği / Sayı: 130

21

Aynı gündem ayrıca, 8 Mart’ı tarihselanlamından ve sınıfsal özünden kopararak onunideolojik-politik anlamını düzen sınırları içinehapseden 'genç kadın' ana temalı anlayışa karşıverilecek mücadeleyi de gerekli kılacaktır.Reformizmin yarattığı yanılsama ve bulanıklığakarşı “Kadın olmadan devrim olmaz, devrimolmadan kadın kurtulmaz” denilerek kadınsorunun çözümünün sosyalizmde olduğuvurgulanabilmeli, bu vurgu etkin bir çabaya konuedilmelidir.

Bahar dönemindeki ikinci gündem 16 MartBeyazıt Katliamı'dır. 16 Mart 1978’de BeyazıtMeydanı'nda toplanan kitleye karşı sivil faşistleriaracılığıyla gerçekleştirdiği bombalı saldırı ilesermaye iktidarı, yükselen devrimci mücadeleyikatliamlarla bastırmayı amaçlıyordu. O günBeyazıt'ta 7 devrimciyi katleden devlet Maraş'tave Sivas'ta da kan döktü. Yakın zamanda Şerzan'ıve Aydın'ı da katleden sermaye devletinin budönemde yine gençlik üzerine eğildiği açıktır. 16Mart’ın yıl dönümünde katliamcı devleti teşhiretmek ve güncel baskılar karşısında mücadeleyibüyütme çağrısı ile birleştirmek durumundayız.

Bugün Beyazıt katliamını hatırlamak,lanetlemek ve hesabının sorulacağını söylemek,'80 öncesinde var olan devrimci gençlikmücadelesini yalnızca övünülecek bir tarihseldönem olarak değil, düzen sınırlarını aşan,yönünü burjuva diktatörlülüğünün yıkılmasına vesosyalizme çeviren bir gençlik hareketininörgütlenmesi için tarihsel bir deneyim olarak elealmak gibi bir kavrayışla bütünleştirilebilmelidir.

Devrimci baharın mücadele günlerinden diğeride 21 Mart-Newroz'dur. Newroz, Kürt halkınınon yılları bulan onurlu direnişinin selamlanması,uğruna nice bedeller ödediği haklı ve meşrutaleplerinin sahiplenilmesi, “modern Dehaqlarakarşı” devrim ve sosyalizm mücadelesininyükseltilmesi gerektiğinin vurgulanması için özelbir fırsattır.

Daha özelde ise Newroz’da Kürt halkının enmeşru taleplerinden biri olan ve içindebulunduğumuz dönemde önemli bir eşiğedayanan anadilde eğitim mücadelesininbüyütülmesi önemlidir. Anadilde eğitim gibi birtalebi bile karşılamaya yanaşmayan düzenin Kürthalkına gelecek ve özgürlük sunamayacağıortadadır. Bu gerçek kendisini her geçen gün dahaaçık bir biçimde göstermekte, bu da daha büyükdirenişlerle karşılanmaktadır. Newroz, herdefasında sermaye devletinin inkar, imha veasimilasyon saldırıları ile karşılanan mücadeleninen temel dinamiği olan Kürt gençliğinin devrimve sosyalizm mücadelesine çağrılması içindeğerlendirilmelidir.

Baharın bir başka önemli günü de 30 Mart-Kızıldere’dir. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan veHüseyin İnan’ın idamlarının engellenmek isteyendevrimcilerin, 30 Mart 1972’de Kızıldere’dekatledilmeleri sergiledikleri direnişlehafızalarımızda yerini almıştır. Siperyoldaşlığının en ileri örneğinin yaşandığıKızıldere’de, teslim alınamayan devrimci direnişbir kez daha zafer kazanmıştır. Kızıldere'yiunutturmamak bugün de gençliği hedef alansaldırılar karşısında göğüs gerebilmek ve militanruhu büyütebilmektir.

Bugünün gençlik hareketinin Kızıldere’den vebu direnişin kahramanlarından öğreneceği çokşey vardır. Kızıldere, Mahirler şahsında devrimcikimliğin, davaya bağlılığın, direnişin ve siperyoldaşlığının aynası olmuştur. Tüm bunlarınyanında düzenden ve devletten kopuşun

Gençliğin devrimci baharını

kazanmak için ileri!

Gençlik hareketi bu 1

Mayıs’ı gelecek ve

özgürlük mücadelesi ile

karşılamalıdır. Bahar

döneminin başından

itibaren yükselteceği

gelecek ve özgürlük

talebi, doğal olarak,

1 Mayıs’ın da gençlik

cephesindeki temel

gündemi olmalıdır.

Bunun yanında da

gelecek ve özgürlüğün

sosyalizmde olduğu

vurgulanacak, 1 Mayıs’ın

kızıllığı korunacaktır.

Page 22: Ekim Gençliği / Sayı: 130

22

yaşandığı bir döneme ışıktutmaktadır. Kızıldere’de davaiçin canlarını ortaya koyan buyiğit devrimcileri anmak,bugün gençlik içerisindeyayılmaya çalışılan liberal-reformist havanın kırılmasıiçin mücadele etmeyi dezorunlu kılmaktadır.Reformizm bugün, '71 yılındayaşanan çıkışıetkisizleştirmek, gençliğinonlarca yıl öncegerçekleştirdiği düzen vedevletten kopuşun üzeriniörtmek, bugün yaratılanhareketi ise ’71 çıkışınıngerisine çekmek ve bunu gerisınırlar içerisine hapsetmekistemektedir. Kızıldere’deyaşamını yitiren devrimcilerinanılması ve direnişinselamlanması, reformizmintüm engellemelerine rağmendevrimci mücadeleninyükseltilmesi çağrısı ve“Kızıldere son değil, savaşsürüyor!” haykırışı olacaktır.

Bahar döneminin doruğuise 1 Mayıs'tır. İşçi sınıfınınuluslararası birlik, mücadeleve dayanışma günü olaraktarihe geçen 1 Mayıs,kapitalist sömürüegemenliğinde ezilen tümkesimlerin mücadele günüdür.Geleceği sosyalizmde gören genç komünistleriçin de 1 Mayıs işçi sınıfı yanında alanlaraçıkmanın ve talepleri haykırmanın günüdür.Baharın en ateşli gününde gençlik kitleleri degelecek ve özgürlük özlemleri için işçi sınıfı ilebirlikte mücadeleye çağrılmalıdır.

Gençlik hareketi bu 1 Mayıs’ı gelecek veözgürlük mücadelesi ile karşılamalıdır. Bahardöneminin başından itibaren yükselteceği gelecekve özgürlük talebi, doğal olarak, 1 Mayıs’ın dagençlik cephesindeki temel gündemi olmalıdır.Bunun yanında da gelecek ve özgürlüğünsosyalizmde olduğu vurgulanacak, 1 Mayıs’ınkızıllığı korunacaktır.

1 Mayıs’ın ardından ise gündemde 6 Mayıs ve18 Mayıs olacaktır. 6 Mayıs 1972’de darağacındaölümsüzleşen Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan veHüseyin İnan ile 18 Mayıs 1973’te ser verip sırvermediği işkence tezgâhlarında katledilenİbrahim Kaypakkaya’nın anılması, tarihinomuzlarımıza yüklediği bir sorumluluk olmaklabirlikte, aynı zamanda güncel bir görevdir.Kızıldere vesilesiyle vurgulanan politik eksen, 6Mayıs ve 18 Mayıs anmaları için de fazlasıylageçerlidir. Bu üç özel gün de devrim vesosyalizm mücadelesinin kilometre taşlarıdurumundadırlar ve yüzünü burjuvazininiktidarını devirmeye dönen gençliğin önündeki enanlamlı tarihsel örneklerdir.Baharın coşkusuyla devrimci gençlik

hareketini büyütmeye!

Gençlik hareketi cephesinden dolu dolu

geçecek bir bahar dönemi duruyor önümüzde.Geçmişin devrimci mirasının ışığında bugününgelecek ve özgürlük mücadelesiniörgütleyebilmek hareketin kaderininbelirlenmesinde tayin edici bir öneme sahipolmaktadır. Bu sürecin hemen arkasındangündeme gelecek olan genel seçimler de baharınkazanımlarıyla, devrim ve sosyalizmmücadelesini büyütmek için önemli birgündemdir. Zira düzenin ve liberal-reformistanlayışın genel seçimlerle yayacağı düzen içi veparlemantarist hayallerinin dağıtılmasına baharındevrimci havasında gelişecek bir gençlik hareketide önemli bir dayanak olacaktır.

Bahar dönemi ve bu dönemin getirdiğidevrimci görevler, genç komünistlerinsorumluluklarına da işaret ediyor. Düzenin vereformizmin saldırıları karşısında devrimcigençlik hareketini büyütmek, gençliği devrim vesosyalizm davasına kazanmak gibi temel birsorumluluk duruyor karşımızda. Busorumlulukların bilinci ile güne yüklenelim,kavganın ve gençliğin devrimci baharınıyaratalım.

Genç komünistler için baharın tüm yoğunluğuile birlikte dinamizmi ve devrimci ruhu yerelörgütlülüklerimizi güçlendirmek, kitleilişkilerimizi yaygınlaştırmak ve politikalarımızıalanlarda etkin bir biçimde hayata geçirebilmekiçin değerlendirilmelidir. Düzenin saldırıları vereformizmin tarihsel ayak oyunu karşısındakampüslerde mücadelenin kızıl bayrağınıyükseltelim.

Gençlik hareketi

cephesinden dolu dolu

geçecek bir bahar

dönemi duruyor

önümüzde. Geçmişin

devrimci mirasının

ışığında bugünün gelecek

ve özgürlük mücadelesini

örgütleyebilmek

hareketin kaderinin

belirlenmesinde tayin

edici bir öneme sahip

olmaktadır. Bu sürecin

hemen arkasından

gündeme gelecek olan

genel seçimler de baharın

kazanımlarıyla, devrim ve

sosyalizm mücadelesini

büyütmek için önemli bir

gündemdir. Zira düzenin

ve liberal-reformist

anlayışın genel seçimlerle

yayacağı düzen içi ve

parlemantarist

hayallerinin dağıtılmasına

baharın devrimci

havasında gelişecek bir

gençlik hareketi de

önemli bir dayanak

olacaktır.

Page 23: Ekim Gençliği / Sayı: 130

23

2011 yılı Tunus halkının yükselttiği ekmek ve özgürlükmücadelesiyle açıldı. Tezgahına el konan bir seyyar satıcının kendibedeniyle çaktığı kıvılcım kısa bir sürede Tunus’u bir ateş topunaçevirdi. 1987 yılından beridir ülkeyi demir yumrukla yöneten Bin Aliemekçilerin ve gençliğin öfkesine dayanamadı. Protestolarda onlarcakişinin katledilmesine rağmen halkı dize getiremedi ve çareyikaçmakta buldu. Bin Ali’nin devrilmesi dikkatleri çok Tunus üzerinetopladı. Akıllara “yeni bir devrim mi” sorusu geldi. Çokça tartışılan busoruya geçmeden önce Tunus’taki ayaklanmanın nedenlerine vesonuçlarına bakmakta fayda var.

Tunus’un kısaca tarihine değinmekle birbakıma Ortadoğu’nun özelliklede, gerici Arap rejimlerinin detarihine değinmiş olacağız.Yönetim şekilleri ya da isimleri neolursa olsun geriye kalan onlarcaişbirlikçi ve gerici rejimin Tunus iletemelde pek farkı yoktur. Buülkelerin Tunus isyanıyla birliktebaşlayan korkuları da bu sebeptenkaynaklanıyor.

Tunus 1957’de Fransız sömürgesiolmaktan kurtulup devlet olarakbağımsızlığını kazandı. Ancak kısa birsüre sonra Tunus –birçok Arap ülkesigibi- tekrar emperyalizmin ekonomikve politik boyunduruğu altına girdi.Bağımsızlık ilanından 1987 yılına kadarülkeyi otoriter bir şekilde yönetenBurgiba devrildi. Araplarda hanedan değişimine benzeyen diktatördeğişimi burada da gerçekleşti ve Burgiba’nın yerine Bin Ali geldi.Bin Ali zamanla birçok muhalefet partisini yasaklayıp bir yandan daservet biriktirmeye başladı. Bin Ali ve eşi Trabelsi’nin ailesi 90’lardayaptıkları vurgunlarla ülkede oligarşik bir yapı kurdular. Trabelsiler’inTunus burjuvazisinin yarısıyla akraba olduğu da iddialar arasında.Servetlerini neoliberal rüzgarın getirdiği bu aile 90’larda devletişletmelerini küçük rakamlarla satın alarak emperyalist şirketlerepazarlayıp servetlerine de servet katarken ülkedeki en büyük tekelolmayı da başardı.

Ezilenler asalakların korkularını kabusa çeviriyor!

Bin Aliler karınlarını yıllarca bu şekilde semirirken Tunus işçi veemekçileri ise açlığın pençesinde kıvrandı. Tunus emekçilerininpatlaması yılların biriktirdiği bu öfkenin bir ürünü oldu. Temel gıdamaddelerine yapılan zam ile burjuvazi emekçilere adeta “paran varsayaşa” dedi. Senelerdir süregelen bir başka kural ise “itiraz ediyorsanöl” oldu. Bin Ali rejimi sokaklara çıkan emekçilere kurşunyağdırmasına ve onlarca kişiyi katletmesine rağmen emekçiler yılmadıgüçlerini gösterdiler. Bin Ali ülkeden kaçarak gidebileceği tek ülkeolan Suudi Arabistan’a gitti. Ancak emekçiler bu oyuna kanmadılardiktatör gitmişti ancak diktatörlük yerli yerinde duruyordu. Protestolarsıkıyönetime rağmen devam etti ve geçici hükümette de sarsıntılarayol açtı. Temel gıda maddelerindeki zamlar geri alınırken emekçilerbirçok demokratik kazanım da elde ettiler. “Demokrasi okulu”ndangeçip tüm Ortadoğu’ya örnek oldular.

Tunus’ta sokakta verilen “ekmek ve özgürlük” mücadelesi sonucuBin Ali kaçarken temsil ettiği sınıfı mı yoksa kendi canını mı düşündübilinmez ancak sokak protestolarının devam etmesi burjuvaziyi yeni

hamleler yapmaya zorluyor. Geçici hükumetin temsilcileri eski rejimintüm kalıntılarının silineceğini, yasaklı siyasi partilerin özgürlüğekavuşacağını ve siyasal af ilan edileceğini açıklıyorlar. Ayrıcakitlelerin gözünü boyamak için Bin Ali’nin akrabalarını da gözaltınaalıyorlar.

Tunus'ta çakan kıvılcım Ortadoğu’yu sarıyor

Tunus’ta ve ardından Mısır’da yaşanan ayaklanmalar kendiözgünlüklerine rağmen sadece zincirin halkalarından ikisidir. Bu

zincirlerin en yakınında diğer gerici-işbirlikçi Arap rejimleri duruyor.Birbirlerinden cetvelle ayrılan buülkelerin Fas’tan Irak’a kadar aynı kanemici egemenler; Kaddafiler, Esadlar,Abdullahlar var. Ve yine aynı sınıf kini,öfke ve patlamaya hazır bir güç debulunuyor. Tunus’ta yaşanan ekmek veözgürlük mücadelesi bu halklara büyükbir ders verdi-veriyor. Arap dünyasındailk defa bir lider halkın gücüyleiktidarından ediliyor. Bu durumunbelki ne olursa olsun büyük bir izbırakacağı da kesin. Birçok ülkedeinsanlar kendi bedenleriyle isyanıkörüklemeye çalışıyor, bir diziülkede emekçiler sokaklara çıkıyor.Siyasi parti, sendika ve gösterilerin

yasak olduğu şimdiye kadarki tarihinde pek degösteri görmeyen Umman’da dahi internet üzerinden örgütleneneylemler düzenlenebiliyor. Korkan Arap rejimlerinin bazılarında iseiktidarlar sosyal yardım paketleri adı altında sadaka vererek halklarınıuyutmak, iktidarlarını korumak istiyorlar. Muhtemelen birçoğusiyasal olarak yumuşamanın mı sertleşmenin mi isyan zehrinepanzehir olabileceğini de düşünmeye başlamış bulunuyor. Ancakbiriken öfke ve büyüyen açlık buna izin vermeyecek. Kısacası Arapdünyasında artık hiçbir şey eskisi gibi de olmayacak.

Emperyalist efendiler hegemonyalarının derdinde

Emperyalistler ise Tunus’taki isyanda da ikiyüzlülüklerinigösterdiler. On yıllardır Tunus’u istikrar abidesi olarak lanse edip BinAli’yi destekleyenler şu sıralarda demokrasiyi selamlıyorlar. Çünkü şuan için Tunus’taki isyan sınırlarına varmış gözüküyor ve emperyalistçıkarlara bir zararı dokunmuyor. Tunus ile aynı bağımlılık ilişkilerisistem yerli yerinde durduğu için devam da edecek. ABD Dışişleribakanlığı sözcüsünün ifadeleri de bunu gösteriyor: “Tunus halkıkendini ifade etti, geçici hükumetinde artık ülkenin demokrasiye tamgeçişi sağlamak amacıyla gereken düzenlemeleri yapması gerekiyor.ABD Tunus’un demokrasiye geçme hedefine varabilmesi için geçicihükumete yardımcı olacaktır.”

Tunus ayaklanması şu haliyle bile Ortadoğu için büyük birdeneyim bırakmış oldu. Emekçiler güçlerinin ne olduğunu gördüler,neler yapabileceklerini de bundan sonra öngörebilirler. Ancak şimdiyekadarki yaşanan süreç bir devrim olarak ifade edilemez. Tunusemekçileri diktatörü devirdi ancak diktatörlük yerli yerinde duruyor.Asıl olan işbirlikçi burjuvazinin sınıf diktatörlüğüdür. Yıkılmadıkça dakepçeyle verdiğini kürekle geri alacağı koşulları bekleyecek, zamanıgelince de alacaktır. Tunus’taki öfke Ortadoğu’nun ve tüm dünya işçive emekçilerinde de bulunuyor. Zincir kırılmaya daha çokyaklaşıyor…

Tunus emekçileri

“ekmek ve özgürlük” için

ayağa kalktı!

Page 24: Ekim Gençliği / Sayı: 130

24

Emperyalistler 20. yüzyılda Arap halklarını 22ayrı ülkede dikenli tellerle birbirlerinden ayırarakbaskı rejimlerinde yaşamaya mahkum ettiler. Bucoğrafyada 280 milyon insan yaşamaktadırlar. Nevar ki bu insanların tam 140 milyonu yoksulluklaboğuşmakta, beşte biri günde 2 doların altındayaşamaktadır. Yani ülkeler değişse de sömürü,kölelik ve baskı değişmemektedir.

Arap ülkelerine hakim rejimler ile emperyalizminbölge hegemonyası arasında güçlü bir bağ vardır.Zira her bir rejim emperyalist devletlerin açık/gizlidesteğini arkasına almıştır. Milyonlarca insanısömürü altında yaşatmak, yer altı ve yer üstüzenginlikleri tekellerin talanına açmak karşılığındagerici rejimlerin şefleri egemenlerin güvencesi ilekendilerine önemli imtiyazlar sağlamışlardır.

Emekçilerin isyanı dalga dalga

Tunus'ta bir seyyar satıcının tezgahının elindenalınması ardından kendisini yakması ile fitiliateşlenen isyan hemen Cezayir'e Ürdün'e Yemen'e veMısır'a yayılmıştır. Çünkü Arap halkıbölünmüşlüğüne rağmen ortak bir bilince sahiptir.Mahkum edildikleri baskı ve sömürü rejimi dışında,bölgedeki siyonist terör ve emperyalist işgaller bubilincin diğer ortak yönüdür. Bunun için deTunus’taki sarsıntı hızla diğer ülkelere yayılmıştır.

Bölgede yıllardır kirli işlerini gören gericirejimlerin sarsıldığını gören emperyalistleri ise birkorku almıştır. Yaşananlara mesafeli kalmayı tercihetmeleri durumun nereye varacağını bilememektendolayıdır. Reform taleplerini dile getiren, eylemlereizin verilmesi çağrısı yapan, diktatörlük karşısındahalkların demokrasi mücadelesini tebrik edenaçıklamalar da bu ince hesabın sonucudur. Çünkübugün önemli olan diktatörlerin düşmesi değil,burjuva diktatörlüğün ve emperyalist hegemonyanın

korunmasıdır.ABD emperyalizminin Ortadoğu

egemenliğindeki kritik halka: Mısır

Tunus isyanın fitilinin ateşlendiği ülke olmasınarağmen Mısır'da sokakların ısınması ardındanburjuva basının da emperyalist merkezlerin de ilgisiburaya yoğunlaşmıştır. Çünkü Mısır jeo-politikönemi bakımından diğer Arap ülkeleri içerisinde öneçıkmaktadır. Ortadoğu ve Afrika arasında bir geçişnoktası olmanın yanı sıra Süveyş Kanalı’nı veKızıldeniz'i kontrol etmekte ve Akdeniz havzasındada kilit bir noktadadır. Bu haliyle ABDemperyalizminin yıllar öncesinden kendisine ittifakseçtiği Mısır günümüzde de ABD açısından Türkiyeve İsrail ile birlikte bölgede temel önemde birdayanaktır. Arap ülkeleri içinde siyonist rejim veABD ile en sıkı ilişkilere sahip Mısır’daki gericirejim, bunu için hep korunmuş ve kollanmıştır.Mısır’daki ayaklanma başladıktan sonra bunun içinABD emperyalizmi ve İsrail devleti tam bir paniğekapılmışlar, tüm imkanlarıyla ayaklanmayı düzensınırları içerisinde tutmaya çalışmışlardır.

Emekçilerin öfkesi karşısında çareyi

kaçmakta buldular

Mısır'da sefalet karşısında sokağa dökülenmilyonlar yolsuzluk, rüşvet, işkence ve yoksullukkarşısında onurlu bir yaşam istiyorlardı. Yıllarınbiriktirdiği öfke de doğal olarak bu düzeninbekçiliğini yapan diktatörü ve diktatörlüğün çeşitlikurumlarını hedef aldı. Mübarek'in ülkeyi terketmesini isteyerek alanları dolduran milyonlar devletkurumlarını hedef aldılar. Emniyet müdürlükleri,polis merkezler, karakollar ve istihbarat merkezleriyakıldı. Gerici rejimin bastırma girişimleri vemanevraları vermeyince Mübarek koltuğunubırakmak zorunda kaldı.

Emekçi halkların isyanı emperyalistler ve işbirlikçilerinin

kabusu oldu…

İsyan ateşini büyütelim,

devrim bayrağını yükseltelim!

Tunus isyanın

fitilinin ateşlendiği ülke

olmasına rağmen

Mısır'da sokakların

ısınması ardından

burjuva basının da

emperyalist

merkezlerin de ilgisi

buraya yoğunlaşmıştır.

Çünkü Mısır jeo-politik

önemi bakımından

diğer Arap ülkeleri

içerisinde öne

çıkmaktadır. Ortadoğu

ve Afrika arasında bir

geçiş noktası olmanın

yanısıra Süveyş

Kanalı’nı ve Kızıldeniz'i

kontrol etmekte ve

Akdeniz havzasında da

kilit bir noktadadır.

Page 25: Ekim Gençliği / Sayı: 130

2525

Ancak bir noktadan sonra da emperyalistler veişbirlikçileri Mübarek’i harcamaya razıydılar.Onlar için önemli olan düzeni yenidensağlayabilmektir. Riske giren hegemonyayıyeniden sağlama almaktır. Bugün emekçi halkaçısından ise gerekli olan Mübarek’in gidişindensonra düzen güçlerinin kontrolü yeniden almaküzere yaptıkları girişimlerin üstesinden gelmek vedüzenin temellerine yönelebilmektir.

Bu yapılamadığı ölçüde bugün iktidarın iplerinialmış olan Amerikancı ordu bir karşı-devrimcioperasyona başvurarak emekçi halkın direncinikırmaya yönelebilecektir.

Zararsız liberaller ve uysal islamcılar

göreve!

Emperyalistlerin diğer seçenekleri ise zararsızliberaller ile uysal İslamcılardır.

Milyonlarca insanın alanları doldurmasıardından ortaya çıkan Uluslararası Atom EnerjisiKurumu’nun eski Başkanı Muhammed El Baradeyliberal kimliği öne çıkan gerici rejimin sözdemuhaliflerinden biridir. Baradey veya benzerleriancak halkın öfkesini dindirmeye ve zararsızreformlar ile emperyalizmin Mısır'daki konumunupekiştirmeye hizmet edebilir. Diğer tarafta iseMısır’da toplumsal tabanı en güçlü olan siyasalhareket olduğu söylenen Müslüman Kardeşler ise,isyanın yakıcı gücünün bilincinde olarak temkinlidavranmaktadırlar. Bu örgütlenme zamanındasosyalist akımlara karşı kullanılmıştı, sonrasındaise emperyalistlerin başına bela olduğu için gözdençıkarılmıştı. Şimdilerde ise yeniden işe yarar birbiçime sokularak düzene hizmete sokulmayaçalışılıyor.Düzen isyanın yıkıcı ruhunu kurbanlar

sunarak sakinleştirmek istiyor

Tahrir Meydanı'nı dolduran öfkeli Mısırlılareylemin yıkıcı gücünü görmüş durumdalar. Ancakmevcut düzen dört elle öfkeli kalabalığı yenidenuysal itaatkarlara dönüştürmek istiyor. Şiddetin buamaca ulaşmak için yeterli olmadığı görüldü. Kanlıbir katliamdan önce halkın iradesinin kırılması,politik bir açmaza sürüklenmesi planlanıyor. Polisgüçlerinin geri çekilmesi ardından ordunundevreye sokulması bunun içindir. Zira Mısırlılariçin ordu siyonizme ve emperyalizme karşı direnişgöstermiş ve kendilerine asla kurşun sıkmamıştır.

Ne var ki, ordu baskıcı rejimin temel aktörüdür.Diğer taraftan Mübarek'i istifaya çağıran

emperyalistler aynı zamanda reformlara işaretediyorlar. Çünkü onlar kullanım ömrünü tüketmişdiktatörleri, partileri, hükumetleri deliğesüpürülebilir. Ne var ki, bu sadece ve sadecesokağın ruhuna ve eylemine bağlıdır. ZiraMubarek'e yolu gösteren emperyalistler sokaktakigelişmelerin isyanı kontrol altına almayıplanlamışlardır. Mübarek gittikten sonra ise ordueliyle ipleri yeniden alıp, sokağa hakim olmaya veböylelikle de isyan ateşini söndürmeyiplanlamaktadırlar.

Devrimci için…

Her devrimin öngünleri yeni düzenin özünümayaladığı gibi karşı devrim tehdidinin de gizlidenörgütlendiği günlerdir. Yarıda kalan her devrimgörülmemiş bir kanla bastırılır. Düzen bugünkendini korumak için isyanın boğazına dört ellesarılmaktadır. Emperyalist efendiler kurbanlarınıseçmiş hazır beklemektedirler. Diğer yandan iseişbirlikçilerini sahaya çıkarıp isyanı politik olarakteslim almak için manevralar yapmaktadırlar.

Bu koşullarda Mısır’ın emekçi halkının enbüyük handikabı, devrimci bir önderliğe sahipolamamalarıdır. Kapitalizmi aşan böyle birdevrimci önderlik düzeyi olabilse, Mısırlı işçi veemekçiler diktatörle yetinmeyip işsizliğin,yoksulluğun ve baskının kaynağı olan emperyalist-kapitalist düzene yönelebilir, bu amaçla da iktidarıalmak için ilerleyebilirlerdi. Böyle bir önderlikolmadığı için Mısır’da halk ayaklanmasınınkazanımları tehlikededir.

Ancak her şeye rağmen emekçi halkınayaklanması, böyle bir önderliği yaratmanınkoşullarını da sağlamaktadır. Bir emekçinin dediğigibi Mısırlı ezilenler yok olmamak için daha fazlasavaşmak zorundadır. İsyan ateşinin sardığıgözlerini iktidarı kestirmeli ve aslanıdevirmelidirler. Bu zorunluluk ihtiyaç olanıyaratabilmek için de zorlayıcı olacaktır.

Son sözü Mısır işçi sınıfı söyleyecektir.Mübarek’in gidişinin hemen öncesinde başlayanyaygın grev dalgasıyla işçi sınıfı ağırlığınıhissettirmiştir. Eğer bağımsız bir politik güç olarakgelişmeye devam ederse, kuşkusuz Mısır’da yeniiktidar gücü de şekillenmiş olacaktır.

Her devrimin öngünleri

yeni düzenin özünü

mayaladığı gibi karşı

devrim tehdidinin de

gizliden örgütlendiği

günlerdir. Yarıda kalan

her devrim görülmemiş

bir kanla bastırılır. Düzen

bugün kendini korumak

için isyanın boğazına dört

elle sarılmaktadır.

Emperyalist efendiler

kurbanlarını seçmiş hazır

beklemektedirler. Diğer

yandan ise işbirlikçilerini

sahaya çıkarıp isyanı

politik olarak teslim

almak için manevralar

yapmaktadırlar.

Page 26: Ekim Gençliği / Sayı: 130

20. yüzyılda iki büyük emperyalist savaşa tanıklık eden dünyahalkları bir dizi bölgesel savaşın da dolaysız tanığı oldu. Dünyaemekçi halklarına büyük yıkım getiren emperyalist dünya savaşlarışimdilik durulmuş durumda. Ancak emperyalizmin bölgesel savaşlarıhala devam ediyor. Ortadoğu ve Asya bugün bu bölgesel savaşların“beşiği” haline getirilmiş durumda. Filistin'den Irak'a, Afganistan’danemperyalizmin yeni hedefi İran'a kadar, bölgenin tüm emekçi halklarıbarut kokan havayı soluyorlar. 10 yıldır süren Afganistan işgali de busavaşlardan yalnızca biri.

Afganistan 2001 yılında başta ABD önderliğindekiemperyalistlerin vurucu gücü NATO'ya bağlı ordular tarafından işgaledildi. İşgalin gerekçesi olarak da “teröre karşı savaş, insani yardım,ülkenin yeniden yapılandırılması vedemokrasinin getirilmesi” gösterildi.Ancak 10 yılın ardından ortaya çıkantablo, tüm bunların koca bir yalanolduğunu gösteriyor. “Terör” ve“demokrasi düşmanlar” bahanesiarkasına sığınan NATO askerlerienerji bölgelerinin bekçiliğiniyapıyorlar.

Emperyalist işgali halkın

yaşamını tehdit ediyor

Emperyalist işgalin başlamasındanbu yana Afganistan halkı savaşınbüyük acılar yaşadı. Büyük çoğunluğusivil olmak üzere 70 binden fazlainsan bu kirli savaşta katledildi.Tarıma dayalı ülke ekonomisi, işlenilebilir arazilerin büyük çoğunluğumayınlandığı için yok edildi. Bunun sonucu olarak açlık ve salgınhastalıklar bugün başta çocuklar olmak üzere her gün yüzlerce insanınölümüne neden oluyor. Ülke baştan aşağı defalarca bombalandı ve bu,bugün de kesintisiz biçimde devam ettiği için taş üstünde taşbırakılmıyor. Bu nedenle şu an halkın yarısı işsizken, %70’i kronikaçlık çekmektedir, elektriğe ise yalnızca %6'sı, yalnızca sağlıklı içmesuyuna ise %13'ü ulaşabilmektedir. Ortalama yaşam beklentisinin 43,1yıl olarak belirlendiği Afganistan'da okuma yazma oranı işgalinbaşında bugüne %28,7'den %23,5'e geriledi.

Emperyalizm “kadınların gerici Taliban rejimindenkurtarılması ve özgürleştirilmesi” bahanesini işgalindayanaklarından biri yapmıştı. Ancak tam tersine, emperyalistsavaşın kirli yüzünü en fazla kadınlar ve çocuklar gördü. BMraporlarından yansıyan verilere göre doğum sırasında 55’te 1 olanhayatta kalma oranı ile Afganistan, kadınların doğum yapmalarıaçısından ikinci en tehlikeli ülke durumunda. Yeni doğançocukların da %25’i 5 yaşından önce ölüm riski ile karşı karşıyagelmekte.

Emperyalizmin Afganistan açmazı

İşgalin başında 11 Eylül'ü gerçekleştirenlerin izinin sürüleceğiimajı yaratmaya çalışan emperyalist güçler, bugün askeri ve siyasi birçıkmazla karşı karşıyalar. Emperyalistlerin demokrasicilik oyunlarıneticesinde Afganistan halkı dört kez sandığa gitti. Buradan başkan vemilletvekilleri “seçildi”. Bu oyunun teşviki için ülkeye milyarlarcadolar uluslararası yardım sağlandı. Ancak bu paranın büyük bir kısmı

yine aynı işbirlikçi adamların ya da emperyalizmintaşeronluğunu yapan batılı şirketlerin kasalarına girdi.

Sonuç olarak ise Afganistan'da emperyalist boyunduruk değişmedenkaldı.

Geride kalan zaman içerisinde emperyalistlerin işgalci askersayısını 10 katına çıkarmasına rağmen, özellikle son yıllarda direnişyayıldı ve yoğunluk kazandı. Afganistan emperyalist haydutlar içinbüyük bir kabusa döndü. İşgalin başından bu yana, kayıplar binlerleifade ediliyor. Bunların belirgin bir kısmını da ABD ordusununaskerleri oluşturuyor. Özellikle geride kalan 2010 yılının işgalin en zoryılı olduğu bizzat işgal ordularının komutanları tarafından itirafedilmiş durumda. Tüm bunlar moral ve politik bir çöküntü, yanı sıraoldukça da büyük bir ekonomik külfet demek. İşgaller birçok tekeliçin karlı bir ortam yaratsa da ABD ordusunun harcamalarının önemli

bir bölümü kamunun cebindençıkıyor. Her şeyin daha da ağırlaştığıkriz günlerinde Afganistan ve Irakişgalleri, düşürülen sağlıkharcamaları güvencesiz yaşam gözönüne alındığında birçok liberalçevrenin dahi tepkisini çekmektedir.

Büyük değişim umutlarıylagöreve gelen Obama da Afganistankonusunda Bush’tan farklıolmadığını, bu vesileyle de sorununkişilerden değil, emperyalist-kapitalist sistemin bizzat kendisindenkaynaklandığını göstermiş oldu.Afganistan’daki asker sayısını 2010yılında 150 bine çıkaran Obamadöneminde, Afganistan halkından üç

bini aşkın sivil katledildi. ABD “Afganistan bataklığından” çıkabilir mi?

Bu yılın Ocak ayı sonlarında Kongre ve Temsilciler Meclisiseçimlerinde Obama dünya halkalarına tehditler savurduğukonuşmasında Afganistan’da girdikleri bataklığı da itiraf etmeksorunda kaldı. Afganistan’da hala kendilerini zor bir savaşınbeklediğini belirten Obama, Temmuz'dan itibaren askerlerini çekmeyebaşlayacaklarını ifade etti. Afganistan hükümetinin daha iyi biryönetim sergilemesi gerektiğini belirterek önümüzdeki dönem savaşıyerli işbirlikçileri üzerinden sürdüreceklerinin mesajını da verdi. Yenisavaşların da haberini veren Obama Pakistan üzerinden El Kaide’yitehdit ederek ''Afgan sınırından, Arap Yarımadası'na ve dünyanın tümbölgelerine bir mesaj gönderdik: Acımayacağız, tereddüt içindeolmayacağız ve sizi yenilgiye uğratacağız'' dedi. Ayrıca İran’ı veKuzey Kore’yi de açıktan hedef göstererek NATO'nun füze kalkanı ileçeşitli ülkelerle işbirliği yaptıklarını belirtti.

Tüm bunlar yeni emperyalist savaşların habercisidir.Emperyalizmin dünya halklarına saldırmaktan geri durmayacak,işgaller ve savaşlar artacaktır. Ancak emperyalistlerin hesap etmesigereken bir şey var: Afganistan'daki direnişin gösterdiği gibi,dünyanın yoksul halklarına karşı yürütülecek savaşlar emperyalistleriçin hiç de kolay olmayacaktır.

Diğer taraftan Cezayir, Tunus ve Mısır’daki emekçilerinisyanlarıyla, dünyanın geleceği daha da belirginleşiyor: Dünyanın tümemekçi halkları emperyalist-kapitalist sistemin kendi üzerilerindekikölelik halkalarını kıracak; sınırsız, sınıfsız ve sömürüsüz dünyayolundaki emperyalist zinciri parçalayacaklardır.

10. yılında ABD’nin Afganistan çıkmazı…

Emekçi halklar direnecek,

emperyalizm yenilecek!

26

Page 27: Ekim Gençliği / Sayı: 130

2727

Geçtiğimiz senelerde Doğu Avrupa ülkelerinekurulması planlanan füze kalkanı projesiRusya’nın tepkisi nedeniyle bir süreliğine rafakaldırılmıştı. Geride bıraktığımız yılın sonundayapılan son NATO toplantısında ise füzekalkanının işbirlikçi iktidarın onayıyla Türkiye’yekurulmasına karar verildi.

Zaman zaman ABD’ye ve İsrail’e gürlemesiyleöne çıkan Tayip önderliğindeki AKP hükumetininbu söylemlerinin boş olduğu, “kuzu kuzu”emperyalizme ve siyonizme “kalkan” olmalarıylaçok net bir biçimde görülmüş oldu. Ayrıca bu süreçiçerisinde AKP’nin almak zorunda kaldığıikiyüzlü tutumlar ise ön plana çıktı.Öncelikle Ortadoğu halklarına yönelikher konuşmasında 'din kardeşlerimiz','komşularımızla sıfır sorun'söylemlerini ön plana çıkaranhükumet, işbirlikçi burjuvazininçıkarları söz konusu olduğundahiçbir sınır tanımıyor. Gene bu süreçiçerisinde projede hedef ülke olarakİran’ın geçmemesini ve füzelerinateşleme ve radar kumandasistemlerinin Türkiye’ye verileceğiyalanıyla (Amerikancı medyanın dakatkısıyla) adeta “milli zafer” kazanmış gibibir durum yaratarak emekçilerin gözünü boyamayaçalıştı.

Özelde İran halkına genelde Ortadoğuhalklarına savaş ilanı demek olan füze kalkanıprojesi TC’nin emperyalizme tetikçilikte yeni birevreye geçtiğini göstermektedir. Açıktır ki buuygulamalarla ülkemiz ABD’nin ve emperyalizminileri karakolu konumu pekiştiriliyor ve kardeşhalkların kanını dökmede kalıcı bir üs olarakdüşünülüyor.

NATO’nun rolü ve bitmek bilmeyen

‘savunma’sı

Füze kalkanı projesi İran’dan yönelebilecek birsaldırı bahanesiyle gündemleştiriliyor. Yanisavunma amaçlı olduğu yalanı söyleniyor.Yalandır, çünkü NATO tarihi boyunca hep birsaldırı odağı olarak çalışmıştır.

Soğuk savaş dönemlerinde iç savaş örgütlememekanizması olan NATO’nun 90’lı yıllarındanbaşından itibaren rolü, emperyalizmin dünyaölçeğinde vurucu polis örgütü olmaktır.

Başta ABD olmak üzere katliamcı emperyalistdevletlerden oluşan bu güruh önce Yugoslavya’dahalkları birbirine boğazlattı. Daha sonraAfganistan’ı işgal ederek on binlerce Afganlı'yıkatliamdan geçirdi. Afganistan saldırısını dünyahalklarını “savunma” yalanı altında yapan NATO,Afgan halkına yaptığını, Ortadoğu halklarınayapmaktan geri durmayacağını bu projeyle

göstermiş oldu. Bu saldırı ve iç savaş örgütlememekanizmasının 60 yıldır en etkin üyelerindenbirinin TC olması ise durumun bizi ne kadarilgilendirdiğini ya da ilgilendirmesi gerektiğinigösteriyor.

Gençlik anti-emperyalist mücadeleyi

yükseltmelidir

Gelinen yerde bu saldırı projesine karşımücadele yakıcı bir biçimde kendinihissettirmektedir. Şüphesiz ki bunda en büyüksorumluluklardan biri de gençliğe düşmektedir.

Anti-emperyalist mücadele geleneğine sahipolmasına rağmen, ne yazık ki bu projenin

onaylanmasının üzerinden aylar geçmesinerağmen gençlik cephesinden buna karşıanlamlı tek bir tepki dahi verilememiştir.

Sorumluluğun omuzlarımızda olduğunu biran bile unutmamalıyız. Sermaye devletini

ABD emperyalizminin tetikçiliğinde yeni birevreye taşıyacak bu proje, üniversitelerdesermayenin bizlere yönelik saldırılarındada üst bir evreye geçeceğine işaret

etmektedir. Bu projeye karşı gelişebilecekherhangi bir tepki ve ya projenin hayata

geçirilmesinden sonra üniversitelerimizdetalep edeceğimiz en basit demokratik hak bile

devletin daha fazla baskı ve zoruna uğrayacaktır.Yani bu proje üniversitelerdeki soruşturma-cezaterörüdür, okuldan atılmadır. Faşist çetelerinkampüslere salınmasıdır. Eğitimin daha fazlaparalılaştırılması, yaşamın daha F tipleştirilmesidir.Eğitime aktarılacak bütçenin -bugünkü durumdabile çok azken- savaşa ve devletin diğer zoraygıtlarına daha fazla aktarılmasıdır.

Tüm bunlar gençlik güçlerince iyice kavranmalıve geniş öğrenci kitlelerine teşhiri yapılabilmelidir.Çalınan geleceğimizdir, çalınan özgürlüğümüzdür.F tipleştirilen yaşamımızdır. Geleceğimizi deözgürlüğümüzü de emperyalizmin zor aygıtlarınateslim etmemeliyiz.

Gururla sahip çıkacağımız bir anti-emperyalistmücadele geleneğine sahibiz. Denizler'in 6. Filo’yudenize dökmesi gibi, Commer’in arabasınınODTÜ’de yakılması gibi... Bu gelenekten güçalarak hem emperyalistleri, hem de onun bucoğrafyadaki uşağı olan dinci-gericilik odağıAKP’yi hedef alarak mücadeleyi yükseltmeliyiz.

Gençlik ne olursa olsun emperyalizmin vesiyonizmin kalkanı olmayı reddetmeli, NATO vediğer savaş örgütlerinin dağıtılması mücadelesinintakipçisi olabilmelidir.

Bu perspektifle bu dönem ki faaliyetlerimizisürdürmeli, anti-emperyalist mücadelesorumluluğumuzu bir an bile gözdenkaçırmamalıyız.

Emperyalizme ve siyonizme

kalkan olmayalım!

Gururla sahip

çıkacağımız bir anti-

emperyalist mücadele

geleneğine sahibiz.

Denizler'in 6. Filo’yu

denize dökmesi gibi,

Commer’in arabasının

ODTÜ’de yakılması gibi...

Bu gelenekten güç alarak

hem emperyalistleri, hem

de onun bu coğrafyadaki

uşağı olan dinci-gericilik

odağı AKP’yi hedef alarak

mücadeleyi

yükseltmeliyiz.

Page 28: Ekim Gençliği / Sayı: 130

28

Mısır halk ayaklanmasının sarsıcı etkileriOrtadoğu'da dalga dalga yayılmaya devam ediyor.Emperyalistler ve işbirlikçi zorba rejimlertarafından ezilen emekçi halklar, Mısırlı veTunuslu kardeşlerinin yolunu tutuyor, çıkış yoluarıyorlar.

BahreynGösterilerin en kitlesel ve şiddetli

biçimde sürdüğüülkelerden olanBahreyn'de 17Şubat'ta başkentManama'da İnciMeydanı'nda geceligündüzlü bekleyengöstericilere, geceyarısı bir operasyondüzenlendi.Operasyonda en az 3kişinin öldüğübildirilirken, yüzlercekişi de yaralandı.

Zorbalıkla alandaki halkı dağıtan Bahreyndevleti, duruma hakim olabilmiş değil. Çünkü busaldırı halkın öfkesini daha da arttırmış bulunuyor.Öldürülenlerin cenaze törenlerine de bu nedenleonbinlerce kişi katılıyor. “Suçlu çete yargıya”sloganları atılıyor.

Mısır halkının izinden giden Bahreynliemekçiler, 1971'den beri yönetimde bulunanBaşbakan Şeyh bin Sallah elHalife'nin istifasını, siyasitutukluların serbestbırakılmalarını ve yeni biranayasanın yapılmasınıistiyorlar.

Yemen Yemen'de 30 yılı aşkın

süredir iktidarda olan DevletBaşkanı Ali AbdullahSalih'in istifası talebiylegösteriler düzenleniyor.Salih'in 2013 yılındayapılacak bir sonrakiseçimlerde adayolmayacağını açıklamasıeylemlerin önünü kesemedi. Başkent Sanabinlerce polisle abluka altına alındı.

Olaylarda dört kişi yaralanırken, gösterilersırasında biri AP muhabiri, biri El Arabiyatelevizyonunun kameramanı 3 gazetecinindövüldüğü duyuruldu.

Büyük gösterilerin yapıldığı Yemen'de,gösterilerin 8. gününde (18 Şubat) emekçi halk,liman kenti Aden'de belediye binasını ateşe verdi.Ajanslara göre polisin saldırıları sonucu 1 kişiöldü. Yemen'de 17 Şubat'ta da 4 kişinin öldüğüaçıklanmıştı.

Libya Libya'daki

gösteriler, ülkenindoğusundaki Bingazive el-Beydakentlerindeyoğunlaşıyor.Trablusgarp'da isehenüz geniş katılımlıgösteriler yapılmışdeğil.

Yerel kaynaklarBingazi'de binlerce

kişinin sokaklara çıktığını bildirirken, el-Beyda'da ise eylemcilerin kamplar kurmayaçalıştıklarını belirtiyorlar.

Gerici Libya devletinin eylemlere yanıtı iseoldukça sert oldu. Göstericilerin üzerine doğrudanateş edilirken yaklaşık 24 kişinin öldüğüsöyleniyor.

Olaylarda ölenlerin cenazeleri bugünkaldırılırken, cenaze törenlerinin kitleselgösterilere dönüşmesi ihtimali yüksek.

Diğer taraftan muhalifler tarafından ilan edilen“öfke günü”nde, yoğun baskı veterörün ardından başkentTrablusgarp'ta alanlara çıkanlardaha çok yönetim yanlıları oldu.

El-Beyda'da bazı yerel polisgüçlerinin göstericilere katılmasınınardından, Beyda'nın eylemcilerkontrolü altına girdiği belirtiliyor.Libya İnsan Hakları Dayanışmagrubu adına açıklama yapan GimmaOmami "Beyida halkın elinde.Kaddafi rejimi şehirde kontrolükaybetti" derken, bu haber bağımsızkaynaklar tarafından doğrulanmadı.

Libya'da 41 yıllık devlet başkanıMuammer Kaddafi rejiminin yıkılmasıtalep ediliyor.

Irak17 Şubat'ta Kürdistan Özerk Bölgesi karıştı.

Süleymaniye kentinde bir araya gelen yaklaşık bin

Ortadoğu'da halklar

ayakta!

Page 29: Ekim Gençliği / Sayı: 130

29

kadar Kürt gösterici, Kürdistan BölgeselYönetimdeki yolsuzluk ve yüksek işsizliğiprotesto etti.

Kürdistan DemokratPartisi (KDP) merkezinide taşlayan eylemcilerePeşmergelerinmüdahalesi sonucu en aziki kişinin öldüğü, 47kişinin de yaralandığıbildiriliyor.

Ayrıca Erbil'de de KDPve Goran Partisi'nin birbürosunda yangın çıktığıbildiriliyor.

Irak'ın diğer bölgelerindeki gösteriler desürüyor. Kut ve Kerkük bölgesinde de halk protestogösterileri düzenliyor. Irak Başbakanı Nuri elMaliki, gösterilerin barışçıl bir ortamda geçmesiçağrısında bulundu.

FasMonarşik bir dikta

rejiminin hüküm sürdüğüFas'ta ise 20 Şubat'ta büyükbir gösterinin yapılmasıplanlanıyor. Gösteri için ilkçağrı merkez sol bir partiolan PSU partisi tarafındanyapıldı. Faslı muhaliförgütler de çağrıya destekverdiler.

Örgütlenme çağrısınakatılan gençlerin şöylesesleniyorlar: “Tek birağızdan konuşma vaktigelmiştir, rüşvet ve kahır altındayaşamaya yeter, fakirlik, düşük maaş ve hayatpahalılığına yeter, kenara itilmeye, baskıya vekullanılmaya yeter, bu kadar suskunluk yeter.Sustukça kaybettiğimiz kadar konuştukçakaybetmeyiz. Yüksek bir sesle: Parasız eğitime vesağlık hizmetlerine evet. Özgürlük ve ifadehürriyetine evet. İş ve şerefle bir hayata evet, layıkolduğumuz bir hayat tarzına evet, yargılamayaevet, değişime evet, şerefle bir hayat ve halk içinevet.”

Gerici yönetim de olası halk hareketinin önünegeçmek için hazırlık yapıyor.

CezayirGösterilerin sürdüğü

Cezayir'de ise halk 19Şubat'ta yapılacak büyükgösteriye hazırlanırken,rejim de gösterileriengellemek için seferberoldu. Bu çerçevedegösterilerin yapılacağı 1Mayıs Meydanı'nınçevresini barikatlarlakapatıyor.

Yapılan ilk kitlesel eyleme binlerce kişikatılmış, 1 Mayıs Meydanı'na yürüyen halk polis

barikatlarını aşmıştı. Ancak daha sona sayıları 30bini bulan polis ordusu ileyürüyüşün devam etmesiengellenmişti.

İranİran'da 14 Şubat günü

hükumet karşıtı başlayankitlesel gösteriler,eylemlerde göstericilerinkatledilmesinin ardındandevam ediyor. 16 Şubat'tageçtiğimiz günkü

gösterilerde hayatını kaybeden Sanei Jaleisimli öğrencinin cenaze töreninde muhaliflerlerejim yandaşları arasında çatışma çıktı. Taraflar,Jale'nin öldürülmesine karşı birbirlerini suçlarken,cenaze törenine katılan hükümet yanlıları,hükümete muhalif olan Mehdi Kerrubi aleyhindepankartlar taşıdılar. 15 Şubat'ta meclistekimuhafazakar milletvekillerinin "asılmaları" çağrısıyaptığı muhalefet liderlerinden Kerrubi, bugünyaptığı açıklamada, İran'daki demokratik değişimiçin bedel ödemeye hazır olduğunu ifade etti.

İran rejimi ise muhalif harekete karşıCuma günü genişkatılımlı bir yürüyüşgerçekleştirilmesi içinçağrıda bulundu.

Ayrıca kitleseleylemlerin yapıldığıTahran'da yollargöstericiler tarafındanbloke edildi. Tahransokaklarında hükümetkarşıtı sloganlaryükseliyor.

ÜrdünÜrdün'de Başkent Amman, kuzeydeki İrbid ve

güneydeki Diban kentlerinde binlerce kişi protestoeylemlerine katıldı.

Hafta başında Ürdün hükümeti Tunus'takigösterilerin ülkeye sıçrama ihtimaline karşı bazıtedbirler almış, akaryakıt ve temel gıda fiyatlarınıaşağı çekmişti. Fakat bu önlemler halkın sokağadökülmesine engel olamadı. İşçi sendikaları

tarafından düzenlenengösterilere binlerce kişikatılırken siyasi partilerde eylemde yer aldı.

"Ürdün sadecezenginlerin ülkesideğil. Ekmeğimizdenelinizi çekin. Açlıkve öfkemizdenkorkun" pankartıdikkat çekerken,eylemlerde yüksek

enflasyon, işsizlik veyoksulluğa karşı talepler yükseltildi. Samir Rifaihükümetine istifa çağrısı yapılarak "Rifai hükümetiistifa!" , "Birleşin, çünkü hükümet sizi yemekistiyor!" ve "Yakıt fiyatını yükseltin, cebinizidoldurun!" sloganlarını atıldı.

Page 30: Ekim Gençliği / Sayı: 130

30

Ankara da Ostim ve İvedik Organize Sanayi Bölgesi'nde 3Şubat günü yaşanan patlamada 20 işçi yaşamını yitirirken 52 kişide çeşitli yerlerinden yaralandı. Bu katliamla birlikte iş kazalarınıkadere bağlayan sermaye devletinin yalanlarına rağmen, aslındaişçileri aşırı kar hırsının ketlettiği bir kez daha gözler önüneserildi.

İş kazalarında Avrupa'da birinci, dünyada üçüncü sırada yeralan Türkiye'de bundan önceki onlarca iş cinayetinde katliamınsorumlularını da akladı.

Ankara'daki katliamda da, sermaye devleti bir yandan kendiniaklamaya çalışırken diğer yandan ölen işçilerin gerçek sayısına vekimliklerinin yanı sıra patlamaların meydana geldiği iş yerlerininruhsatlı olup olmadığına dair bir açıklık getirmedi. Ayrıca bu işyerlerinde kaç işçinin çalıştığına, iş yerlerinde çalışanların kayıtlıve sigortalı olup olmadığına ve bu iş yerlerinde görevli iş yerihekimi ve iş güvenliği uzmanının bulunup bulunmadığına dair debir açıklama yapmadı.

OSTİM Mega Center'daki Özkanlar şirketinin ortaklarındanAyhan Özkan “başımıza gelen şanssız bir olaydır” diyerek işçikatliamlarını şansla açıklarken, devletin sözcüleri ise yaptıklarıaçıklamalarla onu ve diğerlerini korumuştur. Böylelikle aslındaişçi ve emekçilerin değil patronların sözcüsü olduklarını bir kezdaha bizlere göstermiş oldular. Diğerleri de yaptıklarıaçıklamalarla katliamların ortağı olduklarını teyit etmişlerdir.Sermaye partilerinden MHP'nin başı Bahçeli “böylesi kazalarınher zaman olabileceğini” söylerken, CHP sözcüsü ise patlamadandolayı sadece AKP hükumetine yüklenmekle yetinmiştir.

OSTİM sanayi bölgesinde 24 saat kesintisiz üretim sürerkenişçiler patronun kar hırsı için günlük 11-12 saat çalışmakoşullarına maruz kalıyor. Çalışma esnasında herhangi birgüvenlik önlemi alınmazken ağır çalışma koşulları da yeni işcinayetlerine davetiye çıkarıyor. Buradan da görüyoruz kiişçilerin aslında zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyi yok.Tersaneler de kum torbası yerine konulan işçiler, madenlerdekader diyerek ölüme terk edilen işçiler, şimdi de OSTİM'dekatlediliyor. Burjuvazi çarklarını işçi kanıyla döndürüyor.

Sermaye devleti patlamanın olduğu gün hakları ve gelecekleriiçin torba yasaya karşı çıkan binlerce emekçiye azgıncasaldırırken, gelecek ve özgürlük için mücadele eden biz gençliğepervasızca saldırırken, iş işçilerin canını korumak içinfabrikalarda denetime gelince kılını kıpırdatmıyor. Tüm devletmekanizmasının merkezi durumundaki Ankara'da burunlarınındibindeki kuralsız çalışmaya gözlerini kapatıyor.

Açıktır ki hayatımız ve geleceğimiz için bu kanlı düzene karşımücadele etmekten başka yolumuz yoktur. Bu mücadelede işçi veemekçilerle omuz omuza vermekten başka çaremiz yoktur.

Ankara’dan bir Ekim Gençliği okuru

Sermayenin başkentinde işçi katliamı...

İnsanca bir yaşam için mücadele

etmekten başka yolumuz yok!

Page 31: Ekim Gençliği / Sayı: 130

31

OSTİM'de işçi katliamıAnkara'da kurulu OSTİM Sanayi Sitesi'inde bir jeneratör

fabrikasında 3 Şubat'ta gerçekleşen patlamada 20 kişi öldü, bir kısmıağır onlarca kişi de yaralandı.

Mega Center içinde yer alan jeneratör fabrikasının bulunduğu dörtkatlı binanın iki katı çökerken, fabrikada 80 işçinin çalıştığı belirtiliyor.

Patlamanın olduğu sırada olay yerinde olanlar, kurtarma ve sağlıkekiplerinin geç geldiğini, enkaz altındakilerin bir bölümünü kendiimkanlarıyla çıkardıklarını söylediler.

Katliama dönüşen patlamanın gaz sıkışmasından kaynaklanmışolabileceği iddia edilirken, enkaz altındakileri kurtarma çalışmalarısürüyor.

OSTİM'de meydana gelen ilk patlamadan 8 saat sonra ikincipatlamanın meydana geldiği İvedik Organize Sanayi Sitesi'nde 5Şubat'ta yapılan arama kurtarma çalışmalarında iki kişinin daha cansızbedenine ulaşıldı.

Mermer ocağında iş cinayetiAntalya, Kepez'e bağlı Odabaşı köyündeki bir mermer işleme

fabrikasındaki işçiler, bakım ve onarım için üretim bölümü yanındakialandan vinç motorunu söktü. Motoru çatıdan taşıyan 3 işçi çatıkaplamasının kırılması sonucu zemine düştü. 1 işçi hayatınıkaybederken yaralı 2 işçi ise hastaneye kaldırıldı.

Maraş'ta iş cinayetiKahramanmaraş'ta Afşin-Elbistan B Termik Santrali için kömür

üretimi yapılan Çöllolar kömür üretim sahasında 6 Şubat'ta, saat 04.30sularında meydana gelen göçükte 1 işçi yaşamını yitirdi. Alkaya'nınsahadan uzaklaşmaya çalışırken bir kamyonun altında kaldığıöğrenildi. Meydana gelen göçükte yaralanan işçi sayısının 10 olduğubelirtildi.

Dolum tesisinde patlama!7 Şubat'ta, Antalya Petrol Ofisi Dolum Tesisleri'nin 23 nolu

tankında meydana gelen patlamada 2 kişi hayatını kaybetti. İlkbelirlemelere göre 1 kişi de ağır yaralandı.

Burak Alüminyum'da iş cinayetiEsenyurt Hadımköy yolu üzerinde kurulu bulunan Burak

Alüminyum metal fabrikasında 8 Şubat'ta bir işçi, iş cinayetine kurbangitti.

Fabrikada kimyasal havuzların olduğu eloksel bölümünde arıtmasistemlerinin eski olmasından ve iyi çalışmamasından kaynaklı çatıdanuzun süredir asit sızıntısı yaşanıyordu. Çatının tamiri için başka birşirketten getirilen işçiler, yıllardır onarılmayan çatıdaki etemitlerinçürümüş olduğundan habersiz bir şekilde çatıya çıktı. İşçilerden birimetrelerce yüksekten fabrikanın ortasına düşerek can verdi. İşcinayetini gören işçiler hemen işçinin düştüğü yere giderken, daha

sonra fabrika yetkililerince evlerine gönderildi. Burak Alüminyum yetkilileri olayı örtbas etmek için suçlunun ölen

işçi olduğunu iddia etti. “Biz ona söyledik, önlem al dedik!”demagojisine başvurarak “O bizim işçimiz değildi. Yardım içingelmişti” dedi. Bu açıklama ile şirketin işçiyi kayıt dışı çalıştırdığıanlaşıldı.

Edirne'de iş cinayeti9 Şubat'ta, Edirne'de Kapıkule Sınır Kapısı yolu üzerindeki bir

tekstil fabrikasında çalışan Necdet Karabulut isimli işçi fabrikanın atıksu kuyusunu temizlemek için atık su kanalına indi. Gerekli önlemleralınmadan kuyuya inen işçi, bir süre çalıştıktan sonra fenalaşarakbaygınlık geçirdi. Karabulut'tan uzun süre haber alınamamasınınardından Makine Mühendisi Ahmet Dereli de kanala indi.

Dereli'nin de kanaldan çıkmaması üzerine durumdan şüphelenendiğer işçiler Murat Aydın ve Murat Ovmaç kanala girerek, Karabulutve Dereli'yi baygın halde dışarı çıkardı. Kanaldaki gazdan etkilenen 4kişi Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'ne kaldırıldı. Derelimüdahalelere rağmen kurtarılamadı.

Havai fişek fabrikasında patlamaSakarya'nın Hendek ilçesindeki Coşkunlar Havai Fişek

Fabrikası'nda patlama meydana geldi. 11 Şubat'ta, 16.30'da yaşananpatlamada ilk gelen bilgilere göre 1 kişi öldü. 6 kişinin yaralandığıbildirilirken ölü sayısının artabileceği söyleniyor. Patlamanın nedenikonusunda henüz açıklama yapılmadı. Aynı fabrikada daha önce depatlamaların olmuş, 18 Ağustos 2009'da kişi ölmüş, 37 kişiyaralanmıştı.

İşçiler göçük altında6 Şubat Pazar günü meydana gelen göçük nedeniyle 1 işçinin iş

cinayetine kurban gittiği 10 işçinin de yaralandığı Kahramanmaraş'takiAfşin kömür sahasında 10 Şubat günü ikinci bir göçük daha yaşandı.Afşin-Elbistan B Termik Santrali için kömür üretimi yapılan sahadameydana gelen göçükte kepçe operatörü 24 yaşındaki Ruşen Demir’incesedi çıkartıldı. Aralarında mühendislerin de bulunduğu 9 kişinin dekaybolduğu açıklandı.

Afşin-Elbistan B Termik Santrali'nde göçük yaşanan alanınbitişiğindeki alanda, yer yer büyük çatlaklar oluştuğu ve çatlaklardanmetan gazı çıktığı bildirilirken, bu bölgede de göçük yaşanmasıihtimali olduğu gerekçesiyle arama kurtarma çalışmalarına ara verildi.Alanda çalışma yapan ekipler, hızla göçük alanının dışına çıkarıldı.Özelleştirme sonrasında Park Holding’e devredilen Afşin-ElbistanTermik Santrali B ünitesine açık ocak yöntemiyle linyit kömürüüretilen sahada 160 metre derinliklerde meydana gelen göçük işçikanıyla beslenen patronların kar hırsını bir kez daha gösterdi.

Bir göçük de Hatay'da yaşandı!12 Şubat'ta, Hatay'da bir kum ocağında göçük meydana geldi. İlk

belirlemelere göre 1 işçi kum yığınının altında kaldı.

Kaza değil devlet katletti!

Page 32: Ekim Gençliği / Sayı: 130

32

Halepçe, Süleymaniye yakınlarında, nicebaşkaldırılara tanıklık etmiş bir Kürt kentidir. 16Mart 1988... Bir kez daha halk düşmanları kadın,erkek, çocuk ve yaşlı demeden kimyasal bombalaryağdırıyor bir kentin üzerine. İnsanlık tarihine karabir leke olarak düşüyor Halepçe katliamı. Ağıtlaryakılıyor yitirilenlere.

Halepçe katliamı, İran-Irak savaşı esnasındaSaddam Hüseyin'in 1986-1988 Irak'ın kuzeyindeyaşayan Kürtlere karşı düzenlediği El-EnfalHarekatı adlı imha operasyonunun bir parçasıdır.Celal TalebaniliderliğindekiKürdistan YurtseverBirliği'ne bağlıpeşmergeler İranordusundan yardımalarak Kürtlerinyaşadığı Halepçekasabasına girer.Saddam Hüseyin İranordusunun ilerleyişinidurdurmak için Irakordusunun KuzeyCephesi Komutanıolan Korgeneral AlîHasan al-Majîd al-Tikritî'ye (Kimyasal Ali) zehirli gaz bombalarıkullanmayı emreder. Zehirli hardal ve sarin gazbombaları taşıyan uçaklar 16 Mart 1988'deHalepçe kent merkezine bombaları bırakır.

Bombardımanın bilançosu, çoğunluğu Kürt 5binden fazla ölü ve 7 bin yaralıdır. Ancak dahasonraki yıllarda ölü ve yaralı sayısının daha fazlaolduğu tespit edilir. Tarihin sayfalarına Hiroşimave Nagasaki gibi, insanlığın kara bir lekesi olarakgeçer bu katliam.

Saddam Hüseyin binlerce Kürt, Iraklı komünistve Şii'nin ölümünden sorumlu eli kanlı bir katildir.Birçok katliamın emrini vermiş, diktatörlüğüboyunca Irak halkına ağır zulümler ve işkencelerçektirmiştir. Ancak Saddam tek başına yapmamıştırtüm bunları. Saddam, başını ABD'nin çektiğiemperyalist sistemin bir ürünüdür. İran savaşında,Halepçe'de, Enfal hareketinde, '91 Şii ve Kürtkırımında, milyonlara varan Kürdün yerindenyurdundan edilerek sınırlara yığılmasında ABD,İngiltere ve diğer emperyalist devlerler deSaddam'la aynı derecede suçludurlar.

Halepçe katliamında kullanılan kimyasalsilahların ABD, Fransa ve Almanya patentli olduğudaha sonra açığa çıkmıştır. Halpeçe katliamı 1991yılına kadar ABD ve diğer emperyalist devlerler vemedyaları tarafından görmezden gelinmiştir.Saddam'ın Kuveyt'e girmesi ile birlikte ABD ileçıkarları çatışır ve Halepçe yavaş yavaş günyüzüne çıkartılır.

Saddam Hüseyin yakalandıktan kısa bir süresonra yargılanır ve idam edilir. Saddam'ınyargılandığı dava sadece Duceyl davasıdır.ABD'yle her türlü siyasal ve asker ilişkiyegirenlerin yaptığı olup biteni gizlemek vegeçiştirmekten başka bir şey olmamıştır. SaddamHalepçe katliamından dolayı yargılanmamıştır.

Saddam'ın 1980'den 2003'e kadar süren 23yıllık iktidar döneminin suçları yargılansaydı,ABD, İngiltere ve diğer emperyalist ülkelerin debu katliamın suç ortakları oldukları görülecekti.

Saddam'ın kısasürede infaz edilmesibu gerçeklerinkaranlıkta kalmasınısağladı.

Kürt halkı sadeceHalepçe'dekatledilmemiştir.Yaşadığımızcoğrafyada süren 30yıllık kirli savaşta dabinlerce Kürt köyüyakılmış-yıkılmış vebinlerce insan faalimeçhul bir şekildeöldürülmüştür.

Birçok köy boşaltılarak Kürtler zorunlu göçezorlanmıştır. Bunlar başta ABD olmak üzere diğeremperyalist devletler ile işbirliği içindegerçekleştirilmiştir.

Bugüne baktığımızda, Filistin halkınınyaşadıkları, 16 Mart 1988'de Kürt halkınınyaşadıklarında bağımsız değildir. Halepçe üzerineatılan hardal ve sarin gazları bugün Gazze üzerinefosfor bombası olarak yağıyor. İsrail Gazze'yebıraktığı bombalarla kadın, erkek, çocuk, yaşlıayırt etmeksizin herkesi öldürüyor. ABD ve AB'liemperyalist ülkeler yine sessiz kalıyor bu katliama.İsrail'in kendisini savunduğunu söyleyerekkatliamı bir kez daha onaylıyorlar. Değişen tekayrıntı, dün Halepçe ve Saddam'dı bu, bugünGazze ve Olmert...

Ortadoğu'da emperyalist-siyonist koalisyon ileonların işbirlikçileri cirit atmaya devam ettiğisürece halkların rahat yüzü görmesi mümkündeğildir. Ortadoğu halklarının kardeşçeyaşayabilmeleri için, emperyalist zorbaların, ırkçısiyonistlerin ve onlarla suç ortaklığı yapanişbirlikçilerin bölgeden atılması şarttır. Bu iseancak halkların, emperyalizmi-siyonizmi veonların bölgedeki işbirlikçilerini hedef alandevrimci bir program ekseninde birleşmesi ilemümkündür.

(Ekim Gençliği'nin 114. sayısındanalınmıştır)

Tarihe düşen kara bir leke:

Halepçe Katliamı

"Çürüyen kokusuyla yağdı

kimya

kesildi feri gözlerin,

sustu dil

artık ne yürek sızısı var

genç kızların

ne bıyık bırakan

delikanlılar..."

İbrahim KARACA

Page 33: Ekim Gençliği / Sayı: 130

33

'60’lı yıllarda yükselişe geçen işçi ve öğrenci hareketi, kapitalistsömürü ve emperyalist boyunduruk karşısında sermaye devletinin tüm“önlemlerine” rağmen durdurulamıyordu. 12 Mart muhtırası, devrimciönderlerin katledilmesi, düzen içi sol akımların güçlendirilmeyeçalışılması sonuçsuz kalmakta, mücadele bunlar karşısında daha dabüyümekteydi.

'77 1 Mayısı’na kadar ülkenin hemen her yerinde grev ve direnişleryayılırken diğer yandan da öğrenci gençlik mücadelesi yükseliyordu.Bunun karşısında sermaye devleti paramiliter güçlerine daha fazlagörev vermeye başlarken, bu sayede hem devrimci hareket üzerindebaskı kurmaya hem de bir çatışma ortamı yaratmaya çalışılıyordu.

Devletin kendilerinebiçtiği misyonu yerinegetirmek için çabalayanfaşistler üniversitelereyönelirken İstanbulÜniversitesi’nde “Merasimbirliği” polisin dolaysızdesteğiyle devrimciöğrencilere karşı saldırılardüzenlemeye, okulagirişlerini engellemeyeçalışıyorlardı. Girişlerde üstaraması yapan faşistler toplugiriş-çıkış yapan öğrencilerinüzerine polisin temin ettiğiya da temin edilmesine gözyumduğu silahlarlasaldırıyorlardı.

Yaşanan faşist saldırılara karşı sessiz kalmayan devrimci öğrencilerbu ablukayı dağıtmak için 16 Mart günü Süleymaniye’de toplanarakMerkez Bina’ya doğru yürüyüşe geçtiler. Diğer fakültede okuyanöğrenciler de Eczacılık Fakültesi’ne kadar onlara eşlik ettiler.Devrimci öğrencilerin eylemi karşısında hazırlık yapan faşistler dekanlı bir pusuya yatmak üzereydiler. Önceki günlerde olduğu gibiderslerden erken çıkmayıp dikkat çekici herhangi bir harekettebulunmamaya çalışırlarken, bu sessizliğin nedeni çok geçmedenanlaşıldı. Öğle tatilinde Süleymaniye’ye açılan kapının polistarafından kapatılması ve çıkışlara izin verilmemesi nedeniyledevrimci öğrenciler meydana açılan kapıya doğru yöneldiler. Buradançıkmakta olan öğrencilerin üzerine “Beyazıt Meydanı komünistleremezar olacak!” bağırışlarıyla kurşun yağdırılmaya başlandı. Hemenardından da bomba atıldı. Saldırı sonucu 50’den fazla insanyaralanmış, 7 devrimci öğrenci ise ölümsüzleşmişti.

16 Mart günü gerçekleşen kanlı saldırı devrimci mücadeleyiengellemeye yetmedi. Zira saldırının hemen ardından binlerce öğrencitoplanıp Merkez Bina’yı ertesi gün düzenlenen cenaze törenine kadarişgal etmişlerdi. 20 Mart günü DİSK’in düzenlediği 'Faşizme ihtarmitingi' saldırılar karşısındaki kararlılığın bir göstergesi oldu. Takipeden süreçte de bir dizi yerde iş bırakmalar, ders boykotları ve grevlergerçekleştirildi.

Beyazıt Katliamı sermaye devletinin faşist yüzünü bir kez dahaaçığa çıkarmıştı. Saldırıdan sonra ortaya saçılan gerçekler, katliamınyalnızca sivil faşistler tarafından değil, dolaysız olarak devlettarafından planlandığını kanıtladı. Ortaya çıkanlar kanıtlar, katliamdakullanılan bombanın 16 Şubat 1978’de yakalanan ve kontrgerilla

içindeki emekli bir yüzbaşı olan Mehmet Ali Çeviker’in depolarındabulunan Amerikan modeli TNT kalıplarından yapıldığını gösteriyordu.Ülkücü faşist Ali Yurtaslan’ın Ağustos 1978’deki itiraflarına göre debu kontrgerilla yüzbaşı MHP’li idi ve faşist saldırıların organizatörleriile yakın ilişki içindeydi.

Yanı sıra, katliam günü öğrencileri meydan çıkışına doğruyönlendirerek katliama zemin hazırlayan polis şefi Reşit Altay’ın,katliamı gerçekleştiren faşistlerin peşinden koşan polislere “Dur!”emri verdiği öğrenildi. Altay katliamdaki başarısından sonra devlettarafından ödüllendirilerek İstanbul TMŞ müdürlüğüne atandı. Bugörevinin ardından da Niğde Emniyet Müdürlüğü’ne....

Katliamıgerçekleştirenlerden biriolan fakat konuşacağıkorkusuyla diğer katillertarafından öldürülenZülfikar İsot’un ablasıRemziye Akyol’un yaptığıaçıklama da yeni gerçeklerigün yüzüne çıkardı.Aykol’un, katliamıgerçekleştirenlerin kardeşiile birlikte Latif Aktı,Sıddık Polat ve polisMustafa Doğan olduğunu,katliam emrini verenin iseAlparslan Türkeş olduğunuaçıklamasına rağmen

Türkeş’e herhangi bir dava açılmadı. Mustafa Doğan ise'bulunamaması nedeni ile' yargılanmadı. Mahkeme Doğan’ınbulunması için defalarca Emniyet Müdürlüğü’ne yazı yazdığı halde,Reşat Altay imzalı cevapta Doğan’ın Mart 1978’de uğradığı disiplinsoruşturması nedeniyle istifa ettiği bildirildi. Mayıs '97’de iseDoğan’ın arama emrinin dahi bulunmadığı ortaya çıkacaktı.

Katliamın sorumlusunun devlet olduğunun kanıtlarından iri de Pol-Der yetkililerinin yaptığı ihbar oldu. Dönemin Pol-Der yetkililerikatliamı daha öncesinden polise ihbar etmiş, bu da sonradan İçişleriBakanlığı tarafından doğrulanmıştı. Ancak bu ihbarın da gereğiyapılmamıştı. Ayrıca diğer bir çok karanlık işlerin yanında bukatliamın da sorumlularından İstanbul Ülkü Ocakları Derneğiyöneticileri Mehmet Gül ve Mustafa Verkaya aylarca yakalanamadılar.Yakalandıklarında ise bir iki yüzleştirmenin ardından serbestbırakıldılar. Mehmet Gül daha sonra, DSP-ANAP koalisyonunda MHPİstanbul milletvekilliği yaptı.

Tüm bunlardan sonra katliamın gerçek sorumluları hakkında hiçbirşüpheye yer kalmadı. Katliamı devlet sivil faşist çetelerine yaptırmıştı.Beyazıt katliamı ile devrimci mücadelenin önüne geçilmek istendifakat sermaye devletinin planları yine tutmadı. Katliam karşısındasermaye düzenine ve onun katliamcı devletine olan öfke ve kin arttı.

Aradan geçen 33 yıla rağmen katliamın hatırlanıyor olması, bununda ötesinde hesabının sorulacağının kararlılığı, devrimci mücadeleninengellenemeyeceğinin açık bir göstergesidir. İşçi sınıfı ve gençliğindevrimci mücadelesi Beyazıt’ın ve diğer tüm katliamların hesabınıonların ardındaki köhne sömürü düzenini yıkarak soracaktır. Ve ozaman katil devlet hesap verecektir.

Tarihimizden burjuvazinin kana buladığı bir sayfa…

16 Mart 1978 Beyazıt katliamını

unutmadık!

Page 34: Ekim Gençliği / Sayı: 130

“İşçi ile kadının durumları birbirine benzer, ama kadın bir noktadaişçiden daha ileridedir. Bu da kadının ilk tutsaklık halkasını takan

yaratık olmasıdır.”August Bebel

Tarih boyunca doğa ile ilişkisi içerisinde insanlık kendisini veilişkilerini dönüştürdü. Bu dönüşüm evrelerinin ilkinde, anaerkilsistem olarak tariflediğimiz ilkel komünal toplumda insanlık, kadın veerkeğin eşitlik içinde yaşadığı bir toplumsal düzen içerisindeydi.Uzunca bir zaman içerisinde doğayla mücadele eden insantoplulukları, gerek nüfusun artması gerekse üretimin gelişip ilişkilerinkarmaşıklaşması sonucu özel mülkiyetin doğuşuyla, farklı bir yapıyabüründü. Bebel’in tarifiyle “Anaerkil, komünizmi ve herkesin eşitliğinimeydana getirmişti. Babaerkil, kişisel mülkiyeti, mirası, kadınınbağlılığını ve tutsaklığını meydana getirdi.”* Bu dönem, kadınlaraçısından korkunç ve karanlık çağlarının başlangıcı oldu. Birçokcoğrafyada yaşayan kadınlar, toplumsal konularda söz hakkı bir yerdedursun, sürekli olarak baskıya ve zulme uğradılar. Köleci toplumlarınve ortaçağ karanlığının kadının üzerine vurduğu bu damga, hala dahabirçok yerde gözlemlediğimiz gelenekler halinde yaşatılmaktadır.

Sanayi devrimi gerçekleşip, üretimde makine kullanımıyaygınlaşmaya başladığından beri, kadın üzerindeki sömürü yeniboyutlar kazanmıştır. Çocukların da çok erken yaşlarda zorlaçalıştırılmaya başlanması yine bu döneme tekabül eder. Engels’inanlatımıyla; “Dokuma tezgahlarının başında çoğunlukla 15-20yaşlarında ve daha yaşlı ama seyrek olarak 21 yaşını aşıncaya kadarişbaşında kalan kadınlar çalışır. Kaba eğirme makinelerinde bileyalnız kadınlar, gerekli ise havalandırma makinelerini işletmek vetemizlemek için birkaç erkek çalışmaktadır. Bütün bunlardan başkafabrikalarda makaraları takıp çıkarmak için birtakım çocuklar veodaları gözetmek için birkaç yetişkin erkek, buhar makinesi,marangozluk, kapıcılık vb. için bir mekanikçi ve bir makineci vb.çalıştırılmaktadır. Ama asıl işi kadınlar ve çocuklar yapmaktadır”**

Yaşadıkları kısa ve sağlıksız dönem boyunca yalnızca yoksulluk vesefalet gören bu kadınlar, erkekler ve çocuklar, sanayi toplumunageçişin ağır yükünü ilk omuzlayan kitlelerdi. Ve zaten türlühastalıklarla sürdükleri hayatlarının yarısından çoğu (her gün 12saatten fazla çalıştıkları göz önünde bulundurulursa) sermaye ve özelmülk sahiplerinin bitmek tükenmek bilmeyen kar hırsını karşılamakiçin fabrikalarda, atölyelerde hatta evlerde çalışmakla geçiyordu. Budönem boyunca da kadın, vahşi kapitalizmin olabildiğince ucuzaçalıştırdığı bir makineden farksızdı. Erkek işçilere göre daha ucuzaçalıştırılmaları, sermayenin sahip olmayı arzuladığı işgücü rekabetiortamını besledi. Bunun sonucu iş saatlerinin giderek artırılıpücretlerin azaltılması oldu. İkinci sınıf insan konumunda, toplumuntüm yükünü üstlenen kadın, kapitalizmin yarattığı bu iğrenç ortamda,korkunç esaretinden dolayı artık örgütlenmeye, sözünü söylemeyebaşladı.

Sermayenin bu vahşet çağında işçi sınıfının çalışma koşullarınakarşı hak arama mücadeleleri güçlü atılımlarla devam etmekteydi.Ancak kadınlar bununla birlikte yüzyıllardır sahip olamadığı sosyalhakları için de bir mücadele başlattılar. Bunların bir kısmı burjuvakadınların öncülük ettiği kanun önünde eşitlik mücadelesidir. Bir diğerkısmında ise emekçi kadınların üretimden gelen gücünü kullanarakkazandıkları haklar olmuştur. (bknz. Kronoloji)

Tarih boyunca lanetlenmiş, ataerkil düzendeköreltilmek istenen kadınlar seslerini yükseltmeye

başladıklarında, sermaye sınıfı kadınların bu haklı mücadelesini artıkgörmezden gelemediler ve kadınlar anayasal alanda kimi haklarkazandılar. Fakat bu özel mülkiyet düzeninin göstermelik haklarlaçözebileceği bir durum değildir. “Kadın cinsinin boynunda ikitutsaklık halkası vardır. Birincisi: Kadının ekonomik olarak erkeğemuhtaç olmasıdır; bu da toplumun kadını erkekten aşağı görmesidemektir. Kadına kanun önünde eşitlik tanınması bu geriliğigideremez. İkincisi: Kadının ekonomik hayattaki tutsaklığıdır. Erkeğinekonomik tutsaklığından kurtulup hayata giren kadın, yani emekçikadın, bu defa erkek işçi ile birlikte sermayenin tutsaklığınagirer.”*** Dolayısıyla özel mülkiyetin başlamasıyla ortaya çıkankadın sorunu ancak ve ancak özel mülkiyet düzeninin yerle biredildiği toplumlarda gerçek çözümüne kavuşabilir. Ekim Devrimi'ninardından toplumsal değişiklikleri incelediğimizde bunu açıkçagörmemiz mümkün. Sovyetler Birliği, kadının sosyal yaşama katkısınıdestekleyen teşviklerle beraber, yıllarca hüküm süren ortaçağdespotizmini de kapitalist hegemonyayı da bertaraf ederek ataerkilsistemleri mahkum etmiştir. Lenin mücadele sürerken şu sözleriylebunu ifade eder: “Kamusal hizmette, miliste, politik yaşamdakadınlara yer vermeksizin, kadınları o uyuşturucu ev ve mutfakhavasından çıkarmaksızın, hiçbir gerçek özgürlük güvenceyebağlanamaz, sosyalizm şöyle dursun, demokrasi bile kurulamaz.”****Eşitliğin hem anayasal hem de toplumsal dönüşümlerle hayatageçirilmesi ancak sınıfsız bir toplumda mümkündür.

Kadınların sürdürdükleri mücadelelerin bir ürünü olarak 8 Mart1857'de gerçekleştirilen fabrika direnişi ve onlarca kadının vahşicekatledilmesi olayı, 2. Enternasyonal'e Clara Zetkin tarafından taşınmışve bu gün Dünya Emekçi Kadınlar günü olarak ilan edilmiştir. Tümdünya kadınlarının mücadele günü olarak sahiplendiği, alanlardaeşitlik ve özgürlük şiarlarının yükseltildiği bu gün, sermayeninkoruyucuları tarafından, içi boşaltılması gereken bir hedef halinegetirilmiştir. Bunun için 67 yıl geçtikten sonra BM gibi bir kuruluşunkadınların bu gününü sahiplenmek istemesi, içinden “emekçi”kelimesini çıkararak 8 Mart’ı “Dünya Kadınlar Günü” şeklinde ilanetmesi oldukça ironiktir. Böylelikle, kadın işçilerin kanlarıyla bedelödedikleri ve tarihe burjuvaziyle savaşımın örneklerinden biri olarakgeçen bu büyük mücadele günü, burjuva kadınların bilinçsizcenutuklar attığı bir güne dönüştürülmeye çalışılmıştır.

Bu algının farklı bir yansıması küçük burjuva ideolojisi temelindegelişen feminist akımlarda da vücut bulmuştur. Dünya feministhareketinin kadın sorununa getirdiği derinlik göz ardı edilemeyecekniteliktedir. Kadın sorununun cinsiyet sömürüsü üzerinden gelişenkısmı bu hareketlerin özel bir ilgisinin ve katkısının odağı olmuştur.Ancak bu tür bir yaklaşım da kadın sorununun ortaya çıkış nedenini(özel mülkiyet düzeninin sonucu olarak gelişen kadın sorunu) giderekötelemiş ve salt başına kadın-erkek karşıtlığı ve mücadelesineindirgenmiştir. “Fakat bu sınırların ötesinde, kendi ideolojik-sınıfsaleksenine indirgemeye kalktığı ölçüde, kadınının eşitlik ve özgürlükmücadelesini gerçekte sakatlar, güdükleştirir ve dahası emekçi kadınakurulmuş bir tuzak işlevi görür. Bu tür bir feminizm, kadının kurtuluşmücadelesi için anlamlı sonuçlar yaratmak bir yana, onu sakatlar vezaafa uğratır. Emekçi kadını emekçi erkekle karşı karşıya getirir.Türkiye’de son birkaç yıldır 8 Mart kutlamalarının tam bir skandaladönüşmesi de bizden buna en taze ve dikkate değer birörnektir.”*****

Bu tür bir yaklaşımın da sınıflar savaşımının içinde sürdürülenkadının kurtuluş mücadelesine sunacağı katkı her yönüyle sorular ve

8 Mart

Dünya Emekçi Kadınlar Günü

ve kadın sorununa yaklaşımlarY.Toprak

34

Page 35: Ekim Gençliği / Sayı: 130

sorunlar taşır.Kadına yönelik şiddetin her türlüsünü yaşadığımız, gördüğümüz

hatta açıkça izlediğimiz ülkemizde Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nüişsizlik ve geleceksizlik tehditleri ve saldırıları ile karşılıyoruz.Bugünlerde “torba yasa” adıyla düzenlenen kölelik yasaları alelaceletamamlanmaya çalışılırken, işçi ve emekçileri daha fazlasömürebilmenin yolları aranmakta ve emekçi kadınlarımız busömürüye iki kat daha fazla maruz kalmaktadır. Fakat sermayeuşakları bilmelidir ki diktatörlük rejimlerinden emperyalist odaklarakadar tüm dünyada alanlar emekçilerin yoğun öfkesi ve mücadeleleriile doldurulacaktır. Bu da görüldüğü gibi ancak kadın ve erkeğinbirlikte örgütlü mücadelesi ile olacaktır.

Yaşasın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü!Cinsel ulusal sınıfsal sömürüye son!Kadın olmadan devrim olmaz devrim olmadan kadın

kurtulmaz!

*August Bebel, “Kadın ve Sosyalizm”, Toplum Yayınevi, sayfa39

**Marx, Engels, Lenin, “Marksizm, Kadın ve Aile”, Bilim veSosyalizm Yayınları, sayfa 30

*** August Bebel, “Kadın ve Sosyalizm”, Toplum Yayınevi,sayfa 10

**** Marx, Engels, Lenin, “Marksizm, Kadın ve Aile”, Bilimve Sosyalizm Yayınları, sayfa 129

***** H. Fırat, “Tarihten günümüze kadının ezilmişliği vekapitalizm”, http://www.kizilbayrak.net/makaleler-yazarlar/haber/arsiv/2006/06/02/browse/3/artikel/177/tarihten-guenuemue-1.html

KADIN ÖZGÜRLÜK MÜCADELELERİ KISA KRONOLOJİSİ

5 Ekim 1789 Fansa'da ekmek ayaklanması küçük bir kız tarafındandavul çalarak başlatıldı. Sayıları artan büyük bir kadın kalabalığınıpeşinden sürükledi

21-22 Ekim 1789 Fransa'da Versailles'teki ekmek ayaklanmasınınbaşını kadınlar çekiyor.

25 Şubat 1793 İşçiler dükkanları bastı. Aralarında çok sayıdakadın vardı. Özellikle de sabun fiyatlarından şikayet eden çamaşırcıkadınlar. Talepleri dükkan sahiplerinin yiyecek maddelerinikendilerinin saptadığı fiyatlardan satılmasıydı.

20 Ekim 1793 Fransa da meclis’in ilan ettiği “erkek hakları”nakarşı çıkan Rose Lacombe, Oleympe de Gouges kadınlarla birlikte“Kadınların Hakları”nı yazdılar. “Mademki kadınlar sehpayaçıkarılabiliyor, kürsüye de çıkabilmelidir”

15 Eylül 1845 Çalışma haftasının 6 güne, çalışma gününün 10saate indirme talebiyle Batı Pensilvanya'daki iplik fabrikasında çalışan1500 kadın işçi greve çıktı. Grev 1 ay sonra yenildi.

8 Mart 1857 New York'lu kadın işçilerin kitlesel grevleri ve işgaleylemleri katliamla bastırıldı.

1864 Uluslararası İşçi Birliği (I. Enternasyonal) kuruldu. GenelKonsey kadınların da üyeliğe kabul edilmesini onayladı.

10 Nisan 1871 Paris Komünü'nde "halkın davasını savunurkenöldürülen bütün yurttaşların meşru ya da gayrimeşru çocuklarına aylıkbağlanmasını kararlaştırdı.

1874 Krengel Mskaya fabrikasında kadınlar aktif rol oynadılar. 1889 Londra'da May ve Briant için çalışan 700 kibritçi kadın işçi

niteliksiz işçiler arasında sendikalaşmayı başlatan bir kıvılcım oldu. 1888-1889 yıllarında sendikalara binlerce kadın katıldı. 1895 Clara Zetkin SPD'nin ulusal sekreterliğine seçildi.

1 Mayıs1900 İngiltere'de oy hakkı için Lancashire'de dilekçekampanyası başlatıldı.

18 Mart 1901 29 bin 359 kadının imzası bulunan dilekçe Avamkamarasına verildi.

1905 Rusya'da Moskova, Petersburg, Minsk, Yamta, Saratov, Vilnave Odessa'da ilk kez kadın hakları mitingleri düzenlendi.

1906 Londra'da ilk oyhakkı gösterisi yapıldı. 1907 Stuttgart'ta 15 ülkeden 59 kadının katıldığı ilk sosyalist

kadınlar uluslararası kongresi toplandı. 1908 Almanya'nın tümünde kadınların siyasi partilere üye olmasını

kabul edildi. 15 Temmuz 1908 Londra'daki oy hakkı gösterisine 20 bin kişi

katıldı. 19 Temmuz 1908 İngiltere'de Manchester Heaton Park'ta 150 bin

kişilik bir gösteri yapıldı. Aralık 1908 Birinci Tüm Rusya Kadın Kongresi toplandı. 21 Haziran 1909 Londra'da 500 bin kişinin katıldığı oy hakkı için

gösteri yapıldı. 1910 Kopenhag'da İkinci Uluslararası Sosyalist Kadınlar Kongresi

toplandı. Bu kongrede Clara Zetkin 8 Mart'ın Uluslararası Kadınlargünü olarak benimsenmesini önerdi.

1911 yazında İngiltere'de 21 fabrikasında 15 bin örgütsüz kadınişçi greve gitti. 18 fabrikada örgütlenme hakkını kazandılar.

1913 yazında Rusya'da, Palia tekstil fabrakisında çoğu kadın 2000işçi, ücret artışı, ücretli hamilelik izni, çamaşırhane gibi taleplerlegreve çıktılar.

1913 Moskova'da Grisov fabrikasında fabrika yönetiminincinsiyetçi tutunmunun değişmesi, küfürün yasaklanması ve kadınlarakibar davranılması için grev yaptılar. 1913 Rusya'da ilk defa emekçikadınlar günü kutlandı.

Mart 1915 Clara Zetkin ve Rosa Lüksemburg Bern'de savaşa karşıUluslararası Kadın Konferansını düzenledi.

1917 Ekim Devrimi Petrograt'lı kadın işçiler tarafından başlatıldı. 1918 İngiltere'de 21 yaşına basan her erkek, 30 yaşına basan her

kadın oy hakkı kazandı. 1920 Moskova'da Birinci Uluslararası Kadın Komünistler

Konferansı yapıldı. 1928 İngiltere'de kadınlar da erkekler gibi 21 yaşında oy hakkı elde

ettiler. 5 Aralık 1930 Anayasa değişikliği ile kadınlara yerel ve genel

seçimlerde seçme ve seçilme hakkı tanındı. 1962 İngiltere'de 200 bin kadını temsil eden 19 sendika işverenle

eşit ücret sözleşmesi yaptı. 1969 İngiltere'de kadın sendikacıların desteklediği eşit ücret

gösterisi düzenlendi. 1968-78 yılları arasında bir çok alanda kadınların ücretleri 3 kat ile

7 kat arasında artış gösterdi. 1970 Londra'da gece temizlik işçileri sendika için mücadele ettiler. 1972 İngiltere'de Chiswick'te, dayak yiyen kadınlar için ilk

sığınma evi kuruldu. 1972 İngiltere'de Goodman'da çalışan kadınlar eşit ücret için grev

yaptılar. 1973 İngiltere'de çoğu kadın yüzbinlerce hastane işçisi ilk ulusal

grevlerini yaptılar. 1973 İngiltere'de çorap fabrikasında çalışan Asyalı kadınlar ırk

ayrımına karşı gösteri yaptılar. 1975 İngiltere'de eşit ücret için Heywood'da kadınlar

11 hafta grev yaptı. 35

Page 36: Ekim Gençliği / Sayı: 130

1967 yılından itibaren Türkiye’ye gelmeye başlayan 6. Filo, herdefasında anti-emperyalist kitle gösterileri ile karşılandı. '68’de DenizGezmiş’in de aralarında bulunduğu devrimciler tarafından yapılaneylemde 6. Filo askerleri, Dolmabahçe’de taşlanarak denize dökülmüş,bu olay anti-emperyalist mücadelede bir simge haline gelmiştir. 6. Filove onda karşılık bulan emperyalizme karşı eylemler bununlabitmemiş, aksine güçlenerek devam etmiştir. İşte bu eylemlerden 16Şubat 1969’da yapılan 'anti-emperyalist yürüyüş' tarih sayfalarındakiözel yerini aldı. Ancak bu kez eyleme özellik katan şey kitleselliği yada militanlığı değil, sermaye devletinin katliamcılığı oldu.

16 Şubat 1969 – “Emperyalizme ve Sömürüye Karşı

İşçi Yürüyüşü”

6. Filo karşıtı gösteriler gençlik veemekçi kitleler içerisinde geniş bir etkiyaratıyordu. Oluşan antiemperyalistdirenişi kırmak isteyen sermaye devletibir kez daha katliam silahına sarıldı. 17Temmuz '68’de Vedat Demircioğlu İTÜÖğrenci Yurdu’nun üst katından atılarakkatledildi. Sermaye devletinin hesabıtutmadı ve Demircioğlu’nun katledilişibüyük bir öfke yarattı. İzleyen günlerdeDemircioğlu anısına yapılan eylemlerdeve nihayetinde Dolmabahçe’yeyanaşmaya çalışan 6. Filo karşısındakendisini gösteren bu büyük öfke,katliamların anti-emperyalistmücadeleyi bastıramayacağını gösterdi.

10 Şubat '69’da yine Dolmabahçeaçıklarına demirleyen 6. Filo bir kezdaha anti-emperyalist eylemlerle karşılandı. 16 Şubat Pazar günüdüzenlenen bir yürüyüşle 6. Filo bir kez daha protesto edildi.“Emperyalizme ve sömürüye karşı işçi yürüyüşü” adıyla düzenleneneylemde yaklaşık 40 bin kişi Beyazıt’tan Taksim’e doğru“Emperyalizme hayır, sosyalizme evet!”, “Köylüye toprak yok,Amerikan üslerine toprak çok!”, “Vietnam’da barınamayanTürkiye’de tutunamaz!” sloganları ile yürüdü

Sermaye devletinden bir katliam daha!

Vedat Demircioğlu’nu katlederek anti-emperyalist mücadeleyibitiremeyen sermaye devleti 16 Şubat’ta düzenlenen yürüyüşe yönelikdüzenlediği kanlı saldırı ile emperyalizme bağlılığını gösterdi.

Yürüyüşten günler önce katliamın hazırlıklarına başlandı. Katliamiçin kullanılan dinci gericilik de cihat çağrısı ile katliamın haberiniveriyordu. Devletin görevli kalemşörleri Demircioğlu anısına yapılaneylemleri hedef gösterirken, 10 Şubat’ta Dolmabahçe Rıhtımıgönderine, 11 Şubat günü ise İstanbul Beyazıt Yangın Kulesi’neDemircioğlu anısına çekilen bayrak, dinci gericilik tarafından “Kuleyekızıl bayrak çekildi” nidaları ile karşılandı. 14 Şubat günü yapılan'Bayrağa saygı' mitingi dinci gericilik için bir gövde gösterisi oldu.Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin Başkanı İlhan Darendelioğlu,Milli Türk Talebe Birliği’nin (MTTB) Cağaloğlu’ndaki merkezinde“… Pazar günü komünistler miting yapacak, biz bu mitingdesavaşacağız. Silahı olan silahıyla, olmayan baltasıyla gelsin…”

diyerek katliam çağrısı yapıyordu. Gericilerin şefi MehmetŞevki Eygi, yazarlık yaptığı Bugün gazetesinden fetvalarveriyor, Cuma ya da sabah namazları için verdiği adreslerde

kitleleri katliama çağırıyordu. Bu Amerikan uşağı 15 Şubat günüyayınlanan yazısında şunları söylüyordu: “Büyük fırtına patlamaküzeredir, Müslümanlar ile kızıl kafirler arasında topyekün savaşkaçınılmaz hale gelmiştir... Müslüman kardeşim, sen bu savaştabitaraf kalamazsın. Ben namazımı kılar, tespihimi çekerim... Etliye,sütlüye karışmam deyip de kendine zulüm edenlerden olma, gözünü aç,bak!.. Onlarda taş, sopa, demir, molotof kokteyli mi var? Biz de aynısilahları kullanmaktan aciz değiliz... Cihat eden zelil olmaz. Sağkalırsa gazi olur, canını verirse şehitlik şerefini kazanır.”

İbadete kapalı olan Dolmabahçe Camii 16 Şubat günü özel olarakaçılarak katliamcılar için toplanma yeri yapıldı. Taksim’de parkın yantarafına çekilen üç kamyonetten içlerinde Adapazarı ve Bolu’dan

getirilenlerin de olduğu saldırganlarasopa ve bıçaklar dağıtıldı. Saldırı içinher şey hazırdı artık. Anti-emperyalistlerin Taksim’e girişiyleberaber saldırı da başladı. Sayıları ikibini bulan katliamcı güruha polis dedestek veriyordu. Saldırganlarıengellemek yerine anti-emperyalisteylemcilerin üzerine bombalar atanpolis kitle üzerinde panik havasıyaratmaya çalışıyordu.

Saldırıda TİP üyesi Ali Turgut Aytaçve Duran Erdoğan adlı işçileröldürülürken, yüzlerce kişi de yaralandı.Saldırıya dair film ve fotoğraflarınolmasına, yani katliamın açıkbelgelerinin bulunmasına rağmensermaye devleti kendini ve katillerini

akladı. “Komünistlerin kokusunu alma” iddiasıyla ünlü döneminİçişleri Bakanı Faruk Sükan “Tamamen komünistlerin tertibi. Tam birihtilal provasıydı o. Eğer tedbir almamış olsaydık, büyük hadiselerolacaktı.” diyerek devletin pervasızlığını resmi ağızlardan ifadeediyordu. Dönemin valisi Vefa Poyraz ise katliamın üzerinden yirmiyıl geçtikten sonra söylediği “Kanlı Pazar olayı irticai bir hareketdeğil, sol bir hareketti. 171 sayılı kanuna göre sol yürüyor, buyürüyüşe mani olmak isteniyor, idare de bunları önlemek istiyor. AmaTaksim’de ani bir halk hareketi, ani bir karşılaşma oluyor, iki kişimaalesef hayatını kaybediyor. Olay öncesi de Bugün gazetesi’ndeçıkan Mehmet Şevket Eygi Bey’in yazıları, toplu namazlar, filan...Namaz kılıyorlar, ama bunlar kendi içlerinde maksatlı olabilir, camiyegidip insanları yargılayamazsınız” sözleri ile katliamcılığın sermayedevleti için resmi bir çizgi olduğunu alenen itiraf ediyordu.

Emperyalist-kapitalist sistem katliamların

hesabını verecek!

Tarihe 'Kanlı Pazar' olarak kaydedilen katliamın üzerinden yıllargeçmesine rağmen sermaye devleti kanlı provokasyonlarından vekatliamcılığından vazgeçmiş değil. Çorum, Maraş, Sivaskatliamlarıyla, ceza evleri katliamlarıyla ve sokak ortasıinfazlarıyla/katliamlarıyla suç siciline yenilerini eklemeye devamediyor. Aradan geçen yıllara rağmen devrimci/anti-emperyalistmücadele de sürüyor. Her geçen gün daha da bilenerek, öfke ve kinbiriktirerek devam ediyor. Emperyalist-kapitalist sistemin tümkatliamlarının hesabını bizzat sistemin kendisini alaşağı edereksoracağını tekrar tekrar ilan ediyor.

Dini gericiliğin emperyalizme bağlılık yemini:

“Kanlı Pazar”

36

Page 37: Ekim Gençliği / Sayı: 130

8 yıldır hükumette olan AKP’nin şefi, “Herkesin yaşam tarzı; buhükümetin ve bizlerin teminatı altındadır.” biçiminde konuştu. Fakatbu sözleri izleyen günlerde toplumsal yaşama dönük kapsamlıicraatlara girişmek üzere kolları sıvadı. Düzen içi çatışmadaüstünlüğünü perçinlemenin güveniyle de toplumsal yaşamı dinci gericiideolojiye ve sermayenin ihtiyaçlarına göre düzenlemeye girişti. İşteörnekler…

Alkole sınırlama, silaha serbestlik…

Alkol tüketimi, emekçi katmanları ve gençliği ortaçağ yalanları ilesersemletmekte yetkinleşmiş AKP hükumetinin başlıca propagandamalzemesidir. Geride bıraktığımız yıllarda da çeşitli semtlerde içkiruhsatlarına ilişkin kısıtlayıcı düzenlemeler üreten gerici hükumet busefer de alkol satışında yaş sınırınıyükseltti. Ancak gerici hükumetin tümahlak çığırtkanlığının en aşağılık birikiyüzlülükten ibaret olduğu kısa süredebir kez daha ortaya serildi. Çünkü alkollüiçki alımı için yaş sınırını yükseltenhükumet, silah ruhsatı alma yaşını isedüşürdü, üstelik bulundurulacak silahsayısını da 5’e çıkardı.

8 yıldır AKP iktidarı eli ile toplumunnasıl da karanlığın içine çekildiğinigörüyoruz. Bir yanda sosyal yıkımsaldırıları ve özelleştirme talanı yapılaraktoplum ekonomik bir cendereye alınıyor.Diğer yanda ise demokratik haklarıtırpanlanan ve yozlaştırılarak burjuvadeğerlerine teslim alınmak istenen milyonlara itaatkarlık dayatılıyor.Saldırıların toplumsal-kültürel boyutu da elbette kendine uygunbiçimde geliştiriliyor. Bunun için AKP şeflerinin teminatı altında olanyaşam tarzlarımıza bakmamız yeterli.

İnsan, yaşadığı toplumdan, bulunduğu çevreden yalıtılmış birvarlık olarak düşünülemez, o halde yaşam tarzı da bunlarla doğrudanilişkilidir. Çevremizin toplumun ihtiyaçlarına göre değil, sermayeninçıkarları doğrultusunda değişmesi, yaşam tarzımızın da bu doğrultudaşekillenmesine sebep olmaktadır.

Taş, toprak, gar, antik kent hepsi para, hepsi pul...

28 Kasım 2010’da Haydarpaşa Garı yandı. Kaç kişi isterdi,mimarinin bu eşsiz örneğinin, her birimizin merdivenlerinde oturduğu,fotoğraf çektirdiği, uzun uzun seyrettiği Haydarpaşa Garı’nınyanmasını? Ama oldu işte, çatı yalıtımı sırasında yanıcı yalıtımmaddelerinin alev alması sonucu yandı. Sizce bu olay tedbirsizliksonucu ortaya çıkmış bir kaza mıydı, yoksa sermayenin yıllardıryıkmak istediği bir mirasa bir kılıf mı örülmek istendi?

İddiaları İstanbul’u Manhattan yapmak. Marmaray'ın devreyegirmesiyle işlevini kaybedecek olan tarihi Haydarpaşa Garı’nın daiçinde bulunduğu 1 milyon 300 metrekarelik alanı “HaydarpaşaGar ve Liman Dönüşüm Projesi” ile dönüştürmek! Neye mi? Çokkatlı otel ve alışveriş merkezlerine…

Allianoi Antik Kenti, 1800 yıllık bir hastane yapısı… Sadece 8odası kazılabilmiş ve buradan yüzün üzerinde eser ve müze envanterialınmış. Odaların birinden, yüzlerce metal cerrahi alet bulunmuş.Uzmanlar kazılara 7 yıl daha devam edilmesi gerektiğini söylüyor amamümkün değil, neden mi? 1998 yılında bu antik kentin, sit alanıolması talep ediliyor ve İzmir Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu 29

Mart 2001 yılında bölgenin 1. derece arkeolojik sit alanı olduğunakarar veriyor. Fakat ne yazık ki antik kenti sular altında bırakacakbarajın yapımına bu tarihten itibaren de devam ediliyor.

Mantık şu: “Mille kaplanarak su altında kalsın, 50 yıl sonra barajişlevini tamamladığında yeniden kazılır.”

Bir tarihi 50 yıl bekletmek ne için mi? Sermayenin talepleri için...Toplumdan yükselen onca sese rağmen sivil toplum örgütlerinin,meslek odalarının, ilerici kurumların taleplerinin sermayeninihtiyaçları söz konusu olduğunda hiçbir yaptırımı yok. Hasankeyf debunun başka bir örneğidir.

Gelelim İstanbul da yapılması planlanan 3. köprü projesine…Orman Bakanlığı'nın hazırladığı resmi rapora göre 3. köprü projesi

kapsamında yok olacak ormanlık alan 16milyon metrekare, kesilmeyi bekleyenağaç sayısı 1.6 milyon. Çeşitliaraştırmalar ekolojik yapılar inşa etmeninönemini vurgularken, her şey doğaya enaz zarar verecek şekilde tasarlanmalıderken, 3. köprü projesi yine tüm bunlarınsermaye için hiçbir anlam taşımadığınıgözler önüne serdi. Tabii köprü deyipgeçmemek lazım, köprü ayaklarında 7yıldızlı otel, kongre merkezleri, restoranve kafeler, ayakların tepesinde ise işadamlarının ve politikacılarınkullanabileceği helikopter pistleriyapılması tasarlanıyor. Köprü sadeceulaşım için değil anlayacağınız…

“Ucubeler”in sanat anlayışı…

Son olarak başbakanın Kars'ta yapılmış olan heykeli ucube diyerekkaldırtmak istemesi... “Herkesin güzelle çirkini; ucubeyle estetik olanıbirbirinden ayırabileceğini bunun için asil bir aileden gelmeye, sırçasaraylarda büyümeye gerek olmadığını” belirtip ben aslında 'kralınçıplak olduğuna' işaret ettim dedi Başbakan. Bu, dinci gericiideolojiyle kafaları kararmış bu burjuva döküntüsünün kimliğini iyianlatıyor. Bu kimlik faşist ve yobaz bir kimliktir. Sanata ve insanadüşmandır.

Kendinde kendi kültürünü ve değerlerini dayatma yetkisinibulanlar sanatı da, arkeolojiyi de, mimariyi de, şehirciliği de karüzerinden kendi zevklerince ele alıyorlar. Tarihi eserler eğer AKPiktidarının istediği insan modelini yaratmaya hizmet ediyorsa önemli,yok bunun için bir işe yaramıyorsa ucube, değersiz oluyorlar.

Bahsettiğimiz hiçbir olay münferit değil, aksine oluşturulmakistenen topluma uygun görülen yaşam tarzı ve kafa yapısını ortayakoyuyor. Tarihin ve sanatı anlamsızlaştıran, doğaya ve insana değervermeyen bir anlayış bu.

Toplumun değişmeyen yaşam tarzları ile değişen yaşamstandartları arasında nasıl bir ilişki var ki her geçen gün işsizlikartıyor, Kübra bebekler açlıktan ölüyor? Ve bir tarih hunharcakatlediliyor...

Açık ki, sermayeye karşı insan kalabilme erdemine sahipolabilmenin tek yolu, mücadele etmekten geçiyor.

YTÜ'den bir Ekim Gençliği okuru

AKP ve sermaye

insana, sanata ve doğaya düşman!

37

Page 38: Ekim Gençliği / Sayı: 130

Kentsel yenileme projeleri, kapitalist sistemin özünü oluşturan kardürtüsünün kent mekanına taşınmasının, böylece kentsel mekanın dametalaştırılmasının en önemli araçlarından biridir. Coğrafyamızdakapitalizmin en gelişkin merkezi İstanbul'da bununla ilgili sayısızörnek varken “Tarlabaşı Yenileme Projesi” bunlardan sadece biridir.

Bakanlar Kurulu'nun 20.02.2006 tarihli kararıyla, Tarlabaşı'ndakiBülbül, Çukur ve Şehit Muhtar mahalleleri, Cezayir Çıkmazı (FransızSokağı) ve çevresi, Tophane Bölgesi, Galata Kulesi Çevresi, BelediyeBinası ve Çevresi ve Bedrettin Mahallesi 'Yenileme Alanı' ilanedilmiştir.

Proje yakından incelendiğinde karşımıza tasarım grubu olarak ünlümimarlık büroları, danışma grubu olarak öğretim üyeleri, inşaat şirketiolarak ise son dönemlerin yenileme projelerinin tanıdık aktörü olarakÇalık Holding'e bağlı GAP İnşaat çıkıyor. Tüm kamuoyunun bildiğigibi Çalık Holding’in AKP'ye yakınlığı ile tanınan genel müdürüErdoğan'ın damadı. Bu holding Fener-Balat Yenileme Projesi'nde,ATV-SABAH ihalesinde de karşımıza çıkmıştı. Bu çok aktörlüprojede Çalık Holding Tarlabaşı'nın %60'ına sahibi olarak rantınbüyüğüne el koyarken, yerel yönetim olarakBeyoğlu Belediyesi ona aracılık etmekte,tasarımı yapan mimarlık büroları vedanışmanlık yapan öğretim üyeleri ise elbetteemeklerinin karşılığını(!) almak koşuluylaprojenin vazgeçilemez bileşenleriolmaktadır...

Yoksuldan çalıp sermayeye

dağıtıyorlar

Tarlabaşı'nda kentsel yenileme kapsamınagiren bölgede bulunan binaların projekapsamında mevcut mülk sahiplerindenalınması ve yıkılması gerekmektedir. Bu daelbette binalarda barınanların rızası ileolamayacağı için devreye sermayenincambazları girmekte. Yeri geldiğinde tehditeden, yeri geldiğinde yasalarla oynayan buburjuva Robin Hoodlar binaları sahiplerindençalabilmek için her yola başvurmakta. Buamaçla yasal bir dayanak bulan cambazlar mevcut mülk sahiplerinebinanın taban alanı kadar bir teklifte bulunuyorlar. Yani 5 katlı da olsa40-50 metrekare taban alanının bedelini mülk sahibinin elinetutuşturup rantı cebe indirmek planlanmakta. Bunu beğenmeyenler isekentsel dönüşüm-yenileme mağdurlarının sürgün adresi kent dışındakiTOKİ konutlarında bir daireye mahkum edilmek isteniyor. Bölgedebarınan kiracıların akıbeti ile ilgili bir açıklama ise yoktur. Kısacasıprojenin tek kaybedeni Tarlabaşı'nın artan değerini karşılayamayanyoksullardır.

Hep aynı hikaye: “Çöküntü bölgesini kente

kazandıracağız”

Tarlabaşı'nda kentsel sit alanlarında geçerli 2863 sayılı “Kültür veTabiat Varlıklarını Koruma Kanunu” ile yoksul mülk sahiplerine birçivi çakmak için onlarca bürokratik engel konulmaktadır. Ancak kocabir bölgeyi otellerle, alışveriş merkezleri, ofisler ve lüks konutlar iledonatacaklara ise 5366 sayılı “Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz

Varlıkların Yenilenerek Korunması ve YaşatılarakKullanılması Hakkında Kanun”la bir kıyakyapılmaktadır. Tarlabaşı da Sulukule veya Fener-Balat

gibi çöküntü bölgesi olduğu, yani çeşitli sosyo-ekonomik sorunlaryaşadığı ileri sürülerek bir çırpıda 'yenileme alanı' ilan edilmiştir. Busorunlar bölgede yaşayanların ekonomik durumları ile ilişkilendirilip,kentsel dönüşüm-yenileme projeleri ile yoksullar daha varlıklıkullanıcılar ile değiştirilmektedir.

Proje Beyoğlu Belediye Başkanı Demircan'ın yaptığı, “Projesadece Tarlabaşı'nı yenilemekle kalmayacak, bölgede daha güvenli,sağlıklı, yaşanabilir yeni bir yaşam merkezi oluşturarak, İstanbul ilebütünleşmiş bir alan haline gelmesini sağlayacak” türündenaçıklamalarla meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Oysa kimse bu dahaiyi yerlerin artık sadece yeni sakinleri tarafından kullanılabileceğini,yerinden edilen insanların eskisinden de kötü koşullarda yaşamakzorunda kalacağını söylememektedir.

“Herkes iyi yaşamayı hak ediyor”,

ama sadece burjuvalar ona sahip oluyor!

“Daha güvenli, sağlıklı, yaşanabilir bir yaşam merkezleri”ndenkimlerin yararlandığı da açıktır. Örnekler ortada. “Ayazma Kentsel

Dönüşüm Projesi” kapsamında yaşadıklarıyerlerden bilinmezliğe sürülenAyazmalılar'ın barınma hakları ellerindenalınırken, kentsel dönüşüm projesininmimarı(!) Ali Ağaoğlu oynadığı, “AyazmaMy World Europe” reklamında ikiyüzlülükle“Bu ülkede herkes iyi yaşamayı hakediyor...” diyordu.

Son dönemde gerçekleşen Derbentyıkımlarının da ardında, bölgenin kentseldönüşüm kapsamında bir şirkete peşkeşçekilmesi vardır. Evleri, tebligat belgesi dahiulaştırılmadan yıkılmak istenen Derbentliemekçilerin barınma ihtiyaçlarınıkarşıladıkları evlerini yasadışı ilan edenler,gerektiğinde kendi yasalarını, imar planlarınıçiğneyerek orman alanlarını, sit alanlarını,kentin en kıymetli arsalarını lüks konutlara,alışveriş merkezlerine, özel üniversitelere, işmerkezlerine dönüştürmektedirler.

Tarlabaşı'nda mevcut konut stokunun sağlıklı barınma koşullarınısağlayamadığı açıktır. Herkes nitelikli barınma hakkına sahipolmalıdır. Ayrıca Tarlabaşı'nın aynı zamanda korunması gerekenkültürel, tarihi miras olduğu da göz önüne alındığında biriyileştirmenin gerektiği yadsınamaz. Ancak dönüşüm projesi sadecetescilli yapıların cephelerini korunmakta ve bölgeyi yıkarak baştaninşa etmeyi planlamaktadır. Ayrıca mevcut sosyal-kültürel yapı da hiçesayılmaktadır. Bu yaklaşımın “koruma” ile yakından uzaktan alakasıyoktur. Ayrıca sermaye, şehircilik ve mimarlıkta kullanılan “koruma”,“iyileştirme”, “sağlıklaştırma” kavramlarını ısrarla fiziksel yapıyaindirgemektedir. Kısacası Tarlabaşı projesi bölgenin tüm sakinlerinimağdur edecek, barınma haklarını ellerinden alacaktır.

Tarlabaşı ve diğer tüm kentsel yenileme, dönüşüm alanlarındagerçekleşen rant odaklı dönüşümlerin karşısında yapılması gereken iseinsanca yaşamaya yetecek asgari ücret, parasız eğitim ve sağlık gibitemel haklar ile birlikte, ucuz ve nitelikli konut, insanca bir yaşam içinyeterli kamusal donatı alanı (eğitim, sağlık, yeşil alan, sosyo-kültürelalan) talebi ile barınma hakkı için mücadele etmek olacaktır.

B. Bahar

Yeni bir kentsel rant projesi!

Tarlabaşı Yenileme Projesi

38

Page 39: Ekim Gençliği / Sayı: 130
Page 40: Ekim Gençliği / Sayı: 130