40

Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010 Yaz sayısı

Citation preview

Page 1: Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010
Page 2: Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010
Page 3: Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010

Marx; Engels’in deyimiyle “kapitalist üretimingizemini artı değerin aracılığıyla” açıklar. Marx’ınulaştığı bu büyük bulguyla beraber kapitalist sisteminyasalarının işleyişi açığa kavuşur. Kapitalist üretimde herşey dönüp dolaşıp artı değer üretimine bağlanır. Adeta birkördüğüme dönüşen bu bağlantıları Marx, “artı değeri”keşfederek çözmüştür. Kapitalist sistemin, üretimaraçlarının özel mülkiyeti aracılığı ile artı değer üreterekkendini var ettiğini gözler önüne serer. İnsanlığa yıkımgetiren de işte tam da bu varoluş koşullarından başkasıdeğildir. Kendisini var eden koşulların yarattığı tümsonuçlar bu sebeple, kapitalist sistemle özdeşleşir. Nedirbu sonuçlar: kölece yaşam koşulları, işsizlik, yıkım,savaş, açlık ve ölüm vs... Bunlar sadece genel olaraksayabileceğimiz birkaç başlık!

Kapitalist sistem kendisini ayakta tutabilmek içinbirçok yola başvurur. Döndürmek zorunda olduğu çarklarıadeta işçi emekçilerin ve biz gençlerin alınteri ve kanıylayağlamakta, her gün içimizden birini kutsal sistemi içinkurban etmektedir. Cellat, başucumuzda ayininitamamlarken burjuvazi kulaklarımıza usulca şunlarıfısıldar: “Hepimiz aynı gemideyiz!”, “Biz kazanırsak sizde kazanırsınız!” vb...

Kapitalist sistem; ölü bedenler üzerinde

yükselen saltanat!

Hüküm sürdüğü topraklar üzerindeki canlı hayata dairne varsa öldüren kapitalist sistem, bir vampir gibi kanemdikçe büyür, büyüdükçe daha fazla kana susar. Kanasusayan bu vampir için sınır yoktur. Onun tanıdığı tek şeyvarlık koşulunu hayata geçirebilmesidir. İşte bu sebeplesilah tekellerinin palazlanması için, yeni sömürü alanları,yeni ucuz emek gücü için başka topraklara dek uzanılır.Bazen tek bir kapitalist ülkenin başka topraklardakiişgaliyle bazen de çıkarları çakışan birden çok kapitalistülkenin tutuştukları emperyalist savaşlarla insanlıkbarbarlığın içine sürüklenir. Bu hegemonya savaşlarındaölen, sakat kalan, işkenceye ve tecavüze uğrayanmilyonlarca insan bu acılara bir avuç sömürücünün dahada palazlanması için uğrar. “Vatan savunması”,“demokrasi” , “ulusal ve dinsel çıkarlar” gibi sebeplerleasıl amacın üstü örtülürken, tüm dünyanın gözleri önündeikiyüzlüce bir oyun sergilenir. Perdenin arkasındasaklanmak istenen, kapitalizmin ölü bedenler üzerindeyükselen saltanatıdır. İsrail siyonizminin Filistintopraklarındaki sürmekte olan işgali, iki büyükemperyalist ülkenin Gürcistan topraklarındaki kapışmalarısomut örneklerdir.

Kapitalist sistem; milyonlar aç,

milyonlar yoksul!

Emekle sermaye arasındaki çelişki kapitalist sisteminana çelişkisidir. Bu yüzden kapitalist sistemin kanlı yüzüen çok fabrikalarda kendini gösterir. Artı değerinüretildiği bu başlıca sömürü merkezlerinde iş gününüuzatarak ve emek üretkenliğini artırmak için başvurulanyollarla işçiler, kölece yaşam koşullarına mahkumedilirler. Daha fazla kâr mantığı içerisinde işçiler, insan

değil makinenin basit bir parçası ya da yerineyenisinin kolayca bulunabileceği “ucuz” bir eşyaolarak görülür. Bu bakışla da işçiler elbetteörneğin, ya tersanelerde kum torbası yerine konurya da işyerlerine kamyonlarla, penceresiz servisaraçlarıyla taşınırlar. Sonuç; tersanelerde sayısızölüm ve servis arabasında can veren işçilerdir.

Burjuvazi için işçilerin can güvenliği değil,kendi karlarının güvencesi önemlidir. Son örnekde Zonguldak maden ocaklarında can veren 30 madenişçisidir. R. Tayyip Erdoğan “Ölüm, bu işin doğasındavar” derken doğru söylüyordu ancak bir farkla:Ölüm, maden işinin doğasında değil, kapitalistsistemin doğasındadır! Bundandır ki sadecemaden ocaklarında değil, her fabrika veatölyede iş kazası adı altında sayısız cinayetişlenir.

R. Tayyip Erdoğan, CHP’nin parlatılanismi Kılıçdaroğlu’na hitaben “İşsizliğiçözerim, sıfıra indiririm dersen yalansöylersin” derken de yerden göğe kadarhaklıydı. Erdoğan’ın bu sözlerinin kendisininhizmet ettiği burjuvazinin çıkarlarını çok iyigözettiğini ve kendisi gibi sözcülük yapanbir diğerine yalnızca bu görevinihatırlattığını gösterir. İşsizlik, ölüm gibibu sistemin doğasında vardır. İşsizlerordusu burjuvazinin yedek gücüdür,işçileri tehdit etmenin ve kendinigüvenceye almasının bir aracıdır. Busebeple işsizlik bu sistem içindeçözülebilecek bir sorun değildir. Bu sistemiçinde, milyonlar kölece yaşam koşullarıaltında karın tokluğuna yaşarken milyonlarcainsan da açlığın pençesine terk edilmiştir.

Bu sistem içerisinde baskı altında olan,yalnızca işçi sınıfı değildir. Küçük burjuvazide bu sistem içerisinde geleceksizleştirilir.Kapitalist rekabete boğun eğerek iflasbayrağını açan küçük üreticiler, gün begün işçi sınıfının saflarına akmaktadırlar.Ayakta kalanlar ise yoksullar kervanınınsakinleri olarak yaşamlarını sürdürürler.

Kapitalist sistemin olmazsa olmazlarındanolan ekonomik krizlerle beraber, tümsaydığımız sorunlar ağırlaşmaktadır. Burjuvazikendi yarattığı krizin faturasını işçilere,emekçilere ve biz gençlere keserek krizifırsata çevirmektedir. Bu faturanın bedelide daha fazla yoksulluk, daha fazla açlık,daha fazla ölümdür.

Kapitalist sistem;

ticarileşen insani temel haklar!

Kapitalist sistem, insanlığı açlığa veölüme mahkum ederken bir yandan da

İki yol var:

Ya kapitalist

barbarlık içinde çöküş

ya sosyalizm!

3

Page 4: Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010

kârını artırabilmek için kamusal alanlara da açılır. Özellikleeğitim ve sağlık gibi insanın en temel haklarını hizmeteaçmış, ticarileştirmiştir. Kapitalist sistem içerisinde eğitimalabilmek mümkündür. Ancak bu olasılık parası olan içingeçerlidir ve aynı şey sağlık alanında da yaşanmaktadır.

Dershanelerle, sınavlarla, harç paralarıyla işçi emekçiçocuklarına eğitim hakkı tanınmamaktadır. Üniversitekapılarından zor bela geçebilenler ise ticarileşen eğitimin

birçok uygulamasıyla karşı karşıya gelirler. İnsanınyaşamını sürdürebilmesi için gerekli temel asgari

ihtiyaçların dahi ticarileşmesinin yanı sıra meslekler,sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda dönüştürülerek,üniversite sıralarında sistemin bel kemiği olan artı-değer

üretimi başlatılır. Üniversite mezunları işsizlerordusunun “diplomalı” neferleri olmaktadırlar.

YÖK başkanının ağzından dökülen “Buülkede herkes üniversite okumak zorundadeğildir” sözlerine, burjuvazinin bir başkasözcüsünün “Her üniversite mezunu iş bulacakdiye bir şey yok!” diyen sözleri eklendiğindekapitalist sistemin “eğitim” gerçeği tümçıplaklığıyla gözler önüne serilir.

Sağlık alanında uygulamalar aynı mantığınürünü ancak sonuç “can alıcıdır”! Sağlık

alanında yapılan dönüşümlerle beraber işçiemekçilere hastane kapıları kapanmış, parasıolmayan ölüme terk edilmiştir. Kapitalist sistem; felaket, imha ve

inkar, baskı, yozlaşan beyinler…

Kapitalist sistem için insan hayatı nekadar değersizse etrafımızı çevreleyencanlı hayat da o denli değersizdir. Bunedenle, bu sistem içerisinde doğal afetler

insanlığa ağır yıkımlar getirir, doğa geridönülmez bir biçimde tahrip edilir.

Örneğin çevre kirliliği, uzay kirliliğine dekuzanmış bulunmaktadır. Teknoloji ve bilim,bu afetlerin en az kayıpla giderilmesi ya dainsanlığın gelişimi ve doğal hayatınkorunması için değil, sermayeninihtiyaçları doğrultusundageliştirilmektedir.

“Tek devlet, tek dil, tek vatan”safsatası üzerinde yükselen busistemin ulus devlet modeli kendisidışında kalan tüm farklılıkları yokeder. Kürt halkının uğradığı imha ve

inkar politikaları bu sistemleözdeşleşen bir başka sonuçtur.Kapitalist sistem, tüm bunları yaparken

karşılaşabileceği en ufak bir başkaldırışıdahi ezebilmek için de çeşitli yollarabaşvurur. Baskı ortamı, darbeler, işkencelerbu yolların fiziksel boyutuyken,medyasıyla, eğitimiyle sosyal yaşantınınyozlaştırılması, kendi kabuğunasıkıştırılmış bencil bireyler yaratma gibiyönler de bu yöntemlerin psikolojik

boyutunu oluştururlar.Ya kapitalist barbarlık içinde

çöküş

ya Sosyalizm!

İşte kapitalist sistemin küçük birminyatür tarifi! Bu minyatür tarifte bilene denli kan kokusu var! Ne çokyoksulluk, gözyaşı ve ölüm var böyle!

Ama bu tarif kendi içinde tam karşıtını da barındırıyor.Kendisiyle beraber geliştirdiği işçi sınıfının gücünü,kararlılığını, kahramanlıklarını barındırıyor. Ve elbette, busistemin içinde yavaş yavaş doğan ve işçi sınıfının nasırlıellerinde yükselecek olan sosyalizmi de!

Üretim araçlarının özel mülkiyetine son verecek olansosyalist sistemde, işçi sınıfı toplumsal üretimi insanlığıngelişimi için planlayacaktır. Kapitalist sistemin var oluşkoşuluyla ortaya çıkan ve onunla özdeşleşen emperyalistsavaşlar, açlık, yoksulluk vs. bu var oluş koşulunun –artı-değer sömürüsünün– ortadan kalkmasıyla tarihinçöplüğündeki yerlerini alacaktır.

Ancak sosyalist bir sistemle, insanın insan tarafındansömürülmediği, çocukların kırmızı elmalar gibi güldüğügünler gelecektir.

Gençlik gelecek,

gelecek sosyalizm!

Kapitalist sistem içinde gençliğin bir “geleceği”bulunamaz. Her yanı çürüyen, kokan bu sistem, gençbeyinleri de zehirlemektedir. Gençliği, yalnızca, kutsalsistemi için kurban edeceği genç kanlar olarakdeğerlendirmektedir. İşte bundandır ki, gençliğiehlileştirmek ve kendi çizdiği sınırlar içinde alıkoymak içinbirçok yönteme başvurmaktadır. Bu yöntemlerle bencil,duyarsız, sorgulamayan bir gençlik tipolojisi yaratılıyor.

Bu yöntemler başarılı olmazsa eğer bu kez sermayeninbaskı koşulları devreye sokulur. Gençlik; soruşturmalar,turnikeler, tutuklama vs. ile sindirilmek isteniyor. Kısacası,kapitalist sistem ayakta durabilmek için her yolabaşvuruyor. Kapitalist sistemden bu yöntemlerdenvazgeçmesini istemek ve ondan “gelecek ve özgürlük”dilemek onun kendi elleriyle yaşamına son vermesiniistemek olur ancak.

Kapitalist sistem, bizlere gelecek vermedi vevermeyecek/veremeyecektir de! Bizleri köleleştiren, kan vegözyaşı üzerine kurulu bu sistemi yıkıp atmak gerekir. Busisteme ihtiyacımız yok! Bizim özlemini duyduğumuzgelecek, sosyalist düzende mevcut! Ve bizlere, gençliğe dedüşen sosyalizm mücadelesine omuz vermektir.

İşçi sınıfının

kızıl bayrağı altında mücadeleye,

Ekim Gençliği saflarına!

Marx, tek devrimci sınıfın işçi sınıfı olduğunu ilan eder.Çünkü işçi sınıfını yaratan kapitalist sistemin kendisidir veişçi sınıfı; bu sistemin en temel çelişkisi olan emeklesermaye arasında var olan çelişkinin emek cephesindenbaşrol oyuncusudur. Bundandır ki, toplumsal muhalefetordusunun en başında işçi sınıfı yürümektedir. Sınıfınkomünist partisinin önderliğinde bilimsel sosyalizmlebuluşacak olan işçi sınıfı yeni toplumun temellerini atacakolan savaşımı başarıya ulaştıracaktır.

Ekim Gençliği, işçi sınıfının komünist devrimciprogramını kendine kılavuz alır ve işçi sınıfının kızılbayrağını gençlik içinde taşıma misyonuyla hareket eder.Gençlik kitlelerine, sosyalizmin aydınlık ufuklarını işareteder ve bu ufuklara ulaşabilmek için bugünden “güneyüklenip geleceği kazanma” perspektifiyle çalışmalaryürütür.

Ekim Gençliği, sosyalizm mücadelesi içerisindegençliği taraf olmaya çağırmaktadır. Gençliğin önünde ikiseçenek bulunuyor: Ya kapitalist barbarlık içerisinde çöküşya da sosyalizm! Cevap net: insanlık onuruna sahip çıkmak,geleceğimiz uğruna mücadele etmek için sosyalizmmücadelesine omuz vermeye, Ekim Gençliği saflarındaörgütlenmeye!4

Page 5: Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010

5

Geride bıraktığımız yılda servet-sefaletuçurumu büyürken, işçi sınıfı ve emekçi kitleler ileburjuvazi arasındaki gerilim de arttı. Bu süreç 2008sonlarında başta ABD olmak üzere birçok yerdesermayenin iç dengelerini sarsan kapitalist kriz ilebirlikte iyice hızlanmıştı. İflaslarını açıklayantekellerin ardından kırılma farklı sektörlere vecoğrafyalara da sıçramış, işsizlik patlamıştı. Busüreçte önlem olarak sadece işçi kıyımıgerçekleşmemiş, kapsamlı bir geleceksizleştirmeile istihdam biçimleri de dizginsiz bir sömürü içinen uygun koşulların oluşturulmasına hizmet edecekbiçimde yeniden yapılandırılmaya başlanmıştı.

Kapitalizmin krizi ile gelen yıkım dalgasıTürkiye’de de etkilerini doğrudan hissettirdi. Budönemde başlayan işçi kıyımları, artan mesai ücretive sigorta primi gaspları bunun somut yüzleriolarak yansırken, günlük ihtiyaçlara da büyükzamlar gündeme geldi. Bu yıkımın gençliğeyansıması ise en somut haliyle harç zamlarındagörüldü. Yaz bitiminde harçlara %500’e varanoranda zam yapılacağı duyuruldu. Bu oransokaklardan yükselen ses ile %8’e geriletildi.Ancak bu uygulamanın bir diğer ayağı olan veözellikle ikinci öğretimleri kapsayan kontenjandüzenlemesi hayata geçirildi. Bu bile esasengençliği bu süreçte bir dizi yakıcı gündeminbeklediğini göstermeye yetti.

Genel tabloya bakınca, geride bıraktığımız yılemekçilerin sürüklendiği sefalet içinde gençliğe debüyük bir geleceksizliğin düştüğünü ve yine busaldırı karşısında artan direnişlerin yarattığıhareketlilikte gençliğin de ileri kesimlerininyerlerini aldıklarını görüyoruz. Kapitalizmin kriziçinde debelendiği dönemlere ilişkin genel birdoğru olarak bugünden sınıfın ve dolaysız olarakgençliğin bu süreçten ya dengeleri lehimizeçevirecek devrimci bir yükseliş ile ya da bizleridaha uzun yıllar abluka altında tutacak birgericileşme ile çıkacağını öngörebiliriz.

Gençlik hareketinin ihtiyacı

üniversitelerde gençliğin gelecek

özlemini saracak bir politik hatta

özgün sorunları işleyen bir faaliyettir

Gençlik hareketi için dönem başlarında yapılandeğerlendirmelerde yıllardır “tablonun dibevurduğu”, “önceki senelere kıyasla bir daralmayaşandığı” söylenegelmektedir. Bu yıl da harçzamları sürecinde ortaya konan tepkinin yarattığıhareketlenmeye rağmen birçok yerelde imkanların,kadroların donanımının bir ilerleme içerisindeolduğunu söyleyemeyiz. Dahası son yılların

gözlemleri ile birlikte siyasal gençlik grupları vedevrimci, demokrat duyarlılığa sahip öğrencilerarasında da önemli bir apolitizmden bahsedebiliriz.Bulundukları alana, toplumsal katmanın karşıkarşıya olduğu saldırılara karşı politikaüretememek anlamında kullandığımız bu durumunalanlara yansıması gençlik gündemlerine, alanlaradönük faşist baskıya derin bir ilgisizlik olmuştur.Bu, söz konusu güçlerin giderek kitleler ilezayıflayan bağlarını tümden yitirmeleri, kendigettolarına çekilmeleri anlamına gelmektedir.

Bu apolitizmin altında doğalında bir takımideolojik ve sınıfsal gerçekler vardır. Siyasetyapma iddia ve imkanları geçmişin birikimlerinetembelce yaslanarak, isimleri, olayları vesembolleri üzerinden devrimci mirası kendi içindegün ile bağı kurulmayan mite dönüştürmek, bugünbu yola düşenlerin aslında geldikleri ve gidecekleribir yer olmadığını gösteriyor. Dünyayı teorizeettiğiniz biçimde ona müdahale etmeniz kaçınılmazolacağı için, bugün sınıflar arasındaki yalınçatışmayı görmeyenler varlıklarını faşistlere karşıdüelloculuk, refleks eylemler ve gündelik taleplerile sınırlamaktadırlar. Bu da gençliğin içineçekildiği geleceksizliği sömürü düzeninin bütünüiçinde görememenin, doğalında politikaüretememenin bir başka nedeni ve sonucudur.

Apolitizm, güçleri alanlardan yalıtırken biryandan da dejenerasyona sürüklemektedir. Sonsüreçte sol içi şiddet olarak yansıyan bu durumgençliğin içine sürüklendiği yıkımın sol güçlereyansımasıdır. Önce TKP’li Öğrenciler ve DYGarasında çıkan çatışma kimi yerellerde siyasetyasağıyla sürmüştür. Bundan önce de isimtartışmaları üzerinden gerilimler, çatışmalarGençlik Muhalefeti ve Kurtuluş Yolunda Dev-Genç arasında uzun süredir sürüyor. Burada olayıngelişimi üzerinden vurgulamak istediğimiz noktadiyalog zemininde kararlılık ile devrimci bireleştiri/özeleştiri yerine yasakçılığın, sol içişiddetin tercih edilmesidir. Önümüzdeki süreçtegençlik hareketi adına sorumluluk taşıdığını iddiaeden her özne bu duruma müdahale etmekleyükümlüdür.

Hareketin içindeki öznelerin tablosununapolitizme kayması sonucunda, hareketin ileriyedoğru evrildiği bir dönemden bahsetmek mümkünolamamaktadır. En fazla harç sürecinde yaşandığıgibi ortaya bir hareketlilik çıkar ve aynı bakışsorunu bu hareketliliği devrimci bir mecrayaakıtmaktan yoksun kalır. Hatta birleşik bir hareketyaratmanın önünde en gerici barikatlardan birinedönüşebilir. Ya da kendiliğinden çıkışları kitleleri

Servet-sefalet kutuplaşmasının derinleştiği süreçte bir dönemi

geride bırakırken...

Gençliği devrime kazanmak için

eksikliklerimizi aşarak, yeni imkanlar

yaratarak ileri yürüyelim!

Bu yıl da harç

zamları sürecinde

ortaya konan tepkinin

yarattığı

hareketlenmeye

rağmen birçok yerelde

imkanların, kadroların

donanımının bir

ilerleme içerisinde

olduğunu

söyleyemeyiz. Dahası

son yılların gözlemleri

ile birlikte siyasal

gençlik grupları ve

devrimci, demokrat

duyarlılığa sahip

öğrenciler arasında da

önemli bir apolitizmden

bahsedebiliriz.

Bulundukları alana,

toplumsal katmanın

karşı karşıya olduğu

saldırılara karşı politika

üretememek

anlamında

kullandığımız bu

durumun alanlara

yansıması gençlik

gündemlerine, alanlara

dönük faşist baskıya

derin bir ilgisizlik

olmuştur.

Page 6: Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010

6

ileriye taşıyacak birolanak olarakgörmek yerine,kitlelerinpsikolojisinin ardısıra sürüklenip gider.

Geridebıraktığımız seneiçerisinde karşımızaçıkan gündemlerlebirlikte eksiklikleri/eksikliklerimizitanımlayarakönümüzdeki dönemebu zaafları aşmahedefiylehazırlanalım.

Harç zammı saldırısına karşı

parçalı tablo aşılamadı!

Geçtiğimiz yaz döneminin sonuna doğrugündeme gelen harç zamları gençliği hareketli birsürecin beklediğini de haber veriyordu. Süreçtegençliğin kimi kesimleri hızlıca tepki gösterselerde, hareketin asıl ihtiyacı olan ve bir kazanım içingereken birleşik mücadele olanakları yaratılmadı.Siyasal unsurların ezici çoğunluğunda bu yönlü birbakışın olmayışı, süreçlerin birleştirilmemesinin vegüçlerin parçalı tablosunun sürmesinin sebebiolmaya devam etti.

Şüphesiz ki eğitimin ticarileştirilmesisorununun yakıcılığını hissettirdiği bir dönem,kitlelerin duyarlılığının arttırılması ve hareketegeçen güçlerin “Parasız eğitim” talebinisahiplenmesi için önemli olanaklar taşır. Gençlikhareketinin derinleşen durağanlığının kırılması,mücadelenin büyütülmesi ve oluşturulan ablukanındağıtılması açısından ortaya çıkan imkânlar sonderecede değerliydi. Ancak soruna müdahaledegençlik açısından sınırlı bir iradenin hakim oluşu,harç zamlarının geri alınması talebininsahiplenilmesine karşın “Harçları devlet ödesin”,“Herkese karşılıksız burs” gibi yaklaşımları öneçıkardı. Zam oranının %8’e geriletilmesi ile sularduruldu ve olanaklar daha yaratılamadan biranlamda boşa düşmüş oldu. Harç zamlarına karşıyürüyen parçalı süreçleri birleşik bir zemindehareket ettirebilmek ve eğitiminticarileştirilmesinin diğer yansımalarını dakapsayan bir mücadele hattı oluşturmak yönlütartışmalarımız ya karşılıksız kaldı ya daoluşturulan birliktelikler kısa vadede bize ve yakınçevremize sıkıştı. Harç zamlarına karşı oluşantepki başka bir kanala akıtılarak ilerletilemedi.

IMF-DB toplantılarında

krizden çıkışın yol haritası ve

geleceksizleştirme politikaları...

Yaz sonunda harekete geçmiş tüm unsurlara veyaratılmaya çalışılan tüm olanaklara karşın IMF-DB süreci başlarken elimizde hem nitel hem nicelolarak harç zamlarının ilk günkünden fazlasıyoktu. Bu bağlamda IMF-DB protestoları hakkındasöyleyeceklerimiz son yıllarındeğerlendirmelerinden büyük ölçüde farksızolacaktır. Harç sürecinin hemen ardındangelmesine ve kapitalizmin etkisinin yoğunlaştığıbir dönem olmasına rağmen, IMF-DB karşıtıtepkiler sınırlı bir çalışmanın ve protesto

eylemlerinin ötesine geçememiştir. Yine de IMF-DB eylemlilikleri de harç süreci gibi hem içedönük hem de gençlik kitlelerinin ilerikesimlerinde bir moral ve motivasyonyaratabilmiştir.

TEKEL Direnişi

gençlik kitlelerini de etkisi altına aldı…

Türkiye’de işçi ve emekçilerin bilenenöfkesinin uzun yıllar ardından açığa çıktığı TEKELDirenişi, toplumun çeşitli kesimlerindeki tepkininifadesi olarak hızla mücadele odağı haline geldi.Güvencesiz çalıştırma yolunda önemli bir mesafekateden sermaye karşısında gençliğin ilerikesimleri de işçilerin açtığı cephede yerini aldı.TEKEL Direnişi gençliğin sınıfa olan güveninitazeledi. Gençlik güçleri hem sınıfıneylemliliklerine katıldılar hem de doğrudan çadırdirenişinin bir parçası oldular. Ancak siyasalsüreçlerin bir propaganda malzemesi sınırındaalgılanması nedeniyle TEKEL Direnişi iletoplamda gençliğin talepleri ve gelecek istemiarasında doğru bir ilişki kurulamadı. Gençliğinsesinin soruşturma-ceza, tutuklama ve gözaltılar ileboğulmak istendiği, Aydın Erdem’in katledildiği,mesleki yeterlilik, ücretsiz staj ve yanı sıragüvencesiz çalıştırmanın üniversite mezunlarını dadoğrudan hedef aldığı bir süreçte TEKELDirenişinin çaktığı kıvılcım, gençliğin tüm gelecekistemini kesen bir eksene taşınmadı. Bu noktadayeniden gençlik örgütlerinin birçoğununtutumlarına baktığımızda TEKEL işçilerinininisiyatifini geliştirmek yerine sendikalbürokrasinin ardına takılan siyasal yapılarınınuzantısı olarak üniversitelerdeki renklerini bir kezdaha belli ettiler.

TEKEL Direnişini ve sürecini kendi açımızdandeğerlendirirsek, direnişin ilk günlerindenbaşlayarak üniversitelerde öncelikle TEKELişçilerinin maruz kaldığı azgın terörün haklarınıarayan öğrencileri de hedef aldığı vurgulandı. Dahada önemlisi gençliğin gelecek sorununun bizzatTEKEL Direnişi şahsında cereyan ettiği aylarcaçalışmalara konu edildi ve gençlik desteğe değilkendi geleceği için mücadeleye çağrıldı. İfadeetmek gerekir ki, bu doğru politik ekseni birörgütsel kazanıma ve siyasal harekete dönüştürmekyönlü eksikliklerimizi aşabildiğimiz bir süreçörgütlenemedi.

Taksim’de sendika bürokrasisine

işçilerden militan cevap

Bu yıl 1 Mayıs’ta 32 yıllık yasağın ardındanyüzbinler Taksim’deydi. Taksim’e damgasını isesendikal bürokrasiye karşı kürsüyü işgal eden vesınıf kardeşlerine seslenen direnişçi işçiler vurdu.Devrimci değerler üzerinden konuşmalarlakürsüden kitleyi etkilemeye çalışan sendikabürokratları, işçi ve emekçilerin taleplerine veya26 Mayıs’a dair herhangi bir şey belirtmediler.Düzen güçleri, yılların mücadelesiyle kazanılanTaksim kararlılığı ve iradesinin altını boşaltmakiçin çabaladılar. Sendika bürokratları eliyle eylemalanından da müdahale etmeye çalışırken,İstanbul’da direnişteki işçilerin kürsü işgalidüzenin bu hamlesini boşa çıkarmak için önemlibir adım oldu.

Gençlik açısından bakıldığında 1 Mayıs sürecide gençlik hareketinin parçalı tablosuna birmüdahaleye dönüştürülemedi. Gençliğin

Geçtiğimiz yaz

döneminin sonuna

doğru gündeme gelen

harç zamları gençliği

hareketli bir sürecin

beklediğini de haber

veriyordu. Süreçte

gençliğin kimi kesimleri

hızlıca tepki

gösterseler de,

hareketin asıl ihtiyacı

olan ve bir kazanım

için gereken birleşik

mücadele olanakları

yaratılmadı. Siyasal

unsurların ezici

çoğunluğunda bu yönlü

bir bakışın olmayışı,

süreçlerin

birleştirilmemesinin ve

güçlerin parçalı

tablosunun sürmesinin

sebebi olmaya devam

etti.

Page 7: Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010

7

gündemleri ve talepleri üzerinden yürünen birsüreç olmadı. Bu tablo alana da yansıdı, gençliğintalepleri alanlara taşınamadı. Etkin bir ön süreçtenyoksun 1 Mayıs, gençlik hareketi açısından 26Mayıs başta olmak üzere sonrasına bir enerjitaşımaktan yoksundu.

Sendikalar tarafından TEKEL Direnişi’ninbasıncıyla aylar öncesinden alınan 26 Mayıseylemi belirsizlik ve atıllıkla tüketildi. Güvencesizçalışmaya ve geleceksizliğe karşı bir süreçörülmesi gerektiğini vurguladığımız 26 Mayıssüreci gençlik açısından da öncesindekieksikliklerin ve dağınıklığın ardılı oldu.

Soruşturma-ceza karşıtı

politika üretebilmek, devrimci siyasal

faaliyette irade, köhne kapitalist düzen

karşısında varlık iddiasıdır!

Soruşturma-ceza terörü sermayenin tahakkümüaltındaki üniversitelerde temel bir baskı aracıolarak devreye sokulmaya devam ediyor. Siyasalfaaliyeti sırtlayan güçlerin üniversitelerinegirişlerinin engellenmesi sayesinde burjuvazininideolojik hegemonyasının etki alanı artırılmayaçalışılıyor. Bugüne kadar açıkça ifade ettiğimizgibi, bu terör karşısında alınacak tutum, siyasalöznelerin alanlardaki siyasal varlık iddiası ile eşanlamlıdır.

Sermaye, bir yandan üniversiteli gençliğikariyer yalanları, yozlaşma, ders müfredatları vesınav sistemi ile bencilleştiriyor. Diğer yandansiyasal olarak kendi gerici kamplarınıüniversitelerde kurmaya çalışıp, dinci, ulusalcı,liberal, ırkçı ve şoven yüzlerini alanlara taşıyor.Bunun karşısında duran öğrencilere ise polis-idareişbirliğinde saldırıyor. Gözaltı, tutuklama veuzaklaştırmalar ile üniversitelerdeki kontrolünübaki kılmaya çalışıyor. Bu bütünlüklü saldırınınkarşısında siyasal bir iddia da doğalında aynıbütünlüğü taşıyabilmelidir. Ama bu sene desoruşturma-ceza karşıtı faaliyet siyasal gençlikgrupları açısından genel bir ilgisizlik ile karşılandı.

Soruşturma-ceza karşıtı faaliyet adına uzunerimli adımlar atılamasa da, çeşitli platformlaroluşturuldu. Bu platformlarda nitelikli birbirliktelikten bahsetmek güç. Oluşturulanbirliktelikler birkaç eylemin dışında bir adım öteyetaşınamadılar. Bu platformlardan Eğitim Hakkıİnisiyatifi İstanbul’da çeşitli deneyimlerkazanmamıza zemin oluşturdu. Geniş bir kamuyouyaratmak ve soruşturma-ceza saldırısını geripüskürtmeyi hedefleyen İnisiyatif çeşitli çalışmalargerçekleştirdi. Bu noktada YTÜ Direnişi veüniversitelerde süren çalışmaları merkezi birnoktaya taşıyan SOKAK Üniversitesi atılan önemlibir adım oldu. Taksim’de ve Kadıköy’de kurulanSoruşturmalara Karşı Alternatif Kampüs yaşanansaldırının kitlelere duyurulması ve mücadelegündemlerimizin sokağa taşınması açısından işlevlibir araç oldu.

Yılsonundan önümüzdeki döneme kalmış olanyüzlerce soruşturma mevcut. Gençliğin önündeduran soruşturma-ceza terörü karşısında, busaldırının sadece devrimci güçlere değil,öğrencilerin demokratik haklarının toplamınayöneltildiğini vurgulamak can alıcıdır. Buna karşıörülecek mücadelede öğrencilerin tüm talepleri vesorunları işlenebilmelidir. Ötesinde kimi siyasi

unsurların soruşturma iddianameleri karşısındainkarcı tutumları ya da uzaklaştırma ardındanalanlara yönelik bir müdahale gerçekleştirmekyönlü iradesizlikleri, hızla kazanılmış birçokhakkın elimizden alınmasına, içe dönük olarak dakadroların moral bir çöküntü içinesürüklenmelerine yol açacaktır.

Polis-devlet terörü ile

gözdağı vermek isteyen düzen

ancak gençliğin öfkesini bileyebilir...

PVSK ile polis terörünün önünü düzleyenburjuvazi, kriz sonucu sınıf çelişkilerinin arttığı birdönemde mahkemeleri ile de hak aramamücadelesine nefes aldırmayacak bir ablukaoluşturdu. Polis PVSK ardından genç, öğrenci, işçive devrimci onlarca insan gözaltında ve sokaktakatletti. Azgın polis terörü bu dönemde sadeceilerici-devrimci güçlere değil, her önüne gelenesaldırdı, onları katletti. Bu baskıdan üniversiteöğrencileri de paylarına düşeni aldılar. Hedefgösterilip polis kurşunuyla katledilen Aydın Erdem,Şerzan Kurt ve saldırıya uğramış sayısız öğrenci...Üniversitelerden, yurt ve ev baskınlarındangözaltına alınıp tutuklanan öğrencilerin birçoğubugün hala sermayenin zindanlarında tutsak.

Üniversitelerde devrimci faaliyet, hak aramamücadelesi, düşüncelerini ifade etme çabalarıpolis, ÖGB veya faşistler eliyle engellenmeyeçalışılıyor. Düzen baskı ve yasakları artırarakkitleleri sindirmeye çalışıyor. Soruşturma-cezaterörü gibi polis-devlet terörü de gençlikmücadelesinin önünde aşılması gereken bir saldırıolarak görülmemektedir. Bu saldırıya karşıyapılacak en anlamlı müdahale alanlarda gençliğinakademik, demokratik, sosyal taleplerinikarşılayacak, yemekhane zammından ulaşımsorununa, yaz okulu uygulamasından alternatifşenliklere ve kulüp etkinliklerine kadar gençliğingelecek özlemlerini cevaplayacak kararlı birsiyasal faaliyet olacaktır.Filistin halkının gerçek kurtuluşunu

gençliğe anlatma sorumluğu

omuzlarımızdadır!

İsrail’in Filistin halkı üzerinde yıllardır

Geçtiğimiz yaz

döneminin sonuna

doğru gündeme gelen

harç zamları gençliği

hareketli bir sürecin

beklediğini de haber

veriyordu. Süreçte

gençliğin kimi kesimleri

hızlıca tepki gösterseler

de, hareketin asıl

ihtiyacı olan ve bir

kazanım için gereken

birleşik mücadele

olanakları yaratılmadı.

Siyasal unsurların ezici

çoğunluğunda bu yönlü

bir bakışın olmayışı,

süreçlerin

birleştirilmemesinin ve

güçlerin parçalı

tablosunun sürmesinin

sebebi olmaya devam

etti.

Page 8: Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010

sürdürdüğü ambargoyu sona erdirmek için yolaçıkan yardım gemileri İsrail askerlerinin vahşeti ilekarşılandı. Eylemi örgütleyenler arasında dincigericiliğin esnek bir platformu İHH başı çekerken,birçok ülkeden ve uluslararası kuruluştan da eylemdestekleniyordu. Filistin’in özgürlük mücadelesiniyıllardır siyasal faaliyete konu eden burjuvagericiliğin dinci siyasal unsurları bir anda gündemeoturdular. Bilindiği gibi Filistin gericiliğin ırkçı,şoven ve ulusalcı unsurları tarafından da bir ilgigörmektedir.

Eğitim döneminin bittiği süreçte yaşanan olayüniversitelere bir çalışmaya konu edilemedi.Burada yaşanan olayla birlikte karşımıza çıkandinci örgütlerle iş yapma tartışması üzerindenbirkaç noktayı vurgulamak istiyoruz. Sol adınadüşülebilecek en büyük hata açıktır ki, dinci siyasalodaklarla yan yana gelmek olur. Burada İslamiinançlı bireylerle yan yana gelmek ile kendileriniİslam üzerinden tanımlayan siyasal güçlerle ortakiş yapmak arasında büyük bir fark vardır. Birincisisizin çağrısını yaptığınız eylemlerde kendiliğindenyaşanabilecek bir durumdur. İkincisi ise süreçtekendi elinizle gerici bir odağa kan taşımak ya daalan açmak anlamına gelir. Oysa bizlerin onlarlaortak iş yapmak bir yana, dinci örgütlerinyaklaşımlarındaki yanlışlığı, durdukları yeri teşhiretme ve Filistin halkının kurtuluşu için gerçek vekalıcı çözümü anlatabilme sorumluluğubulunmaktadır.

Yeni dönemi kazanmak için

yetersizlikler ve eksikler aşılmalıdır!

Geride bıraktığımız yıl, gençlik hareketiaçısından önemli imkanların doğduğu ve bunlarınönemli bir kısmının heba edildiği bir dönem oldu.Genç komünistler ise yaklaşımlarında bunun aksiiçin politika üretmek gibi bir iddia yüklenmişselerde sınırlılıkları ve eksikleri ile bu süreçteyüzleştiler.

Harç zamları ile başlayan kıpırdanmanınönümüzdeki dönem süreceğine dair işaretlerbugünden görülebilmektedir. Bu, omuzlardakiyükü bir kat daha arttırıyor. Devrimci siyasalfaaliyete dönük baskıları bugüne değin kendimizedeğil, alana ve kitlelere yöneltilmiş bir zor olarakgördük ve bunun gereklerine göre hareket ettik. Biryılın ardından ise tablonun derinleştiğinigörüyoruz. Bu baskı karşısında gençliğin gelecek

özlemlerini ayağa kaldırmak en etkili silaholacaktır. Eğitim hakkının, düşünce ve ifadeözgürlüğünün militan savunusunu gençliğindinamizmi ile sarmalamak önümüzdeki dönemdebelirleyici olacaktır. Sosyal yıkımın, emperyalistbarbarlığın vardığı bu boyutta kitleleri insanca biryaşamın ideolojik zenginliği ile karşılamak, onlarıdevrimci saflara kazanmak yaşamsal birzorunluluktur. Aksi durum, ezilen yığınları büyükbir esarete sürükleyecektir.

Geleceksizlik ve işsizlik gündemleri tümyakıcılığı ile gençliğin karşısında duruyor. Bugündemlere geçtiğimiz dönem çok fazla imkanıolmasına rağmen yeterince eğilinemedi. Bugündem üzerinden devrimci gençlik örgütlerininbıraktığı boşluk, düzen kanalları üzerindentutulmaya çalışılıyor. ADK-ADF’nin öncülüğündeüniversite kulüplerinin, öğrenci konseylerinin deörgütleyicisi olduğu “GelecekSİZsiniz” adlımerkezi bir etkinlik yapıldı. Yine Saadet Partisi sondönemde krizin yarattığı sosyal yıkım üzerineürettiği politikaları ile siyasal zeminini beslemekkaygısında. Krizle birlikte derinleşen işsizlik vegeleceksizlik gençliğin yakıcı sorunlarıdır.Üniversitelerde gençliğin özlemlerine ve geleceksorununa karşı üretilecek politika bugün siyasalözneler için hayati bir ihtiyaçtır.

Kapitalizmin krizi derinleşirken esasensosyalizmin bu sömürü düzeninin tek bilimselalternatifi olarak kitleler ile buluşturulmasıkonusunda da gerçek bir çabadan bahsedemeyiz.Kriz ile birlikte hayatın birçok farklı alanındayaşam koşulları emekçiler için kötüleşirken,bunların ardındaki köhne kapitalist düzen genişkitlelere etkince teşhir edilemedi. Gençlik düzenkarşısında devrimci mücadeleye kazanılamadığıgibi kriz karşısında söylemlerin içeriği bakımındanda cılız bir ses yükseliyor. Burjuva gericiliğinablukasını dağıtmak, geleceksizlik karşısındaöfkesi bilenen kitleler ile mücadeleyi yükseltmekiçin eksikliklerimizle hızlıca hesaplaşmalıyız. Yazdönemini gençlik hareketi adına önümüzdekidöneme güçlü başlayabilmenin olanağınaçevirebilmeliyiz. Genç komünistler de bu dönemihem kendi eksikliklerini kapattıkları, hem dehareketin ihtiyaçları doğrultusunda yeni dönemiörmeye başladıkları bir süreç olarakdeğerlendirmelidir.

Ekim Gençliği

8

Burjuva gericiliğin

ablukasını dağıtmak,

geleceksizlik karşısında

öfkesi bilenen kitleler

ile mücadeleyi

yükseltmek için

eksikliklerimizle hızlıca

hesaplaşmalıyız. Yaz

dönemini gençlik

hareketi adına

önümüzdeki döneme

güçlü başlayabilmenin

olanağına

çevirebilmeliyiz. Genç

komünistler de bu

dönemi hem kendi

eksikliklerini

kapattıkları, hem de

hareketin ihtiyaçları

doğrultusunda yeni

dönemi örmeye

başladıkları bir süreç

olarak

değerlendirmelidir.

Page 9: Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010

9

Kocaeli, Isparta, Beytepe’de,ÇukurovaÜniversitesi'nde soruşturma terörü

Kocaeli Üniversitesi’nde, Isparta’da, Beytepe’de, ÇukurovaÜniversitesi'nde üniversiteliler çeşitli gerekçelerle soruşturma ve cezaterörüne mağruz kaldı.

Kocaeli Üniversitesi’nde 18 Mayıs günü Umuttepe Kampüsü’ndegerçekleştirilen bahar şenlikleri sırasında dergi satışı yapan EkimGençliği okuru 3 öğrenciye “bahar şenliklerinin huzurunu vesükûnunu bozmak” gerekçesiyle soruşturma açıldı.

Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi’nde Beyazıt ve Halepçekatliamlarının yıldönümünde gerçekleştirdikleri eylemle faşizme karşımücadele çağrısı yapan 20’ye yakın öğrenci’ye soruşturma açtı.

Ankara’da Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğü 26 Ekim'deÖGB'lerin YÖK çalışmasına saldırması ve okula giren kollukgüçlerinin 69 öğrenciyi gözaltına almasını 94 öğrenciye soruşturmaaçılması izlemişti. Açılan bu soruşturmalar geçtiğimiz günlerdesonuçlandı ve 10 öğrenciye 1 yıl okuldan uzaklaştırma cezası verildi.Bunun yanı sıra "çalgı çalıp şarkı söylemek" gibi sudan gerekçelerleaçılan soruşturmalarda öğrenciler eğitim hakkını gaspetmeklesuçlanıyorlar. Ayrıca Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğü 100'e yakınöğrenciye Newroz ve Halepçe Katliamı eylemlerine katıldıklarıgerekçesiyle soruşturma açtı.

Adana Çukurova Üniversitesi'nde bildiri dağıtan, stant açandevrimci, demokrat öğrenciler para cezaları ve gözaltı terörüylekarşılaşıyor.Öğrencilerin yılmadığını görerek soruşturma-cezaterörünü devreye sokan ve politik öğrencilerin kitlelere ulaşmasınıengellemek için soruşturma açan yönetim bir Ekim Gençliği okurunabir ay okuldan uzaklaştırma cezası verdi.

Kocaeli /Süleyman Demirel/ Hacettepe / Çukurova Üniversitesi Ekim Gençliği

Marmara Üniversitesi'nde polis saldırısı protesto edildi

Marmara Üniversitesi'nde 28 Mayıs Cuma günü yaşanan polissaldırısı ve gözaltı terörüyle ilgili suç duyurunda bulunuldu ve busaldırı basın açıklamasıyla protesto edildi.

Kadıköy Adliyesi önünde saat 15.30'da bir araya gelen öğren-ciler "Marmara faşizme mezar olacak!" sloganıyla eylemi başlat-tılar. "Polis-idare-ÖGB işbirliğine son!/Marmara ÜniversitesiÖğrencileri" pankartı açılan eylemde yaşanan saldırıların bilançosuortaya konuldu.

2007'den bugüne kadar Marmara Üniversitesi'nde gerçekleşensaldırıların bilançosunun belirtildiği açıklama son olarak şunlarsöylendi: "Bugün devrimci-demokrat-yurtsever öğrencilere yapılanbu saldırılar esasında üniversite gençliğine ve tüm öğrencilere

yapılmaktadır. Biliyoruz ki, şu an YÖK, polis ve medyaablukasında olan üniversitelerimizde eşit, parasız, bilimsel,demokratik ve anadilde eğitim için mücadele verecek ve buablukayı sağıtacak olan bizleriz.

Basın açıklamasının ardından öğrenciler adliyeye girip yaşananolaya dair suç duyurusunda bulundular.

Marmara Üniversitesi Ekim Gençliği

Kamp-Üs’ten Nazım Hikmet, Ahmed Arif ve Orhan Kemal anması

İstanbul Üniversitesi Kamp-Üs dergisi okurları, Haziran ayındaölümsüzleşen devrimci sanatçılar Nazım Hikmet, Ahmed Arif veOrhan Kemal’i gerçekleştirdikleri etkinlikle andılar.

4 Haziran günü Öğrenci Kültür Merkezi (ÖKM) tiyatro salo-nunda gerçekleştirildi.Sunumların ardından, Tanyeri Şiir Toplulusahne alarak Nazım Hikmet’in 'Vatan Haini', 'Güneşi İçenlerinTürküsü' ve 'Tanya' şiirlerini coşkulu bir şekilde okudu.

ÖKM Müzik Kulübü üyelerinin gerçekleştirdiği müzik din-letisinin ardından etkinlik sona erdi. ÖKM Drama Kulübü’nün deprograma katkı sunduğu etkinliğe yaklaşık 60 kişi katıldı.

Kamp-Üs Dergisi

Haliç Üniversitesi'nde öğrenci eylemiBir vakıf üniversitesi olan İstanbul Haliç Üniversitesi'nde paralı

olarak öğrenim gören öğrenciler “biriken borçları” gerekçe göster-ilerek 3 Haziran sabahı üniversite rektörlüğünün talimatıyla okulaalınmadılar. Borcu olan öğrencileri okula almayan Haliç Üniver-sitesi Rektörlüğü'ne tepki gösteren öğrenciler kampüs girişi önündebekleyişe geçtiler. Kendilerine rektörlük tarafından herhangi biraçıklama yapılmayan öğrenciler bu tutumu sloganlarla protesto et-tiler.

Eğitim haklarının gsapedildiğini belirten Ceylan, bazıarkadaşlarının 2-3 bin TL tutarında bazı arkadaşlarının 5 bin TL'likboruçları nedeniyle bazı kişilerin de çok düşük miktarlardakiborçları gerekçe gösterilerek okula alınmadıklarını söyledi. İçindebulundukları günlerin sınav günleri olduğunu da belirten Ceylan,okul yönetiminin bu tutumu nedeniyle mağdur olduklarını dile ge-tirerek Haliç Üniversitesi Rektörlüğü'ne tepki gösterdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Üniversitelerden Haberler...

Page 10: Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010

10

Yer yer canlanma belirtileri gösterse de gençlikhareketi, yıllardır içinde bulunduğu geri ve dağınıkdurumu aşabilmiş değil. Bugün gençlik hareketininbu kadar geri ve dağınık olmasına yol açannedenlerden biri ve belki de en önemlisiüniversitelerde soruşturma, uzaklaştırma vetutuklama biçiminde arttırılan baskıdır. Devrimci,demokrat öğrencilere dönük bu saldırılarlaüniversitelerin içerisinde mücadele eden tek birinsan bırakmamak hedeflenmektedir. Son yıllardagittikçe yoğunlaşan soruşturma-ceza terörü baştaİstanbul’da olmak üzere birçok kentteüniversitelerde düşünce ve ifade özgürlüğünükısıtlayarak siyasal faaliyeti durdurma noktasınagetirmiştir.

2009-2010 eğitim yılı içerisinde Türkiyegenelinde üniversite ve lise öğrencilerine açılantoplam soruşturma sayısı 1000’i aşmıştır. Busoruşturmalar ise bir hafta uzaklaştırmadanbaşlayıp, bir ay, bir dönem, bir yıl ve YÖK’tençıkartılmaya kadar varmaktadır. Bu baskının enyoğunlaştığı üniversiteler ise İstanbul’da İÜ, YTÜ,Marmara Üniversitesi, Eskişehir’de Anadolu veOsmangazi, Ankara’da Hacattepe Üniversitesi,Adana’da Çukurova Üniversitesi ve KocaeliÜniversitesi olmuştur.

Soruşturma saldırılarına baktığımız zamanburjuva hukukunun bile hiçe sayıldığını, onunkurallarının göz ardı edilerek, tamamen üniversiteyönetimlerin ve polislerin keyfine kaldığınıgörürüz. Soruşturma iddianamesinde öne sürüleneylemin yapıldığı esnada okulda olmayan, sınavdaolan, hatta mezun olmuş öğrencilere bileuzaklaştırma verilmiştir. Kimi soruşturmalar isesavunma tarihlerinden önce öğrencilerebildirilmemiştir bile. Son yıllarda “güvenlikbirimlerine sözlü mukavemet”, “afiş okumak”,“futbol maçı yapmak”, “ideolojik halay çekmek”,“okula yiyebileceğinden fazla ekmek sokmak” gibiabsürd soruşturma gerekçeleri polis-idareişbirliğinde siyasal faaliyete olan saldırganlığınboyutunu açıkça göstermektedir.

Kürsülerde bilimsellikten dem vuranakademisyenlerin çoğunluğunun bu anti-demokratik uygulamanın bir parçası olması vesoruşturma kurullarında öğrencilere cezalarvermesi ise sermaye üniversitelerindeki içler acısıhalin başka bir yansımadır.

Soruşturma saldırısının

ekonomik-siyasi arka planı

Sınıf ve emekçi kitle hareketinin güçsüz vedağınık olduğu bu süreçte, düzen kriz içerisindedebelenirken faturayı işçilere-emekçilere vegençliğe yüklemek istiyor. Buna karşı oluşanpolitik duyarlılığa yönelen her politik faaliyetinbastırılabilmesi, sermaye düzeni açısından büyük

bir önem taşıyor. Bundan payına düşeni fazlasıylaalan alanlardan biri de üniversitedir.

Halihazırda kapitalizmin krizi bu köhnedüzenin en etkili teşhirine, gençlik kitlelerinindevrimci politikaya yakınlaşmasına ve hareketinyükselmesine elverişli koşullar yaratıyor. Gençlikteartan işsizlik ve geleceksizlik, eğitimin artık tümkatmanlarıyla ticarileştirilmesi, gençliği hareketegeçmeye, geleceğine sahip çıkmaya iten nedenlerinbaşında geliyor. Sınıf çelişkilerinin keskinleştiğibir dönemde gençlik kitleleriyle deyim yerindeyseetle tırnak gibi kaynaşabilmek, devrimci siyasalfaaliyette kesin bir iradeyi, kitle çalışmasına somutbir eğilimi koşulluyor. Bu, siyasal varlık iddiasıtaşıyan her gençlik örgütü için çoktandır belirleyicihale gelmiş bulunuyor.

Sermaye düzeni yukarıda ortaya koyduğumuztahlili kendi cephesinden doğru bir şekildealgılayıp, kendi düşüncelerini ifade etmek isteyenöğrencilere siyaset yasağı koyuyor. Bunu da açılansoruşturma ve verilen uzaklaştırmalarla, sonsüreçte de gün geçtikçe yoğunlaşan tutuklamalarlahayata geçiriyor.

Soruşturma-ceza karşıtı mücadele

gençlik hareketinin geleceği için

yaşamsaldır!

Genç komünistler olarak son dönemde busaldırı karşısında alınması gereken tutumun, gereküniversitelerimizdeki gerçekleştirdiğimiz pratikfaaliyetimiz, gerekse de yayınlarımız üzerindenyaşamsal bir noktada durduğunu vurguladık.Bugün gençlik hareketi bu saldırıyı püskürtebilmekiçin öncelikle bu saldırının ekonomik-siyasi arkaplanı üzerinde düşünmeli, gençlik hareketineyönelik böylesi bir saldırısının arkasındaki somutkoşulları iyi görebilmelidir.

2009-2010 öğretim yılı kapanırken başta busorunun yakıcı olarak yaşandığı üniversitelerolmak üzere, saldırıyı püskürtmek yönlü kalıcıadımlar atılamadı. Bizler genç komünistler olarakbu sene soruşturma-ceza saldırısının ancak ortakyürütülecek bir mücadeleyle püskürtülebileceğinisöyledik ve gençlik örgütlerine bu yönlü çağrılargerçekleştirdik. Yaptığımız çağrılar “soruşturma-ceza konusu öğrencilerin sorunu değil, ilgileriniçekemeyiz”, “başka gündemlerimiz var” gibigerekçelerle ya yanıtsız kaldı, ya da tek bir eylemile karşılık buldu.

Bununla birlikte yine İstanbul’da çok sınırlıolmak üzere, Kocaeli’de ve Eskişehir’deoluşturduğumuz ortak platformlarda istenilen iradiçaba ortaya konmadı. İstanbul’da Eğitim Hakkıİnisiyatifi üzerinden üretilen “SOKAKÜniversitesi” kurgusu düşünsel olarak yaratıcı veetkileyici bir araç oldu. İşçi direnişleriyle bağkurma, aydın ve sanatçıları sürece dahil etme

Soruşturma ve ceza saldırısının

anlaşılmayan önemi ve yürünmesi gereken

mücadele hattı

Halihazırda kapitalizmin

krizi bu köhne düzenin

en etkili teşhirine, gençlik

kitlelerinin devrimci

politikaya

yakınlaşmasına ve

hareketin yükselmesine

elverişli koşullar

yaratıyor. Gençlikte

artan işsizlik ve

geleceksizlik, eğitimin

artık tüm katmanlarıyla

ticarileştirilmesi, gençliği

harekete geçmeye,

geleceğine sahip

çıkmaya iten nedenlerin

başında geliyor. Sınıf

çelişkilerinin keskinleştiği

bir dönemde gençlik

kitleleriyle deyim

yerindeyse etle tırnak

gibi kaynaşabilmek,

devrimci siyasal

faaliyette kesin bir

iradeyi, kitle çalışmasına

somut bir eğilimi

koşulluyor. Bu, siyasal

varlık iddiası taşıyan her

gençlik örgütü için

çoktandır belirleyici hale

gelmiş bulunuyor.

Page 11: Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010

11

noktasında çaba sarf edildi. Ama geniş bir bileşenikatma, özellikle basın üzerinden kitlelerin gündeminesokma ve çalışmayı yaygınlaştırma yanlarıyla eksikkalındı. Bu, kamuoyu yaratabilmek, saldırıyıgeriletmek noktasında önemli bir yer teşkiletmekteydi. Bu açıdan sadece SOKAKÜniversitesi’nin son haftalarında belli olanaklaryaratılabildi.

Kocaeli ve Eskişehir’de soruşturmalara ve anti-demokratik uygulamalara karşı oluşturulanplatformlar, bu saldırı süreçlerinin ardından ortakhareket etmek ve tutum belirtmek adına atılmışolumlu adımlardı. Maalesef ki bu platformlar daverilen refleks tepkilerin ötesine geçemedi. Süreciuzun soluklu ele alan ve saldırıyı püskürtmeiradesiyle yürüyen bir politik-pratik hatoluşturulamadı.

Karşımızda duran soruşturma-ceza terörü bizleriçin herhangi bir politik gündemmiş gibideğerlendirilemez. Elbette ki üniversitelerde yaşananve genel gençlik kitleleri bakımından daha somuthissedilen eğitimin ticarileştirilmesi, işsizlik,geleceksizlik, barınma, ulaşım, ÖGB-polis terörü gibibir dizi yakıcı sorunla karşı karşıyayız. Bu sorunlarüzerinden yürüttüğümüz her faaliyet doğal olaraksoruşturma-ceza terörüyle karşılanıyor. Ve aslındabize somut hissedilen sorunlardan uzaklaşmadansoruşturma-ceza karşıtı mücadeleyi örgütleyecekdoğal bir zemin oluşturuyor. Nitekim bizler hiçbirzaman gençliğin gündemlerinden kopuk, somut birgelişmeye dayanmayan, kendi başına dar birsoruşturma karşıtı faaliyetten söz etmedik, etmiyoruz.Böylesi bir yaklaşımın hem güçlerimizi, hem deimkanlarımızı fazlasıyla zorlayacağı ve tüketeceğibiliniyor.

Özetle soruşturma karşıtı mücadele ile gençliğingündemleri iç içe geçirilerek işlenmelidir. Örülenfaaliyet sadece ceza alan ve üniversiteye giremeyengüçlere sıkışmamalıdır. Kaldı ki bu sorun geldiğinokta itibarıyla bugünkü gençlik hareketinin kendibaşına altından kalkabileceği düzeyi aşmıştır. Bugüngençlik örgütlerinden bu saldırıya verilen cevapfazlasıyla zayıf kalmaktadır. Yaşananlar karşısındabelli bir toplumsal destek oluşturulamamıştır. “Busorun kendi başına gençlik hareketinin üstesindengelebileceği düzeyi çoktan aşmış bulunuyor. Burjuvakamuoyunda dahi yer yer tepki alabilen, öğrenimhakkının gaspına dönüşen siyaset yapma,duyarlılığını ortaya koyma hakkının okul yönetimleri,polis ve mahkemelerin işbirliği ile bu denli kaba birçiğnenmesi karşısında yapılanlar son derece yetersiz.Oysa herhangi bir alandaki bu türden bir saldırı, tümkamuoyunun desteğini kazanmaya, günün sınıf veemekçi hareketlilikleriyle etkin bir kader birliğikurmaya yönelecek bir faaliyetin gündemiolabilmelidir.” (Gençlik Çalışmasının GüncelSorunları Üzerine, Ekim, sayı:259, Ekim 2009) Üniversitelerde devrimci iradeyi korumak

Üniversitelerde bir yandan ÖGB terörü, kimlikkontrolleri, kameralar, turnikeler gibi yollarla baskı vedenetim artırılırken, bir yandan da bu yaratılan ortamüniversitelerin olağan durumuymuş gibi gençliğingözünde meşrulaştırılmaya ve kanıksatılmayaçalışılıyor. Bu durum gençlik öznelerinde dekarşılığını buluyor. Soruşturma almamak, gözaltınaalınmamak için izinli yapılan etkinlikler veyaüniversite içerisinde siyasal çalışma yapmama, bellisüreçlerde öğrencilerin gözünde marjinalleşme

kaygısıyla ÖGB’lerle ve üniversite yönetimleriyleyapılan ilkesiz pazarlıklar karşımıza çıkabiliyor. Bunoktada düzenin çizdiği sınırları aşmaktansa busınırlar içerisinde hapsolmak güçleri iyice sınırlarken,onları devrimci bir politika ve pratikle aşmak hayatibir yerde duruyor.

Üniversitelerde yaşanan bu saldırıları aşmaköncelikle faaliyet yürüten güçlerin bilincindegerçekleşebilir. Ancak bunun üzerinden kitlelerböylesi bir pratiğe ve baskıları kıracak yönelimegireceklerdir. Bu yolla zaman içinde gençlikhareketinin kaybettiği meşruluk da kazanılabilmeli,kitlelerin mücadeleye mesafeli yaklaşmalarıböylelikle aşılmalıdır.

Soruşturmaların cezaya dönüşmesi karşısında isealana dönük siyasal varlık göstermekteki ısrarbelirleyici bir yerde duruyor. Üniversite dışında dahiolsa alana dönük kararlı bir politik müdahalesürdürmek ve kapı önünü direniş alanına çevirmekbugün için saldırı sürecini ve bununla birlikte eğitimhakkının gaspını kitlelere teşhir etmenin önemli biryolu ve aracıdır. Üniversite yönetimlerinin kitleleridevrimcilerden yalıtma çabalarının kapı önüdirenişleriyle boşa düşürülebildiği GençKomünistlerin pratiğiyle görülmüştür. 2008-2009’dauzun süre kapı önü eylem kurgusu ve alternatif derslerbiçiminde yaşanan süreç sayesinde üniversite içindefaaliyet yürütme iradesi korunabilmişti. Onun gibi busene 100 günü aşkın kapı önünde süren YTÜ Direnişide anlamlı bir deneyim olarak önümüzde duruyor.Direniş hem başlı başına faaliyeti sürdürme açısındandevrimci bir iradenin ifadesi olmuş, hem de üniversiteyönetimlerinin devrimcileri gençlikten yalıtmaçabalarını boşa düşürmek planında başarı sağlamıştır.

Genç Komünistler

bu eksende mücadeleyi sürdürecek!

Soruşturma ve ceza terörü tüm yakıcılığıylaüniversitelerde cirit atıyor. Son açılan soruşturmalarlabirlikte önümüzdeki sene birçok ilerici, devrimciöğrenci alanda, üniversite içerisinde faaliyet öremezdurumda olacaktır. Bugün soruşturmalar ve cezalar,düzenin gençlik hareketini bitirmek ve gençlikkitlelerinin gözünü korkutmak ve onları düzenehapsetmek için en fazla başvurduğu yöntemlerinbaşında geliyor. Bir kez daha belirtelim ki yaşanangüncel gelişmeler ve gençliğin özgün sorunlarıylakurulan bağ üzerinden soruşturma-ceza karşıtımücadele önümüzdeki yıllarda da üzerine en fazladuracağımız sorunların başında gelecektir.

Bugüne kadar genç komünistler olaraküniversitelerde düşüncelerimizi ifade etmemizedönük, siyaset yapmamıza dönük saldırılara boyuneğmedik, eğmeyeceğiz. Bu noktada ilk elden tercihedeceğimiz, birleşik bir hatta bu süreci göğüslemekolacaktır. Gençlik içindeki siyasal öznelerin bu sürecibirlikte göğüslemesi ve örgütlemesi zorunluluğu,politik mücadelenin omuzlara yüklediği birsorumluluktur. Birleşik mücadele çabasının karşılıküretmediği koşullarda ise bugün olduğu gibi saldırısürecini tek başımıza göğüslemekten geridurmayacağız. Bu bizlerin, devrimcilikte iddiasınısürdürenlerin tutması gereken yoldur.

Bizler bulunduğumuz tüm alanlarda düzenin“suç” olarak gördüğü afiş asma, bildiri dağıtma,etkinlik düzenleme eylemlerimize, “suç işlemeye”devam edeceğiz. Geleceğimiz ve özgürlüğümüz için,haklarımızı kazanabilmek için “suç” işlemektenbaşka yapabileceğimiz bir şey yok.

Bugün

soruşturmalar ve

cezalar, düzenin

gençlik hareketini

bitirmek ve gençlik

kitlelerinin gözünü

korkutmak ve onları

düzene hapsetmek

için en fazla

başvurduğu

yöntemlerin

başında geliyor. Bir

kez daha belirtelim

ki yaşanan güncel

gelişmeler ve

gençliğin özgün

sorunlarıyla kurulan

bağ üzerinden

soruşturma-ceza

karşıtı mücadele

önümüzdeki yıllarda

da üzerine en fazla

duracağımız

sorunların başında

gelecektir.

Page 12: Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010

SokakÜniversitesi’nde

“Kapitalizmin krizive Yunanistan”

dersiSokak Üniversitesi’nin

dördüncü dersinde “Kapitalizminkrizi ve Yunanistan” dersi işlendi.15 Mayıs'ta Galatasaray Lisesiönünde gerçekleştirilen etkinlik her hafta olduğu gibi yoldan geçenlereyapılan çağrılarla üniversitenin kurulması ile başladı.

İlk söz Yar. Doç. Dr. Kurtar Tanyılmaz'a verildi. Konuşmasındakrizin bedelinin Yunanistan işçi ve emekçilerine kesilmek istendiğinisöyleyen Tanyılmaz, Yunanistan işçi ve emekçilerinin buna karşısokakta olduğunu vurguladı. Yunanistan’da yaşanan krizin küreselkrizin bir parçası ve kapitalizmin yoğun bakımda olduğunu belirtenTanyılmaz buna karşı yapılması gerekenin ise işçi sınıfına güvenmekve işçi sınıfının kendine güvenini arttırmak olduğunu söyledi.

Tez-Koop-İş Sendikası Genel Eğitim Danışmanı Volkan Yaraşır isesermaye-sermaye çelişkisinin sistemi krize soktuğunubelirtti. Bu dönemlerde devrim imkanın da arttığınıvurgulayan Yaraşır, sınıfın öncü partisi olduğu koşuldadevrimin gerçekleşeceğini, aksi takdirde ise katastrofyaşanacağını söyledi. Ekonomisi çöken Yunanistan’ın dauygulanan politikalarla sömürgeleştirilmeye çalışıldığını,bunun da öncelikle işçilerin kazanılmış haklarınınellerinden alınmasıyla gerçekleştirilmeye çalışıldığınıvurguladı. Bu saldırılara karşı Yunanistan işçi veemekçilerinin de genel grev silahını kullanarak yapılmasıgerekeni yaptığını belirtti.

Yaraşır’ın konuşmasının ardından Eğitim Hakkıİnisiyatifi’nden öğrenciler önce şiirler okudular ardındanda Yunanistan ve kriz üzerine konuşmalar gerçekleştirdiler. SokakÜniversitesi hep birlikte söylenen marşlarla ve çekilen halaylarlasonlandı.

SOKAKÜniversitesi'nde

"26 Mayıs vedirenişler"tartışıldı

5. ders “26 Mayıs vedirenişler” başlığı ile 22 Mayıs'tagerçekleşti. Etkinliğe direniştekiişçilerin yanında akademisyenler de katıldı.

26 Mayıs gündemine değinen Mehmet Türkay, TEKEL işçilerinindirenişini örnek vererek bu mücadeleyi işçi sınıfıhareketinin bütünü olarak ele almak gerektiğini söyledi.Sınıfın örgütlenmeyi önüne koyması gerektiğini söyleyen

Türkay konuşmasını "Sendikal bürokrasi aşılmalı"ifadeleriyle sona erdirdi.

Konuşmasına “Yolsuzluklara hiçbir soruşturmayok. Sizlere soruşturma açılıyor. Buna karşı mücadeleediyorsunuz. Yaptığınız çok anlamlı” diyerekbaşlayan Gaye Yılmaz sermaye düzeninin emeksömürüsünü teşhir etti, 26 Mayıs'ta sokakta olmaçağrısı yaptı. Birleşik Metal İş Sendikası TİS Uzmanıİrfan Kaygısız ise 26 Mayıs'ın ortada bırakıldığınıbelirterek, mücadelenin güçlendirilmesi gerektiğiniifade etti.

İlk ders arasında madencilerle ilgili türkülersöylendi ve şiirler okundu. Ardından iş cinayetlerini

ve sermaye düzenin kar hırsını teşhir eden konuşmaları yapıldı.Söylenen türküler ve okunan şiirler ise polis kurşunuyla katledilenŞerzan Kurt'a adandı. Tanyeri Şiir Topluluğu'ndan bir emekçi deöğrencilerle bir şiir paylaştı.

Söz alan Devrimci İşçi Komitesi (DİK) temsilcisi ise sendiklarınişçilerin, emekçilerin örgütlenme aracı olduğunu ancak işin sırfsendikalara bırakılmayacağını dile getirdi. Direnişçi işçiler adınakonuşan itfaiye direnişçisi Ömer Sert 26 Mayıs'ın önemine işaret etti,26 Mayıs'ta alanlarda olmaya çağırdı. BDSP de işçi, emekçi veöğrencileri sömürü düzenine karşı mücadeleye çağırdı. Etkinliğin

ilerleyen kısmında yağmurunşiddetlenmesine karşı“Yağmur, çamur yağsa da kış,kıyamet kopsa dadireneceğiz!" sloganlarıylahalaya başlandı.

SOKAKÜniversitesiKadıköy'de

24 Mayıs Pazartesi SokakÜniversitesi Kadıköy İskelesi

önünde kuruldu. Çevrede toplanan ilgili kalabalığa öğrenciler kısacaüniversitelerde düşünmenin ve bu düşünceleri ifade etmenin

karşısında öğrencileri bekleyen bir tehdit olaraksoruşturma-ceza terörünü anlattılar. YTÜ Direnişi adınasözü alan bir başka öğrenci öncelikle kapitalizminemekçileri ve gençliği geleceksizleştiren yapısına dikkatçekti. YTÜ direnişçisi ellerinden alınan eğitim haklarıkarşısında direnişe geçtiklerini ve üniversitelerde tehditaltında olan düşünce-ifade özgürlüğü için mücadeleyiseçtiklerini belirtti.

Konuşmalarda madenlerde, fabrikalarda vetersanelerde katleden, insanı yok etmekten çekinmeyensermaye düzenini teşhir edildi. Ders aralarında okunantürkülere hep bir ağızdan eşlik edilmesinin ardındanders yeniden başladı ve sözü alan bir öğrenci kriz ve

geleceksizlik üzerine bir anlatım gerçekleştirdi. Kapitalizmin kriziiçinde debelenirken hem emekçilerin hem de onların çocuklarınıngeleceklerini ellerinden alarak kendini sürdürdüğünü ifade edenöğrenci bugün üniversite kapısının ardında bir gelecek olmadığınıvurguladı ve bu durum karşısında birleşik mücadelenin gerekliliğinin12

Soruşturma-ceza, eğitim hakkı gaspı karşısında,

SOKAK Üniversitsi’nde

bir dönemin ardından...

Page 13: Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010

altını çizdi. Sözü alan bir başka öğrenci isederinleşen geleceksizlik karşısında devletin depervazsızlaştığını ve hayata geçirilen PVSK gibiyasalar ile katletmek için en geniş biçimdeyetkilendirildiğini anlatarak derse devam etti. Birbaşka öğrenci ise faşist baskının üniversitelereyansımaları üzerine söz aldı ve kampüslerdehalaylara, sergilere ve şenliklere saldıran eli sopalı,satırlı faşist beslemelerin, ÖGB'lerin,üniversitelerde insanca bir yaşamın talep edilmesinetahammül edemediklerini vurguladı. Faşist baskılarkarşısında boyun eğmeyeceklerini belirten öğrencimücadelelerinin süreceğini söyleyerek konuşmasınıtamamladı.

Yaklaşan 26 Mayıs üzerine söz alan bir başka öğrenci ise yaratılangeleceksizlik karşısında mücadelenin tek yol olduğunu ifade etti.Dersin tüm başlıkları ile tamamlanmasının ardından coşkuyla hep birağızdan söylenen halaylar ile katılım arttı.

SokakÜniversitesi'nin 6.

dersindeöğrencilerinsoruşturulmagerekçeleri...

Sokak Üniversitesi'nin altıncısıTaksim Meydanı’ndanGalatasaray Lisesi önüne yürüyüşle başladı. Galatasaray Lisesi önünegelinmesiyle birlikte üniversite kuruldu. Ayışığı Sanat Topluluğumüzik grubu “Emeğe Ezgi” türküleri ve marşlarıyla etkinliğe katıldı.Emeğe Ezgi'nin ardından Eğitim Hakkı İnisiyatifi'nden öğrencilerinsöz alması ile ders başlamış oldu. İstanbul Üniversitesi'nden söz alanbir öğrenci sık sık soruşturma konusu olan “Eğitiminticarileştirilmesine hayır!” sloganı üzerine konuştu,neden parasız eğitim talep edildiğini anlattı.Sunumun ardından Önder Babat Kültür MerkeziMüzik Topluluğu ezgileriyle etkinliğe katıldı.

YTÜ'de “İMF-DB defol!” dediği için 1 yıluzaklaştırma cezası almış bir öğrenci kapitalizminkrizi üzerine konuştu. Konuşmanın ardından şiirdinletisine ve ardından da MSGSÜ'den biröğrencinin üniversitelerdeki baskı araçları üzerineyaptığı konuşmaya geçildi. MSGSÜ’lü öğrencikendisinin de üniversite giriş kapısında bulunanturnikelerde kart okutmayı reddettiği için öncekınama, ardından da uyarı aldığını belirtti. Bugün kartlı turnikeler,kameralar, jiletli teller, özel güvenlik görevlileri ile üniversitelerinbirer kışlaya çevrildiğini vurguladı.

Söz alan başka bir öğrenci halkların kardeşliği ile ilgili birkonuşma yaptı. Üniversitelerde kullanılan baskı araçları kimi zamanpolis, ÖGB saldırıları olurken kimi zaman da benzer saldırılarınfaşistler eliyle gerçekleştiğini anlattı. Okul idaresi ve polisin işbirliğiiçerisinde hareket ettiğini belirtti. Konuşmanın ardından tekrar bir araverilerek sırayı şiir ve müzik dinletisi aldı. İTÜ’de polis terörünüteşhir ettiği için soruşturma alan bir öğrenci son dönemde artan polisterörüne değinen bir konuşma gerçekleştirdi. Polis tarafındankatledilen yurtsever öğrenciler Aydın Erdem, Şerzan Kurt, devrimcikominist bir işçi olan Alaattin Karadağ ve cezaevinde işkencedekatledilen Engin Çeber’in katilleri ile madenlerde, tersanelerde işcinayetlerine kurban gidenlerin, zindanlarda ölüme terkedilen hastatutsakların katillerinin aynı olduğunu belirtti.

Etkinlik hep birlikte söylenen türküler ve çekilen halaylarlabitirildi. Ayrıca direnişteki bir İSKİ işçisi ve Atık Kağıt İşçileri deetkinliğe katıldılar.

SokakÜniversitesi'nin 6.dersi Kadıköy’e

taşındı!Sokak Üniversitesi’nin

soruşturma gerekçeleri konulualtıncı dersi 31 Mayıs’ta Kadıköy’etaşındı. Öğrencilerin konuşmalarınınardında söz İzzettin Önder’e verildi.

Önder, üniversitelerin toplumu oluşturan kurumlardan biri olduğunu,bu doğrultuda toplumu baskı altına almak isteyenlerin üniversiteleri dekendi istedikleri gibi dönüştürmeye çalıştıklarını anlattı. Budönüşümlere karşı olan öğrencilerin soruşturma, ceza aldığını belirtenÖnder, kendisinin de bir öğretim görevlisi olarak benzer saldırılara

maruz kaldığını anlattı. Önder konuşmasında eğitiminticarileştirilmesinin yarattığı sonuçlar üzerinde dedurdu.

Eğitim Emekçileri Derneği devletin saldırgantutumuyla birlikte hayatın her alanında baskı olduğunuvurguladı. Üniversite öğrencilerinin üniversitelerindekarşı karşıya kaldıkları saldırı ve baskılarınbenzerlerini kendilerinin de sürgünler, işten atmalar,güvencesiz çalışma koşulları gibi durumlarlayaşadıklarını anlattı. Eğitim emekçisi tüm baskılarınkarşısında inadına örgütlü, kolektif mücadele çağrısıyaptı. Konuşmanın ardından Eğitim Hakkı İnisiyatifiadına konuşmalar yapıldı. Polis terörü ile ilgili yapılansunumda Nurhak Katliamı da hatırlatıldı. Eğitim Hakkı

İnisiyatifi adına yapılan konuşmalarda Siyonist İsrail’in saldırıları dakınandı ve kapitalist sömürü çarklarında öğütülmeye razıolunmayacağı söylendi. “Filistin halkının ve ezilen tüm halklarınsesini üniversitelerimize taşımaya devam edeceğiz!” denildi.

SOKAKÜniversitesi’nde

son ders...5 Haziran'da Taksim tramvay

durağında buluşan Eğitim Hakkıİnisiyatifi Galatasaray Lisesi önüneyürüyüşle geldi. Etkinlik EğitimHakkı İnisiyatifi’nden öğrencilerinhazırladığı tiyatro gösterimi ilebaşladı. Çevreden büyük ilgitoplayan tiyatro oyununda Kürtçe

ıslık çaldığı gerekçesiyle soruşturma açılan bir öğrenci üzerindenüniversitelerdeki soruşturma terörü teşhir edildi. Tiyatro gösterimininardından söz şair Ruhan Mavruk’a verildi.

Etkinliğe Ayışığı Sanat Merkezi Devinim Tiyatro Grubu da birgösterimle katıldı. Tiyatronun ardından Sokak Üniversitesi’ne destekveren iki müzisyen türküleriyle etkinliğe katıldı. Müzik dinletisininardından Eğitim Hakkı İnisiyatifi’nden öğrenciler soruşturmagerekçeleri üzerinden konuşmalar gerçekleştirdiler. Üniversitelerin buuygulamalarla birer kışlaya çevrilmeye çalışıldığını belirten EğitimHakkı İnisiyatifi’nden öğrenciler, üniversitelerde yaşananlarıntoplumun genelinde oluşturulmaya çalışılan baskı ve bunun içinkullanılan saldırı araçlarından bağımsız olmadığını belirttiler. Tüm bubaskılara karşı üniversitelerinde ve bulundukları tüm alanlarda birleşikbir gençlik mücadelesini zorlayacaklarını belirten öğrenciler“Mücadelemizi En-gel-le-ye-me-ye-cek-si-niz!” dediler.

Öğrencilerin konuşmalarının ardından marşlar, türküler okundu,halaylar çekildi. Etkinlik Filistin İçin İsrail'e Karşı Boykot Girişimi'ninçağrısı ile bir araya gelen devrimci, ilerici kurumlarıngerçekleştirdiği eyleme çağrı ile sonlandırıldı. 13

Page 14: Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010

14

Ekim Gençliği:Merhaba YTÜDirenişçileri, EkimGençliği olarak 100günü aşan direnişinizedair sizlerle konuşmakistiyoruz. Bizleredirenişe başlamanedeninizi anlatabilirmisiniz?

YTÜ Direnişçileri:Merhaba, öncelikleşunu söylemek isteriz

ki üniversitemizde siyasal kimlikleri ile bilinenöğrencileriz. Yani gençliğin ve toplumun sorunlarıkarşısında düşünen, fikir üreten ve kendimizisiyasal olarak ifade eden öğrencileriz. Güz yarıyılıbaşlarken harçlara yeni zam yapılmıştı ve İMF-DBİstanbul’da bir toplantı yapacaktı. Biz bu zamları vetoplantıyı eleştiren bildiri ve afişleri üniversitedekullanıyorduk. Aynı zamanda üniversite rektörlüğügeçtiğimiz yıl İP/TGB, polis ve kendi eliyleyarattığı provokasyonu bahane gösterereköğrencilerin kulüp, dergi veya TMMOB masasıaçmalarını kesin olarak yasaklamıştı. Kısacaüniversitede düşüncelerimizi ve kendimiziifademizi engelleyerek bir siyaset yasağı hayatageçirmek istiyordu. Biz diğer arkadaşlarımız gibimasamızı açtık ve rektörlük masalarımızı ancak izinalarak açabileceğimizi aksi taktirde ise soruşturmaaçacağını ifade etti. Biz de her zaman yaptığımızgibi afiş, masa gibi araçlarla kendimizi özgürceifade edeceğimizi buna karşın açılacak birsoruşturmanın ise meşru olmadığını belirttik.

O gün, izin alınmış masaları açan öğrenciler dedahil herkese soruşturmalar açıldı. Kendimizi ifadeettiğimiz tüm biçimler; afişlerimiz, bildirilerimiz,siyasal yayınlarımız, masalarımız ve etkinliklerimizo soruşturma iddianamelerinde bir suçmuş gibi yeraldı. Hatta daha savunmamız alınmadanbazılarımızın üniversitemize girişi engellendi. Biz osırada da üniversitenin kapısı önünde her günbulunuyorduk ve kendimizi ifade etmenin yollarınıgeliştiriyorduk. İkinci dönemin başında ise izinsizolarak kendimizi ifade ettiğimiz ve ÖGB’lere sözlümukavemette bulunduğumuz için eğitim hakkımızgasp edildi, üniversitemize girişimiz yenidenengellendi. Direnişe de bu pervazsızlığa karşıbaşladık.

Ekim Gençliği: Bugün üniversitelerdeyoğunlaşan soruşturma-ceza saldırısı gençlikhareketini nasıl etkiliyor sizce?

YTÜ Direnişçileri: Bunu bir baskı ve zor aracıolarak nitelendiriyoruz. Bir baskı biçimi olarak,siyasal gençlik grupları ve gençlik kitleleriarasındaki bağı koparmaya hizmet ediyor. Baskıaraçlarını ve özgürlüğümüzü kısıtlayan denetleme

mekanizmalarını meşrulaştırmanın bir yolu olan buuygulamalar ile üniversite öğrencisine dayatılanapolitik kimliğe mahkum olmak istemeyenöğrenciler marjinalleştirilmek isteniyor. Öğrencikitlelerine bu baskı biçimi ile gözdağı veriliyor vekendilerini bekleyen geleceksizlik karşısındasindiriliyorlar.

Bir zor biçimi olarak da, buna rağmen kendiniifade etme yolunu seçenlerin üniversitelerinegirişleri engelleniyor. Bu şekilde bizibulunduğumuz alanlardan kopararak sözlerimizi deoralardan kazıyacaklarını düşünüyorlar. Yanikısacası gençliğin mahkum edilmek istendiğigeleceksizlik karşısında kitleleri sindirmek,devrimci, demokrat güçlerle aralarındaki bağlarıkoparmak istiyorlar.

Ekim Gençliği: Bugün birçok üniversitedebenzer sorunlar var. Ama her yerde direnişörneklerini görmüyoruz. Sizce üniversite kapısınınönünde direnişin anlamı nedir?

YTÜ Direnişçileri: Direnişi, üniversitelerdekibaskı ve zorbalığa karşı taleplerimiz uğruna ortayakoyduğumuz militan bir eylemlilik biçimi olarakgörüyoruz. Tarihe ve işçi sınıfının güncel pratiğinebakarak edindiğimiz bu görüşü bugününiversitelerimizde karşı karşıya kaldığımızdurumda yorumlamak ise bizi Yıldız TeknikÜniversitesi önünde 100 günü aşan bir direnişegötürdü. Bugün öğrencilerin kendilerini ifadeetmeleri, arkadaşlarıyla ilişki kurmalarıengellenmek isteniyor. Direniş bir yönüyle buengeli boşa düşürebilmeli. Bir yanı ile ise elimizdenalınan haklarımızı talep edebilmeli. Biz direnişiüniversite yönetimlerinin pervazsızlığına boyuneğmemek, düzenin gençliği geleceksizleştirmesineseyirci kalmamak yönlü üniversitenin içinde ortayakoyduğumuz siyasal kimliğimizin, uzaklaştırmacezası karşısında kapı önünde ifade edilereksürdürülmesi olarak algılıyoruz. Bunun bir başkaanlamı ise diğer direnişler ile bir araya gelebilmekve mücadeleyi büyütmektir.

Ekim Gençliği: 100 günü aşkın süren direnişinizboyunca neler yaptınız?

YTÜ Direnişçileri: Açıkçası üniversite içindeoluşturmaya çalıştığımız sosyal ve kültürelimkanları direniş alanına taşıdık. Tabi bunun içinüniversite kapısının önünü çeşitli etkinliklerle,ajitasyon ve propaganda ile düzenli bir siyasalvarlık ortaya koyarak tanımlı bir direniş alanı halinegetirdik. Yani arkadaşlarımızla, öğrenci gençliklekoparılmak istenen bağlarımızı burada ısrarlasürdürdük. Yalıtılmak istenmemize rağmen biz heryönüyle imkanlarımızı zorladık, yeri geldiğindesöyleşiler örgütledik, yeri geldi sohbet ettik, türküsöyledik. Direnişimiz boyunca dostlarımız, çeşitlikurumlar destek ziyaretleri gerçekleştirdiler. Biz de

YTÜ Direnişçileri:

“Direnişi, üniversitelerdeki baskı ve

zorbalığa karşı taleplerimiz uğruna militan

bir eylemlilik biçimi olarak görüyoruz...”

Bu saldırı biçimi ile

üniversitelerinde,

toplumun sorunlarına

duyarsız kalamayan,

gelecekleri için

mücadele veren

öğrenciler

susturulmak

isteniyor. Bir başka

değişle siyaset yasağı

dayatılıyor. Bunun

karşısında yerelin ve

durumun özgünlüğü

gözetilerek söz

konusu siyasal varlığı

sürdürmekte ısrarcı

olmak gerekiyor. Bu

elbette üniversitenin

içinde öğrencilerin

yaşamının bir parçası

olabilmekle yapılabilir.

Bu konuda

öğrencilerin cezalar

karşısında direniş

geliştirebilmeliler.

Page 15: Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010

direnişteki işçileri ziyaret ederek onlarla dayanışmaimkanlarını yaratmaya çabaladık.

Ekim Gençliği: Soruşturma-ceza terörüne karşıverilmesi gereken mücadele noktasında nelereklemek istersiniz?

YTÜ Direnişçileri: Bu saldırı biçimi ileüniversitelerde toplumun sorunlarına duyarsızkalamayan, gelecekleri için mücadele verenöğrenciler susturulmak isteniyor. Bir başka deyişlesiyaset yasağı dayatılıyor. Bunun karşısında yerelinve durumun özgünlüğü gözetilerek söz konususiyasal varlığı sürdürmekte ısrarcı olmak gerekiyor.Bu elbette üniversitenin içinde öğrencilerinyaşamının bir parçası olabilmekle yapılabilir. Bukonuda öğrenciler cezalar karşısında direnişgeliştirebilmeliler.

İkinci olarak ise bu birsindirme yöntemi. Bununkarşısında sözlerimizden geridurmamak, kararlılık ileüniversiteleri olması gerektiğinidüşündüğümüz yerler halinegetirmeye çabalamak, bu baskıbiçimleri karşısında tepkinin debüyümesi için, kendimizianlatabilmek için önemlidir.Ayrıca soruşturma-cezakarşısında mücadele hiçbirzaman hukuki sürecesıkışmamalı kendi meşruluğunutüm imkanları değerlendirerekyaratmalı, bu şekilde talep ettiğidüşünce ve ifade özgürlüğü gibimevzileri kazanabilmelidir.

Ekim Gençliği: Üniversitelerde öğrencilerin enufak hak aramasına rektörlüğün cevabı soruşturmave ceza terörünü devreye sokmak oluyor. Busaldırıların arka planı hakkında nedüşünüyorsunuz?

İzzettin Önder: Saldırıların arka planının neolduğu hakkında farklı yorumlar yapılabilir. Ancak,şunu ilk ağızda söylemek olasıdır ki, üniversitekavramı henüz anlaşılmış değil toplumumuzda.Zira kavram olarak “üniversite” tüm bileşenlerininfikirler etrafında zihinsel kuşak oluşturmaları veonu çevrelemeleridir. Tabiatıyla herkes aynı şeyidüşünmek zorunda değildir, ama bu anlayışaulaşmak bir sosyal kültür ve terbiye meselesidir.Birbirine tahammül edemeyen, tartışmayı kabakuvvetle yürütmeye ve fikrini karşısındakineöylece kabul ettirmeye çalışan bir toplumsalterbiyede üniversitede de ancak bunlar yaşanır.Kocasından ayrılmak isteyen kadını mülk gibigörerek öldüren, karşıt siyasî partiyi ya da fikirlikişiyi düşman gibi gören, bir gün bile işbirliğininülke yararına olabileceğini ağzına bile almadan,hoşgörü sözleri sarf eden bir iktidarı işbaşınagetiren bir toplumun üniversitesi de ancak böyleolur. Kısacası, fikir kısırlığı ve derin korkunun suyüzüne vurduğu saldırganlık, hak arama peşinedüşen öğrencilere ceza şeklinde yansımaktadır.

Ekim Gençliği: Üniversitelerimizdekisoruşturma-ceza terörüne, siyaset yapma yasağınakarşı üniversite gençliği nasıl bir hat izlemelidir?

İzzettin Önder: Üniversite gençliğinin işi zor.Sanırım, kısa sürede fazla bir şey yapılamaz. Amaorta vadede çok şey yapılabilir. Bir defa, öğrencilerarasındaki karşıt görüşlüler, birbirine tahammülgösterip, açık ya da kapalı ortamlarda fikirtartışmaları yapıp, tartışma sonucunda elsıkışabilmelidirler. Böyle bir yaklaşım hem

tarafların birbirine yaklaşmalarını ve birbirinianlamalarına yol açar. Böyle bir yaklaşım etraftadaha kalabalık talebe gruplarını bulur. Çünkü butür toplantılarda tehlike unsuru yoktur. Gruplarkalabalıklaştıkça, toplumsal müsama artar ve cezauygulaması son bulabilir. Üniversitede tümbileşenler eşit olduğuna göre, talebelerin detopluma öğretecekleri vardır. Sizler siyasîlerinbirbirlerine hitabını anlamlı ve ülkeye yakışırbuluyor musunuz? Eğer bulmuyorsanız,öğretebileceğiniz çok şey var demektir. Bu öğreti,talebe grupları arasında sakin ve karşısındakinianlamaya yönelik, onu ezmeye yönelik değil,toplantılarla yapılabilir.

Ekim Gençliği: Öğrencilerin akademik-demokratik taleplerle verdikleri mücadeledeakademisyenler nerede duruyor? Neleryapmalıdırlar?

İzzettin Önder: Akademisyenler hem yarı-burjuvazidir hem de sert tartışmalarda taraf olmakistemiyor olabilir. Akademisyenler de, talebelerinsakin ve anlayışlı toplantıların daha fazla katılıyor,hatta buralardan bazı şeyler öğreniyor olabilir.Öğrenciler kendilerini daha sakin konumagetirmedikçe, akademisyenlerin yanlarında olması,birkaçı hariç, kısa vadede zor gibi geliyor bana.

Ekim Gençliği: Son olarak üniversitelerdekiöğrencilerin mücadelelerine dair ne söylemekistersiniz?

İzzettin Önder: Mücadelelerin içeriğini bençoğu durumda haklı buluyorum. Ancak,mücadelelerin içeriğinin haklılık derecesinden çok,bunların nasıl savunulduğu ve kabul görebilmeolasılığı önemlidir. O nedenle, tartışmaların,fikirleri savunur nitelikli ve sakin atmosferdeyapılmasının zaruri olduğunu düşünüyorum.

“Üniversite tüm bileşenlerinin

fikirler etrafında

zihinsel kuşak oluşturmaları

ve onu çevrelemeleridir!”

Sizler siyasîlerin

birbirlerine hitabını

anlamlı ve ülkeye

yakışır buluyor

musunuz? Eğer

bulmuyorsanız,

öğretebileceğiniz çok

şey var demektir. Bu

öğreti, talebe grupları

arasında sakin ve

karşısındakini

anlamaya yönelik,

onu ezmeye yönelik

değil, toplantılarla

yapılabilir.

15

Page 16: Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010

16

Gençlik hareketi ve gençlik örgütlenmeleri biryılını daha geride bırakmış bulunmaktadır. Geldiğimiznoktada her ne kadar son süreçte TEKEL direnişiylesınıf hareketinde ve toplumsal hareketlilikte birkıpırdanma yaşansa da ülkemizde genel anlamıylatoplumsal mücadele geri bir pozisyondadır. Elbette kibu geriliğin bir ayağı da gençlik, üniversite gençlikmücadelesidir. Bu noktada bu sorununmuhataplarından biri olan ve üniversiteli gençliğin “özörgütlülüğü” olma iddiasıyla yola çıkan Genç-Sen’i detartışmamıza konu etmemiz gerekmektedir. Bizlerinde içerisinde çalışma yürüttüğü vedeğerlendirmelerimiz çerçevesinde müdahaleye konuettiğimiz Genç-Sen’in geçen bir yılına ilişkin birdeğerlendirme yapmak gençlik hareketi için birsorumluluk olarak önümüzde durmaktadır.

2009 yaz süreci ve harç zamları

Geçtiğimiz sene üniversiteler yaz tatilindeykenYÖK üniversite har(a)çlarına %8 ile %500 arasındazam yapılmasının düşünüldüğünü açıklamıştı.Har(a)çlara yapılması planlanan zammınaçıklanmasıyla birlikte birçok refleks tepki ortayakonmuştu. Genç-Sen de refleks eylemlerle sürece ilkmüdahale edenlerden biri olmuştu. Tepkinin açığaçıkması ve kamuoyu oluşması noktasında başındanitibaren çaba sarf etmişti.

Yayınlarımızda çıkan değerlendirmelerde debelirttiğimiz gibi Genç-Sen’in bu süreçteki pratiğininetkin olması Genç-Sen adına da önemli bir adımdı.Ancak yapılan zamları ele alış biçimi ve belirlenenpratik-politik hat bu saldırı sürecinin kapsamının vetaşıdığı harekete müdahale olanaklarınınalgılanamadığını göstermektedir. Har(a)ç zamlarının%8’lere çekilmesiyle eylemliliklerin sona ermesi vebütünlüklü ele alıp devam ettirme çabasının ortayakonmamasıyla saldırının nasıl algılandığı kendinigöstermiş oldu.

Genç-Sen bu süreci “Harçlara zamyaptırmayacağız” ,“Bu yıl harçları devlet karşılasın”talepleriyle örmeye başlamıştı. Genç-Sen içindeyürüttüğümüz tartışmalarda, “Bu yıl harçları devletkarşılasın” söyleminin harç kavramını olağanlaştıranbir yaklaşım olduğunu vurguladık. Bu uygulamanınticarileşen eğitimin başlıca saldırısı olan paralıeğitimin yansımalarından biri ve zaten bir hak gaspıolduğunun, bütünlüklü bir şekilde ele almamızgerektiğinin altını çizdik. Yaptığımız bu tartışmayla buyıl ibaresi kaldırılmış ve “Harçları devlet ödesin”denilmiştir. Bizim önerdiğimiz “Harçlarıödemiyoruz” talebi ise kriz vurgusu ve kitlelerin kolaysahiplenebileceği bir söylem olmadığı gerekçesiylekabul edilmemiştir. İllerde yapılan toplantılarda vetemsilciler meclisinde bu yönlü tartışmalarımızınsonucunda “Parasız eğitim istiyoruz!” talebieklenmiştir.

Har(a)ç zamlarına karşı sürecin temelsorunlarından biri de parçalı olmasıydı. Ayrı ayrı

yürüyen çalışmaların ortaklaştırılmaması, kitlelerdeoluşan öfkenin birleşik, kitlesel ve devrimci birharekete dönüştürülme kaygısının duyulmamasıydı.

Har(a)ç zamları dönemi, uzun yıllardan sonragençlik hareketi adına canlanma belirtilerininyansıdığı bir dönem oldu. Belli dinamikler açığa çıktı.Temel bir soru vardı; ileriye taşınabilecek mi?Yıllardır Devrimci Genç-Senliler’in yaptığı eleştirileretahammül bile edemeyen liberal-reformist blok yazdönemindeki harç zamları süreciyle birlikte, aslındatüzük maddelerinin hareketin ihtiyaçlarından doğruşekillenmesi gerektiğini görmek istemese bile görmekzorunda kaldı. Harç zamları sürecinde açıktoplantıların yapılması, toplantılarda Genç-Sen’e üyeolsun veya olmasın katılan herkesin söz alarak,oylamalara katılması Genç-Sen’in tüzüğündekimaddelerin bir kez daha hareketin ihtiyaçlarından nekadar uzak olduğunu gösterdi.

Ama sürecin sönümlenmesinin ardından bilindiktablo yerellerde yeniden karşımıza çıktı. Seneninbaşında Eskişehir ve İzmir’de ayyuka çıkan anti-demokratik tutumlarla karşılaştık. Okul içerisindegüvenliklerin izin vermediği gerekçesiyle masaaçılmaması ve içeride faaliyet yürütmek isteyen Genç-Senliler’e kullanmaları için materyal verilmemesi,toplantılarda alınan kararların hiçe sayılması vb.uygulamalar, dönemin başında karşılaşılan anti-demokratik uygulamaların başlıca örnekleri oldular.

Barınma hakkı ve

işsizlik-geleceksizlik kampanyaları

Gençliğin en temel sorunlarından olan barınma veişsizlik-geleceksizlik sorununu Genç-Sen bu senemücadelesine konu etmiştir. Bu merkezi kampanyalarişleyen yerellerde eylem, etkinlik ve panellerleyürütülmüştür. Bugün için bu iki temel sorunla ilgilimerkezi kampanyalar belli bir sınırlılık arz etmişolabilir. Yine de her iki başlık hem gençliğin yakıcıolarak hissettiği hem de sürekliliği olan sorunlarolmasından kaynaklı mücadeleye tekrar tekrar konuedilmesi gereken gündemlerdir.

Özellikle son iki senedir üniversitelerde öğrencikontenjanlarının arttırılması, bununla birlikte devletyurtlarının yetersiz olması ve sağlıksız koşulları,sorunu gençlik açısından yakıcı hale getirmiştir. Özelyurtların ve ev kiralarının fahiş fiyatlarda olması isebarınma sorununu katmerleştiren bir durumdur. EgeÜniversitesi’ndeki “Çadır Kent” çalışması bukampanyanın en anlamlı çalışmalarından biriolmuştur. Sorun paralı eğitim saldırılarının bir parçasıolarak tanımlanmış, parasız eğitim başlığı altında yurtkontenjanlarının artırılması, nitelikli-sağlıklı-ücretsizbarınma gibi somut taleplerle gündeme getirilmiştir.KYK yurtları önünde 8 gün boyunca çadırlardakalınarak bu sorun söyleşi, film gösterimi, müzikdinletisi vb. etkinliklerle öğrencilerin gündeminetaşınmıştır.

Gençlik hareketinin geride kalan bir yılı ve

Genç-Sen

Gençliğin en temel

sorunlarından olan

barınma ve işsizlik-

geleceksizlik

sorununu Genç-Sen

bu sene mücadelesine

konu etmiştir. Bu

merkezi kampanyalar

işleyen yerellerde

eylem, etkinlik ve

panellerle

yürütülmüştür. Bugün

için bu iki temel

sorunla ilgili merkezi

kampanyalar belli bir

sınırlılık arz etmiş

olabilir. Yine de her iki

başlık hem gençliğin

yakıcı olarak hissettiği

hem de sürekliliği olan

bir sorunlar

olmasından kaynaklı

mücadeleye tekrar

tekrar konu edilmesi

gereken

gündemlerdir.

Page 17: Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010

17

Merkezi düzeyde yürütülmeye çalışılan bir diğerkampanya ise gençliğin yakıcı bir şekilde hissettiğiişsizlik ve geleceksizlik sorunudur. Gelinen noktadaher dört gençten birinin işsiz olduğu bir ülkedeyaşıyoruz. Bu durum gün geçtikçe daha da kötüyegitmektedir. Bugün devletin açıkladığı resmirakamlara göre %14.7, gerçekte ise %20’lere varanişsiz üniversiteli mezun oranı, düzenin nasıl biraçmazda olduğunu göstermektedir.

Böylesi bir ortamda Genç-Sen’in bu sorunugündemine taşıması ve yerellerde bu merkezi hatüzerinden iş yapma gayreti içerisinde olması anlamlıolmuştur. Birçok yerelde eş zamanlı eylemlerörgütlenmiştir. 4-C uygulamasıyla TEKEL işçilerinedayatılan kölece çalışma koşulları ve geleceksizliksaldırısına karşı başlatılan direniş süreciyle bağıkurulmaya çalışılmıştır. İstanbul’da bu gündemkapsamında yapılan panel direnişteki işçilerinkatılımıyla ortak bir tartışma zemini yaratılarakgerçekleşmiştir. Ancak gelinen noktada Genç-Senyerelleri bu sürece gereken ilgiyi göstermemiş, buçalışma doğru bir politik hat ama zayıf bir çalışmaolarak kalmıştır. Genç-Sen TEKEL Direnişi’ninbaşladığı günden itibaren Ankara’da her gün düzenlieylem koymuş, illerde destek eylemlerigerçekleştirmiş, çadır direnişinin parçası olmayaçalışmıştır. Ama geleceksizliğe karşı mücadele hattınıburadan alınan enerjiyle etkin ve kitlelerin tepkisiniaçığa çıkaracak bir kitle çalışması pratiğinedönüştürememiştir.

Genel Kurul süreci ve tartışmaları

20 Aralık’ta Ankara’da gerçekleştirilen Genç-Sen3. Genel Kurulu diğer iki genel kurula oranla kısmiolumluluklar taşısa da yine de iç hesaplar ve kirlipazarlıklardan arınamamıştır. Yerellerde gençliğinsorunlarına karşı örülen ön süreçten yoksun kalanGenel Kurul hareketin ihtiyaçlarına cevap vermektenuzaktı.

Birçok yerelde şube toplantıları genel kuruldanönceki haftalarda oldubittiye getirilerek yapılmış,şubelerde önergeler ve yeni döneme dair politikalartartışılmamıştır. Önergeler kısmına gelindiğinde isegeçtiğimiz yıllardaki bilindik senaryoların pek dışınaçıkılamadı. Önergeler geçen senelerdeki gibi birsonraki TM’ye ertelenmedi. Bununla birlikte tümönergeler kürsüden okundu ve konuşmak için sözalındı. Ancak salondaki kitlenin önergelere ilgisizliğive tartışmaların darlığı ilk bakışta göze çarpmaktaydı.Özellikle “Kürt sorunu”nun ve “kadın sorunu”nuntartışıldığı önergelerin tartışılması ise liberal-reformistbloğun oylama atikliğiyle engellenmeye çalışıldı.Kendi isteklerinin dışında gelişen liseli Genç-Senliler’in önergelerinin kabul görmesi ise düzeysiztutumlarla karşılanmıştır.

Diğer iki genel kurulla karşılaştırıldığında anti-demokratik yaklaşımlar tamamen ortadan kalkmasa dabu yönlü bir çabanın olması olumluydu. Yine Genç-Sen’in geride bıraktığı yıllara bilindik güzellemeleryapan liberal-reformist blok tarafından geçmişindeğerlendirilmesi yapılırken özeleştiri verilmesi,eksikliklerin ortaya konma çabası da bir adım olarakdeğerlendirilebilir. Genç-Sen içerisindeki liberalreformist bloğun genel kurulda Genç-Sen’e dairyaptığı birçok eleştiri ise yıllardır Devrimci Genç-Sen’lilerin yaptığı eleştirilerin çizgisiniyansıtmaktaydı. Genç-Sen bu genel kurulda“Demokratik üniversite, söz-yetki-karar hakkı!” şiarınıöne çıkardı ama bu iddianın altını dolduramadığını

söylemek gerekiyor. Üniversitelerde soruşturma-ceza saldırıları

ve Genç-Sen’in tutumu

Üniversitelerde soruşturma ve ceza saldırısı busenenin başından itibaren geçtiğimiz yıllara oranladaha yoğun bir şekilde hissedildi. Birçok üniversitedegençliğe dönük bu saldırıdan Genç-Sen çalışmasıyapan unsurlar da payına düşeni aldılar ve almaktalar.Bu yıl özellikle bu saldırının yoğun yaşandığı İstanbulve Eskişehir’de Genç-Sen faaliyeti yürüten birçoköğrenciye soruşturma açılmış, bunlar uzaklaştırmacezasıyla sonuçlanmıştır.

Genç-Sen bu saldırının arka planını ve bununkarşısında nasıl durulması gerektiğini kavramaktanuzaktır. İstanbul yerelinden başlattığımız “Soruşturmave cezaları çalışmamıza konu edelim, bugün gençlikhareketinin önündeki en büyük sorunlardan biribudur” tartışması Genç-Sen tarafından bir karşılıkgörmemiştir. TEKEL eylemlilikleri ve işsizlik-geleceksizlik kampanyalarında basın metninde birkaçcümleden öteye giden bir tutum alınmamıştır.Eskişehir’de “Başka bir OGÜ mümkün” çalışmasıyürüten Genç-Senliler’e soruşturmalar açıldığındaGenç-Sen, faaliyetini devam ettirmektense, okuldışında kalmayı tercih etmiş, siyasal faaliyetinsürdürülmesinin önüne geçmiştir.

Bugün Genç-Sen de dahil olmak üzere gençlikhareketinin özneleri bu saldırıyı anlamaktan uzaktır.Geldiğimiz yerde soruşturma ve cezalar artıküniversitelerde gençlik öznelerini iş yapamaz halegetirmiştir. Bugün bu saldırı hareketin ileri unsurlarıüzerinde tüm gençliğe dönük bir saldırıdır. Busaldırının karşısında Genç-Sen, sorunun özünükavrayarak bir mücadele hattı koyabilmelidir.Önümüzdeki süreçte soruşturma ve cezalar gündemiGenç-Sen’in önünde duran en acil ve zorunlumücadele gündemlerinden biridir. Genç-Sen’e müdahalemizde eksikliklerimiz

Gençlik hareketinin geride kalan bir yılı içindeGenç-Sen’in tablosunu ortaya koymaya çalıştık. Kendidurumumuz açısından ise örülen süreçleremüdahalemizin politik yönelimimizin ve gücümüzünaltında kaldığını söyleyerek başlayalım. Çoğu yerdeyerellerdeki atıllığın bir parçası olduğumuz gibi,olduğu kadarıyla merkezi düzeyde müdahalekanallarını da kullanamadık. Devrimci Genç-Senlilerolarak birçok üniversitede Genç-Sen çalışmasınıyönlendirme veya etkin bir çalışma pratiğinisürükleme noktasında eksik kaldık. Sistematik birçalışma yürütebileceğimiz üniversitelerde daha ısrarlıolabilirdik. Kimi yerellerde Genç-Sen faaliyetiyürümesini sağlama imkanımız varken ve bu aracıalana müdahale olanağına çevirebilecekken hareketsizkalınabildi.

Devrimci Genç-Senliler bulundukları alanlardabugün bile çalışma yapmakla yapmamak arasındakalabiliyor. Bir yandan Genç-Sen’in gençlikhareketine müdahalede hala bir olanak olabileceğinitartışırken, diğer yandan yeterli çabayı ortayakoymamanın anlaşılır bir yanı bulunmamaktadır. Neengelleyici-yasakçı tartışmalar ne de dışımızdakiunsurların hareketsizliği Devrimci Genç-Senliler’iengellemelidir. Bu seneki eksikliklerimizi görerekönümüzdeki süreçte Genç-Sen çalışmasına yeterliözeni göstermekten geri durmamalıyız.

Devrimci Genç-Senliler

Devrimci Genç-

Senliler olarak birçok

üniversitede Genç-Sen

çalışmasını

yönlendirme veya

etkin bir çalışma

pratiğini sürükleme

noktasında eksik

kaldık. Sistematik bir

çalışma

yürütebileceğimiz

üniversitelerde daha

ısrarlı olabilirdik. Kimi

yerellerde Genç-Sen

faaliyeti yürümesini

sağlama imkanımız

varken ve bu aracı

alana müdahale

olanağına

çevirebilecekken

hareketsiz kalınabildi.

Page 18: Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010

Marmara Üniversitesi ondan fazla kampüse sahipbir üniversite ve kendi içinde bir dağınıklığı mevcut.Bu dağınıklık doğal olarak öğrencilere yansımaktave üniversitedeki öğrenciler birbirlerinden habersizşekilde yaşamaktalar. Herhangi bir kampüsteşekillenen hareketlenmenin diğer kampüslereyayılması neredeyse imkansız hale gelmektedir. Buimkansızlığın en somut göstergesi bütünlemeleringeri gelmesine dair yapılan çalışmaların 2-3kampüsle sınırlı kalmasıydı. İyi bir şekilde örülen birkampanya ile kazanım elde edilmesi ve kitlelerindesteğinin alınması mümkünken bütün zorlamalararağmen yaratılmaya çalışılan hareket kendiliğindensönülmendi. Marmara’da yaşanan bu deneyim bizimbazı dersler çıkarmamızı sağladı.

Öncelikle Marmara’daki bu dağınıklıköğrencilerde olduğu gibi Marmara’da çalışma yapansol yapılar içinde de etkisini göstermektedir.Üniversitede açık çalışma yapılmasının imkanlarıolmadığı için okuldaki devrimci öğrencilerbirbirlerini tanımamakta ve bu da beraber iş yapmak,ortak tutum almak için yan yana gelmeyizorlaştırmaktadır. Bunun dışında öğrencilere yöneliken ufak bir hak gaspına refleks tepkiler üretebilecek,bu tepkileri örgütleyip sistematik bir şekildeeylemselliğe dönüştürecek bir yapılanma eksikliğimevcut. Üniversite içindeki faşist yapılanmaların busebeplerin oluşmasında etkisi çok büyüktür.Faşistlerin üniversitede etkisinin çok olması veokulda açık çalışma yapılmaması bizim elimizikolumuzu bağlayan temel sebeplerin başındagelmektedir.

Birleşik mücadele hattı ihtiyacı

ve dernek...

Tüm bu sebeplerden dolayı üniversitedekidağınıklığın giderilmesi, hak gasplarına karşı reflekstepkiler üretilmesi ve en başta üniversitedeki faşistablukanın dağıtılması için Marmara Üniversitesi’ndebirleşik bir mücadele hattının örülmesi temel birzorunluluktur. Üniversite genelinde bir öğrenciderneğinin Marmara Üniversitesi’nde bu ihtiyacıkarşılayacak araç olduğunu düşünüyoruz. Birüniversitede veya gençlik çalışmasındakullanılabilecek çeşitli araçlar mevcuttur. Yerelinyukarıda da belirtmeye çalıştığımız tablosu ve

ihtiyaçlar için kapsayıcı bir dernek oldukçaişlevsel olacaktır.

Bir öğrenciderneğiöğrencinin temelistekleridoğrultusundaşekillenen, geçicideğil, tam tersinesüreklilikbarındıran birkurumdur. Yerelin

parçalı tablosunu kırarak bütünlük içinde, dağınıkhalde duran örgütlü-örgütsüz sol güçlerin birliktehareket etmesini sağlayacaktır. Dernek, gençliğinsorunlarına, yerel sorunlara, toplumsal gündemleresöz söyleyerek üniversitede varlığını göstermeli,kitlelere ulaşmalıdır. Hem tartışmalarıyla hempratiğiyle başlayacak bir ön süreçle olgunlaşarakderneğin kurulması sağlanmalıdır. Dernek bugün buyönlü ihtiyacı karşıladığı gibi Marmara Üniversitesiaçısından birleşik zeminde hareket edilebilmesi içinuzun vadeli ihtiyacı karşılayacak bir araç olmaözelliği taşımaktadır. Geleceğe örgütlü bir mirasbırakılabilecektir.

Bugün yerelde var olan farklı imkanların yerineneden öğrenci derneğini önerdiğimize gelirsek…Üniversitede bir kulüp kurulması tartışılabilirdi.Kapsayıcı, insanların her türlü ihtiyacına, ilgialanlarına cevap üretebilecek bir kulüp kurmakmümkün değil. Diğer bir yandan da üniversitenindağınık tablosunu kulüp çalışması üzerindençözmek, mümkün değilse bile fazlasıyla zordur. Vesiyasal süreçlere doğrudan müdahale edebilen birçalışma olması da önemli bir yerde duruyordu. Bunoktalar göz önüne alındığında ve bugün üniversiteyönetimlerinin kulüpleri dönüştürmeye çalıştığıtablo düşünüldüğünde zorlayıcı yanları fazlaydı.Başlı başına kulübün kurulmasının bürokrasiyetakılması kaçınılmaz. Kulüpler üniversiteyönetimleri tarafından popüler kültürün yayıldığı,partilerin yapıldığı, kariyer günlerinin düzenlendiğialanlara dönüştürülmek istenmektedir. Kendisınırlarının dışında atılan her adımda soruşturmaveya kulübü kapatma ile karşı karşıya kalınmaktadır.Kulüpler önemli çalışma alanlarıdır ve tam da busaldırılardan kaynaklı sosyal-kültürel üretimalanlarına dönüştürmek için çabalamak derneğin deönünde olmalıdır. Bunun için ilk elden kulüpler dedernek-girşimi çalışmasının parçasına çevrilmelidir.

Hali hazırda üniversitelerde var olan öğrencigençlik sendikası Genç-Sen, MarmaraÜniversitesi’nde de var. Bu da alanda işlevsel biraraca dönüştürebilmek için tartışılabilecek bir araçtı.Burada iki nokta var, biri birçok üniversitede olduğugibi Genç-Sen Marmara’da da atıl kalmıştır. Uzunsüredir ayda bir yapılan ÜYK toplantılarının ötesinegeçememektedir. Asıl önemli olan ikinci nokta iseGenç-Sen çalışması dışında var olan siyasetlerle veöğrencilerle de ortaklaşabilmek için sendikanındışında bir araç üretebilmek gerekiyordu.

Yerelde paralı yaz okuluna karşı bütünlemehakkını geri isteme talebiyle oluşturulanBÜT’ünleşme Platformu bulunmaktaydı. Bubirlikteliğin bütünleme talebi ile oluşturulmasısürekliliğini engelleyebilecek bir noktaydı. Amabaşka gündemlere de söz söyleyebilen bir noktayaçevrilebilinirdi. Bu da ADK’lıların sürecibaltalamasıyla birlikte dağılma noktasınageldiğinden, o tartışmalarla birlikte birçok insan

Marmara Üniversitesi

Öğrenci Derneği-Girişimi

sürecine dair…

18

Dernek, gençliğin

sorunlarına, yerel

sorunlara, toplumsal

gündemlere söz

söyleyerek

üniversitede varlığını

göstermeli, kitlelere

ulaşmalıdır. Hem

tartışmalarıyla hem

pratiğiyle başlayacak

bir ön süreçle

olgunlaşarak derneğin

kurulması

sağlanmalıdır. Dernek

bugün bu yönlü

ihtiyacı karşıladığı gibi

Marmara Üniversitesi

açısından birleşik

zeminde hareket

edilebilmesi için uzun

vadeli ihtiyacı

karşılayacak bir araç

olma özelliği

taşımaktadır.

Geleceğe örgütlü bir

miras

bırakılabilecektir.

Page 19: Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010

sürecin dışında kalmıştı. Bu noktalarla birliktebunların dışında yeni ve sürekli bir yerel örgütlülükyaratmak için çabalamak gerekiyordu. Butartışmaların süzgecinden geçip varılan nokta dernekoldu. Bu, kendi adımıza bir düşünsel süreçken bunuçevremizdeki örgütsüz öğrencilerle ve diğersiyasetlerden arkadaşlarla da tartıştık. Bu noktada birhemfikirlilikle başlanmış oldu.MÜ’de Öğrenci Derneği konusunda çeşitli

tutumlar...

Yapılan bu tartışmalar doğrultusunda MarmaraÜniversitesi’nde bulunan siyasetlere ve bağımsızarkadaşlara çağrı yapıldı. “Marmara’da bir ÖğrenciDerneği” fikri tartışıldı. Üniversitede örgütlü olankurumlardan TKP, EMEP, Gençlik Muhalefeti,YDG, DPG, SDP, TÜM-İGD, EHP, DGH, ÖğrenciKolektifleri, DYG-M, Özgürlük Dergisi, GençlikFederasyonu ile görüşüldü.

Yapılan görüşmelerde TKP katılıp katılmamadoğrultusunda net bir cevap vermezken birbirimizefaşist saldırılar gibi meselelerde destek veririz dendive ayrıca kendi içlerinde tartışacaklarını söylediler.EMEP ile yapılan görüşmede net bir şeysöylenmezken tartışmaları takip edeceklerinisöylemelerine rağmen hiçbir toplantıya katılmadılar.Gençlik Muhalefeti herhangi bir öğrenci derneğikurulması için öncelikle tabandan gelen bir hareketinveya talebin olması gerektiği ve ondan sonra dernekselbir yapılanmaya gidilebileceğini dile getirdi ve butalep sonucunda dernekte yer alacaklarını söylediler.Gençlik Federasyonu kurumsal olarak siyasetlerlesürekli bir birliktelik içinde olmayacaklarını, çünküböylesi birlikteliklerin grupçuluğa kayacağını,derneğin bir ya da birkaç grubun istekleridoğrultusunda hareket edeceğini belirtip, böyle olmasıbilinerek bu alana girmenin anlamının olmadığı ve bualanda olmayacaklarını söylediler. Siyasetlerle ortakdernek çalışması yürütmediklerini de belirttiler. Eğerbir birliktelik olması gerekiyorsa bunun dernek yerinesiyasetlerin bir araya gelerek platform oluşturması veplatform ile sağlanması gerektiğini söylediler. TÜM-İGD şu an için üniversitede dernek çalışmasıyürütmek için vakitleri olmadığını, başka işlerinin,başka gündemlerinin olduğunu ama süreci takip etmekistediklerini söylediler. EHP Gençliği üniversitedederneğe ayrılacak gücün Genç-Sen’e ayrılmasıgerektiğini ve bu sebepten dolayı Genç-Sen’iörgütleyeceklerini söylediler. ÖğrenciKolektifleri’yle yapılan görüşmede Kolektifler’inzaten öğrencinin öz-örgütlenmesi olduğunu ama genede bu konuyu arkadaşları ile tartışacaklarını söylediler.DYG-M üniversitedeki yurtsever öğrencilerin sadecefaşistlerle mücadele konusunda bir güç olarakgörülmemesi gerektiğini vurguladı. Bu çalışmanınkendi adlarına tartışılması gerektiğini, içerikbakımından ortaklaşılabilinirse içinde yer alacaklarınısöylediler. DGH ise Marmara Üniversitesi’nde böylesibir çalışma yapılması için erken olduğunu,

üniversitede faşistlerin sayısının bizden çok olduğunuve böyle bir çalışma yapılırsa var olan gücümüzü dekaybedeceğimizi, bu sebepten dolayı önceörgütlenmenin, ondan sonra zamanı geldiğinde dernekçalışması yapılmasının gerektiğini belirterekkatılmayacaklarını söylediler. YDG, DPG, SDP veÖzgürlük Dergisi ile yapılan görüşmelerdeMarmara’da bir birlikteliğe ihtiyaç olduğu ve bununiçin de derneğin doğru bir araç olacağı, kendikendisini üreten bir yer olduğu, aynı zamanda birkurumsallaşmanın Marmara’nın geleceği için iyisonuçlar doğuracağı söylendi. Sürecin beraberörgütlenmesi yönünde ortaklaşıldı.

Siyasi yapılar dışında bağımsız arkadaşlarlayapılan tartışmalarda öncelikle Marmara gibi biryerelde böylesi bir örgütlenmenin olması heyecanlakarşılandı ve çalışmalarda arkadaşlarla ortak hareketedilmesi kararlaştırıldı.

Yapılan bu konuşmalar sonucunda MarmaraÜniversitesi Öğrenci Derneği-Girişimi olarak Mayısayından bu yana düzenli toplantılar alınmakta veolabildiğince bütün tartışmaların tüketilip sağlamtemeller üstünde yükselmesi planlanmakta. Aynızamanda derneği öğrenciler içerisinde yaymak içinüniversitede yer alan öğrenci kulüpleriylegörüşmeler yapılıyor. Arkadaşlarla kampüsziyaretleri yapılmaya çalışılıyor.

26 Mayıs eyleminde de direnişteki işçilerinyanında olmamız gerektiğinin bilinciyle MarmaraÜniversitesi Öğrenci Derneği-Girişimi olarak“Geleceğimiz İçin Örgütleniyoruz” şiarlıpankartımızla yürüyüşe katıldık. Pankartımızınarkasında 21 kişi yürüdük. Bu eylem bizim için ilkpratik deneyimdi ve yaptığımız çalışmanın ilksonucuydu. Yapılan toplam iki toplantı sonucueyleme azımsanmayacak bir sayıda katılmamızaslında Marmara Üniversitesi için doğru bir aracıseçtiğimizi ve bazı şeylerin erken değil, biraz cesaretgerektirdiğini gösterdi. Bu eylem dernekle ilgiliyaptığımız tartışmalara dair bir cevap niteliğindeoldu.

Dernek çalışmamızda üniversitenin sınavdönemine gelmesi ve sonrasında kapanacağı içinbiraz hızımız kesebilir ama biz bu tatil döneminiolabildiğince verimli geçirmeyi ve yeni dönemedaha güçlü ve daha dinamikgirmeyiplanlıyoruz.

MarmaraÜniversitesi

Ekim Gençliği

19

26 Mayıs eyleminde

de direnişteki işçilerin

yanında olmamız

gerektiğinin bilinciyle

Marmara Üniversitesi

Öğrenci Derneği-

Girişimi olarak

“Geleceğimiz İçin

Örgütleniyoruz” şiarlı

pankartımızla

yürüyüşe katıldık.

Pankartımızın

arkasında 21 kişi

yürüdük. Bu eylem

bizim için ilk pratik

deneyimdi ve

yaptığımız çalışmanın

ilk sonucuydu. Yapılan

toplam iki toplantı

sonucu eyleme

azımsanmayacak bir

sayıda katılmamız

aslında Marmara

Üniversitesi için doğru

bir aracı seçtiğimizi ve

bazı şeylerin erken

değil, biraz cesaret

gerektirdiğini gösterdi.

Bu eylem dernekle ilgili

yaptığımız

tartışmalara dair bir

cevap niteliğinde oldu.

Page 20: Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010

Komünist bir dünya sınırların, sınıfların olmadığı, insanıninsanca yaşayabildiği bir toplumdur. Bu dünyanın insanları eşit veözgür bir dünyanın insanlarıdır. Bugünden o dönemin yaşayışınadair kesin yargılar sunmak, biçimler geliştirmek ütopya kurmanınötesine geçmeyebilir. Ama komünist bir toplumla yaratılmakistenilen düşünüldüğünde asgari kriterler bellidir, öngörülerdebulunulabilinir. Yeni bir dünya, yeni bir kültür ve yeni bir insan demektir.Sosyalist devrimin ardı sıra sosyalist inşa sürecinden başlayarakkomünist topluma kadar yürüyeceğimiz koca bir yol var. Sosyalistdevrimden sonra oluşturulacak toplumda kapitalist düzeninbağrından çıkmış insanlarla yol yürüyeceğiz. Uzun bir değişim vedönüşüm süreci olacak önümüzde tamamlamamız gereken. Belkide kuşaklar sonrasında istenilene en yakın oluşturulacak. Busürenin kısa olması da elbette bugünden kapitalizmin bağrında nekadar alternatif oluşturabildiğimizle bağlantı olacaktır.Buradan yola çıkarak devrimci mücadele içerisinde oluşturulanyaşamlara ve devrimci kimliğin gelişimi sürecine bakalım.Kapitalist düzeni yıkma iddiasındaki insanların, bu düzeninyıkılması gerektiğini düşünen kişilerin kendi içlerindeki düzeni nekadar yıktıklarına, ne kadar yıkmaya çalıştıklarına, yeni dünyayıyaratacak insanların adımlarının hedeflenen topluma ne kadaryakınlaşma çabasında olduğuna bakalım.

Düzenin yarattığı bunalım hali

düzen karşıtı bir yaşama taşınabiliyor!

Kapitalizm kriz demektir. Bunalımlar içerisinde ilerleyen budüzenin insan yaşamına yansıttığı en temel şeylerden biribunalımdır. Sistem kişiyi bunalımlar bütünü olarak yaratmak ister.Kişinin kendisini çözümsüz hissetmesi düzenin tüm hamlelerinde1-0 önde ilerlemesini sağlayacağından bunalıma itecek psikolojikzeminler yaratır. Sistemin özel bir çaba sarfetmesi degerekmemektedir. İnsan olmanın tüm değerlerinin yitirildiği,insanca yaşam koşullarının yok edildiği toplumun parçası olmayısindirmeye çalışarak “kendini kurtarabilmek” adına “mecbur”kalındığı zannedilen yaşamın insan psikolojisini bozan sonuçlardoğurması kaçınılmazdır. İnsan olmak konusunda azıcık fikriyatıolan herhangi bir kişi en başta kendini ezdirmeyihazmedemeyecektir. Ve bu bir süre sonra sistemin dönüm noktalarıyaratabilecek kriz dönemleri gibi insanda da dışa yansıyacaktır. Budüzen içerisinde bir hayat sürerken düzenin insanlığa “reva”gördüğü yaşamı kabullenerek yaşamanın karşımıza üçüncü sayfahaberleri kıvamında bir yaşam çıkarması kaçınılmazdır -ki bunalımhali kendi sınıfı içerisinde de yaygındır.Evet, düzen içerisinde bir yaşam için bu tür yansımalaranlaşılabilir. Gel gelelim örgütlü mücadeleyi tercih etmiş birkişinin de benzer bunalımlar içerisinde olduğunugözlemleyebiliyoruz. Örgütlü mücadeleyi tercih eden her kişibilinç düzeyiyle, kolektif bir yaşam paylaştığı yoldaşlarındavranışlarıyla, deneyimleriyle, okuduklarıyla adımlar atmayabaşlar. Asıl sorunu yaşamaya başladığımız nokta neden ve nasılolması bilinmesine rağmen yapılmaması, rehavet havasınakapılınmasındadır. Zaaflarıyla yüzleşmeyen insanlarımızınyaşadıkları zorlanma veya geriye düşmelerini ele alarak örgütlüyaşamımıza da sızan bu yaşam biçimine ve alışkanlıklara açmamızgereken savaşın boyutunu algılamış olacağız. Örgütlü mücadele içerisinde yıllarca bulunup eksikliklerini ve20

Devrimci kimliği geliştirmenin en temel noktalarından biri,

bugünden yaratılacak yeni dünyanın yeni insanı olabilmektir!

Yeni bir dünya, yeni bir kültür ve yeni bir insan demektir.

Sosyalist devrimin ardı sıra sosyalist inşa sürecinden

başlayarak komünist topluma kadar yürüyeceğimiz

koca bir yol var. Sosyalist devrimden sonra

oluşturulacak toplumda kapitalist düzenin

bağrından çıkmış insanlarla yol yürüyeceğiz.

Uzun bir değişim ve dönüşüm süreci olacak

önümüzde tamamlamamız gereken.

Belki de kuşaklar sonrasında

istenilene en yakın oluşturulacak.

Bu sürenin kısa olması da elbette

bugünden kapitalizmin bağrında

ne kadar alternatif

oluşturabildiğimizle

bağlantı olacaktır.

Page 21: Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010

21

zaaflarını aşma noktasında sorun yaşayan insanlarlakarşı karşıyayız. Değişime bu kadar kapalı olan veyadüzenden kalıntı olan davranış biçimlerinin kendinehas özellikler olduğunu, kendine has özelliklerinkaybolmasını istemediğini belirten söylemler dilegetirilmektedir. İnsanların yeteneklerini toplamakatması başka bir şey, düzenin kalıntıları olan kişiliközelliklerine, yaşam biçimlerine tutunmaya çalışmasıbaşka bir şeydir. Bu düzenin içerisinden geleninsanlarız, her şeyin bir anda sihirli bir değnekdeğmiş gibi değişmesini beklemek değildir bu, kişiyegöre gelişim ve değişim görece uzun zaman daalabilir. Buradaki mesele insanın bu noktada ne kadarçaba sarfettiğidir. İçindeki düzenle ne kadar savaşiçerisinde olduğudur. Bu tarz davranışlar açıktır kidüzenle devrim arasına kurulmuş salıncakta bir otarafa bir bu tarafa gidip gelmektir. Bu ya düzenleolan bağları kestirip atamamak yani ondan tamamenkopamamaktır. Ya da hala nasıl bir yaşamistendiğinin bilincinde olamamaktır. Değişim vedönüşüm için düzenle olan bağı koparmakgerekmektedir, aksi takdirde sadece samimi bir istekolarak ileriye adım atmayı istemek yetersizkalacaktır. Düzene bağlı tutan bu ipler, ileriye doğruatılmak istenilen her adımda geriye doğru çekecektir.Zaman devrime akarken örgütlü mücadele

içerisinde de yaşamlar düzene kayabiliyor!

Karşımıza en fazla çıkan sorunlar, sıradan vedoğal gibi algılanabiliyor. Tüm sorunlarlakanıksanmış bir şekilde devam edilebiliyor. Örneğin,“Zaman devrime akıyor” diyoruz, peki zamandevrime akarken bizler zamanımızı ne kadar iyikullanabiliyoruz? Uzun mesafeli bir koşu bu.Koşunun bir yerine kadar yetecek yaşamımız belki.Bir koşucu gibi doğru nefes almayı öğrenmeliyizönce. Ardı sıra bu mücadelenin önceliklerini iyikavramalıyız. Yeri geliyor gündelik koşturmacabizleri sürüklüyor. Gündelik ihtiyaçlar üzerindenveya daha da kötüsü kolayımıza gelen şekilde birplanlama yapıyoruz. Tam da bu noktada devrimmücadelesinin önceliklerini iyi saptamalıyız,toplamdan bakmasını becerebilmeliyiz. Dediğimizgibi yoksa mücadeleyi şekillendirip, ileriye taşımakyerine, gündelik işlerin sürüklemesinde gidebiliyorher şey. Böylesi bir “yoğunluk” insanları yarınahazırlayan değil, bugününü tüketen bir şekildeyaşanabiliyor.Düzensiz, disiplinsiz bir yaşam da çözülmesigereken kalıntılar arasında duruyor. Dağınık biryaşamın yansıması olarak her şey savrulup gidiyor.Çoğu yerde zaman sıkışıklığı diye yaşanan şeyaslında işlerin yoğunluğuyla birlikte dağılmayı vehiçbir şeyin çözülemediği her şeyin ortada kaldığı birtabloyu yaratabiliyor. Bir de sürekli bir şeylerinunutulmasının oluşturduğu sorunlarlaboğuşabiliyoruz. Unutmak, tek başına bir hafızasorunu olmasa gerek. Evet bazen fazlasıylahalletmemiz gereken iş karşımıza çıkabiliyor.

Bazıları ister istemez bir tercih yapmak zorunda dakalabilir. Burada yapılması gereken işin önceliğinegöre sıralamayla birlikte çözülmesi gerekenleriçözme çabası içerisinde olmaktır. Bir önceliksıralaması olabileceği gibi, en küçük işin bile ne denliönemli olduğunu da aklımıza kazımamızgerekmektedir.Aile, okul, duygusal ilişkiler de birer sorunalanına dönüşebiliyor. Aile düzenin en minimalizehalidir, yani aile zaten konumu gereği gericidir.Ebeveynler ne kadar ileri fikirli olurlarsa olsunlarmevzu bahis kendi çocuklarıysa devrime birerbarikata dönüşürler. Aşmamız gereken bir barikatolduğunu bilmemize rağmen, bu yönlü adımlar atmakzor gelmektedir. Ailenin gerici barikatını aşmakkafada, aile ile olan ilişkiyi kesmek, bıçak gibiyapılan konuşmayla kesip atmak gibi algılanıyor.Oysa aile de kazanmamız gereken kişilerdir, ailebarikatını gerçek anlamıyla aşmak mücadeledekararlı olduğunu gösterebilmek ve karşılarındakonuşurken net olabilmektir. Bu tutumla ailekazanılıp gerici barikatı aşılabilir.Üniversiteyi bitirmek de karşımıza çıkantartışmalardan birisidir. “Üniversiteyi bitiripbitirmemekte kararsızım”, “Ben aslında mesleğimiçok seviyorum okulu bitireyim diyorum”,“Küçüklüğümden beri bunun hayalini kurdum” gibicümlelerle sevimli bir kılıf da geçirilmeye çalışılaraküniversiteyi bitirmek gerekçelenebiliyor. Bu açıkçamücadelenin dışında bir yaşam olanağını kenardatutabilmeyi ifade etmektedir. Her zaman için birtercih değiştirme durumunda elinin altında“garanti”ye alabileceği bir şeyler olması noktasındabilincin veya bilinç altının yönlendirmesinde birharekettir. Olası bir değişiklik durumunu bir kenarakoyup bugünkü tercihler sınırında bile baktığımızdabu bir çelişkidir. Bu sistem geleceksizlikten başka birşey vaad etmiyor derken, üniversite mezunu olmanınartık ayrıcalığı yok derken, üniversitelerde bilimseleğitim yok derken bunun tersi bir kaygıyla hareketetmek rahatsız edici değil midir? Bu cümle kitlelereinanılmadan mı sarf edilmektedir?Bir diğer nokta da kişinin dokunulmazlığı olarakalgılanan duygusal ilişkilerdir. Örgütlü yaşamı birbütün olarak göremeyen kişi yaşamını parçalarabölerek yaşamaya başlar. Ve burada duygusal ilişkiayrıksı bir dünya gibi algılanarak “özel” olarakyaşanmaya çalışılır. Evet bu duygular iki kişiarasında gelişen bir paylaşımdır. Ama fanusiçerisinde yaşanmadığı sürece iki kişilik bir dünyadeğildir. Duygusal ilişkiler, birer tüketim alanınadönüştürülüyor. Burayı gerçek anlamıyla paylaşan veüreten, kişilerin birbirini geliştirdiği bir ilişkiyedönüştürmektense, hoyratça tüketiliyor. Düzeninalışkanlıklarıyla hareket edilen bir rahatlık alanıolarak görülüyor. Burada yaşanan sorun, duygusalçalkantılar dağınıklıklığı, bunalımı peşi sıragetirebilmektedir. Dediğimiz gibi evet bu duygu ikikişinin paylaşımıdır, ama bu iki kişi toplamdan

Devrimci kimliği geliştirmenin en temel noktalarından biri,

bugünden yaratılacak yeni dünyanın yeni insanı olabilmektir!...

Bu tarz

davranışlar açıktır ki

düzenle devrim

arasına kurulmuş

salıncakta bir o

tarafa bir bu tarafa

gidip gelmektir. Bu

ya düzenle olan

bağları kestirip

atamamak yani

ondan tamamen

kopamamaktır. Ya

da hala nasıl bir

yaşam istendiğinin

bilincinde

olamamaktır.

Değişim ve dönüşüm

için düzenle olan

bağı koparmak

gerekmektedir, aksi

takdirde sadece

samimi bir istek

olarak ileriye adım

atmayı istemek

yetersiz kalacaktır.

Düzene bağlı tutan

bu ipler, ileriye

doğru atılmak

istenilen her adımda

geriye doğru

çekecektir.

Z. İnanç

Page 22: Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010

22

bağımsız olmadıklarından yaşanılan sorunlar vedoğurduğu sonuçlar toplama yansımaktadır. Sorunları tanımlayabilmek çözüm üretme

noktasında atılmış koca bir adımdır!

Peki ne yapmalıyız? Ne yapabilirizin cevabınedir? Yaşanılan bir sorunu çözebilmenin en büyükhamlesi o sorunu tanımlayarak başlar. Bir sorunuortaya koymak, çözmek için atılmış kocaman biradımdır. Bu adımı bir adım daha öteye götürebilmekortaya konan sorunu çözme iradesi gösterebilmektir.Bu noktada da eleştiri yapma noktasında tutuklukveya eleştiriye tahammülsüzlük gibi sorunlaryaşanıyor. Bazen yoldaşlar gördükleri bir sorunutanımlamaktan, eleştiri sunmaktan geri duruyorlar.Bu da belki de sadece kendisinin gözlemleyebildiğibir soruna müdahale edebilme imkanından toplamıyoksun bırakıyor. Ya da yoldaşlar kendilerine dönükeleştirileri kaldıramama psikolojisiyle karşılıyorlar.Bu yoldaşlar kendilerinin eksiklerini, zaaflarınıgörmek, özeleştiri sunabilmek noktasında her zamangeri durmakla birlikte sorunları kendi adlarınaçözümsüz bırakıyorlar. Benzer yaklaşımda olankişiler yaşanılan sorunlar tanımlandığında bunukişisel olarak algılayıp alınma vb tepkilerkoyabiliyorlar. Oysa bir şeyi eleştirebilmek veyaözeleştiri yapabilmek sorunu çözebilmek için ortayakonulması gereken sorumluluk ve çabadır. Sorunkişinin kendisinden kaynaklanmakla birlikte,hareketin toplamının eksik müdahalesinden dekaynaklanmış olabilir. Burada temel bakış nesöylendiğini süzüp çözümün parçası olma bakışıylahareket edebilmektir.Örgütlü mücadeleyi tercihle beraber önümüzdeduran değişim ve dönüşüm noktasında ne kadar çabasarfettiğimiz belirleyicidir. Düzen her yönlüsaldırısıyla, kişiyi cenderesine alma çabasıyla süreklibir şekilde devam eder. Her zaman her dakikakendimize hatırlatmamız gereken temel bir cümle“Bıraktığımız tüm boşlukları düzen dolduracaktır!”olmalıdır. Bir alanı kazanmak, insanlarıçevreleyebilmek noktasında nasıl hedef kitleyi,politik, sosyal vb. kapsayıcı olabilmek gerekirdiyorsak, nasıl bizim bırakacağımız her boşluğun,düzen veya reformizm tarafından doldurulduğunusöylüyorsak, aynı şeyin kendimiz için de geçerliolduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Durduğumuz,duraksadığımız zaman yaşamımıza sızmaya çalışanındüzen olması kaçınılmazdır. Bizler, sınıfa karşı sınıf çizgisinde bir mücadeleyürütüyoruz. Hareketimiz, düşünen ve savaşanmilitanların önemine her daim vurgu yapmıştır.Partili kimliğimizi bu yönlü geliştirme çabasıiçerisinde olmalıyız. Döne döne çubuk büktüğümüzbir eğitim sorunu var. İdeolojik-politik birikimimizigeliştirmemizin yakıcılığı ortadadır. Marksist-Leninist klasikler, kendi kitaplarımız başta olmaküzere koca bir külliyat önümüzde durmaktadır. Örgütyaşamı her şeyiyle, pratik faaliyetiyle, kitlelerlekurulan bağıyla ideolojik-politik birikimin, düşünselgelişimin hayata geçireleceği yegane alandır. Yer yermücadelenin bir parçası olup olmamayı aynılaştıran,kişinin kendi varlığını örgüt yaşamındaönemsizleştiren yaklaşımlar sergilenmektedir. Elbetteki mücadele kişilerden bağımsız devam eder veyadevrim ve sosyalizm mücadelesinin bilimselliğikişilerden bağımsız bir gerçekliktir. Ama her birkişinin örgütlü mücadele içerisinde varlığı önemlidir.Bir örgüt kişilerin özelliklerinin, yaratıcılıklarının,becerilerinin, düşünsel zenginliğinin, ideolojik-politik hakimiyetinin, elbette diyalektik bileşkesidir.Ve kişilerin tek tek özelliklerinin toplamından çokdaha fazlasıdır. Bireyin, yerellerin inisiyatifinin,yaratıcılığının gelişmesinin örgütün toplamınakatacağı gücü görerek hareket etmeliyiz.Devrimcilik, düzeni ve alışkanlıklarını

reddetmekle başlar!

Hepimiz bu düzenin içerisinde büyüdük, bunu

göz ardı ederek tartışamayız. Nesnel koşullarıdeğerlendirerek bunun topluma, kişiye nasılyansıdığını tarifleyebilmek gerekiyor. Mücadeleettiğimiz coğrafyanın, bu coğrafya içerisindekökenimizin nereden geldiğinin bile getirdiğifarklılıklar var. Bu yazıyla birlikte bir kez dahasorgulamamız gereken bu düzenin bizlerikuşandırdığı kültüre, alışkanlıklara, düşüncesistematiğine vs.ye rağmen bizler ne kadar arınmaçabası içerisindeyiz? Altını çizerek bir kez dahasöyleyelim, kıstas alacağımız temel nokta ne kadarçaba içerisinde olunduğudur. Şu an ne noktadaolduğumuz değil, gelişim ve değişim için ne denlisürekli ve ısrarlı bir çaba içerisinde olduğumuz,devrim mücadelesinin ihtiyaçlarını görerek hareketetmektir. Devrimci kimlikteki gelişimintamamlandığı bir nokta yoktur, bunu unutmamakgerekir. Bu düzenin içerisinde örgütlü bir şekildedevrimci mücadelenin içerisinde olsak da tamamolduk diyebileceğimiz bir varış noktası yoktur.Sürekli bir şekilde yenilenme ve gelişme içerisindeolmalıyız. Her toplumsal yaşayış bir kültür yaratır vekişilerin, toplumların kimliklerini oluşturur. Bizleryaratacağımız topluma uygun bir yenilenmeyi,değişimi ve dönüşümü kendimizden başlatmalıyız.Kültürel çevrelemenin ne kadar önemli olduğuna dairverileri gene belki en çok sermaye düzenininhamlelerinden doğru algılayabiliriz. Sermayenin,saldırı planlarının kültürel ayağı her zamanmevcuttur ve bazen temel saldırısı buradan doğrugerçekleşir. Örneğin ‘80 darbesi çok yönlüplanlanmış bir darbedir. Toplumu sindirme vedenetleme, ekonomik saldırılarını hayata geçirebilmenoktasında sosyal-kültürel alt planı iyi hazırlanmayaçalışılmıştır. Bakıyoruz, hızlı bir şekilde yozlaştırmahamleleri, düzenin kültürel bombardımanı ile toplumçevrelenmiş bir hale getiriliyor. Buradan şunugörüyoruz ki kültürel şekillenme önemli bir noktadırve düzen bunu kendi açısından her zaman olanağaçevirmeye çalışmaktadır. Bizler de kendi açımızdankültürel değişim ve dönüşümün kendimiziyenilemenin ve çevremizi düzen cenderesindençıkarmanın zeminine dönüştürebilmeliyiz.Parti çizgisinde devrimci kimliği geliştirmeli,örgütlü yaşam içerisinde kültürel yenilenme vedönüşümü gerçekleştirmeliyiz. Devrimcilik herşeyden önce bir yaşam tercihidir. Bu düzenin içinesığamamaktır. Kapitalizm denilen düzene hapsolmayıkabullenememektir. Ve tam da bu noktada bu düzenindışında bir alternatif yaşam kurma tercihidir. Buyaşamın gerçek anlamıyla kalıcı ve toplumsal birhale dönüşmesinin ancak ve ancak devrimci birdönüşümle, bunun da örgütlü bir biçimde olacağınıbilerek hareket etmeyi tercih etmektir devrimcilik.Devrimcilik, yeniyi yaratmanın ön günlerindekiyaşamın adıysa, bir devrimci yaşamında yaratmakistediği yarına en yakın noktaya varmalıdır.Burjuvazi ve proletaryanın sınıfsal karşıtlığınıbarındıran bir sistem olan kapitalist bir toplumdayaşıyoruz. Bu düzen burjuvazinin çıkarlarına göredüzenlenmiş, küçük bir azınlığın saltanatıdır.Düzenin sömürü ve talandan oluşan gerçekliğininkarşısında devrim safında olduğumuzu vekapitalizme karşı insanca bir yaşam içinsosyalizmden başka bir alternatif olmadığınısöylüyoruz. Yani biz bu düzende yaşamaya mahkumolmadığımızı biliyoruz ve söylüyoruz. Biz yeni birdünyayı inşa etme mücadelesi içerisindeyiz. Biz biralternatifimiz olduğunu biliyoruz. Bu alternatif bizimadımıza uzak diyarların adı olmamalı, bugündenistediğimiz yaşamın kriterlerine göreşekillenebilmeli, şekillendirebilmeliyiz. Kendimizdençevremize yayılacak bir dalgadır bu. Ve biz bu düzeniçerisinde, dayatılan şekilde yaşamayı kabullenendurgun toplumda aynı denize taş atmaktanvazgeçmeyen bir “yaramaz” çocuk gibi okyanustatsunamiler çıkartabileceğimizin bilinciyle inatçıolmalıyız.

Biz yeni bir

dünyayı inşa etme

mücadelesi

içerisindeyiz. Biz bir

alternatifimiz

olduğunu biliyoruz.

Bu alternatif bizim

adımıza uzak

diyarların adı

olmamalı, bugünden

istediğimiz yaşamın

kriterlerine göre

şekillenebilmeli,

şekillendirebilmeliyiz

. Kendimizden

çevremize yayılacak

bir dalgadır bu. Ve

biz bu düzen

içerisinde, dayatılan

şekilde yaşamayı

kabullenen durgun

toplumda aynı

denize taş atmaktan

vazgeçmeyen bir

“yaramaz” çocuk

gibi okyanusta

tsunamiler

çıkartabileceğimizin

bilinciyle inatçı

olmalıyız.

Page 23: Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010

23

Türkiye, sınıf hareketi açısından ders çıkaracağıbir süreç geçirdi. Geçmişe nazaran sınıf hareketininyaşadığı kıpırdanmalar ve Tekel direnişi ilebirlikte, “işçi sınıfı öldü” nidaları ile dolaşansiyasal yapıların bile yüzünü sınıfa döndüğü birdönemde işçi sınıfı devrimcileri haklılıklarını birkez daha görmüş oldu. Tarih sahnesineçıkışımızdan bugüne değin sınıf devrimciliğinibayrak edinen bizler sesimiz, soluğumuz,bilincimiz, yüreğimizle işçi sınıfının yıkıcı veyapıcı gücüne duyduğumuz güven ile fabrikafabrika, havza havza emeğin gücünü örgütledik.Genç komünistler olarak alanlarımıza işçi sınıfınınsesini soluğunu taşıdık, taşımaya devam ediyoruz.

Üniversitelerimiz öğrenim döneminin sonunagelirken bizler de soluğumuzu bölgeçalışmalarında alacağız. Fabrikalarda, havzalarda,mahallelerde çalışmalarımıza devam edeceğiz.Bölge çalışmalarının Genç Komünistlerekazandıracakları bir yana, başlı başınasınıf yönelimimizi kavrayıpözümsemek bile bizler için önemlibir adım olacaktır. Dahası sınıfdevrimcilerini geleneksel halkçıakımlardan ayıran en temel noktayı,döne döne yaptıkları sınıfvurgusunu, işçi sınıfının tarihselmisyonunu kavramadangideceğimiz herhangi bir çalışmaalanı “farklı bir yaz geçirmemizin”dışında bir anlam taşımaz. Ya daişçi sınıfının var olan tablosukarşısında umutsuzluğakapılmamıza neden olabilir. Sınıfyönelimini kavramanın salt biryazıyla ya da gideceğimiz bir bölgeçalışmasıyla olmayacağını bilincimizdençıkartmayalım. Sınıf devrimciliği biryaşamdır, özümsenmediği sürece herçaba iğreti olarak kalacaktır. Vurgunoktalarımızın önemini azaltmadanişçi sınıfının tarihsel misyonuna dairkısa bir giriş ile başlayalım…

İşçi sınıfı, devrimci parti

ve sınıf çalışması…

“Bugün burjuvazi ile karşı karşıyagelen bütün sınıflar içerisindeyalnızca proletarya gerçektendevrimci bir sınıftır. Öteki sınıflarmodern sanayi karşısında erirler venihayet yok olurlar; proletarya iseonun özel ve temel ürünüdür.” 1848yılında Komünist Manifesto’daMarx ve Engels işçi sınıfının gücüneişaret ederken onu sonuna kadardevrimci olmak anlamında“gerçekten devrimci” tek sınıf olarak

tahlil eder. Sermayeninkendisini var ettiği düzlem,emeğin üzerindekisömürüsü, kâr ve birikimhırsı işçi ve emekçilerinçıkarları ile taban tabanazıttır. İşçi sınıfı başkahiçbir sınıfta olmayan birgüce sahiptir ve bunuüretim sürecindebulunduğu yerdenalmaktadır. Üretimdengelen gücü ile işçi sınıfıtüm toplumsal hayatıntemelindeki üretimi sağlar.Yani işçi sınıfı sınıf olaraküretimi durdurduğunda hayatı da durdurmuş olur.Kapitalizmin var olduğu koşullarda işçi sınıfı

sistemin belirlediği üretim ilişkileri içerisindebulunur ve üretim araçlarının sahibi

değildir. Marksist-Leninist ideoloji işçiyığınını üretim ilişkileri içerisindeyapısal konumuna göre tanımlar. Buda ‘sınıf’ demektir. Sınıf Marksist-Leninist terminolojide ‘kendiliğinden’ve ‘kendisi için’ sınıf şeklindekullanılır. Ve bu kavramı tahlilederken salt iktisadi kategorilerleyetinemeyiz. Marx, FelsefeninSefaleti kitabında durumu şöyleortaya koyar:

“Tam bir sivil savaş demek olanbu savaşın içinde, gelecekteki

muharebelerin gerektireceği bütünunsurlar gelişir ve birleşirler. Bu

noktaya vardığında örgütlenmesiyasal bir karakter kazanır.Ekonomik koşullar önceülkedeki yığınları emekçilerhaline getirmişti. Sermayeninegemenliği bu yığına ortak birkonum ve ortak çıkarlaryarattı. Böylece bu yığın dahabu noktadan itibaren sermayeile ilişkisi bakımından birsınıf oluşturur, ama henüz

kendisi için bir sınıf olmaz. Sadece bir kaç evresine işaret

ettiğimiz bu savaşın içinde buyığın birleşir ve kendisi için birsınıf oluşturur. Savunduğuçıkarlar sınıf çıkarları halinegelir. Ama sınıfa karşı sınıfsavaşımı bir siyasal savaşımdır...Proletarya ile burjuvaziarasındaki çelişki bir sınıfakarşı sınıf savaşımdır; ki busavaşım en yüksek ifadesine

Gençlik işçi sınıfının çelik disiplini ile kavga

alanlarında,

fabrika havzalarında sınanmalıdır!

Bölge çalışmalarının

Genç Komünistlere

kazandıracakları bir

yana, başlı başına sınıf

yönelimimizi kavrayıp

özümsemek bile bizler

için önemli bir adım

olacaktır. Dahası sınıf

devrimcilerini

geleneksel halkçı

akımlardan ayıran en

temel noktayı, döne

döne yaptıkları sınıf

vurgusunu, işçi

sınıfının tarihsel

misyonunu

kavramadan

gideceğimiz herhangi

bir çalışma alanı “farklı

bir yaz geçirmemizin”

dışında bir anlam

taşımaz

Page 24: Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010

24

kavuştuğunda bütünselbir devrim halinegelir.”

Bu sıralananözellikler işçi sınıfınınkapitalizmi ortadankaldırmaya ve sınıfsıztopluma giden yoluaçmaya hem doğasıgereği itilen hem debuna muktedir yegânedevrimci sınıfolduğunu gösteriyor.Elbette bu, işçisınıfının bunu

gerçekleştireceğinin garanti edilmiş olduğuanlamına gelmiyor. Sınıfın öncü örgütlenmesinin,proletaryanın bağımsız örgütlenmesinin varolmadığı durumlarda işçi sınıfının iktidarmücadelesinin başarıya ulaşamayacağı bilimsel birgerçekliktir. Marksist ideolojinin temeli üzerindekurulan birlik maddi olarak somutlanmadığıdurumlarda gerçek bir güç haline gelemez. Partiningerçek rolü ancak bunun var olduğu koşullardahayata geçer.

“Devrimci teoriyle, toplumsal gelişme ve sınıfmücadelesi yasalarının bilgisiyle ve nihayetdevrimci eylem tecrübesiyle donanıp silahlanmışbir parti örgütü, proletaryanın sınıf bağımsızlığınınbiricik güvencesi ve sermayeye karşı dişe dişmücadelesinin en temel silahıdır.”(“Büyük Ekim Devrimi AynasındaParti Davası”, PartileşmeSüreci 1)

“İktidar savaşımında,proletaryanın örgütten başkabir silahı yoktur. ... Proletarya,ancak, Marksizmin ilkeleriüzerinde ideolojik olarakbirleşerek ve bunu, milyonlarcaemekçiyi bir işçi sınıfı ordusuhalinde kaynaştıran maddiörgüt birliğiyle pekiştirerek,yenilmez bir güç haline gelebilirve gelecektir. Ne Rusotokrasininin bunak yönetimi nede uluslararası sermayeninömrünü doldurmuş egemenliği buorduya dayanabilecektir.”(Lenin, “Bir Adım İleri, İkiAdım Geri”)

Komünistler partiörgütlenmesinde iki temelnoktayı esas alırlar. Önceliklede “devrimi örgütlemenin her şeyin öncesindedevrimi örgütleyecek partiyi örgütlemekolduğu”nu vurgulayarak... Birincisi : “İdeolojikkimliği, sınıfsal konumu ve tarihsel-siyasalamaçlarıyla proletaryanın sınıf partisi, kuruludüzen karşısında ihtilalci bir konumdadır vevaroluş biçimi de buna uygun olmak zorundadır.Partinin ihtilalci esaslara dayalı illegalörgütlenme ihtiyacı buradan doğmaktadır. Partiörgütlenmesinin tek ve mutlak varoluş biçimiolmamakla birlikte, illegalite, temel ve ilkeselönemde bir sorundur. İllegalite sorununun özü,düzenin hukuksal çerçevesi içine sığıp sığmamakdeğil, bizzat düzenin içine sığamamaktır.”

İkincisi ise sınıf içerisindeki konumu:“Partiörgütünün sınıf içinde varoluş biçimi ise, fabrikahücreleri temeline dayalı bir parti örgütlenmesitemel Leninist düşüncesinde ifadesini bulur. Partisosyalizm ile sınıf hareketinin birliği ise, fabrikahücreleri temeline dayalı bir parti örgütlenmesi debu birleşmenin temel ve tarihsel amaçlara, herşeyden önce iktidarı ele geçirme amacına, enuygun örgütsel gerçekleşme biçimidir. Tarihseldeneyim, parti örgütlenmesinin sınıf bünyesindekibu varoluş biçimiyle onun ihtilalci niteliği vehareket kabiliyeti arasındaki kopmaz ilişkiyi bütünaçıklığı ile göstermiştir.” (“Parti: ProletaryanınDevrimci Öncüsü”, Partileşme Süreci 1)

Sınıfın öncüsünün programı ışığında örgütlenenher çalışma alanı bu bütünsellikle hareket eder.Sınıf yönelimimizi en genel hatlarıyla bu şekildeözetleyebiliriz...

Sınıf çalışmasından öğrenmek

Sınıf devrimciliğinin gençlik içerisindetemsilcisi olan Genç Komünistler bu çerçevedesoluğu sınıf çalışmasının içerisinde alırlar. İşçilerve emekçiler, tüm yaşamları boyunca çalışmakdurumundadırlar. Üretim sürecinin içerisindebulunarak üretkenliği, işbölümünü ve paylaşımıyaşayarak kavrarlar ve sınıfsal bir norm halinegetirirler. İşçi sınıfı, kolektif yaşam alanı olanfabrikada disiplin altına girmiş ve karakterinikorumuştur. Özel mülkiyet alanının dışında olan

bir sınıfın yaşama şansını ancak böyle birdisiplin ve çalışma temposu ayakta

tutabilmektedir. İşçi sınıfıdevrimcilerinin de işte bu basit

gerçeklerden harekete geçmesi vekendi yaşamları içindeki zaaflarakarşı acımasızca mücadele

etmesi gerekmektedir. “Tüm baskı ve

propaganda aygıtları ileörgütlü olan bir sistemekarşı koymak, buçürümüşlüğün tümyaşamımızı ablukaya alan

zincirini kırmak ve kendikültürümüzü yaratmak için

adımlarımızı hızlandırmalı, iktidarmücadelesine odaklanarak örgütlüolmanın gereklerini yerinegetirmeliyiz. Karşımızdaki sistematikterör ve baskı aygıtına karşıkoyabilmek için, işçi sınıfının çelikdisiplinini kuşanabilmeli ve kendimizi

devrimci yaşam içinde bilimselprogramımız ışığında tekrar ve tekrar

üretebilmeliyiz. Yaşamımızdaki zayıflıkları, küçükburjuva zaafları, ancak böyle bir temelde çözmekmümkündür.” (Ekim Gençliği, 62.sayı/2003)

Genç Komünistler açısından kendileriniyenileyecekleri, sınıf içerisinde soluk alıpverecekleri, devrimci iç yaşamı başka bir alandaörgütleyecekleri bir yaz dönemine giriyoruz. Israrlıve uzun soluklu bir mücadele için proletaryanındisiplinini kuşanmak ancak iktidar gibi bir iddianıntemsilcisi olmak ile mümkündür. Bu süreç iseyaşamımızı devrimci ilkelerimiz dahilinde yıkıpyıkıp yeniden kurmakla olacaktır. İşçi sınıfınınöncüsü olan partimizin ışığında sınıf çalışmasındanöğreneceğimiz fazlasıyla şey bulunmaktadır.

Genç Komünistler

açısından kendilerini

yenileyecekleri, sınıf

içerisinde soluk alıp

verecekleri, devrimci iç

yaşamı başka bir

alanda

örgütleyecekleri bir

yaz dönemine

giriyoruz. Israrlı ve

uzun soluklu bir

mücadele için

proletaryanın

disiplinini kuşanmak

ancak iktidar gibi bir

iddianın temsilcisi

olmak ile mümkündür.

Bu süreç ise

yaşamımızı devrimci

ilkelerimiz dahilinde

yıkıp yıkıp yeniden

kurmakla olacaktır. İşçi

sınıfının öncüsü olan

partimizin ışığında

sınıf çalışmasından

öğreneceğimiz

fazlasıyla şey

bulunmaktadır.

Page 25: Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010

2525

İlerici ve devrimci güçlerKaradağ davasının

takipçisi olacak 19 Kasım akşamı Esenyurt-Avcılar cinayet

şebekesi tarafından parti afişlemesi pratiği esnasındasokak ortasında katledilen TKİP militanı AleattinKaradağ’ın davasına yayınımızın hazırlık sürecindebirkaç gün kalmıştı.

Sermaye devleti tarafından geniş yetkilerledonatılan polis teşkilatının kabarık suç dosyasıarasında yer alan Alaattin Karadağ cinayetinin, ilkdava duruşması 16 Haziran tarihinde Bakırköy 9.Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülecek.

TKİP militanı Alaattin Karadağ’ın 19 Kasım2009 tarihindeki infazının üzerinden aylar geçtiktenve dosya Büyükçekmece-Beşiktaş-Bakırköyadliyeleri arasında gidip geldikten sonra Bakırköy 9.Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edileniddianame ile açılan davanın ilk duruşmasıgörülecek.

Karadağ’ı sokakortasında infaz edenpolislerden biri olanOğuzhan Vural“kasten adamöldürme, görevikötüye kullanma ve

kişilerin malları üzerinde usulsüz tasarruf”suçlarından tek başına yargılanacak.

İlerici-devrimci güçler

adliye önünde olacak! Karadağ'ın sokak ortasında katledilmesinin

ardından çeşitli kentlerde yürüyüş, etkinlik, imzakampanyası, basın açıklamaları vb. eylemlerle polisterörü ve cinayetleri protesto edilmişti.

Karadağ cinayeti davasını sermaye düzenininişkenceci, infazcı ve katliamcı kimliğinin teşhiredildiği birer kürsüye çevirme hedefiyle hareketedecek olan ilerici ve devrimci güçler, Karadağ’ındavasının takipçisi olacaklarını duyurdular.

Diğer yandan, Karadağ cinayeti davasınayönelik hazırlıklarını sürdüren avukatlar da davanınilk duruşmasında Bakırköy Adliyesi’nde olacaklar.Dava duruşması öncesinde Çağdaş HukukçularDerneği (ÇHD) İstanbul Şubesi bünyesindeoluşturulan Alaattin Karadağ Dava TakipKomisyonu aracılığıyla hazırlıklarını sürdüren ÇHDüyesi avukatlar duruşma günü mahkeme salonunda

olarakKaradağcinayetinintakipçisiolduklarınıgösterecekler.

Yargısız infaz

yargılanıyor!

İlerici ve

devrimci güçler

Karadağ

davasını sahiplenmeye çağırdı

Alaattin Karadağ davasınıntakipçisi olacağız!”

Taksim Tramvay Durağı’nda 13 HaziranPazar günü saat 13.30’da bir araya gelen ilericive devrimci güçler, buradan sloganlarlaGalatasaray Lisesi’ne yürüyüş gerçekleştirdiler.Karadağ cinayeti davasına sahip çıkmaçağrısının yapıldığı yürüyüşte artan polis terörüve cinayetlerine karşı mücadele vurgusu öneçıktı. Eyleme Aleattin Karadağ’ın kardeşi Abdul-lah Karadağ da katıldı.

Galatasaray Lisesi önüne gelindiğinde, basınaçıklamasını gerçekleştiren Eren Onur, AlaattinKaradağ’ın 19 Kasım 2009 akşamı bir cinayetşebekesi haline gelen Esenyurt-Avcılar polisi

tarafındansokak or-tasındaalçakça ka-

tledildiğini hatırlatarak, Karadağ’ın ka-tledilmesinin ardından İstanbul Emniyet MüdürüHüseyin Çapkın’ın olayı, “dur ihtarına ateşlekarşılık veren” iki “terörist”ten birinin çıkançatışmada öldüğü biçiminde duyurduğunu be-lirtti. Görgü tanıklarının ise bir polisin yaralıhalde yerde yatan Aleattin Karadağ’ı, ateş ederekinfaz ettiğini anlattıklarını belirtti.

Onur, özellikle Polis Vazife ve Selahiyet Ka-nunu’nda yapılan değişiklikten sonra polisingeniş yetkilerle donatılarak bu ve benzeri faşistuygulamaların, infazların önünün daha daaçıldığını belirtti. Bu kapsamda hak arama mü-cadelesi yürüten işçi ve emekçilerden, parasız vebilimsel bir eğitim hakkı için mücadele edenöğrencilere; madenlerde yakınlarını yitirenlerdenözgürlük mücadelesi veren Kürt halkına kadarherkesin bu süre zarfında daha da yoğunlaşan birbaskı ve şiddete maruz kaldığını dile getirdi.

(www.kizilbayrak.net sitesinden kısaltılarak derlenmiştir.)

Türkiye'de

durmaksızın yargısız

infazlar yaşandı,

yaşanıyor! Ve

maalesef bu infazlar

ya tümden cezasız

kalıyor ya da etkisiz

cezalarla geçiştiriliyor.

Yargı mekanizması,

yargısız infazları

aklama mekanizması

gibi işliyor. Bugüne

kadar onlarca örnekte

yaşanan budur ve

yargısız infazlara

karşı yürütülecek

adalet mücadelesinin

yanında saf

tutulmazsa bundan

sonra da farklı bir

sonuç elde

edilmeyecektir.

Page 26: Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010

Türkiye’den Gazze’ye giden yardım gemilerinden MaviMarmara’ya İsrail askerleri tarafından saldırılması ve 9 silahsız sivilinöldürülmesi Türkiye ve dünya kamuoyunda büyük yankı uyandırdı,tepki topladı. Eli kanlı Siyonist İsrail yönetimi dünyanın her yerindeeleştirilere hedef oldu, çoğu ülkede kınandı.

Ülkemizde ve herhalde Arap dünyasında bu eleştiriler içinde ençok ilgi yaratanı R.T.Erdoğan’ın çıkışları oldu. Hatta geçen yıl DavosZirvesi’ndeki “One minute!” çıkışından daha fazla yankı yarattıErdoğan. O ve müritleri tabandan gelen basıncın da etkisiyle İsraildevletini ağır bir dille katillikle suçlarken hem son yaşanan olaylarlabirlikte hükümet olarak sarsılan imajlarını düzeltmeye çalışıyor, hemde ABD’nin Ortadoğu’dakendilerine biçtiği taşeronlukrolünü sağlama bağlıyorlar.Ancak bu çerçevedegerçekleşen tüm esipgürlemelere rağmen İsrail’leilişkilerin kesilmesi noktasındakalıcı adımlar atmaktan özenlekaçınmayı ihmal etmiyorlar.Çünkü yaşananlar AKPhükümeti açısından hassas birdenge tutturma zorunluluğugetirmektedir. Ne de olsa İsraildevletiyle Türk devletininilişkileri eskiye dayanmakta veABD uşaklığında hemen birkenara itilemeyecek kaderbirliği bulunmaktadır.

İsrail’le Türkiye devletleriarasındaki kanlı işbirliğiyıllardır sürmektedir.İşbirliğinde özellikle savunma işbirliği anlaşmaları öne çıkarken sonzamanlarda ekonomik ilişkiler de artmaktadır. TSK, Erdoğan’ın “Oneminute!” çıkışı sonrasına gelen dönemde milyarlarca dolar tutaninsansız hava aracı Heronlar’ın alımının devam edeceğini duyurmuştu.Türkiye’nin hava sahasının İsrail’e eğitim uçuşları için açıldığı, hattaTürk Hava Kuvvetleri ile birlikte ortak tatbikatların yapıldığı dabilinmektedir.

Ticari anlamda ise başta gaz ve enerji sektörlerine ilişkin olmaküzere pek çok ticari anlaşma bulunmaktadır. Türkiye’de gerçekleşenözelleştirmelerde uluslararası tekellerle birlikte İsrail tekellerinin deadları görülmektedir. Dev bir rafineri tesisi olan TÜPRAŞ’ın hisseleriİsrail sermayesi olan Ofer grubuna satılmıştır. Bilimsel işbirliği adıaltında da pek çok AR-GE çalışmasında, TÜBİTAK kapsamına girenprojelerde ortak imzalar görülmektedir. İsrail’le Türkiye devletiarasındaki tablo buyken ve bu tablo İsrail’in Filistin’e karşı başlattığıkanlı savaş başladıktan sonra da bozulmamışken, Mavi Marmaragemisine yapılan saldırı ardından İsrail’in eli kanlı bir katil olduğugerekçe gösterilerek ilişkilerin kesileceği yönündeki açıklamalarbüyük bir ikiyüzlülükten başka bir şey değildir.

Bu ikiyüzlüce esip gürlemeler sırasında Erdoğan’ın ve sermayedevletinin öteki sözcülerinin ezilen halkların “dost”u postunabürünmeleri ise onların ikiyüzlülükte vardıkları iğrenç düzeye başka birışık tutmaktadır. Zira katil İsrail’in mazlum Filistin halkına yönelttiği

katliamların benzeri, Türkiye’deki katil sermaye devletitarafından onlarca yıldır Kürt halkına yöneltilmektedir.

Nasıl ki Filistin ve Kürt halkları mazlum halklar olarak sıkı birkardeşlik bağına sahiplerse, İsrail ve Türk devletleri de devlet teröründeve katliamlarda kardeştirler. Belki de tek fark Türkiye’deki dincigericilerin ikiyüzlülükte İsrail’i fersah fersah aşıyor olmasıdır. Öyle kiErdoğan ve avanesi tam da “ezilen halkların yanında” olduklarını ilanettikleri bir anda, kardeş Kürt halkına yönelik imha ve inkar politikasıgereğince Kürdistan’da askeri operasyonlar tırmandırılmış, ülke çapındaestirilen devlet terörü had safhaya ulaşmıştır. Dolayısıyla Erdoğanlarınve sermaye devletinin “ezilen halkların yanında olmak” söylemlerininiğrenç bir demagojiden öte anlamı yoktur.

Öte yandan Gazze’ye giden Mavi Marmara gemisinin İHH adlıdinci gericilikten beslenen bir vakıfaracılığıyla gitmesi ve Türkiye’deFilistin’e destek için yapılan pek çokkitlesel eylemin dinci-gerici kanatlartarafından organize edilmesikitlelerin büyüyen öfkesini dinsel-gerici kanallardan düzene akıtmayıhedeflemektedir. Tüm bu ucuzkahramanlık gösterileri vemücadelenin yönlendirilmeyeçalışıldığı kanala karşı mücadeleetmek bizlerin önünde önemli birgörev olarak durmaktadır.

Başta Filistin halkı olmak üzereezilen tüm halklarla dayanışmayıyükseltirken dikkat edilmesi gerekenbir nokta daha bulunmaktadır. BugünFilistin’de Hamas örneğinde olduğugibi Ortadoğu halklarının verdiklerimücadeleye ya burjuva milliyetçileriya da şeriatçı dinsel akımlar önderlik

etmektedirler. Ancak bu akımların ezilen halkların verdiklerimücadeleyi nihai hedefe ulaştıramayacakları açıktır. Burjuvamilliyetçilerinin ya da şeriatçı akımların mücadeleyi getirdiği nokta vebuna karşı verilmesi gereken mücadele yöntemi sınıf devrimcileritarafından şöyle ifade edilmektedir:

“Bu akımlar bugünkü direnişe bugünkü biçimiyle önderlikedebilirler, fakat halkları kurtuluşa asla götüremezler. Kurtuluşagötürmek bir yana, farklı milliyetlerden, dinlerden, mezheplerden,kültürlerden ya da cinsiyetten emekçileri en acil hedefler etrafındabirleştirebilmek yeteneğinden bile yoksundur bu akımlar. Çünkü onlar,doğaları gereği bunu olanaklı kılacak devrimci bir ideolojiden,kimlikten ve programdan yoksundurlar. Çünkü onlar, geleceğintemsilcileri değil, fakat işin aslında geçmişin malıdırlar…Emperyalizme karşı ortaya koydukları direnişin haklılığı ve nesnelaçıdan ilerici niteliği, bu gerçeği hiçbir biçimde değiştirmemektedir.Ortadoğu gibi çeşitli türden milliyetlerin, dinlerin, mezheplerin vekültürlerin harmanlandığı bir coğrafyada, birleştirici bir programasahip olabilmek için devrimci ideoloji ve program mutlak birzorunluluktur. Halkların hedeflerini şaşırtan ve enerjilerini tüketenyapay bölünmelerin önünü alabilmenin, emperyalizmin ve siyonizminböl ve yönet politikalarını boşa çıkarabilmenin, farklı milliyetlerden vekültürlerden halkların birleşik devrimci mücadelesini geliştirebilmeninbundan başka bir yolu yoktur.” (2006’da gerçekleştirilen DirenenHalklar Kazanacak Gecesi’nde TKİP Yurtdışı Örgütü adına yapılankonuşmadan...)

Siyonist İsrail’in kanlı saldırılarına karşı enternasyonal

dayanışmayı yükseltelim…

Emperyalizm yenilecek,

direnen halklar kazanacak!

26

Page 27: Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010

Devrimci ve ilerici kurumlardanFilistin’deki özgürlük mücadelesini

büyütme çağrısı…Filistin için İsrail’e Karşı Boykot Girişimi’nin, devrimci ve

ilerici kurumların da katılımıyla Muammer Karaca Tiyatrosu’ndadüzenlediği “İsrail’e Karşı Boykot Sempozyumu”nun ilk günküprogramının ardından eylem gerçekleştirildi. İstiklal Caddesiboyunca gerçekleştirilen yürüyüşle İsrail’e karşı boykot çağrısıyapıldı. Eyleme Filistin HalkKurtuluş Cephesi Politik Büroüyesi Abu Ahmad Fuat ve İsrailÜrünlerini Boykot YanlısıYahudiler’den Mike Cushmankatıldı.

Muammer Karaca Tiyatrosuönünde kortej oluşturarak TaksimMeydanı’na gerçekleştirilenyürüyüşte “İsrail ile tüm ilişkilerkesilsin / Filistin için İsrail’e KarşıBoykot Girişimi” pankartı açıldı.

Basın açıklaması öncesinde,Filistin Halk Kurtuluş CephesiPolitik Büro üyesi Abu AhmadFuad bir konuşma yaptı. Fuad, Filistin halkının yanındaduruşundan kaynaklı Türkiye devrimci hareketini selamladı.“Filistin halkının kurtuluşu için hep beraber mücadele edeceğiz”diyen Fuad, Ortadoğu halklarına karşı saldırıların her geçen günartarak devam edeceğini belirtti. Boykot çağrısını yükseltmegerekliliği dile getirdi.

Fuat’ın konuşmasının ardından Jews for Boykotting İsraeliGoods (J-BIG) / İsrail Ürünleri Boykot Yanlısı Yahudiler’den MikeCushman bir konuşma gerçekleştirdi. Cushman, İsrail karşıtıBoykot Sempozyumu için Londra’dan geldiğini, İsrail ürünleriniboykot eden örgütten geldiğini vurgulayarak şunları söyledi:“Bugün burada yalnız, Mavi Marmara’da öldürülenler değil,Filistin ile dayanışmak ve Filistin’de yaşanan cinayetlerin hesabınısormak için toplandık.”

Konuşmaların ardından basın açıklaması Nicola Safingerçekleştirdi. Safin, yaşanan katliamın aynı zamanda önemli birtepkiyi de açığa çıkardığını belirterek bu tepkiden hareketleFilistin’in özgürlüğü için mücadeleyi yükseltmenin ve siyonizmlesuç ortaklığını hedeflemenin hem zorunlu hem de mümkünolduğuna dikkat çekti.

İsrail elçiliğinin kapatılmasını, hükümetin ikili anlaşmaları iptaletmesini talep eden Safin, bu anlaşmalar uyarınca şimdiye kadaryürütülen bütün gizli faaliyetlerin, İsrail’in bu topraklardagerçekleştirdiği örtülü tüm operasyonların açıklamasını istedi.

Eylemde Alınteri, Bağımsz Devrimci Sınıf Platforu,Demokratik Halklar Federasyonu, Ekim Geçliği, Emek veÖzgürlük Cephesi, Emekçi Hareket Partisi, Eşitlik ve DemokrasiPartisi, Filistin Halkıyla Dayanışma Derneği, Halk Cephesi,Halkevleri, İşçi Cephesi, Kaldıraç, Öğrenci Kolektifleri, Özgürlükve Dayanışma Partisi, Partizan Sosyalist Dayanışma Platformu,

Sosyalist Demokrasi Partisi, Sosyalist Gelecek Parti Hareketi,Sosyalist Parti, Toplumsal Özgürlük Platformu, Türkiye Gerçeği,Ürün Sosyalist Dergi, Yeşil ve Sol, Sosyalist Umut, EMEP ve TKPyer aldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Uluslararası İsrail’e Karşıt Boykot Sempozyumu gerçekleşti…

5-6 Haziran tarihlerinde yapılanUluslararası İsrail’e Karşı BoykotSempozyumu Beyoğlu’nda MuammerKaraca Tiyatrosu’nda gerçekleştirildi.

İlk oturumda, Filistin sorunu tarihselbir anlatımla ele alındı. Boykottaleplerinin hangi eksende şekillendiği buanlatımlarla beraber anlaşılmış oldu. herne kadar kendi kapsamlarında doyurucusunumlar yapılsa da Filistin direnişinin veboykot çalışmasının sınıfsal arka planınayeterince değinilmedi.

İkinci oturumda yapılan sunumlar vesonrasındaki soru-cevap bölümü ise sınıf

eksenli mücadelenin önemine işaret etti. Bu anlamda Güney Afrikadeneyimleri üzerinden şekillenen anlatım oldukça ilgi çekiciydi.

Sempozyum açılış konuşmasıyla başladı. Oturumlardan önceFilistin Boykot Ulusal Komitesi’nden Muhammed Jaradat, BDPİstanbul Milletvekili Sabahat Tuncel ve İstanbul Tabip OdasıBaşkanı Prof Dr Taner Gören tarafından açılış kapsamındakonuşmalar yapıldı.

Konuşmaların ardından Filistin Halkının Temel Hakları ve BDSKampanyası’nın Hedefleri başlıklı birinci oturuma geçildi. Bubölümde Seyit Ümmetoğlu, FHKC Politik Büro’dan Abu AhmadFuad ve BADİL Araştırma Merkezi’nden Muhammed Jaradatsunumlar gerçekleştirdiler.

Siyonizm ve Apartheid – Neden BDS başlıklı 2. oturumdaboykot atölyesinin çalışmaları Nikola Safin tarafından aktarıldı. Buoturumda ayrıca İÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden Yar Doç ErhanKeleşoğlu ve Tolga Tören de konuşmalar geçekleştirdiler.

Filistin-Türkiye-İsrail; Devletler ve Halklar Arasındaki İlişkibaşlıklı son oturumda ise Türkiyeli sol hareketlerin ortak metniokundu.

Sempozyumun ikinci günü…Sempozyumun 2. gününde “Türkiye-İsrail ekonomik İlişkileri

ve Su, Tarım, Enerji Alanında Görülen Yeni Gelişmeler”,“Akademik ve Kültürel Boykot”, “Filistin’le Dayanışmada Yeni birStrateji Olarak Boykot – BDS Hareketinden Deneyimler” başlıklıoturumlar gerçekleşti. Ayrıca Filistinlilerin yaşadıklarına dair birbelgesel gösterimi ve Boykot Atölye Çalışmaları’nın sunumugerçekleşti.

Kızıl Bayrak / İstanbul(www.kizilbayrak.net sitesinden kısaltılarak

derlenmiştir.) 2727

İsrail saldırısının ardından gerçekleşen

eylem, etkinliklerden...

Page 28: Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010

28

Kapitalizm tüm çıplaklığıyla vevahşetiyle katletmeye devam ediyor.Sermaye düzeninin sömürüye

endekslenmiş olması ve devamlı kâr amacıgütmesi, toplumu insani koşullardanuzaklaştırmakla kalmıyor, hızlı bir yok oluşa doğruda sürüklüyor. Bu kimi zaman halkların kırılması,kimi zaman savaş endüstrisi vb. üzerindengelişiyor. Kapitalist üretim tarzının büyüttüğüservet-sefalet çelişkisi içinde yoksullar giderekdaha da yoksullaşırken, sermaye sahiplerinin deelinde giderek daha fazla sermaye birikiyor. Ve budurum insanca bir yaşamdan mahrum edilenemekçileri açlığa ve sefalete olduğu gibi ölümedahi sürüklerken vahşeti, gerici siyasal söylemleri,düzenin baskı ve zorunu da beraberinde getiriyor.Karşısında ise emekçilerin mücadele ateşini isteristemez körüklüyor. Kendilerine yaşama hakkıtanınmayanlar, bu sistemin yıkılışını her şeydenfazla ister hale geliyorlar ve öfkeleri büyüyor.

Düzen varlığını sürdürebilmek ve yenilenmekiçin her yola başvuruyor. Ama çürümüşlüğü vekokuşmuşluğu, içinde bulunan çelişkilerini, kölelikkoşullarını her geçen gün daha fazla üretmesindenileri geliyor. Zira kendi yarattığı bataklığındahayatta kalabilmek için çırpınırken başvurduğutüm yenilenme çabaları da hep emeğin daha fazlasömürülmesine hizmet ediyor. Düzen bekçilerininsöylemleri ve icraatları bunu daha iyi açıklarniteliktedir.

Kapitalist düzende işten atmalar, kölece çalışmakoşulları, güvencesiz çalışma ve tüm bunlaramecbur bırakılmak, emeğin sömürüsünün neanlama geldiğini netleştirmektedir. Zonguldak’tayaşanan grizu patlaması sonucu hayatını kaybeden30 madencinin, canlarını alacak bir çalışmabiçimine mahkum edilmeleri, yine bu tablonun birparçasıdır. Zonguldak’ın Kilimli Beldesindebulunan TTK Koradan Müessese Müdürlüğü’nebağlı kömür ocağında, yerin 540 metre altındameydana gelen patlama bu ülkede ilk değildir.Daha önce de birçok başka ilde ve coğrafyadayaşanan bu tür olayların varlığı, sisteminçürümüşlüğünü, kapitalist devletlerde arzu ettiklerikoşulları yaratan sermayedar bezirgânları veonların dayattığı bu alçakça yaşama koşullarını hepama hep teşhir etmiştir. En son Zonguldak’takendini gösteren vahşetin bu sistem sürdükçedevam edeceği ve son olmayacağı da açıktır.Ayrıca sermaye devletinin gerici hükümetinin,bakanlarının, başbakanlarının adice ve alçakçaaçıklamaları da bu ölümlerin düzen adına meşruolduğunu ve bu düzeni var edenlerin, akıttıklarıişçi kanıyla beslendiklerini gözler önüne sermiştir.

Yıllardır tersanelerde süren işçi ölümleri deesasen kapitalist üretimin iş güvenliğini ve yaşamahakkını umursamadığını gösteren bir başka

örnektir. Geçtiğimiz günlerde yine bir işçinin işcinayetinde yaşamını yitirmesi, düzenintersanelerin kölece ve güvencesiz çalışma alanlarıolarak kalmasında bir sakınca görmediğinikanıtlamıştır. Emeğin sömürülmesi vekapitalistlerin sadece kâr amaçlıyor olmaları,gerçekleşen ölümler bugün umursanmamakta,dünyanın dört bir yanında ve Zonguldak’ta da“olağan” sayılmaktadır.

Kölece yaşam koşulları kapitalizmin madenocaklarında, tersanelerde, atölyelerde, fabrikalardave diğer tüm üretim alanlarında her geçen gün dahafazla gelişmesi ile giderek derinleşiyor. Bu gerçekemekçilerin yaşamına birçok felaket ileyansımaktadır. Bu felaketler karşısında onlarınbizzat sorumlusu olan burjuvazinin attığı adımlargöstermelik olduğu gibi, emekçilerin çalışma veyaşama koşullarını günbegün kötüleştirmektedir.Maden Mühendisleri Odası’nın yaptığı açıklamabu konuda ibretliktir. Maden Mühendisleri Odası“iş kazalarının % 98 i önlenilebilir niteliktedir”derken, yaşanılan olayın bir cinayet olduğunuvurgulamıştır.

Grizu patlamalarının sebepleri de yine ibretvericidir. Metan gazının havaya karışırken %4-15gibi bir orana yaklaşmasıyla bu patlamalargerçekleşmektedir. Bu oranın da kontrol altınaalınabilir olması gerçeği, patlamaların da, işçiölümlerinin de önlenebileceği gösterir. Bunun içinbelli teknik önlemlere ihtiyaç vardır: Metangazının maden içindeki oranını dengeleyecek birsistem ve pratikte de çalışma koşullarını

Madenlerde katleden işçi kanıyla

beslenen sermaye düzenidir!

Kölece yaşam koşulları

kapitalizmin maden

ocaklarında,

tersanelerde,

atölyelerde,

fabrikalarda ve diğer

tüm üretim

alanlarında her geçen

gün daha fazla

gelişmesi ile giderek

derinleşiyor. Bu gerçek

emekçilerin yaşamına

birçok felaket ile

yansımaktadır. Bu

felaketler karşısında

onların bizzat

sorumlusu olan

burjuvazinin attığı

adımlar göstermelik

olduğu gibi,

emekçilerin çalışma ve

yaşama koşullarını

günbegün

kötüleştirmektedir.

Maden Mühendisleri

Odası’nın yaptığı

açıklama bu konuda

ibretliktir. Maden

Mühendisleri Odası “iş

kazalarının % 98 i

önlenilebilir

niteliktedir” derken,

yaşanılan olayın bir

cinayet olduğunu

vurgulamıştır.

Page 29: Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010

düzenleyecek kurallar. Örneğin Maden ve TaşOcakları Tüzüğü’ne göre karbonmonoksit gazı 50ppm gibi belli bir orana çıktığında çalışmadurdurulmalıdır. Patlamadan çok sonra ölçülen gazoranı ise bunun 40 katıdır. Büyük bir ihmalinolduğu gerçeği bu verilerle ortaya çıkmıştır. Buveriler bizlere şu tartışmasız sonucu vermiştir;gerçek anlamda öldüren patlamalar değil, şirketler,sermaye devletleri ve hepsinin üzerinde kapitalistsistemlerdir!

Dünya literatüründe de patlamaların önlenmesiiçin alınması gereken tedbirleraçıkça belirtilmiştir. Ama butedbirlerin maddi yükü,insanın değerini bilmeyen açgözlü patronları işçilerinyaşamıyla oynamayaitmektedir. Yani gözü paradanbaşka bir şey görmeyenkapitalistin vahşi dünyasında,maden işçilerinin yaşamahakkının bir karşılığı yoktur!Maden işçisinin hayatınınzorluğu, çalışma koşullarınınonun yaşam süresini kısaltıyorolması, emeği karşılığındaeline geçen paranın onainsanca bir yaşam veremiyoroluşu sermaye sahibi içinsadece kârlı işleyen bir madenocağı anlamına gelmektedir.

Madencilerin mahkumedildikleri koşullar hiçbirbiçimde insanca bir yaşamlabağdaşmaz. Bu, kapitalist düzende emekçiler içinçıplak bir gerçektir. Yaşananlar AKP yandaşı Yapı-Tek “inşaat” şirketinin umursamazlıkta veaçgözlülükte tüm insani değerleri çiğnediğinigöstermiştir. Hızlı bir taşeronlaşma, sözleşmeli işçialımları, kadrolu işçilerin tasfiyesi iş güvencesinihızla yok ederken, sendikasızlaştırma durumu dahada derinleştirmiştir. Var olan sendikaların dasermayeden yana tavrı ölümlerin olağanlaşmasınısağlamak isterken, işçilerin-emekçilerin öfkesisürekli bilenmektedir. Son katliamda olduğu gibiyaşamından olan madencilerin aileleri sendikaağalarına, düzen bekçilerine lanetler okuyarak,hesap sormak istemişler ve polislerce tacizedilmişlerdir.

Kapitalist düzende siyasi iktidar kendine ne isimtakarsa taksın, o sistemin sürdürülmesi için gerekenbütün koşulları yaratmaya çalışır vesavunuculuğunu yapar. Türk sermaye devletininşeflerinin icraatları da bunu iyi açıklamaktadır.Sermaye sözcüsünün yaşanan işçi cinayetleri için“kader” yakıştırması yapması da bu yöndendüşünülmelidir. Ölümü sömürdükleri yığınlarakader olarak göstermek isteyen bu tescilli asalaksınıfın başındakiler, kendilerini aklamak adınaaptalca savunmalarda bulunmuşlardır. Deyimyerindeyse özürleri kabahatlerinden beterdir.“Kaderinde varsa olur” diyerek insanlarkendilerine dayatılana mahkum edilmek, pasifizeolmuş ve kendi hayatlarını değiştirmek istemindenyoksun bireyler yaratmak istenmektedir.

Yine sermayenin Çalışma Bakanı ÖmerDinçer’in yerel bir televizyon kanalının programınakatılarak “güzel öldüler” demesi, söylenebileceksöz bıraktırmamaktadır. “Acı çekmeden öldüler”

gibi ikiyüzlülü bir teselliye, patlama sırasındademiri bile eritecek bir ısının oluştuğunu, dahasıhalen onbinlerce madencinin böyle dehşet vericişartlarda yerin yüzlerce metre altına yollandığınıunutturmak için başvurmaktadırlar. Dinçer, “yüzleritertemizdi cenazelerin, aileler huzurlu” diyegevelese de cenazeler karışmış sonra mezarlaryeniden açılarak karışıklık çözülmüştür.

Asalaklar bir yandan da bilindik biçimdekatliamı işçilerin ihmalkarlığına fatura etmeyeçalışıp, işçilerin maskelerini takmadıklarını

açıklamışlardır. Fakat omaden ocağını işletenfirmanın maskelere sahipolmadığını söylemeyi isehiç akıllarınagetirmemişlerdir. Bubüyük ikiyüzlülük, buhükümet ve bu düzenadına ilk değildir, son daolmayacaktır.

Daha önce Bursa veBalıkesir illerinde degrizu patlamalarımeydana gelmiş, ağırhasarlar ve madenciölümleri yaşanmıştır. Bupatlamalar sonucundaölen madencilerinailelerinin feryatları,figanları tüm ülkeyi yasaboğmuştur. Toplumsal birmuhalefetten veayaklanmadan korkan

sermaye cephesi ailelere ahlaksızca tekliflerdebulunmuştur. Efendiler, ailelere televizyonlarakonuşmamaları, gazetelere demeç vermemelerihalinde 10 bin TL para vereceklerini vaatetmişlerdir. Bu adice teklifin doğurduğu sonuçüzerinden anlaşılmaktadır ki ölen insanlar düzeniçin, hükümet için hiç ama hiç önemli değildir.

Zonguldak’ta ölen 30 madencinin arasındabulunan 2 maden mühendisinin ise işsiz kalmakorkusuyla maden ocağı içerisindeki eksiklikleribildiremediği ortaya çıkmıştır. Bu gelişmekapitalist barbarlığı tam izah etmiş, insanlığıngeldiği noktayı tam anlamıyla kavratmıştır.

Toplumun geneline hakim olan huzursuzluğunnedeni düzenin ta kendisidir. Tuzla tersanelerinde,Zonguldak maden ocaklarında, Kürdistan’da vedaha bir dizi yerde yaşananların, Ortadoğu’da vedünyanın her yanında süren barbalığın nedeniemperyalist-kapitalist sistemin ta kendisidir.Kişinin gördüğü rüyadan yaşadığı gerçeklere kadardüşüncesini, kişiliğini, duygusal bütünlüğünükurgulayan, içindeyaşamaya mecburbırakıldığımız iktisadisistemdir. Kapitalizminyarattığı vahşi kişiliğinvadesi çoktan dolmuşturve ölümü beklemektedir.Yeni insan, fabrikalardanüniversitelere, madenocaklarından tersanelere,sokaklardan alanlara akantopyekun bir mücadelesonucunda kazanılacak veyaratılacaktır.

Toplumun geneline

hakim olan

huzursuzluğun nedeni

düzenin ta kendisidir.

Tuzla tersanelerinde,

Zonguldak maden

ocaklarında,

Kürdistan’da ve daha

bir dizi yerde

yaşananların,

Ortadoğu’da ve

dünyanın her yanında

süren barbalığın

nedeni emperyalist-

kapitalist sistemin ta

kendisidir. Kişinin

gördüğü rüyadan

yaşadığı gerçeklere

kadar düşüncesini,

kişiliğini, duygusal

bütünlüğünü

kurgulayan, içinde

yaşamaya mecbur

bırakıldığımız iktisadi

sistemdir

29

Page 30: Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010

30

Mimarlar Odası Öğrenci Komisyonu’nun“Kapitalizm ve Kent” üst başlığı ile başlattığıÜretkent2 atölyeleri 8 Mayıs Cumartesi günübaşladı ve 3 hafta boyunca devam etti.

Doç. Dr. Asuman Türkün'ün yürütücülüğünde“Kentlerde kimlik dönüşümü” başlığı ilegerçekleşen atölye, ilk haftasında yürütücününhazırladığı sunum üzerinden bir tartışmagerçekleştirildi. Yapılan sunumda kentlerdegerçekleşen kimlik dönüşümlerinin rantımaksimum düzeye getirmek amacıylagerçekleştiği, kimliğin neye dönüşeceğine kâr-zararmantığının karar verdiği vurgulandı. Özelliklekentlerde turizme yönelik bir değişim olduğu,bunun da kentlerin pazarlanmasında bir araç olarakkullanıldığı anlatıldı. Sunumun ardından atölyeçalışması için Fener-Balat kentsel dönüşümbölgesinden alan çalışması yapılmasıkararlaştırıldı.

15 Mayıs Cumartesi günü atölyesinin ikincihaftasında Fener-Balat bölgesine bir alan gezisigerçekleştirdi. Bölgede faaliyet yürütenFEBAYDER’ın ziyaret edilmesi ile başlayangünde dernek çalışanı mahalleliler ile keyifli veverimli bir sohbet gerçekleştirildi. Sohbet sırasındaFener-Balat’ta soylulaştırma sürecini özetleyenmahalleliler sermaye devletinin tam desteğiniarkasına almış olan proje ile yıllardıryerleşimcilerin ellerinden yok pahasına mülklerinialınmaya çalışıldığını ifade ettiler. Burjuvahukukuna uydurulmaya çalışılan yollar ile barınmahakları ellerinden alınmak istenen mahallelilerbölgede başlatılan dönüşüm projesi ile büyük biryatırıma girişildiği, bu projede ise kendilerinin yani

yoksul kentlilerin semtte istenmediğini belirttiler.Kendilerinin yaşadıkları yerlerden çıkarılmak içinprojenin ilk gününden itibaren çeşitli yollar ilealdatılmak istendikleri, İstanbul’da benzer değerlibölgelerde yaşayan insanları tehcir etmek içinyasalar oluşturulduğunu ifade ettiler. Ayrıcaburjuva hukukunun dahi çiğnendiğinin ve en kababiçimde söz konusu projenin yerel yönetimler eliile tezgahlar yaratılarak işletildiğinin altını çizenmahalleliler yaşam haklarına sahip çıkmaktakararlı olduklarını dile getirdiler.

Mimarlık öğrencilerinin soruları ile zenginleşensohbette yoksul kentliler ile kapitalist sistemin“kentsel dönüşüm” projeleri üzerine tartışmalargerçekleştirildi. Dernek ve benzeri örgütlülüklerinönemi ve birleştirici rolü üzerine çeşitli yaklaşımlarortaya kondu. Bölgede faaliyet yürüten MaviKalem Derneği'nin de ziyaret edilmesi ile sürengezi atölyeye katılan öğrencilerin özel mülkiyetüzerine tartışmaları ile sürdü. Bireyin toplumsalsorumluluğunun ve bireysel hakların ardında yatansınıfsal zemine dair yürütülen sohbetler kentinesasen ortak bir mirasa ev sahipliği yaptığı ve yerelgibi görünen benzer projelerin özünde üst ölçekte

Mimarlar Odası Öğrenci Komisyonu Üretkent 2 atölyeleri gerçekleşti...

Kapitalizm ve kentBurjuva hukukuna

uydurulmaya çalışılan

yollar ile barınma

hakları ellerinden

alınmak istenen

mahalleliler bölgede

başlatılan dönüşüm

projesi ile büyük bir

yatırıma girişildiği, bu

projede ise kendilerinin

yani yoksul kentlilerin

semtte istenmediğini

belirttiler. Kendilerinin

yaşadıkları yerlerden

çıkarılmak için projenin

ilk gününden itibaren

çeşitli yollar ile

aldatılmak istendikleri,

İstanbul’da benzer

değerli bölgelerde

yaşayan insanları

tehcir etmek için

yasalar

oluşturulduğunu ifade

ettiler. Ayrıca burjuva

hukukunun dahi

çiğnendiğinin ve en

kaba biçimde söz

konusu projenin yerel

yönetimler eli ile

tezgahlar yaratılarak

işletildiğinin altını çizen

mahalleliler yaşam

haklarına sahip

çıkmakta kararlı

olduklarını dile

getirdiler.

Page 31: Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010

31

bir iktisadi modelin ürünü olduğu söylendi. Bunun,kentin sermayenin ihtiyaçları doğrultusundayeniden düzenlenmesinin bir ayağınıoluşturduğunun altı çizilerek sohbet son buldu.

Arş. Gör. Emrah Altınok yürütücülüğünde“Planlama ve mülkiyet olgusu” atölyesinde deyürütücünün hazırladığı sunum üzerinden birtartışma yapıldı. Sunum kapsamında planlamadamülkiyet kavramının açıklanması için önceliklekapitalist sistenim ekonomi politiğinin kavranmasıgerektiği belirtildi. Bu kapsamda yürütücü DasKapital’i sunumunda özetleyerek anlattı. Atölyekarşılıklı soru cevap şeklinde oldukça canlı geçti.

16 Mayıs’ta gerçekleşen atölyede ise öncelikleilk haftada ilk bölümü gerçekleştirilen Kapitalsunumuna devam edildi ve kapitalist iktisadimodelin kar oranı üzerine Karl Marx’ın çalışmalarıkatılımcılara özetlendi. Ardından ise kapitalizmdekâr oranı üzerine ve kâr oranındaki zorunlu düşüşüzerine çeşitli yorumlar ile verimli bir tartışmabaşlatıldı. Tartışma üzerine ortaya atılan fikirlerile birlikte kapitalizmin mekansaldönüşümlerininyorumlanmayabaşlandığı atölyede,kapitalist düzendeplanlamanın iktisadiarka planı masayayatırıldı ve sermayeaçısından iki modelönermesi paylaşıldı:Kâr odaklı planlama vetatmin ediciplanlama… İkibiçimiyle de sermayeodaklı bir kentseldüzenlemeninüretildiği vurgulandı.

16 Mayıs Pazar günü başlayan “KentteBarın(ama)mak” atölyesi, yürütücü mimarHüseyin Kargın’ın (MO İst. Bk. Şb. YK Üyesi)sunumu ardından kentsel dönüşümbölgesi olan Gülsuyu mahallesine gezisiile devam etti. Atölyede kapitalist kenttebarınma hakkı tartışıldı. Kentseldönüşüm ile yaşam haklarının tehditedildiği emekçi mahallesi

Gülsuyu’nda da bu çerçevede tartışmalar vegözlemler yapıldı.

Atölyenin üçüncü haftasında sonuç ürünleri içinçalışmalar yapıldı. 23 Mayıs’ta sonuç ürünlerininsergilendiği bir kokteyl düzenlendi. 25 Mayıs’taMimar Hüseyin Kargın ve Mimar SinanOmacan’ın katılımı ile toplumcu mimarlık,mimarın toplumsal sorumluluğunun tartışıldığısöyleşi ile atölye çalışmaları sonlandırıldı.

Genel olarak kent ve kapitalizm ile ilgili canlıtartışmaların yaşandığı atölyelere çalışmalarınvize-teslim dönemine gelmesi sebebi ile sınırlı birkatılım oldu. Katılımın sınırlı olması sonuçürünlerine de yansıdı. En somut ürün alandayapılan röportajlardan bir sinevizyon gösterimihazırlanması ve bugün kentlerde yaşanan kimlikdönüşümü ile ilgili bir metin kaleme alınması ile“Kentlerde kimlik dönüşümü” atölyesinde oldu.“Kentte Barın(ama)mak” atölyesi de alandan

gözlemlerin aktarıldığıslayt gösterisi hazırladı.Atölye kapsamındaçalışmalar Gülsuyu’nda

kentsel dönüşüm projesinekarşı mahallelilerin

başlattığı çalışmalara destekvermek noktasında devam

edecek. “Planlama ve mülkiyetolgusu” atölyesi ise özellikle

atölye katılımcılarınındüzensizliği sebebi ile

sonuçlanamadı. Ancakatölyenin son geldiğinoktada kapitalizmve kent kavramlarıve bu iki kavramarasındaki ilişkiüzerine verimlitartışmalar yapıldı.Bu atölyeçalışmasının yazdönemindesürdürülmesihedefleniyor.

ToplumcuMimarlık

Öğrencileri

16 Mayıs’ta

gerçekleşen atölyede

ise öncelikle ilk

haftada ilk bölümü

gerçekleştirilen Kapital

sunumuna devam

edildi ve kapitalist

iktisadi modelin kar

oranı üzerine Karl

Marx’ın çalışmaları

katılımcılara özetlendi.

Ardından ise

kapitalizmde kâr oranı

üzerine ve kâr

oranındaki zorunlu

düşüş üzerine çeşitli

yorumlar ile verimli bir

tartışma başlatıldı.

Tartışma üzerine

ortaya atılan fikirler ile

birlikte kapitalizmin

mekansal

dönüşümlerinin

yorumlanmaya

başlandığı atölyede,

kapitalist düzende

planlamanın iktisadi

arka planı masaya

yatırıldı ve sermaye

açısından iki model

önermesi paylaşıldı:

Kâr odaklı planlama ve

tatmin edici

planlama… İki

biçimiyle de sermaye

odaklı bir kentsel

düzenlemenin

üretildiği vurgulandı.

Page 32: Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010

Bir türlü çözülemeyen trafik sorunu... Yasadışı olarak gelişen, çoğu sağlıksızgecekondu alanları... Yasaları delmeyi başararak doğal sit alanı olan ormanalanlarına, su havzalarına, ön görünüm bölgelerine kurulan kapalı siteler, özelüniversiteler, gökdelenler... Kentsel dönüşüm uğruna yok edilen tarihle birlikteevlerinden sürülenler... Depremde iskambil kağıtları gibi yıkılan evlerde canınıkaybeden on binler... Sel felaketinde kilitli oldukları servis aracında boğularak ölenişçi kadınlar... Yerin 540 metre altında ölen 30 maden işçisi…

Tüm bunların sorumlusu işini bilmeyen mimarlar, şehir plancıları, inşaatmühendisleri mi, gözden kaçan bir takım detaylar, önlemler mi, doğal afetler mi,insanların aç gözlülüğü mü? Yoksa Zonduldak’ta yaşanan maden katliamının ardındanbaşbakan R. T. Erdoğan’ın utanmazca “Bu mesleğin kaderinde bu var” demesi gibikader mi? Aslında her biri birer oyalama, bilinç bulandırma taktikleri olan bugerekçelerin arkasında tek bir cevap yatıyor: Kapitalizm.

Kapitalist sistem artı değer sömürüsüne dayanır ve kendisini emek-sermayeçelişkisi üzerinden var eder. Yaşam alanını ise temel olarak kentlerde bulur. Bunun

doğal sonucu olarak da kentler kapitalist sistemin işleyiş yasalarına, yani onunihtiyaçlarına, taleplerine göre şekillenir. Ancak kentsel mekanlar sistemin

kendisini fiziksel olarak var etmesi için gerekli toprak parçası olmanınyanında, kapitalist sistemin kentsel mekanı bir rant alanı olarakkeşfetmesi ile birlikte bir meta olarak da değerlidir. Özellikle sermaye

birikiminin fazlalığından kaynaklı yaşanan krizlerde mekansaldüzenlemeler yapmak, yani yıkıp yeniden yapmak veya yapılaşmamış

alanlara yönelmek yerel ve uluslararası sermaye sahipleri açısından merkezive yerel yönetimlerin de desteğini alarak önemli bir krizden çıkış kapısı, hatta

kâr kapısı olarak durmaktadır. Kentsel dönüşüm projeleri üzerine kısa notlar…

Yıkıp yeniden yapmak noktasında bugün bize en güzel örnekleri kentsel dönüşüm-yenileme projeleri vermektedir. Yasalarla korunan(!) tescilli yapılarda bir tek çivi

çakmak için Koruma Kurulları’ndan izin almak gerekirken 2005 yılında çıkartılan“Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve

Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun”la yenileme alanı ilan edilenalanlarda tescilli yapılar dahi yıkılabilmektedir. Bizlere aynı zamanda

burjuva hukukunun nasıl işlediğine dair sadece küçük bir örnek veren buuygulamanın kamuoyunda da en iyi bilinen örneği Sulukule’de

yaşanmıştır. Yenileme projesi kapsamında yüzlerce yıllık geçmişiyle orada yaşayan

Romanlar’la var olan Sulukule yok edilmiştir. Sulukule’de yaşayanlara ise yeniyaşam alanı olarak kentin dışında Taşoluk TOKİ Evleri gösterilmiştir. Bu da sadece

ev sahiplerine ve kira sözleşmesi olan kiracılara dönük bir uygulamadır. OysaSulukule’de kira sözleşmesi olmayan pek çok kiracı bulunmaktaydı, onlar için göstermelik

de olsa bir çözüm önerisi getirilmemiştir. Bir Sulukuleli’nin “Burada paran olmuyor,bakkaldan yarım margarin, 50 gram çay, şeker alıyorsun. Taşoluk’ta kim kimi tanır,

kim kime verecek!” sözleriyle açıkladığı yaşam standartlarının ihtiyaçlarınıTaşoluk’taki TOKİ Evleri’nin ne kadar karşılayabileceği açıktır.

Benzer durumlar Tarlabaşı ve Fener-Balat’ta da yaşanmaktadır. Hikaye isehep aynıdır: Mekansal konumları ile kent merkezinde bulunan ve bazılarının

(Fener-Balat ve Tarlabaşı Kentsel Yenileme Alanları’nda karşımıza Erdoğan’ındamadına ait Çalık Holding çıkıyor) ağızlarını sulandıran alanlar önce çöküntü bölgesi,

hırsızlık, fuhuş yuvası, işgalcilerin yerleştiği alan ilan edilmekte, sonra da “dolayısıyla”buralarda bir iyileştirme yapılması öngörülmektedir. Kentsel yenileme bölgesi ilan edilen bu

alanlarda yenileme ve iyileştirme hedefinin akıbetinin ne olduğu ise açıktır. Binalarfiziksel olarak yenilenirken kullanıcıları da yenilenmektedir. Uygulamalar

sonucunda eski kullanıcılar büyük bir belirsizlik ve geleceksizliğeitilmekte, kente tutunma olanakları tamamen yok edilmektedir. Kentsel yenileme

projesi olmasa da bir dönüşüm bu alanlarda “soylulaştırma” kapsamında kendisini çokhissettirmeden, yavaş yavaş yaşanacaktır mutlaka. Ancak bu uygulamalarla fiziksel ve

Kapitalizmin kıskacında kentler Kapitalizmin kıskacında kentler felakete sürüklenmeye mecburdur…felakete sürüklenmeye mecburdur…

B.Bahar

Yıkıp yeniden yapmak

noktasında bugün bize en güzel

örnekleri kentsel dönüşüm-yenileme

projeleri vermektedir. Yasalarla korunan(!)

tescilli yapılarda bir tek çivi çakmak için Koruma

Kurulları’ndan izin almak gerekirken 2005 yılında

çıkartılan “Yıpranan Tarihi ve Kültürel

Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması

ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında

Kanun”la yenileme alanı ilan edilen

alanlarda tescilli yapılar dahi

yıkılabilmektedir. Bizlere aynı zamanda

burjuva hukukunun nasıl işlediğine dair

sadece küçük bir örnek veren bu

uygulamanın kamuoyunda da en iyi bilinen

örneği Sulukule’de yaşanmıştır.

32

Page 33: Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010

sosyal yapısı ile bir bütün olan tarihi-kültürel miras bir anda, topyekün yokedilmektedir, hem de büyük bir acımasızlıkla ve vahşi bir şekilde. Aslında tam dakapitalizmin kan ve gözyaşıyla beslenen vahşiliğine uyacak şekilde...

Kapitalizmin içinde barındırdığı çelişki kentlere yansımaktadır…

Sermayenin yapılaşmamış alanlara yönelmesiyle kentsel mekana yaptığımüdahaleleri ise İstanbul’da Boğaziçi gölgesinde yaşananlar üzerindenörneklendirebiliriz. Boğaziçi Kanunu kimi yerlerde (gecekondu alanı olaraktanımlanan) zamanında hazırlanmış planlarla yerleşim alanı ilan edilmişbölgelerlerdeki yerleşimleri yapılaşma yasağının olduğu öngörünüm bölgesinegirdiğini gerekçe göstererek yasadışı konut alanı ilan ederken, kimi yerlerde de aynıöngörünüm bölgesinde bulunan ancak yasadaki boşlukları değerlendiren(!) uygulamaları -kibunlar yüksek duvarlarla çevrili, bekçili, kameralı lüks siteler olmaktadır-meşrulaştırmaktadır. Ne de olsa kapalı siteler bu ayrıcalıklı kentsel alana hak ettiğibedeli ödeyebilmektedir. Ancak genellikle bu kapalı sitelerin çok yakınındakonumlanan, zamanında sanayileşmenin başlaması ile birlikte barınma sorunungiderilmesi için işçi ve emekçi ailelerinin oluşturduğu gecekondu bölgeleri isegünümüzde Boğaziçi bölgesine biçilen rant değerini karşılayamamaktadır. Budurumda da yerel yönetimlere düşen görev yeri geldiğinde zamanında oy toplamaaracı olarak dağıtılan tapuları geçersiz hale getirmek, yeri geldiğinde altyapı,yasallaştırma ile ilgili verilmiş sözleri unutarak bu alanlarda gerekli dönüşümlerisağlayabilmek için uygun düzenlemeleri yapmak olmaktadır. Bu örnek de bizlereburjuva hukukunun işleyişiyle ilgili küçük bir örnek daha verirken, bir yandan da emek-sermaye çelişkisinin barınma alanlarına yansıyan açık bir örneğini göstermektedir.

Kentler bugün kapitalist düzenin aynasıdır,

nasıl ki yarın kurulacak sosyalist düzende de onun aynası olacaksa…

Emek ve sermaye arasında giderek artan çatışma kent mekanında burjuvaların ve işçi-emekçilerin barınma, yaşama alanlarının da birbirlerinden keskin sınırlarla ayrışması,burjuvazinin duyduğu büyük korkuyu yaşam alanlarına dikenli teller çekip, kameralaryerleştirip, silahlı bekçiler dikerek aşmaya çalışması, ücretli köle olarak çalışan ve hergeçen gün fakirleşen işçi ve emekçilerin kentin çeperlerine itilmesi ile rahatçagözlemlenebilmektedir. Ancak kimi zaman kentin çeperlerinde dahi olmak kenttebarınabilmeye yeterli olamamaktadır. Ayazma/Tepeüstü Kentsel Dönüşüm Projesikapsamında evleri yıkılan ve 2 yıla yakın çadırlarda yaşamak zorunda kalankiracı aileler 2008 yılında Küçükçekmece Belediye Başkanı Aziz Yeniay’dankonut sözü almışlardır. Ancak 2 Şubat 2010’da gerçekleştirilen konutkuralarında aileler kendilerine peşinatlarını ödemeleri mümkün olmayanevler verileceğini anlamışlardır. Ayazma’da kiracı aileler KüçükçekmeceBelediyesi önündeki parkta çadırlarını tekrar kurarak her gün oturma eylemiyapıyorlar, sadece barınma haklarını elde edebilmek için.

Kent merkezlerinde ise maksimum yükseklik seviyesi mevcut imar planlarındayapılan tadilatlarla her geçen gün artmakta, kenti kapitalizmin güç simgesigökdelenler, onun tüketim alışkanlığının ihtiyacını en iyi karşılayan hali alışverişmerkezleri sarmaktadır. İstanbul’un elinde kalan son orman alanları ve su havzalarındangeçmesi planlanan 3. köprünün güzergahı başbakan, ulaştırma bakanı ve büyükşehirbelediye başkanı tarafından helikopter turu gibi bilimsel(!) bir yöntemle belirlenmekte,bir yandan da İstanbul’un ulaşım sorununu çözeceği iddia edilen 3. köprügüzergahında başbakana yakınlığı ile bilinen ÜLKER, FİBA gibi markalar arazitoplamaktadır.

Yaşanabilir bir kent için mücadele vermek, sosyalizm için

mücadele vermekten ayrı değerlendirilemez!

Kapitalizmin anarşik işleyişine uygun olarak kentlerde bugün bir kaos vekarmaşa hakimdir. Bu tabloda kentlerde yaşanan pek çok sorun, bugün hayatındiğer tüm alanlarında yaşadığımız sorunlar gibi çözümsüz gösterilmeyeçalışılmaktadır. Ancak tüm bu aldatmacalarla birlikte bugün kapitalist sistemsaldırılarını her geçen gün arttırır, sömürüyü inanılamaz boyutlara getirirken,fabrikalarda, işyerlerinde, zindanlarda, üniversitelerde, kentsel dönüşümbölgelerinde, kısacası hayatın her alanında direnmeye, mücadele etmeye,taleplerimizi haykırmaya devam etmek bizler için yaşamsaldır. Bu noktada önemliolan ise 4C’ye hayır diyerek direnen TEKEL işçilerinin özlük haklarını gerikazanmasının da, üniversitelerimizde direnerek kazanacağımız parasız eğitimhakkının da, sermayeye peşkeş çekilmeye çalışılan Fener-Balat’ta rantsal dönüşümprojesinin durdurulmasının da kısacası bu sistemde elde edilebilecek tümkazanımların garanti altına alınmasının özel mülkiyete dayalı kapitalistsömürü düzeninin yıkılıp sosyalizmin gelmesiyle olacağının bilinciylehareket etmektir. Yaşanabilir bir kent de ancak böyle bir mücadeleylekazanılacaktır. Gerçek anlamda insanca bir yaşamı sağlayacakdeğişimin-dönüşümün gerçekleşmesi ancak sosyalizmle olacaktır. 33

...kısacası bu sistemde elde

edilebilecek tüm kazanımların

garanti altına alınmasının özel

mülkiyete dayalı kapitalist sömürü

düzeninin yıkılıp sosyalizmin gelmesiyle

olacağının bilinciyle hareket etmektir.

Yaşanabilir bir kent de ancak böyle bir

mücadeleyle kazanılacaktır. Gerçek

anlamda insanca bir yaşamı sağlayacak

değişimin-dönüşümün gerçekleşmesi

ancak sosyalizmle olacaktır.

Page 34: Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010

Sermaye tarafından “2010 Avrupa Kültür Başkenti” ilan edilenmarka kent İstanbul Haziran ayının ilk haftasında yoğun sağanakyağmurun etkisiyle bir kez daha felç oldu. İstanbul ve çevresi ikigündür yine kelimenin gerçek anlamıyla bir felâketle karşı karşıya.Kentsel dönüşüm projeleri, 3. köprü projesi gibi rant projeleriylesermayenin yağmasına açılan İstanbul’da sağanak yağmur seledönüştü. Geçtiğimiz yıl yaşanan ve İstanbul’da tekstil işçisi 7 kadınınkatledildiği sel felaketinde ortaya çıkan manzaranın bir benzeri yineyaşandı.

İstanbul’da dün sağanak yağmur nedeniyle ilk ve orta dereceliokullar tatil ettirilirken bugün etkisini daha da arttıran sağanak yağmurİstanbul’u felç etti. Birçok ev ve işyerini su basarken, bazı yollardatrafik felç oldu.

İstanbul felç oldu

Kenti etkisi altına alan sağanak yağış; Kadıköy, Üsküdar, Pendikve Tuzla başta olmak üzere Anadolu Yakası’nda etkili oldu. Yağışnedeniyle Ümraniye, Pendik ve Tuzla’da bazı ev ve işyerlerini de subastı. Sağanak yağış, benzer her doğa olayında olduğu gibi metrobüsulaşımını da etkiledi. Anadolu Yakası’nda Acıbadem’deki metrobüsdurağını su bastığı için seferler yapılamadı. Sabah metrobüse binmekisteyen pek çok kişi mağdur oldu.

Belediye işçisi suya kapıldı

Kadıköy ilçesindeki Kurbağalı Dere aşırı yağış nedeniyle taştı.Taşma sonucu sular, Fikirtepe Köprüsü ile Mandra Caddesi’ni etkisialtına aldı. Köprü ve Mandra Caddesi’ndeki onlarca araç mahsurkaldı. Mahsur kalan araçlar ile içindekilerin kurtarılması için olayyerine çok sayıda iş makinesi, itfaiye aracı, ekip ve ambulans sevkedildi. Kurtarma çalışmaları sırasında bir belediye işçisi dereye düştü.Sulara kapılan işçi, hayatını kaybetti.

Avrupa Yakası da felç...

Yağış Avrupa Yakası’nda da etkisini gösterdi. Yağış nedeniyle bazırögarlar tıkanırken, yollarda ve alt geçitlerde su birikintileri meydanageldi. Bazı araçlar yollarda kaldı, sürücüler trafikte ilerlemektezorlandı. Fatih’te Fevzi Paşa Caddesi’nde rögar kapakları yağmursuyunu taşıyamadı ve taştı. Acıbadem’deki metrobüs durağını subastığı için seferler yapılamıyor. Sabah metrobüse binmek isteyen pekçok vatandaş mağdur oldu.

“Doğal felaket” işçi-emekçileri vuruyor

Görülüyor ki, bu sömürü düzeni yüzünden ne bugünü ne de yarınıgüvence altında olan milyonlarca işçi ve emekçi, en izbe, en sakat, ensağlıksız alanlarda yaşamaya mahkûm edilirken, seller, depremler,

tsunamiler, dünyanın neresinde olursa olsun her daimişçi ve emekçileri vuruyor. Ve bunun adına “doğalfelâket” ve “kader” diyor burjuva sömürücüler sınıfı.

Oysa açıktır ki, bu “doğa” tam da, emeği, toprağı, suyu, havayısınırsızca sömürerek varlığını sürdürebilen kapitalizmin doğasıdır!Tüm kenti asfalt ve beton yığınına çevirip yağmuru çekecek toprakbırakmayan, altyapıyı ölü bir yatırım alanı olarak görüp mümkünolduğunca el atmayan, zenginleri saray yavrusu konaklarda yaşatırken,yoksulları izbelere tıkan bu sistemin “doğa”sıdır.

Bugün gecekondularda yaşamakta olan yoksul emekçilere sağlıklı,kalıcı ve güvenli bir barınma olanağı sağlamayan asalak kapitalistlersınıfı ve onlar adına ülkeyi yönetenler, milyarlarca lirayı bu ülkenin vediğer ülkelerin emekçilerini, yoksullarını katletmekte kullanılmaküzere silahlara yatırmaktadır. İşte bu düzenin gerçek öncelikleri vegerçek yüzü budur!

Evet, yağmur atmosferik bir olay olarak yeryüzü doğasınıneseridir, ama onun kentlerde sele dönüşüp emekçileri yutması bizzatsermaye düzeninin yarattığı bir felâkettir.

Bugün “doğal afet” veya “kader” olarak görmemiz istenen sellerve diğer doğa olaylarıyla ve “kentsel dönüşüm” gibi yıkımprojeleriyle, sorunun hiç de çözülmemiş olduğu açığa çıkmaktadır.Aksine, yanlış üstüne yanlışın inşa edildiği sorun daha da içindençıkılmaz bir hal almıştır.

Düzen medyası ve partileri

hedef saptırıyor

Yine diğer düzen partileri gerekli önlemleri almayan AKP’yi teksuçlu ilan ederek siyasi rant peşinde koşuyor. Burjuva medya ise,olaya “ihmal” penceresinden bakarak suçlu arama peşinde: İhmalkârhalk, ihmalkâr belediye, ihmalkâr yöneticiler! Ama asla, sermaye,onun dizginsiz kâr hırsı ve bu temele oturan sömürü düzeni yok suçlulistelerinde. Medyasıyla, siyasetçisiyle, bürokratıyla düzensözcülerinin ve kurumlarının gerçek suçluyu ağızlarına almalarıelbette beklenemezdi. Oysa gerçek suçlu olan sermaye düzeni bir kezdaha çırılçıplak karşımızda duruyor.

Bu düzenin yarattığı her bir felâket, insanlığın kurtuluşunun bukanlı sömürü sisteminin yıkılmasına bağlı olduğunu bir kez dahagösteriyor.

Gelecek ellerimizde,

düzene karşı mücadelede!

Açıktır ki, yoksul işçi ve emekçi kitleler için düzen içinde bireyselkurtuluş yolları aramak çare değildir. Bu düzenden insanların en temelsorunlarına bile genel ve kalıcı çözümler beklenemeyeceği bir kezdaha bir yağmur vesilesiyle bile açığa çıktığına göre, çare bunu kendiellerimizle gerçekleştirmektir. Bunun yolu da bu düzene karşı örgütlümücadeleden geçiyor!

(www.kizilbayrak.net sitesinden alınmıştır.)34

Yağmur değil, Yağmur değil,

bu düzen bir felakettir...bu düzen bir felakettir...

Page 35: Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010

35

Hasankeyf ve Dicle

Vadisi UNESCO’nun

Dünya Mirası

koşullarının onda

dokuzunu taşıyan tek

yerdir. Hasankeyf ve

Dicle Vadisi’nin

önemini vurgulamak

için birkaç örneğe

bakmakta yarar var.

Çin Seddi 5, Piramitler

3 ve Kapadokya 2

kriter ile UNESCO’nun

Dünya Mirası

listesinde yerini

alırken, onda dokuz

kritere sahip bir

bölgenin sular altında

kalmasına göz

yumulmaktadır.

Sermaye sahipleri kredi imkânı sunarak destekledikleri baraj inşaatı gibi projelerle sadece kısa veyauzun vadede kâr etme düşüncesiyle hareket ederken, tabi ki doğal, kültürel ve tarihi değerleriumursamazlar.

Öte yandan sermaye sahipleri bazı kültürel, sanatsal ve bilimsel etkinliklere/projelere sponsor olaraketkinliğin/projenin gerçekleşmesi için gereken maddiyatı sağlar. Bu etkinlikler/projeler arkeolojikkazılardan film festivallerine, resim sergilerinden edebiyat etkinliklerine kadar geniş bir kültürel alanıkapsar.

Garanti Bankası, Akbank ve Ilısu Barajı örneği üzerinden gidersek...

Akbank pek çok konserin, serginin, film festivalinin gerçekleşmesine ön ayak olmuş maddi desteksunmuş bir bankadır. Hatta kültür sanat kaygıları o kadar güçlüdür ki(!) Beyoğlu’nda çok yönlü bir sanatevleri vardır. Akbank bu etkinlikleri yaparken ortaya bir para koyar ama bu sefer bu paradan kâr etmekaygısı gütmez. Paranın geri dönüşümü imaj tazeleme, reklam ve halkla ilişkiler etkinliği olarak sağlanır.İnsanlar bu sermaye kuruluşunun kültür sanat alanında ne kadar duyarlı olduğunu düşünür.

Diğer taraftan Akbank Hasankeyf’i suları altına alacak Ilısu Barajı’na kredi sağlar. Yine ortayakoyulan bir para vardır. Fakat bu sefer paranın geri dönüşümü daha fazla para olarak sağlanacağı içingünümüz kültür sanatına değer veren Akbank, günümüz insanının kültür sanat gelişimine ön ayak olmuşeski medeniyetlerin bıraktıkları tarihsel kültürel mirası umursamaz. Zaten o medeniyetler, o milletlerölmüştür. Ölü bir birey bankaya para yatırmaz, sigorta yaptırmaz, faiz karşılığı kredi almaz vs. Durumböyle olunca da ölü bir medeniyetin kültür sanat varlıklarına sponsor olup da onlara reklam yapmanıngereği kalmaz. Öte yandan insanların pek çoğunun geçmişe, tarihi eserlere ve doğal güzelliklere duyarsızolduğu ve insanlara bu olayı duyuracak toplu iletişim araçlarından olan medyanın, doğal olarakmülkiyetinde bulunduğu sermayedarlardan yana saf tuttuğu göz önüne alınırsa Hasankeyf gibi bir yerinyok edilmesi kolaylaşmaktadır.

Vizyon, misyon ve değerlerini anlatırken “Topluma, doğal çevreye ve insanlığa yararlı olmak içinazami çaba gösteririz” söylemiyle insancıl ve çevreci bir imaj çizmeye çalışan Garanti bankası IlısuBarajı’na kredi verip doğal çevreye ve insanlığa ne kadar yararlı olduğunu göstermektedir. IlısuBarajı’yla Hasankeyf gibi tarihi kültürel bir miras yok olacak. Ayrıca pek çok hayvan ve bitki yaşamalanını kaybedecektir. Ve insanlar da buna dahildir.

Hasankeyf ve Dicle Vadisi UNESCO’nun Dünya Mirası koşullarının onda dokuzunu taşıyan tekyerdir. Hasankeyf ve Dicle Vadisi’nin önemini vurgulamak için birkaç örneğe bakmakta yarar var. ÇinSeddi 5, Piramitler 3 ve Kapadokya 2 kriter ile UNESCO’nun Dünya Mirası listesinde yerini alırken,onda dokuz kritere sahip bir bölgenin sular altında kalmasına göz yumulmaktadır.

Ilısu Barajı ile 10 bin yıllık Hasankeyf ve 20 medeniyete ait sayısız tarihi eser sular altında kalacak.Ayrıca çeşitli memeli hayvanlar, sürüngenler, kelebekler, kuşlar, balıklar ve bitkiler yaşam alanlarınıkaybederek ortadan kalkacaklardır.

Bir yandan sponsorluğuyla pek çok kültürel-sanatsal etkinliğin gerçekleşmesini sağlayarak çağdaşkültür-sanat gelişimine ve yayılımına katkı sunan sermaye, bir taraftan tarihi, kültürel ve doğal mirasınyok olacağı projelere kredi desteği sunar. Bu döngü sermayenin egemen olduğu sistem içinde kendiçıkarları uğruna yarattığı onlarca çelişkiye örnektir. Çıkarları uğruna yeri geldiğinde insan sağlığını,güvenliğini ve hayatını gözden çıkaran sermayedarların, tarihi, kültürel ve doğal mirasları hiçe saymasışaşırtıcı değildir.

Mimar Sinan GSÜ Arkeoloji bölümünden bir EG okuru

X/Y Sermayesi X/Y Sermayesi

Kültür ve Sanat Merkezi...Kültür ve Sanat Merkezi...

Page 36: Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010

15-16 Haziran 1970, Büyük İşçi Direnişi’nin 40. yıldönümündeyiz.40 yılın ardından bugün, işçi sınıfının gücünü dosta düşmana gösterenTEKEL direnişinin yaşandığı ve tersinden sendikal bürokrasinin işçisınıfına açık ihanetinin sahnelendiği bir süreçten geçiyoruz. Böylesibir süreç içerisinde 15-16 Haziran’ın açığa çıkardığı Türkiye işçisınıfının yıkıcı gücünün tarihsel anlamını değerlendirmekgerekmektedir.

Öncelikle 15-16 Haziran 1970’in kısa tarihsel anlatımıylabaşlayalım.

1970 öncesi işçi sınıfı Saraçhane mitingi ve Kavel direnişleriylebaşlattığı süreçte çok sayıda grev, direniş, fabrika işgali vb.gerçekleştirmişti. 15-16 Haziran direnişiböylesi bir birikimin üzerindenyükseliyordu. 1970’te, çalışma yaşamınıve temel sendikalar mevzuatınıdüzenleyen 274 sayılı İş Yasası ile 275sayılı Sendikalar Yasası’nda değişiklikyapan tasarı, Adalet Partisi ve CumhuriyetHalk Partisi’nin işbirliğiyle önce MilletMeclisi’nden, ardından ise Senato’dangeçirildi. İşçilerin sendika seçmeözgürlüğünü önemli ölçüde kısıtlayan,sendika değiştirmeyi güçleştiren yasataslağı, 11 Haziran 1970’teCumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ınonaylamasıyla yürürlüğe girdi. Böyleceişçi sınıfı bir saldırıyla daha yüz yüze gelmişti. Amaçlanan, devleteliyle kurulan Türk-iş’ten, işçilerin mücadele eğilimiyle kurulanDİSK’e işçi geçişini engellemekti. Türkiye işçi sınıfının o tarihe dekmücadelesiyle kazandığı hakları ellerinden almak demekti bu. VeTürkiye işçi sınıfı da somut kazanımlarını korumak için sokaklarıdoldurarak, militan eylemler gerçekleştirdi. İşçiler sermayeninordusuyla karşı karşıya gelerek, barikatları aşarak İstanbul’unmerkezine aktılar.

15 Haziran 1970 sabahı, İstanbul’un belli başlı merkezlerine doğruyürüyüş başladı. Her iki yakada da işçilerin sanayi havzalarındabaşlattıkları yürüyüş, fabrikalardan katılımlarla büyüyerek şehirmerkezlerine dek indi. İstanbul’un iki gün boyunca süren bir nevi

işgaline, pek çok fabrikadan içlerindeTürk-İş üyesi işçilerinin debulunduğu 100.000’i aşkın işçi

katıldı. Burjuva

kodamanları, “devrim” korkusuyla İstanbul’u terk ettiler. Direnişinbirinci günü akşamı Bakanlar Kurulu 60 günlük bir sıkıyönetim ilanetti. Kadıköy’de meydana gelen çatışmalarda 3 işçi şehit düştü.

Direniş, işçilerin “Vilayeti alalım!” şiarıyla bambaşka bir yöneevriliyordu. Sınıf, bağımsız siyasal çizgisinin ve öncüsünün eksikliğikoşullarında dahi kitleselliği ve militanlığı ile DİSK’e hakim olanburjuva sosyalist anlayışı aşmaktaydı. DİSK’in çizgisini aşan eylem,bu kez karşısında DİSK’i buldu ve devletin ordusuyla-polisiyleyapamadığını yapmak DİSK’e düştü.

Dönemin DİSK Genel Sekreteri Kemal Türkler şöyle diyordu:“Girişilen tahripkar eylemle bir ilgimiz olmadığını İçişleri Bakanına

söyledik. Ve kesinlikle de bu tahripkarolayları tasvip etmediğimizi bildirdik.Ayrıca da işçilere de radyoda biruyarma yaparak kötü cereyanlara aletolmamalarını istedik.” Radyokonuşmasını DİSK Genel BaşkanıKemal Türkler yapıyordu. Anayasayabağlılığını bildirerek, işçi sınıfınınsokaklarda karşı karşıya geldiğisermayenin ordusunu, “gözbebeğimizşerefli Türk Ordusu” ilan ediyordu.

15-16 Haziran sadece yürürlülüğekonmak istenen sendikalar yasasınakarşı gelişen bir hareket değildir. Ancak

son ivmesini bu yasadan aldığı da bir gerçektir. Zira işçi sınıfı, DİSK’iburjuvaziden koparıp aldığı kazanımların somut ifadesi olarakgörüyordu. Ve işçi sınıfı 15-16 Haziran’ı önceleyen süreçte dışavurduğu mücadele eğilimini DİSK’i savunma şahsında doruknoktasına ulaştırmıştır. 15-16 Haziran’ı yaratan, gelişen sermayeninkendisiyle beraber geliştirdiği işçi sınıfı ve onun öfkesidir. Sınıf,önüne çıkan tüm barikatları aşa aşa üç şehit vererek şehrin merkezinedek inmiştir. Yıkıcı gücünü açığa çıkarmış, haklarını korumak içindişe diş mücadele etmiştir. Yapılan uyarılarla, engellemelerle direnişhız kesmiştir, ancak, 15-16 Haziran’ı erteleyen günlerde Türk Demir-Döküm, Sungurlar, Derby, Otosan, Rabak fabrikalarında iş durdurmave yavaşlatma eylemleriyle direniş sürdürülmüştür.

15-16 Haziran bugün daha aşılabilmiş değildir. Ancak işçi sınıfıdönem dönem biriktirdiği öfkeyi dışa vurmaktadır. 2009 yılı boyuncaartan mevzi direnişler doruk noktasına TEKEL direnişiyle ulaşmıştır.TEKEL direnişi gelinen yerde sendikal bürokrasiyle hesaplaşmabilincini de açığa çıkararak sınıfa kattığı deneyim ve derslerizenginleştirmesini de bilmiştir. Ve elbette ki aynı 15-16 Hazirandirenişin de gösterdiği gibi, işçi sınıfının, kendi bağımsız devrimciçizgisine önderlik edecek sınıfın komünist partisinin şiarları altındabirleşmedikçe kararlılıkla yürüyemeyeceğini tekrar kanıtlamıştır.Sendikal bürokrasi işçi sınıfının önünde aşılması gereken bir barikattır.Bu barikat aşıldığında işçi sınıfının gücü ehlileşme kanallarındandevrimin altüst edici kanallarına akacaktır. Bunun somut örneğidir 15-16 Haziran direnişi!

15-16 Haziran direnişi, işçi sınıfının yıkıcı gücüyle tüm toplumsaltabakaları arkasına katarak burjuvaziye nasıl korku saldığınıgöstermiştir. 15-16 Haziran’ın deneyimi ile işçi sınıfı yolunuyürümeye ve bu yolu yürürken de her deneyimden öğrenerekkapitalist toplumu kökünden sarsacak, yıkacak, yerine yinedeneyimlerinin ışığında Paris Komünü’nden, muzaffer EkimDevrimi’nden öğrendiği gibi kendi diktatörlüğünü ilan edecektir.

15-16 Haziran Direnişi ışığında,

sendikal bürokrasi engelini aşmak ve

sınıfla bütünleşmek için ileri!

36

Page 37: Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010

37

2 Temmuz 1993... Sivas’tan yükselen bir ateş,bir can pazarı. Sermaye devleti eliyle kışkırtılandinci gericilerin ve şeriat yanlılarının yapmışolduğu katliamdır, Madımak.

Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin 1978’denberi düzenlemekte olduğu Banaz Pir Sultan AbdalŞenlikleri’nin daha kalıcı, daha etkin olması için1993 yılında sıkı bir hazırlık yürütülmüştü.Gerçekleştirilecek olan etkinlik için kitleörgütlerine ve Alevi çevrelere birlik sağlanmasıadına çağrılar yapılmıştı. Sivas’ın merkezindegerçekleştirilmesi düşünülen bu etkinliğe tanınmışyazarlar, sanatçılar davet edilmişti. Bu etkinliğinbir şenlik havasında geçmesi düşüncesi hakimdi.Fakat bu kimilerini rahatsız edecekti.

1 Temmuz sabahı Sivas’a davetliler gelmeyebaşlamış, her şey planlandığı gibi yolundagitmekteydi. Diğer yandan etkinlik, konuşmalar,söyleşiler, deyişlerle gerçekleşmekteydi. Bu sürezarfında ters giden hiçbir şey olmamıştı. Tarih 2Temmuz’u gösterdiğinde ise Banaz’daki gericiyobaz-şeriatçı birliklerin gerçek yüzleri ortayaçıkmıştı. 15 gün önceden yapılmıştı katliamplanları. İlk gün şeriatçı yobaz sürüleri pusudabeklemiş ve saldırı için Cuma gününü seçmişlerdi.2 Temmuz günü Cuma namazından çıkankalabalık, provakatörlerin kışkırtmasıyla hareketegeçti. Önce etkinliklerin yapıldığı KültürMerkezi’ne yürüdü gerici güruh. Daha sonra daSivas katliamının yaşanacağı Madımak Otelikuşatıldı. 8 saat boyunca süren bu zulümdeinsanlar, boş yere güvenlik güçlerinden yardımistediler. Çünkü polis ve asker zaten oyunun birparçası olduğundan sesleri duymuyorlardı. Sonuç,35 can...

Sadece 35 can mıydı yanan, yakılan? Elbette kideğil. Bir toplumu, bir inancı yakmayaçalışmışlardı. Fakat Sivas’ta yanan 35 cana karşıkitleler vardı, unuttukları. Sermaye devletininbizzat yapmış olduğu katliamların ilki bu değildi.12 Eylül öncesinden başlamıştı bu zulümlere.Namlularını çevirdikleri yerler Maraş’tı,Çorum’du...

Zorba ve baskıcı sermaye devletinin amacı,toplum üzerinde kendi baskı aygıtlarını kullanarakegemenliğini sürdürmekti. Alevi-Sünni çatışmaları,işçi ve emekçilere yönelik tutum, faşist bilincinkoyu bir biçimde aşılanması ve sermaye devletininyardakçılığını yapan basın... Bunları göz önündebulundurduğumuzda 17 yıl öncesinde yaşanan buacı olayın yaşanmasında kimlerin ne şekilde bukatliama destek verdiği alanen görülmektedir.

Kendi himayesi altında beslediği yobazsürülerinin yaptıklarını görmezden gelen, hattaonları kışkırtarak oradaki halkı da kullanan faşistdevlet, yapılan planın istediği gibi gittiğinden emin

olunca timsah gözyaşlarıyla olayı savuşturmayaçalıştı. Dökülen o gözyaşları yakılan ateşisöndürememiş, aksine halkın yüreğindeki külleritekrar alevlendirmiştir. Kimse söylenen yalanlara,oynanan oyunlara, kurulan tuzaklara kanmamış vekanmayacaktır.

Bu cinayeti işleyen katilleri o çok savunduklarıhukuk sisteminin açıklarında, çarpıklıklarındakendi elleriyle kaybettiler. Madımak katliamınıoldu bittiye getiren ve hiçbir hesap vermemecüretinde bulunanlar, günümüzde yaptıkları “Aleviaçılımı” safsatasıyla halkın gözünde prestijyakalamaya çalışmaktadırlar. Fakat son süreçteaçılım adı altında yaptıkları düzenbazlıklar,sahtekarlıklar, tansıklıklar ve komplolarlayazdıkları senaryoların tuzağına düşmemek içinmücadele verilmektedir. Devrimci ve ilericigüçlerin unutturulmak istenenlere karşı verdiklerihaklı mücadeleyi sonuna kadar sürdürecekleriakıllardan çıkmamalıdır.

Yakan da yaktıran da devlettir. O günMadımak’ta Alevileri hedefleyen mezhepselkatliam ile bugün ülkenin çeşitli noktalarındayapılan katliamlar arasında özünde bir farklılıkyoktur. Kontra devlet ayakta kalabilmek içinörgütlüyor bu katliamları.

Kurdukları kirli çarkın her dişlisinde ezilen veezilmekte olan halkların kanları bulunmaktadır.Çeşitli kodlamalarla kutuplaştırılan bu halklar tekbir şeyin farkında olmalıdır. Bu sistemin tümçarpıklıklarını, pisliklerini ve alçaklıklarınıtemizleyecek olan işçi sınıfı önderliğindegerçekleşecek olan o büyük altüst oluştur. Ve bizburadan bir kez daha şiarımızı en yüksek sesledillendiriyoruz.

Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz!

Sivas’ta yakan, katliamlarla beslenen

sermaye devletidir!

Kendi himayesi

altında beslediği yobaz

sürülerinin yaptıklarını

görmezden gelen,

hatta onları

kışkırtarak oradaki

halkı da kullanan faşist

devlet, yapılan planın

istediği gibi gittiğinden

emin olunca timsah

gözyaşlarıyla olayı

savuşturmaya çalıştı.

Dökülen o gözyaşları

yakılan ateşi

söndürememiş, aksine

halkın yüreğindeki

külleri tekrar

alevlendirmiştir. Kimse

söylenen yalanlara,

oynanan oyunlara,

kurulan tuzaklara

kanmamış ve

kanmayacaktır.

Page 38: Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010

38

Merhaba yoldaşlar,Filistin’de bir çocuğa soruyorlar “Devrim nedir?”

diye. Sıkılı yumruğunun içindeki taşı gösteriyor “İştebudur?” diyor.

31 Mayıs günü İsrail devleti, Gazze’ye insaniyardım götüren gemilere baskın düzenledi. Öyle birbaskın ki, 10’un üzerinde ölü ve onlarca yaralı var.Hatta gözaltında tutulanlar da var. Peki, nerden geliyorİsrail devletinin bu pervasızlığı?

ABD ile beraber sırt sırta vermelerinden geliyoröncelikle. Emperyalistler arasıişbirliğinin, tüm dünyayı kangölüne çevirenemperyalistlerin geldiğinoktayı gösteren birpervasızlık bu. Ancak busaldırıya çok da şaşırmamakgerekiyor. Çünkü yıllardırFilistin’de kadın-çocuk-yaşlıdemeden önüne gelenikatleden bir mantık(sızlık) varkarşımızda. Bu mantık, elbettesınıfsal bir mantık.Ortadoğu’yu kan gölüneçeviren, bir milyona yakın insanı Irak’ta katlettiğibilinen bir emperyalist güç ile işbirliği yapan birdevlet neden bu gemilere de saldırmasın? 9-10yaşındaki çocuklara tanklarla saldıranlar, Faris’ikatledenler neden bu gemiye saldırmasın ki?

Saldırı uluslararası sularda olmuş. Bu yüzdenmeşru(!) değilmiş. Peki, Irak ABD’nin veya Filistinİsrail’in toprağı mı? Yok değilse buralardakikatliamlara neden şaşırmıyor insanlar? Yoksa alışıldımı? Belki bu gemi saldırılarına da alışacak insanlar.Ama iki türlü şaşırmama hali vardır. Birisi alışılır veelinden bir şey gelmeyeceğini düşünerek şaşırmamak,bir diğeri çözüm yolunu bilerek, gereğini yaparak, budüzenin nasıl işlediğini görerek şaşırmamak. İlkifenadır, ikincisi doğrudur.

Bu emperyalist güçler karşılarında ezilenhalklardan oluşan bir barikat bulmadıkları sürece bupervasızlıklarına devam edeceklerdir. Geminin insaniyardım malzemesi götürmesi önemli değildir. İsterseboş gitsin, İsrail için fark eder mi? Mesele, onunkriterlerinin, onun çizdiği sınırların çiğnenmesidir. Onyıllardır Filistin halkını ortadan kaldırmaya çalışanlar,Filistin’i bölüp parçalayıp kocaman hapishanelereçevirenler, 1,5 milyonluk Gazze’de 1,5 milyonluk birhapishane yaratmışlardı. Hatta Gazze için görüldüğüüzere giriş yasağı da vardır.

Gemiler arasında Türkiye’den de bir gemi var. Vegemilerde birçok ülkeden birçok temsilci var. Elbetteburjuvazinin temsilcileri veya bu zeminde politikayapanlar... Bu baskına şaşırılmasının nedeni de bu olsagerek. Bir halk katledilirken, işçi-emekçilerkatledilirken sorun yok ama bu düzen içerisinde hatırı

sayılır bir yeri olanlar katledilince kıyametkoparılıyor. İşte sınıfsal bakışın sonucu.

Peki, TC’nin tutumuna ne diyeceğiz? Sözdekıyamet koparanlardan Başbakan, Davos’taki gibi “lafvar icraat yok” misali “bu bir devlet terörüdür” diyor.Ama sözde “kıyamet”, “one minute” sürüyor ve İsrailile ilişkilerimiz, ortaklığımız bitmedi diyor.

Bülent Arınç “kınıyoruz” diyor. Ama “kimseİsrail’e savaş ilan etmemizi beklemesin” de diyor.Hatta İsrail’le yapılan ekonomik ve askeri ilişkilerindondurulmasının söz konusu olmadığını söylüyor. Her

nedense gemileringitmesinin hükümet projesiolmadığını da ekliyor. Belkiilerde pazarlık için işlerineyarar.

Üç askeri tatbikat ve birfutbol maçı iptal ediliyor.İsrail’e tepki için yapılmışbu iptaller. Ve “hükümettensert tepki” başlıklarıylaçıkıyor gazetelerde. Peki,hükümet bu adımlarıİsrail’e yaptırım uygulamak

için mi, yoksa Türk işçi-emekçilerinin haklıöfkesinden ve tepkisinden korktuğu için mi atıyor?Elbette ikincisi. Korkuyor çünkü kendisineyönelebileceğini biliyor. Bu konuda da haklı. Ancakekonomik-ticari anlaşmaların hepsi aynen duruyor.“Stratejik ortaklık” devam ediyor. Çünkü temsilettikleri sınıfın çıkarları bunu gerektiriyor.

Elbette bugün Gazze’ye, Filistin halkına verileceken büyük destek yardım gemileriyle olmayacaktır.Ağlayarak dövünerek, “uluslararası kamu vicdanınınderinden yaralanması” (Abdullah Gül) sonucunda“uluslararası hukuk”un vereceği tepkiyle deolmayacaktır. Bu Güvenlik Konseyi’nin toplanmasıise emperyalistlerin kendi çıkarlarına uygun yenidenkonumlanmasından öte bir anlam taşımayacaktır.

31 Mayıs günü başta gemilerdeki 800 kişi olmaküzere tüm dünya on yıllardır Filistin halkının her günyaşadığı vahşete tanıklık etti, canlı canlı. Ezilenhalklar ve işçi-emekçiler ayağa kalkıp yumruklarınısıkmadıkları sürece emperyalistlerin-siyonistlerin bupervasızlıkları sürecektir. Zira bugün dünyaüzerindeki her karış toprağın ve her damla suyunhakimiyeti onların elindedir. Buna son verecek olanezilen halkların mücadelesinin büyütülmesidir. Bukonuda bize düşen görev de bu mücadeleye en büyükkatkıyı sağlayacak olan, emperyalist-kapitalist dünyazincirindeki kendi halkamızı koparmaktır. Elbetteelinde sadece taşı değil yüreğini ve geleceğini detutan, tankın karşısındaki Faris’in cüretinikuşanarak…

Onur İnceSincan 1 No’lu F tipi

Tutsak yoldaşlardan mektup...

“Avucumuzda yüreğimiz ve

geleceğimizle Filistinli Faris’in cüretini

kuşanalım!”

Ezilen halklar ve

işçi-emekçiler ayağa

kalkıp yumruklarını

sıkmadıkları sürece

emperyalistlerin-

siyonistlerin bu

pervasızlıkları

sürecektir. Zira

bugün dünya

üzerindeki her karış

toprağın ve her

damla suyun

hakimiyeti onların

elindedir. Buna son

verecek olan ezilen

halkların

mücadelesinin

büyütülmesidir. Bu

konuda bize düşen

görev de bu

mücadeleye en

büyük katkıyı

sağlayacak olan,

emperyalist-

kapitalist dünya

zincirindeki kendi

halkamızı

koparmaktır.

Page 39: Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010
Page 40: Ekim Gençliği / Sayı: 126 - 2010