122

“Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

  • Upload
    others

  • View
    11

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya
Page 2: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

Doç. Dr. Soyalp TAMÇELİK (Editör)

2011’de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti“Fırsatlar ve Tehditler”

K.K.T.C. Cumhurbaşkanlığı Katkılarıyla

Page 3: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

2011 YılındaKuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti“Fırsatlar ve Tehditler”

BİLDİRİLER KİTABIEkoAvrasya Yayın No: 2012/1ISBN 978-605-87972-2-2

EditörDoç. Dr. Soyalp TAMÇELİK

Dizgi - TasarımEnver AYDIN

BaskıSATA Reklam TasarımBasın Yayın Matbaacılık Org.Dan. İnş. İç ve Dış Tic. Ltd. Şti.Arjantin Cad. Halıcı Sok. No: 6/1 GOP / ANKARATel.: +90 (312) 468 72 82 - 83www.satareklam.com

Birinci BaskıBasım Adeti: 1.000

Basım TarihiOcak 2012

Estergon Türk Kültür Merkezi No: 12 Keçiören / ANKARA Tel: +90 (312) 3589449 [email protected] www.ekoavrasya.net

© Ocak 2012, EkoAvrasya Yayınları. Tüm yayın hakları Avrasya Ekonomik Sosyal İlişkiler Derneği aittir. Avrasya Ekonomik Sosyal İlişkiler Derneği’nin yazılı izni olmaksızın kitabın tümünün veya bir kısmının elektronik mekanik ya da fotokopi yoluyla veya başka herhangi bir yöntem ile izinsiz basımı, yayını, çoğaltılması veya dağıtımı yapılamaz. Kaynak gösteri-lerek akademik ve basın amaçlı alıntı yapılabilir. Eğitim amaçlı sınırlı çoğaltmalar için izin alınması gerekir.

2011’de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ‘Fırsatlar ve Tehditler’ adlı Çalıştay’da sunulan bildiriler, yazarlarının kişisel görüş-lerini yansıtmaktadır. Bu itibarla K.K.T.C. Cumhurbaşkanlığı’nın ve Avrasya Ekonomik İlişkiler Derneği’nin görüşlerini bağlamamaktadır.

İÇİNDEKİLER

SUNUŞHikmet EREN ...........................................................................................................................................................1

MESELELERE, BATILI KURUMLAR, KURALLAR, KAVRAMLAR VE ANLAYIŞ AÇISINDAN BAKIŞ TARTIŞILMALIDIRProf. Dr. Umay Türkeş GÜNAY .........................................................................................................................5

EK PROTOKOL’ÜN TÜRKİYE TARAFINDAN ONAYLANMAMASININ KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ AÇISINDAN YARATTIĞI VEYA YARATACAĞI SORUNLARProf. Dr. Kamuran REÇBER ...............................................................................................................................9

KIBRIS’TA GÖRÜŞME SÜRECİNİN SON DURUMUM. Ergün OLGUN ................................................................................................................................................21

KIBRIS TÜRK HALKI’NIN VAR OLUŞ SAVAŞIMI VE DEVLETLEŞME SÜRECİİsmail BOZKURT .................................................................................................................................................25

KIBRIS TÜRK İNSANINDA YAŞANAN ULUSAL BELLEKSİZLEŞTİRME Fevzi TANPINAR .................................................................................................................................................43

KIBRIS’TA BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’İN ÇÖZÜM PLÂNLARINA GÖRE GARANTİLER MESELESİ Doç. Dr. Soyalp TAMÇELİK .............................................................................................................................49

1909 ADANA OLAYLARI VE KIBRIS ERMENİLERİDoç. Dr. Âdem KARA ..................................................................................................................................... 107

KIBRIS’TA YERALTI FAALİYETLERİ VE TÜRK MUKAVEMET TEŞKİLÂTIDoç. Dr. Ulvi KESER ........................................................................................................................................ 123

KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ İÇİN YENİ FIRSAT ALGILAMALARI Gökhan GÜLER ................................................................................................................................................ 167

KIBRIS’TA VAKIFLAR İDARESİNİN STATÜSÜ VE STRATEJİK ÖNEMİTaner DERVİŞ .................................................................................................................................................... 173

KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ’NİN ORTA ASYA’DA VE İRAN’DA TANITILMASIYrd. Doç. Dr. Abbas KARAAĞAÇLI ........................................................................................................... 191

İNGİLİZ SÖMÜRGE YÖNETİMİNE KARŞI KIBRIS TÜRK TOPLUMUNUN TEPKİSİYrd. Doç. Dr. Sibel AKGÜN ........................................................................................................................... 199

KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ’NİN EKONOMİK YAPISI VE POTANSİYEL YATIRIM ALANLARIÖzgür ÜÇKUŞ ve Bilâl KENDİRCİ .............................................................................................................. 213

“2011’de K.K.T.C. Çalıştayı Fırsatlar ve Tehditler” Sonuç Bildirisi ....................................................... 219

“2011’de K.K.T.C. Çalıştayı Fırsatlar ve Tehditler” Programı ................................................................. 223

Page 4: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

Dr. Mustafa Fazıl KÜÇÜK(1906 – 15 Ocak 1984)

Kıbrıslı Türk Siyaset ve Devlet Adamı

Page 5: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

Rauf Raif DENKTAŞ (1924 – 13 Ocak 2012)K.K.T.C. Kurucu Cumhurbaşkanı

Page 6: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

Dr. Derviş EROĞLUKuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti

Cumhurbaşkanı

Page 7: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

1

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

Hikmet ERENAvrasya Ekonomik İlişkiler DerneğiYönetim Kurulu Başkanı

SUNUŞ

Türkiye’nin Kıbrıs gibi millî bir davada, gerek resmi kuruluşları, gerekse sivil toplum örgütleri, bugüne kadar birçok çalışmalar yapmışlar veya projeler üretmişlerdir. An-cak söz konusu faaliyet ve açılımlar için teknik ve bilimsel verilerin eksikliği hep dikkati çekmiştir. Bu yüzden Kıbrıs’la ilgili olarak geleceğe yönelik vizyonun oluştu-rulmasına, hedeflerin belirlenmesine ve bununla ilgili yöntemlerin geliştirilmesine, her zamankinden çok ihtiyaç duyulmaktadır.

Özellikle Kıbrıs meselesinde sürekliliği sağlamak için bu konuda geleceğe yönelik stratejik arayışların ve yaklaşımların öne çıkartılması, bilimsel toplantılarla bunun ifşa edilmesi, yayınlarla tebliğ edilmesi ve istifadeye sunulması temel amaçlardan olmuştur.

Bu gerçekten hareketle Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Turizm, Çevre ve Kültür Bakanlığı arasında 2011 yılının Türkiye’de “Kuzey Kıbrıs Yılı” ilan edilmesine neden olmuştur. Bununla ilgili olarak her iki bakanlık arasında 27 Aralık 2010 tarihinde ortak bir protokol imzalanmıştır. Özellikle bu yıl münasebetiyle Türkiye, kendi birikimini Kuzey Kıbrıs’la paylaşmak ve K.K.T.C.’de katma değer üretebilmek için bir dizi çalışmanın yapılmasına gayret sarfetmiştir.

İşte bundan dolayıdır ki Türkiye’de “Kuzey Kıbrıs Yılı” münasebetiyle ‘2011’de K.K.T.C. Fırsatlar ve Tehditler Çalıştayı’nın yapılması kararlaştırılmıştır.

Page 8: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

32

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Özellikle Avrasya Ekonomik İlişkiler Derneği ile K.K.T.C. Dış Basın Birliği’nin müşte-

rek çalışmasıyla tertip edilen ve 5 Mart 2011 tarihinde merkezi Ankara’da bulunan TÜRKSOY Genel Sekreterliği konferans salonunda gerçekleştirilen, Türkiye Cumhu-riyeti Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Sayın Cemil Çiçek, K.K.T.C. Dışişleri ve Savunma Bakanı Sayın Hüseyin Özgürgün’ün iştiraki, Türkiye’deki siyasî partilerin ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri, konusunda uzman ve akademisyenlerin katılımı ile tamamlanan ‘2011’de K.K.T.C. Fırsatlar ve Tehditler Çalıştayı’nda kabul edi-len sonuç bildirisiyle hayata geçirmenin mutluluğunu yaşamaktayız.

Çalıştay sırasında sunulan bildirilerle, katılımcıların savunduğu fikirlerle veya devlet ricalinin ortaya koyduğu plânlarla Kıbrıs’la ilgili gündemdeki ve tarihteki bilgileri, son verilerle yeniden tanımlamak, uyarlamak, algılamaları değiştirmek veya yol gösterici verilere dönüştürmek mümkün olabilmiştir.

Çalıştay sırasında, özellikle Türkiye’de K.K.T.C.’nin tanıtılmasını, kültürel bağların derinleştirilmesini, ekonomik olarak katma değer üretilmesini, yanlış algılamaların değiştirilmesini ve sosyal bağların güçlendirilmesini, bunun yanı sıra K.K.T.C.’deki yüksek potansiyelin üretime dönüştürülmesini, değişen ekonomik, sosyal ve siya-sal şartlara göre tavır belirlemede stratejik yaklaşımların belirlenmesini sağlamak gibi birçok fikir tartışılmıştır.

Aslında bu fikirlerin tartışılıyor olmasının sebebi, K.K.T.C.’nin jeopolitik ve stratejik konumu ile farklı bölgeler arasında güç dengesini değiştirebilecek potansiyele sa-hip olmasından kaynaklanmaktadır.

Bu düşünce baz alındığı zaman K.K.T.C., ayakları üzerinde durabilen, geleceğe umutla bakabilen, hatta Türkiye’ye diplomatik ve ekonomik zeminde birtakım avantajlar sağlayabilen bir konuma yükselmesi, varılması gereken nihaî bir hedef olarak görülmüştür.

Bu hedefler arasında Türkiye’nin ve K.K.T.C.’nin insan dokusu, tarihsel gelişim süreci ve aynı hedeflere yürüyen devlet mekanizması ile ayrılmaz bir bütün olduğu unu-tulmamalıdır. Son günlerde meydana gelen üzücü ve düşündürücü olayların, bu birliğe zarar vermesi mümkün değildir. Kaldı ki meydana gelen gelişmeler, hepimiz açısından önemli bir fırsat da oluşturmuştur. Özellikle şimdiki zamanda, karşılıklı olarak özeleştiri yapmanın ve eksikliklerimizi gidermenin en uygun zaman olduğu düşünülmektedir. Bundan dolayı iki ülke ilişkilerinin sağlam bir zemine oturtulması temel amaç olmalıdır.

Bu düşünceden hareketle Çalıştay sırasında ortaya çıkan fikirlerin en çarpıcı olanla-rını şu şekilde sıralamak mümkündür:

Her şeyden önce K.K.T.C.’nin devlet olarak veya ona bağlı Kıbrıs Türk halkının ge-leceğine ilişkin olarak plânların netleştirilmesi, uluslararası ambargoların kaldırı-

labilmesi için sistemli çalışmaların yapılması, K.K.T.C.’nin devlet olarak tanıtılması için uzman kadroların oluşturulması ve gerekli bütçe desteği ile lobi faaliyetlerinin hızlandırılması, Doğu Akdeniz’deki doğalgaz ve petrol gibi yeraltı zenginliklerinin Türkiye ile birlikte değerlendirilmesi, Türkiye’nin dış politika açılımları gereği vize uygulamalarının sona erdiği ülkelerden gelecek turistlerle K.K.T.C.’nin turizm po-tansiyelinin artırılması, Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’a sağladığı malî desteğin günün koşullarına, akla, bilime ve mevzuata uygun bir şekilde yeniden yapılandırılması, K.K.T.C.’nin kamu kesimi harcamalarının yeniden gözden geçirilmesi, verimlilik ça-lışmalarına azami şekilde dikkat edilmesi, tasarruf tedbirlerinin uygulanması, Türki-ye ve K.K.T.C. halklarının bütünleşmesine, algı farklılıklarının uyumlaştırılmasına ve iletişim bozukluklarının giderilmesine dikkat edilmesi, K.K.T.C.’de belleksizleştirme yol açan politikalara ve çalışmalara son verilmesi, adadaki Osmanlı vakıflarının mül-kiyet ve tazminat haklarının korunması, son olarak da K.K.T.C. ve Türkiye haklarının birbirlerini daha iyi tanıması, ekonomik ve sosyo-kültürel faaliyetlere destek veril-mesi gerektiği ortaya çıkmıştır.

Bu vesileyle teşrifleriyle programa katkı sağlayan T.C. Başbakan Yardımcısı ve Dev-let Bakanı Sayın Cemil ÇİÇEK’e, K.K.T.C. Dışişleri ve Savunma Bakanı Sayın Hüseyin ÖZGÜRGÜN’e, CHP Balıkesir Milletvekili Sayın Hüseyin PAZARCI’ya, MHP Milletvekili Yıldırım Tuğrul TÜRKEŞ’e ve TÜRKSOY Genel Sekreteri Sayın Düsen KASEİNOV’a te-şekkürlerimizi sunmak istiyorum.

Aynı zamanda kitabın basımında her türlü katkıyı sağlayan K.K.T.C. Cumhurbaşkanı Sayın Dr. Derviş EROĞLU’na da en derin saygılarımızı arz etmeyi bir borç biliyorum.

Bu esnada birçok değerli fikirlerin ortaya çıkmasına, tartışmasına açılmasına ve fikir teatisinin yapılmasına neden olan bildiri sahiplerinden Prof. Dr. Umay Türkeş GÜNAY’a, Prof. Dr. Kamuran REÇBER’e, M. Ergün OLGUN’a, İsmail BOZKURT’a, Fevzi TANPINAR’a, Doç. Dr. Soyalp TAMÇELİK’e, Doç. Dr. Âdem KARA’ya, Doç. Dr. Ulvi KESER’e, Yrd. Doç. Dr. Sibel AKGÜN’e, Yrd. Doç. Dr. Abbas KARAAĞAÇLI’ya, Taner DERVİŞ’e, Gökhan GÜLER’e, Özgür ÜÇKUŞ ve Bilâl KENDİRCİ’ye sonsuz teşekkür edi-yor, fikirleriyle ışık tutun diğer dostlara da şükranlarımızı sunuyoruz.

Page 9: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

MESELELERE, BATILI KURUMLAR, KURALLAR, KAVRAMLAR VE ANLAYIŞ AÇISINDAN BAKIŞ TARTIŞILMALIDIR

5

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

Prof. Dr. Umay Türkeş GÜNAYKKTC YÖDAK Üyesi

KKTC’nin Statüsü konusundaki tartışmalar da dahil olmak üzere bizi ilgilendiren bütün meselelere hangi birikim ve hangi perspektiften ve hangi parametreleri göz önüne alarak baktığımızı tartışmak gerekir. Osmanlı’nın çöküş döneminden itiba-ren çıkışın gelişmiş Batı birikimine ulaşarak olacağına inanılmıştır. Türk aydınları hâlâ bu görüşe inanmakta ve çaba harcamaktadırlar. Ziya Gökalp’in tekniği harsı-mızla birleştirerek ilerlemek olarak özetlediği bu anlayış Tanzimat’tan günümüze çeşitli şekillerde uygulamaya konmuş ancak Türkiye ve bu anlayışı benimseyen çe-şitli ülkeler Batı’nın tabiriyle “Gelişmekte Olan Ülkeler” statüsüne takılıp kalmışlardır.

170 yılında Batı yakalanamamış ve “Yöneten Ülkeler” arasına girilememişse burada aksayan bir nokta olduğunu görmek gerekir. Bugün artık tekniğin beraberinde kül-türü ürettiğini teknikle kültürün bir arada aktarıldığını biliyoruz. “Fast Food” kavra-mı ve kültürü, Sanayi Devrimi’nin sonucunda ortaya çıkmış bir olgudur. Bu örnekleri çoğaltabilirsiniz. Devrimi yapan düşünme, yaşama ve üslûbunu da belirlemektedir.

Bana göre bilginin sahibi ve üreteni olmanın yanında keşif yapan ve keşiflerini ha-yata geçiren olmadıkça kalkınma gerçekleşmeyecektir. Biz “Sanayi Devrimi”ni kav-rayıp yakalayıncaya kadar Batı “Bilgi Devrimi”ni yaptı ve Bilgi Çağına girdi. Şimdi onu anlamaya çalışıyoruz. Bütün meselelerimize bireysel hayattan, ekonomi, moda, sanat, devlet ve toplumla ilgili her konuda Batılı değerleri ve örnekleri algılayabildi-ğimiz kadarıyla kullanıyoruz.

Page 10: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

76

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Unutmamalıyız ki güçlü olan kuralları da koyandır. “İnsan Hakları” kavramı eşitliği

adaleti getirmesi dileğiyle ortaya çıkmıştır. “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 10 Aralık 1948 tarih ve 217 A(III) sayılı kararıyla ilan edilmiştir. 6 Nisan 1949 tarih ve 9119 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile “İnsan Hak-ları Evrensel Beyannamesi’nin Resmi Gazete ile yayınlanmasıyla Türkiye’de hayata geçmiştir. Ancak “İnsan Hakları” kavramını kabul ettiğimizden beri yeni eklemelerle siyasî bir boyut kazanarak güçlü ülkeler tarafından Emperyalizme destek unsuru olarak kullanıldığından kaçımızın bilgisi vardır veya biz bu konuyu tartışmaya açtık mı? Dünyada ikinci kuşak insan haklarından sonra eklenen maddelerin siyasî oldu-ğunu ve bu kavrama girip giremeyeceği noktasını tartışan gurupların da olduğu-nun bilincinde miyiz? “İnsan Hakları” kavramının tartışılması ve üzerinde çalışılması gerektiği noktası aydınlarımızın gündeminde mi? Benim izleyebildiğim kadarı ile “İnsan Hakları” eklemelerle yedinci kuşağa kadar ulaşmıştır. Özellikle politikacıların bu konuda bilgi sahibi olmaları şarttır.

Önemli bulduğum diğer bir tespit de 20. yüzyıla âit “iki kutuplu dünya” kavramı-dır. Çoğumuz iki kutuplu dünyayı kapitalizm ve sosyalizm kavramlarıyla algılarız. Bu doğru olmakla beraber aynı zamanda meselelere iki çözümden biri tarafından bakmak alışkanlığını getirmiştir. Ya biri ya diğeri aradaki yüzlerce farklı ve yeni çıkışa beyinler kapatılmıştır. KKTC’nin statüsüne de bu açıdan bakılmaktadır. Batı “çözün” dedi, Batıya “çözüm” nedir diye sorulmadı.

KKTC’nin statüsü meselesine de, dünyayı yönetenlerin perspektifinden bakıyoruz. Kıbrıs meselesinin çözümü veya Demokratik Açılım gibi kavramlar Batının yolda kendi isteklerine uygun olarak içinin doldurulacağı sürece verdikleri adlardır. Çün-kü çözüm dediğimizde, İngiltere’nin, Amerikanın, Güney Kıbrıs’ın, Yunanistan’ın, Türkiye’nin ve Kıbrıslı Türklerin bu kavrama yükledikleri anlamlar ve beklentileri farklıdır. Bir tarafın çözümü diğer tarafın çözümsüzlüğüdür. Biz bu meseleye bakar-ken Amerika’nın, İngiltere’nin, Güney Kıbrıs ve Yunanistan’ın aynı görüşte oldukla-rını düşünerek fikir beyan ediyoruz. Hâlbuki bu tarafların çıkarları birbirinden farklı. İngiltere ve Amerika Kıbrıs’ın bütünüyle ne Rumların ne de Türklerin hâkimiyetinde olmasını istememektedir. Bölünmüşlük ve anlaşamamazlık onlara müdahale hakkı verdiği için iki tarafı da daha rahat yönlendirebilmektedirler. Adada Rum hâkimiyetini ister görünen Yunanistan ve Güney Kıbrıs bu hayâlleri gerçekleştiğin-de Yunanistan Adayı kendi hegemonyasında kabul ederken, Rum tarafı bağımsız olmayı tercih edecektir. Türk tarafına gelince ana hatlarıyla iki kabul görünmektedir. Eşit ve bağımsız iki devletten yana olanlar ve Türk tarihinin her döneminde tem-silcileri bulunan ve devletlerin içerden yıkılmasını sağlayan egemenlik karşılığında barış ve huzura kavuşacaklarına inananlar.

Türkiye Kıbrıs’tan çekilince Avrupa Birliği’nin bütün imtiyazlarına sahip olacağına inananlar, imtiyazın alt yapısının bilgi, üretim, askeri ve ekonomik güç olduğunu

hiç düşünmemektedirler. Avrupa Birliği, egemenliğinden vazgeçen KKTC’li Türklere neden imtiyaz sağlasın? Vahdettin’in İngilizler, Ağabeyim Abdülhamit’in dostlarıdır, beni yerde bırakmazlar düşüncesinin bir başka yaklaşımı da Rumların önerileridir. Devleti olmayan bir Padişahın ne değeri olabilirdi ki öyle oldu. Sonuçta Vahdettin yaşayacak yer bulamadığı gibi gömülecek yer bulunmakta da zorlandı.

Büyük Atatürk gibi istisna bir yaradılışta eleştirel bakışı stratejik düşünceyle haya-ta aktaran önemli bir örnek olmasına rağmen milletimizin büyük çoğunluğu tara-fından Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana “eleştiri” ve “strateji” Batıdan taşınan ödünç kavramlar niteliğini taşıyarak, ödünç uygulamalarla yol almaktadır. Stratejik araştırma kurumları ve strateji birimleri bulunan büyük şirketler doğal alt yapısı olmayan bu kavramları yeterince sorgulama imkânına sahip midirler? Gelişmiş ül-kelerin benzer kuruluşlarının mantığı ve yaklaşımlarını kullanarak yol açma çabası içinde gibi görünmektedirler. Siyasî partilerde de bu alanda bir birikim algılanma-maktadır.

KKTC’yi beğenmeyen Türklerin de görmesi gereken budur, devletleri olmayınca on-ların Vahdettin kadar bile hakları ve değerleri olmayacaktır.

18. yüzyılın sonlarından beri var olma mücadelesi içinde yarını plânlayamayan bütün Türk yurtlarının çıkışı bilginin sahibi ve üreteni olarak güçlenmek, nesille-rine eleştirel ve stratejik düşünceyi öğretmek, yönetilen olmak yerine yönetenler arasında yer almayı hedeflemeye inanmalarını ve gerçekleştirmelerine yol açmak olmalıdır.

Page 11: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

9

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

EK PROTOKOL’ÜN TÜRKİYE TARAFINDAN ONAYLANMAMASININ KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ AÇISINDAN YARATTIĞI VEYA YARATACAĞI SORUNLAR*

Prof. Dr. Kamuran REÇBERUludağ Üniversitesi, İİBF, Uluslararası İlişkiler Bölümü

Özet: Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) ile kurmuş olduğu ortaklık statüsü, dinamik bir yapı oluşturmaktadır. AB’nin yeni üyeler kabul etmesi halinde, bu yeni üyelerin de or-taklık statüsüne taraf olmaları gerekmektedir. AB’nin 1.5.2004 tarihinde Kıbrıs Rum Kesimi’ni de içerecek şekilde genişlemesi ile birlikte, ortaklık statüsüne bu süjenin de dâhil edilmesi söz konusu olmuştur. Bunun için de bir Ek Protokol’ün akdedilmesi ve yürürlüğe konulması gerekmiştir. Türkiye bu Ek Protokol’ü imzalamış, ancak yürürlüğe konulması konusunda gerekli işlemleri yerine getirmemiştir. Ek Protokol’ün yürürlüğe konulması veya konulmaması halinde gerek Türkiye Cumhuriyeti’nin gerek Kuzey Kıb-rıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) bu durumdan nasıl etkileneceği bu çalışmada tartışma konusu yapılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Ek Protokol, KKTC, AB, Tanınma.

Giriş:

AB’nin 1.5.2004 tarihinde on devletin katılımı ile üye sayısı yirmi beşe yükselmiştir. 1.1.2007 tarihinde Bulgaristan ve Romanya’nın AB’ne katılımı sonrasında ise bu sayı

* II. Uluslararası Kıbrıs Sempozyumunda (21–23.10.2010, Seferihisar, İzmir) sunulan bildirinin değişti-rilmiş, genişletilmiş ve güncellenmiş halidir. Ayrıca, bu çalışma Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Özel Hukuk Bölümü Avrupa Birliği Hukuku Anabilim Dalı tarafından değerli Hocamız Prof. Dr. Tuğ-rul ARAT için çıkarılacak Armağan’da yayımlanmak üzere de gönderilmiştir.

Page 12: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

1110

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. yirmi yediye ulaşmıştır. Bu genişleme sonrasında, Türkiye ile AB arasında mevcut

olan ortaklık mevzuatının AB’nin yeni üye devletlerine teşmil edilmesi gerekliliği de ortaya çıkmıştır. Bu anlamda ortaklık mevzuatının asli normunu oluşturan An-kara Anlaşması’nın yeni üye devletlere uygulanabilmesi için bir Ek Protokol’ün ak-dedilmesi ihtiyacı doğmuştur. Ancak, bu konudaki en önemli sorun AB’nin Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında tanıdığı ve bu şekliyle tam üye olarak aldığı Kıbrıs Rum Ke-simi olmaktadır. Zira akdedilecek Ek Protokol ile bu devletin tanınmasının günde-me gelmesi ve KKTC’nin siyasi ve hukukî varlığı önemli bir tartışmayı veya durumu gündeme getirmiştir.

Türkiye, 2004 yılının sonunda bu türden Ek Protokol’ü akdedeceğini beyan etmiş ve bu beyana istinaden Ek Protokol1 metni hazırlanmıştır. AB Dönem Başkanı İn-giltere, Ek Protokol’ü Temmuz 2005’te imzalayarak bir mektupla birlikte Türkiye’ye iletmiştir. Türkiye de, Ek Protokol’ü 29.7.2005 tarihinde imzaladıktan sonra, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımadığını beyan eden bir deklarasyonu bu Ek Protokol’e ekle-yerek aynı şekilde mektup yoluyla AB Dönem Başkanlığına göndermiştir. Ancak, daha sonraki süreçte Türkiye Ek Protokol’ü iç hukuku gereğince yürürlüğe koymak için gerekli eylemlerde bulunmamış ve gerekli işlemleri de tesis etmemiştir. Bu du-ruma istinaden AB, aşağıda açıklayacağımız gibi 2006 yılının sonunda Türkiye ile yürüttüğü tam üyelik müzakere başlıklarından sekizini yaptırım mahiyetinde askıya almıştır. Bu çalışmada Ek Protokol’ün yürürlüğe sokulmaması ve yürürlüğünün sağ-lanması halinde, bu durumun gerek Türkiye ve özellikle de KKTC açısından doğura-bileceği sonuçlar tartışılmaya çalışılacaktır.

1. Ek Protokol’e Neden İhtiyaç Duyulmaktadır?

Türkiye’nin AB ile olan ilişkileri ortaklık mevzuatı kapsamında ve üye adaylığı çerçe-vesinde devam etmektedir. Ortaklık mevzuatının kaynağı, Türkiye ile Avrupa Eko-nomik Topluluğu arasında akdedilen Ankara Anlaşması’na dayanmaktadır. Aralık 2009 tarihinde yürürlüğe giren Lizbon Andlaşması düzenlemeleri2 ile Avrupa Top-lulukları3 ortadan kaldırılmış ve bunların yerini AB almıştır. Bu nedenle Türkiye, or-taklık mevzuatı kapsamındaki ilişkileri AB ile yürütmektedir. Ortaklık mevzuatı, asli (primer) ve türeme (sekunder) normları kapsamaktadır.4 Ankara Anlaşması ve bu Anlaşma’nın ekleri olan Protokoller5 ve Katma Protokol, Katma Protokol’ün ekleri

1 Ek Protokol’ün tam metni için bkz... Kamuran Reçber, Tam Üyelik Müzakere Çerçeve Belgesi’nin Ana-lizi, Alfa Aktüel Yayını, Bursa, 2006, s. 126-156. Ek Protokol’ün Fransızca versiyonu için bkz... Journal Officiel de l’Union Européenne, L 254, 30.9.2005, s. 58-68.

2 Bkz... Kamuran Reçber, Avrupa Birliği Kurumlar Hukuku ve Temel Metinleri, Alfa Aktüel Yayını, Bur-sa, 2010.

3 Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu varlığını devam ettirmektedir.4 AB hukukunun kaynakları (asli ve türeme normları) konusunda bkz.: Ayşe Füsun Arsava, Avrupa Top-

lulukları Hukuku ve Bu Hukukun Ulusal Alanda Uygulanmasından Doğan Sorunlar, Ankara Üniversi-tesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları: 545, Ankara, 1985, s. 22-33; Haluk Kabaalioğlu, AB Kurumları ve Avrupa Hukukunun Uluslarüstü Özellikleri Işığında Avrupa Birliği ve Kıbrıs, Yeditepe Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 1997, s. 101-111.

5 Ankara Anlaşması’nın 30. md.’si şu düzenlemeyi içermektedir: “Akit Taraflarca Anlaşmaya eklenmesi

olan tamamlayıcı Protokoller, Bildiriler ve Uyum Andlaşmaları ortaklık mevzuatının asli normlarını oluşturmaktadır. Bu asli normlara istinaden Ortaklık Konseyi tarafın-dan tesis edilen tasarruflar da türeme normları meydana getirmektedir.Ankara Anlaşması, konu edindiği düzenlemeler kapsamında, Türkiye ile AB arasın-da bütünleşmeyi gaye edinmektedir. Diğer bir ifadeyle Ankara Anlaşması, Türki-ye ile AB arasında salt bir Gümrük Birliği’nin tesis edilmesini değil, aynı zamanda Türkiye’nin zaman içerisinde AB’ne tam üye olmasını da hedeflemektedir. Ankara Anlaşması bu nedenle, Türkiye’nin AB’ne kısa bir sürede katılımını değil, tarafların karşılıklı hak ve yükümlülükleri yerine getirmeleri koşuluna bağlı olarak, tedrici bir entegrasyonu da amaçlamaktadır. Bu bağlamda, Ankara Anlaşması’nı sadece Güm-rük Birliği’ni gerçekleştiren bir uluslararası kamu hukuku işlemi olarak değil, aynı zamanda Türkiye ile AB arasında Gümrük Birliği’nin kurulmasını müteakip, taraf-lar arasında “Ortak Pazar”ın tesisini sağlayıcı tüm önlemlerin alınmasını içeren bir uluslararası kamu hukuku işlemi olarak da kabul etmek gerekir.6 Ankara Anlaşması ve bu Anlaşma’ya istinaden tesis edilen tasarruflar itibarıyla, Türk hukuk sisteminin aşamalı olarak AB hukuk sistemine uyarlı hale getirilmesi hedeflenmektedir.

Verdiğimiz bu genel ve soyut bilgileri de dikkate almak kaydıyla belirtmek gerekir ki, AB’nin her genişlemesi veya üye sayısının artması sonucunda, yukarıda bahset-tiğimiz ortaklık mevzuatını AB’nin yeni üyelerine teşmil edilebilmesi için Ek Proto-kollerin yapılması ve usulüne uygun olarak yürürlüğe konulması gerekmektedir. Fakat 1.5.2004 tarihi itibarıyla AB’nin kabul ettiği isimle Kıbrıs Cumhuriyeti AB’ne üye olunca, akdedilecek Ek Protokol’e Kıbrıs Cumhuriyeti’nin (bizim açımızdan Gü-ney Kıbrıs Rum Kesimi’nin) de taraf olması gündeme gelmiştir. Bu husus da aşağıda irdeleyeceğimiz gibi Türkiye tarafından Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tanınması sorununu gündeme getirmiş ve KKTC’nin konumuna ilişkin de tartışmalara yol açmıştır.

AB, Türkiye’den Güney Kıbrıs Rum Kesimi (AB’ne göre Kıbrıs Cumhuriyeti) de dâhil olmak üzere AB üyesi devletler ile ikili ilişkilerini geliştirmek için çaba harcama-sını istemektedir. Aslında, bu husus AB tarafından sıkça gündeme getirilmekte-dir. Konuya ilişkin olarak, 16–17.12.2004 tarihli AB Konseyi Brüksel Zirvesi Sonuç Bildirgesi’nin 19 No’lu Prg.’ı, Türkiye açısından son derece önemli bir düzenlemeyi içermektedir. Bu paragrafta AB Konseyi, Türkiye’nin, AB’nin yeni üyesi devletlerin katılımını dikkate alarak, Ankara Anlaşması’nın uyarlanmasına dair Ek Protokol’ü imzalamak yönündeki kararını memnuniyetle karşıladığını belirtmiştir. Brüksel Zirvesi’nin yapıldığı esnada Türkiye, Ankara Anlaşması’nın AB’nin yeni üyelerine uyarlanması konusunda bir deklarasyon yayımlamıştır. Bu deklarasyonun bir kısmı-nı AB Konseyi, Brüksel Zirvesi’nin 19 No’lu Prg.’na şu şekilde almıştır: “Türk hükümeti, Ankara Anlaşması’nın uyarlanmasına ilişkin Protokol’ü AB’nin mevcut kompozisyonu açısından gerekli olan uyarlamalardan sonra ve katılım müzakerelerinin fiilen başla-

uygun bulunan Protokoller, Anlaşma’nın ayrılmaz parçalarıdır”. Bu anlamda, Ankara Anlaşması’na ekli olan Geçici Protokol (toplam 11 md.) ve Malî Protokol (toplam 9 md.), Ankara Anlaşması’nın bir par-çasıdır.

6 Bkz... Tuğrul Arat, “Türkiye ile Avrupa Topluluğu Arasında Gümrük Birliği ve Hukukî Uyum”, Gümrük Birliği Sürecinde Türkiye, May.Haz.Tem.Ağ.Ey. Özel Sayısı, Sayı: 17–18, yy, s. 235.

Page 13: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

1312

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. masından önce imzalamaya hazır olduğunu teyit eder”. Aslında, bu deklarasyon yalın

haliyle dikkate alındığında ve hiçbir olguya veya soruna bağlanmadığında, (dekla-rasyonun) problem yaratıcı nitelikte olduğu iddia edilemez. Ancak AB’nin, 1.5.2004 tarihinde Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ni muhatap alarak Kıbrıs’ı Kıbrıs Cumhuriyeti ismiyle tam üye olarak kendi bünyesine alması, bu deklarasyonun ilgili düzenleme-lerini sorgulamayı gerektirmektedir. Öyle ki, Ankara Anlaşması’nın uyarlanmasına ilişkin Ek Protokol’ün taslağında imzacı veya akit taraf olarak Kıbrıs Cumhuriyeti de yer almaktadır. Bu sorgulamayı yapmadan önce, Türkiye’nin Ek Protokol’ü onayla-mak veya yürürlüğe koymak zorunda olup olmadığı hususunu açıklığa kavuştur-makta yarar vardır.

2. Ek Protokol’ün Türkiye Tarafından Yürürlüğe Konulması veya Onaylanması Zorunluluğu Var mıdır?

Ek Protokol’ün Türkiye tarafından yürürlüğe konulması ortaklık mevzuatının bir gereği olmaktadır. Zira yukarıda vurguladığımız gibi AB’nin her genişleme sonrası ortaklık mevzuatına taraf kılınabilmesi için bu tür Protokollere ihtiyaç duyulmakta-dır. Ancak burada asıl sorgulanması gereken husus, Ek Protokol’ün iç hukukumuz gereğince onaylanmasının zorunlu olup olmadığıdır. Çünkü 1982 Anayasası’nın 90. md.’si ve 244 sayılı yasa, bazı uluslararası andlaşmaların veya genel tabirle işlemlerin iç hukukumuz itibarıyla uygun bulma yasası gerekmeksizin yürürlüğe konulmasına imkân tanımaktadır. Bu anlamda, Ek Protokol’ün iç hukukumuz itibarıyla yürürlüğe konulmasında uygun bulma yasasının gerekli olmadığı görüşünü savunmaktayız. Zira 1982 Anayasası’nın uluslararası andlaşmaları uygun bulma kenar başlığını taşı-yan 90. md.’sinin 1. Prg.’ı, her ne kadar prensip olarak Türkiye’nin uluslararası kamu hukuku süjeleriyle akdettiği uluslararası kamu hukuku işlemlerinin (andlaşma, pro-tokol vb.) iç hukuk itibarıyla (Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından uygun bulma yasası ile onaylanması) onaylanmasını öngörse de bu maddenin 3. Prg.’ı dikkate alındığında, Ek Protokol için bu türden bir prosedürün gerekli olmadığı tespit edi-lebilecektir.

Bahsi geçen maddenin 3. Prg.’ı itibarıyla, uluslararası bir andlaşmaya dayanan uy-gulama andlaşmaları ile kanunun verdiği yetkiye dayanılarak yapılan ekonomik, ticarî, teknik veya idarî andlaşmaların Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından uygun bulunması zorunluluğu bulunmamaktadır. Ancak, bu paragrafa göre yapılan eko-nomik, ticarî veya özel kişilerin haklarını ilgilendiren andlaşmalar, yayımlanmadan yürürlüğe konulamamaktadır. Ek Protokol’ü bu paragraf kapsamında bir uygula-ma andlaşması şeklinde kabul etmek gerekmektedir. Çünkü bu tür bir uluslarara-sı kamu hukuku işlemi, Ankara Anlaşması ve bu Anlaşmaya istinaden tesis edilen Katma Protokol gereğince akdedilmiştir. Bir anlamda, Ek Protokol’ün kaynağı An-kara Anlaşması olmaktadır. Bu durumda da Ek Protokol’ü 1982 Anayasası’nın 90. md.’sinin 1. Prg.’ı gereğince iç hukuk prosedürü çerçevesinde onaylamaya gerek yoktur. Ek Protokol’ün iç hukukumuz itibarıyla Bakanlar Kurulu kararıyla yürürlüğe konulması mümkündür. Ek Protokol’ün Bakanlar Kurulu kararı yerine uygun bulma

yasasıyla yürürlüğe konulması halinde iç hukukta bir yolsuz onaylama meydana gelmeyecektir. Çünkü bir üst hukuk işlemiyle yürürlüğe koyma prosedürü tamam-lanmaktadır. Böyle olmakla birlikte, uygun bulma yasası gerekmeksizin Bankalar Kurulu kararıyla bahsi geçen Protokol’ün yürürlüğe konulabileceğini de tekrarla-mak gerekmektedir.

3. Ek Protokol’ü Yürürlüğe Koymak Kıbrıs Cumhuriyeti’ni Tanıma Anlamına mı Gelir?

Ek Protokol, gerekli prosedürler ve akit tarafların iç hukuklarının öngördüğü aşa-malar tamamlandıktan sonra yürürlük kazanacaktır. Burada sorgulanması gereken husus şudur: Akit taraflardan birisi Kıbrıs Cumhuriyeti olduğuna göre, Türkiye’nin bu Protokol’ü iç hukukunun öngördüğü prosedüre göre onaylaması ve onay bel-gesini uluslararası kamu hukuku kurallarına göre tevdii etmesinin neticesinde, Kıb-rıs Cumhuriyeti’ni tanımış olur mu? Bu soruyu uluslararası kamu hukuku açısından cevaplamak gerekir. Bu anlamda uluslararası kamu hukukunda tanımaya ilişkin benimsenen kuralları kısaca hatırlatmakta ve bu kuralların konumuzla ilintili olan-ları incelemekte yarar vardır. Uluslararası tanıma konusu geniş ve karmaşıktır.7 Bu nedenle konuyu dağıtmamak gayesiyle sadece konuyla ilgili kuralları ele almaya çalışacağız.

AB Dönem Başkanı İngiltere Ek Protokol’ü Temmuz 2005’te imzalayarak bir mek-tupla birlikte Türkiye’ye iletmiş ve Türkiye de, Ek Protokol’ü 29.7.2005 tarihinde im-zaladıktan sonra, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımadığını beyan eden bir deklarasyon da ekleyerek aynı şekilde mektup yoluyla AB Dönem Başkanlığına göndermiştir.8

7 Uluslararası kamu hukukunda tanımamaya ilişkin geniş bilgi ve değerlendirmeler için bkz... Hüseyin Pazarcı, Uluslararası Hukuk Dersleri, III. Kitap, Turan Kitabevi, 2. Baskı, Ankara, 1997, s. 2-25.

8 Türkiye’nin Kıbrıs ile ilgili Deklarasyon metni şu şekildedir: “1. Türkiye, Kıbrıs sorununa siyasi bir çözüm bulunması yönündeki kararlılığını muhafaza etmektedir ve bu yöndeki tutumunu da açıkça ortaya koymuştur. Bu doğrultuda Türkiye, BM Genel Sekreteri’nin iki kesimli yeni bir ortaklık devleti kurulmasını hedefleyen kapsamlı çözüme ulaşma yönündeki çabalarını desteklemeyi sürdürecektir. Adil ve kalıcı bir çözüm, bölgede barışa, istikrara ve uyumlu ilişkilerin tesisine önemli bir katkıda bulunacaktır. 2. İşbu protokolde atıfta bulunulan ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’, 1960’ta kurulan asıl ortaklık devleti değildir.3. Türkiye bu nedenle, Kıbrıs Rum makamlarının, hali hazırda olduğu gibi, Kıbrıs’ta sadece ara bölgenin güneyinde otorite, denetim ve yetki icra ettiği ve Kıbrıs Türk halkını temsil etmediği şeklindeki tutumunu sürdürecek ve anılan makamların tasarruflarını buna göre muameleye tâbi tutacaktır.4. Türkiye bu protokolün imzalanması, onaylanması ve uygulanmasının, protokolde atıfta bulunulan ‘Kıb-rıs Cumhuriyeti’nin herhangi bir biçimde tanınması anlamına gelmediğini ve Türkiye’nin 1960 Garanti, İt-tifak ve Kuruluş Anlaşmalarından kaynaklanan hak ve mükellefiyetlerini haleldar etmediğini beyan eder.5. Türkiye, işbu protokole taraf olmasının Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile mevcut ilişkilerini değiştir-meyeceğini teyit eder.6.Kapsamlı bir çözüm bulununcaya değin, Türkiye’nin Kıbrıs’a ilişkin tutumu değişmeyecektir. Türkiye, Kıbrıs’ta kapsamlı bir çözüm sonucunda oluşacak yeni ortaklık devleti ile ilişkiler tesis etmeye hazır oldu-ğunu beyan eder” (bkz... http://www.ikv.org.tr/haberler2.php?ID=1415). Diğer yandan, AB Bakanlar Konseyi, 21.9.2005 tarihinde şu karşı Deklarasyonu benimsemiştir  : “Ankara Anlaşması Ek Protokolü’nün 29.7.2005 tarihindeki imzası esnasında Türkiye tarafından yapılan Deklarasyon’un ardın-dan, bugün(*) aşağıdaki Deklarasyon AT ve üye devletleri tarafından benimsenmiştir:

1. AT ve üye devletleri, Aralık 2004 tarihli AB Konseyi Zirve Sonuç Bildirgesi’ne uygun olarak, bir tarafta

Page 14: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

1514

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Ek Protokol’ün imzalı haline ek şeklinde gönderilen deklarasyon Türkiye tarafından

tek taraflı olarak tesis edilmiştir. Diğer taraflarca bu deklarasyon benimsenmedi-ği için Ek Protokol’ün bir parçası/bütünleyeni sayılamaz. AB Bakanlar Konseyi de 21.9.2005 tarihinde benimsediği karşı deklarasyon ile bu hususu kamuoyuna açık-lamıştır. Sorun bu haliyle uluslararası kamu hukuku açısından de jure ve de facto9 bir devleti tanımanın ötesinde, üstü örtülü bir biçimde tanıma iradesinin gerçekleşip gerçekleşmediği ile ilgilidir. Bir devletin diğer uluslararası kamu hukuku süjesini ta-nıma iradesini açıklama biçimi iki şekilde olabilir. Birincisi açık tanıma, ikincisi ise üstü örtülü tanımadır. Türkiye, Ek Protokol’de yer alan Kıbrıs Cumhuriyeti terimini benimsemediğini beyan etmektedir. Bu durumda, açık bir tanıma söz konusu olma-yacaktır. Asıl sorun, Ek Protokol’de yer alan Kıbrıs Cumhuriyeti terimi ile Türkiye’nin üstü örtülü bir tanımayı gerçekleştirip gerçekleştirmediği ile ilgilidir. Bu anlamda, üstü örtülü tanımada, açıkça bir deklarasyon yapılmamakla birlikte, tanıma konu-sunda kuşku yaratmayacak şekilde tanıyan devlet ile tanınan devlet arasında bir eylem gerçekleştirilmekte veya bir işlem tesis edilmektedir. Pazarcı’nın da belirttiği gibi, uygulamada üstü örtülü tanıma olarak benimsenen yöntemler, aksi öngörül-mediği sürece, genellikle şunlar olmaktadır:

1. Herhangi bir çekince konulmadan ikili andlaşma yapılması;2. Diplomasi ilişkileri kurulması;3. Yeni devletin Konsolosuna exequatur (özel buyrultu) verilmesi;4. Bağımsızlık törenlerine resmi temsilci gönderilmesi;

AT ve üye devletleri diğer tarafta Türkiye arasında ortaklık ilişkisi kuran Anlaşma’ya ilişkin Ek Protokol’ün Türkiye tarafından imzalanmasını not ederler. AT ve üye devletleri, Türkiye’nin, Protokol’ün imza aşama-sında Kıbrıs Cumhuriyeti’ne ilişkin bir deklarasyon yayınlamaya gerek görmesini esefle karşılarlar.

2. AT ve üye devletleri işbu Deklarasyonun tek taraflı olduğunu, Protokol’ün bir parçası olmadığını ve bu Protokol gereğince Türkiye’ye düşen yükümlülükler üzerinde hukukî bir etkisi bulunmadığını belirtirler.

3. AT ve üye devletleri, Ek Protokol’ün eksiksiz ve ayrımcılık yapmaksızın uygulanmasını ve ulaştır-ma araçlarına getirilen sınırlamalar da dâhil olmak üzere malların serbest dolaşımına ilişkin tüm en-gellerin kaldırılmasını beklerler. Türkiye, AB üyesi devletlerin bütününe Protokol’ü çekincesiz olarak uygulamalıdır. AB, durumu dikkatle takip edecek ve 2006 yılında Protokol’ün bütünüyle uygulanıp uygulanmadığını takdir etmek gayesiyle bir değerlendirme yapacaktır. AT ve üye devletleri, ilgili baş-lıklarda müzakerelerin başlamasının, tüm üye devletlere karşı Türkiye’nin kendi akdi yükümlülüklerine uymasına bağlı olduğunu vurgularlar. Yükümlülüklerin bütününe Türkiye tarafından uyulmaması, mü-zakerelerin genel seyrini etkileyecektir.

4. AT ve üye devletleri, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 1.5.2004 tarihinde AB üyesi olduğunu hatırlatırlar. Uluslararası hukuk kişisi olarak sadece Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanıdıklarını belirtirler.

5. Tüm üye devletlerin tanınması katılım sürecinin gerekli bir parçasıdır. Buna uygun olarak AB, Türki-ye ve tüm AB üyesi devletler arasındaki ilişkilerin mümkün olduğu kadar çabuk olarak normalleşmesi-ne verdiği önemi ısrarla vurgular. 

6. AB Bakanlar Konseyi, 2006 yılında, belirtilen konuların tümüyle ilgili gerçekleştirilen ilerlemelerin takibini temin edecektir.

7. İşbu Deklarasyon çerçevesinde, AT ve üye devletleri, BM Güvenlik Konseyi’nin ilgili kararlarına ve AB’nin üzerine kurulu olduğu ilkelere uygun olarak, BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs sorununa kapsamlı bir çözüm getirme yolundaki çabalarına destek vermeyi ve adil ve kalıcı bir çözümün bölgede barışa, istikrara ve uyumlu ilişkilerin kurulmasına katkıda bulunacağını ümit etmede uyuşmuşlardır.

(*) Yazılı usul ile” (AB Bakanlar Konseyi’nin bu Deklarasyonu, Fransızca versiyonu dikkate alınarak tarafımızca çevrilmiştir: bkz... http://ue.eu.int/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/fr/er/86328.pdf).

9 Pazarcı, a.g.e., s. 8-10.

5. Yeni devletin yalnızca devletleri üye olarak kabul eden bir uluslararası örgüte üyeliği veya temsili için olumlu oy kullanması.10

Ayrıca şu hususların da üstü örtülü bir tanıma olmayacağı uluslararası kamu huku-kunda genel olarak kabul görmektedir:

1. Aynı uluslararası konferansa katılma;2. Çok taraflı bir andlaşmaya taraf olma;3. anıma konusunda görüşmeler yapılması;4. Diplomasi temsilcileri dışındaki temsilciler aracılığıyla temas kurulması;5. Ticarî ilişkiler kurulması.11

Burada belirttiğimiz bu hususlardan bazılarının tanımayı gerektirdiği veya tanımayı sağladığı da ileri sürülebilir. Bu konuya ilişkin tartışma veya görüşlere girmeden, asıl sorunu irdelemek yerinde olacaktır. Üstü örtülü tanımayı gerektirebilecek ol-gulardan birisi olarak sunduğumuz “herhangi bir çekince konulmadan ikili andlaş-ma yapılması” hususu bu konuda daha ilgi çekici veya önemli olarak kabul edile-bilir. Zira eğer Ek Protokol’ü ikili bir andlaşma kategorisinde değerlendirdiğimiz takdirde, konuya yönelik Kıbrıs Cumhuriyeti’nin mevcut haliyle Türkiye tarafından tanındığı savı ileri sürülebilir. Oysa ki, Ankara Anlaşması’nın uyarlanmasına ilişkin Ek Protokol’ü tam anlamıyla ikili bir andlaşma kategorisine koyamayacağımız gibi, çok taraflı bir andlaşma olarak da benimseyemeyiz. Zira akit taraflardan biri Türkiye olmasına rağmen, diğer akit tarafların tekliğinden bahsetmek mümkün gözükme-mektedir. Ek Protokol bu haliyle tam anlamıyla iki taraflı bir akit olamamaktadır.

Ek Protokol’ü, aynen Ankara Anlaşması ve Katma Protokol gibi karma nitelikte bir uluslararası kamu hukuku işlemi olarak kabul etmek gerekir. Zira Ek Protokol’e bir yandan Türkiye diğer yandan AB adına AB Bakanlar Konseyi ve üye devletler taraf olmaktadır. Ankara Anlaşması ve Katma Protokol, o dönemki adıyla Avrupa Toplu-lukları Konseyi ve üye devletler tarafından onaylanmıştır. Ek Protokol için de aynı prosedür uygulanmaktadır.12 Türkiye de Ek Protokol’ün bir tarafı olarak, bu uluslara-rası kamu hukuku işlemini iç hukukunun öngördüğü prosedüre göre onay işlemine tâbi tutmaktadır. Ek Protokol’ü iki veya çok taraflı bir uluslararası kamu hukuku işle-mi değil de karma nitelikte bir işlem olarak benimsediğimize göre, yukarıda genel olarak verdiğimiz olgular veya durumlar incelemeye çalıştığımız tanıma sorununa tam anlamıyla cevap oluşturamamaktadır. Ancak, Ek Protokol karma mahiyette bir uluslararası kamu hukuku işlemi de olsa, nihayetinde Türkiye, bu Protokol ile Anka-ra Anlaşması’nın uygulama alanını hukuken Kıbrıs Rum Kesimi’ni içerecek şekilde genişletmektedir. Her ne kadar, Ek Protokol’ün imzalanmasından sonra yayımlanan bir deklarasyon ile Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tanınmadığı Türkiye tarafından ilan edilse de, bu süje ile bir uluslararası kamu hukuku işlemi akdedilmiş olmaktadır.

10 a.g.e., s. 10.11 a.g.e.12 AP’nun uygun görüşü de alınmaktadır.

Page 15: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

1716

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. 4. Ek Protokol’ü Yürürlüğe Koymamanın Türkiye ve KKTC Açısından Doğura-

bileceği Sonuçlar:

Türkiye, her ne kadar Kıbrıs Rum Kesimi’ni muhatap alarak Kıbrıs Cumhuriyeti itiba-rıyla fiili anlamda bir takım eylemler veya işlemler gerçekleştirmese de (temsilcilik açmama, mümkün olduğunca ticaret yapmama vb.), ortaklık mevzuatının kaynak-lık ettiği veya yarattığı Gümrük Birliği olgusu nedeniyle bazı yükümlülükleri de yeri-ne getirme durumuyla karşı karşıya bulunmaktadır. Örneğin, AB üyesi devletlerden birinin ortaklık mevzuatının kaynaklık ettiği 1/95 sayılı Gümrük Birliği Kararı’nda öngörülen usul ve şartlara uygun olarak Türkiye’ye mallarını deniz yoluyla (hava veya kara yolu da olabilir) ve Rum bandıralı (AB üyesi devletlere göre Kıbrıs Cumhu-riyeti bandıralı) bir gemi aracılığıyla gönderdiğini varsayacak olursak, Türkiye Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımaması nedeniyle limanlarını bu gemiye kapatabilir mi? Bu tür bir eylem karşısında Türkiye, Gümrük Birliği Kararı’nda öngörülen düzenlemeleri ih-lal durumuyla karşı karşıya kalmaz mı?

Bu soruların cevabı aslında Gümrük Birliği Kararı’nın ilgili düzenlemelerinde mev-cuttur. Hatta soruların cevabını üstü örtülü olarak Tam Üyelik Müzakere Çerçeve Belgesi’nin 6 No’lu Prg.’ının son bendinde bile bulmak mümkündür. Bahsi geçen bentte, Türkiye’nin ortaklık mevzuatına istinaden tesis ettiği Gümrük Birliği Kara-rı’ndaki yükümlülükler ile Ortaklık Anlaşması’nın yani Ankara Anlaşması’nın tüm yeni AB üyesi devletlere genişleten Ek Protokol’den kaynaklanan yükümlülük-leri yerine getirmesi istenmektedir. Bunun anlamı, AB’nin yeni on üyesini Ankara Anlaşması’na dâhil eden Ek Protokol’ün ivedilikle Türkiye’nin iç hukuk düzenleme-lerinin öngördüğü prosedüre göre13 yürürlüğe konulmasının hedeflenmesidir. Di-ğer yandan, AB, ortaklık mevzuatından kaynaklanan yükümlülükler kapsamında, Türkiye’nin AB’nin diğer üyelerine tanıdığı hakların aynısını Kıbrıs Rum Kesimi’ne de tanınmasını istemektedir.

Türkiye ile AB arasında Gümrük Birliği, Ortaklık Konseyi’nin 1/95 sayılı Kararı ile tesis edilmiş ve tarafların hakları ile yükümlülükleri bu Karar’da belirgin olarak hüküm altına alınmıştır. Tarafların yükümlülüklerini yerine getirmemeleri veya taraflar ara-sında doğabilecek uyuşmazlıklara ilişkin uygulanabilecek hükümler de Gümrük Birliği Kararı’nın son kısımlarında düzenlenmiştir. Taraflarca şekil ve şartların yeri-ne getirilmesi kaydıyla, Gümrük Birliği Kararı’nın 61 ve 62. md.’lerinde öngörülen hakemlik yöntemi uyuşmazlıkların çözümüne uygulanabilmektedir. Bu anlamda, daha ziyade AB mallarının serbest dolaşım politikasını tamamlayan veya bu politika ile uyumlu olarak hazırlanan Gümrük Birliği Kararı’nda, taraflarca yükümlülüklerin yerine getirilmemesi ortaklık mevzuatının, dolayısıyla AB hukukunun ihlali olarak değerlendirilebilir. Gümrük Birliği Kararı’nda, hukuka uyarlı kuraldışılıklar saklı kal-mak kaydıyla, taraflar arasında öngörülen ticareti kısıtlayıcı ve herhangi eş etkili

13 İç hukukumuz itibarıyla uluslararası kamu hukuku işlemlerinin (andlaşma, anlaşma, protokol vb.) nasıl ve ne şekilde yürürlüğe gireceği konusunda bkz... 1982 Anayasası’nın 90. ve 104. md.’leri ile 244 sayılı yasanın ilgili düzenlemeleri.

önlemin alınması bir yükümlülük ihlali niteliğindedir. Bu konuda, AB hukukuna yö-nelik hukuk yaratma yetkisi de olan AB Adalet Divanı (ABAD), tesis ettiği kimi karar-larında hukuka uyarlı olmayan doğrudan veya dolaylı olarak alınan ticarî önlemleri, AB bünyesindeki malların serbest dolaşımı politikasına aykırı bulmaktadır.14

Bu bağlamda AB’nin, Gümrük Birliği kapsamında, Türkiye’nin Kıbrıs Rum Kesimi’ne yönelik ticareti engelleyici mahiyette alacağı önemleri olumlu karşılamayacağı ve bu konuda tam üyelik müzakere sürecini de kullanarak Türkiye üzerinde baskı ku-racağı açıktır. Bu hususu AB, tam üyelikle ilgili iradesini yansıttığı her türlü belgede dile getirmektedir. Ancak, AB’nin de KKTC’ne yönelik izolasyonu kaldırıcı mahiyet-teki politikaları uygulamaya koyması gerekmektedir. Zira AB, 2002 Kopenhag Zir-vesi Sonuç Bildirgesi’nde vurguladığı gibi AB müktesebatını KKTC’ne yönelik (AB’ne göre Ada’nın kuzeyine, yani Rum Kesimi’nin efektif kontrolü olmayan bölgeye) as-kıya almıştır. Ancak, daha sonra AB Bakanlar Konseyi tarafından, KKTC’ni de kısmen izolasyondan kurtaracak nitelikte bir Kıbrıs Tüzüğü15 benimsenmiştir. Bu Tüzükte öngörülen düzenlemeler ve uygulamaya konulacak önlemler tam anlamıyla işle-tilememiştir. 2006 yılı itibarıyla KKTC’ne malî konulara ilişkin yardımların yapılması öngörülmesine rağmen, özellikle 5.7.1994 tarihinde ABAD tarafından alınan önka-rar16 gereğince Güney Kıbrıs Rum Kesimi tarafından tasdik edilmiş belgelere dayan-mayan KKTC menşeli tarım ürünlerinin KKTC’nden AB üyesi devletlerin ülkelerine doğrudan ticaret mahiyetinde engellenmesiyle, KKTC ekonomik olarak olumsuz etkilenmiştir.

Konuya yönelik olarak, Annan Planı’nın 24.4.2004 tarihinde yapılan referandum so-nucunda Güney Kıbrıs Rum Kesimi tarafından reddedilmesi neticesinde, KKTC’nin izolasyonuna son vermek ve ekonomik kalkınmasını teşvik etmek gayesiyle, 2004–2006 dönemi için 259 milyon euro’luk17 bir malî yardım paketi AB Komisyonu ta-rafından önerilmiştir. 2004 yılının Haziran ayında gündeme getirilen bu paketin, KKTC ile AB üyeleri arasında doğrudan ticarete izin veren bir tüzük ile birlikte kabul edilmesi öngörülmüştür.

14 Bu konuda, ABAD tarafından tesis edilen C–266/81, C–265/95 ve C–112/00 sayılı davalarda tesis edilen kararlar örnek olarak verilebilir. Bkz... C-266/81, Arrêt du 16.3.1983, SIOT/Ministero delle finanze, Rec. 1983, s. 731; C–265/95, Arrêt du 9.12.1997, Commission/France, Rec. 1997, s. 1–6959; C–112/00, Arrêt du 12.6.2003, Schmidberger, Rec. 2003, s. 1–5659. Örneğin, ABAD, C–112/00 sayılı davaya ilişkin tesis ettiği kararında, Avusturya’da yapılan bir toplantı nedeniyle otoyolun 28 saat süreyle kapalı tutul-masını malların serbest dolaşımı ilkesine aykırı bulmuştur (bkz... kararın sonuçlar kısmının 108, 118 ve 119 No’lu Prg.’ı).

15 Bkz... Journal Officiel de l’Union Européenne, L 161, 30.4.2004, s. 128-143.16 Bkz… C-432/92, Arrêt du 5.7.1994, The Queen/Minister of Agriculture, Fisheries and Food, ex parte

Anastasiou, Rec. 1994 s. I–3087. 17 Diğer yandan belirtmek gerekir ki, AB Bakanlar Konseyi’nin kabul ettiği Malî Tüzük’teki paket, 2004 yı-

lında önerildiği gibi 259 milyon euro değil, 139 milyon euroluk bir malî yardım öngörmüştür. Aradaki 120 milyon euroluk fark, gecikme nedeniyle 2005 yılı bütçesinin kullanılamamasından kaynaklanmış-tır.

Page 16: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

1918

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Böyle olmakla birlikte, özellikle Güney Kıbrıs Rum Kesimi ile Yunanistan’ın yoğun

çabalarıyla 27.2.2006 tarihinde,18 AB üyesi devletlerin Dışişleri Bakanlarının katıldığı Genel İşler Konseyi, KKTC’ne yönelik Malî Yardım Tüzüğünü, Doğrudan Ticaret Tüzü-ğünden ayrı bir şekilde onaylamayı tercih etmiştir. Kıbrıs Türk toplumunun ekono-mik kalkınmasını teşvik etmek amacıyla malî destek aracı oluşturan ve Avrupa Ye-niden Yapılanma Ajansı’na ilişkin 2667/2000 sayılı AB Bakanlar Konseyi Tüzüğü’nü değiştiren 27.2.2006 tarihli ve 389/2006 sayılı AB Bakanlar Konseyi Tüzüğü, kısmen de olsa KKTC’nin ekonomik durumuna olumlu etki oluşturmuştur. Ancak, yukarıda belirttiğimiz gibi AB Bakanlar Konseyi’nin KKTC’ne ilişkin Doğrudan Ticaret Tüzüğü henüz kabul edilmemiştir. Bu Tüzüğün kabulüne ilişkin AB bünyesinde yapılan ça-lışmalar19 2011 yılı itibarıyla henüz sonuçlanmamıştır.

Bu Tüzüğün kabul edilmemesi konusunda Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi AB bün-yesinde muhalif bir tutum sergilemeyi sürdürmektedir. Lizbon Andlaşması düzen-lemeleri ile kabul edilen AB’nin İşleyişine İlişkin Andlaşma’nın ilgili düzenlemelerine istinaden türeme norm mahiyetindeki bu Tüzüğün kabul edilmesi beklenmektedir. Özelikle Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Türkiye’nin liman ve havaalanlarını ortaklık mev-zuatı kapsamında Ek Protokol’e istinaden kendisine açması halinde, KKTC ile AB ara-sında doğrudan ticaret yapılması hususuna muhalefet etmeyeceğini belirtmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, Ek Protokol’ün Türkiye tarafından yürürlüğe konulması halinde, KKTC açısından AB üyesi devletlerin ülkelerine doğrudan ticareti öngören Tüzüğün AB hukuk düzeninde mutlaka kabul edileceği anlamına gelmemektedir. Bu durumda öncelikle bu Tüzüğün AB tarafından benimsenmesi beklenmelidir.

18 Geniş bilgi ve değerlendirmeler için bkz... Kamuran Reçber, Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri, Alfa Ak-tüel Yayını, Bursa, 2009, s. 139-145. Ayrıca bkz... http://www.ikv.org.tr/pdfs/kibrisayonelikmaliyardim-tuzugu.pdf.

19 1.12.2009 tarihinde Lizbon Andlaşması’nın yürürlüğe girmesiyle ağırlıklı çoğunlukla karara bağlanan alanların kapsamının genişletilmesinin akabinde 1.3.2010 tarihinde, Avrupa Komisyonu Doğrudan Ti-caret Tüzüğüne ilişkin taslağı Avrupa Parlamentosu’na ve AB Bakanlar Konseyi’ne sunmuştur. Avrupa Parlamentosu Hukuk Servisi’nin konuyla ilgili hazırladığı rapor, 18.10.2010 tarihinde Avrupa Parla-mentosu Hukuk İşleri Komisyonu’nda görüşülmüş ve yapılan oylamada (18 lehte, 5 karşı, 1 çekimser oy) Avrupa Komisyonu’nun öne sürdüğünün aksine (Komisyon, oybirliğini değil AB’nin İşleyişine İliş-kin Andlaşma’nın ilgili düzenlemelerinin uygulanmasını istemektedir) KKTC limanlarından AB üyesi devletlerin ülkelerine yapılacak ticaretin Ortak Ticaret Politikası çerçevesinde değerlendirilmemesi ka-rarı çıkmıştır. Bu durumda konunun AB’nin İşleyişine İlişkin Andlaşma’nın yeni düzenlemelerine göre değil, Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB ile akdettiği Katılım Andlaşması’nın Ek 10 nolu Protokolü çer-çevesinde değerlendirilmesi gerektiği görüşü benimsenmiştir. Diğer bir ifadeyle, Avrupa Parlamentosu Hukuk Komisyonu’nun tesis etmiş olduğu kararda KKTC’ne yönelik Doğrudan Ticaret Tüzüğünün genişlemeye ilişkin bir konu olduğu ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin bu hususta veto yetkisine sahip olduğu görüşü hüküm altına alınmıştır.

Avrupa Parlamentosu Hukuk İşleri Komisyonu’nun tesis etmiş olduğu ve hukukî bağlayıcılığı bulun-mayan bu karar, daha sonra Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu’nda bu konuya ilişkin yapılacak bir oylamada da benzer bir sonucun çıkmasının işareti şeklinde değerlendirilebilir. Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu, Hukuk İşleri Komisyonu’nun kararını veya raporunu nihaî şekliyle oyladıktan sonra bu konudaki görüşünü AB Bakanlar Konseyi’ne iletmektedir.

Sonuç

Yukarıda genel ve soyut olarak değindiğimiz hususlar itibarıyla denilebilir ki, Türki-ye Ek Protokol’ü iç hukuku itibarıyla yürürlüğe koysa bile, AB, KKTC’ne yönelik takın-mış olduğu tutumunu değiştirme ihtimali düşük gözükmektedir. Diğer bir ifadeyle, Ek Protokol’ün yürürlüğe konulması, KKTC’nin AB tarafından tanınmasını sağlama-yacaktır. Ayrıca, Ek Protokol’ün yürürlüğe konulması ile birlikte AB’nin KKTC’ne uy-gulamayı sürdürdüğü doğrudan ticaret yasağı politikasında derhal bir değişmenin olması da beklenmemelidir. Zira yukarıda belirttiğimiz gibi genel tabirle nitelendi-rilen Doğrudan Ticaret Tüzüğünün AB hukuk düzeninde 2011 yılı itibarıyla kabul edilmesi beklenirken, bu konuda henüz olumlu bir gelişme sağlanamamıştır. Konu-ya yönelik olarak, Ek Protokol’ün yürürlüğe konulması halinde, AB’nin 2006 yılının sonunda Türkiye’ye yönelik sekiz başlıkta askıya aldığı tam üyelik müzakereleri hu-susundaki kararını20 revize etmesi söz konusu olabilecektir. Ancak, bu tür bir kararın doğrudan KKTC açısından sonuç doğurması mümkün olamayacaktır.

Aslında, 12–13.12.2002 tarihilerinde Kopenhag’da toplanan AB Konseyi, tesis etmiş olduğu Zirve Sonuç Bildirgesi’nin 12 No’lu Prg.’ında, Kıbrıs sorununa ilişkin taraf-lar arasında bir çözümün bulunamaması halinde, Komisyon’un önerisi temelinde oybirliği ile aksini kararlaştırmadıkça, AB müktesebatının Ada’nın kuzey kısmına (yani KKTC devlet ülkesine) uygulanmasını askıya aldığını karara bağlamıştır. Bu bağlamda, AB Bakanlar Konseyi, Komisyon’u “Kıbrıs Hükümeti” ile danışma halinde, Kıbrıs’ın kuzey kısmının ekonomik kalkınmasının desteklenmesinin ve AB’ne yakın-laştırılmasının yol ve yöntemlerini incelemeye davet etmiştir. Ancak, yukarıda be-lirttiğimiz gibi, sınırlı mahiyetteki bir takım malî yardımlar dışında, KKTC’ne yönelik ekonomik kalkınma politikaları AB tarafından devreye sokulamamıştır.

Bu anlamda vurgulamak gerekir ki AB, Türkiye’ye ve KKTC’ne yönelik belirli durum-larda üzerine düşen görevleri veya yükümlülükleri yerine getirmemekte veya geti-rememektedir. Türkiye ve KKTC tarafından, AB’nin yerine getirmesi gereken yüküm-lülüklerin her platformda hatırlatılması da ulusal çıkarımızın bir gereğidir.

Kaynakça

ABAD sayılı kararı C–112/00, Arrêt du 12.6.2003, Schmidberger, Rec. 2003.

ABAD sayılı kararı C–265/95, Arrêt du 9.12.1997, Commission/France, Rec. 1997.

20 AB Bakanlar Konseyi (11.12.2006 tarihinde), Komisyon’un kendisine sunmuş olduğu 29.11.2006 tarihli tavsiyeyi olumlu olarak değerlendirmiş ve Türkiye’nin Ek Protokol gereğince üzerine düşen yükümlü-lükleri yerine getirdiği Komisyon tarafından tespit edilinceye kadar, Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyeti’ne yönelik gerçekleştirdiği kısıtlamaları ilgilendiren politika alanları ile ilgili olan tam üyelik müzakere başlıklarının askıya alınmasını benimsemiştir. AB Konseyi de AB Bakanlar Konseyi’nin bu kararını Aralık 2006 tarihli Zirve Sonuç Bildirgesi’nin 10 nolu Prg.’ı ile kabul etmiştir. Askıya alınan müzake-re başlıkları şunlardır: Başlık 1: Malların serbest dolaşımı; Başlık 3: Yerleşim hakkı ve hizmet sunma serbestîsi; Başlık 9: Malî hizmetler; Başlık 11: Tarım ve kırsal kalkınma; Başlık 13: Balıkçılık; Başlık 14: Ulaştırma politikası; Başlık 29: Gümrük Birliği; Başlık 30: Dış ilişkiler.

Page 17: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

21

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

20

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. ABAD sayılı kararı C-266/81, Arrêt du 16.3.1983, SIOT/Ministero delle finanze, Rec. 1983.

ABAD sayılı kararı C-432/92, Arrêt du 5.7.1994, The Queen/Minister of Agriculture, Fisheries and Food, ex parte Anastasiou, Rec. 1994.

ARAT, Tuğrul. “Türkiye ile Avrupa Topluluğu Arasında Gümrük Birliği ve Hukukî Uyum”, Güm-rük Birliği Sürecinde Türkiye, May.Haz.Tem.Ağ.Ey. Özel Sayısı, Sayı:17–18, yy, s. 235.

ARSAVA, Ayşe Füsun. Avrupa Toplulukları Hukuku ve Bu Hukukun Ulusal Alanda Uygulan-masından Doğan Sorunlar, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları: 545, Ankara, 1985.

http://ue.eu.int/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/fr/er/86328.pdf.

http://www.ikv.org.tr/haberler2.php?ID=1415.

http://www.ikv.org.tr/pdfs/kibrisayonelikmaliyardimtuzugu.pdf.

Journal Officiel de l’Union Européenne, L 161, 30.4.2004.

Journal Officiel de l’Union Européenne, L 254, 30.9.2005.

KABAALİOĞLU, Haluk. AB Kurumları ve Avrupa Hukukunun Uluslarüstü Özellikleri Işığında Avrupa Birliği ve Kıbrıs, Yeditepe Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 1997.

PAZARCI, Hüseyin. Uluslararası Hukuk Dersleri, III. Kitap, Turan Kitabevi, 2. Baskı, Ankara, 1997.

REÇBER, Kamuran. Avrupa Birliği Kurumlar Hukuku ve Temel Metinleri, Alfa Aktüel Yayını, Bursa, 2010.

……………………. Tam Üyelik Müzakere Çerçeve Belgesi’nin Analizi, Alfa Aktüel Yayını, Bur-sa, 2006.

……………………. Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri, Alfa Aktüel Yayını, Bursa, 2009.

M. Ergün OLGUNKKTC Cumhurbaşkanlığı Eski Müsteşarı

KIBRIS’TA GÖRÜŞME SÜRECİNİN SON DURUMU

Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğünün altında yatan temel neden, uluslararası barış ve güvenliği tehdit edeceği gerekçesi ile 4 Mart 1964 tarihinde Güvenlik Konseyinin aldığı 186 sayılı karardır. Bu karar Soğuk Savaş’ın gölgesinde Makarios’un Kıbrıs’ı Akdeniz’in Küba’sına dönüştüreceği tehdidi karşısında alınmıştır. Karar, 1960 Kıb-rıs Anlaşmaları ve Anayasası hilafına Kıbrıslı Rumların şiddet yolu ile ortaklık Kıbrıs Cumhuriyetini ele geçirilmesine meşruiyet zemini kazandırmış ve Adada siyasî eşit olan taraflar arasında tesis edilen dengeyi/simetriyi bozmuştur.

Bu tarihten beri Kıbrıs müzakereleri bu dengesizlik içinde sürdürülmekte, Rum tarafı bu dengesizliği istismar etmekte ve uluslararası camia da buna seyirci kalmaktadır.Her müzakerenin iki ayağı vardır:

(1) Süreç: Sürdürülebilir bir sonuca nasıl ulaşılabileceği;

(2) İçerik: Tarafların meşru hak ve çıkarlarına saygılı ve sürdürülebilir bir anlaşmada bulunması gerekli unsurlar/düzenlemeler.

İki ayak arasında çok yakın bir ilişki vardır – süreç bir uzlaşıya varılıp varılamayacağı ve hatta sonucun sürdürülebilirliği/kalitesi üzerinde son derece etkilidir.

Başlatılacak bir sürecin başarı şansını artırabilecek üç önemli unsur/ön şart mev-cuttur:

Page 18: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

2322

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Düz/adil bir müzakere zemini/ortamı – taraflardan birinin diğerini ve tüm adayı

temsil edemeyeceği ilkesinin 1964’te ihlali ve müzakerelerin Rum tarafının haksızca elde ettiği avantajlı zeminde yapılıyor olması Kıbrıs’ta adil müzakere koşullarını or-tadan kaldırmıştır. Bunun yarattığı fasit döngüde Rum tarafının müzakere masasın-daki tek hedefi haksızca elde etmiş olduğu avantajı korumak, Kıbrıs Türk tarafının çabası ise eşit siyasî statüsünü restore etmektir. İşte bu fasit daire çözümsüzlüğün temel nedenidir.

Tarafların statükodan/çıkmazdan eşit oranda ve ciddi boyutta zarar görüyor olması (kıvam noktası) – taraflardan biri statükodan yararlanıyor veya daha az zarar görü-yorsa uzlaşı için motivasyonu düşük olacak ve zamana oynayacaktır. Böyle bir taraf kazan-kaybet stratejisi izleyecek ve sürdürülebilir bir uzlaşı için gerekli olan kazan-kazan koşullarından uzaklaşılacaktır. Müzakere sürecinde Kıbrıs Rum tarafının dav-ranışları bu değerlendirme ile tamamen örtüşmektedir.

Taraflar arasında karşılıklı güven gereği – Taraflar arasında güven olmadığı takdirde rekabetçi davranış/yaklaşımlar hüküm sürecek, işbirliği yaklaşımı ortaya çıkamaya-caktır. Kıbrıs’ta müzakere sürecinde bu rekabetçi şartlar hüküm sürmektedir.

12 Mart 1975 tarih ve 367 sayılı kararı ile Güvenlik Konseyi Kıbrıs’ta siyasî bir çö-züme ulaşılabilmesi için Genel Sekreteri BM şemsiyesi altında iyi niyet misyonu ile görevlendirmiştir.

Bu görevin icrasında Genel Sekreter, bir süreç başlatmazdan önce, başlatılacak sü-recin başarısı için yukarıda sözü edilen koşulları gözetmekle mükelleftir.

Sürecin başarıya ulaşması ve sürdürülebilir bir uzlaşı için gereği yapılmadığı takdir-de sürecin istismarı kaçınılmaz hale gelmektedir.

Nitekim Kıbrıs Rum tarafı müzakere zeminini lehine daha da bozmak ve mevcut güç asimetrisini artırmak için son dönemde planlı olarak aşağıdaki girişimlerde bu-lunmuş ve bunlarda başarı sağlamıştır:

Yunanistan ile Ortak Savunma Doktrini:

1960 Anlaşmalarını yeniden ihlal ederek bir anlaşma öncesinde tüm Kıbrıs adına AB üyeliği projesi (Yunan diplomasisinin başarısı).

Türkiye’nin AB üyeliğinin tek yanlı olarak Kıbrıs’ta bir uzlaşı ile ilişkilendirilmesi (AB’de müttefikler bulunmuş ve işbirliğine gidilmiştir).

Yunanistan ile Ortak Münhasır Ekonomik Alan + Gaz/petrol imtiyazları (komşu ülke-ler bu yönde teşvik/tahrik edilmiş ve ittifaklar oluşturulmuştur).

Bu koşullarda Kıbrıs’ta müzakere sürecinden kazan-kazan ve sürdürülebilir bir uz-laşı sağlamak mümkün değildir ve bu başta uluslararası sistem/BM ile AB’nin ciddi bir ayıbı, başarısızlığıdır.

Kısaca, içerikle ilgili temel parametreler belirlenmiş olmasına rağmen (siyasî eşitlik, iki kesimlilik) süreci etkileyen unsurlarda uluslararası aktörlerin kendi çıkarları için yarattığı anomaliler bu gün çözümsüzlüğün nedenini oluşturmaktadır. Çözümsüz-lük, belirleyici uluslararası aktörlerin çıkarlarına hizmet ediyor olmasından da kay-naklanıyor olabilir.

Ancak bu noktaya gelinmesinde Türk tarafının da ciddi eksiklikleri vardır. On yıllardır Rum tarafı hep oyun kurucu olmuş, Türk tarafı ise tepkisel karşılıklarla yetinmiştir.

1983 yılında KKTC’nin ilanı buna bir istisnadır ancak bunun da arkası getirilerek KKTC’nin kurumsallaştırılması gerçekleştirilememiş, uluslararası meşruiyet kazan-dırılamamıştır.

Müzakerelerde belirleyici olan güçtür. Günümüzde güç kaynaklarının farklılaştığı malumdur. Var oluş için Türk tarafının/KKTC’nin gücünü artırması yaşamsal bir ge-rekliliktir. Bu kapsamda:

KKTC’de kamunun verimliliğinin ve etkinliğinin artırılması, yeniden yapılanma.

Kamu maliyesinde gelir-gider dengesinin tesisi – dışa bağımlılığın azaltılması.

Ekonomiye dinamizm ve sürdürülebilirlik kazandırılacak tedbirlerin acilen alınması.

KKTC’nin Türkiye’nin tali bir otoritesi olduğu görünümünden süratlen kurtarılması ve Anavatanımız ile ilişkilerimizin kardeşlik ve karşılıklı saygı ilkelerine dayalı olarak yeniden düzenlenmesi.

Toplumsal bellek, bütünlük ve dayanışmaya yatırım yapılması.

Tanıtım ve lobiciliğe yatırım yapılması.

Uluslararası düzeyde müttefik sayısının artırılması yaşamsal önem arz etmektedir.

Page 19: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

25

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

İsmail BOZKURTKIBATEK (Kıbrıs–Balkanlar–Avrasya) Türk Edebiyatları Vakfı Başkanı

KIBRIS TÜRK HALKI’NIN VAR OLUŞ SAVAŞIMI VE DEVLETLEŞME SÜRECİ

Özet: 1878’de, Kıbrıs İngilizlere verilince, Kıbrıslı Türklerin var oluş savaşımı başladı. Bu savaşım, hem kimliklerini koruma, hem ENOSİS’i engellemeye yönelikti.

İngiltere, 1914’te Ada’yı kendisine bağladı. 1955’te Rumların EOKA gizli örgütü, ENOSİS amacıyla terör eylemlerine başladı. Saldırıya uğrayan Kıbrıslı Türkler, Türk Mukavemet Teşkilâtı önderliğinde savunmaya geçtiler.

Kıbrıs, 1960’da iki halkın eşit ortaklığında, fonksiyonel federal bir cumhuriyet oldu. 1963’te, Rumlar, Türklere saldırdılar. Türkler, kendilerini savundular. Göçler yaşandı. 1964’te BM Barış Gücü göreve başladı.

15 Kasım 1967’de Rumların yeniden saldırmalarından sonra Kıbrıs Geçici Türk Yönetimi kuruldu. 1971’de geçicilik kaldırıldı.

Temmuz 1974’te Yunan Cuntası, darbe yaparak Makarios’u devirdi. Türkiye, müdaha-lede bulundu. Ekim 1974’te Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi, 13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti, 15 Kasım 1983’te yalnız Türkiye’nin tanıdığı bağımsız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kuruldu.

Federal bir çözüm için 1968’de toplumlararası görüşmeler başladı. Bu görüşmeler, BM gözetiminde halen de sürüyor. Şu anda Kıbrıs’ta iki ayrı egemen devlet bulunuyor.

Anahtar Kelimeler: Enosis, TMT, Devletleşme, KKTC, Görüşmeler.

Page 20: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

2726

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Giriş:

Kıbrıs sorununun özü, Kıbrıs’ın Osmanlı İmparatorluğu’na geçmesinde yatar. Hıristi-yan/Batı dünyası, kendileri için büyük stratejik önem taşıyan, Ortadoğu’daki kutsal toprakların yolu üzerindeki son durak durumunda bulunan Kıbrıs’ın, Müslüman Os-manlı yönetimine geçmesini hiç bir surette içine sindiremedi.

Kıbrıs Sorunu’nun daha yakın tarih sahnesine çıkışının ilk kanıtı, “Büyük Yunanistan” haritasının, Pigas Ferrores adlı bir Rum tarafından Viyana’da yayınlandığı 1796 yılı-dır. İskender ve Bizans İmparatorlukları’nın eski toprakları üzerinde kurulması hayal edilen ve İstanbul’un başkent İstanbul olarak gösterildiği “Büyük Yunanistan” hari-tasında, Kıbrıs da Büyük Yunanistan’ın bir parçası olarak gösteriliyordu.

Bu bağlamda, Yunanistan’ın Avrupalıların destek ve katkısı ile bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkması sonucunu doğuran Mora Ayaklanması’nın Kıbrıs’a da sıçrattı-rılması için çalışmalar yapıldı, ancak başta elebaşı Başpiskopos olmak üzere Kıbrıs’ta ayaklanma hazırlığı yapanların çoğu yakalanıp idam edilirken, bazıları Kıbrıs’tan kaçmayı başardı.

Kıbrıs’tan kaçan papazların bir kısmı, 1821 yılında Roma’da, tarihte bilinen ilk “ENO-SİS Bildirisi”ni yayımladılar.

Mora Ayaklanması sonucunda Yunanistan bağımsızlık kazanırken Kıbrıs Osmanlı toprağı olarak kaldı. Osmanlı Yönetimi, 1878’de Ada’yı İngiltere’ye bırakıncaya ka-dar ENOSİS çığlığını susturdu. Böylece sorun buzdolabına konmuş oldu.

Kıbrıs’ın, 1878’de Türk ve Osmanlı tarihinde bildiğimiz tek örnek olan “kiralama yön-temiyle” İngilizlere bırakılması, resmi tarihte yer aldığı gibi “masum” bir gerekçeye dayanmıyor. İngiliz emperyal stratejik bakış açısı, Kıbrıs’a sahiplenmeyi on yıllardır öngörüyordu. Fırsat yakalandığı an da Kıbrıs’ı Osmanlı’dan kopardı.

Kıbrıslı Rumlar, Ada’nın İngilizlere geçmesini sevinçle karşılayıp derhal ENOSİS tale-binde bulundular. Bu durum, bu yöndeki çalışmaların sinsice yürütüldüğünü gös-terir.

Süreç, İkinci Dünya Savaşı sonrasına kadar ENOSİS istemleri ve bu bağlamda 1931 Ayaklanması ile sürüp gitti.

Sonuçta, 1952 yılında Atina’da EOKA’nın (Etniki Organosis Kibreon Agoniston / Ulu-sal Kıbrıs Savaşçıları Örgütü) kurulması ve 1 Nisan 1955’te silâhlı terör eylemlerine başlaması üzerine sorun sıcak çatışma ortamına taşındı.

1960’da, iki halkın eşit ve ortak egemenliğinde ve Türkiye, Yunanistan ile İngiltere’nin garantörlüğü altında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti üç yıl yaşayabildi.

21 Aralık 1963’ten başlayarak Ada, Rumlar tarafından ENOSİS’in gerçekleştirilmesi için yeniden sıcak çatışma ortamına sürüklendi.

ENOSİS’i Türk direnişi önledi. 1974 Türk Askeri Müdahalesi’nin (Barış Harekâtı) başa-rı ile gerçekleştirilmesi ve daha sonra Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurulması ile bugüne gelindi.

1. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Kurulmasına Kadar Kıbrıs Türklerinin Var Oluş Sava-şımı (1878 – 1960):

1878’de Kıbrıs’ın İngilizlere kiralanması sonucu, o güne kadar büyük bir imparator-luğun yönetici unsurunun bir parçası ve Ada’nın yönetici/hakim unsuru olan Kıbrıs Türkleri, bir anda yabancı bir yönetimin üçüncü sınıf uyruğu durumuna düştüler.

Travma nitelikli bu gelişmelerin yarattığı sarsıcı etkiler, Kıbrıs Türklerinin var oluş savaşımının başlamasına vesile oldu.

Kıbrıs, Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası iken, Kıbrıs’ta yaşayan Türkler kendi-lerini büyük bütünün bir parçası olarak görüyorlardı. Yabancı bir yönetim söz konu-su olunca, kimlik arayışı içine girmeleri ve yabancı bir yönetime karşı şu ya da bu biçimde direniş göstermelerini doğal karşılamak gerekir.

Direnişi tetikleyen uygulamalar arasında, İngiliz Sömürge Yönetimi’nin, uyrukları-nın baş eğmesi, sinmesi, kişiliğini-kimliğini yitirmesi yönündeki kendine özgü yön-temlerini de saymak gerekir.

Bu bağlamda İngiliz Sömürge Yönetimi, resmî yazışmalarda “ast-üst”, “buyruk ve-ren-buyruk alan, “sahip-kul (köle)” imajını güçlendirecek söylemler yerleştirdi. Bir kişi ya da makama yazılan bir yazı (resmi iç yazışma, dilekçe, rapor, jurnal, başka bir metin ve benzeri), insanlık onurunu ayaklar altına alan, “muti bendeleriniz olmakla müftehir (I have the honour to be your obidient servant)”, bugünkü Türkçe ile “sadık kulunuz olmakla onur duyan” ifadesiyle imzalanmazsa işleme konmazdı.

Direnme yerine İngiliz Sömürge Yönetimi’ni benimseyip onun güdümüne ve hiz-metine girenler de oldu. Bu gibiler, toplumdaki direnişi kırmak için çaba gösterdiler.

Kıbrıs Türklerinde, bir yandan Sömürge Yönetimi’ne karşı direniş (başka bir deyişle sömürgecilere karşı savaşım); diğer yandan sömürgecilerle işbirliği ve onlara hiz-met tüm İngiliz Dönemi’nde, çeşitli platformlarda ve değişik biçimlerde sürüp gitti.

Kıbrıs’ta İngiliz Yönetimi başlar başlamaz Rumların ENOSİS için harekete geçmeleri ve Ada’nın Yunanistan’a bağlanma (ENOSİS) olasılığının gündeme gelmesi de, her dönem ve koşulda Kıbrıslı Türklerin karabasanı olmayı sürdürdü ve direniş gereğini güçlendirdi. İlginç olan husus, İngiliz Yönetimi’ne karşı direnenlerle İngiliz işbirlikçi-lerinin, ENOSİS karşıtlığında ve ENOSİS olasılığına karşı savaşımda, aynı safta birleş-

Page 21: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

2928

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. meleridir. Sonuna kadar da öyle oldu. Her dönemde Kıbrıs Türkleri, ENOSİS karşıtlığı

konusunda toplumsal bütünlük gösterdiler.

Böylece bir yandan İngiliz Sömürge Yönetimi’ne karşı direnme, diğer yandan ENOSİS’i engelleme çabaları eksenlerinde gelişen Kıbrıs Türklerinin var oluş savaşı-mının şiddet ve biçimi, yaşanan toplumsal travmalara göre biçimlendi.

Kıbrıs Türklerinin İngilizlere karşı direnişi, genelde pasif nitelikli (örgütlenme, ga-zete/kitap yayımlama, sesini duyurma, kültürüne/kimliğine sahip çıkma gibi) oldu. Koşut olarak, ENOSİS karabasanının yaşanmaması için, her alan, ortam ve koşulda savaşım ve savaş verildi.

Direnişin eylemsel amaçlı ilk örneği, Birinci Dünya Savaşı yıllarında ve Kıbrıs’ın İngiltere’ye ilhakından sonra, İngilizler tarafından haber alınıp önlenen silâhlı ayak-lanma girişimidir.

Var oluş savaşımının aşamaları, ana hatları ile şöyledir:

1.1. Kıbrıs’ın İngiliz Yönetimi’ne Geçmesi ve Kıbrıs Türklerinde İlk Örgütlen-me: Kıraathane-i Osmanî (1878–1914):

Kıbrıs’ın bir anda İngiliz Yönetimi’ne geçmesi ve ENOSİS olasılığının açıkça ortaya çıkmasının hemen sonra, Kıbrıs Türklerinde siyasal nitelikte sayılabilecek ilk örgüt-lenme, Kıraathane-i Osmanî adıyla 1886 yılında ortaya çıktı.

Kıraathane-i Osmanî’nin belli bir tüzüğü ve kayıtlı üyeleri olmamakla birlikte, dö-nemin aydınlarının/ileri gelenlerinin bir araya gelip toplum sorunlarını tartıştıkları doğal bir platform oldu.

Nitekim Kıbrıs’taki ilk Türk matbaası, Kıraathane katılımcıların kendi aralarında top-ladıkları para ile kuruldu.

İlk gazete, ilk roman, öykü, oyun gibi Avrupaî edebi türler ilk kez bu dönemde ya-yımlandı.

Bu hareketleri rastgele olaylar olarak değil, direnmenin değişik göstergeleri olarak değerlendirmek gerekir.

İngiliz Sömürge Yönetimi’nin ilk yıllarında ortaya çıkan ve özde yasadışı bir eşkıyalık olayı olan Hasanbulliler olayının destanlaştırılarak özgürlük savaşına dönüştürül-mesini de halkın İngiliz Yönetimi’ne tepkisini gösteren bir olgu olarak değerlendir-mek gerekir.

İngiliz’e karşı tepkinin destanlara yansımasını, süreç içinde ortaya çıkan başka des-tanlarda da görmekteyiz.1

1 İsmail Bozkurt, “Kıbrıs Türkleri’nde İngiliz Sömürge Yönetimi’ne Karşı Destanlarla Direnme”, Kıbrıs Araştırmaları Dergisi/Journal for Cyprus Studies, Cilt/Volume 4 Sayı/Issue 1 Kış/Winter 1998, Doğu Akdeniz Üniversitesi Kıbrıs Araştırmaları Merkezi/Eastern Mediterranean University Centre for Cyprus Studies, Gazimağusa 1998.

İngiliz Sömürge Yönetimi, 1882’de bir Kavanin (Yasama) Meclisi oluşturdu. Meclis, Türk üyelerin İngiliz üyelerle birlikte oy kullanacakları varsayımı ile “İngiliz üye-ler + Türk üyeler = Rum üyeler” oy dengesi üzerine kurulmuştu. Uygulamada da, Meclis’in varlığını sürdürdüğü 1931 yılına kadar bu denge geçerli oldu. Sonuçta İn-giliz Valisi’nin iradesi her zaman geçerli oluyordu.

Meclis için söylenebilecek önemli bir husus da, kaldırıldığı 1931 yılına kadar sürekli olarak Rum üyelerin ENOSİS istemleri ve Türk üyelerin buna karşı çıkışlarına tanık olmasıdır.

1.2. Kıbrıs’ın Tek Taraflı Olarak İngiltere’ye İlhak Edilmesi, İlk Türk Gizli Örgütü ve Suskunluk Dönemi (1914 – 1918):

Kira yöntemi ile devredilmiş ve egemenlik hukuken Osmanlı’da kalmışsa da, İngiliz-ler Kıbrıs’ta fiili egemenlik kurdular.

1914’te başlayan Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlıların Almanların yanında sava-şa girmesini fırsat bilen İngilizler, fiili egemenlikle yetinmeyerek, 5 Kasım 1914’te Kıbrıs’ı tek yanlı olarak İngiltere’nin bir parçası ilan ettiler.

Bu, Kıbrıs Türklerini sarsan yeni bir travma oldu ve yeniden Osmanlı’ya katılmayı hedefleyen ilk yeraltı Türk örgütü kuruldu.

İngiliz tarihçisi George Hill, “Kıbrıs Tarihi” adlı yapıtında, bazı kaynaklarda “Türkiye İle Birleşme Örgütü” olarak adlandırılan bu örgütten “Türkçü ve İslâmcı bir hareket” ve “küçük bir parti” diye söz ederek örgütün siyasal niteliğini vurgular.

Bu örgüt, İngilizler tarafından erken zamanda haber alınıp dağıtıldığı için etkili olamadı.

İngiltere 1915 yılında savaşa girme karşılığında Kıbrıs’ı Yunanistan’a vermeyi teklif etti. Yunanistan kabul etmedi.

Bunu izleyen yıllarda Kıbrıs Türklerinde suskunluk görünür. 1915-1919 arası dö-nemde, Kıbrıs’ta tek bir Türkçe kitap, gazete ya da dergi çıkmadı. Oysa aynı dönem-de birçok Rumca kitap ve on beş gazete/dergi yayımlanıyordu.

Bu durumu, hem yaşanan travmanın, hem İngiliz Yönetimi’nin Kıbrıs Türklerine uy-guladığı baskının sonucu olarak değerlendirmek gerekir.

1.3. Meclis-i Millî Olayı, Türk Kurtuluş Savaşı ve Lozan (1918–1924):

10-12 Aralık 1918’de, Ada’nın her yerinden gelen 200 delegenin bir araya gelmesi ile gerçekleştirilen Meclis-i Millî olayı; Kıbrıs’taki Türk direnişinin önemli kilometre taşlarından ve somutlaşmış kanıtlarından biridir.

Page 22: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

3130

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Meclis-i Millî’nin, Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçişinden (Samsun’a çıkışından);

Erzurum ve Sivas Kongreleri’nden aylar önce toplanmasının anlamı derindir ve iyice irdelenmesi gerekir.

Meclis-i Millî, Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkmasından ve Anadolu’da toplanan kongrelerden sonra toplanmış olsaydı, doğal bir etkilenmeden söz edilebilecekti. Çok önce toplanmış olması, Meclis-i Millî’ye özgünlük ve daha da önem kazandırır.

Meclis-i Millî’nin, Kıbrıs’ın yeniden Osmanlı İmparatorluğu’na iade edilmesi yönün-deki kararı uygulanamadı. İngiliz Yönetimi seçilen temsilcilerin Ada’dan çıkmasını yasakladı. Zaten kararın uygulanma olasılığı, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalan-ması ile ortadan kalktı.

Buna karşın, Meclis-i Millî, bir ateşleme etkisi yaptı. Kıbrıs Türklerinin 1915-19 arası suskunluğu ortadan kalkarak, çeşitli gazeteler/dergiler yayımlandı.

Bu gazetelerden/dergilerden Söz 1200, Vatan 800, İrşad 400, Ankebut 310, Doğru Yol 810, Davul 600, Hakikat 1000 adet basıyordu.

Söz’ün 1200’lük tirajını aşan Rumca Elefteria (Özgürlük) adlı gazetenin tirajı 1800 civarında idi.

Rumca Elefteriya’nın 1800’lük tirajına karşılık Söz’ün 1200’lük tirajı, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki bugünkü düşük gazete tirajları da göz önünde bulunduru-lursa, dikkate değer bir durum ortaya çıkarır.

Türk Kurtuluş Savaşı’nı heyecanla ve bu savaşla özdeşleşerek destekleyen Kıbrıs Türk basını, o dönem Kıbrıs Türk direnişinin de simgesi oldu.

Türk Kurtuluş Savaşı’na katılan Kıbrıslı Türkler oldu. Çeşitli kampanyalarla toplanan yardımlar Anadolu’ya ulaştırıldı.

Anadolu’ya yardım amacıyla para toplanması için başvurulan yöntemlerden biri oyunlar sahnelemek, müsamereler düzenlemekti. 1919-22 arasında Kıbrıs’ın çeşitli kent ve köylerinde seksen oyun sahnelenmesi / müsamere düzenlenmesi de, o gün-kü gazete tirajları gibi dikkate değer bir husustur. Hem Anadolu’ya yardım çalışmala-rının yaygınlığını, hem o dönemdeki canlı kültürel yaşamı kanıtlar niteliktedir.

1.4. Lozan Andlaşması Sonrası ve Millî Meclis (1924–1931):

Kıbrıs Türkleri, Lozan Andlaşması ile yeniden Türkiye’ye bağlanma ümitlerini yitire-rek yeni bir travma yaşadılar.

Kıbrıs’tan Anadolu’ya göç dalgası başladı. Kıbrıs’ta kalanlar ise, Mustafa Kemal’i ve Cumhuriyet’i adım adım izlediler ve devrimleri benimseyerek uyguladılar.

1924 yılında, “Kıbrıs Türk Cemaat-ı İslâmiyesi” adıyla siyasal nitelikli bir örgüt ku-ruldu. Bu örgütün önemi, ilk kez “Türk” kimliğinin kullanılmış olmasıdır. Örgütün “Teşkilât-ı Esasiye Nizamnamesi”sinde amaç, “Teşkilâtın amacı, adadaki Türk İslâm Cemiyeti’nin mevcudiyet ve bekasını, inkişaf ve terakkisini temine çalışmaktır” biçi-minde yer almaktadır.

İngiliz Yönetimi, hem devrimlerin uygulanmasını önlemeye çalıştı, hem de Türk kimliği yerine Müslüman kimliğini dayattı. 1949 yılına kadar da resmen Türk kim-liğini reddetti.

1930 Kavanin (Yasama) Meclisi seçimlerinde Kemalistlerle İngilizcilerin mücadelesi, döneme damgasını vuran olaylardan biri oldu. Seçimden Kemalistler zaferle çıktı. Kemalist Necati Özkan, Kıbrıs Türk Halkı’nın desteğine sahip bir siyasal lider olarak siyaset sahnesinde parladı.

Necati Özkan, seçildikten kısa bir süre sonra 1 Mayıs 1931’de, Ada’nın her yanından gelen 210 delegenin katılımıyla Lefkoşa’da bir Millî Meclis topladı.

Kıbrıs Türk tarihindeki bu ikinci Millî Meclis, Türkler’in İngiliz Sömürge Yönetimi’ne karşı mücadele stratejisini belirledi. İngiliz Yönetimi’nin görevlendirdiği müftüye tepki olarak kendi müftüsünü seçti ve bir Merkez Heyeti oluşturdu.

Bu arada Necati Özkan, İngiliz Yönetimi’nin Kavanin (Yasama) Meclisi’nde kurduğu “İngiliz üyeler + Türk üyeler = Rum üyeler” oy dengesine dayalı sistemi ilk kez bo-zarak Rum üyelerle birlikte oy kullandı ve İngiliz Yönetimi’nin yarattığı denge ile politikalarını darmadağın etti.

Kısa bir süre sonra Rumların 1931 İsyanı gerçekleşti. İngiliz Yönetimi, 1931 Rum Ayaklanması’nı gerekçe göstererek Kavanin (Yasama) Meclisi’ni dağıttı, belediye ve diğer seçimleri iptal etti; sıkıyönetim ve sansür uygulayarak baskıcı bir yönetim kurdu. Bu arada Türk ve Yunan bayrakları asılmasını, Türkiye ve Yunanistan’dan kitap getirilmesini yasakladı.

Bunu yapmakla halk desteğindeki Necati Özkan’ı etkisizleştirmiş ve Millî Meclis’in seçtiği Merkez Heyeti’nin işlevsellik kazanmasını da önlemiş oldu.

İngiliz arşivlerinin gizlilik süresi 30 yıldır. Önemli konular içinse 100 yıllık karartma uygulanır. 1931 İsyanı, 100 yıllık karartma altındadır. Bu 100 yıllık karartma, sıkıyö-netim uygulamasının, Yasama Meclisi’nin dağıtılmasının ve tüm seçimlerin kaldırıl-masının esas nedeninin, Necati Özkan’ın dengeleri altüst eden siyasal liderliği ve onun önderliğindeki Millî Meclis’in İngiliz Yönetimi’ne başkaldırı anlamı taşıyan ka-rarları, bu bağlamda Merkez Heyeti oluşturulması olduğu yönünde ciddi kuşkular yaratmaktadır.

Page 23: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

3332

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. 1.5. Bakıcı Dönem, ENOSİS İstemlerinin Tırmanması, İngiliz Plânları ve Türkle-

rin Örgütlenmeleri (1931 – 1955):

1931 İsyanı’ndan sonra bakıcı bir dönem başladı. Kıbrıs Türkleri örgütsüz bırakıldık-larından bu dönemde daha çok sıkıntı çektiler.

Bu baskıcı dönemde Kıbrıs Türk edebiyatı kimlik kazanmaya başladı. Bu tarihlere kadar yazılan edebi eserlerin konu, mekân, karakterler ve olaylarının Kıbrıs ilgisi yoktu. Eserlerde, genellikle İstanbul, nadiren de başka Osmanlı coğrafyaları vardı. İlk defa bu dönemde Kıbrıs, Kıbrıs Türk insanı, Kıbrıs’ta geçen olaylar edebi eserler-de görülmeye başlandı.

Bu edebî hareketi de, siyasal mücadelenin yasaklamasına karşı tepki ve kimlik ara-yışı olarak görmek mümkündür.

İngilizler, daha İkinci Dünya Savaşı sürerken sıkıyönetimi yumuşatmaya başladılar. Aynı zamanda Rumların ENOSİS istemleri de yükselen bir eğri göstermeğe başladı. İngilizlerin, özerk bir yönetim amacıyla ortaya çıkardıkları Lord Winster (1947) ile Jackson (1948) Plânları, Rumların ENOSİS’ten ödün vermemeleri dolayısıyla sonuç-suz kaldı.

Türkler, gelenekselleşmiş tepkilerle ENOSİS’e hep karşı durdular. Bu bağlamda, 1942’de Kıbrıs Adası Türk Azınlığı Kurumu (KATAK) kuruldu. Kıbrıs Türk Tarihi’nde, “azınlığın” kayda geçirildiği tek örgüt olarak bilinen KATAK, uzun ömürlü olmadı.

Dr. Fazıl Küçük, 1944’te kısaca Milli Parti olarak bilinen Kıbrıs Milli Türk Halk Partisi’ni kurdu. Partinin adı bir süre sonra Kıbrıs Türktür Partisi olarak değiştirildi.

1945’te KATAK, Milli Parti, Çiftçiler Birliği ve (20 sendikanın oluşturduğu) Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri Kurumu, “Kıbrıs Türk Kurumlar Birliği”ni oluşturdular.

Giderek yükselen ENOSİS istemlerine karşı, Kıbrıs Türklerinin yaptığı ENOSİS karşıtı dev boyutlu kitlesel miting (28 Kasım 1948) döneme damgasını vuran gelişmeler-den biri oldu.

1849’da Necati Özkan tarafından Kıbrıs Türk Millî Birliği (İstiklal) Partisi kuruldu.

Rumlar 1949’da, ENOSİS için BM Güvenlik Konseyi’ne başvurdular, Kilise, 1950’de ENOSİS için bir plebisit (halkoylaması) yaptı.

“Kıbrıs Türk Kurumlar Birliği” yürümeyince yeni bir örgütlenme ortaya çıktı. Çok sa-yıda kurum ve kuruluş 1949’da bu kez üst örgüt niteliğinde “Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu”nu oluşturdular. Ayrıca değişik siyasal gruplar, “Kıbrıs Türk Millî Birliği” adı altında siyasal parti olarak örgütlendiler.

Türkiye ile daha yoğun ilişkiler yaşandı. Karşılıklı ziyaretler gerçekleştirildi. Bu arada 1952 yılında Atina’da Makarios’un başkanlığında EOKA kurularak silâhlı mücadele için hazırlıklar başladı.

1.6. EOKA’nın Terörle Ortaya Çıkışı ve Türk Direnişi’nin Örgütlenmesi (1955 – 1958):

1.6.1. EOKA’nın Silâhlı Terör Eylemlerine Başlaması ve Plânlar:

EOKA’nın ENOSİS’i gerçekleştirmek amacı ile silâhlı terör eylemlerine başladığı 1 Nisan 1955 tarihi, genel anlamda Kıbrıs Tarihi’nde olduğu kadar, Kıbrıs Türklerinin tarihi açısından da bir dönüm noktasıdır.

Başlangıçta, İngiliz Sömürge Yönetimi’ne yönelen silâhlı terör eylemleri, giderek Kıbrıs Türklerini de hedef almağa başladı.

İngiliz Sömürge Yönetimi’nin Kıbrıs Türklerini koruma, onların güvenliğini sağlama gibi bir çabası hiç olmadı.

Bu dönemde, Kıbrıs için aşağıdaki yeni plânlar ortaya çıktı:

1955 1. Mac Millan Plânı1955 2. Mac Millan Plânı1956 Radcliff Plânı 1958 3. Mac Millan Plânı1958 Spaak (Nato Genel Sekreteri) Plânı

ENOSİS’i öngörmeyen bu plânlar da sonuç vermedi.

1.6.2. Silâhlı Türk Direnişi’nin Ortaya Çıkması:

Kıbrıs Türkleri, silâhlı saldırılara karşı, başlangıçta hazırlıksız ve örgütsüzdü. EOKA saldırganlığının yarattığı yok olma tehlikesi, Kıbrıs Türklerinin toplumsal savunma içgüdüsü ile ulusal bilincini harekete geçirerek, varlığını korumak için direniş ara-yışlarına itti.

Bireyin nasıl kendisini koruma refleksi varsa, toplumların da benzer refleksleri var-dır. Kıbrıs Türkleri de, yok olma tehlikesi karşısında bu refleksi gösterdiler.

KITEMB (Kıbrıs Türk Mukavemet Birliği), Volkan (Var Olmak Lazımsa Kan Akıtmamak Niye), Kara Çete, 9 Eylül (Cephesi) adlı direniş grupları, bu arayışların ve korunma refleksinin ürünü olarak ortaya çıktı.

Merkez Lefkoşa’da filizlendikleri ve basında yer aldıkları için iyi bilinen bu grupların dışında, birçok kasaba ve köyde de kendiliğinden, çoğu isimsiz, başka direniş grup-ları da oluştu.

Page 24: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

3534

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Bu direniş gruplarının, Türk Kurtuluş Savaşı başlarında ortaya çıkan Kuva-i

Milliye’den ya da 2. Dünya Savaşı’nda işgal edilen Fransa’da filizlenen direniş nüve-lerinden farkları yoktu.

Süreç içinde Türk Mukavemet Teşkilâtı (TMT), ulusal bilinçle beslenen savunma ge-reksinimi ile istencinin, başka bir deyişle Kıbrıs Türklerinin öz dinamiklerinin ortaya çıkardığı dağınık direniş gruplarını bir çatı altında toplamaya yönelik bir yapılanma olarak ortaya çıktı.

Kesin kuruluş tarihi tartışmalı olmakla birlikte, adı ve ilk bildirisi 26 Kasım 1957’de gün ışığına çıkan TMT’nin, Rauf Raif Denktaş, (rahmetli) Dr. Burhan Nalbantoğlu ve (rahmetli) Kemal Tanrısevdi tarafından, Kasım 1957’de kurulduğu birçok belge ile de kanıtlandı.

Ocak 1958’de, TMT konusunda Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Genel Kurmayı ile bağlantı kuruldu ve destekleri alındı.

TMT, kuruluşunda, kendi yağı ile kavrulmuş, yeterli örgütlenmeyi sağlayamamış, in-san kaynaklarını eğitememiş, amatörlükten öteye geçememiş ve silâhlanamamıştı. Bu olumsuzlukları doğal karşılamak gerekir.

Bu doğallık, başarılı direniş örgütlerinin genellikle dış destekçisi olduğu olgusu ile de örtüşür.

İşgal altındaki Fransız direnişi, İngiliz desteği olmasaydı başarılı olamazdı. Filistin’i İsrailleştiren sürecin gizli örgütlenmeleri de, birçok devletin arkasında olduğu dün-yadaki Yahudi kuruluşlarının desteği ile başarılı oldu.

1.6.3. TMT’nin Türkiye Bağlantısı:

TMT’nin de başarılı ve etkili olması için destekçiye gereksinimi vardı. Kıbrıs Türkü’nün doğal bağlaşığı, Anavatan Türkiye’den başkası olamazdı. Öyle de oldu. TMT, Devlet olarak Türkiye’nin desteğini aldı ve 1958 Ocak’ından başlayarak Türk Hükümeti ve Genel Kurmayı ile bağlantı kurulmasından sonra bir Türk Subayı, Yarbay Ali Rıza Vu-ruşkan, gizli bir kimlikle Kıbrıs’a gelip 1 Ağustos 1958’de TMT’nin başına geçti.

O tarihten sonra TMT, Türk Ordusu’na bağlı askerler tarafından yönetilerek, bir gizli örgütün gerektirdiği yapılanmayı gerçekleştirdi. Bu arada Türkiye’den Kıbrıs’a gizli yollardan silâh akışı başladı. TMT üyeleri için eğitim programları uygulandı.

1 Ağustos 1958 öncesinde direniş gruplarını oluşturan direnişçiler, gizli bir örgütün kuruluşu ve çalışması ile silâh kullanma konusunda eğitimsizdi. Eğitim, eylem için-de, eylemin bir parçası olarak kendiliğinden/doğaçlama oluyordu. Zaman içinde, yine sıkı gizlilik ortamında, özellikle silâh kullanma konusunda “ilk” eğitim verilme-ye başlandı.

TMT’nin insan kaynağının belirli bir program içinde eğitilmesi, Türkiye ile bağlantı kurulmasından sonra oldu. İlk grup Ankara yakınlarındaki Zirköy’de, 1958’de eğitildi.

Zirköy, daha sonra Antalya yakınları ve Kıbrıs içindeki eğitim çalışmaları, TMT yerüs-tüne çıkıncaya kadar sürdü.

1.7. Zürih ve Londra Andlaşmaları ile Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Kurulması (1958 – 1960):

1958 yazında, Kıbrıs’ın bir kan gölüne dönüşmesinden sonra Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması süreci başladı. Bunun sonucunda, Zürih ve Londra Andlaşmaları imzalan-dı, bu andlaşmalara uygun olarak Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası yapılarak yürürlüğe girdi ve 16 Ağustos 1960’da Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu.

2. Kıbrıs Türklerinin Devletleşme Süreci (1958 - 1983):

2.1. Uluslararası Hukuk Belgeleri Olan Zürih ve Londra Andlaşmaları ile Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası:

Kıbrıs Türklerinin “Türk” kimliğini, Devletin eşit kurucu ortağı olma hakkını, bu bağlamda self determinasyon (kendi kendini yönetme) hakkını,Türkiye’nin Kıbrıs üzerindeki garantörlük haklarını tescil etti.

Koşut olarak, Kıbrıs Cumhuriyeti ve bu Cumhuriyet’in çatısı altında kurulan Türk Ce-maat Meclisi ile, Kıbrıs Türkleri devletleşme aşamasına ulaşmış oldu.

Devletleşme sürecindeki aşamaları şöyle sayabiliriz:

2.2. Kıbrıs Cumhuriyeti ve Türk Cemaat (Toplum) Meclisi (16 Ağustos 1960 – 21 Aralık 1963):

Zürih Londra Andlaşmaları ve Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’na göre Kıbrıs Cumhu-riyeti, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin garantörlüğü altında, iki halkın eşit ortak-lığı temelinde kurulmuştu.

Devletin şekli konusunda, ne andlaşmalarda ne Anayasa’da hiçbir kayıt yoktur. Buna karşın bilim adamları, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni “fonksiyonel federasyon”, “federal/konfederal”, “quasi federal / yarı federasyon” olarak nitelerler.2

Bize göre de, Kıbrıs Cumhuriyeti, açık ve belirgin bir “fonksiyonel federasyon”du. Buna karşın, bu fonksiyonel federalizmin içeriğinde konfederal özellikler / düzen-lemeler de vardı.

2 İsmail Bozkurt, http://www.kibrispostasi.com/index.php/cat/35/col/113/art/2581/PageName/KIBRIS, Erişim Tarihi: 23 Haziran 2008.

Page 25: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

3736

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Kıbrıs Anayasası’nın federe / konfedere birimleri, merkezî hükümet bakımından

Türk ve Rum toplumları; toplumlar söz konusu olduğunda Türk Cemaat Meclisi ile Rum Cemaat Meclisi idi.

Merkezî hükümet bağlamında, birçok konuda iki toplum (konfederalizmin gereği olarak) uzlaşmadan (konsensus sağlanmadan) karar üretilemiyordu.

Cumhurbaşkanı ile Cumhurbaşkanı Muavini’nin dışişleri ve savunma konusundaki veto hakları, iki toplum arasında uzlaşmayı (konsensusu) gerektiren bir düzenleme idi. Vergi, dışişleri, savunma ve belediyeler konusunda, iki toplum temsilcilerinin ayrı çoğunlukla karar verme yetkisi de başka bir konfederal özellikti.

Anayasa’da açık ve net şekilde yazılmamasına karşın, uluslararası hukuka / camia-ya aracısız muhatap olabilme ya da olamama konusu, ağırlık merkezî hükümette olmak üzere merkezî hükümetle federe/konfedere birimler (Türk ve Rum Cemaat Meclisleri) arasında bölüşülmüştü.

Federe birimlerin, merkezî hükümetle muhatap olmadan, doğrudan doğruya ulus-lararası hukuka / camiaya aracısız muhatap olma hakkı / yetkisi olduğu konular şun-lardı:

• Türkiye ya da Yunanistan’dan doğrudan yardım alma, öğretmen sağlama,• Münhasır (yalnız kendilerine ait) yasama, yürütme, kısmi yargı, başka bir anla-

tımla egemenlik yetkisine sahip oldukları eğitim, kültür, spor ve din.

Egemenlik konusunda da Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası, devletin egemen olduğu-nu belirten genel bir kural dışında bir kural içermez. Ancak federe birimlerin hem iç egemenlik (yasa yapma), hem dış egemenlik (uluslararası hukuka/camiaya aracısız muhatap olabilme) konusunda yetkili olmaları; egemenliğin bölündüğünü gösterir.

2.3. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Çöküşü ve Genel Komite’nin Oluşması (21 Aralık 1963–28 Aralık 1967):

Kıbrıs Cumhuriyeti üç yıl yaşayabildi. 21 Aralık 1963’ten başlayarak Ada, ENOSİS’in gerçekleştirilmesi için yeniden sıcak çatışma ortamına sürüklendi.

Bu amaçla ‘Akritas Plânı’ denen cinaî bir tasarı hayata geçirildi. Plân, mümkün olan en kısa zamanda, ‘dışarıdan müdahalenin mümkün, muhtemel ya da yerinde gö-rülmesine fırsat bırakmadan, bir iki gün içinde’ Kıbrıslı Türklerden gelecek her türlü direnişi bastırarak ortaklık hükümetini yıkmak”3 suretiyle ENOSİS’E ulaşmayı hedef-lemişti.

3 Vamık D. Volkan ve Norman Itzkowitz, Türkler ve Yunanlılar Çatışan Komşular, Bağlam Yayınları, İstanbul, 2002, s. 175.

Kıbrıs Türkleri, TMT önderliğinde silâhlı direniş sürecini başlattı. Yerüstüne çıkan TMT, başlangıçta, gizli dönemindeki örgütlenme biçimi değişmeden, kitlesel silâhlı bir güce dönüştü.

TMT’nin kitlesel silâhlı güce dönüşmesi yeterli değildi. Bir devlet aygıtının da oluş-turulması gerekiyordu. Üç yıl süren Kıbrıs Cumhuriyeti dönemi, kısa da olsa Kıbrıs Türkleri için ciddi bir devlet deneyimi olmuştu.

İhtiyacı karşılamak amacı ile TMT’nin önderliğinde, Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaş-kan Yardımcılığı ve Türk Cemaat Meclisi’nin destek ve işbirliği ile asker ve sivilleri bir çatı altında toplayan, bir tür “İhtilal Konseyi” niteliğinde “Genel Komite” kuruldu. Genel Komite, ortaya çıkan devlet boşluğunu doldurdu.

1968’den başlayarak, düzenli ordu örgütlenmesine geçildi ve askeri hiyerarşi oluş-turuldu. Koşut olarak, silâhlanma ve eğitim çalışmaları yapıldı.

2.4. Kıbrıs Geçici Türk Yönetimi (27 Aralık 1967 – 21 Nisan 1971):

Rum- Yunan kuvvetlerinin General Grivas komutasında 15 Kasım 1967’de Geçitkale ve Boğaziçi köylerine gerçekleştirdikleri ve dönemin BM Barış Gücü Komutan Yar-dımcısı ve Komutan Vekili İngiliz Generali Michael Harbottle’un, “çok daha üstün adam gücü ve silâh üstünlüğü” olan Rum güçlerinin “yol silindiri ile bir cevizi kırma niteliğindeki” saldırısına4 Türkiye’nin tepkisi sert oldu.

Her zaman olduğu gibi ABD araya girdi. Sonuçta Türkiye’nin istem ve baskısı ile işgal edilen Geçitkale ile Boğaziçi derhal boşaltıldı; Grivas, Kıbrıs’tan geri çekildi; Ada’ya gizlice sokulan Yunan Tümeni geri çekildi; yıkılan ya da zarar gören binalar onarıldı.5 Harbottle, konu ile ilgili olarak “Barış Gücü”nün önleyemediği bu savaş (15 Kasım 1967 Geçitkale – Boğaziçi Savaşını kastediyor.) toplumlararası farkların takdir edil-mesine yol açan bazı seri hadiseler getirmiştir”6 demektedir.

15 Kasım 1967 Savaşı sonrasında, Rum – Yunan tarafı, Kıbrıs Türklerinin direnişini silâhla kıramayacağını anlayarak taktik değiştirdi. Baskılar azaltıldı, barikatlar kaldı-rılarak Kıbrıs Türklerinin serbest dolaşımı engellenmemeye başlandı. 1968 başında Beyrut’ta toplumlararası görüşmeler başladı. Daha sonra Lefkoşa’da sürdürülen gö-rüşmeler, kesintilerle bugüne kadar sürdü.

Bu arada Kıbrıs Türklerinin devletleşme sürecinde önemli bir adım atılarak, 27 Aralık 1967’de, “Genel Komite” yerine “Kıbrıs Geçici Türk Yönetimi” kuruldu.

4 Michael Harbottle, The Impartial Soldier, Oxford University Press, London/New York/Toronto, 1970, s. 152, 156, 157 ve 160.

5 Harbottle, a.g.e., s. 165 – 166.6 Harbottle, a.g.e., s. 159.

Page 26: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

3938

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Kıbrıs Geçici Türk Yönetimi, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Türk makamları ile Türk Cema-

at Meclisi’ni tek çatı altında toplayan, yasama, yürütme ve yargı organları olan adı konmamış bir devlet örgütlenmesi idi.

Bu bağlamda, 21 Aralık 1963’ten beri yapılamayan yasama çalışmaları, Kıbrıs Cum-huriyeti Temsilciler Meclisi Türk üyeleri ile Türk Cemaat Meclisi üyelerinden oluştu-rulan Yasama Meclisi’ne, yürütme ile yargı erkleri oluşturulan Yürütme Kurulu ile yargı organına verildi.

1963 - 1970 yılları arasında Mücahit Teşkilâtı adıyla de anılan TMT, 23 Mayıs 1970’de ve 5 Ekim 1970 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanan “Kıbrıs Türk Silâhlı Kuvvetleri Kuralı (Yasa/Kanun anlamında)” ile Kıbrıs Türk Silâhlı Kuvvetleri adını aldı. Bu Kural’a/Yasa’ya göre, Kıbrıs Türk Toplumu’nda, zorunlu askerlik yükümlülüğü getirildi.

2.5. Kıbrıs Türk Yönetimi (21 Nisan 1971 – 1 Ekim 1974):

Kıbrıs Geçici Türk Yönetimi’nin kurulmasından sonra da devletleşme süreci devam etti. Süreç içinde, 21 Nisan 1971’de “geçicilik” nitelemesi kaldırıldı.

2.6. Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi (1 Ekim 1974 – 13 Şubat 1975):

15 Temmuz 1974’te Yunan Cuntası’nın güdümünde Makarios’a darbe yapıldı. 20 Temmuz 1974 Türk Silâhlı Kuvvetleri, müdahale ederek Barış Harekâtı’nı gerçekleş-tirdi. Harekât, Kıbrıs Türk Halkı’nın bir coğrafyada toplanmasına olanak sağladı. Bu coğrafi kazanım devletleşme sürecini yeni bir ivme kazandırdı ve 1 Ekim 1974’te Otonom Kıbrıs Tük Yönetimi’ne geçildi. Otonom Yönetim’de Yasama ve Yargı organ-ları aynen devam ettirilirken Yürütme Kurulu, Bakanlar Kurulu’na dönüştürüldü.

2.7. Kıbrıs Türk Federe Devleti (13 Şubat 1975 – 15 Kasım 1983):

13 Şubat 1975’te, Kıbrıs Türk Federe Devleti ilan edildi ve önemli bir aşama olarak devletin anayasasını yapmak üzere bir Kurucu Meclis oluşturuldu. Kurucu Meclis’in yaptığı anayasa halkoylamasına sunuldu ve büyük çoğunlukla onaylandı.

Böylece, gerek bir bütün olarak Kıbrıs; özel olarak Kıbrıs Türk tarihinde ilk kez bir anayasa, halkın onayı ile yürürlüğe girmiş oldu.

Kıbrıs Türk Federe Devleti, adı konmamış bir bağımsız devletti. Nitekim Anayasası-nın 2. maddesi, “Kıbrıs Federal Cumhuriyetine, belli konularda açıkça tanınan yetki-ler dışında, Kıbrıs Türk Federe Devleti bütün yetkileri kullanır ve gereken örgütleri kurar” demektedir. Bu kuraldan, Kıbrıs Federal Cumhuriyeti kurulmadığı sürece, Kıbrıs Türk Federe Devleti bağımsız bir devlet olarak varlığını sürdüreceği anlamı çıkar.

Kıbrıs Türk Yasama Meclisi’nin çıkardığı 23 Kasım 1976 tarihli “Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı Kuruluş, Görev ve Yetkileri Yasası” ile TMT, işlevini tamamlayarak Kıbrıs Türk Güvenlik Kuvvetleri’ne dönüştü. Bugün, Kıbrıs Türk Güvenlik Kuvvetleri, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Anayasası’na göre Devlet’in “silâhlı kuvvetleri”dir.

2.8. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (15 Kasım 1983 - …):

1968’de Beyrut’ta başlayan ve zaman zaman kesintiye uğrayan görüşmeler sonuç vermeyip de Rumlar konuyu başka platformlara taşıyınca, 15 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edildi. Yeniden bir “Kurucu Meclis” oluşturuldu. Kurucu Meclis’in yaptığı anayasa halk oylamasına sunularak halkın onayı alındı.

Türkiye Cumhuriyeti, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanıdı, BM Güvenlik Konseyi, KKTC’nin tanınmasını yasakladı.

Böylece Kıbrıs Cumhuriyeti ile başlayan devletleşme süreci önemli bir aşamaya gel-miş oldu.

3. Kıbrıs Türk Halkı’nın Var Oluş Savaşımı ve Devletleşme Sürecinin Bu Günü ve Yarını: 1968 yılında Beyrut’ta başlayan Kıbrıs sorununa çözüm amaçlı görüşme süreci, bu güne kadar kesintilerle devam etti ve 43 yılı doldurdu.

Şimdiki Rum lideri Hrisofyas’ın görüşmelerdeki hedeflerini şöyle toparlayabiliriz:

Bir Rum Cumhuriyeti’ne dönüşen Kıbrıs Cumhuriyeti’nin münhasır meşruiyetini sürdürmek;Anayasal değişiklik anlamına gelecek bir anlaşma ile özde üniter, görünüşte ve söz-de iki toplumlu federal bir yapılanma içinde Kıbrıs Rum egemenliğini Kıbrıs Türk Halkı ve Kuzey Kıbrıs’a kabul ettirmek;Süreç içinde Kıbrıs Türklerini azınlık durumuna düşürmek; İki kesimliliği anlamsızlaştırarak Kıbrıslı Türkleri coğrafi zeminden yoksun bırakmak; 1960 Garanti Sistemi’ni ortadan kaldırarak hem Kıbrıslı Türkleri etkisiz hale getir-mek, hem de Türkiye’yi Kıbrıs’tan uzaklaştırmak.

Diğer taraftan bütün veriler, Kıbrıs’a bulunabilecek olası bir çözümden sonra da Rum tarafının, Kıbrıs Türk Halkı’nı her yönden (statü, kimlik, ekonomi, kültür ve sa-ire) eritme ve erozyona uğratma amacından sapmayacağını göstermektedir. Böyle bir durumun; Kıbrıs Türk Halkı’nın yaşamsal güvenlik ve siyasi çıkarları ile sosyo-ekonomik ve kültürel bünyesine yok edici etkiler yapacağı açıktır.

Page 27: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

4140

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Bu durum karşısında en büyük gücünün, ortaya koyacağı toplumsal bilinç olduğu

açıkken, Kıbrıs Türk Halkı’nda ciddi bir “bilinç bulanıklığı”7 ya da “toplumsal bellek”8 süreci yaşandığı, en yaşamsal konularda bile kafa karışıklığı, hatta yorgunluk ve yıl-gınlık belirtileri ortaya çıktığı görülmektedir. Son zamanlarda, ekonomik nedenlerle Anavatan Türkiye ile yaşanan gerginlik, durumu vahimleştirmektedir.

Tüm olgu ve göstergeler, Kıbrıs Türk Halkı’nın var oluş savaşımının henüz bitmedi-ğini; bu savaşımın yürütülmesi ve devletleşme sürecinde, bilinç bulanıklığı ile bel-lek yitiminden arınması gerektiğini göstermektedir.

Kıbrıs Türk Halkı, var oluş savaşımını verirken; Kıbrıs Türk kimliği, Türk Halkı ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin desteği, Atatürk ilke ve devrimlerine inançla ve bilinçli olarak sahip çıkma, Anavatan’ına bağlılık ve geleceğinin Anavatan güvencesinde olabileceği bilinci, Ulusal kimlik, benlik, kültür ve bilincinden ödün vermeme,

Tehlike durumlarında direnme/savunma refleksi gösterebilme, örgütlenme beceri-si gibi nitelikleri ile ayakta kaldı.

Yapılması gereken, çok partili yaşam, insan hakları, hukukun üstünlüğü ilkeleri ve çok partili demokratik çoğulculuk içinde, Kıbrıs Türk Halkı’nın bu niteliklerini güç-lendirmektir.

Kaynakça

AKKURT Aydın. Türk Mukavemet Teşkilâtı 1957-1958 Mücadelesi, Bayrak Matbaacılık, İstan-bul, 1999.

ALTAN, Mustafa Haşim. Atatürk Devrimlerinin Kıbrıs Türk Toplumu’na Yansıması, KKTC Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1997.

BOZKURT, İsmail. “Kıbrıs Tarihine Kısa Bir Bakış”, Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs Meselesi (Bu-günü ve Yarını (Editör: İrfan Kaya ÜLGER – Ertan EFEGİL), Ankara, 2001, s. 9–15.

…………………. “Kıbrıs Türklerinde İngiliz Sömürge Yönetimi’ne Karşı Destanlarla Direnme”, Kıbrıs Araştırmaları Dergisi/Journal for Cyprus Studies, Cilt/Volume 4 Sayı/Issue 1 Kış/Winter 1998, Doğu Akdeniz Üniversitesi Kıbrıs Araştırmaları Merkezi/Eastern Mediterra-nean University Centre for Cyprus Studies, Gazimağusa, 1998.

…………………. “KKTC’de Siyasal Partiler”, Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs Meselesi (Bugü-nü ve Yarını (Editör: İrfan Kaya ÜLGER – Ertan EFEGİL), Ankara, 2001, s. 239–256.

…………………. Vatan Gazetesi, 24 Mart 2009. - httb:/www.kibrispostasi.com/, 4 Nisan 2009. - http:/www.kibrispostasi.com/index.php/cat/1/col/113/art/4627/PageName/Kıb-rıs_Postası, Erişim Tarihi: 25 Mart 2009.

7 İsmail Bozkurt, Vatan Gazetesi, 24 Mart 2009. - httb:/www.kibrispostasi.com/, 4 Nisan 2009. -http:/www.kibrispostasi.com/index.php/cat/1/col/113/art/4627/PageName/Kıbrıs_Postası, Erişim Tarihi: 25 Mart 2009.

8 Vamık Volkan, Star Gazetesi, 16 Mart 2009.

…………………. http://www.kibrispostasi.com/index.php/cat/35/col/113/art/2581/Page-Name/KIBRIS, Erişim Tarihi: 23 Haziran 2008.

EGEMEN, Salih. Kıbrıslı Türkler Arasında Siyasal Liderlik, Lefkoşa, 2007.

EMİRCAN, Mehmet Salih. KKTC’nde Tören, Bayram ve Anma Günleri, Lefkoşa, 2007.

ERSOY, Yaşar. Kıbrıs Türk Tiyatro Hareketi, PEYAK Kültür Yayınları, Lefkoşa, 1988.

FEDAİ, Harid. “Kıbrıs Türk Yazın Kültürüne Evrimsel Bir Bakış”, Kıbrıs Araştırmaları Dergisi/Jo-urnal for Cyprus Studies, Cilt/Volume 3 Sayı/Issue 3 Yaz/Summer 1997, Doğu Akdeniz Üniversitesi Kıbrıs Araştırmaları Merkezi / Eastern Mediterranean University Centre for Cyprus Studies, Gazimağusa, 1998.

FEVZİOĞLU, Bülent. Kıraathane-i Osmanî’den Cumhuriyet Meclisi’ne (1886-1996) Olaylar ve Seçimler/Seçilenler, TBMM-KKTC Cumhuriyet Meclisi Ortak Yayını, Ankara, 1997.

GAZİOĞLU, Ahmet C. Direniş Örgütleri, Gençlik Teşkilâtı ve Sosyo-ekonomik Durum (1958-1960), Lefkoşa, 2000.

GÜREL, Şükrü S. Kıbrıs Tarihi (1878-1960) Kolonyalizm, Ulusçuluk ve Uluslararası Politika, Cilt 1 ve 2, Kaynak Yayınları, Ankara, 1985.

HARBOTTLE, Michael. The Impartial Soldier, Oxford University Press, London/New York/To-ronto, 1970.

İSMAİL, Sabahattin ve BİRİNCİ, Ergin. Kıbrıs Türkünün Varoluş Savaşında İki Ulusal Kongre Meclis-i Millî (1918)-Millî Kongre (1931), Lefkoşa, 1987.

……………………... Atatürk Döneminde Türkiye-Kıbrıs İlişkileri 1919-1938, KKTC Millî Eği-tim ve Kültür Bakanlığı Yayınları, Kasım 1989.

KESER, Ulvi. Kıbrıs’ta Yeraltı Faaliyetleri ve Türk Mukavemet Teşkilâtı (1950-1963), IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2007.

Kıbrıs Türk Federe Devleti Anayasası, Lefkoşa, 1976.

MANİZADE, Derviş. Kıbrıs Dün Bugün Yarın, Kıbrıs Türk Kültür Derneği, İstanbul Şubesi Yayın-ları, İstanbul, 1975.

…………………. 65 Yıl Boyunca Kıbrıs Yazdıklarım – Söylediklerim, İstanbul, 1993.

TANSU, İsmail. Aslında Hiç Kimse Uyumuyordu, Minpa Yay., Ankara, 2002.

ÜNLÜ Cemalettin. Kıbrıs’ta Basın Olayı (1878-1981), Basım yer yok, Basım tarihi yok.

VOLKAN, Vamık. Star Gazetesi, 16 Mart 2009.

VOLKAN, Vamık D. ve ITZKOWITZ, Norman. Türkler ve Yunanlılar Çatışan Komşular, Bağlam Yayınları, İstanbul, 2002.

Page 28: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

43

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

Fevzi TANPINARKKTC Dış Basın Birliği Başkanı

KIBRIS TÜRK İNSANINDA YAŞANAN ULUSAL BELLEKSİZLEŞTİRME

Yeni bir dünya, hızla oluşumunu tamamlamayı sürdürüyor. Bu yeni oluşum içeri-sinde biz neredeyiz veya bir başka ifadeyle bu yeni oluşum içerisinde yerimizi nasıl muhafaza etmeye çalışıyoruz?

Anavatanımızın ve de biz dış Türklerin bu dünyada alacağı yer, kültürü, tarihi ve bunlara bağlı olarak geliştireceği stratejilerle ne olmalıdır? İşte bu nedenle Türkiye gerek devlet, gerekse toplum olarak geçmişte olduğu gibi bugün de tarihin kendi-sine yüklediği misyonu benimseyerek ve bu misyona uygun bir milli strateji gelişti-rerek yoluna devam edebiliyor mu?

Bu sorunun aslında tek bir yanıtı mevcuttur: Bunu yapabilmenin tek yolu geçmişi-ne, tarihine, köklerine, kültürüne sahip çıkmak; sürekli bir eğitim-öğretimle bunu nesilden nesile aktarabilmek ve Büyük Türk Coğrafyasında ortak bir bellek havuzu oluşturabilmektir.

Bugün burada bir araya gelen tüm misafirlerimizin de daha farklı düşündükle-rini hissetmiyorum; oldukça sıkıntılı bir süreçten geçen başta Balkanlar, Kıbrıs ve Ortadoğu başta olmak üzere Kafkaslar ve Orta Asya’daki Türk varlığının ve Türk Devletleri’nin Anavatanımız Türkiye’den beklentileri oldukça yüksektir. Ayrıca sizle-re bu dar süre içerisinde Kıbrıs Türk Halkı’nın var oluş mücadelesine ilişkin durumu ortaya koymaya çalışırken, tüm dünyada her Türk’ün de benzer ruh, heyecanla ve beklentilerle varlığını sürdürmeye çalıştığına dair yürekten inancıma da vurgu yap-mak isterim.

Page 29: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

4544

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. 1571’de bu topraklara adım atan Kıbrıs Türk Halkı, Anavatan’ından koparıldığı

1878’den beri “Var Oluş Savaşımı” aralıksız devam ettirmektedir. Bu Var Oluş Sava-şımı, başından sonuna kadar, biryandan İngiliz Sömürge Yönetimi’ne karşı diren-me, diğer yandan kâbus olarak üzerimize çöken Enosis’i engelleme eksenlerinde gelişmiştir. Ne yazık ki, bir devlete sahip olduğumuz günümüzde bile, bu Var Oluş Savaşımı’nı sürdürme zorunluluğumuz bulunmaktadır. Bir devlete sahip olmak çok kutsal bir olaydır, ancak var oluş mücadelesi de devleti kurmakla maalesef sona ermiyor.

Öyle ki şu ana kadarki bütün veriler, Kıbrıs’ta bulunabilecek olası bir çözümden sonra dahi Rum tarafının, Kıbrıs Türk Halkı’nı her yönden (statüsü, kimliği, ekonomisi, kültürü vs.) eritme ve erozyona uğratma amacından sapmayacağını göstermektedir.

İşte bu nedenle, Kıbrıs Türk Halkı bütün Türk coğrafyasındaki Türkler gibi güçlü ve bilinçli olmalıdır ve Türkiye’nin çıkarlarının da bunu gerektirdiği gözden kaçırılma-malıdır.

Oysa gerçek durum hiç de öyle değildir: Kıbrıs Türk Halkı, ciddi bir “toplumsal/ulusal belleksizleşme” süreci yaşamaktadır. Kafası karışıktır, hatta şunu da üzülerek söyle-meliyim ki yorgunluk ve yılgınlık belirtileri de hat safhadadır.

Bellek, bireysel ve kendiliğinden bir olgu değildir. Sosyal etkileşimi, yaşadığımız alanın aktif parametrelerince beslenen ve toplumsal kimliklerimize nüfuz eden bir olgudur. Bu noktadan hareketle hatırlamanın, unutmanın veya hiç bilmemiş olma-nın yarattığı bireysel durum, aynı zamanda sosyal ve politik bir süreç olduğunu da ortaya koyan değişkenler bütünüdür.

“Toplumsal Bellek” maddi ve manevi değerler birikimi olarak tanımlanan ve ant-ropologlar tarafından da sık sık ifade edilen kültür kavramına da dayandırılabilir. Çünkü kültür; toplumun yüzlerce, binlerce yıldan beri oluşturduğu ortak amaçların, beklentilerin, değerlerin, inançların, duygu ve düşüncelerin, özetle ortak davranış kalıplarının depolandığı, saklandığı soyut bir kavram olup, toplumsal bellek olarak da kabul edilebilir.

Bu tanımlamayla birlikte Kıbrıs Türk Halkı’nın gücüne ilişkisine unsurlara bakarken toplumsal belleğin ne kadar önemli olduğunu da kavramış oluruz.

1. Kıbrıs Türk Halkı’nın Gücü:

Kıbrıs Türk Halkı, Var Oluş Savaşımı’nı verirken 7 altın öğenin kendisine verdiği güç-le ayakta kalmasını bilmiştir:

1. Kıbrıs Türk kimliği,2. Türk Halkı ile Devleti’nin desteği,3. Atatürk ilke ve devrimlerine inançla ve bilinçli olarak sahip çıkması,

4. Anavatanına bağlılık ve geleceğinin Anavatan güvencesinde olabileceği bilinci,5. Ulusal kimlik, benlik, kültür ve bilincinden ödün vermeme,6. Tehlike durumlarında direnme/savunma refleksi gösterebilme,7. Örgütlenme becerisi ile örgütlülüğe disiplin ve süreklilik kazandırmak.

Israrla yaptırılmamaya çalışılan, yıpratılan, daha doğru bir ifadeyle yaptırılmaması için gereken her şeyin seferber edildiği bu yeni dünya düzeninde, Kıbrıs Türk halkı-nın bu 7 altın özelliğini yok etmek en büyük arzudur. Bu 7 altın özelliği Büyük Türk coğrafyasında istediğimiz devletimize tatbik edebiliriz de... Çünkü direnç unsurları ve zayıflatma, yok etmek taktikleri hep aynıdır.

2. Belleksizleşme Etkenleri:

1974 yılının hemen sonrasında, Kıbrıs Türk Halkı’na sınırsız olanaklar sunuldu. Buna karşın, ulusal kimliğin korunması ve toplumsal belleğin güçlendirilmesi süreci, ma-alesef olumlu yönde gelişmedi. Tam tersine yoğun bir belleksizleşme süreci yaşan-maya başlandı. Bunu her söylediğimizde maalesef bazı meslektaşlarımız hemen eleştiri oklarını yöneterek, “Bize Türklük dersi mi verilecekti” demekteler. Bunu de-mek istemiyorum.

Burada ifade etmek istediğim var olana sahip çıkabilme ve devamlılığını sağlamak-tır. Bu da bir bayrak yarışı gibi nesilden nesile günün araçları ve değişimleri de dik-kate alınarak ciddi bir disiplin altında sürdürülmesidir.

Belleksizleşme sürecinde etkili olan yine 7 önemli etken bulunmaktadır:

1. Eğitim sistemi,2. Ulusal kültür politikasızlığı, kültür konusunun değersiz sayılıp önemsenmemesi,3. Ulusal olmayan, Türk kimliği yerine Kıbrıslı kimliğini öneren düşünsel, bilimsel,

sanatsal ve yazınsal akımlar; bu akımlar dış dinamikler tarafından desteklenip yönlendirilirken, ulusal nitelikli olanların desteklenmemesi,

4. Kıbrıs Türk Halkı’nı ve KKTC’yi ayakta tutan, paha biçilmez değerdeki Anava-tan yardımlarının, ulusal bilinç ve toplumsal belleğin güçlendirilmesi yönünde kullanılmaması; yardım ve katkıların ulusal değerlere sahip çıkacak, toplumsal belleği besleyecek sivil toplum yaratma konusunda katkı sağlamaması,

5. Bir dönem tarih kitaplarının belleksizleşme sürecini besler yönde değiştirilmesi;6. iki toplumlu etkinlik politikalarının uygulanmaya konması,7. BM, AB, ABD fonlarının Türklük bilincinin erozyona uğratılıp Kıbrıslılık bilincinin

güçlendirilmesi yönünde kullanılması;

3. Dış Dinamiklerin Etkisi:

Bu konuda Rum tarafının yönlendirmesi oldukça etkili ve kontrollü bir şekilde de-vam etmektedir. Başta AB ile UNDP Trust Fund (ACT) olmak üzere birçok proje ar-tan bir yoğunlukta devam ettirilmektedir. Bu projelerde dikkat edilmezse, Türklük

Page 30: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

4746

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. bilinci erozyona uğratılıp Kıbrıslılık bilinci güçlendirilmektedir. Ayrıca bu fonlarla

profesyonel yandaş taban ve sivil toplum yaratılmak istenmektedir. Bu kapsamda 2005-2008 yılları arasında 120 proje gerçekleştirilmiş, 500 civarında iki toplumlu etkinlik yapılmış, bu etkinliklere çoğunluğu Kıbrıslı Türk olan 40.000’den fazla kişi katılmış, 14 konu odaklı lobicilik ağı kurulmuş, 350 STÖ’nün becerileri geliştirilmiş, 34 çok kültürlü eğitim projesi uygulanmış ve 600 civarında yayın yapılmıştır. Ger-çekleştirilen tüm projelerde aynı sonuç elde edilmiştir demek son derece yanlıştır, ancak tümünde de hedeflenen hep aynıdır.

4. Belleksizleşme Sürecinin Taşıdığı Potansiyel Riskler:

Belleksizleştirme sürecinin beraberinde getirdiği olumsuzluklar ciddi potansiyel riskler taşımaktadır: Bunlar da zehirli 7’ler olarak sıralanabilir:

1. Kıbrıs Türk kimliği ile bilincinin erozyonu,2. Kıbrıslılık kimliğinin yükselen değer olması,3. Kıbrıs Türk Halkı ile Anavatanı arasında güven bunalımı yaratılması,4. Kıbrıs Türkü ile Türkiyeli ayrımının körüklemesi,5. Kıbrıs’taki Türk Silahlı Kuvvetleri’ne güvensizlik yaratıp garanti sisteminin ge-

reksizliğini gündeme getirmesi,6. Dayatılacak olası bir olumsuz çözümün halkoylamasında zafiyet gösterilmesi,7. Federal bir Kıbrıs kurulsa bile, kazanılacak hakları koruyacak toplumsal bilincin

erozyona uğraması,

5. Öneriler:

Kıbrıs Türk Halkı’nın belleksizleşme sürecini tersine çevirip ulusal bilinç, kimlik ve benliğe sahip çıkılması ve toplumsal belleğin beslenip güçlendirilmesi mümkün-dür. Bu konuda karşı karşıya olduğumuz sorunlar için öncelikli olarak 7 ana başlık altında gerekli önlemler alınması kaçınılmazdır:

1. Önümüze konulacak bir referandum belgesine halkımızın bilinçli oy kullan-masını sağlamak bakımından olası bir anlaşmanın getireceği güvenlik, hukukî, siyasî, sosyal, kültürel, eğitimsel ve dinsel etkiler konularında bilinçlendirme projeleri hazırlanmalı ve uygulamaya bir an önce konmalıdır.

2. Eğitim sistemimiz, çok partili demokrasi, insan hakları, hukuk devleti, huku-kun üstünlüğü ilkeleri çerçevesinde ve bu ilkelerden ödün vermeden, ulusal değerleri koruyacak ve toplumsal bellek yaratacak şekilde düzenlenmeli; aynı doğrultuda kültür politikaları oluşturulmalı; ulusal değerler ve toplumsal bel-leğin beslenmesine yönelik düşünsel, bilimsel, yazımsal ve sanatsal akımlarla uğraşlar desteklenmelidir.

3. KKTC’deki radyo ve televizyon yayınlarının, çok partili demokrasi, insan hakları, hukuk devleti, hukukun üstünlüğü ilkeleri çerçevesinde ve bu ilkelerden ödün vermeden, demokratik yaşama ters gelmeyecek biçimde, ancak ulusal değer-ler ve toplumsal bellek konusunda duyarlılığı yönlendirilip desteklemeli.

4. Var oluş savaşımızla ilgili bellek ve arşiv oluşturma, araştırma ve yayınlar yap-ma, yazılı ve görsel malzeme hazırlama konularındaki akademik çalışmalar, araştırmalar, düşünsel/sanatsal/yazınsal yapılanmalarla sivil toplum örgütlen-meleri ve diğer çalışmalar yönlendirilip desteklenmelidir.

5. Tabana yönelik olarak “Community Development” tipi projeler geliştirilerek uygulanmalı, bu yolla özgüven ve toplumsal dayanışma artırılmalı; ulusal de-ğerler ve toplumsal bellek konusunda duyarlı sivil toplum desteklenmelidir. Bu projelerin geliştirilip uygulanmasında AB ve UNDP’nin geliştirdiği yöntemler kullanılabilir.

6. Mevcut müzakerelerden de sonuç alınamaması halinde Kıbrıs Türkü’nün ken-disi için başka bir seçenek yaratması zorunluluğu gündeme getirilmelidir ve bu yolla iki devletli çözüm için zemin hazırlanmalıdır.

7. KKTC’nin demokrasi, hukukun üstünlüğü, adalet ve liyakat ilkelerine uygun olarak siyasî, malî ve ekonomik aşabilirliğini/sürdürülebilirliğini kanıtlayacak reformları yapması gerektiği konusunda kamuoyu bilinçlendirilerek bu konu-da KKTC Meclisi ve Hükümet üzerinde baskı oluşturulmalıdır.

Bu süreçte, Anavatan Türkiye’nin de alması gereken önlemler ve hayata bir an önce geçirmesi gereken uygulamalar vardır.

1. Anavatan Türkiye Cumhuriyeti, Kıbrıs Türk Halkı ile Devletini ayakta tutmak için büyük bir bütçe ayırmaktadır. Güvenlik, altyapı, ekonomi konularında yaşam-sal katkı yapan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yardımları, ne yazık ki ulusal değerlerin, kimliğin, benliğin ve kültürün korunması ve toplumsal belleğin güçlenmesi konusunda katkı yapmamaktadır. Oysa ki BM, AB ve ABD fonları, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yardımlarının yanında sönük kalmasına karşın; sistemli, programlı ve bilinçli biçimde yandaş, taban ve sivil toplum yaratmakta kullanılmış ve başarılı olunmuştur. KKTC’nin yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yardım/arının kamuoyunda daha bilinir ve an-laşılır kılınmasına yönelik adımlar hemen atılmalıdır.

2. Türkiye’de Büyük Millet Meclisi’nde temsil edilen siyasî partiler ve genel anlam-da kamuoyu Kıbrıs’taki gelişmeler ve olası tehditler konusunda rutin olarak ve objektif şekilde bilgilendirilmelidir.

3. Türkiye ile Kıbrıs Türk Halkı’nın ortak çıkarların her alanda sürekli işlenmesi ve daha görünür hale getirilmesi.

4. Türkiye’nin bölgesinde ve özellikle Doğu Akdeniz’deki başta stratejik, güvenlik, hava trafik kontrol, münhasır ekonomik alan, deniz ulaşımı v.s. konularındaki çıkarlarının korunmasında KKTC bağlantısı daha görünür hale getirilmelidir.

6. Ortak 7’li Eylem Plânı:

1. Ortak bellek havuzu (Türk Dünyası)2. Hızlı ve etkin iletişim ağı (Medya araçları, web ortamı)3. Anavatan’a ortak bakış doktrinin oluşturulması

Page 31: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

49

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

48

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. 4. Anavatan’ın dış Türklere ortak bakışının sağlanması

5. “Türk Dünyası” ifadesinin içinin doldurulması ve tüm kesimlerce aynı şekilde anlamlandırılması

6. Ortak eğitim projelerine başlanmalı ve aramızda sağlıklı iletişim kurulabilmesi için bilimsel çalışmalara da hız verilmelidir. (Tarih kitapları, üniversitelerde oku-tulacak Türk tarih kitapları, enstitüler, değişim programları)

7. Kamuoyu duyarlılığının sürekli eğitim projeleriyle desteklenmesi.

Amerikalı düşünür Ralph Waldo Emerson’un “Hayat o kadar kısa değildir ve nezaket için daima yeterli zaman vardır” sözünü hep sevmiş ve alışkanlık haline getirmeye gayret göstermişimdir.

Doç. Dr. Soyalp TAMÇELİKGazi Üniversitesi, İİBF, Uluslararası İlişkiler Bölümü

KIBRIS’TA BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’İN ÇÖZÜM PLÂNLARINA GÖRE GARANTİLER MESELESİ

Özet: Bu araştırmada, BM’nin çözüm plânlarına göre Kıbrıs’ta kurulmak istenen ga-ranti sisteminin özellikleri ele alınmıştır. Bundan hareketle araştırmanın temel amacı, Kıbrıs’ta garantilerle ilgili sistemin nasıl kurulacağını, hangi yetkilerle donatılacağını ve adaya çok uluslu gücün getirilmesi hâlinde neler olacağını göstermektir.

Aslında güvenlik olgusu, Kıbrıs’taki toplumların temel ihtiyaçlarından birisidir. Ancak Kıbrıs’ta 1963-1974 döneminde yaşananlar, uluslararası gücün zafiyetini ortaya koy-ması açısından yeterlidir. Dolayısıyla Kıbrıs’ta BM’nin, ABD’nin, AGİT’in, AB’nin veya her-hangi bir uluslararası teşkilâtın garantör olması, birtakım ciddi sıkıntıları beraberinde getirecektir. Bu nedenle Türkiye’nin garantörlüğü, Kıbrıslı Türkler için elzemdir. Kıbrıs-lı Rumlar için ise bu durum kabul edilir bir husus değildir. Hâl böyle olunca taraflar, BM’nin çözüm plânları çerçevesinde Türkiye’nin etkin garantörlüğü üzerinde anlaşmış değillerdir. Ancak BM’nin önerdiği her plânda, Garanti ve İttifak Antlaşmaları’nın bir şekliyle yürürlükte kalması, hatta belli bir miktar Türk/Yunan askerinin adada bulun-ması kabul edilmiştir. Ne var ki bu durum, söz konusu plânlara birtakım ilâveler yapıla-rak veya çok uluslu güçle irtibat kurularak sulandırılmak istenmiştir.

Özellikle Rumlar, yürürlükte olan garanti sisteminin, Kıbrıs için felakete neden olduğu-nu ve iki toplumun güvenlik kaygılarını hiçbir şekilde karşılamadığını belirtmektedirler. Bununla birlikte Rumlar, mevcut sisteme ilaveten AB’nin de garanti sistemine dahil edil-mesini savunmaktadırlar. Böylece ilk defa olarak AB, Kıbrıs meselesinde adı geçen bir güç olmuştur. Aslında Rumların uluslararası garantileri savunmaktaki amacı, mevcut garantörlük sistemini etkisiz kılmak ve nihayetinde ortadan kaldırmaktır.

Page 32: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

5150

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Bu durumda, Türk tarafının garantiler sisteminden beklediği amaç, Türk toplumuna

karşı girişilecek herhangi bir saldırıda, başka bir devlete ya da kuruluşa veto hakkı tanı-madan, bu saldırıyı doğrudan doğruya Türkiye’nin karşılayabileceği bir sistemin kurul-masıdır. Bundan dolayı Türk askerinin adada bulundurulması şarttır.

Bu gerçekten hareketle araştırma, üç ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde BM’nin hazırladığı Cuellar, Gali, Annan ve diğer çözüm plânlarına göre garantiler me-selesi incelenmiştir. İkinci bölümde, tarafların bu konudaki tutum analizleri değerlendi-rilmiştir. Üçüncü ve son bölümde ise Kıbrıs’a getirilmek istenen çok uluslu gücün fonk-siyonel özellikleri irdelenmiştir.

Anahtar Kelimeler: Kıbrıs, Garantiler, Güvenlik, Cuellar Plânı, Gali Fikirler Dizisi, An-nan Plânı.

Giriş:

Uluslararası güç dengesinin korunduğu ve Soğuk Savaş’ın sona erdiği bir ortamda ortaya çıkan birtakım güvenlik sorunları, Avrupa’da düzensizliğe ve askerî karma-şaya neden olmuştur. Ortaya çıkan bu kaotik durum, hangi koşullarda askerî güç kullanılacağına veya çatışmaların nasıl önleneceğine dair yeni kararların alınmasını zorunlu kılmıştır. Hâl böyle olunca Kıbrıs’ta güvenlik mülahazalarının ortaya çıkma-sı şaşırtıcı bir durum değildir. Bu gerçekten hareketle Kıbrıs’ta politika üretenler, aşağıda ifade edilmeye çalışılan hususlara dikkat etmek zorundadırlar:

1. Kıbrıs’ta tarafların güvenlik konusundaki ihtiyaçları tespit edilmelidir.2. Tarafların bu ihtiyaçlarının giderilmesi için yapılması gerekenler belirlenmelidir.3. Kıbrıs’ta özellikle insanî yardım operasyonları için bile olsa harekete geçmenin

riskli olduğu, ama en büyük riskin hiçbir şey yapmamak olduğunu bilerek, ada-daki politik ve sosyal dinamikler harekete geçirilmelidir.

Aslında Kıbrıs’ta tespit edilmesi gereken husus, taraflarca desteklenecek prensip-lerin açıkça belirlenmesidir. Çünkü günümüzde demokratik ülkelerin kendileri için savundukları liberal değerleri ve uluslararası hukuku, Kıbrıs’ta her daim savundukla-rını söylemek pek mümkün değildir. Özellikle bugünkü dünyada süregelen 25 ça-tışma alanının1 olduğu düşünülürse, demokratik devletlerin, her bir insanî trajediye aynı enerjiyi vermesi veya aynı kaynakları ayırması oldukça zordur.

Bu gerçekten hareketle Kıbrıs’ta hangi eylemlerin karşılık göreceği veya görmesi gerektiği konusunda iyice düşünülmelidir. Zira bu durum, sadece ahlâkî yönden önemli değildir. Aynı zamanda uluslararası barışın veya güvenliğin tehdit edildiği için de önem taşımaktadır.

1 “NATO Değişimin Hedefine Ulaşması”, Belgelerle Türk Tarih Dergisi, (Nisan 2000) 39, s. 77.

Dolayısıyla bu konuyu tartışmaya açabilmek için Kıbrıs’ta müdahale gerektiren baş-lıca hususları şu şekilde sıralamak gerekecektir:

1. Kıbrıs’ta taraflardan herhangi biri, kuvvetli bir güç tarafından tehdit edilirse veya saldırıya uğrarsa;

2. Kıbrıs’taki herhangi bir hükümetin, karmaşa veya anarşist eylemler sonucunda yıkılırsa;

3. Kıbrıs’ta taraflardan herhangi birine ait hükümetin veya grubun, katliam düze-yinde insan hakları ihlâlleri yaparsa;

4. Kıbrıs’taki hükümetlerden herhangi birinin, uluslararası normları göz ardı ede-rek, terörizmi desteklemek veya toplu imha silahlarını artırması gibi davranış-larda bulunursa, adaya müdahale etme koşulları oluşmuş olacaktır.

Kıbrıs’ta önemli bir başka konu ise ilgili tarafın mümkün olduğunca erken müdaha-le edilme yetisine sahip olabilmesidir. Örneğin Kuveyt’te olduğu gibi, Irak’ın cebirle toprak aldıktan sonra harekete geçebilmek, müdahalecileri askerî karşılık ile ciddi bir stratejik savaş arasında hiç de hoş olmayan bir seçim ile karşı karşıya bırakabi-lecektir. Ancak uluslararası toplumun müdahalede geç kalması, hem maliyeti çok yükseltecek, hem de durumun eski hâline dönmesi zorlaşacaktır. Bosna-Hersek örneğinde olduğu gibi, saldırgan taraf, birtakım kazançlar elde ederek konumunu koruyabilecektir. Dolayısıyla böyle bir durumda, yapılacak herhangi bir politik dü-zenlemenin pek de uzun ömürlü olmayacağı ortadadır.

Aslında önemli olan husus, BM Güvenlik Konseyi üyeleri ile diğer kuruluşların, mü-dahale kriterlerini uygulamada istikrarlı olup olmayacaklarıdır. Şayet Konsey üye-leri istikrarlı olmayacaklarsa, haksızlıkla ve çifte standartla suçlanacaklar veya bazı gruplara ayrıcalıklı davrandıkları için töhmet altında kalacaklardır. Hâlbuki istikrar, her müdahalenin başlıca caydırıcı unsurudur.

Diğer bir özellik ise müdahalenin ‘sonuçlar’ üzerinden değil, ‘sebepler’2 üzerinden yö-netilmesidir. Bu yüzden Kıbrıs’ta başlıca iki unsurun değerlendirilmesi gerekecektir:

1. Kıbrıs’ta güç kullanımı için yeterli ve açık bir neden olup olmadığının tespit edil-mesi,

2. Kıbrıs’ta harekâta katılmak için yeterli sayıda ülkenin bulunup bulunmadığının veya harekâtı destekleyen ülkelerin olup olmadığının belirlenmesidir.3

Dolayısıyla bütün bunlar, Kıbrıs meselesinin 37. yılında garantilerle ilgili sistemin değişip değişmemesi gerektiğini tartışmaya açan konulardır. Özellikle bu konuda, 1992’de Gali Fikirler Dizisi’yle ve 2002-2004 yılları arasında Annan Plânı ile yapılan baskılar, kayda değer olduğu söylenebilir. Her şeyden önce Rumlar, Kıbrıslı Türkle-rin fedakârlık yapamayacağını bilmelerine rağmen bu konudaki ısrarlarını devam

2 a.g.m., s. 78.3 a.g.m., s. 78.

Page 33: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

5352

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. ettirmektedirler.4 Türkler ise konumlarını sabit tutarak, ısrarlarını sürdürmektedirler.

Bu araştırmada, uygulanan yöntem konusuna gelince, konu daha çok rasyonalist bir bakış açısıyla ele alınmıştır. Ancak bu araştırmada, esas itibarıyla süreç analizine dair bir yöntem uygulanmıştır. Dolayısıyla geleneksel hadise naklinin yerine, daha çok analitik tarih ikame edilmeye çalışılmıştır. Bu yöntemle Kıbrıs’taki garantiler me-selesi, tarafların tutumları ve fikir ayrılıkları daha iyi anlaşılacaktır.

1. Kıbrıs’ta Çözüm Plânlarına Göre Garantiler Meselesi:

Her şeyden önce Kıbrıs’ta kurulmak istenen yeni devletin amaçlarını ve hedefleri-ni sınırlandırmak oldukça zordur. Dolayısıyla bunlar arasında geçerli sayılabilecek ayırımlar yapmak, kolay değildir. Ancak bu konuda, temel prensip olarak şu söyle-nebilir:

Özellikle Kıbrıs’ta kurulmak istenen yeni devletin başlıca amacının, ‘varlığını sürdür-mek’ olacağını belirtmek hiç de zor değildir. Ne var ki bu devletin ‘varlığını’ ne biçim-de sürdüreceği, taraflar arasında belirsizliğini korumaktadır. Lakin dış politikada, bir devletin ‘varlığını’ sürdürülebilmesi ile ilgili en önemli değerin “vatanın veyahut toprağın savunulması”5 olduğu, genel bir görüş olarak kabul edilmektedir.

Bundan hareketle Kıbrıs’ta kurulmak istenen yeni devletin önem vereceği veya korumaya çalışacağı başlıca değerler arasında güvenliği sağlamak, stratejik önemi olan yerleri muhafaza etmek ve din, dil, etnik bakımdan farklılık gösteren halkları kendi hudutları içinde tutmak gibi hususlar olacaktır.

Aslında bütün bunlar, Kıbrıs’ta kurulmak istenen yeni devletin iç ve dış güvenliği ile ilgili konular olarak ortaya çıkmaktadırlar. Zaten genel olarak Kıbrıs meselesi, taraf-ların ‘güvenlik algılamalarının’ çatıştığı bir mesele olarak ortaya çıktığı bilinmektedir. Özellikle bu mesele, gerek 1960 sisteminde, gerekse kurulmak istenen yeni devlet sisteminde, tarafların anlaşmakta zorlandıkları başlıca konular arasında yer almak-tadır.

Bundan hareketle bu bölüm üç ana başlık altında incelenecektir. Birinci kısımda-ki konu, Cuellar’ın ‘Yol Gösterici İlkeler’ bazında irdelenmiştir. İkinci kısımda Butros Gali’nin Fikirler Dizisi’nde belirtilen hususlar üzerinde tahlil yapılmıştır. Üçüncü kı-sımda ise en son plân olan ve Kofi Annan tarafından ortaya atılan öneri paketi in-celenmiş ve bütün öneriler karşılıklı olarak mukayese edilerek tarafların tutumları belirlenmiştir.

4 “Rumlar, Makarios Haritasını Sunacaklar”, Fileleftheros Gazetesi, 17 Temmuz 1992, No: 3258, s. 3; “Rum Basını Bülteni”, Türk Ajansı Kıbrıs Arşivi, 17 Temmuz 1992, s. 3.

5 Mehmet Gönlübol, Uluslararası Politika İlkeler – Kavramlar – Kurumlar, 4. Baskı, Attila Kitabevi, Ankara, 1993, s. 94.

1.1. Perez de Cuellar’ın ‘Yol Gösterici İlkeler’ Çerçevesinde Garantiler Meselesi:

Rumların 1985 yılında, Türklerin ise 1986’da kabul ettiği bir metinde, adada bulu-nan yabancı askerlerin çekilmesi için yeterli güvencenin oluşturulmasına ve bunun, belirli bir süreçte yapılmasına karar verilmiştir. Ancak Kyprianu tarafından onayla-nan metinde ‘uluslararası anlaşmalar gereği’6 cümlesi ifade edilirken, bununla ga-rantör ülkelerin dışlanabileceği şeklinde yorumlanması dikkat çekicidir. Denktaş tarafından kabul edilen diğer metinde ise ‘garanti ve müttefiklik anlaşmaları gereği’7 cümlesi yer alırken, Türkiye’nin tek taraflı müdahalesinin devamı şeklinde değerlen-dirilmesi önemli bir husustur.

Bunun üzerine BM Genel Sekreteri Cuellar, her iki tarafın kabul ettiği metinleri bir araya getirerek, yeni bir metin hazırlamaya çalışmıştır. Böylece Ön Çerçeve Antlaş-ması, 29 Mart 1986 tarihinde tarafların görüşüne sunulmuştur.8 Ancak bu metinde, garanti sistemi 1960 Anayasası’na benzer bir şekilde özetlenmişse de genel olarak belirsiz bir durumun ifade edildiği görülmüştür.

Esasında BM’nin çözüm belgelerinde garantilerle bir konunun ele alınması şaşırtıcı değildir. Çünkü garantiler konusu, güvenlik sorununun ayrılmaz bir parçasıdır. Her şeyden önce Kıbrıs’ta federal bir devletin barış ve güvenlik içinde yaşayabilmesi veya kalıcı çözümün olabilmesi için Kıbrıslı Türklerin kendilerini emniyette hisset-mesi şarttır. Özellikle Kıbrıslı Türkler, sadece Türkiye’nin etkin ve fiilî garantisi altın-da kendilerini emniyette hissetmektedirler. Bu yüzden 1960 Antlaşmaları’na göre kurulan garantiler sisteminin değişmesini istememektedirler. Bir başka deyişle Kıb-rıslı Rumların bu sistemi değiştirmeye ve etkisiz kılmağa yönelik çabaları, menfi ve kışkırtıcı olarak değerlendirmektedirler. Kaldı ki Türk tarafının bu konuyla ilgili ola-rak 22 Kasım 1988 tarihinde New York’ta sunduğu belge, bu gerçeği ifade etmesi açısından önemlidir.

Konuyla ilgili olarak Denktaş’ın 24 Ağustos ve 22 Kasım 1988 ile 9 Ocak ve 6 Nisan 1989 tarihli görüşmelerde ortaya koyduğu fikirler veya buna dayalı belgeler incele-necek olursa, ortaya şu gerçekler çıkmaktadır:

Her şeyden önce bu belgelere göre 1960 Garanti ve İttifak Antlaşmaları yürürlükte kalacaktır. Ancak bu anlaşmalar, üzerinde mutabık kalınacak değişikliklerin yapıl-masına veya yeniden yorumlanmasına açık kapı bırakılacaktır. Bununla ilgili olarak federal yapının kurulmasından sonra üç garantör devlet, adadaki her iki toplumun görüşünü almak kaydıyla, bütünün bir parçası olarak anlaşmaya varacak ve bunun-la ilgili olarak aralarında istişarelerde bulunacaktır.

6 M. Sami Denker, Kıbrıs Sorunu – Bir Millet ve Devletin Yaşama Hakkı, Türk Metal Sendikası Araştırma Bürosu Yayınları, Ankara, 2001, s. 70.

7 Denker, a.g.e., s. 70.8 Denker, a.g.e., s. 68.

Page 34: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

5554

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Bunun üzerine Kıbrıs Rum yönetimi (GKRY), görüşlerini aksettiren bir belgeyi9 30

Ocak 1989 tarihinde sunmuştur. Keza GKRY arşivinden elde edilen bilgilere göre bu belgede yer alan hususlar şu şekilde özetlenebilir:

1. Kıbrıs Türk toplumunun toplumsal endişeleri, toplum haklarını ve kültürel kim-liğini koruyabilme ve ‘muhtariyetini’ devam ettirebilme noktasında toplanmak-tadır. Türk toplumunun güvenlik endişeleriyse, ya federal devletin yetkilileri ya da Kıbrıs Rum eyaletinin veya toplumunun tahakkümü altına girmesinden kaynaklanmaktadır. Bu korkuya, Kıbrıslı Türklerin kendi siyasal kudretinin eroz-yona uğraması da dahil edilmektedir.

2. Federal Cumhuriyete tanınacak garantiler, BM Anlaşması’na uygun ve ‘çok ta-raflı’ bir düzleme oturtulmalıdır. Ne var ki garantilerin hiçbiri, Kıbrıs’ın bağım-sızlığını, toprak bütünlüğünü, egemenliğini ve anayasal düzenini korumaya yönelik olmamalıdır. Ayrıca garantörlük müessesesi, iki toplumun rızası müd-detçe devamı etmelidir. Bu yüzden Kıbrıs Rum yönetimine göre en iyi garanti, BM Güvenlik Konseyi’nin vereceği garantidir. Bununla birlikte hiçbir garantöre, tek yanlı müdahale hakkı tanınmamalıdır.

3. Bunun için Türkiye’nin garantisi yerine, şimdilik uluslararası garantilerin tercih edildiği görülmüştür.

Aslında bu belgenin ‘Askersizleştirme ve Güvenlik’10 başlıklı II. bölümü, reel politikten yoksun ve BM Genel Sekreteri’nin ilgili belgeleri ile çelişir durumdadır. Çünkü bu bö-lüm, Kıbrıs Türk halkının güvenlikle ilgili gereksinimlerini karşılamaktan çok uzaktır.11

Hâlbuki garantiler konusu, adadaki her iki halkın güvenlik gereksinmelerini tatmin edici bir şekilde karşılamak zorundadır. Bu yönüyle garantiler meselesi, propaganda malzemesi olmayıp, Kıbrıs Türk ve Rum halkı için hayatî bir mesele konumundadır. Dolayısıyla bu mesele, kapsamlı bir anlaşma çerçevesinde ve bölünmez bütünün bir parçası olarak ele alınmalıdır.

9 Kıbrıs Rum yönetiminin 30 Ocak 1989 tarihinde yaptığı önerilerde, garantiler konusu şu şekilde ifade edilmiştir:

1. Federal Kıbrıs Cumhuriyeti, egemen ve bağımsız bir devlet olacağından, Birleşmiş Milletler Anlaş-ması uyarınca garantiler yeniden oluşturulmalıdır.

2. Verilen garantiler, çok taraflı olmalıdır. Kıbrıs Rum tarafı açısından en iyi garanti Güvenlik Konseyi’nce sağlanacaktır.

3. Hiçbir garantör devletin, tek yanlı müdahale hakkı olmamalıdır. 4. Garantinin kapsamı, federal cumhuriyetin bağımsızlığı, toprak bütünlüğü, egemenliği ve anayasal

düzeniyle sınırlı olmalıdır. 5. Garantiler, iki halktan herhangi birinin devam etmesini istemesi halinde geçerli olmalıdır. Ayrıca bkz... “Rum Önerilerinin Niteliği”, Simerini Gazetesi, 28 Ocak 1989, No: 1923, s. 49; “Rum Basını

Bülteni”, Türk Ajansı Kıbrıs Arşivi, 28 Ocak 1989, s. 49; “Rum Ulusal Konseyi Kararları - 1989”, KKTC Cumhurbaşkanlığı Arşivi, Dosya: Rum Ulusal Konseyi Kararları, Tarih: 1989; Kıbrıs Sorunu Gelişme-ler ve Görüşmeler, SİSAV Yayınları, Reyo Matbaacılık, İstanbul, 1990, s. 219-220; Zehra Yalçınkaya Cerrahoğlu, Birleşmiş Milletler Gözetiminde Kıbrıs Sorunu İlke İlgili Olarak Yapılan Toplumlararası Görüşmeler (1968-1990), Kültür Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1998, s. 231.

10 Cerrahoğlu, a.g.e., s. 57.11 Bununla ilgili olarak daha ayrıntılı bilgi için bkz... SİSAV, a.g.e., s. 222; Doğan Uluç, “Denktaş ve Vasiliu

Yumuşama Yarışında”, Sabah Gazetesi, 20 Haziran 1992, No: 62214, s. 18; Cerrahoğlu, a.g.e., s. 49-57.

Ancak Rum tarafının sunduğu belgede, garantiler meselesiyle ilgili yaklaşımların, iki halkın güvenlik gereksinimlerini uzlaştırmaktan ziyade, geçici hükümet kurul-mazdan önce Türk Silahlı Kuvvetleri’nin adadan çekilmesini sağlamak ve Kıbrıslı Türklerin güvenliğinde boşluk yaratmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Özellikle Rum tarafının istediği gibi ‘garantisizleştirilen’ bir Kıbrıs, 1963’de olduğu üzere, ada Türklerini, Rum toplumunun siyasal üstünlüğüne, ekonomik gücüne ve silahlı un-surların insafına bırakacak ve bu durum, Türkler için güvenlik riskini azaltmak yeri-ne arttıracaktır. Kaldı ki Türkiye’nin etkin ve fiilî garantisi dışında, adada 80.000’in üzerindeki eğitilmiş Rum ihtiyat gücünün arzettiği ciddi tehlikeyi ortadan kaldıran herhangi bir formül de henüz geliştirilmiş değildir.

Bu yüzden Kıbrıs Türk tarafı, garantilerle ilgili sunduğu belgelerde, bu konuyla il-gili olarak yeterli ve gerçekçi bir şekilde ele aldığını iddia etmektedir. Aslında Türk tarafının ortaya koyduğu belgelerdeki esnek yaklaşım, sorunu dengeli ve yapıcı bir şekilde ele almaktan kaynaklanmaktadır.

Kıbrıslı Rumların sunduğu belgelerde ise iç güvenliğin BM denetimindeki uluslara-rası bir güçle sağlanabileceği yönündedir. Türk tarafının bu konusundaki yaklaşımı, 1964-1974 yılları arasındaki döneme bakılarak anlaşılabileceği yönündedir. Zira o dönemde, şimdikinden çok daha fazla sayıda Barış Gücü personeli vardır ve Kıbrıslı Rumlar, bu gücü ve BM kararlarını hiçe sayarak gerçekleştirdiği mütecaviz hareket-lere karşı sadece tanıklık etmektedirler.

Bu konu, üçüncü tur görüşmelerin başladığı 10 Haziran 1989 tarihindeki oturum-da da gündeme gelmiştir. Diplomatik kaynaklar, Rum tarafının BM Anlaşması’nın 52. maddesi12 kapsamında, yani Güvenlik Konseyi’nin onayından geçmek şartıyla Türkiye’nin garantörlüğünü kabul ettiğini açıklamışlardır.13 Ancak Vasiliu’ya “Türk-lere [karşı] saldırma niyetiniz yoksa, niye Türk garantisine karşı çıkıyorsunuz”14 diye sorulduğunda, tatmin edici bir cevap verememiş ve bu konudaki tutumunu daha da sertleştirmiştir. Dolayısıyla Kıbrıslı Türkler, uluslararası garantilere güvenme-mektedirler. Çünkü Kıbrıslı Türkler, güvenlik açısından millî garantiler istemekte ve Türkiye’nin garantisinden vazgeçmemektedirler.

Aslında Vasiliu, Kıbrıslı Türklerin güvenlik ihtiyacını oldukça iyi bilmektedir. Fakat Vasiliu, bunun aksine Kıbrıslı Rumların güvenlik ihtiyacının daha önemli olduğunu ileri sürmektedir.15 Özellikle Vasiliu, ölen Kıbrıslı Rum sayısının ölen Kıbrıslı Türk sa-

12 SİSAV, a.g.e., s. 64.13 “Türkiye’nin Garantörlüğü Kabul Edildi”, Cumhuriyet Gazetesi, 28 Haziran 1989, No: 12012, s. 1; Cer-

rahoğlu, a.g.e., s. 141.14 Halil Sadrazam, Kıbrıs’ta Varoluş Mücadelemiz Şehitlerimiz ve Anıtlarımız, Türkiye Şehitleri İmar Vak-

fı Yayınları, İstanbul, 1990, s. 20.15 “Vasiliu’nun Görüşleri”, Fileleftheros Gazetesi, 22 Ağustos 1988, No: 7081, s. 1; “Rum Basını Özetleri”,

Türk Ajansı Kıbrıs Arşivi, 22 Ağustos 1988, s. 1; “Rum Liderlerinin Demeçleri Klerides – 2 (1978-1993)”, KKTC Cumhurbaşkanlığı Arşivi, Dosya: Klerides’in Demeçleri, Tarih: 1993.

Page 35: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

5756

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. yısından fazla olduğunu ileri sürerek, Türk garantisinin, bu durumu engelleyemedi-

ğini ve geçmişin tekerrür etmemesi için “daha iyi ve daha yeni bir güvenlik sisteminin kurulması”16 gerektiğini savunmuştur.

Görüldüğü gibi güvenlik konusu en az Kıbrıslı Türkler kadar Kıbrıslı Rumları da ilgi-lendirmektedir. Kıbrıslı Rumlara göre sadece Rumların daha fazla olduğu dikkate alınmamalı, aynı zamanda jeopolitik duyarlılık da nazarı dikkate alınmalıdır. Çünkü GKRY’nin iddiasına göre sınırlarının hemen yakında önemli miktarda Türk askerinin bulunması ciddi bir tehdittir. Bu nedenle Türkiye’nin gelecekte herhangi bir müda-hale yapmasına ilişkin gerekçeler, şimdiden ortadan kaldırılmalıdır. Bu gerekçelerin başında, tek taraflı garantilerin feshedilmesi gelmektedir.17 Aksi takdirde Türkiye’nin Kıbrıslı Türkleri korumak gerekçesiyle, ‘işgalin’ Kıbrıs’ın bütün sathına yayılması en-gellenemeyecektir.18 Aynı durum, müdahale hakkı için de geçerlidir. Dolayısıyla Ga-ranti ile İttifak Antlaşmalarını Güvenlik Konseyi’ne sunarak, bu hakkın, uluslararası alanda yasallaştırması gerekecektir.

Hâl böyle olunca GKRY, Türkiye’nin tek yanlı müdahale hakkını, gerekçeler sistemi-ne tercih etmektedir. Bir başka deyişle, adada Enosis olgusu yasak olmayacak, ama Kıbrıslı Rumların Enosis’e giden yolda yaptıkları sebep sayılıp, müdahale hakkı ol-mayacaktır.19 Aslında Türklere göre, garantör devletin tek taraflı veya tek başına mü-dahalesine karşı çıkmak, tıpkı bir kişinin bir başka kişiyi öldürmesi hâlinde, o kişiyi ancak iki veya daha fazla polisin bir araya gelip tutuklanmasına benzetilebilir. Peki, hukukta katili, sadece tek bir kolluk kuvvetinin/polisin kovalaması veya tutuklaması yasak mevhumuna girmekte midir?

Bu faraziyeden hareketle BM Genel Sekreteri’nin hazırladığı 1989 tarihli belgede, bu durum farklı bir şekilde dile getirilmiştir. Genel Sekreter’in hazırladığı belgede, garantiler konusunda birtakım yeni gelişmeler olmuştur. Bunlar sırasıyla şu şekilde ifade edilebilirler:

1. 1960 tarihli Garanti ve İttifak Antlaşmaları, günün koşullarına göre yeniden şe-killendirilecektir.

2. Garanti Antlaşması, ülkenin tamamen veya kısmen bir başka devletle birleşme-sine veya bölünmesine izin vermeyecektir. Ayrıca Federal Anayasa’da, iki toplu-

16 “Vasiliu’nun Görüşleri”, Fileleftheros Gazetesi, 22 Ağustos 1988, No: 7081, s. 1; “Rum Basını Özetleri”, Türk Ajansı Kıbrıs Arşivi, 22 Ağustos 1988, s. 1; “Rum Liderlerinin Demeçleri Klerides – 2 (1978-1993)”, KKTC Cumhurbaşkanlığı Arşivi, Dosya: Klerides’in Demeçleri, Tarih: 1993.

17 “Federasyon Anlayışımız”, Le Monde Gazetesi, 11 Ekim 1988, No: 321071, s. 1; “Rum Basını Özetleri”, Türk Ajansı Kıbrıs Arşivi, 11 Ekim 1988, s. 1; “Rum Liderlerinin Demeçleri Klerides – 2 (1978-1993)”, KKTC Cumhurbaşkanlığı Arşivi, Dosya: Klerides’in Demeçleri, Tarih: 1993.

18 “Rum Ulusal Konseyi”, Fileleftheros Gazetesi, 1 Ağustos 1989, No: 3221, s. 73; “Rum Basını Bülteni”, Türk Ajansı Kıbrıs Arşivi, 1 Ağustos 1989, s. 73; “Rum Ulusal Konseyi Kararları - 1989”, KKTC Cum-hurbaşkanlığı Arşivi, Dosya: Rum Ulusal Konseyi Kararları, Tarih: 1989.

19 “Federasyon Anlayışımız”, Le Monde Gazetesi, 11 Ekim 1988, No: 321071, s. 1; “Rum Basını Özetleri”, Türk Ajansı Kıbrıs Arşivi, 11 Ekim 1988, s. 1; “Rum Liderlerinin Demeçleri Klerides – 2 (1978-1993)”, KKTC Cumhurbaşkanlığı Arşivi, Dosya: Klerides’in Demeçleri, Tarih: 1993.

mun üzerinde mutabık kalmadığı herhangi bir değişikliğin yapılması hâlinde, Federal Kıbrıs Cumhuriyeti’nin birliğini ve bağımsızlığını teminat altına almak şart olacaktır.

3. Garanti Antlaşması’nın uygulaması, BM Anlaşması’nın amaç ve ilkeleri ile uyumlu olacak ve Federal Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşlarının insan haklarına hâlel getirmeyecektir.

4. Garanti ve İttifak Antlaşmalarına taraf olan ülkeler, kapsamlı anlaşmanın ha-zırlanması sırasında, Kıbrıs Türk ve Rum toplumunun temsilcileri ile Yunanis-tan, Türkiye ve Birleşik Krallık temsilcilerinin katılacakları bir toplantıyı kendi başkanlığında tertiplemesini, BM Genel Sekreteri’nden isteyeceklerdir. Ayrıca taraflar, kapsamlı anlaşmanın bir parçası olarak, Federal Kıbrıs Cumhuriyeti’nde makul ve eşit güçte Türk/Yunan kontenjanlarının bulunmasını kabul edilecek-lerdir. Bunun için de Garanti ve İttifak Antlaşmalarını, günün koşullarına uygun bir şekilde değiştireceklerdir. Ancak taraflar, Garanti Antlaşması’nı yeni şartlara uydururken, BM Anlaşması’nın 52. maddesini20 göz önünde bulunduracaklardır.

Bunun yanı sıra anlaşmalara taraf olan ülkeler, Kıbrıs’taki Türk ve Yunan kontenjan-larının varlığı dahil, anlaşmaların tamamının gözden geçirilmesi ve bununla ilgili olarak Genel Sekreter’den periyodik toplantılar yapılmasını talep edeceklerdir. Bu toplantılarda, Kıbrıs Federal Cumhuriyeti’ni, özellikle Cumhurbaşkanı ve Yardımcısı temsil edecektir.

Fakat bu önerilerin hiçbiri, Kıbrıslı Türk ve Rum toplumları tarafından kabul edilme-miştir. Bunun üzerine KKTC yönetimi, BM Genel Sekreteri’nin 11 Ekim 1989 tarihin-deki öneri paketine karşı kendi önerilerini hazırlamış ve 22 Kasım 198921 tarihinde sunmuştur. Ne var ki Denktaş, bu önerilerin Kıbrıs meselesinin hâlli için oldukça önemli olduğunu belirtse de GKRY bu önerileri kabul etmemiştir.

Bu öneriler, güvenlik ve savunma konularıyla, dolayısıyla da Garanti ve İttifak Ant-laşmalarıyla alakalıdırlar. Zira Kıbrıs’ta ilgili kuvvetlerin gücüne dayalı bu denge, bir yandan Kuzey Kıbrıs’taki Kıbrıslı olmayan ve Kıbrıslı Türk kuvvetlerle, öte yandan da Güney Kıbrıs’taki Kıbrıslı olmayan ve Kıbrıslı Rum kuvvetler arasında oluşturulaca-ğı düşünülmüştür. Ancak İttifak Antlaşması’nda öngörülen Türk ve Yunan alayları, Kıbrıs’ta üslenmeye devam edecek olmakla birlikte, Kıbrıslı olmayan kuvvetler ise mutabık kalınacak bir programa göre belli bir düzeye indirileceklerdir.22

26 Şubat 1990 tarihinde ise Genel Sekreter Cuellar, 9 sayfalık bir açış konuşması yaparak, 1960 Garanti Antlaşması’nın aynen devam edeceğini, ancak BM Anlaşma-

20 “Rum Ulusal Konseyi”, Simerini Gazetesi, 13 Haziran 1989, No: 321, s. 61; “Rum Basını Bülteni”, Türk Ajansı Kıbrıs Arşivi, 13 Haziran 1989, s. 61; “Rum Ulusal Konseyi Kararları - 1989”, KKTC Cumhurbaş-kanlığı Arşivi, Dosya: Rum Ulusal Konseyi Kararları, Tarih: 1989; SİSAV, a.g.e., s. 63.

21 “Draft Outline of A Comprehensive Settlement in Cyprus, 6 April 1989”, KKTC Cumhurbaşkanlığı Arşivi, Dosya: Çözüm Önerileri, Tarih: 1989; A New Pattern of Relationship in Cyprus, The Turkish Cypriot Proposals of 11 October 1989, Published by The Public Information Office of The Turkish Republic of Northern Cyprus, Nicosia, 1990, s. 1-2.

22 Cerrahoğlu, a.g.e., s. 255.

Page 36: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

5958

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. sı’ndaki ilkelere göre yeniden düzenleneceğini açıklamıştır. Aynı zamanda güvenlik

açısından “Türk ve Yunan birliklerinin adada eşit sayıda bulunması”23 gerektiğini de vurgulamıştır.

Aslında Kıbrıs’ın, egemen bir ülke olarak yaşayabilmesi için bu tür garantilere ihtiyacı vardır. Ne var ki Kıbrıs’ta, federal bir çatıyı kuracakların, böyle bir garantiye ihtiyaç du-yup duymadıklarına karar vermesi gerekecektir. Hatta taraflardan, Kıbrıs’ta bunu iste-meleri veya yeni kurulacak devletin egemenlik yetkisiyle ters düşmediğini belirtmele-ri istenecektir. Esasında bu durum, Kıbrıs’ın mutlak egemenliği korumak için zaruri bir hâl gibi görülmektedir. Aksi takdirde Kıbrıs’ta yeni kurulacak devletin bağımsızlığı ve egemenliği yok edilebilecektir. Özellikle bu durum, 1960 öncesinde de aynıdır. Kaldı ki Kıbrıslı Türkler, ayrılıkçı Rumların bağımsızlığı Enosis için kullanacağından endişeli-dirler. Rumlar da Türkiye’nin adayı taksim edeceğinden çekinmektedirler. Bu yönüyle garantör olan anavatanlar, adadaki her iki toplumu bu ihtimale karşı korumaktadırlar. Ancak bu tür bir garantinin, Kıbrıs’taki siyasal egemenliği büyük ölçüde kısıtladığı da iddia edilmektedir. Bu görüş, hukuken doğru olsa da bunun bir ihtiyaçtan kaynak-landığı unutulmamalıdır. Zaten 1963’te başlayan ve bugüne kadar süregelen olaylar, Garanti Antlaşması’nın önemini ve gerekliliğini vurgulayan gerçeklerdir.

Bundan dolayıdır ki her iki tarafın psikolojik yaraları, korkuları ve endişeleri vardır. Örneğin Kıbrıslı Türklerin bu konuda bir moratoryum önermesi bundandır. Zira top-rak, sınır, hak iddiası gibi nedenlerle başlayacak çekişmelerin, süratle toplumlara-rası kavgaya ve iç çatışmaya dönüşebileceği düşünülmektedir. Bu gibi olaylardan istifade ederek, Kıbrıs’ta yeni kurulan düzeni bozmak isteyecek fanatik gruplar ve ‘inanmışların’24 da olabileceği unutulmamalıdır. İşte bunu önlemek için güvenliği garanti edebilecek bir sisteme ihtiyaç vardır.

Rumlara göre ise garantilerin, Kıbrıs’ta güvenliği tehdit edici en önemli unsur ol-duğu görüşündedirler. Bu yüzden bu tehdidi ortadan kaldırmak istemektedirler. Zaten bu durumu, yeni kurulacak devletin egemenliğini zedeleyeceği için gerekli görmemektedirler. Dolayısıyla Rumlar, 1960 rejiminde olduğu gibi egemenliği kısıt-lı bir devlet kurmak istememektedirler.

1.2. Gali Plânı’na Göre Garantiler Meselesi:

Gali Fikirler Dizisi’nde yer alan ‘Güvenlik ve Garantiler’ bölümü, tarafların uzlaşması için hazırlanan 15 maddeden25 oluşmaktadır. Buna göre garantiler konusunda ifade edilen görüşler aşağıdaki belirtilmiştir.

23 SİSAV, a.g.e., s. 64; Cerrahoğlu, a.g.e., s. 153.24 Rauf R. Denktaş, Dünü Bugünü Yarını ile Kıbrıs Davamız, Lefkoşa, 1991, s. 19.25 “Set of Ideas on an Overall Framework Agreement on Cyprus (1992)”, KKTC Dışişleri ve Savunma

Bakanlığı Arşivi, Dosya: Gali Plânı, Tarih: 1992; “Birleşmiş Milletler Çözüm Plânının Tam Metnini Açıklıyoruz”, KKTC Dışişleri ve Savunma Bakanlığı Arşivi, Dosya: Gali Plânı, Tarih: 1992, s. 2; SİSAV, a.g.e., s. 10; Mehmet Ali Akpınar, “Birleşmiş Milletler Çözüm Plânının Tam Metnini Açıklıyoruz”, KKTC Başbakanlık Enformasyon Müdürlüğü Arşivi, Dosya: BM Çözüm Plânları, Tarih: 1992, s. 2.

Federal cumhuriyet ile Kıbrıs Rum ve Türk federe devletlerinin güvenliği, garanti altına alınacaktır (md. 52). Bu bağlamda Federal cumhuriyetin askersizleştirilmesi temel hedef olacaktır (md. 53). Bu hedefe istinaden, 1960 Garanti ve İttifak Anlaş-maları yürürlükte kalacak ve bu anlaşmalara, imzalanacak bir belgeyle eklemeler yapılacaktır (md. 54).

Ayrıca Garanti Anlaşması, federal cumhuriyetin bağımsızlığını ve toprak bütünlü-ğünü sağlayacak, herhangi bir ülkeyle ‘kısmen’ veya ‘tamamen’ ‘bölünme’ veya ‘ayrıl-mayı’, bununla birlikte ‘kısmen’ veya ‘tamamen’ ‘birleşmeyi’ kabul etmeyecek, Kıbrıs Rum ve Türk federe devletlerinin güvenliğini sağlayacak ve toplumlardan birinin federal cumhuriyetin anayasal düzenini tek taraflı olarak değiştirmesine karşı koru-yacaktır (md. 55).

Adada Rum/Yunan ve Türk/Kıbrıs Türk askerinin sayısal eşitliği temel hedef olacaktır. Ancak bu, Bütünlüklü Çerçeve Anlaşması’nın her iki toplum tarafından ayrı ayrı refe-randumlarla onaylanmasından sonra ve belli bir zaman dilimi içinde sağlanacaktır (md. 56).

Özellikle Kıbrıs Türk ve Rum kuvvetlerinin kabul edilecek bir seviyeye indirilmesine ve İttifak Antlaşması’nda olduğu gibi ‘Kıbrıslı olmayan tüm güçlerin çekilmesine’ yö-nelik bir takvim de hazırlanacaktır. Ancak bu takvim, federal cumhuriyetin kurulma-sından önce yapılacak ve bu durum, aşamaları ekte belirtilecek eylem plânına göre yürütülecektir (md. 57).

İttifak Anlaşması’yla birlikte Kıbrıslı Rumların ve Türklerin eşit oranda askerî tabu-ru olacak ve her birinde belirlenecek sayıda eşit personeli/ekipmanı bulunacaktır. Buna göre Kıbrıs Rum askerî taburu, Kıbrıs Rum toplumunun idaresindeki federe devlette konuşlandırılacak ve Kıbrıs Türk toplumunun yönetimindeki federe devle-te hiçbir şekilde müdahale edemeyecektir. Buna ek olarak Kıbrıs Türk taburu, Kıb-rıs Türk toplumunun idaresindeki federe devlette konuşlandırılacak ve o da Kıbrıs Rum toplumunun yönetimindeki federe devlete hiçbir şekilde müdahale edeme-yecektir (md. 58).

Bunun yanı sıra Federal cumhuriyet, Başkan ve Yardımcısının ortak yetki ve sorum-luluğunda bulunacak, eşit sayıda Kıbrıs Rum ile Türk taburlarından ve askerlerin-den oluşacaktır. Ayrıca bu birlikler, gerekli ekipman kapasitesini aşmamak kaydı ile federal güce sahip olacağı da kararlaştırılmıştır (md. 59). Ancak yedek güçler veya sivil gruplar, askerî veya yarı askerî eğitime tâbi tutulamayacaklardır (md. 60). Kıb-rıs Rum ve Türk birlikleri, kamuoyu desteğini sağlamak için iki toplum arasındaki karşılıklı saygı, dostluk ve yakın ilişkileri geliştirecek ve federal cumhuriyetin her yerinde yapacakları müşterek sosyal hizmet faaliyetleriyle refah düzeyini artıracak-lardır (md. 61).

Ne var ki federal hükümet tarafından, yasalara uygun şekilde onaylanan askerî ekipman dışındaki her türlü silahın ithali veya transit geçişi yasaklanacaktır (md. 62).

Page 37: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

6160

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Özellikle her iki toplumun Bütünlüklü Çerçeve Anlaşması’nı onayladıktan hemen

sonra üç garantör devlet, Kıbrıs Türk ve Rum toplumlarıyla, aynı zamanda adada bulunan BM Barış Gücü temsilcilerinden (UNFICYP) oluşan geçici bir ‘Gözetleme Ko-mitesi’ oluşturacak ve bu komite, aşağıda ifade edilen konularda sorumlu olacaktır (md. 63):

1. Bütünlüklü Çerçeve Anlaşması’nın her iki toplum tarafından ayrı ayrı referan-dumlarla onaylanmasından hemen sonra bir yanda Yunan ve Kıbrıs Rum tabu-ru ile ekipmanı, diğer yandan Türk ve Kıbrıs Türk taburu ile ekipmanının daha önceden belirlenen belli bir takvim içinde kabul edilen sayısal eşitliğe ulaşma-sını denetleyecektir.

2. Federal cumhuriyetin kurulmasından önce belli bir zaman çizelgesi için-de Kıbrıs Rum ve Türk taburlarının kabul edilen düzeye indirilmesi ve İttifak Antlaşması’nda belirtilmeyen Kıbrıslı olmayan güçlerin tamamının çekilmesini kontrol edecektir.

Bu sisteme göre Garanti Antlaşması, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilâtı’nın (AGİT) prensiplerine ve Federal Cumhuriyetin taahhüdüne uygun olarak garantör güçlerin temsilcileri ile Federal Başkan ve Yardımcısı’ndan oluşan bir ‘Araştırma ve Denetleme Komitesi’ oluşturulacaktır. Özellikle ‘Araştırma ve Denetleme Komitesi’, görevini yürü-tebilmesi için BM’nin de personel yardımında bulunması kararlaştırılmıştır (md. 64).

Aslında Federal Başkan ya da Yardımcısının görüşlerini değerlendirmek, garantör devletlerin, Federal Cumhuriyetin veya her iki toplumun güvenliğini tehdit edecek konularla ilgili fikirleri incelemek veya gerekli gördüğü diğer konuları araştırmak, bu Komite’nin temel sorumluluk alanlarından biri olduğu bilinmektedir. Ayrıca Ko-mite, Garanti ve İttifak Antlaşmaları’nda belirtilen düzenlemelerin ihlâl edilmesin-den sonra ortaya çıkacak herhangi bir durumun düzeltilmesi için de tavsiyelerde bulunabilecektir. Ancak taraflar, özellikle bu tavsiyeleri, mümkün olduğu kadar hızlı ve iyi niyetli bir şekilde hayata geçirmekle yükümlü olacakları ortadadır (md. 65).

Kaldı ki BM Güvenlik Konseyi, bu Komite’yi desteklemekle birlikte, UNFICYP yet-kililerinden de bazı hususları gözden geçirmesini isteyebilecektir (md. 66). Buna ilâveten Garanti ve İttifak Antlaşmaları’na ek olarak üç garantör devletin ve iki top-lumun temsilcilerinden oluşacak ayrı bir Komite de oluşturulacaktır. Özellikle BM, her bir komitenin üstlendiği görevleri gerçekleştirebilmesi için yardımcı olması da kararlaştırılmıştır (md. 94).26

Aslında Gali Fikirler Dizisi, Federal Kıbrıs Cumhuriyeti ile iki federe devletin güven-liğinin garanti edileceğini ve adanın askerden arındırılmasının bir amaç olduğunu

26 “Set of Ideas on an Overall Framework Agreement on Cyprus (1992)”, KKTC Dışişleri ve Savunma Bakanlığı Arşivi, Dosya: Gali Plânı, Tarih: 1992; “Birleşmiş Milletler Çözüm Plânının Tam Metnini Açıklıyoruz”, KKTC Dışişleri ve Savunma Bakanlığı Arşivi, Dosya: Gali Plânı, Tarih: 1992; ; SİSAV, a.g.e., s. 10; Akpınar, a.g.e., s. 1.

bildirirken, bir yandan da güvenlik ve garantiler konusunda çelişkili, hatta tutarsız görüşler ileri sürmektedir. Nitekim bir yandan 1960 Garanti Antlaşması’nın yürür-lükte kalacağını belirtirken, öte yandan ek belgelerle, bu durumun değiştirilebile-ceğini ifade etmektedir. Üstelik İttifak Antlaşması kapsamı dışındaki tüm yabancı güçlerin, Federal Cumhuriyetin kurulmasından ve iki toplumu yaklaştırıcı aksiyon programlarının uygulanmasından önce adadan ayrılması istenmektedir. Bu durum-da, birtakım ciddi sıkıntıların doğabileceği düşünülmektedir. Hele 1960 sistemine göre Garanti Antlaşması’na ilâve edilecek yeni belgenin, bu anlaşmayı tepeden tır-nağa değiştireceği ortadayken, buna benzer bir önerinin hayata geçmesi oldukça zordur.

Özellikle yeni sisteme göre Garanti Antlaşması, Federal Cumhuriyetin toprak bü-tünlüğünü ve bağımsızlığını garanti etmekte, ancak federe devletlerin toprak bü-tünlüğü hakkında hiçbir güvence vermemektedir. Bir başka deyişle iki federe devlet arasında bir çatışma çıkması hâlinde, federe devletlerden biri, ötekinin toprağının bir bölümünü işgal etmesi halinde, ne olacağı belli değildir. Dolayısıyla öngörülen yeni Garanti Antlaşması’nın, iki federe devletin güvenliğini teminat altına alması, her federe devletin toprak bütünlüğünü garantilediği anlamına gelmemektedir. Bu nedenle böyle bir olasılık karşısında, üstelik AGİT sürecine bağlanan bir garanti sis-temi, Kıbrıs Türk federe devleti ve halkının güvenliğini ve toprak bütünlüğünü nasıl sağlayacağı belli değildir.

Ayrıca federe devletlerden herhangi birinin topraklarına yönelik bir iç saldırı duru-munda, bu çatışmanın nasıl önleneceği, saldırgan tarafın ele geçirdiği yerlerden nasıl çıkarılacağı veya saldırının nasıl durdurulacağı üzerinde hiçbir bilgi yoktur. Özellikle geçici dönem sonunda bu Komite’nin görev süresinin sona ereceği veya ermesi gerektiği üzerinde de hiçbir fikir belirtilmemiştir. Dolayısıyla bunun kesin bir şekilde belirtilmesinde yarar vardır.

Bundan da anlaşılmaktadır ki Fikirler Dizisi’ne göre 1960 Garanti Antlaşması, AGİT ilkeleri çerçevesinde değiştirilmek istenmiştir. Buna göre Teftiş ve Teyit Komitesi diye yeni bir komite oluşturulması kararlaştırılmıştır.27 Bu Teftiş ve Teyit Komitesi’nin üyeleri, üç garantör devletle, Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı Yardımcısından oluşturulacaktır. Böylece Türk tarafı, bu Komite’de üçe karşı iki oyla temsil edilmiş olacaktır. Özellikle ihtilaflı durumlarda İngiliz temsilcisi, Yunan ve Federal Cumhur-başkanının (Rum) temsilcisiyle birlikte hareket etmesi hâlinde, Türkiye ve Kıbrıs Türk temsilcisi karşısında üçte ikilik bir çoğunlukla28 karar alabilecektir.

Ayrıca bu Komite, ya garantör devletlerden birinin, ya Cumhurbaşkanının ya da Yar-dımcısının, toplumlardan birine veya Federal Cumhuriyete karşı tehdit oluşturan

27 “Birleşmiş Milletler Çözüm Plânının Tam Metnini Açıklıyoruz”, KKTC Dışişleri ve Savunma Bakanlığı Arşivi, Dosya: Gali Plânı, Tarih: 1992, s. 2; Akpınar, a.g.e., s. 2.

28 Ahmet C. Gazioğlu, “Fikirler Dizisinde Neler Var, Neler Yok-I”, Kıbrıs Mektubu Dergisi, X (Mayıs 1997) 3, s. 14.

Page 38: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

6362

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. bir gelişme olduğunu belirtmesi halinde, bu durumu incelemekle sorumlu olacak-

tır. Bu Komite, özellikle incelemeyi mahallinde yapabilecek ya da gerekli gördüğü inceleme ve soruşturma yöntemlerini uygulayabilecektir. Adı geçen Komite, Garan-ti ve İttifak Antlaşmaları’na aykırı bir durum saptadığı takdirde, bunun düzeltilme-sini isteyecek veya gerekli tavsiyelerde bulunabilecektir. Kaldı ki ilgili taraflar, bu tavsiyeye, iyi niyetle ve tam olarak uygulamak zorunda olacaklardır.

Peki, Garanti ve İttifak Antlaşmalarına aykırı harekette bulunan taraf, inceleme ko-mitesinin tavsiyesine uymazsa ne olacaktır? Yoksa garantör devlet için 1960 siste-mine göre tek taraflı müdahale hakkı kullanılabilecek midir? Kendisini güçlü hisse-den ve anlaşmaları ihlâl eden taraf, Yugoslavya örneğinde görüldüğü gibi, AGİT ve diğer uluslararası kurumların sadece kâğıt üzerinde kalan ilkelerini tanımaz, tavsi-yelerini dinlemez, uyarılara kulak asmaz veya ihlâllerine devam ederse, üstelik karşı toplumun can ve mal güvenliğini tehdit eden bir durum ortaya çıkarsa, bunu kim ve nasıl önleyecektir?

İncelendiği ölçüde Gali Fikirler Dizisi’nde bu soruların kesin ve somut yanıtları bu-lunmamaktadır. İşte bunun içindir ki, Kıbrıs Türk tarafı, 1960 Garanti Antlaşması’nın AGİT sürecine bağlanmasını29 istememekte ve bu yöndeki isteklere, şiddetle karşı çıkmaktadır. Ancak Kıbrıs’ta, illâ ki böyle bir Teftiş ve Teyit Komitesi kurulacaksa ve AGİT’le ilişkilendirilecekse, bunun Garanti Antlaşması’nın hükümlerini ve kapsamını zayıflatmayacak bir şekilde oluşturulması gerekecektir. Bu durumda, 1960 Garanti Antlaşması’nın niteliği ve işlevselliği korunmuş olacaktır.

Bunun dışında Türk Silahlı Kuvvetlerinin adadan çekilmesi işlemi ise Fikirler Dizi-si’ndeki gibi Federal Cumhuriyetin kurulmasından önce değil, ancak Federal Cum-huriyetin kurulmasından sonra gerçekleşmesi sağlanmalıdır.

Görüldüğü gibi garantilerle ilgili olarak taraflar arasında çok ciddi görüş ayrılıkları vardır. Özellikle bu konuda, Türkiye ve KKTC, BM Genel Sekreteri’nden ayrı düşün-mektedirler. Ancak Türk tarafı, bu önerlerin ilk üç maddesini şartsız olarak kabul edi-lebileceğini açıklamıştır. Kaldı ki anlaşmaların günün koşullarına göre şekillendir-mesi, bu adaptasyonun muhakkak ki Türk ve KKTC tezleri aleyhinde sonuçlanacağı manasına gelmektedir. Ne var ki Fikirler Dizisi’nde, ‘günün koşulları’30 deyiminin ne manaya geldiği belirtilmemiştir. Dolayısıyla ilkin bunun tarifinin yapılması gerek-mektedir. Bu tarife, pekâlâ Türk tezlerine yakın bir anlam verdirilmesi de mümkün-dür. Bunun dışında Fikirler Dizisi’ndeki diğer maddelerin, Türk tarafınca herhangi bir zararı görülmemiştir. Zira Kıbrıslı Türklerin Garanti Antlaşması’nda olmasını istediği hususlar yer almaktadır.

Geriye, önerinin 64. maddesi kalmaktadır. Burada Garanti Antlaşması ile BM An-laşması arasında, dolayısıyla Güvenlik Konseyi ile 52. maddesi arasında bir bağlantı

29 “Vasiliu’nun Düşünceleri”, Agon Gazetesi, 27 Eylül 1992, No: 512, s. 3; “Rum Basını Bülteni”, Türk Ajan-sı Kıbrıs Arşivi, 27 Eylül 1992, s. 3.

30 SİSAV, a.g.e., s. 63.

kurulmuştur. BM’nin, 1963-1974 döneminde, özellikle de acil durumlarda hareket etmekteki zaafı ve güçlüğü dikkate alındığında, bu bağlantının pek de doğru olma-dığı görülmüştür. Ayrıca garanti sisteminde ne kadar çok baş olursa, bu sistemin o kadar güç çalışacağı örneklerle sabittir. Dolayısıyla Kıbrıslı Türklerin, bugünkü du-ruma gelebilmesi, bu sistemin başarıyla çalışmasından kaynaklandığını söylemek mümkün değildir. Aslında bunun tek nedeni, Türkiye’nin tek yanlı müdahale hakkı-nın olmasından kaynaklanmaktadır.31 Hâl böyle olunca Kıbrıslı Türkler için BM’nin, ABD’nin, AGİT’in veya herhangi uluslararası kuruluşun garantisi etkili olmayacaktır. Bu durumda Türkiye’nin garantisi asıldır. Dolayısıyla Kıbrıs konusunda bir çözüme ulaşılacaksa, Kıbrıslı Türklerle Rumların bu konuda uzlaşılması şarttır.

Aslından burada sorulması gereken esas soru şudur. Kıbrıs’taki Türklerin can ve mal güvenliği nasıl sağlanacaktır? Yarın veya öbür gün, Kıbrıs’ta Türkiye’nin sağla-dığı askerî güvence ortadan kalktığında, Atina’nın körüklemesiyle patlak verecek bir çatışmaya kim, nasıl yetişecektir? Ankara ikinci kez adaya askerî çıkarma mı yapacaktır?32

Bu konuyla ilgili olarak Kafkasya veya Bosna-Hersek örnekleri ortadadır. Hâl bu du-rumdayken Garanti ve İttifak Antlaşmalarını günümüz koşullarına göre ‘güncelleş-tirmek’ 33 Gali Fikirler Dizisi açısından ciddi bir tartışma konusudur.

Özellikle bu plâna göre Türkiye’nin garantörlüğü AGİT’e bağlanacak ve tek yan-lı müdahale hakkı ortadan kaldırılacaktır.34 Böylece Fikirler Dizisi’ne göre tek yanlı müdahale hakkı sulandırılmış olacaktır. Buna karşın Türk tarafı, Türkiye’nin etkin ga-rantörlüğünün AGİT veya BM gibi uluslararası teşkilâtlara bağlanmasına karşıdır.35 Ancak 21 Kasım 1992’de yayınlanan BM raporunda, Türkiye’nin etkin garantörlü-ğünün AGİT’e bağlanmasına ve tek yanlı müdahale hakkının fiilen yok sayılmasına karar vermiştir. Hâlbuki Kıbrıs’ta kurulamak istenen yeni düzen, Rum tarafının arzu ettiği gibi “genişletilmiş”36 garantörlük sistemine bağlı olmamalıdır. Dolayısıyla bu düzenin, AGİT’e bırakılması söz konusu değildir.37 Hele hele Denktaş ve ona mu-halif olanlarla da dahil, “varılacak anlaşmanın Türkiye’nin etkin ve fiilî garantisinin olmasına”38 büyük önem verdiği bilinirken, AGİT’in garantörlüğüne topyekûn mu-halefet edecekleri ortadadır.

31 SİSAV, a.g.e., s. 64.32 İlhan Selçuk, “Verirsek Kurtulur Muyuz?”, Cumhuriyet Gazetesi, 25 Temmuz 1992, No: 8521, s. 13;

Orbay Deliceırmak (der.). Haklılık ve Kararlılık (Tepkiler Demeti), Lefkoşa, 1993, s. 192.33 Michael Moran, Sovereignty Divided Essays on The International Dimensions of The Cyprus Problem,

CYREP, Nicosia, 1998, s. 80.34 Sabahattin İsmail, Kıbrıs Üzerine Bildiriler, Kıbrıs Araştırma ve Yayın Merkezi (CYREP) Yayınları, Lef-

koşa, 1998b, s. 240.35 İsmail, a.g.e., s. 250.36 www.pio.gov.cy, The Official web of the Republic of Cyprus Press and Information Office (PIO), Lef-

kosia (Nicosia) Cyprus, (Kıbrıs Rum Kesimi’nin Dışişleri Bakanlığı’nın resmi yayın organıdır), Erişim tarihi: 28 Ağustos 2008.

37 Şükrü S. Gürel, Tarihsel Boyut İçinde Türk-Yunan İlişkileri (1821-1993), Ümit Yayıncılık, Ankara, 1993, s. 113.

38 Deliceırmak, a.g.e., s. 104; Oktay Ekşi, “Aynı Olay, Farklı Sonuç.....”, Hürriyet Gazetesi, 8 Aralık 1992, No: 63215, s. 1.

Page 39: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

6564

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Aslında 1990’dan sonra AGİT, çatışmaların önlenmesini ve doğabilecek krizlerin yö-

netimini başlıca görevleri arasına dahil etmişse de henüz bu konuda güvenilir bir teşkilât olmaktan uzaktır.39 Bilindiği gibi AGİT, BM Anlaşması’nın VIII. bölümüne göre bölgesel bir düzenleme olarak ilân edilmiştir.40 Hâl böyle olunca barışı koruyabil-mek için AGİT’in, gerekli faaliyetlerde bulunmasına izin verilmiştir. Bu amaçla NATO ve BAB kaynaklarından da yararlanabilmesi uygun görülmüştür. Bu yüzden Kıdemli Memurlar Komitesi’ne ve Başkanlığa bağlı kurumlar güçlendirilmiştir. Belirli bir so-run ortaya çıktığı zaman ise sırf o sorunla ilgilenmek üzere sınırlı sayıda ülkeden oluşan geçici bir komitenin kurulması gündeme gelmiştir.41 Gerçi AGİT, kurumsal-laşma sürecinde birtakım avantajlar elde etse de, henüz NATO benzeri bir kollektif güvenlik sistemine dönüşmüş değildir. Bu durumda ikna ve inandırıcılık prensibine42 dayanan AGİT’in, herhangi bir zorlama gücü bulunmadığı ortadadır.

Bundan hareketle Türkler, 1960 Garanti ve İttifak Antlaşmaları’nın yürürlükte kalma-sını istemekte, ancak sınırlandırılmasına karşı çıkmaktadırlar. Aslında Türk tarafı, sırf AGİT’e yapılan atfa binaen Gali Fikirler Dizisi’ne karşı çıktığı bilinmektedir.

Görüldüğü gibi Fikirler Dizisi’nde Türkiye’nin etkin garantisi üzerinde henüz bir anlaşma sağlanmış değildir. Kaldı ki Garanti ve İttifak Antlaşmaları’nın yürürlükte olması ve bir miktar Türk/Yunan kuvvetlerinin adada kalması söz konusuyken, an-laşmalara birtakım ilâveler yapılarak, özellikle de AGİT’le irtibat kurularak sulandırıl mak istenmesi dikkat çekicidir. Ne var ki bu durum, Türk tezine göre kabul edilir bir husus değildir. Türk tezine göre siyasî çözüm, federasyon şeklinde gerçekleşecekse, bu çözümün Türkiye’nin etkin garantisinde olması temel şarttır. Aslında Türkiye’nin

39 Mümin Alanat, Doğu-Batı Siyasal Bütünleşmeleri ve Soğuk Savaş Dönemlerine Bir Bakış, ATAUM Ders Notları, Ankara, 1994, s. 7.

40 Alanat, a.g.e., s. 9.41 AGİT, barışı korurken, aşağıda ifade edilen bir süreci uygulamaktadır. Buna göre süreç, şu şekilde ça-

lışmaktadır: Her şeyden önce 1989 Viyana Zirvesi’nde alınan bir karar göre bireylerin kişisel müracaat hakkı yoktur. Bu yüzden AGİT’e, sadece devletler başvurabilmektedirler. Bunun için de insan hakları ihlâli olması şarttır. Bununla ilgili olarak iki mekanizma bulunmaktadır. Birinde insanî boyut, diğerin-de de AGİT misyonu ile ilgili mekanizma çalışmaktadır. Buna göre:

1. Eylem, devletlerin birbirleriyle anlaşamaması ile başlar. Önce ikili toplantılar yapılır. Bu süreç, en fazla on gün içinde tamamlanır. Şayet diplomatik sonuç alınmaz ise soruna taraf devlet veya devletler, diğer bir devletle diplomatik ilişkiye geçerler. Bundan da bir sonuç alınmaz ise sorun, ilk AGİT zirvesi-nin gündemine taşınır. Oradan da izleme toplantıları yapılarak sorun çözülmeye çalışılır.

2. Eylem, gönüllü ya da zorunlu olarak ortaya çıkmaktadır. Konuyla ilgili olarak danışmanlar veya uz-manlar listesi ortaya çıkar. Buradan üç isim seçilir. Konu ile ilgili olarak araştırma yapılır ve daha sonra konu hakkında rapor hazırlanır. Rapor, Kıdemli Memurlar Komitesi’ne verilir. O da AGİT Bakanlar Konseyi’ne sunar. Ancak bu, etkin bir yöntem değildir.

Görüleceği gibi uzlaşma arayışı, bitmek bilmeyen görüşmelere bağlıdır. Dolayısıyla AGİT’in çalışma yöntemleri, henüz kemale ulaşmış değildir (Emmanuel Decaux, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferan-sı – AGİT, Çev.: Tunalı Alpkaya, Yeniyüzyıl Kitaplığı, İletişim Yayınları, Presse Universitaires De France, 1995, s. 5). Çünkü AGİT, gelişmekte olan bir süreçtir. Bundan dolayı AGİT’e ilişkin her tür eylem, ancak geçici bir hâl tarzı olabilir (Decaux, a.g.e., s. 103). Bundan da anlaşılıyor ki AGİT’in işlevi, BM işlevi ile aynı değildir. AGİT’in işlevi özellikle barışı korumaktır. Ancak bu kurumun, barışı uygulama yetkisi yoktur. Zira bu yetki, sadece BM’ye verilmiştir.

42 Alanat, a.g.e., s. 10.

etkin garantörlüğünden murat edilen şey, Türk toplumuna karşı girişilebilecek her-hangi bir saldırıda, bu hareketi önlemek veya bunun için adada kuvvet bulundur-maktır.

Gerçek şu ki bu tez, adı geçen anlaşmaların hâlen daha ‘yürürlükte olmasına’ veya ‘geçerliliğini korumasına’ dayanmaktadır.43 Dolayısıyla bu hukukî dayanak, garanti-ler meselesinde herhangi bir değişiklik yapılmasını engellemektedir.44 Kaldı ki bu anlaşmalar, uluslararası nitelikli anlaşmalar olduğu için çok taraflı anlaşmalardır. Bunlarda yapılacak değişiklikler, ilgili tarafların onayından geçmesini zorunlu kıl-maktadır.

İşin ilginç yanı Fikirler Dizisi’nde bu durum, farklı bir şekilde değerlendirilmiştir. Özellikle bu pakette, Kıbrıs’ın bağımsızlığı ve bütünlüğü için yeterli uluslararası garantiler sağlanması, Türkiye’nin garantörlüğünün olmaması veya en azından su-landırılması, tek yanlı müdahale hakkının lağvedilmesi, adada asker bulunmaması, müdahalenin gerekip gerekmediğine Güvenlik Konseyi’nin, AGİT’in veya NATO’nun karar vermesi veya ortak müdahalenin olması45 plânlanmıştır. Hâlbuki Türk tarafı, Türkiye’nin etkin ve fiilî garantisinin olmadığı bir çözümü kabul etmeyeceğini açıkça beyan etmiştir. Zaten Türkler, Fikirler Dizisi’nde yer aldığı şekliyle, Türkiye’nin garan-törlüğünün etkin ve yeterli olmayacağını düşünmektedirler.46 Bu yüzden yürürlük-teki garantilerin, sulandırılmadan aynen devamını istemektedirler.

Öte yandan Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinin görüşü, mevcut garantilerin genişletilmesi gerektiğine dayanmaktadır.47 Bir başka deyişle Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi, kendilerinin de katılacağı, yeni bir garanti sisteminden yanadırlar. Bu yüzden Türklerin talep ettiği tek yanlı müdahale hakkını, “tehlikeler içeren aşırı talep”48 olarak değerlendirmektedirler. Çünkü bugünkü koşullarda tek yanlı müda-hale hakkının tanındığı bir anlaşmanın imzalanması, uluslararası camianın benim-sediği kollektif güvenlik anlayışına ters düşmektedir. Ayrıca bunun, kötü bir emsal oluşturmasından da korkmaktadırlar. Bu yüzden endişe duyan Güvenlik Konseyi üyeleri, hali hazırda üç garantör devlete binaen Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri-nin de katılacağı, “kollektif bir garanti sistemini”49 kurulmasını önermişlerdir.

43 Kıbrıs Rum yönetimi sözcüsü Yannagis Kasulides, Garanti Antlaşması’nın geçerli olmadığını ileri sür-mektedir. Bkz... “AB Üyeliği ve Garantiler”, Fileleftheros Gazetesi, 14 Şubat 1995, No: 4399, s. 1; “Kıbrıs Rum Basını Özetleri”, Türk Ajansı Kıbrıs Arşivi, 14 Şubat 1995, s. 1; Dimitri S. Bitsios, Cyprus: The Vulnerable Republic, 2nd ed., Thessalonica, Greece: Institute for Balkan Studies, Salonica, 1975, s. 141; Moran, a.g.e., s. 30.

44 Hugo Gobi, Rethinking Cyprus, Tel-Aviv University Press, Tel-Aviv, 1993, s. 85.45 “DİSİ: Boşluklar Doldurulmalı”, Agon Gazetesi, 18 Eylül 1992, No: 4512, s. 2; “Rum Basını Bülteni”,

Türk Ajansı Kıbrıs Arşivi, 18 Eylül 1992, s. 2; Kıbrıs’ın Dünü-Bugünü-Yarını, Harp Akademileri Komu-tanlığı Yayınları, İstanbul, 1995, s. 80.

46 Haluk Ülman, “Her Çözüm, Çözüm Değildir”, Yeni Günaydın Gazetesi, 24 Aralık 1992, No: 9662, s. 8.47 “Toprak ve Garantiler”, Haravgi Gazetesi, 26 Mayıs 1992, No: 11231, s. 3; “Rum Basını Bülteni”, Türk

Ajansı Kıbrıs Arşivi, 26 Mayıs 1992, s. 3.48 “Toprak ve Garantiler”, Haravgi Gazetesi, 26 Mayıs 1992, No: 11231, s. 3; “Rum Basını Bülteni”, Türk

Ajansı Kıbrıs Arşivi, 26 Mayıs 1992, s. 3.49 “Toprak ve Garantiler”, Haravgi Gazetesi, 26 Mayıs 1992, No: 11231, s. 3; “Rum Basını Bülteni”, Türk

Page 40: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

6766

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Aslında bu öneri, kısmen Rum görüşüne yakındır. Ancak Rumlar, hiçbir garantör

devlete, tek başına müdahale hakkı vermeyecek bir sisteminin kurulmasını istemek-tedirler. Hatta “Kıbrıs meselesiyle ilgilisi olmayan devletlerin”50 bile bu sisteme dahil edilmesini istemektedirler.

Esasında Gali Fikirler Dizisi’nde, garantilerle ilgili birtakım düzenlemeler51 olsa da, bu düzenlemelerin açıkça ne manaya geldiği belli değildir. İşte bu durum, tarafları uzlaştıracak ciddi bir eksiklik olarak ortaya çıkmaktadır. Çünkü adadaki her iki top-lumun güvenliği ve istikrarı, bu durumun açık bir şekilde ifade edilmesine bağlıdır.

Bununla birlikte üç garantör devlet tarafından oluşturulan ‘Düzenlenme ve Danış-ma Kurulu’, Kıbrıs’ta her iki toplumun deniz aşırı güvenliği ile ilgili düzenlemeleri yaparken, Garanti ve İttifak Antlaşmalarının “güncelleştirilmiş kurallarına”52 göre ya-pacağı kararlaştırılmıştır. Hâlbuki Gali, 1991’de yayımladığı raporunda, Türkiye’nin garantörlüğünün ‘1960 anlaşmalarına’53 göre devam edeceğini belirtmiştir. Ancak 1992 yılında ilân edilen Fikirler Dizisi’nde, bu durum değişmiş ve Garanti Antlaşması etkisizleştirilmeye çalışılmıştır.

Bu sırada Rum lideri Vasiliu, inisiyatifi ele alarak, her iki tarafa güven verebilecek bir sisteminin kurulabileceğini açıklamıştır.54 Ancak Klerides, hâlen yürürlükte olan garanti sisteminin, Kıbrıs için felakete neden olduğunu ve iki toplumun kaygılarını gidermediğini belirtmiştir. Bununla birlikte Klerides, yine de Türkiye’yi garantör ola-rak kabul etmeye hazır olduğunu, ancak buna, AB’nin de ilâve edilmesi gerektiğini savunmuştur.55 Böylece ilk kez AB, Kıbrıs için ortak garanti sisteminde adı geçen bir güç olmuştur.

Aslında bu konuyla ilgili olarak Rum toplumunun içinde de derin görüş ayrılıkları vardır. Örneğin Rum federalistlere göre, millî merkez olarak addedilen ve anavatan olarak görülen Yunanistan’la olan ilişkilerin, sadece Garantörlük Antlaşması için-de yürütülmesi gerektiği savunulmaktadır. Özellikle siyasal ve kültürel bakımdan Kıbrıs’ı Elenizm’in bir uzantısı olarak gören Rum milliyetçiliğine karşı federalistler,

Ajansı Kıbrıs Arşivi, 26 Mayıs 1992, s. 3.50 Kıbrıs’ın Dünü-Bugünü-Yarını, a.g.e., s. 87; Sabahattin İsmail, 150 Sorunda Kıbrıs Sorunu, Kastaş Ya-

yınları, İstanbul, 1998a, s. 434.51 “Güvenlik Konseyi Gali Raporu’nu Ele Alıyor”, Kıbrıs Gazetesi, 10 Nisan 1992, No: 2219, s. 8; “Güvenlik

Konseyi Gali Raporu’nu Ele Alıyor”, KKTC Başbakanlık Enformasyon Müdürlüğü Arşivi, Dosya: Gali Plânı, Tarih: 10 Nisan 1992, s. 8.

52 Background on The Cyprus Problem, Directorate General of Press and Information, Ünal Ofset Matba-acılık, Ankara, 1991, s. 19.

53 “BM Güvenlik Konseyi’nin 11 Ekim 1991 Tarih ve 716/1991 Sayılı Karar”, KKTC Cumhurbaşkanlığı Arşivi, Dosya: BM Çözüm Kararları, Tarih: 1991.

54 “Vasiliu: Kendi Kendiyle Evlenmek İstemeyen Politika”, Güneş Gazetesi, 22 Temmuz 1990, No: 291, s. 11; Raif Rauf Denktaş, Kıbrıs Meselesinde Vizyon-1994, Raif Denktaş Eğitim Vakfı Yayınları No: 1, Demokrat Matbaacılık, Lefkoşa, 1996b, s. 3.

55 “Klerides: Türklerle Yüzde 25 Toprak Yeterlidir”, Anadolu Ajansı, 21 Ocak 1992, s. 1; “Rum Liderlerinin Demeçleri Klerides – 2 (1978-1993)”, KKTC Cumhurbaşkanlığı Arşivi, Dosya: Klerides’in Demeçleri, Tarih: 1993; Moran, a.g.e., s. 167.

Kıbrıs Devleti’nin ayrı bir siyasal kişiliği olduğunu belirterek, bu durumun olumsuz yönde etkilenmesine karşı çıkmaktadırlar. Kıbrıs meselesinin Türkiye ve Yunanistan arasındaki anlaşmazlıklardan ayrı tutulması gerektiğini ileri süren bu görüş, aynı ge-rekçelerle milliyetçiler tarafından gündeme getirilen ‘Ortak Savunma Doktrini’ne56 de karşı çıkmaktadırlar.57

Ayrıca federalistlere göre Kıbrıs meselesi, Elenizm’in millî bir davası olarak da ta-nımlanmamalıdır. Bu yüzden Kıbrıs’ta bulunacak çözümün, Türk ve Yunanlılardan ziyade, ‘Kıbrıs halkının’58 çıkarlarına hizmet etmesi gerektiğini ileri sürmektedirler. Özellikle Kıbrıs’ı ayrı bir siyasal birim olarak algılayan bu yaklaşımın içinde, Rum toplumunun Elenlerden farklı olduğunu ileri sürenler dahi vardır. Yunan dilinin kullanılmasından ötürü, Kıbrıs Rum kimliğinin, Elen kültürünün bir uzantısı ola-rak kabul edilemeyeceğini ileri süren bu yaklaşıma göre Yunanistan, herhangi bir yabancı devletten pek de farksız değildir.59 Kültürel kimliğe ilişkin ‘iki toplumluluk’ ve ‘Kıbrıslılık’ kavramları çerçevesinde oluşan ve ‘millî merkezlerle’ ilişkileri, sadece hukukî düzeyde60 ele alan federalist-bütünleşmeci eğilime karşılık, her iki toplum içindeki milliyetçi kesimler ise millî merkezlere yönelik kültürel ve siyasal bağlılığı temel almakta, hatta yerel düzeyde özgün bir kültürel kimliğin var olduğunu dahi reddetmektedirler.

Yukarıdaki görüşlere binaen Rum federalistlerin desteklediği Vasiliu, “Rum yönetimi bir gün yeniden çıldırır da yeni bir darbe yaparsa, Türkiye’nin yeniden harekete geçme-yeceğini bize kim garanti edebilir. Darbemizle 1974’teki Türk mücadelesine yol açan biz kendimizdik. Bu yüzden en iyi garantiyi, Avrupa Birliği’ne girmemizde görüyorum”61 diyerek politika değişikliğine gideceğini göstermiştir. Hatta yeni oluşturacak ga-rantiler sistemine, ABD’nin de katılmaya hazır olduğunu iddia edenler dahi vardır.62 Böylece Federal Kıbrıs Cumhuriyeti’nin geleceği teminat altına alınmış olacak ve ABD, garantör devlet sıfatı ile bu sistemde yerini alacaktır.63

Aslında garantiler konusunda yapılmak istenen bu değişiklikler, Rum-Yunan ikilisi-nin politik amaçlarından kaynaklanmaktadır. Zira adada bütün sorunların 1974 mü-

56 Ortak Savunma Doktrini, Türkiye’nin Yunanistan’ı ve Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tehdit ettiği görüşünden hareketle, tüm Elen dünyasını, bu saldırıya karşı korumak amacıyla oluşturulan askerî bir anlaşmadır. Doktrin, böyle bir saldırının güncel bir tehlike olduğuna ve bu nedenle Rum/Yunan silahlı kuvvetle-rinin ‘caydırıcı’ olması gerektiğine dayanmaktadır. Daha fazla bilgi için bkz... Soyalp Tamçelik, “Rum-Yunan İttifakında Ortak Savunma Doktrini ve Özellikleri”, Stratejik Araştırmalar Dergisi - SAREM, VI (2008a) 12, s. 13-39; Soyalp Tamçelik, Kıbrıs’ta Güvenlik Stratejileri ve Kriz Yönetimi, ODTÜ Yayınları, Ankara, 2009, s. 100-121.

57 “AKEL Meclis Grubu Sözcüsü Andreas Hristu ile Söyleşi”, Haravgi Gazetesi, 11 Eylül 1994, No: 801, s. 18.58 “Türk Ulusunun Menfaatleri”, Fileleftheros Gazetesi, 8 Ekim 1988, No: 225, s. 10.59 “Yunanistan, Anavatan Değildir”, Yenidüzen Gazetesi, 10 Nisan 1992, No: 419, s. 1.60 Yücel Vural, Kıbrıs’ta Etnik İlişkilerin Gelişim ve Siyasal Sisteme Etkileri, Ankara Üniversitesi Sosyal

Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi Anabilim Dalı Yayımlanmamış Doktora Tezi, An-kara, 1996, s. 249.

61 Teoman Turan, “Kıbrıs’a Genel Bir Bakış”, Zaman Gazetesi, 24 Mart 1998, No: 89952, s. 12.62 Orbay Deliceırmak, Toprak Konusu ve Rum Tutarsızlıkları 1964-1996, KKTC Cumhurbaşkanlığı Arşi-

vi, Yayınlanmamış Özel Rapor, Lefkoşa, 1997, s. 27.63 Stavros Angelidis, “İki Olumlu Oy”, Fileleftheros Gazetesi, 11 Ağustos 1991, No: 30214, s. 11.

Page 41: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

6968

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. dahalesiyle başladığını, bu müdahaleye 1960 anlaşmalarının sebebiyet verdiğini

ve bunun mutlak surette değiştirilmesi gerektiğini ileri sürmektedirler. Bu yüzden garantörlük sisteminde Türkiye’yi devre dışı bırakacak, uluslararası bir garanti sis-temini kurmasını amaçlamaktadırlar. Gerçekten de kendi açılarından AB veya ABD endeksli bir çözümün, ‘makul’ gerekçeleri olabilirdi.

Özellikle AB içinde üretilecek herhangi bir çözüm modelinin, Türkiye’nin garantör-lüğünü devre dışı bırakacağı kuvvetle muhtemeldir. Aksi takdirde, AB üyesi olma-yan bir Türkiye’nin, AB üyesi Kıbrıs üzerinde garantör64 olması gibi garip bir durum hâsıl olacaktır ki, bu durum günümüzde gerçekleşmiştir, Türkiye açısından hukuk tanımazlığı beraberinde getirecektir. Özellikle Rumlar açısından böyle bir katılım, Kıbrıs için en iyi seçenek olacağı ortadadır.65

Bununla ilgili olarak Almanya’nın önde gelen dış politika uzmanlarından Dr. Heinz Kramer, Kıbrıs’ın AB’ye girmesi hâlinde son derece ciddi güvenlik risklerini bera-berinde getireceğini belirtirken, “AB’nin güvenlik siyaseti üzerindeki etkilerini kontrol edemeyeceği işlere girişmemesi gerektiğine”66 dikkat çekmiştir. Fakat bu durum, farklı bir şekilde gelişmemiştir. Çünkü Rum tarafının 4 Temmuz 1990 tarihinde yaptığı tam üyelik başvurusu kabul edilmiş ve 2004 yılında Kıbrıs’ı tam üye alarak kendi bünyesine dahil etmiştir.

1.3. Annan Plânı’na Göre Garantiler Meselesi:

2002-2004 yılları arasında ortaya çıkan Annan Plânı’nda, garantiler meselesine özel bir önem verildiği görülmüştür. Özellikle bu plânda, garantiler ile ilgili olarak orta-ya konulan öneriler, daha önceki çözüm plânlarına göre biraz daha farklıdır. Zira Annan Plânı’ndaki öneriler, daha somut verilerle mücehhez kılınmış ve ayrıntılara daha çok önem verilmiştir.67

Örneğin ‘Ana Maddeler’ bölümünün 1. maddesinde, Kıbrıs’ta kurulacak yeni düzenle ilgili bilgiler verilmiştir. Buna maddeye göre Kıbrıs’ta daha önce imzalanan Kuruluş, Garanti ve İttifak Antlaşması’nın yürürlükte kalacağına ve mutatis mutandisin yeni düzene göre uygulanacağına dikkat çekilmiştir. Aslında adada, bu Anlaşma’nın yü-rürlüğe girmesiyle birlikte Kıbrıs’ın, Yunanistan, Türkiye ve Birleşik Krallık ile Kuruluş, Garanti ve İttifak Antlaşmaları’na ek protokollerin yanı sıra Kıbrıs’taki yeni düzenle ilgili hususlara ilişkin bir de Antlaşma imzalanması kararlaştırılmıştır. Buna istina-den Garanti ve İttifak Antlaşmaları ile yürürlüğe girmesi beklenen yeni Anlaşma’nın oluşturduğu dengeye saygı gösterilecektir.

64 Hasan Ünal ve Birgül Demirtaş Coşkun. “Kıbrıs Meselesi: Kısa Tarihçesi, Mevcut Durum Analiz ve Muhtemel Senaryolar”, Stratejik Analiz Dergisi, I (Nisan 2001) 12, s. 48.

65 Evstathios Lagakos, George Papulyas, Yoannis Cunis ve Viron Theodoropulos, Dış Politikayla İlgili Dü-şünceler ve Arayışlar, Çev. KKTC Dışişleri ve Savunma Bakanlığı Tanıtma Dairesi, Lefkoşa, 1997, s. 4.

66 Heinz Kramer, “The Cyprus Problem and European Security”, Survival, XXXIX (Autumn 1997) 3, s. 21.67 Bu konuyla ilgili olarak bkz... “Kıbrıs Sorununun Kapsamlı Çözümü - 30 Mart 2004”, KKTC Cumhur-

başkanı Arşivi, Dosya: BM Önerileri – Annan Plânı, Tarih: 30 Mart 2004.

Ancak ‘askersizleştirme’ konusu ele alınırken, şu hususlara dikkat çekildiği görül-müştür. Özellikle 1960 sistemine göre imzalanmış Garanti Antlaşması’na, yeni im-zalanacak Anlaşmanın ve Anayasanın oluşturacağı düzene göre mutatis mutandis uygulanacağı belirtilmiştir. Yeni oluşturulacak garanti sisteminde, Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı, toprak bütünlüğü, güvenliği ve anayasal düzeni ya-nında, Kurucu Devletlerin de toprak bütünlüğü, güvenliği ve anayasal düzeninin ko-runacağı belirtilmiştir (md. 8/1).

Ancak bu hükümlerin hiçbiri, Kuruluş, Garanti ve İttifak Antlaşması’na, BM Barış Gücü operasyonuna ve Anayasa’nın federal ve kurucu devlet polisi ile Ortak So-ruşturma Örgütü’ne ilişkin hükümlerine hâlel getirmeyeceği kararlaştırılmıştır (md. 8/6). Gerçi bu hükümler ‘Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği’ne Katılım Koşul-larına İlişkin Uyum Senedi Taslağı’nda da belirtilmişlerdir (md. 6).

Bunun dışında ‘Ek III’te belirtildiği gibi ‘Garanti Antlaşması’na Ek Protokol’de Kıbrıs, Yunanistan, Türkiye ve Büyük Britanya şu maddeler üzerinde mutabık kaldıkları gö-rülmüştür. Buna göre Garanti Antlaşması, Kuruluş Anlaşması ve Birleşik Kıbrıs Cum-huriyeti Anayasası ile kurulan yeni düzen, Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağım-sızlığını, toprak bütünlüğünü, güvenliğini ve anayasal düzenine ek olarak Kurucu devletlerin toprak bütünlüğünü, güvenliğini ve anayasal düzenini de kapsadığını kabul edilmiştir (md. 1).

Özellikle Garanti Anlaşması’nın 4. maddesinin 2. paragrafı, Yunanistan söz konusu olduğunda sadece güvenlik, anayasal düzen ve Kıbrıs Rum Kurucu devletinin yöne-timi altındaki bölgeye, Türkiye söz konusu olduğunda ise güvenlik, anayasal düzen ve Kıbrıs Türk Kurucu devletinin yönetimi altındaki bölgeye uygulanması kararlaş-tırılmıştır.

Bundan da anlaşılacağı üzere garantörlük müessesesinin aktif olacağı eylem böl-gesi daha çok ilgili kurucu devletin egemenlik sahası olacaktır. Gerçi Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tamamı için olan garantörlük hakkının, bu maddenin konulması ile fiilî olarak yetki sınırlamasına gidildiği görülmüştür. Aynı zamanda bu protoko-lün imzalandığı andan itibaren yürürlüğe gireceği de tarafların uzlaştığı bir diğer konudur (md. 2).

Bunun dışında ‘Ek IV’te ifade edildiği gibi ‘İttifak Antlaşması’na Ek Protokol’de Kıbrıs, Yunanistan ve Türkiye, Kuruluş Anlaşması ve Anayasası uyarınca Kıbrıs’ın ‘askersiz-leştirileceği’ kararlaştırılmıştır (md. 1). Özellikle Kıbrıs’ın bağımsızlığına veya toprak bütünlüğüne karşı yapılacak herhangi bir saldırıya veya saldırganlığa karşı koya-cakları yönündeki taahhütlerini yeniden teyit etmişlerdir. Ancak 1960 sisteminden farklı olarak ‘Üçlü Karargâh’ kurumu lağvedilmiştir. Dolayısıyla İttifak Antlaşması hü-kümleri, bu Antlaşma uyarınca görevlerini istişare ve işbirliği içinde yürütecek olan Yunan ve Türk birlikleri komutanlıkları için mutatis mutandis ilkesinin uygulandığı anlaşılmıştır (md. 2).

Page 42: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

7170

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Buna karşın İttifak Antlaşması uyarınca Yunan birlikleri Kıbrıs Rum Devleti’nde, Türk

birlikleri ise Kıbrıs Türk Devleti’nde konuşlandırılmasına izin verilmiştir (md. 3/1). Görüldüğü gibi bu durum, 1960 sisteminde de vardır ve yeni sistemde de aynen korunmuştur. Ancak İttifak Antlaşması’na ‘Ek Protokol I’in ilgili hükümlerine hâlel getirilmeksizin, geçici bir süre için, Yunan ve Türk birliklerinin sayısı 1 Ocak 2011’e kadar tüm rütbeler dahil 6.000’i, 1 Ocak 2018’e veya Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne ka-tılım tarihine kadar, hangisi daha önce gerçekleşecekse, tüm rütbeler dahil 3.000’i aşmayacağı kararlaştırılmıştır (md. 3/2).

Özellikle taraflar, bu tarihten sonra Kıbrıs, Yunan ve Türk askerlerinin tümünün ada-dan çekilmesi amacıyla her beş yılda bir, ordu seviyeleri gözden geçirileceği ve bu-nun, hiçbir şekilde İttifak Antlaşması’na, onun Ek Protokol hükümlerine ve şimdiye kadar verilen hak ve sorumluluklara hâl getirmeyeceği üzerinde mutabakata var-mışlardır (md. 3/3).

Bunun dışında Yunan ve Türk birliklerinin oluşumu, teçhizatı, konuşlanma bölgeleri ve faaliyetleri, Ek Protokol’ün Ek Hükümlerine uygun olarak yapılacağı ve donanım miktarlarının belirtilen asker sayısına göre azaltılacağı kararlaştırılmıştır (md. 3/4). Ancak Kıbrıs, Yunanistan ve Türkiye, 1 Haziran 2010 tarihinden daha geç olmamak kaydı ile bu Protokol ve İttifak Antlaşması gereğince konuşlandırılmasına izin verile-cek birlik sayısını yeniden gözden geçirecekleri hususunda anlaşmışlardır (md. 4). Özellikle bu tarihten sonra Kıbrıslı olmayan kuvvetlerin tamamının adadan çekilmesi amacıyla, konuyu her üç yılda bir yeniden gözden geçirecekleri konusunda da mu-tabakata varmışlardır (md. 4).

Aynı zamanda bu Protokol’ün imzalandığı andan itibaren yürürlüğe gireceği ve İttifak Antlaşması’nın diğer hükümleri üzerinde üstünlük sağlayacağı da tarafların anlaştığı bir diğer konu olarak kayda geçmiştir (md. 5).

Bundan da anlaşılacağı üzere Annan Plânı’nda garantiler meselesi, diğer plânlara göre farklı bir şekilde ele alınmıştır. Özellikle bu plâna göre garantiler meselesinde, mutatis mutandis ilkesinin uygulanacağı gerekçesi ile kısmen değişikliğe uğradı-ğı görülmüştür. Böylece Rum tarafının kısmen tatmin edildiği anlaşılmıştır. Ancak garanti sisteminin, genel manada 1960 rejimine göre korunduğu söylenebilir. Bu durum göz önüne alınacak olursa, Türk tarafının da tatmin edilmeye çalışıldığı orta-dadır. Fakat İttifak Antlaşması için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Zira adanın askersizleştirilmesi ve silahsızlandırılması gibi genel ilkeler kabul edilmesinden son-ra Kıbrıslı olmayan kuvvetlerin adadan belli bir takvim içerisinde çekilmesi gerektiği belirtilmiştir. Ne var ki askerî personel sayısı, 1960 rejiminden daha fazla olduğu da ortadadır.

2. Garantiler Meselesinde Tarafların Tutum Analizleri:

Kıbrıs’ta güvenlik, tarafların korku ve endişeleri dikkate alınarak çözümlenmesi ge-reken önemli bir konudur. Dolayısıyla Kıbrıs’ta kurulmak istenen garanti sisteminin,

tek taraflı olarak inşa edilmesi mümkün değildir. Kaldı ki bu tartışma, taraflar arasın-da ‘güvenlik kompleksine’68 de neden olmuştur. Hâl böyle olunca güvenlik, Kıbrıs’ta karşılıklı bir bağımlılık etkisi yaratmıştır.

Aslında Kıbrıs’ta güvenliği tek başına aramak, taraflar arasında güvensizliği berabe-rinde getirmiştir. Çünkü ‘öznel güvenlik’69 Kıbrıs’ta çatışmaya yol açtığı için daha çok ‘özgün güvenliği’ tercih etmek gerekecektir. Dolayısıyla Kıbrıs’taki garanti sistemi-nin, adadaki toplumları ve anavatanları doğrudan etkilediği ortadadır. Bu gerçek-ten hareketle tarafların garantiler konusundaki tutum analizleri şu şekilde değer-lendirilebilir.

2.1. Türk Tarafının Tutum Analizi:

Kıbrıslı Türkler, 1960 Garanti Antlaşması’na ait kapsamın, değişen şartlara uygun ola-rak genişletilmesini istemektedirler.70 Bu anlayışa göre Garanti Antlaşması, hem fe-deral cumhuriyetin güvenliğini sağlamalı, hem anayasanın tek yanlı olarak değişiklik girişimini engellemeli, hem de federal cumhuriyet ile her bir federe devletlerin toprak bütünlüğünü garanti altına almalıdır. Buna dayalı olarak Türkiye’nin tek taraflı müda-hale hakkı olmalı ve Türk askerinin adadaki mevcudiyeti devam etmelidir.71 Ancak Türk askerinin sayısı, Kıbrıs Türk federe devletinin savunma ihtiyacını72 karşılayacak şekilde olmalıdır. Çünkü hiçbir toplum, kendi istek ve iradesini, bir başka topluma, üçüncü bir tarafın iradesine ya da geçici ve etkisiz güvencelere73 dayanarak koruması mümkün değildir. Bu konudaki dayanağı, yegâne kendi gücü olmalıdır.

Bundan hareketle Türkler, Türkiye’nin etkin ve fiilî garantisini savunmaktadırlar. An-cak Türkler, Türkiye’nin etkin ve fiilî garantisini savunurken, birtakım gerçeklere de dikkat çekmektedirler. Özellikle ‘fiilî garantiden’, Kıbrıs’taki ‘garantör devletin asker bulundurması’,74 ‘etkin garantiden’ ise ‘gerektiğinde tek taraflı müdahale hakkının ol-ması’75 anlamında kullanmaktadırlar.

68 Alexis Heraclides, Yunanistan ve Doğudan Gelen Tehlike Türkiye Türk-Yunan İlişkilerimde Çıkmazlar ve Çözüm Yolları, Çev. Mihalis Vasilyadis ve Herkül Millas, İletişim Yayınları, İstanbul, 2002, s. 183.

69 Barry Buzan, “New Patterns of Global Security in The Twenty-First Century”, International Affairs, LXVII (1991) 3, s. 99-100; Ole Waever, “Securitization and Desecuritization”, Ronnie D. Lipschutz (ed.), on Security, Columbia University Press, New York, 1995, s. 68-71; Barry Buzan, Ole Waever and Jaap de Wilde, Security: A New Framework for Analysis, Lynne Rienner Publishers, Boulder, 1998, s. 217-218.

70 Ayşe Füsun Arsava, “1960 Kıbrıs Anlaşmalarının Hukukî Geçerliliği”, Proceedings of The Second Inter-national Congress for Cyprus Studies 24-27 November 1998, Vol. II, Eastern Mediterranean University Congress for Cyprus Studies Publications, Gazimağusa, 1999, s. 558.

71 Ellen B. Laipson, Cyprus: Status of U.N. Negotiations, USA Foreign Affairs and National Defense Di-vision – March 8, 1990, Washington, 1990a, s. 6; Ellen B. Laipson, Cyprus: Turkish Cypriot Statehood and Prospects The Settlement, USA Foreign Affairs and National Defense Division – May 4, 1984, The Library of Congress Congressional Research Service, Washington, 1990b, s. 6; Cerrahoğlu, a.g.e., s. 269.

72 “Yeni Ortaklık Devleti”, KKTC Cumhurbaşkanlığı Arşivi, Dosya: Türk Önerileri, Tarih: 29 Nisan 2002; Ertan Efegil, Temel Konular Işığında Annan Belgesi’nin Analizi, Gündoğan Yayınları, Ankara, 2003, s. 20.

73 Deliceırmak, a.g.e., 1993, s. 57.74 “S-300’ler Gelmez”, Cumhuriyet Gazetesi, 23 Temmuz 1998, No: 39021, s. 11.75 İsmail, a.g.e., 1992, s. 231; Cerrahoğlu, a.g.e., s. 269; Leyla Emeç Tavşanoğlu, Türk-Yunan Akîller Tartı-

şılıyor, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1998, s. 158.

Page 43: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

7372

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Kıbrıslı Türk yönetimi, 1960 Garanti Antlaşması’nda olduğu gibi sadece Federal

Cumhuriyetin toprak bütünlüğünü, bağımsızlığını, egemenliğini ve anayasal düze-nini76 kapsamaması gerektiğini, buna ilâveten adı geçen anlaşmanın, federe devlet-lerin anayasal düzenini, güvenliğini ve toprak bütünlüğünü de kapsaması gerekti-ğini ifade etmektedir. Bunun için de Türkler, diğer garantör devletlerde olduğu gibi her daim Türkiye’nin tek taraflı ve fiilî garantörlük hakkını77 savunmaktadırlar.

İttifak Antlaşması’ndan hedefledikleri ise bu anlaşmayla birlikte Türk ve Yunan askerî birliklerini adaya yerleştirmek, müşterek müdafaa için işbirliği yapmak ve doğrudan veya dolaylı bir şekilde, Federal Kıbrıs Cumhuriyeti’nin toprak bütünlü-ğüne veya bağımsızlığına karşı yönelmiş herhangi bir saldırıya veya saldırganlığa karşı koymaktır.78 Dolayısıyla iki federe devletten birini savunmak için ortaya konu-lan akademik bilgiler, stratejik algılamalar ve siyasî fikirler temelden zayıftır. Amaç, iki federe devlet arasında veya federe devlet ile federal cumhuriyet arasında, hatta ve hatta Türkiye ve Yunanistan arasında çıkabilecek çatışmayı önlemek olmama-lıdır. Bu yönüyle Kıbrıs’ın ortak savunmasını paylaşmak ve gerçekleştirmek, temel amaç olduğu görülmüştür.79

Aslında garantörlük konusunda ortaya çıkan öncelikli mesele, Kurucu Anlaşma’nın, uluslararası anlaşma olarak kabul edilip edilemeyeceği ve bağlayıcı olup ola-mayacağıdır. Gali Fikirler Dizisi’nde ve Annan Plânı’nda, Kurucu Anlaşma’nın, BM Anlaşması’nın 102. maddesine göre BM tarafından kayıt ettirileceği ifade edilmiş-tir. Ancak Kurucu Anlaşma’nın iki kurucu egemen ve bağımsız devletler tarafından imzalanmaması, uluslararası hukuk açısından, hukukî bir sorun olarak ortaya çıkar-maktadır.

Uluslararası hukuk normlarına göre uluslararası anlaşmalar, bağımsız ve egemen devletler tarafından imzalanan bağlayıcı nitelikli metinlerdir. Fakat Kıbrıs’taki Ku-rucu Anlaşma, iki toplum arasında imzalanacaktır. Bu durumda, Kıbrıs’taki Kurucu Anlaşma’nın, uluslararası anlaşma olup olmadığı bir tartışma konusu olarak ortaya çıkacaktır.80 Birtakım araştırmacılar, bu yönüyle Kurucu Anlaşma’nın bağlayıcı olma-yacağını iddia etmektedirler. Hatta Rumlar, bu yoruma dayanak, Kurucu Anlaşma’nın garantörlük bölümünün veya ona ilişkin Protokol’ün geçersizliğini ileri sürmüşler ve bunun iptalini istemişlerdir.

Ne var ki 1960 Garanti ve İttifak Antlaşmalarında böyle bir hukuksal yoksunluk bu-lunmamaktadır. Çünkü bu anlaşmalar, dört bağımsız ve egemen devlet tarafından

76 Efegil, a.g.e., 2002, s. 28; Efegil, a.g.e., 2003, s. 22.77 Halil Fikret Alasya, “Super Power Should Get Their Hands Off Cyprus”, Kıbrıs Mektubu, (1987) 2, s.

87; Halil Fikret Alasya, “Bağımsızlık Mücadelemiz Dış Türklere Örnek Oldu”, Bayrak Gazetesi, 6 Ekim 1990, No: 56621, s. 7; İsmail, a.g.e., 1992, s. 231; İsmail, a.g.e., 1998a, s. 10; Moran, a.g.e., s. 89.

78 Zaim M. Necatigil, The Cyprus Question and The Turkish Position in International Law, Revised 2. Edition, Biddles Ltd Guildford and King’s Lynn, Oxford University Press, London, 1998, s. 305.

79 Efegil, a.g.e., 2003, s. 41.80 Efegil, a.g.e., 2003, s. 57.

imzalanmışlardır. Bu yüzden Kıbrıslı Türkler, gerek Gali Fikirler Dizisi’nde, gerekse Annan Plânı’nda garantörlük kapsamının genişletilmesini istemektedirler. Böylece Türkiye ve Yunanistan, hem federal cumhuriyetin, hem de ilgili federe devletlerin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü, güvenliğini ve anayasal düzenini garanti ede-ceklerdir. Ancak bunun, 1960 Garanti Antlaşması’nın 3. ve 4. maddesinde ifade edil-diği şekliyle olmayacağı açıktır. Çünkü BM’nin çözüm plânları, Türkiye’nin tek taraflı müdahale hakkı fiilen elinden almaktadır. Her ne kadar Türk ve Yunan askerî birlik-leri, hem federal cumhuriyetin hem de federe devletlerin güvenliğini, anayasal dü-zenini, toprak bütünlüğünü ve siyasal rejimini garanti etse de herhangi bir çatışma anında, ilgili garantör devletin tek başına karar alması mümkün değildir. Aslında bu yöntemle, garantör devletlerin çatışmayı tek başına engellemesi oldukça zordur.

Böyle bir durumda, dışarıdan gelen tehdidin söz konusu olduğu veya toplumsal çatışmanın yaşandığı durumlarda, güç kullanıma ilişkin kararın, kimin tarafından verileceği, Türk-Yunan askerlerinin güç kullanma emrini ve yetkisini kimden alacağı veya gücün kimlerin ve nasıl kullanacağı konuları gündeme gelecektir. Fakat BM çözüm plânlarında bu konuyla ilgili olarak herhangi bir bilgi yoktur. Ancak Gali Fi-kirler Dizisi’nde, AGİT’e atıf yapılmakta, Annan Plânı’nda ise mealen AB’ye referans yapılmaktadır. Ne var ki günümüzde çok uluslu gücün güvenirliliği, oldukça tartış-malı bir konudur.

Görüleceği üzere, ilgili metinlerde ortaya çıkan yorumlarda, BM denetimindeki uluslararası gücün, adadaki güvenlikten sorumlu olacağı ifade edilmektedir. Ancak federal cumhuriyet ile federe devletlerin polis güçleri, özellikle kendi sorumluluk bölgelerindeki güvenlikten sorumlu olacakları belirtilmiştir. Bu durumda, Türk ve Yunan askerî personelin, ancak BM Güvenlik Konseyi kararlarına ilişkin olarak ha-rekete geçebilecekleri anlaşılmıştır. Fakat BM Güvenlik Konseyi üyelerinin stratejik çıkarlarına göre karar vermeleri hâlinde,81 kısa sürede ve etkin bir şekilde müdahale kararının alınması pek mümkün olmayacaktır. Çünkü Kıbrıs’ta önemli bir olay ol-duğu zaman, bu durum öncelikle Barış Gücü tarafından rapor edilecek ve bu bel-ge daha sonra BM’ye intikal edecektir. Ardından BM Güvenlik Konseyi toplantıya çağırılacaktır. Ancak Konsey, Kıbrıs’ta önemli bir olay olduğuna inanırsa, adaya bir heyet gönderecektir. Tabiî ki bu iş için uluslararası bir heyet teşkil edilecektir. Ne var ki bu heyetin hangi devletlerden ve ne kadar bir zaman içinde teşkil edileceği belli değildir. Daha sonra bu heyet, Kıbrıs’a giderek, inceleme yapacak ve merkeze dönerek rapor hazırlayacaktır. Bu rapor incelendikten sonra eğer BM’nin garantör-lüğüne ve müdahalesine gerek duyulursa karar verilecektir. Ancak karar verildikten sonra hangi devletin ne kadar asker vereceği belirlenecektir. Daha sonra bu kuv-vetler birleşecek ve ondan sonra Kıbrıs’a gelip saldırıya uğrayan tarafı kurtaracaktır. Tabiî ki o zaman kadar saldırıya uğrayan toplumun ne yapacağı veya kendi başına güvenliğini nasıl sağlayacağı belirsizdir.82 Bu yüzden BM denetimindeki uluslararası gücün yetkileri ile Türk askerî birliklerinin yetkileri arasında kesin ayrılığa gidilmesi

81 Efegil, a.g.e., 2003, s. 59.82 Alkan, a.g.e., 2002, s. 18.

Page 44: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

7574

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. gerekecektir. Aksi takdirde ileriki dönemlerde yetki ve görev konusunda hukuksal

tartışma yaşanacağı açıktır.

Ortaya çıkan muhtemel diğer bir hukuksal sorun ise hangi durumun garanti kap-samına girdiğini, tehdit olarak algılanması gereken gelişmelerin neler olduğunu ve buna dayalı olarak Türkiye veya Yunanistan’ın tek taraflı müdahale hakkının nasıl kullanılacağını belirlemek gerekecektir. Örneğin BM Güvenlik Konseyi, Kıbrıs’taki muhtemel gelişmeyi, BM Anlaşması’nın 39. maddesine83 göre tehdit olarak algıla-mayabilecekken, Türkiye veya Yunanistan, bu durumu farklı yorumlayabilecektir. Bu yüzden 1960 Garanti ve İttifak Antlaşması, BM Anlaşma’nın 52. maddesine84 göre yorumlanması gerekecektir.

Ayrıca daha sonra ortaya çıkan Annan Plânı’nda da belirtildiği gibi Kıbrıs, Yunanis-tan ve Türkiye’nin izni olmaksızın, kendi toprağını, uluslararası askerî harekâtların kullanımına açmaması da iyi bir tercihtir. Gerçi bu görüş, Doğu Akdeniz bölgesinde istikrarın sağlanması için önemli bir adım olara değerlendirilebilir. Bu sayede ada, önümüzdeki dönemlerde, muhtemel askerî operasyonlar için ‘sabit bir uçak gemi-si’85 rolü oynamaktan kurtulmuş olacaktır.

Buna ilâveten 1960 Anlaşmalarında, Kıbrıs adasının, herhangi bir pakta dahil olma-ması sağlanmış ve bu sayede adanın bir nevî tarafsız olması öngörülmüştür. Aslında stratejik konumundan dolayı Kıbrıs adasının, eski dönemde olduğu gibi şimdi de herhangi bir pakta üye olması, yarardan çok zarar getirebilecektir.

Özellikle Kıbrıs sorununun 40 yıllık seyri içinde, Türk tarafının endişesi, bir tek nok-tada toplanmaktadır. O da Kıbrıs Türk toplumuna yapılabilecek her türlü saldırı veya jenosit86 teşebbüslerine karşı korunmasıdır. Dolayısıyla Türk tarafının amacı, insan-ca yaşamını sürdürecek bir düzenin kurulmasıdır. Aslında Kıbrıs’taki bu durum, bir güvenlik sorunudur ve güvenlik sağlanmadıkça barışın da kurulamayacağı,87 bu-günkü koşulların en basit gerçeği olarak ortadadır.

Hâl böyle olunca Kıbrıs’ta kurulmak istenen Federal Cumhuriyetin teminatı, yine 1960 Anlaşmalarında olduğu gibi garanti sistemi olacaktır. Dolayısıyla Kıbrıs Türk toplumu, bunun değiştirilmesine rıza göstermeyeceği açıktır. Rumlar ise 1960 An-laşmalarını kendi çıkarlarına ters düştüğü için değiştirilmesini istemektedirler. Bun-dan hareketle uluslararası kamuoyu,88 Garanti Antlaşması’nın içerdiği tüm haklara

83 Efegil, a.g.e., 2003, s. 59.84 Necatigil, a.g.e., s. 386.85 31 Mart 1974 tarihli ve ‘Çok Gizli’ damgalı ‘İFESTOS – 74’ adındaki dosyalardan anlamak mümkündür.

Bununla ilgili olarak bkz... Soyalp Tamçelik, Kıbrıs Meselesinin Çözüm Plânları (BM’nin 789 Kararına Göre), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara, 2008b, s. 518.

86 Denktaş, a.g.e., 1991, s. 10; “Kaynak”, Kıbrıs Gazetesi, 9 Şubat 1995, No: 654, s. 4; Yılmaz Altuğ, “Kıbrıs Konusunda Rauf Denktaş’ın Dedikleri”, Türkiye Gazetesi, 21 Haziran 1997, No: 65521, s. 17.

87 Tahsin Özgüç, Türk Üniversitelerinin Kıbrıs Sorunu Hakkındaki Görüşü, Ankara, 1975, s. 6.88 “Klerides’in Konuşması”, Simerini Gazetesi, 31 Aralık 1992, No: 4233, s. 1; “Rum Basını Özetleri”, Türk

Ajansı Kıbrıs Arşivi, 31 Aralık 1992, s. 1; “Rum Liderlerinin Demeçleri Klerides – 2 (1978-1993)”,

rağmen, sorumluluklarını ihlâl eden Rum tarafını tatmin etme ve Kıbrıs’taki garanti sistemini değiştirme çabasındadır.

2.2. Rum Tarafının Tutum Analizi:

Bugünkü koşullarda Rumların da güvenli bir ortama ihtiyacı vardır. Çünkü onlar, adadaki Türk askerinden korkmaktadırlar.89 Dolayısıyla onlar da Kıbrıs için barışı, güvenliği ve istikrarı arzulamaktadırlar.90 Hâl böyle olunca bu arzularını gerçekleş-tirebilmek için adaya uluslararası bir gücün91 getirilmesini istemektedirler. Gerçi bu amaca uygun olarak gerek Vasiliu’nun, gerekse Klerides’in ‘askersizleştirme’ veya ‘silahsızlandırma’ önerilerinin yapıldığı bilinmektedir.92 Zira bu öneriler, Garanti ve İttifak Antlaşmalarını etkisiz kılmak için düşünülen önemli bir stratejik taktik olarak görülebilirler.93

Aslında Kıbrıslı Rumlar, adadaki güvenlik düzenlemelerini teorik düzeyde ele alma-ya çalışmaktadırlar. Özellikle güvenliğe öncelik veren Rumlar, Türkiye’nin Kıbrıs’taki bütün askerini çekmesi de dahi, bunun yeterli olmayacağını belirtmektedirler. Do-layısıyla Türkiye’nin adada hiçbir şekilde askerî güç bulunduramamasını, Kıbrıs’ın güvenlik gereksinmeleri için adanın silahsızlandırılmasını, erken uyarı sistemlerinin kurulmasını, polis kuvvetlerinin azaltılmasını94 ve bu çerçevede çok uluslu gücün veya AB’nin etkin garantör95 olmasını savunmaktadırlar.

Ancak Rumlar, güvenlik konusu ele alırken, garantörlerin yalnızca mübadele edile-cek topraklarla bağlantılı olması hâlinde görüşmeye razı olacaklarını belirtmişlerdir. Ayrıca Türkiye’nin hangi bölgelerden çekileceği belli olmadan, güvenlik düzenleme-leriyle ilgili görüşlerin maddî bir sonuca varmasının imkânsız olacağına da vurgu yapmışlardır. Bu yüzden Rumlar, güvenlik önlemlerinin egemenlik ve toprak bütün-lüğüne ters düşmemesi, her iki tarafın güvenlik ihtiyaçlarını gözetecek biçimde ni-telik kazanması ve bunun, kapsam olarak eşit, dengeli ve karşılıklı olması gerektiği-ni belirtmişlerdir.

KKTC Cumhurbaşkanlığı Arşivi, Dosya: Klerides’in Demeçleri, Tarih: 1993.89 “NATO ve AGİT’in Devreye Sokulması”, Vima Gazetesi, 3 Ağustos 1994, No: 4214, s. 1; “Rum Basın

Bülteni”, Türk Ajansı Kıbrıs Arşivi, 3 Ağustos 1994, s. 1; “Kıbrıs Rumlarını Savunmak Zorundayız”, Cumhuriyet Gazetesi, 23 Mart 1996, No: 92210, s. 17; Cevat R. Gürsoy, “Kıbrıs Müşahedeleri”, Ankara Üniversite Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, XX (Temmuz-Aralık 1962) 3-4, s. 1; Laipson, a.g.e., 1990a, s. 6; Laipson, a.g.e., 1990b, s. 7-8; Tavşanoğlu, a.g.e., s. 122; Necatigil, a.g.e., s. 385.

90 Zenon Stavrinides, The Cyprus Conflict – National Identity and Statehood, Nicosia, 1975, s. 84.91 Rauf Raif Denktaş, Rum-Yunan İkilisi: İstenmeyen Cumhuriyet’ten Nereye, Rauf Raif Eğitim Vakfı Ya-

yınları, Lefkoşa, 1996c, s. 3.92 Sevin Toluner, Milletlerarası Hukuk Dersleri – Devletin Yetkisi, 3. Baskı, Filiz Kitapevi, İstanbul, 1984,

s. 18; The Turkish Cypriots, Turkish Republic of Northern Cyprus Ministry of Foreign Affairs and De-fense Public Relations Department, Nicosia, 1997, s. 4.

93 Denktaş, a.g.e., 1996c, s. 8.94 William B. Quandt, Peacemaking and Politics, The Brookings’s Institutions, Washington D.C., 1986, s.

361-368.95 Michael Moran, Why, So Far, The Cyprus Problem Has Remained Unsolved, Nicosia, 1997, s. 6; İsmail,

a.g.e., 1998b, s. 303.

Page 45: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

7776

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Bundan da anlaşılıyor ki Rumlar, Türkiye’nin adaya müdahalesini önlemek için gü-

venliğin uluslararası güçlerin kontrolünde olmasını önermişlerdir. Rumların burada-ki amacı, garanti sistemini sulandırmak, hatta ortadan kaldırmaktır.96 Ayrıca garan-tör olarak büyük, orta ve küçük devletlerin katılımı ile BM teminatı veya şemsiyesi altında bir BM askerî gücü oluşturmak istemektedirler. Bununla ilgili olarak Kıbrıs’ın iç işlerine askerî veya kuvvet kullanılarak müdahale etme hakkının men edilmesi hâlinde,97 Yunanistan’ın diğer anlaşmalarda taviz verebileceğini dahi belirtilmişlerdir.

Aslında Rum önerilerinden hareketle, garantörlerin, Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesiyle birlikte, diğer ülkelerden meydana getirilmesi, meseleyi büsbütün çözüm-süz kılabilecektir. Çünkü BM Genel Sekreteri’nin gözlemciliğinde yapılacak görüş-melerde, konuyla ilgili olarak iki taraf arasında anlaşmazlık olursa, mesele Güvenlik Konseyi’ne gelecektir. Bu durumda, Güvenlik Konseyi’nin veto hakkı bulunan beş daimi üyesinin, jeopolitik ve jeostratejik98 çıkarlarına göre sergileyecekleri tutum ve alacakları tavır ile sorunun çözümlenmesine imkân sağlayamayacağı ortadadır.Dolayısıyla çeşitli ülkelerden teşkil edilecek BM Barış Gücü askerleri, olası bir ça-tışma hâlinde, Kıbrıs’taki toplumların can ve mal güvenliğini sağlaması mümkün olmayacaktır. 1964 yılından beri Kıbrıs’ta bulunan, fakat arama, gözaltına alma, si-lahsızlandırma ve müdahale etme yetkisi olmayan, sadece ‘gözlemci’ olan BM Barış Gücü askerlerinin Erenköy bölgesindeki Rum-Yunan saldırısında, Türk yetkililerinin ikazlarına rağmen, BM Barış Gücü Komutanı General Timaya, Makarios’un “tatbikat yapılıyor”99 şeklindeki gerçek dışı beyanına inanarak, hiçbir tedbir almaması hem şaşırtıcı hem de tehlikeli bir durumdur. Kaldı ki BM Barış Gücü askerleri, Baf’ta, Limasol’da, Gaziveren’de ve daha birçok yerde aynı tutumu sergilemişlerdir.100 Bun-dan cesaret alan Rum-Yunan askerleri, 1967 yılında Geçitkale ve Boğaziçi köylerin-deki Türklere saldırmışlar, hatta Barış Gücü askerlerinin telsizlerini kıracak kadar ileri gitmişler ve hiçbir tepki görmemişlerdir.101

Aslında Rumlar 1963 olaylarını, 1960 Anlaşmalarından, dolayısıyla da garantile-rinden kurtulmak için başlatıldığını belirtmektedirler. Çünkü Rumlar, garantiler konusuna özellikle ‘egemenliğin kısıtlanması’ gözü ile bakmışlardır. Dolayısıyla ken-dilerini, dünyaya tam bağımsızlık için mücadele veren insanlar olarak göstermeye çalışmışlardır.102

Bu durum karşısında Türkler ise, kendi halkının can ve mal güvenliğini BM Barış Gücü askerlerine emanet edilmesini istememektedirler. Ne var ki GKRY’nin siyasî hayatın-

96 “Klerides Boucher’ı Yalanlıyor”, Mahi Gazetesi, 1 Haziran 1996, No: 8991, s. 9.97 Halil Kepoğlu, Kıbrıs Sorunu, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Bölümü

Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 1995, s. 44.98 Halil Fikret Alasya, “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”, C. I., 2. Baskı, Türk Dünyası El Kitabı, TKAE

Yayınları, Ankara, 1992, s. 543; Kepoğlu, a.g.t., s. 45.99 Kostas Ayomamitis, “Bir Rum Gazetecinin İzlenimleri – Kıbrıs Soruna Gerçekçi Bir Bakış”, Diethnistiki

Prosklis Dergisi, Çev. Sabahattin Egeli, (Mayıs 1990), s. 3-14; Alasya, a.g.m., 1992, s. 543.100 Ayomamitis, a.g.m., s. 3-14.101 Alasya, a.g.m., 1992, s. 543.102 Denktaş, a.g.e., 1991, s. 20.

daki bütün hükümetler ve partiler, Garanti Antlaşması’nın değiştirilmesini istemekte-dirler. Çünkü bu Antlaşma, Türkiye’nin Kıbrıs Türk toplumuna karşı olan “sorumluluk ve yükümlülüklerinin yasal”103 bir ifadesi olarak görmektedirler. Bu yüzden Kıbrıslı Rumlar tarafından bu anlaşmanın değiştirilmek istenmesi gayet normal karşılanmalıdır.

Hâlbuki Kıbrıs Türk yönetimi, garantörlük konusunda Yunanistan’ın garantörlüğü-nü tanımaktadır. Ancak GKRY, Türkiye’nin garantörlüğünü tanımamakta ve şiddetle reddetmektedir.104 Bunun üzerine Papandreu, garantörlüğü Batı, Doğu ve Üçüncü Dünya ülkelerinden oluşacak bir ülkeler grubunun üstlenmesini önermişken, Va-siliu uluslararası garanti sisteminin oluşturulmasını veya BM Güvenlik Konseyi’nin, garantör olmasını teklif etmiştir.105 Daha sonraki zamanlarda ise Klerides, bunun AB tarafından yapılabileceğini belirtmiştir.

Aslında meselenin çözümünü isteyenler, garantörlüğün bu kadar geniş topluluğa yayılmasına rağmen Türkiye’nin ve Yunanistan’ın bu sisteme dahil edilmesini bir türlü anlayamamışlardır. Kaldı ki, Kıbrıs’ta iki ayrı toplum yaşamaktadır. Bunlardan biri Rumlardan, diğeri ise Türklerden oluşmaktadır. Dolayısıyla bu iki toplumun gü-venliği, herkesten önce Türkiye ve Yunanistan’ı ilgilendirmektedir. Hâl bu merkez-deyken en çok bu iki ülkenin duyarlılık göstermesi normaldir. Fakat Kıbrıslı Rumlar, kurulmak istenen Federal Kıbrıs Cumhuriyeti’nin BM üyesi olacağından, bir başka deyişle bağımsız ve egemen bir devlet olarak ortaya çıkacağından, garantörlük sis-temini kabul etmeyeceğini açıklamışlardır.106 Buna rağmen Kıbrıs’ta yeni bir garanti sistemi kurulacaksa, hiçbir garantörün tek yanlı müdahale hakkının olmamasına ve garantörlerin, Federal Cumhuriyetin anayasasına, egemenliğine, bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne107 zarar vermeyecek şekilde davranmasına özen gösterilmesi istenmiştir. Aksi hâlde federasyonun paralize olmasına ve iki toplum arasında ger-ginliklerin yeniden doğmasına yol açacağı tahmin edilmektedir.108

Aslında Rumların düşüncesi, bu görüşlerden biraz daha farklıdır. Çünkü Rumla-ra göre Türkiye’nin, Kıbrıs’ı yayılmacı amaçlar için kullanabileceğini ve Kıbrıs Türk toplumunun, Federal Anayasa’daki geniş haklarından yaralanarak, devleti işlemez duruma sokacağını ve uygun bir zamanda Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale edeceğini düşünmektedirler.109 Dolayısıyla Kıbrıslı Rumlara göre Türkiye’nin tek yanlı müdaha-

103 Stavrinides, a.g.e., s. 52.104 Osman Kılıçkıran, Kıbrıs Meselesinin Tarihçesi ve Çözümü ile İlgili Kısa Bir Deneme, Ankara Üniver-

sitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara 1990, s. 15.105 “Yorgo Vasiliu: İyi Bir Başlangıç”, Hürriyet Gazetesi, 10 Aralık 1992, No: 78551, s. 17; “Rumlar Kanton

Bölgeler De İstiyor”, Kıbrıs Gazetesi, 16 Mart 2001, No: 302, s. 1; SİSAV, 1990:50; Necatigil, a.g.e., s. 386.106 Necatigil, a.g.e., s. 385.107 “Rum Radyosunun [RİK] Türkçe Programında GKRY Lideri Yorgo Vasiliu ile Yapılan Mülakat”, KKTC

Cumhurbaşkanlığı Arşivi, Dosya: Rum Basın Bülteni, Tarih: 21 Şubat 1990; Deliceırmak, 1997:16; “Rum-Yunan İkilisinin Gerçek Niyetlerini Açığa Vuran Bir Belge”, Kuzey Kıbrıs Gazetesi, 5 Ekim 1987, No: 404, s. 7; Kıbrıs Sorunu ve Türkiye, Siyasî ve Sosyal Araştırmaları Vakfı – SİSAV, İstanbul, 1993, s. 14.

108 Denktaş, a.g.e., 1996c, s. 16.109 SİSAV, a.g.e., 1990, s. 49; Faruk Sönmezoğlu, Tarafların Tutum ve Tezleri Açısından Kıbrıs Sorunu

(1945-1986), İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1991, s. 144.

Page 46: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

7978

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. le hakkının olması, Kıbrıs’ta “güvenli bir geleceğin inşası”110 için yeterli olmayacaktır.

Bugün görüşmeler sürerken, Rumların birinci hedefi, Enosis’e engel gördüğü Türkiye’nin garantörlüğünü kaldırmak veya etkisizleştirmektir.111 Bu amaçla adada garantörlük sistemi kalsa bile, Türk askerinin kalmamasını, Türkiye’nin tek yanlı mü-dahale hakkının olmamasını veya müdahalenin ancak Güvenlik Konseyi’nin, AGİT’in, NATO’nun veya AB’nin karar vermesiyle yapılmasını veya bu işlemin çok uluslu gü-cün112 tasarrufunda olmasını istemektedirler. Bu yüzden Kıbrıslı Rumların, bu ko-nuyla ilgili olarak uzlaşma yerine, çatışma ve gerginlik içine girdikleri görülmüştür.

3. Kıbrıs’a Getirilmek İstenen Çok Uluslu Gücün Fonksiyonel Özellikleri:

Hiç şüphe yok ki bir toplumun güvenliği, bir başka topluma veya üçüncü bir tarafın iradesine bırakılması pek de gerçekçi bir yaklaşım değildir. Dolayısıyla toplumların bu konudaki yegâne dayanağı, yine kendi toplumsal veya askerî gücü olduğu kabul edilen bir görüştür.113 Kısacası yeni dünya düzeninde ne BM’nin, ne AGİT’in, ne de bir başka uluslararası teşkilâtın, geçmişte Kıbrıs’ta, günümüzde ise Bosna-Hersek’te olduğu gibi insan hayatını hiçbir şekilde koruyamadığı ortadadır.114 Dolayısıyla Kıbrıs meselesinde herhangi bir çözüm bulunacaksa, bu gerçeğin göz önünde bu-lundurulması gerekecektir. Çünkü uluslararası kuruluşlar, Türkiye’nin veya Kıbrıslı Türklerin çıkarlarını koruyamadığı gibi, Yunanistan’ın veya Kıbrıslı Rumların da çı-karlarını korumakta yeterli değildir.

Özellikle NATO, geçmişte Kıbrıs’taki çatışmaları durdurmada yardımcı olmadığı gibi, aksine durdurmak için çaba harcayan Türkiye’nin sorunla ilgili olarak hareket etme-sini, kabiliyetini ve özgürlüğünü kısıtlamıştır.115 Hatta Türkiye, müttefiklerinin kısıtla-yıcı baskısına maruz kalarak, bu konuda girişeceği askerî operasyonlarda NATO’dan aldığı silahları kullanamayacağı kendisine hatırlatılmıştır. Böylece Türkiye, özellikle de Kıbrıs kriziyle Türk Silahlı Kuvvetlerinin tümünün NATO’nun komutasına verilme-sinin yanlış bir uygulama olduğunu anlamıştır.

Aslında insan hak ve hürriyetlerinin koruyucusu liberal demokrat Batı’nın ve NATO ülkelerinin Körfez Krizi’ndeki tutumu ile Bosna-Hersek, Azerbaycan, Gürcistan ve Çeçenistan olaylarındaki davranışları arasındaki fark, insanlık idealine gönül bağla-yanlar için ümit verici olmaktan çok uzaktır.116

110 “Denktaş’tan Sürpriz Öneri”, Milliyet Gazetesi, 22 Ekim 1998, No: 65421, s. 12; Rauf Raif Denktaş, Kıbrıs Meselesinde Son Durum, Raif Denktaş Eğitim Vakfı Yayınları No: 2, Lefkoşa, 1996a, s. 42.

111 Stavrinides, a.g.e, s. 68; Glafkos Clerides, Cyprus: My Deposition, Vol. IV, Alithia Publishing Co. Ltd., Nicosia, 1991, s. 53.

112 İsmail, a.g.e., 1992, s. 231; İsmail, a.g.e., 1998a, s. 436.113 Osman Ancın, “Kıbrıs’taki Türk Askeri Bu Aşamada Çekilemez”, Tercüman Gazetesi, 14 Aralık 1992,

No: 952114, s. 17.114 İsmail Bozkurt, “Yeni Dünya Düzeni ve Kıbrıs”, Ortam Gazetesi, 14 Ağustos 1992, No: 562, s. 14.115 Nasuh Uslu, Türk – Amerikan İlişkilerinde Kıbrıs, 21. Yüzyıl Yayınları, Ankara, 2000, s. 177.116 Muzaffer Özdağ, Millî Bütünlük ve Güvenliğimiz, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 1997, s. 5.

NATO eski Genel Sekreteri Willy Claes, kendisine yöneltilen “Sırplara karşı harekât olacak mı?” sorusuna, “kontak anahtarını çeviremiyoruz; çünkü anahtar bizim eli-mizde değil”117 cümlesiyle cevap vermiştir. Samimi açıklamalarıyla bilinen Sekreter, aslında isim vermeden çok uluslu gücü suçlamıştır. Çünkü sınırlı ve sembolik NATO harekâtına karşılık Genel Sekreter Claes, her ne kadar “kontak anahtarı bende de-ğil” dese de kontak anahtarını elinde bulunduran ve aynı zamanda Kuzey Atlantik Paktı’nın da üyesi olan ABD’yi, İngiltere’yi ve Fransa’yı118 suçladığı açıktır.

Dolayısıyla Rum liderliğinin 1963’ten bugüne kadar sürekli olarak Türkiye’nin ga-rantörlüğünün kaldırılmasını, hiç olmazsa tek yanlı müdahale hakkının sınırlan-dırılarak, etkisizleştirilmesini veya çok uluslu garantörlük sistemi içinde müdahale hakkının fiilen yok edilmesini savunması, adanın tamamına hakim olma isteğinden başka bir şey değildir.119 Bunun üzerine Klerides, Türk ve Rum toplumlarının güven-liği için, BM Güvenlik Konseyi’nin şemsiyesi altında çok uluslu bir gücün,120 adaya yerleşmesini kabul edebileceklerini açıklamıştır. Aslında bu noktada Rumlar, ellerin-deki güçlü saldırı silahlarına, aynı zamanda ABD’yle AB’nin desteğine121 güvenmek-tedirler. Bu noktada Türkiye’nin 1974’te olduğu gibi, müdahale edemeyeceğine ve bu iki müttefikin aktif bir biçimde Rumların yanında olacağına inanmaktadırlar.

Hâlbuki BM’nin yaptığı bir araştırmaya göre ABD, ortaya çıkan uluslararası so-runlarda, kendi askerî gücü yerine BM gücünü tercih ettiğini göstermiştir.122 Yine bu araştırmanın ortaya koyduğu verilerden hareketle, gelecekte yapılacak askerî operasyonların büyük bir bölümünde, yine çok uluslu gücün kullanılacağı tahmin edilmektedir. Dolayısıyla bu görüşe göre ABD, BM’nin çabaları için ancak lojistik ve ikmâl yardımı yapacağı, BM Sekreterliği’ne ise komünikasyon desteği sağlayacağı düşünülmektedir.123 Ancak gelişen olaylar, bu görüşü desteklediği gibi, aynı za-manda çürütmektedir. Hâl böyle olunca, dünyadaki diğer devletlerde, özellikle de gelişmekte olan ülkelerde ve İslâm memleketlerinde, çifte standart yapıldığı görüşü ağırlık kazanmıştır.

Aslında günümüzde uluslararası hukuk, ortak güvenlik veya BM yönetimindeki Batı çıkarlarının savunması, nerede başlar veya nerede biter belli değildir. Örneğin İran’a karşı çeşitli yaptırım kararları alan Güvenlik Konseyi, aynı sertlikte İsrail’e karşı bu kararları uygulayamamaktadır.

Esasında çok uluslu güce verilen ABD desteği, Körfez Savaşı’nda ortaya atılan ‘İna-nılmaz Güç’124 doktrinine de ters düşmektedir. Özellikle ‘ya hep-ya hiç’ düşüncesi, ya tam olarak olaylara ‘karışma’, ya da tamamen ‘çekimser’125 kalma anlamına gelmek-

117 Hadi Uluengin, “Bosna ve Kontak Anahtarı”, Hürriyet Gazetesi, 27 Mayıs 1995, No: 32901, s. 16.118 Uluengin, a.g.m., s. 16.119 İsmail, a.g.e., 1992, s. 12.120 “Rum Tarafından Barış Çağrısı”, Sabah Gazetesi, 22 Şubat 1997, No: 43971, s. 12.121 Erol Manisalı, “Türkiye’nin Önünde İki Yol Var”, Cumhuriyet Gazetesi, 24 Temmuz 1992, No: 75662, s. 18.122 “NATO Değişimin Hedefine Ulaşması”, Belgelerle Türk Tarih Dergisi, (Nisan 2000) 39, s. 79.123 “NATO Değişimin Hedefine Ulaşması”, a.g.m., s. 79.124 “NATO Değişimin Hedefine Ulaşması”, a.g.m., s. 79.125 “NATO Değişimin Hedefine Ulaşması”, a.g.m., s. 79.

Page 47: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

8180

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. tedir ki, bu düşünce çoğu bölgesel sorunun çözümü için pratik bir yöntem değildir.

Aslında askerî yönden, politik hedeflerin belirsizliği veya süresi belirsiz olayların içi-ne çekilmedeki isteksizlik anlaşılabilir bir şeydir. Bu yüzden ABD, gücünü etkin bir şekilde kullanmak için tercihlerini iyi yapmak ve ona göre önceliklerini belirlemek zorundadır. Sonuç olarak ABD, ekonomik ihtiyaçlarına ve ulusal çıkarlarına ters düş-meyen bir dış politika takip etmek zorunda olduğu unutulmamalıdır.

Aslında yeni güvenlik doktrini, öyle bir şeydir ki, Amerika ve Avrupalı müttefikler, bunu gerçekleştirmek için isteksiz ve gönülsüz davranmaktadırlar. Dolayısıyla ABD ve AB, ortak dış veya güvenlik politikalarını oluşturamamış ve bununla ilgili kurum-sal mekanizmaları yeterince çalıştıramamışlardır. Özellikle Avrupa, büyük sorunlar karşısında yetersiz bir tablo çizmekte veya caydırıcılık avantajını kullanamamaktadır.

Bugün itibarıyla Avrupa’nın ortak dış politikası olmadığı için etkin bir ortak savunma politikasından da söz etmek mümkün değildir. Bunun başlıca göstergesi, Yugoslav-ya meselesi olmuştur. Aslında Avrupa ülkelerinin tamamı, bu olayı farklı yönlerden değerlendirmişlerdir. Örneğin Almanya, Slovenya’ya ve Hırvatistan’a, Yunanistan ve Fransa, Sırbistan’a doğru yönelirken,126 NATO üyesi Türkiye, Bosna Hersek’teki Müs-lümanlara yapılan saldırıları gündeme getirmiştir.127 Bu düşünceden hareketle her-hangi bir askerî müdahale gündeme gelmemiştir. Ancak bu konudaki momentum, geç de olsa Amerika tarafından ortaya konulmuştur.

Aslından konuyla ilgili en büyük güçlük, AB ülkelerinin ortak sorumluluktan kaçma-ları ve ‘ortak strateji kültürünü’128 oluşturmadaki isteksizliğidir. Ancak ortak hareket etme düşüncesi, Amerika’nın ya da Avrupa’nın sorumluluğunu, tamamen BM’ye atması anlamına gelmemektedir. Çünkü BM’nin çalışmaları, sorunların üstesinden gelmeye yardım etse de bu sorunların ortadan kaldırılmasına yardımcı olmamıştır. Dolayısıyla ne BM, ne de NATO, ülkelerin sorunlarını çözmede pek yeterli olmadığı ortadadır.

Bu yönü ile Avrupa ve diğer bölgelerde BM’nin, uluslararası barışı ve güvenliği sağ-laması oldukça zordur. Zaten BM’nin etkin otoritesi Körfez Savaşı, Yugoslavya’nın parçalanması ve Irak operasyonu gibi faaliyetlerle daha da sarsılmıştır. Dolayısıyla Güvenlik Konseyi’nin sarsılmış otoritesine rağmen bütün sorunları tek başına çö-zümlemesi mümkün değildir. Zira son 40 yılda, bölgesel sorunların çok uluslu koor-dinasyonla ve kararlılıkla çözümlenebileceği ortada iken, sadece BM veya onun bir organı olan Güvenlik Konseyi’nin çözebileceğini iddia etmek gerçekçi bir yaklaşım değildir. Ayrıca standart olarak barışı korumakla görevli ‘kuvvetler bütünü’129 diye bir

126 The United Nations and The Situation in The Former Yugoslavia, U.N. Department of Public Informa-tion Reference Paper, New York, 7 May 1993.

127 Mensur Akgün, “BM Kurallarının İstisnaları”, Yeni Yüzyıl Gazetesi, 25 Nisan 1995, No: 63254, s. 17; Gamze Güngörmüş Kona, “BM Bosna’da Sadece Show Yapıyor”, Yeni Yüzyıl Gazetesi, 19 Temmuz 1995, No: 95223, s. 13.

128 “NATO Değişimin Hedefine Ulaşması”, Belgelerle Türk Tarih Dergisi, (Nisan 2000) 39, s. 80.129 “NATO Değişimin Hedefine Ulaşması”, a.g.m., s. 83.

kavram da yoktur. Ancak barışı korumak için tüm insanî, siyasî ve askerî operas-yonların130 genel bir birleşimini sağlamak ve BM Anlaşması’nın yedinci bendine göre bu birleşimin gerekli görüldüğü anlarda beraberce kullanılması olarak tanımlamak mümkündür.131

Aslında barışın tehdidi veya bozulması hâlinde, BM’nin alacağı tedbirler, Antlaş-manın VII. bölümünde (39-51’inci maddeler) belirtilmiştir. Bu tedbirlerin alınması, Antlaşmanın 24. maddesi gereğince barış ve güvenliğin korunmasında ‘başlıca so-rumlu’132 organ olan Güvenlik Konseyi’ne verilmiştir. Güvenlik Konseyi ise bu yetkiyi kullanırken, BM’nin amaç ve ilkelerine uygun bir şekilde hareket edeceği varsayı-mından hareket etmektedir. Ancak bunu denetleyecek herhangi bir mekanizma henüz mevcut değildir.

Daha önce olduğu gibi, örneğin Kıbrıs’ta, Anlaşma’nın 39. maddesine göre barışın tehdidi, bozulması veya saldırıya uğraması hâlinde Konsey’in yapacağı ilk hareket, böyle bir durumun olup olmadığının tespitidir. Bundan sonra Konsey, barışın ve gü-venliğin korunması ya da yeniden kurulması için tavsiyelerde bulunacak veya karar alacaktır. Konsey’in tavsiye edeceği tedbirler, Anlaşma’nın VII. bölümün öngörülen ‘zorlama tedbirler’133 şeklinde olabilecektir. Lakin işaret etmek gerekir ki, VII. bölüme istinaden yapılan tüm tavsiyelerde ya da alınan tüm kararlarda, ‘veto’134 yetkisi bu-lunmaktadır.

Anlaşma’nın VII. bölümündeki hükümlere istinaden, Kıbrıs’ta barışın bozulması hâlinde Konsey’e üç tür tedbir alma yetkisi olacaktır:

1. Kıbrıs’la ilgili geçici tedbirlerin alınması; 2. Kıbrıs’la ilgili silahlı güçlerin kullanılmasını gerektirmeyen tedbirlerin belirlen-

mesi; 3. Kıbrıs’ta silahlı güçlerin kullanılmasını gerektiren tedbirlerin icrasıdır.135

Güvenlik Konseyi, Kıbrıs’taki uygulamasında silahlı çatışmanın durdurulması, ateşkesin ilan edilmesi ve silahlı güçlerin geri çekilmesi gibi geçici tedbirler de alabilecektir. Ancak Anlaşma’nın 41. maddesine göre Güvenlik Konseyi, kararlarını yürütmek için silahlı gücün kullanılması dışında, ne gibi tedbirlerin alınması gere-keceğine de karar verebilir. Gerçi 41. maddeye göre Güvenlik Konseyi’nin sınırlayı-cı nitelikte olmamakla birlikte, askerî olmayan zorlamaları şu şekilde ifade edilebi-lecektir. Bundan hareketle “ekonomik ilişkilerin, deniz, hava, posta, telgraf, radyo ve diğer ulaştırma araçlarının tamamen veya kısmen kesilmesi ile siyasal ilişkilerin askıya

130 Yugoslav Survey: A Record of Facts and Information, The Situation in The Former Yugoslavia and The United Nations - V, Vol. XXXIV, Belgrade, 1993, s. 121-123.

131 Yugoslav Survey, a.g.m., s. 83.132 Gönlübol, a.g.e., s. 549.133 Gönlübol, a.g.e., s. 549.134 Gönlübol, a.g.e., s. 550.135 Kuramsal bilgi için bkz... Gönlübol, a.g.e., s. 550.

Page 48: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

8382

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. alınması”136 gibi tedbirler zikredilebilir. Lakin Güvenlik Konseyi, bugüne kadar sa-

dece iki kez bu maddeye istinaden karar almıştır. Konsey, ırk ayırımcılığı yaptığı için 4 Kasım 1977 tarihinde Güney Afrika’yla ilgili olarak ‘silah ambargosu’137 kararını al-mıştır. Kararda, Güney Afrika’ya hiçbir üye devletin silah, cephane, yedek parça ve nükleer silah teknolojisi satması engellenmiştir.

Konsey, bu maddeye istinaden aldığı ikinci karar ise Ayetullah Humeyni’nin baş-kanlığı sırasında İran’da rehin alınan Amerikan elçilik personelinin serbest bırakıl-masıyla ilgilidir. Rehinelerin bir hafta içinde serbest bırakılmaması hâlinde İran’a ekonomik yaptırım uygulanacağı önerisini138 kabul etmiştir. Ancak Sovyetler Birliği, bu öneriyi veto ettiğinden yürürlüğe girmemiştir.

Aslında Güvenlik Konseyi’nin ‘silahlı zorlamalara başvurabilmesi’139 için herhangi bir güç kullanmasına gerek yoktur. Ancak bu karar, devletlerin ayrı ayrı uygulaması ile yerine getirilebilecektir. Nitekim Güvenlik Konseyi’nin silahlı müdahale kararı, ilk kez Kore deneyiminde ortaya çıkmıştır. Özellikle 25 Haziran 1950 tarihinde ‘Kuzey Kore’ güçlerinin ‘Güney Kore’ye saldırması üzerine, Güvenlik Konseyi, BM üyelerinin elindeki imkânlara göre Güney Kore’ye yardım edilmesini salık veren bir karar almıştır.140 Bunun üzerine içinde Türkiye’nin de bulunduğu 16 devlet bu karara uymuş ve üç yıl süren bir savaştan sonra saldırganın Güney Kore topraklarını terketmesi sağlanmıştır. Ancak bu olaydan sonra özellikle 1990 yılına kadar Konsey’deki veto yetkisi nedeniyle, bundan başka herhangi bir saldırgana karşı böyle bir tedbirin alınması mümkün olmamıştır.

Gerçi Güvenlik Konseyi’nin birtakım tedbirleri almakta zorlanabileceği141 göz önüne alındığından, bununla ilgili olarak Anlaşma’nın 51. maddesine şu hükümler konul-muştur: “İşbu Anlaşma’nın hiçbir hükmü, BM üyelerinden birinin silahlı bir saldırıya hedef olması hâlinde, Güvenlik Konseyi, uluslararası barışın ve güvenliğin korunması için gerekli tedbirleri alınıncaya dek, doğal olan münferit ya da müşterek meşru savun-ma hakkına halel getirmez”142 denilmiştir. Şu hâlde, Anlaşma’da zorlama tedbirlerin alınmasında başlıca sorumluluk Güvenlik Konseyi’ne verildiği görülmüştür. Lakin Konsey, bu görevini yerine getirinceye dek, saldırıya uğrayan devlet, ya tek başına ya da müttefikleri ile birlikte meşru savunma hakkını kullanabilecektir.

II. Dünya Savaşı’ndan sonra meydana gelen birçok ‘saldırı’ olayında, BM Teşkilâtı’nın gerekli tedbirleri almamış olması, aslında bu hükmün ne denli uygulanabilir ol-duğunu göstermektedir. Zaten Anlaşma hükümlerinin ‘meşru savunma’ yanında, ‘ortak savunmaya’143 da yer vermesi, bu görüşü doğrulamaktadır. Nitekim BM’nin

136 Gönlübol, a.g.e., s. 550.137 Gönlübol, a.g.e., s. 550.138 Gönlübol, a.g.e., s. 550.139 Sami Kohen, “Bosna Konusunda Ne, Nasıl, Neden?”, Milliyet Gazetesi, 22 Temmuz 1995, No: 41125, s. 15.140 Gönlübol, a.g.e, s. 551.141 Kohen, a.g.m, s. 15.142 Gönlübol, a.g.e, s. 551.143 Gönlübol, a.g.e, s. 551.

barışı korumadaki yetersizliği yüzünden, II. Dünya Savaşı’ndan kısa bir süre sonra başlayan ‘Soğuk Savaş’ karşısında birçok devlet, olası bir saldırı karşısında kendini koruyabilmek için birtakım ittifak sistemleri kurmuşlar ya da bloklaşmışlardır. Özel-likle NATO, Varşova Paktı ve diğer ikili ve çok yönlü ittifak anlaşmaları, bu zorun-luluğun en belirgin örneklerindendir. Dolayısıyla saldırgana karşı zorlama tedbir-lerin alınamaması, BM’nin barışı koruma çabalarını tümden engellemiştir. Nitekim Anlaşma’nın çeşitli hükümlerine ve 1950’de Kore ile 1990’da Irak deneyiminden sonra Genel Kurul’un almış olduğu ‘barış için birleşme’144 kararına dayanarak, birçok olayda geçici Barış Gücü birlikleri kurulmuştur. Bunlar arasında, 1956 yılında Süveyş, 1960 yılında Kongo, 1964 ve 1974 yıllarında Kıbrıs ve 1978 yılında Lübnan olayları nedeniyle kurulan Barış Gücü, ilgili devletler arasında ve dünya barışının korunması bakımından önemli işler başarmışlardır. Kaldı ki Barış Gücü birlikleri, Kıbrıs’ta hâlen daha görevini sürdürmektedir.

Bundan da anlaşılıyor ki BM’nin başlıca amacı, Kıbrıs’taki tarafların geriye dönülmez bir noktaya ulaşmasını engellemek olduğu söylenebilir. Çünkü BM, “anlaşmazlığı çö-züme götürecek”145 varsayımından hareketle bunu yapmaya çalışmaktadır.

Gerçekten de bazı küresel veya bölgesel anlaşmazlıklar, eğer belli bir zaman için-de gerektiği gibi kontrol edilebilirse, ‘önemlilik’ derecesi azalmakta veya çözüm için arzu edilen ‘olgunluğa’ ulaşabilmektedirler.146 Ancak birtakım anlaşmazlık türle-rinde, uzun soğuma süreci yaşandığından, tarafların daha da ‘sertleşmesine’, hatta ‘uzlaşmaz’ bir tutum takınmasına neden olmaktadır. Pek tabiî ki bu durum, makul uzlaşma şansını tedricen azaltabilmektedir.147 Aslında bu durum, Kıbrıs’taki toplum-lararası uzlaşmazlığın şimdiye kadarki gelişim sürecini açıklaması açısından yeterli olduğunu söylemek mümkündür.

Hâl böyle olunca BM ile ilgili yapılan tespitlerde şunu da ifade etmek yerinde ola-caktır. Her şeyden önce şunu belirtmek gerekir ki, BM organları tarafından ‘saldırgan’ olarak nitelenen devletlere karşı alınan tedbirleri ile bir olayda çatışma hâlindeki güçleri birbirinden ayırıp, bir tür ‘tampon’148 görevi görerek, çatışan güçler arasın-da sıcak teması önlemeye çalışan Barış Gücü birlikleri arasındaki ayırımı ciddi bir şekilde yapmak gerekecektir. Özellikle BM’nin uygulamaya çalıştığı zorlama tedbir-lerde, bir tarafın ‘saldırgan’ olarak ilân edilmesi gayet normal karşılanmalıdır. Bunun yanında BM’nin, tecavüzkâr tarafa karşı, saldırıya uğrayan ‘mağdur’ tarafın haklarını korumak için taraf tutmasını da beklemek eşyanın tabiatına aykırı bir davranış ol-mayacaktır.

Ne var ki Barış Gücü’nün görevi, sadece düşman tarafları birbirinden ayırarak, bun-ların çatışmalarını önlemek olduğu da unutulmamalıdır. Dolayısıyla BM, hiçbir ta-

144 Gönlübol, a.g.e, s. 552.145 Süha Bölükbaşı, Barışçı Çözümsüzlük, İmge Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2001, s. 303. 146 Bölükbaşı, a.g.e., s. 303.147 Inis L. Jr. Claude, Power and International Relations, Random House, New York, 1962, s. 2.148 Gönlübol, a.g.e., s. 552.

Page 49: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

8584

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. rafın yanında yer almadığı gibi, kurulan gücün bunlardan herhangi birine karşı sa-

vaşması da söz konusu değildir. Aslında Barış Gücü, sadece ‘kendilerini savunmak’149 için silah kullanabilmektedirler. Bu gücün mevcudiyeti, çoğu kez bir kaç bin kişiyi geçmemektedir. Bu mevcudiyet, özellikle tarafsız devletlerin askerî gücünden oluş-makta ve bunların giderlerinin çoğu, askerî katkıda bulunan devletlerin kendile-rince karşılanmaktadırlar. Esasından bunların mevcudiyeti çok küçük olmasından dolayı, sıcak temas bölgelerinde yeterince güvenliği sağladıkları söylenemez.

Netice itibarıyla şu söylenilebilir ki, BM için barışı koruma misyonu, gerçekleşmesi zor bir görev olarak ortada durmaktadır. Özellikle taraflardan biri, ortak hareket et-meyi reddediyorsa, mevcut düzenlemeler içinde misyonun etkisiz hâle gelmesi ka-çınılmazdır. Aynı zamanda BM polisi, normal polisin yetkileri dahilinde olan gözal-tına alma, yakalama vb. birtakım yetkilere haiz olmadığı için bu görevi layıkıyla ifa edemeyeceği ortadadır.150 Bu yüzden BM gücü, kendisinden sadece yardım talep edildiğinde harekete geçebilmektedir. Bu durumda BM’nin polis gücünden etkin sonuçlar beklemek, iyimser bir davranış olacaktır. Aslında BM polis gücünün varlığı, potansiyel suçluları caydıran bir faktör olarak görünse de henüz kanunsuz olaylarla mücadele edebilir bir konuma gelmiş değildir.151 Bu durumda olayları gözlemle-mek, rapor etmek ve mahallî polis ünitelerine birtakım tavsiyelerde bulunmak dı-şında herhangi bir fonksiyonel özelliği yoktur.

Bundan da anlaşılıyor ki, BM, devletlerin kuvvet kullanmasını önleyecek ortak bir güvenlik sistemi kurmuş değildir.152 Dolayısıyla bu sistemi uygulayacak bir kuvve-te de sahip değildir. BM’nin Orta Doğu’da, Balkanlar’da, Afganistan’da, Kongo’da, Yugoslavya’da ve Kıbrıs’ta kurduğu polis gücünün amacı, tarafların askerî kuvvet dengesine, dolayısıyla da politik dengeyi değiştirmek veya anlaşmazlığa taraf olan devletlerin veya toplumların haklarına zarar vermek değildir.153 Aslında BM Genel Kurulu’nun barışı koruma faaliyetleri ile Güvenlik Konseyi’nin barışı yeniden kurmak için harcadığı kuvvet kullanma tekniği birbirinden oldukça farklıdır. İlk başta polis gücünün kullanılmasında, gerek bu kuvveti kabul eden devletin, gerekse kuvve-te katılan diğer devletlerin bu faaliyet için rızalarının olması gerekmektedir. Çünkü BM, uluslararası barışı ve güvenliği korumak için üye devletlerden yardım ve destek sağlamak zorundadır.154 Esasında BM’nin kendine has ve daimi olarak bulunacağı ‘uluslararası silahlı kuvvete’155 dair bir birliğin olması, temel hedeflerdendir. Hatta BM Anlaşması’nda, bununla ilgili maddeler dahi vardır. Buna rağmen BM’nin, buna benzer bir kuvvetin kurulduğunu söylemek mümkün değildir. Bunun için en başta

149 Gönlübol, a.g.e., s. 552.150 Cengiz Başak, “Kıbrıs’ta Birleşmiş Milletlerin Polis Misyonu”, Proceedings of The Third International

Congress for Cyprus Studies 13-17 November 2000, Vol. III, Eastern Mediterranean University Cong-ress for Cyprus Studies Publications, Gazimağusa, 2000, s. 314.

151 Başak, a.g.m., s. 314.152 Norman J. Padelford and George A. Lincoln. The Dynamics of International Politics, New York, 1962, s. 494.153 Paul Martin, “Peace Keeping and The United Nations - The Broader View”, International Affairs, XL

(1964), 2, s. 195-197.154 R. Rienov, Contemporary International Politics, New York, 1961, s. 301.155 Fred Greene, Dynamics of International Relations, New York, 1964, s. 548-549.

gelen neden, devletlerin henüz barışın bütünlüğü konusunda müşterek tavır geliş-tirememelerinden kaynaklanmaktadır.156 Zaten ortak güvenlik sisteminin, ABD gibi süper güçlü devletlere karşı uygulanamamasının nedeni de budur. Dolayısıyla gü-nümüzde, güçlü bir saldırganı emelinden caydırabilmek için barışı korumak isteyen ve yeterli askerî güce sahip olan devletlerin bu misyonu bizzat kendisi sağladığı ortadadır.

Bugünkü koşullarda genel olarak bazı devletlerin bağımsız veya tarafsız bir politi-ka izleyebilmesi, ABD ile AB arasında kurulan ‘siyasî ve stratejik dengenin’157 bir so-nucu olduğu söylenmektedir. BM’nin, özellikle Filistin’de, Irak’ta, Afganistan’da ve Kıbrıs’ta barışı koruma faaliyetlerine girişebilmesi ve bir çeşit kendine has politika güdebilmesi, yine bu iki üstün tarafın barış için adı geçen faaliyetlere engel olma-masına bağlıdır. Dolayısıyla gelişmekte olan ülkeler, BM’nin uluslararası meseleler-de başarısız politika izlemesinin nedenini, Batılı ülkelerin izledikleri siyasî manevra-lara dayandırmaktadırlar.158 Hâl böyle olunca BM’nin inandırıcılığını kaybettiği ve birtakım Batılı devletlerin kontrolünde olduğu görüşündedirler.

Bunun dışında barışı korumak için Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilâtı’nda (AGİT) da görev alabileceği söylenmektedir. Ancak tüm bu çabalara rağmen, AGİT’in bölge-sel anlaşmazlıklar ve çatışmalar karşısında etkisiz kaldığı da görülmüştür.159 Bunun önemli bir nedeni, AGİT üyelerinin büyük bir çoğunluğunun bu kurumun temel değerlerini ve prensiplerini benimsemesinden kaynaklanmaktadır. Bundan da an-laşılıyor ki Kıbrıs’a, çok uluslu gücün, garantör sıfatıyla getirilmesinin bir yararı olma-yacaktır. Zira bunu, AGİT’in Yugoslavya ve Karabağ krizindeki takındığı tutumdan da görmek mümkündür.

Öyle ki Aliya İzzetbegoviç, AGİT’ten bölgeye askerî müdahalede bulunmasını ister-ken, bu dönemde ABD, Yugoslavya’ya asker gönderilmesine karşı çıkmıştır. Avrupa ülkeleri ise Sırbistan’a tecrit uygulamasında tereddüt etmişlerdir.160 Aslında AGİT’in 52 üyesinden 50’si,161 Yugoslavya’nın, Bosna-Hersek’teki savaşın durdurulması ko-nusundaki söz hakkının askıya alınmasını ve Belgrad’ın kınanmasını çok sonraları kabul etmiştir.162 Bunun üzerine federal orduyu ‘işgalci’ diye niteleyerek, Bosna-Hersek’ten çekilmesini istemişlerdir. Sonuçta onbinlerce kişi163 hayatını kaybet-miş ve bütün dünya, katliamları çaresizlik içinde izlemiştir. Bu uğurda uluslararası teşkilâtlar, ancak kınamalarla yetinmişlerdir.

156 N. Bilge, Hukuk Başlangıcı Dersleri, 5. Baskı, Ankara, 1966, s. 52.157 G. Schwarzenberger, “Beyond Power Politics?”, The Year Book of World Affairs, (1965), s. 231-233.158 Hasan Köni, “Uluslararası Siyaset Kuruluşları ve Bunların İşleyiş Yöntemleri”, Türk Hakları, Der. Mus-

tafa Kahramanyol, Ahmet Yevesi Üniversitesi Yardım Vakfı Yayınları, Ankara, 1995, s. 53.159 Alanat, a.g.e., s. 10.160 Güner Koruyucu, Yugoslavya ve Birleşmiş Milletler Kararları, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitü-

sü Uluslararası İlişkileri Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 1994, s. 52.161 Rusya ve Yugoslavya hariç.162 Koruyucu, a.g.t., s. 52.163 “Karar Almalıdır”, Yeni Haftalık Gazetesi, 2 Mayıs 1994, No: 112, s. 10; “Boşnaklar Ölümüne Direniyor”,

Yeni Yüzyıl Gazetesi, 18 Temmuz 1995, No: 4064, s. 17.

Page 50: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

8786

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Ne var ki Bosna-Hersek’te varlığıyla yokluğu fark edilmeyen ve oradaki iki yüz bini

aşkın insanın katline seyirci kalan BM,164 37 yıldır barışın ve sükûnun hüküm sürdü-ğü Kıbrıs’ı, ön plâna alması pek de rastlantı değildir. Bu konu ile ilgili olarak Kamrân İnan’ın da belirttiği gibi şayet Sırp lideri Miloseviç, yüzde yüz haksız olduğu bir katli-amda, NATO’ya, AGİT’e, AB’ye, Amerika’ya ve BM’ye meydan okuyorsa, “bu çok uluslu gücün ehemmiyeti nerede kaldı?”165 sorusu akla gelir.

Şu bir gerçek ki ‘uluslararası camianın’ hareketsizliği, onu oluşturan ülkelerin kendi çıkarlarına göre bir tavır takınmasından kaynaklanmaktadır. Özellikle ABD, bunu “Avrupa’nın bir sorunu”166 saymakta ve malzeme dışında, kara kuvveti göndermek istememektedir. Avrupalılar ise Sırplarla çok kanlı geçmesinden korktukları bir sa-vaşı göze alamamaktadırlar. Ruslar da Slav dayanışması içinde savaşa karşı çıkmak-tadırlar. Kısacası hemen hemen hiçbir kimse Bosna için ölmek istememektedir.167 Tabiî ki bu çekingenlik ve hareketsizlik, Sırp saldırganlığının işini kolaylaştırmıştır.168

Bundan ötürü AGİT’nin, BM’nin ve NATO’nun, Bosna nedeniyle kaybettiği itibarı açık beyan ortadadır. Nitekim BM’nin ve NATO’nun yetersizliği ve itibar kaybı, AGİT’in üzerine öyle bir çökmüştür ki, fiiliyatta bu iki kuruluş kadar gücü olmayan AGİT’ten, çok şey beklenir olmuştur. Ancak AGİT, Bosna örneğinde olduğu gibi etkin bir karar alamayarak, inanılmaz bir acziyet içerisine girmiştir.169 Dolayısıyla Bosna’da bunca BM kararı uygulanmazken, Kıbrıs’a ilişkin AGİT kararlarının büyük bir titizlikle uygu-lanacağını iddia etmek ve bunun garantisini vermek, pek mümkün değildir. Çünkü AGİT, büyük devletlerin ihtilafları nedeniyle, Bosna gibi bir konuda karar alamamış ve yüksek bir ‘iktidarsızlık’170 örneği vermiştir.

Bundan hareketle Türkler, bu yetersizliği görmüş ve Garanti Antlaşması’ndaki ‘tek yanlı müdahale hakkının’171 değiştirilmesini doğru bulmamışlardır. Özellikle Türk ta-rafı, Zürih ve Londra Antlaşmaları’ndan doğan hakların korunmasını ve ‘Türkiye’nin etkin garantörlüğünün’172 hiçbir şekilde müzakere edemeyeceğini belirtmiş olması da dikkat çekicidir.

164 Doğan Uluç, “Boşnak Katliamında Yunan ve Rus Parmağı”, Hürriyet Gazetesi, 1 Aralık 1995, No: 899651, s. 14.

165 “Karar Almalıdır”, Yeni Haftalık Gazetesi, 2 Mayıs 1994, No: 112, s. 10.166 Kohen, a.g.m., s. 15.167 Jonathan Farley, “Turkey’s Foreign Policy”, The Round Table, (1995) 333, s. 83.168 Cengiz Çandar, “Budapeşte’nin Ardından”, Sabah Gazetesi, 8 Aralık 1994, No: 32106, s. 16; Farley,

a.g.m., s. 83.169 Çandar, a.g.m., s. 16170 Çandar, a.g.m., s. 16.171 “Klerides: Türkiye ve Denktaş Federal Bakanlar Kurulunda Eşit Temsiliyet İstiyorlar”, Fileleftheros Ga-

zetesi, 13 Kasım 1994, No: 3294, s. 1.172 Birlik ve Barış Partisi Genel Başkanı Aykut Edibali’nin 30 Eylül 1992 tarihli konuşmasından alınmış-

tır. Bunun için bkz... “Kayseri Milletvekili Aykut Edibali’nin 30 Eylül 1992 Tarihinde TBMM Genel Kurulu’nun 9. Birleşiminde Kıbrıs Konusunda Yaptığı Gündem Dışı Konuşmanın Tam Metni”, TBMM Konuşması, 30 Eylül 1992.

Bundan da anlaşılmaktadır ki Kıbrıslı Türkler için garantiler konusu, ekmek ve su173 kadar önemli bir husustur. Bu konunun önemi, çeşitli zamanlarda yapılan anket araştırmalarından da anlamak mümkündür.

Bununla ilgili olarak yapılan bir araştırmada, “halkın %88.5’i, Türkiye’nin tek başına müdahale hakkının olmadığı bir anlaşmayı kabul etmeyeceğini”174 belirtmiş olasıdır. Yapılan incelemeler sonucunda Kıbrıslı Türklerin bu konuda, kesin bir bakış açısına sahip olduğu görülmüştür.175

Bunun üzerine Rumlar, olası formüller arasında Batı Avrupa Birliği (BAB) ile AB’nin176 olabileceğini ve Kıbrıs’ta barışın, adanın bütünlüğünün ve sistemin güvenliğinin bu kurumlarca garanti edilebileceğini önermişlerdir. Aslında 1990 yılında Kıbrıslı Rumlar, ciddi bir stratejik taktik değiştirerek, Kıbrıs’ın AB üyeliğini ‘Aaland Adaları’ modelinden esinlenerek yaptıkları anlaşılmıştır.

Ne var ki Aaland Adaları’nda korunan çıkarlarla, Kıbrıs’taki millî varlıkların korun-masına yönelik endişeler ve düşünceler, mukayese dahi edilemeyecek türdendir. Çünkü bu iki konu, tarihî, siyasî, coğrafî, beşerî ve stratejik özellikleri itibarıyla birbi-rinden çok farklıdır. Her şeyden önce Yunanistan’ın ve Türkiye’nin birbirlerine karşı tutum ve davranışları dikkate alındığında, Türk-Yunan ilişkileri ile İsveç-Finlandiya ilişkilerinin aynı çerçevede değerlendirmek mümkün değildir.

Bu yüzden Kıbrıs meselesini, Türk-Yunan ilişkileri çerçevesinde değerlendirenlerin pek de haksız olmadığı ortadadır. Gerçi bu görüşü savunanlar, ister adadaki çözü-mün federal veya konfederal bir yapıda olsun, isterse iki ayrı devletin kabul edildiği şekilde olsun, Türkiye ile Yunanistan arasında Ege, kıta sahanlığı, karasuları, hava sa-hası, Batı Trakya’daki Türk toplumuna yapılan baskılar, Fener Rum Patrikhanesi’nin ekümeniklik iddiası ve benzeri diğer nedenlerden dolayı ortaya çıkabilecek bir ger-ginlik, kaçınılmaz olarak Kıbrıs adasına yansıyacak ve varıldığı sanılan çözümün, dış dinamiklerin etkisinde kalarak bozulabileceğini düşünmektedirler.

173 “Vasiliu: Kendi Kendiyle Evlenmek İstemeyen Politika”, Güneş Gazetesi, 22 Temmuz 1990, No: 291, s. 10-11.174 Bu araştırma, Comar Kamuoyu Araştırma Şirketi tarafından 7 ve 9 Haziran 1992 tarihleri arasında ger-

çekleştirilmiştir. Belirlenen esaslara uygun olarak hazırlanan form, yüzyüze seçilen KKTC vatandaşları arasında yapılmıştır. Tesadüfî örnekleme yöntemi ile toplam 399 kişinin katıldığı anket, 53 yerleşim bi-riminde gerçekleştirilmiştir. Lefkoşa, Mağusa ve Girne ilçelerine bağlı yerleşim birimlerinde gerçekleş-tirilen anket, saptanan üç ayrı yaş grubuna uygulanmıştır. Araştırma sonuçlarının ülke genelini temsil edebilecek nitelikte olabilmesi için de görüşülen kişilerin toplam nüfustaki payı esas alınmıştır. Çeşitli kesimler, belirlenen yaş ve cinsiyet kotaları sayesinde temsil edilmişlerdir. Bunun için bkz... “Kıbrıs Türkü Ne İstiyor?”, Kıbrıs Gazetesi, 11 Temmuz 1992, No: 903, s. 3.

Bunun dışında Kıbrıs Türk halkının hassas olduğu konularla ilgili olarak 2002 yılında SOAR araştırma şirketinin yaptığı kamuoyu yoklamasında ise halkın %90.8’i Türkiye’nin etkin ve fiilî garantisini iste-mekte ve bu konu hakkında taviz verilmemekte kararlı olduklarını göstermiştir. Bunun için bkz... Mete Tümerkan, “Kıbrıs’ın AB Üyeliği Sürecinde Türkiye Göz Ardı Edilemez”, Kıbrıs Mektubu, XV (Şubat -Mart 2002) 2, s. 14.

175 “Kıbrıs Türkü Ne İstiyor?”, Kıbrıs Gazetesi, 11 Temmuz 1992, No: 903, s. 3; “Anketlerin Sonuçları”, Kıb-rıs Gazetesi, 11 Temmuz 1992, No: 232, s. 21.

176 “Demirel’in Demecine Tepki”, Fileleftheros Gazetesi, 30 Kasım 1992, No: 6039, s. 4; “Rum Basını Bülte-ni”, Türk Ajansı Kıbrıs Arşivi, 30 Kasım 1992, s. 4.

Page 51: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

8988

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Hâlbuki Aaland Adaları, asırlardan beri barış içinde yaşayan iki İskandinav ülkesi,

İsveç ve Finlandiya arasında yer almaktadır. Aslında burası, 23.000 İsveç kökenliden oluşan nüfusuyla, küçük bir kara parçasıdır. Dolayısıyla Kıbrıs ile Aaland Adaları’nın hiçbir benzer yanı yoktur. Kaldı ki Aaland Adaları üzerinde, birbiriyle çatışan iki toplum da yoktur. Hatta büyük çoğunluğu, İsveç kökenlilerden oluşmaktadır.177 Bu ülkede, özellikle sokak isimleri dahi biri Fince, diğeri İsveççe olmak üzere iki dilde yazılmaktadır. Çünkü Fince yanında, İsveççe de resmi dil sayılmaktadır.178

Buna karşın Kıbrıs’ta, iki ayrı ulus vardır. Bunlar arasında 1960’ta eşitlik ilkesine da-yalı bir fonksiyonel federasyon sağlanmış ve kurulan anayasal düzen garantör dev-letler tarafından güvence altına alınmıştır. Özellikle eşitlikleri kabul edilmiş bu iki ayrı ulusa mensup toplumlar, farklı dili konuşmakta ve farklı dine inanmaktadırlar. Ayrıca taraflardan biri, Megali İdea adı verilen büyük bir ülkü için uğruna uzun yıllar mücadele vermiş, taraflardan diğeri ise Taksim teziyle millî ve siyasal hüviyetini ko-rumaya çalışmıştır. Aynı zamanda Kıbrıs’taki garantör ülkelerinin, İsveç ve Finlandiya arasında olduğu gibi, barışçı ilişliler de tesis edilememiştir.

Bunun yanı sıra Aaland ve Kıbrıs örneğinde olduğu gibi, taraflar arasında uygula-nacak muafiyetlerin veya istisnaî hükümlerin içeriği de birbirinden farklı olacaktır. Çünkü Aaland Adalarına ilişkin olarak öngörülen muafiyetler ve istisnalar, Kıbrıs’ta toplumlar arasında uygulanacak nitelikte değildirler. Bir an için İsveç ve Finlandiya arasında bir uyuşmazlık çıktığını düşünelim... Her şeyden önce bu ihlâle karşı çıka-cak AB üyesi bir diğer devletin olması kuvvetle muhtemeldir.

Bir başka deyişle Katılım Antlaşması’nda yer alan hükümlere karşı bir uygulama söz konusu olursa, iki devletten biri İsveç veya Finlandiya, konuyu Avrupa Birliği Adalet Divanı’na (ABAD) götürebilecektir. Bu açıdan Katılım Antlaşması’nda yer alan ilgi-li hükümlerin garanti altına alınabilmesi, o ülkenin, Birliğe tam üye olarak temsil edilmesiyle mümkün olabilecektir. İki ayrı üye devlet olarak İsveç ve Finlandiya, her-hangi birinin Anlaşma’yı ihlâl etmesi durumunda, diğerinin Adalet Divanı’nda dava açma yetkisi bulunmaktadır. Hâlbuki federal bir yapı içinde, federe devletlerden her-hangi birine ait hakların güvence altına alınması gerekirken, bu hakların değiştiril-mek istenmesi halinde, o üye devletin veya federal devletin ‘iç işleri’179 şeklinde de-ğerlendirilmeyeceği ne malumdur. Örneğin Kıbrıs’ta kurulması istenen yeni sistem-de, federe devletlerden herhangi biri, diğer bir federe devleti veya kendi merkezi hükümetini Adalet Divanı’na götürüp, dava edebilecek midir? İşte bu durum, Kıbrıs meselesi için tartışılması gereken gerçekçi bir sorun olarak ortada durmaktadır.

Hâlbuki herkesin bildiği gibi Adalet Divanı, üye devletlerin kendi egemenlik sı-nırları içinde çıkabilecek herhangi bir dahili ihtilafın çözüm merkezi konumunda değildir. Bu tür ihtilaflar, o üye devletin kendi yargı mercilerinde, yani Anayasa

177 Halûk Kabaalioğlu, Avrupa Birliği ve Kıbrıs Sorunu, Yeditepe Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 1997, s. 352.178 Kabaalioğlu, a.g.e, s. 352.179 Kabaalioğlu, a.g.e, s. 353.

Mahkemesi’nde çözümlenmesi istenmektedir. Çünkü bu konu, ulusal egemen-lik kavramına giren bir mevzu olarak görülmektedir. Tıpkı Türk belediyelerin ku-rulmasına ilişkin hükümlerin, Rumlar tarafından ihlâl edilmesi üzerine Anayasa Mahkemesi’nde dava açılması gibi bir durumla karşı karşıya kalınacaktır.

Bir an için Kıbrıs’ta kurulan yeni sisteme göre herhangi bir federe devletin, diğer bir federe devlete veya daha üst çatıya, yani merkezî federal hükümete böyle bir dava açtığını düşünelim.

Aslında Kıbrıs’taki federe bir devletin, Lüksemburg’da böyle bir dava açabileceği düşünülse bile, istisnaî hükümlerin hiçbir şekilde yaptırım gücü olmadığı için haksız-lığın giderilemeyeceği ortadadır. Kaldı ki Adalet Divanı, bu tür bir davayı sonuçlan-dırabilmek için en az iki yıl geçeceği, karar alındıktan sonra bile bu kararların uygu-lanmasında ciddi birtakım sorunların bulunacağı göz önüne alınırsa, yaşanabilecek sıkıntıları düşünmek hiç de zor değildir. Zira günümüzde, bu tür istisnaî hükümlerin, yeteri derecede güvence vermediği, artık çok açıktır.

Üye sayısı 27 veya daha fazla olması muhtemel olan bir AB’de, örneğin ilgili ülke Anayasası’na aykırı davranan bir federe devletin, diğer bir federe devletin hakla-rını çiğnemesi, vatandaşlarının taciz etmesi, can ve mal güvenliğini ihlâl etmesi durumunda kim, hangi koşullarda, nasıl ve ne yapabileceği ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkacaktır. Hele hele ilgili üye devletin merkezî hükümetine, destek ola-cağı muhtemel bir başka üye devlet olması halinde, bu durum daha da vahim bir hâl alması kuvvetle muhtemel olacaktır. Örneğin, Federal Kıbrıs Cumhuriyeti içinde Rumların, Kıbrıs Türk federe devletinin haklarını ihlâl etmesi hâlinde, bunun tam tersi de olabilir, tam üye olarak AB içinde temsil edilen Yunanistan’ın, var gücüyle Kıbrıslı Rumları desteklemeyeceği düşünülebilir mi? Peki bu durumda, anlaşmalar-da öngörülen istisnaî hükümlerin, kimlerce ve ne şekilde uygulayacağı belirsiz iken, bu tür hükümlere muteber etmek pek de akılcı bir iş değildir. Dolayısıyla Rumların, Aaland Adaları örneğinde olduğu gibi, hiç ilgisi olmayan konuları emsal göstermesi ve AB garantisinin, etkili olabileceğini öne sürmesi tamamen taksitsel bir davranmış olarak görülmelidir.

Özellikle Aaland Adaları örneğinde olduğu gibi, İsveç ve Finlandiya, AB üyesi olduk-larından, isterlerse Divan’da birbirleri aleyhine dava açabileceklerdir. Ancak esas olarak Aaland Adası halkı, bölge meclisi veya benzeri tüzel kişiliğe ait kurumlar, hiçbir şekilde dava açacak durumda değildirler.180 Zira Aaland Adaları, üye devlet konu-munda bulunmamaktadırlar. Bu yüzden Kıbrıslı Türklerin, Katılım Antlaşması’nda öngörülen istisnaî maddelerin hukukî bir güvence sağlayabilmesi için KKTC’nin veya Federe Kıbrıs Türk Devleti’nin, bağımsız bir devlet olarak tam üye olması gere-kecektir. İşte o zaman Kıbrıslı Türkler, herhangi bir ihlâl durumunda dava açabile-ceklerdir. Ama şu bir gerçektir ki, Adalet Divanı’nda açılan davaların iki yıldan önce çözümlenemediği, uygulamanın ve temyizin güçlüklerle karşılaştığı dikkate alındı-

180 Kabaalioğlu, a.g.e, s. 353.

Page 52: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

9190

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. ğında, bunun fiiliyatta ne kadar etkili bir güvence olduğu da tartışmalı bir konudur.

Kaldı ki Federal Kıbrıs Cumhuriyeti gibi, paydaşlardan birinin Rum olacağı bağımsız bir devletin, tam üye olsa bile, kurumsal yapı dikkate alındığında küçük bir devlet olacağı için sesi pek de güçlü çıkmayacaktır. Ayrıca Kıbrıslı Türklerin, Birlik içinde aynı grupta yer alabileceği herhangi bir üye ülkeler topluluğu da yoktur. Hâlbuki Rumların arkasında, tam üyeliğin bütün avantajlarından yararlanan Yunanistan olacağı ve geleneksel olarak Yunan dostluğuna eğilimli birkaç üye devletin de bu cenahta yer alabileceği unutulmamalıdır. Hatta bazı üye devletler, hiç alâkasız bir konuda Yunanistan’ın reyini alabilmek için Rum girişimlerine de destek verebileceği akılda tutulmalıdır.

Bilindiği gibi AB kurumlarında karar alınırken, karşılıklı pazarlıkların, gruplaşmaların ve koalisyonların yaşanması pek doğaldır. Dolayısıyla Yunanistan’ın Birlik içinde yer alması karşısında, bağımsız bir devlet dahi olsa bile, tam üye statüsüyle AB’de yer alacak bir Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin, ne kadar yalnız ve güçsüz kalacağı ortadadır. İşte bu nedenledir ki Türkiye, tam üye olmadan Kıbrıslı Türklerin tek başına AB için-de yer alması millî kimlik ve varlık açısından çok ciddi sorunlara yol açabilecektir. Bundan dolayı Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunlar çözülmeden, Kıbrıslı Türk-lerin, çeşitli istisnaî güvencelere dayanarak AB’ye girmesi, dikkatlice incelenmesi gereken bir konudur. Zira Türkiye’nin AB’ye girmesinden önce, federal bir Kıbrıs’ın AB üyesi olması, Kıbrıslı Türklerin çıkarlarının korunması açısından oldukça zordur. Özellikle bu şekliyle çıkarların, Birliğin kurumsal yapısı içinde korunması güç ola-caktır. Aslında Kıbrıs gibi çok önemli sorunları olan ve kendi içinde egemenliğini çözemeyen bir ülkenin, AB gibi, üyelerinin ‘egemenlik haklarını’, kısmen de olsa ‘AB kurumlarına devrettiği’181 bir birliğe üye olarak kabul edilmesi, beraberinde çok ciddi sorunları da getirmiştir.

Şurası muhakkaktır ki, Kıbrıs’taki Türk haklarının, AB’nin bugünkü kurumsal yapısı içinde güvence altına alınsa bile, AB’nin ileride alacağı yeni şekil içinde bu hakların geçerli olup olamayacağı belli değildir. Bir başka deyişle Kıbrıslı Türkler için en geç on yıl içinde köklü değişikliklerin veya kurumsal reformların yapılacağı bir Birliğe, tam üye olmanın getirebileceği sıkıntıları iyi hesaplamak gerekmektedir. Özellik-le gelecekte ne olacağı bilinmeyen böyle bir uluslarüstü birliğe, Kıbrıs’ın federal bir yapı içinde girmesi, ‘gözü kapalı’ kabul edilebilecek bir iş değildir. Bu nedenle ileri-ki zamanlarda yapılacak değişikliklerde söz sahibi olabilmenin tek yolu, egemenlik haklarının tescil ettirilmesinden başka bir seçeneği bırakmamıştır. Bunun için de Birliğe, bağımsız ve egemen bir devlet olarak girmek gerekmektedir. Böylece Kurucu Anlaşmalarda yapılacak aleyhteki değişiklikler, veto hakkıyla dengelenebilecektir.

Gerçi birtakım araştırmacılara göre Kıbrıs Türk toplumu, eğer egemenlik hakları tanınmadan AB’ye üye olursa, geleceğe yönelik ‘seçim hakkını’ kaybedecek veya ‘geri dönüşü olmayan bir yola’182 girecektir. Dolayısıyla egemenlik hakkının kabul

181 Kabaalioğlu, a.g.e, s. 378.182 Kabaalioğlu, a.g.e, s. 382.

edilmemesi, Kıbrıs Türk toplumunun geleceğine ilişkin tüm seçenekleri ve hareket serbestîsini ortadan kaldırabilecektir. Zaten günümüzde Birlikle ilgili anlaşmaların değiştirilmesi veya yeni üye kabulü gibi birkaç önemli konu dışında, diğer tüm ko-nular, ‘oy çokluğu’ ile alınmaktadır. Ne var ki Birlikte, anlaşmalar değiştirilmeden de oy çokluğu ile kapsamlı değişiklikler yapılabilmektedir. Bu durumda, tam üye olsa bile küçük bir devletin, kararları engelleyebilme veya değiştirebilme yetisi oldukça azdır. Bu nedenle kurumsal dengeler açısından Türkiye’nin tam üye olmadığı bir Birliğin, iki yüz bin nüfuslu ‘Federal Kıbrıs Türk Devleti’ne yeterli garantileri sağlaması mümkün değildir.

Özellikle AB’nin kurumsal yapısında veya karar alma süreçlerinde, Türklerin hakları-nın korunması için ne gibi yarar sağlayacağı sorusu, ciddi bir problem olarak karşı-mıza çıkmaktadır. Dolayısıyla bu problemi, kurulması düşünülen Kıbrıs Türk Federe Devleti açısından da irdelemek gerekecektir. Ancak bu durum, Türkiye’nin ‘AB içinde yer alması’ ile ‘AB dışında kalması’ olasılıkları çerçevesinde irdelenmelidir.

Konuya bu çerçeveden bakılacak olursa, birçok araştırmacı, Kıbrıs’ta imzalanacak bir çözümün, ileride AB’nin karar alma mekanizmalarında yapılacak köklü bir deği-şiklikle, bu anlaşmanın anlamsız hale gelebileceğini düşünmektedirler. Dolayısıyla AB üyeliği olsa bile, Kıbrıs’ta kabul edilecek federal bir sistemin Kıbrıslı Türkler için sakıncalı bir durum doğuracağı ortadadır. Örneğin eşit egemenlik hakkının tanın-ması veya buna dair federasyonun oluşturulması hâlinde bile, AB kurumlarında Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin temsili mümkün olmayacaktır. Hâl bu merkezdeyken Kıbrıslı Türklerin bağımsız bir devlet olarak kabul edilmesine, hatta ve hatta tam üye olmasına rağmen, Türkiye’nin Birliğe katılmaması hâlinde, bunların hiçbirinin ağırlığı olmayacağı ortadadır. Bundan hareketle Avrupa Birliği’nde kurumsal deği-şikliklerin yapılacağı bir sırada, Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin ne olacağı meçhul bir Birliğe üye olması, gerçekçi bir yaklaşım değildir.

Hâlbuki Kıbrıslı Türklerin hakları, üye olduktan sonra, bizzat AB tarafından koruna-cağına dair görüş yaygındır. Bununla ilgili düşünce, Hükümetlerarası Konferans’ta alınan karar gereği hukuk devletini, demokrasiyi ve insan haklarını ihlâl eden üye-lere karşı ‘yaptırım uygulanacağını’183 belirten karara dayanmaktadır. Acaba AB, oluşturulması düşünülen ‘Federal Kıbrıs Devleti’nde, aynen 1963’te olduğu gibi, ta-raflardan biri Anayasa’yı ihlâl eder, temel insan hak ve özgürlükleri çiğner ve hukuk devletinin ilkelerini yok sayarsa, Kıbrıs’ta ilgili tarafa ‘yaptırım’ uygulayabilecek mi-dir? Bu varsayımdan hareketle AB içinde ‘yaptırım’ mekanizmasının nasıl çalıştığına bakılacak olursa, şöyle bir durum ortaya çıkacaktır.

Her şeyden önce Kıbrıslı Rumların yaptığı ihlâllere karşı ‘yaptırım’ uygulanabilmesi için önce bu yönde bir teklifin hazırlanması gerekecektir. Ancak bu teklifi, sadece AB Komisyonu yapabilmektedir. Ne var ki Komisyon, öne sürülen iddiaların ‘ciddi’ ve

183 Kabaalioğlu, a.g.e, s. 362.

Page 53: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

9392

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. ‘gerçekçi’ olmadığını ileri sürerek ‘hareketsiz’184 de kalabilecektir. Ayrıca Komisyon’da

görevli Yunanlı ve Kıbrıslı Rum üyelerin, böyle bir kararın alınmasını engellemek için çaba harcayacakları da unutulmamalıdır. Kaldı ki tam üye olmadığından Türkiye, Komisyon’da üyesi de bulunmayacaktır. Dolayısıyla böyle bir kararın alınabilmesi için Komisyon’da en az 11 oya ihtiyaç vardır. En az iki oyun karşı olacağı belli iken, bu kararın alınmasını engellemek pek zor olmasa gerektir.

Aslında Komisyon, üye bir devlete karşı ‘yaptırım’ uygulayabilmesi için Konsey’e baş-vurabileceği gibi, aynı zamanda bir grup üye devlet de bunu yapabilmek için baş-vurabilecektir. Ancak böyle bir teklifin yapılabilmesi için Konsey’e, üye tam sayının en az üçte birinin185 onaylaması gerekecektir. Ne var ki AB içinde üye bir devlete karşı ‘yaptırım’ uygulanması, ciddi sonuçları olan bir konudur. Dolayısıyla bununla ilgili teklifte bulunmayı göze alabilecek beş üye devletin bulunması, pek de kolay bir husus değildir. Ancak Kıbrıs’ta, insan hakları ihlâlleri göz ardı edilemeyecek boyut-lara ulaşmış ise Komisyon veya beş üye devlet, böyle bir teklifi sunabilecektir.

Bu koşul yerine getirilmesinden sonra, ikinci aşamaya geçilecektir. Bu aşamada teklif, Devlet ve Hükümet Başkanlarından oluşan Konsey’e tevdi edilecektir. Ancak Konsey’de, böyle bir kararın kabulü için oybirliği şartı aranmaktadır. Ne var ki me-seleye taraf olan devletin, karar alma sürecini engellememesi için o devletin oy kullanması men edilmiştir.186 Bundan hareketle kurulması düşünülen Federal Kıb-rıs Cumhuriyeti’nin oyu, dikkate alınmayacak ve Konsey’den karar onsuz alınacaktır. Gerçi bu değerlendirme, diğer üye devletler açısından uygulansa bile Kıbrıs için uy-gulanması pek mümkün olamayacaktır.

Örneğin insan hakları ihlâlinde bulunan Federal Kıbrıs Cumhuriyeti’ne yaptırım uy-gulanması için Komisyon veya beş üye devletin ikna edildiğini düşünelim. Ardın-dan teklifin, Konsey’in önüne geldiğini varsayalım. Her şeyden önce bu kararın, Rumlar tarafından veto edilmemesi için ülke (Federal Kıbrıs Cumhuriyeti) oyu dik-kate alınmayacaktır. Aslında bu durum, olumlu bir gelişmedir. Ancak Federal Kıbrıs Cumhuriyeti’nde Rumların vetosu yetkisi dikkate alınmasa da ihlâlin tespitine ilişkin kararın alınmasını, Atina rahatlıkla engelleyebilecektir. Özellikle AB kurumlarında, iki Helen Devleti’nin bulunduğu göz önünde alındığında, bunun pek de garip bir durum olmadığı görülecektir. Bu nedenle AB ve kurumları, Kıbrıslı Türkler için hiçbir şekilde güvence veremeyeceği açık beyan ortadadır.

Kaldı ki Kıbrıs’a uygulanacak ‘yaptırım’ kararının, ne ölçüde etkili olacağı da bir başka tartışma konusudur. Bununla ilgili olarak Kıbrıslı Rumların, bir süreliğine AB kurumlarında ‘oy hakkından yoksun’ olması, pek de önemli bir husus değildir.187 Bu yüzden AB bütçesinden gelecek bazı fonların, geçici olarak durdurulması daha etkili

184 Kabaalioğlu, a.g.e, s. 362.185 Kabaalioğlu, a.g.e, s. 362.186 Kabaalioğlu, a.g.e, s. 363.187 Kabaalioğlu, a.g.e, s. 363.

olacaktır. Lakin bu tür yaptırımların, kısmi bir etki oluşturduğu da unutulmamalı-dır. Dolayısıyla Kıbrıs’a böyle bir uygulama yapılsa dahi, ‘yaptırımların’ etkili olması mümkün değildir. Zira Kıbrıs, Konsey’de oy hakkını kaybetse bile, Yunanistan’ın tam üye olmasından ötürü Rum çıkarlarını korumaya devam edeceği ortadadır. Bu ne-denle ‘yaptırımlar’ yürürlüğe girse bile, Kıbrıslı Türkler için bir güvence teşkil etme-yeceği açıktır.

Bu bağlamda Kıbrıslı Türkler için Türkiye’nin etkin garantisi, elzem bir konu olarak ortaya çıkmaktadır. Fakat AB süreci, bu durumu değiştirebilecek hüviyettedir. Her şeyden önce AB üyeliği, Türkiye’nin ‘garantör devlet’ statüsünü fiilen sınırlandıracak-tır. Aslında anlaşmada böyle bir hüküm yer almasa bile, bir süre daha AB dışında kalacağı anlaşılan Türkiye’nin, adaya dışarıdan etkin bir şekilde müdahalesi büyük ölçüde imkânsızlaşacaktır. Bu durumda Rumların, dilediğini yapması mümkün ola-bilecektir.

Ne var ki “federasyon sağlansın ve AB üyesi olalım; ardından da Türkiye’nin etkin garan-tisi devam etsin”188 diyenlerin bir kısmı, herhangi bir Rum saldırısına karşı Türkiye’nin garantörlüğünün caydırıcı etkisi olacağına inanmaktadır. Ancak Kıbrıs’ın AB üyesi olduktan sonra Türkiye’nin garantörlük etkisinin kısmen azalacağı ortadadır. Çünkü Kıbrıs’ın, AB üyesi olduğu ve Türkiye’nin, AB dışında kaldığı bir ortamda, Türkiye’nin ‘garantör devlet’ olarak kabul edilmesinin bir anlamı olmayacaktır.

Peki, bu durumda Kıbrıslı Türkler, garantilerle ilgili olarak ne düşünmektedirler? Her şeyden önce Kıbrıslı Türkler, Türkiye’nin etkin garantisi ve iki toplumun egemen eşitliği ilkesinden hareketle kurulacak iki toplumlu ve iki kesimli federal bir Kıbrıs Devleti’nin, AB üyesi olmadıkça kabul edilebilir bir çözüm olamayacağına inanmak-tadırlar. Bu durumda 1960 Anayasası ve Garanti Antlaşması’nda yer alan ve ulusla-rarası teşkilâtlara üye olma yasağını kapsayan hükmün uygulamasına aynen devam edilecektir. Ancak kalıcı bir formül üzerinde anlaşmaya varılması hâlinde, iki toplum arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi mümkün olabilecektir. Fakat bu görüş, Kıbrıslı Rumlar ve AB tarafından kabul edilmemektedir.

Bundan da anlaşılacağı üzerine Kıbrıslı Rumların garantilerle ilgili stratejik hedefi, 4 Temmuz 1990 tarihinde yeni bir şekil almıştır. Buna göre Kıbrıslı Rumlar, garantiler sistemini değiştirmek ve stratejik hedeflere ulaşmak için AB üyeliği sürecinden isti-fade etmek istemişlerdir. Özellikle Rumlar lideri Vasiliu’nun bu konudaki çalışmaları dikkat çekicidir. Vasiliu, her vesile ile en iyi garantinin AB’ye girmek olduğunu belirt-mektedir.189 Bundan da anlaşılıyor ki Kıbrıslı Rumların tek amacı, Türkiye’nin adadaki garantörlük hakkını sulandırmaktır.190 Bunu da AB’ye üyelikle veya adaya ‘çok uluslu gücün’191 getirilmesiyle yapmak istemektedirler. Dolayısıyla Kıbrıs Cumhuriyeti’nin

188 Ünal Sakman, “Kıbrıs AB Üyesi Olmamalı”, Türkiye Gazetesi, 20 Ekim 1997, No: 9662, s. 18.189 “Vasiliu’nun Söyleşisi”, Kathimerini Gazetesi, 19 Ekim 1992, No: 20362, s. 3; “Rum Basın Özetleri”, Türk

Ajansı Kıbrıs Arşivi, 19 Ekim 1992, s. 3.190 Teoman Turan, “Kıbrıs’a Genel Bir Bakış”, Zaman Gazetesi, 24 Mart 1998, No: 89952, s. 12.191 KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın 14 Ocak 1998 tarihinde KTAMS’dan Ali Rıza Kırçay ve Ali

Page 54: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

9594

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. böyle bir katılımdan elde edeceği kazançların, sadece siyasî ve ekonomik olmadığı

ortadadır. Zira böyle bir katılımın, toprak güvenliğini de sağlayacağı açıktır.

Ne var ki 1996 yılından sonra AB’nin ortak dış politikasının ve savunma ilkelerinin bütünleştirilmesi hususları belirsizliğini korumaktadır. Ayrıca BAB192 ile nihaî iliş-kilerinde izleyeceği yol haritasındaki belirsizlik ise devam etmektedir. Dolayısıyla bu belirsizliğin, Kıbrıs’ta kurulmak istenen federasyona ne gibi bir etki yapacağı belli değildir. Buna rağmen Federal Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB’ye tam üye olması hâlinde, savunma açısından ciddi bir ‘caydırıcılık’193 özelliği kazanacağı şüphesizdir. Böyle bir durumda Kıbrıs’la ilgili olarak yapılacak her türlü askerî hazırlık veya sa-vunma doktrini etkili olacaktır.194 Çünkü Rumlar, federal Kıbrıs’ın AB üyeliğine kabul edilmesi hâlinde, geçmişteki anlaşmaların yok sayılacağını iddia etmektedirler.195 Çünkü Kıbrıs toprağının tamamı, AB toprağı sayılacağından, Türkiye’nin ‘garantör-lüğü’ fiilen ortadan kalkacaktır.196 Hatta Rumlar, AB’nin Kıbrıs’ın tamamını bir bütün saydığından, Türkiye’yi “Avrupa toprağını işgal etmiş bir ülke”197 konumuna düşece-ğini iddia etmektedirler. Hâlbuki 1960 Anlaşmaları, Türkiye ve Yunanistan’ın aynı anda üye olmadığı herhangi bir “uluslararası organizasyona, Kıbrıs’ın üye olmasını yasaklamaktadır.”198 Aslında bu madde, iki toplumun karşılıklı çıkarları ve Kıbrıs’taki garantörler arasında eşitlik dengesini sağlamak için oluşturulan “koruma mekaniz-masının” (safeguards system)199 bir parçasıdır.

Aslında Kıbrıslı Rumların uluslararası garantiler sisteminin getirilmesine ilişkin tüm çalışmaları, mevcut garantiler sistemini sulandırmaya ve nihayette ortadan kaldır-maya yöneliktir. Bu konu ile ilgili olarak Denktaş’ın da ifade ettiği200 gibi Garanti ve İttifak Antlaşmaları olmasaydı, Kıbrıs bugüne kadar Yunanistan tarafından kolonize edilmiş ve Kıbrıs Türk nüfusu, Girit örneğinde olduğu gibi Kıbrıs’tan dışlanmış ola-caktı. Bu yüzden Türkler için AB’ye giriş, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin güvenliği açısından önemli bir “takviye”201 aracı olarak görülmüştür.

Seylani, TÜRK-SEN’den Önder Konuloğlu ve Nihat Elmas ile DEV-İŞ’den Salih Usar’ı kabul ederek, yaklaşık bir saat süren bir görüşme ile ilgili tutanaktan alınmıştır. “Görüşme Tutanakları”, KKTC Cum-hurbaşkanlığı Arşivi, Dosya: Görüşme Tutanakları, Tarih: 1998.

192 “Klerides Ant İçti”, Simerini Gazetesi, 1 Mart 1993, No: 8082, s. 3; “Rum Basını Özetleri”, Türk Ajansı Kıbrıs Arşivi, 1 Mart 1993, s. 3; “Rum Liderlerinin Demeçleri Klerides – 2 (1978-1993)”, KKTC Cum-hurbaşkanlığı Arşivi, Dosya: Klerides’in Demeçleri, Tarih: 1993.

193 “Batı Avrupa Birliği ve Rumlar”, Fileleftheros Gazetesi, 1 Şubat 1994, No: 4037, s. 5; “Kıbrıs Rum Basını Özetleri”, Türk Ajansı Kıbrıs Arşivi, 1 Şubat 1994, s. 5; “Atina’yı da Siz İkna Edin”, Hürriyet Gazetesi, 4 Aralık 2001, No: 451313, s. 21.

194 Lagakos-Papulyas-Cunis-Theodoropulos, a.g.m., s. 5.195 Emin Pazarcı, “Tarihi Hatanın Sonucu”, Akşam Gazetesi, 7 Mayıs 1998, No: 63211, s. 14.196 “Glafkos Klerides’in Sözleri”, Fileleftheros Gazetesi, 25 Nisan 1994, No: 10231, s. 21.197 Fatih Altaylı, “Anlaşmayı Kıvırıp Yutmamak İçin”, Hürriyet Gazetesi, 4 Aralık 2000, No: 89952, s. 19.198 Cumhurbaşkanı Denktaş’ın 29 Ağustos 1995 tarihinde Amerikan Kongre üyesi Mike Bilirokis’e sun-

duğu konuşma metninden alınmıştır. “Talking Points”, KKTC Cumhurbaşkanlığı Arşivi, Dosya: Mike Bilirokis’e Sunduğu Konuşma Metni, Tarih: 1995.

199 Cumhurbaşkanı Denktaş’ın 29 Ağustos 1995 tarihinde Amerikan Kongre üyesi Mike Bilirokis’e sun-duğu konuşma metninden alınmıştır. “Talking Points”, KKTC Cumhurbaşkanlığı Arşivi, Dosya: Mike Bilirokis’e Sunduğu Konuşma Metni, Tarih: 1995.

200 “KKTC Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş’ın Rum Lideri Glafkos Klerides’e Yazdığı 22 Eylül 1996 Tarihli Mektup”, KKTC Cumhurbaşkanlığı Arşivi, Dosya: Mektuplar, Tarih: 1996.

201 “Vasiliu’nun Konuşması”, Fileleftheros Gazetesi, 5 Temmuz 1990, No: 3094, s. 4; “Rum Basını Özetleri”,

Yunanistan’ın AB ile ilişkilerinden sorumlu eski Bakan Yannos Kranidiotis, AB’ye girildiğinde belirli kurallara uymak zorunda kalınacağını ve bu şekilde Kıbrıs’ın bağımsızlığını tam anlamıyla ‘garanti’202 edileceğini ifade etmiştir. Rumların garan-törlük müessesesine inanmadığını da belirten Kranidiotis, “1974’te Yunanlı garan-tör geldi ve buradaki yasal düzeni ortadan kaldırdı; yani darbe yaptı. Diğeri, ‘anayasal düzeni yeniden kuracağım’ diye gelen Türk garantör, adayı tam anlamıyla ikiye böldü. İngiliz garantör de bütün olup bitenlere seyirci kaldı. İşte bunun bir daha tekrarlanma-sını istemiyoruz. Artık garantörün Avrupa olmasını istiyoruz”203 demiştir. Dolayısıyla Kranidiotis, adaya hiçbir garantörün müdahale edemeyeceğine dikkat çekmiştir.

Aslında Rumların görüşüne göre Kıbrıs’ın AB’ye girmesi, Türkiye’nin Garanti Antlaşması’ndan kaynaklanan tek yanlı müdahale hakkını ortadan kalkmasına eş değerdir. Çünkü Türkiye’nin, AB üyesi bir ülkeye müdahale etmesi, aklın alacağı bir iş değildir.204 Kaldı ki Kıbrıslı Rumların AB’ye girmiş olmasından dolayı, anayasal ko-nularda veya Kıbrıslı Türklerin ileri sürdüğü birçok konuda, Rum tarafının eline ciddi kozlar vermektedir. Fakat her şeyden önemlisi, “Türk silahlı kuvvetlerinin Kıbrıs’tan çekilmesini”,205 ancak bu yöntemle sağlayabileceklerine inanmışlardır.

Aslında bütün bunlar göstermektedir ki Rumlar, Kıbrıs’ta garantiler meselesini hal-ledebilmek için tek müessesenin AB olduğuna ve bunun da yeterli olacağına inan-maktadırlar.206 Hâlbuki AB, Kıbrıs’taki toplumların güvenliğini sağlayacak durumda değildir.207 Kaldı ki Türkiye’nin Garanti Antlaşması’ndan doğan haklarının, “Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası”208 çerçevesinde bir anlam taşıdığını da söylemek mümkün değildir. Zaten 27 üyeli bir AB’ye karşı, Türkiye’nin Garanti Antlaşması’yla ne yapabileceği ciddi bir tartışma konusudur. Bu gerçeği bilen Rumlar, Garanti Antlaşması’na uluslararası gücü eklemekle etkisiz hâle getirilmeye çalışmışlardır. Hâl böyle olunca Kıbrıs’ta çıkacak bir çatışmada garantör devlet olarak Türkiye,

Türk Ajansı Kıbrıs Arşivi, 5 Temmuz 1990, s. 4.202 Denktaş, a.g.e., 1996c, s. 8.203 Denktaş, a.g.e., 1996c, s. 8.204 “AB Garantisi”, Fileleftheros Gazetesi, 25 Nisan 1994, No: 3251, s. 18.205 “Matsis NATO Genel Sekreteri ile Görüşecek”, Fileleftheros Gazetesi, 15 Ekim 1995, No: 7102, s. 11;

Deliceırmak, a.g.e, 1993, s. 55-56; Deliceırmak, a.g.e., 1997, s. 158; Denktaş, a.g.m., 1997, s. 26.206 Kıbrıslı Rumların AB garantisinin yeterli olduğuna dair görüşleri için bkz... “Klerides’in Konuşması”,

Alithia Gazetesi, 30 Eylül 1992, No: 791, s. 1; “Rum Basını Özetleri”, Türk Ajansı Kıbrıs Arşivi, 30 Eylül 1992, s. 1; “New Guarantees”, Alithia Gazetesi, 30 Eylül 1992, No: 551, s. 3; “New Guarantees”, Alithia Gazetesi, 19 Ekim 1992, No: 125, s. 2; “Rum Liderlerinin Demeçleri Klerides – 2 (1978-1993)”, KKTC Cumhurbaşkanlığı Arşivi, Dosya: Klerides’in Demeçleri, Tarih: 1993; “Sadece Birleşmiş Milletler Kıbrıs Sorunu Çözebilir”, Standart Gazetesi, 6 Mayıs 1993, No: 241, s. 9; “The EU Membership”, Eleftherotipia Gazetesi, 7 Kasım 1994, No: 8085, s. 2; “Neden Ayrı Devlet”, Fileleftheros Gazetesi, 19 Şubat 1995, No: 6022, s. 12; William Safire, “Bosna’yı Clinton’ın Korkaklığı Mahvetti”, Yeni Yüzyıl Gazetesi, 17 Temmuz 1995, No: 95662, s. 17; Denktaş, a.g.m., 1997, s. 27; İsmail, a.g.e., 1998a, s. 228; Deliceırmak, a.g.e., 1999, s. 29; Stalyo Berberakis, “Yorgo ile Dobra Dobra”, Hürriyet Gazetesi, 20 Kasım 2000, No: 451125, s. 21; Iordanka Bibina, “Bulgar Basınında Kıbrıs Sorunu (1989-1999)”, Proceedings of The Third Internati-onal Congress for Cyprus Studies 13-17 November 2000, Vol. III, Eastern Mediterranean University Congress for Cyprus Studies Publications, Gazimağusa, 2000, s. 328.

207 Suat Bilge, Türk – Yunan Siyasî İlişkileri: Büyük Düş, 21. Yüzyıl Yayınları, Ankara, 2000, s. 286.208 Gülendam Özer, Deniz Cankat ve Bülent Göksan. “Hukuksal Boyutuyla Kıbrıs Sorunu”, Kıbrıs Mektu-

bu Dergisi, XVI (Ocak – Şubat 2003) 1, s. 32.

Page 55: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

9796

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. 27 veya daha fazla AB üyesi ile müzakere yapmak zorunda kalacaktır. Dolayısıyla

Türkiye’nin müdahale hakkı, kâğıtta kalan bir ibare olacaktır.209

Bu süre zarfında İngiltere ise Kıbrıs’ta her iki tarafı da tatmin edecek bir uluslara-rası ‘Barış Gücü’ önermiştir. Aslında bunun anlamı, Garanti Antlaşması ile İttifak Antlaşması’nın sulandırılmasıdır.210 Türk tarafı ise mevcut sistemden memnundur. Ancak memnun olmayan taraf, bu anlaşmaların geçersizliğini savunan Rumlardır. Çünkü Rumlar, değişen dünya ile birlikte, “eski döneme ait uluslararası kuruluşların aşındığını”211 iddia etmektedirler. Hatta BM, NATO, AGİT ve benzerleri güç merkez-lerinin, artık birer “tescil bürosu”212 hâline geldiğine inanmaktadırlar. Dolayısıyla Rumlara göre yeni kavramlardan yola çıkılarak, yeni arayışları hayata geçirebilecek uluslararası kuruluşlara ihtiyaç vardır. Zira eski dünya sistematiği ve normları, artık tarafsızlıklarını ve inandırıcılıklarını kaybetmişlerdir.

Hâlbuki ABD’nin BM nezdindeki büyükelçisi Adlar Stevenson, Garanti Antlaşması’nı, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni oluşturan organik düzenlemelerin ayrılmaz bir parçası olarak değerlendirmiştir.213 Gerçekte de bu anlaşma, Kıbrıs Anayasası’nın temel maddele-rinden birisidir. Dolayısıyla Türk tarafı, Rumların bu eylemini, Kıbrıs adasında ger-ginliği tırmandırmak için yapılan plânlı bir davranış olarak değerlendirmektedir. Ayrıca Türkler, adaya çok uluslu gücün yerleştirilmesini, Türkiye’nin etkin ve fiilî ga-rantisini sulandırmak214 anlamına geldiğini savunmaktadırlar. Bunun üzerine Türk tarafı, 1960 Garanti ve İttifak Antlaşmalarını doğrudan veya dolaylı bir şekilde de-ğiştirilmesine teşebbüs edilmesini, açık bir ihlâl olarak telâkki edeceğini ve gerekli tedbirleri alacağını215 ifade etmesine neden olmuştur.

Bütün bunlar göstermektedir ki, Bosna sonrasındaki ortamda, dinî ayrılıkların böy-lesine acımasızca ortaya çıkabildiği bir Avrupa’da, çifte standardın yaşandığı zaman kesitinde, Kıbrıs meselesine sadece dikkatle ve özenle değil, çok büyük bir ihtiyatla eğilmenin mutlak zorunluluğu doğmuştur.

Bu yüzden Kıbrıs’ta yapılabilecek en küçük hata, bir anda toplumsal çatışmaya yol açabileceği unutulmamalıdır. Hâl böyle olunca adadaki Türk ve Rum toplum-larının güvenliğini tehlikeye atabilecek en küçük ihtimali bile göz ardı etmemek

209 “Sonuçsuz Görüşme Toplumları Yaralar”, Cumhuriyet Gazetesi, 27 Nisan 1997, No: 11202, s. 21; Tavşa-noğlu, a.g.e., s. 158; Rauf Raif Denktaş, “Kıbrıs Meselesi Nedir?”, Kıbrıs Mektubu Dergisi, XIV (Mayıs-Haziran 2001) 3, s. 25.

210 Denktaş, a.g.m., 1997, s. 26.211 İ. Reşat Özkan, “Barış ve..., İşte Srebrenica Düştü”, Yeni Yüzyıl Gazetesi, 18 Temmuz 1995, No: 32115, s. 15.212 Özkan, a.g.m., s. 15.213 Halil Ibrahim Salih, Cyprus: The Impact of Diverse Nationalism on A State, University of Alabama

Press, Alabama, 1978, s. 37; Nasuh Uslu, Türk – Amerikan İlişkilerinde Kıbrıs, 21. Yüzyıl Yayınları, Ankara, 2000, s.78.

214 İsmail, a.g.e., 1998a, s. 288.215 “K.K.T.C. ile T.C. Arasındaki 20 Ocak 1997 Tarihli Ortak Deklârasyon”, KKTC Cumhurbaşkanlığı Ar-

şivi, Dosya: Ortak Deklarasyon, Tarih: 1997, s. 1; Historic Resolutions on The Cyprus Question, TRNC Foreign and Defence Ministry Public Relation Office, Nicosia, 1997, s. 34.

gerekmektedir. Zira güvenlik konusu, hafife alınacak bir konu değildir.216 Özellikle dış ülkelerle iyi geçinmek, hoş görünmek, aralarına kabul edilmek ve benzeri ge-rekçelerle yapabilecek en küçük yanlış, “ada toplumlarını kuşaklar boyu sürecek bir felaketin”217 içine düşürebileceği unutmamalıdır.

Sonuç

Bütün bu süreçte Kıbrıslı Türklerden istenen, 1960 Anlaşmaları ile elde edilen hak-lardan, yetkilerden ve siyasî ortaklık statüsünden vazgeçilmesidir. Zaten bunlar, millî garanti sistemine dayandığı sürece geçerli olan haklardır.218 Aslında ayrılıkçı Rumların bütün çabalarına rağmen Kıbrıslı Türklerin hâlâ ayakta durabilmelerinin nedeni, bütün bu hakların garanti sistemiyle korunuyor olmasından kaynaklan-maktadır. İşte Kıbrıslı Rumlar, bu sistemi değiştirerek, garanti sistemine uluslararası bir boyut kazandırmaya çalışmaktadırlar. Bunun için de yeni bir formül geliştirmişler ve uluslararası garanti sistemine Türk ve Yunan askerlerinin yanı sıra, bölgesel veya küresel birliklerin de bulunacağı bir yapıya dönüştürmeye çalışmışlardır. Dolayısıyla Rumlar, 1960 sistemini tamamen değiştirecek, yeni bir düzen tasarlamışlardır. Aslı-da bu durum, şekli ne olursa olsun kurulacak yeni bir ortaklık Cumhuriyeti’nde, millî garantilerin ‘geçici’219 bir şekle dönüştürülmesinden başka bir şey değildir.

Bununla ilgili olarak Rumların yaptığı ikinci stratejik atılım ise Kıbrıs’ın AB üyeliğine yaptığı başvurudur. Böylece Rumlar, Türkiye’nin Kıbrıs üzerindeki hak ve yetkilerini sınırlandırılabileceğini düşünmüşlerdir. Buna karşın Yunanistan’ın Kıbrıs üzerinde-ki hak ve yetkileri, AB yolu ile bir kez daha teyit edilmeye çalışılmıştır. Dolayısıyla iki ayrı Elen Cumhuriyeti, Avrupa’nın garantisi altında yeni bir ortaklığı ve işbirliği ile stratejik derinlik ve güç kazanacaktır, ki bunda da başarılı olmuşlardır. Özellikle Rum liderliğinin, Kıbrıs’ın, AB’ye girmesiyle birlikte Garanti Antlaşması’nın geçer-siz olacağını belirtmesi boşuna değildir. Ancak ilginç olan husus, Rumların Kıbrıslı Türklerden, adanın bir an önce AB’ye girmesi için destek istemesidir.

Kıbrıslı Türkler ise Avrupa çerçevesinde bulunacak bir çözümün, toplumsal hak ve yetkilerin yok olabileceği için bu konuda temkinli davranmaktadırlar.

Gerçi AB yetkilileri de bu konuda Rumlar gibi düşünmektedirler. Özellikle 19 Ma-yıs 1995 tarihinde Cumhurbaşkanı Denktaş ile görüşen Fransa Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Claude Martin başkanlığındaki AB troykası, Garanti Antlaşması’nın zaman aşımına uğramış olduğunu ve çağdışı kaldığını belirtmiştir.220 Bunun üzerine TBMM, Kıbrıs meselesiyle ilgili olarak bir deklârasyonla ilân etmiş ve Türkiye’nin, Kıbrıs’ta

216 Denktaş, a.g.m., 1997, s. 6; İsmail, a.g.e., 1998a, s. 261.217 İsmail Cem, “Irak, Bosna, Körüklenen Din Ayrışımı ve Kıbrıs”, Sabah Gazetesi, 7 Ocak 1992, No: 65124, s. 9.218 Bununla ilgili olarak bkz... Denktaş, a.g.e., 1996c, s. ii.219 Bununla ilgili olarak bkz... Denktaş, a.g.e., 1996c, s. iii.220 Onur Öymen’le 30 Ocak 2003 tarihinde yapılan mülakat...

Page 56: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

9998

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. etkin ve fiilî garantisini eksiksiz olarak süreceğini, KKTC’ye vaki olacak herhangi bir

saldırıyı, aynen Türkiye’ye yapılmış bir saldırı gibi addedeceğini belirtmiştir.221

Aslında TBMM’nin yayımladığı bu ‘Ortak Deklârasyon’, 1960 Garanti ve İttifak Ant-laşmalarıyla oluşturulan garanti sisteminin, şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra da devam edeceğini vurgulaması açısından dikkat çekicidir. Aynı zamanda bu deklârasyonda, söz konusu anlaşmaların doğrudan veya dolaylı olarak değişti-rilmesine, Kıbrıs’ta ve bölgede, Türkiye ve Yunanistan arasında mevcut dengenin bozulmasına müsaade edilmeyeceği de ifade edilmiştir.222

Dolayısıyla 1960 Garanti ve İttifak Antlaşmaları ile var olan sistemin gerisine gitmek mümkün değildir. Bununla ilgili olarak tartışılabilecek bir başka konu da Kıbrıslı Rumların kendilerini güven içinde hissetme konusunda ne yapılabileceğidir.223 Ne var ki sorun, aynı zamanda Kıbrıslı Türkler için de geçerlidir. Dolayısıyla adadaki gü-venliği sağlayabilmek için her iki toplumun endişelerini giderecek yeni bir sistemin kurulması gerekecektir.

Yukarıda da görüleceği gibi iki tarafın tezlerine binaen incelenen garantiler konu-su, salt tek başına ele alınsa bile, iki toplumun uzlaşması pek mümkün görünme-mektedir. Örneğin bağımsızlık kavramı ele alındığında, Kıbrıs’ta büyük bir paradoks yaşanmaktadır. Rum tarafına göre ‘bağımsızlık mutlak olmalı ve hiçbir kayıt ve şart altına alınmamalıdır’. Aslından ilk bakışta bu ifade, son derece haklı gözükmektedir. Ancak kavramlar, ait oldukları sorunlara ve kullanıldıkları muhtevaya göre anlam taşırlar. Nitekim Rumlar, Türkiye’nin garantörlüğünü Kıbrıs’ın bağımsızlığına ipotek sayarken, Türkler ise bağımsızlığın ve devletin statüsünün devamını Türkiye’nin ga-rantisine bağlı görmektedirler.

Özetle denilebilir ki, Rum tarafı bağımsızlık derken ‘sorumsuz’ bir bağımsızlıktan söz etmekte, Türk tarafı ise Türkiye’nin garantörlüğünü şart olarak öne sürerken, ‘so-rumlu’ bağımsızlıktan bahsetmektedir.224 Bir başka deyişle Rumlar, halk oylaması ile Kıbrıs’ın bağımsızlığını ortadan kaldıracak bir ‘bağımsızlıktan’ söz ederken, Türkler, bağımsızlığın devamı ve Enosis’e karşı Türk toplumunun güvence altında olması için Türkiye’nin garantörlüğünü istemektedirler.

Kıbrıslı Türklere göre eğer Rum tarafı, kabul edilebilecek bir çözümün samimi bir savunucusu ve inançlı bir takipçisiyse, onun istediği gibi bir devletin ve statüsünün bir başka devlet tarafından garantiye alınmasından kuşku duymaması gerekmek-tedir. Aksi takdirde Kıbrıslı Rumların, ancak ve ancak devlet statüsünün bozulma-

221 “Meclis’ten Kıbrıs Deklârasyonu”, Sabah Gazetesi, 22 Ocak 1997, No: 35107, s. 12.222 “Meclis’ten Kıbrıs Deklârasyonu”, Sabah Gazetesi, 22 Ocak 1997, No: 35107, s. 12; Historic Resolutions

on The Cyprus Question, TRNC Foreign and Defence Ministry Public Relation Office, Nicosia, 1997, s. 32-36; Denktaş, a.g.e., 1996b, s. 13-16.

223 Bununla ilgili olarak bkz... Hasan Sarıca, “Kıbrıslı Rumların Anlaması Gerekir”, Yenidüzen Gazetesi, 1 Nisan 1991, No: 923, s. 8.

224 Unknown Aspects of The Cyprus Reality, International Affairs Agency, Istanbul, 1992, s. 94.

sı hâlinde işletilebilecek bir mekanizmaya şiddetle karşı çıkmaları, kabul ettikleri çözümde ve statünün devamında en ufak bir içtenliğe bile sahip olmadıkları an-lamına gelecektir. Çünkü GKRY için Türkiye’nin garantisi, Enosis için büyük bir teh-like oluşturmaktadır.225 Zaten Güney Kıbrıs’ın, Türkiye’ye yönelik ayrılıkçı duygular beslemesi, Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’ta asker bulundurması için ikinci bir nedendir. Dolayısıyla Kıbrıslı Türklerin, sağlam temellere dayalı bir güvence istemeleri, kendi ulusal çıkarları ve toplumun bekası için normal bir davranış olarak görülmelidir.

Kaynakça

“AB Garantisi”, Fileleftheros Gazetesi, 25 Nisan 1994, No: 3251, s. 18.

“AB Üyeliği ve Garantiler”, Fileleftheros Gazetesi, 14 Şubat 1995, No: 4399, s. 1.

“AKEL Meclis Grubu Sözcüsü Andreas Hristu ile Söyleşi”, Haravgi Gazetesi, 11 Eylül 1994, No: 801, s. 18.

A New Pattern of Relationship in Cyprus, The Turkish Cypriot Proposals of 11 October 1989, Published by The Public Information Office of The Turkish Republic of Northern Cyprus, Nicosia, 1990.

“Anketlerin Sonuçları”, Kıbrıs Gazetesi, 11 Temmuz 1992, No: 232, s. 21.

AKGÜN, Mensur. “BM Kurallarının İstisnaları”, Yeni Yüzyıl Gazetesi, 25 Nisan 1995, No: 63254, s. 17.

AKPINAR, Mehmet Ali. “Birleşmiş Milletler Çözüm Plânının Tam Metnini Açıklıyoruz”, KKTC Başbakanlık Enformasyon Müdürlüğü Arşivi, Dosya: BM Çözüm Plânları, Tarih: 1992.

ALANAT, Mümin. Doğu-Batı Siyasal Bütünleşmeleri ve Soğuk Savaş Dönemlerine Bir Bakış, ATAUM Ders Notları, Ankara, 1994.

ALASYA, Halil Fikret. “Bağımsızlık Mücadelemiz Dış Türklere Örnek Oldu”, Bayrak Gazetesi, 6 Ekim 1990, No: 56621, s. 7.

……………………….... “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”, C. I., 2. Baskı, Türk Dünyası El Kitabı, TKAE Yayınları, Ankara, 1992, s. 523-556.

……………………….... “Super Power Should Get Their Hands Off Cyprus”, Kıbrıs Mektubu, (1987) 2, s. 66.

ALKAN, Hüseyin. “İşte Yeni Kıbrıs Plânı”, Hürriyet Gazetesi, 11 Aralık 2002, No: 633254, s. 18.

ALTAYLI, Fatih. “Anlaşmayı Kıvırıp Yutmamak İçin”, Hürriyet Gazetesi, 4 Aralık 2000, No: 89952, s. 19.

ALTUĞ, Yılmaz. “Kıbrıs Konusunda Rauf Denktaş’ın Dedikleri”, Türkiye Gazetesi, 21 Haziran 1997, No: 65521, s. 7.

ANCIN, Osman. “Kıbrıs’taki Türk Askeri Bu Aşamada Çekilemez”, Tercüman Gazetesi, 14 Aralık 1992, No: 952114, s. 17.

ANGELİDİS, Stavros. “İki Olumlu Oy”, Fileleftheros Gazetesi, 11 Ağustos 1991, No: 30214, s. 11.

ARSAVA, Ayşe Füsun. “1960 Kıbrıs Anlaşmalarının Hukukî Geçerliliği”, Proceedings of The Se-cond International Congress for Cyprus Studies 24-27 November 1998, Vol. II, Eastern Mediterranean University Congress for Cyprus Studies Publications, Gazimağusa, 1999, s. 555-560.

“Atina’yı da Siz İkna Edin”, Hürriyet Gazetesi, 4 Aralık 2001, No: 451313, s. 21.

225 Bununla ilgili olarak bkz... Ahmet C. Gazioğlu, “Klerides’in İfadesi”, Yeni Kıbrıs Dergisi, VIII (Şubat-Mart 1991) 2, s. 6; Clerides, a.g.e., 1991, s. 53.

Page 57: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

101100

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. AYOMAMİTİS, Kostas. “Bir Rum Gazetecinin İzlenimleri – Kıbrıs Soruna Gerçekçi Bir Bakış”, Di-

ethnistiki Prosklis Dergisi, Çev. Sabahattin Egeli, (Mayıs 1990), s. 3-14.

Background on The Cyprus Problem, Directorate General of Press and Information, Ünal Of-set Matbaacılık, Ankara, 1991.

BAŞAK, Cengiz. “Kıbrıs’ta Birleşmiş Milletlerin Polis Misyonu”, Proceedings of The Third Inter-national Congress for Cyprus Studies 13-17 November 2000, Vol. III, Eastern Mediterra-nean University Congress for Cyprus Studies Publications, Gazimağusa, 2000, s. 309-314.

“Batı Avrupa Birliği ve Rumlar”, Fileleftheros Gazetesi, 1 Şubat 1994, No: 4037, s. 5.

BERBERAKİS, Stalyo. “Yorgo ile Dobra Dobra”, Hürriyet Gazetesi, 20 Kasım 2000, No: 451125, s. 21.

BİBİNA, Iordanka. “Bulgar Basınında Kıbrıs Sorunu (1989-1999)”, Proceedings of The Third In-ternational Congress for Cyprus Studies 13-17 November 2000, Vol. III, Eastern Mediterra-nean University Congress for Cyprus Studies Publications, Gazimağusa, 2000, s. 325-345.

BİLGE, N. Hukuk Başlangıcı Dersleri, 5. Baskı, Ankara, 1966.

BİLGE, Suat. Türk – Yunan Siyasî İlişkileri: Büyük Düş, 21. Yüzyıl Yayınları, Ankara, 2000.

“Birleşmiş Milletler Çözüm Plânının Tam Metnini Açıklıyoruz”, KKTC Dışişleri ve Savunma Ba-kanlığı Arşivi, Dosya: Gali Plânı, Tarih: 1992.

BITSIOS, Dimitri S. Cyprus: The Vulnerable Republic, 2nd ed., Thessalonica, Greece: Institute for Balkan Studies, Salonica, 1975.

“BM Güvenlik Konseyi’nin 11 Ekim 1991 Tarih ve 716/1991 Sayılı Karar”, KKTC Cumhurbaşkan-lığı Arşivi, Dosya: BM Çözüm Kararları, Tarih: 1991.

“Boşnaklar Ölümüne Direniyor”, Yeni Yüzyıl Gazetesi, 18 Temmuz 1995, No: 4064, s. 17.

BOZKURT, İsmail. “Yeni Dünya Düzeni ve Kıbrıs”, Ortam Gazetesi, 14 Ağustos 1992, No: 562, s. 14.

BÖLÜKBAŞI, Süha. Barışçı Çözümsüzlük, İmge Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2001.

BUZAN, Barry. “New Patterns of Global Security in The Twenty-First Century”, International Affairs, LXVII (1991) 3, s. 86-102.

BUZAN, Barry. Ole Waever and Jaap de Wilde, Security: A New Framework for Analysis, Lynne Rienner Publishers, Boulder, 1998.

CEM, İsmail. “Irak, Bosna, Körüklenen Din Ayrışımı ve Kıbrıs”, Sabah Gazetesi, 7 Ocak 1992, No: 65124, s. 9.

CERRAHOĞLU, Zehra Yalçınkaya. Birleşmiş Milletler Gözetiminde Kıbrıs Sorunu İlke İlgili Ola-rak Yapılan Toplumlararası Görüşmeler (1968-1990), Kültür Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1998.

CLAUDE, Inis L. Jr. Power and International Relations, Random House, New York, 1962.

CLERIDES, Glafkos. Cyprus: My Deposition, Vol. IV, Alithia Publishing Co. Ltd., Nicosia, 1991.

ÇANDAR, Cengiz. “Budapeşte’nin Ardından”, Sabah Gazetesi, 8 Aralık 1994, No: 32106, s. 16.

DECAUX, Emmanuel. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı – AGİT, Çev.: Tunalı Alpkaya, Ye-niyüzyıl Kitaplığı, İletişim Yayınları, Presse Universitaires De France, 1995.

DELİCEIRMAK, Orbay. (der.). Haklılık ve Kararlılık (Tepkiler Demeti), Lefkoşa, 1993.

……………………….... Toprak Konusu ve Rum Tutarsızlıkları 1964-1996, KKTC Cumhurbaş-kanlığı Arşivi, Yayınlanmamış Özel Rapor, Lefkoşa, 1997.

……………………….... Yerinden Yeller Esen Anayasa, Lefkoşa, 1999.

“Demirel’in Demecine Tepki”, Fileleftheros Gazetesi, 30 Kasım 1992, No: 6039, s. 4.

“Denktaş’tan Sürpriz Öneri”, Milliyet Gazetesi, 22 Ekim 1998, No: 65421, s. 12.

DENKER, M. Sami. Kıbrıs Sorunu – Bir Millet ve Devletin Yaşama Hakkı, Türk Metal Sendikası Araştırma Bürosu Yayınları, Ankara, 2001.

DENKTAŞ, Raif Rauf. “Kıbrıs Meselesinde Son Durum”, Türkiye Diyanet Vakfı Haber Bülteni, (Ağustos 1997) 53, s. 26-27.

………………………... Dünü Bugünü Yarını ile Kıbrıs Davamız, Lefkoşa, 1991.

………………………... Kıbrıs Meselesinde Son Durum, Raif Denktaş Eğitim Vakfı Yayınları No: 2, Lefkoşa, 1996a.

………………………... Kıbrıs Meselesinde Vizyon-1994, Raif Denktaş Eğitim Vakfı Yayınları No: 1, Demokrat Matbaacılık, Lefkoşa, 1996b.

………………………... Rum-Yunan İkilisi: İstenmeyen Cumhuriyet’ten Nereye, Rauf Raif Eği-tim Vakfı Yayınları, Lefkoşa, 1996c.

………………………... “Kıbrıs Meselesi Nedir?”, Kıbrıs Mektubu Dergisi, XIV (Mayıs-Haziran 2001) 3, s. 20-24.

DENKTAŞ, Serdar. “Güvenliğimiz Tam, Önümüz Açık”, Kıbrıs Mektubu Dergisi, X (Temmuz 1997) 4, s. 6.

“DİSİ: Boşluklar Doldurulmalı”, Agon Gazetesi, 18 Eylül 1992, No: 4512, s. 2.

“Draft Outline of A Comprehensive Settlement in Cyprus, 6 April 1989”, KKTC Cumhurbaşkan-lığı Arşivi, Dosya: Çözüm Önerileri, Tarih: 1989.

EFEGİL, Ertan. “Kıbrıs’ta Bitmeyen Son Tango”, KÖK Araştırmalar Dergisi, IV (2002) 2, s. 23-36.

……………….. Temel Konular Işığında Annan Belgesi’nin Analizi, Gündoğan Yayınları, An-kara, 2003.

EKŞİ, Oktay. “Aynı Olay, Farklı Sonuç.....”, Hürriyet Gazetesi, 8 Aralık 1992, No: 63215, s. 1 ve 19.

FARLEY, Jonathan. “Turkey’s Foreign Policy”, The Round Table, (1995) 333, s. 71-92.

“Federasyon Anlayışımız”, Le Monde Gazetesi, 11 Ekim 1988, No: 321071, s. 1.

GAZİOĞLU, Ahmet C. “Fikirler Dizisinde Neler Var, Neler Yok-I”, Kıbrıs Mektubu Dergisi, X (Mayıs 1997) 3, s. 13-19.

…………………….. “Klerides’in İfadesi”, Yeni Kıbrıs Dergisi, VIII (Şubat-Mart 1991) 2, s. 4-7.

“Glafkos Klerides’in Sözleri”, Fileleftheros Gazetesi, 25 Nisan 1994, No: 10231, s. 21.

GOBI, Hugo. Rethinking Cyprus, Tel-Aviv University Press, Tel-Aviv, 1993.

GÖNLÜBOL, Mehmet. Uluslararası Politika İlkeler – Kavramlar – Kurumlar, 4. Baskı, Attila Ki-tabevi, Ankara, 1993.

“Görüşme Tutanakları”, KKTC Cumhurbaşkanlığı Arşivi, Dosya: Görüşme Tutanakları, Tarih: 1998.

GREENE, Fred. Dynamics of International Relations, New York, 1964.

GÜREL, Şükrü S. Tarihsel Boyut İçinde Türk-Yunan İlişkileri (1821-1993), Ümit Yayıncılık, An-kara, 1993.

GÜRSOY, Cevat R. “Kıbrıs Müşahedeleri”, Ankara Üniversite Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Der-gisi, XX (Temmuz-Aralık 1962) 3-4, s. 1-23.

“Güvenlik Konseyi Gali Raporu’nu Ele Alıyor”, Kıbrıs Gazetesi, 10 Nisan 1992, No: 2219, s. 8.

“Güvenlik Konseyi Gali Raporu’nu Ele Alıyor”, KKTC Başbakanlık Enformasyon Müdürlüğü Arşi-vi, Dosya: Gali Plânı, Tarih: 10 Nisan 1992, s. 8.

HERACLİDES, Alexis. Yunanistan ve Doğudan Gelen Tehlike Türkiye Türk-Yunan İlişkilerimde

Page 58: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

103102

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Çıkmazlar ve Çözüm Yolları, Çev. Mihalis Vasilyadis ve Herkül Millas, İletişim Yayınları, İs-

tanbul, 2002. Historic Resolutions on The Cyprus Question, TRNC Foreign and Defense Ministry Public Re-

lation Office, Nicosia, 1997.İSMAİL, Sabahattin. 100 Sorunda Kıbrıs Sorunu, Dilhan Ofset, Lefkoşa, 1992. ……………………. 150 Sorunda Kıbrıs Sorunu, Kastaş Yayınları, İstanbul, 1998a.……………………. Kıbrıs Üzerine Bildiriler, Kıbrıs Araştırma ve Yayın Merkezi (CYREP) Yayın-

ları, Lefkoşa, 1998b. KABAALİOĞLU, Halûk. Avrupa Birliği ve Kıbrıs Sorunu, Yeditepe Üniversitesi Yayınları, İstan-

bul, 1997. “Karar Almalıdır”, Yeni Haftalık Gazetesi, 2 Mayıs 1994, No: 112, s. 10.“Kaynak”, Kıbrıs Gazetesi, 9 Şubat 1995, No: 654, s. 4.“Kayseri Milletvekili Aykut Edibali’nin 30 Eylül 1992 Tarihinde TBMM Genel Kurulu’nun 9. Bir-

leşiminde Kıbrıs Konusunda Yaptığı Gündem Dışı Konuşmanın Tam Metni”, TBMM Konuş-ması, 30 Eylül 1992.

KEPOĞLU, Halil. Kıbrıs Sorunu, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Bölümü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 1995.

“Kıbrıs Rum Basını Özetleri”, Türk Ajansı Kıbrıs Arşivi, 1 Şubat 1994, s. 5.“Kıbrıs Rum Basını Özetleri”, Türk Ajansı Kıbrıs Arşivi, 14 Şubat 1995, s. 1.“Kıbrıs Rumlarını Savunmak Zorundayız”, Cumhuriyet Gazetesi, 23 Mart 1996, No: 92210, s. 17.Kıbrıs Sorunu Gelişmeler ve Görüşmeler, SİSAV Yayınları, Reyo Matbaacılık, İstanbul, 1990.Kıbrıs Sorunu ve Türkiye, Siyasî ve Sosyal Araştırmaları Vakfı – SİSAV, İstanbul, 1993.“Kıbrıs Sorununun Kapsamlı Çözümü - 30 Mart 2004”, KKTC Cumhurbaşkanı Arşivi, Dosya: BM

Önerileri – Annan Plânı, Tarih: 30 Mart 2004.“Kıbrıs Türkü Ne İstiyor?”, Kıbrıs Gazetesi, 11 Temmuz 1992, No: 903, s. 3.Kıbrıs’ın Dünü-Bugünü-Yarını, Harp Akademileri Komutanlığı Yayınları, İstanbul, 1995.KILIÇKIRAN, Osman. Kıbrıs Meselesinin Tarihçesi ve Çözümü ile İlgili Kısa Bir Deneme, Ankara

Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara 1990. “KKTC Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş’ın Rum Lideri Glafkos Klerides’e Yazdığı 22 Eylül 1996

Tarihli Mektup”, KKTC Cumhurbaşkanlığı Arşivi, Dosya: Mektuplar, Tarih: 1996. “K.K.T.C. ile T.C. Arasındaki 20 Ocak 1997 Tarihli Ortak Deklârasyon”, KKTC Cumhurbaşkanlığı

Arşivi, Dosya: Ortak Deklarasyon, Tarih: 1997.“Klerides Ant İçti”, Simerini Gazetesi, 1 Mart 1993, No: 8082, s. 3.“Klerides Boucher’ı Yalanlıyor”, Mahi Gazetesi, 1 Haziran 1996, No: 8991, s. 9.“Klerides: Türkiye ve Denktaş Federal Bakanlar Kurulunda Eşit Temsiliyet İstiyorlar”, Filelefthe-

ros Gazetesi, 13 Kasım 1994, No: 3294, s. 1.“Klerides: Türklerle Yüzde 25 Toprak Yeterlidir”, Anadolu Ajansı, 21 Ocak 1992, s. 1.“Klerides’in Konuşması”, Alithia Gazetesi, 30 Eylül 1992, No: 791, s. 1.“Klerides’in Konuşması”, Simerini Gazetesi, 31 Aralık 1992, No: 4233, s. 1.KOHEN, Sami. “Bosna Konusunda Ne, Nasıl, Neden?”, Milliyet Gazetesi, 22 Temmuz 1995, No:

41125, s. 15.KONA, Gamze Güngörmüş. “BM Bosna’da Sadece Show Yapıyor”, Yeni Yüzyıl Gazetesi, 19 Tem-

muz 1995, No: 95223, s. 13.

KORUYUCU, Güner. Yugoslavya ve Birleşmiş Milletler Kararları, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilim-ler Enstitüsü Uluslararası İlişkileri Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 1994.

KÖNİ, Hasan. “Uluslararası Siyaset Kuruluşları ve Bunların İşleyiş Yöntemleri”, Türk Hakları, Der.

Mustafa Kahramanyol, Ahmet Yevesi Üniversitesi Yardım Vakfı Yayınları, Ankara, 1995, s. 49-59.

KRAMER, Heinz. “The Cyprus Problem and European Security”, Survival, XXXIX (Autumn 1997) 3, s. 16-32.

LAGAKOS, Evstathios. George Papulyas, Yoannis Cunis, Viron Theodoropulos. Dış Politikayla İlgili Düşünceler ve Arayışlar, Çev. KKTC Dışişleri ve Savunma Bakanlığı Tanıtma Dairesi, Lefkoşa, 1997.

LAIPSON, Ellen B. Cyprus: Status of U.N. Negotiations, USA Foreign Affairs and National De-fense Division – March 8, 1990, Washington, 1990a.

LAIPSON, Ellen B. Cyprus: Turkish Cypriot Statehood and Prospects The Settlement, USA Fo-reign Affairs and National Defense Division – May 4, 1984, The Library of Congress Cong-ressional Research Service, Washington, 1990b.

MANİSALI, Erol. “Türkiye’nin Önünde İki Yol Var”, Cumhuriyet Gazetesi, 24 Temmuz 1992, No: 75662, s. 18.

MARTIN, Paul. “Peace Keeping and The United Nations - The Broader View”, International Af-fairs, XL (1964), 2, s. 185-201.

“Matsis NATO Genel Sekreteri ile Görüşecek”, Fileleftheros Gazetesi, 15 Ekim 1995, No: 7102, s. 11.

“Meclis’ten Kıbrıs Deklârasyonu”, Sabah Gazetesi, 22 Ocak 1997, No: 35107, s. 12.

MORAN, Michael. Sovereignty Divided Essays on The International Dimensions of The Cyprus Problem, CYREP, Nicosia, 1998.

…………………... Why, So Far, The Cyprus Problem Has Remained Unsolved, Nicosia, 1997.

“NATO Değişimin Hedefine Ulaşması”, Belgelerle Türk Tarih Dergisi, (Nisan 2000) 39, s. 77-83.

“NATO ve AGİT’in Devreye Sokulması”, Vima Gazetesi, 3 Ağustos 1994, No: 4214, s. 1.

NECATIGIL, Zaim M. The Cyprus Question and The Turkish Position in International Law, Re-vised 2. Edition, Biddles Ltd Guildford and King’s Lynn, Oxford University Press, London, 1998.

“Neden Ayrı Devlet”, Fileleftheros Gazetesi, 19 Şubat 1995, No: 6022, s. 12.

“New Guarantees”, Alithia Gazetesi, 19 Ekim 1992, No: 125, s. 2.

“New Guarantees”, Alithia Gazetesi, 30 Eylül 1992, No: 551, s. 3.

Onur Öymen’le 30 Ocak 2003 tarihinde yapılan mülakat.

ÖZDAĞ, Muzaffer. Millî Bütünlük ve Güvenliğimiz, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 1997.

ÖZER, Gülendam. Deniz Cankat ve Bülent Göksan. “Hukuksal Boyutuyla Kıbrıs Sorunu”, Kıbrıs Mektubu Dergisi, XVI (Ocak – Şubat 2003) 1, s. 28-45.

ÖZGÜÇ, Tahsin, Türk Üniversitelerinin Kıbrıs Sorunu Hakkındaki Görüşü, Ankara, 1975.

ÖZKAN, İ. Reşat. “Barış ve..., İşte Srebrenica Düştü”, Yeni Yüzyıl Gazetesi, 18 Temmuz 1995, No: 32115, s. 15.

PADELFORD, Norman J. and George A. Lincoln. The Dynamics of International Politics, New York, 1962.

PAZARCI, Emin. “Tarihi Hatanın Sonucu”, Akşam Gazetesi, 7 Mayıs 1998, No: 63211, s. 14.

QUANDT, William B. Peacemaking and Politics, The Brookings’s Institutions, Washington D.C., 1986.

RIENOV, R. Contemporary International Politics, New York, 1961.

Page 59: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

105104

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. “Rum Basın Bülteni”, Türk Ajansı Kıbrıs Arşivi, 3 Ağustos 1994, s. 1.

“Rum Basın Özetleri”, Türk Ajansı Kıbrıs Arşivi, 19 Ekim 1992, s. 3.

“Rum Basını Bülteni”, Türk Ajansı Kıbrıs Arşivi, 1 Ağustos 1989, s. 73.

“Rum Basını Bülteni”, Türk Ajansı Kıbrıs Arşivi, 13 Haziran 1989, s. 61.

“Rum Basını Bülteni”, Türk Ajansı Kıbrıs Arşivi, 17 Temmuz 1992, s. 3.

“Rum Basını Bülteni”, Türk Ajansı Kıbrıs Arşivi, 18 Eylül 1992, s. 2.

“Rum Basını Bülteni”, Türk Ajansı Kıbrıs Arşivi, 26 Mayıs 1992, s. 3.

“Rum Basını Bülteni”, Türk Ajansı Kıbrıs Arşivi, 27 Eylül 1992, s. 3.

“Rum Basını Bülteni”, Türk Ajansı Kıbrıs Arşivi, 28 Ocak 1989, s. 49.

“Rum Basını Bülteni”, Türk Ajansı Kıbrıs Arşivi, 30 Kasım 1992, s. 4.

“Rum Basını Özetleri”, Türk Ajansı Kıbrıs Arşivi, 1 Mart 1993, s. 3.

“Rum Basını Özetleri”, Türk Ajansı Kıbrıs Arşivi, 11 Ekim 1988, s. 1.

“Rum Basını Özetleri”, Türk Ajansı Kıbrıs Arşivi, 22 Ağustos 1988, s. 1.

“Rum Basını Özetleri”, Türk Ajansı Kıbrıs Arşivi, 30 Eylül 1992, s. 1.

“Rum Basını Özetleri”, Türk Ajansı Kıbrıs Arşivi, 31 Aralık 1992, s. 1.

“Rum Basını Özetleri”, Türk Ajansı Kıbrıs Arşivi, 5 Temmuz 1990, s. 4.

“Rum Liderlerinin Demeçleri Klerides – 2 (1978-1993)”, KKTC Cumhurbaşkanlığı Arşivi, Dosya: Klerides’in Demeçleri, Tarih: 1993.

“Rum Önerilerinin Niteliği”, Simerini Gazetesi, 28 Ocak 1989, No: 1923, s. 49.

“Rum Radyosunun [RİK] Türkçe Programında GKRY Lideri Yorgo Vasiliu ile Yapılan Mülakat”, KKTC Cumhurbaşkanlığı Arşivi, Dosya: Rum Basın Bülteni, Tarih: 21 Şubat 1990.

“Rum Tarafından Barış Çağrısı”, Sabah Gazetesi, 22 Şubat 1997, No: 43971, s. 12.

“Rum Ulusal Konseyi Kararları - 1989”, KKTC Cumhurbaşkanlığı Arşivi, Dosya: Rum Ulusal Kon-seyi Kararları, Tarih: 1989.

“Rum Ulusal Konseyi”, Fileleftheros Gazetesi, 1 Ağustos 1989, No: 3221, s. 73.

“Rum Ulusal Konseyi”, Simerini Gazetesi, 13 Haziran 1989, No: 321, s. 61.

“Rumlar Kanton Bölgeler De İstiyor”, Kıbrıs Gazetesi, 16 Mart 2001, No: 302, s. 1.

“Rumlar, Makarios Haritasını Sunacaklar”, Fileleftheros Gazetesi, 17 Temmuz 1992, No: 3258, s. 3.

“Rum-Yunan İkilisinin Gerçek Niyetlerini Açığa Vuran Bir Belge”, Kuzey Kıbrıs Gazetesi, 5 Ekim 1987, No: 404, s. 7.

“S-300’ler Gelmez”, Cumhuriyet Gazetesi, 23 Temmuz 1998, No: 39021, s. 11.

“Sadece Birleşmiş Milletler Kıbrıs Sorunu Çözebilir”, Standart Gazetesi, 6 Mayıs 1993, No: 241, s. 9.

SADRAZAM, Halil. Kıbrıs’ta Varoluş Mücadelemiz Şehitlerimiz ve Anıtlarımız, Türkiye Şehitleri İmar Vakfı Yayınları, İstanbul, 1990.

SAFİRE, William. “Bosna’yı Clinton’ın Korkaklığı Mahvetti”, Yeni Yüzyıl Gazetesi, 17 Temmuz 1995, No: 95662, s. 17.

SAKMAN, Ünal. “Kıbrıs AB Üyesi Olmamalı”, Türkiye Gazetesi, 20 Ekim 1997, No: 9662, s. 18.

SALIH, Halil Ibrahim. Cyprus: The Impact of Diverse Nationalism on A State, University of Alabama Press, Alabama, 1978.

SARICA, Hasan. “Kıbrıslı Rumların Anlaması Gerekir”, Yenidüzen Gazetesi, 1 Nisan 1991, No: 923, s. 8.

SCHWARZENBERGER, G. “Beyond Power Politics?”, The Year Book of World Affairs, (1965), s. 229-243.

SELÇUK, İlhan. “Verirsek Kurtulur Muyuz?”, Cumhuriyet Gazetesi, 25 Temmuz 1992, No: 8521, s. 13.

“Set of Ideas on an Overall Framework Agreement on Cyprus (1992)”, KKTC Dışişleri ve Savun-ma Bakanlığı Arşivi, Dosya: Gali Plânı, Tarih: 1992.

“Sonuçsuz Görüşme Toplumları Yaralar”, Cumhuriyet Gazetesi, 27 Nisan 1997, No: 11202, s. 21.

SÖNMEZOĞLU, Faruk. Tarafların Tutum ve Tezleri Açısından Kıbrıs Sorunu (1945-1986), İstan-bul Üniversitesi İktisat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1991.

STAVRINIDES, Zenon. The Cyprus Conflict – National Identity and Statehood, Nicosia, 1975.

“Talking Points”, KKTC Cumhurbaşkanlığı Arşivi, Dosya: Mike Bilirokis’e Sunduğu Konuşma Metni, Tarih: 1995.

“The EU Membership”, Eleftherotipia Gazetesi, 7 Kasım 1994, No: 8085, s. 2.

TAMÇELİK, Soyalp. “Rum-Yunan İttifakında Ortak Savunma Doktrini ve Özellikleri”, Stratejik Araştırmalar Dergisi - SAREM, VI (2008a) 12, s. 13-39.

…………………….... Kıbrıs Meselesinin Çözüm Plânları (BM’nin 789 Kararına Göre), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara, 2008b.

…………………….... Kıbrıs’ta Güvenlik Stratejileri ve Kriz Yönetimi, ODTÜ Yayınları, Ankara, 2009.

TAVŞANOĞLU, Leyla Emeç. Türk-Yunan Akîller Tartışılıyor, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1998.

The Turkish Cypriots, Turkish Republic of Northern Cyprus Ministry of Foreign Affairs and Defense Public Relations Department, Nicosia, 1997.

The United Nations and The Situation in The Former Yugoslavia, U.N. Department of Public Information Reference Paper, New York, 7 May 1993.

TOLUNER, Sevin. Milletlerarası Hukuk Dersleri – Devletin Yetkisi, 3. Baskı, Filiz Kitapevi, İstan-bul, 1984.

“Toprak ve Garantiler”, Haravgi Gazetesi, 26 Mayıs 1992, No: 11231, s. 3.

TURAN, Teoman. “Kıbrıs’a Genel Bir Bakış”, Zaman Gazetesi, 24 Mart 1998, No: 89952, s. 12.

TÜMERKAN, Mete. “Kıbrıs’ın AB Üyeliği Sürecinde Türkiye Göz Ardı Edilemez”, Kıbrıs Mektubu, XV (Şubat – Mart 2002) 2, s. 12-14.

“Türk Ulusunun Menfaatleri”, Fileleftheros Gazetesi, 8 Ekim 1988, No: 225, s. 10.

“Türkiye’nin Garantörlüğü Kabul Edildi”, Cumhuriyet Gazetesi, 28 Haziran 1989, No: 12012, s. 1.

ULUÇ, Doğan. “Boşnak Katliamında Yunan ve Rus Parmağı”, Hürriyet Gazetesi, 1 Aralık 1995, No: 899651, s. 14.

…………….... “Denktaş ve Vasiliu Yumuşama Yarışında”, Sabah Gazetesi, 20 Haziran 1992, No: 62214, s. 18.

ULUENGİN, Hadi. “Bosna ve Kontak Anahtarı”, Hürriyet Gazetesi, 27 Mayıs 1995, No: 32901, s. 16.

Unknown Aspects of The Cyprus Reality, International Affairs Agency, Istanbul, 1992.

USLU, Nasuh. Türk – Amerikan İlişkilerinde Kıbrıs, 21. Yüzyıl Yayınları, Ankara, 2000.

ÜLMAN, Haluk. “Her Çözüm, Çözüm Değildir”, Yeni Günaydın Gazetesi, 24 Aralık 1992, No: 9662, s. 8.

ÜNAL, Hasan ve Birgül Demirtaş Coşkun. “Kıbrıs Meselesi: Kısa Tarihçesi, Mevcut Durum Ana-liz ve Muhtemel Senaryolar”, Stratejik Analiz Dergisi, I (Nisan 2001) 12, s. 38-54.

Page 60: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

107

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

106

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. “Vasiliu: Kendi Kendiyle Evlenmek İstemeyen Politika”, Güneş Gazetesi, 22 Temmuz 1990, No:

291, s. 10-11.

“Vasiliu’nun Düşünceleri”, Agon Gazetesi, 27 Eylül 1992, No: 512, s. 3.

“Vasiliu’nun Görüşleri”, Fileleftheros Gazetesi, 22 Ağustos 1988, No: 7081, s. 1.

“Vasiliu’nun Konuşması”, Fileleftheros Gazetesi, 5 Temmuz 1990, No: 3094, s. 4.

“Vasiliu’nun Söyleşisi”, Kathimerini Gazetesi, 19 Ekim 1992, No: 20362, s. 3.

VURAL, Yücel. Kıbrıs’ta Etnik İlişkilerin Gelişim ve Siyasal Sisteme Etkileri, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi Anabilim Dalı Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara, 1996.

WAEVER, Ole. “Securitization and Desecuritization”, Ronnie D. Lipschutz (ed.), on Security, Columbia University Press, New York, 1995, s. 58-81.

www.pio.gov.cy, The Official web of the Republic of Cyprus Press and Information Office (PIO) Lefkosia (Nicosia) Cyprus, (Kıbrıs Rum Kesimi’nin Dışişleri Bakanlığı’nın resmi yayın orga-nıdır), Erişim tarihi: 28 Ağustos 2008.

“Yeni Ortaklık Devleti”, KKTC Cumhurbaşkanlığı Arşivi, Dosya: Türk Önerileri, Tarih: 29 Nisan 2002.

“Yorgo Vasiliu: İyi Bir Başlangıç”, Hürriyet Gazetesi, 10 Aralık 1992, No: 78551, s. 17.

“Yunanistan, Anavatan Değildir”, Yenidüzen Gazetesi, 10 Nisan 1992, No: 419, s. 1.

Yugoslav Survey: A Record of Facts and Information, The Situation in The Former Yugoslavia and The United Nations - V, Vol. XXXIV, Belgrade, 1993.

Doç. Dr. Âdem KARAAbant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi

1909 ADANA OLAYLARI VE KIBRIS ERMENİLERİ

Özet: II. Meşrutiyet’in ilanı, Osmanlı toplumunda büyük bir coşku ile karşılanmıştır. Özellikle Osmanlı coğrafyasında yaşayan bütün azınlıklar, Müslümanlarla birlikte bu coşkuyu paylaşmışlardır. Ancak II. Meşrutiyet sonrasında yaşanan birtakım gelişmeler, Osmanlı Devleti’ni 31 Mart Ayaklanması’nın eşiğine getirmiştir. Yaşanan bu süreçte başta Adana vilayeti olmak üzere ülkenin pek çok yerinde istenmeyen olaylar baş gös-termiştir.

Bundan hareketle araştırmadaki temel amacı, Kıbrıs Ermenilerinin Adana olaylarında-ki rolünün belirtilmesidir. Özellikle bu çalışmayla, İngilizlerin 1878 sonrasında adadaki farklı etnik yapıdaki unsurların bilinçlenmesini ve harekete geçmesini sağlayan faali-yetlerde bulunduğunu göstermektir. Bu yüzden adadaki Ermenilerin, faal bir şekilde örgütlendiği, özellikle Anadolu’dan Amerika’ya gitmek veya Anadolu’ya kaçak olarak girmek konusunda adayı üs olarak kullandıkları görülmüştür.

Osmanlı hükümeti ise bu durumu engelleyebilmek için ülke sınırlarında giriş ve çıkı-şı denetim altına almaya çalışmıştır. Buna karşın adada örgütlenme ve teşkilâtlanma sürecini tamamlayan Ermenilerin, Adana olaylarının öncesinde bölgede yoğun çaba gösterdikleri tespit edilmiştir. Bundan hareketle Ermeniler, kaçak yollarla insan, silah ve mühimmat sevkıyatını yaptıkları ve hukuk dışı birçok faaliyette bulundukları görül-müştür.

Anahtar Kelimeler: Kıbrıs, Ermeni, Adana Olayları, Meclis-i Mebusân, İttihat Terakki.

Page 61: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

109108

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Giriş:

Ermenilerin, Osmanlı Devleti’yle ilişkilerinin en çok merak edilen ve tartışılan dö-nemi, hiç kuşkusuz ki 19. yüzyılın son çeyreği ile 1915 tehciri arasındaki dönemdir. Kaldı ki II. Meşrutiyet’in ilanından sonra siyaseten birtakım ittifakların ortaya çıktığı bir dönemde bu durum daha da karışıktır. Ancak 1909 yılındaki Adana olayları, ta-raflar arasındaki balayı dönemine son vermiştir. Lakin işin ilginç yanı, 1909 yılının Mayıs ve Ağustos ayları arasında 158 kanun ve tasarı, İttihat ve Terakki Cemiyeti ile Taşnakçıların işbirliği sonucunda kabul edilmiştir. Aslında bu durum, Avagyan’ın da ima ettiği gibi Taşnaksutyun’un oportünizme düşmesi midir, yoksa Minassian’ın de-diği gibi Taşnaksutyun, Meşrutiyet’e fazla bel bağlamış mıdır bilinmez, ama en doğ-ru yorumu ılımlı mebus Kirkor Zohrap yapmıştır. Zira Zohrap “İslâm unsuru, yüzlerce yıla dayanan ülkeyi kendisinin yönettiği kanaatini kolayca bırakamaz. Bu alışkanlığın değişmesi için zamana ve çok çalışmaya ihtiyaç var... İşbirliği yapabileceğimiz daha liberal bir parti var mıdır? Ahrâr ve Mutedil Hürriyetperveran partilerinin yönetimleri dinci ve gerici unsurlarla dolup taşmaktadır. Üstelik unutmayalım ki, İttihat ve Terakki Cemiyeti iktidardadır. Eğer düşüncelerimiz bizi onlara itmiyorsa, çıkarlarımız bunu zor-luyor. Siyasette, yalnız duygularla ilerlenmez.”1

Adana’da yaşanan olayların yanı sıra, 1878’de başlayan İngiliz denetimi altındaki Kıbrıs’ta ortaya çıkan olaylar, adadaki nüfus yapısını ve dengesini değiştirmiştir. Özellikle Osmanlı siyasal sistemi için zararlı faaliyetlerde bulunan kişilerin veya-hut cemiyetlerin adeta sığınma yeri olan adanın, pek çok sorun üretmeye başla-dığı görülmüştür. Ancak bu durum, siyaseten plânlandığını göstermektedir. Ancak Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde ve özellikle Adana bölgesinde meydana gelen olayların plânlamasında, adanın merkez bölge olduğunu ve hareketin buradan başladığını söylemek, pek de yanlış bir tutum olmayacaktır.

1. 1909 Adana Olayları:

İstanbul’da 31 Mart Vakası diye bilinen hadisenin 13/14 Nisan 1909 tarihinde ortaya çıkması, Adana’daki Ermeniler için bir fırsat oluşturmuş ve ayaklanma için organize olmuşlardır. Özellikle II. Meşrutiyet’ten itibaren silahlanan Ermeniler, bu krizi fırsat bilmişler ve istenmeyen birçok olayın yaşanmasına yol açmışlardır. Ancak Ermeni-ler, meseleyi dış dünyaya öyle bir anlatmışlardır ki, yaşanan olayların “Adana Ermeni Katliamı” olarak anılmasına neden olmuşlardır.

Aslında bu durum, geçekten de böyle midir? Yoksa dezenformasyon sonucu, saptı-rılan bir gerçek midir? İşte bu çalışmanın ana gayesi de budur. Dolayısıyla ele alına-cak konu, arşiv belgelerine istinaden değerlendirilmesine ve ortaya çıkan gerçekle-rin paylaşılmasına çalışılacaktır.

1 Arsen Avagyan ve Gaidz F. Minassian, Ermeniler ve İttihat ve Terakki İşbirliğinden Çatışmaya, Aras Yayınları, 2005, s. 11.

Buna göre 31 Mart ayaklanmasının Adana’daki yansıması, İstanbul’dakinden bir gün sonra başlamıştır. Bu ayaklanma, karakter bakımından yukarıda sözü geçen ayaklanmalardan oldukça farklıdır. Yani bu ayaklanma, askerî bir ayaklanma olma-yıp, Ermenilerle Müslümanlar arasında bir boğazlaşma, hatta iç savaş halidir. As-lında bu olayın uzak nedenleri, Ermeni ihtilal komitelerinin çalışmaları ile ilgilidir. Örneğin Hınçak, Taşnak ihtilalci Ermeni komiteleri iken, başta Rusya’nın, sonrasında İngiltere’nin açık desteği ve kışkırtmaları ile muhtar, hatta bağımsız bir devlet kur-mak hayaline kapılmışlardır. Bu nedenle istibdat devrinde birçok kez ayaklanmış-lardır. İngiliz Hükümeti’nin ise II. Abdülhamit’ten kendileri için yeni bir düzen kur-masını istemiştir.2

Esasında 1909 Adana olaylarının kökeni, 1902’de Paris’te toplanan Jön Türk Kongresi’nde yaşanan fikir ayrılıklarına kadar dayanmaktadır. Dolayısıyla bu durum, liberal İttihatçı karşıtlığı ile radikal Ermeni milliyetçilerinin fırsatçılığının yaratmış ol-duğu mühim bir trajedi olarak ortaya çıktığı söylenebilir. Müslüman ahalinin, ağır-lıklı olarak alt katmanları oluşturduğu Meşrutiyet Adana’sında, Ermenilerin, bölge-de gittikçe ivme kazanmaya başlayan ve ‘sınaîleşmenin’ nimetlerinden yararlanarak, Almanlarla İngilizlerin sermayesi sayesinde zenginlik elde etmeye başlamaları ay-rılık tohumlarının yeşermesine neden olmuştur. Özellikle olaylar başladığında, bu zemin üzerinde yükselen sosyo-ekonomik farklılık, gözü dönmüş bir yağmacılığa dönüşmüştür. Dinî kimlikler ise yaşanan bu trajedinin içinde, figüran rolü çizilmiş, apolitik, kul-ümmet ekseni üzerinde yükselen bir atalet dünyasının insanları tara-fından, her iki taraf içinde ‘ötekini’ ortadan kaldırmanın, referansı olarak algılanmış-tır. Özellikle Adana Murahhasası Muşeg’in, din adamı kimliği ile hiç bağdaşmayan, şoven, aşırı milliyetçi tavır ve söylemleri, bu olgunun yaratılmasındaki öncelikli fak-törlerden birisi olmuştur.3

Ermeniler, Meşrutiyet’in ilan edilmesi ile doğan sınırsız özgürlük havasını kendi ül-külerini geliştirmek için sömürmüşlerdir. Adana’yı bu bakımdan bir merkez haline getirdikleri görülmüştür. Özellikle Ermeniler, Selçuklular devrinde, Adana ve dolay-larında, kısa süre de olsa küçük bir Ermeni devletinin kurulmasının, davaları için tarihî bir dayanak olabileceğini savunmuşlardır. Aslında 26 Şubat 1919 tarihinde Ermeni cumhuriyetinin başkanı olan Ahoranyan’ın yaptığı konuşma, yıllar öncesin-den yapılmış bir hesabı da açıkça ortaya koymaktadır.

Ahoranyan, Paris Barış Konferansı’nda Onlar Konseyi’ne verdikleri muhtırada, şunları söylemiştir: “Van, Bitlis, Diyarbakır, Elazığ, Sivas ve Erzurum’un oluşturduğu doğudaki altı Türk vilayetiyle birlikte Ermenistan’a liman teşkil etmesi amacıyla Trabzon’un bir kısmı, ayrıca bu vilayetlerin güney ve güneybatı ucunu ve aynı zamanda denize çıkış noktasını oluşturan İskenderun ile birlikte Maraş, Kozan, Osmaniye ve Adana vilayeti” yeni kurulacak Ermeni devletinin sınırlarını belirlemiştir. Dolayısıyla Ermeniler, ileri-

2 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C. IX, TTK Yayınları, Ankara, 1999, s. 93.3 Salahi R. Sonyel, “İngiliz Belgelerine Göre Adana’da Vuku Bulan Türk-Ermeni Olayları”, Belleten, II

(1987) 201, s. 1268–1269.

Page 62: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

111110

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. de telaffuz edecekleri bu amaca erişebilmek için var güçleriyle çalışmalarına ve her

türlü fırsattan istifade etmelerine neden olacaktır.

Ne var ki Ermeniler, Adana nüfusunun büyük bir çoğunluğu Müslüman olduğu için göze batan bir azınlık kitlesi oluşturmak istemişlerdir. Bu nedenle İç Anadolu bölge-sinden buraya Ermeni nüfusu getirilip yerleştirilmişlerdir. Avrupa’daki, Amerika’daki ve Mısır’daki Ermeni komitelerinin aracılığı ile orada yerleşmiş zenginlerden aldıkla-rı paralarla, Yahudilerin Filistin’de yaptıkları gibi Adana’da da Müslümanlardan top-rak satın almaya başlamışlardır. Özellikle cemaat halinde kuvvetli bir şekilde örgüt-lenmiş Ermeniler, Adana ve kazalarında üstünlük kurmaya çalışmışlardır. Böylece oradaki Müslüman ağaların nüfuz alanlarına girmiş oldular.4

Ermeniler bir yandan ekonomik dengeyi kendi çıkarlarına çevirmeye çalışırken, öte yandan da milliyetçi çalışmalara girişmişlerdir. Eski Ermeni krallarının ve kahraman-larının resimlerini evlerinin duvarlarına asmaya ve kurmayı tasarladıkları devletin armasını belirlemeye başlamışlardır. Bundan başka Ermeni nüfusuna demokratik eğitim verebilmek için ‘Halkı Okutmak Cemiyeti’ kurmuşlar ve bunun aracılığıyla, si-yasal propagandaya girişmişlerdir. Bu sırada silah taşımak, özgürlük aracı sayıldığı için, Ermeni gençleri açıktan açığa tabanca satın alarak eksersizlere başlamışlardır. Bunun yanı sıra Kıbrıs’tan gizlice mavzer, bomba ve dinamit gibi silahlar ve patlayıcı maddeler getirilmiş ve Ermeni milis kuvvetlerine verilmek için evlerde saklanmaya çalışılmıştır. Bu durumun duyulmasından sonra Türkler ile Ermeniler arasında yüz-yıllar boyunca sürüp giden iyi ilişkilerin bozulmasına neden olmuştur.5

Kuşkuya düşen Adana eşraf ve âyanı, bu durum karşısında kayıtsız kalmamış ve kısa bir süre sonra örgütlenmeye başlamışlardır. Ayrıca Ermenilerin saldırması ha-linde, Adana çevresinde yaşayan aşiretlerden faydalanmak için onlarla temasa geç-mişlerdir. Ne var ki iki tarafın da suretle çatışmaya gidiyor olması, hükümetin uya-rılarıyla önlenmiştir. Lakin basın, bunun tam tersini yapmaktadır. Zira İstanbul’da çıkan Volkan gazetesi, hükümete muhalif olmakla birlikte olayları abartarak halkı galeyana getirmiştir. Dolayısıyla bu gazete, olayların artmasına büyük etken olduğu görülmüştür. Bunun dışında Adana’da yayınlanan bir başka yerel gazete ise valiyi, memurları ve adliyeyi küçük düşürücü yazıları ile hükümet otoritesini sarsmış ve sorumluları olayların gelişmesi karşısında seyirci kalmakla suçlamıştır.

Adana Ermenileri, bu gazetelerin İttihat ve Terakki düşmanı ve kendi dostları olan muhalefet liderlerinden İsmail Kemal ve Prens Sebahattin ile ilişkilerini bilmektedirler. Böyle bir ortamda Ermeniler, 26 Mart’ta (11 Nisan) Mersin’de, bir tiyatro oyunu ile ih-tilal girişimi hazırlamışlardır. Oyun “Sivas’ın Timur Tarafından Tahribi” adını taşımakta-dır. Adı geçen oyunda, Ermeniler birlik olmaya çağrılmış ve birtakım siyasal sözlerden sonra yakında bir Ermeni krallığının kurulacağı müjdelenmiştir. Perdenin kapanmasın-dan sonra da seyirciler “Yaşasın Ermenistan Krallığı” diye bağrışmışlardır.6

4 Karal, a.g.e., s. 94.5 Karal, a.g.e., s. 95.6 Karal, a.g.e., s. 95’den naklen Abdurrahman Şeref, 11 Temmuz 1324 Tarihinde İlan-ı Meşrutiyeti İcabe-

den Esbab ile Ahvali Ahire Hakkında Bazı Mulahazat, (yazma), s. 38.

Bu olay, Ermenilerin Mersin ve Adana bölgesinde Müslümanları öldürecekleri söy-lentilerine neden olmuştur. Böylece Müslüman halk, heyecana kapılmıştır. 31 Mart olayından bir gün sonra ise bir keşişin öldürülmesi üzerine Müslümanlarla Ermeni-ler arasında silahlı çatışmalar başlamıştır. Ne var ki valinin ve komutanın elinde kuv-vet bulunmadığından, duruma seyirci kalmışlardır. Neden sonra redifler, silâhaltına çağırılmış ise de bu durum, çatışmayı yatıştıracağına hızlandırmıştır. Zira redifler, sivil elbise ile silahlanmışlardır. Hâlbuki silah depoları, halk tarafından yağma edil-diği için kimin redif olup olmadığını tespit edilememiştir. Bu sırada bazı fesatçılar-da, “Ermenilere karşı harekete geçmek için hükümetin emri var. Vali bu emri saklıyor” söylentilerini ortaya atmışlardır. Bütün bu olaylar, Adana ve dolaylarında üç gün süren sokak savaşlarına, yangın ve yağmaya sebep olmuştur. Bundan sonra biraz da olsa sükûnet sağlanmıştır. Ne var ki, Selanik’ten yola çıkan Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girmesi ve İngiliz savaş gemilerinin Mersin limanına gelmesi, Ermenilerin yeniden ayaklanmalarına neden olmuştur. Bu defa Ermeniler, düzeni kurmak için Adana’ya gönderen askerlere ateş açmışlar ve çatışmaların daha da şiddetlenme-sine yol açmışlardır. Neticede resmi kayıtlara göre 7.000 kadar Ermeni ve bunun yarısı kadar da Müslüman’ın ölmüş olduğu anlaşmıştır. Ayrıca Adana’nın beşte üçü yakılıp yıkılmıştır. Sıkıyönetim mahkemesi de böyle bir olayı önlemek için tedbir almadığı için vali ile Dahiliye Vekil’ini suçlular göstermiştir. Böylece Abdurrahman Şeref’in de dediği gibi, Adana olayları “Hürriyet neşesinin kanlı sarhoşluğu”7 olarak tarihe geçmiştir.

Aslında Adana olaylarının başlangıcına ilişkin görüşler, Ermenilerle Müslümanlar arasındaki adlî birkaç olaydan kaynaklandığında birleşmektedirler. Bu görüşe göre 1909 Nisan ayının ilk haftası içinde, iki Müslüman’ın bir Ermeni tarafından öldürül-mesi üzerine katilin yakalanamaması, buna karşılık daha önce bir Ermeni’yi öldüren Müslüman’ın da yine aynı biçimde adalete teslim edilmemesi ve benzeri adlî vaka-lar, gerginliğin görünen yüzeysel sebepleri olarak görülmektedir.

14 Nisan 1909 sabahında dükkânlarını açmaya başlayan Ermeni esnafının, kiliseden geldiği söylenen haberler üzerine dükkânlarını kapatmaya başlamasıyla tedirgin olan Müslüman esnaf, hızla dükkânlarını kapatmaya başlamıştır. Gelişmeleri öğre-nen yerel yönetim ise Müslüman ve Ermeni cemaatlerin seçkinlerini vilayet merke-zine çağırarak, durumun normalleştirilmesi için herkesin üzerine düşen sorumlulu-ğu yerine getirmesini istemiştir. Olayların gelişimine bakıldığında, bu uyarıların işe yaramadığı anlaşılmış ve gelişmelerin hızla bir çatışmaya doğru gittiği görülmüş-tür.8

Aynı gün öğleden sonra sokaklarda silahlı dolaşan Müslüman topluluklar, gerginli-ğin biraz daha tırmanmasına neden olmuştur. Örneğin İmamzâde Nuri adında önde gelen bir din adamının, bir Ermeni tarafından öldürülmesiyle birlikte olaylar, kitle-sel çatışmalara dönüşmeye başlamıştır. Bu cümleden hareketle cemaatlerin kendi

7 Karal, a.g.e., s. 96.8 Turgay Akkuş, “1909 Adana Olaylarına İlişkin Yargılama Süreci”, Ermeni Araştırmaları, (2003) 10, s. 14.

Page 63: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

113112

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. adaletlerini ya da adalet anlayışlarını dağıtmaya veya sağlamaya çalışmalarının, son

derece karışık bir ortamın yaratılmasında önemli bir rol oynadığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Olaylar Bâb-ı Âli’ye yansıdığı zaman ölü sayısının yüzleri aştığı bilinmektedir. Yerel yöneticilerin yetersizliği ve basiretsizliği ise ortamın daha da gerginleşmesine yol açmıştır. Bu arada İngiltere’nin Mersin Konsolosu Binbaşı Dought Wylie, tıpkı bir sömürge memuru gibi hareket ederek, yerel yöneticilere aldırmaksızın kendi inisi-yatifi ile çeşitli kararlar alarak uygulatacaktır. Öte yandan mevsimin tarım etkinlik-lerinin yoğunlaştığı bir dönem olması, mevsimlik işçi olarak Adana’ya gelenlerin de olaylara karışmasına neden olmuştur.9

Olayların ardından elde edilen bulgularda, Meşrutiyet’in getirmiş olduğu yasal silah edinme özgürlüğünden yararlanan Ermenilerin, ciddi biçimde silahlandıkları ve bu konuda bir din adamı olan Monsenyör Muşeg tarafından teşvik edildiği görülmüş-tür.10

Hükümet, yaşanan olaylar sonucunda ortaya çıkan yıkım karşısında iyi bir sınav vermiş ve ciddi bir yardım organizasyonu düzenlemiştir. Özellikle yaşanan felaket-ten etkilenenleri, fizikî koşullar açısından olumlu sayılabilecek ortamlarda ikamet etmelerini sağlanmıştır. Ancak İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin, II. Meşrutiyet süreci ile başlayan ‘demokratik’ iklim içerisinde, Ermeni cemaatinde yaratmayı başardığı güven duygusu, Adana’da yaşanan olaylardan sonra önemli ölçüde azalmıştır.11

2. Kıbrıs Adasında Ermenilerin Yarattığı Sorunlar:

1878 yılı, Ermeni olaylarının başlangıcı için bir mihenk taşı olurken, aynı yıl Kıbrıs adası için de ayrı bir önem taşımaktadır. Çünkü Rus tehlikesine karşı İngiltere ile Osmanlı Devleti arasında yapılan bir antlaşmaya göre Kıbrıs adası hukuken Osmanlı toprağı olmaya devam ediyor, ama yönetim İngilizlere devrediliyordu. Bu tarihten itibaren adada siyasî, hukukî, malî vs. değişiklikler birbirini izlemiştir. Dolayısıyla Er-meni olayları başladığı zaman Kıbrıs adası Ermeni davasını destekleyen İngilizlerin yönetiminde bulunuyordu.

Aslında Kıbrıs adası, Ermeni ihtilâlciler için önemli bir uğrak noktası olmuştur. Kıbrıs’ın hem coğrafî konumu, hem de siyasî vaziyeti, bu konuda Ermenilere destek verecek niteliktedir. Ancak 1888-1912 yılları arasında meydana gelen Ermeni olay-larında, Kıbrıs Ermenilerinin oynadığı rol belirsizdir.

Özellikle bu dönemde, İngiliz idaresinde bulunan Kıbrıs adası, gerek idarî, gerek siyasî ve gerekse coğrafî ve stratejik konumu nedeniyle Ermeni ihtilâl komitelerine

9 Akkuş, a.g.m., s. 15.10 İkdam, 10 R. 1327 (1 Mayıs 1909), İkdam, 4 Ca. 1327’den (24 Mayıs 1909) naklen Akkuş, a.g.m., s. 15.11 Feroz Ahmad, İttihatçılıktan Kemalizm’e, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1996, s. 116.

mensup Ermenilerce önemli bir geçit noktası olarak kullanılmıştır. Kaldı ki Ermeni ihtilâl komiteleri, özellikle Kıbrıs’ta şube açılmışlardır. Durumun önemini kavrayan Osmanlı Hükümeti ise hem Kıbrıs’a gönderdiği hafiyelerle, hem de Kıbrıs Kadılığı ile yaptığı yazışmalarla bu konudan haberdar olmaya çalışmıştır. Olaylar sırasında bazı Kıbrıslı Türkler de bu konuda elde ettikleri bilgileri, Bâb-ı Âli’ye bildirmişlerdir. Osmanlı Hükümeti ayrıca Kıbrıs adasının karşısında bulunan Osmanlı sahil şeridini kontrol altında tutmak ve Ermenilerin gizlice ülkeden çıkışını veya ülkeye girişini önlemek için Konya, Adana, Halep ve Beyrut vilayetlerine, gereken tedbirlerin alın-ması için sıkı emirler vermiş, sahiller karadan ve denizden kontrol altında alınmaya çalışılmıştır.

Aslında adada her şey yolunda gitmemektedir. İngilizlerin de adada düzen oluştur-mak adına sıkıntılı olduğu görülmektedir. Zira adaya gelen göçmenlere dair birta-kım tedbirler alma gereği ortaya çıkmıştır. Hatta adanın huzurunu bozabileceklerin, adadan gönderilmesi konusunda çalışma dahi yapmışlardır. Örneğin 3 Mart 1882 tarihinde The Cyprus Gazette’de, bununla ilgili olarak bir emirname yayımlanmış ve Kıbrıs adasında yaşayan “Muhtaç-Yoksul, Suçlu veya Ahlâksız-Gaddar Göçmenlerin Kıbrıs’tan İhraç Edilmesini Sağlamak” üzere bir yazı çıkmıştır. Böylece bu emirnamey-le, metin kanunlaştırılmıştır. Buna göre:

1. Yüksek Komiser, konseyde, şayet bunun gerekli olduğunu düşünürse, bir deklarasyonla, bu tarz göçmenlerin adaya girişini yasaklayabilir veya Yüksek Komiser’in, konseyde özellikli olarak dile getirdiği, Kıbrıs adasına ait liman ya da limanlara bu tarz bir betimlemeyle sınıflandırılan bireyler giriş yapılmayacağı

2. Bu emirnamenin deklarasyon olarak okunmasından sonra muhalif bir biçimde, herhangi bir gemi kaptanı ya da başka sıfatla anılan bir kişi, bu tarz betimleme-lere sahip kişi ya da kişileri adaya ait limanlara ulaşmalarına izin vermesinin suç olacağı ve bu suçun, mahiyetine göre 5 pounddan başlayarak 2 ayı geçmeye-cek hapis cezasının onanmasına kadar gideceği

3. Bu emirnameye binaen suçlanan kişi ya da kişiler hakkında soruşturma açılaca-ğı, şayet suçlanan bir Osmanlı tebaasına ait bir birey ise Kıbrıs’ta herhangi bir ön seri yargı Mahkemesi oturumundan önce, yargılama sonlandırılacağı, şayet bu birey Osmanlı tebaasına ait değilse, ön yargılamadan sonra suçun mahiyeti-ne göre sonraki safhalara ilerleyeceği

4. Her deklarasyon, bu emirnamenin otoritesi altında yapılabileceği ve Yüksek Komiser’in emirname hükümlerine binaen, bildirge yayınlayabileceği

5. Bu emirname, “1882 yılı, Serserilerin İhracı Emirnamesi” olarak dile getirilebilece-ği belirtilmiştir.12

12 The Cyprus Gazette, 3 Mart 1882, s. 151-152.

Page 64: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

115114

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Gazete ayrıca nahiyelerde yaşayan her yerleşiğin, inandıkları din temeline göre de-

taylı bir şekilde listeleneceği de belirtilmiştir.

Aslında Osmanlı İmparatorluğu’nda olaylar çıkarıp, Avrupa devletlerinin müdahale-si ile bağımsız bir Ermenistan kurmak isteyen Ermeni ihtilâl cemiyetlerinin bir kolu, 1888 yılından önce de Kıbrıs’ta kurulmuştur. 14 Şubat 1888 tarihli bir belgeye göre “Avrupa’nın bazı mahalleriyle Mısır ve Kıbrıs’ta” kurulan Ermeni komite şubelerince yapılan “neşriyat-ı muzırre” hem Avrupa’da, hem de Ermeniler arasında kötü tesirler yapmıştır.13 Örneğin Kıbrıs’ta açılan şube, 1886 yılında Cenevre’de kurulan Hınçak Partisi’nin şubesi olduğuna dair14 1907 ve 1908 yıllarına ait bazı belgeler bulunmak-tadır.15

Ermeniler, Osmanlı idaresi altında bulunmalarına veya yaşamalarına rağmen Avrupa’nın bazı yerlerinde, Mısır’da ve Kıbrıs’ta yer alan Ermeniler, Osmanlı devleti aleyhinde yayın yapmaktadırlar.16

13 BOA, Y.PRK.MYD, Dosya No: 8, Gömlek Sıra No: 24, Tarih: 1306 Ca. 24.14 Kâmuran Gürün, Ermeni Dosyası, TTK Yayınları, Ankara, 1985, s. 130.15 BOA, Y.PRK. BŞK., Dosya No: 78, Gömlek Sıra No: 21, Tarih: 1326 M. 3.16 BOA, Y. PRK. MYD, Dosya No: 8, Gömlek Sıra No: 24, Tarih: 12 Şubat Sene 1304 (24 Şubat 1889). Söz

konusu iki belge şu şekildedir. 1. Belge: Avrupa’nın bazı mahalleriyle Mısır ve Kıbrıs’ta müteşekkil Ermeni komiteleri tarafından

suret-i mütelside ve muntazamada vuku’ bulan neşriyat-ı muzıranın gerek Avrupa’ca ve gerek Erme-nilerce hâsıl edegelmekde olduğu sû-i te’sirin mahv ve izalesi içün ittihazı elzem olan tedâbirden biride neşriyat-ı mezkurenin reddini mübeyyin Fransızca ve Ermenice lisanlarla muharrer bir risale tertibidir. İşbu risale Ermeni kaminin saadet ve bekası noktasından teşebbüsatı vaka’nın mahiyetini meydana koyacak bir tarzda ve Ermenilerin menafi’-i hakikiyesi haricinde bir güne maksad ü garez ima etme-yecek şekilde lisan-ı münâsebe-i mukniya ile tahrir olunmak lâzım gelir. Şöyle ki: İbtidâ-yı emirde Ermenilerin zir-i idare-i saltanat-ı seniyyeye ne vecihle girdikleri davedden ikdam bulundukları hal-i musibet hakkında malumat-ı tarihce-i saniye Ermenilerin saltanat-ı Osmaniyeye bali’oldukları andan berü mazhar oldukları bunca latif ve inayet ve nimete dair tafsilat-ı salise memalik-i mahruse-i şaha-nede mezkün Ermenilerin ahvaliyle memalik-i ecnebiye de bulunan Ermenilerin ahvalini mukayese-i râbıan memalik-i mahruse-i şahanede Ermenilerin ahval-i hazıresiyle nail oldukları emniyet ve asayiş ve mezheb ve lisanlarının muhafazası yolundaki teminatın tarifi Berlin ahidnâmesini altmış birinci maddesinin şerh ve izahı ve bazı müfsidlein bu maddeye verdikleri mananın yanlış olduğunun isba-tı ve devlet-i âliyenin bu madde hükmü katbekat icra etmiş olduğunun esbab-ı makbule ve kat’iyye ile derece-i sebuneisâlisadisa bazı müfsidlerin arzu ve tasavvrurunun fiiliyete tahvilinde olan âdem-i imkânın zahire ihracı sabia teşebbüsât-ı fesadkaranenin Ermeniler hakkında hâsıl edeceği netayic-i vehimeninbiletraf tarifi ve bu vechle ermeni kavmi enbaş düşmanları teşebbüsatımezkureeshabıidü-ğünün derece-i bedâhateisâli Hususları bir erbab-ı muharrir tarafından üslub-ı hakimane ile izah ve tavsilkalunur ise büyük tesiri olacağı ve alel husus Avrupa siyasyonunun efkârı tenvir edileceği ve bu vechletesebbüsatıfesâdiyenin ehemmiyeti tenezzül edeceği kaviyyenme’muldur. Fi 12 Şubat Sene 304.

2. Belge: Bazı Ermeni müfsidlerinin memalik-i ecnebiyede mütehassır oldukları neşriyat-ı müfreye karşu Ermeni Patrikhanesi tarafından tanzim eddirilen risalenin Türkçe müsveddesi patrik efendi kul-larının takririyle beraber Artin Paşa kulları tarafından çakerlerine tevdi’ olunmasıyla takımıyla arz-ı atabe-i uyya kılındı. Müsvedde-i mâruzanın muhteviyatı bir takım elfaz-ı tâ’zime tahtında makâsıd-ı muzıranın bütün bütünteşyir ve intişarına delâlet eder manalardan gayr-ı hali olduğu gibi Ermenile-rin nail oldukları müsa’adat ve imtiyâzat-ı müfide-i kendi fikirlerine göre te’vil ve tevsi’ ederek bunu mekâtib-i şâkirdanenin zihinine ilka etmek ve bu te’vil ve tevsi’ima’arif nezaretinin dahi taht-ı tasdikine aldırarak bir suret-i resmiyeye vaz’ eylemek içün tertib edilmiş oldukdan başka her dürlü tevsire müsâid tabirâtın dahi isti’mal olunmuş olmasına nazaran bunun neşri halinde matlub olan hüsn-ü te’sir yerine sû-i te’sir edeceği dareste-i kayd-ı iştibah olduğundan bu cihet nazar-ı teemmüle alınarak yedi maddeyi hâvi tanzim ve takdim kılınan muhtırada münderic esaslar üzerine bir risâle-i mufassala kaleme aldı-

Adada Ermeni komitesiyle ilgili bir şube kurulduktan sonra Kıbrıs, Ermenilerin uğ-rak yerlerinden birisi durumuna gelmiştir. Halep, Diyarbakır, Bitlis, Hakkâri ve Van illeri dahilinde yaşayan ve isyana teşvik ve tahrik edilen Ermeniler, İskenderun ve Mersin’e gelmeye başlamışlardır. Buralardan da vapurlara binerek yabancı ülkelere gitmişlerdir. Hükümetçe olayın haber alınması üzerine, iskelelerde sıkı bir kontrol başlatmışsa da ülke nezdinde giriş ve çıkışları engellememiştir. Çünkü bu kez de Er-meniler, boş ve korumasız kıyılardan yelkenli vapurlarla Kıbrıs’a, oradan da Londra ve Amerika’ya gitmeye başlamışlardır.17

Kıbrıs’ta Teroşak Komitesi namında toplanan Ermenilerin, Adana ve Halep Ermenile-riyle haberleştikleri ve bunların bir kısmının Amerika’ya,18 bir kısmının ise memleket-lerine göç edeceklerine dair alınan istihbarî bilgiler, Sadaret makamını epeyce meş-gul etmiştir. Bu konuda Sadaret makamı, Zabtiye Nezareti ve Dahiliye Nezareti arasın-da yapılan yazışmalarda konuya dikkat çekilmiş ve bölgede bulunan 700-800’e yakın Ermeni’nin Amerika ve memleketlerine göç etme arzusunda oldukları ifade edilerek, gereğinin yapılması ve buna müsamaha gösterilmemesi istenmiştir.19

4 Haziran 1896 tarihinde İçişleri Bakanı, Sadrazamlığa yazdığı bir yazıda “Kıbrıs’ın Tuzla iskelesinde bir Ermeni komitesi teşekkül ederek Teroşak namı altında bulunan bu komite”nin Adana ve Halep’teki Ermenilerle gizlice haberleştiğini ve gizli evrakın “vapur kahvecileri” ile gönderildiğini ifade etmesi ilginçtir.20 Kıbrıs’a gönderilen, ora-da araştırma ve incelemelerde bulunan bir hafiye ise Ermeni komite liderleri ara-sındaki haberleşmede “Fransız ve İngiliz vapurlarının kahvecileri”nin etkisi olduğunu rapor etmiştir.21

Bundan da anlaşılıyor ki Fransız ve İngiliz vapur kahvecileri, Ermenilerin Türkiye’den kaçışlarına yardım etmektedirler. Buna göre Fransız veya İngiliz vapurlarının kahve-cileri, Dersaadet’ten veya diğer iskelelerden firar edenleri, yanında bir gemici elbi-sesi olduğu halde, sahile çıkardığı tespit edilmiştir. Karanlık basınca, kaçan kişilere gemici elbisesini giydirmişler ve kayıkla vapura bindirilmişlerdir. Konuyla ilgili diğer bir husus ise Urfa vesair yerlerde “katlolundu” denilen Ermenilerin birçoğunun, ger-çekte Kıbrıs’ta oldukları, Lefkoşa ve Larnaka’da Kıbrıs hükümetine birer lira vererek silah tezkeresi aldıkları ve silah talimi yaptıkları ortaya çıkmıştır.22

rılması muvâfıkemr ü ferman-ı hümayün-ı cenab-ı hilâfetpenahileri buyurulduğu takdirde müsveddesi bi’t-tanzim arz-ı atabe-i uyya kılınacağı ma’ruzdur. Olbabda ve katıbe-i ahvalde irade ve ferman veliü’l-emr ve el-ihsan efendimiz hazretlerinindir. Fi 24 Cemaziyelahir Sene 306 ve Fi 13 Şubat Sene 1304 Yaver-i Ekrem Kulları Derviş.

17 BOA, Y.PRK.ASK, Dosya No: 83, Gömlek Sıra No: 32, Tarih: 1309 Z. 8.18 Ermenilerin bölgeden yaptığı göçlere dair daha geniş bilgi için bkz. Adem Kara, Yeni Kıtaya Osmanlı

Göçleri ve Neticeleri, IQ Kültür Sanat ve Yayıncılık, İstanbul, 2007.19 BOA, MK. T. MHM., Dosya No: 537, Gömlek Sıra No: 14, Tarih: 22-23 Haziran 1312 (4-5 Temmuz 1896).20 BOA, AMKT.MHM, Dosya No: 537, Gömlek Sıra No: 14, Tarih: 1313 Z. 27.21 BOA, Y.PRK. BŞK, Dosya No: 68, Gömlek Sıra No: 76, Tarih: 1320.22 Mehmet Demiryürek, “Ermeni Olayları ve Kıbrıs (1882-1912)”, Ermeni Araştırmaları, (Kış 2005 - İlk-

bahar 2006) 20-21, s. 51.

Page 65: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

117116

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. 3. Kıbrıs Ermenilerinin Adana Olaylarındaki Rolü:

Osmanlı Devleti için Meşrutiyet’in getirdiği özgürlük ortamının bedeli oldukça ağır olmuştur. Her şeyden önce belirsizliğin yarattığı süreç, iç ve dış siyasette pek çok sıkıntının doğmasına neden yol açmıştır. Bulgaristan, Girit Adası ve Bosna-Hersek’te yaşanan gelişmelerin yanında iç siyasette de olumsuzluklar peyda olmuştur.

Çalışmanın bu noktasında Kıbrıs’ta yaşayan Ermenilerin bu olaylardaki rolüne de-ğinilecektir. Elde edilen belgelerden yola çıkarak 1908 yılından itibaren Adana ve Mersin sahillerinin insan ve mühimmat sevkıyatına şahitlik ettiğini göstermektedir.Osmanlı ülkesinden kaçak olarak çıkmak ve yine ülkeye kaçak olarak girmek isteyen Ermeniler için Kıbrıs adasının önemli bir geçit noktası olduğu anlaşılmıştır. Bu ne-denle gerek Kıbrıs Kadılığından, gerek Kıbrıs’a gönderilen hafiyelerden ve gerekse bazı Kıbrıslı Türklerin girişimi ile Beyrut’a ulaştırılan haberler üzerine hükümetin, gi-riş-çıkışları engellemek için çeşitli tedbirlere başvurduğu görülmüştür. Belgelerden anlaşıldığına göre bu tedbirler semeresini de vermiştir. Kıbrıs’a gidip gelmekte olan Ermenilerin ne yaptığını öğrenmek maksadıyla buraya muhbirlerin gönderilmesi ise hükümet tarafından değerlendirilen bir başka konu olmuştur. Örneğin Tuzla, Magosa, Limasol ve Girne iskelelerine gönderilecek beş görevliye 5 lira aylık veril-mesi ve bunların 4-5 ay burada görev yapması kararlaştırılmıştır.23

17 Eylül 1906 tarihinde Bâb-ı Âli, Adana vilayetine gönderdiği yazıda, Kıbrıs’tan ha-reket eden on iki Ermeni’nin Mersin’e çıkacağının haber alındığını belirterek, ge-rekli tedbirlerin alınmasını ve mümkün olursa, söz konusu kişilerin yakalanmasını istemiştir. Hükümetin bu bilgisi ve emri üzerine harekete geçen İçel mutasarrıflı-ğı, gerekli tertibatı almış ve “meçhul bir Hıristiyan’ın yelken kayığıyla... Taşucu iske-lesinin üç yüz metre” kadar uzağında kaçak olarak karaya çıkan iki Ermeni, Taşucu Polis komiserliği tarafından ele geçirilmiştir. Yakalananlar, daha sonra sorgulanmış-lardır. Yine belgeye göre “birisi Sivas vilayetine tabi Karahisar ahalisinden, diğeri An-kara vilayetinden Everek kazasından olup bundan dört sene evvel Yafa’ya ve oradan İskenderiye’ye gittiklerini ve muahharen bir Nemse vapuruyla Mersin’e çıkmışlar ise de” ülkeye giremeyip geldikleri yere iade edildiklerini, bunun üzerine Kıbrıs’a gittikle-rini, oradan da Maraş’a gitmek amacıyla yelkenli bir kayıkla Taşucu’na çıktıklarını ve yakalandıklarını söylemişlerdir. Bununla birlikte bu kişiler “eşhas-ı muzırre”den oldukları anlaşıldığından, vilayet merkezine gönderilmişlerdir.

Aynı belgede Sahak veled Nazaren adlı bir başka Ermeni’nin de Karataş iskelesinin fener tarafında tenha bir yerde karaya çıkar çıkmaz yakalandığı, ama sorgulaması-nın henüz yapılmadığı ifade edilmektedir.24

Halep ve Adana fevkalade kumandanlığı tarafından “makam-ı ser-askeri”ye gön-derilen 2 Temmuz 1908 tarihli bir başka belgede ise “Kıbrıs’tan Dimitri Kaptan ma-

23 BOA, DH. MKT., Dosya No: 2135, Gömlek No: 41, Tarih: 5 Teşrin-i sani Sene 1314 (17 Kasım 1898).24 BOA, A.MKT.MHM, Dosya No: 551, Gömlek Sıra No: 2, Tarih: 1324 B. 23.

rifetiyle Gülnar sevahiline gelen on sekiz Ermeni’nin” Taşucu’nda ele geçirildiği ifade edilmiştir.25

Alınan tedbirler sonucu ele geçirilenler, sadece firari Ermeniler değildir. Bunlar yanında birtakım silahlar da ele geçirilmiştir. Nitekim Beyrut Valisi Ethem Bey, 12 Ekim 1912 tarihinde İçişleri Bakanlığı’na gönderdiği yazıda, ihbar üzerine Elektra adlı Nemse vapurunda arama yapıldığı ve “iki mavzer tüfengiyle dokuz bin sekiz yüz yetmiş beş fişenk” ele geçirildiğini belirtmiştir.

Aslında ülkeye kaçak gelenlerle, kaçak getirilenler yakalandığı zaman, bazı dolap-ların döndüğü de anlaşılmaktadır. Örneğin 31 Mart 1908 tarihinde Posta ve Telgraf Nezareti’nden, Dahiliye Nezareti’ne ile Zaptiye Nezareti’ne yazılan bir yazıda “asker firarisi Antalyalı Ömer Mehmet’in otuz bir nefer Ermeni’yi sevahil-i şahaneye götür-mekte iken memurin-i Osmaniye tarafından” yakalandığı, ancak adı geçen kişinin memurlara 50 lira vererek kurtulduğuna dair bir dedikodunun ortalıkta dolaşmakta olduğu ifade edilmiştir.26

Ayrıca Mersin ve İskenderun sahillerinden giriş yapmak üzere Kıbrıs’tan yelkenli bir kayıkla ayrılan altmış kişilik Ermeni firarînin, memlekete sokulmaması için Akdeniz’e sahili olan Beyrut, Haleb, Adana, Konya, Cezâyir-i Bahr-i Sefîd, Aydın vilâyetleri ile Biga Mutasarrıflığı’na şifre yazı gönderilmiştir.27 Buna göre:

Tevfik-i Bârînâm’ındaki yelken kayığı, 23 Kanûn-ı Sânî 1323 tarihinde Kıbrıs’ın Tuzla iskelesinden Antalya’ya gitmek üzere patente alarak ve patentesine yolcu kaydedirt-meyerek hareket eylediği ve mezkûr kayıkta Memâlik-i Şahaneye ferceyâb-ı duhûl ol-mak maksadında bulunan altmış nefer Ermeni firarîsi olduğu ve bunların Mersin ve İskenderun sevâhiline çıkartılacakları haber alındığından, mezkûr kayığın herhangi bir iskeleye vâsıl olursa serî’an ve derhal buraya malumât itâsıyla beraber tarassud altında bulundurularak, zikrolunan Ermenilerden hiçbir ferdin çıkmasına meydan verilmemesi zımnında sevâhilde bulunan mutasarrıflık ve kaymakamlıklarla iskele memurlarına ve polis komiserleriyle sair icab edenlere tenbihât-ı kâfiye icrası bâbında 25 Kanûn-ı Sânî 1323 (7 Şubat 1908).

Yine aynı hususta, 22 Haziran 1908’de Aydın, Konya, Hüdâvendigâr, Adana, Haleb, Beyrut, Suriye, Cezâyir-i Bahr-i Sefîd vilâyetleriyle, Kudüs-i Şerif, Biga mutasarrıflık-larına gönderilen şifrede, İskenderiye taraflarından altmış kadar Ermeni’nin yelkenli kayıklarla gizlice Osmanlı topraklarına gireceklerine dair alınan duyum üzerine ilgi-lilerin uyarıldıkları görmektedir.28

Esasında daha önce yaşanan göçlerde olduğu gibi Amerika’ya gitmiş olan Ermeni-

25 BOA, Y.MTV., Dosya No: 312, Gömlek Sıra No: 23, Tarih: 1326 C. 5.26 BOA, Y.MTV., Dosya No: 307, Gömlek Sıra No: 193, Tarih: 1326 S. 26.27 BOA, ZB, Dosya No: 613, Gömlek Sıra No: 146, Tarih: 25 Kanûn-ı Sânî 1323 (7 Şubat 1908).28 BOA, ZB, Dosya No: 619, Gömlek Sıra No: 7-1, Tarih: 9 Haziran Sene [1]324 (22 Haziran 1908).

Page 66: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

119118

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. lerin, adaya veya Osmanlı ülkesine dönüşleri de sıkı takip altındadır. Amerika’dan

Kıbrıs’a gelen Ermeni komitacıların Osmanlı sahillerine çıkmalarına izin verilmeme-si, Osmanlı ülkesine giriş yapabilecekleri tüm vilayet yetkililerine gönderilen şifre ile istenmiştir.29

Haleb ve Adana fevkalade kumandanlığından Başkitabete gönderilen şifrede,30 alı-nan istihbarî çalışmalar doğrultusunda gerekli önlemlerin alındığı ve tutuklama-lar olduğu görmektedir. “Adana sahilinden geçenlerde ferce-yâb-ı duhûl olan Erme-nilerden yedisinin derdest oldukları evvelce arz edilmişti. Geçen gün evvel ikisinin de elde edildiği ve evvelki gün yine Kıbrıs’tan kayıkla gelerek Karadağ nahiyesi Tabaklar cihetinden girebilmiş olan Harput’un Palu ahalisinden on bir Ermeni’den altısının Ta-baklar Karakol hânesi muhafızları tarafından derdest olunup, beşinin Tarsus cihetine firar eylemişler ise de takip edilmekte oldukları Adana vilâyet ve kumandanlığından alınan telgrafnâmelerde bildirilmekle takibât-ı ciddiye icrâsıyla mezkûr firârilerin dahi behemehal derdestleri ve tarassudât ve takayyudâta bir kat daha dikkat edilmesi lüzu-mu icabı vechile ve cevaben yazıldığından sâye-i muvaffakiyet-vâye-i hazret-i hilâfet-penâhîde bunların da derdestleriyle beraber arz-ı malumâta musâraat kılınacağı ma’rûzdur.”

Yine Haleb ve Adana fevkalade kumandanlığından Başkitabete gönderilen şif-rede, kaçak yollarla bölgeye sokulmaya çalışılan pek çok silah ve cephanenin de ele geçirildiği rapor edilmiştir.31 “Geçen Pire’den gelen iki vapurun Arvad Ceziresi’ne ve Cebel-i Lübnan’ın Damur mevkiine silah ve cephane ihraç eylediği bi’l-istahbarta harriyât ve tahkikât-ı ciddiye icrasıyla derdest edilmesi zımnında sebk eden iş’âr-ı çâkerî üzerine Trablusşam Mutasarrıfı Aziz ve iskelesi komisyonuna memur Kolağası Yahya beylerin eser-i himmet ve gayretleriyle geçen gün akdem iki yüz otuz ve bu kere de otuz iki gara tüfengi ile üç yüz kadar fişenk derdest ve müsadere ve bunları Pire’den getiren kaçakçı Mehmed el-Hâfız ile yirmi kadar rüfekâsı dahi derdest ve tevkif edilmiş olduğu mutasarrıf-ı mûmâileyhden cevaben bildirilmiş ve taharriyât ve tahkikâta de-vam ile bunlardan başka çıkarılmış esliha ve saire-i memnû’a varsa kâffesinin derdesti vesâilinin istikmâli cevaben mezkûr mutasarrıflıkla Sevâhil-i Şâhâne Müfetişliği’ne ya-zılmış olmakla mütecâsir-i merkûmûnun bir daha avdet etmemek üzere sahil olmayan mahallere teb’îdleri esbâbının istikmâl ve emr u inbâsı ehemmiyetle ma’rûzdur.”

Buna göre ülkede yaşanan gelişmeler ve alınan tedbirlere paralel olarak sürekli bir bilgi akışının yaşandığı görülmüştür. Bir başka belgeye göre ise Atina’da kahve taci-

29 BOA, ZB, Dosya No: 619, Gömlek Sıra No: 112-1, Tarih: 21 Haziran Sene [1]324 (4 Temmuz 1908). [Zabtiye Nezareti] Mektubî Kalemi’ne Mahsus Haleb, Beyrut, Konya, Aydın, Adana, Cezâyir-i Bahr-i Sefîd, Selanik vilâyetlerine Kudüs-i Şerif ve

Kal’a-i Sultaniye mutasarrıflıklarına, Ermeni komitası efrâdının Amerika’dan Kıbrıs’a gelerek yelken kayıklarıyla sevâhil-i şahaneye hareket eyledikleri ihbar olunduğundan takayyüdât-ı ciddiye ve mü-kemmele bi’l-icra gerek yelken kayıklarıyla ve gerek vesâit-i saire ile merkûmların Memâlik-i Şahane’ye duhûllerine kat’iyen meydan ve imkân verilmemesi bâbında. 21 Haziran sene [1]324 (4 Temmuz 1908)

30 BOA, Y. PRK. ASK, Dosya No: 255, Gömlek Sıra No: 11-1, Tarih: 9 Mart Sene [1]324 (22 Mart 1908).31 BOA, Y. PRK. ASK, Dosya No: 255, Gömlek Sıra No: 11-2, Tarih: 10 Safer Sene [1]326 ve fî 1 Mart Sene

[1]324.

rinin evinden toplanmış olan bozguncu Ermenilerin, Kıbrıs’tan gelen Yerimyad isim-li papaz ve dişi kırık lakaplı Andon olduğu, bunların asıl maksatlarının Dersaâdet’de yeni bir karışıklık çıkarmak olduğu ve bu toplantıya katılanların hareketlerinin takip edildiği ve soruşturmaya devam edildiği ifade edilmiştir.32

Alınan tedbirler sayesinde Adana bölgesine intikal etmeye çalışan Ermenilerin yakalandıkları ve haklarında işlem yapıldığı belgelerden anlaşılmaktadır. Özellikle Kaptan Dimitri tarafından Kıbrıs’tan getirilen 18 Ermeni’nin Taşucu’nda ve Müslü-man işçileri kaçırmağa çalışan Suriyeli Hamdan Saltan Kaptan ve avenesinin birkaç işçi ile birlikte Tarsus ırmağı civarında yakalandıkları tespit edilmiştir.33 Bir başka bel-gede ise Kıbrıslı Yani Kaptan’ın Gelendire’ye çıkardıktan sonra tutuklanıp salıverilen 58 Ermeni hakkında gerekli araştırmanın yapılması da istenmiştir.34

Aslında 1909’da olayların başlaması ile ortaya çıkan bu sürecin, vahim neticelerle dolu olduğu görülmüştür. Örneğin Kıbrıs Yürütme Meclisi’nin 1 Mayıs 1909 tarihli toplantısında, 1 Şubat 1909 tarihinde Malta Göç Ofisi başkanının yazdığı mektup görüşülmüştür. Mektupta ifade edildiği şekliyle Malta’da yaşayanların, Kıbrıs ada-sına göç etmelerini söz konusu olup olamayacağından bahsedilmektedir. Konuyla ilgili olarak görüşme tutanaklarından, konunun irdelendiği ve karşı cevap yazıldığı anlaşılmaktadır. Verilen cevabî yazıda ise adaya daha fazla göçün uygun olmadığı ifade edilmiştir.35

Yürütme Meclisi’nin 21 Mayıs 1909 tarihli toplantı tutanakları ise Adana olaylarının vahametini ortaya koyar niteliktedir. Tutanakta Adana’da yaşanan katliam sonrası, bazı cesetlerin Karpaz sahiline vurduğu anlaşılmaktadır. Bu konuda ada halkı Yü-rütme Meclisi’ne ve polise başvurmuş, cesetlerin birçoğunun gömülmemiş, geriye kalanların ise köpekler tarafından yenilmiş olduğunu beyan etmişlerdir. Bunun üze-rine olası bir salgın hastalığın baş göstermemesi için kıyıya vuran cesetlerin gömül-mesi istenmiştir.36

Sonuç

Ermeni olaylarının tırmanışa geçtiği ve birçok önemli olayın yaşandığı dönemde hukuken Osmanlı, idarî olarak İngiltere yönetiminde bulunan Kıbrıs adası, stratejik ve coğrafi konumu nedeniyle Ermeni olaylarında önemli bir rol oynamıştır.

Özellikle Osmanlı Devleti’nin Akdeniz’e bakan kıyılarının tam karşısında bulunması nedeniyle, Türkiye’den gizlice kaçarak yurt dışına gitmek veya yurt dışından gelip

32 BOA, Y. PRK. HR, Dosya No: 36, Gömlek Sıra No: 21-1/2, Tarih: 20 Mayıs Sene [1]908 7 Mayıs Sene [1]324 (20 Mayıs 1908).

33 BOA, Y. PRK. ASK, Dosya No: 258, Gömlek Sıra No: 63-1, Tarih: 19 Haziran sene [1]324 (2 Temmuz 1908).

34 BOA, ZB, Dosya No: 619, Gömlek Sıra No: 122-1, Tarih: 23 Haziran Sene [1]324 (6 Temmuz 1908).35 N.A. Cyprus Minutes Legistive Council 1878-1886, CO. 69/14, 1 Mayıs 1909. 36 N.A. Cyprus Minutes Legistive Council 1878-1886, CO. 69-23, 21 Mayıs 1909.

Page 67: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

121

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.BOA, Y.PRK.ASK, Dosya No: 83, Gömlek Sıra No: 32, Tarih: 1309 Z. 8.

BOA, ZB, Dosya No: 613, Gömlek Sıra No: 146, Tarih: 25 Kanûn-ı Sânî 1323 (7 Şubat 1908).

BOA, ZB, Dosya No: 619, Gömlek Sıra No: 112-1, Tarih: 21 Haziran sene [1]324 (4 Temmuz 1908).

BOA, ZB, Dosya No: 619, Gömlek Sıra No: 122-1, Tarih: 23 Haziran Sene [1]324 (6 Temmuz 1908).

BOA, ZB, Dosya No: 619, Gömlek Sıra No: 7-1, Tarih: 9 Haziran sene [1]324 (22 Haziran 1908).

N.A. Cyprus Minutes Legistive Council 1878-1886, CO. 69/14, 1 Mayıs 1909.

N.A. Cyprus Minutes Legistive Council 1878-1886, CO. 69-23, 21 Mayıs 1909.

2- Kitap ve Makale

AHMAD, Feroz. İttihatçılıktan Kemalizm’e, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1996.

AKKUŞ, Turgay. “1909 Adana Olaylarına İlişkin Yargılama Süreci”, Ermeni Araştırmaları, (Yaz 2003) 10, s. 14-15.

AVAGYAN, Arsen ve Gaidz F. Minassian, Ermeniler ve İttihat ve Terakki İşbirliğinden Çatışma-ya, Aras Yayınları, 2005.

GÜRÜN, Kâmuran. Ermeni Dosyası, TTK Yayınları, Ankara, 1985.

KARA, Adem. Yeni Kıtaya Osmanlı Göçleri ve Neticeleri, IQ Kültür Sanat ve Yayıncılık, İstanbul, 2007.

KARAL, Enver Ziya. Osmanlı Tarihi, C. IX, TTK Yayınları, Ankara, 1999.

ŞEREF, Abdurrahman. 11 Temmuz 1324 Tarihinde İlan-ı Meşrutiyeti icap ed en Esbab ile Ah-vali Ahire Hakkında Bazı Mülahazat (yazma).

3- Gazeteler İkdam, 10 R. 1327. (1 Mayıs 1909).

İkdam, 4 Ca. 1327 (24 Mayıs 1909).

The Cyprus Gazette, 3 Mart 1882.

gizlice Osmanlı topraklarına girmek düşüncesinde olan Ermeniler için Kıbrıs önemli bir geçiş noktası olmuştur. Ada aynı zamanda Osmanlı ülkesine taşınacak silah, mü-himmat veya devletçe ülkeye girişi yasak edilmiş her türlü eşyanın Osmanlı ülkesi-ne girişini sağlamada da etkili bir rol oynamıştır.

Kıbrıs adasının bu özelliklerini kavrayan Osmanlı yönetimi, Kıbrıs’a yakın Osmanlı vilayetlerinin valilerine durumu bildirerek gerekli tedbirleri almalarını istemiş, kıyı-lar ve denizler, hem karadan hem de denizden kontrol altında tutulmaya çalışılmış-tır. Osmanlı yönetimi adada olup bitenler hakkında daha doğru ve ayrıntılı bilgiler edinebilmek için adaya hafiyeler dahi göndermiş ve Kıbrıs Kadılığı ile yazışmıştır. Bu arada Kıbrıslı Türkler de genel olarak Ermeniler konusunda elde ettikleri bilgileri, Osmanlı Hükümetine duyurmaya çalışmışlar, Osmanlı Devleti’nin bu konudaki po-litikasını desteklemişlerdir.

Kıbrıs adasında yaşayan ve Adana olaylarında rol almış olan Ermenilerin, pek çoğu-nun adanın yerli sakini olmadığı ortadadır. Ancak görülmektedir ki, Adana olayla-rının plânlanması sürecinde ve Anadolu’ya insan ve mühimmat sevkıyatında Kıbrıs adası Ermenileri aktif rol almışlardır.

Kaynakça

1- Arşiv Belgeleri

BOA, AMKT.MHM, Dosya No: 537, Gömlek Sıra No: 14, Tarih: 1313 Z. 27.

BOA, Y.PRK.MYD, Dosya No: 8, Gömlek Sıra No: 24, Tarih: 1306 Ca. 24.

BOA, A.MKT.MHM, Dosya No: 551, Gömlek Sıra No: 2, Tarih: 1324 B. 23.

BOA, DH. MKT., Dosya No: 2135, Gömlek No: 41, Tarih: 5 Teşrin-i Sani Sene 1314 (17 Kasım 1898).

BOA, MK. T. MHM., Dosya No: 537, Gömlek Sıra No: 14, Tarih: 22-23 Haziran 1312 (4-5 Temmuz 1896).

BOA, Y. PRK. ASK, DOSYA NO: 255, GÖMLEK SIRA NO: 11-1, TARİH: 9 MART SENE [1]324 (22 MART 1908).

BOA, Y. PRK. ASK, Dosya No: 255, Gömlek Sıra No: 11-2, Tarih: 10 Safer Sene [1]326 ve fî 1 Mart Sene [1]324

BOA, Y. PRK. ASK, Dosya No: 258, Gömlek Sıra No: 63-1, Tarih: 19 Haziran Sene [1]324 (2 Tem-muz 1908).

BOA, Y. PRK. HR, Dosya No: 36, Gömlek Sıra No: 21-1/2, Tarih: 20 Mayıs Sene [1]908/7 Mayıs Sene [1]324 (20 Mayıs 1908).

BOA, Y. PRK. MYD, Dosya No: 8, Gömlek Sıra No: 24, Tarih: 12 Şubat Sene 1304 (24 Şubat 1889).

BOA, Y.MTV., Dosya No: 307, Gömlek Sıra No: 193, Tarih: 1326 S. 26.

BOA, Y.MTV., Dosya No: 312, Gömlek Sıra No: 23, Tarih: 1326 C. 5.

BOA, Y.PRK. BŞK, Dosya No: 68, Gömlek Sıra No: 76, Tarih: 1320.

BOA, Y.PRK. BŞK., Dosya No: 78, Gömlek Sıra No: 21, Tarih: 1326 M. 3.

Page 68: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

123

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

Doç. Dr. Ulvi KESERAtılım Üniversitesi, İşletme Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Atılım Kıbrıs Araştırmaları ve Uygulama Merkezi Müdürü

KIBRIS’TA YERALTI FAALİYETLERİ VE TÜRK MUKAVEMET TEŞKİLÂTI

Özet: Tarihin her döneminde sorunlar, mücadeleler ve çatışmalar adası olan Kıbrıs 1950’li yıllardan itibaren bu sürece bir kere daha girer ve Rumların Yunanistan deste-ğiyle kurdukları EOKA terör örgütü karşısında Kıbrıs Türkleri de kendilerini korumak amacıyla savunma örgütleri kurmaya başlarlar. Bu çalışma kapsamında 1955 1 Ni-san’ından itibaren adada yaşanılanlar ve Kıbrıs Türklerinin kendilerini korumak ama-cıyla nasıl çareler aradıkları ve Türkiye’nin desteğiyle neler yaptıkları mercek altına alı-nacaktır.

Anahtar Kelimeler: TMT, Kıbrıs, Rıza Vuruşkan, Fatin Rüştü Zorlu, Yeraltı Örgütleri. Giriş:

En sonda söyleyeceğimizi en başta söyleyecek olursak bu çalışma esasında Kıb-rıs Türklerinin 1 Nisan 1955 tarihinde başlayan ve 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Ba-rış Harekâtı’na kadar geçen süreçte can, mal ve namus güvenliklerini korumak için topyekûn verdikleri bir Kuvayı Milliye mücadelesidir. Türkiye’de maalesef “Türkiye’nin Kıbrıs diye bir sorunu yoktur.” Tartışmalarının yaşandığı süreçte Kıbrıs Türkleri anavatan kabul ettikleri Türkiye’ye gücenmeden, ona halel gelmesi için du-alar ederek kendi yağlarıyla kavrulmaya gayret gösterirler. Bu mücadele böylece yedisinden yetmiş yedisine, kadını, çocuğu, genci, yaşlısı herkesin elinden geldiğin-ce destek verdiği bir halk hareketi haline gelir. Aslında Türk Mukavemet Teşkilâtı ve Kıbrıs Türklerinin mücadelesi Ordu Perşembeli Ahmet Oğuz Kotoğlu ve Reşat Yavuz

Page 69: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

125124

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Kaptan, Celal ve Vehbi Mahmutoğlu, Asaf Elmaz, Hikmet Rezvan, Kemal Abdullah,

Erdoğan Tilki, Ali Rıza Vuruşkan, Kenan Coygun, Gülten Keser, Ayten Berkalp, Meh-met Özden, Ulus Ülfet, İsmail Beyoğlu, Ertan Celal, Kubilay Altaylı, Kemal Mişon gibi isimsiz kahramanların var oluş mücadelesinden başka bir şey değildir.

İlk defa 21 Kasım 1949 tarihinde Birleşmiş Milletlere müracaat eden Yunanlılar “Ana-vatan Yunanistan’la birleşmek için self-determinasyon hakkının halkımıza tanınma-sını istiyoruz” diyerek adanın Yunanistan’a ilhâkını talep eder ve 15 Ocak 1950 Pazar günü1 Kıbrıs adasında Makarios’a göre “neticesi önceden belli olan” bir plebisit yap-tırırlar. Seçime katılan toplam 224.700 seçmenden 215.108’inin (%96’sı)2 lehte kul-landığı oylarla Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhâkı sonucu çıkar; ancak Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhâkını sağlamak amacıyla Rumların başlattığı taşkın hareketlere karşı sert tedbir-lerin alınacağının duyulması üzerine Rumlar ada sathında 12 Ağustos tarihinden itibaren protesto ve grevlere başlarlar.3 Neticede 17 Aralık 1954’te Birleşmiş Millet-ler Genel Kurulu 8 çekimser oya karşılık 50 oyla Kıbrıs meselesinin şimdilik görüşül-memesi kararına varır.4 Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Yunanistan’ın ve Kıbrıslı Rumların isteklerinin aksine olumsuz bir sonucun çıkması Yunanistan’da ve Kıbrıs’ta olayların çıkmasına neden olur. Özellikle Kıbrıs’ta bütün ada sathına yayılan göste-riler zaman zaman ayaklanma şekline dönüşür. Adada Rum tedhiş faaliyetlerinin artış göstermesiyle birlikte 19 Aralık 1954 tarihinden itibaren polis tarafından bazı ilave emniyet tedbirleri alınır. Umumi yerlerde beşten fazla insanın bir araya gelme-si yasaklanır. Bu şekilde toplananların polis gücüyle dağıtılacağı, her türlü silâh, taş, sopa gibi maddelerin taşınmasının, bulundurulmasının yasaklandığı, aksine davra-nanların en az üç yıl hapis cezasına çarptırılacakları duyurulur.5 Ancak bütün bunlar bir sonuç vermez ve adada EOKA terör örgütünün kuruluş süreci hızlandırılır.

Kıbrıs Rum lideri Başpiskopos Makarios ve George Grivas Kıbrıs milliyetçisi değil Yunan milliyetçisi olduklarından, gayeleri iki toplumlu bağımsız bir devlet kurmak değil, Kıbrıs Türklerine hiç yer vermeyen Enosis ve adanın Yunanlaştırılmasıdır. Yunanistan’ın büyük desteğiyle 1955 yılı ortalarında kuruluşunu tamamlayan EOKA (Ethniki Organosis Kibriyon Agoniston)6 tedhiş örgütünün siyasî lideri Makarios, askerî lideri ise Yunanistan iç savaşı sırasında “X” kod adıyla bir yeraltı örgütü kuran ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra örgütü aşırı uçta partileştiren George Grivas’tır.

1 Suat Bilge, Le Conflit De Chypre Et Les Cypriotes Turcs, Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi Yay., Ankara, 1961, s. 31.

2 Achille Emilianýdes, Histoire De Chypre, Paris, 1963, s. 109.3 BYGM, Olayların Takvimi, “Kıbrıs Meselesi”, Ankara, Ağustos 1954, No. 249, s. 181.4 Kıbrıs’taki İngiliz idaresi tarafından basılan yıllık rapordan (Annual Report) istifade edilerek

hazırlanmış 3 yıllık değerlendirme raporu. Government of Cyprus, Review of Events In Cyprus 1955-1957, Lefkoşa, 1958.

5 BYGM., ”Kıbrıs Meselesi”, Ankara, Aralık 1954, No. 253, s. 105.6 Bir yeraltı örgütünün hangi şartlarda ve ne şekilde kurulabileceği, hangi faaliyetlerde bulunacağı ve

nasıl başarılı olacağı konusunda bilgi veren ve bu bağlamda EOKA’nın içyüzünü anlatan bu kitap bizzat Grivas’ın sözlerinden hareketle ve birinci ağızdan Charles Foley’in editörlüğünde kaleme alınmıştır. Charles Foley, 20 Mart 1959 tarihinde Grivas’ı Lefkoşa’daki havalimanında Yunanistan’a uğurlayanlar arasındadır. Charles Foley, Guerrilla Warfare and EOKA Struggle; General Grivas, Longman Yay., Londra, 1964, s. 109.

İkinci Dünya Savaşı sürecinde ve özellikle 1941-1942 döneminde Yunanistan aç-lıktan ve Alman işgalinden inim inim inlerken, özellikle Büyük Açlık Dönemi olarak bilinen yıllarda günde ortalama 3.000 Yunan açlıktan sokaklarda ölür ve cesetleri kamyonlarla toplanıp çukurlara atılırken kurulan silâhlı yeraltı örgütleri ise Alman işgal güçlerine karşı direnişe geçerler. ELAS, EDES gibi komünist örgütler bu müca-deleye girmişken Grivas’ın faşist X örgütü ise Almanlara işbirliği teklif eder. Bütün dünyayı işgal ve ele geçirme düşüncesindeki Almanlar bu teklifi fazla ciddiye alma-yınca işbirliği teklifi fiiliyata dökülmez fakat kendi ülkesine ihanet eden bir asker kişiliğin bu davranışı “vatan hainliği” yaftasından kurtulamaz. Bu ihanette bulunan Grivas ise 1950’de Yunan hükümeti tarafından savaş döneminde kurulan bütün ye-raltı örgütlerinin üyelerine devlet onur madalyası verilirken aynı madalyayı alanlar arasındadır. Bir vatan hainine neden onur madalyası verildiği sorusunun cevabı ise birkaç yıl sonra Yunanistan’ın kurdurduğu EOKA terör ve tedhiş örgütüyle ortaya çıkacaktır. Grivas’ın deyimiyle adayı yönetenlerin yıllar boyunca “sessiz bir kadın köle” olarak gördükleri adayı kurtarma zamanı gelmiştir.7 “Kıbrıs Mücadelesi Ulusal Örgütü” olarak adlandırılan bu örgütün ulusal kavramıyla kastettiği Elen düşüncesi ve Enosis fikrinden başka bir şey değildir.8

Enosis ittifakının yapılmasından sonra, Grivas ve Makarios, Yunanistan iç savaşında komünistlere karşı mücadelesinde ve İtalya’ya karşı Arnavutluk savaşında millî kah-raman olan General Papagos’la da görüşürler. Amerika tarafından politik ve eko-nomik istikrarın sağlanması için güçlü bir hükümet iddiasıyla desteklenen Yunan Partisi Başkanı olan Papagos da Grivas ve Makarios’u sonuna kadar destekler.

Grivas anılarında 27 Ocak 1951 tarihinde, Papagos yanlısı Yunanistan Genelkur-may Başkanı General Kosmas tarafından kendisine tam destek sözü verildiğini ya-zar. Bu görüşmeden hemen sonra Grivas son 20 yılda ilk defa doğduğu yer olan Kıbrıs’a kendi ismi, kendi pasaportu ve karısıyla beraber 5 Temmuz 1951’de gider ve Lefkoşa’da doktor olan kardeşinin evinde kalır. Her zaman Yunanistan’ın bir parça-sı olarak görülen ve EOKA bildirilerinde hep “Yunanistan’ı hatırlatan bir ada olarak isimlendirilen”9 Kıbrıs’ta arazi yapısını inceleyen ve kendisi için son derece önemli olan özellikle dağlık bölgelerde keşif çalışmaları yapan Grivas kanlı EOKA tedhişi-nin başlangıcını da böylece yapar. Adaya gelir gelmez Makarios’la görüşen Grivas, Makarios’a adada gerilla savaşını başlatma zamanının geldiğini belirterek mücade-lelerinin dar kapsamlı olarak küçük gruplarla dağlarda, geniş kapsamlı olarak da sa-botörler vasıtasıyla pek çok askerî hedefin olduğu şehirlerde başlatılacağını belirtir. Silâhlı grupların silâhsız sempatizanlarca desteklenmesi halinde faaliyetlerini çok daha başarılı bir şekilde ve rahatça yapacağına inanan Grivas şehir ve kasabalarda da öğrencilerden istifade etme yoluna gider. “Ya özgürlük, ya ölüm”10 parolasıyla hareket eden EOKA’nın lideri Grivas’ın ‘Agoratos Anthropos/Görünmeyen Adam’

7 KTMA, EOKA Bildirileri Dosyası No.1318 ve 1319.8 R.R. Denktash, The Cyprus Triangle, Lefkoşa, 1982, s. 22.9 Denktash, a.g.e., 1982, s. 22.10 KTMA, EOKA Bildirileri Dosyası No.1318 ve 1319.

Page 70: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

127126

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. olarak nitelendiği Atina’da, X kod adıyla kurulan ve kral yanlısı bir askerî güç olan

teşkilât adına yayımladığı gazeteye politik yazılar gönderen Makarios’la ilk tanışması da 1946 yılında Atina’da olmuştur. EOKA lideri Grivas, St. George isimli tekneyle11 10 Kasım 1954 tarihinde gizlice adaya gelir ve ‘Dighenis Burada/Akritas Burada’ parola ve işaretiyle adaya çıktıktan sonra Digenis kod adıyla yayımladığı bildirilerde amaç-larının Enosis fikrini gerçekleştirmek olduğunu, bu doğrultuda İngilizlerle Türkleri düşman kabul ettiklerini ve düşmanlarının her ne pahasına olursa olsun bertaraf edileceğini açıklar. “Deniz ve havadan kolayca ablukaya alınabilecek ve böylece dış yardım ve destekten mahrum kalabilecek bir yapıya sahip” dediği Kıbrıs adasının Khlorakas köyü yakınlarında adaya çıkan Grivas’dan hemen önce adaya çıkartılan silâhlar ise 656 mermisiyle 34 tabanca, 4000 mermisiyle 4 Steiger otomatik silâh, 4000 adet 9 milimetre mermi, 350 kilo dinamit, 300 libre Nobel 808 cinsi patlayıcı, 100 mayın, 300 el bombası, 700 ateşleyici, 100 sis bombası, 1100 metre saniyeli fitil, kameralar ve dürbünlerden oluşmaktadır. Bu arada Grivas’ın derhal temin edilmesi-ni istediği silâhlarla ilgili olarak Andreas Azinas girişimlerde bulunmak üzere Kasım 1954 tarihinde Atina’ya gider ve Makarios’tan aldığı parayla “bir kayık dolusu silâh” satın alır. Grivas’ın Yunanistan’da yaşadıklarının aksine EOKA’cıların görevi suikast-lar düzenlemek, bomba atmak ve pusu kurmakla sınırlı olacaktır. Grivas’a göre ön cephenin çökmesi arka cephelerde meydana gelen çözülme neticesinde meyda-na geleceğinden vurucu güçlerden yardımcı ve destek birliklerine, asıl kadroların oluşturulmasından saklanılacak yerlere, malzemelerin ve personelin gizlenmesine, gıda ikmali, casus ve ajanlarla irtibat görevlilerine, ayrıca propaganda ve istihbarat faaliyetlerine kadar pek çok alanda Kıbrıslı Rumların yardım ve desteğine ihtiyacı olacaktır. Bu bağlamda harekete geçen Grivas’ın ilk örgütlenme çalışmasına girdiği grup ise Kıbrıslı Rum gençleri olacaktır. El ilanları ve bildirilerin basılıp dağıtılması, adanın dört bir tarafında başlatılan gösteriler, bilgi toplama faaliyetleri ve olaylara karışan şüphelilerin saklanması görevlerinde bulunan Rum gençlerinin İngiliz ida-resinin dikkatini başka kanallara çekmeye başlaması ve Kıbrıslı Rumlarda da İngiliz-lere karşı bir başkaldırı ve huzursuzluk havası yaratılması üzerine Grivas tarafından Rum gençlerine sabotaj, patlayıcı yapımı, verilen görevlerin icrası ve takibi, pasif direniş gibi görevler de verilmeye başlanır. Bu arada önce Ayios Georghios gemisi-nin Baf yakınlarında adaya EOKA adına silâh boşaltırken yakalanması ve ardından İngiliz istihbaratının EMAK ile ilgili bilgilere ulaşması ve ardından adada bir şeyler olacağı yönünde hareketlenmesinin ardından 1 Nisan 1955 günü EOKA giriştiği ey-lemlerle varlığını ilk defa deşifre eder. Makarios’la 25 Mart akşamı mı yoksa 1 Nisan akşamı mı olsun tartışmalarından sonra o gece Kıbrıs’ta yer yerinden oynar, gece 03.00’de elektrikler kesilir, daha sonra da bombalar patlar, makineli tüfekler rasgele ölüm saçar, çeşitli işyerleri, İngiliz bankaları havaya uçurulur. Genel Valilik, Müste-şarlık Dairesi, Wolseley Kışlası’nda bulunan Ortadoğu İngiliz Kara Kuvvetleri Genel Karargâhı ve radyo istasyonu da patlamalardan nasibini alır. İngilizlerin o gün için-deki zararları yaklaşık olarak 60.000 Sterlin civarındadır.12 Markos Dragos ve dört

11 Derviş Manizade, Kıbrıs Dün Bugün Yarın, KTKD İstanbul Bölgesi Yay., İstanbul, 1975, s. 174.12 Kıbrıs’taki İngiliz idaresi tarafından basılan yıllık rapordan (Annual Report) istifade edilerek hazır-

lanmış 3 yıllık değerlendirme raporu. Government of Cyprus, Review of Events in Cyprus 1955-1957,

adamı radyo istasyonunu basıp içeride bulunanları etkisiz hale getirirler ve binayı havaya uçururlar. Larnaka’da Mahkeme, Valilik ve polis karargâhı da bombalanır.13 Limasol’da ve Mağusa’da da aynı şekilde patlamalar olur. Grivas ise bütün bu olup biteni Lefkoşa’da gizlendiği evde koruması Gregoris Louka ile zevkle takip eder. Aynı gün adanın pek çok bölgesinde Digenis imzasıyla ilk EOKA bildirileri dağıtılır ve tedhiş hareketinin nedenleri ve EOKA’nın amaçları ilk defa açıklanır.14 Böylece merkezini EOKA’nın oluşturduğu “su üzerinde küçük bir buz parçası olarak görünen ancak suyun altında kalan kısmında bütün Yunan nüfusunun direnişinin şekillen-dirdiği bir aysberg” ortaya çıkar. Artık “sadık vatandaşlara tehditlere ilaveten ilham kaynağı olan EOKA tarafından organize edilen kanunsuzluklar ve zorbalıklar” dö-nemi başlayacaktır. Bu kanunsuzluk ve zorbalıklar öncelikle cinayetler, sabotajlar, kundaklama faaliyetleri, duvarlara EOKA ve Enosis yanlısı sloganlar yazılması ve bil-diriler dağıtılmasıyla gerçekleşir. Zaman içinde Kıbrıs Rum toplumunun ileri gelen-leri de bu olup bitenleri eleştirmek yerine susmayı ve daha sonra da desteklemeyi tercih ederler. Atina Radyosu ise “özgürlük ancak kan ile alınır” çığırtkanlığıyla olan-ları körüklemeye devam eder ve Kıbrıs Radyosu adını kullanır. Atina Radyosu’nda görevli hemen bütün spikerler ellerinden gelen tüm çabayı göstererek gün boyu EOKA’ya bağlı direniş gruplarını kışkırtmaya yönelik konuşmalar yaparlar. Böylece Kıbrıs’ta yeni bir dönem de başlayacaktır.15 1 Nisan 1955 günü başlayan EOKA ted-hiş ve terör hareketleri özellikle 1963’e kadar geçen dönemde yüzlerce masum ve silâhsız Kıbrıslı Türk insanının da hayatını kaybetmesine, binlerce Kıbrıslı Türk’ün de evlerini terk etmesine neden olacaktır.

1. Kıbrıslı Türklerin Örgütlenme Çabaları:

EOKA’nın önce İngilizlere, daha sonra da Türklere ve neredeyse kendilerine yardım etmeyen ve destek olmayan Rumlar da dâhil bütün ada insanına karşı giriştiği terör ve tedhiş hareketleri karşısında Kıbrıs Türkleri de önce çok küçük çaplı ve bölgesel örgütlenmelerin içerisine girmeye ve kendilerini ellerinden geldiğince Rum saldı-rılarından korumaya çalışırlar.16 Bu çabalar dahilinde karşımıza çıkan son derece amatör, tamamen lokal ve etkisiz örgütlenmeler arasında Üçok, Kıbrıs Türk Fedailer Birliği, Limasol’da I-I Like It gibi faaliyetler ortaya çıkar. Bu dönemde Kıbrıs Türkle-rinin tamamen kendilerini savunma amaçlı olarak yaşadıkları köylerde, mahalleler-de bir araya gelerek birtakım savunma mekanizmaları oluşturmaya başlamalarını esasında daha sonraki süreçte tesis edilecek olan tamamen profesyonel, Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından onay görmüş ve doğal olarak Türk Silâhlı Kuvvetleri tarafından desteklenmiş Türk Mukavemet Teşkilâtı ile karşılaştırmamak veya muka-yese etmemek gerekmektedir.

Lefkoşa, 1958.13 Byford Jones ise Grivas’ın 1 Nisan gününü seçmesiyle ilgili olarak “Acaba Grivas mı salak yoksa biz mi

bilemiyorum” der. Byford Jones, a.g.e., s. 71.14 Halkın Sesi, 2 Nisan 1955.15 Aydın Samioğlu ile 29 Kasım 2004 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme.16 Kıbrıs Türk Kültür Derneği İzmir Şubesi Başkanı merhum Mustafa Tunçalp ile 18 Ekim 2002 tarihinde

yapılan görüşme.

Page 71: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

129128

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. 2. Karaçete ve Faaliyetleri:

Kendi aralarında iptidai usullerle teşkilâtlanan bu gençler ilk etapta Lefkoşa’da De-veciler Sokağı’nda ortaya çıkan Karaçete isimli teşkilât bünyesinde toplanır. Ancak yapılanlar Türk bölgelerinde yaşayan tek tük Rum aileleri taciz etmek ve Rum böl-gesine göndermekten ileriye geçmeyen başıbozuk, disiplinden uzak hareketlerden öteye geçmez.17 Karapençe olarak da adlandırılan Karaçete’nin yaptığı en önemli eylemler arasında Lefkoşa’nın Türk kesiminde bulunan Ayluka Rum mahallesindeki evlerin duvarlarına sloganlar yazılması vardır. Tantin’in Hamamı ile Aykasyano Rum mahallesi arasındaki bölgede ortaya çıkan Karaçete daha sonraki kısa süreçte 40-50 kadar bölge gencini etrafında toplamayı başarır. Bununla beraber yapılanları Kıbrıs Türk mücadelesiyle bağdaştırmak en azından ilk günlerde pek de mümkün değildir. Fakir ailelerin çocuklarından oluşan ve ekonomik durumu nispeten daha iyi bulunan motosikletli gençler etrafı rahatsız edip taciz ederken bazıları da gene-lev kadınlarının dostudur ve kullandıkları motosikletler de genellikle bu genelev kadınları tarafından kendilerine alınmıştır. Karaçete aktif olarak pek fazla ortaya çık-mamakla beraber ilk etapta yapılanlar özellikle Lefkoşa’da gerçekleştirilen ufak çap-lı mitingler ve bazı gösterilerdir.18 “Karapençe” olarak da adlandırılan Karaçete’nin ilk icraatı 1956 yılı içinde Lefkoşa’nın Türk kesiminde bulunan Ermeni ve Rumlara ait dükkânların soyulması ve ardından da yakılmasıdır. Karaçete’yi oluşturanlar ise daha çok kasaplardır.19 Volkan teşkilâtının kurucuları arasında olan Selçuk Osman ise Karaçete’yi oluşturanların ilk başta İngiltere’den Kıbrıs’taki olaylar üzerine adaya dönen Türk gençleri olduğunu belirtir.20 Rauf R. Denktaş da Karaçete’yi ulusal yeraltı faaliyetleri arasında olumlu bir hareket olarak değerlendirmez.21 Daha ziyade ‘biraz zor kullanarak, yıldırma’22 ile ortaya çıkan Karaçete’nin nasıl bir teşkilât olduğunu Kemal Mişon, ‘Karaçete burada oturan bir adamdır. Yalancının biridir o. Yaptıkları da yalan dolan, boş iş.’ sözleriyle ifade ederken23 Volkan teşkilâtının kurucularından Selçuk Osman ise Karaçete’yi “Karaçete’nin bombası, silâhı yoktu. Onlar yalnız vurur, kırar, döker, döverdi” şeklinde ifade eder.24 Özellikle Kıbrıs Türklerinin ‘Bandabuliya’ olarak adlandırdıkları Lefkoşa Belediye Pazarı’nda bulunan kasaplar sınırda herhan-gi bir problem söz konusu olduğunda palalarını ve kasap bıçaklarını çekerek yürü-yüşe geçerler.25 İlk dönemde sokak çatışmaları olarak başlayan ve sokak kabadayı-ları gibi davranan kasapların ve kasap çıraklarının hareketleri26 daha sonra Türklere yönelik şiddet hareketlerinin sistemli hale getirilmesiyle yeni bir boyut kazanacak-tır. Karaçete’nin bu ismi almasında etken ise o dönemde özellikle yazlık sinemalarda oynayan aksiyon filmleridir.27

17 Halkın Sesi, 5 Temmuz 1955.18 Mehmetali Tremeşeli’den aktaran Ortam, 22 Nisan 1992.19 Erdoğan Tilki ile 10 Temmuz 2003 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme.20 Selçuk Osman’dan aktaran Hasan Demirağ, Kıbrıs; Onlar ve Biz, Lefkoşa, 2003, s. 459.21 Soyalp Tamçelik, “Türk Mukavemet Teşkilâtı’nın Bilinmeyen Bazı Yönleri”, Türk Yurdu, Sayı 71, Tem-

muz 1993, s. 28-31. 22 TMT Derneği Başkanı Yılmaz Bora ile 13 Temmuz 2003 tarihinde Girne’de yapılan görüşme.23 Kemal Mişon ile 11 Temmuz 2003 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme.24 Selçuk Osman’dan aktaran Hasan Demirağ, a.g.e., 2003, s. 461.25 Fuat Veziroğlu ile 16 Kasım 2003 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme.26 Erdoğan Balcılar ile 10 Temmuz 2003 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme.27 Erdoğan Tilki ile 10 Temmuz 2003 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme.

3. Volkan’ın Faaliyetleri:

EOKA’nın 1 Nisan 1955 tarihinden itibaren Grivas’ın liderliğinde tedhiş, terör, baskı ve yıldırma hareketlerinin sadece İngilizler ve Rumlarla sınırlı kalmaması ve daha sonra Türkleri de hedef alarak öldürmeye varan şiddet hareketlerinin baş göster-mesi üzerine Kıbrıs Türk’tür Partisi’nin o günkü Genel Başkanı Dr. Fazıl Küçük’ün gayretleriyle Volkan kurulur; ancak özellikle küçük merkezlerde ve özellikle köyler-de mahallî örgütlenmeler de devam etmektedir. Adını “Var Olmak Lazımsa Kan Akıt-mamak Niye”28 ifadesinin baş harflerinden aldığı iddia edilen Volkan teşkilâtının ilk nüvesi Dr. Fazıl Küçük tarafından 1955 yılı Nisan ayında görüş birliğine vardığı arka-daşı Şakir Özel’le29 beraber atılır.30 Dr. Fazıl Küçük, Şakir Özel ve Kemal Mişon’la bera-ber Volkan’ın kurucuları arasında olan Selçuk Osman ise teşkilâtı kendisinin kurdu-ğunu belirtir. Lefkoşa Sarayönü’nde esnaf olması sebebiyle herkesin tanıyıp sevdiği mobilya ustası Şakir İbrahim Özel’in yöneticilik ve başkanlık yaptığı teşkilâtta Asker Selçuk adıyla anılan öğretmen H. Selçuk Osman Bey (daha sonra Volkanlar soyadını alacaktır.) de eğitimci olmanın avantajlarıyla insanları bilinçlendirir, bildiriler hazır-layarak EOKA’nın gerçek yüzünü gösterir. EOKA mensuplarına göre ise Volkan’ın ve daha sonra da TMT’nin kuruluşunda Kıbrıs Türklerini cesaretlendiren ve arkalarında duran İngilizlerdir. Rumlara göre İngilizler, Volkan teşkilâtını desteklemeseydi ada-da azınlık durumunda bulunan Kıbrıs Türklerinin EOKA’ya karşı bu şekilde karşı koy-ması ve “saldırgan bir havaya bürünmesi” mümkün olmazdı.31

Bu şekilde örgütlenme çabaları içine giren Volkan örgütü bir yandan da dağıttığı bildirilerle varlığını gerek Rumlara ve gerekse Kıbrıs Türklerine duyurmaya çalışır; ancak henüz ciddi bir organizasyon söz konusu değildir.32 Grivas’a göre ise Volkan üyeleri gizlice Türkiye’den gelmiş genç Türk subayları ve İngiliz istihbarat görevlileri tarafından eğitilirler; ancak şüphesiz böyle bir durum söz konusu değildir. Öte yan-dan bir süre sonra Kıbrıs Türk halkına moral ve motivasyon kazandırmak amacıyla Volkan teşkilâtının ilk bildirileri de kamuoyuyla buluşmaya başlar.33 Bu bildirilerde öldürülen her Türk’e karşılık 5 Rum öldürüleceği söylense de Volkan’ın elinde bunu gerçekleştirecek silâh gücü yoktur: Sıradan lise öğrencileri veya İngiliz Okulu’nda okuyan Türk gençlerinden oluşan Volkan’ın genç kadrosunun dönemin zorlu şart-ları içinde böyle bir şeyi gerçekleştirmeleri de söz konusu değildir.

28 Kemal Mişon ise böyle bir şeyin söz konusu olmadığını belirterek “hep bunlar yalan. İsmi Volkan. O kadar. İnanma sen. Burada ne kadar yalan duyarsan inanma. Ben, yani ne Denktaş bilir, ne hiç biri bilmez” diyerek bu konuda her şeyi kendisinin bildiğini ileri sürer. Kemal Mişon ile 11 Temmuz 2003 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme.

29 TMT’nin Lefkoşa Sancağı Kovanbeyi Nevzat Uzunoğlu da Volkan’ın kurucuları olarak öğretmen Selçuk ve marangoz Şakir’i gösterir. Nevzat Uzunoğlu ile 13 Temmuz 2003 tarihinde Girne’de yapılan görüşme.

30 Kemal Mişon ile 11 Temmuz 2003 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme.31 Ioannides’e göre Volkan mensuplarını Türkiye’den gizlice Kıbrıs’a gelen genç Türk subaylarıyla İngiliz

istihbarat subayları eğitmiştir. Ancak gerek bu araştırmanın yazarı tarafından Volkan ve TMT men-suplarıyla yapılan görüşmelerde, gerekse bu konuyla ilgili kaynaklarda ve arşivlerde Ioannides’in bu tespitini doğrulayacak herhangi bir bilgi söz konusu değildir. Christos P. Ioannides, a.g.e., s. 58 ve 124.

32 TMT Lefkoşa Sancağı Kovanbeyi Nevzat Uzunoğlu ile 13 Temmuz 2003’te Girne’de yapılan görüşme.33 KTMA, TMT Bildirileri Koleksiyonu.

Page 72: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

131130

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Volkan’ın elinde öldürülen her Türk’e karşılık 5 Rum öldürecek bir silâhlı güç olma-

makla beraber bu Volkan bildirisindeki sözler daha sonra Volkan teşkilâtı ve Kıb-rıs Türkleri aleyhine kullanılacaktır. Örneğin 13 Ocak 1956 tarihinde Kutrafa’dan Evrihu’ya gitmekte olan bir Rum öğretmenle Lefkoşa’nın 3 mil kadar batısındaki İncirli köyünde Andrea isimli bir Rum’un Romanzo gazinosuna girerken EOKA’cılar tarafından öldürülmesinden sonra bazı İngiliz gazetelerinin Kıbrıs muhabirleri bu durumu Volkan’ın daha önceki beyannamesine dayandırarak 3 Rum’un daha öl-dürüleceğini iddia ederler.34 Daha sonraki dönemde de Volkan bildiriler dağıtmak suretiyle adada varlığını hissettirmeye çalışır;35 Faaliyetler Volkan teşkilâtı TMT’nin kurulmasıyla beraber ortadan kalkıncaya kadar geçecek sürede son derece kısıtlı bir personelle neredeyse yok denecek kadar az birkaç basit, el yapımı silâhla yürü-tülür. Ancak bütün iyi niyetli çabalara ve özverili gayretlere rağmen yine de EOKA gibi profesyonel bir teşkilâtlanma karşısında Kıbrıs Türklerinin mahallî örgütlenme-ler ve amatör bir ruhla başarılı olabilmeleri mümkün görülmemektedir.36 O güne kadar duvarlara yazı yazmaktan ve bazı bildiriler dağıtmaktan başka bir hareketin içine girmeyen Volkan ile ilgili olarak İngiliz idaresinin de aldığı herhangi bir ted-bir söz konusu değildir. Volkan teşkilâtını çok fazla önemsemeyen, hatta Volkan’ı “sosyal içerikli bir dernek olarak gören”37 İngiliz idaresi işin içerisine bombaların girmesiyle beraber Volkancıları daha sıkı bir takibe almaya başlar. Genellikle kendi imkânlarıyla yaptıkları ve sadece ses çıkartmaktan ibaret olan patlayıcılar dışında Kemal Mişon’un yurtdışından getirttiği birkaç silâh ve adanın farklı köşelerinden toplanan iptidai av tüfeği gibi silâhlar oradan oraya dolaştırılmaya başlanır. Bütün bunlara rağmen Volkan da mahallî bir kimlik taşımaktan öteye geçemez.

Rauf R. Denktaş’ın da belirttiği üzere TMT öncesi dönemde Kıbrıs adasının dört bir yanında Volkan, Dokuz Eylül gibi örgütlenmelerin bulabildikleri ve sahip ol-dukları silâhların sayısı neredeyse iki elin parmakları kadardır ve bu silâhların top-lamı 10 adedi 9 mm, 3 tanesi de 11.43 mm olmak üzere 13 olarak belirlenmiştir. Bu silâhlar Lefkoşa’da bulunan 9 mm Luger, 11.43 mm Colt, 9 mm Beretta, 9 mm Colt, Kandu köyünde bulunan 2 adet 9 mm tabanca, Tatlısu’da bulunan 9 mm Be-retta, Lefkoşa’da 11.43 mm Remington, Celya’daki 9 mm Luger, Dilekkaya’da bulu-nan 11.43 mm Colt, Tremeşe köyündeki 9 mm Browning ve Gönendere’deki 9 mm Smith Wesson silâhtan ibarettir. Planlı ve organize bir çalışmanın sonucu olmayan, tamamen mahallî ve kişisel gayretlerle ve birbirinden bağımsız olarak faaliyet gös-termeye devam eden bu gruplaşmalar adanın farklı noktalarında artarak devam eder ve henüz ciddi bir organizasyon ve merkezi sistem söz konusu değildir.

34 Halkın Sesi, 17 Ocak 1956.35 Halkın Sesi, 18 Kasım 1955.36 TMT Limasol Sancağı mensubu merhum Mehmet Y. Manavoğlu ile 25 Ağustos 2004 tarihinde Girne’de

yapılan görüşme.37 Halkın Sesi, 5 Ağustos 1997.

4. 9 Eylül’ün Faaliyetleri:

Volkan örgütlenmesi sonrasında teşkil edilen örgütlerden birisi de 9 Eylül isimli olanıdır. Volkan’ın daha aktif bir rol oynaması için girişimlerde bulunan ancak bun-dan sonuç alınamaması veya farklı bir taktik güdülmesi neticesinde Volkan içerisin-de faaliyette bulunan Kıbrıslı gençlerden bazıları daha sonra Volkan’dan ayrılarak 9 Eylül örgütünü kurarlar. Esasında Volkan’ın faaliyetlerine son verdiği tarih ile 9 Eylül’ün kuruluşu arasında belirgin bir sınır söz konusu değildir. Dolayısıyla 9 Ey-lül örgütünün ne zaman faaliyete geçtiği de net olarak belli değildir. Bununla be-raber 9 Eylül grubunda lider kadro olarak ortaya çıkan isimler Ulus Ülfet38, İsmail Beyoğlu, Kubilay Altaylı ve Mustafa Ertan Celal’dır. Söz konusu bu teşkilât Volkan sonrasında son derece kısıtlı bir dönemde ve genellikle Lefkoşa’da faal olmakla be-raber dağıttığı bildirilerde ismi 9 Eylül Cephesi olarak geçmektedir. 9 Eylül teşkilâtı ile ilgili olarak ilk ortaya çıkan isimler ise Ulus Ülfet, İsmail Beyoğlu, Kubilay Altaylı ve Mustafa Ertan Celal’dır. 9 Eylül ile ilgili olarak ortaya çıkan en belirgin isim bu ör-gütün lideri konumunda olan Ulus Ülfet’tir. Ulus Ülfet’in Küçük Kaymaklı’da Gardi-yan Mustafa’nın evinde meydana gelen beklenmedik patlama sonrasında bu örgüt de fazla bir varlık gösteremeden ortadan kalkar. Bu dönemde 9 Eylül ismi Kıbrıs Türkleri tarafından özellikle seçilmiş önemli bir tarihtir. Çünkü gerek İzmir’in Yunan işgalinden kurtulması ve gerekse 1571’de Kıbrıs’ın fethi sırasında Lefkoşa’nın fethi hep aynı tarihte olur. Ancak 9 Eylül’ün faaliyetleri de profesyonel EOKA karşısında çok fazla etkili olmayacaktır.39 Evde meydana gelen patlama sonrasında aldığı yara ve yanıklar yüzünden 1935 doğumlu 22 yaşındaki İsmail Beyoğlu hemen o anda hayatını kaybederken 5 gün komada kalan 1930 doğumlu 27 yaşındaki Ulus Ülfet ve 1942 doğumlu ve grubun içindeki en genç kişi olan 15 yaşındaki Mustafa Ertan Celal de kurtarılamaz ve 5 Eylül 1957 tarihinde hayatlarını kaybederler.40 Lefkoşa Genel Hastanesi’nde yatmakta olan Mustafa Celal Ertan saat 12.15 sularında, askerî hastanede yatmakta olan Ulus Ülfet ise saat 16.30’da hayatını kaybeder. 1941 do-ğumlu olan 16 yaşındaki Kubilay Altaylı da 7 gün boyunca hastanede kalmasına rağmen kurtarılamaz ve o da 7 Eylül günü hayatını kaybeder.41

İngiliz idaresi ise yaptığı açıklamada söz konusu patlamanın meydana geldiği evde 11 bomba, 20 kilo barut ve 60 kadem uzunluğunda fitil bulunduğunu açıklar.42 İn-giliz yetkililer bulunan bomba sayısını daha sonra 16 olarak açıklar.43 Evde ayrıca av-

38 Hami Özsaruhan anılarında Ulus Ülfet’in okul arkadaşı olduğunu, ayrıca Ulus Ülfet’in Alparslan Türkeş’in de akrabası olduğunu belirtir. Ayrıntılı bilgi için bkz... Hami Özsaruhan, “Emektar Üyeleri-miz”, Kıbrıs Mektubu Dergisi, No.5, Kasım 1998, s. 36.

39 TMT Limasol kadrosundan merhum Macit Aydınova ile 13 Temmuz 2003 tarihinde Girne’de gerçekleş-tirilen görüşme.

40 Halkın Sesi, 6 Eylül 1957.41 Ne acıdır ki Mustafa Ertan’ın ablası Gülten Yunus da 3 yıl sonra kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti ile ilgili

olarak yapılan kutlama şenlikleri sırasında nereden geldiği belli olmayan bir kurşunla 16 Ağustos 1960 günü ölecektir. Halkın Sesi, 20 Haziran 1997.

42 Cumhuriyet, 2 Eylül 1957.43 Halkın Sesi, 4 Eylül 1957.

Page 73: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

133132

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. ludaki kümesin arkasında ve tavan arasında da patlayıcı madde bulunur.44 İngilizler

evi daha sonra bomba fabrikası olarak niteleyeceklerdir.45 Olayın ortaya çıkmasıyla beraber Lefkoşa’nın Rum belediye başkanı Dervis de İngiliz idaresinden ‘Bir Türk bomba imalathanesinin meydana çıkarılmasına ve son zamanlarda dağıtılan tahrik edici Türkçe beyannamelere’ dikkat çekilerek iki toplum arasındaki ‘kardeşçe’ mü-nasebetlerin bozulmasını önlemek amacıyla sert tedbirler alınmasını talep eder.46 Grivas’ın deyimiyle 1956 yılı ortalarından itibaren değişik şekillerde ikna edilerek Rumlara karşı ittifaka alınan Türk gençleri esasında Volkan’ın üyeleridir ve durum-ları ne olursa olsun Rumlara karşı silâhlarını her koşulda kullanmaktadırlar.47 Telsiz cihazlarıyla donanmış arabalarında özel askerî kıyafetleri içindeki bu komando bir-liğinin EOKA üyelerince kolayca tanınmasının yanında bombalı saldırılar için de çok kolay bir hedef olduğunu düşünen Grivas eylemlerini bu yönde de yoğunlaştırır48 ancak bu pek de kolay olmayacaktır. 5. TMT’nin Kıbrıs’ta Kurulma Aşaması:

İngiliz idaresinin “son derece sıkı kenetlenmiş, çok sadık ve çok disiplinli”49 olarak ni-telendirdiği Türk Mukavemet Teşkilâtı’nın tesis edilmesi ve Kıbrıs Türk’ünün malını, canını koruyabilmek için mücadeleye başlaması Türkiye ve Kıbrıs’ta yapılan çalış-maların bir sonucudur.50 Gerek Kıbrıs’ta Kıbrıs Türk toplumunun dağınık, askerî faa-liyetleri doğal olarak bilemeyen, teçhizattan yoksun olarak mukavemet hareketine başlamaları ve örgütlenmeleri, gerekse bu konuyla ilgili olarak Ankara’da yapılan askerî hazırlıklar Kıbrıs üzerinde birleşir ve TMT ortaya çıkar. Kara Çete, 9 Eylül ve Volkan örgütlenmelerinden sonra EOKA’ya karşı mücadele edecek daha organize, daha profesyonel ve kapsamlı teşkilâtlanmanın Kıbrıs’taki ilk adımı ve Türk Mukave-met Teşkilâtı’nın kurulma kararı ilk defa ve resmen 27 Temmuz 1957’de Rauf Denk-taş, Dr. Burhan Nalbantoğlu ve Türkiye Cumhuriyeti Lefkoşa Büyükelçiliği’nde krip-to memuru ve idari ataşe olarak çalışan Mustafa Kemal Tanrısevdi arasında alınır ve bu kişiler TMT’nin Kıbrıs’taki kurucuları olarak tarihe geçerler.51 Esasında Kemal Tanrısevdi’nin ismini TMT’nin kurucuları arasında göstermek çok da doğru değildir. Kıbrıs’ta o dönemi yaşayanların da ortak kanaati olduğu üzere Tanrısevdi adada gö-rev yaptığı dönem içinde toplum sorunlarına sahip çıkan, Kıbrıs Türkleriyle ilgilenen ve adanın dört bir yanındaki Türk köylerine kadar giderek insanlarla görüşen bir kimsedir. Büyükelçilikte sıradan bir görevdedir ve inisiyatif kullanacak yetkilere de sahip değildir. Bununla beraber yine herkesin hakkını teslim ettiği üzere son derece cesur bir kişiliğe sahiptir ve ada içerisinde ücra köşelerindeki köylere bile tek başına giderken arabasının forsunu açmaktan ve Türk bayrağını dalgalandırmaktan çekin-

44 Cumhuriyet 2 Eylül 1957.45 Cumhuriyet, 7 Eylül 1957.46 Halkın Sesi, 7 Eylül 1957.47 Charles Foley, The Memoirs Of General Grivas, Longman Yay., Londra, 1964, s. 73.48 Charles Foley, Guerrilla Warfare and EOKA Struggle; General Grivas, Longman Yay., Londra, 1964, s. 50.49 FO.371/168967-XC.14311.50 Fuat Veziroğlu ile 16 Kasım 2003 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme.51 KKTC’nin ilk Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş ile 8 Temmuz 2003 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme.

memiştir. Bu kapsamda Kıbrıs Türkleriyle ve doğal olarak toplum liderleriyle de gö-rüşmelerde bulunmaktadır; ancak bu durum onun bir yeraltı teşkilâtı kurabileceği boyutlarında değildir.52 Kaldı ki daha sonraki süreçte Kemal Tanrısevdi’nin adadaki faaliyetlerinin rahatsızlık yaratması nedeniyle Tanrısevdi geri çekilecek ve adadan ayrılacaktır. Kemal Tanrısevdi’nin adadaki görevinden Dışişleri Bakanlığı tarafından alınması ve İran’dan başlayarak Yugoslavya, Arnavutluk, İsveç ve Afganistan’da gö-reve atanmasını adada Türk toplumu liderliğine ‘oynayan’ Rauf R. Denktaş’ın önünü açabilmek için yapılmış bir manevra olarak göstermek en basit ifadeyle aymazlık-tan başka bir şey değildir. Bu arada Kemal Tanrısevdi’nin adadaki ‘sıradışı’ faaliyet-lerinden pek hoşlanmadığı ileri sürülen Dr. Fazıl Küçük’ün Kemal Tanrıevdi’ye tepki göstermesi, onun adadan geri çekilmesi için çaba harcaması ve Kıbrıs Başkonsolosu tarafından Kemal Tanrısevdi’nin geri çekilmesinin sebepleri arasında Dr. Küçük’ün fazla temkinli ve ağır bir plan takip etmesi ilk sırada gösterilebilir. Kıbrıs’ta EOKA’ya karşı verilecek yeraltı faaliyetlerinin ve mücadelesinin Türk Genelkurmayı destekli olarak yürütülmesi sonrasında Kemal Tanrısevdi’nin ‘misyonunu’ tamamlaması ise askerî bir operasyonun sıradan bir devlet memuru tarafından doğaldır ki idare edi-lemeyeceğini bilen herkes için çok basit bir gerekçedir.

‘Bu işin ancak silâhla halledilebileceğine inanmış’53 olan ve Kıbrıs’ta Türkiye’nin ha-miliğinde bir teşkilâtın kurulmasının elzem olduğu konusunda arkadaşlarıyla görüş birliğine varan54 Dr. Fazıl Küçük ise gerek bu dönemde, gerekse daha sonraki süreç-te siyasî faaliyetlerle ilgilendiğinden TMT oluşumuyla doğrudan fazla ilgilenmez ve çok fazla ön plana çıkmaz.55 TMT’nin kuruluş çalışmalarıyla ilgili olarak faaliyetlerin yoğunlaştığı bu günlerde Türk Dışişleri Bakanlığı’nın ziyaretçileri vardır. Türkiye Dı-şişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, karşısında heyecanla konuşan genç adama dikkatle bakar. Kıbrıs’ta Türk toplumunun lideri Dr. Fazıl Küçük’tür ve Ankara’da son derece saygın bir yere sahip olan Dr. Küçük’ü de çok sevmekte ve takdir etmektedir. Ancak Dr. Küçük bu sefer Ankara’ya gelişinde yalnız gelmemiştir ve yanında Federasyon Başkanı Rauf Raif Denktaş’ da bulunmaktadır. Kıbrıs gibi millî bir meselede anavata-nın gerekli güvenceyi vermesi, bu insanlara sahip çıkması gerektiğini düşünen Dı-şişleri Bakanı Zorlu bu heyecanlı ama dirayetli genç gibi insanlar sayesinde davaya sahip çıkılacağı ve Kıbrıs’ın Yunanistan’a mal olmayacağı inancıyla Rauf Denktaş’ın konuşmasını sonuna kadar sessizce ama büyük bir ilgiyle dinler, çeşitli notlar alır ve konuşmasının sonunda Denktaş’a “size silâh göndersek alır mısınız?” diye sorar ve bu Kıbrıs’ta yeni bir sayfanın açılmasına neden olur. Rauf R. Denktaş ayrıca silâh konusunda Dr. Fazıl Küçük’ün endişelerini de haklı bulduğunu açıklar. Türk Muka-vemet Teşkilâtı’nın kurulması konusuyla ilgili olarak Türkiye Dışişleri Bakanı ile yapı-lan görüşme sonrasında çalışmalar iyice hızlanır. Türkiye’de yeniden tesis edilecek Türk Mukavemet Teşkilâtı’na ‘başla’ emri verilmeden böylece Kıbrıs’taki Kıbrıs Türk

52 Bnb. İsmail Tansu ile 15 Eylül 2007 tarihinde Ankara’da yapılan görüşme.53 TMT Komutanı Rıza Vuruşkan’dan aktaran Derviş Manizade, a.g.e., s. 581.54 TMT Lefkoşa Sancağı Kovanbeyi merhum Nevzat Uzunoğlu ile 13 Temmuz 2003 tarihinde Girne’de

yapılan görüşme.55 O dönemde özellikle Dr. Fazıl Küçük’le beraber hareket eden Osman Güvenir’den alınan 20 Temmuz

2005 tarihli bilgi notu.

Page 74: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

135134

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Mukavemet Teşkilâtı faaliyetlerini yoğunlaştırır ve ilk bildirilerini de bu günlerde, 15

Kasım 1957 tarihinde dağıtır.56 Halen Rum bölgesinde kalan Eğlence köyünde ya-pılan ilk faaliyetlere Türkiye Cumhuriyeti Lefkoşa Büyükelçiliği’nde görevli Mustafa Kemal Tanrısevdi ev sahipliği yapar. Bu arada özellikle Dr. Burhan Nalbantoğlu ve Rauf R. Denktaş adanın dört bir tarafını dolaşarak adayı öğrenmeye çalışan Mustafa Kemal Tanrısevdi’nin Türkiye tarafından resmi görevle bu işe gönderildiği düşünce-sindedirler ve bu düşünceden hareketle onu ziyarete karar verirler ve bu faaliyetle-rin yoğun olarak devam ettiği günlerden birinde Rauf R. Denktaş evinde bir kokteyl verir. Davetliler arasında Osman Örek, Hazım Remzi, Alaaddin Gülen, Dr. Burhan Nalbantoğlu ve Mustafa Kemal Tanrısevdi de vardır ve tarih 15 Kasım 1957’dir. Kok-teyl sonrasında herkesin dağılmasını müteakip evde Dr. Burhan Nalbantoğlu, Rauf R. Denktaş ve Mustafa Kemal Tanrısevdi kalırlar ve teşkilâtın ismi TMT olarak belirle-nirken Rauf R. Denktaş ‘Mülayım’, Kemal Tanrısevdi ‘Nazım’ ve Dr. Burhan Nalbantoğ-lu da ‘Raci’ kod ismini alırlar.57 TMT’nin ilk bildirisi de o gün kaleme alınır; ancak Rauf R. Denktaş, Kemal Tanrısevdi’nin aksine teksirlerin orada çoğaltılmadığını belirtir.58 Rauf R. Denktaş’ın evinde hazırlanan bu teksirler Dr. Burhan Nalbantoğlu vasıtasıyla Türk Lisesi’nde çoğaltılır59 ve ertesi gün bütün adaya dağıtılır;60

“Sayın Kıbrıs Türk Halkına,

Volkan, 9 Eylül Cephesi ve buna benzer teşkilâtlar lağvedilmiştir. Bunun yerine, Kıbrıs Türk’ünün bağrından çıkmış, gerek emperyalist sömürge idaresine, gerekse Kıbrıs’ı Yunanistan’a ilhâk yolunda Enosis’i temine çalışan Rum sürülerine karşı Kıbrıs Türkle-rini savunma görevini üstlenmek üzere yeni bir teşkilât kurulmuştur. Bu bir saldırı de-ğil, bir savunma teşkilâtıdır. Bütün Kıbrıs Türklerini bu teşkilâta destek olmaya ve bu teşkilât içinde yer almaya çağırıyoruz. Türk Mukavemet Teşkilâtı”

“İhaneti katiyet kesbetmedikçe hiçbir Türk’ün burnunun kanatılmasına, tek bir Türk’ten tek bir kuruş alınmasına müsaade edilmeyecektir”61 parolasıyla kurulan ve bunu gerek Kıbrıs Türk halkına ve gerekse TMT mensuplarına bir direktif olarak bildiren ve halkın moralini dağıtılan bildirilerle ayakta tutmaya çalışan TMT ada sat-hında ikinci bültenini de 13 Aralık 1957 günü dağıtır.62 TMT’nin kuruluş aşamala-rını tamamladıktan sonra ada sathında yavaş yavaş faaliyete geçmesiyle beraber

56 Avrupa, 9 Şubat 1998.57 Aydın Akkurt, a.g.e., s. 38.58 Rauf R. Denktaş’tan aktaran Ahmet Tolgay, Fırtına ve Şafak, KTMD Yay., Lefkoşa, 1998, s. 23.59 TMT Lefkoşa Sancağı Kovanbeyi Nevzat Uzunoğlu bu durumu “Bazı broşürler basmaya başladılar.

Bunları Mezunlar Birliği vasıtasıyla köylere, oraya buraya dağıtmaya başladılar. O zaman da isim yine TMT’ydi” şeklinde açıklamaktadır. Merhum Nevzat Uzunoğlu ile 13 Temmuz 2003 tarihinde Girne’de yapılan görüşme.

60 Bu bildiri 15 Kasım 1957 tarihinde düzenlenen kokteylde çoğaltılıp orada bulunanlara dağıtıldığına göre Kıbrıs Türk kamuoyuyla buluşması da ilk defa 16 Kasım 1957 tarihinde gerçekleşecektir.

61 Ortam, 29 Mayıs 1997.62 TMT Limasol Sancağından merhum Mehmet Y. Manavoğlu ile 25 Ağustos 2004 tarihinde Girne’de

yapılan görüşme.

yayımladığı bu ikinci bildiride ismi Türk Mukavemet Teşkilâtı Komitesi olarak geç-mektedir. Daha sonraki dönemlerde bu ifadedeki ‘Komitesi’ ibaresi de kaldırılarak teşkilâtın ismi bilinen şekliyle Türk Mukavemet teşkilâtı olacaktır. Konuyla ilgili ola-rak kendisiyle görüşülen TMT Limasol Sancağı mensubu Merhum Mehmet Y. Ma-navoğlu da Volkan, Karaçete, 9 Eylül ve diğer küçük mahallî oluşumların ortadan kalkmasıyla beraber Rauf. R. Denktaş, Dr. Burhan Nalbantoğlu ve Kemal Tanrısevdi tarafından kurulan teşkilâtı “...Federasyonun genel kurulundan (Kıbrıs Türk Kurum-ları Federasyonu) sonra başlayan bir şey oldu ve Türk Mukavemet Teşkilâtı kuruldu ama MİT’iyle Genelkurmay’la ilişkili değil. 1957 Kasım’ından sonra kuruluyor bu se-çimden sonra” sözleriyle ifade eder. İlk bildirilerden de anlaşılacağı üzere kurulan teşkilâtın silâhlı mücadele etme gibi bir düşüncesi yoktur. Öncelikle uygulanmak istenen pasif direnişler ve eylemlerdir. Kişilerin kendilerine ait evlerinde bulunan bir kaç silâhı dışında teşkilâtın herhangi bir silâhlı gücü veya potansiyeli de bulun-mamaktadır ve bu şekliyle daha önce kurulan 9 Eylül ve Volkan teşkilâtlarından çok farklı da değildir. Ancak bu yeni teşkilât daha sonra sadece bölgesel faaliyetlerin içine girmeyecek ve bütün ada sathına yayılarak bütün Kıbrıs Türkleri için mücadele edecektir.63 Öncelikle Lefkoşa ve çevresinde genişleyen bu teşkilâtlanma faaliyetleri daha sonra adanın farklı noktalarına da yayılmaya başlar.64

Kıbrıs’ta Rauf Denktaş ve arkadaşları tarafından TMT ile ilgili birtakım hazırlıklar ya-pılırken aynı anda Türkiye’de de birtakım faaliyetlere girişilir. Aralık 1957’de Sefer-berlik Tetkik Kurulu Başkanı Tümgeneral Daniş Karabelen, Kore Harbi günlerinden tanıdığı Binbaşı İsmail Tansu’yu odasına çağırır. Tereddütkar bir halde odanın içinde bir o yana bir bu yana dolaşırken söze nasıl gireceğini düşünmektedir. Kore harekâtı sonrasında Türkiye’ye dönen ve yeni kurulmuş olan seferberlik Tetkik Kurulu Baş-kanlığı görevine getirilen Daniş Karabelen Paşa bu görev çerçevesinde görev yapa-cak personeli de bizzat kendisi seçer ve görevin özelliğine uygun olarak da Kore’de yeraltı faaliyetleri ve gerilla harekâtı konusunda uzman olmuş ve bu tür eğitimden geçmiş personeli kendi kadrosuna alır. Bu şekilde kadroya dahil edilenler arasında Lojistik Şube Müdürlüğü yapan Binbaşı İsmail Tansu ile daha sonra TMT’nin ilk Bay-raktarı olacak olan Albay Rıza Vuruşkan da bulunmaktadır. Seferberlik Tetkik Kurulu özellikle Sovyetler Birliği ve müttefikleri tarafından yapılabilecek bir saldırı ve işga-le karşı koymak üzere Türkiye Cumhuriyeti devletinin meşru Türk Silâhlı Kuvvetleri çerçevesinde tamamen devletin resmi organları tarafından ve yasalarla kurulmuş bir organizasyon olmasına rağmen bu sefer karşılarına çıkan görev ve kendisinden istenilen hizmet yurtiçi değil yurtdışı ile ilgilidir. O güne kadar Türkiye’ye yönelik olarak meydana gelebilecek bir tehlikeye karşı organize olmuş olan Seferberlik Tet-kik Kurulu böylece ilk çalışma alanını ülke dışında; ancak Türklerin yaşadığı toprak-larda bulacaktır. Burada özellikle vurgulanması gereken bir nokta ise gerek daha önce oluşturulan veya oluşturulmaya çalışılan bölük börçük organizasyonlardaki vatansever Kıbrıs Türklerinin bir araya getirilmesiyle Rauf R. Denktaş, K. Tanrısevdi ve Dr. Burhan Nalbantoğlu tarafından temeli atılan TMT, gerekse daha sonra Albay

63 KKTC’nin ilk Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş ile 8 Temmuz 2003 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme.64 Adı geçen görüşme.

Page 75: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

137136

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Rıza Vuruşkan komutasındaki askerî heyetin göreve başlamasıyla daha farklı norm-

lara ve standartlara ulaşan teşkilât kuruluş aşamasının ilk anından TMT’nin 1976 yı-lında lağvedilerek KKTC Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı olarak ortaya çıktığı ana kadar hiçbir şekilde siyasî ve ideolojik kavga ve kaygıların içinde olmaz ve hiçbir şart altında siyasî mücadelelere girmez. Bu bağlamda Türk Mukavemet Teşkilâtı’nın herhangi bir siyasî görüş, fikir veya parti ile ilişkilendirmek mümkün değildir.

6. Kıbrıs İstirdat Planı’nın Ortaya Çıkması:

Binbaşı İsmail Tansu, Seferberlik Özel Tetkik Kurulu’nda Lojistik Şube Müdürü olarak Binbaşı rütbesiyle görev yapmaktadır. ABD’den gelen bir teklifle ilgili olarak Türkiye bir gün Rusya tarafından işgal edilirse, buna karşı direniş yapmak ve gerilla savaşı başlatmak için bir teşkilât kurulması gerektiğine inanılır ve bu dairenin kuruluş ha-zırlıkları başlar. Dolayısıyla Seferberlik Tetkik Kurulu’nun ilk kuruluş döneminde var oluş gayesi özellikle Sovyetler Birliği ve müttefikleri tarafından yapılabilecek muh-temel bir saldırı karşısında yeraltı mücadelesi vermek ve işgale karşı koymak olarak ortaya çıkar. 7 Temmuz 195865 tarihinde yaş haddinden emekliye ayrıldıktan sonra da aynı dairede sivil uzman personel olarak görev yapmaya devam eden Seferber-lik Tetkik Kurulu Başkanı Tümgeneral Daniş Karabelen ve kurmayları Ankara’da, Rauf Denktaş ve kurmayları da Kıbrıs’ta kendilerine verilecek harekete geçin emrini 7 ay beklerler. Sabırsızlanmaya başlamışlar, millî heyecanları kabarmıştır. Komutanları-nın emrini sabırsızlık ve heyecanla beklemeye başlarlar. Askerî gelenekleri ve aldık-ları eğitim bu konuda ne karar verildiğini üst makamlara sormalarını engellemekte-dir. Askerî kanatta Kıbrıs’a yönelik olarak hazırlıklar tamamlanmış olmasına rağmen hükümet kanadından uzun bir süre ses seda çıkmaz. Esasında böyle bir konuda karar verebilmek o kadar da kolay değildir. NATO içerisinde Yunanistan ve İngiltere ile birlikte yer alan Türkiye’nin daha sonra Kıbrıs’ta garantör devlet olarak beraber anlaşmalara da imza atacağı söz konusu bu iki ülke yanında diğer NATO ülkeleri karşısında da zor duruma düşebileceği, gizlice ve yasal olmayan yollardan Kıbrıs Türklerini silâhlandırdığı suçlamasıyla karşılaşabileceği hükümet kanadını haklı ola-rak daha dikkatli adım atmaya sevk etmektedir. Öte yandan Yunanistan tarafından desteklenen Grivas yönetimindeki EOKA tedhiş örgütünün Kıbrıs’ta gemi azıya al-ması ve EOKA’yı desteklemeyen herkesi Rum, Türk veya İngiliz olup olmamasına bakmadan katletmeye devam etmesi adada Kıbrıs Türklerini gelecekte hiç de güzel günlerin beklemediğinin açık bir kanıtı olarak ortada durmaktadır. TMT’nin teşkil edilmesinin ardından harekete geçilmesi konusunda neden bu kadar uzun süre beklendiğini bir seferinde Kıbrıs’a sevk edilen silâhlarla ilgili olarak Dışişleri Baka-nı ile görüşen Binbaşı İsmail Tansu’ya bizzat Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun kendisi açıklar.66

65 Bu tarih Kıbrıs tarihi açısından da ilginçtir çünkü Kıbrıs’ta İngiliz yetkililerin bildirdiğine göre 1 Nisan 1955 gününden itibaren Temmuz 1958 gününe kadar toplam 316 kişi EOKA tarafından öldürülmüştür. Halkın Sesi, 4 Temmuz 1998.

66 Emekli Albay İsmail Tansu ile 18 Mart 2005 tarihinde Ankara’da yapılan görüşme.

KKTC’nin ilk Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş da bu bekleme dönemini “...Fatin Rüş-tü Bey (Kıbrıs’ta teşkilâtlanma fikrini) Adnan Menderes’e açıyor. Adnan Menderes karar verinceye kadar sekiz ay mı dokuz ay mı ne geçiyor. O işte bir şey dönemidir. Burada olan hadiseler var, disiplinsizlikler var. O dönemde olmuştur işte ve işte en sonunda Eylül 1958’de İş Bankası’nın müfettişi olarak arkadaşlarıyla birlikte Rıza Vuruşkan geliyor ve dizginleri ele alıyorlar”67 şeklinde izah eder. 1951 yılında Yuna-nistan Başbakanı Papagos’un Rumları silâhlandırdığını ve adaya daha sonra Korge-neralliğe kadar yükseltilen Albay Grivas’ı gönderdiğini bilen Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Kıbrıs meselesinin artık diplomasi ile halledile-meyeceği düşüncesindedir. Gerekli iznin alınmasıyla beraber Binbaşı İsmail Tansu ve Tümgeneral Daniş Karabelen hemen gerekli koordineyi sağlayarak Dışişleri Ba-kanlığı aracılığıyla Ankara’ya davet ettikleri Kıbrıs Türk toplumunun iki önemli lideri Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Raif Denktaş ile Kıbrıs’ta kurulacak teşkilâtı ve işbirliğinin nasıl organize edileceği konusunda ilk toplantılarını 1958 yılı Haziran ayında Anka-ra, Kızılay’da bulunan Modern Palas Oteli’nin lobisinde yaparlar. Bu toplantıya ka-tılanların sayısı toplam 6 kişi olur ve Kıbrıs Türklerini temsilen toplantıya katılan Dr. Küçük, Denktaş ve Dr. Nalbantoğlu yanında Seferberlik Tetkik Kurulu’nu temsilen gelen Karabelen Paşa, Bnb. Tansu ve Yb. Vuruşkan bu toplantıda Kıbrıs İstirdat Planı ve adada oluşturulacak teşkilât konusunu masaya yatırırlar. Toplam 6 kişinin katıl-dığı bu toplantı Dr. Fazıl Küçük, Rauf Denktaş ve Türkiye’deki TMT görevlileri Tüm-general Daniş Karabelen, Albay Rıza Vuruşkan ve Binbaşı İsmail Tansu’nun da ilk yüz yüze görüşmeleridir. TMT’nin temeli bu toplantıda atılır;68 ancak bu ilk toplan-tıda adada hiçbir mukavemet örgütünün ve silâhın olmadığının belirtilmesi, İsmail Tansu’nun da belirttiği üzere bütün faaliyetlerin sıfırdan başlatılmasını gerektirir. Bu toplantıda yapılan konuşmalar ve alınan kararlardan ziyade belki de bu toplantı ile ilgili olarak üzerinde en çok konuşulan ve tartışılan husus bu toplantıda Bnb. İsmail Tansu tarafından Rauf R. Denktaş ve Dr. Fazıl Küçük’e Kıbrıs’ta faaliyette bulunan birtakım örgütlerle ilgili olarak yöneltilen sorudur. Bnb. Tansu bu ilk görüşme sıra-sında adada Volkan, Karaçete, Dokuz Eylül gibi birtakım örgütlerden bahsedildiğini duyduklarını, bu örgütlerden faydalanılıp faydalanılamayacağını öğrenmek istedik-lerini belirtir. Bnb. Tansu’nun ifadesine göre bu soruya Dr. Fazıl Küçük herhangi bir cevap vermezken Rauf R. Denktaş adada kayda değer bir örgütlenme olmadığını, adı geçen örgütler içerisinde vatanını seven cesur Kıbrıslı Türk gençleri olmakla be-raber her şeye sıfırdan başlanılması gerektiğini belirtir.69 Bu ilk görüşme sonrasında derhal işe başlanır ve Ankara’da eğitilmek üzere sağlam, güvenilir ve gönüllü Kıb-rıslı gençlerin temini konusu gündeme gelir. Bu aşamada devreye Rauf R. Denktaş ve Dr. Fazıl Küçük vasıtasıyla o günlerde Ankara’da bulunan Dr. Burhan Nalbantoğlu girer ve söz konusu Kıbrıslı gençlerin temini konusunu üzerine alır. Tabii bu mesele hiç de kolay olmayacaktır. Üniversite eğitimi için Türkiye’ye gelmiş olan öğrenciler arasından teşkilâta faydalı olacak, ağzı sıkı, sorumluluk sahibi ve gönüllülük esası-na göre çalışacak gençlere ihtiyaç vardır. Daha sonra ilk etapta Türkiye’de okuyan

67 KKTC’nin ilk Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş ile 8 Temmuz 2003 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme.68 Emekli Albay İsmail Tansu ile 18 Mart 2003 tarihinde Ankara’da yapılan görüşme.69 İsmail Tansu ile 15 Eylül 2007 tarihinde Ankara’da yapılan görüşme.

Page 76: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

139138

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. üniversite öğrencisi Kıbrıslı gençler arasından Dr. Burhan Nalbantoğlu tarafından

bulunan sekiz kişi TMT kuralları, gizlilik ve ketum olma üzerine yemin ettikten son-ra eğitilmeye başlanırlar. Bu gençlere geceleri teorik derslerin verildiği yerlerden bir tanesi de Ankara, Kızılay’da bulunan Zafer Hanı’ndaki Kıbrıs Türk Kültür Derneği lokalidir. Dr. Burhan Nalbantoğlu’nun Kıbrıs’ta örgütleme faaliyetleri esasında çok daha öncelere dayanmaktadır. Binbaşı İsmail Tansu’nun ifade ettiği gibi TMT ile ilgili çalışmalara Seferberlik Tetkik Kurulu’na bu konuda dönemin Türkiye Cumhuriyeti hükümeti tarafından resmi yetki ve görev verilmesinin ardından hemen başlanır. Kurulacak teşkilât ile ilgili bir plan hazırlanır ve söz konusu plan Orgeneral Salih Coşkun’un yerine Genelkurmay 2. Başkanlığı görevine getirilen Orgeneral Cevdet Sunay’a arz edilir. Bu plan daha sonra Kıbrıslı Rumların ve Yunanlıların Enosis emel-lerine karşı olarak Türklerin Kıbrıs’ı geri alması anlamına gelen “İstirdat” kelimesin-den hareketle KİP-Kıbrıs İstirdat Planı adını alır. Daha sonra da bahsedileceği üzere her ne kadar hazırlanan planın ismi Kıbrıs İstirdat Planı olsa ve gaye Kıbrıs adasını geriye almak gibi son derece iddialı görünse de esasında ne Seferberlik Tetkik Kuru-lu, ne Türk Mukavemet Teşkilâtı, ne Türkiye Cumhuriyeti devleti ve hükümeti ve ne de Genelkurmay Başkanlığı’nın böyle bir gayesi söz konusudur. Zaten Kıbrıs’ta daha önce Kıbrıs Türkleri tarafından nüvesi atılmış olan Türk Mukavemet Teşkilâtı’nın de-vam ettirilmesi de adadaki gayenin sadece savunmaya ve karşı koymaya yönelik olduğunun en açık delilidir.

Kıbrıs Türklerinin can ve mal güvenliğini sağlamak, Enosis hedefi doğrultusunda yapılan tedhiş ve teröre karşı direnebilmek, Rumlar ve İngilizler karşısında Kıbrıs Türklerinin haklarını savunabilmek ve anavatan Türkiye ile sıcak ilişkilerin devamını sağlamak suretiyle bağların kopmasını engellemek düşüncesiyle kurulan TMT hiç-bir siyasî faaliyetin içerisinde de bulunmaz;70

“...TMT’nin siyasî baskısı ve yönlendirmesiyle ilgili olarak bu da söylenir ancak doğru de-ğildir. Bunun en büyük acısını ben çektim. 1960 anlaşması yapıldı ve seçime gideceğiz. Bütün TMT mensuplarına serbestsiziniz, sakın seçimlerde taraf tutmayın diye tamim yapıldı ve bu bizim muhaliflerimiz tarafından ‘İşte görüyorsunuz ya. TMT bile Denktaş’ı istemiyor’ diye aleyhimizde kullanıldı. Netice bizim lehimize oldu ama TMT’nın siyasete karış, siyasette rol oyna, hele hele silâh kuvvetini kullan ve tehdit et şeklinde bir hava yaratılmak isteniyor şimdi. Tamamen yanlıştır, tamamen gerçek dışıdır....”

Bu bağlamda Türk Mukavemet Teşkilâtı’nın değişmeyen esas özellikleri şu şekilde gösterilebilir;

1. TMT Türk halkı tarafından oluşturulan bir halk örgütüdür.2. TMT Türk halkının savunma örgütüdür.3. TMT Türk halkının Enosis’e karşı direnme örgütüdür.4. TMT Türk halkı tarafından oluşturuldu ve mücadelesinin bütün safhalarında

halkla olan bağlantılarını muhafaza eder.

70 KKTC’nin ilk Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş ile 8 Temmuz 2003 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme.

5. TMT faaliyetlerini anavatan Türkiye ve onun halkından aldığı destekle yürütür.6. TMT Kıbrıs’ı Yunan lobisine döndürecek olan Enosis hareketine karşı direnen

anti-emperyalist, kolonilere bağlı olmayan bir örgüttür.7. TMT tarafından organize edilen direnişler, faşist ve ırkçı EOKA’ya karşı insancıl

hareketlerdir.8. TMT tarafından organize edilen direnişler anti-demokratik Enosis hareketine

karşı demokratik bir harekettir.

TMT’nin Kıbrıs’ta ilk aşamada üç kurucusundan birisi olan Rauf R. Denktaş ise TMT ile ilgili son derece önemli bir noktanın altını çizer;71

“...TMT bir halk teşkilâtıydı. Türkiye’nin bir teşkilâtı değildi. Türkiye’den gelen bir nü-fusun kurduğu teşkilât değildi. Burada halkın kurduğu, içten doğma bir mukavemet teşkilâtıydı...”

Hazırlanan planın asıl hedefi Rum silâhlarını önce püskürtmek daha sonra da mağ-lup etmektir. Plan hazırlanmıştır ancak planı uygulamaya koyacak kadro henüz tespit edilmemiştir. Personel temini ile ilgili listeler hazırlanır ve öncelikle koman-do eğitimi almış, gerilla ve gizli harekât uzmanı olan gönüllü subaylar arasından TMT’nin Türkiye listesi yavaş yavaş şekillenmeğe başlar. Soğuk yaklaşım usulüyle tepkisi ölçülen personele yapılacak faaliyetle ilgili bilgi verilir. Olumsuz fikir beyan edenlere ise “gönüllü olmak esastır. Ne sen bizim teklifimizi aldın, ne de biz senin cevabını aldık” denilerek başarıya ulaşmak için arzulu, istekli ve gönülden çalışacak kadro için gerekli işlemler başlatılır ve yeni kadro oluşturulur. KİP projesi hazırlanır-ken yalnızca Kıbrıs Türk halkının güvenliğini sağlayacak bir savunma örgütü kurma-yı hedef almakla yetinilmez. Rumların Yunanistan’ın destek ve teşvikiyle er geç bir gün mutlaka Enosis’i gerçekleştirme girişiminde bulunacaklarına inanıldığından, planlanan örgüt Kıbrıs Türk’ünün özgürlüğü, kurtuluşu ve adanın tekrar Türk va-tanına katılması için son derece gizli kurallarla yeraltında çok iyi teşkilâtlanmış ve silâhlandırılmış olarak kurulacak ve savaşa hazırlanacaktır. Esasında projenin adı her ne kadar Kıbrıs İstirdat Projesi olsa ve kağıt üzerinde Kıbrıs adasını geriye almak gibi iddialı bir hedef söz konusu olsa da daha başlangıçtan itibaren bir savunma örgütü olarak çalışacağını ortaya koyan TMT’nin Kıbrıs adasını alma gibi bir düşüncesinin hiçbir zaman olmadığı da kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Her ne kadar ‘EOKA’nın adada Kıbrıs Türklerini topyekun ortadan kaldırmaya yönelik bir girişimi söz konusu olduğunda, ayrıca Türkiye’nin adaya Kıbrıs Türklerini koruma ve kollama gayesiyle bir harekat gerçekleştirdiğinde TMT’nin yeraltından çıkarak EOKA’ya karşı mücade-le edeceği ve adayı tekrar Anadolu topraklarına dahil edeceği’ şeklinde yorumlar yapılmış olsa da bunlar tamamen hayal mahsulü senaryolardır. Öncelikle bilinmesi gereken husus TMT’nin yeraltı mücadelesine uygun olarak teşkilâtlanmış bir orga-nizasyon olduğudur ve TMT için klasik cephe savaşı söz konusu değildir. Kaldı ki EOKA’nın Kıbrıs Türklerini topyekun ortadan kaldırmaya kalkıştıkları 21 Aralık 1963 döneminde bile TMT’nin böyle bir girişimi söz konusu olmamıştır. Ayrıca ve son ola-

71 Adı geçen görüşme.

Page 77: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

141140

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. rak Türkiye’nin garantör devlet sıfatı ve hakkıyla 15 Temmuz 1974 Nikos Sampson

darbesi sonrasında adaya yaptığı müdahale sürecinde de TMT’nin adayı işgal yö-nünde bir girişimi söz konusu değildir. TMT tamamen meşru müdafaaya yönelik olarak kurulmuş bir organizasyon olarak kuruluş sürecinde tespit edilen kurallara ve ilkelere tamamen sadık kalır ve bu ilkeler doğrultusunda gizli olarak Türk hükü-metinin gizlice Kıbrıs’a gönderdiği silâh, mühimmat ve subaylarla kurulma aşama-sına gelir.72 İlk etapta Kıbrıs’a Yb. Rıza Vuruşkan, Bnb. Necmettin Erce, Bnb. Şefik Ka-rakurt, Yzb. Mehmet Özden ve Yzb. Rahmi Ergün’ün de içinde bulunduğu 5 muvaz-zaf subay ve 15 de gerilla ve gizli mukavemet konusunda eğitim görmüş personel gönderilmesine karar verilir. Bu kadroya daha sonra başka subaylar da eklenecektir. Bu arada Yarbay Vuruşkan’a da ‘yeri gelince biri birinin dizinde can verecek kadar sadık’ kendi istediği 2 personeli seçme şansı da verilir. Binbaşı İsmail Tansu’nun da belirttiği üzere, bu ilkelerin benimsenip planların ona göre yapılması 21 Aralık 1963 katliamı ile 15 Temmuz 1974 Nikos Sampson Darbesi göz önüne alınınca ne kadar isabetli karar verildiğini gösterir.

“Kıbrıs Türk Toplumu’nun can ve mal güvenliğini, insanî ve millî haysiyet ve varlığı-nı koruyup geliştirmek ve Türkiye’mizin güvenliğini tehdit eder durumdaki Yunan adaları zincirine yeni bir halka daha eklenmesini önlemek” olarak özetlenebilecek Kıbrıs politikası içersinde TMT’nin kuruluş amaçları şu şekilde sıralanabilir;73

1. Kıbrıs Türklerinin can ve mal güvenliğini sağlamak.2. Enosis’e ve bu uğurda yapılan girişimlerle estirilen teröre karşı durmak.3. Türklere yapılacak saldırıları geri püskürtmek.4. Türk toplumunun birliğini ve bütünlüğünü sağlamak.5. Rumlara ve İngilizlere karşı Kıbrıs Türklerinin haklarını savunmak. 6. Anavatan Türkiye ile sıcak ilişkiler ve Türk toplumunun anavatana bağlılığını

sürdürmek.

1 Ağustos 1982 tarihinde TMT’nin 24. kuruluş yıldönümü vesilesiyle yaptığı bir ko-nuşmada Dr. Fazıl Küçük, TMT’yi ve kuruluş gayelerini açıklar;74

“...TMT günahsız, masum kimseleri öldürmek için kurulmuş olmayıp çoluk çocuğu acı-masız boğazlamaya kalkışanların hançerlerini elinden almak için meydana çıkmıştır. TMT ruhunu öldürmemek, hatta zayıflatmamak; ancak yarınlarımızı emniyet altında tutabilecektir. O günleri yaşayanlar bugün bir araya gelirken görevimizin sona erme-diğini, ileriki günlerde bizi bekleyen dünkünden daha zor işler olduğunu akıldan çıkar-mamalıyız. ...TMT katiller yuvası olmayıp insanlığa indirilecek en ağır ve en insafsız dar-beleri hayatı pahasına önlemeye çalışan fedakâr ve insan hak ve hürriyetlerini koruyan bir topluluktur...”

72 Sebep ve Sonuçlarıyla 1974 Barış Harekâtı, Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı Yayınları, Girne, 1996, s. 53.

73 Yakan Cumalıoğlu, Mücahit Dergisi “TMT Özel Sayısı”, Kıbrıs Türk Mücahitler Derneği, Lefkoşa, 1 Ağustos 1998, s. 16.

74 Yakan Cumalıoğlu, a.g.e., s. 6-7.

EOKA terörü ve Enosis kampanyaları karşısında Kıbrıs Türk halkının haklarını savun-maya yönelik olarak tesis edilen TMT’nin ilk prensipleri de bu arada belli olur;75

1. Kıbrıs meselesindeki gelişmeler nedeniyle, Kıbrıs’ta bir gizli teşkilât kurulması zarureti hâsıl olmuştur.

2. Kurulacak örgütün adı Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilâtı’dır.3. Kurulacak Türk Mukavemet Teşkilâtı’nı, Türkiye Cumhuriyeti hükümeti gayri

resmi olarak el altından bütün imkânları ile destekleyecek, her türlü silâh, mal-zeme ve mali destek sağlayacaktır.

4. TMT’nin kuruluşu dünya ve Türkiye kamuoyundan gizli tutulacak, Türkiye’de devlet kuruluşları arasında bu konuda herhangi bir yazışma yapılmayacaktır.

5. TMT’nin herhangi bir sebeple ortaya çıkması halinde, uluslararası alanda Türki-ye Cumhuriyeti Hükümeti bu faaliyetin dışında tutulacak ve TMT’yi Kıbrıs Türk toplumunun bağrından çıkmış bir güç olarak vücut bulmuş olduğuna özen gösterilecektir.

6. Örgüt Ankara’da General Karabelen tarafından yönetilecektir. Yardımcısı Binba-şı İsmail Tansu’dur.

7. TMT’nin Kıbrıs’taki lideri Albay Rıza Vuruşkan, Kıbrıs’taki icraatinde kendisi-ne verilen talimat çerçevesinde tam yetkiye sahiptir ve doğrudan Karabelen Paşa’ya karşı sorumludur. TMT lideri, Kıbrıslı toplum liderleriyle karşılıklı güven ve samimi bir işbirliği içinde çalışacaktır. TMT lideri, Kıbrıslı liderlerin toplum-sal ve siyasal faaliyetlerine karışmayacak, onlara gerektiğinde danışılacak ve önerileri dikkate alınacaktır. TMT lideri Denktaş ve Dr. Küçük TMT’ nin gittikçe kuvvetlenmesi ve geliştirilmesine müştereken azami gayret göstereceklerdir. TMT’nin üst düzey kadrosunda görev alacak olan güvenilir kişileri Dr. Fazıl Kü-çük ve Rauf R. Denktaş, TMT liderine tanıtacaklardır.

8. Örgüt son derece gizlilik içinde kurulacak ve faaliyetini de aynı derecede giz-lilikle sürdürecektir. Örgütün varlığı hiçbir şekilde belli edilmeyecek, hiçbir ey-lemde bulunulmayacak ve bildiri dağıtılmayacaktır.

9. Ayrı ayrı hücrelerden oluşturulacak örgüt üyeleri kendi hücresi dışındaki TMT üyelerini bilmeyeceklerdir.

10. Örgüt, TMT adından söz edilmemek ve herhangi bir eylemde bulunmamak da dahil olmak üzere, bir yeraltı teşkilâtının, kendine mahsus özel kuralları çerçe-vesinde yönetilecektir. Bu sebeple teşkilâta alınacak kişilerin bu niteliklere uy-gun olması gerekmektedir. Örgüte alınmadığı sürece hiç bir kimseye TMT’nin varlığından söz edilmeyecektir.

11. TMT’nin adından ancak (X) gününde ‘Harekete geç.’ emri verildiği zaman ve an-cak izin verilmesi şartıyla söz edilebilecek ve varlığı açıklanabilecektir. (X) günü Rumların Türklere saldıracakları güne endeksli olacaktır. Bu yeraltından çıkış, yani karşı eylemlere geçiş TMT liderlerinin emri ile yapılacaktır.

12. Örgüt 18 yaşını geçmiş gençlerden başlanarak, orta yaşlılara doğru erkek, kız ve kadınlarla kurulacaktır. Örgüte alınacak bütün personel, Kıbrıs’ta veya Ankara’da özel eğitimlerden geçirilecektir.

75 Emekli Albay İsmail Tansu ile 18 Mart 2005 tarihinde Ankara’da yapılan görüşme.

Page 78: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

143142

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. 13. Bir kısım personel 25’er kişilik gruplar halinde Ankara’ya eğitim için gönderilecek-

lerdir. Türkiye’ye turist gibi gelecek bu personel için gerekli hazırlıklar yapılmalıdır.14. Hedefimiz bütün adayı kapsayacak şekilde ilk etapta 5 bin, daha sonra 10 bin

kişilik örgüt kurmak ve silâhlandırmaktır.15. Lüzumlu silâh ve cephane temin edilmiştir. Ada buna hazır olduğunda gönde-

rilecektir.

Bu dönemde Türk Mukavemet Teşkilâtı’nın Ankara merkez teşkilâtında Tümgene-ral Tümgeneral Daniş Karabelen Başkan, Yarbay Rıza Vuruşkan TMT Lideri, Binbaşı İsmail Tansu Başkan Yardımcısı, Genel Koordinatör, Yzb. Ahmet Göçmez Eğitim, Per-sonel, Harekat Subayı-Koordinatör Yardımcısı, Yzb. Bedri Esen Eğitim, İkmal Subayı, Yzb. Recep Atasü ve Yzb. Cemal Biber Eğitim ve İkmal Subayı, Yzb. Nurettin Öktem, Yzb. Hüseyin Ömür, Yzb. Kemal Karakullukçu, Yzb. Kamil Önceler Yzb. Bedri Erkan, Yzb. Cemal Akkan, Yzb. Şadi Demirbilek, Yzb. Mustafa Kubilay, Yzb. Osman Nalbant ve Yzb. Şefkatullah Yalav Eğitim Subayı olarak görevlendirirler. Ayrıca Astsubay Baş-çavuş Ali Levent, Astsubay Başçavuş Nedim Artunç, Astsubay Başçavuş İhsan An-kara Merkez Karargâh Telsizcisi olarak görev yaparlar. Yzb. Mehmet Kızılsu Anamur İkmal Operasyon Sorumlusu, Yzb. Nazmi Mersin İkmal Operasyon Sorumlusu ve Yarbay Remzi Atılgan Mersin Silâh Depo Müdürü olarak görevlendirilmişlerdir. Yzb. Ömer Önadım Personel Subayı ve Yzb. Halil Pamukoğlu da muhabere subayı olarak merkezde çalışmaktadırlar.

TMT’nin Kıbrıs’taki kurucu kadrosunda ise başta Yarbay Rıza Vuruşkan (TMT Lideri Lefkoşa 1958), Binbaşı Necmettin Erce (Karargâh Sorumlusu Lefkoşa 1958), Binbaşı Şefik Karakurt (TMT Mağusa Sancaktarı 1958) ve Yzb. Mehmet Özden (Lider Yar-dımcısı Lefkoşa 1958) olmak üzere Yzb. Rahmi Ergün (Bölge Komutanı 1958), Yzb. Ahmet Göçmez (Bölge Komutanı 1960), Yzb. Kamil Önceler (Bölge Komutanı 1960), Yzb. Bedri Erkan (Bölge Komutanı 1960), Yzb. Osman Nalbant (Bölge Komutanı 1960), Yzb. Ferhan Çora (Bölge Komutanı 1960),Yzb. Hüseyin Ömür (Bölge Komuta-nı 1960) de görev yapmaktadırlar. Kıbrıs’ta ortaya çıkan fiili durum ve EOKA’nın ne-den olduğu kaos ve kargaşa ortamında can ve mal emniyeti tehlikeye düşen Kıbrıs Türkleri kendi içlerinde organize olmaya uğraşırlarken, bir yandan da kendilerine bu konuda yardımcı olacak kadroların Kıbrıs’a getirtilebilmesi için çaba sarf ederler. İngiliz idaresine ve Rumlara hissettirmeden yapılacak bu faaliyetler için halk eğitimi öğretmenliği gibi bir görev tahsis edilir ve KTKF Başkanı Rauf R. Denktaş vasıtasıyla ilk adım atılır ve 16 Eylül 1958 tarihinde Maarif Müdürlüğü’ne gönderilen bir yazıy-la Türkiye’den halk eğitimi öğretmeni alınacağı bildirilir ve bu tarihten sonra TMT mensupları Kıbrıs’a gelmeye başlar. Bu dönemde Rıza Vuruşkan’ın en büyük yar-dımcıları ise Dr. Fazıl Küçük, Rauf Denktaş, Dündar Nişancıoğlu (Türkiye İş Bankası Lefkoşa Şube Müdürü), Burhan Işın (Türkiye Cumhuriyeti Lefkoşa Başkonsolosu) ve Vefa Besim (TMT Telsizcisi/Kıbrıslı) olurlar. Banka müdürü olan Dündar Nişancıoğlu çalıştığı bankanın genel müdürlüğü tarafından kendisine verilen talimat çerçeve-sinde TMT lideri Rıza Vuruşkan’ın çalışabileceği uygun bir ortamı etrafa hissettirme-den hazırlar.

7. Kıbrıs’ta İlk Adım:

Türkiye İş Bankası’nın Lefkoşa şubesine banka müfettişi olarak atanan Ali Conan, Lefkoşa Uluslararası Havaalanı’na geldiğinde böyle gelişmiş bir şehirle karşılaşa-cağını beklemediğinden biraz şaşırır. Şaşkınlığını üzerinden atan Ali Conan beyaz pardesüsü ve klasik kasketiyle sıradan bir yolcu görüntüsü çizmektedir. Pasaport kontrolünü yaptırdıktan sonra havaalanı bekleme salonuna geçen Conan, Türkiye İş Bankası Lefkoşa Şubesinden kendisini karşılamaya birinin geleceğinden emin bir vaziyette beklemeye başlar. Düşündüğü üzere kendini karşılamaya gelenler vardır ve banka müfettişi Ali Conan yıllar sürecek mücadele dolu yeni bir sürece adım atar. Ali Conan aslında İstanbul-Lefkoşa seferini yapan THY uçağından inmesi büyük bir heyecanla beklenen TMT’nin lideri Albay Rıza Vuruşkan’dan başkası de-ğildir. Türkiye’den Kıbrıs’a görevli giden her subayın bir maske vazifesi ve bir kod adı vardır. TMT lideri olarak Lefkoşa’ya gelen Yarbay Rıza Vuruşkan’ın maske görevi banka müfettişliği, kod adı da Ali Conan’dır. Kore’de savaşmış, gerilla savaşı konu-sunda bilgili ve tecrübeli, Dağ Komando Okul Komutanlığı’nda görev yapmış76 cid-di, ağırbaşlı, ‘heybetli duruşu, güven telkin eden yaklaşımları ve keskin bakışlarıyla’ sakin ve cesur bir Türk subayı olan Albay Vuruşkan, Kore’de bulunduğu sırada da gizli harekât teknikleri konusundaki bilgi ve becerisini de arttırmıştı. Kıbrıs’a kâğıt üzerinde hiç olmayan büyük yetkilerle ancak büyük bir güvenle giden Albay Vu-ruşkan bir yandan bankada teftiş yapıyor görünecek, bir yandan da yeni teşkilâtın oluşturulması faaliyetlerini yürütecektir. Türkiye İş Bankası Lefkoşa Şubesi Müdürü, Albay Vuruşkan’ın kimliğini ve görevini başarıyla saklamış ve hiç kimse Albay’ın kim olduğunu anlamamıştır. Ancak Albay Rıza Vuruşkan burada yapmakta olduğu ban-ka müfettişliği görevini o kadar mükemmel ve isteksiz yapmaktadır ki bu durumu bilen birkaç kişi dışında hiç kimse ne olup bittiğinin farkında değildir.77

TMT lideri Albay Rıza Vuruşkan’la beraber Kıbrıs’a giden yardımcısı Yzb. Mehmet Özden de İş Bankası müfettiş yardımcısı olarak ve “Necdet Bayazıt”78 ismiyle görev yapar ve o da maaşını Türkiye İş Bankasından alır. Kıbrıs’a gelen bu 2 kişilik ilk grup-tan sonra 5 kişilik bir grup daha öğretmenlik maske görevleriyle Kıbrıs’a gelerek değişik okullarda göreve başlarlar ve onlar organizasyondaki yerlerini alırlar. Bu personelin Türkiye’deki maaşları görev bitimine kadar saklı tutulur. Bu personelin Kıbrıs’ta değişik kimlik ve mesleklerle görev yapabilmeleri için Türkiye İş Bankası Genel Müdürü Bülent Osma dışında pasaport ve kimliklerin alınabilmesi için İçiş-leri Bakanı Namık Gedik’e, öğretmen olarak Kıbrıs’a gidebilmeleri için Millî Eğitim Bakanı Celal Yardımcı’ya, Konsolosluk Basın Ataşesi olarak görev yapabilmeleri için Turizm, Tanıtma ve Enformasyon Bakanı Server Somuncuoğlu’na ve banka müfetti-şi olarak gidebilmeleri için Sümerbank Genel Müdürü’ne müracaat edilir ve gerekli kolaylık ve yardım sağlanır. Bunun dışında Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Zeki

76 Cumhur Evcil, Yavru Vatan Kıbrıs’ta Zaferin Hikâyesi, Genelkurmay Başkanlığı, Ankara, 1999, s. 117.77 TMT lideri Albay Rıza Vuruşkan’ın kızları Yasemin Vuruşkan Mesci ve Ferizet Vuruşkan ile 24 Kasım

2002 tarihinde yapılan görüşme.78 Halkın Sesi, 9 Haziran 1997.

Page 79: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

145144

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Kuneralp, Genel Sekreter Yardımcısı Daniş Tunalıgil, Siyasî İşler Dairesi Başkanı Vahit

Halefoğlu, İktisadi İşler Dairesi Başkanı Oğuz Gökmen, Kıbrıs İşleri Şube Müdürü Ka-muran Acet, Acet’in yardımcısı Adnan Bulak, Levazım Dairesi Başkanı Hazım Ersoy, Enformasyon Genel Müdürü İsmail Soysal ve Lefkoşa Başkonsolosu Burhan Işın da TMT faaliyetlerine azami desteği sağlamışlardır. TMT’nin kuruluş günlerinden faa-liyete geçtiği günlere kadar gerek Genelkurmay Başkanlığı ve gerekse hükümet-ten herhangi bir müdahale olmamış, bu konuda hiçbir talimat, emir veya direktif verilmemiştir. Dolayısıyla TMT’nin idari faaliyetlerine karışılmamış, verilen bilgilerle yetinilmiştir. Bu dönemde Başpiskopos Makarios, Atina’da sürgün hayatı yaşamak-tadır ancak buna rağmen fiili olarak Kıbrıs meselesinin içerisindedir. Yunan devlet adamlarıyla Kıbrıs meselesini görüşmek üzere Atina’ya gelen İngiltere Başbakanı Harold Mac Millan’a refakat eden Kıbrıs Genel valisi Sir Hugh Foot Makarios’un aya-ğına kadar giderek onunla görüşme isteğinde bulunur.

8. TMT’nin Kıbrıs’taki İlk Üyeleri:

Ankara’da Ankara Palas’ta yüz yüze yapılan görüşme sonrasında Kıbrıs’ta göreve başlayan Albay Vuruşkan, Kıbrıs’a gelince evvela Rauf Denktaş’la temasa geçer ve Kıbrıs Türk toplumu lideri Rauf Denktaş’ın destek ve çabalarıyla ilk iş olarak Lefkoşa, Mağusa, Larnaka, Lefke, Limasol, Baf ve Girne’de görev yapacak subaylarla çalışa-cak mahallî liderler ve güvenilir kişiler seçilir ve teşkilâta alınırlar. Türk Mukavemet Teşkilâtı’nın kurulmasıyla beraber teşkilâta ilk katılanlar Posta Müdürü Kemal Şe-miler, Dr. Fazıl Küçük, Rauf Raif Denktaş, Dr. Burhan Nalbantoğlu ve Avukat Osman Örek, Dr. Şemsi Kâzım, Dr. Necdet Ünel, Dr. Niyazi Manyera, Dr. Orhan Müderrisoğlu, Nevzat Uzunoğlu, Baf Belediye Başkanı Halit Kâzım, Öğretmen Necdet Hüseyin ve gerek Volkan ve gerekse TMT’nin teşkilâtlanmasında devamlı görev yapan İsmail Sadıkoğlu olur. Kemal Şemiler, Rauf Raif Denktaş’ın bürosunda yapılan ilk TMT top-lantısında yemin ederek teşkilâta katılır; ancak bütün güvenilirliğine rağmen Albay Vuruşkan’ın son derece ihtiyatlı bir subay olması sebebiyle teşkilât liderinin yüzünü göremez ve sadece sesini duyabilir. Albay Rıza Vuruşkan bu yemin töreni sırasında odanın ortasına gerdirdiği bir ipin üzerine battaniye örttürerek odayı ikiye böldürür ve birbirlerinin sadece seslerini duymak suretiyle yemin törenini tamamlatır. Gizli-lik konusunda uygulanan bu kural, TMT’nin kuruluş faaliyetleri hakkında ne İngiliz polisine ve ne de Rumlara en küçük bilgi sızmasını ve kuşku duyulmasını önler.79

9. TMT’nin Teşkilâtlanması ve Askerî Yapısı:

“Türk bölgelerindeki halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması, Türk toplumunun mukavemet azminin daima canlı tutulması ve bu konuda devamlı eğitilmesi, top-lumun anavatan bağlılığının devamının ve güçlendirilmesinin sağlanması ve muh-temel bir harekâtta adaya çıkacak Türk Silâhlı Kuvvetleri’ne yardımcı olacak şekilde faaliyette bulunması görevleri ile kurulmuş olan”80 Türk Mukavemet Teşkilâtı baş-

79 TMT Limasol kadrosundan Macit Aydınova ile 13 Temmuz 2003 tarihinde Girne’de yapılan görüşme.80 Geçmişten Geleceğe Kıbrıs, Askerî ve Siyasî Gelişmeler, Anılar ve Olaylar, Ankara, 2000, s. 8.

langıçta Türk mitolojisine ve özelliklerine uygun olarak teşkilâtlanır ve kullanılacak kod isimleri de buna uygun olarak seçer. Burada vurgulanması gereken en önemli husus ise Türk Mukavemet Teşkilâtı’nın tamamen Seferberlik Tetkik Kurulu bünye-sinde emir-komuta zinciri içerisinde çalışan bir organizasyon olduğu ve hiçbir siyasî örgütlenme veya siyasî yapıyla ilgisinin bulunmadığıdır. Teşkilât daha sonra haber-leşmede gizliliğin daha kolay tesis edilebilmesi gayesiyle değişikliklere de gider. TMT Türkiye karargâhı 1958 Mayıs ayında Ankara’da, TMT Komutanı’nın karargâhı da Lefkoşa’da Temmuz ayında kurulur. TMT’nin örgütlenme planında öngörülen ve adanın 6 bölgesinde ilk 3 yılda oluşturulan sancaklardaki toplam mücahit sayısı hepsi de silâhlı olmak üzere 5.000’e kadar çıkar. Bu sayının müteakip dönemlerde 10.000’e kadar çıkması planlanır ve bununla ilgili tüm alt yapı imkânları araştırılır. Kıbrıs’ta kullanılacak her tür silâh Anamur ve Mersin’de oluşturulan depolarda her an gönderilmeye ve kullanılmaya hazır vaziyette ambalajlanmış olarak saklanmak-tadır. Rumların muhtemel bir Enosis girişiminin TMT için Kıbrıs’ta durumu Türk ta-rafının lehine çevirecek bir fırsat yaratabileceği düşünüldüğünden böyle bir fırsat çıktığında savaşıp idealleri gerçekleştirme yolunda belirlenen hedeflere doğru yü-rünecektir. TMT beş kişilik hücrelerden oluşan bir yeraltı teşkilâtıdır. Hücre üyesi, yalnızca kendi hücresindeki beş kişiyi tanır, diğer hücreleri ve personelini tanımaz. Üst kademe ile irtibatı sağlayanlar ise sadece hücre liderleridir.81

TMT’nin 1958 yılında kurulan ilk yapısı otağ, oba ve çadır olarak üç kademeli olarak belirlenir.82 5 kişilik hücreler çadır, hücre üyeleri arı, otağa bağlı köyden sorumlu bi-rim de oba idi. Ancak bu yapılanma ve verilen isimlerin politik çağrışımlar yapabile-ceği endişesiyle daha sonra sembollerde değişiklikler yapılır ve bunların yerine ko-van, petek ve oğullar oluşturulur. Her oğul 5 arıdan oluşur ve daha sonra otağın ye-rine kovan, obanın yerine petek, çadırın yerine oğul getirilir. 1960 yılından itibaren TMT altı bölgede altı birlik teşkil eder ve Mağusa (Erzurum), Lefke (Akşehir), Larnaka (Hatay), Baf (İzmir), Lefkoşa (Konya), Limasol (Antalya) sancaklarında 3–4 taburdan oluşan bir askerî güç oluşturur. Bu sancakların komutanlığını ise Konya Sancağı’nda Necmettin Erce, Erzurum Sancağı’nda Şefik Karakurt, Hatay Sancağı’nda Turgut G. Budak, Antalya Sancağı’nda Eftal Akça, İzmir Sancağı’nda K. Karakullukçu ve Akşe-hir Sancağı’nda da Osman Nalbant yaparlar. Her taburda 50’şer kişilik teşkilâtlanmış ve eğitilmiş bir kuvvet bulunmaktadır. Her birliğin başında da “Serdar” adı verilen Sancaktar olarak da adlandırılan komutanlar görev yapmaktadır. Daha sonraki sü-reçte Serdar olarak adlandırılan kişiler genellikle Kıbrıs Türkleri arasından seçilmiş Sancaktar Yardımcısı olarak da bilinmeye başlanmıştır. Bu bağlamda Konya Sancağı Serdarı Kemal Şemi, Erzurum Sancağı Serdarı Hasan Güvener, Hatay Sancağı Ser-darı Hüseyin Necdet, Antalya Sancağı Serdarı Ziya Rızkı, İzmir Sancağı Serdarı Halit Kâzım ve Akşehir Sancağı Serdarı Aziz Fedaî olur. Sancakların en üst düzey komu-tanı konumundaki kişi Tabur seviyesindeki askerî bir birliğe komuta edecek şekilde eğitilmiş olan Binbaşı-Yarbay rütbesindeki personeldir. Bu kişilerin özellikle TMT’nin

81 KKTC’nin ilk Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş ile 8 Temmuz 2003 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme.82 TMT Limasol Sancağından merhum Mehmet Y. Manavoğlu ile 25 Ağustos 2004 tarihinde Girne’de

yapılan görüşme.

Page 80: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

147146

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. kuruluşunu müteakip görev alanlarına gizlice intikal etmeleri de başlı başına bir

harekât olur.83 Baf Serdarı, Magusa Serdarı, Lefkoşa Serdarı, Limasol Serdarı, Lefke Serdarı, Larnaka Serdarı olarak bilinen komutanların genellikle yırtıcı kuş isimlerin-den olan “Şahin, Atmaca” gibi değişik kod adları bulunmaktadır.84

TMT’nin komutanı olarak görev yapan kişi “Bozkurt” adıyla bilinir ve teşkilâtın en üst düzey yöneticileri haricinde hiç kimse tarafından bilinmez. Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş tarafından TMT lideri Bayraktar Vuruşkan’a teşkilâtın tesisinde yar-dımcı olmaları için önerilen toplumun üst düzey aydın kişileri de büyük bir gizlilik ve disiplin içerisinde teşkilâta kabul edilir ve çalışmaya başlarlar. Teşkilâta eleman seçimi çok titiz, isabetli ve yerindedir. Gizlilik esasına dayanan bir teşkilâtlanmanın en önemli öğesi olan güvenilirlik içinde, sır tutan lider olarak görev yapacak, toplu-mun sevilen ve tanınan kişilere ihtiyaç vardır çünkü bu tür teşkilâtlara çok güvenilir, gözü pek, teşkilâtın kuruluş amacına yürekten inanmış ve kendisine verilen görevi en iyi şekilde yapabilecek kişiler alınır. Herkes görev yaptığı 5 kişilik hücrenin içinde hareket eder, kurallara mutlak itaat eder, fazla soru sormaz, bilmemesi gereken şey-leri öğrenme gayreti içerisinde olmaz. Bu teşkilâtlanma ve profesyonel bir düzen-lemeye geçme faaliyetleri adanın diğer kazalarında da devam eder.85 Son derece kısıtlı bir şifre sistemi üzerine kurulan TMT bu yüzden 21 Aralık 1963 Kanlı Noel’iyle beraber yer üstüne kendi isteğiyle çıkıncaya kadar ne İngilizler ne de Rumlar tara-fından varlığından haber alınabilen bir teşkilât vasfını kazanır.

1960 tarihinde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla beraber Kıbrıs’ta Bayraktar ola-rak görev yapan Kurmay Albay rütbesindeki subaylar Türk Büyükelçiliği’nde idari ataşe görevindeyken Bayraktarlık görevini de sürdürür. 4 taburdan oluşan Lefkoşa Sancağı ile 3 taburdan oluşan Boğaz ve Serdarlı Sancakları güç ve yapı olarak en kuvvetli sancaklardır. 1960 sonrasında sistemin artık iyice rayına oturmasıyla be-raber yeni düzenlemelere de gidilir. Lefkoşa Sancağı; Atilla Hattı ve Yeşil Hat olarak bilinen bölgenin kuzeyi ile Ortaköy- Hamitköy bölgelerinin güvenliğini, Boğaz San-cağı da Girne-Lefkoşa yolunu kontrol eden Boğaz bölgesi ile o bölgedeki St. Hila-rion Kalesi ve civarını kontrol etmektedir. 1974 Barış Harekâtı’na kadar Girne’den Lefkoşa’nın Rum bölgesine veya Lefkoşa’nın Rum bölgesinden Girne’ye gitmek isteyen Rumlar Birleşmiş Milletler kontrolünde ve Türk bölgesinden geçmek sure-tiyle geçiş yapabildiklerinden bölgenin stratejik önemi çok büyüktür. Kartal yuva-sını andıran Saint Hilarion Kalesi, tarihin değişik dönemlerinde Büyük İskender’in, Antonius’un, Arslan Yürekli Richard’ın ve Cenevizlilerin saldırılarına uğramış ancak Osmanlı İmparatorluğu’nun adayı fethettiği 1571 yılından itibaren hep Türklerin hâkimiyetinde kalmıştır. Rumların yoğun baskı, ateş ve silâh üstünlüğüne rağmen bu bölgeyi savunan TMTciler bölgeyi Rumlara kaptırmaz. Lefakoşa’daki bayraktarlık

83 TMT Limasol kadrosundan merhum Macit Aydınova ile 13 Temmuz 2003 tarihinde Girne’de yapılan görüşme.

84 KKTC’nin ilk Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş ile 8 Temmuz 2003 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme.85 TMT Limasol Sancağından merhum Mehmet Y. Manavoğlu ile 25 Ağustos 2004 tarihinde Girne’de

yapılan görüşme.

bünyesinde ayrıca Limasol, Mağusa, Baf, Larnaka, Yeşilırmak, Serdarlı, Boğaz, Eren-köy, Lefke ve Mehmetçik Sancaktarlıkları da tesis edilir.

10. Eğitim Faaliyetleri:

Tehlike ve güçlüklerle dolu TMT’nin eğitimleri üç ayrı kategoride görülebilir. Bunlar “Hasret’te” yapılan esas eğitim, ada içerisinde yapılan eğitim ve kovanların kendi birimleri içerisinde yaptıkları eğitimlerdir. Ada içerisindeki kamplarda yapılan eği-timlerle ilgili olarak dört ayrı yerde TMT mensupları için izci kampı adı altında askerî kamplar açılır. Çiçeklik86, Küçüksu, Yağmuralan, Esentepe ve Kümürlü’deki bu kamp-larda eğitim öğretmenler veya maarifçilere yaptırılır ve personel silâh atışı hariç çe-şitli konularda eğitime tabii tutulur.87

11. TMT’de Kullanılan İsimler ve Anlamları:

Kuruluş İsmi Daha Sonraki İsmin Manası Bozkurt Bozkurt BayraktarYayla Beyi Sancaktar Tabur KomutanıYayla Sancaktarlık Tabur ---- Serdar Alay Komutan Yardımcısı Otağ Beyi Kovan Beyi Tabur KomutanıOba Beyi Petek Beyi Bölük KomutanıÇadır Beyi Oğul Beyi Takım KomutanıKurt Arı Mukavemetçi Er

Kovanların kendi içlerindeki birimler bazında yaptıkları eğitimlerde de silâh atış eğitimi hariç, silâhın kurulması, bozulması, haber alma, istihbarat ve istihbarata karşı koyma, pusu, baskın, savunma ve köy savunmalarıyla ilgili planlar öğretilir.88 TMT’nin ilk ve en temel prensibi olan ketumiyet ve gizlilik çerçevesinde izci kamp-larında eğitimler aralıksız olarak devam eder.89 Türk Mukavemet Teşkilâtı’nda görev yapan personel öncelikle “personel, gizli harekât tekniği, pusu, baskın90, sabotaj ve silâhlar, atış, yanaşık düzen, kamuflaj, haberleşme, sır saklama, istihbarat ve istihba-rata karşı koyma, hedeflere yaklaşma ve hedeflerden uzaklaşma” konusunda eğiti-me tâbi tutulur.91

TMT’nin eğitim kamplarında bir araya gelen ve daha önce teşkilâtın gizlilik prensibi gereği diğer TMT mensuplarının kimler olduğu konusunda bilgisi olmayan Kıbrıs Türkleri birbirlerini orada gördükten sonra en azından kendi aralarında teşkilâta

86 KTMA, TMT Özel Arşivi, Dosya No. 1188/37 ve 298/007.87 TMT Derneği Başkanı Yılmaz Bora ile 13 Temmuz 2003 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme.88 TMT Lefkoşa Sancağı mensubu Erdoğan Tilki ile 10 Temmuz 2003 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme.89 TMT Limasol Sancağı mensubu Aydın Aygın ile 20 Ağustos 2004 tarihinde Girne’de yapılan görüşme.90 KTMA, TMT Arşivi, Dosya No. 1188/37 ve 298/007.91 TMT Lefkoşa Sancağı Kovanbeyi Nevzat Uzunoğlu ile 13 Temmuz 2003 tarihinde Girne’de yapılan

görüşme.

Page 81: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

149148

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. nasıl girdikleri konusunda görüşme imkânı bulurlar. Kamptaki silâhlı veya silâhsız

eğitim faaliyetlerinin bitmesiyle beraber köylerine dönen gençler gittikleri yerlerde TMT mensubu olduklarının bilinmesi üzerine daha çok değer verilmeye ve Kıbrıs Türkleri tarafından daha fazla itibar görmeye de başlarlar. TMT’nin ada sathında ör-gütlenmesinde ve etkin bir teşkilâtlanmaya gitmesinde özellikle okulların, Kıbrıs Türk Lisesi Mezunlar Derneği gibi kuruluşların ve öğretmenlerin çok büyük deste-ği söz konusudur.92 TMT’nin personel eğitimleri ada içerisinde ve Türkiye’de olmak üzere 2 kısma ayrılmıştır. Ada içindeki eğitim faaliyetleri ise izci kamplarının dışın-da spor kulüplerinde ve köylerde köy ileri gelenlerinin evlerinde ve halk eğitimi öğretmeni, vaiz gibi maske görevler yapan personel tarafından yapılmaktadır. Söz konusu personel tarafından TMT mensuplarına silâhlar hakkında bilgi verilmekte, silâhların nasıl ambalajlanacağı, nasıl saklanacağı ve yeraltı faaliyetlerinin özellik-leri üzerine bilgiler verilmektedir. Değişik seçmeler sonucunda belirlenen personel farklı bölgelerden olmalarına da dikkat edilerek 25–30 kişilik gruplar halinde tu-rist olarak “Hasret” eğitimine Türkiye’ye gönderilir93 ve Ankara/Sincan yakınlarında oluşturulan askerî kampta ve ayrıca Antalya’daki kampta hemen çalışmalara baş-larlar.94 Türkiye’de yapılan bu eğitimin ismi “Hasrete Gitmek”tir95 ve bir ay süreli olan bu eğitimlerde temel askerlik öğrenenler ayrıca silâh bakımı, telsiz, eğitim, komando şeklinde bir ihtisaslaşmaya geçtikten sonra tekrar Kıbrıs’a dönerler. Özel-likle Kıbrıs’tan ayrılırken İngilizlerin ve Rumların dikkatini çekmeme konusunda son derece dikkatli davranan TMT yönetimi Zir Kampı’nda eğitim görmek üzere gön-derilecek olanların mantıklı sebeplerle çalıştıkları iş yerlerinden mazeret belirterek ayrılmalarını sağlar ve bölgelerdeki Sancaktarlıklar vasıtasıyla onları Adana veya Ankara’ya gönderir. Ankara’da da bir arada bulunmalarının önüne geçebilmek için farklı adresler ve farklı oteller tercih edilir. İnsanlar uçakta karşılaştıkları tanıdıkla-rının bile TMT üyesi olduğunu bilmediğinden onların Zir’de eğitim yapacaklarını aklından bile geçirmez veya tahmin etse bile bu konuda en küçük bir imada dahi bulunmaz. Bazen de TMT faaliyetlerine destek olmadığı veya Rum yanlısı olarak dü-şündükleri bazı Kıbrıs Türklerinin Zir Kampı’nda görev yaptığını gördüklerinde de şaşırırlar. TMT Mağusa bölge sorumlusu Necati Kovanbey ise Türkiye’de yapılan bu eğitimi “Ham karargâh eğitimi” olarak isimlendirir. Bu kampta görev yapan ve daha sonraki süreçte Kıbrıs’a da gelerek TMT mücadelesinin içerisinde yer alan subaylar arasında Kemal Karakullukçu, Osman Nalbant, Bedri Erkan, Cemal Akkan, Kamil Ön-celer, Şefkatullah Yalaz da bulunmaktadır. Kıbrıs’taki TMT yönetimi kadar Ankara’da-ki yetkililer de gizlilik konusunda son derece dikkatli ve ketum davranmaktadırlar. Ankara’da farklı otellere yerleştirilen ve kamuoyunun dikkatini çekmelerinin önüne geçilen bu “Kıbrıslı turistler” daha sonra Zir Kampı’na götürüldüklerinde sivil elbise-lerinden arındırılırlar ve ceplerindeki sigara paketine varıncaya kadar teslim etme-leri veya imha etmeleri istenir. Tek bir kampın yeterli olmaması sebebiyle Eylül 1959 tarihinden itibaren faaliyete geçen Antalya- Kemer yolu üzerinde orman içerisinde-

92 Erdoğan Balcılar ile 10 Temmuz 2003 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme.93 KTMA, TMT Arşivi, Dosya No. 1188/37 ve 298/007.94 Fuat Veziroğlu ile 16 Kasım 2003 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme.95 KTMA, TMT Arşivi, Dosya No. 1188/37 ve 298/007.

ki askerî kampa gelen Kıbrıs Türkleri 1 aylık eğitim sonrasında adaya dönerek bu-rada yeni eğitime alınanların eğitimlerine yardımcı olurlar.96 Bu kampın komutanı Binbaşı Şadi Demirbilek’tir ve kampın lojistik desteği Albay Naim Tan’ın komutanlı-ğını yaptığı Eğirdir Dağ Komando Okulu Komutanlığı tarafından karşılanmaktadır.97

12. Personel ve Personel Temini:

Tecrübeli bir gerilla subayı olan Grivas yönetimindeki EOKA’nın katliamlarına karşı koymak üzere teşkil edilen Türk Mukavemet Teşkilâtı için seçilen kişilerin öncelikle güvenilir olması şartı aranır. Uzun bir seçim aşaması sonrasında çeşitli istihbarat ya-pılarak ve söz konusu kişi çeşitli ortamlarda denendikten sonra98 bu kişilerin soğuk yaklaşımla duygu ve düşünceleri belirlenir, uygun bulunması halinde sıcak yakla-şımla doğrudan doğruya TMT saflarına girmeye davet edilirler ve Türk Mukavemet Teşkilâtı’nda görev yapmaya gönüllü bu kişiler yemin ederek teşkilâta alınırlar.99 Soğuk yaklaşmada kişiye itimat edilirse sıcak yaklaşım yapılır, Türk toplumunun mücadelesi anlatılır ve TMT’ye giriş sağlanır.100 Önce soğuk yaklaşımla, daha sonra da kendisine belli edilmeden ve haber verilmeden denenen kişi kendisine psikolo-jik moral verilip tutumunun öğrenilmesi sonrası teşkilâta alınır.101 Sıcak yaklaşımla iyice kontrol edilen ve birkaç aylık gözlem sürecinden sonra TMT’ye alınanlardan bi-risi de TMT Mağusa Sancağı mensubu Nemci Gençay’dır. Daha önce TMT’ye girmiş olan güvenilir bir kişi tarafından o da diğer TMT mensupları gibi teşkilâta girmesi için davet edilir.102 Güven ve tamamen gönüllülük esasına dayalı bir teşkilât olan TMT görev yapacak personelin temininde de son derece titiz, sabırlı ve uzun süreli bir araştırmanın içerisine girmiştir. Millî duygularla dolu, gizlilik prensibine azami dikkat eden ve askerî eğitimden geçirildikten sonra TMT’ye faydalı olacağı düşü-nülen kişilerle ilgili olarak üst kademenin emirleri doğrultusunda istenen sayıda personelin temini için araştırmalar başlar ve iğneyle kuyu kazarcasına, kılı kırk yara-rak ağzı sıkı, güvenilir personel bulmaya çalışılır.103 Sıcak ve soğuk yaklaşım dışında TMT tarafından uygulanmakta olan bir başka usul ise daha önce farklı şekillerde TMT içerisine alınmış olan ancak muhtelif nedenlerle artık TMT dışında tutulma-sı gereken personelin soğutulması usulüdür. Gerek TMT için yapılan fedakârlıklar gerekse TMT içerisinde ve kamuoyunda kişinin rencide olmaması ve incinmesinin önüne geçilebilmesi için bu noktada son derece dikkatli ve hassas davranılarak TMT mensubunun gönlü hoş tutulur ve bir yandan da görev verilmeyerek, bilgi aktarımı

96 Erdoğan Balcılar ile 15Temmuz 2003 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme.97 İsmail Tansu, Aslında Hiç Kimse Uyumuyordu, Minpa Matbaacılık, Ankara, s. 105.98 Emekli Tümgeneral Cumhur Evcil, a.g.e., s. 117.99 O dönemde özellikle Dr. Fazıl Küçük’le beraber hareket eden Osman Güvenir’den alınan 20 Temmuz

2005 tarihli bilgi notu.100 TMT Limasol Sancağı’ndan merhum Mehmet Y. Manavoğlu ile 25 Ağustos 2004’de Girne’de yapılan

görüşme.101 TMT Limasol lider kadrosundan merhum Macit Aydınova ile 13 Temmuz 2003’de Girne’de yapılan

görüşme.102 TMT Mağusa Sancağı mensubu Mert kod isimli Necmi Gençay ile 27 Temmuz 2005 tarihinde Gazi

Mağusa’da yapılan görüşme.103 TMT Lefkoşa Sancağı mensubu Erdoğan Tilki ile 18 Ağustos 2000 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme.

Page 82: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

151150

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. yapılmayarak kişi devre dışında tutulur. Bununla beraber “eğer icap ederse bu kişi

veya kişiler tekrar TMT’ye alınabilirler çünkü TMT için yemin vermişlerdir. O yemi-ni artık bozamazlar ve aksi davranamazlar.”104 Bu kısıtlı imkânlar içerisinde verilen mücadele daha sonraki yıllarda da Kıbrıs Türklerinin mücadelesine rehber olur ve TMT’nin hemen her konuda topluma ön ayak olmasıyla zorlukların üstesinden ge-linmesi konusunda Kıbrıs Türkleri çok büyük bir şansa da sahip olurlar.

13. İstihbarat ve İstihbarata Karşı Koyma:

Türk Mukavemet Teşkilâtı’na alınanların kabul ettikleri en önemli ve hayatî özellik “Bilgi bizimle kalacak, saklanacak ve ölünce bizimle beraber öbür dünyaya gide-cek. Kısaca teşkilâtla ilgili bilgiler teneşire kadar içimizde saklanacaktır” şeklindedir. Çünkü bir TMT üyesi için “tek şeref arkada mezar taşı bile bırakmamaktır.” Bütün silâhların, gizli harekât planlarının, coğrafi bölgelerin bile gerçek isimleri yerine kodlarla tanındığı bir teşkilâtta başka türlü davranılması da doğru değildir. Çünkü TMT adsız gönüllüler ve adsız kahramanlar topluluğudur ve yapılanlar da sadece yapanlar tarafından bilinir.105 “Beşikten mezara kadar yeminli olan TMT’ciler ser ve-rip sır vermedikleri için” TMT’nin askerî manada teşkilâtlanması döneminde EOKA örgütünün ne olup bitenlerden ne de Bayraktar Rıza Vuruşkan’ın kimliğinden ha-beri vardır. Herkesin birbirini bilip tanıdığı Kıbrıs gibi küçük bir adada gizliliği sağla-mak için büyük çaba harcanmış, personelin dikkatli ve özverili çalışmalarıyla bunda da çok büyük başarı sağlanır. Dönem içinde Türkiye’den gelen ve TMT’de Sancak-tarlık görevini üstlenen personele Kıbrıs Türklerinin ve TMT mensuplarının saygı ve sevgisi tarif edilemez bir ölçüdedir ki “Sancaktara bu memlekette İkinci Atatürk veya Paşa” denilir.106 Bu personelle beraber gelen ve yardımcıları konumundaki üs-teğmenler veya astsubaylar ise “Küçük Paşa” olarak nitelendirilirler. Teşkilâta giren, yıllar boyunca her türlü fedakârlığı göstererek maddî, manevî sıkıntılara göğüs ge-ren, yerine göre ölümü göze alan ve bu uğurda hayatını kaybeden bu insanlar as-lında hep birer isimsiz kahramandır. TMT mensubu herkes farklı birimlerde çalışıyor olsalar dahi istihbarat konusunda her türlü ortamdan istifade etmenin de yollarını bulurlar.107 İstihbarat konusunda ilgili birimler ve personel aracılığıyla yapılan ça-lışmalar gerek personel temini, gerekse silâhlanma, haberleşme ve eğitim konula-rında olsa da esas istihbarat çalışmaları ağırlıklı olarak EOKA’ya ve Rumlara yönelik olarak yapılır. EOKA’nın ve Rumların askerî gücü, silâh mevcudu, cephanelikleri, eğitim alanları, personel durumu, hastane, cephanelik, karargâh, askerî garnizon-lar gibi hassas bölgeler de ayrıca devamlı mercek altına alınan, krokileri çıkartılan,

104 Bazı durumlarda ise TMT tarafından emin ve güvenilir yerlerde veya evlerde yapılan toplantılar sı-rasında veya silâh eğitimleri sırasında TMT mensubu olmayan birisinin beklenmedik oraya gelmesi durumunda da söz konusu kişi derhal TMT mensubu yapılmakta, aynı şekilde bayrak, silâh ve Kur’an üzerine yemin ettirilerek aksi davranışlar içerisine girmesi engellenmektedir. TMT Mağusa Sancağı mensubu Mert kod isimli Petek Beyi Necmi Gençay ile 27 Temmuz 2005 tarihinde Gazi Mağusa’da yapılan görüşme.

105 TMT Derneği Başkanı Yılmaz Bora ile 13 Temmuz 2003 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme.106 TMT Mağusa Sancağından Mert kod isimli Necmi Gençay ile 27 Temmuz 2005 tarihinde Mağusa’da

yapılan görüşme.107 Murad Hüsnü Özad, Baf ve Mücadele Yıllarım, Akdeniz Haber Ajansı Yay., İstanbul, 2002, s. 5.

mümkünse fotoğraflanan yerler arasındadır.108 Türk Mukavemet Teşkilâtı’nın verdiği hürriyet mücadelesinde başarılı olmasının sırrı mütevazı, ortada görünmekten hoş-lanmayan, yaptığı görevle ilgili olarak uluorta konuşup kendisini, ailesini ve Kıbrıs Türk toplumunu tehlikeye atmayan, kendisine verilen görevi layıkıyla yerine getirip sessizce yeni görevler verilmesini bekleyen bu insanlarda gizlidir. Bununla beraber istihbarata karşı koyma kapsamında yanlış yapanlar veya yanlış yaptığını bileme-yenler de teşkilâtın gizliliğini koruma bağlamında kontrol altında tutulurlar ve bu kişiler teşkilât dışına çıkartılarak, aktif görevden alınarak, ikaz edilmek suretiyle ve farkına varamadığı yanlışlıkları göstermek suretiyle ikaz edilerek EOKA’ya ve İngiliz idaresine bilgi akışının önüne geçilir.109

Teşkilâta girerken edilen yemine bağlı kalarak hiç kimseye hiç bir şey söylemeyen TMT mensubu bazen günlerce evine uğramaz, nereye gittiğini, ne iş yaptığını, nere-de olduğunu hiç kimseye söylemeden görevini yapar. TMT’de görev alanlar gündüz normal işlerini, geceleri de teşkilâtın işlerini veya eylemlerini gerçekleştirirler. Bu nedenle yeraltı teşkilâtlarında çalışanlar “gündüz külahlı, gece silâhlı” olarak tanım-lanırlar.110 TMT’de görev yapan insanlar eğer devlet hizmetinde çalışıyorlarsa sabah-leyin normal iş yerlerine gitmekte ve mesai sonuna kadar “işledikten”111 sonra da derhal ikinci görevlerine koşarlar ve TMT saflarındaki görevlerini devralırlar. Görev verilmesi ve TMT içerisinde çalışma konusunda insanlar o kadar gönülden ve feda-karane davranırlar ki kendisine nöbet görevi verilmediği düşüncesiyle intihar eden bile olur. Özellikle üst yöneticiler arasındaki kişisel ilişkiler ise son derece saygılı ve belli bir çizginin üzerindedir.112

14. Silâh, Mühimmat, İkmal ve Depolama:

1958 yılından başlayarak Türkiye’den balıkçı tekneleriyle adaya küçük çaplı silâhların getirildiği dönemlerde bin bir zorlukla getirilen ilk parti 8–10 bavul içindeki silâhlar Rauf Denktaş’ın kendi evinde, hatta çocuklarının yatakları altında saklanır. Daha son-ra da TMT tarafından güvenilir bulunan üst düzey yöneticiler ve diğer TMTF’cilere de verilerek gizlenmeleri sağlanır. Bu dönemde Dışişleri Bakanlığı’nın Dışişleri Ba-kanlığı kuryeleri aracılığıyla ve içi kurşun kaplı bavullarla adaya silâh gönderme fikri Teşkilât tarafından pek sıcak karşılanmaz ve yürürlüğe konulmaz.113 Buna rağmen adaya getirilen silâhların muhafazası ve dağıtımı konusunda tereddütler vardır ve bu tereddüdü yaşayanlar başta Rauf R. Denktaş ve Dr. Fazıl Küçük’tür. Bin bir zor-luklarla adaya getirilen silâh ve cephane ihtiyacı tam olarak karşılayamadığından Türk Mukavemet Teşkilâtı kendi imkânlarıyla silâh imal etmeye başlar ve Lefkoşa’da Kırıkkale ismi verilen atölye açılır. Bu dönemde teşkilâtın elinde antika denebile-

108 TMT Mağusa Sancağından Mert kod isimli Necmi Gençay ile 27 Temmuz 2005’de Mağusa’da yapılan görüşme.

109 KTMA, TMT Arşivi, Dosya No. 1188/37 ve 298/007.110 Emekli Tümgeneral Cumhur Evcil, a.g.e., s. 117.111 Kıbrıs Türkleri bugün bile çalışmak ifadesi yerine işlemek kelimesini kullanmayı tercih ederler.112 KKTC’nin ilk Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş ile 8 Temmuz 2003 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme.113 Halkın Sesi, 15 Haziran 1997.

Page 83: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

153152

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. cek son derece eski, derme çatma silâhlar, Birinci Dünya Savaşı’ndan kalma tüfek-

ler bulunmaktadır. Su borularından el bombaları, Sten tipi tüfekler, otomobillerin direksiyon millerinden piyade tüfekleri imal edilir. Karyola, somya demirlerinden istifade ile çok zor şartlarda silâh üretilir. Lefkoşa’daki silâh atölyesinde A–4 maki-neli tüfeği ve Sten tipi silâhlar üretilir. Ayrıca Limasol’da uçaksavar makineli tüfek, Lefke’de 60 ve 81 mm.lik havan,114 Serdarlı Sancağı’nda ağızdan dolma küçük çaplı top imal edilir. Bu silâhların dışında kamyonetlerin yan kısımlarına kalın saç levhalar yerleştirmek suretiyle imal edilen 3 zırhlı araç da Boğaz Sancağı’nın ürünü olup St. Hilarion ve Boğaz bölgelerinde cephane taşıma görevini üstlenir. Bunların dışında 21 Aralık 1963 tarihinde Rum saldırılarının ada sathında başladığı dönemde Baf’ta da Sedat Ötün adında makineye, demire, silâha yatkın bir TMT mensubunun giri-şimleri söz konusudur. Kendisi fotoğrafçı, babası tenekecilik ve su tesisatçılığı ya-pan Ötün üç inçlik su borusundan top namlusu yapar ve demir bileziklerle takviye ederek de ateşleme mekanizmasını tamamlar. Su boruları ve patlayıcılar vasıtasıyla da mermiler yapılır. Ayrıca Rum saldırılarına karşı kullanılmak üzere havan topları ve havan mermileri de imal edilir. Yeşilova’da denenen havan topundan istenen verim alınmıştır. Dündar Kemal isimli bir başka TMT’ci tarafından yapılan piyade tüfeği mermisi imal işi ise istenen başarıyı getirmez. Bu dönemde EOKA teşkilâtına, İngiliz idaresine ve sivil halka hissettirmeden silâh temini ve silâhların saklanması başlı başına bir macera ve son derece tehlikeli bir girişimdir. TMT’nin silâh temini konu-sunda başvurduğu daha pek çok farklı yol bulunmaktadır. Zaman içerisinde ihtiya-ca yönelik olarak ve durumun aciliyetine göre de farklı usuller bulunmaya çalışılır. Ahmet Bullici’nin Yeşilırmak köyünden yüklediği kumun altına sakladığı silâhları Aşağı Pirgo Rum köyünden Rumları şüphelendirmeyecek şekilde geçirmesi, ayrıca UNFICYP mensubu helikopterler aracılığıyla zaman zaman ufak çaplı silâh nakli ya-pılması, ayrıca Finlandiyalı ve İsveçli Barış Gücü mensuplarından istifade edilmesi söz konusudur. Bunlara ilaveten Marly ve Fisher isimli iki sivil İngiliz de silâh sevkıya-tında kullanılırlar; ancak 26 Mayıs 1964 günü söz konusu İngilizlerin teslim aldıkları silâhlarla Erenköy’den Lefkoşa’ya giderken Gemikonağı bölgesinde yakalanmala-rıyla sivil yabancıların kullanılmasına da bir son verilir.

TMT mensupları tarafından silâh ve mühimmat temini konusunda faaliyet alanı olarak görülen bir başka bölge ise İngiliz üsleri olur. İngiliz idaresinin üslerde gö-revli personelinin istihkakı olarak adaya getirdiği özellikle çeşitli çaplardaki mermi-ler teker teker kontrol edilmekte ve kullanılamayacağı düşünülen paslı veya arızalı mermiler bir sandık içine konularak denize dökülmektedir. Bu durumu bilen TMT mensupları yakın irtibata geçtikleri İngiliz görevlilerden sağlam mermileri bozuk diyerek almakta ve denize de boş mermi sandıkları atılmaktadır. Söz konusu bu

114 Lefke’de bulunan Teknik Meslek Lisesi’nde öğretmen olarak görev yapan Kemal Özalper 60 ve 81 mm havan yapımı konusunda kıt imkanlarla da olsa büyük başarılar elde etmiş ve neredeyse imkansızı ba-şarmıştır. Ne acıdır ki öğretmen Özalper yaptığı havan mermilerini test ettiği sırada namluda bulu-nan 81 mm havan mermisinin namluyu parçalaması sonucunda şehit olmuştur. Kemal Özalper’in naşı Türkiye’ye gönderilmesine rağmen halen 27 şehidin bulunduğu Lefke’deki şehitliğe anısını yaşatmak için Öğretmen Kemal Özalper ismi verilmiştir. Halil Sadrazam, Kıbrıs’ta Varoluş Mücadelemiz, Şehit-liklerimiz ve Anıtlarımız, İstanbul, 1990, s. 219.

mermilerin adanın değişik noktalarına sevkinde kullanılan pek çok yoldan birisi ise özellikle yaz mevsiminde karpuzdan istifade etmek suretiyle gerçekleşmektedir. Kırmızı olup olmadığı kontrol edilen ve üçgen şeklinde kesilen karpuzların o nok-tasından karpuzun içine mermiler teker teker ve çok dikkatli bir şekilde yerleştiril-mekte, mermilerin ağırlığının karpuzun büyüklüğü ve ağırlığıyla doğru olmasına da çok büyük özen gösterilmektedir. Bulunan silâhların saklanması konusunda nere-deyse akla hayale gelmeyecek yollar bulmaya çalışan TMT mensupları köy meyda-nındaki çeşme başlarında bulunan ve genellikle köylülerin hayvanlarını “suvarmak” için kullanılan su yalaklarını ve su teknelerini de geçici depo olarak kullanmaktan çekinmezler. Köylerde dip ve sır çanaklarda saklanan silâhlar için bulunan yerler arasında samanlıklar, dikkati çekmeyecek ve hiç kimsenin aklına gelmeyecek or-talık yerdeki çeşmeler, mezarlıklar, köylerde ve yol kenarlarında bulunan ağaçların altları, garajlar, doğal mağaralar, evlerde tavan araları, çeyiz sandıkları da sayılabi-lir.115 Öte yandan silâhların dip ve sır çanaklara gömülmesi faaliyetleri en az silâh temini kadar önemli, hassas ve sorumluluk isteyen bir görevdir. Bu işle ilgili olarak görevlendirilen iki kişi faaliyetlerini son derece dikkatli yapmak zorundadırlar.116 Silâhların yerinin ilgisiz kişilerce tespit edilmesi, EOKA veya İngiliz idaresi tarafın-dan yakalanması, gömülen yerin konumuna göre sivil halkın bu silâhları bulma-sı pek çok kişinin sıkıntıya girmesine neden olacağı gibi aynı zamanda teşkilâtın güçlüklerle temin ettiği silâhlardan mahrum kalması manasına da gelmektedir. Bu bağlamda görevli iki kişinin son derece hassas davranması gerekmektedir. Bu işle görevlendirilen TMT mensupları dışında hiç kimse silâhların nereye saklandığı-nı bilmemektedir ve çanaklama görevi verilen TMT’ciler de bu bilgiyi hiç kimseyle paylaşmazlar. Görevin gizliliği ve TMT’nin mutlak ketumiyeti içerisinde hiçbir TMT mensubu diğer peteklerde görevli olanları, diğer TMT mensuplarının görevleri veya yapılan faaliyetleri bilmez ve bilmemesi gerekir. Aksi davranışlarda bulunanlar ise TMT tarafından sert bir şekilde cezalandırılır. Her çanak için görevlendirilen 2 mukavemetçi silâh ve cephanenin saklanması, emniyeti, zaman zaman da kontrol edilmesinden sorumludurlar. Ayrıca çanaklar Kovan Beyi tarafından aksi bir emir verilmedikçe açılmayacaktır.117 Görevlendirilen kişiler dağarcıklama beyanını son derece dikkatli bir şekilde doldururlarken bu konuyla ilgili merkezdeki kayıtlar da aynı dikkatle yapılır.118

Kırıkkale ismi verilen basit atölyede böylece ilkel usullerle de olsa yavaş yavaş hafif silâh üretimi de bu arada başlar.119 Kıbrıs’a Türkiye’den gönderilecek silâhlar Millî Sa-vunma Bakanlığı ve özellikle de bu konuyu yakından takip eden Millî Savunma Ba-kanlığı Müsteşarı Orgeneral Salih Coşkun’un direktif ve yardımlarıyla belirlenen de-polara sevk edilir. Bu depolardan teslim alınan silâhlar Mersin ve Anamur’da askerî

115 TMT Lefkoşa Sancağı’ndan Tilki Komutan Erdoğan Tilki ile 23 Ekim 2008 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme.

116 KTMA, TMT Arşivi, Dosya No. 1188/37 ve 298/007.117 a.g.a., Dosya No. 1188/37 ve 298/007.118 a.g.a., Dosya No. 1188/37 ve 298/007.119 TMT Lefkoşa Sancağı Kovanbeyi merhum Nevzat Uzunoğlu ile 13 Temmuz 2003 tarihinde Girne’de

yapılan görüşme.

Page 84: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

155154

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. birliklerin kontrol ve denetiminde gizlice depolanarak sevkıyat için hazır bekletilir.

Değişik yollardan elde edilen silâhlar bölgelerde bulunan Sancakların kayıtlarına alınır ve daha sonra Kovanlara teslim edilir. Temizlenen ve gerektiği şekilde amba-lajlanan silâhlar senet mukabilinde iki kişinin sorumluluğuna verilerek gizli yerlerde saklanır. Çanaklama ismi verilen bu işlem iki ayrı şekilde yapılır;

a) Sır Çanak: Eğitim için kullanılan silâhlar da dâhil olmak üzere hemen kullanılacak olan silâhların saklandığı usuldür.

b) Dip Çanak: Belli miktarda silâh ve cephanenin greslenip, ziftli ve katranlı veya balmumlu bezlere sarılarak demir veya tahta sandıklar içinde iki kişinin sorumlulu-ğunda gizli bir yere gömülmesi işlemidir. Bu şekilde sandıklara yerleştirilen silâhlar sandıklara konulduktan sonra sandık aralıkları da aynı şekilde balmumu ve gresli bezlerle kapatılır ve silâhlar yeraltına gömülür. Böylece uzun sere yeraltında kala-cak olan silâhların hava ve su ile irtibatı kesileceğinden nemlenme, rutubetlenme ve paslanma riskinin de önüne geçilmiş olur. TMT mensuplarının çeşitli şekillerde adaya çıkartılan silâhları adanın farklı noktalarına ulaştırma açısından son derece tehlikeli ve zorlu bir çabanın içine girdiklerini de unutmamak lazımdır. Örneğin Erenköy’e çıkartılan silâh ve mühimmatın zaman zaman Baf’a ulaştırılacak bölü-mü Baf’la Erenköy arasındaki mesafe en azından harita üzerinde son derece kısa ve kolay gibi görünmesine rağmen yakalanma riski göz önüne alınarak çok daha zor, güç ve meşakkatli ancak nispeten daha güvenli bir yol tercih edilir ve silâhlar Erenköy’den önce Lefkoşa’ya, oradan da çeşitli yollarla Baf’a ulaştırılır. Dolayısıy-la 40–50 kilometre mesafedeki noktaya silâhlar yaklaşık 250–300 kilometrelik bir güzergâhtan geçirilmek suretiyle nakledilir. Bu aşamada unutulmaması gereken bir nokta ise tıpkı Anadolu’da Millî Mücadele’nin yaşandığı dönemde, İngiliz yazar Ann Bridge’in The Dark Moment isimli romanında Devrim Yolu olarak adlandırdığı İnebolu-Ankara arasında ve Küre Dağları’nda Kastamonulu kadınların gerek kağ-nılarla gerekse sırtlarında silâh taşıdıkları gibi Erenköylü kadınların da aynı şekilde erkeklerinin yanında bu mücadeleye katılmalarıdır. Bu silâh ve cephanelerin teslim ve depolamasında “Dağarcıklama Beyanı ve Andı” denilen kodlu senetler kullanılır. 15. Anamur’dan Lojistik Destek ve Elmas’ın Batırılışı:

Türkiye’den Kıbrıs’a silâh sevkıyatı ve sonrasında TMT’nin silâh gücünün artırılması yönünde başlatılan girişimlerde “köprübaşı vazifesi gören”120 Erenköy bölgesinin ve Erenköylülerin ayrı bir yeri vardır. Türkiye’den derme çatma, fındık kabuğu gibi san-dallarla 16 Ağustos 1958 tarihinde Kıbrıs’ta Erenköy bölgesine silâh ve mühimmat sevkıyatı başlatılır. Silâh sevkıyatının Türkiye’deki ikmal merkezi Türkiye’nin en gü-ney noktası olan ve Kıbrıs’a 70 kilometre mesafedeki Anamur’dur. 1 Ocak 1959 tari-hine kadar bu şekilde ve haftada iki defa yapılarak devam eden silâh sevkıyatında en fazla görev alanlar kendi maddî manevî imkânlarıyla cansiperane çalışan Vehbi ve Celal Mahmutoğlu kardeşlerdir ve 4,5 aylık bir dönem içinde 6 sefere çıkmışlar-

120 Erenköy Mücahitler Derneği üyesi Kâmil Nuri’nin 8 Ağustos 2005 günü BRT’de yaptığı bir açıklama.

dır. Ancak bu seferler bizzat TMT tarafından organize edilen faaliyetler değil, tam tersine Kıbrıslı TMT’cilerin vatan sevgisi sonucunda vukuu bulan tamamen gönüllü faaliyetlerdir. Bu faaliyetlerin odağında ise Celal ve Vehbi Mahmutoğlu kardeşler bulunmaktadır. Adada 5–10 bin kişilik bir kuvvet oluşturmanın derme-çatma ka-yıklarla silâh ikmali yapmak suretiyle gerçekleşemeyeceği düşüncesinden hare-ketle, kış şartlarının ağırlaştığı bir dönemde bu uygulamadan vazgeçilir ve Kıbrıs Türk Kültür Derneği’ne para aktarılarak Başkan Mehmet Ertuğruloğlu aracılığıyla 25 tonluk büyük bir balıkçı teknesi alınır. 24 Mart 1958’den itibaren her seferde Eren-köy (Koçina)’e 15–20 tonluk silâh sevkıyatı yapmaya başlayan tekneye bu uğurda hayatını kaybeden Asaf Elmaz’ın anısına “Elmas” adı verilir. Teknenin alınması sonra-sında sıra güvenilir, ağzı sıkı, ketum, görevden kaçmayacak ve canını dişine takarak gerekirse ölümü de göz alarak bu görevi yapacak personelin bulunmasına gelir121 ve bu faaliyetleri gerçekleştirmek üzere İstanbul Sarıyer’de Reşat Yavuz Kaptan ile Ahmet Oğuz Kotoğlu hiçbir maddî çıkar beklentisi içerisine girmeden ve canlarını tehlikeye atarak görevi kabul ederler. Teknenin üç kişilik mürettebatı bulunmakla beraber tekneye kimin kaptanlık yapacağı konusunda Seferberlik Tetkik Kurulu ta-rafından verilmiş bir talimat söz konusu değildir. Reşat Yavuz, Ahmet Oğuz Kotoğlu ve Ali Levent de bu konuda herhangi bir tartışmanın veya görev bölümünün içine girmezler ve herkes her işi başarıyla yapabilmenin telaşı içine girerler. Silâh sevkı-yatının nasıl yapılacağı konusunda arayışlar sürerken Anamur’dan ilk denemeler ve Kıbrıs’ın Türk sahillerine 5–6 mil açıkta ışıkla haberleşerek denizde buluşma planı kötü hava şartları gibi nedenlerle bir türlü gerçekleşemez ve ancak üçüncü seferde başarılı olabilirler. Türkiye’den Kıbrıs’a silâh sevkıyatına “Bereket”, silâhların ilk etap-ta toplandığı yere de “Bereket Çadırları” adı verilir. Bereketçilik denilen faaliyetler önce Erenköy (Koçina)’den başlar, daha sonra planlı bir şekilde Balalan, Akdeniz ve Ozanköy köylerindeki ikmal merkezleri aracılığıyla silâh sevkıyatı tamamlanır.122 Daha sonraki süreçte 8 sefere daha çıkarak İngiliz uçaklarını, radarlarını, sahil koru-ma ve savaş gemilerini atlatarak kendilerine teslim edilen silâhları Kıbrıs’a naklet-meyi başaran son seferinde İngilizler tarafından yakalanır. 18 Ekim 1959 gününü 19 Ekim’e bağlayan gece İngilizler tarafından Girne’nin 8 mil açığında teknenin yaka-lanması üzerine bu şekilde tekneyle silâh gönderilmesine de bir süre ara verilir ve başka yollar denenmeye başlanır.

16. TMT’de Muhabere:

Türk Mukavemet Teşkilâtı, Kanlı Noel olarak bilinen 21 Aralık 1963 günü Rumların top yekûn imhaya yönelik olarak ve Akritas planı çerçevesinde başlattıkları saldırı gününe kadar gizliliğini korumayı başarmıştır. Kıbrıs gibi küçük bir adada ve üstelik iki ayrı toplumun yaşadığı bir adada yürütülen faaliyetlerin başarıya ulaşması ve istenilen sonucun elde edilebilmesi için gerekli olan en önemli şart muhaberenin

121 TMT’nin Alev kod isimli kahramanı Ordu Perşembeli merhum Ahmet Oğuz Kotoğlu ile 1980-2009 sürecinde yapılan çeşitli görüşmeler.

122 TMT Lefkoşa Sancağı Kovanbeyi merhum Nevzat Uzunoğlu ile 13 Temmuz 2003 tarihinde Girne’de yapılan görüşme.

Page 85: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

157156

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. gizlilik prensibi dâhilinde yapılmasından geçmektedir. Özellikle EOKA’nın tedhiş fa-

aliyetlerine karşı koyabilmek için gizlilik vazgeçilmez ön şarttır. Bunun bir sonucu olarak teşkilât içerisinde bu prensibe azami özen ve dikkat gösterilir. Bugün bile sistemin çok iyi işlemesinin bir sonucu olarak TMT dünyanın gizini en çok koruyan yeraltı teşkilâtlarından birisidir. Faaliyetlerini çok büyük bir gizlilik içerisinde yürü-ten teşkilâtın doktrini de bu yöndedir. Günlük faaliyetleri çerçevesinde hayatına devam eden TMT mensubunun gördüklerini görmezlikten gelmesi ancak bütün olup bitenleri çok dikkatli bir gözle takip etmesi, hiç ilgilenmiyormuş ve konuyla ilgili hiçbir bilgisi yokmuş gibi davranması istihbarat ve istihbarata karşı koyma açısından bu ilk satırda “Hem görürüm, hem görmem uykudaki göz gibi” sözünde belirtildiği gibi gerçekleşir. Bu dönemde TMT’nin Türkiye-Kıbrıs bağlantısı Ankara ve Lefkoşa’da oluşturulan telsiz hattıyla gerçekleştirilir. TMT’ye bağlı sancaklara da imkânlar ölçüsünde zaman içerisinde telsiz imkânı sağlanmaya çalışılır.123 1958 yı-lından itibaren varlığını bütün ada sathında hissettiren ancak kendisi hiçbir zaman ortaya çıkıp deşifre olmayan TMT’nin muhabere ve istihbarat konusunda düsturu belki de “Hem varım, hem yokum gül suyundaki koku gibi” ifadesinde saklıdır. EOKA tedhiş örgütünü kuran Grivas’ın da adaya gelir gelmez önemle üzerinde durduğu ancak pek de başarılı olamadığı muhabere ve istihbarat faaliyetlerinin aynı anda ve başarıyla yürütülmesi çalışması TMT’nin hanesine ilave puan olarak yazılır. EOKA’nın bu başarısızlığındaki en önemli faktörlerden birisi başlangıçta EOKA mensuplarının hepsinin birer kahraman oldukları ve eski Yunan’daki kahramanlardan bir farkları olmadığı konusunda aldatılan ve Kıbrıs adasında köle oldukları konusunda beyin-leri yıkanan Kıbrıslı Rumların yavaş yavaş gerçekleri görmeye başlamasıyla bera-ber işler tersine dönmeye ve EOKA zor kullanarak kazandığı kamuoyu desteğini kaybetmeye başlar. Ayrıca “propaganda fabrikası olarak çalışan Atina Radyosu’nun yayımladığı yalanlarla çılgınlık noktasına varan sözde kahraman EOKA mensupları giriştikleri eylemlerde önce kendi güvenliklerini düşünmeye başladıklarından” ar-tık hiç kimsenin beğenisini veya takdirini kazanamazlar. Her ne kadar Grivas onları tekrar eski hallerine getirmeye çalışan umutsuz bildiriler yayımlasa da artık adadaki hiç kimse EOKA’cıların insanları arkadan vurmalarını, tutum ve davranışlarını, tuzak-lar kurarak insanları öldürmelerini, nereye attıklarını bilmeden sağa sola bombalar atmalarını tasvip etmez. Ancak EOKA teşkilâtının kurulduğu ilk günden itibaren Grivas’ın üzerinde durduğu en önemli konulardan birisi propaganda ve basın-yayın kuruluşlarıyla ilişki olduğundan EOKA’cılar her fırsatta bundan azami çıkar sağla-maya yönelik girişimlere devam ederler.124 Türk Mukavemet Teşkilâtı bünyesinde görev yapan herkes aynı zamanda kurye vazifesi de görür. Gerek taşınan mesaj ve gerekse kuryenin hayatı açısından pek de güvenli ve emniyetli olmayan bir sistem olan kuryeler aracılığıyla yapılan özellikle sözlü haberleşme ve mesaj aktarımı ge-nellikle önemsiz, düşman eline geçtiği zaman zarar ve tahribata yol açmayacak bil-gilerden oluşmaktadır. Bu dönemde Bayraktarlık ile Kıbrıslı Türk liderler arasındaki haberleşme ve yazışmalar da azami dikkat gösterilmek suretiyle gerçekleştirilir.

123 1963 olaylarının başladığı dönemlerde iletişimin daha rahat sağlanması ve belgelerin ele geçmemesi için telsiz cihazı yapımına gidilir ve Bayraktarlıkta imal edilen cihazlara “Bimal”, Sancaktarlıklarda imal edilen telsiz cihazlarına ise “Simal” adı verilir. Alıcı olarak normal radyo alıcısı veya eski tip telsizi alıcısı kullanılırken alıcılar RX, vericiler ise TX olarak adlandırılırlar.

124 KTMA, EOKA Bildirileri Dosyası No. 1318 ve 1319.

Yazılı mesajların kuryelerle taşınması sırasında dikkat edilmesi gereken bazı husus-lar vardır. Yazışmaların kodlu yapılmasına dikkat edilir, Dağarcıklamada olduğu gibi son derece kısıtlı bir şifreleme ve kod sistemiyle konuşmalar ve yazışmalar yapılır. Bu şekilde yazılı mesajların kuryeler aracılığıyla nakledilmesinde teşkilât açısından fevkalade önemli ve hayatî değere haiz mesajlarla bunlar kadar önemli olmayan mesajların nakledilmesinde farklı kuryelerden istifade edilir.125 Türk Mukavemet Teşkilâtı açısından hayatî öneme haiz mesajların sıradan insanlar aracılığıyla gön-derilmesi söz konusu değildir. Bu gibi durumlarda TMT içerisinde söz sahibi olan, yönetim kademesi tarafından güvenilir ve itimada şayan kişiler seçilir ve mesajlar onlar vasıtasıyla gönderilir. Nispeten daha önemsiz mesajların gönderilmesi sıra-sında ise TMT mensupları kadar TMT dışında kalan ancak yürütülen çalışmaları des-tekleyen olumlu kişilikleriyle tanınan güvenilir kimselerden istifade edilir. Bu kişiler de genellikle yaptıkları işin gereği olarak pek çok kişiyle muhatap olan ve bu açıdan dikkat çekmeyen gazete dağıtıcısı, postacı, köy muhtarları, makinistler, ayakkabı boyacıları olur.126 Bu mesajların ulaştırılmasında canlı ve cansız postalardan istifade edilmektedir. Canlı posta uygulamasında kendisine verilen mesajı belli bir saatte ve belli bir tarihte vermesi gereken kişi daha önceden tespit edilen bir şifreyi kulla-nır. Böylelikle gönderilen mesajın yanlış ellere geçmesinin önüne geçilmiş olunur. Örneğin elinde bir oyun kâğıdının ve kâğıt paranın bir yarısını taşıyan kurye diğer yarısının bulunduğu mesajı alacak olana mesajını götürür. Mesajı alanla mesajı ve-renin ellerinde bulunan tanıtıcı şifrelerin kullanılması sırasında birbirlerini görme imkânına sahip olduklarından bu usul muhabere ve istihbarat açısından pek uygun değildir. Ayrıca haberleşme için kullanılan canlı postaların dışında bir de cansız pos-talardan istifade edilir. Türk Mukavemet Teşkilâtı’na ait herhangi bir mesajın yerine ulaştırılması için kendisine görev verilen kurye bu mesajı doğrudan kişiye götürüp teslim etmez. Bunun yerine daha önceden tespit edilen ve güvenlik durumuna göre farklılıklar gösteren ve zaman zaman değişen mevki ve yerler kullanılır. Buna göre mesaj bir ağaç kovuğu, bir mezarlık, bir posta kutusu, yıkık bir binanın duvarı gibi çok farklı yerlere mesajı bırakır ve görevini tamamlar.127 Bu şekilde haber iletimi sayesinde mesajı alanla mesajı oraya koyan kişi birbirlerini görüp tanımaz ve her-hangi bir tehlike de söz konusu olmaz.128

Muhabere ve gizliliğe bu derece hassasiyet gösteren TMT içerisinde görev alanların kendi aralarında kullandıkları kod isimleri ve kendilerine has şifreleme sistemleri bulunmaktadır;

Arı: TMT mensubu mukavemetçi er Bereket Çadırları: Getirilen silâhların depolandığı yerler Bozkurt: TMT Komutanı. Bursa Yayla Derneği: Lefke Sancağı

125 TMT Limasol kadrosundan merhum Macit Aydınova ile 13 Temmuz 2003 tarihinde Girne’de yapılan görüşme.

126 TMT Derneği Başkanı Yılmaz Bora ile 13 Temmuz 2003 tarihinde Girne’de yapılan görüşme.127 Naciye Vardar ile 15 Ocak 2003 tarihinde İzmir’de yapılan görüşme.128 TMT Derneği Başkanı Yılmaz Bora ile 13 Temmuz 2003 tarihinde Girne’de yapılan görüşme.

Page 86: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

159158

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. İzmir: Boğaz Sancağı

Erzurum: Mağusa Sancağı Konya: Lefkoşa Sancağı, Aydın: Baf Sancağı Z Derneği: Genel Karargâh Çadır Beyi: Takım Komutanı Çalgı: Telsiz Çalgıcı: Telsizci Dağarcık: Silâhların teslim ve depolaması Dede: Bayraktar Demliçay: Lefkoşa dışında çalışan TMT mensubu Temizlik Kurdu: Eğitimci Mücahit İğne: Sten makineli tüfek Fal Kurdu: İstihbaratçı Mücahit Rüzgâr ve Meltem Kurdu: Eğitim ve harekâtla ilgili görev yapan TMT mensubuKovan Beyi: Tabur Komutanı Kırıkkale: Lefkoşa’daki küçük silâh atölyesi Kişi Kurt: Kişileri bilinçlendirip yemin ettiren, teşkilâta aldıran kimse Oba Beyi: Bölük Komutanı Oğul Beyi: Takım Komutanı Otağ Beyi: Tabur Komutanı Petek Beyi: Bölük Komutanı Raptiye: Tabanca Raptiye ucu: Sten mermisi Serdar: Alay Komutanı Yardımcısı Sancaktar: Alay Komutanı Serçe Gagası: Tabanca mermisi Süpürgeci: TMT mensuplarını eğiten kimse T: Türk Mukavemet TeşkilâtıTepe: Sancaktar Tolga: TMT’de lider konumunda olan kimse Top: El bombası V: Volkan Vida: Tüfek Vida ucu: Mermi Yayla: Kaza / İlçe Yayla Beyi: Alay Komutanı Zımba: Bren piyade tüfeği Zımba ucu: Bren mermisi

17. TMT’nin Malî Yapısı:

Türkiye ve Ankara’da hummalı bir şekilde başlatılan TMT’nin kuruluş aşamasından ortaya çıktığı güne kadar gerek TMT’cilerin şahsi gayretleri ve gerekse yediden yet-

miş yediye Kıbrıs Türklerinin, Anamur ve Antalya’da Kıbrıs’a sevk edilecek silâhların saklanması ve teknelere yüklenilmesi öncesinde Anamur ve Antalyalı vatandaşların destekleri dışında küçük çaplı silâhların mütevazı atölyelerde hazırlanması, Vehbi ve Celal Mahmutoğlu kardeşlerin yaptığı üzere kendi tekneleriyle Anamur’dan silâh ve cephane getirmeleri dışında asıl bütçe son derece mütevazıdır. TMT ile ilgili faa-liyetlerin Türkiye ayağını Ankara’nın Yenişehir semtinde Tuna Caddesi’nde bulunan bu 2 katlı bina oluşturur. TMT’nin Ankara karargâhı için yer bulma çabalarının de-vam ettiği bu günlerde Kıbrıs Türk Kültür Derneği Genel Başkanı Mehmet Ertuğru-loğlu bu iş için kendi binalarını verebileceklerini belirtir ve böylece yeni karargâh bulunur. Kıbrıs’taki Bayraktarlık ile bağlantıyı sağlamak üzere telsiz ve telefon bağ-lantıları sağlanarak karargâh hazır hale getirilir. Kıbrıs ile irtibatı sağlayacak olan tel-siz sistemi de Ankara, Kızılay’da Kıbrıs Türk Kültür Derneği’nin de bulunduğu Zafer Çarşısı’na yakın Zafer İşhanı’ndaki yerine yerleştirilir. Bu konuda TMT’nin mali kasası olarak çalışacak olan Kıbrıs Türk Kültür Derneği’nin Başkanlığı’nı ise Amortisman ve Kredi Sandığı Genel Müdürü olan, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin de daha sonraki dönem-de ilk Büyükelçisi olarak görev yapacak Mehmet Ertuğruloğlu yapmaktadır.

Mehmet Ertuğruloğlu’nun önerisiyle TMT karargâhı olarak kullanılan binada ayrıca Kıbrıslı öğrenciler kalmaktadır; ancak yaz dönemi olması sebebiyle Kıbrıslı öğrenci-lerin tatil için Kıbrıs’ta bulunmaları binanın karargâh olarak hazırlanmasında belirli bir rahatlık sağlar. Mehmet Ertuğruloğlu gerek bu binada ve gerekse daha sonraki süreçte Kıbrıs Cumhuriyeti Büyükelçiliği yaptığı dönemde Kıbrıslı Türk gençlerini hafta içinde burada, hafta sonlarında ise Büyükelçilik binasında toplayarak onla-ra destek olur ve sahip çıkar. Ancak Mehmet Ertuğruloğlu bu konuyla ilgili olarak hiç de hak etmediği birtakım suçlamalarla da karşılaşır. Dernek başkanının Binbaşı İsmail Tansu ve diğer personelle birtakım para alışverişinde bulunduğunu duyan derneğin yönetim kurulu üyeleri birtakım dedikodular üretmekte geç kalmazlar. Gizlilik nedeniyle bir açıklamada bulunamayan, zor durumda ve zan altında kalan Mehmet Ertuğruloğlu, Binbaşı İsmail Tansu’dan yardım ister.

TMT’nin her türlü faaliyet ve çalışmalarında en üst düzey kişi olan Daniş Karabe-len Paşa, ödeneklerin kullanılması işini kendi üzerine almamış ve personelin hare-ket kabiliyetini arttırarak süratle çalışılmasının önünü açmıştır. Mali ödemelerin ve bunlarla ilgili kayıtların sorumluluğu ise İsmail Tansu tarafından Yzb. Recep Atasu’ya verilir. Bu ödenekler eğitim faaliyetleriyle Kıbrıs’a silâh sevkıyatı konusunda kullanı-lır. Silâh sevkıyatı için alınan 25 tonluk Elmas adlı teknenin ve bu teknenin kaptan, makinist ve mürettebatına yapılan ödemeler o ana kadar yekûn tutan en önemli masraflardandır.

TMT’nin Kıbrıs’taki ödemeleri ile Ankara’daki karargâh doğrudan ilgili değildir çün-kü Kıbrıs’taki TMT faaliyetleriyle ilgili ödemeler Dışişleri Bakanlığı’nın Kıbrıs Türk li-derliğine gönderilen ödenekten alınmaktadır. Para konusunda Kıbrıs’ta hemen hiç problem çıkmamıştır. Bununla beraber Nisan-Mayıs 1960 döneminde Ankara’daki siyasî karışıklık sonucu TMT’nin Ankara teşkilâtı maddî sıkıntıya girince TMT ile ilgili

Page 87: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

161160

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. faaliyetlerde kullanılmak üzere ve daha sonra iade edilmek şartıyla Albay Rıza Vu-

ruşkan tarafından Kıbrıs’tan Ankara’ya 25.000 lira gönderilir. TMT için 1958–1960 döneminde yapılan toplam ödemeler ise son derece mütevazıdır. Çünkü TMT para gücü ile kurulmuş ve para ile adam tutulmuş bir teşkilât değildir. 150.000 liraya alı-nan Elmas teknesi, 1959 Eylül’ünde Albay Rıza Vuruşkan’a adaya dönerken verilen 55.000 lira da dâhil olmak üzere harcanan para toplam 400.000 liradır. Bu paranın o günkü karşılığı da sadece 44.000 Amerikan Dolarıdır.

18. 27 Mayıs 1960 Sonrasında TMT:

27 Mayıs 1960 tarihinde Türkiye’de yeni bir dönemin başlaması ve Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin idareye el koymasının ardından TMT için de sıkıntılı bir süreç baş-lar. TMT faaliyetleri konusunda bilgisi olmayan bu yeni dönemin yetkilileri TMT organizasyonunu ilk etapta ‘Menderes’in Kıbrıs adasındaki silâhlı gücü’ olarak de-ğerlendirir. TMT faaliyetleri konusunda bilgi toplanmaya başlandıktan sonra Türk Mukavemet Teşkilâtı son derece haksız bir suçlamayla karşılaşır ve ‘Gestapo’ olarak nitelendirilir. Dönemin ilk günlerinin olağan karşılanabilecek toz dumanı içerisinde yapılan bu yakışıksız nitelemeler ve suçlamalar sonrasında Seferberlik Tetkik Kurulu Başkanlığı görevini yaklaşık 7 yıldan bu yana yapmakta olan Daniş Karabelen de bu görevinden alınır. Böylece TMT, 27 Mayıs 1960 tarihinde Türkiye’de ortaya çıkan yeni durumdan en çok etkilenen kuruluşların başında gelir. O güne kadar yaklaşık 5.000 Kıbrıslı Türk’ü mukavemet konusunda bilgilendiren ve eğiten Türk Mukave-met Teşkilâtı, Türkiye’de oluşan yeni dönemle beraber birçok asılsız iddia sonrasın-da çalışmalarını sağlıklı olarak devam ettiremez ve faaliyetler ister istemez sekteye uğrar. Görevden alınan Daniş Karabelen’in yerine bu göreve atanan Emekli Kurmay Albay Faruk Ateşdağlı, Lübnan’da yurtdışı göreve başlayıncaya kadar fazla müdaha-leci bir tavır takınmadan bu görevi üstlenir. Daniş Karabelen’in en büyük yardımcısı Binbaşı İsmail Tansu da 2 Eylül 1960 tarihinde emekliliğini isteyerek görevden ayrı-lır ve yerine 1937 devresi Kara Harp Okulu mezunu Kurmay Binbaşı Şaban Başsoy getirilir. Kıbrıs’ta TMT’nin ilk Bayraktarı olarak görev yapan Albay Rıza Vuruşkan da bundan birkaç ay sonra başka bir göreve tayin edilerek Kıbrıs’tan geri çağrılır. Böy-lece TMT’nin Ankara ayağında beyin rolü oynayan ve 1 numaralı isim olarak nitelen-dirilebilecek Daniş Karabelen’in görevden alınması, ardından Seferberlik Tetkik Ku-rulu Lojistik Şube Müdürü olan ve TMT organizasyonunda 2 numaralı rolü üstlenen Binbaşı İsmail Tansu’nun emekliye ayrılması ve son olarak da Albay Rıza Vuruşkan’ın Kıbrıs’tan geri çekilmesi TMT faaliyetlerine moral-motivasyon, faaliyetlerin devam-lılığı ve Kıbrıs’taki çalışmalar açısından ard arada üç darbe birden vurur. Albay Rıza Vuruşkan’dan boşalan TMT’nin Bayraktarlık görevine ise doğaldır ki hiç de yabancı olamayan birisi geçecek ve 26 Eylül 1960 tarihinden itibaren Mustafa Kaya Dağlı kod adıyla görev yapan Şefik Karakurt adada Bayraktar olarak göreve başlayacaktır. Mağusa Sancağı’nda görevli Binbaşı Şefik Karakurt’un kendi kurallarını uygular bir hal çizmesi esasında Bayraktarlığı da, Bayraktar Rıza Vuruşkan’ı da son derece rahat-sız etmektedir ve bu konuyla ilgili şikâyetlerini Bayraktar Vuruşkan en azından sözlü olarak Bnb. İsmail Tansu’ya da bildirmiştir; ancak kendi seçip götürdüğü bir perso-nelin geriye çekilmesi yolunda bir teklifte bulunmayı askerî anlayışına ters kabul

ettiğinden onun geri çekilmesine de sebep olmaz. İlginçtir ki 27 Mayıs 1960’ın he-men ardından söz konusu Binbaşı ise Millî Birlik Komitesi içerisindeki yakın dostları vasıtasıyla Bayraktar Vuruşkan’ın görevden alınmasını ve önce Ankara’ya, oradan da Eğirdir Dağ ve Komando Okulu’na çekilmesine sebep olur. Ancak bu geçiş dönemi gerek TMT askerî kanadında gerekse Ankara yönetiminde epeyi sıkıntılı geçecektir.

Bu dönemde TMT’nin çalışmalarını yavaşlatan ve faaliyetlerin aksayarak TMT üst yönetiminde görev yapan insanlar arasına neredeyse nifak tohumları saçan bir di-ğer mesele de 15 Ağustos 1960 tarihinde İngiltere, Yunanistan ve Türkiye’nin üçlü garantörlüğünde kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’ne Emin Dırvana’nın Türkiye’nin ilk Kıbrıs Büyükelçisi olarak atanmasıyla ortaya çıkar. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması sonrasında da Kıbrıs Türk toplumu liderlerinin “Rumlar, Türklere karşı saldırı hazır-lığı içerisindedir. Gerekli önlemleri almalıyız” yolundaki raporları Kıbrıs’ta Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisi olarak bulunan Emin Dırvana tarafından ciddiye alınmaz. Esasında 27 Mayıs 1960 sonrasında Türkiye’de başlayan yeni süreçte Seferberlik Tetkik Kurulu Başkanı Tümgeneral Daniş Karabelen’in görevden alınması, ardından Bnb. İsmail Tansu’nun emekliye ayrılması ve TMT Bayraktarı Albay Rıza Vuruşkan’ın Türkiye’ye geri çağrılması sürecinde adada Londra ve Zürih Anlaşmaları sonrasında 16 Ağustos 1960 tarihinde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmuş olması TMT faaliyetle-rine asıl sekteyi vuran oluşum olarak ortaya çıkar. Türkiye’de idareyi ele alan yöneti-min Kıbrıs’ta sorun istemez bir görüntü çizmesi ve adaya ilk Türkiye Büyükelçisi ola-rak gönderilen Emin Dırvana’ya bu yönde talimatlar verilmesi 1960–1963 sürecinde Büyükelçi Dırvana ile TMT ve Kıbrıs Türk toplumu arasında pek çok çatışmaların ya-şanmasına da neden olur. Özellikle Büyükelçi Dırvana’nın Kıbrıs Türk toplum lideri Rauf R. Denktaş’ı Adnan Menderes hükümetiyle işbirliği içerisinde çalışan birisi ola-rak kabul etmesi ve TMT’nin geçici Bayraktarı ile kendisini Ankara’ya bağlı, Rauf R. Denktaş ve Dr. Fazıl Küçük’ü ise ‘ötekiler’ olarak değerlendirmesi sıkıntının giderek büyümesine neden olur. Bu karmaşanın içerisinde görev yapan bir üçüncü şahıs ise 16 Ağustos 1960 sonrasında adaya çıkan 650 kişilik Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı’nın ilk komutanı Albay Turgut Sunalp olur. İlginçtir ki Albay Turgut Sunalp de tıpkı Tüm-general Daniş Karabelen, Binbaşı İsmail Tansu ve Albay Rıza Vuruşkan gibi yeraltı faaliyetleri ve gerilla mücadelesi konusunda eğitimden geçmiş, ayrıca Kore’de de görev yapmış deneyimli bir subaydır.129 Öte yandan askerî dönemin yarattığı or-tam, hemen ardından başta Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan olmak üzere dönemin idarecilerinin Yassıada’da yargılanmaları ve söz konusu üç devlet adamının idam edilmeleri ülkeyi yeterince meşgul ettiğinden Kıbrıs’ta bir sorun yaşanması da arzu edilmez ve ada bir dönem göz ardı edilir.

19. TMT’nin Yeryüzüne Çıkışı:

TMT Bayraktarlığı, (X) gününün geldiği fikrinden hareketle 21 Aralık 1963 günü başlayan ve Kıbrıs tarihine Kanlı Noel olarak geçen günün ardından 22 Aralık 1963

129 Albay rütbesiyle Kore’de görev yapan Daniş Karabelen’in kendi ekibinde bulunan personelini daha son-ra Türkiye’de “içerdeki komünistlere karşı” eğittiği yönünde asılsız, mesnetsiz ve gerçeklerle bağdaş-mayan bazı iftiralar Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin güzide bir mensubunu karalamaya yönelik olarak son dönemde bazı çevreler tarafından ortaya atılmıştır.

Page 88: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

163162

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Pazar günü bütün sancaklara harekete geçmeleri için emir verir. Her ne pahasına

ve hangi şartlar altında olursa olsun Türk halkının canını, malını ve namusunu koru-makla yükümlü TMT’nin bütün personeli göreve hazırdır, ancak o güne kadar çok iyi silâhlanmış Rumlara karşı ellerinde etkili, vurucu gücü yüksek silâhların olmama-sı önce sıkıntı yaratır. Bu dönem sadece Kıbrıslı Rumların ve EOKA teşkilâtının de-ğil, ayrıca Kıbrıs Türklerinin de TMT ile ilk defa karşılaştıkları bir dönem olacaktır. O güne kadar adı duyulan, varlığı hissedilen ancak somut olarak ortada görünmeyen TMT böylece kendisini ilk defa ifşa eder.130

1963 yılıyla beraber efsanevi bir direniş gösterip son derece güçlü ve anlamlı direni-şiyle bütün dünyaya kendisini ispat edecek olan Türk Mukavemet Teşkilâtı mensup-ları bu silâhların deneme atışları sırasında yeni bir sürprizle karşılaşır. Esasında bu silâhların yarattığı hayal kırıklığı sadece eğitimlerde değil, özellikle 21 Aralık 1963 sürecinde de kendisini çok yakından hissettirir. Yıllarca toprak altında kalması ve farklı ve zorunlu sebeplerden yapılması gereken bakım ve özenin gösterilememesi nedeniyle silâhlar ve özellikler etki gücünü ciddi oranda kaybeder. Bütün bunlara bir de mermi ve silâh ve farklı cephane konusunda yaşanılan eksiklik ve sıkıntı da eklenince kullanılan her silâh ve mermi parmak hesabıyla ve çok dikkatli kullanıl-mak zorunda kalınır.131 Silâhlar paslı, mermiler nemlidir ve silâhların çoğu da ateş etmemektedir.132 1950’li yıllardan itibaren “Teşkilâtçı” olarak isimlendirilen Kıbrıs Türkleri, 21 Aralık 1963’de olayların patlak vermesiyle beraber artık “Mücahit” olarak isimlendirilirler. Bütün olumsuzluklara rağmen Kıbrıs Türkleri milletlerin tarihinde ender rastlanan bir direniş ve mukavemet gösterir.133

20. 21 Aralık 1963 Sonrasında Kıbrıs ve TMT:

Kanlı Noel haftasında Kıbrıs adasında Türk Mukavemet Teşkilâtı üst düzey komuta kademesi ise Bayraktar Kenan Çoygun (Kemal Coşkun), Lefkoşa Sancaktarı Remzi Güven (Remzi Bey), Lefkoşa Serdarı Kemal Şemiler, Mağusa Sancaktarı Turgut Sök-men (Avni Bey), Mağusa Serdarı Hasan Güvener, Larnaka Sancaktarı Turgut Giray-budak (Turgut Bey), Larnaka Serdarı Hüseyin Necdet, Limasol Sancaktarı Eftal Akça (Eftal Bey), Limasol Serdarı Ziya Rızkı, Baf Sancaktarı Kemal Karakullukçu (Kemal Bey) ve Baf Serdarı Aziz Altay’dan oluşmaktadır. Albay Rıza Vuruşkan’ın 27 Mayıs 1960 tarihinde görevini tamamlayarak adadan ayrılması sonrasında Türkiye Cum-huriyeti Lefkoşa Büyükelçiliği Askerî Ataşesi Kemal Coşkun olarak göreve başlayan Türk Mukavemet Teşkilâtı’nın ikinci komutanı ve Bayraktarı Kemal Coşkun kod isimli Albay Kenan Çoygun da 3 Ekim 1962 günü başladığı görevini 24 Şubat 1967 tari-

130 O dönemde özellikle Dr. Fazıl Küçük’le beraber hareket eden Osman Güvenir’den alınan 3 Haziran 2005 ve 20 Temmuz 2005 tarihli bilgi notu.

131 Bu dönemde Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı Komutanlığı’ndan talep edilen silâh ve cephane ise onların da silâh gücünün mahdut olması ve ayrıca birliğin Birleşmiş Milletler nezareti ve kontrolünde olması nedeniyle sayılı ve envantere kayıtlı olması nedeniyle istenildiği şekilde gerçekleşmez.

132 TMT Limasol kadrosundan merhum Macit Aydınova ile 13 Temmuz 2003 tarihinde Girne’de yapılan görüşme.

133 TMT Derneği Başkanı Yılmaz Bora ile 13 Temmuz 2003 tarihinde Girne’de yapılan görüşme.

hinde tamamlar ve Türkiye’ye döner. Esasında Albay Kenan Çoygun’un görevi resmi olarak bu tarihte başlamış olmakla beraber onun Kıbrıs görevine gitmeden önce Türkiye’de Genelkurmay Başkanlığı karargâhında İstihbarat Şube Müdürü olarak görev yapması ve uzağı gören ve inisiyatif kullanmaktan çekinmeyen bir kişiliğe sahip olması nedeniyle Kıbrıs görevi için seçildiğinde bu görevi kabul etmekle be-raber Dışişleri Bakanlığı Kıbrıs Masası’nda uzun süre çalışmak istemesi ve Kıbrıs ko-nusunda her türlü bilgi ve belgeyi inceleyip konuyla ilgili altyapıyı oluşturmasının ardından gizlice ve aşağı yukarı altı aylık bir süre Kıbrıs’a gidip gelmesi de söz konu-sudur. Resmi görevi öncesinde yaşanan bu süreçte Albay Kenan Çoygun’un zaman zaman motosiklet kullanmak suretiyle adanın dört bir tarafında gittiği, inceleme-lerde bulunduğu ve hatta Rum köylerinde Rum düğünlerine davet edilecek kadar onlara yaklaştığı da bilinmektedir. TMT’nin ikinci Bayraktarı Kenan Çoygun’un eşi ve 7 yaşındaki oğluyla beraber dönüş yolunda son sözleri ise “Evet gidiyorum. Fakat davamızın mücadelesi henüz bitmemiştir. Mücadele bundan sonra başlayacaktır” olur. 24 Şubat 1967 Cuma günü saat 19.10’da Türkiye’nin Lefkoşa Büyükelçiliği’nde görevli personelle vedalaşan ve daha sonra Lefkoşa’nın Rum kesimine geçerek havaalanına giden Bayraktar Kenan Çoygun’un uçağı saat 19.30’da adadan ayrılır. Kıbrıs’taki görevinden ayrılacağını aynı gün saat 13.00 civarında öğrenen Bayraktar bu durumu en yakınındakilere bile söylemez ve havaalanından Büyükelçilik Masla-hatgüzarı Özdemir Benler tarafından uğurlanır. Kenan Çoygun’un beklenmedik bir şekilde adadan ayrılarak Türkiye’ye dönmesi Kıbrıs’ta üzüntü ve şaşkınlığa da yol açar.134 Ancak burada belki de en dikkat çekici nokta o güne kadar gizliliğini tam manasıyla koruyan, varlığı ve mevcudiyeti 21 Aralık 1963 tarihinde yeraltından yer üstüne çıkarak cephe savaşına girmesiyle Rumlar tarafından bilinen Türk Mukave-met Teşkilâtı’nın Kıbrıs’taki en üst askerî yöneticisi konumundaki Bayraktar’ın kim-liğinin ifşa edilerek Kıbrıs Türk basınında ilk defa olarak resminin yayımlanmasıdır. Bu resmin ne şekilde gazetelerin eline geçtiği veya kimler tarafından gazetelere verildiği ise bilinmemektedir. Albay Kenan Çoygun’un gizlice ve beklenmedik bir şekilde adadan ayrılması özellikle İngilizlere ve Amerika’ya karşı tepkilere de neden olur. Bu konuda en sert tepki gösterenlerden birisi de “birtakım adamlar Osmanlı dolapları ile Bozkurt’a karşı durmuş ve onu Ankara’ya jurnal etmişlerdir. Bunların başında Bozkurt ve arkadaşlarının Kıbrıs’ta bağımsız bir Türk devleti kurmaya hazır-landıkları da vardır. Ve ne yazıktır ki bu palavraya da inanılmıştır. Bozkurt’tan sonra sırasıyla Sancaktar da çekilecektir. Türkiye Kıbrıs’tan gelen jurnaller ve palavralar üzerine stratejisini, kurulu savunma düzenini dağıtmaktadır”135 diyen Zafer gazete-sinde İsmet Kotak’tır.136

21. TMT’nin Günümüze Yansımaları ve Yanlış Bilinenler:

Bugün gelinen noktada Türk Mukavemet Teşkilâtı gerek Türkiye’de malum bazı ke-simler ve gerekse Kıbrıs’ın her iki tarafında bazı çevreler tarafından “tu kaka” olarak

134 Zafer, 25 Şubat 1967.135 Zafer, 10 Mart 1967.136 Zafer, 25 Şubat 1967.

Page 89: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

165164

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. nitelendirilmektedir. EOKA’yı ve başındaki eski asker Grivas’ı adeta göklere çıkartan

veya en azından faaliyetleri konusunda tek satır söz etmeyenler Türk Mukavemet Teşkilâtı’nın hayal dünyalarının sınırlarını da zorlamak suretiyle akıl ve izan duygu-suyla ifade edilemeyecek bir şekle sokmaya çalışıyorlar. Öncelikle bilinmesi gere-ken husus Kıbrıs’ta TMT tarafından verilen mücadelenin Kıbrıs adasındaki Türklerin Kuvayı Milliye mücadelesi olduğudur. Öte yandan “vazifesi Türkiye’nin Kıbrıs’ta-ki hak ve menfaatlerini, Kıbrıs Türk toplumunun can ve mal emniyetini korumak, Türkiye’nin müdahale harekâtı esnasında müdahale kuvvetlerine azami yardımı sağlamak ve adadaki Türk mukavemetinin devamını mümkün kılmak olan” Türk Mukavemet Teşkilâtı, Seferberlik Tetkik Kurulu tarafından faaliyetleri yürütülen bir organizasyon olmasına ve Seferberlik Tetkik Kurulu da Türkiye Cumhuriyeti devle-tinin meşru hükümeti tarafından anayasa ve kanunlara uygun olarak tesis edilmiş, Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde ve doğrudan Genelkurmay İkinci Başkanı’na bağlı yasal bir devlet kurumu olarak faaliyette bulunmasına rağmen farklı tartış-maların içine çekilmektedir. Söz konusu birimin komutanlığını da yapmış bulunan Orgeneral Kemal Yamak da Türk Silâhlı Kuvvetleri’ne özel harp çerçevesinde verilen görevin “gayri nizami harp” olduğunu; ancak ayırt edilmesi gereken en önemli husu-sun ise bunun “gayri kanunî harp” olmadığıdır. Ayrıca “gayri nizami askerî kuvvetler” ifadesiyle kastedilen de “gayri kanunî askerî kuvvetler” değildir. Buna göre “gayri ni-zami harp” olarak bilinen ifade, “seferde düşman gerisinde kalarak veya çeşitli usul-lerle düşman gerisine sızarak, düşman gerisinde kalan halkla beraber silâhlı kuv-vetlerin harekâtını desteklemek veya mukavemeti tek başına üstlenerek kurtuluşu sağlamak maksadıyla yapılan ve uygulamada özellikleri olan bir harp türüdür.”137 Emekli Orgeneral Kemal Yamak tarafından özellikle üzerinde durulan husus ise “özel olarak eğitilmiş gayri nizami harp unsurlarının gerektiğinde eğitilmesi, yöne-tilmesi, teşkilâtlandırılması dâhil her konuda uzmanlaşmış, teknik ve özel görevleri bilfiil yapacak şekilde yetişmiş askerî personelden kurulu birliklerdir.”138 Dolayısıyla bu birlikler “gayri nizami veya kanun, kural dışı birlikler” değildir. Söz konusu askerî teşkilâtlanmayla ilgili olarak Emekli Orgeneral merhum Kemal Yamak tarafından altı çizilen bir başka önemli nokta ise “bu personelin barışta gördüğü özel eğitim ve tatbikatlar dışında hiçbir yetki, görev ve sorumluğu yoktur. Kendilerine hiçbir mal-zeme, silâh ve mühimmat verilmez. Herhangi bir ödeme yapılmaz” hususudur.139 Kaynakça

A-Arşiv Kaynakları

1- Kıbrıs Türk Millî Arşivi (KTMA).

KTMA, EOKA Bildirileri Dosyası No.1318 ve 1319.

KTMA, TMT Bildirileri Koleksiyonu.

KTMA, TMT Özel Arşivi, Dosya No. 1188/37 ve 298/007.

137 Kemal Yamak, Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler, Doğan Kitap, İstanbul, 2006, s. 246.138 Kemal Yamak, a.g.e., s. 246.139 Kemal Yamak, a.g.e., s. 247.

2- İngiliz Dışişleri Arşivi (Foreign Office).

FO.371/168967-XC.14311.

B- Basılı Kaynaklar

BİLGE, Suat. Le Conflit De Chypre Et Les Cypriotes Turcs, Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi Yay., Ankara, 1961.

BYGM., Kıbrıs Meselesi, Ankara, Aralık 1954, No. 253, s. 105.

BYGM, Olayların Takvimi, Kıbrıs Meselesi, Ankara, Ağustos 1954, No. 249, s. 181.

DEMİRAĞ, Hasan. Kıbrıs; Onlar ve Biz, Lefkoşa, 2003.

DENKTASH, R. R. The Cyprus Triangle, Lefkoşa, 1982.

Geçmişten Geleceğe Kıbrıs, Askerî ve Siyasî Gelişmeler, Anılar ve Olaylar, Ankara, 2000.

EMİLİANYDES, Achille. Histoire De Chypre, Paris, 1963.

EVCİL, Cumhur. Yavru Vatan Kıbrıs’ta Zaferin Hikâyesi, Genelkurmay Başkanlığı, Ankara, 1999.

FOLEY, Charles. Guerrilla Warfare and EOKA Struggle; General Grivas, Longman Yay., Londra, 1964.

………………… The Memoirs of General Grivas, Longman Yay., Londra, 1964.

Government of Cyprus, Review of Events in Cyprus 1955–1957, Lefkoşa, 1958.

Sebep ve Sonuçlarıyla 1974 Barış Harekâtı, Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı Yayınları, Girne, 1996.

MANİZADE, Derviş. Kıbrıs Dün Bugün Yarın, KTKD İstanbul Bölgesi Yay., İstanbul, 1975.

ÖZAD, Murad Hüsnü. Baf ve Mücadele Yıllarım, Akdeniz Haber Ajansı Yay., İstanbul, 2002.

SADRAZAM, Halil. Kıbrıs’ta Var oluş Mücadelemiz, Şehitliklerimiz ve Anıtlarımız, İstanbul, 1990.

TANSU, İsmail. Aslında Hiç Kimse Uyumuyordu, Minpa Matbaacılık, Ankara, 2002.

TOLGAY, Ahmet. Fırtına ve Şafak, KTMD Yay., Lefkoşa, 1998.

YAMAK, Kemal. Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler, Doğan Kitap, İstanbul, 2006.

C- Makaleler

CUMALIOĞLU, Yakan. Mücahit Dergisi “TMT Özel Sayısı”, Kıbrıs Türk Mücahitler Derneği, Lefkoşa, 1 Ağustos 1998, s. 16

ÖZSARUHAN, Hami. “Emektar Üyelerimiz”, Kıbrıs Mektubu Dergisi, No.5, Kasım 1998, Ankara, s. 36.

TAMÇELİK, Soyalp. “Türk Mukavemet Teşkilâtı’nın Bilinmeyen Bazı Yönleri”, Türk Yurdu, Sayı 71, Temmuz 1993, s. 28-31.

Ç- Süreli Yayınlar

Halkın Sesi.

Ortam.

Cumhuriyet.

Zafer.

Page 90: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

167

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

166

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. D- Sözlü Tarih Çalışmaları

1- Aydın Samioğlu ile 29 Kasım 2004 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme.

2- Kıbrıs Türk Kültür Derneği İzmir Şubesi Başkanı merhum Mustafa Tunçalp ile 18 Ekim 2002 tarihinde yapılan görüşme.

3- TMT Derneği Başkanı Yılmaz Bora ile 13 Temmuz 2003 tarihinde Girne’de yapılan görüşme.

4- Kemal Mişon ile 11 Temmuz 2003 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme.

5- Fuat Veziroğlu ile 16 Kasım 2003 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme.

6- Erdoğan Balcılar ile 10 Temmuz 2003 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme.

7- TMT Lefkoşa Sancağı mensubu Erdoğan Tilki ile 18 Ağustos 2000 ve 10 Temmuz 2003 tari-hinde Lefkoşa’da yapılan görüşme.

8-TMT Lefkoşa Sancağı Kovanbeyi merhum Nevzat Uzunoğlu ile 13 Temmuz 2003’te Girne’de yapılan görüşme.

9-TMT Limasol Sancağı mensubu merhum Mehmet Y. Manavoğlu ile 25 Ağustos 2004 tari-hinde Girne’de yapılan görüşme.

10- KKTC’nin ilk Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş ile 8 Temmuz 2003 tarihinde Lefkoşa’da ya-pılan görüşme.

11- TMT Türkiye Sorumlusu Emekli Alb. İsmail Tansu ile 18 Mart 2005, 18 Eylül 2007 ve 15 Eylül 2007 tarihinde Ankara’da yapılan görüşme.

12- TMT Limasol Sancağı mensubu Aydın Aygın ile 20 Ağustos 2004 tarihinde Girne’de yapı-lan görüşme.

13- TMT Limasol lider kadrosundan merhum Macit Aydınova ile 13 Temmuz 2003’de Girne’de yapılan görüşme.

14- TMT Mağusa Sancağı mensubu Mert kod isimli Necmi Gençay ile 27 Temmuz 2005 tari-hinde Gazi Mağusa’da yapılan görüşme.

15- Naciye Vardar ile 15 Ocak 2003 tarihinde İzmir’de yapılan görüşme.

16- TMT’nin Alev kod isimli kahramanı Ordu Perşembeli merhum Ahmet Oğuz Kotoğlu ile 1980-2009 sürecinde yapılan çeşitli görüşmeler.

17- TMT lideri Albay Rıza Vuruşkan’ın kızları Yasemin Vuruşkan Mesci ve Ferizet Vuruşkan ile 24 Kasım 2002 tarihinde yapılan görüşme.

E-Televizyon ve İnternet

1- Erenköy Mücahitler Derneği üyesi Kâmil Nuri’nin 8 Ağustos 2005 günü BRT’de yaptığı bir açıklama.

2- KKTC Lefkoşa’da Osman Güvenir’den alınan 20 Temmuz 2005 tarihli bilgi notu.

Gökhan GÜLERK.K.T.C. Cumhuriyet Meclisi Özel Kalem Müdürü

KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ İÇİN YENİ FIRSAT ALGILAMALARI

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir yönetim anlayışını benimsemiştir. Bağımsız uluslararası kuruluşların da teyit ettiği üzere, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde yapılan seçimler tam bir de-mokratik ortamda gerçekleşmekte ve hiç bir müdahale olmadan Kıbrıs Türklerinin hür iradesi ile seçilen temsilciler eliyle Devletin tüm kurumları işlevlerini yerine ge-tirmektedirler.

Tarafsız uluslararası pek çok ciddi kuruluşun yaptığı çalışmalar göstermektedir ki, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Müslüman ülkeler içinde özgürlük düzeyi ve demok-ratik yapısı ile en güçlü devletler arasında yer almaktadır. Basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğü KKTC demokrasisinin temel taşlarıdır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde bugün olgun, katılımcı, işleyen demokrasimiz ve huku-ka ve insan haklarına saygılı yönetim geleneğimizle övünç duymaktayız.

Kıbrıs Türk Halkı olarak bizler yarım asra yakın bir süredir gasp edilmiş haklarımız için onurlu mücadelemizi sürdürmekteyiz. Kıbrıs Türkleri olarak siyasi eşit olduğu-muz 1960 Ortaklık Cumhuriyeti’nden silah zoruyla atıldık. 1963 yılından bugüne kadar hayatın tüm alanlarını etkileyen haksız ve insanlık dışı ambargolar altında yaşamak zorunda bırakıldık.

1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’ni temsil ettiğini ileri süren Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Kıbrıs Türklerinin tüm insan haklarını ihlal eden politikalarını kesintisiz sürdürmek-

Page 91: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

169168

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. tedir. Kıbrıs Türkleri olarak, uluslararası temsiliyetten, yurtdışına seyahat etme ve

dış dünya ile iletişim kurmaya, ticari ilişkilerden, eğitim, kültür ve spor alanlarındaki faaliyetlere kadar hayatın tüm alanlarını kapsayan izolasyonlara maruz kalmaktayız.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne doğrudan uçuşların yapılamaması ekonominin en önemli sektörlerinden biri olan turizm sektörümüz açısından büyük bir olum-suzluk yaratmakta ve ülke turizminin gelişip, canlanmasına mani olmaktadır.

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin engellemeleri nedeniyle bildiğiniz gibi ülkemize uçuşlar Türkiye üzerinden yapılmaktadır. Geçmişte özel bir havayolu şirketinin ül-kemize doğrudan uçuş yapma girişimi, gerçekleştirilmek istenmiş, ilk seferin ardın-dan, Kıbrıs Rum tarafının baskıları neticesinde son bulmuştur.

Kıbrıs Rum tarafının Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin deniz limanlarına yönelik tecrit politikası da yıllardır süregelmekte ve KKTC limanlarına uğrayan gemi şirket-leri ve kaptanları Güney Kıbrıs ve Yunanistan tarafından cezalandırılma tehlikesi ile karşı karşıya kalmaktadır.

Kıbrıs Türk ekonomisinin bir diğer önemli can damarı olan yerli üretime dayalı ihra-cat da Kıbrıs Rum tarafının girişimiyle 1994 yılında Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın almış olduğu karar sonucunda büyük bir darbe almış, Kıbrıs Türkleri ürettikleri mal-ları AB ülkelerine ihraç edemez hale gelmişlerdir.

KKTC üzerindeki eğitim, kültür ve spor alanlarındaki izolasyonlar esasen Kıbrıs Türk gençliğinin en tabiî haklarına ipotek koymaktadır. Kıbrıs Türkleri uluslararası alanda hiçbir spor müsabakasına katılamamakta, diğer ülke takımları ile dostluk maçı dahi yapamamaktadır.

Kıbrıs Türk gençliğinin mağdur edilmesi ve diğer dünya gençlerinin sahip olduğu eğitim, kültür ve spor olanaklarından yararlanamaması ciddi bir insan hakları ihla-lidir ve kabul edilemez.

Kıbrıs Türk halkı tüm bu haksızlıklara ve maruz kaldığımız insanlık dışı ambargolara karşın, Kıbrıs sorununun çözümü için sürdürülen müzakerelere iyi niyetle ve aktif bir şekilde katılmaya devam etmektedir.

Nisan 2004 referandumunun hemen ardından Avrupa Birliği Konseyi 26 Nisan 2004 tarihinde Kıbrıslı Türklere yönelik kısıtlamaların kaldırılması yönünde bir karar al-mıştır. Bu karar doğrultusunda Avrupa Birliği Komisyonu tarafından hazırlanan tü-züklerden biri ve bizim için en önemlisi olan Doğrudan Ticaret Tüzüğü Kıbrıs Rum tarafının engellemeleri yüzünden henüz uygulamaya konulamamıştır.

Avrupa Birliği’nin Kıbrıs Türk halkına verdiği sözleri yerine getirmemesi ve aldığı ka-rarları uygulayamaması Kıbrıs Türkleri arasında büyük bir hayal kırıklığına neden olmuştur.

Dönemin BM Genel Sekreteri Kofi Annan ise 28 Mayıs 2004 tarihli raporunda Kıbrıs Türklerinin çözüm yönündeki iradesini ispatladığının altını çizerek, halkımız üzerin-deki izolasyonların kaldırılması için tüm ülkelere çağrıda bulunmuştur.

Ne kadar üzücüdür ki, tüm bu alınan kararlar ve verilen sözlere karşın uluslarara-sı camia bu denli ağır ambargo ve izolasyonların devamına göz yummaktadır. Bu durumun önemli bir istisnası İslâm Konferansı Örgütü’nün referandumun ardından Kıbrıs Türk halkına verdiği önemli destektir. İslâm Konferansı Örgütü’nün İstanbul’da gerçekleştirilen 31. Dışişleri Bakanları Toplantısı’nda alınan bir kararla ülkemiz İslâm Konferansı Örgütü toplantılarında ve etkinliklerinde BM Kapsamlı Çözüm Planı’nda öngörüldüğü üzere Kıbrıs Türk Devleti adı ile yer almaktadır. İslâm Konferansı Örgü-tü o günden bu yana aldığı çeşitli kararlarla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne uygu-lanan haksız izolasyonların kaldırılması ve üye ülkelerin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuri-yeti ile ilişkilerinin geliştirilmesi yönünde çağrılarda bulunmaya devam etmektedir. 2004 yılında Kıbrıs Rum tarafının BM Çözüm Planı’nı reddetmesi nedeniyle yitirilen çözüm fırsatına karşın, Kıbrıs Türk tarafı 2008 yılında yeniden başlayan müzakere-lere iyi niyetle ve yapıcı bir şekilde katılarak, çözümü samimiyetle arzulayan taraf olduğunu bir kez daha ispat etmiştir.

Müzakerelerde sergilediği yapıcı tutum nedeniyle başta BM olmak üzere tüm ulus-lararası camianın da takdirini kazanan Türk tarafı, uluslararası alanda kazandığı mo-ral ve siyasi üstünlüğü sürdürmeyi başarmıştır.

Sayın Cumhurbaşkanımız Dr. Derviş Eroğlu görevi devralmasının hemen ardından BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon’a gönderdiği mektupta, Kıbrıs Türk tarafının müzakerelere kaldığı yerden devam etmeye olan kararlılığını ve 23 Mayıs 2008 Ortak Açıklaması’na uygun olarak devam eden BM sürecinin çerçevesinin tam olarak desteklendiğini açıkça ifade etmiş ve günümüze kadarda ortaya koyduğu çalışmalarla bunu herkese göster-miştir. Sayın Cumhurbaşkanımız BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon’a gönderdiği mek-tupta, 1960 Garantiler Sisteminin devamının ve iki halkın eşit egemenliği ilkesinin Kıbrıs Türk tarafı için yaşamsal olduğunun ve çözümün adada halen var olan iki ayrı demokra-si ve kurumlarını dikkate alması gerektiğinin de altını çizmiştir.

Olası bir anlaşmanın sürdürülebilir olması için varılacak olan çözümün iki halkın si-yasi eşitliğinin tesis edildiği, iki kesimliliğin sulandırılmadığı, Türkiye’nin etkin ve fiili garantisinin sürdürüldüğü yeni bir ortaklık temelinde inşa edilmesi gereklidir. Bu yoldaki onurlu mücadelemiz devam etmektedir. Önemli olan Kıbrıs Rum tarafının da Türk tarafının gösterdiği kararlılık ve yapıcılıkla bu sürece katılmasıdır.

Bu noktadan itibaren izninizle ekonomik açıdan KKTC için önemli saydığım bir kaç noktanın altını çizmek istiyorum. Ekonomik açıdan KKTC’nin içinde bulunduğu du-ruma göz atacak olursak, dünyada yaşanmakta olan ekonomik krize paralel olarak durum pek iç açıcı değildir. Bu manada KKTC’ne uygulanan ambargoların da eko-nomik krizin ağırlığını artırdığı göz ardı edilmemelidir.

Page 92: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

171170

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Bu çerçevede KKTC üzerinde uygulanan ambargoların ortadan kaldırılması için her

türlü işbirliği halinde insan hakları ihlallerinin her türlü boyutunu da öne çıkaran kararlı ve istikrarlı mücadele artırılarak sürdürülmelidir.

Karşılıklı olarak iyi niyetle sınır kapılarının açılması ile birlikte KKTC’de kazanılan pa-ranın ciddi sayılacak bölümünün Güney Kıbrıs’ta harcanıyor olması da ayrıca KKTC ekonomisini derinden etkileyen bir faktördür. Çünkü bir yanda tanınmış ve pek çok ülke ile ticaret yapan Güney Kıbrıs Rum ticaret ve sanayicileri ile ambargolar altında çok zor ve kısıtlı imkânları ile ayakta durmaya çalışan KKTC ticaret ve sanayicileri arasında sürdürülebilir rekabet edebilirlikten söz etmek mümkün değildir. Bu ne-denle KKTC ekonomisinin 2003’ten sonraki süreçte özellikle Annan Planı sonrasın-dan başlayarak olumsuz etkilendiğinin özellikle altını çizmek gerektiğini düşünü-yorum. Ben kapılar kapansın bu tür bir çözüm yolu olsun şeklinde bir düşünceye sahip değilim. Ama rekabet edebilirlik açısından KKTC ticaret ve sanayicilerinin için-de bulunduğu bu durumunda göz önünde bulundurulması gerektiğine dikkatleri çekmek istiyorum.

KKTC’nin her anlamda yapılanmasını ve ekonomisini sürdürülebilir bir noktaya ta-şıması çok önemli bir konudur. Uzun yıllardır KKTC’nin her manda yapılanmasının Kıbrıs Görüşmelerinin sonucunda çıkacak neticeye bağlaması yürütülmekte olan sonuçsuz müzakerelerde Kıbrıs Türk Halkını sıkıntılı bir hale getirmiştir.

Bu anlamda özellikle KKTC’de en önemli gördüğüm husus her anlamda kurumsal-laşma konusuna dikkat etme gerekliliğidir. Düşünce olarak bir insan inanmadığı hiç bir konuyu sahiplenemez, ileriye taşıyamaz ve başarılı olması da mümkün değildir. Bu anlamda kurumsallaşma konusu çok ciddiye alınarak çok yönlü olarak bilimsel zeminde çalışmalar süratle gerçekleştirilmelidir.

KKTC ekonomisinde lokomotif sektör olarak Turizm ve Eğitim öne çıkmaktadır. Özellikle turizm sektöründe son yıllarda çeşitlilik açısından şans oyunları maksadı ile KKTC’ye gelenlerin oluşturduğu turist seçeneği ile KKTC’nin iklimi, tarihi ve turis-tik yönlerini keşfetmek maksadı ile KKTC’ye gelen turist seçeneklerini gölgede bı-raktığı gerçekliği bu anlamda göz ardı edilmemelidir. Turist çeşitliliği açısında gerek hava ulaşımında, gerekse otellerde yer bulabilme açısından şans oyunları oynamak maksadı ile adaya gelen müşteriler özellikle Cuma, Cumartesi ve Pazar günlerini doldurmaktadır. Bu nedenle KKTC’nin iklimi, tarihi ve turistik açılarından adaya gel-mek isteyen yolcular yukarıda da açıklamaya çalıştığım gibi Cuma, Cumartesi ve Pazar günleri hava ulaşım araçlarında ve en gözde otellerde yer bulamamaktadır. Yer bulabilen şanslı yolcular ise daha pahalı uçak bileti ve otel fiyatları ile karşı kar-şıya gelmektedirler. Bu nedenle KKTC turizm politikaları bu gerçekleri göz önünde bulundurarak yeniden yapılandırılmalıdır.

KKTC’de yüksek eğitim alanında yükselen ivme artık kendisini özellikle Türkiye’de de özel üniversitelerin açılmasının ardından durma hatta aşağıya doğru inişe geç-

miştir. Bu anlamda da en kısa sürede yüksek öğrenim konusu konun uzmanları ile birlikte yeni çözüm stratejileri ele alınarak yeni fırsatlar konusu ele alınmalıdır.

KKTC’nin tanıtımı için uzmanlardan oluşacak bir mekanizma oluşturularak lobi fa-aliyetleri desteklenmelidir. Münhasır Ekonomik Alanı başta olmak üzere, KKTC’nin yer altı kaynakları konusunda en hızlı biçimde her türlü çalışmalar başlatılarak so-nuçlandırılmalıdır.

Kıbrıs görüşmeleri çerçevesinde vakıf mallarından kaynaklanan mülkiyet hakları konusu yine bir diğer önemli konudur. Ada genelinde hukuk kuralları, insan hakları ve adalet ilkelerine aykırı bir şekilde gasp edilmiş vakıf malları konusu dikkatle ele alınması gereklidir.

KKTC’nin ekonomik açıdan güçlenmesi, sürdürülebilir rekabet şartlarına kavuşma-sının adanın gelecekteki konumu açısından da önemlidir. Türkiye ve KKTC’nin bu duruma hazırlıklı olarak kalıcı ekonomik çözümleri hayata geçirmesi gereklidir.

KKTC’deki sürdürülebilir ekonomik kalkınma özel sektör kalkınması özellikle ku-rumsallaştırılmalı ve bir kerelik bir çalışma biçiminde değil devam eden bir durum olarak uygulanmalıdır. Bundan dolayı böyle bir çalışma koordine edilmesi, takip edilmesi ve teşvik edilmesi gereklidir.

Bu vesile ile sözlerime son verirken huzurlarınızda böylesine güzel bir organizasyo-nu düzenledikleri için Avrasya Ekonomik İlişkiler Derneği ve KKTC Dış Basın Birliği başkanlarına, yönetim kurullarına ve bu organizasyonda emeği geçen, katkı koyan herkese teşekkür eder, saygılarımı sunarım. 

Page 93: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

173

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

Taner DERVİŞVakıflar İdaresi Eski Genel Müdürü

KIBRIS’TA VAKIFLAR İDARESİNİN STATÜSÜ VE STRATEJİK ÖNEMİ

Özet: Toprak ve mülkiyet konusu Kıbrıs sorununun en önemli ve kritik aşamasını oluş-turmaktadır. Kıbrıs Rum tarafı hükümet ve sivil toplum düzeyinde geliştirdiği plan çer-çevesinde, AİHM ve KKTC’de oluşturulan Mal Tazmin Komisyonu kanalıyla, 1974 tari-hinde terkettikleri taşınmaz mallar için, Kıbrıslı Rumlar lehinde mal iadesi ile birlikte gelir kaybı için tazminat kararları alınmasını sağlamaktadır. Ayrıca planlı bir yaklaşım temelinde, kapalı Maraş Kıbrıs Rum girişimlerinin odak noktası yapılmıştır. Bu girişimin temel hedefi ada genelinde Kıbrıslı Rumlar tarafından gerçekleştirilmiş Vakıf emlâk yağmasının aklanması ve Türk askerinin Maraş’tan çekilmesi olarak özetlenebilir.

Kıbrıs Türk yönetimi ise 1878 tarihinden itibaren günümüze kadar hukuk kurallarına aykırı bir şekilde gaspedilmiş vakıf emlâk ile 1958 yılından günümüze kadar statüsü değiştirilmiş, zarara uğratılmış Kıbrıs Türk halkına ait özel mülkiyetten kaynaklanan toprak ve tazminat haklarına sahip çıkmamaktadır.

Bu tespitlerden hareketle, 1878 tarihinden itibaren hukuk kurallarına aykırı bir şekilde gaspedilmiş vakıf emlâkten kaynaklanan toprak ve tazminat haklarının uluslararası platformda ve devam etmekte olan müzakere sürecinde savunulması KKTC devleti ve halkı için hayatî önem arzetmektedir.

Anahtar Kelimeler: Kıbrıs, Vakıflar, Evkaf, Mülkiyet, Emlâk.

Page 94: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

175174

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. 1. Tarihî Süreç İçinde Vakıflar:

Kıbrıs’ta vakıf kurumunun oluşması, ada üzerinde Osmanlı idaresinin hâkimiyeti ile birlikte 1571 yılına isabet eder.1 400 yılı aşan tarihi süreçte, vakıflar idaresi Kıbrıs Türk halkının sosyal, kültürel, ekonomik, siyasî hayatında ve toplumsal hakları zemi-ninde stratejik bir rol üstlenmiştir. Kıbrıs vakıfları, yakın tarihimizde İngiliz Sömür-ge İdaresi ile Kıbrıs Rum tahakkümüne karşı Kıbrıs Türk halkının mücadele ruhunu ayakta tutmuş, var oluş ve mücadele tarihinin odak noktası olmuştur. Günümüzde ise vakıf emlâk Kıbrıs Türk halkının toprak varlığı açısından hayatî önem arzetmek-tedir.

Osmanlı idaresi döneminde Kıbrıs vakıfları, merkezi İstanbul’da olan vakıf kurumu tarafından atanan ve vakıfların vakfiye şartlarına göre yönetilmesini sağlayan ve denetleten yetkili bir memur tarafından idare edilmiştir.2 Kıbrıs adasının yönetimini İngiltere’ye devreden 4 Haziran 1878 tarihli Savunma Anlaşması ile Kıbrıs’taki Şer’i Mahkemeler ve vakıfların yönetimine düzenlemeler getirilmiştir. Savunma Anlaş-masına bağlı olarak imzalanan 1 Temmuz 1878 tarihli ek anlaşma ile aşağıdaki hu-suslar üzerinde mutabakat sağlanmıştır.3

• Adadaki camilere, mezarlıklara, Müslüman okullara ve İslâm dinine ait kurum-lara ait taşınır ve taşınmaz mallar ile malî kaynakların yönetimini birlikte denet-lemek üzere, Osmanlı Evkaf Nezareti tarafından Kıbrıs’ta mukim bir Müslüman delege ile İngiltere yönetimi tarafından bir delege atanacaktır.

• Adada, Müslüman halkın dini işlerini gözetecek Şer’i Mahkeme varlığını sür-dürmeye devam edecektir.

• Eğer Rusya son savaşta zaptetmiş olduğu Kars ve diğer yerleri Türkiye’ye iade ederse, İngiltere Kıbrıs adasını boşaltıp terkedecek ve 4 Haziran 1878 tarihli Sa-vunma Anlaşması sona erecektir.

Tarihî süreç içinde İngiliz yönetimi söz konusu anlaşmalara sadık kalmayacak ve ön-celikle Kıbrıs Türk halkına ait müesseselerin zayıflatılması ve yok edilmesi için Kıbrıs Rum halkı ile organize bir güç birliği içerisine girecektir. Savunma Anlaşması’nın ekindeki mutabakat metni yeni murahhaslara vakıfların yönetimini denetleme yet-kisi vermiştir. Ancak sömürge idaresi murahhaslar kanalı ile vakıfların yönetimine el koymuş ve hukuka aykırı düzenlemeler ile Vakıflara ait taşınmaz malların Kıbrıslı Rumlar tarafından işgal edilmesine olanak sağlamıştır.

Diğer taraftan Osmanlı idaresi tarafından özerkliği sağlanmış olan Kıbrıs Rum ki-lisesinin statüsü ise muhafaza edilmiştir. İngiliz sömürge idaresinin, Kıbrıs’ta top-rak varlığı ve su kaynakları açısından en güçlü kuruluş olan ve Kıbrıs Türk halkının sosyal, ekonomik ve kültürel ihtiyaçlarını karşılayan vakıfların yönetimini kontrol

1 Nezaret-i Evkaf-ı Hümayun Belgeleri, KKTC Milli Arşiv ve Araştırma Dairesi.2 Nezaret-i Evkaf-ı Hümayun Belgeleri, KKTC Milli Arşiv ve Araştırma Dairesi.3 The Cyprus Gazette, Number 78, Tuesday, November 8th, 1881.

altına alma operasyonu 1914 tarihinde başlatılmıştır. Ekim 1914 tarihinde Osmanlı Devleti’nin Almanya’nın müttefiki olarak karşı cephede savaşa girmesi ile İngiltere 5 Kasım 1914 tarihinde almış olduğu kararla, 1878 tarihli Savunma Anlaşması’nı bü-tün ekleriyle iptal etmiş ve tek taraflı bir uygulama ile Kıbrıs’ı ilhak etmiştir. Ancak uluslararası hukuk ilkelerine göre Savunma Anlaşması’nın ortadan kalkması duru-munda adanın gerçek sahibi olan Osmanlı Devleti’ne iade edilmesi gerekiyordu. İlhâk kararından sonra, vakıflar üzerinde hegemonya kurmaya yönelik faaliyetlere hız veren İngiltere, 30 Kasım 1915 tarihli Kraliyet fermanı4 ile biri Müslüman Türk biri de İngiliz olmak üzere her iki Evkaf murahhasını atama yetkisini üzerine almış, bu suretle İstanbul Evkaf Nezareti ile olan bağlantı da kesilmiştir.5 24 Kasım 1923 tari-hinde imzalanan Lozan Anlaşması ile Türkiye, İngiliz hükümetinin 1914 tarihli ilhâk kararını tanımış, ayrıca Lozan Anlaşması’nın 60. maddesi ile Osmanlı sınırları dışında kalan vakıflarının korunacağı teyit edilmiştir.6 Vakıflar üzerindeki sömürge idaresi hegemonyası 20 Kasım 1928 tarihli Kıbrıs Evkaf İdaresi Fermanı7 ile devam etmiştir. Söz konusu ferman ile murahhas üyelerin tayini sömürge idaresi valisine verilmekte ve vakıflar, Evkaf Dairesi ismi ile bir hükümet dairesi statüsüne indirgenmektedir. Bu bağlamda vakıflar bütçesi, mütevellilerin tayinleri ve görevden alınmaları, vakfiye-lerin tescili, vakıf emlâk statülerinin değiştirilmesi ve personel atamaları için valinin onayının alınması karara bağlanmıştır.8

Bu gelişmelere İlaveten Kıbrıs’ta bulunan beş ayrı Kadılık makamı ile Müftülük ma-kamı lağvedilerek söz konusu yetkiler “Fetva Emini” ismi altında bir Evkaf memurun-da toplanmıştır. Bu uygulama ile Kıbrıs Türk halkının yargı ve din müesseseleri kı-sıtlanarak vakıflar bünyesinde toplanmış ve bu suretiyle söz konusu fonksiyonların sömürge idaresi valisinin idaresi altına girmesi sağlanmıştır. Diğer taraftan, Osmanlı idaresi altında özerk bir statüye kavuşturulmuş Rum Ortodoks kilisesinin bağımsız statüsü devam ettirilmiştir.9 Vakıfların yönetimine 1878 tarihinden itibaren hakim olan Sömürge idaresi Kıbrıs tarihinin en büyük emlâk yağmasını gerçekleştirmiştir. Bu bağlamda ada genelinde vakıflara ait yüz binlerce dönüm toprak, binlerce bina ve yüzlerce su kaynağı Kıbrıs Rum kilisesi, Kıbrıs Rum belediyeleri, Rum okul komis-yonları ve Rum şahıslar tarafından işgal edilmiştir.

Vakıfların denetim ve yönetimine ilişkin olumsuz gelişmeler ve vakıflara karşı yapı-lan tecavüzler karşısında, Vakıf yönetiminin ve gaspedilmiş vakıf emlâkin tazminat hakları ile iadesi için Kıbrıs Türk halkı toplumsal bir mücadele yürütmüştür. Vakıf emlâkin hukuk kurallarına aykırı bir şekilde gaspdildiği, 1878 tarihinden bu yana vakıf yönetiminin vakıf kurallarını uygulamadığı, Kıbrıs Türk halkı, liderleri ve basını

4 The Cyprus “Mussulman Religious Property” Order in Council, 1915.5 The Cyprus (Mussulman Religious Property) Order in Council; The Cyprus Gazette, No.1208, Thursday,

30th December 1915.6 The Lausanne Treaty Article 60; The Treaties of Peace 1919-1923,Vol. II, Carnegie Endowment for

International Peace, New York, 1924.7 The Cyprus Evcaf, “Mohammedan Religious Property Administration” Order in Council, 1928.8 The Cyprus Evcaf, (Mohammedan Religious Property Administration) Order in Council; The Cyprus

Gazette, 14th December, 1928.9 Türk İşleri Komisyonunun Ara Raporu, 20 Ocak 1949.

Page 95: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

177176

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. tarafından sürekli olarak protesto edilmiş, yapılan uygulamalara ve alınan kararlara

itiraz edilmiş ve yürütülen kollektif mücadele sonucunda vakıfların 15 Nisan 1956 tarihinde asli sahibi olan Kıbrıs Türk halkına iade edilmesi sağlanmıştır. Mücade-le tarihi ile ilgili bilgilere dönemin Kıbrıs Türk basınında ve 1949 tarihli Türk İşleri Komisyonu’nun Ara Raporu’nda yer verilmektedir.10 Ancak 1878-1960 döneminde İngiliz sömürge idaresi ile 1960 yılından sonra Rum yönetiminin vakıflara yönelik tecavüzleri devam edecektir.

2. Vakıfların Hukukî Statüsü:

Anayasal bir kuruluş olan vakıflar idaresinin yönetim ve denetim fonksiyonları “Ahkam-ül Evkaf” olarak tanımlanan vakıf hükümleri çerçevesinde icra edilmek-tedir. Ahkam-ül Evkaf olarak tanımlanan temel vakıf kuralları ada üzerinde hakim olan değişik egemenliklere rağmen 1571 tarihinden günümüze kadar özel statü ile Kıbrıs hukuk sisteminde yer almıştır. Şöyle ki:

• “Temel vakıf hükümlerini kapsamına alan Ahkam-ül Evkaf 1960 Anayasası’nın 110 (2) maddesi ile tanınmaktadır.11

• Vakıfların sonsuza dek yaşatılacakları, hiçbir şart altında elden çıkarılamayacak-ları ve devredilemeyecekleri hususları ile vakfiyelerin hiçbir şart altında kurucu-ları tarafından dahi değiştirilemeyeceği ve ortadan kaldırılamayacağı hususları Kıbrıs hukuk sisteminde yer alan amir hükümlerdir.12

• Kıbrıs Türk halkının baskı altında olduğu, kuruluşlarına hukuk dışı yöntemlerle müdahale edildiği sömürge idaresi döneminde dahi, 1914 ve 1958 tarihli mah-keme kararları ile temel vakıf hükümleri tanınmış bulunmaktadır.

3. Sömürge İdaresi Müdahaleleri ve Gaspedilmiş Mülkiyet Hakları:

1878 tarihinde ada üzerinde İngiliz sömürge idaresinin hâkimiyeti ile birlikte, ulus-lararası anlaşma ve hukuk kurallarına aykırı olarak vakıf yönetimine müdahale edilmiştir. Bu süreçte vakıflar, devlet dairesi statüsüne indirgenmiş ve hukuk dışı uygulamalar ile Kıbrıs tarihinin en büyük emlâk yağması gerçekleştirilmiştir. Diğer taraftan, Osmanlı İdaresi tarafından özerk bir statüye kavuşturulmuş olan Kıbrıs Rum Ortodoks kilisesinin özerk statüsü ise devam ettirilmiştir.

Kuruluş tarihi olan 1571 tarihinden günümüze kadar, temel vakıf hükümleri olarak tanımlanan Ahkam-ül Evkaf tanınmış, ancak 1878-1960 sömürge idaresi dönemi ile 1960-1974 Cumhuriyet döneminde, Kıbrıs tarihinin en büyük emlâk yağması gerçekleştirilmiştir. Bu süreçte, ada genelinde yüz binlerce dönüm arazi, binlerce bina ve yüzlerce su kaynağı hukuk kurallarına aykırı bir şekilde Vakıf emlâk envante-

10 a.g.r.11 Draft Constitution of the Republic of Cyprus; Draft Treaty of Establishment between the United King-

dom, Greece, Turkey and the Republic of Cyprus, Appendix D, July 1960.12 Evcaf and Vakfs, Chapter 337of the Laws; The Statute Laws of Cyprus, Revised Edition 1959.

rinden çıkarılarak Rum Ortodoks kilisesi, Rum belediyeleri, Rum okul komisyonları, merkezî hükümet ve Rum şahıslar tarafından işgal edilmiş ve Bu bağlamda Kıbrıs Rum halkı ile sahip oldukları kuruluşlara haksız servet ve kazanç sağlanmıştır. Kıbrıs Rum halkının haksız servet ve kazanç sağladığı kaynaklar arasında 1970’li yılların turizm merkezi Maraş ve narenciye beldesi Güzelyurt ovası yer almaktadır. Kıbrıs Rum tarafının gerçekleştirdiği 132 yıllık gasp ve işgal göz önünde bulundurulduğu takdirde, Vakıflar İdaresi adına tahakkuk etmiş mülk iadesi ve 132 yıllık tazminat hakları, Kıbrıs Rum tarafının AİHM nezdinde yapmış oldukları mülk iadesi ve 36 yıllık tazminat talep ve iddialarını aşacak boyuttadır.

Vakıflara ait emlâk ve kaynaklar hukuka aykırı şekilde aşağıdaki yöntemlerle işgal edilmiştir.13

• Vakıf emlâk kayıtlarının yapılmaması • Vakfiyelerin ve tapu kayıtlarının yok edilmesi • Vakıflara ait tapu kayıtlarının tapu arşivlerinden kaçırılması• Vakıf Suların Rum Belediyelere devredilmesi• Vakıf emlâkin Kilise adına kaydedilmesi• Vakıf emlâkin işgalci ve kiracı statüdeki Rum şahıslar adına kaydedilmesi• Vakıf emlâkin Rum belediyeler adına kaydedilmesi• Vakıf emlâkin orman alanı olarak kaydedilmesi

4. Kıbrıs Türk ve Rum Tarafının Mülkiyet Planları:

4.1. Mülkiyet Konusu ve Kıbrıs Sorunu:

Kıbrıs sorununa çözüm arayışları çerçevesinde 21 Mart 2008 Anlaşması ile yeni bir süreç başlatılmış bulunmaktadır. Toprak ve mülkiyet müzakere sürecinin en önemli konusunu oluşturmaktadır. Bu süreçte, Mal Tazmin Yasası ile KKTC’de bir iç hukuk sistemi oluşturulduğu iddia edilmekte, Türkiye aleyhinde AİHM’in aldığı kararlar siyasî iktidarlar tarafından zafer nitelemeleriyle kamuoyuna duyurulmakta, vakıf emlâke sahip çıkılmamakta, 1878 yılından bu yana Kıbrıs Türk halkının uğradığı münferit ve toplumsal zararlar göz ardı edilmektedir.

4.2. Kıbrıs Rum Yönetiminin Mülkiyet Plânı:

Kıbrıs Rum yönetimi geliştirdiği eylem plânı çerçevesinde, bir taraftan Kıbrıslı Türk-lere ait malların yönetimini Rum İçişleri Bakanlığı bünyesine alarak Kıbrıslı Türklerin mülkiyet haklarını çözüm sonrasına ertelemiş olup,14 diğer taraftan AİHM üzerinden hukuk sürecini, AB üzerinden de siyasî süreci tek taraflı bir şekilde yürütmektedir. Bu plan başarılı bir şekilde yürütülerek, AİHM’de alınan hukukî kararlar ile Kıbrıslı

13 Derviş Taner, Kıbrıs Türk Halkının Mülkiyet ve Tazminat Hakları, Lefkoşa, 2005.14 Turkish-Cypriot Properties (Administration and Other Matters) (Temporary Provisions) Law of 1991

(Law 139/1991, as amended).

Page 96: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

179178

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Rumlara eski mülklerinin abartılı tazminat ödemeleri ile iadesi öngörülmekte, ila-

veten KKTC’nin Türkiye’nin askerî kontrolü ve hükümranlığı altında olduğuna vurgu yapılmaktadır. Diğer taraftan AİHM, Kıbrıs Türk halkının ada üzerindeki mülkiyet ve siyasî haklarını yok saymaktadır. Özetle AİHM, Kıbrıs Rum halkının tezlerine ulus-lararası hukuk platformunda meşruluk kazandırmaktadır. Kıbrıs Rum Yönetimi, AB organları üzerinden tezlerini siyasî platforma da taşımış bulunmaktadır. Bu bağlam-da özellikle Maraş’ın Kıbrıslı Rumlara verilmesi ve adadaki Türk askerinin çekilmesi ağırlıklı olarak Avrupa Birliği’nin gündemine yerleşmiş bulunmaktadır.

4.3. Kıbrıs Türk Yönetiminin Mülkiyet Plânı:

KKTC yönetiminin herhangi bir mülkiyet plânı olmayıp, Kıbrıs Rum yönetiminin ge-liştirdiği plan çerçevesinde hareket ederek bu plana uyum sağlamaktadır. Bu edilgen uygulama çerçevesinde, Kıbrıs Türk halkının 1958 yılından bu yana uğradığı kayıplar ile 132 yıllık vakıf emlâk yağması kapsamlı bir şekilde ortaya konmamakta, sonuçta Kıbrıs Türk halkının mülkiyet ve tazminat hakları yitirilmektedir. Ayrıca AİHM’in aldığı tek taraflı karar ile KKTC’de münhasıran Kıbrıslı Rumlara hizmet eden Mal Tazmin Ya-sası çıkarılmış ve bu yasa çerçevesinde Mal Tazmin Komisyonu oluşturulmuştur.

Bunlara ilaveten son olarak sunulan Kıbrıs Türk mülkiyet önerilerinde kapalı Ma-raş’taki mülkiyetin Rumlara ait olduğu ifade edilmektedir.15 Önerilerde, 1878 tari-hinden itibaren hukuk kurallarına aykırı bir şekilde Kıbrıslı Rumlar tarafından işgal edilmiş vakıfların mülkiyet ve tazminat haklarına yer verilmemektedir. İlaveten öne-rilerde, vakıflara ait taşınmaz malların Kıbrıslı Rumlara verilmesi öngörülmektedir. Önerilerde öngörüldüğü şekilde, vakıf emlâkin istibdal ilkesi göz ardı edilmek sure-tiyle Kıbrıslı Rumlara verilmesi vakıf hukukuna aykırıdır. Kapalı Maraş ile ilgili olarak yapılan öneri ile kapalı Maraş’taki vakıf mülkiyet yok sayılmakta, kapalı Maraş’ın Kıb-rıslı Rumlara ait olduğuna vurgu yapılmaktadır. Bu bağlamda Abdullah Paşa, Lala Mustafa Paşa ve Bilâl Ağa vakıflarına ait olan ve 1878 tarihinden itibaren Kıbrıslı Rumlar tarafından işgal edilmiş vakıf emlâkin karşılıksız bir şekilde ve tazminat öde-meleri ile birlikte Rum tarafına verilmesi söz konusudur.

Kıbrıs Türk önerilerinde, 1878-1960 sömürge idaresi dönemi ile 1960-1974 Kıbrıs Cumhuriyeti döneminde Anayasa ve yasalarla tanınmış vakıf hükümlerine (Ahkam-ül Evkaf ) de yer verilmemektedir. Diğer taraftan, Kıbrıs Rum önerilerinde ise vakıfla-rın sahip olduğu özel Anayasal statü ortadan kaldırılmak istenmektedir. Kıbrıs Rum önerileri vakıfların bireylerle ayni haklara sahip olması gereğine vurgu yapmakta-dır.16 Bu bağlamda 1571 yılından itibaren Kıbrıs hukuk sisteminde özel statü ile yer alan vakıf hükümleri ve özellikle vakıfların hiçbir şekilde ortadan kaldırılamayacağı, statülerinin değiştirilemeyeceği, elden çıkarılamayacağı ve sonsuza dek yaşatıla-cakları hususları tamamıyla göz ardı edilmiştir.

15 Türk ve Rum Tarafının Mülkiyet Önerileri, ABHABER.com, Erişim Tarihi: 10/02/2011.16 a.g.ö.

KKTC yönetiminin zafiyeti uluslararası platformda da devam etmekte olup, resmi makamlar Maraş’ın Rum tarafına verilmesine ve Türk askerinin Maraş’tan çekilmesi-ne onay veren tutum sergilemektedir.

5. Kıbrıs Türk ve Rum Tarafının Maraş İle İlgili Eylem Plânları:

5.1. Kıbrıs Rum Tarafının Maraş ile ilgili Kapsamlı Eylem Plânı:

Kıbrıs Rum yönetimi ve sivil toplum örgütleri17 kapalı Maraş’ın Rum tarafına veril-mesi ve Türk askerinin adadan çekilmesi amacıyla uluslararası platformda planlı bir süreç yürütmektedir. Rum Tarafı, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, Birleşmiş Mil-letler Güvenlik Konseyi daimi üyeleri, Avrupa Birliği’ne üye ülke Başkanları, Avrupa Birliği Komisyonu ve Avrupa Birliği Parlamentosu nezdinde girişim yapmak sure-tiyle tezlerini ulusal birliktelik temelinde istikrarlı ve ısrarlı bir şekilde savunmaya devam etmektedir. İlaveten kapalı Maraş’taki Rum işgalciler, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde, Türkiye aleyhinde davalar açarak mülk iadesi ve tazminat talebin-de bulunmaktadır.

5.2. Kıbrıs Türk Tarafının Maraş ile ilgili Plânı:

Söz konusu girişimler karşısında, Kıbrıs Türk tarafı Maraş’taki mülkiyet haklarını ko-rumakta acizlik göstermekte, bazı hallerde ise Kıbrıs Rum tezine yakın görüşler or-taya konulmaktadır. Şöyle ki:

• Eşzamanlı olarak, Birleşmiş Milletler gözetiminde Maraş’ın Rumlara verilmesi• Mağusa limanı üzerinde Kıbrıslı Türkler aleyhindeki kısıtlamaların kaldırılması• Maraş’ın tek taraflı uygulama ile Rum tarafına verilmesi• Bütünlüklü çözüm çerçevesinde Maraş’ın Rum tarafına verilmesi.

6. Mülkiyet ve AİHM Süreci:

6.1. Kilit AİHM Davası:

Arestis ve Lordos vakıf emlâk işgalcileri olup, bu tespitten hareketle 2006 yılında AİHM’de sonuçlanan Arestis davasının özüne bakmakta yarar vardır.18

28 Şubat 1974 tarihinde, annesinden hibe yolu ile Arestis’in edindiği taşınmaz mal Abdullah Paşa vakfına aittir. Sömürge idaresi dönemindeki tapu kayıtlarına bakıldı-ğı zaman, Arestis’in işgalinde olan taşınmaz malın 15 Eylül 1913 tarihli 3 adet tapu kaydında yer aldığı ve Abdullah Paşa vakfına ait olduğu açıkça görülmektedir. İlave-ten 15 Eylül tarihli üç adet tapu kaydı ile Abdullah Paşa vakfına ait emlâkin Arestis’in

17 Foundation Offers Aid for European Court Appeals by Refugees; Cyprus Mail, January 9, 2004.18 Case of Xenides-Arestis v.Turkey, ECHR Judgement, 7 December 2006.

Page 97: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

181180

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. büyük babası tarafından gaspedildiği belgelenmektedir.19 Ancak AİHM bu tespit ve

gerçekleri kale almamış; Türk tarafı ise gerekli siyasî planlama, girişim ve çalışmaları yapmamıştır. Şöyle ki:

• AİHM, herhangi bir tapu kaydı ibraz etmemesine rağmen, Arestis’i söz konusu taşınmaz malın sahibi olarak görmüştür.

• Türk tarafı, vakıf mülkiyetini ve vakıf hukukunu değerlendirmede önemli zafi-yet içinde olmuştur.

• Vakıflar İdaresi Taşınmaz Mal Komisyonu nezdinde herhangi bir girişimde bu-lunmamış, ayrıca Mağusa Kaza Mahkemesi’nde 2002 ve 2005 yıllarında alınan ve kapalı Maraş’ın tümüyle vakıflara ait olduğunu kanıtlayan kararları Komisyo-nun bilgisine getirmemiştir.

• Taşınmaz Mal Komisyonu Arestis’e çağrı yaparak tazminat önerirken vakıfların mülkiyet hakkını göz ardı etmiş ve ilgili taraf olarak Kıbrıs Vakıflar İdaresi’ne herhangi bir çağrı yapmamıştır.

Bu ihmaller ve yanlış icraat çerçevesinde AİHM, hukuk kurallarına aykırı bir şekilde işgal edilmiş vakıf emlâkin tazminat ödemeleri ile birlikte Rum işgalcilere iadesi ka-rarını almıştır.

6.2. Kilit AİHM Kararının Özü ve KKTC’de Mal Tazmin Komisyonunun Oluştu-rulması:

Arestis davası çerçevesinde alınan 22 Aralık 2005 ve 7 Aralık 2006 tarihli AİHM ka-rarları, 1974 tarihinden itibaren Kıbrıslı Rumların Kuzey Kıbrıs’tan ayrılmak zorunda bırakıldıklarını belirterek, bu hususun insan hakları temelinde önemli bir hak ihlali olduğuna vurgu yapmaktadır. AİHM, bu tespitten hareketle, 1974 tarihinden sonra Kuzey Kıbrıs’tan ayrılan Kıbrıslı Rumlara kullanım kaybından kaynaklanan tazminat ödemeleri ile birlikte eski taşınmaz mallarının iadesini öngörmektedir. AİHM bu tespit ve öngörü çerçevesinde, Türkiye hükümetinin bir tazmin ve iade mekaniz-ması oluşturmasını karara bağlamış; bu karar çerçevesinde KKTC’de Taşınmaz Mal Komisyonu oluşturulmuş ve Mal Tazmin Yasası çıkarılmıştır.20 Diğer taraftan, 1960 tarihinden bu yana Kıbrıs Türklerine ait gaspedilmiş haklar ile 1878 tarihinden bu yana gaspedilmiş vakıf emlâkten kaynaklanan toplumsal haklar yok sayılmıştır. Arestis davası kapsamında alınan bu karar bundan sonraki davalar için bir içtihat oluşturmaktadır.

6.3. Taşınmaz Mal Yasası ve İç Hukuk Yanılgısı:

Resmi makamlar, Taşınmaz Mal Yasası ile KKTC’de iç hukuk oluşturulduğu iddiasın-da bulunmaktadır. Bu iddia yanlıştır; çünkü AİHM, KKTC’yi Türkiye’nin askerî kontro-lü ve hükümranlığı altında bir bölge olarak tanımlamaktadır. Bu bağlamda AİHM’in

19 Kıbrıs Vakıflar İdaresi Arşivi.20 Case of Xenides-Arestis v.Turkey, ECHR Judgement, 7 December 2006.

öngördüğü şekilde Mal Tazmin Yasası’nın çıkarılması ve buna paralel olarak Mal Taz-min Komisyonunun oluşturulması egemen ülke yasalarına ve KKTC Anayasası’na aykırıdır. Söz konusu yasanın çıkarılması ile Kıbrıs Türk halkının egemenlik, devlet, siyasî eşitlik ve mülkiyet hakları zayıflatılmıştır.

6.4. Taşınmaz Mal Yasası Kıbrıslı Rumlar Adına İç Hukuk Kuralının Yerine Geti-rilmesini Sağlamaktadır:

AİHM’in tâbi olduğu kurallara göre ilgili ülkede iç hukukun tüketilmesi şarttır. An-cak Loizidu ve Arestis’in müracaatları iç hukuk tüketilmeden AİHM tarafından ka-bul edilmiştir. Bu bağlamda AİHM kendi koyduğu kurallara uymamakla yasa dışı icraatta bulunmuştur. KKTC Meclisi tarafından çıkarılan Taşınmaz Mal Yasası ve bu yasaya paralel olarak KKTC’de oluşturulan Mal Tazmin Komisyonu, Kıbrıslı Rumlar tarafından AİHM’e yapılan müracaatların iç hukuk kuralını yerine getirmeye ve söz konusu davaların önünü açmaya yöneliktir.

6.5. Mal Tazmin Komisyonu AİHM’in Alt Kuruluşu Gibi Hareket Ederek Kıbrıs Rum Halkına Hizmet Etmektedir:

KKTC’de oluşturulan Mal Tazmin Komisyonu AİHM’in çizdiği çerçevede Kıbrıslı Rum-ların haklarını tek taraflı bir şekilde korumakta, Kıbrıslı Türklerin mülkiyet ve taz-minat haklarını ise gözardı etmektedir. Ayrıca Taşınmaz Mal Komisyonunun aldığı kararlar nihaî olmayıp kesin karar AİHM’e aittir. Bu şekli ile Mal Tazmin Komisyo-nu AİHM’in bir alt kuruluşu gibi icraat yapmaktadır. Bu bağlamda Komisyon, vakıf emlâk işgalcisi Arestis’e mal sahibi muamelesi yaparak tazminat önermiş, gerçek mal sahibi olan Vakıflar İdaresi’ni ise kale almamıştır. Bu davranışı ile Mal Tazmin Komisyonu, 132 yıllık vakıf emlâk yağmasının aklanmasına hizmet etmiştir.

Bir diğer örnek olan Tymvios davasında21 ise KKTC’de oluşturulan Mal Tazmin Komis-yonu, hukuk kurallarına aykırı bir şekilde vakıf emlâki takas kapsamına almış, takas kapsamında yer alan Kıbrıslı Rum’a ait emlâke tazminat önermiş, vakıflara ait okul ve petrol istasyonu için ise tazminat öngörmemiştir. Bu bağlamda vakıf hükümleri çerçevesinde hareket edilmediği cihetle, hem Anayasal bir suç işlenmiş, hem çifte standart uygulanmış ve hem de 132 yıllık vakıf emlâk yağmasının aklanmasına hiz-met edilmiştir. Vakıf hükümlerine göre taşınmaz mal takası, ilgili vakfiye kuralları ve istibdal ilkesi çerçevesinde, Vakıflar Yönetim Kurulu, KKTC Bakanlar Kurulu ve KKTC Meclisi’nin onayına tabidir. Tymvios davasında Anayasa ile teyit edilmiş söz konusu vakıf kuralına uyulmamış ve bu bağlamda Anayasal suç işlenmiştir.

6.6. Vakıflar İdaresi 2004 Yılından İtibaren Vakıf Emlâke Sahip Çıkmamaktadır:

Vakıf emlâkten kaynaklanan mülkiyet ve tazminat hakları, Kıbrıslı Rumların AİHM’de açtıkları mülkiyet ve tazminat davalarını karşılayarak tazminat durumunu lehimize

21 Case of Eugenia Michaelidou Developments Ltd and Michael Tymvios v.Turkey, ECHR Judgement, 22 April 2008.

Page 98: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

183182

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. çevirecek potansiyele sahiptir. Ancak 2004 yılından itibaren Vakıflar İdaresi, ada ge-

nelinde hukuk kurallarına aykırı bir şekilde gaspedilmiş vakıf emlâke ve 132 yıllık tazminat haklarına sahip çıkmamaktadır.

AİHM sürecinde ise Arestis konusu Mal Tazmin Komisyonu’na intikal ettiği zaman gerekli itirazlar yapılmamış, Maraş’ın vakıflara ait olduğunu teyit eden Mağusa Kaza Mahkemesi kararları22 Komisyona sunulmamış ve vakıf emlâkten kaynaklanan mül-kiyet ve tazminat hakları ülke yararı doğrultusunda kullanılmamıştır. Ayrıca Türk tarafının hatalı ve zayıf tutumu nedeniyle vakıfların devre dışı bırakılması, Türkiye Cumhuriyeti aleyhine ağır tazminat ve insan hakları ihlalleri kararlarının alınması sonucunu doğurmuştur.

6.7. AİHM Davalarının Doğuracağı Muhtemel Sonuçlar Korkunç Boyutlarda:

Kıbrıs Rum yönetimi tarafından geliştirilmiş olan eylem plânına karşı acil bir karşı eylem plânının uygulamaya konmaması durumunda, Kıbrıs Rum yönetiminin baş-lattığı girişimler, Türk tarafı aleyhinde eşzamanlı olarak, mülk iadesi ve tazminat ödemeleri ile sonuçlanacaktır. Kapalı Maraş, Kıbrıs Rum yönetimi tarafından geliş-tirilmiş eylem plânının kilit halkasını oluşturmaktadır. Bu bağlamda edilgen politi-kaların devamı halinde meydana gelecek gelişmeleri dört başlık altında özetlemek mümkündür.

• Pilot Maraş davalarının domino etkisi ile kapalı Maraş tazminat ödemeleri ile birlikte kaybedilmiş olacaktır.

• Ada genelinde gaspedilmiş vakıf emlâke ilişkin haklarımız ortadan kalkmış olacak, bu bağlamda Kıbrıs Türk halkının toplumsal ve kollektif mal varlığında azalma meydana gelecektir.

• Türkiye aleyhinde AİHM’de açılan ve açılacak davalar ve KKTC’de oluşturulan Mal Tazmin Komisyonu’na yapılan müracaatlar eşzamanlı olarak mülk iadesi ve 40 milyar dolara ulaşacak tazminat ödemeleri ile sonuçlanacaktır.

• Türk askerî varlığının uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan hukukî statüsü zayıflatılmış olacaktır.

7. Mülkiyet ve Avrupa Birliği Süreci:

7.1. KKTC Yönetimi Avrupa Birliği Kurumlarında Kıbrıs Türk Halkının Mülkiyet ve Garanti Haklarını Savunmamaktadır:

Özellikle Maraş konusu AB kurumlarında gündem maddesi yapılmakta ve Kıbrıs-lı Rumlara verilmesi önerilmektedir. Bu girişimler karşısında KKTC yönetiminin iz-lediği politika telafisi zor sonuçlar doğuracaktır. En son örnek Mağusa Rum Göç-menler Hareketinin müracaatı üzerine gerçekleşmiştir. Mağusa Rum Göçmenler Hareketi’nin kapalı Maraş ile ilgili müracaatı üzerine, Avrupa Parlamentosu Di-

22 Mağusa Kaza Mahkemesi Kararları; 28/1/2002 tarih ve 272/00 No’lu; 27/12/2005 tarih 271/2000 No’lu kararlar.

lekçeler Komitesi 25-28 Kasım 2007 tarihlerinde yerinde tespit amaçlı bir ziyaret gerçekleştirmiştir. Ziyaret sürecinde Dilekçeler Komitesi sırasıyla, Rum göçmenler temsilcileri, Rum Dışişleri Bakanı, Mağusa Belediye Başkanı Oktay Kayalp ve KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile görüşmüştür. AP Dilekçeler Komitesinin ilgili taraflar ile yaptıkları görüşmeler ve konu ile ilgili olarak aldıkları kararlar 14 Ocak, 24 Ocak ve 22 Şubat 2008 tarihli raporlarında yer almaktadır.23 Söz konusu raporlara göre gerçekleştirilen görüşmelerde, Rum tarafı yaptığı etkili takdim ve argümanlar-la kapalı Maraş’ın iadesini talep ederken, Kıbrıs Türk tarafı Kıbrıs Türk halkının meşru haklarını koruma görevini yerine getirmemiştir. Şöyle ki:

KKTC Cumhurbaşkanı özetle, Maraş sorununun kapsamlı ve bütünlüklü çözümün parçası olduğunu ve anlaşmaya varılması durumunda Maraş’ın Kıbrıs Rum tarafına ve yasal sahiplerine iade edileceğini ifadeyle, kapalı Maraş’ın çifte mülkiyet sorunu olmayan ve mülkiyet açısından herhangi bir itiraz içermeyen tek bölge olduğuna vurgu yapmıştır.24

Mağusa Belediye Başkanı ise Maraş’ın yasal sahiplerine iade edilmesine tam destek verdiğini ifadeyle gelinen aşamada Maraş’ın bütünlüklü çözümün parçası olduğu-nu belirtmiştir. Bir Komite üyesinin, Türk askerinin derhal çekilip Maraş’ın dilekçe sahiplerine (Kıbrıslı Rumlara) iade edilmesi görüşüne karşılık, Mağusa Belediye Baş-kanı bu görüşe saygı duyduğunu ancak tek taraflı bir iadenin barış sürecini zayıfla-tacağını ifade etmiştir. Belediye Başkanı, ayrıca Komite aracılığı ile iki milyon Euro tutarındaki restorasyon hibesi için Avrupa Birliği’ne teşekkür etmiştir.25

AP Dilekçeler Komitesi raporlarında, Türkiye’nin Kıbrıs’taki askerî varlığı işgal olarak nitelendirilmekte ve işgal altındaki kapalı Maraş’ın yasal sahiplerine (Kıbrıslı Rum-lara) iade edilmesi gereğine vurgu yapılmaktadır.26 AP Dilekçeler Komitesi sonuç raporu 16 Temmuz 2008 tarihinde alınan ilgili Komite kararı ile Avrupa Parlamen-tosu platformuna taşınmıştır. Komite kararı Ayrıca AB Dönem Başkanlarını Maraş sorununu çözmeye ve Avrupa Parlamentosu’nu sürece destek vermeye davet et-mektedir. Sonuç alınmaması durumunda konunun Avrupa Parlamentosu Genel Ku-rul toplantısında ele alınabileceği de belirtilmiştir. Başlatılan bu süreç çerçevesinde Maraş konusu Avrupa Birliği Dönem Başkanları tarafından gündeme alınmış, Avru-pa Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi’nde değerlendirilmiş ve son olarak 10 Şubat 2010 tarihinde Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu’nda görüşülerek Rum tezi lehin-de kararlar alınmıştır. Alınan kararlar özetle kapalı Maraş’ın Rumlara verilmesini ve Türk askerinin adadan çekilmesini öngörmektedir.

23 Petition 733/2004- Famagusta Refugee Movement; Committee on Petitions, European Parliament, 14.1.2008.

24 a.g.r.25 a.g.r.26 a.g.r.

Page 99: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

185184

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. 7.2. Kıbrıs Rum Yönetimi Başkanı Hristofiyas’ın Uluslararası Girişimleri Karşı-

sında KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat Kıbrıs Türk Halkının Mülkiyet ve Güvenlik Hakları Savunmamıştır:

Avrupa Parlamentosu’nda süreç devam ederken, Kıbrıs Rum yönetimi uluslararası platformdaki girişimlerine devam etmiştir. Bu bağlamda Kıbrıs Rum yönetimi Baş-kanı Dimitris Hristofyas Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-moon’a, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerine ve Avrupa Birliği üyesi ülke Başkan-larına mektuplar göndererek kapalı Maraş’ın Rum tarafına verilmesini talep etmiştir. Kıbrıs Rum yönetimi tarafından yürütülen planlı girişimler karşısında, KKTC Cumhur-başkanı Mehmet Ali Talat sessiz kalmış ve uluslararası platformda hiçbir girişim yap-mamıştır. Bu bağlamda Kıbrıs Türk halkının mülkiyet hakları, 1960-1974 dönemindeki tarihi gerçekler, Garanti Antlaşmasının içeriği ve Türk askerinin Kıbrıs’taki meşru var-lığı izah edilmemiş; ilaveten vakıflara ait kapalı Maraş’ın hukuk ilkelerine aykırı bir şe-kilde Kıbrıslı Rumlar tarafından işgal edildiği ve vakıflar aleyhinde süregelen 100 yıllık haksızlığın devam ettiği uluslararası toplumun bilgisine getirilmemiştir.

7.3. Sivil Toplum İnisiyatifi Çerçevesinde Kıbrıs Türk Halkının Mülkiyet Hakla-rının Savunulması Amacıyla Yapılan Girişimler:

Gelinen aşamada KKTC Cumhurbaşkanının Türk halkının meşru haklarını koruya-madığı gerçeği göz önünde bulundurularak, Vakıflar İdaresi eski genel müdürü sıfatıyla, 14 Ocak ve 24 Ocak 2008 tarihli Avrupa Parlamentosu raporlarının yayın-lanmasının akabinde, kapalı Maraş’ın Vakıflar İdaresi’ne ait olduğunu vurgulayan ayrıntılı rapor Dilekçeler Komitesi’ne ulaştırılmıştır. Bilahare, 4 Şubat 2010 tarihli mektuplar ile 10 Şubat 2010 tarihinde gerçekleşen Avrupa Parlamentosu Genel Ku-rul toplantısından önce aşağıdaki Avrupa Birliği kurulları bilgilendirilmiştir.

Avrupa Parlamentosu Başkanı Jerzy BuzekAP Grup BaşkanlarıAvrupa Birliği Başkanı Herman Van RompuyAB Dönem Başkanı İspanya Başbakanı Jose Luis Rodriguez ZapateroAB Komisyonu Başkanı Jose Manuel BarrosoAvrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorbjorn Jagland Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Başkanı Jean-Paul Costa

Kıbrıs Rum yönetimi Başkanı Dimitris Hristofiyas’ın Birleşmiş Milletler Genel Sekre-teri Ban Ki-moon’a gönderdiği mektup üzerine Maraş ile ilgili mülkiyet haklarımızı içeren 27 Ağustos 2009 tarihli mektup, Vakıflar İdaresi eski genel müdürü sıfatıyla, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-moon’a gönderilmiş bulunmaktadır. Son olarak yine Rum yönetimi başkanının yaptığı en geniş kapsamlı girişim üzerine, sivil inisiyatif çerçevesinde 22 Mart 2010 tarihli mektuplar ile Birleşmiş Milletler Güven-lik Konseyi’nin daimi üyeleri ve Avrupa Birliği’nin üye ülke başkanları Kıbrıs Türk halkının mülkiyet hakları konusunda aydınlatılmıştır.

8. Kapalı Maraş’taki Mülkiyet Hakları ve İşgal Edilmiş Vakıflar:

8.1. Vakıflar İdaresi’nin Mülkiyet Hakları:

Vakıflar İdaresi’nin kapalı Maraş bölgesindeki mülkiyet hakları aşağıdaki belgelere dayanmaktadır.27

• 27/7/1748; 22/12/1749; 10/11/1749; 6/6/1750 tarihlerinde tescil edilmiş Ab-dullah Paşa vakfiyeleri

• 10/5/1579 tarihinde tescil edilmiş Lala Mustafa Paşa vakfiyesi.• 7/4/1818; 14/2/1821 tarihlerinde tescil edilmiş Bilâl Ağa vakfiyeleri.• 20. yüzyılın başlarında sömürge idaresi Tapu Dairesi tarafından isdar edilmiş

3.121 adet tapu kaydı.

8.2. 1974 Tarihi İtibarıyla Kapalı Maraş’ın %99.9’u İşgal Edilmiştir:

20. yüzyılın başlarında, kapalı Maraş bölgesindeki 4638 dönüm 300 ayak kare (a2) tutarındaki vakıf emlâkin %99.99’u gaspedilmiş, Vakıflar İdaresi’nin elinde sadece 1 dönüm 2 evlek 452 a2 tutarında emlâk kalmıştır.

8.3. Vakıflar İdaresi Adına Tahakkuk Eden Tazminat Hakları:

1974 tarihi itibarıyla, bünyesinde barındırdığı 10.000 turistik yatak kapasitesi, bin-lerce işyeri, konut, idari ve kültürel binalarla, kapalı Maraş adanın en zengin yerle-şim birimi unvanına sahipti. Bu çerçevede 20. yüzyılın başlarındaki gasp ve işgal göz önünde bulundurulduğu takdirde Vakıflar İdaresi adına tahakkuk etmiş tazmi-nat hakkı önemli boyutlara ulaşmaktadır.

8.4. 1974 Tarihi İtibarıyla Kapalı Maraş’taki İşgalciler:

1974 tarihi itibarı ile kapalı Maraş işgalcileri aşağıdaki tabloda yer almaktadır.

27 Kıbrıs Vakıflar İdaresi Arşivi.

Page 100: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

187186

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Kapalı Maraş’taki İşgalciler Tablosu28

İŞGALCİLERİŞGAL EDİLMİŞ EMLÂK

Tapu kayıtlarıKayıt Dönüm Evlek Ayakkare

Kıbrıslı Rum Şahıslar 5,877 3,362 1 2,127Genel Kullanım Alanları 787 1 3,369Merkezi Hükümet 74 166 2 3,307Kıbrıslı Rumlara ait Şirketler 165 125 1 666İngiliz Savunma Bakanlığı 8 91 1 24Rum Okul Komisyonları 11 40 2 2,986Kıbrıs Rum Kilisesi 37 33 0 784Maraş Belediyesi 7 22 0 1,534Kamu Kuruluşları 7 4 1 3,212Yabancı uyruklu şahıslar 33 2 1 1,821Kıbrıslı Türk şahıslar 5 0 2 1,618Toplam 6,224 4,636 1 3,448

Kapalı Maraş ile ilgili 550(1984) 550 (1984) sayılı Güvenlik Kurulu kararı, kapalı Ma-raş bölgesindeki 1974 tarihli sakinlerin haklarını tanımaktadır.29 Ancak hukukun üstünlüğü ilkesi çerçevesinde öncelik hakkı mal sahibi olarak Vakıflar İdaresi’ne ait olmalıdır.

9. Müzakere Sürecinde Türk Tarafının Mülkiyet Önerileri:

8 ve 10 Eylül 2010 tarihlerinde KKTC Cumhurbaşkanı Dr. Derviş Eroğlu ve Kıbrıs Rum yönetimi Başkanı Dimitris Hristofiyas arasında gerçekleştirilen müzakerelerde mülkiyet ile ilgili Kıbrıs Türk ve Rum önerileri karşılıklı olarak sunulmuş bulunmak-tadır. Kıbrıs Türk tarafının sunmuş olduğu önerilerde mülkiyet konusunda var olan zafiyetlerin devam ettiği anlaşılmaktadır.

9.1. Kıbrıs Türk Tarafının Önerileri Neler İçermektedir:30

• Kıbrıs Türk tarafı, Güney Kıbrıs’ta bırakılan Kıbrıslı Türklere ait taşınmaz malla-rın değerlerinin artırılmasını ana hedef olarak seçmiş bulunmaktadır. Bu he-defe ulaşmak amacıyla söz konusu taşınmaz malların kent planlamasına dahil edilmek suretiyle inkişaf ettirilmeleri önerilmektedir. Bu şekilde imara açılacak taşınmaz mallardan elde edilecek gelirlerle Kıbrıslı Rumların tazmin ve tatmin edilmesi öngörülmektedir.

• Aynı model Kıbrıs Rum malı olarak tanımlanmış olan kapalı Maraş’ın kalkınması için de önerilmektedir.

28 Kıbrıs Vakıflar İdaresi Arşivi. 29 UN Security Council Resolution 550(1984), 11 May 1984.30 Türk ve Rum Tarafının Mülkiyet Önerileri, ABHABER.com, 10/02/2011.

• Güney Kıbrıs’ta mal bırakmış Kıbrıslı Türklerin söz konusu mallardan feragat ettiklerine vurgu yapılmakta ve eşdeğer mülkiyet sorununun %98 oranında çözümlendiği ifade edilmektedir. Bu tespitler çerçevesinde yapılan önerilerin uygulanabilirliği ön plana çıkarılmaktadır.

• Kıbrıslı Rumlara, iki kesimliliği korumak kaydı ile vakıf arazileri, kamuya ait boş araziler, orman arazileri, hali araziler verilmesi önerilmektedir.

• Kıbrıs Türk tarafı Rumların tazminat haklarını süratli bir şekilde ödemeyi taah-hüt etmektedir.

Kıbrıs Türk önerileri Kıbrıs Türk halkının mülkiyet haklarını korumamaktadır. Öne-rilerin ana hedefi Kıbrıslı Rumların tazmin ve tatmin edilmesidir. Bu hedefe ula-şılmasını sağlamak amacıyla ada genelindeki vakıf mallarının ve özellikle kapalı Maraş’taki vakıf mallarının kullanılması31 ve heba edilmesi söz konusudur. Bu bağ-lamda Kıbrıslı Rum göçmenlerin tazmin edilmesi için çeşitli öneriler yapılmış, buna karşın Kıbrıslı Türk göçmenlerin tazmin ve tatmin edilmesi için herhangi bir öneri geliştirilmemiştir. Ayrıca Güney Kıbrıs’taki Türk mallarının Rumlara tazminat olanağı sağlamak üzere inkişaf ettirilmesi önerilmektedir.

9.2. Ada Genelinde Vakıflardan Kaynaklanan Mülkiyet ve Tazminat Hakları Korunmamıştır:

9.2.1. 1878 Tarihinden İtibaren İşgal Edilmiş Vakıflardan Kaynaklanan Haklar Talep Edilmemiştir:

Önerilerde, 1878 tarihinden itibaren hukuk kurallarına aykırı bir şekilde Kıbrıslı Rumlar tarafından işgal edilmiş vakıfların mülkiyet ve tazminat haklarına yer veril-memektedir. Bu önemli eksiklik, 100 yıllık vakıf emlâk yağmasının KKTC Devleti eli ile aklanması ve vakıf emlâkin işgalci Rumlara bırakılması anlamına gelmektedir.

9.2.2. Kapalı Maraş’taki Vakıf Mülkiyeti Yok Sayılmıştır:

Kapalı Maraş ile ilgili olarak yapılan öneri ile kapalı Maraş’taki vakıf mülkiyet yok sayılmakta, kapalı Maraş’ın Kıbrıslı Rumlara ait olduğuna vurgu yapılmaktadır.32 Bu bağlamda Abdullah Paşa, Lala Mustafa Paşa ve Bilâl Ağa vakıflarına ait olan ve 1878 tarihinden itibaren Kıbrıslı Rumlar tarafından işgal edilmiş vakıf emlâkin karşılıksız bir şekilde ve tazminat ödemeleri ile birlikte Rum tarafına verilmesi söz konusudur.

9.2.3. Vakıf Emlâkin İstibdal Kuralı Göz Ardı Edilerek Kıbrıslı Rumlara Verilme-si Hukuk Kurallarına Aykırıdır:

Önerilerde, vakıflara ait taşınmaz malların Kıbrıslı Rumlara verilmesi öngörülmekte-dir. Önerilerde öngörüldüğü şekilde, vakıf emlâkin istibdal ilkesi göz ardı edilmek suretiyle Kıbrıslı Rumlara verilmesi vakıf hukukuna aykırıdır.

31 a.g.ö.32 a.g.ö.

Page 101: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

189188

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. 9.2.4. 1571 Yılından İtibaren Kıbrıs Hukuk Sisteminde Özel Statü ile Yer Alan

Ahkam-ül Evkaf’a Yer Verilmemiştir:

Kıbrıs Türk önerilerinde, 1878-1960 sömürge idaresi dönemi ile 1960-1974 Kıbrıs Cumhuriyeti döneminde Anayasa ve yasalarla tanınmış vakıf hükümlerine (Ahkam-ül Evkaf ) yer verilmemektedir. Diğer taraftan Kıbrıs Rum önerilerinde ise vakıfların sahip olduğu özel Anayasal statü ortadan kaldırılmak istenmektedir. Kıbrıs Rum önerileri vakıfların bireylerle ve diğer tüzel kişilerle ayni haklara sahip olması ge-reğine vurgu yapmaktadır.33 Bu bağlamda 1571 yılından itibaren Kıbrıs hukuk sis-teminde özel statü ile yer alan vakıf hükümleri ve özellikle vakıfların hiçbir şekilde ortadan kaldırılamayacağı, statülerinin değiştirilemeyeceği, elden çıkarılamayacağı ve sonsuza dek yaşatılacakları hususları tamamıyla göz ardı edilmiştir.

Önerilerde, Kıbrıslı Türklerin özel mülkiyet haklarının da korunmadığı anlaşılmak-tadır.

• Kıbrıslı Türklerin Güney Kıbrıs’ta bırakmış oldukları taşınmaz mallara değer kazandırma ilkesi olumlu bir adım olarak değerlendirilmektedir. Ancak bu il-keye rağmen, Güney Kıbrıs’taki Türk mülkiyetini yansıtan Eşdeğer Mal Hak Sahipleri’nin puan değerleri hem düşük tespit edilmiş ve hem de ilan edildikle-ri tarihten itibaren sabit tutulmuş, buna karşın Kıbrıslı Rumların mülkiyet duru-munu yansıtan Kuzey puanları sürekli olarak artırılmıştır. Bu bağlamda öneriler uygulama ile çelişmektedir.

• Kıbrıslı Türklere ait mülk değerlerinin artırılması sadece bir imar sorunu değil-dir. Ayrıca bu tezin geniş bir tarihî ve hukukî perspektif temelinde savunulması mümkün ve gerekli görülmektedir. 1958-1974 döneminde Kıbrıs Türkleri 103 yerleşim bölgesini terk etmek zorunda bırakılmıştır. Bu bağlamda Kıbrıslı Türk-lerin ada genelindeki mülkiyet hakları 1958 yılından itibaren önemli ölçüde kısıtlanmış, işgal edilmiş ve Kıbrıslı Türklere ait mülkler değer ve gelir kaybına uğratılmış bulunmaktadır.

10. Çıkış Yolu Vardır:

1878 Tarihinden itibaren Kıbrıslı Rumlar tarafından işgal edilmiş vakıf mülkiyete sa-hip çıkılmadığı takdirde Kıbrıs Türk halkının mülkiyet ve tazminat temelinde uğra-yacağı kayıplar dolayısıyla, KKTC olarak veya mutasavver eşit ortak olarak statüsünü ve yaşamını devam ettirmesi mümkün görülmemektedir. Bu kâbustan çıkış yolu aşağıda özetlenmiştir.

10.1. Kapalı Maraş’taki Rum İşgalciler Aleyhine Tazminat Davaları Açılmalıdır:

İdaresi tarafından başta Arestis, Lordos ve Türkiye aleyhinde dava açmış veya açmamış işgalciler aleyhine mahallinde yargı ilkesi çerçevesinde Mağusa Kaza Mahkemesi’nde

33 a.g.ö.

tazminat davaları açılmalıdır. Bu suretle Türkiye Cumhuriyeti aleyhinde açılmış dava-ların temeli de ortadan kalkmış olacaktır. Ayrıca 36 yıllık kullanım kaybına karşı 40 milyar dolar tutarında tazminat talep eden işgalci Rumlara karşı 132 yıllık kullanım kaybı için vakıflar önemli boyutlarda tazminat talep etme hakkına sahiptir.

10.2. Kapalı Maraş KKTC’nin Turizm-Ticaret Merkezi Olarak Yeniden Yapılan-dırılmalıdır:

Kapalı Maraş bölgesinin yerleşim dışında tutulması sosyal, ekonomik ve çevre so-runlarına neden olmaktadır. Bu bağlamda Vakıflar İdaresi kapalı Maraş’ı bir master plan çerçevesinde ekonomiye kazandırmalıdır. Kapalı Maraş’ın yeniden inşa edile-rek devreye konması KKTC için önemli kazanımlar içermektedir.

• Kapalı Maraş’ta inşa edilecek 15.000 yatak kapasiteli turistik tesisler ve 5.000 ticarî işyeri ile bir ekonomik cazibe merkezi yaratılmış olacaktır.

• Söz konusu yatırımlar ile 5 yıl içerisinde asgari 15.000 doğrudan istihdam ola-nağı yaratılmış olacaktır.

• Tüm ekonomik sektörler itibarıyla büyüme oranları %100 artış kaydedecektir. • Vakıflar İdaresi kapalı Maraş’ı tasarrufuna almak suretiyle Kıbrıslı Rumların

AİHM’deki girişimlerini durdurma kapasitesini elde etmiş olacak ve kapalı Ma-raş’taki gerçek mülkiyet hakkının ortaya çıkmasını sağlamış olacaktır.

10.3. Tek Taraflı AİHM ve Mal Tazmin Komisyonu Kararları Çerçevesinde Öde-me Yapılmamalıdır:

AİHM ve Mal Tazmin Komisyonu kararları çerçevesinde hiçbir şekilde ödeme yapıl-mamalıdır. Herhangi bir ödeme yapılması, Kıbrıslı Rumlara tek taraflı mal iadesi ile birlikte 40 milyar dolara ulaşması beklenen tazminat ödemelerine yol açacak, diğer taraftan Kıbrıs Türk halkının mülkiyet hakkı Rum yönetiminin hukuk dışı insafına terkedilmiş olacaktır.

10.4. Tek Taraflı Oluşturulmuş Olan Mal Tazmin Komisyonunun Statüsü Yeni-den Düzenlenmelidir:

KKTC’de tek taraflı bir şekilde oluşturulan Mal Tazmin Komisyonu lağvedilmelidir. Mülkiyet ile ilgili herhangi bir Komisyon, eşitlik ve karşılıklılık ilkeleri temelinde, eş-zamanlı olarak her iki tarafın iç hukuk sistemleri çerçevesinde oluşturulmalıdır.

10.5. Vakıf Emlâk ile İlgili Temsiliyet:

Vakıf mülkiyeti ile ilgili konularda muhatap Türkiye Cumhuriyeti devleti değil, Kıbrıs Vakıflar İdaresi olmalıdır. Bu suretle Türkiye Cumhuriyeti devleti üzerinde yoğunla-şan siyasî ve hukukî baskılar bertaraf edilmiş olacaktır. Ancak vakıflar yönetimi vakıf mülkiyet haklarının savunulması ve tanıtılması konusunda yetersiz kalmaktadır. Bu

Page 102: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

191

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

190

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. bağlamda vakıfların Ahkam-ül Evkaf hükümleri çerçevesinde yapılandırılması ge-

rekli görülmektedir.

10.6. Ada Genelinde Hukuk Kurallarına Aykırı Olarak Gaspedilmiş Vakıflar İçin Kapsamlı Eylem Plânı Uygulamaya Konmalıdır:

1878 tarihinden itibaren, hukuk kurallarına aykırı bir şekilde gaspedilmiş vakıf emlâkten kaynaklanan mülkiyet ve tazminat hakları için ulusal ve uluslararası plat-formda ayrıntılı tespit ve eylem planları hazırlanıp resmi makamlar ve sivil toplum örgütleri tarafından savunulmalı ve uygulamaya konmalıdır.

10.7. Ada Genelinde 1958 Tarihinden İtibaren Oluşan Özel Mülkiyet Kayıpları Talep Edilmelidir:

1958 tarihinden günümüze kadar Kıbrıs Türk halkına ve kuruluşlarına ait varlıklara yapılan zarar, uygulanan gasp ve kısıtlamalardan kaynaklanan mülkiyet, değer ve gelir kayıpları talep edilmelidir.

Kaynakça

Case of Eugenia Michaelidou Developments Ltd and Michael Tymvios v. Turkey, ECHR Judg-ment, 22 April 2008.

Case of Xenides-Arestis v. Turkey, ECHR Judgment, 7 December 2006.DERVİŞ, Taner. Kıbrıs Türk Halkının Mülkiyet ve Tazminat Hakları, Lefkoşa, 2005.Draft Constitution of the Republic of Cyprus; Draft Treaty of Establishment between the Uni-

ted Kingdom, Greece, Turkey and the Republic of Cyprus; Appendix D, July 1960.Evcaf and Vakfs, Chapter 337of the Laws; The Statute Laws of Cyprus, Revised Edition 1959. Foundation Offers Aid for European Court Appeals by Refugees, Cyprus Mail, January 9,

2004.Kıbrıs Vakıflar İdaresi Arşivi.Mağusa Kaza Mahkemesi Kararları: 28/1/2002 tarih ve 272/00 No’lu; 27/12/2005 tarih ve

271/2000 No’lu kararlar.Nezaret-i Evkaf-ı Hümayun Belgeleri, KKTC Milli Arşiv ve Araştırma Dairesi.Petition 733/2004- Famagusta Refugee Movement; Committee on Petitions, European Par-

liament, 14.1.2008.The Cyprus (Mussulman Religious Property) Order in Council, The Cyprus Gazette, No.1208,

Thursday, 30th December 1915.The Cyprus Evcaf (Mohammedan Religious Property Administration) Order in Council, The

Cyprus Gazette, 14th December, 1928.The Cyprus Gazette, Number 78, Tuesday, November 8th, 1881.The Lausanne Treaty Article 60; The Treaties of Peace 1919-1923, Vol. II, Carnegie Endowment

for International Peace, New York 1924.Turkish-Cypriot Properties (Administration and Other Matters) (Temporary Provisions) Law

of 1991 (Law 139/1991, as amended).Türk İşleri Komisyonunun Ara Raporu, 20 Ocak 1949. Türk ve Rum Tarafının Mülkiyet Önerileri, ABHABER.com, Erişim Tarihi: 10/02/2011. UN Security Council Resolution 550(1984), 11 May 1984.

Yrd. Doç. Dr. Abbas KARAAĞAÇLIGiresun Üniversitesi, İİBF, Uluslararası İlişkiler Bölümü

KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ’NİN ORTA ASYA VE İRAN’DA TANITILMASI

1950’li yıllardan itibaren Türk dış politikasının en önemli konu başlıklarından biri Kıbrıs meselesidir. Kıbrıs adasında meydana gelen siyasal gelişmeler, Rumların Türklere karşı şiddet zulüm ve baskı siyaseti İngiltere İmparatorluğu’nun zayıflama-sı sonucu bütün sömürge devletlerinde olduğu gibi Kıbrıs’ta da bağımsızlık süre-cinin yaşanması, yeni ve bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin oluşum süreci ardından Türklere karşı artan şiddet ve anayasal ihlaller, 1974 Barış Harekâtı’na ve nihayet 1982’de kurulan KKTC ve günümüze dek yaşanan siyasal gelişmeler, Türk dış politi-kasının önemli dış politik olay ve öncelikli sorunlarının başında gelmektedir.

Kıbrıs ve KKTC tarihi ile ilgili pek çok eser araştırma makale ve inceleme yazısı ya-yımlanmıştır. KKTC’nin kuruluşundan günümüze dek kuruluş felsefesinden yaşadı-ğı bütün sorunlar Türk kamuoyu, ilgililer ve araştırmacılar tarafından incelenerek en küçük ayrıntının üzerinde durulmuştur. Şahsım açısından uzun yıllar Orta Asya Türk devletlerinde hizmet vermem nedeni ile Kıbrıs sorununu kamuoyu ile paylaşmak, yazı, makale ve kitaplarla ilgi duyanlara aktarmak ve bilgilendirmek olmuştur.

Bildiğimiz gibi Türk devletleri diye adlandırdığımız büyük coğrafya, 1991 yıllarına kadar Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler birliğinin bir parçası konumunda idiler. Gü-nümüzde de Güney Kıbrıs Rum kesiminde en önemli siyasal figürlerden biri olan komünist AKEL partisi, Sovyetler Birliği döneminde komünist partileri kardeşlik bağı ile Sovyetler Birliği komünist partisi ile derin bağlara sahipti. Bunun yanı sıra Sovyet medya kamuoyu ve araştırma merkezlerinde önemli bağları ve ilişkileri de vardı.

Page 103: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

193192

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Moskova kaynaklı bütün haber, yorum, makale, araştırma, televizyon programı,

yani bütünü ile kamuoyunu üniversitelerini ve araştırma merkezlerini ilgilendiren sahalarda komünist bakış açısı ile Rum komünist AKEL partisinin düşüncesi, Türkiye ve Kıbrıs’taki Türklerle ilgili ön yargı ve karalama politikaları önemli yer tutmakta idi. Bu doğrultuda Orta Asyalı entelektüel, aydın, araştırmacı ve ilgililerin haklı Kıb-rıs davasıyla ilgili gerçekçi bilgilere ulaşması ve fikir sahibi olması çok olanaksızdı. Sovyetler Birliği’nin dağılması ile birlikte Türkiye’nin girişimleri Orta Asyalı aydın ve araştırmacıların ilgisi ve kimi kişisel girişim ve ataklar sonucunda giderek Kıbrıs konusundaki ezberler bozulmaya başladı. 1997 yıllarından itibaren bulunduğum Kırgızistan, Kazakistan ve Özbekistan’da bu hususta naçizane bilgi birikimimi pay-laşmaya kongre ve sempozyumlarda olayı gerçek boyutunu anlatmaya, dergi ve gazetelerde yazılar yazarak Kıbrıs davamızı kamuoyu ile paylaşmayı amaç edinerek girişimlerimi sürdürdüm. Kuskusuz başka bilim adamları ve aydınlarımızla bu doğ-rultuda önemli hizmetler sunmuşlardır.

2006 yılında Kazakça olarak yayınlanan “Kıbrıs Meselesi” adlı kitabım kısa sürede tükenerek ikinci baskısını yapma durumuna gelinip KKTC Kurucu Cumhurbaşka-nı Sayın Rauf DENKTAŞ’ın takdirlerini kazanma şerefine nail oldum. Kırgızistan’da devam eden girişimlerim özellikle KKTC’nin dönemin Bişkek temsilcisi Doç. Dr. Er-han ARIKLI’nın büyük gayret ve hizmetleri ile de birleşerek Bişkek’teki siyasîlerin ve kamuoyunun ilgisini çekmeye çalıştım. Özellikle dönemin Kırgızistan Millî Meclis Başkanı ve Kırgızistan-KKTC Dostluk Derneği Başkanı Prof. Dr. Ziyneddin KURMANOV’un olumlu yaklaşımı, önemli bir avantaj sağlamıştır. KKTC’nin turizm ve tanıtma temsilciliği adı altında Orta Asya’da faaliyette bulunan büroların KKTC’nin tanıtımında ve Kıbrıs sorununun gerçeğini kamuoyu ile paylaşmasında yadsınama-yacak ve küçümsenmeyecek girişimler gerçekleştirmiştir.

Kuşkusuz günü geldiğinde şartlar uygun olduğunda uluslararası kamuoyunun ha-zır olduğu bir ortamda gerekirse KKTC’nin tanınma sürecine girildiğinde ilk adımla-rın Orta Asya Türk devletlerden gelmesini beklemek çok uzak görünecek bir tutum değildir. Yeter ki biz şimdiden bu konuya ağırlık vererek kitaplar, makaleler, belgesel ve konulu filmler ve çeşitli araçları kullanarak oradaki soydaşlarımızı aydınlatalım ve onlara bilgi verelim.

Bağımsız Kıbrıs devletinin kurulacak olması, bizim olduğu kadar oradaki soydaş devletler açısından da uluslararası camialarda, uluslararası kuruluş ve örgütlerde büyük avantaj sağlayacak ve güçlendirecektir. Şimdiden bu hususları işlemeli ve aksi yöndeki Rum kesiminin Avrupalı sözcülerin de desteğini arkalarına alarak, KKTC hakkında yürüttükleri olumsuz, yanlış ve taraflı haber, yorum ve bakış açılarına karşı duruşumuzu yansıtmalıyız. Günümüzde Batılılar, propagandanın ve kültür emper-yalizminin bütün araçlarını kullanarak, Kıbrıs’ta Türklere yönelik Rum katliamlarının baskı ve şiddet uygulamalarını perdelemeye, adadaki Türk halkının yaşam güven-cesi durumda olan Türk silahlı kuvvetlerini işgalci güç olarak göstermelerinin karşı-sında durarak, gerçekleri haykırarak soydaşlarımızı bilinçlendirmeliyiz.

İran İslâm Cumhuriyeti’nin Kıbrıs konusuna geldiğimizde, ne yazık ki uzun yıllardan beri İran ile Türkiye arasında var olan yakın dostluk, kardeşlik ve iyi münasebetlere rağmen günümüze dek bu hususla ilgili olarak ülkemizin haklı duruş ve tutumu-nu gösteren ve sergileyen bir eser Farsça olarak yayımlanmamıştır. İran’da, özellikle 1979 İslâm devriminden sonra başta ABD emperyalizmi olmak üzere batılı emper-yalist devletlerin sömürgelerine az gelişmiş ülkelere ve İslâm ülkelerine karşı yü-rüttükleri saldırgan ve emperyalist saldırılar ile ilgili sayısız eser ve araştırma kitabı yayımlanmıştır. Abartısız Avrupalıların Afrika sömürüsü veya ABD’nin orta ve güney Amerika’ya yönelik sömürgeci yaklaşım ve tutumu ile ilgili binlerce cilt araştırma kitabı yazılmış veya tercüme edilmiştir.

Ne yazık ki bütün araştırmalarıma rağmen Kıbrıs sorunu ile ilgili şimdiye kadar her-hangi bir eserin yayımlanmasına şahit olamadım. Bu doğrultuda bu eksikliği gide-recek ve gerçekleri 75 milyonluk Müslüman kardeş İran halkı ile paylaşacak olan araştırma bir eser ortaya koyma niyetimi gerçekleştirmek için ilk adımlarımı attım. Halen Kıbrıs ile ilgili bir araştırma ve inceleme eserim, Farsça’ya çevrilme aşamasın-dadır. Yakında Rum katliamlarının görüntülerini de içerecek olan bu eserim, İran’da Farsça olarak yayımlanacaktır. Kitabımın basımını ve yayınını, saygın bir yayın evi üstlenmiş durumdadır. Yayından sonra imza günleri, basın toplantısı ve arkadaş-larımın köşe yazıları ile bu konunun gündeme getirilmesini planlamaktayım. İran ile Türkiye Cumhuriyeti arasında tarih boyunca var olan dostluk kardeşlik ve sıcak münasebetler günümüzde en sıcak ve samimi durumunu yaşamakta, hatta zirveye ulaşmış durumdadır. Var olan ekonomik siyasî ve kültürel işbirliği çeşitli ziyaretler ve imzalanan anlaşmalarla taçlandırılmış durumdadır. Önümüzdeki yıllarda iki ülke arasındaki ticaret hacminin 30 milyar dolara çıkarılması hedeflenmektedir. Kanımca tüm bu olumlu gelişmeler ve pozitif süreçte Türk dış politikasının en öncelikli konu-larının başında yer tutan Kıbrıs meselesinin başlangıç olarak bir araştırma eseri ile İran kamuoyu ile paylaşılması önümüzdeki dönemlerde atılacak önemli adımlara ve kat edilecek mesafelere ilk adım olarak olumlu katkı yapacaktır.

Bildiğimiz gibi devletlerin tanımlayan dört unsurdan söz edilmektedir. Bunlar top-rak, nüfus, organizasyon ve nihayet bunların diğer devletler tarafından tanınma-sıdır. KKTC’nin ilk üç unsuru mevcut olduğundan uluslararası camiada bir devlet olarak varlığını sürdürebilmenin gerekliliği olarak diğer devletlerce tanınması ge-rekmektedir. Türkiye Cumhuriyeti KKTC’yi devlet olarak tanımaktadır, ama diğer devletlerin tanıması için bazı girişimler yapmalıyız veya var olan süreci hızlandırma-lıyız. Bu doğrultuda KKTC’nin Orta Asya ve İran’da da tanınması konusunda somut girişimler yapılması gerekmektedir. Bu konuda ki önerilerim;

1. Orta Asya Devletleri Nezdinde KKTC’nin Tanıtılması Yönündeki Öneriler:

Orta Asya devletlerinin kamuoyunu etkileyecek yazar, gazeteci, aydın, araştırmacı, bilim adamı, öğrenci, araştırma merkezleri, kitle haberleşme araçları vb. kurum ve kişilere yönelik tanıtma faaliyetlerimizi başlatmalıyız.

Page 104: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

195194

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Bundan önce başlatılan faaliyetleri geliştirerek sürdürmeliyiz.

Orta Asya başkentleri ve diğer önemli kentlerinden faaliyet gösteren TİKA, kültür müşavirliklerimiz, turizm ve tanıtma bürolarımız, eğitim kurumlarımız, haber ajans-larımız vb. kuruluşlarımız vesilesiyle bu tanıtımları gerçekleştirmeliyiz.

Başlangıcından günümüze dek, Kıbrıs davasını anlatan kitaplar, broşürler, konulu ve konusuz filmler, belgeseller ve diğer tanıtım araçlarını oralarda yaygın bir dil ko-numunda bulunan Rusça yine yerel diller olan Özbekçe, Kazakça, Kırgızca, Tatarca, Tacikçe ve diğer yerel dillerde hazırlamalı ve oradaki ilgili kurum ve kuruluşlara ilet-meliyiz.

Orta Asya devletlerinde bulunan bütün üniversiteler, özellikle sosyal bilimler ala-nında ün yapmış üniversitelerle kurumsal ilişkilerimizi genişletmeli o üniversite-lerde bulunan siyasal bilgiler, tarih ve uluslararası ilişkiler gibi doğrudan siyasal konularla ilgilenen fakülte, yüksekokul ve üniversitelerin araştırma merkezleriyle devamlı ve sürekli bir şekilde münasebetlerimizi geliştirmeli, KKTC ile ilgili bütün siyasal, sosyal ve ekonomik gelişmeleri derhal oralara aktarmalıyız.

Orta Asya’da faaliyet gösteren oradaki Türkiye ile kurulmuş ortak üniversiteler ve oraların kendi kamu ve özel üniversiteleriyle, kurumsal bazda KKTC’deki üniversi-teleri irtibata geçerek ortaklık ve işbirliği anlaşmaları imzalamalıdırlar. Bu doğrul-tuda daha önceleri KKTC’deki bazı üniversitelerle Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’te faaliyet gösteren Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi ile çeşitli işbirliği protokol-leri imzalanmıştır. Bu işbirliği protokollerine işlerlik kazandırılmalıdır. Bu hususta Kazakistan’ın Türkistan kentinde eğitim faaliyetlerini sürdüren Ahmet Yesevi Ulus-lararası Türk-Kazak Üniversitesi’yle de benzer iş birliği protokolleri imzalanmalıdır. Özbekistan’da başkent Taşkent’te faaliyet gösteren Özbekistan Devlet Üniversitesi, Taşkent Sosyal Bilimler Üniversitesi, Sanalkent, Buhara, Endican ve başka önemli devlet üniversiteleriyle ilişkiler kurulmalıdır. Taşkent’teki Ali Şir Nevaî Kütüphane ve Araştırma Merkezi’yle irtibata geçilmelidir.

Kazakistan’ın başkenti Astana’da faaliyet gösteren ülkenin en önemli eğitim kurum-larından biri olan Avrasya Üniversitesi, yine eski başkent Almata da bulunan Abay Üniversitesi, Muhtar Ayvazol Üniversitesi ve diğer üniversitelerle kurumsal iş birliği faaliyetlerine girişilmelidir.

Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’te bulunan Arabayev Üniversitesi, Sosyal Bilimler Üni-versitesi, Alatov Üniversitesi, Yusuf Balasagun Üniversitesi, Oş Devlet Üniversitesi ve diğer devlet ve özel üniversitelerle münasebetler kurulmalıdır.

Türkmenistan’ın Başkenti Aşkabat’ta bulunan Türkmenistan Millî Üniversitesi, Mah-dumkulu Üniversitesi, Çarcu ve Mari (Merv) Üniversiteleri ve diğer Türkmen üniver-siteleri ile yakın münasebet ve irtibat kurulmalıdır.

Tacikistan’ın başkenti Duşanbe’de bulunan Tacikistan Millî Üniversitesi, Tacikistan Sosyal Bilimler Üniversitesi, Duşanbe Diller Üniversitesi, Xocend ve Murxap Devlet Üniversiteleri ve diğer Tacik üniversiteleri ile irtibata geçilmelidir.

Kara Kalpakistan Özerk Cumhuriyeti başkenti Nüküs’te bulunan Ulusal Devlet Üni-versitesi ile işbirliği yapılmalıdır.

Bu üniversitelerin yanı sıra adı geçen ülkelerde kurulu pek çok devlet ve özel sektö-re ait üniversiteler, enstitüler ve eğitim kurumları mevcuttur. Bu kurumların listesi hazırlanıp, hepsiyle temasa geçilmelidir.

Yukarıda adı geçen ülkelerin Millî Eğitim Bakanlıkları ile devlet düzeyinde protokol-ler imzalanmalı, lise ve ortaokullarda okutulan sosyal bilgiler, tarih vb. kitaplarda Kıbrıs tarihi, Kıbrıs gerçeği ve KKTC ile ilgili bilgilerin yer alması sağlanmalıdır.

Adı geçen ülkelerin Üniversite Araştırma Enstitüleri ve kurumlarıyla, protokoller ya-pıldıktan sonra o ülkelerde yapılacak olan uluslararası bölgesel ve ulusal düzeyde düzenlenecek olan çalıştay, sempozyum, kurultay ve kongrelerle ilgili bilgi edinme-li, KKTC’den ve Türkiye’den Kıbrıs uzmanlarının o toplantılara davet edilmesi sağla-narak iştirak edilmeleri gerçekleştirilmelidir.

KKTC ve Türkiye’de üniversitelerde, araştırma merkezlerinde, sivil toplum örgütleri vb. kurumlarca KKTC ve Kıbrıs konulu olarak düzenlenecek olan her türlü bilimsel toplantıya, mutlaka Orta Asya devletlerinden akademisyenlerin ve araştırmacıların davet edilerek katılmaları sağlanmalıdır.

Adı geçen ülkelerdeki yüksek eğitim kurumlarındaki öğrenci dernek, cemiyet ve teşkilatlarıyla bizim öğrenci dernek vb. teşekkürlerin işbirliği yapmaları sağlanmalı, karşılıklı olarak birbirlerinin düzenledikleri oturum, etkinlik ve seminer vb. etkinlik-lere katılımları sağlanmalıdır.

Ülkemizde ve KKTC’de faaliyet gösteren stratejik araştırma merkezleri ile Orta Asya devletlerinde faaliyette bulunan benzeri merkezlerin, protokoller yaparak işbirliği-ne gitmeleri, ortaklaşa çalıştaylar, sempozyumlar ve kurultaylar düzenlemelerine ortam hazırlanmalıdır.

Orta Asya’da faaliyette bulunan ve Türk kaynaklı özel eğitim kurumları ve liselerin düzenledikleri etkinliklerde ve çalışmalarında KKTC’ye ve KKTC’nin tanıtımına özel bir yer ayırmalıdırlar.

Ülkemiz ve KKTC’de faaliyet gösteren radyo ve televizyon kuruluşlarıyla, Orta Asya devletlerindeki özele ve devlete ait radyo televizyon kuruluşlarının işbirliği anlaş-maları çerçevesinde Kıbrıs davası, KKTC ve bu hususla ilgili karşılıklı bilgi alışveri-şinde bulunmaları, KKTC tanıtan belgesel ve tanıtım filmleri Rusça ve yerel dillere tercüme edilerek, oradaki televizyonlardan yayınlanması gerçekleştirilmelidir.

Page 105: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

197196

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. KKTC’yi tanıtan tanıtım filmleri yapılan anlaşmalar çerçevesinde oradaki sinemalar-

da filmlerden önce seyircilerin ilgisine sunulmalıdır.

Adı geçen ülkelerde düzenlenen fuar vb. organizasyonlarda mutlaka KKTC Enfor-masyon ve Kültür Bakanlığı ile tanıtım sahasında faaliyet gösteren kurumlar iştirak ederek, KKTC ile ilgili tanıtım CD’leri, broşürler, kitapçıklar, küçük hediyelik eşya vb. ürünlerle KKTC’yi Orta Asya halklarına tanıtmakta ön ayak olmalıdırlar.

Başta Anadolu Ajansı olmak üzere KKTC’nin de haber ajanslarıyla Orta Asya’da faa-liyette bulunan haber ajansları arasında işbirliği protokolleri imzalanarak, karşılıklı haber, bilgi, yorum ve görsel malzemenin transferi sağlanmalıdır.

Türkiye ve KKTC ulusal basın ve ulusal medya, Orta Asya’daki benzer kuruluşlarla olan ilişki ve bilgi transferlerinde KKTC’yi tanıtan bilgilere öncelik vermelidirler.

İmkânlar dahilinde Orta Asyalı yazar, çizer, gazeteci, bilim adamı, araştırmacı, sine-macı, ressam, tiyatrocu vb. entelektüel kesimlerden çeşitli dönemlerde KKTC’de ya-pılan etkinliklere davet edilerek adanın tarihi, turistik ve kültürel yerleri ortamında Kıbrıs meselesi konusunda bilgilendirilmeye çalışılmalıdır.

Tanıtım fonlarından faydalanılarak, Orta Asya üniversitelerinde okuyan ilgili, başa-rılı ve çalışkan öğrenciler, adaya davet edilerek kültürel turlar düzenlenerek, Kıbrıs tarihi, kültürü, kültürel mirası ve Rum mezalimi hakkında bilgilendirilmelidir.

Orta Asya devletlerinin başkentlerinde faaliyet gösteren KKTC Turizm ve Tanıtma bürolarının sayıları ve etkinlik dereceleri arttırılarak, maddî imkânları ve faaliyet alanları genişletilerek o büroların birer kültür ve tanıtma misyonerlik konumuna getirilmelidir. Bu hususta 1997-1998 yılları arasında Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’te Doç. Dr. Ayhan ARIKLI başkanlığındaki KKTC Turizm ve Tanıtım Bürosu’nun faaliyet-leri örnek alınabilir.

Türkiye, yine yavru vatan Kıbrıs’ta faaliyet gösteren özel tur şirketleriyle Orta Asya devletlerindeki tur şirketleri arasında karşılıklı işbirliğine gidilmeli, bunu vesile kıla-rak oralarda KKTC’nin tanıtımı yapılmasının önü açılmalıdır.

KKTC’de kurulu üniversiteler, Orta Asya devletlerinin başkentleri ve önemli kentle-rinde irtibat büroları açarak, oradan KKTC’ye eğitim için gençlerin gelmesini teşvik etmeli, KKTC’deki eğitim olanakları ve üniversitelerin imkânları tanıtılmalıdır.

KKTC’li gençlerin liseyi bitirdikten sonra Orta Asya devletlerine üniversite eğitimi için gitmelerini teşvik edilmeli, bu konuda onlara yardımcı olunmalıdır. Zira KKTC’li öğrenciler oralarda birer fahri temsilci gibi Kıbrıs davasını ve KKTC’yi tanıtmaya gayret edeceklerdir. Bunun çok başarılı bir yöntem olduğunu 2002-2007 yılları arasında Kazakistan’daki Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi’nde gö-

revli bulunduğum sırada sevgili Kıbrıslı öğrencilerimin başarıyla yaptıklarına şahit olmuştum. Örneğin Kıbrıs tanıtım geceleri düzenlemeleri, ulusal ve millî bayram-larda folklorik Kıbrıs kıyafetleriyle folklor gösterileri düzenlemeleri, Kıbrıs yemek ve tatlılarını yaparak sunmaları ve KKTC ile ilgili görsel malzeme kullanarak tanıtım yapmaları diğer ülkelerden gelen öğrencilerin üzerinde büyük etki yaratmaktaydı.

2. KKTC’nin İran’da Tanıtımına Yönelik Somut Öneriler:

Kıbrıs davası ve KKTC’nin tarihini anlatan kitapların Farsça olarak İran’da yayınlan-masına öncülük etmektir. Bu hususta ilk girişim Ağustos 2011 yılında Kıbrıs Mesele-si adlı çalışmamla başlamıştır.

Türkiye’nin de ağırlığını koyarak başta İran’ın başkenti Tahran olmak üzere Meşhet, Tebriz, İsfahan, Şiraz ve benzeri İran’ın büyük kentlerinden KKTC’nin Turizm ve Ta-nıtma Büroları’nın açılmasını sağlamak.

İran Yüksek Öğrenim Bakanlığı ile temasa geçilerek, KKTC’deki üniversitelerin İran Yüksek Öğretim Bakanlığı tarafından denklik tanınan üniversiteler listesine alınma-sını sağlamak, böylece her yıl yetmiş beş milyonluk bu ülkeden on binlerce gencin yüksek öğretim yapmak için KKTC’ye gelmesini sağlamalıdır.

Halen KKTC’de eğitim gören İranlı öğrencilere daha yakın ilgi gösterilerek, onların İran’da birer fahri temsilci olmaları sağlanmalıdır.

Her yıl milyonlarca İranlı yurtdışına turist olarak gitmektedir. KKTC Turizm ve Tanıt-ma Bakanlığı ulaşım, hizmet vb. kolaylıklar sağlayarak bu büyük pastadan önemli pay alabilir.

KKTC ve İran arasında Türkiye aracılığı yine İslâm Konferansı vb. bölgesel kuruluşlar vasıtasıyla münasebetler ve ilişkiler geliştirilmeli, iki devlet arasında giderek kurum-sallaşan münasebetlerin kurulmasına ön ayak olunmalıdır. Kuşkusuz bağımsız yeni bir Müslüman devletin uluslararası kuruluşlarda ve uluslararası camiada yer alması, İran yönetiminin memnun olacağı bir gelişmedir.

KKTC’nin İran kamuoyuna yönelik Farsça olarak hazırlanacağı tanıtım, kitapçık, bro-şür ve filmlerinde KKTC’lilerin Türk ve Müslüman kimlikleri üzerinde durulmalıdır.Yine aynı tanıtım malzemelerinde KKTC’de mevcut İslâmî eserler, tarihi camiler, tür-beler ve mevlevihanelere önemli yer ayırmalı ve bunların tanıtımı yapılmalıdır.

Sonuç

KKTC, Dışişleri Bakanlığı, Millî Eğitim Bakanlığı ve bu bakanlıklar ile diğer devlet ku-rumlarına ait tanıtım, propaganda ve halkla ilişkiler büroları Kıbrıs tarihi, Rum me-zalimi ve KKTC’yi tanıtan kitap, film, broşür, kitapçık ve diğer görsel ve yazılı malze-

Page 106: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

199

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

198

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. meyi bütün dünyada geçerli dillere tercüme ederek, her fırsatta, her ortamda ilgili

bütün devletlerin kurum ve kuruluşlarına dağıtmalı ve göndermelidirler.

Özellikle bölgesel veya uluslararası kuruluşlar, sivil toplum hareketleri, uluslararası medya ve dünya kamuoyu hedef seçilerek, sürekli bir şekilde propagandaya ve ta-nıtıma öncelik verilmelidir.

KKTC ve Türk Dışişleri diplomatları ve mensupları bulundukları bütün uluslararası toplantı ve benzeri ortamları kullanarak Kıbrıs tanıtımına ön ayak olarak ağırlık ver-melidirler.

Kuşkusuz yıllardan beri yukarıda zikrettiğim hususlar yapılmakta ve bu öngörüler gerçekleştirilmektedir. Burada önemli olan bu yaklaşımın sürekli ve periyodik olma-sının önemini vurgulamaktayım.

Şüphesiz uluslararası ortamın müsait olduğu bir süreçte KKTC’nin tanıtımı günde-me gelecektir. O gün geldiğinde uluslararası camianın, kurumların ve kişilerin KKTC ve Kıbrıs davası hakkında bizim bakış açımızdan yeterli ve doyurucu bilgiye sahip bulunmaları, çok fayda sağlayacak ve işimizi kolaylaştıracaktır.

Sonuç olarak yukarıda sıraladığım ve bu listeye eklenebilecek daha çok başlıkla önümüzdeki dönemlerde Orta Asya ve İran’da KKTC’nin tanıtımı yapıldığı sürece oralarda yaşayan halkların ve doğal olarak devletlerin ilgisini çekecektir. Zamanı geldiğinde ve uluslararası konjonktürün müsait olduğu bir ortamda KKTC ve Kıbrıs davasıyla ilgili oralarda önbellek oluşmuş olacaktır. Bildiğimiz gibi batılılar propa-ganda tanıtım ve kültürel saldırıya büyük önem vererek, başka ulusların toplumsal bellek ve zihniyetlerini ele geçirmekte çok mahir ve başarılıdırlar.

Eğer bizler de çağımızın modern tanıtım, imkân ve araçlarını kullanmayı kullanmak-ta akılcı davranırsak, fiilen var olan KKTC’nin diğer uluslarca ve devletlerce tanın-masını sağlamamız çok zor olmayacaktır. Yeter ki hepimiz her yerde ve her zaman kendimizi birer KKTC fahri temsilcisi ve tanıtım misyoneri gibi hissedip ona göre davranalım. Aşılamayacak zorluklar ve sorunlar yoktur. Esas olan çalışmak ve yine çalışmaktır.

Yrd. Doç. Dr. Sibel AKGÜNSakarya Üniversitesi, İİBF, Uluslararası İlişkiler Bölümü

İNGİLİZ SÖMÜRGE YÖNETİMİNE KARŞI KIBRIS TÜRK TOPLUMUNUN TEPKİSİ

Özet: İngiltere’nin 1878’de Kıbrıs’ı Osmanlı Devleti’nden kiralaması sonrası ada üze-rinde yaptığı en önemli değişikliklerden biri yönetim ile ilgili olmuştur. İngiliz Sömürge Yönetimi’nin 1879’da kabul edilen Anayasa ile oluşturma çalışmalarına başlatılan Ka-vanin Meclisi (Legislative Council) üye sayısının yarısının üst düzey kamu görevlilerin-den, diğer yarısının ise sivil halktan Yüksek Komiser’in atayacağı kişilerden oluşturulan bir yapısı vardır. Bu Meclis’in lağvedildiği 1931 yılına kadar 3 üyesi Kıbrıs Türk toplu-munun arasından seçilen kişiler olmuştur. İngiliz Sömürge Yönetimi Kavanin Meclisini özellikle adanın hukuki egemenliğinin resmi olarak kabul edildiği 1923 Lozan Antlaş-ması sonrası Türk toplumunun iç dinamiklerinin kontrol altına alınması amaçlı olarak kullanmıştır. Bu amaçla Sömürge Yönetimi 1931 yılına kadar Evkaf Müdürü, Kavanin Meclisi Türk üyeliği gibi Türk toplumunun önderliği olarak kabul edilen kurumlara Kıb-rıs Türk toplumu içinde “gelenekçi” olarak adlandırılan kişilerin seçilmesi konusunda destek olmuştur. Sömürge Yönetimi böylece kendi yönetimine karşı sadık ve işbirliğine yakın kişiler vasıtasıyla toplumsal dinamikleri denetim altına alabileceği düşüncesinde olmuştur. Ancak 1930 yılında yapılan Kavanin Meclisi seçimlerinde ilk defa Kıbrıs Türk toplumu içinde 1920’lerden beri yüzü Türkiye’deki gelişmelere dönük olan ve “Halkçı” olarak adlandırılan kişiler, İngiliz Sömürge Yönetiminin geleneksel olarak işbirliği yap-tığı ve seçilmesine destek verdiği kişilere karşı büyük bir zafer kazanmıştır.

Anahtar Kelimeler: Kıbrıs, Türk, Kavanin Meclisi, İngiltere, Sömürge Yönetimi, Halkçı-lar, Evkafçılar.

Page 107: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

201200

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Giriş:

İngiltere’nin 1878’de Kıbrıs’ı Osmanlı Devleti’nden kiralaması sonrası ada üzerin-de yaptığı önemli değişikliklerden biri, yönetim ile ilgili olmuştur. İngiliz sömürge yönetiminin 1879’da kabul edilen Anayasa ile oluşturma çalışmalarına başlatılan Kavanin Meclisi’nin (Legislative Council) üyelerinin yarısı İngiliz üst düzey kamu görevlileri arasından Yüksek Komiser’in atayacağı kişilerden, diğer yarısının ise sivil halktan seçilen kişilerden oluşturulan bir yapısı vardır. Kavanin Meclis’in lağvedildi-ği 1931 yılına kadar 3 üyesi, Kıbrıs Türk toplumunun arasından seçilmiştir.

İngiliz Sömürge yönetimi Kavanin Meclisini özellikle adanın hukuki egemenliğinin resmi olarak kabul edildiği 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması sonrası Türk top-lumunun iç dinamiklerinin kontrol altına alınması amaçlı olarak kullanmıştır. Bu amaçla Sömürge Yönetimi 1930 yılına kadar Evkaf Müdürü, Kavanin Meclisi Türk üyeliği gibi Türk toplumunun önderliği olarak kabul edilen kurumlara Kıbrıs Türk toplumu içinde “gelenekçi” olarak adlandırılan kişilerin seçilmesi konusunda des-tek olmuştur. Sömürge yönetimi böylece kendi yönetimine karşı sadık, işbirliğine yakın kişiler vasıtasıyla toplumsal dinamikleri denetim altına alabileceği ve siyasal yönetimini istediği gibi sürdürebileceği düşüncesinde olmuştur. Ancak 15 Ekim 1930 tarihinde yapılan Kavanin Meclisi seçimlerinde ilk defa Kıbrıs Türk toplumu içinde 1920’lerden beri yüzü Türkiye’deki gelişmelere dönük olan ve “Halkçı” olarak adlandırılan kişiler, İngiliz Sömürge yönetiminin geleneksel olarak işbirliği yaptığı ve seçilmesine destek verdiği kişilere karşı büyük bir zafer kazanmıştır.

Çalışmada Kıbrıs Türk toplumunun İngiliz yönetimine karşı olan toplumsal müca-delesi, 1930 yılında yapılan Kavanin Meclisi seçimleri özelinde ele alınarak değer-lendirilmeye çalışılacaktır. 1. Necati Özkan’ın Hayatı:

Kıbrıs Türk toplumunun siyasî hayatında siyasal, ekonomik ve toplumsal evrele-rin kilometre taşlarından biri olmuş olan Necati Özkan, 12 Mayıs 1899 tarihinde Lefkoşa’da doğmuştur.

Ailesinin kökleri, Kıbrıs’ın Solya bölgesine bağlı bir köy olan Aybifan’dan gelmek-tedir. Köylü olan ve geçimini çiftçilikle sağlayan büyük dedesi Halil Ağa, Süveyş Kanalı’nın inşaatı için 1869’da işçi olarak Mısır’a gitmiş ve aileye Mısırlı adı bu neden-le verilmiştir. Ailenin esnaflık ve ticaret ayağı Necati Özkan’ın dedesi Hacı Osman Ağa ve babası Ahmet Mısırlızade tarafından da devam ettirilmiş ve Necati Özkan hem anne hem de baba tarafından ticaretle uğraşan bir aile içinde büyümüştür. Özkan’ın babası Ahmet Bey, 1924 yılında Kavanin Meclisi1 üyeliği için seçimlerde

1 Kıbrıs’ın İngilizler tarafından Osmanlı Devleti’nden kiralandığı 4 Haziran 1878 sonrası 14 Eylül 1878 tarihinde Kraliyet Konseyi emri ile çıkarılan Anayasa’da Kıbrıs’ın yasama işleri için oluşturulmuş olan Meclis’tir. Bu Meclis, Yüksek Komiser’e “adanın iyi yönetim, huzur ve düzenini” sağlamaya yönelik

adaylığını koymuş ve 1925 yılında yapılan seçimleri kazanamamıştır. Bu seçimde Ahmet Bey’in damadı olan Avukat M. Bahaeddin Bey de Birinci seçim bölgesi olan Lefkoşa-Girne bölgesinden adaylığını koymuş ancak oda seçimi kaybetmiştir. Böy-lece Necati Özkan aynı zamanda siyasî olarak da aileden gelen bir geçmişe sahip olmuştur.2

Necati Özkan, 1903’de Peristerona’da Medrese’ye başlamış ve daha sonra Lefko-şa’daki Haydarpaşa İlkokuluna devam ederek, 1912 yılında Rüştiye Mektebine ya-zılmıştır. 1913’te Rüştiye’den, 1918’de İdadiden mezun olmuştur. İstanbul’da Hukuk Fakültesine gitmek isteyen ancak bu isteğini dönemin şartlarından dolayı gerçek-leştiremeyen Özkan, meslek hayatına Lefkoşa Lisesi’nde öğretmen olarak başlamış ve üç yıl öğretmenlik maaşını fakir öğrencilerin eğitimi için bağışlayarak çalışmıştır. Daha sonra aile mesleği olan ticarete atılan Özkan, önce bakkaliye dükkânı işletmiş, daha sonra bu mesleğini geliştirerek sigara fabrikasından, dülger deposuna, hır-davat mağazasından, turizm ve seyahat acentesine kadar çok geniş bir yelpazede ticaret yapmıştır.3

Necati Özkan ticaret hayatını devam ettirirken, halkla da yakın ilişki içinde olmuş, siyasette iktisadi kalkınmanın gereğini vurgulayarak, İngiliz yönetimine karşı tavır almıştır. 1926 yılında Lefkoşa Belediye Meclisi üyeliğini kazanan Özkan, dört yıl son-ra 1930 yılında Lefkoşa-Girne seçim bölgesinden adaylığını koyarak Kavanin Mec-lisi üyeliğine seçilmiştir. Özkan, o dönemde Kıbrıs Türklerinin tarihinde Millî Kong-

yasalar yapılması ile görevlidir. Ancak İngiliz Kral veya Kraliçesi’nin Meclis’in çıkaracağı yasa ve tüzükleri Kraliyet Konseyi’nin kararları ile onaylama, kısmen veya tamamen değiştirme ve reddetme hakkı bulunmaktadır. Ayrıca İngiliz Kraliyeti “Emirnameler” çıkararak, Kıbrıs için Kavanin Meclisi dışında yasama yapma hakkına da sahip olmuştur. İlk Yasama Meclisi atama yolu ile adanın Yüksek Komiseri dâhil en az dört en çok sekiz üyeden oluşmuş ve İngiliz Kraliyeti’nin onayı ve doğrudan tavsiyesi ile Yüksek Komiser tarafından atanmıştır. Bu Meclis’in yarısı resmi üyeler tanımı ile İngiliz yüksek memurlardan oluşurken, diğer yarısı yerli halk tarafından atanacak sivil kişilerden oluşmuştur. Meclis üyeleri içinden sivil üyeler iki yıllığına atanıp bir daha atanamaz iken, memur üyeler için uygun görüldükçe atanma yapılmıştır. Çoğunluk oyu ile karar alan Meclis’in aynı zamanda başkanı olan Yüksek Komiser’in ayırt edici oyu bulunmuştur. Bu Meclis’in ilk atanmış Türk sivil üyesi Mustafa Fuat Efendi’dir. 1881 yılında adada yapılan nüfus sayımı ve Rum üyelerin temsiliyet hakkının genişletilmesi talepleri karşısında, 30 Kasım 1882’de Yasama Meclisi’nin yapısını tekrar düzenleyen bir anayasa değişikliği yapılmış ve altı üyeden oluşan Meclis üyesi sayısı on sekize çıkarılmıştır. Bunların altısı atama yöntemi ile hükümet tarafından İngiliz memurlar arasından atanırken, geriye kalan on iki üye halkoyu ile yerliler tarafından seçilmiştir. Seçilecek yerli üyelerin sayısı ise 1881 nüfus sayımına göre oransal temsiliyet ilkesi göz önüne alınarak üç Müslüman, dokuz gayrimüslim arasından seçilmiştir. Her cemaat özel seçme ve seçilme koşullarına sahip olmak üzere, kendi adayları için ayrı oy kullanmıştır. Ada, üç seçim bölgesine ayrılmış ve her bölge bir Müslüman olmak üzere dört üye seçmiştir. Bu bölgeler: Lefkoşa-Girne bölgesi, Mağusa-Larnaka bölgesi ve Limasol-Baf bölgesidir. Meclis’in atanmış üyeleri maaşlı iken, seçilmiş üyeleri maaşsızdır. 1883 yılında yapılan ilk seçimlerde Lefkoşa-Girne bölgesinden Köroğluzade Hüseyin Ata Efendi, Mağusa-Larnaka bölgesinden Mehmet Ali Fehim Efendi, Limasol-Baf bölgesinden Ahmet Raşit Efendi Müslüman üye olarak seçilmiştir. 1925 yılında yapılan yeni bir değişiklik ile Meclis’teki seçilmiş üye sayısı üç Türk, on iki Rum ve atanmış doku üye olmak üzere yirmi dörde çıkarılmıştır (Meltem Samani Onurkan, Kıbrıs’ta Bir Sömürge Kurumu: Kavanin Meclisi (1882-1931), Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara, 2007, s. 83-95).

2 Ergin M. Birinci, M. Necati Özkan (1899-1970), Cilt: I, Necati Özkan Vakfı Yayınları, 2001, İstanbul, s. 31-32.3 a.g.e., s. 14.

Page 108: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

203202

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. re olarak geçen ve toplumun İngiliz yönetimine karşı olan taleplerini dile getiren

Millî Kongre’nin evinde toplanmasını sağlamıştır. Ekim 1931’de adada çıkan Rum isyanı nedeni ile Kavanin Meclisi lağvedilmiş ve ülkede her türlü siyasî hareketler yasaklanmıştır. Bu yasaklara karşı da mücadele eden Özkan, 1943 yılında Kıbrıs Türk toplumunun siyasî bir örgütü olan KATAK’ın (Kıbrıs Adası Türk Azınlıkları Kurumu) kuruluşunda önemli rol oynamıştır.4

Necati Özkan, 1930’lu yılların ikinci yarısında ekonomik ve ticarî yatırımlarında ataklar yaparak, sinemacılık, turizm ve otelcilik, deniz ve hava yolları acenteliği gibi işler yapmıştır. Ancak Özkan’ın Kıbrıs Türk toplumunun siyasî ve kültürel hayatında-ki etkinlikleri de buna paralel olarak devam etmiştir. 28 Ekim 1949’da İstiklal gaze-tesini çıkaran Özkan, 4 Haziran 1950’de de İstiklal Partisi’ni kurmuştur. Özkan aynı zamanda Çankaya’da Atatürk tarafından kabul edilen ilk ve tek Kıbrıslı Türk lider olup, Özkan soyadı Atatürk tarafından kendisine bu kabulde verilmiştir.5 İki kere evlenmiş olan Özkan’ın 6 çocuğu ve bir evlatlığı olup, 1970 yılında vefat etmiş ve Dikmen Mezarlığı’nda toprağa verilmiştir.6

2. Dönemin Siyasî Atmosferi:

Kıbrıs adasının 4 Haziran 1878’de İngiltere’ye kiralanması sonrası 5 Kasım 1914’e kadar Osmanlı kimliğine sahip olarak aidiyet merkezi değişmeyen Kıbrıs Türk top-lumu, 1914 yılında adanın İngilizler tarafından ilhakı ile birlikte kaderci bir tutum sergilemeye başlamıştır. Bunun en önemli nedeni, Osmanlı İmparatorluğu’nun bu ilhak karşısı, içinde bulunduğu durum nedeni ile sessiz bir tavır sergilemesidir.

I. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması ile birlikte adadaki Kıbrıs Türk toplumu aynı zamanda büyük bir aidiyet arayışı içine girmiştir. Bu arayış çok geçmeden yerini Mustafa Kemal önderliğinde Anadolu’da başlayan Kurtuluş Savaşı’na ve yeni harekete bırakmıştır. Kıbrıs Türk toplumu aydınları ve bizatihi top-lumu, Türkiye’de başlayan Kurtuluş Savaşı’na büyük bir ilgi göstermiş, yeri geldiği zaman bu savaşa destek olmak için maddî ve manevî desteğini esirgememiştir.

Bunun en büyük göstergesi, öğretmen Remzi Okan’ın çıkardığı Söz gazetesinde ve avukat Ahmet Raşit’in çıkardığı Doğruyol gazetesinde Anadolu’da gerçekleştirilen Kurtuluş Savaşı’na maddî ve manevî destek için yaptığı çağrılardır.7

4 a.g.e., s. 15-16. 5 Ne yazık ki, Aralık 1953’te Lefkoşa’daki evi ve evinin altındaki işyeri kundaklanan ve çıkan yangında

büyük zayiat gören Özkan’a, Atatürk tarafından verilen Atatürk’ün kendi el yazısı ile Özkan soyadını verdiği belge ve imzaladığı fotoğrafı da yanmıştır. Özkan, hayatı boyunca en çok buna üzülmüş ve ağlamıştır.

6 Birinci, 2001, s. 16-17.7 22 Temmuz 1922 tarihli Söz-KTMA (Kıbrıs Türk Milli Arşivi).

Bu iki gazetenin çağrısı ile oluşturulan yardım komiteleri, Anadolu’daki Kurtuluş Sa-vaşı sırasında savaşan askerlere ve işgaller nedeniyle evsiz barksız kalıp, zarar gören insanlara destek vermek amacıyla yardım cemiyetleri de kurmuşlardır.

Bu cemiyetlerden 1920’da kurulan Muhacirin-i İslâmiye’ye Yardım Cemiyeti, adanın her yanındaki köy ve kasabalarda Kuvayı Milliye yararına yapılan bağışlar ve çeşitli etkinlikler sonucu toplanan paranın ve diğer yardımların Anadolu’ya ulaştırılması için kurulmuştur. Yine bu cemiyet tarafından 1920-1922 arasında Kurtuluş Savaşı’na destek vermek için Vatan yahut Silistre gibi ana teması vatanseverlik olan bir oyun sahnelenerek, elde edilen gelirler Türkiye’ye gönderilmiştir. Bu amaçla, 1920-1922 arasında köylerde ve kasabalarda 80’e yakın oyun daha sergilemiştir. Kurtuluş Sava-şı sırasında bir yolunu bulup Anadolu’ya savaşmaya gidenler de olmuştur.8

Kıbrıs’ın yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası alanda yaptığı Lozan Antlaşması’nın 16., 20. ve 21. maddeleri ile İngiltere’nin egemenliğine bırakılması-nın ardından, 23 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilan edilmesi üzerine ise Kıbrıs Türk ay-dınları yeni devletin kurulmasını memnuniyetle karşılamışlardır. Adaya gizlice Türk bayrağı ve Mustafa Kemal resimleri getiren ve onun hayata geçirdiği inkılâpların uygulanmasını hiçbir zorlama olmadan kabul edecek olan Kıbrıs Türk toplumu yeni Türkiye Cumhuriyeti’ni bir aidiyet merkezi olarak kabul etmiştir. Özellikle Mustafa Kemal ve uyguladığı inkılâplar (Şapka, Dil vs. gibi) Kıbrıs Türk basınında sürekli vur-gulanmıştır.9

Kıbrıs Türk toplumu aydınları o dönemde Türkiye’deki hemen hemen her gelişme-yi takip etmeye çalışmışlar ve bir aidiyet merkezi olarak yeni kurulan Cumhuriyeti benimsemişlerdir. Ancak Kıbrıs Türk aydınlarının Osmanlı ve Müslüman kimliklerini kullanması yeni bir Türk ulus – devleti kurulduktan sonra bir süre daha devam etmiş ve ancak 1920’li yıllar içerisinde kendilerini “Türk-Müslüman” şeklinde tanımlamaya başlamışlardır. Nitekim 1924’te Kıbrıs Türk aydınlarından Müftü Ziyaî Efendi önder-liğinde kurulan örgütün adı, Kıbrıs Türk Cemaat-i İslâmiyesi’dir.10

1920’lerin sonuna doğru ise Kıbrıs Türk aydınları arasında Yasama Meclisi üyesi Mehmet Münir Bey ve onun etrafında toplanan İngiliz yönetimi ile işbirliği için-deki aydınlara karşı muhalefet eden, yüzü Türkiye’ye ve Mustafa Kemal (Atatürk)’e dönük genç aydınlar, giderek güçlenmeye başlamıştır. Kıbrıs Türk milliyetçileri bir taraftan Rumların Enosis taleplerine karşı çıkarken, diğer taraftan “istikballerini İn-giliz sömürge yönetimine tabi olmakta gören toplum önderlerine ve toplumu o dönemde dini bir kimlik içinde tutmaya çalışan yönetime karşı” Türkiye ile bağlarını güçlendirmeye çalışmıştır.11

8 Sabahattin İsmail ve Ergin Birinci, Atatürk Döneminde Türkiye – Kıbrıs İlişkileri (1919-1938), Akdeniz Haber Ajansı Yay., Lefkoşa, 1989, s. 32.

9 a.g.e., s. 99.10 Bülent Evre, Kıbrıs Türk Milliyetçiliği: Oluşumu ve Gelişimi, Işık Kitabevi Yay., Lefkoşa, 2004, s. 55-61. 11 Hüseyin Mehmet Ateşin, Kıbrıslı Müslümanların Türkleşme ve Laikleşme Sorunu, Marifet Yayınları,

İstanbul, 1999, s. 31-32.

Page 109: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

205204

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Kıbrıs Türk toplumu arasında Halkçılar12 olarak benimsen bu grup, Evkafçılar13 deni-

len gruba karşı oldukça etkili bir muhalefet gerçekleştirerek, Türkiye ile yakın ilişki içinde bulunmaktan yana tavır koymuşlardır.

Aslında Evkafçılar denilen ve başını Kavanin Meclisi üyesi-Evkaf Müdürü Mehmet Münir’in çektiği grup, adada Rum toplumunun gerçekleştirmek istediği Enosis iste-ğine karşın diğer grup gibi en büyük muhalefeti yapan, gerek Meclis oturumların-da gerekse gündelik hayatlarında buna karşı çıkan bir gruptur. Yani siyasal olarak aralarında büyük bir görüş farklılığı yoktur. Ancak Evkafçılar denilen grup, İngiliz yönetimi nezdinde Kıbrıs Türk toplumunun temsil edildiği organlara yine İngiliz yetkililer tarafından seçildiğinden ve o yönetim tarafından onay gördüklerinden, siyasal konular dışında hemen hemen her konuda toplumu değil İngilizlerin uygun gördüğü çözümleri kabul etmişlerdir.

Bunun en önemli göstergesi, Kavanin Meclisi’nde yapılan oylamalarda Türk üyele-rin çoğu zaman İngiliz üyelerle birlikte oy kullanarak, İngilizlerin istediği tasarıların yasalaşmasını sağlamasıdır. Bu konuda dönemin Valisi Sir Ronald Storrs, özellikle Münir Bey’e büyük bir güven duymuş ve onu Türk toplumunun temsilcisi olarak İngilizlerin adada uygulamaya çalıştığı siyasetin destekçisi olarak görmüştür. İngiliz yetkililer, Evkaf Müdürlüğü’ne ve Valiye siyasî konularda fikir sunan İcra Konseyi’ne

12 Halkçılar olarak bilinen bu grubu oluşturan kişiler genellikle Kıbrıs Türk toplumunda öğretmen, avu-kat, doktor gibi eğitim görmüş kişilerdir. Halkçıların başında, gazeteci ve tüccar Necati Özkan bulun-maktadır. Halkçı grubu oluşturan diğer kişiler şunlardır: Söz gazetesi sahibi ve başyazarı Mehmet Rem-zi Okan, avukat ve yazar Ahmet Raşit, Avukat Fadıl Niyazi Korkut, avukat (daha sonra hâkim) Mehmet Zekâ, avukat Mehmet Rifat (Con Rifat), Dr. Pertev Zühtü, Baf ’lı din adamı Sait Hoca. Halkçılar, Atatürk ilke ve inkılâplarının Kıbrıs’ta uygulanmasını ve İngiliz Sömürge yönetiminin Kıbrıs Türk toplumun haklarını temsil eden Evkaf Dairesi, Müftülük, Liseler gibi makamlarının yöneticilerinin atama yolu ile değil toplum tarafından seçilmiş kişilerce yönetilmesini kabul etmesini talep etmektedir. Halkçı grup aynı zamanda Kıbrıs Rum toplumunun Enosis isteğine karşı çıkmaktadır (Ahmet Gazioğlu, İngiliz Yö-netiminde Kıbrıs II (1878-1952), Kıbrıs Araştırma ve Yayın Merkezi Yay., Ankara, 1996, s. 200).

13 Osmanlı Devleti’nin Kıbrıs’ı topraklarına kattığı 1571’den sonra adada kurulan vakıflara ait taşınır-ta-şınmaz mallar, başkent Lefkoşa’da oluşturulan Evkaf Dairesi tarafından yönetilmeye başlanmıştır. Evkaf Dairesi, İngiltere’nin adayı Osmanlı Devleti’nden kiraladığı 1878’te yapılan antlaşma uyarınca, 1925’e kadar biri İngiliz sömürge yönetimi diğeri Osmanlı Devleti Şeyhülislamlığı tarafından tayin edilen iki müdür tarafından yönetilmiştir. Ancak yine de İngiliz yönetimi Osmanlı Devleti tarafından yapılan atamayı da onaylama veya reddetme yetkisine sahiptir. İngiliz Sömürge yönetimi, 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması ile adanın egemenliğini devraldıktan sonra, Osmanlı Devleti Şeyhülislamlığı tarafın-dan atanan ve kendi onayından geçen Musa İrfan Bey’in 1925’te ölümü üzerine boşalan bu makama, daha önce Defterdarlık Dairesinde Muhasip Yardımcısı olarak görev yapan avukat Mehmet Münir’i atamıştır. 1928’de ise Evkaf Dairesi bir hükümet dairesi haline getirilerek, başında bulunan biri İngiliz diğeri Kıbrıslı Türk iki müdür, doğrudan İngiliz Sömürge yönetimi tarafından atanmaya başlamıştır. Kıbrıs Türk toplumunda Evkaf Müdürü olarak atanan Mehmet Münir ve yanında bulunan kişiler (Dr. Eyyub Necmeddin ve Mehmet Münir’in akrabası tüccar Mahmut Celaleddin) Evkafçı olarak nitelen-dirilmeye başlanmıştır. 1931’de İngiltere Kralından Sir unvanı alan Mehmet Münir ile Dr. Eyyub ve Mahmut Celaleddin aynı zamanda 1925’te Yasama Konseyi’ne üye olarak da girmişlerdir. Bu kişiler, Kıbrıs Türk toplumu içindeki Halkçı olarak bilinen grup tarafından makamlarını korumak için İngiliz Sömürge yönetimi ile işbirliği içinde olmakla, Türklüğü öne çıkarmamakla, Evkaf ’ta Türk toplumun çıkarlarına özen gösteren bir yönetim sergilememekle, Kıbrıs Türk öğrencilerinin devam ettiği Lise’nin İngiliz Maarif Müdürlüğü’nün denetiminde bir İngiliz müdür tarafından yönetilmesine destek vermek-le suçlamaktadırlar. Evkafçı olarak bilinen bu kişiler de, Kıbrıs Rum toplumunun Enosis isteğine karşı-dır (Gazioğlu, a.g.e., s. 197-200).

atanan ve Kavanin Meclisi üyesi olan Mehmet Münir’in etkisinden şu şekilde bah-setmiştir: “…Münir Meclisteki iki meslektaşının (diğer Türk üyeler) oylarını kontrol eder…”.14

Aslında İngiliz yönetimi adada İngiliz sömürgeciliğine karşı yükselen milliyetçi akı-mın önde gelenleri üzerinde baskı kurarak, bu milliyetçiliğin daha fazla yükselmesini ve kendisinin ada üzerindeki hâkimiyetini kaybetmesini istememiştir. Bu hâkimiyeti Türk toplumu arasında geleneksel olarak kendisinin atadığı kişiler olan Evkafçı grup ile sağlamaya çalışmış ve bu yolla diğer büyük grup olan Rum toplumunu dene-tim altına alamadığı gerçeği de göz önüne alındığında kendi politikasına uygun bir yöntem izlemiştir. İngiliz yönetimi açısından milliyetçi yeni aydın grubu diğer grup gibi kolayca söz geçirebileceği ve denetim altına alabileceği bir topluluk değildir. Hatta bu nedenle Halkçı gruba hep şüphe ile bakmış, bazen Kıbrıs’ta Kemalizm’in artmakta olan gücünü kabullenmek istememiş ve bu grubu baskı yöntemleri ile susturmaya çalışmıştır.

Zamanın ileri gelenlerinin millî duygularının geliştiği İdadi’de okumuş ve İngiliz yanlısı Evkafçı adayın karşısına çıkmış siyasî muhalif olan fertlerin olduğu bir aile-den gelen ve ulusal-kültürel duyguları bu yönde gelişen Necati Özkan, bu neden-le İngiliz yönetimince hiçbir zaman makbul bir kişi olarak görülmemiştir. Özkan, İngiliz yönetimi nezdinde “…ihtiraslı, karizmatik, çoğunlukla kararlı ve inatçı, halkçı, popülist bir politikacı idi. Zamanına göre küçük bir servet sayılabilecek aileden kalma mirası da bu politik amaçları için kullanma eğiliminde olan bir kişilikti”. Yani aslında Necati Özkan İngiliz yönetimi açısından toplumsal idealleri olan değil tam tersine politik hırsları olan ve bu hırslarını gerçekleştirmek için ortaya çıkmış bir kişi idi.15

Yine dönemin Valisi Storrs, 1925 yılında açılan Türkiye Cumhuriyeti Konsolosluğu’na tayin edilen Ali Asaf Güvenir’i “…Sadık Türk çoğunluğuna karşı küçük fakat etkin bir muhalif unsur yaratmakla…” suçlamıştır. Böylece dönemin İngiliz yönetimi adadaki milliyetçiliğin bağımsız bir şekilde daha I. Dünya Savaşı sonrası başladığını ve ge-liştiğini göz ardı ederek, bu gelişmeyi dış mihrakların desteği ile oluşan bir hareket olarak görmüştür. Bu gelişmenin önüne geçmek için sadık geleneksel destekçileri-ne daha da belirgin bir şekilde arka çıkarak, adadaki sosyo kültürel değişimi bastı-rabileceğini ummuştur.16

Kıbrıs Türk toplumu aydınları adanın 5 Kasım 1914’te ilhakı ve I. Dünya Savaşı’nın bittikten sonra Osmanlı Devleti’nin aldığı ağır yenilgi nedeniyle, ilk başlarda kısa bir bocalama yaşamıştır. Ancak Mustafa Kemal önderliğinde başlayan Kurtuluş Savaşı ve savaş sonrası kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti, Kıbrıs Türk aydınları içi yeni bir aidiyet merkezi oluşturmuştur. Daha Kurtuluş Savaşı’nın başında basın-yayın or-ganları ile mücadeleye destek olmaya çalışan aydınlar, kurulan çeşitli derneklerle

14 CO-(Colonial Office), 883/8-96, Nicholson’dan Koloniler Bakanlığı’na, 20 Aralık 1928.15 Sir Ronald Storrs, Orientations, Nicholson-Watson, London, 1943, s. 496-497.16 a.g.e., s. 501.

Page 110: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

207206

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. de maddî olarak Anadolu’da sıkıntı çeken insanlara ve askerlere yardım etmeye ça-

lışmışlardır. Cumhuriyetin kurulması sonrası da bir bir hayata geçirilmeye başlanan Mustafa Kemal (Atatürk) inkılâplarını benimseme konusunda istekli olmuşlardır. Türkiye o dönemde Lozan Antlaşması nedeniyle, ada üzerindeki İngiliz egemenli-ğini kendi onayı ile resmen tanıdığı için ve kendi iç gelişmeleri ile meşgul olduğu için politik Kıbrıs Türk toplumu ile doğrudan ilgilenmemiştir. Ama Kıbrıs Türk toplu-mu aydınları Türkiye’deki gelişmeleri yakından izlemiş, kültürel ve toplumsal olarak bağlarını devam ettirmek istemiştir. Hatta Atatürk milliyetçiliğinden birebir etkile-nerek, Kıbrıs Türk toplumunun siyasî kimliğinin şekillenmesinde büyük etkileri ol-muştur. Yani Kıbrıs Türk toplumu aydınları 1920’li ve 1930’lu yıllarda Halkçılar olarak isimlendirilen grubu oluşturarak, yüzü Türkiye’ye dönük olan ve Türk kimliğini daha ön planda tutmak isteyen bir politika takip etmişlerdir.

Adadaki İngiliz yönetimi ise bu durum karşısında hep temkinli ve kuşkucu olmuş, Halkçı grubu etkisi altına alamayacağı düşüncesi ile Kıbrıs Türk toplumunun o dö-nem için bir anlamda temsil organı olan Evkaf Dairesi kanalı aracılığı ile hükümet ile yakın ilişkiler içinde çalışmayı kabul eden kişileri dairenin başına atamıştır. Hatta Kavanin Meclisi Türk üyeliği içinde bu kişileri desteklemiş ve böylece son derece pragmatik bir biçimde hem adadaki büyük Rum nüfusunun isteklerine karşı denge unsuru olarak hem de istediği yasaların çıkması için bu unsuru kullanmıştır. Ancak gittikçe güçlenen ve arkasında toplumsal tabanı olan Halkçı grup ve grubun ön-derlerinden Necati Özkan, 1930 yılında yapılan Meclis seçimlerinde İngilizlerin bu oyununu bozmuş ve Kıbrıs Türk toplumunun siyasî tarihine geçen bir başarı ka-zanmıştır. Ne var ki bu durum uzun sürmemiş ve aşağıda ele alınacağı gibi adada 1931 yılında çıkan Rum İsyanı nedeni ile girilen büyük baskı dönemi, Kıbrıs Türk toplumunda bu ilerici güçlerin pasifize olmasına ve geri plana düşmesine neden olmuştur. Ancak bu temel tamamen ortadan kalkmamış ve ilerde Kıbrıs Türk toplu-munun siyasî hayatında başat durumunu tekrar kazanmıştır.

3. 1930 Kavanin Meclisi Seçimleri:

Necati Özkan, Kavanin Meclisi seçimlerinde genel olarak Türk üyeliği seçimleri için Evkafçı denilen ve İngiliz yönetiminin desteklediği adaylar karşısında, halkın içinde gelen kişilerin seçilememesi döngüsünü kırmak için cesur bir karar almış ve aday olmaya karar vermiştir. Bunun içinde Belediye Meclisi üyesi olarak şehir, köy ve ka-sabalarda propaganda faaliyeti yaparak zemin hazırlamıştır.

Necati Özkan, 1930 yılında yapılacak seçim için kendi deyimi ile “Efkar-ı umumiyeyi Meclis’te bulunan İngiliz yanlısı Evkafçılar aleyhine tavır almaya teşvik etmek için…”, Söz gazetesinde adaylığını ilan etmiş ve yoğun bir çalışmaya girmiştir. Özkan, döne-min siyasî atmosferi içinde 1930 yılında yapılacak olan Kavanin Meclisi üyeliği için İngiliz destekçisi Evkafçıların güçlerin karşısında milliyetçi aday üçlüsünün seçim-leri kazanması için Kıbrıs Türk toplumunun siyasî tarihine geçecek bir kampanya yürütmüştür. Özkan, seçim süresince yaptığı tüm harcamaları kendi bütçesinden

karşılamış, hatta bunun için ticarethaneleri ve mal varlığı üzerinden çeşitli borçlar yapmıştır. Binlerce Türk bayrağı yaptırarak, bütün seçim bölgelerine dağıtmış ve üç araba ile başlayan seçim propagandaları, son günlerde kırk arabaya kadar yüksel-miştir. Seçimler süresince Özkan’ı Doğruyol gazetesinin kurucusu ve Söz gazetesi yazarı avukat öğretmen Ahmet Raşit, Söz gazetesi sahibi emekli öğretmen Remzi Okan, Dr. Pertev Zühtüzade, Lefkoşa Belediye meclisi üyesi tüccar Nemci Avkıran ve avukat Fadıl Niyazi Korkut başta olmak üzere Halkçı grubun önde gelenleri ve lise öğrencileri desteklemiştir.17

1930 seçimleri için adaylık süresi 7 Ekim’de sona ermiş, Halkçı adaylar ve Evkafçı adaylar şu kişilerden oluşmuştur:

Seçim Bölgeleri Halkçı Adaylar: Evkafçı Adaylar:

Lefkoşa Girne Bölgesi: Necati Mısırlızade Mehmet MünirLimasol-Baf Bölgesi: Sait Hoca Dr. Eyyub NecmeddinLarnaka-Mağusa Bölgesi: Mehmet Zekâ Aday gösterilmemiştir.18

Seçim kampanyası sırasında adayların en çok üzerinde durduğu konular, eğitim ve özellikle Lisenin durumu, Evkaf ve Şeriyye Mahkemeleri, din işleri, Rumlarla ve hü-kümet ile olan ilişkiler olmuştur. Halkçı adaylar ve yazarlar, özellikle Lefkoşa Girne bölgesi adayı ve Evkaf Müdürü Mehmet Münir Bey’i, İngilizci olmakla, Lefkoşa Türk Lisesi’nin Maarif Müdürlüğünün sıkı denetimi altında ve bir İngiliz müdür tarafın-dan yönetilmesine destek vermek, hatta bu durumu onaylamakla suçlamakta ve Kıbrıs Türk toplumunun çıkarlarını değil İngiliz yönetiminin çıkarlarını savunmakla suçlamakta idi.

Bu seçimde özellikle en önemli seçim bölgesi olan Lefkoşa-Girne bölgesi adayları Necati Özkan ve Mehmet Münir arasında çok çetin, çekişmeli ve gergin bir seçim mücadelesi yaşanmış19 ve seçim sonuçları şu şekilde olmuştur:

17 Seçimlere bir ay kala Lise öğrencilerinin adına şiirler yazdığı Özkan için özellikle sonu “…Geç öne doğ-ru yol göster Necati, bağrımız yanıktır su ver Necati” şiiri bir marş gibi dilden bile dolaşmıştır (Birinci, 2001, s. 131-132).

18 Samani, 2007, s. 351.19 Seçim döneminde ve gününde sövüşmeler, itişmeler ve kakışmalar gibi taşkınlıklar yapanlar veya çakı

gösterenler olmuş, ancak herhangi bir adli olay yaşanmamıştır. Seçimlerde Necati Bey’in seçim işareti Mersin, Münir Bey’in ki Zeytin dalı olmuştur.

Page 111: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

209208

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. YER NECATİ ÖZKAN MÜNİR BEY FARK

Lefkoşa 360 263 97Değirmenlik 267 186 81Dali 268 262 6Deftera 118 93 25Kliru 5 9 4Omorfo 148 144 4Lefke 240 119 121Evrihu 24 22 2Pirgo 226 174 52Girne 213 173 40Lapta 63 47 16Mirti 61 61 -TOPLAM: 1993 1553 440.

Görüldüğü gibi Necati Özkan önemli bir farkla Mehmet Münir’i yenmiş, arkadaşı Mehmet Zekâ Bey’de Mağusa-Larnaka bölgesinde seçimi kazanmıştır. Diğer Halkçı aday Ahmet Sait ise Dr. Eyyubu yenilgiye uğratmayı kıl payı kaçırmış ve aradaki 24 oy farkı ile Limasol-Baf bölgesinden Dr. Eyyub seçilmiştir.20 Böylece iki Halkçı aday 1930 seçimlerinde iki bölgede Evkafçıları yenilgiye uğratmış, diğer bölgede ise kıl payı kazanamamıştır. 1930 Kavanin Meclisi seçimleri böylece şu açıdan çok önemli olmuştur: Meclisin en önemli bölgesi olan Lefkoşa-Girne bölgesinde üstelik de İn-giliz yönetiminin desteklediği ve seçilmesini istediği Mehmet Münir Bey’in Necati Özkan tarafından açık ara ile yenilgiye uğratılarak seçilmesidir. Ayrıca bir bölgede daha Halkçı adayın kazanması ve diğer bölgede Halkçı adayın elde ettiği başarıdır.21

Seçim sonuçlarını Lefkoşa Komiserlik binası önünde ikindi üzeri Lefkoşa Komiseri tarafından ilan edildikten sonra Necati Özkan, Sarayönü’nde büyük ve coşkulu bir kalabalığa kısa bir teşekkür konuşması yaptıktan sonra, Kardeş Ocağı’na gelmiştir. Burada dönemin Türkiye’nin Kıbrıs Konsolosu Ali Asaf Bey ve arkadaşları tarafından kutlanmıştır. Burada da balkona çıkarak seçmenlerine bir konuşma daha yapan Ne-cati Bey, lise öğrencilerinin ve kalabalığın ısrarı üzerine Köprübaşı şehit mezarlığını ziyarette bulunmuş ve daha sonra Reşat Bey’in evinde, Müftü’nün evinin önünde ve daha birkaç yerde konuşma yapmıştır. Kutlamalar sabaha kadar devam etmiştir.22

20 Aslında Limasol-Baf bölgesinde Dr. Eyyub ve Ahmet Sait karşısında Ahmet Hulusi Köprülüzade isim-li bir başka aday daha olmuş ve 644 oy almıştır. Bu kişi Ahmet Sait gibi Türk konsolosu ile işbirliği yapmakla itham edilmiştir. Eğer Ahmet Hulusi seçime girmemiş olsa idi aldığı oyların Ahmet Sait’e gideceği varsayımından hareketle seçim bölgesinde oyların çoğunluğunun İngiliz yanlısı adaya karşı ol-duğunu ve sadece iki aday olmuş olması durumunda seçimi Dr. Eyyub’un değil, Sait’in kazanmış olduğu tahmin edilebilir (G. S. Georghallides, Cyprus and Governership of Sir Ronald Storrs: The Causes of the 1931 Crisis, Cyprus Research Centre, Nicosia, 1985, s. 467).

21 Oysa bir önceki Meclis seçimlerinde Lefkoşa-Girne bölgesinde Mehmet Münir, Limasol Baf bölgesin-de Dr. Necmeddin Eyyub ve Mağusa-Larnaka bölgesinde Mehmet Münir’in akrabası olan Mahmut Celâleddin seçimleri kazanmıştır. Ahmet, Gazioğlu, “İngiliz Yönetiminde Kıbrıs II”, Yeni Kıbrıs Dergisi, Nisan 1996, s. 201.

22 Birinci, 2001, s. 139-141.

Sonuçlar daha belli olur olmaz dönemin Kıbrıs Valisi Sir Ronald Storrs, Necati Özkan’a “seçimi çok savurganca para dağıtarak sağladı” suçlaması getirmiş23 ve se-çimlerdeki başarısını seçim yolsuzluğuna bağlamak istemiştir. Böylece Storrs, so-nucu beğenmediğinden ve Mehmet Münir Bey’in seçimi kaybetmesinden dolayı Kıbrıs’ta seçim dönemlerinde olağan karşılanan ve tek taraflı değil herkesçe yapılan bir uygulamayı istisna olarak yapılıyormuş gibi göstermeye çalışmıştır. Vali, Kıbrıs toplumunun derinliklerinde Necati Bey şahsında Halkçılara gösterilen desteği ve Mehmet Münir Bey’e karşı İngiliz yanlısı tutumuna olan itirazın yoğunluğunu kabul edememe durumu göstermiştir.24

Vali Storrs, seçim sonrası Necati Bey’i polis gözetime almış ve bunun gerekçesi olarak da “…seçim gecesinde Türk Lisesi’nde İngiliz öğretmenlerden birinin saldırıya uğratıldığı bir ayaklanmaya karışmışlığını…” göstermiştir. İlaveten Necati’nin, “…hükümet karşıtı Kemalist akımın öncüsü olduğunu…” belirtmiş ve “…hareketlerini gö-zetim altına almak gerekli olmuştur…” demiştir. Necati Bey’in İngiliz karşıtlığı sayılan faaliyetlerinin gözetimi yıllarca sürmüş ve Haziran 1937’de Söz gazetesi sahibi ve başyazarı Remzi Okan ile birlikte “…müsait fırsat gelince müstemlekeden ihraç edil-meleri uygun….” kimseler listesine dahil edilmiştir.25

Dönemin Özkan’ı destekleyen Söz gazetesinde Ahmet Raşit imzası ile çıkan yazı as-lında Kıbrıs Türk toplumunun durumunu en iyi özetleyen yazılardan biridir. Raşit, 28 Ekim 1930’da çıkan yazısında şunları yazmıştır:

“Aziz vatandaşlar, sevgili kardeşler… Artık önümüzde bir evkaf-saltanat ve ceburutu yoktur. 25 seneden beri mevcudiyetimize ağır darbeler indiren ve bize göç açtırmayan evkaf istibdadı ilahi bir asaletinizle çürük bina gibi bir anda çöktü. Onun bu çöküntüleri altından hiç şüpheniz olmasın ki öksüz Kıbrıs Türklüğü’nün varlığı ve saadeti doğacak-tır… Neydi o bitmez ve tükenmez azap ve hicran. Evkaf namı altında ölülerin dirilere hükümdarlığı koca bir kitleyi zilletlere, sefaletlere sürüklemişti. Kimsede ağız açacak derman kalmamıştı. Vicdanlara, fikirlere kadar sarı ve sönük bir casus şebekesi, hak isteyen ağızlara karşı bir yumruk gibi sıkılmıştı: Memur musunuz? Terakki etmeyeceksi-niz. Esnaf mısınız? Açlıkla pençeleşmelisiniz. Muallim iseniz ağzınıza ebediyen kilit vur-malı! Yüksek meslek erbabı olmak en büyük günahkarlık! Türk kelimesini telaffuz eden, siz misiniz? Bundan büyük cinayet mi olur?...”26

23 Nitekim yukarda da değinildiği gibi Necati Özkan seçim için büyük paralar harcamış, hatta bunun bir kısmını Mehmet Münir kampında bulunan casusların finansmanı dâhil bir takım seçim maksatları için kullanmıştır. Aynı şekilde Storrs’da seçim sürecinde maden işletmeleri müdürlerinden Kıbrıslı Türk ça-lışanlarına Necati Bey’i desteklememeleri konusunda baskı kullanmayı teklif etmiştir. Hatta doğrudan bir etkisi olmasa bile İngiliz Koloniler Müsteşarı Drummond Shiels, adaya önceden planlanan ziyaret tarihini değiştirerek, seçim arifesinde gelmiştir (Ali Süha, M. Necati Özkan, Lefkoşa, 1967, s. 9-10; Faiz Kaymak, Kıbrıs Türkleri Bu Duruma Nasıl Düştü, Alpay Basımevi, İstanbul, 1968, s. 11-12).

24 CO-67/ 238/ 11-29, Storrs’dan Koloniler Bakanlığı’na, 12 Mart 1931.25 CO, 67/ 238/11, 29-30, Storrs’dan Koloniler Bakanlığı’na, 12 Mart 1931, CO, 67/280/5-68, Ashmore’den

Vali Müsteşarı’na, 5 Haziran 1937.26 Söz Gazetesi, 28 Ekim 1930, KTMA.

Page 112: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

211210

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Necati Özkan’ın seçilmesinin ardında da bir yandan Vali Storrs’un tacizleri ve Kıb-

rıs’taki Kemalist faaliyetleri küçümseme tavrı devam etmiş,27 diğer yandan da Kava-nin Meclisi’nde geleneksel olarak İngiliz üyeler ile birlikte oy kullanmış Türk üyele-rin kaybedilmesi sonrası dengeyi elinde tutma durumu son bulmuştur. Bunun en önemli göstergesi 28 Nisan 1931’de Kavanin Meclisi’nde yapılan vergi oylaması ile olmuştur. Necati Bey, Kavanin Meclisi üyeliğini, herhangi bir yerin desteği ile değil toplumunun genelinin oyunu alarak kazandığı için yine toplumunun menfaatleri-ni gözeten bir makam olarak görmüş ve gerektiğinde bunun için Meclis’te ki Rum üyelerle işbirliği yapmaktan çekinmemiştir. Bu amaçla İngiliz yönetiminin bütçede-ki yıllık açığı kapatmak için ada halkları üzerine yeni vergi koyma tasarısında Rum üyelerle birlikte oy kullanmış28 ve böylece vergi tasarısı yeterli oyu sağlayamadığı için yasalaşamamıştır. Bu durumda 11 Ağustos 1931’de çıkarılan Kraliyet Konseyi Emirnamesi ile halkların görüşlerini hiçe sayarak tasarıyı yürürlüğe koyan İngiliz yö-netimi, büyük tepki çekmiştir.29

Nitekim bu nedenle 21 Ekim’de İngiliz yönetimine karşı Rum toplumu önderliğinde çıkan isyan, Enosis isteği ile birleşerek büyük bir ayaklanmaya dönüşmüştür. Vali’nin ikametgâhı ile çalışma yeri olan konağının yakıldığı ve 10 kişinin hayatını kaybettiği ayaklanma girişimi İngiliz yönetimi tarafından alınan büyük önlemlerle bastırılmıştır. Ayaklanma sonrası adada 1940’lı yılların başına kadar olağan üstü hal kanunlarının uygulandığı ağır bir baskı dönemi başlamıştır. Basına getirilen sansür, muhtarların se-çim yerine hükümet tarafından atanması, Türk ve Yunan bayraklarının çekilmesinin yasaklanması ve özel izne tabi tutulması, siyasî partilerin kapatılarak her türlü siyasî faaliyetlerin yasaklanması, okullarda Türkiye ve Yunanistan tarihinin okutulmasının sona erdirilmesi bu olağan üstü dönemin başlıca uygulamaları olmuştur.30

Ekim 1931 İsyanı ile birlikte Kavanin Meclisi’de feshedilmiş ve seçilmiş üyelerin gö-revi son bulmuştur. Böylece Necati Özkan, seçilmiş üye olarak Meclis’te bir yıl görev yapabilmiştir. Özkan, üyeliğe toplumunun oyu ile seçildiği için resmi görevi sona erse de hayatının son zamanlarına kadar, Lefkoşa-Girne bölgesi son üyesi unvanını kullanmaya devam etmiş ve adının başına da bu unvanı eklemeyi sürdürmüştür.

27 Vali Storrs’un Müsteşarı Henniker Heaten seçim sonrası Necati Bey’i odasına çağırarak açıkça Meclis’te hükümetle mi, Rumlarla mı birlikte siyaset izleyeceğini açıkça sormuş, Türk Lisesi’nde bir defterin kay-bolması olayı ile ilgili olarak da yanına çağırdığı Özkan’ı, Türk Konsolosluğuna 29 Ekim Cumhuriyet bayramı kutlamalarına gitmemesi ve halka nutuk çekmemesi için uyarmıştır. Yine seçimler sonrası Vali Storrs, “…değer biçilemez ve bağımsız bir kişilik…” olarak nitelendirdiği Mehmet Münir Bey’i seçimler sonrası onu eleştirenlere karşı inadına yapar gibi 1 Ocak 1931’de yürütme organı olan İcra Konseyi üye-liğine tayin edip, İngiliz İmparatorluk Nişanı O.B.E. (Order of The British Empire) madalyası takmıştır (Birinci, 2001, s. 145-149; CO, 67/235/13-32 Storrs’tan Shuckburg’a, 7 Mayıs 1930, Georghallides, 1985, s. 477).

28 Kıbrıs Valisi Storrs, Necati Bey’in bu hareketinden dolayı büyük bir öfke ve kızgınlık duymuş ve Özkan hakkında son derece incitici ve hakarete varan sözcükler kullanmıştır. Vali, baştan beri sevmediği ve benimsemediği Özkan hakkında, “değersiz, ehemmiyetsiz, zayıf, sorumsuz, samandan adam, satılmış, küçük Türk ve nihayetinde Onüçüncü Rum” gibi sözcükler sarf edecektir. Mehmet Münir’den ise “…Kıbrıs’ın vazgeçilmez ve daimi Atatürk’ü” olarak bahsedecektir (Storrs, 1943, s. 492-502).

29 Georghallides, 1985, s. 25.30 Gazioğlu, İngiliz Yönetiminde Kıbrıs II (1878-1952)…., 1996, s. 266-270.

Sonuç

Kıbrıs Türk toplumunun siyasî tarihi, toplumsal kimliğin şekillenmesi anlamında yoğun bir mücadele ile geçmiştir. Bu mücadele aynı zamanda Kıbrıs Rum toplumu-nun Enosis tutkusuna ve İngiliz yönetimine tepki ile şekillenmiş ama temelinde hep önce Osmanlı’ya daha sonra Türkiye’ye olan bağlılık bulunmuştur.

Bu şekillenmenin en temel unsuru ise aydınlar olmuştur. Kıbrıs Türk toplumu aydın-ları, içinde bulundukları şartları ve dönemlerinin koşullarını göz önüne alarak, top-lumsal taleplerin dile getirilmesinde ve savunulmasında katalizör rolü oynamıştır. Bu aydınlar arasında yer alan Necati Özkan’da içinde bulunduğu toplumun hakları-nın korunması ve toplumsal aidiyet merkezinin Türkiye olması için hayatı mücadele ile geçmiş, tarihi liderdir.

Necati Özkan, kişilik yapısı itibari ile kararlı, inatçı, içinde yaşadığı toplumsal ger-çekliğin anlamını doğru okuyan ve bu doğrultuda hareket eden, ailevi yapısı sağ-lam bir müteşebbis ve siyasetçi olmuştur. Özkan, Kıbrıs Türk toplumunun hem Rum toplumu karşısında hem de İngiliz yönetimi karşısında haklarını müdafaa eden, bunu ekonomik ve siyasî ayağı ile bir bütün olarak gören ve iki kanattan mücadele eden bir önder olmuştur. Bu da döneminin şartları göz önüne alındığında olaylara geniş bir perspektiften bakan yanını ortaya koymaktadır.

Necati Özkan’ın İngiliz yönetimine karşı direnişi ve 1930 seçimlerindeki zaferi, siyasî hayatının en üst noktasını oluşturmuştur. Bu başarı aynı zamanda Kıbrıs’ta Türk mil-liyetçiliğinin yükselişi ile kazanılmıştır. Bu yükselişin temelinde ise iki önemli neden vardır: Bunlar:

1. Kıbrıs Türk toplumu aydınlarının yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetini bir aidiyet merkezi olarak benimsemesi ve her türlü siyasal-kültürel-toplumsal ve ekono-mik gelişmelerini bu merkeze göre düzenlemek istemeleri.

2. Adadaki İngiliz yönetiminin Kıbrıs Türklerinin geleneksel Müftülük ve Kadılık kurumları ile Evkaf Dairesi Müdürlüğünü yönetimleri altına alıp, otoriteyi mer-kezileştirme ve Türklerin lisesini İngiliz denetimine alma ısrarı karşısında siyasî tepkiye dönüşen hoşnutsuzluk ve tepki. Bu durum Kıbrıs Türk toplumu aydın-ları ile İngiliz yönetimi arasında 1920’li ve 1930’lu yıllarda sürekli çekişme ko-nusu olmuştur.

Yani Özkan’ın siyasî olarak Kıbrıs Türk toplumu aydınları ile birlikte hareket ederek ve hatta bu hareketin öncülüğünü yaparak gerçekleştirmeye çalıştığı şey, İngiliz yönetimine karşı toplumsal isteğin dile getirilmesinden ve hatta başkaldırışından başka bir şey değildir.

Necati Özkan, bir aydın olarak içinde yaşadığı toplumun reflekslerini ve istekleri-ni çok iyi kavrayan ve bunları içselleştiren bir kişidir ve inandığı değerler uğruna

Page 113: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

213

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

212

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. maddi-manevî mücadeleden çekinmeyen bir değerdir. Gerek politika da gerçekleş-

tirdiği başarılarla gerekse ekonomik açıdan yaptığı teşebbüslerle, bir bütün olarak değerlendirildiğinde döneminin koşulları da dikkate alındığında büyük bir başa-rıya imza atmış ve 1930 Kavanin Meclisi seçimlerinde İngiliz yönetimine meydan okuyarak Kıbrıs Türk toplumunun sesi olmuştur. Bu nedenle bugün de Kıbrıs Türk toplumunun siyasî tarihinde başta gelen unsurlardan biri olmuştur.

Kaynakça

Arşivler:

1. National Archives of the UK-Records of the Colonial Office, Series CO-67, Cyprus, Original Correspondence 1878-1951.

67/ 238/ 11-29.

67/ 238/11, 29-30.

67/280/5-68.

67/235/13-32.

883/8-96.

2. Söz Gazetesi, Kıbrıs Türk Millî Arşivi.

İnceleme ve Araştırma Eserler:

ATEŞİN, Hüseyin Mehmet. Kıbrıslı Müslümanların Türkleşme ve Laikleşme Sorunu, Marifet Yayınları, İstanbul, 1999.

BİRİNCİ, Ergin M. M. Necati Özkan (1899-1970), Cilt: I, Necati Özkan Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001.

EVRE, Bülent. Kıbrıs Türk Milliyetçiliği: Oluşumu ve Gelişimi, Işık Kitabevi Yay., Lefkoşa, 2004.

GAZİOĞLU, Ahmet. “İngiliz Yönetiminde Kıbrıs II”, Yeni Kıbrıs Dergisi, Nisan 1996.

…..……………….... İngiliz Yönetiminde Kıbrıs II (1878-1952), Kıbrıs Araştırma ve Yayın Mer-kezi Yay., Ankara, 1996.

GEORGHALLIDES, G. S. Cyprus and Governorship of Sir Ronald Storrs: The Causes of the 1931 Crisis, Cyprus Research Centre, Nicosia, 1985.

İSMAİL, Sabahattin ve BİRİNCİ, Ergin. Atatürk Döneminde Türkiye – Kıbrıs İlişkileri (1919-1938), Akdeniz Haber Ajansı Yay., Lefkoşa, 1989.

KAYMAK, Faiz. Kıbrıs Türkleri Bu Duruma Nasıl Düştü, Alpay Basımevi, İstanbul, 1968.

STORRS, Sir Ronald. Orientations, Nicholson-Watson, London, 1943.

SÜHA, Ali. M. Necati Özkan, Lefkoşa, 1967.

ONURKAN, Meltem Samani. Kıbrıs’ta Bir Sömürge Kurumu: Kavanin Meclisi (1882-1931), Ha-cettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Dok-tora Tezi, Ankara, 2007.

Özgür ÜÇKUŞ ve Bilâl KENDİRCİT.C. Başbakanlık Uzman Yardımcıları

KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ’NİNEKONOMİK YAPISI VE POTANSİYEL YATIRIM ALANLARI*

1. KKTC’nin Ekonomik Yapısı:1

Bu çalışma, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ekonomisinin son on yıldır izledi-ği seyrin ve potansiyel yatırım alanlarının bir özeti niteliğindedir.

Esasen ‘mini ekonomi’ olarak nitelenebilecek KKTC ekonomisi, maruz bırakıldığı izo-lasyonlar ve ambargolar nedeniyle kırılgan bir yapıya sahiptir. Buna rağmen, kurul-duğu tarihten bu yana göstermiş olduğu ekonomik performans ile önemli bir yol kat ettiği de yadsınamaz.

Özellikle 2000’li yılların başında yaşanan bankalar krizinin etkisiyle derinleşen, geç-mişten gelen yapısal ve ekonomik sorunları aşmaya dönük olarak, önceki yılların birikiminin üzerine bina edilmek suretiyle, Türkiye ile işbirliği içerisinde ekonomik kalkınma programları uygulamaya konulmuş ve söz konusu programlara yönelik Türkiye’nin malî ve ekonomik desteğini öngören Ekonomik ve Malî İşbirliği Proto-kolleri imzalanmıştır.

* Bu çalışma, hazırlayanların kişisel görüşlerini yansıtmakta olup, çalıştıkları kurumu bağlayıcı bir nitelik taşımamaktadır.

Page 114: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

215214

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Bu dönemde KKTC’nin ekonomik yapısı ve Türkiye’nin katkılarının özeti aşağıdadır:

Grafik 1: GSMH (Cari Fiyatlarla) (Milyon TL)

H: Hesaplanan T: TahminKaynak: DPÖ, Program

1. grafikte de görüleceği üzere, 2002 yılında cari fiyatlarla GSMH 1.419 Milyon TL iken, bu rakam 2010 yılında 5.559 Milyon TL’na çıkmış, 2011 yılında ise 6.315 Milyon TL olarak öngörülmüştür.

Kişi başına düşen GSMH 2002 yılında cari fiyatlarla 4.409 ABD Doları iken, 2006 yılı sonunda 11.837 ABD Doları ve 2009 yılında ise 13.354 ABD Doları olarak gerçekleş-miştir. 2012 yılında bu rakamın 13.937 ABD Doları olarak gerçekleşmesi öngörül-mektedir.

Grafik 2: Reel Büyüme Hızı (%)

T: TahminH: HesaplananKaynak: DPÖ, Program

KKTC ekonomisi 2002-06 döneminde yıllık ortalama %13’lük bir büyüme perfor-mansı göstermiştir. Bu süreçte Türkiye’nin ekonomik katkılarının yanı sıra, uluslara-rası konjonktürdeki değişim, 2004 yılındaki Annan Plânı referandumunun Kuzey’de yarattığı iyimser beklentilerin de etkisiyle inşaat sektöründeki hızlı büyüme ve üniversitelerdeki öğrenci sayısının 24.000’den 43.000’e yükselmesi önemli rol oy-namışlardır. İzleyen dönemde ise, gerek referandumların sonuçsuz kalması, gerek

KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ’NİN EKONOMİK YAPISI VE POTANSİYEL YATIRIM ALANLARI* Özgür UÇKUŞ ve Bilal KENDİRCİ T.C. Başbakanlık Uzman Yardımcılları 1. KKTC’nin Ekonomik Yapısı:

Bu çalışma, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ekonomisinin son on yıldır izlediği seyrin ve potansiyel yatırım alanlarının bir özeti niteliğindedir.

Esasen ‘mini ekonomi’ olarak nitelenebilecek KKTC ekonomisi, maruz bırakıldığı izolasyonlar ve ambargolar nedeniyle kırılgan bir yapıya sahiptir. Buna rağmen, kurulduğu tarihten bu yana göstermiş olduğu ekonomik performans ile önemli bir yol kat ettiği de yadsınamaz.

Özellikle 2000’li yılların başında yaşanan bankalar krizinin etkisiyle derinleşen, geçmişten gelen yapısal ve ekonomik sorunları aşmaya dönük olarak, önceki yılların birikiminin üzerine bina edilmek suretiyle, Türkiye ile işbirliği içerisinde ekonomik kalkınma programları uygulamaya konulmuş ve söz konusu programlara yönelik Türkiye’nin malî ve ekonomik desteğini öngören Ekonomik ve Malî İşbirliği Protokolleri imzalanmıştır.

Bu dönemde KKTC’nin ekonomik yapısı ve Türkiye’nin katkılarının özeti aşağıdadır:

Grafik 1: GSMH (Cari Fiyatlarla) (Milyon TL)

H: Hesaplanan T: Tahmin Kaynak: DPÖ, Program

1. grafikte de görüleceği üzere, 2002 yılında cari fiyatlarla GSMH 1.419 Milyon TL iken, bu rakam 2010 yılında 5.559 Milyon TL’na çıkmış, 2011 yılında ise 6.315 Milyon TL olarak öngörülmüştür.

Kişi başına düşen GSMH 2002 yılında cari fiyatlarla 4.409 ABD Doları iken, 2006 yılı sonunda 11.837 ABD Doları ve 2009 yılında ise 13.354 ABD Doları olarak gerçekleşmiştir. 2012 yılında bu rakamın 13.937 ABD Doları olarak gerçekleşmesi öngörülmektedir. * Bu çalışma, hazırlayanların kişisel görüşlerini yansıtmakta olup, resmi bir nitelik taşımamaktadır.

0

2.000

4.000

6.000

8.000

1.419 1.907 2.520 3.143 4.101 4.671 5.157 5.191 5.559 6.315 7.073

2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010T 2011H 2012H

2

Grafik 2: Reel Büyüme Hızı (%)

T: Tahmin H: Hesaplanan Kaynak: DPÖ, Program

KKTC ekonomisi 2002-06 döneminde yıllık ortalama %13’lük bir büyüme performansı göstermiştir. Bu süreçte Türkiye’nin ekonomik katkılarının yanı sıra, uluslararası konjonktürdeki değişim, 2004 yılındaki Annan Plânı referandumunun Kuzey’de yarattığı iyimser beklentilerin de etkisiyle inşaat sektöründeki hızlı büyüme ve üniversitelerdeki öğrenci sayısının 24.000’den 43.000’e yükselmesi önemli rol oynamışlardır. İzleyen dönemde ise, gerek referandumların sonuçsuz kalması, gerek küresel ekonomik konjonktürdeki olumsuz gelişmeler nedeniyle 2007 yılında büyüme trendi yavaşlamış, 2008 ve 2009 yıllarında da ekonomi daralmıştır. Söz konusu dönemde önemli artış gösteren Türkiye’nin katkılarının da etkisiyle, 2010 yılında KKTC ekonomisi toparlanma sürecine girmiş ve %3,9 büyümüştür.

Grafik 3: Dış Ticaret

T: Tahmin H: Hesaplanan Kaynak: DPÖ, Program

Grafik 3’de dış ticaretin büyük açıklar verdiği görülmektedir. 2009 yılında ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 5.7 olarak gerçekleşmiştir. Bu dengesizliğin azaltılmasının ancak, üretimin özel sektör tarafından rekabetçi bir yapıda gerçekleştirilmesini sağlayacak düzenlemelerin yapılmasıyla sağlanabileceği düşünülmektedir.

6,9

11,415,4

13,5 13,2

1,5

-3,4-5,1

3,9 5 5,5

-10

-5

0

5

10

15

20

2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010T 2011H 2012H

62 67 65 84 84 65 91 102 118

8531256 1376 1539 1681

12521497

1721 1895

-791-1189 -1312 -1456 -1597

-1188-1407 -1618 -1776-2000

-1500-1000

-5000

500100015002000

2004 2005 2006 2007 2008 2009T 2010T 2011H 2012H

MİL

YO

N D

OLA

R

İHRACAT İTHALAT DIŞ TİCARET DENGESİ

küresel ekonomik konjonktürdeki olumsuz gelişmeler nedeniyle 2007 yılında bü-yüme trendi yavaşlamış, 2008 ve 2009 yıllarında da ekonomi daralmıştır. Söz konu-su dönemde önemli artış gösteren Türkiye’nin katkılarının da etkisiyle, 2010 yılında KKTC ekonomisi toparlanma sürecine girmiş ve %3,9 büyümüştür.

Grafik 3: Dış Ticaret

T: TahminH: HesaplananKaynak: DPÖ, Program

Grafik 3’de dış ticaretin büyük açıklar verdiği görülmektedir. 2009 yılında ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 5.7 olarak gerçekleşmiştir. Bu dengesizliğin azaltıl-masının ancak, üretimin özel sektör tarafından rekabetçi bir yapıda gerçekleştiril-mesini sağlayacak düzenlemelerin yapılmasıyla sağlanabileceği düşünülmektedir.

Grafik 4: Mahallî Bütçe

Kamunun ekonomik hayattaki ağırlığı büyüktür. KKTC merkezi bütçe giderleri GSMH’nın yüzde 50’sini oluşturmaktadır. Söz konusu giderlerin yaklaşık yüzde 80’i maaş ve maaş benzeri harcamalara gitmektedir.

2004 yılında mahallî açık (mahallî gelirler ve giderler arasındaki fark) 79 Milyon TL iken, 2010 yılında 493 Milyon TL’ye çıkmıştır. Gerekli önlemlerin alınmaması halinde bütçe açığının giderek artacağı öngörülmektedir.

2

Grafik 2: Reel Büyüme Hızı (%)

T: Tahmin H: Hesaplanan Kaynak: DPÖ, Program

KKTC ekonomisi 2002-06 döneminde yıllık ortalama %13’lük bir büyüme performansı göstermiştir. Bu süreçte Türkiye’nin ekonomik katkılarının yanı sıra, uluslararası konjonktürdeki değişim, 2004 yılındaki Annan Plânı referandumunun Kuzey’de yarattığı iyimser beklentilerin de etkisiyle inşaat sektöründeki hızlı büyüme ve üniversitelerdeki öğrenci sayısının 24.000’den 43.000’e yükselmesi önemli rol oynamışlardır. İzleyen dönemde ise, gerek referandumların sonuçsuz kalması, gerek küresel ekonomik konjonktürdeki olumsuz gelişmeler nedeniyle 2007 yılında büyüme trendi yavaşlamış, 2008 ve 2009 yıllarında da ekonomi daralmıştır. Söz konusu dönemde önemli artış gösteren Türkiye’nin katkılarının da etkisiyle, 2010 yılında KKTC ekonomisi toparlanma sürecine girmiş ve %3,9 büyümüştür.

Grafik 3: Dış Ticaret

T: Tahmin H: Hesaplanan Kaynak: DPÖ, Program

Grafik 3’de dış ticaretin büyük açıklar verdiği görülmektedir. 2009 yılında ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 5.7 olarak gerçekleşmiştir. Bu dengesizliğin azaltılmasının ancak, üretimin özel sektör tarafından rekabetçi bir yapıda gerçekleştirilmesini sağlayacak düzenlemelerin yapılmasıyla sağlanabileceği düşünülmektedir.

6,9

11,415,4

13,5 13,2

1,5

-3,4-5,1

3,9 5 5,5

-10

-5

0

5

10

15

20

2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010T 2011H 2012H

62 67 65 84 84 65 91 102 118

8531256 1376 1539 1681

12521497

1721 1895

-791-1189 -1312 -1456 -1597

-1188-1407 -1618 -1776-2000

-1500-1000

-5000

500100015002000

2004 2005 2006 2007 2008 2009T 2010T 2011H 2012H

MİL

YO

N D

OLA

R

İHRACAT İTHALAT DIŞ TİCARET DENGESİ

3

Grafik 4: Mahalli Bütçe

Kamunun ekonomik hayattaki ağırlığı büyüktür. KKTC merkezi bütçe giderleri GSMH’nın yüzde 50’sini oluşturmaktadır. Söz konusu giderlerin yaklaşık yüzde 80’i maaş ve maaş benzeri harcamalara gitmektedir.

2004 yılında mahallî açık (mahallî gelirler ve giderler arasındaki fark) 79 Milyon TL iken, 2010 yılında 493 Milyon TL’ye çıkmıştır. Gerekli önlemlerin alınmaması halinde bütçe açığının giderek artacağı öngörülmektedir.

Özel sektörün yeterince gelişememesi ve kamu harcamalarının önemli bir kısmının cari harcamalar için kullanılması tasarrufların yatırıma dönüşmesini zorlaştırmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti arasında Ekonomik ve Mali İşbirliği Protokolleri imzalanmakta ve iki ülke Teknik Heyetlerince söz konusu protokoller kapsamında yıllık programlar hazırlanmaktadır. Bu programlar Türkiye tarafından KKTC’ye yapılan katkıların etkin kullanılmasını sağlayarak, kamu maliyesini sağlam, kendine yetebilir hale getirmeyi, ekonominin ihtiyacı olan altyapıyı güçlendirmeyi ve KKTC ekonomisini sağlam ve rekabet edebilir bir düzeye getirmeyi hedeflemektedir. Uygulanan bu programların ortak içeriği ise, bütçe disiplininin sağlanması, bankacılık sektörünün etkinleştirilmesi, özel sektörün güçlendirilmesi (özellikle turizm ve yüksek öğretim sektörleri) ve kamu hizmetlerinin kalitesinin yükseltilmesinden oluşmaktadır.

Bu doğrultuda 2004 yılından itibaren Türkiye bütçesinden KKTC bütçesine aktarılan kaynaklar aşağıdaki grafikte olduğu gibi seyretmiştir:

Grafik 5: Türkiye Bütçesinden KKTC Bütçesine Aktarılan Kaynaklar

-­‐1000

0

1000

2000

3000

MİLYO

N  TL

Gelir   937 1042 1216 1628 1635 1578 1791 1907

Gider 1016 1193 1471 1796 2007 2200 2284 2490

Açık -­‐79 -­‐151 -­‐255 -­‐168 -­‐372 -­‐623 -­‐493 -­‐584

2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011T

T: Tadil

91193 150

219372

557475

350 300226

321 453 332

358

371

376530

494

0

100

200

300

400

500

600

700

800

900

1000

2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011P 2012P

MİL

YON

TL

Bütçe Açığına Katkı Diğer

Page 115: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

217216

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Özel sektörün yeterince gelişememesi ve kamu harcamalarının önemli bir kısmının

cari harcamalar için kullanılması tasarrufların yatırıma dönüşmesini zorlaştırmak-tadır.

Türkiye Cumhuriyeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti arasında Ekonomik ve Mali İşbirliği Protokolleri imzalanmakta ve iki ülke Teknik Heyetlerince söz konusu pro-tokoller kapsamında yıllık programlar hazırlanmaktadır. Bu programlar Türkiye ta-rafından KKTC’ye yapılan katkıların etkin kullanılmasını sağlayarak, kamu maliyesini sağlam, kendine yetebilir hale getirmeyi, ekonominin ihtiyacı olan altyapıyı güç-lendirmeyi ve KKTC ekonomisini sağlam ve rekabet edebilir bir düzeye getirmeyi hedeflemektedir. Uygulanan bu programların ortak içeriği ise, bütçe disiplininin sağlanması, bankacılık sektörünün etkinleştirilmesi, özel sektörün güçlendirilme-si (özellikle turizm ve yüksek öğretim sektörleri) ve kamu hizmetlerinin kalitesinin yükseltilmesinden oluşmaktadır.

Bu doğrultuda 2004 yılından itibaren Türkiye bütçesinden KKTC bütçesine aktarılan kaynaklar aşağıdaki grafikte olduğu gibi seyretmiştir:

Grafik 5: Türkiye Bütçesinden KKTC Bütçesine Aktarılan Kaynaklar

Görüleceği üzere aktarılan kaynakların önemli bir kısmı bütçe açığına katkı olarak ayrılırken, kalan bölümü de kalkınma hamlelerini güçlendirecek olan altyapı ve reel sektör yatırımlarında kullanılmaktadır.

5.11.2009 tarihinde imzalanan ve halen yürürlükte bulunan 2010-12 dönemi “Ka-munun Etkinliği ve Özel Sektörün Rekabet Gücünün Artırılması Programı” kapsa-mında KKTC’ye 2.584 Milyon TL mali yardım yapılması öngörülmüştür. Buna ilave-ten, KKTC’ye denizaltından Boruyla Su ve Kabloyla Elektrik Götürme Projeleri için toplam maliyeti 700 Milyon TL olacağı tahmin edilen bir kaynak da ayrılmış bulun-maktadır. Programla, kamunun ekonomi içerisindeki payının azaltılarak, sürdürüle-bilir bir büyümeyi teminen özel sektöre dayalı, rekabet gücü yüksek bir ekonomik ortamın yaratılması hedeflenmiştir.

3

Grafik 4: Mahalli Bütçe

Kamunun ekonomik hayattaki ağırlığı büyüktür. KKTC merkezi bütçe giderleri GSMH’nın yüzde 50’sini oluşturmaktadır. Söz konusu giderlerin yaklaşık yüzde 80’i maaş ve maaş benzeri harcamalara gitmektedir.

2004 yılında mahallî açık (mahallî gelirler ve giderler arasındaki fark) 79 Milyon TL iken, 2010 yılında 493 Milyon TL’ye çıkmıştır. Gerekli önlemlerin alınmaması halinde bütçe açığının giderek artacağı öngörülmektedir.

Özel sektörün yeterince gelişememesi ve kamu harcamalarının önemli bir kısmının cari harcamalar için kullanılması tasarrufların yatırıma dönüşmesini zorlaştırmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti arasında Ekonomik ve Mali İşbirliği Protokolleri imzalanmakta ve iki ülke Teknik Heyetlerince söz konusu protokoller kapsamında yıllık programlar hazırlanmaktadır. Bu programlar Türkiye tarafından KKTC’ye yapılan katkıların etkin kullanılmasını sağlayarak, kamu maliyesini sağlam, kendine yetebilir hale getirmeyi, ekonominin ihtiyacı olan altyapıyı güçlendirmeyi ve KKTC ekonomisini sağlam ve rekabet edebilir bir düzeye getirmeyi hedeflemektedir. Uygulanan bu programların ortak içeriği ise, bütçe disiplininin sağlanması, bankacılık sektörünün etkinleştirilmesi, özel sektörün güçlendirilmesi (özellikle turizm ve yüksek öğretim sektörleri) ve kamu hizmetlerinin kalitesinin yükseltilmesinden oluşmaktadır.

Bu doğrultuda 2004 yılından itibaren Türkiye bütçesinden KKTC bütçesine aktarılan kaynaklar aşağıdaki grafikte olduğu gibi seyretmiştir:

Grafik 5: Türkiye Bütçesinden KKTC Bütçesine Aktarılan Kaynaklar

-­‐1000

0

1000

2000

3000

MİLYO

N  TL

Gelir   937 1042 1216 1628 1635 1578 1791 1907

Gider 1016 1193 1471 1796 2007 2200 2284 2490

Açık -­‐79 -­‐151 -­‐255 -­‐168 -­‐372 -­‐623 -­‐493 -­‐584

2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011T

T: Tadil

91193 150

219372

557475

350 300226

321 453 332

358

371

376530

494

0

100

200

300

400

500

600

700

800

900

1000

2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011P 2012P

MİL

YON

TL

Bütçe Açığına Katkı Diğer

Ekonomik kalkınmanın özel sektör eliyle yapılması için altyapı yatırımlarına ayrı-lan kamu kaynaklarının artırılması gerekmektedir. Bunun için kamu gelirlerinin ar-tırılması ve kamu harcamalarının rasyonelleştirilmesiyle birlikte, bütçe açıklarının azaltılmasının ve kamu borçlanma ihtiyacının en aza indirilmesinin sağlanması hedeflenmektedir. Böylece, Türkiye’den sağlanan ilave kaynakların cari bütçe açığı dışındaki alanlara tahsis edilerek, ekonomik kalkınmanın daha hızlı gerçekleştiril-mesi sağlanabilecektir. Bu hedef doğrultusunda, program dönemi boyunca kamu kesimi finansman açığının hızla kapatılmasına imkân verecek bir bütçe politikası izlenmesi ve kamunun ekonomi içindeki payının azaltılarak verimliliğinin artırılma-sı gerekmektedir.

Söz konusu program dönemi boyunca ulaşılması öngörülen hedeflerin bir kısmı gerçekleşirken, diğer bir kısmında ilerleme kaydedildiğini söylemek mümkün de-ğildir.

2. KKTC’de Yatırım Olanakları:

Ekonomisini genel olarak incelediğimiz KKTC’nin ekonomik alanda avantajları ve dezavantajları da yatırım olanaklarını önemli ölçüde etkilemektedir.

Yüksek eğitim seviyesinin sağladığı zengin beşeri sermaye potansiyeli; eğitim ada-sı oluşturma hedefiyle kurulan üniversitelerde işletmelere verilen teknik destek ve sağlanan işgücü potansiyeli, tarım ve turizm için elverişli coğrafi konum ve iklim şartları ve Türkiye’nin vermiş olduğu destekler önemli avantajlar olarak görülmek-tedir.

Öte yandan, elektrik, su ve ulaşım gibi sorunların getirdiği altyapı eksikliği, işlet-meleri rekabet noktasında zorlayan yüksek girdi maliyetleri, yüksek faiz oranların-dan ve ipotek işlemlerinde yaşanan sorunlardan kaynaklanan finansman sıkıntısı, oldukça küçük olan ölçek sebebiyle ara eleman sağlayıcı yatırımların yapılamaması nedeniyle ortaya çıkan ara eleman eksikliği dezavantajlar olarak ele alınmaktadır.

Bu sorunları aşmaya yönelik, 2010-2012 Dönemi “Kamunun Etkinliğinin ve Özel Sektörün Rekabet Gücünün Artırılması Programı”yla çözümler geliştirilmiş ve çö-zümlere ilişkin önemli adımlar atılmıştır. Örneğin, Türkiye’den getirilecek su ve elektrik bu doğrultuda projelendirilmiş ve hayata geçirilmeye başlanmıştır.

KKTC’de yatırım yapmak isteyen girişimcilere, yerli ya da yabancı yatırımcı olup olmadığına bakılmaksızın, Devlet Planlama Örgütü tarafından Teşvik Belgesi veril-mek suretiyle yatırım teşvikleri uygulanmaktadır.

KKTC’de 2010 yılı itibariyle 400 Milyon Dolar kaynak sağlayarak ve kalkınmada öncü rol oynayan, 17.000 kişilik gecelik konaklama kapasitesi ve alternatif turizm olanak-larıyla turizm sektörü, 43.000 öğrenci kapasitesiyle önemli avantaj olarak görülen

Page 116: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

219

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

218

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. yükseköğretim sektörü, özellikle Türkiye’den su getirme projesinin de tamamlan-

masıyla hızla verimliliği artacak tarım sektörü ve güneş enerjisine yönelik projeler uygun yatırım alanları olarak değerlendirilmektedir.

Sonuç

Görüleceği üzere KKTC ekonomisi, uygulanan ambargolar ve izolasyonlarla maruz bırakıldığı tüm olumsuzluklara rağmen çalışmanın kapsadığı dönemde önemli gelişme göstermiştir. Bunda izlenen ekonomik politikalar yanında, Türkiye Cum-huriyeti hükümetlerinin yaptıkları mali katkıların önemli rol oynadığı yadsınamaz. Önümüzdeki dönemde KKTC ekonomisi için iyimser beklentilerin olduğu düşünül-mektedir. Türkiye’den götürülecek su ve elektrik projeleri gibi önemli altyapı proje-lerinin hayata geçirilmesi yanında, kamunun sağlam bir finansman yapısına kavuş-ması ve rekabetçi bir piyasa ekonomisine ağırlık veren politikalarla ülkenin kendi ayakları üzerinde durabilecek hale gelebileceği ümit edilmektedir.

Kaynakça

“2010-2012 Dönemi Kamunun Etkinliğinin ve Özel Sektörün Rekabet Gücünün Artırılması Programı”, 5/11/2009 Tarihli Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhu-riyeti Hükümeti Arasında Ekonomik ve Malî İşbirliği Protokolü, 5 Kasım 2009.

“2009 Yılı Faaliyet Raporu”, T.C. Lefkoşa Büyükelçiliği, Yardım Heyeti Başkanlığı, Haziran 2010.

“KKTC Gelecek Stratejileri Sonuç Raporu”, Paragraf Basım, DEİK, TEB Mayıs 2010.

KKTC Devlet Planlama Örgütü Web Sitesi, www.devplan.org.

Kıbrıs Türk Ticaret Odası Web Sitesi, www.ktto.net.

T.C. 2011 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu.

KKTC 2011 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu.

Hikmet EREN / Avrasya Ekonomik İlişkiler Derneği BaşkanıFevzi TANPINAR / K.K.T.C. Dış Basın Birliği Başkanı

SONUÇ BİLDİRİSİ

KAMUOYUNA DUYURULUR

Aşağıda yer alan görüş, düşünce ve öneriler, Avrasya Ekonomik İlişkiler Derneği ve K.K.T.C. Dış Basın Birliğince organize edilen; 5 Mart 2011 tarihinde merkezi Ankara’da bulunan TÜRK-SOY Genel Sekreterliği konferans salonunda gerçekleştirilen, Başbakan Yardımcımız ve Dev-let Bakanımız Sayın Cemil Çiçek, K.K.T.C. Dışişleri Bakanımız Sayın Hüseyin Özgürgün, siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin, konusunda uzman ve akademisyen-lerin katılımı ile tamamlanan “2011’de K.K.T.C. Fırsatlar ve Tehditler Çalıştayı”nda kabul edilen sonuç bildirisini teşkil etmektedir.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti jeopolitik ve stratejik konumu ile farklı bölgeler arasında güç dengelerini değiştirebilecek potansiyele sahiptir. K.K.T.C.’nin ayakları üzerinde durabilen, geleceğe umutla bakabilen ve hatta Türkiye’ye diplomatik ve ekonomik zeminde bir takım avantajlar sağlayabilen bir konuma yükselmesi varılması gereken nihai hedef olarak algılan-malıdır. Ancak tarihi süreç içerisinde Türk devlet ve topluluklarının benzer sebep ve sonuç-larla karşılaştığı görülmektedir. Acaba “tarih tekerrürden ibarettir” sözü neden her zaman Türklerin egemenliklerini kaybetmesiyle kolayca özdeşleştirilebilmektedir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde Cumhurbaşkanlığı yapmış bir kişinin “Egemenlik uğrunda ölünecek Leyla değildir.” şeklinde sözleriyle ada üzerinde hala söz sahibi olabilmesi egemenlik kavramının boyutları içerisinde değerlendirilmesi gerekmektedir.

Diğer yandan Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti insan dokusu, tarihsel gelişim sü-reci ve her açıdan aynı hedeflere yürüyen devlet mekanizması ile ayrılmaz bir bütündür. Son günlerde meydana gelen üzücü ve düşündürücü olayların bu birlikteliğe zarar vermesi mümkün değildir. Kaldı ki meydana gelen gelişmeler hepimiz açısından önemli bir fırsat ya-ratmıştır. Şimdi karşılıklı olarak özeleştiri yapmanın ve eksikliklerimizi gidermenin en uygun zamanıdır. Bu çerçevede aşağıdaki temel başlıklar halinde iki ülke ilişkilerinin sağlam bir ze-mine oturtulması sağlanmalıdır:

• Öncelikle K.K.T.C.’nin geleceğine ilişkin planların ve olması gerekenlerin netleştirilmesi ve adanın bütününü içeren Annan Planı, AB üyeliği ve Müzakereler gibi hususların açık-lığa kavuşturulması gerekmektedir.

Page 117: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

221220

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. “2011’de K.K.T.C. Çalıştayı” Ankara’da Gerçekleştirildi

Avrasya Ekonomik İlişkiler Derneği ile K.K.T.C. Dış Basın Birliği’nin ortaklaşa düzenlediği 2011’de K.K.T.C. Çalıştayı “Fırsatlar ve Tehditler” 5 Mart 2011 tarihinde Ankara’da TÜRKSOY Genel Sekreterliği’nde gerçekleşti.

Fotoğraf Sanatçısı, Başbakan E. Başmüşaviri Zeynel Yeşilay’ın “Sonsuz Bir Şiir Kuzey Kıbrıs” başlıklı mültivizyon sunumu ile başlayan çalıştayın açılış konuşmaları Avrasya Ekonomik İliş-kiler Derneği Başkanı Hikmet EREN ve K.K.T.C. Dış Basın Birliği Başkanı Fevzi TANPINAR tara-fından gerçekleştirildi. Eren, K.K.T.C.’nin uluslararası alanda hak ettiği yere gelmesi için ça-lıştıklarını kaydederken, Tanpınar da Kuzey Kıbrıs’taki “belleksizleştirme” çabalarına değindi.Açılış konuşmalarının ardından TÜRKSOY Genel Sekreteri Düsen KASEİNOV, Balıkesir Millet-vekili Hüseyin PAZARCI, K.K.T.C. Dışişleri Bakanı Hüseyin ÖZGÜRGÜN ve T.C. Başbakan Yar-dımcısı Cemil ÇİÇEK protokol konuşmaları yaptılar.

K.K.T.C. Dışişleri Bakanı Özgürgün konuşmasında, “Anavatan Türkiye’nin desteğiyle K.K.T.C. son 10 yılda önemli mesafe kat etmiş, halkımızın refah seviyesinde ilerleme olmuştur” dedi. Son dönemlerde gelişen olaylara da değinen Özgürgün, Türkiye ile K.K.T.C. arasına nifak sok-maya çalışan çevreler olduğuna değinerek, Türkiye Cumhuriyeti ile K.K.T.C.’nin arasına kim-senin giremeyeceğini ifade etti. Özgürgün, “Anavatan ile K.K.T.C. elle elle, gönül gönüle daha mutlu günlere yürümeye devam edecektir. Kimse de buna engel olamaz. Türkiye’nin 2011 yılını K.K.T.C. yılı olarak ilan etmesi de Türkiye’nin Kıbrıs halkının kalkınmasına verdiği önemin bir kanıtıdır” dedi.

T.C. Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek ise Kıbrıs konusunun Türkiye’deki tüm iktidarlar için millî ve partiler üstü bir mesele olduğunun altını çizerek şunları söyledi: “Te-razinin bir kefesine AB üyeliğini, bir kefesine de K.K.T.C.’yi koysalar, biz bin defa K.K.T.C.’yi tercih ederiz. AB olsa da olur, olmasa da olur. Türkiyesiz AB bir siyasî güç olamaz. Geleceği şüpheli bir kurum için K.K.T.C.’nin hak ve menfaatlerinden fedakârlık yapmayız. AB sürecinde Kıbrıs’tan dolayı fiilî bir tıkanma var. Ama biz bunun bedelini ödemeye hazırız.”

Protokol konuşmalarının ardından oturumlara geçildi. TÜRKSOY Genel Sekreter Yardımcısı Doç. Dr. Fırat PURTAŞ’ın yönettiği ilk oturumda, K.K.T.C. Cumhurbaşkanlığı eski Müsteşarı Er-gün OLGUN, K.K.T.C. Meclis eski Başkanı İsmail BOZKURT, Uludağ Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kamuran REÇBER, Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Soyalp TAMÇELİK, Atılım Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ulvi KESER ve K.K.T.C. Dış Basın Birliği Başkanı Fevzi TAN-PINAR birer konuşma yaptılar.

Ahi Evran Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Kürşad ZORLU başkanlığında gerçekleşen ikinci oturumda ise K.K.T.C. YÖDAK Üyesi Prof. Dr. Umay Türkeş GÜNAY, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selahattin TURAN, Giresun Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Abbas KARAAĞAÇLI, Abant İzzet Baysal Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Âdem KARA, Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Sibel AKGÜN, Kıbrıs Vakıflar İdaresi eski Genel Müdürü Taner DERVİŞ ve T.C. Başbakanlık Kıbrıs İşleri Müşavirliği Kıbrıs uzmanları Özgür ÜÇKUŞ ve Bilâl KENDİRCİ birer konuşma yaptılar. Oturumların ardından ise Müzakereler ve Sonuç Bildirgesi açıklandı.

• K.K.T.C. üzerinde uygulanan ambargoların kaldırılması konusunda mutabakat sağlama-lı, bütün faaliyetler sistemli ve uyumlu biçimde sürdürülmelidir.

• Medya üzerinden diyalog ve bilgi aktarımı yerine devletin ilgili mekanizmaları etkinleş-tirilmelidir.

• K.K.T.C.’nin tanıtımı için her iki ülkeden seçilen ve konusunda uzman bir kadro oluşturu-larak gerekli bütçe desteği ile lobi faaliyetleri daha dinamik hale getirilmelidir.

• K.K.T.C.’nin yer altı kaynakları konusunda Türkiye Enerji Bakanlığı inisiyatif alarak bugü-ne kadar netleştirilememiş konular üzerinde ivedi olarak teknik çalışmalar gerçekleştir-melidir.

• K.K.T.C. ve Türkiye haklarının birbirlerini daha iyi tanımaları ve belleksizleştirme girişim-lerine karşı sosyo-kültürel faaliyetlere destek verilmelidir.

• Türk Dünyasından ve Türkiye üzerinden transfer olmak üzere Turist getirilmesi sağlan-malıdır. Bu rakamın 100 binler seviyesine ulaşabilmesi mümkündür.

• Türkiye’nin sağladığı mali yardımların günün koşullarına, akıl ve bilime uygun yollarla kullanılması meselesi gerekli yasal düzenlemelerle sürekli hale getirilmelidir.

• K.K.T.C. kamu kesimi harcamaları gözden geçirilmeli, verimlilik çalışmaları uygulamaya konulmalı ve tasarruf politikası vazgeçilmez bir ilke olarak görülmelidir.

• Bir ülkedeki eğitim sisteminin durumu nesillerin devamlılığının sağlanması ve bireylerin özyönetim erkinliğine sahip olabilmesi için vazgeçilmez bir unsurdur. Ayrıca Türkiye ve K.K.T.C. halklarının bütünleşebilmesi, algı farklılıklarının uyumlaştırılabilmesi ve iletişim bozukluklarının giderilebilmesi bakımından da dünyadaki değişime duyarlı bir eğitim sisteminin oluşturulması beklenmelidir. Kök değerlerinden koparılmış ve yabancılaş-maya açık müfredat ve yaklaşımların K.K.T.C.’nin geleceği için belleksizleştirme politika-larına zemin hazırlayacağı çok açıktır.

• Son dönemde ada genelindeki vakıflardan kaynaklanan mülkiyet ve tazminat hakları-nın yeterince korunmadığı anlaşılmaktadır. Kıbrıs Türk önerilerinde, ada genelinde var olan vakıflara sahip çıkılmamış olması Kıbrıs Türk Halkının mülkiyet ve tazminat hakla-rının kendi öz siyasi iradesi ile heba edilmesi anlamına gelmektedir. 1878 tarihinden iti-baren hukuk kuralları, insan hakları ve adalet ilkelerine aykırı bir şekilde gaspedilmiş va-kıf emlakten kaynaklanan mülkiyet ve tazminat hakları kapsamlı ve ayrıntılı bir şekilde talep edilmelidir. Sömürge idaresi dönemi ile Ortak Cumhuriyet döneminde Anayasal statüde tanınmış ve korunmuş vakıf hükümleri kapsamlı ve ayrıntılı  bir şekilde  ortaya konmalıdır. Bu sebeple böylesine önemli davaların yetersiz bilgiye sahip hukukçu ve uzmanlar tarafından değil konuya bütüncül açıdan bakabilen deneyimli ve müzakere gücü yüksek bireylerce sürdürülmesi kaçınılmaz bir gerekliliktir. Türk yetkili makamları-nın kazanabileceğimiz davaların hangi sebep ve eksikliklerle kaybedildiğini araştırması, bunun için soruşturma başlatılması, sorumluların belirlenmesi ve düzeltici tedbirlerin alınması zamanı çoktan gelmiştir.

• Avrupa Birliği’nin Türkiye ve K.K.T.C.’yi birliğe almak gibi bir niyetinin olmadığı görül-mektedir. Zira AB dönem başkanlığını alacak olan Güney Kıbrıs’ın daha da güçlenerek AB nezdindeki olumsuz etkisini artıracağı açıktır. Bu sebeple K.K.T.C. üzerindeki am-bargoların bu ve benzeri yollarla kaldırılmasının mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. K.K.T.C.’nin ekonomik açıdan güçlenmesi, sürdürülebilir rekabet şartlarına kavuşması-nın adanın gelecekteki konumu açısından da önemlidir. Türkiye ve K.K.T.C.’nin bu duru-ma hazırlıklı olarak kalıcı ekonomik çözümleri hayata geçirmesi gereklidir.

Saygılarımızla…5 Mart 2011

ANKARA

Page 118: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

223

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

Program

2011’DE K.K.T.C. ÇALIŞTAYI’’Fırsatlar ve Tehditler’’ 5 Mart 2011 / ANKARA

10.00–10.30 Açılış ve Protokol Konuşmaları

Hikmet EREN, Avrasya Ekonomik İlişkiler Derneği Başkanı

Fevzi TANPINAR, K.K.T.C. Dış Basın Birliği Başkanı

Hüseyin PAZARCI, Balıkesir Milletvekili

Hüseyin ÖZGÜRGÜN, K.K.T.C. Dışişleri ve Savunma Bakanı

Cemil ÇİÇEK, T.C. Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı

10.30–10.45 Kahve Molası

10.45–13.00 I. Oturum

Başkan: Doç. Dr. Fırat PURTAŞ, TÜRKSOY Genel Sekreter Yrd.

Ergün OLGUN, K.K.T.C. Cumhurbaşkanlığı Eski Müsteşarı ’’Kıbrıs’ta Görüşme Sürecinin Son Durumu’’

İsmail BOZKURT, K.K.T.C. Meclis Eski Başkanı ’’Kıbrıs Türk Halkının Var Oluş Savaşımı ve Devletleşme Süreci’’

Prof. Dr. Kamuran REÇBER, Uludağ Üniversitesi Öğretim Üyesi ’’Ek Protokol’ün Türkiye Tarafından Onaylanmamasının K.K.T.C. Açısın-

dan Yarattığı veya Yaratacağı Sorunlar”

K.K.T.C. Dış Basın Birliği

Page 119: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

225224

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C. Doç. Dr. Ulvi KESER, Atılım Üniversitesi Öğretim Üyesi

’’Kıbrıs’ta Yeraltı Faaliyetleri ve Türk Mukavemet Teşkilâtı”

Doç. Dr. Soyalp TAMÇELİK, Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi ’’Kıbrıs’ta Birleşmiş Milletlerin Çözüm Plânlarına Göre Garantiler Meselesi”

Fevzi TANPINAR, K.K.T.C. Dış Basın Birliği Başkanı ’’Kıbrıs Türk İnsanında Yaşanan Ulusal Belleksizleştirme” 13.00-.13.30 İkram

13.30–15.30 II. Oturum Başkan: Yrd. Doç. Dr. Kürşad ZORLU, Ahi Evran Üniversitesi Öğretim Üyesi

Prof. Dr. Umay Türkeş GÜNAY, K.K.T.C. YÖDAK Üyesi ’’Meselelere, Batılı Kurumlar, Kurallar, Kavramlar ve Anlayış Açısından

Bakış Tartışılmalıdır”

Yrd. Doç. Dr. Abbas KARAAĞAÇLI, Giresun Üniversitesi Öğretim Üyesi ’’K.K.T.C.’nin Orta Asya ve İran’da Tanıtılması’’

Doç. Dr. Âdem KARA, Abant İzzet Baysal Üniversitesi Öğretim Üyesi ’’1909 Adana Olayları ve Kıbrıs Ermenileri”

Taner DERVİŞ, Kıbrıs Vakıflar İdaresi Eski Genel Müdürü ’’Kıbrıs’ta Vakıflar İdaresinin Statüsü ve Stratejik Önemi’’

Yrd. Doç. Dr. Sibel AKGÜN, Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi ’’İngiliz Sömürge Yönetimine Karşı Kıbrıs Türk Toplumunun Tepkisi”

Gökhan GÜLER, K.K.T.C. Meclis Başkanı Özel Müdürü ’’K.K.T.C. İçin Yeni Fırsat Algılamaları”

Özgür ÜÇKUŞ ve Bilâl KENDİRCİ, T.C. Başbakanlık Kıbrıs İşleri Müşa-virliği Kıbrıs Uzmanları

’’K.K.T.C.’nin Ekonomik Yapısı ve Potansiyel Yatırım Alanları’’

15.30–16.00 Kahve Molası

16.00–17.00 Müzakereler ve Sonuç Bildirgesi

Yer: TÜRKSOY Genel Sekreterliği, Ferit Recai Ertuğrul Cad. No: 8 Oran / ANKARATarih: 05 Mart 2011 (Cumartesi)Saat: 10.00

Cemil ÇİÇEK T.C. Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı

Hüseyin ÖZGÜRGÜNK.K.T.C. Dışişleri ve Savunma Bakanı

Page 120: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

227226

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

Prof. Dr. Hüseyin PAZARCIBalıkesir Milletvekili

Düsen KASEİNOVTÜRKSOY Genel Sekreteri

Hikmet ERENAvrasya Ekonomik İlişkiler Derneği

Yönetim Kurulu Başkanı

Fevzi TANPINARK.K.T.C. Dış Basın Birliği Başkanı

Page 121: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

229228

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.

Doç. Dr. Soyalp TAMÇELİKGazi Üniversitesi Öğretim Üyesi

Page 122: “Fırsatlar ve Tehditler” - EkoAvrasya

230

2011

Yılı

nda

K.K.

T.C.