64
TEZAT TV : Bu dizi Birand’a veda etmeden izlenmez! GENÇLİK DERGİSİ MAYIS 2012 • SAYI: 3 Hadi Yine İyiyiz: 90’LARIN “TOP 20 LİSTESİ”Nİ KARIŞTIRDIK EĞİTİM SİSTEMİ ONLARI NASIL TİYATROCU YAPTI? TWITTER SOKAĞINDAKİ PAZARCILAR NE SATIYOR? GENÇLİK OSMANLISINI KEŞFEDİYOR Ezel Akay GencizBiz İçin Yazdı: TARİHİMİZ MEZARI BELİRSİZ BİR ÖLÜDÜR

Genciz Biz Mayıs 2012

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Üsküdar Belediyesi Aylık Gençlik Dergisi Mayıs 2012 Sayı: 3

Citation preview

Page 1: Genciz Biz Mayıs 2012

TEZAT TV : Bu dizi Birand’a veda etmeden izlenmez!

GENÇLİK DERGİSİ

MAYIS 2012 • SAYI: 3

MAY

IS 2

012

• SA

YI: 3

Hadi Yine İyiyiz:90’LARIN“TOP 20 LİSTESİ”NİKARIŞTIRDIK

EĞİTİM SİSTEMİ ONLARI NASIL TİYATROCU YAPTI?

TWITTER SOKAĞINDAKİ PAZARCILAR NE SATIYOR?

GENÇLİKOSMANLISINI KEŞFEDİYOR

Ezel AkayGencizBiz İçin Yazdı:

TARİHİMİZMEZARI

BELİRSİZBİR ÖLÜDÜR

Page 2: Genciz Biz Mayıs 2012
Page 3: Genciz Biz Mayıs 2012

Bu sayı bizim için zıtların buluşturulması gibi bir şey oldu diyebilirim. Yüzü geleceğe dönük gençleri geç-mişle, tarihle buluşturarak bir nostalji sayısına

dönüştürdük farkında olmadan GencizBiz’i...

3’üncü sayımızın dosya konusu bu sayıya yön veren tüm çalışmaların mihengi oldu. Dizilerle başlayan tarih me-rakı, filmlerle, kitaplarla, tartışma programlarıyla birlikte hepimizi içine aldı. Bu merak daha çok Osmanlı Tarihi üzerinde yoğunlaştı. Geçmişiyle ilgilenmeyen gençler müzeleri gezmeye başladı. Biz de bu tarih merakını ince-lemek istedik ve vurduk kendimizi yollara. Kocaeli Seka Park Film Platosu’na gittik. Ve düşündüğümüzden daha ilginç dosya çıktı karşımıza.

Bu sayı sadece dosya konusu ile değil, 90’larda müzik çalışması ile de yakın geçmişe götürüyor bizi. Bazı prog-ramların konseptinde yer alan, sosyal medyada çokça ko- nuşulan 90’lı yıllardaki müzikler, klipler bu sefer de bizim elimizden okuyucu ile buluşsun istedik ve çok renkli bir sayfa çıktı Ümit Aksoy’un kaleminden.

Sosyal medya demişken, biliyoruz ki gençlerin dünyası ar-tık internet üzerinden akıyor. Bunda en önemli pay sahibi ise sosyal medya. Facebook ile başlayan bu tutku yerini twitter’a bırakmış durumda. M. Zübeyir Koçulu, “Retweet” dosyası ile twitter dünyasının bilinmeyenlerini mecrayı kullanmaya yeni başlayanlar için açtı.

Üsküdar Belediyesi sporcusu Avrupa Atletizm 3’üncüsü Aslı Çakır ise Fotoroman konuğumuz. Çakır’la başarıları-nı ve özel hayatına dair ilginç detayları konuştuk. Ha-lit Ömer Camcı baharı ardımızda bırakıp yaza girdiğimiz şu günlerde Dünya’nın dört bir yanından çektiği bisiklet fotoğraflarıyla çocukluğumuza doğru yolculuğa çıkaracak hepimizi. Dedik ya bu sayı biraz da nostalji sayısı...

İsmihan ŞİMŞEK

İmtİyaz SahİbİMustafa Kara

yayın DanışmanıHasan Ekmen

yayın yönetmenİİsmihan Şimşek

yayın KuruluAyşe Şahinboy DoğanM. Zübeyir KoçuluGülizar SönmezErsin ÇelikHalit Ömer CamcıÜmit Aksoy

muhabİrlerAyşegül DumanPınar Hilal BaltaBünyamin Uzuncan

GrafİK&taSarımOrigami Reklam0544 792 91 93

aDreSBurhaniye Mah. Genç Osman Sk. No:13 P.K. 34676 Üsküdar / İstanbul

telefon0216 557 71 98

maı[email protected]

baSKıDergah Ofset0212 489 33 33

Page 4: Genciz Biz Mayıs 2012

2 Mayıs 2012

i ç i n d e k i l e r

Gençlik Osmanlısını Keşfediyor

4

90'lar... 90'lar...Kişisel BirTürkiye Tarihi

Her dönemin kendini ait bir takım özellikleri, “fark yaratan” anları/adamları var. Bu, 90’lar içinde aynen geçerli.

18

Henüz 18'inde Ama Lezzet Ondan Soruluyor:Emine KARASU

22

Çizginin DayanılmazGücü: İllüstrasyonİllüstratör Cemile AĞAÇ: Kurşun kalem sesini çıkartabilecek cihaz icat edilene kadar elle çizeceğim

34

Page 5: Genciz Biz Mayıs 2012

3Mayıs 2012

MUSTAFA KARAGeçmişe Geliş, Geleceğe Dönüş!Hayatımızı hâkimiyetine alan bu ürünler bizleri öyle bir bireyselleştirdi ki, her birimizi yalnızlaşmaya, toplumla ve kendimizle yabancılaşmaya sürükledi.

42

Retweetçi Geldi Haanıım!!!Mutlaka dikkatinizi çekmiştir. Son günlerde Twitter âleminde sokak pazarcılarına benzeyen kullanıcılar türedi. Retweetçiler, özlü sözcüler, espritüel ikoncanlar, ünlüleri göz hapsinde tutan hesap avcıları… Hepsinin amacı belli: Daha fazla takipçi sayısına ulaşmak.

10

Her Yaştan Çocukların Bineği:BİSİKLET

12

Ucuz Eğitimin Zor Adresi: KIBRIS32

Hep O Şarkı:SESSİZ VE KEDERLİ

28

Tiyatroda Yeni Soluk:DOĞU YAKASI

38

Aslı Çakır ALPTEKİN:KOŞMAK BENİM HERŞEYİM

44

Kezban Teyze'nin Oltasındaki Huzur54

TEZAT TV48KISA FİLM50BİLİŞİM52

GENÇLİK AJANDASI56

Fukarının Ekmeği;Yılan ve SalyangozFakir için hastalık bir lükstür. Ve hastalığının bertaraf yolları da bellidir; ilaç hep aynıdır. Başı gözü yarılsa, nefesi boğazına takılsa, eline kıymık batsa, burnu kanasa..vs. içeceği ilaç “gripin”dir! Dolabında o vardır her daim ve sancısına iyi gelsin gelmesin onu içmek mahkûmiyetidir.

16

Pasaportunuz mu Var,Gidin Durmayın!Pasaportum var, hayalim var…Görülecek çok yer var, vaktim var…Sırt çantam var…

26

Page 6: Genciz Biz Mayıs 2012

4 Mayıs 2012

İSMİHAN ŞİMŞEKAKTÜEL

Sokaktan geçen lise mezunu herhangi birine 12 yıl boyunca öğretilen tarih dersinden bir soru yöneltseniz, ne kadar doğru bilgi alabilirsiniz? Diğer taraftan son yıllarda tarihi dizileri, tarih

romanları ve tarih konuşulan programların artması asırlar öncesini öğrenmeye dönük

merakımızın da artmasına neden oldu. Peki okulda doğru düzgün öğretilmeyen tarihimizin, reyting ve tiraj kaygısıyla üretilen yapıtlardan

öğrenilmesi ne kadar doğru?

GençlikOsmanlısını

Keşfediyor

Page 7: Genciz Biz Mayıs 2012

5Mayıs 2012

Tarih deyince birçoğumuzun yüzü buruşuyor değil mi? Bunda okulda öğretilmeyip papağan gibi ezber yaptırı-lan resmi tarihin, tarih hocalarının ve tarihi yaşayan bir kavramdan çok ölü bir geçmiş olarak zihnimize kazıyan kaynak ve metinlerin payı büyük. Tarih derslerinin çoğunu kitaptaki metni aynen okuyarak geçiren öğretmenlerin ol-duğu ve başka bir bakış açısına izin vermeyen resmi tarih dogmasının hakim olduğu bir eğitim anlayışıyla ancak bu kadar oluyor demek ki.

TARİHİ BİLMEYEN SAYGI DUYAR MI?

Türk toplumunun tarihe bu denli yabancılaşmış olması bizlerin tarih merakını da bir nebze açıklar. Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren sürdürülen devlet politikası, gerçek yaşanmışlık olarak tarihi tehlikeli ve manipülasyona açık bir alan olarak sunarken, onu resmi ideolojiye uygun bir masallar dizgesiyle ikame etti.

Masal haline dönüşen tarih sizin ondan kopmanızı daha da kolaylaştırır. Sadece bir araç haline gelir. Tarih anlama-nız ve yüzleşmeniz gereken bir gerçeklik olmaktan çıkar. Gerçeklikten çıkan tarih ise gerçeklikle ahlaki anlamda he-saplaşması pek mümkün olmadığı için, uluslararası planda muhatap alınması ve saygı görmesi de olanaksız.

İnsanın saygısı farkındalık ve ilgiyle doğru orantılıdır. So-kaktan geçen asgari lise mezunu herhangi bir insana 12 yıl boyunca öğretilen tarihi tekrar bilgilerden bir soru yö-neltin bakalım, ne kadar doğru bilgi alabileceksiniz? Bu

ilgisizlikten tarihe sahip çıkan, saygı duyan bir toplum nasıl bekleyeceksiniz? Tarihi, olaylar örgüsünden çıkarıp bugüne taşıyabilmek çok kolay değil elbet. Özellikle okuma kültüründen ziyade, dinleme ve görme ile öğrenen Türkler açısından bunun gerçekleşebilmesi ancak sanat yoluyla olabilir gibi görünüyor. Ya tarihi hikâyeleştireceksiniz, ya da tv, sinema yoluyla alıcısıyla buluşturacaksınız. “Öğrete-bilme” açısından en kolay yol bu; “Görsellik.”

DİZİLERDEN SONRA…

Özellikle son yıllarda tarihi dizilerin ve programların art-ması tarihi öğrenmeye dönük merakımızın da artmasına neden oldu. Dizilerde süregelen olayların ve verilen bilgi-lerin doğruluğunu yanlışlığını bir kenara bırakırsak toplum üzerindeki etkisinin geldiği noktayı inceleyebiliriz.

Osmanlının torunları olarak bugüne kadar merak etme-diğimiz saray hayatı, savaşlar, Osmanlının sosyal, askeri hayatı gibi alanlar adeta ilk defa karşılaşıyormuşçasına cezp etmeye başladı herkesi. Dizisini izleyen kitapçılara, kitabını okuyan müzelere gitmeye başladı. Lisede tarih ki-taplarının yüzüne bakmayan Türk halkı “Kanuni dönemiyle ilgili kitap var mı?” diye kitapçılarda dolanır oldu. Bü-tün bunların üstüne tarih müzelerine, özellikle de Topkapı Sarayı’na olan ziyaretçi sayısında ciddi bir artış olduğu belirtiliyor. Diziler eleştirilerin hedefi olsa da halkın ta-rih ilgisine, yayıncılık sektörüne yaptığı katkı kadar arka planda bizim görmediğimiz başka sektörlerin de canlan-masına, ortaya çıkmasına sebep oldu.

Page 8: Genciz Biz Mayıs 2012

6 Mayıs 2012

AKTÜEL

İşte padişahın devlet toplantılarını yaptığı divan makamı

Ahmet YeşiltepeGazeteci/ NTV “Tarih Konuşmaları”

Programının Moderatörü

Son dönemde Osmanlı’ya olan ilginin derin tecessüsle buluşması; tarih çalışmalarında yet-kin, birikim sahibi isimlerin ürünlerine “geç-mişe kıyasla” daha çok ilgi gösterilmesi umut verici.

Ayrıca, Osmanlı’nın devlet nizamı, ideolojik ay-gıtları ve askeri yapılanması gibi konularda do-yurucu çalışmalara artık daha fazla rastlıyoruz. Doğrusu, beni heyecanlandıran bu; Osmanlı’ya ilginin hamasetten uzak, anlamaya yönelik ta-rafı. Diğer yönelimleri hayatımın dışında tutu-yorum, çünkü bir mirasın parçası olarak kabul edeceğim her şeyi öncelikle “anlamak” zorun-dayım.

Lakin sorun da burada; akademik tabanlı, son derece nitelikli çalışmaların yanında sadece sembol ve sloganlar üzerinden yapılan “popü-ler üretim”. Bu tarz çalışmalara karşı değilim, fakat “aslına ve özüne” sadık olmayan fabrikas-yon işler Osmanlı hakkında yapılan doğru çalış-maları baltalıyor. Sanırım “tarihine ilgi duyan bir nesil” yetiştirdiğimizi düşünürken, aslında “tarihini yanlış bilen” bir nesil yetiştiriyoruz. Bilimsel araştırma ve çalışmalarını ölçüt kabul ettiğimiz isimlerin yönlendirmelerine şimdi daha çok ihtiyacımız var.

TARİHİNİ YANLIŞ BİLEN NESİL YETİŞTİRİYORUZ

Page 9: Genciz Biz Mayıs 2012

7Mayıs 2012

TALEP OLUNCA ŞEHİR BİLE KURULUYOR!

Tarihi diziler diğer dizilere oranla çok büyük bütçelerle çekiliyor. Dekorunun yanı sıra kullanılan kostümler ve takılara ciddi harcamalar yapılıyor. Hem dizi setini ince-lemek, hem de merak ettiğimiz diğer konuları öğrenmek için TRT’de yayınlanan “Bir Zamanlar Osmanlı - Kıyam” dizisinin Kocaeli’ndeki platosuna gittik geçtiğimiz gün-lerde. Kocaeli Seka Park’ta kurulan plato adeta bir kasaba gibi inşa edilmiş. Saray dekorlarının yanı sıra sokaklarıyla, meydanlarıyla bir yaşam alanı kurulmuş buraya. Aynı anda 5 film çekilecek kapasitede olan plato için "Türkiye'nin dünya sinema sektöründe söz sahibi olması için atılan en büyük adım" yorumu yapılıyor. Önümüzdeki ay yeni bir Osmanlı dönem dizisinin çekileceği platonun Hollywood ve Avrupalı film şirketlerine kiralanması da söz konusu.

Cumbalı evlerin bulunduğu Arnavut kaldırımı döşenmiş so-kaklarında dolaşırken, Osmanlı dönemine ışınlanmış gibi hissettiren plato için, gıdadan ulaşıma, inşaat malzeme-sinden işçilik hizmetlerine kadar 11 ay gibi kısa bir sürede 12 milyon dolar harcanmış. Dekorlar gerçeğe öyle yakın duruyor ki elinizle dokunana kadar sütunların köpük, mer-mer çeşmelerin suntadan olduğunu fark etmiyorsunuz bile!

Dizi setinde; 17 dahili mekan dekoru, Osmanlı sokakları ile Osmanlı Meydanı, dış mekanlar ve 15 at kapasiteli çiftlik de bulunuyor. 260 dönüm arazi üzerinde 100 dönüm kapalı alana sahip platoda; marangozhane, demir atölyesi ve bo-yahanenin dışında konfeksiyon, deri ve döşeme atölyeleri de var. Buralarda ise 3 marangoz, 2 demir ustası, 3 boya ustası ve 3 de aksesuar ustası çalışıyor.

260 dönüm arazi üzerindeki platonun 100 dönümü kapalı alan

260 dönüm arazi üzerindeki platonun 100 dönümü kapalı alan Tarihi çeşmeler suntadan, kervansaray direkleri köpükten

Page 10: Genciz Biz Mayıs 2012

8 Mayıs 2012

OSMANLI KIYAFETLERİ ÜRETEN ATöLYE KURULDU

400 metrekarelik alana kurulan kostüm atölyesi de pla-tonun Hollywood’daki platolarla eşdeğer olduğun göste-riyor. 5 kişilik tasarım ekibinin başında olduğu 10 terzi, 1 nakış ustası, 1 deri ustası çalışıyor atölyede. Burada dikilen padişah ve sultan kostümlerinin maliyeti ise 2 bin ile 3 bin TL arasında değişiyor. Kıyafetlerdeki işlemeler tek tek nakış makinesiyle yapılıyor. Özel tasarımlar dahil olmak üzere yüzlerce takı oyuncuların üzerinde göz dol-duruyor.

VE SİNEMADA “TARİH YAZILIYOR”

Diziler terzisinden, demir ustasına birçok kişinin iş bulma-sına neden olurken dizilere olan bu yoğun ilginin farkına varan yapımcılar da atağa geçerek sinema filmi çekmeye başladılar. 18,2 milyon dolara çekilen Fetih 1453 filmi 6 milyonu aşan izleyicisiyle filme harcanan paranın kat kat üstünde bir hasılat elde etti. Güney Kore'den Tayvan'a, Brezilya'ya kadar sinema salonlarında gösterimi satıldı. Batı ülkelerinde filmin gösterilmesi tarihi bir yönlendirme de yapıyor elbet. Bu yüzden Yunanistan filmin gösteril-mesine izin vermedi.

Velhasıl tarihi diziler, tarihin tartışıldığı televizyon prog-ramları, sinema filmleri eleştirildiği kadar tarihe olan ilginin artmasına yaptıkları katkı ile de anılmayı hak edi-yor. Eleştirilecek noktaları olması daha iyilerinin yapıl-ması için teşvik edici bir unsur olarak görülmeli ve bu projelerin mutlaka devamı gelmeli. “Olmamış” demek ol-durmak için harekete geçildiğinde anlamlı oluyor. Dizi-lerdeki harem konusunda eleştirilen hünkâr imajı kadar, namaz kılan, oğluna son sözüyle ‘adil ol!’ diye seslenen bir devlet başkanı imajını da yabana atmamak gerekiyor.

Kıyafetlerdeki işlemeler tek tek nakış makinesiyle yapılıyor.5 kişilik tasarım ekibinin başında olduğu 10 terzi, 1 nakış ustası, 1 deri ustası çalışıyor atölyede.

Burada dikilen padişah ve sultan kostümlerinin maliyeti ise 2 bin ile 3 bin TL arasında değişiyor.

AKTÜEL

Page 11: Genciz Biz Mayıs 2012

9Mayıs 2012

TARİHİMİZ HER AÇIDAN KARMAŞA İÇİNDE

Bir ülkenin kendi tarihine “ilgi duymaya başlaması” as-lında çok garip bir durum. Yani ne olmuş da eskiden ilgi-lenmezken birden bir merak uyanmış? Acaba bu durumu doğru anlıyor muyuz? Bu şüphesiz önce edebiyatla, he-men arkasından da dizi ve sinema hikâyeleriyle başladı. Sürekli “ben kimim” meselesiyle kafası karışmış Türkiye vatandaşları, her zaman olduğu gibi, bu sorunun cevabını önce memleket hikâyelerinde arıyorlar. Mesela en ırkçı birey bile kendi soyunu üç nesilden öteye götüremiyor. Tarihimiz her açıdan karmaşa içinde. Bu da resmi tarihin tahmin edilemez boyutlarda bir izolasyon yaratmış olma-sından kaynaklanıyor.

DEVLETİN ANLATTIĞI TARİH BAŞKA

Yeni bir dünya, yeni bir devlet kurabilmek için eski devleti ve kültürünü olduğu gibi bir filtreden geçirmek zorunda kalmışlar Cumhuriyeti kuranlar… Bu bir fayda sağlamış ama çok büyük de bir zarar getirmiş şüphesiz. O döne-min yani 1920’lerin, 30’ların, 40’ların yeni insan yaratma çabası aslında tarihin yeniden yazılmasına neden olmuş. Elbette resmi tarih dünyanın her döneminde var. Devletin anlattığı tarih başka, kişilerin, sokakların, evlerin, insan-ların, hayatın içindeki tarih başka… İkinci tarih yazılmı-yor, resmi tarih yazılıyor. Yine de, esas hareket dil, tarih, kültürel üretim gibi alanlarının devletin elinden çıkıp, bireylere, özel kurumlara, sanatçı, araştırmacı ve bilim adamlarına açılmasıyla canlandı. Toplumsal dönüşümün de bir sonucu bu. Yani devletin Cumhuriyetten beri alelade vatandaşa “yasakladığı” bir alan tarih…

TARİH ANCAK ROMAN VE FİLMLERDEN öĞRENİLİR

Aslında çok trajik bir ‘beyin programlama’dır tarihin ve dilin bir siyasi program çerçevesinde, o siyasi programın hizmetine uygun hale getirilmesi. 3 nesil bunun etkisin-de gelişti Türkiye’de. Üstelik siyasi görüşünüz ne olursa olsun, bu program yüzünden tarih cahili bir topluma dö-nüştük. Şu an süren bütün siyasi ve sosyolojik tartışmaları

sakatlayan bir “baş ağrısı” bu. Dünyada da, Türkiye’de de, artık tarih kitaplardan ve okulda öğrenilmiyor. Yetmiyor; gündelik hayat izin vermiyor buna. Tarih ancak roman-lardan ve sinema filmlerinden öğreniliyor. Bir parça sos-yolojik araştırma yapsak bunun böyle olduğunu çok iyi anlayacağız. Sinematografik bütün eserler burada çok et-kili; çünkü bu eserlerde, tarihi filmlerde çok uzun süren araştırmalar yapılıyor. Yani normal bir insanın yapabile-ceğinden daha fazla araştırma ve o araştırmaların kompri-me hale getirilmesi söz konusu. Dolayısıyla bir tarihi filmi izlerken, içinde yüzlerce insanın tarih bilgisi ve yorumu olan bir form çıkıyor ortaya. Bu tarihi eğitim, tarih bilgisi açısından çok önemli.

HEPSİNE “HOŞ GELDİN” DEMEMİZ LAZIM

Yalnız şunu da unutmamak lazım, bu kapatılmış, üstü mü-hürlenmiş bir kutu; açıldığında içinden neler çıkacağını bilemezsiniz. Hepsine “hoş geldin” dememiz lazım. Bu-radan çıkan şey yalnızca bizim zenginliğimizi, ne kadar derin bir kültüre sahip olduğumuzu göstermeyecek; aynı zamanda ne kadar korkunç bir tarihe sahip olduğumuzu, o tarihi yapanlarla onu düzeltmek isteyenler, kaderi de-ğiştirmek isteyenlerin mücadelesini göreceğiz. Burada bir tane insan çıkmayacak tarihten; bin yüzlü bir insan top-luluğu çıkacak. Bunların bazılarını hiç beğenmeyebiliriz. Onları da kabul etmek, onlarla ilgili de düşünmek lazım. Tarih öyle açılınca içinden çiçekler çıkan bir kutu değil; çok zengin ama ak ve karası karmakarışık… İşte onun içinden çıkabilmek için kutuyu açmak gerekiyor.

öLÜNÜZÜ GöMÜN!

İşte bu “dialektik” ilişkinin anlaşılmasıdır bizi kurtaracak olan. Bütün yunan tragedyalarında işlenen bir tema var: Ölünüzü gömün! Gömülmemiş bir ölü, bir kabusa dönüşür, hep bir şeyler yarım kalmış gibidir, ölü ya açıkta, ya kayıp-tır. Mahvolursunuz! İşte bizim tarihimiz de gömülmemiş, faili meçhul, mezarı belirsiz bir ölüdür. Bu yüzden kısılıp kalmış, kimliğimizi de “bugün-yarın” neler olacağını da bilemiyoruz. Tarih kutusunun açılmasıyla ölüyü bulmuş olacağız, onu hakkıyla gömeceğiz ve yola çıkabileceğiz.

Dünyada da, Türkiye’de de, artık tarih kitaplardan ve okulda öğrenilmiyor. Yetmiyor; gündelik hayat izin vermiyor buna. Tarih ancak romanlardan ve si-nema filmlerinden öğreniliyor.

Yönetmen ve Oyuncu : Ezel AKAY

TARİHİMİZ MEZARI BELİRSİZ BİR ÖLÜDÜR

Page 12: Genciz Biz Mayıs 2012

10 Mayıs 2012

SOSYAL ALEM M. ZÜBEYİR KOÇULU

Mutlaka dikkatinizi çekmiştir. Son günlerde Twitter âleminde sokak pazarcılarına benzeyen kullanıcılar tü-redi. Retweetçiler, özlü sözcüler, espritüel ikoncanlar, ünlüleri göz hapsinde tutan hesap avcıları… Hepsinin amacı belli: Daha fazla takipçi sayısına ulaşmak.

“Çok takipçim olunca ne yapacağım” demeyin sakın. Twitter ahalisi açısından kaç takipçin olduğu oldukça önemlidir çünkü. Bu bir prestij meselesidir aynı za-manda. “Takipçin kadar konuş” denen zamanlarda ya-şıyoruz gençler.

Daha çok müşteriye ulaşmak isteyen ticarethaneler, markalar, medya kuruluşları da bunun farkında. Onlar da takipçi sayısını artırmak için farklı yollar denemek-ten geri durmuyor.

Dizilerde ekranın altında “trend” başlatmak için twit-tercılara tüyo verildiğini de hesaba katarsak, durumun ne kadar vahim boyutlara ulaştığını görebiliriz. Ünlüle-rin Twitter hesaplarını takip etmesi için maaşlı eleman tuttuğu günler, bugünler. Kullanıcıların takipçi sayısını farklı teknik müdahalelerle artıran ve bunu pazarlayan

gayri-resmi ‘programcıları’ da unutmayalım: 1.000 takipçi: 100 TL 10.000 takipçi: 250 TL

UYGUN FİYATA SATILIK İKİNCİ EL TwİTTER HESABI

Twitter’dan bahsetmişken bireysel yatırımcıları anma-dan olmaz. Bir Twitter hesabını büyüterek, 10 binin üzerinde takipçi sayısına ulaşınca hesabı satan gençler var! Yoksa siz bu afişleri hiçbir yerde görmediniz mi?

“Satılık Twitter hesabı, uygun fiyata”“20 bin takipçisi olan hesabımı satıyorum, ilgilenenler DM atsın”

Küresel internet sistemini derinden sarsan, pek çok kullanıcı için Facebook’un pabucunu dama atan Twitter’da etkinliği artırmak, Türk işi çözümleri gerekli kılıyor. Dünya internet piyasası belki farkında değil. Ama Türklerin Twitter pastasını sadece Twitter’ın kurucusu Jack Dorsey’e ve bir kısım kapitalist Amerikalıya bırakmaya hiç niyeti yok!

Retweetçi geldi Haanıım!!!Twitter, gece-gündüz hiç uyumayan mavi, sempatik kuşuyla biyoloji kitaplarında yeni nesil bir kuş türü olmaya aday! Evimizde, cebimizde, çantamız-da ‘kelimelerle’ beslediğimiz bir kuş. Öyle ki, Anka kuşunun hikâyesini ancak üniversite çağında dinleyen gençler, ilkokul-dan itibaren bu twitter kuşunun hikâyeleriyle büyüyor artık. Retweet edilince mutluluk duyuyor, takipçi sayısı artınca or-tamda bir ağırlığı oluyor. Twitter pazarlamacılarının kapımıza dayanması an meselesidir: Retweetçi geldi haaanımmm!

“Twitleriniz özenle retweet edilir”

“DM atın, yazdıklarınızı 40 bin kişi okusun”

“Retweet etmeyen bizden değildir”

Page 13: Genciz Biz Mayıs 2012

11Mayıs 2012

Twitter’ı 1976 doğumlu Amerikalı işadamı ve bilgi-sayar yazılımcısı Jack Dorsey kurdu. Dorsey’in 14 yaşında yazdığı program hala bazı Amerikan taksi şirketleri tarafından kullanılıyor. 2005 yılında bir mesajlaşma programı yazmak için kolları sıvadı. Çi-zimlerini ve fikirlerini yakın arkadaşı Biz Stone ile paylaştı. İkili, “Twitter” adını verdikleri yazılımı 15 gün içinde hayata geçirdi. Google’dan erken ayrıla-rak kendi şirketini kuran ve dünya devi bir firmanın ortağı olma şansını kaçıran Ewan Williams, bu kez fırsatı tepmedi ve bu projeyi finanse etmeye karar verdi.

Bir süre sonra fotoğraf paylaşım sitesi Flickr ile karıştırıldıklarını fark ederek, kendileri-ne bir “e” harfi eklediler. “Twitter” o günden sonra bir “kuş cıvıltısı” oldu. Bu kuş cıvıltısı küresel bir kuş yuvasına dönen dünyamızı sardı. Devlet baş-kanlarından, dev firmalara kadar hemen herkes bu cıvıltıdan etkilenmiş durumda. Nasıl etkilenmesin?

Twitter’ın mucidi kimdir?

GencizBiz’de Twitter kapışması!

Twitter’ın, kullanıcılar arasında takipçi rekabeti başlattığı bir dönemde, dergimizin yayın ekibinin arasında da bu rekabetin yaşanmadığını kim iddia edebilir? Yoksa siz ya-yın yönetmenimizin Twitter takipçi sayısına bakmadan bir ekip oluşturduğunu mu sanıyorsunuz? Biz de, GencizBiz’in Twitter fotoğrafını çektik. Bakalım, aramızdaki en popüler kim, twit yazmaktan yazılarını geciktirenler kimler?

İşte GencizBiz yayın ekibinin en son Twitter raporu:

İsmihan Şimşek: @ismihansimsek 202 kişiyi takip edi-yor. 1.380 kişi tarafından takip ediliyor. Bugüne kadar at-

tığı twit sayısı 2.951. Yayın hayatını twitter’da sürdürüyor.

Ersin Çelik: @ersinceliq 263 kişinin ensesin-de. 1098 kişi de Ersin beyi markaja

almış durumda. Bugüne kadar twitter’da 3.942 cümle yaz-mış.

Gülizar Sönmez: @gulizarsonmez 190 kişinin ne yaptı-ğını merak ediyor. 1040 kişi ise onun ne yaptığını merak ediyor. Bugüne kadar 13810 twitle, twitterda tek başına bir dergi çıkaracak kadar yazı yazdığını rahatlıkla söyle-yebiliriz.

Ayşe Şahinboy Doğan: @sahinboydogan Sadece 177 ki-şinin yazdıklarına ilgi gösteriyor. 100 takipçisiyle mutlu.

Halit ömer Camcı: @halitomercamci Twitter’ı bir kent olarak hayal edersek, Halit beyin en çok uğradığı ve en uzun zaman geçirdiği kentler arasında twit-kent birinci sırada. 306 kişinin satır aralarında gezinirken, 1086 kişi de –başları dönmeden- onu takip etmeye çalışıyor. Bugü-ne kadar 5357 twit atmış.

Pınar Hilal Balta: @pnarhilalb Derslerinden arta kalan zamanda 189 kişiyi takip ediyor. Şimdiden, 263 takipçi-siyle gelecek vaat ediyor.

Ümit Aksoy: @umit_aksoy 120 kişiyi izliyor. 70 kişi de onu izliyor. Twitter'ı Fenerbahçe'ye ve Fenerbahçelilere karşı mücadele amacıyla kullanıyor. Yazdığı 326 twit'ten yaklaşık 300 kadarı futbolda şikeyle ilgili.

M. Zübeyir Koçulu: @mzubeyir Twitter’ı ilk kurulduğu günlerden itibaren kullanıyor. Sadece 179 kişinin yazdık-larına tahammül edebiliyor. Birçoğunu da okumuyor. 232 takipçisiyle arasını iyi tutmaya çalışıyor. Kendisini takip etmeyenlere çay ısmarlamıyor.

Twitter’da şu anda günde 80 milyona yakın twit gönderiliyor!

Jack DORSEY

Page 14: Genciz Biz Mayıs 2012

12 Mayıs 2012

YAŞAM NURYA ÇAKIR FOTOĞRAFLAR: HALİT öMER CAMCI

Her yaştan çocukların bineği

BisikletBirçok Avrupa ülkesinde bisiklet parkları ve trafiğin aktığı yollarda ayrıca bisikletler için bisiklet yolu şeritleri sıkça gözünüze çarpar. Amsterdam'da yeni almış bisikletini o gün çaldıran birinin yıllar sonra bisikletini aynı parkta bulduğunu duyunca şaşırmayın; çünkü bu tarz ülkelerde sıkça dinleyebileceğiniz bir hikaye.

Page 15: Genciz Biz Mayıs 2012

13Mayıs 2012

Aslında bu yazıyı ben yazmamalıyım. İlk bisikletine bütün olanaklarını seferber ederek kavuşmuş birisi yazmalı. Bütün çocukluğunu evcil bir hayvan gibi

yanında ite ite dolaştırdığı bisikletiyle geçiren biri yaz-malı ya da arkadaşlarının o pembeli mavili parlak tozluklu ‘gıcık gıcık’ diye öten kornasını her duyduğunda kıskançlık krizine giren komşu çocuğu yazmalı.

Orta yaşa sahip bizler için bisiklet, karne tatillerinin en büyük hediyelerinden biriydi. Erkek çocuklarının mahal-lede birinin sahip olmasıyla öğrendiği, kız çocuklarından birinin sahip olmasıyla asla diğer kızların değil binerek öğrenmesi, bakmaya dahi izin verilmemesiyle, yaz tatille-rimiz geçerdi.

Doğduğu andan itibaren belli renklere mecbur çocuklar kızsa pembe, erkekse mavi, eğer ergense siyah veya beyaz renklere sahip olurdu. Öndeki küçük sepeti, selenin arka-sındaki oturağı, yanda varsa aynaları, fiyakalı kornasıyla (ki bu fiyakalı ses ya vok vok, ya da gıcık gıcık şeklinde olurdu ve korna önemliydi) bisiklet bir araç olmaktan çok bir düş, rüya gibi bir şeydi.

Vitesli bisikletler bizim zamanımızda pek bilinmezdi. En iyi ihtimal iyi bir frene sahip olması beklenir, bisikletin kalitesine göre bir iki hafta sonra bisiklet ya tamircide ya da bu işte profesyonelleşmiş ağabeylerin elinde kalırdı. Çocukluğu maalesef apartman dairesinde geçmiş biri ola-rak bir bisikletim olamadı. Zira gözünüz gibi koruyacağınız bu demirden oyuncağı her gün 4. kata indirip çıkarmanın ne kadar zor olduğunu ebeveynlerim anlamış olacaklar ki bir hafta dahi kullanmama izin vermeden gelen bisikle-ti geri götürmüşlerdi. Değil iki tekerlekli şekliyle sürme-yi öğrenmeyi, mahalledeki bilmem kaç çocuğun etrafımı kuşatarak bisikleti sürmeye çalışmalarıyla bir Kleopatra edasıyla komşuların ve arkadaşlarımın yanından geçtiğimi hatırlıyorum. Zira bu saltanat da pek uzun sürmedi.

“Bİ’ TUR VERSENE…”

Bisiklet, şimdilerde orta yaşa sahip kişiler için önemliydi. Televizyondaki çizgi filmlerden başka eğlencesi olmayan çocuklar, kendilerini sokağa atar, kızsa; evcilik, ip atlama, erkekse; top, misket oynar veya haşarılık yaparlardı. Dedi-ğim gibi herkesin bisikleti yoktu. Mahallede bir iki kişinin bisikleti vardı. ''Ahmet ver de bir iki tur atayım olur mu?'' O gün Ahmet'in en sık duyduğu cümlelerden biriydi. Bisik-let sürmekten bitap düşmüş Ahmet, yorgunluktan pedal çeviremeyecek hale gelmişse rahmet ve şefkat duyguları içinde 'Al, ama gözümün önünde sür olur mu?' der, sonra müthiş bir dikkat ve tereddüt duygusu ile bisikletini takip etmeye başlardı. Nasıl takip etmesin. Kaç harçlık verilmiş, kaç gün diller dökülmüş, bilmem kaç zoraki iyilikler yapı-larak ulaşılmıştı bu bisiklete. Tabi ki korunacaktı.

Bütün çocukluğu bisiklet üzerinde geçmiş pek çok er-kek çocuk vardır. Bisiklet sürmeyi öğrenmek, düşe kalka, bacakların mosmor olduğu, destek olarak bir baba ya da abinin yanında ‘sakın bırakma’ bağırışlarına karşı, ‘seleden tutuyorum korkma’ sözlerine birkaç gün sonra ‘Beni Bırak!’ sözlerinin yankılandığı, öğrendiğinde de ilk işi ellerini bı-rakmak olduğu, kendine güven duygusunun en güzel bi-çimde öğrenildiği anlardı.

Eski zamanlarda bir erkek çocuk için at neyse bizim zama-nımızda da bisiklet oydu. Büyüdüklerinde ya da binilmez duruma geldiğinde en büyük ayrılıklarından birini yaşa-mışlardır eminim. E... kolay değil ağızlarını bile yıkamaya üşenen bu erkek çocukların, her gün yıkayıp baktıkları bi-sikletlerinden ayrılmaları. Çocukluğumda bisiklet denince aklıma yan apartmanda oturan adını hatırlayamadığım, sadece okula gidip gelirken görebildiğimiz âbi geldi.

Bangladeş

Kahramanmaraş

Page 16: Genciz Biz Mayıs 2012

14 Mayıs 2012

YAŞAM

Bu âbi mahallenin diğer gençleri gibi pek sokağa çıkmaz, okula gidip gelir, nadiren ekmek almaya gittiğini görür-dük. Yaz olunca herkesin akşam çayına balkonlarına çıktı-ğı bu saatlerde bisikletini alır, yukarıdan aşağı doğru hafif meyilli bu yolda gözlerini kapar, olanca süratiyle iki elini Buda gibi kavuşturarak hızla aşağıya iner, herkesin yüre-ğini ağzına getirirdi.

Bazen bisikletin tek tekerleğiyle o yokuşu inerdi ama ço-ğunlukla Buda pozisyonu en sık kullandığı hareketti. Bil-miyorum belki bu hareketler bir çeşit meditasyondu ve kendini bu şekilde bütün mahalleliye seyrettirerek her şeyden ne denli arındığının! bir havası bir göstergesiydi.

1700’LÜ YILLARDAN BERİ 2 TEKERLEK ÜSTÜNDE…

Tekerleğin tarihi çok eski yıllara dayanmasına rağmen, bisikletin tarihi 1700'lü yıllarda Fransa'da geliştiri-len araçlarla başlamış. İlk pedallı bisiklet Leonardo Da Vinci'nin çizimleriyle Kirkpatrick Mac Millan 1840 yılların-da İskoçya'da üretmiş. Bu bisiklet halen Londra Science Museum'da sergileniyormuş. Merak edenler gidip görebi-lir. Günümüzde birçok çeşidi mevcut bu demir oyuncaklar büyük sektörler haline gelmişler. Dağ bisikletleri, arazi bisikletleri, yol yarış bisikletleri, tur bisikletleri, şehir bi-sikletleri, çocuk bisikletleri, iki veya üç kişilik bisikletler şeklinde çeşitleri mevcut.

Los Angeles

Page 17: Genciz Biz Mayıs 2012

15Mayıs 2012

Günümüzde bisiklet kullanımı oldukça yaygınlaştı. Araç trafiğinin yoğun olmadığı bölgelerde bisiklet öğrenimi daha kolay ve çabuk oluyor. Gerçi bizim zamanımızda bu kadar araba yoktu ama yinede yoldan ya da evin önünden geçebilme imkanı olan arabalar yüzünden bisikleti rahat süremezdik. Aynı şey şimdi çocuklarımız için geçerli oldu. Oğluma 2 yaşında ilk bisikletini aldım, pedallarını çevir-meye gücü yetmediğinden taş devrindeki gibi ittirerek sü-rüyordu. 5 yaşında 3 tekerlekli bisikletini aldık. Bisiklet tek sokak yolculuğunu bisiklet mağazasından eve gelirken yaptı. 2 sene çocuk evin koridorlarında dönüş yapmayı öğrenemeden sürdü. Dört bir tarafı cadde olan evimizin etrafında öğrenmesi çok zor. 8 yaşında bisiklet sürmesini bilmeyen bir oğlum var ve bu problemi bir an önce hallet-mem gerekiyor.

BİSİKLETİNİ KAYBETTİĞİ YERDE BULANLAR…

Amerika’da hemen hemen her evde en az birkaç bisiklet bulunuyor. Çocuklar çok küçük yaşlarda bisiklet sürmesini öğreniyorlar. Yolların buna müsait olması çok önemli, her çocuk bisiklet sürerken kask takma zorunda. Çocuk evin önünde kasksız bisiklet sürerken polis kapınızın önünde hemen beliriverip size uyarıda bulunabilir. Avrupa ülkele-rinde de bisiklet kullanımı oldukça yaygın. İngiltere, Al-manya ve Hollanda en çok bisikletin kullanıldığı Avrupa ülkelerinden. Birçok Avrupa ülkesinde bisiklet parkları ve trafiğin aktığı yollarda ayrıca bisikletler için bisiklet yolu şeritleri sıkça gözünüze çarpar. Amsterdam'da yeni almış bisikletini o gün çaldıran birinin yıllar sonra bisikletini aynı parkta bulduğunu duyunca şaşırmayın çünkü bu tarz ülkelerde sıkça dinleyebileceğiniz bir hikaye.

Bütün çocukluğu bisiklet üzerinde geçmiş pek çok erkek çocuk vardır. Bisiklet sürmeyi öğrenmek, düşe kalka, bacakların mosmor olduğu, destek olarak bir baba ya da abinin yanında ‘sakın bırakma’ bağırışlarına karşı, ‘seleden tutuyorum korkma’ sözlerine birkaç gün sonra ‘Beni Bırak!’ sözlerinin yankılandığı, öğrendiğinde de ilk işi ellerini bırakmak olduğu, kendine güven duygusunun en güzel biçimde öğrenildiği anlardı.

DÜNYANIN EN PAHALI BİSİKLETİ

Dünyada bisiklet tutkunları için tur-nuvalar düzenleniyor. Bu yarışların en ünlüsü, Fransa Bisiklet Turu ve Fransa’nın çeşitli yerlerinde 4.000 km dolayında bir yol boyunca yapılıyor. İlk 1903 tarihinde düzenlenen Fransa Turu birer günlük 21 etapta ve yak-laşık üç haftada tamamlanan bir tur. Bu etaplarda, Alpler'in ve Pireneler'in sarp yollarında yorucu tırmanışlar da yer alıyor. Benzer 21 günlük turlar İspanya ve İtalya'da da düzenleniyor. Türkiye'de düzenlenen 8 günlük Cum-hurbaşkanlığı Turunun 43.sü 2007 yı-lında 12 ülkenin katılımı ile organize edilmiş. 45. Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turu'ndan itibaren Cumhur-başkanlığı Türkiye Bisiklet Turu'nun, UCI tarafından Şampiyonlar Ligi ola-rak nitelenen 2. HC kategorisine alın-masına karar verilmiş.

Bianchi, Salcano, Bisan, Peugeot, Bmx, Scott, Sedona, Trek, Kron, Koga - Miyata dünyadaki en iyi bisiklet markaları. Dünyanın en pahalı bisik-leti Cervelo R5ca’de SolidWorks imzası taşıyor ve 675 gr. ağırlığa sahip. Bu bisikletin fiyatı ise 10 bin dolardan fazla. Böyle bir bisikletin sahibi bisik-letini yanından hiç ayırmasa gerek.

Üsküp

Page 18: Genciz Biz Mayıs 2012

16 Mayıs 2012

SİNEMA OKŞAN DEDE

Yılanla insanoğlunun kurduğu ilişki evvelinden beri bir husu-mete dayanır. İnsanın acziyeti burada başlar esasında çünkü yılan’ın toprağa esareti insanın yeryüzüne biadına galip gel-miştir. Âdemoğlu Havvakızı beri durmuştur yılandan. Lakin sevgili Caner Erzincan’ın “MAR” filminde yılan korkulandan ziyade muhtaç olunandır. Sevgili Volga Sorgu’nun nefes ver-diği “Yılmaz” karakterinin yegâne finansal dayanağıdır. Film, Van’ın bir köyünde üç jenerasyondan erkeğin fakirlik, yok-sunluk ve bunlarla başka çıkma hallerinin öyküsüdür.

Hacı Halil yani evin babası, kaçakçılık yaparken bir aya-ğından olmuş, eksikliği kudretine zincir vurunca iki oğlu-nun medetine kalmış bir babadır. Büyük oğlu Yılmaz dağ-da yılan avlarken küçük oğlu Güven salyangoz (şeytanlık) peşindedir.”Fakirlik; ihtilallerin ve suçların anasıdır.” demişti Aristoteles. Paul Samuelson ise; “Fakir bebeğin içemediği sütü, zenginin köpeği içiyorsa, bana adaletten bahsetme-yin.” demişti. Fakirliğin terminolojik bir tanımı yoktur. Ada-letle arasındaki korelâsyon da ters orantılıdır. Fakirlik nicelik olarak arttıkça adalet ahlaki olarak azalır. Yılmaz hayatını, kızıştıran güneşte başını kovuğundan çıkaran yılanlarını ar-dından güzelleme yaparak geçirir. Fakir tilki yakalar, zengin kürkünü giyer hesabı, zehrinden ve derisinden faydalanılsın diye o yılanı yakalar, kompradorlar çantasını alır omzuna. Fakirlik, onların uzun zaman önce evlerine serilmiş ve eski-dikçe hatırası çoğalmış bir kilim gibi dursa da yine aynı kilim gibi her kapı açılışında göz göze gelinen bir realitedir.

Caner Erzincan bu bağlam da Kürt coğrafyasına farklı bir okuma yapmıştır. Çünkü şehir Van olsa da Kürtlüğe veya

onun yaşattığı kimlik mağduriyetine dair bir gönderme yok-tur. Yine bir ötekileşme durumu mevzu bahistir ama bu sı-nıfsal bir ötekileştirmedir. Yani muhteva “Fakirlik”tir. Fakir-liğin argümanları filmin her alt başlığında görülür; tek göz bir odada yemek yiyen, sigara içen, uyuyan insan suretleri ile somutlaşır önce. Sonra Hacı Halil’in tek konformist alış-kanlığı olan kaçak tütün filmin dramatik objesi haline gelir. Yılmaz, 20’li yaşlarına yeni yaslanmış, hayata dair tek bildiği hatta tek bilgisi denebilecek şey, yılan yakalamaktır. Haya-tına bundan başka deneyim bir aralık bulup sokulamamış o vakte kadar. Yani diş hekimi Bahar’ın bir siluet gibi önünde durup, anaç bir eda ile yanağına ovuşturan Yılmaz’a dişinin ağrıyıp ağrımadığını sorana dek…

FAKİRSEN STERİL OLAMAZSIN!

Şehre uzun boylu, sarışın, tahsilli Avrupai bir kadın gelir. Bizim, köylü, çelimsiz-esmer çocuk ona vurulur. Bu çok bi-lindik bir hikâyedir aslında. Aşkın imkânsızlığı teoremi üze-rine motifleşen bir paradigmadır. Çok defasında gözümüz değmiş, kulağımız duymuştur filmlerde bu öyküyü kendince bir tarihselliği bile mevcuttur. Ama Caner Erzincan’ın bu kült durumu ele alışı yine hiyerarşik yetersizliğin dayatmasına bir seslenmedir. Yılmaz’ın filmin başından beri dişi ağrır. Ve her kırsalda olduğu gibi orada da bir lokman hekim vardır. Köyün dişçisi “Dişçi Nedim” yine genel anlamda fakirlikle özdeşleşen bir karakterdir filmde. Fakir insanların meslek tanımları yoktur ya da daha özenli koşullarda dertlerini çöz-mezler. Dişçi Nedim uyuşturmadan ya da alet edevatını steril etmeden çeker insanların dişlerini. Köylülerin bu kabullenme

Fakir için hastalık bir lükstür. Ve hastalığının bertaraf yolları da bellidir; ilaç hep aynıdır. Başı gözü yarılsa, nefesi boğazına takılsa, eline kıymık batsa, burnu kanasa..vs. içeceği ilaç “gripin”dir! Dolabında o vardır her daim ve sancısına iyi gelsin gelmesin onu içmek mahkûmiyetidir.

Fukaranın Ekmeği; Yılan Ve Salyangoz…

Page 19: Genciz Biz Mayıs 2012

17Mayıs 2012

hali fakirliğin de kaçınılmaz yazgılarından biridir. Yoklukları, “bilme” özgürlüklerine de engel olduğundan bırakın kasa-bada profesyonel ortamda diş çektirmeyi, varlığından bile bihaberdirler. O sebeple köyde bir bağın ortasında Dişçi Nedim’in tekinsiz ellerine tabi olmak zorundadırlar. Yılmaz’ın yine diş ağrısının tuttuğu bir vakit “gripin” çıkarıp içmesi filmin söylemiyle birebir örtüşen sahnelerden biridir. Çünkü fakir için hastalık bir lükstür. Ve hastalığının bertaraf yolları da bellidir; ilaç hep aynıdır. Başı gözü yarılsa, nefesi boğa-zına takılsa, eline kıymık batsa, burnu kanasa..vs. içeceği ilaç “gripin”dir! Dolabında o vardır her daim ve sancısına iyi gelsin gelmesin onu içmek mahkûmiyetidir. İşte bu sessiz sahneler aslında en konuşkan sahneleridir filmin. Fakirliğin insanlıkla baş başa bırakıldığı tabiri caizse yontulmamış, köşeli bir kaya gibi sırtında taşımaya yükümlü olduğu bir “olgu” ama yıkıcı bir “olgu” olduğunu hatırlatan sahnelerdir.

DİŞ AĞRISI DEĞİL AŞK SANCISI

Yılmaz’ın tüm bu kurumuş, buruşmuş hayatı onun tasavvuru ile giren bir peri kızının haresiyle aydınlanmıştır. Artık salt yılan toplayıcılığı değil yaşamaya dönük başka bir gaye de edinmiştir. Onu sadece bir hasta olarak gören ve doktorluk hümanizmi ile yaklaşan Bahar’a yanaşmanın yollarını arar. Hayatını törpüleyen o dişten kurtulmayla başlar önce son-ra Bahar’ın yönergesi üzerine dolgu yaptırmak ister. Bundan sonrası bir diş ağrısı, acısı değildir kalp derdidir. Bahar’a olan aşkı tipiktir. Saf ve toplumsal denksizliği göz önüne almadan kendiliğinden, yalın bir aşktır Yılmaz’ın ki ve aşkına dair yap-tıkları da yine bildikleri değil, dürtüleridir. Muayenehanesi-nin önün de beklemeler, sessiz telefon açmalar, hastaneden çıkışında takip etmeler vs. kırsalda aşklar böyle yaşanırın tekrarlanması gibidir. Yılmaz’ın ana hikâyesi yoluna gider-ken, filmin bir diğer belleğe çarpan hikâyesi de salyangoz toplayan çocuklardır. Yağmurdan sonra göveren çimenlik gibi boy veren salyangozlar onların sınırlı geçim kaynaklarından biridir. Orta sınıfın kremlerinin, makyaj malzemelerinin ana maddesi olan salyangozun o küçük çocukların küçük elleri-ne sığışı fakirliğe diğer bir taşlamadır. Karşılığı çoğu zaman para bile değildir Çerçi Hüsam’dan alınan bir top veya bir leğendir. Çerçi Hüsam, Dişçi Nedim gibi köylünün ve genel anlamda yoksulların riayet ettiği iki arketip gibidirler filmde. Çerçi Hüsam’ın takas ettiği plastik eşyalar için veya bir iki elma-armut içindir o çocukların yağmur sonrası salyangoz iş-

çiliği. Hacı Halil de Çerçi Hüsam’a pervanedir; “ Hüsam bizim oğlanın parasını ver de kaçak tütün alalım” demesi üzerine, tek keyfi, sarılı bir sigara olan fakirliğin sesi gibidir.

“O GİDER, KALAN BAKAR”

Filmin finalinde babasının takım elbiseleri ile iki dirhem bir çekirdek halde yılan derisi çanta ile Bahar’ın muayenehanesi önünde görürüz Yılmaz’ı. Ama aşina bir sahne orda da gelir düşer gözlerimize. Bahar son model arabası ile kapısına ya-naşan bir adamı öper ve onunla gider… Kalanların yazgısı birdir… O gider, kalan bakar. Yılmaz da o geleneği devam et-tirir. Ve filmin finalinde abisinin işine göz koyan evin küçük oğlu Güven’i yılan peşinde görürüz. Yılan, sarımtırak bir yola doğru kıvrılırken, o yolda yılan derisi çanta ile artık sadece yürüyen Yılmaz kalır aklımızda.

Sevgili Caner Erzincan son dönem genç yönet-menler kategorizasyonu ile tabir edilen kuşak arasındadır. 30 yaşında ve proje destek kuru-luşlarının hiçbirinden destek almadan, kendi kafa-kol emeği ile çekmiştir filmini. Fukaralık nicedir cinsiyet, ırk, din, dil ve coğrafyadan bağımsız anlatılmıyordu. Bu anlamda ilk başta senaryo cezbediyor bizleri. “Açlığın dini olmaz, yoksulluğun vatanı!” bu şiar bir kez daha ka-natıyor kulaklarımızı. Filmin melodrama ve aji-tasyona kaçmayan özgünlüğü de keza hoşuma giden envanterlerinden biri. Teknik boşluklar yorucu bir seyre evirilse de bir ilk film olarak düşüldüğünde mazur görülebiliyor. Didaktik ve politik söylemden uzak, fakirliğin kendi ağır gerçeğinin yine kendi diliyle anlatıldığı naiv bir film “MAR”. Volga Sorgu’nun seyredeni kendinden sandıran oyunculuğu yine göz dol-durucu ve doyurucuydu. Zira Bahar rolündeki sevgili Begüm Kütük’te kıvamında ve iyimser doktor haliyle zihnimizde serilecek bir yer bul-du. Fakirlik şu an hala yerel, kentsel, kırsal, ulusal..vs. bir problemdir; fakir olanın sureti belirsiz, sesi kısıktır. Daniel Defoe’nin dediği gibi; “Açlık ne dost, ne akraba, ne insanlık ne de hak tanır!”

Page 20: Genciz Biz Mayıs 2012

18 Mayıs 2012

MÜZİK ÜMİT AKSOY

Bu yazı vesilesiyle sevgili google ve youtube kardeşlerden hayli yardım aldım. Zaten google ve youtubegilller insan hafızasına yönelik yapılan oyunlardan başka nedir ki Allah aşkına… Onlara sordum ve dedim ne oldu ne bitti o vakit-ler, kim ne söyledi, kim ne dedi bir deyiverin hele. Onlar söyledi, ben hatırladım, onlar söyledi ben de söyledim, onlar söyledi ben bir tuhaf oldum. Hani hep söylenirdi ya: 70’lerdeki o şarkılar, 80’lerdeki şunlar bunlar falan. Ni-hayet yaşımız yarım da olsa kemale erdiği vakit bizim de yavaş ve usuldan bir “geçmişimiz” olmaya başlamış. Eh, 80’lerde doğan birisinin geçmişi 70’ler, yahut geç 80’ler olacak değil ya. O yüzden bu bir kişisel tarih çalışmasıdır, bunu unutmayalım.

Her dönemin kendini ait bir takım özellikleri, “fark yara-tan” anları/adamları var. Bu, 90’lar içinde aynen geçerli. Ben bunun, 90’lar ve 90’larda üretilen “müzikler” söz ko-nusu olduğunda “klipler”le ilgili olduğunu düşünüyorum. Klip demek şu demekti anladığım kadarıyla: Bir şarkıcının,

belli bir “hikaye”yle birlikte kendi şarkısını söylemesi. Bir klip, her anlamda az, ucuz ve kolay bir maliyetle “kısa” bir film çekmek gibiydi. Ve bu klipler, en az şarkının sözleri ve o şarkıyı söyleyen kişinin performansı kadar önemliy-di o vakitler. Ya da Kral Tv sağ olsun, bunun böyle ol-duğunu bize öğretti hiç yorulmadan. Klip çekmek için, Amerika’ya, İtalya’ya, Ağrı’ya, Erzurum’a falan gidiliyordu. Ve bir klip gelince de, “Bakalım ne kadar duracak ‘Top 20 Listesi’nde?” sorusuyla günlerimiz geçip gidiyordu. Tarkan mesala, Kış Güneşi’ne çektiği klip (doğrumu hatırlıyorsam eğer) 17 hafta “liste başı” olmuştu. Oysa Tarkan, “albü-münü” çıkaralı 1 yıl olmuştu ama işte klip başka bir dildi, hikayeydi; başka bir dünyaydı.

İrili ufaklı bir dolu isim var aslında 90’larda hayatımıza bir şekilde giren ve dahası bir şeyler bırakıp giden. Bu isim-lerden bazıları bir şarkıyla, meşhur olan, tabir yerindeyse, bir atımlık barutları olan, onu da atınca ellerinde bir şey-leri kalmayan türden kişilerdi. Kimler mi?

90’lar, 90’lar…Kişisel Bir

Türkiye Tarihi

Page 21: Genciz Biz Mayıs 2012

19Mayıs 2012

ASYA : Bir kafeste sallanan nispeten mahzun bir kadın, etrafında tuhaf koruyucular, “melekler” falan filan; baya postmodern bir klipti şu “Beni Aldattın”. Beni ürper-tiyordu bu klip ve tırsıyor-dum biraz ne yalan söyle-meli. Ama yine de yumuşak bir sesi vardı Asya’nın ve zihnimizde hala o kafesin içinde sallanmaya devam ediyor.

TAYFUN: Yıllar sonra bir tv progra-mında gördüğümde ancak inandım gerçekten var olduğuna. Çünkü tuhaf bir yabaniliği vardı üzerin-de. Deri ceketi, saksafonu, robota benzer çenesi… Ama vardı işte; hadi yine iyiyiz var ya...

CEMALİ: Yağmurlu bir kış akşamında, “Duymak istiyorum” (artık neyi duya-caksam) diye diye yürüdüğüm o yollar: Gurbetçi kardeşler Cemali’nin sesi o kadar naifti ki MFÖ’den sonra sesini ayırt ede-mediğim ender gruplardandı onlar: Onlar, isimleri gibi bitişik ve yan yanaydılar: İki beden, bir can.

CARTEL: Siyasetleri bir tarafa, o dönemin tek şarkılıkta olsa en iyi gruplarındandı Cartel. İçimizde bir isyan vardı (böyle söyleyince baya güzel oluyor) ve onlarda bir ses arıyorduk içimiz-deki bu ataşe cevap ve-recek. Türkçe sözlü hafif müziğin, Cengiz Kurtoğ-lu, İbo ve diğerlerinin bize yetmediği yerde onlara tutunuyorduk. Cartel, bir numara ve en büyüktü ve yanı başımız-daydı işte: Cehennemden çıkan çılgın Türk.

Page 22: Genciz Biz Mayıs 2012

20 Mayıs 2012

MÜZİK

ÇELİK : Namı diğer Hercai. Çelik, bu şarkıyı ve o şar-kının klibinden başka bir şey yapmamış olsaydı bile doksanların prenslerinden birisi olurdu hiç şüphesiz. Çünkü sanki hepimiz birer hercaiydik, “hercai menek-şeydik” ve öyle bir yerimizden vurmuş ve yakalamıştı ki bizi bu şarkı ve klip, onun elinden kaçmamız, kur-tulmamız imkansızdı. Şarkı ve o meşhur klip o kadar gerçek bir yerden sesleniyordu ki bizlere, bir ailenin dramını kendi “öz” dramımıza katık edip, en orta ye-rine koyuyorduk kalbimizin. Türk popu, bizlere bir yerlerimizi kesmek, oramızı buramızı tarumar etmek için, yalnızca Orhan, Ferdi, Müslüm Babaları dinleme-memiz gerektiğini öğrettiyse şayet, bu hiç şüphesiz, sevgili hercai Çelik Abi’nin sayesindedir. Hercai: Kal-bimizde bir sızıdır, daima.

MİRKELAM : İşin doğrusunu söylemek gerekirse, ben Mirkelam’ı meşhur olduğu o gece tanıyanlardan değilim. O gün her zamanki gibi okuluma gittim. Her zaman ki gibi ders başladı ve ardından da teneffüs oldu: Ana, o da ne: Mirkelam, dün gece hayatımıza arka kapıdan da değil, direk bodoslama girivermişti. “Bu yüzden” ben ne zaman Mirkelam’ı hatırlasam Kemal Derviş’i de hatırlamaktan alıkoyamam kendimi açıkçası… 90’ların kendini, diğer dönemler-den ayıran özelliklerine benzer bir şekilde, Mirkelam’da bu 90’lar-dan farklılaşıyordu bir yerden sonra. Elbette en başta klibiyle bir-likte. Birilerin Amerika’ya gittiği, güzel yüzlü mankenlerle çalıştığı yerde bu adam şehrin en kenar mahallerinden birini önce yürüye-rek, ardından koşarak kat ediyordu. Daha önemlisi şu: Mirkelam, aslında melezleşmenin tecessüsüm etmiş haliydi. “Her Gece” klibi-nin o kenar mahalle de çekilmesi, şarkıdaki bol miktarda bulunan arabesk tınılar, giydiği kıyafetler, klibin renksizliği ve daha bir dolu bir şey. Mirkelam: Elif Şafak’ın en büyük selefi…

SİBEL ALAŞ : Ve Sibel Alaş dememiz gerekiyor daha doğrusu. Şimdi bile izlediğim de korktuğum bir klipti Sibel Alaş’ın “Adam” klibi. Bir o kadar da “karmaşık” şarkı sözleri vardı üstelik. Birisi bana yirmi yıl sonra gelip de, “Meğer o Sibel Alaş var ya çok acayip bir kadınmış kardeşim, çook” derse hiç şaşırmam inanın. Ama bundan daha fazla önemli olan asıl gerçek şu: Sibel Alaş, o zamanlar az bu-lunan bir karanlığın içinden konuşuyordu bizlere ve klibi bizlere tam olarak bunu söylüyordu. Ama şim-di artık herkes onun gibi ve o ondan korkmamıza gerek yok çok şükür. Tehlike bitti.

Page 23: Genciz Biz Mayıs 2012

21Mayıs 2012

MUSTAFA SANDAL : Bir Hintliyi benzi-yor “Araba” klibinde Musti: tuhaf dans-ları, biraz koyvermişliği/boşvermişliği ve elbette paradan puldan uzak durmasıyla, en azından bir klip boyunca… Onun ara-bası var, gaza bastımı gidiyor da, üstelik şoförü bile var ama gelin görün ki ruhu yok: Orhan Gencabay, bunu zamanında “Sevmiyorsan hor görme bari/Benim de Senin gibi Allah’ım vardır” diyerek anla-tıyordu bizlere. Musti’yse bu ruh halinin 90’lardaki güncellenmiş bir versiyonuydu tam olarak. Ama, bir farkla: Musti bu şar-kının sonunda, yani “ama ruhu yok” de-dikten sonra, “onun için hiç mi hiç şansı yok” diyerek meselenin nasıl sonuçlana-cağını bize söylüyor ve Orhan Baba’nın boynunu büküp kaderine razı olan hali-nin tersine, bu sefer kazanan bu Hint fa-kiri delikanlı oluyordu. Aslolan ruhtu ve kendi içinizdeki bu ruha sahip çıkmamız gerekiyordu: Gerisi için Master Card…

TARKAN : Sezen Aksu’yla birlikte Türk Pop Müziği’nin tartışmasız en önemli ismidir Tarkan. Ve ben kendi adıma Tarkan’ı tek bir şarkının içine sığdıramayacak kadar önemli buluyorum bütün 90’lar söz konusu olduğunda. Bu anlam-da Tarkan, bence kliplerin baskın olduğu 90’ları sesiyle, yüzüyle, imgesiyle aşan tek isimdir. Kıl Oldum Abi, Acayipsin, Dön Bebeğim, Kış Güne-şi, Yakalarsam, İkimizin Yerine, Ölürüm Sana, Salına Salına, Kuzu Kuzu: Tarkan’ın merkezkaç noktasını belirlemek o kadar zor ki. Tarkan’ın “hit” olan şarkıların sözleri Sezen Aksu’ya ait. Bu yüzden Sezen nasıl, tek bir hikâyenin içi-ne sokulamayacak kadar geniş bir alana yayı-yorlarsa içimizde, Tarkan’da aynı genişliktedir esasında. Ama bana Maykıl Ceksın’ı hatırlatıyor Tarkan nedense: arkasındaki binlerce “genç kız”, çığlıklar; biraz şımarık, biraz küstah, biraz ma-sum. Hep genç kalmak zorundaymış, o masum ve bebek yüzünü koruması gerekiyormuş gibi. Tarkaaann: Bizim 90’lardan beri en büyük ger-çekliğimiz bunu unutmamak gerek…

Bunların dışında elbette bir dolu isim var buraya ala-madığımız: Kenan Doğulu, Yaşar, Serdar Ortaç, Levent Yüksel (Med-Cezir benim için tüm 90’ların kendi ala-nında en iyi albümüdür), Yonca Evcimik, Haluk Le-vent, Yeşim Salkım, Burak Kut, Hakan Peker, Gülşen, Ayna, Vitamin, Sertap Ere-ner, İzel, Candan Erçetin, Gökhan Kırdar, Bendeniz, Of Aman Nalan… Ama hepsi için ancak bir kitap ancak yeterdi bize. Anlatamadık-larımız bir başka yazıya…

YILDIZ TİLBE / NAZAN öNCEL : Sevgili Sadık Yalsızuçanlar’ın kendi hayatındaki üç önemli şarkıcından bahsettiği bir yazısı var. Sadık Abi, o yazılarda Bergen, Edith Piaf ve Romy Schnedier’den bir arada bahseder ve onların çilekeş hayatlarını enfes bir dille ve daha önemlisi içerden sunar bizlere. Yıldız Tilbe/Nazan Öncel orta saha ikilisi de benim için aynen bu kıvamda bir yerdedirler. İkisi de çok derbederdirler, çok acı çekmişlerdir, acıların kadındırlar hâsılı. Yine ikisi de bence erkekleşmeye direnen, ama bir yandan da girdikleri o karanlık dünyanın onları ittiği yerden çı-kamayanlardır bir türlü. Hani eski Türk filmlerindeki tövbe eden kadınlar/adamlar vardı ya işte, onu bir türlü yapamayanlar yani. Çünkü onlar, zokayı bir kere fena yut-muşlardır. Bizler onlara bakıp, kaderleri böyle yazılmış deyip geçebiliriz de. Bakıp ibrette alabiliriz: Ya da bizden uzak görmeden, onlara oturup konuşabiliriz de. Ben, Yıldız Abla’yı orta okulun sonunda bir ay çalışıp paramı alamadığım o konfeksiyon atölyesinde tanıdım. Kral Tv’den değil ama Kral Fm’den… Konfeksiyondan sürekli onun şarkısı çalınır gibi gelirdi bana ve Delikanlısı’na yaktığı ağıtı dinleyip durur-dum bütün gün. Nazan Öncel ise, bir üçlemesiyle, Gidelim Buralardan, Gitme Kal Bu Şehirde ve Ben Sokak Kızıyım’la durur benim içimde. Bir yerlerden ona bulandırılan acısının yapmacık olduğunu kim söyleyebilir ki bu ülkede? Yıldız Tilbe/Nazan Ön-cel, bazılarının, bazılarımızın başına ne geldiyse onların en güzel resmidir. İlk taşı günahsız olanınız atsın diyecek varsa bu ülkede en başında onlar gelir benim için.

Page 24: Genciz Biz Mayıs 2012

22 Mayıs 2012

RÖPORTAJ MERVE BÜBER

Yemek yapmak, kimine göre zorluklarla doludur, ki-mine göre ise hayatın anlamıdır. Bazılarına göre iş, bazılarına göre ise işten ötedir. İşte, Emine Karasu

da bu işe genç yaşta gönül vermiş, ödüllü bir aşçı adayı. Şeflerinin bir numarası olan Emine ile keyifli bir sohbet yaptık.

Kendinden biraz bahseder misin?

1992 yılında İstanbul’da doğdum. Bir abim var ve ailemin göz bebeğiyim. İlkokul eğitimimi Yıldırım Beyazıt İlköğ-retim Okulu’nda tamamladım. Okul hayatıma Mithatpaşa Kız Meslek Lisesi’nde devam ettim. Üsküdar’da oturuyo-rum. Stajımı yaparken turizme ilk adımımı atmış oldum. Ordaki şefim Erden Altınyıldız ve ustalarım sayesinde ken-dimi geliştirdim. Uluslararası ve yurtiçi yarışmalara katıl-dım; ve katıldığım yarışmalardan dereceler aldıktan sonra bu işe giderek isteğim arttı. Yarışmalar sayesinde ünlü şeflerimize hem kendimi tanıttım hem de bir nevi yetene-ğimi onlara gösterme fırsatı buldum. Ve sonunda Kıbrıs Girne’deki Kakao Restaurantta Ayvaz Akbacak’la birlikte çalışma fırsatı yakaladım.

Lezzet Ondan Soruluyor

Henüz 18’inde Ama

Bir gün değişik bir sosla makarna yaptık ve onu sadece yabancılar yedi. Yabancılar, ilk önce tabaklarına alıyorlar, beğenirlerse tabaklarını dolduruyorlar ama bizim insanlarımız ise, tadına bakmıyordu hatta yanından bile geçmiyordu.

Page 25: Genciz Biz Mayıs 2012

23Mayıs 2012

BİR KISKANÇLIK MESAJININ BENİ BöYLE YERLERE GETİRECEĞİNİ BİLMİYORDUM

Yemek yapmaya nasıl başladın?

İlkokuldayken öğretmenim ve benim meslek lisesine git-mem gerektiğini söyledi. Ben de zaten düz lise istemiyor-dum ve babamı ikna ederek meslek lisesine gittim. Yakın arkadaşım hep yarışmalara katılırdı. Bir gün ona mesaj attım; “Çok kıskandım ben seni, ben de senin yerinde ol-mak isterdim.” diyebileceğiniz kıskançlık mesajıydı. Hat-ta yanlış anlaşılacak durumdaydı; ama arkadaşım bana, “Antalya’da yarışma var gel beraber gidelim.” dedi. O me-sajdan sonra 1 ay içerisinde hazırlanıp kendimi yarışma-larda buldum. İlk gittiğim yarışmada sevdirdim kendimi, her şey ilk orada başladı. O sıcak ortamı tadınca daha da geriye dönmedim.

İlk yaptığın yemek neydi?

Küçüklüğümden kalan minik ama bir o kadar komik bir anım var. Aklıma her geldiğinde gülerim. Annem o zaman-lar sabah erken çıkıp, gece de eve geç geliyordu. 7 yaşın-daydım ya da 8; tam olarak hatırlayamıyorum. Karnım çok açtı ve kalktım patates yemeği yaptım. Yanına da pilav yapacağım ama nasıl yapacağımı bilmiyorum. Annem de uyuyor, gittim yanına “Anne pilav nasıl yapılıyor?” diye sordum. Annemin bana verdiği cevap ise inanılmazdı tabi; o zamanlar çocuksun bir şey anlamıyorsun. Annem “Yağı koy, pirinçleri iyice kavur, tek tek tane tane olsun sonra da altını kapat ye.” dedi. Tabii uyku sersemi olunca böyle söyledi ve ben o pilavı katur kutur yemek zorunda kaldım. Hala anneme söylerim bana o pilavı yedirdin diye.

ANNEM MUTFAĞA GİRDİĞİNDE ASLA MUTFAĞA GİRMEM

Annen ile arandaki diyalog nasıl?

Annem mutfağa girdiğinde ben girmiyorum, ben girdiğim-de de o mutfağa girmiyor. Bu konuda çok tartıştığımızdan dolayı mutfağa girmemeye çalışıyorum. Çünkü, yemeğin herhangi bir şeyi eksik olduğunda söylüyorum ve tartışma çıkıyor.

Yemek yaparken hiç hayal kırıklığına uğradın mı?

Lise bittikten sonra Antalya’da üniversite okumaya git-miştim. Kaldığım yer çok ıssız bir yerdi ve istediğim mal-zemeleri hiç bir yerde bulamıyordum. Yemek yapamayınca da canım sıkılıyordu. Bir gün mutfağa gittim olan malze-meler ile bir şeyler deneyeyim diye ama hiçbir şey ürete-medim. Ne kafamda üretebiliyordum ne de malzeme bula-biliyordum. Hüsrana uğradığım zamanlardan biriydi zaten; ondan sonra İstanbul’a geri döndüm.

Hayal kırıklığı dışında mükemmel tatlar yakaladın mı?

Tabii ki de, size yemekleri yiye yiye tadınız damağınız o lezzetleri biliyor. Mesela domates dediğinizde, domatesin nasıl bir şey olduğunu anlayabiliyorsunuz. İş birleştirmeye geldiğinde de bildiğin tatları farklı yerlerde uyguluyorsun ve sonucunda ise enfes tadlar yakalıyorsun. Bir yarışmada nane aromalı kavun soslu kuzu yaptım. Bunu yapmamda ki amacım nane aromasının ferahlığını, yemekten saatler sonra da hissedebilmekti ve başardım.

Page 26: Genciz Biz Mayıs 2012

24 Mayıs 2012

TÜRKLER YENİ TATLARA AÇIK DEĞİL

Türkler genelde bilmedikleri tadları yemezler, farklı bir şey yapınca sıkıntılarla karşılaşıyor musun?

Geçen yaz çalıştığım otelde makarna şovu yapıyorduk. İn-sanların gözü önünde tava sallıyorsun, görsel olarak çok iyi. Makarna standında farklı farklı makarnalar deniyor-dum. Bir gün değişik bir sosla makarna yaptık ve onu sadece yabancılar yedi.

Yabancılar, ilk önce tabaklarına alıyorlar, beğenirlerse ta-bakalarını dolduruyorlar ama bizim insanlarımız ise, tadı-na bakmıyordu hatta yanından bile geçmiyordu.

Yemek senin için bir iş mi yoksa hobi mi?

Ben mutfakta zaman geçirmeyi çok severim, orada huzur-luyum, mutluyum, derdim ya da sıkıntım varsa onu mut-fakta atabiliyorum.

Malzemeler neredeyse benim en yakın arkadaşlarım oldu. Bir insan işini zevkle yapıyorsa zaten o yaptığı şeyi iş ola-rak görmez, göremez. Bu yüzden, yemek yapmayı hiç bir zaman iş olarak görmedim. En mutlu olduğum yer mutfak. Zaten okulum bittiğinde yurtdışına çıkmak istiyorum.

Neden yurtiçi değil de yurtdışı?

Kendimi orada geliştirmek istiyorum. Hatta Fransa’ya git-mek en büyük arzum. Oradaki turizm ile buradaki turizm arasında dağlar kadar fark var.

RÖPORTAJ

Page 27: Genciz Biz Mayıs 2012

25Mayıs 2012

KİMSE TÜRK MUTFAĞININ FARKINDA DEĞİL

Türk mutfağı da Dünya mutfağı kadar zengin. Sence neden kimse Türk mutfağı üzerinde durmuyor?

Şu an bir aşçı adayına sorsan, Türk mutfağını biliyorum der ama Dünya mutfağı üzerinde durur. Ben de dahil ol-mak üzere kimse Türk mutfağının farkında değil zaten far-kındalığı da bizler sağlamıyoruz. Yarışmalara Türk mutfa-ğını geliştirip gideceğime, Dünya mutfağıyla katılıyorum.

Peki yemek yarışma programlarını nasıl buluyorsun?

Berbat buluyorum. Bizim şef olarak görmediğimiz insan-lar, programlarda kendilerini şef olarak gösterip yemek yapıyorlar. Bir de şef olarak gördüklerimiz var onlar da önlüklerini giymiyorlar bir çelişki var. Bu arada program-ların hepsi kötü değil. Mesela Türkiye’nin değişik yerle-rine gidip, o yörenin yemeklerini tanıtıyorlar o olay ger-çekten güzel.

MUTFAKTA ERKEKLER KADINLARDAN BETER!

Hep yemeklerden bahsettik peki ya aşçılar arasında bir rekabet var mı?

Birbirimizi hiç bir zaman rakip olarak görmüyoruz. Ben bu sektöre girdiğimden beri her yerde aşçı arkadaşım var. En son katıldığım yarışmaya zaten bütün arkadaşlarımla katılmıştım. Hepimiz aynı anda birbirimizle yarışıyoruz. Birimizin malzemesi eksik olsun, diğerleri eksik olan mal-zemeleri tamamlar ama yarışma gününe kadar ne yemek yapacağımızı, nasıl yapacağımızı paylaşmıyoruz. Sonuçta diğerinin fikri bana güzel gelir ve içine bir şeyler katarak zenginleştirebilirim, bu da doğal olarak etik değil.

Yarışmalarda durum böyle iken mutfak ortamı nasıl?

Kadınlara dedikoducu derler fakat mutfakta bir görseniz erkekleri, kadınlardan daha cok konuşuyorlar. Bir çok şef,

mutfakta kadın istemez; ama bazıları da var ki, hem mutfaktaki sohbetler düzelsin, hem de titizlik ba-

kımından mutfakta kadın olsun istiyor. Kadınlar-da artık bu işin içerisinde. Her il yarışmalar

yapıyor, okullar da isimlerini duyurabil-mek için katılıyorlar ve kadınlar da

ön plana çıkıyor.

Emine KARASU'nun birincilik ödülü aldığı nane aromalı kavun soslu kuzu

EMİNE KARASU’NUNöDÜLLERİ

CHEF STAR 2012ANA YEMEK BİRİNCİLİĞİ

25-26 MART 2011 CHEF CLUB JUNIOR STARÜÇÜNCÜLÜK öDÜLÜ

INTERNATIONAL İSTANBUL GASTRONOMY FESTİVALÜÇÜNCÜLÜK öDÜLÜ

Page 28: Genciz Biz Mayıs 2012

26 Mayıs 2012

ÖĞRENCİ BÜTÇESİ GÜLİZAR SöNMEZ

Vakit alıp başını gitme vakti. En başta haritalarımız vardı başuçlarımızda, görmek istediğimiz ülkeleri, kitap-

larda filmlerde ezber ettiğimiz sokakların şehirlerini bulur, işaretler, gitme hayalleri kurardık.

Suların arasına sıkışmış Venedik’di belki bazılarının hayallerini süsleyen… Halil Cibran kitapla-rında kendisi ile konuşurken aklımıza sızdırmıştı Beyrut sokaklarını… Woody Allen filmleri Newyork, Londra, Bar-celona, Roma, Paris ışıklarını merak ettirmişti… Mecid Mecidi filmleri ne kadar hüzün getirse de o hüzünlü doğu topraklarını görmek istedik.

Artık bu hayallere ulaşabilme, yurt dışına çıkmak, başu-cundaki haritayı indirip bir bavul ile yollara düşmek çok zor değil…

PASAPORTUM VAR, HAYALİM VAR, VİZE DE NEYMİŞ!

Şehirler küçülüyor, sınırlar sıfırlanıyor, bir ülkeden başka bir ülkeye gitmek her geçen gün kolaylaşıyor. Öğrenci ol-mak, eğitimsel sebepler, ülkelerin birbirleri ile anlaşmala-rı, vize kaldırma uygulamaları ile yurt dışına çıkmak kolay-laşıyor. Bu kolaylığa ek olup, duble kolaylık haline gelişi sağlayan da; biri yeşil pasaport diğeri ise ülkeler arasında kalkan vizeler…

Ayrıca birçok tur şirketi paket tur programlarıyla bir za-

manlar çok zor gibi görünen seyahatleri kolaylıkla yapı-labilir hale getiriyor. Dünya seyahatleri bile sadece belli bir kesimin yapabileceği bir şey olmaktan çıktı. Şu dün-yaya bir kere geldiysek insan gezmek, görmek, tanımak ve

öğrenmekten başka ne yapar ki? Günlük hayat yeterince hepimizi yoruyor. Türklerde sadece gelir düzeyi yüksek ki-şilere has bir şeymiş gibi algılanan yurtdışı seyahatleri – e biraz da Türk tembelliğimiz- “yeryüzünü gezip ibret alın” diyen bir dinin mensubu olmamıza rağmen bu zamana ka-dar bizi harekete geçirmemiş. Artık alıcılarımızı sonuna kadar açıp Dünya’yı keşfetme zamanı!

‘VİZE’SİZ HAYAT DAHA GÜZEL

Türk vatandaşları artık sadece pasaportları ile birçok ül-keye “vizesiz” seyahat olanağına sahipler. Ülkeler ara-sı anlaşmalara göre değişen bazı ülkelere vizesiz olarak girebiliyorlar. Mesela Banker Bilo’da Şener Şen ile İl-yas Salman’ın bize kahkahalarla izlettiği ama dramatik Almanya’ya gidiş macerasına artık gerek kalmadığı, her Türk’ün kapağı atmaya çalıştığı, kaçak yollarda kamyon arkalarında gittiği Almanya yeşil pasaport sahibi Türk va-tandaşlarından vize istemiyor.

Yapılan anlaşmalar sonrası pasaport sahipleri günlerce konsolosluk önlerinde sıra bekleyip istediği ülkeye gitmek için onay almaya çalışmıyor.

Pasaportunuz mu Var,

Gidin,Durmayın!“Pasaportum var,hayalim var…Görülecek çok yer var,vaktim var…Sırt çantam var…“

Page 29: Genciz Biz Mayıs 2012

27Mayıs 2012

Diğer pasaportların yanı sıra özel olarak yeşil pasaport sahipleri pasaport sürelerini uzatmak istediklerinde ise harca tabi değiller. İlk defa başvuranlardan da yalnızca pasaport cüzdan bedeli alınıyor.

KİMLER ‘YEŞİL’LENEBİLİR?

Yeşil pasaport, 1., 2. ve 3. derece kademelerde çalışan, emekli veya bu derecelerde iken istifa eden kamu personeli ve yakınları alabiliyor. Bu özelliklere sahip ebeveynleriniz varsa siz de direkt olarak bu pasaportu hak ediyorsunuz.

Almanya’dan Fas’a, İtalya’dan Romanya’ya, Gürcistan’dan Tayland’a,

İnsanlarının dertsiz ve tasasız yaşadığı İskandinav ülkelerinde İsveç ve Norveç’ten Ukrayna’ya,

Asya'nın Meksika'sı olan Filipinler’den buz memle-keti İzlanda’ya, Bangladeş’ten Macaristan’a,

'Bilge Kral' Aliya İzzetbegoviç'in emaneti Bos-na Hersek’ten Malezya’ya, Moğolistan’a, Çek Cumhuriyeti’ne, Pakistan’a,

Güney Kore’dan Sri Lanka’ya, Hollanda’ya, Japonya’ya Peru’ya Lüksemburg’a Beyaz Rusya’ya Maldivler’e

"Ne batıyız, ne de doğu; biz biziz" sözleri ile ya-şayan Türkmenistan’dan bir vakte kadar kendileri Türkiye’nin bir parçası sayan türkülerimize konu olan Yemen’e,

İnsanlarının şeker gibi, bal gibi, güler yüzlü ve ki bar olduğu Azerbaycan’dan Cezayir’e, Mısır’a, Tunus’a

Danimarka, Fransa, Küba, Polonya, Slovakya, Hır-vatistan, İspanya, İsviçre, Venezuella, Bahreyn, Guetemala, Litvanya, Belçika, Makedonya, Brezilya, Singapur, Nikaragua, Çin Halk Cumhuriyeti’ne kadar normal ve yeşil pasaport sahipleri vizesiz geçiş hak-larına sahip… Ve Türkiye’nin dış politika çalışmaları her gün bu listeye yeni bir liste haline getirir oldu.

İnsanlarının dertsiz ve tasasız yaşadığı İskandinav

ülkelerinde İsveç ve Norveç’ten Ukrayna’ya, 'Bilge

Kral' Aliya İzzetbegoviç'in emaneti Bosna Hersek’ten Malezya’ya, Moğolistan’a,

Çek Cumhuriyeti’ne, Pakistan’a…

HANGİ ÜLKELER SİZİ KOLLARINI AÇMIŞ BEKLİYOR?

Page 30: Genciz Biz Mayıs 2012

28 Mayıs 2012

SPOR ÜMİT AKSOY

HEP O ŞARKI:SESSİZ VE KEDERLİYıllarca şehrin göbeğinde, bütün gözlerin üzerinde olduğu, eğer bir stat ve taraftar mahremiyetinden bahsedilecekse, bunun orada olmadığı; öyle ulu orta bir mekândan sonra, “Allah’ın dağında”, TEM’in kıyısında, bir TOKİ harikası statta maç izlemek arasında kalmış bir taraftar grubu var karşımızda; bunu unutmamak gerek.

Bu yazı Galatasaray’la, Galatasaray tribünüyle ilgili olacak. Yani yazı gözünü sahada oynanan maça de-ğil, sahaya bakan gözlere çevirecek ve onların ne

gördüğüyle, ne görmek istediğiyle, nasıl bir haleti ruhiye-de olduklarıyla ilgilenecek.

Söz konusu olan Galatasaray ve bu takımın tribünleri olun-ca ilk önce bu takımın yeni geçtiği stattan bahsetmeli. Yani tribünden önce burada bir adım daha geriye gitmek gereke-cek. O bir adım geride ise bizi yeni, son derece “modern”, gıcır gıcır, kirletilmeyi bekleyen bir stat bekliyor. Ya da stat değil de bir “ev” diyelim isterseniz (mabet değil ama).

ALLAH’IN DAĞINDA, TOKİ HARİKASI STATTA MAÇ İZLEMEK

İşte, bu yeni stat belli ki Galatasaray taraftarını “başka” türlü bir ruh haline sokmuş. Kendi adıma Galatasaray’ın “eski” stadında da bolca maç izlemiş, hatta orada ki son

lig maçını da yerinde takip etmiş birisi olarak bunu rahat-lıkla söyleyebilirim. Bu, bize her şeyin güllük gülistanlık olduğunu söylemiyor elbette. Tam tersine bolca ve karma-şık, ne yapacaklarını bilmedikleri bir takım duygular var taraftarın içinde. Yıllarca şehrin göbeğinde, bütün gözlerin üzerinde olduğu, eğer bir stat ve taraftar mahremiyetinde bahsedilecekse, bunun orada olmadığı; öyle ulu orta bir mekândan sonra, “Allah’ın dağında”, TEM’in kıyısında, bir TOKİ harikası statta maç izlemek arasında kalmış bir taraf-tar grubu var karşımızda; bunu unutmamak gerek. Yalnızca metronun ulaşabildiği (İETT’nin cılız seferleri maalesef bir işe yaramıyor, üzgünüm), çıkışta 50 bin kişinin neredeyse tamamına yakınının 10 dakika da bir seferleri olan metroy-la evlerine ulaşabilmelerinden dolayı taraftarın, maçtan çıkmak için maçın bitmesinin beklemediği, bu yüzden her defasında “kaçar” gibi çıktıkları, muhtemel bir galibiyet sonrasında Sabri’nin üçlüsünü göremedikleri o yeni stat.

Galatasaray taraftarının bu maç sonu hızlıca stattan kaç-

Page 31: Genciz Biz Mayıs 2012

29Mayıs 2012

malarını, bu yüzden sadece teknik bir şeymiş gibi değil de, o içinde bulundukları halle birlikte anlamak gerekiyor. O büyük kaçışı (ki statla metro arasında nereden baksa-nız 7-8 dakikalık bir “koşma mesafesi” var ve taraftar bu yüzden sadece maçta yorulmakla kalmıyor maçtan hemen sonra attığı bu yedi sekiz dakikalık sessiz deparla da bir yorgunluk hasıl oluyor) bu fırlatıldıkları, sürüldükleri yer-den, Allah’ın dağından, (hadi biraz renklendirelim yazıyı, bazıları bunu çok sever) “taşra”dan uzaklaşma olarak an-lamak gerekiyor galiba. Bu anlamda durum, TOKİ’nin baş-ka Allah’ın dağlarına da yaptığı, tam teşekküllü ve göğü fethetmeye çalışan o konutlardaki duruma benziyor aslın-da. Dışarıdan bakınca her şey çok güzel ama gelin görün ki gerçek bu değil. O deyimi tersine çevirerek söylemek gerekirse: Dışı beni, içi seni yakar. Evet, binalar çok “sağ-lam”, organize, iç dizayn fevkaladenin fevkinde ama bir sorun var: Bu evler kelimenin en gerçek anlamıyla şehrin dışında. Sahte şehir olan yerlerin bile dışında. Stattaki durum bu yüzden, Başakşehir, Kayabaşı gibi yerlerde olup

Page 32: Genciz Biz Mayıs 2012

30 Mayıs 2012

SPOR

bitenden pek de farklı değil. Taraftarın elinde olsa, bu içi güzel stadı Mecidiyeköy’ünün tam göbeğine, eski stadın o bom boş duran arazisinin üstüne “çat” diye koymak is-teyeceğini anlamak için çokça fırın ekmek yemeye gerek yok aslında. Karşımızda uzak diyarlarda bir stat var ve ne kadar güzel olsa da buralarda durulmaz havası Galatasaray taraftarının en büyük hissiyatı elbette.

SÜRGÜNDEDİRLER AMA MODERNDİRLER

Eski statta “kapalı” tribünde bulunan ana ekip (ki daha sonra bir kısmı “eski açık” tribüne geçmiştir) yeni statta kale arkasında bulunmaktadır. Bu yer değişikliğinden ba-

his açmamın nedeni şu: Bu yeni stadın taraftarda bıraktığı efekt, “Avrupa”daki diğer büyük kulüplerde olduğu gibi, “bağıran” taraftarın kale arkasında bulunmasıyla ilgilidir biraz da. Yani nihayet Galatasaray’da da işler “oradaki” gibi işlemektedir: Modern bir stat (kuyrukta beklemek yok mesela, turnikelerin çalışmaması ve saire), temiz tuvalet-ler, yerli yerinde bir taraftar grubu, çoğalan gelirler falan filan. Ve bütün bunlarla birlikte Galatasaray’ın temel ta-raftar gruba maça artık “kale arkasından” bakar olmuş-tur. Bu elbette bir kural değildir ama dediğim gibi büyük takımlarda da bu işler böyle olduğundan, burada da öyle olmuştur. (Eh, bunun bilet fiyatlarıyla da hiç ilgisi yok desek yalan söylemiş oluruz). Şundan dolayı önemlidir bu:

Page 33: Genciz Biz Mayıs 2012

31Mayıs 2012

Maçı izleyen Galatasaray taraftar gurubunun ana kitlesini oluşturan, deplasmana da kavgaya da giden o taraftarlar, bütün bu yerleştirme durumuyla birlikte kendilerini daha modern hissetmeye başlamışlardır. Maça bakan taraftarın en bariz özelliği an itibariyle tam da budur. Bir sürgünde-dirler ama moderndirler de. Modern bir sürgün. Şahane.

“NEVİZADE GECELERİ”

Bilenler bilir, her takımın bir tezahüratı, daha doğrusu her takım ve taraftarının kendisini tam da içinde rahat his-settiği, söylerken kendini her defasında yeniden o takıma bağladığı, bağlandığı, onu sonsuz rahatlatan bir şarkısı

vardır. Bu eğer söz konusu olan “taraftarlar” ise, bir takımı takım yapan en önemli unsurlardan biridir hiç şüphesiz. Ve her takım, onu o yapan o şarkıyı kolay kolay bulamaz. Galatasaray söz konusu olduğunda bu şarkı hiç şüphesiz “Nevizade Geceleri”dir. Bu şarkının sözleri ve melodisi tam olarak bir Galatasaray taraftarının takımıyla girdiği ilişkiyi bize anlatmaktadır aslında.

Galatasaray taraftarının bu şarkısı, bu ağıtı bir takımın arkasında duran, onu manipüle etmeyen, ona köstek değil destek olan bir ruh halinin, arkada öylece beklerken yak-tığı bir ağıttır tam olarak. Duyanlar duymayanlara anlatsın diye.

Page 34: Genciz Biz Mayıs 2012

32 Mayıs 2012

EĞİTİM KARİYER MERKEZİ ERSİN ÇELİK

KKTC’yi, dünya daha çok politik tartışmalar ve diplomatik restleşmeler çerçevesinde tanıyıp bilse de bu cennet ada-yı uluslararası camiaya tanıtan bir olgu daha var; yüksek eğitim. 1990’lı yılların başından itibaren kurulmaya baş-layan üniversite sayısı bugün 7’yi bulan, 250 bin nüfuslu KKTC, yüksek eğitim kalitesiyle “eğitim adası” hüvviyetine bürünmüş. Ada’da bu yıl itibari ile Türkiye'den 40 bin ci-varında öğrenci var.

KKTC’deki üniversitelerde okuyan öğrencilerin büyük bir kısmı Afrika ülkelerinden özellikle de Bangladeş'ten geli-yor. KKTC ile aynı paralellikte dünyaya akredite olma çaba-

sı gösteren Filistin’den gelen öğrenciler ikinci, Ortadoğu ülkeleri ise üçüncü sırada.

KKTC'de hali hazırda Yakın Doğu Üniversitesi, Girne Ame-rikan Üniversitesi, Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi, Lefke Avrupa Üniversitesi, Doğu Akdeniz Üniversitesi ve İstan-bul Teknik Üniversitesi eğitim veriyor. Çukurova Üniver-sitesi ile Gazi Üniversitesi de kampüs açma aşamasında.Türkiyeli öğrencilerin ağırlıkta eğitim gördükleri bölümler; Hukuk, Pdr, (Rehberlik ve Psikolojik danışmanlığı) Okul Öncesi Öğretmenlik ve Mühendislik fakülteleri şeklinde sı-ralanıyor.

UCUZ EĞİTİMİN ZOR ADRESİ KKTC

Türkiye’de yüksek eğitim görmek tam bir maraton. YGS ve beş ayaklı LYS’ye girerek istediği bölümü okumak isteyen gençlerin bir bölümü ise imkan ve dereceleri dahilinde yurt dışına gidiyor. 40 bin Türkiye’li gencin tercihi ise “yurt dışımızdaki” KKTC. “Eğitim Adası”na dönen yavru vatandaki yüksek eğitimi irdeledik.

AKADEMİ KIBRIS DA OLMASA2008’de 280 öğrencinin bir araya gelerek, bundan sonra KKTC’ye gelecek öğrencilere sosyal alanlar aç-mak ve onları doğru yönlendirilme amacıyla kurduğu Akadami Kıbrıs Platformu’nun Genel Sekreteri Adem Koç çalışmaları hakkında şu bilgileri verdi: “Türkiye’de ve Filistin, Pakistan, Bangladeş gibi 3. Dünya ülkele-rindengelen öğrencilere öncelikle sahip çıkılması ve boş zamanlarını değerlendirecek aktiviteler oluşturu-yoruz. Tarih, edebiyat, psikoloji, ilahiyat alanlarının yanı sıra diksiyon ile hızlı okuma gibi kişisel gelişim ağırlıklı olmak üzere her alanda fakülte entegreli eği-timler veriyoruz. Türkiye’den alanında uzman akade-misyenleri getirip deneyim paylaşımları yaptırıyoruz.

Öğrenciler açısından “alternatif üniversite” gibiyiz. Eğitim ve sosyal organizasyonları öğrencilerinden olu-şan 20 kişilik ekiple belirliyoruz. Gönüllü çalışanları-mızı yurt dışı gezilerle ödüllendiriyoruz. Biz eğitimleri ticari amaçlı olarak değil de arkadaşlarımız mecburi-yet hissetsin diye cüzzi bir karşılıkla veriyoruz. Bu gelir de tamamen yeni çalışmalar için kullanılıyor. Hiç bir yerle herhangi bir bağımız yok. En büyük destek-çimiz sponsorlar ve tüm çalışmalarımız için kapılarını sonuna kadar açan Yakın Doğu Üniversitesi. KKTC’de yaşayan gençler de eğitimlere katılıyor. Onların geli-şimlerine de katkı sunmaya çalışıyoruz.”

Page 35: Genciz Biz Mayıs 2012

33Mayıs 2012

KKTC’DE EĞİTİMİN BEDELİ

Akdeniz açıklarında, doğayla içiçe bir ortamda öğrenim görmenin bedeli Türkiye’deki özel üniversiteler ile birçok Avrupa ülkesindeki yüksekeğitim kurumlarına kıyasla daha düşük. Üniversitelerin yıllık ücretleri 5 bin ile 6 bin Euro arasında değişiyor. 40 bin Türkiyeli genci KKTC’ye getiren başlıca neden bu. Diğer bir neden ise üniversiteye yer-leşme puanlarının Türkiye’deki özel üniversitelerin altında olması.

YURT SAYISI YETERSİZ

Öğrencilerin büyük bir bölümü tuttukları dairelerde kalı-yor. Nedeni ise toplam yurt kapasitesinin çok düşük ol-ması. Ancak son dönemlerde açılan özel yurtlarda gözle görülür artış var. Kredi Yurtlar Kurumu bu yıl Lefke Avrupa Üniversitesi yurtlarının bir bölümünü devralarak işletmeye koydu. Fakat bu yurtların yatak kapasitesi toplamda 2 bini geçmiyor.

Barınma ücretleri ise yurtların konfor ve sosyal durumuna göre değişiyor. Türkiye standarlarındaki öğrenci yurtları-nın ücretleri; yemekli olarak ortalama 6 bin TL. KKTC’de öğrenim gören öğrencilerin bazıları ise pansiyonlarda kal-mayı tercih ediyor. Normal pansiyonlarda aylık 500 TL’ye kalınabiliyor. Tabi buna elektrik, su ve yemek giderleri da-hil değil.

Üç dört arkadaşın bir araya gelerek tuttukları evler ise oda sayısına gore değişiyor. KKTC’de öğrencilerin kalabileceği 3+1 daireler 350 Pound yani 1000 TL’ye kiralanırken 2+1 dairelerin kira bedeli ise 900 TL’ye geliyor. öĞRENCİLER SOSYAL HAYATSIZ VE SAHİPSİZ

KKTC'de üniversite öğrencilerinin okul dışında yapabile-cekleri aktivite alanları yeterli değil. Üniversiteler bünye-sinde kurulan kulüplerin çok çok etkin olmadığını ve bu yüzdende de ilgi çekmediğini öğreniyoruz. Sosyal hayat-tan mahsur kalmak hem KKTC’li hem de orada eğitim gören “gurbetçi” öğrencilerin gelişimlerini de olumsuz yönde et-kiliyor. Sosyal hayat yukarda bahsettiğim gibi okul içinde

ve son derece kısıtlı yaşanıyor. KKTC’deki öğrenciler genel anlamda son derece sahipsiz görünüyorlar. Her ne kadar dibimizde olsa da “gurbette” okuyan üniversite gençliği-ni kontrol etme mekanizması çok zayıf. Burada faaliyette bulunan STK’lara göre aile-lerinden uzaktaki öğrencile-ri sokakta her türlü tehlike bekliyor. Bunların başında ise alkol, uyuşturucu ve bahis oyunları geliyor.

ALTERNATİF ÜNİVERSİTE GİBİYİZ

2008’de 280 öğrencinin bir araya gelerek, bundan sonra KKTC’ye gelecek öğrencilere sosyal alanlar açmak ve onları doğru yönlendirilme amacıyla kurduğu Akadami Kıbrıs Platformu’nun Genel Sek-reteri Adem Koç çalışmaları hakkında şu bilgileri verdi: “Türkiye’de ve Filistin, Pakistan, Bangladeş gibi 3. Dünya ülkelerindengelen öğrencilere önce-likle sahip çıkılması ve boş zamanlarını değerlen-direcek aktiviteler oluşturuyoruz. Tarih, edebiyat, psikoloji, ilahiyat alanlarının yanı sıra diksiyon ile hızlı okuma gibi kişisel gelişim ağırlıklı olmak üzere her alanda fakülte entegreli eğitimler veri-yoruz. Türkiye’den alanında uzman akademisyen-leri getirip deneyim paylaşımları yaptırıyoruz. Öğ-renciler açısından “alternatif üniversite” gibiyiz. Eğitim ve sosyal organizasyonları öğrencilerinden oluşan 20 kişilik ekiple belirliyoruz. Gönüllü ça-lışanlarımızı yurt dışı gezilerle ödüllendiriyoruz. Biz eğitimleri ticari amaçlı olarak değil de arka-daşlarımız mecburiyet hissetsin diye cüzzi bir kar-şılıkla veriyoruz. Bu gelir de tamamen yeni çalış-malar için kullanılıyor. Hiç bir yerle herhangi bir bağımız yok. En büyük destekçimiz sponsorlar ve tüm çalışmalarımız için kapılarını sonuna kadar açan Yakın Doğu Üniversitesi. KKTC’de yaşayan gençler de eğitimlere katılıyor. Onların gelişimle-rine de katkı sunmaya çalışıyoruz.”

Page 36: Genciz Biz Mayıs 2012

34 Mayıs 2012

HOBİ AYŞE ŞAHİNBOY DOĞAN

Arapça, Almanca, İngilizce ve Fransızca biliyordu, Dı-şişleri Bakanlığı böyle yetilere sahip birini bünye-sine dahil etmek istedi. Fakat o garantili bir hayatı

değil, hayalinin peşinden koşmayı tercih etti. İhap Hulusi Görey, illüstrasyon sanatının Türkiye’deki ilk uygulayıcısı olarak bilinir. Görey, 1917’de posta yoluyla başlayan resim eğitimini ilerletmek için 1920’de Almanya’nın yolunu tut-muştu. 5 yıl sonra İstanbul’a döndüğünde kalemi kıvrak bir ressamdı. Ona sıradan bir memurluk cazip gelmeye-cekti, o da ressam olarak hayatını sürdürmeye karar verdi. Akbaba dergisinde çalışmaya başladı ilk yıllar. Zamanla afiş çalışmalarına ağırlık verdi. İzmir’de İnci Diş Macunları firmasına 1927’de ilk afişini yaptı. Hulusi Görey’de ilk Türk illüstrasyon çizeri olarak adını tarihe geçirdi.

Günümüzde grafik tasarım programlarının teknolojinin ilerlemesiyle gelişme göstermesi, gençlerin bu alana yö-nelmelerine sebep oluyor. 20’li yıllarda taşbaskı üzerinden yapılan çalışmalar 2012’de yerini Android işlemli tablet-lere bırakmış, artık programları kullanarak sanatını ifade etmek kolaylaşmıştı. Artık sadece firma afişlerinde değil, reklamlarda, animasyon filmlerde, kitaplarda da yer bulan illüstrasyon çalışmaları günümüzde heveslisi çok olmasına rağmen henüz tam olarak meslek anlamında toplumda bi-linirliği çok değil. Lakin bu alanda kendi çalışmalarını ya-pan, görselliğe anlam katan illüstrasyoncular olduğu süre-ce yakın bir zaman bireysel bir meslek adına sahip olacak.

ÇizgininDayanılmazGücü:

“İllüstrasyon yapmak isteyenlerin sanatı bilmesi, çok okuması, çok izlemesi ve çok gözlemlemesi gerekir.”

illüstrasyon

Page 37: Genciz Biz Mayıs 2012

35Mayıs 2012

Cemile Ağaç bahsi geçen illüstratörlerden biri. Kendisiyle bir afiş tasarımı için yollarımız kesiştiğinde aklımıza gelen bu konuyu işleme isteği bizi de bilmediğimiz bir görsel zenginliğin içerisine itti. Çizime olan tutkusunu, çalış-malarını ve yurt dışına uzanan eğitim hayatını konuştuk Ağaç’la, ortaya illüstrasyon sanatı üzerine hoş bir sohbet çıktı. Çocukken derslerinde başarılı değilmiş Ağaç, çizi-me olan tutkusu diğer dersleri yapmaktan alıkoyuyormuş kendisini. Çocukların yeteneklerine göre yönlendirici bir eğitim sistemimiz henüz oturmadığı için bu gibi durumlar kişi kendi kendini keşfediyor. Ağaç’ta keşfini şöyle anla-tıyor; “ İçgüdüsel, bilinçsizce çizim yaptığım o dönemde Karikatürist Muhammet Şengöz’le tanıştım. Ortaokula yeni başlıyordum ve Şengöz’ün atölyesine (Fikret Mualla Resim Atölyesi) hafta sonları ağzım kulaklarımda gidip geliyor-dum.”

İLLÜSTRASYON İÇİN ARAŞTIRMACI BİR RUH ŞART!

Grafik tasarım çalışmalarında imkân varsa bir kere de olsa yurt dışına çıkıp atölyelere katılmak ya da eğitim sürecin-den geçmekte fayda sağlar.

Cemile hanım da bunun yolunu seçenlerden; “Marmara Üniversitesi’nde bir buçuk yıl okuduktan sonra Viyana’ya gittim. Viyana Güzel Sanatlar Akademisi’nde illüstrasyon bölümünü kazanmıştım ve üç yıl burada okudum.” Özellik-le bu işin usta isimlerinin de eğitim aldığı bir kurumdan istifade eden Ağaç, üç senenin ardından Türkiye’ye dö-nüş yapıyor ve Marmara Üniversitesi’ndeki eğitime kaldığı yerden devam ediyor. Süreç içerisinde de dergilere, çocuk kitaplarına, tiyatrolara, gazetelere illüstrasyonlar yapıyor. 2004’ten bu yana da çalışmalarını yayınlıyor.

İllüstratör Cemile Ağaç: “Kurşun kalem sesini çıkartabilecek cihaz icat edilene kadar elle çizeceğim”

Page 38: Genciz Biz Mayıs 2012

HOBİ

36 Mayıs 2012

Grafik tasarım alanındaki diğer alanlar gibi illüstrasyon içinde devamlılık ve öğrenme azmi şart. Ayrıca araştırmacı bir ruhun da olması gerektiğinin önemine şöyle yer veri-yor Cemile Hanım; “İllüstrasyon için çizim kabiliyetinden ziyade, araştırmacı bir ruha da sahip olmayı gerektirir. Bu ya vardır kişide ya da okulda bir şekilde kazanır. İllüstras-yon yapmak isteyenlerin sanatı bilmesi, çok okuması, çok izlemesi ve çok gözlemlemesi gerekir.”

MESLEK EDİNENLER BİR ARADA

Heveslilerinin gün geçtikçe artış gösterdiği bu alanda Türkiye nasıl bir konumda diye soruyoruz Cemile Hanım’a. Türkiye için yeni tanınan bir meslek olduğunun altını çi-ziyor. Bundan dolayı da bu sanatı icra edenlerin (mesleki

anlamda) az olduğunu söylüyor. Hobi olarak bu işi yapan-ların ise bu sanat dalına zarar verdiği kanısında: “Bir ta-rafta bu işi gerçekten meslek edinmiş çizerler diğer tarafta hobi olarak yapan insanlar var."

Yayınevleri, ya da illüstrasyona ihtiyacı olan kurumlar bu iki durum arasında kalmış. ”Tek tek sıkıntıları ifade et-menin çoğu zaman yaptırım gücü çok fazla olmaz. Bunun farkında olan Ağaç, sosyal medyayı da kullanarak bir grup oluşturduklarından bahsediyor. Bu grup sayesinde illüst-ratörler bir araya gelip ortak noktada şikâyetlerini pay-laşabiliyor. Kurdukları bu oluşum içinde ufukta görünen hedefi şöyle özetliyor: “Umuyorum ki bu grup ileride bir sendika haline gelir ve kanunen sahip olmak istediğimiz haklarımızı da bir resmiyete kavuştururuz. Çünkü bu işin telif hakları konusu da ayrıca uzun ve derin bir mevzu.”

Page 39: Genciz Biz Mayıs 2012

37Mayıs 2012

HAYAL GÜCÜNÜZÜ AÇIK TUTUN!

İllüstrasyon bir ürünü sattırmak, bir hikâyeyi canlandır-mak ya da bir mesajın vurgusunu arttırmak için kullanılır. Bunun içinde kuvvetli bir muhayyileye ihtiyaç vardır. Ce-mile Ağaç’a son olarak hayal gücünü nasıl canlı tuttuğu-nu soruyoruz. Tıpkı kıvamında bir çayın damağımıza gi-den sürecinde yaşadıkları gibi bilginin de insan beyninde demlenmesi gerektiğini anlatıyor: “Ben ilk önce bir metin varsa onu okurum, sonra o metin bende demlenir, yemek yaparken, trafikteyken, film izlerken, hep o metni çizerim aklımda. Sonra bir post-it kağıdı gibi ufacık bir kağıt bile olabilir bu, eskiz yapar sonra yine manuel direk kağıda çizim yapar sonra onu tarar, Illustrator ve Photoshop kul-lanarak renklendiririm. Hayal gücüm hep bir çocuğunki

gibi bu doğuştan sanırım. Yaşım ilerledikçe geçer diyor-dum ama hep aynı. Onun için canlı tutmak adına bir şey yapmıyorum. Ama bunun için kendimi tanımlamak gere-kirse, çok önyargısız olmak birincil şart olabilir. Her şeyi okuyabilmek, her şeyi izleyebilmek, saçmalayabilmekten korkmamak, hayal gücü benliğinizi açık tutmaktan geçiyor diyebiliriz.”

Gelişen teknoloji hayallerimizi sınırsız anlatma imkânı su-nuyor bize. Eğer çizim yeteneğinizde varsa bu durum iki-ye katlanıyor. Size düşen yeteneğinizin peşine düşmek... İllüstratörlük yükselen meslekler arasında ilk sıralarda yer alıyor. Artık anlatım yapabilmek için görselli daha çok kulla-nıyor olmamız bu alandaki ihtiyacı da ortaya çıkartıyor. Yurt dışına çıkamayabilirsiniz, ama hayalinizden vazgeçmez ve bir alana odaklanırsanız başarılı olmak kaçınılmaz olacaktır.

Page 40: Genciz Biz Mayıs 2012

38 Mayıs 2012

SERBEST KÜRSÜ ŞöYLEŞENLER: AYŞE ŞAHİNBOY DOĞAN, ERSİN ÇELİK,ZÜBEYR KOÇULU, GÜLİZAR SöNMEZ

Doğu Yakası oyuncularıyla keyifli dakikalar geçirdik. Bütün merak ettiğimiz soruları sorduk geçmişten günümüze na-sıl bir araya geldiklerini, başlarından neler geçtiği, neler yaptıkları ve yapmadıkları, gençlere ne gibi tavsiyelerde bulundukları hakkında söyleştik.

Ersin Çelik: Doğu Yakası kadrosunu biraz tanıyalım?

- Kayhan Binnetoğlu: 1987 doğumluyum. 8 yıldır bu işi yapıyorum. Lisede amatör olarak başladım. Daha sonra Greyfurt’ta beş buçuk altı sene çalıştım. 2 dizi ve 1 reklam da oynadım. Şuan ‘Bulutların Ötesinde’ dizisinde oynu-yorum. Dizi ile tiyatro arasındaki geçiş biraz erken yaşta oldu. Yıldız Teknik’te endüstri mühendisliği okuyordum atıldım. Şimdi açık öğretimde sosyoloji okuyorum.

- Ayla Kabil: 22 yaşındayım. Bahçeşehir Üniversitesi’nde sinema radyo okuyorum. Öncesinde 2 sene endüstri mü-hendisliği okudum. Reji asistanlığı yaptım. Yönetmen olmak istiyorum. Ailem bu durumu hiç hoş karşılamadı. Babam çok kızdı ama sonunda anlaşabildik. Eve geç gel-

mediğim sürece sorun çıkarmıyor.

- Fahrettin Eren Dinler: Kayhan ile Yıldız Teknik’ten be-raberdik. O atıldı bende bıraktım. Şuan açık öğretimden sosyoloji okuyorum. Liseden beri tiyatro yapıyorum. Se-naryo da yazıyorum.

- Murat Yaman: 24 yaşındayım. Murat ağabey ile Greyfurt zamanında tanıştık. - Yunus Emre Obut: 1988’liyim. Tiyatro ile buluşmam ablam sayesinde oldu. Yazın beni kuaför dükkânında ça-lıştırıyordu, çalışmak istemiyordum. İki seçenek sundu ya kuaför dükkânında çalışacaktım ya da tiyatro kursuna gi-decektim. Greyfurt’ta başladım. Medine Müdafaası ile bir araya geldik.

- Murat Durmuş: 1982'liyim. 2000'de Üsküdar Belediyesi Altunizade Kültür Merkezi'nde tiyatroya başladım. 2002'de Katakulli, 2003'te Menan Cinleri, 2005'de Çanakkale Mah-şeri... 2006'da Mevlana oyunlarının yapımcılığını yaptım.

Eğitim Sistemi Bizi Tiyatrocu

yaptı.

Amacımız Kitle Tiyatrosu Yapmak Değil Kitleleri

Bir Araya Getiren Tiyatro Yapmak.

Tiyatroda Yeni Soluk

"DOĞU YAKASI"

Page 41: Genciz Biz Mayıs 2012

39Mayıs 2012

2008 yılında New York Univesity Tisch of School Arts'ta performans sanatları yönetimi ve sinema yapımcılık üze-rine eğitim aldı. 2012'de Doğu Yakası Sanat Platformu'nu kurdum. Ayşe Ş. Doğan: Doğu Yakası ismi nerden geliyor?

Fahrettin: Gecelerce düşünerek ortaya çıktı. Üstüne çok kafa yordum. Doğu hikâyeleri, doğu metinleri yazdığımızı fark ettim. Sadece Doğu hikâyeleri ile sınırlı değil doğu kültürünü bir bütün olarak ele aldık. Sadece Güney Doğu değil bütün bir kültür.

Zübeyir Koçulu: Metinleriniz sadece doğu kültürünü mü anlatacak?

Murat Yaman: Evet. Bir Doğulu yazarın bakış açısından anlatıcaz.

Ayşe Ş.D: ‘Sanatın eğitime karşı bir duruşu var’ düşün-cesi hakkında görüşleriniz nedir?

Kayhan: Aslında öyle bir durum yok. Eğitim sisteminin sanata karşı bir engellemesi var. Çünkü yanlış yönde bir eğitim var. Üniversite gibi bir dayatma var. Çocuğun yete-neğine göre değil de ailenin bakış açısına göre şekil alıyor. Bazen babam hala tiyatroyu hobi olarak yaptığımı sanıyor. Eğitim sistemi bizi tiyatrocu yaptı.

Ayşe Ş.D: İçinizden hiç kimse konservatuar okumamış. Bir eksiklik olarak görüyor musunuz?

Kayhan: Bir eksiklik var. Okumak her zaman daha iyi. Ama bir yandan konservatuar okuyanlar derslere itiraz edemi-yor, derslere girmemezlik yapamıyor. İdeolojik bir kalıp

var. İnsanları bir kalıba sokuyorlar. Fabrika gibi...

Fahrettin: Oyunculuk açısından zorunlu kalıplar dayatı-yorlar. Müfredatların çoğu eskide kalmış ama hala devam ettiriliyor. Eğer sen kendinden bir şey katmazsan farklılık ortaya çıkmıyor.

Zübeyir: Tiyatro felsefesi, tiyatro tarihi ile ilgileniyor musunuz?

Fahrettin: Tabii ki de. Bunlarla ilgili kitapları okumayı ça-lışıyoruz. Sosyoloji, piskiloji bunlar da çok yardımcı olu-yor. İnsan ve toplum bilincini anlamında…

Zübeyir: Türk tiyatrosunu nasıl görüyorsunuz, bir eko-lü var mıdır?

Fahrettin: Türk Tiyatrosu’nun kendi ekolü yok. Kendi rengi yok.

Kayhan: Meddah, Karagöz, orta oyunu eğitimi veren ku-rum çok enterasan. Bir tek Müjdat Gezen var. Müjdat Ge-zen mezunlarını el ele tutuştursan buradan Kars’a giderler.

Murat D: Ferhan Şensoy bir filminde vurgu yapmış; "Tabii bizi izlemeye gelmezler 20 yıldır aynı teknikleri kullanıyo-ruz." O da farkında. Yeni şeyler söylemek lazım. Zübeyir: Kendi elitinizi oluşturmak gibi bir sıkıntınız var mı?

Murat Yaman: Özel Tiyatrolarda böyle sıkıntılar yok. İyi eser ortaya koyarsanız kendi elitinizi oluşturusunuz. Biz de kendi oyunumuzu ortaya koyarak kendi elitimizi oluş-turuyoruz.

Page 42: Genciz Biz Mayıs 2012

40 Mayıs 2012

SERBEST KÜRSÜ

Fahrettin: DOT buna örnek olabilir. Nişantaşı kitlesine hi-tap ediyor. Bilet fiyatları da ona göre tabi. Gülizar Sönmez: Tiyatroda karşılaştığınız sorunlar ne-lerdir? Teknik mi yoksa metin-senaryo mu?

Murat D: Her ikisi de. Teknik bakımdan sahne bulamıyo-ruz. Birçok tiyatro sahnesi kapatıldı. AKM’nin yıkılacağı zaman da gündeme geldi. Örneğin Üsküdar’da Bağlarbaşı Kültür ve Sanat Merkezinden başka düzgün bir sahne yok. Tiyatroya bir üvey evlat gibi davranılıyor. Ayşe Ş.D: Üvey evlat gözüyle bakılıyor dediniz neden?

Murat D: Öyle görünüyor ama bu algı yavaş yavaş kırıl-maya başladı. Toplumun refah düzeyi yükseliyor. Bir zen-ginleşme söz konusu. Ya da öyle görünüyor. Maddi sorun ortadan kalkınca insanlar kültüre yönelecek. Böylece de tiyatro izleyicisi artacak. Ersin Ç: Eskiden tiyatrolara muhafazakar kesim pek gitmiyordu. Çünkü onlara yönelik bir oyun sergilenmi-yordu. Bu durum değişti mi?

Fahrettin: Değişti diyebiliriz. Medine Müdafası'nı izleme-ye farklı kitlelerden arkadaşlar geldi. Konu belki ilgisini

çekmeye bilir ama oyunculuğa bakıyor, metne bakıyor. İşte biz proje yaparken de bunu hedefliyoruz. Her kesim-den izleyicinin gelebileceği işler yapmak önemli. Geniş kitlelere hitap etmek istiyoruz.

Zübeyir: Zenginleşen bir Müslüman sınıf var peki bu tiyatroya yansıyacak mı? Ya da senaryolara?

Murat D: Zenginleşen demiyoruz maddi anlamda daha iyi bir refah düzeyine ulaşan. Çünkü artık Müslüman sınıfında gidebileceği birçok tiyatro oyunu var.

Zübeyir K.: Doğu metinleri yazıyorsunuz. Peki Doğu ve Batı birbirine karşı durumda mı? Kesin çizgilerle ayır-dınız mı?

Murat D: Hayır. Doğu yazısını kurarken kendi ürettiğimiz metinlerle birlikte Doğu yazarlarının hikâyelerini de an-latıyoruz. Pakistanlı olabilir, Japon olabilir Iraklı olabilir. Örneğin Kore filmleri bizim Yeşilçam filmlerine benzemek-tedir. Mısır'da Türk diziler çok tutuluyor. Güzellik konu-sunda ve duruş konusunda olsun. Bu da Doğu'dan alınmış bir örnektir.

Gülizar S.: Medine Müdafa'sı nasıl ortaya çıktı?

Page 43: Genciz Biz Mayıs 2012

41Mayıs 2012

Fahrettin: 2005'de İsmail Bilgin'in bir romanından... Oyun olur düşüncesiyle ortaya çıktı. Çok konuştuk bu kita-bın üstünde. Ne yapabiliriz, nasıl oyunlaştırabiliriz. Son-ra çok kitap okumaya başladık ve okuduğumuz her kitabı değerlendirirken ortaya çıktı. Yunus Emre ile yazdık ilk yazdığımızda 80 sayfalıktı 1 perdesi, tam bir sinema filmi gibi oldu.

Ayşe Ş.D: Bir kitabı oyunlaştırmak zor mu?

Fahrettin: Çok zor… Bir kitaptan 2 saatlik bir oyun nasıl çıkar? Kitaptan almamız gerekenler, elememiz gerekenler, üstünde durulması gereken noktalar.

Yunus Emre: İnsanlar bu oyunda ne görmek ister dedik. Fahrettin Bey ilk Müslüman Türk fotoğrafçısı ama bunu oyunca işleyemedik.

Ayşe Ş.D: Yönetmenin müdahalesi ne derece oldu? Yö-netmen eli değmemiş gibi oynuyorsunuz?

Kayhan: Biz ağırlıklı olarak reji çalıştık. Senaryoyu bizim ekip yazdığı için oradaki duyguyu daha iyi bildiğimizden nerde nasıl davranmamız gerektiğini biliyorduk.

Fahrettin: Bu yüzden yönetmenin müdahalesi çok fazla olmadı. Mesela akışta bazı yerleri değiştirdik yönetmen buna hiç karışmadı bize bıraktı.

Ersin Ç.: İlk tepkiler nasıl oldu?

Fahrettin: Olumlu tepkiler aldık. Gençlerin ilgisinin nasıl olacağını merak ediyorduk. Tahminimizden daha iyi oldu. Çok fazla güldüren sahne yok. Gençlerin ve çocukların iz-leyeceklerini pek sanmıyorduk ama daha coşkulu bir şekil-de izlediler. Daha coşkulu alkışladılar.

Bu biraz Amerikan sitili yazmaktan kaynaklanıyor sanırım. Oyunu klişeleştirmedik.

Zübeyir Koçulu: Yeni oyunculara kapınız açık mı?

Murat D: Arıyoruz. Hatta bunun için liselere bile gidiyo-ruz. Genç yetenekleri bulup çıkartmak istiyoruz. En çok istediğimiz şey.

Gülizar: Peki, aradığınız oyuncuları bulabiliyor musunuz?

Murat D: Çok istekli oyuncular geliyor. çok mutlu olu-yoruz. Ama bir süre sonra istekleri kayboluyor. Bazen ne kadar istekli olursan ol yetenek de lazım. Tiyatronun okul-

larda müfredat olarak gösterilmesini istiyoruz. Hocalarla sistematik bir şekilde çalışıyoruz.

Zübeyir Koçulu: Gençlere tiyatro için ne gibi tavsiye-lerde bulunursunuz?

Yunus Emre: Âşık olmaları lazım... Bu işe yürekten gö-nül vermeleri lazım. Gözlerinin kara olması lazım. Kapıları sürekli aşındırmaları vazgeçmemeleri gerekli… Birkaç yıl sürünebilirler ama bu tecrübe için çok gerekli. Parasız kalmayı da göze almaları lazım.

Ayşe Ş.D: Okuması anlamında ne tür kitaplar önerir-siniz?

Murat D: Öncelikle tiyatro kitapları. Tiyatro kitaplarına yardımcı olacak olan felsefe, psikoloji ve sosyoloji ki-tapları. Ersin Ç.: Fahrettin Paşa rolünde başka bir oyuncu var mı?

Murat D: Yok maalesef. Bizde cast sistemi gelişmedi. Alt-tan oyunca da gelmediği için yerine oyuncu bulmak çok zor oluyor. Kimyasının uyuşma sorunu da var. Aynı tadı alamıyorsunuz bir başka oyuncuda. Ekibe dahil olmak isti-yorlarsa, http://www.facebook.com/doguyakasisanat ay-rıca (0216) 312 92 00 telefondan ve twitterda@dogu_ya-kasi adresinden bize ulaşabilirler.

Page 44: Genciz Biz Mayıs 2012

42 Mayıs 2012

Muhakkak bilirsiniz. “Geleceğe Dönüş” diye bir film var. Bilmiyorsanız, izlemediyseniz mutlaka izleyin!

Bunu neden söylüyorum? Filmin konusu, tam da sizlerle paylaşacağım konuları örnekliyor da ondan… Yoksa Be-lediye Başkanlığı yaparken, şehrimize, Üsküdar’a hizmet ederken, bunca yoğunluk varken bir de film eleştirmenliği yapmıyorum. Baştan söyleyeyim.

Gelelim ne diyeceğime…

Söz konusu Geleceğe Dönüş'te, sizler emsal bir delikanlı, doktor lakaplı bir bilim adamının yaptığı Zaman Makinesi marifetiyle kazara 1985 yılından 1955 yılına gider. Eski dönemleri, anne babasının okullu yıllarını gördükten son-ra yine aynı makineyle 1985 yılına geri döner. Gerisini anlatmayacağım.

Benim sizinle paylaşacağım, bugün toplumumuzda oluşan “geleceğin karanlık bir çıkmaz sokak” olarak algılanışı ve geçmişe dönüş… Nasıl diyeceksiniz?

Farkındasınızdır; hayat hep yeniliklerle, yeni şeylerle, yeni gelişmelerle doludur aslında. Oturduğumuz evlerden bindiğimiz arabalara, kullandığımız telefonlardan bilgi-sayarlara; okuduğunuz kitapların içeriğinden bestelenen şarkılara, internetin artan hızından sosyal medya mecrala-rına… Her şey sürekli gelişiyor, yenileniyor. Bu gelişmele-re, yeniliklere rağmen kültürel olarak geriye mi gidiyoruz yoksa geçmişimizi mi arıyoruz diye düşünüyorum bazen…Son zamanlarda sıkça konuşulan, yazılan bir konu var: “Nostalji Devri”… Sizin de dikkatinizi çekmiyor mu tarih sayfalarına dönüşler? Kültürde, sanatta, giyimde kuşamda, gündelik yaşamda bir değişiklik fark etmiyor musunuz?

GeçmişeGeliş,GeleceğeDönüş!

Öyle ki, ailelerimizle, arkadaşlarımızla olan sıcak ilişkileri, hoş sohbetleri özler hale geldik. Özetle ifade edeyim: Bırakalım gelecek hayallerimizi, teknoloji çağı hafızalarımızı bir sünger gibi çekip kurutarak bizleri hatırasız, hareketsiz bıraktı, bırakıyor.

Mustafa Kara

Hayatımızı hâkimiyetine alan bu ürünler bizleri öyle bir bireyselleştirdi ki, her birimizi yalnızlaşmaya, toplumla ve kendimizle yabancılaşmaya sürükledi.

Page 45: Genciz Biz Mayıs 2012

43Mayıs 2012

Mesela, televizyon dizilerinde, filmlerde tarihi dönemler, konular işleniyor. Osmanlı, Lale Devri, Muhteşem Yüzyıl, Seksenler…

Ne diyorsunuz sevgili gençler,Geriye mi, ileriye mi? Geçmişe mi, geleceğe mi dönüyo-ruz? Bizler geleceğe odaklanmışken, acaba zaman maki-nemiz kazara bizi geriye, geçmişe mi götürüyor?

Sizler düşünedurun, ben ne düşündüğümü söyleyeyim:Çağımız bilgi, bilişim çağı… Teknolojik gelişmeler haya-tımızı öyle sardı sarmaladı ki, hepimiz yeni bir ürünün, yeni bir aygıtın bağımlısı olduk. Bilgisayarın veya telefo-nun türlü modelleri, bir yandan hayatımızı kolaylaştırır-ken, öbür yanda hayatın güzelliklerini ıskalamamıza sebep olmaya başladı. Hayatımızı hâkimiyetine alan bu ürünler bizleri öyle bir bireyselleştirdi ki, her birimizi yalnızlaş-maya, toplumla ve kendimizle yabancılaşmaya sürükledi. Öyle ki, ailelerimizle, arkadaşlarımızla olan sıcak ilişkileri, hoş sohbetleri özler hale geldik. Özetle ifade edeyim: Bı-rakalım gelecek hayallerimizi, teknoloji çağı hafızalarımızı bir sünger gibi çekip kurutarak bizleri hatırasız, hareketsiz bıraktı, bırakıyor.

İşte sorularımızın cevabı burada… Ve işte bu sebeple toplumumuz geçmişini merak ediyor. Geçmişe dair anılara, anlatılara dikkat kesiliyor, ilgi gös-

teriyor. Bu yüzden eskiye dair ne varsa ilgileniyor ve mut-lu oluyoruz. Eski bir arkadaşı görünce sevindiğimiz gibi, eski bir şarkıyı dinleyince de mutlu oluyoruz. Eski bir re-sim, eski bir tablo daha çok dikkatimizi çeker hale gel-di. Demek ki, bir yandan hafızalarımızı güçlendirmek için geçmişle ilgileniyor, maziden ilham alıyor, bir yandan da geleceğimizi inşa etmek için yeniliklere ilgi gösteriyoruz.

Peki, sayın başkan! Bütün bunlar nereden çıktı diyebilirsi-niz? Hemen söyleyeyim.

Bir belediye başkanı her şeyi düşünmek zorundadır. Tabi ki işini önemsiyor, şehrine hizmet etmeyi seviyorsa… Hele hele Üsküdar gibi yaklaşık 700 bin nüfuslu; 660 yıllık ta-rihi ve kültürel birikime sahip bir şehre hizmet etmeye çalışıyorsa, her şeyi düşünmek zorundadır. Yoksa belediye başkanlığı siyasi bir bakış ve düşünüşle yapılacak, kota-rılacak bir görev değildir. Ya da sadece siyasi bir tavır ve tasavvurlarla bir şehre ve insanına hizmet etmek mümkün değildir.

İşte bunları düşünürken, aklıma bir zaman makinesi yapa-rak, hem geçmişe, hem de geleceğe gitmek istedim birkaç dakikalığına… Hem mazisini, hem de geleceğini görmeyi arzuladım Üsküdar’ın… Düşünmek, hayal kurmak parayla değil ya…

Son zamanlarda sıkça konuşulan, yazılan bir konu var: “Nostalji Devri”… Sizin de dikkatinizi çekmiyor mu tarih sayfalarına dönüşler? Kültürde, sanatta, giyimde kuşamda, gündelik yaşamda bir değişiklik fark etmiyor musunuz? Mesela, televizyon dizilerinde, filmlerde tarihi dönemler, konular işleniyor. Osmanlı, Lale Devri, Muhteşem Yüzyıl, Seksenler…

Page 46: Genciz Biz Mayıs 2012

44 Mayıs 2012

FOTOROMAN AYŞE ŞAHİNBOY DOĞAN FOTOĞRAFLAR: OSMAN DOĞAN

KoşmakBenim Herşeyim

Bir an yorulduğunu hissetti ama duracak va-kit değildi. Seyirci son turda öyle bir teza-hürat yapmaya başlamıştı ki, yeniden enerjisi geri geldi, coşkulu kalabalık onu finale doğru itiyordu. 14. Dünya Salon Atletizm turnuva-sında Türkiye adına yarışan Üsküdar Belediye sporcusu atlet Aslı Çakır Alptekin’in bin 500 metrede ülkemize onurlu bir madalya kazan-dırmasının küçük bir anekdotu olan bu durum, bir sporcunun sadece kendi başına değil, bir bütün olarak başarıyı kazandığını gösteriyor. Çünkü o yüksek enerji gelip sizin ayaklarınıza motor oluyor, yüreğinizi kabartıyor ve sizi ba-şarıdan alı koyan ne ise yok ediyor. Yetenek-lerin hep bir keşif hikâyesi vardır. Aslı Çakır Alptekin’i de ta ilkokul yıllarında beden eğiti-mi hocası keşfediyor. Hızlı koştuğu için onun atletizmde başarılı olacağını söylüyor hocası ve yanılmıyor. Yüzünden hiç eksik olmayan tebessümüyle, bizi Edirne’de kampta ağırla-yan Aslı Çakır Alptekin ve eşi aynı zamanda antrenörü İhsan Alptekin fotoromanın bu ayki konuğu...

Page 47: Genciz Biz Mayıs 2012

45Mayıs 2012

Biz 5 kardeşiz, Ben ikinci sıradayım. BaBam da zamanın-da güreş yapmış. O yüzden BaBam ve annem çOk destek-çim Oldu.

ilkOkul 4. sınıf-taydım. Beden eĞitimi hOcam, hızlı kOştuĞum için atletizm takımına Beni yönlendirmişti. Bu alanda Başarılı OlaBileceĞime inan-dıĞını söylemişti.

kOşmak her zaman zevkliydi Benim için. Bir de üstüne ma-dalya kazanırsanız çOk Büyük Bir şevk geliyOr insana.

Page 48: Genciz Biz Mayıs 2012

46 Mayıs 2012

çeyrek altın veri-yOrlardı mesela. hemen anneme götürüyOrdum. sOnra Birinci Olmak için kOşuyOrdum. Birinci Olana üç çeyrek veriyOrlardı. Biri Bana, Biri Ba-Bama, Biri anne-me… OştuĞum için atletizm takımına Beni yönlendirmişti. Bu alanda Başarılı OlaBileceĞime inan-dıĞını söylemişti.

her madalyadan sOnra evde Bir şenlik Olurdu. BaBam gidip pasta alır, aileyi Organize ederdi. Oynardık, eĞlenirdik. Bu kutlamalar Bende yüksek mOtivasyOn yapıyOrdu.

spOr Olmasaydı il dışına Bile çıkamaz-dım herhalde. kendi paramla amerika’ya gidemem ama Bu spOr sayesinde amerika’ya gideBili-yOrum. BirçOk ülkeyi gezme imkanım Oldu Böylece.

BaBamın Bir fırını vardı, aldı-Ğım madalyalar için Bir taBlO yaptırıp asmıştı dükkâna. resimlerimi de kOymuştu. sOn-ra nazar deĞer diye çıkardık, kaldırdık Onları.

3-4 yıldır gerçekten çOk güzel Başarılar kazanıyOruz. avrupa’da Olimpiyatlarda dereceler yapaBili-yOruz. eskiden uluslar arası dalda yarışmalara Bir kişi giderdi. şimdi Bir yarışmaya en az 20 kişi gideBiliyOruz.

FOTOROMAN

Page 49: Genciz Biz Mayıs 2012

47Mayıs 2012

ilk kOşuya Başladı-Ğım dönemde spOr ayakkaBı alamı-yOrduk, yOktu. Bez ayakkaBılarla kOşuyOrduk. ama şimdi spOrcuların malzeme sıkıntısı yOk.

Biz karı-kOca ilişkisi deĞil de antre-nör-spOrcu ilişkisi yaşıyOruz. evde de yOrgun OlduĞum zaman Bana yardım ediyOr. ama yemek yapmayı BilmiyOr, O Biraz sıkıntılı.

özellikle Büyük hedefler OlduĞu zaman hiç BOş dur-madan çalışıyOrsu-nuz. hiç dinlemeyi düşünmüyOruz.

her gün antrenman yapmamız gerekiyOr. fedakârlık istiyOr taBi, ama O madalyayı BOynunuza taktıĞı-nızda Bütün sıkıntı-lar unutuluyOr.

annem, “ne zaman tOpuklu ayakkaBı giyeceksin, şöyle güzelce giyinip” diyOr. sırf Onu mutlu etmek için Bir gün tOpuklu ayakkaBı giyeceĞim.

Page 50: Genciz Biz Mayıs 2012

48 Mayıs 2012

Dini ya da medeni olanı fark etmez. Selam vermek, selam almak insanlığın en temel

iletişim hamlesidir.

Selamın Müslümanlar için ise ayrı yeri ve değeri var. Malum verilen de alınan da Allah’ın selamı. Ay-rıca bir dua selam ve asla hava-da bırakılmamalı. Türk toplumun-da selam vermek bir refleks aynı zamanda… Tamamen iyi niyetle, tuvaletin lavabosunda ellerini yı-kayanlara selam verenlerimiz bile var.

Bu kadar kuru edebiyattan sonra yazının “aleykümselamsız” kısmı-na geçelim.

Son zamanlarda birçok dizide selamın havada kaldığı dik-katimi çekti. En son TRT’deki “Avrupa Avrupa” adlı dizide birkaç tekrarlandı bu hadise.

Bir dizinin bir sahnesinde selam verdirmek çok güzel bir

şey de verdirilen selam neden ha-vada bıraktırılır bir türlü anlam veremedim. Nedense sıradan bir dizi ya da filmde dini argüman sergilenecekse basit hatalar yapı-lıyor hep. Güneş doğduktan sonra sabah ezanı okutanlar gibi. (Bakı-nız: Yıl 2010, Arka Sokaklar dizisi)

Oyuncuya rol gereği, -çoğu zaman külhanbeyi üslubuyla- “selamüna-leyküm” dedirtmesini bilen metin yazarları bu selamın –efendice- alınması gerektiğini akıl edemi-yorlar sanırım.

Gerçi ekrandaki selamın havada kalması Sadri Alışık’ın Turist Ömer karakterine kadar dayanır. Hatır-

larsanız her karşılaştığına “selamınaleyküm” der bir de eliyle asker selamı tamamlaması yapardı. Turist’in bu kolaj selamı da hep havada kalırdı.

Selam aldırmasını bilmeyen metin yazarı, senarist ve yö-netmenler adına aleykümselam! Hatta ve aleykümselam…

TEZAT TV ERSİN ÇELİK

Aleykümselamsız Diziler!

Page 51: Genciz Biz Mayıs 2012

49Mayıs 2012

Baştan söyleyeyim bu karakterin hak ettiği (!) cümle-leri yazamadım. Bu bir sansür çağrısı da değildir. Ya-lan Dünya’daki Orçun karakterinin sapıklıkları sınırla-

rı aştı. Asosyalliğiyle dikkat çeken bu ergenin kurguladığı tüm aktiviteler cinsellik üzerine. Kapı dibi komşusuna her fırsatta sevişme teklifleri yağdırıyor. Sokakta gördüğü her kıza meylediyor. Ve bu karakterin metinlerini yazanlar, diyaloglarına imza atanlar +13’ten +18’e kadar ne kadar engel varsa tarumar ettiler. Çünkü dayısının yanında yen-gesine sulanan bir Orçun var artık. Neresinden bakarsanız sapıklığa, cinsel öykünmelere yönlendirme durumu. En iğ-renci de yenge karakteri üzerinden yapılan cinsel espriler, Orçun’un sarkıntılıkları hiç masum değil. Kıkır kıkır güldü-ren sahnelerin bilinçaltlarına bıraktığı “ahlaki bombanın” tahrip gücünü üçüncü sayfalardaki iğrenç haberlerden okuyacağımızı söylemek içinse pedagog olmaya gerek yok!

Aslında sadece Orçun değil, dizideki birçok karakter so-runlu. Dizi sektörünü masaya yatırırken esprilerin tümünü cinsellikten, argodan kotarıyorlar.Orçun’un babası var bir de adı Selahattin… (Olgun Şimşek

canlandırıyor) Pavyonlarda şarkı söyleyen bir kadınla gayri

resmi ilişkisi olan babanın da dünyası sapıklıklarla dolu.

Ve bu adam oğluyla iş birliğine gidip, Orçun’un arzulu şan-

tajlarına boyun eğebiliyor.

Mizah fakirliğini belden aşağı esprilerle zenginleştiren si-

nema ve dizi sektörü azıcık twit okusa, oralardan ne me-

tinler çıkarır oysa.

RTÜK’ün uzun reklam sürelerini kısıtlamak için uygula-maya geçirdiği sık reklam kuşakları bezdirdikçe bez-diriyor artık. Reklamdan diziye geçip bir dakika sonra

yeniden reklama giren kanallar var. Hadi dizilere alıştık ya ana haber bültenleri? Siz haberler bitsin de diziniz başla-sın diye beklerken, kanallar 12 saniyelik bir veda için “7 dakika” daha rica ediyorlar.

Düşünün eve yeni geldiniz açtınız aktüel kanallardan bi-rini. Reklamlar var ve sağ alt köşede “Anahabere 6 dakika 45 saniye” diyor. Bugün ne olmuş ne bitmiş diye merak ederken Mehmet Ali Birand çıkıp, “Efendim yarın akşam görüşmek üzere herkese iyi akşamlar diliyorum” diyor ve dakikalarca beklediğiniz haberler kuru bir selamla bitiyor. Sonra yine reklamlar.

Bu dönüşe gidişteki pişkinlik ise tam bir komedi. En son piyasaların gündemini sunan spiker şunu söylüyor: “Efen-

dim şimdi kısa bir ara için reklamlara gideceğiz. Dönüşte veda etmek için burada olacağız ve sakın bir yerlere ay-rılmayın” Hiç takip etmeyen de Mehmet Ali Birand’a, Ali Kırca’ya ve Cem Öğretir’e veda etmeden dizisine, maçına konsantre olamayan bir toplum olduğunu zannedecek.

Orçun’un bıraktığı ahlaki bomba!

Bu Dizi Birand’a Veda Etmeden İzlenmez!

Page 52: Genciz Biz Mayıs 2012

50 Mayıs 2012

KISA FİLM öMER SAMİ SEVİMLİ

Eğer kısa filme gönül verenlerdenseniz ve kamera arka-sında kendinize güveniyorsanız bu yazıyı biraz daha dikkatli okumanızı tavsiye ederim.

Kısa filmcilerin yaşadığı en büyük sorunlardan biri mad-di desteklerin yetersizliği. Zor şartlar altında, kısıtlı imkânlarla ortaya güzel bir şeyler çıkarmaya çalışmaları-nın verdiği stres zaten yeteri kadar yorucu ve bir o kadar

da can sıkıcı. Peki, bir yönetmen adayını hedefine ulaşma-

ya itecek ve motivasyonunu sağlayacak şey nedir? Tabii

ki yaptığı işin maddi ve manevi olarak ödüllendirilmesi ve

takdir görmesi. Bu yazımda işin maddi boyutunu size an-

latmaya çalışacağım. Zira manevi hazzın verdiği motivas-

yonu anlatmaya gerek bile yok. Fakat dünyanın gerçeği,

geleceğin yönetmen adaylarının da gerçeğidir.

Kamerayı güzel kullanıyorsunuz, açılarınız ve kadrajınız çok güzel ve güvendiğiniz bir ekibiniz var. Yolunuza de-vam edebilmeniz için Türkiye’de son zamanlarda daha fazla önem verilerek yapılan ve ciddiye alınan kısa film festivalleri ilk durağınız olmalı. Filminizi yarışmaya so-kup festivalin havasını teneffüs etmek hele bir de de-receye girdiğinizde alacağınız maddi desteğin yanında, gelen tebriklerin ve aldığınız alkışların verdiği mutluluk, size ne kadar doğru bir iş yaptığınızı gösterecektir.

Artık başarılı bir kısa film yönetmenisiniz ve çektiğiniz filmler yakın çevreniz tarafından beğeniliyor. Kısa film yarışmalarını takip edip, tamamen para kazanmak ama-cıyla filminizi festival festival dolaştırıyorsunuz. ”Ve ar-tık vakti geldi” dediniz. Yeni bir atılım, yeni bir adım…

Kısa FilmdenNasılPara Kazanılır?

Uluslararası Film Festivalleri

Festival Ödülleri

Kısa filmde kendine güvenen her yönetmenin hayalidir Can-nes Film Festivali’nde kırmı-

zı halıda yürümek veya Berlin Film Festivali’nde “Altın ayı” ödülü al-mak. Oscar töreninde “En iyi kısa film” ödülünü saymıyorum bile. Şim-di sizlere uluslararası bir kısa film yarışmasından ödül almanın hem ne kadar kolay hem de ne kadar zor ol-duğunu anlatmaya çalışacağım.

Page 53: Genciz Biz Mayıs 2012

51Mayıs 2012

Ülke TV’de Kısa Film Festivali Programı’nı ilk sundu-ğum dönemlerde değerli yönetmen Nesimi Yetik’i konuk etmiştim. Nesimi’nin ilginç bir başarı

hikâyesi vardı. Dev bütçelerle hazırlanmış kısa filmle-rin ve profesyonel yönetmenlerin çektiği kısa filmlerin arasından sıyrılıp Berlin Film Festivali’nde “Altın ayı” ödülüne layık görüldü. Filminin ismi “Annem Sinema Öğreniyor” süresi 3,5 dakika. Kullandığı kamera evinde-ki basit bir “handy cam”. Oyuncular ise Nesimi Yetik’in kendisi ve buram buram Anadolu kokan al yazmasıyla annesi Dudu Yetik.

Nesimi’nin bu başarısıyla beraber tebriklerin yanı sıra eleştiriler de çok fazla oldu. İşte ben de Nesimi’yi da-vet ettiğim programda bu eleştiriler için ne düşündüğünü sordum. Canlı yayında aldığım cevabı aynen yazıyo-rum.

“Ömer ben çektiğim ilk filmi hiç beğenmemiş ve bir müddet köşeme çekilme kararı almış-tım. 4 sene boyunca sadece film izledim başka bir şey yapma-dım. Aklıma bu fikir geldiğinde annemi al-dım ve kamera karşısı-na geçtik. Bu filmi 45 dakika içinde hiç para harcamadan yaptım. Bu yüzden eleştirilere maruz kaldım. Fakat çekim süresi benim için 4 yıl 45 dakikadır.”

Umarım böyle bir ödülü kazanmanın hem ne kadar ko-lay, hem de ne kadar zor olduğunu anlatabilmişimdir. Nesimi Yetik’e sinema hayatında başarılar diler, sizle-re de internetten rahatça bulacağınız “Annem Sinema Öğreniyor” filmini izlemenizi tavsiye ederim. Bayılaca-ğınız, muhteşem bir film olduğu için değil, bu başarı hikâyesinin izleyicilerinden biri olmanız için.

Bu aşamadan sonra artık klip yönetmenliği yapabilir, reklam filmleri çekebilir, hatta uzun metrajlı bir filmle gişe rekorları kırabilirsiniz. Unutmayın sinema hayatınız kendinizi geliştirmenize göre şekillenecek.

Annem Sinema Öğreniyor

ALİ SÜRMELİİLE KISACA...

KISA FİLM

EN GÜZELİ

SİNEMA

EN BÜYÜK HAYALİM

DELİ YÜREK

VEFASIZLIK

ZAZA

EN GÜZEL KARAKTERİM

MUTLULUK HAYALİ

KAZASIZ BELASIZ

RAHMETLİNİN (BABAMIN)

YANINA GİTMEK

1

2

3

4

5

Page 54: Genciz Biz Mayıs 2012

52 Mayıs 2012

PINAR HİLAL BALTABİLİŞİM

Geçtiğimiz yıl Türkiye’ye açılan Rus kökenli firma, kul-

lanıcılarının arama butonuna yazacakları herhangi bir

şarkıyı anında dinleme fırsatı veriyor. 26 Mart 2012’de

uygulamaya konan hizmette telif hakkı ödenmiş 170 bin

Türkçe, 2,5 milyon yabancı şarkı bulunuyor. Firmadan

yapılan açıklamaya göre; arama motoru ve sunduğu hiz-

metin kullanımı arttıkça telif kuruluşları ile yapılan an-

laşmalar da artacak.

Monitera’nın son üç ayda ortaya koyduğu inceleme sonu-cunda Türkçe içerik üreten tam 7.2 milyon twitter kulla-nıcısı bulunuyor. Bunların 5.3 milyonu son bir ay içinde faaliyet göstermiş. Günlük 1.7 milyon, saniyede 20 tweet paylaşımı yapılıyor. En çok twit atılan gün Cuma, akşam 9 ile 10 saatleri ise ülkemizde en çok tweet atılan saat-ler. Kullanıcıların %53’ün kadınlar, %47’sini ise erkekler oluşturuyor.

Google’ı kıskandıracak

Twitter'da ne durumdayız?

Gigaom’da yer alan habere göre Google, Google Drive isim-

li depolama alanı uygulamasını 2012 Nisan ayında sundu.

Bilmeyenler için Google Drive'ın bir bulut sistemi olduğu-

nu söyleyelim. Yani internet üzerindeki depolama alanı-

nız. Bilgisayarınızdaki Drive klasörünüz sizin internetteki

alanınız olacak ve oraya attığınız her dosyaya internet

üzerinden ya da mobil uygulamalardan erişebileceksiniz.

İlk etapta 1 GB’lık kapasitenin ücretsiz olarak kullanıl-

masına izin verileceği, fakat daha fazla alan kullanmak

isteyenlerden ücret talep edileceği konuşuluyor.

Google Drive Geldi!

Page 55: Genciz Biz Mayıs 2012

53Mayıs 2012

Telefonda kolaylıkla kullanılabilecek çoklu dokunmatik hareketler üzerine yoğunlaşılmış. Böylece kullanıcı-nın uygulamalar, mesajlar veya bildirimler arasında

hızlı parmak hareketleriyle geçiş yapmasına imkân tanın-mış. Tasarım, IPhone 4S’i çağrıştırsa da, ekran daha bü-yük ve ekranın etrafında hiç düğme yok. En önemli artısı bir micro HDMI girişi var. Cihazın en büyük inovasyonu klavyede saklı. Bu seride fiziksel klavye yerine dokunmatik klavye kullanılmış. Fakat buradaki kullanılan mantık di-

ğer dokunmatik klavyelerden biraz daha farklı. Birkaç harf bastıktan sonra kelimenin tamamını anlayan yazılım, ya-zacağınız kelimeyi harflerin üzerine koyuyor ve parmağı-nızı yukarı doğru kaydırdığınızda kelime, cümle içine yer-leşiyor. RIM yetkililerine göre bu klavye tüm dillerde aynı reaksiyonu verecekmiş. RIM yetkilileri Türkiye’de ilk andan itibaren Türkçe çıkacağını hatta diğer lokalize ayarlarının da yapılmış olacağını, F klavyenin de sistemde seçenek olarak yer alacağını belirtti.

BlackBerry akıllı telefonlarının üreticisi, bir Mayıs’ta en yeni modelini teknoloji dünyasına tanıttı.

İncecik Bir Hayat

‘ASUS ZENBOOK’

KarşınızdaBlackBerry 10

Piyasanın tanıştığı ilk Ultrabook’lardan Asus Zenbo-ok, birbiri içine geçmiş dairelerden oluşan metalik hareli bir görünüm ile hem çok dayanıklı hem çok

şık.

Ön tarafı 3 mm arka tarafı ise 9 mm’lik kalınlığı ile ince-likle işlenmiş. Uçlarında ince, orta bölümde ise yuvarlak bir formu sayesinde güçlü bilgisayar bileşenlerini de ba-rındırdığından hem görünüm hem de kullanım için ideal bir tasarım sunuyor. UX21 modeli 1.1 kg, UX31 modeli ise 1.3 kg. Dünyanın ilk 450cd/m2 özellikli paneli ile, karanlıkları daha berrak, aydınlık alanları ise daha keskin gösteriyor.

En önemli avantajlarından biri ise; Super Hybrid Engine II teknolojisi ile, iki hafta boyunca bekleme modunda kalabiliyor ve bekleme modundan iki saniye için-de geri dönüyor. Instant of fonk-siyonu ile, pil seviyesi %5’in al-tına indiğinde çalışmalarınızı SSD’ye kaydederek, biten pil nedeni ile çalışmala-rınızı kaybetme riski-ni ortadan kaldırı-yor.

Page 56: Genciz Biz Mayıs 2012

54 Mayıs 2012

YOLÜSTÜ RÖPORTAJLARI YUSUF ZÜLKÜFOĞLU

Oltasını, Eminönü Köprüsü’ndeki korkuluklara dayamış balık avlayan bir kadın görmek pek mümkün değil. Oltasındaki kancalara yem takan, spor kıyafetli, te-

settürlü teyze de bu yüzden bir hayli dikkatimizi çekti.

Röportaj yapma konusunda zor ikna ettiğimiz olta balıkçı-sı Kezban Odabaşı... 60 yaşında. Üç çocuğu var. Balıkçılı-ğın önemli merkezlerinden Trabzon’un Sürmene ilçesinde doğmuş. 18 yaşına kadar yaşadığı bu sahil kentinde en büyük uğraşıymış balık tutmak.

Hemen herkesin olduğu gibi Kezban teyzenin de bir göç

hikayesi var. 1971’de evlenip, dönemin Almancı ailele-rinden birine gelin olmuş. 18 yaşına kadar Karadeniz’den başka derya bilmezken, Almanya’da 8 sene deniz hasreti çekmiş. 1978’de de eşiyle Türkiye’ye kesin dönüş yapa-rak İstanbul’a yerleşmişler. Karadeniz’in diğer ucundaki “Sarıyer’i Sürmene belleyip” oltasına bir daha bırakmamak üzere kavuşmuş.60 yaşındaki bir kadını Eminönü Köprüsü’ne getiren tut-kuyu merak ediyoruz… Başlıyor anlatmaya: “Kız kısmının oltayla falan balık tuttuğu pek görülmemiştir. Ama ben farklıydım. Öyle babadan atadan gelen bir şey de değil. Yaşıtlarım çeyiz dizerken ben elde olta balık avlardım.”

İstanbul Boğazı ile Haliç’i kesiştiren Eminönü Köprüsü üzerinde denizden kısmet çeken yüzlerce balıkçı arasında rastladığımız 60 yaşındaki Kezban Odabaşı, bir kadının gözünden olta balıkçılığını ve “tutma tutkusunu” anlattı...

Kezban Teyze'nin oltasındakihuzur...

Page 57: Genciz Biz Mayıs 2012

55Mayıs 2012

BİR TEK UZAKTAN GELEN MİSAFİR ENGEL!

Sabah kalktığımda kafamda bir şeyler oluşu-yorsa hiç program yapmıyorum. O gün balık tutma günüm oluyor. Evin işlerini çabucak yapıp kendimi sahile atıyorum. Bir tek uzak-tan gelen misafir beni alıkoyuyor. Yakından gelmek isteyen olursa kabul etmiyorum ama!

SIKINTIMI DENİZE ATIYORUM BALIK ÇIKIYOR

Omuriliğindeki kanal daralmasından dolayı felç olma tehlikesi atlatan ve riskli ameliyatlar geçiren Kezban Odabaşı’na doktoru da, sirinlenmemesini ve stres yapma-masını öğütleyerek balık tutmayı tavsiye etmiş.

Kezban teyze, sağlıkta bulduğu oltasının ucundaki huzuru şöyle anlatıyor: “Doktor balık tutmanın faydası olacağını söyleyince daha da bırakmaz oldum. Zaten en çok balık tutmakta huzur buluyorum. Oltayı suya atınca her şeyi unutuyorum. Arkamdan gelip denize atsalar anlamam. Varsa evin sorunlarını, hayat sıkıntısını kısacası dünya dertlerini oltamla birlikte denize atıyorum, balık olarak geri geliyor.”

TUTTUĞU BALIĞI SATANIN YANINDA DURULMAZ

“O kadar erkeğin içinde kadın başına balık tutmak zor olmuyor mu?” sorumuzla yüzünde muzipçe bir tebessüm oluşan Kezban teyze “Hiç umrumda değil. ” diyor. Sarıyer sahili ve köprüdeki çoğu olta balıkçısı da tanırmış kendi-sini. Balık tutarken kimin yanında durulmayacağı konu-

sundaki tecrübesini de aktarıyor: “Bazı oltacılar tuttukları balıkları satarlar. Onlar ekmek parası derdindeler ve hep sinirli olurlar. Bir balık düşsün oltadan, kıyamet koparırlar. Onların yanında durmam bir tek.”

KEFALİ ELİME ALMAM

Hava güzel olursa haftada iki gün soluğu ya Sarıyer sahi-linde ya da Eminönü Köprüsü’nde alan Kezban teyze balık-lar hakkında da genişçe bilgiye sahip. Bu aylarda Boğaz ve Sarıyer kıyılarında pek balık olmazmış. Yem bulmak için sığ yerlere geldiklerinden avlamanın en ideal yerinin Eminönü Köprüsü olduğunu belirten Kezban teyze, Haliç’in girişin-de tutulan balıklarda kurşun olduğuna dikkat çekerek, çok iyi temizlenmesi gerektiğini de vurguluyor. Bu mevsimde denizden daha istavrit çıktğını söyleyen Kezban teyze bu mevsimde bolca tutulan kefale ise mesafeli: “Kefal çok çıkıyor ama biz yemeyiz onu. Pisliği seviyor ve oradan besleniyor. Elime bile almam”

BALIK YAĞDA KIZARTILMAZ

Röportaja başlarken oltasını daha yeni denize atan Kezban teyze bazen kovalar dolusu balık-la eve gidermiş. Tuttuğu balıkları israf etmeme konusunda çok hassas olduğuna vurgu yaparken komşuluk hakkını gözettiğinin altını çiziyor. De-nizden gelen nasipten türlü türlü yemekler yap-

tığını söyleyen Eminönü Köprüsü’nün balıkçı ab-lasının favorisi ise Karadeniz menülerinin baştacı hamsili pilav ve o balığın yağda kızartılmasına karşı şöyle çıkıyor: “Yağda kızaran balığın fayda-dan çok zararı var ve balık buğlama yapılıp yen-meli. Ya da ızgara...”

Page 58: Genciz Biz Mayıs 2012

56 Mayıs 2012

GENÇLİK AJANDASI HAZIRLAYAN: BÜNYAMİN UZUNCAN

Bu yılın Çin’de Ejderha Yılı; Türkiye’de de Çin Kültür Yılı olması sebebiyle Pekin aslan ve ejderhaları 18. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında İstanbul’a geliyor. 10 Mayıs Perşembe günü saat 18.00’da Beyoğlu-Tünel’de başlaya-cak etkinlikte Chong Qing Tongliang Ejderha Dans Toplu-luğu ve Foshan Aslan Dans Topluluğu izleyicilere renkli bir sokak şöleni yaşatacak.

Uçan ejderha ve aslanların dansla harmanlandığı bu şölen Çin kültüründe geniş ve önemli bir yere sahip. Ejderha ve aslanın dansları iyi bir hasata dair dilek ve beklentiler ni-teliğinde. Öyle ki ejderha yağmuru temsil ederken; aslan-ların da hasatlara zarar veren canavaraları uzat tuttuğuna inanılıyor. Pekin Ejderha ve Aslan Sokak Gösterisi, Çin kül-türüne ilgi duyanlar ve renkli dakikalar geçirmek isteyen-ler için kaçırılmaması gereken bir etkinlik gibi görünüyor.

Cemal Reşit Rey, ünlü İskandinav caz sanatçılarını ağır-lamaya hazırlanıyor. Piyano sanatçısı Tord Gustavsen ön-cülüğünde biraraya gelen dört caz sanatçısı 15 Mayıs Salı günü İstanbullularla buluşacak. Saat 20.00’da başlayacak konserde Tord Gustavsen’e, davuluyla Jarle Vespestad, kontrbasda Mats Eilertsen ve saksafonda Tore Brunborg eşlik edecek.

2008’de birlikte çalışmaya başlayan grubun üyeleri ba-şarılı birer geçmişe sahip. Gustavsen, “Changing Places” (2003), “The Ground” (2005), “Being There” (2007) ve “Restored, Returned” (2009) albümleriyle sanatseverler-le buluşmuş. Vespestad ise İskandinavya’nın en ünlü caz sanatçılarından birisi. Eilertsen de başarısıyla grubun vaz-geçilmez isimlerinden. Brunborg ise diğer taraftan İngiliz piyanist John Tylor’la bir quarteti yönetiyor.

Aslan ve Ejderhalar Şehrin Sokaklarına İniyor!

Bahar Esintisi:Tord Gustavsen Quartet

ADELE-21:BU ŞARKILAR DİNLENİRAsıl adı Adele Laurie Blue Adkins. Daha 23 yaşında. İlk albümü 19. Yeni albümünün ismi 21. Genç ya-şına rağmen müzik alanında bir

çok ödülün de sahibi. En çok ses getiren ödülleri ise 54. Grammy Ödülleri. Adele '21' albümü ile müzik dünyasının Oscar'ı kabul edilen 54.Gramy Ödülleri’nde 2012’nin Yılın Solo Sanatçısı, Yılın Albümü, Yılın Şarkısı, başta olmak üzere 6 ödül alarak Grammy Ödülleri’nde bir gecede en çok ödül alan kadın sanatçılardan biri oldu.Albümde ise birbirinden güzel parçalar yer alıyor. Rolling In The Deep, Don’t You Remember ve Someone Like You bunlardan sadece birkaçı.

MUSTAFA CECELİ RÜZGARI: ES!Mustafa Ceceli rüzgarı kal-dığı yerden devam ediyor. 2009’da Limon Çiçekleri ve 2010’da Hastalıkta Sağlıkta

albümleriyle kendisinden çokça söz ettiren Cece-li, yeni albümü ‘Es’ ile müzikseverlerle buluştu. Küçük yaşlardan itibaren müzik eğitimi alan ve birçok müzisyenle birlikte çalışan müzisyen albü-münde Sezen Aksu, Nil Karaibrahimgil, Şehrazat gibi isimlerin parçalarına da yer vermiş. Es şarkısı-nın yanısıra Alametifarika, Gel de Sen Konuş, Gizli ve daha birçok eserin yer alacağı albüm dinleyici-lerini bekliyor.

2 ALBÜM

Page 59: Genciz Biz Mayıs 2012

57Mayıs 2012

Yahya Kemal Beyatlı, Kemal Su-nal gibi birçok ünlünün de me-zunu olduğu İstanbul’un en köklü okullarından olan Vefa Lisesi öğrenci-leri kısa film çekmeye davet ediyor. Vefa Lisesi’nin 2.sini tertip ettiği yarışmada gençler sanatla buluşarak, kısa filmin mutfağında yer alacak. Geleceğin sinemacılarını biraraya getir-mek ise etkinliğin en güzel yanı. Diğer taraftan yarışmada derece alacak öğrencileri birbirinden güzel hediyeler bekliyor. Yarışmaya son katı-lım tarihleri ise 11 Mayıs. Katılım şartlarını ve ayrıntılı bilgileri http://www.vefalisesi.k12.tr adresinden öğrenebilirsiniz! Herkese başarılar!

Klaket Bu Kez Gençlerin Elinde!

İlk defa Dans’ın Sul-tanları ismiyle Mus-tafa Erdoğan tarafın-dan kurulan Anadolu Ateşi şimdi de üçün-cü boyutuyla sinema salonlarındaki yerini almaya hazırlanı-yor. Gösterime giriş tarihi ise 11 Mayıs. Konseptini ‘Mede-niyetler Buluşması’ olarak belirleyen dans grubu Anadolu’dan esinle-nerek oluşturduğu 3 binden fazla figü-rü kendine has bir üslupla izleyicilerine sunuyor. Bugüne kadar Mısır’dan Çin’e; Amerika’dan Rusya’ya dünyanın dört bir yanında gösteriler yapan Anadolu Ateşi’nin sinemalardaki performansı şim-diden merak konusu. Canlı canlı izlemek mi? 3D seyrekmek mi? Bu sorular da 11 Mayıs’tan sonra cevap bulacak. Meraklı-larına duyurulur.

Anadolu Ateşi de3D Kervanına Katılıyor

ATEş DÜşTÜğÜ YERİ YAKAR; YA DAHA FAZLASINI?Gün Doğmadan, Çizme, The İmam gibi filmleriyle tanıdığımız senarist ve yönetmen İsmail Güneş, Ateşin Düştüğü Yer filmiyle yeniden seyirci-lerin karşısına çıkmaya hazırlanıyor. Bugünün toplumsal meselelerinden birisi olan ‘kadına şiddet’ temasını iş-leyen film 4 Mayıs’ta vizyona girecek. Baba ve kızının dramatik hikayesini iyi bir kurgusallıkla anlatan çalışma, toplumsal olgular hakkında zihinlere bazı sorular yöneltiyor.

MARVEL’İN KAHRA-MANLARI BİR ARADAHollywood filmlerinden aşina ol-duğumuz karakterler The Avengers filminde biraraya geliyor. Çizgi roman yayıncısı Marvel Comics’in kahra-manlarından kimler yok ki bu filmde; Nick Fury, Hulk, Kaptan Amerika, Thor, Iron Man, Hawkeye ve Black Widow. Jack Kirby’nin çizgi kahra-manlarının sinemaya uyarlanmasıyla çekilen filmde ünlü karakterler kadar ünlü oyuncular da yer alıyor. Joss Whedon’ın yönetmenliğini yaptığı ve Türkçe’ye ‘Yenilmezler’ olarak çevrilen filmde Robert Downey Jr., Chris Evans, Mark Ruffalo, Chris Hems-worth, Scarlett Johansson, Jeremy Renner, Tom Hiddleston, Stellan Skarsgard ve Samuel L. Jackson gibi Hollywood meşhurları rol alıyor.Film bir takım soruları da beraberinde getiriyor. Popüler kültürün yeni film temaları ortaya çıkaramaması söz konusu mu? Diğer yandan film, sek-törün kendisini tekrarının bir sonucu mu? Bunlar cevap arayan sorulardan sadece birkaçı.

Vizyon tarihi: 40 Mayıs 2012

Yönetmen: Joss Whedon

Oyuncular: Robert Downey Jr., Chris Evans, Mark Ruffalo, Chris Hemsworth, Scarlett Johansson, Jeremy Renner, Tom Hiddleston, Stellan Skarsgard ve Samuel L. Jackson

Süre: 135 dk

Vizyon tarihi:04 Mayıs 2012

Yönetmen: İsmail Güneş

Oyuncular: Hakan Karahan,Elifcan Ongurlar,Yeşim Ceren Bozoğlu,Abudullah ŞekeroğluSüre: 105 dk

2 FiLM

Page 60: Genciz Biz Mayıs 2012

58 Mayıs 2012

AYAKKABILARDA SAKLI HİKAYELER

Sunay Akın TÜRKİYE İŞ BANKASI YAYINLARI

Kimimiz oyuncak müzesiyle tanırız onu, kimimiz şiirleriyle; kimimiz de hika-yeleriyle. Sunay Akın bu kez Bir Çift Ayakkabı’yı sunuyor bizlere. Bir çift ayakkabı deyip geçmeyin! Bazen padi-

şahın imdadına yetişiyor, bazen de Van Gogh’un tablolarında kar-şımıza çıkıyor onlar. Hatta ay’ın, sinemanın, sanatın, aşkın ya da savaşın tarihine ışık tutuyor. Abdülaziz İstanbul’u dünyaya nasıl gezdirdi? Kız Kulesi pabuçlarını nereye düşürdü? Dünya’nın giriş kapısında kimlerin ayakkabıları duruyor? Bu soruların cevapları ise kitabın sayfalarına saklanmış.

KALPLER KÖTÜLÜğE DİRENMELİKemal Sayar TİMAŞ YAYINLARI

Kemal Sayar. Kalbin Direnişi. İçten bir deneme kitabı belki; ya da aklın duygularla bütünleştiği samimi bir söyleşi. İnsanın mücadelesini anla-tıyor yazar, bir anlamda da insanlı-

ğın. Kalple kazanılacak, kalbin direnişiyle var olacak iyiliğin efsanevi uğraşlarını. Sayar kitabında akla ve ruha dokunan çözümlemeler içerisinde, kalbin merkezde olduğu bir mücade-leyi öneriyor; kalbi bir direnişi. Sebebi ise hem kolay, hem de zor: “Çünkü sadece kalbi olanlar içlerindeki muciyeyi görebilir ve sadece kalbi olanlar kötülüğe karşı direnebilir.” Hepsi bu.

2 KiTAP

İngiliz Edebiyatı’nın simge isimle-rinden William Shakespeare’in 37 ti-yatro oyunu altı hafta boyunca 37 farklı dilde Londra’da sergilenecek. Program dâhilinde yazarın en ünlü tiyatro oyunlarından biri olan “Anto-nius ve Kleopatra” ise Türkçe olarak sahne alacak. 26-27 Mayıs’ta Shakes-peare Globe’da gerçekleşecek üç gös-terimde Antonius’u Haluk Bilginer; Kleopatra’yı da Zerrin Tekindor canlan-dıracak. Antonius ve Klopatra William Shakespeare’nin aşk temalı oyunların-dan birisi. Dönemin tarihsel olaylarını da anlatan hikayenin kahramanları ise

Roma İmparatorluğu’nun doğu bölge-sini yöneten Marcus Antonius ve Mısır Karaliçesi Kleopatra. Aşk, tutku, ihti-ras ve entrikanın işlendiği tiyatro oyu-nu Batı dünyasının en önemli eserleri arasında sayılıyor. Ayrıca İngiliz yaza-rın bu eseri Halide Edip Adıvar ve Mina Urgan tarafından Türkçe’ye çevrilmiş.

Ressamların sergilerini bilirsiniz; du-vara asılmış çerçeveli tablolardır ço-ğunlukla. Bu kez çok farklı. Türk İlaç sektörünün önde gelen isimlerinden Abdi İbrahim, 100. Yılını Van Gogh Alive sergisi ile kutluyor. Dünyanın en büyük ressamlarından kabul edilen Van Gogh’un digital sergisi 15 Mayıs 2012 tarihine kadar Karaköy Limanı

Antrepoları 3 no’lu Antrepo’da sanat-severleri bekliyor. Singapur’daki dünya prömiyerinden sonra ilk kez Türk sa-natseverlerle buluşan bu dijital sergi, dahi ressamın eserlerindeki üç binden fazla görüntüyü çerçevesinden çıkara-rak ziyaretçilerine alışılmış resim ser-gilerinden çok daha farklı bir deneyim yaşatıyor.

Harlem Globetrotters’dan bahsediyorum. Basketbolun sınırlarını aşan, basketbol al-gısını değiştiren bir gruptan. 1927 yılında kurulan ve o günden bu güne 130 ülkede 20 binden fazla gösteri maçı yapan basketbol sihizbazları 5 Mayıs’ta sadece bir gösteri için Ülker Sports Arena’da olacak. Harlem Globetrotters’ın gösterileri eğlenceye ve basketbolun vazgeçilmez unsurlarından kontrol, denge ve paslaşmanın muhteşem ahengine dayanıyor. Geçmişten günümüze onbirlerce hayranı bulunan oluşumun slo-gan şarkısı ise Brother Bones’un Sweet Ge-orgia Brown parçası. Dünya çapında birçok büyük organizasyona imza atan grubun bir başka başarısı ise ilk defa 1939 yılında da-vet edildikleri Dünya Profesyonel Basketbol şampiyonasının sonraki senesinde şampi-yon olmaları. 15 bine yakın basketbol se-verin izleyeceği tahmin edilirken; bu göste-rideki heyecanı tahmin etmek oldukça zor.

Londra’da William Shakespeare’in Oyunu Türkçe Sahnelenecek

Van Gogh İstanbul’a Gelmiş;Bi’ Ziyaret Edelim!

Şimdi Karşı-nızda Basket-bolun Cambazları!

GENÇLİK AJANDASI

Page 61: Genciz Biz Mayıs 2012

59Mayıs 2012

A J A N D A 7 G Ü N

12 MayısCumartesi

Saat: 21.00

KONSER: Candan ErçetinYER: Bostancı Gösteri MerkeziTELEFON: 0216 384 72 10 ADRES: Bostanlar Arası Sk. No: 8 Bostancı - KadıköyNEREDEN ALIRIM: Bostan-cı Gösteri Merkezi Gişeleri ve Biletix. BİLET FİYATLARI:

1. Kategori - 89.50 TL, 2. Kategori - 78.50 TL,3. Kategori - 67.50 TL, 4. Kategori - 56.50 TL,5. Kategori - 45.00 TL, 6. Kategori - 34.00 TL.

07 MayısPazartesi 26 Mayıs

Cumartesi-YARIŞMA: 12. Genç Yetenek YarışmasıYER: Mimar Sinan Güzel Sanatlar LisesiADRES: Turistik Çamlıca Caddesi No: 15 Büyükçamlıca Tel: 0216 345 90 00YER: Üsküdar Gençlik MerkeziADRES: Burhaniye Mh. Genç Osman Sk. No:13 Üsküdar Tel: 0216 557 75 39KONU: Müzik, Resim-Heykel, Sinema-Tv

ve Tiyatro ile ilgili ve de ilköğretim 6. 7. ve ya 8. sınıf öğ-rencisiysen bu yarışma tam sana göre! Haydi, dünyaya farklı bir gözle bak!

19 MayısCumartesi 20 Mayıs

Pazar-MÜZE-SERGİ: Pera Müzesi - 12. Genç Yetenek YarışmasıADRES: Meşrutiyet Cd. No: 65 Tepebaşı-Beyoğlu TELEFON: 0212 334 99 00ZİYARET SAATLERİ: Salı - Cumartesi 10.00 - 19.00, Pazar 12.00 - 18.00. Müze Pazartesi günleri kapalıdır.BİLET ÜCRETLERİ: Tam: 10 TL, İndirimli: 5 TL (12 yaş üstü öğrenciler, öğretim görevlileri, 60 yaş ve üstü)KONU: Pera Müzesi, neredeyse Osman Hamdi Bey’in “Kaplumbağa Terbiyecisi” tablosuyla anılır olmuş. Bugüne kadar çoğu nsanın imitasyonlarından aşina olduğu bu eserin orijinalini bu müzede görmek mümkün. Ayrıca, Kesişen Dünya-lar: Elçiler ve Ressamlar koleksiyonundaki tablolar sizleri bekliyor olacak. Kütahya Çini ve Seramikleri’nde ateşte açan

çiçeklerin zerafetini göreceksiniz. Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri koleksiyonunu gördüğünüzde ise ‘Dirhem şaşmaz.’ deyimi aklınıza gelecek.

11 MayısCuma

Saat: 20.00

DİNLETİ: Rachid Gholam ve Ender Doğan: Endülüs’ten İstanbul’a Sufi NefeslerYER: Cemal Reşit Rey Konser SalonuTELEFON: 0212 232 98 30ADRES: Darülbedayi Cd. Harbiye-ŞişliNEREDEN ALIRIM: Biletix,www.biletix.comKONU: Arap dünyasının ünlü sanat-karlarından Rachid Gholam ve ülkemi-

zin önde gelen neyzenlerinden Ender Doğan, sizleri Endülüs ve İstanbul’un buluştuğu bir musiki akşamına davet ediyor.BİLET ÜCRETLERİ: 1. Kategori - 28.50 TL, 2. Kategori - 23.00 TL, 3. Kategori - 17.00 TL, 4. Kategori - 12.00 TLNEREDEN ALIRIM: Biletix, www.biletix.com,

FESTİVAL: 18. İstanbul Tiyatro FestivaliDÜZENLEYEN: İstanbul Kültür ve Sanat VakfıYER: Sadi Konuralp Caddesi No: 5 Şişhane-Beyoğlu

TELEFON: 0212 334 07 00KONU: Bu sene 18.si düzenlenen İstanbul Tiyatro Festivali’nde onlarca oyun izleyicileriyle buluşmayı bekliyor. İstanbul’daki çeşitli mekanlarda sahne alacak tiyatro gösterilerinin bilet fiyatları 25 ile 180 lira arasında değişiyor. Öğrenciysen durum farklı tabii; 20 lira birçok oyunun bileti için yeterli!

10 MayısPerşembe 05 Haziran

Salı-

26 MayısCumartesi 27 Mayıs

Pazar-MÜZE: İstanbul İslam Bilim ve Teknolojileri MüzesiADRES: Has Ahırlar Binaları, Gülhane Parkı-SirkeciZİYARET SAATLERİ: Salı günü hariç tüm günler açık.BİLET ÜCRETLERİ: 5 TL – Müzekart geçerli.KONU: Müze, İslam dünyasının bilimsel ve teknolojik anlamda insanlığa kazandırdığı buluşlardan beş yüzden fazlasını ele almaktadır. Bilimin estetikle harmanlandığı ilk bakışta göze çarparken, eserler bizleri İslam medeniyetinin bilim ve teknoloji dünyasına güzel bir yolculuğa çıkaracak.

Saat:09.00-17.00

Page 62: Genciz Biz Mayıs 2012
Page 63: Genciz Biz Mayıs 2012
Page 64: Genciz Biz Mayıs 2012

TEZAT TV : Bu dizi Birand’a veda etmeden izlenmez!

GENÇLİK DERGİSİ

MAYIS 2012 • SAYI: 3

MAY

IS 2

012

• SA

YI: 3

Hadi Yine İyiyiz:90’LARIN“TOP 20 LİSTESİ”NİKARIŞTIRDIK

EĞİTİM SİSTEMİ ONLARI NASIL TİYATROCU YAPTI?

TWITTER SOKAĞINDAKİ PAZARCILAR NE SATIYOR?

GENÇLİKOSMANLISINI KEŞFEDİYOR

Ezel AkayGencizBiz İçin Yazdı:

TARİHİMİZMEZARI

BELİRSİZBİR ÖLÜDÜR