Upload
goekcan-sahin
View
238
Download
0
Embed Size (px)
DESCRIPTION
Tek Doğan Serisi’nin ilk kitabı olan Hatalı Doğanlar; genç bir kızın başından geçen olağanüstü maceraların ilk ayağını oluşturuyor.
Citation preview
TEK DOĞAN SERİSİ
---- BirinBirinBirinBirincicicici CCCCililililTTTT----
HATALI DOĞANLAR
YAZAR
Hakan Tunç
EDĐTÖR
Onur Selamet
KAPAK TASARIMI
Arif Kubaş
DĐZGĐ
Ozancan Demirışık
YAYIN TARĐHĐ
Ekim 2010
Bu e-kitap, Buzul Dünya Yayınları tarafından
www.buzuldunya.com adresinde yayınlanmıştır.
Tanıtıcı kısa yazılar dışında izin alınmadan kopyalanamaz,
çoğaltılamaz ve paylaşılamaz.
ÖNSÖZ
Bu hikâyenin ortaya çıkışı sanırım mayıs ayının sonlarına dayanıyor.
LOST adlı dizinin final bölümüne iki-üç gün kala, Duygu adlı bir arkadaşımla
diziyle ilgili olan bir konuda iddiaya girişmiştik...
Dizideki Juliet isimli karakteri canlandıran Elizabeth Mitchell'in V
(Visitors) adlı bir dizide oynaması nedeniyle -ki son sezonda kendisini hiç
görmediğimizden de aldığım rahatlıkla- finalde görebileceğimizi
sanmıyordum. Fakat Duygu, “Bence görünecek hem de ..... -bu kısmı es
geçmek zorundayım çünkü izlemeyenler için büyük spoiler unsuru
oluşturabilir-,” dedi.
Juliet son bölümde gözükse bile arkadaşımın dediğinin olması çok
saçma ve olanaksızdı. Yani en azından benim için. Böylece kendisiyle bir
iddiaya giriştik. Ben kazanırsam istediğim bir şeyi yapacaktı. Eğer o kazanırsa
ne yapacağımıza daha doğrusu benim ne yapacağıma bir türlü karar
veremedik. Neyse efendim velhasıl-ı kelam o anda aklıma ilk geleni
söyleyerek bu hikâyenin temelini atmış bulundum: “Tamam, eğer ben
kazanırsam senin için bir öykü yazarım.” dedim. Kendisine de bu fikir cazip
geldi. Yazacağım bu öykünün ona ait olması için başkarakteri, özelliklerini ve
gözlemlediğim yanlarını pek tabii hikâyede görmemiz gerekecekti ki O'na
yazmamın bir özelliği olsun. Ve işte böylece şu an okumaya başlayacağınız
kitabın fikri ortaya çıkmış oldu...
Hakan Tunç
5
Tabii başlarda, yani arkadaşımın iddiayı kazandığı zamanı izleyen
günlerde şu an oluşan kurgudan zerre eser yoktu. Çok ama çok farklı bir
şeyler düşünüyordum. Hatta üç-dört sayfa kısa bir şeyler yazar, iddiayı
kaybetmenin verdiği sinirle karakteri kötü bir şekilde öldürür ve öyküyü
nihayete kavuştururum diyordum. Ama gel gör ki kendimle çelişerek 'evdeki
hesap çarşıya uymadı' cinsinden bir şey yaşamış oldum.
Başkarakterim belli olduğundan, aslında her şey kendi kendine gelişti.
Bununla birlikte başlangıcını attığım hikâyeyi sonlandırırken şansım yaver gitti
ve birçok olay birden bire vuku buldu. Her cümleyi yazışımda aklıma farklı
farklı fikirler geliyor ve her paragrafı bitirişimde sonla ilgili türlü türlü olaylar
düşünüyordum.
Tek Doğan'ın ilk cildine son noktayı koyduğumda, tahmin ettiğimin
kat be kat fazlasını yazmıştım ve kurgunun burada bitmeyeceği de
kesinleşmişti. Bununla birlikte gerçekten sevdiğim bir karakter ve dünya
ortaya çıkmış oldu. Basit ama sürükleyici oluşu ile tatmin oldum diyebilirim.
Umarım sizler de okurken benim gibi düşünecek ve zevk alacağınız bir
kurgunun içine dalmış olacaksınız.
Buradan öykünün oluşumunu sağlayan Duygu’ya, fikirleri ve
yardımları için Onur’a, nezaketi için Ozancan’a ve son olarak okuyacağınız için
sizlere teşekkürler.
Hepinize keyifli okumalar!
Hakan Tunç
Hatalı Doğanlar
6
GELİŞME
Adımlarını hızlı bir şekilde önündeki karartıya uydurmaya çalıştı. Etraf
zaten karanlıktı, fakat bu adamda -ya da artık her neyse- o karartıdan çok
daha fazlası vardı. O hızlandıkça hızlanıyor, yavaşladıkça adımlarını ona göre
uyarlıyordu. Bağlanmamıştı, adam bir kez bile dönüp kendisine bakmamıştı
veya herhangi bir farklı kimseyle karşılaşmamıştı. Tüm bunlara rağmen bir
türlü dönüp kaçamıyordu. Birçok defa denemişti fakat engellenemez bir güç,
özgür iradesine müdahale ediyordu. Bedeni; kendisinin istemediği fakat bir o
kadar da garip şekilde, benliğinin komutuyla yönlendiriliyormuş gibiydi.
Önündeki herif her ne yaptıysa bedenine değil duygularına müdahale
ediyordu.
Fakat sorun bu değildi, sorun bu herifi şu anda neden izliyor
oluşuydu. Buraya nasıl gelmişti, ne şekilde bu adamın peşine takılmıştı zerre
kadar hatırlamıyordu. En son hatırladığı kısım odasında arkadaşlarıyla
yazışıyor olduğu ve birden garip olaylar silsilesi yaşadığı o garip zamandı.
Sonrası karanlıktı. Duygu bu durumdan rahatsızlık duyuyordu, hem şaşkındı
hem de sinirliydi. Beyninin kendisine oyunlar oynamasından nefret ediyordu.
Belki de hâlâ daha odasındaydı. Uyuyordu. Şu anda içinde küçücük bir korku
kırıntısının olmama sebebi bu olabilirdi. Ya da olmayabilirdi, bilmiyordu. Yol
da bitmiyordu. Tekrar düşünmeye başladı; bu sonu gelmez yürüyüşe
önündeki karartıyla birlikte nasıl başlamıştı, tekrar hatırlamaya çalıştı.
Olmuyordu, olmuyordu... Bir türlü aklına gelmiyordu!..
Hakan Tunç
7
Bu sırada önünde giden karartı içerisindeki şekil tüm bu
düşündüklerini sanki yüksek sesle kendisine bağırıyormuş gibi anlıyor ve akıl
almaz siması ile Duygu’nun duyamayacağı sessizlikte belirli zamanlarda bir
cümle kuruyordu: “Boşuna düşünme küçük kız, ne kadar uğraşırsan uğraş
sana söylenmeden aklın almayacak. Bu, sana verilen zekânın ötesinde...”
Hatalı Doğanlar
8
BAŞLANGIÇ
ALTI SAAT ÖNCE
Dışarıda hafif bir şekilde yağmur çiseliyordu. Duygu sessizce
pencerenin önünde durmuş, yağmurun yağışını izliyordu. Bulutların arasından
güneş de kendisini gösteriyor, gökkuşağının o eşsiz güzelliği uzaklardan
kendisini sergiliyordu. O sakinlik veren görüntüye kendisini kaptırmış, aklında
herhangi bir düşünce olmadan bakıyordu sadece. Ya da çok fazla düşünce iç
içe girmiş anlamsız bir duygu silsilesi yaratmıştı. Đsmi gibi...
Neden sonra dizüstü bilgisayarından gelen MSN ileti sesini duydu.
Birden daldığı o düzlemden çıkıp gerçek dünyaya geri döndü. Ve kimin ne
yazdığını merak ederek bilgisayarı yanına çekti...
***
Üniversite son sınıfta olan Duygu, artık bıkmış olduğu bu hayattan bir
an önce kurtulmak ve yaz okuluna kalmamak için var gücüyle çalışıyordu.
Mezun olacağı Đngilizce Đşletme bölümünden sonra KPSS sınavlarına girip
“devlete kapak atmak” deyimine dâhil olma düşünceleri içerisindeydi. Tabii
fazla ileri gitmeden, öncelikle şu sınavları vermenin daha akıllıca olduğunu
biliyor, buna göre davranıyordu. Evinden uzakta, yurtta kalmanın verdiği
sıkıntılarla didişir, oda arkadaşları ile arada sırada tartışma yaşarken bir de
Hakan Tunç
9
üstüne bu düşünceler eklenince aklını oynatmadığına şükrediyordu. Neyse ki
mütevazı ve kendine hâkim bir kızdı. Birçok kişinin sinirden köpüreceği
cümlelere ya gülerek geçiyor ya da hiç aldırış etmiyordu. Annesinden aldığı
en önemli özelliklerinden birisiydi ve bununla gurur duyuyordu.
Arkadaşları ile konuşmaya devam ederken birden ekranın hemen sol
üst köşesinde yeni birisinin kendisini eklediğini gösteren o uyarı penceresi
geldi. Adresinin çok fazla kişide olmaması ve hiçbir arkadaşının kendisine
sormadan mailini başkalarına söylemeyeceğini bildiğinden dolayı bu kişinin
onu nereden bulduğunu merak etti. [email protected] adlı mail adresini
hiç duymamıştı. Kabul etmeden önce bir sözlüğe bakayım belki oradan
birileridir, diye düşündü. Ekşi ve itü’de ismi arattı lâkin gilanor adında bir isim
ile karşılaşmadı. Tam reddedecekken facebook aklına geldi ve oradan da
arkadaş arama kısmına girip mail adresi istenilen bölüme yazdı. Yine herhangi
bir sonuç çıkmadı. Belli ki tanımadığı biri yine kız MSN’i avına girmişti. Bir
önceki MSN adresinde bu tiplerle çok uğraşmıştı fakat yeni adrese geçeli
bayağı olmuştu. Bu nedenle, uzun süredir birilerini “yoksay”mıyordu. Ve
sonunda o gün gelmişti…
Tam reddediyordu ki şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı. Hayır, yanlış
görüyorum herhalde, dedi içinden. Az önce gilanor olan adres şimdi öyle
değildi. Artık kendisini ekleyen kişi [email protected] olarak gözüküyordu.
Bilgisayar kafayı mı yemişti yoksa kendisi mi çok fazla dalıp ismi yanlış
okumuştu? Bir süre düşündü, fakat aklına mantıklı bir neden gelmediğinden
dolayı omuz silkti ve yine içinden Neyse, dalgınlığıma geldi herhalde, dedi. Az
önce ki isme uyguladığı ritüelleri aynı şekilde bu adrese de uyguladı ve
Hatalı Doğanlar
10
tahmin ettiği üzere herhangi bir sonuca ulaşamadı. Ve yine reddetmek için
uyarı penceresine döndü. Döndü ama…
“Tanrım, kafayı yiyorum herhalde. N’oluyor burada?!”
Đşte bu sefer yüksek sesle söylemişti. Çünkü az önce gördüğü mail
adresi yine değişmiş ve [email protected] adresine dönüşmüştü. Artık bu
dalgınlık falan olamazdı, belli ki birisi virüslü bir şeyler göndermişti kendisine.
Daha da beklemeden “Hayır bu kişiyi çevrimiçi sayfama ekleme” seçeneğine
tıkladı. Kafasını iki yana sallayıp Geri zekâlılar… diye düşündü. Evet, çok fazla
sinirlenmiyordu ama birden böyle saçma bir oyunda piyon gibi olmak fena
halde canını sıkmıştı. Bilmem kaç milyarlık dünyada bula bula beni mi
buldular, diye de ekledi hemen.
O bunları düşünürken hemen alt tarafta turuncu ışıkla yanıp sönen bir
ileti penceresi artık titreşim yollamaya başlamıştı. Pek tabii Duygu MSN’i her
zaman “Meşgul” olarak kullandığından, titreşimlerin onun için faydası yoktu.
Yine de çok fazla zaman geçtiğini fark edip pencereyi açtı. Kendisi oldukça
sinirlenmişti ama belli ki yakın arkadaşı Merve zıvanadan çıkmanın
eşiğindeydi.
“Merve
DUYYGUUU! CEVAP VERSENE YA NOLUYOR ORDA BĐR ŞEY SÖYLE
ARAYACAĞIM BAK.
DUYGUUUUUU!”
Duygu
Tamam tamam geldim, kızma hemen.
Hakan Tunç
11
Merve
Nerdesin kızım ya, saat dört oldu. Valla inme inecekti biraz daha
yazmayaydın. Napıyordun bunca süredir? Erkek arkadaş mı buldun da sattın
beni noldu ya?!!
Duygu
Ahah ne erkek arkadaşı be. Sapığın teki virüs yollamış onla
uğraşıyordum.
Merve
Aaa sapıklar mı dadandı başına? Nasıl bulmuşlar msn ini ya? Zaten bu
tipler yüzünden o çok sevdiğin adresinden vazgeçmek zorunda kalmamış
mıydın sen?
Duygu
Off hiç hatırlatma o günleri! Denyoların beni nasıl bulduğunu
bilmiyorum. Neyse boşver, tadımızı kaçırmayalım. Hallettim zaten. Ee sen bir
şeyler anlatıyordun. Sonrası ne oldu?
Merve
Hah evet dur hemen yazayım canım.
Merve ileti yazıyor…”
Hatalı Doğanlar
12
Duygu, Merve’nin ileti yazmasını beklerken bir yandan da diğer
sitelere göz atıyordu. Bir gazete haber sitesini açıp ilginç haber var mı diye
bakınmaya başladı. Her zaman ki o saçma sapan, sırf trafik artsın diye yapmış
oldukları “Ölmeden önce izlenmesi gereken 55 film” ya da “En güzel
oyuncuların en seksi fotoğrafları” gibi haberlerden nefret ederdi. En çok takip
ettiği haber sitesinde bunlar yoktu lâkin bir süre önce tasarımını değiştirmiş,
o site de bu tür saçmalıklara başlamıştı. Đşte sinir olmak için bir neden daha!..
Buna kafa yorarken Merve’nin yazmamış olduğunu fark etti. Pencereyi
açtı ve hâlâ daha Merve ileti yazıyor… uyarısını gördü. Đlginçti, Merve
genellikle mesajları art arda heyecanlı bir şekilde yazmayı seven tiplerdendi.
Ne oldu da böyle bekliyordu ki..?
“Duygu
Merve, kızım destan mı yazıyorsun ya? Hadi gönder ne
göndereceksen.”
Duygu biraz daha bekledi. Bu arada haber sayfasına geri dönmüştü.
Tam ilgisini çeken bir haber linkine tıklıyordu ki yeni ileti geldiğini gösteren o
turuncu şekilde yanıp sönen uyarı geldi. Hemen pencereyi açtı. Ve belki de
son günlerde yaşadığı en büyük şaşkınlığı tattı.
“Merve
[email protected] kişisi sizi eklemek istiyor.
Merve ileti yazıyor…”
Hakan Tunç
13
O da neyin nesiydi? Merve, MSN ve Facebook harici bilgisayar
kullanma özürlüsü bir kızdı. Böyle bir şakayı nasıl yapabilirdi?! Kendisiyle
dalga mı geçiyordu bu kız? Şaşkınlık kısa sürede yerini kızgınlığa bıraktı.
“Duygu
Merve, dalga mı geçiyorsun kızım sen? Ne yaptığını zannediyorsun?
Hem nasıl yaptın o şakayı?”
Bekledi. Bekledi ama bir cevap gelmedi. Merve ileti yazıyor… yazısı
uyarı olarak gözükmeye devam ediyordu. Artık sabırsızlanmıştı, hemen elini
masaya uzatıp cep telefonunu aldı ve rehberden Merve’nin numarasını bulup
arama tuşuna bastı.
Yine bekledi. Bekledi ve kendisini yine şaşırtan bir uyarı mesajı sesi
duydu.
“Böyle bir numara kayıtlarımızda bulunmamaktadır. Lütfen farklı bir
numara ile tekrar deneyiniz.”
Ve tam telefon kapanırken üçüncü bir şok dalgasıyla karşılaştı.
“Merve
[email protected] kişisi sizi eklemek istiyor.
Merve ileti yazıyor…”
Artık iyiden iyiye kızmaya başlıyor, bir yandan da daha tam olarak
çıkmadan zihninin derinliklerine göndermeye çalıştığı korku hissiyatı
artıyordu. Kızıyor çünkü bu tür şakaları sevmediğini en iyi bilen yakın arkadaşı
Hatalı Doğanlar
14
hâlâ umursamazca yaptığı yanlışlığa devam ediyordu. Korku bedenini
sarmalamaya başlıyordu çünkü hem arkadaşının bu tür bir virüs programını
kullanmayı kesinlikle beceremeyeceğini biliyor hem de özellikle Merve’yi
aradığı zaman böyle bir numara yok uyarısını hatırlıyordu. Bir anda sanki
kaynar sular başından aşağı dökülmüş gibi olarak şunları düşündü. Yoksa,
yoksa biri Merve’ye bir şeyler yapıp onun yerine benimle mi oynuyor!
Tabii bu düşünceyi o ani gelen korkunun yavaş yavaş geçmesi
süreciyle kafasından attı. Hatta sessiz şekilde gülmeye başladı. “Gerçekten
deliriyor olmalıyım, neler diyorum ben..?!”
Fakat o bunları söylerken üçüncü ve son mesaj geldi.
“Merve
[email protected] kişisi sizi eklemek istiyor.”
Ve bunu yazdıktan sonra pencerenin üst kısmında küçük sarı bir şerit
içerisinde o tanıdık ileti belirdi. “Merve adlı kullanıcı şu anda çevrimdışı
gözüküyor. Yazdığınız mesajlar çevrimiçi olduktan sonra kendisine
iletilecektir…”
“Duygu
Merve, MERVE! Orda mısın?”
Fakat Merve gitmişti. Off lanet olsun, n’oluyor ya! demeden edemedi.
Sinirlendi, bilgisayarıma kesin virüs bulaştı, diye düşündü.
Hakan Tunç
15
Bu kafayla daha fazla ekrana bakamayacağını anlayıp içindeki öfke
duygusuyla bilgisayarı kapamaya hazırlandı. MSN’i kapatacakken yine ilginç
bir biçimde kimsenin çevrimiçi olmadığını gördü. Tüm memlekette internet mi
gitti yahu? dedi içinden. Hiç olmazsa yine de en az iki kişi çevrimiçi kalırdı.
Fakat giderek artan öfkesi ile ona dikkat etmeyerek hışımla kapadı.
Bilgisayar>Başlat>Bilgisayarı Kapat… Oh be...!
Eğer ‘Oh Bee’ kısmını sesli söylemiş olsaydı belki de o iki kelime
kursağında kalabilirdi. Çünkü kapat tuşuna tıkladığı anda MSN bir anda açıldı
ve yine ‘[email protected] kişisi sizi eklemek istiyor.’ uyarısını gördü. Artık
bu iş oyundan çıkmıştı, kontrol edemediği kadar adrenalini de hesaba katınca
korku, bir virüs gibi vücudunun her zerresine yayılmıştı.
Elini sanki bir böceğe dokunduruyormuşçasına ekranı kapatarak
kendisini odadan dışarı attı. Eğer biri kendisi ile oyun oynuyorduysa bunun
hesabını çok pis verecekti, hem de en pis şekilde!
***
Bir süre sessizliğin verdiği huzurla koridorlarda gezinmeye başladı.
Neler olduğunu merak ediyor, daha önce ne karşılaştığı ne de kimseden
duyduğu bir virüs ile uğraştığını düşünüyordu.
Düşünmenin verdiği his çok daha sıkıntılı bir ruh halini açığa
çıkartırken, Duygu bu güzel bahar gününü içeride geçirmenin yanlış
olduğuna kanaat getirip dışarı çıkmaya karar verdi. Hem biraz yağmur yemek
bedenine iyi gelebilirdi.
Hatalı Doğanlar
16
Dışarıya adımını attı. Yağmur durmuş, bulutlar dağılmış, güneş tüm
ihtişamı ile yüzünü göstermeye başlamıştı… Fakat Duygu o an bunların hiç
birisini fark etmedi. Fark ettiği şey, o korku hissiyatının tekrar ortaya çıkmasını
sağladı. Fark ettiği şey, koca yurtta tek başına olduğuydu…
Yer yarılmış, herkes içine girmiş tabiri vardır ya, işte o anda Duygu
bunu düşündü. Ne daha önceden fark etmediği koridorlarda ne de dışarıda
tek bir insan bile gözükmüyordu. “Virüs beynime bulaştı herhalde, n’oluyor
yaa!” dedi bu sefer. Haklıydı da, o muhteşem bahar havasının altında bırakın
insanı, uçan bir kuş dahi gözükmüyordu. Sinirden ellerini saçlarının arasından
geçirdi. Tekrar içeri girip koşar adımlarla lavaboya gitti ve yüzüne su çırptı.
Aynada kendisine baktı. N’oluyor bana, diye düşündü yeniden. Az öncesine
kadar her şey normal seyrinde devam ederken şimdi çok saçma bir olay
yüzünden delirmek üzereydi. Bir yandan ‘Sadece salağın biri beni eklemeye
başladı, sonra Merve benimle oyun oynadı ve en sonunda da tüm okuldakiler
bana eşek şakası yapıyor.’ dedi ama bunun doğru olmadığını biliyordu. Bu
kadar tesadüf üst üste gelemezdi.
Tekrar yavaş bir şekilde odasına geri gitmeye başladı. Dönüş yolunda
tüm kapıları tıklatarak açtı. Ama kimseyi göremedi. Hatta odasına girmeden
bir üst kata da çıkıp araştırma yaptı. Sonunda bunun boşuna çabalayış
olduğunu anladı ve gerisin geri odasına gitti.
Kapıyı açarken biraz korkuyordu. Sanki dizüstü bilgisayarın kuduz bir
köpek gibi üstüne atlayacağı duygusuydu onu korkutan. Bunu düşününce
biraz rahatladı ve gülümsedi. Kesinlikle delirdim ya da rüyadayım…
Odasına girerken her şey aynı bıraktığı gibiydi. Yatağının bulunduğu
köşeye giderken duvar saati dikkatini çekti. Ve yine o gülümsemenin verdiği
Hakan Tunç
17
rahatlama uçup gitti. Saat 22.04’ü gösteriyordu. Galiba durmuş demek isterdi
fakat saniyeleri gösteren o numaralar yollarına aynı şekilde devam
ediyorlardı. Yine de bir umut hemen masasında duran kol saatine baktı.
Aynıydı. Dizüstü bilgisayarını yanına çekip ona da baktı. Aynıydı. Ve
pencereden dışarı baktı. Az önceki gibi güneşli ve aydınlıktı. ‘Aynıydı.’
Đşte şimdi korkmak için bir sebebi bulunuyordu. Telefonunu kaptığı
gibi babasının numarasını çevirdi. Ve bir şok edici durum ile daha karşılaştı.
“Böyle bir numara kayıtlarımızda bulunmamaktadır. Lütfen farklı bir
numara ile tekrar deneyiniz.”
Merve’yi aradığı gibi babasının da numarasına aynı tepkiyi vermişti.
“Ooff lanet olsun ya!” diyerek telefonu zemine fırlattı ve parçalara ayrılmasına
yol açtı. Bunu yaptıktan sonra bir inilti koyuverdi, çünkü geçen doğum
gününde uzun süredir istediği ve babasının ona sürpriz yaparak aldığı cep
telefonuydu…
Ama buna üzülecek zamanı yoktu. Bu sefer koşarak odasından fırladı
ve bir üst kata, normal telefonun bulunduğu odaya yöneldi. Beklediği gibi
orada da kimse yoktu. Hemen telefona sarılıp ev numaralarını tuşlamaya
başladı. O sessizlikle beklediği zaman içerisinde kalbi gümbür gümbür
atmaya başladı. Fakat yine olumsuz yanıt aldı.
“Yanlış ya da eksik bir numara çevirdiniz. Lütfen tekrar deneyiniz.”
“Allah’ım ne oluyor bana, nedir bu saçmalık!” Đyice korkmaya
başlamıştı. Tekrar odasına doğru yürümeye başladı. Bir anda altı saat birden
geçmişti! Telefonlar çalışmıyordu, ortalıkta tek bir insan kalmamıştı. Ve gece
olduğu halde hâlâ gün ışığı vardı. Neler oluyordu!
Hatalı Doğanlar
18
Gün ışığını düşünürken etrafın kararmaya başladığını gördü. Gündüz
ışığıyla yıkanan koridor gittikçe mat bir renk almaya başladı. Zaten heyecanla
atan kalbi artık kulaklarının duyacağı şekilde gümbürdemeye başladı. Bu
kadar kısa zamanda bu kadar olayın başına gelmesine bakılacak olursa da
oldukça normaldi.
Odasına girip pencereden dışarıya bakarken, televizyon ekranından bir
belgesel filmi seyrediyormuş gibi hissetti. O kameraların hızlandırılmış hali ile
bir günün batışını saniyeler içinde görürüz ya hani, işte tam da o şekilde bir
görüntü seyretti Duygu. Ağzı açık şekilde bakmaktan ve kalbinin güm güm
atmasını dinlemekten başka hiçbir şey yapamadı…
Ama artık bir şeyler yapması gerekiyordu. Vakti varken kaçıp
kurtulmadığına lanetler yağdırıyor, bu karartıda dışarıya çıkmayı hiç mi hiç
istemiyordu. Hoş ortalıkta ne bir insan ne bir hayvan gözüküyordu. Yine de
içgüdülerine söz geçirip dışarıya çıkacak cesareti bulamıyordu.
Korktuğu halde dizüstü bilgisayarını yine kucağına aldı ve açtı.
Đnternetin olduğunu görünce biraz da olsa rahatladı. Bir internet sayfasına
girdi fakat sayfa açılmadı. Farklı bir tane denedi. Onda da aynı sonucu gördü.
Her zaman takıldığı sözlük sayfalarına girmeye çalıştı ama onlarda da aynı
sonuca ulaştı. Đnternette bir sorun olabilir miydi? Hayır, o sinyal alındığını belli
eden çubuk en üstteydi. Hemen MSN’i açtı. Açtı ve bir kez daha şok oldu.
MSN’i açılmıştı. Fakat listesinde sadece üç kişi vardı. Bu üç isim de
çevrimiçi gözüküyordu.
Ne bir isim ne bir kişisel ileti vardı.
Sadece çevrimiçi olduklarını belirten o yeşil küçük insan figürü ve de
MSN adresleri…
Hakan Tunç
19
Duygu o anda en yapılmayacak şeyi yaptı ve koluna çimdik attı.
Gümlemekten yorulan kalbi, zaten şokta olan beyni ile o anda düşünebildiği
tek şey, korkunç bir kâbusun içinde olduğu ve o televizyonlarda gördüğü
sahneyi gerçekleştirirse bir ihtimal uyanabileceğiydi. Kendini ‘Freddy’nin
Kâbusu’nda’ gibi hissediyordu. Hatta bir an gerçekten o gelecek mi diye
kapıya baktı. Fakat ne kimse geldi, ne de yaşam belirtisi gösterebilecek
herhangi bir ses duyuldu.
Hava iyice kararmıştı. Duygu lambaları açmayı düşündü ama sonra
vazgeçti. Eğer bu uğursuz kâbusta herhangi bir şey olacaksa lambayı açmanın
buna davetiye çıkaracağını düşündü. Sessiz bir şekilde yatağa geçip tekrar
dizüstü bilgisayarını yanına çekti. Artık kendisini korkutan o üç MSN
adresinden başka hayatla bağlantısını sağlayan hiçbir şey kalmamıştı…
Korkarak listede en başta bulunan adrese çift tıkladı. Biraz bekledi.
Avatarında herhangi bir resim çıkmasını bekledi. Fakat yoktu. Sonra korkarak
yazmaya başladı.
“Duygu
Şey, merhaba. Kimsiniz acaba? Beni eklemişsiniz.”
Hatalı Doğanlar
20
Ve nasıl bir cevap geleceğini merakla beklemeye başladı. Yazışmanın
en güzel tarafı diye düşündü Duygu, ne korku ne utangaçlık ne heyecan ne
de kızgınlık gibi duyguların karşı tarafa yansımamasıydı. Ve şu anda ölesiye
korkuyordu. Yazarken bunun belli olmaması çok iyi bir şeydi.
Lâkin korkunun had safhalara çıkmasını sağlayan cevap geldi.
Korktuğunu hissediyorum küçük kız. O taze kalbinin heyecanla
ötüşünü, teninden usulca sızan terin kokusunu ve o narin bedeninin her
zerresinin korkuyla titrediğini hissedebiliyorum...”
Duygu dizüstü bilgisayarına da fırlatıp atmamak için büyük çaba sarf
etti. Daha önceden hiç yaşamadığı bir korkunun iliklerine kadar dolduğunu
hissedebiliyordu. Şimdi ne yapmalıydı, cevap mı vermeliydi? Ne yazabilirdi ki?
Yazan kişi her kimse korkusunu anlamıştı. Ya da güzel bir tahminde
bulunmuştu. Artık normal bir olay olmadığını, bunun oyun olma olasılığının
kalmadığının farkındaydı. Zaten kim bir anda günü saniyeler içinde karanlığa
gömebilirdi? Nasıl bir büyüydü şu anda maruz kaldığı?..
Tam bir şeyler yazmak için tuşlara dokunacaktı ki aynı anda iki yeni
pencere açıldı. Bunlar, geride kalan iki msn adresiydi ve ikisinde de aynı şey
yazıyordu.
“Her şey bittiğinde, öleceksin.”
“Öleceksin…” Duygu son kelimeyi hafif bir fısıltıyla söyledi. Ve sonra
bayıldı…
Hakan Tunç
21
GELİŞME
Uyandığında önündeki karartıya adımlarını uydurarak yürüdüğünü ve
belli ki bunu uzun zamandır yaptığını fark etti. Nerede olduğu hakkında
hiçbir fikri yoktu, tıpkı bayılmadan önce olanlar gibi… Fakat fark ettiği bir şey
daha vardı ki, o da artık hiçbir şekilde korkmuyor oluşuydu. Nerede olduğunu
bilmediği bir karanlıkta, önünde tanımadığı bir karartıyı kendi komutları
dışında takip ediyor, fakat bundan zerre kadar korku hissi duymuyordu.
Acaba öldüm mü? diye geçirdi içinden. Öldüm de yaptığımın cezalarını mı
çekiyorum, diye düşünmeye devam etti. Aklına bir sürü şey geldi. Fakat her
biri diğerinden mantıksızdı. Hoş, şu ana kadar yaşadığı olayların hangisinde
mantık vardı ki?.. Her şey mantık dışıydı, bu kâbustan bir türlü uyanamıyordu!
Bayıldığı zaman yanında kimse yoktu, sadece MSN üzerinden
konuştuğu üç kişi vardı. Nasıl oldu da buraya gelmiş bu adamı herhangi bir
fiziki müdahale gözükmeksizin takip etmeye başlamıştı? Amacı neydi, yolun
sonu nereye varacaktı?..
Bayılmadan önce alingor ve nalirog adlı Hotmail adreslerinin
kendisine aynı anda gönderdikleri iletiyi düşündü. “Her şey bittiğinde,
öleceksin.” Her şey derken neyi kast etmişlerdi acaba? Hiç anlamadığı
olaylara birden dâhil olması ne amaçlaydı? Sorular… Sonu gelmeyen cevapsız
sorular…
Önündeki karartı ile uzunca bir süre daha -Duygu’ya bir asır gibi gelen
süre- yürümeye devam ettiler. Duygu düşünmeye, önündeki karartı da onun
Hatalı Doğanlar
22
fark etmediği şekilde düşüncelerini okumaya ve arada sırada aynı cümleyi
kurmaya devam etti.
Ve sonra Duygu durdu. Durduğunu yavaş yavaş etrafın aydınlanmaya
başlaması ile fark etti. Her taraf aydınlanıyor, fakat önündeki karartı aynı
şekilde karanlıklar içerisinde kalmaya devam ediyordu. Duygu buna herhangi
bir şaşkınlık belirtisi göstermedi, sanki her gün yaşadığı bir olaymış gibi beyni
görüntüyü önemsiz olarak algıladı.
Etraf aydınlandıkça, geldikleri yerin göz kamaştırıcı görüntüsünün
insanı büyüleyecek cinsten olduğu ortaya çıkıyordu. Duygu tüm duyularının
kendisinden sökülüp alındığını zannediyordu fakat manzara ile karşılaşınca
ister istemez içini bir ferahlık, bir mutluluk kapladı. Adeta mest oldu. O
kasvetli hava birden huzur bulmuş gibiydi. Hayatında hiçbir zaman, hatta
belgesellerde, resimlerde bile göremeyeceği bir güzellik uzanıyordu
karşısında. Ağaçlar, güneşin o muhteşem rengi, masmavi gökyüzü ve
alabildiğince yeşillikle dolu bir doğa manzarası... Her şey o kadar mükemmel
ve o kadar yerindeydi ki ağaçlardan eğilen dallar bile ortaya olağanüstü
derecede sanat eseri katıyordu.
Fakat bu güzelliği önünde duran karartı baltalıyordu. Şu anda
önündeki şey kendisine dönmüş müydü yoksa hâlâ sırtına mı bakmaktaydı
bilmiyordu. O güllük gülistanlık günde nasıl olur da karartı bu şeyin önünde
durabilirdi anlamıyordu. Artık adam da demiyordu çünkü normal bir insan
değildi bu. Anca “Şey” denirdi buna. Ne istiyordu, neden onun peşindeydi
gibi sorular tekrar zihnini doldurmaya başladı. Normal bir günde böyle bir yer
görmek için yapmayacağı şey yoktu fakat şu anda imkânı olsa arkasına
bakmadan kaçabilirdi…
Hakan Tunç
23
Ve o Şey konuşmaya başladı. Konuşmaya başladığı andan itibaren
uzun süredir bedenini terk etmiş olan korku, batıcı bir soğukluk ile geri
dönmüştü.
“Küçük kız, aklının almayacağı hayalleri ve cevapları düşündün buraya
kadar. Haklısın da. Hiçbir sebep yokken böyle olaylar yaşaman. Tarihin
bilinmeyen, unutulmaya yüz tutmuş taraflarına bakman. Boşuna değil bu
gördüklerin, bu yaşadıkların. Aklın almayacak bunları, anlayacaksın ama,
göreceksin. Hissedeceksin…”
Duygu ensesindeki tüylerin diken diken olduğunu hissetti. Duyduğu
ses sanki tek kişiye ait değilmiş, bir koro tarafından söyleniyormuş gibiydi.
Şimdi cevap mı vermesi gerekiyordu bu şeye? Hem ne diyebilirdi ki?
Konuşabileceğine bile emin olamıyordu. Bu yüzden sessiz şekilde durmaya ve
o şeyin tepki vermesini beklemeye devam etti. Ve beklediği tepki çok
geçmeden geldi.
Önündeki karartı bir anda yok oldu. Nereye gitti bu diye düşünmesine
kalmadan sırtında sanki tüm buzulların soğukluğu varmışçasına bir ürperme
yaşadı. Kafasını hafifçe yana çevirince arkasını sonsuz bir karanlığın –o şeyin
sardığını anladı. Ve yine o korosal sesiyle konuşmaya başladı.
“Ne o küçük kız? Hâlâ anlayamadın mı? Düşüncelerini çığlık
atıyormuşçasına duyabiliyorum. Hatta senin düşünmediğini sandığın, anlam
veremediğin olayları bile net bir şekilde sezinleyebiliyorum. Ve şu anda
benim ne olduğumu da merak ettiğini biliyorum. Neden burada olduğunu,
bu olaylara nasıl karıştığını, bayılmadan önce neler olduğunu düşündüğünü
de anlayabiliyorum…”
Hatalı Doğanlar
24
Duygu sırtına buz kütleleri fırlatılmış gibi hissediyor, bir yandan da bu
yakıcı sözleri dinliyordu. Soğuğun o yakıcı tadını hissetmiş olan Duygu’nun
ağzından o an titreyen iki kelime çıktı.
“Se-sen k-kimsin?”
Şey gülmeye başladı. O koro halindeki sinsi gülüş sesi, kesinlikle
izlediği sit-komlardaki gibi komik değil, insanın ödünü patlatacak cinstendi.
“Ben kim miyim küçük kız? Neden anlayamayacağın,
hazmedemeyeceğin soruları soruyorsun? Neden, ‘Neden buradayım?’ gibi
sorular sormuyorsun? Neden bu tarafa dönmüyorsun?”
Şey bunları söyledikten sonra Duygu’nun ayakları kontrolü dışında
geriye dönmeye başladı. Bu sırada Şey’in soğukluğunu arkasında
hissedebiliyordu. Dönmesine rağmen o ürperti arkasında eksilmiyor, o
döndükçe sonsuz karanlık tüm benliğini ele geçiriyordu. Nihayetinde
dönüşünü bir ömür süren zamanda tamamladı ve yine o muhteşem
görüntünün içerisinden mutlak bir karanlığa bakar oldu. Ne bir sima, ne insan
olduğunu belli eden herhangi bir görüntü. Sadece karanlık…
Đşte o anda, önünden tüm hayatını etkileyecek anlamsız görüntüler
geçmeye başladı. Mutlak karanlıkta, korosal ses konuşuyor ve önünde
ölümüne kadar aklından çıkmayacak görüntüler sesle beraber değişmeye,
beynine kazınmaya devam ediyordu…
“Đnsanlık tarihinin iki bin yıl öncesine dayanıyor benim başlangıcım.
Her şey başladığında sizin türünüzün ne hükmü ne de adı vardı. Melekler ve
bizler vardık. O’nun yarattığı; düşünebilen, tek başına karar verebilen ve hatta
mutlak kötülük ‘Sürülmüş’ün yolunu izleyebilen. Tüm boyutlar, tüm topraklar
tüm evren ve sonsuzluk… Hepsi benim, hepsi bizimdi! Fakat sonra o geldi,
Hakan Tunç
25
Adem adında balçıktan yaratılmış ilk insan geldi ve sonra melekler bu yeni
yaratılmışın önünde eğildi!
“Türdeşimin ilk anda yapılan hatanın farkına varması ve buna karşı
gelmesi ile kötülendi, aşağılandı ve hiçbirimizin ulaşamadığı o muhteşem
kattan sonsuza dek kovulmasına yol açtı. Ve o da hırsla kendisine kol açanın
yanına ‘Sürülmüş’ün saflarına karıştı. Đşte küçük kız, sizlerin şeytan dediği,
taşladığı, bütün inançlarınızda kötülendiği türdeşimin ve artık aramızda
‘Kovulmuş’ olarak seslendiğimizin tek suçu yapılan hatanın önüne geçmek
istemesiydi. Böylece 'Kovulmuş'un, mutlak kötülük olan 'Sürülmüş'ün tarafına
gitmesine neden oldunuz. Tek yaratıcı için ne büyük bir kayıp...
“Đşte ben o üç harfli dediğiniz varlığım. Ben senin türünün ‘cin’ olarak
tanımladığı şeyim.”
Duygu garip bir şekilde görüntülerden hiçbir şey anlamamasına
rağmen, hayatının en önemli olaylarından birine vakıf olduğunu biliyordu. Ve
yine gariptir ki korosal sesin söylediği şeylerle bayılmanın eşiğine gelmesi
gerekirken rahatlıyordu. Karşısında duran şey bir cin olduğunu söylüyordu.
Cinlerin karanlıktan değil de, saf ateşten oluştuğunu sanırdı. O bunları
aklından geçirirken Şey’in gülmeye benzer homurdanma sesini işitti. Ve cin
olduğunu söyleyen Şey yine konuşmaya başladı.
“Değil mi küçük kız? Saf ateşten yaratılması gereken bir cinin bu
şekilde bir görüntüde olması ne gariptir? Şimdi işin can alıcı kısmına
geliyoruz…
“Siz insanların en önemli hatalarından birisi, beyninizin tıpkı kısa
ömürleriniz gibi çok az olaya vakıf olabilmesi… Kendinizi övmeyi, biz en
iyisiyiz demesini, küçücük olayları tüm insanlığı zıplatacak derecede
Hatalı Doğanlar
26
büyütmenizi ve iğrenç hislerinizle her şeyi yanlış yapmanızı… Dünya dediğiniz
toprak parçasında kendinize o kadar çok fazla bakmaya başladınız ki,
sonunda tüm sonsuzlukta bir tek kendiniz varsınız diye sanmaya başladınız.
Oysa bizler hep buradaydık, aranızdaydık, binlerce yıl sonra bile
göremeyeceğiniz ve sadece hayal edebileceğiniz yerlerdeydik. Zaman
geçtikçe gelişiyor, sizlerin on binlerce sene sonra fark edeceğiniz teknolojiyi
kullanıyorduk. Hatalı yapınız ile bizleri göremiyor, boyutlarımıza göz
atamıyordunuz. Sadece birkaç eğlence arayan türdeşlerimiz sizlere karışıyor,
o çok övündüğünüz benliğinize musallat oluyordu. Yazık ki böyle küçük bir
karışmada bile savunmasız yapılarınız ile size verilen yetinin sonsuzluğa geri
karışmasına engel olamıyordunuz.
“Fakat olay bu değil küçük kız. Evet, bizler saf ateşten muhteşem bir
şekilde yaratıldık. Uzun yıllar yaşayabiliyor, sizlerin ve istediğimiz her şeyin
şeklini alabiliyor, boyutlar arası yolculuklar yapabiliyor ve yine şu anki
teknolojimizle hayal dâhi edemediğiniz olayları düzenleyebiliyoruz.
“Lâkin küçük kız, her şeye rağmen sizin bizlerden çok ama çok daha
şanslı bir yanınız var. Türdeşlerimizce biz bunu bir şans olarak değil bir hata
olarak görüyoruz. Sizler kısa hayatınızdan sonra ölüyorsunuz evet, fakat
hiçliğe karışmıyorsunuz. Kendinizin sonsuza dek yaşayacağı, işte bu sefer
bizlerin hayal edebildiği ve yine sadece türdeşimiz olan ‘Kovulmuş’un sözleri
ile görüntüsünü zihnimizde oluşturabildiğimiz cennete kavuşuyorsunuz.
Girmeden önce cehennem kapılarından geçiyorsunuz belki, nihayetinde
arınmış olarak o olağanüstü güzellikte ‘sonsuz’ bir şekilde yaşıyorsunuz…
“Ve hata burada oluşuyor, böyle bir şansın kesinlikle sizlerden çok
daha önce doğmuş ve çok daha özel olan bizlere verilmesi gerekiyordu!
Hakan Tunç
27
Bizler öldükten sonra hiçliğe karışıyor, uzun yaşamımızdan sonra hiç var
olmamışçasına göçüyoruz buradaki sonsuzluktan. Böyle bir şeyin olmasını
kesinlikle kabul edilemez bir hatadan başka bir şey olarak görmüyoruz!
“Ve işte ben, Gilanor olarak bilinen, Alingor ve Nalirog olarak ayrılan,
bundan güneş zamanıyla iki bin yıl önce, Đsa’nın doğuşuyla beraber gerekli
olanı fark ettim! Babasız doğan Đsa’nın gelişiyle ve yaptıklarıyla beraber,
olmayacak olanı fark ettim. Hatalı olarak doğanlardan nefret etmekle
kalmayacak, onlar sayesinde, SENĐN sayende hem sonsuzluğa hem de
cennete kavuşacağım!”
Duygu bir anda bu kadar bilginin benliğine yüklenmesiyle ister
istemez irkildi. Her cümleden sonra rahatlamasıyla beraber, duydukları
karşısında git gide ağzı açık kalan Duygu, artık bir rüyada olmadığına
tamamen emindi. Çünkü biliyordu ki, rüyasında bile bu kadar çok şeyin
olabileceğini aklına getiremezdi. Hem her şey bir yana bu şeyin hâlâ
kendisiyle ne ilgisi olduğunu söylememişti. Đsa Peygamber’e kadar gitmesini
hiç anlamamıştı. Ne demek istiyordu ki?
“Demek istediğim açık değil mi küçük kız? Neden siz insanlar her
zaman sorgulamak yerine verilen yetiyi zorlamayı denemezsiniz? Özellikle
senin gibi özel, güçleri olduğunun farkında olmayan, benden parça taşıyan…
“Şimdi o çok merak ettiğin kısma geliyoruz işte. Saf ateşten normal cin
formunda dolaşırken bizim boyutumuzda, insanlık âlemine Tek Yaratıcı
tarafından yeni bir elçi bahşedildiğini ve bu elçinin babasız bir şekilde
dünyaya geldiğini öğrendim. Tek yaratıcı, hiçbir zaman kuralların dışına
çıkmaz, belirlemiş olduğu şekilde insanlar üzerinde elçi dahi olsalar farklılık
yaratmazdı. Fakat Đsa, babasız olarak dünyaya gelmiş ve insanlığa elçi olarak
Hatalı Doğanlar
28
gönderildiği söylenmişti. Đşte doğumdan sonra, yapılan hataların
döngüsünün kırılabileceğine, kurallarda oynama yapabileceğimize,
tabulaştırılmış olan bilgileri araştırıp hatayı lehimize çevirebileceğimi fark
ettim. Evet, belki de bunun açığa çıkması ya da bir şekilde ters gitmesi ile ne
bu tarafta ne de diğer tarafta kimselerin yaşayamayacağı derecede korkunç
şeylere maruz kalabilirdim ama hiçliğe karışmaktansa bunlara razıydım…
Sonunda çok zor şartlar ile ‘Sürülmüş’e ulaştım ve ona tasarladığım planımı
anlattım. Bu açıklanamaz fikrimi duyunca oldukça beğendi ve güldüğünü
hiçbir zaman duymadığım o şey kahkaha atmaya başladı. O günü hiç
unutamıyorum küçük kız, bulunduğum düzlemin tamamen sarsılmasının
onun kahkahaları nedeniyle olması küçük bir ayrıntıydı. Ve bana gerekli olanı,
ne yapmam gerektiğini söyledi. Acıya dayanmamı fakat sabredersem
kimsenin erişemeyeceği mükâfatı alacağımı belirtti! Bana olacakları anlattı…
“O gün elçinin doğumundan sonra türümüzün üstün yeteneklerini ve
‘Sürülmüş’ün bana verdiklerini kullanarak Gilanor olan benim ateşim söndü.
Benliğim, üç parçaya ayrıldı. Diğer iki parçam benimle beraber olmasına,
düşüncelerimiz aynı işlemesine rağmen bedenen hiçbir zaman bana
gözükmeyecek şekilde farklı boyutlara gittiler. Đşte bende gördüğün
karartının nedeni bu küçük kız. Ben, aslında hiçliğe kavuşmuş, Tek Yaratıcı'nın
gözünde iki bin güneş yılı öncesinde ölmüş bir cinim… Fakat gördüğün bu
karartının, küçük bir benliği de ‘Sürülmüş’ün verdiği bilgiyle bir insana
aktarıldı. O insan, o zamanki birisi değil, yine kuralın verdiği ölçüyle o anda
erişemediğimiz bir yere, gelecekteki bir insana aktarıldı. Ve işte, benliğimin o
küçük kısmının gittiği insan şu anda tam karşımda duruyor…”
Hakan Tunç
29
Duygu o anda içinden tek bir kelime geçiriyordu. Kelime ise Oha idi.
Nasıl olur da böyle bir şeyi kendisine mal edebilirdi, yirmi iki yıllık hayatında
tek bir olağanüstü durum dâhi görmemişti. Fakat sorusunun cevabını
gecikmeden aldı.
“Nuh zamanında, tufandan sonraki yıllar boyunca yine güneş zamanı
ile her gün içerisinde birçok çocuk doğdu. ‘Sürülmüş’ten aldığım bilgiye göre,
benim benliğim tek bir bedene girebilirdi. O beden ise tüm dünya üzerinde
bir gün içerisinde sadece tek bir bebeğin doğacağı güne denk geliyordu. Đşte
o bebek sensin… Doğduğun zaman, dünya üzerinde başka kimsenin gün
boyunca çocuğu olmadı… Ne sakat şekilde, ne ölü şekilde… Hatta tam bilgiye
vakıf olmamakla birlikte, farklı türden de hiçbir canlının doğduğu bilgisi de
duyulmadı…”
Đşte şimdi Duygu’nun bu olaylara neden karıştığına dair mantıklı bir
açıklaması vardı. Evet, her şey daha saçma ve akıl dışı gelmekle birlikte, bu
cinin anlattığı doğrultuda eğer doğduğu gün başka kimse dünyaya
gelmemişse kendisinin bilmem kaç milyarlık evrende neden seçildiğini
anlamak zor olmasa gerekti. Fakat içinde artan tedirginlik hissi farklı bir şey
düşünüyordu. Şimdi asıl soru, bundan sonrasının ne olacağıydı…
“Anlaşmaya başladık demek… Maalesef küçük kız, yapacağım şeyden
sonra senin sağ kalma olasılığın yok. Daha da kötüsü, diğer tarafa gidip
cennete giriş imkânını da yakalayamayacaksın… En azından sana bunları
anlatmakta borçlu olduğumu hissediyorum, en azından siz hatalı doğanlar
kadar bencil bir şekilde davranmıyorum. Bu yaptığım gerçekleşirse, ruhunun
hiçliğe gitmemesini sağlayan o özellik tamamen benim bedenime geçecek ve
bu sefer olması gerektiği gibi, seni hiçliğe beniyse cennete kavuşturacak…
Hatalı Doğanlar
30
Binlerce yıldır hayal ettiğim şeyi nihayet gerçekleştirecek ve türdeşlerime -ki
ilk olarak ‘Kovulmuş’a- bu bilgiyi vererek olması gerekeni tümüyle doğru
şekline çevireceğim!”
Duygu bu dinlediği son kısımdan sonra geçen görüntülerde ilk defa
bir şeyin ne olduğunu anladı. Saf ateş. Bu cin denen artık ne olduğu belirsiz
yaratık onu tamamen alacak ve hiç dünyaya gelmemişçesine, hiç
yaşamamışçasına yok edecekti. Uzun süre sonra başını eğip dizlerine baktı.
Titriyorlardı.
“Ve son bir şey küçük kız. Bu yapacağımı uzun süredir bekliyor,
doğumundan beri her gün seni izliyorum. Đz bırakmadan, olduğumu belli
etmeden. Neden başta değil de şimdi yaptığımı, neden bu kadar anıyı
yaşadıktan sonra böyle bir zamanda karşına çıktığını söyleyeyim. Bunun iki
nedeni vardı. Đlki belirli bir döneme kadar hayatta kalamayan ruhların cennete
gitmesine rağmen benliğinden habersiz olarak o muhteşem bahçelerde
uçarak dolaşmasıydı. Bir kuş gibi cennet bahçelerinde kendimden habersiz
uçmaya niyetim yoktu. Diğer neden ise: Böyle bir şeyi yapabiliyor olabilirim,
fakat bizler duygusuz bencil yaratıklar değiliz. Binlerce yıl bekledim, güneş
yılına göre birkaç yıl daha beklemem benim için günlerden farksızdı. En
azından hiçbir şey olmamış gibi senin yok olmanı görmek istemedim.
Benliğimin sende olan kısmı sayesinde her düşündüğünü hissedebildim.
Kıskançlıklarını, nefretlerini, acı çekişlerini… Fakat artık göreceğini gördün,
dünyanın kötülükleriyle, hatalı doğanların bencillikleriyle karşılatın. Daha da
fazla üzülmeden yokluğa karışmak senin için en iyisi olacak…”
Duygu artık tam anlamıyla titriyor, hatta görüntüdeki saf ateşten
yayılan ısıyı bile hissedebiliyordu. Ölecekti, evet doğru yazmışlardı. Öleceksin
Hakan Tunç
31
demişlerdi… Sadece o gün başka kimse doğmadı diye, hiçbir suçu yokken
ölecekti… Ölecekti ve daha da kötüsü, hiçliğe karışacaktı.
Her şeyden beteri, yapabileceği hiçbir şey yoktu…
“Şimdi, yapacağın tek şey gördüğün ateşin içine doğru gelmen.
Böylece ateş içerisinde bedenin eriyecek, benimkisi ile bir olmuş benliğin
diğer iki yanımı da bilinmeyen yerlerden alıp bana getirecek. Ve tekrardan bir
olacağım. Üstelik yok olmayacak, cennete girme şansına erişecek şekilde…”
Duygu yine ilk başta olduğu gibi ayaklarının kendi komutu harici adım
atmasını, önündeki karartıya doğru gitmesini izledi. Belli ki, bu cinin içinde
bulunan parçası sayesinde kontrol edilebiliyordu. Ama hayır, böyle bir şey
olamazdı. Korkuyordu, titriyordu belki fakat kendi hayatının bu şekilde, bir cin
tarafından - bir Şey tarafından alınmasına izin vermeyecekti. Her zaman her
koşulda güçlü olmuştu ve burada da bunu kanıtlayacaktı!
Adımlarına baktı, içten içe dur komutunu verdi. Devam ediyorlardı,
belini kontrol edebiliyor mu diye denedi ve orasının hâlâ daha kendisine ait
olduğunu anladı. Gücünü hemen arkaya doğru verdi ve ayaklarının havaya
doğru kalkarak sırt üstü düşmesine yol açtı. Canı acımıştı ama en azından o
korkunç karanlık ve ortasındaki saf ateşe doğru, -hemen o anda zihninde
beliriveren fırına doğru- yürümeyi bırakmıştı. Elleri ile kendisini yavaş yavaş
uzağa çekmeye başladı. Ve o korosal sesin tüm çıplaklığı kulaklarında çınladı.
“N’apıyorsun küçük kız! Buraya kadar geldikten ve her şeyi usul usul
dinledikten sonra kaçabileceğini mi zannediyorsun… Kendine gel! Hemen
ayağa kalk ve bana doğru yürümeye devam et. Sana dokunamam ama
komutlarıma uyup bana doğru gelmek zorundasın, işi daha da zorlaştırma!”
Hatalı Doğanlar
32
Elleri yine kendi dışında hareket edip ayağı kalkmasına yardımcı oldu.
Dur diyordu içinden inatla, dur ve geriye dön, fakat bedeni onun komutlarını
umursamamaya devam ediyordu. Daha fazla dayanamadı, tüm sinirleri
boşalmış bir şekilde haykırdı: “DUR DĐYORUM SANA, DUR!”
Ve o anda inanılması zor bir şey oldu. Vücudu durdu. Verdiği komuta
uydu. Tüm bedeninde görünmez ipler varmış hissi bir anda kayboldu,
parçalandı. Đşte Duygu o anda anlamıştı. Sesi… Vücudu sesine tepki veriyordu.
Düşünmeden tekrar bağırdı: HEMEN GERĐYE DÖN VE ŞU ŞEY’DEN
OLABĐLDĐĞĐNCE UZAKLAŞ!”
Ve geriye doğru daha önceden hiç hissetmediği bir hızla koşmaya
başladı. Karartı azalıyor, o muhteşem doğa harikası görüntü tekrar alanı
kaplamaya başlıyordu. Đçini tekrar bir mutluluk, bir heyecan kaplamaya
başladı. Hemen önünde, uzaklarda duran güneşin o olağanüstü güzelliğine
doğru daha da şevkle koşmaya ve karartıdan kaçmaya devam etti. Ama şu
anda olanlar, hikâyelerde okuduğu gibi mutlu sonla biten tiplerden değildi…
Önündeki güneş çatırdamaya başladı. Evet, Duygu’nun ifade
edebileceği en güzel şekliyle çatırdıyordu. Fakat sadece güneş değil, tüm
manzara… Ağaçlar, yapraklar, gökyüzü ve hatta göremediği hava bile… Birer
cam parçası gibi kırılmaya, düşmeye başladılar. Düştüler, tuzla buz oldular,
kayboldular ve geride sonsuz bir karanlık bıraktılar. Sonsuz karanlıkla birlikte
korosal sesin tüm hiddeti Duygu'nun kulaklarında çınladı…
“Seni bencil hatalı doğan. Benden kaçabileceğini mi sanıyorsun?! Son
anlarında, ‘Kovulmuş’un bana verdiği bilgilerle sana cennetin kopyasını
oluşturdum. Hiçliğe kavuşmadan önce bir kez de olsa orayı görebilmen,
mutlu olabilmen için fırsat tanıdım. Fakat sen, sen…”
Hakan Tunç
33
Sen kelimesinin çınlamaları kulağından gitmemişken, o karartının
yoktan var olmuş bir şekilde önünde belirmesiyle geriye doğru adım attı.
Galiba bu sefer sesi de kendisini kurtaramayacaktı.
Böyle bir anda bile, aklına alakasız bir şey geldi. Hangi kitaptaydı o;
birisi sonu olmayan karanlığın içine düşüyor ve kurtulma yolunun olmadığını
görüp kaderine boyun eğer şekilde umutsuzca yürümeye başlıyordu.
Kaderine boyun eğmiş olmasına rağmen belki de bir yerlerde kapı vardır diye
karanlıkta adımlarını atmaya, çaresizce ama küçücük bir umutla yürümeye
devam ediyordu. Sonunda çok çok uzaklarda beyaz bir ışık görüyor, kalan
son gücüyle ona doğru koşuyor ve o dairesel beyazlığın büyümeye
başladığını görüyordu. Ve beyazlığa adım attığı anda da evinde, o her zaman
uyuduğu yatağında buluyordu kendisini. Çok uzun bir rüyadan uyanmış
şekilde…
Ama ne yazık ki Duygu’nun şu anda yaşadıkları bir rüya değildi. Ve
karanlıkta umutsuzca yürüyebileceği bir zamanda yoktu. Önündeki cin artık
sabredemez bir şekilde kendisine bakıyordu. Konuşmaya başladı.
“Ağzını kapalı tut ve tüm uzuvlarınla birlikte bana doğru, saf ateşin
içine doğru yürümeye başla.”
Ve yine görünmez ipler hissi veren o baştan beridir üzerinde olan
kontrol duygusu yine atağa geçmişti. Artık ağzını da açamıyor, cine karşı
durdurulamaz şekilde yürüyordu. Ateşin sıcaklığı yüzüne yansıdı tekrar. Her
şeyin bitişine az kalmıştı.
Son gelmeden önce insanın hayatı bir film gibi önünden geçermiş.
Duygu da böyle düşündü. Yapabileceği hiçbir şey kalmadığında insanın,
gerçeklikten uzak belki de film olsa güleceği tarzda bir olayın içinde kısılı
Hatalı Doğanlar
34
kalmışken, ilk önce annesi geldi gözlerinin önüne. En son iki hafta önce mi
konuşmuştu? Geçenlerde aramıştı annesi, fakat sonra ararım diye açmamıştı
telefonu. Ve dünya hali ya, çıkmıştı aklından. Hiçliğe kavuşurken böyle bir şeyi
hatırlamanın ne kadar kötü olduğunu düşündü. Ve bir de onun açısından
bakmaya başladı. Başladı ve iyice duygulandı. Bir annenin kızını kaybetmesi,
hiçbir zaman bilmeyeceği bir şekilde… Sonra babası geldi aklına, kavgalı
ayrılmış olduğu kardeşi geldi. Keşke gönlünü alsaydı, öyle çıksaydı evden.
Ama suçlu hissedemiyordu kendisini, böyle bir saçmalıkta öleceğini nereden
bilebilirdi? Ve sonra arkadaşları, yapmadıkları, yapacakları geldi aklına.
Sınavlar geldi. Öyle bir anda bile, sınav düşüncesi güldürdü kendisini. Galiba
hiçliğe gidişin iki avantajı olacaktı. Biri; artık gelecek kaygısı kalmamıştı. Diğeri
de öbür taraf içindi, cehennem korkusu, azap ve bilumum acı verici şeyi
yaşamayacak oluşuydu…
Ve Duygu tüm bunları sadece bir adımını diğerinin önüne attığı
zaman dilimi içerisinde düşündü. Artık son gelmişti. Ne için olduğunu hâlâ
daha tam olarak anlayamadığı, suçsuz olduğu olaylar arasında o hiç
sevmediği piyon olarak kullanılma tabirine denk düşmüştü. Her şey bir yana,
keşke ailesine son bir kez veda edebilseydi. O duygusuz olmadığını söyleyen
yaratık bunu düşünebilseydi. Keşke… Đster istemez gözlerinden küçük bir
damla yaş yanaklarına, oradan da yere doğru -karanlığa doğru düşmeye
başladı. Đşte kendisini bayılmanın eşiğine getirecek tiz çığlığı o anda duydu.
Önündeki saf ateş hemen altına, bedenini tamamen içine alacak
şekilde hızlıca geldi. Alevler her tarafını sarmış, ısı anında baş göstermişti.
Ama cinin yapmaya çalıştığı şey her neyse, gözyaşı damlasının yere
düşmesini engelleyemedi. Böylece, asıl fırtına başladı…
Hakan Tunç
35
Öncelikle, uzaklardan gelen davula benzer gümbürdeme sesleri
duyuldu. Bu ses ilk önce Duygu’nun arkasından, biraz sonra hem ön taraftan
hem de yan taraflardan gelmeye başladı. Đçinde bulunduğu ateş hâlâ orada
olmasına rağmen kendisine bir zarar vermiyordu. Daha da bir şevkle yanıyor
gibi gözükmesine rağmen bedeni üzerinde hiçbir etki gösteremiyordu. Davul
sesleri git gide yaklaştı, artık kulak zarı her gümleyişte titriyordu. Sonra
hemen üstünde bulunan kısımda hale şeklinde altın sarısı renkte ışık
huzmeleri doluşmaya başladı. Etraf yine aydınlanıyor, bu sefer karanlık yeni
renkteki ışık huzmeleri içinde gücünü kaybediyordu. Yine de altında bulunan
karartı aynı şekilde kalmaya devam etti.
Sonra Duygu o huzur veren, içini titreten melodiyle kalbinin tekrar
umutla dolduğunu hissetti. Işık huzmelerinin ilk olarak çıktığı yere bakınca, üç
adet parlaklığıyla göz bozabilecek derecede beyaz küresel ışık demetleri
yanlarına doğru geliyordu. Aşağı doğru inerken bu demetler şekil
değiştirmeye, küresel biçimden insan formuna dönüşmeye başladılar.
Değişim tamamlandığında, Duygu’nun ömrü boyunca göremeyeceği
güzellikteki beyazlar içerisinde iki kadın ve bir erkek duruyordu. Fakat bu
kadar muhteşem olamazdı kimse, bunlar… Bunlar ancak melek olabilirdi…
Duygu bunu düşünürken ortada olan kadın ona gülümsedi. Bu
gülümseyişte saf bir güzellik yakaladı. Evet, artık bunların insan olmadığına
inanmıştı. Neden sonra içerisinde bulunduğu durumu fark etti tekrar.
Bedenini yakmayan ateş yanmaya, karartı ise altında durmaya devam
ediyordu.
Sonra o muhteşem ezgisel sesiyle kendisine gülümseyen kadın melek
konuşmaya başladı.
Hatalı Doğanlar
36
“Yargılanman ve yaptığın günahların cezasını çekmen için seni almaya
geldik Cin Gilanor. Büyük günahının cezasını çekmen için yargı katına
çıkarılacaksın.”
Duygu bu şarkı gibi söylenen cümleyi dinleyince altındaki ateşin
söndüğünü ve karartının havaya doğru yükseldiğini fark etti. Erkek şeklindeki
melek tek elini ona yönlendirmişti. Diğer kadın melek ise ellerini havaya
doğru kaldırıp gözlerini cine dikti. Ve diğer kadın meleğin sesine benzer bir
melodilikle, “Birleş…” dedi. O anda daha önceden de duymuş olduğu tiz çığlık
tekrar çalındı kulağına. Ama bu sefer üç taneydi. Diğer iki karartı da yoktan
var olmuşçasına ortaya çıkıp havada asılı duran karartıya karıştılar. Son kez,
tiz bir ses çıktı. Karanlık küre biçimini aldı ve patladı. Đçinden çıkan şey, saf
ateşten oluşan bedeni insan vücudunu andıran bir şeydi. Galiba, sonunda
gerçek bir “cin” görmüştü…
Erkek olan melek ile karartının birleşmesini sağlayan kadın melek,
cinle birlikte tekrar küresel ışık huzmesi şekillerini almaya başladılar. O iki
beyaz parlaklığın yanına şimdi bir de turuncu renkteki küre eklenmişti. Ve
geldikleri yönden yukarı doğru çıkmaya başladılar.
Şu ana kadar nasıl oldu da bayılmadım, diye düşünen Duygu, kadın
melek ile baş başa altın ışık huzmelerinin içerisinde kalmışlardı. Melek, zarif
bir şekilde kendisine doğru gelmeye başladı. Yüzü tekrar gülümser halini
almıştı ve o muhteşem görüntü tam karşısında durdu. Elini duygunun
yanağına dokundurdu.
Duygu, bu güne kadar birçok şey hissetmişti. Korkudan mutluluğa
kadar insanlığa bahşedilmiş birçok hissiyatı tatmıştı. Sevmediği tarafları son
birkaç saattir, -ya da gündür- içinde dolanıyordu. Ama bu elin yanaklarına
Hakan Tunç
37
dokunması ile, o tüm hisleri unuttu. Aklında, benliğinde sadece o elin
dokunuşunun verdiği inanılmaz his kaldı. Hayatı boyunca unutamayacağı,
kalbini heyecanın ötesinde bir sevgiyle dolduran his…
“Üzülme tek doğan, korkma sakın. Geçti tüm kötülükler, tüm
ızdıraplar.” Kafasını hafifçe yana eğip konuşmasına devam etti. “Habis,
kötülüğe bulaşmış, ‘Sürülmüş’ ile anlaşmış ve yapacaklarının cezasını o çok
istediği kata giderek çekecek olan cinin miladı doldu. Artık serbestin,
huzurlusun. Üzülme tek doğan. Uyuduğun zamana dön, bir rüya san
gördüklerini…”
Ve meleğin eli yanağından saçlarına geçti. Son bir kez daha sağ
tarafta bulunan saçını okşadı. Üzerine çöken uyku durdurulamaz bir şekilde
sardı bedenini. Daha meleğe soracağı birçok soru varken ve de kendisine
neden tek doğan dediğini merak ederken yine kapattı gözlerini, ama bu sefer
gördüğü karanlık değildi, huzur dolu altın sarısı huzmelerdi…
***
Duygu MSN’in o deli edici sesiyle gözlerini açtı. Şaşkınlıkla etrafına
baktı. Odasında, yatağının üzerinde uykuya dalmıştı… Yaşadıkları aklına yavaş
yavaş gelmeye başlayınca, tekrar bayılacak gibi oldu? Hâlâ rüyada mıydı?
Olamazdı, bu kadar gerçekçi bir rüya olamazdı… Hemen pencereye koştu ve
yurdun dışına, bahçeye göz attı. Birçok kişi bu güzel günde, dışarıda
eğleniyor gülüyor konuşuyordu… Tanrım, hepsi rüya olamaz, diye düşündü.
Fakat MSN'den gelen o deli edici uyarı sesi düşünmesine mani oluyordu.
Meşgule almamış mıydı bunu?!
Hatalı Doğanlar
38
Hemen gitti ve turuncu ışıkla yanıp sönen uyarıya baktı. Her zamanki
gibi, Merve’ydi. Fakat gördüğü ileti ile çığlık atmamak için kendini zor tuttu…
“Merve
DUYYGUUU! CEVAP VERSENE YA NOLUYOR ORDA BĐR ŞEY SÖYLE
ARAYACAĞIM BAK.
DUYGUUUUUU!”
Olamaz, aynı ileti yazıyordu. Rüyasında görmüştü ama bu gerçek
olamazdı. Hayır… Buna cevap vermeyecekti… Veremezdi… O olayları baştan
yaşayamazdı… Fakat tam kısır döngüye bağlandığını düşünürken telefonu
çaldı. Hiçbir zaman telefonuna bu kadar şevkle uzandığını hatırlamıyordu.
Arayan Merve’ydi.
“Efendim.”
“Kızım nerdesin sen ya? Đki saattir yazıyorum insan bir cevap verir bir
tınlar değil mi?! Korktum yeminlen?”
Merve’nin o bildik sesini duyunca rahatladı Duygu. Tesadüf eseri
yazdığı şeyi rüyasında görmüş olma olasılığını düşündü. Neyse, daha da
kurcalamaya gerek yoktu. Konuşmaya başladı.
“Yok be Merve, içim geçmiş dalmışım öyle. Zaten az önce uyandım,
tam da senin MSN iletine cevap verecekken aradın.”
“Alla alla, nasıl bir iç geçmedir bu tatlım ya? Sesinde bir parça bile yeni
kalkmış hissini alamıyorum. Bak doğru söyle, erkek arkadaş mı buldun da
sattın beni n’oldu?” Sinsi sinsi gülüşünü duydu telefonun diğer ucundan.
Duygu rüyasındaki MSN yazışmasında tıpkı böyle bir soru da
yönelttiğini hatırladı Merve’nin. Yine mi oluyor hissi yavaş yavaş geri gelmeye
Hakan Tunç
39
başladı… Ama hayır, yeniden olsa farklı olurdu, dedi içinden. Evet, tekrar
aynısı olurdu… Merve onun en yakın arkadaşıydı ve büyük ihtimalle bilinçaltı
Merve’nin ne tip sorular soracağını önceden kestirebilmişti… Đçindeki bu
korkuyu atlatabilmek için birilerine açılmalıydı ve en yakın arkadaşı Merve,
telefonun diğer ucundaydı.
“Yok be kızım ne erkeği sen de, saçma sapan konuşma.” Güldü ve
devam etti. “Çok kötü bir rüya gördüm canım ve bunu birine anlatmazsam
kafayı yiyebilirim…”
“Aa ne oldu ki? Anlat tatlım dinliyorum seni, merak ettim hayırdır
inşallah?”
Ve Duygu, MSN yazışmasından başlayıp mail adreslerine, okuldaki
garipliklere, cinin onu farklı bir boyuta götürüp inanılmaz şeyler anlatmasına,
meleklerin gelip kendisini kurtarmasına kadar her şeyi bir bir anlattı. Ayrıca
olayı bu şekilde anlatırken, ne kadar saçma olduğunu bir kez daha fark etmiş
oldu. Merve’den gelen cevap da onu destekler biçimdeydi.
“Oha yaa! Kızım seni acilen bir hastaneye falan kapatmalıyız! O nasıl
bir hayal gücüdür öyle. Sana dedim o kitaplara fazla takılma diye. Demek
melek geldi sana ve tek doğan dedi ha? Ama cidden tebrik ederim. Bence bu
olayı hemen yazmaya başla. Đyi satar, ilk imzalı kitabı da ben isterim tamam
mı?” Kahkaha atmaya başladı.
“Dalga geçmesene bee! Çimdik bile atmıştım rüyanın içinde, bu kadar
gerçekçi olamazdı. Hâlâ rüya olmasına şaşırıyorum…”
“Bence şaşırmamalısın, delilik işaretleri bunlar. Böyle başlar hep, sonra
yavaştan gerçek dünyayla ilişiğini keser iyice deliye dönersin.” Merve artık
kahkaha da atmıyor, anlamsız sesler çıkarıyordu.
Hatalı Doğanlar
40
“Görürsün sen, bu yaptığını çok pis ödeteceğim! Hadi görüşüz!”
“Tamam bebeğim –ay pardon tek doğan. Görüşürüz. Yalnız istersen
psikologun olabilirim. Đlk seansım bedava, diğerlerini kredi kartı ile taksite
bağlarım. Ahaha.” Ve sonra telefon kesildi.
Merve’ye böyle bir koz verdiğine inanamıyordu. Keşke daha az
tanıdığı birisine anlatsaydı. Şimdi her dakika deli diye dalga geçecekti
kendisiyle. Neyse, elbet o da onun açığını yakalayacak ve her zaman dediği
gibi intikamını en pis şekilde alacaktı. Bunları düşünürken oda
arkadaşlarından Gizem içeri girdi ve sadece alışkanlıktan, Duygu’ya bile
bakmadan, “Selam,” diyip kendi yatağına doğru yollandı. Duygu da,
“Selam”ına aynı şekilde karşılık verdi.
Biraz hava almak bana gerçekten iyi gelecek, diye düşünen Duygu tam
dışarı çıkmaya hazırlanıyordu ki, oda arkadaşının şaşkın bakışlarla kendisini
süzdüğünü fark etti. Ve Gizem bir ıslık çalarak konuşmaya başladı.
“OO- HAAA! O nasıl manyak bir stildir, ne ara yaptırdın lan?
Çağırsaydın ya beni de süper olmuş!”
Duygu şaşkınlıkla Gizem’e baktı. “Ne diyorsun sen ya? Ne stili, delirdin
mi?”
“Dalga geçme lan, saçın klas olmuş. Hemen hangi kuaföre gittiysen
beni de oraya götürüyorsun. Hadi kalk.” Tam dönüp toparlanacaktı ki tekrar
Duygu’ya baktı. “Hem sen nasıl bu kadar çabuk gidip geldin yahu? Odadan
çıkalı taş çatlasa iki saat olmuştur. Sen iki saate kuaföre varamazsın be?!”
“Off dalga geçmeyi kes ama, bugün bile bile mi sataşıyorsunuz bana
ya!” diyen Duygu yine de saçına bir şey mi oldu merakıyla yataktan kalkıp
makyaj masasına oturdu. Oturduğu an aynaya bakmasıyla zıplaması bir oldu.
Hakan Tunç
41
Gözlerine inanamadı. Parmaklarıyla gözlerini ovup tekrar baktım. Gizem az
bile tepki vermişti besbelli. “Oha” bunun yanında “ayy” gibi bir şey
kalıyordu…
Duyguyu şaşırtan şey ise saçının sağ bölgesinde tamamen
beyazlardan oluşan bir tutam bulunmasıydı. Fakat bu beyazlık öyle yaşlılık
belirtisi ya da o şekilde doğanların beyazlığı gibi değil, sanki etrafa ışık
yayıyormuşçasına, göz alıcı parlaklığıyla herkesi imrendirecek şekilde olan bir
beyazlıktı… Ki ilk imrenmeyi Gizem yaşamıştı. Ve çok geçmeden gerçek, bir
tokat gibi beynine çalındı. Orası, orası kadın meleğin dokunduğu bölgeydi.
Önce yanağına sonra da saçına dokunmuştu… Ve dokunduğu yer, meleğin
parlaklığı gibi beyaz renge bürünmüştü… Rüya olmadığını biliyordu,
biliyordu!
“Ee, neden öyle sanki başkasına bakıyormuş gibi tavırlar sergiliyorsun?
Hadi bana bu gizli sırrını açıklamayacak mısın?”
Gizem heyecanlı bir şekilde kendisine bakıyordu. Beyaz bir tutam
insanı bu kadar mı değiştirebilirdi gerçekten? Mümkün değildi… Ama
mümkün olmayan birçok şey belki de bir saat öncesine kadar
gerçekleşmişti… Şimdi Gizem’e durumu nasıl açıklayacaktı? Ne diyebilirdi ki?
Merve aklına geldi.
“Ya benim arkadaşım Merve var ya hani, işte o bana bi yarım kutu
boya göndermişti. Yurt dışından babası özel olarak onun için getirmiş.
Kendisinden kalan yarım kutuyu da bana gönderdi. Ama tüm saçıma
yetmeyeceğinden bende böyle bir şey düşündüm siz yokken. Cidden güzel
olmuş değil mi? Valla ben de beklemiyordum bu kadarını.” Duygu gerçekten
de bir anda böyle bir yalanı uydurabilmeyi beklemiyordu…
Hatalı Doğanlar
42
“Off, alacağın olsun lan! O Merve’ye söylüyorsun tez zamanda bana
da yolluyor bir-iki kutu. Gitsin söylesin babasına nereden getirdiyse biraz
daha alsın. Anlaştık mı?”
“Anlaştık tabii Gizem’ciğim. Söz sana özellikle yollamasını
söyleyeceğim.”
Böylece Gizem faktörünü de ortadan kaldırmış oluyordu. Ama şimdi
bunu açıklaması gereken bir dolu insan vardı. Herkes bu tutamı soracaktı.
Özellikle babasına ne yalan atacağını çok merak ediyordu. Gerçeği kimseyle
paylaşmak istemiyordu. En azından o an için. En yakın arkadaşı bile böyle bir
tepki verdiyse, kim bilir diğerleri ne derdi. Arkasından “zırdeli” ya da “kaçık”
kelimelerinin söylenmesi hiç hoş olmazdı…
Neyse ki tüm yurda Merve’den aldım yalanını söyleyebilirdi. Eve
gitmeden de boyatır, olur biterdi…
Yaşamış olduğu olaylar tekrar aklına geldi… Tek doğan… Cidden o
tarihte bir tek kendisi mi doğmuştu. Kısa sürede Face’de bunu araştırmayı
aklının bir kenarına not etti. Ayrıca tek damla yaş ile nasıl meleklerin
geldiğine de anlam veremedi. Ki artık şeytanın asıl kişi olmadığı, asıl
kötülüğün ‘Sürülmüş’ dedikleri varlık olduğunu fark etti. Cine artık nasıl bir
yardımda bulunduysa, belasını kısa sürede bulur umarım, diye de
düşünmeden edemedi.
Ve böylece hayatı boyunca unutamayacağı bir zaman diliminden
çıkan Duygu, aklında bin bir soruyla, yurt bahçesinin yolunu tuttu…
***
Hakan Tunç
43
‘Kovulmuş’ olarak adlandırılan şeytan, seri adımlarla ve saf ateşin
bedeninden etrafa saçılmasına aldırış etmeden yürüyordu. Yüzünde ismi gibi
şeytani bir gülümseme vardı. Kapıya benzer bir kemeri geçti ve biraz daha
yürüdükten sonra karşısında olanın önünde eğildi.
“Pek değerli ‘Sürülmüş Kişi’. Size beklediğiniz anın nihayet geldiğini
haber vermekten şeref duyuyorum. Seçtiğiniz cin, bilmeden de olsa görevini
yerine getirdi. Artık tüm gücü, tek doğanda… Kâinat üzerinde, yaratılmamış
ve yaratılmayacak olan tek doğanın içinde hayata bürünmüş oldu. Đsteğiniz
gerçekleşti…”
‘Sürülmüş’ bulunduğu yerden ayağa kalktı. Görüntüsü, tarif
edilemezdi…
“Sonunda bu olacaktı ‘Kovulmuş’. Nihayet beklediğimiz gün geldi,
artık yükselme devrimiz başlayacak!”
Şeytan bir adım geriye çekilip, ‘Sürülmüş’ten yayılan gücün hiç bu
kadar büyük olabileceğini tahmin etmemişti. O güne kadar… Sormaya
korkuyordu fakat meraklı benliği sorunun ağzından çıkmasına mâni olamadı.
“Peki, ‘Sürülmüş Kişi’, bu gücü nasıl ve ne şekilde elde etmeyi
planlıyorsunuz? Dilediğiniz takdirde, hemen gerekli düzenlemelere
başlayabilirim.”
“Hayır, ‘Kovulmuş’, hayır… Buraya kadar gelmişken, yükselme
devrimize bu kadar yaklaşmışken kimsenin hata yapmasına göz yumamam.
Bu nedenle, yapılacak olanı ben halledeceğim.”
Ve kendi etrafında dönmeye başlayan tarif edilemez görüntü, bir
hortum şeklini almaya başladı. Karanlık toz bulutunun içerisinde, kızıl renkte
Hatalı Doğanlar
44
şimşekler çaktı ve yer titredi. Hortumun oluşmaya başladığı kısım deyim
yerindeyse eriyordu. Sıcaklık şeytan için bile fazlaydı.
Sonra hortumun içerisinden yine tarif edilemez yakışıklılıkta, yirmili
yaşlarında gözüken bir erkek insan bedeni çıktı. ‘Kovulmuş’a döndü.
Muhteşem derecedeki etkili sesiyle, şu cümleyi kurdu.
“Sanırım tek doğanın erkek arkadaş edinme vakti geldi…”
SON
(Şimdilik...)
28.07.2010
YAZAR HAKKINDAYAZAR HAKKINDAYAZAR HAKKINDAYAZAR HAKKINDA
Hakan Tunç, 31 Ekim 1988'de
Kocaeli'nde doğdu. Doğum gününün Cadılar
Bayramı'na denk gelmesi ve yine o gün hastanede
karışıklık olup farklı aileye verilmesiyle daha gözlerini
dünyaya açar açmaz anlayamadığımı olaylar silsilesinin
içerisine birinci sıradan giriş yapmış bulundu. On beş
yaşına kadar masal kitapları okudu.
Sonradan benimsediği fantastik edebiyat
türüne, okul için almış olduğu bilim kurgu kitapların
kısaltılmış haliyle girizgâhda bulunmuş ve en
nihayetinde bu merakını ileriye taşımıştır.
Şu anda Kayıp Rıhtım sitesinin kuruculuğunu ve genel yayın editörlüğünü
yapmakta olan Hakan Tunç, aynı zamanda birçok sitenin web tasarımını da üstlenmiştir.
Yazarlık işine tamamen okuduğu kitaplardan aldığı haz nedeniyle girişti. Ve
amatör olarak öyküler yazmaya başladı. Yayınlamış olduğu ve hâlâ devam etmekte
olan birkaç kısa serisi ve hikâyeleri bulunmakta.
Bu sıralar kurucusu olduğu sitede fantastik edebiyatın doyumsuz tadına
bakmakta ve her gün yeni bir şeyler öğrenip, mutlu olmaktadır.