Upload
rosemary-bruce
View
231
Download
2
Embed Size (px)
Citation preview
Türkiye Ana Sayfa Foto Galeri
Açılış sayfam yap Üye Girişi Canlı Skor RSS
ALTIN88,0450 %0,30 BIST 75255 %0,33 EURO2,8935 %0,63 USD2,1135 %0,81 Posta'da Ara ARA Detaylı ara
Haberin Olsun
'Şişe çevirme' cezaevinde son buldu!
Somalı madenciler eylem başlattı
CHP ve HDP Bakanlar hakkındaönerge verdi
MHP eski ilçe başkanı yanarak canverdi
Son nefesinde 'Beni kocambalkondan attı' demiş
Sıra bende
Beklenen anlaşma yarın!
Sokak ortasında kız arkadaşınıvurup...
Facianın adresine yeni işçileraranıyor!
Yolda taciz
Tüm haberler (52)
20 Mayıs 2014
ANASAYFA HABER HATTI 3.SAYFA SİYASET VİDEO POSTA TV DÜNYA MAGAZİN SPOR EKONOMİ SAĞLIK YAŞAM
Tweet 0 0 Yorum Yaz 0
20 Mayıs 2014 - 16:46 Yazı Boyutu:
'Allah herkese hayırlı cinayetlernasip etsin'Maltepe Gülsuyu'nda geçtiğimiz yıl Eylül ayında Hasan Ferit Gedik'in hayatınıkaybettiği ve çok sayıda kişinin de yaralanmasıyla sonuçlanan olaylarailişkin soruşturma tamamlandı. İddianamedeki tüyler ürpertici konuşma:'Allah herkese hayırlı cinayetler nasip etsin'
Maltepe ilçesine bağlı Gülsuyu Mahallesi'nde 30 Eylül'de uyuşturucu çetelerinin silahlı saldırısı sonucu
Hasan Ferit Gedik hayatını kaybetmişti.
311 SAYFALIK İDDİANAME HAZILANDI
311 sayfalık iddianamede "Kasten yaralama", "Suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve üye olma", "Nitelikli
yağma", "Kasten öldürmeye teşebbüs", "Nitelikli yağma" gibi suçlardan, 11 yıl ile 269 yıl arasında değişen
hapis ve müebbet hapis cezası istemiyle yargılanacak 35 sanık adı bulunuyor.
Olaya ilişkin telefon tapelerine de yer verilen iddianamede, örgüt yöneticisi Zafer Turan’ın "Allah herkese
hayırlı cinayetler nasip etsin, polis-molis öldürmeyelim de, polis devletin bir adamı, devrimci öldürsek önemli
değil" şeklindeki sözleri de yer alıyor.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılıp Özel Yetkili Mahkemelerin kapatılmasıyla
soruşturmayı devralan Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı Örgüt, Kaçakçılık ve Mali Suçlar Soruşturma
Bürosu, Gedik’in ölümü ve Gülsuyu’nda yaşanan olaylara ilişkin 311 sayfalık iddianame hazırladı. 5
mağdur, 17 müşteki ve bir şikayetçinin bulunduğu iddianamede 15’i tutuklu 35 sanık yer alıyor. 3 bölümden
oluşan iddianamenin 1. bölümünde silahlı suç örgütünün eylemlerine yer veren savcılık, 2. bölümde suç
örgütünün yapısı, 3. bölümde ise şüphelilerin örgütteki rolü, sabıka kayıtları ve operasyonda ele geçirilen
suç aletlerinin varlığına yer verdi. 30 suç eyleminin olduğu kaydedilen iddianamede, örgüt liderliğini ’İbo’
lakaplı Mesut Turhan’ın, örgütün yöneticiliğini ise Zafer Turhan ve Yakup Dalkılıç’ın yaptığı belirtildi.
11 AYRI SUÇ
Sanıklar, "Kasten yaralama", "Suç işlemek amacıyla örgüt kurma", "Nitelikli yağma", "Kasten öldürme", "Suç
işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma", "Kasten öldürmeye teşebbüs", "Nitelikli yağma", "Kişiyi
hürriyetinden yoksun kılma", "Suç delillerini yok etme gizleme veya değiştirme suçluyu kayırma", "Yargı
görevini yapanı etkileme" ve "Mala zarar verme" suçlamalarından 11 yıl ile 269 yıl arasında değişen hapis
ve müebbet hapis cezası istemiyle yargılanacak
'SİYASİLER İLE ARALARINDA KAVGA'
İddianamenin 3. suç eylemi olarak yer verdiği Hasan Ferit Gedik’in ölümüne ilişkin bölümde Gülsuyu
Mahallesi halkının ’siyasiler’ olarak adlandırdıkları kişiler ile şüpheliler arasında kavga olduğu, 28 Eylül
2013 akşamı 50-60 kişilik bir grubun slogan atarak Gülsuyu’nda yürüyüş yaptığı belirtildi. Örgüt üyesi
Aytekin Turan’ın kalabalık üzerine ateş ettiği ifade edilen iddianamede, yürüyüş grubu içinde bulunan 3
kişinin yaralandığı, Turan’ın olay yerinden kaçtığı kaydedildi. İki grup arasında bu olay ile kavganın arttığı
belirtilen iddianamede, 29 Eylül 2013 akşamı yine 50-60 kişilik grubun yürüyüşlerine devam ettiği, yürüyüş
esnasında grup içerisinde silahlı ve herhangi bir eyleme hazırlıklı şahısların olduğu, daha sonra iki grup
arasında çıkan çatışma sonrasında Hasan Ferit Gedik’in sol omuz, gırtlak ve kafasına aldığı 3 mermi ile ağır
şekilde yaralandığı ifade edildi. İddianamede, Gedik’in kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdiği, arkadaşları
Gökhan Aktaş, Yalçın İleri ve Abdullah Kıyak’ın yaralandığı belirtildi.
Sahibinden 2. El Otolar Arabam.com'da
Türkiye yazarları
Rauf Tamer Dağıtmadan
Nedim Şener Neden ifade özgürlüğü yok?
Candaş Tolga Işık Hesap Verecekler!
Mesut Yar - Televizyon Hastası Taziye dizinin içinde!
Yazgülü Aldoğan Şehitliğin ne olduğunu ben çok iyibilirim...
Hakan Çelik İş güvenliği için yabancı ortak
A. Yavuz Kocaömer TESYEV bursiyerleri buluştu
Haberin Etiketleri: İstanbul uyuşturucu kavga tehdit çiftçi çatışma kaçakçılık
iddianame siyasiler Maltepe İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı eylem suç yasal darp
soruşturma hapis cezası barış müebbet hapis tabanca ilişki Tarkan yaralama
Hayırlı 2013 Grup Anadolu Ferhat
Tweet 0 0 Yorum Yaz 0
"ALLAH HERKESE HAYIRLI CİNAYETLER NASİP ETSİN"
Olaya ilişkin telefon tapelerinde şüphelilerden örgüt yöneticisi Zafer Turan’ın "Allah herkese hayırlı
cinayetler nasip etsin, polis-molis öldürmeyelim de, polis devletin bir adamı, devrimci öldürsek önemli değil"
şeklindeki sözlerinin de yer aldığı iddianamede, "Suç örgütünün her zaman için elinin tetikte olduğunun ve
eylem yapabileceklerinin anlaşıldığı" ifadelerine yer verildi. Bilgi sahibi sıfatıyla emniyette ifadesi alınan
Hasan Ferit Gedik’in arkadaşı Serdar Aydemir’in de beyanlarına yer verilen iddianamede, Aydemir’in olay
günü gerçekleşen yürüyüşte Gedik ile karşılaşarak sohbet ettiği sırada 3 kişinin ellerinde silahla
kendilerine doğru geldiğini ve Gedik ile birlikte kaçtığını söylediği belirtildi. Kaçmaya başladıkları esnada bir
el silah sesi duyarak, Gedik’in bir anda vurularak yere düştüğü, daha sonra da 20-30 el silah sesi
duyduğunu ve arkadaşı olan Gedik’in yaşamını yitirdiğini sosyal medyadan duyduğunu söylediği anlatıldı.
ÖLDÜRME EYLEMİNDE 22 ŞÜPHELİ
Hasan Ferit Gedik’in öldürülmesi olayında Mert Kazan, Ferhat Keleş, Adem Köşgen, Ümit Yeşilkaya,
Doğukan Çep, Emrah Ok, Ekrem İnalkaç, Ercan Kütük, Mete Barış Durak, Murat Kesgin, Ercan Çiftçi,
Hasan Taşhan, Şahin Eren, Yakup Dalkılıç, Zafer Turhan, Mesut Turhan ve Tarkan İmeçtemur’un "Kasten
öldürme ve öldürmeye teşebbüs" eyleminde silah kullanan şüpheliler arasında olduğu, suç aletlerini
gizlediği, kimi şüphelilerin ise suçluların kaçması eylemlerinden sorumlu oldukları belirtildi.
'KÜÇÜK YAŞTAKİ ÇOCUĞU PAHALI HEDİYELERLE KENDİLERİNE BAĞLADILAR"
İddianamede örgütün diğer eylemlerinde afiş asan 9 kişiyi yaraladığı, uyuşturucu madde temininde
bulunduğu, Gülsuyu sakinlerinden haraç topladığı hatta küçük yaştaki çocukları darp ederek hürriyetinden
yoksun bıraktığı belirtildi. Müştekilerden Gülhanım Arık’ın oğlu Şükrü Armağan Arık’ın, ailevi sorunları
nedeniyle evden kaçtığı dönemde suç örgütü yöneticisi olan Zafer Turhan ve örgüt üyesi Şerif Karameşe
ile tanıştığı ifade edilen iddianamede, "Şüphelilerin Arık’ı önce pahalı hediyeler alarak kendilerine
bağladıkları, daha sonra suç işletmek suretiyle gelir elde ettikleri, eylemlerde kullanması amacıyla ruhsatsız
tabanca ve çalıntı motosiklet verildiği anlaşılmıştır" denildi.
HİYERARŞİK İLİŞKİ İÇERİSİNDE SUÇ ÖRGÜTÜ
Şüpheli Mesut Turhan liderliğindeki suç örgütünün, hiyerarşik ilişki içerisinde Maltepe İlçesi ve çevresinde
korkutucu gücünü devam ettirerek yağma, yağmaya teşebbüs, kasten öldürme, kasten öldürmeye
teşebbüs, yaralama, hürriyetten yoksun bırakma eylemlerini gerçekleştirdikleri, suç örgütü yönetici ve
üyelerinin sürekli olarak silah bulundurdukları belirtilen iddianamede, "Herhangi bir eylem planladıklarında
kolayca silah temin edebildikleri, ara yakalamalara rağmen silah taşımaktan vazgeçmedikleri tespit
edilmiştir.
Bahse konu suç örgütünün, haksız ekonomik çıkar sağlamak için yağma eylemlerine girişmesinin yanı
başında uyuşturucu madde ticareti suçuna karıştığı anlaşılmıştır. Suç örgütünün gelir kaynaklarının başında
Gülsuyu ve civarında bulunan ’torbacı’ olarak tabir edilen sokak satıcılarına koruma sağladıkları ve bölgede
başka gruplara karşı kollayarak rantın paylaşılmasının önüne geçerek uyuşturucu madde satışından pay
aldıkları, kar payı vermeyen torbacıları darp ve tehdit ettikleri, sokak satıcılarının uyuşturucu temin
etmesinde köprü vazifesi gördükleri anlaşılmış, ayrıca bu gayri yasal suç gelirini devam ettirebilmek için
çeşitli silahlı eylemlere giriştikleri anlaşılmıştır" ifadelerine yer verildi.
İddianamede, 35 sanığın 11 yıl ile 269 yıl arasında değişen hapis ve müebbet hapis cezası istemiyle
yargılanmaları istendi.
DHA
İslami Evlilik Sitesi%100 gerçek üye garantisi ile
Türkiye'nin en büyük muhafazakar evlilik
sitesine üye olun!
Hemen Üye Ol!
Kolay İngilizce öğrenin!Sadece 30 dakikanızı ayırın! Günlük
programlarla 3 ayda garantili İngilizce
öğrenin.
Hemen Ücretsiz Deneyin
Bakın Nasıl Konuşturuyorİngilizce konuşmak için kursa gitmeye
gerek yok! Nasıl mı?
Konuşmaya Başla!
Kuponunuz hazırÜnlü iddaa editörlerinin hazır kuponları
Nesine.com’da!
Hemen Oyna
Buraya reklam verin.
'Şişe çevirme' cezaevinde son buldu!
Somalı madenciler eylem başlattı
İLGİLİ HABERLER
Ali Şen'in torunu hayatını kaybetti
İngiltere'nin en yaşlı eskortunun işibırakmaya niyeti yok
EN ÇOK OKUNAN HABERLER
Bugün Haberler
1. Gündem2. Spor
3. Magazin
4. Ekonomi
5. Dünya
6. Politika
7. Teknoloji
8. E-Gazete
9. VideoGaleri
10. Hava Durumu
ara... bul
haberL haberR
Paylaş Tweet Paylaş Gönder Yazdır A A
GönderAna Sayfa » Gündem » Alp Gürkan için yakalama kararı çıktı
Paylaş Tweet Paylaş Gönder Yazdır A A
1 facebook twitter googleplus
Gündem
20 Mayıs 2014 Salı, 13:34
Alp Gürkan için yakalama kararı çıktı
Soma'da 301 işçinin yaşamını yitirdiği maden faciasıyla ilgili Soma Kömür İşletmeleri A.Ş. Genel Müdürü Ramazan Doğru'nun yetki belgesindeki imzanınkendisine ait olmadığını açıklaması, soruşturmanın seyrini değiştirdi.
Soma'da 301 işçinin yaşamını yitirdiği maden faciasıyla ilgili Soma Kömür İşletmeleri A.Ş. Genel Müdürü Ramazan Doğru'nun yetki
belgesindeki imzanın kendisine ait olmadığını açıklaması, soruşturmanın seyrini değiştirdi.
Şimdi Soma Holding'in patronu Alp Gürkan ve bu kararda imzası bulunanların da bilgisine başvurulmak üzere arandıkları ileri sürüldü.
Olayla ilgili tutuklanan 8 kişi arasında bulunan Genel Müdür Ramazan Gürkan ifadesinde, yetkinin kendisinde olduğunu gösteren Soma Kömür İşletmeleri A.Ş. Yönetim
Kurulu'nun 'yetki devri' kararındaki imzasının sahte olduğunu ileri sürdü. Bunun üzerine 'sahte imza' gündeme geldi ve savcının denetimli serbestlik kararı istediği Yönetim Kurulu
Başkanı Can Gürkan da tutuklandı.
YENİ DALGA BEKLENİYOR
Soruşturmayı yürüten savcılar şimdi bu Soma Kömür İşletmeleri A.Ş. Yönetim Kurulu'nun 'yetki devri' belgesinde imzası bulunan diğer isimlerin ve imzanın sahte olup olmadığının
peşine düştü.
Tutuklanan Can Gürkan'ın babası ve Soma Holding'in patronu Alp Gürkan ve imza sahibi diğer yönetim kurulu üyelerinin de bilgisine başvurulmak üzere arandıkları ileri sürüldü.
CHP'li Özel: Alp Gürkan için yakalama kararı çıktı
CHP Manisa Milletvekili Özgür Özel, Soma faciasının yaşandığı kömür madenini sahibi Alp Gürkan hakkında yakalama kararı çıkartıldığını söyledi.
Özel twitter hesabından yaptığı açıklamada, "Eğer aldığım bilgi doğru ise Alp Gürkan hakkında yakalama kararı çıkarıldı, ilk gidilen iki adreste bulunamadı" ifadelerini kullandı.
(DHA)
Kuponunuz hazırÜnlü iddaa editörlerinin hazır
kuponları Nesine.com’da!
Hemen Oyna
Kiralık Soğutma GruplarıTrane kiralama hizmetleri ile ihtiyaç
duyduğunuz yer ve zaman için
soğutma çözümleri
Detaylı Bilgi
Tchibo Çocuk FularlarıCilt Dostu Saf Pamuklu Kumaştan
Yumuşak ve Renkli Çocuk Fularları
19,95 TL'ye Tchibo'da!
Alışverişe Başla
Etiketler : Alp Gürkan, , Soma Holding, Ramazan Gürkan
nerede olacak hamisinin!!! kanatları altındadır.
Misafir - 15:25, 20 Mayıs 2014 SalıCevap Yaz
Tüm Yorumları Görmek İçin Tıklayın
Lazer Epilasyon Hakkında Bilmek İstediğiniz Herşey !İstenmeyen Tüylerden Kurtulmanın Sırrı Ne?
163.889 kişi bunu beğendi. Arkadaşlarının neler beğendiğini görmek için Kaydol.Beğen
3Tavsiye Et
Tweetle 4
0
Yorum Yaz
DİĞER HABERLER
e-okul Veli Bilgilendirme Sistemi (e-okul)
Mahkeme kararı verdi
Polis Akademisi Başkanı görevden alındı
AÖF Sınavı Giriş Belgesi - AÖF Sınav Yerleri
AÖF FİNAL SINAV TARİHLERİ VE AÖF SINAV BELGESİ
Açıköğretim Öğrenci Otomasyonu (TÜRKİYE)
Anadolu Üniversitesi aöf final sınav tarihleri
Üvey baba dehşet saçtı
İSTANBUL'DA AİLE FACİASI
E okul veli bilgilendirme sistemi - E okul
Çok OkunanÇok Yorumlanan
00:12 / SporMİLLİLER
'HAZIRIZ' DEDİ
07:00 /
TeknolojiAkıllıda ucuzluk savaşı
07:00 /
GündemÖğrencilere zehir Meclis'te
07:00 / EkonomiİŞTE O
ÜLKE
08:06 / YaşamÖLÜ VEYARALILAR VAR
07:00 /GündemSorumluluğu üstleniyorum
12:05 / DünyaFİKRİNİ
DEĞİŞTİRDİ
15:49 /
GündemDÜNYAYA REZİL OLDUK
07:00 /
GündemDEHŞETİN FOTOĞRAFI
13:34 / GündemASLAPİŞMAN DEĞİLİZ
17:21 /
GündemKÖŞK'E Mİ ÇIKACAK?
07:00 / GündemKUSURHEPİMİZİN
VİDEO GALERİ
YAZARLAR
Erhan BAŞYURTDoğal afet bile olsa kusur ceza gerektirir
Nazlı ILICAKKimin Cumhurbaşkanı seçilecek?
Ali Atıf BİRHavayollarında da hız yapıyoruz
Gültekin AVCIDevlet adamı dediğin
Doğu ERGİLBaşka bir siyaset tarzını düşünmek
Aykut IŞIKLARMüzik dünyasının son savaşçısı
Tarık TOROSÖlçü...
Yaşar ERDİNÇ'Büyüme'
Bilal ÖZCANKıvanç'tan mı korktular?
Elif KORKMAZELBir yorgunluk kahvesi içer misiniz?
Cüneyt TANMANFaydası dostluk
Seda ŞİMŞEKTaner Yıldız ve Faruk Çelik sorumluluktan kaçıyor mu?
Erhan BAŞYURTDoğal afet bile olsa kusur ceza gerektirir
FOTO GALERİ
Esenlerde üvey baba dehşeti: 4 ölü
Bugün Gazetesi
163.889 kişi Bugün Gazetesi'yi beğendi.
Facebook sosy al eklentisi
Beğen
sahibinden AÖF MHRS Şefkat Tepe Küçük Ağa ales Kurtlar Vadisi Pusu YEDİ GÜZEL ADAM meb mebbis
Not Defteri
Survivor güneşi beklerken E OKUL seksenler Analı Oğullu sahibinden,satılık,uçak,fatih tokgöz Türkiye Kosova maçı Muhteşem Yüzyıl
e bordro Miraç kandili Nizama Adanmış Ruhlar Kara Para Aşk Şans Topu Karadayı Dügün Dernek
Bursa Lazer Epilasyon Merkezi!
7dk'da İstenmeyen Tüylere Son!
Ağrısız Lazer Epilasyon için HemenTıklayın!
Belek Titanic Farkını %30 İndirimleKeşfedin.
Tatil.Com'da Güvence Paketi İle TatilinizGaranti Altında.
SON DAKİKA HABERLERİ
10:25Bursa'dan Bosna'ya 2 TIR yardım...10:25Öğrenciler, tarihi ve kültürel...
10:23Polis Akademisi Başkanı Fındıklı...
10:17Dr. Özfatura: Maden şehitlerimiz...
10:09Rusya’nın Davos’u St....
10:03Artvin’de 327 kök Hint keneviri...10:03İzmir'in yeni gemilerinden...
10:01Cenazeden dönenleri taşıyan...
10:01Güneş enerjisine doğalgaz engeli
10:00Tire Özel Bilgi Koleji 'mangala'...
09:55MSKÜ eğitimde zaman ve mekân...
09:49Dünya borsalarında sabah...
09:41'Düzenli bir yaşam ile kemik...09:37Muhalifler: Halep'te 50 Esed...
09:357 saat sonra kurtulan maden işçisi...
09:21Cihan Haber Ajansı Gündemi
09:15Türkmenistan'dan 4 ülkeye taziye...
09:13Dolar güne 2,0977 TL, Euro 2,8705...
09:07AYM, dershaneler düzenlemesini ek...
08:26Uygur bölgesinde patlama: 31 ölü...
Ortadoğu Gazetesi
37.952Beğen
A NA SA YFA GÜNCEL SİYA SET EKONOMİ DÜNYA SPOR KÖŞE YA ZILA RI BİLİM V E TEKNOLOJİ A RA ŞTIRMA RÖPORTA J OTOMOBİL SA ĞLIK
EĞİTİM
SON DAKİKA
Can kurtarmayan maskeler
GÜNCEL / 2014-05-21 18:07:07
Manisa'nın Soma İlçesi'nde 301 işçinin hayatını kaybettiği maden faciası sırasında karbonmonoksit
gazından korunmaları için işçilere dağıtılan ancak içerisindeki gazın kısa sürede bittiğinden şikayet edilen o
gaz maskeleri ortaya çıktı. Gaz maskelerinin Çin yapımı olduğu, son kullanım tarihinin geçtiği ve kullanımının
da çok ilkel şekilde yapılabildiği ortaya çıktı.
Soma Kömür İşletmeleri A.Ş.'ye ait ocakta geçen hafta Salı günü yaşanan faciada 301 işçi hayatını kaybetti, 486
işçi ise yaralı olarak kurtarıldı.
Facianın hemen ardından en çok tartışılan konulardan biri işçilerin karbonmonoksit gazından korunmaları için
onlara dağıtılan gaz maskeleri oldu.
Şirket yetkililerinin açıklamalarında işçilerin gaz maskelerinin bulunduğu ve o anda yanlarında olduğu bilgisine
yer verildi. Aynı açıklamalarda, bu maskelerin 45 dakikalık bir süre için işçilerin hayatta kalmalarını sağladığı da
ileri sürüldü.
Madencilerin kritik durumlarda hayatlarını kurtarmada bir numaralı araçlardan biri olan gaz maskeleri aslında
büyük bir ihmali de gözler önüne seriyor. Soma faciasından kurtulan madencilerin birçoğu bu maskelerin
bazılarının küflü ve eski olduğunu, maskeyi açtıktan 10 saniye sonra alev alev yanmaya başladığını söyledi.
Hatta bu maskeleri gereksiz yere açanlara para cezası kesildiği de söylendi. Peki bu maskeler gerçekten de
madencilerimizin hayatını kurtaracak donanıma sahip mi?
KÜFLÜ OLDUĞU İDDİA EDİLDİ
Kurtulan işçilerden bazıları ise olay sırasında açtıkları gaz maskelerinin küflü olduğunu, bazıları ise çok kısa
sürede tükendiğini öne sürdü. İşte o işçilerin yanında bulunduğu söylenen gaz maskeleri de ortaya çıktı.
45 DEĞİL 10 DAKİKA
Maden şirketlerinde 9 yıldır çalışan Barış Kılıç'ın görüntülerini paylaştığı gaz maskesinin hiç bakımdan
geçirilmeden işçilere zimmetlendiği, içerisindeki havanın 45 dakika yerine sadece 10 dakika dayandığı ve
kullanımının da ilkel şekillerde yapıldığı belirlendi.
''GAZ MASKESİNİN KAPAĞI AÇILDIĞI İÇİN 350 TL CEZA VERDİLER''
En Çok Okunanlar
Takip et: @gazeteOrtadogu 32.7bin takipçi
Ortadoğu Gazetesi
37.952 kişi Ortadoğu Gazetesi'yi beğendi.
Facebook sosy al eklentisi
Beğen
Bağlantılar
Belediyeler
Konsolosluk
Depremler
Eczaneler
Program indir
Sınav Sonuçları
Oyunlar
Igdas Fatura
Iski Fatura
Önemli Tel.
program indir
T.C. Kimlik No
Uçak Seferleri
Valilikler
Vergi No
GazeteOku.org
Yemek tarif leri sitesi
Benzin ve motorine zam | Ataköy sahildeki inşaatlar durdu | İstanbul'da kanlı gece
Gelir Vergisi
tebkobitv.com
Gelir Vergisi Uygulamalarında Neler Değişiyor,İzleyin Öğrenin!
Bireysel Emeklilik Yaşı
Doğal Hemoroid Tedavisi
Konut Kredisi Hesaplama
Tweetle 0
A t a köy sa h ildeki in şa a t la r du rdu
İstanbul 5. İdare Mahkemesi, Ataköy sahilindeki inşaatların
yapımına izin veren 1/5000 ve 1/1000 ölçekli imar planları
İst a n bu l'da ka n lı gece
ESENLER'de, cinnet getiren üvey baba imam nikahlı eşini
ve eşinin ikiz kızlarını öldürdükten sonra son kurşunu
Gaz maskesini takıp uygulamalı olarak da gösteren Barış Kılıç, "Ben 9 yıldır bu şirkette çalışıyorum. Ve bana bu
maskeyi verdikten sonra bir daha ne bakımını yaptılar ne de kullanmayı öğrettiler. Sadece bir kez kazayla kapağı
açıldı. O zaman vardiye amirlerimiz bize nasıl kullanacağımızı gösterdi. Onun haricinde ben ve arkadaşlarım
kimse bilmiyordu kullanımını. Hatta kapağı açıldığı için benden o zamanki maaşımın yarısı olan 350 TL'yi ceza
kestiler" dedi.
''KULLANIM TARİHİ GEÇMİŞ... İNSAN NEFES BİLE ALAMIYOR''
Gaz maskesinin insan canını kurtarmadığını aksine kendi çalışmalarını da zorlaştırdığını dile getiren Barış Kılıç,
"Bu maskeler ocağa indiğimiz sırada yanımızda bulunuyor. Ama çok eskilerden yapılmış bir maske, kullanımı
çok zor. İnsan kafasına göre takamıyor. Ağzına oturmuyor. Üstelik Çin işi olan bu maskelerin çoğunun da
kullanım tarihi geçmiş durumda. İşçinin hiç önemi yok onlar için. Olsa bu zamanda devirde, böyle bir maskeyle
işçiler madene gönderilir mi? Zaten taktıktan 10 dakika sonra bitiyor ve aşırı ısınıyor. İnsan kaçmaya çalıştığı
sırada nefes bile alamıyor" dedi.
1993'TE ÜRETİLDİ... ÖMRÜ 5 YIL
Son kullanım tarihi geçen maskeler 1993 yılında üretilmiş... Kullanım ömrü ise 5 sene...
Yani madenciler 20 seneyi aşkın bir süredir bu maskeleri yanlarında taşıyor ve kapaklarını açmasalar dahi zaten
raf ömrünü tamamladığı için hiçbir işe yaramayacak maskelerle hayatta kalmaya çalışıyorlar.
OKSİJEN YÜZDE 18'İN ALTINA DÜŞERSE MASKE İŞE YARAMIYOR
Oksijenin yüzde 18 oranında bulunduğu ortamlarda çalışan bu maskeler, oksijen bu oranın altına düştüğünde
bir işe yaramıyor. Diğer yandan maskeler karbonmonoksitin yüzde 1.5 oranının altında olduğu ortamda
çalışabiliyor ve 30 ila 45 dakika süresince kullanılabiliyor.
SOMA'DA DÖRT BÜYÜK HATA YAPILDI
ABD’nin eski Maden Güvenliği Şefi Davitt McAteer, Hürriyet yazarlarından Tolga Tanış'a yaptığı açıklamada
Soma'daki maden faciasını yorumladı ve yapılan dört büyük hataya dikkat çekti. McAteer, bunların tutuşma
kaynağının kontrol altına alınmaması, metanın madenden boşaltılmaması, kömür tozunun temizlenmemesi ve
işçi sayısının yüksek tutulması olduğunu belirtti. McAteer, 1968’de yapılan kapsamlı bir düzenlemeyle o döneme
kadar ABD’de de yaşanan maden kazalarında ise büyük bir düşüş sağladıklarını anlattı.
"Türkiye’deki olayda ise benim gördüğüm en büyük hata, tutuşma kaynağı baskılanmamış" diyen McAteer,
metanın madenden çıkarılmadığını, kömür tozunun temizlenmediğini ve bunların tutuşmanın patlamaya
dönüşmesinde etkili unsurlar olduğunu kaydetti.
ABD eski Maden Güvenlik Şefi Davit McAteer: Soma'da 4 büyük hata yapıldı
GAZ MASKELERİ UYGUN DEĞİL
ABD Maden Güvenliği Komitesi’nin danışmanlarından Randall Harris de, Cihan Haber Ajansı’na yaptığı
değerlendirmede Somalı madencilerin kullandığı gaz maskelerinin, kömür madenleri için kesinlikle uygun
olmadığını söyledi. ABD’de bu tür ürünlerin kullanımına izin vermediklerini söyleyen Harris, “Bu maskeler, kömür
madeni dışındaki madenlerde kullanılıyor. Sanılanın aksine 45 dakika değil, sadece 15-16 dakika kadar idare
edebiliyor. Ayrıca söz konusu cihazlar, havadaki pis dumanı filtrelediği için oksijen oranının yüzde 20’den düşük
olduğu ortamlarda hiçbir işe yaramıyor” dedi.
Diğer GÜNCEL Haberleri
13 kişi bunu beğendi. Arkadaşlarının neler beğendiğini görmek için
Kaydol.Beğen Paylaş
Search
Journalist Linda Polman. Photograph: Karen Robinson
Last month the claim that Band Aid famine relief money had been used to arm rebels
elicited a fierce response from Bob Geldof. He accused the BBC, which aired the
allegation, of "disingenuous posturing", distortion and a failure to provide credible
evidence. He also said that it would be a "tragedy" if people stopped giving to charity and
requested that journalists "stop venturing palpably untrue statements dressed up as
fact".
This site uses cookies. By continuing to browse the site you are agreeing
to our use of cookies. Find out more here
Does humanitarian aid prolong wars?Linda Polman believes the business of international aid - from
Ethiopia to Rwanda to Afghanistan – is only helping gangsters and
fighters, while innocent victims suffer on
Andrew AnthonyThe Observ er, Sunday 25 April 201 0
It was a characteristically heartfelt response, filled with anger and indignation. No
wonder he was annoyed. In effect, the BBC report had said that his vision of
humanitarian intervention, which had galvanised a generation, was, at least partially, a
sham.
Exactly what took place in Ethiopia 25 years ago will probably never be established
beyond doubt. After all, it was a war zone mired in chaos, desperation and human
misery. It may be, as Geldof insists, that the vast majority of aid his charity raised
reached its intended recipients and that none was used, contrary to the BBC report, to
buy military hardware.
But according to a new book by the Dutch writer Linda Polman, such positive outcomes
are the exception in the field of humanitarian aid. In War Games: the Story of Aid and
War in Modern Times, Polman argues that humanitarianism has become a massive
industry that, along with the global media, forms an unholy alliance with warmongers.
Since the end of the cold war, the business of humanitarian aid has flourished. During the
proxy wars fought by African and Asian states backed by the Soviet Union, China and
the USA, aid agencies found it very difficult to gain access to war zones. But with the end
of the Soviet Union, suggests Polman, regions afflicted by war became something like
charity enterprise zones, creating a massive expansion in the aid industry. Back in 1980
there were about 40 INGOs (international non-government organisations) dealing with
Cambodian refugees on the Thai border. A decade later, there were 250 operating
during the Yugoslavian war. By 2004, there were 2,500 involved in Afghanistan.
All too frequently, according to Polman, the result is not what it says in the charity
brochures. She cites a damning catalogue of examples from Biafra to Darfur, and
including the Ethiopian famine, in which humanitarian aid has helped prolong wars, or
rewarded the perpetrators of ethnic cleansing and genocide rather than the victims.
Perhaps the most striking case in the book deals with the aftermath of the genocide in
Rwanda in which the Hutu killers fled en masse across the border to what was then
Zaire (now the Democratic Republic of Congo). There, in Goma, huge refugee camps
were assembled and served by an enormous array of international agencies, while back
in Rwanda, where Tutsi corpses filled rivers and lakes, aid was not so focused. The world
was looking for refugees, the symbol of human catastrophe, and the refugees were
Hutus. This meant the militias that had committed the atrocities received food, shelter
and support, courtesy of international appeals, while their surviving victims were left
destitute.
Worse still, Polman believes the aid enabled the Hutu extremists to continue their
attempt to exterminate the Tutsis from the security of the UNHCR camps in Goma.
"Without humanitarian aid," she writes, "the Hutus' war would almost certainly have
ground to a halt fairly quickly."
Such perverse situations, according to Polman, stem from the issue of neutrality. Ever
since Henri Dunant set up the Red Cross back in the late 19th century, the role of the
humanitarian has been to avoid taking sides in war. Dunant's concern was not the rights
or wrongs of any particular conflict. Instead he simply wished to ease the suffering of,
and improve the care offered to, all victims of war, which at that time were mostly
soldiers. In this endeavour he was opposed by Florence Nightingale who argued that
Dunant's compassionate vision was a charter for prolonging war.
In her book, Polman maintains that when aid organisations don't actively discriminate,
the most likely beneficiaries of war zone operations are the powerful, rather than the
most needy. Not only is it the soldiers and militias who are able to levy taxes on aid,
cargos and the movement of charity personnel, and to steal or divert funds, it is also
these groups and the elites that have best learned the images and triggers that attract
aid.
War Games is a chastening polemic which doesn't exactly leave you rushing to renew
your charity direct debits. Was this Polman's intention, to discourage humanitarian
donations? "No, no, no," she says, when we meet at her hotel in London. "The best thing
that can happen is that people realise that aid as it is given can be improved. Read the
reports by the agencies themselves. They know what's going wrong."
The problems, she says, is that while aid agencies may recognise their failings they are
unwilling to address them because of the pressures of competition. Humanitarianism is a
multi-billion-dollar business and if one charity pulls out of an operation, be it from moral
or strategic concerns, there are plenty of others who will fill their place and solicit their
funding. Recent years have also seen a large growth in smaller organisations, set up to
negate the bureaucratic practices of the larger aid agencies. They can be run by just a
handful of people – hence they've been named MONGOs (my own non-governmental
organisations) – but Polman believes that while they may cut through red tape, they
only add to the sense of chaos and competition in the field.
There are few words of comfort, much less praise, to be found in the book. If Polman
castigates aid organisations for blindly supporting belligerents, she is also critical when
they abandon their neutrality. She admonishes agencies in Afghanistan, for example, for
being too tied to the policy of coalition forces. As INGOS run projects that "are aimed in
part at depriving terrorists of their grass-roots support" she points out that it's no
surprise that the Taliban view "aid as an instrument of war". Therefore aid agencies
have only themselves to blame for elision between humanitarianism and military
intervention. It seems that INGOs are damned if they do, and damned if they don't. So
what is it to be, are they supposed to be neutral or not?
"Whether you're being manipulated by the Sudanese regime or coalition forces in
Afghanistan, you are always an instrument of war," she says. "The system as it is now,
the humanitarian ground rules say that aid agencies are neutral and therefore not
responsible for what other people do to their aid. I think that's too easy. They should
stop claiming neutrality, stop claiming that they're above the law."
She says that if George Bush could be arrested for war crimes, a prospect she would
welcome, then "perhaps aid agencies can be held responsible for what they do as well".
If there is understandable public suspicion of private contractors, like project-
management firm Halliburton, who profit from war, she asks, why are private aid
organisations treated differently? So how would she describe the humanitarian agencies
that in her opinion enabled the continuation of the Hutus' genocidal attack on the Tutsis?
"Perhaps war criminals," she muses. "It's interesting."
Interesting, yes, but that's also an extremely grave charge.
"This is true," she says with that matter-of-factness for which the Dutch are justly
renowned, "because we don't see it that way. We see it as aid agencies being placed in
circumstances in which they have no choice. I'm saying they do have a choice. They have
a choice of not doing it."
On balance, then, does she believe that the charity effort, including Band Aid, in
response to what she maintains was a war-created famine in Ethiopia, made a bad
situation worse?
"Umm," she pauses. "It did nothing to stop the bad situation. It facilitated the regime."
The irony here is that Band Aid has now been accused of facilitating the rebels. She says
she hopes that either Geldof or those involved at the BBC will sue one or the other so
that the truth will come out. Either way, she is in no doubt that aid helped extend the
war that caused the famine in the first place.
Fifty this year, Polman is a veteran of war zones. On a visit to a friend in Somalia in 1993
she encountered her first UN peacekeeping mission. She then followed the "blue
helmets" to Haiti and Rwanda (she has also lived and worked in Sierra Leone). She
wrote a book about her experience reporting on the peacekeepers entitled We Did
Nothing. As the title suggests, the book was another indictment of a supposed good
cause, in this case peacekeeping. Her greatest fury was reserved for an incident at
Kibeho refugee camp in Rwanda when UN peacekeepers stood by while Rwandan Tutsis
launched a massacre on Hutus refugees that, elsewhere in War Games, Polman assails
the INGOs for supporting.
Like many good journalists', her indignation is large enough to contain a variety of
contradictions. She believes that George Bush should answer in court for US actions in
Iraq, yet she also wants the US army to go into Darfur. "Don't go after the oil," she says,
"go after human-rights violations. Europeans believe too much in dialogue. We do not
use violence against Burma, for example, but it could help."
Another area of complexity in which Polman sprays around denunciations like a machine
gunner behind enemy lines is what might be called the micro-economy of aid. She
describes in censorious detail the relative luxury in which aid workers often live in the
developing world. But she also condemns the way that aid organisations draw local staff
away from vital industries by paying way above the domestic rate. There are not easy
solutions to these problems. Why should humanitarian workers from the developed
world live in greater hardship than their compatriots, and what would be said of a
charity that paid its local workers, who take the greatest risks, a pittance?
"Aid workers should respect the fact that local people live in poverty," she says. "It is
perverse, for example in Haiti, that there are people sleeping outside in the streets and
aid workers step over them to enter the clubs."
I point out that most aid workers probably wouldn't be quite so insensitive, and that it's
neither shocking nor sinister that humanitarians are also human: they also need to relax
after work sometimes in a bar.
"I think it's shocking and sinister," she retorts, "if aid workers engage in child
prostitution or that aid workers visit brothels."
Quite, but are there any aid organisations that encourage such practices?
"I hope not," says Polman, "but I do know of cases where aid organisations knew that
employees were engaged in this and they decided to smother the case. They did not
follow up or remove the person."
Are you talking about the Catholic church?
"It sounds like that, doesn't it," she smiles, before naming the place and organisation,
and informing me that the individual remains in his position.
Surely, though, a single case, no matter how disturbing, can't be made to represent the
norm.
"It's there, always," she says. "It can be seen. And I know it adds to the impression
people have of aid organisations and makes them cynical."
Nor does Polman spare her own profession, especially in the shape of the broadcast
media. It's the visual image that sets the news agenda, and the more shocking the image,
the more attention it gains, and the more attention it gains, the more aid it's likely to
attract.
Polman focuses on an account given to the Sierra Leone Truth and Reconciliation
Commission which documents a secret meeting between rebels and government troops
in which they both noted they only received coverage from BBC World when amputees
emerged from the jungle. Whether or not this is an accurate account, it's clear that there
are few images that prick the conscience, and thus open the wallet, more rapidly than
that of a child amputee.
Does that mean that amputees should not be filmed?
"Well," she says, "first of all journalism will have to acknowledge that the problem is
there. I do believe that the receivers of our aid are learning entities, they are learning
organisations, groups and governments. Which is only logical. They have seen the
mechanisms of the aid agencies at work for many decades and so it's only natural that
they become better and better at understanding what the rules of the aid industry are."
By the end our conversation, I feel even less confident about the direct debits than I did
having read the book. What, I ask, would she do if she could institute one change in the
aid business?
"I would force aid agencies to combine in the interests of the people they claim to be
helping. That means you go to an area and assess what is best for the people, not what is
best for the organisation or the system of aid. In Darfur, the aid agencies say, 'If only we
could work together, we could make a fist against the Sudanese government that is now
manipulating us.' You're in the business of saving lives. Do it in a way that you can save
the most lives or for the cheapest price. That can mean sometimes, you don't go to an
area and you choose other victims in areas that we don't see on TV. Go to where you can
save the most people for the same money. Stop the system of rewarding bad behaviour.
If your aid is being manipulated, don't give aid to those doing the manipulation."
At heart, she says, she's an old hippie who believes there's a better way. But in reality
humanitarian aid necessarily takes place in imperfect conditions. It's always going to be
subject to compromise and error. Public scrutiny can help, but how far are people
prepared to go in assessing available information? It seems that there's no shortage of
donors who are ready to run marathons to raise funds, but, as things stand, far less who
are willing to wade through the documentation, if it even exists.
There's an argument, most recently made by the Zambian economist Dambisa Moyo,
that says aid is the cause of rather than the solution to developing-world problems. But
when the next appeal comes bearing images of starving children, most of us who care
will neither look away nor dig a little deeper into the political background. Instead we
will get out the cheque book. Because while charity doesn't always benefit the intended
recipient, it usually manages to make the donor feel better.
War Games is published by Viking, £12.99. To order a copy for £10.99 with free UK
p&p go to observer.co.uk/bookshop or call 0330 333 6847
CASE HISTORY 1
ETHIOPIA, 1984-85
Mother and children
in a camp during the famine in Ethiopia, 1985. Photograph: Herbie Knott / Rex Features
In 1984 prolonged drought coincided with civil war between the communist junta that
governed Ethiopia and rebels in the northern provinces of Eritrea and Tigray. In an
effort to win the battle, the government soldiers, writes Polman, "sealed off the northern
region and went to work. They shot men and boys dead. They raped and mutilated
women and girls. They flung infants on to fires alive. They set schools and clinics ablaze,
slaughtered livestock, burned grain stores and poisoned water sources with human
corpses and dead animals."
And then they invited in the international media to witness the flood of famine refugees.
Journalists like Michael Buerk decided that the war was a side-story to the main issue
that demanded attention: the unfolding humanitarian crisis of mass starvation. Following
Buerk's famous BBC report, an enormous fundraising campaign took place, including
Band Aid, and thousands of aid workers and journalists flew in. "They were forced to
change their dollars for local currency at rates favourable to the regime," Polman states,
"and this alone helped to keep the Ethiopian war machine running. Food aid was used as
bait to lure starving villagers into camps. They were held there awaiting deportation to
the state farms in the south. A life of forced labour lay ahead."
It's not known how many Ethiopians died during the operation, but estimates vary
between 300,000 and one million.
CASE HISTORY 2
RWANDA, 1994-96
A Spanish nurse with
starving children in Goma camp. Photograph: Angel Diaz/ EFE/Corbis
In July 1994 the Rwandan Patriotic Front, formed from Tutsi refugees based in Uganda,
invaded Rwanda to put a stop to the genocide committed by Hutus on Tutsis. The Hutu
militias, and many of the Hutu population, fled across the border to Goma in Zaire (now
the Democratic Republic of Congo).
Shocked by the news of the genocide, in which up to one million Rwandans
(overwhelmingly Tutsis) were slaughtered, the global community raised $1.5bn
(£976m) in relief aid. The first and most conspicuous beneficiaries of this effort were the
Hutu refugees, including among them many of those responsible for ordering and
carrying out the genocide. "The rescue operation mounted for the Hutus," writes
Polman, "became the best-funded humanitarian operation in the world."
Twenty-five refugee camps were built around Goma, supported by 250 different aid
organisations, each with their own flags and logos. The Hutus brought with them
everything they'd looted from their victims, leaving an impoverished country in which,
according to Polman, "hardly any aid organisations, let alone investors, had shown their
faces". Meanwhile the Hutu architects of the genocide reasserted their leadership in the
camps. "On all the food rations distributed by aid organisations," Polman asserts, "the
Hutu government, from its tourist hotels, levied a 'war tax' to pay its army, which
enabled it to continue its campaign of extermination against the Tutsi enemy back in
Rwanda."
Eventually, after repeated warnings, in November 1996, the Rwandan Tutsi army
invaded Goma and closed the camps, killing several thousand Hutus in the process.
Fiona Terry, project leader of the French Médecins sans Frontières, described Goma as
a "total ethical disaster."
CASE HISTORY 3
AFGHANISTAN, 2001-PRESENT
A displaced Afghan
woman waits for transportation after being given aid in Kabul in 2009. Photograph:
Shah Marai/AFP/Getty Images
Polman depicts Kabul as a city divided between the poverty suffered by its inhabitants
and the luxury enjoyed by foreign aid workers who "can be found [at a nightclub called
L'Atmosphere] with cocktails and glasses of wine, or relaxing in the swimming pool near
the bar".
Beyond Kabul, aid money behaves like Zeno's arrow, never quite reaching its target, as
each of a succession of subcontractors takes a cut and passes what's left on to the next.
This process, she says, is largely unsupervised because aid workers have become
Taliban targets and are too worried to venture out into dangerous provinces.
"Unsupervised aid invites theft and corruption," she writes, "which strengthens and
multiplies Taliban support, leading to greater insecurity, which brings more security
companies, prompting even more hostility towards foreigners, with greater insecurity,
because [there are] more Taliban, as a result. So even more aid remains unsupervised."
One house-building project in Bamiyan Province began with $150m (£97m) in funding.
Once various aid agencies had taken a cut for their own organisations, a subcontractor
bought wooden beams from Iran, which were delivered by a company owned by the
governor of the province at five times the standard freight fee. The beams, it turned out,
were too heavy for the houses, so the villagers chopped up the timber to use for cooking
fuel.
Sign up for the Poverty matters email
The most important debate and discussion from
around the world delivered every fortnight.
Sign up for the Poverty matters email
More from the guardian
The Southbank Festiv al of Lov e: sev en way s to
express y our passion 1 8 May 201 4
Anoushka Shankar: 'Suddenly I'm the parent' 20
May 201 4
More students see univ ersity courses as poor v alue,
study rev eals 21 May 201 4
Hottest day of the y ear so far expected in parts of UK
1 8 May 201 4
Hammersmith and Fulham: ev ery Tory failing in
one place 21 May 201 4
More from around the web
Why China is putting an oil rig off Vietnam coast
(Trov e)
Easy Jet to Use Drones to Inspect Fleet of Airbus
Aircraft (Skift.com)
What’s Really At The Heart Of Gender Inequality ?
It’s Not What You Think (hubub)
Army of one (South China Morning Post)
Argentina: Here We Go Again (The Financialist)
What's this?
Ads by GoogleDilleri ücretsiz öğren
Dilleri online ve tamamen ücretsiz olarak öğren!
busuu.com
Bireysel Emeklilik Yaşı
Bireysel Emeklilik Sisteminde Nasıl Emekli Olursunuz? Ayrıntılar Burada
www.garantiemeklilik.com.tr/BES
900TL'ye 80binTL Kredi
Tam 17 Bankanın En Uygun Kredileri! Hemen Başvur 5000TL Kar Et
konutkredisi.com.tr/firsatikacirma
© 2 01 4 Gu a r dia n New s a n d Media Lim ited or its a ffilia ted com pa n ies. A ll r ig h ts r eser v ed.
Bugün Haberler
1. Gündem2. Spor
3. Magazin
4. Ekonomi
5. Dünya
6. Politika
7. Teknoloji
8. E-Gazete
9. VideoGaleri
10. Hava Durumu
ara... bul
haberL haberR
Paylaş Tweet Paylaş Gönder Yazdır A A
GönderAna Sayfa » Gündem » Gültekin Avcı yazdı: Devlet adamı dediğin
1 facebook twitter googleplus
Gündem
22 Mayıs 2014 Perşembe, 07:00
Gültekin Avcı yazdı: Devlet adamı dediğin
Yazarımız Gültekin Avcı Soma maden faciası sonrası kimlerin hukuki ve cezai sorumlulukları olduğunu ve çarpıcı değerlendirmelerini köşesine taşıdı.
Yazarımız Gültekin Avcı Soma maden faciası sonrası kimlerin hukuki ve cezai sorumlulukları olduğunu ve çarpıcı değerlendirmelerini
köşesine taşıdı.
İŞTE O YAZI
Devlet adamı dediğin
Soma faciasında kurtarma çalışmaları geride kaldı.
Ve işin hukuki yönü tartışılmaya başlandı.
Kimlerin hukuki ve cezai sorumlulukları söz konusu olacak?
Ve bunların dışında siyasal sorumluluk...
Soma faciasının en büyük sorumlusu kuşkusuz AKP iktidarıdır.
Bu sorumluluk, öncelikle siyasal bir sorumluluktur.
-Yaşam odalarını içeren 176 sayılı ILO sözleşmesini 12 yıllık AKP iktidarı boyunca ısrarla imzalamamak.
-CHP ve diğer muhalefet partilerince verilen Soma maden kazaları önergesini haksız gerekçelerle reddetmek.
-Maden mevzuatını hukuka uygun hale getirmemek.
-Maden ruhsatlarında tüm yetkinin bizzat Başbakan'da toplanması.
-Enerji Bakanı Taner Yıldız'ın 9 ay önce Soma'da facianın yaşandığı bu madene övgüler düzmesi...
Ve daha nice utanç dolu siyasal skandal...
Bunların hepsi siyasal sorumluluk gerektirir.
Ve hukuken şimdilik belirsiz olsa da, siyaseten ar sahibi her siyaset adamı için bedel ödemeyi gerektirir.
Olgular suç vasfını ağırlaştırıyor
Paylaş Tweet Paylaş Gönder Yazdır A A
Çalışana insan gibi muamele edilmesini ve güvenli çalışma ortamını sağlayacak düzenlemeler ve denetlemeler, AKP iktidarının asli sorumluluğuydu.
Bu sorumluluğun gereğini yapmadılar.
Demokratik dünyayı "bu Türkler gerçekten barbar, insanlar ölülerine feryat ederken başbakanları sokakta adam dövüyor" zannına sevk eden ve ülkenin prestijiniyerle bir eden de AKP iktidarıdır.
Ancak bu sorumluluklardan sonra maden firması ve diğerlerinin sorumluluğu başlar.
Dicle kenarında gözlerden uzakta bir kurt kuzuyu kapmadı.
Gözünüzün önünde üstelik övgüler düzdüğünüz maden ocağında 301 işçi feci şekilde can verdi.
Devlet adamı dediğin, başkalarının aramasına mahal bırakmadan kendisinde sorumluluk arayandır.
Devlet adamı, insanlık erdemlerini ve onurunu koltuğa gömmez.
İstifa etmek ise, asalet sahibi ve onuruna düşkün insanların refleksidir.
Suç ve ceza ağırlaşıyor
Soma faciası ilk etapta taksirle öldürme suçu olarak görünüyordu.
Lakin ortaya çıkan olgular suç vasfını daha da ağırlaştırıyor.
Sensörlerin karbonmonoksit ve ısı artışıyla ilgili uyarı vermesine rağmen önlem alınmaması...
Evvelce de madende karbonmonoksit yoğunlaşması yaşanmasına rağmen kâfi derecede gaz sensörünün yerleştirilmemesi...
Yine madende evvelce iki kez yangın çıkmış olması...
Tavan malzemesinin metal değil ağaç olması...
Maden ocağının alarm vermesine rağmen duyarsızca üretime devam edilmesi...
Bu ve bunun gibi dinamikler, suçun vasfını taksirle öldürme suçundan kasten öldürmeye doğru sürüklüyor.
Savcılık hâlihazırda bilinçli taksirle öldürme suçu üzerinden gitmektedir.
Bilinçli taksirde, fail ihmalkârlığının oluşturabileceği tehlikeleri (mesela madendeki ölümleri) tahmin eder ama bu kötü sonucun gerçekleşmesini dilemez.
Soma faciasında bilinçli taksirden daha da ön plana çıkan suç tipi ise, dolaylı kastla öldürme suçudur.
Dolaylı kastla öldürme suçunda; fail ihmal ve hatasının yol açacağı tehlikeli sonuçları tahmin eder ama bilinçli taksirden farklı olarak bu kötü sonuçları umursamaz.
Nitekim maden ocağında gerekli önlemleri almayanlar ve ihmalkârlıkların madende nelere sebebiyet verebileceğini bilirler.
Hal böyle olunca, Soma faciasında mevcut suç dinamikleri, dolaylı kastla öldürme suçuna doğru ilerlemektedir.
Bu halde suçlu bulunan sanıklara dolaylı kasttan verilecek temel cezanın alt sınırı bir mağdur için 20 yıldır. (TCK. 21/2)
Ya da en iyi ihtimalle 15 yıldır. (TCK.83/3)
Oysa bilinçli taksirle öldürme suçunun alt limiti, 2 yıl 8 aydır. (TCK. 22/2)
İşte bu iki suç tipi arasındaki fark bu kadar çok.
Doktorlar şokta!Şok yeni kilo verme yöntemi
doktorları şaşırttı. 1 yöntemi
kullanarak hızlı ve kolay kilo ver
Hemen Bilgi Al
Kiralık Soğutma GruplarıTrane kiralama hizmetleri ile ihtiyaç
duyduğunuz yer ve zaman için
soğutma çözümleri
Detaylı Bilgi
HSBC Advantage KrediKartı!Aksesuar alışverişlerinde HSBC
Advantage sahiplerine ek taksit
avantajı
Hemen Başvur!
Ortadoğu Gazetesi
37.952Beğen
A NA SA YFA GÜNCEL SİYA SET EKONOMİ DÜNYA SPOR KÖŞE YA ZILA RI BİLİM V E TEKNOLOJİ A RA ŞTIRMA RÖPORTA J OTOMOBİL SA ĞLIK
EĞİTİM
SON DAKİKA
İşte dayıbaşının aldığı inanılmaz maaş
GÜNCEL / 2014-05-21 18:14:13
MANİSA’nın Soma İlçesi’nde 301 işçinin hayatını kaybettiği madendeki çalışma şartları, taşeron sistemleri,
bu taşeronları simgeleyin isimler ile bonus sistemiyle işçilerin yarıştırılması sistemleri de ortaya çıktı.
İşçilerin gruplar halinde günlük üretimlerini artırmak için yarıştırıldıkları, ayrıca resmiyette olmasa da,
taşeronların ’Mis’, ’Nilüfer bey’, ’Gema’, ’Doğanay’, ’Atmış’ ve ’Şengül’ gibi adlarla birbirlerinden ayrıldıkları
ortaya çıktı. Öte yandan ekip başlarının aldığı maaşın 10 bin liraya ulaştığı belirtiliyor.
Geçen hafta Salı günü Soma Kömür İşletmeleri’ne ait maden ocağında çıkan yangın sonrasında, 301 işçi
yaşamını yitirdi. 486 işçi ise, yaralı olarak kurtarıldı. Facianın hemen ardından madenle ilgili çeşitli iddialar
ortaya atıldı. Resmi kayıtlarda olmasa da taşeron sisteminin uygulandığını, işçilerin bonus olarak adlandırılan
ödülleri alabilmek için yarıştırıldığı ileri sürüldü.
HER TEŞERON KENDİ EKİBİYLE İŞE GİRMİŞ
Yıllarca madende çalışan işçilerin anlatımları, madende uygulanan sistemin de deşifre olmasını sağladı.
Madende, resmiyette olmasa da kendi taşeron gruplarını belirleyen kişiler ’ekip başı’ veya ’dayıbaşı’ olarak
adlandırılıyor. Bu ekip başlarının sayıları 20 ila 25 arasında değişen madencilikte kalifiye olan elemanları için
madenin yöneticileriyle görüştükleri, onlarla pazarlık yaparak ücrette anlaştıkları tespit edildi. Bu anlaşmanın
sağlanmasıyla da, ekip başlarının ekibindeki kişilerin bu kez şirketin resmi kayıtlarında da çalışan gösterilip
resmiyette de her hangi bir sorumluluk alınmadı.
Bu ekip başlarının gruplarının, ’Mis’, ’Nilüfer bey’, ’Gema’, ’Doğanay’, ’Atmış’ ve ’Şengül’ gibi adlarla
simgelendikleri, bu isimlerle birbirlerinden ayrıldıkları saptandı. Çalışanların şirketten anlaşmaya göre 1000 ile
2 bin TL arasında ücret aldıkları, ekip başlarının aldığı ücretlerin ise 10 bin TL’ye yaklaştığı ileri sürüldü.
BONUS SİTEMİYLE YARIŞTIRILMIŞLAR
Bunun yanı sıra işçilerin ocağa girdikten sonra bu kez de vardiya amirleri tarafından, bonus olarak adlandırılan
ödüllerini ek ödemeleri alabilmek için de çalışmaya zorlandıkları ileri sürüldü.
08.00- 16.00 saatlerindeki vardiyanın ’Gündüz’, 16.00- 24.00 saatlerindeki vardiyanın ’Paşa’ ve gece 24.00-
08.00 saatleri arasındaki vardiyanın ise ’Serseri vardiyası’ olarak adlandırıldığı madende, işçilerin adeta yarış atı
gibi kullanıldıkları belirlendi. Vardiya amirlerinin, hem kendileri, hem de işçilerin bonus alması için çalıştırdıkları
öğrenildi. Her vardiya arasında yarış olduğu bunun da günlük kömür üretimini artırdığı çalışan işçilerce ifade
edildi.
En Çok Okunanlar
Takip et: @gazeteOrtadogu 32.7bin takipçi
Ortadoğu Gazetesi
37.952 kişi Ortadoğu Gazetesi'yi beğendi.
Facebook sosy al eklentisi
Beğen
Bağlantılar
Belediyeler
Konsolosluk
Depremler
Eczaneler
Program indir
Sınav Sonuçları
Oyunlar
Igdas Fatura
Iski Fatura
Önemli Tel.
program indir
T.C. Kimlik No
Uçak Seferleri
Valilikler
Vergi No
GazeteOku.org
Yemek tarif leri sitesi
Benzin ve motorine zam | Ataköy sahildeki inşaatlar durdu | İstanbul'da kanlı gece | Bahçeli, Cumhurbaşkanı Gül ile görüştü | İşte dayıbaşının aldığı inanılmaz maaş