74
Uysal Cinayetler gibi Roman Şiir gibi Serkan Engin

Uysal Cinayetler

Embed Size (px)

DESCRIPTION

İmgeci Toplumcu Roman

Citation preview

Page 1: Uysal Cinayetler

Uysal Cinayetler

gibi Roman

Şiir gibi

Serkan Engin

Page 2: Uysal Cinayetler

İmgeci Toplumcu Roman Manifestosu

Sürekli artan bir ivmeyle hızlanan teknolojik gelişmeler

bağlamında nesnel gerçeklik, çağdaş roman okurunun alımlama

tavrını değiştirmektedir. Televizyon ve internet üzerinden, yoğun bir

şekilde, hızlı ve değişken görsel alımlama süreçleri yaşayan günümüz

roman okuruna yazılacak olan romanlar, bu görsel alımlama

alışkanlığına koşut olarak sinematografik özelliklerden kaçınılmaz bir

şekilde yararlanmak zorundadır. Hızlı kurgulanmış hayatlar yaşayan

günümüz insanının okuyacağı romanlarda, sinemadaki hızlı kurgu

tekniği kullanılmalıdır. Daha ötesi romancı, romanını, kafasının içinde

film çeker gibi sekanslar halinde yazıp görsel etkisini somutlaştırmaya

çalışmalı ve hızlı hayatından dolayı odaklanma sorunu yaşayan

okurun ilgisini ayakta tutacak çarpıcı ve hızlı bir kurguyla romanını

kotarmalıdır.

Hız üzerinden kendini var eden günümüz insanının, oylumlu ve

akıcılıktan uzak bir metne yoğunlaşması beklemez. Bu bağlamda

imgeci toplumcu roman, kısa olmalı; kurgusu, dili ve olay örgüsünün

yapısıyla bir solukta okunabilmelidir. Ve/ ama ilk okunuşta tükenen

bir metin olmamalı; okurda tekrar okuma gereksinimi oluşturacak bir

yapıda olmalıdır. Bunu da, romanı her okuyuşta, yeni çağrışımlar

geliştirebilecek imgesel bir dille yapmalıdır. Yani,şiir ile düzyazı

arasında bir roman dili geliştirmelidir. İmgeci Toplumcu Roman

anlayışı, bu sentez dille yazılan romanı, “gibi Roman, Şiir gibi “ diye

tanımlamaktadır. İlk örneği de, Serkan Engin tarafından yazılmış olan

“Uysal Cinayetler ” isimli romandır.

Bireysel ve toplumsal temaları, bütüncül bir yapı içinde ele alan

İmgeci Toplumcu Roman, anlamı etkin bir şekilde iletmeye yönelik

her türlü biçimsel arayışa açıktır. İmgeci diliyle, hem roman dilinin

doğrudan bildirişim yetisini, hem de şiir dilinin imgesel, çağrışımcı

yapısını en üst düzeyde kullanmayı hedefler.

Page 3: Uysal Cinayetler

Emperyalist kapitalizmin sanattaki gölgesi post-modernizm,

romanı da tüket-at modeline sokmuş; kendine ve doğaya

yabancılaşmış bireyin, nesnel gerçeklik karşısında edilgen bir tavır

sergilemesine katkıda bulunan, hayattan ve insandan kopuk bir roman

anlayışını dayatmıştır. İmgeci Toplumcu Roman, hangi tür ya da türler

kapsamında yazılırsa yazılsın, romanın, olay örgüsünün altındaki

varsıl ileti(ler) ile toplumcu gerçekçi düzlemde, dizgeyi sorgulaması

gerektiğini savunur. Okurun bilinç ve estetik algı düzeyini artırarak,

nesnel gerçekliği, insandan yana olan dizge için değiştirecek olan

bireylerin ve örgütlü bireyler bütünü olarak toplumun dönüşümünün

hızlanmasını sağlamak amacındadır. İmgeci Toplumcu Roman, hem

kendinin estetik amacı, hem de politik bir araçtır.

İmgeci Toplumcu Roman, çok satmanın getirdiği yüksek kâr marjı

için değil, insanı merkez alan yapısıyla, insan-doğa uyumu içinde,

toplumsal dönüşüme katkıda bulunmak için vardır. Diyalektik gereği,

her şey sürekli bir değişim-dönüşüm içindeyse ve her şey karşıtı ile

beraber var ise, bugün post-modernist romanın karşıtı olarak var

olacak roman anlayışı, İmgeci Toplumcu Roman olacaktır.

Serkan Engin

Ekin Sanat Ocak 2006

Page 4: Uysal Cinayetler

Roman yazdığım için bana “aptal” diyen babam‟a…

Page 5: Uysal Cinayetler

I-

1

Gece, kara bir peçe gibi örtüyordu yüzleri. Ay,

esmer bulutların işgali altında. Evleri ahtapot gibi

saran sokak aralarında, acemi bir kumarbazın

kaybetme korkusu. Evlerine koşturanlarda, henüz

hedefine ulaşmamış bir merminin isabet kaygısı.

Kapılarını içerden kapattığınızda evler, ana rahmi gibi

sıcak ve güvenli, eğer sizi bekleyen birisi varsa içinde.

Yalnız yaşayanlar için ev, ıssızlığın başkenti…

O‟nu bekleyen hiç kimse yoktu. Artık O da hiç

kimseyi beklemiyordu. İnsanlar evlerine tıkıştırırken

yanlarında her yere taşıdıkları umutlarını; O, soyunup

evinin kurak ikliminden, gecenin siyah paltosunu

giydi…

Hikmet‟in adımları, bir cerrahın dikiş atışı kadar

sakin ve kararlıydı. Bir top mermisi çarpsa bile

yıkılmayacaktı.

Ara sokaklar, denize dökülen ırmaklar gibi ana

caddeye varıyordu. Hikmet, köşeyi döner dönmez

ansızın, caddeyle çarpıştı. Bu kadar çabuk buralara

gelebildiğine şaşırdı.

Page 6: Uysal Cinayetler

Cadde, böcek yiyen çiçekler gibi tüm cazibesiyle

avını bekliyordu. Yanardöner tabelalar ve indirim

ilanları…

Meyhaneler ve birahaneler; yani umutsuzluk

iklimi, hayal kırıklığının rehabilite merkezleri,

kaldırımlara serpiştirilmiş seyyar satıcılar ve etini

parayla takas etmeye itilmiş, kaldırımlarda toplum

içindeki yerlerinden fazlasını işgal eden, kimi geçkin,

kimi henüz tomurcuklanmaya başlamış birkaç kadın,

akıp gidiyorlardı Hikmet‟in iki yanından.

Giderek cadde, eski bir anı gibi gerilerde

kalıyordu. Ve Hikmet‟in iskeleye doğru attığı her

adımda, kanına daha çok adrenalin karışıyordu.

Sonunda varmıştı iskelenin ucuna. Deniz, dipsiz

bir uçurum gibi başlıyordu parmak uçlarının bittiği

yerde. Artık Hikmet için ya düşmek vardı hayatın

balkonundan bilinmeyene ya da teslim olmak

canından bezdiren bu korkunç gidişe.

“ Hadi oğlum Hikmet! Bir adım daha attın mı her

şey bitecek.”

Hikmet, iskelenin ucuna çakılı ayaklarını hiç

geriye kıpırdatmadan, belini ve boynunu oynatarak

geriye dönüp baktı. Ayaklarını geriye çevirirse

kararından cayacağından korkuyordu. Arkasında

bıraktığı sadece bir kentin karmaşası mıydı? Bir

demet yasemini ciğerlerini patlatırcasına koklamak,

teninin tüm coğrafyasıyla sevişmek, dişlerini

takırdatırcasına buz gibi su içmek, sinemanın en

arka koltuğuna yayılıp film izlemek, sıcacık bir

simidi çıtırdatarak yemek ve dahası da geride

kalacaktı.

Page 7: Uysal Cinayetler

“ Hayret! Ne çok şey varmış bundan sonra yoksun

kalacağım…”

Yaptıkları kadar, isteyip yapamadıkları da geride

kalmayacak mıydı? Nemrut Dağı‟nın zirvesinde

Güneş‟in doğuşunu hiç izleyemeyecek; Laz

takalarıyla balığa çıkamayacak; kilden çömlek

yapmasını ve Fransızca konuşmasını

öğrenemeyecek. Bütün bunları bir gün yapabilme

olasılığı, biraz sonra O‟nunla beraber sulara

gömülecekti.

Yüzünü denize döndü. Denizin nerede bitip

gökyüzünün nerede başladığı seçilemiyordu.

Gecenin karanlık saltanatını devirecek olan Güneş

ile buluşamayacaktı Hikmet. Buluşmamalıydı.

“ Düşünsene Hikmet! Kim bilir bu deniz ne çok

şeyi barındırıyor koynunda. Ne çok balık, midye,

yosun… Ne kadar kum, batık sandal ve daha

neler… Elbet sana da yer vardır aralarında.

“Aslında deniz evrensel küme. Hani matematik

derslerinde anlatılan her şeyi kapsayan küme. Deniz

Dünya‟nın alt kümesi be Hikmet. Hepimizi, her

şeyi kapsıyor işte…Off! Neler düşünüyorum ya…

“Yeter artık lan! Kendimi denize atacağım ve bu

iş bitecek.”

Elini iç cebine atıp sigarasını ve çakmağını

çıkardı. Yarım paket kadar sigarası kalmıştı. Usulca

bir tekini paketten çekip oya işler gibi dudaklarına

iliştirdi ve yaktı. Günlerdir hiç sigara

içmemişçesine bir istek ve haz ile ilk nefesi içine

çekti. De ki bir ayin…

Hâlâ avucunda tuttuğu çakmağını saygıyla

kaldırıp gözleriyle okşadı; Sibel‟in armağanıydı.

Page 8: Uysal Cinayetler

Uzun boylu, balıketi, güleç bir kızdı Sibel. Özü

sözü bir, dobra bir kız…Çin Seddi gibi dikilirdi

acının karşısında; dokunduğu yerde umut yeşerirdi.

Bir dönem Hikmet‟in dini imanı Sibel‟di.

Yüreği koşar adım çarpardı; Sibel‟in elleri

kaybolduğunda avuçlarında. Sibel‟in gözleri ürkek

bir ceylan gibi sekerdi, Hikmet‟in yüzünün

bozkırlarında.

Aşk‟ı bir sustalı gibi saplamıştı bir zamanlar

kalbine Sibel. Hâlâ duruyordu izi yerinde… Ama

koskoca bir aşk, Hikmet‟in gereksiz kıskançlığı

yüzünden kuru bir çınar gibi devrilmişti.

“Kaç yıl oldu ayrılalı? Hâlâ beni anımsıyor

mudur acaba? Hiç olmazsa son kez kana kana

sarılabilseydim O‟na.”

Öpüp okşadı çakmağını. Sonra bir bebeği

beşiğine yatırır gibi iç cebine koydu. Bir damla yaş

firar etti gözünden.

“Hadi oğlum Hikmet, biraz cesaret. Denizin

dibini boylayacaksın ve bu iş bitecek… Başka yolu

yok Hikmet. Hadi at artık kendini. Hadi…”

İskelenin ucuna mıh gibi saplanmış ayaklarının

üzerinden öne doğru belli belirsiz eğilip

doğruldu.

“Hani n‟oldu!? Evde atıp tutuyordun. Mangalda

kül bırakmıyordun hani.Ha!?Yemiyor di‟mi!?”

“Başaracağım ulan! Bu işe nokta koyacağım…”

Öne doğru bir hamle yapar gibi olduysa da

korkusu ensesinden geriye doğru çekti.

“Hadi atsana lan kendini! At!”

“…Atamıyorum.”

Page 9: Uysal Cinayetler

“ Atamazsın tabi korkak köpek!”

“ Ya…ya Tanrı varsa?..”

“ Oh ne âlâ! Şimdi mi imana geldin birden?..”

“ Ya gerçekten Tanrı varsa? Böyle nasıl çıkarım

karşısına?”

“ Ulan it! Korkak puşt! At ulan kendini at!”

“ Kapa çeneni artık!”

“ Asıl sen kapa da at kendini denize.”

“…Atamıyorum.”

“ Atmalısın!”

“ Atamıyorum! Atamıyorum! Atamıyorum!..”

İskelenin ucuna çakılı halde boynundaki

damarları çatlatırcasına haykırdı:

“Bu iş artık bitmeliiiiii…”

Page 10: Uysal Cinayetler

II-

2

İki Ay Önce:

“ Hoş geldin Cemal komiserim.”

“ Ne var? Niye çağırdınız bu saatte!?”

“ Bir ceset bulunmuş da. Baş komiserim adli tıbba

gidip görmemizi istedi.”

“ Tamam, gidelim.”

Emniyet Müdürlüğü‟nden çıkıp arabaya bindiler.

Ümit direksiyona geçmişti.

Geceydi. Yıldızlar, barbar bir kavim gibi istila

etmişlerdi gökyüzünü. Teşhir ediyordu Ay, her

ayrıntısını, bir striptizci edasıyla.

Kent, arabanın iki yanından akıp gidiyordu.

Cemal‟in gözü, bankamatik kulübesine sığınmış

çocuklara takıldı. Onlar hayatın ıskartalarıydı.

Şiddetin emzirdiği bu çocuklar, yüreklerinden taşıp

uykularını bölen nefreti susturarak uyumaya

çalışıyorlardı.

Page 11: Uysal Cinayetler

Yol boyunca hiç konuşmadılar. Cemal, Ümit‟e

ölesiye kırgındı. Gerçeği kabullenemiyordu aslında.

Ümit‟i kardeşi gibi severdi. Şimdi bir türlü

inanamıyordu: İnsanın kardeşi nasıl eşcinsel

olurdu. Hele Ümit… Aslan gibi bir delikanlı… Bu,

Cemal‟in kaldırabileceği bir yük değildi. Bunun

uyandığında bitecek bir kâbus olmasını diliyordu.

Ümit, sakin, naif bir gençti. Kendini bildi bileli

hem cinslerine ilgi duyardı, ama etrafa

heteroseksüel gözükebilmek için hiç keyif almadığı

halde kızlarla dolaşmış; el ele tutuşmuş ve

iğrenerek öpüşmüştü. Şu dünyada en azından bir

yakınına durumunu anlatabilmenin özgürlüğünü

yaşayabilmek için bir akşam Cemal‟e cinsel

kimliğini açıklamıştı. Açıklamaz olaydı.

Cemal, kırmızı pelerin görmüş boğaya dönmüş;

önlerinde duran masayı dağıtmıştı. Sinirden

duvarları yumruklamış; Ümit‟e ana avrat sövmüştü.

Asabi bir adamdı Cemal. Hani şu öfkesi saman

alevi gibi olanlardan. Ama bu sefer öfkesi dinmek

bilmiyordu. O gece kederden, bir hayalet gibi

dolaşmıştı karanlıkta evin içinde. Tabutta volta atar

gibi içi daralmıştı. Sonra adını unutana kadar içmiş

ve sabaha karşı çocukluğundan bu yana ilk kez

ağlamıştı…

3

Gidecekleri yere vardılar. Arabayı park edip adli

tıbbın kapısından içeri girdiler. Köşeyi dönüp alt

kata, morga yöneldiler.

Page 12: Uysal Cinayetler

“ Merhaba Ahmet Abi.”

“ Hoş geldin Cemal.”

“ Nasılsın abi ?”

“ İyidir be n‟olsun.”

“ Şu yeni gelen cesedi görmeye gelmiştik.”

“ Tamam. Gelin benimle.”

Karanlık, dar bir koridordan geçip geniş bir

odaya vardılar. Oda, mantar tarlasını andırıyordu:

Bir sürü sedye ve üzerlerinde beyaz çarşaflar örtülü

cesetler… Burası mezarlığın önsözüydü.

Ahmet odanın ortasındaki bir sedyeye yöneldi.

Cesedi örten çarşafı kaldırdığında Cemal‟le Ümit,

irkilerek bir adım geriye sıçradılar.

Yüzükoyun yatan cesedin başı yoktu. Boynu

omuzlarının başladığı yerden biçimsiz bir şekilde

kesilmişti. Cesedin üzerinde, geniş morluklar ve

sigara yanıkları bulunuyordu. Sırtında, kuyruk

sokumundan ensesine kadar kesici bir aletle

kazınmış bir yazı:

„ Hangi bir ipek yolu harf dizisi çoğaltır‟.

“ Gördüğün gibi Cemal, adamın hurdasını

çıkartmışlar. Ağır işkence görmüş. Çekiç gibi bir

cisimle hemen hemen tüm kemikleri kırılmış,

üzerinde bolca sigara söndürülmüş ve koyun gibi

boğazlanmış.

“ Bu ne ya! Hiç böylesini görmemiştim. Kafası

bulunabilmiş mi peki?”

“ Hayır.”

“ Cesedi çevirsene Ahmet Abi” dedi Ümit. “Bir de

önyüzüne bakalım.”

“ Ne o!? Herifin şeyini mi merak ettin” diye sordu

Cemal, sözünün yanına en aşağılayıcı bakışını

ekleyerek.

Page 13: Uysal Cinayetler

Ümit, ilk kez bu kadar çok kızmıştı Cemal‟e.

Durumunu kabullenemeyişini anlayabilirdi, ama bu

aşağılayıcı tavrı çileden çıkartmıştı Ümit‟i. Buna

rağmen sustu. Boğazından firar etmesine engel oldu

öfkesinin.

“ Çevirelim Ahmet Abi” dedi Cemal, Ümit‟in

kendisine bir namlu gibi doğrulttuğu bakışlarını

görmezden gelerek.

Ahmet, cesedi çevirdi. Ön tarafı da en az arkası

kadar hasar görmüştü. Ve cesedin göğüs kafesinin

tam ortasına kesici bir aletle büyükçe bir K harfi

kazınmıştı.

“ Bu iş bizi çok uğraştıracak” diye mırıldandı

Cemal.

“ Tamam Ahmet Abi. Kapatabilirsin… Raporun ne

zaman hazır olur?”

“ Sabaha yetiştiririm.”

“ Peki abi, kolay gelsin.”

“ Sağ ol, size de.”

Cemal önde, Ümit bir adım geride, mantar

tarlasının içinden zarifçe süzülerek geçtiler.

Karanlık koridordan öncekine göre daha fazla

ürpertiyle merdivenleri hızla tırmandılar.

Direksiyona tekrar Ümit yerleşti. Yine yol

boyunca hiç konuşmadılar. İkisinin de kafası

karmakarışıktı. Bir yandan birbirlerini, diğer

yandan da cesedi düşünüyorlardı.

Cemal‟in evinin önüne geldiklerinde üst katın

penceresine iki endişeli yürek yanaştı. Yarı mahcup

yarı telaşlı iki çift göz, arabanın içindeki Cemal‟i

okşayıp geri döndü.

Araba durduğunda Cemal, hiç yüzüne

bakmadan, “ Sabah bulabildiğiniz her şey hazır

olsun”, derken Ümit‟in “ Emredersiniz” çekmesine

sırtını dönerek aşağı indi.

Page 14: Uysal Cinayetler

Kafasını üst kattaki ev sahiplerinin penceresine

kaldırdığında, cama yapışan yüzler cephe gerisine

çekildi.

Kapıyı açar açmaz holün ışığını yakıp mutfağa

yöneldi. Buzdolabından çıkardığı birayı açıp

kafasına dikti. Uzun boylu bir yudum çekip

elindeki şişeyle salona yöneldi. Tam altında bir

fotoğraf bulunan masa lambasını yaktı ve

karşısındaki koltuğa gömüldü.

Odada bir tek fotoğraf aydınlık, diğer ne varsa

karanlıktı. Gözlerini fotoğrafa dikti. Fotoğraf

yavaşça çerçevesinin kuşatmasını yarıp sımsıcak

odaya yayıldı. Ve usulca okşadı Cemal‟in

anılarını…

Güzel bir genç kızın fotoğrafıydı bu. Teni,

beyazın en masum hâli; saçları en kızıl tonu

şehvetin… Gözlerinin altına birer tutam çil

serpiştirilmiş. Ve fena halde elâ gözleri…

Birkaç bira devirip odayı nikotin

imparatorluğuna çevirdikten sonra yatağa girip

uykunun karasularına daldı.

4

Sabah, her zamanki gibi, gözlerini kendi evine

açıyor olduğuna dehşetle şaşarak uyandı. Kaç yıl

olmuştu bu eve yerleşeli, ama hâlâ uyandığında,

yetimhanenin çorap ve sidik kokulu yatakhanesinde

olmadığına inanamıyordu.

Cemal‟in yalnızlığından başka hiç kimsesi

yoktu. Ne kendini bebekken yetimhanenin kapısına

bırakıp kaçan anasını tanırdı ne kimliği meçhul

babasını… Çocukluğuna dair anımsadığı en eski

anılar, yetimhane müdürünün acımasız dayak

seanslarıydı.

Page 15: Uysal Cinayetler

Yetimhanede her sabah korkuya açılırdı gözleri.

Hele yatağını ıslattıysa… kahvaltısı suratında

patlayan gaddar tokatlardan başka bir şey olmazdı.

Şiddet fırtınası halinde geçen gün boyu derin bir

hasretle yatağını özlerdi.

Yatağının koynuna girdiğinde, kendi evinin

hayaline kapanırdı gözleri, bir de dayak atmayan

ana-baba hasretine. Yatağını morfin kılmıştı, gece

emzirirken düşlerini.

O‟nun da saçlarını okşayacak bir anası olsaydı

ya… Salıncakta sallayacak bir babası… Şefkate

acıktı mı anacığına sarılırdı kocaman; güvene

susadığında babasının göğsüne sığınırdı. Ne vardı

böyle dımdızlak olacak. Cemal‟in neden ağır sıklet

bir yalnızlığı vardı? Hâlâ sorardı bunu kendine.

Sordukça da öfkesi bir molotof gibi infilak ederdi

can kafesinin içinde…

Yüzünü henüz yıkamıştı ki kapı çalındı. Kapıyı

açtığında, önceden prova edilmiş gülümsemesiyle

Jale karşısındaydı.

Jale, elindeki tıka basa börek dolu tabağı “

Günaydın” diyerek hafifçe uzattı:

“ Su böreği yapmıştım da… Sen seversin diye bir

tabak getirdim.”

“ Teşekkür ederim. Zahmet oldu.”

“ Aman canım ne zahmeti. Şey… Akşam gidip,

epey bir süre dönmeyince seni merak ettik…”

“ Ha, o mu? Akşam adli tıbba gitmemiz gerekti de.”

“ Neyse… Afiyet olsun.”

Provalı gülümsemesini tekrar yüzüne iliştirdi.

Cemal, ağır ağır kapıyı kapatırken merdivenin

basamaklarını tüketmeye başladı.

Page 16: Uysal Cinayetler

Jale ve Jülide, kardeş iki kıdemli kızdı. Hayli

oluyordu ikisi de kırkı devireli. İkisi de Cemal‟e

âşık oldukları halde hem bunu birbirlerine belli

etmemeye çalışırlar hem de gizlice rekabet

ederlerdi. Hayatı ıskaladıkları gerçeğini unutturan

tek şey, Cemal‟in kendilerini sevebileceği umuduna

sarılmaktı.

Kız kardeşlerin kendisine kur yapmaları,

Cemal‟in özgüveninin kanayan yerlerine pansuman

olurdu. Cemal, ne tam ümit verirdi onlara ne de tam

yakardı gemileri… O‟nun için sevimli bir köşe

kapmacaydı bu.

Kahvaltısını Jale‟nin leziz su böreğiyle

taçlandırdıktan sonra özenle çiçeklerini suladı.

Onları tek tek okşayıp hepsiyle konuştu. Sonra

eviyle vedalaşıp Emniyet Müdürlüğü‟ne doğru yola

koyuldu…

Merkeze ulaşıp cinayet masasına geldiğinde

alışılmadık bir gerilim karşıladı Cemal‟i. Akşam

bulunan ceset, medyanın gözdesi olmuş ve bu

durum İçişleri Bakanlığı‟nın dikkatini çekmişti.

“Günaydın komiserim”, diyerek karşıladı Ümit

Cemal‟i, sandalyesinden – bu sefer usulen- hafifçe

kalkarak. Cemal, çorak bir karşılıkla savuşturarak

masasına oturdu. Sigarasını henüz yakmıştı ki üç

şekerli demli çayı ilk nefese yetişti her zamanki

gibi.

“Şey… komiserim”, diye gevelemeye başladı

Ümit. Cemal ilk çayını bitirmeden Ümit‟in

kendisine durum değerlendirmesi sunması olağan

değildi, ama bu sefer durum farklıydı.

“ Akşam bulunan ceset bütün gazetelerin

manşetlerinde. Halk panik içinde. İçişleri Bakanı,

bizzat arayarak şüphelilerin acilen bulunması için

özel talimat vermiş.”

Page 17: Uysal Cinayetler

“ Cesedin kimliğini tespit edebildiniz mi? ”

“ Evet. Parmak izi taramasıyla kimliğine ulaştık.

Adı Ziya Semerci. Kırık Ziya namıyla anılan

kaşarlanmış bir torbacı. Uyuşturucu satıcılığından

iki kere enselenmiş, yaralamadan da üç sabıkası

var. Son vukuatından ötürü içerdeyken aftan

yararlanarak dışarı çıkmış.

“ Demek torbacıymış ha… Ceset nerede

bulunmuş?”

“ Boş bir arsada çırılçıplak bir halde bulmuşlar.

Kafası ise hâlâ kayıp. Adli tıp raporuna göre kurban

bulunduğunda öleli en fazla yirmi dört saat olmuş.

Sırtında ve göğsünde bulunan yazılar bisturi ile

kazınmış, çekiçle kemiklerinin yüzde yetmişi

kırılmış ve kesin olan bir şey daha var ki kafası

ölmeden önce paslı bir ağaç testeresiyle kesilmiş…

Ama cesedin üzerinde katilin DNA‟sını ele verecek

herhangi bir bulguya rastlanmamış.”

“ Sen şimdi git, şu Kırık Ziya denilen herif

hakkında bulabildiğin kadar bilgi topla. Kimin

hesabına çalışıyormuş, dostu düşmanı kimlermiş

öğren.”

“ Anlaşıldı komiserim. Müsaadenizle.”

Ümit çıkarken Cemal ikinci sigarasını yakıyordu.

Kafasının içi bekâr odası gibi dağınıktı.

“Bu ne lan!” diye geçirdi içinden.

“Uyuşturucu mafyasının infazı da hedef şaşırtmaya

çalışıyorlar desem, bu kadar yaratıcı

olabileceklerini sanmıyorum…Yoksa

yaralamalardan birinin intikamı falan mı?..Ne

demek bu „ Hangi bir ipek yolu harf dizisi çoğaltır

„. Bilmece mi lan?... Off, çok uğraşacağız

galiba…Peki bu cesedin kafası niye kayıp!?”

Cemal, kafasındaki soru silsilesini aklının

en tenha köşesine itti. Son nefesini veren sigara

paketini tazelemek için büfeye doğru yola koyuldu.

Page 18: Uysal Cinayetler

Alt katta, hırsızlık masasının önünden

geçerken iki üniformalı polisin arasında duran

kelepçeli genç dikkatini çekti. Eli yüzü düzgün,

muhtemelen üniversiteli bir çocuktu. Genç adam

sürekli ironik bir yüz ifadesiyle kendi kendine

gülümsüyor ve ara sıra kafasını hafifçe iki yana

sallıyordu. Cemal, merakını yenemeyip yanlarına

yanaştı.

“ Bunun suçu nedir?, diye sordu üniformalılardan

birine.”

“ Komiserim bu, Tüyap Kitap Fuarı‟ndan kitap

çalmış.”

Cemal, genç adamla göz göze geldi. Kahkahalarla

gülmek ile hıçkırarak ağlamak arasında sıkışıp

kaldı.

“Oğlum sen salak mısın!? Bu memlekette kitap

çalınır mı? Git banka hortumla, vergi kaçır, ihaleye

fesat falan karıştır. Kitap çalmaktan merkeze

düşülür mü lan!?

Genç adam, kafasını tatlı tatlı aşağı yukarı

sallayarak karşılık verdi, yüzünde acı bir

tebessümle.

Cemal, merkezden çıkarken vicdanının en

yumuşak yerini genç adamın gözbebeklerine asılı

bırakmıştı…

Sokağın köşesini döner dönmez bir el ve elin

arkasında bir adam, nazik ama kararlı bir şekilde

göğsüne bastırıp Cemal‟i durdurdu. Giyimi partal

ama temiz, altmış- altmış beş yaşlarında, gözleri

yüzünün en işlek caddesi.

Page 19: Uysal Cinayetler

“ Hey çocuk! Gel kederden gülerek alkışlayalım

Tüyap‟tan kitap çalan kahraman çocukları. Türkiye

beceremese de onlarla gurur duymayı, övünüyorum

ben hepsiyle teker teker…”dedi. Sonra kocaman ve

ısrarcı bir soru işaretini Cemal‟in aklına zımbalayıp

kalabalığın arasında bir kılıç balığı gibi süzülerek

gözden kayboldu.

Cemal, zokayı yutmuş lodos balığı gibi bakakaldı

yaşlı adamın ardından.

“ Ulan herif aklımı mı okudu!? ”

5

Yağmur henüz heceliyordu kaldırımlara. Ağır

aksak halay çekiyordu gökte tunç bulutlar…

Ümit, annesinin başını okşayışıyla uyandı.

Anacığının gözlerinden şefkatin en uysal pınarı

akıyordu yüzüne.

Çoktan namazını kılmış ve kahvaltıyı

hazırlamıştı Nebiye Hanım.

“ Hadi evladım, çay demlendi.”

“ Hımm, tamam anneciğim.”

İbrahim Bey, masa başına kurulmuştu bile.

Yüreğinin yumuşak köşelerini gizleyen çatık

kaşları, çoktan yüzünün kuzeyindeki mesaisine

başlamıştı. Kırk iki yıllık eşi Nebiye Hanım bile bir

kere görememişti bas bariton güldüğünü. Belki en

fazla hafif bir tebessüm… oğulları doğduğunda.

Page 20: Uysal Cinayetler

Aile babası dediğin sert olmalıydı İbrahim Bey‟e

göre. Çünkü “ailem” dediği bu küçük monarşide

kral O‟ydu. Çatık kaşları ve yüksek desibelde

seyreden sesi bu iktidarın kalkanlıydı.

Yüzünü yıkayıp sakal tıraşını olan Ümit, uykulu

adımlarla masaya yöneldi.

“ Hayırlı sabahlar baba.”

“ Hayırlı sabahlar ”diye homurdandı baba, gözlerini

soyduğu yumurtanın üzerinden kaldırıp Ümit‟e

yöneltmeye tenezzül etmeyerek.

Nebiye Hanım, çaydanlığı masaya koydu.

Çaydanlık mahmur mahmur homurdanıyordu

buharını. Buharla birlikte genleşen odadaki sessiz

hava pencereleri zorluyordu. Kalbini sokağa

vurmak istiyordu Ümit…

Her sabahki gibi, anasının buruşuk samanlı

kâğıda benzeyen elini öptü ve dualı mırıltılarını

arkasına alarak uçar adım aşağıya indi. Dış kapıda

yağmurla burun buruna geldi. Kafasını kaldırıp

gökyüzüne baktı. Gök, minik yağmur buseleri

kondurdu yüzüne.

Kozasından yeni çıkmış bir kelebekti kalbi.

Şimdi kanatlanma zamanıydı hayatın sonsuz

devinimiyle…

Arabasının kapısını açarken kaşlarının altından

utangaç bir bakış attı karşı evin penceresine.

Güneşlikler, henüz güne açılmamıştı. Kente içini

dökmeye başlamamıştı odalar.

Acaba uyanmış mıydı Zafer?.. Nasıl bir ifade

olurdu uyurken yüzünde?..

Ümit‟in bakışları yalayıp geçti pencerenin dışını

ama evin içinde attı birkaç saniye yüreği…

Page 21: Uysal Cinayetler

Merkeze doğru yola koyuldu. Arabanın teybine

bir kaset koydu. Kent, hayatın hızına yetişmeye

çalışıyordu. Dükkân kepenkleri paslı gürültülerle

açılıyor; vitrinler parlak maskelerini telaşla

takıyordu. Gecenin yorgun anılarını süpürüyordu

çöpçüler. Gökyüzünün tunç zırhından çekinen

serçeler, uçmayı erteleyip saçak altlarına

gizliyorlardı minik yüreklerine sığmayan

korkularını.

İnsanlar, asık suratlarını beraberlerinde

sürükleyerek, otobüslere, vapurlara yetişmeye

çalışıyordu. Herkes, hayatın içinde kendi hacmine

göre bir yer açabilme derdindeydi. Birbirine

karışıyordu kaldırımlarda endişeli ayak sesleri.

Kimse kendisine yetişemiyordu…

Ümit, başladığı işin sonunu getirenlerdendi.

Şimdiye kadar aldığı her davayı çözmüştü, ama

henüz Kırık Ziya‟nın katili hakkında en ufak bir

ipucu bile bulamamıştı. Ziya‟nın girip çıktığı her

mekânı dolaşmış, dostunu düşmanını araştırmıştı.

Kimi sorguya çektilerse hiçbir bilgi

edinememişlerdi.

Aniden ortadan kaybolmuştu Ziya. Ailesi hiç

merak etmemişti. Alışkındılar Ziya‟nın sık sık

günlerce eve gelmemesine. İyi para kaldırdığında

soluğu lüks randevu evlerinde alır, sonra da

zuladaki kumarhanelere damlardı. Eve döndüğünde

ise sudan bir bahaneyle öldüresiye döverek

çıkartırdı kaybetmenin acısını, karısından ve

çocuklarından.

Her gün biraz daha büyürdü ailesinin Ziya‟ya

duyduğu nefret, ama çaresizlik itaate büküyordu

boyunlarını. Ziya dediğin ateşten can simidiydi

umarsızlık okyanusunun orta yerinde.

Page 22: Uysal Cinayetler

Ziya‟nın karısı Selma, acıya kefen biçerdi

teninden ve inatla umut damıtırdı elemden…

Ziya, pervasızca çocuklarının gözü önünde

cıgaralık sarar ve kafayı dumanlardı. Hatta ara

sıra dokuz yaşındaki oğlunu mal taşıma işinde

kullandığı da olurdu, „Çocuktur, şüphe çekmez „

diyerek. En çok bu zamanlarda cinayete bir adım

kala buluyordu kendini Selma. Ziya‟yı ekmek

bıçağıyla delik deşik edesi geliyordu da

cesaretinin boyu kısa kalıyordu korkusunun

yanında.

Bütün bunlar yüzündendir ki hiç üzülmedi

Selma, adlı tıbba Ziya‟nın cesedini teşhise

gittiğinde. Morgda Ziya‟nın tenindeki ölüm

soğukluğunu gördüğünde, gözlerinin göğünde

havai fişek gösterisi başladı birden. Zor örtbas

etti, ağzının kıyısındaki göle su içmeye inen

ceylanın adımlarını. Etrafındakiler, kalbinin

mutluluğun kapısına hızla vurduğunu duyacaklar

diye korktu.

Morgdan çıkarken arkasına dönüp bakmadı.

Artık Ziya, O‟nun için ipi göğüslenmiş bir kâbus

maratonuydu…

Emniyet Müdürlüğü binası gözükür

gözükmez Ümit‟in kalbinin kanatları kopuverdi.

Kırık Ziya‟nın cinayetiyle ilgili hâlâ hiçbir ipucu

bulamadığı için Cemal‟e karşı mahcup

hissediyordu kendini. Ümit‟in boynu her dilde

italik yazılıyordu ne zaman görse Cemal‟i.

Page 23: Uysal Cinayetler

Merkezin merdivenlerini çıkarken her gün

ısrarla artan kalabalığın arasından geçti.

Kelepçeler metal yorgunluğu yaşıyordu. Fazla

mesai yapıyordu daktilo tuşları, yetişebilmek için

zabıtlara.

Ümit, ofise girip yerine yeni oturmuştu ki

Cemal sökün etti. Soğuk bir selamı isteksizce

bölüştüler. İnatçı, saydam bir duvar duruyordu

hâlâ aralarında.

Cemal, ağzına bir namlu gibi dayadı

sigarasını. Taze demli çayı, baloya gecikmiş

kavalye telaşıyla dumanın dansına eşlik etti.

Dışarıda üşüyüp odanın sıcaklığına sarılmak

isteyen yağmur, pencereyi usulca tıklatıp giriş

izni istiyordu.

„Hangi bir ipek yolu harf dizisi

çoğaltır‟…Cemal‟in aklına sülük gibi yapışmıştı

bu tümce. Cemal ki lokomotifiydi cinayet

masasının. İçinden çıkılmaz görünen nice

davanın defterini dürmüş, nice katilin bileklerini

kelepçenin çelik kuşatmasıyla sarmıştı.

Gel gör ki henüz görüntüyü kurtarmak için

olsun tek bir ipucu bile elde edememişlerdi.

Diğer davalara bakarken aklının bir köşesinde

mekanik bir çalar saat gibi tıkır tıkır işliyordu

kesik baş cinayetinin belirsizliği.

Suç, bayramlık elbiseleriyle bir-sıfır öndeydi

Ceza‟nın karşısında sokaklarda. Cinayetin

medyada görücüye çıkmasından bu yana ilgi ve

merak azalacağına, çözümsüzlük, korkunun

ebola virüsü gibi yayılmasını sağlıyordu. Halk

arasındaki fısıltılara ölüm sinmişti.

„Zuladaki ispiyoncuları bir daha silkelemeli‟,

diye geçirdi içinden, toplu mezarı andıran

küllükteki sigara ölülerine bakarak…

Page 24: Uysal Cinayetler

6

Jale‟nin can kafesinde bir kuş sürüsü kanat

çırpıyordu. Dar geliyordu mutfak hevesine.

Akşam Cemal yemeğe gelecekti.

Jale yemek repertuarının favori parçalarını

hazırlama derdindeyken Jülide de kendininkileri

araya sıkıştırmaya çalışıyordu menünün

içine.‟Cemal şunu daha çok sever‟ diyerek epey

didişmişlerdi, kendi becerilerini liste başı

yapmaya çalışarak. Birbirlerinin niyetini

anlamazdan gelir gözükmeleri gerilimi

alevlendiriyordu.

Zaman ilerledikçe tezgâhın üstündeki tüm

nesnelerin şekli, Jale‟ye erotik çağrışımlar

yapmaya başlamıştı. En sonunda gözünü

karartmıştı Jale. Bu akşam bir punduna getirip

Cemal‟e arzusunu fısıldamalıydı artık. Libidosu

gururuna baskın çıkmıştı sonunda…

Bir kanaviçe gibi işliyordu yemek masasını

abla kardeş. Masaya ne ekleseler hep bir şeyler

eksik kalıyordu. Misafir takımları milimetrik

diziliyor; salatalar ve mezeler birbirlerine nispet

yapıyordu…

Ofisi terk etti Cemal. Ayakları otomatik bir

şekilde yolu bulup merdivenlerden aşağıya indi.

Birden kendini ön bahçede buldu ve çil yavrusu

gibi dağıldı kafasındaki soru işaretleri. Biraz

yürümeyi düşündü. Bütün gün kafesteki kaplan

gibi içerde kısılıp kalmıştı.

Page 25: Uysal Cinayetler

Akşamın ergenlik çağıydı. Karanlık, örümcek

ağı gibi örülmüştü kentin üzerine. Esas duruşta

aydınlatıyordu sokak lambaları, işyerlerinden

çıkanların yüzlerindeki bitkinliği. Tekerlekli

metal ateş böcekleri, vızıldayarak geçiyordu

kaldırımların yanından. Birahanelerde giderek

daha çok köpürüyordu keder.

Mevsim kötürüm bırakmıştı parkları. Parklar

ki yeşilin gettoları beton devlerin arasına

sıkışmış. Bazı uğrar da es verir hayat, kentin

savruk senfonisinin bir yerinde… Salıncaklar

suskunluğu ezber ediyordu. Dengesini

bulamıyordu epeydir tahterevalliler. Dalların

çıplaklığını örtbas eden kargalar, birbirlerini ajite

ediyordu Hitchcock‟u yalancı çıkartmamak için.

Giderek genişliyordu betonun soğuk nefesinin

kapsama alanı yeşilin üstüne. İnsanoğlunun

egosu yedikçe acıkıyordu…

Cemal, adresini unutmuş bir mektup gibi

dolaşıyordu sokaklarda. Dağılan semt pazarının

içinden geçiyordu ki birden taş kesildi ayakları.

Ani bir tokat gibi çarptı yüzüne karşılaştığı

görüntü. Hemen kısa metrajlı otobiyografik bir

belgesel gösterime girdi beyninde: Kendini,

büyüyünce de giyebilsin diye iki beden büyük

alınmış siyah önlüğüyle, çocukların arı kovanına

çevirdiği ilkokulun bahçesinde buldu.

Page 26: Uysal Cinayetler

Çocuklar, serçeler gibi sekerek dağıldı ve

ortada Kenan Öğretmen‟in babacan görüntüsü

kaldı. Sımsıcak gülümseyerek geçti Kenan

Öğretmen, Cemal‟in çocukluğunun yanından.

Geçerken de hafifçe dokundu siyah önlüklü

minik omzuna.

Cemal, yetimdi işte ve ağır sıklet öksüz.

Birkaç arkadaşıyla beraber taşırlardı

yetimhaneden okula kimsesizliklerini. Diğer

çocuklar elbet bilirdi bu beter yalnızlığı ve

hoyratça kanatırlardı bu yürüyen körpe açık

yaraları, alaycı ustura kahkahalarla…

Bir tek Kenan öğretmen vardı ahh… Bir tek

O‟ndan şefkat görmüştü Cemal. Hayatında ilk

kez O okşamıştı başını, karatahtada zor bir

matematik problemini çözdüğünde. Çok sevdiği

çakal eriği ekşitseydi ağzını bu kadar

sevinemezdi Cemal; ne de afişlerine baka baka

boynunu ağrıttığı, önünden şaşkın adımlarla

nefesini tutarak geçtiği sinemaya gitse. Bisiklete

binmenin keyfi de olsa olsa böyle bir şeydi

herhalde…

Tebeşir tozunun örttüğü anılar flaş gibi

patlamıştı Cemal‟in belleğinde. Kendini tekrar

semt pazarının dağınıklığının ortasında buldu.

Yüreğinde paslı bir burgu dönüyordu: Emekli

öğretmen Kenan Dülger, ezik meyve

topluyordu…

Page 27: Uysal Cinayetler

Ne yapacağını hiç bilemedi Cemal; afallayıp

kaldı. Belki öğretmeni kendisini anımsar diye

düşündü, çünkü liseden sonra Kenan Öğretmen

önayak olmuştu Polis Akademisi‟ne girmesine…

Öğretmeninin gururu daha fazla incinmesin diye

gözüne gözükmemeliydi en iyisi. Ama yanına

gidip hiç hal hatır sormadan, hiç yardımcı

olmadan, görmezden gelir gibi kaçmak, vefa

borcunu ödeme isteğiyle nasıl bağdaşırdı?

Sağa sola kekeledi Cemal‟in ayakları. Dar attı

kendini en yakın ara sokağa. Savaş zamanı asker

kaçağıymış gibi hissetti kendini. Acaba geri mi

dönseydi?..

Bu ikilem ateşinin içinde yürüyerek ana

caddeye çıktı. Daha bir boy atmıştı sanki beton

devler. Sanki daha bir artmıştı metrekareye

düşen insan yokluğu. Cadde, tsunami gibi

kapandı üzerine.

Derken, kalabalığın arasından -aynı- kararlı

ama nazik el uzanıp göğsüne bastırdı Cemal‟in.

Cemal, irkilerek başını kaldırıp baktı elin

sahibine. O‟ydu… Ama bu sefer gözleri bir ninni

gibi.

“ Hey çocuk! Sakın girme melankolinin

karasularına; kendini umutsuzluk kara deliğinden

sakın! Gençliğini, hortumlanmış bankalar gibi

yağmalamış olsa da hayat, unutma :‟ Umut ki en

çok yakışandır bize‟…Sakın unutma çocuk! Sakın

kendini…

Page 28: Uysal Cinayetler

Ve bir kırlangıç gibi süzülerek yitip gitti

kalabalığın arasında.

Bakakaldı yaşlı adamın ardından Cemal, yüzünü

Güneş‟e dönen ayçiçekleri gibi…

Rastladığı ilk taksiye bindi. Araba uzaklaştıkça

yakınlaşıyordu beynindeki acı görüntü.

Mahalleye girer girmez bu akşam yemeğe davetli

olduğunu anımsadı. Sokağın başında taksiden inip

bir sigara yaktı. Ev sahiplerine gitmeden kendini

olabildiğince toparlamak istedi. Kız kardeşler kendi

üzerlerine alınabilirdi yüzündeki tatsız ifadeyi.

Kederi ertelemekten başka çaresi yoktu…

Kendini kanarya zanneden kapı zili cılız bir sesle

öttü. Jülide mutfaktan Jale de salondan fırlayıp

kapıya yöneldiler. Jülide, kıvrak bir vücut çalımıyla

Jale‟nin önüne geçmeyi başarıp kapıyı açtı.

“ Hoş geldin canım, buyur geç ”diyerek karşıladı

Cemal‟i, yüzünde üniversitelerin bahar şenliği

cıvıltısıyla.

“ Merhaba, hoş bulduk…”

Becerebildiğince mimiklerini gülümsemeye

örgütleyerek içeri girdi, ama şu anda O‟nun için

keyifli gözükebilmek işkenceydi.

Ele veriyordu gözleri dipsiz kederini.

“ Buyur Cemal, hoş geldin ” dedi Jale, sesindeki

dalgalar Cemal‟in yüzüne çarparak. O da Jülide gibi

hemen fark etti Cemal‟in sıkıntısını acemice

kurgulanmış bir tebessümle gizlemeye çalıştığını.

“ Merhaba Jale.”

“ Hayırdır, keyifsiz gözüküyorsun!? ”

“ Yok bir şey… Gelirken canımı sıkan bir şeyle

karşılaştım da… Neyse… Ne yemekler

döktürdünüz gene bakayım?..”diyerek geçiştirdi.

Page 29: Uysal Cinayetler

“ Gel de kendi gözlerinle görüver.”

Cemal biraz daha rahatlamış olduğu halde hep

beraber salona geçtiler.

“ Ooo, masada bir kuş sütü eksik diyeceğim, ama

kesin o da mutfakta sırasını bekliyordur.

“ Aman canım, yaptık işte bir şeyler, diyerek

kıkırdadı Jale.

Derken, yemek karnavalının masadaki

resmigeçit töreni başladı. Her iki kardeş de kendi

yaptıkları meze ve yemekleri bir ültimatom gibi

dayadılar Cemal‟in burnuna, hangisini kimin

yaptığının altını çizerek.

Tatlı tatlı sohbet edildi; genelde havadan

sudan konuşuldu;

Ağır tonajlı konulara şöyle bir geçerken uğrandı.

İrili ufaklı kahkahalar salonun içinde fink attı.

Çatal-bıçak takımı yoğun mesaiden yorgun

düştü. Derken ilk yemek üstü sigaraları yakıldı.

Jale, sigarasını alelacele içip kahveleri

yapmak için mutfağa gitti. Biliyordu ki Cemal

biraz sonra her zamanki gibi dişlerini fırçalamak

için banyoya gidecekti. Cemal, yemekten sonra

dişlerini fırçalamadan rahat edemeyenlerdendi.

Bu yüzden kız kardeşlerin banyosunda yemek

davetlerinde kullanılmak üzere bir yedek diş

fırçası hazır kıta beklerdi… Bazen kız kardeşler,

birbirlerine yakalanmamaya çalışarak Cemal‟in

fırçası ağızlarında erotik düşler kurarlardı.

Cemal‟in banyoya gitmesi Jale için

kaçırılmaması gereken bir fırsattı. Bu esnada

O‟nu usulca mutfağa çekip yasak meyveyi

dişleme teklifini fısıldayabilirdi.

Page 30: Uysal Cinayetler

Eli ayağı birbirine dolanıyordu. Cezveye suyu,

kahveyi, şekeri nasıl koyduğunu bilemedi. Bir

yandan, birazdan yapacağı şeye inanamıyor,

diğer yandan da yapacak olmaktan kendini

alıkoyamıyordu.

Cemal‟in ayak seslerini duyar duymaz yüreği

ağzına geldi. Kılcal damarlarına kadar adrenalin

istila etti bir anda. Kulakları uğuldamaya, dizleri

birbirine çarpmaya başladı. Cemal tam mutfağın

önünden geçerken:

“ Gelsene biraz, diye fısıldadı” Jülide‟ye

çaktırmamaya çalışarak.

Jülide durumu fark etti, ama görmezden

gelmeye çalıştı. Zaten işkillenmişti Jale‟nin

koşturarak kahve yapmaya gitmesinden. Gün

boyu da bir tuhaflık vardı Jale‟de. Mutlaka şu

anda kancayı atıyordu mutfakta Cemal‟e.

Jülide‟yi ekarte etmişti.

Sinirden çatalını bükmeye başladı, dişlerini

birbirine geçirerek.

Gene ıskalamıştı…

Cemal, mutfaktan çıkıp banyoya yöneldiğinde

kuzeyini kaybetmiş bir pusula gibi şaşkındı.

Suyun üstünde yürür gibi banyoya yöneldi.

Ellerini lavaboya dayadı. Kafasını kaldırıp

aynada yüzündeki ifadeyle karşılaşmaktan korktu.

Orada ne bulacağını bilemiyordu. Kendisiyle göz

göze gelmemeye çalışarak dişlerini fırçaladı.

Jülide, gergin hareketlerle ikinci sigarasını

yakarken Jale kahveleri getirdi. Hemen ardından

Cemal de salona girip oturdu.

Küçük bir Bermuda Şeytan Üçgeni kurulmuştu

masada. Sadece kahve höpürdetmeleri

duyuluyordu. Sinsi bir sessizlik akbaba sürüsü

gibi masanın etrafında dolanıyordu.

Page 31: Uysal Cinayetler

Kahveler içildikten sonra Cemal izin isteyip

kendi evine gitti. Kız kardeşlerin evi, yine boş bir

tabuta döndü…

Cemal, akşam yemeğini çoktan hazmetmiş,

önündeki şarap şişesini yarılamıştı. Masadaki kızıl

saçlı kızın fotoğrafını ters çevirmişti bu gece.

Müzik setine bir caz albümü koydu. Bilirdi ki caz

geceye en güzel seslenendi.

Kafası ve kalbi, çekmece köşesinde unutulmuş

yarım yün yumakları gibi karışıktı. Çözmeye

korkuyordu Cemal kendini. Çoruh Nehri gibi

çağıldayan libidosunun delişmen sularında

sürüklenen bir yapraktı şimdi. Çatlamaya hazır bir

tohum gibi Jale‟yi bekliyordu.

Dışarıda gece, ucuz bir vodvil gibi oynanıyordu

kent denilen sahnede…

Jale, kardeşini uyandırmamak için çok yavaş bir

şekilde dairelerinin kapısını çekti. Parmak uçlarıyla

basamakları okşayarak alt kata inmeye başladı.

Yüreği kendi kendine çalan bir darbukaydı şimdi

aksak ritimde; akciğerleri ise bir rock grubuna eşlik

etmeye çalışan köhne bir akordeon. Kasıkları

termometreleri çatlatırdı şu an. Şehvet‟in –de

halinde sınıyordu tenini. Namlusunu terk etmiş bir

mermiydi.

Cemal‟in kapısına geldiğinde içindeki en kuytu

köşeye istifleyip üstüne zincir vurduğu şehvet ile

yüz yüze geldi. Önce yutkundu, derin derin nefes

aldı. Dolgun eli beyaz bir bayrak gibi dalgalanarak

zile basmak üzereyken, sol avucunda sımsıkı

tuttuğu küçük vazelin kutusunu alıp almadığını

telaşla kontrol etti.

Jale, cesaretin kapısını çaldı…

Page 32: Uysal Cinayetler

7

İdam mangası gibi dizilmişti gökte kara

üniformalı bulutlar. Otomatik tüfekleriyle yağmur

mermileri yağdırıyorlardı kentin üstüne. Kent,

kaçacak delik arıyordu…

Cemal‟in arabası, yağmur akınına göğsünü

siper ederek asfaltta ilerliyordu. Yetersiz kalıyordu

sileceklerin hükmü, damlaların ön camı örtbas

etmesini engellemeye.

Kentin dışına taşmıştı araba. Tenha yerlerin

kaygı sınırını aşmıştı. Buralar ıssızlığın

gözbebeğiydi.

İlerde yol kıyısına yakın bir yerdeki polis ekibi,

görüş alanına girdi. Yanlarına ulaşıp arabayı park

ederken ekipteki tüm gözler ona çevrilmişti.

Cemal, ağır çekimde arabadan inip demir

adımlarla yeni bir düğüme doğru ilerledi. Olay yeri

inceleme ekibi ve Ümit‟ten oluşan grubun arasında

yeni bir kesik başlı ceset duruyordu. Savcı henüz

gelmemişti.

“ Merhaba komiserim”

“ Merhaba… Ne zaman bulunmuş?”

“ Sabah sekiz civarı… Yakındaki toplu konut

sakinlerinden biri sabah koşusu yaparken görmüş.”

“ Ne var elimizde peki?”

“ Şimdilik herhangi bir ipucu yok. Ekip incelemeye

devam ediyor.

Kısa boylu, esmer bir erkek cesediydi yerdeki.

Kafası kötü kesilmiş, üzeri morluklar ve sigara

yanıklarıyla doluydu. Kuyruk sokumundan

ensesine doğru kazınmış bir yazı:

“ İntihar karası bir faytonun ağışı göğe atlarıyla

birlikte “

Page 33: Uysal Cinayetler

Göğüs kafesinin orta yerinde ise büyükçe bir E

harfi… “Bu iş giderek çatallaşıyor” diye geçirdi

içinden.

8

Sigarasının dumanı aklının puslu havasına

karışıyordu Cemal‟in. Önündeki dosyalara

gömülüp kalmıştı. Ümit‟in seslenmesiyle isteksizce

başını kaldırdı.

“ Komiserim, yeni kesik başlı cesedin kimliğini

tespit ettik. Bu da sabıkalıymış. Adı Adnan Çeltik.

Kotik Adnan diye tanınan eski kiralıklardan.

Tetikçiler arasında bir efsane. Bitirdiği son işten

dolayı enselenip kodesi boylamış. Son aftan

yararlanarak dışarı çıkmış.”

“Aftan mı dedin!?”

“Evet amirim. İlginç değil mi?”

“ Neyse, devam et!”

“ Adli tıbbın raporuna göre, cinayetin bir taklit

olmadığı kesinleşti. Cesedin boynunu kesen

testerenin, kemiklerini kıran çekicin ve kullanılan

bisturinin ilk cesettekiyle aynı olduğu anlaşıldı.”

“ Katile ait DNA örneği falan?”

Page 34: Uysal Cinayetler

“ Maalesef hiçbir iz yok… İzin verirseniz ben şu

Kotik Adnan hakkında etraflıca bir araştırma

yapmaya başlayayım.”

“ Tamam. Özellikle Kırık Ziya ile aralarında bir bağ

var mı öğren.”

“ Emredersiniz… Müsaadenizle.”

Cemal‟in kafasındaki küçük kibrit alevleri bir

meşaleye doğru örgütlenmeye başlamıştı…

9

Akşam, haciz memuru gibi dayanmıştı kentin

kapısına. Karanlık, kirli kan kentin damarlarında

dolaşan…

Kent, homurdanarak içten içe kaynıyordu.

İşsizlik ve umutsuzluk, yağlı bir kement olmuştu

insanların boğazında. Çözüp yüreklerinin

palamarlarını hayatın iskelesinden, ölümün açık

denizlerine açılmak istiyordu nice ana-babalar.

Kolay mıydı öyle her akşam eve eli boş, başı eğik

dönmek… Hayatın sırtında bir kambur görmek

kendini…

Velhasıl, sanki yeterince derdi yokmuş gibi

insanların, bir de bu kesik baş kâbusu başlamıştı.

Daha bir kuşkuyla bakıyordu herkes birbirine.

Belki otobüste yanınıza oturan kişiydi o katil. Belki

aynı fırından ekmek alıyordunuz, aynı iş yerinde

çalışıyordunuz… Kuşku, kirli bir fısıltı gibi

dolaşıyordu loş koridorlarında kentin kalbinin…

Page 35: Uysal Cinayetler

Ümit, kente sis gibi çökmüş kuşkuyu yararak

ilerliyordu arabasıyla. Yoğun bir gün daha

devrilmişti. Günlerce uğraşmasına rağmen Kotik

Adnan‟ın öldürülmesiyle ilgili kayda değer bir şey

bulamamanın ezikliği içindeydi.

Kotik Adnan, tek başına yaşıyordu. Hiç

evlenmemişti. Memleketteki annesiyle de yıllardır

görüşmüyordu. Pek az dostu çokça düşmanı

vardı… Ama Ümit, düşmanlarıyla cinayet arasında

bir bağ bulamamıştı. Ziya gibi aniden kaybolmuştu.

Devamlı takıldığı kahvehaneye gelmemesinden

dolayı tanıdıkları hafif işkillenmişlerdi. Ümit ne

kadar uğraştıysa da Kırık Ziya ile Kotik Adnan

arasında bir ilinti kuramamıştı.

Bu gece hiçbir şey düşünmek istemiyordu. Bir

“gay bar”a gidip içmek, kafayı dağıtmak istiyordu

yalnızca. Tabi, bar çıkışında evdekilere ağzındaki

içki kokusunu belli etmemek için bolca naneli sakız

çiğnemeyi unutmadan…

Arabasını caddeye yakın bir ara sokağa park etti.

Hemen kaldırımcılar, sırtlan sürüsü gibi üşüştüler,

park parası kılıfıyla haraç lokmasını kopartmak

için. Ama Ümit‟i görüp tanıyınca hemen arazi

oldular. Çünkü çoğu sabıkalıydı ve biliyorlardı

Ümit‟in kim olduğunu.

Ümit, daha önce de birkaç kere takıldığı bara

dalıverdi. İçeriye adım atar atmaz, kafesten

kurtulan serçe gibi hafifledi. Burası ve benzeri

mekânlar, O‟nun gibiler için oksijen çadırıydı.

Dışarıda yaşadığı “boyalı kuş” sendromundan

sıyrılıp kendi gibilerle iç içe olmanın kısmi

özgürlüğünü yaşadığı yerlerdi .

Page 36: Uysal Cinayetler

Girip çıkarken tanıdıklara yakalanma korkusu

taşımıyordu doğrusu. Mesleki avantajla görev icabı

girdiğini söyleyip işin içinden çıkabilirdi pekâlâ.

Usulca bara ilişiverdi. İçerisi yeni yeni

hareketleniyordu…

Aynı saatlerde Cemal, dışarıda yediği akşam

yemeği – ki iki dürümden ibaretti- sonrası eve

gelip çayını demlemiş, televizyonun karşısında

pinekliyordu.

Televizyon da sarmamıştı bir türlü. Nasıl

sarabilirdi ki: Bir avuç hortumcu, kara paracı ve

benzerleri, podyumların kimi sermayeleriyle fink

atıyordu hemen her kanalda..

Sıkıldı kapattı televizyonu. Bir sigara yakıp şöyle

bir turladı evin içine. İçi daralıyordu. Gidip bir şişe

şarap açtı; masaya oturdu. Fotoğraftaki genç kızla

uzun uzun bakıştı.

Bir haiku kadar kısa sürmüştü aşkları, ama o

denli de yoğun. Ya da Cemal öyle sanmıştı, öyle

olsun istemişti. Bu kızıl kız, ömrünün gizli

öznesiydi…

Şimdi hiç bilemiyordu Cemal: Bir daha nasıl

eklerdi Aşk‟a iyelik eki?

“ Kız, bir izmarit gibi fırlatıp attın kalbimi!..”

10

Sinsi bulutlar, gökyüzünde diktatörlük

kurmuştu. Kasvet, ince ince damlıyordu kentin

üstüne. Kent, ağır sözlerin üstüne basa basa

ilerliyordu akşama doğru…

Page 37: Uysal Cinayetler

Ofisin penceresinden dışarıya yöneltmişti

bakışlarını Cemal, ama sadece kafasının içindeki

soru işaretlerini görüyordu. Sigarasının dumanı,

başını puslu bir dağ zirvesine çeviriyordu.

Hiç şüphesi kalmamıştı artık Cemal‟in: Kesik

baş cinayetlerinin faili bir seri katildi. Ama katilin

kimliği, henüz kurulmamış bir tümce gibi

belirsizdi. Cinayetlerin en ilginç ortak paydası,

maktullerin ikisinin de aftan yararlanmış olmasıydı.

Cemal, akademiden yeni mezun olduğu acemilik

günlerinden bu yana, hiç bu kadar çok fırça

yememişti amirlerinden ve meslek hayatı boyunca

hiç bu kadar baskı altında kalmamıştı. İkinci

cesedin bulunmasıyla, medyanın ve halkın ilgisi

daha da hacim kazanmıştı. Cemal, lâbirentte yolunu

arayan bir kobay gibi çaresizdi. Tüm yolların sonu,

dilsiz bir duvara varıyordu.

“ Peki cesetlere kazıdığı yazılarla ne demeye

çalışıyor?”, diye geçirdi içinden.‟Hangi bir ipek

yolu harf dizisi çoğaltır…İntihar karası faytonuyla

ağışı göğe atlarıyla birlikte…”Bir de K ve E

harfleri var tabi…Bizimle oyun mu oynuyor,

n‟apıyor?... Yakalanmadıkça devam edecektir

öldürmeye. Peki ama niye?...”

Bozguna uğramış bir ordu gibi çöktü masasına.

Eli kolu bağlı olmasının acısını, böcek gibi ezdiği

izmaritinden çıkardı.

“ Elbet bir açık vereceksin. İşte o zaman

kelepçelerimle tanışacaksın.”

Page 38: Uysal Cinayetler

11

Ümit‟in kalbi, ökseye takılmış bir serçe gibi

çırpınıyordu. Arabayı rüyada gibi sürerek eve

yetişmek için can atıyordu.

Annesinin daha önce merkezi aradığı hiç

olmamıştı. İlk defa eve olabildiğince erken

gelmesini istemiş, ama nedenini

söylememişti.‟Telefonda olmaz. Akşam konuşuruz‟

diyerek Ümit‟i merak içinde bırakmıştı. Hemen

durumu babasına yordu Ümit. Acaba babası

rahatsızlanmıştı da fazla endişelenmesin diye mi

annesi telefonda söylemek istememişti… Ümit

kaygı yumağına dönmüştü…

Arabayı evin önüne üstünkörü park edip uçar

adım kapıya dikildi. Zili aralıksız çaldı.

“ Hoş geldin evladım.”

“ Hayırdır anne, babama bir şey mi oldu?”

Annesi, sıcacık gülümseyerek yanağını okşadı

oğlunun.

“ Yok kuzum yok. Gir içeri, konuşuruz.”

Beraber salona geçtiler. İbrahim Bey, yine

başköşeye kurulmuştu.

“ Hayırlı akşamlar baba.”

“ Hayırlı akşamlar. Geç otur bakalım şöyle.”

Ümit, iyice işkillenmişti. Babası, önemli bir

konu olmadıkça

öyle kolay kolay karşısına alıp konuşmazdı

kendisiyle.

“ Seninle konuşacağım mühim bir mesele var… Ee,

artık yaşın kemale erdi. Bir yuva kurmanın zamanı

geldi de geçiyor…”

Page 39: Uysal Cinayetler

Ümit‟in kan basıncı, anında dehşetli bir irtifa

kazandı. Yüzünün rengi, kafesten kaçan bir kuş gibi

uçuverdi. Hep bu günün gelmesinden korkuyordu

ki kaçınılmaz bir şekilde dibine düşmüştü şimdi.

“ …Biz de bir an önce, dünya gözüyle senin

mürüvvetini görmek istiyoruz. Torun torba sahibi

olmak burnumuzda tütüyor…”

Ümit cenderenin içinde gibiydi. Oturduğu yerde

kıvranarak

dinliyordu babasını.

“ …Annenin ahretliği Hamiyet Teyze‟ni biliyorsun.

O‟nun bir yeğeni varmış. Emine diye helal süt

emmiş, dini bütün bir kızcağız. İmam Hatip‟i yeni

bitirmiş…”

Ümit, sözün devamını duymak bile istemiyordu,

ama örümcek ağına takılmış bir sinek kadar

çaresizdi.

“ Demem o ki, annen bugün kızın evine görücü

gitti. Kızı pek bir beğenmiş. Gayet hanım hanımcık

ve güzelmiş. Biz de en yakın zamanda kızı istemeye

gideceğiz.”

Kısa bir sessizlik oldu. İbrahim Bey, kendisini

onaylamasını buyuran bakışlarını, Ümit‟in

gözbebeklerine dayadı.

“ Nasıl münasip görürseniz ”diye geveledi Ümit…

“Müsaadenizle” deyip, kederini ayağında pranga

gibi sürükleyerek odasına gitti. Annesi, hemen

ardından seğirtip yanına geldi.

“ Bak evladım, kızın resmi… Nasıl buldun? Güzel

di‟mi?”

Page 40: Uysal Cinayetler

Ümit, mecburen üstünkörü de olsa fotoğrafa

baktı.

“ Evet, güzel.”

“ Yoksa kızı beğenmedin mi?”

“ Yok, yok. Güzel kız işte.”

Annesi hafif buruk salona geri döndü. İçinde lâv

gibi biriken derdiyle baş başa kaldı Ümit. Sokaklara

taşıp avaz avaz haykırmak geçiyordu içinden: “ Ben

ibneyim ulaaaaaaaaaaaaaaaaaaan!

İbneyimmmmmm! ”

12

Cemal, radyoyu karıştırıp kafasına göre bir

istasyon bulmaya çalışıyordu. Pek çok frekansta,

Türkçe‟yi New York şivesiyle konuşan zırtapozlarla

karşılaştıkça söylenmeden edemiyordu: “Amerikan

yavşakları! Ukala dümbelekleri!”, diye. Derken, “

Tamirci Çırağı‟na rastladı bir kanalda. Yay gibi

gerilen sinirleri gevşedi. Eski bir dostu görmüş gibi

oldu.

70‟li yıllar, belleğinin tozlu raflarından iniverdi

birden. Ergenlik anılarına dalıverdi: Orta birdeyken,

ılık bir bahar günü, sıra arkadaşı Mehmet ile okulu

kırmışlardı. Cemal‟in kısa tarihçesinin en haylaz

günü olmuştu o gün. Hayatında ilk kez dondurma

yemişti, hem de gözüne karlı bir dağ zirvesi gibi

görünen koca bir kâse… Mehmet ısmarlamıştı tabi

ki. Çünkü O‟nun babası dolayısıyla da harçlığı

vardı.

Page 41: Uysal Cinayetler

Öğleden sonra sahildeki çay bahçesinde

oturmuşlardı. O ne güzel şeydi öyle denize karşı

çay içmek… Bir ara, yan masadaki iki genç adam

dikkatini çekmişti Cemal‟in. Konuştuklarından

hiçbir şey anlamıyordu. Ara sıra tatlı tatlı

gülüşüyorlardı. Bir ara, biri diğerine sormuştu

“Yahu senin memleket neresiydi?” diye.“ Ben aslen

sendikalıyım” yanıtını vermişti öteki. Karşılıklı

kahkahalar patlatmışlardı. Cemal, şaşırıp kalmıştı

„sendika‟ hangi kentin ilçesidir diye… Yıllar sonra

anladı…

Eski anıların arasından sıyrılıp mutfağa gitti.

Buzdolabından çıkarttığı birayı açıp salona geri

döndü. Birden tekrar dank etti kafasına, gecenin

göbeğinde tek başınalığı. Yalnızlığa ilikli mor bir

düğmeydi. Radyoyu kapatıp müzik setine bir türkü

albümü koydu. Sonra çöküverdi koltuğuna, kuyuya

indirilen bir kova gibi.

13

Sabah, yine gözlerini kendi evine açtığına

dehşetle şaşıp, hafiften sıçrayarak uyandı Cemal.

Sonra, yatakta tek başına uyanmanın hüznü, telkâri

ustası gibi işlemeye başladı acıyı içine.

Sık sık olduğu gibi, gene Gamze geçiverdi

yüreğinin önünden. Hani şu kızıl kız fotoğraftaki…

Gamze‟nin gelinlikli hayalinin üstüne haylaz

konfetiler savurdu kalbinde pıhtılaşan hasret…

Zoraki kalktı yatağından. Mutfağa gidip ocağa

çay suyunu koydu. Sonra banyoda yüzünü yıkayıp

sakal tıraşına başladı. Gene A Rh pozitif kanıyordu

yeni güne, azar azar intihar süsü verdiği sakal

tıraşıyla birlikte.

Page 42: Uysal Cinayetler

Banyodan çıktığında, çayın dem tutmasını

beklemeden ilk sigarasını yaktı. Çünkü kansere

kahkahalarla kafa tutan akciğerleri, sabırsızlıkla

„Carpe Diem‟ diye haykırıyorlardı. Geriye üç el

sigarası kalmıştı namlusunda paketinin.

Derin bir nefes daha çekmişti ki kapı çalındı.

Uzun zamandır ilk kez sabah sabah zil sesi

duyuluyordu evde. Cemal, kapıyı açtığında

karşısında Jale‟yi buldu.

Jale, belli ki epey erken kalkmış; gayet hoş, spor

giysileri, özenli makyajı ve elinde dumanı tüten

poğaça tabağıyla kapıda dikiliyordu.

“Günaydın Cemal” dedi, gözbebeklerinden taşan

hasreti gölgelemeye çalışarak. Beraber geçirdikleri

geceden arta kalan tatlı utangaçlığı gizlemeyi

beceremiyordu bir türlü.

“Günaydın, hoş geldin” diyerek karşılık verdi

Cemal, ince çapkın bir tebessümle… Yahu, niye

zahmet ettin gene Jale.

“ Ne zahmeti canım. Poğaça yapayım dedim

de… Sana da kokusu gelmiştir. Canın çeker diye

düşündüm.”

“ Sağ ol canım, teşekkür ederim. Görüşürüz ”

dedi Cemal, son sözcüğünün altını çapkın bir ima

ile çizerek.

“ Görüşürüz ” diye karşılık verdi Jale, bakışlarını

yere indirip şirin bir tebessüm eşliğinde. Sonra

utangaçlığını koltuğunun altına sıkıştırarak

istemeye istemeye merdivenleri çıkmaya başladı.

Cemal, ateşli poğaçaları yeni dem tutan çayın

yanına ekledi. Bir ara sardunyasına takıldı gözü:

“Kız ne büktün boynunu öyle? Kıskandın mı

yoksa?...”

Page 43: Uysal Cinayetler

Çıkarken yine vedalaştı eviyle…

Aşağıya iner inmez, içindeki huzuru kırık bir

oyuncağa çeviren uğursuz bir hava karşıladı

Cemal‟i. Yakasına bir Cezayir menekşesi gibi

iliştirdiği umut birden soluverdi.

„Kara kaftan‟ giydirilmiş bir vezir-i azamdı

gökyüzü. Kasvet, yağlı bir kement olmuş

sallanıyordu kentin üstünde, her an padişah fermanı

üzre eyleme geçmeyi bekler gibi.

14

Giderek daralıyordu sanki ofis. Cemal, başka

dosyaların bir yerinde, hep kesik baş cinayetlerinin

çözümsüzlüğüyle burun buruna geliyordu. Hiç içine

sindiremezdi, bir şeylerin üstesinden gelememeyi.

Nice engelle, nice acıyla çarpışa çarpışa tutunmaya

çalışmıştı hayata bu güne kadar.

Önündeki dosyanın kapağını ıssızlığa kapattı.

Daha küllükteki eski sigaranın cesedi soğumadan

yenisiyle nikâhlandı.

Ofisin kapısı ansızın yeni bir gerginliğe açıldı:

“Cemal komiserim!”

“Evet?”

“Yine bir kesik başlı ceset bulunmuş. Ümit,

bulunduğu mevkiden olay yerine intikal etmek için

yola çıkmış.”

Page 44: Uysal Cinayetler

Cemal, unvan maçına çıkan bir boksör gibi

gerildi. Olay yerinin adresini alıp zemine çivi çakar

gibi adımlarla aşağıya indi.”Ah bir açık versen,

ahh...” diye söyleniyordu kendi kendine.

Arabasının kapısını kopartırcasına açtı. Bir panzere

girer gibi yerleşti yerine. “Hadi bakalım, şimdi

n‟olacak” dedi içinden.

Issızlığın kapısı usulca açılmıştı Cemal‟e.

Arabası, kirli bir fısıltıydı sessizliğin içine karışan.

Kentin üstüne siyah bir perde gibi çekilmişti

karanlık. Farlar, cılız bir kılavuzdu, ağaçlıklı şose

yolun belirsizliğini aydınlatmaya çalışan. Orman,

kara gözlerini ağır bir tehdit gibi savuruyordu

arabanın üstüne.

Uzaktan heceleyerek görünmeye başladı titrek

bir ışık demeti. Olay yerine yaklaşmıştı. Arabayı en

yakın yere park edip el fenerinin sıska yardımına

yaslanarak ormana daldı. Her adımda daha da

yaklaşıyordu tenha bir tedirginliğe. Ölümün yalın

hali‟ne doğru adım adım ilerliyordu.

Işık demetinin içindeki silik görüntüler

belirginleşti. Olay yeri inceleme ekibi ve Ümit,

gelenin kimliğini algılamaya çalıştılar.

“Cemal komiserim?”

“Benim, ben…”

Ekip, ölüm‟ü çembere almıştı. Cemal‟in gelişiyle

çember „çıt‟ diye kırıldı ve hoyratça boy gösterdi,

kıdemli bir ağacın ayaklarına kapanmış şiddet: Orta

yaşın üzerinde, şişman bir kadın cesedi, başı

kesilmiş ve ağır hırpalanmış bir halde çırılçıplak

yatıyordu.

Page 45: Uysal Cinayetler

“ Bu sefer ki bir kadın ha!” diye şaşkınca

mırıldandı Cemal.

Cinayetlerin seyir defteri karmakarışık olmuştu.

Cemal, iki erkek maktulden sonra bir kadın

cesediyle karşılaşmayı hiç ummuyordu.

Ormanın kuytuluğu daha da derinleşti sanki.

Tedirginlik, dallardaki yapraklarda hışırdıyordu.

Alengirli bir sessizlik, sis gibi çökmüştü ormanın

üstüne.

Ne çok çekiç darbesinin emzirdiği bir patlıcan

tarlasına dönmüştü kadının teni; üstüne cömertçe

serpiştirilmiş sigara yanıklarıyla beraber. Sırtında

dikey kazınmış kısa metrajlı bir yazı : „ Kan var

bütün kelimelerin altında „…memelerinin

arasındaki derin vadide ise hoyrat bir ırmak gibi

akan gürbüz bir C harfi…

15

Jülide, bir yandan hırka örüyor, diğer yandan da

kanepede çekirdek yiyen Jale gibi, evin önüne park

edecek olan Cemal‟in arabasının sesine dikkat

kesiliyordu. Cemal ne zaman geç kalsa, zaman

sürünerek ilerlerdi kız kardeşler için. Kaygının

demir dağları çökerdi ikisinin de göğsünün üstüne.

Yürekleri, korku mengenesinde sıkışır kalırdı.

Her ne kadar, Jale‟nin Cemal ile geçirdiği

gecenin hıncıyla dolu olsa da Jülide, gene de

endişelenmekten geri duramıyordu. Arada bir göz

atıyordu Jale‟ye. O da kendisi gibi dışarıdan gelen

her sese kulak veriyordu. İkisi de eğreti

seyrediyordu televizyonu.

Page 46: Uysal Cinayetler

Kalp krizi gibi aniden geldi bir fren sesi odanın

içine. Kız kardeşler, reçele üşüşen sinekler gibi

pencereye konuverdiler. Neyse ki Cemal gene

sapasağlam dönmüştü işte.

Cemal, evinin kapısını güvene açıvermişti ki

birden çığ gibi devrildi üzerine yalnızlık. Cemal‟in

kimi vardı ki kimsesizliğinden başka…

Bir bira açıp koltuğa çöktü. Kafasına çöreklenen

kaygının kara bulutlarını dağıtmaya çalışıyordu.

Giderek daha da körleşen bir düğümün ortasında

sıkışıp kalmıştı. Yeni bulunan cesedin üstünde ve

çevresinde –yine- katili ele verecek herhangi bir

delil bulunamamıştı. Ve akılları iyice bulandırmıştı

son cesedin bir kadına ait olması.

İyice bunalmıştı artık. Bir yandan kronik

yalnızlık, diğer yandan kardeşten öte sevdiği

Ümit‟in eşcinsel çıkması, bir de bu berbat

cinayetler silsilesi…

En çok, böyle dertlerin üst üste istiflendiği

zamanlarda hasretini çekiyordu Gamze‟nin. Şimdi

yanında olsaydı ya…Önce tuz buz etseydi

yalnızlığını, sonra da dertleşebilselerdi...Şuracıkta,

Gamze‟nin dizlerine koysaydı başını doya doya

ağlayabilir miydi acaba?..Kim bilir nerede, ne

yapmaktaydı şimdi Gamze…Kim bilir nerede…

Acının çelik dikenleri batıyordu Cemal‟in

kalbine…

16

“Kanka, bir cin tonik daha versene ”dedi

barmene Ümit, başını kaldırıp dibine düştüğü derin

karamsarlığın içinden.

Page 47: Uysal Cinayetler

Cin tonik, Ümit‟i saygıyla selamlayıp önünde

esas duruşa geçti.

“Eyvallah, sağ ol.”

“Afiyet olsun.”

Babası hep hayatının önünde dikilen bir ünlem

işareti olmuştu. Sürekli engellemeye çalışmıştı

Ümit‟in kendi hayatının öznesi olmasını.

Çocukluğundan bu yana hep babası seçmişti hangi

okullarda okuyacağını, kimlerle arkadaşlık

edeceğini, hangi mesleği seçeceğini ve şimdi de

kiminle evleneceğini… En beteri de „bir kızla‟

evlenme zorunluluğuyla burun buruna gelmiş

olmasıydı. Nasıl diyebilirdi ki ailesine : „ Ben

geyim, kızlarla işim olmaz „ diye.

“ Kanka, tazeler misin ” diyerek kaldırdı

kadehini, barmenin görüş alanının içine.

Şu anda, bu bar taburesinin üstünde oturabiliyor

olması bile evdekilere görevde olduğu masalını

anlatması sayesindeydi. Tabi eve dönmeden önce

ayılmalı ve ağzına çadır kuran alkol kokusundan

kurtulmalıydı. Nerede kaldı onlara itiraz etmek…

Zaten evlenme konusunda nasıl bir bahanenin

ardına gizlenebilirdi ki bu saatten sonra. Bu kızı

beğenmediğini söylese ve hatta ailesini ikna etse

bile en kısa zamanda bir diğeri dayatılacaktı.

“Allah kahretsin!” diyerek savurdu dışarıya,

çaresizliğin içinde biriktirdiği öfkeyi. “ Ne

yapmalı!? Ne! Ne! Ne!”

Kederin kara faytonunun zorunlu yolcusuydu

Ümit. Cesaretinin sıkleti yetmiyordu, kendi

bayrağını dikmeye hayatının orta yerine. Uçsuz

bucaksız bir okyanus yalnızlığında, küçük bir ada

gibi kalmak da vardı işin sonunda.

Page 48: Uysal Cinayetler

“Kanka, bir tek daha ayarlasana.”

Barmen cin toniği avuntuya ayarladı.

“Ulan, bi‟ de sigara ver, içeyim anasını satayım.”

100 mm‟lik bir tütün namlusunu ciğerlerinin

körpeliğine doğrulttu. Bronşları, acemiliğin kesik

öksürükleriyle karşılık verdi.

Bir tutam küle dönen sigarayla beraber kadehi de

boşalıverdi.

“ Kanka, bir acı kahve getirir misin?..”

Barı kaplayan eğlence ormanının içinden

hareketli ağaçlara çarpa yalpalaya geçip tuvalete

girdi. Gürül gürül çarptı suyu yüzüne. Alkol sisinin

arasından hafiften beliriverdi yüzü. Sonra geri

döndü yerine.

Acı kahveyi ağzını acıtarak, soğumasını

beklemeden içti. Sonra hesabı ödeyip barın

karasularının dışına köhne bir sandal gibi taştı.

Tıpkı gelişte olduğu gibi bir taksiye atlayıp eve

doğru yola koyuldu. Koku giderici ağız spreyini

sıkıp, açık camdan jilet gibi çarpan yele verdi

yüzünü.

Taksi, kentin ağır makyajlı yüzünü geçip, epey

sonra Ümit‟in mahallesine geliverdi. Mahalle,

uykunun yumuşak koynuna girmişti çoktan. Tek

katlı evlerin açık mutfak pencerelerinden içeri dalıp

ne var ne yoksa küreselleştiriyordu kediler. Neyse

ki umudun sokak köpekleri hâlâ Diyojen gibi

dolaşıyordu hayatın kalbinde.

Evlerinin önünden indi Ümit. Pencereden

dışarıya üzgün bir ışık sızıyordu. Demek ki gene

uyuyamamıştı O gelene kadar anacığı.

Ümit, zile yasladı mahcup parmağını. Annesinin

merakla hızlanan ayak sesleri duyuldu içeriden.

Page 49: Uysal Cinayetler

“Kim o?”

“Benim anne.”

“Buyur evladım, gir içeri.”

Uyuşukluk, çizgili pijamalarıyla oturuyordu

başköşede.

“ Hayırlı geceler baba.”

“ Hayırlı geceler.”

Ümit, tam odasına doğru kırmıştı ki dümeni:

“ Evladım, karnın aç mı? Yemek hazırlayayım

mı?” diye sordu anacığı.

“Yok anne, tokum… Hemen yatayım.”

Odasına kapattı Ümit, geceye kanayan

kederini…

17

Nal sesleri duyuluyordu gökyüzünden, karşı

karşıya gelen kasvetin kara atlılarının. Flaşlar

patlıyormuş gibi anlık aydınlanıyordu gök, çarpışan

kılıçlarıyla kalkanlarından çıkan kıvılcımlarla.

Kanları damlıyordu kentin yüzüne hoyratça.

Kent, kanıksanmış bir bezginliği yineliyordu:

Maaş kuyruğunda üzüm taneleri gibi dökülüyordu

hayat salkımından emekliler. Siftahsız kapanan

kepenkler, birer halka daha ekliyordu umutsuzluk

zincirine…

Ama hâlâ serbest salınım yapıyordu

kahvehanelerde, bilmem kaç amperlik takım

şiddetinde futbol muhabbetleri. Ve hâlâ örümcek

ağı bağlıyordu kütüphaneler…

Emniyet Müdürlüğü‟ndeki ofisinde Cemal,

Ümit‟in raporunu dinliyordu.

Page 50: Uysal Cinayetler

“ Komiserim, maktulün kimliği kolaylıkla belli

oldu. Adı, Gülsüm Şencanlı. Fuhuş âleminin

kıdemli kokonalarından. Fettan Gülsüm namıyla

biliniyor. Özellikle küçük yaştaki kızları düşürüp

pazarlamasıyla ünlü.”

“ Vay aşağılık pezevenk vay! ” diye gürledi

Cemal, kendini tutamayıp.

“ Çeşitli suçlardan dolayı dosyası bir hayli

kabarık. İçerde yatarken aftan yararlanıp dışarı

çıkmış. Çıkar çıkmaz da tekrar tezgâhının başına

geçmiş…”

“Demek bu da afla çıkmış ha! ”

İşte tam bu noktada, Cemal‟in kalbi çözüverdi

kaygının iskelesine bağlı palamarlarını. Vicdanı tüy

gibi hafiflemişti… Bu katil her kim ise sadece ve

özellikle son af yasasının meyvesini yiyen, Suç‟un

esnaflarını öldürüyordu.

“ Peki, anlat Şehrazat. Şey… Ümit.”

Ümit, şaşkın gözlerle süzdü bir an Cemal‟i.

“ Adli tıbbın raporu öncekilerle aynı… Yani

elimizde yeni bir şey yok… Müsaadenizle ben

maktul hakkındaki araştırmayı derinleştiriyorum.”

“ Peki, araştır bakalım ”dedi Cemal dilinin

ucuyla.

Rehavetin uysal kuşları kondu Cemal‟in

kirpiklerinin ucuna…

18

Gece, kentin iliğine işlemişti. Kapkara

susmuştu evler...

Page 51: Uysal Cinayetler

Kentin saydam enkazları, yani sokak çocukları

ve bilcümle evsizler, kederlerini tinere ve alkole

bulayıp susturmaya çalışanlar, yalnızlığın sokak

köpekleri ve bir de Cemal kalmıştı bu derin

dipsiz karanlığında kentin.

Ağır tonajlı bir yalnızlıktı Cemal‟inki. Bir

türlü Gamze‟yi unutamamıştı. Aslında hiç

istememişti unutmayı. Gerçi O, hiç kimsenin

adını silememişti yüreğinin seyir defterinden.

Ömrünü delip geçen her Aşk „görülmüş‟ eski bir

mektup gibiydi kalbinin köhne çekmecelerinin

dibinde.

Bazı geceler bu kaldırımlar, kederine böyle

mesken olurdu. Upuzun yürüyordu Cemal

gecenin kalbine doğru, sanki hiç durmayacakmış

gibi. Kederinin menzilini kendisi de bilmiyordu.

Birden, bir saçak altının tenhalığından bir

karaltı yanaştı yanına. Çakmak çakmak

gözleriyle o yaşlı, partal giyimli adam çıkmıştı

karşısına.

“ Hey çocuk! Düş artık acı‟nın yakasından.

Silkin ve öp umudun pembe yanaklarını.

Unutma ki senin için her Aşk yanmaya bir

bahanedir. Sen kendine dönen bir pervanesin,

nârın özündedir ” dedi ve tekrar saçak altının

tenhalığına karıştı.

Bu sefer hiç şaşırmadı Cemal. Artık alışmıştı.

Derin bir iç çekip yalnızlığının namlusunu eve

doğru yöneltti.

Page 52: Uysal Cinayetler

Kasırga gibi girdi evin içine, tüm ışıkları ardı

ardına yakarak. Salondaki masanın üstünde duran

Gamze‟nin fotoğrafına doğru hışımla yöneldi.

Çerçeveyi alıp hırsla duvara fırlattı.

“ Oh be! Rahatladım…”

Kalbinin üzerine binen sıradağlar buharlaşıp

uçuverdi. Her şey daha canlı gözükmeye başladı

gözüne.

“ Yeter be! Neydi o öyle! ” diye haykırdı.

Hemen banyoya gidip ter içinde kalan yüzünü

yıkadı. Gözleri artık temiz bir sayfayı yansıtıyordu.

Sonunda yıkmıştı işte kalbinin demirbaş putunu…

19

Sabah, can kafesinde kanat çırpan bir serçe

sürüsüyle uyandı yeni güne. Haylaz bir çocuğun

sapanından çıkan bir çakıl taşı gibi fırladı

yatağından.

Banyodan çıkıp tam mutfağa yönelmişken

birden kapı çalındı. Cemal‟e zil sesi değil de kıvrak

bir oyun havası gibi geldi. Islık çalıp yaylanarak

kapıya yöneldi.

Kapıyı açar açmaz Jale‟nin yüzündeki

şaşkınlığı dudağından öptü. Kızın yüzü mahcubiyet

kırmızısına döndü. Gözleri heyecanın anayurdu

oldu.

Cemal, iç cebinde dalgınlığın avare kuşları ve

elinde dumanı keyifle hayata karışan sigarasıyla

merkezden içeri giriverdi.

Page 53: Uysal Cinayetler

Yüzündeki asabi kalenin düştüğünü görenler

gözlerine inanamadı. Hele yüzünde örgütlenen

umursamaz, dingin mimikler ne kadar da yabancı

geliyordu merkezdekilere. Hatta Cemal, bir iki

kişiye selam verdi. Etraftakiler bunu kıyamet

alameti saydı…

Hırsızlık masasının önünden geçerken genç ve

güzel bir bayan memurla heceleyerek bakıştılar.

“Hiç de fena kız değilmiş be!” diye mırıldandı

Cemal, arkasına dönüp bakarak.

Kız da utangaçlığını örtbas etmeye çalışarak

gülümsüyordu kendi kendine.

Ne kızdı ama!..Saçları bir demet frezya

gibiydi ya da Van Gogh sarısı. Kim bilir hangi

denizin mavisiydi gözleri… Acaba Cemal‟in

gözleri serbest stilde yüzebilir miydi bu vahşi

maviliklerde…

Cemal, tüm rahatlığı ve yenilenmişliğiyle her

adımını ömrünün yepyeni beyaz sayfasına

yazarken, geç kalmasına alışkın olmayan mesai

arkadaşları, nerede kaldığını merak etmeye

başlamışlardı.

Kuğu gibi süzülerek ofise girdi Cemal. İçerdeki

tüm gözlerin şaşkınlığı birer birer üstüne yöneldi. O

her an patlamaya hazır molotof kokteyli gitmiş,

yerine dingin bir okyanus dalgası gelmişti.

“ Günaydın amirim.”

“ Günaydın.”

“ Siz iyi misiniz!?”

“ İyiyim tabi. N‟oldu ki?”

“ Şey… Geç kalınca biraz merak ettik de.”

“ Ha! İşim çıktı ” dedi ve masasına yumuşak iniş

yaptı.

Page 54: Uysal Cinayetler

Yeni yaktığı sigarasına koşar adım yetişen çayı

getiren Necati‟nin

korkuyla karışık şaşkınlıktan elleri titriyordu.

20

Yağmur damlaları gizemli fısıltılarla ofisin

camlarını yalayıp geçiyordu. Ürkek bir sessizlik

volta atıyordu dışarıda. Cemal, kulağına dayanan

üniformalı bir tümceyle, evraklara gömülen başını

kaldırdı:

“Amirim, size telefon var.”

“ Kimmiş ?”

“ Kim olduğunu söylemiyor. İlle de sizinle

görüşmek istiyormuş.”

“ Peki, bağlayın bakalım.”

Cemal‟in telefonu tiz bir gerginliğe çaldı:

“ Alo, buyurun.”

“ „ Kan var bütün kelimelerin altında‟ ”

“…”

Cemal, ani bir tokat yemiş gibi afalladı.

Cesetlerin sırtına kazınan yazılar basında deşifre

olmamıştı ve bu da öncekilere benziyordu. Hemen

kendini toparlayıp arayanın yerini tespit etmeye

başlasınlar diye işaret verdi.

“ Evet, seni dinliyorum. Ne istiyorsun? ”

“ Adalet! ”

“ Daha açık konuşur musun? ”

Page 55: Uysal Cinayetler

“ Söylesene Cemal Komiser, devletin bizzat

kendisi adaletin temeline dinamit koyarsa, mağdur

bir bireye ne yapmak düşer? ”

“ Ne demek istiyorsun!? ”

“Beni bulmak istiyorsan başlangıçları iyice

kurcala…”

“Alo! Alo! Alo! ”

“…”

“Yerini tespit edebildiniz mi? ”

“Hayır amirim. Erken kapattı.”

Cemal, ahizeyi yavaşça yerine koydu.

“ Devlet adaletin temeline dinamit

koyarsa…Evet, kesinlikle bu cinayetler af yasasıyla

bağlantılı…Ama nasıl!?..Peki, başlangıçların altını

kurcala derken neyi kastetti?...Cinayetlerin mi,

yoksa af yasasının başlangıcı mı?..Yoksa daha

başka bir şey mi?...”

Bu tatsız telefon, Cemal‟in kalbine bir uğur

böceği gibi konmuş olan sevinci keskin bir kılıç

darbesiyle kesip attı.

Beş dakika sonra telaşlı bir ses:

“Amirim, gene O arıyor.

“Hemen bağlayın!

Telefon koşar adım bağlandı:

“Alo!

“ „ Mendilimde kan sesleri ‟…”

“Alo! Alo! Alo!..Gene birini öldürmüş…”

21

Page 56: Uysal Cinayetler

Ay, kente fısıldıyordu kendini, kara bulutların

kapı aralığından. Sarkıyordu damla damla kentin

yüzüne, göğün gürbüz kara saçları. Kasvet, çekilmiş

bir sustalı gibi dikiliyordu gecenin önünde.

Arabanın silecekleri yetişemiyordu, yağmurun flu

perdesini ertelemeye…

Arabayı ıssızlığın gözbebeğine park etti Cemal.

Korku soludu inceden. Ne de olsa, ölüm sürtünüp

geçmişti buralardan. Havada yağmur yemiş toprak

kokusuna karışan ölüm korkusu… Gece, cinayetin

en geniş siperiydi zaten her meridyen dairesinde.

Cemal‟in attığı her adım, kaygı‟ya açılan bir

pencereydi. Hiç hali yoktu bu gece, yeni bir cesetle

karşılaşmaya. Ama görev kaçınılmazdı.

22

Gece, elmas bir broş gibi iliştirmişti Ay‟ı

yakasına. Kara bulutlar dağılmıştı, yeni bir eylemde

buluşmak üzere sözleşerek.

Ay, perdeleri aralayıp evin içinde sızmaya

çalışıyordu, mutfak lambasının ışığıyla çarpışarak.

Yağmur, usulca geri çekilmişti pencerelerden,

camlarda parmak izlerini bırakarak.

Bir ünlem işareti gibi dikiliyordu Jülide, mutfak

tezgâhının önünde. Avuçlarının arasındaki tabağı

ters çevirip durulamaya devam etti. Hiç görülmedik

bir huzur yayılmıştı yüzüne. Ve arkasındaki masada

mosmor yatan Jale‟nin cesedi…

Page 57: Uysal Cinayetler

Hiç tereddüt etmemişti Jülide, eyleme geçerken.

Çünkü çoktan taşmıştı içinde biriken nefretin

magma tabakası. Çünkü çocukluğundan bu yana

neyi çok istediyse hep Jale elinden almıştı. En son

olarak da Cemal‟i… Kimse hesaplayamazdı

Jülide‟nin hayal kırıklığının hacmini.

Kırk yılı deviren bu rekabetten çok yorulmuştu

artık Jülide. Ve son raundu O kazanmak istiyordu,

Jale‟nin çok sevdiği tatlı canını alarak…

Her zamanki gibi bir akşam yemeğiydi, hüznün

yakasına karanfil takan. Iskalanmış iki ömrün,

geçip giden bir günü daha yan yana uğurlamasıydı

başlangıçta. Bu akşam da evin içinde çocuk sesleri

fısıldamıyordu; kapıyı çalan, işten gelmiş bir koca

yoktu yine.

Mutfağı tıka basa dolduran sessizliğin içinde

yemek yeniyordu. Bir göl kadar sakindi Jülide,

sanki biraz sonra öz kardeşini boğacak olan O

değilmiş gibi. Aslında o kadar da uzak değildi

cinayet düşüncesine. Kafasında defalarca

öldürmüştü Jale‟yi çeşitli şekillerde.

Bir bahaneyle usulca kalktı masadan.

Hesaplaşma anı gelmişti Jülide için.

Yatak odasına gidip yatağın altından daha önce

kement haline getirdiği kemeri çekip çıkardı. Ne bir

heyecan vardı içinde ne bir korku. Kardeş katili

olacakmış, hapislerde çürüyecekmiş, umurunda bile

değildi.

Avına yaklaşan bir leopar gibi sinsi ve karanlık

adımlarla mutfağa yöneldi. Aniden solduracaktı,

Jale‟nin elindeki zaman‟ın zambaklarını.

Page 58: Uysal Cinayetler

Arkasına sakladığı kemerle birlikte mutfağa

girdi. Jale, sırtı dönük bir halde yemek masasında

oturuyordu. Elindeki kemerle hızla Jale‟nin

başından geçirip bütün gücüyle sıkmaya başladı.

Kurbanı müthiş bir şekilde sarsılıp elleriyle

boğazını korumaya çalıştı. Bir yandan boğuk bir

inilti çıkıyordu ağzından. Jülide, daha da yüklendi

kemere. Gafil avlanmış olan Jale, iyice debelenip

bilinçsizce salladığı elleriyle masayı darmadağınık

etti.

Jülide‟nin içindeki kronik nefret, bir yanardağ

gibi infilak etmişti sonunda. Dipsiz bir şiddet,

parmak uçlarından Jale‟nin boğazına doğru

akıyordu.

Derken, debelenmeler durdu. Canı çıkmıştı

sonunda Jale‟nin. Yüzü mosmor kesilmişti, gözleri

yuvalarından fırlayacak gibi olmuştu.

Öldüğünden emin olmak için bir süre daha

kemeri sıkmaya devam etti Jülide. Sıkmayı

bıraktığında, Jale‟nin başı devrilen bir ağaç gibi

masaya düştü.

Birden tüy gibi hafiflediğini hissetti Jülide. İçi

tarifsiz bir huzurla doldu… Sonunda başarmıştı.

Hemen gidip saçını başını düzeltti. Polislerin

karşısına bakımsız, dağınık çıkmak olmazdı. Özenle

makyajını yaptı, saçını taradı. Daha sonra mutfağa

dönüp dağılan masayı topladı. Polisi arayıp büyük

bir soğukkanlılıkla bir cinayet işlediğini söyledi. Ve

polisi beklerken bulaşıkları yıkamaya devam etti.

23

Page 59: Uysal Cinayetler

Kentin matemini yararak ilerliyordu Cemal

arabasıyla, aklına saplanıp kalmış soru işaretleriyle.

Çok titiz çalışıyordu katil. Olay yeri inceleme

ekibi gene herhangi bir ipucu bulamamıştı. Maktul,

öncekilerle aynı yöntemle öldürülmüştü. Sırtında,

katilin telefonda söylediği „ Mendilimde kan sesleri

‟ sözü kazılıydı ve göğsünün ortasında da büyükçe

bir E harfi…

“ Tamam, anladık, katil sadece aftan yararlanıp

dışarı çıkanları öldürüyor. Maktullerin tek ortak

paydası bu. Kendince onlara ceza veriyor…Buraya

kadar tamam…Muhtemelen bir af mağduru…Peki

ama o kazıdığı yazılar ne anlama geliyor?..Bir

şeyler ifade etmeye

çalışıyor, ama epey bir dolambaçlı yoldan… Ya o

maktullerin göğsüne kazıdığı harfler ne demeye

geliyor?..Off, çıldırmak işten bile değil…Ne ipucu

var ne görgü şahidi…Bir tek şu Allah‟ın cezası

yazılar…

Aklını kanatan sorularla boğuşmaktan

yorulmuştu. Amirlerinin baskısı giderek artıyordu.

Bu davada ilerleme kaydedemeyişi, kariyerinin

üstünde kara bir leke gibi duruyordu.

Evin önüne gelip de ekip arabasını görünce

aklını zorlayan tüm sorular birden çil yavrusu gibi

dağıldı şaşkınlıktan. Polis İmdat ekibinin burada ne

işi vardı?..

Arabayı acele park edip aşağıya indiği sırada

Jülide, iki polis memurunun eşliğinde dış kapıdan

çıkıverdi.

Page 60: Uysal Cinayetler

Jülide‟yi elleri kelepçeli görünce, bir kat daha

arttı şaşkınlığı. Hemen yanlarına yanaştı:

“ N‟oldu Jülide? ”diye panik halinde sordu.

Jülide, anlamsız bakışlarla Cemal‟i süzdü.

Leğende yüzen bir kâğıt gemi gibi dingin bir ifade

vardı yüzünde.

“Amirim, bu bayan kardeşini öldürmüş ” diye

O‟nun yerine yanıtladı memurlardan biri.

Midesine yumruk yemiş gibi oldu Cemal.

Jülide‟ye bakakaldı soran gözlerle. Jülide ise boş

boş etrafa bakınıyordu.

Memurlar Jülide‟yi götürürken Cemal, mıh gibi

saplanıp kalmıştı kaldırıma. Kalbini dikenli teller

sarıp sarmalamıştı.

Kekeleyen adımlarla zar zor eve yöneldi.

“Allah‟ım ben n‟aptım, Allah‟ım…” Korkunç bir

vicdan azabı, mengene gibi sıkıştırıyordu yüreğini.

Bu kâbustan uyanmak istiyordu…

Yağmur dinmişti. Gece, ıslak bir elbise gibi

yapışmıştı kentin üstüne. Şu an Cemal, bir böcek

olup kentin en kuytu deliğinde kaybolmak

istiyordu. Kalbini ne yana çevirse keder‟e

çarpıyordu. Keder, deprem enkazı gibi yıkılmıştı

üzerine…

24

Sabah ezanı ansızın doluverdi odaya. Cemal,

şişmiş gözlerini bilinçsizce pencereye yöneltti.

Kurşuni ilmeklerle örülüyordu gökyüzü. Omuz

omuza veriyordu gökte uyaklı bulutlar. Ustura bir

rüzgâr, kentin façasını bozuyordu.

Page 61: Uysal Cinayetler

Kentin kılcal damarlarına kadar sokuluyordu

dikenli bir uğultu.

Cemal, berbat bir halde koltuğundan kalktı. Gece

boyu evin içinde acıyla volta atıp vicdanıyla

boğuşmuştu…

Merkeze geldiğinde hurdaya ayrışmış gemi

gibiydi. Azar azar intihar etti art arda yaktığı her

sigarayla…

Emniyet Müdürü, yanına çağırıp birkaç gün izin

kullanmasını önerdiyse de Cemal kibarca reddetti.

Tutunabileceği tek dalın işi olduğunu çok iyi

biliyordu.

Ümit, uzun süre Cemal‟in yanına yanaşamadı.

Ne diyeceğini bilemedi. Neden sonra gelip önce

başsağlığı diledi, sonra da dün bulunan kesik baş

cinayetiyle ilgili raporunu verdi.

Cesedin sırtına kazınmış olan, katilin telefonda

söylediği

„ Mendilimde kan sesleri ‟yazısı ve maktulün

göğsüne kazınmış irice bir E harfinden başka

herhangi bir ipucu bulunamamıştı gene.

Cemal, kendini ne kadar zorlasa da güçlük

çekiyordu dikkatini işine vermekte. Jale‟nin

cesedinin olası halleri aklının sınırlarını zorluyordu.

25

Günler geçtikçe, beynini kuşatan sis perdesini

aralamaya başlamıştı Cemal. Sonuçlandırılan iki

dosya biraz moralini düzeltmişti. Gece gündüz

kendini işine verip, olanları anımsamamaya çalıştı.

Page 62: Uysal Cinayetler

Jülide, tutuklanıp cezaevine konmuştu. Jale‟yi

öldürme gerekçesi üzerine tek söz etmemişti. Bu

davaya bakan polisler, Cemal‟in yanında, bu

cinayetle ilgili ayrıntılardan bahsetmemeye

özellikle dikkat etmişlerdi.

Ne var ki kesik baş cinayetleriyle ilgili hiçbir

ilerleme sağlanamamıştı. En son bulunan ceset,

Yırtık Emin namıyla tanınan Müteahhit Emin

Yıldırım‟a aitti. 17 Ağustos Depremi‟nde yaptığı

binalar yıkılan ve enkaz altında can veren onlarca

insanın hayatından sorumlu tutulan bu adam, diğer

maktuller gibi aftan yararlanarak dışarı çıkmıştı.

Bir akşam Cemal, yine evinde „rakı şişesinde

balık olmaya‟ özenirken telefon çaldı. Yeni bir

kesik başlı ceset daha bulunmuştu. İçine daldığı

keder‟in durgun gölünden başını zar zor kaldıran

Cemal, apar topar yola koyuldu.

Gece, sivri pençelerini kente geçirmişti. Ay‟ı

abluka altın almıştı kara bulutlar. Cemal, kirli bir

bilinmezliğe doğru sürüyordu arabasını.

Olay mahalline geldiğinde gene bildik manzara

karşıladı Cemal‟i. Bu sefer cesedin sırtına „

Ellerimizle dokunduk halkın acılarına „ yazısı

kazınmıştı. Göğsünün orta yerinde de kocaman bir

İ harfi.

İlerleyen günlerde cesedin kimliği belirlenmişti.

Maktul, Cin Ali namıyla anılan Ali Sonay‟a aitti.

Bu Cin Ali‟nin sabıka dosyası neredeyse boyunu

aşıyordu. Çok can yakmış usta bir dolandırıcıydı.

Pek çok insanı, eksik sigorta primlerine rağmen

Bağkur‟dan emekli edeceği vaadiyle dolandırmıştı.

Cin Ali de tıpkı diğer maktuller gibi aftan

yararlanarak dışarı çıkmıştı.

Page 63: Uysal Cinayetler

Cemal, bu kesik baş davasında tam anlamıyla iki

arada bir derede kalmıştı. Bir yandan görevi gereği

katili bulmak zorundaydı, diğer yandan da katile

hak vermekten kendini alamıyordu. Zaten katil,

hiçbir ipucu bırakmıyor, hiç açık vermiyordu. Bu

durum, Cemal‟in işine geliyorsa da bir yandan da

mesleki sorumluluk, diken gibi batıyordu.

Cesetlere kazınan yazılara çok kafa yormuş, ama

bunlara hiçbir anlam verememişti henüz. Katil

mesajını çok muğlâk bir şekilde veriyordu. Ve

giderek daha sık cinayet işliyordu.

Kasvetin gökyüzünü istila ettiği bir sabah, yeni

bir kesik başlı ceset daha bulundu. Yine çekiç

darbeleriyle kırılmış kemikler, sigara yanıklarıyla

dolu bir kütle halinde yol kenarında yatıyordu.

Bununla birlikte altıncı ceset olmuştu.

Ertesi gün Ümit raporuyla Cemal‟in yanına geldi:

“Amirim müsait misiniz?”

“Evet, ne vardı?”

“ Dün bulunan cesetle ilgili raporu getirdim.”

“ Gene ipucu yok, değil mi?”

“ Maalesef…”deyip başını hafifçe öne eğdi Ümit,

sanki bu O‟nun kabahatiymiş gibi.

“ Bu seferki hangi suçtan sabıkalı? ” diye sordu

Cemal, sigarasını böcek gibi ezerek küllükte.

“ Bu hepsinden betermiş. Adı Necati Tandoğan.

Küçük bir kıza tecavüz edip öldürmüş. Cesedi de

fosseptik çukuruna atmış…”

“ Vay şerefsiz puşt vay! ”dedi Cemal,

yumruklarını sıkıp dişlerini birbirine geçirerek.

“ Hem de şerefsizliğin dik âlâsı amirim, diyerek

Cemal‟e katıldı Ümit, devam etti anlatmaya:

“ Af yasası uyarınca, bu tip cinayetle biten tecavüz

durumlarında, sapıkların cinayetle ilgili cezaları

sıfırlanmıştı…”

Page 64: Uysal Cinayetler

“Allah kahretsin ki öyle!”diye karşılık verdi Cemal,

sinirden iyice gerilmiş bir halde.

“ Necati denen bu aşağılık sapık da tecavüzle ilgili

cezasını yatmış, cinayetinin cezası affedilince de

dışarı çıkmış.”

“ Yahu bu nasıl adalet ya! Adam tutup küçücük bir

kıza tecavüz ediyor, bir de öldürüp bok çukuruna

atıyor, sonra da devlet cinayetini affediyor. Bu ne

ya! Bu ne! ”

“ Bu cesedin sırtında da „ Tekliğimiz ay ışığında

boğulurken „ yazıyor. Göğsünde de T harfi var.”

“Hımm…”

“Bakalım bu işin sonu nereye varacak.”

“Tamam, sen devam et” dedi Cemal kayıtsızca...

26

Yine yalnızlığını eve hapsetmişti Cemal. Güneş,

çoktan damlara sürtünüp gitmişti. Karanlık, virüs

gibi yayılmıştı kentin her yerine.

Üçüncü kadehi de yuvarladı. Önündeki

peynirden bir lokma daha aldı.

Kesik baş cinayetlerinin failini yakalamayı pek

istemese de amirlerinin baskısı giderek artıyordu.

Ciddi azarlar işitmeye başlamıştı artık. Gönülsüz de

olsa mesleki kariyer açısından bu davayı

çözmeliydi.

Cesetlerin sırtına kazınan yazıları alt alta

yazmaya başladı:

Page 65: Uysal Cinayetler

Hangi bir ipek yolu harf dizisi

çoğaltır…………………….K

İntihar karası faytonuyla ağışı göğe atlarıyla

birlikte…..E

Kan var bütün kelimelerin

altında………………………...C

Mendilimde kan

sesleri…………………………………….E

Ellerimizle dokunduk halkın

acılarına…………………..İ

Tekliğimiz ay ışığında

boğulurken……………………...T

Birden fark etti ki bu yazıları alt alta yazınca,

baş harflerinden bir isim çıkıyordu ortaya.

“ Ulan burada HİKMET yazıyor be!..Bu şey

değil mi ya?..Ne deniyordu?...Hah, buldum. Bu bir

akrostiş yahu! “

Hemen Ümit‟i aradı:

“ Alo, buyurun.”

“ Ümit, benim.”

“ Buyurun amirim.”

“ Senin dayıoğlu edebiyat öğretmeniydi, değil mi? ”

“ Evet!? ”

“ Şu kesik baş cinayetleriyle ilgili bir ipucu buldum.

Bana senin dayıoğlu lazım olacak. Arayıp söyle de

yarın müsaitse uğrayıp bir ziyaret edeyim.”

“ Peki amirim.”

Telefonu kapattığında bir yandan rahatlamış,

diğer yandan da kederlenmişti Cemal.

“ Kusura bakma arkadaş. Seni yakalamak

zorundayım”, diye mırıldandı.”

Page 66: Uysal Cinayetler

27

Ertesi gün Cemal, Ümit‟ten dayıoğlunun

çalıştığı okulun adresini alıp öğle civarı okulun

önüne gitti. Öğle tatilinde, öğretmenle buluşup bir

çay bahçesine gittiler.

“ İşte Hüseyin Bey, akrostiş burada, diyerek

elindeki kâğıdı uzattı.

Hüseyin, çayından bir yudum alıp gözlerini

kâğıda dikti.

“ Bir bakalım… Bunların hepsi birer dize.”

“ Dize mi? ”

“ Evet, ünlü şairlerin dizeleri bunlar. İlk dize, yani

„ Hangi bir ipek yolu harf dizisi çoğaltır‟, Kemal

Özer‟e ait. Yanındaki K harfi de Kemal Özer‟in

K‟sı. Altındaki dize de Ece Ayhan‟ın. Yanındaki E

harfi de bunu sembolize ediyor. Diğer dizeler de

sırasıyla; Cemal Süreya, Edip Cansever, İsmet Özel

ve Turgut Uyar‟a ait… Sizin katil İkinci Yeni‟yi

çok seviyormuş herhalde.

“ Peki HİKMET adında bir şair var mı?, diye

merakla sordu Cemal.

“ Vallahi bilemem… Belki edebiyat dergilerinden

bilgi alabilirsiniz. Yeni yetmeler dergilere bolca şiir

gönderirler. Oradan adresi bulunabilir.

“ Çok teşekkür ederim, sağ olun, dedi Cemal,

yüzüne tatlı bir tebessüm yayılarak.”

Hemen merkeze dönüp elemanları araştırma

yapmak üzere belli başlı edebiyat dergilerine

gönderdi. Birkaç saat sonra tüm ekip geri döndü:

Page 67: Uysal Cinayetler

“Amirim, şüphelinin kimliğini ve adresini tespit

ettik” dedi Ümit

gururla.

“ Çok iyi.”

“ Ama dahası da var…”

“ Anlat bakalım.”

“ Şimdi amirim, bizim dayıoğlu çok iyi düşünmüş.

Şüpheli, edebiyat dergilerine şiirlerini yolluyormuş.

Dergilerin birinden tam adını ve açık adresini tespit

ettik. Adı Hikmet Çeliköz. İç mimarmış ve…”

“ Eee?”

“ Bu son bulduğumuz ceset var ya, hani küçük bir

kıza tecavüz edip öldüren sapığın cesedi…”

“ Evet!?”

“ İşte o küçük kız, bu Hikmet Çeliköz‟ün kız

kardeşiymiş.”

Cemal, acıyla yutkundu. Bir an kendini

Hikmet‟in yerine koydu.

“ Amirim, bu Hikmet Çeliköz, kendi halinde,

kimseye zararı olmayan biriymiş. Bu olay, O‟nu

çok yaraladıysa da hayatını normal bir şekilde

devam ettiriyormuş. Ama af yasasıyla o sapık

hapisten çıkınca içine kapanmış. İşini de bırakıp

kimseyle görüşmez olmuş…”

“ Tamam, anlaşıldı ” diyerek iç geçirdi Cemal.

“Ekipleri hazırlayın. Baskına gidiyoruz.”

Ekipler hazır olur olmaz Hikmet‟in evine

baskına gittiler. Kapılar kırıldı, içeri girildi, ama

Hikmet evde bulunamadı.

Page 68: Uysal Cinayetler

Apartman kapıcısı, yaklaşık yarım saat önce,

Hikmet‟i iskeleye doğru giderken gördüğünü

söyledi.

Tüm ekipler, hızla iskeleye doğru yola

çıktılar…

Page 69: Uysal Cinayetler

III-

28

Ve Hikmet, ayakları iskelenin ucuna çakılı halde

boğazındaki damarları patlatırcasına haykırdı:

“Bu iş artık bitmeliii…”

Sonra, küstah bir sessizlik çınladı kulaklarında.

Ay, uzatıp kafasını esmer bulutların arasından, pis

pis sırıttı. Deniz, anne şefkatiyle kollarını açmış

bekliyor olsa da, atamadı Hikmet kendini derin

huzurun içine. Arınmak istiyordu, beceremedi.

Başaramadı hayattan istifa etmeyi. İntihar,

düşlendiği kadar kolay geçirilemiyordu eyleme…

Anladı.

Aklı, kös kös dönmeye karar verdiyse de

ayakları anlamazdan geliyordu. Ne geriye

dönebilmek o kadar kolaydı ne de atlayabilmek

denize.

Page 70: Uysal Cinayetler

Tam sözlüden sıfır alıp karatahtadan yerine

dönen öğrenci edasıyla başı önde, geriye dönüp bir

adım atmışken, siren sesleriyle çarpıştı. Kafasını

kaldırıp ekip arabalarının farlarıyla göz göze geldi.

İşte bu, Hikmet için bulunmaz fırsattı. Sen

düşemezsen hayatın balkonundan, birileri seni

itebilirdi bilinmeyene. Böylesi daha kolaydı.

Tüm ekip, iskelenin başında arabalarından inip

silahlarını çekti. Cemal, elinde namlusuna mermi

sürülmüş ondörtlüsüyle ekibiyle önünde duruyordu:

“ Hikmet! Teslim ol! ”

“ Hoş geldin Cemal‟im. Azrail‟im hoş geldin.

Sanma ki sen bu oyunu kazandın. Onu ben sana

armağan ettim.”

Cemal‟in ilk defa eli titriyordu birisine silah

doğrulturken. Ve kekeliyordu yüreği. Bir yandan

zarar vermek istemiyordu Hikmet‟e, diğer yandan

ise görevini yapmak zorundaydı. Elinden gelse

madalya takardı Hikmet‟e, ama o bir polisti ve

yasalara uygun davranmalıydı. Her ne kadar, artık

yasalar Adalet‟e uymuyorsa da…

Küçük, tedirgin adımlarla Hikmet‟e

yaklaşıyordu. Hikmet ters bir şey yapacak da O‟nu

vurmak zorunda kalacak diye ödü kopuyordu.

“ Hadi Hikmet! Sakın yanlış bir hareket yapma!

Teslim ol artık! Buraya kadarmış! ”

“ Buraya kadar ha! Eee…N‟olacak şimdi? Ben

teslim olurum, hapse girerim. Ee…İki sene sonra

beni de mi affedecekler!?

Page 71: Uysal Cinayetler

“ Bak, seni çok iyi anlıyorum. Yani… Yani

kendimi senin yerine koyunca ben de öfkeden

deliriyorum. Kız kardeşine olanlara ve o sapığın

aftan yararlanmasına kahroldum… Ama artık teslim

olmalısın… Her şey bitti…

“ Her şey bitti, öyle mi!? Peki, ben tavuk bile

kesmemiş biriyken bu, insanlıktan çıkmışlığım

n‟olacak!? Ben ki kendi halinde, efendi bir

adamken, kendi adaletimi sağlamak zorunda

kalışım…Ha!..Peki, beni kim itti lan hem yargıç

hem cellat olmaya!? Söyle lan ne bitti!?

Cemal‟in kalbinin zırhı delik deşik olmuştu. Öz

kardeşine silah çekmiş gibi duyumsuyordu kendini.

“ Etme eyleme Hikmet, teslim ol. Beni seni

vurmanın vicdan azabıyla baş başa bırakma. Teslim

ol artık. Kaçacak yer yok.”

“ Kaçmak mı!? İnsan kendinden kaçamaz ki

Cemal...”

“ Tamam Hikmet. Sakince kaldır ellerini ve

teslim ol.”

Hikmet yanıt vermedi. Boş gözlerle baktı

Cemal‟e. Ve hızla elini silah çekecekmiş gibi

beline attı. Oysa üstünde silah falan yoktu.

Cemal, mesleki refleksle, hemen iki el tetik

düşürdü. İki zoraki mermi, delip geçti Hikmet‟in

göğsünü. Biri tam kalbinin orta yerinden, yani

acının başkentinden geçip gidiverdi. Havalandı

mermilerin şiddetiyle Hikmet‟in cansız bedeni.

Huzurlu bir tebessüm yayılmıştı özgürce yüzüne.

Ana rahmine düşer gibi düştü denize. Deniz,

sarıp sarmaladı, bağrına bastı Hikmet‟i. Bir avuç

kan kaldı Hikmet‟e dair suyun yüzünde…

Page 72: Uysal Cinayetler

İskelenin üstünde Cemal, diz çökmüş, hiç

kimseye aldırmadan kana kana ağlıyordu…

Ve yine yağmur… Ki bu kez gözyaşlarıydı

göğün, delip geçen geceyi…

SERKAN ENGİN

Page 73: Uysal Cinayetler
Page 74: Uysal Cinayetler