48

Haziran 2016

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Kadran Dergi Haziran Sayısı

Citation preview

Page 1: Haziran 2016
Page 2: Haziran 2016

EDİTÖRMehmet SARITAŞ

GENEL KOORDİNATÖRÖmer Faruk GÜL

YAYIN KURULUŞeyma ARMANOsman Said SEMERCİBetül ŞahinEmre Çağrı KIZILIRMAKBeyza Nur AKPİYALVeysel AKOL

GÖRSEL YÖNETMENBüşra TÜRK

YAZI İŞLERİ EDİTÖRÜH. Kübra KORKMAZ

YAZI İŞLERİAhsen KESKİNTuğçe ARICANBetül ŞENOLTuana KORKMAZ

SOSYAL MEDYANuray GÖNCÜ

YAYIN TÜRÜYaygın Süreli

İLETİŞİ[email protected]

/ kadrandergi / kadrandergi

Sevgili Kadran Okurları,

Hazirana girmiş bulunmakla beraber biz, güneşli günlerinizde de, serin yaz akşamlarında da nereye giderseniz gidin tatilinizin yanında misafi r olmaya geliyor, tekrardan bu sayede karşınıza çıkıyoruz. Kadran, bu ay da rengarenk, capcanlı ve heyecanlı. Denizin maviliğinden, kuşların özgürlüğünden, yazın getirmiş olduğu nimetlerden bile ilham alıyoruz bu ay. Yoğun günlerimizin bizi yazmaktan alıkoymasına karşın, işimize dört elle sarıldık, elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalıştık sizler için.

“Kadran Ailesi” olarak altıncı sayımızı çıkarmış olmanın verdiği mutluluk içerisindeyiz. Bir yılı yarılamış bulunuyoruz neredeyse. Zamanın ne denli çabuk akıp gittiğini bir kez daha anlıyoruz. Birkaç kişi birleşip dergi çıkarmaya karar verdiğimiz günleri hatırlıyoruz tebessümle. Aynı zamanda bugünkü geldiğimiz noktaya bakıyor gururlanıyoruz. Şimdilerde ise kocaman bir “aile” olduğumuz için sevinç duyuyoruz. Değişmeyen tek şey ise yazılarımızın özgünlüğü ve yazarlarımızın ilk günkü gibi azimli ve heyecan dolu olmaları. Bu resmin tamamına baktığımızda ise “İyi ki!” diyoruz, “İyi ki Kadran var.”.

Şimdi ise sizi renkli yazılarımızla baş başa bırakıyor, keyifl i okumalar diliyoruz. Bir sonraki sayımızda görüşmek ümidiyle. Muhabbetle…

Mehmet SARITAŞ

Page 3: Haziran 2016

16

40

47

20

2426

28 430 83210381239

46

14

22

34

BOSNA HERSEK’TEN NAĞMELEREmre Çağrı KIZILIRMAK

ÇOK ÖZLERMİŞSİNTuğçe ARICAN

MUTLU MU OLSAK?Emre Çağrı KIZILIRMAK

HAZİRANAybike ULUBAŞ

KIRMIZI KAPLI KİTAPBetül Hanım ŞAHİN

AFFETAhsen KESKİN

GÖÇDerviş

TEVEKKÜL ZAAFITaha aydın

RAFTAKİ MEKTUPH. Kübra KORKMAZ

BİR GÜNAyşe BALCI

PERESTİŞBetül ŞENOL

GÖKYÜZÜHavva ZEMHERİ

BİR KELİMEMerve BEKAR

KUDÜSÖmer Faruk İPEK

BABA’MTaha Yasin YILDIZ

HAZİRAN VE MEZUNİYETNesrullah ÖZÜN

AŞK AYETLERİAhsen KESKİN

MÜFETTİŞİN ZİYARETHüsna & Şifa

EPİLEPSİ VE BESLENMEŞeyma ARMAN

Kadran’da Bu Ay...

Page 4: Haziran 2016

4

Karmaşık düşünceler sarmalındaydı sanki, kulakları sağır eden vapurun sesiyle irkilip kendine geldiğinde, öylece bakındığını farketti güverteden iskeleye, o an ne düşündüğünü sorsanız, cevap veremezdi, veremezdi çünkü kendi de bilmiyordu sürüklendiği hayallerin anlamını.

GÖÇGÖÇGÖÇGÖÇGÖÇGÖÇ-DERVİŞ-

Page 5: Haziran 2016

5

Kadran Dergi | Haziran 2016

Gürültü kendine getirmişti, sakinleşince tekrar iskeledeki insanların yarı telaşlı yarı sakin hallerine daldı. Nereye götürüyor, ne anlatıyordu bu karmaşık dalmalar. Tam bir anlam yüklemeye kalkacakken bu sefer de yolculara çay servisi yapmak için güvertede beliren çaycının tepsiye vuruşuyla geldi kendine. Kimisi bir bardak çayla kendine gelmek isterken, kimisi harekete geçmiş vapurun serinliğinden kaçmak için salonun yolunu tutmuştu. İskele her geçen an küçülürken gözünde, iskeledeki geç kalmış birkaç insanın “ eyvahlar “ dercesine hareketlerine ve bankta bir sonraki sefere razı bekleyenlere takıldı gözleri. Neden bu kadar ilgilendirmişti ki bu basit vapur gezisi kendisini? Boş vermişliğe salmak isterken, keskin bir hamleyle attı kendisini arkaya ve üst güvertede vapurun diğer tarafına doğru ilerlemeye karar verdi, hemen yanlarından bir vapur, az önce ayrıldığı limana doğru ilerliyordu, tekrar duraksadı anlamsızca. Bir şeyleri sorgulamak isteyip de nereden başlamasını bilemeyen insanın ruh hali yansımıştı yüzüne. Kaçıp kurtulmak çareymiş gibi, tekrar adımlamaya başladı güverteyi, zaten karşı kıyıya da az kalmıştı. Telaşlı genç bayanın heyecan ve endişe dolu sesi sardı güverteyi, az önce ayrıldıkları limanda kalmıştı sanırım çantaları, ama artık çok geçti. Heyecan hüzne bırakmış, teselli ve akıl vermelerle rahatlatılmaya çalışan genç bayanın yanından öylece geçip yoluna devam etti. Bir belirsizlik, zihninde bir anafor vardı evet ! Ama nedendi ve nereye varacaktı bilmiyordu. Canını da sıkmaya başlamıştı bu yolculuk. Zihni dağılsın diye kendini dışarı atmıştı oysa bugün. Kendisini bu vapurun güvertesinde bulmuş, fakat bunu hiç planlamamıştı. Güvertenin diğer tarafında ki küpeştelere yaslanmışken , şimdi bunu sorguluyordu. Neden buradayım? burada olmayı ben mi istedim ? Planlanmamış bu yolculukta başıma gelenler neden beni bu kadar etkisi altına alıyor diye düşünürken, kıyıya, karşı iskeleye takıldı tekrar. Yanaştıkları iskelenin neresi olduğunu unuttu bir an. Zihni allak bullaktı artık, ayrıldıkları kıyıda anıları kalmışçasına pişman, geldikleri karşı kıyıda ise belirsizliklerin sürprizi vardı şimdi, iskeledeki hareketlilik gözüne, yükselen sesler kulağına çarpıyordu buğulu ve karmaşık.

Yüreğini hoplatan o sesle bir kere daha irkildi...

Sanki biri, çok güçlü bir ses tonuyla “ ÖLÜM “ diye bağırmıştı...

O da nereden çıktı! bu bildiğin vapur sireniydi, ölüm de nereden çıkmıştı, zihni kendisine ne tür oyunlar oynuyor, yada kendisine ne anlatmak istiyordu? Vapurun o ürperten sesiyle şimdi netleşmeye başlamıştı bir şeyler.

Ayrıldıkları liman, dünyasıydı, ayrılırken sanki oraya ait ve oradan kopartılıyormuşçasına hafiften hüzne boğan kendisini, vapur kabir alemi miydi yoksa, herkesin kendi bilinmez ve derdinde olduğu ? Telaşlı genç kadın, iskelede unuttuğu eşyası için değil de, gözü dünyada kaldığı ve kabir hayatında bunun pişmanlığını mı çekiyordu yoksa ?

Peki bu geldikleri yer de neresiydi ?!

Page 6: Haziran 2016

6

Vapur, iskeleye yanaşmış, kapaklarını indirmiş, ve yolcularına başka seçenek bırakmadan yükünü boşaltı yordu. Hala güverte küpeştesine dayanmış , zihni hezeyanını yaşarken tüylerinin diken diken olduğunu hissetmişti , ve bunun güverte serinliğinden dolayı olmadığını o da biliyordu.

Aklına gelen sadece o kelimeydi!

MAHŞER.

Mahşerde toplanmak zorunda olan insanların üfl enmiş SUR sesiydi belki vapurun sesi, herkes toparlanmış, mahşerin kapısı gibi olan vapurun önünde dizilmiş, sırayla inmeyi beklerken. Donmuşçasına hem olan biteni izliyor hem anlam vermeye çalışırken, kendisinin de inmesi grekti ğini biliyordu. O esnada ilki kadar olmasa da bir siren sesi daha duyuldu. Sesin geldiği yöne, yandaki iskeleye bakınca, başka bir vapur dolusu insan dikkati ni çekti . İçindeki öğrenci yumurcakların olduğu kısma takıldı gözleri.

Bu neydi peki?

İlham gelmişçesine hatı rladı,

Elest bezminden dünyaya ruhsatları çıkmış ruhlardı bunlar...

Kendi haline ve gerçeğine döndü tekrar. İstemese de, üst güverteden aşağı doğru inen merdivenlere yöneldi, dar ve telaşlı insanların bulunduğu merdivenlerden inerken, hala endişeli heyecanı üzerindeydi. Artı k vapuru terk etmeye bir kaç adımı kalmıştı . Ayakları yere basmıyor, adeta havada uçurularak zorla götürülüyor gibi hissetmişti . Hemen o vapurdan uzaklaşmak, ruhunu esir alan bu senaryodan kaçmak istercesine hızlı adımlarla iskeleden uzaklaştı , nispeten sakin trafi ği çabuçak geçti ğinde kendisini karşılayan geniş düzlük biraz rahatlatmıştı ruhunu.

Uzun sürmedi... Tekrar irkildi.

Allahu ekber

Allahu ekber

Eşhedû en lâ ilâhe illallah...

Page 7: Haziran 2016

7

Kadran Dergi | Haziran 2016

Donup kaldı oracıkta... Plansız bir evden çıkış ve vapur gezisi, vapurda olan biten düşünce tufanı, insanın hayat serüveni konusunda çok boyutlu ders miydi yoksa?

Şimdi anlıyordu. Bu âlemi yaratan yaratıcının, kendisini hatırlatması böyleydi belki.

Hiç adeti olmadığı bir şeyi yapmaya karar verdi, ve caminin yolunu tuttu.

Birkaç adım attığında diline o mısralar dokunmuştu.

Artık demir almak günü gelmişse zamandan,Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.

Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.

Biçare gönüller. Ne giden son gemidir bu.Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler.

Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden.Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden YAHYA KEMAL BEYATLI

Page 8: Haziran 2016

8

Bir yazıya başlasan ilk cümlesi ne olurdu? Hangi harfl eri dizerdin yan yana? Seni en çok gizleyen cümleleri nasıl bulurdun? Hangi şairin şiiri daha çok sen olurdu?

Bir mektubu mu okumayı severdin, beklemeyi mi? Yoksa bir mektuba ilham olmak mı daha güzel olurdu senin için ya da bir mektup yazmak mı?

Mektup da nerden çıktı dediğinizi duyar gibiyim. Sahi mektup da nerden çıktı ?

Düşün şimdi. En son ne zaman mektup aldın? Şu içi evrak dosyası dolu olanları demiyorum. “Sevgili dost” ile başlayıp, “Kestane kebap, acele cevap” diye yazılan, sabırla yolu gözlenen, heyecandan zarfı nı bile açamadıklarımızdan.

Sosyal medyanın ve binbir tane uygulamanın yaşamımızın içine girip yerleşmesi ve bizi bir sarmaşık gibi sarmasından sonra mektubun boynu bükük kaldı biraz.

RAFTAKİ MEKTUPRAFTAKİ MEKTUPRAFTAKİ MEKTUPRAFTAKİ MEKTUPRAFTAKİ MEKTUPRAFTAKİ MEKTUP-H. Kübra KORKMAZ-

Page 9: Haziran 2016

9

Kadran Dergi | Haziran 2016

Mektupla ilk tanıştı ğımda 5 yaşındaydım. İsmimin baş harfi ni yazabildiğim dönemler. Amcam askerden kenarları güllü kağıda yazdığı mektuplarda benim nasıl olduğumu soruyormuş. Babam öyle diyordu. Sonra o da okumasını bilmediğim kelimelerle cevap yazardı. Son sayfasına da ben elimi koyardım, küçük parmaklarımın etrafı nda gezdirirdi kalemi. “Yeğenin kocaman oldu.” diye de bir not bırakırdı.

Mektupla ilk temasımız böyle oldu işte. Okumayı öğrenince dedemin şair arkadaşından gelen mektuplarla karşılaştı rdı beni kader. İnci gibi yazısı vardı Şair Osman’ın. Ben de ona özenip kuzenime mektup yazmıştı m bir heves. Sonra hep yazdım. Veda mektupları, tebrik mektupları, özlem dolu mektuplar… Hep farklı illerin farklı sokaklarına. Bursa’ya, Aydın’a, Ankara’ya, Antalya’ya… Rengarenk kağıtları desenli zarfl ara koyarak mesken tutt um postanenin yolunu. Bazen bir haft a sürdü sahibine ulaşması, bazen de acaba kayboldu mu hissi ile ayları buldu.

Mektup yazmanın kıymeti ni hiçbir şeye değişmem ama bir de beklemek var ki hiç sormayın.

Her gün eve dönüşünde kapıdaki banka zarfl arının arasında ismini aramak ve göremediğinde hüsrana uğramak. Sonrasında yine beklemek bir gün, bir haft a daha diyerek. Hiç beklemediğin bir anda ise “Sana mektup gelmiş.” cümlesini duyup havalara uçmak. Sanırım burası yazmanın verdiği keyifl e kıyasıya yarışır.

Biriyle ileti şim kurmanın en uzun, en zahmetli, en değerli yolu bence. Bazı mektuplar var, yazıp yazıp biti remediklerimiz, onlarca sayfayı bulan, her cümlesini çok kez okuyup bir türlü doğru cümleyi seçemediklerimiz, her kelimede acaba yanlış anlaşılır mıyım, eksik kalır mı diye korktuğumuz, göndermeye ne fı rsatı mız ne de cesareti miz olan türden. Onlar da postaneye kavuşamayanlardan oluyor ne yazık ki. Raft aki tozlu bir kitabın arasında yerini alıyor. Günler geçiyor, aylar geliyor, yılı buluyor takvimler ama bu mektuplar adresini bulamıyor bir türlü. O tozlu kitapların arasında sahibini özlüyor her geçen günde.

Gelecek ne geti rir, mektubun izi silinir gider mi bilemiyorum. Lakin kimse mektuba elini sürmese de Milena’ya Mektuplar furyası devam etti kçe adı akılların bir köşesinde kalacak gibi duruyor. Umarım mektup yazmayı, bir mektuba konu olmayı, mektup yolu beklemeyi uzun süre hiçbir şeye değişmem. Ve son olarak bir rica. Postanenin yolunu bilmiyorsanız alın elinize bir kağıt sevdiğiniz birine güzel birkaç satı r yazın. Çünkü sadece sevdiğimiz insanlara güzel mektuplar yazılabiliyor. Ve zaman geçiyor, söylemek istediklerimiz için geç olmadan kaleme sarılın. Sonra da her hatasını kabul edip gönderin. İyi beklemeler.

Page 10: Haziran 2016

10

PERESTİŞPERESTİŞPERESTİŞPERESTİŞPERESTİŞPERESTİŞ-Betül ŞENOL-

Page 11: Haziran 2016

11

Kadran Dergi | Haziran 2016

Yağmur kokulu bahçeler saklı kalbimde. Geceyi içine hapsetmiş umutlar var semasında. Bir hazan yaşıyor en güzel yaz başlarında. Korkak, ürkek mazilerin ti tretmesiyle dikenli bir tel yutuyorum. Boğazımda yırtarcasına payidar bir acı…

Eğilen başımla birlikte gözyaşlarım kulak ardı etti ğim saçlarımın hizasında dökülüyor birer birer. Kalemim muhteris bir divane. Satı rlarda aksetti rdiği tüm hislerin esiri. Düğümlenen kelimelerimin izahı…

Yağmurlarla yıkanmış rüzgarım yönünü değişti riyor aniden. Buzlu camımın arkasındaki manzaraya şahit oluyorum ilk defa. Haddizatı nda hep dinlediğim bir şarkıya ilk defa riti m uydurmuşum gibi, hep seyir halindeymişim de ilk defa gözlerimi açmış gibi. Adeta bir “peresti ş” gönlüm. Göz çeşmem, kuru toprakları bulmuş, incilerim karanlık denizlere saçılmış, kalbim ince nakışla işlenmiş sabrın düğümü şimdi. Nasip kelimesinin her zerresine inanmış ruhaniyeti m. Bir yola gidiş asıl bendeki. Çok fazla gidişatı n en doğrusuna yöneliş. Dikenli teli yuta yuta… Göz çeşmemi kuruta kuruta… Semamdaki yıldızlarımı yaka yaka belki de. En kalabalık sokakların bile tek çıkışı bu yol.

Bu yol bir “peresti ş”.

Page 12: Haziran 2016

Nereye büyüyemeyeceğini bilemeyen ben.

Kendi içinde kendini ararken daha çok bulamamanın kargaşasını yaşayan ben.

Gözlerim nasıl baksın ki görebileyim’in cevabını ararken buluyorum kendimi her geçen gün. İçimdeki hangi duyguların azlığından ya da hangi duygu fazlalığından bulamıyorum kendimi, bilmiyorum. Cevapları bulmaya ömrüm yeter mi? O da bir bilinmezliğim oluyor. Diyorum ki, binlerce soruma cevap yerine tek bir kelime arasam ve bulsam. Tüm sorularıma tek kelimelik bir cevap versem. Kendime yar etti ğim, rengimle boyadığım, kokumu kattı ğım bir kelimem olsa.

Olmalı herkesin böylesi kendini, kendinden iyi tanıtan bir kelimesi. Benliğini vermeli ona. Kendinde bulunan her şeyi feda etmeli onun uğrunda. İçindeki tüm dünyaları ona sığdırsa. Hem hüznü olsa, hem neşe kaynağı. Hatrına düştüğünde hem tebessüm etti rse, hem gözlerini doldursa. Ve hiç tükenmese derinliği. Sonsuz bir sözcük olsa. İnsan keşke sonsuz bir sözcüğün peşinden koşsa.

Hayatı n tam içinde bulunmak yerine bu sabah kıyıdan baksak insanlara. Hayatı n kıyısında roman okuyor gibi okumaya başlayalım gördüğümüz ne varsa. Gözlerimiz çocuklara değdiği vakit durduralım zamanı ve arda kalan yıllarımıza gidelim. İlk yolculuklarımıza, en dokunaklı anlarımıza, zarif eylemlerimize bakıp kendimizi bulma çabamız içerisindeki soruların cevabını ararken, aradığımız kelimemizi de bulma umudumuz olsa. Çocukluğuma bakarken Necip Fazıl dökülse dilimden;”Çocukken haft alar bana asır\ derken saat oldu\ derken saniye…” Gözlerimin önünden geçip giderken çocukluğum, ben aradığım kelimemi bulamamanın hüznü içinde boğulmaktan kaçsam. Kitap rafl arında arasam kelimemi. Sevdiğim bir kitap;

“Sevgili Kardeşim,

Müşfi k bakabilelim dünyaya,

Merhameti büyütelim,

Kollarımız öyle uzun açılsın ki

Kuşatsın yedi cihanı

Ve bütün acılara merhem olacak

Sözlerimiz bulunsun dağarcığımızda.”

BİR KELİMEBİR KELİMEBİR KELİMEBİR KELİMEBİR KELİMEBİR KELİME-Merve BEKAR-

12

Page 13: Haziran 2016

13

Kadran Dergi | Haziran 2016

Diye bir kelime dizisi sunsa bana. Bir kısım sorularımın cevaplarını bulduğuma sevinmek yerine, kelimemin peşine düşsem. Tüm duygularımızı, yaşanmışlıklarımızı bir yana bırakıp kelimemizin keşfi ne çıksak. Dünyanın bütün güzelliklerini onunla kucaklayıp, tüm kötülükleri içine bastı rıp yok etsek.

Ben hala kelimemin keşif yollarında, yol kaybetmekle mükellefi m. Hala bulamadım. Sadece tanımlayabiliyorum. Ama harfl ere konduramıyorum.

“Orkide zarifl iğinde,

Mavinin huzuru

Pembe masumiyeti ,

Sarının neşesi ölçüsünde

Bir düş bahçesi.

İçinde kızıl bulut türküsü,

Savrulan yaprak hışırtı sında

Duyulan ayak seslerini barındıran

Yollarında kuş cıvıltı ları,

Kucaklıyor dünyayı.

Bir kez daha.”

Page 14: Haziran 2016

HAZİRAN VE MEZUNİYETHAZİRAN VE MEZUNİYETHAZİRAN VE MEZUNİYETHAZİRAN VE MEZUNİYETHAZİRAN VE MEZUNİYETHAZİRAN VE MEZUNİYET-Nesrullah ÖZÜN-

14

Page 15: Haziran 2016

15

Kadran Dergi | Haziran 2016

Haziran’ın herkes için ayrı bir mânâsı var. Kimine yazlık-yayla, kimine tatil, sınav, sıcak, futbol severlere Avrupa Kupası veya bu yıl için Ramazan/oruç vs. ama benim ve son sınıf öğrencileri için ayrı bir anlamı daha var ki; o da “Mezuniyet” yani hayatın yeni bir safhasına adım atmanın heyecanlı zaman dilimleri... İşte tüm bu düşüncelerle birlikte bu yazıyı “Bitirme Tezimi” teslim etmenin arefesinde yazmıştım, “Yarın tezin fotoğrafını çekip paylaşacağım ama ne yazsam açıklama kısmına?” diye düşünürken. Sonra okuyan her öğrencinin satır aralarında, en az bir cümlesinde kendisini bulabileceği bir şeyler yazayım dedim. Son demlerini yaşayan “Bir Üniversitelinin Mezuniyet Denemesi” niyetiyle “Aldım kalemi elime” demek isterdim ama mâlum teknoloji çağı. Klavyeyi yaklaştırdım parmaklarıma...

Evet, Tez Fotoğrafını paylaşmayanı mezun etmeyeceklermiş gibi bir hava vardır sanki değil mi? Eee ne de olsa diplomadan sonra 5 yıl okumanın en havalı kısmı. Tabi bir de mezuniyet var. Her neyse… Biz de geldik yolun sonuna, daha doğrusu “bir yolun daha sonuna” sırada yeni yollar, belki engeller ya da farklı farklı dönemeçler var. Böyle böyle biter ömür denen en uzun yol.

Her son sınıf öğrencisi gibi benim de aklıma hazırlık sınıfı yılı geliyor, hatta daha öncesi; 6-7 Eylül Kayıt günü ve heyecanı… Sonra “Burdan Şehir Merkezi’ne (Konak) nasıl gideriz abi?” diye sorduğumuz, “Otobüs Kartı (eshot)” çıkana kadar da yürüdüğümüz, kestirme yollar aradığımız, biter mi bu 5 yıl dediğimiz günler... Bir de şehre alışmaya çalışırken, kendimizi yalnız hissetmeyelim diye çabalayan hazırlık sınıfı hocalarımız (bu arada üst sınıfa geçince sizi unutmadık, sadece yoğundu biraz dersler, o yüzden pek uğramadık) vee yeni tanıştığımız dostlarımız... Evet bitti o günler, geçmez dediğimiz o uzun yıllar. Şimdi geldi vakti ayrılmanın, ömrümüzün bir parçasından. Değer biçilemeyecek günlerimizden, her biri eşsiz anılarımızından...

Bu güzel günleri unutmayalım olur mu dostlar?

Sahi ya, nasıl unutabiliriz ki bu günleri? Bazen bitmesin istediğimiz keyifli dersleri, 12:55’te gidince “Daha mesai başlamadı.” diyen Öğrenci İşlerini, vize ve finalleri, büte bırakan Hocaları, sanki hiç öğrenci olmamış “Sniper” Asistanları, not vermeyen arkadaşları, kopya veren dostları, imza atan kankaları, güldüğümüz yılları, bu özel insanları ve daha nice güzel hatıraları...

Ne yaparsın? Bitiyor elinde küçük bir çantayla geldiğin ama valizlere sığmayacak hatıralarla döneceğin koca 4/5 yıl... Dile kolay.

Haa bir de Fakültesinden sürekli şikayet eden arkadaşlar, size de birkaç şey deyip bitireyim; şu ara son sınıflarla muhabbet edin isterseniz ya da geçen sene mezun olan tanıdıklarınızla. Onlar ne diyor bakalım, bu günlere dönmek istiyorlar mı? Belki bugünlerinizin kıymetini bilmenize yardımcı olur?

“Kalanlara selâm olsun.”

Page 16: Haziran 2016

16

EPİLEPSİ VE BESLENMEEPİLEPSİ VE BESLENMEEPİLEPSİ VE BESLENMEEPİLEPSİ VE BESLENMEEPİLEPSİ VE BESLENMEEPİLEPSİ VE BESLENME-Şeyma ARMAN-

Page 17: Haziran 2016

17

Kadran Dergi | Haziran 2016

EPİLEPSİ TEDAVİSİNDE ‘’KETOJENİK DİYET’’ UYGULAMASI

Eskilerden gelen ancak son dönemde adını sıkça duyduğumuz ketojenik diyetin, epilepsi hastalığı ile etkileşimini, olumlu ve olumsuz etkilerini sizler için bir araya getirdik. Öncelikle epilepsi hastalığını kısaca tanıyarak başlayalım.

EPİLEPSİ NEDİR ?

Epilepsi, özellikle çocuklarda yetişkinlere nazaran daha sık görülen bir merkezi sinir sistemi bozukluğudur. Şiddetli ve ani nöbetlerle periyodik olarak görülür. Hastalık kendini bilinç kaybı ile belli eder, ancak nöbetler dışında epileptik hastaların sağlıklı bireylerle herhangi bir farkı yoktur.

NEDEN KETOJENİK DİYET ?

Hipokrat zamanından günümüze kadar epilepsi tedavisinde çeşitli diyetler uygulanmıştır, ancak bu konuda en etkili diyetin ketojenik diyet olduğu gözlemlenmiştir.

Henüz ilaçla tedavi yöntemleri geliştirilmeden önce epilepsi tedavisinde yüksek yağ içeren, ketozisi ilerleten diyetler uygulanmıştır. Bugün ise bu diyetlerin yanında antikolvülsant ilaçlarında kullanıldığı bir tedavi planı izlenmektedir. Ancak gerek kullanılan ilaçlardan, gerekse düşük karbonhidratlı beslenmeden kaynaklanan bazı mikro besin öğelerinin eksikliği görülmektedir. Bu eksiklikler doktor ve diyetisyen tarafından yaşa ve ihtiyaca uygun tabletler ile giderilir. Kullanılan tabletler karbonhidrat içerdiğinden dolayı, kesinlikle bir uzmana danışılarak alınması çok önemlidir.

Ketojenik diyet, genellikle okul öncesi ve ilkokul dönemi çocuklarda hafif epilepsi nöbetlerini kontrol etmede en etkili yoldur. Bunun yanında ketojenik diyet son dönemlerde ilaçlara karşı dirençli epilepsi hastalarının tedavisinde de ilk sıralarda tercih edilmektedir.

Ancak diyetin yüksek oranda yağ içermesi diyetin uygulanmasını zorlaştırmaktadır. Diyet uygulanırken ortaya çıkan diğer zorluklar ise diyette kullanılacak besinlerin titizlikle tartılması, menü planlamasının dikkatli bir şekilde yapılması ve sürekli kontrol edilmesidir.

KETOJENİK DİYET NEDİR VE NASIL UYGULANIR ?

Öncelikle her hastanın diyet listesinin bireysel olarak hazırlanması büyük önem taşımaktadır.Ketojenik diyet yüksek oranda yağ, düşük oranlarda protein ve karbonhidrat içeren bir beslenme düzenidir. Ketojenik diyet tedavisinin başlangıcında hastanın hastaneye yatırılarak izlenmesi gerekmektedir, çünkü öncelikle hastanın 24-48 saat süreyle aç bırakılması(sadece su alımı vardır) ve yaklaşık 6 saat aralıklarla kan şekeri kontrolü yapılması gerekmektedir. Ayrıca hastanedeki süreçte anne ve babaya bu konu hakkındaki gerekli eğitimler verilmeli, gerekli davranışlar gözlemlenmeli ve gerekirse uygun olmayan değiştirilmelidir.

Page 18: Haziran 2016

18

Ketojenik diyeti n iki temel prensibi vardır:

• Yüksek yağ oranı ile ketozisi sağlamak ve bunu devam etti rmek.• Düşük karbonhidrat içeriği ile kandaki yükselmiş insülin düzeyini ve glikoz düzeyini düşürmek.

Ketojenik diyett e alınan besinlerin miktarları çok önemlidir, bu miktarların dikkatli bir şekilde hesaplaması gerekir. Özellikle yüksek yağ oranının olmasından dolayı diyeti n uygulanmasındaki aksaklıklar göz önüne alınarak sürekli takibi sağlanmalıdır.

Tüketi lmesi gereken yüksek yağ oranına ulaşmak için kullanılacak yağların sağlıklı yağlar olması çok önemlidir. Yani doymuş(katı yağ, margarin vb) yağlar daha az tüketi lirken, doymamış (sıvı yağlar) yağlar daha fazla tüketi lmelidir. Kullanılacak yağlar bir uzmana(doktor veya diyeti syene) danışılarak tüketi lmelidir.

Diyett e kullanılabilecek değişim listeleri

• Et, meyve, yağ, krema• Peynir, meyve, yağ, krema• Yumurta, meyve, yağ, krema• Et, sebze, yağ, krema• Peynir, sebze, yağ, krema• Yumurta, sebze, yağ, kremaHastaya mayonez, kaymak, krema gibi besinler sınırlı karbonhidrat ve protein içeren besinlerle birlikte verilebilir. Ayrıca sebze yemekleri pişirildikten sonra suları süzülerek verilmelidir.

KETOJENİK DİYETİN OLUMLU ETKİLERİ NELERDİR ?

Dirençli epilepsi hastalarının yarısının nöbet sayılarında azalma ve %15’inin ise tam nöbet kontrolü bildirilmişti r.Karbonhidrat metabolizması kaynaklı nöbet uyarımını engeller.Beyin metabolizmasını dengeler.Nöbet uyarıcı mekanizmaları dengeler.Beyne ulaşan keton cisimleri sayesinde beyinde oluşan yüksek enerji daha hızlı ve etkin düşünmeyi sağlar, dikkati arttı rır.Kullanılan sağlıklı yağlar sayesinde kötü kolesterol olarak bilinen LDL seviyesi azalırken, iyi kolesterol olarak bilinen HDL seviyesi yükselir. Yani uzun vadede kalp damar hastalıklarına yakalanma riski azalır.

Page 19: Haziran 2016

19

Kadran Dergi | Haziran 2016

KETOJENİK DİYETİN KOMPLİKASYONLARI VE DEZAVANTAJLARI NELERDİR ?

Akut ve kronik dönem olmak üzere iki farklı zamanda yan etkileri gözlemlenir.

Ketojenik diyet tedavisinin akut dönemde potansiyel yan etkileri

• Yorgunluk • Konsti pasyon(kabızlık)• Besin reddi• Nöbet sıklığında artı ş• Asidozis• Hipoglisemi• Refl ü• Artmış ketozis• kusma

Ketojenik diyet tedavisinin kronik dönemde potansiyel yan etkileri

• Sekonder karniti n eksikliği• D vitamini eksikliği• Vücut ağırlığı kaybı• Büyüme geriliği• Kemik mineral yoğunluğunda azalma• Kemik kırıkları• Dislipidemi• Böbrek taşı

Bu diyet tedavisi bütün epilepsi ti plerinde etkili değildir.Uygulanacak hastanı yaşı önemlidir. Erişkin bireylerde uygulanması önerilmemektedir.Yüksek yağ içeriğinde dolayı diyete uyumda sorunlar yaşanabilir.Düşük karbonhidrat içeriğinden dolayı bazı mikro besin öğelerinin eksikliği oluşabilir. Bunlar ti amin, folat, pantotenik asit, kalsiyum, fosfor, demir, D vitamini ve iz mimerallerdir.Besinler ti ti zlikle tartı lmalıdır ve sürekli diyet kontrolü yapılmalıdır.İyi bir ekip çalışması ve ailenin sağlık personeli ile sürekli ileti şim içinde olması gerekir.

Page 20: Haziran 2016

BULUT MU OLSAK?BULUT MU OLSAK?BULUT MU OLSAK?BULUT MU OLSAK?BULUT MU OLSAK?BULUT MU OLSAK?-Emre Çağrı KIZILIRMAK-

20

Page 21: Haziran 2016

21

Kadran Dergi | Haziran 2016

Hiç bulut olmayı düşündün mü aziz okuyucu? Şimdi nereden çıktı bu soru, bu nasıl bir hayal gücüdür dediğini duyar gibiyim. Ama bir düşün; gökyüzünde nazlı nazlı salınıyorsun, kimi zaman yağmur olup temizliyorsun içindeki kiri pası, kimi zaman şimşek olup atıyorsun öfkeni, kimi zamanda yıldırım olup kendinle beraber başkalarını da ateşe veriyorsun ve işte o zaman yakıyorsun içindeki gemileri...

İstediğin, özlediğin her kim varsa, belki çok uzakta dahi olsan görebiliyorsun ve rüzgar sana onun kokusunu getiriyor. Düşünsene milyarlarca koku arasından onun kokusunu alabiliyorsun. Çünkü onun kokusu kimseye benzemez azizim. Bir bebek nasıl tanıyor değil mi annesinin kokusunu, nasıl da ayırt edebiliyor onca koku içersinden ona güven veren anne kokusunu? Ne büyük bir mucize değil mi aziz okuyucu? İşte bir bulut olsak göklerde, rüzgarın getirdiği o milyonlarca koku içerisinden kimin kokusunu duymak istiyorsak, kimin kokusunu çekmek istiyorsak ciğerlerimize rüzgar bize o kokuyu getirir. Sen iste yeter ki azizim, rüzgar sana kokusunu şimdi bile getirir. Sen yeter ki o kokuyu içine çekmek iste...

Mesela rüzgar ne yöne eserse sende o yöne doğru yolculuğa çıkarsın. Valiz derdin bile olmaz. Tatildesin ve ne giyineceğim derdi yok zira gökyüzünde ne giyindiğinin önemi yok. Gittiğin her gök kubbeden bir parçaya sahip olabilirsin bu sayede. Her notadan şarkılar çalan kendine has bir müzik kasetine sahip olabilirsin. Hem de gökyüzünde kimse neden yüksek sesle şarkı dinlediğine, o şarkılara nasıl ve ne şekilde eşlik ettiğine dahi karışmaz. Zira ruhun en özgür olduğu mekan gökyüzüdür asil dostum. Bir kartal ne kadar özgür ise gökyüzünde, eğer bir bulut olursak, ondan daha özgür olabiliriz.

Şimdi işin en güzel yanına geldik azizim. Bir çocuğun hayalinde hiç bitmeyen pamuk şeker olmak... Küçük bir çocukken toprağa uzanıp bulutlara bakardım. Sonsuz bir pamuk şeker zannederdim bulutları. Her zaman bir gün bu bitmeyeceğini zannettiğim pamuk şekerden yemek isterdim. Uçağın camını açıp bir lokma dahi olsa yiyecektim o pamuk şekerden. Ne zaman ki bulutların pamuk şekerden yapılmadığını öğrendim, işte o zaman büyüdüm azizim. İşte o zaman hayal kurmayı unuttum. Hayal kurmayı unuttuk be aziz okuyucu... Oysa ne güzeldi o pamuk şekerin pembesi gibi hayaller kurduğumuz günler? Asıl konuya gelelim, masum bir çocuğun hayalinde olmaktan daha güzel ne var bu kainatta? Çocuk ne kadar masum ise azizim, işte bizde o kadar masum oluruz. Kim masum olmak, masumiyetine yeniden kavuşmak istemez?

Gel hadi aziz dostum. Kurtulalım, sıyrılalım şu karmaşık hayattan ve gökyüzünde bulut olalım. Belki o zaman aradığımız huzura ve mutluluğa, kokusunu özlediklerimizin kokusunu duyabilir, gönlümüzde kopan fırtınaları dindirebilir ve en önemlisi bir çocuğun hayali olup büyüdükçe kaybettiğimiz masumiyetimize kavuşabiliriz. Belki bir bulut olursak insan olmanın asıl mahiyetine erişebilir, nasıl insan olunur öğreniriz. Ululardan olmayız ama insan gibi insan olabiliriz bir buluttan öte...

Page 22: Haziran 2016

AŞK AYETLERİAŞK AYETLERİAŞK AYETLERİAŞK AYETLERİAŞK AYETLERİAŞK AYETLERİ

-Ahsen KEKSİN-

Bir erkek bir kadını ne kadar sever ve ne kadar benliğinde taşır?Veya bir kadın bir erkeği ne kadar belleğinde taşır ki? Hele birbirlerini hiç görmemişlerse yani görmeden

sevenlerdense...Nil Mısır’a aşık Mısır’a sevdalı. Dönem dönem taşar Nil, yürek dolusu sevgisiyle köpürür haykırır adeta...

Aç kollarını Ey Mısır, bas beni de bağrına, sar kollarınla! Dola boynuna... Dayanamıyorum yokluğuna dayanamıyorum anlasana... Sana bu kadar yakınken sana dokunamayışıma dayanamıyorum Ey Mısır...

Kalbi olan herkes sever sevilir, sevmelidir de aynı zamanda... Ama sorar kendine gecenin yalnızlıklarında, “Acaba ruh ikizim şu an nerede, ne yapıyor, ne yiyor, ne içiyor? Kahverengi gözleri uykuya mı kapalı yoksa o da uzaklara dikip hayat dolu gözler ile beni mi bekliyor uzaklar da? Sen kimsin, neredesin seninle olduğum kadar benimle misin..? Seni iff etimle namusumla beklerken, sen de aynı güzellikler içinde yollarda mısın Ey Sevgili?”

Geceleri uykularınızı kaçıran kabuslar da onun kalbimize dokunduğunu hissederek sizde rahatlıyor musunuz?Allah’ın sizin için seçtiği eşiniz şu an nerede, uzakta mı, yakında mı .?Hayalini gözlerinizin önünde canlandırırken bile kalp ritimleriniz artar ya hani.. Bir el gelip dokunur da

kendinize gelirsiniz ya hani, o elin sahibi O mu, acaba o kadar yakın mı yoksa Aman Allah’ım!!

22

Page 23: Haziran 2016

23

Kadran Dergi | Haziran 2016

Ahh Sevgili! Ahh ruh eşim, sen nerelerdesin?Evet tam bu soruların cevabını bulabileceğiniz bir film öneriyorum.Sizlere... “Aşk Ayetleri” veya orijinal adı ile “Ayat Ayat Cinta “.Habiburrahman El Shirazy’nin en çok satan meşhur romanından perdeye aktarılan ve yönetmenliğini Hanung

Bramantyo’nun yaptığı film, 11 Eylül saldırılarından sonra terörle İslam arasında bağ kurulmaya çalışılması nedeniyle İslam’ın fedakârlık, sevgi ve sabra dayalı gerçek yüzünü göstermeyi amaçlıyor.

Mısır’ın ünlü İslami El Ezher Üniversitesi’nden mezun Fahri Abdullah Sıddık adlı bir öğrencinin aşk gibi yaşamın en çetrefilli problemini İslami öğretiler yoluyla aşmaya çalışmasını konu alan film, İslam’ın kadınlara yaklaşımı ve çok eşli evlilikler gibi hassas konulara değiniyor. Fakir bir ailenin çocuğu olan Endonezyalı bir gencin(Fahri) kazandığı bursla geldiği Mısır’ın El Ezher Üniversitesi’nde başarılarıyla çevresindeki bayanların ilgisini çekmesi ve onların paylaşamadığı biri haline gelmesi anlatılıyor filmde. Mısırda yaşayan Müslüman ve Hristiyan ailelerin kızlarının yanında, Amerikalı ve Almanyalı kadınların ilgisi de Fahri’nin üzerinde. Fahri ise bu durumu sadece Telakki derslerinin hocası ve bir anlamda Şeyhi olan kişiyle paylaşmaktadır.

Fahri’nin ağzından olayların cereyan edişine göre İslam’da flörtün uygun olmadığı, yabancılara karşı ülkelerine iyi amaçlar için geldikleri takdirde hiçbir zarar verilmemesi gerektiği, mazlumlara ne şart altında olursa olsun yardım edilmesi gerektiği vurgulanıyor filmin muhtelif sahnelerinde.

Almanya vatandaşı olan Müslüman zengin bir ailenin kızıyla, kendi isteğiyle evlenen Fahri’nin, kendisine ilgi duyan diğer bayanların kıskançlıklarına yenik düşerek bir anda tecavüz iftirasıyla Fahri’yi hapse düşürmeleri ve Fahri’nin Mısır hapishanesinde geçirdiği zamanın Hz. Yusuf kıssasına benzetilmiş olması ise oldukça ustaca ve başarılı. Filmde İslam’ın kadına bakış açısı birkaç yönüyle vurgulanıyor. İslam’da kadının alçaltılmadığı ona cennetin ayakları altına serileceğinin müjdelendiği belirtiliyor. Filmi izleyen insan gayrimüslim ise onun Müslümanlara bakış açısını kitlesel hedeften bireysele kaydırmayı hedefliyor. Yani “Birkaç kişinin yaptığı hatalarla bütün bir din ve o dinin mensupları asla eleştirilmemelidir.” deniliyor.

Filmi izleyen bir Müslüman ise onu da birçok yönden eğitiyor. Güncel hayatımızı etkilemesi gereken ayetleri, hadisleri yorumlarıyla birlikte hatırlatarak taklitletten ziyade düşünerek hareket etmeyi, işin derinine nüfuz etmeyi öğütlüyor. Ayrıca filmin; Endonezya’da 1997 yılında vizyona girdiği, hasılat rekorları kıran “Titanic” filminin izleyici açısından tahtını salladı ve Aşk Ayetleri, Endonezya’nın Oscar’ı sayılan Citra Ödülleri’ne iki dalda hak kazandı.

‘’ Nazik kalpli bir adama...

Uzun zamandır acıdan başka bir şey tatmadım.Acı çekerek kararmıştım.Allah’tan başka kalbimde kimse yoktu.Ama sen nurunla geldin.Sana yakın olmak istiyorum....öptüğün bir alnım...sildiğin gözyaşlarım olsun istiyorum...Her zaman senin nurunun özlemini duyan birinden. ‘’

Yapımı: 2008 - EndonezyaTür: Dram, RomantikYönetmen: Hanung BramantyoOyuncular: Fedy Nuril, Oka Antara, Rianti Cartwright, Carissa Putri, Zaskia Adya MeccaSenaryo: Habiburrahman El Shirazy

Page 24: Haziran 2016

HAZİRANHAZİRANHAZİRANHAZİRANHAZİRANHAZİRAN-Aybike ULUBAŞ-

24

Page 25: Haziran 2016

25

Kadran Dergi | Haziran 2016

Çoğunuz bir vapurda seyahat etmişsinizdir. Kışın ellerinizi keser denizin soğuğu, yazınsa tüm bunaltı cı sıcağa inat yüzünüze üfl er serinliğini. Ben İstanbul dışında başka yerde vapura binmedim. Ülkemin çoğu denizini henüz göremedim. O yüzden size satı rlarımda anlattı ğım vapur ya Kadıköy-Beşiktaş vapuru ya Üsküdar-Eminönü vapurudur. Tam da bu yüzden vapurun arka tarafı ndaki al bayrağımla beraber gözümün önüne geride bıraktı ğım yakanın karmaşası geliyor. Ben aslen Anadolu çocuğuyum. Annem doğunun en mübarek şehirlerinden Erzurum’un bir köyünde, babam ise İç Anadolu’nun en üretken yerlerinden olan sanayi şehri Kayseri’de dünyaya gelmiş. Fakat ne garipti r ki ben de Avrupa’nın en büyük ülkelerinden biri olan Almanya’nın Düsseldorf şehrinde… Çocukluğumu geçirdiğim şehir Kayseri, kendimi tanımaya başladığım şehir ise İstanbul. Bu satı rları ise Kayseri’den yazıyorum. Ve niye bilmiyorum son zamanlarda kendimi Egeli hissediyorum. Sanırım zeyti nyağlı yaprak sarmasına olan düşkünlüğümden. Neden bunları anlattı ğımı merak edebilirsiniz, söyleyeyim. Bunca karmaşa arasında bazen kaçıp gidesim geliyor. Kendime sığınacak bunca mekan arasında bir şehir bir yer bulamıyorum. Yine de nereye bilmesem bile inatla gitmek isti yorum. Ama bu isteğimi tam olarak deniz havası yüzüme vurduğunda unutuyorum. Diyorum ki, öyle bir yerde yaşamalıyım ki mavinin her tonuna şahit olayım. Öğle vakti neminden bunaltan, akşam ise tatlı tatlı esip üşüten bir denizim olsun. Evimin önünde kumsalım olsun. Yalın ayak saatlerce yürüyeyim. Bir teknem olsun uçsuz bucaksız açılayım sularda. Tam da böyle bir nebze olsun hayal de bile olsa huzuru tadacağım anda yüreğime kaya gibi düşüyor hüzünler. Bir anda yutkunamaz hale geliyorum. Diyorum ki, özgür olmadığım yerde bırak denizi, ekmeği dahi görmez gözüm. Düşünceme vurulan prangaları çözmedikçe yürüyemem o kumsallarda. Akşam serinliği çöktüğünde huzurla sarılamam sırtı mdaki şala. Böyle içim daraldıkça kendimi yine kendim telkin ediyorum.

Bak diyorum,

Öyle ya da böyle,

Elbet bir gün yine özgürlük gelecek vatanıma.

İşte o zaman gör sen vapurları,

O zaman koş uçsuz bucaksız kumsallarda

O zaman duy denizin kokusunu.

Ama hele biraz daha sabret, biraz daha sık dişini,

Hele dur daha Haziran gelecek.

Page 26: Haziran 2016

Evinin yarım saat ötesin de ki tarla da bu yılın mahsullerini topluyordu. Çok bir ürün vermemişti ama hayıfl anmıyordu çok şükür diyordu çok şükür. Birden birkaç adamın ona doğru koştuğunu gördüm bunlardan biri köyün İmamı Cafer hocaydı. Cafer hoca küçüklüğünden beri bu köydeydi. Bura da doğmuş tahsilini yapmak için bir süre dışarı gitmiş daha sonra köyüne vefa borcunu ödemek için tekrar hocalık yapmaya gelmişti . Diğeri ise köye haft a bir kere ya da iki kere uğrayan neredeyse köyün yerlisi haline gelmiş olan seyyar bakkal Mehmet ustaydı. Ahmet amcanın yanına geldikten sonra biraz soluklanarak bir şeyleri hızlı hızlı anlatmaya başladılar. Daha sonra hızlıca Ahmet amcanın evine doğru gitmeye başladılar arkadan Mehmet usta hocam sizde gelin diyordu. Ben de dibine uzandığım meşe ağacının altı ndan hızlıca doğruldum ve yerde ki kitabımı da elime alarak onlarla beraber hareket etmeye başladım. O arada Mehmet usta olayı bana anlatı yordu hızlı ve dilinde ki küçüklükten kalma bir problemden dolayı kekeleyerek. Ahmet amcanın evine hırsız girmişti . Ahmet amca merdivenleri yaşına rağmen koşar adımlarla çıkıyordu. Belki de yaşadığı endişe ayaklarına bu gücü vermişti . Neden bu kadar telaşlanmıştı ki. Belki de sağda solda birikti rdiği bir sermayesi vardı da onun telaşına düşmüştü. Meraklı bir biçimde aşağıda bir sağa bir sola volta atarak bir elim sağ cebimde duruyor diğer elim ise ayaklarımla uyum sağlayarak hareket ediyordu. Daha fazla dayanamayacaktı m en iyisi yukarı Ahmet amcanın yanına çıkmaktı . Tam kararımı vermiş merdivenlere doğru yönelmişken Ahmet amcanın çok eski olduğundan dolayı sürekli gıcırdayan merdivenlerden gelen ayak seslerini duydum. Omuzları koşarak çıktı ğı zamankine göre daha dik duruyordu. Yüzünde ki her biri bir anıya denk gelen asırlık çizgiler ise gülümsemesinden neredeyse kaybolmuştu. “Ohh Evlat” diyordu çok şükür almamışlar yerli yerin de duruyordu kapağına bile dokunmamışlar diyordu. O bunları söylerken benim gözüm Ahmet amcanın siyah ceketi nin üstünde ki göğsüne sıkı sıkı bastı rdığı kırmızı kitap da idi. İlahi Ahmet amca dedim bunun için miydi bütün telaşın ben de sağ da sol da bir birikmişin var da onun için telaş yapıyorsun sandım dedim. Birden bire o gülen yüzünün yerini çatı k kaşlar ve öfk eyle bakan gözler aldı. “Bre evlat” dedi sen ne zaman benim para için gönlümü daralttı ğımı gördün hangi para benim bu hazinemin yerini tutar dedi ve o sinirle hırsızın zorlayarak açtı ğı kırık kapıdan arkasına bile bakmadan gitti . Ahmet amcadan böyle bir tepkiyle karşılaşacağımı hiç düşünmemişti m. Kime kızacaktı m ben şimdi kendi yapmış olduğu hadsizliğe mi yoksa Ahmet amcanın beni dinlemeyişine mi? Bir kırmızı kitap neden bu kadar önemliydi bir kitap için bir insan kalbi kırmaya değer miydi?

KIRMIZI KAPLI KİTAPKIRMIZI KAPLI KİTAPKIRMIZI KAPLI KİTAPKIRMIZI KAPLI KİTAPKIRMIZI KAPLI KİTAPKIRMIZI KAPLI KİTAP-Betül Hanım ŞAHİN-

26

Page 27: Haziran 2016

Aradan iki üç gün geçmişti . Ahmet amcanın o bakışları gözümün önünden gitmiyordu. Nasıl aff etti rebilirdim kendimi bilmiyordum. Odam da bunları düşünürken birden gözüme saat ilişti . Akşam ezanı yaklaşıyordu. Köyde genelde vakit namazlarını da cemaatle kılınmaya dikkat edilirdi. Bir uzandığım yatağımdan doğruldum abdesti mi aldım dolapta tek ütülü kalan gömleğimi de giyip hızlı adımlarla camiye doğru ilerlemeye başladım. Köy küçük bir yerdi zaten aynı insanla gün içerisin de birkaç defa karşılaşabilirdin bu ihti malleri göz önün de bulundurarak gözlerim sürekli Ahmet amcayı arıyordu. Ama hiçbir yerde yoktu. Bu gönül burukluğuyla camiye girdim ve namazı kıldıktan sonra yine cami avlusun da gözlerim Ahmet amcayı aramaya başladı. İşte oradaydı. Kalbim sıkışmaya başladı nasıl yanına gidecekti m nasıl helallik isteyecekti m bilmiyordum. Kendi kendime cesaretlendirerek en sonun da konuşmaya karar verdim. Etrafı n da toplu olan kalabalığın yanına ilişerek önüne doğru geldim. Bir şeyler anlatı yordu elinde yine o kırmızı kitap vardı. Öyle bir anlatı yordu ki insanın kendini kaptı rıp gitmemesi mümkün değildi. Konuşmasını biti rene kadar ben de etrafı ndaki cemaatle onu dinlemeye başladım. Söyleyecekleri bitti kten sonra herkes dağıldı ve Ahmet amcayla baş başa kaldık. Biraz buruk bir sesle Ahmet amca dedim. O şefk at dolu gözler bana bakıyordu. Bir şey dememe gerek yoktu aslında o çoktan aff etmişti beni. Gel evlat dedi otur şöyle yanıma. Dediklerini harfi yen yapmaya çalışıyordum. Dinle dedi görüyor musun bunu? O arada elinde ki kırmızı kitabı gösteriyordu. Bu kitabı zamanın da buraya gelen bir alim zaat verdi bana oku dedi sadece oku. O zamanlar ufak tefek bir okumam vardı dili biraz zorlasa da sürekli okudum birkaç kere okudum. Bir gün bu âlim zaat benim rüyama girdi ve bana dedi ki kalbinle oku beyninle idrak et ve dilinle yay. İşte o zaman meseleyi anlamıştı m. Tekrar açtı m kitabı bu sefer farklı anlamlar arayarak okudum. Her okuduğum da ayrı bir lezzet ayrı bir tat ayrı bir ilim aldım. Anladım ki elim de koskoca bir ilim deryası var. Artı k ilmimin zekâtı nı verme zamanı gelmişti . Aldım bohçamı elime köy köy kasaba kasaba dolaşıp ne öğrendiysem anlatmaya başladım. İyi kötü demeden herkese gönlümü açtı m derdimi anlattı m dedi. Daha sonra uzaklara uzun uzun bakarak bilmem kaç kişiyi Rabbim’e yönlendirdi bu kitap dedi. Öyle bir bakıyordu ki göğe gözleri arşı deliyordu. Ne büyük nimetmiş meğer bu kitap utancımdan yerin dibine girmek isti yordum ağzımı açıp tek kelime söyleyemiyordum içim parça parça oluyordu. Ah keşke o kitaba bir kere dokunabilseydim dedim içimden. Birden bire Ahmet amca yanıma doğru geldi ve kitabı elime bıraktı sonra bana bakarak “Bizden geçti evlat” dedi. Artı k okuma sırası sen de sakın ola sırayı unutma dedi. Önce oku sonra kalbinle oku ve en son dilinle yay dedi. Elim ayağım ti triyordu. Başımdan aşağı terler boşalıyordu nasıl yani ben mi yapacaktı m. Ahmet amca tekrar konuşmaya başladı bak Evlat dedi bu yol hayır yoludur. İlim yoldur. Fedakârlık yoludur. Unutma dedi bu yol sana hayır kapılarını açacak ve ekledi sakın unutma

Bismillah her hayrın başıdır.

27

Kadran Dergi | Haziran 2016

Page 28: Haziran 2016

-Ahsen KESKİN-

28

Page 29: Haziran 2016

Uzun zamandır düşünüyorum bu konu üzerinde. Düşündükçe de anlamlandıramıyorum çoğu şeyi. “İnsanız, elbet hata yaparız.” diye rahatlatmaya çalıştıkça kendimi, boşu boşuna kürek çektiğimi fark ediyorum. Çünkü her seferinde hatırıma geldikçe canımı yakıyor, nefesim kesiliyor ve bana acıdan başka bir şey vermiyor. Ne kadar aciz, ne kadar zavallı ve güçsüz olduğumu bir kez daha anlıyor, mahcup oluyorum herkese ve her şeye, en çok da kendime.

Tüm olanları bir çırpıda silip atmak istiyor, hiç yaşanmamış olmasını diliyorum. Pişmanlığı iliklerime kadar hissediyorum. Gözlerim buğulanıyor sonra birden, parmak uçlarım karıncalanmaya başlıyor. Normalden farklı bir durum değildi bu benim için. Ne de olsa her anımsayışımda yaşıyordum bunları. Klasik ağlama ataklarım ve sonrasında gelen ardı arkası kesilmeyen astım krizlerimden biriydi. Umursamıyordum. Derin bir nefes almaya çalışıp sakinlemem gerektiğini yoksa kötü şeylerin olacağının farkındaydım. Üstümdeki kara bulutları dağıtmaya çalıştıkça daha da yoğunlaşıyordu. Kitap okuma fikri geliyor aniden aklıma, ne hacet ki kelimelere cümlelere sığdıramıyorum. Birbirine giriyor tüm harfler. O çok sevdiğim çayım bile soğumakla meşgul bir köşede. Solmuş manolya verdiğim suyu kabul etmiyor. “Sende mi kızgınsın bana?” diyorum. Düğüm düğüm oluyor yüreğim. Aksine arka fonda hüzünlü bir şarkı çalmıyor mu? Bütün sebepler bir araya gelip “Hadi otur ağla.” diyor sanki bana. Ne denli ağır olabilir bunun bedeli diye düşündükçe hançerler bileniyor göğüs kafesimde. Hüznümün yanında öfkem de alev alıyor birden. İlk defa zamanı bu kadar içten geri almayı istiyorum. Bunu yapamayacağımı anlayınca da secdeye kapanıp özür diliyorum.

Her zihnimi yokladığımda bir değil bin kez pişman oluyorum,

Her tövbemde acıyı büsbütün hissediyorum zerrelerimde,

Ve her avucuma dökülen damlada yakarıyorum “N’olur affet!” diye.

Yoruluyorum, bitkin düşüyorum bir süre sonra. Çaresizliğin zirvesinde buluyorum kendimi. Ne yapsam boş, ne işitsem gereksiz geliyor zamanla. Sırtımı sıvazlıyorlar, “Üzülme, geçti gitti boşver.” diyorlar. Halbuki hala geçip gidemediğini bilmiyorlar.

Şimdi sana sesleniyorum! Sana sesleniyorum içimdeki ben. Hiç bilmediğim ama yıllardır içimi deşen, beni uçuruma sürükleyen ben. Yorulmadın mı aynı oyunlara gelmekten, düşüp düşüp ayağa kalkacakken yeniden yere yığılmaktan; sıkılmadın mı hiç bu berbat duyguyu hissedip durmaktan? Yüreğime bir bir siyah noktaları bırakıp gittin, otur sen temizle dedin. Çekip gideli aylar oldu ama hala paklanmadı içim. Ağır geliyor bu sürgün bana, sığınamıyorum sebepler ardına.

Dünyanın dönüşüne, gündemin gidişine, nefsin peşine takılıyoruz keyfiye; affet Yarabbi, affet Yarabbi!

29

Kadran Dergi | Haziran 2016

Page 30: Haziran 2016

Öncelikle tevekkül kelimesini ele alalım. Tevekkül kelimesi bildiğimiz üzere arapça kökenli ve “vekil kılmak” anlamındaki “vekkele” fi ilinin masdar hâli. Yani tevekkül için “birini bir işe vekil kılma fi ili” diyebiliriz. Kelimenin ıstı lâhî mânâsı ise “Allah’a dayanma, onu vekil kılma” olarak karşımıza çıkıyor. Yani bir canlı hakkıyla tevekkül edebildiği zaman, tabiri câizse evrenin yaratı cısını, her şeye gücü yetebilecek bir zât olan Allah’ı arkasına almış oluyor. Ve bir tohum, koskoca kayaları yararak fi liz veriyor, bir kuş hiç rızık endişesi taşımıyor.

Şimdi size bir hikaye anlatmak isti yorum. Bir adam düşünelim, bir futbol takımının fanati ği. Ve tutt uğu takımın, en büyük rakibi ile maçının olduğu saatlerde iş toplantı sı var. Maçı izleyemeyecek fakat komşusundan bir şey rica ediyor. Maçı kayıt altı na aldırıyor toplantı çıkışı izlemek için. İşi biti nce adam toplantı dan çıkıp eve geliyor. Komşusundan kaydı alıyor ve büyük bir keyifl e kuruluyor televizyonun karşısına. Çünkü takımı 4-3 galip gelmiş. İzlemeye koyuluyor, ilk yarı sonunda rakip takım 2-0 önde ve tutt uğu takımda 2 kırmızı kart var. Morali bozuluyor mu? Hayır. Çünkü takımının yeneceğini biliyor. İkinci yarı başlıyor, dakika 70 skor 3-0 ve bir kırmızı kart daha. Takımı sahada 8 kişi kalıyor fakat adam hiç ye’se düşmüyor, hâlâ keyfi yerinde. Son 10 dakikaya 3-1 yenilgiyle giriyor takımı ama adam hâlâ çok rahat. Çünkü bildiği bir şey var, takımı galip gelecek. İnancı tastamam. Ve tabi son 10 dk içinde takımı skoru 4-3 yaparak rakibini yeniyor.

Peki bu hikayenin konumuzla ne alakası var? Bizler o adamız aslında ümmet olarak. Ve bize sonucu bildiren biri var. Öyle biri ki düşmanları kendisine “Emîn” diyor. Ve geleceğe dâir ne söylediyse bir bir çıkıyor. Çünkü O (sallallâhu aleyhi ve sellem) kendi hevâsıyla konuşmuyor. 1 Bize şunu vadediyor O Emîn Zât; “Benim namım, üzerine güneşin doğup battı ğı her yere ulaşacak.” Fakat biz o adam kadar inanamıyoruz buna. İmanımız o kadar kavî değil malesef. Tevekkül ve hatt â iman zaafı mız var. Çünkü “imân teslimi, teslim tevekkülü ikti za etmeli” diyor Bediuzzaman Hazretleri. Demek ki bunlar bir domino gibi birbirne bağlı meseleler. Bir yerde sekteye uğrayınca da ye’se düşmenin kaçınılmazlığı karşımıza çıkıyor.

TEVEKKÜL ZAAFITEVEKKÜL ZAAFITEVEKKÜL ZAAFITEVEKKÜL ZAAFITEVEKKÜL ZAAFITEVEKKÜL ZAAFI-Taha AYDIN-

30

Page 31: Haziran 2016

31

Kadran Dergi | Haziran 2016

Bu, zaafımızın ictimâi hayattaki yansıması ki, bunun bir de ferdî boyutu var. Rızık endişesi ile savrulanlarımız, üç kuruş için birbirine halayık olanlarımız var. Söz Sultanı’nın (sallallâhu aleyhi ve sellem) “Eğer Allah’a hakkıyla tevekkül etseydiniz, sabah aç çıkıp akşam tok dönen kuşları rızıklandırdığı gibi sizi de rızıklandırırdı.”2 beyanı dururken bu denli kula kulluk etmeleri ne ile açıklayabiliriz sâhi? Burada aklıma merhum Seyyid Kutub’un “Hel nahnu muslimûn?” serzenişi geliyor ve onun diliyle sormak istiyorum; Sâhi biz müslüman mıyız? Bir tarafta ölümü hiçe sayarak, hiç tereddüt etmeden Hz. Peygamber’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) yatağına yatan ve kendini feda eden Hz. Ali, öbür tarafta üç kuruş dünya nimeti için birilerinin halayığı olan biz! Bir tarafta bütün malını sadaka olarak getiren ve Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) “Ehline ne bıraktın?” sorusu karşısında sevinçle “Onlara, Allah ve Resûlünü bıraktım!” diyen Hz. Ebubekir ve diğer tarafta cami çıkışı verdiğimiz beş lira ile cenneti kazanmış gibi sevinen biz!

Peki soruyorum kendimiz bile tastamam inanmıyorken insanları nasıl inandırabiliriz ki? Ben söyleyeyim, inandıramayız! İnandırmak şöyle dursun, bu temsil fakirliği sebebiyle insanları soğuturuz. Ve malesef soğutuyoruz da. Velhasıl Allah bizi inandırsın, zira ziyan olduk ziyadesiyle...

Not: Allahın izniyle gelecek ay da tevekkül’ün insan psikolojisi açısından nasıl bir etki yarattığını ele alacağız.

1(53/Necm-3)2(Tirmizî, Zühd, 33; İbn-i Mâce, Zühd, 14)

Page 32: Haziran 2016

Bir kıvılcım yeterdi her yeri yakmak için. Belki de öyle düşünüyordu adam. Kainata meydan okuyacakmış edasıyla yakmıştı ateşi. Ama göklerin ve yerin asıl sahibi yerle bir ederdi suizan edenin düşüncelerini.Ve bir anda kara bulutlar sararken etrafı nı, adam neye uğradığını şaşırdı. Art arda gökyüzünden süzülen bu akım hayretler içinde bırakmıştı onu. Hemen ardından bir aydınlanma ve gürültüler kopmaya başlamıştı bile.

Afallamıştı .Ne yapacaktı şimdi? Yaktı ğı ateşi söndürmeli miydi? Yoksa orayı hemencecik terk mi etmeliydi? Aklında binlerce soru ve ne yapacağını bilemiyordu. O esnada öyle bir gök gürültüsü kopmuştu ki oradan hemen uzaklaşması gerekti ğini düşündü. İlerlerken tekrardan arkasına dönüp baktı . Çünkü aklı orada kalmıştı . En son ateşin üzerine bir sürü odun atmış, hafi ft en yağan yağmur taneleri ise üzerlerine iniyordu. İnmesinin etkisi ile dumanlar çoğalmaya başladı. Tekrar geri dönmeli miyim diye düşündü ve sonra orayı terk etti .

BİR GÜNBİR GÜNBİR GÜNBİR GÜNBİR GÜNBİR GÜN-Ayşe BALCI-

32

Page 33: Haziran 2016

O arada arkasında bu olaya şahit olan kardeşi ve annesi vardı. Kardeşi an be an fotoğraf çekme sevdasında, yağan yağmura aldırış etmiyordu. Zaten yağmuru sevdiği için ıslanması da canına minnetti . Annesi ise o esnada namaz kılıyordu. Namazı bitti ği gibi oğlunun yaktı ğı ateşe doğru ilerledi. Ateşin üzerinde bir şeyler vardı. Acaba yanlış mı yorumladı yazar. Adamın yaktı ğı ateş yoksa meydan okuma edasında değil miydi? Birden annesinin elindeki şeyler dikkati ni çekti . Neydi onlar? Ne olabilirdi ki, adamın tekrar dönüp bakacağı kadar... Aklının orada kalmasına sebep olacak şey neydi?

Ardından kardeşi de fotoğraf çekmeyi bırakmış annesine yardım etmek için koşuyordu. Zira yağmur hızını artı rmıştı . Annesinin elindekilerden birini almış ve babasının da bulunduğu tarlanın ortasında naylon denilen çadırın altı na doğru koşmaya başlamışlardı. Biraz ıslanmışlardı. Adam ve babası çoktan oraya kurulmuş oturuyorlardı. Annesi ve kardeşi de sonunda yanlarına gelmiş ve onlarda üzerlerine naylonu çekmişlerdi. Yağmur ise öyle bir hızlı yağıyordu ki kovadan boşalırcasına. Beş dakika sonra annesi elindekiler ile bir şey yapmaya başladı. Dört kişilik çekirdek bir ailenin gözlerinde parıltı lar eksik değildi. Ormanın kenarında bulunan tarlanın neden ortasında oturdukları, kardeşinin aklına takılmıştı . Çünkü annesi bir çam ağacının altı na küçük bir sığınak yapmıştı daha evvelinde. Ama babası iti nayla tarlanın ortasını söylüyordu. En sonunda merakını giderecek cevap annesinden gelmişti . Yağmurun etkisiyle şimşekler çakıyordu. Şimşeklerin de çam ağaçlarının üzerlerine daha fazla indiğini ve bu yüzden babasının tarlanın ortasında beklemeleri gerekti ğini söylüyordu.

Daha evvel tarlaya gelirken geti rdikleri çantanın içinden bir şeyler çıkartmaya başlamıştı annesi. Oturdukları yer sadece dördünün sığabileceği kadardı. O yüzden annesi, çıkardıklarını sağ tarafı nda bulunan kızının dizlerinin üzerine koyuyordu. Heyecanlı bir bekleyiş vardı. Yağmur şiddeti ni artı rarak devam ediyordu yağmaya. Onlar ise yağmura çok aldırış etmiyorlardı. Çünkü üzerlerindeki çadır onları ıslanmalarından koruyordu. Ve beklenen an gelmişti . Kara bulutların dehşeti bile etki etmediği, ateşi ne pahasına olursa olsun körüklemeye sebep olan o şey.

ÇAY!

Evet, çay idi. Adamın ısrarla ateşi yakmasına, aklının hep arkada kalmasına neden olan şey. Çünkü bu çekirdek aile çaysız yapamıyordu. Hele yanında etti kleri o tatlı muhabbetler ise, tadına diyecek yoktu.

33

Kadran Dergi | Haziran 2016

Page 34: Haziran 2016

MÜFETTİŞİN ZİYARETİ-Hüsna & Şifa-

34

Page 35: Haziran 2016

Hayatı mız düşünmeden yaşanan bir meleke oldu artı k. Her gün sosyal hayatı n içinde bir çok insan ile ileti şimdeyiz. Bu sürede davranışlarımız ve düşünmeden davranmamıza sebep olan duygularımızı yöneten egolarımız, dediğimiz nefi sten kaynaklı verdiğimiz tepkiler, bir başka insanın hayatı nda nelere mâl olur farkında olmayız. Bazen felaketi ne zemin hazırlar da kapalı olan gafl et gözümüz, ben değerimiz bir türlü görmez. Birileri gelip de bizi sorgulayıp farkına varana kadar bekleriz. Kendimizle ve vicdanımızla mukayesesini yapmak bile istemeyiz, hep üstünü örteriz ve örtünün altı na yenilerini ekleriz. Çok basit önemsiz olarak gördüğümüz bir davranış bile önemli sonuçlar doğurabilir, hatt a birbirine bağlı olaylar zincirini oluşturabilir. Vicdanımızla anlık yüzleşiriz, uzaklaştı ğında yeniden hiçbir şey olmamış gibi üstünü örterek iyi görünmeye devam ederiz. Bilseydik davranışlarımız bazı insanlarda iyileşmez yaralara yol açıyor, yapar mıydık? Bilmeseydik yine yapardık. Bizi engelleyen nedir? Kibir mi? Para hırsı mı? Düşünmeden yaşadığımız bencilce yaşam kendimize ve çevremizde çok yaralara yol açar. Bir başkasında oluşan yaralar bizim de parçalanmamızı kolaylaştı rır. Ummadığımız bir anda bir başkasının kötülüğü mutsuzluğu bir gün bize uğramadan asla gitmez. İnsanın hatasını kendisine iti raf etmesi zor olsa gerek. İnsan bir ömür boyu huzursuzluk birikti rmeyi tercih eder. Dünyayı öyle sahipleniriz ki dünyaları isteyenleri hor görürüz. İnsan doğası gereği hata yapmaya müsait bir varlıktı r. Dünyaya geliş amacımız hataları minimuma indirerek erdemli ve Yaradan’ın istediği kul olmak değil mi? Bunu nasıl başarırız? Kötü duygularımızı nasıl yöneti riz? Onlarla nasıl başa çıkarız? Tüm bunların farkına varabilmek harekete geçebilmemiz için yeterli midir? Bilgilerimiz harekete mi dönüşmeli?

Yaşadığımız müddetçe hayatı n her anında bizlere farklı bilgiler sunduğunu hepimiz görürüz. Sizce “bilgi” nedir? Nasıl tanımlarsınız? Ben kıymetli bir cevher olarak tanımlamak isti yorum. O cevheri nehre akıtmak ise bizim görevimizdir ki o nehirden diğer kalplere akabilsin ve daha çok yayılabilsin. Eğer o cevherimizi akıtacak bir nehrimiz yok ise, içimizde saklı bir yerlerde kalmasının bize ya da başkasına yarar sağlamasından söz edilemez, tam tersine cevher diye bile adlandıramayacağımız kıymetsiz ve gereksiz hale gelmez mi? Burada annemin bana sıklıkla hatı rlattı ğı ünlü Şairimiz Yunus Emre’nin sözünü size de hatı rlatayım “Bilmek olmak değildir, olmaya bak olmaya”. Bilgimizi eyleme dönüştürmeli. O bilgileri içselleşti rmeli ve de sahip olduğumuz ilim ile amel etmeyi kendimize öğretmeliyiz. İşte olay burada değil mi zaten? Biz olduk mu, başkalarını da olduracak güce sahip oluruz elbett e. Bilgilerimizi lisan-ı halimize aktarabildiğimiz kadar o bilgilerin bizleri nasıl özgürleşti rdiğinin mutluluğuna varırız. Bize farkındalığı ve beraberindeki değişimi öğreti r. Yaşadığımız toplum içinde ki -toplumsal sorumluluklarımızın farkına varsak ne güzel olurduk, Yunus Emre’nin olmaktan bahsetti ğini olmuş olurduk belki de. Tüm insanlık olarak el ele verip birbirimize görünmez bağlar ile bağlansak, ne kadar da güçlü olurduk. İşte bir sonraki paragrafı mda bahsedeceğim fi lm bende bu duyguları uyandırdı ve zihnimin içinde hapsolmuş olduğum dünyalık karartı dan biraz olsun aydınlanabilmeme vesile oldu. Dilerim sizler de izler ve içinde dünyaları görebilirsiniz.

35

Kadran Dergi | Haziran 2016

Page 36: Haziran 2016

Senaryonun J. B. Priestly tarafı ndan yazıldığı, yönetmeni Aisling Walsh, 2015 yapımı bir İngiliz fi lmi olan “An Inspector Calls(Müfetti şin Ziyareti )”. Filmde zengin ve tanınmış bir aile olan Birling ailesinin genç kızlarının nişan merasimi için kutlama yaptı kları akşam yemeği sırasında evlerine ziyarete gelen bir müfetti şin genç bir kadının inti harı üzerine yaptı ğı araştı rmayı konu alıyor. Kapitalizmin maskesini düşürmeyi hedefl eyen, paranın para etmediğini bizlere hatı rlatan bir fi lm. Onurlu bir hayat için mücadele etmek yerine lüks bir hayatı hedefl eyen bir aile yapısını anlatı yor. Paranın insanlara nasıl hükmetti ğini ve onları ne hallere düşürebildiğini gösteriyor. Filmi izledikten sonra paradan ve insanı düşürdüğü durumdan içiniz acıyor. Gizemli bir müfetti şin bencillik üstüne verdiği hayat dersi sözleri de düşündürtüyor bizleri. Acaba para özgürlük müdür yoksa tutsaklık mı? Aslında ona hak etmediği değeri katan da bizler onun bizim akılcı davranmamızı engellemesine izin verenler de bizleriz. Belki de daha çok bizlerin bakış açıları…

Yazımı biti rmeden önce sizler ile fi lmden beğenmiş olduğum replikleri paylaşmak istedim.

“-Tanrı’ya inanır mısın?

-Evet

-Nasıl oluyor da inanabiliyorsun?

-İnsanlara inanamıyorum çünkü. Bir şeylere inanmam gerek, yoksa düşerim. Çatlaklardan içeri düşerim ve duramam.”

36

Page 37: Haziran 2016

“Hâlâ bizimle birlikte geride kalan milyonlarca Eva Smith var. Hayatları, umutları,korkuları, acıları ve mutlu olma şansları bizim hayatlarımızla, düşüncelerimizle, söylediklerimizle ve yaptıklarımızla iç içe olan insanlar. Dünya üzerinde yalnız yaşamıyoruz. Bütün insanlığın sorumluluğu hepimizde. İnsanoğlu, bu dersten sınıfta kalırsa çok yakında gün gelecek dersini etrafı ateşle, kanla ve ızdırapla çevrili şekilde öğrenmek zorunda kalacak.”

Hepimiz dışımızdaki dünyada olup bitenden sorumluyuz, kulağımızı tıkamak gözümüzü kapatmak bu gerçeği değiştirmez. Hepimiz burada belli bir zaman dilimi içinde misafiriz, kalıcı olmadığımız yerde dünyaları sahiplenmek yerine paylaşmasını bilmeliyiz. Güçlü olmak istiyorsak gücümüzün ortaya çıkmasına vesile olan güçlerin daha çok güçlenmesini sağlamalıyız. Filmde olanları anlatmak hakkında uzun uzadıya yazmak çok isterdim, fakat belli satırlar ile limitliyim. Filmi sizin izlemenizi ve son sahnesinde Rabbimizin bizlere Ahzab suresinde göndermiş olduğu ayeti hatırlamanızı rica ediyorum.

“Onlar Allah’ın risaletini tebliğ ederler ve O’na huşû duyarlar ve Allah’tan başka hiç kimseden korkmazlar. Ve Allah, hesap görücü olarak kâfidir. (Ahzab,39)”

37

Kadran Dergi | Haziran 2016

Page 38: Haziran 2016

Hani mavi olurdu?Kuşların içinden sonsuzluğa kanat çırptı ğı, beraberinde bulutların arz-ı endam etti ği bir mavi. Başımı

kaldırdığımda gördüğüm gri mi beyaz mı karar veremediğim bir renk oysa. Yoksa kül rengi dedikleri böyle bir şey mi?

Oysa sen gözlerin gördüğünden öte, adın zikredildiğinde akla gelen renksin.Ey derin mavilik! Habil’in toprağa düştüğünde gördüğü sen değil misin? Hz. İbrahim’in ardından yaşlı gözlerle bakarken duaya el kaldıran Hz. Hacer’in gördüğü sen değil

misin? Sen değil misin, “Vur kazmayı Ferhat, çoğu gitti azı kaldı” dendiğinde, Ferhat’ın “Bismillah” diyerek

baktı ğı? .Kimler geldi kimler geçti sana nazar ederek, kimler gözyaşını sana döktü, kimlere yoldaş oldun

yalnızlıklarında? Kimlere mavi göründün, kimler siyahî seyretti seni?Bilirim; bakıp gördüklerimiz, gönlümüzden yansıyanlardır. Şöyle bir türkü tutt urup elleri cebinde,

kah ıslıkla, kah sebepsiz bir tebessümle gökyüzüne baktı ğımızda gördüğümüz -gökyüzü ne renk olursa olsun- mavidir. Bu ferahlığın, huzurun, mesafelerin kısaldığının remzidir.

Evet evet, gökyüzü bu işte. Uzakta ki yakınlarımızı bir adım ötede gibi hissetti ren, elimi uzatsam dokunabileceğim mutluluğu verendir. Bu yüzdendir çok sevilmesi. Başımızı kaldırdığımızda gördüğümüz, özlediklerimizin de gördüğü gökyüzü değil mi nihayeti nde...

Nerdesiniz şu an bilmem; belki okulda, belki işyerinde, belki yolda, belki de günlerdir kapıdan dışarı çıkamadığınız evinizde.

Boşverin mekânları, aşın duvarları ve seyredin derin maviyi. Bulutların ardına gizlendiyse ışık, hadi kapatı n gözlerinizi ve tebessüm ederek derin nefes alın. Çok şeyi değişti receğine inanıyorum, hem de canı gönülden.

Neden mi dersiniz? Çünkü kalemi elime aldığımda, içimden geçen hüznü, hırçınlığı, mutsuzluğu anlatmaktı aklımdan geçen. Gri ve siyah bulutların kapladığı böyle bir günde, siyah mürekkep ile gönlümdeki kasveti dökecekti m kâğıda. Ama siyah değil, maviydi mürekkep. O baktı kça daldığım, daldıkça baktı ğım mavi. Ve yüreğimin aktı ğı yer, her ne kadar hayal de olsa, mavinin dayanılmaz huzuru oldu.

Hangi ülke, hangi şehir, köy kasaba... Dönün yüzünüzü göğe, sürur ile... Boz bulanık bulutlar varsa da, takılıp kalmayın kasveti ne. Geçin onların ötesine, mavinin derinliğine...

Mavinin enginliğinde buluşmak üzere... Aynı gökyüzüne bakıyoruz nihayeti nde...

GÖKYÜZÜGÖKYÜZÜGÖKYÜZÜGÖKYÜZÜGÖKYÜZÜGÖKYÜZÜ-Havva ZEMHERİ-

38

Page 39: Haziran 2016

KUDÜSKUDÜSKUDÜSKUDÜSKUDÜSKUDÜS-Ömer Faruk İPEK-

“Kalplerin üzerini bir tül gibi örten nâzenin bir örtüdür Kudüs.” Nuri Pakdil

Boynunda bir kelepçe, yangın yeri âh Kudüs!Hilâl düştü düşeli avlunda külâh Kudüs!

Sen peygamber duâsı; ümmeti n gözbebeği;Anadolu toprağı; kâh Filisti n, kâh Kudüs!

Mirâcın geliniydin, kan değdi duvağına;Bilmem ne gelir elden? Yardımcın Allah Kudüs!

Ülkümüzsün, vuslatı n hayâlimizin süsü,Sana misâfi r olmak… Belki bir sabâh Kudüs!

İff eti ne uzanan âh o namahrem eller;İki cihanda dahi olmasın ifl âh Kudüs!

Ne Süleyman var şimdi, ne Hatt âb oğlu Ömer;Gözlerin kan çanağı; kuşandın siyâh Kudüs!

Bir küçük sevdâ idin Şems’in dudaklarında;Mevlânâ bakışınla dönerdin semâh Kudüs!

İmti hân biter, Mecnun Leylâ’sına kavuşur,Aksa’nın avlusunda kıyılır nikâh Kudüs!

Sana söz güneş doğup bahar gelecek yine;Eyyûbî kılıcından süzülür felâh Kudüs!

39

Kadran Dergi | Haziran 2016

Page 40: Haziran 2016

4140

Kadran Dergi | Haziran 2016

Şimdi sizleri elimden geldiğince, dilim döndüğünce ecdadımızın nazlı kız kardeşi olan Bosna Hersek’e götüreceğim. Bosna Hersek 3 farklı halkı içinde barındıran bir devletti r. Sırplar, Boşnaklar ve Hırvatlar bir arada yaşarlar. Bu üç milleti n dilleri her ne kadar farklı gibi görünsede aslında ufak tefek farklılıkların dışında aynıdır. Bosna Hersek’in başkenti Saraybosna’dır.

Fati h Sultan Mehmet Han burayı 1463 yılında kansız feti h ederek Boşnak halkının İslamiyet ile kavuşmasını sağlamıştı r. Fati h Sultan Mehmet’ten önce bu topraklara gelen bir grup derviş -bu dervişlere alperenler denir- Boşnak halkının İslamiyet ile buluşması hususunda önemli bir yer teşkil eder. Bugün hala Mostar kenti yakınlarında Blagay Alperenler Tekkesi faal haldedir. Bosna Hersek’e geldiğinizde bu tekkeyi gezmenizi şiddetle tavsiye ederim. Derler ki Fati h Sultan Mehmet Han buraya geldiğinde binlerce Boşnak onun gelmesi şerefi ne müslüman olmuştur. Boşnak halkı Fati h Sultan Mehmet’e sonsuz bir saygı ve sevgi besler. Hatt a cuma hutbelerinde hala onun adını duyabilirsiniz. Türklere de saygı ve sevgileri de buradan gelmektedir.1878 yılında Osmanlı İmparatorluğu bu toprakları Avusturya-Macaristan İmparatorluğuna bırakmıştı r. 1. Dünya Şavaşı’nın çıkma nedeni olan Avusturya-Macaristan veliahtı nın bir Sırp tarafı ndan öldürülmesi Saraybosna’da bir köprü üzerinde gerçekleşmişti r. Bu köprü daha hala ziyaretçilerini karşılamaktadır.

(Blagay Alperenler Tekkesi)

BOSNA HERSEK’TEN NAĞMELERBOSNA HERSEK’TEN NAĞMELERBOSNA HERSEK’TEN NAĞMELERBOSNA HERSEK’TEN NAĞMELERBOSNA HERSEK’TEN NAĞMELERBOSNA HERSEK’TEN NAĞMELER-Emre Çağrı KIZILIRMAK-

Page 41: Haziran 2016

4140

Kadran Dergi | Haziran 2016

Saraybosna ülkenin başkenti olduğunu söylemiştim. Burada gezilip görülmesi gereken çok yerler var. Şimdi sizlere benim görebildiğim yerlerini anlatacağım. İlk olarak tarihi Başçarşı’dan bahsetmek isterim. Başçarşı, Saraybosna’da Osmanlıdan izler taşıyan bir yerdir. Tarihi sebili ve isminden de anlayacağınız üzere bir çarşısı vardır. Ayrıca yine Osmanlı İmpatorluğu’ndan kalan bir han vardır ve bu han şuan da çay bahçesi hizmeti vermektedir. Ayrıca bu han Bilge Kral lakabına sahip rahmetli Aliya İzzetbegoviç’in Bosna Savaşı esnasında gizli görüşmelerini yaptığı bir mekan olma özelliğine de sahiptir. Hanın hemen karşısında Bosna Beylerbeyinin adını alan Gazi Hüsrev Paşa Cami’yi göreceksiniz. Bu tarihi caminin yapımından beri Hüsrev Paşa’ya her Ramazan ayında hatim indirilir. Demiştim Boşnak halkı Türkleri çok sever ve saygı duyar. Yolda herhangi bir Boşnak sizin Türk olduğunuzu öğrendiğinde size hürmeti sonsuz olur. Hüsrev Paşa Cami’ye Boşnaklar Begova Cami derler. Bu bilgiyi de vermeden geçemeyeceğim. Begova Cami’nin hemen dışarı bakan köşesinde iki tane musluktan kesintisiz içme suyu akar. Derler ki bu sudan içen kişi Bosna Hersek’e tekrar uğrarmış. Kehanetlere değilde işin aslını öğrenmek isterseniz bu iki çeşme Bosna Hersek’in sıcak günlerinde, içi yanan nice bedene ferahlık sağlar. Bosna Hersek Avrupa’nın en temiz su kaynaklarına sahiptir. Eğer bir gün yolunuz Bosna Hersek’e düşerse çeşmeden suyu rahatlıkla içebilirsiniz.

(Hüsrev Paşa Cami)

Page 42: Haziran 2016

4342

Kadran Dergi | Haziran 2016

Birde Başçarşı’nın sembolü haline gelmiş tarihi bir sebili vardır. Yine bu sebilde Hüsrev Paşa tarafı ndan yapılmıştı r. Başçarşı ve içinde bulundurduğu Osmanlı eserleri sizlerin memleketi mizden uzakta hissetmemenizi sağlayacaktı r. Hatt a benim fi krimi soracak olursunuz Bosna Hersek’te hala ayakta olan bu eserler beni alıp tarihi bir serüvene götürüyor. Başçarşı’yı her gezişimde, handa çay içmek için her oturuşumda Fati h Sultan Mehmet Han’ın atı nın ayak seslerini duyar gibiyim. Yada Aliya İzzetbegoviç’in dava arkadaşlarına özgür Bosna Hersek hayalini anlattı ğı anı yaşıyorum adeta. Çünkü bu mekanlar buram buram tarih kokuyor ve beni benden alıyor. Aynı zaman da Başçarşı’da gezerken yerde bir yazı göreceksiniz. Bu yazının tam manasını bilemesemde bizlere şunu anlatmak isti yor: yeni bir jenerasyon ile Başçarşı. Çünkü Başçarşı’da gezerken bir anda kendinizi barok döneminden kalan Avusturya-Macaristan İmparatorluğuna ait yapıları görebilirsiniz. Başçarşı’da bu iki imparatorluğa ait eserler kesin bir çizgi ile ayrılmış vaziyett e.

(Başçarşıda bulunan tarihi sebil)

Şimdi sizleri Osmanlı İmpatorluğu’nda bu toprakların merkezi olarak bilinen, nice vezirlere ve beylere ev sahipliği yapmış Bosna Hersek’in Travnik şehrine götüreceğim. Bu şehrin hemen girişinde tarihi Travnik Kalesini göreceksiniz. 14. yüzyıldan kalma bu kale tek bir girişe sahipti r. Bosna Kralı tarafı ndan yapılan bu kale Fati h Sultan Mehmet Han’ın üstün feti h zekasından korkulduğu için dik kayalıklar üzerine yapılmış. Ama gemileri karadan yürüten ecdada kayalık nedir ki?

Page 43: Haziran 2016

4342

Kadran Dergi | Haziran 2016

Fatih Sultan Mehmet, Travnik şehrini fethettikten sonra şehri ve kaleyi tamamen Osmanlı mülkü haline getirmiştir. Avusturya-Macaristan İmparotorluğu’nun Saraybosna’ya yaptığı yağmalardan sonra Travnik daha da bir önem kazanmıştır. Travnik şehri fethinden kaybedildiği döneme kadar 77 tane Osmanlı vezirine ev sahipliği yapmıştır.

Sıra da Mimar Sinan’ın muhteşem eserini içinde barındıran Mostar şehri var. Muhteşem doğası, enfes dondurması ve Alperen Tekkesi ile adeta Bosna Hersek’in incisi gibi. Şehre bakıldığı zaman Mostar Köprüsünün sağı ve soluna ayrılmış bir şekilde minik İstanbul resmini yansıtır. Tabi burada şehrin suuliyetini bozan gökdelenler yok ve doğal dokusu harika. Bildiğiniz gibi Mostar Köprüsü Mimar Sinan tarafından 1566 yılında Neretva Nehri üzerine inşa edilmiştir. Tabi bu yapı şehrin ve Osmanlı İmparatorluğu’nun simgesi haline gelmiştir. Ancak Bosna Savaşı esnasında ciddi bir hasara uğrayan Mostar Köprüsü ve Mostar kenti, o dönem 15 milyon dolar harcanarak savaştan sonra restore edilmiş ve 2005 yılında Dünya Kültür Mirası Listesine alınmıştır. Aynı zamanda Mostar şehri, Mimar Sinan’ın Kayserili olması sebebiyle Kayseri ili ile kardeş şehirdir.

(Travnik şehri ve tarihi Travnik Kalesi)

(Tarihi Mostar kenti ve Mostar Köprüsü)

Page 44: Haziran 2016

4544

Kadran Dergi | Haziran 2016

Tabi Bosna Hersek dedikten sonra Bosna Savaşından bahsetmemek olmaz. Bence bu bir savaş değildi, katliamdı. Çünkü elinde silah olmayan masum insanlar bu savaş yıllarında öldürüldü, esir alındı, nice çileler geçti . Cem Yılmaz’ın Türk Silahlı Kuvvetlerinde yaptı ğı stand up şovunda da dediği gibi Avrupa!dan silahını alıp gelen adete müslüman avına çıkmışlar. Boşnaklar keskin nişancıların olduğunu belirtmek için duvarlara yazılar yazmış, insanlar karşıdan karşıya geçerken adeta ölümle burun buruna gelmişler. Bunu söylemekten çok utanıyorum ama bu Sırpların ve Avrupa!nın üzerinde kara bir lekedir. Esir alınan Boşnak kadınlarına tecavüz eden Sırp çetnikler bu kadınlara “Bundan sonra sen müslüman Türk Çocuğu değil, Sırp çetnik çocuğu doğuracaksın!” demişler. Adeta Türklere karşı nefretlerini bizim nazlı kız kardeşimiz Bosna Hersek’ten çıkartmışlar. Adeta gözlerini kin bürümüş ve Boşnak milleti ni Avrupa’dan silmek istemişler. Okuduğum bir kitapta Osmanlı İmpatorluğu’ndan önce Boşnak halkı Sırplardan farklı bir Hristi yan meshebine mensuplarmış. Baba, oğul ve kutsal ruh inancı yokmuş mesela ve vaft iz etmekte Boşnakların Hristi yanlık meshebinde yokmuş. Sırplarla olan bu farklılıkları yüzünden o dönemlerde de Sırplardan çok çekmişler.

Hepinizin bildiği bir katliam yaşanmış Bosna Hersek’te. Srebrenitsa kenti nde yaşanan o acı gün, Srebrenitsa katliamı... Srebrenitsa savaş döneminde güvenli bölge olarak ilan edilmiş ve binlerce Boşnak buraya huzur bulmak için gelmiş. Bölgeyi koruma görevi de Hollandalı bir avuç BM askerine verilmiş. Srebsenitsa Kasabı lakabıyla bilinen, tarihin yüzüne tükürdüğü General Ratko Mladiç bölgeye gelerek Hollandalı askerlerden Srebrenitsa’yı almışlar ve general televizyonların önünde şu sözü söylemişti r “İşte 11 Temmuz 1995’te Sırp şehri Srebrenitsa’dayız. Büyük bir Sırp bayramı arifesinde iken bu şehri Sırp milleti ne armağan ediyoruz. Nihayet, yeniçerilere karşı ayaklanmasından sonra bu toprakta “Türkler’den inti kam almamızın vakti geldi.” diyerek savaşın ve düşmanlığın asıl sebebini ortaya dökmüştür.

Ancak bilge kral Aliya İzzetbegoviç’in üstün çabası ve görüşmeleri sayesinde Boşnak halkı bağımsızlığına kavuşmuş ve tam 20 yıldır güven ve huzur içerisinde yaşamaktadır. Ayrıca Aliya İzzetbegoviç savaştan sonra askerlerini “Selamun aleyküm vojnik” diye selamlaması Avrupa!da müslümanları istemeyen topluluklara adeta biz buradayız diyerek meydan okumasıdır. Balkanların en ünlü sanatçısı olan Dino Merlin savaş yıllarında halkını terk etmeyip moral geceleri düzenleyerek milleti ne bağlılığını ispat ederek, Aliya İzzetbegoviç gibi Boşnak halkının saygısını ve sevgisini kazanmıştı r. Dina Merlin’in Aliya İzzetbegoviç’e yazdığı teşekkür ve hayranlık duygularını içinde barındıran Da Te Nije Alija (Sen Olmasaydın Aliya) adlı şarkısı Boşnakların Aliya İzzetbegoviç’e olan hürmetlerini anlatan en güzel şarkıdır. Bilge kral Aliya İzzetbegoviç’i ve onun kahraman askerlerini saygı ve rahmetle anıyor “Volimte Bosna i Hercegovina!” diyerek sizlere veda ediyorum. Bosna Hersek!ten sesimin ulaştı ğı her yere selamlar!

Vesselam...

Page 45: Haziran 2016

4544

Kadran Dergi | Haziran 2016

Page 46: Haziran 2016

Rehberim ışığım hem çerâğımsın,Zahîrim güvencim karlı dağımsın,

Minnetsiz gezdiğim gönül bağımsın,Beni aydınlatan Hurşidim BABAM..

Kelâmı, kalemi bellettin bana,Her zaman doğruyu söylettin bana,

Ağlayıp gülmeyi öğrettin bana,Hayat yollarında Mürşidim BABAM..

Ciddiyet, vakarlı mihnetsiz adam,Yük olmaz kimseye külfetsiz adam,Cömertlik timsali minnetsiz adam,

Önderim hem Pîrim Kürşâdım BABAM..

Allâh’a kulluğu senden öğrendim,İbâdet taate senden özendim,

Tezyîn-i îmanla kalben bezendim,Gözüme gönlüme dilşâdım BABAM...

BABA’MBABA’MBABA’MBABA’MBABA’MBABA’M-Taha Yasin YILDIZ-

46

Page 47: Haziran 2016

47

Kadran Dergi | Haziran 2016

Çok özlermişsin, derinden...Hani canın acıyarakBoğazındaki düğümü yutmaya,Çalıştığın zamanlardaki gibiNefesin tutularakDinlediğin her şarkıda hatırlayarakBir kağıda bin gönül dolusu sözleKalbin göğüs kafesine,Sığmadığı zamanlardaki gibiÇok özlermişsin, derinden...

Yüzünün her parçasıAğlamaya nöbet tutuyor gibiHer an patlayacakHasret kavuracakmış gibiBir kalbe sığdıramadığınıAklından atamazmışsınYakarmış yüreğiniÇok özlermişsin, derinden...

İki lafa sığdıramadığın duygularİçinde büyüdükçe kanatırmış,Güvercin misali kalbiniKonuşamaz, anlatamazmışsınTutuşturan hasretiniHani dokunsalar yanacaksınKalem de anlamıyor ki artıkGökyüzüne de sığmıyor hasretElinde tutunabileceğin,Ne varsa sabretİçinde yaşarmışsın senSevdanı hapsederekBir ömür beklermişsin ya haniÇok özlermişsin, derinden...

ÇOK ÖZLERMİŞSİNÇOK ÖZLERMİŞSİNÇOK ÖZLERMİŞSİNÇOK ÖZLERMİŞSİNÇOK ÖZLERMİŞSİNÇOK ÖZLERMİŞSİN-Tuğçe ARICAN-

Page 48: Haziran 2016