26

Helmut_Schmidt_Almanya_Avrupa

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Alman ve Avrupa muhafazakârlığının sosyal demokrat yüzü: Helmut Schmidt

Citation preview

Page 1: Helmut_Schmidt_Almanya_Avrupa
Page 2: Helmut_Schmidt_Almanya_Avrupa

AvrupaGüN | 2

ImPressUm / KüNYe

Yayıncı | Verleger:BIMBayerisches Institut für Migration e.V.Truderinger Strasse 280 d81825 München

Tel: 089 201 86 303 / Fax: 089 125 90 291info(@)bim-institut.org

sorumlu Yönetmen (V.i.s.d.P):Osman Çutsay

sanat Yönetmeni | artdirektor:Ömer Yaprakkıran

İÇİNDEKİLER

3Alman ve Avrupa muhafazakârlığının sosyaldemokrat yüzü: Helmut Schmidt

Gürsel KöKsal

8NSU soruşturmasında dağ fare doğuruyor

Yücel özdemir

11Çizme’de her gün yeni bir skandal

aslI KaYaBal

13Göçmen çocuklar ne kadar Fransız?

UĞUr HüKüm

15“Etnik Devletler Avrupası”

OsmaN ÇUTsaY

17Danimarka işçi sınıfı artık işsizlere gülüyor

sadi TeKeliOĞlU

19Picasso Milano’da

aslI KaYaBal

21Bu yılki Tarabya Çeviri Ödülü Ahmet Arpad’ın

23Berlin’de “Ayın Fotoğrafı” sergileri

GülTeKiN emre

25Heinz Buschkowsky: Her yerde bir Sarrazin

TeVFiK TaŞ

Page 3: Helmut_Schmidt_Almanya_Avrupa

AvrupaGüN | 3

Sonunda Helmut Schmid’in dediği oldu. ÖnceSteinmeier, eşinin sağlık durumunu mazeret gös-tererek aday olmadığını açıkladı, sonra Gabriel,kendi adayının Steinmeier olduğunu açıklayarakdevreden çıktı. Sonunda ekim başında toplananparti merkez yönetim kurulu, oy birliğiyle 65 ya-şındaki Steinmeier’i 2013 genel seçimlerinin SPDFederal Şansölye adayı ilan etti.

Bir kez daha Schmidt’in dediği olmuştu. Bu yılbaşında gerçekleştirilen bir ankette katılanlarınyüzde 76’sının Almanya’nın en sayılan, örnek alı-nan kişisi olarak önce çıkardığı Schmidt, ileri ya-şına rağmen Alman sosyal demokrasisiniyönlendirmeye muktedir olduğunu gösterdi. Tümsiyasal hayatından hep yaptığı gibi, yine partininsol kanadından, tabanınından gelecek itirazlarıkaale almadan kendi “doğru bildiği”ni söylemiş vesonunda haklı çıkmıştı. Bu sürecin en sonundayine haklı çıkar mı? Bunu tahmin etmek şimdilikçok zor. 90’lı yılların sonunda SPD’deki Schröder-Lafontaine rekabetinde, birinciden yana tavır al-mıştı. Sonuçta Schmidt’in desteklediği Schröderfederal şansölye olmuş, onun ekonomi politika-larına karşı çıkan Oskar Lafontaine ise hem Fe-deral Maliye Bakanlığı’ndan, hem de SPD GenelBaşkanlığı’ndan istifa etmek zorunda kalmıştı.

Federal Almanya’nın savaş sonrası tarihininve Alman sosyal demokrasisinin yaşayan en etkinliderlerinden Helmut Schmidt, aslında aktif siya-seti 26 yıl önce bırakmıştı. Soğuk Savaş döne-minde federal savunma bakanlığı (1969-72),federal maliye bakanlığı (1972-74) ve federal baş-bakanlık (1974-82) gibi önemli siyasal görevlerüstlenen Schmidt, hem aktif siyaset dönemindeicraatlarıyla, hem de siyaseti bıraktıktan sonra ya-zıkları ve söyledikleriyle batı dünyasının önemlibir liderlerinden biri oldu.

Siyasal tavırları ve yaklaşımları itibarıyla herzaman Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nin(SPD) sağında yer alan Schmidt, yıllardır artıksaymakla bitmeyecek bir liste oluşturan saygınödüle, fahri hemşeriliği, fahri doktoraya layık gö-rüldü. En son geçen ay “Vestfalya Barış Ödülü”nüaldı. Hakkındaki yayınlar hep övgü dolu. Ancakiktidarda olduğu dönemde durum hiç de böyledeğildi. Özellikle gerek barış ve çevre hareketine,gerekse sendikalara karşı katı, ödünsüz tavrı ne-deniyle hem kendi partisi içinde, hem de tüm Al-

Federal Almanya’nın yaşayan enönemli devlet adamlarından HelmutSchmidt, 94 yaşında... II. DünyaSavaşı’nda subay olarak görevyapan ve savaşın hemen ardındanSPD’ye üye olan Schmidt, kısazamanda Alman sosyal demokrasisi-nin önde gelen isimleri arasında yeralmayı başardı. 20 yılı aşkın birsüredir aktif politika dışında olanSchmidt, yazıları, kitapları ve de-meçleriyle hep gündemde..

Almanya’da son zamanlarda yayımlanan ka-muoyu yoklamaları, gelecek yıl eylül ayında ger-çekleştirilecek genel seçimlerin sosyal demok-ratları 4 yıl sonra yeniden iktidara taşıyacağınaişaret ediyor. Bu anketlere bakılırsa, büyük birolasılıkla, 1998 ve 2002’de olduğu gibi iktidarıyine Yeşillerle paylaşacaklar. Tabii daha bir yıl gibiuzun bir zaman var ve güç dengeleri değişebilir.Ama bu eğilim devam ederse, yeni hükümetin ba-şında 2005-2009 döneminde Merkel’in liderli-ğindeki büyük koalisyon hükümetinin FederalMaliye Bakanı Peer Steinbrück olacak.

Birkaç hafta öncesine kadar sosyal demokrat-ların genel seçimlerdeki federal şansölye adayınınkim olacağı resmen belli değildi. Steinbrück’ünyanı sıra, 2009’daki seçim yenilgisinin ardındankendisini SPD’nin bir sonraki seçimlerin federalşansölye adayı ilan eden eski Dışişleri BakanıFrank-Walter Steinmeier’le, SPD Genel BaşkanıSigmar Gabriel’in da aday olması söz konusuydu.Ancak Alman siyasetini yakından takip edenler,bu politikacılar arasındaki adaylık yarışının geçenyıl ekim ayında, Alman sosyal demokratlarının“yaşayan en büyük lideri” Helmut Schmidt’inaçıkça Steinbrück’ü işaret işaret etmesiyle çoktansonuçlandığını biliyorlardı. Schmidt, kendisinidüzenli olarak ziyaret eden Steinbrück’le ilgili ola-rak “O yapabilir. Maliye Bakanı olduğu dönemde,yönetebileceğini kanıtladı” demişti. Kimse onu“oldu bitti” yapmakla, bu konuda açık ve erkentavır alarak parti içi adaylık sürecine müdahale et-mekle, taraf tutmakla suçlamadı...

Alman ve Avrupa muhafazakârlığının sosyal demokrat yüzü

Helmut SchmidtGÜRSEL KÖKSAL

Page 4: Helmut_Schmidt_Almanya_Avrupa

AvrupaGüN | 4

manya’da çok sayıda düşmana sahip bir devletadamı olarak biliniyordu.

Schmidt, geçtiğimiz yıl birliktesatranç oynadığı ve kitap yazdığıPeer Steinbrück’ü SPD’nin 2013’tekigenel seçimlerde “federal başbakan”adayı olarak tercih ettiğini açıkçailan etmişti. Sonunda onun dediğioldu. Diğer adaylar teker tekervazgeçtiler. Parti merkez yönetimkurulu, oy birliğiyle Steinbrück’ü“federal şansölye adayı”olarak seçti.

II. Dünya Savaşı’nda Alman ordusunda gençbir subay olarak görev alan Schmidt, “nasyonalsosyalist” değildi, ancak Hitler diktatörlüğünekarşı direnişe de uzak durdu. Savaşın ardındanbirkaç ay İngilizlerin elinde savaş esiri olarak

kalan Schmidt, daha sonra memleketi Hamburg’adöndü. Burada bir yandan üniversite öğreniminisürdürürken, diğer yandan da Alman sosyal de-mokrasisi içinde siyasal çalışmalara başlayarakhızla yükseldi. Almanya’nın savaş yıkımının ar-dından toparlanması, ekonomisini düzeltmesi,yeniden uluslararası devletler topluluğunun birüyesi haline gelmesi süreçlerinde aktif ve giderekönemli görevler üstlendi. Önce memleketi Ham-burg’da, daha sonra o dönemin başkenti Bonn’da,Federal Meclis’te, daha sonra yine Bonn’da fede-ral hükümetlerde giderek daha ağır görevler aldı.Sonunda siyasetin zirvesine çıktı, Federal Şan-sölye Willy Brandt’ın özel kalem müdürününDoğu Alman istihbaratının Batı’ya sızmayı başa-ran bir üst düzey subayı olduğunun ortaya çık-masının ardından istifa etmesi üzerine, SPD-FDPkoalisyonunun başına geçti, 1974-82 yılları ara-sında federal başbakanlık yaptı.

Federal Almanya’daki 68 gençlik hareketininiçinden çıkan Kızıl Ordu Fraksiyonu’nun (RAF)eylemleri onun döneminde yükseldi. Şiddete

ww

w.e

kara

yel.c

om

Page 5: Helmut_Schmidt_Almanya_Avrupa

AvrupaGüN | 5

kendisine hatırlatıldığında “Yeşiller Partisi öyle yada böyle mutlaka ortaya çıkacaktı. Almanya’nın odönemde 3 partili siyasal yapısı zaten anakronikbir durumdu” diyor. Onun dönemi bu açıdandaha sonra ekonomi politikasını büyük bir gay-retle desteklediği Gerhard Schröder dönemiyle(1998-2005) benzerlik gösteriyor. Schröder’in,SPD’nin sol kanadına ve sendikaların itirazlarınarağmen yürüttüğü ekonomik politikalar, Sol Par-ti’nin ortaya çıkmasını ve güçlenip, kurumlaşma-sına yol açmıştı.

Schmidt’in başbakanlığı, liberallerin koalisyonortaklığından çekilmesi üzerine, 1982’de sonbuldu. Federal Meclis’teki gensoru önergesininaleyhinde sonuçlanmasının ardından istifa etti.1983’te Almanya’nın en saygın haftalık gazetesi

ödün vermedi. RAF ve şiddeti benimseyen, uy-gulayan sol örgütlere aman vermedi. Bu alandakikararlı tavrı nedeniyle parti içinden de yoğuneleştiri aldı. Ama sonunda “haklı çıktı”. Özellikle1977’de tarihe “Alman sonbaharı” olarak geçendönemi onun bu konudaki ödünsüz tavrı ve gi-derek yükselen şiddet belirledi. RAF, hapisteki li-derlerinin serbest bırakılması talebiyle AlmanSanayici ve İşverenler Örgütü Başkanı HannsMartin Schleyer’i kaçırdı. Filistinliler “Alman yol-daşları”yla dayanışma amacıyla bir Lufthansayolcu uçağını kaçırdılar. Schmidt, bu dönemde neolursa olsun “teröristlere ödün verilmemesi”ndenyana oldu, çeşitli çevrelerden gelen baskılara, kur-banların ailelerinden gelen çağrılara boyun eğ-medi. Sonunda Alman özel polis komando birliğiBSG-9, Mogadişu baskınıyla yolcu uçağını ele ge-çirdi, rehineler kurtarıldı. Ardından Stuttgart’takimeşhur Stammheim Cezaevi’ndeki RAF liderleri,aynı anda “intihar ettiler”. Dışarıdaki RAF üyeleriise kaçırdıkları Schleyer’i öldürdüler. HelmutSchmidt, tarihe şiddeti taviz vermeden yenendevlet adamı olarak geçti.

Yine NATO ile Varşova Paktı arasında nük-leer silahlanma yarışı ve buna bağlı olarak ulus-lararası gerilim onun döneminde zirveye ulaş-tı.Varşova Paktı’na karşı NATO’nun şahin kana-dının liderleri arasında öne çıkarken, diğer yan-dan da Willy Brandt’ın başlattığı “Ostpolitik”iyürüttü. Batı ve Doğu dünyası liderleriyle yakınilişkiler kurdu. ABD başkanları Gerald Ford,Jimmy Carter ve Ronald Reagan’la, Fransa Cum-hurbaşkanı Valery Giscard d’Estaing’le, SovyetlerBirliği Komünist Partisi lideri Leonid Brejnev’lebir araya geldi. Çin Komünist Partisi lideri MaoTse-Tung’u ziyaret etti. Bunlardan bazılarını Al-manya’da ağırladı. Bazılarını da Hamburg’daki ko-nutunda... Doğu Almanya lideri Honecker’le 3kez biraraya geldi. Bu dönemde kurduğu ilişkile-rin bazıları uzun dönemli işbirliğine dönüştü.ABD eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’le veFransa’nın eski cumhurbaşkanlarından ValeryGiscard d’Eastaing’le halen ortak uluslararasıplatformlarda yer alıyor.

Açıkça nükleer enerjiden yana tavır aldı. Çevrekirliliği, nükleer savaş endişesi, küresel ısınmagibi kavramları önemsemedi. Onun bu alandakiödünsüz tavrının, Alman siyasal yaşamına yenibir partinin, Yeşiller’in katılım sürecini tetiklediğiileri sürülür. Parlamento dışı muhalefetçi, barışçı,çevreci, solcu, feminist grup ve örgütlerin bira-raya gelerek kurdukları parti, gerçekten de onunpolitikalarına muhalefet ederek ve bunu yapar-ken SPD’nin tabanınından ciddi destek alarakgüçlendi, kısa zamanda Alman siyasal yaşamınınsabitleri arasında yer aldı. Ama Schmidt, bu konu

Helmut Schmidtve Almanya’daki Türkler

Helmut ScHmidt konu her gündeme geldi-ğinde, “Almanya’ya Türkiye’den işçi alınması”nı birhata olduğunu vurguluyor. Almanya’nın 60’lı yıl-larda bu ülkeye çağrılan işçilerin topluma enteg-rasyonu konusunda büyük hatalar yaptığınısavunuyor. Schmidt, Die Zeit gazetesinde yayınla-nan bir söyleşide şunları anlatıyordu:

“AlmAnyA’yA çok sayıda yabancının getirilmesi,daha sonra federal şansölye olan dönemin Eko-nomi Bakanı Ludwig Erhard tarafından gerçekleş-tirildi. Aslında hedef görece ucuz yabancı işgücüyleburadaki ücretler düzeyini düşük tutmaktı. BenceAlman ücretlerinin yükselmesi daha iyi olacaktı.Zaman içinde çok farklı yabancılar olduğu ortayaçıktı. En belirgin sorunlar buraya gelen ya da bu-rada doğan ikinci ve üçüncü kuşak Türklerle or-taya çıktı... 1974’te Willy Brandt’tan hükümetidevraldığımda burada yarısı Türkler olmak üzere3.5 milyon yabancı vardı. Daha o zaman Almanla-rın Türklerin hepsini entegre etmeyi başaramaya-caklarını gördüm. Çünkü her iki taraf da ne bunuistiyordu ne de bunu yapabilecek durumdaydı.Ya-bancı düşmanlığını kışkırtmak istemediğim içingayet sessiz bir biçimde o dönemde daha fazla ya-bancı göçünü önledim. Dışarıdan işçi alımı durdu-ruldu, gelmiş olanların ülkelerine dönüşlerikolaylaştırıldı. Böylece benim hükümetimin so-nundaki yabancı sayısı, başındaki düzeyde kaldı.Daha sonra Helmut Kohl döneminde bu sayı ikiyekatlandı. Şimdi 7.5 milyona ulaştık ve büyük birsorunla karşı karşıyayız.” (2004)

Page 6: Helmut_Schmidt_Almanya_Avrupa

AvrupaGüN | 6

“Die Zeit”ın yönetiminde profesyonel olarak yeraldı. 1986’da federal milletvekilliğini bıraktı.

Başta Oxford, Cambridge, Sorbonne, Harvardve John Hopkins olmak üzere dünyanın öndegelen üniversitelerinden 30’u aşkın fahri doktoraalan Schmidt, çoğu siyasal boyutlu çok sayıda ulu-sal ve uluslararası ödülün de sahibi. Dünyadabelki de adı bir askeri yüksekokula verilen ilk sos-yal demokrat lider olan Schmidt (2003’te Ham-burg’daki Silahlı Kuvvetler Üniversitesi’nin –Bundeswehr Üniversität - adı “Helmut SchmidtÜniversitesi” oldu), 1987’den bu yana neredeyseher yıl bir kitap çıkararak, tezleri ve kimliğiyleAlman kamuoyunda hep dinamik bir duruşla yeralabildi. 2008’de yayınlanan kitabına “Außer Di-enst” (Emekli) başlığı verince, belki de yaşlılık vebununla bağlantılı hastalıkların onun artık ger-çekten arka plana çekileceği yorumları da yapıl-mıştı. Ancak o tarihten bu yana yazmayı, kitapyayınlamayı sürdürdü. Son olarak, geçen yıl, sos-yal demokrasinin federal başbakan adaylığınauygun gördüğü, ziyaretlerinde kendisiyle satrançoynadığı Peer Steinbrück’le ortak imzalı kitabı“Hamle Üstüne Hamle” (Zug um Zug) çıktı.

Rahatsızlıkları onun sigara tiryakiliğine hiç deetkilemiyor, tüm yasaklara rağmen çıktığı tel-evizyon programlarında bile birbiri art arda yak-tığı sigaralarını dudağından düşürmüyor, ancakkulaklarının iyi duymaması çok sevdiği klasik mü-zikle ilişkisini (hem dinleyici, hem de icracı ola-rak) etkiliyor. Çok iyi org ve piyano çalan, hattaMozart, Bach gibi ustaların eserlerini yorumlaya-rak plaklar dolduran, her fırsatta klasik müzikdinleyerek kafasını siyasetin streslerinden kur-tarmaya çalışan Schmidt, buna da çare bulmuş:“Müziğin tınılarını mutlaka duymam gerekmiyor,onu kafamda canlandırabiliyorum.”

“Die Zeit” gazetesindeki yayıncılık işine de-vam eden Schmidt’in Hamburg’da 1942’de evlen-diği çocukluk ve okul arkadaşı, eşi Loki Scmidt’i2010’a kaybetti. 1944’te doğan oğulları bir yaşınagirmeden ölen çiftin 1947 yılında bir kızları dün-yaya geldi. Uluslararası finans uzmanı SusanneSchmidt Londra’da yaşıyor.

Eşi Loki’yi iki yıl önce kaybeden HelmutSchmidt, birkaç ay önce, uzun yıllar yakın çalışmaekibinde yer alan Ruth Loah’la birlikte oldukla-rını açıklamıştı.

Schmidt’ten bir Demirel öyküsü!

Schmidt’in Almanya’daki Türklerle ilgili sık sık an-lattığı bir de öyküsü var:

“Demirel’le ilk karşılaşmamızı çok iyi hatırlayabi-liyorum. Ankara’da buluştuk. O zaman başbakandı vebana şöyle dedi: ‘Biliyor musunuz Bay Schmidt, yüzyı-lın sonuna kadar Almanya’ya 15 milyon Türk dahaihraç etmeliyiz.’ Bunun üzerine ben de ona ‘Bu olma-yacak. Buna izin vermeyeceğiz’ dedim. Onun yanıtı da‘Bekleyin bakalım. Biz çocukları üreteceğiz ve siz deonları alacaksınız’ oldu.

Eski Cumhurbaşkanı ve Başbakan Süleyman De-mirel ise kendisine bu durumun hatırlatılması üzerineşu yanıtı vermişti:

“Hayır böyle bir şey hatırlamıyorum. HelmutSchmidt benim dostumdur ve Türkiye’ye de dosttur.1979’da Türkiye’nin fevkalede sıkışık olduğu bir dö-nemde benim bir telefonum üzerine Federal Meclis’tengeçirmeden 500 milyon dolarlık krediyi kullanmamızısağlamıştır. Türkiye’de o dönemde bir avuç benzinyoktu, tozşeker yoktu, yağ yoktu. Ben Türkiye’de yö-netime yeniden gelmiştim ve bunu ortadan kaldırmaya

Türkiye’nin AB üyeliğine karşı

türkiye’nin AvrupA Birliği’ne başta kül-türel farklar olmak üzere çeşitli nedenlerle başın-dan beri karşı olan Schmidt, ülkemizin Avrupa’ylaİslam dünyası arasında bir köprü rolünü üstlenebi-leceği, İslam ülkeleri için olumlu bir örnek olacağıyolundaki yaklaşımları da boş spekülasyonlar olarakgörüyor. Nedenini, Arap ülkelerinin uzun yıllar Os-manlı egemenliğinde kalması ve günümüz Türki-ye’sinin İsrail’le askeri-siyasal ilişkileriyle açıklıyor.

Ancak Schmidt, Türkiye’nin Batı müttekifi olarak ko-runması ve bu doğrultuda desteklenmesindenyana. Bunu şöyle açıklıyor:

“Türkiye’de işlerin yolunda gitmesi Almanya’nın ve Av-rupa’nın çıkarınadır. Ancak bu, o ülkenin AvrupaBirliği üyesi olması gerekiyor demek değildir. De-mokratik bir ülke değildir. Türkiye’de bir hükümetvar, ancak bu askeriyenin icazeti ve kontrolü al-tında. Bu ülkenin çelişkisi işte tam da burada. Tür-kiye’de generallerin etkisini geriletmeyi ve kendiçizgisinde reformlar gerçekleştirmeyi hedefleyenİslamcı eğilim giderek güçleniyor.Ama bu İslam’ınsiyasette ağırlığını artırabilecek. Bunun üstüne, çö-zülmemiş bir Kürt sorunu ve Türkiye’nin Ortadoğuve Orta Asya’daki stratejik çıkarları geliyor. Bununiçin Türkiye’yle sıkı ekonomik işbirliğinden dahafazlasını anlamlı bulmuyorum.” (2002)

Page 7: Helmut_Schmidt_Almanya_Avrupa

AvrupaGüN | 7

1968: SPD Genel Başkan Yardımcısı.(1983’e kadar)1969-72: Willy Brandt’ın liderliğindeki SPD-

FDP hükümetinde Savunma Bakanı.1972-74: Federal Maliye Bakanı.1974: Brandt’ın istifası üzerine Federal Şan-

sölye oldu.1976: Genel seçimlerde Schmidt’in liderliğin-

deki SPD-FDP cephesi, Helmut Kohl liderliğin-deki CDU-CSU cephesine karşı başarılı oldu.

1977: Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) İşverenlerÖrgütü Başkanı Hanns Martin Schleyer’i kaçırdı.Filistinliler, hapisteki liderlerinin serbest bırakıl-ması için Schleyer’i rehin tutan RAF’e destekolmak için bir Lufthansa yolcu uçağını kaçırdılar.Schmidt, RAF ve Filistinlilerin taleplerine karşıödün vermedi. Mogadişu’ya kaçırılan uçağa Al-man terörle mücadele özel birliği GSG-9’nin mü-dahalesi başarılı oldu. Teröristler etkisiz hale ge-tirildi, yolcular kurtarıldı. Haberin duyulmasınınardından Stuttgart’taki özel hapishane Stamm-heim’daki RAF liderlerinin intihar ettikleri açık-landı. RAF’in elindeki Schleyer de öldürüldü.

1979: ABD Başkanı Carter, Fransa Devlet Baş-kanı d’Estaing ve Britanya Başbakanı Callaghan’laGuadeloupe’da 4’lü zirveye katıldı. NATO’nunSovyet nükleer füzelerine karşılık olarak Batı Av-rupa’ya stratejik nükleer füzeler konuşlandırmasıkararlarının alınmasında ağırlığını koydu.

1980: Genel seçimlerden bu kez Franz JosephStrauss liderliğindeki CDU-CSU cephesine karşıbaşarıyla çıktı.

1981: Sağlık problemleri. Kalbine pil takıldı.İki kez hayata döndürüldü.

1982: Hıristiyan demokratlarla anlaşan liberal-ler, sosyal demokratlarla koalisyon ortaklığına sonverdiler. Federal Meclis’teki gensoru oylaması so-nucu Schmidt iktidardan düşürüldü. Helmut Kohlliderliğindeki CDU/CSU-FDP dönemi başladı.

1983: Schmidt, Almanya’nın en ciddi gazete-lerinden Die Zeit’ın yönetime atandı. 1985-89yıllarında genel müdürlüğünü yaptı. Halen herhafta yarım milyon satan bu gazetenin yayıncıla-rından. Düzenli olarak yazı işleri ve haber top-lantılarına katılıyor.

1987: Schmidt, federal milletvekilliğini bı-raktı.

Schmidt, o dönemden beri yazıyor, kitaplaryayınlıyor, konferanslar veriyor, sık sık televiz-yonlarda sohbetlere katılıyor, ödüller alıyor, ödül-ler veriyor.

çalışıyordum. Bir telefonum üzerine Schmidt böyle birimkan sağladı. Bizim ilişkilerimizde Schmidt bana hepdostane davrandı. Bana olan bu dostane davranış tabiiTürkiye’ye olan dostane davranıştı.Ama aramızda öylebir tartışma geçmedi. Geçse bile şaka cinsindendir.Zaten Türkiye’nin o kadar zaman içinde Almanya’yagönderecek 15 milyon nüfusu yoktu. Bana sorsaydı’Nereden 15 milyon bulacaksın?’ diye, o zaman benşaşırırdım.”

(Ertuğrul Özkök ve Kai Diekmann, Süper Dostlar,Türklerin ve Almanların Söyleyecekleri Var, Doğan Ya-yıncılık, İstanbul, Ekim 2008, s. 170.)

Büyükbabasının Yahudi olduğuortaya çıkmadı

1918: Helmut Heinrich Waldemar Schmidt,Hamburg-Bambek’te doğdu. Büyük babası Mus-evi bir tüccar olan Schmidt, babasının belgelerdeyaptığı tahrifat sayesinde nazilerin iktidara gel-mesinin ardından bu durumu saklayabildi. Hel-mut Schmidt, bir protestan Alman olarak yetişti.

1939-45: Schmidt, II. Dünya Savaşı’nda subayolarak çeşitli cephelerde savaştı. Savaş sonundaİngilizlerin elindeki savaş esiri kampına düştü-ğünde rütbesi üsteğmendi. İngilizler birkaç aylıkesaretten sonra Schmidt’i serbest bıraktı.

1942: Schmidt, savaşın ortasında ilkokuldanberi arkadaşı olan Loki Glaser’le evlendi.

1945-49: Hamburg Üniversitesi’nde ekonomive siyasal bilimler öğrenimini tamamladı.

1945: SPD’ye üye oldu.1948: Sosyalist Alman Öğrenciler Birliği’ne

başkan seçildi. Siyasette kariyer yapmaya başladı.1949-53: Hamburg’da eyalet ve yerel yöne-

timde görev aldı.1953: Federal milletvekili seçildi.1958: Federal Almanya silahlı kuvvetlerinin

(Bundeswehr) kurulmasıyla Schmidt’in askerirütbesi yüzbaşılığa (ihtiyat subayı) yükseltildi.Aynı yıl katıldığı askeri tatbikatların ardındanbinbaşı oldu. Bu arada bir militarist olduğu suç-lamasıyla SPD’nin Federal Meclis Grup Başkanlı-ğı’ndan uzaklaştırıldı.

1961: Hamburg eyalet yönetiminde İçişleriSenatörü oldu. Federal milletvekilliğini bıraktı.

1962: Hamburg’daki sel felaketinde “kriz yö-neticisi” olarak Almanya çapında ünlendi.

1965: Yeniden federal milletvekili seçildi.(1987’ye kadar).1967-69: Federal Meclis SPD Grup Başkanı.

Page 8: Helmut_Schmidt_Almanya_Avrupa

AvrupaGüN | 8

Göçmen esnafları öldürenlerin ırkçı-lar olduğunun ortaya çıkmasındansonra, kimlerin bunlara yardımcıolabileceği konusunda polis ve sav-cılıklar tarafından başlatılan soruş-turmalar kapsamında gözaltınaalınanların önemli bir bölümüserbest bırakıldı. Aradan geçen biryıl içerisinde Beate Zschäpe ile RalfWohlleben tutuklu kaldı. Diğer suçortakları aramızda dolaşmayadevam ediyorlar.

Bundan tam bir yıl önce ırkçı terör örgütüNSU’nun 8’i Türkiye, biri Yunanistan kökenliolmak üzere 9 göçmen esnafı ve bir Alman kadınpolisi katletmesinin, Köln’ün Keup Caddesi’ne

bomba koyarak 20 kişiyi yaralamasının açığa çık-masının ardından, yargı ve emniyet tarafındanyapılanları en iyi “dağ fare doğurdu” deyimi özet-liyor.

Irkçıların seri cinayetleri işlediğinin ortayaçıkmasının ardından devlet katında verilen büyüksözler, yapılan törenler ve dilenen özürlerin tü-münün boş bir söylemden ibaret olduğu bugünartık anlaşılmış bulunuyor.

Çünkü, bu seri cinayetlerin sadece üç hücreüyesi tarafından işlenmediği, onlarla bağlantılı sa-

yısız istihbarat elemanının da olayla bağlantılı ol-duğunu artık sokaktaki çocuklar dahi biliyor.

Bu nedenle, gelinen aşamada, devletin bu ci-nayetlerin arkasındaki güçleri ortaya çıkarıp ger-çek anlamda ırkçılık ve yabancı düşmanlığıylahesaplaşamayacağı, yüzleşemeyeceği artık anla-şılmış bulunuyor.

Dahası, bugüne kadar olup bitenlere baktığı-mızda, Federal Parlamento NSU Komisyonuüyesi Memet Kılıç’ın da dediği gibi “Cinayetler ko-nusunda bugün bilinmeyenler, bilinenlerden çokdaha fazladır.” Zira, devletin güvenlik birimleri biryıldır katiller ve onların arkasında kimlerin oldu-ğunu ortaya çıkarma yerine, şurasından burasın-dan basın tarafından ortaya çıkarılan ilişkilerigizlemek için belge imha kampanyası başlatmışdurumdalar.

Göçmen esnafları öldürenlerin ırkçılar oldu-ğunun ortaya çıkmasından sonra, kimlerin bun-lara yardımcı olabileceği konusunda polis vesavcılıklar tarafından başlatılan soruşturmalarkapsamında gözaltına alınanların önemli bir bö-lümü, gelinen aşamada doğrudan cinayetlere ka-rışmadıkları gerekçesiyle serbest bırakıldı. Aradangeçen bir yıl içerisinde kala kala başaktör BeateZschäpe ile Ralf Wohlleben tutuklu kaldı. Diğer suçortakları aramızda dolaşmaya devam ediyorlar.

Ama bu bir yıl içerisinde, dikkate değer enönemli gelişme, katillerle istihbarat örgütleri ara-sındaki yakın ilişki ve istihbarat birimlerinin ci-nayeti işleyenlerin arkasında kimlerin olduğunugizlemeye yönelik çabaları oldu. Başka bir deyişle,katillerin arkasındaki güçlerin ortaya çıkmamasıiçin devletin yoğun bir çaba içerisine girdiği artıksır değil.

Bu nedenle, devletin istihbarat birimlerininneden bu kadar insanın katledilmesine göz yum-duğu, bu cinayetlerle nereye varmak istendiği so-rusu daha büyük bir önem taşıyor.

Hem federal parlamento hem de eyalet parla-mentoları düzeyinde kurulan araştırma komis-yonlarındaki çalışmalar sırasında göçmen es-nafların katledilmesinde federal ve eyalet istih-barat örgütlerinin, özellikle de rüngen Anaya-sayı Koruma Örgütü’nün rolünün büyük olduğuanlaşılıyor. İki Almanya’nın birleşmesinden sonradevlet tarafından bilinçli ve planlı olarak Doğu Al-

NSU soruşturmasındadağ fare doğuruyor

YÜCEL ÖZDEMİR

08 NSU Cinayetleri:Layout 1 28.10.2012 14:25 Uhr Seite 8

Page 9: Helmut_Schmidt_Almanya_Avrupa

AvrupaGüN | 9

“Bilinmeyenlerbilinenlerden çok”

Federal Parlamento NSU CinayetleriniAraştırma Komisyonu’nda yer alanYeşiller Partisi Federal Meclis millet-vekili Memet Kılıç, geçen bir yıl içindeyapılan çalışmalar ve neonazilerleistihbarat örgütlerinin ilişkilerikonusunda Almanya'da yayımlanan15 günlük “Yeni Hayat” gazetesinin(yenihayat.de) sorularını yanıtladı.

- Meclis Araştırma Komisyonu üyesi olarak bugüne kadaryapılanları ve sonucu nasıl değerlendiriyorsunuz?

MEMET KILIÇ - Bir yıllık sürenin sonucundaşunu söylemek mümkün: Bilinmeyenler bilinen-lerden daha çok. Son derece karmaşık bir olaylakarşı karşıyayız. Güvenlik birimlerinin, kabul edil-mese dahi sağ gözlerinin özürlü olduğu her halle-rinden belli. Birçok olay var ve bunların çoğukaza, tesadüf gibi ifade ediliyor.

- Meydana gelen olaylara baktığımızda ortada istisnai du-rumlardan öte, istihbarat örgütleriyle ırkçılar arasında sis-tematik bir ilişki mi var?

MEMET KILIÇ - Bunu söylememiz doğruolmaz. “İstihbarat ırkçılarla işbirliği yapıyor” der-sek bu araştırmaya yarardan çok zarar getiririz.Ancak, istihbarat örgütleri içerisinde doğru çalış-mayan, ideolojik görüşleri nedeniyle bir istika-meti görmeyen insanların olduğu düşünülebilir.Öte taraftan da istihbarat birimleri arasında bazıkonulara yoğunlaşma olurken, bu gayretin diğerbazı konularda olmadığını gözlemledik. Örneğinsol görüşlü insanlar izlenirken daha gayretli dav-ranılıyor. Irkçılara karşı ise aynı gayretle davra-nılmamıştır.

- Kassel’deki cinayet sırasında “Küçük Adolf ” lakaplı istih-barat elemanı cinayet işlendiğinde olay yerindeydi. Bir yıliçinde olanlar aynı zamanda var olan bilgilerin de üstününörtülmeye çalışıldığı şeklinde değerlendirilebilir mi?

MEMET KILIÇ - Her halükarda şunu söyle-mek mümkün: O zaman devlet erkini elinde bu-lunduranlar, (ki o zaman eyalet içişleri bakanıolan sayın Volker Bouffier, şimdi Hessen başba-kanıdır), yetkilerini bu cinayetin ortaya çıkarıl-ması için kullanmadı. Tam tersine devleti,

manya’da neonazileri örgütlemek için maddi vekadro desteği verildiği, bölgede birçok örgütünbizzat devlet tarafından kurulduğu da artık ra-hatlıkla söylenebilir.

Bütün bunlar elbette Almanya’da yaşayan göç-menler, antifaşistler ve demokratlar arasında dev-lete ve onun güvenlik birimlerine karşı tepki vegüvensizlik yaratmıştır, yaratmaya da devam ede-cektir.

Halbuki, göçmen esnafların faşist NSU tara-fından katledilmesinin ortaya çıkması, Almandevletine her bakımdan geçmişle yüzleşme, ırkçı-lıktan arınma fırsatı da sunmuştu. Devlet tara-fından 15 Şubat 2012’de Berlin’de kurbanlar içindüzenlenen anma töreninde, Başbakan AngelaMerkel açıktan özür dilemiş ve sonuna kadar ola-yın üzerine gideceği sözünü vermişti. Ama öyleolmadı. Sözde dilenen özürlerin pratik bir değeri-nin olmadığı bugün daha iyi anlaşılıyor. Bu ne-denle tarihte yaşanan ırkçılıkla bir hesaplaşmagerçekleştirilememiş, “devletin sağ gözünün körkalmaya” devam etmesinden yana tutum alın-mıştır. Gelinen aşamada, cinayetleri işleyenlerinarkasındaki güçlerin akıllardaki sorulara şüphe bı-rakmayacak şekilde aydınlığa kavuşturulmadığısürece, bir yıl önce yöneltilen sorular bundansonra da sorulmaya devam edecektir.

Buradan geriye kalan, ırkçılıkla kararlı müca-delenin ancak bu ülkede yaşayan bütün uluslar-dan insanların el ele vererek omuz omuza müca-delesinden geçtiği gerçeğidir.

Bu nedenle Almanya’da yaşayan Türkiye kö-kenli göçmenlerin bir yıl içinde olanlardan çıka-racağı sonuç, umutsuzluğa kapılıp içine kapan-mak değil, ırkçılığa karşı her alanda direnme, mü-cadele olmalıdır.

08 NSU Cinayetleri:Layout 1 28.10.2012 14:25 Uhr Seite 9

Page 10: Helmut_Schmidt_Almanya_Avrupa

bir saldırı değildir” açıklamasını yaptı. Bu açıkla-mayı daha olay çok tazeyken yaptı. Acaba kimlerona bu bilgiyi verdi ya da bilgi almadan mı ko-nuştu? Bunu bilmek isterdim. Schily’nin tavrı ozaman devlet refleksiydi.

Üçüncü önemli nokta da, Federal Başsavcılıktarafından talep edilen dosyaların imha edilme-sidir. Bu yok edilen dosyaların neredeyse tama-mının yeniden oluşturulduğu söyleniyor.İmhanın kişiye has bilgilerin korunması adı al-tında yasal çerçevede yapıldığı söyleniyor. Eğerimha edilen dosyalar yeniden oluşturabiliyorsa ozaman kişiye has bilgilerin korunması yönündekiyasaların ne önemi var?

Ama işin doğası gereği şunu söylemek gereki-yor: Bizim elimizde sadece yeniden oluşturulduğusöylenen belgeler var. Gerçekten var olup da imhaedilen dosyaların ne olduğunu hiç bir zaman öğ-renemeyeceğiz.

istihbaratı koruma yönünde davrandı. Bu apaçık.Çünkü o zaman Anayasayı Koruma Teşkilatı,“bizim elemanımızı ve muhbirlerimizi dinleme-niz için yanına bir ceset koysanız bile bu yetmez”demiş. Ve bu, herkes için yeterli bir argüman ola-rak görülmüş. Bunlar elbette bu olaya karşı sonderece kötü yaklaşımlardır. Ancak umutsuz ol-mamalıyız.

- NSU ile bağlantılı olduğu ifade edilen pek çok kişi gözal-tına alındı, sonra da serbest bırakıldı. Şu anda sadece ikikişi cezaevinde. Bu serbest bırakmalar sizce normal mi?

MEMET KILIÇ - Serbest bırakılmaları onlarınhakkında davanın devam etmediği anlamına gel-miyor. Sadece ceza usul kurallarına uyuluyor. Tür-kiye’de bu böyle değil. İnsanlar terör suçlamasıylagözaltına alındıktan sonra delilleri karartma varmı yok mu, kaçma tehlikesi var mı yok mu veyaşiddetli bir şüphe var mı, bunlara bakılmaksızınhüküm giymeden tutuklanıyorlar. Almanya’da isedurum böyle değil. Serbest bırakılanlar hassasi-yetle izleniyor.

- Kurban ailelerinin önemli bir bölümü artık güvenlik bi-rimlerine güvenmiyor. Bu nedenle Federal Anayasayı Ko-ruma Örgütü hakkında suç duyurusunda bulundular.Aileler umut kesmiş gibi...

MEMET KILIÇ - Bu, ailelerin haklarıdır ve bende onların yerinde olsaydım aynı şeyi yapardım.Yaptıkları çok doğru. Son komisyon toplantısındakonuyla ilgili 88 sayfalık rapor hazırlayan İçişleriBakanlığı’nın özel görevlisi Hans-Georg Engelke,sadece 5 sayfasını önümüze koydu. Bu da göste-riyor ki, istihbarat örgütünde görevi olmadığıhalde dosyaları imha eden görevliler söz konusu.Bu dahi kendi başına soruşturmayı engellemekanlamına geliyor. Ortada bir kusur ve suç olduğukesin.

- Komisyon üyesi olarak aydınlığa kavuşmasını en çok iste-diğiniz noktalar ve olaylar hangileridir? Şunlar aydınlığakavuşturulduğunda cinayetlerin arkasındaki sis perdesikalkar dediğiniz kişiler ve olaylar var mı?

MEMET KILIÇ - En çok merak ettiğim ve ay-dınlığa kavuşmasını istediğim üç nokta var. Birtanesi biraz önce sizin de sözünü ettiğiniz “KüçükAdolf”un neden olay yerinde olduğu, dönemin iç-işleri bakanı Bouffier’in ve eyalet istihbarat örgü-tünün olaydaki rolü. Bu adamın hangi ajanlarlagörüştüğü ortaya çıkması ve onların dinlenmesigerekiyor. İkinci önemli nokta, dönemin Federalİçişleri Bakanı Otto Schily neden Keupstrasse’demeydana gelen bombalı saldırıdan sonra “Bu ırkçıAvrupaGüN | 10 MEMET KILIÇ

08 NSU Cinayetleri:Layout 1 28.10.2012 14:25 Uhr Seite 10

Page 11: Helmut_Schmidt_Almanya_Avrupa

AvrupaGüN | 11

Mafya örgütü Ndrangheta’nınMilano’da bölgesel yönetimin kalesiPirellone’ye sızdığı ortaya çıkıncaİtalya sarsıldı. Ekim ayında patlakveren skandal, merkez sağdakiÖzgürlükler Partisi’nin (Pdl)Regione Lombardia’daki siyasidanışmanı Domenico Zambetti’ninPirellone’deki seçimlerde 4 binoyu garantilemek için 200 bin avrokarşılığında Ndrangheta’ylaanlaştığını gün ışığına çıkardı.

Siyasi yöneticiler ile mafya babaları arasındakikaranlık ilişkileri kuşkuyla izleyen İtalyanlar, buhafta başında Napoli Savcılığı’nın yürüttüğü birsoruşturmada gündeme gelen uluslararası bo-yutta yeni bir yolsuzluk ve rüşvet skandalıyla yüzyüze kaldı. Soruşturmayı yürüten savcılar Vin-cenzo Piscitelli ile Henry John Woodcock’un tu-tanaklarında, İtalya’da silah endüstrisi devi Fin-meccanica’nin yöneticilerinden, Rusya sorumlusuPaolo Pozzessere’nin Panama’ya Augusta heli-kopterleri ve silah satışında kilit bir rol üstlendiğibelirtiliyor.

Ancak Napoli Savcılığı, Panama devlet başka-nına toplam 180 milyon avro tutarındaki satışıngerçekleşmesi için 18 milyon avro rüşvet öneril-diğini, helikopter ve silah satışlarının Finmecca-nica çatısı altındaki Agustawestlad, Selex veTelespazio şirketleri aracılığıyla gerçekleştirildi-ğini öne sürüyor.

İki yıl öncesine uzanan ticari ilişkilerde PaoloPozzessere ile Panama devlet başkanı arasındakiiletişim trafiğini, L’Avanti gazetesinin eski yöne-ticisi, Silvio Berlusconi’nin yakın dostu Walter La-vitola’nın sağladığı, Lavitola’nın o dönemde İtalyaile Panama arasındaki karanlık ticari ilişkilerdearacılık yaptığı iddia ediliyor.

Napoli Savcılığı, telefon görüşmeleri kayıtla-rından yola çıkarak genişlettiği soruşturma çer-çevesinde uluslararası çapta bir yolsuzluk

trafiğine karıştığı iddiasıyla Finmeccanica yöne-ticilerinden Paolo Pozzessere’yi 23 Ekim’de tu-tukladı.

Beş ülke mercek altında

Napoli Savcılığı, bu uluslararası yolsuzluk öy-küsünün bir tek Panama’yla sınırlı kalmadığını,Rusya, Brezilya, Hindistan ve Endonezya’nın dasoruşturma kapsamında incelenen öteki “pistler”olduğuna dikkat çekiyor. Pozzessere tutuklan-masının ardından savcılara verdiği ifadede, Ber-lusconi hükümeti bakanlarından ve Pdl koor-dinatörü Claudio Scajola’nın Brezilya’ya 5 milyaravro karşılığında satılan 11 adet askeri gemidenyüzde istediğini iddia etti.

Scajola’nın özellikle Brezilya ile ilişkilerde kilitbir rol üstlendiğini düşünen savcılık, bu ülkeninSavunma Bakanı Jobin’le yakın dostluğu olanScajola’ya Napolili parlamenter Massimo Nico-lucci’nin de büyük destek verdiğini öne sürüyor.Savcılığın iddiasına göre Claudio Scajola, Brezil-ya’ya satılan askeri gemilerin satışından Brezilyalıve İtalyan siyasetçilere yüzde aktarılmasında darol üstleniyordu. Soruşturma, İtalya’dan Brezil-ya’ya 550 milyon avro tutarında silah ve helikop-ter satışı yapıldığını da ortaya koyuyor.

Rusya’yla iliþkiler de inceleniyor

Savcılık, yakın geçmişte Rusya Devlet BaşkanıPutin ile Berlusconi arasındaki yakın dostluğudikkate alarak İtalya ile Rusya arasındaki ticariilişkileri de inceliyor. 25 ekim 2012 tarihli LaStampa gazetesinde bu yolsuzluk skandalını konualan bir haberde, 10 Haziran 2010 tarihindeAgusta Westland’in bir yöneticisinin Sole 24 Oregazetesine, “Obama’dan sonra Putin’i uçuracağız”dediği anımsatılıyor.

O tarihte Agusta Westland’da yönetici olan,bugün Finmeccanica’nın başyöneticisi konu-mundaki Giuseppe Orsi, “Putin’in AW 139 heli-kopteri satın alacağı doğru mu?” diye sorangazeteciye, “Dilerim alır. Bir Rus operatöre bu he-

Berlusconi İtalyası’nda temel ilke: Bal tutan, parmağını yalamalı!

Çizme’de her günyeni bir skandal

ASLI KAYABAL

Page 12: Helmut_Schmidt_Almanya_Avrupa

AvrupaGüN | 12

mesinin kaydına dayanıyor. Bu görüşmede Ber-lusconi, Finmeccanica’nın üst düzey yöneticisineSenatör Esteban Caselli aracılığıyla Endonezya’dafaaliyet gösteren Iached Limited’in yöneticisiJames Sesliki’den bir mektup aldığını, söz konusuşirketin İtalya’dan 600 milyon dolar karşılığındaEndonezya askeri filosu için uçak satın almak is-tediğini aktarıyor.

Pozzessere, Berlusconi’ye “Evet bu yönde birolasılık söz konusu. Biraz karmaşık bir konu amadoğru” diye yanıt veriyor. Berlusconi ise, “Bu beyCakarta’da Endonezya havacılık endüstrisininyeni yöneticisi ile üst düzey bir İtalyan yönetici-nin katılımıyla bir toplantı öneriyor” diyor. Burandevuyu Berlusconi belirliyor.

Napoli Savcılığı’nın başlattığı uluslararası çap-taki yolsuzluk soruşturması çok yönlü devamederken Finmeccanica’nin Rusya masası sorum-lusu Paolo Pozzessere’nin, İsviçre’de bir bankadakayıtlı iki hesabının olduğu ortaya çıktı.

likopterlerden sattık” diye yanıt verdi. Bu söyle-şide Orsi, Rusya ve Hindistan’daki yatırımlari ko-nusunda bilgi de verdi. İki yıl sonra Finmec-canica’nın başına getirildiğinde Agusta West-land’in yöneticiliğini üstlenen Bruno Spagno-lini’yi bazı devlet başkanlarına yapılan Agustahelikopter satışları hakkında bilgi vermemesi,Putin’den hiç söz etmemesi için uyardı.

Napolili savcılar Piscitelli ve Woodcock, Fin-meccanica’nın genel müdürü Alessandro Pan-sa’nın, “İtalya ile Rusya arasındaki ticari ilişkilerhükümetler arasındaki anlaşmalarla değil, Ber-lusconi ile Putin arasında gelişti” açıklamasını dik-kate alarak, her iki ülke arasında Panama’daki gibikaranlık başka ilişkilerin saklı olup olmadığını dasoruşturma kapsamına aldı.

Endonezya’yla ticari ilişkilerde BerlusconiBu arada, İtalya ile Endonezya arasındaki ti-

cari ilişkiler konusunu da takibe alan Napoli Sav-cılığı, Silvio Berlusconi ile Paolo Pozzesserearasında 7 Eylül 2011’de geçen bir telefon görüş-

Page 13: Helmut_Schmidt_Almanya_Avrupa

AvrupaGüN | 13

“Bu çocuklar hem Fransız hemgöçmen” gibi son derece nesnelbir veriden hareket eden INSEE(Ulusal İstatistik Enstitüsü) birbaşka bilimsel kurum INED(Ulusal Nüfus Bilimleri Enstitüsü)aracılığıyla temel bir soruyu ilgilitopluluğa yöneltmenin zamanı-nın geldiğine karar verdi. “2’ncive 3’üncü kuşak göçmen çocuk-ları kendilerini ne denli Fransa’yaait, Fransız hissediyorlardı?”

PARİS - “Göçmen doğulmuyor, göçmen olu-nuyor.” Avrupa’da yaşayan 5 milyonun üstündeTürk ve Türkiye kökenli bu gerçeği en yakındantanıyan halklardan. Son yıllarda epeyce değişme-sine rağmen Fransa’nın 200 yıldır geleneksel ola-rak Avrupa’nın en “misafirperver” ülkelerindenbiri olduğu, sosyal bilim uzmanları, tarihçiler vearaştırmacılar tarafından onaylanmış bir gerçek-tir. Fransa yabancı çocuklara 19'uncu yüzyılınikinci yarısından beri, yakın zamanlara kadar Al-manya’da olduğu gibi “soydanlık” (kanbağı) ilkesiüzerinden değil “toprak” (doğduğu yer) esasındauyruk veya vatandaşlık hakkı tanımıştır. Ülkededoğan göçmen çocukları asgari idari koşullarauymak kaydıyla nispi bir rahatlıkla Fransız olabi-lirler. Nicolas Sarkozy’nin cumhurbaşkanlığı dö-neminde (2007-2012) getirilen kısıtlamalar bile,deyim yerindeyse göçmen kökenli çocukların“Fransız” doğmasını pek engelleyememiştir.

Bu arada işsizlik ve kimlik sorunlarına son yıl-larda eklemlenen, medya aracılığıyla katmerlenengüvenlik sorunu bir başka soruyu sıkça gündemegetiriyordu: “Bu çocuklara kâğıt üstünde kolaylıklavatandaşlık veriliyor da, onlar kendilerini ne denliFransız hissediyorlar?” Aşırısından merkezine sağkesim, banliyölerden yükselen otomobil yangınlarıve şiddet görüntüleri eşliğinde göçmen çocukları-nın göçmen kalmasını, Fransa’nın sosyal enteg-

rasyon politikasının iflas ettiğini, toplumsal uyumve ahengi sağlamak için “sosyal asimilasyon”a gi-dilmesini savunur olmuşlardı. “Ya sev, ya terk et!”deyişi, çözüldüğü ileri sürülen “ulus devlet” mode-lini kurtarmak için başvurulan yeni bir milliyetçicansimidi simgesine dönüşmüştü.

“Bu çocuklar hem Fransız hem göçmen” gibison derece nesnel bir veriden hareket eden INSEE(Ulusal İstatistik Enstitüsü) bir başka bilimselkurum INED (Ulusal Nüfus Bilimleri Enstitüsü)aracılığıyla temel bir soruyu ilgili topluluğa yö-neltmenin zamanın geldiğine karar verdi. “2’ncive 3’üncü kuşak göçmen çocukları kendilerini nedenli Fransa’ya ait, Fransız hissediyorlardı?” Üs-telik bu soru yalnızca günümüzün klasik göçmenprofilini yansıtan Kuzey Afrikalı Arap, Afrikalı,Asyalı veya Türk göçmen çocuklarına yöneltilme-mişti. Örneğin İspanyol, İtalyan ve Portekiz kö-kenli gençler de araştırmanın ortak öznesiydiler.

Çarpıcı sonuç

Sonuç bilinçli veya bilinçsiz biçimde medya-nın beslediği kâğıt üstünde Fransızlık şeklindeifade edilen aidiyet duygusu yabancılığı önyargı-sını tamamen boşa çıkartıyordu. Araştırmayagöre “Göçmen kökenli Fransızların yüzde 97’siFransız vatandaşlığını, yüzde 90’ı da Fransızlıkduygusunu benimsemişler”di. Göçmenlerin yüz-de 36’sı Fransız vatandaşlığını seçerken, yüzde60’ı kendilerini Fransız görüyor. Buna karşın göç-men kökenli deneklerin yüzde 67’si, göçmenlerinise sadece yüzde 38’i çevreleri tarafından Fransızolarak algılandıklarının altını çizmişler. IN-SEE’nin temel aldığı INED araştırması, 2008nüfus verilerine dayanıyor. Geçen hafta yayınla-nan araştırmaya göre Fransa’da 5 milyon 340 bingöçmen (2 milyon 170 bini Fransız vatandaşlı-ğına geçmiş), 6 milyon 7 bin de göçmen kökenliFransız vatandaşı yaşıyor (*).

Araştırmanın 18-50 yaş arası 7200 deneğigöçmen nüfusun yüzde 17 ile toplam nüfusaoranla en yüksek olduğu Île-de-France (yani Parisve çevresi) bölgesinden seçilmiş.

Hem Fransız hem göçmen olmanın dayanılmaz ağırlığı

Göçmen çocuklarne kadar Fransız?

UĞUR HÜKÜM

Page 14: Helmut_Schmidt_Almanya_Avrupa

AvrupaGüN | 14

ilişkiler geliştirmiş olsalar da Almanya Türkleriyüksek dozda bir ayrımcılık duygusu ve algılama-sıyla yaşıyorlarmış. Bunun son kanıtını biri Türk,üç göçmen kökenli kadın gazetecinin Die Zeit ga-zetesinde ortaklaşa imzaladıkları “Biz Yeni Al-manlar” başlıklı bir makalede görmek olasıymış.Üç kadın gazeteci kuşkularını şu sözlerle özetle-mişler: “Bu ülkeye ‘Bizim Almanyamız mı’, ‘SizinAlmanyanız mı’ diyelim, bilemiyoruz...”

(*) Araştırma “göçmen”i, Fransız vatandaşlığına geçsin geç-mesin, başka bir ülkede, yabancı olarak doğmuş ama Fran-sa’da yaşayan bir insan şeklinde tanımlıyor. “Göçmenkökenli”yi ise, ya annesi, ya babası ya da her ikisi de ya-bancı olan fakat Fransa’da doğmuş veya çok küçük yaştaFransa’ya yerleşmiş ve burada yaşayan bir insan olarak ta-nımlıyor.

Araştırma, düşündürücü başka farklıları dasomut biçimde gözler önüne sermiş. ÖrneğinFransa’da ortalama aylık net gelir 1679 avro, göç-men kökenli Fransızlar arasında 1600, göçmen-ler arasındaysa 1500 avroymuş. 2010 yılında25-64 yaş arası aktif nüfus içerisindeki işsiz oranıyüzde 7’de seyrederken, bu oran göçmen kökenliFransızlar arasında yüzde 12, göçmenler arasın-daysa yüzde 15’e yükseliyormuş. Öte yandan ilkkuşak göçmenler arasındaki yoksulluk yüzde 37’yibulurken bu rakam, onları çocukları veya göçmenkökenli Fransızlara arasında yüzde 20’ye düşü-yormuş. Fransa’daki ortalama yoksulluk oranıysanüfusun yüzde 14’ünü kapsıyor.

İstisna Türkler

Göçmen kökenli Fransızlar veya göçmenlerarasında en az sayı ve oranda Fransız vatandaşlı-ğına geçen büyük göç gruplarının başında Türklergeliyor. Fransa’da yaşayan 1,2 milyon İtalyan’ınyüzde 75’i, 840 bin İspanyol’un yüzde 55’i, 1 mil-yon 350 bin Cezayirlinin ve 415 bin Tunuslununyaklaşık yarısı, 1 milyon 30 bin Portekizlininyüzde 45’i, 960 bin Faslının yüzde 35, hatta yak-laşık 270 bin Hindiçini kökenlinin yüzde 30’uFransız vatandaşlığını seçerken, (2008 itibariyle)Fransa’da kayıtlı 320 bin Türk ve Türkiye köken-linin ancak dörtte biri Fransız uyruğuna geçmiş.Kaldı ki son tahmini rakamlar bu oranın şimdilikdaha da düşük olduğunu gösteriyor. Türkiye ve-rilerine göre şu anda Fransa’da 500 binin üstündeTürk vatandaşı bulunuyor ve Türk makamlarınabakılırsa Fransız vatandaşlığı oranının göreli ola-rak çok daha düşük olduğu söyleniyor.

Türk istisnasına, Türklerin toplumsal uyumkonusunda ciddi yetersizliğine dair bir başka ör-neğe de eğitim alanında rastlıyoruz. Geçtiğimizhaftalarda yayınlanan resmi bir araştırmaya gö-reTürk göçmen çocukları diğer göçlerin çocukla-rına oranla en başarısız topluluk. Bu tespit biranlamda Duisburg-Essen Üniversitesi Türkiye veUyum Araştırmaları Merkezi (TAM) araştırmacı-larından Türk göçü uzmanı Marina Sauer’in ça-lışma ve gözlemleriyle de çakışıyor. SauerAlmanya’da yaşayan Türklerin 40-50 yıllık geçm-işlerine karşın hâlâ kendilerini Alman toplumu-nun bir parçası olarak göremediklerinihatırlatıyor. Bugün Türk kökenli göçün yüzde10’u hâlâ Almanca konuşamıyormuş. Yarısındançoğunun herhangi bir diploması yokmuş. Aktifnüfusun yüzde 70’inden fazlası bugün bile işçistatüsünde çalışırken, yüzde 10’un altında birkesim serbest meslek sahibiymiş. Her ne kadaryüzde 40’ı sosyal hayatta Alman çevreleriyle iyi

Orhan Pamuk’aLégion d’honneur nişanı

Paris’te düzenlenecek törenle Nobel ödüllüyazar Orhan Pamuk’a Légion d’honneur liyakat ni-şanı verilecek. Pamuk’a nişanı Fransa Kültür Ba-kanı Aurélie Filippetti takacak. Orhan Pamuk, 27ve 28 Ekim günleri Louvre Müzesi’nin genişletilmişİslam Sanat Eserleri bölümünde kitaplarıyla ilgilibir konferans, bir de okumaya katıldı. Ünlü yazarıncumartesi günkü “L’innocence des oeuvres” (Eser-lerin Masumiyeti) başlıklı konferansı Paris Sor-bonne Üniversitesi Fransız Edebiyatı profesör-lerinden Sophier Basch ile sohbet biçiminde ger-çekleşti. Sanatçı dün de Fransa’da kısa bir süreönce yayınlanan “Öteki Renkler” başlıklı denemekitabından Théatre National de l’Opéra-Comique/ Ulusal Komik Opera Tiyatrosu müdürü, tanınmışoyuncu ve rejisör Jérôme Deschamps eşliğindeokumalar yaptı.Yazarın tüm kitaplarını basan Gal-limard yayınları, ekim ayında Pamuk imzalı “Le ro-mancier naïf et le romancier sentimental” (SafYazar ve Duygusal Yazar) ve “L’Innocence des Ob-jets” (Nesnelerin Masumiyeti) adlı yapıtları da ya-yımladı.

Page 15: Helmut_Schmidt_Almanya_Avrupa

AvrupaGüN | 15

AB’nin merkezdeki zengin vegörece büyük ülkeleri de etnikve kültürel ayrılıkçılığın etkisiniüzerinde hissetmeye başladı.Avrupa’da Almanya dışındabüyük siyasal birim kalmayacakgibiydi, ama Bavyera eyaletindede ayrılık hesapları olduğu artıkgözden kaçmıyor. Tabii başkaçevreler de var.

Gelişmeler hiç de birlik ve beraberlik sinyal-leri vermiyor. Avrupa Birliği, adıyla uyuşmayacakbir hız ve hırsla, birçok etnik ve kültürel parçayaayrılacakmış gibi duruyor. Durmuyor, bir uçu-ruma doğru inatla yürüyor.

Bir büyük sinyal, kısa bir süre önce İskoç-ya'nın Büyük Britanya’dan bağımsızlık için2014'te halkoylamasına gideceğinin açıklamasıylageldi. Hemen hemen aynı günlerde Belçika'nınFlaman bölgesinde “milliyetçilerin kazandığı” son

seçimlerin açıkça bölünme işaretleri verdiğinetanık olundu. İspanya’da bitmek bilmeyen Baskve Katalan tartışymaları ile birleşince de, bütünbunlar AB üyelerinin eski “sınırlarını” koruyama-yacağı yolundaki kuşkuları daha bir güçlendirdi.Özellikle Güney ve Orta Avrupa ülkelerindekietnik yelpazenin şimdiye kadarki sınırlarıyla ta-nıdığımız birçok ülkenin varlığını tehdit eder bo-yutlar kazandığı gözleniyor. Etnik sınırlar, öncekiulusal devletlerin sınırları aleyhine palazlanıyor.

Akdeniz’e kıyısı olan İspanya, Fransa, İtalya veYunanistan gibi “ateş üstündeki” ülkelerde, kar-maşık etnik yapının borç kriziyle birlikte tehlikelibir cepheleşmeye kaynaklık edeceğine inanılıyor.Ancak uzmanlara göre, bu sürtüşmelerin arka pla-nında zengin bölgelerin artık yoksulları taşımama,bu nedenle de eski “çok milliyetli ulusal devlet” an-layışına sırt dönme kararlılıkları yatıyor.

Gerçekten de krizdeki İspanya’nın, özellikle ikizengin kesimini oluşturan Katalonya ve Bask Böl-gesi başta olmak üzere ayrılıkçılıkla umutsuz birmücadele içinde olduğu gözleniyor. Katalonya’da11 Eylül’de 1.5 milyon kişinin bağımsız devlet ta-lebiyle gösteri yapmasından sonra, ayrılıkçılığın

İleriye yürüyüp geçmişe düşmek:

“Etnik Devletler Avrupası”OSMAN ÇUTSAY

Page 16: Helmut_Schmidt_Almanya_Avrupa

AvrupaGüN | 16

Almanya’da da aykırı çıkışlara tanık olunuyor. ABüyesi ülkelerdeki refaha kavuşmuş bölgelerin yok-sul bölgelere gelir transferinden kaçma hesapla-rının, Almanya’yı da vurduğu gözleniyor. Örnekyok değil.

Alman sağının ünlü isimlerinden, Hıristiyandemokratların Bavyera’daki partisi CSU’nun ideo-logu sayılan Wilfried Scharnagl, kısa bir süre önceçıkan kitabı ve medyaya art arda yaptığı açıkla-malarda açıkça Bavyera’nın bağımsız bir devletolarak devam etmesinden yana olduğunu bil-dirdi. Scharnagl’ın yankı uyandıran bu çıkışı, par-çalanmaların ardındaki güç olarak gösterilenAlmanya’nın iç huzurunun da tehlikede olduğuyorumlarını yoğunlaştırdı.

Bu arada Almanya’da 3 milyona yakın Türkçe-linin de ileride bazı pazarlıkların konusu olacağıileri sürülüyor. Son yıllarda özellikle Türk sağınınsadece Türk veya Müslüman partileri kurarak se-çimlere girme ve azınlık olarak kendini kabul et-tirme hesapları, artık göz ardı edilemeyecek kadaraçık bir siyasi nitelik.

sadece İspanya’da değil, Almanya dışındaki birçokAB üyesi için büyük sorun oluşturacağına inanılı-yor. Bu arada, Almanya’nın da ayrılıkçı ve içerideazınlık yaratan eğilimlerden tümüyle bağışık ol-madığına da dikkat çekiliyor.

Avrupa’daki azınlık sorunlarıyla ilgili ve sonderece sağ tezleri savunan bir merkez olarak Eu-ropeen Free Alliance (EFA) taleplerini haritalaradökmüş durumda. Örgütün internete de yerleş-tirdiği Avrupa haritaları (http://www.e-f-a.org/kaartje.php), milliyetçi eğilimlerin, şimdiye ka-darki görece büyük ulusal devletleri nasıl kırpıpkırpıp yıldız yapacağını adeta önceden ilan edi-yor. Bütün bu ayrılıkçı eğilimlerin, daha önceteğet geçeceği düşünülen Fransa gibi Avrupa’nınmerkezindeki bir ülkeyi bile vuracağı anlaşılıyor.Paris şimdilik bir telaş gösterisi içinde değil, amazeminin yeterince verimli olduğunu düşünenle-rin sayısı artıyor.

Öte yandan Federal Almanya, Orta Avrupa Al-manlığının merkezi gücü olma ısrarını sürdürü-yor. Berlin açıkça “benzer iktisadi kültür” çer-çevesi içinde birbirine yük olmayacak refah yapı-sına sahip bölgeleri Almanya etrafında bir arayagetirme hesapları yapıyor. Almanya’nın, Avus-turya, İsviçre’nin Almanca konuşulan bölgesi,Güney Tirol ve hatta Doğu Belçika ile bir ekono-mik merkeze dönüşebileceği hatırlatılıyor.

Ancak, ekonomik gücü ve Almanlıktan oluşan“yekpare etnik yapısıyla”, Avrupa’nın yerleşik dev-letlerinden çok farklı bir özelliğe sahip Al-manya’nın, bu sorunlardan tamamen bağışıkolmadığı da ortaya çıkmıyor değil. Almanya’da, 50yıllık bir emek göçü sonrasında 3 milyona yakınnüfuslarıyla Türkçelilerin en büyük grubu oluş-turduğu “göçmen arka planına sahip insan” sayısı16 milyonu buldu. Sadece bu nokta bile, eğeretnik, dinsel ve kültürel azınlık ısrarı böyle sü-rerse, ağır bir sorunun her yeri vurabileceğininhabercisi.

Avrupa siyasetinde de, Almanya’nın son de-rece avantajlı yekpare etnik yapısının tarihe karı-şacağına inananların sayısı artıyor. Almanya’nınyakın bir gelecekte azınlık sorunlarıyla karşı kar-şıya kalabileceği, hatta bu noktada Türklerinönemli bir yeri olacağı belirtiliyor.

Bavyera’da bağımsızlık cilveleri

Almanya’da halen 7.1 milyonu aşkın yabancıpasaportlu var. Bu da, yekpare etnik yapısıyla “So-runsuz Almanya” resmini uzun bir süredir bozu-yor. Avrupa’nın birçok ülkesinde milliyetçi birdaralma süreci yaşanır, devletlerin “farklı dil, dinve kültür temelinde” yeniden parçalanma talep-leri öne çıkarken hep sessiz kalmış “durumu iyi”

Avrupa’da göz gözü görmeyecek

Eurostat rakamlarıyla bölgesel ayrılıkçıgüçler ilginç bir tablo veriyor. Örneğin Flaman Böl-gesi, Belçika topraklarının yüzde 44.3’lük kesiminive nüfusun da yüzde 57.3’ünü içeriyor. Flamanla-rın Belçika GSYİH’sı içindeki payı ise yüzde 57.4.

İskoçya, Büyük Brİtanya yüzölçümününyüzde 32.2’-sini kaplarken, nüfusun yüzde8.4’ünü, toplam GSYİH’nın da yüzde 8.2’sini oluş-turuyor.

katalan BölgEsİ İspanya topraklarının yüzde6.4’ünü kapsıyor. Katalanlar İspanya nüfusununyüzde 15.9’unu, GSYİH’nın da yüsde 18.5’ini oluş-turuyor. Bask Bölgesi, İspanya topraklarının yüzde1.4’ünü işgal ederken, nüfusun 4.6’sına, GSYİH’-nın da yüzde 6.1’ine karşılık geliyor. Özellikle İs-panya örneğinin yaygınlık göstermesi ve AB üye-lerinin görece zengin bölgelerinde ayrılıkçı eğilim-lerin öne çıkması dikkat çekiyor. Bu da zengin böl-gelerin merkezi devletlerin yoksul bölgelere yaptığıtransfer harcamalarına katılmak istememesiyleaçıklanıyor. AB’yi çok zor zamanlar bekliyor.

Page 17: Helmut_Schmidt_Almanya_Avrupa

AvrupaGüN | 17

TV kanalları sayısının artması verekabetin çoğalması üzerineizleyici toplayabilmek ve rating-

leri yükseltmek için artık TV istas-yonları ahlaki değerleri ve sosyalsorumluluk bilincini bir kenarabırakıp yayın yapmaya başladılardiyebiliriz tabii, ancak daha genişbir perspektiften ele aldığımızda,mizah anlayışındaki değişimve tüketicilerinin kimler olduğugerçeği ile karşılaşıyoruz.

KOPENHAG - Danimarka devlet televizyonuDR’nin önümüzdeki günlerde yayınlayacağı birprogram, şiddetli tartışmaları da beraberinde ge-tirdi. “Jobmatch”, programın adı. Programın adın-dan da anlaşılabileceği gibi, bir grup işsizkarşılarında duran üç büyük firma temsilcisinekendilerini beğendirip, onların gözüne girmeyeçalışarak firmalarında bir iş sahibi olacaklar. Buarada birbirlerini yiyecekler, baltalayacaklar, di-ğerlerinin önüne geçmeye çalışacaklar.

İşsizler arasından birini seçip iş verecek fir-malar ise ünlü Danimarka çikolata firması Toms,Danfoss ve medya devi Aller grubu. Kasım ayındayayınlanmaya başlayacak olan programa yöneliktepkiler, şu sıfatlarla özetlenebilir: Tatsız, iğrenç,popülist, aşağılık, sosyal cehalet.

Programa karşı olanların dile getirdikleri encan alıcı eleştiri ise “işsizlerin” bir sosyal sorunolarak görülmeye başlanmaları sonucunu do-ğurma riski.

Evet, artık işsizler, iş bulmak isteyen, çocuk-larına bir ekmek götürebilmek için bir kazanç ka-pısı elde etmeye çalışan insanların durumuakşamları prime time’de akşam yemeğini yeyipkahvesini hazırlamış insanların gülmek için ekrankarşısına geçmelerine neden olacak.

İşsizler bizi güldürecek. Biz gülerken, bir işi-miz olduğuna şükredecek, “Allahtan o ekrandakiinsanların yerinde ben yokum” diyerek halimizeşükredecek ve eğleneceğiz.

TV kanallarının sayısının artması ve rekabe-tin çoğalması üzerine izleyici toplayabilmek ve ra-tingleri yükseltmek için artık bu kanallar ahlakideğerleri ve sosyal sorumluluk bilincini bir kenarabırakıp yayın yapmaya başladılar diyebiliriz tabii,ancak daha geniş bir perspektiften ele aldığı-mızda, mizah anlayışındaki değişim ve tüketici-lerınin kimler olduğu gerçeği ile karşılaşıyoruz.Ve karşılaştığımız bu gerçek oldukça ilginç.

Her ne kadar amacı o olmasa da ünlü İngilizyönetmen Ken Loach’ın 1991 yılında yaptığı “RiffRaff” filmiyle başladı her şey. Bu filmde kriz yılla-rındaki İngiltere’de işçiler arasındaki ilişkiler mi-zahi bir dille ele anlıyordu. Aslında acıklı bir aşkhikayesi olan bu film, “işçilerle dalga geçiyor“damgası da yiyivermişti.

Filmin 1991’de yapılmış olması da ilginç. Ber-lin Duvarı’nın yıkılmasının hemen ardından bufilm yapılmıştı.

İşçi sınıfı ile dalga geçilmeye başlanması, belkide gittikçe vahşileşen kapitalist dünyada bekle-nen bir gelişmeydi, ancak işçi sınıfının ait olduğuve temsil ettiği sosyal katmanın bu eğlence anla-yışı ile birlikte bir sorun olarak görülmeye baş-lanması, üyelerinin bu sosyal gruptan bir an önceçıkıp kurtulması gerektiğini düşünmesi teması iş-leniyor günümüz eğlence programlarında.

BBC’de yayınlanan “Little Britain” adlı hicivprogramındaki tiplemelerden biri olan Vick Pol-lard, anlatmaya çalıştığımız düşüncenin en güzelörneği. İngiltere’nin tanınmış komedyenlerindenMatt Lucas’ın canlandırdığı Vicky Pollard, işçile-rin oturduğu ve “sosyal çöplük” diye de adlandırı-lan toplu konut bloklarında yaşıyor, “teenage”yaşında anne olmuş, pembe eşofmanı, piercinglive sivilceli yüzü, elinden düşmeyen sigarası, yü-zeysel aptalca konuşmaları, İngilizceyi rahatsızedici bir şekilde argo dolu konuşması, onu iticiyaptığı kadar da komik hale getiriyor.

Vicky Pollard yukarıda tarifini yaptığımız dav-ranışlarıyla İngilizleri güldürüyor. Vicky Pollard’agülenler ise, Pollard’ın içine asla adım atamaya-cağı burjuva sınıfının üyeleri değil, Pollard’a Pol-lard’ın komşuları, aynı sınıfın insanları, işçi sınıfıda gülmeye başladı.

İşçi sınıfı artıkişsizlere gülüyor

SADİ TEKELİOĞLU

Page 18: Helmut_Schmidt_Almanya_Avrupa

AvrupaGüN | 18

dini gülünç ve bir sorun olarak görmeye başladı-ğını belirtiyor.

Muhafazakar sosyologlar ise işçi sınıfı algıla-masındaki erozyonun tek suçlusunun burjuva sı-nıfı ve medya olamayacağını, özellikle BerlinDuvarı’nın yıkılmasının ardından Batı Avru-pa’daki sosyal refah sistemlerinin mimarı olan iş-çilerin artık çalışmak istemediğini, iş başvurusuyazmaya ihtiyacı olmadığı dönemin geride kal-masının yarattığı şoku ise yarattığı refah toplu-mun nimetlerinden faydalanma yolları konu-sunda uzmanlaşmakta aradığını öne sürüyorlar.

Muhafazakar sosyologlara göre işçi sınıfınıneksiği para değil, işçi sınıfının çağdaş moral de-ğerlere ihtiyacı var.

Mizahın algılanmasında ve mizahın seçtiğikonuların belirlenmesinde Berlin Duvarı’nın yı-kılmasının dönüm noktası olduğu gözleniyor.Berlin Duvarı var olduğu sürece dünyada mizahdenince siyasi, ekonomik gücü elinde bulundu-ranlarla dalga geçilirdi, herkes onlara gülerdi.Artık sıradan insanlar mizah malzemesi olmayabaşladı. Gülenlerle güldürenler yer değiştirdi.

Sosyologlar Pollard tiplemesinin yarattığı et-kinin incelemeye değer olduğunu söylüyorlar, ziraPollard’ın yarattığı yeni mizah tüketicisi kesim,yani işçi sınıfı, 1980’li yıllarda gurur dolu gele-nekleri ve tarihi olan, içinden çıkardığı GeorgeBest ve Beatles ile gurur duyan onurlu İngilizlerdeğil. Artık İngiltere’de işçi sınıfı ve solcu aydınentelektüeller, Vicky Pollard’da ve dolaylı olarakda işçilerin karikatürize edilmesinde eğlence un-suru görmeye başladılar. İngiliz işçi sınıfının tem-silcisi sayılan futbolcu Wayne Rooney’nin demedyada nasıl yer aldığına işaret eden uzmanlar,solcu aydın ve entelektüellerin değer yargıların-daki erozyonun nedeni üzerine kafa yoruyorlar.

İngiltere’de sendikal hareket için lobbyist ola-rak da çalışan araştırmacı Owen Jones bu konudageçen yıl “Chavs: e Demonization of the Wor-king Class“ (İşçi Sınıfının Şeytanlaştırılması) adlıbir kitap yayınladı. Jones, 1980’li yıllarda işçi sı-nıfının asla ırkçılık ve nefret suçu ile hareket et-mediğine, homofobik davranmadığına dikkatçekiyor, ırkçı kesimlerin ve burjuvazinin herzaman işçi sınıfını alaya aldığını ve onlardan nef-ret ettiğini, ancak işçi sınıfının da artık kendi ken-

Page 19: Helmut_Schmidt_Almanya_Avrupa

AvrupaGüN | 19

Ekonomik kriz, içinden geçtiğimizbu dönemde İtalyanları kaygılan-dırsa da, savaş sonrası yıllardada gözlendiği gibi, bu güçgünlerde birçok şeyden kesintiyapan insanlar, kültürel etkinlik-lere zaman ve yer açmayaçalışıyor. Picasso’nun yaşadığıdönemde tanık olduğu siyasalolaylar ve savaşlara verdiğitepkiyi, sanatçı kimliğiyletakındığı siyasi duruşu, sergiziyaretçileri ilgiyle izliyor.

MİLANO - Picasso’nun sanat yaşamına genişbir perspektiften bakmayı deneyen, retrospektifnitelikteki iki önemli sergi, Milano’da savaş veekonomik kriz dönemlerinde 1953 ve 2012’de Pa-lazzo Reale’de açıldı.

2012 sonbaharında “Picasso’nun Picasso’su”adı altında düzenlenen, büyük bölümü Paris Ulu-sal Picasso Müzesi’nden gelen yapıtlar, Usta’nın1900-1972 yılları arasında yaptığı 250 işi birarayagetiriyor

Picasso araştırmacısı ve aynı zamanda ParisUlusal Picasso Müzesi’nin de yöneticisi Anne Bal-dassari’nin küratörlüğünde hazırlanan “Pi-casso’nun Picasso’su”, İspanyol ressamın siyasiçalkantılar, savaşlar ve kıyımlara gösterdiği tep-kiyi dile getiren yapıtlara ağırlık veren bir sergi.

Palazzo Reale’de ilk mekan, 1953 sergisindensiyah-beyaz fotoğraf karelerinde saklı kalan ay-rıntılarla baş başa bırakıyor ziyaretçiyi. Bu kare-lerde savaşın yaralarını, hasarlarını, acılarınısarmaya çalışan, Picasso’nun savaş karşıtı yapıt-larıyla ilk kez yüz yüze gelen Milanolular dikkatçekiyor..

Picasso’nun 1953 sonbaharında Milano ser-gisi için “Arlecchino Kıyafetinde Paulo” (1924),“Kore’de Kıyım” (1951) gibi önemli yapıtlarınıgöndermekten çekinmediği, ancak İspanyol içsa-vaşına tepkisini dile getiren “Guernica” konu-sunda adım atmakta bir hayli zorlandığı an-

latılıyor. Savaşın hemen sonra-sında kentte ağır basan hüznü da-

ğıtma, Picasso’yu önemli yapıt-larıyla Palazzo’ya getirme düğü-münü, Usta’nın büyük dostu İtal-yan ressam Attilio Rossi çözüyor.

Attilio Rossi’nin oğlu ressamPablo Rossi, babasının “Guernica”

konusunda Picasso’yu nasıl iknaettiğini şöyle anlatıyor: “Picas-so’nun o dönemde 'Guernica'yı

İtalya’ya göndermemekte diren-diği anlatılır. Babam, Picasso’ya Guernica’nın sı-radan bir sergi mekanında değil, II. DünyaSavaşı’nda bombalanan (1943-1945) Milano’dazarar gören birçok yapıdan biri olan Palazzo Rea-le’de Cariatidi salonunda sergileneceğini' söylü-yor. Ziyaretçilerin bombalanan şehirde bumekana savaş sonrası ilk kez 'Guernica'yı görmekiçin gideceklerini söylüyor.”

Franco İspanyası’nda “Guernica”nın saldırıyauğrayabileceğinden kaygı duyan ve Avrupa’da do-laşmasına hep karşı çıkan Picasso, Attilio Rossi’ninanlamlı seçimiyle biraz yumuşuyor ve “Guer-nica”nın İtalya’ya gönderilmesine izin veriyor.

Ekonomik kriz, içinden geçtiğimiz bu dö-nemde İtalyanları kaygılandırsa da, savaş sonrasıyıllarda da gözlendiği gibi, bu güç günlerde birçokşeyden kesinti yapan insanlar, kültürel etkinlik-lere zaman ve yer açmaya çalışıyor. Picasso’nunyaşadığı dönemde tanık olduğu siyasal olaylar vesavaşlara verdiği tepkiyi, sanatçı kimliğiyle takın-dığı siyasi duruşu, sergi ziyaretçileri ilgiyle izliyor.

Retrospektif, Picasso’nun yapıtlarını sekiz anabölümde tanıtıyor. Ressamın “Mavi Dönem” diyeanılan 1900-1906 yılları arasında henüz 20’li yaş-larını sürerken yaptığı resimler arasında en çarpıcıişin, bir aşk uğruna yaşamına son veren ar- kadaşıCasagemas’a adadığı “Casagemas’ın Ölümü”(1901) başlıklı yapıt olduğu söylenebilir. 1906-1908 yılları arasındaki döneme “Le dèmoisellesd’Avignon” damgasını vuruyor. “Kübizm Macerası”başlıklı bölüm, Picasso’nun 1909-1918 yıllarındakisanat çalışmalarından kesitler getiriyor.

“Yıkananlar” (1918), “Olga’nın Portresi”(1918) Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki Picas-so’nun iç dünyasını ortaya koyuyor. “Biraz Sür-realizm”, sanatçının resimlerinde gerçeküstü

20’nci yüzyılın büyük ustası savaş ve kriz dönemlerinde Milano’da

Picasso…ASLI KAYABAL

Page 20: Helmut_Schmidt_Almanya_Avrupa

AvrupaGüN | 20

yaklaşımlara ağırlık verdiği bir dönem. Picas-so’nun 1933-1939 yıllarındaki resimleri “ÇaresizKadınlar” başlıklı bölümde sergileniyor. Fırtınalıhayatına giren kadınlar arasında, oğlu Paulo’nunannesi Rus dansçı Olga, tutkulu bir aşk yaşadığıve kızı Maya’nın da annesi olan Marie èereseWalter, fotoğraf sanatçısı Dora Maar, Picasso’nunçizdiği portrelerde saklı kalıyor.

“Savaş Korkusu” başlıklı bölüm, Picasso’nun1940-1953 yıllarındaki yapıtlarına büyüteç tutuyor.

Bu dönemde Nazi işgalcilerine karşı sürekliresim yapıyor. Yine “Kore’de Kıyım” (1951) bu dö-nemin en önemli yapıtlarından biri. “Son Mev-sim”, uzun soluklu bir resim yolculuğunda olgunve yaşlı Picasso’nun 1948-1972 yılları arasındakiyapıtları topluca sergiliyor.

Gerçeküstü resim tekniğine yoğunlaştığı dö-nemde Picasso’nun, Cèzanne’dan etkilendiği göz-leniyordu. Bu yılın başlarında Milano’da düzen-lenen Cèzanne sergisinde de, ressamın dostlarına“Elimde firçayla öleceğim” dediği ve gerçekten deçok sevdiği Saint-Victoire dağını resmederken ya-şama veda ettiği aktarılıyordu. Picasso’nun daCèzanne gibi, resim dünyasında çıktığı yolculuğuelinde firçasıyla noktaladığı biliniyor..

Sergi 6 0cak 2013’e kadar ziyaret edilebilir.www.mostrapicasso.it

Page 21: Helmut_Schmidt_Almanya_Avrupa

AvrupaGüN | 21

“Almanca konuşulan ülkelerde üçmilyondan fazla insanımız yaşa-masına karşın Alman edebiyatın-dan eserler kanımca Türkiye’de azokur buluyor. Bana sorarsanız,bunu nedenlerinden biri degeçen yüzyılın ikinci yarısındaAlmanya‘nın Böll ve Grass dışındaçok başarılı bir edebiyatçı çıkar-mamış olmasıdır. Son 30 yıldaTürk toplumunun içinden iseAlmanya’ya kıyasla başarılı dahaçok edebiyatçı çıktı.”

Çalışmalarını Stuttgart'ta sürdüren yazar ve çe-virmen Ahmet Arpad bu yılki Tarabya Çeviri Ödü-lü'ne layık görüldü. Ödülünü 17 Kasım'da İs-tanbul'daki Alman Başkonsolosluğunda alacakolan ünlü yazar ve çevirmenimiz, bugüne kadar 45ünlü Alman yazarının Türkçe okunmasını sağladı.Ahmet Arpad, iki edebiyat arasındaki bağları ve tı-kanma noktalarını Avrupa GÜN’e değerlendirdi.

- Alman edebiyatını Türkçeye taşıyan ve babanız BurhanArpad’ın açtığı yolda inatla ilerleyen öncü isimlerden biriolduğunuz biliniyor: Sizce Alman edebiyatının Türkçeye ye-terince çevrildiğini söyleyebilir miyiz?

AHMET ARPAD - Babamın Türkçeye kazan-dırdığı yazarların ortak bir özelliği vardı: Tümü deinsancıl, antifaşist, antimilitarist ve barışsever-di… Sanırım Burhan Arpad çevirilerinin yıllardıraralıksız yayımlanmasının en baş nedeni budur.Ben de kırk yıldan fazla çevirilerle içiçeyim. Bu-güne kadar yaptığım her çeviri beni heyecanlan-dırmıştır. En önemlisi, eserini Türkçeye kazandı-racağınız yazarı sevmenizdir. Babam Burhan Ar-pad’ın 1940’lı yıllardan başlayarak yaptığı çeviri-ler, özellikle sayısız Stefan Zweig ve Erich MariaRemarque eseri 20’nci yüzyıl Alman dili ve edebi-yatının Türkiye’de tanınmasında çok önemli bir

rol oynamıştır. Çünkü ondan önce Almancadançok az edebiyat eseri Türkçeye kazandırılmıştı.Ben onun da desteği ile başladığım çeviri uğra-şımı 1967‘den bu yana sürdürüyorum. Almancakonuşulan ülkelerde üç milyondan fazla insanı-mız yaşamasına karşın Alman edebiyatındaneserler kanımca Türkiye’de az okur buluyor. Banasorarsanız, bunu nedenlerinden biri de geçenyüzyılın ikinci yarısında Almanya‘nın Böll veGrass dışında çok başarılı bir edebiyatçı çıkarma-mış olmasıdır. Son 30 yılda Türk toplumununiçinden ise Almanya’ya kıyasla başarılı daha çokedebiyatçı çıktı. Günümüzde Türkiye’de hâlâ Re-marque, Seghers, Zweig, Fallada ve Roth’un 80-90 yıl önce yazdıklarının büyük ilgi çekmesi,bunun en önemli kanıtıdır. Şunun da üzerindedurmak isterim: Sözünü ettiğim bu yazarlarıntümü insancıl, toplumcu ve savaş karşıtı idi!

- İki edebiyatın birbirlerini gereğince veya yeterince etkile-diği kanısında mısınız?

AHMET ARPAD - İki edebiyatın birbirlerinietkilediği kanısında değilim. Belki bu geçmişte

“Türk ve Alman edebiyatlarının birbirleri üzerinde etkili olduğu söylenemez”

Bu yılki Tarabya ÇeviriÖdülü Ahmet Arpad'ın

FOTO

:HO

RST

RUDE

L

Page 22: Helmut_Schmidt_Almanya_Avrupa

AvrupaGüN | 22

Türkiye ve Almanya arasındaki karşılıklı iliş-kilerde, özellikle Almanya’da yaşayan Türk kö-kenli vatandaşların uyumu sürecinde edebiyatınönemli bir köprü görevi görebileceği insanlarımı-zın bu ülkeye gelişinin onlarca yıl ardından anla-şılmıştır! Bu nedenle Ernst Reuter KültürlerarasıDiyalog Girişimi çerçevesinde Alman Dışişleri Ba-kanlığı, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, GoetheKültür Enstitüsü, S.Fischer Vakfı ve Robert BoschVakfı ortak projeyle Türkçeden Almancaya, Al-mancadan Türkçeye yapılan başarılı çevirileri2010 yılından bu yana iki büyük ödülle onurlan-dırmaya karar verdi.

Son olarak da, yaptıkları çevirilerle iki ülkearasındaki kültür köprüsünü ayakta tutan çevir-menlerin bazı sorunlarına değinmek istiyorum.Almanya‘da özel yasalar sayesinde çevirmenlerTürkiye’ye kıyasla çok daha iyi korunur ve gü-vence altına alınır. Türkiye’de ise edebiyat çevir-menliği bir meslek değildir, çevirmenleremeklerinin karşılığını, çok ünlü değiller ise, ye-terince alamazlar, yasal hakları da zayıftır! Bu ne-denle yabancı dillerden Türkçeye çeviri yapanbaşarılı çevirmenleri mumla aramak zorundayız.Türkçeden Almancaya edebiyat eserleri çeviren,bazılarını uzun yıllardır yakından tanıdığımAlman meslektaşlarım ise Türkiye’dekilerin so-runlarını kesinlikle yaşamıyor…

söz konusu idi. 1930’lu yıllardan başlayarak ede-biyatçılarımız Batı edebiyatından etkilenmiştir. Oyıllarda ise Almanya’da yukarıda sözünü ettiğimtoplumsal eleştiri yapan yazarların kitapları ateşeatılmaktaydı. Ancak onların (özellikle Zweig veRemarque) ateşe atılan kitapları Türkiye’de okun-maya başlanmıştı. Nazilerden kaçmak zorundakalan bu iki yazarı Türk okuru 1940’lı yıllardanbaşlayarak Burhan Arpad aracılığı tanımıştır.

- Türk-Alman dış ticaret rakamlarıyla iki ülkenin edebiyatalışverişleri arasında sanki bir paralellik var: Almanya(Alman edebiyatı) satın aldığından daha fazlasını Türki-ye’ye (Türk edebiyatına) satıyor gibi... Almanya’nın ve Al-mancanın, iç içe yaşadığı yaklaşık 3 milyon Türkçeli insanarağmen, özel bir meraksızlığı mı var ve eğer varsa, siz budengesizliği, yani Almanya’nın bu alanda da verdiği “dış ti-caret fazlasını”, nasıl görüyorsunuz? Bunun ne gibi sonuç-ları olur, neler yapmak gerekir?

AHMET ARPAD - Türkiye onlarca yıldır Av-rupa Birliği‘ne aday bir ülkedir. Türkiye ve Avrupaarasındaki bağlar değişik dallarda özellikle son 20yıldır hızla gelişmekte. Edebiyat alışverişinde debir değişim ve gelişme yaşanmakta. Bu değişimözellikle son 10 yılda kendini hissettiriyor.2005’te gerçekleştirilen Türkçe Çeviri Projesi(TEDA) kapsamında Türk edebiyatına yurtdışınaaçılma olanağı çıktı. 2006’da Orhan Pamuk’unNobel ödülü alması, ardından ülkemizin 2008’deFrankfurt Kitap Fuarı’nda onur konuğu olması,bu gelişmeyi hızlandırdı. 1970’li yıllarda Almanokuru sadece Yaşar Kemal‘le Nâzım Hikmet‘i ta-nırken, şimdi Halide Edip Adıvar, Sabahattin Alive Ahmet Hamdi Tanpınar’dan Ayşe Kulin’e, AslıErdoğan’a ve Murathan Mungan’a kadar Türkedebiyatçılarını çok geniş bir yelpazede tanımaolanağını elde etti.

- Gerçekten de son dönemde Türkçeden Almancaya önemliyapıtların çevrildiğine tanık olduk. Hatta bu çerçevede kısabir süre önce Berlin’de genç Türk edebiyatı üzerine uzman-laşmış Binooki Verlag da kuruldu. Bu tür girişimler artıyor.Türkçeden Almancaya çıkan yeni süreci değerlendirebilirmisiniz?

AHMET ARPAD - Son 80 yılda Türk edebiya-tının çıkardığı “ünlüler” bugün Alman edebiyatdünyasında tanınıyorsa, bunda, TEDA projesininötesinde Stuttgart Robert Bosch Vakfı’nın Zü-richli yayıncı Unionsverlag’ın “Türkische Bibliot-hek” projesine verdiği büyük desteği deunutmamak gerekir. Bu proje kapsamında yazar-larımızın 20 eseri 2005-2010 yılları arasındaAlman dilinin konuşulduğu ülkelerde okurlarlabuluştu.

Page 23: Helmut_Schmidt_Almanya_Avrupa

AvrupaGüN | 23

uzaklık, mesafeler, mekânlar... yeni konumlaraya da var olanlara yeni bakışlar getiriyor.

Bu kapsamlı sergiler zinciri, daha önce Ken-nedy Müzesi olan Sanatlar Akademisi binasındaaçıldı 18 Ekim’de. Açılışta fotoğraf sanatçıları dahazırdı.

Açılan ve açılacak fotoğraf sergilerinin başlık-ları bize nasıl bir zenginliğin gösterildiğini gör-memizi de sağlıyor: Alman Vietnamlılar (StefanCanham & Nguyen Phuong-Dan); Yüzyılın Kışı(Stephen Mooney); Simyacı Heinz Hajek-Hal-ke’nin Son Dönem Işıklı Çalışmaları; Orman, Anı-ların Manzarası (Michael Lange; Buruşuk Kent(Stefan Boness); 1945 – 1989 Yıllarında EskiAlman Demokratik Cumhuriyeti’nden Fotoğraf-lar; Başkasının Bakışı (çeşitli fotoğrafçıların ürü-nünden oluşan ortak bir sergi); BauhausFotoğrafları (Werner David Feist); Özel ve Ya-bancı (fotoğraf öğrencilerinin çalışmaları); AnlıkFotoğraflar, Hareketsiz ve Hareketli FotoğraflarlaBerlin-Kreuzberg; Birlikte Anlar,İki İnsan, İkiKuşak, Bir Başkasına İki Ayrı Bakış (Ann SophieLindström, Marc eis); Bölünmüş Bakış, Batı veDoğu Almanya’dan Gençlik Manzaraları; BanaBakma (Nicole Ahland, Oreet Ashery); 2012Alman Borsası’nın Fotoğrafları; Bilgisayar Müze-si’nde distURBA Nees – Can Fiction Beat freality?(ibault Brunnet); Ödünç Müzesi (Das Verbor-gene Museum) Karma Fotoğraf Sergisi, Fotoğ-rafçıların Portreleri; Fotoğraflarda Öznel veBaşkası (Hannah Höch İçin Sergi); Yabancı veKendi Ülkesi (Jonnek Jonneksson, Kai Löffel-bein); Uzun Çekimler (Michael Wesely); Walking(orsten Kirchhoff); Açık Kent, Kahire – SürenDevrimden Yeni Fotoğraflar (çeşitli gazetelerinfotoğrafçılarının çektiği resimler); Aramızda (birgrup fotoğrafçının çalışması); Doğu ve Batı Bakı-şilarının Diyaloğu; Baskın Kültür Fotoğrafları;Gecenin Karanlığına Yolculuk (Michael Acker-man); Moissey Nappelbaum (1869 – 1958): Sov-yet Ruhunun Portresi; Roma’daki Roma (NihadNino Posija; Dönüş filminden fotoğraflar, PekÇok Toplumsal Bakışlar; Rusya’dan Renkli Nos-talji Fotoğrafları; Heykel ve Yapı Fotoğrafları;

Sanat, ortak anlar, görüşler,bakışlar, düşünceler, düşler,yanıtlar için yola çıkılan ama gruphalindeyken bile yalnız yapılanbir şeydir. Berlin’deki “AyınFotoğrafı” etkinlikler, sergilerdizisinde de bunu görmek olası.

Bu yıl beşincisi düzenleniyor Ayın Fotoğrafısergisinin. 19 Ekim’den 25 Kasım’a kadar sürecekbu sergiler zincirinde 100 fotoğraf ve video sa-natçısı yer alıyor. 110 sergiyi içeren bu büyük,kapsamlı etkinliğin ana başlığı “Başkasının Ba-kışı” (Der Blick des Anderen). Yabancı olma ve ya-bancı görmeyi içeren fotoğraflar, Berlin’in çeşitlişık galerilerinde, vakıfların salonlarında, müze-lerde görücüye çıktı. Çok yönlü ve tarihe notdüşen, anların, mekânların, durumların, hallerin,konumların fotoğraflara yansıyan görünümlerinve Avrupa’da yaşamın derin izlerini sunuyor sa-natçılar. Ayrıca yabancılaşmanın boyutları, hal-leri, gölgeleri, sıkıntıları, değişen ruh hallerini dekonu ediniyor fotoğraflar. Gerçeklik, düş ve kim-likler arasında gidip gelen yansımalar... Kültür ça-tışmalarının ardında yatan dünya... Bir başkasıolma, yani “öteki”leşme... Öteki olmanın toplum-daki yarattığı rahatsızlıklar, huzursuzluklar vedikkat çekme...

Ayın Fotoğrafı ağı yalnızca Almanya’da değil,bu yıl başka ülkeleri de kapsıyor, sınırlarını ge-nişletiyor, başka ülkelere de geçiyor: Berlin’denbaşka Bratislava, Budapeşte, Ljubljana, Luxem-burg, Paris ve Viyana gibi başkentlerde de fotoğ-rafçıların fotoğraflarıyla oluşturdukları dünya biray boyunca izleyici karşısına çıkacak. Ruhsal ko-numların, uzak yaşamların, başka ülkelerin içindesığıntı gibi duran “öteki”lerin... farklı halleri göz-ler önüne seriliyor fotoğraflarla. Ayrıca küresel-leşmenin getirdiği yakınlaşma ve “öteki”lik,

Berlin’de“Ayın Fotoğrafı”

sergileriGÜLTEKİN EMRE

Page 24: Helmut_Schmidt_Almanya_Avrupa

AvrupaGüN | 24

Fantazi ve Düş; Nü Fotoğrafları; Berlin’den On İkiYanıt (on iki fotoğrafçının çalışması); Gizli! Ber-lin’in Steglitz ve Zehlendorf Semtlerinden DoğuAlman Milli İstihbaratı Stasi’nin Çektiği Fotoğraf-lar; Berlin’in İşgal Kuvvetlerinden Fotoğraflar;Mezbahadan Fotoğraflar; 1960’lı Yılların Fotoğ-rafları, Dennis Hopsper: e Lost Album; SevgininGözü (René Groebli); Maske Fotoğrafları (Jens Ull-rich); Doğu Almanya’dan Punk Fotoğrafları (1980-1984); Soğuk Savaş ve Kalkınma Mucizesi (Her-bert Maschke); Fotoğraflarla Jimi Hendrix; Mı-sır’ın Süren İlkyazı... Ve daha başkaları...

Fotoğraf sanatçısı olmak için yola çıkan gençfotoğrafçıların yapıtlarının yanında projeler ge-liştirerek çekilen fotoğraflar da anları, durumları,mekânları... saptıyor, tarihe iz bırakıyor. Ülkedenülkeye, kentten kente, insandan insana, sokak-tan sokağa, nesneden nesneye, ışıktan karanlığa,hareketten sessizliğe, devinimsizliğe, etnoğrafikçalışmalardan mimariye, polis kayıtlarındangençlerin dünyasına... uzanıyor fotoğrafçılar.

Sanat, ortak anlar, görüşler, bakışlar, düşün-celer, düşler, yanıtlar... için yola çıkılan ama yalnız

yapılan bir şeydir grup çalışmaları, projeler olsada. Ayın Fotoğrafı etkinlikler, sergiler dizisindede bunu görmek olası.

Bauhaus akımının fotoğrafçısı Macar asıllıLaszlo Moholy-Nagy yaşadığı 1920’li yılların ta-rihini, yaşamını görüntülerken etkili bir biçimde,Heinz Hajek-Halke de 1950’li yılların dünyasınıyansıtıyor fotoğraflarıyla, o unutulan yılların, ya-şamların... Yalnızca fotoğrafçı değil aynı zamandadesenci, heykeltıraş, ressam da bu özgün fotoğ-rafçı. Karanlık odada fizik ve kimyadan yola çıkıpbenzersiz görüntüler elde etmeyi başaran ve nes-nelerin dünyasına, düşüne de sokulan farklı birsanatçı, fotoğrafçı. Grup resimlerinden bir bilimadamı titizliğiyle ince işlere yönelir ve simyacıolur. Işığı grafikle yoğurur. Işıklı, gölgeli grafiklerelde eder. Yeni resimler, nesneler, düşler... ortayakoyar.

Ayın Fotoğrafı, tarihe, yaşamlara, anlara, me-kânlara, yabancı olma hallerine, ötekilere, kent-lere, ülkelere, kadına ve erkeğe... ölümsüzlük ka-zandıracak bir ay boyunca.

Page 25: Helmut_Schmidt_Almanya_Avrupa

AvrupaGüN | 25

Almanlar da Fransızlar gibi dillerinin İngiliz-cenin etkisinden korunmasına önem verirler. Herfiil için üretilmiş bir kelimeleri vardır. Elbette bi-limsel-teknolojik gelişmeye uygun terimleri ken-di dillerinde türetmekte zorlanıyorlar. Misal,televizyona “Fernseher” diyebilmişler, ama bilgi-sayar Computer’de kalmış... Bisiklete “Fahrrad”demişler, ama otomobile bir karşılık bulamamış-lar... “Bestseller” Amerikan İngilizcesinden dünyadillerine girmiş bir sözcük. Biliniyor; çok satandemek. Almanlar boş durmamış bu kavrama kar-şılık gelebilecek “meistverkauft” kelimesini türet-mişler. Maalesef şansı yok. Tutmuyor. Çok satan-lara bestseller denilmeye devam ediliyor.

Elbette, çok satan çok okunan anlamına gel-miyor. Ancak, insanlar madem okumayacaklar,niçin satın alırlar ki? Bunun da bir açıklaması ol-malı elbette: Kitle kültürü endüstrisi!

Kitle kültürü endüstrisi kavramı Adorno’danberi bildiğimiz üzere, özünde bir imal edilmiş ge-reksinimler kültürüdür. Dahil olduğu üretim me-kanizmaları tarafından inşa edilir. Hal böyleolunca, herkesin aldığını almak, herkesin okudu-ğunu okumak farz olur. Dileyen buna sosyolojiyeait kavramlarla “statü birliği” ya da “tüketim nes-neleri üzerinden kurulan aidiyet duygusu” da di-yebilir...

Meistverkauft kelimesinin Alman dil coğraf-yasında dahi tutmadığını söyledik. Ama bu ol-guya karşılık düşen birçok satışı inkar edemeyiz.Hemen somutlayalım: Berlin’in Neukölln belde-sinin Belediye Başkanı Heinz Buschkowsky’inyazdığı “Neukölln ist überall” (Neukölln HerYerde) kısa sürede 2012’nin en çok satanları ara-sına giren kitabıdır. Her çok satanda olduğu gibilehinde ve aleyhinde çok şey yazıldı, söylendi.

Telepolis sitesinden Peter Nowak’ın özgün de-yimiyle, “Sarrazin light” olan bu kitap, geçtiğimizgünlerde yine ırkçılık hezeyanı ile halkı kışkırtmasuçlamasıyla mahkeme önüne çıkan NPD’nin şefiVoigt’un mahkeme heyetine kendi ırkçı argü-manlarını savunabilmenin “aracı” diye sunduğubir metin olarak da adından söz ettirdi.

Elbette böyle düşünmeyenler de var. HaftalıkStern dergisinden Jonas Gerding, Buschkow-sky’in Sarrazin’le benzerlikleri olduğunu kabul et-mekle birlikte, Buschkowsky’in Sarrazin’den farklı

olarak “meselenin içinden” gelen bir kişi olduğu-nun altını çizerek şunu iddia ediyor: “Bu kitapırkçı bir metin değildir. Göçmenlik ve uyum so-runlarını ele alan bir çalışmadır.”

Almanya’nın prestijli gazetelerinden olan Süd-deutsche Zeitung’dan Roland Preuss da, çarketmiş uyum politikalarından, karşıt toplumlardanve gençler arasındaki yüksek şiddet oranındansöz ederek, 300 bin nüfuslu beldenin yüzde41’inin göçmen olması ve yüksek oranda muh-taçlara verilen sosyal yardımla (“Hartz IV”) geçi-nen insanların durumuna belediye başkanınınönyargılarını da hesaba katılarak bakılmıştır, diyemeseleyi özetlemiş.

Neukölln Belediye Başkanı Buschkowsky, ki-tabın girişinde entegrasyonun herkesin cesaretedemediği bir konu olduğunu belirterek (s.11), bucesaret isteyen işten hareketle ilginç bir benzet-mede bulunuyor: “Alman Demokratik Cumhuri-yeti, biraz da, Merkez Komitesi’nde kimse alış-veriş merkezlerinde neler konuşulduğunu bilme-diğinden çökmüştür.” (s. 13)

“Gaflar” gırla gidiyor Buschkowsky’de. Nite-kim “toplum”a uyum göstermiş nadir örneklerin-den birini verdiğinde bile şöyle yazmaktankendini alamıyor: “Klasik bir misafir işçi ailesi.Yalnızca bir amaçları vardı: Para kazanıp, çocuk-larına yeni bir hayat ve gelecek sağlamak. Sonne-nalle’de oturuyorlardı. Ebeveynler gündüzlerifabrikada çalışıyorlardı. Yanı sıra da ev temizli-ğine gidiyorlardı. Ve işe gitmeden önce de gazetedağıtımı yapıyorlardı. Ev temizliğine gittikle-rinde, örneğin merdiven temizliği diyelim, ço-cuklar da onlarla birlikte olurlardı. Bugün bu aile-nin iki yaşlısı İstanbul yakınlarındaki küçük evle-rinde yaşıyorlar. Yanlarında da Almanlara özgüküçük bahçe anlayışını götürmüşler. Bahçe cüce-leri ve rengarenk çiçekler ile komşularını hayran-lık içinde bırakıyorlar.” (s.59-60)

İşte böyle... Topluma uyum mu diyorsun? Ça-lışacaksın, hem de çok çalışacaksın... Hatta okadar çalışacaksın ki, Türkiye’de hiç bilinmeyenbahçe ve çiçek yetiştirme işinde (de) Almanlaraborçlu olacaksın.

Buschkowsky’nin benzetmelerden yana so-runlu olduğunu söylemiştik. Gaflarına bir örnekdaha: “Çinliler boşuna söylememiş: ‘İki efendiye

Herr Buschkowsky, tarihi ve toplumu neden tersyüz etmek istiyor?

Her yerde bir SarrazinTEVFİK TAŞ

Page 26: Helmut_Schmidt_Almanya_Avrupa

AvrupaGüN | 26

hizmetkarlık edemezsin’. Bizim toplumsal siste-mimiz göçmenin geldiği ülkeden çok farklı inşaaedilmiştir. İkisini karıştırmak olmaz.” (s. 60-61)

Bilinçaltını gizleme gereği duymayacak kadar“açık” ve “dobra” yazıyor Buschkowsky. “İki efen-diye birden hizmet edemezsin ey göçmen!”, diyor.“Bize hizmet edeceksin, bize!” Efendi-uşak ilişki-sini reddeden bir tahayyülün ise kitapta esamisibile okunamıyor. Gerçekten de, Buschkowsky’nin“toplum”u, efendiyi kabul etmenin zorunlu ol-duğu bir toplumdur. Yalnız, aynı anda iki efendibirden olmaz. Uşak, efendilerinden birini seç-mekle yükümlüdür. Kimsenin kimseyi sömürüpbaskılamadığı bir toplum değil. Kenditürünün son sosyal demokratı sıfa-tıyla, asla “ham hayal” fikirlerle uğ-raşmaz Buschkowsky.

Doğru ile yanlış, somut gerçek-lik ile gönülde yatan, Buschkow-sky’de iç içedir. Başka türlü olabilirmi zaten? Üstün kültürcülüğünve sağ popülizmin alametifari-kası bunlar değildir de nedir?.

Neukölln beldesinin yoksulkuzey ve zengin güney diye bö-lünmesinin (s. 40) sorumlu-sunu da yabancılara bağlaya-cak kadar kestirmeci bir tuzukuru orta sınıf temsilcisidir Busch-kowsky.

Haftalık Die Zeit gazetesine verdiği söyleşide,tüm sorunları göçmenler arasındaki eğitimsizliğebağlayan yaklaşımına karşın Die Zeit muhabiri-nin, on yıl öncesine oranla yüksek öğrenime baş-lama sınavını (Abitur) tamamlayanların oranınıniki katına çıkmasını nasıl yorumladığı sorusunaise, bu kez de Abitur yapmayanların oranınınınyüksekliğini gerekçe göstererek yanıt vermiştir.Yani oranlar, oranlar... Yine aynı gazetede, densizgericinin birinin ettiği “Isst du Schwein, bist duSchwein!” (Domuz yiyen, domuzdur) sözüne kar-şı verdiği yanıt hiç de daha az gerici değildir: “Onyıllardır burada yaşayan aileler, şayet çocuklarıntopluma ulaşmalarını engel oluyorlarsa, onlarınvalizlerini toplamalarına severek yardımcı olu-rum.” (www.zeit.de/2012/39/Heinz-Buschkow-sky-Neukölln-Integration-Rassismus/Seite-3)

İlginç değil mi? Buschkowsky çocukları sevi-yor, ama ailelerini değil! Valiz toplamanın ağız su-landıran haz duygusu da cabası...

Son dönemde isim yapan “Türk asıllı sosyo-log” Necla Kelek, bu konuda da geleneksel tavrınıkorudu. Buschkowsky’i “kendi türünün son sos-yal demokratı” olarak kutsadı. Necla KelekHanım, Sarrazin ile Buschkowsky arasındaki farkkonusundaki soruya da şu yanıtı verdi: “Bu iki ki-

şiden biri haklı olmak, diğeri ise bir şeyleri değiş-tirmek istiyor.” Necla Kelek, böylece Busch-kowsky’ye sempatisini de dile getirmiş oldu.(www.welt.de/kultur/literarischewelt/article109515326/Warum-Heinz-Buschkowsky-Recht-hat.html)

Ama meseleye Necla Kelek Hanım gibi bak-mayanlar da var. 1999’dan 2001’e kadar Neuköllnbölgesinde gazeteci olarak çalışan “taz” redaktörüMartin Reeh şu soruyu ortaya atıyor: “Niçin Neu-kölln çark etmiş uyumun eşanlamı oluyor da,hemen yanı başındaki Kreuzberg olmuyor?”“Yoksa” diye de devam ediyor Reeh, “bu sorun daSPD ve CDU´nun ortak politikalarının bağı ol-

masın?”Neukölln Beldesi’nin hemen

yanı başında yer alan Friedrichs-hain-Kreuzberg Belediyesi’nin

halen görevde olan Başkanı FranzSchulz ise aynı partiden (SPD) ol-

dukları halde Buschkowsky’ye karşıtam tersi argümanlarla yanıt veri-

yor. Spiegel Online’de Frank Hor-nig’in kendisiyle yaptığı görüşmede

şunları söylüyor Franz Schulz: “Mes-lektaşımın orada yazdıklarının gerçek-

likle fazla bir ilişkisi bulunmuyor. Bu,olsa olsa onun panikleştirici sağ popü-

list eğilimini işaret eder.”Arno Frank’ın yerinde deyimiyle,

“Buschkowsky yoksul olmak ile ‘asosyal’ olmayıkarıştırıyor.” Çünkü asosyallik aşağıdan yukarıdeğil, yukarıdan aşağı doğru yürüyen bir ilişki bi-çimidir. Bunun içindir ki, her zaman üst sınıfla-rın sosyal ilişki sorunları vardır.

Son olarak, Berlin Humboldt Üniversite-si’nden sosyal bilimci Naika Foroutan’ın belirttiğigibi: “Buschkowsy’in kitabı ırkçı bir metindir;kendisi bunu istememiş dahi olsa”. (Der SpiegelNr. 40/2012, s.138-139.)

Sosyal sorunlar kültürel bağlam içinde sunul-maya çalışılmış Buschkowsky’de. Çünkü yazar bu-radan bakıyor hayata. Orta sınıfların sözcülüğünesoyunmak, üstün kültürcülük, ırkçılık ve sağ po-pülist yaklaşım verili konjonktürde çok satabilir,ama buradan çıkış yok.

Heinz BuschkowskyNeukölln ist überallUlstein Verlag, Berlin, September 2012