Upload
others
View
9
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
1
I. GENEL ANLAMDA SORUMLULUK VE SORUMLULUK TÜRLERİ
A. Genel Anlamda Sorumluluk ve Sorumluluk Tanımı
Sorumluluk, meydana gelen zarardan kimin sorumlu olduğunu gösteren ve bu nedenle zarara
uğrayanın zarar verene karşı uğradığı zararın tazminini isteme hakkını düzenleyen kurallardır.1
Sorumluluk hukukunun iki temel fonksiyonu vardır. Bunlardan ilki; mağdurun uğradığı
zararı üçüncü kişinin omzuna yıkarak zararı denkleştirme iken ikincisi ise, zararı önleme amacıdır.2
B. Hukuki Sorumluluğun Türleri
Prof. Dr. Fikren Eren burada genel olarak hukuki sorumluluğun her ne kadar üçe ayrıldığını;
bunların “kusur sorumluluğu”, “sebep sorumluluğu” ve “hukuka uygun(caiz) müdahaleden doğan
sorumluluk” veya “fedakârlığın denkleştirilmesi ilkesi” olarak belirtmiş ise de doktrinde genel
kabul gören görüş sorumluluğun “kusur sorumluluğu” “ve sebep sorumluluğu” olarak ikiye
ayrıldığı yönündedir. Biz de genel kabul gören görüş üzerinden, yani yalnızca “kusur sorumluluğu”
ve “sebep sorumluluğu” ndan bahsetmekte fayda görmekteyiz.
1 KILIÇOĞLU, Mustafa, Sorumluluk Hukuku, Cilt: 1, Sözleşme Dışı Sorumluluk, 2002,Ankara, s. 1 2 KILIÇOĞLU, s. 3
2
1) Kusur Sorumluluğu(Dar Anlamda Haksız Fiil Sorumluluğu)
Sorumluluk türlerinden en yaygın ve en geniş olanı, kusur sorumluluğudur. Burada
sorumluluk, zarar veren kişinin kusurlu davranışına dayandığından, bunu “kusur sorumluluğu”
olarak nitelendirmek, daha doğru olacaktır. Zira aynı anlamda olmak üzere, kusur sorumluluğuna
“dar anlamda haksız fiil sorumluluğu” da denilmektedir.3
Bilindiği üzere, hukukumuzda “kusur” tanımı konusunda net ve mutakabakata varılmış bir
tanım bulunmamaktadır. Ancak doktrinde genel olarak, kusur sorumluluğunun temelinin iradedeki
özendeki eksiklik olduğu ifade edilmiştir.4 İradedeki gösterilen özenin yeterince gösterilmemiş
olması yahut tam gösterilmemesi kişinin kusurlu olduğu sonucunu doğurmaktadır.
Kusur sorumluluğunun en önemli unsuru bilindiği üzere kusurdur. Bu tür sorumlulukta
kusur, sorumluluğun kurucu unsudur. Bu sebeple, sorumluluğun doğması için zarar, uygun illiyet
bağı ve hukuka aykırılık unsurlarından başka zarar verenin davranışının kusurlu olması da gerekir.
Burada, “kusur olmadan sorumluluk olmaz” ilkesi geçerlidir.5
2) Sebep Sorumluluğu(Objektif Sorumluluk- Kusursuz Sorumluluk)
Sebep sorumluluğu ilke olarak, zarara sebep olma düşüncesine dayanır. Bu tür sorumluluğun
gerçekleşmesi için, sorumluluğu doğuran olayla zarar arasında illiyet bağının varlığı yeterlidir.
Kusur, sebep sorumluluğunda kurucu bir unsur olmaktan çıkmıştır. Bu tür sorumlulukta kusur
3 EREN, Fikret; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 9. Bası, 2006,İstanbul, s. 447 4 KILIÇOĞLU, Mustafa, s. 28 5 EREN, s. 449
3
şartının aranmamasıdır. Burada sorumluluk, kusur yerine, kanunun öngördüğü belirli bir olguya
bağlanmıştır.6
Kusursuz sorumlulukta sonuç ödevinin ihlali söz konusudur. Sorumlunun kişiliği önem
taşımaz, çiğnenen kuralın emredici ve zorlayıcı niteliği taşıması, kurala aykırılık ve ondan ileri
gelen sorumluluk kavramlarının, kusur hesaba katılamayacağı doğrultusunda anlaşılması gerekir.7
Sebep sorumluluğu, sorumluluğun kaynağını kişinin dışında arar. Sorumluluk doğurucu
etmen ön sıraya, sorumlunun kişiliği arka plana itilmekle böylece sorumlunun sübjektif niteliği
mümkün olduğunca geriye itilmektedir. Çünkü kişi sebep sorumluluğunda eylemin sonuçlarından
değil, bir eylem, bir olay veya durumun sonuçlarından sorumlu tutulur.
Kusura dayanmayan sorumlulukta sorumluluğu doğuran olay, zarar ve zararla söz konusu
olduğunda illiyet bağlı bulunması sorumluluğu doğurmak için yeterlidir. Ancak kusura dayanmayan
sorumluluk için insan eylemi ve hukuka aykırılık zorunlu öğe sayılmıştır.
Kusursuz sorumlulukta kusur aranmaz. Sorumluluğu doğuran olay yanında yani içinde olsun
olmasın ayrıca da zararın oluşumunda ayrıca bir kusuru var ise burada kusursuz sorumlulukta
kusurun işlevi ortaya çıkar ki buna da ek kusur (munzam kusur) denmektedir. 8
Sebep sorumluluğu da olağan ve tehlike sebep sorumluluğu olmak üzere iki başlık altında
incelenmektedir. Olağan sebep sorumluluğu; bir özen ödevinin yerine getirilmemesidir. Adam
çalıştıranın, bina ve inşa eseri malikinin, hayvan tutucusunun, aile başkanının ve taşınmaz malikinin
sorumluluğu bu başlık altında mütalaa edilmektedir.9 Diğer bir olağan sebep sorumluluğu ise
“Nezaret ve İhtiman Gösterme Yükümünden Doğan Sorumluluktur.” Bir kimse, birlikte yaşadığı ve 6 EREN, s. 449 7 KILIÇOĞLU, Mustafa, s. 16 8 KILIÇOĞLU, Mustafa, s. 16-17-18 9 KILIÇOĞLU, Mustafa, s. 18
4
emir ve talimatı altında bulunanlara nezaret ya da ihtimam göstermekle yükümlü bulunduğu ölçüde,
bu yükümlülüğü yerine getirememesi bir kusur sonucu olmasa dahi sorumlu olabilir. Olağan sebep
sorumluluğu, sebep sorumluluğunun en hafif şeklidir.10
Bir diğer sebep sorumluluğu olan tehlike sorumluluğunda ise; sorumluluğun kurulması için
zararın faaliyet veya işletmeye özgü tipik tehlikenin gerçekleşmesi ile mümkündür. Uygun illiyet
bağı ile sorumluluk gerçekleşir. Mücbir sebep veya zarar görenin kusuru ile zarar gerçekleşmişse
tehlike sorumluluğu ilke olarak doğmaz. Tehlike sorumluluğu insan eylemine bağlı dar anlamda
haksız fiil sorumluluğu olarak da nitelenemez. Tehlike sorumluluğunda kendisi ve sorumluluk
bağlanan işletme, faaliyet veya nesne olgularıyla ortaya çıkan yetkili makamlar ve faaliyetine izin
verilen tehlike olgusu söz konusudur.11
Eren’in belirttiği üzere devletin sorumluluğunun tehlike sorumluluğu olduğuna işaret eden
Yargıtay kararına bakmakta da fayda olacağı kanaatindeyim. Şöyle ki;
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2007/4-212 E. 2007/261 K. 09.05.2007;
“Uyuşmazlığın çözümüne geçilmeden önce, tapu sicilinin tutulmasından doğan zararlardan
Devletin sorumluluğunun niteliği ve yasal dayanağı üzerinde durulmasında yarar vardır.
Sorumluluk hukukunun tarihsel gelişim süreci içerisinde, kusur sorumluluğundan kusursuz
sorumluluğa uzayan bir yol izlenir. Kusur sorumluluğunda bir zararı başkasına tazmin ettirmek,
ancak zarar onun kusurlu bir fiilinden doğmuş ise mümkündür (Tandoğan Haluk, Türk Mes'uliyet
10 EREN, Fikret, s. 452; KILIÇOĞLU, Mustafa, Tazminat Esasları ve Hesaplanması, 2008, Ankara, s. 32-33 11 EREN, s. 455-456
5
Hukuku, 1967, s:89). Kusur sorumluluğunda, "kusur" sorumluluğun öğesidir (Eren Fikret, Borçlar
Hukuku, Genel Hükümler, C.1, B.6, İstanbul 1998, s:554).
Sanayileşme ile birlikte doğan tehlikeler, bir kimsenin kusurlu olmasa dahi kendisinin
verdiği zarar nedeniyle tazmin sorumluluğunu getirmiştir.
Öğretide kusursuz sorumluluk halleri "olağan sebep sorumluluğu-tehlike sorumluluğu" gibi
ikili ayırıma tabi tutulduğu gibi (Eren Fikret, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, C.1, B.3, 1989;
Tandoğan Haluk, Kusura Dayanmayan Sözleşme Dışı Sorumluluk, Ankara, 1981, s:22);
"hakkaniyet sorumluluğu-nezaret ve ihtimam gösterme yükümünden doğan sorumluluk-tehlike
sorumluğu" şeklinde üçlü ayırım yapanlar da vardır (Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop/Tekinay
Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, B.7, İstanbul 1993, s:498).
Öte yandan, "objektif sorumluluk" üst başlığı altında kusursuz sorumluluk halleri olarak da
düzenlemeler bulunmaktadır. Tehlike sorumluluğu, "terminolojide" "ağırlaştırılmış sebep
sorumluluğu"; "ağırlaştırılmış objektif sorumluluk" olarak yer alır (Koçhisarlıoğlu Cengiz, Objektif
Sorumluluğun Genel Teorisi, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1984, s:183). Diğer
sorumluluk türlerinden farklı olarak kurtuluş beyyinesi (kanıtı) yasalarda bulunmamaktadır. Ancak,
uygun illiyet bağını kesen sebepler sorumluyu sorumluluktan kurtarır.
Bu noktada; Devletin "tapu sicilinin tutulmasından doğan sorumluluğuna" ilişkin olarak,
kusursuz sorumluluk/ağırlaştırılmış sebep/ağırlaştırılmış objektif sorumluluk/tehlike sorumluluğa
ilişkin kurallar uygulanır.
Taşınmazların tapu siciline kaydedilmesinde ve doğru sicillerin oluşturulmasında Devletin
sorumluluğu o kadar önemlidir ki, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 1007. maddesinde (743
sayılı TKM. m.917); "Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.
Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder" hükmü öngörülmüştür.
6
Devletin tapu sicilini çok düzgün tutması ve taşınmazların durumunu tespit ve tescil
bakımından gerekli düzenlemelerin yapılarak açık hale getirilmesi konusuna büyük önem verilmiş,
bu sicillerin devlet memurlarınca tutulmasından ileri gelecek bütün zararlardan dolayı vatandaşlara
karşı fer'i değil, aynen İsviçre'de olduğu gibi asli bir sorumluluk yüklenmiştir (Prof. Dr. Hıfzı
Veldet Velidedeoğlu/Galip Esmer Gayrimenkul Tasarrufları, 1969, s:512 vd.; Prof. Dr. Jale Akipek,
Eşya Hukuku, 1972, s:303).
Yasanın bu açık hükmünün kaynak olduğu Devletin sorumluluğundan söz edebilmek için,
tapu sicilinin tutulmasında sicil görevlisinin hukuka aykırı bir işleminin ve bununla zararlı sonuç
arasında nedensellik bağının varlığı gerekmekle birlikte, eylemin kusura dayanıp dayanmamasının
bir önemi yoktur. Eş söyleyişle, Devletin sorumluluğu, kusursuz bir sorumluluktur.
Burada, kusursuz sorumluluğun dayanağı, tapu siciline bağlı büyük çıkarların ve yanlış
tesciller sonucunda sicile güven ilkesi yüzünden ayni hakların yerinin doldurulmaz biçimde
değişmesi ve bu hakların sahiplerinin onlardan yoksun kalmaları tehlikesinin varlığı ile
açıklanabilir.
Gerçekten, tapu sicilinin tutulmasını üzerine alan Devlet, tapu siciline tanınan güvenden
ötürü, hak durumuna aykırı kayıtlardan doğan tehlikeyi de üstlenmektedir.
Bu nedenledir ki, az yukarıda vurgulandığı üzere; devletin sorumluluğu, bir tehlike
sorumluluğudur (HGK. 05.10.1955 gün, E:4/58 K:64 ve 29.06.1977 gün, E:1977/4-845 K:655).”
7
II. AYIRT ETME GÜCÜ
A. Genel Olarak Ayırt Etme Gücü
Türk Medeni Kanununun 13. maddesinde “Kişiler Hukuku” bölümünde fiil ehliyetinin bir
şartı olarak düzenlenmiştir. Türk Medeni Kanununun 13. Maddesinde ayırt etme gücü “Yasının
küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden
biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes, bu Kanuna göre ayırt
etme gücüne sahiptir” biçiminde tanımlanmıştır. Ayırt etme gücü, Medeni Kanun’da olumsuz
yönden tanımlanmıştır. Olumlu yönden ayırt etme gücü, makul surette hareket edebilmek
yeteneğidir şeklinde tanımlanabilir.12
Makul surette hareket edebilmek demek, belli bir olay karşısında normal insanlardan
çoğunun izleyeceği davranışa uygun biçimde hareket etmek demektir. Belli bir olay veya bir hukuki
olgu karşısında akla uygun biçimde hareket etmeyen bir kişinin ayırt etme gücünden yoksun
olduğunu ileri sürmek o kadar kolay ve doğru değildir.13
Yukarıda da görüleceği üzere öğretide bir kısım yazarlar, kanun maddesinin metninden yola
çıkarak, ayırt etme gücünün, “makul surette hareket etme iktidarı” olduğunu belirtmektedirler.
Bununla birlikte öğretide savunulan diğer görüşe göre, “makul surette hareket” tek başına ayırt etme
gücünü belirlemede yeterli değildir. Bu bağlamda, ayırt etme gücüne sahip olan bir kimsenin, makul
surette hareket etmeyebileceği, öte yandan ayırt etme gücüne sahip olmayan bir kimsenin de toplum
içinde makul surette davranarak, çevresindeki kişilerde ayırt etme gücüne sahip olduğu izlenimini
12 ÖZTAN, Bilge, Medeni Hukuk’un Temel Kavramları, 23. Bası, 2006, Ankara, s. 250 13 AKİPEK, JALE G./ AKINTÜRK, TURGUT/ KARAMAN, DERYA ATEŞ; Türk Medeni Hukuku Başlangıç Hükümleri, Kişiler Hukuku, 2007, Ankara, s. 287
8
verebileceği belirtilmektedir. Söz konusu görüşü savunan yazarlar, ayırt etme gücüne ilişkin bir
tanım yapılırken, kişilerin davranışlarının, psikolojik açıdan değerlendirilerek bir tanım yapılması
gerektiğini ileri sürmektedirler. Buna göre, psikolojik yönden incelendiğinde kişi davranışları, üç
aşamadan geçer. Bunlar yargı, karar verme ve gerçekleştirme aşamalarıdır. Görüş taraftarlarının da
belirttiği üzere, kişi davranışlarının aşamalarına ilişkin olarak, bu aşamaların kökeninde, İsviçre
Medeni Kanununun ön tasarısında, Türk Medenî Kanunu’nun 13. maddesinin karşılığını oluşturan,
16. maddedeki ifadeden yararlanılmıştır. İsviçre Medeni Kanununun, 1900 tarihli ön tasarısındaki
ifadenin önemli olduğu, öğretide, birçok yazar tarafından kabul edilmektedir.14
Bu tartışmaların ışığı altında Medeni Kanun anlamında ayırt etme gücünü şöyle
tanımlayabiliriz; “ Ayırt etme gücü, bir kimsenin fiil ve işlemlerinin güdüsü, sonuçlarını, kapsamını
ve etkilerini seçebilme ve bunlara uygun hareket edebilme yeteneğidir. Daha basit bir biçimde ifade
edilmek istenirse, “ayırt etme gücü, yapılan fiillerin sebebini, anlamını anlayarak ve bunlara uygun
olarak bu fiilleri istemek ve bu isteğe göre de onları icra etmek konusunda kişinin sahip olduğu akli
bir yetenektir.” denebilir.15
B. Ayırt Etme Gücünün Unsurları
1. Makul Bir İradeye Sahip Olma
Makul surette hareket etme iktidarı, kişinin düşüncesinin ahenk ve belli bir denge içinde
olmasını gerektirir ki bu, fikrî unsuru oluşturur. Bu unsurdan kaynaklanan bir hususu da, kişinin
düşüncelerini fiiliyata geçirirken de bu ahenk ve dengenin gerçekleşmesidir ki, bu da bu unsurun
14 OZANEMRE, Hatice Tolunay; Ayırt Etme Gücünden Yoksunun “Haksız Fiil” Sorumluluğu, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk(Medeni Hukuk) A.B.D., 2004,Ankara, s. 28 15 AKİPEK/AKINTÜRK, s. 288
9
irade unsurunu oluşturur. Bir kimsede makul surette hareket iktidarının bulunduğunun kabulü için,
bu kimsenin, fiilinin neticelerini anlayabilecek durumda olması ve bu anlayışına uygun surette
davranacak iradeye sahip olması gerekir. Öğretide söz konusu kişinin vasat bir insanın anlayış ve
irade kudretine sahip olmasının yeterli olduğu ileri sürülmüştür. Makul surette hareket etme iktidarı,
ayırt etme gücünün psikolojik yönteme göre açıklanması sonucu ortaya çıkan bir unsurdur. Yine,
psikolojik açıdan aklî yetileri herhangi fizyolojik bir bozukluğa uğramamış veya sonradan
yakalanılan bir hastalık nedeniyle kötüleşmemiş her kişinin, ayırt etme gücüne sahip olduğu ileri
sürülmektedir. Ayırt etme gücünün yokluğunun kabul edilmesi için, kanun koyucu, makul surette
hareket etme iktidarının, fikrî yönünün veya irade yönünün veya her iki yönünün bulunmamasını
zorunlu saymıştır.16
Makul surette hareket etme iktidarının fikrî unsurunu, kişinin kendi şahsiyeti hakkında bilinç
sahibi olması, düşünce ve kavrayış kabiliyetine sahip olması, muhakeme yürütebilmesi ve bu
muhakeme sonucunda bir değerlendirmeye ulaşabilmesi, hafızasının yerinde olması, yön duygusuna
sahip olması, zamanı takip edebilmesi, üzüntü ve heyecan hallerinde kendini kaybetmemesi, ahlakî
düşünce sahibi olması oluşturur. Makul surette hareket etme iktidarının, ikinci unsurunu oluşturan
iradî unsur ise kişinin anlayışına uygun bir karar alması ve aldığı bu karar doğrultusunda hareket
edebilmesini ifade etmektedir. 17
16 OZANEMRE, s. 29-30-31; İMRE, Zahit; Medeni Hukuka Giriş Yenilenmiş 3. Bası; 1980,İstanbul, s. 375 17 OZANEMRE, S. 30-31-32
10
2. Makul Olan Bu İradeye Uygun Davranma Yeteneği
Kişinin makul olan bir iradeye sahip olması yeterli olmayıp verdiği kararlara da uygun
davranması gerekmektedir. Yani kişinin açıkladığı iradede yabancı iradenin etkisi olmamalı ve
yabancı iradeye karşı koyabilen bir iradenin olması gerekmektedir.18
3. TMK md. 13’deki Unsurlardan Birinin Gerçekleşmemesi
Yukarıda TMK md. 13’de ayırt etme gücünün tanımına yer verilmiş idi. Söz konusu tanımda
“Yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer
sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes..” açıkça
hangi durumlarda ayırt etme gücünün kaybedileceği belirtilmiştir. söz konusu durumların varlığı
halinde kişilerin ayırt etme gücüne haiz olmadığı kabul edilmektedir. Ez cümle, sayılan hallerin
varlığı halinde kişilerin ayırt etme gücüne sahip olmayacakları yönünde karine vardır.19
a. Yaş
Malum olduğu üzere insanın fikri gelişimi uzun bir süreç gerektirmektedir. Bu sebeple
henüz küçük yaşta bulunan bir çocuğun ayırt etme gücüne sahip olduğunun söylenmesi oldukça
zordur. Çocuğun aklî işlevlerinin gelişmesi, yasına bağlı olarak yavaş yavaş gerçekleşmekte ve ayırt
etme gücüne, zamanla belirli bir psikolojik olgunluğa erişilmesi ile sahip olunmaktadır.20
Her ne kadar çocukların ayırt etme gücüne sahip olmadıkları belirtilmişse de bu durumun
hangi yaştan sonra ortadan kaldırılacağı TMK’da düzenlenmiş değildir. Bu nedenle her olay kendi
18 ÖZTAN, s. 251 19 ÖZTAN, s. 251 20 NART, Serdar; Ayırt Etme Gücünden Yoksun Kimselerin Hukuki Sorumluluğu(Hakkaniyet Sorumluluğu), Doktora Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk A.B.D., 2007, İzmir,s. 22
11
içerisinde değerlendirilecek ve çocuğun ayırt etme gücüne haiz olup olmadığı hâkimin takdir yetkisi
ile tespit edilecektir. Hâkim somut duruma göre, ayırt etme gücünün ortadan kaldırılıp
kaldırılmayacağına karar verecektir.21
b. Akıl Zayıflığı
Akıl zayıflığı bir kimsenin akli melekelerinin hiç ya da yeterli derecede gelişmemesidir.22
“Akıl zayıflığı, bir kimsede doğumdan gelen veya daha sonra ortaya çıkan ve akılsal işlevlerdeki
(aklî melekelerde) yetersizlik, biraz gelişmişlik, bir duraklama veya gerileme durumunu ortaya
koyar. Bunaklık, aptallık, budalalık gibi durumlar bunlara örnek olarak verilebilir.”23
Akıl zayıflığı daimi surette ayırt etme gücünü ortadan kaldıran bir durum değildir. Tıpkı yaş
küçüklüğünde olduğu gibi hâkim tarafından kişinin akıl zayıflığı nedeni ile ayırtım gücünün ortadan
kalktığının araştırılması ve saptanması gerekir.24
c. Akıl Hastalığı
Akıl hastalığı; ruhi, akli ve iradi fonksiyonların biyolojik olarak bozulması, değişmesi yahut
anormalleşmesi durumudur.25
Tıbbi anlamda her akıl hastalığı ayırtım gücünü daimi olarak ortadan kaldırmaz. Zira akıl
hastalığı tıbbi bir kavram olmakla birlikte, ayırtım gücü psikolojik bir kavramdır. Bu sebeple
önemli olan hastalığın çeşidi ve bu hastalığın ayırt etme gücünü ortadan kaldırıp kaldırmadığıdır. O
halde fiili işleyen şahsın akıl hastası olup olmadığının tespiti sorunun çözülmesi bakımından önem
21 AKİPEK/AKINTÜRK, s. 290, ÖZTAN, s. 252 22 ÖZTAN, s. 252 23 NART, s. 26 (Doğrudan alıntı) 24 AKİPEK/AKINTÜRK, s. 291 25 ÖZTAN, s. 252; AKİPEK/AKINTÜRK, s. 290; İMRE; s. 381
12
arz etmez. Hâkim bu durumda tıpkı akıl zayıflığı ve hastalığı ile yaş küçüklüğünde olduğu gibi o
hukuki fiili yaptığı anda ayırt etme gücüne sahip bulunup bulunmadığını tayin ve tespit etmelidir.26
d. Sarhoşluk
Sarhoşluk insan kanına karışan alkol etkisi ile idrak, muhakeme ve irade yeteneğini geçici
olarak kaybetmesi halidir. Bu durumda hâkimin, kişinin yapmış olduğu eylemin sarhoşluğun etkisi
ile yapıp yapmadığını araştırması ve saptaması gerekir.27
İmre özellikle burada sarhoşluk ile ayyaşlığın ayırt edilmesi gerektiği kanaatindedir.
Ayyaşlık; sarhoşluğun vazgeçilemez hali almasına ilişkin irade zayıflığı, alkollü içki isteğinin esiri
olmak ve bu durumdan vazgeçememe halidir. Yani ayyaşlık, alkoliklik halinin devamlılığını
gerektirmekte iken, sarhoşlukta devamdan söz edilemeyecektir.28
e. Benzer Diğer Sebepler
Benzeri diğer sebeplerin tek tek belirlenip sayılması mümkün değildir. Hangi durumların
ayırtım gücünü ortadan kaldırdığını takdir etme yetkisi bu durumda hâkime bırakılmaktadır. Hâkim
somut duruma göre, ayırt etme gücünün ortadan kalkıp kalkmadığını tayin ve tespit edecektir.
Ancak uygulamada ateşli ve kâbuslu hastalıklar, uyurgezerliğin ayırtım gücünü ortadan kaldırdığı
belirtilmektedir.29
26 ÖZTAN, s. 252; AKİPEK/AKINTÜRK, s. 290-291; İMRE; s. 380-381; OZANEMRE; s. 37-38-39-40 27 ÖZTAN, s. 253; AKİPEK/AKINTÜRK, s. 290, NART, s. 28; OZANEMRE; s. 44-45-46 28 İMRE, s. 383 29 ZEVKLİLER, Aydın; Medeni Hukuk Başlangıç Hükümleri- Kişiler Hukuku- Aile Hukuku, 1986, Diyarbakır, s. 199-200; İMRE, s. 384-385; AKİPEK/AKINTÜRK, s. 292
13
III. AYIRT ETME GÜCÜNDEN YOKSUN OLANLARIN SORUMLULUĞU
A. Genel Olarak
TMK md. 15’de açıkça belirtildiği üzere; “Kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak
üzere, ayırt etme gücü bulunmayan kimsenin fiilleri hukuki sonuç doğurmaz.” Yine aynı kanunun
14. Maddesi incelendiği zaman görüleceği üzere; “Ayırt etme gücü bulunmayanların, küçüklerin ve
kısıtlıların fiil ehliyeti yoktur.” TMK md. 16/II. fıkra’da ise; “Ayırt etme gücüne sahip küçükler ve
kısıtlılar haksız fiillerinden sorumludurlar.” demektedir.30
Yukarıda da bahsedildiği üzere bir kimsenin vermiş olduğu zarardan sorumlu olabilmesi
için, kusurun varlığı esastır. Kusurlu olunması için ise kişinin kusurlu hareket etme bilincine ve
şuuruna sahip olması gerektiğine işaret etmiştik. Borçlar Kanunu’nun “Mesuliyet Şeraiti” kenar
başlıklı 41. Maddesindeki hüküm -Gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile
haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur.- uyarınca
kişinin vermiş olduğu zarardan mesul olabilmesi için kurucu unsur ve şartın “kusur” olduğu da
doktrinde açıkça kabul olmuştur.31
Ancak yukarıdaki 15. Madde hükmü incelendiği zaman görüleceği üzere “Kanunda
gösterilen ayrık durumlar” istisna olarak tutulmuş ve kanunda gösterilen bu istisnalar dışında kalan
her türlü durumda ayırt etme gücü bulunmayanların fiillerinin hukuki sonuç doğurmayacağı
belirtilmiştir. “İşte bu istisnaların en önemlisi BK md. 54’te düzenlenmiştir.”32
30 EREN, s. 606 31 EREN, s. 606; KILIÇOĞLU, Ahmet, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 9. Bası, 2007, Ankara, s. 308 32 EREN, s. 606 (Doğrudan Alıntı)
14
BK md. 54’deki ; “Hakkaniyet iktiza ediyorsa hakim, temyiz kudretini haiz olmayan
kimseyi ika ettiği zararın tamamen yahut kısmen tazminine mahkum eder.” Hükmüne istinaden,
şayet ayırt etme gücüne sahip olmayan kimsenin vermiş olduğu zararın HAKKANİYET
gerektirmesi takdirde hâkim bu zararın giderilmesine karar verebilir. Borçlar Kanunu’nun söz
konusu hükmü aynı kanunun 41. Maddesinde olduğu gibi kusuru aramamıştır. Burada
sorumluluğun esas nedeni “hakkaniyet” olgusudur. Zarar sebebiyet veren kişinin ayırtım gücüne
sahip olmaması, başkalarının bu zarara katlanmalarına yol açması hakkaniyete uygun olmayabilir.33
Fail ekonomik yönden zengin, zarar gören de fakir ise zarar göreni sırf fail ayırtım gücünden
yoksun diye zararıyla baş başa bırakmak adalet duygusunu sarsıp zedeleyeceğinden hakkaniyet
sorumluluğuna ihtiyaç duyulmuştur. Zarar gören ile zarar veren arasında ekonomik durumları
karşılaştırıldığında, hakkaniyet sebeplerinin gerektirmesi hâlinde bir sorumluluk doğabilecektir.34
Uygulamada Yargıtay’ca da hâkimin tarafların ekonomik durumlarının göz önünde
tutulması ve buna göre her somut olayın kendi içerisinde değerlendirilmesine işaret edilmiştir.
Şöyle ki; Yargıtay 4. HD 2004/697 E. K: 2004/7078 K. 02.06.2004 Tarihli ilamında;
“Somut dava, rücuen tazminat istemine ilişkindir. Hâkim, BK.m.54/1 hükmü uyarınca
zararın kısmen veya tamamen ödetilmesine karar verebilir. Somut olayda, davalının tazminat
sorumluluğu bakımından BK.m.54/1 hükmünün tartışılmaması ve tazminat miktarından indirim
yapılıp yapılmayacağı yönünün değerlendirilmemesi hatalıdır.
Davalının diğer temyiz itirazlarına gelince; dava, rücuen tazminat istemine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davacı ve davalı tarafından temyiz
olunmuştur.
33 EREN, s. 606-607; KILIÇOĞLU, Ahmet, s. 308-309; ÖZTAN, s. 262; TEKİNAY, Selahattin Sulhi/AKMAN, Sermet/ BURCUOĞLU, Haluk/ ALTOP, Atilla; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 1985, İstanbul, s. 676,677 34 EREN, s. 606; NART, s. 78
15
Davalının, "paranoid organik beyin sendromu" tanısı ile kısıtlanmasına karar verildiği ve
vasi atandığı anlaşılmaktadır. Diğer yandan, davalı vasisi yargılama aşamasında davalının davaya
konu tazminatı ödeme gücü bulunmadığını da ileri sürmüştür.
Kural olarak, haksız eylemlerden sorumluluk kusura dayanır. Kusur sorumluluğu için de,
ayırt etme gücünün varlığı gerek ve yeter koşuldur. (TMK.m.13). Diğer yandan, yasada gösterilen
ayrık durumların varlığı halinde, ayırt etme gücü bulunmayanlar da sorumlu tutulabilirler.
(TMK.m.15). Bu ayrıksı durumlardan biri ise, BK.m.54/1 hükmü ile düzenlenen hakkaniyet
gereğine dayalı objektif sorumluluk halidir.
Bu düzenleme ile hakime, geniş bir takdir yetkisi verilmiştir. Bu yetkinin, her olayı
çevreleyen koşulların göz önünde bulundurularak kullanılması gerekir. Bu bağlamda, ayırt etme
gücü bulunmayanın eyleminin doğurduğu özel tehlike; ayırt etme gücü bulunmamasına karşın,
objektif ölçüler içinde ona yüklenilebilecek bir kusurun varlığı; ayırt etme gücü bulunmayanın,
eylem sırasındaki öznel durumu ve zarar görene yönelik tutumu ile tarafların ekonomik varlıklarının
göz önünde tutulması gerekir. Özellikle, eylemde bulunanın sorumluluğunun, onun yönünden
rahatlıkla katlanılabilir; zarar gören bakımından ise hissedilir ölçüde ekonomik sonuçlar doğurması
durumunda sorumluluk benimsenebilir.
Hakim, BK.m.54/1 hükmü uyarınca zararın kısmen veya tamamen ödetilmesine karar
verebilir. Somut olayda, davalının tazminat sorumluluğu bakımından BK.m.54/1 hükmünün
tartışılmaması ve tazminat miktarından indirim yapılıp yapılmayacağı yönünün değerlendirilmemesi
doğru görülmemiş ve kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.”
16
B. Ayırtım Gücünden Daimi Yoksun Olanların Haksız Fiil Sorumluluğu
Ayırtım gücünden daimi yoksun olanların genel itibari ile vermiş olduğu zararlardan
sorumlu olabilmesi için doktrinde genel kabul görmüş bir takım şartları barındırması
gerektirmektedir. Öncelikle;
1. Eylemi Yapanın Ayırtım Gücünden Yoksun Olması
BK. md. 54’de de açıkça gösterildiği üzere, zaten hakkaniyet sorumluluğunun gerekmesi
için kişinin verdiği zarar sırasında ayırtım gücünden yoksun olması gerekmektedir. Aksi takdirde
hakkaniyet sorumluluğundan bahsetmenin mümkün olmadığı da ortadadır. Bu sebeple fail ayırtım
gücüne haiz ise hakkaniyet sorumluluğundan da bahsetmenin mümkün olmayacağı; bu durumda
BK. md.41’de belirtilen kusur sorumluluğuna dayanan sorumluluğun söz konusu olacağı bilinen bir
gerçektir.
BK. md.54’de ayırtım gücünü sürekli ve geçici kaybedenler arasında bir ayrıma tabii
tutulmuştur. Sürekli olarak ayırtım gücünden yoksun olanların 1. Fıkra hükmüne, geçici olarak
kaybedenlerin ise 2. Fıkra hükmüne göre sorumlu olması gerektiği hüküm altına alınmıştır. Ayırtım
gücünü geçici olarak kaybedenler ilerleyen bölümlerde detaylı olarak açıklanacağından konu
tekrarına mahal vermemek adına bu kısımda açıklamaktan imtina etmekteyim.
2. Eylemin BK. md. 41’de Sayılan Haksız Fiilin Bütün Öğelerini Gerçekleştirmesi
Ayırt etme gücüne sahip olmayanın vermiş olduğu zarardan sorumlu olabilmesi için BK.
md.41’de sayılan haksız fiil sorumluluğunun ortaya çıkması için gereken bütün unsurları (fiil,
hukuka aykırılık, illiyet bağı, zarar, kusur) taşıyor olması gerekmektedir.
17
a. Haksız Fiil Kavramı
BK. md. 41 ile düzenlenmiş olan haksız fiil sorumluluğu şöyle tanımlanmıştır; “Gerek
kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika
eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur.” Bir kimsenin hukuken koruma altına alınmış
menfaatlerine, hukuka ve ahlaka aykırı biçimde kusurlu olarak verilen zarara haksız fiil denir35
Murat Topuz 447)
b. Haksız Fiil Unsurları
aa. Fiil
Her şeyden önce ortaya haksız fiilin çıkabilmesi için bir eylemin varlığı esastır. Şahsın
haksız fiil nedeniyle doğan zararı giderme borcu ortaya çıkan fiile dayanmaktadır. Söz konusu
eylem olumlu( fiili yapma, bir şey yapma) şeklinde olabileceği gibi, olumsuz( yapmama, hareketsiz
kalma) şeklinde de olabilir. Olumlu davranışa örnek olarak; “A’nın vurduğu yumrukla B’nin vücut
bütünlüğünü ihlal etmesi veya tabancasını ateşleyerek öldürmesi halinde, A olumlu bir davranış,
aktif bir vücut hareketi içindedir.”36 Olumsuz davranışa örnek olarak ise “Bir yüzme havuzunda
yüzme bilmeyenleri kurtarma görevi olan bir kişinin, boğulmak üzere olan bir şahsı kurtarmaması
menfi bir davranış olup ölüm sonucu ile yapmama arasında sebep sonuç bağı vardır.”37
verilebilir.38
35 TOPUZ, Murat; İsviçre ve Türk Borçlar Hukuku ile Karşılaştırmalı Olarak Roma Borçlar Hukukunda Maddi Zarar ve Bu Zararın Belirlenmesi, 2011, İstanbul, s.447 36 EREN, s. 470 (Doğrudan Alıntı) 37 EREN, s. 470 (Doğrudan Alıntı) 38 EREN, s.468,469,470,471; KILIÇOĞLU, Ahmet, s.264
18
bb. Hukuka Aykırılık
BK. md. 41 açısından hukuka aykırılık, doğrudan doğruya zararlı sonucu yasaklayan yahut
zararlı bir sonucun meydana gelmesini önlemek için belirli davranışları bulunan ya da yasaklayan
hukuk kurallarına aykırılıktır. Yani failin hukuka aykırı fiili ister kamu ister özel hukuka ait olsun,
bir hukuk kuralını ihlal eden fiildir. Bu nedenle fiilin hukuka aykırı olup olmadığı bütün hukuk
sistemi ve mevzuat göz önüne alınarak tespit olunacaktır. Zarar verenin sergilediği fiilin mevzuata
aykırı olduğunu bilmesine gerek yoktur. Zira hukukumuzun genel geçer ilkesi “Kanunu bilmemek
mazeret sayılmaz”39 Doktrinde fazlaca olmamakla birlikte, başkalarına zarar veren ve fakat hukuk
sistemi ile mevzuattaki herhangi bir kuralı ihlal etmeyen davranışların “haksız fiil” olarak
nitelenmeyeceği yönünde görüşler de mevcuttur. Fakat bir fiilin esas olarak hukuka aykırılığını
sağlayan çoğu kez fiilin bir zarar sebebiyet vermesidir.40
i. Ahlaka Aykırılık
Hukuka aykırılık yukarıda bahsettiğimiz üzere, hukuk sistemine ve mevzuata aykırılık
halinde gündeme gelmektedir. Ancak toplumdaki genel ahlak anlayışının bozulmaması ve adalete
ve ahlaka olan saygıyı sağlamak amacı ile ahlaka aykırı olarak bilerek başkasına zarar veren hukuka
aykırı davranmış gibi sorumlu olur. Ancak burada ahlaka aykırılık nedeni ile BK.md 41’in
uygulanabilmesi için; ahlak kurallarına aykırı bir davranışın olması, zararın kasden verilmiş olması
ve bir zararın doğmuş olması icap etmektedir.41
39 GÜLEÇ(UÇAKHAN), Sema; Maddi Tazminat Esasları ve Hesaplanması 5. Bası, 2008,Ankara, s. 142; KILIÇOĞLU, Ahmet, s. 266; VELİDEDEOĞLU, Hıfzı Veldet; Türk Medeni Hukukun Umumi Esasları 5. Bası, 1956, İstanbul, s. 234 40 SANLI, Kerem Cem; Haksız Fiil Hukukunun Ekonomik Analizi Hukuk ve Ekonomi Öğretisi, 2007, İstanbul, s. 93 41 EREN, s. 560-561; KILIÇOĞLU, Ahmet, s. 267
19
ii. Hukuka Uygunluk Sebepleri
1) Kamu Yararı
Kamu hukukundan doğan bir yetkinin, devlet memurları veya organları tarafından kanuni
şart ve sınırlar içerisinde kullanılması, hukuka aykırılık teşkil etmez. Burada önemli olan, halka
yönelik ve halkın genel çıkarını ilgilendiren durumların varlığıdır. Ancak yetkili memur veya organ
kanunda kendisine verilen görevinin sınırlarını aşmış yahut idare hukukundaki yetki gaspı söz
konusu olmuş ise bu durumda hukuka aykırılık mevcut olacaktır. Binaen aleyh kamu yararının
sağladığı toplumsal yarar ile ortaya çıkan maliyet arasındaki farkın fazla olması halinde de hukuka
aykırılık hükmüne varılabilir.42
2) Rıza
Buradaki rızadan kasıt zarar görenin, göreceği zarara razı olmasıdır. Bir kişinin, zararın
doğumundan önce kişilik haklarına, ahlaka ve hukukun emredici ve yasaklayıcı kurallarına aykırı
olmaması şartı ile kendisine yapılan bir fiile razı olması halinde haksız fiilden bahsedilemez.43
3) Üstün Nitelikte Özel Yarar
Zarar uğrayan kişinin yararı ile saldırıda bulunan failin yararı karşı karşıya kaldığında, failin
korunmaya değer daha üstün nitelikte bir yararı mevcut ise ortaya çıkan haksız fiilden failin
sorumluluğu bulunmayacaktır.44
42 EREN, s. 563, KILIÇOĞLU, Ahmet, s. 279-280, SANLI, s. 428-429 43 GÜLEÇ(UÇAKHAN), s. 146; TANDOĞAN, Haluk; Türk Mes’uliyet Hukuku(Akit dışı ve Akdi Mes’uliyet); 2010, İstanbul, s. 30-31 44 KILIÇOĞLU, Ahmet, s. 278; TANDOĞAN, s. 31
20
4) Genel Hukuka Uygunluk Sebepleri
i. Meşru Müdafaa
Şahsın, kendisinin yahut başkasının malına karşı haksız ve o anda mevcut olan bir saldırı
karşısında kuvvet gösterilmesini hukuka uygunluk sebebi olarak saymıştır. Ancak bunun için;
kişinin malına veya şahsına bir saldırı olmalı, söz konusu saldırı hukuka aykırı olmalı, saldırı anında
kuvvetin kullanılması gerekli, savunmanın saldıranın şahsına yahut malına yapılmalı ve ölçülü ve
uygun araçlarla yapılmalıdır.45
ii. Zaruret Hali
Şahsın, kendine yahut başkasına yakın bir tehlikeyi bertaraf etmek için üçüncü bir kişinin
malına zarar vermesi hukuka uygunluk sebebidir. Bunu meşru müdafaadan ayıran en büyük özellik
verilen zararın saldırıyla ilgilisi olmayan üçüncü bir kişiye verilmesidir.46
iii. Kendi Hakkını Koruma
Bilindiği üzere hukukumuzda kişinin kendi hakkını kuvvet yoluyla koruması-ihkakı hak-
yasaklanmıştır. Ancak hukuk sistemimiz, şahsın devlet organları ve icrai kuvvetleri yetişene kadar
hakkını kaybetmesi tehlikesi ile karşı karşıya kalması halinde, bizzat hakkını korumasına cevaz
vermiştir. Kişinin böyle bir durumda karşı karşıya iken faile vermiş olduğu zarar, hukuka uygunluk
içinde mütalaa edilmektedir.
cc. Zarar
Haksız eylem karşısında saldırıya uğrayanın uhdesinde meydana gelen eksilmedir. Ez cümle
bir varlığın değerinde o varlığın malikinin hakkına halel getirecek bir eksilme olarak da ifade
45 GÜLEÇ(UÇAKHAN), s. 145; EREN, s. 567-568 46 GÜLEÇ(UÇAKHAN), s. 145; KILIÇOĞLU, Ahmet, s. 271
21
edilebilir. Zaten yukarıda da bahsedildiği üzere, haksız fiil faili, bu fiiliyle ortaya çıkardığı
eksilmeyi gidermekle yükümlüdür. Bu anlamda zarar maddi olabileceği gibi manevi de olabilir.
Saldırıya uğrayanda meydana gelen eksilme malvarlığında olabileceği gibi şahıs varlığında da
olabilir. Ayrıca failin vermiş olduğu zarar saldırıya uğrayana doğrudan yansıyabileceği gibi dolaylı
olarak da yansıyabilir.47
dd. İlliyet Bağı
Failin ortaya çıkan zararı tazmin yükümlülüğü altına girebilmesi için zarar denilen sonuç ile
buna sebep olan fiil arasında yakından bir ilişki olması gerekmektedir. Zira, söz konusu zarar ile fiil
arasında uygun illiyet rabıtasının bulunmaması halinde, failin zararı telafisi gibi bir yükümlülüğü de
ortadan kalkacaktır. İlliyet rabıtası mücbir sebep, zarar görenin ağır kusuru ve üçüncü kişinin ağır
kusuru halinde ortadan kalkar.48
ee. Kusur
Failin ortaya çıkan zararı kusuru ile vermiş olması gerekmektedir. Kusur kavramı, haksız
fiilin sübjektif şartıdır. Kasden yahut tedbirsizlik kavramları kusur kavramı içerisinde mütalaa
edilmektedir.49
Tüm yukarıda sayılan durumlardan herhangi birinin mevcut bulunmaması halinde, ayırt
etme gücünden yoksun olanın vermiş olduğu zararlardan dolayı hakkaniyet sorumluluğu da
bulunmayacaktır.
47 KILIÇOĞLU, Ahmet, s. 283-284-285; VELİDEDEOĞLU, s. 235 48 VELİDEDEOĞLU, s. 235-236 49 GÜLEÇ(UÇAKHAN), s. 138; VELİDEDEOĞLU, s. 235
22
3. Hakkaniyetin Tazminat Ödenmesini Gerektirmiş Olması
Ayırt etme gücüne sahip olmayan kimselerin hakkaniyet sorumluluğunda, tarafların maddi
durumu oldukça en önemli bir yer tutar. Ayırt etme gücünden yoksunun verdiği zarardan sorumlu
tutulabilmesi için, ayırt etme gücünden yoksun kimsenin maddi durumu ile zarar görenin maddi
durumu arasında orantısızlık bulunmalıdır.50
Bu konuda, ayırt etme gücünden yoksun ve zengin olan bir akıl hastasının, hastanede tedavi
gördüğü sırada, bu hastanede çalışmakta ve bu şekilde kalabalık bir aileyi geçindirmekte olan bir
hastabakıcıyı öldürmesi örnek olarak gösterilebilir.51
Zarar veren ayırt etme gücünden yoksunun, hukuka aykırı fiili sonucu zarar gören kimseye
nazaran, ekonomik durumunun, ne kadar iyi olması gerektiğine ilişkin kıstas bulunmamaktadır. Bu
hususa ilişkin olarak bir kıstas getirilmemiş olması, yargıca takdir yetkisini kullanarak, somut olay
adaletini gerçekleştirme olanağı vermektedir. Hâkim, ayırt etme gücünden yoksun kimsenin
meydana getirdiği zararlardan dolayı, bozulan dengenin yeniden kurulması amacıyla somut
olaydaki koşulları değerlendirerek adalete uygun bir karar verecek ve hakkaniyet sorumluluğu
gerekiyorsa, sorumluluğun kapsamını belirleyecektir.52
Ayrıca burada hemen belirtmek gerekir ki; ayırtım gücünden yoksun olanın vermiş olduğu
zarar maddi olabileceği gibi manevi de olabilir. Bu anlamda ayırtım gücünden daimi surette
yoksunun maddi anlamda sorumluluğundan bahsedilebileceği gibi manevi anlamdaki zararın
tazmininden de sorumludur; yeter ki manevi tazminin şartlarını saptayan kanun hükmünde “kusur”
50 OZANEMRE, s. 162-163; NART, s. 169; İMRE, s. 399-400 51 OZANEMRE, s. 163 52 KILIÇOĞLU, Ahmet, s. 311; İMRE, s. 399-400
23
talebin şartı olarak konulmuş bulunmamalıdır. Bu bakımdan BK 49. Maddesi nezdinde ayırtım
gücünden yoksunun zarar tazmini olanağı bulunmamakla birlikte kasten öldürme yahut cismani
zarar hallerinde (BK 47. Maddede) manevi zararı tazmin etme yükümlülüğü altındadır.53
BK. md. 49’a göre manevi zarar giderimi altına girmek için şahsiyet haklarına saldırı olmalı
ve bu saldırının haksız olması gerekmekle birlikte, kusur ve illiyet bağının varlığı aranmaktadır. Bu
bakımdan temyiz gücünden yoksunun sorumluluğu için “kusur” şartı aranamayacağından bu
bağlamda sorumluluğundan da bahsedilemeyecektir.54
C.Ayırtım Gücünü Geçici Olarak Yitirenlerin Haksız Fiil Sorumluluğu
1. Genel Olarak
Borçlar Kanunu’nun 54. Maddesinin II. Fıkrasında “Temyiz kudretini muvakkaten ızaa eden
kimse, bu halde iken yapmış olduğu zararı tazmine mecburdur. Şu kadar ki kendi kusuru olmaksızın
ika edilmiş olduğunu ispat eder ise mesul olmaz.” diyerek ayırtım gücünü geçici olarak
kaybedenlerin sorumluluğundan bahsedilmektedir.
Ancak temyiz gücünü geçici olarak kaybedenlerin BK. md 54/II uyarınca sorumlu
olabilmeleri için, kanun koyucu bu durumun kişinin kendi kusuru olmaksızın gerçekleşmiş olması
şartını aramaktadır. Eğer fail, temyiz kudretini kendi kusuru ile kaybetmiş ise bu durumda 54/II
uyarınca değil aynı kanunun 41. Maddesi (haksız fiil) gereği sorumluluğuna karar verilecektir.
53 ATAAY, Aytekin; Borçlar Hukukunun Genel Teorisi 4. Bası; 1986, İstanbul, s. 331 54 REİSOĞLU, Safa; Borçlar Hukuku Genel Hükümler 21. Bası, 2010, İstanbul, s. 222-223-224
24
Ayrıca temyiz gücünü geçici olarak yitiren, bu duruma kusuru bulunmaksızın düştüklerini ispat
etmedikçe verdikleri zarardan sorumlulukları devam edecektir.55
2. Şartları
a. Failin, İrade Kabiliyetini Geçici Olarak Kaybetmiş Olması Gerekir.
Sarhoşluk, sinileri kamçılayacak bir madde ile kendisinden geçme, uyuşturucu maddeler,
hipnoz gibi durumlar en çok karşılaşılan örnekler arasında gelmektedir. Söz konusu durumların
etkisinin ortadan kalkması ile ayırtım gücü tekrardan kazanılmış olacaktır. Kişi bu duruma bilerek,
isteyerek düşmüş ise bu durumda verdiği zarardan pekâlâ sorumluluğu da olacaktır.56
b. Kusur Haricindeki Haksız Fiilin Diğer Tüm Unsurlarının Bulunması
Gerekmektedir.
Yukarıda haksız fiilin tüm unsurları açıklanmış idi. Yine burada ayırtım gücünü geçici
olarak kaybedenin sorumluluğundan bahsedilebilmek için fiil, hukuka aykırılık, zarar ve fiil ile
zarar arasındaki illiyet bağının varlığı esastır.
c. Hakkaniyetin Tazminat Ödenmesini Gerektirmesi Gerekir.
Ayırtım gücünü sürekli olarak yitirenlerin hakkaniyet sorumluluğunda olduğu gibi burada da
tarafların sosyo-ekonomik durumları gözeterek hâkim, takdir yetkisi ile bir hakkaniyet tazminatına
hükmedecektir. Bu konu tarafımızca daha önce bahsedildiğinden tekrardan kaçınmak maksadıyla
yalnızca atıfta bulunmakla yetineceğiz.57
55 EREN, s. 607-608; KARAHASAN, Mustafa Reşit; Sorumluluk Hukuku Birinci Kitap Kusura Dayanan Sözleşme Dışı Sorumluluk İkinci Kitap Kusura Dayanmayan Sözleşme Dışı Sorumluluk,1995,İstanbul, s. 488
56 KARAHASAN, s.488; NART, s.168 57 Bkz. Başlık III-B-3
25
d. Failin, Ayırtım Gücünü Kendi Kusuru Dışında Kaybetmiş Olması Gerekir.
Borçlar Kanunu’nun 54/II hükmü gereğince hâkimin bir hakkaniyet sorumluluğuna
hükmedilebilmesi için, failin ayırt etme gücünü kendi kusuru dışında kaybetmiş olması
gerektiğinden daha önce bahsetmiş idik.
Zarar gören, failin kendi kusuruyla, ayırt etme gücünü yitirdiğini ispat etmek zorunda
değildir. Aksine, fail bu hâle kendi kusuru dışında düştüğünü ispat ederek sorumluluktan
kurtulabilecektir.
D. Ayırtım Gücünden Yoksun Olanların Sözleşmeden Doğan Sorumluluğu
1. Genel Olarak
Bilindiği üzere ayırtım gücünden yoksun olanların yapmış oldukları tasarruflar, hukuki
işlemler hukuki anlamda herhangi bir hüküm ihtiva etmezler. Aşağıda açıklanacağı üzere bu
hükümsüz işlemlere bir takım istisnalar getirilmiştir. “Öğretimizde de, federal mahkeme kararlarına
dayanılarak BK md. 54/I’in sözleşmesinin kurulmasından sonra ya da kurulması sırasında ayırtım
gücünden yoksun olma durumlarında da uygulanabileceği kabul edilmektedir.”58
2. Sözleşmenin Hükümsüzlüğü Kuralına Getirilen İstisnalar
Ayırtım gücünden yoksun olanların yapmış olduğu bir takım işlemleri kanun koyucu geçerli
saymıştır. Bunlar evlenme akdi ile ölüme bağlı tasarruflardır.59
58 KARAHASAN, s. 491 59 ÖZTAN, s. 255,256
26
3. Sözleşmenin Kuruluşu Sırasında Ayırt Etme Gücünün Yokluğu
“Sözleşmenin kurulması sırasında yanlardan birinin ayırtım gücünden yoksun olması
durumunda BK. md. 54/1 hükmünün uygulanması gerektiğine ilişkin federal mahkeme kararı da
şöyledir: “Kanunun sistematiği içinde işgal ettiği yere rağmen BK. md. 54 sadece haksız fiillere
değil, gayri mümeyyizlerin akdi ihlal etmeleri hallerinde de uygulanır. Bu hüküm hakkaniyete
dayanan bir sebep sorumluluğu tesis etmektedir.”60
4. Sözleşmenin Kurulmasından Sonra Ayırt Etme Gücünün Kaybedilmesi
“Sözleşmenin geçerli olarak kurulmasından sonra, yanlardan biri ayırtım gücünü yitirmiş
olabilir. Bu olasılıkta BK. md. 89/II ile yapılan yollamadan ötürü, BK md. 54/I, örneksenerek
sözleşmeden doğan sorumluluk yönünden de uygulama alanı bulur. Öyleyse, hakkaniyetin
gerektirdiği durumlarda, ayırtım gücünden yoksun olan kimse, sözleşmenin ihlali nedeniyle karşı
yanın uğradığı zararı kısmen ya da tamamen gidermek zorundadır.”61
E. Ayırtım Gücünden Yoksun Olanların Diğer Sebep Sorumluluğu Bakımından
Sorumluluğu
1. İstihdam Edenin Sorumluluğu Bakımından Ayırt Etme Gücü Bulunmayanın
Sorumluluğu
Borçlar Kanunu’nun 55. Maddesinde istihdam edenlerin sorumluluğundan bahsedilmiştir.
“İstihdam Edenlerin Mesuliyeti” kenar başlıklı 55. Maddede “ Başkalarını istihdam eden kimse, 60 KARAHASAN, s. 490 61 KARAHASAN, s. 490
27
maiyetinde istihdam ettiği kimselerin ve amelesinin hizmetlerini ifa ettikleri esnada yaptıkları
zarardan mesuldür. Şu kadar ki böyle bir zararın vuku bulmaması için hal ve maslahatın icap ettiği
bütün dikkat ve itinada bulunduğunu yahut dikkat ve itinada bulunmuş olsa bile zararın vukuuna
mani olamayacağını ispat ederse mesul olmaz.” demektedir.
Burada istihdam edenin sorumlu olması için kanunun lafzı ile dahi anlaşıldığı üzere,
üzerinde düşen dikkat ve özen yükümlülüğünü yerine getirilmemiş olması şartı aranmaktadır.
İstihdam edenin sorumluluğu kusura dayanan bir sorumluluk olmayıp kusursuz(olağan sebep)
sorumluluktur. Zira burada adam çalıştıranın sorumluluğu, kendisinin yahut emrinde çalıştırdığı
kimselerin kusurlu olup olmadıklarına bakılmaksızın kusurdan ayrıksı olarak doğmaktadır. Bu
nedenle adam çalıştıran temyiz kudretine sahip olmasa dahi yardımcı kişinin vermiş olduğu
zarardan dolayı sorumludur.62
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun aşağıdaki emsal kararında da ve atıfta bulunduğu İçtihadı
Birleştirme Kararı’nda da görüleceği üzere istihdam edenin sorumluluğundan bahsetmek için
kusurun varlığı değil; gözetim ve denetim yükümlülüğünün ihmali esastır.
Yargıtay HG E: 2003/21-673 K: 2003/641 T: 12.11.2003; “Gerçekten 27.3.1957 gün, 1/3
sayılı içtihadı Birleştirme Kararında da açıklandığı üzere BK.nun 55. maddesi uyarınca istihdam
edenin sorumluluğu için kendisini veya çalıştırdığı kişinin kusuru koşul değildir. Buradaki
sorumluluk "özen ve gözetim ödevinin" objektif olarak yerine getirilmemesinden kaynaklanan
kusura dayanmayan bir sorumluluktur. Ne var ki istihdam edenin sorumluluğu için, istihdam edenle
istihdam olunan arasında çalıştırma ve bağımlılık ilişkisinin bulunması, zararın hizmetin ifası
sırasında ve hizmetle ilgili olarak oluşması, eylemin hukuka aykırı olması ve eylem ile zarar
arasında uygun nedensellik bağının bulunması gerekir.
62 EREN, s. 575; NART, s. 195-196; İMRE, s. 401-402
28
Kaçınılmazlık ise hukuksal ve teknik anlamda; fennen önlenmesi mümkün bulunmayan
başka bir anlatımla, işverence mevzuatın öngördüğü tüm önlemlerin alınmış olduğu koşullarda dahi
önlenmesi mümkün bulunmayan durum ve sonuçları ifade eder.”
2. Hayvan Tutucunun Sorumluluğu Bakımından Ayırt Etme Gücü Bulunmayanın
Sorumluluğu
Borçlar Kanunu’nun 56. Maddesinde hayvan sahibinin sorumluluğundan bahsedilmiştir.
“Hayvanlar Tarafından Yapılan Zarardan Mesuliyet” kenar başlıklı 56. Maddede; “Bir hayvan
tarafından yapılan zararı o hayvan kimin idaresinde ise o kimse hal ve maslahatın icabettiği bütün
dikkat ve itinayı yaptığını yahut bu dikkat ve itinada bulunmuş olsa bile zararın vukuuna mani
olamayacağını ispat etmedikçe tazmine mecburdur.” demektedir.
Aynen istihdam edenin sorumluluğunda olduğu gibi, burada da hayvan sahibinin kusuru
aranmamaktadır. Burada yine önemli olan hayvan sahibinin dikkat ve özenidir. Hayvan sahibi
dikkat ve özen konusunda ihmalkâr davranması ve bunun sonucunda bir zararın ortaya çıkması
halinde sorumluluğu gündeme gelecektir.
İstihdam edenin sorumluluğunda olduğu gibi bu sorumluluk, kusur sorumluluğu olmayıp
kurtuluş kanıtı getirilebilen olağan sebep sorumluluğu olduğundan, ayırt etme gücüne sahip
olmayan kişinin hayvan sahibi olarak da sorumlu olması mümkündür.
Aşağıdaki emsal Yargıtay Kararı’nda da görüleceği üzere, bu tarz kusursuz sorumluluğun
hayvan tutucusunun dikkat ve özen yükümlülüğüne dayanıldığı açıkça ifade edilmektedir. Şöyle ki;
Yargıtay 11. HD. E: 2004/4365 K: 2005/1034 T: 10.02.2005; “ Bir hayvanın üçüncü kişiye
vermiş olduğu zararı onun tutucusu, durumun gerekli kıldığı her türlü özeni gösterilmiş olduğunu
veya böyle bir özeni göstermiş olsa bile zararın gerçekleşmesine engel olamayacağını
29
kanıtlamadıkça ödemek zorundadır. Sorumluluğun doğması için hayvan tutucusunun kusurlu olması
şart değildir.
Taraflar arasında görülen davada Konya Asliye 1. Hukuk Mahkemesi'nce verilen 12.02.2004
tarih ve 2002/1247-2004/27 sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş
ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi
Muktedir Lale tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe
layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp,
düşünüldü:
Davacı sigortacının, TTK.nun 1301. maddesi hükmüne dayalı olarak davalılar aleyhine
açtığı rücu davası sonucunda, mahkemece davanın davalılardan F. yönünden HUMK.nun 409.
maddesi uyarınca açılmamış sayılmasına, diğer davalı H. yönünden ise reddine dair tesis edilen
hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, TTK.nun 1301. madde hükmüne dayalı kasko sigorta rücu davasıdır.
Uyuşmazlık, hayvan tutucusunun sorumluluğunun kusur sorumluluğu olup olmadığı
noktasında toplanmaktadır.
BK.nun 56. maddesi hükmüne göre, bir hayvanın üçüncü kişiye vermiş olduğu zararı, onun
tutucusu, durumun gerekli kıldığı her türlü özeni göstermiş olduğunu veya böyle bir özeni göstermiş
olsaydı bile zararın gerçekleşmesine engel olamayacağını ispat etmedikçe, tazmin etmek
zorundadır. Bu maddeden de anlaşılacağı gibi, hayvan tutucusunun sorumluluğu niteliği itibariyle
kurtuluş kanıtı getirilebilen olağan sebep sorumluluğudur. Sorumluluğun doğması için hayvan
tutucusunun kusurlu olması da şart değildir. Hayvan tutucusu, hayvan üzerinde iktidar sahibi olan
ondan yararlanan malik olabileceği gibi, hayvan üzerinde intifa, kira, ariyet hakkına sahip olan kişi
30
de olabilir. (Bkz.Prof.Dr.Fikret Eren, Borçlar Hukuku-Genel Hükümler, Genişletilmiş 2.Bası,
Ankara, 1988, Cilt-2 sh.182.vd).
Somut olaya gelince, kusura dayalı olarak düzenlenen Adli Tıp Kurumu hükme dayanak
yapılarak davalılardan hayvanların sahibi olan H.'nın kusursuz olduğu sonucuna varılarak, anılan
davalı hakkında yazılı şekilde karar verilmiştir.
O halde, mahkemece, uyuşmazlık yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde incelenmek ve
sonucuna göre bir karar verilmek gerekirken, yerinde olmayan yazılı gerekçelerle karar verilmesi
doğru bulunmamıştır.
SONUÇ: Yukarda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile
hükmün davacı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene
iadesine, 10.02.2005 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”
3. Bina ve Yapı Malikinin Sorumluluğu Bakımından Ayırt Etme Gücü
Bulunmayanın Sorumluluğu
Borçlar Kanunu’nun 58. Maddesinde yapı eseri malikinin sorumluluğundan bahsedilmiştir.
“Bina ve Diğer Şeylerde Mesuliyet” kenar başlıklı 58. Maddede; “ Bir bina veya imal olunan
herhangi bir şeyin maliki, o şeyin fena yapılmasından yahut muhafazadaki kusurundan dolayı mesul
olur.” demektedir.
Yapı malikinin sorumluluğu bir kusur sorumluluğu olmadığı gibi bir tehlike sorumluluğu da
değildir. Bu sorumluluk türü yukarıda bahsettiğimiz diğer sorumluluk çeşitlerinde olduğu gibi
kusura dayanmayan olağan sebep sorumluluğudur. Bu nedenle sorumluluğun doğması için yapı
eseri sahibinin ayırt etme gücüne sahip olmasına gerek yoktur. Ez cümle, ayırt etme gücüne sahip
31
olmasa ve hatta eserin yapım ve bakımında gösterdiği özensizliği kusur derecesine ulaşmasa bile
yapı bozuklu ve noksanlıklarından meydana gelen zarardan sorumludur.63
4. Ev Başkanının Sorumluluğu Bakımından Ayırt Etme Gücü Bulunmayanın
Sorumluluğu
Türk Medeni Kanunu’nun 369. Maddesinde ev başkanının sorumluluğundan bahsedilmiştir.
“Sorumluluk” kenar başlıklı 369. Maddede; “Ev başkanı, ev halkından olan küçüğün, kısıtlının, akıl
hastalığı veya akıl zayıflığı bulunan kişinin verdiği zarardan, alışılmış şekilde durum ve koşulların
gerektirdiği dikkatle onu gözetim altında bulundurduğunu veya bu dikkat ve özeni gösterseydi dahi
zararın meydana gelmesini engelleyemeyeceğini ispat etmedikçe sorumludur.” demektedir.
Ev başkanının sorumluluğu da aynen adam çalıştıranın ve hayvan tutucusunun
sorumluluğunda olduğu gibi niteliği itibari ile kurtuluş kanıtı getirilebilen olağan sebep
sorumluluğudur. Bu itibarla sorumluluk kusura dayanmadığından, ayırt etme gücünden yoksunun
da ev başkanı olarak sorumlu olacağı kabul edilmiştir.64
5. Araç İşletenin Sorumluluğu Bakımından Ayırt Etme Gücü Bulunmayanın
Sorumluluğu
Karayolları Trafik Kanunu’nun 85. Maddesinde araç işletenin sorumluluğundan
bahsedilmiştir. “İşleten ve Araç İşleticisinin Bağlı Olduğu Teşebbüs Sahibinin Hukuki
Sorumluluğu” kenar başlıklı 85. Maddede; “Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne
veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün
63 EREN, s. 608; İMRE, s. 401-402 64 EREN, s. 600; İMRE, s. 401-402
32
unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde,
motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve
müteselsilen sorumlu olurlar.” demektedir.
KTK işleten ve araç işleticisinin tehlike sorumluluğunu öngörmüştür. Kanunun lafzında da
görüleceği üzere bu tip sorumluluğun meydana gelmesi için zararın, aracın işletilmesi nedeni ile
ortaya çıkmış olması gerekmektedir.
KTK md. 85/I ‘e göre doğan sorumluluk kusur sorumluluğu olmadığı gibi, diğer yukarıda bahsettiğimiz objektif özen yükümlülüğünün ihlali nedeni ile ortaya çıkan olağan sebep sorumluluğu da değildir. Bu itibarla işletenin veya araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibinin kusuru olmasa dahi aracın işletilmesinin sebep olduğu zararları tazmin ile yükümlüdür. Sorumluluk kusura dayanmadığı için kendileri veya eylemlerinden sorumlu oldukları kimseler ayırt etme gücüne sahip olmasalar bile doğan zararlardan dolayı sorumludurlar.65
65 EREN, s. 633; KILIÇOĞLU, Mustafa, s. 454-455-456
33
KAYNAKÇA
AKİPEK, Jale G./ AKINTÜRK, Turgut/ KARAMAN, Derya Ateş; Türk Medeni Hukuku Başlangıç Hükümleri, Kişiler Hukuku, 2007, Ankara
ATAMER, Yeşim M, Haksız Fiillerden Doğan Sorumluluğun Sınırlandırılması,1996, İstanbul.
ATAAY, Aytekin, Borçlar Hukukunun Genel Teorisi 4. Bası; 1986, İstanbul.
EREN, Fikret, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 9. Bası, 2006,İstanbul.
GÖKCAN, Hasan/ KAYMAZ, Seydi, Hukuki Sorumluluk, Tazminat-Sigorta Rücu Davaları Trafik Suç ve Kabahatleri, 7. Bası, 2010, Ankara.
GÜLEÇ(UÇAKHAN), Sema, Maddi Tazminat Esasları ve Hesaplanması 5. Bası, 2008,Ankara.
İMRE, Zahit, Medeni Hukuka Giriş Yenilenmiş 3. Bası; 1980,İstanbul.
İNAN, Ali Naim, Medeni Hukuk,2005,Ankara.
KARAHASAN, Mustafa Reşit, Sorumluluk Hukuku Birinci Kitap Kusura Dayanan Sözleşme Dışı Sorumluluk İkinci Kitap Kusura Dayanmayan Sözleşme Dışı Sorumluluk,1995,İstanbul.
KARAHASAN, Mustafa Reşit, Sorumluluk Hukuku Birinci Kitap Sözleşmeler İkinci Kitap Sözleşmeden Doğan Sorumluluk,1996,İstanbul.
KILIÇOĞLU, Ahmet, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 9. Bası, 2007, Ankara.
KILIÇOĞLU, Mustafa, Sorumluluk Hukuku Cilt: 1 Sözleşme Dışı Sorumluluk, 2002,Ankara.
KILIÇOĞLU, Mustafa, Tazminat Esasları ve Hesaplanması, 2008, Ankara
NART, Serdar, Ayırt Etme Gücünden Yoksun Kimselerin Hukuki Sorumluluğu(Hakkaniyet Sorumluluğu), Doktora Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk A.B.D., 2007, İzmir.
OZANEMRE, Hatice Tolunay, Ayırt Etme Gücünden Yoksunun “Haksız Fiil” Sorumluluğu, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk(Medeni Hukuk) A.B.D., 2004,Ankara.
ÖZTAN, Bilge, Medeni Hukuk’un Temel Kavramları,23. Bası, 2006, Ankara.
ÖZTÜRKLER; Cemal, Uygulamanın İçinden Ölüm ve Bedeni Zarar Hallerinde Maddi Tazminatın Hesaplanması Teknikleri, 2003, Ankara.
REİSOĞLU, Safa, Borçlar Hukuku Genel Hükümler 21. Bası, 2010, İstanbul.
SANLI, Kerem Cem, Haksız Fiil Hukukunun Ekonomik Analizi Hukuk ve Ekonomi Öğretisi, 2007, İstanbul.
TANDOĞAN, Haluk, Türk Mes’uliyet Hukuku(Akit dışı ve Akdi Mes’uliyet); 2010, İstanbul.
34
TEKİNAY, Selahattin Sulhi/AKMAN, Sermet/ BURCUOĞLU, Haluk/ ALTOP, Atilla, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 1985, İstanbul.
TOPUZ, Murat, İsviçre ve Türk Borçlar Hukuku ile Karşılaştırmalı Olarak Roma Borçlar Hukukunda Maddi Zarar ve Bu Zararın Belirlenmesi, 2011, İstanbul.
VELİDEDEOĞLU, Hıfzı Veldet, Türk Medeni Hukukun Umumi Esasları 5. Bası, 1956, İstanbul.
YILMAZ, Zekeriya, Trafik Kazaları ve Taşımacılıktan Doğan Hukuki Sorumluluk, Tazminat, Sigorta ve Rücu Davaları, 2010,Ankara.
ZEVKLİLER, Aydın/ACARBEY, M. Beşir/ GÖKYAYLA, K.Emre, Medeni Hukuk, 1999 Ankara.
ZEVKLİLER, Aydın, Medeni Hukuk Başlangıç Hükümleri- Kişiler Hukuku- Aile Hukuku, 1986, Diyarbakır.