Upload
nguyendiep
View
245
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASINDA AVRUPA'DA SAVUNMA VE GÜVENLİK
Doktora Tezi
Muharrem Gürkaynak
Ankara-2004
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASINDA AVRUPA'DA SAVUNMA VE GÜVENLİK
Doktora Tezi
Muharrem Gürkaynak
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Ersin Onulduran
Ankara-2004
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASINDA AVRUPA'DA SAVUNMA VE GÜVENLİK
Doktora Tezi
Tez Danışmanı : Prof. Dr. Ersin Onulduran
Tez Jürisi Üyeleri
Adı ve Soyadı İmzası
............................................................ ....................................
............................................................ ....................................
............................................................ ....................................
............................................................ ....................................
............................................................ ....................................
............................................................ ....................................
Tez Sınavı Tarihi..............................
KISALTMALAR
AAET : Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu
AAOK : Avrupa Atlantik Ortaklık Konseyi
AB : Avrupa Birliği
ABD : Amerika Birleşik Devletleri
ABM : Anti Ballistic Missile
AET : Avrupa Ekonomik Topluluğu
AGİK : Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı
AGİT : Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı
AGSK : Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği
AGSP : Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası
AKÇT : Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu
AKKA : Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması
ASAM : Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi
AST : Avrupa Savunma Topluluğu
AT : Avrupa Toplulukları
AÜSBF : Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
AÜSBFD : Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi
AWACS : Airborne Warning and Control Systems
BAB : Batı Avrupa Birliği
BDT : Bağımsız Devletler Topluluğu
BİO : Barış İçin Ortaklık
bkz : Bakınız
BM : Birleşmiş Milletler
CEEC : Conference on European Economic Cooperation
CENTO : Central Treaty Organization
CFE : Conventional Armed Forces in Europe (Treaty)
CFSP : Common Foreign and Security Policy
CJTF : Combined Joint Task Force
COPS : Committee of Political and Security
CSCE : Conference on Security and Cooperation in Europe
çev : Çeviren
der : Derleyen
DPC : Defence Planning Committee
EAM : Ulusal Kurtuluş Cephesi
EAPC : Euro-Atlantic Partnership Council
ECA : Economic Cooperation Agency
EDC : European Defence Community
EDES : Hür Demokratik Yunan Ordusu
ELAS : Ulusal Kurtuluş Ordusu
EPC : European Political Community
EUPM : European Union Police Mission
EURATOM : European Atomic Energy Community
FAWEU : Forces Answerable of Western European Union
Ibid : Aynı Yerde
ICBM : Intercontinental Ballistic Missile
IFOR : Implementation Force
INF : Intermediate Range Nuclear Force
IRBM : Intermediate Range Ballistic Missile
ISAF : International Security Assistance Force
KAK : Kuzey Atlantik Konseyi
KAİK : Kuzey Atlantik İşbirliği Konseyi
KFOR : Kosovo Force
KOÜHFD : Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi
loc. cit : Yukarıda Belirtilen Yer
MBFR : Mutual and Balanced Force Reduction
MC : Milletler Cemiyeti
MLF : Multilateral Force
MÖ : Milattan Önce
MRBM : Medium Range Ballistic Missile
MS : Milattan Sonra
NACC : North Atlantic Cooperation Council
NATO : North Atlantic Treaty Organization
No : Number
NSC : National Security Council
ODGP : Ortak Dış ve Güvenlik Politikası
OEEC : Organization for European Economic Cooperation
op. cit : Yukarıda Değinilen Çalışma
OSCE : Organisation for Security and Cooperation in Europe
PCC : Partnership Coordination Cell
PfP : Partnership for Peace
PJC : Permanent Joint Council
PKK : Kürdistan İşçi Partisi
PSC : Political and Security Committee
s : Sayfa
S : Sayı
SACEUR : Supreme Allied Commander Europe
SALT : Strategic Arms Limitation Talks
SBF : Siyasal Bilgiler Fakültesi
SBO : Siyasal Bilgiler Okulu
SDI : Strategic Defence Initiative
SEATO : Southeast Asia Treaty Organization
SFOR : Stabilisation Force
SHAPE : Supreme Headquarters Allied Powers Europe
ss : Sayfalar
SSCB : Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği
START : Strategic Arms Reduction Talks
TC : Türkiye Cumhuriyeti
UNPROFOR : United Nations Protection Force
Vol : Volume
WEU : Western European Union
İÇİNDEKİLER
KISALTMALAR........................................................................I
İÇİNDEKİLER ........................................................................ V
GİRİŞ ..................................................................................... 1
I. BÖLÜM
AVRUPA SAVUNMASINA NEDEN İHTİYAÇ DUYULMUŞTUR? ....15
1. İkinci Dünya Savaşı Sonrasında Müttefikler Arasındaki Savaş Sonu Düzeni ile İlgili Diplomatik Konferanslar 15
1.1. Moskova Konferansı (Ekim 1943) ..............................................15
1.2. Tahran Konferansı (28 Kasım-11 Aralık 1943) ...............................16
1.3. Dumbarton Oaks Konferansı (21 Ağustos-7 Ekim 1944) ...................17
1.4. Yalta Konferansı (4-11 Şubat 1945).............................................20
1.4.1. Ortak Barış Sisteminin Kurulması .....................................20
1.4.2. Almanya Sorunu ..........................................................22
1.4.3. Polonya Sorunu ...........................................................22
1.5. Potsdam Konferansı................................................................24
1.5.1. Almanya Sorunu ..........................................................26
1.5.2. Polonya Sorunu ...........................................................27
1.5.3. Barış Antlaşması Sorunu ve Diğer Sorunlar .........................28
2. İkinci Dünya Savaşı Sonrası Ortaya Çıkan Gelişmeler.......................30
2.1. Yunanistan İç Savaşı ...............................................................33
2.2. Truman Doktrini ve Marshall Planı .............................................37
2.2.1. Truman Doktrini..........................................................37
2.2.2. Marshall Planı .............................................................41
2.3. Prag Darbesi (22 Şubat 1948)....................................................45
2.4. SSCB'nin Berlin'i Abluka Altına Alması (24 Haziran 1948) ...............46
3. NATO'nun Kuruluşu...............................................................47
3.1. Dunkirk Antlaşması (4 Mart 1947) ....................................49
3.2. Brüksel Antlaşması-Batı (Avrupa) Birliği'nin Kurulması (17 Mart 1948) 51
3.3. Vandenberg Kararı (11 Haziran 1948) ................................54
3.4. BAB ile ABD ve Kanada Arasında Hazırlanan Rapor (9 Eylül 1948) .... 55
3.5. Kuzey Atlantik Antlaşması'nın İmzalanması .........................56
4. Varşova Paktı'nın Kuruluşu.......................................................58
4.1. Molotof Planı ..............................................................59
4.2. Bled Antlaşması ...........................................................60
4.3. Balkan Federasyonu ......................................................61
4.4. Kominform'un Kurulması (5 Ekim 1947)(Communist Information Bureau)61
4.5. Varşova Paktı Antlaşması'nın İmzalanması...........................63
II. BÖLÜM
SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ NATO SAVUNMA ANLAYIŞININ EVRELERİ .. 67
1. Kuruluş Döneminde NATO'nun Çevreleme (Containment) Stratejisi .....68
1.1. Sovyetler Birliği'nin Atom Silahına Sahip Olması ...........................71
1.2. Çin Halk Cumhuriyeti - Sovyetler Birliği İttifakı.............................72
1.3. Kore Savaşı..........................................................................73
2. Sınırlı Savaş (Limited War) Stratejisi ............................................75
3. Topyekun Karşılık (Massive Retaliation) Stratejisi ...........................76
3.1. SSCB'deki Teknolojik Gelişmeler...............................................82
3.2. ABD'nin Karşı Önlemleri.........................................................84
3.3. NATO'nun Avrupalı Üyelerinin Tutumu ......................................87
4. Yumuşama Dönemi’nde Değişen Strateji: Esnek Karşılık (Flexible Response) ... 90
4.1. Topyekun Karşılık Stratejisinden Vazgeçilmesinin Nedenleri ..............91
4.1.1. ABD'nin Güvenlik Kaygıları ve NATO'nun Yeni Stratejisine
Yönelik Görüşleri .................................................................92
4.1.2. 1960'lı Yıllarda NATO Birliği İçinde Yaşanan Sıkıntılar 95
4.2. Çok Taraflı Güç (MLF) ...........................................................98
4.2.1. Fransa İle Yaşanan Görüş Ayrılıkları (1966) ...................... 100
4.3. Esnek Karşılık Stratejisinin Resmen Kabulü (1967)............... 101
4.4. Nükleer Denklik Dönemi ve Nükleer Silahların Sınırlandırılması Çabaları103
4.4.1. Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri ................ 103
4.5. 1980'lerde Yaşanan Gelişmeler ve Esnek Karşılık Stratejisi Üzerindeki
Etkileri ................................................................................... 108
4.5.1. 1980'lerin İlk Yarısında Yaşanan Gelişmeler ve Avrupa Güvenliği109
4.5.2. 1980'lere Girerken NATO'nun Stratejisi Üzerinde Görüş
Ayrılıkları ........................................................................ 112
4.5.3. 1980'lerin İkinci Yarısında Yaşanan Gelişmeler ve Soğuk Savaş'ın
Sona Ermesi...................................................................... 115
III. BÖLÜM
SOĞUK SAVAŞ SONRASINDA NATO'NUN DEĞİŞEN STRATEJİSİ VE
AVRUPA GÜVENLİĞİNE YÖNELİK YENİ GELİŞMELER ................... 121
1. NATO'nun Değişen Stratejisi ve Yeni Güvenlik Düzenlemeleri ......... 124
1.1. NATO'nun Yeni Stratejik Kavramı ........................................... 125
1.2. NATO'nun Doğuya Doğru Genişleme Stratejisi............................ 127
1.2.1. NATO'nun Doğuya Doğru Genişlemesi............................ 127
1.2.2. Barış İçin Ortaklık Projesi ............................................ 129
1.2.3. NATO-Rusya Federasyonu İlişkisi .................................. 133
1.2.4. NATO'ya Yeni Üyelerin Kabulü .................................... 138
1.3. NATO'nun Stratejik Kavramı'nın Güncelleştirilmesi ...................... 141
2. Kırk Yıl Sonra "Alan Dışı" Bölgenin "Alan İçi" Olmasına Neden Olan Gelişmeler144
2.1. Sovyetler Birliği'nin Dağılması ....................................... 144
2.2. Körfez Krizi (1991) ..................................................... 147
2.3. Yugoslavya Krizi ........................................................ 148
3. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı'nın (AGİT) Avrupa
Güvenliğindeki Rolü 149
3.1. AGİK'in Ortaya Çıkması .............................................. 150
3.2. AGİK'ten AGİT'e Dönüşüm .......................................... 152
3.3. AGİT'in, Güvenliğin Askeri Boyutu İle İlgili Mekanizmaları .. 154
3.3.1. Güven ve Güvenlik Arttırıcı Önlemler..................... 155
3.3.2. Avrupa'da Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması (AKKA-CFE) 156
3.3.3. Açık Semalar Antlaşması (Open Skies) .................... 158
3.3.4. Güvenliğin Siyasal-Askeri Yönleri Konusunda
Davranış İlkeleri Rehberi (Code of Conduct) ..................... 159
3.4. Yirmi Birinci Yüzyıl Avrupa Güvenlik Modeli .................... 159
3.5. NATO ile AGİT Arasındaki Etkileşim .............................. 161
4. Avrupa Birliği'nde Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nın Oluşumu...... 162
4.1. Roma Antlaşmaları (1957)...................................................... 165
4.2. Avrupa Tek Senedi (1987)...................................................... 168
4.3. Maastricht (Birlik) Antlaşması (1992) ........................................ 170
4.4. Amsterdam Antlaşması (1997) ................................................. 176
IV. BÖLÜM
NATO'YA ALTERNATİF BİR “AVRUPA GÜVENLİK VE SAVUNMA
POLİTİKASI” ................................................................................ 179
1. Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği........................................ 180
2. Batı Avrupa'da Özerk Savunma Düşüncesinin Gelişim Süreci ve AGSP'nin
Ortaya Çıkması 187
2.1. Avrupa Ordusu (Eurocorps)........................................... 194
2.2. Petersberg Bildirisi (Görevleri) ....................................... 196
2.3. BAB ve AGSP ........................................................... 198
3. Eski Yugoslavya'da Yaşanan Gelişmeler ve Avrupa Güvenliğine Etkisi 200
3.1. Bosna-Hersek İç Savaşı'nda NATO ve BAB'ın İzlediği Politikalar201
3.1.1. NATO'nun Politikası .................................................. 205
3.1.2. AB ve BAB'ın Politikası .............................................. 205
3.2. Kosova Krizi'nde Uygulanan Politikalar ..................................... 206
3.2.1. NATO'nun "Kosova Gücü-KFOR" Oluşturarak Müdahalesi ... 206
3.2.2. AB ve BAB'ın Politikası ..................................... 210
4. Rusya Federasyonu ve AGSP................................................... 210
4.1. Rusya'nın NATO'dan Duyduğu Kaygılar.................................... 211
4.2. Rusya’nın AGSP'yi Algılayışı ................................................. 213
5. ABD ve AGSP .................................................................... 215
5.1. ABD'nin Avrupa Merkezli Güvenlik Anlayışından Vazgeçmesi 217
5.2. Uluslararası Terörizmle Mücadele ................................... 218
5.3. 2003 Irak Savaşı......................................................... 221
5.3.1. NATO’da Yaşanan Bunalım ................................. 221
5.3.2. AB’de Yaşanan Bunalım ..................................... 223
6. Türkiye ve AGSP ................................................................. 224
6.1. Türkiye’nin BAB’a Ortak Üye Olarak Kabulü..................... 225
6.2. Türkiye’nin AB’ye Aday Ülke Olarak Kabulü ve AGSP ile İlgili Gelişmeler 227
7. Avrupa Güvenliğinin Geleceği ................................................. 233
SONUÇ ................................................................................ 237
ÖZET .................................................................................. 244
ABSTRACT .......................................................................... 245
KAYNAKÇA......................................................................... 246
GİRİŞ
Bugün karşı karşıya kaldığımız problemlerin pek çoğu tek bir disiplin tarafından
uygun bir şekilde incelenemeyecek derecede geniş ve karmaşıktır. Siyaset bilimini,
uluslararası ilişkileri, uluslararası hukuku, tarihi, ekonomi bilimini, sosyolojiyi,
antropolojiyi ve ekolojiyi de içeren birbirinden çok farklı alanların bir kombinasyonundan
elde edilecek yöntem ve ön görülerin (insights) kullanılmasını gerektirmektedir. Hiçbir
inceleme bu sorunların bütün boyutlarının yer aldığı komple fotoğrafı bize sunamaz. Bu
durumu da dikkate alarak çalışmamızın temel olarak bir siyasi tarih disiplini çalışması
olduğu ifade edilmelidir.
Çalışmada, Uluslararası İlişkiler içerisinde yer alan realist ve neo-realist teorilerden
yoğun olarak yararlanılmakta ve İkinci Dünya Savaşı Sonrasında Avrupa’da Savunma ve
Güvenlik konu edilmektedir. İncelediğimiz konu ve dönem, Uluslararası İlişkilerin bir
disiplin olarak gelişmeye başladığı dönem ile de çakışmaktadır.
İki savaş arası dönemde (1919-1939) İngiliz ve Amerikan bilim adamlarından
bazıları uluslararası hukuk ve örgütler konusunda yoğunlaşırken, diğerleri devletlerarası
ilişkilerdeki olaylar ve dinamikler üzerinde kapsamlı araştırmalara yönelmişlerdir. Bazı
diplomasi tarihçileri I. Dünya Savaşı’nın nedenleri üzerinde dururken, diğer bazıları
ulusçuluk kavramı üzerinde yoğunlaşmışlardır. Yine bu dönemde birçok bilim adamı
güvenlik, savaş ve silahsızlanma sorunları, emperyalizm, diplomasi ve müzakere, güç
dengesi, jeopolitik, uluslararası ilişkiler tarihi ve uluslararası ilişkilerde ekonomik faktörler
gibi özel konularda uzmanlaşmaya doğru gitmişlerdir. Ancak Uluslararası İlişkiler
disiplininin gelişmesi ve bu alanda ciddi anlamda çalışmaların yapılması daha çok ABD’nin
bir dünya gücü olarak ortaya çıkmasıyla birlikte söz konusu olmuştur.1
Milletler Cemiyeti Silahsızlanma Komisyonu ve Silahsızlanma Konferansı
Başkanlığı’nı yapmış olan İspanyol Salvador de Maderiaga, 1937’de “Uluslar birbirlerine
güvenmiyorlar, çünkü hepsi silahlanmış durumda; ulusların hepsi silahlı, çünkü hiçbiri bir
diğerine güvenmiyor”2 diyerek, devletlerin birbirlerine neden güvenmediklerini tekerleme
biçiminde ortaya koymuştur.
Bu bağlamda “güvenlik” kavramından ne anlaşılması gerektiği ve sınırlarının
nerede başlayıp nerede bittiği konusunda görüş birliğinin bulunmadığı belirtilmelidir. Hem
“Realist” ve hem de “neo-realist” olarak adlandırılan uluslararası ilişkiler yaklaşımlarında
güvenlik, gücün bir uzantısı biçiminde değerlendirilmektedir.3
Buzan uluslararası ilişkilerde realist ve idealist düşünce okulları arasındaki
süregelen tartışmaları yorumlamıştır. Buzan’a göre realistler, güvenlik kavramını kendi
tercih ettikleri güç fikri altında incelemişler, idealister ise, barış kavramı altında
değerlendirmişlerdir.4
1Robert L. Pfaltzgraff, Jr., “International Relations Theory: Retrospect and Prospect”, International Affairs, C. 50, No. 1, Ocak
1974, ss. 28-48; Robert L. Pfaltzgraff, Jr., The Study of International Relations: A Guide to Information Sources
(Detroit: Gale Research Company, 1977), s. 1-8; James E. Dougherty ve Robert L. Pfaltzgraff, Contending Theories of
International Relations, 3.Baskı (New York: Harper Collins Publishers Inc., 1990), s. 3.
2“Nations distrust each other because they are armed; they are armed because distrust each other.” Dietrich Fischer,
Nonmilitary Aspects of Security: A System Approach (Aldershot: Dartmouth Publishing Company, 1993), s. 8.
3Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri: Çatışma, Hegemonya, İşbirliği (İstanbul: Alfa Yayınları, 2002), s. 124.
4Barry Buzan, People, States and Fear: An Agenda for International Security Studies in the Post Cold War Era, 2. Baskı
(Boulder, CO: Reinner, 1991), s. 173.
Aron’a göre güvenlik sadece güç ile ya da güç dengesi sayesinde sağlanmaktadır.
Uluslararası politikanın geleneksel paradoksu (yani güç dengesi vasıtasıyla güvenlik
arayışının evrensel kaygıyı, karşılıklı kuşkuyu, zayıfın kendine güvensizliğini, güçlünün
gücüyle gururlanmasını ortaya çıkarması ve devam ettirmesi) kitle imha silahlarının ortaya
çıkmasıyla değişmiş fakat tam anlamıyla bir dönüşüm geçirememiştir.5
Güvenliğin dar olarak tanımlanması maddi kapasiteye ve devletler tarafından askeri
gücün kullanımına odaklanma eğilimindedir. Oysa bu askeri, siyasal, ekonomik, toplumsal
ve çevresel güvenlik tehditleri arasıdaki farkı görmemektedir.6 Bu yüzden güvenliğin
günümüzde ne anlam ifade ettiğine yönelik anlayış ile ilgili yaşanan değişim beş sektörde
(askeri, siyasal, ekonomik, toplumsal ve çevresel) güvenlik dinamiklerini tartışmaya
yoğunlaşmış daha geniş bir yaklaşımı teşvik etmektedir. İnsan topluluklarının güvenliği bu
beş ana sektörde yer alan faktörlerden etkilenmektedir. Askeri güvenlik, devletlerin silahlı
saldırı ve savunma kapasiteleri arasındaki iki düzeyli etkileşim ile devletlerin diğer
devletlerin niyetlerini algılamalarıyla ilgilidir. Siyasal güvenlik, devletlerin organizasyonel
istikrarı, devlet sistemleri ve onlara meşruiyet sağlayan ideolojileri ile ilgilidir. Ekonomik
güvenlik, kaynaklara ulaşım, devletin gücü ve refahı için, kabul edilebilir bir düzeyin
tutturulabilmesi için gerekli olan finans ve pazarlarla ilgilidir. Toplumsal güvenlik, gelişim
için kabul edilebilir koşullar içerisinde kalan; dil, kültür, din, ulusal kimlik ve göreneklerin
geleneksel kalıplarının sürdürülebilirliği ile ilgilidir. Çevresel güvenlik, diğer tüm insani
girişimlerin ona bağlı olduğu, zorunlu destekleyici sistem olarak gezegen biosferi ile yerel
5Raymond Aron, Peace and War: A Theory of International Relations (London:Weidenfeld and Nicolson Press, 1966), s.
544.
biosferin devamı ile ilgilidir. Bu beş sektörün birbirinden yalıtılmış olarak çalışmadığı
kolaylıkla anlaşılabilir bir durumdur. Her birisi bir odaklanma noktasını ve öncelikler
sırasını ortaya koymaktadır. Fakat her biri güçlü bağlantılar ağı ile de birbirine bağlıdır.7
Bu metodolojik çerçeve, aynı zamanda katı ve yumuşak şeklinde yaklaşarak
güvenlik meselelerinin ayrıştırılmasına da hizmet ediyor gözükmektedir. Genel olarak
söylemek gerekirse askeri seçenekleri gerektiren ve savunmaya yönelik güvenlik konuları
katı (hard security) olarak kategorize edilirken; çatışma önlenmesi gibi askeri olmayan
önlemleri gerektirenler de yumuşak güvenlik (soft security) olarak değerlendirilmektedir.8
Yumuşak güvenlik düşüncesi, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonraki dönemde
katı güvenlik kavramına karşı ortaya çıkmıştır. Katı güvenlik, geleneksel olarak bir devletin
askeri savunmasına işaret etmekte ve güvenlik konularını askeri strateji ve taktikler kadar
askeri denge açısından da incelemektedir. Bu bağlamda yumuşak güvenlik ise; güvenliğin
askeri olmayan mücadele boyutlarına gönderme yapmaktadır. 1996 yılında Danimarka
Dışişleri Bakanı olan Niels Helveg Petersen Avrupa güvenliğini de içine alarak, yumuşak
güvenliği şöyle tanımlamıştır: “yumuşak güvenlik, ulusal toprakların savunmasını da
içerecek şekilde askeri müdahale operasyonlarının dışında kalan tüm güvenlik boyutları
olarak anlaşılmaktadır.” Petersen Avrupa’da bölgesel işbirliği bağlamında yumuşak
güvenlik riskleri olarak siyasal ve ekonomik istikrarsızlığa, etnik çatışmalara, azınlık
6Peter Katzenstein, The Culture of National Security: Norms and Identity in World Politics (New York: Colombia University
Press, 1996), s. 8-9.
7Barry Buzan, Morten Kelstrup, Pierre Lemaitre, Elzbieta Tromer ve Ole Weaver, The European Security Order Recast:
Scenarios for the Post-Cold War Era (London, New York: Pinter Publishers, 1990), s. 4.
8Hasan Ulusoy, “Collective Security in Europe”, Perceptions, C. VII, No. 4, Aralık 2002-Şubat 2003, s. 159.
sorunlarına, sınır anlaşmazlıklarına, göçmen akışına, sınır ötesi çevresel sorunlara ve
organize suçluluğa işaret etmektedir.9
Bir de “ortak güvenlik” (common security) kavramı bulunmaktadır. Buna göre,
hiçbir devlet başkalarının güvenliğini arttırmadan kendi güvenliğini sağlayamamaktadır.
Öyle sorunlar bulunmaktadır ki, devletler ortaklaşa hareket etmedikleri takdirde, bu
sorunların çözümlenebilmesi ve tehdit olmasının engellenebilmesi olası değildir. Örneğin,
endüstrileşmiş ülkelerin yoğun olarak kullandıkları fosil yakıtlar sera etkisi yapmakta,
okyanuslar kirlenmekte, nükleer silahların denetimsiz kalması nükleer terörizm tehdidine
neden olmaktadır.... Ortaya çıkan bu gibi tehditler tek bir ülkeyi değil, birçok ülkeyi aynı
anda tehdit ettiğinden, bölgesel veya global düzeyde işbirliğinin oluşturulmasına neden
olmaktadır.10
Kolektif güvenliğin (collective security) altında yatan mantık iki ayaklıdır. Birincisi,
kolektif güvenlik altında çalışan dengeleyici mekanizmalar savaşı önlemeli ve anarşik bir
durumda çalışan dengeleyici mekanizmalardan daha etkin bir şekilde saldırganlığı
durdurabilmelidir. En azından teoride kolektif güvenlik saldırganların kendilerinin
karşılaşacakları eşit bir kuvvetten daha fazla bir koalisyonla karşılaşacağını temin
edebilmelidir. İkincisi “hepimiz birimiz için” kavramını kurumsallaştırarak bir kolektif
güvenlik örgütü içinde istikrarın, rekabetten çok işbirliği yoluyla ortaya çıktığı bir
uluslararası birliktelik yaratılmasına katkıda bulunmalıdır. Eğer devletler güç kullandıkları
takdirde yıldırıcı bir güçle karşı karşıya kalacaklarına ve diğer devletlerin saldırganlığa karşı
9Clive Archer, “Aspects of Soft Securit”, s. 1-2, <http://www.bd.1st.se/dimensionen/rapport/1.pdf> (13.10.2003).
10Fischer, op. cit., s. 12.
direnç göstereceklerine inanırlarsa kolektif güvenlik rekabetçiliği, birbiriyle yarışmayı ve
herkesin kendi güvenliğini tek başına sağladığı (self-help) bir dünyayı ortadan kaldıracaktır.
11
Kolektif güvenlik kavramı içerisinde “güvenlik ikilemi” (security dilemma)
kavramını bulundurmaktadır ve John Herz tarafından literatüre sokulmuştur.12 Bu kavrama
göre, bir devletin (veya devletler grubunun) başka bir devleti (veya devletler grubunu) tehdit
etmesi yoluyla güvenliğini artırma çabası, karşı tarafın kendi güvenliğini arttırma tepkisi ile
karşılaşacak ve bu da paradoksal olarak ilk devletin güvenliğini tehdit edecek -
azaltacaktır.13 NATO’nun kurulmasından sonra Varşova Paktı’nın kurulması bu duruma en
güzel örneği oluşturmaktadır.
Devletlerin kendilerini daha güvende hissetmesi için dizayn edilmesine rağmen
modern askeri araçlar, sadece devletlerin her birinin bir diğerinden korkmasına neden
olmaktadır. Sonunda bu türden korkular insan türünün çöküşüne (catastrophe) yol açabilecek
bir büyük savaş hakkında yaygın bir kaygıya neden olmaktadır. Çünkü devletler tarafından
kontrol edilen askeri araçlar böyle bir yıkıcı gücü ortaya koymaktadır. Bu yüzden devletlerin
güvenliği -bir bütün olarak uluslar arası sistem içerisinde- güvensizliğin kendileri tarafından
arttırılacağı araçlara bağımlıdır.14
Waltz’a göre güç dengesindeki her bir aktör kendi gücünü maksimize etmeye
çalışır; diğerlerinin benzer çabasından dolayı her biri başarısızlığa uğrar. Aktörlerin kendi
11Ulusoy, op. cit., s. 162-163.
12Kenneth N. Waltz, Theory of International Politics (Reading: Addison-Wesley Publishing Company, 1979), s.186-187.
13Barry Buzan, An Introduction to Strategic Studies: Military Technology and International Relations (London: The
Macmillan Press, 1987), s. 78; Stephen D. Krasner (der.), International Regimes (Ithaca and London: Cornell University
Press, 1991), s. 174; Stephen M. Walt, Revolution and War (Ithaca and London: Cornell University Press, 1996), s. 33.
14Buzan, An Introduction to Strategic Studies, s. 227.
kendini kısıtlamasından daha çok sistem aktörleri kısıtlar. Dar çıkar çatışmasının
beklenmedik sonucu bu çıkarların sağlanmasında daha ılımlı bir yol izlenilmesi
zorunluluğunun ortaya çıkmasıdır.15
Walt ise, ittifak ilişkileri ile ilgili güç dengesi okulundan kaynaklanan varsayımlarla
ilgili açıklama yapmıştır. Spesifik olarak müttefik davranışları ile ilgili, analizciler ve devlet
adamları tarafından kullanılan iki temel kavramlaştırmayı incelemiştir. Birincisi
“dengeleme” (balancing) dir ve ortaya çıkan bir tehdide karşı başkaları ile ittifak yapmayı
ifade etmektedir. Diğeri de “sonradan katılma”dır (band wagoning). Bu kavram ise, önceki
kavramın zıddıdır ve tehlike kaynağı ile işbirliği yapmayı ifade etmektedir. Bu kavramlar
çok farklı dünyalara işaret etmektedir. Şöyle ki; eğer birincisi yaygın ise devletler,
saldırganların kombine bir karşı koyuşla yüz yüze kalmalarından dolayı daha güvendedirler.
Eğer ikinci kavram baskın ise güvenlik kıttır. Çünkü başarılı saldırganlar ilave müttefikleri
cezbedecektir, bu da saldırganlığı ödüllendirecek ve savaşa yol açabilecek şekilde dengeyi
istikrarsızlaştıracaktır.16
II. Dünya savaşından bu yana uluslararası sistemin yapısı iki kutuplu ve Avrupa’nın
pozisyonu süper güçlerin ileri savunma alanları içerisinde ön cephe olagelmiştir. Doğu-Batı
rekabeti Avrupa güvenliğinde baskın olmuş ve kıtayı birbirinden keskin bir şekilde, sosyal,
siyasal, ekonomik ve askeri sistemler halinde ikiye ayırmıştır.17
15Krasner, op. cit., s. 185.
16Stephen M. Walt, The Origins of the Alliences (Ithaca and New York: Cornell University Press, 1987), s. 19-22.
17Buzan, Kelstrup, Lemaitre, Tromer ve Weaver, op. cit., s. 57-58.
Soğuk Savaş yıllarında yaşanan istikrarsızlık siyasal olmaktan çok psikolojikti. Bu
yıllarda herhangi bir büyük savaş olmamıştır ve bu anlamda caydırma (deterrence)18 etkili
olmuştur. Bununla birlikte her iki taraf da kendisini tehlike içerisinde hissetmiş ve
güvensizlikten şikayetçi olmuştur. Bunun olması da gayet doğaldır, çünkü her iki taraf da
“diğerinin sahip olduğu kitle imha silahları ile bir anda şehirleri yıkarak milyonlarca insanı
öldürebilecekleri” gerçeği ortada durdukça rahat olamamıştır. İki taraf arasındaki bu
teknolojik yarış ve iki tarafın da bu yarışta geri kalmama kaygısı nedeniyle rekabet devam
ettirilmiştir.19
İttifaklar (alliances); devletlerin, güvenliklerini sağlamak amacıyla uluslararası
politika ve askerlik alanlarında bir araya gelerek oluşturdukları işbirliğini anlatmak için
kullanılmaktadır.20 Devletlerin bir araya gelerek ittifaklar oluşturmalarının gerisinde,
savaştan ve yakın savaş tehdidinden duydukları kaygılar, kendi savunma ve güvenliklerini
diğer ülkelerle birlikte sağlama ve barış isteme eğilimleri yatmaktadır.21 İttifaklar, “saldırı”
ve “savunma” biçiminde olmak üzere genellikle ikiye ayrılmaktadır. Her iki ayrım da “güç
dengesi” ile doğrudan ilişkilidir. Saldırı ittifakları, dengeyi üyeleri lehine bozmayı, savunma
18Caydırma (deterrence) bir devletin, karşı taraftan gelebilecek nükleer bir saldırıyı önlemek amacı ile derhal ve “kabul
edilemeyecek” bir biçimde mukabele etme tehdidini etkin bir biçimde kullanması anlamına gelmektedir. Faruk
Sönmezoğlu (der), Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, Genişletilmiş Üçüncü Baskı (İstanbul: Der Yayınları, 2000), s. 202-203.
19Aron, op. cit., s. 545.
20George W. Keeton ve Georg Schwarzenberger (der.), Power Politics: A Study of World Society, 3. Baskı (London:
Stevens & Sons Limited, 1964), s. 163-164.
21Inis L. Claude, Power and International Relations, 2. Baskı (New York: Random House Press, 1964), s. 4-5.
ittifakları ise, dengenin korunmasını veya üyelerinin çıkarlarını en üst düzeyde tutmayı
amaçlamaktadır.22
Kolektif güvenlik ilkesi ile hareket eden askeri ittifaklar oluşturulurken göz önünde
bulundurulması gereken bazı durumlar söz konusudur. Öncelikle bu ittifakı oluşturan ülkeler
arasında ortak bir “düşman” tanımı olmalıdır. Eğer bu tanım üzerinde anlaşamıyorlarsa, o
zaman statükoya bağlı kalmalılar ya da çatışma içindeki ülkelerin davranışlarına
katlanabilmelidirler.23
Günümüzden 26 yüzyıl önce Çin’deki çeşitli küçük devletler Chu Krallığı
tarafından tehdit edildiklerinde, yararlanabilecekleri karşılıklı savunma ligini
oluşturmuşlardır. Yunanistan’da şehir devletleri politik federasyonlar ve dinsel birliktelikler
tesis ederlerken, İtalya’daki Latin şehir devletleri Roma İmparatorluğu altında birleşmeden
önce yine savunmacı amaçlarla birliktelikler meydana getirmişlerdir.24
1713 Utrecht Birliği, 1777 Birleşik Devletler Konfederasyonu, 1820 German
Konfederasyonu gibi yapılanmalarda da bir grup devletin kolektif güvenlik ve savunma
amacıyla bir araya geldikleri görülmektedir.25
Birinci Dünya Savaşı öncesi dönemde uluslar barışı güç dengesi politikası, Avrupa
Ahengi (Concert of Europe) ve genel işbirliği çerçevesinde korumuşlardır. Napolyon
22Norman D. Palmer ve Howard C. Perkins, International Relations, 2. Baskı (Boston: The Riberside Press, 1957), s. 254.
23Aron, op. cit., s. 584.
24Monro MacCloskey, Pacts for Peace: UN, NATO, SEATO, CENTO and OAS (New York: Richards Rosen Press, 1967), s.
14.
25Ümit Haluk Bayülken, Değişen Dünya Koşullarında Ortak Güvenlik ve Savunma Kuruluşları (Ankara: Dışişleri Akademisi
Yayınları, 1977), s. 8-9; Buzan, An Introduction to Strategic Studies..., s. 277, 297.
Savaşları ertesinde yapılan Viyana Kongresi sonrası 1815-1914 arasındaki dönem genel
olarak Avrupa tarihinin en barışçı dönemi olarak nitelendirilmektedir. Bu dönem 1856 Paris
ve 1878 Berlin kongreleri ile ve 1899 ve 1908 La Haye Konferansları ile bağlantılı bir
şekilde tekrar tekrar gözden geçirilmiştir.26
Milletler Cemiyeti ise uluslararası örgütler yönündeki ilk resmi işbirliğinin
örneğidir. Bu örgüt uzun bir gelişim süreci içerisinde bir aşamayı oluşturmaktadır. Fakat bu
örgütün kurulmasıyla ortaya çıkan değişimin boyutu uluslararası anlaşmazlıkların çözümüne
yönelik daha önceki tutumlardan ayrılmakta ve devrimci bir nitelik arz etmektedir. Bu
niteliği uysal bir kısıtlamadan kararlı bir engellemeye, ulusal çıkardan ortak ilgiye kayması
dolayısıyladır. Böylece uluslararası dayanışma tesis edilmiştir. Tek taraflı savaş ile ilgili
egemenlik hakkı koşullara bağlanmıştır. İşbirliği aracılığıyla korunma fikri, değişken ad hoc
ittifakların oluşturduğu bir sistemden kolektif güvenliğe doğru genelleştirilmiştir. Yani
“birilerine karşı diğerleri” fikrinden, “barışı bozana karşı herkesin olduğu” bir sistem
oluşturulmuştur.27
Kolektif güvenlik toplumsal ilişkilerin en eski kavramlarından birisidir. İlkel insan
kendisine yönelik bir tehlike durumunda, silahını kullanarak tek başına düşmanla mücadele
ederdi. Toplumun gelişmesiyle birlikte, bu ilkel insan ve komşuları -her biri kendi silahı ile-
ortak tehlikeye karşı koymak için güçlerini birleştirmişlerdir. Böylece insanoğlu kendisi ve
komşuları için, eğer güçlerini ve kaynaklarını tek bir havuzda toplarlarsa, daha güvende
26Willard N. Hogan, International Conflict and Collective Security (Lexington: University of Kentucky Press, 1955), s. 1-2;
Stephen D. Krasner, Structural Conflict: The Third World Against Global Liberalism (Berkeley, Los Angles, London:
University of California Press, 1985), s. 73.
27Hogan, op. cit., s. 3.
olduklarını öğrenmişler, sonuçta hukuku ve kurulu düzeni bu şekilde korumuşlardır.
Böylece uluslar ne zaman kendilerini düşman güçler ve ideolojileri tarafından tehdit altında
hissetseler, kolektif savunma için güçlerini birleştirmişlerdir. Yüzyıllar boyunca ittifaklar ve
koalisyonlar savaşlar ve müzakerelerle evrilmişlerdir. Bu evrim barış ve istikrarın bağımsız
devletlerin oluşturdukları birliktelikler sayesinde korunabileceği biçimindeki modern
konseptle sonuçlanmıştır.28
İkinci Dünya Savaşı sonrasında kolektif güvenlik düzenlemelerinin ortaya çıkması
uluslararası ilişkiler tarihinin köşe taşlarından birine işaret etmektedir. Bu çağa özgü
koşulların ortaya çıkmasıyla, bu düzenlemeler uluslararası politika içerisinde yeganelik
niteliğini kazanmışlardır. Bu düzenlemeler çerçevesinde oluşturulan temel örgütler BM,
NATO, Varşova Paktı, SEATO ve CENTO gibi örgütlerdir.29
Avrupa-Atlantik Bölgesinin savunulması amacıyla kurulan NATO, bu örgütler
arasında önemli bir yere sahiptir, kurulduğu zamandan günümüze kadar varlığını
sürdürmekle birlikte, yarım yüzyılı aşan tarihi boyunca İttifak’tan ayrılan bir üyesi de
olmamıştır.30 Bu gerçeği dikkate alan çalışmamız yoğun olarak NATO merkezli bir bakış
açısına sahiptir.
Bu çalışmanın tezi şudur: İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden günümüze
kadar geçen dönemde, Avrupa’nın savunma ve güvenliği NATO ittifakı aracılığıyla
sağlanmıştır ve kısa ve orta vadede de bu durumun devamı söz konusudur.
28MacCloskey, op. cit., s. 13.
29Ibid.
30Ersin Onulduran, “NATO Enlargement And The Balkans”, KOÜHFD, S. 2, 1998-1999, s. 491.
Çalışma, Avrupa’daki savunma ve güvenlik oluşumuna, AB bütünleşmesi
perspektifi dışından bakmaktadır.31 Çünkü İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa ülkeleri
güvenliklerini ABD’nin etkin bir güç olarak başını çektiği NATO aracılığıyla sağlamışlardır.
Oluşma aşamasında olan Avrupa güvenliğini, hayata geçirilememiş girişimlerden (Avrupa
Savunma Topluluğu, Avrupa Siyasal Topluluğu gibi) ziyade, yarım yüzyılı aşkın bir süredir
savunma ve güvenliklerini teminat altına aldıkları bir fenomenden (NATO) hareketle
incelemektedir.
Askeri ve siyasal gücün ekonomik güçle doğrudan ilintili olması nedeniyle, İkinci
Dünya Savaşından sonra ekonomik çöküntü içerisindeki Avrupalı ülkelerin, güçlerini
ekonomik kalkınmaları için birleştirmeyi tercih etmeleri ve buna ek olarak ABD’de ortaya
çıkan anti-komünist paranoya bugünkü fiili durumun ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Çünkü ABD’nin Avrupa savunmasını NATO aracılığıyla üzerine alması nedeniyle, askeri
açıdan müttefiklerinden çok ileri bir gelişmişlik düzeyine ve bu farkın kolayca
kapatılamayacak boyutlara ulaşmasına neden olmuştur. Dolayısıyla Avrupa savunma ve
güvenliğinin bu biçimde sağlanmasında hem Batı Avrupalı müttefikleri ve hem de ABD’nin
sorumluluğu bulunmaktadır. ABD’nin bu sorumluluktan kısa ve orta vadede kurtulabilmesi
mümkün değildir.
Avrupa güvenliği ve savunmasının nihai hali, AB bünyesinde geliştirilmekte olan
AGSP ile oluşturulmaya çalışılmaktadır. Soğuk Savaş sonrası ortamda 1990’lar boyunca,
Avrupa güvenlik vizyonu ciddi bir evrim geçirmiştir. Güç dengesi mantığına dayalı güvenlik
anlayışı, Soğuk Savaş sonrası dönemin yeni gerçekleri için uygun değildi. Bir kavram
31Ortak Dış ve Güvenlik Politikasının Oluşumu için bkz., İrfan Kaya Ülger, Avrupa Birliğinde Siyasal Bütünleşme: Ortak Dış
Politika ve Güvenlik Politikasının Oluşumu (Ankara: Gündoğan Yayınları, 2002).
olarak “güvenlik” bu dönemde daha geniş bir yoruma ihtiyaç duymaktaydı (barışı koruma,
barışı inşa etme, arama kurtarma, mülteciler gibi). Askeri güvenlik, stratejik öneme sahip
diğer alanlarla yer değiştirmiştir.
Çalışma giriş ve sonuç bölümleri dışında dört ana bölümden oluşmaktadır. Birinci
bölümde, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da kolektif savunma amacıyla
örgütlenmelere gidilmesi incelenmektedir. Bu savaştan sonra Batı Avrupa ülkeleri Sovyetler
Birliği ve Doğu Bloku ülkelerini tehdit olarak algılamışlar ve önce 1948 yılında Batı
(Avrupa) Birliği’ni, hemen sonrasında da NATO’yu kurmuşlardır. NATO 5. maddesinde,
Batı Birliği de V. maddesinde kolektif savunma amacıyla kurulduklarını açıkça
belirtmektedir.
Batı Avrupa’da ortaya çıkan kolektif savunma örgütleri, özellikle de NATO,
Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku ülkeleri tarafından kendilerine yönelik bir tehdit olarak
algılanmış ve NATO’nun kurulmasından altı yıl sonra 1955’te de Varşova Paktı
kurulmuştur.
İkinci bölümde, Soğuk Savaş yıllarında NATO’nun izlediği stratejiler ve
NATO’nun lokomotifi konumundaki ABD’nin bu stratejilerin oluşturulmasındaki etkinliği
incelenmektedir. Dünyanın en büyük gücü olmayı amaçlayan ABD bu yıllarda komünizm
tehdidini bir paranoya olarak kullanarak -sahip olduğu nükleer silahlara ve taktik hava
filosuna muhtaç olan- müttefiklerini kendi istediği doğrultuda yönlendirmiştir. Nükleer
silahlanma yarışı, yılgı dengesi, yumuşama (detente) ve Soğuk Savaş’ın sona ermesi
süreçleri de bu bölümde değerlendirilmektedir.
Üçüncü bölümde, Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından NATO, AGİT ve
AB’nin, ortaya çıkan yeni duruma kendilerini nasıl uydurmaya çalıştıkları incelenmektedir.
Avrupa güvenliği ile ilgili en güçlü ve başarılı örgüt olan NATO, yaşanan gelişmelere
kendisini adapte edebilmek için önemli bir yapısal değişiklik yaşamıştır. Tehdit
algılamasından risk algılamasına geçen örgüt, eski düşmanları ile aralarındaki işbirliğinin
kurulmasını ve geliştirilmesini başarmıştır.
AGİT, Soğuk Savaş yıllarında yaşanan yumuşama sürecinde imzalanan 1975
Helsinki Son Senedi sonrasında devam eden konferanslar biçimindeki gelişimini, Soğuk
Savaş’ın ardından, 1990 yılında Paris Şartı’nın kabul edilmesiyle birlikte kurumsallaşma
sürecine girmiştir. 1992 Helsinki Belgesi ile değişim yönetimi görevi AGİK’e verilmiş ve
1994 Budapeşte Zirvesi sonrasında da (1 Ocak 1995’ten itibaren) bir örgüt (AGİT) olarak
Avrupa güvenliğine önemli katkılarda bulunmaktadır.
Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan belirsizlik ortamına kendisini uydurmaya çalışan
Avrupa Topluluğu ülkeleri de, entegrasyon süreçlerini hızlandırarak 1992’de Maastricht’te
Avrupa Birliği Antlaşmasını imzalamışlardır. Üç ayak üzerine oturtulan Birlik’in ikinci
ayağını Ortak Dış ve Güvenlik Politikası (ODGP) oluşturmaktadır. Bu bölümde AB’nin
ODGP’nin oluşumuna Maastricht ve Amsterdam antlaşmaları çerçevesinde kısaca yer
verilmektedir.
Çalışmamızın son bölümünü oluşturan dördüncü bölümde ise, AB bünyesinde
geliştirilmeye çalışılan ODGP’nin bir açılımını oluşturan Avrupa Güvenlik ve Savunma
Politikası (AGSP) incelenmektedir. NATO’nun Avrupa ayağını oluşturması düşünülen
Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği (AGSK) de bu bölümün inceleme alanına
girmektedir. Ayrıca, bir AGSP oluşturulmasına neden olan gelişmeler, Rusya, ABD ve
Türkiye’nin bu oluşumdaki yeri ve Avrupa güvenliğinin geleceği ile ilgili değerlendirilmeler
de yapılmıştır.
I. BÖLÜM:
AVRUPA SAVUNMASINA NEDEN İHTİYAÇ DUYULMUŞTUR?
1. İkinci Dünya Savaşı Sırasında Müttefikler Arasındaki Savaş Sonu Düzeni ile
İlgili Diplomatik Konferanslar
1943 yılından itibaren savaşın durumu Müttefiklerin yararına gelişmeye başladıkça,
savaşı bir an önce sonlandırmak amacıyla gerekli askeri önlemleri almak ve aynı zamanda
savaş sonrası düzeninin yapısını oluşturmak amacıyla Müttefikler arasındaki diplomatik
temaslar hızlanmış ve bir dizi konferans gerçekleştirilmiştir.32 Ayrı siyasal görüşlerine
rağmen İkinci Dünya Savaşı ABD ve SSCB’yi ortak düşmana karşı birlikte mücadele
etmeğe itmiştir. Ancak savaşın kazanılacağı kesinleşince aralarındaki siyasal düşünce ve
çıkar farklılığı iki devlet etrafında, iki ayrı oluşumun doğmasına neden olmuştur.
Biz çalışmamızın bu bölümünde konumuz gereği, savaşın yapılışı ile ilgili olanlardan
çok, savaş sonrası Avrupa’sının “savunma ve güvenliği” için ilgili olduğunu gördüğümüz
konferansları inceleyeceğiz.
1.1. Moskova Konferansı (Ekim 1943)
Bu konferans savaş sonu düzeni ile ilgili ilk konferanstır. Ekim 1943’te dışişleri
bakanları düzeyinde toplanmıştır ve gerçekte Tahran Konferansı’nın (Zirvesi’nin) hazırlığı
32Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1980, 5. Baskı (Ankara: İş Bankası Kültür Yayınları, 1988), s. 389.
niteliğindedir.33 İngiltere, Sir Anthony Eden; ABD, Cordell Hull; SSCB, Vyacheslav
Molotov ve Çin de Moskova Büyükelçisi Foo Ping-Sheung ile konferansa katılmışlardır.34
Konferansta SSCB, Almanya ile sonuca ulaşıncaya kadar savaşacağı garantisini
vermiştir. Daha önce böyle bir garanti vermediğinden, bu devletin Almanya ile
anlaşacağından çekinilmekteydi. SSCB ayrıca savaş sonunda kurulacak uluslararası örgütü
destekleyeceğini de belirtmiştir. Milletler Cemiyeti örgütünün uluslararası saygınlığını
yitirmesi, ABD’nin kuruluş çalışmalarına katılmasına rağmen bu örgüte üye olmaması,
SSCB’nin Finlandiya’ya saldırması nedeniyle Milletler Cemiyeti’nden atılması ve İkinci
Dünya Savaşı’nın çıkmasını önleyememesi gibi nedenlerle savaştan sonra yeni bir örgütün
kurulması gerektiği sonucuna varılarak bu konuda anlaşmışlardır.35
Konferansta Almanya tarafından ilhak edilen Avusturya’nın düşman mı yoksa işgal
edilmiş dost bir ülke mi olduğu konusu tartışılmış ve sonuçta bu devletin işgal edilmiş dost
bir ülke olduğu kabul edilmiştir. Ayrıca savaş suçlularının etkili bir biçimde
cezalandırılması konusunda da anlaşmaya varılmıştır. Çünkü Birinci Dünya Savaşı
sonrasında da böyle bir karar alınmasına rağmen etkili bir biçimde uygulanamamıştı. Bu
yüzden savaş sonunda bir mahkeme kurularak suçluların yargılanmasına karar verilmiştir.
Almanya’da Nazizm’in, İtalya’da Faşizm’in tasfiye edilmesinin kararlaştırıldığı bir “Avrupa
Deklarasyonu” yayınlanmıştır.36
33Oral Sander, Siyasi Tarih Birinci Dünya Savaşının Sonundan 1980’e Kadar (Ankara: İmge Kitabevi Yayınları, 1989), s.
137.
34Mehmet Gönlübol, Milletlerarası Siyasi Teşkilatlanma, 3. Baskı (Ankara: Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını, 1975), s. 174.
35Sander, op. cit., s. 138.
36Ibid.
1.2. Tahran Konferansı (28 Kasım-11 Aralık 1943)
Dışişleri bakanları arasında yapılan Moskova Konferansı’nda SSCB, ABD ve
İngiltere’nin hükümet başkanları arasında bir toplantı yapılması da kararlaştırılmıştır. Ancak
bu toplantının yapılacağı yer konusunda uzun diplomatik müzakereler olmuş, sonunda
Stalin’in ısrarı ile Tahran’da yapılması uygun bulunmuştur. Ayrıca Uzakdoğu cephesinin
durumu da görüşüleceğinden Çin adına Chiang Kai-shek’in toplantıya katılması konusu da
tartışılmış, fakat Stalin’in kabul etmemesi nedeniyle bu konuda bir anlaşma
sağlanamamıştır.37
Churchill ve Roosevelt bunun üzerine, hem Chiang Kai-shek ile görüşmek, hem de
Tahran’da yapılması kararlaştırılan zirveye görüş birliğinde gitmek için, 22-26 Kasım 1943
tarihlerinde Kahire’de Chiang Kai-shek’in de katıldığı bir toplantı yaparak Japonya ile
yapılacak barış antlaşmasının koşullarını tartışmışlardır.38
Tahran’da bir araya gelen Roosevelt, Churchill ve Stalin arasında yapılan
görüşmeler sonucunda, dışişleri bakanlarının Moskova Konferansı’nda almış olduğu kararlar
teyit edilmiştir. Ayrıca İran ile ilgili bir demeç yayınlanmıştır. Buna göre Müttefikler,
İran’ın savaşın kazanılmasındaki yararlarını dikkate alarak, savaştan sonra bu ülkeden
askerlerini çekeceklerini ve İran’ın bağımsızlığına saygı göstereceklerini kabul
etmişlerdir.39
37Armaoğlu, op. cit., s. 393.
38Sander, loc. cit.
39Ibid., s. 139.
1.3. Dumbarton Oaks Konferansı (21 Ağustos-7 Ekim 1944)
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Milletler Cemiyeti yerine kurulacağı kesinleşen
Birleşmiş Milletler (BM) örgütünün, antlaşma metninin taslak hali Dumbarton Oaks’ta
İngiltere, ABD, Sovyetler Birliği ve Çin temsilcileri tarafından kaleme alınmıştır.40
21 Ağustos ile 7 Ekim 1944 tarihleri arasında yapılan Dumbarton Oaks toplantıları
iki aşamada gerçekleşmiştir. İlk aşamaya ABD, İngiltere ve Sovyetler Birliği temsilcileri,
ikinci aşamaya ise ABD, İngiltere ve Çin temsilcileri katılmışlardır. Görüşmelerin yapıldığı
sırada Sovyetler Birliği Japonya’ya henüz savaş ilan etmediği için, sadece Japonya’ya karşı
savaşan Çin ile aynı konferansta bulunmak istememiştir. Konferans bu nedenle iki aşamada
gerçekleşmiştir.41
Dumbarton Oaks görüşmelerinin birinci aşamasında Batılı Müttefikler ile Sovyetler
Birliği arasında bir takım görüş ayrılıkları ortaya çıkmıştır. Bunlardan biri, Savaş sonunda
kurulması düşünülen BM Örgütü’nün ilgileneceği alanlarla ilgilidir. Sovyetler Birliği, Batılı
Müttefikler ile kendi arasında bulunan ideolojik farklardan dolayı, kurulacak örgütün sadece
güvenlik sorunları ile ilgilenmesi gerektiği görüşünü savunmuştur. Ancak görüşmeler
sonucunda, kurulacak örgütün sadece güvenlik işleri ile ilgili değil, aynı zamanda ekonomik
ve sosyal konularla da ilgilenmesi gerektiği üzerinde anlaşma sağlanmıştır.42
Ortaya çıkan görüş ayrılıklarından bir diğeri ise, büyük ve küçük devletlerin örgüt
(Genel Kurul ve Güvenlik Konseyi) içindeki yetkileri ile ilgilidir. Büyük devletlerin
40F. P. Walters, “Dumbarton Oaks And The League”, International Affairs, C. XXI, No. 2, Nisan 1945, s. 141.
41Gönlübol, op. cit., s. 174-175.
42Ibid., s. 175.
Güvenlik Konseyi’nde özel yetkilere sahip olmaları konusunda prensip anlaşması sağlandığı
halde, bu yetkilerin ayrıntıları üzerinde, özellikle taraf oldukları bir uyuşmazlığın
oylamasına katılıp katılamayacakları, Sovyetler Birliği ile Batılı Müttefikler arasında görüş
ayrılıklarına neden olmuştur. Ayrıca Antlaşmaya üyelikten çekilme, üyelik haklarının
dondurulması ve üyelikten çıkarılma hakkında hükümler konulup konulamayacağı, Güvenlik
Konseyi’ne tavsiyede bulunacak askeri organın kuruluşu konularında da uzun tartışmalar
olmuştur. Sovyetler Birliği ile ABD ve İngiltere arasında bir çok noktada görüş ayrılıkları
bulunmasına rağmen, konferansa katılan dört devlet bir metin üzerinde anlaşabilmişlerdir.
Bu metne “Dumbarton Oaks Teklifleri” denilmiştir.43
Dumbarton Oaks Teklifleri bir antlaşma formu kaleme alma amacını taşımıyordu ve
Milletler Cemiyeti (MC) Misakı’ndan ciddi farklılıklara sahip değildi. Örneğin, Genel Kurul
ve Güvenlik Konseyinin çalışma biçimlerinde farklılıklar öngörmüyordu. İkinci olarak,
Teklifler hala teorik veya spekülatif yönü ağır basan, netleştirilmemiş öneriler içermekteydi.
Buna karşılık MC Misakı, -ABD hariç- büyük ve küçük devletlerin üye olduğu ve bir
dönem gerçekten ciddi kararların alındığı ve uygulandığı bir örgüt olmuştur. Hepsinden
önemlisi büyük devletlerin sahip olacakları “veto hakkı” konusunda bir karara
ulaşılamamıştır.44
Eğer Dumbarton Oaks Konferansı savaş sonu örgütlenmesine yönelik ciddi bir
plana sahip olmuş olsaydı, büyük devletlerin Güvenlik Konseyi’nde sahip olacakları veto
hakkı konusundaki açmaz da çözülmüş olacaktı. Çünkü İngiltere ile ABD ve Sovyetler
43Ibid.
44Walters, op. cit., s. 143-144.
Birliği arasında savaş sonu düzeni ile ilgili ciddi kaygılar ortaya çıkmaya başlamıştı.
Polonya’da savaş devam etmekteydi ve Doğu Avrupa ülkeleri üzerindeki tartışmalar bir
türlü sonuçlandırılamıyordu. İşbirliği mi yapılacağı, yoksa zıtlaşma mı olacağı konusu
belirgin değildi. Dumbarton Oaks Konferansı Doğu-Batı ilişkilerinin iyice gerilmesine neden
olmuş ve böylece veto konusu sürüncemede bırakılmıştır.45
1.4. Yalta Konferansı (4-11 Şubat 1945)
Yalta Konferansı 4-11 Şubat 1945 tarihleri arasında “Üç Büyükler” olarak
nitelendirilen, Churchill, Roosevelt ve Stalin arasında, Kırım’ın bir tatil beldesi olan
Yalta’da yapılmıştır.46 Üç Büyükler arasında; Amerikan tarafının çok önem verdiği
Birleşmiş Milletler örgütünün kurulması ile ilgili sorunlar, Almanya ile ilgili, işgal
bölgelerinin geleceği, ne şekilde parçalanacağı, Almanya’dan tahsil edilecek olan savaş
tazminatı, Polonya’nın ve Sovyet işgali altındaki bölgelerinin geleceği, Yugoslavya, İran ve
Türk Boğazları gibi konular üzerinde de tartışmalar olmuştur.47 Ancak biz burada konumuz
açısından yakından ilgili olduğunu düşündüğümüz aşağıdaki üç konu üzerinde duracağız.
1.4.1. Ortak Barış Sisteminin Kurulması
ABD Başkanı Roosevelt, Dumbarton Oaks görüşmelerinden bir sonuç çıkmamasına
rağmen, bu sefer ortak barış sisteminin gerçekleştirilmesi amacıyla oluşturulması öngörülen
Birleşmiş Milletler örgütünün, temel ilkeleri üzerinde Stalin’in ikna olacağını umut
45Robert C. Hilderbrand, Dumbarton Oaks: The Origins of The United Nations and The Search for Postwar Security
(Chapel Hill, London: The University of North Carolina Press, 1990), s. 209.
46Agnes Heller and Ferenc Feher, From Yalta to Glasnost: The Dismantling of Stalin’s Empire (Cambridge: Basil Blakwell
Press, 1991), s. 3.
47Ibid., s. 3-4.
etmekteydi. Batılı Müttefikler’in Stalin ile işbirliği yapmalarının dışında bir seçenekleri de
yoktu. Çünkü Birleşmiş Milletler örgütlenmesinin sağlanması yanında, Polonya ve Almanya
ile ilgili çözüm bekleyen acil sorunlar bulunmaktaydı.48
Konferansta yoğun pazarlıklar olması nedeniyle, görüşmeler yavaş ilerliyordu.
Stalin yaptığı konuşmasında önemsiz bazı konulardan bahsettikten sonra, Birleşmiş Milletler
örgütünün oluşturulması ile ilgili konuları görüşmeye hazır olduğunu söylemiş, ancak bazı
şartlar ileri sürmüştür. Bunlar; Avrupa’da savaşın sona ermesinden sonra SSCB’nin Japonya
ile yaptığı savaşa karışılmaması, Kuril Adaları ve SSCB yönetimi altında bulunan
Sakhalin’in güneyinin SSCB’ye verilmesidir. Roosevelt, Stalin’in bu isteklerine karşı,
Manchuria demiryollarını ve Port Arthur ile Dairen’de konuşlanmış olan donanma üssünü
kontrol edebileceği garantisini vermiştir.49
Taraflar kurulmasını kabul ettikleri Birleşmiş Milletler örgütü ile ilgili, teknik bir
sorun olan oy verme usulü hakkında da uzun uzun tartışmışlardır.50 Dumbarton Oaks
Konferansı’nda çözülemeyen ve en önemli sorun olarak kabul edilen BM Güvenlik
Konseyi’nde oy verme usulü “Yalta formülü” diye anılan “veto” sisteminin kabulü ile
halledilmiştir.51
Bu formüle göre, ABD ve SSCB’nin yanında, Çin, Fransa ve İngiltere de “büyük
devlet” sayılmış ve bu beş devlete Güvenlik Konseyi’nde sürekli temsil ile veto yetkisi
48Pierre De Senarclens, From Yalta to The Iron Curtain: The Great Powers and The Origins of The Cold War
(Oxford/Washington: Berg Press, 1995), s. 10.
49Ibid., s. 11.
50Heller ve Feher, op. cit., s. 3.
51Gönlübol, op. cit., s. 175-176.
verilmiştir. Sovyetler Birliği BM Güvenlik Konseyi’ndeki daimi üyelerin sahip olacakları
veto yetkisi ile ilgili usul sorunlarında ısrarcı olmamıştır. Sovyetler Birliği’ni oluşturan ve
BM örgütüne üye olmasını istediği on altı devletten sadece ikisi üzerinde ısrar etmiş ve
sonuçta, Ukrayna ile Beyaz Rusya da Sovyetler Birliği ile birlikte BM üyesi kabul
edilmiştir.52 Ataöv’e göre, Sovyetler Birliği -BM’ye üye olacak ülkelerin çoğunluğunun
Sovyetlerin yanında olmaması nedeniyle- veto yetkisi üzerinde ısrarcı olmuştur. Ancak,
ABD tarafından bakıldığında, kendisine veto yetkisi vermeyen bir antlaşmanın ABD
Senatosu’ndan geçmesi mümkün gözükmemekteydi. “Yalta’da kabul edilen veto formülüne
Sovyetler karşı durmuş olsaydı, Amerika’nın bütün gücüyle vetoyu kabul ettirmeye
çalışacağı...” kesindi.53 Sander’e göre de veto yetkisinde asıl ısrarcı SSCB değil, ABD ile
İngiltere’dir. Buna rağmen bu yetkiyi ilk yirmi yıl içinde (1945-65) SSCB neredeyse her
önemli sorunda kullanmış54 ve Güvenlik Konseyi’ni çalışamaz hale getirmiştir.
1.4.2. Almanya Sorunu
Almanya konusunda da, bir antlaşmaya ulaşmada çok büyük güçlükler yaşanmıştır.
Stalin ABD ve İngiltere’den, Almanya’nın, kendi istediği şekilde bölünmesini kabul
etmelerini istemiştir.55 Almanya daha önceden işgal bölgelerine ayrıldığı için bu konuda
fazla bir tartışma olmamıştır. Yalta’da Fransa’ya da bir işgal bölgesi verilmiş, ayrıca işgal
ile ilgili sorunları incelemek üzere dörtlü bir denetim komisyonu kurulmuştur. Asıl tartışma
Stalin’in Almanya’dan ağır bir savaş tazminatı istemesiyle ortaya çıkmıştır. Sovyetler
52Robin Edmonds, “Yalta And Potsdam: Forty Years Afterwards”, International Affairs, C. 62, No. 2, İlkbahar 1986, s. 200.
53Türkkaya Ataöv, Amerika, NATO ve Türkiye (Ankara: Aydınlık Yayınları, 1969), s. 33.
54Sander, op. cit., s.141.
55De Senarclens, loc cit.
Birliği’nin önerisine göre, Almanya toplam 20 milyar dolar tazminat ödeyecek, bunun
yarısını da SSCB alacaktı56. ABD ve İngiltere, yenilen devletlerden savaş tazminatı
alınmaması konusunda ısrar edince, sorunun görüşülmesi amacıyla Moskova’da bir
komisyonun kurulmasına karar verilmiştir.57 Bu sorunun halledilmesi daha sonra yapılması
düşünülen Potsdam Konferansı’na ertelenmiştir.58
1.4.3. Polonya Sorunu
Polonya sorunu ile ilgili iki konu görüşülmüştür. Bunlar Polonya’nın sınırlarının
saptanması ve bu ülkedeki siyasal rejimin tanınması konularıdır. Polonya’nın sınırlarının
saptanması sorununda bir çok güçlük yaşanmış ve bu konu konferansta geniş yer tutmuştur.
Churchill ve Roosevelt SSCB ile Polonya arasındaki yeni sınır çizgisinin “Curzon hattı”
olması konusunda Stalin’i taviz vermeyi kabule zorlamışlardır.59
Polonya’nın Doğu sınırları için, 1919 yılında Paris Barış Konferansı’nda saptanan
Curzon hattı kabul edilmiştir. Ancak Batı sınırları için, SSCB, “Oder-Neisse hattı”nı ileri
sürmüş ancak İngiltere’nin itirazları üzerine sınırların çizilmesi işi sonraya bırakılmıştır.
Çünkü İngiltere Polonya’nın Batıya doğru kayarak Almanya’dan toprak almasını
istemiyordu.60
Ayrıca Polonya’daki siyasal rejimin tanınması ile ilgili de aralarında anlaşmazlık
yaşanmıştır. Stalin 1944 yılının sonlarında Varşova’da kurulan “Lublin Komitesi”nin
56Armaoğlu, op. cit., s. 401.
57Sander, op. cit., s. 142.
58Edmonds, op. cit., s. 202.
59De Senarclens, op. cit., s. 11.
Polonya’nın yasal hükümeti olduğunu resmen tanıyordu. Buna rağmen ABD ve İngiltere,
Polonya halkını ve direnişçileri temsil ettiğini düşündükleri, Londra’da sürgünde bulunan
Polonya Hükümeti’ni desteklemeye devam ediyorlardı.61 Roosevelt Stalin’den,
Polonya’daki -“kukla” olarak nitelendirdiği- Lublin Hükümeti’ni feshetmesini istemiştir.
Stalin “komünist ve komünizm sempatizanlarından” oluşan bu hükümeti gözden çıkarmak
istememiştir. Bununla birlikte komünist olmayanların yetkilerini biraz daha arttırarak
aralarındaki soğukluğu azaltmak istemiştir.62 Sonunda, iki hükümet arasında bir koalisyon
hükümeti kurulması üzerinde anlaşılarak sorun çözülmeye çalışılmıştır. Ancak, Londra’daki
hükümet böyle bir koalisyona sıcak bakmıyordu. Buna rağmen sürgündeki Polonya
Hükümeti’nin en önemli bakanlarından, Çiftçi Partisi başkanı Mikolaiçik’in koalisyonu
kabul etmesiyle bir koalisyon hükümeti kurulmuştur. Bu hükümet geçici bir süre için
kurulmuştu ve yapılacak seçimlerden sonra gerçek Polonya Hükümeti ortaya çıkacaktı.63
Özgür ve serbest seçimler mümkün olan en kısa süre içinde yapılacaktı ve bu seçimlerde
demokratik ve Nazi karşıtı herkes seçme ve seçilme hakkına sahip olacaktı.64
1.5. Potsdam Konferansı
7 Mayıs 1945 tarihinde Almanya’nın kayıtsız-şartsız teslim belgesini imzalayarak
savaştan çekilmesi üzerine, Avrupa’da savaş bitmiş ama sorunlar bitmemişti. Bu sorunlara
60Armaoğlu, loc. cit.
61De Senarclens, loc. cit.
62Warren I. Cohen, America in the Age of Soviet Power, 1945-1991 (New York: Cambridge University Press, 1995), s. 15-
16.
63Sander, loc. cit.
64Edmonds, loc. cit.
barış içinde çözümler bulmak gerekiyordu. Bu amaçla İngiltere, ABD ve SSCB arasında 17
Temmuz - 2 Ağustos 1945 tarihleri arasında Berlin yakınlarında Potsdam’da bir konferans
yapılmıştır.65 Bu konferans “Üç Büyükler” arasında yapılan son ve en uzun süren doruk
toplantısı olma özelliğini taşımaktadır.66
Başkan Roosevelt 12 Nisan 1945’de ölünce, Başkanlık Başkan Yardımcısı Harry S.
Truman’a geçtiği için ABD’yi Potsdam’da Truman temsil etmiştir. İngiltere’de de Temmuz
sonundaki seçimleri Muhafazakar Parti kaybettiği için İngiltere’yi Konferansın yarısında
Churchill, Temmuz sonundan itibaren de seçimi kazanan İşçi Partisi lideri Clement Attlee
temsil etmiştir.67
Berlin yakınlarındaki terminal binası konferansın yapılabilmesi için uygun duruma
getirilmiştir. Bu binanın kime ait olduğu savaş boyunca kararlaştırılamamıştı. Konferansın
burada yapılması üzerinde anlaşılınca, bunun, barışa ulaşmada sembolik bir başlangıç
olacağı düşünülmüştür.68
Savaş sırasında Müttefikler arasında yapılan çeşitli toplantılarda, savaşı kazanmak
için ne yapmak gerektiğini tartışmaları nedeniyle ciddi uyuşmazlıklar olmamıştır. Ancak
savaşı kazanacaklarının kesinleşmesiyle birlikte, savaş sonu düzeni ile ilgili sorunlar ve
farklı düşünceler ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu nedenle konferansta, Yalta’da çıkan
anlaşmazlıklar derinleşmiştir.69 Ayrıca İkinci Dünya Savaşı’nın ardından barışın sağlanması
65Armaoğlu, op. cit., s. 402-404.
66Edmonds, op. cit., s. 209.
67Armaoğlu, op. cit., s. 404.
68Herbert Feis, “The Secret That Traveled To Potsdam”, Foreign Affairs, C. 38, No. 2, Ocak 1960, s. 300.
69İlter Turan, NATO İttifakının Stratejik ve Siyasi Sorunları (İstanbul: İ. Ü. İktisat Fakültesi Yayını, 1971), s. 4.
ile ilgili bu ilk toplantıda görüşlerin karşılıklı iki taraf şeklinde ortaya çıkmaya başladığını
da görmekteyiz.
Amerikan heyeti Potsdam’a heyecan verici bir sır ile gelmişti. Çünkü o sıralarda ilk
atom bombası denemesinin sonuçlarını beklemekteydiler. Konferans resmen başlamadan bir
gün önce70 denemenin başarıyla sonuçlandığının ve beş gün sonra da tam rapor ile
Japonya’ya karşı birkaç hafta içinde kullanılabileceği haberini almışlardı. Böylece kendisiyle
anlaşmanın giderek zorlaştığı bir dönemde, Stalin’e karşı büyük bir koza sahip
olmuşlardı.71
ABD ve İngiltere temsilcileri, atom bombası ile ilgili bu gizli bilgiye sahip olduktan
sonra, Sovyetler Birliği’nin aşırı ve çok riskli isteklerine karşı dayanma güçleri artmıştır.
Hatta ABD ile İngiltere temsilcileri birbirlerini o kadar desteklemişler ve kendilerine
güvenleri o kadar artmıştır ki, Rusların isteklerini dikkate bile almamayı düşünmüşlerdir.
Buna rağmen Amerikalılar bu silaha sahip olmaları durumunu görüşmelerde etkili bir
şekilde kullanamamışlardır.72
1.5.1. Almanya Sorunu
Potsdam’da, Yalta Konferansı’nda Almanya ile ilgili alınan kararların, uygulanması
görüşülmüştür. Buna göre Almanya’daki otorite; Amerikan, Rus, İngiliz ve Fransız işgal
güçleri komutanlarından oluşan “Kontrol Konseyi” tarafından sağlanacaktı. Almanya
Nazi’likten arındırılarak demokratik ve barışçıl hale getirilecek, askeri güvenliği tehdit
7016 Temmuz 1945 günü saat 05:30’da, ABD’nin New Mexico Eyaleti Alamogordo Hava Üssü’nde tarihte ilk kez hesaplandığı
biçimde bir atom bombasının patlatılması denemesi başarıyla gerçekleştirilmiştir. Feis, op. cit., s. 302.
71Sander, op. cit., s. 172.
72Feis, op. cit., s. 316-317.
etmeyecek kadar basın, ifade ve dinsel özgürlüklere izin verilecekti. Alman savaş gücünün
ortadan kaldırılması için her türlü silah, mühimmat, savaş araç ve gereci ile uçak ve savaş
gemisi üretimi yasaklanacak, savaş suçluları da yargılanacaktı. İşgal süresince Almanya ile
ilgili tek bir ekonomik işlem yürütülecek ve Alman ekonomisi sürekli kontrol altında
tutulacaktı. Tazminatlar tahsil edilirken Alman halkının kendi olanaklarıyla yaşamlarını
sürdürebilmeleri için yeterli araçlar bırakılacaktı.73
Sovyetler Birliği’nin istediği tazminat, Sovyet işgali altındaki bölgeden ve
Almanya’nın dışarıdaki alacaklarından ödenecek, Polonya da tazminat payını Sovyetler
Birliği’nin payından alacaktı. ABD, İngiltere ve diğer tazminata hak kazanan ülkeler de
paylarını Almanya’nın Batı bölgelerinden ve dışarıdaki Alman alacaklarından tahsil
edeceklerdi. Doğu bölgesinin yiyecek ve kömürü ile değiştirilmek şartı ile Batı bölgesindeki
üretim araçlarının %15’i Sovyetlere verilecekti. Bununla birlikte Sovyetler Ruhr
ekonomisine el atmak istemişlerse de başaramamışlar ve Batı bölgelerinden hiç bir istekte
bulunmayacakları garantisini vermişlerdir.74
1.5.2. Polonya Sorunu
Yalta Protokolü’nün dördüncü maddesine göre, Polonya’nın Batı sınırının
kesinleştirilmesi barış konferansında görüşülecekti. Ancak Amerikan ve İngiliz temsilcileri
daha Potsdam’a gelmeden, Sovyetler, Neisse ırmağının doğusunda bulunan bölgeyi Polonya
yönetimine bırakmışlardı. Konferansın ilk günleri bu tartışma ile geçmiştir. Tartışmalar
uzayınca üç hükümet başkanı, Polonya’nın batı sınırının saptanması işinin barış
73Edmonds, op. cit., s. 212.
74Armaoğlu, “Sovyet-Amerikan Münasebetlerinin Üç Yılı 1945-1948”, Siyasal Bilgiler Okulu Dergisi, C. IV, S. 1-4, 1949, s.
378-379.
antlaşmalarının imzalanmasının ardından yapılabileceğini kararlaştırmışlardır.75 SSCB ile
Polonya arasında 16 Ağustos 1945 tarihinde bir antlaşma yapılarak, Polonya-SSCB sınırı
“Curzon hattı” olarak kabul edilmiştir. Ancak Polonya ile Almanya arasında barış
antlaşması imzalanamadığı için aralarındaki sınır fiili duruma dayanmış,76 7 Aralık 1970
tarihinde Federal Almanya ile Polonya arasında imzalanan Varşova Antlaşması ile; Federal
Almanya, Demokratik Almanya ve Polonya arasındaki sınır, Oder-Neisse nehirlerinin
oluşturduğu sınır olarak kabul edilmiştir. Antlaşmada öngörülen bu sınır, Alman
topraklarının bir kısmının Polonya’ya verilmesini gerektirmesi nedeniyle Federal
Almanya’nın itirazı ile birlikte, taraflar anlaşmazlıkların barışçı yollardan çözülmesini de
taahhüt etmişlerdir. Antlaşmanın yürürlüğe girmesi, ABD, İngiltere ve Fransa’nın istekleri
üzerine, Berlin konusunda yapılacak dörtlü bir antlaşmaya bağlı tutularak ertelenmiştir. 3
Haziran 1972 tarihinde imzalanan Berlin Antlaşması ile, Varşova Antlaşması da yürürlüğe
girmiştir. Böylece, Federal Almanya, Demokratik Almanya ve Polonya arasındaki sınır
Oder-Neisse hattı olarak kabul edilmiştir.77 1990 yılında iki Almanya’nın birleşmesi
görüşmelerinde Polonya sınırı yeniden gündeme gelmiş ve Polonya iki taraftan da güvence
istemiştir. Bunun üzerine Federal Almanya ve Demokratik Almanya, Polonya sınırı olarak
Oder-Neisse hattını tanıdıklarını açıklamışlardır. İki Almanya’nın birleşmesine giden
süreçte; ABD, İngiltere, Fransa ve Sovyetler Birliği’nin katıldığı 22 Nisan 1990 tarihli
“2+4 Görüşmeleri”nin ikincisini oluşturan Paris toplantısında, Oder-Neisse hattı Almanya
75Ibid., s. 379.
76Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, s. 404.
77Sönmezoğlu, op. cit., s. 734-735.
ile Polonya arasındaki sınır çizgisi olarak kabul edilmiştir. Daha sonra iki Almanya’nın 3
Ekim 1990 tarihinde birleşmesi ile birlikte aralarındaki sınır da kesinleşmiştir.78
1.5.3. Barış Antlaşması Sorunu ve Diğer Sorunlar
Barış antlaşmalarını hazırlamak amacıyla bir Dışişleri Bakanları Konseyi kurulması
ve ilk toplantısını Eylül 1945’te Londra’da yapması karalaştırılmıştır. Bu Konseye Fransa da
katılacak ve Çin, sadece Uzakdoğu ve bütün dünyayı ilgilendiren genel nitelikteki
sorunlarda Konsey üyesi sayılacaktı. Potsdam Konferansı’nın ardından dışişleri bakanları
ülkelerine döndüklerinde, İtalya ile yapılması kararlaştırılan barış antlaşmasının
hazırlıklarına başlayacaklardır.79
Konferansta Sovyetler Birliği, İtalya’nın sömürgelerinden birini istemiş ve bu
isteğini içeren bir nota sunmuştur. Sorunun barış antlaşmalarını ilgilendirmesi ve Truman’ın
önerisi üzerine, Dışişleri Bakanları Konseyine havale edilmiştir.80
Konferansta Türkiye ve Boğazlar da tartışılmıştır. Stalin ve Molotof, Potsdam
Konferansı’nın toplanmasından dört ay önce, 19 Mart 1945’te Kars ve Ardahan üzerindeki
isteklerinin haklı olduğunu, çünkü bu illerin Çarlık döneminde Rus topraklarının bir parçası
olduğunu söylemişlerdir. Boğazlarla ilgili olarak da, Montrö sözleşmesinin değiştirilmesi
gerektiğini, çünkü bu sözleşmenin Japonya’ya bile Rusya kadar hak tanıdığını, ayrıca
Türkiye’nin zayıf olması nedeniyle, serbest geçiş için gereken güvenceyi sağlayamadığını
ileri sürmüşlerdir. Fakat Sovyetler Birliği bütün bunları söylemekle birlikte, bu sorunun
78Ibid., s. 20, 548-549; bu konuda ayrıca bkz. M. Nail Alkan, Avrupa’da Sınırlar (Ankara: ATAUM Yayınları, 2002), s. 31-40.
79Armaoğlu, “Sovyet-Amerikan Münasebetleri...”, SBO Dergisi, s. 380.
80Ibid.
gündemde olmadığı gerekçesiyle tartışmaya yanaşmamıştır. Sorun Dışişleri Bakanları
Konseyi’ne havale edilmiştir. Bununla birlikte, üç büyük devletin Boğazlar hakkındaki
görüşlerini Türkiye’ye bildirmeleri de kararlaştırılmıştır.81
Buraya kadar incelediğimiz savaş sırasında ve hemen sonrasında müttefikler arasıda
yapılan konferanslarda birkaç temel sorunla ilgili görüşmeler yapılmış ve bunların en
önemlisi olan Almanya’nın geleceği ile ilgili sorun “Doğu ile Batı” arasında sıkışıp kalarak
bir sonuca ulaştırılamamıştır. Müttefikler arasında yapılan Moskova, Tahran, Dumbarton
Oaks ve Yalta Konferanslarında kabaca; Almanya’nın silahtan ve askerden arındırılması ile
uluslararası barış ve güvenliğin sağlanması konuları tartışılmıştır. Yalta ile Potsdam
konferansları arasındaki bir kaç aylık süre içindeki gelişmeler sonucunda ise, Müttefikler
arasında dağılmalar başlamış ve Potsdam Konferansı sonunda da ipler kopma noktasına
gelmiştir.82
2. İkinci Dünya Savaşı Sonrası Ortaya Çıkan Gelişmeler
İkinci Dünya Savaşı Avrupa’nın yıkımına neden olmuştur. Savaş sonrasının galipleri
bile ekonomik ve siyasal güçlerini yitirmişlerdir. Bununla birlikte iki devlet savaş
sonrasında dikkat çekmektedir. Bu devletlerden birincisi, savaş kendi topraklarında
yaşanmadığı için yıpranmayan ve ekonomisine getirdiği canlılık yüzünden, 1930’lu yılların
ekonomik buhranından kalma sıkıntılarından da kurtularak dünyanın en güçlü devleti
durumuna gelen Amerika Birleşik Devletleri’dir. İkinci devlet ise, savaş topraklarında
devam etmesine rağmen, geniş alana yayılan coğrafyası sayesinde varlığını tehlikeye
81Ibid., s. 380-381.
82Walter C. Clemens, Jr. “The Soviet World Faces West: 1945-1970”, International Affairs, C. 46, No. 3, Temmuz 1970, s.
475.
sokacak derecede yıkıma uğramayan ve güçlü kara ordularına sahip olması nedeniyle de
1945 Avrupa’sının en güçlü devleti konumundaki Sovyetler Birliği’dir.83 Kısacası bu iki
devlet savaş sonrasında Batı Avrupalı müttefiklerin tükenmesi ve sömürgeci
imparatorlukların kargaşa ve çözülme içerisinde bulunmaları nedeniyle ortaya çıkan güç
dengesindeki boşluğu -kendi askeri güçleri ve ideolojik yönelimleri çerçevesinde-
doldurmuşlardır.84 Ancak Sovyetler Birliği’nin durumu ile ABD’nin durumu
karşılaştırıldığında ABD’nin üstünlüğü tartışma götürmez bir gerçeklik olarak ortadadır.
Çünkü, ABD bu savaşta çok az kayıp vermiş, ekonomisi canlanmış, ülkesi yıkıma
uğramamıştır. En önemlisi de atom tekelini elinde bulundurması nedeniyle askeri açıdan
sahip olduğu üstünlüktür. Sovyetler Birliği ise, savaşta yaklaşık 20 milyon insanını
kaybetmiş, bir çoğu da sakat kalmıştır. Dolayısıyla ekonomik kalkınmasını gerçekleştirecek
işgücü açısından ciddi bir sıkıntı yaşamaktadır. Ayrıca toprakları istila edilmiş, bu istila
sonucu önemli sanayi, ulaşım, maden, tarım, enerji, kültür ve sağlık tesisleri ciddi zararlar
görmüştür. Bu nedenle de kısa vadede Avrupa’yı tehdit edecek durumda olmadığını
söylemek abartı olmayacaktır.85
Bununla birlikte İngiltere ve ABD; SSCB’nin, bir “yayılma politikası” güdeceğini
ve dünya barışı ve güvenliği için ciddi tehlike oluşturmaya başladığını ileri sürmüşlerdir.
Çünkü onlara göre, iki büyük askeri ve sanayi gücü olan Almanya ve Japonya’nın savaştan
yenik çıkmaları sonucunda Avrupa’da ve Pasifik’te, yani SSCB’nin Batısında ve Doğusunda
83Turan, op. cit., s. 3.
84Arthur Schelesinger, Jr., “Some Lessons from the Cold War”, The End of the Cold War: Its Meaning and Implications,
Michael J. Hogan (der.) (New York: Cambridge University Press, 1994), s. 54.
85Ataöv, op. cit., s. 64.
büyük bir boşluk ortaya çıkmıştı.86 İngiltere Başbakanı Winston Churchill, ABD Başkanı
Truman’a çektiği 12 Mayıs 1945 tarihli telgrafında, ortaya çıktığını düşündüğü tehlikeyi şu
sözleri ile ifade etmekteydi: “Bir ya da iki yıl içinde durum ne olacak? Bu tarihte Amerikan
ve İngiliz orduları eriyecek, Fransızlar esaslı bir şekilde teşkilatlandırılmaktan uzak
bulunacak; oysa Rusya iki ya da üç yüz tümenini ayakta tutma kararını verebilecektir (...)
Cepheye (Rusya) bir demir perde inmiştir. Ardında nelerin cereyan ettiğini bilmiyoruz...”87
İlk defa burada kullanılan “Demir Perde” terimi siyasal literatüre geçerek kabul görecektir.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında ayrıca iki kutuplu bir dünya ortaya çıkmıştır. Bu
dünyanın Avrupa’daki sınırları ise oldukça belirgindir. Her iki kutbun önderi konumundaki
devletler de, kendi siyasal sisteminin kabul edilip uygulandığı alanların genişlemesini, hiç
olmazsa daralmamasını istemektedirler.88
Almanya’nın teslim olmasıyla birlikte, Batılı devletler savaş zamanındaki
yükümlerine bağlı kalarak ve halklarından gelen yoğun isteğe de uyarak askerlerini terhis
etmeye başladılar. ABD ve İngiltere Avrupa’daki kuvvetlerinin büyük bir bölümünü geri
çekti. Avrupa devletleri yıkılanı onarmakla uğraşıyordu. Almanya teslim olduğunda,
Avrupa’daki Müttefik kuvvetlerinin sayısı yaklaşık beş milyon iken, terhisten sonra bu sayı
880 bine inmiştir. Buna karşılık SSCB silahlı kuvvetlerini savaş düzeyinde tutmaya devam
etmiştir.89 Savaştan sonra Sovyetler Birliği’nin de temel kaygısı güvenlik olmuştur. Çünkü
İkinci Dünya Savaşı’nda Sovyetler Birliği’ne karşı bir saldırı olmuş ve bu yüzden de -diğer
86Lord Ismay, NATO İlk Beş Sene 1949-1954, Çev: Suat Bilge (Ankara: TTK Basımevi, 1956), s. 3.
87NATO Belgeler (Brüksel: NATO Enformasyon Servisi Yayını, 1971), s. 12-13.
88Turan, op. cit., s. 6.
89Ismay, op. cit., s. 4; NATO Belgeler, s. 14.
savaşan Avrupalı ülkeler gibi- ciddi sıkıntılara ve kayıplara uğramıştır. Doğu Avrupa’dan
gelebilecek benzer saldırılara karşı da bir önlem alma ihtiyacı hissetmiştir.90 Bu amaçla
Stalin de Doğu Avrupa’da bir tampon oluşturma gayesiyle hareket etmiştir. Stalin’in Doğu
Avrupa’da almış olduğu güvenlik önlemleri marjinal biçimde sorun yaratmaktaydı.91 ABD,
Sovyetler Birliği’nin güvenliğinin Doğu Avrupa’da kendisine dost ülkelerin varlığını
gerektirdiğini kabul etmesine rağmen bu bölgenin Rus nüfuzuna girmesini istememiştir.92
Ayrıca ABD’nin elinde bulundurduğu atom silahını kalabalık insan nüfusunun
bulunduğu iki Japon şehrine kullanmış olması Sovyetler Birliği’nin Batıdan duyduğu
kaygının ne kadar ciddi olduğunu ortaya koymaktadır. Buna rağmen Batılı ülkelerin;
Sovyetler Birliği’nin kendileri için büyük bir tehdit ve tehlike oluşturduğunu ileri sürerek,
bu ülkenin Alman ordularının püskürtülmesinde ve savaşın kazanılmasında göstermiş olduğu
yararlılıkları göz ardı etme eğilimi içerisinde olduklarını söylemek mümkündür.
Çünkü Batılıların düşüncesine göre, Sovyetler Birliği savaş sonrasında her yolu ve
fırsatı kullanarak Batı Avrupa’ya doğru yayılma amacı taşımaktaydı. Şöyle ki; Stalin
döneminde Sovyet yayılması, savaş sırasında Estonya, Letonya, Litvanya’nın tamamı ile
Finlandiya, Polonya ve Romanya’nın bazı kısımlarının, Kuzey-Doğu Almanya ve Doğu
Çekoslovakya’nın yani 500 bin kilometre kare toprak ve 23 milyondan fazla nüfusun ilhak
edilmesiyle başlamıştır. Almanya’nın yenilmesinden sonra bu genişleme ve ilhak politikası,
90Ataöv, op. cit., s. 81.
91Cohen, op. cit., s.8. Günümüzde bile Stalin’in savaş sonrası dünya ile ilgili vizyonu hakkında kesin bilgiler bulunmamaktadır.
Ibid.
92Stephen E. Ambrose, Dünyaya Açılım: 1938’den Günümüze Amerikan Dış Politikası, Çev: Ruhican Tul (Ankara: Dış
Politika Enstitüsü Yayınları, 1992), s. 50.
Doğu Avrupa ülkeleri üzerinde bir “denetim politikası” ile tamamlanmıştır.93 ABD’de
hakim olmaya başlayan anti-komünizm, Stalin ile Hitler’in bir görülmesine neden
olmaktaydı. Bu nedenle de komünizmin yayılmasının önüne geçilerek, silah altındaki asker
sayısı dışında her konuda üstün olduğu düşünülen Amerikan sisteminin tüm dünyaya
yayılması gerektiğine -hükümette ileri gelenlerle birlikte-, çoğu Amerikalı inanmaktaydı.94
Batı Avrupa’da Sovyetler Birliği’nden duyulan kaygı nedeniyle oluşturulması
düşünülen savunma ve güvenlik yapılanmasına gidilmesine aşağıda incelediğimiz gelişmeler
neden olmuştur. Daha doğrusu yaşanan bu gelişmeler savunma örgütlenmesine gidilmesinin
gerekçesini oluşturmuştur.
2.1. Yunanistan İç Savaşı
1940’lı yıllar Yunanistan’ın bağımsızlık tarihinin en zor yılları olmuştur. 1941 yılı
Haziran ayında ülkenin tümü Almanya, İtalya ve Bulgaristan tarafından işgal edilmiş, işgal
ile birlikte direniş hareketleri de başlamıştır.95 Bu hareketler iki büyük örgüt önderliğinde
gerçekleşmiştir. Kurulan örgütler arasında ELAS (Ulusal Kurtuluş Ordusu) sol, EDES (Hür
Demokratik Yunan Ordusu) sağ eğilimli idiler. Bu iki örgüt işgal ordularına karşı etkili bir
mücadele içine girmişlerdir. 1944 yılında da İngiltere bunlara destek vermek amacıyla
direnişe katkıda bulunmuştur.96
Metaksas diktatörlüğü sırasında oluşan siyasal boşluk işgal altında da sürmüştür. İki
dünya savaşı arası dönemin tek marjinal gücü olan komünistler bu siyasal boşluğu
93Ismay, op. cit., s. 5.
94Ambrose, op. cit., s. 57.
95Richard Clogg, Modern Yunanistan Tarihi, Çev: Dilek Şendil (İstanbul: İletişimYayınları, 1997), s. 151.
doldurmuşlardır.97 1944 yılı sonunda ELAS’ın üye sayısı iki milyon civarındaydı. 4 Aralık
1944 günü İngiliz’lerin telkini ile Yunan Başbakanı verdiği bir ültimatomla ELAS’a
silahlarını teslim ederek Atina’yı terk etmesini istemiştir. ELAS verilen ültimatoma
uymamıştır. Atina ve çevresinde üç hafta kadar silahlı çatışmalar olmuş ve 12 Şubat 1945’de
zaten çok güçlü olmayan ve SSCB’den de destek alamayan ELAS’ın siyasal organı olan
EAM (Ulusal Kurtuluş Cephesi) ateşkesi kabul etmiş ve Varkiza Anlaşması yapılmıştır. Bu
anlaşmaya göre; tüm direnme örgütleri tek bir çatı altında birleştirilecek, demokratik
seçimler yapılacak ve Kralın Yunanistan’a dönüp dönmemesi konusunda halk oylamasına
gidilecekti.98
1946 yılı Mart ayında genel seçimler yapıldı. Sol partilerin birliğini temsil eden
EAM’ın boykot etmesi dolayısıyla seçimleri sağ partiler kazandı. Seçimlerin arkasından
yapılan halk oylamasını da, Kral’ın Yunanistan’a dönmesini savunan monarşi taraftarları
kazandı. Bu gelişmelerden sonra, komünistler General Markos Vafiedes liderliğinde
Yunanistan’ın kuzeyinde ayaklanma başlatmışlardır.99
Stalin, İngiltere’nin çıkar alanında gördüğü Yunanistan’a aktif olarak yardım
yapmamıştır. Bununla birlikte Stalin’in -kontrolünde olmasalar bile-, komünistler üzerindeki
etkisinden bahsetmek mümkündür. Komünist rejimlerin iş başında olduğu Balkan
96Sander, op. cit., s. 203.
97Clogg, op. cit., s. 155.
98Sander, op. cit., s. 204-205; Clogg, op. cit., s. 167
99Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, s. 430.
ülkelerinden Yugoslavya, Bulgaristan ve Arnavutluk ayaklanmacılara yardım
yapmaktaydı.100
Dağlık bölgelerde savaşan ve üç komünist devletten (Yugoslavya, Bulgaristan ve
Arnavutluk) yardım alan çetecilere karşı merkezi hükümet başarılı olamamıştır. Merkezi
hükümetin üstünlük kazanması Truman Doktrini ve Yugoslavya’nın Kominform’dan
atıldıktan sonra ayaklanmacılara yardımı kesmesiyle gerçekleşmiş ve iç savaş bu şekilde
sona ermiştir.101 Stalin Yunanistan iç savaşı nedeniyle ABD ile karşı karşıya gelinmesine
neden olacak provokasyonlardan uzak durmayı tercih etmiş, Yugoslavya Devlet Başkanı
Josip Broz Tito’dan da ılımlı bir politika izlemesini istemiştir. Fakat Tito ayaklanmacıları
hararetle desteklemiştir. Çünkü kendi ülkesinde -Almanlarla yapılan savaştaki direnişi
örgütlemesi ve bu savaşı kazanması nedeniyle- iktidarı sağlamdı. Yani ülkesinin hedef ve
politikalarını belirlerken Sovyetler Birliği’ne bağımlılığı azdı ve iktidarını korumak için de
Sovyet süngülerine bağımlı değildi.102
İç savaş sonrası kurulan hükümetlerin başlıca hedefi gerek yurt içinde ve gerekse
yurt dışında komünizmin önlenmesi olmuştur.103
100Cohen, op. cit., s. 31.
101Sander, op. cit., s. 205; Clogg, op. cit., s. 170-175. Ataöv’e göre, Yunanistan’daki iç savaşa gerçekten bir dış yardım
yapılmıştır. Ancak bu yardım iddia edildiği gibi SSCB veya diğer Balkan ülkelerinden değil, aksine İngiltere ve ABD
tarafından gerçekleştirilmiştir. Ayrıca yapılan; “yardım”dan çok, bir “askeri müdahale” biçiminde gerçekleşmiş ve içerideki
güç dengesini değiştirmesi nedeniyle de iç savaşın sonucunu belirlemiştir. Direnişçiler zaman zaman Yugoslavya,
Arnavutluk ve Bulgaristan topraklarını -eğitim ve yaralıların bakımı gibi nedenlerle- kullanmalarına rağmen, bu ülkelerden
silah ve mühimmat desteği almamışlardır. Ataöv, op. cit., s. 115.
102Cohen, op. cit., s. 37.
103Clogg, op. cit., s. 179.
Yunanistan sorunu ilk kez 21 Ocak 1946’da Sovyetler Birliği tarafından Güvenlik
Konseyi’ne getirilmiştir. Bu girişimin gerekçesi, Yunanistan’da bulunan İngiliz birliklerinin
BM Antlaşması’nın 35. maddesine göre, uluslararası barış ve güvenliği tehdit etmesidir.
Fakat Sovyetler Birliği tarafından ileri sürülen bu suçlama ve istek reddedilmiştir. Bundan
sonra 24 Ağustos 1946’da, bu kez Ukrayna BM Antlaşması’nın 34. maddesine göre Yunan
hükümetinin izlediği politikanın, Balkanlar’da uluslararası barış ve güvenliği tehlikeye
soktuğunu iddia etmiştir. Sovyetler Birliği tarafından da desteklenen bu suçlama 28 Ağustos
ile 20 Eylül 1946 tarihleri arasında görüşülerek tekrar reddedilmiştir.104
Sorun asıl önemli şeklini 1946 yılı sonunda almıştır. Yunanistan hükümeti 3 Aralık
1946 tarihinde BM Güvenlik Konseyi’ne başvurmuş ve ayrıntılı bir memorandum vermiştir.
Buna göre ülkenin kuzeyinde devam eden çete savaşının Bulgaristan, Yugoslavya ve
Arnavutluk tarafından desteklendiği bildirilmiş ve bu duruma Konsey’in dikkatini çekmiştir.
Konsey 10-19 Aralık tarihleri arasında sorunu tartışmış ve yerinde inceleme yapmak üzere,
Güvenlik Konseyi’nde üyesi bulunan ülke temsilcilerinden oluşan bir komisyonun (Balkan
İnceleme Komisyonu) gönderilmesine karar vermiştir. Komisyonun raporunu Güvenlik
Konseyi’ne sunmasından sonra Konsey Sovyet-Amerikan mücadelesine sahne olmuştur.
Güvenlik Konseyi’nde Yunanistan sorununun tartışılmaya başlamasıyla birlikte Sovyet
vetoları da başlamıştır. Arka arkaya üç kez veto kullanılmış ve sorun böylece çıkmaza
girmiştir. Bunun üzerine, Güvenlik Konseyi 15 Eylül 1947’de sorunun BM Genel Kurulu’na
sunulmasına 2’ye (SSCB ve Polonya) karşı 9 oyla karar vermiştir. Ancak bu da çare
104Armaoğlu, “Sovyet-Amerikan Münasebetleri...”, SBO Dergisi, s. 433.
olamamış ve Yunanistan sorununun BM çatısı altında da çözülmesi mümkün
olamamıştır.105
2.2. Truman Doktrini ve Marshall Planı
1947 yılının Mart ayı geldiğinde Yunanistan’daki iç savaş daha sona ermemişti. O
zamana kadar İngiltere’nin yaptığı -fakat kesmek zorunda kalacağı- askeri ve mali yardımlar
olmadan, Yunanistan’ın kendisini toparlayamayacağı düşünülüyordu. Askeri ve mali
yardımlardan yoksun kalan Yunanistan’da, komünistlerin iktidara geleceği ve “demir
perde”nin arkasına geçeceği kesin gibiydi. Bu durumda ise Türkiye ve Orta Doğu,
Sovyetler Birliği nüfuzuna terkedilmiş olacaktı.106
ABD, Avrupa’daki güç dengesini tehdit eden asıl tehlikenin askeri değil, ekonomik
ve siyasal olduğunu fark etmişti. Şöyle ki; savaş zamanı meydana gelen yıkım ve doğal
felaketlerden sonra Avrupa’da yaşam çok güçleşmişti. Bunun sonucunda da özellikle
komünist partilerin etkin olduğu Fransa, İtalya ve Yunanistan gibi ülkelerde hükümet
darbeleri veya seçimler aracılığıyla, komünist yönetimlerin işbaşına geçmesi durumunda,
ülkelerini Sovyetler Birliği’nin etkilerine açık hale getirebilirlerdi.107 ABD yönetimindeki
genel kanı, komünizmin kaos ve yoksulluk olan her yerde filizleneceği ve gelişeceği
yönündeydi. Bunu önlemenin yolu da ekonomik yardımlar aracılığıyla refah düzeyini
105Ibid., s. 434-437.
106Ismay, op. cit., s. 6.
107John Lewis Gaddis, “Was The Truman Doctrine A Real Turning Point?”, Foreign Affairs, , C. 52, No. 2, Ocak 1974, s. 391.
arttırarak istikrarı sağlamaktan geçmekteydi.108 Truman Doktrini ve Marshall Planı bunu
sağlamak amacıyla yapılmıştır.
2.2.1.Truman Doktrini
ABD’de yönetimde bulunanların sahip oldukları genel kanıya göre, “Sovyetler
Birliği ve uydularının İkinci Dünya Savaşı sırasında ve hemen sonrasında savunmasız
devletlere totaliter sosyalist rejim ihraç ederek, dünya barışı ve uluslarının özgürlüğünü
tehdit etme niyetleri” ortaya çıkmıştır. ABD’deki Truman iktidarı, duruma müdahale etme
ve engelleme ihtiyacı hissetmiştir. Bu amaçla, Sovyetler Birliği’nin yoğun baskısı altında
bulunan Yunanistan ve Türkiye’ye finansal ve moral destek, İran’a da diplomatik destek
verme kararı almıştır. Çünkü Sovyetler Birliği savaş sonrası düzende ABD’nin Ortadoğu ve
Avrupa’daki yaşamsal çıkarlarını tehdit etmekteydi.109 Bu nedenle Truman yönetimi
Türkiye ve İran üzerindeki Sovyet baskılarını engellemeyi ve Yunanistan’daki komünist
ayaklanmacıların Yunan hükümetini devirmelerini önlemeyi hedeflemiştir.110
Truman’ın, Sovyetler Birliğini engellemek amacıyla izlediği politikası nedeniyle
ihtiyaç duyacağı askeri ve ekonomik kaynakları bulabilmek için, Sovyet tehdidinin
büyüklüğüne ve gücüne halkını inandırabilmesi gerekmekteydi. Bunu yapmak için Truman
dramatik bir sorun olarak Yunanistan’daki iç savaşı kullanmıştır.111
108Ambrose, op. cit., s. 62.
109Halford L. Hoskins, The Atlantic Pact (Washington: Public Affairs Press, 1949), s. 12.
110Cohen, op. cit., s. 106.
111Ambrose, op. cit., s. 63.
Başkan Truman 12 Mart 1947 tarihinde Kongreye göndermiş olduğu demecinde,
ilk önce Yunanistan’ın durumuna dikkat çekerek, bu ülkenin dört yıl süreyle işgal altında
kaldığını, işgalcinin çekilirken ülkeyi harabe halinde bıraktığını, ülkenin ekonomisinin
çöktüğünü, kalkınması için mutlaka dışarıdan yardım alması gerektiğini ve bunun Yunan
Hükümeti tarafından sürekli ve ısrarlı bir şekilde dile getirildiğini anlatıyordu. Ayrıca bütün
bunların yanında, kışkırtıcı bir azınlığın Yunan halkının içinde bulunduğu kıtlık ve
yoksulluğu kullanarak ülkenin kalkınmasını zorlaştırdığını, özellikle kuzey sınırlarından
girip çıkan komünistler tarafından yönetilen birkaç bin ayaklanmacının eylemlerinin de
Yunanistan’ın varlığını tehlikeye düşürdüğünü anlatıyordu. Bundan sonra Türkiye’ye
geçerek, bu ülkenin içinde bulunduğu durumun Yunanistan kadar ağır olmamakla beraber,
Türkiye’nin de savaştan beri, ulusal bütünlüğünü sürdürmek için ABD ve İngiltere’den
yardım istediğini belirtiyor ve Türkiye’nin ulusal bütünlüğünün Ortadoğu’daki istikrarın
devamı için zorunlu olduğuna dikkat çekiyordu.112
Başkan Truman, şöyle diyordu: “Birleşik Devletler’in silahlı azınlıklar veya dış
baskılarla karşılaşan özgür ulusları destekleme politikasına sahip olması gerektiğine
inanıyorum.” Sonradan “Truman Doktrini” adını alacak olan bu demeçten sonra Kongre,
Sovyet baskısına maruz kalan Türkiye ve Yunanistan’a 1948 yılı Haziran ayına kadar 400
milyon dolarlık yardım kredisi verme kararını almıştır.113 Miktarın küçüklüğüne rağmen,
tarihsel açıdan önemi büyüktür. Çünkü ABD, ilk defa barış zamanında başka ülkelerin
112Armaoğlu, “Sovyet-Amerikan Münasebetleri...”, SBO Dergisi, s. 417-418.
113Bu yardımın 300 milyonu Yunanistan’a, 100 milyonu ise Türkiye’ye verilmiştir. Sander, op. cit., s. 207.
sorunlarıyla ilgilenmeye başlamıştır.114 Kongre aynı zamanda bu iki ülkeye sivil ve askeri
Amerikan heyetlerinin de gönderilmesine karar vermiştir.115
Truman Doktrini’nin amacı, Türkiye ve Yunanistan üzerindeki Sovyet tehdidini
azaltmaktı. Diğer Batı Avrupa devletleri de savaş sonrası yaralarını sarmak amacıyla
ABD’den yardım almalarına rağmen, bir türlü ekonomileri istenilen düzeye
gelemiyordu.116
Truman, 1947 yılından başlayarak, sadece Yunanistan ve Türkiye’ye askeri yardım
yapmakla kalmayıp, aynı zamanda ABD dış politikasına yeni bir unsur “SSCB’yi Çevreleme
Politikası” (Containment Policy) da getirmiş oluyordu. Bu politikayı “Sovyet askeri tehdidi
ya da herhangi bir komünist devlet tarafından desteklenen iç savaşların devam ettiği bütün
devletlere yardım yapmak” biçiminde özetlemek mümkündür.117
Truman Doktrini, bir yandan uluslararası sistemin demokrasi ve totaliter olmak
üzere iki bloka ayrıldığını ve SSCB-ABD mücadelesinin başladığını ilan edip, Soğuk
Savaş’ın ilk temellerini atarken, diğer yandan da Doğu Avrupa ve Balkanlar’daki bölünmeyi
kesin çizgilerle ortaya koymuştur.118 Bu yüzden ABD 1940’dan, hatta 1917’den beri,
Avrupa’daki güç dengesini bozmaya yönelik totaliter tehditlere karşı direnişinde,
Avrupa’nın yanında yer almıştır. Doktrin’in anlattığına göre ABD, bunu yaparken kendi
çıkarlarından çok, Sovyetler Birliği’nin savaş sonrası dönemdeki bu gibi davranışlarını
114Burcu Bostanoğlu, Türkiye-ABD İlişkilerinin Politikası (Ankara: İmge Kitabevi Yayınları, 1999), s. 244.
115NATO Belgeler, s. 18.
116Ibid., s. 19.
117Sander, loc. cit.
118Ibid.
engellemek amacıyla hareket etmiştir.119 Bu politikasına halkının desteğini alabilmek için
de Sovyetler Birliği ve uydularından gelebilecek tehditleri abartarak “özgürlük düşmanı”
totaliter rejimlerin kapkara bir tablosunu çizmiştir. Halkından toplanan vergilerin
Yunanistan Kralına destek olarak gitmesini açıklayabilmesi için Yunanistan’daki durumu
evrensel anlamda terimler kullanarak tanımlamak durumunda kalmıştır. Böylece Truman
halkının desteğini -“özgürlük” amacı uğruna- sağlamayı başarmıştır.120
ABD, Nazi Almanya’sının totaliter tehditleri ile, Sovyetler Birliği’nden gelebilecek
totaliter tehditleri eşit biçimde değerlendirmemiştir. Aslında İkinci Dünya Savaşı sırasında
ve sonrasında tehdit gelebileceğini bile düşünmemiştir. Çünkü Rusların savaşa girmeleri ve
Almanya’ya karşı etkili bir mücadele vermeleri nedeniyle, birçok Amerikalının gözünde
Sovyetler Birliği ideolojik olarak değerlendirilmiyordu. Roosevelt yönetimi, -kendi
halkından farklı olarak- Sovyetler Birliği’ndeki rejimin demokrasi yönünden umut veren
gelişmelere neden olacağını hiç düşünmüyordu, sadece savaş sonrası dünyasında barışçıl bir
yapılanmanın sağlanabilmesi için onlarla işbirliği yapabileceklerini umut ediyorlardı.
Truman yönetimi de bu umudu korumuştur.121
Başkan Truman’a göre, savaş sonrası dönemde ABD’ye düşen üç temel görev
vardı: Öncelikle, Avrupa’da askeri, ekonomik ve siyasal istikrarın sağlanması. İkinci
olarak, bu kıtanın ABD nükleer şemsiyesi altında korunmaya alınması. Son olarak da, ABD
önderliğinde Avrupa’nın gücünü global ölçekte bir savunma için örgütlemek. Bu amaçlara
119Gaddis, op. cit., s. 387.
120Ambrose, op. cit., s. 66-67.
121Gaddis, op. cit., s. 387-388.
ulaşmak için de aşağıda değinilecek olan Marshall Planı’nın hazırlık çalışmaları
başlatılmıştır.122
2.2.2. Marshall Planı
Savaş sonrasında yapılan konferanslardaki Sovyetler Birliği’nin isteklerini üç ana
başlıkta toplayabiliriz; 1- 10 milyar dolar civarında savaş tazminatı, 2- Ruhr bölgesinin
kontrolüne Sovyetlerin de katılımı, 3- Almanya’nın, Sovyet kontrolünde bulunan Doğu
bölgesindeki gibi Batı bölgesinin de demokratikleştirilmesi. Bu üç istek özellikle Sovyetler
Birliği’nin Almanya ile ilgili izlediği politikalar üzerine yansıtılmış ve 1946-47 yıllarında
dışişleri bakanları arasında yapılan Paris, Moskova ve Londra Konferanslarında açıkça dile
getirilmiştir.123
1947 yılının Mart ve Nisan aylarında Moskova’da dışişleri bakanları arasında
yapılan toplantılar sırasında, 15 Nisan’da ABD Dışişleri Bakanı George C. Marshall, Stalin
ile uzun bir görüşme yapmıştır. Bu görüşmeden sonra Marshall, Stalin’in Avrupa’ya yönelik
düşüncelerinde bir değişikliğin olmadığını anlamıştır. Avrupa’daki koşullar da Sovyet
etkisine açık gözüküyordu. Çünkü, ekonomi çok kötüydü. Savaşın etkileri yavaş yavaş
giderilmeye çalışılıyordu, hasar gören otoyollar, tren yolları ve kanallardan çok azı yeniden
yapılabilmişti. İşsizlik çok yaygındı, milyonlarca insan çok ağır şartlarda yaşamaya
122Çağrı Erhan, “ABD ve NATO’yla İlişkiler”, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler,
Yorumlar, Baskın Oran (der.), C. I, 5. Baskı (İstanbul: İletişim Yayınları, 2002), s. 530.
123Franz-Josef Strauss, “Soviet Aims And German Unity”, Foreign Affairs, C. 37, No. 3, Nisan 1959, s. 367-368.
çalışıyordu. ABD’ye göre; böyle bir Avrupa’nın komünist söylemlere kapılması hiç de zor
değildi.124
5 Haziran 1947’de ABD Dışişleri Bakanı Marshall, Harvard Üniversitesi’nde
yaptığı bir konuşmasında, Avrupa’nın kalkınması için bir program yapılması gerektiği
düşüncesini dile getirmiştir. ABD’nin Avrupa’ya yardım etmesini ve Avrupa devletlerinin
ekonomik ihtiyaçları konusunda aralarında anlaşarak, tamamının olmasa bile bir kısmının
onayını alan bir program oluşturmalarını öneriyordu. Yaptığı konuşmada bu programın,
herhangi bir ülkeye veya rejime değil, açlığa, sefalete, ümitsizliğe ve kargaşaya karşı
çıkmak amacını gütmesi gerektiğini belirtiyordu.125
Dünyada geniş yankılar yapan bu konuşmanın nedenlerini şöyle özetleyebiliriz:
ABD 30 Haziran 1945’den 1946 yılı sonuna kadar elliden fazla ülkeye 14 milyar 300
milyon dolar yardımda bulunmuş, bu yardımın yarısı Fransa, İngiltere ve Avrupa’nın Kuzey
ve Batısının kalkınmasına harcanmış ama iyi bir sonuç elde edilememişti. Bu devletlerden
hiç birinin ekonomik durumu düzelmemişti. Çünkü bu yardım verimli ve kalkındırıcı
alanlara değil, açıkların kapanması, ithalat gibi paranın geri dönüşünün olmadığı alanlarda
harcanılmıştı. Bu şekilde Avrupa kalkınmasının sağlanamayacağı anlaşılmış ve bu yol
terkedilmiştir. Bunun yerine Avrupa ülkeleri arasında ekonomik bir işbirliği kurularak,
124Geoffrey Warner, “The Truman Doctrine And The Marshall Plan”, International Affairs, C. 50, No. 1, Ocak 1974, s. 90;
Çağrı Erhan, “‘Avrupa’nın İntiharı’ ve İkinci Dünya Savaşı Sonrasında Temel Sorunlar”, AÜSBFD, C. 51, S. 1-4, Ocak-
Aralık 1996, s. 259-260.
125Ismay, op. cit., s. 7.
birinin eksiğinin diğerinin fazlasıyla kapatılması ve buna rağmen eksiklikler devam ederse,
Amerikan yardımına başvurulması öngörülmüştür.126
Ayrıca ABD’nin savaş sonrası üretiminin artmasına rağmen bu ürettiklerini
satabileceği pazarların oluşturulması da gerekiyordu.127 Bunu oluşturabilmek için ise
özellikle Avrupa devletlerinin satın alma güçlerinin yükseltilmesi gerekiyordu. Komünizmin
de yoksulluk ve kıtlığın bulunduğu yerlerde geniş taraftar topladığı düşüncesinden hareketle,
Avrupa ülkelerini kendi başlarına bırakmak, onları komünizm nüfuzu altına terk etmek
anlamına geliyordu. Henüz Sovyet nüfuzu altına girmemiş ülkelerin, bu nüfuza karşı
direnebilmeleri özellikle ekonomik açıdan güçlü olmalarına bağlıydı.128
Batı ülkelerinin ekonomik gelişmelerine büyük katkısı olan bu ekonomik yardım
önerisi, aynı zamanda Sovyetler Birliği ve diğer “Demir Perde” ülkelerine de
yapılmaktaydı. Bu öneri bir süre sonra Sovyetlere de çekici gelmiş, hatta Molotov
öncülüğünde bir heyet Paris’teki görüşmelere bile katılmış, ancak SSCB’yi tatmin edemediği
için bir sonuca ulaşılamamıştır129. Bunun üzerine, Stalin SSCB’ye yapılacak her türlü ABD
yardımını reddetmiş, kendi nüfuzu altındaki ülkeleri de reddetmeye zorlamıştır.130
126Armaoğlu, “Sovyet-Amerikan Münasebetleri...”, SBO Dergisi, s. 421-422.
127Bogdan Denitch, The End of the Cold War: European Unity, Socialism, and the Shift in Global Power (Minneapolis:
University of Minnesota Press, 1990), s. 24.
128Çağrı Erhan, “Ortaya Çıkışı ve Uygulanışıyla Marshall Planı”, AÜSBFD, C. 51, S. 1-4, Ocak-Aralık 1996, s. 275-276.
129Bostanoğlu, op. cit., s. 248. Paris’teki görüşmelerde Stalin’in uyuşabileceğinden çekinildiği için Molotov’a yakınlık
gösterilmemiştir. Ayrıca Marshall Planı’nın SSCB tarafından kabul edilmesi durumunda ABD Kongresi’nin bu planı
onaylamayacağı da düşünülmekteydi. Ataöv, op. cit., s. 126.
130NATO Belgeler, s. 19.
Marshall Planı’nda çok kapsamlı bir plan ortaya konulmuştu. Plan uyarınca ABD
dış yardımının %95’i Avrupa’ya verilmiştir131. Savaş mağduru ve savunmasız Batı Avrupa
demokrasilerini kısa zaman içinde normal yaşamlarına geri döndürebilme ve ekonomik
çöküntü içinden kurtararak Sovyetler Birliği ve “Demir Perde” ülkelerinin etkisine
düşmelerini engelleme görüşünü içermekteydi. Bu ülkelerin kendilerine olan güvenlerinin ve
kendi kendilerine yeter hale gelebilmelerinin sağlanmasıyla dünya güç dengesinin korunması
hedeflenmiştir.132 Böylece yapılan yardım ekonomik niteliğinden çok siyasal nitelik de
taşımaktadır.133 Marshall Planı’nın uygulamaya konulmasıyla birlikte de, ABD geleneksel
“İzolasyonizm” politikasından vazgeçerek, bütün dünyayı kapsayan bir dış politika izlemeye
başlamıştır.134
Marshall Planı adı verilen “Avrupa Kalkınma Projesi”nin ilk hazırlığı 12 Temmuz
1947’de Paris’te 16 Avrupa devletinin135 katılımıyla gerçekleştirilen konferansta
başlamıştır. “Avrupa Ekonomik İşbirliği Konferansı”136 (CEEC) adı altında çalışan
konferans, her devletin ne kadar yardıma ihtiyacı olduğunun ortaya çıkarılması için, 16
devlete soru cetvelleri göndermiş ve gelen bilgiler doğrultusunda genel bir rapor
131Bostanoğlu, loc. cit.
132Hoskins, loc. cit.
133Denitch, op. cit., s. x.
134Lord Carrington, “European Political Co-operation: America Should Welcome It”, International Affairs, C. 58, No. 1, Kış
1981/82, s. 2.
135Bu ülkeler, İngiltere, Fransa, Belçika, İtalya, Portekiz, İrlanda, Yunanistan, Türkiye, Hollanda, Lüksemburg, İsviçre, İzlanda,
Avusturya, Norveç, Danimarka ve İsveç’ten oluşmaktaydı. Armaoğlu, “Sovyet-Amerikan Münasebetleri...”, SBO Dergisi,
s. 424.
136Avrupa’nın yeniden kalkındırılmasını amaçlayan bu projenin uygulanabilmesi için ABD’de Ekonomik İşbirliği İdaresi (ECA)
ve Avrupa’da da Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü (OEEC) kurulmuştur. Hoskins, op. cit., s. 25.
hazırlayarak ABD’ye göndermiştir. Böylece 1947-1951 yıllarını kapsayan Avrupa Kalkınma
Projesi, yani Marshall yardımı başlamıştır.137
Marshall yardımının başlamasıyla birlikte Sovyetler Birliği’nin heyecan ve
tedirginliği gizlenemeyecek düzeydeydi. Çünkü Avrupa’nın ekonomik çöküntü içinde
bulunması Sovyetlerin işine geliyordu, bu durumdan kurtulmaları ise, Amerika’nın
ekonomik nüfuzuna girmeleri anlamına gelmekteydi. Böylece ekonomik ayrılık siyasal
ayrılığı da beraberinde getirmekteydi. Çünkü Doğu Avrupa’nın ekonomik ve siyasal
birleşmesi Marshall Planı’nın etkisiyle oluşmaya başlamıştır.138
2.3. Prag Darbesi (22 Şubat 1948)
Çekoslovakya’nın iç ve dış politikasını etkileyen ve Avrupa politikasında da köklü
değişikliklere neden olan olaylar, 1948 yılı Şubat ayının başında Başbakan Gottwald’ın 8
polis müdürünü değiştirip yerlerine komünistleri atamasıyla başlamıştır. 19 Şubat 1948’de
SSCB Dışişleri Bakan Yardımcısı Zorin, “Çekoslovakya’ya verilecek buğdayın dağıtımına
nezaret etmek” gerekçesi ile Prag’a gelmiştir. Ertesi gün hükümetin 12 komünist olmayan
üyesi, polis müdürlerinin değiştirilmesini protesto etmiş ve sonuç alamayınca da istifa
etmişlerdir. Bunun üzerine 21 Şubat’ta 200 bin işçi Prag sokaklarında, -istifalar kabul
edilmezse genel greve gideceklerini haykırarak- gösteri yürüyüşü yapmışlardır. 23 Şubat’ta
Başbakan Gottwald istifa ederek, “bakanların fabrikaları özelleştirecekleri ve toprak
reformunu da engelleyecekleri” gerekçesiyle işçilere silah dağıtmıştır. Ertesi gün muhalif
basın susturulmuş ve 25 Şubat’ta da başbakan 12 istifa mektubunu Cumhurbaşkanı Beneş’e
137Sander, op. cit., s. 207-208.
138Ataöv, op. cit., s. 128.
götürmüştür. Beneş kendi atadığı başbakan tarafından silahlandırılan 200 bin işçinin
baskısına, ülkenin bir iç savaşa sürüklenmesini engellemek amacıyla karşı koymamış,
istifaları kabul etmiştir. Bunun üzerine hükümet tamamen komünistlerin denetimine
girmiştir.139
2.4. SSCB’nin Berlin’i Abluka Altına Alması (24 Haziran 1948)
Almanya, Yalta ve Potsdam konferanslarında SSCB, ABD, İngiltere ve Fransa
arasında 4 işgal bölgesine ayrılmıştı. SSCB işgal bölgesinde kalan Berlin şehri de tıpkı
Almanya gibi 4 ayrı işgal bölgesine ayrılmıştı. 1947 yılında Batılı devletler kendi işgal
bölgelerinin ekonomik entegrasyonu için gerekli önlemleri almaya başladılar ve 1948 yılında
da kendi bölgelerinde para reformunu yaptılar. Ayrıca üç Batı işgal bölgesinde bir Alman
hükümetinin kurulmasına karar verdiler. Bu gelişmelere SSCB’nin tepkisi sert oldu ve
Berlin’i abluka altına aldı.140
Savaş sonrası anlaşmaları ile Sovyet işgal bölgesinin 100 mil kadar içinde bulunan
Berlin’deki Amerikan, İngiliz ve Fransız işgal birliklerinin Batı Almanya’dan kara, hava ve
demiryolu aracılığıyla her türlü ihtiyaçlarını serbestçe karşılayabilecekleri konusunda görüş
birliği sağlanmıştı. SSCB’nin Berlin’i abluka altına alması ile şehrin Batı Almanya ile olan
irtibatı kesilmiş oldu. Amaç, hem işgal birliklerinin ve hem de Batı Berlin halkının temel
ihtiyaç maddelerini sağlamalarını engelleyerek Batılı devletleri ödün vermeye zorlamaktı.
Şehirde iki buçuk milyona yakın insan oturmaktaydı ve Sovyetlere göre bu kadar insanın
hava yolu ile beslenmesi çok zordu. 24 Haziran 1948’de barikatları yerleştirmeye
139Sander, op. cit., s. 195-196.
140Ibid., s. 200-202.
başlamışlardır. Bunun üzerine uyuşmazlığın tırmanarak sıcak çatışmalara dönüşmesini
önleme amacındaki Batılı devletler, şehri hava yolu ile desteklemeye karar vermişler ve
bunu 4 bin ton taşıma kapasitesine sahip uçakları ile gerçekleştirmişlerdir. Şehre yaklaşık
bir yıl bu şekilde temel ihtiyaç maddeleri ulaştırılarak abluka boşa çıkarılmıştır. 12 Mayıs
1949’da abluka kaldırılmıştır.141
Batı Almanya’da 1948 Eylülünde Kurucu Meclis çalışmalarını bitirmiş ve yeni
anayasa yürürlüğe girmişti. Ağustos 1949’da da seçimler yapılarak Conrad Adenauer
başkanlığında hükümet kurulmuş ve böylece Federal Almanya ortaya çıkmıştır. Sovyetler
Birliği de kendi işgal bölgelerinde 7 Ekim 1949 tarihinde Demokratik Alman
Cumhuriyeti’nin kurulduğunu duyurmuştur.142
Berlin Ablukası, ABD ile SSCB’nin ilk defa karşı karşıya geldikleri soğuk savaş
anlaşmazlığıdır. Çekoslovakya’daki komünist darbe ve Berlin ablukasından sonra Batılı
Müttefikler mümkün olan en kısa zamanda mümkün olan en güçlü savunma birliğini
oluşturma çabası içine gireceklerdir. Bu amaçla Batı Almanya’yı da yavaş yavaş tekrar
silahlandırma ve Batı ile entegre hale getirmeyi hedeflemişlerdir.143
3. NATO’nun Kuruluşu
İki dünya savaşı; Atlantik’e veya Atlantik bölgesi içindeki iç denizlere sınırı olan
herhangi bir veya birkaç devlete yapılan bir saldırı sonrasında Kuzey Atlantik bölgesinin
tehlikeye düştüğünü ve dünyanın bu Batı bölgesinde yaşanan herhangi bir çatışmanın da çok
141Ibid., s. 202.
142Ibid.
143Chester Wilmot, “Britain’s Strategic Relationship to Europe”, International Affairs, C. XXIX, No. 4, Ekim 1953, s. 410.
tehlikeli sonuçlara yol açarak her tarafa sıçradığını, uzak veya yakın bütün ulusları
etkilediğini göstermiştir. NATO’yu oluşturan devletler, bu gerçekten hareket ederek,
bölgelerinin ortak kaderinin farkına varmışlardır. NATO kendisinden önceki bütün askeri
birliklerden farklıdır. Onun farklılığı ve devrimsel yanı; savaş ve barış zamanında dışarıdan
gelebilecek herhangi bir saldırıya karşı kolektif karşı koyma prensibi ile hareket
etmesindedir.144
1940’lı yılların sonunda ABD ve birkaç Batı Avrupa ülkesi Sovyetler Birliği’nden
gelebilecek tehlike ve tehditlere karşı bir savunma birliği kurmuşlardır. Güç Dengesi145
devletler arasında bu gibi dengelerin tekrar tekrar kurulabileceğini öngörmektedir. Fakat
onun kurumsallaşması veya kurumsallaşmaması hakkında çok az şey söyler. Örneğin güç,
iki devlet, iki sistem arasında dengelenebilir. Güç dengesi, kutuplar dengeyi sürdürme
konusunda istekli davranırlarsa, düzenli bir işbirliği oluşturabilir veya bir kutup diğerinden
daha güçlü olma yarışı içine girerse rekabetçi olabilir. NATO özel bir karışımdır.
NATO’nun tarihi incelendiğinde kolayca görülebileceği gibi çok taraflı olmayan bir yapısı
vardır. Güç ve sorumluluk gerektiren kararların komutası genellikle ABD’nin inisiyatifi ile
alınmaktadır. Aynı zamanda NATO üye devletlere, birlikte oluşturdukları kuralların ciddi
biçiminde uygulanması nedeniyle bir güvence sağlamaktadır. NATO’da güvenlik ön
plandadır. Üye ülkelerin sınırlarının toplamından oluşan birlik dış sınırı dokunulmazlığa
144Franz Josef Strauss, “An Alliance of Continent”, International Affairs, C. 41, No. 2, Nisan 1965, s. 193.
145Güç dengesi, dış politikanın yürütülme yöntemlerinin neden olduğu uluslararası sonuçları açıklama iddiasındadır. Eğer
uluslararası ilişkilerin siyasal bir kuramı varsa, bu, güç dengesi kuramıdır. Ancak, bu kuramın uluslararası ilişkiler
uzmanları tarafından genel kabul görmüş bir tanımı yoktur. Güç dengesi bazılarınca bir doğa kanunu, bazılarınca da bir
rezalet olarak görülmektedir. Bazıları devlet adamlarının bir rehberi, bazıları da emperyalist politikaların bir örtüsü olarak
değerlendirmektedir. Bazıları devletlerin güvenliğinin ve dünya barışının en iyi güvencesi, bazıları da onun çoğu savaşlara
sahiptir. Bu sınırdan herhangi birine yapılabilecek bir saldırı bütün birliğe yapılmış kabul
edilir. 146
3.1. Dunkirk Antlaşması (4 Mart 1947)
İkinci Dünya Savaşı sonrası ortamda Batı Avrupa ülkelerinin çoğu Sovyetler
Birliği’nin kendilerine yönelik artan oranda tehdit oluşturduğunu düşünmekteydi. Yaşanan
gelişmeler nedeniyle o zamanki tehlike gerçek gibi gözükmekteydi.147 Yaşanan olaylar ve
gelişmeler Batı Avrupalı ülkeler tarafından aşağıdaki biçimde algılanmaktaydı, bu nedenle
de önlem alma –ve/veya gerekçelendirme- ihtiyacı hissetmekteydiler.
Sovyetler Birliği 1945 ve 1948 yılları arasında Doğu Avrupalı komşularıyla bir dizi
iki taraflı antlaşmalar düzenleyerek onları kendisine bağlamıştır. Bu şekildeki birlik
sisteminin örgütlenmesi “böl ve fethet” ilkesiyle yapılmış ve bu küçük devletler üzerindeki
Sovyetler Birliği’nin etkisi en üst düzeyde olmuştur. Stalin daha sonra bütün dünyaya
yayılması düşüncesiyle, Doğu Bloku arasında işbirliğini sağlamaya yönelik bir sosyalist
topluluk oluşturmayı amaçlamaktaydı.148
Batı Avrupa ülkeleri arasında Rus yayılmasını engellemek amacıyla yapılan ilk
girişim, 4 Mart 1947’de İngiltere ve Fransa arasında elli yıllık bir süre için149 imzalanan
yol açarak devletlerin sonu olduğuna inanmaktadır. Kenneth Waltz ve George H. Quester, Uluslararası İlişkiler Kuramı
ve Dünya Siyasal Sistemi, Çev: Ersin Onulduran (Ankara: AÜSBF Yayınları, 1982), s. 41-42.
146Steve Weber, “Shaping The Postwar Balance of Power: Multilateralism in NATO”, International Organization, C. 46, No.
3, Yaz 1992, s. 633.
147John Lewis Gaddis, “The Cold War, the Long Peace, and the Future”, The End of the Cold War: Its Meaning and
Implications, Michael J. Hogan (der.) (New York: Cambridge University Press, 1994), s. 21-22.
148Weber, op. cit., s. 636.
149Hoskins, op. cit., s. 22.
Dunkirk Antlaşması’dır. Antlaşmanın Almanya’ya karşı yapıldığı ileri sürülmüşse de
gerçekte SSCB’den gelebilecek girişimlere karşı koymak amacıyla yapıldığı açıktır. Çünkü
o tarihlerde Almanya, Müttefiklerin işgali altında olması nedeniyle, İngiltere ve Fransa için
bir tehlike oluşturmamaktaydı.150
Dunkirk Antlaşması’nı duyuran İngiltere ve Fransa, kısa sürede ABD ve SSCB’nin
de antlaşmaya katılmalarını ve gerçekte dörtlü bir paktın kurulmasını ümit ettiklerini
belirtmişlerdir.151 Aslında amaçları, ABD’yi Avrupa savunması için yüküm altına
sokmaktı. İngiltere ve Fransa kendi olanaklarıyla SSCB’den gelebilecek bir saldırıya karşı
koyamayacaklarının da farkındaydılar.152
1947 yılının geri kalan günlerinde, İngiltere, Fransa, ABD ve SSCB temsilcilerinin
bir araya gelerek Avrupa’nın yeniden inşası ve tamirine yönelik bir antlaşma sağlamaları
mümkün olmamıştır. 1948 yılının ilk aylarına kadar SSCB ve Batılı devletler arasındaki
çatlak bir türlü kapatılamamıştır. Bir taraftan Marshall Planı’nın uygulamaya konulması,
diğer taraftan bu planın uygulanmasını engellemek amacıyla kurulmuş olan Kominform’un
uygulamaları, dört taraf arasında oluşturulmak istenen paktın gerçekleşmeyeceğinin kanıtı
olmuştur.153
Bu atmosfer içinde İngiltere Dışişleri Bakanı Ernest Bevin 22 Ocak 1948’de çok
ciddi bir konuşma yapmıştır. Konuşmasında, Doğu Avrupa’daki durumun Batılılara bir oldu
150Turan, op. cit., s. 7.
151John Baylis, “Britain, The Brussels Pact And The Continental Commitment”, International Affairs, C. 60, No. 4, Güz 1984,
s. 619.
152Turan, loc. cit.
153Hoskins, loc. cit.
bitti şeklinde sunulduğunu, “Batı Avrupa’nın özgür uluslarının birbirlerine iyice
yaklaşmaları gerektiği”ni, Benelüks (Belçika, Hollanda, Lüksemburg) ülkeleriyle ve İtalya
dahil diğer Batılı ülkelerle birlik oluşturacak bir antlaşmanın başarılabileceğini umduğunu”
söylemiş ve “şimdi Batı Avrupa’yı bir birlik gibi düşünüyoruz” demiştir.154
Bevin’in önerisi, Dunkirk Antlaşması’nın bir model olarak ele alınması ve ABD’yi
içine alan iki taraflı antlaşmalar aracılığıyla genişlemesidir. Aynı Stalin’in iki taraflı
antlaşmalar aracılığıyla, Doğu Avrupa’yı Sovyetler Birliği’ne bağlayarak bir savunma birliği
oluşturması gibi, Batı Avrupa için de, ABD’nin etrafında ikili antlaşmalar aracılığıyla bir
yapının oluşturulmasını önermektedir. Bu yapının oluşturulması durumunda Stalin’in planını
dengelemenin mümkün olacağını düşünmektedir. Ancak Bevin’in düşüncesi yaşama
geçirilememiştir.155
3.2. Brüksel Antlaşması-Batı (Avrupa) Birliği’nin Kurulması (17 Mart 1948)
22 Şubat 1948 tarihinde gerçekleşen Prag darbesi ile Çekoslovakya’nın Sovyet
nüfuzu altına girmesinden sonra Çekoslovakya devletinin kendine has yapısı yüz saatten
daha az bir süre içinde değişmiştir. İngiltere Dışişleri Bakanı Bevin’in düşüncesine göre,
Batı Avrupa geleceği ile ilgili karar vermesi için 6-8 haftalık tehlikeli bir döneme girmişti.
Dahası, Çekoslovakya sorunu Batılı liderlerin karşılaştıkları tek sorun değildi. Mart’ın
başlarında Berlin’de Sovyetlerin faaliyetlerinde bir artış başlamıştı, İtalya’da Prag darbesi
benzeri bir darbe korkusu baş göstermişti156, Kuzeyde Finlandiya ve Norveç’e yönelik,
154Ibid.
155Weber, op. cit., s. 636.
156Cohen, op. cit., s. 48-49.
Sovyetler Birliği’nin, kendisiyle “dostluk ve karşılıklı yardım antlaşması” imzalamaları için
artan baskıları da vardı.157
Bunlardan sonra Batılı müttefikler acilen bir savunma birliği oluşturma ihtiyacı
duymuşlar ve 4 Mart 1948’de İngiltere, Fransa ve Benelüks ülkeleri temsilcileri Brüksel’de
toplanarak karşılıklı yardım antlaşmasının şeklini görüşmeye başlamışlardır. Bu beş Batı
Avrupa ülkesi arasında 17 Mart 1948’de, ortak bir savunma sistemi kurmayı, ekonomik ve
kültürel bağlarını güçlendirmeyi taahhüt ettikleri Brüksel Antlaşması imzalanmıştır.158
Brüksel Antlaşması’nın 4. maddesine göre, taraflardan biri Avrupa’da silahlı bir
saldırıya uğrarsa, diğer imzacı taraflar sahip oldukları askeri ve diğer bütün olanaklarla
yardım edeceklerdi. Elli yıl süresi olan bu antlaşma “Batı Birliği”nin en üst organı olarak,
beş dışişleri bakanından meydana gelen bir “Danışma Konseyi” ve bu konseye bağlı olarak
savunma bakanlarından oluşan bir “Batı Savunma Komitesi”nin oluşturulmasını
öngörmekteydi.159
Böylece, ekonomik işbirliğindeki yerel ve bölgesel deneyimlerin ve sağlıksız bir
uluslararası siyasal atmosferin dışında, Batı Birliği olarak bilinen yeni tip bir barış zamanı
örgütlenmesi ortaya çıkmıştır.160
157Baylis, op. cit., s. 625-626.
158Ismay, op. cit., s. 9. Bu antlaşmanın tam metni için bkz. Ayın Tarihi, Mart 1948, s. 97-99; Treaty of Economic, Social and
Cultural Collaboration and Collective Self-Defence (“The Brussels Treaty”),
<http://www.nato.int/docu/basictxt/b480317a.htm> (15.04.2002).
159NATO Belgeler, s. 20.
160Hoskins, op. cit., s. 23.
Batı Birliği barış zamanında kurulmuş olmasına rağmen, üyelerinin herhangi bir
saldırıya karşı hazırlıklı olma amacıyla ne kadar ciddi çalıştıklarını göstermektedir. Çünkü
daha sonra kurulan NATO, sivil ve askeri alanlardaki bu çalışmalardan çok
yararlanmıştır.161 Hatta “Brüksel Antlaşması olmadan, NATO’nun gerçekleşebileceği”ni
söylemek oldukça güçtür162.
Batı Birliği başlangıçta Avrupa bölgesinde kolektif güvenliğin sağlanması anlamına
gelse de, güvenden çok ümit vaat etmiştir. Çünkü, özellikle ABD’nin Birlik üyesi olmaması
dolayısıyla, askeri, parasal ve moral olarak Sovyetler Birliği’nden gelebilecek herhangi bir
saldırıya karşı koyabilecek durumda değildi. Bu eksikliğini giderebilmek için, Batı
Birliği’nin Atlantik bölgesine doğru ABD’yi de içine alarak genişlemesi gerekmekteydi.
ABD geleneksel olarak Batı Avrupa ile birlikte hareket etmesi nedeniyle bu birlik içinde yer
almalıydı.163 ABD’nin Batı Avrupa’yı kendi sorunlarıyla baş başa bırakması, Sovyet
müdahalesini de beraberinde getirebilirdi. Bu yüzden ABD’nin Batı Birliği içinde yer alması
kaçınılmazdı. Çünkü İkinci Dünya Savaşı boyunca ve savaş sonrasındaki görüşmelerde,
birlikte hareket etmişler ve savaş sonrasının ekonomik yaralarını ABD yardımları ile
sarmaktadırlar.164 Ayrıca Marshall’ın Harvard Üniversitesi’nde yaptığı konuşması da,
Bevin’i umutlandırmış ve bu yöndeki girişimlerini arttırmasına neden olmuştur165.
Atlantik’in öbür tarafında, en yakın Sovyet tankından binlerce mil uzaklıkta ve ülkelerindeki
161Ismay, loc. cit.
162Baylis, op. cit., s. 627.
163Hoskins, op. cit., s. 23-24.
164Lionel Gelber, “A Marriage of Inconvenience”, Foreign Affairs, C. 41, No. 2, Ocak 1963, s. 310-313.
165Baylis, loc. cit.
güçsüz bir komünist partisinin varlığından çok da haberdar olmadıkları için Amerikalılar
kendilerini güvende hissedebilirlerdi. Ancak Avrupalılar için durum çok farklıydı.
Güvenlikleri için ABD’yi yanlarına almaları gerekmekteydi.166
ABD’nin Batı Birliği içinde yer almasına üyesi olduğu Birleşmiş Milletler
Antlaşması da engel değildi. BM Antlaşması’nın 52. maddesinin birinci paragrafı özellikle
bu konuyla ilgilidir ve şöyle demektedir: “İşbu antlaşma’nın hiçbir hükmü, uluslararası
barış ve güvenliğin korunmasına ilişkin olup, bölgesel anlaşma ya da kuruluşların varlığına
engel değildir; yeter ki, bu anlaşma ve kuruluşlar ve bu kuruluşların çalışmaları Birleşmiş
Milletler’in Amaç ve İlkeleri ile bağdaşır olsun.”167
Sovyetler Birliği’nin Birleşmiş Milletler’deki müzakerelerde ısrarla veto yetkisini
kullanması, Batılı liderleri başka çözüm yolları bulmaya yöneltmişti. Çünkü onlara göre,
Sovyet taktiklerine karşı Birleşmiş Milletler güçsüzleşmekteydi ve uluslararası işbirliğini
geliştirme adına gerekli ilerlemeleri sağlayamıyordu. Bu durum Atlantik’in iki tarafındaki
liderleri 1948 İlkbaharı’nda BM Antlaşması’nın (md. 52/1) izin verdiği bölgesel
düzenlemeleri yapmaya yöneltmiştir.168
3.3. Vandenberg Kararı (11 Haziran 1948)
Brüksel Antlaşması’nın imzalandığı gün olan 17 Mart 1948 tarihinde, ABD Başkanı
Truman, Kongreye yaptığı konuşmasında şöyle demiştir: “Bu [Batı Birliği Paktı] bizim tam
desteğimize hak kazanmaktadır. Ben Birleşik Devletler’in özgür uluslara durumun
166Cohen, op. cit., s. 48.
167Birleşmiş Milletler Antlaşması ve Uluslararası Adalet Divanı Statüsü (Ankara: Birleşmiş Milletler Enformasyon Merkezi
Yayınları, 1997), s. 27-28.
168Hoskins, op. cit., s. 24.
gerektirdiği yardımı sunacağına güvenmekteyim. Avrupa ülkelerinin kendilerini koruma
kararlılıklarıyla bizim onlara yardım yapma kararlılığımızın denk olduğuna eminim.”169
Başkan’ın yapmış olduğu bu konuşmadan hareketle 11 Nisan 1948’de, ABD
Dışişleri Bakanı George C. Marshall ve yardımcısı Robert M. Lovett, Senatör Arthur H.
Vandenberg ve Senatör Tom Connally Kuzey Atlantik Bölgesi’ndeki savunma sorunları
hakkında ön görüşme yapmak için bir araya gelmişlerdir. 28 Nisan 1948’de ise, Kanada
Parlamentosu’nda Louis Saint-Laurent, karşılıklı savunma konusunda Brüksel
Antlaşması’nın kapsamını aşan tek bir sistem oluşturulması düşüncesini ortaya atmıştır. Bu
düşünce bir hafta sonra İngiliz Dışişleri Bakanı Ernest Bevin tarafından çok olumlu
karşılanmıştır. Ancak ABD hukuken böyle bir ittifaka katılabilecek durumda değildi. Bunun
için Senatodan bir kararın çıkması gerekmekteydi.170
Bu amaçla Senatör Vandenberg, Dışişleri Bakanlığı’nın da görüşünü alarak bir
karar tasarısı hazırlamış ve Senatoya sunmuştur. 11 Haziran 1948 tarihinde de bu tasarı
Senatör Vandenberg ve Senatör Tom Connally’nin desteklemesi sonucunda kabul edilmiştir.
Senatodaki oylamada dört oya karşılık altmış dört oyla kabul edilen “Karar 239”, daha çok
“Vandenberg Kararı” adıyla tanınmıştır.171
Bu karar, ABD’nin hukuksal yoldan bireysel ve karşılıklı yardım ilkesine dayanan,
bölgesel veya topluca tedbirlere başvurmasını ve ulusal güvenliğini tehlikeye düşürebilecek
silahlı bir saldırı karşısında bireysel veya kolektif meşru müdafaa hakkını (BM Madde 51)
169Department of State Bulletin, March 28, 1948’den aktaran ibid., s. 25-26.
170NATO Belgeler, s. 20-21.
171Cees Wiebes and Bert Zeeman, “The Pentagon Negotiations March 1948: The Launching Of The North Atlantic Treaty”,
International Affairs, C. 59, No. 3, Yaz 1983, s. 363.
destekleyerek barışın korunmasına katkıda bulunması amacıyla, Anayasası’na uygun olarak
bölgesel veya genel antlaşmalara katılmasını tavsiye etmekteydi. Kongrenin kabul ettiği
Vandenberg kararı ile ABD, -Brüksel Antlaşması gibi- “kolektif” antlaşmalara katılmayı
benimsemiş172 ve barış zamanında uyguladığı dış politikası ve savunma politikasında çok
önemli bir gelişme gerçekleşerek NATO’ya girmesi mümkün olmuştur.173
3.4. BAB ile ABD ve Kanada Arasında Hazırlanan Rapor (9 Eylül 1948)
ABD Senatosu’nda Vandenberg Kararı’nın alınmasından sonra 6 Temmuz 1948
tarihinde ABD Dışişleri Bakanlığı ile Kanada ve Batı Avrupa Birliği’ne üye devletlerin
büyükelçileri arasında ön görüşmeler başlamış, 9 Eylül 1948 tarihinde bir rapor
hazırlanarak hükümetlere sunulmuş ve hükümetlerce de olumlu karşılanmıştır.174
Bu rapor ileride yapılacak antlaşmanın; barış ve güvenliğin sağlanması, tarafların
her türlü saldırıya karşı direnme azminin ifadesi, uygulama alanının belirlenmesi, bireysel
savunma ve karşılıklı yardım ilkelerine dayanması, askeri hedeflerden başka Kuzey Atlantik
halkının istikrar ve refahını sağlama hedefi, uygulama için gerekli örgütün oluşturulması
konularını içermesi gerektiğini tavsiye etmekteydi. Bu amaçla yedi devletin (İngiltere,
Fransa, Belçika, Hollanda, Lüksemburg, Kanada ve ABD) temsilcileri Kuzey Atlantik
Antlaşması’nın metninin kaleme alınması çalışmalarına başlamışlardır.175
172Ataöv, op. cit., s. 140.
173Ismay, op. cit., s. 10.
174NATO Belgeler, s. 21, NATO Fact And Figures (Brussels: NATO Information Service Press, 1981), s. 21.
175Ismay, loc. cit.
3.5. Kuzey Atlantik Antlaşması’nın İmzalanması
11 Haziran 1948’deki Vandenberg Kararı’ndan sonra ABD’nin bir Avrupa savunma
sistemi içinde yer alacağı kesinleşince, bu sistemin bir an önce kurulması amacıyla
çalışmalara başlanmıştır. Yapılan çalışmalar sonucu, Ekim ayında antlaşma metni
hazırlanmıştır.176 Hazırlanan metin, imzalanmasından iki hafta önce 18 Mart 1949
tarihinde yayınlanmıştır.177
Brüksel Antlaşmasını imzalayan devletler ile Kanada ve ABD 15 Mart 1949
tarihinde Danimarka, İzlanda, İtalya, Norveç ve Portekiz’i Antlaşmaya katılmaya resmen
davet etmişlerdir. Sovyetler Birliği, bu ülkelerin kara ordularına katkılarının çok önemli
düzeyde olmamasına rağmen, buralarda hava ve deniz üssü kurabilmek amacıyla pakta davet
edildiklerini ileri sürmüştür.178 Stalin’in yayılmacı planlarının olup olmadığı tam net
olmamakla birlikte kesin olan bir şey varsa o da, yaşanan bu gelişmelerin Sovyetler
Birliği’ni tehdit eder hale gelmeye başlamasıdır.
Kuzey Atlantik Antlaşması 4 Nisan 1949 tarihinde Washington’da şu devletlerin
dışişleri bakanları tarafından imzalanmıştır: Belçika (Paul-Henri Spaak), Kanada (Lester B.
Pearson), Danimarka (Gustav Rasmunen), ABD (Dean Acheson), Fransa (Robert
Schuman), İzlanda (Bjarni Benediktsson), İtalya (Kont Carlo Sforza), Lüksemburg (Joseph
Bech), Norveç (Halvard M. Lange), Hollanda (Dr. D. U. Stikker), Portekiz (Dr. Jose
Caeriro da Matta) ve İngiltere (Ernest Bevin). Üye ülke Parlamentoları Antlaşmayı, takip
176Turan, op. cit., s. 10.
177Ismay, op. cit., s. 11.
178Ambrose, op. cit., s. 80.
eden beş ay içinde de onaylamışlardır.179 Türkiye ve Yunanistan bu antlaşmaya 18 Şubat
1952’de,180 Federal Almanya 9 Mayıs 1955’te taraf olmuşlardır. Federal Almanya’nın
NATO üyesi olması, özellikle NATO’nun kuzey bölgesinin ve Almanya’nın savunmasının
güçlendirilmesi için gerekli bir adımdı. Çünkü savaş teknolojisindeki ilerlemeler (denizaltı
ve uçakların etkin kullanımı) nedeniyle bu bölgenin de NATO Bölgesi içerisinde bulunması,
ayrıca hava ve deniz savunma olanaklarının güçlendirilmesi açısından gerekliydi.181
Taraflar Antlaşmanın giriş bölümünde, BM Antlaşması’nın amaç ve ilkelerine olan
inançlarını, bütün uluslar ve hükümetlerle barış içinde yaşama arzularını
tekrarlamaktadırlar. Halklarının demokrasi ilkelerine, kişisel özgürlük ve hukukun
üstünlüğüne, ortak miras ve kültürlerini korumaya kararlı oldukları belirtilmektedir. Kuzey
Atlantik bölgesinde istikrar ve refahı geliştirmeye çalışacaklarını, savunma, barış ve
güvenliklerini korumak için birlikte hareket edecekleri konusunda kararlı olduklarını
açıklamaktadırlar.182
Antlaşmaya göre, taraflar kendilerinin karışabilecekleri uluslararası nitelikteki
uyuşmazlıkları BM Antlaşması’nda belirtildiği üzere, barışçı yöntemlerle çözümlemeye ve
uluslararası ilişkilerinde kuvvet kullanmamayı veya kuvvet kullanma tehdidinde
bulunmamayı kabul etmektedirler. Antlaşmanın 4. maddesine göre taraflar, içlerinden
herhangi birisinin görüşüne göre, herhangi birisinin ülke bütünlüğü, siyasal bağımsızlığı
179Ismay, loc. cit.
180Resmi Gazete, 18 Şubat 1952, S. 8038.
181Wilmot, op. cit., s. 413.
182Aslan Gündüz, Milletlerarası Hukuk Temel Belgeler Örnek Kararlar, Geliştirilmiş 3. Baskı (İstanbul: Beta Yayınları,
1998), s. 656.
veya güvenliği tehdit edildiğinde, karşılıklı görüş alış verişinde bulunacaklardır. 5. maddeye
göre, taraflar, Avrupa veya Amerika’da üyelerinden herhangi birisi silahlı bir saldırıya
uğrarsa, bu saldırıyı bütün üyelere yapılmış bir saldırı kabul edecekler ve BM md. 51’de
tanınan bireysel ya da kolektif karşı koyma hakkını kullanarak silahlı güç kullanmayı da
kapsayabilecek şekilde saldırıya uğrayan üyeye yardım edeceklerdir.183
4. Varşova Paktı’nın Kuruluşu
NATO’nun başlıca kuruluş amacı; antlaşmasında bulunmamakla beraber, İkinci
Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da, Sovyetler Birliği’nin önderliğinde ve Doğu Avrupa
Ülkelerinin (Polonya, Macaristan, Çekoslovakya, Romanya, Bulgaristan) de fiili katılımıyla
güçlenen komünist cepheye karşı, Batıyı korumaktı. Ancak Batının bu savunma amaçlı
girişimini, kendi güvenlikleri için bir tehdit olarak algılayan Sovyetler Birliği ve diğer
komünist ülkeler, kısa bir süre sonra NATO’ya karşı kendi örgütlenmelerini oluşturma
çabası içine girmişlerdir.184 NATO’nun kurulmasından sonra Avrupa’nın bölünmüş
durumu kesinlik kazanmış, Marshall Planı’nın ekonomik açıdan yaptığını NATO askeri
açıdan yapmıştır.185 ABD’nin elinde atom bombası olması nedeniyle, savaşta ekonomisi
ağır hasara uğrayan, ordusu çok sayıda kayıp veren SSCB’nin, savaş sonrası dönemdeki en
büyük endişesi güvenlik olmuştur.186 Çünkü Sovyetler Birliği açısından, “NATO’nun
183Ibid.
184Ibid., s. 657.
185Paul Kennedy, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri, 3. Baskı (Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1991), s.
445.
186Gaddis, “The Cold War,...”, s. 27; Erel Tellal, “SSCB’yle İlişkiler”, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne
Olgular, Belgeler, Yorumlar, Baskın Oran (der.), C. I, 5. Baskı (İstanbul: İletişim Yayınları, 2002), s. 500.
kurulması sonucunda ABD’nin, muhtemel bir Rus saldırısına karşı elindeki Atom bombasını
kullanma sözü verdiği” anlamının çıkartılması güç değildir.187
Sovyetler Birliği nüfuz alanına giren Doğu Avrupa devletleri arasında, bir dizi
siyasal, ekonomik ve askeri alanlarda yapılan antlaşmalar aracılığıyla hem Moskova’ya ve
hem de birbirlerine sıkıca bağlanmışlardı. 1943-1949 arasında aralarında bu türden yirmi üç
antlaşma imzalamışlardır.188 Stalin Dönemi’nin askeri ittifak sistemi yapılan ikili
antlaşmalar aracılığıyla bir düzen oluşturmayı amaçlamıştır. Ancak uygulamada ikili
antlaşmalar mazeret haline gelmiştir. Karşılıklı askeri yardımın ölçüsü, savunma olanakları
hakkında işbirliği ve karşılıklı fikir alış verişi gibi aktiviteler, Varşova Antlaşması’nın
imzalanmasıyla daha sonra geliştirilmiş ve düzenlenmiştir. Yani Sovyetler Birliği’nin
oluşturmaya çalıştığı askeri-siyasal birlik adım adım gerçekleştirilen ilerlemeler aracılığıyla
sağlanmıştır.189
4.1. Molotof Planı
Marshall Planı’na karşı bir tepki niteliğinde oluşturulmuştur. Planın temelini Sovyet
nüfuzu altındaki ülkelerle Sovyetler Birliği arasında yapılan iki taraflı ticaret antlaşmaları
oluşturmaktaydı. Sovyetler Birliği’ne göre iki taraflı olması nedeniyle diğer imzacı ülkenin
ekonomik bağımsızlığına herhangi bir etkisi olmayacaktı. Bu planın en zayıf noktası,
Sovyetler Birliği’nin Doğu Avrupa ülkelerinin sanayilerini geliştirmek için ihtiyaç
duyacakları araç, gereç ve donanımı sağlayamayacak durumda olmasıydı. Bununla birlikte
187Ambrose, op. cit., s. 86.
188Ismay, op. cit., s. 5, bu antlaşmalar ve tarihleri için bkz. aynı sayfadaki dipnot.
189Neil Fodor, The Warsaw Treaty Organization - A Political And Organizational Analysis (London: Mac Millan Press,
1990), s. 5-6.
Molotof Planı’na dayanılarak yapılan iki taraflı antlaşmaların gizli yapılmaları nedeniyle
içerikleri bilinmemektedir. Ancak kesin olan bir şey varsa o da, bu ticaret antlaşmalarının
daha çok Sovyetler Birliği’nin ekonomisini düzeltmesine yaramış olmasıdır.190
4.2. Bled Antlaşması
Truman Doktrini ve Marshall Planı’nın ortaya çıkmasından sonra Sovyetler, gerek Orta
Avrupa’da ve gerekse Balkanlar’da yoğun girişimlerde bulunmuşlardır. İlk önce bu
bölgelerde, Sovyet nüfuzunun güçlendirilmesi ve komünist liderlerce yönetilen ülkeler
arasında sıkı bir işbirliği ve yakınlık sağlanarak, sağlam bir blok oluşturulmak istenmiştir.
Bled Antlaşması 2 Ağustos 1947’de Yugoslavya adına Mareşal Tito ve Bulgaristan
adına da Başbakan Dimitrof arasında imzalanmıştır. Bu antlaşmanın içeriği
bilinmemektedir.191 Ancak 3 Ağustos 1947 günü Bulgar Hükümeti’nin yayınladığı
bildiride, her iki ülkenin gelecekte, gerek Alman emperyalizmi ile olası yandaşlarından,
gerek herhangi diğer bir ülkeden, bağımsızlıklarına ve özgürlüklerine yapılabilecek herhangi
bir saldırıyı önlemek amacıyla, bağımsızlık, güvenlik ve kalıcı bir dünya barışının
kurulmasına yönelik politikalarını ilgilendiren bütün sorunlarla ilgili işbirliği yapmayı
kararlaştırdıkları açıklanmıştır.192
Mareşal Tito da 3 Ağustos 1947’de yaptığı açıklamada, iki ülke halklarının Batıda
sınırları dışında gerçekleşen gerici eylemlerden korunması ve barışçıl bir şekilde
yaşamalarını sağlama amacı güttüklerini bildirmiştir. Ayrıca bu antlaşmanın Balkanlar’ı
190Armaoğlu, “Sovyet-Amerikan Münasebetleri...”, SBO Dergisi, s. 424-425.
191Ibid., s. 443.
192Ayın Tarihi, Ağustos 1947, s. 154.
silahlandırarak, Avrupa’da bir savaş çıkarmak isteyen emperyalistlere karşı “öldürücü bir
darbe” olduğunu da savunmuştur.193
4.3. Balkan Federasyonu
Aralık 1947’de Bled Antlaşması genişleyerek, Yugoslavya’nın yanında Arnavutluk,
Macaristan, Romanya ve Bulgaristan’ın bir araya gelmesiyle bir federasyon oluşmuştur. Bu
federasyon Yugoslavya ile komşuları arasında imzalanan antlaşmalarla kurulmuştur. İlgili
antlaşmalar, Almanya veya herhangi diğer bir devletten gelebilecek saldırıya karşı
birbirlerine yardım yapmalarını öngörüyordu.194
Balkan Federasyonu 24 Ocak 1948 tarihinde, Macaristan ile Romanya arasında
imzalanan Macar-Romen Dostluk ve Karşılıklı Yardım Antlaşması ile bir adım daha
ilerlemiştir. Böylece Balkan Federasyonu sadece Balkan Slavlarını içine almakla
kalmayarak, Macaristan’ın da katılımıyla bir “Tuna-Balkan Bloku” kurulmuştur.195
5 Şubat 1948 tarihinde Romanya-SSCB, 18 Şubat 1948’de de Macaristan-SSCB
Dostluk, İşbirliği ve Karşılıklı Yardım Antlaşmaları imzalanmıştır. Yapılan antlaşmalar,
taraflardan biri, Almanya veya Almanya ile birlikte hareket edecek olan herhangi bir
devletle savaşa girecek olursa karşılıklı yardımda bulunacaklarını içermektedir. Bu şekilde
Balkan Federasyonu üyeleri, yaptıkları antlaşmalar ile birer birer SSCB’ye bağlanmaya
başlamışlardır.196
193Ibid., s. 196.
194Armaoğlu, “Sovyet-Amerikan Münasebetleri...”, SBO Dergisi, s. 443-444.
195Armaoğlu, “Sovyet-Amerikan Münasebetlerinin Üç Yılı 1945-1948”, AÜSBF Dergisi, C. V, S. 1-4, 1950, s. 186.
196Ibid., s. 187.
4.4. Kominform’un Kurulması (5 Ekim 1947) (Communist Information Bureau)
1919 yılında kurulan III. Komünist Enternasyonali yani Komintern, İkinci Dünya
Savaşı içinde 22 Mayıs 1943’te kaldırılmıştı. Armaoğlu’ya göre, Sovyetler Birliği tarafından
yapılan bu hareket samimi değildir. Çünkü, Sovyetler Birliği’nin savaşa girmesiyle ortaya
çıkan olumsuz durumu ortadan kaldırmak için yapılmıştır. Komintern “bütün dünya
işçilerini birleştirmek” amacıyla kurulmuştu. Fakat Sovyetler savaş sırasında kapitalist
ülkelerle birlikte hareket ediyordu. Bu nedenle, Komintern’in kaldırılması müttefiklerini
yatıştırmak amacıyla yapılmış bir manevradan ibaretti. Gerçekte Komintern’in
kaldırılmasından sonra bütün ülkelerin komünist partileri Moskova’ya bağlanmış ve bu
şekilde çalışmalarına devam etmişlerdir.197
“Amerikan emperyalizminin aracı” Marshall Planı ile mücadele etmek amacı ile
1943 yılında kaldırılmış olan Komünist Enternasyonali’nin yerine198 5 Ekim 1947’de
Kominform Varşova’da kurulmuştur. Üyelerini Sovyetler Birliği, Polonya, Bulgaristan,
Çekoslovakya, Romanya, Macaristan, Yugoslavya, Fransa, İtalya ve daha sonra Hollanda
komünist partilerinin liderleri oluşturmaktaydı. Kurulmasından itibaren bütün Batı
Avrupa’da karışıklık yaratma amacıyla grevleri teşvik edip örgütlemişler, şiddetli bir
muhalefet yapmışlardır. Devletin bütün kurumlarına özellikle de sendikalara sızmaya
başlamışlardır.199 İlk Kominform bildirisinde, Truman doktrini ve Marshall Planı
“ABD’nin bütün dünyaya yayılma tasarısının bir parçası” olarak ileri sürülmüş ve
197Armaoğlu, “Sovyet-Amerikan Münasebetleri...”, SBO Dergisi, s. 430.
198Rıfkı Salim Burçak, Moskova Görüşmeleri (26 Eylül 1939-16 Ekim 1939) ve Dış Politikamız Üzerindeki Tesirleri
(Ankara: Gazi Üniversitesi Yayınları, 1983), s. 186.
199NATO Belgeler, s. 18-19, 199.
Avrupa’daki bütün komünist partileri ulusal bağımsızlıkları ve egemenliklerini savunmada
öncü olmaya çağırmıştır.200
Tüm Avrupa’da parti faaliyetlerini koordineli hale getirmek amacıyla kurulan
Kominform 17 Nisan 1956 tarihinde Sovyetler Birliği’nce tek taraflı olarak feshedilmiştir.
Bu kararı 18 Nisan tarihli Pravda gazetesi duyurmuştur.201
4.5. Varşova Paktı Antlaşması’nın İmzalanması
Stalin Dönemi Sovyet dış politikası katı temeller üzerinde yükseliyordu. Stalin
“benimle olmayan bana karşıdır” ilkesi ile hareket etmekteydi. Bu yüzden İkinci Dünya
Savaşı’ndan sonra, Batı Avrupa’ya yönelik Sovyet dış politikası tamamen Almanya sorunu
üzerine odaklanmış, Sovyetler Birliği’nin Almanya üzerine kurduğu bu politikaların bir
sonucu olarak da, Varşova Paktı kurulmuştur.202
25 Ocak-18 Şubat 1954 tarihleri arasında Berlin’de İngiltere, ABD, Fransa ve
SSCB arasında iki Almanya’nın birleştirilmesi ile ilgili yapılan görüşmelerden bir sonuç
alınamamıştı. Bunun üzerine 28 Eylül-3 Ekim 1954 tarihleri arasında Avrupa savunması için
bir çözüm arayan dokuz devlet (Belçika, Kanada, ABD, Fransa, İtalya, Lüksemburg,
Hollanda, Federal Almanya ve İngiltere) Londra’da bir konferans düzenlemişlerdir. Yapılan
görüşmelerden sonra İtalya ve Federal Almanya’nın Brüksel Antlaşması’na (Batı Avrupa
Birliği) katılmaları için davet edilmeleri kararlaştırılmıştır. Bundan sonra 20-22 Ekim
1954’te Paris’te ABD, Fransa, Federal Almanya ve İngiltere temsilcileri bir araya gelerek
200Ataöv, op. cit., s. 131.
201NATO Belgeler, s. 209.
202Fodor, op. cit., s. 21-22.
dörtlü bir toplantı yapmışlardır. Bu toplantı sonucunda dokuz ülkenin almış olduğu kararlar
onaylanarak, Federal Almanya’daki işgal rejimine son veren protokolü kabul etmişlerdir. 23
Ekim 1954 tarihinde de Kuzey Atlantik Konseyi Londra ve Paris’te yapılan toplantıların
kararlarını onaylayarak Federal Almanya Cumhuriyeti’ni NATO’ya katılmaya davet
etmiştir.203
Federal Almanya’nın 5 Mayıs 1955 tarihinde NATO’ya resmen üye olmasından
sonra, Varşova Paktı’nın oluşturulmasına hız verilmiş204ve Varşova Paktı Antlaşması 14
Mayıs 1955 tarihinde Doğu Avrupa ülkeleri ile Sovyetler Birliği arasında Polonya’nın
başkenti Varşova’da205 imzalanmıştır. 4 Haziran 1955 tarihinde de yürürlüğe girmiştir.206
Varşova Paktı üyesi Doğu Avrupa devletleri şunlardır: Bulgaristan, Çekoslovakya,
Demokratik Alman Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya ve Romanya. Bu devletlerin
yöneticileri kendi ülkelerinde askeri kuvvet kullanma ve eğitme ile ilgili bağımsız kararlar
alamazlardı. Bu kararlar Sovyetler Birliği’nin kontrolündeki Varşova Paktı Ortak Komuta
organı tarafından alınmaktaydı.207 NATO’da ABD’nin oynadığı eşitler arasında birinci
(pirimus inter pares) rolünü, Varşova Paktı’nda da doğal olarak SSCB oynamaktadır. Bu da
iki kutuplu bir dünyanın doğmasına neden olmaktadır.
203NATO Belgeler, s. 206-207.
204Clemens, op. cit., s. 478.
205Her şeyden önce süreç Moskova’da bir konferans düzenlenmesiyle başlamıştı. Neden Varşova? Neden Polonya? Çünkü
Polonya, Rusya’nın ve daha sonra kurulan SSCB’nin işgal rotasının üzerinde bulunması nedeniyle jeostratejik öneme
sahipti. Ayrıca o günlerde Polonya, Varşova Paktı üyesi olup, en kalabalık Sovyet olmayan orduya sahip devletti. Fodor,
op. cit., s. 22-23.
206Ibid., s. 23-24.
207Mark N. Kramer, “Civil-Military Relations in The Warsaw Pact: The East European Component”, International Affairs, C.
61, No. 1, Kış 1984/5, s. 45.
Sovyetler Birliği kontrolündeki Doğu Avrupa ülkelerinde askeri yapılanma zaman
içinde değişikliklere uğramıştır. Özellikle Stalin Dönemi’ne rastlayan 1945 sonrası on yılda,
Doğu Avrupa silahlı kuvvetleri Sovyetler Birliği’nin silahlı kuvvetlerinin bir uzantısı
biçiminde çalışmıştır. Sovyet Yüksek Komutası’na bağlı binlerce askeri danışman Doğu
Avrupa ordularında görev almıştır. Varşova Paktı örgütünün 1955’teki kuruluşundan sonra,
Sovyet Bloğu askeri kararlarında, Doğu Avrupalıların -göstermelik de olsa- bir katılımı söz
konusu olmaya başlamıştır. Buna rağmen Sovyetler Birliği’nin baskın hali ve bölgedeki
askeri güçler üzerindeki kontrolü devam etmiştir.208
Varşova Paktı 1960’ların ortalarına kadar önemsiz askeri ve siyasal güce sahip
olmuştur. Çünkü Paktın Ortak Komuta Organı, Sovyet Genel Kurmayı’nın on yönetsel
bölgeye ayrılmış yapılanması dışında çalışmıştır. Ayrıca Pakt’ın temel siyasal organı olan
Siyasal Danışma Komitesi 1955-1966 yılları arasında düzenli olarak yılda iki kez toplanması
gerekirken, sadece yedi kez toplanmıştır. Doğu Avrupa başkentlerindeki Ortak Komuta
organında görev yapmak üzere gönderilen “yerel temsilciler” bile, üst düzey Sovyet
memurlarından atanmıştır. Ortak Komuta organında görev yapan Sovyet görevlilerinin,
Doğu Avrupa askeri tesislerinde kendi garnizonlarını kurmalarına da izin verilmiştir.
Dahası, Varşova Paktı Sovyetler Birliği’ne 1956’dan sonra hızlandırılmaya başlanan Doğu
Avrupa Silahlı Kuvvetleri’nin hangi uluslardan ne kadar oluşturulacağı (renationalization)
konusunda katkılarda bulunmuştur. Ayrıca; Varşova Paktı, Doğu Avrupa ülkelerinin
208Ibid., s. 54-55.
çoğundaki Sovyet-karşıtlığı ve aşırı milliyetçiliği engellemede ve ulusal duygulardan taviz
verme konularında da yardımcı olmuştur.209
1960’ların başlarında Varşova Paktı’nda, Nikita Khrushchev’in Sovyet Kara
Kuvvetleri’nde kısıntıya gidilmesi arzusuyla eş zamanlı olarak, Doğu Avrupa Devletleri’nin
askeri katkıları artmaya başlamıştır. Ekim 1961’de Pakt ilk kez askeri tatbikatlarını
uygulamaya koymuş ve bu şekilde Doğu Avrupalı güçlere bir açılım ve modernleşme
olanağı sağlanmıştır. 1968’deki Çekoslovakya darbesine kadar Doğu Avrupa askeri güçleri
modern silahlarla donatılmış ve Sovyet güçlerinin desteği ile mekanize muharebe olanakları
arttırılmıştır. Buna rağmen Varşova Paktı’ndaki değişim abartılacak kadar büyük
olmamıştır. Birlikte savaşma anlayışına rağmen, yine de Pakta bağlı güçler Sovyet Yüksek
Komutası altında bulundurulmuştur. Barış zamanında sık olmayan aralıklarla ve sembolik
askeri tatbikatların planlanması ve yürütülmesi Doğu Avrupalı generallerin komutasında
gerçekleşmiştir. Buna rağmen Ortak Komuta organının başında yine de bir Sovyet görevli
bulunmuştur.210
209Ibid., s. 55.
210Ibid., s. 56.
II. BÖLÜM:
SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ NATO SAVUNMA ANLAYIŞININ EVRELERİ
Çalışmamızın Birinci Bölümünde incelediğimiz gibi, Kuzey Atlantik bölgesi ülkeleri
tarafından NATO’nun kurulması ve dolayısıyla Avrupa güvenliğinin sağlanmasında güdülen
amaç; Sovyetler Birliği’nin yayılmasının engellenmesi, Avrupa’nın, özellikle de Batı
Avrupa’nın bu tehlikeden mümkün olan en kısa sürede ve hızlı bir biçimde uzak kalmasının
sağlanması olmuştur. Çünkü İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Doğu Avrupa, Komünist Çin,
Kuzey Kore ve Kuzey Hindiçini (Indochina) komünist devletler haline gelmişler, Ortadoğu
ise komünizmin etki alanına girmeye başlamıştır.211
Durum böyle olmakla birlikte, Sovyetler Birliği’nin genişleme tehdidinin genel
olarak teorik nitelikte olduğunu söylememiz mümkündür. Çünkü Kızıl Ordu 1945’de savaş
sona erdikten sonra, elinde bulundurduğu mevkiden daha ileriye geçmemiş, hatta
Çekoslovakya’yı bile işgal etmemiştir.212 İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Batılı ülkelerde
ve özellikle de ABD’de “Sovyetler Birliği’nin tüm dünyayı tehdit eder boyutlarda bir
genişleme politikası izlediği ve bunun bir an önce engellenmesi düşüncesi” adeta bir
“paranoya” haline gelmiş, yönetimdekilere bu düşünce hakim olduğu için, halklarını da
şartlandırmışlar ve izledikleri politikalara daha az tepki almalarını sağlamışlardır.
Bu bölümde Soğuk Savaş yılları boyunca NATO’nun takip ettiği savunma
anlayışları ve stratejileri incelenmektedir. Ayrıca NATO içerisinde önder konumdaki
211Herry A. Kissinger, “The Search for Stability”, Foreign Affairs, C. 37, No. 4, Temmuz 1959, s. 544.
212Ambrose, op. cit., s. 88.
ABD’nin bu politika ve stratejilerin oluşturulmasındaki etkinliği ve diğer müttefiklerin
durumu da ortaya konulmaktadır. NATO üyesi ülkeler savunma ve güvenliklerinin
sağlanması noktasında ABD’ye bağımlı olmaları nedeniyle, NATO politika ve stratejilerinin
oluşturulmasında ve değiştirilmesinde ciddi bir inisiyatif gösterememişlerdir.
1. Kuruluş Döneminde NATO’nun Çevreleme (Containment) Stratejisi
Çevreleme (containment), Sovyetler Birliği’nin Avrupa’da elde ettiği ideolojik,
siyasal ve ekonomik kazançlardan fazlasına sahip olmasının engellenmesi için ileri sürülen
genel kapsamlı siyasal bir doktrindir.213 Bu doktrini -daha NATO kurulmadan 1947
yılında- ilk kez ileri süren, ABD’nin Moskova Büyükelçiliği’nde Rusya uzmanı olarak
çalışan diplomatı George Frost Kennan’dır.214
Kennan Şubat 1946’da Washington’a gönderdiği ve “Uzun Telgraf” (Long
Telegram) olarak tanınan 8 bin kelimelik dokümanda ABD’nin, SSCB’nin uyuşmaz
tutumundan dolayı, kendini suçlamaktan vazgeçmesi gerektiğini, çünkü Sovyet dış politika
kaynaklarının, bu sistemin derinliklerinde yattığını ifade etmiştir. Yani sorunun temelinin
komünist ideolojisinin hedefleriyle, daha önceki Çarlık Dönemi yayılmacılığının
karışımından meydana geldiğini ileri sürmüştür.215
Kennan’a göre: “Stalin’in dünyaya yaklaşımının tam kalbinde komünist ideoloji
yatıyordu. Stalin, Batılı kapitalist devletleri değişmez bir şekilde düşman olarak görüyordu.
213Turan, op. cit., s. 17.
214Henry Kissinger, Diplomasi, çev. İbrahim H. Kurt, 2. Baskı (Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2000), s. 416;
Ataöv, op. cit., s. 67.
215John Lewis Gaddis, The United States and the End of the Cold War: Implications, Reconsiderations, Provocations
(New York, Oxford: Oxford University Press, 1994), s. 27; Ataöv, loc. cit.; Kissinger, Diplomasi, s. 416-417.
Sovyetler Birliği ile Amerika arasında bir sürtüşme, bu nedenle bazı yanlış anlamaların veya
Washington ile Moskova arasındaki hatalı iletişimin sonucu değildi, Sovyetler Birliği’nin dış
dünyayı algılama tarzından kaynaklanıyordu.”216
Kennan “Uzun Telgraf”ı makale şekline getirerek, Foreign Affairs dergisinin
Temmuz 1947 sayısında217 yayınlamıştır. Yazı anonim, yani “X” imzasını taşımaktaysa da,
yazarın daha sonradan, ABD Dışişleri Bakanlığı Politika Planlama Dairesi’nin başkanı
George F. Kennan olduğu belirlenmiştir.218
Kennan makalesinin ilk altı sayfasında; Sovyetler Birliği’nin siyasal bir aktör olarak
anlaşılabilmesi için, Marksist-Leninist ideolojiyi ve bu ideolojinin son elli yıllık gelişimini
temel alarak değerlendirmek gerektiğini ortaya koymaya çalışmıştır.219 Böyle bir tarihsel
giriş yaptıktan sonra yayılmacı ideolojiye sahip olan bir devletin, -doğası gereği “kötü”
olan- kapitalist devletlere karşı izlediği politikanın daha kolay değerlendirilebileceğini ve
altına imza attığı halde, bunların gereklerini yerine getirmemesinin nedenlerinin de daha
kolay anlaşılacağını ifade etmektedir. Çünkü bütün bunlar, özünde kötü olan düşmana karşı
yapılan taktik ve kendi toplumuna yönelik siyasal manevralardan ibarettir. Böyle bir anlayış
ve değerlendirmeye sahip olan Sovyetler Birliği ile sağlıklı ilişkiler kurulamayacağını ifade
etmiştir. 220
216Ibid., s. 417.
217X [George F. Kennan], “The Sources Of Soviet Conduct”, Foreign Affairs, C. 25, No. 4, Temmuz 1947, ss. 566-582.
218Kissinger, Diplomasi, s. 423.
219X, op. cit., s. 566-571.
220Ibid., s. 572.
Tek örgütlenmiş güç olan Komünist Partisi’nin hakim olduğu ve yönlendirdiği
Sovyet yayılmacılığını yenmenin yolu da, ABD’nin Sovyetler Birliği’ne karşı “uzun
dönemli, sabırlı, fakat kararlı ve dikkatli” bir sınırlandırmada (containment) bulunmasında
yatmaktadır.221 Kennan’a göre, Sovyetler Birliği’nin, uluslararası siyasal arenada ABD’nin
-bir ortağı değil- bir rakibi olduğu gerçeğinden hareket ederek, bu ülkeyle çok sıkı fıkı
ilişkiler içerisine girilmemeli, uluslararası barış ve istikrarın sağlanmasına yönelik samimi
girişimlerde bulunulamayacağı da gözden uzak tutulmamalıdır.222
Sovyetler Birliği’nin üzerinde bulunduğu coğrafyanın çok geniş olması ve
Avrupa’dan Uzakdoğu’ya kadar yayılma yollarının çeşitliliği, Çevreleme stratejisinin
uygulanması için bir dizi adımın atılmasını zorunlu kılmıştır. Öncelikle, SSCB’nin hemen
yakınında bulunan, Norveç’ten Türkiye’ye ve Uzakdoğu’ya kadar uzanan bir coğrafyadaki
sınırdaş ülkelerin askeri karşı koyma güçlerinin arttırılması gerekmiştir. Bu amaçla, büyük
çapta ABD ve daha az bir oranda da İngiltere ve Fransa’nın SSCB’yi çevreleme amacıyla
sınırdaş ülkelerle bir paktlar zinciri oluşturduklarını görmekteyiz. Ayrıca ekonomik ve
siyasal bakımdan zayıf ve istikrarsız olan ülkelerin Sovyet yayılmasına daha açık oldukları
gerçeğinden hareket ederek, bu gibi ülkelere ekonomik, teknik ve askeri yardımlarda
bulunmaya başlamışlardır.223
221Ibid., s. 575.
222Ibid., s. 580.
223Turan, op. cit., s. 17-18. Sander’e göre “Türkiye, savaş sonrası Amerikan yardımı alan ülkeler arasında, ‘çevreleme
politikası’nın amaçlarını en katı biçimde benimseyen ve uygulayanı olmuştur. Bu durum, Türkiye’nin Balkan ve Bağdat
paktlarını kurmasında ve Batılı ülkelerin davasını hemen hemen her uluslararası toplantıda savunmasında çok önemli rol
oynayacaktır.” Oral Sander, Türk Amerikan İlişkileri (Ankara: AÜSBF Yayınları, 1979), s. 98.
Savunma amaçlı bir strateji olduğu ileri sürülen Çevreleme stratejisi, temel olarak
ABD tarafından ortaya atılmış ve uygulanmıştır. Çünkü bu stratejinin ilk uygulanmaya
başladığı dönemlerde, askeri açıdan zayıf olan Batı Avrupa ülkelerince benimsenmesine
karşın, bu ülkelerin katkıları yeterli olamamıştır. Ayrıca bu stratejinin sonucunda SSCB’nin
Batı Avrupa’ya doğru ilerlemesi engellenmiş ve Doğu-Batı sınırı kesinlik kazanmıştır.224
1.1. Sovyetler Birliği’nin Atom Silahına Sahip Olması
ABD, NATO’nun kurulduğu yıl olan 1949’dan başlayarak Sovyetler Birliği’ne karşı
sürekli artan oranda güvenlik önlemlerini genişletmek durumunda kalmıştır. Çünkü 23
Ağustos 1949 tarihinde SSCB ilk atom bombasını patlatarak ikinci nükleer güç olmuştur225.
Aslında SSCB’nin başka türlü bir politika izlemesi de beklenemezdi. Zira, Marshall Planı ve
NATO’nun kurulması gelişmelerini kendisine yönelik bir tehdit olarak algılamıştır.226
Sovyetler Birliği’nin atom bombasını patlatması üzerine ABD İkinci Dünya
Savaşı’ndan sonra izlediği politikaları gözden geçirmiş ve daha etkili önlemler alması
gerektiği sonucuna ulaşmıştır. Sovyetler Birliği’nin atom silahına sahip olması, ABD’nin bu
silah üzerindeki tekelini kırmış, SSCB’ye karşı sahip olduğu kesin üstünlüğün sonunu
getirmiş ve “atom dengesi”nin başlamasına neden olmuştur.227
ABD sahip olduğu atom üstünlüğünü korumak amacıyla, iki tarafın da sahip olduğu
bombalardan çok daha güçlü etkiye sahip olacak hidrojen bombasının üretimine yönelik
224Turan, op. cit., s. 18.
225Gönlübol, Uluslararası Politika, 3. Baskı (Ankara: AÜSBF Yayınları, 1985), s. 482.
226Cohen, op. cit., s. 55.
227Sander, Türk Amerikan İlişkileri, s. 55-56.
çalışmalarına hız vermiştir.228 Bu çalışmalar sonucunda ilk hidrojen bombasını 1 Kasım
1952 tarihinde patlatmıştır. SSCB bu yarışta çok geç kalmamış, O da 12 Ağustos 1953
tarihinde kendi hidrojen bombasını patlatmayı başarmıştır. Ancak bu silahlar, uçaklardan
atılabilmekteydi. Daha güçlü patlamalar için Kıtalararası Güdümlü Füzelere
(Intercontinental Ballistic Missile-ICBM) gereksinim duyulması nedeniyle, bundan sonraki
yarışma, fırlatma araçlarının geliştirilmesi ve isabet başarılarının arttırılması üzerinde
sürdürülmüştür.229
İki ülke arasında yaşanmış olan bu yarış siyaset bilimcilerin “güvenlik ikilemi”
(security dilemma) olarak adlandırdıkları bir durumu ortaya koymaktadır. Şöyle ki; bir
ülkenin güvenliğinin otomatik ve geri dönülmez bir biçimde artması durumunda, bir
diğerinin güvenliğinde düşme yaşanmaktadır. ABD’nin silahlanma konusunda attığı her
adım, Sovyetler Birliği’nin de aynı adımı atmasına neden olmuştur. ABD’nin nükleer gücü
ile karşılaşmaları ve Batılı devletlerin kendisini düşmanca algılamaları nedeniyle Sovyet
liderleri kendi ulusal güvenliklerini arttırmak için bir dizi önlem alma ihtiyacı
hissetmişlerdir. Fakat Sovyetler Birliği’nin güvenliğine katkı olarak attığı her adım ABD’nin
güvenliğinden kopartılmış bir parça olarak algılanmış ve Amerikalıların güvenliklerini
arttırmak adına daha fazla çaba içine girmelerine neden olmuştur. Sonuçta her iki ülke de
kendi politikasını “savunmacı”, diğerininkini de “saldırgan” olarak tanımlamıştır.230
228Chester Wilmot, “If NATO Had To Fight”, Foreign Affairs, C. 31, No. 2, Ocak 1953, s. 200.
229Gönlübol, Uluslararası Politika, s. 482.
230Cohen, op. cit., s. 28.
1.2. Çin Halk Cumhuriyeti - Sovyetler Birliği İttifakı
Sovyetler Birliği’nin atom bombasını patlatmasından çok kısa bir süre sonra Çin
Halk Cumhuriyeti Başkanı Mao Tse-tung Moskova’ya gitmiş ve 1950 yılı Şubat ayında iki
komünist ülke arasında 30 yıl süreli bir ortak-yardım antlaşmasının imzalandığı dünya
kamuoyuna duyurulmuştur.231 İki büyük komünist ülke arasında oluşturulan bu ittifak diğer
ülkeler tarafından, kapitalist dünyaya karşı bir cephe oluşturulduğu biçiminde
yorumlanmıştır. Bunun üzerine, bütün Avrupa ve Asya devletleri üzerinde yoğunlaşan
komünist baskının giderilebilmesi için, 1947 yılında Truman Doktrini ile başlatılmış bulunan
“çevreleme” politikasının güçlendirilerek uygulanması gereği ortaya çıkmıştır.232 Çünkü
atom bombası artık Sovyetler Birliği’nde de vardır, Çin Halk Cumhuriyeti kaybedilmiştir ve
ABD’nin Avrupalı müttefikleri yeniden silahlanmanın getireceği ekonomik yükü
kaldırmaktan kaçınmaktadırlar. Bunun üzerine ABD’de baş gösteren korku ve hatta
paranoya atmosferi içerisinde kapsamlı bir politikanın acil olarak geliştirilebilmesi
güçleşmektedir ve bu nedenle de kapsamlı bir politika geliştirilinceye kadar Çevreleme
politikasına devam edilmiştir.233
Üç yıl süresince Çevreleme politikası kararlılıkla uygulanmıştır. Marshall Planı,
Batı Avrupa’yı ekonomik ve sosyal yönlerden güçlendirirken, Atlantik İttifakı da Sovyetler
Birliği’nin yayılmasını engelleyen askeri bir yapılanmaya ulaşmıştır. Ancak Çevreleme
stratejisinin temel bir kusuru vardı ve Amerikalı liderlerin iki yanlış varsayımla hareket
etmelerine neden oluyordu: Birincisi, iki taraf arasındaki karşılıklı meydan okumalar, İkinci
231Ibid., s. 62, 70; Ambrose, op. cit., s. 90.
232Sander, Türk Amerikan İlişkileri, s. 56.
Dünya Savaşı’nda olduğu gibi, belirli bir biçimde devam edecekti. İkincisi ise, komünist
yönetimlerin, -Çevreleme stratejisinde öngörüldüğü biçimde hareketsiz kalmaları
sonucunda- dağılması beklenecekti. Komünistlerin, ABD için stratejik veya siyasal açıdan
çok karışık bir bölgeyi hedef alarak, bu beklentiyi boşa çıkarmayı deneyebileceklerini
düşünememişlerdir.234
1.3. Kore Savaşı
ABD Başkanı Truman Kongreden, Avrupa’da izlenen Çevreleme politikasına gerekli
siyasal ve ekonomik desteği Yunanistan iç savaşı ve Çekoslovakya’da gelişen krizler
yardımıyla alabilmişti. 1950 yılının Haziran ayında çıkan Kore savaşı nedeniyle, Truman’ın
siyasal rakiplerine “komünizme karşı yumuşak bir politika izlemediğini” kanıtlama ve
ABD’nin, Çevreleme politikasını Asya’ya taşımasına, Japonya’daki askerlerinin kalıcı
olmasına ve en önemlisi ABD ve NATO’nun daha hızlı silahlanmasına yardımcı olmuştur.
Kısacası -aşağıda inceleyeceğimiz- NSC-68’in uygulanması kolaylaşmıştır.235
Kore Savaşı, ABD tarafından Sovyetler Birliği’nin “dünya egemenliği için
başlattığı askeri kampanyanın ilk belirtisi” olarak yorumlanmıştır. Ayrıca bu savaş,
ABD’nin sahip olduğu atom üstünlüğü nedeniyle, çıkamayacağını düşündüğü bölgesel
savaşların çıkabileceğini de göstermiştir. Uzakdoğu’da böyle bir savaş başlatmaya cesaret
eden SSCB’nin Avrupa’da da benzer bir savaş çıkarabileceği ihtimalini ortaya koymuştur.
Avrupa’da böyle bir savaşa konu olabilecek ülke ise, 1948 yılında SSCB ile aralarında çıkan
233Ambrose, op. cit., s. 92.
234Kissinger, Diplomasi, s. 442.
235Ambrose, op. cit., s. 95.
anlaşmazlık yüzünden Kominform’dan atılan Yugoslavya’dır.236 Bunun üzerine NATO’nun
Güneydoğu Kanadı’nın güçlendirilmesine hız verilmiştir.237 Bu savaşla birlikte
konvansiyonel silah ve yapılanmaya dayanan savunma anlayışı da yeniden düşünülmeye
başlayacaktır.
Ayrıca Kore saldırısı ile birlikte, Truman yönetiminin ileri gelen üyelerinin
tamamı, küresel bir komünist planının varlığına inanmışlar ve bu saldırıyı genel bir
komünist saldırıya başlangıç olabilecek bir Çin-Sovyet stratejisinin ilk hareketi olarak
değerlendirmişlerdir.238 Truman’ın danışmanlarına göre bu savaşın kaybedilmesi
durumunda Stalin Avrasya kıtasını fethetmeyi deneyebilir ve hatta Üçüncü Dünya Savaşı’nı
başlatabilirdi. Şimdi Stalin’i durdurmanın tam zamanı idi.239
2. Sınırlı Savaş (Limited War) Stratejisi
Kore Savaşı’nın başlamasıyla birlikte ABD Ulusal Güvenlik Konseyi (National
Security Council-NSC) Washington ile Moskova arasında yaşanan gerilimin niteliğini
araştırmak üzere bir komisyon kurmuş ve Nisan 1950 tarihinde240 “NSC-68” adlı raporu
kabul etmiştir.241 Bu belge ile “sınırlı savaş” anlayışı benimsenmiştir. Buna göre Sovyetler
Birliği’nden gelen tehdidin, savunma çabaları ile “nötralize” edilebilmesi için geniş ordular
236Cohen, op. cit., s. 63.
237Haluk Ülman, “Türk Dış Politikasına Yön Veren Etkenler (1923-1968) I”, AÜSBFD, C. XXIII, S. 3, 1968, s. 261; Sander,
Türk Amerikan İlişkileri, s. 56-57.
238Kissinger, Diplomasi, s. 446-447.
239Cohen, op. cit., s. 67.
240Kissinger, Diplomasi, s. 430.
241Gaddis, The United States and..., s. 28.
örgütleme gerekliliği ortaya çıkmıştır.242 Bu sayede, ABD’nin askeri karşı koyma gücü
daha inanılır bir duruma getirilerek; çıkabilecek bir savaşın sınırlı savaş düzeyinde
tutulmasıyla göreli bir “stabilizasyon” sağlanacak ve ABD’nin sahip olduğu nükleer güce
dayalı stratejik üstünlüğü, saldırının bir dünya savaşına dönüşmesini engelleyecekti. Türkiye
ve Yunanistan’ın NATO’ya girmesinin de onaylandığı, Şubat 1952 NATO Bakanlar
Konseyi’nin Lizbon Toplantısı’nda “NSC-68” Raporu, NATO’nun resmi stratejisi olarak
kabul edilmiştir. Yaygın olan kanının aksine NATO’nun kabul ettiği bu yeni strateji
“Topyekun Karşılık” (massive retaliation) değildir. Çünkü Şubat 1952 tarihinde henüz bu
strateji daha kabul edilmemiştir.243 Aşağıda da değineceğimiz gibi Topyekun Karşılık
stratejisi Aralık 1954 tarihinde NATO’nun resmi stratejisi olacaktır.
Bu yeni stratejinin (Sınırlı Savaş) benimsenmesiyle, Orta Avrupa’da Sovyet
orduları önündeki boşluğun doldurulması amaçlanmıştır.244 Haziran 1950 tarihindeki Kore
saldırısından sonra NATO üyesi ülkeler Batı Avrupa’daki askeri güçlerini acil olarak
güçlendirmişlerdir. Bu durum 1950-1953 yılları arasında Batı Avrupa’da barışın sağlanması
için yeterli olmuştur. Ancak 1953 yılıyla birlikte bu adımın barışı korumada uzun süre
başarılı olamayacağı düşüncesinden hareketle, NATO Bakanlar Konseyi’nin Nisan 1953
toplantısında ABD’nin ileri sürdüğü “uzun koridor” (long haul) olarak bilinen yeni bir
konsept belirlenmiştir. Buna göre, NATO üyeleri savunma güçlerinde, ekonomik güçlerini
tüketmeden ciddi bir gelişme sağlamalıdırlar. Bu gelişmenin de, tahrip gücü çok arttırılmış
242Ernest R. May, “The U.S. Government, a legacy of the Cold War”, The End of the Cold War: Its Meaning and
Implications, Michael J. Hogan (der.) (New York: Cambridge University Press, 1994), s. 225.
243Sander, Türk Amerikan İlişkileri, s. 90-91.
244Kissinger, Diplomasi, s. 459.
olan yeni silahlar ve etkin hava gücünün kullanılması sayesinde gerçekleştirilebileceği
düşünülmüştür. Başkan Eisenhower bunun sağlanmasına yönelik yeni bir stratejinin
araştırılması doğrultusunda bir irade ortaya koymuştur.245
3. Topyekun Karşılık (Massive Retaliation) Stratejisi
ABD Ulusal Güvenlik Konseyi 1953 yılının sonlarına doğru, yeni Genelkurmay
Başkanı Oramiral Radford’un önerilerini de dikkate alarak yeni bir rapor hazırlamıştır.
“Yeni Bakış” (New Look) olarak tanınan bu rapor “NSC 162” adı ile, ABD’nin stratejik
bombardıman uçakları ve nükleer silahlardaki başarılarını simgelediği düşüncesiyle, Başkan
Eisenhower tarafından Ekim 1953 tarihinde kabul edilmiş, 12 Ocak 1954 tarihinde de
Dışişleri Bakanı John Foster Dulles tarafından Dışişleri Komitesi’ne verilen demeçte
açıklanmıştır246. “NSC 162” raporu “Topyekun Karşılık” stratejisinin temelini
oluşturmaktadır. Aynı rapor 1954 yılının Aralık ayında da NATO Konseyi tarafından, yeni
NATO stratejisi olarak kabul edilmiştir.247 Bu strateji bir bakıma, Truman yönetimince
Kore Savaşı öncesinde uygulanan savunma stratejisine geri dönme anlamına gelmektedir.
Çünkü o yıllarda da Avrupa’nın askeri yeniden yapılanması çalışmaları
tamamlanmadığından, Batı savunması temel olarak ABD’nin nükleer gücüne
dayanmaktaydı.248
245John Foster Dulles, “Policy For Security And Peace”, Foreign Affairs, C. 32, No. 3, Nisan 1954, s. 361.
246The New York Times, 13 Ocak 1954’ten aktaran, Sander, Türk Amerikan İlişkileri, s. 92; Gaddis, The United States
and..., s. 32, 67-69.
247Sander, Türk Amerikan İlişkileri, s. 92; Keesing’s Contemporary Archives, 1955-1956, s. 13988.
248Turan, op. cit., s. 19.
Sovyetler Birliği’nin kontrolü altında komünizm ile yönetilen ülkeler 800 milyon
nüfus ve yaklaşık 10 milyon silah altındaki kara askerleriyle (ve milyonlarca da yedek
askerleriyle) geniş bir coğrafi bölgeye yayılmış durumdaydılar. Bu karasal güce her geçen
gün nükleer silahlarla donatılan hava gücü de eklenmekteydi. Sonuçta nükleer silah taşıyan
Rus uçakları, Kuzey Kutbu bölgesini kullanarak, ABD’nin önemli endüstri merkezlerine
bile ani ataklarla saldırabilecek pozisyona gelmiştir. Dulles’a göre, böyle bir durumla
karşılaşmamak için, “özgür uluslar bir savunma birliği oluşturarak düşmana karşı ortak bir
savunma tarzı” geliştirmelidirler. Çünkü böyle bir güce herhangi bir ülkenin tek başına
karşı koyması gerçekçi değildir. Bunu müttefikleri olmadan, ABD’nin bile başarabilmesi
mümkün değildir.249 Sovyetler Birliği ve Çin gibi, yoğun nüfus ve insan gücüne sahip olan
komünist ülkelere, klasik silahlar ve konvansiyonel ordularla karşı koymak hem çok zor ve
hem de pahalıdır. En az maliyetle en fazla güvenliği sağlayabilmenin yolu da, nükleer ve
termonükleer topyekun karşı koymadan geçmektedir.250
Dulles’a göre, özgür dünya şu an uygulamakta olduğu savunma stratejisinden daha
iyi bir strateji geliştirebilir. Çünkü sahip oldukları hava ve deniz gücü ile atom silahları ve
bunların stratejik ve taktik251 kullanımları sayesinde daha başarılı bir savunma stratejisini
benimsemeleri gerekmektedir.252
249Dulles, op. cit., s. 354-356.
250Ibid., s. 356-357.
251Stratejik ve taktik silahların ayırımı ve tanımı genel olarak menzillerine göre yapılmaktaydı. ABD Stratejik Hava
Komutanlığı’nın emrinde bulunanlara stratejik adının verilmesi, Avrupa Stratejik Hava Komutanlığı’nın (SACEUR) emrinde
bulunanların ise taktik olarak adlandırılması anlamına gelmekteydi. Turan, loc. cit.
252Dulles, op. cit., s. 358.
Topyekun Karşılık doktrini, nükleer silahların sadece stratejik amaçlar için değil,
aynı zamanda taktik amaçlar için de kullanılmasını öngörmekteydi. Buna göre Doğu-Batı
sınırında bulunacak NATO konvansiyonel güçleri saldırganı duraklatacak ve son darbeyi de
NATO’nun nükleer gücü vuracaktı. Yani Avrupa’ya yönelik olası bir Sovyet saldırısı
karşısında stratejik silahlarla, yoğun Sovyet nüfus ve sanayi merkezleri hedef alınırken,
taktik silahlarla da Avrupa’ya doğru hareket eden kara orduları imha edilecekti.253
Topyekun Karşılık özetle, Kuzey Atlantik bölgesinde gerçekleşebilecek herhangi
bir komünist saldırısına karşı, ABD’nin Stratejik Hava Komutanlığı kullanılarak, Sovyetler
Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin önemli nüfus ve sanayi merkezlerine karşı saldırıda
bulunmayı öngörmekteydi. Bu durumda da NATO’nun artık geniş bir kara ordusu
bulundurmasına gerek kalmayacaktı. Özellikle Amerikalı askerlerden oluşacak -ve bir saldırı
durumunda stratejik hava kuvvetinin saldırıya geçmesi için zaman kazandıracak büyüklükte-
bir güç bulundurması yeterli olacaktı.254
Bu nedenle Topyekun Karşılık stratejisi iki noktaya dayanmaktadır: Birincisi,
termonükleer karşılık yeteneği, düşmanı hem sınırlı savaştan ve hem de global bir savaştan
caydırabilecektir. İkincisi, nükleer silahlar durumun gerektirmesi üzerine kullanılacaktır. Bu
iki nedenle, Avrupa Müttefik Kuvvetleri Başkarargahı (SHAPE)’na, askeri savunmasını
taktik nükleer silahları kullanabilecek biçimde yeniden düzenlemesi yetkisi verilmiştir.255
253Turan, loc.cit.
254Sander, Türk Amerikan İlişkileri, s. 92.
255Ibid., s. 92-93.
Topyekun Karşılık stratejisinde ABD’nin en büyük korkusu, Sovyetler Birliği ile
Çin’in nükleer güçlerini birleştirerek müttefiklerine ve özellikle de kendisine yönelik bir
“kontra-Topyekun Karşılık” stratejisi geliştirebilecekleri yönünde olmuştur. Bu korkuyu
müttefiklerine de aşılamış ve hidrojen bombasının (termonükleer) patlatılmasıyla sağlanan
gelişmenin de etkisiyle müttefiklerinin, ABD’nin önerdiği Topyekun Karşılık stratejisini -
gönülsüz de olsa- kabul etmelerine neden olmuştur. Ancak bu gelişme ABD ile müttefikleri
arasındaki iyi ilişkilerin zedelenmesine yol açacaktır. Çünkü müttefiklerin karşılıklı
müzakereler (political consultation) yapılmadan bir “oldu-bitti” ile yüz yüze bırakılmaları
olasılığı, düşmanlarından çok ABD’den korkmalarına neden olmuştur.256 Zamanın Belçika
Dışişleri Bakanı Paul-Henri Spaak; “bir kimsenin atom silahlarının geleneksel savaş
yöntemlerini nasıl değiştirdiğini anlaması için uzman olmasına gerek yoktur. Biz yeni bir
silahla ilgilenmiyoruz; biz yeni bir strateji oluşturmak zorundayız”257 diyerek bir bakıma
müttefiklerin duygularına tercüman olmuştur. Spaak’a göre; Avrupalılar çeyrek yüzyıl
içerisinde, iki tane büyük acı yaşamaları nedeniyle, yeni bir büyük felaketin
gerçekleşmesinden son derece kaygılanmaktadırlar. Oysa Amerikalılar, olası bir Üçüncü
Dünya Savaşı’nın kendi savaşları olacağını düşünmektedirler. Bir gün ürettikleri korkunç
silahlar, kendilerine karşı da kullanılabilecektir. Çünkü olası bir savaş, Amerika Kıtası’na
da ulaşacak, okyanuslar onları uzun süre koruyamayacaktır. Bu yüzden ABD, -savaşın
korkunç yüzünü kendi topraklarında bütün acımasızlığıyla yaşamış olan- Avrupalı
256Hugh Gaitskell, “The Search For Anglo-American Policy”, Foreign Affairs, C. 32, No. 4, Temmuz 1954, s, 571-572.
257Paul-Henri Spaak, “The Atom Bomb And NATO”, Foreign Affairs, C. 33, No. 3, Nisan 1955, s. 356.
müttefikleriyle siyasal değerlendirmeler yapmak zorundadır. Demokratik ülkelerden de
ancak bu beklenir.258
1955 yılı Aralık ayında yapılan NATO Bakanlar Konseyi Toplantısı’nda, NATO
savunmasının, güdümlü füze sayısının arttırılarak ve geliştirilerek sağlanması
kararlaştırılmış, böylece Topyekun Karşılık stratejisi somut bir duruma getirilmiştir.259
Bu yeni strateji, bir yandan ABD ekonomisinin büyük ordular besleyerek düştüğü
ağır durumun önüne geçme ve aynı zamanda da savunma ihtiyaçlarının karşılanması
gerçeğini bağdaştırmıştır. Ayrıca, çıkabilecek herhangi bir savaşın artık klasik silahlar
kullanılarak engellenemeyeceği gerçeğini de dikkate almaktadır. Bu strateji, nükleer çağın
gerçeklerine uymakta ve 1952’lerin “Sınırlı Savaş” stratejisinin karşılayamayacağı savunma
kaygılarına da cevap verir niteliktedir.260
Ayrıca nükleer bir çağda Sınırlı Savaş stratejisi kullanılarak, savaşların
engellenemeyeceği de bir gerçeklik haline gelmiştir. Bir savaşın sınırlandırılması kullanılan
silahların tahrip gücü dikkate alınarak yapılsa bile, bu artık ulaşılan teknolojik gelişmeler
nedeniyle mümkün değildir. Nükleer silahlarda yaşanan gelişmelere paralel olarak
konvansiyonel silahlarda da önemli ilerlemeler sağlanmıştır. Düşmanı durdurabilmek için
artık iki tür silahın da kullanılabileceği gözden uzak tutulamaz bir gerçeklik durumuna
gelmiştir. Bu silahlardan hangisinin kullanılacağı askeri planlayıcıların ve politik karar
258Ibid., s. 357-358.
259Sander, Türk Amerikan İlişkileri, s. 93., Keesing’s Contemporary Archives, 1955-1956, s. 14617-14620.
260Sander, Türk Amerikan İlişkileri, s. 93.
vericilerin tercihine kalmıştır.261 Doğal olarak her çatışmada nükleer silahlar kullanılacak
diye bir şey de yoktur. Örneğin, siyasal veya askeri nedenlerle oluşabilecek bir iç savaş
veya gerilla savaşları gibi. “Savaş oyunu” neyi gerektirirse o yönde bir tercih yapmak
gerekecektir.262
Kissinger’a göre, NATO üyeleri şu gerçeğin farkına varmışlardır: Artık termo-
nükleer bir savaşın gerçekleşme ihtimali vardır ve savunmalarını bu gerçeği bilerek yapmak
durumundadırlar.263
Batı savunmasının -neredeyse- tamamen nükleer silahlara dayandırılması,
NATO’nun ABD’ye olduğundan daha fazla bağımlı olmasını gerektirmiştir. Çünkü bu
yıllarda Batı Avrupa ülkelerinden sadece İngiltere nükleer silahlara sahipti. Ancak
İngiltere’nin sahip olduğu bu silahlar, Sovyetler Birliği’ni caydıracak nitelik ve sayıda
değildi. Bu da, Batı savunmasını tamamen ABD’ye terk etmek anlamına gelmekte ve
NATO’nun Avrupalı ortaklarında bir takım hoşnutsuzluklara neden olmaktaydı. Çünkü
1954-55 yıllarında SSCB’nin, sahip olduğu nükleer gücünü Amerika kıtasına göndermeye
yetecek teknolojiden yoksun olması nedeniyle, ABD ile SSCB arasındaki olası bir nükleer
çatışmada, savaş alanı Avrupa olacaktı. Bu yüzden ABD böyle bir savaşı başlatmaktan
çekinmeyebilirdi.264 Batı Avrupalı ülkelere göre, Avrupa’da “Doğu” ile “Batı” arasındaki
çizgi, çok hassas ve katı hatlarla belirlenmişti. Düşman tarafından yapılacak olası bir saldırı
261Henry A. Kissinger, “Force And Diplomacy in The Nuclear Age”, Foreign Affairs, C. 34, No. 3, Nisan 1956, s. 356-357.
262Ibid., s. 360.
263Ibid., s. 364.
264Turan, op. cit., s. 20.
veya provakasyon durumunda, nükleer silahlarla Topyekun Karşılık verildiğinde, çatışma
önüne geçilemez bir biçimde büyüyecek ve bir topyekün savaşa neden olacaktır.265
3.1. SSCB’deki Teknolojik Gelişmeler
26 Ağustos 1957 tarihinde Sovyet lideri Krushchev, uzun menzilli bir füze (ICBM)
yapmayı başardıklarını dünya kamuoyuna duyurmuştur. 4 Ekim 1957’de de, ilk yapma uydu
olan, “Sputnik”i uzaya göndererek yörüngeye yerleştirmişlerdir. Bu gelişmeden sonra,
SSCB’nin kıtalararası uzun menzilli füzelere (Intercontinental Ballistic Missiles-ICBM)
sahip olduğu anlaşılmıştır.266
Sputnik’in fırlatılması askeri açıdan değerlendirildiğinde; Sovyetler Birliği, bir
termo-nükleer savaş başlığını yaklaşık beş bin millik bir mesafeye, yirmi dakika gibi bir
sürede gönderebileceği gerçeği ortaya çıkmaktadır. Yani artık -dünyanın bir çok bölgesi
gibi- ABD de, SSCB’nin füze menzili içine girmiştir.267
Sovyetler Birliği’nde yaşanan her teknolojik ilerleme, Batılı müttefikler arasında
Sovyetlerden duyulan korkunun artmasına neden olmaktadır. Sovyetler yeni keşiflere imza
attıkça Batılılar, bunların iyi niyet taşımadıklarını düşünüyor ve Komünist yayılmanın önüne
geçemeyebilecekleri olasılığı akıllarına geldikçe de dehşete düşüyorlardı. Bu nedenle ABD
ile müttefiklerinin yakınlaşmaları ve bağlılıkları artmaktaydı. 268
265Malcolm W. Hoag, “NATO: Deterrent or Shield?”, Foreign Affairs, C. 36, No. 2, Ocak 1958, s. 288.
266Sander,Türk Amerikan İlişkileri, s. 176,177; Gönlübol, Uluslararası Politika, s. 483.
267Denis Healey, “The Sputnik And Western Defence”, International Affairs, C. 34, No. 2, Nisan 1958, s. 145.
268Henry A. Kissinger, “Missiles And The Western Alliance”, Foreign Affairs, C. 36, No. 3, Nisan 1958, s. 383-384.
1954-1957 yılları arasındaki dönemde, NATO stratejisi ABD’nin elindeki nükleer
güce dayanmaktaydı. Çünkü Avrupalı devletlerin, Sovyet bloğuna karşı koyabilecek klasik
(konvansiyonel) silahları ve savaş teknolojisi yetersizdi. Bu yüzden SSCB’nin, ABD’nin
nükleer gücünden çekindiği ve dünyanın herhangi bir yerinde maceraya girişemeyeceğini
düşünüyorlardı. Ama, modern silahlarda yaşanan gelişme ve etkilerinin çok artması
nedeniyle de, Topyekun Karşılık ve global bir savaşın çıkabileceği olasılığı, inanılırlığını ve
siyasal etkinliğini kaybetmeye başlamıştır. ABD’nin sahip olduğu nükleer üstünlük, Kore
Savaşı’nın çıkmasını önleyememiş, Topyekun Karşılık da, Hindiçini’nin (Indochina)
kuzeyinin kaybedilmesini, Macaristan’a yapılan müdahaleyi, SSCB ile Mısır arasındaki silah
ticaretini, Süveyş bunalımını ve 1957-1958 yıllarında Ortadoğu’da yaşanan bunalımları
önleyememiştir.269 Bunun belki tek istisnası, 1958 yılında yaşanan Berlin krizidir. Bu kriz,
SSCB’nin Batılı müttefiklerle doğrudan bir çatışmaya girmekten kaçındığını
göstermiştir.270
NATO’nun kurulmasından sonraki on yıl içinde, Sovyetler Birliği’nin sahip olduğu
askeri ve stratejik olanaklarda gözle görülür bir ilerleme gerçekleşmiştir. Sovyet
yöneticileri, NATO’nun Batı Avrupa’ya yönelik Sovyet yayılmasını engellemek ve
durdurmak kararlılığında olduğunun farkına varmışlardır. Bu stratejiye göre, Amerikan
askerlerinin de konuşlandığı Batı Avrupa’ya yapılabilecek bir Sovyet saldırısı durumunda,
ABD bu bölgeyi ve kendi askerlerini korumak amacıyla nükleer silah kullanmaktan
çekinmeyecektir. NATO’nun bu kararlılığına karşı Sovyetlerin geliştirdiği strateji de, “yan
269Sander,Türk Amerikan İlişkileri, s. 176-177.
270Konrad Adenauer, “The German Problem, A World Problem”, Foreign Affairs, C. 41, No. 1, Ekim 1962, s. 63.
taraftan dolanarak saldırı stratejisi” (outflanking strategy) olmuştur.271 Bu stratejiyi
benimsemesindeki en büyük güvence, nükleer silah teknolojisinde kat ettiği ilerleme
nedeniyle özgüveninin artmasıdır.272
Sovyetler Birliği’nin -Sputnik ile birlikte- kıtalararası uzun menzilli güdümlü
füzelere (ICBM) sahip olduğunun anlaşılması, NATO stratejisi üzerinde yoğun tartışmaların
yapılmasına neden olmuştur. Bu gelişmelerle NATO stratejisinin, yani Topyekun Karşılık
doktrininin 1957’den sonra tamamen değiştiğini söylemek olanaksızdır. Bu doktrin, ABD’de
Kennedy yönetimi sırasında, yani 1960’lardan sonra resmen değişecektir. Sonuçta her şeye
rağmen, Topyekun Karşılık stratejisi en azından 1960 yılına kadar devam etmiştir.273
3.2. ABD’nin Karşı Önlemleri
Sovyetler Birliği’nin uzun menzilli füzelerine karşı, ABD üç önlem almıştır:
Birincisi, Topyekun Karşılık’ın sağlanmasında kullanılan uçakların yerine “orta menzilli”
füzeler (Intermediate Range Ballistic Missile-IRBM) kullanılacaktır. Çünkü, füzelerin
gönderilmesinde kullanılan rampalar, uzun menzilli uçakların havalanmaları için gerekli
olan ve sürpriz bir saldırıya hedef olacak kadar geniş hava alanları gerektirmemektedir.
Ayrıca bu rampaların hem karada ve hem de denizde büyük bir hareket serbestliği
bulunmaktaydı ve füzeler ateşlendikten sonra hedefe vurmalarını engelleyebilecek olanaklar
da o yıllarda henüz geliştirilememişti. ABD kendi uzun menzilli füzelerini üretinceye kadar
271Rene Pleven, “France in The Atlantic Community”, Foreign Affairs, C. 38, No. 1, Ekim 1959, s. 21. Sovyetler Birliği’nin bu
stratejiyi geliştirmesi, Batı Avrupa’ya saldırmaktan çekindiğini ve Topyekun Karşılık stratejisinin başarısını ortaya
koymaktadır.
272Kissinger, “Missiles And ...”, s. 391.
273Sander,Türk Amerikan İlişkileri, s. 177.
ortaya çıkan bu füze boşluğu, orta menzilli füzeler (IRBM) kullanılarak doldurulmaya
çalışılmıştır.274 Orta menzilli füzelerin Sovyetler Birliği üzerinde etkili olabilmesi için ise,
müttefik devletlerden Sovyet sınırına yakın olanların topraklarına konuşlandırılması durumu
ortaya çıkmıştır. Türkiye’ye Jüpiter füzelerinin yerleştirilmesi bu gelişmelerden sonra
gerçekleşmiştir.275
Orta menzilli balistik füzelerin (IRBM) yerleştirilmesine paralel olarak ABD’nin
düşündüğü ikinci önlem, “sınırlı atom savaşı” kavramını müttefiklerine kabul ettirmeğe
çalışmak olmuştur. Buna karşılık Avrupalı müttefiklerinin cevabı ise nükleer silahların, -
Amerikan vetosuna uğramadan- kendi kullanımlarına ve kontrollerine tahsis edilmesini
istemek olmuştur.276
Sputnik, global güç dengesini değiştirerek SSCB’yi ABD’ye karşı üstün bir duruma
sokmakla kalmamış, aynı zamanda NATO içerisinde Avrupa’nın üstünlüğünü göreli olarak
öne çıkarmıştır.277 ABD kendi güvenliğini sağlayabilmesinin, Avrupalı müttefiklerinin
sağlayacağı kolaylıklar sonucu olabileceğinin de farkına varmıştır. Bu nedenle ABD,
müttefiklerinden, kendisine yönelebilecek bir saldırının önüne geçebilmek için, yeni bir
stratejiyi kabul etmelerini istemiştir. Bu yeni stratejiye göre ABD, kendi güvenliğinin
sağlanmasında, hala Topyekun Karşılık stratejisinin devam etmesini, Avrupa güvenliği için
274Healey, op. cit., s. 147-148. Aslında ABD’nin Sovyet ICBM’lerinden çekinmesi o yıllarda yersizdi. Çünkü Sovyetler
Birliği’nin ABD için tehlike olabilecek sayıda ve nitelikte ICBM’ler yapabilmesi için uzun zaman geçmesi gerekecektir.
SSCB o yıllarda önceliği orta (IRBM) ve uzunorta (MRBM) füzelerinin üretimine vermiştir. Böylece ilk hedeflerinin ABD
olmayıp, Batı Avrupa olduğu ortaya çıkmaktadır. Bunun farkına varamayan ABD, hızla ve çok sayıda ICBM üretme
telaşına girmiştir. Gönlübol, Uluslararası Politika, s. 483.
275Sander,Türk Amerikan İlişkileri, s. 177-178;
276Healey, op. cit., s. 148-149.
277Ibid., s. 148.
ise, “sınırlı atom savaşı” stratejisinin uygulanmasını düşünmekteydi. Bu da, Avrupalı
müttefiklerin topraklarına IRBM’lerin yerleştirilmesi ile sağlanacaktı. Sınırlı atom savaşı
stratejisi ABD’de büyük destek bulmuştur. Çünkü bu strateji ile kendi topraklarını tehlikeye
sokmadan ve savunma giderlerini çok büyütmeden, askeri gücünü kullanma olanağı
sunmaktaydı.278
ABD’nin uygulamaya çalıştığı üçüncü ve son önlem klasik (konvansiyonel)
silahların arttırılması olmuştur. Bu amaçla savaşa hazır tümenlerinin sayısını, 11’den 16’ya,
taktik hava filosunu da, 16’dan 20’ye çıkarmıştır. Almış olduğu bu önlemlerin benzerlerini
Avrupalı müttefiklerinden de istemiştir. Amerikalı stratejistlere göre, birçok durumda
nükleer silahların kullanılması “sineği çekiçle öldürme” benzeri bir davranış olacaktır ki, bu
da uygun bir davranış olmayacaktır. Hem nükleer ve hem de klasik silahlarda güçlü olan bir
düşmana, sadece güçlü nükleer silahlara sahip olunarak karşı koyulamayacağı düşüncesinden
hareket ederek, bu avantajsız durumdan kurtulmak için, her ikisinde de güçlü olma
gerekliliğini de ileri sürmüşlerdir. Ayrıca nükleer bir savaşın ortaya çıkaracağı yıkımın
büyüklüğü dikkate alındığında, buna en ümitsiz durumlarda başvurulmalı, diğer durumlarda
ise, klasik güçler kullanılmalıdır. Bunun için de klasik güçlerin arttırılması, karşı tarafla -en
azından- dengeli hale getirilmesi önerilmiştir.279 Çünkü en azından, dengeli bir silahlanma
sağlanmalıdır. Terör dengesi bile, hiç denge olmamasından daha iyidir. Ayrıca Avrupa’daki
bazı orduların nükleer silahlara sahip olmak istemesi bir takım sorunlara neden olmaktadır.
ABD Avrupa devletlerinin -İngiltere hariç- nükleer silahlar üzerinde etkili olmalarına karşı
278Sander,Türk Amerikan İlişkileri, s. 178; Healey, op. cit., s. 150.
279Sander,Türk Amerikan İlişkileri, s. 179.
çıkmaktadır. Topyekun Karşılık stratejisinin uygulanabilmesi için, Avrupa’nın
konvansiyonel olanaklarına gereksinim vardır.280
Sander’e göre yeni Amerikan stratejisi, Topyekun Karşılık stratejisinden resmen ve
tamamen uzaklaşmadan şu temele dayanmaya başlamıştır: “Sovyetler Birliği’ni genel bir
savaştan ya da Orta Avrupa’ya saldırmaktan caydıracak nükleer gücü yaratmak, ancak bu
stratejiyi, bölgesel savunmanın mümkün sayıldığı ikinci derecede önemli bölgelerde ‘sınırlı
atom savaşı’ ile bütünleştirmek”tir.281
3.3. NATO’nun Avrupalı Üyelerinin Tutumu
NATO’nun Avrupalı üyelerine göre, Sovyetler Birliği’ndeki teknolojik gelişmelerin
ortaya çıkardığı yeni durumda, bütün Avrupa ve Ortadoğu, SSCB’nin füze menzili içine
girmiştir. Olabilecek herhangi bir SSCB-ABD savaşında, kendi ulusal çıkarlarını
ilgilendirsin veya ilgilendirmesin, Avrupa ve Ortadoğu yerle bir olabilecektir. ABD de artık
füze menzili içine girdiğine göre, Avrupalı ve Ortadoğulu ülkelerin çıkarları için, kendi
ülkesinin topraklarının vurulmasına göz yumabilecek midir? Bu nedenlerle, Batı
Avrupalılar, 1954 yılında kabul edilen Topyekun Karşılık stratejisinden vazgeçmek
istememişler ve klasik silahların arttırılmasına karşı çıkmışlardır. Aksine bir tutumun, -
“caydırıcılık”ı zedeleyerek- savaş çıkma olasılığını arttıracağından çekinmişlerdir.282
NATO’nun Avrupalı üyeleri kendi etkili füze sistemlerine sahip olsalardı,
bölgelerinde caydırıcı birer güç haline gelirler, ne ABD’ye ne de NATO’ya bağlanmalarına
280Paul-Henri Spaak, “New Tests For NATO”, Foreign Affairs, C. 37, No. 3, Nisan 1959, s. 363-364.
281Sander,Türk Amerikan İlişkileri, s. 179.
282Ibid., s. 180.
gerek kalmayabilirdi.283 Şu da göz ardı edilemeyecek bir gerçekliktir: Klasik silahların
arttırılması durumunda, kendisini henüz toparlayamamış olan Avrupa ekonomileri ek külfet
altına girecekti. Bunun farkında olan NATO’nun Avrupalı üyeleri, ekonomik kaynaklarını
askeri harcamalara ayırmayıp kalkınmalarını tamamlamak istediklerinden, savunmalarını
adeta ABD’ye teslim etmişlerdir.
1952-1958 yılları arasındaki dönemde, Sovyetler Birliği, doğrudan Avrupa’yı tehdit
eden, orta menzilli ve ABD’yi tehdit eden, uzun menzilli stratejik silahlar geliştirmeyi
başarmıştır. Buna rağmen, ABD’nin göreceli üstünlüğü sayesinde NATO toprak
bütünlüğünü ve statükosunu korumakta güçlük çekmemiştir. Böylece, doğrudan ABD’nin ve
dolaylı olarak da Avrupa’nın faydalandığı çift yönlü bir caydırıcılık sağlanmıştır. Aslında,
SSCB’nin ABD’yi tehdit etmesi durumu, ABD askerlerinin Avrupa’daki varlığı nedeniyle
Avrupa’ya yönelik tehdidin artmasına neden de olmuştur. Ruslar, eğer Avrupa’ya saldıracak
olurlarsa, ABD’nin Topyekun Karşılık yükümlülüğü nedeniyle, kendilerini ciddi şekilde
zorlayacağının da farkına varmışlardır. Buna rağmen, ABD’nin Avrupa’daki askeri
varlığının nükleer silahlarla desteklenmiş olması durumu bile, Avrupa’nın birincil hedef
olma özelliğini arttırmıştır.284
Bu yıllarda (1952-1957) ABD yardımı sayesinde, Avrupa ulusları büyük oranda
eski ekonomik ve finansal güçlerini tekrar kazanmışlardır. Buna rağmen, önlerinde gizliden
gizliye kendilerini tehdit etmeye devam eden düşmana karşı, kendi askeri gelişmelerini
sağlamaya yönelik yatırımlardan kaçınarak, ABD’nin askeri güvencesi ardına saklanmaya da
283Kissinger, “Missiles And ...”, s. 392.
284Paul Stehlin, “The Evolution of Western Defense”, Foreign Affairs, C. 42, No. 1, Ekim 1963, s. 72-73.
devam etmişlerdir. Bu devletlerden İngiltere, ABD’nin de yardımıyla kendi nükleer
silahlarını ve gönderme araçlarını geliştirmeye başlamıştır. Fransa ise, Hindiçini’deki
maliyeti yüksek savaş ve Cezayir’deki isyan nedeniyle, sadece, nükleer enerjinin askeri
kullanımı üzerindeki çalışmaları başlatmakla yetinmiştir.285
1958 yılıyla birlikte, Sovyetler Birliği, teknolojik gelişmelerine paralel olarak,
modern askeri gücündeki ilerlemeler sayesinde, ABD’nin askeri gücüne denk hale gelmeye
başlamıştır. Çok sayıda taktik nükleer silahlar ve oldukça güçlü stratejik nükleer silahlar
geliştirmişlerdir. En önemlisi, Batı dünyasının her tarafını tehdit etmesine neden olan
gönderme araçlarını geliştirmişlerdir. Çok sayıda nükleer savaş başlığı taşıyabilen taktik
füzeler ve hava araçlarına sahip olmalarının ötesinde, uzun menzilli ve büyük taşıma
kapasitesine sahip güdümlü füzeler üretmişlerdir. Bu durumun ortaya çıkmasından sonra
ABD, müttefiklerinden İngiltere, İtalya ve Türkiye topraklarına, nükleer savaş başlıkları
taşıyan orta menzilli füzeler yerleştirmiş, böylece, Avrupa’nın güvenliğini daha tehlikeli bir
hale sokmuştur. Çünkü o yıllarda füze savar silahların gelişmediği düşünülürse, kendisine
yönelmiş nükleer savaş başlığı taşıyan füzelerin sayısının arttırılmış olması durumu,
Sovyetler Birliği’ni de aynı yönde davranmaya sevk etmiştir.286
İngiltere -mütevazı düzeyde de olsa- kendi çapında nükleer becerisini sürdürmüş,
1960’ların başlarından sonra da, nükleer gücünü daha etkili duruma getirecek olan
gönderme araçları üretme düşüncesinden vazgeçmiştir. Fransa, daha önceki çalışmalarına
285Ibid., s. 73.
286Ibid., s. 73-74.
hız vererek, kendi olanaklarıyla kendi nükleer silahlarını üretmeyi başarmış, hidrojen
(termo-nükleer) bombası üretmeye yönelmiştir.287
Batı Avrupa devletlerinin büyük bir çoğunluğu, klasik silahların arttırılmasına
yanaşmadıkları gibi, “sınırlı atom savaşı” kavramını da kabul etmemişler ve topraklarına
Amerikan IRBM’lerinin yerleştirilmesine de karşı çıkmışlardır288. Böylece ilk kez
Atlantik’in iki yakasında stratejik görüş ayrılıkları belirmeye başlamıştır.289
Atlantik’in iki yakasındaki temel sorun, birbirlerine olan aşırı bağımlılıktan çok,
etkili ve caydırıcı bir strateji geliştirememeleriydi. Her iki taraf da etkili bir stratejiden yana
olmuşlar, ancak iş, sorunun ekonomik boyutuna gelince sıkıntılar başlamıştır. Her iki taraf
da, en az maliyetle en çok güvenlik elde etmek istemiştir.290
4. Yumuşama (Detente) Döneminde Değişen Strateji: Esnek Karşılık (Flexible
Response)
Yumuşama dönemi (detente), iki kutuplu uluslararası sistemin meydana getirdiği
katılıktan, -nükleer silahların oluşturduğu yılgı dengesi, iki tarafın da statükoyu zamanında
kabullenmesi gibi yaşanan gelişmeler sayesinde-, uzaklaşılması sonucunda başlamıştır.
Bunun üzerine, iki blok arasında “Karşılıklı ve Dengeli Güç İndirimi” (Mutual and
Balanced Force Reduction-MBFR) görüşmeleri ile başlayan süreç, “Avrupa Güvenlik ve
İşbirliği Konferansı”na (Conference on European Security and Cooperation in Europe-
287Ibid., s. 74.
288İngiltere, İtalya ve Türkiye hariç.
289Sander,Türk Amerikan İlişkileri, s. 180.
290Kissinger, “Missiles And ...”, s. 393-394.
CSCE-AGİK) ve daha sonra da 1975 Helsinki Son Senedi adı verilen yumuşama (detente)
belgesinin oluşmasına neden olmuştur.291
Yumuşama dönemi Batı Avrupa ve ABD açısından farklı farklı
değerlendirilmektedir. Şöyle ki; Batı Avrupa’da Yumuşama, iki kutup arasındaki gerginliğin
azaltılmasından çok, ekonomik ve insancıl sonuçları olan, dış politikalarında esneklik
sağlayan ve Avrupa’nın Batısı ile Doğusu arasındaki ilişkilere hareketlilik getiren bir
gelişme olarak değerlendirilmiştir. Buna karşılık daha global bakış açısına sahip ABD’de
ise, global güç dengesinin ABD aleyhine çevrildiği şeklinde yorumlanmıştır.292
Sovyetler Birliği’nde de, nükleer yarışın bir sonunun olmadığı ve artık bu yarıştan
vazgeçilmesi gerektiği düşüncesi ortaya çıkmıştır. Nikita S. Khrushchev bu konuda şöyle
demektedir: “...Günümüzde sadece iki yol vardır: barış içinde bir arada yaşama veya
tarihteki en tahrip edici savaş. Üçüncü bir seçenek bulunmamaktadır.”293 O’na göre
aslında sosyalist devletler topluluğu da yeni bir savaş başlatma niyetinde değildir. Çünkü bu
ülkeler sosyalizm ve komünizmi yerleştirebilmek için barışa gereksinim duymaktadırlar.294
Güç dengesi sayesinde, ABD ile Avrupalı ortakları arasındaki karşılıklı bağımlılık
daha açık hale gelmekte, Avrupa devletleri arasındaki ilişkiler de değişmektedir. Çünkü
örneğin 1950 yılında, İngiltere ve Fransa diğer Avrupalı ülkelere göre daha güçlü sömürgeci
devletler iken, geri kalanlar daha çok kendilerini yeniden oluşturma çabası içindeydiler.
291Baskın Oran, “Dönemin Bilançosu”, Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, C.
I, 5. Baskı, Baskın Oran (der.) (İstanbul: İletişim Yayınları, 2002), s. 657.
292İlter Türkmen, “Diyalog Arayan Caydırıcılık”, NATO’da 30 Yıl 1952-1982 (Ankara: Türk Atlantik Derneği Yayını, tarih yok),
s. 27.
293Nikita S. Khrushchev, “On Peaceful Coexistence”, Foreign Affairs, C. 38, No. 1, Ekim 1959, s. 7.
Ancak 1960’ların başlarında, dünya çapındaki sorumluluklar sadece bu iki ülkenin değil,
diğer NATO üyesi Avrupa devletlerinin de üzerindeydi. Örneğin İtalya; Doğu Avrupa ve
Ortadoğu ile, önemli ekonomik ve siyasal ilişkiler oluşturmuştur. Kanada; uluslararası
ilişkilerini sadece “İngiliz Uluslar Topluluğu” ile değil, Uzakdoğu ülkeleriyle de
geliştirmekteydi. Norveç ve Danimarka; Kuzey komşuları ile çok özel ilişkiler içindeydiler.
Almanya; Avrupa savunmasında oynadığı önemli rol ile yetinmeyip, dünyanın her tarafıyla
ilgilenmeye başlamıştır. Türkiye; Ortadoğu ilişkilerinde hayati girişimlerde bulunmaktadır.
Yunanistan; Norveç gibi, dünya çapında bir gemi taşımacılığı gücü haline gelmiştir.
Hollanda; Güneydoğu Asya ile ilişkilerini kesmemiştir. Belçika ve Portekiz; Afrika
ilişkilerinde hayati roller oynamaktadırlar.295
4.1. Topyekun Karşılık Stratejisinden Vazgeçilmesinin Nedenleri
Topyekun Karşılık stratejisinin kabul edilmesi ve giderek zayıf kalması sürecini
gözden geçirmek istediğimizde; nükleer silahlar ve gönderme araçlarında sağlanan
teknolojik gelişmeler ile ABD ve SSCB arasında yaşanan mücadelenin dönemlerini
incelememiz gerekmektedir. Bu gelişme ve yarışı kısaca dört döneme ayırabiliriz: 1-
ABD’nin nükleer silahlarda ve fırlatma araçlarında tekel oluşturduğu dönem (1945-1949), 2-
ABD’nin nükleer silahlara sahip olma konusundaki tekelinin kırılması fakat fırlatma
araçlarında hala açık bir üstünlüğünün olduğu dönem (1949-1957), 3- SSCB’nin önemli bir
fırlatma sistemi geliştirdiği, fakat ABD’nin sayı ve stratejik konuşlanma bölgelerinin çok
olması nedeniyle, hala karar verme gücüne sahip olduğu dönem, 4- Nükleer silahların
294Ibid., s. 8.
295Alastair Buchan, “The Reform Of NATO”, Foreign Affairs, C. 40, No. 2, Ocak 1962, s. 171-172.
sayısında ve fırlatma araçlarındaki gelişmeler dolayısıyla, iki tarafın da birbirlerine karşı
üstünlük kurmaya başladıkları dönem.296
Topyekun Karşılık stratejisinin ABD ve NATO’nun stratejisi olmaktan çıkmasının
nedenleri Sander’e göre, şu gelişmelerin bir sonucudur: 1- Bu strateji ABD’nin siyasal
çıkarlarının sürdürülmesindeki hareket serbestisini sınırlamaya başlamıştır, 2- SSCB’nin
termonükleer başlıklı ICBM’leri edinmesi ve dolayısıyla ABD topraklarının Sovyet
füzelerinin menzili içine girmesi, 3- küçük kalibreli nükleer silahların gelişerek yayılması
sonucu, ABD toprakları dışında başlayacak bir çatışmanın genel bir çatışmaya dönüşmesinin
engellenmesi, ve 4- ABD’nin de kendi ICBM’lerini geliştirmesi ve yerleri kolaylıkla
belirlenemeyen Polaris denizaltılarından fırlatılan güdümlü füzelere sahip olması.297
4.1.1. ABD’nin Güvenlik Kaygıları ve NATO’nun Yeni Stratejisine Yönelik
Görüşleri
ABD’nin Topyekun Karşılık konusundaki görüşleri 1957 yılıyla birlikte değişmeye
ve bir “sınırlı savaş” (limited war) anlayışı giderek yerleşmeye başlamıştır. Eisenhower
döneminde, büyük çapta NATO Başkomutanı Orgeneral Lauris Norstad’ın önerdiği
düşüncelerle ortaya çıkan “sınırlı savaş” anlayışı, Kennedy döneminde “Esnek Karşılık”
(flexible response) stratejisinin ortaya çıkmasında esin kaynağı olmuştur.298 Topyekun
Karşılık stratejisi Başkan Kennedy zamanına kadar (1961 yılında seçilmiştir), ABD’nin
askeri stratejisi olarak kalmasına karşın, Esnek Karşılık stratejisi modern silahlarda yaşanan
teknolojik gelişmelerden sonra Kennedy zamanında ABD’nin askeri stratejisi haline
296Kissinger, “The Search for...”, s. 546.
297Sander,Türk Amerikan İlişkileri, s. 210.
gelmiştir.299 Esnek Karşılık stratejisi, ABD Savunma Bakanı Robert McNamara tarafından
ileri sürülmüş ve NATO üyelerinin direnmelerine rağmen, kendilerine karşı aynı güçte
cevap verme durumunda olan Varşova Paktı’na karşı, NATO’nun resmi stratejisi olması
yönünde başarıyla savunulmuştur. Bu doktrin yoğun olarak konvansiyonel kara güçleri
bulundurmayı öngörmekteydi. Güçlü kara güçleri ve ABD’nin nükleer gücü sayesinde de,
her türlü saldırıyı kolayca bertaraf etmeyi amaçlamaktaydı. Esnek Karşılık, 1962 yılında
Atina’da yapılan NATO Bakanlar Konseyi Toplantısı’nda McNamara tarafından Avrupalı
müttefiklerine anlatılmıştır.300
NATO’nun politikasına yönelik ABD’nin resmi görüşü, Topyekun Karşılık
stratejisinin artık geçerliliğini kaybettiği ve üye ülkelerin daha önceki yükümlülüklerini
tekrar hayata geçirmeleri yönünde olmuştur.301 Çünkü artık mevcut strateji ihtiyaca cevap
verme özelliğini kaybetmiştir. Ayrıca bu, sadece ABD’nin sorunu da değildir. SSCB hem
konvansiyonel ve hem de nükleer silahlarda güçlü konumdadır. Olası bir Sovyet saldırısı ve
global bir savaş, ABD topraklarından çok Avrupa topraklarında yaşanacaktır. Avrupa
devletlerinin kendi olanaklarıyla bu saldırılara karşı koyabilmeleri oldukça güçtür.
Dolayısıyla, ABD’nin ileri sürdüğü yeni strateji önerisini kabul etmek durumundadırlar.302
298Ibid., s. 209.
299Kai-Uwe von Hassel, “Organizing Western Defense”, Foreign Affairs, C. 43, No. 2, Ocak 1965, s. 209.
300Walter F. Hahn, “Nuclear Balance in Europe”, Foreign Affairs, C. 50, No. 3, Nisan 1972, s. 503.
301Henry A. Kissinger, “The Unsolved Problems Of European Defense”, Foreign Affairs, C. 40, No. 4, Temmuz 1962, s. 515-
516.
302Ibid., s. 518.
1962 yılının “4 Temmuz kutlamaları” sırasında Başkan Kennedy’nin
Philadelphia’da yaptığı konuşma, ABD ve Avrupa arasında gerçek işbirliğinin kurallarını
ortaya koymuştur. Bu önemli konuşmasında Başkan, müttefiklerinden, “karşılıklı bağımlılık
ilişkisine katılmalarını, dünya barışı ve özgürlükler için sorumluluk altına girmelerini”
istemiştir.303 Çünkü nükleer silahlar üzerinde herhangi bir kontrol henüz bulunmamaktadır
ve bu andan itibaren de, NATO üyeleri arasında ileri sürülen çözüm önerileri ile başa
çıkılması oldukça güç ve hatta zaman kaybından başka bir şey değildir.304
ABD, Avrupa kıtasında ulusal nükleer güçlere karşı çıkmaktadır. Çünkü
Avrupalılar, yakınlarındaki olası bir sorunla karşı karşıya kaldıklarında objektif düşünerek
karar veremeyeceklerdir. Bu nedenle de, ABD, kendisinden bağımsız bir nükleer güç
kullanımına kesinlikle karşı çıkmaktadır. Karşı tarafın gücüyle orantılı bir karşılık
verebilmek için, merkezi planlama ve daha büyük askeri güç bulundurmak gerekmektedir.
Bunun dışındaki her strateji, başarısızlıkla sonuçlanarak daha büyük sorunlara neden
olabilecektir.305 Nükleer silahların bir merkezden kontrolü üzerinde çok ciddi
düşünülmesini gerektirmektedir. Bölünmeler gerçekleşirse, bu durum, Atlantik ülkelerinin
siyasal birlikteliğine gölge düşürür.306
Esnek Karşılık, beraberinde bir “ara”yı (pause) da getirmekteydi. Yani, karşı
tarafın nükleer veya diğer hedeflere, sınırlı bir nükleer saldırısı durumunda, nükleer silahlar
hemen kullanılmayarak, araya bir pazarlık süresi (ara) bırakılacaktı. Bu süreden de bir
303Adenauer, op. cit., s. 65.
304Dean Acheson, “The Practice Of Partnership”, Foreign Affairs, C. 41, No. 2, Ocak 1963, s. 252.
305Henry A. Kissinger, “Strains on the Alliance”, Foreign Affairs, C. 41, No. 2, Ocak 1963, s. 277.
306Ibid., s. 279.
sonuç alınamazsa, karşı tarafın nükleer saldırısını genişletme niyetinin anlaşılması üzerine,
nükleer karşılıkta bulunulacaktı.307
4.1.2. 1960’lı Yıllarda NATO Birliği İçinde Yaşanan Sıkıntılar
1957 yılıyla birlikte başlayan gelişmelerden sonra, iki büyük devletin birbirlerine
verebilecekleri zarar, önceden tahmin edilemeyecek boyutlara dayanmıştır. Böylece, Batı
güvenliğinin dayanağını oluşturan kolektif güvenlik sisteminin stratejik temeli sarsılmış ve
Batı ittifakı adeta dağılma sürecine girmiştir. Çünkü ABD nükleer güce sahip olması
durumunu -NATO ülkelerinin ortak güvenliğinden çok- kendi güvenliği için kullanmıştır.
Zira bu yıllarda Batı ittifakındaki nükleer güç tamamen Amerika’nın tekelindeydi.308
1960’lı yılların ilk yarısında NATO birliği içinde, 1949-1960 yılları arasındaki
dayanışmanın giderek gevşediği ve genel olarak Batının durumunun zayıfladığı
görülmektedir. Çünkü, öncelikle, ABD’nin NATO içinde oynadığı merkezi ve önder rolü
giderek zayıflamaya başlamıştır. İkincisi, 1947 Truman Doktrini ile birlikte uygulanmaya
çalışılan “Çevreleme” politikası 1960’lardan sonra ilk anlam ve başarısını yitirmiş, soyut bir
kavram olarak kalmıştır. Nükleer stratejinin, giderek somutlaşmakta olan “dehşet
dengesi”nin kendine özgü kuralları gereği değişikliğe uğraması bu sonuçta önemli bir rol
oynamıştır. 1960’lardan itibaren aşama aşama ortaya çıkan “yumuşama” havası içinde,
NATO ortaklarını katı, kesin kalıp ve davranış biçimleri içinde tutmak, ABD için zor bir
politika durumuna gelmiştir.309 Atlantik’in iki yakası arasındaki işbirliği, bu zamana kadar
307Sander,Türk Amerikan İlişkileri, s. 212; Kissinger, “The Unsolved Problems...”, s. 521.
308Andre Beaufre, NATO And Europe (New York: Alfred A. Knopf Press, 1966), s. 42.
309Sander,Türk Amerikan İlişkileri, s. 197.
belli bir birikime ulaşmıştır. Ancak Yumuşama ve göreli denge durumunun ortaya
çıkmasından sonra, NATO’nun Avrupa kanadında, bu durumdan tedirginlik baş göstermeye
başlamıştır. Çünkü bu ülkeler ekonomik güçlerini yeniden kazanmışlar ve siyasal açıdan da,
öz güvenlerine kavuştuklarından, ABD’nin baskın konumuna karşı gelmek için
sabırsızlanmaktadırlar.310
Fransa Başkanı de Gaulle ve bazı Avrupalı devlet adamları, ABD’nin önerdiği yeni
stratejiyi kabul etmemişler, Topyekun Karşılık stratejisinden vazgeçilmesini istememişlerdir.
Onlara göre, Fransız askerleri, NATO’nun katkısına gerek duymadan, kendi savunmalarını
-gerekirse yedek askerlerinin de katkısıyla-, sağlayabilecek güven ve yeteneğe
sahiptirler.311
NATO üyesi ülkelerden bazıları, Avrupa savunmasının temelini oluşturan nükleer
silahlar ile gönderme araçlarının kullanılmasına -yoğun olarak- ABD ve İngiltere’nin karar
vermelerinden de, rahatsızlık duymaktadır. Bu görüşe sahip olanların; ABD’nin gereksiz
yere bu silahları kullanarak ve gerekli olduğu halde kullanmayarak, Avrupa’nın tahrip
olmasına neden olabileceği olasılığı nedeniyle, çifte korkuları bulunmaktadır. Bunun için en
iyi çözümün, stratejik planlama da dahil olmak üzere, Avrupa’da nükleer silahlarla ilgili her
karara bütün üyelerin katılımının sağlanması olduğunu düşünmektedirler.312
Fransa Başkanı de Gaulle, bir alternatif oluşturmaya çalışmaktadır. Ancak
Fransa’nın dışında kendisine destek bulamamıştır. ABD’ye karşı güvensizliğini arttırmış,
310Hahn, op. cit., s. 501.
311Fritz Erler, “The Basis of Partnership”, Foreign Affairs, C. 42, No. 1, Ekim 1963, s. 90.
312Ibid.
ancak ona karşı ciddi bir öneri de geliştirememiştir. Savaş sonrası Avrupası ulusüstü
(supranational) kurumlarına yönelik de, -kendi geleceklerine yönelik gelişmenin önünü
tıkama bahasına- şüphe ile yaklaşmıştır. Fakat eski moda milliyetçiliğe yönelmiş, o zamana
kadar sağlanan ilerlemeyi tehlikeye sokmuştur. Amacı, ABD’nin Avrupa devletleri
üzerindeki etkisini kırarak, Avrupa’da hegemonik bir güç konumuna gelebilmek
olmuştur.313
Sonuç olarak, geçen on yıl içindeki politikaları devam ettirmenin olanağı artık
kalmamıştır. Nükleer bolluk döneminde Avrupa’nın güvenliği ve savaş dışı durumunu
sürdürebilmek, Topyekun Karşılık stratejisiyle artık mümkün değildir. Avrupa’nın bölgesel
güvenliğini sağlayabilmek için, nükleer silahların etki ve gücünü arttırmak gerekmektedir.
Ancak bunu tamamen başarabilmek hem ekonomik hem de insan gücü olarak mümkün
değildir. Bu yüzden bölgesel direnme ve caydırmada başarılı olabilmek için, özellikle
konvansiyonel silahlarda güçlü olmak ve Avrupa savunmasını bu yöne çekmek
gerekmektedir.314 Bu da Avrupalılarda ve özellikle de Almanlarda bir korkuya neden
olmuştur. Çünkü Esnek Karşılık düşüncesi Avrupa topraklarında -ve özellikle de sorunlu
olan Almanya topraklarında- büyük çapta bir konvansiyonel savaş olasılığını gündeme
getirmektedir.315
Kissinger’a göre Avrupa’nın güvenlikle ilgili sorunlarını şu maddelerle
özetlememiz mümkündür: 1- Sovyetler Birliği kendi topraklarından Avrupa’nın her tarafını
313Theo Sommer, “For an Atlantic Future”, Foreign Affairs, C. 43, No. 1, Ekim 1964, s. 115.
314Kissinger, “The Search for...”, s. 547.
315Roger Morgan, “Washington And Bonn: A Case Study In Alliance Politics”, International Affairs, C. 47, No. 3, Temmuz
1971, s. 494.
tehdit edebilmektedir. Bu nedenle güvenliğini sağlamak için birlikler oluşturmasına gerek
kalmamıştır., 2- Hiç bir Avrupa ülkesi Sovyet baskısına karşı tek başına dayanacak güce
sahip değildir. Bunlar için güvenlik ve birlik ayrılmaz bir bütündür, 3- Tamamen savaş dışı
kalma bütün cazibesini ve stratejik anlamını yitirmiştir, 4- Avrupa’nın güvenliği sadece
Kuzey Amerika’dan yürütülemez, çünkü artık, Topyekun Karşılık saldırganın tehditkar
davranışlar takınmasını engelleyemez duruma gelmiştir. Bu yüzden, NATO birliğini
oluşturan ülkeler, birliğin gücüne sıkıca sarılmalı ve ortak hareket etmelidirler.316
4.2. Çok Taraflı Güç (MLF)
NATO’da yaşanan sıkıntılar sonucu, siyasal görüş ayrılıklarını gidermek ve Atlantik
birliğinin değerinin düşmesini engellemek üzere ABD, Avrupalı ortaklarına, Çok Taraflı
(Nükleer) Güç (Multilateral Force-MLF) adı ile bir öneride bulunmuştur. Bu öneri, askeri
bir amaçtan çok, siyasal nitelikteydi. Çünkü; -nükleer bir savaş başlatma kararına katılmayı
da içeren-, stratejik kararlar üzerinde, Avrupalıların katılımını sağlayarak, var olan
hoşnutsuzlukları gidermeyi amaçlamaktaydı. Özellikle de, -bağımsız ve ulusal stratejik
güçlerin kurulması gerektiğini ileri süren- de Gaulle’ü, yalnız bırakmayı
hedeflemekteydi.317
Avrupalılara getirilen MLF önerisi; Polaris füzeleri ile donatılan denizaltı ve su
üstü gemilerinin yapılandırılması ile ilgili idi. Buna göre üye ülkeler -ABD’nin kontrolü
altında-, mürettebatı ve giderlerini ortak karşılayacaklar, nükleer silahları ise ABD
316Kissinger, “The Search for...”, s. 548.
317Robert Strausz-Hupe, “The Crisis of Political Leadership”, NATO in Quest of Cohesion, Karl H. Cerny ve Henry W. Briefs
(der.) (New York, Washington, London: Hoover Institution Publications, 1965), s. 145.
sağlayacaktı. Nükleer silahların kullanımına karar verme yetkisi üzerinde, -devam etmekte
olan sorunun çözümü ile ilgili-, gerçekçi bir yaklaşım ise, içermemekteydi.318
ABD’nin önerdiği MLF’nin arka planında, nükleer silahlar üzerindeki Amerikan
denetiminin devam etmesi yatmaktadır. ABD hem nükleer kontroldeki tekelini ve hem de
müttefikleri ile sıkı askeri işbirliğini devam ettirerek, statükoyu korumayı hedeflemiştir.
MLF ile görünüşte müttefiklerine nükleer kararlara katılma hakkı verirken, gerçekte nükleer
silah kullanma kararını, nihai olarak ABD’ye bırakıyordu. Bu öneriye Federal Almanya
dışındaki NATO üyeleri sıcak bakmamıştır.319
NATO’nun Avrupalı üyelerinin çoğunluğu, nükleer silahların yayılmasından
kaçınmışlardır. Çünkü MLF Stratejisi, en iyi ikinci seçenek konumunda kabul edilmiştir.
Çünkü hangi silahların ne oranda ve ne zaman kullanılacağına, üyelerin ortak karar
vermeleri istenmiştir. Güvenliklerini ilgilendiren kararları sadece ABD’ye bırakmak işlerine
gelmemektedir. Sorunların halledilebilmesi için, ortak bir çözümün bulunmasından yana
olmuşlardır. Onlara göre, Atlantik ile Avrupa arasında bir köprü oluşturulacaksa, bu,
birbirinden bağımsız iki direk üzerine kurulmamalı, bu iki direk arasında karşılıklı
bağlantıların sağlanması gerekmektedir.320 Siyasal danışma (political consultation) ittifakın
devamı ve güçlenmesi için en önemli faktördür. Aslında üye devletlerin kendilerini iyi
hissetmeleri ve toprak bütünlüklerine yönelik yakın tehdit durumunda, karşılıklı danışma,
ittifakın olmazsa olmaz şartıdır. Bu karşılıklı görüş alış-verişleri ve tartışmalar, sadece
318Friedrich Ruge, “The Need for a Common Nuclear Strategy”, NATO in Quest of Cohesion, Karl H. Cerny ve Henry W.
Briefs (der.) (New York, Washington, London: Hoover Institution Publications, 1965), s. 210.
319Sander,Türk Amerikan İlişkileri, s. 211-212.
320Fritz Erler, “The Alliance And The Future of Germany”, Foreign Affairs, C. 43, No. 3, Nisan 1965, s. 442-443.
değişik görüşlerin tartışıldığı bir platform olmamalı, aynı zamanda -görüş ve
değerlendirmeler- uyumlaştırılarak, üzerinde anlaşılan ve yararlanılan bir yol haline
gelmelidir.321
4.2.1. Fransa İle Yaşanan Görüş Ayrılıkları (1966)
Yukarıda da incelediğimiz gibi, 1960’lı yıllar NATO üyeleri arasında yoğun
tartışmaların yaşandığı yıllar olmuştur. 1966 yılında Fransa’nın NATO’nun askeri
kanadından çekildiğini açıklaması, bu tartışmaların doruk noktasını oluşturmuştur. En
önemli üyelerinden birisinin aktif katılımından yoksun kalsa da, NATO yaşamaya devam
etmiştir. Birlik, 1967 yılında, üyeler arasında yaklaşık altı yıldır devam eden kavgadan
sonra, tekrar -sözde- uyumlu durumuna geri dönmüştür. Bu tarihte NATO, Esnek Karşılık
stratejisini kabul etmiştir.322
General de Gaulle’ün Fransa’yı NATO’nun askeri kanadından çekip alması,
Fransız temsilcilerin Kuzey Atlantik Konseyi’nde yer alamayacağı, NATO’nun askeri
politikalarına ve komuta kademesine de katılamayacağı sonuçlarını doğurmuştur. Bu durum
NATO’nun klasik ittifak ilişkileri içinde olduğu, entegrasyonu hedeflemediği anlamına
gelmektedir.323
De Gaulle, ABD’nin taraf olabileceği bir çatışmada, otomatik olarak bu çatışmaya
katılmak durumunda kalmaktan çekindiği için, bu kararı vermiştir. Böyle bir karar,
321Ersin Onulduran, “Political Consultation in NATO”, The Turkish Yearbook of International Relations, Vol. XX, 1980-
1981, s. 217.
322Hahn, op. cit., s. 505.
323François de Rose, “Inflexible Response”, Foreign Affairs, C. 61, No. 1, Güz 1982, s. 145.
Fransa’nın yaşamsal çıkarlarını içermese bile, yükümlülüklerini yerine getirmek
zorunluluğundan kaçması anlamına gelmektedir.324
De Gaulle, daha Fransa NATO’nun askeri kanadından çekilmeden, ABD’nin
uyguladığı politikalara karşı olduğunun bir örneğini 4 Şubat 1965 tarihinde yaptığı basın
konferansında vermiştir. De Gaulle, Almanya sorununun bir “Avrupa sorunu” olduğunu
ileri sürmüş ve bu sorunun çözümünün de, Avrupa’dan geçtiğini söylemiştir. Yani bu sorun
ne ABD’yi ne de SSCB’yi ilgilendirmektedir, bu sorunun muhatapları Avrupalı
devletlerdir.325
4.3. Esnek Karşılık Stratejisinin Resmen Kabulü (1967)
Yeni teknolojik gelişmelere paralel olarak ABD, hayati çıkarları söz konusu
olduğunda, güvenliğini nükleer silahlarla koruyacağı, diğer durumlarda da savunmanın,
klasik silahlarla yapılacağı bir doktrinin geliştirilmesini istemekteydi. İşte “Esnek Karşılık”
doktrininin dayandığı temel budur. Bu strateji ile, bir saldırıya hemen nükleer silahlarla
cevap verme yerine, “tırmanma” yoluyla, karşı tarafa nükleer bir darbeye uğrayacağı
olasılığını tehdit olarak gösterme ve tırmanmanın kontrol dışı bir gelişmeye neden olmasının
önüne geçme hedeflenmiştir.326 Ayrıca Batı birliği tarafından 1960 yılından sonra, nükleer
sorumluluğu paylaşma sorunu ortaya atılmış ve bu sorumluluğu dağıtacak bir çözümün
geliştirilmesi gerektiği üzerinde durulmuştur.327
324Ibid.
325Erler, “The Alliance And...”, s. 440.
326Sander,Türk Amerikan İlişkileri, s. 210-211.
327Beaufre, op. cit., s. 43.
ABD, NATO’nun gereksinim duyduğu konvansiyonel gücü, -kendi desteği ile
birlikte-, büyük çapta Avrupalı ortaklarının sağlamasını öngörmüştür. Fakat ABD’nin
nükleer gücüne güvenen Avrupalılar, -bu isteği göz ardı ederek-, silahlanma çabalarını
yavaşlatmışlardır. Ayrıca, Topyekun Karşılık stratejisi, -resmen belirtilmemesine karşın-,
ABD’nin nükleer üstünlüğünü uzun süre koruyacağı varsayımına dayandırılmaktaydı.
SSCB’nin bu silahlarda sağladığı hızlı gelişme, değinilen varsayımın da yanıldığını
göstermiştir.328
NATO’nun bölgesel (sınırlı) savaşlara yönelik görüşleri de, 1957 yılıyla birlikte
değişmeye başlamıştır. Bu yılın Ocak ayında, ilk olarak, Avrupa’daki ABD kuvvetleri ve
NATO Komutanı General Lauris Norstad, konuyla ilgili görüşlerini açıklamıştır. Norstad, o
yıllarda NATO’da kullanılan “kılıç-kalkan” ifadelerinin taşıdığı anlam ve görevlerin ne
olduğunu tanımlamıştır. Bu tanıma göre, “NATO’nun kalkanı”, deniz, kara ve hava
kuvvetlerinin konvansiyonel gücü idi. Taktik nükleer silahlarla desteklenmiş olan kalkan
kuvvetlerinin, olası genel bir savaşta üç görevi bulunmaktaydı. Bunlar; birincisi, nükleer
silahların caydırıcı gücünü destekleyecek ve saldırgana göre, Batı savunmasını
güçlendirecekti. İkincisi, eğer düşman bütün tehditlere rağmen caymamışsa, Sovyet
ordularının Avrupa’yı ve bu nükleer üsleri ele geçirmesi engellenecekti. Üçüncüsü ise,
Sovyetlerin sınırlı hareketleri karşısında, tek çare nükleer güç kullanmak ise, bu hareketlere
sınırlı karşılık verilebilecekti. Eğer bu davranışlara “nükleer savaş çıkmasın” diye karşılık
verilmezse, Sovyetler, yavaş yavaş amaçlarını gerçekleştirebilirlerdi.329
328Turan, op. cit., s. 22.
329Ibid., s. 23-24,
Norstad, NATO’nun emrindeki konvansiyonel güçlerin sayılarının arttırılmasını
istemiştir. Bu güçler bazı nükleer silahlara da sahip olmalıydı. Fakat nükleer silahları
kullanma kararını ABD vermeliydi. Norstad’ın isteklerine uyan NATO Askeri Komisyonu,
Mc-70 adlı bir plan önermiştir. Bu plana göre, NATO emrinde, her an harekete hazır 30
tümen bulunmalıydı. Bu hazır tümenler, “İleri Hat Stratejisi” (Forward Base Strategy)
denilen bir anlayışla, Doğu-Batı sınırına yakın yerlerde bulunacak ve olası bir saldırıyı
sınırda karşılayacaklardı.330
Norstad’ın görüşlerini de dikkate alan NATO Bakanlar Konseyi, 13-14 Aralık 1967
tarihinde yaptığı toplantılardan sonra, NATO’nun resmi stratejisi olarak Esnek Karşılık’ı
kabul etmiştir.331
4.4. Nükleer Denklik Dönemi ve Nükleer Silahların Sınırlandırılması Çabaları
ABD, SSCB ve İngiltere temsilcileri arasında 15 Temmuz - 5 Ağustos 1963 tarihleri
arasında Moskova’da yapılan görüşmelerden sonra, üç devlet arasında “Nükleer
Denemelerin Yasaklanması Antlaşması” (Test Ban Treaty) imzalanmıştır. Bu antlaşmanın
imzalanması, iki süper güç arasında yapılan ilk nükleer antlaşma olması bakımından
önemlidir. Bu antlaşma ayrıca Bloklar arasında yaşanmaya başlayan Yumuşama’nın da
temel taşlarındandır.332
İkinci Dünya Savaşı’yla birlikte ABD’nin büyük çaptaki silahlanmasına bir tepki
olarak Sovyetler Birliği de ICBM güçlerinde artırıma gitmiştir. Çünkü o yıllardaki ABD
330Ibid., s. 24.
331NATO Belgeler, s. 225.
332Gönlübol, Uluslararası Politika, s. 488-489.
politikası ilk hamleyi yapmayı hedefleyen bir seyir izlemesi nedeniyle Sovyetler Birliği’ne de
bu yarışa girme dışında bir seçenek bırakmamıştır. Sovyetler Birliği füze sayısında bir
artırıma gidince ABD yeniden hamle yapma ihtiyacı hissetmiştir. Sonuçta ABD, Sovyetler
Birliği’nin kendisiyle eşit konuma gelmesi riskini göze almaması ve daha fazla füze üretme
yoluna gitmesiyle, içinde bulunduğu tehlikenin boyutlarını büyütmekten başka bir şey
yapamamıştır. Çünkü Sovyetler Birliği’nin tepkisinin kaçınılmazlığı dikkate alındığında,
ABD’nin ne kadar füze üretirse üretsin, daha az güvende olacağı da bir gerçeklik olarak
ortaya çıkmıştır. 1960’ların sonlarında gerekenden çok büyük boyutlarda ve sayıdaki
ICBM’ler nedeniyle her iki taraf da amaçladıkları güvenlikten çok uzaklaşmışlardır.
4.4.1. Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri
Stratejik silahların sınırlandırılması görüşmeleri, iki süper gücün, aralarında
oluşturulmuş olan uluslararası ilişkileri, stratejik nükleer denge üzerine oturtma konusunda
anlaşmaları anlamına gelmektedir. Avrasya’nın geniş coğrafyasının Batı ucunda bulunan
Avrupa’nın güvenliği, ABD’nin sahip olduğu nükleer silahları, -gerekli olduğunu
düşündüğü ve istediği durumlarda- kullanması anlamına gelmekteydi. Ayrıca ABD ve SSCB
arasındaki, Avrupa’nın sorunlarını da içeren bu görüşmeler, Avrupalıların katılımı olmadan
gerçekleşmiştir. Yani, güvenlik temelinde gerçekleşen görüşmeler, NATO üyeleri dışarıda
bırakılarak yapılmıştır. Bu durum, hem ABD’nin ve hem de SSCB’nin, Avrupalılara
güvenmedikleri sonucunun ortaya çıkmasına da neden olmuştur.333
Bu görüşmelerden sonra Avrupalılara, ABD ile kurdukları stratejik ortaklık sonucu
iki türlü düşünme olanağı ortaya çıkmıştır. Buna göre birincisi, iki süper güç arasında
333Andrew J. Pierre. “Can Europe’s Security Be ‘Decoupled’ From America?”, Foreign Affairs, C. 51, No. 4, Temmuz 1973, s.
762.
oluşan nükleer dengeden kaygı duydukları taktirde kendilerini güvensiz ve korku içinde,
ikincisi, bu stratejik duruma güvenmeleri durumunda ise, güvenlikte hissedeceklerdir.334
Stratejik nükleer silahların sınırlandırılması gerektiği düşüncesini 1964 yılında, ilk
öneren ABD’dir. Fakat taraflar, 1969 yılına kadar görüşme masasına oturamamışlardır. Bu
görüşmeler, 17 Kasım 1969 tarihinde Helsinki’de başlamış, Helsinki ve Viyana’da yapılan
toplantılar sonucunda, stratejik nükleer silahları sınırlandıran antlaşma (SALT-I) 26 Mayıs
1972’de Moskova’da imzalanmıştır. İmzalanan metin üç tanedir: Bunlar, Füze savar Füze
Sistemlerinin Sınırlandırılmasına İlişkin Anlaşma (Anti Ballistic Missile Treaty-ABM),
Stratejik Saldırı Silahlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Geçici Antlaşma (Interim Offensive
Agreement) ve geçici antlaşmada değinilen nükleer denizaltılarda bulundurulacak füze
sayısını belirleyen protokoldür.335
SALT-I görüşmeleri sırasında Avrupa’da, iki ayrı görüşme daha yapılmaktaydı.
Bunlar; “Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı” ve “Karşılıklı ve Dengeli Güç İndirimi”
(MBFR) görüşmeleridir. Karşılıklı ve Dengeli Güç İndirimi görüşmeleri NATO’nun
girişimi ve isteği üzerine başlatılmıştır. Bu çalışmalar, 1968 yılında başlatılmış ve aynı yıl
NATO Bakanlar Konseyi’nin Reykjavik’te (İzlanda) yaptığı görüşme sonunda bir bildiri
yayınlanmıştır. Yayınlanan bildiride, Doğu ve Batı bloklarının Avrupa’daki askeri
güçlerinde karşılıklılık şartına dayanan, zaman ve kapsam bakımından dengeli yapılmasını
öngördükleri indirimleri kapsamaktaydı. Fakat NATO’nun bu girişimi Helsinki
Konferansı’nın (AGİK) başlamasına kadar, Doğu Bloku tarafından olumlu karşılanmamıştır.
334Ibid., s. 777.
335Gönlübol, Uluslararası Politika, s. 495-497.
Çünkü bu öneriler, özellikle Orta Avrupa ülkelerini kapsamakta ve konvansiyonel silahlarda
indirim ve sınırlandırma yapılmasını öngörmekteydi. Bu bölgede Doğu Blokunun Batı
Blokuna göre daha güçlü olması nedeniyle, Doğu Bloku ülkeleri kuşku ile yaklaşmışlardır.
Bu yüzden, MBFR çalışmaları, Ekim 1973 tarihinde Viyana’da başlayabilmiştir.336
MBFR çalışmalarında, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra nükleer silahlarda yaşanan
gelişmelerin gölgesinde kalan konvansiyonel silahlarla ilgili düzenlemelere de yer
verilmiştir. Çalışmalara katılan ülkelerin (ABD, Kanada, İngiltere, Federal Almanya,
Belçika, Hollanda, Lüksemburg, karşı tarafta da; SSCB, Demokratik Almanya,
Çekoslovakya ve Polonya) sayısındaki fazlalık ve konularının çok geniş ve teknik olması
nedeniyle, elde edilmesi düşünülen gelişmeler, yavaş yavaş gerçekleştirilebilmiştir. Bununla
birlikte silahlarda sağlanması düşünülen indirimler istenen düzeyde gerçekleşememiş, ancak
ilerdeki gelişmelere önemli katkılarda bulunmuştur.337
SALT-I çalışmalarının olumlu sonuçlarının alınması üzerine, iki süper devlet 21
Kasım 1972 tarihinde, Cenevre’de SALT-II görüşmelerine başlamışlardır. Görüşmelerde
yaklaşık iki yıl bir ilerleme sağlanamamıştır. 1973 yılında Washington’da yapılan zirve
toplantısında, iki ülkenin liderleri stratejik saldırı silahlarının niteliksel ve niceliksel
yönlerinde durulması konusunda görüş birliğine ulaşınca, SALT-II görüşmeleri ivme
kazanmıştır. 1974 yılının Haziran ve Temmuz aylarında Moskova’daki zirve toplantılarında
ise, sürekli bir antlaşma yerine 1985 yılına kadar geçerli olacak bir antlaşma yapılması
konusunda görüş birliğine ulaşılmıştır. SALT-II görüşmelerindeki asıl ilerleme ise, ABD
336Ibid., s. 506-507.
337Ibid., s. 508-510.
Başkanı Ford ile SSCB lideri Brejnef arasında Vladivostak’ta yapılan görüşmelerde
sağlanmıştır. 24 Kasım 1974 tarihinde yayınladıkları bir ortak bildiride, SALT-II
çalışmalarının temel ilkelerini açıklamışlardır. Buna göre, taraflardan her biri en çok 2400
tane stratejik saldırı araçlarına sahip olabileceklerdir. Ortak bildiride ayrıca, havadan
fırlatılan füzelerden sadece 600 kilometreden daha uzun menzilli olanlar, stratejik saldırı
silahlarından sayılacaktır. Sonuçta, ilk kez iki taraf belli bir üst sınır üzerinde anlaşma
sağlamışlardır. SALT-II Antlaşması, 15-18 Haziran 1979 tarihleri arasında Leonid Brejnef
ve Jimmy Carter arasında, Viyana’da yapılan toplantı sırasında imzalanmıştır. Ancak
SSCB’nin 25 Aralık 1979 tarihinde Afganistan’a girmesi üzerine, Sovyet-Amerikan
ilişkilerinde ortaya çıkan gerginlik nedeniyle, ABD Senatosu’nda görüşülememiştir.338
ABD Senatosu bu antlaşmayı uzun süre göz ardı etmiştir. Geçerlilik süresinin dört
yıl gibi oldukça kısa tutulması nedeniyle, bu antlaşmayı bir anlamda atlamış ve SALT III
müzakerelerine hazırlanmaya başlamıştır. Böylece bu antlaşma ile sağlanması düşünülen
stratejik güvenlik amacına ulaşamamıştır.339
1979-1982 yılları arasında, SSCB-ABD ilişkileri Yumuşama’nın (detente) olumlu
havasından uzaklaşmış ve Soğuk Savaş yıllarını hatırlatan bir gerginlik içine girmiştir. 30
Haziran 1982 tarihinde taraflar tekrar bir araya gelerek, Stratejik Silahların Azaltılması
Görüşmeleri’ne (Strategic Arms Reduction Talks-START) başlamışlardır. Bu görüşmeler
338Gaddis, The United States and..., s. 60.
339Paul H. Nitze, “Strategy in The Decade of the 1980s”, Foreign Affairs, C. 59, No. 1, Güz 1980, s. 94.
büyük bir gizlilik içinde sürdürülmüş ve sonunda, Aralık 1983 tarihinde SSCB görüşmelere
devam edemeyeceğini bildirmiştir.340
1984 yılına gelindiğinde Avrupa aktif çarpışmaların yapılmadığı tek kıta olma
özelliğini taşımaktaydı. Dünyanın diğer bölgelerinde çoğunluğu Soğuk Savaş ile, siyasal ya
da dinsel ideoloji ile ilgisi bulunmayan savaşlar yapılmaktaydı. Güney-Doğu Asya’da Çin-
Vietnam, Vietnam-Kamboçya, Ortadoğu’da İran-Irak, Arap-İsrail, Lübnan iç savaşı gibi çok
sayıda çatışma yapılmaktaydı. Bu savaşlarda kullanılan silahların kaynağı ise, ABD ve
SSCB idi.341
Kasım 1984’te Ronald Reagan ikinci dönem ABD Başkanı olduktan sonra SSCB ile
daha yakın ilişkiler kurulacağı ve silahların kontrolü adına olumlu gelişmelerin
gerçekleştirileceği umutları ortaya çıkmıştır. Gorbaçov’un da sıcak yaklaşımı sonrasında
Ocak 1985’te Cenevre’de taraflar bir araya gelerek, nükleer silahlarda %50 indirime
gidilmesi, Sovyet ve Amerikan orta menzilli füzelerinin Avrupa’dan sökülmesi, on yıl
içinde tüm balistik füzelerin imhası ve Stratejik Savunma Girişimi’nin (Strategic Defense
Initiative-SDI) genişletilmesi gündeme gelmiş ancak herhangi bir anlaşmaya
ulaşılamamıştır.342 Reagan nükleer bir “Pearl Harbor” baskınından çekindiği için
silahların denetimi görüşmelerinde, saldırı silahlarının tamamen ortadan kaldırılması ve eğer
340Gönlübol, Uluslararası Politika, s. 516-519.
341Ambrose, op. cit., s. 271.
342Cohen, op. cit., s. 230, 237.
bu sağlanamazsa onun yerine savunma amaçlı silahların geliştirilmesi için SDI’nın
uygulamaya konulması görüşü üzerinde ısrar etmiştir.343
1987 yılında SSCB ve ABD arasında nükleer silahlarla ilgili görüşmelerde bir artış
yaşanmıştır. Temmuz ayında Sovyetler Birliği ABD’nin de hemen kabul ettiği yeni bir
öneride bulunmuştur. Buna göre, Tüm ABD ve Sovyet kısa ve orta menzilli füzeleri elimine
edilecektir. Aralık 1987 tarihinde Washington’da yapılan bir zirve sonrasında Reagan ve
Gorbaçov Ortadüzey Nükleer Güç (Intermediate Nuclear Force-INF) antlaşmasını
imzalamışlardır. Bu antlaşmaya göre tüm kısa ve orta menzilli füzeler yok edilecek ve
silahların bulunduğu yerlerde de karşı tarafın kontrolüne olanak sağlayacak bağımsız bir
sistem oluşturulacak, böylece tarafların birbirlerini yerinde denetlemesi mümkün olacaktır.
Bu antlaşma sembolik anlam taşımaktadır. Çünkü tarafların uzun menzilli füzelerinde
herhangi bir kısıtlama öngörmemektedir. Ancak her şeye rağmen sembolik bile olsa çok
önemli bir gelişmeye, her iki tarafın da nükleer kapasitelerinde bir indirime gitmelerine
neden olmuştur.344
4.5. 1980’lerde Yaşanan Gelişmeler ve Esnek Karşılık Stratejisi Üzerindeki Etkileri
Avrupalılar, 1980’li yıllara -Soğuk Savaş’ın başlamasından sonra ilk defa-
kıtalarındaki barış durumunu koruma adına derin kaygılarla girmişlerdir. Çünkü bu yıllara
girerken yaşanan gelişmeler yeni bir dünya savaşının çıkma olasılığını gündeme getirmiştir.
Avrupa ülkelerinin çoğu savunma programlarında ve harcamalarında durgunluk
yaşamaktaydılar. Bu nedenle, 1980’lerde ortaya çıkan yeni tehditlerle yüz yüze
343Ambrose, op. cit., s. 293-294.
344Ibid., s. 305.
kaldıklarında, genel bir hoşnutsuzluk baş göstermiş, buna rağmen şu sorulara da cevap
bulmak durumunda kalmışlardır: 1980’lerdeki yeni siyasal ve stratejik gerçekler, mevcut
Avrupa güvenlik sistemine nasıl adapte edilecek? Avrupalılar kendi güvenliklerini nasıl
sağlayabilirler? Avrupa güvenlik düzenlemesi, NATO ittifakına olduğu kadar Avrupa
savunma işbirliğine, bir bütün olarak nasıl uydurulabilir?345
4.5.1. 1980’lerin İlk Yarısında Yaşanan Gelişmeler ve Avrupa Güvenliği
SSCB’nin Afganistan’a girmesi, Ortadoğu ve Afrika’da yaşanan gelişmeler
dolayısıyla, 1980’lere girerken NATO, Batı Avrupa savunması ile ilgili güvenlik
önlemlerini gözden geçirmek durumunda kalmıştır.346
1970’ler Doğu ile Batı arasında yaşanan Yumuşama (detente) nedeniyle, büyük
umutlarla başlamış ve Avrupa’daki var olan düzenin korunmasına neden olmuştu. 1972
Kasım’ında imzalanan SALT I antlaşması ile iki blok arasında nükleer bir savaşın çıkma
olasılığı çok zayıflamış ve sadece teorik olarak varlığını sürdürmüştür. Silahların kontrolü
ile sağlanan nükleer denge sayesinde, Avrupa barışı güvence altına alınmıştı. Böylece
Avrupa, tarihindeki en uzun barış dönemini yaşamıştır. Bu dönemde Asya, Afrika ve Latin
Amerika’da yüzden fazla savaş patlak vermiştir.347
1980’lere girerken ise, Avrupa savunması üç yeni gerçeğin oluşturduğu kritik
durum ile şekillenmeye başlayacaktır: Birincisi, 1979 yılı Aralık ayında Sovyetler Birliği’nin
Afganistan’a saldırmasıyla, süper güçler arasında ortaya çıkan kriz, Doğu-Batı ilişkilerinin
345Pierre Lellouche, “Europe And Her Defense”, Foreign Affairs, C. 59, No. 4, İlkbahar 1981, s. 813-814.
346Nitze, op. cit., s. 98.
347Karl Kaiser, Georg Leber, Alois Mertes ve Franz-Josef Schulze, “Nuclear Weapons And The Preservation of Peace”,
Foreign Affairs, C. 60, No. 5, Yaz 1982, s. 1159.
genel havası üzerinde büyük etkiler oluşturmuştur. Bu durum Avrupa ülkelerinin
Yumuşama ile ortaya çıkan güvenlik politikalarını sorgulamalarına neden olmuştur. 1980
yazında ortaya çıkan Polonya krizi ise, Yumuşama dönemini aşındırmaya başlamış ve
Sovyetler Birliği’nin Orta Avrupa’da tekrar bir müdahalede bulunabileceği olasılığını
arttırmıştır.348 Polonya krizi ayrıca 1981 yılında uzun süre gündemi işgal etmiştir. Bu
ülkedeki siyasal ve kurumsal değişiklikler, komünist sistem içinde Çin ve SSCB arasındaki
ayrılıktan sonraki en önemli gelişmedir. Çünkü bu yıllarda komünist sistemin zayıfladığı,
bununla birlikte iç ve dış siyasal sorunların da başladığının işaretçisi olmuştur.349
İkincisi, askeri ve stratejik açıdan bakıldığında, Afganistan olayı sonrasında, iki
blok arasında sağlanmış olan nükleer dengenin uzun süreli olamayacağı ve iki süper güç
arasında silahlanma yarışının tekrar başlaması olasılığını arttırmıştır. 350 Aynı zamanda
Avrupalılar, -nükleer denge sayesinde- sahip oldukları güvenlik ve iç istikrarın da
sarsılabileceğinden kaygılanmaya başlamışlardır.351 Nükleer dengenin bozulmaması için,
bu silahları “öncelikli kullanmaktan kaçınma” (no-first-use) önerisi ortaya atılmıştır. Bu
öneriye göre, taraflar böyle bir yüküm altına girerlerse Avrupa’da çıkabilecek son
yüzyıldaki üçüncü büyük savaşın da önüne geçeceklerdir.352 Böyle bir stratejinin
seçilmesiyle savaşların önlenebileceğini hedeflemek, bir hayalden ibarettir. Çünkü bir
348Lellouche, op. cit., s. 814-815.
349William G. Hyland, “U.S.-Soviet Relations: The Long Road Back”, Foreign Affairs, C. 60, No. 3, Özel Sayı 1982, s. 544.
350McGeorge Bundy, George F. Kennan, Robert S. McNamara ve Gerard Smith, “Nuclear Weapons And The Atlantic
Alliance”, Foreign Affairs, C. 60, No. 4, İlkbahar 1982, s. 765.
351Lellouche, op. cit., s. 815.
352Bundy, Kennan, McNamara ve Smith, op. cit., s. 767.
ateşkes yapılacaksa, bunu sadece nükleer silahları değil, konvansiyonel silahları da
kullanmaktan kaçınarak gerçekleştirmek mümkündür.
Son olarak, daha geniş bir jeo-stratejik açıdan bakıldığında, Afganistan saldırısı,
Sovyetler Birliği’nin Etiyopya ve Yemen üzerinde baskı kurmasına ve böylece Avrupalıların
petrol ihtiyaçlarının %60’ını sağladıkları Basra Körfezi’nin, stratejik haritasının da
değişebileceği olasılığına dikkatleri çekmiştir. Sonuçta, bölgeye, Batılı deniz güçlerinin
gönderilmesi durumunu gündeme getirmiştir. Bu ise geleneksel Avrupa sahnesinin dışındaki
bir bölgede, Doğu ile Batının cepheleşmesi sonucunu ortaya çıkarmaktadır.353
Ortadoğu’da SSCB ile yaşanan bu gelişmelerden sonra, ABD “Carter
Doktrini”354ni resmen uygulamaya koymuştur. 1980’de İran ile Irak arasında patlak veren
savaş, 1979’daki İran İslam Devrimi’nden sonra, petrol fiyatlarında ikinci kez aşırı
yükselmeye neden olmuştur. Ortadoğu petrollerine bağımlı olan Avrupa ülkeleri ise,
güvenliklerinin sağlanmasının sadece Avrupa kıtasının güvenliği ile yeterli kalmadığı,
hammadde ve enerji kaynaklarının bulunduğu (özellikle Ortadoğu ve Afrika) bölgelerini de
içerdiği gerçeğinin farkına varmışlardır.355
353Lellouche, op. cit., s. 816.
354Carter Doktrini, ABD Başkanı Jimmy Carter’ın 1980’deki yıllık konuşmasında, Basra Körfezi’ne yapılacak bir saldırının
ABD’nin yaşamsal çıkarlarına yapılmış bir saldırı olarak değerlendireceği ve askeri önlemler de dahil her türlü önlemi
alacaklarını açıkladığı doktrindir. Funda Keskin, “ABD Başkanlarının Ünlü Doktrinleri”, Türk Dış Politikası: Kurtuluş
Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, C. I, 5. Baskı, Baskın Oran (der.) (İstanbul: İletişim Yayınları, 2002),
s. 527.
355Lellouche, op. cit., s. 816-817.
4.5.2. 1980’lere Girerken NATO’nun Stratejisi Üzerinde Görüş Ayrılıkları
NATO kurulduğundan beri, nükleer silahların kullanımına yönelik uygun strateji
seçimi, tartışma konusu olmuştur. Bu problemlerin tartışmaya açılması ve kuruluşu gereği
demokratik ilkeleri benimseyen ittifakın üye ülkelerle bu konuları konuşması normaldir.
1980’lerin başlarında yaşanan gelişmeler üzerine, Nükleer silahların neden olabileceği
tehlikenin farkında olan NATO üyeleri, kaygılanmaya başlamışlardır. NATO’nun
yürürlükteki stratejisi olan Esnek Karşılık, herhangi bir düşmanın, -kendisine yönelik
caydırma ve böylece hesaplanamayan sonuçların çıkmasına neden olabilecek- bir saldırısına
karşı cesaretini kırmayı hedeflemektedir. Ayrıca bu strateji, çatışmanın önlenmesine yönelik
kriz yönetimi araçlarını geliştirmeyi de amaçlamaktadır. Doktrinin caydırıcı etkisi şu üç
dayanağa sahiptir: 1- Herhangi bir tehdit veya saldırıya maruz kalmaları durumunda bütün
üye ülkelerin siyasal kararlılıkları, 2- her türlü saldırıya karşı etkili hareket etme yeteneğine
sahip olması, ve 3- nükleer veya konvansiyonel karşı koyma esnekliğidir.356
NATO 1979 yılı Aralık ayında “ikili yaklaşım” (twin-track/ double-track/ dual-
track/ two-track) kararını kabul etmiştir. Bu karar, kendi içinde bir tezadı
bulundurmaktadır. Çünkü, iki süper güç aynı anda Avrupa’ya, -karşılıklı- orta menzilli
nükleer füzeler yerleştirirlerken, bir yandan da Avrupa’daki nükleer silahların
sınırlandırılması üzerinde görüşmüşlerdir. Bu yaklaşım hem SSCB’den artarak gelen nükleer
tehdide aynıyla karşılık verme ve hem de NATO’nun Sovyet stratejilerini değiştirecek
stratejilere sahip olmadıkça, silahların kontrolüne yönelik görüşmeler yapmasının yararsız
356Kaiser, Leber, Mertes ve Schulze, op. cit., s. 1157-1158.
olduğu gerçeğini ortaya çıkarmıştır.357 Çünkü, önceki daha uzun menzilli nükleer füzelerin
yerine, orta menzilli nükleer füzelerin değiştirilmesi, Avrupalılarda, ABD’ye olan güvenin
azalmasına yol açmıştır. Çünkü, uzun menzilli füzelerin orta menzilli olanlarla
değiştirilmesi, hedeflerin de değiştiği ve Avrupa’nın eskisinden daha çok risk altına
sokulduğu biçiminde değerlendirilmiştir.358
Batı Avrupa ülkelerinin kendi güvenliklerine yaklaşımları ABD’den farklılıklar arz
etmektedir. Onlara göre, Kuzey Atlantik birliğinin eskimiş kuralları, gerçek ve algılanabilir
ilgi alanlarının farklılığını yeterince tanımlayamaz. Bunlar arasında, ticaret ile, değerlerle
ilgili farklılıklar bulunmaktadır. Ayrıca ABD’nin SSCB ile global güç ve etki mücadelesine
yönelik yükümlülük altına girmesi, başlı başına bir farklılık oluşturmaktadır. Bunlardan
daha önemlisi, NATO’nun çekirdeğini oluşturduğu Batı Avrupa’nın güvenliği üzerinde,
farklılıklar bulunmaktadır. Şöyle ki, temelde Atlantik Birliği Sovyet tehditlerine karşı Batı
Avrupa’yı savunmak amacıyla kurulmuştur. Bu yaygın düşünce geçerliliğini korumaktadır
ve Atlantik’in iki yakasında da böyle algılanmaktadır. Fakat Batı Avrupa’da, Doğuya
yönelik güvenlik kaygısı ve tehdit algılaması sadece savunma amaçlı düşünülmektedir. Aynı
zamanda, -ABD’den farklı olarak- mevcut düzeni korumak için, SSCB ile barışçıl siyasal
ilişkiler kuran, sınırların normalleştirilmesi ve ekonomik işbirliğini içeren antlaşmaların
yapılması gerektiğini anlamaktadırlar. Batı Avrupalıların bloklar arasındaki Yumuşama’dan
anladıkları da budur. ABD’ye göre Yumuşama ise, SSCB ile yapılan global mücadelenin
gereklerinin daha önemsiz hale gelmesi demektir. Batı Avrupa’da, bölgenin güvenliği
357Stanley Kober, “Can NATO Survive?”, International Affairs, C. 59, No. 3, Yaz 1983, s. 341.
358Earl C. Ravenal, “Europe Without America: The Erosion of NATO”, Foreign Affairs, C. 63, No. 5, Yaz 1985, s. 1022.
gerçekten tehdit altındadır. Bu tehdit sadece SSCB’nin askeri gücünden değil, aynı zamanda
savaşın -özellikle de nükleer savaşın- olası olmasından kaynaklanmaktadır.359
Avrupalılar ile ABD arasında, NATO’nun, kurulduğu döneme göre, oldukça
değiştiği üzerinde görüş birliği oluşmuştur ve Yumuşama’nın yaşandığı bu dönemde, yeni
bir görüş birliği oluşturma girişimleri de sürmektedir. Yapılması gereken ilk iş Sovyet
tehdidinin doğasına yönelik görüş birliğinin sağlanmasıdır. Avrupalılar NATO’nun; kuruluş
amacı ve biçimlendirilmesine sadık kalınması, -yani Batı Avrupa’yı tehdit eden Sovyet
saldırısının önlenmesi politikasının sürdürülmesi- üzerinde ısrarcı olmaktadırlar. ABD ise bu
konuda, Avrupalı ülkeleri bencil olarak değerlendirmektedir. Çünkü ABD, Avrupalı
müttefiklerine yönelik, olası nükleer yok olma riskini garanti etmekte ve Avrupa güvenliği
için on milyarlarca dolar harcamaktadır. Fakat Avrupalılar, -NATO üyesi olmayan-, diğer
Avrupalı ülkelere yönelik Sovyet tehdidini önlemede, ABD ile uyum içinde bulunmayıp,
Yumuşama dönemini kendi çıkarları için kullanmayı istemektedirler.360 Halbuki ABD,
Avrupalı müttefiklerinden -Avrupa’ya olduğu kadar-, kendi anakarasına yönelik Sovyet
tehditlerinin de önlenmesinde işbirliği ve maliyetleri paylaşmalarını beklemektedir.361
Avrupa’daki güç dengesi ile ilgili önemli değişiklikler, NATO’nun 1967 yılında
kabul ettiği Esnek Karşılık stratejisi ile oluşturulmuştur. Nükleer silahlanmanın
tekrarlanacağı varsayımları ile yeni bir savunma konsepti önermek veya oluşturmaktan ve
359Hedley Bull, “European Self-Reliance And The Reform of NATO”, Foreign Affairs, C. 61, No, 4, İlkbahar 1983, s. 875-876.
360Kober, op. cit., s. 347-348.
361Keith B. Payne ve Colin S. Gray, “Nuclear Policy And The Defensive Transition”, Foreign Affairs, C. 62, No. 4, İlkbahar
1984, s. 831-832.
böylece süper güçler arasındaki tırmandırma tehdidini elinde bulundurmaktan çok, üyeler
arasındaki karşılıklı güvenin güçlendirilmesi gerekmekteydi.362
4.5.3. 1980’lerin İkinci Yarısında Yaşanan Gelişmeler ve Soğuk Savaş’ın Sona
Ermesi
SSCB lideri Mikhail Gorbaçov ile ABD Başkanı Ronald Reagan Kasım 1986
tarihinde Reykjavik’de (İzlanda) ikili bir zirve toplantısı yapmışlardı. Bu toplantıda,
NATO’nun güvenliğini de ilgilendiren, -Avrupalıların rahatsızlık duydukları- silahların
sınırlandırılması ile ilgili antlaşmaları yeniden gözden geçirmişlerdir.363
Bu görüşmelerden Avrupalılar yine de kaygılanmışlardır. ABD’nin nükleer gücü
üzerinde sınırlandırma antlaşmaları yapılması ile Avrupa’yı kendi haline bırakacağından ve
iki süper gücün nükleer güçleri üzerinde katı kontrollerin getirilmesi ile tuzağa
düşürüleceklerinden çekinmişlerdir. İki taraflı müzakereler, bu ikilemi daha da
kötüleştirecektir. Çünkü Avrupalı liderler böyle bir antlaşma ile, NATO’nun çıkarlarına
aykırı davranılacağı ve NATO’nun çökeceği konusunda fikir birliği içinde olmuşlardır.
Ayrıca Avrupalılara göre, ABD ve SSCB’nin böyle bir antlaşma yapmaları durumunda
nükleer silahlar denetimsiz kalacaktır.364
Avrupa’nın güvenliğinin NATO bölgesi dışında da (Basra Körfezi, Ortadoğu gibi)
tehdit edilebileceği gerçeğinin ortaya çıkması geleneksel -siyasal ve askeri- tehdit
algılamalarının haklı olduğunu göstermektedir. Çünkü Avrupa güvenliğini tehdit eden
362De Rose, op. cit., s. 140.
363Jane M. Sharp, “After Reykjavik: Arms Control And The Allies”, International Affairs, C. 63, No. 2, İlkbahar 1987, s. 239.
364Ibid., s. 241-242.
kaynaklar -değişse de- devam etmektedir. SSCB’nin askeri gücü bunlardan sadece birisidir.
Üçüncü Dünyadaki hammadde kaynaklarına ulaşmada yaşanabilecek sıkıntılar ve terörizm
tehlikesi de bunlara eklenmiştir. Büyük ve organize olmuş güçler arasında, bölgesel ve genel
savaşların çıkma olasılığı hala devam etmektedir.365
Gorbaçov, “ortak güvenlik”ten, çabuk karar vermekten, Üçüncü Dünyaya yönelik
maceralardan kaçınmaktan ve uluslararası dengenin gereklerini vurgulamakla birlikte
içerideki reformları da desteklemekten söz eden ilk Sovyet lideridir.366
NATO, 1980’lerin sonlarında, daha önce hiç olmamış ve muhtemelen de kısa
ömürlü olacak, Atlantik’ten Urallar’a kadar uzanan bir bölgede, Avrupa güvenlik rejimine
tamamen yeni bir biçim vermek üzere, karşılıklı işbirliğini geliştirme fırsatı yakalamıştır.
Bu fırsata, Sovyetler Birliği’nin ulusal güvenlik gereksinimlerini tanımladığı köklü
değişiklikler içeren kararını vermesi yol açmıştır. SSCB’nin uluslararası ilişkilerle ilgili
“yeni düşünce”si ve dünya olaylarına yönelik özendirici davranış değişikliği belirsizlikler
içermekteydi. Çünkü geleneksel Sovyet politikalarının kolayca terk edilmesi kısa vadede
olası görülmemekteydi. Bu davranış Batıda, SSCB’nin propaganda yaptığı ve ekonomisini
yeniden yapılandırabilmek için, rahat nefes alabileceği süreyi kazanmak istediği biçiminde
algılanmış ve bu yüzden de kayıtsız kalınmıştır.367
1980’lerin başlarında Moskova tarafından ortaya atılan “yeni düşünme” ve
silahların kontrolüne yönelik aceleci öneriler ve gerginlikler, 1986 ve 1987 yıllarında SSCB
365Christoph Bertram, “Europe’s Security Dilemmas”, Foreign Affairs, C. 65, No. 5, Yaz 1987, s. 943-944.
366Ibid., s. 944-945.
367Michael MccGwire, “A Mutual Security Regime For Europe?”, International Affairs, C. 64, No. 3, Yaz 1988, s. 361.
ile ABD arasındaki ilişkilerde yaşanan ilerlemelere bakılınca tahmini oldukça güçtü.
Gorbaçov’un, SSCB’de uygulamaya koyduğu glasnost (açıklık) ve perestroika (yeniden
yapılanma) politikaları ile dış politikasında “ortak güvenlik” önerileri, Doğu-Batı ilişkilerini
geliştirebilmek için tarihi bir fırsat vermiştir. Fakat değişiklikler, belirsizliği de beraberinde
getirdiği için, eskiden beri devam etmekte olan politika ve stratejileri yeniden düşünme
gereği ortaya çıkmıştır. Çünkü gelişmeler çok hızlı gerçekleşmiştir ve NATO stratejisinin
uygulandığı bölge dışındaki hiçbir yerde -ne olacağı- daha belirgin değildir.368
Bununla birlikte, nükleer silahların neden olabileceği yıkımın, bloklar arasında
oluşmaya başlayan görüş birliği nedeniyle, gerçekleşme olasılığı iyiden iyiye azalmıştır. Bu
durumda da, NATO’nun Esnek Karşılık stratejisi güvenilirliğinden kaybetmeye başlamıştır.
Hiçbir strateji “barış”ı sonsuza kadar garanti edemeyecektir. Geçmişteki her strateji, er
veya geç geçerliliğini kaybetmiştir. Ancak her şeye rağmen Esnek Karşılık stratejisi
geçerliliğini korumaktadır. Çünkü bu -iyiye doğru gittiği düşünülen ancak hala-
belirsizlikler içeren uluslararası ortam nedeniyle, her üyenin görüş birliğinde olduğu daha
iyi bir strateji de bulunamamıştır. Nükleer silah teknolojisinin bulunduğu bir dünyada, bu
silahların savaşları kazanmada göz ardı edileceğini düşünmek, aşırı iyimserlik
gerektirmektedir. Yanlış hesaplama, kaza veya planlanmış olası bir saldırı durumunda,
Esnek Karşılık stratejisinin yerine uygulanacak bir strateji de yürürlükte değildir.369
Orta Menzilli Nükleer Güçler (INF) Antlaşması, ABD Başkanı Reagan ile SSCB
Komünist Parti Genel Sekreteri Gorbaçov arasında 8 Aralık 1987 tarihinde imzalanmıştır.
368John Baylis, “NATO Strategy: The Case For a New Strategic Concept”, International Affairs, C. 64, No. 1, Kış 1987/8, s.
43.
369Ibid., s. 45.
Bu, ABD açısından, -Batıda 1980’lerde var olan nükleer silahsızlanmaya karşı görüşlere
rağmen- kazanılan bir başarıdır. Ancak bu antlaşmanın, NATO’nun Esnek Karşılık
stratejisinde değişiklikler yapması konusu, Avrupalılar tarafından kabul edilmemiştir. Çünkü
onlara göre, bloklar arasında iyi ilişkiler kuruluyor olsa da, gerektiğinde güvenliğin tek bir
tür silah ile sağlanması mümkün değildir. Esnek Karşılık stratejisi tek bir tür silaha dayalı
olmadığından bu stratejiden vazgeçilmesi düşünülemez.370
Bu sorunu çözebilmek için, Amerikalılar ve Batı Avrupalılar barış ve güvenliğin
sağlanmasına yönelik yeni yaklaşımlar araştırmaktadırlar. Ancak mevcut stratejinin yerine
geçebilecek bir alternatif bulabilmiş değillerdir. Avrupalılar, güvenlik ve savunmaları
konusunda çok dikkatli hareket etmektedirler. ABD de, bu bölgede yaşamsal çıkarlarından
vazgeçemediği için, savunmaları konusunda onları tek başlarına bırakamamaktadır.371
Yaşanan belirsizlikler nedeniyle, Esnek Karşılık başarılı olmuştur. Nükleer silahları
isteyenler ile bunların azaltılmasından yana olanlar, -nükleer ve nükleer olmayan seçenekler
sunması dolayısıyla- herhangi bir saldırıya karşı koymada, esneklik ve en doğru yolu seçme
üzerinde uzlaşabilirler. Bu yüzden müttefikler arasındaki var olan görüş birliği, Esnek
Karşılık stratejisi ile ilgili değişiklikler içerecekse, mevcut stratejiyi de kapsaması
gerekecektir. Bu yeni strateji ideal olmak zorunda değildir. Ama, siyasal gerçekleri de göz
ardı etmemelidir. Her değişiklik yeni bir gelişme göstermek zorundadır. Uygulamada bir
370Lynn E. Davis, “Lessons Of The INF Treaty”, Foreign Affairs, C. 66, No. 4, İlkbahar 1988, s. 720-721.
371Ibid., s. 732-733.
alternatifi üzerinde anlaşılamadığından, Esnek Karşılık stratejisi 1980’lerin sonunda da
geçerliliğini korumuştur.372
SSCB’nin ve ABD’nin, Yumuşama’ya yaklaşımları farklılıklar ve birbiriyle
bağdaşmayan özellikler içermektedir. Sovyet liderlerine göre ABD, SSCB’yi uluslararası
alanda, kendi hakları ve imtiyazlarıyla eşit kabul etmelidir. Hatta ABD, bu değişimleri
kabul etmeye zorlanmalıdır. Moskova’ya göre, Sovyetler Birliği’nin gücü -ve ABD’nin
zayıflığı-, iki süper güç arasında SSCB’nin kalıcı bir değişimi temsil etmesine olan
inançlarının bulunmamasından kaynaklanmaktadır.373
Bu düşüncenin tersine Amerikalılar, Yumuşama’yı; Sovyetler Birliği’nin de, ABD
gibi yüklendiği uluslararası kuralları iyi niyetle yerine getirmesi biçiminde
değerlendirmektedirler. Moskova bunun tersini yaptığında, Amerikan halkı telaşlanır ve
kendisinin aldatıldığını hisseder. 374
1980’lerin sonunda durum değişmiştir. Sovyetler Birliği kuşatma altında tuttuğu
Afganistan’dan, savaşı kazanamadan ayrılmak, Güneydoğu Asya ve Güney Afrika’daki
ülkeler ile Doğu Avrupa’daki uydularının üzerindeki baskısını kaldırmak zorunda kalmıştır.
Artık kendisini kuşatan iç sorunlarıyla; sosyal, siyasal ve ekonomik güçlüklerle
uğraşmaktadır. Yumuşama’nın ilk dönemlerinde saldırgan özellikler içeren Sovyet
politikaları, 1980’lerin sonlarında savunma ağırlıklı politikalar arz etmektedir. ABD de;
geniş bütçe ve ticaret açığı nedeniyle sıkıntılar yaşasa da, 1970’lere göre kendini daha
372Baylis, op. cit., s. 46.
373Michael Mandelbaum, “Ending The Cold War”, Foreign Affairs, C. 68, No. 2, İlkbahar 1989, s. 17.
374Ibid., s. 17.
güvende hissetmektedir. Bu yıllarda Sovyetler Birliği, -daha önceki kırk yıllık dönemin
tersine- ABD ile “normal” ilişkiler kurmak istediğini düzenli olarak tekrarlamaktadır.375
“Soğuk Savaş” ın sona ermesi; Sovyetler Birliği’nin, Batı Avrupa’ya yönelik
tehdidinin, Doğu Avrupa’daki ülkelere yönelik de baskısının kalkmasını gerektirmiştir.
Doğu Avrupa’daki halkın, kendi yönetimlerini özgürce belirleme (self-determination) hakkı
elde etmeleri üzerine, Soğuk Savaş sona ermiştir.376 Soğuk Savaş’ın sona ermesi bir olay
değil, bir süreçtir. Bu yüzden çatışmaların sona ereceğini, silahların ateşlenmeyeceğini
söylemek, gerçekleri göz ardı etmek anlamına gelecektir. Ancak Soğuk Savaş’ın bitmesini,
Batı savunma sisteminin bir başarısı olarak da değerlendirmek mümkündür. Böylece, kırk
yılı aşan bir süre, baskı altında kalan uluslararası ilişkilerin, bu baskıdan kurtulduğu ve artık
normalleşmeye başladığını da söyleyebiliriz.
375Ibid., s. 17-18.
376Ibid., s. 21.
III. BÖLÜM:
SOĞUK SAVAŞ SONRASINDA NATO’NUN DEĞİŞEN STRATEJİSİ VE
AVRUPA GÜVENLİĞİNE YÖNELİK YENİ GELİŞMELER
9 Kasım 1989’da “Berlin Duvarı”nın yıkılması, -on bir ay sonra- 3 Ekim 1990’da iki
Almanya’nın birleşmesi, 1 Nisan 1991 tarihinde Varşova Paktı’nın, 25 Aralık 1991 günü
Sovyetler Birliği’nin dağılması, Orta ve Doğu Avrupa’nın diğer bölgelerinde yaşanan köklü
değişimler “Soğuk Savaş” döneminin hızla sona erdiğinin birer işareti olmuştur.377 Bu
gelişmelerden sonra, NATO’nun varlık nedeninin ortadan kalktığı ve İttifakın artık
“gereksiz” olduğu düşüncesi bile ileri sürülmüştür.378 Ancak yaşanan bu gelişmeler,
NATO’nun önemini arttırmış ve gerekliliğinin de, birer göstergeleri olmuştur. Her ne kadar
Doğu Blokunda yaşanan bu gelişmeler nedeniyle 1990 yılının Mayıs ayında NATO Askeri
Komitesi, artık Varşova Paktı’ndan NATO’ya yönelik bir tehdit gelemeyeceği379 sonucuna
varsa da, Avrupa’daki siyasal durumun yeniden şekillenmesine neden olan bu gelişmeler,
barışa yönelik tehlikeler ile istikrara yönelik tehditlerin hala sürdüğünü göstermiştir.380
Gözden kaçırılmaması gereken bir nokta vardır. Uluslararası sistemde 1970’lerde,
1980’lerde ve Soğuk Savaş sonrasında yaşanan köklü gelişmeler ve değişiklikler, Sovyetler
377Robert B. McCalla, “NATO’s Persistence After The Cold War”, International Organization, C. 50, No. 3, Yaz 1996, s. 448.
378Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler, 2. Baskı (İstanbul: Alfa Yayınları, 1997), s. 144-145.
379McCalla, op. cit., s. 449.
380NATO El Kitabı (Brüksel: NATO Basın ve Enformasyon Bürosu Yayını, 1995), s. 21.
Birliği’nde yaşanan iç gelişme ve değişikliklere paralel, hatta onlardan etkilenerek
gerçekleşmiştir.381
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte, kuruluş nedenleri, amaçları ve yapıları
birbirinden tamamen farklı iki örgüt, -NATO ve Avrupa Birliği (AB)- Avrupa’nın güvenliği
ve istikrarının sağlanması amacıyla işbirliği yapmak zorunda kalmışlardır. Bu zorunluluk,
Avrupa güvenlik kavramının, askeri boyutuyla birlikte, ekonomik ve siyasal faktörlerin de
gözetilmesini gerektiren yeni bir anlam kazanmasından kaynaklanmıştır.382 Bu duruma
kendilerini uydurabilmek için NATO ve AB üyesi ülkeler, Soğuk Savaş sonrasına
kendilerini hazırlamak ve oluşmakta olan yeni dünyayı şekillendirebilmek için, iki ayrı
doküman üzerinde anlaşmışlardır. Birincisi, Kasım 1991 tarihindeki NATO Stratejik
Kavramı ve ikincisi de, V. Başlık’ında Siyasal Birlik ve Ortak Dış ve Güvenlik Politikasını
geliştirme amacını taşıyan Maastricht Antlaşması’dır.383
Soğuk Savaş sonrası Avrupa savunma ve güvenlik mimarisinde temel olarak üç
modelin varlığı söz konusudur. Birinci model, NATO aracılığıyla iki kutuplu sistemin
Sovyetler Birliği ve müttefiklerinde yaşanan gelişmelere uydurulması amacını taşımaktadır.
İkinci model, Doğu ve Batı arasında, ortak normlar, kurallar ve karar verme prosedürleri
üzerinde anlaşma temeline dayanmaktadır. Bu yeni yöntem, tüm Avrupa ülkelerinin işbirliği
yaparak kendi güvenliklerini, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansları (AGİK/T)
çerçevesinde sağlamaya yönelik çabaları içermektedir. Bu çabaları, BM Güvenlik Konseyi
381Phil Williams, “US-Soviet Relations: Beyond The Cold War?”, International Affairs, C. 65, No. 2, İlkbahar 1989, s. 288.
382Esra Çayhan ve Nurşin Ateşoğlu Güney, Avrupa’da Yeni Güvenlik Arayışları NATO-AB-Türkiye (İstanbul: Afa Yayıncılık
ve TÜSES Vakfı Ortak Yayını, 1996), s. 14.
benzeri, “Avrupa Güvenlik Konseyi” kurma girişimleri olarak da değerlendirebiliriz.
Üçüncü model ise, mümkün olan her alanda Batı Avrupa temelli bir entegrasyonu
hedeflemekte ve Avrupa ülkelerinin kendi güvenliklerini sağlamak için işbirliği yapmaları
gerektiğini öngörmektedir.384 Birinci ve ikinci model arasında çok sıkı işbirliği ve
etkileşim söz konusudur. AGİT, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ikiye ayrılmış bulunan
Avrupa ülkelerinin arasındaki bölünmüşlüğe bir son verme ve aralarındaki işbirliğini
sağlamayı hedeflemektedir.385 Üçüncü model ise bu oluşumlardan çok farklı, müstakil ve
entegrasyonu hedefleyen bir gelişim sergilemektedir.
Avrupa’nın çok taraflı güvenlik örgütlenmeleri, artık iki rakip blok arasındaki
birleşmelerden değil, ülkeler arasındaki ortak değerleri öngören bir sistem öngörmektedir.
Daha da önemlisi, bu ortak örgütlenmelerden sadece bir tanesi Avrupa’daki sorunları çözme
ve güvenliği sağlama gücüne sahip değildir. Üzerinde durulması gereken bir nokta da, bu
örgütlenmeler, farklı ülke grupları ve büyük güçler arasındaki çıkar farklılıklarının ortaya
çıkmasına neden olmaktadır. (Rusya Federasyonu ile ABD ve müttefikleri arasında olduğu
kadar, ABD ve Avrupalılar arasında da olmaktadır.)386 Ayrıca bu iç içe girmiş olan
güvenlik örgütlenmeleri arasında bir yarışın varlığından da söz etmek mümkün değildir. Her
383Trevor Taylor, “West European Security and Defence Cooperation: Maastricht and Beyond”, International Affairs, C. 70,
No. 1, Ocak 1994, s. 1.
384Jan Zielonka, “Europe’s Security: A Great Confusion”, International Affairs, C. 67, No. 1, Ocak 1991, s. 135.
385OSCE Handbook, 3. Baskı (Vienna: Secreteriat of the OSCE Publishing, 2002), s. IX, 7;
<Http://www.osce.org/publications/handbook> (24.02.2003).
386Adam Daniel Rotfeld, “NATO Enlargement and the Reinforcing of Euro-Atlantic Security Structures”, The Polish Quarterly
of International Affairs, C. 8, No. 1, Kış 1999, s. 23.
bir örgüt farklı amaçlar doğrultusunda örgütlenmiştir387 ve güvenlik (özelde Avrupa
güvenliği) boyutunda çakışan yapılanmaları dolayısıyla çalışmamızın konusunu
oluşturmaktadırlar.
Çalışmamızın bu bölümünde, Soğuk Savaş sonrasına kendisini uydurmaya çalışan
NATO’da gerçekleşen strateji değişikliklerine ve bu değişikliklere neden olan gelişmelere, -
eski- iki blok arasındaki yakın işbirliğini amaçlayan AGİT’e ve AB bünyesinde Ortak Dış ve
Güvenlik Politikası’nın (ODGP) oluşumuna kısaca yer vermekteyiz.
Soğuk Savaş sonrasında yaşanan gelişmeler her üç örgütte de önemli değişimlerin
yaşanmasına neden olmuştur. AB bünyesinde oluşturulan ODGP’nin gelişim süreci diğer iki
örgütten farklılık arz etmesine rağmen konu bütünlüğünü oluşturabilmek ve dördüncü
bölümün daha rahat incelenebilmesi için bu metodu tercih etmekteyiz. Çalışmamızın bir
sonraki bölümünde Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’nı (AGSP)
değerlendirmekteyiz. AGSP, ODGP’nin bir açılımı olması nedeniyle NATO bünyesinde
oluşturulan AGSK’den (Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği) farklıdır ve bu fark özellikle
vurgulanmalıdır. Zira iç içe geçmiş olan Avrupa güvenlik yapılanmaları arasındaki mevcut
işbirliği ve farklılıkların ortaya konması ve olası kavram karmaşasının önlenebilmesi
açısından çok önemlidir.
1. NATO’nun Değişen Stratejisi ve Yeni Güvenlik Düzenlemeleri
Temmuz 1990 tarihinde NATO üyesi ülkeler arasında Londra’da yapılan Devlet ve
Hükümet Başkanları Zirvesi’nde, Sovyetler Birliği’nde ve Doğu Bloku ülkelerinde yaşanan
387Stuart Croft, “The EU, NATO and Europeanisation: The Return of Architectural Debate”, European Security, C. 9, No. 3,
Güz 2000, s. 5.
gelişmelerden sonra, “bu ülkelerin artık kendilerine rakip olamayacağı” düşüncesiyle,
NATO’nun “Esnek Karşılık” doktrininin yerine yeni bir strateji konulması düşüncesi ortaya
atılmıştır. Esnek Karşılık’ın temel özelliğini değiştirmeden, -gerektiğinde nükleer silah
kullanma da dahil her türlü önlemi alma konusunda hazır tutulmasıyla birlikte- NATO’nun
askeri ve siyasal rehberliğini geliştirecek yeni bir düzenlemeye gidilmesi,388 geçmişteki
coğrafi temellere dayanan savunma anlayışından uzaklaşılarak, NATO’nun askeri gücünün
yeniden yapılanmasını sağlayacak bir çözümün bulunması kararına ulaşılmıştır.389
1.1. NATO’nun Yeni Stratejik Kavramı
1991 yılı Kasım ayında Roma’da, Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nde
NATO’nun Yeni Stratejik Konsept üzerinde görüş birliğine varılmış ve ilan edilmiştir. Bu,
NATO için yeni bir dönüm noktasıdır. Çünkü bu doküman, NATO’nun yaklaşık yirmi yıllık
bir süre için kabul ettiği yeni askeri politikasıdır. İlk kez, “acil müdahale gücü” (rapid
reaction forces) adı verilen, gerçek bir çok uluslu güç yapılanması uygulamaya
konulmuştur.390 Doğu Avrupa ülkelerine o zamana kadar hayal edilemeyen önerilerde
bulunmuşlardır. Şöyle ki; Ocak 1994 Brüksel Zirvesi’nde Birleşik Müşterek Görev Gücü
(Combined Joint Task Force-CJTF-BMGG,) adı verilen, radikal bir planı uygulamaya
koymak için Doğu Avrupa ülkelerinin katılımları beklenmiştir. BMGG şu olasılıkları
içermektedir: 1- Diğer uluslararası kişiliklerle askeri faaliyetlerde bulunma ve 2- üyelerinin
onaylamadığı askeri faaliyetlere, NATO üyelerinin katılmaması sözü vermektedir. En
önemlisi, NATO’da, açıkça tanımlanan düşmana karşı yapılacak operasyonların
388Taylor, loc. cit.
389McCalla, loc. cit.
planlamasını durdurma ve birincil önceliğinin de, kriz yönetimi ve uluslararası dengeleri
destekleme gibi, tehdit algılamasından risk algılamasına doğru bir değişim söz konusu
olmuştur. NATO’nun bu politikayı izlemesinin nedeni, coğrafi konumu ve risk algılamaları
dolayısıyla, olası genişlemeye ve Doğu-Batı arasında ve Avrupa’daki diğer güvenlik
kuruluşlarıyla kendi arasındaki işbirliğini geliştirerek, istikrarı ve güvenliğini yeni
gelişmelere uydurma isteğinden kaynaklanmıştır.391 Güvenlik; siyasal, ekonomik, sosyal,
çevresel ve savunma konularını içermekle birlikte, NATO’nun güvenliği üç temel üzerinde
yükselmektedir. Bunlar, diyalog, işbirliği ve kolektif savunmadır. Bu yeni stratejinin hedefi,
yanlış anlamadan veya isteyerek yapılan çatışmaların riskini azaltma, tüm Avrupa ülkeleri
arasında karşılıklı güven ve ortak anlayışı sağlamaktır. Ayrıca ortak güvenlik sorunlarıyla
yüz yüze olan tüm Avrupa ülkeleri arasında işbirliği fırsatlarını arttırma da
hedeflenmiştir.392
Yeni Stratejik Kavram ile Maastricht Antlaşması arasında resmi bir bağlantı ve
bilgilendirme söz konusu değildir. Bununla birlikte, Yeni Stratejik Kavram’ın 3’üncü
paragrafında; Avrupa Topluluğu’nu oluşturan ülkelerin, Avrupa güvenlik kimliğini
geliştirme ve BAB’ın rolünü arttırmaya yönelik çalışmalarının, Avrupa güvenliğini
sağlamaya yönelik önemine vurgu yapılmaktadır. Ayrıca Avrupa entegrasyonu süreci
içerisinde güvenliği güçlendirme boyutu ve NATO’nun Avrupalı üyelerinin sorumluluk ve
rollerini arttırmaları olumlu ve ortak gücü arttırıcı bir gelişme olarak değerlendirilmektedir.
390Ibid.
391Ibid., s. 449, 465.
392Kostas Ifantis, “Conceptual and Institutional Adaptation of Security: Redefining NATO’s Role, Identity and Strategy in The
New European Condition”, The Turkish Yearbook of International Relations, No. XXVI, 1996, s. 13.
Avrupa güvenlik kimliği ve savunma rolünün gelişmesi, NATO içerisinde Avrupa ayağının
güçlenmesini sağlayacaktır. Sonuçta bu gelişmeler, sadece Avrupalı ülkelerin çıkarlarına
hizmet etmeyecek, aynı zamanda NATO’nun da güçlenmesine neden olacaktır.393
Stratejik Kavram son olarak, kolektif savunmanın öneminin altını çizmektedir.
Ortak savunma için askeri imkanların korunması ve AB, BAB ve AGİT ile işbirliği içinde
hareket etmenin önemine değinmektedir. Soğuk Savaş sonrası ortamda, Avrupa Savunma ve
Güvenlik Mimarisi’nde bunun gerekli olduğu düşünülmüştür.394
1.2. NATO’nun Doğuya Doğru Genişleme Stratejisi
Soğuk Savaş’ın güvenlik ortamında NATO, üyelerinin güvenliklerini sağlamıştı.
Soğuk Savaş’ın ardından NATO’nun kurumsal çerçevesi normatif bir öze gereksinim
duymaya başlamıştır. Bu nedenle NATO’nun genişlemesi bir “demokratik devletler
topluluğu” ve “demokratik değerlerin temsili” anlamlarını da taşımaya başlamıştır.395
NATO’nun genişleme stratejisi 1995 yılında üç ayağa dayandırılmıştır. Bunlar;
NATO’nun Doğuya istikrar getirmesi, Barış İçin Ortaklık Projesi (BİO) ve Rusya
Federasyonu ile NATO arasında farklı ve özel bir ilişkinin kurulmasıdır.396
393Taylor, op. cit., s. 1-2.
394Ifantis, op. cit., s. 13-14.
395Boyka Stefanova, “The Baltic States’ Accession to NATO and the European Union: An Extension of the European Security
Community?”, Journal of International Relations & Development, C. 5, No. 2, Haziran 2002, s. 163.
396Robert E. Hunter, “Enlargement: Part of a Strategy for Protecting Stability into Central Europe”, NATO Review, C. 43, No.
3, Mayıs 1995, s. 4-8.
1.2.1. NATO’nun Doğuya Doğru Genişlemesi
NATO’nun doğuya doğru genişlemesi düşüncesinde, Rusya faktörüne yönelik,
Batıda fazla onay görmemiş iki marjinal görüşün yanında, -biri Almanların, diğeri de
Amerikalıların397 desteklediği- iki olası genişleme modeli tartışılmıştır. Marjinal
görüşlerden birincisine göre, Rusya Federasyonu’nun dış politikası giderek yayılmacı bir
özellik arz etmektedir. Bunu engellemek için NATO, Rusya’ya karşı yeni bir “çevreleme”
politikası geliştirmeli ve uygulamalıdır.398 Diğer görüşe göre ise, NATO, AGİT benzeri
bir yapılanmaya kavuşturulmalı ve Rusya Federasyonu ile Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri,
aynı anda NATO’ya tam üye kabul edilmelidir. Bu iki marjinal görüş de, NATO tarafından
olumlu karşılanmamıştır.399
Daha çok Almanların desteklediği NATO’nun genişleme modelinde, Moskova ile
stratejik işbirliği mekanizması kurulmalı ve NATO’nun genişlemesinin, Rusya
Federasyonu’na karşı yapılmayacağı garantisi verilmelidir. Rusya’nın, Batılı devletlerden
niteliksel ve coğrafi farklılıkları vurgulanarak, İttifaka tam üye olarak giremeyeceği
açıklanmalıdır. Amerikalıların desteklediği diğer görüşe göre ise, Rusya Federasyonu’nun
397NATO’nun genişlemesine yönelik ABD’de de çok sayıda görüş ayrılığı bulunmaktaydı. Genişlemeden yana olan güç-
dengesi taraftarlarına göre, Almanya’nın yaşadığı gelişme ve Avrupa’daki yükselişi Rusya ile dengelenmelidir. İdealistlere
göre, NATO taraftarı Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin gerçekleştirmeye çalıştığı ekonomik ve demokratik gelişmede
onlara yardımcı olunmalıdır. Genişleme karşıtı olanlar da kendi aralarında bölünmüşlerdir. İzolasyonistler daha fazla
güvenlik yükümlülüğüne karşıdırlar. Uluslararasıcılara göre, genişlemeyi Rusya düşmanlığı olarak görmektedirler ve
bölgenin siyasal ve ekonomik gelişmesi ve güvenliği için gereksiz olduğunu düşünmektedirler. Şahinler ise, ilave her ülke
NATO’nun savunmasını zayıflatacağı, üye ülkelerin askeri kaynaklarını ve hassas bilgilerin deşifre edileceğinden
çekinmektedirler. Jeremy D. Rosner, “NATO Enlargement’s American Hurdle”, Foreign Affairs, C. 75, No. 4, Temmuz-
Ağustos 1996, s. 9-10.
398Michael Mandelbaum, “Preserving The New Peace: The Case Against NATO Expansion”, Foreign Affairs, C. 74, No. 3,
Mayıs-Haziran 1995, s. 10.
399Çayhan ve Güney, op. cit., s. 47.
NATO’ya tam üye olması söz konusu olabilir. Ancak, bunun için vakit daha çok erkendir.
Çünkü, Moskova yönetiminin de, istekli ve ciddi olması gerekmektedir. Bu konuda Rusya,
Batıya güven vermemektedir. Buna rağmen, NATO’nun kapılarının Rusya’ya kapalı olduğu
mesajının verilmesi, Avrupa’nın yeniden bölünmesi ile sonuçlanacak riskleri de beraberinde
getirmektedir. Önemli olan, Rusya Federasyonu’nun, ittifakın genişlemesi ile ilgili alacağı
kararlarda, veto hakkı verilmeden NATO ile ilişkisinin güçlendirilmesinin
sağlanmasıdır.400 Eğer Rusya ve eski yandaşları Batının kendilerinden beklediği standart,
güven ve iradeyi gösterebilirlerse, NATO’ya girip, uyum göstermeleri daha kolay olacaktır.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Batı Almanya’nın Avrupa siyasal ve güvenlik yapılanması
içinde sağladığı entegrasyon buna en güzel örnektir.401 Bu son görüşün etkili olduğu Eylül
1995 tarihli NATO kararına göre, ittifakın genişleme politikasında, üç temel hedefi bir
arada sürdürmesi benimsenmiştir.402
1.2.2. Barış İçin Ortaklık Projesi
Soğuk Savaş yıllarında, NATO’nun görevi, amacı ve düşmanı belli iken, Soğuk
Savaş sonrasında değişen yeni koşullarda, yeni riskler ve belirsizlikler ortaya çıkmıştır. Bu
yüzden NATO örgütü, yeniden yapılanma ihtiyacı hissetmiş, kendini yeni bir kimlik ve
misyon arayışı içinde bulmuştur. Soğuk Savaş yıllarında, NATO’ya karşı tehdidin Sovyet
askeri gücünden geleceği bekleniyordu ve bu nedenle de, ittifak kendi güvenliğini
sağlayabilmek için “savunma” ve “caydırıcılık” misyonu yüklenmişti. 1990’lı yıllarda ise,
400Çünkü kararlar oybirliği ile alındığı için, üye sayısının daha fazla artması, bir de geleneksel düşman Rusya’nın Birlik’e tam
üye yapılması NATO’nun etkinliğini yitirmesine neden olacaktır. Ronald D. Asmus and F. Stephen Larrabee, “NATO and
The Have-Nots”, Foreign Affairs, C. 75, No. 6, Kasım-Aralık 1996, s. 15.
401Richard Holbrooke, “America, A European Power”, Foreign Affairs, C. 74, No, 2, Mart-Nisan 1995, s. 39.
bu geleneksel görevinin yanında, -yeni koşulların gereği olarak “önleyici diplomasi”nin
(preventive diplomacy) bir uygulama şekli olan- “kriz yönetimi”ne (conflict menagement) de
başvurulması kararlaştırılmıştır.403
Ağustos 1991’de Rusya’da gerçekleşen darbe üzerine, Orta ve Doğu Avrupa’daki
ülkeler, olası bir Rus saldırganlığından çekinmeye başlamışlardır. Bu ülkeleri yatıştırmak ve
Doğu Blokundaki çözülmenin olumlu bir düzeyde gerçekleşmesini etkilemek amacıyla
NATO, Kasım 1991’de Kuzey Atlantik İşbirliği Konseyi’ni (North Atlantic Cooperation
Council-NACC-KAİK) kurma kararı almıştır.404 KAİK’e, eski Doğu Bloku ülkeleri ile
SSCB’den ayrılan ülkelerin de katılabilmesi benimsenmiştir. Ancak KAİK, NATO’nun
tamamen “önleyici diplomasi” politikasının pratiğe dönüşmüş biçimi olması nedeniyle, -eski
Doğu Bloku ülkeleri ve eski Sovyet Cumhuriyetleri ile NATO arasında- bir “danışma” ve
“görüş alışveriş” forumu olmaktan ileri gidememiştir.405
Rusya Federasyonu’nda Aralık 1993 seçimlerinden sonra, aşırı milliyetçi lider
Jirinovski’nin başında bulunduğu Liberal Demokrat Parti”nin, oyların %23’ünü alması
üzerine, o zamana kadar Batı yanlısı bir dış politika izleyen Rusya, daha iddialı bir dış
politika izlemeye başlamıştır. Bunun üzerine de eski Doğu Bloku ülkeleri tekrar
kaygılanmaya başlamışlardır.406 Bu ülkelerin kaygılarını gidermek amacıyla, üye ülkeler
402Çayhan ve Güney, op. cit., s. 47-48.
403Ibid., s. 51-52.
404Robert Weaver, “NATO’s Evolving Partnerships: Building Security Through Partnership”, NATO Review, C. 49, No. 3, Güz
2001, s. 7.
405Çayhan ve Güney, op. cit., s. 52.
406Ibid., s. 53.
devlet ve hükümet başkanlarının katıldığı 10-11 Ocak 1994 tarihli NATO’nun Brüksel
Zirvesi’nde İttifak, Soğuk Savaş sonrası Avrupa güvenliği hakkında sessizliğini bozarak,
Orta Avrupa’nın yeni demokrasileri olan eski Varşova Paktı ülkelerini içine alacak şekilde
genişlemesi konusunu görüşmüştür.407 Zirvede, -ABD’nin girişimleriyle- yeni bir karar
alınmıştır. Bu karara göre, NATO ve eski Doğu Bloku ülkeleri ile eski Sovyet
Cumhuriyetleri arasında Barış için Ortaklık (BİO-Partnership for Peace, PfP) adıyla yeni
bir askeri ve siyasal ilişkiler bütününün yapılandırılması üzerinde görüş birliğine
varılmıştır.408
Brüksel Zirvesi’nden üç ay önce, -20-21 Ekim 1993 tarihinde,- bu zirveye hazırlık
amacıyla Travemunde’de (Almanya) toplanan KAİK, AGİK katılımcısı ülkeler nezdinde,
BİO için altı konuda önerilerde bulunmuştur. Bu konular şunlardır: 1- Ulusal savunma
planlaması ve bütçelendirilmesi işlemlerinde saydamlık, 2- savunma güçlerinin demokratik
kontrolünü garantileme, 3- AGİK sorumlulukları veya BM otoritesi altındaki görevlere katkı
konusunda hazırlık ve gücü sürdürmek, 4- görüş birliği içinde barışı koruma, arama ve
kurtarma, insani faaliyet ve diğer görevlerde; ortak planlama, eğitim ve tatbikatların
yapılmasında NATO ile askeri işbirliğini geliştirme, 5- NATO üyesi ülkelerle, askeri
güçlerin çalışmaları konusunda işbirliğini geliştirme, 6- siyasal bağımsızlık, güvenlik veya
toprak bütünlüğüne yönelik doğrudan tehdit algılaması durumunda, NATO ile aktif
müdahale konusunda danışmalar yapmak. Bu alanlarda yapılacak işbirliği sonucu Baltık
Ülkeleri, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya, Romanya ve Slovakya ile
407Yüksel İnan and İslam Yusuf, “Partnership For Peace”, Perceptions, C. IV, No. 2, Haziran-Ağustos 1999, s. 68.
NATO’nun gelecek on yıl içindeki muhtemel genişlemesi konusunda ilerleme kaydetme
amaçlanmıştır. Bunu yaparken de, eski Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku ülkeleri arasında
yeniden bir bölünme yaşanmamasına önem verilmiştir.409
NATO dışişleri bakanlarının 9 Haziran 1994 tarihinde İstanbul’da yaptıkları
toplantıda, “Rusya’nın sağlayabileceği önemli katkılar ile bölgenin ortak çıkarlarını içeren
konularda diyalogu genişletme” kararını aldıkları duyurulmuştur. Ayrıca NATO’nun
genişlemesini içeren kararlarda, “üyelerinin konsensus ile, sorumlulukları konusundaki
kararlarını en doğru biçimde yine kendilerinin alacağı” belirtilmiştir.410
BİO’nun oluşturulmasının, sadece eski Doğu Bloku ülkelerinin Rusya’dan
duydukları kaygıları gidermek değil, aynı zamanda Rusya Federasyonu’nun da NATO’nun
genişlemesinden duyduğu kaygıları gidererek, zaman kazanma amacını taşıdığı söylenebilir.
Çünkü 1994’te uygulamaya konulması aşamasındaki durumuyla, eski Doğu Bloku ülkelerine
açıkça tam üyelik ve güvenlik garantisi verilmeden, bu ülkelerin NATO ile ilişkilerini
geliştirmeleri amaçlanmıştır.411
NATO Genel Sekreteri Willy Claes; 18 Kasım 1994 tarihinde Kuzey Atlantik
Asamblesi’nde, BİO’nun NATO’nun genişlemesine yönelik dizayn edilmediğini, buna
408Michael Smith and Stephen Woolcock, “Learning to Cooperate: The Clinton Administration and The European Union”,
Internation Affairs, C. 70, No. 3, Temmuz 1994, s. 473; John Borawski, “Partnership for Peace and Beyond”,
International Affairs, C. 71, No. 2, Nisan 1995, s. 233.
409Ibid., s. 233-234.
410Ibid., s. 240-241.
411Çayhan ve Güney, loc. cit.
karşılık, NATO üyesi olmak isteyen ülkelerin en iyi biçimde buna hazırlanmalarının
sağlanmasının hedeflendiğini belirtmiştir.412
BİO kararına katılan her üye ülke ile NATO arasında imzalanan ayrı antlaşmalar
sayesinde, bir ortaklık oluşturulması hedeflenmiştir. BİO ile bir taraftan, ortak üyeler
arasında siyasal danışma mekanizmalarını geliştirerek, ortak askeri tatbikatlar ve seminerler
düzenleyerek, eski Doğu Bloku ve Sovyet ülkelerinin İttifakı tanımaları ve ona güvenmeleri
hedeflenmiştir. Diğer taraftan da, bu ülkelerin askeri güvenlik doktrinlerinin NATO’ya
açılması düşünülmüştür.413
Bu amaçla BİO üyesi ülkeler, Nisan 1994 tarihinde Brüksel’deki NATO Genel
Karargahı’na çağırılarak, işbirliği içerisinde ortak askeri faaliyetlerde bulunma ile
görevlendirilen, İşbirliği Koordinasyon Hücresi (PCC-Partnership Coordination Cell)
Mons’da (Belçika) oluşturulmuştur. BİO’ya üye ülkeler NATO Genel Karargahı’nda kendi
bürolarını da açmışlardır.414
BİO projesi ilan edildiğinde, Batının amacı; Rusya’yı karşısına almadan, eski Doğu
Bloku ülkelerinin NATO’ya üye olma isteklerini bir süre yatıştırma olmuştur. Bu yüzden
de, BİO oluşturulurken NATO’nun güvenlik garantisi ortak üyelerine tanınmamıştır. Buna
rağmen bir buçuk yılda BİO’ya katılım sayısı 26 olmuştur.415
412Borawski, op. cit., s. 243.
413Çayhan ve Güney, op. cit., s. 54.
414Gebhard Von Moltke, “Building a Partnership for Peace”, NATO Review, C. 42, No. 3, Haziran 1994, s. 5; Jonathan Eyal,
“NATO’s Enlargement: Anatomy of A Decision”, International Affairs, C. 73, No. 4, Ekim 1997, s. 702.
415Çayhan ve Güney, op. cit., s. 56.
Daha sonra NATO, ek bir adım daha atarak, eski Doğu Bloku ülkelerini içine alan
genişletilmiş bir güvenlik ortaklığı önermiştir. BİO ve KAİK’in olumlu deneyimini
birleştirmek amacıyla, 29 Mayıs 1997 tarihinde Sintra’da (Portekiz) bakanlar düzeyinde
Kuzey Atlantik Konseyi toplanmış, ertesi günkü toplantılarında da KAİK ve BİO üyelerine
Avrupa-Atlantik Ortaklık Konseyi’ni (AAOK, EAPC, Euro-Atlantic Partnership Council)
başlatmaları önerisinde bulunulmuştur.416 AAOK, “siyasal ve güvenlikle ilintili danışmalar
üzerinde bir çerçeve oluşturma ve BİO bünyesinde işbirliğini arttırmayı” amaçlamaktaydı.
30 Mayıs 1997 tarihinde AAOK’nin temel dokümanı üzerinde anlaşma sağlanmış ve aynı
gün açılış töreni düzenlenmiştir. Bu karar sonucunda, KAİK’in faaliyetlerine son verilerek
hak ve yetkileri AAOK417’e devredilmiştir. Böylece, KAİK ve BİO’nun temel ilkeleri
AAOK’ye uygulanabilir hale getirilecektir. Bunlar; siyasal danışma ve işbirliği fırsatlarının
bütün NATO üyelerine ve ortaklarına eşit olarak açılması ve NATO ile işbirliklerinin
düzeyini ve kapsamını kendileri belirleyebilmeleridir. 418
1.2.3. NATO-Rusya Federasyonu İlişkisi
Rusya Federasyonu’nun NATO’nun genişlemesine yönelik tepkileri 1993 yılıyla
birlikte sertleşmeye başlamıştır. Çünkü, bu tarihten sonra Rus hükümetinin Batıya yönelik
bir dış politika izlemekten vazgeçtiği görülmüştür. Özellikle 1994 yılında NATO’nun kabul
416Robert E. Hunter, “NATO’s Evolving Partnerships: Getting Cinderella to The Ball”, NATO Review, C. 49, No. 3, Güz 2001,
s. 10-11.
417AAOK’in üyeleri şunlardır: Arnavutluk, Ermenistan, Avusturya, Azerbaycan, Belarus, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti,
Estonya, Finlandiya, Gürcistan, Macaristan, Kazakistan, Kırgızistan, Letonya, Litvanya, Moldova, Polonya, Romanya,
Rusya, Slovakya, İsveç, İsviçre, Makedonya, Türkmenistan, Ukrayna ve Özbekistan, Tacikistan ise BİO üyesidir. Sergio
Balanzino, “A Year After Sintra: Achieving Cooperative Security Through The EAPC and PfP”, NATO Review, C. 46, No.
3, Güz 1998, s. 4.
418Rotfeld, op. cit., s. 37.
ettiği genişleme kararı sonrasında, bazı Rus politikacılar bu durumdan kaygılanmış ve -başta
Devlet Başkanı Boris Yeltsin olmak üzere- Batıyı “Soğuk Savaş” ile tehdit etmeye
başlamışlardır.419
SSCB’nin dağılmasından sonra, -yeniden yapılanmasını gerçekleştiren- Rusya
Federasyonu, ilk altı ay süresince tamamen Batıya dönük bir dış politika izlemiştir. Bu
dönemde, “Atlantikçi görüş” olarak da bilinen Batı yanlısı ekol, -Batının artık Rusya
Federasyonu’nun düşmanı olmadığı düşüncesinden hareketle-, Rus Hükümeti’nin Batı ile
hızla bütünleşmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Gorbaçov’un düşüncelerinden de etkilenen
bu ekolün savunucularına göre, artık Rusya’nın ulusal güvenliğini başka ülkelerin
güvenlikleri pahasına sağlaması olanaksızdır. Batı ile stratejik işbirliği yapmak, Rus dış
politikasının birinci önceliği olmalıdır.420
Ilımlı ve sertlik yanlısı milliyetçilerin, komünistlerin ve neo-Bolşeviklerin
oluşturdukları “Avrasyacı görüş” taraftarlarına göre ise Rusya, Gorbaçov dönemiyle birlikte
Batı ile iyi ilişkiler kurma uğruna kendi coğrafi ve kültürel yapısına ters düşen hareketlerde
bulunmuştur. Artık bu politikadan vazgeçerek kendi öz çıkarlarını savunması
gerekmektedir. Bunu sağlamak amacıyla ağırlık, yakın çevreye ve Rusya dışındaki yaklaşık
25 milyon Rus azınlığın haklarının korunmasına verilmelidir. Gerekirse, yakın çevredeki
Rus azınlığı korumak amacıyla, Moskova Hükümeti kendi “Monroe Doktrini”ni
419Çayhan ve Güney, op. cit., s. 17.
420Ibid., s. 17-18.
uygulamaya koyabilmelidir. 1993 yılındaki Rus askeri doktrini de, Rusya Federasyonu’nun
yakın çevresindeki hegemonyasını sağlamlaştırma amacını hedeflemektedir.421
NATO’nun 1990’lı yılların başından itibaren gündeme getirdiği genişleme
politikasının, Rus muhalefetinin Batı karşıtı örgütlenmesi için gerekli meşru zemini sağladığı
söylenebilir. Rus demokratları da bu inancı paylaşmış ve NATO’nun genişleme kararının,
Rusya Federasyonu’nda başlatılan reform hareketlerini baltalayacağı, bu nedenle Batının,
artık bu girişiminden vazgeçmesi gerektiğini ileri sürmeye başlamışlardır. NATO’nun
genişlemesinden kaygılanan bir diğer kesim de Rus Ordusu’dur. Onlar da, NATO’nun -bazı
Orta ve Doğu Avrupa devletlerini içine alacak şekilde- genişlemesinin, doğal olarak yeni bir
güvenlik kaygısına neden olacağını ileri sürmüşlerdir.422
Aralık 1991’de, -12 ülkeden oluşan- Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT)
kurulmasından sonra, Rusya Federasyonu, zaman kaybetmeden bu siyasal topluluğu askeri
ittifaka dönüştürme çabasına girmiştir.423 1992 tarihinde de Moskova’nın girişimiyle, BDT
ülkeleri arasında ortak güvenlik antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre, üye ülke
topraklarına gelebilecek herhangi bir saldırı Rus Ordusu aracılığıyla önlenecektir.424 31
Aralık 1995 tarihinde Almati’de toplanan BDT Devlet Başkanları Zirvesi’nde, Rusya
Federasyonu Devlet Başkanı Boris Yeltsin’in önerdiği pakette; 1- BDT arasında bir gümrük
birliğinin kurulması, 2- BDT sınırlarının diğer ülkelere karşı ortak savunulması ve 3- BDT
arasında ortak güvenlik konseyi kurulması isteklerini dile getirmiştir. Toplantı sonunda
421Ibid., s. 18; Richard Pipes, “Is Russia Still an Enemy?”, Foreign Affairs, C. 76, No. 5, Eylül-Ekim 1997, s. 67-68.
422Çayhan ve Güney, op. cit., s. 19.
423Zbigniew Brzezinski, “A Plan for Europe”, Foreign Affairs, C. 74, No. 1, Ocak-Şubat 1995, s. 37.
424Pipes, op. cit., s. 71.
Yeltsin’in ortak güvenlik konseyi kurulması talebi kabul görmemiş ve BDT tarafından
onaylanmamıştır.425
20-21 Mart 1997’deki AGİT Helsinki Zirvesi’nde, ABD Başkanı Bill Clinton ile
Rusya Federasyonu Başkanı Boris Yeltsin bir araya gelerek, NATO ile Rusya Federasyonu
arasındaki işbirliğinin genel yönlerini konuşarak şu konular üzerinde anlaşmışlardır: 1-
NATO genişlemesi sürecek, 2- hiç bir Avrupa ülkesi bu konunun dışında tutulmayacak, 3-
“ikinci sınıf” üyelik söz konusu olmayacak, NATO’nun yeni üyeleri de eski üyelerin hakları
ve sorumluluklarından yararlandırılacaktır, 4- aralarında işbirliği ve danışma mekanizmaları
kuran yeni bir forum oluşturulacak, mümkün olan her alanda NATO ve Rusya arasında
ortak hareket edilecek ve 5- NATO gelişmesine devam edecek fakat, çekirdeğini oluşturan
kolektif savunma işlevi sürdürülüp, arttırılmayacaktır (mevcut durum korunacaktır).426
Rusya ayrıca, ABD ve diğer NATO üyesi ülkelerden, herhangi bir çekince
koymadan yeni NATO üyesi ülkelerin topraklarına nükleer ve konvansiyonel güçler
yerleştirmeme yükümlülüklerine uymalarını istemiştir. NATO 1996 yılındaki Kuzey
Atlantik Konseyi bildirgesinin uygulanmakta olduğunu ve yakın gelecekte de yeni üyelerinin
topraklarına nükleer silahlar yerleştirmeleri için, bir niyet, plan ve nedenin bulunmadığını
bildirmiştir. NATO ayrıca, yeni üyelerinin topraklarına çok sayıda asker
yerleştirmeyeceğini ve bu konuda 1990 yılında Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler
Antlaşması’na (AKKA) bağlı kalacaklarını deklare etmiştir.427
425Çayhan ve Güney, op. cit., s. 20.
426Rotfeld, op. cit., s. 28.
427Ibid.
NATO Genel Sekreteri Javier Solana ile Rusya Dışişleri Bakanı Yevgeny Primakov
arasında, Ocak 1997’de başlayan görüşmeler zinciri sonrasında, 14 Mayıs 1997’de
Moskova’da tamamlanan NATO-Rusya Kurucu Senedi (The Founding Act) 27 Mayıs 1997
tarihinde Paris’de imzalanmıştır. Bu doküman NATO ile Rusya arasında güvenlik
konusunda işbirliğini öngören kalıcı kurumsal çerçeveyi tesis etmektedir. Antlaşmanın
amacı; Avrupa-Atlantik bölgesinde demokrasi ilkeleri ve güvenlik işbirliği konularında,
sürekli ve kalıcı barış ortamını birlikte oluşturmaktır. Ayrıca, NATO ve Rusya aralarındaki
ilişkiyi, davranış kuralları, sorumluluklar ve ortak değerlere bağlılık temeline dayandırmayı
taahhüt etmektedirler.428
Bu antlaşma ile, NATO ile Rusya arasındaki işbirliği ve danışma konularının temel
işletme aracı olarak da Daimi Ortaklık Konseyi (Permanent Joint Council, PJC)
kurulmuştur.429 İmzacılar, NATO üyesi ülkelerin veya Rusya’nın iç işlerini ilgilendiren
konularda, danışma mekanizmasının işlemeyeceği, veto haklarını diğerinin aleyhine
kullanamayacakları, üçüncü ülkelerin çıkarlarını olumsuz yönde etkileyecek araçları
kullanmayacakları, güvenliklerini ilgilendiren durumlarla karşılaştıklarında birbirlerini
bilgilendirip görüş alacakları konularında anlaşmışlardır. PJC yılda iki kez dışişleri ve
savunma bakanları düzeyinde ve Kuzey Atlantik Konseyi’ndeki daimi büyükelçileri
düzeyinde toplanacaktır.430
1999 yılının başlarında PJC, Avrupa güvenlik konularının (terörizm, AKKA,
Bosna-Hersek, Kosova) tartışıldığı, dışişleri bakanları ve büyükelçilerin katıldığı bir forum
428Ibid., s. 28-29.
429Willem Matser, “Towards a New Strategic Partnership”, NATO Review, C. 49, No. 4, Kış 2001, s. 19.
haline gelmiştir.431 11 Eylül 2001’deki terör saldırısından sonra NATO ile Rusya
Federasyonu arasında ortak tehditlere karşı işbirliğinin arttırılması konusu gündeme
gelmiştir. Bu amaçla 28 Mayıs 2002 tarihinde Roma’da NATO ile Rusya arasında bir zirve
düzenlenmiştir. Bu zirvede yeni NATO-Rusya Konseyi kurulmuştur. Böylece 19 NATO
üyesi ülke ve Rusya Federasyonu’ndan oluşan “20” ülke arasında ortak eylem fırsatları
arttırılmıştır. Ayrıca 27 Mayıs 2002 tarihinde de Moskova’da NATO Askeri İrtibat Misyonu
tesis edilmiştir. Böylece NATO Askeri Komitesi ve Rusya Savunma Bakanlığı arasında
askeri konulardaki işbirliği de yakınlaştırılarak, arttırılmıştır.432
1.2.4. NATO’ya Yeni Üyelerin Kabulü
1997 yazına kadar, 12 Orta ve Doğu Avrupa ülkesi433 NATO’ya girmek için
başvurmuştur. Bunlardan Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya, Romanya ve
Slovenya’nın üyeliğe kabul edilmesi beklenmekteydi. İngiltere ve ABD bunlardan ilk
üçünün üyeliğe alınmasını istemiş, buna karşılık, Kanada, Almanya ve özellikle de Fransa
beşinin binden alınmasını desteklemişlerdir. Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya’nın
üyeliklerine kesin gözüyle bakılmıştır. Çünkü, Slovenya’da insan hakları konusunda
beklenen ilerleme sağlanamamış, Romanya’da da 1996 seçimlerinde “yeni komünist”
liderlerin iş başına gelmesi, şanslarını önemli ölçüde azaltmıştır. Fransa özellikle
430Rotfeld, op. cit., s. 29.
431Mark Webber, “A Tale of a Decade: European Security Governance and Russia”, European Security, C. 9, No. 2, Yaz
2000, s. 51.
432NATO Today: Building Better Security and Stability for All (Brussels: NATO Office of Information and Press, 2002), s.
20.
433Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya, Estonya, Letonya, Litvanya, Bulgaristan, Romanya, Slovakya, Slovenya,
Hırvatistan ve Makedonya.
Romanya’nın üyeliğe kabul edilmesi için yoğun çaba harcamıştır. Kendisine yakın gördüğü
bu ülke sayesinde, ABD’nin Avrupa’daki üstünlüğünü biraz daha zayıflatmak istemiştir.
Romanya; daha sonra, Belçika, Kanada, Yunanistan, İtalya, Portekiz, İspanya ve Türkiye
tarafından da desteklenmiştir. İtalya ve Fransa tarafından desteklenen Slovenya da,
potansiyel NATO üyesi olarak görülmüştür.434
1998’e kadar Avrupa ile siyasal ve askeri entegrasyonunun şekillenmesi şeklinde
bir süreci takip eden NATO’nun temel rolü; üç yeni üyenin girmesinin kabulü, askeri
güvenlik alanında Rusya ile yakın ilişkiler kurma, askeri müdahale ile Balkanlar’daki silahlı
çatışmaları önleme, Bosna-Hersek’te barışın uygulamaya konması ve Yugoslavya Federal
Cumhuriyeti içindeki Kosova’nın yeni statüsü ve sorunun çözümü için siyasal çareler
araştırma olmuştur. Daha sonra bu çabanın başarısızlığı nedeniyle Yugoslavya’nın
yükümlülüklerine uymasını sağlamak için askeri müdahalede bulunmasına karar
verilmiştir.435
ABD perspektifinden bakıldığında, NATO’nun genişlemesi; Avrupa’daki istikrarın
devam etmesi ve Avrupa’nın çevresinde ve sınırlarının dışındaki yeni tehditleri önlemeyi
amaçlayan bir stratejik politika olarak gözükmektedir. Yeni üyelerin kabulü sırasında
yaşanan siyasal tartışma, genişleme için ikili özel bir strateji ile sonuçlanmıştır: Bir yandan,
NATO üyeliğinin yolunu açık tutmak, diğer yandan da Birlik’in siyasal ve askeri özelliğini
değiştirmeden, genişleme sürecini yavaşlatmak.436
434Ryan C. Hendrickson, “The Enlargement of NATO: The Theory and Politics of Alliance Expansion”, European Security, C.
8, No. 4, Kış 1999, s. 89-90.
435Rotfeld, op. cit., s. 27.
436Ibid., s. 33.
29 Ocak 1999 tarihinde NATO Genel Sekreteri Javier Solana NATO üyeliği için
başvuruda bulunmuş olan, Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya Başbakanlarına, tüm
NATO üyesi ülkelerin bu başvuruları onayladıklarını içeren bir bildiride bulunmuştur. Bu
ülkelere hazırlanmakta olan NATO’nun Yeni Stratejik Kavramı’nın hazırlık çalışmalarına ve
Rusya ile 1990 AKKA Antlaşması’nın uyarlanması görüşmelerine NATO’nun hazırlanması
çalışmalarına katılmaları için izin verilmiştir. 26 Şubat 1999 tarihinde de Kuzey Atlantik
antlaşması bu üç ülke cumhurbaşkanları tarafından imzalanmıştır (Macaristan
Cumhurbaşkanı daha önce imzalamıştır). 12 Mart 1999 tarihinde bu metinlerin depoziter
ülke olan ABD’ye verilmesinden sonra bu üç ülke resmen NATO üyesi olmuşlardır.437 Bu
üç eski Doğu Bloku ülkesinin NATO’ya üye olmalarından sonra Avrupa’da yeni bir
“bölünme çizgisi”nin olmadığı da özellikle belirtilmiştir.438
NATO Soğuk Savaş sonrası ikinci genişleme sürecini yaşamaktadır. 21-22 Kasım
2002 tarihinde Prag’da yapılan NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nde yedi
ülkeye daha kapılarını aralamıştır. Bu ülkeler şunlardır: Bulgaristan, Estonya, Letonya,
Litvanya, Romanya, Slovakya ve Slovenya’dır. Bu ülkelerden üç tanesi eski Sovyet
Cumhuriyeti, üç tanesi eski Varşova Paktı üyesi ve bir tanesi de eski Yugoslavya
Cumhuriyetidir. Toplam 45 milyon nüfusa sahip olan bu yedi ülke ile üyeliğe giriş
müzakereleri başlatılmıştır.439
437Sebestyen L. v. Gorka, “NATO After Enlargement: is the Alliance better off?”, NATO Review, C. 47, No. 3, Güz 1999, s.
33; Rotfeld, op. cit., s. 34.
438Javier Solana, “The Washington Summit: NATO Steps Boldly into The 21st Century”, NATO Review, C. 47, No. 1, İlkbahar
1999, s. 3.
439NATO After Prague: New Members, New Capabilities, New Relations (Brussels: NATO Office of Information and Press,
14 Ocak 2003), s. 1-2.
1999’daki Washington Zirvesi’nde üye ülke liderleri İttifakın genişlemesi
yönündeki görüşlerini ortaya koyarlarken, Üyelik Eylem Planı’nı (Membership Action Plan-
MAP) ortaya koymuşlardır. MAP ile NATO’ya aday ülkelerin siyasal ve askeri kriterleri
karşılamadaki başarı ya da başarısızlıklarını gösteren “İlerleme Raporları” (progress
reports) da düzenlenmektedir.440
Eylül 1995 tarihinde NATO olası yeni üyeler için bir dizi siyasal ve askeri
kriterleri ortaya koymuştur. Bu kriterler NATO’ya giren tüm üyelerin demokratik ilke ve
yöntemlere bağlılığını ve komşularıyla var olan sınır anlaşmazlıklarını çözmelerini
gerektirmekteydi. Bu kriterler yeni üyeler için geçerliydi, Türkiye ve Yunanistan gibi eski
üyeler arasındaki anlaşmazlıklara uygulanmayacaktı.441
Soğuk Savaş sonrası ikinci genişlemeye dahil olan yedi ülke, ilk genişlemedeki
ülkelere (Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya) göre daha hızlı bir ilerleme
kaydetmişlerdir. 2003 Mart sonuna kadar katılım protokolleri imzalanması ve Haziran 2004
tarihinde yapılacak olan NATO Zirvesi’nden önce de onaylanma sürecinin tamamlanması
beklenmektedir.442
440Mark Kramer, “NATO, the Baltic States and Russia: a Framework for Sustainable Enlargement”, International Affairs, C.
78, No. 4, Ekim 2002, s. 737.
441Ibid., s. 736.
442NATO After Prague..., s. 2.
Bu arada Prag’daki sürece dahil olamayan Arnavutluk ve Makedonya’ya
NATO’nun savunma ve güvenlik konularındaki yardımı da devam etmektedir. Ayrıca 2002
yılında MAP’a katılan Hırvatistan’ın da gelecekte NATO’ya üye olması beklenmektedir.443
1.3. NATO’nun Stratejik Kavramı’nın Güncelleştirilmesi
Temmuz 1997’de gerçekleştirilen Madrid Zirvesinde, NATO’ya üye ülkeler devlet
ve hükümet başkanları, Stratejik Kavram’ın güncelleştirilmesi gerektiği üzerinde
uzlaşmışlardır. Amaçları, İttifak stratejisinin; Avrupa güvenliğindeki yeni akımların dikkate
alınması ve NATO’nun askeri yeteneklerinin, yeni yüzyılın tehditlerine karşı koyabilecek
biçimde geliştirilmesi amacıyla, siyasal bir çerçeve oluşturulması olmuştur.444
NATO’nun 1997’deki Madrid Deklarasyonu kurumsal işbirliğinin üç yönünü ortaya
çıkarmıştır: AB içerisinde entegre olmuş olan BAB ile yakın işbirliği; NATO bünyesinde
Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği’ni (AGSK) kurma; ve “insan hakları ve demokrasiyi
geliştirme, güvenlik konularındaki işbirliğini arttırma ve çatışmaları önleme” öncelikleri
bulunan AGİT’i bölgesel bir örgüt olarak güçlendirme.445 Ayrıca 1991 Stratejik
Kavramı’ndan itibaren ortaya çıkan köklü değişiklikler karşısında NATO’nun siyasal ve
askeri rollerinin ayrıntılı bir biçimde gözden geçirilmesini de gerektirmiştir. Bu ayrıntılı
çalışma iki aşamada gerçekleştirilmiştir. 1998 yılının ilk yarısında, bu konular üzerinde
gözden geçirme çalışmasında ele alınacak kavramsal tartışmalar yapılmıştır. Bir dizi taslak
443Hırvatistan MAP’a 2002 yılının Mayıs ayına kadar kabul edilmemiştir. Çünkü, bu ülke adaylık için gerekli siyasal ve askeri
kriterleri bu tarihe kadar gerçekleştirememiş ve Eski Yugoslavya Savaş Suçluları Mahkemesi ile yakın işbirliği
yapmamıştır. Normalde aday ülkelerin MAP’a girmesi ile adaylığı arasında geçen süre yaklaşık üç yıl olması nedeniyle, bu
ülkenin NATO’ya tam üye olması 2005 yılını bulacaktır.
444Anthony Cragg, “Yeni Bir Çağ İçin Yeni Bir Stratejik Kavram”, NATO Dergisi, (Yaz 1999), C. 47, No. 2, s. 19.
metinler aracılığıyla İttifak Stratejisi’nin gözden geçirilmesi için başlangıç noktasını
belirlemişlerdir. Gözden geçirme çalışmaları 15 aydan fazla sürmüş ve mevcut son konular,
23-24 Nisan 1999 tarihindeki Washington Zirvesi’nde karara bağlanmıştır.446 Bu karara
göre NATO’nun temel güvenlik görevleri şunlardır:
Güvenlik: Demokratik kurumların kalkınması ve anlaşmazlıklara barışçıl çözümler
getirilmesi ilkelerine dayanan, ve hiç bir ülkenin bir diğerini kuvvet tehdidi veya kullanımı
ile korkutamayacağı veya zorbalık yapamayacağı istikrarlı bir Avrupa-Atlantik güvenlik
ortamı için vazgeçilmez temellerden birini oluşturmak.
Danışma: Washington Antlaşması’nın 4. Maddesinde öngörüldüğü üzere, üyelerin
güvenliğini tehdit edebilecek olası riskler ve üyelerin ortak endişe konularında yürüttükleri
çabaların eşgüdümü dahil, Müttefiklerin yaşamsal çıkarlarını etkileyebilecek her tür konuda
Müttefikler için Atlantik ötesi bir forum oluşturmak.
Caydırıcılık ve Savunma: Washington Antlaşması’nın 5 ve 6. Maddelerinde
öngörüldüğü üzere, NATO üyesi herhangi bir ülkeye yöneltilecek herhangi bir saldırı
tehdidine karşı caydırıcılık ve savunma sağlamak.
Ve, Avrupa-Atlantik sahasında güvenlik ve istikrarı güçlendirmek amacıyla:
Kriz Yönetimi: Washington Antlaşması’nın 7. Maddesinde öngörüldüğü üzere, her
bir vakayı tek tek ele alarak ve oybirliği içinde, çatışma önlemeye etkili biçimde katkıda
445Rob de Wijk, “Towards a New Political Strategy for NATO”, NATO Review, C. 46, No. 2, Yaz 1998, s. 15; Rotfeld, op. cit.,
s. 27.
446Cragg, loc. cit.
bulunmaya ve kriz mukabele operasyonları dahil, kriz yönetimine faal olarak katılmaya hazır
olmak.
Ortaklık: Şeffaflığı, karşılıklı güveni ve İttifak ile birlikte çalışabilirlik yeteneğini
arttırmak amacıyla Avrupa-Atlantik sahasındaki diğer ülkelerle geniş kapsamlı işbirliği ve
diyalog geliştirmek.447
1991 Stratejik Kavramı’nın, Avrupa’da global bir savaş tehlikesinin neredeyse
bütünüyle bulunmamasına rağmen, İttifak üyeleri ve Avrupa-Atlantik bölgesindeki diğer
ülkelerin çeşitli tehlikeler ve belirsizliklerle karşı karşıya oldukları şeklindeki sonuç bölümü,
Yeni Stratejik Kavram’da teyit edilerek tekrarlanmaktadır. Etnik çatışmalar, insan hakları
ihlalleri, siyasal istikrarsızlık ve ekonomik sıkıntılar sözü edilen tehlikelerdendir.448
Yugoslavya’ya NATO’nun 24 Mart-10 Haziran 1999 tarihlerindeki müdahalesi, 23-
25 Nisan 1999 tarihindeki Washington Zirvesi’nde kabul etmiş olduğu Yeni Stratejik
Kavram’ın etkisini ortaya koymaktadır.449
2. Kırk Yıl Sonra “Alan Dışı” Bölgenin “Alan İçi” Olmasına Neden Olan Gelişmeler
Güven vermeyen Üçüncü Dünya liderleri (Saddam gibi), nükleer silahların yayılması
ile İttifak topraklarına yönelik olası tehditler ve bunların denetiminin gittikçe zorlaşması,
dünya nüfusunun hızla artması, eşitsiz kaynak dağılımı, göçler, artan dinsel radikalizm ve
ulusçuluk gibi tehdit ve tehlikelerin bulunduğu bir uluslararası ortamda, güvenliğin (özelde
447Ibid., s. 21.
448Ibid., s. 20.
449Mieczyslaw Stolarczyk, “The Concept of European Unity Against International Security in Post-Cold War Europe”, The
Polish Quarterly of International Affairs, C. 8, No. 2, İlkbahar 1999, s. 133.
Avrupa güvenliğinin) artık sınırlarla kısıtlı kalamayacağı gerçeği, göz ardı edilmemesi
gereken bir olgu olarak ortaya çıkmıştır.450
Aslında NATO üyesi Avrupa ülkelerinin silahlı güçleri, değişik zamanlarda ve
durumlarda NATO bölgesi dışında da, görev yapmışlardır. Barış koruma gücü olarak Sina
Yarımadası’nda, Güney Lübnan ve Kıbrıs gibi riskli bölgelerde, tehdit altındaki hükümetleri
desteklemek amacıyla da Çat ve Lübnan gibi bölgelerde bulunmuşlardır.451
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte, Batıya yönelik güvenlik tehditlerinde
yapısal değişiklikler olmuştur. Artık güvenlik algılaması daha küçük ölçekte, daha
karmaşık, fakat daha tehlikeli ve -eski Yugoslavya’da olduğu gibi- daha çabuk zarar verici
boyutlar kazanmıştır.452
2.1. Sovyetler Birliği’nin Dağılması
Lenin’den sonra en büyük devrimci olarak nitelendirilen Gorbaçov 1987 yılı
başında, Komünist Partisi Merkez Komitesi’ne, perestroika (yeniden yapılanma) ve
glastnost (açıklık-şeffaflık) ilkeleriyle özetlediği genel bir reform paketi sunmuştur. Bu
paket, Komite tarafından da kabul görmüştür. Gorbaçov, SSCB ekonomisinin sıkıntılarından
kurtulabilmesi ve gelişebilmesi için, ekonomik ve siyasal reformların yapılması gerektiğini
ve bu reformlardan dönülmesinin de mümkün olmadığını ifade etmiştir.453 Gorbaçov,
450Ifantis, op. cit., s. 7; Arı, Uluslar arası İlişkiler, s. 145.
451James Eberle, John Roper, William Wallace ve Phil Williams, “European Security Cooperation and British Interests”,
International Affairs, C. 60, No. 4, Güz 1984, s. 555.
452Smith ve Woolcock, op. cit., s. 465.
453Osman Metin Öztürk, Rusya Federasyonu Askeri Doktrini (Ankara: Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM)
Yayınları, 2001), s. 12.
önerdiği reform paketinin askeri alanlarda da uygulanması gerekliliğini vurgulamıştır. Bu
amaçla Ordunun yapısının ve örgütlenmesinin yeniden gözden geçirilmesini önermiştir.454
Gorbaçov Dönemi, SSCB tarihinde özgürlüklerin en geniş biçimde yaşandığı bir
dönem olmuştur. Özgürlük ortamı da, o zamana kadar yok varsayılan veya baskı altında
tutulan sorunların ortaya çıkmasına neden olmuştur.455 Bu sorunlar SSCB’yi oluşturan
cumhuriyetlerde zamanla kendini hissettirmeye başlamıştır. Özellikle Baltık Cumhuriyetleri
(Estonya, Letonya ve Litvanya) yerel parlamentolarında, Sovyetler Birliği’nden ayrılma ve
egemenliklerini kazanma yolunda sıkça ve açıkça yaşanan tartışmalar, Gürcistan’da
meydana gelen olaylar ve Ermeniler ile Azeriler arasında yaşanan Dağlık Karabağ olayları,
1990’lara girerken ortaya çıkan sorunlar olmuştur. Gorbaçov hem bu sorunlarla baş
edebilmek ve hem de reformların amacına ulaşmasını sağlamak amacıyla, dış politikada
barışçı, diyaloga açık ve silahsızlanmayı içeren bir tutum sergilemiştir.456
Reformların ve sağlanan özgürlük ortamının neden olduğu karmaşa, Moskova ile,
Sovyetler Birliği’ni oluşturan cumhuriyetler arasındaki ilişkilerin bozulmasına da neden
olmuştur. Moskova’dan uzaklaştıkça, Moskova’nın etkisinin azaldığı bir durumla karşı
karşıya kalınmıştır. Mayıs 1989’da Letonya, Litvanya ve Estonya bağımsızlıklarını ilan
etmişlerdir. Bu ilanların geriye alınması yönündeki Sovyet baskılarının boşa çıkması ve bu
454William E. Odom, “Soviet Military Doctrine”, Foreign Affairs, C. 67, No. 2, Kış 1988/89, s. 118.
455Bu sorunlar sadece Sovyetler Birliği’nde değişikliklere neden olmamış, aynı zamanda Doğu ile Batı arasındaki ilişkilerin
değişmesine de yol açmış, dönüşü olmayan riskleri de beraberinde getirmiştir. Richard K. Betts, “NATO’s Mid-Life Crisis”,
Foreign Affairs, C. 68, No. 2, İlkbahar 1989, s. 39.
456Öztürk, op. cit., s. 13.
ülkelere yönelik Sovyet askeri girişimlerinin Batıdan olumsuz tepki alması, SSCB’nin
dağılma sürecini çabuklaştırmıştır.457
Ayrıca, 1991 yılı Ağustos ayında, değişime direnen komünistlerin Gorbaçov’a
yönelik bir darbe girişimleri olmuştur. Bu girişim, Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Boris
Yeltsin önderliğinde, -halkın ve askerlerin çoğunluğunun desteği ile- bastırılabilmiştir. Bu
olaydan sonra Gorbaçov, Komünist Partisi yöneticiliğinden istifa etmiştir. Komünist Partisi
Merkez Komitesi’nin dağıtılmasını istemiş ve Parlamento da Gorbaçov’un isteğine uyarak,
bu yönde karar vermiştir. Yaşanan kaos ortamı ayrılıkçı hareketleri desteklemekle birlikte,
Sovyet sistemini oluşturan ve ayakta tutan kurumların da ortadan kalkmasına neden
olmuştur.458
Bu gelişmelerden sonra, 8 Aralık 1991 tarihinde, Rusya Federasyonu, Ukrayna ve
Beyaz Rusya (Belarus) Devlet Başkanları, SSCB’nin siyasal ve hukuksal olarak ortadan
kalktığına karar vermişlerdir. Bu karar Sovyetler Birliği’nin resmen dağılması anlamına
gelmektedir. Böylece uluslararası hukuk açısından egemenlik ve bağımsızlıklarına kavuşan
bu devletler, bu toplantı sırasında, aralarında bir birlik oluşturma kararı da alarak Bağımsız
Devletler Topluluğu’nu (BDT) kurmuşlardır. Böylece, Sovyetler Birliği diye bir devletin
artık uluslararası sistemde varlığının sona erdiği dünyaya ilan edilmiştir. 25 Aralık 1991
tarihinde Sovyetler Birliği’nin son Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov, bu görevinden de
457Ibid., s. 14.
458Ibid., s. 15.
ayrılmıştır. Aynı gece, Kremlin’deki SSCB bayrağı gönderden indirilmiş ve yerine Rusya
Federasyonu bayrağı çekilmiştir.459
2.2. Körfez Krizi (1991)
Soğuk Savaş’ın sona ermesi, Batının bu savaşta galip olduğunu göstermiştir. Ancak
galibiyet sevinci çok uzun sürmemiş ve bütün dikkatler Basra Körfezi’ndeki krize
odaklanmıştır. Avrupa güvenliğinin geleceğine yönelik tartışmalar, belirsiz planların, yoğun
anlaşmazlıkların ve karmaşanın üretilmesine neden olmuştur.460 Avrupa devletlerinin bu
bölgede yüz yüze kaldıkları güçlüklerden biri ve en önemlisi, “hangi kurum bu konuda ne
yapmalı ve bunu nasıl yapmalı?” sorusudur. Çünkü Avrupa’daki örgütlenmeler savunma
temellidir ve heterojen üyelerden oluşmaktadır. Bu bölgeye yapılabilecek bir müdahalenin
rasyonalize edilmesi gerekmektedir.461
2 Ağustos 1990 Perşembe günü Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi üzerine, o hafta sonu
AT üyesi ülkeler, Irak ve Kuveyt’e yönelik petrol ithalatlarına ambargo koyma ve BM
yaptırımlarını destekleme konularında anlaşmışlardır. Ayrıca Irak’ın mal varlığını ve askeri
satışları dondurma ve askeri, bilimsel ve teknik konulardaki işbirliğini erteleme kararını da
almışlardır.462
1990-1991 Körfez Krizi, NATO bölgesi dışında (out of area) gerçekleşmiştir.
Yapılan müdahale ve bazı hareketler bu çerçevede değerlendirilmiştir. ABD ve Körfez
459Ibid.
460Zielonka, op. cit., s. 127.
461Trevor C. Salmon, “Testing Times for European Political Cooperation: The Gulf and Yugoslavia, 1990-1992”, International
Affairs, C. 68, No. 2, Nisan 1992, s. 236.
462Ibid., s. 245.
koalisyonuna, NATO üyesi ülkelerin -askeri desteği olmadan,- lojistik desteği ile bu
müdahale gerçekleşmiştir.463 ABD ve Batı Avrupa’nın bu bölgedeki sorunlara müdahale
etmelerinin gerisinde yatan neden, bu bölgedeki stratejik önemi olan petrole yüksek
oranlarda bağımlı olmalarından kaynaklanmaktadır. Çıkartılan petrolün %70 gibi büyük bir
kısmının alıcıları bu ülkelerdir. Olası bir istikrarsızlık ve çatışma, bu bölgedeki petrole
bağımlı olan ABD ve Batı Avrupa ülkelerinin de stratejik açıdan sıkıntıya girmelerine neden
olacaktır. Bu yüzden Irak’ın Kuveyt’e girmesine kayıtsız kalamayarak müdahale etmişlerdir.
NATO’dan alan-dışı bölgeye müdahale etmek için bir karar çıkartmaları ise, mümkün
olmamıştır. Çünkü savunma amaçlı kurulmuş bulunan NATO’nun böyle bir operasyon
düzenlemesi için kurucu antlaşmasında değişiklik yapılması gerekmektedir. Bu yüzden,
Irak’ı Kuveyt’ten çıkartmak ve buradaki petrol kuyularının güvenliğini sağlamak amacıyla,
Batılı ülkelerin müdahalesi, ABD önderliğinde oluşturulan “Çok Uluslu Güç” tarafından
gerçekleştirilmiştir.464
2.3. Yugoslavya Krizi
Yugoslavya’da yaşanan çatışmalar ve kriz ortamı Avrupa’yı birleştirme hayallerinin
gerçekleşmesini zora sokmuş ve Avrupa’nın merkezinde çıkmayacağı düşünülen
çatışmaların çıkabileceğini göstermiştir. 1991 yılı Haziran ayı sonunda, Slovenya ve
Hırvatistan’da yapılan referandumlardan sonra; -Sırbistan ve diğer Yugoslav
cumhuriyetlerinin, Yugoslavya’yı zayıflatacağı ve dağılmasına neden olacağı gerekçesiyle
yaptıkları itirazlarına rağmen,- bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Slovenya’nın, nispeten
463William H. Taft, “European Security: Lessons Learned from The Gulf War”, NATO Review, C. 39, No. 3, Haziran 1991, s.
18.
464M. Süreyya Yüksel, “NATO-Turkey-The Middle East”, Türk-Arap İlişkileri İncelemeleri Yıllığı, C. 6, 1991, s. 121.
küçük, askeri güce sahip ve etnik olarak homojen olması nedeniyle, Yugoslavya’dan
ayrılması ciddi sorunlara neden olmamıştır. Hırvatistan ise, -Slovenya’nın aksine,- sağlıklı
bir askeri güce ve homojen bir etnik yapıya sahip olmadığı için, 1991’in sonbaharında etnik
Sırplarla Hırvatlar arasında çatışmaların yaşanmasına sahne olmuştur.465
Yugoslavya’da yaşanan bu gelişmeler, coğrafi olarak yakınlığı, aralarında var olan
ticaret, yardım ve işbirliği antlaşmaları ve Avrupa’da barış, istikrar ile güvenliği tehlikeye
sokması nedeniyle, AT’de konsensus derecesinde bir görüş birliğinin oluşmasına neden
olmuştur. Çünkü Körfez Krizi’nin Avrupa dışında yaşanmasına karşın, Yugoslavya Krizi
“Avrupa sorunu”dur ve Avrupa’da “yeni güç kırılmaları”nın yaşanmasına neden olma
riskini de beraberinde getirmektedir.466
Yugoslavya’da ve Basra Körfezi’nde yaşanan bu gelişmeler, ABD ve kaygılı
Avrupalıları; NATO’nun rolünü yeniden düşünmeye, AT’yi; ekonomik ve siyasal
değişimlere yönelik çalışmalarını hızlandırmaya ve AGİK üyesi ülkeleri de; yeni çareler
aramaya teşvik etmiştir.
Eski Yugoslavya’da yaşanan gelişmelere, Avrupa’nın iç içe geçmiş güvenlik
yapılanmasını oluşturan örgütleri müdahale etmişler, ancak iç savaşın sona erdirilmesinde
hiç biri NATO kadar etkili olamamıştır. NATO ise çatışmaların önlenmesi aşamasında
değil, yıllar sonra bitirilmesinde rol oynamıştır. Diğer örgütler; taraflar ve Avrupalı liderler
465Gregory F. Treverton, “The New Europe”, Foreign Affairs, C. 71, No. 1, Kış 1991/1992, s. 103.
466Salmon, op. cit., s. 248.
arasında, çatışma bölgelerindeki insanlara gıda yardımı yapılabilmesi için, kısa süreli ateş
keş görüşmelerine aracılık etmişlerdir.467
3. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT) Avrupa Güvenliğindeki Rolü
İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan iki kutuplu uluslararası sistemde, Avrupa
güvenliği ve istikrarını sağlayacak bir antlaşma gerçekleştirme çabaları 1950’li yılların
ortalarına kadar uzanmaktadır.468 Bu düşünce temel olarak Doğu Bloku’ndan gelmiştir.469
Gerisinde; Almanya’nın bölünmüşlüğünü ve Berlin krizlerinin oluşturduğu Soğuk Savaş
yıllarındaki Avrupa sınır hatlarını meşrulaştırma isteği bulunmaktadır.470 Bu amaçla
1955’lerde Varşova Paktı’ndan gelen, Avrupa Ortak Güvenlik Antlaşması önerisi, Batı
Bloku tarafından şüphe ile karşılanmış ve kabul edilmemiştir.471 Ayrıca bu öneri, Batı
Almanya’nın NATO’ya girmesini engellemeyi amaçlayan bir manevra olarak da
değerlendirilmiştir.472
3.1. AGİK’in Ortaya Çıkması
1960’ların sonlarına kadar Doğu Bloku, Avrupa güvenliğine yönelik girişimlerini
sürdürmüş, ancak Batı Bloku’ndan bir karşılık alamamıştır. 1969’da Bonn’da iktidara gelen
Willy Brandt başkanlığındaki koalisyon hükümetinin, Batı Almanya’nın Polonya ve
467Eyal, op. cit., s. 700.
468Mike Bowker and Phil Williams, “Helsinki and West European Security”, International Affairs, C. 61, No. 4, Güz 1985, s.
607.
469Gökçen Alpkaya, AGİK Sürecinden AGİT’e İnsan Hakları (İstanbul: Kavram Yayınları, 1996), s. 19.
470Fred Chernoff, “Negotiating Security and Disarmament in Europe”, International Affairs, C. 60, No. 3, Yaz 1984, s. 429.
471Alpkaya, loc. cit.
472Bowker ve Williams, op. cit., s. 613.
Çekoslovakya ile olan Doğu sınırını tanıması, Doğu Almanya ile ilişkiye girmeyi kabul
etmesi ve 1972 yılı Kasım ayında da, ABD ile Sovyetler Birliği arasında stratejik silahların
sınırlandırılmasına ilişkin antlaşmanın(SALT-I) imzalaması sonucu meydana gelen
yumuşama (detente) ortamı, Avrupa güvenliği ve istikrarı yönünde olumlu bir adım
oluşturmuştur.473
Bu gelişmeler sonucu Batı, Avrupa güvenliği ve istikrarı konusunda görüşmeler
yapmayı kabul etmiş, buna karşılık, “Karşılıklı ve Dengeli Kuvvet İndirimi” (MBFR)
görüşmelerinin de başlamasını önermiştir. Bu öneriyi de, Doğu Blokunun kabul etmesi
sonucu; Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK), 15 Ocak 1973 tarihinde
Helsinki’de çalışmalarına başlamıştır. İki yılı aşan hazırlık çalışmalarından sonra, 1 Ağustos
1975 tarihinde Helsinki Son Senedi, -Arnavutluk dışında- 33 Avrupa devleti, ABD ve
Kanada’nın devlet veya hükümet başkanlarınca imzalanmıştır. Helsinki Son Senedi ile,
İkinci Dünya Savaşı sonunda Avrupa’da oluşan sınır hatlarının meşruluğu kabul edilmiştir.
NATO, Varşova Paktı, tarafsız ve bağlantısız Avrupa ülkelerinden oluşan bu 35 devlet,
Avrupa’nın geleceğine yönelik idealist düşünceler ve kararlar almak amacıyla bir araya
gelmişlerdir.474
Helsinki Son Senedi, güvenliğin sadece dış tehditler ve temel askeri önlemlerle
sınırlı kalmadığını, bununla birlikte, ülkelerin kendi toplumsal ve ekonomik durumlarının da
birlikte değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Güvenliğin bu geniş anlamda
değerlendirilmesi önerisi, İkinci Dünya Savaşı ile birlikte çoğu stratejist tarafından ileri
473Sander, Siyasi Tarih, s. 348-349.
474Stanley R. Sloan, “NATO’s Future in A New Europe: An American Perspective”, International Affairs, C. 66, No. 3,
Temmuz 1990, s. 504-505.
sürülmüştür. Onlara göre iç ve dış faktörlerin birbirinden farklı ve ayrı düşünülmesi
hatalıdır. Çünkü artık iç ve dış faktörler iç içe geçmiş haldedir ve bir birini
etkilemektedir.475
Helsinki Son Senedi’nin kabulü ile başlayan konferanslar dizisi, Belgrad (1977-78),
Madrid (1980-83), Viyana (1986-89), Helsinki (1992) ve Budapeşte (1994) olmak üzere
yapılan izleme toplantılarından (follow-up) oluşmaktadır. Daha sonra gözden geçirme
(review) toplantısı adını alan toplantılar, 1996’dan sonra Viyana’da düzenlenmektedir.476
3.2. AGİK’ten AGİT’e Dönüşüm
Soğuk Savaş’ın bittiğini tescil etmek, yeni dönemin tabi olacağı esasları belirlemek
ve AGİK’i yeni koşullara uygun yapılandırmak amacıyla, 19-21 Kasım 1990 tarihinde,
Paris’te toplanan AGİK Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nde “Paris Şartı” kabul
edilmiştir. Paris Şartı ile, demokrasi Avrupa’nın tek siyasal yönetim tarzı olarak
benimsenmiş, temel özgürlükler ve insan haklarına dayanan demokrasinin, barış, istikrar ve
adaletin temelinde yattığı savunulmuştur.477
Paris Şartı üç bölümden oluşmaktadır. “Demokrasi, Barış ve Birlik için Yeni
Dönem” başlığını taşıyan birinci bölümünde; demokrasinin temel ilkeleri sıralanmış,
demokrasinin sağlam temellere oturtulmasının, barış ve güvenliğin de teminatı olduğu teyit
edilmiştir. “Gelecek için Yönlendirici İlkeler” başlığını taşıyan ikinci bölümde; güvenlik,
insan hakları, ekonomi, çevre ve kültür alanlarında halkların ihtiyaç ve isteklerinin
475Zielonka, op. cit., s. 128.
476OSCE Handbook, s. 9, 24.
477Gregory Flynn and Henry Farrell, “Piecing Together The Democratic Peace: The CSCE, Norms, and The ‘Construction’ of
Security in Post-Cold War Europe”, International Organization, C. 53, No. 3, Yaz 1999, s. 509.
gerçekleştirilmesi için yapılması öngörülen işbirliğinin kapsayacağı konulara
değinilmektedir. Üçüncü bölümde ise, bir konferanslar diplomasisi olarak yapılan AGİK’in
kurumsallaştırılması amacıyla oluşturulması düşünülen mekanizmalar belirtilmektedir. Buna
göre; Viyana’da “Çatışma Önleme Merkezi”, Varşova’da “Serbest Seçimler Ofisi”
(Demokratik Kuruluşlar ve İnsan Hakları Ofisi), Prag’da bir Sekreterya kurulmuştur.478
Paris Şartı ayrıca, devlet ve hükümet başkanlarının düzenli zirve toplantıları, Dışişleri
Bakanları Konseyi ve Kıdemli Memurlar Komitesi olarak üç siyasal ve karar alma organı
oluşturmuştur.479
Paris Şartı ile başlayan AGİK’teki kurumsallaşma çabaları 1992’de Helsinki II ve
1994’de Budapeşte Devlet ve Hükümet Başkanları Zirveleri’nde kabul edilen belgelerle daha
da geliştirilmiştir. 1990’daki Paris Şartı, Orta ve Doğu Avrupa’daki değişiklikleri, Soğuk
Savaş’ın ve bölünmüşlüğün bittiğini duyurmakla birlikte, daha sonra SSCB’nin dağılmasıyla
ortaya çıkan sorun ve belirsizliklerin çatışmalara neden olmasının önlenmesi, -yani “değişim
yönetimi”- görevi, 1992 Helsinki Belgesi ile AGİK’e verilmiştir. Bu belge, AGİK’e erken
uyarı, çatışma önleme ve kriz yönetimi (conflict menagement) gibi iddialı görevler
yüklemektedir. Böylece AGİK, Soğuk Savaş sonrası dönemde geçerli olacak düzenin
oluşturulmasına katkıda bulunacak önemli uluslararası kuruluşlardan biri durumuna
getirilmiştir.480
478Treverton, loc. cit.
479Flynn and Farrell, op. cit., s. 518.
480Rotfeld, op. cit., s. 45.
Bu şekilde kurumsallaşan AGİK’in, AGİT (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı)
adını alması ise, 1994 Budapeşte Zirvesi’nde kararlaştırılmıştır.481 İsim değişikliğinin, 1
Ocak 1995 tarihinden itibaren geçerli olacağı kabul edilmiştir.482 1994 Budapeşte Belgesi,
AGİT’in, işbirliği ve ortaklık esasına dayanacak yeni bir geleceğin yaratılmasında ve
Avrupa’da istikrar ve güvenliğin kurulmasında merkezi bir rol üstlenmesini öngörmüş ve
AGİT’in güçlendirilmesini hedeflemiştir. AGİT’in Avrupa güvenlik sistemindeki yeri ve
rolü, NATO ve AB’nin genişlemesi konularında da çok önem arz etmektedir. NATO ve
AB, AGİT’i Avrupa çapındaki en geniş örgütlenme olarak kabul etmekte, Avrupa güvenliği
ile istikrarının sağlanması ve barışın korunmasındaki rolüne önem vermektedirler.483
1996 Lizbon Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi sonunda kabul edilen Lizbon
Zirve Belgesi; “Lizbon Zirve Bildirisi” ve “Yirmi Birinci Yüzyılda Avrupa için Ortak ve
Geniş Kapsamlı Güvenlik Modeli Bildirisi”nden oluşmuştur. Belgede ayrıca, “Silahların
Kontrolünün Çerçevesi” ve “AGİT’in Gündeminin Genişletilmesi” başlıklarını taşıyan iki
belge daha yer almaktadır.484
Soğuk Savaş’ın sona ermesi, Varşova Paktı’nın dağılması ve AGİK’in AGİT’e
dönüşmesi üzerine, AGİT içindeki müzakereler, bloklar arası olma özelliğini yitirmiş,
ülkeler AGİT ilkelerine uymaları konusunda bireysel olarak birbirlerini eleştirmeye
başlamışlardır.
481Bu isim değişikliği ABD Başkanı Clinton ve Dışişleri Bakanı Christopher tarafından önerilmiştir. Holbrooke, op. cit., s. 48.
482Alpkaya, op. cit., s. 24.
483Rotfeld, loc. cit.
484OSCE Handbook, s. 22-23.
Unutulmaması gereken bir durum söz konusudur. AGİK görüşmeleri ve kararları
siyasal açıdan bağlayıcılığa sahiptir. Hukuksal olarak herhangi bir bağlayıcılığı yoktur.
AGİK üyesi ülkeler, iyi niyet ilkesi gereği bu kararları uygulamaktadırlar. Çıkarlarına
uygun görmedikleri her an, vazgeçebilmeleri tehlikesi vardır. Bu tehlikeyi göz önünde
bulunduran Batı Avrupa ülkeleri, güvenliklerini sağlamak amacıyla geleneksel kurumlara
(NATO, BAB) daha fazla güvenmektedirler.485
Geleneksel güvenlik anlayışı sürekli gelişme halindedir. Artık geçmişte olduğu gibi
katı kurallarla tanımlanmayıp, daha esnek düşünülmektedir. Avrupa’da iki kutuplu sistemin
çöküşüyle ortaya çıkan yeni güç dengesi, bir çok belirsizlik ve korkuyu da beraberinde
getirmiştir.486
3.3. AGİT’in, Güvenliğin Askeri Boyutu İle İlgili Mekanizmaları
AGİK/AGİT’in temel hedeflerinden biri de, AGİT bölgesinde işbirliğine dayanan
güvenliği güçlendirmektir. Bu hedef, AGİT üyesi tüm ülkelerin, bireysel veya toplu olarak,
güvenliklerini diğer üye ülkelerin güvenliklerini tehdit edecek biçimde güçlendirmeme
yükümünü getirmektedir. Ancak, AGİT üyesi ülkelere NATO gibi güvenlik garantileri
sağlamamaktadır. AGİT içinde güvenliğin askeri boyutu kapsamında öngörülen başlıca
mekanizmalar, “Güven ve Güvenlik arttırıcı Önlemler”, “Avrupa’da Konvansiyonel
Kuvvetler Antlaşması” (AKKA), “Güvenliğin Siyasal-Askeri Yönleri ile İlgili Davranış
İlkeleri” (Code of Conduct) ve “Açık Semalar Antlaşması”dır.487
485Nicole Gnesotto, “European Union After Minsk and Maastricht”, International Affairs, C. 68, No. 2, Nisan 1992, s. 228-
229.
486Zielonka, op. cit., s. 131-132.
487OSCE Handbook, s. 116.
3.3.1. Güven ve Güvenlik Arttırıcı Önlemler
İlk olarak Helsinki Son Senedi’nde yer alan Güven ve Güvenlik Arttırıcı Önlemler,
üye ülkelerin zamanında ve açık bilgilere sahip olamamaları nedeniyle, askeri eylemlerin
yanlış değerlendirilmesi veya yanlış hesaplanmasından doğabilecek düşmanlıkların ve silahlı
çatışma risklerinin azaltılmasını amaçlamaktadır.488 Helsinki’de öngörülen ilk önlemler;
gözlemci değişimi, manevraların ve önemli askeri hareketliliklerin önceden bildirilmesi ile
askeri delegasyonlar daveti gibi diğer önlemleri kapsamaktadır.489 Bu önlemler, 1984-1986
yıllarında Stockholm’de toplanan “Avrupa’da Güven ve Güvenlik Arttırıcı Önlemler ve
Silahsızlanma Konferansı”nda geliştirilmiş ve denetleme önlemleriyle donatılmıştır. 1990 ve
1992 Viyana belgeleri ile daha da geliştirilmiştir.490
AGİK ile Batı Avrupa güvenliğini güçlendirmeye katkıda bulunan, iç içe geçmiş
birkaç neden bulunmaktadır. İlk olarak, Avrupa güvenliğinin ön koşulu diye bir durum
süreklilik arz etmez. Güvenlik, kendi anlamından daha kompleks bir kavramdır. AGİK
sonuçları diğerlerini görece zayıflatırken, Avrupa güvenliğinin bazı yönlerini
güçlendirebilir. İkinci olarak, AGİK’i diğer gelişmelerden soyutlamak mümkün değildir.
Avrupa’daki “yumuşama” sürecinin daha geniş bir parçasıdır ve kendisinden önceki ve
sonraki gelişmeler dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Üçüncü olarak da,
488Chernoff, op. cit., s. 430.
489Bowker ve Williams, op. cit., s. 614.
490Bruce George, “The Negotiations on Confidence- and Security-Building Measures The Vienna Agreement and Beyond”,
NATO Review, C. 39, No. 1, Şubat 1991, s. 15.
Avrupa’daki gelişmelere paralel, Doğu ile Batı arasındaki gerilimli konuları çözme
amacında olan bir süreçtir.491
3.3.2. Avrupa’da Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması (AKKA-CFE)
1973 yılında AGİK görüşmelerinin başlamasıyla aynı dönemde, -Batının isteği ile-
NATO ve Varşova Paktı arasında “Karşılıklı ve Dengeli Güç İndirimleri” (MBFR)
müzakereleri de başlamıştır. 1973-1989 yılları arasında Viyana’da süren MBFR
görüşmeleri, bu tarihten sonra, yerini “Avrupa’da Konvansiyonel Güç İndirimleri
Müzakereleri”ne bırakmıştır. Bu müzakerelerin sonunda 19 Kasım 1990 tarihinde -bu sefer
hukuken bağlayıcılığı olan- AKKA Antlaşması Paris’de imzalanmıştır.492
Bu antlaşma, Atlantik’ten Urallar’a kadar olan bölge içinde, NATO ve Varşova
Paktı arasında, iki blokun güçlü silahlar ve donanım sistemlerine eşit tavanlar öngören bir
mekanizma kurmaktadır. Tavanlar şu şekilde saptanmıştır: 20 bin tank, 20 bin top, 30 bin
zırhlı savaş aracı, 6 bin 800 savaş uçağı ve 2 bin saldırı helikopteri.493
1991’de eski Yugoslavya’da ve 1992’de de Azerbaycan’da (Dağlık Karabağ)
meydana gelen bunalım ve savaşlarda AGİK’in müdahalesine rağmen çatışmalar, -örgütün
üstlendiği misyonu yerine getirmesi için gerekli siyasal ve askeri donanımdan yoksun olması
nedeniyle- önlenememiştir. Özellikle eski Yugoslavya’da AGİK’in etkili olamayacağının
farkına varan uluslararası topluluk, daha sonra bu sorunun çözümünü AB, BM ve NATO’ya
491Bowker ve Williams, op. cit., s. 608.
492İsmail Soysal, “Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK-AGİT) Helsinki, 1975”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık
Süreç (Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayını, 1999), s. 499.
493OSCE Handbook, s. 128; Jeffrey D. McClausland, “NATO and Russian Approaches to Adapting The CFE Treaty”, Arms
Control Today, Ağustos 1997, <http://armscontrol.org/act/1997_08/-cfeadapt.asp> (20.02.2003).
havale etmişlerdir. Ayrıca, 55 üyeli494 AGİK’in yapısal özelliği olan oybirliği ile karar
alma mekanizması da hızlı karar alması gereken durumlarda engelleyici bir rol oynamıştır.
Bu nedenlerle, uluslararası topluluk AGİK’in daha çok krizleri önlemeye yönelik
yapılandırılması gerektiğini ileri sürmüşlerdir.495
1992’deki Helsinki Zirvesi sonunda ise, siyasal bağlayıcılığa sahip “Avrupa’da
Konvansiyonel Silahlı Kuvvetlerin Personel Gücü Müzakereleri Son Senedi” 10 Temmuz
1992 tarihinde imzalanmıştır.496 Hem bu senet ve hem de AKKA Antlaşması 17 Temmuz
1992 tarihinde yürürlüğe girmiştir.497
Rusya, AKKA üyesi 30 üye arasında en büyük indirimleri gerçekleştiren ülke
olmuştur. Ocak 1997 tarihinde antlaşmada yer alan toplam indirimlerin %21.6’sına ulaşan
10.395 parçada indirim ve 425 denetime ev sahipliği yapmıştır. Bu durum AKKA
antlaşması hükümleri gereğince olduğu kadar, Rus Bütçesi’ndeki kısıtlamaların da bir gereği
olarak gerçekleşmiştir. Kasım 1995 yılına kadar gerçekleşmesi gereken kuvvet indirimi
Rusya’nın İskandinavya ve Baltık Ülkeleri ile olan sınırındaki St Petersburg Askeri
Bölgesi’nde ve (Çeçenistan bölgesini içeren) Kuzey Kafkasya’da yapılmamıştır. Taraflar
arasında yapılan görüşmelerden sonra bu konu, 1996’daki AKKA Gözden Geçirme
Konferansı’nda, “Flank Dokümanı” ile kısmen çözümlenmiştir. Bu doküman Mayıs 1999
sonuna kadar Rusya’nın kanatlardaki askeri ekipmanlarının düzeyinin arttırılmasını
494OSCE Handbook, s. VII.
495Çayhan ve Güney, op. cit., s. 43.
496OSCE Handbook, s. 129.
497<Http://www.armscontrol.org/FACTS/cfe499.htm> (20.02.2003).
sağlamıştır. Böylece 1999 yılı Ekim ayındaki Çeçenistan’a yaptığı askeri müdahale
dolayısıyla istediği artış gerçekleşmiştir.498
1997 yılı Ocak ayındaki kapsamlı müzakerelerden sonra, 1990 yılındaki AKKA
çerçevesindeki değişiklikler başlatılmıştır. Bu görüşmeler sırasında Rusya, askeri ittifakların
(yani NATO) orijinal antlaşmadaki ortak üst sınırı kullanmaya devam etmelerini ve Kasım
1995 tarihine uygun olarak yasaklamaların gerçekleşmesini önermiştir. Bu öneriler
NATO’nun olası genişlemesi sonucu askeri kapasitesini arttıracağı düşüncesinin bir
ürünüdür. Bu yüzden de NATO tarafından reddedilmiştir. 1999 yılı Mart ayında taraflar
arasında AKKA’daki ulusal ve bölgesel üst sınırların tekrar düzenlenmesini sağlayacak yeni
bir antlaşma üzerinde anlaşma sağlanmıştır.499 Böylece; Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve
Polonya Rusya’ya ödün vererek, 1990 antlaşmasının altındaki seviyeye razı olmuşlardır.
Sonuç antlaşması Kasım 1999’daki AGİT İstanbul Zirvesi’nde imzalanmıştır.500
3.3.3. Açık Semalar Antlaşması (Open Skies)
Açık Semalar Antlaşması AGİT içinde resmen müzakere edilmemesine karşılık501,
askeri konuların açıklığı ve şeffaflığı ilkesi dolayısıyla, AGİT ile yakından ilgilidir. 24 Mart
1992 tarihinde, AGİT Bakanları, Açık Semalar konusunda bir bildiri kabul etmişlerdir. Açık
Semalar Antlaşması; güven, önceden kestirilebilirlik ve istikrarı geliştirmek amacıyla,
498Webber, op. cit., s. 46.
499Victor-Yves Ghebali, “The OSCE’s Istanbul Charter for European Security”, NATO Review, C. 48, No. 1, İlkbahar-Yaz
2000, s. 26.
500OSCE Handbook, s. 130; Webber, op. cit., s. 46-47.
501Açık Semalar görüşmeleri, Mart 1992’deki AGİK İzleme Toplantısı başlamadan önce, 5 Kasım 1991 tarihinde Viyana’da
başlamıştır. Ralph J. Lysyshyn, “Open Skies Ahead”, NATO Review, C. 40, No. 1, Nisan 1992, s. 23.
antlaşmaya taraf ülkelerin toprakları üzerinde silahsız gözlem uçuşları yapabilmeleri esasına
dayanmaktadır.502
3.3.4. Güvenliğin Siyasal-Askeri Yönleri Konusunda Davranış İlkeleri Rehberi
(Code of Conduct)
1994 Budapeşte Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi Belgesi’nde kabul edilen
“Güvenliğin Siyasal-Askeri Yönleri Konusunda Davranış İlkeleri Rehberi”nde güce
başvurulmaması, güvenliği tehdit eden ülkelerle danışmalar yapılması, AGİT ülkelerinin
toprak bütünlüğü ve siyasal bağımsızlıklarına karşı uluslararası hukuka aykırı bir biçimde
kuvvet kullanma veya kuvvet kullanma tehdidine başvuran ülkelerin desteklenmemesi, tüm
AGİT ülkelerinin güvenlik kaygılarına önem verilmesi, her ülkenin kendi güvenlik
bağlantılarını seçme hakkına sahip bulunması, ilişkilerde şeffaflık, askeri-yarı askeri ve iç
güvenlik güçlerinin demokratik ve siyasal kontrolü gibi ilkeler bulunmaktadır.503
3.4. Yirmi Birinci Yüzyıl Avrupa Güvenlik Modeli
Bir güvenlik modeli düşüncesi ilk kez Rusya Federasyonu tarafından 1994’te
Budapeşte’de yapılan AGİT İzleme Konferansı öncesinde ileri sürülmüştür. Bu girişim,
Soğuk Savaş’ın sona ermesinden ve Varşova Paktı’nın dağılmasından sonra Rusya’nın
duyduğu güvenlik endişesinden ve NATO’nun doğuya doğru genişlemesini durdurmak
niyetinden kaynaklanmıştır. Rusya bu öneriyi yaparken, Öncelikle AGİT’in rolünün ve
etkinliğinin arttırılması, AGİT’e diğer Avrupa kuruluşlarının (NATO, AB, BAB) üstünde
merkezi bir rol verilmesi ve BM Güvenlik Konseyi’ni andıran bir yürütme organı
502OSCE Handbook, s. 131.
503Ibid., s. 122-124.
oluşturulması gibi düşünceler önermiş, ancak daha sonra, aldığı itirazlar sonrasında daha
esnek bir tutum sergilemiştir.504
Rusya Dışişleri Bakanı Andrei V. Kozyrev’in505 model ile ilgili ortaya koyduğu
öneriler AGİT üyelerince kabul edilmemiş, yine de, Budapeşte Zirvesi’nde “Avrupa
Güvenlik Modeli” konsepti hakkında bir karar alınmıştır. “21. Yüzyılda Avrupa İçin Bir
Ortak ve Kapsamlı Güvenlik Modeli” başlığını taşıyan Budapeşte kararının özü, bu model
üzerinde bir tartışma başlatılmasından ibarettir.
Aralık 1996’da Lizbon’da yapılan AGİT Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi
sonrasında kabul edilen Lizbon Belgesi’nde, “21. Yüzyılda Avrupa İçin Ortak ve Kapsamlı
Güvenlik Modeli” başlıklı bir bildiri de yer almıştır. Bildiride AGİT ilke ve taahhütlerinin
uygulanması için dayanışma içinde hareket edilmesi, kuvvete başvurmaktan kaçınılması,
güvenliği tehdit eden ülkelerle danışmalar yapılması, uluslararası hukuka aykırı bir biçimde
kuvvete veya kuvvet kullanma tehdidine başvuran ülkelerin desteklenmemesi, tüm AGİT
üyelerinin güvenlik kaygılarına önem verilmesi, her ülkenin kendi güvenlik bağlantılarını
seçme hakkının olduğu, ilişkilerde şeffaflık gibi yükümlülüklere değinilmektedir.506
Güvenlik Modeli Bildirisi’nin ileriye dönük uygulamalar kapsamında ise,
uygulamanın gözden geçirilmesine devam edilmesi, uygulamaya uyulmadığı takdirde,
işbirliğine dayanan yeni araçların geliştirilmesi, AGİT ile diğer ilgili uluslararası örgütler
504Rotfeld, loc. cit.
505Andrei V. Kozyrev, “Russia and NATO: A Partnership for A United and Peaceful Europe”, NATO Review, C. 42, No. 4,
Ağustos 1994, s. 3-6.
506Niels Helveg Petersen, “Towards a European Security Model for The 21st Century”, NATO Review, C. 45, No. 6, Kasım-
Aralık 1997, s. 4-6.
arasında işbirliği modellerinin belirlenmesi, bir “Avrupa Güvenlik Şartı” hazırlanmasının
benimsenmesi öngörülmüştür.507
Aralık 1997 tarihinde Kopenhag’da yapılan AGİT Bakanlar Toplantısı, Güvenlik
Modeli’nin geliştirilmesinden sonraki adımı oluşturmaktadır. Bu toplantıda Avrupa
Güvenliği konusunda Doküman-Şartı (Document-Charter) ile ilgili İlke Kararları kabul
edilmiştir. Bu toplantıda ayrıca, birbirini destekleyen kurumlar arasındaki işbirliğini
geliştirme amacıyla bir Ortak Kavram da (Common Concept) kabul edilmiştir.508
3.5. NATO ile AGİT Arasındaki Etkileşim
İnsan hakları, temel özgürlükler, demokrasi, hukukun üstünlüğü, güvenlik ve
ekonomi alanlarında geniş kapsamlı bir çerçeve oluşturan AGİT; tüm Avrupa ülkelerine ek
olarak, Kanada ve ABD’yi bir araya getiren tek forum olma özelliğini taşımaktadır ve
Avrupa güvenlik mimarisinin temel bir unsurudur.509
NATO, AGİT’i kurumsallaşma sürecinden itibaren desteklemektedir. Çünkü AGİT
ve NATO Avrupa’da diyalog ve işbirliğinin gelişmesinde oynadıkları rollerin farkındadırlar
ve bu roller birbirini tamamlamaktadır. Zira Aralık 1991’den sonra NATO’nun Orta ve
Doğu Avrupa’daki ve eski SSCB’den ayrılan ülkelerle arasındaki işbirliği Kuzey Atlantik
İşbirliği Konseyi, Barış İçin Ortaklık ve Avrupa-Atlantik Ortaklık Konseyi çerçevesinde
geliştirilmiştir. Ayrıca 55 üyeli AGİT’in 46 üyesi aynı zamanda Avrupa-Atlantik Ortaklık
507Giancarlo Aragona, “Lisbon and Beyond: The OSCE in an Emerging European Security Structure”, NATO Review, C. 45,
No. 2, Mart 1997, s. 7-10.
508NATO El Kitabı (50. Yıldönümü Sayısı) (Brüksel: Basın ve Enformasyon Bürosu, 1998), s. 345.
509NATO Handbook (Brussels: NATO Office of Information and Press, 2001), s. 348.
Konseyi’ne de üye olması510 nedeniyle NATO ile AGİT arasındaki etkileşim ve işbirliği
kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. 1997 yılında KAİK yerini AAOK’ye bırakınca bu
ülkelerle NATO arasında daha güçlü ve daha operasyonel bir ortaklık oluşmaya başlamıştır.
AAOK çerçevesi içinde çalışan Barışı korumada İşbirliği konusunda Politik ve Askeri
Yönetim Komitesi/Özel Grubu adıyla bilinen bir organ AGİT ile kurumsal bağı
sağlamaktadır. Ayrıca AGİT Dönem Başkanı’nın bir temsilcisi de düzenli olarak toplantılara
katılarak, Grubu ilgilendiren güncel AGİT konularında brifingler de vermektedir. Bu resmi
düzenleme özellikle barışı koruma alanında önem taşımaktadır.511
4. Avrupa Birliği’nde Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nın Oluşumu
İkinci Dünya Savaşı sonrasında, ABD ve SSCB iki süper güç olarak ortaya
çıkmışlardır. Buna karşın Avrupa, hem ekonomik olarak çökmüş, hem de uluslararası
ilişkilerdeki üstünlüğünü kaybetmiştir. Bu nedenle, ekonomilerini bir an önce çalışır duruma
getirebilmek ve uluslararası sistemde yeniden etkin olabilmek için, güçlerini birleştirmeleri
gerektiğinin farkına varmışlardır. Ayrıca, Avrupa’nın iki düşman kardeşi Almanya ile
Fransa’yı aynı örgüt içinde bir araya getirerek, onlar arasında kalıcı dostluğu kurmak ve
böylece Avrupa’da potansiyel bir savaşı önlemek amaçlanmıştır. Avrupa ülkelerinin
güçlerini bir araya getirme girişimlerinin nedenini kısaca; Sovyetler Birliği’nden algılanan
siyasal ve askeri tehdit, ABD’den algılanan ekonomik tehdit ve Batı Avrupa’da tarih
510AAOK’ye dahil olmayan ülkeler; Andorra, Bosna-Hersek, Kıbrıs, Vatikan (Holy See), Liechtenstein, Malta, Monaco, San
Marino ve Yugoslavya (Sırbistan-Karadağ)’dır.
511NATO El Kitabı (50. Yıldönümü Sayısı), s. 345-346.
boyunca yaşanan geleneksel Fransız-Alman gerginliği, biçiminde özetlememiz
mümkündür.512
Avrupa’da ortak dış ve güvenlik politikası alanındaki ilk çabalar -çalışmamızın
“Birinci Bölüm”ünde ayrıntısıyla incelediğimiz gibi- İkinci Dünya Savaşı ertesinde
başlatılmıştır. 1948 yılında imzalanan Brüksel Antlaşması ile, İngiltere, Fransa, Belçika,
Hollanda ve Lüksemburg; ekonomik, sosyal ve kültürel işbirliği ile kolektif savunma
amacıyla toplanmışlar ve daha sonra Batı Avrupa Birliği (BAB) adını alacak örgütü
kurmuşlardır. Ancak 1949 yılında NATO’nun kurulması nedeniyle -hukuken varlığını
korumasına karşın fiilen- önemini yitirmiştir. 1954 yılında Batı Almanya ve İtalya’nın da
katılımıyla üye sayısı yediye ulaşmıştır.513 Bu ülkeler arasında, -askeri alanda bir
entegrasyon sağlanamaması üzerine,- çabalar ekonomik alana kaymış ve bu alanda devam
etmiştir.514 Aslında askeri alanda entegrasyon sağlayabilecek bir alt yapıya (silah ve
organizasyon) da ulaşamamışlar, güvenliklerini NATO -dolayısıyla ABD- aracılığıyla
sağlamak zorunda kalmışlardır.515
Siyasal alanda bir birlik oluşturma ise; -o yıllarda, global dünya politikalarına farklı
yaklaşmaları ve aralarındaki (özellikle Fransa ile Almanya arasındaki) temel siyasal
sorunları halledememeleri nedeniyle,- mümkün gözükmemiştir.516 Ayrıca milliyetçilik ve
512Haluk Günuğur, “Avrupa Birliği Bütünleşmesinin Tarihsel Gelişimi (Dünü, Bugünü, Yarını)”, Avrupa Birliği El Kitabı, 2.
Baskı (Ankara: TC Merkez Bankası Personel Genel Müdürlüğü Yayını, 1995), s. 14.
513Çayhan ve Güney, op. cit., s. 110.
514Noel Salter, “Western European Union: The Role of The Assembly 1954-1963”, International Affairs, C. 40, No. 1, Ocak
1964, s. 35.
515Bull, op. cit., s. 878-881.
516Lellouche, op. cit., s. 826.
dinsel bağnazlık da henüz varlığını korumaktadır.517 Bu nedenlerle, Batı Avrupa’da siyasal
işbirliğine ve dolayısıyla da savunma ve güvenlik konularında daha özgün bir yapılanmaya
ulaşabilmenin yolunun, bozuk olan ekonomilerinin düzeltilmesinden geçtiğinin farkına
varmışlar ve öncelikle ekonomik entegrasyonu hedeflemişlerdir.518 Ekonomik entegrasyon
ve sonrasında da siyasal entegrasyon sağlandığında, milliyetçilik ve ulus devletlerin çıkarları
ve değerleri kendiliğinden azalacak ve Avrupa güvenlik mimarisinde kalıcı bir yapılanma
sağlanabilecektir.519
Batı Avrupa’da birliğe giden sürecin ilk adımını, Fransa Planlama Örgütü’nün
başkanı Jean Monnet’nin önerdiği ve 9 Mayıs 1950’de Fransa Dışişleri Bakanı Robert
Schuman’ın girişimleri ile uygulamaya konulan “Schuman Planı” oluşturmaktadır. Plan
Fransa ve Batı Almanya’nın Saarland üzerindeki ihtilafı gidermeyi amaçlamıştır. Plana
göre, Fransa ve Batı Almanya’daki kömür ve çelik sanayileri aynı çatı altında
birleştirilecektir. Batı Almanya Şansölyesi Conrad Adenauer bu planı memnuniyetle kabul
etmiş ve diğer Avrupa ülkelerince de kabul edilmesi için çalışmıştır. Sonuçta bu girişim
Benelüks ülkeleri ve İtalya’nın da katılımıyla 18 Mayıs 1951’de Avrupa Kömür ve Çelik
Topluluğu’nun (AKÇT) kurulmasına neden olmuştur. 10 Ağustos 1952 tarihinde
çalışmalarına başlayan AKÇT’nin ilk başkanı da Jean Monnet olmuştur.520
517Robert R. Bowie, “Tensions Within The Alliance”, Foreign Affairs, C. 42, No. 1, Ekim 1963, s. 50, Paul-Henri Spaak, “A
New Effort to Build Europe”, Foreign Affairs, C. 43, No. 2, Ocak 1965, s. 199.
518Phil Williams, “The United States’ Commitment to Western Europe: Strategic Ambiguity And Political Disintegration?”,
International Affairs, C. 59, No. 2, İlkbahar 1983, s. 195.
519Zielonka, op. cit., s. 136.
520Çayhan ve Güney, op. cit., s. 93.
AKÇT üyeleri arasında entegrasyon ve askeri işbirliğinin sağlanması amacıyla
Avrupa Savunma Topluluğu’nun (European Defence Community-EDC-AST) kurulması
kararlaştırılmıştır. Askeri güçlerin komutası, silahlanma ve savunma politikası konularında
güçlerini birleştirerek bir “Avrupa ordusu” kurmayı hedeflemişlerdir. AST’yi kuran
antlaşma Belçika, Fransa, Hollanda, Lüksemburg, Federal Almanya ve İtalya arasında, 27
Mayıs 1952 tarihinde imzalanmıştır. Ancak, uygulamaya konulması, Fransa
Parlamentosu’nun 30 Ağustos 1954 tarihinde, onaylamayı reddetmesi nedeniyle mümkün
olamamıştır. Çünkü bu antlaşma, Avrupa Ordusu’nu oluşturmak amacıyla Federal
Almanya’nın tekrar silahlandırılmasını öngörmekteydi.521
4.1. Roma Antlaşmaları (1957)
25 Mart 1957 tarihinde, AKÇT üyesi altı ülke (Fransa, Federal Almanya, İtalya,
Belçika, Hollanda ve Lüksemburg) Roma’da iki antlaşma daha imzalamışlardır. Bu
antlaşmalarla, Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu
(AAET-Euratom) kurulmuştur. Roma Antlaşması üye ülke parlamentolarınca onaylanarak,
1 Ocak 1958 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu antlaşmalar da savunma amaçlı bir
kurumsallaşmayı hedeflememektedir. Üyeleri zaten savunma konusunda yetersiz
olduklarından, NATO’nun koruyucu şemsiyesinin devamından yanadırlar.522
AET’yi kuran Roma Antlaşması, tüm sektörleri kapsayan entegrasyon antlaşması
niteliğinde olmasına rağmen, AKÇT ve AAET antlaşmaları sektörel entegrasyonu
521Anna Kurylowicz-Rodzoch ve Malgorzata Zawistowska, “Development of Cooperation in EU Common Foreign and Security
Policy”, The Polish Quarterly of International Affairs, C. 8, No. 2, İlkbahar 1999, s. 146.
522Christopher Tugendhat, “Europe’s Need for Self-Confidence”, International Affairs, C. 58, No. 1, Kış 1981/2, s. 11.
amaçlayan antlaşmalardır.523 Ayrıca Sovyetler Birliği’nin, dış ticareti siyasal bir araç
olarak kullanması dolayısıyla, O’nun bu gayretini boşa çıkarma da hedeflenmiştir.524 Buna
rağmen, Roma antlaşmaları ortak bir dış politika oluşturmayı öngörmemiştir. Üyelerin ortak
savunma konusundaki görüşleri ve pozisyonların da da farklılıklar bulunmaktadır (Üyelerin
tamamı nükleer silahlara sahip değildir, bazı üyeler topraklarında Amerikan askerlerinin
bulunmasına karşı çıkmaktadırlar, NATO içerisinde Fransa’nın farklı görüş ve uygulamaları
vardır, Bazı NATO üyeleri Roma antlaşmalarına taraf değildir, bazı devletler büyük,
bazıları çok küçüktür...).525
Bu antlaşmalarla, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Batı Avrupa’da gerçekleşmesi
düşünülen işbirliğinin temelde ekonomik güçlenmeye dayanması gerektiği benimsenmiştir.
Ekonomik güce ulaşılmasıyla birlikte, aşama aşama siyasal bir bütünleşmeye gidilebileceği
ve böylece, ortak savunma ve güvenlik politikaları üretilebileceği gerçeği kabul
edilmiştir.526 Çünkü, NATO’nun bir gün önemini kaybedebileceği veya ABD, Kanada ve
AET arasında daha küçük bir yapıya dönüşebileceği ihtimali dolayısıyla, Avrupalılar, -kendi
savunma ve güvenliklerini kendi başlarına sağlayabilecekleri bir yapılanmaya ulaşmaları
gerektiği düşüncesinden527 hareketle- güçlerini birleştirme gereği duymuşlardır.528
523Haluk Günuğur, “Avrupa Birliği’nin Kurucu Antlaşmaları, Gümrük Birliği ve Tek Pazar (İç Pazar)”, Avrupa Birliği El Kitabı,
2. Baskı (Ankara: TC Merkez Bankası Personel Genel Müdürlüğü Yayını, 1995), s. 71.
524Erler, “The Basis of Partnership”, s. 86.
525Evan Luard, “A European Foreign Policy?”, International Affairs, C. 62, No. 4, Güz 1986, s. 580-581.
526Çayhan ve Güney, op. cit., s. 111. O yıllarda üye ülkelerin bu oluşuma ne kadar sahip çıkacakları ve siyasal bir birliğe
ulaşıp ulaşamayacağı da belli değildi. Christian A. Herter, “Atlantica”, Foreign Affairs, C. 41, No. 2, Ocak 1963, s. 300.
527Zbigniew Brzezinski, “The Framework of East-West Reconciliation”, Foreign Affairs, C. 46, No. 2, Ocak 1968, s. 257.
528Buchan, op. cit., s. 172.
“Birleşik bir Avrupa” sağlanabilirse, uluslararası ilişkilerde ortak bir Avrupa görüşü
oluşturulabilecek ve Atlantik politikasındaki Amerikan hegemonyası da Avrupalılar lehine
değiştirebilecektir.529
Ayrıca Sovyetler Birliği’nin Batı dünyasını bölme gayretlerini boşa çıkarma ve
aralarındaki siyasal birliği güçlendirmeyi de amaçlamaktadırlar.530 Zira, Soğuk Savaş’ın
yol açtığı gerilimler ve sorunların Avrupalıların arasını açma ve Atlantik Birliği’ni bölme
olasılığı vardır.531 İki blok lideri ülkeler arasında yaşanan teknolojik yarışın ileride ne
boyutlara ulaşacağı da belli değildir ve Avrupalılar bu yarışta çok gerilerde kalmaktan
çekinmişlerdir.532
Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (Euratom-AAET); Batı ittifakında Avrupalıların -
ABD’nin nükleer silahlar üzerindeki tekelci politikasından vazgeçerek, bu konudaki
birikimini paylaşması isteklerine olumlu cevap vermemesi nedeniyle-, kendi kapasitelerini
birleştirerek, atom teknolojisinde ilerlemeleri gerektiği düşüncesinden hareketle
kurulmuştur.533
Topluluk hükümet başkanlarının Şubat 1961’de yaptıkları zirve toplantısında,
siyasal işbirliğinin gerekliliği vurgulanarak, daha sonra bu konuda iki plan hazırlanmıştır.
Fransa’nın önerdiği, 2 Kasım 1961 tarihli “Fouchet Planı”, devlet ve hükümet
başkanlarından oluşan, “ortak güvenlik ve dış politika konusunda” yetkili bir organ (Avrupa
529Karl Kaiser, “Europe And America: A Critical Phase”, Foreign Affairs, C. 52, No. 4, Temmuz 1974, s. 729.
530Adenauer, op. cit., s. 61.
531Acheson, op. cit., s. 247.
532Kissinger, “Strains on The Alliance”, s. 281.
533Healey, loc. cit.
Siyasal Topluluğu- EPC, European Political Community) kurulmasını öngörmekteydi. Bu
plan Almanya dışındaki ülkelerden olumlu tepki alamamıştır. Fransa bu sefer sadece üye
ülkeler arasında, ortak dış ve güvenlik politikası konularındaki işbirliğini öngören, 18 Ocak
1962 tarihli ikinci Fouchet Planı’nı önermiş, AET üyesi ülkeler bu plan ile geri bir adım
atacakları düşüncesiyle, bunu da reddetmişlerdir.534 Bunun üzerine, dış politika ve
savunma konularında sadece Fransız-Alman işbirliğini öngören Elysee Antlaşması 22 Ocak
1963 tarihinde imzalanmıştır. Bu antlaşma, devlet ve hükümet başkanları ile dışişleri ve
savunma bakanlarının düzenli olarak yılda iki kez toplanmalarını öngörmektedir.535 Ancak,
Fransa gibi büyük devletlerin, topluluğun dış politikasını yönlendirme istekleri ile Benelüks
ülkelerinin yönlendirilme korkuları, bu planların hayata geçirilmesini engellemiştir.536
Aralık 1969’daki zirve toplantısına kadar siyasal işbirliği konusunda, önemli bir
gelişme olmamıştır. Bu toplantıda, dış politikada işbirliğine gitmenin koşullarının
belirlenmesi üzerinde anlaşmaya varılmıştır. Bu amaçla hazırlanan “Davignon Raporu”nun
(Lüksemburg Raporu) kabul edilmesi sayesinde de, Topluluğun 1970 ve 1980’lerde
gerçekleştirmeye çalıştığı siyasal işbirliğinin temelleri atılmıştır.537 “Siyasal İşbirliği” ile
ortak dış politika kastedildiği açıktır. Ortak dış politika, BM gibi uluslararası forumlarda
Topluluğun ortak tutum alması, çeşitli ülkelere ekonomik yaptırımlar uygulaması ve bazı
uluslararası sorunlarda ortak tavır içeren bildiriler yayınlaması yoluyla uygulanmaya
534Kurylowicz-Rodzoch ve Zawistowska, op. cit., s. 146-147.
535Ercüment Tezcan, “Maastricht ve Amsterdam Antlaşmaları Çerçevesinde Avrupa Birliği ve Batı Avrupa Birliği İlişkileri”,
AÜSBFD, C. 54, S. 1, s. 145.
536Çayhan ve Güney, loc. cit.
537Kurylowicz-Rodzoch ve Zawistowska, op. cit., s. 147.
çalışılmıştır. Ancak ekonomik bütünleşme çalışmalarıyla karşılaştırıldığında çok cılız
kalmıştır.538
4.2. Avrupa Tek Senedi (1987)
Aralık 1969’daki AT’nin Hague Zirvesinde, üye ülkelerin dış politikasını koordine
edecek bir yapılanmaya sahip olacak Avrupa Siyasal İşbirliği kurulması önerisi getirilmiştir.
Devlet ve hükümet başkanları tarafından dışişleri bakanlarına, dış politika alanında daha
geniş işbirliği olanaklarını inceleme konusunda talimat verilmiştir. 1970 yılındaki
Lüksemburg Raporu ile bu çalışmalar sonuçlanmış ve dışişleri bakanları ve bakanlıklar
arasında düzenli işbirliği yapılması kararlaştırılmıştır. Dışişleri bakanları, Siyasal Komiteyi
oluşturacak, dışişleri bakanlarının siyasal direktörleri ve -Avrupalılar arasındaki
yazışmaların toplandığı bilgi ağlarını oluşturacak- özel çalışma grupları arasında toplantılar
yapılması da kararlaştırılmıştır. AT Zirve kararları ve dışişleri bakanlarının müteakip
raporları, bu işbirliğinin sırasını ve yapısını genişletmiştir. 1972’deki AT’nin Paris
Zirvesi’nde üyeler Avrupa Siyasal Topluluğu’nun temel hedefini “Avrupa birliği içindeki
karmaşık ilişkilerinin tamamını 80’li yıllardan önce değiştirme” olarak tanımlamışlardır.539
Böylece, dış politika konusunda resmi Avrupa işbirliği 1970’de başlamıştır. Bu
tarihten itibaren altı dışişleri bakanı, her altı ayda bir dış politika konularını görüşmek üzere
bir araya gelme konusunda anlaşmışlardır. Bu toplantıları hazırlamak üzere, kıdemli
diplomatlardan oluşan bir “Siyasal Komite” kurulmuştur. 1980’lerin ortasında, Avrupa Tek
538Çayhan ve Güney, loc. cit.
539Kurylowicz-Rodzoch ve Zawistowska, loc. cit.
Senedi ile, bu işbirliği ilk kez antlaşma formuna sokulmuştur. Resmi olarak da “Avrupa
Siyasal İşbirliği” (EPC) adını almıştır.540
Bu senet ile, üye ülkelere ortak bir Avrupa dış politikası oluşturma ve uygulama
sorumluluğu -resmen- yüklenmiştir. 1973 yılından itibaren hükümet başkanları arasında
yapılan “Avrupa Konseyi” adındaki zirve toplantıları da Avrupa Tek Senedi’nde yer alarak,
antlaşmalar kapsamına sokulmuştur.541
Avrupa Tek Senedi, metninde, Avrupa Siyasal İşbirliği sürecinden bahsetmektedir.
Buna göre, Topluluk üyesi ülkeler, genel ilgi konusu olan dış politika konularında aralarında
haberleşmek ve danışmalarda bulunmak, tutumlarını koordine ederek, ortak eylemler
oluşturmak suretiyle; bir Avrupa dış politikası formüle etme ve uygulama için, ortaklaşa
çaba harcayacaklarını kabul etmektedirler. Ayrıca Senet’te, NATO üyeliğinin, Avrupa
Siyasal İşbirliği kapsamında yürütülen çabalara bir engel olmadığı da vurgulanmaktadır.542
1980’lerin başlarında Portekiz, İspanya, Danimarka, Yunanistan ve İrlanda’nın
Avrupa Topluluğu’na katılmalarından sonra, Topluluk adeta NATO’nun “Avrupa parçası”
olma görünümünü kazanmaya başlamıştır. Avrupa Tek Senedi’nin imzalanmasıyla543
Topluluk, güvenliğin siyasal ve ekonomik boyutlarını kapsayan dış politika düzenlemelerini
kabul etmiştir. Bu gelişmeyle birlikte de BAB tekrar gündeme gelmeye başlamıştır. Ancak
540Douglas Hurd, “Developing The Common Foreign and Security Policy”, International Affairs, C. 70, No. 3, Temmuz 1994,
s. 421-422.
541Çayhan ve Güney, loc. cit.
542Mümin Alanat, “Ortak Dış ve Güvenlik Politikası ve Siyasal Birlik”, Avrupa Birliği El Kitabı, 2. Baskı (Ankara: TC Merkez
Bankası Personel Genel Müdürlüğü Yayını, 1995), s. 130-131.
543Avrupa Tek Senedi 28 Şubat 1986’da imzalanmış ve 1 Temmuz 1987’de yürürlüğe girmiştir. A. Füsun Arsava, Amsterdam
Anlaşmasının Avrupa Birliği Hukukuna Katkıları (Ankara: AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 2000), s. 1.
NATO’ya alternatif olabilmesi için yeterli altyapısı bulunmadığından, Avrupa Topluluğu’nu
oluşturan ülkelerin NATO’nun örgütlenme ve lojistik altyapısına bağımlılıkları
sürmüştür.544
4.3. Maastricht (Birlik) Antlaşması (1992)
27 Mayıs 1952 tarihinde Paris’de, -ABD’nin de desteği ile- Almanya, Fransa, İtalya,
Belçika, Hollanda ve Lüksemburg arasında, Avrupa Savunma Topluluğu'nu545 (EDC)
kuran bir antlaşma imzalanmıştı. Bu antlaşma kurucu ülkelerin ulusal ordularının üzerinde,
bir Avrupa savunma gücü oluşturulmasını öngörmekteydi. Ancak Fransız Parlamentosu’nun
1954 yılındaki vetosu ile yaşama geçirilememişti. Bu gelişmeden sonra, savunma ve
güvenlik konularının AT çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün olamamıştı. Maastricht
Antlaşması, bu konuların tekrar topluluk bünyesinde tartışılmasının önünü açmıştır.546
Maastricht Antlaşması’nın hazırlık çalışmalarını oluşturan hükümetlerarası
konferansta, güvenlik ve savunma konularında çeşitli öneriler yapılmıştır. Bu öneriler
arasında yapılan uzun pazarlıklar sonucunda uzlaşmaya varılmıştır. AT üyesi ülkelerin farklı
güvenlik ve savunma vizyonlarının olması tartışmaların zorlu geçmesine neden olmuştur.
Almanya ile Fransa, AT’nin savunma konusunda gerçek bir özerkliğe sahip olmasını
istemişler, İngiltere, İtalya, Hollanda, Danimarka ve İrlanda ise bu öneriye karşı çıkarak,
NATO’nun ağırlıklı rolüne dokunulmaması ve Avrupa güvenlik örgütlenmesinde mevcut
544Karl Kaiser, “A View from Europe: The US Role in The Next Decade”, International Affairs, C. 65, No. 2, İlkbahar 1989, s.
218-219.
545Avrupa Savunma Topluluğu kurulması yönündeki ilk düşünce, 1955’deki Messina Konferansı öncesinde, İtalya Dışişleri
Bakanı Gaetano Martino tarafından ileri sürülmüştür. Giovanni Jannuzzi, “The European Union’s Common Foreign and
Security Policy and Its Contribution to Global Security”, NATO Review, C. 42, No. 1, Ocak 1995, s. 13.
546Tezcan, op. cit., s. 144, 146.
durum korunacak bir yaklaşımın kabul edilmesini ileri sürmüşlerdir. Yapılan uzun
görüşmelerden sonra bir uzlaşmaya ulaşılabilmiştir.547
Avrupa’da ortak güvenlik politikası ile ilgili tartışma; Körfez Savaşı ve bu savaştan
kısa bir süre sonra, Yugoslavya ve eski Sovyetler Birliği’ni oluşturan cumhuriyetlerde
yaşanan gelişmelerle birlikte yapılmaya başlamıştır. Alan dışı (out of area) tehditlerin
oluşturduğu böyle bir ortamda, gözlemci veya barışı koruma misyonlarının ortaya çıkması,
AT’nin “genişleme” mi?, yoksa “derinleşme” mi? hedeflemesi gerektiği ile ilgili sorunlarla
uğraşan Avrupalıları, kısa sürede çözüm üretme durumunda bırakmıştır.548
Eski Yugoslavya’da yaşanan silahlı çatışmalar, AT’yi oluşturan on iki ülkeyi de
facto çözümler üretmeye ve adım adım Ortak Dış ve Güvenlik Politikası (CFSP-ODGP) ile
ilgili temelleri oluşturmaya zorlamıştır.
Avrupa Tek Senedi’nin 1987 yılında yürürlüğe girmesiyle, ekonomik- parasal ve
siyasal bütünleşme yolundaki çalışmalar hızlanmıştı. Bu iki alanda ve ODGP için gerekli
olan ilerlemeleri sağlamak amacıyla düzenlenen Hükümetlerarası Konferanslar sonunda yeni
bir antlaşma hazırlanarak, 11 Aralık 1991’de Maastricht’te kabul edilmiş, 7 Şubat 1992’de
imzalanmış ve 1 Kasım 1993’de de yürürlüğe girmiştir. Maastricht Antlaşması “Avrupa
Birliği” Antlaşması başlığını taşımaktadır.549
Körfez Krizi, Yugoslavya Krizi ve Sovyetler Birliği’nde yaşanan çözülmeler ile
başlayan süreçte, geleneksel Avrupa güvenliği ve dış politika ile ilgili yapılan tartışmalarda
547Ibid., s. 146-147.
548Gnesotto, op. cit., s. 223.
549Çayhan ve Güney, op. cit., s. 105.
önemli değişiklikler meydana gelmiştir. Bunlar, NATO ve AB’nin rolleri ile ilgili yapılan
tartışmalar, AB’nin genişleme ve derinleşme hedeflerine yönelik görüş ayrılıkları ve BAB’ın
Avrupa güvenliğine yönelik rolü konularında yapılan tartışmalardır.550 Bu son konuyla
ilgili ayrıntılara çalışmamızın bir sonraki bölümünde değineceğimizden, -konu bütünlüğünü
bozmamak amacıyla- bu kadarıyla yetiniyoruz. Yalnız şu kadarını belirtmek gerekir; bu
gelişmeler ve Avrupalılar arasındaki güvenlik ittifakının eksikliği nedeniyle, ABD ile olan
ilişkilerini yeniden tanımlamak durumunda kalmışlardır. ABD ise, Atlantik ilişkilerindeki
köklü değişiklikleri hedeflememekte ve gelişmelerden aynı sonucu çıkarmamaktadır.
Avrupalıların istediği güvenlikle ilgili değişiklikler henüz tam anlamıyla
gerçekleştirilemediği için, ABD’nin korumasına ve liderliliğine bağımlılıkları devam
etmiştir.551
Gerek Avrupa Tek Senedi ve gerekse Maastricht antlaşması, üç kurucu antlaşmanın
(AKÇT, AET ve AAET) yerini almamış, sadece bunlarda bazı değişiklikler yapmıştır.552
Maastricht Antlaşması diye anılan bu belgenin gerçek adı Avrupa Birliği Antlaşması’dır
(Treaty on European Union).553
Maastricht Antlaşması radikal değişiklikleri de beraberinde getirmiştir. Avrupa Tek
Senedi ile gelen “siyasal işbirliği” kavramı metinden çıkartılmış ve yerine “siyasal birlik”
550Gnesotto, op. cit., s. 224.
551Phil Williams, Paul Hammond ve Michael Brenner, “Atlantis Lost, Paradise Regained? The United States and Western
Europe After The Cold War”, International Affairs, C. 69, No. 1, Ocak 1993, s. 3.
552Tuğrul Arat, “Avrupa Toplulukları Hukuku”, Avrupa Birliği El Kitabı, 2. Baskı (Ankara: TC Merkez Bankası Personel Genel
Müdürlüğü Yayını, 1995), s. 30-31.
553Ömer Bozkurt, “Maastricht Antlaşması ve Avrupa Birliği’nin geleceği”, Avrupa Birliği El Kitabı, 2. Baskı (Ankara: TC
Merkez Bankası Personel Genel Müdürlüğü Yayını), 1995, s. 91.
kavramı konulmuştur. Siyasal Birlik kavramı ile ortak dış politika ve ortak savunma
politikası hedeflenmiştir.554
Antlaşma, Avrupa Birliği’ni (AB) üç sütun üzerine inşa etmektedir. Sütunlardan
biri, daha önceki antlaşmalarla Avrupa Topluluğu çatısı altında toplanan yetkilerin
arttırılmasına dayanmaktadır. Bir diğeri, adalet ve içişleri ile ilgilidir. Bizi ilgilendiren sütun
ise, -ikinci sütun olarak geçen- Ortak Dış ve Güvenlik Politikasıdır. Bu konu, Topluluğun
kurumları dışındaki hükümetlerarası ilişkiler kapsamında değerlendirilmiştir. Yani dış
politika konusu Roma Antlaşmalarının kuralları ve uygulamaları dışında tutulmuştur.555
Batı Avrupa Birliği (BAB) genişletilerek, AB’nin savunma kanadına dönüştürülmesi
kararlaştırılmıştır. Böylece, BAB, AB’nin askeri ayağını oluşturacaktır.556 Sadece ilkesel
düzeyde bile olsa, Avrupalıların bu gayretleri ve kendi güvenlik politikalarını oluşturmaya
çalışmaları, Doğu Bloku’nun yıkılması ve Varşova Paktı’nın dağılmasıyla birlikte, ilgi
alanını yavaş yavaş Avrupa dışına kaydıran ABD’nin de, Avrupa savunmasını -nispeten-
Avrupalılara bırakma isteğine ters düşmemektedir.557
Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nın amacı, 1- AB’nin ortak değerinin, temel
çıkarlarının ve bağımsızlığının korunması, 2- Birliğin ve üye ülkelerin bütün yönleriyle
güvenliğinin güçlendirilmesi, 3- barışın ve uluslararası güvenliğin, BM Şartı ve Helsinki
554Füsun Arsava, “Avrupa Birliği’nin Kurumsal Yapısı ve Karar Alma Süreci”, Avrupa Birliği El Kitabı, 2. Baskı (Ankara: TC
Merkez Bankası Personel Genel Müdürlüğü Yayını, 1995), s. 58.
555Hurd, op. cit., s. 422.
556Çayhan ve Güney, op. cit., s. 105-106.
557Ibid., s. 112; Stanley R. Sloan, “US Perspectives on NATO’s Future”, International Affairs, C. 71, No. 2, Nisan 1995, s.
217.
Son Senedi’nin ilkeleri ile Paris Şartı’nın hedeflerine uygun, korunarak güçlendirilmesi ve
4- uluslararası işbirliğinin geliştirilmesidir.558
Maastricht Antlaşması Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nın genel çizgilerini
saptama sorumluluğunu, başbakanlar veya devlet bakanlarından oluşan kuruma, yani
Avrupa Konseyi’ne vermektedir.559
Avrupa Tek Senedi ile Maastricht Antlaşması arasındaki önemli farklılıklar, dış
politikaya güvenliğin eklenmesi ve J4 maddesinde AB’nin, savunma alanında etkili olacak
karar ve eylemlerinin hazırlanmasını Batı Avrupa Birliği’nden istemesi dolayısıyladır.560 J4
maddesinin ortak dış ve güvenlik politikasını içeren anahtar cümlesi, “...ortak bir savunma
politikasının nihai sonucu, ortak savunmaya yol açtığında gerçekleşebilir” demektedir. Bu
ifade yoğun tartışma ve anlaşmazlığın yaşanmasına neden olmuştur. Bazı üye ülkeler, AB’de
savunma konusunun daha hızlı ve daha ileri düzeyde gerçekleşmesini isterlerken, diğerleri
daha fazla ele alınmasına karşı çıkmışlardır. Antlaşma bu soruna açıklık getirmiş ve bu
konunun ileride sağlanacak gelişmelerle sonuca ulaşacağını ve bu nedenle, henüz bu konuda
kesin bir düzenlemenin erken olduğuna karar vermiştir. Gelecekte bütün üyelerin
anlaşabilecekleri bir yapılanmaya ulaşması gerektiği konusunda uzlaşılmış, NATO ile
uyumlu bir savunma politikası izlenmesine devam edilmiştir. Çünkü NATO’dan bağımsız
558Bozkurt, op. cit., s. 94.
559Alanat, op. cit., s. 133.
560Bozkurt, loc. cit.
politikalar izleyip uygulamak, AB ve BAB üyesi olmayan ülkelerin varlığı nedeniyle henüz
mümkün görünmemektedir.561
Maastricht Antlaşması, Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nın ileride bir savunma
politikasıyla da tamamlanmasını öngörmektedir. Savunma boyutunun da, AB içindeki
entegrasyon hareketine eklenmesi hedeflenmektedir.562 Ortak Dış ve Güvenlik Politikası
coğrafi sınırlamalara değil, siyasal sınırlamalara tabidir. Ülkeler bireysel olarak daha
özgürce hareket etmelerine rağmen, Birlik’in dış politikasında diğer üye ülkelerin
paylaşmadığı kararlar alınabilmektedir.563 BAB’ın güçlendirilip etkin hale getirilmesiyle
entegrasyon çalışmaları hızlanacak, Batı Avrupa’nın güvenliği ve savunma işbirliğinin
güçlenmesiyle de, bölgesel ve global sorunlara karşı daha bağımsız politikalar
üretilebilecektir.564
Maastricht Antlaşması’nın J1 maddesinin 2. paragrafında, Ortak Dış ve Güvenlik
Politikası’nın hedeflerinin şunlar olduğu yazılmaktadır: 1- Birlik’in bağımsızlığı, temel
çıkarları ve ortak değerlerini koruma, 2- Birlik’in ve üye ülkelerin güvenliğini her açıdan
güçlendirme, 3- barışı koruma ve uluslararası güvenliği güçlendirme adına, BM Şartı’nda
belirtilen kurallara olduğu kadar, Helsinki Son Senedi’ndeki kurallara ve Paris Şartı’nın
hedeflerine de uyma, 4- uluslararası işbirliğini destekleme, 5- insan hakları ve temel
özgürlükler ile hukukun üstünlüğü ve demokrasiyi güçlendirerek geliştirme.565
561Hurd, op. cit., s. 426.
562Alanat, loc. cit.
563Hurd, op. cit., s. 423.
564Taylor, op. cit., s. 2.
565Ibid., s. 7-8.
4.4. Amsterdam Antlaşması (1997)
Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’ndaki işbirliği düzenlemelerindeki en son adım
Amsterdam Antlaşması ile atılmıştır. Bu antlaşma, 16-18 Haziran 1997 tarihinde
Amsterdam’da Avrupa Konseyi toplantısında kabul edilmiş, 2 Ekim 1997 tarihinde
imzalanmıştır. Tüm üye ülkeler tarafından onaylanmasından sonra 1 Mayıs 1999 tarihinde
de yürürlüğe girmiştir. Maastricht Antlaşması’nın Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nı
düzenleyen V. Başlığı’ndaki J1’den J18’e kadar olan maddelerini revize etmiştir. Bu
maddeler Amsterdam Antlaşması’nın metninde 11’den 28’e kadar olan maddeler kapsamına
alınmıştır.566
1 Mayıs 1999 tarihinde yürürlüğe giren Amsterdam Antlaşması, Birlik ve
Topluluk’un kuramsal sisteminde bütünüyle kapsamlı bir reform yapmamıştır. Bununla
birlikte, Ortak Dış ve Güvenlik Politikası'nın kimi alanlarında, önemli kuramsal
değişiklikler öngörmektedir. Konsey Genel Sekreteri’nin, Ortak Dış ve Güvenlik
Politikası’nda merkezi bir rol üstlenmesi sağlanmıştır. Buna göre, Konsey Genel Sekreteri,
AB Antlaşması’nın 26. maddesine (madde J16) göre, Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nın
yüksek temsilcisi olarak önemli görevler üstlenmiştir. Bu görevlendirme sayesinde, ortak
tutumun sürekliliği sağlanabilecektir. Genel Sekreter, herhangi bir üye ülkenin hükümetine
bağlı olmadığından, Birlik’in güçlenmesine katkıda bulunacaktır.567
Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nı etkileme çerçevesinde ağırlık, üye ülkelerin
dışişleri bakanlarından alınarak, Brüksel’deki Daimi Temsilciler Komitesi’ne verilmiştir.
566Kurylowicz-Rodzoch ve Zawistowska, op. cit., s. 155.
567Arsava, Amsterdam Anlaşmasının..., s. 73.
Böylece Amsterdam Antlaşması, ağırlığın Birlik doğrultusunda kullanılmasını hedeflediği
görülmektedir. Yani, Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nın hazırlanması ve uygulanması
aşamalarında, -Siyasal Komite değil- Konsey Genel Sekreterliği yetkilidir.568 J3
maddesinin 1. paragrafı, Devlet ve Hükümet Başkanları’ndan oluşan Avrupa Konseyi’ne;
savunma konusunu da içine alan, Ortak Güvenlik ve Dış Politika konularında genel
yönelimleri ve ilkeleri belirleme yetkisi vermektedir.569
Amsterdam Antlaşması’yla, güvenlik politikasının bundan böyle AB’ye mal
edilmesi kabul edilmiştir (madde J7). Bu amaçla BAB, AB’nin entegral bir unsuru olmakta
ve NATO’daki yükümlülükler de güvenlik politikası içine alınmaktadır. Böylece, AB
kararları ve eylemlerinin hazırlanması ve yürütülmesinde BAB yetkili olacak, Avrupa
Konseyi’nin istekleri doğrultusunda hareket edecek, AB ve BAB arasında örgütlenme ve
çalışma konularındaki ilişkiler güçlendirilecektir. Barışın, korunması, tesisi ve kurtarma
önlemleri ortak görevler olarak saptanmıştır. Ancak AB, BAB ve NATO farklı üyelere
sahip olduğundan, yapılan düzenlemelerin yerine getirilmesinde bu durumun dikkate
alınması öngörülmüştür. İleride gerçekleşmesi düşünülen AB ve BAB arasındaki
entegrasyonun, BAB’ın AB’ye entegrasyonuyla sağlanması hedeflenmiştir.570
Maastricht Antlaşması’nda olduğu gibi, Amsterdam Antlaşması’nda da BAB-NATO
ilişkileriyle ilgili çok kısa bir takım hükümler bulunmaktadır. J7 maddesinin 1. paragrafının
568Ibid., s. 74-75.
569Tezcan, op. cit., s. 152.
570Arsava, Amsterdam Anlaşmasının..., s. 81-82, 92-93; Ifantis, op. cit., s. 17.
3. fıkrası, Birliğin güvenlik ve savunma politikasının gerçekleştirilmesinde NATO
Antlaşması’ndaki yükümlülüklerin ihlal edilemeyeceğini vurgulamaktadır.571
Amsterdam Antlaşması ayrıca, NATO’nun, Avrupa savunmasındaki merkezi
rolünü tanımaktadır. Amsterdam Antlaşmasının yeni yasal çerçevesi içinde, Petersberg
görevleri arasında sayılan kriz yönetiminde siyasal sorumluluk da yüklemektedir.572
571Tezcan, op. cit., s. 153.
572Rotfeld, op. cit., s. 40.
IV. BÖLÜM:
NATO’YA ALTERNATİF BİR “AVRUPA GÜVENLİK VE SAVUNMA
POLİTİKASI”
Batı Avrupa ülkeleri, Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle ortaya çıkan belirsizlik karşısında,
üyesi oldukları bölgesel örgütler (NATO, AGİT ve AB) aracılığıyla bir takım önlemler almaya
çalışmışlardır. Önceki bölümde incelediğimiz bu önlemlerle, yaşanan gelişmelerin olumlu bir
düzeyde gerçekleşmesini ve herhangi bir istikrarsızlığa neden olmasını engellemeyi
amaçlamışlardır. Çalışmamızın bu bölümünde, Avrupa savunma ve güvenlik mimarisinin son
halkasını oluşturmakta olan Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’nı (AGSP)
incelemekteyiz.
Bilindiği gibi AGSP, AB’nin Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nın bir açılımıdır.
AGSP, bağımsız bir aktör olarak uluslararası sisteme dahil olmak isteyen AB’nin, kendi
savunma ve güvenliğinin yine kendisi tarafından sağlanması amacıyla geliştirmeye çalıştığı
politikasıdır ve NATO bünyesinde geliştirilen AGSK (Avrupa Güvenlik ve Savunma
Kimliği) kavramından farklıdır. Bu bölümde bu farklılığı da ortaya koyarak, literatürdeki
olası yanlış anlamaların önüne geçmeyi de hedeflemekteyiz.
Soğuk Savaş sonrasında tehdit algılamalarındaki farklılaşmalar nedeniyle Avrupa’da
savunma ve güvenlik ile ilgili tartışmalar iki aşamada gerçekleşmiştir. Birincisi 1990’lı
yılların başlarında yapılmış ve ikincisi de 1990’ların sonu ile 2000’lerin başlarında
yapılmaktadır. Birinci tartışma Soğuk Savaş’ın bitmesiyle birlikte ortaya çıkmış, dört
alternatif ve karşıt düşünce ileri sürülmüştür. Fransa ve Belçika’nın AB’nin savunma kimliği
için ileri sürdükleri görüşe göre, bu kimlik NATO’dan ayrı olmalı ve ayrılabilmelidir.
Almanya ve Çek Cumhuriyeti, Avrupa için genişletilmiş AGİK/T temelli bir kolektif
güvenlik düzenlemesi geliştirilmesini desteklemişlerdir. Rusya, güçlerin uyumundan oluşan
bir “Avrupa Güvenlik Konseyi” oluşturulmasını açıkça ortaya koymuştur. ABD ve İngiltere
ise, NATO’nun vazgeçilmezliğini ileri sürerek, NATO merkezli düzenin değişmezliğini
savunmuşlardır. On yıl boyunca bu dört düşünce iyice olgunlaşarak, “NATO” ve “Avrupa
Kimliği” biçiminde ikiye indirgenmiştir. 2000’lerin başında “Avrupalılaştırılmış NATO” ve
“Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası” 1990’ların başlarına göre fark edilir bir biçimde
birbirine yaklaşmıştır.573 Asıl sorun bu gelişmenin NATO bünyesi içinde mi, yoksa AB
bünyesinde mi oluşturulacağı noktasında çıkmaktadır. Bu bağlamda, AGSK tartışmaları
NATO’da, AGSP tartışmaları da AB’de yapılmaktadır.
1. Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği
1990’lı yılların başında, NATO’nun Avrupa ayağını oluşturan ülkelerce, ortak
güvenlik ve savunmalarında daha fazla sorumluluk almalarına olanak sağlayacak bir süreç
başlatılmıştır. NATO içindeki imkan ve yetenekleri tekrarlamadan gerçek bir Avrupa askeri
yeteneği oluşturulmak istenmiştir. Ayrıca bu yaklaşım ile, hem Atlantik’in iki yakası
arasında dengeli bir ortaklık oluşturulacak, hem de Avrupa entegrasyonu sürecinde, Ortak
Dış ve Güvenlik Politikası geliştirme isteği karşılanacaktı.574
NATO içerisinde, bir Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği geliştirmek,
NATO’nun siyasal ve askeri yapılarındaki uyarlamaların bir parçası olmuştur. Bu aynı
zamanda Avrupa Birliği’nin gelişiminde de önemli bir unsuru oluşturmaktadır. AB’nin
573Croft, op. cit., s. 1-2.
574NATO Handbook, s. 98-99.
gelişim sürecinde, 1991 Maastricht, 1997 Amsterdam Antlaşmalarına, BAB’ın bunlarla ilgili
açıklamalarına ve NATO’nun 1990 Londra, 1994 Brüksel, 1997 Madrid ve 1999
Washington Zirve Kararlarına dayanmaktadır.575
Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği (AGSK-ESDI), Avrupa uluslarının kendi
savunma sorumluluklarını arttıran bir kavram olarak kullanılmaktadır.576 AGSK ilk kez 10
Aralık 1991 tarihinde Maastricht’teki “AB üyesi ülkelerin BAB’ın rolü ve AB ile ve
Atlantik İttifakı ile olan ilişkileri hakkındaki” deklarasyonu ile resmen kabul edilmiştir.
Böylece Topluluk Zirvesi’nde kabul edilen Avrupa Birliği Antlaşması’nda da (Maastricht
Antlaşması) yer almıştır. Avrupa güvenlik kimliği düşüncesi, 7-8 Kasım 1991 tarihindeki
Atlantik İttifakı’nın Roma Zirvesi kararlarında ortaya çıkmıştır. Bu tarihten sonra da NATO
üyesi ülkeler arasında AGSK’nin “NATO bünyesinde mi? yoksa NATO’nun dışında mı?
oluşturulması gerektiğine” yönelik yoğun tartışmalar başlamıştır.577
NATO ve AB arasındaki olası rekabet düşüncesi, Avrupa Birliği Antlaşması’nda
(Maastricht Antlaşması) yer alan ortak savunma konularının belirlenmesi, savunma
politikası ile güvenlik politikasının ayrılması ve BAB’ın “alan-dışı” sorunlara yönelik
operasyonel görevlerini içeren konularda da yoğun tartışmalar yapılmaya başlamıştır.578 Bu
konuya ileride tekrar döneceğimizden bu kadarıyla yetiniyoruz.
575Ibid., s. 99.
576Yüksel İnan ve İslam Yusuf, “New European Security Identity And Turkey”, The Turkish Yearbook of International
Affairs, No. XXIX, 1999, s. 35.
577Stanislaw Parzymies, “The European Security and Defence Identity: Myth or Reality?”, The Polish Quarterly of
International Affairs, C. 8, No. 2, İlkbahar 1999, s. 11.
578Gnesotto, loc. cit.
BAB üyesi ülkelerin Maastricht Deklarasyonu’nda, AGSK’nin aşama aşama
geliştirileceği vurgulanmıştır. Buna göre BAB, AB’nin entegral bir unsuru haline
dönüştürülecek ve Atlantik dayanışmasına katkısı arttırılacaktır. AGSK’nin amacı, “AB
çerçevesinde ortak bir savunma politikasının nihai gelişimi, Kuzey Atlantik İttifakı
çerçevesindeki savunma ile tutarlı, ortak bir savunma politikası oluşturmak” olarak
belirlenmiştir.579
Deklarasyonun Atlantik İttifakı ilişkileri ile ilgili bölümünde BAB, NATO’nun
Avrupa kanadını güçlendiren ve genişleten, ayrıca İttifak’ın BAB üyesi ülkelerinin
NATO’daki katkılarının ve sorumluluklarının genişlemesine neden olacak bir faktör olarak
tanımlanmaktadır. Vurgu, “Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği ile NATO’nun ortaya
çıkması” arasındaki karşılıklı saydamlık ve bütünleyiciliğe yapılmaktadır. Bu tanımlama,
NATO içindeki sorumluluk ve yükümlülüklerini arttırmalarına yönelik, ABD’nin Avrupalı
müttefiklerine zaman zaman dillendirdiği arzusunu da ortaya koymaktadır.580
10-11 Ocak 1994’de Brüksel’de düzenlenen NATO Devlet ve Hükümet Başkanları
Zirvesi’nde 1 Kasım 1993 tarihinde Maastricht Antlaşmasının yürürlüğe girmesi
memnuniyetle karşılanmıştır.581 İkinci ayağında Ortak Dış ve Güvenlik Politikası
oluşturulmasını öngörmesi nedeniyle, doğal olarak NATO’nun Avrupa ayağının da
gelişmesi gündeme geldiğinden, bu gelişme NATO tarafından olumlu karşılanmıştır.
579Parzymies, loc. cit.
580Ibid., s. 12.
581NATO Handbook, s. 99.
Brüksel Zirvesinde Devlet ve Hükümet Başkanları Kuzey Atlantik Konseyi’ni,
NATO’nun siyasal ve askeri yapılarının şu üç amaca ulaşmada nasıl geliştirilip
uyarlanabileceğini incelemekle görevlendirmiştir: Barışı koruma da dahil, tüm NATO
misyonlarının daha etkin ve esnek olarak yerine getirilmesi; BAB ile işbirliğinin arttırılması;
ve geliştirilmekte olan AGSK üzerinde dikkatle düşünülmesi. Önceki bölümde bahsettiğimiz
Birleşik Müşterek Görev Gücü (BMGG) kavramı da bu sürecin bir parçası olarak
geliştirilmiştir. Bu kavram operasyonel esnekliği arttırmayı ve tüm NATO misyonlarının
ihtiyaçlarını karşılayabilmek için kuvvetlerin daha esnek ve hareketli biçimde
konuşlandırılmasını amaçlamıştır. NATO veya BAB tarafından kullanılabilecek, “ayrılabilir
fakat ayrı olmayan” (separable but not separate) biçiminde ifade edilen askeri yetenekler
sağlanması da amaçlanmıştır.582
Haziran 1996 tarihindeki Kuzey Atlantik Konseyi’nin Berlin’deki Bakanlar
Toplantısı’nda, AGSK’nin NATO içerisinde kurulması düşüncesi kabul edilmiştir. Böylece
NATO ve BAB’ın, Kuzey Atlantik Konseyi ile bağlantılı bir biçimde çalışacakları
anlaşılmıştır.583 Berlin Sonuç Bildirgesi, Soğuk Savaş sonrası Avrupa güvenlik yapılanması
açısından dönüm noktası olmuştur. NATO’nun önceliği, ABD’nin NATO’daki liderliği,
Avrupalı üyelerin NATO’ya katkıları ve Avrupa güvenliği ve savunma kimliğinin kısa ve
orta vadedeki başarı şansı gibi temel konular üzerinde -Atlantik’in her iki yakasındaki üyeler
arasında- pazarlık gücünü etkilemiştir.584
582Ibid., s. 100.
583Margarita Mathiopoulos and Istvan Gyarmati, “Saint Malo And Beyond: Toward European Defence”, Washington
Quarterly, C. 22, No. 4, Güz 1999, s.65.
584Ifantis, op. cit., s. 15.
8 Temmuz 1997 Madrid Zirve Toplantısında da NATO bünyesinde AGSK
oluşturulması memnuniyetle karşılanmış ve Kuzey Atlantik Konseyi Daimi Oturumu’ndan
BAB ile işbirliği içinde bu alandaki çalışmaları hızlandırması istenmiştir.585
Bu gelişmelerden sonra NATO’nun, BAB liderliğindeki operasyonlara586 vereceği
desteğin her boyutu karşılayabilecek şekilde uyarlanmasının bir parçası olarak yapacağı
düzenlemeler tanımlanmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır:
“NATO’nun kuvvet ve yetenek geliştirmesi ile ilgili yeni savunma planlama
yöntemleri içinde BAB gereklerinin göz önünde bulundurulması...;
BAB’ın Kuzey Atlantik Konseyi’nin onayıyla kullanmak isteyebileceği NATO varlık ve yeteneklerini belirleyecek yöntemler oluşturması;
NATO içinde BAB’ın politik kontrolü ve stratejik yönetimi altındaki bir operasyonu
hazırlamak, desteklemek, komuta etmek ve yürütmekte kullanılabilecek çokuluslu Avrupa
komuta düzenlemeleri yapmak...;
NATO desteği ile yürütülen bir BAB operasyonu sırasında gerek duyulan eşgüdümü
sağlayacak danışma ve enformasyon paylaşma düzenlemelerini yapmak;
BAB misyonları için askeri planlama ve tatbikatler [tatbikatlar] geliştirmek.”587
Uygulamada bu düzenlemeler: BAB’ın müdahale etmeye karar verdiği bir kriz
durumunda, -NATO bu müdahaleden kaçınıyorsa- BAB kendi kontrol ve idaresi dahilinde
bir operasyon gerçekleştirmek için NATO varlık ve yeteneklerini (BMGG Karargahı dahil)
kullanmak isteyebileceği anlamına gelmekteydi. İstenen varlıklar Kuzey Atlantik Konseyi
585NATO Handbook, s. 100.
586Petersberg görevleri.
tarafından her bir durum için ayrı ayrı değerlendirilerek ve iki örgüt arasında yapılacak özel
bir anlaşmayla BAB’ın kullanımına verilebilmektedir. NATO operasyon sırasında
varlıklarının kullanımını takip ederek BAB ile siyasal irtibatını düzenli olarak devam
ettirmektedir.588
NATO bünyesinde AGSK geliştirilmesinde bundan sonraki aşama NATO
varlıklarının ve komuta yapısının kullanımı ve enformasyon paylaşımı ile ilgili
düzenlemelerin tamamlanması veya geliştirilmesi, kriz yönetimi metotlarının ortaklaşa
denenmesi ve değerlendirilmesi gibi çalışmalar biçiminde -AB’nin Köln Zirve kararlarına
kadar- devam etmiştir. Haziran 1999 Köln Zirvesi’nde (AB bünyesinde geliştirilmekte olan)
ortak bir Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’nın (AGSP-ESDP) uygulanması için
ihtiyaç duyulan araç ve yetenekleri AB’ye vermek amacıyla kararlar alınmıştır. Bu kararlara
uygun olarak AGSK’nin gelişmesi ile ilgili olarak BAB’ın üstleneceği rol de AB tarafından
belirlenecektir.589 Çünkü bu Zirvede BAB’ın feshedilerek AB’nin entegral bir unsuru
haline getirilmesine de karar verilmiştir.
Bu müdahale periyodu içinde NATO BAB ile birlikte çalışmaya devam etmiştir. Bu
işbirliğinin amacı NATO varlık ve kapasitelerini kullanan BAB liderliğindeki bir kriz
yönetimi operasyonu durumunda, iki örgüt arasındaki işbirliği olanağını sağlayacak
düzenlemeleri tamamlayarak uygulamaya koymaktı. Daha ileri bir çalışma bu tür varlıkların
ve bilgi paylaşımının kullanımı ile ilgili düzenlemeleri daha da rafine etmek için yapılmıştır.
Ayrıca prosedürlerin ortak bir teste tabi tutulup değerlendirilmesiyle, ortak unsur ve
587NATO El Kitabı (50. Yıldönümü Sayısı), s. 86-87.
588Ibid., s. 87.
güçlerin incelenmesi de gerçekleştirilmiştir. NATO ve BAB’ın ortak kriz yönetimi tatbikatı
2000 yılı Şubat ayında yapılmıştır. Kasım 2000 Marsilya toplantısında, BAB Bakanları –
BAB’ın AB’nin entegral bir unsuru olması sürecinde- rutin NATO-BAB danışma
mekanizmalarını genişletmeye karar vermişlerdir.590
NATO ile AB arasındaki ilişkilerin etkili bir biçimde çalışması önemli kriz
yönetimi görevlerinin başarısı ile yakından ilgilidir. İki örgüt arasındaki resmi ilişkiler Ocak
2001’de kurulmakla birlikte, 16 Aralık 2002 tarihinde NATO ile AB arasında AGSP
konusundaki deklarasyonun kabul edilmesiyle gelişmiştir. Bu tarihten sonra AB ve NATO
arasında kriz yönetiminde işbirliği konusunda bir seri doküman üzerinde müzakereler devam
etmiştir. Bunların arasında “Berlin-Artı” (Berlin-Plus) olarak bilinen paket, 1 Nisan 2003
tarihi itibariyle Makedonya’daki barışı koruma sorumluluğunu NATO’dan alarak AB’ye
devretmeyi olanaklı kılmıştır.591
Berlin-Artı terimi, Berlin’de yapılan 1996 yılındaki NATO Dışişleri Bakanları
Toplantısı’na işaret etmektedir. Bu toplantıda bakanlar bir AGSK oluşturulması konusunda
anlaşmışlardı. Berlin-Artı düzenlemeleri kaynakların gereksiz yere tekrarından (duplication)
kaçınmayı ve şu dört unsuru kapsamaktadır: 1- NATO’nun operasyonel planlamasına
AB’nin katılımını sağlama, 2- NATO imkan ve kabiliyetlerinden AB’nin olası yararlanması,
3- SACEUR’da NATO’nun Avrupalı üyelerinin rolünün geliştirilmesini de içeren AB’nin
yüklendiği görevlerde yönetimin NATO’nun Avrupalı üyelerinde olması seçeneği, 4- NATO
589NATO Handbook, s. 101.
590Ibid., s. 101-102.
591“Building Peace and Stability in Crisis Regions”, NATO Briefing, Ekim 2003, s. 5, <http://www.nato.int/docu/briefing/crisis-
menagement-e.pdf> (15.12.2003).
savunma planlama sisteminin AB operasyonları ile ortaklaşa hareket edebilmesinin
sağlanması. Berlin-Artı düzenlemeleri, günümüzde AB’nin ilk askeri görev yeri olan
Makedonya’da uygulanmaktadır.592
2. Batı Avrupa’da Özerk Savunma Düşüncesinin Gelişimi ve AGSP’nin Ortaya
Çıkması
Avrupa savunmasına en azından teorik çerçeveden bakıldığında, nispeten uzun bir
tarihi olduğu görülecektir. BAB, -çalışmamızın daha önceki bölümlerinde belirttiğimiz gibi-
Avrupa’nın ortaklaşa savunulması amacıyla oluşturulan ilk girişimdir ve 1948 yılında
şekillenmiştir. Fakat bir yıl sonra NATO kurulunca, Avrupa savunması görevini BAB’dan
devralmıştır. Aslında bu durum -çalışmamızın ilk iki bölümünde ayrıntısı ile incelediğimiz gibi-
zorunlu olarak gerçekleşmiştir. Avrupalılar ikinci Dünya Savaşı’ndan kalma sıkıntılarından
henüz kurtulamadıkları için, savunma ve güvenliklerini NATO-ABD aracılığıyla sağlamak
durumunda kalmışlardır. Zaman zaman bu durumdan hoşnutsuz olmuşlar ama ekonomik ve
sonrasında da siyasal güçlerine tekrar kavuşmak adına bu duruma katlanmışlardır.
Atlantik İttifakı’nın kurulduğundan beri sürekliliğini koruyan ABD de, Avrupalı
müttefiklerinin 17 Mart 1948 tarihinde kolektif savunma sistemi kuran Brüksel
Antlaşması’nı daha sonra feshetmeyerek, NATO ile birleşmemeleri durumunu kaygıyla
izlemiştir. Bu kaygısını güçlendiren gelişme ise, 23 Ekim 1954 tarihinde Paris’te Brüksel
Antlaşması’nın genişletilerek Batı Avrupa Birliği’nin kurulmasıdır.593
Sadece Avrupa savunmasına dayalı tek örgüt olan BAB’ın, -kurulmasından sonraki
30 yıl boyunca- 1984 yılı Ekim ayında üye ülkeler dışişleri ve savunma bakanlarının
592Ibid.
593Parzymies, op. cit., s. 12.
Roma’da olağanüstü toplanmalarına kadar, herhangi bir faaliyeti olmamıştır. Roma’da yedi
BAB üyesi ülkenin temsilcileri ilk kez -NATO yapılanması dışında- olası ortak askeri
işbirliğini değerlendirmişlerdir. Roma Deklarasyonu, bu toplantıda “BAB’ın daha etkin hale
getirilebilmesi için güvenlik politikası alanında üye ülkeler arasında yoğun işbirliğinin
kurulması görüşü”nü benimsemiştir. Bu yönde atılan somut adım ise, üyeleri arasında
“Avrupa güvenliği konusunda platform” adıyla kabul edilen ortak bir belge ile, 27 Ekim
1987 tarihinde Hague’deki (La Haye) BAB Bakanlar Konseyi toplantısında atılmıştır. BAB
üyesi ülkeler Batı Avrupa savunmasını arttırmak amacıyla, üzerlerine düşen sorumlulukların
gereklerini yapmaları konusunda hazır olmaları düşüncesini tartışmışlardır. Doğal olarak bu
gelişmeler NATO’dan ayrılarak, kendi savunmalarını tamamen kendilerinin yapmaları
gerektiği anlamına da gelmemekteydi.594
Ancak Doğu Bloku’nun dağılması ve Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra ortaya
çıkan siyasal ortamda Batı Avrupa ülkeleri ABD’ye, “Atlantik İttifakı içinde daha fazla
özerkliğe sahip olmaları konusunda” yoğun baskılar yapmaya başlamışlardır. Kuzey
Atlantik Konseyi’nin 6 Temmuz 1990’da Londra’da yaptığı toplantısında NATO’nun karar
verme süreci içerisinde, bu sorunun ciddi biçimde düşünülmeye başlaması, özellikle
Fransa’nın başını çektiği bazı Batı Avrupalı NATO üyesi ülkelerin yoğun baskıları
sonucunda gerçekleşmiştir. Batı Avrupa’dan gelen özerk bir savunma sistemi isteği
karşısında ABD, ilk anda NATO’nun altını oymayı planladıklarını düşünmüştür. 7-8 Kasım
1991’de Roma’da devlet ve hükümet başkanları arasında düzenlenen Kuzey Atlantik
Konseyi toplantısında, Avrupa güvenlik kimliğinin ve savunma rolünün gelişmesi,
594Ibid., s. 13.
“NATO’nun Avrupa ayağının daha fazla güçlendirilmesi” biçiminde yorumlanmış ve
“Atlantik İttifakının etkinliğini ve uyumunu güçlendirdiği” değerlendirmesinin yapılmasına
neden olmuştur. Roma Deklarasyonu ile ayrıca, Avrupalı müttefikler için, “Ortak Avrupa
Dış ve Güvenlik Politikası ve onun savunma rolü ile ilgili gerek duyulan düzenlemelere
karar verilmesi” de benimsenmiştir. Son olarak Deklarasyonun imzacıları, “NATO’nun
ortak savunma politikasıyla tutarlı bir Avrupa güvenlik kimliği ve onun savunma rolünün
acilen kademeli olarak geliştirilmesi konusunda yapılan ortak tartışmalara” dikkat
çekmişlerdir. ABD de ilave olarak, “Avrupa’nın bütünlüğünü ve etkinliğini güçlendirdiği
kadar, Atlantik’in iki yakası arasındaki bağlantının gerekliliğini de ortaya koyduğunu”
belirtmiştir. 1991 yılı Kasım ayında Roma’da kabul edilen NATO’nun Yeni Stratejik
Kavramı’nda da, Avrupa savunma kimliği ile ilgili bu gelişmenin, NATO’nun savunma
gücüne ek bir katkı sağlayacağı vurgulanmıştır. 595
Bu önemli gelişmeden sonra, ABD ile Batı Avrupalı ülkeler arasında AGSP’nin
gelişimi ile ilgili tartışmalar AGSK bağlamında gerçekleştirilmiştir. 1998 yılının sonuna
kadar, Avrupa savunma birliği kavramı, tartışmasız bazı kurallara dayandırılmıştır.
Birincisi, AGSK, NATO bünyesinde geliştirilecek ve böylece ABD’nin onayını da almış
olacaktır. İkincisi, BAB, Avrupa savunma işbirliğinin askeri örgütlenmesi biçiminde
görülecektir. Son olarak da, AB’nin, Avrupa savunmasında etkin bir rol oynaması
beklenmeyecektir. Böylece, Ortak Dış ve Güvenlik Politikası örgütsel olarak Avrupa
savunmasından ayrı tutulacaktır. Bu kurallar, AB çerçevesinde birleşen ve gelişen
Avrupa’nın, siyasal, ekonomik ve diğer konulardaki çabalarının askeri açıdan da
595Ibid., s. 13-14.
desteklenmesine gerek olmadığını ortaya koymaktadır. Gelişmekte olan AB, henüz
gelişmesini tam anlamıyla sağlayamadığı için, NATO varlık ve yeteneklerine bağımlılığını
sürdürmek durumunda kalmıştır.596
AGSP’nin temelleri, 4 Aralık 1998 tarihinde Saint Malo’da, Fransa Cumhurbaşkanı
Jacques Chirac ile İngiltere Başbakanı Tony Blair arasında gerçekleştirilen zirvede
atılmıştır. Bu zirvede İngiltere, daha önce savunduğu görüşlerinden vazgeçerek, Fransa’nın
AB yapılanması içinde “savunma ve güvenlik” alanlarında faaliyet göstermek amacıyla yeni
bir birimin oluşturulması görüşünü kabul etmiştir. Zirve sonunda yayınlanan ortak bildiride
şu konular üzerinde görüş birliği sağlandığı duyurulmuştur: 1- Amsterdam Antlaşması’nda
yer alan “Ortak Dış ve Güvenlik Politikası”nın hızlı bir biçimde uygulamaya konulması, 2-
AB’nin uluslararası krizlere müdahale edebilecek, kendi başına harekat gerçekleştirebilecek
kapasiteye ulaşması ve bu gelişmenin yeterli askeri güç ile de desteklenmesi, 3- AB’nin;
NATO’nun tek başına müdahale etmediği sorunlara, müdahale amacıyla karar alabilmesi
için uygun bir yapı ve askeri kapasiteye sahip olmasının sağlanması, 4- Avrupa’nın
güçlendirilmiş bir silahlı kuvvetlere ihtiyacı vardır ve bu da tam rekabet şartlarının hüküm
sürdüğü bir ortamda Avrupa savunma sanayii ile desteklenerek gerçekleştirilecektir.597
Ancak Saint Malo’da sağlanan gelişmenin akabinde Mart 1999’da NATO’nun Sırp
saldırganlarına yönelik Kosova operasyonunun başlaması sonrasında AB üyesi ülkeler
oluşturdukları savunma düzenlemesinin NATO ve özellikle de ABD’nin sahip olduğu
olanaklar ile kendi olanaklarını karşılaştırdıklarında ortaya çıkan teknolojik boşluğun
596Mathiopoulos ve Gyarmati, loc. cit.
597Ülger, op. cit., s. 102-103; John C. Hulsman, “The Guns of Brussels”, Policy Review, No. 101, Haziran/Temmuz 2000, s.
35.
giderek büyümesinden telaşlanmışlardır. Bu konuda gerekli düzenlemeleri yapmak üzere
hızla yeni çareler araştırmaya koyulmuşlardır.598
23-24 Nisan 1999 tarihleri arasında gerçekleştirilen Washington Zirvesi sonunda
yayınlanan Bildiri ile, Amsterdam Antlaşması’nda kabul edilen ODGP’nin güçlendirilmesine
yönelik girişimler de olumlu karşılanmıştır.599
1990’lı yılların sonlarına doğru AB, kendi ordusunu oluşturma çabasına hız
vererek, NATO eski Genel Sekreteri Javier Solana’yı AB Ortak Dış ve Güvenlik Politikası
Yüksek Temsilcisi ve BAB Genel Sekreteri olarak atamıştır. 3-4 Haziran 1999 tarihleri
arasında gerçekleştirilen Köln Zirvesi’nde, AB’nin uluslararası bir aktör olarak üzerine
düşenleri yerine getirebilmesi için ortak bir Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası
uygulama kararlılığında olduğu duyurulmuştur.600 Böylece AGSP ile, AB’nin bağımsız bir
uluslararası aktör olarak gelişiminde önemli bir adım atılmaktadır. Bu adım ile AB askeri
konularda otonom karar alma ve uygulama olanağına kavuşmaya başlamaktadır. Ancak
AGSP’nin gelişimindeki en büyük sorun NATO’ya ve NATO olanaklarına bağımlı olması
dolayısıyla ortaya çıkmaktadır. Çünkü AB’nin şu anki 11 üyesi aynı zamanda da NATO
üyesidirler ve AB üyesi olmayan NATO üyesi ülkeler nedeniyle sıkıntılar ortaya
598Ibid., s. 36.
599Parzymies, op. cit., s. 15.
600Ülger, op. cit., s. 103.
çıkmaktadır.601 Bu zirvede ayrıca BAB feshedilerek, AB bünyesine alınmasına da karar
verilmiştir.602
Aralık 1999 tarihindeki AB’nin Helsinki Zirvesi’nde, tüm Petersberg Görevlerini
uygulamaya koyabilecek bir askeri gücün kurulması “Temel Hedef” (Headline Goal) olarak
kabul edilmiştir. Bu hedefi gerçekleştirmek amacıyla da -Kolordu düzeyinde- 50-60 bin
kişilik bir silahlı gücün (Acil Müdahale Gücü–Rapid Reaction Force-RRF) Aralık 2003
tarihine kadar oluşturulması öngörülmüştür. Bu gücün; gerektiğinde süratle harekat
bölgesine yerleşebilecek, her türlü ihtiyacını kendi başına sağlayabilecek, hava ve deniz
güçlerince desteklenecek bir yapılanmaya ulaşmasına karar verilerek uygulamaya
geçilmiştir.603 Ancak bu gücün sürekli silah altında bulundurulması yerine, gerek
görüldüğünde toplanması öngörülmüştür.604 Temel Hedef gerçekte 150-200 bin kişi olarak
belirlenmiş ve 1996-1997 yıllarında yapılan hükümetlerarası konferanslar sonrasında 50-60
bine çekilmiştir. Savunma harcamalarının arttırılmasına karşı olan ülkelerin muhalefeti
nedeniyle bu rakama ulaşılmıştır. Bu durum ekonomik ve parasal birlik ile AGSP arasındaki
601Mark Webber, Terry Terrif, Jolyon Howorth ve Stuart Croft, “The Common European Security and Defence Policy and the
‘Third-Country’ Issue”, European Security, C. 11, No. 2, Yaz 2002, s. 75-76.
602İlhan Uzgel, “ABD ve NATO ile ilişkiler”, Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar,
C. II, 3. Baskı, Baskın Oran (der.) (İstanbul: İletişim Yayınları, 2002), s. 313.
603Ali L. Karaosmanoğlu, “Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği Açısından Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri”, Doğu Batı
Düşünce Dergisi, S. 14, Şubat-Mart-Nisan 2001, s. 160.
604Ülger, op. cit., s.103.
gerilimleri ortaya koymaktadır. Çünkü 11 Eylül saldırıları sonrası ABD’nin ilave askeri
harcama yapmasına rağmen, bu politika Avrupalı müttefiklerinde karşılık bulamamıştır.605
2000 yılının sonuna kadar BAB’ı absorbe etmek amacıyla 1999 Köln Zirvesi’nde
anlaşıldığı üzere AB, Helsinki Zirvesi’nde; Brüksel’de AGSP’nin gerekli altyapısını
oluşturmak üzere bir dizi askeri ve sivil komite ve kadro örgütlenmesini tesis etmeye karar
vermiştir. Büyükelçilik düzeyinde ODGP’den sorumlu Siyasal Komite, Siyasal ve Güvenlik
Komitesi (Political and Security Committee-PSC) haline gelecekti. Bu yeni haliyle de PSC,
AB’nin dış, güvenlik ve savunma politikasının tüm boyutlarıyla ilgilenecekti. Ulusal
savunma şeflerinin askeri temsilcilerinden oluşan bir Avrupa Birliği Askeri Komitesi
(European Union Military Committee-EUMC) kurulmuştur. Bu komite, PSC’ye danışmanlık
yapacak ve bu danışmanlık ayrıca AB Genel Kurmayı’nı da yönlendirecekti. EUMC erken
uyarıyı yapacak, durum değerlendirmesinde bulunacak, Petersberg Görevleri için, ulusal ve
çokuluslu güçlerin tanımlanmasını da içeren durum değerlendirmesi yapacaktır.606
Haziran 2000’de Portekiz’in Feira şehrinde düzenlenen AB zirvesinde, Türkiye ve
Norveç gibi NATO üyesi olup, AB üyesi olmayan ülkelerle; AB üyeliğine aday
konumundaki Slovenya, Bulgaristan gibi ülkelerin kriz durumlarına katkıları ile ilgili ilkeler
geliştirilmiştir. AB’nin NATO olanaklarını kullanmasını kolaylaştırıcı ve bilgi alış verişini
sağlayacak sistemlerin oluşturulmasına yönelik önemli adımlar atılarak iki örgüt arasındaki
605Richard Youngs, “The European Security and Defence Policy: What Impact on the EU’s Approach to Security
Challenges?”, European Security, C. 11, No. 2, Yaz 2002, s. 107; Rainer Schuwirth, “Helsinki Hedeflerini Yakalamak”,
NATO Dergisi, S. 3, Sonbahar 2002, s. 1, <http://www.nato.int/docu/review/2002/issue3/turkish/art4.html> (04.02.2003).
606Paul Cornish ve Geoffrey Edwards, “Beyond the EU/NATO Dichotomy: the Beginnings of a European Strategic Culture”,
International Affairs, C. 77, No. 3, Temmuz 2001, s. 594.
işbirliği yoğunlaştırılmıştır.607 Ayrıca bu toplantıda Türkiye, Norveç, Polonya ve Çek
Cumhuriyeti’nin ileride oluşturulması düşünülen Acil Müdahale Gücü’ne katkıda bulunma
önerileri de memnuniyetle karşılanmıştır. Operasyonların başlaması aşamasında
katılımcılardan bir ad hoc komite oluşturulması ve operasyon öncesi aşamaların bu komitede
yoğun olarak görüşülmesi üzerinde anlaşılmıştır.608
21-22 Haziran 2002 tarihler arasında Sevilla’da gerçekleştirilen AB Zirvesi’nde,
AB’nin kriz yönetimi görevlerini üstlenecek durumda olduğu teyit edilerek, 1 Ocak 2003
tarihinden geçerli olmak üzere, Bosna-Hersek’te BM’nin yerine, AB’nin Polis Misyonu
(EUPM) görevini üstlenmeye hazır olduğu bildirilmiştir. Makedonya’da da NATO’nun
görev süresinin dolmasından sonra, AB’nin bu görevi devralma isteği de açıklanmıştır.609
Bu görev 14 Mart 2003 tarihinde, NATO Genel Sekreteri Lord Robertson ile AB Dönem
Başkanı Yunanistan Dışişleri Bakanı Giorgos Papandreou arasında Atina’da imzalanan
antlaşma ile AB’ye devredilmiştir.610
24-25 Ekim 2002 tarihleri arasında Brüksel’de düzenlenen AB Devlet ve Hükümet
Başkanları Zirvesi’nde; -Türkiye, İngiltere ve ABD arasında, AGSP içinde NATO üyesi
olup AB üyesi olmayan ülkelerin AGSP’ye katılımları ile ilgili durumları tanımlanarak
Aralık 2001’de kabul edilen- Ankara Dokümanı üzerinde anlaşma sağlanmıştır. Bu yeni
doküman NATO ve AB’ye, Kuzey Atlantik Konseyi’nin 13 Aralık 2002 tarihindeki kararına
607Uzgel, loc. cit.
608Cornish ve Edwards, op. cit., s. 590.
609<Http://www.mfa.gov.tr/turkce/grupa/ab/abab/Sevilla Zirvesi.Sonuc.htm> (27.04.2003).
610“NATO-EU Security of Information Agreement Signed Today”, NATO Press Release (2003) 022, 14 Mart
2003,<http//:www.nato.int/docu/pr/2003/p03-022e.htm> (16.03.2003).
dayanarak bir antlaşma yapmalarının yolunu açmıştır. NATO ile AB arasında stratejik
ortaklık temelinde, 16 Aralık 2002 tarihinde NATO-AB Ortak Deklarasyonu
imzalanmıştır.611
2.1. Avrupa Ordusu (Eurocorps)
Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra, ikincil bir konu olarak NATO dışında bir
Avrupa savunma politikası oluşturulması çalışmaları da başlatılmıştı. AB’nin gelişme süreci
içinde Avrupa’nın güçlü devletleri, AB’yi, Ortak Dış ve Güvenlik Politikası çerçevesinde
tartışmaya zorlamışlardır. Bir AGSP hayali ve bunun mantıksal sonucu olarak, geleneksel
askeri doktrin, iç ve dış politikada değişiklikler yapılmasını gerektirmiştir.612 Gelecekteki
çok uluslu Avrupa ordusunun filizini oluşturacak bir Avrupa Ordusu oluşturulması
düşüncesi, 1991 yılının Ekim ayında Fransız-Alman önerisi olarak ileri sürülmüştür.613
Avrupa Ordusu düşüncesi 21-22 Mayıs 1992 tarihlerinde La Rochelle’de
düzenlenen 59. Fransız-Alman Zirvesi’nde kabul edilmiştir. Üç ülke; Belçika 25 Haziran
1993’de, İspanya 10 Aralık 1993’de ve Lüksemburg 7 Mayıs 1996’da olmak üzere daha
sonra buna katılmışlardır. Avrupa Ordusu 50 bin kişiden oluşmaktadır ve 30 Kasım 1995
tarihindeki Pegasus-95 tatbikatının ardından operasyonel hale getirilmiştir.614
Avrupa Ordusu, BAB’ın Cevap Verebilir Güçleri’nin (FAWEU) bir parçası olarak
yapılanmıştır. BAB içinde V. madde ve NATO bünyesinde de 5. madde kapsamında görev
611<Http://www.mfa.gov.tr/grupa/af/secure.htm#11> (27.04.2003).
612Craig MacKinnon, “A New Direction for European Defence?”, Peacekeeping & International Relations, C. 29, No. 1,
Ocak/Nisan 2000, s. 19.
613M. Dedman and C. Fleay, “Britain and The European Army”, History Today, C. 42, Nisan 1992, s. 11.
614<Http://europa.eu.int/scadplus/printversion/en/cig/g4000e.htm> (16.03.2003).
yapabilmektedir. BM veya AGİT himayesinde; insancıl görevlerde, üye ülke halklarının
tehlike bölgesinden uzaklaştırılması ve barışın tesisi veya korunması görevlerinde
kullanılabilmesi mümkündür. Avrupa Ordusu’nun sorumluluğu, BAB’ın siyasal kontrolü
altındadır. Bu konu, 24 Eylül 1993 tarihinde imzalanan antlaşma ve 21 Ocak 1993
tarihindeki antlaşma ile NATO otoritesine verilen sorumlulukla yerine getirilmektedir.615
Avrupa başkentlerinde Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nın nasıl olması gerektiği
tartışılırken, Birlik daha geniş uygulamalarla yüz yüze gelmiştir. Atlantik arası bağlantı
sürecek mi? Yoksa Avrupa Ordusu, bağımsız bir dış politika aracı olarak kullanılabilecek
mi? İkinci soruya, Avrupa Ordusu’nun mevcut konumu ve yapısı ile olumsuz bir cevap
vermek gerekmektedir. Çünkü Avrupa Ordusu’nun görev alanları NATO’nun stratejik
çıkarları ile ikileşmeye neden olmamaktadır. Avrupa Ordusu’nun görev alanına giren
konular daha çok, düşük yoğunluktaki çatışmaları (insani yardım ve çatışma önleme)
içermektedir. Böylece, bütünleşmiş bir AB gücü, fonksiyonel olarak NATO’dan
ayrılmaktadır. Bu bağlamda İngiltere, uzun süre NATO’ya alternatif bir yapılanmanın
karşısında durduktan sonra, bağımsız bir savunma birliğinin kurulması gereğini kabul
etmiştir. Başbakan Tony Blair ile Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, 1998 yılının
Aralık ayında düzenledikleri ikili zirvede, modernize edilmiş Atlantik İttifakı’nın dışında
görev yapacak bağımsız bir Avrupa savunma gücünün gerekli olduğunu tartışmışlardır. Bu
görüşme, geleneksel savunma örgütlerinin dışında, Avrupa siyasal hedeflerinin yeniden
tanımlanması gereğinin bir sonucu olarak yapılmıştır. ABD’nin Avrupa üzerindeki
otoritesinin kırılmasını amaçlamıştır. Bunun üzerine ABD’de yoğun tedirginlik baş
615Ibid.
göstermiş ve NATO’nun Avrupa ayağının zayıflamasına izin vermeden, “ayrılabilir fakat
ayrı değil” (seperable but not separate) şeklinde ifadelendirilen yeni bir sistem önerilmiştir.
Böylece AGSK’nin, NATO doktrininin dışına çıkmadan otonomiye doğru küçük bir adım
atması mümkün olmuştur.616
2.2. Petersberg Bildirisi (Görevleri)
19 Haziran 1992 tarihinde, BAB üyesi ülkeler Petersberg Bildirisi üzerinde
anlaşmışlardır. Bu bildirinin, BAB’ın, AB’nin savunma kolu olarak geliştirilmesinde ve
NATO’nun Avrupa ayağının güçlendirilmesinde çok önemli bir yeri vardır. Bildirinin üç
bölümü, BAB’ın gelecekteki gelişmesine rehberlik edecek biçimde düzenlenmiştir. Birinci
bölümde BAB üyesi ülkeler, BAB otoritesi altında gerçekleştirilecek askeri görevler için
konvansiyonel silahlı güçlerini kullanılabilir halde hazır bulunduracaklarını bildirmişlerdir.
İkinci bölümde, BAB’ın üzerine alacağı askeri görevlerin ne şekilde olacağı şöyle
tanımlanmaktadır: NATO’nun 5. maddesi ve BAB’ın V. maddesini ilgilendiren ortak
savunmanın desteklenmesine katkıda bulunmanın dışında, BAB üyesi ülkelerin askeri
birlikleri şu görevlerde kullanılabilecektir: 1- insani yardım ve kurtarma görevleri, 2- barışı
koruma görevleri ve 3- silahlı güçler aracılığıyla, barışın yeniden tesisini içeren kriz
yönetimi görevleri.617
AB başkanlığında yürütülecek kriz yönetimi operasyonları; toplu savunma hariç,
tüm askeri görevleri içermektedir. Bu görevler, doğal afetlerin yaşandığı bölgelerde sivil
halka destek verme; AB vatandaşlarını kriz alanlarından uzaklaştırma; ateş-kes, sınırlar,
616MacKinnon, op. cit., s. 2.
617<Http://europa.eu.int/scadplus/leg/en/cig/g4000p.htm#p1> (16.03.2003).
hava ve denizlerde uygulanan ambargoları denetleme; güvenli bir ortam oluşturma ve bunu
koruma; düşmanca eylemleri sona erdirme; güç kullanarak tarafları ayırma ve diğer
uygulama görevlerini kapsamaktadır. Bu tür görevler AB sınırları içindeki topraklar hariç,
siyasal bir karar alındığında, herhangi bir yerde ve zamanda uygulanabilecektir. Bu olası
görevlerin ne kadar geniş kapsamlı olduğu düşünüldüğünde, bu görevler için gerekli askeri
yeteneklerin de çok çeşitli olması kaçınılmazdır.618
Petersberg Bildirisi’nin üçüncü bölümünde ise, üye ülkelerin, BAB’ın üstleneceği
muhtemel görevlere ayırabilecekleri güçlerin belirlenmesi ve oluşturulacak çok uluslu
yapılarının BAB komutası altında kullanılması olasılığına yönelik planlar ile, gerekli komuta
kontrol ve haberleşme mekanizmalarına ilişkin önerileri hazırlayacak bir “Planlama
Hücresi”nin Brüksel’de kurulmasına da karar verilmiştir.619
Amsterdam Antlaşması, Petersberg görevlerini özellikle antlaşma metnine dahil
etmiştir (madde 17). Petersberg Bildirisi, BAB’ın, her olay için ayrı ayrı ve kendi görev
alanını ilgilendiren, çatışma önleme ve AGİT veya BM Güvenlik Konseyi’nin barışı koruma
görevlerini içeren kriz yönetimi görevlerini desteklemeye hazır olduğunu bildirmiştir. Aynı
zamanda Bildiri, Maastricht Antlaşması’na eklenen BAB Bildirisi’nin uygulanmasının
önemini belirtmekte ve Atlantik’in iki tarafı arasındaki işbirliğinin güçlendirilmesini
desteklemektedir. Bildiri BAB’ın genişlemesini de değerlendirmiştir. Buna göre, BAB üyesi
ülkeler, NATO ve/veya AB üyesi diğer ülkelerin ve gelecekteki üyelerinin, gözlemci
618Schuwirth, loc. cit.
619“Batı Avrupa Birliği ve Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği”, İktisadi Kalkınma Vakfı Dergisi, S. 133, Kasım/Aralık 1996,
s. 37.
üyelerin ve ortak üyelerin hakları ve sorumluluklarını da tanımlamaktadırlar.620 Böylece
NATO üyesi olup da AB üyesi olmayan ülkeler “ortak üye” statüsü kazanmış ve AB üyesi
olup BAB üyesi olmayan ülkeler de “tam üye” veya “gözlemci” olmuşlardır. Norveç,
İzlanda ve Türkiye ortak üye, AB üyesi olan Danimarka, İrlanda, Avusturya, İsveç ve
Finlandiya da gözlemci olmuşlardır. Petersberg Bildirisi Yunanistan’ın 1992 yılının sonunda
BAB’a tam üyeliği yolunu açmıştır, ancak Yunanistan’ın Türkiye ile arasındaki
uyuşmazlıklarda yürürlüğe girmeyecektir.621
2.3. BAB ve AGSP
BAB’ın temel fonksiyonu belki de, Avrupa güvenlik ve savunma çabalarına bir
“kimlik” kazandırması olmuştur. Ayrıca BAB 1990’ların başlarında, İran Körfezi’nin
mayınlardan temizlenmesi, Yugoslavya’ya yönelik yaptırımların uygulanması, Bosna-
Hersek’in Mostar şehrinin yönetimi gibi önemli görevlerde bulunmuştur. Bu görevleri
gerçekleştirmesi ile de BAB’ın askeri operasyonlardaki öncelikli amaçları tartışılmaya
başlamıştır. AB bünyesinde bu gibi görevleri yerine getirebilecek bir yapılanmanın
olmaması nedeniyle, BAB’a sahip olduğu olanakların üzerinde bir görev yüklenmesi
durumu ortaya çıkmıştır. Adriyatik Denizi’nde 1992-1993 yılları arasında Yugoslavya’ya
yönelik silah ambargosu uygulanması gibi bazı operasyonlarda, BAB’ın çabaları,
operasyonun etkinliği ve sürekliliği nedeniyle görevini hakkıyla yerine getirmesini
620<Http://europa.eu.int/scadplus/leg/en/cig/g4000p.htm#p1> (16.03.2003).
621Taylor, op. cit., s. 3-4. BAB’da dört türlü üyelik kategorisi bulunmaktadır: 1- Hem NATO ve hem de AB üyesi olan tam
üyeler (full members), 2- Avrupa ülkelerinden NATO üyesi olup AB üyesi olmayan ortak üyeler (associate members), 3-
AB üyesi olup, NATO üyesi olmayan (Danimarka hariç) geleneksel tarafsız ülkelerden oluşan gözlemci üyeler (observers),
ve 4- AB üyesi olmayı uman Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinden oluşan eş ortaklar (associate partners). Hojberg, op. cit.,
s. 25.
zorlaştırmıştır. Ayrıca Kasım 1993 yılında zorlama tedbirlerinin birleştirilmesine kadar,
NATO ile BAB arasında hangi görevi kimin yapacağı konusunda bir belirsizlik ortaya
çıkmıştır. Avrupalılara göre, bir Avrupalı “kimliği” geliştirilmesi, Soğuk Savaş’ın sona
ermesinden sonra AB’nin bir “birlik” oluşturmak amacıyla, aralarındaki mevcut
dayanışmanın, diğer konulardan çok savunma ve güvenlik alanlarında geliştirilmesi daha
fazla önem arz etmiştir. Bu amaçla NATO ile daha yakın ilişkiler içine girilmiştir. Atlantik
İttifakı bu gelişmeleri olumlu karşılamış ve Ocak 1994 bildirisi ile de, Avrupa Savunma ve
Güvenlik Kimliği’nin gelişmesini desteklemiştir. Haziran 1996 yılındaki antlaşma ile de
BMGG kurularak BAB ile ilişkiler arttırılmıştır. Bu iki önemli adım, uluslararası güvenlik
alanında Avrupalıların daha fazla görünmelerine neden olmuştur.622
Zaman geçtikçe BAB’ın Avrupa ve uluslararası güvenlik ile ilgili rolü, NATO ile
dayanışması sonucunda, sembolik olmaktan uzaklaşarak, daha gerçekçi hale gelmeye
başlamıştır. Maastricht Antlaşması’ndan bir yıl sonra, 19 Haziran 1992’de kabul edilen
Petersberg Görevleri de bu ilerlemenin önünü açan bir gelişmedir.623
Petersberg’deki gelişmeden sonra, BAB’ın operasyonel kapasitesinin arttırılmasına
yönelik bazı adımlar atılmıştır. BAB’ın karargahı Brüksel’e taşınmış; Savunma Planlama
Hücresi oluşturulmuş; askeri birliklerin BAB’a cevap verecek şekilde kataloglanması
yapılmış; Helios I uydusundan gelecek bilgileri çevirmek amacıyla İspanya’nın Torrejon
şehrine bir Uydu Çeviri Merkezi kurulmuş; anlaşılabilir bir ortak askeri tatbikat politikası
başlatılmış; Paris’te Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü kurulmuş ve yaşanabilecek gelişmeleri
622Philip H. Gordon, “Does The WEU Have A Role?”, Washington Quarterly, C. 20, No. 1, Kış 1997, s. 127.
623Ibid., s. 128.
daha iyi değerlendirebilmek için 24 saat çalışabilecek bir Durum Değerlendirme Merkezi
oluşturulmuştur. Bu gelişmeler sonrasında BAB, daha önceki durumundan uzaklaşarak,
gerçek bir askeri yapılanma sürecine girmiştir.624
Bosna-Hersek ve Kosova olaylarından sonra Avrupa kamuoyu, hükümetlerini
kıtalarında yaşanan etnik çatışmaları önleyememeleri ve savaş suçlularını adalete teslim
edememeleri nedenleriyle eleştirmeye başlamışlardır. Böylece Avrupa’nın kendi özerk
savunma yapılanmasına yönelik gelişme ve AGSP’nin oluşturulma süreci ivme
kazanmıştır.625
3. Eski Yugoslavya’da Yaşanan Gelişmeler ve Avrupa Güvenliğine Etkisi
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da çıkmayacağı düşünülen bir savaş
Yugoslavya’da -bir iç savaş biçiminde de olsa- 1991 yılında yaşanmaya başlamıştır. 1991
yılında başlayan çatışmaları sona erdirmek için gereken araç ve yöntemler üzerinde görüş
birliğinin olmaması nedeniyle, Yugoslavya’nın dağılmasına yol açan iç savaş kısa sürede
sonlandırılamamış ve yıpratıcı olmuştur. Avrupalı ülkeler bu savaşa hazırlıksız
yakalanmışlardır.
Krizin başlamasıyla birlikte AB ortak bir politika geliştirmeye çalışmış, ancak üye
ülkelerin ferdi hareket etmeleri bunu engellemiştir. Başlangıçta, Yugoslavya’nın toprak
bütünlüğünün korunması ve bütünden ayrılarak bağımsızlık ilan eden ülkeleri tanımama
biçiminde bir politika izlenmeye çalışılmışsa da başarılı olamamış,626 askeri güç
kullanılmadan, barışçıl yöntemlerle sonuçlandırılamayacağının farkına varılmıştır.
624Ibid., s. 128-129.
625İnan ve Yusuf, The Turkish Yearbook..., s. 33.
626Dursun Arslan, “Soğuk Savaş Sonrası Uluslararası Krizler ve Almanya”, Avrasya Dosyası, C. 5, S. 4, Kış 1999, s. 106.
Yugoslavya’nın dağılma sürecinde yaşanan etnik çatışmaları AB’nin müstakil silahlı
bir gücünün olmaması nedeniyle mevcut ODGP ile çözememiştir. Öncelikle NATO
bünyesinde bir AGSK oluşturma627, sonrasında da AB bünyesinde ODGP’nin bir açılımı
olarak AGSP oluşturma çabaları yapılan bu hataların tekrarlanmaması umudunu
taşımaktadır. Bunun nedenlerini Bosna-Hersek iç savaşında ve Kosova krizinde izlenen
politikalar bağlamında değerlendirmek gerekmektedir.
3.1. Bosna-Hersek İç Savaşı’nda NATO ve BAB’ın İzlediği Politikalar
BM Güvenlik Konseyi 9 Ekim 1992 tarihinde 781 sayılı kararı ile Bosna-Hersek
üzerinde “uçuşa yasak bölge” kurulmasını benimsemiştir. Ancak bu karar gerçek anlamda
uygulanamamıştır. Bununla birlikte 30 Mart 1993 tarihindeki 815 sayılı kararı ile Güvenlik
Konseyi, BM üyesi ülkeleri bu yasağı ihlal edenlere karşı gerekli önlemleri almaları
konusunda yetkilendirmiştir.628 Bu kararın en önemli özelliği, zorlama yöntemlerinin
uygulanmasına yönelik yetkiyi, sadece genel olarak üye ülkelere değil, aynı zamanda bu
ülkelerin oluşturdukları bölgesel düzenlemelere ve örgütlenmelere de vermesidir. Bundan
sonra NATO, diğer ülkelerle birlikte yetkilendirilmiştir.629
Bosna-Hersek’e NATO’nun olası müdahalesine olanak sağlayan bu kararın kabul
edilmesi sonrasında bazı ilginç dönüşler de yapılmıştır. Nisan 1993 tarihinde, BM Güvenlik
Konseyi Bosna-Hersek’te “güvenli bölgeler” oluşturmuş, daha sonra Haziran 1993’te 836
sayılı kararı ile BM Koruma Gücü’ne (UNPROFOR), gerektiğinde bu alanların savunması
627İnan ve Yusuf, The Turkish Yearbook..., s. 42.
628Gülnur Aybet, NATO’s Developing Role in Collective Security (Ankara: SAM Press, 1999), s. 13.
629Laszlo Valki, “Kosovo, International Law and Humanitarian Intervation”, Perspectives, No. 15, Kış 2000/2001, s. 62.
için askeri güç, özellikle de hava gücü yerleştirilmesine yetki vermiştir. 836 sayılı karar
önemli bir adım daha atarak şöyle devam etmektedir; “... üye ülkelerin, UNPROFOR’un ...
görevlerini ifa etmesine yardımcı olmak üzere, ... tek başlarına veya bölgesel örgütler ya da
düzenlemeler yoluyla, Bosna-Hersek Cumhuriyeti’ndeki güvenli bölgelerde ve civarlarında
hava gücü kullanarak her türlü gerekli tedbiri alabileceklerine karar verir.”630
Bu yolla kararı yazanlar NATO’ya neredeyse anlamsız bir yetki vermişlerdir.
Bazıları iki yıl sonra NATO’nun bu karara dayanarak, Yugoslavya’da barışı sağlama adına
yapmış olduğu müdahale için kaygılı bir bekleyiş içine girmişlerdir. Aynı zamanda bu
karar, ABD ile Rusya arasında yaşanmakta olan iyi ilişkilerin sona ermesine de neden
olmuştur.631
Ambargonun kalkması ve NATO’nun müdahalesi Dayton uzlaşısının sağlanmasına
neden olmuştur. Bosna-Hersek’teki iç savaş, 1995 yılının Kasım ayında BM, AB, NATO ve
AGİK’in632 girişimleriyle yapılan Dayton Antlaşması ile sona erdirilmiştir. Antlaşma
devletin yapısı, sınırların belirlenmesi, savaş suçlularının yargılanması, serbest ve
demokratik seçimlerin yapılması gibi hükümler içermekle birlikte Uygulama Gücü’nün
(Implementation Force- IFOR) de buraya yerleşmesine izin vermektedir. Resmi barış
antlaşmasının 14 Aralık 1995 tarihinde Paris’te imzalanmasından sonra Rusya dahil 30’dan
fazla ülkenin dahil olduğu633 ve çoğunluğunu NATO’nun sağladığı 60 bin kadar IFOR
630Birleşmiş Milletler Kararlarında Eski Yugoslavya ve Bosna Hersek, Çev: Nejat Özdemiroğlu (İstanbul: Dayanışma
Vakfı Yayını, 1996), s. 228.
631Valki, op. cit., s. 63.
632Eski Yugoslavya’daki yaşanan çatışma dört yıl boyunca devam etmiş ve daha sonra barış sağlanabilmiştir. Bu da farklı
uluslararası örgütlerin birlikte çalışmalarının ne kadar güç olduğunu göstermiştir. Hojberg, op. cit., s. 23.
633Javier Solana, “NATO’s Success in Kosovo”, Foreign Affairs, C. 78, No. 6, Kasım/Aralık 1999, s. 115.
askeri, 20 Aralık 1995’den geçerli olmak üzere askeri kontrolü üstlenmiştir. Bir yıl sonra da
daha küçük bir sayıdaki SFOR (Stabilization Force) bu görevi devralmıştır.634 SFOR’un
görevi barışı korumaktan çok barışı tesis etmek olarak belirlenmiştir. 18 aylık görevi için
NATO ve BİO üyesi toplam 36 ülkeden gönderilen 32 bin askerden oluşmuştur. Bu güce 8
bin 500 kadar askeri ABD sağlamıştır.635
IFOR’un görevi Haziran 1998 tarihine kadar belirlenmişti ve bu tarihte de birlikler
çekileceklerdi. Ancak 20 Aralık 1996 tarihinde bu görevi SFOR’a devretmesi nedeniyle
IFOR’un varlığı fiilen sona ermiştir. Haziran 1998 tarihine kadar SFOR’un devraldığı bu
görevi yerine getirmesi ve bu tarihte tasfiye edilmesi kararlaştırılmıştır.636
1997 yılı sonuna kadar SFOR görevi gereği çoğunlukla barışın tesisine
odaklanmıştır. Görev süresi sona ermeden SFOR’un yenilenerek faaliyetlerinin sürmesi
konusunda dile getirilen isteklerden sonra bu konu tartışılmaya başlamıştır. 18 Şubat 1998
tarihinde NATO, SFOR misyonunun, 6 binden fazlası ABD askeri olmak üzere en az 13 bin
500 askerden oluşmasına ve 30 Haziran 1998 tarihinin ötesinde, gerekli görülen zamana
kadar, genişletilerek devam etmesine karar vermiştir. Yeni SFOR yeniden yapılanma ve
barışı sağlamadan oluşan benzer yetkilerle donatılmıştır. Haziran 1998’den beri askeri
634Thomas G. Weiss, Military-Civilian Interactions: Intervening in Humanitarian Crises (Lanham: Rowman & Littlefield
Publications, 1999), s. 129.
635Charles-Philippe David, “‘At Least 2001’: US Security Policy and Exit Strategy in Bosnia”, European Security, C. 9, No. 1,
İlkbahar 2000, s. 6.
636Ibid., s. 5-6.
güvenlikten çok sivil halk arasında, barışın yeniden tesis edilmesini sağlamaya
çalışmaktadır.637
Bosna-Hersek’in iç yapısı ve burada ortaya çıkan olayların, Avrupa’nın ortasında
yaşanması ve Batı Avrupa’ya giden yol üzerinde bulunması nedeniyle, bu ülkeleri
kaygılandırmıştır. İngiltere ve Fransa Bosna-Hersek’te yaşanan çatışmaları sona erdirme ve
Bosna-Hersek’in güvenliğini sağlamada, tek başına Avrupalı güçlerin yetersiz kalacağının
farkına varmışlardır. Bunun üzerine ABD bölgeye yaklaşık 25 bin askerden oluşan bir
tümen göndermiştir. Bu güce ek olarak, İngiltere ve Fransa bir tugay, diğer Avrupa ülkeleri
de bir tugay kadar asker göndermişlerdir. ABD’nin bölgeye askeri güç göndererek yaşanan
kaygı verici olayları önlemesiyle Avrupalılar rahat bir nefes almışlardır.638
Bosna-Hersek’te dört yılı aşkın süren iç savaş sonrasında, siyasal, sosyal ve
ekonomik anlamda yeniden yapılanma, barışın tesisi ve saldırganların durdurulmasının,
askeri bir destek olmadan gerçekleşmediği anlaşılmıştır. Böylece Avrupa güvenliği için eski
“kolektif savunma” anlayışından “kriz yönetimi” ve “müdahale”ye dayanan yeni bir
anlayışa doğru kayma başlamıştır.639
1992’den 1995 tarihine kadar BM ve NATO ikili olarak karar vermişlerdir.
ABD’nin girişimleri sonucu, 1995 tarihinden sonra bu görevin ABD’nin kontrolündeki
637Ibid., s. 7.
638Taylor, loc.cit.
639Arslan, op. cit., s. 111.
NATO’ya verilmesiyle, tekrar (duplication) giderilmiştir. BM’nin devreden çıkarılarak
NATO’nun kullanılması Bosna-Hersek’te barışın korunmasını sağlamıştır.640
3.1.1. NATO’nun Politikası
Bu ülkede yaşanan olaylar NATO üyesi ülkelere yönelik doğrudan bir tehdit
oluşturmamasına rağmen, BM atlanarak barışı kurma ve sağlama görevini neden büyük
çapta NATO üstlenmiştir? Bu soruya ABD cephesinden bakarak cevap vermek gerekirse;
uluslararası barış ve güvenliği sağlaması ve koruması gereken BM, karar alma sürecinin
yavaş ve zor işlemesi nedeniyle, Bosna-Hersek’teki olayların bu kadar uzun sürmesini ve
yaşanan iç savaşın bu ülke halklarına çok büyük zararlar vermesini engelleyememiştir.
Ayrıca barışçıl-diplomatik çabalar da yetersiz kalmıştır. BM bünyesinde sürekli görev yapan
askeri bir güç bulunmaması nedeniyle NATO’nun -sahip olduğu olanaklar ve deneyim- bu
görevi üstlenmesi için geçerli nedeni oluşturmaktadır. Bu ülkede yaşanan geçmiş deneyimler
göstermiştir ki, askeri önlemlerin desteği olmadan kalıcı barışın sağlanması mümkün
değildir.641 Bu nedenle NATO bu bölgedeki barışı sağlayarak, Avrupa güvenliğini daha
fazla tehdit etmesini engellemek için yoğun çaba harcamış ve sahip olduğu askeri olanakları
kullanmıştır.
Eski Yugoslavya’daki kriz NATO’ya askeri becerisini gösterme fırsatını da
vermiştir. IFOR’da üstlendiği görevlerdeki başarısı ve BİO çerçevesindeki çalışmaları
NATO’nun, Avrupa’daki siyasal istikrar için ne kadar gerekli olduğunu göstermiştir.642
640David, op. cit., s. 9, 16.
641Edward McWhinney, The United Nations And A New World Order For A New Millennium (The Hague: Kluwer Law
International Press, 2000), s. 69-70.
642Ifantis, loc. cit.
3.1.2. AB ve BAB’ın Politikası
Bosna-Hersek’te yaşanan olaylar ve yapılan müdahale Avrupalı ülkelerin dikkatlerini
iyice Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’na çevirmelerine neden olmuştur. Hatta, Ortak Dış
ve Güvenlik Politikası’nın başarısız olduğu veya başarışız yapıldığı üzerinde tartışmalar bile
yapılmıştır. Çünkü bu politika Bosna-Hersek’teki iç savaşı sona erdirememiştir. Batı
Avrupa’nın on iki ülkesi kendi sınırları dışındaki savaşı engelleyememişlerdir. Dışarıdan
desteklenmesi ve cesaretlendirilmesi bile söz konusu olması nedeniyle, ortak dış politika
düzenlemelerinin sonu olacağı dile getirilmeye başlamıştır.643
3.2. Kosova Krizi’nde Uygulanan Politikalar
NATO’nun 24 Mart - 10 Haziran 1999 tarihleri arasında Yugoslavya’ya (Sırbistan-
Karadağ) yönelik düzenlediği hava saldırısının, Soğuk Savaş sonrası uluslararası güvenlik
sisteminin şekillenmesinde önemli bir yeri olmuştur. NATO’nun müdahalesi, Soğuk Savaş
sonrası güvenlik sisteminin temel unsuru üzerinde yani, NATO’nun fonksiyonu, uluslararası
güvenlik örgütleriyle NATO’nun ilişkileri ve NATO-Rusya ilişkilerinde önemli değişiklik
anlamına gelmektedir. 1990’larda Avrupa güvenliği konusundaki önemli kararlar NATO-
AB-Rusya üçgeninde kabul edilmiştir. NATO’nun Yugoslavya’ya müdahalesi, hem Soğuk
Savaş sonrası Avrupa’sının uluslararası güvenlik yapılanmasındaki gerçek yeri ve hem de
NATO’nun kavramsal yapısı üzerinde önemli etkileri olmuştur.644
643Hurd, op. cit., s. 424.
644Stolarczyk, op. cit., s. 144.
3.2.1. NATO’nun “Kosova Gücü-KFOR” Oluşturarak Müdahalesi
Kuzey Atlantik Antlaşması kuvvet kullanma açısından iki olası yol sağlamaktadır.
Birincisi, herhangi bir üyesine karşı gerçekleşecek bir saldırı durumunda, Kuzey Atlantik
bölgesinin güvenliğini yeniden sağlamak için, bir üyenin bireysel olarak veya diğerleriyle
birlikte “gerekli görülen” önlemleri alması durumudur (madde 5). İkincisi ise, üyelerden
herhangi birinin toprak bütünlüğü, siyasal bağımsızlığı veya güvenliğinin tehdit edildiğini
düşündüğü zaman tüm taraflarla danışmalarda bulunması durumudur (madde 4).
Kuzey Atlantik Antlaşması BM Güvenlik Konseyi’nin uluslararası barış ve
güvenliği sağlama konusundaki öncelikli sorumluluğuna etki etmemektedir. Fakat BM Şartı,
üyelerinin bireysel ya da kolektif savunma hakkını göz önünde bulundurmakta (madde 51),
ayrıca -diğer konularla birlikte-, uluslararası barış ve güvenliği korumak ve barışa yönelik
tehditleri önlemek, global ekonomik ve insancıl sorunları çözme konusunda uluslararası
işbirliği ve insan haklarını koruma (madde 1) konularında da kuvvet kullanımına izin
vermektedir.
BM, Güvenlik Konseyi’nin izin verdiği konular dışında devletlerin ulusal yetkisi
içinde bulunan işlere karışmayı yasaklamaktadır (madde 2/7). Her ne kadar madde 24 ile
uluslararası barış ve güvenliğin korunmasında başlıca sorumluluk Güvenlik Konseyi’ne
verilmekteyse de, bu durum bireysel veya kolektif savunma hakkını engellememektedir.645
Aynı şekilde BM 2/4 maddesi de üyelerinin “uluslararası ilişkilerinde ... herhangi
bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığına karşı ... kuvvet kullanma
tehdidine ya da kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar” demektedir. Bu ifade kendi
645John Borawski, “NATO Beyond 2000: A New Flashpoint for European Security”, European Security, C. 9, No. 2, Yaz
2000, s. 2.
savunmasını sağlayacak önlemleri alma, insani müdahale veya vatandaşlarını yurt dışında
kurtarma operasyonları gibi diğer amaçlar için tehdit veya kuvvet kullanmanın yasak olduğu
biçiminde okunmamalıdır.646 NATO’nun Kosova’ya müdahalesi sonrasında BM 2/4 ve
Bölüm VII bağlamında insani müdahale hakkı konusunda yoğun tartışmalar da
yaşanmıştır.647
Sırbistan’a yönelik 78 gün süren hava saldırısında müttefik güçlerin, BM Güvenlik
Konseyi’nin aldığı önlemler dışında hareket ettiği iddiaları ortaya atılmıştır. Rusya ve
Yugoslavya BM Şartı’nın çiğnendiğini ileri sürmüşler ve Rusya, NATO ile olan ilişkilerini
Şubat 2000 tarihine kadar sembolik olarak askıya aldığını duyurmuştur. Belgrad da
NATO’yu saldırı suçu işlemekle suçlamıştır. Diğer taraftan NATO, BM Güvenlik
Konseyi’nin 23 Eylül 1998 tarihli 1199 sayılı kararına uygun hareket ettiğini ileri sürerek
müdahalesini meşrulaştırmıştır.648 NATO’ya göre, Kosova’daki durum bölgesel güvenliği
tehdit etmektedir, Yugoslavya uluslararası hukuku çiğnemektedir, bu müdahale insani bir
felaketi acil olarak önlemek için BMGK’nin otoritesinin bir istisnası olarak
değerlendirilmektedir. Bu BM Şartı’nın 51. maddesine uygun -ve bu maddenin yeni bir
yorumu- olarak devletlerin sadece egemenliklerini değil, demokratik değerlerini de savunma
hak veya sorumlulukları olduğu biçiminde anlaşılmalıdır.649
646Ibid.
647Chiristine Gray, International Law And The Use Of Force (New York: Oxford University Press, 2000), s. 31; ayrıntılı bilgi
için ayrıca bakınız: ss. 24-50.
648Aybet, op. cit., s. 29.
649Borawski, “NATO Beyond 2000...”, s. 3.
NATO’nun 1999’daki Stratejik Kavramı “Avrupa-Atlantik sahasında güvenlik ve
istikrarı güçlendirmek amacıyla: ... Washington Antlaşması’nın 7. Maddesinde öngörüldüğü
üzere, her bir vakayı tek tek ele alarak ve oybirliği içinde, çatışma önlemeye etkili biçimde
katkıda bulunmaya ve kriz mukabele operasyonları dahil, kriz yönetimine faal olarak
katılmaya hazır olmak” biçiminde tanımlanmaktadır.650
Bununla birlikte NATO Kosova’daki etnik Arnavutlar’ın maruz kaldıkları saldırılar
karşısında KFOR651 aracılığıyla yapmış olduğu müdahaleyi meşrulaştırmak için sadece
insani gerekçeleri ileri sürmemiştir. Kuzey Atlantik Konseyi’nin Şubat 1999 tarihindeki
izninde, Kosova krizinin bölge barışı ve güvenliğini de tehdit ettiği ileri sürülmüştür.652
NATO Genel Sekreteri Javier Solana bu duruma şöyle dikkat çekmiştir: “İttifak’ın
Kosova krizine cevap vermesi, Atlantik topluluğunun; özgürlük, demokrasi, insan hakları ve
hukukun üstünlüğü gibi temel değerlerinin savunulmasının güçlü bir işareti olmuştur.”653
NATO’yu kuran 4 Nisan 1949 tarihli Kuzey Atlantik Antlaşması da başlangıç bölümünde bu
değerlere yer vermektedir. Solana’ya göre; bu müdahale ile NATO, kuruluş amacını
oluşturan değerleri korumayı amaç edinmiştir. Bunun dışında toprak kazanımı veya işgal söz
konusu değildir.654
650Cragg, op. cit., s. 21.
651KFOR, NATO bünyesinde oluşturulan 50 bin askerden oluşmaktadır. Michael Clarke ve Paul Cornish, “The European
Defence Project and The Prague Summit”, International Affairs, C. 78, No. 4, Ekim 2002, s. 778.
652Gray, op. cit., s. 32.
653Javier Solana, “A Defining Moment for NATO: The Washington Summit Decisions and The Kosovo Crisis”, NATO Review,
C. 47, No. 2, Yaz 1999, s. 3.
654Javier Solana, “NATO’s Success in Kosovo”, s. 114.
Yugoslavya’daki savaş, uluslararası güvenliğin ve Avrupa’da barışın devamına
yönelik tehlike ve tehditlerin varlığını göstermesi bakımından önemlidir. Böylece AGSP’nin
ve NATO bünyesinde korunan Avrupa güvenliğinin geleceğine yönelik tartışmaların
başlamasına, NATO’nun yapısı, görevleri ve stratejisinin gözden geçirilmesine neden
olmuştur. NATO’nun 1990’lardaki “askeri-siyasal” ittifak olma özelliği, “siyasal-savunma”
örgütlenmesi biçiminde geliştirilmiştir. NATO’nun temel görevleri, kolektif savunma,
dışarıdan gelebilecek krizlerle mücadele ve düzenin korunması biçiminde özetlenmekte iken,
1999’daki Kosova krizinde üyelerinin herhangi birinin topraklarında olmayan, tamamen
farklı bir ülkeye yönelik müdahalesi biçiminde gerçekleşmiştir.655 Yani bir savunma örgütü
olan NATO, topraklarına yönelik doğrudan bir saldırı olmadan, İttifak’ı ve temel değerlerini
etkilediği gerekçesiyle saldırıda bulunmuştur.
3.2.2. AB ve BAB’ın Politikası
AB, -uluslararası toplumun temel değerleri olduğunu savunduğu,- demokrasi, insan
haklarının korunması, self-determinasyon ve serbest pazar ekonomisine önem vermektedir.
Bu değerler, Amsterdam Antlaşması’nın Ortak Dış ve Güvenlik Politikası bölümünde
(Başlık V, madde J.1.1.): “... demokrasiyi geliştirme ve güçlendirme, hukukun üstünlüğü
ve insan hakları ve temel özgürlüklerin korunması” biçiminde özellikle sıralanmıştır. Bu
değerler 1991’deki Körfez Savaşı, Somali, Bosna-Hersek müdahalelerinde olduğu gibi,
Mart 1999’daki Kosova krizinde de askeri güç kullanımının gerekçesi olarak ileri
sürülmüştür.656
655Stolarczyk, op. cit., s. 138-139.
656Alistair J. K. Shepherd, “Top-Down or Bottom-Up: Is Security and Defence Policy in The EU a Question of Political Will or
Military Capability?”, European Security, C. 9, No. 2, Yaz 2000, s. 18.
NATO güçleri Ağustos 2001’de Makedonya’da silahsızlanma görevi de
üstlenmişlerdir. Bunu sağlamak üzere gönderilen silahlı güce, 700 kişilik AB ve AGİT
gözlemcileri de katılmıştır.657
4. Rusya Federasyonu ve AGSP
Sovyetler Birliği ve Doğu Bloğu’nun dağılmasıyla birlikte, Avrupa ile Rusya
arasında yaşanan ideolojik çatışma ve mücadele sona ererek, aralarında ortaklık temelinde
yeni ilişkiler başlamıştır. İki taraf da ekonomik, siyasal, askeri ve diğer olanaklarını
kullanarak, Avrupa kıtasında ve dünyanın diğer bölgelerinde istikrarı sağlama konusunda
görüş birliğine ulaşmışlar; terörizm, narkotik ve kitle imha silahlarının yayılması gibi yeni
tehditleri önlemede işbirliğinin önemini vurgulamışlardır. Rusya Federasyonu yeni dönemde
güvenlik örgütlerinde ve yeni güvenlik yapılanmalarında etkin bir rol almak istemektedir.
Bu amaçla Avrupa’da daha aktif olacağı bir güvenlik yapılanması düşüncesini
desteklemektedir. Rusya’nın Bosna-Hersek ve Kosova’daki barış operasyonlarına katılması
bu politikasını güçlendirmektedir.658
Rusya’nın Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’na bakış açısı, istikrarlı bir
şekilde olumlu ve çoğu zaman da hayranlık dolu olmuştur. Haziran 1999’daki AB’nin Köln
Zirvesi kararlarıyla AGSP başlatıldığında, Rusya’nın NATO ile olan ilişkileri
bozulmaktaydı. 1999 yılının Baharı’nda Rusya, NATO’nun Kosova müdahalesini protesto
etmek amacıyla, Daimi Ortaklık Konseyi (PJC) ve Barış İçin Ortaklık Projesi’ni (BİO-PfP)
askıya almıştır. Rusya’nın AB ile olan ilişkileri, NATO ile olan ilişkilerinden daha gerçekçi
657Clarke ve Cornish, loc. cit.
658Fahrettin Canbaş, “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Rusya’nın Avrupa Güvenlik Politikası”, Avrasya Dosyası, C. 5, S. 4,
Kış 1999, s. 93.
olmuştur. Çünkü Rus karar vericileri tarafından Rusya’nın jeopolitik çıkarlarına yönelik
olarak AB, NATO’dan daha az düşmanca algılanmaktadır.659
4.1. Rusya’nın NATO’dan Duyduğu Kaygılar
Rusya Federasyonu Balkanlar’da ortaya çıkan Bosna-Hersek krizinin sona
erdirilmesi amacını güden diplomatik çabalara, BM kararlarına destek vermiş, IFOR ve
SFOR misyonlarına asker göndermiş ve 1995 tarihinde ABD girişimiyle sağlanan Dayton
barışına da yardımcı olmuştur. 1999’daki Kosova krizinde ise Rusya’nın duruşu farklılık arz
etmektedir. Bosna-Hersek sorunundan farklı olarak bu krizde Batı’dan ayrı bir politika takip
etmiştir. NATO’nun, Avrupa güvenlik ilişkilerinde baskın güç olması ve bu özelliğini
giderek arttırması, -Rusya Federasyonu içerisindeki askeri ve sivil önderlerin etkili olduğu
Parlamentoda yoğunlaşan tepkilerle SSCB sonrası- NATO ile Rusya arasında sağlanmaya
çalışılan iyi ilişkilerin bozulmasına neden olmuştur. Bu yüzden, Kosova Krizinde
NATO’dan duyduğu kaygılar dolayısıyla, yapılan müdahaleye karşı çıkmıştır.660
Bundan sonra Rusya, Balkanlarda ortaya çıkan sorunlara en iyi çözümün askeri
yöntemlerle değil, barışçıl yöntemlerle sağlanması gerektiğini savunmaya başlamıştır. Bu
duruş Rusya’nın ortaya çıkan sorunlara pragmatik açıdan yaklaştığını göstermektedir.
Çünkü Rusya’nın, NATO’nun Kosova sorununun çözümüne yönelik gerçekleştirdiği
müdahaleye getirdiği eleştiriler ile, Çeçenistan’da kendisinin uyguladığı yöntemler birbiriyle
tamamen çelişmektedir.661
659Clelia Rontoyanni, “So Far, So Good? Russia and The ESDP”, International Affairs, C. 78, No. 4, Ekim 2002, s. 813.
660Webber, op. cit., s. 47-48.
661Ibid., s. 48.
Rusya ile NATO arasındaki ilişkilerin gerginleşmesi, AGSP ile ilgili AB
bünyesinde gerçekleştirilmeye çalışılan çabaların desteklemesine neden olmuştur. Çünkü
böylece AB uluslararası alanda bağımsız bir aktör haline gelecek ve ABD’nin Avrupa
güvenliği ve NATO’daki öncü rolü erozyona uğrayacaktır. Bu sayede de Rusya tekrar eski
güçlü konumuna daha kolay ulaşabilecektir. “Primakov Doktrini” ile de bunu sağlamaya
çalışmaktadır. 1996-1998 yılları arasında Rusya’nın Dışişleri Bakanı olarak görev yapan
Yevgeny Primakov’un adıyla anılan bu doktrine göre, iki kutuplu dünya düzeninin yıkılması
ve Rusya’nın eski gücünü kaybetmesiyle, ABD’nin etkin olduğu tek kutuplu dünya düzeni
yerine, çok kutuplu bir dünya düzeninin oluşması sağlanmalıdır.662
Ayrıca NATO’nun Doğuya doğru genişleme stratejisi de, Rusya’yı oldukça tedirgin
etmekte ve bu politikaya karşı olduğunu sürekli tekrarlamaktadır. Rusya, Avrupa güvenliği
için AGİT’in daha işler hale getirilmesini ve bu bölgede ortaya çıkabilecek sorunlara, AGİT
aracılığıyla müdahale edilmesini de savunmaktadır. Kasım 1999 tarihinde İstanbul’da
düzenlenen AGİT Zirvesi’nde “Avrupa Güvenlik Şartı”nın kabulü Rusya’nın girişimleriyle
gerçekleşmiştir. Buna göre Avrupa güvenlik mimarisi AGİT’in düzenleyici rolü ile,
örgütlerarası işbirliğine dayanacaktır. NATO’nun 1999’daki Doğuya doğru genişlemesinin
ilk aşaması ile Avrupa-Atlantik bölgesinin en önemli güvenlik örgütü olma durumunu
pekiştirmesi üzerine, Rusya AGİT temelli alternatif güvenlik örgütlenmelerinin ortaya
çıkmasını yönlendirmekte ve destek vermektedir. Rusya’nın AB ile güvenlik alanında
işbirliği yapması ve destek olması, NATO merkezli Avrupa güvenlik örgütlenmesinden
uzaklaşılmasını sağlamak amacını taşımaktadır. Bu amaçla AB ülkeleri ile, NATO’ya üye
662Rontoyanni, op. cit., s. 814.
AB ülkeleri arasında AGSP’nin geliştirilmesine yönelik yapılan tartışmalardan da bilinçli
olarak uzak durmaktadır.663
Rusya’nın, NATO’dan ayrı olarak geliştirilmekte olan AGSP’ye yakın durmasının
bir nedeni de, AGSP’nin gelişiminin tamamlanması sonrasında, NATO’nun etkisini ortadan
kaldıracağını düşünmesinden ve yeni oluşumun NATO benzeri bir örgüt olmasını
engellemek istemesinden kaynaklanmaktadır.664
4.2. Rusya’nın AGSP’yi Algılayışı
AGSP’ye yönelik Rusya’nın başlangıçtaki tepkisi ihtiyatlı olmuştur. AGSP’yi
geliştirmeye yönelik ilk dönem gelişmelerden beri, Rus diplomasisi, AB ile güvenlik
alanında iki taraflı işbirliğinin korunması konusunda sağlam bir diyalog kurmuştur. AB’nin
bu politikaya cevabı, Ekim 2000 tarihinde Paris’te yapılan AB-Rusya Zirvesi’nde gelmiştir.
Bu zirvede AB ile Rusya arasında savunma ve güvenlik alanlarında danışmalarda
bulunmanın açık tutulacağı ilan edilmiştir. Kriz yönetimi konusundaki ikili işbirliğinin
devamı ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Rusya, AB tarafından gerçekleştirilecek olan barışı
destekleme operasyonlarına katkıda bulunmayı ve planlama sürecine katılma konusunda
hazır olduğunu bildirmiştir. Ayrıca BM veya AGİT tarafından idare edilecek bu gibi
operasyonları da destekleyeceğini ifade etmiştir. Bir yıl sonra Rusya, AGSP’nin temel karar
alma organı olan, AB’nin Siyasal ve Güvenlik Komitesi (COPS) ile aylık değerlendirmelere
katılan ilk -üye olmayan- ülke durumuna gelmiştir. 2002 yılının Mayıs ayındaki Moskova
663Ibid., s. 815-816.
664Ibid., s. 820.
Zirvesi, kriz yönetimine yönelik ortak bir yaklaşımın adımlarının atıldığını ve ikili askeri
temasa geçildiğini ilan etmiştir.665
Rusya’nın NATO ve ABD ile ilişkilerini yeniden düzeltmesine neden olan gelişme,
ABD’ye yönelik 11 Eylül saldırısından sonra uluslararası anti-terörist koalisyonu
destekleyen açıklama ve politikalarıyla mümkün olabilmiştir. Rusya Devlet Başkanı
Viladimir Putin’in, “Rusya Federasyonu’nun, uluslararası terörizme yönelik yürütülen
mücadelede işbirliği yapmaya istekli olduğunu” açıklamasından sonra, ABD-Rusya ilişkileri
hızla düzelmiştir. Kurumsallaşmış, güçlü bir NATO-Rusya işbirliği için karşılıklı öneriler
ileri sürülmeye başlamış, 1994-1997 yılları arasında hakim olan gerginlik de azalmıştır.666
Bu gelişmeden sonra Rusya ile AGSP arasındaki ilişkilerin düzeyi düşürülmüştür.667
5. ABD ve AGSP
ABD, AB’nin temellerini oluşturan Roma Antlaşmalarına taraf olmamasına rağmen
AB ile çok özel ilişkiler kurmuştur. Soğuk Savaş süresince Avrupa’nın siyasal, ekonomik ve
askeri ilişkilerinde tamamlayıcı bir aktör olarak hareket etmiştir. Soğuk Savaş sonrasında ise
Rusya Federasyonu ve Doğu Avrupa ülkeleri ile ilişkileri geliştirme amacıyla, Avrupalı
ortakları ile birlikte NATO’nun değişimi için çalışmıştır. ABD Avrupalı ülkelerle uzun ve
başarılı ilişkiler kurmasına rağmen zaman zaman aralarında bazı anlaşmazlıklar da
yaşanmıştır. AB’nin NATO’dan ayrı bir AGSP geliştirme ve uygulama çalışmaları
665Ibid., s. 813-814.
666James M. Goldgeiger, “Ne Zaman Değil, Kim?”, NATO Dergisi, S. 1, İlkbahar 2002, s. 2,
http://www.nato.int/docu/review/2002/issue1/turkish/art2.html (04.02.2003).
667Rontoyanni, op. cit., s. 814.
nedeniyle günümüzde de aralarında anlaşmazlık yaşanmaktadır.668 ABD AB tarafından
geliştirilmeye çalışılan AGSP’ye karşıdır. O’na göre bu oluşum NATO’ya alternatif bir
yapılanma olarak değil, aksine NATO bünyesinde, NATO’nun Avrupa ayağının
güçlendirilmesi biçimindeki AGSK çerçevesinde gerçekleştirilmelidir. ABD Avrupa’nın
kendi savunmasına olan katkısını arttırmasından memnunluk duymaktadır ve Petersberg
görevleri çerçevesinde bazı sorumlulukları yerine getirmesine de olumlu yaklaşmaktadır.
Zaten Kosova müdahalesi de Avrupalılar ile ABD arasındaki askeri kapasite boşluğunu
ortaya koyduğundan, AB’nin Petersberg görevlerinin ötesinde, katı güvenlik gerektiren
sorunlara müdahale edemeyeceğinin de farkındadır. AB de bu gerçekliğin farkındadır.
Ancak var olan ciddi sıkıntılara rağmen, uluslararası sistemde bağımsız bir aktör olarak
gelişimini tamamlayabilmesi için gerektiğinde kendi savunmasını ve güvenliğini yine
kendisinin sağlayabileceği bir yapılanmaya doğru gitmek istemektedir. Bu amaçla da
Petersberg görevleri çerçevesinde yavaş yavaş bu duruma alışmaya ve gelişimini devam
ettirmeye çalışmaktadır. ABD’deki son Bush yönetimi de, Balkanlar’daki sorumluluklarını
büyük çapta AB’ye devretmeye karar vermiştir.669
Avrupa güvenliğinin çoğunlukla Avrupalılar tarafından sağlanması, bu kıtadaki
askeri yükünü hafifleteceğinden, ABD’nin çıkarına gözükmektedir. Ancak AGSP’nin
geliştirilmesine olumlu yaklaşmakla birlikte, bu oluşumun NATO bünyesinde
geliştirilmesini özellikle savunmakta, Avrupa güvenliğinden tamamen soyutlanmak
istememektedir. Çünkü NATO’dan bağımsız bir güvenlik yapılanmasının gerçekleşmesi
668Webber, Terrif, Howorth and Croft, op. cit., s. 81-82.
669Morton Abramowitz ve Heather Hurlburt, “Can the EU Hack the Balkans?”, Foreign Affairs, C. 81, No. 5, Eylül/Ekim 2002,
s. 2.
durumunda, NATO’nun varlık nedeni ortadan kalkacak ve dolayısıyla ABD’nin
Avrupa’daki varlığı ve denetimi de sona erecektir.
ABD, AGSP’nin NATO bünyesinde (AGSK biçiminde) gerçekleşmesini
savunurken, NATO’nun yeni üyelerle genişlemesini desteklemekte, NATO’yu daha aktif
kılmaya çalışmaktadır. Ancak, AB’nin NATO’dan daha hızlı genişlemesi ve yeni üyelere
kapılarını açması nedeniyle, AB ile ABD -ve dolayısıyla NATO- arasında bir rekabet
olduğunu ortaya koymaktadır. NATO üyesi Avrupalı ülkeler ile, AB üyesi Avrupalı
ülkelerin sayısı, AB lehine daha hızlı değişmektedir. Böylece ABD, NATO’dan bağımsız
olmaması koşuluyla AGSP’nin oluşumunu desteklerken, AB’nin gelişimini ve Rusya
Federasyonu ile ilişkilerini dengeleyebilmek ve denetleyebilmek için, AGİT çerçevesinde
yeni girişimleri de desteklemektedir. Çünkü AGİT, daha geniş bir platform
oluşturduğundan, dengelerin kurulması açısından önem arz etmektedir.670
5.1. ABD’nin Avrupa Merkezli Güvenlik Anlayışından Vazgeçmesi
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra zayıflayan Batı Avrupalı ülkeler, tüm Soğuk Savaş
süresince, Sovyetler Birliği’nden gelecek saldırılardan ABD’nin desteği ve aktif katılımıyla
korunmuşlardır. Bu yıllarda zayıf olan Avrupa ekonomilerinin -dolaylı da olsa- güçlendirilmesi
adına, savunma harcamalarının ve yatırımlarının neredeyse tamamını ABD
gerçekleştirmiştir. ABD’nin sahip olduğu nükleer güce güvenmeleri nedeniyle Avrupalılar da,
kaynaklarını askeri harcamalar yerine, ekonomik kalkınmalarına ayırmışlardır. Böylece
savunma ve güvenliklerini, müttefikleri ABD’ye havale etmişlerdir. ABD bu durumun
bilincinde olmasına rağmen, iki kutuplu dünyada, lideri olduğu Batı Bloku’nun ve kendi
670Beril Dedeoğlu ve Mesut Hakkı Caşın, “Yeni Avrupa Güvenlik Kimliğinde Stratejik Arayışlar: NATO - BAB - AB - AGİT
İlişkilerinin Dünü, Bugünü ve Geleceği”, Avrasya Dosyası, C. 5, S. 4, Kış 1999, s. 175.
güvenliğinin sağlanması adına, -zaman zaman Avrupalıların konvansiyonel düzeyde askeri
katkılarını arttırmalarını istese de- bu durumu kabullenmiştir.
Soğuk Savaş sonrasında, SSCB’nin ve Doğu Bloku’nun dağılması sonucu ABD tek
süper güç olarak varlığını korumuştur. Eski düşmanlarının, ABD ve Batı Avrupa’yı tehdit
edemez duruma gelmesi ve global ölçekte savaşların çıkma olasılığının azalması üzerine,
ABD’nin askeri olanaklarını Avrupa’dan yavaş yavaş dünyanın diğer riskli bölgelerine
kaydırmasına neden olmuştur. Ayrıca ABD ekonomisinde yaşanan daralma nedeniyle, artan
askeri harcamalarında kısıntı yapmak durumunda da kalmaktadır.
20. yüzyılın sonunda, Avrupalı ülkeler ekonomik yönden gelişmelerini
sağladıklarından, kendi savunma ve güvenliklerini kendilerinin sağlayacakları bir
yapılanmaya yönelik girişimlerini arttırmaya başlamışlardır. Ancak, Kosova’da
gerçekleştirilen müdahale sonrasında, ABD’nin Avrupalı müttefiklerinden çok ileri bir savaş
teknolojisine sahip olduğu gerçeği, operasyonun neredeyse tamamen ABD olanaklarıyla
yapılması ve Avrupalı müttefiklerinin üzerlerine düşen yükümlülükleri gerektiği gibi yerine
getirmede pasif kalmaları üzerine, ABD’nin bu tip operasyonları tek başına gerçekleştirme
yolunu tercih etmesine neden olmuştur. 671
Bosna-Hersek ve Kosova’daki misyonlar, SSCB’nin dağılmasından sonra NATO
için bir varoluş nedeni olmuştur. Fakat, ABD’ye yönelik gerçekleştirilen 11 Eylül 2001’deki
saldırılar dikkate alındığında, bu tür misyonlar gelecek yıllarda NATO’nun varlığı için
yeterli olmayacaktır. Atlantik’in iki yakası arasındaki ülkelere yönelik tehditler artık, -kıta
671David S. Yost, “Transatlantic Relations and Peace in Europe”, International Affairs, C. 78, No. 2, Nisan 2002, s. 297;
Hulsman, op. cit., s. 42-43.
Avrupası’ndan değil- Avrupa’nın dışından kaynaklanmaktadır.672 Bu nedenle –aşağıdaki
başlıkta değineceğimiz konuyla birlikte- ABD de, savunma ve güvenliğini artık Avrupa
merkezlilikten uzaklaştırmaya ve global ölçekte genişletmeye başlamıştır. 2001 Afganistan
ve 2003 Irak savaşları bunun güncel örneklerini oluşturmaktadır.
5.2. Uluslararası Terörizmle Mücadele
11 Eylül 2001 tarihinde ABD’ye yönelik gerçekleştirilen terörist saldırılar, ABD’nin
geleneksel tutumunu değiştirmesine neden olmuştur. Çünkü artık ülkesini ve halkını tarih
boyunca rahat korumasına neden olan iki okyanus, -yaşanan teknolojik gelişmeler ve
globalleşme nedeniyle- yetersiz kalmaktadır.673 Bu saldırılar sonrasında “Sonsuz
Özgürlük” operasyonu ile ABD, tüm dünya genelinde uluslararası terörizme karşı bir savaş
başlatmıştır.674
ABD’nin terörizme karşı başlattığı savaşa NATO’nun yapmış olduğu katkı, ABD’yi
biraz rahatsız etmektedir. Çünkü, Bosna-Hersek ve Kosova müdahalelerinde NATO’nun
Avrupalı üyelerinin performans ve teknik kapasitelerinin yetersiz olması nedeniyle,
ABD’nin terörizmle mücadelesinde NATO imkan ve yeteneklerinden yararlanmak
istememesine neden olmuştur. 12 Eylül 2001 tarihinde Kuzey Atlantik Konseyi tarafından,
NATO Antlaşması’nın 5. maddesinin işlerlik kazandığı, kurulduğundan beri -terörizmle
672Goldgeier, op. cit., s. 3.
673Frank J. Cilluffo, “Fighting Terrorism”, NATO Review, C. 49, No. 4, Kış 2001, s. 12.
674Çağrı Erhan, “Soğuk Savaş Sonrası ABD’nin Güvenlik Algılamaları”, Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye, Refet
Yinanç, Hakan Taşdemir (der.) (Ankara: Seçkin Yayınları, 2002), s. 80.
mücadele için- ilk ve son kez ilan edilmiş olmasına rağmen675, ABD’nin NATO’dan
bağımsız hareket etme tercihi, Avrupalı müttefikleri de kaygılandırmaktadır.676
Afganistan’da El Kaide ve Taliban’a karşı yürütülen mücadele, Kosova krizi
sırasında ortaya çıkan ve ABD’nin tek taraflı hareket ettiği yönündeki eleştirilerin
doğrulanmasına neden olmuştur. Çünkü, NATO’nun 11 Eylül saldırılarının hemen
ertesinde, Washington Antlaşması’nın 5. maddesini yürürlüğe koymasına rağmen, ABD’nin
NATO’nun imkan ve yeteneklerini kullanmak yerine, bu mücadeleyi duruma özel
koalisyonlarla gerçekleştirmeyi tercih etmiştir. Ayrıca bu mücadeleyi tek başına yürütme
kararı, ABD’nin NATO’ya karşı giderek ilgisizleştiği izlenimini güçlendirerek İttifak’ın
marjinalleşmekte olduğu korkularına da neden olmaktadır.677 Bu nedenle Avrupalı
müttefiklerinin Kıta’daki sorumluluklarının doğal olarak artması beklenmektedir.678
Ancak, 12 Eylül 2001’de dile getirilen İttifak dayanışmasından bu yana,
NATO’nun söylemleri eyleme dönüşememiştir. Üye ülkeler, bireysel olarak ABD’nin
Afganistan’a yönelik yürüttüğü operasyona destek vermelerine rağmen, NATO, siyasal
destekten ötesine uzun süre geçememiştir.679
675Aslında bu kararın sembolik bir anlam ifade ettiğini söylememiz mümkündür. Çünkü ABD NATO’dan bağımsız hareket
etmekteydi ve NATO’nun atlanması (by-pass) durumu söz konusuydu. ABD’nin Afganistan savaşını tek başına yapmayı
tercih etmesine rağmen, İngiltere, Türkiye, İtalya, Almanya, Kanada gibi NATO müttefiki ülkeler önemli miktarda birlik ve
personelle bu savaşa katkıda bulunmuşlardır.
676Clarke ve Cornish, op. cit., s. 781.
677Guillaume Parmentier, “İttifak’ı Yeniden Canlandırmak”, NATO Dergisi, S. 2, Yaz 2002, s. 1,
<http://www.nato.int/docu/review/2002/issue2/turkish/art4.html> (04.02.2003).
678Stuart Croft, “Guaranteeing Europe’s Security? Enlarging NATO Again”, International Affairs, C. 78, No. 1, Ocak 2002, s.
101.
679Klaus Naumann, “İttifak İçin Karar Zamanı”, NATO Dergisi, S. 2, Yaz 2002, s. 1, <http://www.-
nato.int/docu/review/2002/issue2/turkish/art3.html> (04.02.2003).
Kabil ve yakın çevresinde güvenliği sağlayan Uluslararası Güvenlik Destek Gücü
(ISAF)680, 28 ülkenin yaklaşık 5 bin askerinden oluşmakta ve kuruluşundan Haziran 2002
tarihine kadar İngiltere, Haziran 2002’den Şubat 2003’e kadar Türkiye, Şubat 2003’den
Ağustos 2003’e kadar da Almanya ve Hollanda tarafından yönetilmiştir. Bu tarihten sonra
ise NATO Konseyi ISAF komutasını devralmayı kararlaştırarak, “organizasyon, planlama
ve komuta unsurlarının” üstlenilmesini istemiştir. Fakat, bazı müttefiklerin çekinceleri
nedeniyle, operasyonun isminin “ISAF” olarak kalmasına ve bir “NATO operasyonu”ndan
söz edilmemesine özen gösterilmiştir. Çünkü Fransa ve Belçika’nın “Kabil’de NATO
bayrağı”nın bulunmasına yoğun itirazları olmuştur. Bu iki ülkeye göre, “NATO güçleri” ile
“Afganistan’da savaşan ABD askerlerinin” karıştırılması durumu bulunmaktadır.681
Böylece bu duruma dikkat edilerek operasyonun ismi aynı kalmış ve NATO Konseyi ISAF
komuta ve yönetimini, 11 Ağustos 2003 tarihinde “resmen” devralmıştır.682
Dikkat edilmesi gereken bir nokta ISAF’ın –ve dolayısıyla NATO’nun- görev alanı
Kabil ve yakın çevresi ile sınırlıdır ve bu bölgenin güvenliğinin sağlanmasına destek
vermektedir. Afganistan’da Taliban ve El-Kaide mensuplarına karşı sürdürülmekte olan
mücadele ABD askerleri tarafından gerçekleştirilmektedir.
680ISAF BM Güvenlik Konseyi’nin 20 Aralık 2001 tarihinde kabul ettiği 1386, 1413 ve 1444 sayılı kararları ile, Oluşturulan
Geçici Afgan Yönetimi’ne yardım etmek amacıyla Kabil ve yakın çevresinde, hem bu yönetimin hem de BM personelinin
güvenli bir ortamda çalışabilmesi amacıyla kurulmuştur.
681“NATO ISAF Yönetimini Almaya Hazırlanıyor”, <http://www.ntvmsnbc.com/news/211132.asp> (30.04.2003).
682“Working to Bring Peace and Stablity to Afghanistan”, NATO Briefing, Ekim 2003, s. 1,
<http://www.nato.int/docu/briefing/afghanistan-e.pdf> (15.12.2003). Mayıs 2002 tarihinde Reykjavik’de yapılan NATO
Bakanlar Toplantısı’nda, Afganistan dahil Avrupa-Atlantik bölgesi dışında ihtiyaç duyulan her yerde ve zamanda
NATO’nun görev yapmaya hazır olduğu kabul edilmiştir. İttifakın Kasım 2002 Prag Zirvesi de bu kararı desteklemiştir.
Ibid., s. 4.
5.3. 2003 Irak Savaşı
2003 yılı Mart ayında gerçekleştirilen Irak savaşında ABD’nin tek başına hareket
etmesi uluslararası hukuka önemli bir gölge düşürmekle kalmamış, ABD’nin İkinci Dünya
Savaşı sonrasında kurulmalarında önemli rol oynadığı üç uluslararası ve bölgesel örgüt
düzenini gözden çıkardığını da ortaya koymuştur. Bu örgütler BM, NATO ve AB’dir.683
5.3.1. NATO’da Yaşanan Bunalım
ABD’nin Türkiye’nin Irak savaşında korunmasına yönelik talebinin, Fransa, Belçika
ve Almanya tarafından NATO Konseyi’nde reddedilmesi, Atlantik’in iki yakasındaki görüş
ayrılıklarının daha da derinleşmesine neden olmuştur. ABD’nin bu isteğinin
reddedilmesinden sonra Türkiye’nin, Washington Antlaşması’nın 4. maddesine işlerlik
kazandırılması başvurusu ise, NATO’yu tam anlamıyla bir çıkmaza sokmuştur.684
10 Şubat 2003 tarihinde Türkiye, NATO Genel Sekreteri nezdinde, “Washington
Antlaşması’nın 4. maddesine işlerlik kazandırılması” başvurusunda; NATO’dan, savunma
önlemleri alınması amacıyla görüşmelerin ve hazırlıkların başlatılmasını istemiştir.685
Türkiye Kuzey Atlantik Konseyi’nde “NATO’nun savunma mekanizmasında pürüz
683Hasan T. Kösebalaban, “Yeni Dünya Düzensizliği”, <http://liberal-dt.org.tr/guncel/Kosebalaban/-htk_yeni dunya.htm>
(30.04.2003).
684<Http://www.dwelle.de/turkish/oezel/349146.html> (12.03.2003).
685Dışişleri Bakanlığı Basın Açıklamaları Şubat 2003, No. 24 (12 Şubat 2003), http://mfa.gov.tr/-
turkce/grupc/ca/2003/2/default.htm (30.04.2003). Türkiye 1991’deki Körfez Savaşı sırasında da, hava savunma kalkanı
oluşturulması için başvuruda bulunmuş ve derhal gerekli sistem Türkiye’ye konuşlandırılmış, ancak Saddam Hüseyin’in
herhangi bir misilleme yapmaması nedeniyle bu silahlar kullanılmamıştı, “Ankara’da NATO’ya Başvuracak”, Milliyet,
17.01.2003, <http://milliyet.com.tr/-2003/01/17/guncel/gun01.html> (30.04.2003).
olmayacağının gösterilmesinin önemini” vurgulamış ve “böyle bir tavrın, Irak’ta savaşı
körüklemek anlamına gelmeyeceğini, aksine caydırıcı etki yapacağını” ileri sürmüştür.686
Bu gelişmelerden sonra Müttefikler arasında Türkiye’nin olası Irak saldırısına karşı
desteklenmesi konusunda yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Tartışmaların yoğun geçmesinin bir
nedeni de, NATO’daki kararların oybirliği ile alınıyor olmasından kaynaklanmıştır. Irak’a
yönelik saldırı üzerine, dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi, Atlantik’in her iki yakasında
da, yoğun protesto gösterileri yapılmıştır. Ayrıca bazı NATO üyesi ülkelerde yaklaşan
seçimler nedeniyle de, siyasal yaklaşım farklılıkları ortaya çıkmıştır. Zor da olsa sonuçta
İttifak, Türkiye’ye yönelik olası Irak tehdidine karşı savunma yardımı sağlama adına yeterli
görüş birliğine ulaşmayı başarmıştır.687
NATO’nun entegre askeri yapısına üye 18 ülkeden (Fransa üye değildir) oluşan
Savunma Planlama Komitesi (DPC), 16 Şubat 2003 tarihinde yapmış olduğu toplantısında,
“Kuzey Atlantik Antlaşması’nın 4. maddesi çerçevesinde Türkiye’ye NATO desteği
verilmesi” hakkındaki kararı kabul etmiştir. Bu bağlamda tüm müttefikler, Türkiye’nin
savunmasının desteklenmesi adına, NATO’dan kaynaklanan kolektif yükümlülüklerini
yerine getirmeye hazır olduklarını bildirmişlerdir. Karar uyarınca, Türkiye’nin istekleri
doğrultusunda, NATO askeri makamları DPC’yi şu olası görevlerle ilgili tavsiyelerde
bulunmakla görevlendirilmiştir: Türk Hava Sahasının bütünlüğünün korunması ve gözetimi
için savunma amaçlı olarak NATO havadan erken uyarı uçaklarının (AWACS) Türkiye’de
konuşlandırılması, füze savunma sistemlerinin konuşlandırılmasına verilecek NATO desteği
686“Türkiye’nin Dördüncü Madde Başvurusu”, Hürriyet (10.02.2003).
687Lord Robertson, “Transforming NATO”, NATO Review, No. 1, İlkbahar 2003, <http://www.nato.int/-
docu/review/2003/issue1/english/art1.html> (30.04.2003).
ve kimyasal ve biyolojik savunma yeteneklerinin konuşlandırılmasına sağlanacak NATO
desteği.688
Türkiye 17 Şubat 2003 tarihinde DPC’nin bu yönde almış olduğu karardan
memnun olduğunu bildirmiştir.68919 Şubat 2003 tarihinde yapılan DPC toplantısında
NATO Genel Sekreterinin önerileri doğrultusunda, NATO askeri makamları tarafından
hazırlanan Türkiye’nin savunmasının desteklenmesine yönelik tavsiyelerin uygulamaya
konulması kabul edilmiştir.690 Bu gelişmeden sonra AWACS uçaklarının, Patriot hava
savunma sistemlerinin ve kimyasal ve biyolojik saldırılara karşı savunma sistemlerinin
yerleştirilebilmesi mümkün olabilmiştir.
Bu gelişmeler 54 yıllık NATO tarihinde, İttifak’ın yaşamış olduğu en ciddi
krizlerden birini oluşturmuş ve NATO’nun birlikteliğine önemli bir darbe indirmiştir.
5.3.2. AB’de Yaşanan Bunalım
AB’yi meydana getiren ülkeler arasında savunma ve güvenlik alanlarında ulusal
çıkarlarını birbirlerine yaklaştırma çabaları; AGSP’nin oluşturulması ve AB’nin genişleme
sürecinin sağlıklı bir şekilde gerçekleşmesi amacıyla, son yıllarda yoğun bir uğraş
verilmektedir. AB içerisinde ekonomik, askeri ve siyasal açıdan güçlü ülkeler olan İngiltere,
Fransa ve Almanya arasında, özellikle savunma ve güvenlik alanlarında ulusal çıkarlarının
uyuşma zeminine oturtulması, AB’nin gelişimini ve istikrarını güçlendirecektir.
688“Decision Sheet of The Defence Planning Committee”, NATO Press Release - 16 Şubat 2003,
<http//:www.nato.int/docu/pr/2003/p030216e.htm> (02.03.2003); Dışişleri Bakanlığı Basın Açıklamaları Şubat 2003,
No. 26 (17 Şubat 2003), <http://mfa.gov.tr/turkce/grupc/ca/2003/2/-default.htm> (30.04.2003).
689<Http://mfa.gov.tr/turkce/grupc/cb/2003/02/18.2.2003.htm> (30.04.2003).
690Dışişleri Bakanlığı Basın Açıklamaları Şubat 2003, No. 27 (20 Şubat 2003), <http://mfa.gov.tr/-
turkce/grupc/ca/2003/2/default.htm> (30.04.2003).
Ancak 2003 yılındaki son Irak Savaşı kapsamında AB üyesi ülkeler arasında
yaklaşım farklılıkları ve yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Bu durum AB’nin günümüzde henüz
siyasal bir aktör olarak gelişimini tamamlayamadığının ve ulusallıklarını en aza
indiremediğinin bir göstergesi olmuştur. Çünkü, İngiltere, İspanya, Portekiz ve Danimarka
gibi ülkeler ABD ile birlikte hareket etmelerine karşılık, özellikle Almanya ve Fransa,
ABD’nin Irak’a müdahale etmesine karşı çıkarak, bu ülkenin desteklenmemesini
istemişlerdir.691
AB içinde; Kuzey-Güney, Doğu-Batı, İngiltere ve diğerleri, geleneksel-merkez sol,
eski-yeni, küçük-büyük ülkeler arasında, ciddi nitelikteki yaklaşım farklılıklarının
günümüzde varlığını koruması ve “Avrupalı” üst kimliğinde birleşememeleri durumu, Irak
krizinde ABD’ye karşı ortak bir tavır alınmasını engellemiştir.692
6. Türkiye ve AGSP
Türkiye Avrupa güvenlik sisteminin temel bir aktörüdür. Bunun üç nedeni
bulunmaktadır. Bunlar; NATO üyeliği, askeri kapasitesi ve jeostratejik konumudur. Türkiye
NATO üyesi olması nedeniyle, bu örgütteki oy hakkı ile AB’nin savunma ile ilgili isteklerini
etkileyebilecek bir olanağa sahiptir. Türkiye ciddi bir askeri kapasiteye sahiptir ve Avrupa
güvenlik bölgesindeki operasyonlar için önemli bir güçtür. Güneydoğu Avrupa, Balkanlar,
691Bülent Sarper Ağır, “Soğuk Savaş Sonrası Avrupa Güvenlik Düzenine Kurumsal Bir Bakış”, Avrasya Dosyası, C. 9, S. 2,
Yaz 2003, s. 117.
692Şanlı Bahadır Koç, “Savaş Saatinin ‘Tik-takları’ - AB’nin Irak Pozisyonu - Türkiye ve ABD”, Avrasya Stratejik Araştırmalar
Merkezi Bülteni, <http://www.avsam.org/gunlukbulten/arsiv/-2003/2901.htm#amerika> (30.04.2003).
Kafkaslar ve Ortadoğu bölgeleri arasındaki konumlanışı nedeniyle, bu bölgelerde önemli bir
aktör olarak öne çıkmaktadır.693
Türkiye’nin Avrupa’nın kendi güvenlik örgütünü geliştirmesine yönelik görüşleri
şöyledir: Böyle bir gelişme NATO’ya alternatif olmamalıdır. NATO 50 yılı aşkın bir
süredir başarısını kanıtlamıştır. Avrupa’nın güvenliği konusuna sadece entegrasyon mantığı
ile değil, bölgedeki gerçek stratejik ortama ve güvenlik gereksinimlerine cevap verecek
biçimde hareket edilmelidir. NATO’nun tüm Avrupalı üyeleri, BAB’a otomatik olarak üye
olmalı ve AGSK içinde yer almalıdır. AB mutlaka kendi güvenlik yapılanmasına gidecekse,
bu NATO’nun Avrupa ayağını oluşturacak biçimde yapılmalıdır. Atlantik arası ilişkiler
korunmalıdır. Türkiye NATO üyesi olup da BAB üyesi olmayan diğer ülkelerden (Norveç,
İzlanda, Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya) farklıdır. NATO içinde ABD’den sonra
ikinci büyük orduya sahiptir ve 50 yıldan fazla bir süredir Avrupa güvenliğine katkıda
bulunmaktadır.694
6.1. Türkiye’nin BAB’a Ortak Üye Olarak Kabulü
Türkiye 1987 yılı Nisan ayında AB’ye tam üyelik için başvururken, BAB’a da başvurmuştur.
O yıllarda BAB Tek Avrupa Senedi ile yeniden canlandırılmaya çalışılmaktaydı. Bu örgüte
Avrupa güvenlik kimliğinde özel bir yer öngören AT üyesi ülkeler, AT’ye tam üye olmayan
ve bu olasılığın da orta vadede gerçekleşmeyeceği düşüncesiyle,695 NATO üyesi olan
Türkiye’yi aynı konumdaki İsveç ve İzlanda ile birlikte, BAB’a ortak üye olmaları amacıyla
693Meltem Müftüler Baç, Türkiye ve AB: Soğuk Savaş Sonrası İlişkiler (İstanbul: Alfa Yayınları, 2001), s.183-184.
694Uzgel, op. cit., s. 314-315.
695Ibid., s. 314.
davet etmişlerdir. Bu daveti kabul eden her üç ülke ile BAB üyesi ülkeler 20 Kasım 1992
tarihinde Roma’da “Ortak Üyelik Belgesi”ni imzalamışlardır. Ortak üyelik statüsü 6 Mart
1995 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye BAB’a ortak üyelik davetini, ulusal çıkarları, AB
ve BAB’a tam üyelik hedefi doğrultusunda bir adım olarak değerlendirdiğinden kabul
etmiştir.696
Ortak Üyelik Belgesinin Türkiye’ye sağladığı olanaklar şunlardır: 1- Türkiye bu
sıfatını kullanarak, BAB Konseyi toplantılarına, Konseyin çalışma gruplarına, Konseye bağlı
organlara ve diğer BAB toplantılarına katılabilecektir. 2- Türkiye bu toplantılarda konuşma,
önerilerde bulunma hakkına sahip olacak ve böylece alınan kararlara ve bu doğrultudaki
uygulamalara katılabilecektir. 3- Türkiye kuvvet tahsis edeceği BAB askeri operasyonlarına,
üye ülkelerle aynı koşullarda katılabilecektir. 4- Türkiye, BAB askeri operasyonları ve
gereksinimleri ile ilgili tüm çalışmaların yapılacağı ve bir karargah niteliği taşıyacak olan
Planlama Hücresi ile bağlantı kurmak için bir subay görevlendirecektir. 5- Türkiye NATO
tarafından BAB’a devredilmesi kararlaştırılan “Avrupa Grubu” ile “Avrupa Bağımsız
Program Grubu” faaliyetleri alanında tam üyelerle aynı hak ve sorumluluklara sahip olacaktır.
6- Türkiye’nin BAB’a ortak üye olmasıyla, daha önce imzalamış olduğu antlaşmalardan ve
üyesi olduğu uluslararası örgütlerden kaynaklanan hak ve yükümlülükleri etkilenmeyecektir.
7-Türkiye’nin onayı olmadan ortak üyelik belgesi değiştirilemeyecektir ve 8- Türkiye BAB’ın
bütçesine mali katkıda bulunacaktır.697
Ancak 1994 yılında BAB üyeliği için AB üyesi olmanın zorunlu tutulmasıyla,
Türkiye’nin BAB’a tam üyelik yolu kapanmıştır. Ortak üyeler BAB Konseyi’ndeki
696“Batı Avrupa Birliği ve ...”, İktisadi Kalkınma Vakfı Dergisi, s. 37.
697Ibid., s. 38.
toplantılara katılma hakkına sahip olmakla birlikte oy kullanamamaktadırlar. Dolayısıyla
Türkiye oy kullanamayacağı için, burada alınacak kararları etkileme şansına da sahip değildir.
Türkiye BAB’ın Kasım 1997 tarihinde aldığı ve ortak üyelerin de askeri operasyonlara
katılırken planlama ve karar verme konusunda diğer üyelerle aynı haklara sahip olmasına
olanak sağlayan kararını, yeterli bulmasa da olumlu karşılamıştır. Ayrıca AGSK çerçevesinde
kurulması planlanan orduya da 3 bin kişilik bir askeri birlikle katılmayı önererek, bu
yapılanmanın içinde yer almayı istemiştir.698
6.2. Türkiye’nin AB’ye Aday Ülke Olarak Kabulü ve AGSP ile İlgili Gelişmeler
Türkiye’nin AB’ye aday ülke olarak kabulü 1999 yılı Aralık ayında AB’nin Helsinki
Zirvesi’nde olmuştur. Bu sonuç Türkiye’nin 30 yıldan fazla bir sürenin sonunda
gerçekleşebilmiştir. Fakat Türkiye bir aday ülke olarak resmen kabul edilmesine rağmen, yine
de AB tarafından tam üyelik için ortaya konulan çeşitli siyasal, hukuksal ve ekonomik
koşulları karşılamak üzere uzun ve zor bir yolla karşı karşıyadır. Giriş müzakereleri 1993
yılında ileri sürülen ve demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını ve azınlıklara
saygıyı garanti eden, istikrarlı bir kurumsallaşmayı şart koşan “Kopenhag Kriterleri”nin
tamamının Türkiye tarafından yerine getirilmesi sonrasında başlayacaktır.
Türkiye büyük bir olasılıkla uzun bir süre daha AB üyesi olamayacaktır. Buna
rağmen Türkiye, AB için kritik ve ivedi bir meydan okumayı ve AGSP’nin gelişiminde
önemli bir engeli ifade etmektedir.699 Türkiye, yukarıda da bahsettiğimiz gibi AB’nin
NATO’yu dışlayarak özerk bir savunma sistemi kurmasına sıcak bakmamaktadır. Çünkü
böyle bir oluşumun gerçekleşmesi demek Avrupa’da NATO’nun etkinliğini yitirmesi
698Uzgel, loc. cit.
699Webber, Terriff, Howorth ve Croft, op. cit., s. 85.
demektir ve NATO üyesi olan Türkiye’nin de etkileme gücü için net bir kayıp anlamına
gelmektedir.
AB, kısmen ABD’den gelen baskılar altında Türkiye’nin (ve diğer 5 AB üyesi
olmayan NATO üyesi Avrupa ülkesinin) kaygılarını 1999-2000 yılları arasında, olası bir
askeri güç kullanımında bu altı ülkenin düşüncelerini de dikkate alan çeşitli düzenlemeleri ile
yumuşatmaya çalışmaktadır. Nice’deki Avrupa Konseyi Toplantısı’na sunulan, Fransa
başkanlığındaki AGSP ile ilgili raporda da belirtildiği gibi bu düzenlemeler şunları
içermektedir: Barış zamanında AB bu altı ülke ile, bakanlardan uzmanlara kadar tüm
seviyeden kişilerin katılabileceği düzenli danışma toplantıları yapacaklar, bu ülkeler kendi
toplantı ve gündemlerini önerebilme haklarına sahip olacaklar, AB’nin askeri birliklerine
kendi irtibat subaylarını atayabilecekler, bir kriz öncesindeki “operasyon öncesi aşama”da AB
ile bu altı ülke arasındaki danışmalar, -bakanları da içerebilecek- her seviyede
yoğunlaştırılacaktır. Operasyon aşamasında ise, bu altı ülke NATO güçlerinin kullanıldığı AB
operasyonlarına otomatik katılma hakkına sahip olabilecekler ve aynı zamanda AB’nin kendi
güçlerini kullanamadığı durumlarda da operasyonlara katılmaya davet edilebileceklerdir. Altı
ülke operasyonlara birlik göndermeleri durumunda, Katılımcılar Komitesi’nde AB üyesi
ülkelerle aynı haklara ve yükümlülüklere sahip olabileceklerdir. Katılımcılar Komitesi
operasyonun günlük işleyişinden sorumlu olacaktır.700
Yukarıda belirttiğimiz düzenlemelerin istisnası ise, bir kriz durumunda Acil
Müdahale Gücü’nün (RRF) kullanılıp kullanılmayacağına ilişkin AB’nin alacağı kararda bu
altı ülkeye söz hakkının verilmemesidir. Ankara bu istisnayı kabul edilemez görmektedir ve
dahası AB tarafından oluşturulan danışma mekanizmalarını, daha önceden katıldığı BAB
700Ibid.
ortak üyeliği ile karşılaştırdığında, daha aşağı noktada görmektedir. Bu bağlamda Türkiye’nin
kaygıları büyük oranda RRF’nin nereye müdahale edeceğine ilişkin kendi varsayımlarından
kaynaklanmaktadır. Bu nedenle Türkiye özellikle AB’nin tek başına Balkanlar’da, Ege’de ya
da Doğu Akdeniz’de (Kıbrıs’ı da içine alabilecek) olası güç kullanması ile ilgili güçlü
çekinceler ileri sürmüştür. Buradaki gerekçesi böyle bir gücün Yunan çıkarlarının bir aracı
olabileceği olasılığı nedeniyledir.701
Bu bağlamda Ankara’nın düşünceleri uzun zamandan beri devam etmekte olan
uyuşmazlıkları nedeniyledir. Ayrıca, NATO’nun formal emir komuta zinciri dışında
gerçekleştirilen daha önceki askeri müdahale örneklerinden duyduğu kaygılarını da
yansıtmaktadır. Türkiye 1991 Körfez Savaşı süresince yaşadığı deneyimleri çok öğretici
olarak değerlendirmektedir. Çünkü, Türkiye’nin 1991 operasyonlarının planlanması,
yürütülmesi ve sonuca ulaştırılması üzerinde herhangi bir etkisinin olmaması ve aynı
zamanda Irak’ın Kuzeyinde Uçuşa Yasak Bölge’nin tesis edilmesiyle birlikte Kürtlerin
korunmasına yönelik alanın genişlemesinin ardından, bu bölgede ayrılıkçı PKK ile
sürdürdüğü mücadele çerçevesinde iç güvenliği daha da kötüleşmiştir. Bu gibi kaygılar
Türkiye’nin RRF’nin kullanımında kendisine AB üyesi ülkelerle aynı hakların verilmesini
istemesine neden olmuştur. Ancak AB bu isteği kesin bir biçimde geri çevirmiştir. Çünkü
Türkiye AB üyesi değildir. Bunun üzerine, Türkiye bu konudaki ısrarını arttırarak, 2000
Aralık’ında KAK’da ABD destekli önerinin geçişini engellemiştir. ABD’nin getirmiş olduğu
bu öneri, AB’ye NATO’nun planlama kapasitelerine katılımını sağlamaktaydı. Türkiye bu
öneriyi engellerken şu gerekçeyi ileri sürmekteydi: “AB’nin bu kaynaklara ulaşması ile ilgili
olarak önceden alınmış bir karar olmamalı, her olay için AB NATO’dan talepte
701Andrew Borowiec, “Turkey Fears EU Force will Aid Greece”, Washington Times, 20 Haziran 2001,
<http://www.washtimes.com/world/20010620-163643.htm> (24.12.2003).
bulunmalıdır”. Türkiye ABD ve NATO Genel Sekreteri Lord Robertson’ın ikna çabalarına
katı bir biçimde direnmiştir. Ankara’nın bu direnişi kaygılarının ne kadar güçlü olduğunun bir
göstergesi de olmuştur.702
Türkiye’nin bu pozisyonu, 2001 yılı Ocak ayında sürdürülen AB-NATO danışma
toplantılarında daha geniş bir anlaşmaya ulaşmayı engelleyememiştir (bu doğrultuda KAK ve
PSC’nin (Siyasal ve Güvenlik Komitesi) ilk tarihi toplantısı Şubat 2001’de yapılmıştır). Fakat
NATO kaynaklarına giriş ile ilgili bir antlaşmanın olmayışı bunun çözülmemiş bir konu
olarak kalmaya devam etmesine yol açmaktadır. Bu nedenle daha önce de bahsettiğimiz gibi,
-AB’nin NATO’nun planlama varlıklarını tekrara (duplication) neden olmadan kullanma
isteği nedeniyle- AGSP’nin NATO’ya kilitli kalmasına yol açmaktaydı. Bu durum da
ABD’nin canını sıkmaktaydı. Çünkü NATO olanaklarının AGSP’nin kullanımına
verilmemesi, AB’yi NATO’dan tamamen uzaklaştırma anlamına gelmekteydi ve AB’nin
geliştirmeye çalıştığı AGSP’nin NATO’nun Avrupa ayağının güçlendirilmesi biçiminde
gerçekleşmesini isteyen ABD’nin bu isteğini engellemekteydi. Bu nedenle Ankara’nın
taleplerinin dikkate alınacağı bir uzlaşmanın sağlanmasına gereksinim bulunmaktaydı. Bu
anlaşmazlığı çözmek için Türkiye, AB’nin karar alma süreçlerinde kendisine istisnai bir veto
hakkının verilmesini istemekteydi. Ama bu isteğin kabul edilmesi mümkün değildi. Bu
sorunu çözmek amacıyla İngiliz, Amerikan ve Türk diplomatlar arasında birkaç ay süren
görüşmelerin ardından, bir formül geliştirilmesine çalışılmıştır. 2001 yılı ortalarında AGSP’de
üye olmayan ülke katımı ile ilgili olarak daha önceki AB hükümlerini mümkün olan en uç
noktaya kadar zorlayarak bir çözüme ulaşılmıştır. Buna göre; AB üyesi olmayan altı NATO
üyesi PSC ile kriz dönemlerinde olduğu kadar, barış dönemlerinde de periyodik olarak
702Webber, Terriff, Howorth ve Croft, op. cit., s. 86.
görüşme yapacak görüşmecilere sahip olacaktı.703 Böylece bir kriz ortaya çıktığında ve AB
öncülüğünde bir operasyon gündeme geldiğinde NATO’nun AB üyesi olmayan üyelerinin de
çıkarlarının komisyon üyeleri tarafından korunabilmesi ima edilmektedir.
Uzlaşmanın bir başka boyutu da şu idi; Katılımcılar Komitesi AB tarafından Nice’de
üzerinde anlaşmaya varılan güçlerinin ötesinde bir güç oluşturabilecekti. Son olarak -ve daha
da önemlisi- antlaşma şöyle bir siyasal garantiyi de içermekteydi; RRF (Acil Müdahale Gücü)
NATO müttefiklerinin yer aldığı siyasal çatışmalara müdahil olmayacaktı.704 Bu Türk-
Yunan anlaşmazlığına açık bir göndermeydi. Sivil liderler tarafından bu durum kabul
edilebilir olmasına rağmen (Mayıs 2001’de NATO Dışişleri Bakanları Toplantısı’nda
antlaşmanın genel hattını Türk Bakan İsmail Cem kabul etmişti) Türk Genel Kurmay
Başkanlığı bu öneriyi reddetmiştir.705
Bu nokta AGSP üzerine yürütülen Türkiye-AB müzakerelerinin en taban noktasını
işaret etmektedir. Haziran 2001’de AB Dışişleri Bakanları’nın bir toplantısında AB Dönem
Başkanlığı’nı yürüten Belçika’nın Dışişleri Bakanı AB’nin dış ve güvenlik politikasının
Birlik dışındaki bir ülkeye bağlanamayacağı konusunda uyarıda bulunmuştur. Alman
yetkililer ise Türkiye üzerine ekonomik yaptırımlar uygulayarak konunun çözümünü ileri
sürmüşlerdir.706
Türkiye’nin muhalefeti NATO ve AB işbirliğine yönelik kurumsal yapılanmanın
gelişimi üzerinde çok ciddi bir engel oluşturmuştur. Türkiye ile ilgili konular 11 Eylül
saldırılarından sonra daha da şiddetlenmiştir. Bu saldırılardan sonra -NATO’nun tek
703Ibid., s. 86-87.
704Ibid., s. 87.
705Borowiec, loc. cit.
Müslüman (Islamic) üyesi ve Orta Asya üzerinde bir miktar etkisi olması nedeniyle-
Türkiye’nin stratejik önemi tekrar artmıştır. Bundan sonra AGSP ile ilgili antlaşma ve bu
yüzden de AGSP ile ilgili potansiyel katılım ve destek çok daha önemli hale gelmiştir.707
Türkiye ile İngiltere ve ABD arasındaki müzakereler 2001 yılı Kasım ve Aralık
aylarında tekrar yapılmaya başlamış ve sonunda bir antlaşmaya ulaşılmıştır. Bu antlaşma ile
Türkiye, AB’nin NATO planlama kabiliyetlerine doğrudan girişini engelleyen vetosunu
kaldırmıştır. Bunun karşılığında ise şu güvenceler verilmiştir; AGSP operasyonları NATO
ülkeleri arasındaki çatışma alanlarına yönelmeyecektir (bir başka deyişle Kıbrıs ve Ege).
NATO varlıklarının kullanılmasını da içeren AGSP operasyonları hakkındaki danışmayla
ilgili spesifik olarak belirtilmemiş başka imtiyazlar da verilmiştir.708
Konunun bu şekilde sonlandırılması sorunun çözüldüğü anlamına gelmemekteydi.
Çünkü bu sefer Yunanistan antlaşma ile ilgili muhalefetini belirgin hale getirmiş ve 2001
Aralık’ındaki AB’nin Laeken Zirvesi’nde kararın geçmesini engellemiştir. Yunanistan
Dışişleri Bakanı George Papandreou, Türkiye ile yapılan özel düzenlemelerin aynı durumdaki
diğer beş ülke için de yapılması gerektiği ve AB’nin karar alma sürecindeki özerkliğinin
tehlikeye atıldığını ifade etmiştir.709 Böylece Yunanistan aynı anda hem NATO ve hem de
AB üyeliği nedeniyle, her iki platformda da Türkiye lehine getirilebilecek iyileştirmeleri
engelleme fırsatını yakalamıştır. Bu nedenle de istenen ilerleme ve fayda sağlanamamıştır.710
706Webber, Terriff, Howorth ve Croft, op. cit., s. 87.
707Charles Grant, “The Eleventh of September and Beyond: The Impact on the European Union”, Political Quarterly, Ek
Bölüm 1, C. 73, No. 4, Ağustos 2002, s. 144.
708Webber, Terriff, Howorth ve Croft, op. cit., s. 87-88.
709Ibid., s. 88.
710Youngs, op. cit., s. 109.
Türkiye ile aynı durumdaki altı ülke arasında bulunan Çek Cumhuriyeti, Macaristan
ve Polonya, AGSP’nin uygulamaya girmesinden daha önce AB üyesi olacaklarından
etkilenmeyeceklerdir. Norveç ve İzlanda ise kendi istekleri ile AB’ye katılmamaktadırlar.
Ama isterlerse tam üye olabileceklerdir. Bu iki ülkenin AGSP dışında kalmaları kendi siyasal
tercihlerinin mantıksal bir sonucudur. Sonuçta bu sorun sadece Türkiye ile
sınırlanmaktadır.711 Yunanistan’ın elindeki argüman da böylelikle boşa çıkmasına rağmen
bu politikasını günümüzde de sürdürmektedir.
7. Avrupa Güvenliğinin Geleceği
Soğuk Savaş yıllarında Avrupa güvenliğini garanti eden NATO, Soğuk Savaş sonrası
dönemde de bu misyonunu başarıyla yerine getirmiştir. Avrupa’da meydana gelen etnik
temelli sorunların engellenmesini ve barışın tesisi ve devamını; ne BM, ne AB, ne de AGİT
sağlayamamıştır. Bu örgütler temelde diplomatik çözüm yollarını kullanmaktadırlar. Ancak bu
sorunların çözülmesi barışçıl yöntemlerle mümkün olamamış ve askeri olanaklara sahip olan
NATO’nun girişimleriyle sağlanabilmiştir.
ABD ve Avrupalı müttefikleri arasında, Kosova savaşında ortaya çıkan adaletsiz
işbölümü, zarar görmüş bir strateji ortaya koymuştur. Bu strateji Avrupa-Atlantik Birliğinin
geleceğine kötü bir geleneğin yerleşmesine neden olmaktadır. Şöyle ki; ABD “savaşı”
yapacak, Avrupalılar da “barışı” yapacaklar. Gelecekte ortaya çıkması beklenen
çatışmalarda, ABD savaş uygulayıcısı olarak görülürken, Avrupalılar “barışı koruma”
711Çınar Özen, “Consequences of the European Security and Defense Policy for the European Non-EU NATO Members”,
Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, C. 1, S. 1, Güz-2001, s. 150-151; Lothar Rühl, “Avrupa Güvenlik ve Savunma
Kimliği ve AB’nin Türkiye ile Olan İlişkileri – NATO Müttefiki ile Sorunlar”, Avrupa Yolunda Türkiye ve Polonya –
Değişim Sürecinde İki AB Aday Ülkesi (Ankara: Konrad Adenauer Vakfı Yayınları, 2001), s. 43.
yaklaşımına sahip olacaklardır. Bu da NATO’nun askeri bir örgüt olarak sonunun gelmesi
anlamını taşımaktadır.712
Yugoslavya’nın dağılma sürecinde Bosna-Hersek ve Kosova’da yaşanan olaylar ve
sorunların NATO’nun katkısıyla çözüme ulaşması, bu örgütün Avrupa barışı ve güvenliği
için ne kadar gerekli olduğunu ortaya koymuştur. Avrupa güvenliğinin geleceğini öncelikle
NATO güvence altına almaktadır.713
Kosova’ya yönelik hava saldırısı, ABD ile Avrupalı ülkeler arasında askeri
olanaklar ve teknik kapasite bakımından var olan boşluğun ne kadar büyüdüğünü göstermesi
bakımından da önemlidir. Atlantik savunmasında dikkati çeken teknolojik boşluk, İttifak’ın
siyasal temelde de farklı uygulamalara doğru yönelmesine neden olmaktadır.714
Kosova Savaşı’nda ABD kullanmış olduğu silahlarda %85 oranında isabet
kaydetmiş, atılan Curuise füzelerinin %95’ini sağlamıştır. Hava saldırısı sona erdiğinde,
Avrupalıların, ortak askeri güçleri yaklaşık 2 milyon civarında iken, barışı koruma
misyonuna 40 bin civarında asker göndermişlerdir. Bu Avrupalı liderlerin, bir Avrupa
askeri gücü oluşturma düşüncesi etrafında birleştiklerini ortaya koymaktadır.715
Bununla birlikte, siyasal karar vericiler arasında görüş birliğinin sağlanamaması ve
Avrupa kamuoyunun böyle bir ordunun hayata geçirilebilmesi için gerekli olan finansmanı
sağlamak amacıyla, yapılabilecek vergi artışlarına sıcak bakmadığı da ortadadır. 1992
712Hulsman, op. cit., s. 44.
713Peter W. Rodman, “The Fallout From Kosovo”, Foreign Affairs, C. 78, No. 4, Temmuz/Ağustos 1999, s. 46.
714John Deutch, Arnold Kanter ve Brent Scowcroft, “Saving NATO’s Foundation”, Foreign Affairs, C. 78, No. 6, Kasım/Aralık
1999, s. 54-55.
715Soojin Yim, “Best Defence”, Harvard International Review, C. 22, No. 3, Güz 2000, s. 14.
yılından beri, NATO’nun Avrupalı üyeleri savunma harcamalarını %22 oranında
kısmışlardır. Bu nedenle AB bünyesinde bir Avrupa Ordusu kurulması düşüncesi hayata
geçirilememekte ve “bir düşünce” olarak gelişimine devam etmektedir.716
Avrupa ülkeleri arasında, ABD ile aralarındaki bu farkı kapatmak ve bu ülkeye
olan bağımlılıklarından kurtularak; ekonomik, askeri ve siyasal bağımsızlıklarını yeniden
sağlamayı düşünenler bulunmaktadır. Ancak mevcut durum ve olanaklar ile, Avrupa
ülkeleri arasındaki görüş ayrılıkları göz önünde bulundurulduğunda, kısa ve orta vadede
Avrupa’nın bu düşüncesini gerçekleştirebilmesi olası görünmemektedir. Tek başına
düşünüldüğünde Avrupa’nın sahip olduğu yetenekler, AB’nin üstlenmeyi amaçladığı tüm
görevleri başarıyla yerine getirmesi için yeterli düzeyde değildir.717
Ayrıca, NATO bünyesinde ABD’nin tartışmasız liderliği söz konusudur. AB’nde
liderlik konusunda Fransa, Almanya ve İngiltere gibi büyük ve etkili üyeler arasında yarış
bulunmaktadır.718 Tartışmasız bir liderden yoksun (2004 Nisan’ından sonra) 25 üyeli
örgütte, Avrupa savunmasına yönelik karar alma sürecinin güçlüğü dikkat çekicidir.
Uzun vadede AB’nin NATO ile karşılaştırılabilir bir askeri güç geliştirip
geliştiremeyeceği belli değildir. Eğer geliştirebilirse, NATO’nun mal varlığı ve yapısı iki
parçalı bir duruma gelecektir. Bu durumun meşruluğu tartışması şu an için çok erkendir.719
716Ibid., s. 14-15.
717Schuwirth, op. cit., s. 3.
718Parzymies, op. cit., s. 25.
719Croft, “Garanteeing Europe’s Security?...”, s. 102.
Bazı operasyonların (sivillere yardım ve önleyici güç kullanmak gibi) NATO’dan
ayrı olarak (ayrılabilir fakat ayrı değil-separable but not separate) yapılabileceği tartışmaları
devam etmektedir. NATO’dan ayrı olarak bu tip operasyonların gerçekleştirilebilmesi global
ölçekte mümkün değildir. AGSP planlayıcıları bu duruma dikkat ederek, Avrupa içi veya
Avrupa çevresine odaklanarak politikalar geliştirmektedirler. Fakat Balkanlar’da bile bu tip
operasyonların kısa vadede NATO’dan ayrı ve bağımsız bir şekilde gerçekleştirilebilmesi,
mevcut durum göz önünde bulundurulduğunda mümkün gözükmemektedir.720
Uzun dönemde AB’nin silahlı kuvvetlerinin daha da büyütülmesi ve “Petersberg
Görevleri”nin ötesinde, NATO’ya destek olarak (ya da NATO’dan bağımsız) ortak savunma
görevlerini de üstlenmesi düşünülmektedir. Avrupalılar bu konuyla ilgili başka bir noktanın
daha altını çizmektedirler. Buna göre: AB’nin özerk bir dış ve güvenlik politikası
geliştirmesi, AB’nin uluslararası bir kimlik kazanması için gereklidir. AGSP sadece ABD
ile Avrupalı müttefikler arasındaki yük paylaşımı değil, AB’nin kendi karar verme
süreçlerinin oluşturulması amacını taşımaktadır.”721
Bununla birlikte son tahlilde Avrupa, giderek artan küresel riskler tehdidi ile karşı
karşıya olmasına rağmen, bu tehditlere cevap verebilecek küresel yeteneklere sahip değildir
ve kısa ve orta vadede güvenliği ve istikrarı için ABD’ye ve NATO’ya bağımlıdır.722
720Ibid., s. 102-103; Stephen Blank, “The Transatlantic Security Agenda: A Conference Report and Analysis”, European
Security, C. 11, No. 2, Yaz 2002, s. 7.
721Karaosmanoğlu, loc. cit.
722Naumann, loc. cit.
SONUÇ
İkinci Dünya Savaşı sonrasında, dünya iki kutuplu bir yapılanmaya girmiş, Avrupa da,
bu yapılanmadan nasibini almıştır. Birinci Dünya Savaşı’ndan gerekli dersleri alamadığı için,
ikinci bir büyük savaşı yaşamak zorunda kalan kıta, bu savaştan tüm enerjisini yitirerek
çıkmıştır. Çünkü savaşın hem kazananları ve hem de kaybedenleri ekonomik varlıklarını
tüketmişler, şehirleri ve sanayileri tahrip olmuş, çok sayıda insan ölmüş veya sakat kalmıştır.
Bu nedenle de, yoğun bir işgücü ve ekonomik kayba uğramışlardır. Dolayısıyla savaştan
galip çıkanlar bile, aslında fiili olarak mağlup olmuşlardır.
İkinci Dünya Savaşı, Avrupa’da bir daha yaşanması istenmeyen acılara ve büyük
yıkımlara neden olmuştu. Savaş sonrasında Avrupa bu acıları bir daha yaşamama adına
kolektif güvenlik örgütleri oluşturma yolunu tercih etmiştir. Bu örgütler BAB ve
NATO’dur. 1948 yılında Brüksel Antlaşması ile temeli atılıp, 1954 Paris Antlaşması ile
kurulan BAB, savaş sonrası Batı Avrupa’sının savunma ve güvenliğini sağlama konusunda
yetersiz kalmıştır. Çünkü bu örgütü oluşturan Avrupa devletleri tüm enerjilerini savaşta
kaybetmişler ve savaştan sonra da tekrar eski güçlerine kavuşamamışlardır. Bu nedenle
savunma ve güvenliklerini Atlantik arası bağ oluşturarak, NATO aracılığı ile sağlama
yolunu tercih etmişlerdir. NATO kurulduğu tarihten bugüne kadar üyelerinin savunma ve
güvenlik gereksinimlerini sağlamıştır ve sağlamaya da devam etmektedir.
Soğuk Savaş yılları boyunca güvenliklerini ABD’ye havale eden Avrupalılar,
kaynaklarını ekonomik kalkınmalarına ayırarak, bir an önce eski güçlerine ulaşmaya
çalışmışlardır. Bu amaçla 1951’de AKÇT’yi, 1957’de de AET ve AAET’yi kurmuşlar,
Soğuk Savaş’ın sonlarına doğru, 1986’da Avrupa entegrasyonuna yönelik önemli bir adım
olan Tek Avrupa Senedi’ni imzalamışlardır.
1970’li yıllarda iki kutup arasında silahlanmanın çok ileri düzeylere ulaşması ve
olası bir nükleer savaşta, kazananın olamayacağı anlaşıldıktan sonra ve silahlanmanın
yüksek olan maliyeti nedeniyle, Karşılıklı ve Dengeli Güç İndirimi (MBFR) görüşmeleri ve
1973 yılında iki blok arasında AGİK konferansları yapılmaya başlamıştır. 1975 yılında
Helsinki Son Senedi’nin imzalanması ile de yumuşama sürecine girilmiştir.
1980’lerin sonunda ve 1990’ların başında Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı
dağılmış, iki Almanya birleşmiş ve böylece Soğuk Savaş da sona ermiştir. Soğuk Savaş’ın
galibi ABD’nin liderliğindeki Batı Bloku olmuştur.
Ancak Soğuk Savaş sonrasındaki iyimser hava çok uzun sürmemiş ve eski Doğu
Bloku ülkelerinde etnik temelli sorunlar ve hatta iç savaşlar ortaya çıkmıştır. Avrupa’nın
ortasında yaşanan bu çatışmalar üzerine, NATO “tehdit algılaması”ndan “risk algılaması”na
geçmiş ve kendisini bu duruma uydurmak amacıyla yeni bir strateji kabul etmiştir.
Diğer taraftan, 1991 yılında Maastricht Antlaşması’nın imzalanmasıyla Avrupa
entegrasyonu yolunda önemli bir adım daha atılmıştır. Bu antlaşma ile, ODGP yönünde
ciddi bir ilerleme süreci de başlatılmıştır. Bu yöndeki ilerleme 1997 yılında imzalanan
Amsterdam Antlaşması’yla zirveye ulaşmıştır. 1948 yılındaki Brüksel Antlaşması’yla
kurulan BAB, AB’nin entegral bir unsuru haline gelmiştir.
1992 yılında kabul edilen Petersberg Kararları ile Avrupa ülkeleri, kendi savunma
ve güvenliklerini NATO’dan ayrı olarak sağlama yolunda önemli bir adım atmışlardır.
Ancak sahip oldukları olanaklar düşünüldüğünde, daha küçük çaptaki sorunlara müdahale
etmeyi amaçlamışlardır. Böylece bir AGSP oluşturma amacıyla 1994 yılıyla birlikte, AB ve
NATO bünyesinde yapılan çeşitli zirve toplantılarında önemli ilerlemeler sağlanmıştır.
AGSP’nin gelişiminin ivme kazanmasına Bosna-Hersek ve Kosova’da izlenen politikalar ve
ABD’nin Soğuk Savaş sonrası tek süper güç olarak varlığını koruması nedeniyle, “Avrupa
merkezli güvenlik anlayışı”ndan, “global ölçekte bir güvenlik anlayışı”na geçmesinin de
önemli bir payı olmuştur. Özellikle 11 Eylül 2001 tarihindeki saldırılardan sonra, -
NATO’yu atlayarak- Afganistan’da gerçekleştirdiği terörizmle mücadelede ve son Irak
Savaşı’nda bu tercihini açıkça ortaya koymuştur.
NATO’nun 1999 yılında gerçekleştirmiş olduğu Kosova müdahalesi, ABD ile
müttefikleri arasındaki askeri ve teknolojik boşluğun ne kadar büyüdüğünü göstermesi
bakımından önemlidir. Müdahale neredeyse tamamen ABD tarafından gerçekleştirilmiştir.
Bu durumdan rahatsızlık duyan Avrupalı ülkeler, bir taraftan NATO’dan ayrı bir AGSP
geliştirmeye çalışırken, diğer taraftan ortaya çıkan bu boşluğu kolayca kapatamayacaklarının
da farkına varmışlardır. ABD’nin içinde olmayacağı bir savunma ve güvenlik yapılanmasını
yakın gelecekte gerçekleştiremeyecekleri durumuyla karşı karşıya kalmalarına rağmen, bu
yöndeki çabalarına da devam etmektedirler.
Yarım yüzyılı aşkın bir süredir savunma ve güvenliklerini ABD’nin katkısıyla
gerçekleştirmeye alışmış Avrupalı ülkeler, Doğu ve Batı blokları arasında yaşanan Soğuk
Savaş’ın sona ermesinden on yılı aşkın bir süre geçtikten sonra, kendi savunmaları ve
güvenlikleri için, daha fazla sorumluluk almalarının zamanının artık geldiğini
düşünmektedirler. Avrupalıların, ABD ile aralarındaki savunma olanakları ve
harcamalardaki farkı kapatmak adına, kendi aralarındaki işbirliğini hızla arttırmaları
gerekmektedir.
Soğuk Savaş sonrası dönemde Avrupa’da yaşanan olaylar uluslararası güvenlik
sisteminin geleceği için ipuçları vermektedir. Yugoslavya’nın dağılma sürecinde uygulanan
politikalar tüm dünya güvenliği için adeta bir “örnek olay” olmuştur. Yani iç içe geçmiş
olan Avrupa güvenlik örgütlenmesinin başarısızlığı, BM merkezli güvenlik örgütlenmesinin
de başarısızlığına etki etmektedir.723
NATO Soğuk Savaş yıllarında beklenilenin aksine büyük bir silahlı çatışmaya
girmemiştir. Ancak Soğuk Savaş sonrası dönemde, Balkanlar’da ortaya çıkan etnik temelli
askeri çatışmaların sona erdirilmesi ve Avrupa güvenliğinin korunması amacıyla küçük de
olsa askeri müdahalelerde bulunmuştur. Son on yıl içinde gerçekleşen bu müdahaleler,
Avrupa güvenliği için -NATO’nun dışında- yeni oluşumların hızlanmasına neden olmuştur.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’daki savunma ve güvenlik, “güçlülerin
hayatta kaldığı” bir sistem biçiminde değil, buna karşılık birbiriyle bağlantılı, -karşılıklı
etkileşimler sonucunda,- bir gelişme çizgisi takip etmiş ve etmektedir. Avrupa güvenlik ve
savunması ile ilgili kurumları oluşturan Avrupa-Atlantik Bölgesi’ndeki ülkeler, aralarında
oluşacak ortak görüşler temelinde gelişme çizgisine devam edeceklerdir.
Avrupa güvenlik örgütlenmelerinin, gelecekteki güvenlik riskleri ve tehditlerine
karşı koyabilmesi için, gereken düzenlemeleri yapma konusunda cesur ve yaratıcı adımlar
atması gerekmektedir. Atlantik arası ilişkileri güçlendirme ve bu örgütlerin eylemlerini
uyumlaştırma amacıyla, ABD’nin, üyesi olduğu NATO ve AGİT’de ve AB ile ve bireysel
olarak Avrupa ülkeleri ile kurduğu ilişkilerindeki baskın konumundan vazgeçerek, gerçek
bir işbirliğinin üyesi haline gelmesi gerekmektedir.
Ancak, son Irak Savaşı’ndan sonra, ABD’nin, görece BM ve NATO’dan bağımsız
hareket etmesi, bu örgütlerin ve uluslararası hukukun ciddi bir biçimde gözden
geçirilmesine ve bu kurumlara olan güvenin sarsılmasına neden olmuştur. Uluslararası
723Sloan, “US Perspectives on NATO’s Future”, s. 222.
sistemin kaosa ve anarşiye doğru sürüklenmemesi için bir an önce, uluslararası hukuka ve
örgütlere olan güvenin yeniden tesis edilmesi gerekmektedir. Ayrıca bu savaşta Atlantik
arası ilişkiler de ciddi bir darbe almış, NATO’nun ve hatta AB’nin dağılabileceği
düşünülmeye başlamıştır. Dünya ve Avrupa güvenliğinin kalıcı olabilmesi için,
kurumsallaşmaların yanında, bu kurumsallaşmalara işlerlik de kazandırılmak zorundadır.
Hukuksal olarak var olan değerler, uygulamaya dönüşmedikten sonra, başarı beklemek
mümkün değildir. Yani ülkelerin yükümlülüklerine her durum ve koşulda sadık kalmaları
gerekmektedir. Ortaya çıkabilecek tehditlere ve risklere başarıyla karşı konulabilmesi için,
yükümlülüklere uyma, ortak hareket etme, karşılıklı güven ve işbirliği iradeleri
gerekmektedir.
Gelecekte Avrupa güvenliğinin kalıcı ve başarılı olabilmesi için, bu ülkelerin,
üzerlerine düşen yükümlülükleri yerine getirme konusunda istekli ve kararlı olmaları
gerekmektedir. Ayrıca, Avrupa ülkelerinin tamamını içine alan bir güvenlik yapılanması
bulunmamaktadır. Yani bazı ülkeler hem NATO ve hem de AB üyesi, bazı ülkeler sadece
NATO üyesi ve yakın gelecekte de AB üyesi olmaları beklenmemekte, bazı ülkeler AB
üyesi oldukları halde NATO üyeliğini tercih etmemekte, bazı ülkeler ne NATO ne de AB
üyesi ancak yakın gelecekte bu iki örgüte de üye olma amacı taşımakta, bazı ülkeler ise bu
iki örgütten de uzak durmayı tercih etmektedirler.
Yunanistan hariç tüm AB üyesi ülkeler, savunma harcamalarında kısıntıya
giderlerken, NATO imkanlarını kullanmadan müstakil bir AGSP geliştirememektedirler.
Bununla birlikte NATO’ya tahsis ettikleri olanaklarını kullanabilseler bile, ABD ile
aralarında var olan askeri teknolojik boşluğu kısa ve orta vadede doldurabilmeleri mümkün
gözükmemektedir. Yani kısa ve orta vadede Avrupa ülkelerinin ABD’nin katkısı ve desteği
olmadan savunma ve güvenliklerini sağlayamayacakları bir gerçeklik olarak ortaya
çıkmıştır.
Bu noktada, çalışmamızın başında ileri sürmüş olduğumuz “İkinci Dünya
Savaşı’nın sona ermesinden günümüze kadar geçen dönemde, Avrupa’nın savunma ve
güvenliği NATO ittifakı aracılığıyla sağlanmıştır ve kısa ve orta vadede de bu durumun
devamı söz konusu olacaktır” şeklindeki tezimiz doğrulanmaktadır.
Günümüzde NATO, başlangıçtaki Avrupa ve Atlantik bölgesinin savunma ve
güvenliğini sağlama amacının ötesinde, artık global ölçekte bir barış ve güvenlik örgütüne
dönüşeceğinin ciddi ipuçlarını vermektedir. Bu ipuçlarının en belirgini, 11 Ağustos 2003
tarihi itibariyle ISAF komuta ve yönetiminin resmen NATO tarafından devralınmasıdır. Bu,
Mayıs 2002 Reykjavik NATO Bakanlar Toplantısı ve sonrasında Kasım 2002 Prag Zirve
kararları ile başlayan bir süreçtir. Bu süreç, bize NATO’nun uzun dönemli vizyonunun,
“Avrupa-Atlantik Bölgesi dışına taşarak görev ifa etmek” olacağını göstermektedir.
NATO’nun böyle bir vizyon değişikliğine gitmesinin temelinde de, ABD’nin etkisi olduğu
açıktır. Çünkü ABD, kuruluşundan günümüze kadar NATO’da söz sahibi olmuş ve ittifakı
istediği doğrultuda yönlendirmeyi başarmıştır. Özellikle 11 Eylül sonrası global ölçekte bir
güvenlik politikası takip eden ABD yine kendi politikaları çerçevesinde NATO’yu
yönlendirmeye devam etmektedir.
Avrupa ülkeleri gelecekte, bir “Avrupa Birleşik Devletleri” oluşturulması
konusunda kararlı iseler, bağımsız bir uluslararası aktör olarak sisteme dahil olabilmeleri
için kendi savunma ve güvenliklerini yine kendilerinin sağlaması gerekmektedir. Elli yıllık
bir süre bunu gerçekleştirmek için yeterli değildir. Bu süre, -insan yaşamında uzun gibi
gözükse de,- ülkelerin tarihinde fazla bir anlam taşımamaktadır. ABD’nin bu günkü
durumuna gelebilmesi için 2 yüzyılı aşkın bir sürenin geçmesi ve uluslararası ilişkiler
tarihinin bu ülke lehine gelişmesi gerektiği unutulmamalıdır. Ayrıca ABD’yi meydana
getiren federe devletler, ortak değerler etrafında bir araya gelerek Amerikan üst kimliğini
benimsemiş ve Amerikalı bir halk ve federal bir ülke meydana getirmişlerdir.
Avrupa Birliği’ni oluşturan ülkelerin de, gelecekte federal bir ülke oluşturabilmeleri
için, ortak değerler ve amaçlar etrafında toplanmaları ve aralarındaki farklılıkları bir an
önce gidermeleri gerekmektedir. Güçlü bir yapılanma oluşturmaları ve bağımsız bir aktör
olarak hareket edebilmeleri için bu şarttır. Ancak bu günden, böyle bir oluşumun ne zaman
olacağı veya olup olmayacağını tahmin etmek çok güçtür. Çünkü, Avrupa tarihi ABD
tarihinden çok farklı bir seyir izlemiştir. Avrupalı ülkelerin aralarındaki farklılıklar yüz
yıllardır devam etmektedir ve imparatorluklardan ayrılıp birer bağımsız devlet olmaları da
bu farklılıklar nedeniyle gerçekleştiğinden, kısa bir sürede bunların uyumlaştırılması
beklenmemelidir. Buna rağmen uluslararası sistem hızlı bir devinime sahiptir ve her an bir
sürpriz yapması mümkündür.
ÖZET
Bu çalışma, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’da Savunma ve Güvenlik oluşumu
ve gelişimini incelemektedir. Konu giriş ve sonuç bölümleri dışında dört ana bölümden
oluşmaktadır. Birinci bölümde, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’daki savunma ve
güvenliğin temelleri araştırılmış ve nedenleri incelenmiştir.
İkinci bölümde Batı Avrupa ülkelerinin, Soğuk Savaş süresince savunma ve
güvenliklerini NATO aracılığıyla sağlamaları nedeniyle, kırk yılı aşan bu sürede izlenen
politika ve stratejilere yer verilmiştir.
Üçüncü bölümde, Soğuk Savaş sonrasında, Avrupa savunma ve güvenliği ile
doğrudan bağlantılı örgütler olan NATO, AGİT ve AB’de yaşanan gelişmeler ve Avrupa
Savunma ve Güvenlik yapılanmasındaki önemleri değerlendirilmiştir.
Dördüncü bölümde ise, AB bünyesinde Avrupa’nın savunma ve güvenliğini
bağımsız bir şekilde gerçekleştireceği düşünülen AGSP konusu incelenmiştir. AGSP ile
ilgili yaşanan gelişmelere, AGSK-AGSP ayırımına, eski Yugoslavya’nın dağılma sürecinde
Bosna-Hersek ve Kosova’da izlenen politikalara, Rusya, ABD ve Türkiye’nin AGSP’yi
algılamalarına yer verilerek, Avrupa güvenliğinin geleceği üzerinde durulmuştur.
Çalışmanın sonunda, Avrupa’daki savunma ve güvenliğin uluslararası ilişkilerde
yaşanacak gelişmelere göre şekilleneceği, ancak kısa ve orta vadede NATO’dan tamamen
bağımsız bir yapılanmaya ulaşamayacağı tespiti yapılmıştır.
ABSTRACT
This study examines the establishment and development of the defence and security in
Europe after the World War II. The topic contains four major chapters in addition to
‘introduction’ and ‘conclusion’ chapters. In the first chapter, the roots of the defence and
security in Europe after the Second World War, and needs for such a construction are
examined.
In the second chapter, policies and strategies of NATO that have been
implemented over forty years are reviewed because of the fact that Western European
countries obtained their defence and securities via NATO during cold war period.
In the third chapter, new developments in NATO, OSCE, and the EU -
organizations directly related with the defence and security of Europe- and importance and
implications of these developments to the architecture of the defence and security in Europe
are evaluated.
In the fourth chapter, ESDP is examined because it is generally thought that ESDP
can realize defence and security of Europe separately and independently. Also in this
chapter, the future of the security of Europe is discussed by including the arguments on new
developments regarding ESDP, ESDI-ESDP distinction, policies over Bosnia-Herzogovina
and Kosovo in the process of disintegration of former Yugoslavia, and on the perceptions of
Russia, USA and Turkey about ESDP.
At the end of the study, it is concluded that European defence and security will be
shaped in accordance with the developments in international relations, but, will not take a
shape completely independent from NATO in the short and medium term.
KAYNAKÇA
Kitaplar
Alkan, M. Nail, Avrupa’da Sınırlar (Ankara, ATAUM Yayınları, 2002).
Alpkaya, Gökçen, AGİK Sürecinden AGİT’e İnsan Hakları (İstanbul, Kavram
Yayınları, 1996).
Ambrose, Stephen E., Dünyaya Açılım: 1938’den Günümüze Amerikan Dış
Politikası, çev: Ruhican Tul (Ankara, Dış Politika Enstitüsü Yayınları, 1992).
Arı, Tayyar, Uluslararası İlişkiler Teorileri: Çatışma, Hegemonya, İşbirliği
(İstanbul, Alfa Yayınları, 2002).
Arı, Tayyar, Uluslararası İlişkiler, 2. Baskı (İstanbul, Alfa Yayınları, 1997).
Armaoğlu, Fahir, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1980, 5. Baskı (Ankara, İş Bankası
Kültür Yayınları, 1988).
Aron, Raymond, Peace and War: A Theory of International Relations (London,
Weidenfeld and Nicolson Press, 1966).
Arsava, A. Füsun, Amsterdam Anlaşmasının Avrupa Birliği Hukukuna Katkıları
(Ankara, AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 2000).
Ataöv, Türkkaya, Amerika, NATO ve Türkiye (Ankara, Aydınlık Yayınları, 1969).
Avrupa Birliği El Kitabı, 2. Baskı (Ankara: TC Merkez Bankası Personel Genel
Müdürlüğü Yayını, 1995).
Aybet, Gülnur, NATO’s Developing Role in Collective Security (Ankara, SAM
Press, 1999).
Baç, Meltem Müftüler, Türkiye ve AB: Soğuk Savaş Sonrası İlişkiler (İstanbul, Alfa
Yayınları, 2001).
Bayülken, Ümit Haluk, Değişen Dünya Koşullarında Ortak Güvenlik ve Savunma
Kuruluşları (Ankara, Dışişleri Akademisi Yayınları, 1977).
Beaufre, Andre, NATO And Europe (New York, Alfred A. Knopf Press, 1966).
Bostanoğlu, Burcu, Türkiye-ABD İlişkilerinin Politikası (Ankara, İmge Kitabevi
Yayınları, 1999).
Burçak, Rıfkı Salim, Moskova Görüşmeleri (26 Eylül 1939-16 Ekim 1939) ve Dış
Politikamız Üzerindeki Tesirleri (Ankara, Gazi Üniversitesi Yayınları,
1983).
Buzan, Barry, An Introduction to Strategic Studies: Military Technology and
International Relations (London, The Macmillan Press, 1987).
Buzan, Barry, Morten Kelstrup, Pierre Lemaitre, Elzbieta Tromer ve Ole Weaver, The
European Security Order Recast: Scenarios for the Post-Cold War Era
(London, New York, Pinter Publishers, 1990).
Buzan, Barry, People, States and Fear: An Agenda for International Security
Studies in the Post Cold War Era, 2. Baskı (Boulder, CO, Reinner, 1991).
Cerny, Karl H. ve Henry W. Briefs (der), NATO in Quest of Cohesion (New York,
Washington, London, Hoover Institution Publications, 1965).
Claude, Inis L., Power and International Relations, 2. Baskı (New York, Random
House Press, 1964).
Clogg, Richard, Modern Yunanistan Tarihi, çev: Dilek Şendil (İstanbul, İletişim
Yayınları, 1997).
Cohen, Warren I., America in the Age of Soviet Power, 1945-1991 (New York,
Cambridge University Press, 1995).
Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç (Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayını,
1999).
Çayhan, Esra ve Nurşin Ateşoğlu Güney, Avrupa’da Yeni Güvenlik Arayışları
NATO-AB-Türkiye (İstanbul, Afa Yayıncılık ve TÜSES Vakfı Ortak Yayını,
1996).
De Senarclens, Pierre, From Yalta to The Iron Curtain: The Great Powers and
The Origins of The Cold War (Oxford, Washington, Berg Press, 1995).
Denitch, Bogdan, The End of the Cold War: European Unity, Socialism, and the
Shift in Global Power (Minneapolis, University of Minnesota Press, 1990).
Dougherty, James E. ve Robert L. Pfaltzgraff, Contending Theories of
International Relations, 3. Baskı (New York, Harper Collins Publishers Inc.,
1990).
Fischer, Dietrich, Nonmilitary Aspects of Security: A System Approach
(Aldershot, Dartmouth Publishing Company, 1993).
Fodor, Neil, The Warsaw Treaty Organization - A Political And Organizational
Analysis (London, Mac Millan Press, 1990).
Gaddis, John Lewis, The United States and the End of the Cold War:
Implications, Reconsiderations, Provocations (Oxford University Press:
New York, Oxford, 1994).
Gönlübol, Mehmet, Milletlerarası Siyasi Teşkilatlanma, 3. Baskı (Ankara, Siyasal
Bilgiler Fakültesi Yayını, 1975).
Gönlübol, Mehmet, Uluslararası Politika, 3. Baskı (Ankara, AÜSBF Yayınları, 1985).
Gray, Chiristine, International Law And The Use Of Force (New York, Oxford
University Press, 2000).
Gündüz, Aslan, Milletlerarası Hukuk Temel Belgeler Örnek Kararlar, Geliştirilmiş
3. Baskı (İstanbul, Beta Yayınları, 1998).
Heller, Agnes ve Ferenc Feher, From Yalta to Glasnost: The Dismantling of
Stalin’s Empire (Cambridge, Basil Blakwell Press, 1991).
Hilderbrand, Robert C., Dumbarton Oaks: The Origins of The United Nations and
The Search for Postwar Security (Chapel Hill, London, The University of
North Carolina Press, 1990).
Hogan, Michael J. (der.), The End of the Cold War: Its Meaning and Implications
(New York, Cambridge University Press, 1994).
Hogan, Willard N., International Conflict and Collective Security (Lexington,
University of Kentucky Press, 1955).
Hoskins, Halford L., The Atlantic Pact (Washington, Public Affairs Press, 1949).
Ismay, Lord, NATO İlk Beş Sene 1949-1954, Çev: Suat Bilge (Ankara, TTK
Basımevi, 1956).
Katzenstein, Peter, The Culture of National Security: Norms and Identity in
World Politics (New York, Colombia University Press, 1996).
Keeton, George W. ve Georg Schwarzenberger (der.), Power Politics: A Study of
World Society, 3. Baskı (London, Stevens & Sons Limited, 1964).
Kennedy, Paul, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri, 3. Baskı (Ankara, Türkiye
İş Bankası Kültür Yayınları, 1991).
Kissinger, Henry, Diplomasi, çev: İbrahim H. Kurt, 2. Baskı (Ankara, Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları, 2000).
Krasner, Stephen D. (der.), International Regimes (Ithaca, London, Cornell
University Press, 1991).
Krasner, Stephen D., Structural Conflict: The Third World Against Global
Liberalism (Berkeley, Los Angles, London, University of California Press,
1985).
MacCloskey, Monro, Pacts for Peace: UN, NATO, SEATO, CENTO and OAS (New
York, Richards Rosen Press, 1967).
McWhinney, Edward, The United Nations And A New World Order For A New
Millennium (The Hague, Kluwer Law International Press, 2000).
NATO’da 30 Yıl 1952-1982 (Ankara, Türk Atlantik Derneği Yayını, tarih yok).
Oran, Baskın (der), Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular,
Belgeler, Yorumlar, C. I, 5. Baskı (İstanbul, İletişim Yayınları, 2002).
Oran, Baskın (der.), Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular,
Belgeler, Yorumlar, C. II, 3. Baskı (İstanbul, İletişim Yayınları, 2002).
Öztürk, Osman Metin, Rusya Federasyonu Askeri Doktrini (Ankara, Avrasya
Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM) Yayınları, 2001).
Palmer, Norman D. ve Howard C. Perkins, International Relations, 2. Baskı
(Boston, The Riberside Press, 1957).
Pfaltzgraff, Robert L. Jr., The Study of International Relations: A Guide to
Information Sources (Detroit, Gale Research Company, 1977).
Sander, Oral, Siyasi Tarih Birinci Dünya Savaşının Sonundan 1980’e Kadar
(Ankara, İmge Kitabevi Yayınları, 1989).
Sander, Oral, Türk Amerikan İlişkileri (Ankara, AÜSBF Yayınları, 1979).
Sönmezoğlu, Faruk (der), Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, Genişletilmiş Üçüncü
Baskı (İstanbul, Der Yayınları, 2000).
Ülger, İrfan Kaya, Avrupa Birliğinde Siyasal Bütünleşme (Ankara, Gündoğan
Yayınları, 2002).
Walt, Stephen M., Revolution and War (Ithaca, London, Cornell University Press,
1996).
Walt, Stephen M., The Origins of the Alliences (Ithaca, New York, Cornell
University Press, 1987).
Waltz, Kenneth N., Theory of International Politics (Reading, Addison-Wesley
Publishing Company, 1979).
Waltz, Kenneth ve George H. Quester, Uluslararası İlişkiler Kuramı ve Dünya
Siyasal Sistemi, Çev: Ersin Onulduran (Ankara, AÜSBF Yayınları, 1982).
Weiss, Thomas G., Military-Civilian Interactions: Intervening in Humanitarian
Crises (Lanham, Rowman & Littlefield Publications, 1999).
Yinanç, Refet, Hakan Taşdemir (der.), Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye
(Ankara, Seçkin Yayınları, 2002).
Makaleler
Abramowitz, Morton ve Heather Hurlburt, “Can the EU Hack the Balkans?”, Foreign
Affairs, C. 81, No. 5, Eylül/Ekim 2002, ss. 2-7.
Acheson, Dean, “The Practice Of Partnership”, Foreign Affairs, C. 41, No. 2, Ocak
1963, ss. 247-260.
Adenauer, Konrad, “The German Problem, A World Problem”, Foreign Affairs, C.
41, No. 1, Ekim 1962, ss. 59-65.
Ağır, Bülent Sarper, “Soğuk Savaş Sonrası Avrupa Güvenlik Düzenine Kurumsal Bir
Bakış”, Avrasya Dosyası, C. 9, S. 2, Yaz 2003, ss. 107-126.
Alanat, Mümin, “Ortak Dış ve Güvenlik Politikası ve Siyasal Birlik”, Avrupa Birliği El
Kitabı, 2. Baskı (Ankara, TC Merkez Bankası Personel Genel Müdürlüğü
Yayını, 1995), ss. 125-136.
Aragona, Giancarlo, “Lisbon and Beyond: The OSCE in an Emerging European
Security Structure”, NATO Review, C. 45, No. 2, Mart 1997, ss. 7-10.
Arat, Tuğrul, “Avrupa Toplulukları Hukuku”, Avrupa Birliği El Kitabı, 2. Baskı
(Ankara, TC Merkez Bankası Personel Genel Müdürlüğü Yayını, 1995), ss.
29-52.
Armaoğlu, Fahir Hadi, “Sovyet-Amerikan Münasebetlerinin Üç Yılı 1945-1948”,
Siyasal Bilgiler Okulu Dergisi, C. IV, S. 1-4, 1949, ss. 375-445.
Armaoğlu, Fahir Hadi, “Sovyet-Amerikan Münasebetlerinin Üç Yılı 1945-1948”,
AÜSBF Dergisi, C. V, S. 1-4, 1950, ss. 186-236.
Arsava, Füsun, “Avrupa Birliği’nin Kurumsal Yapısı ve Karar Alma Süreci”, Avrupa
Birliği El Kitabı, 2. Baskı (Ankara, TC Merkez Bankası Personel Genel
Müdürlüğü Yayını, 1995), ss. 53-70.
Arslan, Dursun, “Soğuk Savaş Sonrası Uluslararası Krizler ve Almanya”, Avrasya
Dosyası, C. 5, S. 4, Kış 1999, ss. 101-115.
Asmus, Ronald D. ve F. Stephen Larrabee, “NATO and The Have-Nots”, Foreign
Affairs, C. 75, No. 6, Kasım-Aralık 1996, ss. 13-20.
Balanzino, Sergio, “A Year After Sintra: Achieving Cooperative Security Through The
EAPC and PfP”, NATO Review, C. 46, No. 3, Güz 1998, ss. 4-8.
“Batı Avrupa Birliği ve Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği”, İktisadi Kalkınma
Vakfı Dergisi, S. 133, Kasım/Aralık 1996, ss. 36-44.
Baylis, John, “Britain, The Brussels Pact And The Continental Commitment”,
International Affairs, C. 60, No. 4, Güz 1984, ss. 615-629.
Baylis, John, “NATO Strategy: The Case For a New Strategic Concept”,
International Affairs, C. 64, No. 1, Kış 1987/8, ss. 43-59.
Bertram, Christoph, “Europe’s Security Dilemmas”, Foreign Affairs, C. 65, No. 5,
Yaz 1987, ss. 943-944.
Betts, Richard K., “NATO’s Mid-Life Crisis”, Foreign Affairs, C. 68, No. 2, İlkbahar
1989, ss. 37-52.
Blank, Stephen, “The Transatlantic Security Agenda: A Conference Report and
Analysis”, European Security, C. 11, No. 2, Yaz 2002, ss. 1-32.
Borawski, John, “NATO Beyond 2000: A New Flashpoint for European Security”,
European Security, C. 9, No. 2, Yaz 2000, ss. 1-12.
Borawski, John, “Partnership for Peace and Beyond”, International Affairs, C. 71,
No. 2, Nisan 1995, ss. 233-246.
Bowie, Robert R., “Tensions Within The Alliance”, Foreign Affairs, C. 42, No. 1,
Ekim 1963, ss. 49-69.
Bowker, Mike ve Phil Williams, “Helsinki and West European Security”, Internatıonal
Affairs, C. 61, No. 4, Güz 1985, ss. 607-618.
Bozkurt, Ömer, “Maastricht Antlaşması ve Avrupa Birliği’nin geleceği”, Avrupa Birliği
El Kitabı, 2. Baskı (Ankara, TC Merkez Bankası Personel Genel Müdürlüğü
Yayını, 1995), ss. 89-106.
Brzezinski, Zbigniew, “A Plan for Europe”, Foreign Affairs, C. 74, No. 1, Ocak-Şubat
1995, ss. 26-42.
Brzezinski, Zbigniew, “The Framework of East-West Reconciliation”, Foreign Affairs,
C. 46, No. 2, Ocak 1968, ss. 256-275.
Buchan, Alastair, “The Reform Of NATO”, Foreign Affairs, C. 40, No. 2, Ocak 1962,
ss. 165-182.
Bull, Hedley, “European Self-Reliance And The Reform of NATO”, Foreign Affairs,
C. 61, No, 4, İlkbahar 1983, ss. 874-892.
Bundy, McGeorge, George F. Kennan, Robert S. McNamara ve Gerard Smith,
“Nuclear Weapons And The Atlantic Alliance”, Foreign Affairs, C. 60, No. 4,
İlkbahar 1982, ss. 753-768.
Canbaş, Fahrettin, “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Rusya’nın Avrupa Güvenlik
Politikası”, Avrasya Dosyası, C. 5, S. 4, Kış 1999, ss. 89-99.
Carrington, Lord, “European Political Co-operation: America Should Welcome It”,
International Affairs, C. 58, No. 1, Kış 1981/82, ss. 1-6.
Chernoff, Fred, “Negotiating Security and Disarmament in Europe”, International
Affairs, C. 60, No. 3, Yaz 1984, ss. 429-437.
Cilluffo, Frank J., “Fighting Terrorism”, NATO Review, C. 49, No. 4, Kış 2001, ss. 12-
15.
Clarke, Michael ve Paul Cornish, “The European Defence Project and The Prague
Summit”, International Affairs, C. 78, No. 4, Ekim 2002, ss. 777-788.
Clemens Jr., Walter C., “The Soviet World Faces West: 1945-1970”, International
Affairs, C. 46, No. 3, Temmuz 1970, ss. 475-489.
Cornish, Paul ve Geoffrey Edwards, “Beyond the EU/NATO Dichotomy: the
Beginnings of a European Strategic Culture”, International Affairs, C. 77,
No. 3, Temmuz 2001, ss. 587-603.
Cragg, Anthony, “Yeni Bir Çağ İçin Yeni Bir Stratejik Kavram”, NATO Dergisi, C. 47,
S. 2, Yaz 1999, ss. 19-22.
Croft, Stuart, “Guaranteeing Europe’s Security? Enlarging NATO Again”,
International Affairs, C. 78, No. 1, Ocak 2002, ss. 97-114.
Croft, Stuart, “The EU, NATO and Europeanisation: The Return of Architectural
Debate”, European Security, C. 9, No. 3, Güz 2000, ss. 1-20.
David, Charles-Philippe, “‘At Least 2001’: US Security Policy and Exit Strategy in
Bosnia”, European Security, C. 9, No. 1, İlkbahar 2000, ss. 1-21.
Davis, Lynn E., “Lessons Of The INF Treaty”, Foreign Affairs, C. 66, No. 4, İlkbahar
1988, ss. 720-734.
de Rose, François, “Inflexible Response”, Foreign Affairs, C. 61, No. 1, Güz 1982,
ss. 136-150.
de Wijk, Rob, “Towards a New Political Strategy for NATO”, NATO Review, C. 46,
No. 2, Yaz 1998, ss. 14-18.
Dedeoğlu, Beril ve Mesut Hakkı Caşın, “Yeni Avrupa Güvenlik Kimliğinde Stratejik
Arayışlar: NATO - BAB - AB - AGİT İlişkilerinin Dünü, Bugünü ve Geleceği”,
Avrasya Dosyası, C. 5, S. 4, Kış 1999, ss. 155-196.
Dedman, M. ve C. Fleay, “Britain and The European Army”, History Today, C. 42,
Nisan 1992, ss. 11-14.
Deutch, John, Arnold Kanter ve Brent Scowcroft, “Saving NATO’s Foundation”,
Foreign Affairs, C. 78, No. 6, Kasım/Aralık 1999, ss. 54-67.
Dulles, John Foster, “Policy For Security And Peace”, Foreign Affairs, C. 32, No. 3,
Nisan 1954, ss. 353-364.
Eberle, James, John Roper, William Wallace ve Phil Williams, “European Security
Cooperation and British Interests”, International Affairs, C. 60, No. 4, Güz
1984, ss. 545-560.
Edmonds, Robin, “Yalta And Potsdam: Forty Years Afterwards”, International
Affairs, C. 62, No. 2, İlkbahar 1986, ss. 197-216.
Erhan, Çağrı, “‘Avrupa’nın İntiharı’ ve İkinci Dünya Savaşı Sonrasında Temel
Sorunlar”, AÜSBFD, C. 51, S. 1-4, Ocak-Aralık 1996, ss. 259-273.
Erhan, Çağrı, “ABD ve NATO’yla İlişkiler”, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından
Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, C. I, Baskın Oran (der.), 5. Baskı
(İstanbul, İletişim Yayınları, 2002), ss. 522-575.
Erhan, Çağrı, “Ortaya Çıkışı ve Uygulanışıyla Marshall Planı”, AÜSBFD, C. 51, S. 1-
4, Ocak-Aralık 1996, ss. 275-287.
Erhan, Çağrı, “Soğuk Savaş Sonrası ABD’nin Güvenlik Algılamaları”, Uluslararası
Güvenlik Sorunları ve Türkiye, Refet Yinanç, Hakan Taşdemir (der.)
(Ankara, Seçkin Yayınları, 2002), ss. 55-82.
Erler, Fritz, “The Alliance And The Future of Germany”, Foreign Affairs, C. 43, No.
3, Nisan 1965, ss. 436-446.
Erler, Fritz, “The Basis of Partnership”, Foreign Affairs, C. 42, No. 1, Ekim 1963, ss.
84-95.
Eyal, Jonathan, “NATO’s Enlargement: Anatomy of A Decision”, International
Affairs, C. 73, No. 4, Ekim 1997, ss. 695-719.
Feis, Herbert, “The Secret That Traveled To Potsdam”, Foreign Affairs, C. 38, No.
2, Ocak 1960, ss. 300-317.
Flynn, Gregory ve Henry Farrell, “Piecing Together The Democratic Peace: The
CSCE, Norms, and The ‘Construction’ of Security in Post-Cold War Europe”,
International Organization, C. 53, No. 3, Yaz 1999, ss. 505-535.
Gaddis, John Lewis, “The Cold War, the Long Peace, and the Future”, The End of
the Cold War: Its Meaning and Implications, Michael J. Hogan (der.) (New
York, Cambridge University Press, 1994), ss. 21-32.
Gaddis, John Lewis, “Was The Truman Doctrine A Real Turning Point?”, Foreign
Affairs, C. 52, No. 2, Ocak 1974, ss. 386-402.
Gaitskell, Hugh, “The Search For Anglo-American Policy”, Foreign Affairs, C. 32,
No. 4, Temmuz 1954, ss, 563-576.
Gelber, Lionel, “A Marriage of Inconvenience”, Foreign Affairs, C. 41, No. 2, Ocak
1963, ss. 310-322.
George, Bruce, “The Negotiations on Confidence- and Security-Building Measures
The Vienna Agreement and Beyond”, NATO Review, C. 39, No. 1, Şubat
1991, ss. 15-20.
Ghebali, Victor-Yves, “The OSCE’s Istanbul Charter for European Security”, NATO
Review, C. 48, No. 1, İlkbahar-Yaz 2000, ss. 23-26.
Gnesotto, Nicole, “European Union After Minsk and Maastricht”, International
Affairs, C. 68, No. 2, Nisan 1992, ss. 223-231.
Gordon, Philip H., “Does The WEU Have A Role?”, Washington Quarterly, C. 20,
No. 1, Kış 1997, ss. 125-140.
Gorka, Sebestyen L. v., “NATO After Enlargement: is the Alliance better off?”, NATO
Review, C. 47, No. 3, Güz 1999, ss. 33-35.
Grant, Charles, “The Eleventh of September and Beyond: The Impact on the
European Union”, Political Quarterly, Ek Bölüm 1, C. 73, No. 4, Ağustos
2002, ss. 135-153.
Günuğur, Haluk, “Avrupa Birliği Bütünleşmesinin Tarihsel Gelişimi (Dünü, Bugünü,
Yarını)”, Avrupa Birliği El Kitabı, 2. Baskı (Ankara, TC Merkez Bankası
Personel Genel Müdürlüğü Yayını, 1995), ss. 13-20.
Günuğur, Haluk, “Avrupa Birliği’nin Kurucu Antlaşmaları, Gümrük Birliği ve Tek Pazar
(İç Pazar)”, Avrupa Birliği El Kitabı, 2. Baskı (Ankara, TC Merkez Bankası
Personel Genel Müdürlüğü Yayını, 1995), ss. 71-88.
Hahn, Walter F., “Nuclear Balance in Europe”, Foreign Affairs, C. 50, No. 3, Nisan
1972, ss. 501-516.
Healey, Denis, “The Sputnik And Western Defence”, International Affairs, C. 34,
No. 2, Nisan 1958, ss. 145-156.
Hendrickson, Ryan C., “The Enlargement of NATO: The Theory and Politics of
Alliance Expansion”, European Security, C. 8, No. 4, Kış 1999, ss. 84-99.
Herter, Christian A., “Atlantica”, Foreign Affairs, C. 41, No. 2, Ocak 1963, ss. 299-
309.
Hoag, Malcolm W., “NATO: Deterrent or Shield?”, Foreign Affairs, C. 36, No. 2,
Ocak 1958, ss. 278-292.
Holbrooke, Richard, “America, A European Power”, Foreign Affairs, C. 74, No, 2,
Mart-Nisan 1995, ss. 38-51.
Hulsman, John C., “The Guns of Brussels”, Policy Review, No. 101,
Haziran/Temmuz 2000, ss. 35-50.
Hunter, Robert E., “Enlargement: Part of a Strategy for Protecting Stability into
Central Europe”, NATO Review, C. 43, No. 3, Mayıs 1995, ss. 4-8.
Hunter, Robert E., “NATO’s Evolving Partnerships: Getting Cinderella to The Ball”,
NATO Review, C. 49, No. 3, Güz 2001, ss. 10-12.
Hurd, Douglas, “Developing The Common Foreign and Security Policy”,
International Affairs, C. 70, No. 3, Temmuz 1994, ss. 421-428.
Hyland, William G., “U.S.-Soviet Relations: The Long Road Back”, Foreign Affairs,
C. 60, No. 3, Özel Sayı 1982, ss. 525-550.
Ifantis, Kostas, “Conceptual and Institutional Adaptation of Security: Redefining
NATO’s Role, Identity and Strategy in The New European Condition”, The
Turkish Yearbook of International Relations, No. XXVI, 1996, ss. 1-21.
İnan, Yüksel ve İslam Yusuf, “New European Security Identity And Turkey”, The
Turkish Yearbook of International Affairs, No. XXIX, 1999, ss. 33-48.
İnan, Yüksel ve İslam Yusuf, “Partnership For Peace”, Perceptions, C. IV, No. 2,
Temmuz-Ağustos 1999, ss. 68-84.
Jannuzzi, Giovanni, “The European Union’s Common Foreign and Security Policy
and Its Contribution to Global Security”, NATO Review, C. 42, No. 1, Ocak
1995, ss. 13-16.
Kaiser, Karl, “A View from Europe: The US Role in The Next Decade”, International
Affairs, C. 65, No. 2, İlkbahar 1989, ss. 209-223.
Kaiser, Karl, “Europe And America: A Critical Phase”, Foreign Affairs, C. 52, No. 4,
Temmuz 1974, ss. 725-741.
Kaiser, Karl, Georg Leber, Alois Mertes ve Franz-Josef Schulze, “Nuclear Weapons
And The Preservation of Peace”, Foreign Affairs, C. 60, No. 5, Yaz 1982,
ss. 1157-1170.
Karaosmanoğlu, Ali L., “Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği Açısından Türkiye-
Avrupa Birliği İlişkileri”, Doğu Batı Düşünce Dergisi, S. 14, Şubat, Mart,
Nisan 2001, ss. 156-166.
Keskin, Funda, “ABD Başkanlarının Ünlü Doktrinleri”, Türk Dış Politikası: Kurtuluş
Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, C. I, Baskın Oran (der.),
5. Baskı (İstanbul, İletişim Yayınları, 2002), ss. 527.
Khrushchev, Nikita S., “On Peaceful Coexistence”, Foreign Affairs, C. 38, No. 1,
Ekim 1959, ss. 1-18.
Kissinger, Henry A., “Force And Diplomacy in The Nuclear Age”, Foreign Affairs, C.
34, No. 3, Nisan 1956, ss. 349-366.
Kissinger, Henry A., “Missiles And The Western Alliance”, Foreign Affairs, C. 36,
No. 3, Nisan 1958, ss. 383-400.
Kissinger, Henry A., “Strains on the Alliance”, Foreign Affairs, C. 41, No. 2, Ocak
1963, ss. 261-285.
Kissinger, Henry A., “The Unsolved Problems Of European Defense”, Foreign
Affairs, C. 40, No. 4, Temmuz 1962, ss. 515-541.
Kissinger, Herry A., “The Search for Stability”, Foreign Affairs, C. 37, No. 4,
Temmuz 1959, ss. 537-560.
Kober, Stanley, “Can NATO Survive?”, International Affairs, C. 59, No. 3, Yaz
1983, ss. 339-349.
Kozyrev, Andrei V., “Russia and NATO: A Partnership for A United and Peaceful
Europe”, NATO Review, C. 42, No. 4, Ağustos 1994, ss. 3-6.
Kramer, Mark N., “Civil-Military Relations in The Warsaw Pact: The East European
Component”, International Affairs, C. 61, No. 1, Kış 1984/5, ss. 45-66.
Kramer, Mark, “NATO, the Baltic States and Russia: a Framework for Sustainable
Enlargement”, International Affairs, C. 78, No. 4, Ekim 2002, ss. 731-756.
Kurylowicz-Rodzoch, Anna ve Malgorzata Zawistowska, “Development of
Cooperation in EU Common Foreign and Security Policy”, The Polish
Quarterly of International Affairs, C. 8, No. 2, İlkbahar 1999, ss. 145-160.
Lellouche, Pierre, “Europe And Her Defense”, Foreign Affairs, C. 59, No. 4, İlkbahar
1981, ss. 813-834
Luard, Evan, “A European Foreign Policy?”, International Affairs, C. 62, No. 4, Güz
1986, ss. 573-582.
Lysyshyn, Ralph J., “Open Skies Ahead”, NATO Review, C. 40, No. 1, Nisan 1992,
ss. 23-26.
MacKinnon, Craig, “A New Direction for European Defence?”, Peacekeeping &
International Relations, C. 29, No. 1, Ocak/Nisan 2000, ss. 19-20.
Mandelbaum, Michael, “Ending The Cold War”, Foreign Affairs, C. 68, No. 2,
İlkbahar 1989, ss. 16-36.
Mandelbaum, Michael, “Preserving The New Peace: The Case Against NATO
Expansion”, Foreign Affairs, C. 74, No. 3, Mayıs-Haziran1995, ss. 9-13.
Mathiopoulos, Margarita ve Istvan Gyarmati, “Saint Malo And Beyond: Toward
European Defence”, Washington Quarterly, C. 22, No. 4, Güz 1999, ss.65-
76.
Matser, Willem, “Towards a New Strategic Partnership”, NATO Review, C. 49, No. 4,
Kış 2001, ss. 19-21.
May, Ernest R., “The U.S. Government, a legacy of the Cold War”, The End of the
Cold War: Its Meaning and Implications, Michael J. Hogan (der.) (New
York, Cambridge University Press, 1994), ss. 225-235.
McCalla, Robert B., “NATO’s Persistence After The Cold War”, International
Organization, C. 50, No. 3, Yaz 1996, ss. 445-475.
MccGwire, Michael, “A Mutual Security Regime For Europe?”, International Affairs,
C. 64, No. 3, Yaz 1988, ss. 361-379.
Morgan, Roger, “Washington And Bonn: A Case Study In Alliance Politics”,
International Affairs, C. 47, No. 3, Temmuz 1971, ss. 489-502.
Nitze, Paul H., “Strategy in The Decade of the 1980s”, Foreign Affairs, C. 59, No. 1,
Güz 1980, ss. 82-101.
Odom, William E., “Soviet Military Doctrine”, Foreign Affairs, C. 67, No. 2, Kış
1988/89, ss. 114-134.
Onulduran, Ersin, “NATO Enlargement And The Balkans”, KOÜHFD, S. 2, 1998-
1999, ss. 489-495.
Onulduran, Ersin, “Political Consultation in NATO”, The Turkish Yearbook of
International Relations, C. XX, 1980-1981, ss. 217-227.
Oran, Baskın, “Dönemin Bilançosu”, Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından
Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, C. I, Baskın Oran (der.), 5. Baskı
(İstanbul, İletişim Yayınları, 2002), ss. 655-680.
Özen, Çınar, “Consequences of the European Security and Defense Policy for the
European Non-EU NATO Members”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi,
(Güz-2001), C. 1, S. 1, ss. 139-153.
Parzymies, Stanislaw, “The European Security and Defence Identity: Myth or
Reality?”, The Polish Quarterly of International Affairs, C. 8, No. 2,
İlkbahar 1999, ss. 11-42.
Payne, Keith B. ve Colin S. Gray, “Nuclear Policy And The Defensive Transition”,
Foreign Affairs, C. 62, No. 4, İlkbahar 1984, ss. 820-842.
Petersen, Niels Helveg, “Towards a European Security Model for The 21st Century”,
NATO Review, C. 45, No. 6, Kasım-Aralık 1997, ss. 4-7.
Pfaltzgraff, Robert L., Jr., “International Relations Theory: Retrospect and Prospect”,
International Affairs, C. 50, No. 1, Ocak 1974, ss. 28-48.
Pierre, Andrew J., “Can Europe’s Security Be ‘Decoupled’ From America?”, Foreign
Affairs, C. 51, No. 4, Temmuz 1973, ss. 761-777.
Pipes, Richard, “Is Russia Still an Enemy?”, Foreign Affairs, C. 76, No. 5, Eylül-
Ekim 1997, ss. 65-78.
Pleven, Rene, “France in The Atlantic Community”, Foreign Affairs, C. 38, No. 1,
Ekim 1959, ss. 19-30.
Ravenal, Earl C., “Europe Without America: The Erosion of NATO”, Foreign Affairs,
C. 63, No. 5, Yaz 1985, ss. 1022-1035.
Rodman, Peter W., “The Fallout From Kosovo”, Foreign Affairs, C. 78, No. 4,
Temmuz/Ağustos 1999, ss. 45-51.
Rontoyanni, Clelia, “So Far, So Good? Russia and The ESDP”, International
Affairs, C. 78, No. 4, Ekim 2002, ss. 813-830.
Rosner, Jeremy D., “NATO Enlargement’s American Hurdle”, Foreign Affairs, C. 75,
No. 4, Temmuz-Ağustos 1996, ss. 9-16.
Rotfeld, Adam Daniel, “NATO Enlargement and the Reinforcing of Euro-Atlantic
Security Structures”, The Polish Quarterly of International Affairs, C. 8,
No. 1, Kış 1999, ss. 23-52.
Ruge, Friedrich, “The Need for a Common Nuclear Strategy”, NATO in Quest of
Cohesion, Karl H. Cerny ve Henry W. Briefs (der.) (New York, Washington,
London, Hoover Institution Publications, 1965), ss. 199-214.
Rühl, Lothar, “Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği ve AB’nin Türkiye ile Olan
İlişkileri – NATO Müttefiki ile Sorunlar”, Avrupa Yolunda Türkiye ve
Polonya – Değişim Sürecinde İki AB Aday Ülkesi .(Ankara, Konrad
Adenauer Vakfı Yayınları, 2001), ss. 39-54.
Salmon, Trevor C., “Testing Times for European Political Cooperation: The Gulf and
Yugoslavia, 1990-1992”, International Affairs, C. 68, No. 2, Nisan 1992, ss.
233-253.
Salter, Noel, “Western European Union: The Role of The Assembly 1954-1963”,
International Affairs, C. 40, No. 1, Ocak 1964, ss. 34-46.
Schelesinger Jr., Arthur, “Some Lessons from the Cold War”, The End of the Cold
War: Its Meaning and Implications, Michael J. Hogan (der.) (New York,
Cambridge University Press, 1994), ss. 50-64.
Sharp, Jane M., “After Reykjavik: Arms Control And The Allies”, International
Affairs, C. 63, No. 2, İlkbahar 1987, ss. 239-257.
Shepherd, Alistair J. K., “Top-Down or Bottom-Up: Is Security and Defence Policy in
The EU a Question of Political Will or Military Capability?”, European
Security, C. 9, No. 2, Yaz 2000, ss. 13-30.
Sloan, Stanley R., “NATO’s Future in A New Europe: An American Perspective”,
International Affairs, C. 66, No. 3, Temmuz 1990, ss. 495-511.
Sloan, Stanley R., “US Perspectives on NATO’s Future”, International Affairs, C.
71, No. 2, Nisan 1995, ss. 217-231.
Smith, Michael ve Stephen Woolcock, “Learning to Cooperate: The Clinton
Administration and The European Union”, Internation Affairs, C. 70, No. 3,
Temmuz 1994, ss. 459-476.
Solana, Javier, “A Defining Moment for NATO: The Washington Summit Decisions
and The Kosovo Crisis”, NATO Review, C. 47, No. 2, Yaz 1999, ss. 3-8.
Solana, Javier, “NATO’s Success in Kosovo”, Foreign Affairs, C. 78, No. 6,
Kasım/Aralık 1999, ss. 114-120.
Solana, Javier, “The Washington Summit: NATO Steps Boldly into The 21st Century”,
NATO Review, C. 47, No. 1, İlkbahar 1999, ss. 3-6.
Sommer, Theo, “For an Atlantic Future”, Foreign Affairs, C. 43, No. 1, Ekim 1964,
ss. 112-125.
Soysal, İsmail, “Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK-AGİT) Helsinki, 1975”,
Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç (Ankara, Türk Tarih Kurumu
Yayını, 1999), ss. 495-500.
Spaak, Paul-Henri, “A New Effort to Build Europe”, Foreign Affairs, C. 43, No. 2,
Ocak 1965, ss. 199-208.
Spaak, Paul-Henri, “New Tests For NATO”, Foreign Affairs, C. 37, No. 3, Nisan
1959, ss. 357-365.
Spaak, Paul-Henri, “The Atom Bomb And NATO”, Foreign Affairs, C. 33, No. 3,
Nisan 1955, ss. 353-359.
Stefanova, Boyka, “The Baltic States’ Accession to NATO and the European Union:
An Extension of the European Security Community?”, Journal of
International Relations & Development, C. 5, No. 2, Haziran 2002, ss.
156-181.
Stehlin, Paul, “The Evolution of Western Defense”, Foreign Affairs, C. 42, No. 1,
Ekim 1963, ss. 70-83.
Stolarczyk, Mieczyslaw, “The Concept of European Unity Against International
Security in Post-Cold War Europe”, The Polish Quarterly of International
Affairs, C. 8, No. 2, İlkbahar 1999, ss. 119-144.
Strauss, Franz Josef, “An Alliance of Continent”, International Affairs, C. 41, No. 2,
Nisan 1965, ss. 191-203.
Strauss, Franz-Josef, “Soviet Aims And German Unity”, Foreign Affairs, C. 37, No.
3, Nisan 1959, ss. 366-377.
Strausz-Hupe, Robert, “The Crisis of Political Leadership”, NATO in Quest of
Cohesion, Karl H. Cerny ve Henry W. Briefs (der.) (New York, Washington,
London, Hoover Institution Publications, 1965), ss. 135-147.
Taft, William H., “European Security: Lessons Learned from The Gulf War”, NATO
Review, C. 39, No. 3, Haziran 1991, ss. 16-21.
Taylor, Trevor, “West European Security and Defence Cooperation: Maastricht and
Beyond”, International Affairs, C. 70, No. 1, Ocak 1994, ss. 1-16.
Tellal, Erel, “SSCB’yle İlişkiler”, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne
Olgular, Belgeler, Yorumlar, C. I, Baskın Oran (der.), 5. Baskı (İstanbul,
İletişim Yayınları, 2002), ss. 499-521.
Tezcan, Ercüment, “Maastricht ve Amsterdam Antlaşmaları Çerçevesinde Avrupa
Birliği ve Batı Avrupa Birliği İlişkileri”, AÜSBFD, C. 54, S. 1, ss. 143-158.
Treverton, Gregory F., “The New Europe”, Foreign Affairs, C. 71, No. 1, Kış
1991/1992, ss. 94-112.
Tugendhat, Christopher, “Europe’s Need for Self-Confidence”, International Affairs,
C. 58, No. 1, Kış 1981/2, ss. 7-12.
Türkmen, İlter, “Diyalog Arayan Caydırıcılık”, NATO’da 30 Yıl 1952-1982 (Ankara,
Türk Atlantik Derneği Yayını, tarih yok), ss. 25-29.
Ulusoy, Hasan, “Collective Security in Europe”, Perceptions, C. VII, No. 4, Aralık
2002-Şubat 2003, ss. 156-195.
Uzgel, İlhan, “ABD ve NATO ile İlişkiler”, Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından
Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, C. II, Baskın Oran (der.), 3. Baskı
(İstanbul, İletişim Yayınları, 2002), ss. 243-325.
Ülman, Haluk, “Türk Dış Politikasına Yön Veren Etkenler (1923-1968) I”, AÜSBFD,
C. XXIII, S. 3, 1968, ss. 241-273.
Valki, Laszlo, “Kosovo, International Law and Humanitarian Intervation”,
Perspectives, No. 15, Kış 2000/2001, ss. 45-67.
von Hassel, Kai-Uwe, “Organizing Western Defense”, Foreign Affairs, C. 43, No. 2,
Ocak 1965, ss. 209-216.
Von Moltke, Gebhard, “Building a Partnership for Peace”, NATO Review, C. 42, No.
3, Haziran 1994, ss. 3-7.
Walters, F. P., “Dumbarton Oaks And The League”, International Affairs, C. XXI,
No. 2, Nisan 1945, ss. 141-154.
Warner, Geoffrey, “The Truman Doctrine And The Marshall Plan”, International
Affairs, C. 50, No. 1, Ocak 1974, ss. 82-92.
Weaver, Robert, “NATO’s Evolving Partnerships: Building Security Through
Partnership”, NATO Review, C. 49, No. 3, Güz 2001, ss. 6-9.
Webber, Mark, “A Tale of a Decade: European Security Governance and Russia”,
European Security, C. 9, No. 2, Yaz 2000, ss. 31-60.
Webber, Mark, Terry Terrif, Jolyon Howorth ve Stuart Croft, “The Common European
Security and Defence Policy and the ‘Third-Country’ Issue”, European
Security, C. 11, No. 2, Yaz 2002, ss. 75-100.
Weber, Steve, “Shaping The Postwar Balance of Power: Multilateralism in NATO”,
International Organization, C. 46, No. 3, Yaz 1992, ss. 633-680.
Wiebes, Cees ve Bert Zeeman, “The Pentagon Negotiations March 1948: The
Launching Of The North Atlantic Treaty”, International Affairs, C. 59, No. 3,
Yaz 1983, ss. 351-363.
Williams, Phil, “The United States’ Commitment to Western Europe: Strategic
Ambiguity And Political Disintegration?”, International Affairs, C. 59, No. 2,
İlkbahar 1983, ss. 195-209.
Williams, Phil, “US-Soviet Relations: Beyond The Cold War?”, International Affairs,
C. 65, No. 2, İlkbahar 1989, ss. 273-288.
Williams, Phil, Paul Hammond ve Michael Brenner, “Atlantis Lost, Paradise
Regained? The United States and Western Europe After The Cold War”,
International Affairs, C. 69, No. 1, Ocak 1993, ss. 1-17.
Wilmot, Chester, “Britain’s Strategic Relationship to Europe”, International Affairs,
C. XXIX, No. 4, Ekim 1953, ss. 409-147.
Wilmot, Chester, “If NATO Had To Fight”, Foreign Affairs, C. 31, No. 2, Ocak 1953,
ss. 200-214.
X [George F. Kennan], “The Sources Of Soviet Conduct”, Foreign Affairs, C. 25, No.
4, Temmuz 1947, ss. 566-582.
Yim, Soojin, “Best Defence”, Harvard International Review, C. 22, No. 3, Güz 2000,
ss. 14-15.
Yost, David S., “Transatlantic Relations and Peace in Europe”, International Affairs,
C. 78, No. 2, Nisan 2002, ss. 277-300.
Youngs, Richard, “The European Security and Defence Policy: What Impact on the
EU’s Approach to Security Challenges?”, European Security, C. 11, No. 2,
Yaz 2002, ss. 101-124.
Yüksel, M. Süreyya, “NATO-Turkey-The Middle East”, Türk-Arap İlişkileri
İncelemeleri Yıllığı, C. 6, 1991, ss. 119-124.
Zielonka, Jan, “Europe’s Security: A Great Confusion”, International Affairs, C. 67,
No. 1, Ocak 1991, ss. 127-137.
İnternet Kaynakları
“Ankara’da NATO’ya Başvuracak”, Milliyet, 17.01.2003,
<http://milliyet.com.tr/2003/01/17/guncel/gun01.html> (30.04.2003).
Archer, Clive, “Aspects of Soft Securit”, ss. 1-2,
<http://www.bd.1st.se/dimensionen/rapport/1.pdf> (13.10.2003).
Borowiec, Andrew, “Turkey Fears EU Force will Aid Greece”, Washington Times, 20
Haziran 2001, <http://www.washtimes.com/world/20010620-163643.htm>
(24.12.2003).
“Building Peace and Stability in Crisis Regions”, NATO Briefing, Ekim 2003, s. 5,
<http://www.nato.int/docu/briefing/crisis-menagement-e.pdf> (15.12.2003).
“Decision Sheet of The Defence Planning Committee”, NATO Press Release - 16
Şubat 2003, <http//:www.nato.int/docu/pr/2003/p030216e.htm>
(02.03.2003).
Dışişleri Bakanlığı Basın Açıklamaları Şubat 2003, No. 24, 12 Şubat 2003,
<http://mfa.gov.tr/turkce/grupc/ca/2003/2/default.htm> (30.04.2003).
Dışişleri Bakanlığı Basın Açıklamaları Şubat 2003, No. 26, 17 Şubat 2003,
<http://mfa.gov.tr/turkce/grupc/ca/2003/2/default.htm> (30.04.2003).
Dışişleri Bakanlığı Basın Açıklamaları Şubat 2003, No. 27, 20 Şubat 2003,
<http://mfa.gov.tr/turkce/grupc/ca/2003/2/default.htm> (30.04.2003).
Goldgeiger, James M., “Ne Zaman Değil, Kim?”, NATO Dergisi, S. 1, İlkbahar 2002,
s. 2, <http://www.nato.int/docu/review/2002/issue1/turkish/art2.html>
(04.02.2003).
<Http://europa.eu.int/scadplus/leg/en/cig/g4000p.htm#p1> (16.03.2003).
<Http://europa.eu.int/scadplus/printversion/en/cig/g4000e.htm> (16.03.2003).
<Http://mfa.gov.tr/turkce/grupc/cb/2003/02/18.2.2003.htm> (30.04.2003).
<Http://www.armscontrol.org/FACTS/cfe499.htm> (20.02.2003).
<Http://www.dwelle.de/turkish/oezel/349146.html> (12.03.2003).
<Http://www.mfa.gov.tr/grupa/af/secure.htm#11> (27.04.2003).
<Http://www.mfa.gov.tr/turkce/grupa/ab/abab/Sevilla Zirvesi.Sonuc.htm>
(27.04.2003).
<Http://www.osce.org/publications/handbook> (24.02.2003).
Koç, Şanlı Bahadır, “Savaş Saatinin ‘Tik-takları’-AB’nin Irak Pozisyonu-Türkiye ve
ABD”, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Bülteni,
<http://www.avsam.org/gunlukbulten/arsiv/-2003/2901.htm#amerika>
(30.04.2003).
Kösebalaban, Hasan T., “Yeni Dünya Düzensizliği”,
<http://liberaldt.org.tr/guncel/Kosebalaban/-htk_yeni dunya.htm>
(30.04.2003).
McClausland, Jeffrey D., “NATO and Russian Approaches to Adapting The CFE
Treaty”, Arms Control Today, Ağustos 1997,
<http://armscontrol.org/act/1997_08/-cfeadapt.asp> (20.02.2003).
“NATO ISAF Yönetimini Almaya Hazırlanıyor”,
<http://www.ntvmsnbc.com/news/211132.asp> (30.04.2003).
“NATO-EU Security of Information Agreement Signed Today”, NATO Press Release
(2003) 022, 14 Mart 2003, <http//:www.nato.int/docu/pr/2003/p03-022e.htm>
(16.03.2003).
Naumann, Klaus, “İttifak İçin Karar Zamanı”, NATO Dergisi, S. 2, Yaz 2002, s. 1,
<http://www.-nato.int/docu/review/2002/issue2/turkish/art3.html>
(04.02.2003).
Parmentier, Guillaume, “İttifak’ı Yeniden Canlandırmak”, NATO Dergisi, S. 2, Yaz
2002, s. 1, <http://www.nato.int/docu/review/2002/issue2/turkish/art4.html>
(04.02.2003).
Robertson, Lord, “Transforming NATO”, NATO Review, No. 1, İlkbahar 2003,
<http://www.nato.int/-docu/review/2003/issue1/english/art1.html>
(30.04.2003).
Schuwirth, Rainer, “Helsinki Hedeflerini Yakalamak”, NATO Dergisi, S. 3, Sonbahar
2002, s. 1, <http://www.nato.int/docu/review/2002/issue3/turkish/art4.html>
(04.02.2003).
Treaty of Economic, Social and Cultural Collaboration and Collective Self-Defence
(“The Brussels Treaty”), <http://www.nato.int/docu/basictxt/b480317a.htm>
(15.04.2002).
“Working to Bring Peace and Stablity to Afghanistan”, NATO Briefing, Ekim 2003, s.
1, <http://www.nato.int/docu/briefing/afghanistan-e.pdf> (15.12.2003).
Diğer Kaynaklar
Ayın Tarihi, Ağustos 1947.
Ayın Tarihi, Mart 1948.
Birleşmiş Milletler Antlaşması ve Uluslararası Adalet Divanı Statüsü (Ankara,
Birleşmiş Milletler Enformasyon Merkezi Yayınları, 1997).
Birleşmiş Milletler Kararlarında Eski Yugoslavya ve Bosna Hersek, Çev: Nejat
Özdemiroğlu (İstanbul, Dayanışma Vakfı Yayını, 1996).
Keesing’s Contemporary Archives, 1955-1956, ss. 14617-14620.
NATO After Prague: New Members, New Capabilities, New Relations (Brussels,
NATO Office of Information and Press, 14 Ocak 2003).
NATO Belgeler (Brüksel, NATO Enformasyon Servisi Yayını, 1971).
NATO El Kitabı (50. Yıldönümü Sayısı) (Brüksel, Basın ve Enformasyon Bürosu,
1998).
NATO El Kitabı (Brüksel, NATO Basın ve Enformasyon Bürosu Yayını, 1995).
NATO Fact And Figures (Brussels, NATO Information Service Press, 1981).
NATO Handbook (Brussels, NATO Office of Information and Press, 2001).
NATO Today: Building Better Security and Stability for All (Brussels, NATO
Office of Information and Press, 2002).
OSCE Handbook, 3. Baskı (Vienna, Published by the Secreteriat of the OSCE,
2002).
Resmi Gazete, S. 8038, 18 Şubat 1952.
“Türkiye’nin Dördüncü Madde Başvurusu”, Hürriyet, 10.02.2003.