300
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASINDA AVRUPA'DA SAVUNMA VE GÜVENLİK Doktora Tezi Muharrem Gürkaynak Ankara-2004

ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASINDA AVRUPA'DA SAVUNMA VE GÜVENLİK

Doktora Tezi

Muharrem Gürkaynak

Ankara-2004

Page 2: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASINDA AVRUPA'DA SAVUNMA VE GÜVENLİK

Doktora Tezi

Muharrem Gürkaynak

Tez Danışmanı

Prof. Dr. Ersin Onulduran

Ankara-2004

Page 3: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASINDA AVRUPA'DA SAVUNMA VE GÜVENLİK

Doktora Tezi

Tez Danışmanı : Prof. Dr. Ersin Onulduran

Tez Jürisi Üyeleri

Adı ve Soyadı İmzası

............................................................ ....................................

............................................................ ....................................

............................................................ ....................................

............................................................ ....................................

............................................................ ....................................

............................................................ ....................................

Tez Sınavı Tarihi..............................

Page 4: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

KISALTMALAR

AAET : Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu

AAOK : Avrupa Atlantik Ortaklık Konseyi

AB : Avrupa Birliği

ABD : Amerika Birleşik Devletleri

ABM : Anti Ballistic Missile

AET : Avrupa Ekonomik Topluluğu

AGİK : Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı

AGİT : Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı

AGSK : Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği

AGSP : Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası

AKÇT : Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu

AKKA : Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması

ASAM : Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

AST : Avrupa Savunma Topluluğu

AT : Avrupa Toplulukları

AÜSBF : Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi

AÜSBFD : Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi

AWACS : Airborne Warning and Control Systems

BAB : Batı Avrupa Birliği

Page 5: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

BDT : Bağımsız Devletler Topluluğu

BİO : Barış İçin Ortaklık

bkz : Bakınız

BM : Birleşmiş Milletler

CEEC : Conference on European Economic Cooperation

CENTO : Central Treaty Organization

CFE : Conventional Armed Forces in Europe (Treaty)

CFSP : Common Foreign and Security Policy

CJTF : Combined Joint Task Force

COPS : Committee of Political and Security

CSCE : Conference on Security and Cooperation in Europe

çev : Çeviren

der : Derleyen

DPC : Defence Planning Committee

EAM : Ulusal Kurtuluş Cephesi

EAPC : Euro-Atlantic Partnership Council

ECA : Economic Cooperation Agency

EDC : European Defence Community

EDES : Hür Demokratik Yunan Ordusu

ELAS : Ulusal Kurtuluş Ordusu

Page 6: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

EPC : European Political Community

EUPM : European Union Police Mission

EURATOM : European Atomic Energy Community

FAWEU : Forces Answerable of Western European Union

Ibid : Aynı Yerde

ICBM : Intercontinental Ballistic Missile

IFOR : Implementation Force

INF : Intermediate Range Nuclear Force

IRBM : Intermediate Range Ballistic Missile

ISAF : International Security Assistance Force

KAK : Kuzey Atlantik Konseyi

KAİK : Kuzey Atlantik İşbirliği Konseyi

KFOR : Kosovo Force

KOÜHFD : Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi

loc. cit : Yukarıda Belirtilen Yer

MBFR : Mutual and Balanced Force Reduction

MC : Milletler Cemiyeti

MLF : Multilateral Force

MÖ : Milattan Önce

MRBM : Medium Range Ballistic Missile

Page 7: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

MS : Milattan Sonra

NACC : North Atlantic Cooperation Council

NATO : North Atlantic Treaty Organization

No : Number

NSC : National Security Council

ODGP : Ortak Dış ve Güvenlik Politikası

OEEC : Organization for European Economic Cooperation

op. cit : Yukarıda Değinilen Çalışma

OSCE : Organisation for Security and Cooperation in Europe

PCC : Partnership Coordination Cell

PfP : Partnership for Peace

PJC : Permanent Joint Council

PKK : Kürdistan İşçi Partisi

PSC : Political and Security Committee

s : Sayfa

S : Sayı

SACEUR : Supreme Allied Commander Europe

SALT : Strategic Arms Limitation Talks

SBF : Siyasal Bilgiler Fakültesi

SBO : Siyasal Bilgiler Okulu

Page 8: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

SDI : Strategic Defence Initiative

SEATO : Southeast Asia Treaty Organization

SFOR : Stabilisation Force

SHAPE : Supreme Headquarters Allied Powers Europe

ss : Sayfalar

SSCB : Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği

START : Strategic Arms Reduction Talks

TC : Türkiye Cumhuriyeti

UNPROFOR : United Nations Protection Force

Vol : Volume

WEU : Western European Union

Page 9: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

İÇİNDEKİLER

KISALTMALAR........................................................................I

İÇİNDEKİLER ........................................................................ V

GİRİŞ ..................................................................................... 1

I. BÖLÜM

AVRUPA SAVUNMASINA NEDEN İHTİYAÇ DUYULMUŞTUR? ....15

1. İkinci Dünya Savaşı Sonrasında Müttefikler Arasındaki Savaş Sonu Düzeni ile İlgili Diplomatik Konferanslar 15

1.1. Moskova Konferansı (Ekim 1943) ..............................................15

1.2. Tahran Konferansı (28 Kasım-11 Aralık 1943) ...............................16

1.3. Dumbarton Oaks Konferansı (21 Ağustos-7 Ekim 1944) ...................17

1.4. Yalta Konferansı (4-11 Şubat 1945).............................................20

1.4.1. Ortak Barış Sisteminin Kurulması .....................................20

1.4.2. Almanya Sorunu ..........................................................22

1.4.3. Polonya Sorunu ...........................................................22

1.5. Potsdam Konferansı................................................................24

1.5.1. Almanya Sorunu ..........................................................26

1.5.2. Polonya Sorunu ...........................................................27

1.5.3. Barış Antlaşması Sorunu ve Diğer Sorunlar .........................28

Page 10: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

2. İkinci Dünya Savaşı Sonrası Ortaya Çıkan Gelişmeler.......................30

2.1. Yunanistan İç Savaşı ...............................................................33

2.2. Truman Doktrini ve Marshall Planı .............................................37

2.2.1. Truman Doktrini..........................................................37

2.2.2. Marshall Planı .............................................................41

2.3. Prag Darbesi (22 Şubat 1948)....................................................45

2.4. SSCB'nin Berlin'i Abluka Altına Alması (24 Haziran 1948) ...............46

3. NATO'nun Kuruluşu...............................................................47

3.1. Dunkirk Antlaşması (4 Mart 1947) ....................................49

3.2. Brüksel Antlaşması-Batı (Avrupa) Birliği'nin Kurulması (17 Mart 1948) 51

3.3. Vandenberg Kararı (11 Haziran 1948) ................................54

3.4. BAB ile ABD ve Kanada Arasında Hazırlanan Rapor (9 Eylül 1948) .... 55

3.5. Kuzey Atlantik Antlaşması'nın İmzalanması .........................56

4. Varşova Paktı'nın Kuruluşu.......................................................58

4.1. Molotof Planı ..............................................................59

4.2. Bled Antlaşması ...........................................................60

4.3. Balkan Federasyonu ......................................................61

4.4. Kominform'un Kurulması (5 Ekim 1947)(Communist Information Bureau)61

4.5. Varşova Paktı Antlaşması'nın İmzalanması...........................63

Page 11: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

II. BÖLÜM

SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ NATO SAVUNMA ANLAYIŞININ EVRELERİ .. 67

1. Kuruluş Döneminde NATO'nun Çevreleme (Containment) Stratejisi .....68

1.1. Sovyetler Birliği'nin Atom Silahına Sahip Olması ...........................71

1.2. Çin Halk Cumhuriyeti - Sovyetler Birliği İttifakı.............................72

1.3. Kore Savaşı..........................................................................73

2. Sınırlı Savaş (Limited War) Stratejisi ............................................75

3. Topyekun Karşılık (Massive Retaliation) Stratejisi ...........................76

3.1. SSCB'deki Teknolojik Gelişmeler...............................................82

3.2. ABD'nin Karşı Önlemleri.........................................................84

3.3. NATO'nun Avrupalı Üyelerinin Tutumu ......................................87

4. Yumuşama Dönemi’nde Değişen Strateji: Esnek Karşılık (Flexible Response) ... 90

4.1. Topyekun Karşılık Stratejisinden Vazgeçilmesinin Nedenleri ..............91

4.1.1. ABD'nin Güvenlik Kaygıları ve NATO'nun Yeni Stratejisine

Yönelik Görüşleri .................................................................92

4.1.2. 1960'lı Yıllarda NATO Birliği İçinde Yaşanan Sıkıntılar 95

4.2. Çok Taraflı Güç (MLF) ...........................................................98

4.2.1. Fransa İle Yaşanan Görüş Ayrılıkları (1966) ...................... 100

4.3. Esnek Karşılık Stratejisinin Resmen Kabulü (1967)............... 101

4.4. Nükleer Denklik Dönemi ve Nükleer Silahların Sınırlandırılması Çabaları103

4.4.1. Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri ................ 103

Page 12: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

4.5. 1980'lerde Yaşanan Gelişmeler ve Esnek Karşılık Stratejisi Üzerindeki

Etkileri ................................................................................... 108

4.5.1. 1980'lerin İlk Yarısında Yaşanan Gelişmeler ve Avrupa Güvenliği109

4.5.2. 1980'lere Girerken NATO'nun Stratejisi Üzerinde Görüş

Ayrılıkları ........................................................................ 112

4.5.3. 1980'lerin İkinci Yarısında Yaşanan Gelişmeler ve Soğuk Savaş'ın

Sona Ermesi...................................................................... 115

III. BÖLÜM

SOĞUK SAVAŞ SONRASINDA NATO'NUN DEĞİŞEN STRATEJİSİ VE

AVRUPA GÜVENLİĞİNE YÖNELİK YENİ GELİŞMELER ................... 121

1. NATO'nun Değişen Stratejisi ve Yeni Güvenlik Düzenlemeleri ......... 124

1.1. NATO'nun Yeni Stratejik Kavramı ........................................... 125

1.2. NATO'nun Doğuya Doğru Genişleme Stratejisi............................ 127

1.2.1. NATO'nun Doğuya Doğru Genişlemesi............................ 127

1.2.2. Barış İçin Ortaklık Projesi ............................................ 129

1.2.3. NATO-Rusya Federasyonu İlişkisi .................................. 133

1.2.4. NATO'ya Yeni Üyelerin Kabulü .................................... 138

1.3. NATO'nun Stratejik Kavramı'nın Güncelleştirilmesi ...................... 141

2. Kırk Yıl Sonra "Alan Dışı" Bölgenin "Alan İçi" Olmasına Neden Olan Gelişmeler144

2.1. Sovyetler Birliği'nin Dağılması ....................................... 144

2.2. Körfez Krizi (1991) ..................................................... 147

Page 13: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

2.3. Yugoslavya Krizi ........................................................ 148

3. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı'nın (AGİT) Avrupa

Güvenliğindeki Rolü 149

3.1. AGİK'in Ortaya Çıkması .............................................. 150

3.2. AGİK'ten AGİT'e Dönüşüm .......................................... 152

3.3. AGİT'in, Güvenliğin Askeri Boyutu İle İlgili Mekanizmaları .. 154

3.3.1. Güven ve Güvenlik Arttırıcı Önlemler..................... 155

3.3.2. Avrupa'da Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması (AKKA-CFE) 156

3.3.3. Açık Semalar Antlaşması (Open Skies) .................... 158

3.3.4. Güvenliğin Siyasal-Askeri Yönleri Konusunda

Davranış İlkeleri Rehberi (Code of Conduct) ..................... 159

3.4. Yirmi Birinci Yüzyıl Avrupa Güvenlik Modeli .................... 159

3.5. NATO ile AGİT Arasındaki Etkileşim .............................. 161

4. Avrupa Birliği'nde Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nın Oluşumu...... 162

4.1. Roma Antlaşmaları (1957)...................................................... 165

4.2. Avrupa Tek Senedi (1987)...................................................... 168

4.3. Maastricht (Birlik) Antlaşması (1992) ........................................ 170

4.4. Amsterdam Antlaşması (1997) ................................................. 176

IV. BÖLÜM

NATO'YA ALTERNATİF BİR “AVRUPA GÜVENLİK VE SAVUNMA

POLİTİKASI” ................................................................................ 179

Page 14: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

1. Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği........................................ 180

2. Batı Avrupa'da Özerk Savunma Düşüncesinin Gelişim Süreci ve AGSP'nin

Ortaya Çıkması 187

2.1. Avrupa Ordusu (Eurocorps)........................................... 194

2.2. Petersberg Bildirisi (Görevleri) ....................................... 196

2.3. BAB ve AGSP ........................................................... 198

3. Eski Yugoslavya'da Yaşanan Gelişmeler ve Avrupa Güvenliğine Etkisi 200

3.1. Bosna-Hersek İç Savaşı'nda NATO ve BAB'ın İzlediği Politikalar201

3.1.1. NATO'nun Politikası .................................................. 205

3.1.2. AB ve BAB'ın Politikası .............................................. 205

3.2. Kosova Krizi'nde Uygulanan Politikalar ..................................... 206

3.2.1. NATO'nun "Kosova Gücü-KFOR" Oluşturarak Müdahalesi ... 206

3.2.2. AB ve BAB'ın Politikası ..................................... 210

4. Rusya Federasyonu ve AGSP................................................... 210

4.1. Rusya'nın NATO'dan Duyduğu Kaygılar.................................... 211

4.2. Rusya’nın AGSP'yi Algılayışı ................................................. 213

5. ABD ve AGSP .................................................................... 215

5.1. ABD'nin Avrupa Merkezli Güvenlik Anlayışından Vazgeçmesi 217

5.2. Uluslararası Terörizmle Mücadele ................................... 218

5.3. 2003 Irak Savaşı......................................................... 221

Page 15: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

5.3.1. NATO’da Yaşanan Bunalım ................................. 221

5.3.2. AB’de Yaşanan Bunalım ..................................... 223

6. Türkiye ve AGSP ................................................................. 224

6.1. Türkiye’nin BAB’a Ortak Üye Olarak Kabulü..................... 225

6.2. Türkiye’nin AB’ye Aday Ülke Olarak Kabulü ve AGSP ile İlgili Gelişmeler 227

7. Avrupa Güvenliğinin Geleceği ................................................. 233

SONUÇ ................................................................................ 237

ÖZET .................................................................................. 244

ABSTRACT .......................................................................... 245

KAYNAKÇA......................................................................... 246

Page 16: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

GİRİŞ

Bugün karşı karşıya kaldığımız problemlerin pek çoğu tek bir disiplin tarafından

uygun bir şekilde incelenemeyecek derecede geniş ve karmaşıktır. Siyaset bilimini,

uluslararası ilişkileri, uluslararası hukuku, tarihi, ekonomi bilimini, sosyolojiyi,

antropolojiyi ve ekolojiyi de içeren birbirinden çok farklı alanların bir kombinasyonundan

elde edilecek yöntem ve ön görülerin (insights) kullanılmasını gerektirmektedir. Hiçbir

inceleme bu sorunların bütün boyutlarının yer aldığı komple fotoğrafı bize sunamaz. Bu

durumu da dikkate alarak çalışmamızın temel olarak bir siyasi tarih disiplini çalışması

olduğu ifade edilmelidir.

Çalışmada, Uluslararası İlişkiler içerisinde yer alan realist ve neo-realist teorilerden

yoğun olarak yararlanılmakta ve İkinci Dünya Savaşı Sonrasında Avrupa’da Savunma ve

Güvenlik konu edilmektedir. İncelediğimiz konu ve dönem, Uluslararası İlişkilerin bir

disiplin olarak gelişmeye başladığı dönem ile de çakışmaktadır.

İki savaş arası dönemde (1919-1939) İngiliz ve Amerikan bilim adamlarından

bazıları uluslararası hukuk ve örgütler konusunda yoğunlaşırken, diğerleri devletlerarası

ilişkilerdeki olaylar ve dinamikler üzerinde kapsamlı araştırmalara yönelmişlerdir. Bazı

diplomasi tarihçileri I. Dünya Savaşı’nın nedenleri üzerinde dururken, diğer bazıları

ulusçuluk kavramı üzerinde yoğunlaşmışlardır. Yine bu dönemde birçok bilim adamı

güvenlik, savaş ve silahsızlanma sorunları, emperyalizm, diplomasi ve müzakere, güç

dengesi, jeopolitik, uluslararası ilişkiler tarihi ve uluslararası ilişkilerde ekonomik faktörler

gibi özel konularda uzmanlaşmaya doğru gitmişlerdir. Ancak Uluslararası İlişkiler

Page 17: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

disiplininin gelişmesi ve bu alanda ciddi anlamda çalışmaların yapılması daha çok ABD’nin

bir dünya gücü olarak ortaya çıkmasıyla birlikte söz konusu olmuştur.1

Milletler Cemiyeti Silahsızlanma Komisyonu ve Silahsızlanma Konferansı

Başkanlığı’nı yapmış olan İspanyol Salvador de Maderiaga, 1937’de “Uluslar birbirlerine

güvenmiyorlar, çünkü hepsi silahlanmış durumda; ulusların hepsi silahlı, çünkü hiçbiri bir

diğerine güvenmiyor”2 diyerek, devletlerin birbirlerine neden güvenmediklerini tekerleme

biçiminde ortaya koymuştur.

Bu bağlamda “güvenlik” kavramından ne anlaşılması gerektiği ve sınırlarının

nerede başlayıp nerede bittiği konusunda görüş birliğinin bulunmadığı belirtilmelidir. Hem

“Realist” ve hem de “neo-realist” olarak adlandırılan uluslararası ilişkiler yaklaşımlarında

güvenlik, gücün bir uzantısı biçiminde değerlendirilmektedir.3

Buzan uluslararası ilişkilerde realist ve idealist düşünce okulları arasındaki

süregelen tartışmaları yorumlamıştır. Buzan’a göre realistler, güvenlik kavramını kendi

tercih ettikleri güç fikri altında incelemişler, idealister ise, barış kavramı altında

değerlendirmişlerdir.4

1Robert L. Pfaltzgraff, Jr., “International Relations Theory: Retrospect and Prospect”, International Affairs, C. 50, No. 1, Ocak

1974, ss. 28-48; Robert L. Pfaltzgraff, Jr., The Study of International Relations: A Guide to Information Sources

(Detroit: Gale Research Company, 1977), s. 1-8; James E. Dougherty ve Robert L. Pfaltzgraff, Contending Theories of

International Relations, 3.Baskı (New York: Harper Collins Publishers Inc., 1990), s. 3.

2“Nations distrust each other because they are armed; they are armed because distrust each other.” Dietrich Fischer,

Nonmilitary Aspects of Security: A System Approach (Aldershot: Dartmouth Publishing Company, 1993), s. 8.

3Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri: Çatışma, Hegemonya, İşbirliği (İstanbul: Alfa Yayınları, 2002), s. 124.

4Barry Buzan, People, States and Fear: An Agenda for International Security Studies in the Post Cold War Era, 2. Baskı

(Boulder, CO: Reinner, 1991), s. 173.

Page 18: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Aron’a göre güvenlik sadece güç ile ya da güç dengesi sayesinde sağlanmaktadır.

Uluslararası politikanın geleneksel paradoksu (yani güç dengesi vasıtasıyla güvenlik

arayışının evrensel kaygıyı, karşılıklı kuşkuyu, zayıfın kendine güvensizliğini, güçlünün

gücüyle gururlanmasını ortaya çıkarması ve devam ettirmesi) kitle imha silahlarının ortaya

çıkmasıyla değişmiş fakat tam anlamıyla bir dönüşüm geçirememiştir.5

Güvenliğin dar olarak tanımlanması maddi kapasiteye ve devletler tarafından askeri

gücün kullanımına odaklanma eğilimindedir. Oysa bu askeri, siyasal, ekonomik, toplumsal

ve çevresel güvenlik tehditleri arasıdaki farkı görmemektedir.6 Bu yüzden güvenliğin

günümüzde ne anlam ifade ettiğine yönelik anlayış ile ilgili yaşanan değişim beş sektörde

(askeri, siyasal, ekonomik, toplumsal ve çevresel) güvenlik dinamiklerini tartışmaya

yoğunlaşmış daha geniş bir yaklaşımı teşvik etmektedir. İnsan topluluklarının güvenliği bu

beş ana sektörde yer alan faktörlerden etkilenmektedir. Askeri güvenlik, devletlerin silahlı

saldırı ve savunma kapasiteleri arasındaki iki düzeyli etkileşim ile devletlerin diğer

devletlerin niyetlerini algılamalarıyla ilgilidir. Siyasal güvenlik, devletlerin organizasyonel

istikrarı, devlet sistemleri ve onlara meşruiyet sağlayan ideolojileri ile ilgilidir. Ekonomik

güvenlik, kaynaklara ulaşım, devletin gücü ve refahı için, kabul edilebilir bir düzeyin

tutturulabilmesi için gerekli olan finans ve pazarlarla ilgilidir. Toplumsal güvenlik, gelişim

için kabul edilebilir koşullar içerisinde kalan; dil, kültür, din, ulusal kimlik ve göreneklerin

geleneksel kalıplarının sürdürülebilirliği ile ilgilidir. Çevresel güvenlik, diğer tüm insani

girişimlerin ona bağlı olduğu, zorunlu destekleyici sistem olarak gezegen biosferi ile yerel

5Raymond Aron, Peace and War: A Theory of International Relations (London:Weidenfeld and Nicolson Press, 1966), s.

544.

Page 19: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

biosferin devamı ile ilgilidir. Bu beş sektörün birbirinden yalıtılmış olarak çalışmadığı

kolaylıkla anlaşılabilir bir durumdur. Her birisi bir odaklanma noktasını ve öncelikler

sırasını ortaya koymaktadır. Fakat her biri güçlü bağlantılar ağı ile de birbirine bağlıdır.7

Bu metodolojik çerçeve, aynı zamanda katı ve yumuşak şeklinde yaklaşarak

güvenlik meselelerinin ayrıştırılmasına da hizmet ediyor gözükmektedir. Genel olarak

söylemek gerekirse askeri seçenekleri gerektiren ve savunmaya yönelik güvenlik konuları

katı (hard security) olarak kategorize edilirken; çatışma önlenmesi gibi askeri olmayan

önlemleri gerektirenler de yumuşak güvenlik (soft security) olarak değerlendirilmektedir.8

Yumuşak güvenlik düşüncesi, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonraki dönemde

katı güvenlik kavramına karşı ortaya çıkmıştır. Katı güvenlik, geleneksel olarak bir devletin

askeri savunmasına işaret etmekte ve güvenlik konularını askeri strateji ve taktikler kadar

askeri denge açısından da incelemektedir. Bu bağlamda yumuşak güvenlik ise; güvenliğin

askeri olmayan mücadele boyutlarına gönderme yapmaktadır. 1996 yılında Danimarka

Dışişleri Bakanı olan Niels Helveg Petersen Avrupa güvenliğini de içine alarak, yumuşak

güvenliği şöyle tanımlamıştır: “yumuşak güvenlik, ulusal toprakların savunmasını da

içerecek şekilde askeri müdahale operasyonlarının dışında kalan tüm güvenlik boyutları

olarak anlaşılmaktadır.” Petersen Avrupa’da bölgesel işbirliği bağlamında yumuşak

güvenlik riskleri olarak siyasal ve ekonomik istikrarsızlığa, etnik çatışmalara, azınlık

6Peter Katzenstein, The Culture of National Security: Norms and Identity in World Politics (New York: Colombia University

Press, 1996), s. 8-9.

7Barry Buzan, Morten Kelstrup, Pierre Lemaitre, Elzbieta Tromer ve Ole Weaver, The European Security Order Recast:

Scenarios for the Post-Cold War Era (London, New York: Pinter Publishers, 1990), s. 4.

8Hasan Ulusoy, “Collective Security in Europe”, Perceptions, C. VII, No. 4, Aralık 2002-Şubat 2003, s. 159.

Page 20: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

sorunlarına, sınır anlaşmazlıklarına, göçmen akışına, sınır ötesi çevresel sorunlara ve

organize suçluluğa işaret etmektedir.9

Bir de “ortak güvenlik” (common security) kavramı bulunmaktadır. Buna göre,

hiçbir devlet başkalarının güvenliğini arttırmadan kendi güvenliğini sağlayamamaktadır.

Öyle sorunlar bulunmaktadır ki, devletler ortaklaşa hareket etmedikleri takdirde, bu

sorunların çözümlenebilmesi ve tehdit olmasının engellenebilmesi olası değildir. Örneğin,

endüstrileşmiş ülkelerin yoğun olarak kullandıkları fosil yakıtlar sera etkisi yapmakta,

okyanuslar kirlenmekte, nükleer silahların denetimsiz kalması nükleer terörizm tehdidine

neden olmaktadır.... Ortaya çıkan bu gibi tehditler tek bir ülkeyi değil, birçok ülkeyi aynı

anda tehdit ettiğinden, bölgesel veya global düzeyde işbirliğinin oluşturulmasına neden

olmaktadır.10

Kolektif güvenliğin (collective security) altında yatan mantık iki ayaklıdır. Birincisi,

kolektif güvenlik altında çalışan dengeleyici mekanizmalar savaşı önlemeli ve anarşik bir

durumda çalışan dengeleyici mekanizmalardan daha etkin bir şekilde saldırganlığı

durdurabilmelidir. En azından teoride kolektif güvenlik saldırganların kendilerinin

karşılaşacakları eşit bir kuvvetten daha fazla bir koalisyonla karşılaşacağını temin

edebilmelidir. İkincisi “hepimiz birimiz için” kavramını kurumsallaştırarak bir kolektif

güvenlik örgütü içinde istikrarın, rekabetten çok işbirliği yoluyla ortaya çıktığı bir

uluslararası birliktelik yaratılmasına katkıda bulunmalıdır. Eğer devletler güç kullandıkları

takdirde yıldırıcı bir güçle karşı karşıya kalacaklarına ve diğer devletlerin saldırganlığa karşı

9Clive Archer, “Aspects of Soft Securit”, s. 1-2, <http://www.bd.1st.se/dimensionen/rapport/1.pdf> (13.10.2003).

10Fischer, op. cit., s. 12.

Page 21: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

direnç göstereceklerine inanırlarsa kolektif güvenlik rekabetçiliği, birbiriyle yarışmayı ve

herkesin kendi güvenliğini tek başına sağladığı (self-help) bir dünyayı ortadan kaldıracaktır.

11

Kolektif güvenlik kavramı içerisinde “güvenlik ikilemi” (security dilemma)

kavramını bulundurmaktadır ve John Herz tarafından literatüre sokulmuştur.12 Bu kavrama

göre, bir devletin (veya devletler grubunun) başka bir devleti (veya devletler grubunu) tehdit

etmesi yoluyla güvenliğini artırma çabası, karşı tarafın kendi güvenliğini arttırma tepkisi ile

karşılaşacak ve bu da paradoksal olarak ilk devletin güvenliğini tehdit edecek -

azaltacaktır.13 NATO’nun kurulmasından sonra Varşova Paktı’nın kurulması bu duruma en

güzel örneği oluşturmaktadır.

Devletlerin kendilerini daha güvende hissetmesi için dizayn edilmesine rağmen

modern askeri araçlar, sadece devletlerin her birinin bir diğerinden korkmasına neden

olmaktadır. Sonunda bu türden korkular insan türünün çöküşüne (catastrophe) yol açabilecek

bir büyük savaş hakkında yaygın bir kaygıya neden olmaktadır. Çünkü devletler tarafından

kontrol edilen askeri araçlar böyle bir yıkıcı gücü ortaya koymaktadır. Bu yüzden devletlerin

güvenliği -bir bütün olarak uluslar arası sistem içerisinde- güvensizliğin kendileri tarafından

arttırılacağı araçlara bağımlıdır.14

Waltz’a göre güç dengesindeki her bir aktör kendi gücünü maksimize etmeye

çalışır; diğerlerinin benzer çabasından dolayı her biri başarısızlığa uğrar. Aktörlerin kendi

11Ulusoy, op. cit., s. 162-163.

12Kenneth N. Waltz, Theory of International Politics (Reading: Addison-Wesley Publishing Company, 1979), s.186-187.

13Barry Buzan, An Introduction to Strategic Studies: Military Technology and International Relations (London: The

Macmillan Press, 1987), s. 78; Stephen D. Krasner (der.), International Regimes (Ithaca and London: Cornell University

Press, 1991), s. 174; Stephen M. Walt, Revolution and War (Ithaca and London: Cornell University Press, 1996), s. 33.

14Buzan, An Introduction to Strategic Studies, s. 227.

Page 22: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

kendini kısıtlamasından daha çok sistem aktörleri kısıtlar. Dar çıkar çatışmasının

beklenmedik sonucu bu çıkarların sağlanmasında daha ılımlı bir yol izlenilmesi

zorunluluğunun ortaya çıkmasıdır.15

Walt ise, ittifak ilişkileri ile ilgili güç dengesi okulundan kaynaklanan varsayımlarla

ilgili açıklama yapmıştır. Spesifik olarak müttefik davranışları ile ilgili, analizciler ve devlet

adamları tarafından kullanılan iki temel kavramlaştırmayı incelemiştir. Birincisi

“dengeleme” (balancing) dir ve ortaya çıkan bir tehdide karşı başkaları ile ittifak yapmayı

ifade etmektedir. Diğeri de “sonradan katılma”dır (band wagoning). Bu kavram ise, önceki

kavramın zıddıdır ve tehlike kaynağı ile işbirliği yapmayı ifade etmektedir. Bu kavramlar

çok farklı dünyalara işaret etmektedir. Şöyle ki; eğer birincisi yaygın ise devletler,

saldırganların kombine bir karşı koyuşla yüz yüze kalmalarından dolayı daha güvendedirler.

Eğer ikinci kavram baskın ise güvenlik kıttır. Çünkü başarılı saldırganlar ilave müttefikleri

cezbedecektir, bu da saldırganlığı ödüllendirecek ve savaşa yol açabilecek şekilde dengeyi

istikrarsızlaştıracaktır.16

II. Dünya savaşından bu yana uluslararası sistemin yapısı iki kutuplu ve Avrupa’nın

pozisyonu süper güçlerin ileri savunma alanları içerisinde ön cephe olagelmiştir. Doğu-Batı

rekabeti Avrupa güvenliğinde baskın olmuş ve kıtayı birbirinden keskin bir şekilde, sosyal,

siyasal, ekonomik ve askeri sistemler halinde ikiye ayırmıştır.17

15Krasner, op. cit., s. 185.

16Stephen M. Walt, The Origins of the Alliences (Ithaca and New York: Cornell University Press, 1987), s. 19-22.

17Buzan, Kelstrup, Lemaitre, Tromer ve Weaver, op. cit., s. 57-58.

Page 23: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Soğuk Savaş yıllarında yaşanan istikrarsızlık siyasal olmaktan çok psikolojikti. Bu

yıllarda herhangi bir büyük savaş olmamıştır ve bu anlamda caydırma (deterrence)18 etkili

olmuştur. Bununla birlikte her iki taraf da kendisini tehlike içerisinde hissetmiş ve

güvensizlikten şikayetçi olmuştur. Bunun olması da gayet doğaldır, çünkü her iki taraf da

“diğerinin sahip olduğu kitle imha silahları ile bir anda şehirleri yıkarak milyonlarca insanı

öldürebilecekleri” gerçeği ortada durdukça rahat olamamıştır. İki taraf arasındaki bu

teknolojik yarış ve iki tarafın da bu yarışta geri kalmama kaygısı nedeniyle rekabet devam

ettirilmiştir.19

İttifaklar (alliances); devletlerin, güvenliklerini sağlamak amacıyla uluslararası

politika ve askerlik alanlarında bir araya gelerek oluşturdukları işbirliğini anlatmak için

kullanılmaktadır.20 Devletlerin bir araya gelerek ittifaklar oluşturmalarının gerisinde,

savaştan ve yakın savaş tehdidinden duydukları kaygılar, kendi savunma ve güvenliklerini

diğer ülkelerle birlikte sağlama ve barış isteme eğilimleri yatmaktadır.21 İttifaklar, “saldırı”

ve “savunma” biçiminde olmak üzere genellikle ikiye ayrılmaktadır. Her iki ayrım da “güç

dengesi” ile doğrudan ilişkilidir. Saldırı ittifakları, dengeyi üyeleri lehine bozmayı, savunma

18Caydırma (deterrence) bir devletin, karşı taraftan gelebilecek nükleer bir saldırıyı önlemek amacı ile derhal ve “kabul

edilemeyecek” bir biçimde mukabele etme tehdidini etkin bir biçimde kullanması anlamına gelmektedir. Faruk

Sönmezoğlu (der), Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, Genişletilmiş Üçüncü Baskı (İstanbul: Der Yayınları, 2000), s. 202-203.

19Aron, op. cit., s. 545.

20George W. Keeton ve Georg Schwarzenberger (der.), Power Politics: A Study of World Society, 3. Baskı (London:

Stevens & Sons Limited, 1964), s. 163-164.

21Inis L. Claude, Power and International Relations, 2. Baskı (New York: Random House Press, 1964), s. 4-5.

Page 24: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

ittifakları ise, dengenin korunmasını veya üyelerinin çıkarlarını en üst düzeyde tutmayı

amaçlamaktadır.22

Kolektif güvenlik ilkesi ile hareket eden askeri ittifaklar oluşturulurken göz önünde

bulundurulması gereken bazı durumlar söz konusudur. Öncelikle bu ittifakı oluşturan ülkeler

arasında ortak bir “düşman” tanımı olmalıdır. Eğer bu tanım üzerinde anlaşamıyorlarsa, o

zaman statükoya bağlı kalmalılar ya da çatışma içindeki ülkelerin davranışlarına

katlanabilmelidirler.23

Günümüzden 26 yüzyıl önce Çin’deki çeşitli küçük devletler Chu Krallığı

tarafından tehdit edildiklerinde, yararlanabilecekleri karşılıklı savunma ligini

oluşturmuşlardır. Yunanistan’da şehir devletleri politik federasyonlar ve dinsel birliktelikler

tesis ederlerken, İtalya’daki Latin şehir devletleri Roma İmparatorluğu altında birleşmeden

önce yine savunmacı amaçlarla birliktelikler meydana getirmişlerdir.24

1713 Utrecht Birliği, 1777 Birleşik Devletler Konfederasyonu, 1820 German

Konfederasyonu gibi yapılanmalarda da bir grup devletin kolektif güvenlik ve savunma

amacıyla bir araya geldikleri görülmektedir.25

Birinci Dünya Savaşı öncesi dönemde uluslar barışı güç dengesi politikası, Avrupa

Ahengi (Concert of Europe) ve genel işbirliği çerçevesinde korumuşlardır. Napolyon

22Norman D. Palmer ve Howard C. Perkins, International Relations, 2. Baskı (Boston: The Riberside Press, 1957), s. 254.

23Aron, op. cit., s. 584.

24Monro MacCloskey, Pacts for Peace: UN, NATO, SEATO, CENTO and OAS (New York: Richards Rosen Press, 1967), s.

14.

25Ümit Haluk Bayülken, Değişen Dünya Koşullarında Ortak Güvenlik ve Savunma Kuruluşları (Ankara: Dışişleri Akademisi

Yayınları, 1977), s. 8-9; Buzan, An Introduction to Strategic Studies..., s. 277, 297.

Page 25: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Savaşları ertesinde yapılan Viyana Kongresi sonrası 1815-1914 arasındaki dönem genel

olarak Avrupa tarihinin en barışçı dönemi olarak nitelendirilmektedir. Bu dönem 1856 Paris

ve 1878 Berlin kongreleri ile ve 1899 ve 1908 La Haye Konferansları ile bağlantılı bir

şekilde tekrar tekrar gözden geçirilmiştir.26

Milletler Cemiyeti ise uluslararası örgütler yönündeki ilk resmi işbirliğinin

örneğidir. Bu örgüt uzun bir gelişim süreci içerisinde bir aşamayı oluşturmaktadır. Fakat bu

örgütün kurulmasıyla ortaya çıkan değişimin boyutu uluslararası anlaşmazlıkların çözümüne

yönelik daha önceki tutumlardan ayrılmakta ve devrimci bir nitelik arz etmektedir. Bu

niteliği uysal bir kısıtlamadan kararlı bir engellemeye, ulusal çıkardan ortak ilgiye kayması

dolayısıyladır. Böylece uluslararası dayanışma tesis edilmiştir. Tek taraflı savaş ile ilgili

egemenlik hakkı koşullara bağlanmıştır. İşbirliği aracılığıyla korunma fikri, değişken ad hoc

ittifakların oluşturduğu bir sistemden kolektif güvenliğe doğru genelleştirilmiştir. Yani

“birilerine karşı diğerleri” fikrinden, “barışı bozana karşı herkesin olduğu” bir sistem

oluşturulmuştur.27

Kolektif güvenlik toplumsal ilişkilerin en eski kavramlarından birisidir. İlkel insan

kendisine yönelik bir tehlike durumunda, silahını kullanarak tek başına düşmanla mücadele

ederdi. Toplumun gelişmesiyle birlikte, bu ilkel insan ve komşuları -her biri kendi silahı ile-

ortak tehlikeye karşı koymak için güçlerini birleştirmişlerdir. Böylece insanoğlu kendisi ve

komşuları için, eğer güçlerini ve kaynaklarını tek bir havuzda toplarlarsa, daha güvende

26Willard N. Hogan, International Conflict and Collective Security (Lexington: University of Kentucky Press, 1955), s. 1-2;

Stephen D. Krasner, Structural Conflict: The Third World Against Global Liberalism (Berkeley, Los Angles, London:

University of California Press, 1985), s. 73.

27Hogan, op. cit., s. 3.

Page 26: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

olduklarını öğrenmişler, sonuçta hukuku ve kurulu düzeni bu şekilde korumuşlardır.

Böylece uluslar ne zaman kendilerini düşman güçler ve ideolojileri tarafından tehdit altında

hissetseler, kolektif savunma için güçlerini birleştirmişlerdir. Yüzyıllar boyunca ittifaklar ve

koalisyonlar savaşlar ve müzakerelerle evrilmişlerdir. Bu evrim barış ve istikrarın bağımsız

devletlerin oluşturdukları birliktelikler sayesinde korunabileceği biçimindeki modern

konseptle sonuçlanmıştır.28

İkinci Dünya Savaşı sonrasında kolektif güvenlik düzenlemelerinin ortaya çıkması

uluslararası ilişkiler tarihinin köşe taşlarından birine işaret etmektedir. Bu çağa özgü

koşulların ortaya çıkmasıyla, bu düzenlemeler uluslararası politika içerisinde yeganelik

niteliğini kazanmışlardır. Bu düzenlemeler çerçevesinde oluşturulan temel örgütler BM,

NATO, Varşova Paktı, SEATO ve CENTO gibi örgütlerdir.29

Avrupa-Atlantik Bölgesinin savunulması amacıyla kurulan NATO, bu örgütler

arasında önemli bir yere sahiptir, kurulduğu zamandan günümüze kadar varlığını

sürdürmekle birlikte, yarım yüzyılı aşan tarihi boyunca İttifak’tan ayrılan bir üyesi de

olmamıştır.30 Bu gerçeği dikkate alan çalışmamız yoğun olarak NATO merkezli bir bakış

açısına sahiptir.

Bu çalışmanın tezi şudur: İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden günümüze

kadar geçen dönemde, Avrupa’nın savunma ve güvenliği NATO ittifakı aracılığıyla

sağlanmıştır ve kısa ve orta vadede de bu durumun devamı söz konusudur.

28MacCloskey, op. cit., s. 13.

29Ibid.

30Ersin Onulduran, “NATO Enlargement And The Balkans”, KOÜHFD, S. 2, 1998-1999, s. 491.

Page 27: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Çalışma, Avrupa’daki savunma ve güvenlik oluşumuna, AB bütünleşmesi

perspektifi dışından bakmaktadır.31 Çünkü İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa ülkeleri

güvenliklerini ABD’nin etkin bir güç olarak başını çektiği NATO aracılığıyla sağlamışlardır.

Oluşma aşamasında olan Avrupa güvenliğini, hayata geçirilememiş girişimlerden (Avrupa

Savunma Topluluğu, Avrupa Siyasal Topluluğu gibi) ziyade, yarım yüzyılı aşkın bir süredir

savunma ve güvenliklerini teminat altına aldıkları bir fenomenden (NATO) hareketle

incelemektedir.

Askeri ve siyasal gücün ekonomik güçle doğrudan ilintili olması nedeniyle, İkinci

Dünya Savaşından sonra ekonomik çöküntü içerisindeki Avrupalı ülkelerin, güçlerini

ekonomik kalkınmaları için birleştirmeyi tercih etmeleri ve buna ek olarak ABD’de ortaya

çıkan anti-komünist paranoya bugünkü fiili durumun ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Çünkü ABD’nin Avrupa savunmasını NATO aracılığıyla üzerine alması nedeniyle, askeri

açıdan müttefiklerinden çok ileri bir gelişmişlik düzeyine ve bu farkın kolayca

kapatılamayacak boyutlara ulaşmasına neden olmuştur. Dolayısıyla Avrupa savunma ve

güvenliğinin bu biçimde sağlanmasında hem Batı Avrupalı müttefikleri ve hem de ABD’nin

sorumluluğu bulunmaktadır. ABD’nin bu sorumluluktan kısa ve orta vadede kurtulabilmesi

mümkün değildir.

Avrupa güvenliği ve savunmasının nihai hali, AB bünyesinde geliştirilmekte olan

AGSP ile oluşturulmaya çalışılmaktadır. Soğuk Savaş sonrası ortamda 1990’lar boyunca,

Avrupa güvenlik vizyonu ciddi bir evrim geçirmiştir. Güç dengesi mantığına dayalı güvenlik

anlayışı, Soğuk Savaş sonrası dönemin yeni gerçekleri için uygun değildi. Bir kavram

31Ortak Dış ve Güvenlik Politikasının Oluşumu için bkz., İrfan Kaya Ülger, Avrupa Birliğinde Siyasal Bütünleşme: Ortak Dış

Politika ve Güvenlik Politikasının Oluşumu (Ankara: Gündoğan Yayınları, 2002).

Page 28: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

olarak “güvenlik” bu dönemde daha geniş bir yoruma ihtiyaç duymaktaydı (barışı koruma,

barışı inşa etme, arama kurtarma, mülteciler gibi). Askeri güvenlik, stratejik öneme sahip

diğer alanlarla yer değiştirmiştir.

Çalışma giriş ve sonuç bölümleri dışında dört ana bölümden oluşmaktadır. Birinci

bölümde, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da kolektif savunma amacıyla

örgütlenmelere gidilmesi incelenmektedir. Bu savaştan sonra Batı Avrupa ülkeleri Sovyetler

Birliği ve Doğu Bloku ülkelerini tehdit olarak algılamışlar ve önce 1948 yılında Batı

(Avrupa) Birliği’ni, hemen sonrasında da NATO’yu kurmuşlardır. NATO 5. maddesinde,

Batı Birliği de V. maddesinde kolektif savunma amacıyla kurulduklarını açıkça

belirtmektedir.

Batı Avrupa’da ortaya çıkan kolektif savunma örgütleri, özellikle de NATO,

Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku ülkeleri tarafından kendilerine yönelik bir tehdit olarak

algılanmış ve NATO’nun kurulmasından altı yıl sonra 1955’te de Varşova Paktı

kurulmuştur.

İkinci bölümde, Soğuk Savaş yıllarında NATO’nun izlediği stratejiler ve

NATO’nun lokomotifi konumundaki ABD’nin bu stratejilerin oluşturulmasındaki etkinliği

incelenmektedir. Dünyanın en büyük gücü olmayı amaçlayan ABD bu yıllarda komünizm

tehdidini bir paranoya olarak kullanarak -sahip olduğu nükleer silahlara ve taktik hava

filosuna muhtaç olan- müttefiklerini kendi istediği doğrultuda yönlendirmiştir. Nükleer

silahlanma yarışı, yılgı dengesi, yumuşama (detente) ve Soğuk Savaş’ın sona ermesi

süreçleri de bu bölümde değerlendirilmektedir.

Üçüncü bölümde, Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından NATO, AGİT ve

AB’nin, ortaya çıkan yeni duruma kendilerini nasıl uydurmaya çalıştıkları incelenmektedir.

Page 29: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Avrupa güvenliği ile ilgili en güçlü ve başarılı örgüt olan NATO, yaşanan gelişmelere

kendisini adapte edebilmek için önemli bir yapısal değişiklik yaşamıştır. Tehdit

algılamasından risk algılamasına geçen örgüt, eski düşmanları ile aralarındaki işbirliğinin

kurulmasını ve geliştirilmesini başarmıştır.

AGİT, Soğuk Savaş yıllarında yaşanan yumuşama sürecinde imzalanan 1975

Helsinki Son Senedi sonrasında devam eden konferanslar biçimindeki gelişimini, Soğuk

Savaş’ın ardından, 1990 yılında Paris Şartı’nın kabul edilmesiyle birlikte kurumsallaşma

sürecine girmiştir. 1992 Helsinki Belgesi ile değişim yönetimi görevi AGİK’e verilmiş ve

1994 Budapeşte Zirvesi sonrasında da (1 Ocak 1995’ten itibaren) bir örgüt (AGİT) olarak

Avrupa güvenliğine önemli katkılarda bulunmaktadır.

Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan belirsizlik ortamına kendisini uydurmaya çalışan

Avrupa Topluluğu ülkeleri de, entegrasyon süreçlerini hızlandırarak 1992’de Maastricht’te

Avrupa Birliği Antlaşmasını imzalamışlardır. Üç ayak üzerine oturtulan Birlik’in ikinci

ayağını Ortak Dış ve Güvenlik Politikası (ODGP) oluşturmaktadır. Bu bölümde AB’nin

ODGP’nin oluşumuna Maastricht ve Amsterdam antlaşmaları çerçevesinde kısaca yer

verilmektedir.

Çalışmamızın son bölümünü oluşturan dördüncü bölümde ise, AB bünyesinde

geliştirilmeye çalışılan ODGP’nin bir açılımını oluşturan Avrupa Güvenlik ve Savunma

Politikası (AGSP) incelenmektedir. NATO’nun Avrupa ayağını oluşturması düşünülen

Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği (AGSK) de bu bölümün inceleme alanına

girmektedir. Ayrıca, bir AGSP oluşturulmasına neden olan gelişmeler, Rusya, ABD ve

Türkiye’nin bu oluşumdaki yeri ve Avrupa güvenliğinin geleceği ile ilgili değerlendirilmeler

de yapılmıştır.

Page 30: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik
Page 31: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

I. BÖLÜM:

AVRUPA SAVUNMASINA NEDEN İHTİYAÇ DUYULMUŞTUR?

1. İkinci Dünya Savaşı Sırasında Müttefikler Arasındaki Savaş Sonu Düzeni ile

İlgili Diplomatik Konferanslar

1943 yılından itibaren savaşın durumu Müttefiklerin yararına gelişmeye başladıkça,

savaşı bir an önce sonlandırmak amacıyla gerekli askeri önlemleri almak ve aynı zamanda

savaş sonrası düzeninin yapısını oluşturmak amacıyla Müttefikler arasındaki diplomatik

temaslar hızlanmış ve bir dizi konferans gerçekleştirilmiştir.32 Ayrı siyasal görüşlerine

rağmen İkinci Dünya Savaşı ABD ve SSCB’yi ortak düşmana karşı birlikte mücadele

etmeğe itmiştir. Ancak savaşın kazanılacağı kesinleşince aralarındaki siyasal düşünce ve

çıkar farklılığı iki devlet etrafında, iki ayrı oluşumun doğmasına neden olmuştur.

Biz çalışmamızın bu bölümünde konumuz gereği, savaşın yapılışı ile ilgili olanlardan

çok, savaş sonrası Avrupa’sının “savunma ve güvenliği” için ilgili olduğunu gördüğümüz

konferansları inceleyeceğiz.

1.1. Moskova Konferansı (Ekim 1943)

Bu konferans savaş sonu düzeni ile ilgili ilk konferanstır. Ekim 1943’te dışişleri

bakanları düzeyinde toplanmıştır ve gerçekte Tahran Konferansı’nın (Zirvesi’nin) hazırlığı

32Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1980, 5. Baskı (Ankara: İş Bankası Kültür Yayınları, 1988), s. 389.

Page 32: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

niteliğindedir.33 İngiltere, Sir Anthony Eden; ABD, Cordell Hull; SSCB, Vyacheslav

Molotov ve Çin de Moskova Büyükelçisi Foo Ping-Sheung ile konferansa katılmışlardır.34

Konferansta SSCB, Almanya ile sonuca ulaşıncaya kadar savaşacağı garantisini

vermiştir. Daha önce böyle bir garanti vermediğinden, bu devletin Almanya ile

anlaşacağından çekinilmekteydi. SSCB ayrıca savaş sonunda kurulacak uluslararası örgütü

destekleyeceğini de belirtmiştir. Milletler Cemiyeti örgütünün uluslararası saygınlığını

yitirmesi, ABD’nin kuruluş çalışmalarına katılmasına rağmen bu örgüte üye olmaması,

SSCB’nin Finlandiya’ya saldırması nedeniyle Milletler Cemiyeti’nden atılması ve İkinci

Dünya Savaşı’nın çıkmasını önleyememesi gibi nedenlerle savaştan sonra yeni bir örgütün

kurulması gerektiği sonucuna varılarak bu konuda anlaşmışlardır.35

Konferansta Almanya tarafından ilhak edilen Avusturya’nın düşman mı yoksa işgal

edilmiş dost bir ülke mi olduğu konusu tartışılmış ve sonuçta bu devletin işgal edilmiş dost

bir ülke olduğu kabul edilmiştir. Ayrıca savaş suçlularının etkili bir biçimde

cezalandırılması konusunda da anlaşmaya varılmıştır. Çünkü Birinci Dünya Savaşı

sonrasında da böyle bir karar alınmasına rağmen etkili bir biçimde uygulanamamıştı. Bu

yüzden savaş sonunda bir mahkeme kurularak suçluların yargılanmasına karar verilmiştir.

Almanya’da Nazizm’in, İtalya’da Faşizm’in tasfiye edilmesinin kararlaştırıldığı bir “Avrupa

Deklarasyonu” yayınlanmıştır.36

33Oral Sander, Siyasi Tarih Birinci Dünya Savaşının Sonundan 1980’e Kadar (Ankara: İmge Kitabevi Yayınları, 1989), s.

137.

34Mehmet Gönlübol, Milletlerarası Siyasi Teşkilatlanma, 3. Baskı (Ankara: Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını, 1975), s. 174.

35Sander, op. cit., s. 138.

36Ibid.

Page 33: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

1.2. Tahran Konferansı (28 Kasım-11 Aralık 1943)

Dışişleri bakanları arasında yapılan Moskova Konferansı’nda SSCB, ABD ve

İngiltere’nin hükümet başkanları arasında bir toplantı yapılması da kararlaştırılmıştır. Ancak

bu toplantının yapılacağı yer konusunda uzun diplomatik müzakereler olmuş, sonunda

Stalin’in ısrarı ile Tahran’da yapılması uygun bulunmuştur. Ayrıca Uzakdoğu cephesinin

durumu da görüşüleceğinden Çin adına Chiang Kai-shek’in toplantıya katılması konusu da

tartışılmış, fakat Stalin’in kabul etmemesi nedeniyle bu konuda bir anlaşma

sağlanamamıştır.37

Churchill ve Roosevelt bunun üzerine, hem Chiang Kai-shek ile görüşmek, hem de

Tahran’da yapılması kararlaştırılan zirveye görüş birliğinde gitmek için, 22-26 Kasım 1943

tarihlerinde Kahire’de Chiang Kai-shek’in de katıldığı bir toplantı yaparak Japonya ile

yapılacak barış antlaşmasının koşullarını tartışmışlardır.38

Tahran’da bir araya gelen Roosevelt, Churchill ve Stalin arasında yapılan

görüşmeler sonucunda, dışişleri bakanlarının Moskova Konferansı’nda almış olduğu kararlar

teyit edilmiştir. Ayrıca İran ile ilgili bir demeç yayınlanmıştır. Buna göre Müttefikler,

İran’ın savaşın kazanılmasındaki yararlarını dikkate alarak, savaştan sonra bu ülkeden

askerlerini çekeceklerini ve İran’ın bağımsızlığına saygı göstereceklerini kabul

etmişlerdir.39

37Armaoğlu, op. cit., s. 393.

38Sander, loc. cit.

39Ibid., s. 139.

Page 34: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

1.3. Dumbarton Oaks Konferansı (21 Ağustos-7 Ekim 1944)

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Milletler Cemiyeti yerine kurulacağı kesinleşen

Birleşmiş Milletler (BM) örgütünün, antlaşma metninin taslak hali Dumbarton Oaks’ta

İngiltere, ABD, Sovyetler Birliği ve Çin temsilcileri tarafından kaleme alınmıştır.40

21 Ağustos ile 7 Ekim 1944 tarihleri arasında yapılan Dumbarton Oaks toplantıları

iki aşamada gerçekleşmiştir. İlk aşamaya ABD, İngiltere ve Sovyetler Birliği temsilcileri,

ikinci aşamaya ise ABD, İngiltere ve Çin temsilcileri katılmışlardır. Görüşmelerin yapıldığı

sırada Sovyetler Birliği Japonya’ya henüz savaş ilan etmediği için, sadece Japonya’ya karşı

savaşan Çin ile aynı konferansta bulunmak istememiştir. Konferans bu nedenle iki aşamada

gerçekleşmiştir.41

Dumbarton Oaks görüşmelerinin birinci aşamasında Batılı Müttefikler ile Sovyetler

Birliği arasında bir takım görüş ayrılıkları ortaya çıkmıştır. Bunlardan biri, Savaş sonunda

kurulması düşünülen BM Örgütü’nün ilgileneceği alanlarla ilgilidir. Sovyetler Birliği, Batılı

Müttefikler ile kendi arasında bulunan ideolojik farklardan dolayı, kurulacak örgütün sadece

güvenlik sorunları ile ilgilenmesi gerektiği görüşünü savunmuştur. Ancak görüşmeler

sonucunda, kurulacak örgütün sadece güvenlik işleri ile ilgili değil, aynı zamanda ekonomik

ve sosyal konularla da ilgilenmesi gerektiği üzerinde anlaşma sağlanmıştır.42

Ortaya çıkan görüş ayrılıklarından bir diğeri ise, büyük ve küçük devletlerin örgüt

(Genel Kurul ve Güvenlik Konseyi) içindeki yetkileri ile ilgilidir. Büyük devletlerin

40F. P. Walters, “Dumbarton Oaks And The League”, International Affairs, C. XXI, No. 2, Nisan 1945, s. 141.

41Gönlübol, op. cit., s. 174-175.

42Ibid., s. 175.

Page 35: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Güvenlik Konseyi’nde özel yetkilere sahip olmaları konusunda prensip anlaşması sağlandığı

halde, bu yetkilerin ayrıntıları üzerinde, özellikle taraf oldukları bir uyuşmazlığın

oylamasına katılıp katılamayacakları, Sovyetler Birliği ile Batılı Müttefikler arasında görüş

ayrılıklarına neden olmuştur. Ayrıca Antlaşmaya üyelikten çekilme, üyelik haklarının

dondurulması ve üyelikten çıkarılma hakkında hükümler konulup konulamayacağı, Güvenlik

Konseyi’ne tavsiyede bulunacak askeri organın kuruluşu konularında da uzun tartışmalar

olmuştur. Sovyetler Birliği ile ABD ve İngiltere arasında bir çok noktada görüş ayrılıkları

bulunmasına rağmen, konferansa katılan dört devlet bir metin üzerinde anlaşabilmişlerdir.

Bu metne “Dumbarton Oaks Teklifleri” denilmiştir.43

Dumbarton Oaks Teklifleri bir antlaşma formu kaleme alma amacını taşımıyordu ve

Milletler Cemiyeti (MC) Misakı’ndan ciddi farklılıklara sahip değildi. Örneğin, Genel Kurul

ve Güvenlik Konseyinin çalışma biçimlerinde farklılıklar öngörmüyordu. İkinci olarak,

Teklifler hala teorik veya spekülatif yönü ağır basan, netleştirilmemiş öneriler içermekteydi.

Buna karşılık MC Misakı, -ABD hariç- büyük ve küçük devletlerin üye olduğu ve bir

dönem gerçekten ciddi kararların alındığı ve uygulandığı bir örgüt olmuştur. Hepsinden

önemlisi büyük devletlerin sahip olacakları “veto hakkı” konusunda bir karara

ulaşılamamıştır.44

Eğer Dumbarton Oaks Konferansı savaş sonu örgütlenmesine yönelik ciddi bir

plana sahip olmuş olsaydı, büyük devletlerin Güvenlik Konseyi’nde sahip olacakları veto

hakkı konusundaki açmaz da çözülmüş olacaktı. Çünkü İngiltere ile ABD ve Sovyetler

43Ibid.

44Walters, op. cit., s. 143-144.

Page 36: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Birliği arasında savaş sonu düzeni ile ilgili ciddi kaygılar ortaya çıkmaya başlamıştı.

Polonya’da savaş devam etmekteydi ve Doğu Avrupa ülkeleri üzerindeki tartışmalar bir

türlü sonuçlandırılamıyordu. İşbirliği mi yapılacağı, yoksa zıtlaşma mı olacağı konusu

belirgin değildi. Dumbarton Oaks Konferansı Doğu-Batı ilişkilerinin iyice gerilmesine neden

olmuş ve böylece veto konusu sürüncemede bırakılmıştır.45

1.4. Yalta Konferansı (4-11 Şubat 1945)

Yalta Konferansı 4-11 Şubat 1945 tarihleri arasında “Üç Büyükler” olarak

nitelendirilen, Churchill, Roosevelt ve Stalin arasında, Kırım’ın bir tatil beldesi olan

Yalta’da yapılmıştır.46 Üç Büyükler arasında; Amerikan tarafının çok önem verdiği

Birleşmiş Milletler örgütünün kurulması ile ilgili sorunlar, Almanya ile ilgili, işgal

bölgelerinin geleceği, ne şekilde parçalanacağı, Almanya’dan tahsil edilecek olan savaş

tazminatı, Polonya’nın ve Sovyet işgali altındaki bölgelerinin geleceği, Yugoslavya, İran ve

Türk Boğazları gibi konular üzerinde de tartışmalar olmuştur.47 Ancak biz burada konumuz

açısından yakından ilgili olduğunu düşündüğümüz aşağıdaki üç konu üzerinde duracağız.

1.4.1. Ortak Barış Sisteminin Kurulması

ABD Başkanı Roosevelt, Dumbarton Oaks görüşmelerinden bir sonuç çıkmamasına

rağmen, bu sefer ortak barış sisteminin gerçekleştirilmesi amacıyla oluşturulması öngörülen

Birleşmiş Milletler örgütünün, temel ilkeleri üzerinde Stalin’in ikna olacağını umut

45Robert C. Hilderbrand, Dumbarton Oaks: The Origins of The United Nations and The Search for Postwar Security

(Chapel Hill, London: The University of North Carolina Press, 1990), s. 209.

46Agnes Heller and Ferenc Feher, From Yalta to Glasnost: The Dismantling of Stalin’s Empire (Cambridge: Basil Blakwell

Press, 1991), s. 3.

47Ibid., s. 3-4.

Page 37: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

etmekteydi. Batılı Müttefikler’in Stalin ile işbirliği yapmalarının dışında bir seçenekleri de

yoktu. Çünkü Birleşmiş Milletler örgütlenmesinin sağlanması yanında, Polonya ve Almanya

ile ilgili çözüm bekleyen acil sorunlar bulunmaktaydı.48

Konferansta yoğun pazarlıklar olması nedeniyle, görüşmeler yavaş ilerliyordu.

Stalin yaptığı konuşmasında önemsiz bazı konulardan bahsettikten sonra, Birleşmiş Milletler

örgütünün oluşturulması ile ilgili konuları görüşmeye hazır olduğunu söylemiş, ancak bazı

şartlar ileri sürmüştür. Bunlar; Avrupa’da savaşın sona ermesinden sonra SSCB’nin Japonya

ile yaptığı savaşa karışılmaması, Kuril Adaları ve SSCB yönetimi altında bulunan

Sakhalin’in güneyinin SSCB’ye verilmesidir. Roosevelt, Stalin’in bu isteklerine karşı,

Manchuria demiryollarını ve Port Arthur ile Dairen’de konuşlanmış olan donanma üssünü

kontrol edebileceği garantisini vermiştir.49

Taraflar kurulmasını kabul ettikleri Birleşmiş Milletler örgütü ile ilgili, teknik bir

sorun olan oy verme usulü hakkında da uzun uzun tartışmışlardır.50 Dumbarton Oaks

Konferansı’nda çözülemeyen ve en önemli sorun olarak kabul edilen BM Güvenlik

Konseyi’nde oy verme usulü “Yalta formülü” diye anılan “veto” sisteminin kabulü ile

halledilmiştir.51

Bu formüle göre, ABD ve SSCB’nin yanında, Çin, Fransa ve İngiltere de “büyük

devlet” sayılmış ve bu beş devlete Güvenlik Konseyi’nde sürekli temsil ile veto yetkisi

48Pierre De Senarclens, From Yalta to The Iron Curtain: The Great Powers and The Origins of The Cold War

(Oxford/Washington: Berg Press, 1995), s. 10.

49Ibid., s. 11.

50Heller ve Feher, op. cit., s. 3.

51Gönlübol, op. cit., s. 175-176.

Page 38: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

verilmiştir. Sovyetler Birliği BM Güvenlik Konseyi’ndeki daimi üyelerin sahip olacakları

veto yetkisi ile ilgili usul sorunlarında ısrarcı olmamıştır. Sovyetler Birliği’ni oluşturan ve

BM örgütüne üye olmasını istediği on altı devletten sadece ikisi üzerinde ısrar etmiş ve

sonuçta, Ukrayna ile Beyaz Rusya da Sovyetler Birliği ile birlikte BM üyesi kabul

edilmiştir.52 Ataöv’e göre, Sovyetler Birliği -BM’ye üye olacak ülkelerin çoğunluğunun

Sovyetlerin yanında olmaması nedeniyle- veto yetkisi üzerinde ısrarcı olmuştur. Ancak,

ABD tarafından bakıldığında, kendisine veto yetkisi vermeyen bir antlaşmanın ABD

Senatosu’ndan geçmesi mümkün gözükmemekteydi. “Yalta’da kabul edilen veto formülüne

Sovyetler karşı durmuş olsaydı, Amerika’nın bütün gücüyle vetoyu kabul ettirmeye

çalışacağı...” kesindi.53 Sander’e göre de veto yetkisinde asıl ısrarcı SSCB değil, ABD ile

İngiltere’dir. Buna rağmen bu yetkiyi ilk yirmi yıl içinde (1945-65) SSCB neredeyse her

önemli sorunda kullanmış54 ve Güvenlik Konseyi’ni çalışamaz hale getirmiştir.

1.4.2. Almanya Sorunu

Almanya konusunda da, bir antlaşmaya ulaşmada çok büyük güçlükler yaşanmıştır.

Stalin ABD ve İngiltere’den, Almanya’nın, kendi istediği şekilde bölünmesini kabul

etmelerini istemiştir.55 Almanya daha önceden işgal bölgelerine ayrıldığı için bu konuda

fazla bir tartışma olmamıştır. Yalta’da Fransa’ya da bir işgal bölgesi verilmiş, ayrıca işgal

ile ilgili sorunları incelemek üzere dörtlü bir denetim komisyonu kurulmuştur. Asıl tartışma

Stalin’in Almanya’dan ağır bir savaş tazminatı istemesiyle ortaya çıkmıştır. Sovyetler

52Robin Edmonds, “Yalta And Potsdam: Forty Years Afterwards”, International Affairs, C. 62, No. 2, İlkbahar 1986, s. 200.

53Türkkaya Ataöv, Amerika, NATO ve Türkiye (Ankara: Aydınlık Yayınları, 1969), s. 33.

54Sander, op. cit., s.141.

55De Senarclens, loc cit.

Page 39: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Birliği’nin önerisine göre, Almanya toplam 20 milyar dolar tazminat ödeyecek, bunun

yarısını da SSCB alacaktı56. ABD ve İngiltere, yenilen devletlerden savaş tazminatı

alınmaması konusunda ısrar edince, sorunun görüşülmesi amacıyla Moskova’da bir

komisyonun kurulmasına karar verilmiştir.57 Bu sorunun halledilmesi daha sonra yapılması

düşünülen Potsdam Konferansı’na ertelenmiştir.58

1.4.3. Polonya Sorunu

Polonya sorunu ile ilgili iki konu görüşülmüştür. Bunlar Polonya’nın sınırlarının

saptanması ve bu ülkedeki siyasal rejimin tanınması konularıdır. Polonya’nın sınırlarının

saptanması sorununda bir çok güçlük yaşanmış ve bu konu konferansta geniş yer tutmuştur.

Churchill ve Roosevelt SSCB ile Polonya arasındaki yeni sınır çizgisinin “Curzon hattı”

olması konusunda Stalin’i taviz vermeyi kabule zorlamışlardır.59

Polonya’nın Doğu sınırları için, 1919 yılında Paris Barış Konferansı’nda saptanan

Curzon hattı kabul edilmiştir. Ancak Batı sınırları için, SSCB, “Oder-Neisse hattı”nı ileri

sürmüş ancak İngiltere’nin itirazları üzerine sınırların çizilmesi işi sonraya bırakılmıştır.

Çünkü İngiltere Polonya’nın Batıya doğru kayarak Almanya’dan toprak almasını

istemiyordu.60

Ayrıca Polonya’daki siyasal rejimin tanınması ile ilgili de aralarında anlaşmazlık

yaşanmıştır. Stalin 1944 yılının sonlarında Varşova’da kurulan “Lublin Komitesi”nin

56Armaoğlu, op. cit., s. 401.

57Sander, op. cit., s. 142.

58Edmonds, op. cit., s. 202.

59De Senarclens, op. cit., s. 11.

Page 40: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Polonya’nın yasal hükümeti olduğunu resmen tanıyordu. Buna rağmen ABD ve İngiltere,

Polonya halkını ve direnişçileri temsil ettiğini düşündükleri, Londra’da sürgünde bulunan

Polonya Hükümeti’ni desteklemeye devam ediyorlardı.61 Roosevelt Stalin’den,

Polonya’daki -“kukla” olarak nitelendirdiği- Lublin Hükümeti’ni feshetmesini istemiştir.

Stalin “komünist ve komünizm sempatizanlarından” oluşan bu hükümeti gözden çıkarmak

istememiştir. Bununla birlikte komünist olmayanların yetkilerini biraz daha arttırarak

aralarındaki soğukluğu azaltmak istemiştir.62 Sonunda, iki hükümet arasında bir koalisyon

hükümeti kurulması üzerinde anlaşılarak sorun çözülmeye çalışılmıştır. Ancak, Londra’daki

hükümet böyle bir koalisyona sıcak bakmıyordu. Buna rağmen sürgündeki Polonya

Hükümeti’nin en önemli bakanlarından, Çiftçi Partisi başkanı Mikolaiçik’in koalisyonu

kabul etmesiyle bir koalisyon hükümeti kurulmuştur. Bu hükümet geçici bir süre için

kurulmuştu ve yapılacak seçimlerden sonra gerçek Polonya Hükümeti ortaya çıkacaktı.63

Özgür ve serbest seçimler mümkün olan en kısa süre içinde yapılacaktı ve bu seçimlerde

demokratik ve Nazi karşıtı herkes seçme ve seçilme hakkına sahip olacaktı.64

1.5. Potsdam Konferansı

7 Mayıs 1945 tarihinde Almanya’nın kayıtsız-şartsız teslim belgesini imzalayarak

savaştan çekilmesi üzerine, Avrupa’da savaş bitmiş ama sorunlar bitmemişti. Bu sorunlara

60Armaoğlu, loc. cit.

61De Senarclens, loc. cit.

62Warren I. Cohen, America in the Age of Soviet Power, 1945-1991 (New York: Cambridge University Press, 1995), s. 15-

16.

63Sander, loc. cit.

64Edmonds, loc. cit.

Page 41: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

barış içinde çözümler bulmak gerekiyordu. Bu amaçla İngiltere, ABD ve SSCB arasında 17

Temmuz - 2 Ağustos 1945 tarihleri arasında Berlin yakınlarında Potsdam’da bir konferans

yapılmıştır.65 Bu konferans “Üç Büyükler” arasında yapılan son ve en uzun süren doruk

toplantısı olma özelliğini taşımaktadır.66

Başkan Roosevelt 12 Nisan 1945’de ölünce, Başkanlık Başkan Yardımcısı Harry S.

Truman’a geçtiği için ABD’yi Potsdam’da Truman temsil etmiştir. İngiltere’de de Temmuz

sonundaki seçimleri Muhafazakar Parti kaybettiği için İngiltere’yi Konferansın yarısında

Churchill, Temmuz sonundan itibaren de seçimi kazanan İşçi Partisi lideri Clement Attlee

temsil etmiştir.67

Berlin yakınlarındaki terminal binası konferansın yapılabilmesi için uygun duruma

getirilmiştir. Bu binanın kime ait olduğu savaş boyunca kararlaştırılamamıştı. Konferansın

burada yapılması üzerinde anlaşılınca, bunun, barışa ulaşmada sembolik bir başlangıç

olacağı düşünülmüştür.68

Savaş sırasında Müttefikler arasında yapılan çeşitli toplantılarda, savaşı kazanmak

için ne yapmak gerektiğini tartışmaları nedeniyle ciddi uyuşmazlıklar olmamıştır. Ancak

savaşı kazanacaklarının kesinleşmesiyle birlikte, savaş sonu düzeni ile ilgili sorunlar ve

farklı düşünceler ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu nedenle konferansta, Yalta’da çıkan

anlaşmazlıklar derinleşmiştir.69 Ayrıca İkinci Dünya Savaşı’nın ardından barışın sağlanması

65Armaoğlu, op. cit., s. 402-404.

66Edmonds, op. cit., s. 209.

67Armaoğlu, op. cit., s. 404.

68Herbert Feis, “The Secret That Traveled To Potsdam”, Foreign Affairs, C. 38, No. 2, Ocak 1960, s. 300.

69İlter Turan, NATO İttifakının Stratejik ve Siyasi Sorunları (İstanbul: İ. Ü. İktisat Fakültesi Yayını, 1971), s. 4.

Page 42: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

ile ilgili bu ilk toplantıda görüşlerin karşılıklı iki taraf şeklinde ortaya çıkmaya başladığını

da görmekteyiz.

Amerikan heyeti Potsdam’a heyecan verici bir sır ile gelmişti. Çünkü o sıralarda ilk

atom bombası denemesinin sonuçlarını beklemekteydiler. Konferans resmen başlamadan bir

gün önce70 denemenin başarıyla sonuçlandığının ve beş gün sonra da tam rapor ile

Japonya’ya karşı birkaç hafta içinde kullanılabileceği haberini almışlardı. Böylece kendisiyle

anlaşmanın giderek zorlaştığı bir dönemde, Stalin’e karşı büyük bir koza sahip

olmuşlardı.71

ABD ve İngiltere temsilcileri, atom bombası ile ilgili bu gizli bilgiye sahip olduktan

sonra, Sovyetler Birliği’nin aşırı ve çok riskli isteklerine karşı dayanma güçleri artmıştır.

Hatta ABD ile İngiltere temsilcileri birbirlerini o kadar desteklemişler ve kendilerine

güvenleri o kadar artmıştır ki, Rusların isteklerini dikkate bile almamayı düşünmüşlerdir.

Buna rağmen Amerikalılar bu silaha sahip olmaları durumunu görüşmelerde etkili bir

şekilde kullanamamışlardır.72

1.5.1. Almanya Sorunu

Potsdam’da, Yalta Konferansı’nda Almanya ile ilgili alınan kararların, uygulanması

görüşülmüştür. Buna göre Almanya’daki otorite; Amerikan, Rus, İngiliz ve Fransız işgal

güçleri komutanlarından oluşan “Kontrol Konseyi” tarafından sağlanacaktı. Almanya

Nazi’likten arındırılarak demokratik ve barışçıl hale getirilecek, askeri güvenliği tehdit

7016 Temmuz 1945 günü saat 05:30’da, ABD’nin New Mexico Eyaleti Alamogordo Hava Üssü’nde tarihte ilk kez hesaplandığı

biçimde bir atom bombasının patlatılması denemesi başarıyla gerçekleştirilmiştir. Feis, op. cit., s. 302.

71Sander, op. cit., s. 172.

72Feis, op. cit., s. 316-317.

Page 43: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

etmeyecek kadar basın, ifade ve dinsel özgürlüklere izin verilecekti. Alman savaş gücünün

ortadan kaldırılması için her türlü silah, mühimmat, savaş araç ve gereci ile uçak ve savaş

gemisi üretimi yasaklanacak, savaş suçluları da yargılanacaktı. İşgal süresince Almanya ile

ilgili tek bir ekonomik işlem yürütülecek ve Alman ekonomisi sürekli kontrol altında

tutulacaktı. Tazminatlar tahsil edilirken Alman halkının kendi olanaklarıyla yaşamlarını

sürdürebilmeleri için yeterli araçlar bırakılacaktı.73

Sovyetler Birliği’nin istediği tazminat, Sovyet işgali altındaki bölgeden ve

Almanya’nın dışarıdaki alacaklarından ödenecek, Polonya da tazminat payını Sovyetler

Birliği’nin payından alacaktı. ABD, İngiltere ve diğer tazminata hak kazanan ülkeler de

paylarını Almanya’nın Batı bölgelerinden ve dışarıdaki Alman alacaklarından tahsil

edeceklerdi. Doğu bölgesinin yiyecek ve kömürü ile değiştirilmek şartı ile Batı bölgesindeki

üretim araçlarının %15’i Sovyetlere verilecekti. Bununla birlikte Sovyetler Ruhr

ekonomisine el atmak istemişlerse de başaramamışlar ve Batı bölgelerinden hiç bir istekte

bulunmayacakları garantisini vermişlerdir.74

1.5.2. Polonya Sorunu

Yalta Protokolü’nün dördüncü maddesine göre, Polonya’nın Batı sınırının

kesinleştirilmesi barış konferansında görüşülecekti. Ancak Amerikan ve İngiliz temsilcileri

daha Potsdam’a gelmeden, Sovyetler, Neisse ırmağının doğusunda bulunan bölgeyi Polonya

yönetimine bırakmışlardı. Konferansın ilk günleri bu tartışma ile geçmiştir. Tartışmalar

uzayınca üç hükümet başkanı, Polonya’nın batı sınırının saptanması işinin barış

73Edmonds, op. cit., s. 212.

74Armaoğlu, “Sovyet-Amerikan Münasebetlerinin Üç Yılı 1945-1948”, Siyasal Bilgiler Okulu Dergisi, C. IV, S. 1-4, 1949, s.

378-379.

Page 44: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

antlaşmalarının imzalanmasının ardından yapılabileceğini kararlaştırmışlardır.75 SSCB ile

Polonya arasında 16 Ağustos 1945 tarihinde bir antlaşma yapılarak, Polonya-SSCB sınırı

“Curzon hattı” olarak kabul edilmiştir. Ancak Polonya ile Almanya arasında barış

antlaşması imzalanamadığı için aralarındaki sınır fiili duruma dayanmış,76 7 Aralık 1970

tarihinde Federal Almanya ile Polonya arasında imzalanan Varşova Antlaşması ile; Federal

Almanya, Demokratik Almanya ve Polonya arasındaki sınır, Oder-Neisse nehirlerinin

oluşturduğu sınır olarak kabul edilmiştir. Antlaşmada öngörülen bu sınır, Alman

topraklarının bir kısmının Polonya’ya verilmesini gerektirmesi nedeniyle Federal

Almanya’nın itirazı ile birlikte, taraflar anlaşmazlıkların barışçı yollardan çözülmesini de

taahhüt etmişlerdir. Antlaşmanın yürürlüğe girmesi, ABD, İngiltere ve Fransa’nın istekleri

üzerine, Berlin konusunda yapılacak dörtlü bir antlaşmaya bağlı tutularak ertelenmiştir. 3

Haziran 1972 tarihinde imzalanan Berlin Antlaşması ile, Varşova Antlaşması da yürürlüğe

girmiştir. Böylece, Federal Almanya, Demokratik Almanya ve Polonya arasındaki sınır

Oder-Neisse hattı olarak kabul edilmiştir.77 1990 yılında iki Almanya’nın birleşmesi

görüşmelerinde Polonya sınırı yeniden gündeme gelmiş ve Polonya iki taraftan da güvence

istemiştir. Bunun üzerine Federal Almanya ve Demokratik Almanya, Polonya sınırı olarak

Oder-Neisse hattını tanıdıklarını açıklamışlardır. İki Almanya’nın birleşmesine giden

süreçte; ABD, İngiltere, Fransa ve Sovyetler Birliği’nin katıldığı 22 Nisan 1990 tarihli

“2+4 Görüşmeleri”nin ikincisini oluşturan Paris toplantısında, Oder-Neisse hattı Almanya

75Ibid., s. 379.

76Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, s. 404.

77Sönmezoğlu, op. cit., s. 734-735.

Page 45: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

ile Polonya arasındaki sınır çizgisi olarak kabul edilmiştir. Daha sonra iki Almanya’nın 3

Ekim 1990 tarihinde birleşmesi ile birlikte aralarındaki sınır da kesinleşmiştir.78

1.5.3. Barış Antlaşması Sorunu ve Diğer Sorunlar

Barış antlaşmalarını hazırlamak amacıyla bir Dışişleri Bakanları Konseyi kurulması

ve ilk toplantısını Eylül 1945’te Londra’da yapması karalaştırılmıştır. Bu Konseye Fransa da

katılacak ve Çin, sadece Uzakdoğu ve bütün dünyayı ilgilendiren genel nitelikteki

sorunlarda Konsey üyesi sayılacaktı. Potsdam Konferansı’nın ardından dışişleri bakanları

ülkelerine döndüklerinde, İtalya ile yapılması kararlaştırılan barış antlaşmasının

hazırlıklarına başlayacaklardır.79

Konferansta Sovyetler Birliği, İtalya’nın sömürgelerinden birini istemiş ve bu

isteğini içeren bir nota sunmuştur. Sorunun barış antlaşmalarını ilgilendirmesi ve Truman’ın

önerisi üzerine, Dışişleri Bakanları Konseyine havale edilmiştir.80

Konferansta Türkiye ve Boğazlar da tartışılmıştır. Stalin ve Molotof, Potsdam

Konferansı’nın toplanmasından dört ay önce, 19 Mart 1945’te Kars ve Ardahan üzerindeki

isteklerinin haklı olduğunu, çünkü bu illerin Çarlık döneminde Rus topraklarının bir parçası

olduğunu söylemişlerdir. Boğazlarla ilgili olarak da, Montrö sözleşmesinin değiştirilmesi

gerektiğini, çünkü bu sözleşmenin Japonya’ya bile Rusya kadar hak tanıdığını, ayrıca

Türkiye’nin zayıf olması nedeniyle, serbest geçiş için gereken güvenceyi sağlayamadığını

ileri sürmüşlerdir. Fakat Sovyetler Birliği bütün bunları söylemekle birlikte, bu sorunun

78Ibid., s. 20, 548-549; bu konuda ayrıca bkz. M. Nail Alkan, Avrupa’da Sınırlar (Ankara: ATAUM Yayınları, 2002), s. 31-40.

79Armaoğlu, “Sovyet-Amerikan Münasebetleri...”, SBO Dergisi, s. 380.

80Ibid.

Page 46: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

gündemde olmadığı gerekçesiyle tartışmaya yanaşmamıştır. Sorun Dışişleri Bakanları

Konseyi’ne havale edilmiştir. Bununla birlikte, üç büyük devletin Boğazlar hakkındaki

görüşlerini Türkiye’ye bildirmeleri de kararlaştırılmıştır.81

Buraya kadar incelediğimiz savaş sırasında ve hemen sonrasında müttefikler arasıda

yapılan konferanslarda birkaç temel sorunla ilgili görüşmeler yapılmış ve bunların en

önemlisi olan Almanya’nın geleceği ile ilgili sorun “Doğu ile Batı” arasında sıkışıp kalarak

bir sonuca ulaştırılamamıştır. Müttefikler arasında yapılan Moskova, Tahran, Dumbarton

Oaks ve Yalta Konferanslarında kabaca; Almanya’nın silahtan ve askerden arındırılması ile

uluslararası barış ve güvenliğin sağlanması konuları tartışılmıştır. Yalta ile Potsdam

konferansları arasındaki bir kaç aylık süre içindeki gelişmeler sonucunda ise, Müttefikler

arasında dağılmalar başlamış ve Potsdam Konferansı sonunda da ipler kopma noktasına

gelmiştir.82

2. İkinci Dünya Savaşı Sonrası Ortaya Çıkan Gelişmeler

İkinci Dünya Savaşı Avrupa’nın yıkımına neden olmuştur. Savaş sonrasının galipleri

bile ekonomik ve siyasal güçlerini yitirmişlerdir. Bununla birlikte iki devlet savaş

sonrasında dikkat çekmektedir. Bu devletlerden birincisi, savaş kendi topraklarında

yaşanmadığı için yıpranmayan ve ekonomisine getirdiği canlılık yüzünden, 1930’lu yılların

ekonomik buhranından kalma sıkıntılarından da kurtularak dünyanın en güçlü devleti

durumuna gelen Amerika Birleşik Devletleri’dir. İkinci devlet ise, savaş topraklarında

devam etmesine rağmen, geniş alana yayılan coğrafyası sayesinde varlığını tehlikeye

81Ibid., s. 380-381.

82Walter C. Clemens, Jr. “The Soviet World Faces West: 1945-1970”, International Affairs, C. 46, No. 3, Temmuz 1970, s.

475.

Page 47: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

sokacak derecede yıkıma uğramayan ve güçlü kara ordularına sahip olması nedeniyle de

1945 Avrupa’sının en güçlü devleti konumundaki Sovyetler Birliği’dir.83 Kısacası bu iki

devlet savaş sonrasında Batı Avrupalı müttefiklerin tükenmesi ve sömürgeci

imparatorlukların kargaşa ve çözülme içerisinde bulunmaları nedeniyle ortaya çıkan güç

dengesindeki boşluğu -kendi askeri güçleri ve ideolojik yönelimleri çerçevesinde-

doldurmuşlardır.84 Ancak Sovyetler Birliği’nin durumu ile ABD’nin durumu

karşılaştırıldığında ABD’nin üstünlüğü tartışma götürmez bir gerçeklik olarak ortadadır.

Çünkü, ABD bu savaşta çok az kayıp vermiş, ekonomisi canlanmış, ülkesi yıkıma

uğramamıştır. En önemlisi de atom tekelini elinde bulundurması nedeniyle askeri açıdan

sahip olduğu üstünlüktür. Sovyetler Birliği ise, savaşta yaklaşık 20 milyon insanını

kaybetmiş, bir çoğu da sakat kalmıştır. Dolayısıyla ekonomik kalkınmasını gerçekleştirecek

işgücü açısından ciddi bir sıkıntı yaşamaktadır. Ayrıca toprakları istila edilmiş, bu istila

sonucu önemli sanayi, ulaşım, maden, tarım, enerji, kültür ve sağlık tesisleri ciddi zararlar

görmüştür. Bu nedenle de kısa vadede Avrupa’yı tehdit edecek durumda olmadığını

söylemek abartı olmayacaktır.85

Bununla birlikte İngiltere ve ABD; SSCB’nin, bir “yayılma politikası” güdeceğini

ve dünya barışı ve güvenliği için ciddi tehlike oluşturmaya başladığını ileri sürmüşlerdir.

Çünkü onlara göre, iki büyük askeri ve sanayi gücü olan Almanya ve Japonya’nın savaştan

yenik çıkmaları sonucunda Avrupa’da ve Pasifik’te, yani SSCB’nin Batısında ve Doğusunda

83Turan, op. cit., s. 3.

84Arthur Schelesinger, Jr., “Some Lessons from the Cold War”, The End of the Cold War: Its Meaning and Implications,

Michael J. Hogan (der.) (New York: Cambridge University Press, 1994), s. 54.

85Ataöv, op. cit., s. 64.

Page 48: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

büyük bir boşluk ortaya çıkmıştı.86 İngiltere Başbakanı Winston Churchill, ABD Başkanı

Truman’a çektiği 12 Mayıs 1945 tarihli telgrafında, ortaya çıktığını düşündüğü tehlikeyi şu

sözleri ile ifade etmekteydi: “Bir ya da iki yıl içinde durum ne olacak? Bu tarihte Amerikan

ve İngiliz orduları eriyecek, Fransızlar esaslı bir şekilde teşkilatlandırılmaktan uzak

bulunacak; oysa Rusya iki ya da üç yüz tümenini ayakta tutma kararını verebilecektir (...)

Cepheye (Rusya) bir demir perde inmiştir. Ardında nelerin cereyan ettiğini bilmiyoruz...”87

İlk defa burada kullanılan “Demir Perde” terimi siyasal literatüre geçerek kabul görecektir.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında ayrıca iki kutuplu bir dünya ortaya çıkmıştır. Bu

dünyanın Avrupa’daki sınırları ise oldukça belirgindir. Her iki kutbun önderi konumundaki

devletler de, kendi siyasal sisteminin kabul edilip uygulandığı alanların genişlemesini, hiç

olmazsa daralmamasını istemektedirler.88

Almanya’nın teslim olmasıyla birlikte, Batılı devletler savaş zamanındaki

yükümlerine bağlı kalarak ve halklarından gelen yoğun isteğe de uyarak askerlerini terhis

etmeye başladılar. ABD ve İngiltere Avrupa’daki kuvvetlerinin büyük bir bölümünü geri

çekti. Avrupa devletleri yıkılanı onarmakla uğraşıyordu. Almanya teslim olduğunda,

Avrupa’daki Müttefik kuvvetlerinin sayısı yaklaşık beş milyon iken, terhisten sonra bu sayı

880 bine inmiştir. Buna karşılık SSCB silahlı kuvvetlerini savaş düzeyinde tutmaya devam

etmiştir.89 Savaştan sonra Sovyetler Birliği’nin de temel kaygısı güvenlik olmuştur. Çünkü

İkinci Dünya Savaşı’nda Sovyetler Birliği’ne karşı bir saldırı olmuş ve bu yüzden de -diğer

86Lord Ismay, NATO İlk Beş Sene 1949-1954, Çev: Suat Bilge (Ankara: TTK Basımevi, 1956), s. 3.

87NATO Belgeler (Brüksel: NATO Enformasyon Servisi Yayını, 1971), s. 12-13.

88Turan, op. cit., s. 6.

89Ismay, op. cit., s. 4; NATO Belgeler, s. 14.

Page 49: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

savaşan Avrupalı ülkeler gibi- ciddi sıkıntılara ve kayıplara uğramıştır. Doğu Avrupa’dan

gelebilecek benzer saldırılara karşı da bir önlem alma ihtiyacı hissetmiştir.90 Bu amaçla

Stalin de Doğu Avrupa’da bir tampon oluşturma gayesiyle hareket etmiştir. Stalin’in Doğu

Avrupa’da almış olduğu güvenlik önlemleri marjinal biçimde sorun yaratmaktaydı.91 ABD,

Sovyetler Birliği’nin güvenliğinin Doğu Avrupa’da kendisine dost ülkelerin varlığını

gerektirdiğini kabul etmesine rağmen bu bölgenin Rus nüfuzuna girmesini istememiştir.92

Ayrıca ABD’nin elinde bulundurduğu atom silahını kalabalık insan nüfusunun

bulunduğu iki Japon şehrine kullanmış olması Sovyetler Birliği’nin Batıdan duyduğu

kaygının ne kadar ciddi olduğunu ortaya koymaktadır. Buna rağmen Batılı ülkelerin;

Sovyetler Birliği’nin kendileri için büyük bir tehdit ve tehlike oluşturduğunu ileri sürerek,

bu ülkenin Alman ordularının püskürtülmesinde ve savaşın kazanılmasında göstermiş olduğu

yararlılıkları göz ardı etme eğilimi içerisinde olduklarını söylemek mümkündür.

Çünkü Batılıların düşüncesine göre, Sovyetler Birliği savaş sonrasında her yolu ve

fırsatı kullanarak Batı Avrupa’ya doğru yayılma amacı taşımaktaydı. Şöyle ki; Stalin

döneminde Sovyet yayılması, savaş sırasında Estonya, Letonya, Litvanya’nın tamamı ile

Finlandiya, Polonya ve Romanya’nın bazı kısımlarının, Kuzey-Doğu Almanya ve Doğu

Çekoslovakya’nın yani 500 bin kilometre kare toprak ve 23 milyondan fazla nüfusun ilhak

edilmesiyle başlamıştır. Almanya’nın yenilmesinden sonra bu genişleme ve ilhak politikası,

90Ataöv, op. cit., s. 81.

91Cohen, op. cit., s.8. Günümüzde bile Stalin’in savaş sonrası dünya ile ilgili vizyonu hakkında kesin bilgiler bulunmamaktadır.

Ibid.

92Stephen E. Ambrose, Dünyaya Açılım: 1938’den Günümüze Amerikan Dış Politikası, Çev: Ruhican Tul (Ankara: Dış

Politika Enstitüsü Yayınları, 1992), s. 50.

Page 50: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Doğu Avrupa ülkeleri üzerinde bir “denetim politikası” ile tamamlanmıştır.93 ABD’de

hakim olmaya başlayan anti-komünizm, Stalin ile Hitler’in bir görülmesine neden

olmaktaydı. Bu nedenle de komünizmin yayılmasının önüne geçilerek, silah altındaki asker

sayısı dışında her konuda üstün olduğu düşünülen Amerikan sisteminin tüm dünyaya

yayılması gerektiğine -hükümette ileri gelenlerle birlikte-, çoğu Amerikalı inanmaktaydı.94

Batı Avrupa’da Sovyetler Birliği’nden duyulan kaygı nedeniyle oluşturulması

düşünülen savunma ve güvenlik yapılanmasına gidilmesine aşağıda incelediğimiz gelişmeler

neden olmuştur. Daha doğrusu yaşanan bu gelişmeler savunma örgütlenmesine gidilmesinin

gerekçesini oluşturmuştur.

2.1. Yunanistan İç Savaşı

1940’lı yıllar Yunanistan’ın bağımsızlık tarihinin en zor yılları olmuştur. 1941 yılı

Haziran ayında ülkenin tümü Almanya, İtalya ve Bulgaristan tarafından işgal edilmiş, işgal

ile birlikte direniş hareketleri de başlamıştır.95 Bu hareketler iki büyük örgüt önderliğinde

gerçekleşmiştir. Kurulan örgütler arasında ELAS (Ulusal Kurtuluş Ordusu) sol, EDES (Hür

Demokratik Yunan Ordusu) sağ eğilimli idiler. Bu iki örgüt işgal ordularına karşı etkili bir

mücadele içine girmişlerdir. 1944 yılında da İngiltere bunlara destek vermek amacıyla

direnişe katkıda bulunmuştur.96

Metaksas diktatörlüğü sırasında oluşan siyasal boşluk işgal altında da sürmüştür. İki

dünya savaşı arası dönemin tek marjinal gücü olan komünistler bu siyasal boşluğu

93Ismay, op. cit., s. 5.

94Ambrose, op. cit., s. 57.

95Richard Clogg, Modern Yunanistan Tarihi, Çev: Dilek Şendil (İstanbul: İletişimYayınları, 1997), s. 151.

Page 51: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

doldurmuşlardır.97 1944 yılı sonunda ELAS’ın üye sayısı iki milyon civarındaydı. 4 Aralık

1944 günü İngiliz’lerin telkini ile Yunan Başbakanı verdiği bir ültimatomla ELAS’a

silahlarını teslim ederek Atina’yı terk etmesini istemiştir. ELAS verilen ültimatoma

uymamıştır. Atina ve çevresinde üç hafta kadar silahlı çatışmalar olmuş ve 12 Şubat 1945’de

zaten çok güçlü olmayan ve SSCB’den de destek alamayan ELAS’ın siyasal organı olan

EAM (Ulusal Kurtuluş Cephesi) ateşkesi kabul etmiş ve Varkiza Anlaşması yapılmıştır. Bu

anlaşmaya göre; tüm direnme örgütleri tek bir çatı altında birleştirilecek, demokratik

seçimler yapılacak ve Kralın Yunanistan’a dönüp dönmemesi konusunda halk oylamasına

gidilecekti.98

1946 yılı Mart ayında genel seçimler yapıldı. Sol partilerin birliğini temsil eden

EAM’ın boykot etmesi dolayısıyla seçimleri sağ partiler kazandı. Seçimlerin arkasından

yapılan halk oylamasını da, Kral’ın Yunanistan’a dönmesini savunan monarşi taraftarları

kazandı. Bu gelişmelerden sonra, komünistler General Markos Vafiedes liderliğinde

Yunanistan’ın kuzeyinde ayaklanma başlatmışlardır.99

Stalin, İngiltere’nin çıkar alanında gördüğü Yunanistan’a aktif olarak yardım

yapmamıştır. Bununla birlikte Stalin’in -kontrolünde olmasalar bile-, komünistler üzerindeki

etkisinden bahsetmek mümkündür. Komünist rejimlerin iş başında olduğu Balkan

96Sander, op. cit., s. 203.

97Clogg, op. cit., s. 155.

98Sander, op. cit., s. 204-205; Clogg, op. cit., s. 167

99Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, s. 430.

Page 52: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

ülkelerinden Yugoslavya, Bulgaristan ve Arnavutluk ayaklanmacılara yardım

yapmaktaydı.100

Dağlık bölgelerde savaşan ve üç komünist devletten (Yugoslavya, Bulgaristan ve

Arnavutluk) yardım alan çetecilere karşı merkezi hükümet başarılı olamamıştır. Merkezi

hükümetin üstünlük kazanması Truman Doktrini ve Yugoslavya’nın Kominform’dan

atıldıktan sonra ayaklanmacılara yardımı kesmesiyle gerçekleşmiş ve iç savaş bu şekilde

sona ermiştir.101 Stalin Yunanistan iç savaşı nedeniyle ABD ile karşı karşıya gelinmesine

neden olacak provokasyonlardan uzak durmayı tercih etmiş, Yugoslavya Devlet Başkanı

Josip Broz Tito’dan da ılımlı bir politika izlemesini istemiştir. Fakat Tito ayaklanmacıları

hararetle desteklemiştir. Çünkü kendi ülkesinde -Almanlarla yapılan savaştaki direnişi

örgütlemesi ve bu savaşı kazanması nedeniyle- iktidarı sağlamdı. Yani ülkesinin hedef ve

politikalarını belirlerken Sovyetler Birliği’ne bağımlılığı azdı ve iktidarını korumak için de

Sovyet süngülerine bağımlı değildi.102

İç savaş sonrası kurulan hükümetlerin başlıca hedefi gerek yurt içinde ve gerekse

yurt dışında komünizmin önlenmesi olmuştur.103

100Cohen, op. cit., s. 31.

101Sander, op. cit., s. 205; Clogg, op. cit., s. 170-175. Ataöv’e göre, Yunanistan’daki iç savaşa gerçekten bir dış yardım

yapılmıştır. Ancak bu yardım iddia edildiği gibi SSCB veya diğer Balkan ülkelerinden değil, aksine İngiltere ve ABD

tarafından gerçekleştirilmiştir. Ayrıca yapılan; “yardım”dan çok, bir “askeri müdahale” biçiminde gerçekleşmiş ve içerideki

güç dengesini değiştirmesi nedeniyle de iç savaşın sonucunu belirlemiştir. Direnişçiler zaman zaman Yugoslavya,

Arnavutluk ve Bulgaristan topraklarını -eğitim ve yaralıların bakımı gibi nedenlerle- kullanmalarına rağmen, bu ülkelerden

silah ve mühimmat desteği almamışlardır. Ataöv, op. cit., s. 115.

102Cohen, op. cit., s. 37.

103Clogg, op. cit., s. 179.

Page 53: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Yunanistan sorunu ilk kez 21 Ocak 1946’da Sovyetler Birliği tarafından Güvenlik

Konseyi’ne getirilmiştir. Bu girişimin gerekçesi, Yunanistan’da bulunan İngiliz birliklerinin

BM Antlaşması’nın 35. maddesine göre, uluslararası barış ve güvenliği tehdit etmesidir.

Fakat Sovyetler Birliği tarafından ileri sürülen bu suçlama ve istek reddedilmiştir. Bundan

sonra 24 Ağustos 1946’da, bu kez Ukrayna BM Antlaşması’nın 34. maddesine göre Yunan

hükümetinin izlediği politikanın, Balkanlar’da uluslararası barış ve güvenliği tehlikeye

soktuğunu iddia etmiştir. Sovyetler Birliği tarafından da desteklenen bu suçlama 28 Ağustos

ile 20 Eylül 1946 tarihleri arasında görüşülerek tekrar reddedilmiştir.104

Sorun asıl önemli şeklini 1946 yılı sonunda almıştır. Yunanistan hükümeti 3 Aralık

1946 tarihinde BM Güvenlik Konseyi’ne başvurmuş ve ayrıntılı bir memorandum vermiştir.

Buna göre ülkenin kuzeyinde devam eden çete savaşının Bulgaristan, Yugoslavya ve

Arnavutluk tarafından desteklendiği bildirilmiş ve bu duruma Konsey’in dikkatini çekmiştir.

Konsey 10-19 Aralık tarihleri arasında sorunu tartışmış ve yerinde inceleme yapmak üzere,

Güvenlik Konseyi’nde üyesi bulunan ülke temsilcilerinden oluşan bir komisyonun (Balkan

İnceleme Komisyonu) gönderilmesine karar vermiştir. Komisyonun raporunu Güvenlik

Konseyi’ne sunmasından sonra Konsey Sovyet-Amerikan mücadelesine sahne olmuştur.

Güvenlik Konseyi’nde Yunanistan sorununun tartışılmaya başlamasıyla birlikte Sovyet

vetoları da başlamıştır. Arka arkaya üç kez veto kullanılmış ve sorun böylece çıkmaza

girmiştir. Bunun üzerine, Güvenlik Konseyi 15 Eylül 1947’de sorunun BM Genel Kurulu’na

sunulmasına 2’ye (SSCB ve Polonya) karşı 9 oyla karar vermiştir. Ancak bu da çare

104Armaoğlu, “Sovyet-Amerikan Münasebetleri...”, SBO Dergisi, s. 433.

Page 54: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

olamamış ve Yunanistan sorununun BM çatısı altında da çözülmesi mümkün

olamamıştır.105

2.2. Truman Doktrini ve Marshall Planı

1947 yılının Mart ayı geldiğinde Yunanistan’daki iç savaş daha sona ermemişti. O

zamana kadar İngiltere’nin yaptığı -fakat kesmek zorunda kalacağı- askeri ve mali yardımlar

olmadan, Yunanistan’ın kendisini toparlayamayacağı düşünülüyordu. Askeri ve mali

yardımlardan yoksun kalan Yunanistan’da, komünistlerin iktidara geleceği ve “demir

perde”nin arkasına geçeceği kesin gibiydi. Bu durumda ise Türkiye ve Orta Doğu,

Sovyetler Birliği nüfuzuna terkedilmiş olacaktı.106

ABD, Avrupa’daki güç dengesini tehdit eden asıl tehlikenin askeri değil, ekonomik

ve siyasal olduğunu fark etmişti. Şöyle ki; savaş zamanı meydana gelen yıkım ve doğal

felaketlerden sonra Avrupa’da yaşam çok güçleşmişti. Bunun sonucunda da özellikle

komünist partilerin etkin olduğu Fransa, İtalya ve Yunanistan gibi ülkelerde hükümet

darbeleri veya seçimler aracılığıyla, komünist yönetimlerin işbaşına geçmesi durumunda,

ülkelerini Sovyetler Birliği’nin etkilerine açık hale getirebilirlerdi.107 ABD yönetimindeki

genel kanı, komünizmin kaos ve yoksulluk olan her yerde filizleneceği ve gelişeceği

yönündeydi. Bunu önlemenin yolu da ekonomik yardımlar aracılığıyla refah düzeyini

105Ibid., s. 434-437.

106Ismay, op. cit., s. 6.

107John Lewis Gaddis, “Was The Truman Doctrine A Real Turning Point?”, Foreign Affairs, , C. 52, No. 2, Ocak 1974, s. 391.

Page 55: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

arttırarak istikrarı sağlamaktan geçmekteydi.108 Truman Doktrini ve Marshall Planı bunu

sağlamak amacıyla yapılmıştır.

2.2.1.Truman Doktrini

ABD’de yönetimde bulunanların sahip oldukları genel kanıya göre, “Sovyetler

Birliği ve uydularının İkinci Dünya Savaşı sırasında ve hemen sonrasında savunmasız

devletlere totaliter sosyalist rejim ihraç ederek, dünya barışı ve uluslarının özgürlüğünü

tehdit etme niyetleri” ortaya çıkmıştır. ABD’deki Truman iktidarı, duruma müdahale etme

ve engelleme ihtiyacı hissetmiştir. Bu amaçla, Sovyetler Birliği’nin yoğun baskısı altında

bulunan Yunanistan ve Türkiye’ye finansal ve moral destek, İran’a da diplomatik destek

verme kararı almıştır. Çünkü Sovyetler Birliği savaş sonrası düzende ABD’nin Ortadoğu ve

Avrupa’daki yaşamsal çıkarlarını tehdit etmekteydi.109 Bu nedenle Truman yönetimi

Türkiye ve İran üzerindeki Sovyet baskılarını engellemeyi ve Yunanistan’daki komünist

ayaklanmacıların Yunan hükümetini devirmelerini önlemeyi hedeflemiştir.110

Truman’ın, Sovyetler Birliğini engellemek amacıyla izlediği politikası nedeniyle

ihtiyaç duyacağı askeri ve ekonomik kaynakları bulabilmek için, Sovyet tehdidinin

büyüklüğüne ve gücüne halkını inandırabilmesi gerekmekteydi. Bunu yapmak için Truman

dramatik bir sorun olarak Yunanistan’daki iç savaşı kullanmıştır.111

108Ambrose, op. cit., s. 62.

109Halford L. Hoskins, The Atlantic Pact (Washington: Public Affairs Press, 1949), s. 12.

110Cohen, op. cit., s. 106.

111Ambrose, op. cit., s. 63.

Page 56: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Başkan Truman 12 Mart 1947 tarihinde Kongreye göndermiş olduğu demecinde,

ilk önce Yunanistan’ın durumuna dikkat çekerek, bu ülkenin dört yıl süreyle işgal altında

kaldığını, işgalcinin çekilirken ülkeyi harabe halinde bıraktığını, ülkenin ekonomisinin

çöktüğünü, kalkınması için mutlaka dışarıdan yardım alması gerektiğini ve bunun Yunan

Hükümeti tarafından sürekli ve ısrarlı bir şekilde dile getirildiğini anlatıyordu. Ayrıca bütün

bunların yanında, kışkırtıcı bir azınlığın Yunan halkının içinde bulunduğu kıtlık ve

yoksulluğu kullanarak ülkenin kalkınmasını zorlaştırdığını, özellikle kuzey sınırlarından

girip çıkan komünistler tarafından yönetilen birkaç bin ayaklanmacının eylemlerinin de

Yunanistan’ın varlığını tehlikeye düşürdüğünü anlatıyordu. Bundan sonra Türkiye’ye

geçerek, bu ülkenin içinde bulunduğu durumun Yunanistan kadar ağır olmamakla beraber,

Türkiye’nin de savaştan beri, ulusal bütünlüğünü sürdürmek için ABD ve İngiltere’den

yardım istediğini belirtiyor ve Türkiye’nin ulusal bütünlüğünün Ortadoğu’daki istikrarın

devamı için zorunlu olduğuna dikkat çekiyordu.112

Başkan Truman, şöyle diyordu: “Birleşik Devletler’in silahlı azınlıklar veya dış

baskılarla karşılaşan özgür ulusları destekleme politikasına sahip olması gerektiğine

inanıyorum.” Sonradan “Truman Doktrini” adını alacak olan bu demeçten sonra Kongre,

Sovyet baskısına maruz kalan Türkiye ve Yunanistan’a 1948 yılı Haziran ayına kadar 400

milyon dolarlık yardım kredisi verme kararını almıştır.113 Miktarın küçüklüğüne rağmen,

tarihsel açıdan önemi büyüktür. Çünkü ABD, ilk defa barış zamanında başka ülkelerin

112Armaoğlu, “Sovyet-Amerikan Münasebetleri...”, SBO Dergisi, s. 417-418.

113Bu yardımın 300 milyonu Yunanistan’a, 100 milyonu ise Türkiye’ye verilmiştir. Sander, op. cit., s. 207.

Page 57: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

sorunlarıyla ilgilenmeye başlamıştır.114 Kongre aynı zamanda bu iki ülkeye sivil ve askeri

Amerikan heyetlerinin de gönderilmesine karar vermiştir.115

Truman Doktrini’nin amacı, Türkiye ve Yunanistan üzerindeki Sovyet tehdidini

azaltmaktı. Diğer Batı Avrupa devletleri de savaş sonrası yaralarını sarmak amacıyla

ABD’den yardım almalarına rağmen, bir türlü ekonomileri istenilen düzeye

gelemiyordu.116

Truman, 1947 yılından başlayarak, sadece Yunanistan ve Türkiye’ye askeri yardım

yapmakla kalmayıp, aynı zamanda ABD dış politikasına yeni bir unsur “SSCB’yi Çevreleme

Politikası” (Containment Policy) da getirmiş oluyordu. Bu politikayı “Sovyet askeri tehdidi

ya da herhangi bir komünist devlet tarafından desteklenen iç savaşların devam ettiği bütün

devletlere yardım yapmak” biçiminde özetlemek mümkündür.117

Truman Doktrini, bir yandan uluslararası sistemin demokrasi ve totaliter olmak

üzere iki bloka ayrıldığını ve SSCB-ABD mücadelesinin başladığını ilan edip, Soğuk

Savaş’ın ilk temellerini atarken, diğer yandan da Doğu Avrupa ve Balkanlar’daki bölünmeyi

kesin çizgilerle ortaya koymuştur.118 Bu yüzden ABD 1940’dan, hatta 1917’den beri,

Avrupa’daki güç dengesini bozmaya yönelik totaliter tehditlere karşı direnişinde,

Avrupa’nın yanında yer almıştır. Doktrin’in anlattığına göre ABD, bunu yaparken kendi

çıkarlarından çok, Sovyetler Birliği’nin savaş sonrası dönemdeki bu gibi davranışlarını

114Burcu Bostanoğlu, Türkiye-ABD İlişkilerinin Politikası (Ankara: İmge Kitabevi Yayınları, 1999), s. 244.

115NATO Belgeler, s. 18.

116Ibid., s. 19.

117Sander, loc. cit.

118Ibid.

Page 58: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

engellemek amacıyla hareket etmiştir.119 Bu politikasına halkının desteğini alabilmek için

de Sovyetler Birliği ve uydularından gelebilecek tehditleri abartarak “özgürlük düşmanı”

totaliter rejimlerin kapkara bir tablosunu çizmiştir. Halkından toplanan vergilerin

Yunanistan Kralına destek olarak gitmesini açıklayabilmesi için Yunanistan’daki durumu

evrensel anlamda terimler kullanarak tanımlamak durumunda kalmıştır. Böylece Truman

halkının desteğini -“özgürlük” amacı uğruna- sağlamayı başarmıştır.120

ABD, Nazi Almanya’sının totaliter tehditleri ile, Sovyetler Birliği’nden gelebilecek

totaliter tehditleri eşit biçimde değerlendirmemiştir. Aslında İkinci Dünya Savaşı sırasında

ve sonrasında tehdit gelebileceğini bile düşünmemiştir. Çünkü Rusların savaşa girmeleri ve

Almanya’ya karşı etkili bir mücadele vermeleri nedeniyle, birçok Amerikalının gözünde

Sovyetler Birliği ideolojik olarak değerlendirilmiyordu. Roosevelt yönetimi, -kendi

halkından farklı olarak- Sovyetler Birliği’ndeki rejimin demokrasi yönünden umut veren

gelişmelere neden olacağını hiç düşünmüyordu, sadece savaş sonrası dünyasında barışçıl bir

yapılanmanın sağlanabilmesi için onlarla işbirliği yapabileceklerini umut ediyorlardı.

Truman yönetimi de bu umudu korumuştur.121

Başkan Truman’a göre, savaş sonrası dönemde ABD’ye düşen üç temel görev

vardı: Öncelikle, Avrupa’da askeri, ekonomik ve siyasal istikrarın sağlanması. İkinci

olarak, bu kıtanın ABD nükleer şemsiyesi altında korunmaya alınması. Son olarak da, ABD

önderliğinde Avrupa’nın gücünü global ölçekte bir savunma için örgütlemek. Bu amaçlara

119Gaddis, op. cit., s. 387.

120Ambrose, op. cit., s. 66-67.

121Gaddis, op. cit., s. 387-388.

Page 59: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

ulaşmak için de aşağıda değinilecek olan Marshall Planı’nın hazırlık çalışmaları

başlatılmıştır.122

2.2.2. Marshall Planı

Savaş sonrasında yapılan konferanslardaki Sovyetler Birliği’nin isteklerini üç ana

başlıkta toplayabiliriz; 1- 10 milyar dolar civarında savaş tazminatı, 2- Ruhr bölgesinin

kontrolüne Sovyetlerin de katılımı, 3- Almanya’nın, Sovyet kontrolünde bulunan Doğu

bölgesindeki gibi Batı bölgesinin de demokratikleştirilmesi. Bu üç istek özellikle Sovyetler

Birliği’nin Almanya ile ilgili izlediği politikalar üzerine yansıtılmış ve 1946-47 yıllarında

dışişleri bakanları arasında yapılan Paris, Moskova ve Londra Konferanslarında açıkça dile

getirilmiştir.123

1947 yılının Mart ve Nisan aylarında Moskova’da dışişleri bakanları arasında

yapılan toplantılar sırasında, 15 Nisan’da ABD Dışişleri Bakanı George C. Marshall, Stalin

ile uzun bir görüşme yapmıştır. Bu görüşmeden sonra Marshall, Stalin’in Avrupa’ya yönelik

düşüncelerinde bir değişikliğin olmadığını anlamıştır. Avrupa’daki koşullar da Sovyet

etkisine açık gözüküyordu. Çünkü, ekonomi çok kötüydü. Savaşın etkileri yavaş yavaş

giderilmeye çalışılıyordu, hasar gören otoyollar, tren yolları ve kanallardan çok azı yeniden

yapılabilmişti. İşsizlik çok yaygındı, milyonlarca insan çok ağır şartlarda yaşamaya

122Çağrı Erhan, “ABD ve NATO’yla İlişkiler”, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler,

Yorumlar, Baskın Oran (der.), C. I, 5. Baskı (İstanbul: İletişim Yayınları, 2002), s. 530.

123Franz-Josef Strauss, “Soviet Aims And German Unity”, Foreign Affairs, C. 37, No. 3, Nisan 1959, s. 367-368.

Page 60: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

çalışıyordu. ABD’ye göre; böyle bir Avrupa’nın komünist söylemlere kapılması hiç de zor

değildi.124

5 Haziran 1947’de ABD Dışişleri Bakanı Marshall, Harvard Üniversitesi’nde

yaptığı bir konuşmasında, Avrupa’nın kalkınması için bir program yapılması gerektiği

düşüncesini dile getirmiştir. ABD’nin Avrupa’ya yardım etmesini ve Avrupa devletlerinin

ekonomik ihtiyaçları konusunda aralarında anlaşarak, tamamının olmasa bile bir kısmının

onayını alan bir program oluşturmalarını öneriyordu. Yaptığı konuşmada bu programın,

herhangi bir ülkeye veya rejime değil, açlığa, sefalete, ümitsizliğe ve kargaşaya karşı

çıkmak amacını gütmesi gerektiğini belirtiyordu.125

Dünyada geniş yankılar yapan bu konuşmanın nedenlerini şöyle özetleyebiliriz:

ABD 30 Haziran 1945’den 1946 yılı sonuna kadar elliden fazla ülkeye 14 milyar 300

milyon dolar yardımda bulunmuş, bu yardımın yarısı Fransa, İngiltere ve Avrupa’nın Kuzey

ve Batısının kalkınmasına harcanmış ama iyi bir sonuç elde edilememişti. Bu devletlerden

hiç birinin ekonomik durumu düzelmemişti. Çünkü bu yardım verimli ve kalkındırıcı

alanlara değil, açıkların kapanması, ithalat gibi paranın geri dönüşünün olmadığı alanlarda

harcanılmıştı. Bu şekilde Avrupa kalkınmasının sağlanamayacağı anlaşılmış ve bu yol

terkedilmiştir. Bunun yerine Avrupa ülkeleri arasında ekonomik bir işbirliği kurularak,

124Geoffrey Warner, “The Truman Doctrine And The Marshall Plan”, International Affairs, C. 50, No. 1, Ocak 1974, s. 90;

Çağrı Erhan, “‘Avrupa’nın İntiharı’ ve İkinci Dünya Savaşı Sonrasında Temel Sorunlar”, AÜSBFD, C. 51, S. 1-4, Ocak-

Aralık 1996, s. 259-260.

125Ismay, op. cit., s. 7.

Page 61: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

birinin eksiğinin diğerinin fazlasıyla kapatılması ve buna rağmen eksiklikler devam ederse,

Amerikan yardımına başvurulması öngörülmüştür.126

Ayrıca ABD’nin savaş sonrası üretiminin artmasına rağmen bu ürettiklerini

satabileceği pazarların oluşturulması da gerekiyordu.127 Bunu oluşturabilmek için ise

özellikle Avrupa devletlerinin satın alma güçlerinin yükseltilmesi gerekiyordu. Komünizmin

de yoksulluk ve kıtlığın bulunduğu yerlerde geniş taraftar topladığı düşüncesinden hareketle,

Avrupa ülkelerini kendi başlarına bırakmak, onları komünizm nüfuzu altına terk etmek

anlamına geliyordu. Henüz Sovyet nüfuzu altına girmemiş ülkelerin, bu nüfuza karşı

direnebilmeleri özellikle ekonomik açıdan güçlü olmalarına bağlıydı.128

Batı ülkelerinin ekonomik gelişmelerine büyük katkısı olan bu ekonomik yardım

önerisi, aynı zamanda Sovyetler Birliği ve diğer “Demir Perde” ülkelerine de

yapılmaktaydı. Bu öneri bir süre sonra Sovyetlere de çekici gelmiş, hatta Molotov

öncülüğünde bir heyet Paris’teki görüşmelere bile katılmış, ancak SSCB’yi tatmin edemediği

için bir sonuca ulaşılamamıştır129. Bunun üzerine, Stalin SSCB’ye yapılacak her türlü ABD

yardımını reddetmiş, kendi nüfuzu altındaki ülkeleri de reddetmeye zorlamıştır.130

126Armaoğlu, “Sovyet-Amerikan Münasebetleri...”, SBO Dergisi, s. 421-422.

127Bogdan Denitch, The End of the Cold War: European Unity, Socialism, and the Shift in Global Power (Minneapolis:

University of Minnesota Press, 1990), s. 24.

128Çağrı Erhan, “Ortaya Çıkışı ve Uygulanışıyla Marshall Planı”, AÜSBFD, C. 51, S. 1-4, Ocak-Aralık 1996, s. 275-276.

129Bostanoğlu, op. cit., s. 248. Paris’teki görüşmelerde Stalin’in uyuşabileceğinden çekinildiği için Molotov’a yakınlık

gösterilmemiştir. Ayrıca Marshall Planı’nın SSCB tarafından kabul edilmesi durumunda ABD Kongresi’nin bu planı

onaylamayacağı da düşünülmekteydi. Ataöv, op. cit., s. 126.

130NATO Belgeler, s. 19.

Page 62: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Marshall Planı’nda çok kapsamlı bir plan ortaya konulmuştu. Plan uyarınca ABD

dış yardımının %95’i Avrupa’ya verilmiştir131. Savaş mağduru ve savunmasız Batı Avrupa

demokrasilerini kısa zaman içinde normal yaşamlarına geri döndürebilme ve ekonomik

çöküntü içinden kurtararak Sovyetler Birliği ve “Demir Perde” ülkelerinin etkisine

düşmelerini engelleme görüşünü içermekteydi. Bu ülkelerin kendilerine olan güvenlerinin ve

kendi kendilerine yeter hale gelebilmelerinin sağlanmasıyla dünya güç dengesinin korunması

hedeflenmiştir.132 Böylece yapılan yardım ekonomik niteliğinden çok siyasal nitelik de

taşımaktadır.133 Marshall Planı’nın uygulamaya konulmasıyla birlikte de, ABD geleneksel

“İzolasyonizm” politikasından vazgeçerek, bütün dünyayı kapsayan bir dış politika izlemeye

başlamıştır.134

Marshall Planı adı verilen “Avrupa Kalkınma Projesi”nin ilk hazırlığı 12 Temmuz

1947’de Paris’te 16 Avrupa devletinin135 katılımıyla gerçekleştirilen konferansta

başlamıştır. “Avrupa Ekonomik İşbirliği Konferansı”136 (CEEC) adı altında çalışan

konferans, her devletin ne kadar yardıma ihtiyacı olduğunun ortaya çıkarılması için, 16

devlete soru cetvelleri göndermiş ve gelen bilgiler doğrultusunda genel bir rapor

131Bostanoğlu, loc. cit.

132Hoskins, loc. cit.

133Denitch, op. cit., s. x.

134Lord Carrington, “European Political Co-operation: America Should Welcome It”, International Affairs, C. 58, No. 1, Kış

1981/82, s. 2.

135Bu ülkeler, İngiltere, Fransa, Belçika, İtalya, Portekiz, İrlanda, Yunanistan, Türkiye, Hollanda, Lüksemburg, İsviçre, İzlanda,

Avusturya, Norveç, Danimarka ve İsveç’ten oluşmaktaydı. Armaoğlu, “Sovyet-Amerikan Münasebetleri...”, SBO Dergisi,

s. 424.

136Avrupa’nın yeniden kalkındırılmasını amaçlayan bu projenin uygulanabilmesi için ABD’de Ekonomik İşbirliği İdaresi (ECA)

ve Avrupa’da da Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü (OEEC) kurulmuştur. Hoskins, op. cit., s. 25.

Page 63: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

hazırlayarak ABD’ye göndermiştir. Böylece 1947-1951 yıllarını kapsayan Avrupa Kalkınma

Projesi, yani Marshall yardımı başlamıştır.137

Marshall yardımının başlamasıyla birlikte Sovyetler Birliği’nin heyecan ve

tedirginliği gizlenemeyecek düzeydeydi. Çünkü Avrupa’nın ekonomik çöküntü içinde

bulunması Sovyetlerin işine geliyordu, bu durumdan kurtulmaları ise, Amerika’nın

ekonomik nüfuzuna girmeleri anlamına gelmekteydi. Böylece ekonomik ayrılık siyasal

ayrılığı da beraberinde getirmekteydi. Çünkü Doğu Avrupa’nın ekonomik ve siyasal

birleşmesi Marshall Planı’nın etkisiyle oluşmaya başlamıştır.138

2.3. Prag Darbesi (22 Şubat 1948)

Çekoslovakya’nın iç ve dış politikasını etkileyen ve Avrupa politikasında da köklü

değişikliklere neden olan olaylar, 1948 yılı Şubat ayının başında Başbakan Gottwald’ın 8

polis müdürünü değiştirip yerlerine komünistleri atamasıyla başlamıştır. 19 Şubat 1948’de

SSCB Dışişleri Bakan Yardımcısı Zorin, “Çekoslovakya’ya verilecek buğdayın dağıtımına

nezaret etmek” gerekçesi ile Prag’a gelmiştir. Ertesi gün hükümetin 12 komünist olmayan

üyesi, polis müdürlerinin değiştirilmesini protesto etmiş ve sonuç alamayınca da istifa

etmişlerdir. Bunun üzerine 21 Şubat’ta 200 bin işçi Prag sokaklarında, -istifalar kabul

edilmezse genel greve gideceklerini haykırarak- gösteri yürüyüşü yapmışlardır. 23 Şubat’ta

Başbakan Gottwald istifa ederek, “bakanların fabrikaları özelleştirecekleri ve toprak

reformunu da engelleyecekleri” gerekçesiyle işçilere silah dağıtmıştır. Ertesi gün muhalif

basın susturulmuş ve 25 Şubat’ta da başbakan 12 istifa mektubunu Cumhurbaşkanı Beneş’e

137Sander, op. cit., s. 207-208.

138Ataöv, op. cit., s. 128.

Page 64: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

götürmüştür. Beneş kendi atadığı başbakan tarafından silahlandırılan 200 bin işçinin

baskısına, ülkenin bir iç savaşa sürüklenmesini engellemek amacıyla karşı koymamış,

istifaları kabul etmiştir. Bunun üzerine hükümet tamamen komünistlerin denetimine

girmiştir.139

2.4. SSCB’nin Berlin’i Abluka Altına Alması (24 Haziran 1948)

Almanya, Yalta ve Potsdam konferanslarında SSCB, ABD, İngiltere ve Fransa

arasında 4 işgal bölgesine ayrılmıştı. SSCB işgal bölgesinde kalan Berlin şehri de tıpkı

Almanya gibi 4 ayrı işgal bölgesine ayrılmıştı. 1947 yılında Batılı devletler kendi işgal

bölgelerinin ekonomik entegrasyonu için gerekli önlemleri almaya başladılar ve 1948 yılında

da kendi bölgelerinde para reformunu yaptılar. Ayrıca üç Batı işgal bölgesinde bir Alman

hükümetinin kurulmasına karar verdiler. Bu gelişmelere SSCB’nin tepkisi sert oldu ve

Berlin’i abluka altına aldı.140

Savaş sonrası anlaşmaları ile Sovyet işgal bölgesinin 100 mil kadar içinde bulunan

Berlin’deki Amerikan, İngiliz ve Fransız işgal birliklerinin Batı Almanya’dan kara, hava ve

demiryolu aracılığıyla her türlü ihtiyaçlarını serbestçe karşılayabilecekleri konusunda görüş

birliği sağlanmıştı. SSCB’nin Berlin’i abluka altına alması ile şehrin Batı Almanya ile olan

irtibatı kesilmiş oldu. Amaç, hem işgal birliklerinin ve hem de Batı Berlin halkının temel

ihtiyaç maddelerini sağlamalarını engelleyerek Batılı devletleri ödün vermeye zorlamaktı.

Şehirde iki buçuk milyona yakın insan oturmaktaydı ve Sovyetlere göre bu kadar insanın

hava yolu ile beslenmesi çok zordu. 24 Haziran 1948’de barikatları yerleştirmeye

139Sander, op. cit., s. 195-196.

140Ibid., s. 200-202.

Page 65: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

başlamışlardır. Bunun üzerine uyuşmazlığın tırmanarak sıcak çatışmalara dönüşmesini

önleme amacındaki Batılı devletler, şehri hava yolu ile desteklemeye karar vermişler ve

bunu 4 bin ton taşıma kapasitesine sahip uçakları ile gerçekleştirmişlerdir. Şehre yaklaşık

bir yıl bu şekilde temel ihtiyaç maddeleri ulaştırılarak abluka boşa çıkarılmıştır. 12 Mayıs

1949’da abluka kaldırılmıştır.141

Batı Almanya’da 1948 Eylülünde Kurucu Meclis çalışmalarını bitirmiş ve yeni

anayasa yürürlüğe girmişti. Ağustos 1949’da da seçimler yapılarak Conrad Adenauer

başkanlığında hükümet kurulmuş ve böylece Federal Almanya ortaya çıkmıştır. Sovyetler

Birliği de kendi işgal bölgelerinde 7 Ekim 1949 tarihinde Demokratik Alman

Cumhuriyeti’nin kurulduğunu duyurmuştur.142

Berlin Ablukası, ABD ile SSCB’nin ilk defa karşı karşıya geldikleri soğuk savaş

anlaşmazlığıdır. Çekoslovakya’daki komünist darbe ve Berlin ablukasından sonra Batılı

Müttefikler mümkün olan en kısa zamanda mümkün olan en güçlü savunma birliğini

oluşturma çabası içine gireceklerdir. Bu amaçla Batı Almanya’yı da yavaş yavaş tekrar

silahlandırma ve Batı ile entegre hale getirmeyi hedeflemişlerdir.143

3. NATO’nun Kuruluşu

İki dünya savaşı; Atlantik’e veya Atlantik bölgesi içindeki iç denizlere sınırı olan

herhangi bir veya birkaç devlete yapılan bir saldırı sonrasında Kuzey Atlantik bölgesinin

tehlikeye düştüğünü ve dünyanın bu Batı bölgesinde yaşanan herhangi bir çatışmanın da çok

141Ibid., s. 202.

142Ibid.

143Chester Wilmot, “Britain’s Strategic Relationship to Europe”, International Affairs, C. XXIX, No. 4, Ekim 1953, s. 410.

Page 66: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

tehlikeli sonuçlara yol açarak her tarafa sıçradığını, uzak veya yakın bütün ulusları

etkilediğini göstermiştir. NATO’yu oluşturan devletler, bu gerçekten hareket ederek,

bölgelerinin ortak kaderinin farkına varmışlardır. NATO kendisinden önceki bütün askeri

birliklerden farklıdır. Onun farklılığı ve devrimsel yanı; savaş ve barış zamanında dışarıdan

gelebilecek herhangi bir saldırıya karşı kolektif karşı koyma prensibi ile hareket

etmesindedir.144

1940’lı yılların sonunda ABD ve birkaç Batı Avrupa ülkesi Sovyetler Birliği’nden

gelebilecek tehlike ve tehditlere karşı bir savunma birliği kurmuşlardır. Güç Dengesi145

devletler arasında bu gibi dengelerin tekrar tekrar kurulabileceğini öngörmektedir. Fakat

onun kurumsallaşması veya kurumsallaşmaması hakkında çok az şey söyler. Örneğin güç,

iki devlet, iki sistem arasında dengelenebilir. Güç dengesi, kutuplar dengeyi sürdürme

konusunda istekli davranırlarsa, düzenli bir işbirliği oluşturabilir veya bir kutup diğerinden

daha güçlü olma yarışı içine girerse rekabetçi olabilir. NATO özel bir karışımdır.

NATO’nun tarihi incelendiğinde kolayca görülebileceği gibi çok taraflı olmayan bir yapısı

vardır. Güç ve sorumluluk gerektiren kararların komutası genellikle ABD’nin inisiyatifi ile

alınmaktadır. Aynı zamanda NATO üye devletlere, birlikte oluşturdukları kuralların ciddi

biçiminde uygulanması nedeniyle bir güvence sağlamaktadır. NATO’da güvenlik ön

plandadır. Üye ülkelerin sınırlarının toplamından oluşan birlik dış sınırı dokunulmazlığa

144Franz Josef Strauss, “An Alliance of Continent”, International Affairs, C. 41, No. 2, Nisan 1965, s. 193.

145Güç dengesi, dış politikanın yürütülme yöntemlerinin neden olduğu uluslararası sonuçları açıklama iddiasındadır. Eğer

uluslararası ilişkilerin siyasal bir kuramı varsa, bu, güç dengesi kuramıdır. Ancak, bu kuramın uluslararası ilişkiler

uzmanları tarafından genel kabul görmüş bir tanımı yoktur. Güç dengesi bazılarınca bir doğa kanunu, bazılarınca da bir

rezalet olarak görülmektedir. Bazıları devlet adamlarının bir rehberi, bazıları da emperyalist politikaların bir örtüsü olarak

değerlendirmektedir. Bazıları devletlerin güvenliğinin ve dünya barışının en iyi güvencesi, bazıları da onun çoğu savaşlara

Page 67: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

sahiptir. Bu sınırdan herhangi birine yapılabilecek bir saldırı bütün birliğe yapılmış kabul

edilir. 146

3.1. Dunkirk Antlaşması (4 Mart 1947)

İkinci Dünya Savaşı sonrası ortamda Batı Avrupa ülkelerinin çoğu Sovyetler

Birliği’nin kendilerine yönelik artan oranda tehdit oluşturduğunu düşünmekteydi. Yaşanan

gelişmeler nedeniyle o zamanki tehlike gerçek gibi gözükmekteydi.147 Yaşanan olaylar ve

gelişmeler Batı Avrupalı ülkeler tarafından aşağıdaki biçimde algılanmaktaydı, bu nedenle

de önlem alma –ve/veya gerekçelendirme- ihtiyacı hissetmekteydiler.

Sovyetler Birliği 1945 ve 1948 yılları arasında Doğu Avrupalı komşularıyla bir dizi

iki taraflı antlaşmalar düzenleyerek onları kendisine bağlamıştır. Bu şekildeki birlik

sisteminin örgütlenmesi “böl ve fethet” ilkesiyle yapılmış ve bu küçük devletler üzerindeki

Sovyetler Birliği’nin etkisi en üst düzeyde olmuştur. Stalin daha sonra bütün dünyaya

yayılması düşüncesiyle, Doğu Bloku arasında işbirliğini sağlamaya yönelik bir sosyalist

topluluk oluşturmayı amaçlamaktaydı.148

Batı Avrupa ülkeleri arasında Rus yayılmasını engellemek amacıyla yapılan ilk

girişim, 4 Mart 1947’de İngiltere ve Fransa arasında elli yıllık bir süre için149 imzalanan

yol açarak devletlerin sonu olduğuna inanmaktadır. Kenneth Waltz ve George H. Quester, Uluslararası İlişkiler Kuramı

ve Dünya Siyasal Sistemi, Çev: Ersin Onulduran (Ankara: AÜSBF Yayınları, 1982), s. 41-42.

146Steve Weber, “Shaping The Postwar Balance of Power: Multilateralism in NATO”, International Organization, C. 46, No.

3, Yaz 1992, s. 633.

147John Lewis Gaddis, “The Cold War, the Long Peace, and the Future”, The End of the Cold War: Its Meaning and

Implications, Michael J. Hogan (der.) (New York: Cambridge University Press, 1994), s. 21-22.

148Weber, op. cit., s. 636.

149Hoskins, op. cit., s. 22.

Page 68: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Dunkirk Antlaşması’dır. Antlaşmanın Almanya’ya karşı yapıldığı ileri sürülmüşse de

gerçekte SSCB’den gelebilecek girişimlere karşı koymak amacıyla yapıldığı açıktır. Çünkü

o tarihlerde Almanya, Müttefiklerin işgali altında olması nedeniyle, İngiltere ve Fransa için

bir tehlike oluşturmamaktaydı.150

Dunkirk Antlaşması’nı duyuran İngiltere ve Fransa, kısa sürede ABD ve SSCB’nin

de antlaşmaya katılmalarını ve gerçekte dörtlü bir paktın kurulmasını ümit ettiklerini

belirtmişlerdir.151 Aslında amaçları, ABD’yi Avrupa savunması için yüküm altına

sokmaktı. İngiltere ve Fransa kendi olanaklarıyla SSCB’den gelebilecek bir saldırıya karşı

koyamayacaklarının da farkındaydılar.152

1947 yılının geri kalan günlerinde, İngiltere, Fransa, ABD ve SSCB temsilcilerinin

bir araya gelerek Avrupa’nın yeniden inşası ve tamirine yönelik bir antlaşma sağlamaları

mümkün olmamıştır. 1948 yılının ilk aylarına kadar SSCB ve Batılı devletler arasındaki

çatlak bir türlü kapatılamamıştır. Bir taraftan Marshall Planı’nın uygulamaya konulması,

diğer taraftan bu planın uygulanmasını engellemek amacıyla kurulmuş olan Kominform’un

uygulamaları, dört taraf arasında oluşturulmak istenen paktın gerçekleşmeyeceğinin kanıtı

olmuştur.153

Bu atmosfer içinde İngiltere Dışişleri Bakanı Ernest Bevin 22 Ocak 1948’de çok

ciddi bir konuşma yapmıştır. Konuşmasında, Doğu Avrupa’daki durumun Batılılara bir oldu

150Turan, op. cit., s. 7.

151John Baylis, “Britain, The Brussels Pact And The Continental Commitment”, International Affairs, C. 60, No. 4, Güz 1984,

s. 619.

152Turan, loc. cit.

153Hoskins, loc. cit.

Page 69: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

bitti şeklinde sunulduğunu, “Batı Avrupa’nın özgür uluslarının birbirlerine iyice

yaklaşmaları gerektiği”ni, Benelüks (Belçika, Hollanda, Lüksemburg) ülkeleriyle ve İtalya

dahil diğer Batılı ülkelerle birlik oluşturacak bir antlaşmanın başarılabileceğini umduğunu”

söylemiş ve “şimdi Batı Avrupa’yı bir birlik gibi düşünüyoruz” demiştir.154

Bevin’in önerisi, Dunkirk Antlaşması’nın bir model olarak ele alınması ve ABD’yi

içine alan iki taraflı antlaşmalar aracılığıyla genişlemesidir. Aynı Stalin’in iki taraflı

antlaşmalar aracılığıyla, Doğu Avrupa’yı Sovyetler Birliği’ne bağlayarak bir savunma birliği

oluşturması gibi, Batı Avrupa için de, ABD’nin etrafında ikili antlaşmalar aracılığıyla bir

yapının oluşturulmasını önermektedir. Bu yapının oluşturulması durumunda Stalin’in planını

dengelemenin mümkün olacağını düşünmektedir. Ancak Bevin’in düşüncesi yaşama

geçirilememiştir.155

3.2. Brüksel Antlaşması-Batı (Avrupa) Birliği’nin Kurulması (17 Mart 1948)

22 Şubat 1948 tarihinde gerçekleşen Prag darbesi ile Çekoslovakya’nın Sovyet

nüfuzu altına girmesinden sonra Çekoslovakya devletinin kendine has yapısı yüz saatten

daha az bir süre içinde değişmiştir. İngiltere Dışişleri Bakanı Bevin’in düşüncesine göre,

Batı Avrupa geleceği ile ilgili karar vermesi için 6-8 haftalık tehlikeli bir döneme girmişti.

Dahası, Çekoslovakya sorunu Batılı liderlerin karşılaştıkları tek sorun değildi. Mart’ın

başlarında Berlin’de Sovyetlerin faaliyetlerinde bir artış başlamıştı, İtalya’da Prag darbesi

benzeri bir darbe korkusu baş göstermişti156, Kuzeyde Finlandiya ve Norveç’e yönelik,

154Ibid.

155Weber, op. cit., s. 636.

156Cohen, op. cit., s. 48-49.

Page 70: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Sovyetler Birliği’nin, kendisiyle “dostluk ve karşılıklı yardım antlaşması” imzalamaları için

artan baskıları da vardı.157

Bunlardan sonra Batılı müttefikler acilen bir savunma birliği oluşturma ihtiyacı

duymuşlar ve 4 Mart 1948’de İngiltere, Fransa ve Benelüks ülkeleri temsilcileri Brüksel’de

toplanarak karşılıklı yardım antlaşmasının şeklini görüşmeye başlamışlardır. Bu beş Batı

Avrupa ülkesi arasında 17 Mart 1948’de, ortak bir savunma sistemi kurmayı, ekonomik ve

kültürel bağlarını güçlendirmeyi taahhüt ettikleri Brüksel Antlaşması imzalanmıştır.158

Brüksel Antlaşması’nın 4. maddesine göre, taraflardan biri Avrupa’da silahlı bir

saldırıya uğrarsa, diğer imzacı taraflar sahip oldukları askeri ve diğer bütün olanaklarla

yardım edeceklerdi. Elli yıl süresi olan bu antlaşma “Batı Birliği”nin en üst organı olarak,

beş dışişleri bakanından meydana gelen bir “Danışma Konseyi” ve bu konseye bağlı olarak

savunma bakanlarından oluşan bir “Batı Savunma Komitesi”nin oluşturulmasını

öngörmekteydi.159

Böylece, ekonomik işbirliğindeki yerel ve bölgesel deneyimlerin ve sağlıksız bir

uluslararası siyasal atmosferin dışında, Batı Birliği olarak bilinen yeni tip bir barış zamanı

örgütlenmesi ortaya çıkmıştır.160

157Baylis, op. cit., s. 625-626.

158Ismay, op. cit., s. 9. Bu antlaşmanın tam metni için bkz. Ayın Tarihi, Mart 1948, s. 97-99; Treaty of Economic, Social and

Cultural Collaboration and Collective Self-Defence (“The Brussels Treaty”),

<http://www.nato.int/docu/basictxt/b480317a.htm> (15.04.2002).

159NATO Belgeler, s. 20.

160Hoskins, op. cit., s. 23.

Page 71: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Batı Birliği barış zamanında kurulmuş olmasına rağmen, üyelerinin herhangi bir

saldırıya karşı hazırlıklı olma amacıyla ne kadar ciddi çalıştıklarını göstermektedir. Çünkü

daha sonra kurulan NATO, sivil ve askeri alanlardaki bu çalışmalardan çok

yararlanmıştır.161 Hatta “Brüksel Antlaşması olmadan, NATO’nun gerçekleşebileceği”ni

söylemek oldukça güçtür162.

Batı Birliği başlangıçta Avrupa bölgesinde kolektif güvenliğin sağlanması anlamına

gelse de, güvenden çok ümit vaat etmiştir. Çünkü, özellikle ABD’nin Birlik üyesi olmaması

dolayısıyla, askeri, parasal ve moral olarak Sovyetler Birliği’nden gelebilecek herhangi bir

saldırıya karşı koyabilecek durumda değildi. Bu eksikliğini giderebilmek için, Batı

Birliği’nin Atlantik bölgesine doğru ABD’yi de içine alarak genişlemesi gerekmekteydi.

ABD geleneksel olarak Batı Avrupa ile birlikte hareket etmesi nedeniyle bu birlik içinde yer

almalıydı.163 ABD’nin Batı Avrupa’yı kendi sorunlarıyla baş başa bırakması, Sovyet

müdahalesini de beraberinde getirebilirdi. Bu yüzden ABD’nin Batı Birliği içinde yer alması

kaçınılmazdı. Çünkü İkinci Dünya Savaşı boyunca ve savaş sonrasındaki görüşmelerde,

birlikte hareket etmişler ve savaş sonrasının ekonomik yaralarını ABD yardımları ile

sarmaktadırlar.164 Ayrıca Marshall’ın Harvard Üniversitesi’nde yaptığı konuşması da,

Bevin’i umutlandırmış ve bu yöndeki girişimlerini arttırmasına neden olmuştur165.

Atlantik’in öbür tarafında, en yakın Sovyet tankından binlerce mil uzaklıkta ve ülkelerindeki

161Ismay, loc. cit.

162Baylis, op. cit., s. 627.

163Hoskins, op. cit., s. 23-24.

164Lionel Gelber, “A Marriage of Inconvenience”, Foreign Affairs, C. 41, No. 2, Ocak 1963, s. 310-313.

165Baylis, loc. cit.

Page 72: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

güçsüz bir komünist partisinin varlığından çok da haberdar olmadıkları için Amerikalılar

kendilerini güvende hissedebilirlerdi. Ancak Avrupalılar için durum çok farklıydı.

Güvenlikleri için ABD’yi yanlarına almaları gerekmekteydi.166

ABD’nin Batı Birliği içinde yer almasına üyesi olduğu Birleşmiş Milletler

Antlaşması da engel değildi. BM Antlaşması’nın 52. maddesinin birinci paragrafı özellikle

bu konuyla ilgilidir ve şöyle demektedir: “İşbu antlaşma’nın hiçbir hükmü, uluslararası

barış ve güvenliğin korunmasına ilişkin olup, bölgesel anlaşma ya da kuruluşların varlığına

engel değildir; yeter ki, bu anlaşma ve kuruluşlar ve bu kuruluşların çalışmaları Birleşmiş

Milletler’in Amaç ve İlkeleri ile bağdaşır olsun.”167

Sovyetler Birliği’nin Birleşmiş Milletler’deki müzakerelerde ısrarla veto yetkisini

kullanması, Batılı liderleri başka çözüm yolları bulmaya yöneltmişti. Çünkü onlara göre,

Sovyet taktiklerine karşı Birleşmiş Milletler güçsüzleşmekteydi ve uluslararası işbirliğini

geliştirme adına gerekli ilerlemeleri sağlayamıyordu. Bu durum Atlantik’in iki tarafındaki

liderleri 1948 İlkbaharı’nda BM Antlaşması’nın (md. 52/1) izin verdiği bölgesel

düzenlemeleri yapmaya yöneltmiştir.168

3.3. Vandenberg Kararı (11 Haziran 1948)

Brüksel Antlaşması’nın imzalandığı gün olan 17 Mart 1948 tarihinde, ABD Başkanı

Truman, Kongreye yaptığı konuşmasında şöyle demiştir: “Bu [Batı Birliği Paktı] bizim tam

desteğimize hak kazanmaktadır. Ben Birleşik Devletler’in özgür uluslara durumun

166Cohen, op. cit., s. 48.

167Birleşmiş Milletler Antlaşması ve Uluslararası Adalet Divanı Statüsü (Ankara: Birleşmiş Milletler Enformasyon Merkezi

Yayınları, 1997), s. 27-28.

168Hoskins, op. cit., s. 24.

Page 73: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

gerektirdiği yardımı sunacağına güvenmekteyim. Avrupa ülkelerinin kendilerini koruma

kararlılıklarıyla bizim onlara yardım yapma kararlılığımızın denk olduğuna eminim.”169

Başkan’ın yapmış olduğu bu konuşmadan hareketle 11 Nisan 1948’de, ABD

Dışişleri Bakanı George C. Marshall ve yardımcısı Robert M. Lovett, Senatör Arthur H.

Vandenberg ve Senatör Tom Connally Kuzey Atlantik Bölgesi’ndeki savunma sorunları

hakkında ön görüşme yapmak için bir araya gelmişlerdir. 28 Nisan 1948’de ise, Kanada

Parlamentosu’nda Louis Saint-Laurent, karşılıklı savunma konusunda Brüksel

Antlaşması’nın kapsamını aşan tek bir sistem oluşturulması düşüncesini ortaya atmıştır. Bu

düşünce bir hafta sonra İngiliz Dışişleri Bakanı Ernest Bevin tarafından çok olumlu

karşılanmıştır. Ancak ABD hukuken böyle bir ittifaka katılabilecek durumda değildi. Bunun

için Senatodan bir kararın çıkması gerekmekteydi.170

Bu amaçla Senatör Vandenberg, Dışişleri Bakanlığı’nın da görüşünü alarak bir

karar tasarısı hazırlamış ve Senatoya sunmuştur. 11 Haziran 1948 tarihinde de bu tasarı

Senatör Vandenberg ve Senatör Tom Connally’nin desteklemesi sonucunda kabul edilmiştir.

Senatodaki oylamada dört oya karşılık altmış dört oyla kabul edilen “Karar 239”, daha çok

“Vandenberg Kararı” adıyla tanınmıştır.171

Bu karar, ABD’nin hukuksal yoldan bireysel ve karşılıklı yardım ilkesine dayanan,

bölgesel veya topluca tedbirlere başvurmasını ve ulusal güvenliğini tehlikeye düşürebilecek

silahlı bir saldırı karşısında bireysel veya kolektif meşru müdafaa hakkını (BM Madde 51)

169Department of State Bulletin, March 28, 1948’den aktaran ibid., s. 25-26.

170NATO Belgeler, s. 20-21.

171Cees Wiebes and Bert Zeeman, “The Pentagon Negotiations March 1948: The Launching Of The North Atlantic Treaty”,

International Affairs, C. 59, No. 3, Yaz 1983, s. 363.

Page 74: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

destekleyerek barışın korunmasına katkıda bulunması amacıyla, Anayasası’na uygun olarak

bölgesel veya genel antlaşmalara katılmasını tavsiye etmekteydi. Kongrenin kabul ettiği

Vandenberg kararı ile ABD, -Brüksel Antlaşması gibi- “kolektif” antlaşmalara katılmayı

benimsemiş172 ve barış zamanında uyguladığı dış politikası ve savunma politikasında çok

önemli bir gelişme gerçekleşerek NATO’ya girmesi mümkün olmuştur.173

3.4. BAB ile ABD ve Kanada Arasında Hazırlanan Rapor (9 Eylül 1948)

ABD Senatosu’nda Vandenberg Kararı’nın alınmasından sonra 6 Temmuz 1948

tarihinde ABD Dışişleri Bakanlığı ile Kanada ve Batı Avrupa Birliği’ne üye devletlerin

büyükelçileri arasında ön görüşmeler başlamış, 9 Eylül 1948 tarihinde bir rapor

hazırlanarak hükümetlere sunulmuş ve hükümetlerce de olumlu karşılanmıştır.174

Bu rapor ileride yapılacak antlaşmanın; barış ve güvenliğin sağlanması, tarafların

her türlü saldırıya karşı direnme azminin ifadesi, uygulama alanının belirlenmesi, bireysel

savunma ve karşılıklı yardım ilkelerine dayanması, askeri hedeflerden başka Kuzey Atlantik

halkının istikrar ve refahını sağlama hedefi, uygulama için gerekli örgütün oluşturulması

konularını içermesi gerektiğini tavsiye etmekteydi. Bu amaçla yedi devletin (İngiltere,

Fransa, Belçika, Hollanda, Lüksemburg, Kanada ve ABD) temsilcileri Kuzey Atlantik

Antlaşması’nın metninin kaleme alınması çalışmalarına başlamışlardır.175

172Ataöv, op. cit., s. 140.

173Ismay, op. cit., s. 10.

174NATO Belgeler, s. 21, NATO Fact And Figures (Brussels: NATO Information Service Press, 1981), s. 21.

175Ismay, loc. cit.

Page 75: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

3.5. Kuzey Atlantik Antlaşması’nın İmzalanması

11 Haziran 1948’deki Vandenberg Kararı’ndan sonra ABD’nin bir Avrupa savunma

sistemi içinde yer alacağı kesinleşince, bu sistemin bir an önce kurulması amacıyla

çalışmalara başlanmıştır. Yapılan çalışmalar sonucu, Ekim ayında antlaşma metni

hazırlanmıştır.176 Hazırlanan metin, imzalanmasından iki hafta önce 18 Mart 1949

tarihinde yayınlanmıştır.177

Brüksel Antlaşmasını imzalayan devletler ile Kanada ve ABD 15 Mart 1949

tarihinde Danimarka, İzlanda, İtalya, Norveç ve Portekiz’i Antlaşmaya katılmaya resmen

davet etmişlerdir. Sovyetler Birliği, bu ülkelerin kara ordularına katkılarının çok önemli

düzeyde olmamasına rağmen, buralarda hava ve deniz üssü kurabilmek amacıyla pakta davet

edildiklerini ileri sürmüştür.178 Stalin’in yayılmacı planlarının olup olmadığı tam net

olmamakla birlikte kesin olan bir şey varsa o da, yaşanan bu gelişmelerin Sovyetler

Birliği’ni tehdit eder hale gelmeye başlamasıdır.

Kuzey Atlantik Antlaşması 4 Nisan 1949 tarihinde Washington’da şu devletlerin

dışişleri bakanları tarafından imzalanmıştır: Belçika (Paul-Henri Spaak), Kanada (Lester B.

Pearson), Danimarka (Gustav Rasmunen), ABD (Dean Acheson), Fransa (Robert

Schuman), İzlanda (Bjarni Benediktsson), İtalya (Kont Carlo Sforza), Lüksemburg (Joseph

Bech), Norveç (Halvard M. Lange), Hollanda (Dr. D. U. Stikker), Portekiz (Dr. Jose

Caeriro da Matta) ve İngiltere (Ernest Bevin). Üye ülke Parlamentoları Antlaşmayı, takip

176Turan, op. cit., s. 10.

177Ismay, op. cit., s. 11.

178Ambrose, op. cit., s. 80.

Page 76: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

eden beş ay içinde de onaylamışlardır.179 Türkiye ve Yunanistan bu antlaşmaya 18 Şubat

1952’de,180 Federal Almanya 9 Mayıs 1955’te taraf olmuşlardır. Federal Almanya’nın

NATO üyesi olması, özellikle NATO’nun kuzey bölgesinin ve Almanya’nın savunmasının

güçlendirilmesi için gerekli bir adımdı. Çünkü savaş teknolojisindeki ilerlemeler (denizaltı

ve uçakların etkin kullanımı) nedeniyle bu bölgenin de NATO Bölgesi içerisinde bulunması,

ayrıca hava ve deniz savunma olanaklarının güçlendirilmesi açısından gerekliydi.181

Taraflar Antlaşmanın giriş bölümünde, BM Antlaşması’nın amaç ve ilkelerine olan

inançlarını, bütün uluslar ve hükümetlerle barış içinde yaşama arzularını

tekrarlamaktadırlar. Halklarının demokrasi ilkelerine, kişisel özgürlük ve hukukun

üstünlüğüne, ortak miras ve kültürlerini korumaya kararlı oldukları belirtilmektedir. Kuzey

Atlantik bölgesinde istikrar ve refahı geliştirmeye çalışacaklarını, savunma, barış ve

güvenliklerini korumak için birlikte hareket edecekleri konusunda kararlı olduklarını

açıklamaktadırlar.182

Antlaşmaya göre, taraflar kendilerinin karışabilecekleri uluslararası nitelikteki

uyuşmazlıkları BM Antlaşması’nda belirtildiği üzere, barışçı yöntemlerle çözümlemeye ve

uluslararası ilişkilerinde kuvvet kullanmamayı veya kuvvet kullanma tehdidinde

bulunmamayı kabul etmektedirler. Antlaşmanın 4. maddesine göre taraflar, içlerinden

herhangi birisinin görüşüne göre, herhangi birisinin ülke bütünlüğü, siyasal bağımsızlığı

179Ismay, loc. cit.

180Resmi Gazete, 18 Şubat 1952, S. 8038.

181Wilmot, op. cit., s. 413.

182Aslan Gündüz, Milletlerarası Hukuk Temel Belgeler Örnek Kararlar, Geliştirilmiş 3. Baskı (İstanbul: Beta Yayınları,

1998), s. 656.

Page 77: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

veya güvenliği tehdit edildiğinde, karşılıklı görüş alış verişinde bulunacaklardır. 5. maddeye

göre, taraflar, Avrupa veya Amerika’da üyelerinden herhangi birisi silahlı bir saldırıya

uğrarsa, bu saldırıyı bütün üyelere yapılmış bir saldırı kabul edecekler ve BM md. 51’de

tanınan bireysel ya da kolektif karşı koyma hakkını kullanarak silahlı güç kullanmayı da

kapsayabilecek şekilde saldırıya uğrayan üyeye yardım edeceklerdir.183

4. Varşova Paktı’nın Kuruluşu

NATO’nun başlıca kuruluş amacı; antlaşmasında bulunmamakla beraber, İkinci

Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da, Sovyetler Birliği’nin önderliğinde ve Doğu Avrupa

Ülkelerinin (Polonya, Macaristan, Çekoslovakya, Romanya, Bulgaristan) de fiili katılımıyla

güçlenen komünist cepheye karşı, Batıyı korumaktı. Ancak Batının bu savunma amaçlı

girişimini, kendi güvenlikleri için bir tehdit olarak algılayan Sovyetler Birliği ve diğer

komünist ülkeler, kısa bir süre sonra NATO’ya karşı kendi örgütlenmelerini oluşturma

çabası içine girmişlerdir.184 NATO’nun kurulmasından sonra Avrupa’nın bölünmüş

durumu kesinlik kazanmış, Marshall Planı’nın ekonomik açıdan yaptığını NATO askeri

açıdan yapmıştır.185 ABD’nin elinde atom bombası olması nedeniyle, savaşta ekonomisi

ağır hasara uğrayan, ordusu çok sayıda kayıp veren SSCB’nin, savaş sonrası dönemdeki en

büyük endişesi güvenlik olmuştur.186 Çünkü Sovyetler Birliği açısından, “NATO’nun

183Ibid.

184Ibid., s. 657.

185Paul Kennedy, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri, 3. Baskı (Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1991), s.

445.

186Gaddis, “The Cold War,...”, s. 27; Erel Tellal, “SSCB’yle İlişkiler”, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne

Olgular, Belgeler, Yorumlar, Baskın Oran (der.), C. I, 5. Baskı (İstanbul: İletişim Yayınları, 2002), s. 500.

Page 78: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

kurulması sonucunda ABD’nin, muhtemel bir Rus saldırısına karşı elindeki Atom bombasını

kullanma sözü verdiği” anlamının çıkartılması güç değildir.187

Sovyetler Birliği nüfuz alanına giren Doğu Avrupa devletleri arasında, bir dizi

siyasal, ekonomik ve askeri alanlarda yapılan antlaşmalar aracılığıyla hem Moskova’ya ve

hem de birbirlerine sıkıca bağlanmışlardı. 1943-1949 arasında aralarında bu türden yirmi üç

antlaşma imzalamışlardır.188 Stalin Dönemi’nin askeri ittifak sistemi yapılan ikili

antlaşmalar aracılığıyla bir düzen oluşturmayı amaçlamıştır. Ancak uygulamada ikili

antlaşmalar mazeret haline gelmiştir. Karşılıklı askeri yardımın ölçüsü, savunma olanakları

hakkında işbirliği ve karşılıklı fikir alış verişi gibi aktiviteler, Varşova Antlaşması’nın

imzalanmasıyla daha sonra geliştirilmiş ve düzenlenmiştir. Yani Sovyetler Birliği’nin

oluşturmaya çalıştığı askeri-siyasal birlik adım adım gerçekleştirilen ilerlemeler aracılığıyla

sağlanmıştır.189

4.1. Molotof Planı

Marshall Planı’na karşı bir tepki niteliğinde oluşturulmuştur. Planın temelini Sovyet

nüfuzu altındaki ülkelerle Sovyetler Birliği arasında yapılan iki taraflı ticaret antlaşmaları

oluşturmaktaydı. Sovyetler Birliği’ne göre iki taraflı olması nedeniyle diğer imzacı ülkenin

ekonomik bağımsızlığına herhangi bir etkisi olmayacaktı. Bu planın en zayıf noktası,

Sovyetler Birliği’nin Doğu Avrupa ülkelerinin sanayilerini geliştirmek için ihtiyaç

duyacakları araç, gereç ve donanımı sağlayamayacak durumda olmasıydı. Bununla birlikte

187Ambrose, op. cit., s. 86.

188Ismay, op. cit., s. 5, bu antlaşmalar ve tarihleri için bkz. aynı sayfadaki dipnot.

189Neil Fodor, The Warsaw Treaty Organization - A Political And Organizational Analysis (London: Mac Millan Press,

1990), s. 5-6.

Page 79: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Molotof Planı’na dayanılarak yapılan iki taraflı antlaşmaların gizli yapılmaları nedeniyle

içerikleri bilinmemektedir. Ancak kesin olan bir şey varsa o da, bu ticaret antlaşmalarının

daha çok Sovyetler Birliği’nin ekonomisini düzeltmesine yaramış olmasıdır.190

4.2. Bled Antlaşması

Truman Doktrini ve Marshall Planı’nın ortaya çıkmasından sonra Sovyetler, gerek Orta

Avrupa’da ve gerekse Balkanlar’da yoğun girişimlerde bulunmuşlardır. İlk önce bu

bölgelerde, Sovyet nüfuzunun güçlendirilmesi ve komünist liderlerce yönetilen ülkeler

arasında sıkı bir işbirliği ve yakınlık sağlanarak, sağlam bir blok oluşturulmak istenmiştir.

Bled Antlaşması 2 Ağustos 1947’de Yugoslavya adına Mareşal Tito ve Bulgaristan

adına da Başbakan Dimitrof arasında imzalanmıştır. Bu antlaşmanın içeriği

bilinmemektedir.191 Ancak 3 Ağustos 1947 günü Bulgar Hükümeti’nin yayınladığı

bildiride, her iki ülkenin gelecekte, gerek Alman emperyalizmi ile olası yandaşlarından,

gerek herhangi diğer bir ülkeden, bağımsızlıklarına ve özgürlüklerine yapılabilecek herhangi

bir saldırıyı önlemek amacıyla, bağımsızlık, güvenlik ve kalıcı bir dünya barışının

kurulmasına yönelik politikalarını ilgilendiren bütün sorunlarla ilgili işbirliği yapmayı

kararlaştırdıkları açıklanmıştır.192

Mareşal Tito da 3 Ağustos 1947’de yaptığı açıklamada, iki ülke halklarının Batıda

sınırları dışında gerçekleşen gerici eylemlerden korunması ve barışçıl bir şekilde

yaşamalarını sağlama amacı güttüklerini bildirmiştir. Ayrıca bu antlaşmanın Balkanlar’ı

190Armaoğlu, “Sovyet-Amerikan Münasebetleri...”, SBO Dergisi, s. 424-425.

191Ibid., s. 443.

192Ayın Tarihi, Ağustos 1947, s. 154.

Page 80: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

silahlandırarak, Avrupa’da bir savaş çıkarmak isteyen emperyalistlere karşı “öldürücü bir

darbe” olduğunu da savunmuştur.193

4.3. Balkan Federasyonu

Aralık 1947’de Bled Antlaşması genişleyerek, Yugoslavya’nın yanında Arnavutluk,

Macaristan, Romanya ve Bulgaristan’ın bir araya gelmesiyle bir federasyon oluşmuştur. Bu

federasyon Yugoslavya ile komşuları arasında imzalanan antlaşmalarla kurulmuştur. İlgili

antlaşmalar, Almanya veya herhangi diğer bir devletten gelebilecek saldırıya karşı

birbirlerine yardım yapmalarını öngörüyordu.194

Balkan Federasyonu 24 Ocak 1948 tarihinde, Macaristan ile Romanya arasında

imzalanan Macar-Romen Dostluk ve Karşılıklı Yardım Antlaşması ile bir adım daha

ilerlemiştir. Böylece Balkan Federasyonu sadece Balkan Slavlarını içine almakla

kalmayarak, Macaristan’ın da katılımıyla bir “Tuna-Balkan Bloku” kurulmuştur.195

5 Şubat 1948 tarihinde Romanya-SSCB, 18 Şubat 1948’de de Macaristan-SSCB

Dostluk, İşbirliği ve Karşılıklı Yardım Antlaşmaları imzalanmıştır. Yapılan antlaşmalar,

taraflardan biri, Almanya veya Almanya ile birlikte hareket edecek olan herhangi bir

devletle savaşa girecek olursa karşılıklı yardımda bulunacaklarını içermektedir. Bu şekilde

Balkan Federasyonu üyeleri, yaptıkları antlaşmalar ile birer birer SSCB’ye bağlanmaya

başlamışlardır.196

193Ibid., s. 196.

194Armaoğlu, “Sovyet-Amerikan Münasebetleri...”, SBO Dergisi, s. 443-444.

195Armaoğlu, “Sovyet-Amerikan Münasebetlerinin Üç Yılı 1945-1948”, AÜSBF Dergisi, C. V, S. 1-4, 1950, s. 186.

196Ibid., s. 187.

Page 81: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

4.4. Kominform’un Kurulması (5 Ekim 1947) (Communist Information Bureau)

1919 yılında kurulan III. Komünist Enternasyonali yani Komintern, İkinci Dünya

Savaşı içinde 22 Mayıs 1943’te kaldırılmıştı. Armaoğlu’ya göre, Sovyetler Birliği tarafından

yapılan bu hareket samimi değildir. Çünkü, Sovyetler Birliği’nin savaşa girmesiyle ortaya

çıkan olumsuz durumu ortadan kaldırmak için yapılmıştır. Komintern “bütün dünya

işçilerini birleştirmek” amacıyla kurulmuştu. Fakat Sovyetler savaş sırasında kapitalist

ülkelerle birlikte hareket ediyordu. Bu nedenle, Komintern’in kaldırılması müttefiklerini

yatıştırmak amacıyla yapılmış bir manevradan ibaretti. Gerçekte Komintern’in

kaldırılmasından sonra bütün ülkelerin komünist partileri Moskova’ya bağlanmış ve bu

şekilde çalışmalarına devam etmişlerdir.197

“Amerikan emperyalizminin aracı” Marshall Planı ile mücadele etmek amacı ile

1943 yılında kaldırılmış olan Komünist Enternasyonali’nin yerine198 5 Ekim 1947’de

Kominform Varşova’da kurulmuştur. Üyelerini Sovyetler Birliği, Polonya, Bulgaristan,

Çekoslovakya, Romanya, Macaristan, Yugoslavya, Fransa, İtalya ve daha sonra Hollanda

komünist partilerinin liderleri oluşturmaktaydı. Kurulmasından itibaren bütün Batı

Avrupa’da karışıklık yaratma amacıyla grevleri teşvik edip örgütlemişler, şiddetli bir

muhalefet yapmışlardır. Devletin bütün kurumlarına özellikle de sendikalara sızmaya

başlamışlardır.199 İlk Kominform bildirisinde, Truman doktrini ve Marshall Planı

“ABD’nin bütün dünyaya yayılma tasarısının bir parçası” olarak ileri sürülmüş ve

197Armaoğlu, “Sovyet-Amerikan Münasebetleri...”, SBO Dergisi, s. 430.

198Rıfkı Salim Burçak, Moskova Görüşmeleri (26 Eylül 1939-16 Ekim 1939) ve Dış Politikamız Üzerindeki Tesirleri

(Ankara: Gazi Üniversitesi Yayınları, 1983), s. 186.

199NATO Belgeler, s. 18-19, 199.

Page 82: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Avrupa’daki bütün komünist partileri ulusal bağımsızlıkları ve egemenliklerini savunmada

öncü olmaya çağırmıştır.200

Tüm Avrupa’da parti faaliyetlerini koordineli hale getirmek amacıyla kurulan

Kominform 17 Nisan 1956 tarihinde Sovyetler Birliği’nce tek taraflı olarak feshedilmiştir.

Bu kararı 18 Nisan tarihli Pravda gazetesi duyurmuştur.201

4.5. Varşova Paktı Antlaşması’nın İmzalanması

Stalin Dönemi Sovyet dış politikası katı temeller üzerinde yükseliyordu. Stalin

“benimle olmayan bana karşıdır” ilkesi ile hareket etmekteydi. Bu yüzden İkinci Dünya

Savaşı’ndan sonra, Batı Avrupa’ya yönelik Sovyet dış politikası tamamen Almanya sorunu

üzerine odaklanmış, Sovyetler Birliği’nin Almanya üzerine kurduğu bu politikaların bir

sonucu olarak da, Varşova Paktı kurulmuştur.202

25 Ocak-18 Şubat 1954 tarihleri arasında Berlin’de İngiltere, ABD, Fransa ve

SSCB arasında iki Almanya’nın birleştirilmesi ile ilgili yapılan görüşmelerden bir sonuç

alınamamıştı. Bunun üzerine 28 Eylül-3 Ekim 1954 tarihleri arasında Avrupa savunması için

bir çözüm arayan dokuz devlet (Belçika, Kanada, ABD, Fransa, İtalya, Lüksemburg,

Hollanda, Federal Almanya ve İngiltere) Londra’da bir konferans düzenlemişlerdir. Yapılan

görüşmelerden sonra İtalya ve Federal Almanya’nın Brüksel Antlaşması’na (Batı Avrupa

Birliği) katılmaları için davet edilmeleri kararlaştırılmıştır. Bundan sonra 20-22 Ekim

1954’te Paris’te ABD, Fransa, Federal Almanya ve İngiltere temsilcileri bir araya gelerek

200Ataöv, op. cit., s. 131.

201NATO Belgeler, s. 209.

202Fodor, op. cit., s. 21-22.

Page 83: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

dörtlü bir toplantı yapmışlardır. Bu toplantı sonucunda dokuz ülkenin almış olduğu kararlar

onaylanarak, Federal Almanya’daki işgal rejimine son veren protokolü kabul etmişlerdir. 23

Ekim 1954 tarihinde de Kuzey Atlantik Konseyi Londra ve Paris’te yapılan toplantıların

kararlarını onaylayarak Federal Almanya Cumhuriyeti’ni NATO’ya katılmaya davet

etmiştir.203

Federal Almanya’nın 5 Mayıs 1955 tarihinde NATO’ya resmen üye olmasından

sonra, Varşova Paktı’nın oluşturulmasına hız verilmiş204ve Varşova Paktı Antlaşması 14

Mayıs 1955 tarihinde Doğu Avrupa ülkeleri ile Sovyetler Birliği arasında Polonya’nın

başkenti Varşova’da205 imzalanmıştır. 4 Haziran 1955 tarihinde de yürürlüğe girmiştir.206

Varşova Paktı üyesi Doğu Avrupa devletleri şunlardır: Bulgaristan, Çekoslovakya,

Demokratik Alman Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya ve Romanya. Bu devletlerin

yöneticileri kendi ülkelerinde askeri kuvvet kullanma ve eğitme ile ilgili bağımsız kararlar

alamazlardı. Bu kararlar Sovyetler Birliği’nin kontrolündeki Varşova Paktı Ortak Komuta

organı tarafından alınmaktaydı.207 NATO’da ABD’nin oynadığı eşitler arasında birinci

(pirimus inter pares) rolünü, Varşova Paktı’nda da doğal olarak SSCB oynamaktadır. Bu da

iki kutuplu bir dünyanın doğmasına neden olmaktadır.

203NATO Belgeler, s. 206-207.

204Clemens, op. cit., s. 478.

205Her şeyden önce süreç Moskova’da bir konferans düzenlenmesiyle başlamıştı. Neden Varşova? Neden Polonya? Çünkü

Polonya, Rusya’nın ve daha sonra kurulan SSCB’nin işgal rotasının üzerinde bulunması nedeniyle jeostratejik öneme

sahipti. Ayrıca o günlerde Polonya, Varşova Paktı üyesi olup, en kalabalık Sovyet olmayan orduya sahip devletti. Fodor,

op. cit., s. 22-23.

206Ibid., s. 23-24.

207Mark N. Kramer, “Civil-Military Relations in The Warsaw Pact: The East European Component”, International Affairs, C.

61, No. 1, Kış 1984/5, s. 45.

Page 84: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Sovyetler Birliği kontrolündeki Doğu Avrupa ülkelerinde askeri yapılanma zaman

içinde değişikliklere uğramıştır. Özellikle Stalin Dönemi’ne rastlayan 1945 sonrası on yılda,

Doğu Avrupa silahlı kuvvetleri Sovyetler Birliği’nin silahlı kuvvetlerinin bir uzantısı

biçiminde çalışmıştır. Sovyet Yüksek Komutası’na bağlı binlerce askeri danışman Doğu

Avrupa ordularında görev almıştır. Varşova Paktı örgütünün 1955’teki kuruluşundan sonra,

Sovyet Bloğu askeri kararlarında, Doğu Avrupalıların -göstermelik de olsa- bir katılımı söz

konusu olmaya başlamıştır. Buna rağmen Sovyetler Birliği’nin baskın hali ve bölgedeki

askeri güçler üzerindeki kontrolü devam etmiştir.208

Varşova Paktı 1960’ların ortalarına kadar önemsiz askeri ve siyasal güce sahip

olmuştur. Çünkü Paktın Ortak Komuta Organı, Sovyet Genel Kurmayı’nın on yönetsel

bölgeye ayrılmış yapılanması dışında çalışmıştır. Ayrıca Pakt’ın temel siyasal organı olan

Siyasal Danışma Komitesi 1955-1966 yılları arasında düzenli olarak yılda iki kez toplanması

gerekirken, sadece yedi kez toplanmıştır. Doğu Avrupa başkentlerindeki Ortak Komuta

organında görev yapmak üzere gönderilen “yerel temsilciler” bile, üst düzey Sovyet

memurlarından atanmıştır. Ortak Komuta organında görev yapan Sovyet görevlilerinin,

Doğu Avrupa askeri tesislerinde kendi garnizonlarını kurmalarına da izin verilmiştir.

Dahası, Varşova Paktı Sovyetler Birliği’ne 1956’dan sonra hızlandırılmaya başlanan Doğu

Avrupa Silahlı Kuvvetleri’nin hangi uluslardan ne kadar oluşturulacağı (renationalization)

konusunda katkılarda bulunmuştur. Ayrıca; Varşova Paktı, Doğu Avrupa ülkelerinin

208Ibid., s. 54-55.

Page 85: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

çoğundaki Sovyet-karşıtlığı ve aşırı milliyetçiliği engellemede ve ulusal duygulardan taviz

verme konularında da yardımcı olmuştur.209

1960’ların başlarında Varşova Paktı’nda, Nikita Khrushchev’in Sovyet Kara

Kuvvetleri’nde kısıntıya gidilmesi arzusuyla eş zamanlı olarak, Doğu Avrupa Devletleri’nin

askeri katkıları artmaya başlamıştır. Ekim 1961’de Pakt ilk kez askeri tatbikatlarını

uygulamaya koymuş ve bu şekilde Doğu Avrupalı güçlere bir açılım ve modernleşme

olanağı sağlanmıştır. 1968’deki Çekoslovakya darbesine kadar Doğu Avrupa askeri güçleri

modern silahlarla donatılmış ve Sovyet güçlerinin desteği ile mekanize muharebe olanakları

arttırılmıştır. Buna rağmen Varşova Paktı’ndaki değişim abartılacak kadar büyük

olmamıştır. Birlikte savaşma anlayışına rağmen, yine de Pakta bağlı güçler Sovyet Yüksek

Komutası altında bulundurulmuştur. Barış zamanında sık olmayan aralıklarla ve sembolik

askeri tatbikatların planlanması ve yürütülmesi Doğu Avrupalı generallerin komutasında

gerçekleşmiştir. Buna rağmen Ortak Komuta organının başında yine de bir Sovyet görevli

bulunmuştur.210

209Ibid., s. 55.

210Ibid., s. 56.

Page 86: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

II. BÖLÜM:

SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ NATO SAVUNMA ANLAYIŞININ EVRELERİ

Çalışmamızın Birinci Bölümünde incelediğimiz gibi, Kuzey Atlantik bölgesi ülkeleri

tarafından NATO’nun kurulması ve dolayısıyla Avrupa güvenliğinin sağlanmasında güdülen

amaç; Sovyetler Birliği’nin yayılmasının engellenmesi, Avrupa’nın, özellikle de Batı

Avrupa’nın bu tehlikeden mümkün olan en kısa sürede ve hızlı bir biçimde uzak kalmasının

sağlanması olmuştur. Çünkü İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Doğu Avrupa, Komünist Çin,

Kuzey Kore ve Kuzey Hindiçini (Indochina) komünist devletler haline gelmişler, Ortadoğu

ise komünizmin etki alanına girmeye başlamıştır.211

Durum böyle olmakla birlikte, Sovyetler Birliği’nin genişleme tehdidinin genel

olarak teorik nitelikte olduğunu söylememiz mümkündür. Çünkü Kızıl Ordu 1945’de savaş

sona erdikten sonra, elinde bulundurduğu mevkiden daha ileriye geçmemiş, hatta

Çekoslovakya’yı bile işgal etmemiştir.212 İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Batılı ülkelerde

ve özellikle de ABD’de “Sovyetler Birliği’nin tüm dünyayı tehdit eder boyutlarda bir

genişleme politikası izlediği ve bunun bir an önce engellenmesi düşüncesi” adeta bir

“paranoya” haline gelmiş, yönetimdekilere bu düşünce hakim olduğu için, halklarını da

şartlandırmışlar ve izledikleri politikalara daha az tepki almalarını sağlamışlardır.

Bu bölümde Soğuk Savaş yılları boyunca NATO’nun takip ettiği savunma

anlayışları ve stratejileri incelenmektedir. Ayrıca NATO içerisinde önder konumdaki

211Herry A. Kissinger, “The Search for Stability”, Foreign Affairs, C. 37, No. 4, Temmuz 1959, s. 544.

212Ambrose, op. cit., s. 88.

Page 87: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

ABD’nin bu politika ve stratejilerin oluşturulmasındaki etkinliği ve diğer müttefiklerin

durumu da ortaya konulmaktadır. NATO üyesi ülkeler savunma ve güvenliklerinin

sağlanması noktasında ABD’ye bağımlı olmaları nedeniyle, NATO politika ve stratejilerinin

oluşturulmasında ve değiştirilmesinde ciddi bir inisiyatif gösterememişlerdir.

1. Kuruluş Döneminde NATO’nun Çevreleme (Containment) Stratejisi

Çevreleme (containment), Sovyetler Birliği’nin Avrupa’da elde ettiği ideolojik,

siyasal ve ekonomik kazançlardan fazlasına sahip olmasının engellenmesi için ileri sürülen

genel kapsamlı siyasal bir doktrindir.213 Bu doktrini -daha NATO kurulmadan 1947

yılında- ilk kez ileri süren, ABD’nin Moskova Büyükelçiliği’nde Rusya uzmanı olarak

çalışan diplomatı George Frost Kennan’dır.214

Kennan Şubat 1946’da Washington’a gönderdiği ve “Uzun Telgraf” (Long

Telegram) olarak tanınan 8 bin kelimelik dokümanda ABD’nin, SSCB’nin uyuşmaz

tutumundan dolayı, kendini suçlamaktan vazgeçmesi gerektiğini, çünkü Sovyet dış politika

kaynaklarının, bu sistemin derinliklerinde yattığını ifade etmiştir. Yani sorunun temelinin

komünist ideolojisinin hedefleriyle, daha önceki Çarlık Dönemi yayılmacılığının

karışımından meydana geldiğini ileri sürmüştür.215

Kennan’a göre: “Stalin’in dünyaya yaklaşımının tam kalbinde komünist ideoloji

yatıyordu. Stalin, Batılı kapitalist devletleri değişmez bir şekilde düşman olarak görüyordu.

213Turan, op. cit., s. 17.

214Henry Kissinger, Diplomasi, çev. İbrahim H. Kurt, 2. Baskı (Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2000), s. 416;

Ataöv, op. cit., s. 67.

215John Lewis Gaddis, The United States and the End of the Cold War: Implications, Reconsiderations, Provocations

(New York, Oxford: Oxford University Press, 1994), s. 27; Ataöv, loc. cit.; Kissinger, Diplomasi, s. 416-417.

Page 88: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Sovyetler Birliği ile Amerika arasında bir sürtüşme, bu nedenle bazı yanlış anlamaların veya

Washington ile Moskova arasındaki hatalı iletişimin sonucu değildi, Sovyetler Birliği’nin dış

dünyayı algılama tarzından kaynaklanıyordu.”216

Kennan “Uzun Telgraf”ı makale şekline getirerek, Foreign Affairs dergisinin

Temmuz 1947 sayısında217 yayınlamıştır. Yazı anonim, yani “X” imzasını taşımaktaysa da,

yazarın daha sonradan, ABD Dışişleri Bakanlığı Politika Planlama Dairesi’nin başkanı

George F. Kennan olduğu belirlenmiştir.218

Kennan makalesinin ilk altı sayfasında; Sovyetler Birliği’nin siyasal bir aktör olarak

anlaşılabilmesi için, Marksist-Leninist ideolojiyi ve bu ideolojinin son elli yıllık gelişimini

temel alarak değerlendirmek gerektiğini ortaya koymaya çalışmıştır.219 Böyle bir tarihsel

giriş yaptıktan sonra yayılmacı ideolojiye sahip olan bir devletin, -doğası gereği “kötü”

olan- kapitalist devletlere karşı izlediği politikanın daha kolay değerlendirilebileceğini ve

altına imza attığı halde, bunların gereklerini yerine getirmemesinin nedenlerinin de daha

kolay anlaşılacağını ifade etmektedir. Çünkü bütün bunlar, özünde kötü olan düşmana karşı

yapılan taktik ve kendi toplumuna yönelik siyasal manevralardan ibarettir. Böyle bir anlayış

ve değerlendirmeye sahip olan Sovyetler Birliği ile sağlıklı ilişkiler kurulamayacağını ifade

etmiştir. 220

216Ibid., s. 417.

217X [George F. Kennan], “The Sources Of Soviet Conduct”, Foreign Affairs, C. 25, No. 4, Temmuz 1947, ss. 566-582.

218Kissinger, Diplomasi, s. 423.

219X, op. cit., s. 566-571.

220Ibid., s. 572.

Page 89: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Tek örgütlenmiş güç olan Komünist Partisi’nin hakim olduğu ve yönlendirdiği

Sovyet yayılmacılığını yenmenin yolu da, ABD’nin Sovyetler Birliği’ne karşı “uzun

dönemli, sabırlı, fakat kararlı ve dikkatli” bir sınırlandırmada (containment) bulunmasında

yatmaktadır.221 Kennan’a göre, Sovyetler Birliği’nin, uluslararası siyasal arenada ABD’nin

-bir ortağı değil- bir rakibi olduğu gerçeğinden hareket ederek, bu ülkeyle çok sıkı fıkı

ilişkiler içerisine girilmemeli, uluslararası barış ve istikrarın sağlanmasına yönelik samimi

girişimlerde bulunulamayacağı da gözden uzak tutulmamalıdır.222

Sovyetler Birliği’nin üzerinde bulunduğu coğrafyanın çok geniş olması ve

Avrupa’dan Uzakdoğu’ya kadar yayılma yollarının çeşitliliği, Çevreleme stratejisinin

uygulanması için bir dizi adımın atılmasını zorunlu kılmıştır. Öncelikle, SSCB’nin hemen

yakınında bulunan, Norveç’ten Türkiye’ye ve Uzakdoğu’ya kadar uzanan bir coğrafyadaki

sınırdaş ülkelerin askeri karşı koyma güçlerinin arttırılması gerekmiştir. Bu amaçla, büyük

çapta ABD ve daha az bir oranda da İngiltere ve Fransa’nın SSCB’yi çevreleme amacıyla

sınırdaş ülkelerle bir paktlar zinciri oluşturduklarını görmekteyiz. Ayrıca ekonomik ve

siyasal bakımdan zayıf ve istikrarsız olan ülkelerin Sovyet yayılmasına daha açık oldukları

gerçeğinden hareket ederek, bu gibi ülkelere ekonomik, teknik ve askeri yardımlarda

bulunmaya başlamışlardır.223

221Ibid., s. 575.

222Ibid., s. 580.

223Turan, op. cit., s. 17-18. Sander’e göre “Türkiye, savaş sonrası Amerikan yardımı alan ülkeler arasında, ‘çevreleme

politikası’nın amaçlarını en katı biçimde benimseyen ve uygulayanı olmuştur. Bu durum, Türkiye’nin Balkan ve Bağdat

paktlarını kurmasında ve Batılı ülkelerin davasını hemen hemen her uluslararası toplantıda savunmasında çok önemli rol

oynayacaktır.” Oral Sander, Türk Amerikan İlişkileri (Ankara: AÜSBF Yayınları, 1979), s. 98.

Page 90: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Savunma amaçlı bir strateji olduğu ileri sürülen Çevreleme stratejisi, temel olarak

ABD tarafından ortaya atılmış ve uygulanmıştır. Çünkü bu stratejinin ilk uygulanmaya

başladığı dönemlerde, askeri açıdan zayıf olan Batı Avrupa ülkelerince benimsenmesine

karşın, bu ülkelerin katkıları yeterli olamamıştır. Ayrıca bu stratejinin sonucunda SSCB’nin

Batı Avrupa’ya doğru ilerlemesi engellenmiş ve Doğu-Batı sınırı kesinlik kazanmıştır.224

1.1. Sovyetler Birliği’nin Atom Silahına Sahip Olması

ABD, NATO’nun kurulduğu yıl olan 1949’dan başlayarak Sovyetler Birliği’ne karşı

sürekli artan oranda güvenlik önlemlerini genişletmek durumunda kalmıştır. Çünkü 23

Ağustos 1949 tarihinde SSCB ilk atom bombasını patlatarak ikinci nükleer güç olmuştur225.

Aslında SSCB’nin başka türlü bir politika izlemesi de beklenemezdi. Zira, Marshall Planı ve

NATO’nun kurulması gelişmelerini kendisine yönelik bir tehdit olarak algılamıştır.226

Sovyetler Birliği’nin atom bombasını patlatması üzerine ABD İkinci Dünya

Savaşı’ndan sonra izlediği politikaları gözden geçirmiş ve daha etkili önlemler alması

gerektiği sonucuna ulaşmıştır. Sovyetler Birliği’nin atom silahına sahip olması, ABD’nin bu

silah üzerindeki tekelini kırmış, SSCB’ye karşı sahip olduğu kesin üstünlüğün sonunu

getirmiş ve “atom dengesi”nin başlamasına neden olmuştur.227

ABD sahip olduğu atom üstünlüğünü korumak amacıyla, iki tarafın da sahip olduğu

bombalardan çok daha güçlü etkiye sahip olacak hidrojen bombasının üretimine yönelik

224Turan, op. cit., s. 18.

225Gönlübol, Uluslararası Politika, 3. Baskı (Ankara: AÜSBF Yayınları, 1985), s. 482.

226Cohen, op. cit., s. 55.

227Sander, Türk Amerikan İlişkileri, s. 55-56.

Page 91: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

çalışmalarına hız vermiştir.228 Bu çalışmalar sonucunda ilk hidrojen bombasını 1 Kasım

1952 tarihinde patlatmıştır. SSCB bu yarışta çok geç kalmamış, O da 12 Ağustos 1953

tarihinde kendi hidrojen bombasını patlatmayı başarmıştır. Ancak bu silahlar, uçaklardan

atılabilmekteydi. Daha güçlü patlamalar için Kıtalararası Güdümlü Füzelere

(Intercontinental Ballistic Missile-ICBM) gereksinim duyulması nedeniyle, bundan sonraki

yarışma, fırlatma araçlarının geliştirilmesi ve isabet başarılarının arttırılması üzerinde

sürdürülmüştür.229

İki ülke arasında yaşanmış olan bu yarış siyaset bilimcilerin “güvenlik ikilemi”

(security dilemma) olarak adlandırdıkları bir durumu ortaya koymaktadır. Şöyle ki; bir

ülkenin güvenliğinin otomatik ve geri dönülmez bir biçimde artması durumunda, bir

diğerinin güvenliğinde düşme yaşanmaktadır. ABD’nin silahlanma konusunda attığı her

adım, Sovyetler Birliği’nin de aynı adımı atmasına neden olmuştur. ABD’nin nükleer gücü

ile karşılaşmaları ve Batılı devletlerin kendisini düşmanca algılamaları nedeniyle Sovyet

liderleri kendi ulusal güvenliklerini arttırmak için bir dizi önlem alma ihtiyacı

hissetmişlerdir. Fakat Sovyetler Birliği’nin güvenliğine katkı olarak attığı her adım ABD’nin

güvenliğinden kopartılmış bir parça olarak algılanmış ve Amerikalıların güvenliklerini

arttırmak adına daha fazla çaba içine girmelerine neden olmuştur. Sonuçta her iki ülke de

kendi politikasını “savunmacı”, diğerininkini de “saldırgan” olarak tanımlamıştır.230

228Chester Wilmot, “If NATO Had To Fight”, Foreign Affairs, C. 31, No. 2, Ocak 1953, s. 200.

229Gönlübol, Uluslararası Politika, s. 482.

230Cohen, op. cit., s. 28.

Page 92: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

1.2. Çin Halk Cumhuriyeti - Sovyetler Birliği İttifakı

Sovyetler Birliği’nin atom bombasını patlatmasından çok kısa bir süre sonra Çin

Halk Cumhuriyeti Başkanı Mao Tse-tung Moskova’ya gitmiş ve 1950 yılı Şubat ayında iki

komünist ülke arasında 30 yıl süreli bir ortak-yardım antlaşmasının imzalandığı dünya

kamuoyuna duyurulmuştur.231 İki büyük komünist ülke arasında oluşturulan bu ittifak diğer

ülkeler tarafından, kapitalist dünyaya karşı bir cephe oluşturulduğu biçiminde

yorumlanmıştır. Bunun üzerine, bütün Avrupa ve Asya devletleri üzerinde yoğunlaşan

komünist baskının giderilebilmesi için, 1947 yılında Truman Doktrini ile başlatılmış bulunan

“çevreleme” politikasının güçlendirilerek uygulanması gereği ortaya çıkmıştır.232 Çünkü

atom bombası artık Sovyetler Birliği’nde de vardır, Çin Halk Cumhuriyeti kaybedilmiştir ve

ABD’nin Avrupalı müttefikleri yeniden silahlanmanın getireceği ekonomik yükü

kaldırmaktan kaçınmaktadırlar. Bunun üzerine ABD’de baş gösteren korku ve hatta

paranoya atmosferi içerisinde kapsamlı bir politikanın acil olarak geliştirilebilmesi

güçleşmektedir ve bu nedenle de kapsamlı bir politika geliştirilinceye kadar Çevreleme

politikasına devam edilmiştir.233

Üç yıl süresince Çevreleme politikası kararlılıkla uygulanmıştır. Marshall Planı,

Batı Avrupa’yı ekonomik ve sosyal yönlerden güçlendirirken, Atlantik İttifakı da Sovyetler

Birliği’nin yayılmasını engelleyen askeri bir yapılanmaya ulaşmıştır. Ancak Çevreleme

stratejisinin temel bir kusuru vardı ve Amerikalı liderlerin iki yanlış varsayımla hareket

etmelerine neden oluyordu: Birincisi, iki taraf arasındaki karşılıklı meydan okumalar, İkinci

231Ibid., s. 62, 70; Ambrose, op. cit., s. 90.

232Sander, Türk Amerikan İlişkileri, s. 56.

Page 93: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Dünya Savaşı’nda olduğu gibi, belirli bir biçimde devam edecekti. İkincisi ise, komünist

yönetimlerin, -Çevreleme stratejisinde öngörüldüğü biçimde hareketsiz kalmaları

sonucunda- dağılması beklenecekti. Komünistlerin, ABD için stratejik veya siyasal açıdan

çok karışık bir bölgeyi hedef alarak, bu beklentiyi boşa çıkarmayı deneyebileceklerini

düşünememişlerdir.234

1.3. Kore Savaşı

ABD Başkanı Truman Kongreden, Avrupa’da izlenen Çevreleme politikasına gerekli

siyasal ve ekonomik desteği Yunanistan iç savaşı ve Çekoslovakya’da gelişen krizler

yardımıyla alabilmişti. 1950 yılının Haziran ayında çıkan Kore savaşı nedeniyle, Truman’ın

siyasal rakiplerine “komünizme karşı yumuşak bir politika izlemediğini” kanıtlama ve

ABD’nin, Çevreleme politikasını Asya’ya taşımasına, Japonya’daki askerlerinin kalıcı

olmasına ve en önemlisi ABD ve NATO’nun daha hızlı silahlanmasına yardımcı olmuştur.

Kısacası -aşağıda inceleyeceğimiz- NSC-68’in uygulanması kolaylaşmıştır.235

Kore Savaşı, ABD tarafından Sovyetler Birliği’nin “dünya egemenliği için

başlattığı askeri kampanyanın ilk belirtisi” olarak yorumlanmıştır. Ayrıca bu savaş,

ABD’nin sahip olduğu atom üstünlüğü nedeniyle, çıkamayacağını düşündüğü bölgesel

savaşların çıkabileceğini de göstermiştir. Uzakdoğu’da böyle bir savaş başlatmaya cesaret

eden SSCB’nin Avrupa’da da benzer bir savaş çıkarabileceği ihtimalini ortaya koymuştur.

Avrupa’da böyle bir savaşa konu olabilecek ülke ise, 1948 yılında SSCB ile aralarında çıkan

233Ambrose, op. cit., s. 92.

234Kissinger, Diplomasi, s. 442.

235Ambrose, op. cit., s. 95.

Page 94: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

anlaşmazlık yüzünden Kominform’dan atılan Yugoslavya’dır.236 Bunun üzerine NATO’nun

Güneydoğu Kanadı’nın güçlendirilmesine hız verilmiştir.237 Bu savaşla birlikte

konvansiyonel silah ve yapılanmaya dayanan savunma anlayışı da yeniden düşünülmeye

başlayacaktır.

Ayrıca Kore saldırısı ile birlikte, Truman yönetiminin ileri gelen üyelerinin

tamamı, küresel bir komünist planının varlığına inanmışlar ve bu saldırıyı genel bir

komünist saldırıya başlangıç olabilecek bir Çin-Sovyet stratejisinin ilk hareketi olarak

değerlendirmişlerdir.238 Truman’ın danışmanlarına göre bu savaşın kaybedilmesi

durumunda Stalin Avrasya kıtasını fethetmeyi deneyebilir ve hatta Üçüncü Dünya Savaşı’nı

başlatabilirdi. Şimdi Stalin’i durdurmanın tam zamanı idi.239

2. Sınırlı Savaş (Limited War) Stratejisi

Kore Savaşı’nın başlamasıyla birlikte ABD Ulusal Güvenlik Konseyi (National

Security Council-NSC) Washington ile Moskova arasında yaşanan gerilimin niteliğini

araştırmak üzere bir komisyon kurmuş ve Nisan 1950 tarihinde240 “NSC-68” adlı raporu

kabul etmiştir.241 Bu belge ile “sınırlı savaş” anlayışı benimsenmiştir. Buna göre Sovyetler

Birliği’nden gelen tehdidin, savunma çabaları ile “nötralize” edilebilmesi için geniş ordular

236Cohen, op. cit., s. 63.

237Haluk Ülman, “Türk Dış Politikasına Yön Veren Etkenler (1923-1968) I”, AÜSBFD, C. XXIII, S. 3, 1968, s. 261; Sander,

Türk Amerikan İlişkileri, s. 56-57.

238Kissinger, Diplomasi, s. 446-447.

239Cohen, op. cit., s. 67.

240Kissinger, Diplomasi, s. 430.

241Gaddis, The United States and..., s. 28.

Page 95: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

örgütleme gerekliliği ortaya çıkmıştır.242 Bu sayede, ABD’nin askeri karşı koyma gücü

daha inanılır bir duruma getirilerek; çıkabilecek bir savaşın sınırlı savaş düzeyinde

tutulmasıyla göreli bir “stabilizasyon” sağlanacak ve ABD’nin sahip olduğu nükleer güce

dayalı stratejik üstünlüğü, saldırının bir dünya savaşına dönüşmesini engelleyecekti. Türkiye

ve Yunanistan’ın NATO’ya girmesinin de onaylandığı, Şubat 1952 NATO Bakanlar

Konseyi’nin Lizbon Toplantısı’nda “NSC-68” Raporu, NATO’nun resmi stratejisi olarak

kabul edilmiştir. Yaygın olan kanının aksine NATO’nun kabul ettiği bu yeni strateji

“Topyekun Karşılık” (massive retaliation) değildir. Çünkü Şubat 1952 tarihinde henüz bu

strateji daha kabul edilmemiştir.243 Aşağıda da değineceğimiz gibi Topyekun Karşılık

stratejisi Aralık 1954 tarihinde NATO’nun resmi stratejisi olacaktır.

Bu yeni stratejinin (Sınırlı Savaş) benimsenmesiyle, Orta Avrupa’da Sovyet

orduları önündeki boşluğun doldurulması amaçlanmıştır.244 Haziran 1950 tarihindeki Kore

saldırısından sonra NATO üyesi ülkeler Batı Avrupa’daki askeri güçlerini acil olarak

güçlendirmişlerdir. Bu durum 1950-1953 yılları arasında Batı Avrupa’da barışın sağlanması

için yeterli olmuştur. Ancak 1953 yılıyla birlikte bu adımın barışı korumada uzun süre

başarılı olamayacağı düşüncesinden hareketle, NATO Bakanlar Konseyi’nin Nisan 1953

toplantısında ABD’nin ileri sürdüğü “uzun koridor” (long haul) olarak bilinen yeni bir

konsept belirlenmiştir. Buna göre, NATO üyeleri savunma güçlerinde, ekonomik güçlerini

tüketmeden ciddi bir gelişme sağlamalıdırlar. Bu gelişmenin de, tahrip gücü çok arttırılmış

242Ernest R. May, “The U.S. Government, a legacy of the Cold War”, The End of the Cold War: Its Meaning and

Implications, Michael J. Hogan (der.) (New York: Cambridge University Press, 1994), s. 225.

243Sander, Türk Amerikan İlişkileri, s. 90-91.

244Kissinger, Diplomasi, s. 459.

Page 96: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

olan yeni silahlar ve etkin hava gücünün kullanılması sayesinde gerçekleştirilebileceği

düşünülmüştür. Başkan Eisenhower bunun sağlanmasına yönelik yeni bir stratejinin

araştırılması doğrultusunda bir irade ortaya koymuştur.245

3. Topyekun Karşılık (Massive Retaliation) Stratejisi

ABD Ulusal Güvenlik Konseyi 1953 yılının sonlarına doğru, yeni Genelkurmay

Başkanı Oramiral Radford’un önerilerini de dikkate alarak yeni bir rapor hazırlamıştır.

“Yeni Bakış” (New Look) olarak tanınan bu rapor “NSC 162” adı ile, ABD’nin stratejik

bombardıman uçakları ve nükleer silahlardaki başarılarını simgelediği düşüncesiyle, Başkan

Eisenhower tarafından Ekim 1953 tarihinde kabul edilmiş, 12 Ocak 1954 tarihinde de

Dışişleri Bakanı John Foster Dulles tarafından Dışişleri Komitesi’ne verilen demeçte

açıklanmıştır246. “NSC 162” raporu “Topyekun Karşılık” stratejisinin temelini

oluşturmaktadır. Aynı rapor 1954 yılının Aralık ayında da NATO Konseyi tarafından, yeni

NATO stratejisi olarak kabul edilmiştir.247 Bu strateji bir bakıma, Truman yönetimince

Kore Savaşı öncesinde uygulanan savunma stratejisine geri dönme anlamına gelmektedir.

Çünkü o yıllarda da Avrupa’nın askeri yeniden yapılanması çalışmaları

tamamlanmadığından, Batı savunması temel olarak ABD’nin nükleer gücüne

dayanmaktaydı.248

245John Foster Dulles, “Policy For Security And Peace”, Foreign Affairs, C. 32, No. 3, Nisan 1954, s. 361.

246The New York Times, 13 Ocak 1954’ten aktaran, Sander, Türk Amerikan İlişkileri, s. 92; Gaddis, The United States

and..., s. 32, 67-69.

247Sander, Türk Amerikan İlişkileri, s. 92; Keesing’s Contemporary Archives, 1955-1956, s. 13988.

248Turan, op. cit., s. 19.

Page 97: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Sovyetler Birliği’nin kontrolü altında komünizm ile yönetilen ülkeler 800 milyon

nüfus ve yaklaşık 10 milyon silah altındaki kara askerleriyle (ve milyonlarca da yedek

askerleriyle) geniş bir coğrafi bölgeye yayılmış durumdaydılar. Bu karasal güce her geçen

gün nükleer silahlarla donatılan hava gücü de eklenmekteydi. Sonuçta nükleer silah taşıyan

Rus uçakları, Kuzey Kutbu bölgesini kullanarak, ABD’nin önemli endüstri merkezlerine

bile ani ataklarla saldırabilecek pozisyona gelmiştir. Dulles’a göre, böyle bir durumla

karşılaşmamak için, “özgür uluslar bir savunma birliği oluşturarak düşmana karşı ortak bir

savunma tarzı” geliştirmelidirler. Çünkü böyle bir güce herhangi bir ülkenin tek başına

karşı koyması gerçekçi değildir. Bunu müttefikleri olmadan, ABD’nin bile başarabilmesi

mümkün değildir.249 Sovyetler Birliği ve Çin gibi, yoğun nüfus ve insan gücüne sahip olan

komünist ülkelere, klasik silahlar ve konvansiyonel ordularla karşı koymak hem çok zor ve

hem de pahalıdır. En az maliyetle en fazla güvenliği sağlayabilmenin yolu da, nükleer ve

termonükleer topyekun karşı koymadan geçmektedir.250

Dulles’a göre, özgür dünya şu an uygulamakta olduğu savunma stratejisinden daha

iyi bir strateji geliştirebilir. Çünkü sahip oldukları hava ve deniz gücü ile atom silahları ve

bunların stratejik ve taktik251 kullanımları sayesinde daha başarılı bir savunma stratejisini

benimsemeleri gerekmektedir.252

249Dulles, op. cit., s. 354-356.

250Ibid., s. 356-357.

251Stratejik ve taktik silahların ayırımı ve tanımı genel olarak menzillerine göre yapılmaktaydı. ABD Stratejik Hava

Komutanlığı’nın emrinde bulunanlara stratejik adının verilmesi, Avrupa Stratejik Hava Komutanlığı’nın (SACEUR) emrinde

bulunanların ise taktik olarak adlandırılması anlamına gelmekteydi. Turan, loc. cit.

252Dulles, op. cit., s. 358.

Page 98: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Topyekun Karşılık doktrini, nükleer silahların sadece stratejik amaçlar için değil,

aynı zamanda taktik amaçlar için de kullanılmasını öngörmekteydi. Buna göre Doğu-Batı

sınırında bulunacak NATO konvansiyonel güçleri saldırganı duraklatacak ve son darbeyi de

NATO’nun nükleer gücü vuracaktı. Yani Avrupa’ya yönelik olası bir Sovyet saldırısı

karşısında stratejik silahlarla, yoğun Sovyet nüfus ve sanayi merkezleri hedef alınırken,

taktik silahlarla da Avrupa’ya doğru hareket eden kara orduları imha edilecekti.253

Topyekun Karşılık özetle, Kuzey Atlantik bölgesinde gerçekleşebilecek herhangi

bir komünist saldırısına karşı, ABD’nin Stratejik Hava Komutanlığı kullanılarak, Sovyetler

Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin önemli nüfus ve sanayi merkezlerine karşı saldırıda

bulunmayı öngörmekteydi. Bu durumda da NATO’nun artık geniş bir kara ordusu

bulundurmasına gerek kalmayacaktı. Özellikle Amerikalı askerlerden oluşacak -ve bir saldırı

durumunda stratejik hava kuvvetinin saldırıya geçmesi için zaman kazandıracak büyüklükte-

bir güç bulundurması yeterli olacaktı.254

Bu nedenle Topyekun Karşılık stratejisi iki noktaya dayanmaktadır: Birincisi,

termonükleer karşılık yeteneği, düşmanı hem sınırlı savaştan ve hem de global bir savaştan

caydırabilecektir. İkincisi, nükleer silahlar durumun gerektirmesi üzerine kullanılacaktır. Bu

iki nedenle, Avrupa Müttefik Kuvvetleri Başkarargahı (SHAPE)’na, askeri savunmasını

taktik nükleer silahları kullanabilecek biçimde yeniden düzenlemesi yetkisi verilmiştir.255

253Turan, loc.cit.

254Sander, Türk Amerikan İlişkileri, s. 92.

255Ibid., s. 92-93.

Page 99: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Topyekun Karşılık stratejisinde ABD’nin en büyük korkusu, Sovyetler Birliği ile

Çin’in nükleer güçlerini birleştirerek müttefiklerine ve özellikle de kendisine yönelik bir

“kontra-Topyekun Karşılık” stratejisi geliştirebilecekleri yönünde olmuştur. Bu korkuyu

müttefiklerine de aşılamış ve hidrojen bombasının (termonükleer) patlatılmasıyla sağlanan

gelişmenin de etkisiyle müttefiklerinin, ABD’nin önerdiği Topyekun Karşılık stratejisini -

gönülsüz de olsa- kabul etmelerine neden olmuştur. Ancak bu gelişme ABD ile müttefikleri

arasındaki iyi ilişkilerin zedelenmesine yol açacaktır. Çünkü müttefiklerin karşılıklı

müzakereler (political consultation) yapılmadan bir “oldu-bitti” ile yüz yüze bırakılmaları

olasılığı, düşmanlarından çok ABD’den korkmalarına neden olmuştur.256 Zamanın Belçika

Dışişleri Bakanı Paul-Henri Spaak; “bir kimsenin atom silahlarının geleneksel savaş

yöntemlerini nasıl değiştirdiğini anlaması için uzman olmasına gerek yoktur. Biz yeni bir

silahla ilgilenmiyoruz; biz yeni bir strateji oluşturmak zorundayız”257 diyerek bir bakıma

müttefiklerin duygularına tercüman olmuştur. Spaak’a göre; Avrupalılar çeyrek yüzyıl

içerisinde, iki tane büyük acı yaşamaları nedeniyle, yeni bir büyük felaketin

gerçekleşmesinden son derece kaygılanmaktadırlar. Oysa Amerikalılar, olası bir Üçüncü

Dünya Savaşı’nın kendi savaşları olacağını düşünmektedirler. Bir gün ürettikleri korkunç

silahlar, kendilerine karşı da kullanılabilecektir. Çünkü olası bir savaş, Amerika Kıtası’na

da ulaşacak, okyanuslar onları uzun süre koruyamayacaktır. Bu yüzden ABD, -savaşın

korkunç yüzünü kendi topraklarında bütün acımasızlığıyla yaşamış olan- Avrupalı

256Hugh Gaitskell, “The Search For Anglo-American Policy”, Foreign Affairs, C. 32, No. 4, Temmuz 1954, s, 571-572.

257Paul-Henri Spaak, “The Atom Bomb And NATO”, Foreign Affairs, C. 33, No. 3, Nisan 1955, s. 356.

Page 100: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

müttefikleriyle siyasal değerlendirmeler yapmak zorundadır. Demokratik ülkelerden de

ancak bu beklenir.258

1955 yılı Aralık ayında yapılan NATO Bakanlar Konseyi Toplantısı’nda, NATO

savunmasının, güdümlü füze sayısının arttırılarak ve geliştirilerek sağlanması

kararlaştırılmış, böylece Topyekun Karşılık stratejisi somut bir duruma getirilmiştir.259

Bu yeni strateji, bir yandan ABD ekonomisinin büyük ordular besleyerek düştüğü

ağır durumun önüne geçme ve aynı zamanda da savunma ihtiyaçlarının karşılanması

gerçeğini bağdaştırmıştır. Ayrıca, çıkabilecek herhangi bir savaşın artık klasik silahlar

kullanılarak engellenemeyeceği gerçeğini de dikkate almaktadır. Bu strateji, nükleer çağın

gerçeklerine uymakta ve 1952’lerin “Sınırlı Savaş” stratejisinin karşılayamayacağı savunma

kaygılarına da cevap verir niteliktedir.260

Ayrıca nükleer bir çağda Sınırlı Savaş stratejisi kullanılarak, savaşların

engellenemeyeceği de bir gerçeklik haline gelmiştir. Bir savaşın sınırlandırılması kullanılan

silahların tahrip gücü dikkate alınarak yapılsa bile, bu artık ulaşılan teknolojik gelişmeler

nedeniyle mümkün değildir. Nükleer silahlarda yaşanan gelişmelere paralel olarak

konvansiyonel silahlarda da önemli ilerlemeler sağlanmıştır. Düşmanı durdurabilmek için

artık iki tür silahın da kullanılabileceği gözden uzak tutulamaz bir gerçeklik durumuna

gelmiştir. Bu silahlardan hangisinin kullanılacağı askeri planlayıcıların ve politik karar

258Ibid., s. 357-358.

259Sander, Türk Amerikan İlişkileri, s. 93., Keesing’s Contemporary Archives, 1955-1956, s. 14617-14620.

260Sander, Türk Amerikan İlişkileri, s. 93.

Page 101: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

vericilerin tercihine kalmıştır.261 Doğal olarak her çatışmada nükleer silahlar kullanılacak

diye bir şey de yoktur. Örneğin, siyasal veya askeri nedenlerle oluşabilecek bir iç savaş

veya gerilla savaşları gibi. “Savaş oyunu” neyi gerektirirse o yönde bir tercih yapmak

gerekecektir.262

Kissinger’a göre, NATO üyeleri şu gerçeğin farkına varmışlardır: Artık termo-

nükleer bir savaşın gerçekleşme ihtimali vardır ve savunmalarını bu gerçeği bilerek yapmak

durumundadırlar.263

Batı savunmasının -neredeyse- tamamen nükleer silahlara dayandırılması,

NATO’nun ABD’ye olduğundan daha fazla bağımlı olmasını gerektirmiştir. Çünkü bu

yıllarda Batı Avrupa ülkelerinden sadece İngiltere nükleer silahlara sahipti. Ancak

İngiltere’nin sahip olduğu bu silahlar, Sovyetler Birliği’ni caydıracak nitelik ve sayıda

değildi. Bu da, Batı savunmasını tamamen ABD’ye terk etmek anlamına gelmekte ve

NATO’nun Avrupalı ortaklarında bir takım hoşnutsuzluklara neden olmaktaydı. Çünkü

1954-55 yıllarında SSCB’nin, sahip olduğu nükleer gücünü Amerika kıtasına göndermeye

yetecek teknolojiden yoksun olması nedeniyle, ABD ile SSCB arasındaki olası bir nükleer

çatışmada, savaş alanı Avrupa olacaktı. Bu yüzden ABD böyle bir savaşı başlatmaktan

çekinmeyebilirdi.264 Batı Avrupalı ülkelere göre, Avrupa’da “Doğu” ile “Batı” arasındaki

çizgi, çok hassas ve katı hatlarla belirlenmişti. Düşman tarafından yapılacak olası bir saldırı

261Henry A. Kissinger, “Force And Diplomacy in The Nuclear Age”, Foreign Affairs, C. 34, No. 3, Nisan 1956, s. 356-357.

262Ibid., s. 360.

263Ibid., s. 364.

264Turan, op. cit., s. 20.

Page 102: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

veya provakasyon durumunda, nükleer silahlarla Topyekun Karşılık verildiğinde, çatışma

önüne geçilemez bir biçimde büyüyecek ve bir topyekün savaşa neden olacaktır.265

3.1. SSCB’deki Teknolojik Gelişmeler

26 Ağustos 1957 tarihinde Sovyet lideri Krushchev, uzun menzilli bir füze (ICBM)

yapmayı başardıklarını dünya kamuoyuna duyurmuştur. 4 Ekim 1957’de de, ilk yapma uydu

olan, “Sputnik”i uzaya göndererek yörüngeye yerleştirmişlerdir. Bu gelişmeden sonra,

SSCB’nin kıtalararası uzun menzilli füzelere (Intercontinental Ballistic Missiles-ICBM)

sahip olduğu anlaşılmıştır.266

Sputnik’in fırlatılması askeri açıdan değerlendirildiğinde; Sovyetler Birliği, bir

termo-nükleer savaş başlığını yaklaşık beş bin millik bir mesafeye, yirmi dakika gibi bir

sürede gönderebileceği gerçeği ortaya çıkmaktadır. Yani artık -dünyanın bir çok bölgesi

gibi- ABD de, SSCB’nin füze menzili içine girmiştir.267

Sovyetler Birliği’nde yaşanan her teknolojik ilerleme, Batılı müttefikler arasında

Sovyetlerden duyulan korkunun artmasına neden olmaktadır. Sovyetler yeni keşiflere imza

attıkça Batılılar, bunların iyi niyet taşımadıklarını düşünüyor ve Komünist yayılmanın önüne

geçemeyebilecekleri olasılığı akıllarına geldikçe de dehşete düşüyorlardı. Bu nedenle ABD

ile müttefiklerinin yakınlaşmaları ve bağlılıkları artmaktaydı. 268

265Malcolm W. Hoag, “NATO: Deterrent or Shield?”, Foreign Affairs, C. 36, No. 2, Ocak 1958, s. 288.

266Sander,Türk Amerikan İlişkileri, s. 176,177; Gönlübol, Uluslararası Politika, s. 483.

267Denis Healey, “The Sputnik And Western Defence”, International Affairs, C. 34, No. 2, Nisan 1958, s. 145.

268Henry A. Kissinger, “Missiles And The Western Alliance”, Foreign Affairs, C. 36, No. 3, Nisan 1958, s. 383-384.

Page 103: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

1954-1957 yılları arasındaki dönemde, NATO stratejisi ABD’nin elindeki nükleer

güce dayanmaktaydı. Çünkü Avrupalı devletlerin, Sovyet bloğuna karşı koyabilecek klasik

(konvansiyonel) silahları ve savaş teknolojisi yetersizdi. Bu yüzden SSCB’nin, ABD’nin

nükleer gücünden çekindiği ve dünyanın herhangi bir yerinde maceraya girişemeyeceğini

düşünüyorlardı. Ama, modern silahlarda yaşanan gelişme ve etkilerinin çok artması

nedeniyle de, Topyekun Karşılık ve global bir savaşın çıkabileceği olasılığı, inanılırlığını ve

siyasal etkinliğini kaybetmeye başlamıştır. ABD’nin sahip olduğu nükleer üstünlük, Kore

Savaşı’nın çıkmasını önleyememiş, Topyekun Karşılık da, Hindiçini’nin (Indochina)

kuzeyinin kaybedilmesini, Macaristan’a yapılan müdahaleyi, SSCB ile Mısır arasındaki silah

ticaretini, Süveyş bunalımını ve 1957-1958 yıllarında Ortadoğu’da yaşanan bunalımları

önleyememiştir.269 Bunun belki tek istisnası, 1958 yılında yaşanan Berlin krizidir. Bu kriz,

SSCB’nin Batılı müttefiklerle doğrudan bir çatışmaya girmekten kaçındığını

göstermiştir.270

NATO’nun kurulmasından sonraki on yıl içinde, Sovyetler Birliği’nin sahip olduğu

askeri ve stratejik olanaklarda gözle görülür bir ilerleme gerçekleşmiştir. Sovyet

yöneticileri, NATO’nun Batı Avrupa’ya yönelik Sovyet yayılmasını engellemek ve

durdurmak kararlılığında olduğunun farkına varmışlardır. Bu stratejiye göre, Amerikan

askerlerinin de konuşlandığı Batı Avrupa’ya yapılabilecek bir Sovyet saldırısı durumunda,

ABD bu bölgeyi ve kendi askerlerini korumak amacıyla nükleer silah kullanmaktan

çekinmeyecektir. NATO’nun bu kararlılığına karşı Sovyetlerin geliştirdiği strateji de, “yan

269Sander,Türk Amerikan İlişkileri, s. 176-177.

270Konrad Adenauer, “The German Problem, A World Problem”, Foreign Affairs, C. 41, No. 1, Ekim 1962, s. 63.

Page 104: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

taraftan dolanarak saldırı stratejisi” (outflanking strategy) olmuştur.271 Bu stratejiyi

benimsemesindeki en büyük güvence, nükleer silah teknolojisinde kat ettiği ilerleme

nedeniyle özgüveninin artmasıdır.272

Sovyetler Birliği’nin -Sputnik ile birlikte- kıtalararası uzun menzilli güdümlü

füzelere (ICBM) sahip olduğunun anlaşılması, NATO stratejisi üzerinde yoğun tartışmaların

yapılmasına neden olmuştur. Bu gelişmelerle NATO stratejisinin, yani Topyekun Karşılık

doktrininin 1957’den sonra tamamen değiştiğini söylemek olanaksızdır. Bu doktrin, ABD’de

Kennedy yönetimi sırasında, yani 1960’lardan sonra resmen değişecektir. Sonuçta her şeye

rağmen, Topyekun Karşılık stratejisi en azından 1960 yılına kadar devam etmiştir.273

3.2. ABD’nin Karşı Önlemleri

Sovyetler Birliği’nin uzun menzilli füzelerine karşı, ABD üç önlem almıştır:

Birincisi, Topyekun Karşılık’ın sağlanmasında kullanılan uçakların yerine “orta menzilli”

füzeler (Intermediate Range Ballistic Missile-IRBM) kullanılacaktır. Çünkü, füzelerin

gönderilmesinde kullanılan rampalar, uzun menzilli uçakların havalanmaları için gerekli

olan ve sürpriz bir saldırıya hedef olacak kadar geniş hava alanları gerektirmemektedir.

Ayrıca bu rampaların hem karada ve hem de denizde büyük bir hareket serbestliği

bulunmaktaydı ve füzeler ateşlendikten sonra hedefe vurmalarını engelleyebilecek olanaklar

da o yıllarda henüz geliştirilememişti. ABD kendi uzun menzilli füzelerini üretinceye kadar

271Rene Pleven, “France in The Atlantic Community”, Foreign Affairs, C. 38, No. 1, Ekim 1959, s. 21. Sovyetler Birliği’nin bu

stratejiyi geliştirmesi, Batı Avrupa’ya saldırmaktan çekindiğini ve Topyekun Karşılık stratejisinin başarısını ortaya

koymaktadır.

272Kissinger, “Missiles And ...”, s. 391.

273Sander,Türk Amerikan İlişkileri, s. 177.

Page 105: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

ortaya çıkan bu füze boşluğu, orta menzilli füzeler (IRBM) kullanılarak doldurulmaya

çalışılmıştır.274 Orta menzilli füzelerin Sovyetler Birliği üzerinde etkili olabilmesi için ise,

müttefik devletlerden Sovyet sınırına yakın olanların topraklarına konuşlandırılması durumu

ortaya çıkmıştır. Türkiye’ye Jüpiter füzelerinin yerleştirilmesi bu gelişmelerden sonra

gerçekleşmiştir.275

Orta menzilli balistik füzelerin (IRBM) yerleştirilmesine paralel olarak ABD’nin

düşündüğü ikinci önlem, “sınırlı atom savaşı” kavramını müttefiklerine kabul ettirmeğe

çalışmak olmuştur. Buna karşılık Avrupalı müttefiklerinin cevabı ise nükleer silahların, -

Amerikan vetosuna uğramadan- kendi kullanımlarına ve kontrollerine tahsis edilmesini

istemek olmuştur.276

Sputnik, global güç dengesini değiştirerek SSCB’yi ABD’ye karşı üstün bir duruma

sokmakla kalmamış, aynı zamanda NATO içerisinde Avrupa’nın üstünlüğünü göreli olarak

öne çıkarmıştır.277 ABD kendi güvenliğini sağlayabilmesinin, Avrupalı müttefiklerinin

sağlayacağı kolaylıklar sonucu olabileceğinin de farkına varmıştır. Bu nedenle ABD,

müttefiklerinden, kendisine yönelebilecek bir saldırının önüne geçebilmek için, yeni bir

stratejiyi kabul etmelerini istemiştir. Bu yeni stratejiye göre ABD, kendi güvenliğinin

sağlanmasında, hala Topyekun Karşılık stratejisinin devam etmesini, Avrupa güvenliği için

274Healey, op. cit., s. 147-148. Aslında ABD’nin Sovyet ICBM’lerinden çekinmesi o yıllarda yersizdi. Çünkü Sovyetler

Birliği’nin ABD için tehlike olabilecek sayıda ve nitelikte ICBM’ler yapabilmesi için uzun zaman geçmesi gerekecektir.

SSCB o yıllarda önceliği orta (IRBM) ve uzunorta (MRBM) füzelerinin üretimine vermiştir. Böylece ilk hedeflerinin ABD

olmayıp, Batı Avrupa olduğu ortaya çıkmaktadır. Bunun farkına varamayan ABD, hızla ve çok sayıda ICBM üretme

telaşına girmiştir. Gönlübol, Uluslararası Politika, s. 483.

275Sander,Türk Amerikan İlişkileri, s. 177-178;

276Healey, op. cit., s. 148-149.

277Ibid., s. 148.

Page 106: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

ise, “sınırlı atom savaşı” stratejisinin uygulanmasını düşünmekteydi. Bu da, Avrupalı

müttefiklerin topraklarına IRBM’lerin yerleştirilmesi ile sağlanacaktı. Sınırlı atom savaşı

stratejisi ABD’de büyük destek bulmuştur. Çünkü bu strateji ile kendi topraklarını tehlikeye

sokmadan ve savunma giderlerini çok büyütmeden, askeri gücünü kullanma olanağı

sunmaktaydı.278

ABD’nin uygulamaya çalıştığı üçüncü ve son önlem klasik (konvansiyonel)

silahların arttırılması olmuştur. Bu amaçla savaşa hazır tümenlerinin sayısını, 11’den 16’ya,

taktik hava filosunu da, 16’dan 20’ye çıkarmıştır. Almış olduğu bu önlemlerin benzerlerini

Avrupalı müttefiklerinden de istemiştir. Amerikalı stratejistlere göre, birçok durumda

nükleer silahların kullanılması “sineği çekiçle öldürme” benzeri bir davranış olacaktır ki, bu

da uygun bir davranış olmayacaktır. Hem nükleer ve hem de klasik silahlarda güçlü olan bir

düşmana, sadece güçlü nükleer silahlara sahip olunarak karşı koyulamayacağı düşüncesinden

hareket ederek, bu avantajsız durumdan kurtulmak için, her ikisinde de güçlü olma

gerekliliğini de ileri sürmüşlerdir. Ayrıca nükleer bir savaşın ortaya çıkaracağı yıkımın

büyüklüğü dikkate alındığında, buna en ümitsiz durumlarda başvurulmalı, diğer durumlarda

ise, klasik güçler kullanılmalıdır. Bunun için de klasik güçlerin arttırılması, karşı tarafla -en

azından- dengeli hale getirilmesi önerilmiştir.279 Çünkü en azından, dengeli bir silahlanma

sağlanmalıdır. Terör dengesi bile, hiç denge olmamasından daha iyidir. Ayrıca Avrupa’daki

bazı orduların nükleer silahlara sahip olmak istemesi bir takım sorunlara neden olmaktadır.

ABD Avrupa devletlerinin -İngiltere hariç- nükleer silahlar üzerinde etkili olmalarına karşı

278Sander,Türk Amerikan İlişkileri, s. 178; Healey, op. cit., s. 150.

279Sander,Türk Amerikan İlişkileri, s. 179.

Page 107: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

çıkmaktadır. Topyekun Karşılık stratejisinin uygulanabilmesi için, Avrupa’nın

konvansiyonel olanaklarına gereksinim vardır.280

Sander’e göre yeni Amerikan stratejisi, Topyekun Karşılık stratejisinden resmen ve

tamamen uzaklaşmadan şu temele dayanmaya başlamıştır: “Sovyetler Birliği’ni genel bir

savaştan ya da Orta Avrupa’ya saldırmaktan caydıracak nükleer gücü yaratmak, ancak bu

stratejiyi, bölgesel savunmanın mümkün sayıldığı ikinci derecede önemli bölgelerde ‘sınırlı

atom savaşı’ ile bütünleştirmek”tir.281

3.3. NATO’nun Avrupalı Üyelerinin Tutumu

NATO’nun Avrupalı üyelerine göre, Sovyetler Birliği’ndeki teknolojik gelişmelerin

ortaya çıkardığı yeni durumda, bütün Avrupa ve Ortadoğu, SSCB’nin füze menzili içine

girmiştir. Olabilecek herhangi bir SSCB-ABD savaşında, kendi ulusal çıkarlarını

ilgilendirsin veya ilgilendirmesin, Avrupa ve Ortadoğu yerle bir olabilecektir. ABD de artık

füze menzili içine girdiğine göre, Avrupalı ve Ortadoğulu ülkelerin çıkarları için, kendi

ülkesinin topraklarının vurulmasına göz yumabilecek midir? Bu nedenlerle, Batı

Avrupalılar, 1954 yılında kabul edilen Topyekun Karşılık stratejisinden vazgeçmek

istememişler ve klasik silahların arttırılmasına karşı çıkmışlardır. Aksine bir tutumun, -

“caydırıcılık”ı zedeleyerek- savaş çıkma olasılığını arttıracağından çekinmişlerdir.282

NATO’nun Avrupalı üyeleri kendi etkili füze sistemlerine sahip olsalardı,

bölgelerinde caydırıcı birer güç haline gelirler, ne ABD’ye ne de NATO’ya bağlanmalarına

280Paul-Henri Spaak, “New Tests For NATO”, Foreign Affairs, C. 37, No. 3, Nisan 1959, s. 363-364.

281Sander,Türk Amerikan İlişkileri, s. 179.

282Ibid., s. 180.

Page 108: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

gerek kalmayabilirdi.283 Şu da göz ardı edilemeyecek bir gerçekliktir: Klasik silahların

arttırılması durumunda, kendisini henüz toparlayamamış olan Avrupa ekonomileri ek külfet

altına girecekti. Bunun farkında olan NATO’nun Avrupalı üyeleri, ekonomik kaynaklarını

askeri harcamalara ayırmayıp kalkınmalarını tamamlamak istediklerinden, savunmalarını

adeta ABD’ye teslim etmişlerdir.

1952-1958 yılları arasındaki dönemde, Sovyetler Birliği, doğrudan Avrupa’yı tehdit

eden, orta menzilli ve ABD’yi tehdit eden, uzun menzilli stratejik silahlar geliştirmeyi

başarmıştır. Buna rağmen, ABD’nin göreceli üstünlüğü sayesinde NATO toprak

bütünlüğünü ve statükosunu korumakta güçlük çekmemiştir. Böylece, doğrudan ABD’nin ve

dolaylı olarak da Avrupa’nın faydalandığı çift yönlü bir caydırıcılık sağlanmıştır. Aslında,

SSCB’nin ABD’yi tehdit etmesi durumu, ABD askerlerinin Avrupa’daki varlığı nedeniyle

Avrupa’ya yönelik tehdidin artmasına neden de olmuştur. Ruslar, eğer Avrupa’ya saldıracak

olurlarsa, ABD’nin Topyekun Karşılık yükümlülüğü nedeniyle, kendilerini ciddi şekilde

zorlayacağının da farkına varmışlardır. Buna rağmen, ABD’nin Avrupa’daki askeri

varlığının nükleer silahlarla desteklenmiş olması durumu bile, Avrupa’nın birincil hedef

olma özelliğini arttırmıştır.284

Bu yıllarda (1952-1957) ABD yardımı sayesinde, Avrupa ulusları büyük oranda

eski ekonomik ve finansal güçlerini tekrar kazanmışlardır. Buna rağmen, önlerinde gizliden

gizliye kendilerini tehdit etmeye devam eden düşmana karşı, kendi askeri gelişmelerini

sağlamaya yönelik yatırımlardan kaçınarak, ABD’nin askeri güvencesi ardına saklanmaya da

283Kissinger, “Missiles And ...”, s. 392.

284Paul Stehlin, “The Evolution of Western Defense”, Foreign Affairs, C. 42, No. 1, Ekim 1963, s. 72-73.

Page 109: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

devam etmişlerdir. Bu devletlerden İngiltere, ABD’nin de yardımıyla kendi nükleer

silahlarını ve gönderme araçlarını geliştirmeye başlamıştır. Fransa ise, Hindiçini’deki

maliyeti yüksek savaş ve Cezayir’deki isyan nedeniyle, sadece, nükleer enerjinin askeri

kullanımı üzerindeki çalışmaları başlatmakla yetinmiştir.285

1958 yılıyla birlikte, Sovyetler Birliği, teknolojik gelişmelerine paralel olarak,

modern askeri gücündeki ilerlemeler sayesinde, ABD’nin askeri gücüne denk hale gelmeye

başlamıştır. Çok sayıda taktik nükleer silahlar ve oldukça güçlü stratejik nükleer silahlar

geliştirmişlerdir. En önemlisi, Batı dünyasının her tarafını tehdit etmesine neden olan

gönderme araçlarını geliştirmişlerdir. Çok sayıda nükleer savaş başlığı taşıyabilen taktik

füzeler ve hava araçlarına sahip olmalarının ötesinde, uzun menzilli ve büyük taşıma

kapasitesine sahip güdümlü füzeler üretmişlerdir. Bu durumun ortaya çıkmasından sonra

ABD, müttefiklerinden İngiltere, İtalya ve Türkiye topraklarına, nükleer savaş başlıkları

taşıyan orta menzilli füzeler yerleştirmiş, böylece, Avrupa’nın güvenliğini daha tehlikeli bir

hale sokmuştur. Çünkü o yıllarda füze savar silahların gelişmediği düşünülürse, kendisine

yönelmiş nükleer savaş başlığı taşıyan füzelerin sayısının arttırılmış olması durumu,

Sovyetler Birliği’ni de aynı yönde davranmaya sevk etmiştir.286

İngiltere -mütevazı düzeyde de olsa- kendi çapında nükleer becerisini sürdürmüş,

1960’ların başlarından sonra da, nükleer gücünü daha etkili duruma getirecek olan

gönderme araçları üretme düşüncesinden vazgeçmiştir. Fransa, daha önceki çalışmalarına

285Ibid., s. 73.

286Ibid., s. 73-74.

Page 110: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

hız vererek, kendi olanaklarıyla kendi nükleer silahlarını üretmeyi başarmış, hidrojen

(termo-nükleer) bombası üretmeye yönelmiştir.287

Batı Avrupa devletlerinin büyük bir çoğunluğu, klasik silahların arttırılmasına

yanaşmadıkları gibi, “sınırlı atom savaşı” kavramını da kabul etmemişler ve topraklarına

Amerikan IRBM’lerinin yerleştirilmesine de karşı çıkmışlardır288. Böylece ilk kez

Atlantik’in iki yakasında stratejik görüş ayrılıkları belirmeye başlamıştır.289

Atlantik’in iki yakasındaki temel sorun, birbirlerine olan aşırı bağımlılıktan çok,

etkili ve caydırıcı bir strateji geliştirememeleriydi. Her iki taraf da etkili bir stratejiden yana

olmuşlar, ancak iş, sorunun ekonomik boyutuna gelince sıkıntılar başlamıştır. Her iki taraf

da, en az maliyetle en çok güvenlik elde etmek istemiştir.290

4. Yumuşama (Detente) Döneminde Değişen Strateji: Esnek Karşılık (Flexible

Response)

Yumuşama dönemi (detente), iki kutuplu uluslararası sistemin meydana getirdiği

katılıktan, -nükleer silahların oluşturduğu yılgı dengesi, iki tarafın da statükoyu zamanında

kabullenmesi gibi yaşanan gelişmeler sayesinde-, uzaklaşılması sonucunda başlamıştır.

Bunun üzerine, iki blok arasında “Karşılıklı ve Dengeli Güç İndirimi” (Mutual and

Balanced Force Reduction-MBFR) görüşmeleri ile başlayan süreç, “Avrupa Güvenlik ve

İşbirliği Konferansı”na (Conference on European Security and Cooperation in Europe-

287Ibid., s. 74.

288İngiltere, İtalya ve Türkiye hariç.

289Sander,Türk Amerikan İlişkileri, s. 180.

290Kissinger, “Missiles And ...”, s. 393-394.

Page 111: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

CSCE-AGİK) ve daha sonra da 1975 Helsinki Son Senedi adı verilen yumuşama (detente)

belgesinin oluşmasına neden olmuştur.291

Yumuşama dönemi Batı Avrupa ve ABD açısından farklı farklı

değerlendirilmektedir. Şöyle ki; Batı Avrupa’da Yumuşama, iki kutup arasındaki gerginliğin

azaltılmasından çok, ekonomik ve insancıl sonuçları olan, dış politikalarında esneklik

sağlayan ve Avrupa’nın Batısı ile Doğusu arasındaki ilişkilere hareketlilik getiren bir

gelişme olarak değerlendirilmiştir. Buna karşılık daha global bakış açısına sahip ABD’de

ise, global güç dengesinin ABD aleyhine çevrildiği şeklinde yorumlanmıştır.292

Sovyetler Birliği’nde de, nükleer yarışın bir sonunun olmadığı ve artık bu yarıştan

vazgeçilmesi gerektiği düşüncesi ortaya çıkmıştır. Nikita S. Khrushchev bu konuda şöyle

demektedir: “...Günümüzde sadece iki yol vardır: barış içinde bir arada yaşama veya

tarihteki en tahrip edici savaş. Üçüncü bir seçenek bulunmamaktadır.”293 O’na göre

aslında sosyalist devletler topluluğu da yeni bir savaş başlatma niyetinde değildir. Çünkü bu

ülkeler sosyalizm ve komünizmi yerleştirebilmek için barışa gereksinim duymaktadırlar.294

Güç dengesi sayesinde, ABD ile Avrupalı ortakları arasındaki karşılıklı bağımlılık

daha açık hale gelmekte, Avrupa devletleri arasındaki ilişkiler de değişmektedir. Çünkü

örneğin 1950 yılında, İngiltere ve Fransa diğer Avrupalı ülkelere göre daha güçlü sömürgeci

devletler iken, geri kalanlar daha çok kendilerini yeniden oluşturma çabası içindeydiler.

291Baskın Oran, “Dönemin Bilançosu”, Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, C.

I, 5. Baskı, Baskın Oran (der.) (İstanbul: İletişim Yayınları, 2002), s. 657.

292İlter Türkmen, “Diyalog Arayan Caydırıcılık”, NATO’da 30 Yıl 1952-1982 (Ankara: Türk Atlantik Derneği Yayını, tarih yok),

s. 27.

293Nikita S. Khrushchev, “On Peaceful Coexistence”, Foreign Affairs, C. 38, No. 1, Ekim 1959, s. 7.

Page 112: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Ancak 1960’ların başlarında, dünya çapındaki sorumluluklar sadece bu iki ülkenin değil,

diğer NATO üyesi Avrupa devletlerinin de üzerindeydi. Örneğin İtalya; Doğu Avrupa ve

Ortadoğu ile, önemli ekonomik ve siyasal ilişkiler oluşturmuştur. Kanada; uluslararası

ilişkilerini sadece “İngiliz Uluslar Topluluğu” ile değil, Uzakdoğu ülkeleriyle de

geliştirmekteydi. Norveç ve Danimarka; Kuzey komşuları ile çok özel ilişkiler içindeydiler.

Almanya; Avrupa savunmasında oynadığı önemli rol ile yetinmeyip, dünyanın her tarafıyla

ilgilenmeye başlamıştır. Türkiye; Ortadoğu ilişkilerinde hayati girişimlerde bulunmaktadır.

Yunanistan; Norveç gibi, dünya çapında bir gemi taşımacılığı gücü haline gelmiştir.

Hollanda; Güneydoğu Asya ile ilişkilerini kesmemiştir. Belçika ve Portekiz; Afrika

ilişkilerinde hayati roller oynamaktadırlar.295

4.1. Topyekun Karşılık Stratejisinden Vazgeçilmesinin Nedenleri

Topyekun Karşılık stratejisinin kabul edilmesi ve giderek zayıf kalması sürecini

gözden geçirmek istediğimizde; nükleer silahlar ve gönderme araçlarında sağlanan

teknolojik gelişmeler ile ABD ve SSCB arasında yaşanan mücadelenin dönemlerini

incelememiz gerekmektedir. Bu gelişme ve yarışı kısaca dört döneme ayırabiliriz: 1-

ABD’nin nükleer silahlarda ve fırlatma araçlarında tekel oluşturduğu dönem (1945-1949), 2-

ABD’nin nükleer silahlara sahip olma konusundaki tekelinin kırılması fakat fırlatma

araçlarında hala açık bir üstünlüğünün olduğu dönem (1949-1957), 3- SSCB’nin önemli bir

fırlatma sistemi geliştirdiği, fakat ABD’nin sayı ve stratejik konuşlanma bölgelerinin çok

olması nedeniyle, hala karar verme gücüne sahip olduğu dönem, 4- Nükleer silahların

294Ibid., s. 8.

295Alastair Buchan, “The Reform Of NATO”, Foreign Affairs, C. 40, No. 2, Ocak 1962, s. 171-172.

Page 113: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

sayısında ve fırlatma araçlarındaki gelişmeler dolayısıyla, iki tarafın da birbirlerine karşı

üstünlük kurmaya başladıkları dönem.296

Topyekun Karşılık stratejisinin ABD ve NATO’nun stratejisi olmaktan çıkmasının

nedenleri Sander’e göre, şu gelişmelerin bir sonucudur: 1- Bu strateji ABD’nin siyasal

çıkarlarının sürdürülmesindeki hareket serbestisini sınırlamaya başlamıştır, 2- SSCB’nin

termonükleer başlıklı ICBM’leri edinmesi ve dolayısıyla ABD topraklarının Sovyet

füzelerinin menzili içine girmesi, 3- küçük kalibreli nükleer silahların gelişerek yayılması

sonucu, ABD toprakları dışında başlayacak bir çatışmanın genel bir çatışmaya dönüşmesinin

engellenmesi, ve 4- ABD’nin de kendi ICBM’lerini geliştirmesi ve yerleri kolaylıkla

belirlenemeyen Polaris denizaltılarından fırlatılan güdümlü füzelere sahip olması.297

4.1.1. ABD’nin Güvenlik Kaygıları ve NATO’nun Yeni Stratejisine Yönelik

Görüşleri

ABD’nin Topyekun Karşılık konusundaki görüşleri 1957 yılıyla birlikte değişmeye

ve bir “sınırlı savaş” (limited war) anlayışı giderek yerleşmeye başlamıştır. Eisenhower

döneminde, büyük çapta NATO Başkomutanı Orgeneral Lauris Norstad’ın önerdiği

düşüncelerle ortaya çıkan “sınırlı savaş” anlayışı, Kennedy döneminde “Esnek Karşılık”

(flexible response) stratejisinin ortaya çıkmasında esin kaynağı olmuştur.298 Topyekun

Karşılık stratejisi Başkan Kennedy zamanına kadar (1961 yılında seçilmiştir), ABD’nin

askeri stratejisi olarak kalmasına karşın, Esnek Karşılık stratejisi modern silahlarda yaşanan

teknolojik gelişmelerden sonra Kennedy zamanında ABD’nin askeri stratejisi haline

296Kissinger, “The Search for...”, s. 546.

297Sander,Türk Amerikan İlişkileri, s. 210.

Page 114: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

gelmiştir.299 Esnek Karşılık stratejisi, ABD Savunma Bakanı Robert McNamara tarafından

ileri sürülmüş ve NATO üyelerinin direnmelerine rağmen, kendilerine karşı aynı güçte

cevap verme durumunda olan Varşova Paktı’na karşı, NATO’nun resmi stratejisi olması

yönünde başarıyla savunulmuştur. Bu doktrin yoğun olarak konvansiyonel kara güçleri

bulundurmayı öngörmekteydi. Güçlü kara güçleri ve ABD’nin nükleer gücü sayesinde de,

her türlü saldırıyı kolayca bertaraf etmeyi amaçlamaktaydı. Esnek Karşılık, 1962 yılında

Atina’da yapılan NATO Bakanlar Konseyi Toplantısı’nda McNamara tarafından Avrupalı

müttefiklerine anlatılmıştır.300

NATO’nun politikasına yönelik ABD’nin resmi görüşü, Topyekun Karşılık

stratejisinin artık geçerliliğini kaybettiği ve üye ülkelerin daha önceki yükümlülüklerini

tekrar hayata geçirmeleri yönünde olmuştur.301 Çünkü artık mevcut strateji ihtiyaca cevap

verme özelliğini kaybetmiştir. Ayrıca bu, sadece ABD’nin sorunu da değildir. SSCB hem

konvansiyonel ve hem de nükleer silahlarda güçlü konumdadır. Olası bir Sovyet saldırısı ve

global bir savaş, ABD topraklarından çok Avrupa topraklarında yaşanacaktır. Avrupa

devletlerinin kendi olanaklarıyla bu saldırılara karşı koyabilmeleri oldukça güçtür.

Dolayısıyla, ABD’nin ileri sürdüğü yeni strateji önerisini kabul etmek durumundadırlar.302

298Ibid., s. 209.

299Kai-Uwe von Hassel, “Organizing Western Defense”, Foreign Affairs, C. 43, No. 2, Ocak 1965, s. 209.

300Walter F. Hahn, “Nuclear Balance in Europe”, Foreign Affairs, C. 50, No. 3, Nisan 1972, s. 503.

301Henry A. Kissinger, “The Unsolved Problems Of European Defense”, Foreign Affairs, C. 40, No. 4, Temmuz 1962, s. 515-

516.

302Ibid., s. 518.

Page 115: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

1962 yılının “4 Temmuz kutlamaları” sırasında Başkan Kennedy’nin

Philadelphia’da yaptığı konuşma, ABD ve Avrupa arasında gerçek işbirliğinin kurallarını

ortaya koymuştur. Bu önemli konuşmasında Başkan, müttefiklerinden, “karşılıklı bağımlılık

ilişkisine katılmalarını, dünya barışı ve özgürlükler için sorumluluk altına girmelerini”

istemiştir.303 Çünkü nükleer silahlar üzerinde herhangi bir kontrol henüz bulunmamaktadır

ve bu andan itibaren de, NATO üyeleri arasında ileri sürülen çözüm önerileri ile başa

çıkılması oldukça güç ve hatta zaman kaybından başka bir şey değildir.304

ABD, Avrupa kıtasında ulusal nükleer güçlere karşı çıkmaktadır. Çünkü

Avrupalılar, yakınlarındaki olası bir sorunla karşı karşıya kaldıklarında objektif düşünerek

karar veremeyeceklerdir. Bu nedenle de, ABD, kendisinden bağımsız bir nükleer güç

kullanımına kesinlikle karşı çıkmaktadır. Karşı tarafın gücüyle orantılı bir karşılık

verebilmek için, merkezi planlama ve daha büyük askeri güç bulundurmak gerekmektedir.

Bunun dışındaki her strateji, başarısızlıkla sonuçlanarak daha büyük sorunlara neden

olabilecektir.305 Nükleer silahların bir merkezden kontrolü üzerinde çok ciddi

düşünülmesini gerektirmektedir. Bölünmeler gerçekleşirse, bu durum, Atlantik ülkelerinin

siyasal birlikteliğine gölge düşürür.306

Esnek Karşılık, beraberinde bir “ara”yı (pause) da getirmekteydi. Yani, karşı

tarafın nükleer veya diğer hedeflere, sınırlı bir nükleer saldırısı durumunda, nükleer silahlar

hemen kullanılmayarak, araya bir pazarlık süresi (ara) bırakılacaktı. Bu süreden de bir

303Adenauer, op. cit., s. 65.

304Dean Acheson, “The Practice Of Partnership”, Foreign Affairs, C. 41, No. 2, Ocak 1963, s. 252.

305Henry A. Kissinger, “Strains on the Alliance”, Foreign Affairs, C. 41, No. 2, Ocak 1963, s. 277.

306Ibid., s. 279.

Page 116: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

sonuç alınamazsa, karşı tarafın nükleer saldırısını genişletme niyetinin anlaşılması üzerine,

nükleer karşılıkta bulunulacaktı.307

4.1.2. 1960’lı Yıllarda NATO Birliği İçinde Yaşanan Sıkıntılar

1957 yılıyla birlikte başlayan gelişmelerden sonra, iki büyük devletin birbirlerine

verebilecekleri zarar, önceden tahmin edilemeyecek boyutlara dayanmıştır. Böylece, Batı

güvenliğinin dayanağını oluşturan kolektif güvenlik sisteminin stratejik temeli sarsılmış ve

Batı ittifakı adeta dağılma sürecine girmiştir. Çünkü ABD nükleer güce sahip olması

durumunu -NATO ülkelerinin ortak güvenliğinden çok- kendi güvenliği için kullanmıştır.

Zira bu yıllarda Batı ittifakındaki nükleer güç tamamen Amerika’nın tekelindeydi.308

1960’lı yılların ilk yarısında NATO birliği içinde, 1949-1960 yılları arasındaki

dayanışmanın giderek gevşediği ve genel olarak Batının durumunun zayıfladığı

görülmektedir. Çünkü, öncelikle, ABD’nin NATO içinde oynadığı merkezi ve önder rolü

giderek zayıflamaya başlamıştır. İkincisi, 1947 Truman Doktrini ile birlikte uygulanmaya

çalışılan “Çevreleme” politikası 1960’lardan sonra ilk anlam ve başarısını yitirmiş, soyut bir

kavram olarak kalmıştır. Nükleer stratejinin, giderek somutlaşmakta olan “dehşet

dengesi”nin kendine özgü kuralları gereği değişikliğe uğraması bu sonuçta önemli bir rol

oynamıştır. 1960’lardan itibaren aşama aşama ortaya çıkan “yumuşama” havası içinde,

NATO ortaklarını katı, kesin kalıp ve davranış biçimleri içinde tutmak, ABD için zor bir

politika durumuna gelmiştir.309 Atlantik’in iki yakası arasındaki işbirliği, bu zamana kadar

307Sander,Türk Amerikan İlişkileri, s. 212; Kissinger, “The Unsolved Problems...”, s. 521.

308Andre Beaufre, NATO And Europe (New York: Alfred A. Knopf Press, 1966), s. 42.

309Sander,Türk Amerikan İlişkileri, s. 197.

Page 117: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

belli bir birikime ulaşmıştır. Ancak Yumuşama ve göreli denge durumunun ortaya

çıkmasından sonra, NATO’nun Avrupa kanadında, bu durumdan tedirginlik baş göstermeye

başlamıştır. Çünkü bu ülkeler ekonomik güçlerini yeniden kazanmışlar ve siyasal açıdan da,

öz güvenlerine kavuştuklarından, ABD’nin baskın konumuna karşı gelmek için

sabırsızlanmaktadırlar.310

Fransa Başkanı de Gaulle ve bazı Avrupalı devlet adamları, ABD’nin önerdiği yeni

stratejiyi kabul etmemişler, Topyekun Karşılık stratejisinden vazgeçilmesini istememişlerdir.

Onlara göre, Fransız askerleri, NATO’nun katkısına gerek duymadan, kendi savunmalarını

-gerekirse yedek askerlerinin de katkısıyla-, sağlayabilecek güven ve yeteneğe

sahiptirler.311

NATO üyesi ülkelerden bazıları, Avrupa savunmasının temelini oluşturan nükleer

silahlar ile gönderme araçlarının kullanılmasına -yoğun olarak- ABD ve İngiltere’nin karar

vermelerinden de, rahatsızlık duymaktadır. Bu görüşe sahip olanların; ABD’nin gereksiz

yere bu silahları kullanarak ve gerekli olduğu halde kullanmayarak, Avrupa’nın tahrip

olmasına neden olabileceği olasılığı nedeniyle, çifte korkuları bulunmaktadır. Bunun için en

iyi çözümün, stratejik planlama da dahil olmak üzere, Avrupa’da nükleer silahlarla ilgili her

karara bütün üyelerin katılımının sağlanması olduğunu düşünmektedirler.312

Fransa Başkanı de Gaulle, bir alternatif oluşturmaya çalışmaktadır. Ancak

Fransa’nın dışında kendisine destek bulamamıştır. ABD’ye karşı güvensizliğini arttırmış,

310Hahn, op. cit., s. 501.

311Fritz Erler, “The Basis of Partnership”, Foreign Affairs, C. 42, No. 1, Ekim 1963, s. 90.

312Ibid.

Page 118: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

ancak ona karşı ciddi bir öneri de geliştirememiştir. Savaş sonrası Avrupası ulusüstü

(supranational) kurumlarına yönelik de, -kendi geleceklerine yönelik gelişmenin önünü

tıkama bahasına- şüphe ile yaklaşmıştır. Fakat eski moda milliyetçiliğe yönelmiş, o zamana

kadar sağlanan ilerlemeyi tehlikeye sokmuştur. Amacı, ABD’nin Avrupa devletleri

üzerindeki etkisini kırarak, Avrupa’da hegemonik bir güç konumuna gelebilmek

olmuştur.313

Sonuç olarak, geçen on yıl içindeki politikaları devam ettirmenin olanağı artık

kalmamıştır. Nükleer bolluk döneminde Avrupa’nın güvenliği ve savaş dışı durumunu

sürdürebilmek, Topyekun Karşılık stratejisiyle artık mümkün değildir. Avrupa’nın bölgesel

güvenliğini sağlayabilmek için, nükleer silahların etki ve gücünü arttırmak gerekmektedir.

Ancak bunu tamamen başarabilmek hem ekonomik hem de insan gücü olarak mümkün

değildir. Bu yüzden bölgesel direnme ve caydırmada başarılı olabilmek için, özellikle

konvansiyonel silahlarda güçlü olmak ve Avrupa savunmasını bu yöne çekmek

gerekmektedir.314 Bu da Avrupalılarda ve özellikle de Almanlarda bir korkuya neden

olmuştur. Çünkü Esnek Karşılık düşüncesi Avrupa topraklarında -ve özellikle de sorunlu

olan Almanya topraklarında- büyük çapta bir konvansiyonel savaş olasılığını gündeme

getirmektedir.315

Kissinger’a göre Avrupa’nın güvenlikle ilgili sorunlarını şu maddelerle

özetlememiz mümkündür: 1- Sovyetler Birliği kendi topraklarından Avrupa’nın her tarafını

313Theo Sommer, “For an Atlantic Future”, Foreign Affairs, C. 43, No. 1, Ekim 1964, s. 115.

314Kissinger, “The Search for...”, s. 547.

315Roger Morgan, “Washington And Bonn: A Case Study In Alliance Politics”, International Affairs, C. 47, No. 3, Temmuz

1971, s. 494.

Page 119: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

tehdit edebilmektedir. Bu nedenle güvenliğini sağlamak için birlikler oluşturmasına gerek

kalmamıştır., 2- Hiç bir Avrupa ülkesi Sovyet baskısına karşı tek başına dayanacak güce

sahip değildir. Bunlar için güvenlik ve birlik ayrılmaz bir bütündür, 3- Tamamen savaş dışı

kalma bütün cazibesini ve stratejik anlamını yitirmiştir, 4- Avrupa’nın güvenliği sadece

Kuzey Amerika’dan yürütülemez, çünkü artık, Topyekun Karşılık saldırganın tehditkar

davranışlar takınmasını engelleyemez duruma gelmiştir. Bu yüzden, NATO birliğini

oluşturan ülkeler, birliğin gücüne sıkıca sarılmalı ve ortak hareket etmelidirler.316

4.2. Çok Taraflı Güç (MLF)

NATO’da yaşanan sıkıntılar sonucu, siyasal görüş ayrılıklarını gidermek ve Atlantik

birliğinin değerinin düşmesini engellemek üzere ABD, Avrupalı ortaklarına, Çok Taraflı

(Nükleer) Güç (Multilateral Force-MLF) adı ile bir öneride bulunmuştur. Bu öneri, askeri

bir amaçtan çok, siyasal nitelikteydi. Çünkü; -nükleer bir savaş başlatma kararına katılmayı

da içeren-, stratejik kararlar üzerinde, Avrupalıların katılımını sağlayarak, var olan

hoşnutsuzlukları gidermeyi amaçlamaktaydı. Özellikle de, -bağımsız ve ulusal stratejik

güçlerin kurulması gerektiğini ileri süren- de Gaulle’ü, yalnız bırakmayı

hedeflemekteydi.317

Avrupalılara getirilen MLF önerisi; Polaris füzeleri ile donatılan denizaltı ve su

üstü gemilerinin yapılandırılması ile ilgili idi. Buna göre üye ülkeler -ABD’nin kontrolü

altında-, mürettebatı ve giderlerini ortak karşılayacaklar, nükleer silahları ise ABD

316Kissinger, “The Search for...”, s. 548.

317Robert Strausz-Hupe, “The Crisis of Political Leadership”, NATO in Quest of Cohesion, Karl H. Cerny ve Henry W. Briefs

(der.) (New York, Washington, London: Hoover Institution Publications, 1965), s. 145.

Page 120: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

sağlayacaktı. Nükleer silahların kullanımına karar verme yetkisi üzerinde, -devam etmekte

olan sorunun çözümü ile ilgili-, gerçekçi bir yaklaşım ise, içermemekteydi.318

ABD’nin önerdiği MLF’nin arka planında, nükleer silahlar üzerindeki Amerikan

denetiminin devam etmesi yatmaktadır. ABD hem nükleer kontroldeki tekelini ve hem de

müttefikleri ile sıkı askeri işbirliğini devam ettirerek, statükoyu korumayı hedeflemiştir.

MLF ile görünüşte müttefiklerine nükleer kararlara katılma hakkı verirken, gerçekte nükleer

silah kullanma kararını, nihai olarak ABD’ye bırakıyordu. Bu öneriye Federal Almanya

dışındaki NATO üyeleri sıcak bakmamıştır.319

NATO’nun Avrupalı üyelerinin çoğunluğu, nükleer silahların yayılmasından

kaçınmışlardır. Çünkü MLF Stratejisi, en iyi ikinci seçenek konumunda kabul edilmiştir.

Çünkü hangi silahların ne oranda ve ne zaman kullanılacağına, üyelerin ortak karar

vermeleri istenmiştir. Güvenliklerini ilgilendiren kararları sadece ABD’ye bırakmak işlerine

gelmemektedir. Sorunların halledilebilmesi için, ortak bir çözümün bulunmasından yana

olmuşlardır. Onlara göre, Atlantik ile Avrupa arasında bir köprü oluşturulacaksa, bu,

birbirinden bağımsız iki direk üzerine kurulmamalı, bu iki direk arasında karşılıklı

bağlantıların sağlanması gerekmektedir.320 Siyasal danışma (political consultation) ittifakın

devamı ve güçlenmesi için en önemli faktördür. Aslında üye devletlerin kendilerini iyi

hissetmeleri ve toprak bütünlüklerine yönelik yakın tehdit durumunda, karşılıklı danışma,

ittifakın olmazsa olmaz şartıdır. Bu karşılıklı görüş alış-verişleri ve tartışmalar, sadece

318Friedrich Ruge, “The Need for a Common Nuclear Strategy”, NATO in Quest of Cohesion, Karl H. Cerny ve Henry W.

Briefs (der.) (New York, Washington, London: Hoover Institution Publications, 1965), s. 210.

319Sander,Türk Amerikan İlişkileri, s. 211-212.

320Fritz Erler, “The Alliance And The Future of Germany”, Foreign Affairs, C. 43, No. 3, Nisan 1965, s. 442-443.

Page 121: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

değişik görüşlerin tartışıldığı bir platform olmamalı, aynı zamanda -görüş ve

değerlendirmeler- uyumlaştırılarak, üzerinde anlaşılan ve yararlanılan bir yol haline

gelmelidir.321

4.2.1. Fransa İle Yaşanan Görüş Ayrılıkları (1966)

Yukarıda da incelediğimiz gibi, 1960’lı yıllar NATO üyeleri arasında yoğun

tartışmaların yaşandığı yıllar olmuştur. 1966 yılında Fransa’nın NATO’nun askeri

kanadından çekildiğini açıklaması, bu tartışmaların doruk noktasını oluşturmuştur. En

önemli üyelerinden birisinin aktif katılımından yoksun kalsa da, NATO yaşamaya devam

etmiştir. Birlik, 1967 yılında, üyeler arasında yaklaşık altı yıldır devam eden kavgadan

sonra, tekrar -sözde- uyumlu durumuna geri dönmüştür. Bu tarihte NATO, Esnek Karşılık

stratejisini kabul etmiştir.322

General de Gaulle’ün Fransa’yı NATO’nun askeri kanadından çekip alması,

Fransız temsilcilerin Kuzey Atlantik Konseyi’nde yer alamayacağı, NATO’nun askeri

politikalarına ve komuta kademesine de katılamayacağı sonuçlarını doğurmuştur. Bu durum

NATO’nun klasik ittifak ilişkileri içinde olduğu, entegrasyonu hedeflemediği anlamına

gelmektedir.323

De Gaulle, ABD’nin taraf olabileceği bir çatışmada, otomatik olarak bu çatışmaya

katılmak durumunda kalmaktan çekindiği için, bu kararı vermiştir. Böyle bir karar,

321Ersin Onulduran, “Political Consultation in NATO”, The Turkish Yearbook of International Relations, Vol. XX, 1980-

1981, s. 217.

322Hahn, op. cit., s. 505.

323François de Rose, “Inflexible Response”, Foreign Affairs, C. 61, No. 1, Güz 1982, s. 145.

Page 122: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Fransa’nın yaşamsal çıkarlarını içermese bile, yükümlülüklerini yerine getirmek

zorunluluğundan kaçması anlamına gelmektedir.324

De Gaulle, daha Fransa NATO’nun askeri kanadından çekilmeden, ABD’nin

uyguladığı politikalara karşı olduğunun bir örneğini 4 Şubat 1965 tarihinde yaptığı basın

konferansında vermiştir. De Gaulle, Almanya sorununun bir “Avrupa sorunu” olduğunu

ileri sürmüş ve bu sorunun çözümünün de, Avrupa’dan geçtiğini söylemiştir. Yani bu sorun

ne ABD’yi ne de SSCB’yi ilgilendirmektedir, bu sorunun muhatapları Avrupalı

devletlerdir.325

4.3. Esnek Karşılık Stratejisinin Resmen Kabulü (1967)

Yeni teknolojik gelişmelere paralel olarak ABD, hayati çıkarları söz konusu

olduğunda, güvenliğini nükleer silahlarla koruyacağı, diğer durumlarda da savunmanın,

klasik silahlarla yapılacağı bir doktrinin geliştirilmesini istemekteydi. İşte “Esnek Karşılık”

doktrininin dayandığı temel budur. Bu strateji ile, bir saldırıya hemen nükleer silahlarla

cevap verme yerine, “tırmanma” yoluyla, karşı tarafa nükleer bir darbeye uğrayacağı

olasılığını tehdit olarak gösterme ve tırmanmanın kontrol dışı bir gelişmeye neden olmasının

önüne geçme hedeflenmiştir.326 Ayrıca Batı birliği tarafından 1960 yılından sonra, nükleer

sorumluluğu paylaşma sorunu ortaya atılmış ve bu sorumluluğu dağıtacak bir çözümün

geliştirilmesi gerektiği üzerinde durulmuştur.327

324Ibid.

325Erler, “The Alliance And...”, s. 440.

326Sander,Türk Amerikan İlişkileri, s. 210-211.

327Beaufre, op. cit., s. 43.

Page 123: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

ABD, NATO’nun gereksinim duyduğu konvansiyonel gücü, -kendi desteği ile

birlikte-, büyük çapta Avrupalı ortaklarının sağlamasını öngörmüştür. Fakat ABD’nin

nükleer gücüne güvenen Avrupalılar, -bu isteği göz ardı ederek-, silahlanma çabalarını

yavaşlatmışlardır. Ayrıca, Topyekun Karşılık stratejisi, -resmen belirtilmemesine karşın-,

ABD’nin nükleer üstünlüğünü uzun süre koruyacağı varsayımına dayandırılmaktaydı.

SSCB’nin bu silahlarda sağladığı hızlı gelişme, değinilen varsayımın da yanıldığını

göstermiştir.328

NATO’nun bölgesel (sınırlı) savaşlara yönelik görüşleri de, 1957 yılıyla birlikte

değişmeye başlamıştır. Bu yılın Ocak ayında, ilk olarak, Avrupa’daki ABD kuvvetleri ve

NATO Komutanı General Lauris Norstad, konuyla ilgili görüşlerini açıklamıştır. Norstad, o

yıllarda NATO’da kullanılan “kılıç-kalkan” ifadelerinin taşıdığı anlam ve görevlerin ne

olduğunu tanımlamıştır. Bu tanıma göre, “NATO’nun kalkanı”, deniz, kara ve hava

kuvvetlerinin konvansiyonel gücü idi. Taktik nükleer silahlarla desteklenmiş olan kalkan

kuvvetlerinin, olası genel bir savaşta üç görevi bulunmaktaydı. Bunlar; birincisi, nükleer

silahların caydırıcı gücünü destekleyecek ve saldırgana göre, Batı savunmasını

güçlendirecekti. İkincisi, eğer düşman bütün tehditlere rağmen caymamışsa, Sovyet

ordularının Avrupa’yı ve bu nükleer üsleri ele geçirmesi engellenecekti. Üçüncüsü ise,

Sovyetlerin sınırlı hareketleri karşısında, tek çare nükleer güç kullanmak ise, bu hareketlere

sınırlı karşılık verilebilecekti. Eğer bu davranışlara “nükleer savaş çıkmasın” diye karşılık

verilmezse, Sovyetler, yavaş yavaş amaçlarını gerçekleştirebilirlerdi.329

328Turan, op. cit., s. 22.

329Ibid., s. 23-24,

Page 124: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Norstad, NATO’nun emrindeki konvansiyonel güçlerin sayılarının arttırılmasını

istemiştir. Bu güçler bazı nükleer silahlara da sahip olmalıydı. Fakat nükleer silahları

kullanma kararını ABD vermeliydi. Norstad’ın isteklerine uyan NATO Askeri Komisyonu,

Mc-70 adlı bir plan önermiştir. Bu plana göre, NATO emrinde, her an harekete hazır 30

tümen bulunmalıydı. Bu hazır tümenler, “İleri Hat Stratejisi” (Forward Base Strategy)

denilen bir anlayışla, Doğu-Batı sınırına yakın yerlerde bulunacak ve olası bir saldırıyı

sınırda karşılayacaklardı.330

Norstad’ın görüşlerini de dikkate alan NATO Bakanlar Konseyi, 13-14 Aralık 1967

tarihinde yaptığı toplantılardan sonra, NATO’nun resmi stratejisi olarak Esnek Karşılık’ı

kabul etmiştir.331

4.4. Nükleer Denklik Dönemi ve Nükleer Silahların Sınırlandırılması Çabaları

ABD, SSCB ve İngiltere temsilcileri arasında 15 Temmuz - 5 Ağustos 1963 tarihleri

arasında Moskova’da yapılan görüşmelerden sonra, üç devlet arasında “Nükleer

Denemelerin Yasaklanması Antlaşması” (Test Ban Treaty) imzalanmıştır. Bu antlaşmanın

imzalanması, iki süper güç arasında yapılan ilk nükleer antlaşma olması bakımından

önemlidir. Bu antlaşma ayrıca Bloklar arasında yaşanmaya başlayan Yumuşama’nın da

temel taşlarındandır.332

İkinci Dünya Savaşı’yla birlikte ABD’nin büyük çaptaki silahlanmasına bir tepki

olarak Sovyetler Birliği de ICBM güçlerinde artırıma gitmiştir. Çünkü o yıllardaki ABD

330Ibid., s. 24.

331NATO Belgeler, s. 225.

332Gönlübol, Uluslararası Politika, s. 488-489.

Page 125: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

politikası ilk hamleyi yapmayı hedefleyen bir seyir izlemesi nedeniyle Sovyetler Birliği’ne de

bu yarışa girme dışında bir seçenek bırakmamıştır. Sovyetler Birliği füze sayısında bir

artırıma gidince ABD yeniden hamle yapma ihtiyacı hissetmiştir. Sonuçta ABD, Sovyetler

Birliği’nin kendisiyle eşit konuma gelmesi riskini göze almaması ve daha fazla füze üretme

yoluna gitmesiyle, içinde bulunduğu tehlikenin boyutlarını büyütmekten başka bir şey

yapamamıştır. Çünkü Sovyetler Birliği’nin tepkisinin kaçınılmazlığı dikkate alındığında,

ABD’nin ne kadar füze üretirse üretsin, daha az güvende olacağı da bir gerçeklik olarak

ortaya çıkmıştır. 1960’ların sonlarında gerekenden çok büyük boyutlarda ve sayıdaki

ICBM’ler nedeniyle her iki taraf da amaçladıkları güvenlikten çok uzaklaşmışlardır.

4.4.1. Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri

Stratejik silahların sınırlandırılması görüşmeleri, iki süper gücün, aralarında

oluşturulmuş olan uluslararası ilişkileri, stratejik nükleer denge üzerine oturtma konusunda

anlaşmaları anlamına gelmektedir. Avrasya’nın geniş coğrafyasının Batı ucunda bulunan

Avrupa’nın güvenliği, ABD’nin sahip olduğu nükleer silahları, -gerekli olduğunu

düşündüğü ve istediği durumlarda- kullanması anlamına gelmekteydi. Ayrıca ABD ve SSCB

arasındaki, Avrupa’nın sorunlarını da içeren bu görüşmeler, Avrupalıların katılımı olmadan

gerçekleşmiştir. Yani, güvenlik temelinde gerçekleşen görüşmeler, NATO üyeleri dışarıda

bırakılarak yapılmıştır. Bu durum, hem ABD’nin ve hem de SSCB’nin, Avrupalılara

güvenmedikleri sonucunun ortaya çıkmasına da neden olmuştur.333

Bu görüşmelerden sonra Avrupalılara, ABD ile kurdukları stratejik ortaklık sonucu

iki türlü düşünme olanağı ortaya çıkmıştır. Buna göre birincisi, iki süper güç arasında

333Andrew J. Pierre. “Can Europe’s Security Be ‘Decoupled’ From America?”, Foreign Affairs, C. 51, No. 4, Temmuz 1973, s.

762.

Page 126: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

oluşan nükleer dengeden kaygı duydukları taktirde kendilerini güvensiz ve korku içinde,

ikincisi, bu stratejik duruma güvenmeleri durumunda ise, güvenlikte hissedeceklerdir.334

Stratejik nükleer silahların sınırlandırılması gerektiği düşüncesini 1964 yılında, ilk

öneren ABD’dir. Fakat taraflar, 1969 yılına kadar görüşme masasına oturamamışlardır. Bu

görüşmeler, 17 Kasım 1969 tarihinde Helsinki’de başlamış, Helsinki ve Viyana’da yapılan

toplantılar sonucunda, stratejik nükleer silahları sınırlandıran antlaşma (SALT-I) 26 Mayıs

1972’de Moskova’da imzalanmıştır. İmzalanan metin üç tanedir: Bunlar, Füze savar Füze

Sistemlerinin Sınırlandırılmasına İlişkin Anlaşma (Anti Ballistic Missile Treaty-ABM),

Stratejik Saldırı Silahlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Geçici Antlaşma (Interim Offensive

Agreement) ve geçici antlaşmada değinilen nükleer denizaltılarda bulundurulacak füze

sayısını belirleyen protokoldür.335

SALT-I görüşmeleri sırasında Avrupa’da, iki ayrı görüşme daha yapılmaktaydı.

Bunlar; “Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı” ve “Karşılıklı ve Dengeli Güç İndirimi”

(MBFR) görüşmeleridir. Karşılıklı ve Dengeli Güç İndirimi görüşmeleri NATO’nun

girişimi ve isteği üzerine başlatılmıştır. Bu çalışmalar, 1968 yılında başlatılmış ve aynı yıl

NATO Bakanlar Konseyi’nin Reykjavik’te (İzlanda) yaptığı görüşme sonunda bir bildiri

yayınlanmıştır. Yayınlanan bildiride, Doğu ve Batı bloklarının Avrupa’daki askeri

güçlerinde karşılıklılık şartına dayanan, zaman ve kapsam bakımından dengeli yapılmasını

öngördükleri indirimleri kapsamaktaydı. Fakat NATO’nun bu girişimi Helsinki

Konferansı’nın (AGİK) başlamasına kadar, Doğu Bloku tarafından olumlu karşılanmamıştır.

334Ibid., s. 777.

335Gönlübol, Uluslararası Politika, s. 495-497.

Page 127: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Çünkü bu öneriler, özellikle Orta Avrupa ülkelerini kapsamakta ve konvansiyonel silahlarda

indirim ve sınırlandırma yapılmasını öngörmekteydi. Bu bölgede Doğu Blokunun Batı

Blokuna göre daha güçlü olması nedeniyle, Doğu Bloku ülkeleri kuşku ile yaklaşmışlardır.

Bu yüzden, MBFR çalışmaları, Ekim 1973 tarihinde Viyana’da başlayabilmiştir.336

MBFR çalışmalarında, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra nükleer silahlarda yaşanan

gelişmelerin gölgesinde kalan konvansiyonel silahlarla ilgili düzenlemelere de yer

verilmiştir. Çalışmalara katılan ülkelerin (ABD, Kanada, İngiltere, Federal Almanya,

Belçika, Hollanda, Lüksemburg, karşı tarafta da; SSCB, Demokratik Almanya,

Çekoslovakya ve Polonya) sayısındaki fazlalık ve konularının çok geniş ve teknik olması

nedeniyle, elde edilmesi düşünülen gelişmeler, yavaş yavaş gerçekleştirilebilmiştir. Bununla

birlikte silahlarda sağlanması düşünülen indirimler istenen düzeyde gerçekleşememiş, ancak

ilerdeki gelişmelere önemli katkılarda bulunmuştur.337

SALT-I çalışmalarının olumlu sonuçlarının alınması üzerine, iki süper devlet 21

Kasım 1972 tarihinde, Cenevre’de SALT-II görüşmelerine başlamışlardır. Görüşmelerde

yaklaşık iki yıl bir ilerleme sağlanamamıştır. 1973 yılında Washington’da yapılan zirve

toplantısında, iki ülkenin liderleri stratejik saldırı silahlarının niteliksel ve niceliksel

yönlerinde durulması konusunda görüş birliğine ulaşınca, SALT-II görüşmeleri ivme

kazanmıştır. 1974 yılının Haziran ve Temmuz aylarında Moskova’daki zirve toplantılarında

ise, sürekli bir antlaşma yerine 1985 yılına kadar geçerli olacak bir antlaşma yapılması

konusunda görüş birliğine ulaşılmıştır. SALT-II görüşmelerindeki asıl ilerleme ise, ABD

336Ibid., s. 506-507.

337Ibid., s. 508-510.

Page 128: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Başkanı Ford ile SSCB lideri Brejnef arasında Vladivostak’ta yapılan görüşmelerde

sağlanmıştır. 24 Kasım 1974 tarihinde yayınladıkları bir ortak bildiride, SALT-II

çalışmalarının temel ilkelerini açıklamışlardır. Buna göre, taraflardan her biri en çok 2400

tane stratejik saldırı araçlarına sahip olabileceklerdir. Ortak bildiride ayrıca, havadan

fırlatılan füzelerden sadece 600 kilometreden daha uzun menzilli olanlar, stratejik saldırı

silahlarından sayılacaktır. Sonuçta, ilk kez iki taraf belli bir üst sınır üzerinde anlaşma

sağlamışlardır. SALT-II Antlaşması, 15-18 Haziran 1979 tarihleri arasında Leonid Brejnef

ve Jimmy Carter arasında, Viyana’da yapılan toplantı sırasında imzalanmıştır. Ancak

SSCB’nin 25 Aralık 1979 tarihinde Afganistan’a girmesi üzerine, Sovyet-Amerikan

ilişkilerinde ortaya çıkan gerginlik nedeniyle, ABD Senatosu’nda görüşülememiştir.338

ABD Senatosu bu antlaşmayı uzun süre göz ardı etmiştir. Geçerlilik süresinin dört

yıl gibi oldukça kısa tutulması nedeniyle, bu antlaşmayı bir anlamda atlamış ve SALT III

müzakerelerine hazırlanmaya başlamıştır. Böylece bu antlaşma ile sağlanması düşünülen

stratejik güvenlik amacına ulaşamamıştır.339

1979-1982 yılları arasında, SSCB-ABD ilişkileri Yumuşama’nın (detente) olumlu

havasından uzaklaşmış ve Soğuk Savaş yıllarını hatırlatan bir gerginlik içine girmiştir. 30

Haziran 1982 tarihinde taraflar tekrar bir araya gelerek, Stratejik Silahların Azaltılması

Görüşmeleri’ne (Strategic Arms Reduction Talks-START) başlamışlardır. Bu görüşmeler

338Gaddis, The United States and..., s. 60.

339Paul H. Nitze, “Strategy in The Decade of the 1980s”, Foreign Affairs, C. 59, No. 1, Güz 1980, s. 94.

Page 129: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

büyük bir gizlilik içinde sürdürülmüş ve sonunda, Aralık 1983 tarihinde SSCB görüşmelere

devam edemeyeceğini bildirmiştir.340

1984 yılına gelindiğinde Avrupa aktif çarpışmaların yapılmadığı tek kıta olma

özelliğini taşımaktaydı. Dünyanın diğer bölgelerinde çoğunluğu Soğuk Savaş ile, siyasal ya

da dinsel ideoloji ile ilgisi bulunmayan savaşlar yapılmaktaydı. Güney-Doğu Asya’da Çin-

Vietnam, Vietnam-Kamboçya, Ortadoğu’da İran-Irak, Arap-İsrail, Lübnan iç savaşı gibi çok

sayıda çatışma yapılmaktaydı. Bu savaşlarda kullanılan silahların kaynağı ise, ABD ve

SSCB idi.341

Kasım 1984’te Ronald Reagan ikinci dönem ABD Başkanı olduktan sonra SSCB ile

daha yakın ilişkiler kurulacağı ve silahların kontrolü adına olumlu gelişmelerin

gerçekleştirileceği umutları ortaya çıkmıştır. Gorbaçov’un da sıcak yaklaşımı sonrasında

Ocak 1985’te Cenevre’de taraflar bir araya gelerek, nükleer silahlarda %50 indirime

gidilmesi, Sovyet ve Amerikan orta menzilli füzelerinin Avrupa’dan sökülmesi, on yıl

içinde tüm balistik füzelerin imhası ve Stratejik Savunma Girişimi’nin (Strategic Defense

Initiative-SDI) genişletilmesi gündeme gelmiş ancak herhangi bir anlaşmaya

ulaşılamamıştır.342 Reagan nükleer bir “Pearl Harbor” baskınından çekindiği için

silahların denetimi görüşmelerinde, saldırı silahlarının tamamen ortadan kaldırılması ve eğer

340Gönlübol, Uluslararası Politika, s. 516-519.

341Ambrose, op. cit., s. 271.

342Cohen, op. cit., s. 230, 237.

Page 130: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

bu sağlanamazsa onun yerine savunma amaçlı silahların geliştirilmesi için SDI’nın

uygulamaya konulması görüşü üzerinde ısrar etmiştir.343

1987 yılında SSCB ve ABD arasında nükleer silahlarla ilgili görüşmelerde bir artış

yaşanmıştır. Temmuz ayında Sovyetler Birliği ABD’nin de hemen kabul ettiği yeni bir

öneride bulunmuştur. Buna göre, Tüm ABD ve Sovyet kısa ve orta menzilli füzeleri elimine

edilecektir. Aralık 1987 tarihinde Washington’da yapılan bir zirve sonrasında Reagan ve

Gorbaçov Ortadüzey Nükleer Güç (Intermediate Nuclear Force-INF) antlaşmasını

imzalamışlardır. Bu antlaşmaya göre tüm kısa ve orta menzilli füzeler yok edilecek ve

silahların bulunduğu yerlerde de karşı tarafın kontrolüne olanak sağlayacak bağımsız bir

sistem oluşturulacak, böylece tarafların birbirlerini yerinde denetlemesi mümkün olacaktır.

Bu antlaşma sembolik anlam taşımaktadır. Çünkü tarafların uzun menzilli füzelerinde

herhangi bir kısıtlama öngörmemektedir. Ancak her şeye rağmen sembolik bile olsa çok

önemli bir gelişmeye, her iki tarafın da nükleer kapasitelerinde bir indirime gitmelerine

neden olmuştur.344

4.5. 1980’lerde Yaşanan Gelişmeler ve Esnek Karşılık Stratejisi Üzerindeki Etkileri

Avrupalılar, 1980’li yıllara -Soğuk Savaş’ın başlamasından sonra ilk defa-

kıtalarındaki barış durumunu koruma adına derin kaygılarla girmişlerdir. Çünkü bu yıllara

girerken yaşanan gelişmeler yeni bir dünya savaşının çıkma olasılığını gündeme getirmiştir.

Avrupa ülkelerinin çoğu savunma programlarında ve harcamalarında durgunluk

yaşamaktaydılar. Bu nedenle, 1980’lerde ortaya çıkan yeni tehditlerle yüz yüze

343Ambrose, op. cit., s. 293-294.

344Ibid., s. 305.

Page 131: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

kaldıklarında, genel bir hoşnutsuzluk baş göstermiş, buna rağmen şu sorulara da cevap

bulmak durumunda kalmışlardır: 1980’lerdeki yeni siyasal ve stratejik gerçekler, mevcut

Avrupa güvenlik sistemine nasıl adapte edilecek? Avrupalılar kendi güvenliklerini nasıl

sağlayabilirler? Avrupa güvenlik düzenlemesi, NATO ittifakına olduğu kadar Avrupa

savunma işbirliğine, bir bütün olarak nasıl uydurulabilir?345

4.5.1. 1980’lerin İlk Yarısında Yaşanan Gelişmeler ve Avrupa Güvenliği

SSCB’nin Afganistan’a girmesi, Ortadoğu ve Afrika’da yaşanan gelişmeler

dolayısıyla, 1980’lere girerken NATO, Batı Avrupa savunması ile ilgili güvenlik

önlemlerini gözden geçirmek durumunda kalmıştır.346

1970’ler Doğu ile Batı arasında yaşanan Yumuşama (detente) nedeniyle, büyük

umutlarla başlamış ve Avrupa’daki var olan düzenin korunmasına neden olmuştu. 1972

Kasım’ında imzalanan SALT I antlaşması ile iki blok arasında nükleer bir savaşın çıkma

olasılığı çok zayıflamış ve sadece teorik olarak varlığını sürdürmüştür. Silahların kontrolü

ile sağlanan nükleer denge sayesinde, Avrupa barışı güvence altına alınmıştı. Böylece

Avrupa, tarihindeki en uzun barış dönemini yaşamıştır. Bu dönemde Asya, Afrika ve Latin

Amerika’da yüzden fazla savaş patlak vermiştir.347

1980’lere girerken ise, Avrupa savunması üç yeni gerçeğin oluşturduğu kritik

durum ile şekillenmeye başlayacaktır: Birincisi, 1979 yılı Aralık ayında Sovyetler Birliği’nin

Afganistan’a saldırmasıyla, süper güçler arasında ortaya çıkan kriz, Doğu-Batı ilişkilerinin

345Pierre Lellouche, “Europe And Her Defense”, Foreign Affairs, C. 59, No. 4, İlkbahar 1981, s. 813-814.

346Nitze, op. cit., s. 98.

347Karl Kaiser, Georg Leber, Alois Mertes ve Franz-Josef Schulze, “Nuclear Weapons And The Preservation of Peace”,

Foreign Affairs, C. 60, No. 5, Yaz 1982, s. 1159.

Page 132: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

genel havası üzerinde büyük etkiler oluşturmuştur. Bu durum Avrupa ülkelerinin

Yumuşama ile ortaya çıkan güvenlik politikalarını sorgulamalarına neden olmuştur. 1980

yazında ortaya çıkan Polonya krizi ise, Yumuşama dönemini aşındırmaya başlamış ve

Sovyetler Birliği’nin Orta Avrupa’da tekrar bir müdahalede bulunabileceği olasılığını

arttırmıştır.348 Polonya krizi ayrıca 1981 yılında uzun süre gündemi işgal etmiştir. Bu

ülkedeki siyasal ve kurumsal değişiklikler, komünist sistem içinde Çin ve SSCB arasındaki

ayrılıktan sonraki en önemli gelişmedir. Çünkü bu yıllarda komünist sistemin zayıfladığı,

bununla birlikte iç ve dış siyasal sorunların da başladığının işaretçisi olmuştur.349

İkincisi, askeri ve stratejik açıdan bakıldığında, Afganistan olayı sonrasında, iki

blok arasında sağlanmış olan nükleer dengenin uzun süreli olamayacağı ve iki süper güç

arasında silahlanma yarışının tekrar başlaması olasılığını arttırmıştır. 350 Aynı zamanda

Avrupalılar, -nükleer denge sayesinde- sahip oldukları güvenlik ve iç istikrarın da

sarsılabileceğinden kaygılanmaya başlamışlardır.351 Nükleer dengenin bozulmaması için,

bu silahları “öncelikli kullanmaktan kaçınma” (no-first-use) önerisi ortaya atılmıştır. Bu

öneriye göre, taraflar böyle bir yüküm altına girerlerse Avrupa’da çıkabilecek son

yüzyıldaki üçüncü büyük savaşın da önüne geçeceklerdir.352 Böyle bir stratejinin

seçilmesiyle savaşların önlenebileceğini hedeflemek, bir hayalden ibarettir. Çünkü bir

348Lellouche, op. cit., s. 814-815.

349William G. Hyland, “U.S.-Soviet Relations: The Long Road Back”, Foreign Affairs, C. 60, No. 3, Özel Sayı 1982, s. 544.

350McGeorge Bundy, George F. Kennan, Robert S. McNamara ve Gerard Smith, “Nuclear Weapons And The Atlantic

Alliance”, Foreign Affairs, C. 60, No. 4, İlkbahar 1982, s. 765.

351Lellouche, op. cit., s. 815.

352Bundy, Kennan, McNamara ve Smith, op. cit., s. 767.

Page 133: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

ateşkes yapılacaksa, bunu sadece nükleer silahları değil, konvansiyonel silahları da

kullanmaktan kaçınarak gerçekleştirmek mümkündür.

Son olarak, daha geniş bir jeo-stratejik açıdan bakıldığında, Afganistan saldırısı,

Sovyetler Birliği’nin Etiyopya ve Yemen üzerinde baskı kurmasına ve böylece Avrupalıların

petrol ihtiyaçlarının %60’ını sağladıkları Basra Körfezi’nin, stratejik haritasının da

değişebileceği olasılığına dikkatleri çekmiştir. Sonuçta, bölgeye, Batılı deniz güçlerinin

gönderilmesi durumunu gündeme getirmiştir. Bu ise geleneksel Avrupa sahnesinin dışındaki

bir bölgede, Doğu ile Batının cepheleşmesi sonucunu ortaya çıkarmaktadır.353

Ortadoğu’da SSCB ile yaşanan bu gelişmelerden sonra, ABD “Carter

Doktrini”354ni resmen uygulamaya koymuştur. 1980’de İran ile Irak arasında patlak veren

savaş, 1979’daki İran İslam Devrimi’nden sonra, petrol fiyatlarında ikinci kez aşırı

yükselmeye neden olmuştur. Ortadoğu petrollerine bağımlı olan Avrupa ülkeleri ise,

güvenliklerinin sağlanmasının sadece Avrupa kıtasının güvenliği ile yeterli kalmadığı,

hammadde ve enerji kaynaklarının bulunduğu (özellikle Ortadoğu ve Afrika) bölgelerini de

içerdiği gerçeğinin farkına varmışlardır.355

353Lellouche, op. cit., s. 816.

354Carter Doktrini, ABD Başkanı Jimmy Carter’ın 1980’deki yıllık konuşmasında, Basra Körfezi’ne yapılacak bir saldırının

ABD’nin yaşamsal çıkarlarına yapılmış bir saldırı olarak değerlendireceği ve askeri önlemler de dahil her türlü önlemi

alacaklarını açıkladığı doktrindir. Funda Keskin, “ABD Başkanlarının Ünlü Doktrinleri”, Türk Dış Politikası: Kurtuluş

Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, C. I, 5. Baskı, Baskın Oran (der.) (İstanbul: İletişim Yayınları, 2002),

s. 527.

355Lellouche, op. cit., s. 816-817.

Page 134: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

4.5.2. 1980’lere Girerken NATO’nun Stratejisi Üzerinde Görüş Ayrılıkları

NATO kurulduğundan beri, nükleer silahların kullanımına yönelik uygun strateji

seçimi, tartışma konusu olmuştur. Bu problemlerin tartışmaya açılması ve kuruluşu gereği

demokratik ilkeleri benimseyen ittifakın üye ülkelerle bu konuları konuşması normaldir.

1980’lerin başlarında yaşanan gelişmeler üzerine, Nükleer silahların neden olabileceği

tehlikenin farkında olan NATO üyeleri, kaygılanmaya başlamışlardır. NATO’nun

yürürlükteki stratejisi olan Esnek Karşılık, herhangi bir düşmanın, -kendisine yönelik

caydırma ve böylece hesaplanamayan sonuçların çıkmasına neden olabilecek- bir saldırısına

karşı cesaretini kırmayı hedeflemektedir. Ayrıca bu strateji, çatışmanın önlenmesine yönelik

kriz yönetimi araçlarını geliştirmeyi de amaçlamaktadır. Doktrinin caydırıcı etkisi şu üç

dayanağa sahiptir: 1- Herhangi bir tehdit veya saldırıya maruz kalmaları durumunda bütün

üye ülkelerin siyasal kararlılıkları, 2- her türlü saldırıya karşı etkili hareket etme yeteneğine

sahip olması, ve 3- nükleer veya konvansiyonel karşı koyma esnekliğidir.356

NATO 1979 yılı Aralık ayında “ikili yaklaşım” (twin-track/ double-track/ dual-

track/ two-track) kararını kabul etmiştir. Bu karar, kendi içinde bir tezadı

bulundurmaktadır. Çünkü, iki süper güç aynı anda Avrupa’ya, -karşılıklı- orta menzilli

nükleer füzeler yerleştirirlerken, bir yandan da Avrupa’daki nükleer silahların

sınırlandırılması üzerinde görüşmüşlerdir. Bu yaklaşım hem SSCB’den artarak gelen nükleer

tehdide aynıyla karşılık verme ve hem de NATO’nun Sovyet stratejilerini değiştirecek

stratejilere sahip olmadıkça, silahların kontrolüne yönelik görüşmeler yapmasının yararsız

356Kaiser, Leber, Mertes ve Schulze, op. cit., s. 1157-1158.

Page 135: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

olduğu gerçeğini ortaya çıkarmıştır.357 Çünkü, önceki daha uzun menzilli nükleer füzelerin

yerine, orta menzilli nükleer füzelerin değiştirilmesi, Avrupalılarda, ABD’ye olan güvenin

azalmasına yol açmıştır. Çünkü, uzun menzilli füzelerin orta menzilli olanlarla

değiştirilmesi, hedeflerin de değiştiği ve Avrupa’nın eskisinden daha çok risk altına

sokulduğu biçiminde değerlendirilmiştir.358

Batı Avrupa ülkelerinin kendi güvenliklerine yaklaşımları ABD’den farklılıklar arz

etmektedir. Onlara göre, Kuzey Atlantik birliğinin eskimiş kuralları, gerçek ve algılanabilir

ilgi alanlarının farklılığını yeterince tanımlayamaz. Bunlar arasında, ticaret ile, değerlerle

ilgili farklılıklar bulunmaktadır. Ayrıca ABD’nin SSCB ile global güç ve etki mücadelesine

yönelik yükümlülük altına girmesi, başlı başına bir farklılık oluşturmaktadır. Bunlardan

daha önemlisi, NATO’nun çekirdeğini oluşturduğu Batı Avrupa’nın güvenliği üzerinde,

farklılıklar bulunmaktadır. Şöyle ki, temelde Atlantik Birliği Sovyet tehditlerine karşı Batı

Avrupa’yı savunmak amacıyla kurulmuştur. Bu yaygın düşünce geçerliliğini korumaktadır

ve Atlantik’in iki yakasında da böyle algılanmaktadır. Fakat Batı Avrupa’da, Doğuya

yönelik güvenlik kaygısı ve tehdit algılaması sadece savunma amaçlı düşünülmektedir. Aynı

zamanda, -ABD’den farklı olarak- mevcut düzeni korumak için, SSCB ile barışçıl siyasal

ilişkiler kuran, sınırların normalleştirilmesi ve ekonomik işbirliğini içeren antlaşmaların

yapılması gerektiğini anlamaktadırlar. Batı Avrupalıların bloklar arasındaki Yumuşama’dan

anladıkları da budur. ABD’ye göre Yumuşama ise, SSCB ile yapılan global mücadelenin

gereklerinin daha önemsiz hale gelmesi demektir. Batı Avrupa’da, bölgenin güvenliği

357Stanley Kober, “Can NATO Survive?”, International Affairs, C. 59, No. 3, Yaz 1983, s. 341.

358Earl C. Ravenal, “Europe Without America: The Erosion of NATO”, Foreign Affairs, C. 63, No. 5, Yaz 1985, s. 1022.

Page 136: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

gerçekten tehdit altındadır. Bu tehdit sadece SSCB’nin askeri gücünden değil, aynı zamanda

savaşın -özellikle de nükleer savaşın- olası olmasından kaynaklanmaktadır.359

Avrupalılar ile ABD arasında, NATO’nun, kurulduğu döneme göre, oldukça

değiştiği üzerinde görüş birliği oluşmuştur ve Yumuşama’nın yaşandığı bu dönemde, yeni

bir görüş birliği oluşturma girişimleri de sürmektedir. Yapılması gereken ilk iş Sovyet

tehdidinin doğasına yönelik görüş birliğinin sağlanmasıdır. Avrupalılar NATO’nun; kuruluş

amacı ve biçimlendirilmesine sadık kalınması, -yani Batı Avrupa’yı tehdit eden Sovyet

saldırısının önlenmesi politikasının sürdürülmesi- üzerinde ısrarcı olmaktadırlar. ABD ise bu

konuda, Avrupalı ülkeleri bencil olarak değerlendirmektedir. Çünkü ABD, Avrupalı

müttefiklerine yönelik, olası nükleer yok olma riskini garanti etmekte ve Avrupa güvenliği

için on milyarlarca dolar harcamaktadır. Fakat Avrupalılar, -NATO üyesi olmayan-, diğer

Avrupalı ülkelere yönelik Sovyet tehdidini önlemede, ABD ile uyum içinde bulunmayıp,

Yumuşama dönemini kendi çıkarları için kullanmayı istemektedirler.360 Halbuki ABD,

Avrupalı müttefiklerinden -Avrupa’ya olduğu kadar-, kendi anakarasına yönelik Sovyet

tehditlerinin de önlenmesinde işbirliği ve maliyetleri paylaşmalarını beklemektedir.361

Avrupa’daki güç dengesi ile ilgili önemli değişiklikler, NATO’nun 1967 yılında

kabul ettiği Esnek Karşılık stratejisi ile oluşturulmuştur. Nükleer silahlanmanın

tekrarlanacağı varsayımları ile yeni bir savunma konsepti önermek veya oluşturmaktan ve

359Hedley Bull, “European Self-Reliance And The Reform of NATO”, Foreign Affairs, C. 61, No, 4, İlkbahar 1983, s. 875-876.

360Kober, op. cit., s. 347-348.

361Keith B. Payne ve Colin S. Gray, “Nuclear Policy And The Defensive Transition”, Foreign Affairs, C. 62, No. 4, İlkbahar

1984, s. 831-832.

Page 137: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

böylece süper güçler arasındaki tırmandırma tehdidini elinde bulundurmaktan çok, üyeler

arasındaki karşılıklı güvenin güçlendirilmesi gerekmekteydi.362

4.5.3. 1980’lerin İkinci Yarısında Yaşanan Gelişmeler ve Soğuk Savaş’ın Sona

Ermesi

SSCB lideri Mikhail Gorbaçov ile ABD Başkanı Ronald Reagan Kasım 1986

tarihinde Reykjavik’de (İzlanda) ikili bir zirve toplantısı yapmışlardı. Bu toplantıda,

NATO’nun güvenliğini de ilgilendiren, -Avrupalıların rahatsızlık duydukları- silahların

sınırlandırılması ile ilgili antlaşmaları yeniden gözden geçirmişlerdir.363

Bu görüşmelerden Avrupalılar yine de kaygılanmışlardır. ABD’nin nükleer gücü

üzerinde sınırlandırma antlaşmaları yapılması ile Avrupa’yı kendi haline bırakacağından ve

iki süper gücün nükleer güçleri üzerinde katı kontrollerin getirilmesi ile tuzağa

düşürüleceklerinden çekinmişlerdir. İki taraflı müzakereler, bu ikilemi daha da

kötüleştirecektir. Çünkü Avrupalı liderler böyle bir antlaşma ile, NATO’nun çıkarlarına

aykırı davranılacağı ve NATO’nun çökeceği konusunda fikir birliği içinde olmuşlardır.

Ayrıca Avrupalılara göre, ABD ve SSCB’nin böyle bir antlaşma yapmaları durumunda

nükleer silahlar denetimsiz kalacaktır.364

Avrupa’nın güvenliğinin NATO bölgesi dışında da (Basra Körfezi, Ortadoğu gibi)

tehdit edilebileceği gerçeğinin ortaya çıkması geleneksel -siyasal ve askeri- tehdit

algılamalarının haklı olduğunu göstermektedir. Çünkü Avrupa güvenliğini tehdit eden

362De Rose, op. cit., s. 140.

363Jane M. Sharp, “After Reykjavik: Arms Control And The Allies”, International Affairs, C. 63, No. 2, İlkbahar 1987, s. 239.

364Ibid., s. 241-242.

Page 138: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

kaynaklar -değişse de- devam etmektedir. SSCB’nin askeri gücü bunlardan sadece birisidir.

Üçüncü Dünyadaki hammadde kaynaklarına ulaşmada yaşanabilecek sıkıntılar ve terörizm

tehlikesi de bunlara eklenmiştir. Büyük ve organize olmuş güçler arasında, bölgesel ve genel

savaşların çıkma olasılığı hala devam etmektedir.365

Gorbaçov, “ortak güvenlik”ten, çabuk karar vermekten, Üçüncü Dünyaya yönelik

maceralardan kaçınmaktan ve uluslararası dengenin gereklerini vurgulamakla birlikte

içerideki reformları da desteklemekten söz eden ilk Sovyet lideridir.366

NATO, 1980’lerin sonlarında, daha önce hiç olmamış ve muhtemelen de kısa

ömürlü olacak, Atlantik’ten Urallar’a kadar uzanan bir bölgede, Avrupa güvenlik rejimine

tamamen yeni bir biçim vermek üzere, karşılıklı işbirliğini geliştirme fırsatı yakalamıştır.

Bu fırsata, Sovyetler Birliği’nin ulusal güvenlik gereksinimlerini tanımladığı köklü

değişiklikler içeren kararını vermesi yol açmıştır. SSCB’nin uluslararası ilişkilerle ilgili

“yeni düşünce”si ve dünya olaylarına yönelik özendirici davranış değişikliği belirsizlikler

içermekteydi. Çünkü geleneksel Sovyet politikalarının kolayca terk edilmesi kısa vadede

olası görülmemekteydi. Bu davranış Batıda, SSCB’nin propaganda yaptığı ve ekonomisini

yeniden yapılandırabilmek için, rahat nefes alabileceği süreyi kazanmak istediği biçiminde

algılanmış ve bu yüzden de kayıtsız kalınmıştır.367

1980’lerin başlarında Moskova tarafından ortaya atılan “yeni düşünme” ve

silahların kontrolüne yönelik aceleci öneriler ve gerginlikler, 1986 ve 1987 yıllarında SSCB

365Christoph Bertram, “Europe’s Security Dilemmas”, Foreign Affairs, C. 65, No. 5, Yaz 1987, s. 943-944.

366Ibid., s. 944-945.

367Michael MccGwire, “A Mutual Security Regime For Europe?”, International Affairs, C. 64, No. 3, Yaz 1988, s. 361.

Page 139: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

ile ABD arasındaki ilişkilerde yaşanan ilerlemelere bakılınca tahmini oldukça güçtü.

Gorbaçov’un, SSCB’de uygulamaya koyduğu glasnost (açıklık) ve perestroika (yeniden

yapılanma) politikaları ile dış politikasında “ortak güvenlik” önerileri, Doğu-Batı ilişkilerini

geliştirebilmek için tarihi bir fırsat vermiştir. Fakat değişiklikler, belirsizliği de beraberinde

getirdiği için, eskiden beri devam etmekte olan politika ve stratejileri yeniden düşünme

gereği ortaya çıkmıştır. Çünkü gelişmeler çok hızlı gerçekleşmiştir ve NATO stratejisinin

uygulandığı bölge dışındaki hiçbir yerde -ne olacağı- daha belirgin değildir.368

Bununla birlikte, nükleer silahların neden olabileceği yıkımın, bloklar arasında

oluşmaya başlayan görüş birliği nedeniyle, gerçekleşme olasılığı iyiden iyiye azalmıştır. Bu

durumda da, NATO’nun Esnek Karşılık stratejisi güvenilirliğinden kaybetmeye başlamıştır.

Hiçbir strateji “barış”ı sonsuza kadar garanti edemeyecektir. Geçmişteki her strateji, er

veya geç geçerliliğini kaybetmiştir. Ancak her şeye rağmen Esnek Karşılık stratejisi

geçerliliğini korumaktadır. Çünkü bu -iyiye doğru gittiği düşünülen ancak hala-

belirsizlikler içeren uluslararası ortam nedeniyle, her üyenin görüş birliğinde olduğu daha

iyi bir strateji de bulunamamıştır. Nükleer silah teknolojisinin bulunduğu bir dünyada, bu

silahların savaşları kazanmada göz ardı edileceğini düşünmek, aşırı iyimserlik

gerektirmektedir. Yanlış hesaplama, kaza veya planlanmış olası bir saldırı durumunda,

Esnek Karşılık stratejisinin yerine uygulanacak bir strateji de yürürlükte değildir.369

Orta Menzilli Nükleer Güçler (INF) Antlaşması, ABD Başkanı Reagan ile SSCB

Komünist Parti Genel Sekreteri Gorbaçov arasında 8 Aralık 1987 tarihinde imzalanmıştır.

368John Baylis, “NATO Strategy: The Case For a New Strategic Concept”, International Affairs, C. 64, No. 1, Kış 1987/8, s.

43.

369Ibid., s. 45.

Page 140: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Bu, ABD açısından, -Batıda 1980’lerde var olan nükleer silahsızlanmaya karşı görüşlere

rağmen- kazanılan bir başarıdır. Ancak bu antlaşmanın, NATO’nun Esnek Karşılık

stratejisinde değişiklikler yapması konusu, Avrupalılar tarafından kabul edilmemiştir. Çünkü

onlara göre, bloklar arasında iyi ilişkiler kuruluyor olsa da, gerektiğinde güvenliğin tek bir

tür silah ile sağlanması mümkün değildir. Esnek Karşılık stratejisi tek bir tür silaha dayalı

olmadığından bu stratejiden vazgeçilmesi düşünülemez.370

Bu sorunu çözebilmek için, Amerikalılar ve Batı Avrupalılar barış ve güvenliğin

sağlanmasına yönelik yeni yaklaşımlar araştırmaktadırlar. Ancak mevcut stratejinin yerine

geçebilecek bir alternatif bulabilmiş değillerdir. Avrupalılar, güvenlik ve savunmaları

konusunda çok dikkatli hareket etmektedirler. ABD de, bu bölgede yaşamsal çıkarlarından

vazgeçemediği için, savunmaları konusunda onları tek başlarına bırakamamaktadır.371

Yaşanan belirsizlikler nedeniyle, Esnek Karşılık başarılı olmuştur. Nükleer silahları

isteyenler ile bunların azaltılmasından yana olanlar, -nükleer ve nükleer olmayan seçenekler

sunması dolayısıyla- herhangi bir saldırıya karşı koymada, esneklik ve en doğru yolu seçme

üzerinde uzlaşabilirler. Bu yüzden müttefikler arasındaki var olan görüş birliği, Esnek

Karşılık stratejisi ile ilgili değişiklikler içerecekse, mevcut stratejiyi de kapsaması

gerekecektir. Bu yeni strateji ideal olmak zorunda değildir. Ama, siyasal gerçekleri de göz

ardı etmemelidir. Her değişiklik yeni bir gelişme göstermek zorundadır. Uygulamada bir

370Lynn E. Davis, “Lessons Of The INF Treaty”, Foreign Affairs, C. 66, No. 4, İlkbahar 1988, s. 720-721.

371Ibid., s. 732-733.

Page 141: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

alternatifi üzerinde anlaşılamadığından, Esnek Karşılık stratejisi 1980’lerin sonunda da

geçerliliğini korumuştur.372

SSCB’nin ve ABD’nin, Yumuşama’ya yaklaşımları farklılıklar ve birbiriyle

bağdaşmayan özellikler içermektedir. Sovyet liderlerine göre ABD, SSCB’yi uluslararası

alanda, kendi hakları ve imtiyazlarıyla eşit kabul etmelidir. Hatta ABD, bu değişimleri

kabul etmeye zorlanmalıdır. Moskova’ya göre, Sovyetler Birliği’nin gücü -ve ABD’nin

zayıflığı-, iki süper güç arasında SSCB’nin kalıcı bir değişimi temsil etmesine olan

inançlarının bulunmamasından kaynaklanmaktadır.373

Bu düşüncenin tersine Amerikalılar, Yumuşama’yı; Sovyetler Birliği’nin de, ABD

gibi yüklendiği uluslararası kuralları iyi niyetle yerine getirmesi biçiminde

değerlendirmektedirler. Moskova bunun tersini yaptığında, Amerikan halkı telaşlanır ve

kendisinin aldatıldığını hisseder. 374

1980’lerin sonunda durum değişmiştir. Sovyetler Birliği kuşatma altında tuttuğu

Afganistan’dan, savaşı kazanamadan ayrılmak, Güneydoğu Asya ve Güney Afrika’daki

ülkeler ile Doğu Avrupa’daki uydularının üzerindeki baskısını kaldırmak zorunda kalmıştır.

Artık kendisini kuşatan iç sorunlarıyla; sosyal, siyasal ve ekonomik güçlüklerle

uğraşmaktadır. Yumuşama’nın ilk dönemlerinde saldırgan özellikler içeren Sovyet

politikaları, 1980’lerin sonlarında savunma ağırlıklı politikalar arz etmektedir. ABD de;

geniş bütçe ve ticaret açığı nedeniyle sıkıntılar yaşasa da, 1970’lere göre kendini daha

372Baylis, op. cit., s. 46.

373Michael Mandelbaum, “Ending The Cold War”, Foreign Affairs, C. 68, No. 2, İlkbahar 1989, s. 17.

374Ibid., s. 17.

Page 142: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

güvende hissetmektedir. Bu yıllarda Sovyetler Birliği, -daha önceki kırk yıllık dönemin

tersine- ABD ile “normal” ilişkiler kurmak istediğini düzenli olarak tekrarlamaktadır.375

“Soğuk Savaş” ın sona ermesi; Sovyetler Birliği’nin, Batı Avrupa’ya yönelik

tehdidinin, Doğu Avrupa’daki ülkelere yönelik de baskısının kalkmasını gerektirmiştir.

Doğu Avrupa’daki halkın, kendi yönetimlerini özgürce belirleme (self-determination) hakkı

elde etmeleri üzerine, Soğuk Savaş sona ermiştir.376 Soğuk Savaş’ın sona ermesi bir olay

değil, bir süreçtir. Bu yüzden çatışmaların sona ereceğini, silahların ateşlenmeyeceğini

söylemek, gerçekleri göz ardı etmek anlamına gelecektir. Ancak Soğuk Savaş’ın bitmesini,

Batı savunma sisteminin bir başarısı olarak da değerlendirmek mümkündür. Böylece, kırk

yılı aşan bir süre, baskı altında kalan uluslararası ilişkilerin, bu baskıdan kurtulduğu ve artık

normalleşmeye başladığını da söyleyebiliriz.

375Ibid., s. 17-18.

376Ibid., s. 21.

Page 143: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

III. BÖLÜM:

SOĞUK SAVAŞ SONRASINDA NATO’NUN DEĞİŞEN STRATEJİSİ VE

AVRUPA GÜVENLİĞİNE YÖNELİK YENİ GELİŞMELER

9 Kasım 1989’da “Berlin Duvarı”nın yıkılması, -on bir ay sonra- 3 Ekim 1990’da iki

Almanya’nın birleşmesi, 1 Nisan 1991 tarihinde Varşova Paktı’nın, 25 Aralık 1991 günü

Sovyetler Birliği’nin dağılması, Orta ve Doğu Avrupa’nın diğer bölgelerinde yaşanan köklü

değişimler “Soğuk Savaş” döneminin hızla sona erdiğinin birer işareti olmuştur.377 Bu

gelişmelerden sonra, NATO’nun varlık nedeninin ortadan kalktığı ve İttifakın artık

“gereksiz” olduğu düşüncesi bile ileri sürülmüştür.378 Ancak yaşanan bu gelişmeler,

NATO’nun önemini arttırmış ve gerekliliğinin de, birer göstergeleri olmuştur. Her ne kadar

Doğu Blokunda yaşanan bu gelişmeler nedeniyle 1990 yılının Mayıs ayında NATO Askeri

Komitesi, artık Varşova Paktı’ndan NATO’ya yönelik bir tehdit gelemeyeceği379 sonucuna

varsa da, Avrupa’daki siyasal durumun yeniden şekillenmesine neden olan bu gelişmeler,

barışa yönelik tehlikeler ile istikrara yönelik tehditlerin hala sürdüğünü göstermiştir.380

Gözden kaçırılmaması gereken bir nokta vardır. Uluslararası sistemde 1970’lerde,

1980’lerde ve Soğuk Savaş sonrasında yaşanan köklü gelişmeler ve değişiklikler, Sovyetler

377Robert B. McCalla, “NATO’s Persistence After The Cold War”, International Organization, C. 50, No. 3, Yaz 1996, s. 448.

378Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler, 2. Baskı (İstanbul: Alfa Yayınları, 1997), s. 144-145.

379McCalla, op. cit., s. 449.

380NATO El Kitabı (Brüksel: NATO Basın ve Enformasyon Bürosu Yayını, 1995), s. 21.

Page 144: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Birliği’nde yaşanan iç gelişme ve değişikliklere paralel, hatta onlardan etkilenerek

gerçekleşmiştir.381

Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte, kuruluş nedenleri, amaçları ve yapıları

birbirinden tamamen farklı iki örgüt, -NATO ve Avrupa Birliği (AB)- Avrupa’nın güvenliği

ve istikrarının sağlanması amacıyla işbirliği yapmak zorunda kalmışlardır. Bu zorunluluk,

Avrupa güvenlik kavramının, askeri boyutuyla birlikte, ekonomik ve siyasal faktörlerin de

gözetilmesini gerektiren yeni bir anlam kazanmasından kaynaklanmıştır.382 Bu duruma

kendilerini uydurabilmek için NATO ve AB üyesi ülkeler, Soğuk Savaş sonrasına

kendilerini hazırlamak ve oluşmakta olan yeni dünyayı şekillendirebilmek için, iki ayrı

doküman üzerinde anlaşmışlardır. Birincisi, Kasım 1991 tarihindeki NATO Stratejik

Kavramı ve ikincisi de, V. Başlık’ında Siyasal Birlik ve Ortak Dış ve Güvenlik Politikasını

geliştirme amacını taşıyan Maastricht Antlaşması’dır.383

Soğuk Savaş sonrası Avrupa savunma ve güvenlik mimarisinde temel olarak üç

modelin varlığı söz konusudur. Birinci model, NATO aracılığıyla iki kutuplu sistemin

Sovyetler Birliği ve müttefiklerinde yaşanan gelişmelere uydurulması amacını taşımaktadır.

İkinci model, Doğu ve Batı arasında, ortak normlar, kurallar ve karar verme prosedürleri

üzerinde anlaşma temeline dayanmaktadır. Bu yeni yöntem, tüm Avrupa ülkelerinin işbirliği

yaparak kendi güvenliklerini, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansları (AGİK/T)

çerçevesinde sağlamaya yönelik çabaları içermektedir. Bu çabaları, BM Güvenlik Konseyi

381Phil Williams, “US-Soviet Relations: Beyond The Cold War?”, International Affairs, C. 65, No. 2, İlkbahar 1989, s. 288.

382Esra Çayhan ve Nurşin Ateşoğlu Güney, Avrupa’da Yeni Güvenlik Arayışları NATO-AB-Türkiye (İstanbul: Afa Yayıncılık

ve TÜSES Vakfı Ortak Yayını, 1996), s. 14.

Page 145: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

benzeri, “Avrupa Güvenlik Konseyi” kurma girişimleri olarak da değerlendirebiliriz.

Üçüncü model ise, mümkün olan her alanda Batı Avrupa temelli bir entegrasyonu

hedeflemekte ve Avrupa ülkelerinin kendi güvenliklerini sağlamak için işbirliği yapmaları

gerektiğini öngörmektedir.384 Birinci ve ikinci model arasında çok sıkı işbirliği ve

etkileşim söz konusudur. AGİT, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ikiye ayrılmış bulunan

Avrupa ülkelerinin arasındaki bölünmüşlüğe bir son verme ve aralarındaki işbirliğini

sağlamayı hedeflemektedir.385 Üçüncü model ise bu oluşumlardan çok farklı, müstakil ve

entegrasyonu hedefleyen bir gelişim sergilemektedir.

Avrupa’nın çok taraflı güvenlik örgütlenmeleri, artık iki rakip blok arasındaki

birleşmelerden değil, ülkeler arasındaki ortak değerleri öngören bir sistem öngörmektedir.

Daha da önemlisi, bu ortak örgütlenmelerden sadece bir tanesi Avrupa’daki sorunları çözme

ve güvenliği sağlama gücüne sahip değildir. Üzerinde durulması gereken bir nokta da, bu

örgütlenmeler, farklı ülke grupları ve büyük güçler arasındaki çıkar farklılıklarının ortaya

çıkmasına neden olmaktadır. (Rusya Federasyonu ile ABD ve müttefikleri arasında olduğu

kadar, ABD ve Avrupalılar arasında da olmaktadır.)386 Ayrıca bu iç içe girmiş olan

güvenlik örgütlenmeleri arasında bir yarışın varlığından da söz etmek mümkün değildir. Her

383Trevor Taylor, “West European Security and Defence Cooperation: Maastricht and Beyond”, International Affairs, C. 70,

No. 1, Ocak 1994, s. 1.

384Jan Zielonka, “Europe’s Security: A Great Confusion”, International Affairs, C. 67, No. 1, Ocak 1991, s. 135.

385OSCE Handbook, 3. Baskı (Vienna: Secreteriat of the OSCE Publishing, 2002), s. IX, 7;

<Http://www.osce.org/publications/handbook> (24.02.2003).

386Adam Daniel Rotfeld, “NATO Enlargement and the Reinforcing of Euro-Atlantic Security Structures”, The Polish Quarterly

of International Affairs, C. 8, No. 1, Kış 1999, s. 23.

Page 146: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

bir örgüt farklı amaçlar doğrultusunda örgütlenmiştir387 ve güvenlik (özelde Avrupa

güvenliği) boyutunda çakışan yapılanmaları dolayısıyla çalışmamızın konusunu

oluşturmaktadırlar.

Çalışmamızın bu bölümünde, Soğuk Savaş sonrasına kendisini uydurmaya çalışan

NATO’da gerçekleşen strateji değişikliklerine ve bu değişikliklere neden olan gelişmelere, -

eski- iki blok arasındaki yakın işbirliğini amaçlayan AGİT’e ve AB bünyesinde Ortak Dış ve

Güvenlik Politikası’nın (ODGP) oluşumuna kısaca yer vermekteyiz.

Soğuk Savaş sonrasında yaşanan gelişmeler her üç örgütte de önemli değişimlerin

yaşanmasına neden olmuştur. AB bünyesinde oluşturulan ODGP’nin gelişim süreci diğer iki

örgütten farklılık arz etmesine rağmen konu bütünlüğünü oluşturabilmek ve dördüncü

bölümün daha rahat incelenebilmesi için bu metodu tercih etmekteyiz. Çalışmamızın bir

sonraki bölümünde Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’nı (AGSP)

değerlendirmekteyiz. AGSP, ODGP’nin bir açılımı olması nedeniyle NATO bünyesinde

oluşturulan AGSK’den (Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği) farklıdır ve bu fark özellikle

vurgulanmalıdır. Zira iç içe geçmiş olan Avrupa güvenlik yapılanmaları arasındaki mevcut

işbirliği ve farklılıkların ortaya konması ve olası kavram karmaşasının önlenebilmesi

açısından çok önemlidir.

1. NATO’nun Değişen Stratejisi ve Yeni Güvenlik Düzenlemeleri

Temmuz 1990 tarihinde NATO üyesi ülkeler arasında Londra’da yapılan Devlet ve

Hükümet Başkanları Zirvesi’nde, Sovyetler Birliği’nde ve Doğu Bloku ülkelerinde yaşanan

387Stuart Croft, “The EU, NATO and Europeanisation: The Return of Architectural Debate”, European Security, C. 9, No. 3,

Güz 2000, s. 5.

Page 147: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

gelişmelerden sonra, “bu ülkelerin artık kendilerine rakip olamayacağı” düşüncesiyle,

NATO’nun “Esnek Karşılık” doktrininin yerine yeni bir strateji konulması düşüncesi ortaya

atılmıştır. Esnek Karşılık’ın temel özelliğini değiştirmeden, -gerektiğinde nükleer silah

kullanma da dahil her türlü önlemi alma konusunda hazır tutulmasıyla birlikte- NATO’nun

askeri ve siyasal rehberliğini geliştirecek yeni bir düzenlemeye gidilmesi,388 geçmişteki

coğrafi temellere dayanan savunma anlayışından uzaklaşılarak, NATO’nun askeri gücünün

yeniden yapılanmasını sağlayacak bir çözümün bulunması kararına ulaşılmıştır.389

1.1. NATO’nun Yeni Stratejik Kavramı

1991 yılı Kasım ayında Roma’da, Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nde

NATO’nun Yeni Stratejik Konsept üzerinde görüş birliğine varılmış ve ilan edilmiştir. Bu,

NATO için yeni bir dönüm noktasıdır. Çünkü bu doküman, NATO’nun yaklaşık yirmi yıllık

bir süre için kabul ettiği yeni askeri politikasıdır. İlk kez, “acil müdahale gücü” (rapid

reaction forces) adı verilen, gerçek bir çok uluslu güç yapılanması uygulamaya

konulmuştur.390 Doğu Avrupa ülkelerine o zamana kadar hayal edilemeyen önerilerde

bulunmuşlardır. Şöyle ki; Ocak 1994 Brüksel Zirvesi’nde Birleşik Müşterek Görev Gücü

(Combined Joint Task Force-CJTF-BMGG,) adı verilen, radikal bir planı uygulamaya

koymak için Doğu Avrupa ülkelerinin katılımları beklenmiştir. BMGG şu olasılıkları

içermektedir: 1- Diğer uluslararası kişiliklerle askeri faaliyetlerde bulunma ve 2- üyelerinin

onaylamadığı askeri faaliyetlere, NATO üyelerinin katılmaması sözü vermektedir. En

önemlisi, NATO’da, açıkça tanımlanan düşmana karşı yapılacak operasyonların

388Taylor, loc. cit.

389McCalla, loc. cit.

Page 148: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

planlamasını durdurma ve birincil önceliğinin de, kriz yönetimi ve uluslararası dengeleri

destekleme gibi, tehdit algılamasından risk algılamasına doğru bir değişim söz konusu

olmuştur. NATO’nun bu politikayı izlemesinin nedeni, coğrafi konumu ve risk algılamaları

dolayısıyla, olası genişlemeye ve Doğu-Batı arasında ve Avrupa’daki diğer güvenlik

kuruluşlarıyla kendi arasındaki işbirliğini geliştirerek, istikrarı ve güvenliğini yeni

gelişmelere uydurma isteğinden kaynaklanmıştır.391 Güvenlik; siyasal, ekonomik, sosyal,

çevresel ve savunma konularını içermekle birlikte, NATO’nun güvenliği üç temel üzerinde

yükselmektedir. Bunlar, diyalog, işbirliği ve kolektif savunmadır. Bu yeni stratejinin hedefi,

yanlış anlamadan veya isteyerek yapılan çatışmaların riskini azaltma, tüm Avrupa ülkeleri

arasında karşılıklı güven ve ortak anlayışı sağlamaktır. Ayrıca ortak güvenlik sorunlarıyla

yüz yüze olan tüm Avrupa ülkeleri arasında işbirliği fırsatlarını arttırma da

hedeflenmiştir.392

Yeni Stratejik Kavram ile Maastricht Antlaşması arasında resmi bir bağlantı ve

bilgilendirme söz konusu değildir. Bununla birlikte, Yeni Stratejik Kavram’ın 3’üncü

paragrafında; Avrupa Topluluğu’nu oluşturan ülkelerin, Avrupa güvenlik kimliğini

geliştirme ve BAB’ın rolünü arttırmaya yönelik çalışmalarının, Avrupa güvenliğini

sağlamaya yönelik önemine vurgu yapılmaktadır. Ayrıca Avrupa entegrasyonu süreci

içerisinde güvenliği güçlendirme boyutu ve NATO’nun Avrupalı üyelerinin sorumluluk ve

rollerini arttırmaları olumlu ve ortak gücü arttırıcı bir gelişme olarak değerlendirilmektedir.

390Ibid.

391Ibid., s. 449, 465.

392Kostas Ifantis, “Conceptual and Institutional Adaptation of Security: Redefining NATO’s Role, Identity and Strategy in The

New European Condition”, The Turkish Yearbook of International Relations, No. XXVI, 1996, s. 13.

Page 149: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Avrupa güvenlik kimliği ve savunma rolünün gelişmesi, NATO içerisinde Avrupa ayağının

güçlenmesini sağlayacaktır. Sonuçta bu gelişmeler, sadece Avrupalı ülkelerin çıkarlarına

hizmet etmeyecek, aynı zamanda NATO’nun da güçlenmesine neden olacaktır.393

Stratejik Kavram son olarak, kolektif savunmanın öneminin altını çizmektedir.

Ortak savunma için askeri imkanların korunması ve AB, BAB ve AGİT ile işbirliği içinde

hareket etmenin önemine değinmektedir. Soğuk Savaş sonrası ortamda, Avrupa Savunma ve

Güvenlik Mimarisi’nde bunun gerekli olduğu düşünülmüştür.394

1.2. NATO’nun Doğuya Doğru Genişleme Stratejisi

Soğuk Savaş’ın güvenlik ortamında NATO, üyelerinin güvenliklerini sağlamıştı.

Soğuk Savaş’ın ardından NATO’nun kurumsal çerçevesi normatif bir öze gereksinim

duymaya başlamıştır. Bu nedenle NATO’nun genişlemesi bir “demokratik devletler

topluluğu” ve “demokratik değerlerin temsili” anlamlarını da taşımaya başlamıştır.395

NATO’nun genişleme stratejisi 1995 yılında üç ayağa dayandırılmıştır. Bunlar;

NATO’nun Doğuya istikrar getirmesi, Barış İçin Ortaklık Projesi (BİO) ve Rusya

Federasyonu ile NATO arasında farklı ve özel bir ilişkinin kurulmasıdır.396

393Taylor, op. cit., s. 1-2.

394Ifantis, op. cit., s. 13-14.

395Boyka Stefanova, “The Baltic States’ Accession to NATO and the European Union: An Extension of the European Security

Community?”, Journal of International Relations & Development, C. 5, No. 2, Haziran 2002, s. 163.

396Robert E. Hunter, “Enlargement: Part of a Strategy for Protecting Stability into Central Europe”, NATO Review, C. 43, No.

3, Mayıs 1995, s. 4-8.

Page 150: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

1.2.1. NATO’nun Doğuya Doğru Genişlemesi

NATO’nun doğuya doğru genişlemesi düşüncesinde, Rusya faktörüne yönelik,

Batıda fazla onay görmemiş iki marjinal görüşün yanında, -biri Almanların, diğeri de

Amerikalıların397 desteklediği- iki olası genişleme modeli tartışılmıştır. Marjinal

görüşlerden birincisine göre, Rusya Federasyonu’nun dış politikası giderek yayılmacı bir

özellik arz etmektedir. Bunu engellemek için NATO, Rusya’ya karşı yeni bir “çevreleme”

politikası geliştirmeli ve uygulamalıdır.398 Diğer görüşe göre ise, NATO, AGİT benzeri

bir yapılanmaya kavuşturulmalı ve Rusya Federasyonu ile Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri,

aynı anda NATO’ya tam üye kabul edilmelidir. Bu iki marjinal görüş de, NATO tarafından

olumlu karşılanmamıştır.399

Daha çok Almanların desteklediği NATO’nun genişleme modelinde, Moskova ile

stratejik işbirliği mekanizması kurulmalı ve NATO’nun genişlemesinin, Rusya

Federasyonu’na karşı yapılmayacağı garantisi verilmelidir. Rusya’nın, Batılı devletlerden

niteliksel ve coğrafi farklılıkları vurgulanarak, İttifaka tam üye olarak giremeyeceği

açıklanmalıdır. Amerikalıların desteklediği diğer görüşe göre ise, Rusya Federasyonu’nun

397NATO’nun genişlemesine yönelik ABD’de de çok sayıda görüş ayrılığı bulunmaktaydı. Genişlemeden yana olan güç-

dengesi taraftarlarına göre, Almanya’nın yaşadığı gelişme ve Avrupa’daki yükselişi Rusya ile dengelenmelidir. İdealistlere

göre, NATO taraftarı Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin gerçekleştirmeye çalıştığı ekonomik ve demokratik gelişmede

onlara yardımcı olunmalıdır. Genişleme karşıtı olanlar da kendi aralarında bölünmüşlerdir. İzolasyonistler daha fazla

güvenlik yükümlülüğüne karşıdırlar. Uluslararasıcılara göre, genişlemeyi Rusya düşmanlığı olarak görmektedirler ve

bölgenin siyasal ve ekonomik gelişmesi ve güvenliği için gereksiz olduğunu düşünmektedirler. Şahinler ise, ilave her ülke

NATO’nun savunmasını zayıflatacağı, üye ülkelerin askeri kaynaklarını ve hassas bilgilerin deşifre edileceğinden

çekinmektedirler. Jeremy D. Rosner, “NATO Enlargement’s American Hurdle”, Foreign Affairs, C. 75, No. 4, Temmuz-

Ağustos 1996, s. 9-10.

398Michael Mandelbaum, “Preserving The New Peace: The Case Against NATO Expansion”, Foreign Affairs, C. 74, No. 3,

Mayıs-Haziran 1995, s. 10.

399Çayhan ve Güney, op. cit., s. 47.

Page 151: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

NATO’ya tam üye olması söz konusu olabilir. Ancak, bunun için vakit daha çok erkendir.

Çünkü, Moskova yönetiminin de, istekli ve ciddi olması gerekmektedir. Bu konuda Rusya,

Batıya güven vermemektedir. Buna rağmen, NATO’nun kapılarının Rusya’ya kapalı olduğu

mesajının verilmesi, Avrupa’nın yeniden bölünmesi ile sonuçlanacak riskleri de beraberinde

getirmektedir. Önemli olan, Rusya Federasyonu’nun, ittifakın genişlemesi ile ilgili alacağı

kararlarda, veto hakkı verilmeden NATO ile ilişkisinin güçlendirilmesinin

sağlanmasıdır.400 Eğer Rusya ve eski yandaşları Batının kendilerinden beklediği standart,

güven ve iradeyi gösterebilirlerse, NATO’ya girip, uyum göstermeleri daha kolay olacaktır.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Batı Almanya’nın Avrupa siyasal ve güvenlik yapılanması

içinde sağladığı entegrasyon buna en güzel örnektir.401 Bu son görüşün etkili olduğu Eylül

1995 tarihli NATO kararına göre, ittifakın genişleme politikasında, üç temel hedefi bir

arada sürdürmesi benimsenmiştir.402

1.2.2. Barış İçin Ortaklık Projesi

Soğuk Savaş yıllarında, NATO’nun görevi, amacı ve düşmanı belli iken, Soğuk

Savaş sonrasında değişen yeni koşullarda, yeni riskler ve belirsizlikler ortaya çıkmıştır. Bu

yüzden NATO örgütü, yeniden yapılanma ihtiyacı hissetmiş, kendini yeni bir kimlik ve

misyon arayışı içinde bulmuştur. Soğuk Savaş yıllarında, NATO’ya karşı tehdidin Sovyet

askeri gücünden geleceği bekleniyordu ve bu nedenle de, ittifak kendi güvenliğini

sağlayabilmek için “savunma” ve “caydırıcılık” misyonu yüklenmişti. 1990’lı yıllarda ise,

400Çünkü kararlar oybirliği ile alındığı için, üye sayısının daha fazla artması, bir de geleneksel düşman Rusya’nın Birlik’e tam

üye yapılması NATO’nun etkinliğini yitirmesine neden olacaktır. Ronald D. Asmus and F. Stephen Larrabee, “NATO and

The Have-Nots”, Foreign Affairs, C. 75, No. 6, Kasım-Aralık 1996, s. 15.

401Richard Holbrooke, “America, A European Power”, Foreign Affairs, C. 74, No, 2, Mart-Nisan 1995, s. 39.

Page 152: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

bu geleneksel görevinin yanında, -yeni koşulların gereği olarak “önleyici diplomasi”nin

(preventive diplomacy) bir uygulama şekli olan- “kriz yönetimi”ne (conflict menagement) de

başvurulması kararlaştırılmıştır.403

Ağustos 1991’de Rusya’da gerçekleşen darbe üzerine, Orta ve Doğu Avrupa’daki

ülkeler, olası bir Rus saldırganlığından çekinmeye başlamışlardır. Bu ülkeleri yatıştırmak ve

Doğu Blokundaki çözülmenin olumlu bir düzeyde gerçekleşmesini etkilemek amacıyla

NATO, Kasım 1991’de Kuzey Atlantik İşbirliği Konseyi’ni (North Atlantic Cooperation

Council-NACC-KAİK) kurma kararı almıştır.404 KAİK’e, eski Doğu Bloku ülkeleri ile

SSCB’den ayrılan ülkelerin de katılabilmesi benimsenmiştir. Ancak KAİK, NATO’nun

tamamen “önleyici diplomasi” politikasının pratiğe dönüşmüş biçimi olması nedeniyle, -eski

Doğu Bloku ülkeleri ve eski Sovyet Cumhuriyetleri ile NATO arasında- bir “danışma” ve

“görüş alışveriş” forumu olmaktan ileri gidememiştir.405

Rusya Federasyonu’nda Aralık 1993 seçimlerinden sonra, aşırı milliyetçi lider

Jirinovski’nin başında bulunduğu Liberal Demokrat Parti”nin, oyların %23’ünü alması

üzerine, o zamana kadar Batı yanlısı bir dış politika izleyen Rusya, daha iddialı bir dış

politika izlemeye başlamıştır. Bunun üzerine de eski Doğu Bloku ülkeleri tekrar

kaygılanmaya başlamışlardır.406 Bu ülkelerin kaygılarını gidermek amacıyla, üye ülkeler

402Çayhan ve Güney, op. cit., s. 47-48.

403Ibid., s. 51-52.

404Robert Weaver, “NATO’s Evolving Partnerships: Building Security Through Partnership”, NATO Review, C. 49, No. 3, Güz

2001, s. 7.

405Çayhan ve Güney, op. cit., s. 52.

406Ibid., s. 53.

Page 153: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

devlet ve hükümet başkanlarının katıldığı 10-11 Ocak 1994 tarihli NATO’nun Brüksel

Zirvesi’nde İttifak, Soğuk Savaş sonrası Avrupa güvenliği hakkında sessizliğini bozarak,

Orta Avrupa’nın yeni demokrasileri olan eski Varşova Paktı ülkelerini içine alacak şekilde

genişlemesi konusunu görüşmüştür.407 Zirvede, -ABD’nin girişimleriyle- yeni bir karar

alınmıştır. Bu karara göre, NATO ve eski Doğu Bloku ülkeleri ile eski Sovyet

Cumhuriyetleri arasında Barış için Ortaklık (BİO-Partnership for Peace, PfP) adıyla yeni

bir askeri ve siyasal ilişkiler bütününün yapılandırılması üzerinde görüş birliğine

varılmıştır.408

Brüksel Zirvesi’nden üç ay önce, -20-21 Ekim 1993 tarihinde,- bu zirveye hazırlık

amacıyla Travemunde’de (Almanya) toplanan KAİK, AGİK katılımcısı ülkeler nezdinde,

BİO için altı konuda önerilerde bulunmuştur. Bu konular şunlardır: 1- Ulusal savunma

planlaması ve bütçelendirilmesi işlemlerinde saydamlık, 2- savunma güçlerinin demokratik

kontrolünü garantileme, 3- AGİK sorumlulukları veya BM otoritesi altındaki görevlere katkı

konusunda hazırlık ve gücü sürdürmek, 4- görüş birliği içinde barışı koruma, arama ve

kurtarma, insani faaliyet ve diğer görevlerde; ortak planlama, eğitim ve tatbikatların

yapılmasında NATO ile askeri işbirliğini geliştirme, 5- NATO üyesi ülkelerle, askeri

güçlerin çalışmaları konusunda işbirliğini geliştirme, 6- siyasal bağımsızlık, güvenlik veya

toprak bütünlüğüne yönelik doğrudan tehdit algılaması durumunda, NATO ile aktif

müdahale konusunda danışmalar yapmak. Bu alanlarda yapılacak işbirliği sonucu Baltık

Ülkeleri, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya, Romanya ve Slovakya ile

407Yüksel İnan and İslam Yusuf, “Partnership For Peace”, Perceptions, C. IV, No. 2, Haziran-Ağustos 1999, s. 68.

Page 154: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

NATO’nun gelecek on yıl içindeki muhtemel genişlemesi konusunda ilerleme kaydetme

amaçlanmıştır. Bunu yaparken de, eski Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku ülkeleri arasında

yeniden bir bölünme yaşanmamasına önem verilmiştir.409

NATO dışişleri bakanlarının 9 Haziran 1994 tarihinde İstanbul’da yaptıkları

toplantıda, “Rusya’nın sağlayabileceği önemli katkılar ile bölgenin ortak çıkarlarını içeren

konularda diyalogu genişletme” kararını aldıkları duyurulmuştur. Ayrıca NATO’nun

genişlemesini içeren kararlarda, “üyelerinin konsensus ile, sorumlulukları konusundaki

kararlarını en doğru biçimde yine kendilerinin alacağı” belirtilmiştir.410

BİO’nun oluşturulmasının, sadece eski Doğu Bloku ülkelerinin Rusya’dan

duydukları kaygıları gidermek değil, aynı zamanda Rusya Federasyonu’nun da NATO’nun

genişlemesinden duyduğu kaygıları gidererek, zaman kazanma amacını taşıdığı söylenebilir.

Çünkü 1994’te uygulamaya konulması aşamasındaki durumuyla, eski Doğu Bloku ülkelerine

açıkça tam üyelik ve güvenlik garantisi verilmeden, bu ülkelerin NATO ile ilişkilerini

geliştirmeleri amaçlanmıştır.411

NATO Genel Sekreteri Willy Claes; 18 Kasım 1994 tarihinde Kuzey Atlantik

Asamblesi’nde, BİO’nun NATO’nun genişlemesine yönelik dizayn edilmediğini, buna

408Michael Smith and Stephen Woolcock, “Learning to Cooperate: The Clinton Administration and The European Union”,

Internation Affairs, C. 70, No. 3, Temmuz 1994, s. 473; John Borawski, “Partnership for Peace and Beyond”,

International Affairs, C. 71, No. 2, Nisan 1995, s. 233.

409Ibid., s. 233-234.

410Ibid., s. 240-241.

411Çayhan ve Güney, loc. cit.

Page 155: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

karşılık, NATO üyesi olmak isteyen ülkelerin en iyi biçimde buna hazırlanmalarının

sağlanmasının hedeflendiğini belirtmiştir.412

BİO kararına katılan her üye ülke ile NATO arasında imzalanan ayrı antlaşmalar

sayesinde, bir ortaklık oluşturulması hedeflenmiştir. BİO ile bir taraftan, ortak üyeler

arasında siyasal danışma mekanizmalarını geliştirerek, ortak askeri tatbikatlar ve seminerler

düzenleyerek, eski Doğu Bloku ve Sovyet ülkelerinin İttifakı tanımaları ve ona güvenmeleri

hedeflenmiştir. Diğer taraftan da, bu ülkelerin askeri güvenlik doktrinlerinin NATO’ya

açılması düşünülmüştür.413

Bu amaçla BİO üyesi ülkeler, Nisan 1994 tarihinde Brüksel’deki NATO Genel

Karargahı’na çağırılarak, işbirliği içerisinde ortak askeri faaliyetlerde bulunma ile

görevlendirilen, İşbirliği Koordinasyon Hücresi (PCC-Partnership Coordination Cell)

Mons’da (Belçika) oluşturulmuştur. BİO’ya üye ülkeler NATO Genel Karargahı’nda kendi

bürolarını da açmışlardır.414

BİO projesi ilan edildiğinde, Batının amacı; Rusya’yı karşısına almadan, eski Doğu

Bloku ülkelerinin NATO’ya üye olma isteklerini bir süre yatıştırma olmuştur. Bu yüzden

de, BİO oluşturulurken NATO’nun güvenlik garantisi ortak üyelerine tanınmamıştır. Buna

rağmen bir buçuk yılda BİO’ya katılım sayısı 26 olmuştur.415

412Borawski, op. cit., s. 243.

413Çayhan ve Güney, op. cit., s. 54.

414Gebhard Von Moltke, “Building a Partnership for Peace”, NATO Review, C. 42, No. 3, Haziran 1994, s. 5; Jonathan Eyal,

“NATO’s Enlargement: Anatomy of A Decision”, International Affairs, C. 73, No. 4, Ekim 1997, s. 702.

415Çayhan ve Güney, op. cit., s. 56.

Page 156: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Daha sonra NATO, ek bir adım daha atarak, eski Doğu Bloku ülkelerini içine alan

genişletilmiş bir güvenlik ortaklığı önermiştir. BİO ve KAİK’in olumlu deneyimini

birleştirmek amacıyla, 29 Mayıs 1997 tarihinde Sintra’da (Portekiz) bakanlar düzeyinde

Kuzey Atlantik Konseyi toplanmış, ertesi günkü toplantılarında da KAİK ve BİO üyelerine

Avrupa-Atlantik Ortaklık Konseyi’ni (AAOK, EAPC, Euro-Atlantic Partnership Council)

başlatmaları önerisinde bulunulmuştur.416 AAOK, “siyasal ve güvenlikle ilintili danışmalar

üzerinde bir çerçeve oluşturma ve BİO bünyesinde işbirliğini arttırmayı” amaçlamaktaydı.

30 Mayıs 1997 tarihinde AAOK’nin temel dokümanı üzerinde anlaşma sağlanmış ve aynı

gün açılış töreni düzenlenmiştir. Bu karar sonucunda, KAİK’in faaliyetlerine son verilerek

hak ve yetkileri AAOK417’e devredilmiştir. Böylece, KAİK ve BİO’nun temel ilkeleri

AAOK’ye uygulanabilir hale getirilecektir. Bunlar; siyasal danışma ve işbirliği fırsatlarının

bütün NATO üyelerine ve ortaklarına eşit olarak açılması ve NATO ile işbirliklerinin

düzeyini ve kapsamını kendileri belirleyebilmeleridir. 418

1.2.3. NATO-Rusya Federasyonu İlişkisi

Rusya Federasyonu’nun NATO’nun genişlemesine yönelik tepkileri 1993 yılıyla

birlikte sertleşmeye başlamıştır. Çünkü, bu tarihten sonra Rus hükümetinin Batıya yönelik

bir dış politika izlemekten vazgeçtiği görülmüştür. Özellikle 1994 yılında NATO’nun kabul

416Robert E. Hunter, “NATO’s Evolving Partnerships: Getting Cinderella to The Ball”, NATO Review, C. 49, No. 3, Güz 2001,

s. 10-11.

417AAOK’in üyeleri şunlardır: Arnavutluk, Ermenistan, Avusturya, Azerbaycan, Belarus, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti,

Estonya, Finlandiya, Gürcistan, Macaristan, Kazakistan, Kırgızistan, Letonya, Litvanya, Moldova, Polonya, Romanya,

Rusya, Slovakya, İsveç, İsviçre, Makedonya, Türkmenistan, Ukrayna ve Özbekistan, Tacikistan ise BİO üyesidir. Sergio

Balanzino, “A Year After Sintra: Achieving Cooperative Security Through The EAPC and PfP”, NATO Review, C. 46, No.

3, Güz 1998, s. 4.

418Rotfeld, op. cit., s. 37.

Page 157: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

ettiği genişleme kararı sonrasında, bazı Rus politikacılar bu durumdan kaygılanmış ve -başta

Devlet Başkanı Boris Yeltsin olmak üzere- Batıyı “Soğuk Savaş” ile tehdit etmeye

başlamışlardır.419

SSCB’nin dağılmasından sonra, -yeniden yapılanmasını gerçekleştiren- Rusya

Federasyonu, ilk altı ay süresince tamamen Batıya dönük bir dış politika izlemiştir. Bu

dönemde, “Atlantikçi görüş” olarak da bilinen Batı yanlısı ekol, -Batının artık Rusya

Federasyonu’nun düşmanı olmadığı düşüncesinden hareketle-, Rus Hükümeti’nin Batı ile

hızla bütünleşmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Gorbaçov’un düşüncelerinden de etkilenen

bu ekolün savunucularına göre, artık Rusya’nın ulusal güvenliğini başka ülkelerin

güvenlikleri pahasına sağlaması olanaksızdır. Batı ile stratejik işbirliği yapmak, Rus dış

politikasının birinci önceliği olmalıdır.420

Ilımlı ve sertlik yanlısı milliyetçilerin, komünistlerin ve neo-Bolşeviklerin

oluşturdukları “Avrasyacı görüş” taraftarlarına göre ise Rusya, Gorbaçov dönemiyle birlikte

Batı ile iyi ilişkiler kurma uğruna kendi coğrafi ve kültürel yapısına ters düşen hareketlerde

bulunmuştur. Artık bu politikadan vazgeçerek kendi öz çıkarlarını savunması

gerekmektedir. Bunu sağlamak amacıyla ağırlık, yakın çevreye ve Rusya dışındaki yaklaşık

25 milyon Rus azınlığın haklarının korunmasına verilmelidir. Gerekirse, yakın çevredeki

Rus azınlığı korumak amacıyla, Moskova Hükümeti kendi “Monroe Doktrini”ni

419Çayhan ve Güney, op. cit., s. 17.

420Ibid., s. 17-18.

Page 158: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

uygulamaya koyabilmelidir. 1993 yılındaki Rus askeri doktrini de, Rusya Federasyonu’nun

yakın çevresindeki hegemonyasını sağlamlaştırma amacını hedeflemektedir.421

NATO’nun 1990’lı yılların başından itibaren gündeme getirdiği genişleme

politikasının, Rus muhalefetinin Batı karşıtı örgütlenmesi için gerekli meşru zemini sağladığı

söylenebilir. Rus demokratları da bu inancı paylaşmış ve NATO’nun genişleme kararının,

Rusya Federasyonu’nda başlatılan reform hareketlerini baltalayacağı, bu nedenle Batının,

artık bu girişiminden vazgeçmesi gerektiğini ileri sürmeye başlamışlardır. NATO’nun

genişlemesinden kaygılanan bir diğer kesim de Rus Ordusu’dur. Onlar da, NATO’nun -bazı

Orta ve Doğu Avrupa devletlerini içine alacak şekilde- genişlemesinin, doğal olarak yeni bir

güvenlik kaygısına neden olacağını ileri sürmüşlerdir.422

Aralık 1991’de, -12 ülkeden oluşan- Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT)

kurulmasından sonra, Rusya Federasyonu, zaman kaybetmeden bu siyasal topluluğu askeri

ittifaka dönüştürme çabasına girmiştir.423 1992 tarihinde de Moskova’nın girişimiyle, BDT

ülkeleri arasında ortak güvenlik antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre, üye ülke

topraklarına gelebilecek herhangi bir saldırı Rus Ordusu aracılığıyla önlenecektir.424 31

Aralık 1995 tarihinde Almati’de toplanan BDT Devlet Başkanları Zirvesi’nde, Rusya

Federasyonu Devlet Başkanı Boris Yeltsin’in önerdiği pakette; 1- BDT arasında bir gümrük

birliğinin kurulması, 2- BDT sınırlarının diğer ülkelere karşı ortak savunulması ve 3- BDT

arasında ortak güvenlik konseyi kurulması isteklerini dile getirmiştir. Toplantı sonunda

421Ibid., s. 18; Richard Pipes, “Is Russia Still an Enemy?”, Foreign Affairs, C. 76, No. 5, Eylül-Ekim 1997, s. 67-68.

422Çayhan ve Güney, op. cit., s. 19.

423Zbigniew Brzezinski, “A Plan for Europe”, Foreign Affairs, C. 74, No. 1, Ocak-Şubat 1995, s. 37.

424Pipes, op. cit., s. 71.

Page 159: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Yeltsin’in ortak güvenlik konseyi kurulması talebi kabul görmemiş ve BDT tarafından

onaylanmamıştır.425

20-21 Mart 1997’deki AGİT Helsinki Zirvesi’nde, ABD Başkanı Bill Clinton ile

Rusya Federasyonu Başkanı Boris Yeltsin bir araya gelerek, NATO ile Rusya Federasyonu

arasındaki işbirliğinin genel yönlerini konuşarak şu konular üzerinde anlaşmışlardır: 1-

NATO genişlemesi sürecek, 2- hiç bir Avrupa ülkesi bu konunun dışında tutulmayacak, 3-

“ikinci sınıf” üyelik söz konusu olmayacak, NATO’nun yeni üyeleri de eski üyelerin hakları

ve sorumluluklarından yararlandırılacaktır, 4- aralarında işbirliği ve danışma mekanizmaları

kuran yeni bir forum oluşturulacak, mümkün olan her alanda NATO ve Rusya arasında

ortak hareket edilecek ve 5- NATO gelişmesine devam edecek fakat, çekirdeğini oluşturan

kolektif savunma işlevi sürdürülüp, arttırılmayacaktır (mevcut durum korunacaktır).426

Rusya ayrıca, ABD ve diğer NATO üyesi ülkelerden, herhangi bir çekince

koymadan yeni NATO üyesi ülkelerin topraklarına nükleer ve konvansiyonel güçler

yerleştirmeme yükümlülüklerine uymalarını istemiştir. NATO 1996 yılındaki Kuzey

Atlantik Konseyi bildirgesinin uygulanmakta olduğunu ve yakın gelecekte de yeni üyelerinin

topraklarına nükleer silahlar yerleştirmeleri için, bir niyet, plan ve nedenin bulunmadığını

bildirmiştir. NATO ayrıca, yeni üyelerinin topraklarına çok sayıda asker

yerleştirmeyeceğini ve bu konuda 1990 yılında Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler

Antlaşması’na (AKKA) bağlı kalacaklarını deklare etmiştir.427

425Çayhan ve Güney, op. cit., s. 20.

426Rotfeld, op. cit., s. 28.

427Ibid.

Page 160: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

NATO Genel Sekreteri Javier Solana ile Rusya Dışişleri Bakanı Yevgeny Primakov

arasında, Ocak 1997’de başlayan görüşmeler zinciri sonrasında, 14 Mayıs 1997’de

Moskova’da tamamlanan NATO-Rusya Kurucu Senedi (The Founding Act) 27 Mayıs 1997

tarihinde Paris’de imzalanmıştır. Bu doküman NATO ile Rusya arasında güvenlik

konusunda işbirliğini öngören kalıcı kurumsal çerçeveyi tesis etmektedir. Antlaşmanın

amacı; Avrupa-Atlantik bölgesinde demokrasi ilkeleri ve güvenlik işbirliği konularında,

sürekli ve kalıcı barış ortamını birlikte oluşturmaktır. Ayrıca, NATO ve Rusya aralarındaki

ilişkiyi, davranış kuralları, sorumluluklar ve ortak değerlere bağlılık temeline dayandırmayı

taahhüt etmektedirler.428

Bu antlaşma ile, NATO ile Rusya arasındaki işbirliği ve danışma konularının temel

işletme aracı olarak da Daimi Ortaklık Konseyi (Permanent Joint Council, PJC)

kurulmuştur.429 İmzacılar, NATO üyesi ülkelerin veya Rusya’nın iç işlerini ilgilendiren

konularda, danışma mekanizmasının işlemeyeceği, veto haklarını diğerinin aleyhine

kullanamayacakları, üçüncü ülkelerin çıkarlarını olumsuz yönde etkileyecek araçları

kullanmayacakları, güvenliklerini ilgilendiren durumlarla karşılaştıklarında birbirlerini

bilgilendirip görüş alacakları konularında anlaşmışlardır. PJC yılda iki kez dışişleri ve

savunma bakanları düzeyinde ve Kuzey Atlantik Konseyi’ndeki daimi büyükelçileri

düzeyinde toplanacaktır.430

1999 yılının başlarında PJC, Avrupa güvenlik konularının (terörizm, AKKA,

Bosna-Hersek, Kosova) tartışıldığı, dışişleri bakanları ve büyükelçilerin katıldığı bir forum

428Ibid., s. 28-29.

429Willem Matser, “Towards a New Strategic Partnership”, NATO Review, C. 49, No. 4, Kış 2001, s. 19.

Page 161: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

haline gelmiştir.431 11 Eylül 2001’deki terör saldırısından sonra NATO ile Rusya

Federasyonu arasında ortak tehditlere karşı işbirliğinin arttırılması konusu gündeme

gelmiştir. Bu amaçla 28 Mayıs 2002 tarihinde Roma’da NATO ile Rusya arasında bir zirve

düzenlenmiştir. Bu zirvede yeni NATO-Rusya Konseyi kurulmuştur. Böylece 19 NATO

üyesi ülke ve Rusya Federasyonu’ndan oluşan “20” ülke arasında ortak eylem fırsatları

arttırılmıştır. Ayrıca 27 Mayıs 2002 tarihinde de Moskova’da NATO Askeri İrtibat Misyonu

tesis edilmiştir. Böylece NATO Askeri Komitesi ve Rusya Savunma Bakanlığı arasında

askeri konulardaki işbirliği de yakınlaştırılarak, arttırılmıştır.432

1.2.4. NATO’ya Yeni Üyelerin Kabulü

1997 yazına kadar, 12 Orta ve Doğu Avrupa ülkesi433 NATO’ya girmek için

başvurmuştur. Bunlardan Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya, Romanya ve

Slovenya’nın üyeliğe kabul edilmesi beklenmekteydi. İngiltere ve ABD bunlardan ilk

üçünün üyeliğe alınmasını istemiş, buna karşılık, Kanada, Almanya ve özellikle de Fransa

beşinin binden alınmasını desteklemişlerdir. Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya’nın

üyeliklerine kesin gözüyle bakılmıştır. Çünkü, Slovenya’da insan hakları konusunda

beklenen ilerleme sağlanamamış, Romanya’da da 1996 seçimlerinde “yeni komünist”

liderlerin iş başına gelmesi, şanslarını önemli ölçüde azaltmıştır. Fransa özellikle

430Rotfeld, op. cit., s. 29.

431Mark Webber, “A Tale of a Decade: European Security Governance and Russia”, European Security, C. 9, No. 2, Yaz

2000, s. 51.

432NATO Today: Building Better Security and Stability for All (Brussels: NATO Office of Information and Press, 2002), s.

20.

433Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya, Estonya, Letonya, Litvanya, Bulgaristan, Romanya, Slovakya, Slovenya,

Hırvatistan ve Makedonya.

Page 162: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Romanya’nın üyeliğe kabul edilmesi için yoğun çaba harcamıştır. Kendisine yakın gördüğü

bu ülke sayesinde, ABD’nin Avrupa’daki üstünlüğünü biraz daha zayıflatmak istemiştir.

Romanya; daha sonra, Belçika, Kanada, Yunanistan, İtalya, Portekiz, İspanya ve Türkiye

tarafından da desteklenmiştir. İtalya ve Fransa tarafından desteklenen Slovenya da,

potansiyel NATO üyesi olarak görülmüştür.434

1998’e kadar Avrupa ile siyasal ve askeri entegrasyonunun şekillenmesi şeklinde

bir süreci takip eden NATO’nun temel rolü; üç yeni üyenin girmesinin kabulü, askeri

güvenlik alanında Rusya ile yakın ilişkiler kurma, askeri müdahale ile Balkanlar’daki silahlı

çatışmaları önleme, Bosna-Hersek’te barışın uygulamaya konması ve Yugoslavya Federal

Cumhuriyeti içindeki Kosova’nın yeni statüsü ve sorunun çözümü için siyasal çareler

araştırma olmuştur. Daha sonra bu çabanın başarısızlığı nedeniyle Yugoslavya’nın

yükümlülüklerine uymasını sağlamak için askeri müdahalede bulunmasına karar

verilmiştir.435

ABD perspektifinden bakıldığında, NATO’nun genişlemesi; Avrupa’daki istikrarın

devam etmesi ve Avrupa’nın çevresinde ve sınırlarının dışındaki yeni tehditleri önlemeyi

amaçlayan bir stratejik politika olarak gözükmektedir. Yeni üyelerin kabulü sırasında

yaşanan siyasal tartışma, genişleme için ikili özel bir strateji ile sonuçlanmıştır: Bir yandan,

NATO üyeliğinin yolunu açık tutmak, diğer yandan da Birlik’in siyasal ve askeri özelliğini

değiştirmeden, genişleme sürecini yavaşlatmak.436

434Ryan C. Hendrickson, “The Enlargement of NATO: The Theory and Politics of Alliance Expansion”, European Security, C.

8, No. 4, Kış 1999, s. 89-90.

435Rotfeld, op. cit., s. 27.

436Ibid., s. 33.

Page 163: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

29 Ocak 1999 tarihinde NATO Genel Sekreteri Javier Solana NATO üyeliği için

başvuruda bulunmuş olan, Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya Başbakanlarına, tüm

NATO üyesi ülkelerin bu başvuruları onayladıklarını içeren bir bildiride bulunmuştur. Bu

ülkelere hazırlanmakta olan NATO’nun Yeni Stratejik Kavramı’nın hazırlık çalışmalarına ve

Rusya ile 1990 AKKA Antlaşması’nın uyarlanması görüşmelerine NATO’nun hazırlanması

çalışmalarına katılmaları için izin verilmiştir. 26 Şubat 1999 tarihinde de Kuzey Atlantik

antlaşması bu üç ülke cumhurbaşkanları tarafından imzalanmıştır (Macaristan

Cumhurbaşkanı daha önce imzalamıştır). 12 Mart 1999 tarihinde bu metinlerin depoziter

ülke olan ABD’ye verilmesinden sonra bu üç ülke resmen NATO üyesi olmuşlardır.437 Bu

üç eski Doğu Bloku ülkesinin NATO’ya üye olmalarından sonra Avrupa’da yeni bir

“bölünme çizgisi”nin olmadığı da özellikle belirtilmiştir.438

NATO Soğuk Savaş sonrası ikinci genişleme sürecini yaşamaktadır. 21-22 Kasım

2002 tarihinde Prag’da yapılan NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nde yedi

ülkeye daha kapılarını aralamıştır. Bu ülkeler şunlardır: Bulgaristan, Estonya, Letonya,

Litvanya, Romanya, Slovakya ve Slovenya’dır. Bu ülkelerden üç tanesi eski Sovyet

Cumhuriyeti, üç tanesi eski Varşova Paktı üyesi ve bir tanesi de eski Yugoslavya

Cumhuriyetidir. Toplam 45 milyon nüfusa sahip olan bu yedi ülke ile üyeliğe giriş

müzakereleri başlatılmıştır.439

437Sebestyen L. v. Gorka, “NATO After Enlargement: is the Alliance better off?”, NATO Review, C. 47, No. 3, Güz 1999, s.

33; Rotfeld, op. cit., s. 34.

438Javier Solana, “The Washington Summit: NATO Steps Boldly into The 21st Century”, NATO Review, C. 47, No. 1, İlkbahar

1999, s. 3.

439NATO After Prague: New Members, New Capabilities, New Relations (Brussels: NATO Office of Information and Press,

14 Ocak 2003), s. 1-2.

Page 164: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

1999’daki Washington Zirvesi’nde üye ülke liderleri İttifakın genişlemesi

yönündeki görüşlerini ortaya koyarlarken, Üyelik Eylem Planı’nı (Membership Action Plan-

MAP) ortaya koymuşlardır. MAP ile NATO’ya aday ülkelerin siyasal ve askeri kriterleri

karşılamadaki başarı ya da başarısızlıklarını gösteren “İlerleme Raporları” (progress

reports) da düzenlenmektedir.440

Eylül 1995 tarihinde NATO olası yeni üyeler için bir dizi siyasal ve askeri

kriterleri ortaya koymuştur. Bu kriterler NATO’ya giren tüm üyelerin demokratik ilke ve

yöntemlere bağlılığını ve komşularıyla var olan sınır anlaşmazlıklarını çözmelerini

gerektirmekteydi. Bu kriterler yeni üyeler için geçerliydi, Türkiye ve Yunanistan gibi eski

üyeler arasındaki anlaşmazlıklara uygulanmayacaktı.441

Soğuk Savaş sonrası ikinci genişlemeye dahil olan yedi ülke, ilk genişlemedeki

ülkelere (Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya) göre daha hızlı bir ilerleme

kaydetmişlerdir. 2003 Mart sonuna kadar katılım protokolleri imzalanması ve Haziran 2004

tarihinde yapılacak olan NATO Zirvesi’nden önce de onaylanma sürecinin tamamlanması

beklenmektedir.442

440Mark Kramer, “NATO, the Baltic States and Russia: a Framework for Sustainable Enlargement”, International Affairs, C.

78, No. 4, Ekim 2002, s. 737.

441Ibid., s. 736.

442NATO After Prague..., s. 2.

Page 165: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Bu arada Prag’daki sürece dahil olamayan Arnavutluk ve Makedonya’ya

NATO’nun savunma ve güvenlik konularındaki yardımı da devam etmektedir. Ayrıca 2002

yılında MAP’a katılan Hırvatistan’ın da gelecekte NATO’ya üye olması beklenmektedir.443

1.3. NATO’nun Stratejik Kavramı’nın Güncelleştirilmesi

Temmuz 1997’de gerçekleştirilen Madrid Zirvesinde, NATO’ya üye ülkeler devlet

ve hükümet başkanları, Stratejik Kavram’ın güncelleştirilmesi gerektiği üzerinde

uzlaşmışlardır. Amaçları, İttifak stratejisinin; Avrupa güvenliğindeki yeni akımların dikkate

alınması ve NATO’nun askeri yeteneklerinin, yeni yüzyılın tehditlerine karşı koyabilecek

biçimde geliştirilmesi amacıyla, siyasal bir çerçeve oluşturulması olmuştur.444

NATO’nun 1997’deki Madrid Deklarasyonu kurumsal işbirliğinin üç yönünü ortaya

çıkarmıştır: AB içerisinde entegre olmuş olan BAB ile yakın işbirliği; NATO bünyesinde

Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği’ni (AGSK) kurma; ve “insan hakları ve demokrasiyi

geliştirme, güvenlik konularındaki işbirliğini arttırma ve çatışmaları önleme” öncelikleri

bulunan AGİT’i bölgesel bir örgüt olarak güçlendirme.445 Ayrıca 1991 Stratejik

Kavramı’ndan itibaren ortaya çıkan köklü değişiklikler karşısında NATO’nun siyasal ve

askeri rollerinin ayrıntılı bir biçimde gözden geçirilmesini de gerektirmiştir. Bu ayrıntılı

çalışma iki aşamada gerçekleştirilmiştir. 1998 yılının ilk yarısında, bu konular üzerinde

gözden geçirme çalışmasında ele alınacak kavramsal tartışmalar yapılmıştır. Bir dizi taslak

443Hırvatistan MAP’a 2002 yılının Mayıs ayına kadar kabul edilmemiştir. Çünkü, bu ülke adaylık için gerekli siyasal ve askeri

kriterleri bu tarihe kadar gerçekleştirememiş ve Eski Yugoslavya Savaş Suçluları Mahkemesi ile yakın işbirliği

yapmamıştır. Normalde aday ülkelerin MAP’a girmesi ile adaylığı arasında geçen süre yaklaşık üç yıl olması nedeniyle, bu

ülkenin NATO’ya tam üye olması 2005 yılını bulacaktır.

444Anthony Cragg, “Yeni Bir Çağ İçin Yeni Bir Stratejik Kavram”, NATO Dergisi, (Yaz 1999), C. 47, No. 2, s. 19.

Page 166: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

metinler aracılığıyla İttifak Stratejisi’nin gözden geçirilmesi için başlangıç noktasını

belirlemişlerdir. Gözden geçirme çalışmaları 15 aydan fazla sürmüş ve mevcut son konular,

23-24 Nisan 1999 tarihindeki Washington Zirvesi’nde karara bağlanmıştır.446 Bu karara

göre NATO’nun temel güvenlik görevleri şunlardır:

Güvenlik: Demokratik kurumların kalkınması ve anlaşmazlıklara barışçıl çözümler

getirilmesi ilkelerine dayanan, ve hiç bir ülkenin bir diğerini kuvvet tehdidi veya kullanımı

ile korkutamayacağı veya zorbalık yapamayacağı istikrarlı bir Avrupa-Atlantik güvenlik

ortamı için vazgeçilmez temellerden birini oluşturmak.

Danışma: Washington Antlaşması’nın 4. Maddesinde öngörüldüğü üzere, üyelerin

güvenliğini tehdit edebilecek olası riskler ve üyelerin ortak endişe konularında yürüttükleri

çabaların eşgüdümü dahil, Müttefiklerin yaşamsal çıkarlarını etkileyebilecek her tür konuda

Müttefikler için Atlantik ötesi bir forum oluşturmak.

Caydırıcılık ve Savunma: Washington Antlaşması’nın 5 ve 6. Maddelerinde

öngörüldüğü üzere, NATO üyesi herhangi bir ülkeye yöneltilecek herhangi bir saldırı

tehdidine karşı caydırıcılık ve savunma sağlamak.

Ve, Avrupa-Atlantik sahasında güvenlik ve istikrarı güçlendirmek amacıyla:

Kriz Yönetimi: Washington Antlaşması’nın 7. Maddesinde öngörüldüğü üzere, her

bir vakayı tek tek ele alarak ve oybirliği içinde, çatışma önlemeye etkili biçimde katkıda

445Rob de Wijk, “Towards a New Political Strategy for NATO”, NATO Review, C. 46, No. 2, Yaz 1998, s. 15; Rotfeld, op. cit.,

s. 27.

446Cragg, loc. cit.

Page 167: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

bulunmaya ve kriz mukabele operasyonları dahil, kriz yönetimine faal olarak katılmaya hazır

olmak.

Ortaklık: Şeffaflığı, karşılıklı güveni ve İttifak ile birlikte çalışabilirlik yeteneğini

arttırmak amacıyla Avrupa-Atlantik sahasındaki diğer ülkelerle geniş kapsamlı işbirliği ve

diyalog geliştirmek.447

1991 Stratejik Kavramı’nın, Avrupa’da global bir savaş tehlikesinin neredeyse

bütünüyle bulunmamasına rağmen, İttifak üyeleri ve Avrupa-Atlantik bölgesindeki diğer

ülkelerin çeşitli tehlikeler ve belirsizliklerle karşı karşıya oldukları şeklindeki sonuç bölümü,

Yeni Stratejik Kavram’da teyit edilerek tekrarlanmaktadır. Etnik çatışmalar, insan hakları

ihlalleri, siyasal istikrarsızlık ve ekonomik sıkıntılar sözü edilen tehlikelerdendir.448

Yugoslavya’ya NATO’nun 24 Mart-10 Haziran 1999 tarihlerindeki müdahalesi, 23-

25 Nisan 1999 tarihindeki Washington Zirvesi’nde kabul etmiş olduğu Yeni Stratejik

Kavram’ın etkisini ortaya koymaktadır.449

2. Kırk Yıl Sonra “Alan Dışı” Bölgenin “Alan İçi” Olmasına Neden Olan Gelişmeler

Güven vermeyen Üçüncü Dünya liderleri (Saddam gibi), nükleer silahların yayılması

ile İttifak topraklarına yönelik olası tehditler ve bunların denetiminin gittikçe zorlaşması,

dünya nüfusunun hızla artması, eşitsiz kaynak dağılımı, göçler, artan dinsel radikalizm ve

ulusçuluk gibi tehdit ve tehlikelerin bulunduğu bir uluslararası ortamda, güvenliğin (özelde

447Ibid., s. 21.

448Ibid., s. 20.

449Mieczyslaw Stolarczyk, “The Concept of European Unity Against International Security in Post-Cold War Europe”, The

Polish Quarterly of International Affairs, C. 8, No. 2, İlkbahar 1999, s. 133.

Page 168: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Avrupa güvenliğinin) artık sınırlarla kısıtlı kalamayacağı gerçeği, göz ardı edilmemesi

gereken bir olgu olarak ortaya çıkmıştır.450

Aslında NATO üyesi Avrupa ülkelerinin silahlı güçleri, değişik zamanlarda ve

durumlarda NATO bölgesi dışında da, görev yapmışlardır. Barış koruma gücü olarak Sina

Yarımadası’nda, Güney Lübnan ve Kıbrıs gibi riskli bölgelerde, tehdit altındaki hükümetleri

desteklemek amacıyla da Çat ve Lübnan gibi bölgelerde bulunmuşlardır.451

Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte, Batıya yönelik güvenlik tehditlerinde

yapısal değişiklikler olmuştur. Artık güvenlik algılaması daha küçük ölçekte, daha

karmaşık, fakat daha tehlikeli ve -eski Yugoslavya’da olduğu gibi- daha çabuk zarar verici

boyutlar kazanmıştır.452

2.1. Sovyetler Birliği’nin Dağılması

Lenin’den sonra en büyük devrimci olarak nitelendirilen Gorbaçov 1987 yılı

başında, Komünist Partisi Merkez Komitesi’ne, perestroika (yeniden yapılanma) ve

glastnost (açıklık-şeffaflık) ilkeleriyle özetlediği genel bir reform paketi sunmuştur. Bu

paket, Komite tarafından da kabul görmüştür. Gorbaçov, SSCB ekonomisinin sıkıntılarından

kurtulabilmesi ve gelişebilmesi için, ekonomik ve siyasal reformların yapılması gerektiğini

ve bu reformlardan dönülmesinin de mümkün olmadığını ifade etmiştir.453 Gorbaçov,

450Ifantis, op. cit., s. 7; Arı, Uluslar arası İlişkiler, s. 145.

451James Eberle, John Roper, William Wallace ve Phil Williams, “European Security Cooperation and British Interests”,

International Affairs, C. 60, No. 4, Güz 1984, s. 555.

452Smith ve Woolcock, op. cit., s. 465.

453Osman Metin Öztürk, Rusya Federasyonu Askeri Doktrini (Ankara: Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM)

Yayınları, 2001), s. 12.

Page 169: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

önerdiği reform paketinin askeri alanlarda da uygulanması gerekliliğini vurgulamıştır. Bu

amaçla Ordunun yapısının ve örgütlenmesinin yeniden gözden geçirilmesini önermiştir.454

Gorbaçov Dönemi, SSCB tarihinde özgürlüklerin en geniş biçimde yaşandığı bir

dönem olmuştur. Özgürlük ortamı da, o zamana kadar yok varsayılan veya baskı altında

tutulan sorunların ortaya çıkmasına neden olmuştur.455 Bu sorunlar SSCB’yi oluşturan

cumhuriyetlerde zamanla kendini hissettirmeye başlamıştır. Özellikle Baltık Cumhuriyetleri

(Estonya, Letonya ve Litvanya) yerel parlamentolarında, Sovyetler Birliği’nden ayrılma ve

egemenliklerini kazanma yolunda sıkça ve açıkça yaşanan tartışmalar, Gürcistan’da

meydana gelen olaylar ve Ermeniler ile Azeriler arasında yaşanan Dağlık Karabağ olayları,

1990’lara girerken ortaya çıkan sorunlar olmuştur. Gorbaçov hem bu sorunlarla baş

edebilmek ve hem de reformların amacına ulaşmasını sağlamak amacıyla, dış politikada

barışçı, diyaloga açık ve silahsızlanmayı içeren bir tutum sergilemiştir.456

Reformların ve sağlanan özgürlük ortamının neden olduğu karmaşa, Moskova ile,

Sovyetler Birliği’ni oluşturan cumhuriyetler arasındaki ilişkilerin bozulmasına da neden

olmuştur. Moskova’dan uzaklaştıkça, Moskova’nın etkisinin azaldığı bir durumla karşı

karşıya kalınmıştır. Mayıs 1989’da Letonya, Litvanya ve Estonya bağımsızlıklarını ilan

etmişlerdir. Bu ilanların geriye alınması yönündeki Sovyet baskılarının boşa çıkması ve bu

454William E. Odom, “Soviet Military Doctrine”, Foreign Affairs, C. 67, No. 2, Kış 1988/89, s. 118.

455Bu sorunlar sadece Sovyetler Birliği’nde değişikliklere neden olmamış, aynı zamanda Doğu ile Batı arasındaki ilişkilerin

değişmesine de yol açmış, dönüşü olmayan riskleri de beraberinde getirmiştir. Richard K. Betts, “NATO’s Mid-Life Crisis”,

Foreign Affairs, C. 68, No. 2, İlkbahar 1989, s. 39.

456Öztürk, op. cit., s. 13.

Page 170: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

ülkelere yönelik Sovyet askeri girişimlerinin Batıdan olumsuz tepki alması, SSCB’nin

dağılma sürecini çabuklaştırmıştır.457

Ayrıca, 1991 yılı Ağustos ayında, değişime direnen komünistlerin Gorbaçov’a

yönelik bir darbe girişimleri olmuştur. Bu girişim, Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Boris

Yeltsin önderliğinde, -halkın ve askerlerin çoğunluğunun desteği ile- bastırılabilmiştir. Bu

olaydan sonra Gorbaçov, Komünist Partisi yöneticiliğinden istifa etmiştir. Komünist Partisi

Merkez Komitesi’nin dağıtılmasını istemiş ve Parlamento da Gorbaçov’un isteğine uyarak,

bu yönde karar vermiştir. Yaşanan kaos ortamı ayrılıkçı hareketleri desteklemekle birlikte,

Sovyet sistemini oluşturan ve ayakta tutan kurumların da ortadan kalkmasına neden

olmuştur.458

Bu gelişmelerden sonra, 8 Aralık 1991 tarihinde, Rusya Federasyonu, Ukrayna ve

Beyaz Rusya (Belarus) Devlet Başkanları, SSCB’nin siyasal ve hukuksal olarak ortadan

kalktığına karar vermişlerdir. Bu karar Sovyetler Birliği’nin resmen dağılması anlamına

gelmektedir. Böylece uluslararası hukuk açısından egemenlik ve bağımsızlıklarına kavuşan

bu devletler, bu toplantı sırasında, aralarında bir birlik oluşturma kararı da alarak Bağımsız

Devletler Topluluğu’nu (BDT) kurmuşlardır. Böylece, Sovyetler Birliği diye bir devletin

artık uluslararası sistemde varlığının sona erdiği dünyaya ilan edilmiştir. 25 Aralık 1991

tarihinde Sovyetler Birliği’nin son Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov, bu görevinden de

457Ibid., s. 14.

458Ibid., s. 15.

Page 171: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

ayrılmıştır. Aynı gece, Kremlin’deki SSCB bayrağı gönderden indirilmiş ve yerine Rusya

Federasyonu bayrağı çekilmiştir.459

2.2. Körfez Krizi (1991)

Soğuk Savaş’ın sona ermesi, Batının bu savaşta galip olduğunu göstermiştir. Ancak

galibiyet sevinci çok uzun sürmemiş ve bütün dikkatler Basra Körfezi’ndeki krize

odaklanmıştır. Avrupa güvenliğinin geleceğine yönelik tartışmalar, belirsiz planların, yoğun

anlaşmazlıkların ve karmaşanın üretilmesine neden olmuştur.460 Avrupa devletlerinin bu

bölgede yüz yüze kaldıkları güçlüklerden biri ve en önemlisi, “hangi kurum bu konuda ne

yapmalı ve bunu nasıl yapmalı?” sorusudur. Çünkü Avrupa’daki örgütlenmeler savunma

temellidir ve heterojen üyelerden oluşmaktadır. Bu bölgeye yapılabilecek bir müdahalenin

rasyonalize edilmesi gerekmektedir.461

2 Ağustos 1990 Perşembe günü Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi üzerine, o hafta sonu

AT üyesi ülkeler, Irak ve Kuveyt’e yönelik petrol ithalatlarına ambargo koyma ve BM

yaptırımlarını destekleme konularında anlaşmışlardır. Ayrıca Irak’ın mal varlığını ve askeri

satışları dondurma ve askeri, bilimsel ve teknik konulardaki işbirliğini erteleme kararını da

almışlardır.462

1990-1991 Körfez Krizi, NATO bölgesi dışında (out of area) gerçekleşmiştir.

Yapılan müdahale ve bazı hareketler bu çerçevede değerlendirilmiştir. ABD ve Körfez

459Ibid.

460Zielonka, op. cit., s. 127.

461Trevor C. Salmon, “Testing Times for European Political Cooperation: The Gulf and Yugoslavia, 1990-1992”, International

Affairs, C. 68, No. 2, Nisan 1992, s. 236.

462Ibid., s. 245.

Page 172: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

koalisyonuna, NATO üyesi ülkelerin -askeri desteği olmadan,- lojistik desteği ile bu

müdahale gerçekleşmiştir.463 ABD ve Batı Avrupa’nın bu bölgedeki sorunlara müdahale

etmelerinin gerisinde yatan neden, bu bölgedeki stratejik önemi olan petrole yüksek

oranlarda bağımlı olmalarından kaynaklanmaktadır. Çıkartılan petrolün %70 gibi büyük bir

kısmının alıcıları bu ülkelerdir. Olası bir istikrarsızlık ve çatışma, bu bölgedeki petrole

bağımlı olan ABD ve Batı Avrupa ülkelerinin de stratejik açıdan sıkıntıya girmelerine neden

olacaktır. Bu yüzden Irak’ın Kuveyt’e girmesine kayıtsız kalamayarak müdahale etmişlerdir.

NATO’dan alan-dışı bölgeye müdahale etmek için bir karar çıkartmaları ise, mümkün

olmamıştır. Çünkü savunma amaçlı kurulmuş bulunan NATO’nun böyle bir operasyon

düzenlemesi için kurucu antlaşmasında değişiklik yapılması gerekmektedir. Bu yüzden,

Irak’ı Kuveyt’ten çıkartmak ve buradaki petrol kuyularının güvenliğini sağlamak amacıyla,

Batılı ülkelerin müdahalesi, ABD önderliğinde oluşturulan “Çok Uluslu Güç” tarafından

gerçekleştirilmiştir.464

2.3. Yugoslavya Krizi

Yugoslavya’da yaşanan çatışmalar ve kriz ortamı Avrupa’yı birleştirme hayallerinin

gerçekleşmesini zora sokmuş ve Avrupa’nın merkezinde çıkmayacağı düşünülen

çatışmaların çıkabileceğini göstermiştir. 1991 yılı Haziran ayı sonunda, Slovenya ve

Hırvatistan’da yapılan referandumlardan sonra; -Sırbistan ve diğer Yugoslav

cumhuriyetlerinin, Yugoslavya’yı zayıflatacağı ve dağılmasına neden olacağı gerekçesiyle

yaptıkları itirazlarına rağmen,- bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Slovenya’nın, nispeten

463William H. Taft, “European Security: Lessons Learned from The Gulf War”, NATO Review, C. 39, No. 3, Haziran 1991, s.

18.

464M. Süreyya Yüksel, “NATO-Turkey-The Middle East”, Türk-Arap İlişkileri İncelemeleri Yıllığı, C. 6, 1991, s. 121.

Page 173: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

küçük, askeri güce sahip ve etnik olarak homojen olması nedeniyle, Yugoslavya’dan

ayrılması ciddi sorunlara neden olmamıştır. Hırvatistan ise, -Slovenya’nın aksine,- sağlıklı

bir askeri güce ve homojen bir etnik yapıya sahip olmadığı için, 1991’in sonbaharında etnik

Sırplarla Hırvatlar arasında çatışmaların yaşanmasına sahne olmuştur.465

Yugoslavya’da yaşanan bu gelişmeler, coğrafi olarak yakınlığı, aralarında var olan

ticaret, yardım ve işbirliği antlaşmaları ve Avrupa’da barış, istikrar ile güvenliği tehlikeye

sokması nedeniyle, AT’de konsensus derecesinde bir görüş birliğinin oluşmasına neden

olmuştur. Çünkü Körfez Krizi’nin Avrupa dışında yaşanmasına karşın, Yugoslavya Krizi

“Avrupa sorunu”dur ve Avrupa’da “yeni güç kırılmaları”nın yaşanmasına neden olma

riskini de beraberinde getirmektedir.466

Yugoslavya’da ve Basra Körfezi’nde yaşanan bu gelişmeler, ABD ve kaygılı

Avrupalıları; NATO’nun rolünü yeniden düşünmeye, AT’yi; ekonomik ve siyasal

değişimlere yönelik çalışmalarını hızlandırmaya ve AGİK üyesi ülkeleri de; yeni çareler

aramaya teşvik etmiştir.

Eski Yugoslavya’da yaşanan gelişmelere, Avrupa’nın iç içe geçmiş güvenlik

yapılanmasını oluşturan örgütleri müdahale etmişler, ancak iç savaşın sona erdirilmesinde

hiç biri NATO kadar etkili olamamıştır. NATO ise çatışmaların önlenmesi aşamasında

değil, yıllar sonra bitirilmesinde rol oynamıştır. Diğer örgütler; taraflar ve Avrupalı liderler

465Gregory F. Treverton, “The New Europe”, Foreign Affairs, C. 71, No. 1, Kış 1991/1992, s. 103.

466Salmon, op. cit., s. 248.

Page 174: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

arasında, çatışma bölgelerindeki insanlara gıda yardımı yapılabilmesi için, kısa süreli ateş

keş görüşmelerine aracılık etmişlerdir.467

3. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT) Avrupa Güvenliğindeki Rolü

İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan iki kutuplu uluslararası sistemde, Avrupa

güvenliği ve istikrarını sağlayacak bir antlaşma gerçekleştirme çabaları 1950’li yılların

ortalarına kadar uzanmaktadır.468 Bu düşünce temel olarak Doğu Bloku’ndan gelmiştir.469

Gerisinde; Almanya’nın bölünmüşlüğünü ve Berlin krizlerinin oluşturduğu Soğuk Savaş

yıllarındaki Avrupa sınır hatlarını meşrulaştırma isteği bulunmaktadır.470 Bu amaçla

1955’lerde Varşova Paktı’ndan gelen, Avrupa Ortak Güvenlik Antlaşması önerisi, Batı

Bloku tarafından şüphe ile karşılanmış ve kabul edilmemiştir.471 Ayrıca bu öneri, Batı

Almanya’nın NATO’ya girmesini engellemeyi amaçlayan bir manevra olarak da

değerlendirilmiştir.472

3.1. AGİK’in Ortaya Çıkması

1960’ların sonlarına kadar Doğu Bloku, Avrupa güvenliğine yönelik girişimlerini

sürdürmüş, ancak Batı Bloku’ndan bir karşılık alamamıştır. 1969’da Bonn’da iktidara gelen

Willy Brandt başkanlığındaki koalisyon hükümetinin, Batı Almanya’nın Polonya ve

467Eyal, op. cit., s. 700.

468Mike Bowker and Phil Williams, “Helsinki and West European Security”, International Affairs, C. 61, No. 4, Güz 1985, s.

607.

469Gökçen Alpkaya, AGİK Sürecinden AGİT’e İnsan Hakları (İstanbul: Kavram Yayınları, 1996), s. 19.

470Fred Chernoff, “Negotiating Security and Disarmament in Europe”, International Affairs, C. 60, No. 3, Yaz 1984, s. 429.

471Alpkaya, loc. cit.

472Bowker ve Williams, op. cit., s. 613.

Page 175: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Çekoslovakya ile olan Doğu sınırını tanıması, Doğu Almanya ile ilişkiye girmeyi kabul

etmesi ve 1972 yılı Kasım ayında da, ABD ile Sovyetler Birliği arasında stratejik silahların

sınırlandırılmasına ilişkin antlaşmanın(SALT-I) imzalaması sonucu meydana gelen

yumuşama (detente) ortamı, Avrupa güvenliği ve istikrarı yönünde olumlu bir adım

oluşturmuştur.473

Bu gelişmeler sonucu Batı, Avrupa güvenliği ve istikrarı konusunda görüşmeler

yapmayı kabul etmiş, buna karşılık, “Karşılıklı ve Dengeli Kuvvet İndirimi” (MBFR)

görüşmelerinin de başlamasını önermiştir. Bu öneriyi de, Doğu Blokunun kabul etmesi

sonucu; Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK), 15 Ocak 1973 tarihinde

Helsinki’de çalışmalarına başlamıştır. İki yılı aşan hazırlık çalışmalarından sonra, 1 Ağustos

1975 tarihinde Helsinki Son Senedi, -Arnavutluk dışında- 33 Avrupa devleti, ABD ve

Kanada’nın devlet veya hükümet başkanlarınca imzalanmıştır. Helsinki Son Senedi ile,

İkinci Dünya Savaşı sonunda Avrupa’da oluşan sınır hatlarının meşruluğu kabul edilmiştir.

NATO, Varşova Paktı, tarafsız ve bağlantısız Avrupa ülkelerinden oluşan bu 35 devlet,

Avrupa’nın geleceğine yönelik idealist düşünceler ve kararlar almak amacıyla bir araya

gelmişlerdir.474

Helsinki Son Senedi, güvenliğin sadece dış tehditler ve temel askeri önlemlerle

sınırlı kalmadığını, bununla birlikte, ülkelerin kendi toplumsal ve ekonomik durumlarının da

birlikte değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Güvenliğin bu geniş anlamda

değerlendirilmesi önerisi, İkinci Dünya Savaşı ile birlikte çoğu stratejist tarafından ileri

473Sander, Siyasi Tarih, s. 348-349.

474Stanley R. Sloan, “NATO’s Future in A New Europe: An American Perspective”, International Affairs, C. 66, No. 3,

Temmuz 1990, s. 504-505.

Page 176: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

sürülmüştür. Onlara göre iç ve dış faktörlerin birbirinden farklı ve ayrı düşünülmesi

hatalıdır. Çünkü artık iç ve dış faktörler iç içe geçmiş haldedir ve bir birini

etkilemektedir.475

Helsinki Son Senedi’nin kabulü ile başlayan konferanslar dizisi, Belgrad (1977-78),

Madrid (1980-83), Viyana (1986-89), Helsinki (1992) ve Budapeşte (1994) olmak üzere

yapılan izleme toplantılarından (follow-up) oluşmaktadır. Daha sonra gözden geçirme

(review) toplantısı adını alan toplantılar, 1996’dan sonra Viyana’da düzenlenmektedir.476

3.2. AGİK’ten AGİT’e Dönüşüm

Soğuk Savaş’ın bittiğini tescil etmek, yeni dönemin tabi olacağı esasları belirlemek

ve AGİK’i yeni koşullara uygun yapılandırmak amacıyla, 19-21 Kasım 1990 tarihinde,

Paris’te toplanan AGİK Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nde “Paris Şartı” kabul

edilmiştir. Paris Şartı ile, demokrasi Avrupa’nın tek siyasal yönetim tarzı olarak

benimsenmiş, temel özgürlükler ve insan haklarına dayanan demokrasinin, barış, istikrar ve

adaletin temelinde yattığı savunulmuştur.477

Paris Şartı üç bölümden oluşmaktadır. “Demokrasi, Barış ve Birlik için Yeni

Dönem” başlığını taşıyan birinci bölümünde; demokrasinin temel ilkeleri sıralanmış,

demokrasinin sağlam temellere oturtulmasının, barış ve güvenliğin de teminatı olduğu teyit

edilmiştir. “Gelecek için Yönlendirici İlkeler” başlığını taşıyan ikinci bölümde; güvenlik,

insan hakları, ekonomi, çevre ve kültür alanlarında halkların ihtiyaç ve isteklerinin

475Zielonka, op. cit., s. 128.

476OSCE Handbook, s. 9, 24.

477Gregory Flynn and Henry Farrell, “Piecing Together The Democratic Peace: The CSCE, Norms, and The ‘Construction’ of

Security in Post-Cold War Europe”, International Organization, C. 53, No. 3, Yaz 1999, s. 509.

Page 177: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

gerçekleştirilmesi için yapılması öngörülen işbirliğinin kapsayacağı konulara

değinilmektedir. Üçüncü bölümde ise, bir konferanslar diplomasisi olarak yapılan AGİK’in

kurumsallaştırılması amacıyla oluşturulması düşünülen mekanizmalar belirtilmektedir. Buna

göre; Viyana’da “Çatışma Önleme Merkezi”, Varşova’da “Serbest Seçimler Ofisi”

(Demokratik Kuruluşlar ve İnsan Hakları Ofisi), Prag’da bir Sekreterya kurulmuştur.478

Paris Şartı ayrıca, devlet ve hükümet başkanlarının düzenli zirve toplantıları, Dışişleri

Bakanları Konseyi ve Kıdemli Memurlar Komitesi olarak üç siyasal ve karar alma organı

oluşturmuştur.479

Paris Şartı ile başlayan AGİK’teki kurumsallaşma çabaları 1992’de Helsinki II ve

1994’de Budapeşte Devlet ve Hükümet Başkanları Zirveleri’nde kabul edilen belgelerle daha

da geliştirilmiştir. 1990’daki Paris Şartı, Orta ve Doğu Avrupa’daki değişiklikleri, Soğuk

Savaş’ın ve bölünmüşlüğün bittiğini duyurmakla birlikte, daha sonra SSCB’nin dağılmasıyla

ortaya çıkan sorun ve belirsizliklerin çatışmalara neden olmasının önlenmesi, -yani “değişim

yönetimi”- görevi, 1992 Helsinki Belgesi ile AGİK’e verilmiştir. Bu belge, AGİK’e erken

uyarı, çatışma önleme ve kriz yönetimi (conflict menagement) gibi iddialı görevler

yüklemektedir. Böylece AGİK, Soğuk Savaş sonrası dönemde geçerli olacak düzenin

oluşturulmasına katkıda bulunacak önemli uluslararası kuruluşlardan biri durumuna

getirilmiştir.480

478Treverton, loc. cit.

479Flynn and Farrell, op. cit., s. 518.

480Rotfeld, op. cit., s. 45.

Page 178: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Bu şekilde kurumsallaşan AGİK’in, AGİT (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı)

adını alması ise, 1994 Budapeşte Zirvesi’nde kararlaştırılmıştır.481 İsim değişikliğinin, 1

Ocak 1995 tarihinden itibaren geçerli olacağı kabul edilmiştir.482 1994 Budapeşte Belgesi,

AGİT’in, işbirliği ve ortaklık esasına dayanacak yeni bir geleceğin yaratılmasında ve

Avrupa’da istikrar ve güvenliğin kurulmasında merkezi bir rol üstlenmesini öngörmüş ve

AGİT’in güçlendirilmesini hedeflemiştir. AGİT’in Avrupa güvenlik sistemindeki yeri ve

rolü, NATO ve AB’nin genişlemesi konularında da çok önem arz etmektedir. NATO ve

AB, AGİT’i Avrupa çapındaki en geniş örgütlenme olarak kabul etmekte, Avrupa güvenliği

ile istikrarının sağlanması ve barışın korunmasındaki rolüne önem vermektedirler.483

1996 Lizbon Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi sonunda kabul edilen Lizbon

Zirve Belgesi; “Lizbon Zirve Bildirisi” ve “Yirmi Birinci Yüzyılda Avrupa için Ortak ve

Geniş Kapsamlı Güvenlik Modeli Bildirisi”nden oluşmuştur. Belgede ayrıca, “Silahların

Kontrolünün Çerçevesi” ve “AGİT’in Gündeminin Genişletilmesi” başlıklarını taşıyan iki

belge daha yer almaktadır.484

Soğuk Savaş’ın sona ermesi, Varşova Paktı’nın dağılması ve AGİK’in AGİT’e

dönüşmesi üzerine, AGİT içindeki müzakereler, bloklar arası olma özelliğini yitirmiş,

ülkeler AGİT ilkelerine uymaları konusunda bireysel olarak birbirlerini eleştirmeye

başlamışlardır.

481Bu isim değişikliği ABD Başkanı Clinton ve Dışişleri Bakanı Christopher tarafından önerilmiştir. Holbrooke, op. cit., s. 48.

482Alpkaya, op. cit., s. 24.

483Rotfeld, loc. cit.

484OSCE Handbook, s. 22-23.

Page 179: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Unutulmaması gereken bir durum söz konusudur. AGİK görüşmeleri ve kararları

siyasal açıdan bağlayıcılığa sahiptir. Hukuksal olarak herhangi bir bağlayıcılığı yoktur.

AGİK üyesi ülkeler, iyi niyet ilkesi gereği bu kararları uygulamaktadırlar. Çıkarlarına

uygun görmedikleri her an, vazgeçebilmeleri tehlikesi vardır. Bu tehlikeyi göz önünde

bulunduran Batı Avrupa ülkeleri, güvenliklerini sağlamak amacıyla geleneksel kurumlara

(NATO, BAB) daha fazla güvenmektedirler.485

Geleneksel güvenlik anlayışı sürekli gelişme halindedir. Artık geçmişte olduğu gibi

katı kurallarla tanımlanmayıp, daha esnek düşünülmektedir. Avrupa’da iki kutuplu sistemin

çöküşüyle ortaya çıkan yeni güç dengesi, bir çok belirsizlik ve korkuyu da beraberinde

getirmiştir.486

3.3. AGİT’in, Güvenliğin Askeri Boyutu İle İlgili Mekanizmaları

AGİK/AGİT’in temel hedeflerinden biri de, AGİT bölgesinde işbirliğine dayanan

güvenliği güçlendirmektir. Bu hedef, AGİT üyesi tüm ülkelerin, bireysel veya toplu olarak,

güvenliklerini diğer üye ülkelerin güvenliklerini tehdit edecek biçimde güçlendirmeme

yükümünü getirmektedir. Ancak, AGİT üyesi ülkelere NATO gibi güvenlik garantileri

sağlamamaktadır. AGİT içinde güvenliğin askeri boyutu kapsamında öngörülen başlıca

mekanizmalar, “Güven ve Güvenlik arttırıcı Önlemler”, “Avrupa’da Konvansiyonel

Kuvvetler Antlaşması” (AKKA), “Güvenliğin Siyasal-Askeri Yönleri ile İlgili Davranış

İlkeleri” (Code of Conduct) ve “Açık Semalar Antlaşması”dır.487

485Nicole Gnesotto, “European Union After Minsk and Maastricht”, International Affairs, C. 68, No. 2, Nisan 1992, s. 228-

229.

486Zielonka, op. cit., s. 131-132.

487OSCE Handbook, s. 116.

Page 180: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

3.3.1. Güven ve Güvenlik Arttırıcı Önlemler

İlk olarak Helsinki Son Senedi’nde yer alan Güven ve Güvenlik Arttırıcı Önlemler,

üye ülkelerin zamanında ve açık bilgilere sahip olamamaları nedeniyle, askeri eylemlerin

yanlış değerlendirilmesi veya yanlış hesaplanmasından doğabilecek düşmanlıkların ve silahlı

çatışma risklerinin azaltılmasını amaçlamaktadır.488 Helsinki’de öngörülen ilk önlemler;

gözlemci değişimi, manevraların ve önemli askeri hareketliliklerin önceden bildirilmesi ile

askeri delegasyonlar daveti gibi diğer önlemleri kapsamaktadır.489 Bu önlemler, 1984-1986

yıllarında Stockholm’de toplanan “Avrupa’da Güven ve Güvenlik Arttırıcı Önlemler ve

Silahsızlanma Konferansı”nda geliştirilmiş ve denetleme önlemleriyle donatılmıştır. 1990 ve

1992 Viyana belgeleri ile daha da geliştirilmiştir.490

AGİK ile Batı Avrupa güvenliğini güçlendirmeye katkıda bulunan, iç içe geçmiş

birkaç neden bulunmaktadır. İlk olarak, Avrupa güvenliğinin ön koşulu diye bir durum

süreklilik arz etmez. Güvenlik, kendi anlamından daha kompleks bir kavramdır. AGİK

sonuçları diğerlerini görece zayıflatırken, Avrupa güvenliğinin bazı yönlerini

güçlendirebilir. İkinci olarak, AGİK’i diğer gelişmelerden soyutlamak mümkün değildir.

Avrupa’daki “yumuşama” sürecinin daha geniş bir parçasıdır ve kendisinden önceki ve

sonraki gelişmeler dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Üçüncü olarak da,

488Chernoff, op. cit., s. 430.

489Bowker ve Williams, op. cit., s. 614.

490Bruce George, “The Negotiations on Confidence- and Security-Building Measures The Vienna Agreement and Beyond”,

NATO Review, C. 39, No. 1, Şubat 1991, s. 15.

Page 181: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Avrupa’daki gelişmelere paralel, Doğu ile Batı arasındaki gerilimli konuları çözme

amacında olan bir süreçtir.491

3.3.2. Avrupa’da Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması (AKKA-CFE)

1973 yılında AGİK görüşmelerinin başlamasıyla aynı dönemde, -Batının isteği ile-

NATO ve Varşova Paktı arasında “Karşılıklı ve Dengeli Güç İndirimleri” (MBFR)

müzakereleri de başlamıştır. 1973-1989 yılları arasında Viyana’da süren MBFR

görüşmeleri, bu tarihten sonra, yerini “Avrupa’da Konvansiyonel Güç İndirimleri

Müzakereleri”ne bırakmıştır. Bu müzakerelerin sonunda 19 Kasım 1990 tarihinde -bu sefer

hukuken bağlayıcılığı olan- AKKA Antlaşması Paris’de imzalanmıştır.492

Bu antlaşma, Atlantik’ten Urallar’a kadar olan bölge içinde, NATO ve Varşova

Paktı arasında, iki blokun güçlü silahlar ve donanım sistemlerine eşit tavanlar öngören bir

mekanizma kurmaktadır. Tavanlar şu şekilde saptanmıştır: 20 bin tank, 20 bin top, 30 bin

zırhlı savaş aracı, 6 bin 800 savaş uçağı ve 2 bin saldırı helikopteri.493

1991’de eski Yugoslavya’da ve 1992’de de Azerbaycan’da (Dağlık Karabağ)

meydana gelen bunalım ve savaşlarda AGİK’in müdahalesine rağmen çatışmalar, -örgütün

üstlendiği misyonu yerine getirmesi için gerekli siyasal ve askeri donanımdan yoksun olması

nedeniyle- önlenememiştir. Özellikle eski Yugoslavya’da AGİK’in etkili olamayacağının

farkına varan uluslararası topluluk, daha sonra bu sorunun çözümünü AB, BM ve NATO’ya

491Bowker ve Williams, op. cit., s. 608.

492İsmail Soysal, “Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK-AGİT) Helsinki, 1975”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık

Süreç (Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayını, 1999), s. 499.

493OSCE Handbook, s. 128; Jeffrey D. McClausland, “NATO and Russian Approaches to Adapting The CFE Treaty”, Arms

Control Today, Ağustos 1997, <http://armscontrol.org/act/1997_08/-cfeadapt.asp> (20.02.2003).

Page 182: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

havale etmişlerdir. Ayrıca, 55 üyeli494 AGİK’in yapısal özelliği olan oybirliği ile karar

alma mekanizması da hızlı karar alması gereken durumlarda engelleyici bir rol oynamıştır.

Bu nedenlerle, uluslararası topluluk AGİK’in daha çok krizleri önlemeye yönelik

yapılandırılması gerektiğini ileri sürmüşlerdir.495

1992’deki Helsinki Zirvesi sonunda ise, siyasal bağlayıcılığa sahip “Avrupa’da

Konvansiyonel Silahlı Kuvvetlerin Personel Gücü Müzakereleri Son Senedi” 10 Temmuz

1992 tarihinde imzalanmıştır.496 Hem bu senet ve hem de AKKA Antlaşması 17 Temmuz

1992 tarihinde yürürlüğe girmiştir.497

Rusya, AKKA üyesi 30 üye arasında en büyük indirimleri gerçekleştiren ülke

olmuştur. Ocak 1997 tarihinde antlaşmada yer alan toplam indirimlerin %21.6’sına ulaşan

10.395 parçada indirim ve 425 denetime ev sahipliği yapmıştır. Bu durum AKKA

antlaşması hükümleri gereğince olduğu kadar, Rus Bütçesi’ndeki kısıtlamaların da bir gereği

olarak gerçekleşmiştir. Kasım 1995 yılına kadar gerçekleşmesi gereken kuvvet indirimi

Rusya’nın İskandinavya ve Baltık Ülkeleri ile olan sınırındaki St Petersburg Askeri

Bölgesi’nde ve (Çeçenistan bölgesini içeren) Kuzey Kafkasya’da yapılmamıştır. Taraflar

arasında yapılan görüşmelerden sonra bu konu, 1996’daki AKKA Gözden Geçirme

Konferansı’nda, “Flank Dokümanı” ile kısmen çözümlenmiştir. Bu doküman Mayıs 1999

sonuna kadar Rusya’nın kanatlardaki askeri ekipmanlarının düzeyinin arttırılmasını

494OSCE Handbook, s. VII.

495Çayhan ve Güney, op. cit., s. 43.

496OSCE Handbook, s. 129.

497<Http://www.armscontrol.org/FACTS/cfe499.htm> (20.02.2003).

Page 183: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

sağlamıştır. Böylece 1999 yılı Ekim ayındaki Çeçenistan’a yaptığı askeri müdahale

dolayısıyla istediği artış gerçekleşmiştir.498

1997 yılı Ocak ayındaki kapsamlı müzakerelerden sonra, 1990 yılındaki AKKA

çerçevesindeki değişiklikler başlatılmıştır. Bu görüşmeler sırasında Rusya, askeri ittifakların

(yani NATO) orijinal antlaşmadaki ortak üst sınırı kullanmaya devam etmelerini ve Kasım

1995 tarihine uygun olarak yasaklamaların gerçekleşmesini önermiştir. Bu öneriler

NATO’nun olası genişlemesi sonucu askeri kapasitesini arttıracağı düşüncesinin bir

ürünüdür. Bu yüzden de NATO tarafından reddedilmiştir. 1999 yılı Mart ayında taraflar

arasında AKKA’daki ulusal ve bölgesel üst sınırların tekrar düzenlenmesini sağlayacak yeni

bir antlaşma üzerinde anlaşma sağlanmıştır.499 Böylece; Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve

Polonya Rusya’ya ödün vererek, 1990 antlaşmasının altındaki seviyeye razı olmuşlardır.

Sonuç antlaşması Kasım 1999’daki AGİT İstanbul Zirvesi’nde imzalanmıştır.500

3.3.3. Açık Semalar Antlaşması (Open Skies)

Açık Semalar Antlaşması AGİT içinde resmen müzakere edilmemesine karşılık501,

askeri konuların açıklığı ve şeffaflığı ilkesi dolayısıyla, AGİT ile yakından ilgilidir. 24 Mart

1992 tarihinde, AGİT Bakanları, Açık Semalar konusunda bir bildiri kabul etmişlerdir. Açık

Semalar Antlaşması; güven, önceden kestirilebilirlik ve istikrarı geliştirmek amacıyla,

498Webber, op. cit., s. 46.

499Victor-Yves Ghebali, “The OSCE’s Istanbul Charter for European Security”, NATO Review, C. 48, No. 1, İlkbahar-Yaz

2000, s. 26.

500OSCE Handbook, s. 130; Webber, op. cit., s. 46-47.

501Açık Semalar görüşmeleri, Mart 1992’deki AGİK İzleme Toplantısı başlamadan önce, 5 Kasım 1991 tarihinde Viyana’da

başlamıştır. Ralph J. Lysyshyn, “Open Skies Ahead”, NATO Review, C. 40, No. 1, Nisan 1992, s. 23.

Page 184: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

antlaşmaya taraf ülkelerin toprakları üzerinde silahsız gözlem uçuşları yapabilmeleri esasına

dayanmaktadır.502

3.3.4. Güvenliğin Siyasal-Askeri Yönleri Konusunda Davranış İlkeleri Rehberi

(Code of Conduct)

1994 Budapeşte Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi Belgesi’nde kabul edilen

“Güvenliğin Siyasal-Askeri Yönleri Konusunda Davranış İlkeleri Rehberi”nde güce

başvurulmaması, güvenliği tehdit eden ülkelerle danışmalar yapılması, AGİT ülkelerinin

toprak bütünlüğü ve siyasal bağımsızlıklarına karşı uluslararası hukuka aykırı bir biçimde

kuvvet kullanma veya kuvvet kullanma tehdidine başvuran ülkelerin desteklenmemesi, tüm

AGİT ülkelerinin güvenlik kaygılarına önem verilmesi, her ülkenin kendi güvenlik

bağlantılarını seçme hakkına sahip bulunması, ilişkilerde şeffaflık, askeri-yarı askeri ve iç

güvenlik güçlerinin demokratik ve siyasal kontrolü gibi ilkeler bulunmaktadır.503

3.4. Yirmi Birinci Yüzyıl Avrupa Güvenlik Modeli

Bir güvenlik modeli düşüncesi ilk kez Rusya Federasyonu tarafından 1994’te

Budapeşte’de yapılan AGİT İzleme Konferansı öncesinde ileri sürülmüştür. Bu girişim,

Soğuk Savaş’ın sona ermesinden ve Varşova Paktı’nın dağılmasından sonra Rusya’nın

duyduğu güvenlik endişesinden ve NATO’nun doğuya doğru genişlemesini durdurmak

niyetinden kaynaklanmıştır. Rusya bu öneriyi yaparken, Öncelikle AGİT’in rolünün ve

etkinliğinin arttırılması, AGİT’e diğer Avrupa kuruluşlarının (NATO, AB, BAB) üstünde

merkezi bir rol verilmesi ve BM Güvenlik Konseyi’ni andıran bir yürütme organı

502OSCE Handbook, s. 131.

503Ibid., s. 122-124.

Page 185: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

oluşturulması gibi düşünceler önermiş, ancak daha sonra, aldığı itirazlar sonrasında daha

esnek bir tutum sergilemiştir.504

Rusya Dışişleri Bakanı Andrei V. Kozyrev’in505 model ile ilgili ortaya koyduğu

öneriler AGİT üyelerince kabul edilmemiş, yine de, Budapeşte Zirvesi’nde “Avrupa

Güvenlik Modeli” konsepti hakkında bir karar alınmıştır. “21. Yüzyılda Avrupa İçin Bir

Ortak ve Kapsamlı Güvenlik Modeli” başlığını taşıyan Budapeşte kararının özü, bu model

üzerinde bir tartışma başlatılmasından ibarettir.

Aralık 1996’da Lizbon’da yapılan AGİT Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi

sonrasında kabul edilen Lizbon Belgesi’nde, “21. Yüzyılda Avrupa İçin Ortak ve Kapsamlı

Güvenlik Modeli” başlıklı bir bildiri de yer almıştır. Bildiride AGİT ilke ve taahhütlerinin

uygulanması için dayanışma içinde hareket edilmesi, kuvvete başvurmaktan kaçınılması,

güvenliği tehdit eden ülkelerle danışmalar yapılması, uluslararası hukuka aykırı bir biçimde

kuvvete veya kuvvet kullanma tehdidine başvuran ülkelerin desteklenmemesi, tüm AGİT

üyelerinin güvenlik kaygılarına önem verilmesi, her ülkenin kendi güvenlik bağlantılarını

seçme hakkının olduğu, ilişkilerde şeffaflık gibi yükümlülüklere değinilmektedir.506

Güvenlik Modeli Bildirisi’nin ileriye dönük uygulamalar kapsamında ise,

uygulamanın gözden geçirilmesine devam edilmesi, uygulamaya uyulmadığı takdirde,

işbirliğine dayanan yeni araçların geliştirilmesi, AGİT ile diğer ilgili uluslararası örgütler

504Rotfeld, loc. cit.

505Andrei V. Kozyrev, “Russia and NATO: A Partnership for A United and Peaceful Europe”, NATO Review, C. 42, No. 4,

Ağustos 1994, s. 3-6.

506Niels Helveg Petersen, “Towards a European Security Model for The 21st Century”, NATO Review, C. 45, No. 6, Kasım-

Aralık 1997, s. 4-6.

Page 186: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

arasında işbirliği modellerinin belirlenmesi, bir “Avrupa Güvenlik Şartı” hazırlanmasının

benimsenmesi öngörülmüştür.507

Aralık 1997 tarihinde Kopenhag’da yapılan AGİT Bakanlar Toplantısı, Güvenlik

Modeli’nin geliştirilmesinden sonraki adımı oluşturmaktadır. Bu toplantıda Avrupa

Güvenliği konusunda Doküman-Şartı (Document-Charter) ile ilgili İlke Kararları kabul

edilmiştir. Bu toplantıda ayrıca, birbirini destekleyen kurumlar arasındaki işbirliğini

geliştirme amacıyla bir Ortak Kavram da (Common Concept) kabul edilmiştir.508

3.5. NATO ile AGİT Arasındaki Etkileşim

İnsan hakları, temel özgürlükler, demokrasi, hukukun üstünlüğü, güvenlik ve

ekonomi alanlarında geniş kapsamlı bir çerçeve oluşturan AGİT; tüm Avrupa ülkelerine ek

olarak, Kanada ve ABD’yi bir araya getiren tek forum olma özelliğini taşımaktadır ve

Avrupa güvenlik mimarisinin temel bir unsurudur.509

NATO, AGİT’i kurumsallaşma sürecinden itibaren desteklemektedir. Çünkü AGİT

ve NATO Avrupa’da diyalog ve işbirliğinin gelişmesinde oynadıkları rollerin farkındadırlar

ve bu roller birbirini tamamlamaktadır. Zira Aralık 1991’den sonra NATO’nun Orta ve

Doğu Avrupa’daki ve eski SSCB’den ayrılan ülkelerle arasındaki işbirliği Kuzey Atlantik

İşbirliği Konseyi, Barış İçin Ortaklık ve Avrupa-Atlantik Ortaklık Konseyi çerçevesinde

geliştirilmiştir. Ayrıca 55 üyeli AGİT’in 46 üyesi aynı zamanda Avrupa-Atlantik Ortaklık

507Giancarlo Aragona, “Lisbon and Beyond: The OSCE in an Emerging European Security Structure”, NATO Review, C. 45,

No. 2, Mart 1997, s. 7-10.

508NATO El Kitabı (50. Yıldönümü Sayısı) (Brüksel: Basın ve Enformasyon Bürosu, 1998), s. 345.

509NATO Handbook (Brussels: NATO Office of Information and Press, 2001), s. 348.

Page 187: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Konseyi’ne de üye olması510 nedeniyle NATO ile AGİT arasındaki etkileşim ve işbirliği

kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. 1997 yılında KAİK yerini AAOK’ye bırakınca bu

ülkelerle NATO arasında daha güçlü ve daha operasyonel bir ortaklık oluşmaya başlamıştır.

AAOK çerçevesi içinde çalışan Barışı korumada İşbirliği konusunda Politik ve Askeri

Yönetim Komitesi/Özel Grubu adıyla bilinen bir organ AGİT ile kurumsal bağı

sağlamaktadır. Ayrıca AGİT Dönem Başkanı’nın bir temsilcisi de düzenli olarak toplantılara

katılarak, Grubu ilgilendiren güncel AGİT konularında brifingler de vermektedir. Bu resmi

düzenleme özellikle barışı koruma alanında önem taşımaktadır.511

4. Avrupa Birliği’nde Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nın Oluşumu

İkinci Dünya Savaşı sonrasında, ABD ve SSCB iki süper güç olarak ortaya

çıkmışlardır. Buna karşın Avrupa, hem ekonomik olarak çökmüş, hem de uluslararası

ilişkilerdeki üstünlüğünü kaybetmiştir. Bu nedenle, ekonomilerini bir an önce çalışır duruma

getirebilmek ve uluslararası sistemde yeniden etkin olabilmek için, güçlerini birleştirmeleri

gerektiğinin farkına varmışlardır. Ayrıca, Avrupa’nın iki düşman kardeşi Almanya ile

Fransa’yı aynı örgüt içinde bir araya getirerek, onlar arasında kalıcı dostluğu kurmak ve

böylece Avrupa’da potansiyel bir savaşı önlemek amaçlanmıştır. Avrupa ülkelerinin

güçlerini bir araya getirme girişimlerinin nedenini kısaca; Sovyetler Birliği’nden algılanan

siyasal ve askeri tehdit, ABD’den algılanan ekonomik tehdit ve Batı Avrupa’da tarih

510AAOK’ye dahil olmayan ülkeler; Andorra, Bosna-Hersek, Kıbrıs, Vatikan (Holy See), Liechtenstein, Malta, Monaco, San

Marino ve Yugoslavya (Sırbistan-Karadağ)’dır.

511NATO El Kitabı (50. Yıldönümü Sayısı), s. 345-346.

Page 188: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

boyunca yaşanan geleneksel Fransız-Alman gerginliği, biçiminde özetlememiz

mümkündür.512

Avrupa’da ortak dış ve güvenlik politikası alanındaki ilk çabalar -çalışmamızın

“Birinci Bölüm”ünde ayrıntısıyla incelediğimiz gibi- İkinci Dünya Savaşı ertesinde

başlatılmıştır. 1948 yılında imzalanan Brüksel Antlaşması ile, İngiltere, Fransa, Belçika,

Hollanda ve Lüksemburg; ekonomik, sosyal ve kültürel işbirliği ile kolektif savunma

amacıyla toplanmışlar ve daha sonra Batı Avrupa Birliği (BAB) adını alacak örgütü

kurmuşlardır. Ancak 1949 yılında NATO’nun kurulması nedeniyle -hukuken varlığını

korumasına karşın fiilen- önemini yitirmiştir. 1954 yılında Batı Almanya ve İtalya’nın da

katılımıyla üye sayısı yediye ulaşmıştır.513 Bu ülkeler arasında, -askeri alanda bir

entegrasyon sağlanamaması üzerine,- çabalar ekonomik alana kaymış ve bu alanda devam

etmiştir.514 Aslında askeri alanda entegrasyon sağlayabilecek bir alt yapıya (silah ve

organizasyon) da ulaşamamışlar, güvenliklerini NATO -dolayısıyla ABD- aracılığıyla

sağlamak zorunda kalmışlardır.515

Siyasal alanda bir birlik oluşturma ise; -o yıllarda, global dünya politikalarına farklı

yaklaşmaları ve aralarındaki (özellikle Fransa ile Almanya arasındaki) temel siyasal

sorunları halledememeleri nedeniyle,- mümkün gözükmemiştir.516 Ayrıca milliyetçilik ve

512Haluk Günuğur, “Avrupa Birliği Bütünleşmesinin Tarihsel Gelişimi (Dünü, Bugünü, Yarını)”, Avrupa Birliği El Kitabı, 2.

Baskı (Ankara: TC Merkez Bankası Personel Genel Müdürlüğü Yayını, 1995), s. 14.

513Çayhan ve Güney, op. cit., s. 110.

514Noel Salter, “Western European Union: The Role of The Assembly 1954-1963”, International Affairs, C. 40, No. 1, Ocak

1964, s. 35.

515Bull, op. cit., s. 878-881.

516Lellouche, op. cit., s. 826.

Page 189: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

dinsel bağnazlık da henüz varlığını korumaktadır.517 Bu nedenlerle, Batı Avrupa’da siyasal

işbirliğine ve dolayısıyla da savunma ve güvenlik konularında daha özgün bir yapılanmaya

ulaşabilmenin yolunun, bozuk olan ekonomilerinin düzeltilmesinden geçtiğinin farkına

varmışlar ve öncelikle ekonomik entegrasyonu hedeflemişlerdir.518 Ekonomik entegrasyon

ve sonrasında da siyasal entegrasyon sağlandığında, milliyetçilik ve ulus devletlerin çıkarları

ve değerleri kendiliğinden azalacak ve Avrupa güvenlik mimarisinde kalıcı bir yapılanma

sağlanabilecektir.519

Batı Avrupa’da birliğe giden sürecin ilk adımını, Fransa Planlama Örgütü’nün

başkanı Jean Monnet’nin önerdiği ve 9 Mayıs 1950’de Fransa Dışişleri Bakanı Robert

Schuman’ın girişimleri ile uygulamaya konulan “Schuman Planı” oluşturmaktadır. Plan

Fransa ve Batı Almanya’nın Saarland üzerindeki ihtilafı gidermeyi amaçlamıştır. Plana

göre, Fransa ve Batı Almanya’daki kömür ve çelik sanayileri aynı çatı altında

birleştirilecektir. Batı Almanya Şansölyesi Conrad Adenauer bu planı memnuniyetle kabul

etmiş ve diğer Avrupa ülkelerince de kabul edilmesi için çalışmıştır. Sonuçta bu girişim

Benelüks ülkeleri ve İtalya’nın da katılımıyla 18 Mayıs 1951’de Avrupa Kömür ve Çelik

Topluluğu’nun (AKÇT) kurulmasına neden olmuştur. 10 Ağustos 1952 tarihinde

çalışmalarına başlayan AKÇT’nin ilk başkanı da Jean Monnet olmuştur.520

517Robert R. Bowie, “Tensions Within The Alliance”, Foreign Affairs, C. 42, No. 1, Ekim 1963, s. 50, Paul-Henri Spaak, “A

New Effort to Build Europe”, Foreign Affairs, C. 43, No. 2, Ocak 1965, s. 199.

518Phil Williams, “The United States’ Commitment to Western Europe: Strategic Ambiguity And Political Disintegration?”,

International Affairs, C. 59, No. 2, İlkbahar 1983, s. 195.

519Zielonka, op. cit., s. 136.

520Çayhan ve Güney, op. cit., s. 93.

Page 190: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

AKÇT üyeleri arasında entegrasyon ve askeri işbirliğinin sağlanması amacıyla

Avrupa Savunma Topluluğu’nun (European Defence Community-EDC-AST) kurulması

kararlaştırılmıştır. Askeri güçlerin komutası, silahlanma ve savunma politikası konularında

güçlerini birleştirerek bir “Avrupa ordusu” kurmayı hedeflemişlerdir. AST’yi kuran

antlaşma Belçika, Fransa, Hollanda, Lüksemburg, Federal Almanya ve İtalya arasında, 27

Mayıs 1952 tarihinde imzalanmıştır. Ancak, uygulamaya konulması, Fransa

Parlamentosu’nun 30 Ağustos 1954 tarihinde, onaylamayı reddetmesi nedeniyle mümkün

olamamıştır. Çünkü bu antlaşma, Avrupa Ordusu’nu oluşturmak amacıyla Federal

Almanya’nın tekrar silahlandırılmasını öngörmekteydi.521

4.1. Roma Antlaşmaları (1957)

25 Mart 1957 tarihinde, AKÇT üyesi altı ülke (Fransa, Federal Almanya, İtalya,

Belçika, Hollanda ve Lüksemburg) Roma’da iki antlaşma daha imzalamışlardır. Bu

antlaşmalarla, Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu

(AAET-Euratom) kurulmuştur. Roma Antlaşması üye ülke parlamentolarınca onaylanarak,

1 Ocak 1958 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu antlaşmalar da savunma amaçlı bir

kurumsallaşmayı hedeflememektedir. Üyeleri zaten savunma konusunda yetersiz

olduklarından, NATO’nun koruyucu şemsiyesinin devamından yanadırlar.522

AET’yi kuran Roma Antlaşması, tüm sektörleri kapsayan entegrasyon antlaşması

niteliğinde olmasına rağmen, AKÇT ve AAET antlaşmaları sektörel entegrasyonu

521Anna Kurylowicz-Rodzoch ve Malgorzata Zawistowska, “Development of Cooperation in EU Common Foreign and Security

Policy”, The Polish Quarterly of International Affairs, C. 8, No. 2, İlkbahar 1999, s. 146.

522Christopher Tugendhat, “Europe’s Need for Self-Confidence”, International Affairs, C. 58, No. 1, Kış 1981/2, s. 11.

Page 191: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

amaçlayan antlaşmalardır.523 Ayrıca Sovyetler Birliği’nin, dış ticareti siyasal bir araç

olarak kullanması dolayısıyla, O’nun bu gayretini boşa çıkarma da hedeflenmiştir.524 Buna

rağmen, Roma antlaşmaları ortak bir dış politika oluşturmayı öngörmemiştir. Üyelerin ortak

savunma konusundaki görüşleri ve pozisyonların da da farklılıklar bulunmaktadır (Üyelerin

tamamı nükleer silahlara sahip değildir, bazı üyeler topraklarında Amerikan askerlerinin

bulunmasına karşı çıkmaktadırlar, NATO içerisinde Fransa’nın farklı görüş ve uygulamaları

vardır, Bazı NATO üyeleri Roma antlaşmalarına taraf değildir, bazı devletler büyük,

bazıları çok küçüktür...).525

Bu antlaşmalarla, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Batı Avrupa’da gerçekleşmesi

düşünülen işbirliğinin temelde ekonomik güçlenmeye dayanması gerektiği benimsenmiştir.

Ekonomik güce ulaşılmasıyla birlikte, aşama aşama siyasal bir bütünleşmeye gidilebileceği

ve böylece, ortak savunma ve güvenlik politikaları üretilebileceği gerçeği kabul

edilmiştir.526 Çünkü, NATO’nun bir gün önemini kaybedebileceği veya ABD, Kanada ve

AET arasında daha küçük bir yapıya dönüşebileceği ihtimali dolayısıyla, Avrupalılar, -kendi

savunma ve güvenliklerini kendi başlarına sağlayabilecekleri bir yapılanmaya ulaşmaları

gerektiği düşüncesinden527 hareketle- güçlerini birleştirme gereği duymuşlardır.528

523Haluk Günuğur, “Avrupa Birliği’nin Kurucu Antlaşmaları, Gümrük Birliği ve Tek Pazar (İç Pazar)”, Avrupa Birliği El Kitabı,

2. Baskı (Ankara: TC Merkez Bankası Personel Genel Müdürlüğü Yayını, 1995), s. 71.

524Erler, “The Basis of Partnership”, s. 86.

525Evan Luard, “A European Foreign Policy?”, International Affairs, C. 62, No. 4, Güz 1986, s. 580-581.

526Çayhan ve Güney, op. cit., s. 111. O yıllarda üye ülkelerin bu oluşuma ne kadar sahip çıkacakları ve siyasal bir birliğe

ulaşıp ulaşamayacağı da belli değildi. Christian A. Herter, “Atlantica”, Foreign Affairs, C. 41, No. 2, Ocak 1963, s. 300.

527Zbigniew Brzezinski, “The Framework of East-West Reconciliation”, Foreign Affairs, C. 46, No. 2, Ocak 1968, s. 257.

528Buchan, op. cit., s. 172.

Page 192: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

“Birleşik bir Avrupa” sağlanabilirse, uluslararası ilişkilerde ortak bir Avrupa görüşü

oluşturulabilecek ve Atlantik politikasındaki Amerikan hegemonyası da Avrupalılar lehine

değiştirebilecektir.529

Ayrıca Sovyetler Birliği’nin Batı dünyasını bölme gayretlerini boşa çıkarma ve

aralarındaki siyasal birliği güçlendirmeyi de amaçlamaktadırlar.530 Zira, Soğuk Savaş’ın

yol açtığı gerilimler ve sorunların Avrupalıların arasını açma ve Atlantik Birliği’ni bölme

olasılığı vardır.531 İki blok lideri ülkeler arasında yaşanan teknolojik yarışın ileride ne

boyutlara ulaşacağı da belli değildir ve Avrupalılar bu yarışta çok gerilerde kalmaktan

çekinmişlerdir.532

Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (Euratom-AAET); Batı ittifakında Avrupalıların -

ABD’nin nükleer silahlar üzerindeki tekelci politikasından vazgeçerek, bu konudaki

birikimini paylaşması isteklerine olumlu cevap vermemesi nedeniyle-, kendi kapasitelerini

birleştirerek, atom teknolojisinde ilerlemeleri gerektiği düşüncesinden hareketle

kurulmuştur.533

Topluluk hükümet başkanlarının Şubat 1961’de yaptıkları zirve toplantısında,

siyasal işbirliğinin gerekliliği vurgulanarak, daha sonra bu konuda iki plan hazırlanmıştır.

Fransa’nın önerdiği, 2 Kasım 1961 tarihli “Fouchet Planı”, devlet ve hükümet

başkanlarından oluşan, “ortak güvenlik ve dış politika konusunda” yetkili bir organ (Avrupa

529Karl Kaiser, “Europe And America: A Critical Phase”, Foreign Affairs, C. 52, No. 4, Temmuz 1974, s. 729.

530Adenauer, op. cit., s. 61.

531Acheson, op. cit., s. 247.

532Kissinger, “Strains on The Alliance”, s. 281.

533Healey, loc. cit.

Page 193: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Siyasal Topluluğu- EPC, European Political Community) kurulmasını öngörmekteydi. Bu

plan Almanya dışındaki ülkelerden olumlu tepki alamamıştır. Fransa bu sefer sadece üye

ülkeler arasında, ortak dış ve güvenlik politikası konularındaki işbirliğini öngören, 18 Ocak

1962 tarihli ikinci Fouchet Planı’nı önermiş, AET üyesi ülkeler bu plan ile geri bir adım

atacakları düşüncesiyle, bunu da reddetmişlerdir.534 Bunun üzerine, dış politika ve

savunma konularında sadece Fransız-Alman işbirliğini öngören Elysee Antlaşması 22 Ocak

1963 tarihinde imzalanmıştır. Bu antlaşma, devlet ve hükümet başkanları ile dışişleri ve

savunma bakanlarının düzenli olarak yılda iki kez toplanmalarını öngörmektedir.535 Ancak,

Fransa gibi büyük devletlerin, topluluğun dış politikasını yönlendirme istekleri ile Benelüks

ülkelerinin yönlendirilme korkuları, bu planların hayata geçirilmesini engellemiştir.536

Aralık 1969’daki zirve toplantısına kadar siyasal işbirliği konusunda, önemli bir

gelişme olmamıştır. Bu toplantıda, dış politikada işbirliğine gitmenin koşullarının

belirlenmesi üzerinde anlaşmaya varılmıştır. Bu amaçla hazırlanan “Davignon Raporu”nun

(Lüksemburg Raporu) kabul edilmesi sayesinde de, Topluluğun 1970 ve 1980’lerde

gerçekleştirmeye çalıştığı siyasal işbirliğinin temelleri atılmıştır.537 “Siyasal İşbirliği” ile

ortak dış politika kastedildiği açıktır. Ortak dış politika, BM gibi uluslararası forumlarda

Topluluğun ortak tutum alması, çeşitli ülkelere ekonomik yaptırımlar uygulaması ve bazı

uluslararası sorunlarda ortak tavır içeren bildiriler yayınlaması yoluyla uygulanmaya

534Kurylowicz-Rodzoch ve Zawistowska, op. cit., s. 146-147.

535Ercüment Tezcan, “Maastricht ve Amsterdam Antlaşmaları Çerçevesinde Avrupa Birliği ve Batı Avrupa Birliği İlişkileri”,

AÜSBFD, C. 54, S. 1, s. 145.

536Çayhan ve Güney, loc. cit.

537Kurylowicz-Rodzoch ve Zawistowska, op. cit., s. 147.

Page 194: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

çalışılmıştır. Ancak ekonomik bütünleşme çalışmalarıyla karşılaştırıldığında çok cılız

kalmıştır.538

4.2. Avrupa Tek Senedi (1987)

Aralık 1969’daki AT’nin Hague Zirvesinde, üye ülkelerin dış politikasını koordine

edecek bir yapılanmaya sahip olacak Avrupa Siyasal İşbirliği kurulması önerisi getirilmiştir.

Devlet ve hükümet başkanları tarafından dışişleri bakanlarına, dış politika alanında daha

geniş işbirliği olanaklarını inceleme konusunda talimat verilmiştir. 1970 yılındaki

Lüksemburg Raporu ile bu çalışmalar sonuçlanmış ve dışişleri bakanları ve bakanlıklar

arasında düzenli işbirliği yapılması kararlaştırılmıştır. Dışişleri bakanları, Siyasal Komiteyi

oluşturacak, dışişleri bakanlarının siyasal direktörleri ve -Avrupalılar arasındaki

yazışmaların toplandığı bilgi ağlarını oluşturacak- özel çalışma grupları arasında toplantılar

yapılması da kararlaştırılmıştır. AT Zirve kararları ve dışişleri bakanlarının müteakip

raporları, bu işbirliğinin sırasını ve yapısını genişletmiştir. 1972’deki AT’nin Paris

Zirvesi’nde üyeler Avrupa Siyasal Topluluğu’nun temel hedefini “Avrupa birliği içindeki

karmaşık ilişkilerinin tamamını 80’li yıllardan önce değiştirme” olarak tanımlamışlardır.539

Böylece, dış politika konusunda resmi Avrupa işbirliği 1970’de başlamıştır. Bu

tarihten itibaren altı dışişleri bakanı, her altı ayda bir dış politika konularını görüşmek üzere

bir araya gelme konusunda anlaşmışlardır. Bu toplantıları hazırlamak üzere, kıdemli

diplomatlardan oluşan bir “Siyasal Komite” kurulmuştur. 1980’lerin ortasında, Avrupa Tek

538Çayhan ve Güney, loc. cit.

539Kurylowicz-Rodzoch ve Zawistowska, loc. cit.

Page 195: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Senedi ile, bu işbirliği ilk kez antlaşma formuna sokulmuştur. Resmi olarak da “Avrupa

Siyasal İşbirliği” (EPC) adını almıştır.540

Bu senet ile, üye ülkelere ortak bir Avrupa dış politikası oluşturma ve uygulama

sorumluluğu -resmen- yüklenmiştir. 1973 yılından itibaren hükümet başkanları arasında

yapılan “Avrupa Konseyi” adındaki zirve toplantıları da Avrupa Tek Senedi’nde yer alarak,

antlaşmalar kapsamına sokulmuştur.541

Avrupa Tek Senedi, metninde, Avrupa Siyasal İşbirliği sürecinden bahsetmektedir.

Buna göre, Topluluk üyesi ülkeler, genel ilgi konusu olan dış politika konularında aralarında

haberleşmek ve danışmalarda bulunmak, tutumlarını koordine ederek, ortak eylemler

oluşturmak suretiyle; bir Avrupa dış politikası formüle etme ve uygulama için, ortaklaşa

çaba harcayacaklarını kabul etmektedirler. Ayrıca Senet’te, NATO üyeliğinin, Avrupa

Siyasal İşbirliği kapsamında yürütülen çabalara bir engel olmadığı da vurgulanmaktadır.542

1980’lerin başlarında Portekiz, İspanya, Danimarka, Yunanistan ve İrlanda’nın

Avrupa Topluluğu’na katılmalarından sonra, Topluluk adeta NATO’nun “Avrupa parçası”

olma görünümünü kazanmaya başlamıştır. Avrupa Tek Senedi’nin imzalanmasıyla543

Topluluk, güvenliğin siyasal ve ekonomik boyutlarını kapsayan dış politika düzenlemelerini

kabul etmiştir. Bu gelişmeyle birlikte de BAB tekrar gündeme gelmeye başlamıştır. Ancak

540Douglas Hurd, “Developing The Common Foreign and Security Policy”, International Affairs, C. 70, No. 3, Temmuz 1994,

s. 421-422.

541Çayhan ve Güney, loc. cit.

542Mümin Alanat, “Ortak Dış ve Güvenlik Politikası ve Siyasal Birlik”, Avrupa Birliği El Kitabı, 2. Baskı (Ankara: TC Merkez

Bankası Personel Genel Müdürlüğü Yayını, 1995), s. 130-131.

543Avrupa Tek Senedi 28 Şubat 1986’da imzalanmış ve 1 Temmuz 1987’de yürürlüğe girmiştir. A. Füsun Arsava, Amsterdam

Anlaşmasının Avrupa Birliği Hukukuna Katkıları (Ankara: AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 2000), s. 1.

Page 196: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

NATO’ya alternatif olabilmesi için yeterli altyapısı bulunmadığından, Avrupa Topluluğu’nu

oluşturan ülkelerin NATO’nun örgütlenme ve lojistik altyapısına bağımlılıkları

sürmüştür.544

4.3. Maastricht (Birlik) Antlaşması (1992)

27 Mayıs 1952 tarihinde Paris’de, -ABD’nin de desteği ile- Almanya, Fransa, İtalya,

Belçika, Hollanda ve Lüksemburg arasında, Avrupa Savunma Topluluğu'nu545 (EDC)

kuran bir antlaşma imzalanmıştı. Bu antlaşma kurucu ülkelerin ulusal ordularının üzerinde,

bir Avrupa savunma gücü oluşturulmasını öngörmekteydi. Ancak Fransız Parlamentosu’nun

1954 yılındaki vetosu ile yaşama geçirilememişti. Bu gelişmeden sonra, savunma ve

güvenlik konularının AT çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün olamamıştı. Maastricht

Antlaşması, bu konuların tekrar topluluk bünyesinde tartışılmasının önünü açmıştır.546

Maastricht Antlaşması’nın hazırlık çalışmalarını oluşturan hükümetlerarası

konferansta, güvenlik ve savunma konularında çeşitli öneriler yapılmıştır. Bu öneriler

arasında yapılan uzun pazarlıklar sonucunda uzlaşmaya varılmıştır. AT üyesi ülkelerin farklı

güvenlik ve savunma vizyonlarının olması tartışmaların zorlu geçmesine neden olmuştur.

Almanya ile Fransa, AT’nin savunma konusunda gerçek bir özerkliğe sahip olmasını

istemişler, İngiltere, İtalya, Hollanda, Danimarka ve İrlanda ise bu öneriye karşı çıkarak,

NATO’nun ağırlıklı rolüne dokunulmaması ve Avrupa güvenlik örgütlenmesinde mevcut

544Karl Kaiser, “A View from Europe: The US Role in The Next Decade”, International Affairs, C. 65, No. 2, İlkbahar 1989, s.

218-219.

545Avrupa Savunma Topluluğu kurulması yönündeki ilk düşünce, 1955’deki Messina Konferansı öncesinde, İtalya Dışişleri

Bakanı Gaetano Martino tarafından ileri sürülmüştür. Giovanni Jannuzzi, “The European Union’s Common Foreign and

Security Policy and Its Contribution to Global Security”, NATO Review, C. 42, No. 1, Ocak 1995, s. 13.

546Tezcan, op. cit., s. 144, 146.

Page 197: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

durum korunacak bir yaklaşımın kabul edilmesini ileri sürmüşlerdir. Yapılan uzun

görüşmelerden sonra bir uzlaşmaya ulaşılabilmiştir.547

Avrupa’da ortak güvenlik politikası ile ilgili tartışma; Körfez Savaşı ve bu savaştan

kısa bir süre sonra, Yugoslavya ve eski Sovyetler Birliği’ni oluşturan cumhuriyetlerde

yaşanan gelişmelerle birlikte yapılmaya başlamıştır. Alan dışı (out of area) tehditlerin

oluşturduğu böyle bir ortamda, gözlemci veya barışı koruma misyonlarının ortaya çıkması,

AT’nin “genişleme” mi?, yoksa “derinleşme” mi? hedeflemesi gerektiği ile ilgili sorunlarla

uğraşan Avrupalıları, kısa sürede çözüm üretme durumunda bırakmıştır.548

Eski Yugoslavya’da yaşanan silahlı çatışmalar, AT’yi oluşturan on iki ülkeyi de

facto çözümler üretmeye ve adım adım Ortak Dış ve Güvenlik Politikası (CFSP-ODGP) ile

ilgili temelleri oluşturmaya zorlamıştır.

Avrupa Tek Senedi’nin 1987 yılında yürürlüğe girmesiyle, ekonomik- parasal ve

siyasal bütünleşme yolundaki çalışmalar hızlanmıştı. Bu iki alanda ve ODGP için gerekli

olan ilerlemeleri sağlamak amacıyla düzenlenen Hükümetlerarası Konferanslar sonunda yeni

bir antlaşma hazırlanarak, 11 Aralık 1991’de Maastricht’te kabul edilmiş, 7 Şubat 1992’de

imzalanmış ve 1 Kasım 1993’de de yürürlüğe girmiştir. Maastricht Antlaşması “Avrupa

Birliği” Antlaşması başlığını taşımaktadır.549

Körfez Krizi, Yugoslavya Krizi ve Sovyetler Birliği’nde yaşanan çözülmeler ile

başlayan süreçte, geleneksel Avrupa güvenliği ve dış politika ile ilgili yapılan tartışmalarda

547Ibid., s. 146-147.

548Gnesotto, op. cit., s. 223.

549Çayhan ve Güney, op. cit., s. 105.

Page 198: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

önemli değişiklikler meydana gelmiştir. Bunlar, NATO ve AB’nin rolleri ile ilgili yapılan

tartışmalar, AB’nin genişleme ve derinleşme hedeflerine yönelik görüş ayrılıkları ve BAB’ın

Avrupa güvenliğine yönelik rolü konularında yapılan tartışmalardır.550 Bu son konuyla

ilgili ayrıntılara çalışmamızın bir sonraki bölümünde değineceğimizden, -konu bütünlüğünü

bozmamak amacıyla- bu kadarıyla yetiniyoruz. Yalnız şu kadarını belirtmek gerekir; bu

gelişmeler ve Avrupalılar arasındaki güvenlik ittifakının eksikliği nedeniyle, ABD ile olan

ilişkilerini yeniden tanımlamak durumunda kalmışlardır. ABD ise, Atlantik ilişkilerindeki

köklü değişiklikleri hedeflememekte ve gelişmelerden aynı sonucu çıkarmamaktadır.

Avrupalıların istediği güvenlikle ilgili değişiklikler henüz tam anlamıyla

gerçekleştirilemediği için, ABD’nin korumasına ve liderliliğine bağımlılıkları devam

etmiştir.551

Gerek Avrupa Tek Senedi ve gerekse Maastricht antlaşması, üç kurucu antlaşmanın

(AKÇT, AET ve AAET) yerini almamış, sadece bunlarda bazı değişiklikler yapmıştır.552

Maastricht Antlaşması diye anılan bu belgenin gerçek adı Avrupa Birliği Antlaşması’dır

(Treaty on European Union).553

Maastricht Antlaşması radikal değişiklikleri de beraberinde getirmiştir. Avrupa Tek

Senedi ile gelen “siyasal işbirliği” kavramı metinden çıkartılmış ve yerine “siyasal birlik”

550Gnesotto, op. cit., s. 224.

551Phil Williams, Paul Hammond ve Michael Brenner, “Atlantis Lost, Paradise Regained? The United States and Western

Europe After The Cold War”, International Affairs, C. 69, No. 1, Ocak 1993, s. 3.

552Tuğrul Arat, “Avrupa Toplulukları Hukuku”, Avrupa Birliği El Kitabı, 2. Baskı (Ankara: TC Merkez Bankası Personel Genel

Müdürlüğü Yayını, 1995), s. 30-31.

553Ömer Bozkurt, “Maastricht Antlaşması ve Avrupa Birliği’nin geleceği”, Avrupa Birliği El Kitabı, 2. Baskı (Ankara: TC

Merkez Bankası Personel Genel Müdürlüğü Yayını), 1995, s. 91.

Page 199: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

kavramı konulmuştur. Siyasal Birlik kavramı ile ortak dış politika ve ortak savunma

politikası hedeflenmiştir.554

Antlaşma, Avrupa Birliği’ni (AB) üç sütun üzerine inşa etmektedir. Sütunlardan

biri, daha önceki antlaşmalarla Avrupa Topluluğu çatısı altında toplanan yetkilerin

arttırılmasına dayanmaktadır. Bir diğeri, adalet ve içişleri ile ilgilidir. Bizi ilgilendiren sütun

ise, -ikinci sütun olarak geçen- Ortak Dış ve Güvenlik Politikasıdır. Bu konu, Topluluğun

kurumları dışındaki hükümetlerarası ilişkiler kapsamında değerlendirilmiştir. Yani dış

politika konusu Roma Antlaşmalarının kuralları ve uygulamaları dışında tutulmuştur.555

Batı Avrupa Birliği (BAB) genişletilerek, AB’nin savunma kanadına dönüştürülmesi

kararlaştırılmıştır. Böylece, BAB, AB’nin askeri ayağını oluşturacaktır.556 Sadece ilkesel

düzeyde bile olsa, Avrupalıların bu gayretleri ve kendi güvenlik politikalarını oluşturmaya

çalışmaları, Doğu Bloku’nun yıkılması ve Varşova Paktı’nın dağılmasıyla birlikte, ilgi

alanını yavaş yavaş Avrupa dışına kaydıran ABD’nin de, Avrupa savunmasını -nispeten-

Avrupalılara bırakma isteğine ters düşmemektedir.557

Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nın amacı, 1- AB’nin ortak değerinin, temel

çıkarlarının ve bağımsızlığının korunması, 2- Birliğin ve üye ülkelerin bütün yönleriyle

güvenliğinin güçlendirilmesi, 3- barışın ve uluslararası güvenliğin, BM Şartı ve Helsinki

554Füsun Arsava, “Avrupa Birliği’nin Kurumsal Yapısı ve Karar Alma Süreci”, Avrupa Birliği El Kitabı, 2. Baskı (Ankara: TC

Merkez Bankası Personel Genel Müdürlüğü Yayını, 1995), s. 58.

555Hurd, op. cit., s. 422.

556Çayhan ve Güney, op. cit., s. 105-106.

557Ibid., s. 112; Stanley R. Sloan, “US Perspectives on NATO’s Future”, International Affairs, C. 71, No. 2, Nisan 1995, s.

217.

Page 200: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Son Senedi’nin ilkeleri ile Paris Şartı’nın hedeflerine uygun, korunarak güçlendirilmesi ve

4- uluslararası işbirliğinin geliştirilmesidir.558

Maastricht Antlaşması Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nın genel çizgilerini

saptama sorumluluğunu, başbakanlar veya devlet bakanlarından oluşan kuruma, yani

Avrupa Konseyi’ne vermektedir.559

Avrupa Tek Senedi ile Maastricht Antlaşması arasındaki önemli farklılıklar, dış

politikaya güvenliğin eklenmesi ve J4 maddesinde AB’nin, savunma alanında etkili olacak

karar ve eylemlerinin hazırlanmasını Batı Avrupa Birliği’nden istemesi dolayısıyladır.560 J4

maddesinin ortak dış ve güvenlik politikasını içeren anahtar cümlesi, “...ortak bir savunma

politikasının nihai sonucu, ortak savunmaya yol açtığında gerçekleşebilir” demektedir. Bu

ifade yoğun tartışma ve anlaşmazlığın yaşanmasına neden olmuştur. Bazı üye ülkeler, AB’de

savunma konusunun daha hızlı ve daha ileri düzeyde gerçekleşmesini isterlerken, diğerleri

daha fazla ele alınmasına karşı çıkmışlardır. Antlaşma bu soruna açıklık getirmiş ve bu

konunun ileride sağlanacak gelişmelerle sonuca ulaşacağını ve bu nedenle, henüz bu konuda

kesin bir düzenlemenin erken olduğuna karar vermiştir. Gelecekte bütün üyelerin

anlaşabilecekleri bir yapılanmaya ulaşması gerektiği konusunda uzlaşılmış, NATO ile

uyumlu bir savunma politikası izlenmesine devam edilmiştir. Çünkü NATO’dan bağımsız

558Bozkurt, op. cit., s. 94.

559Alanat, op. cit., s. 133.

560Bozkurt, loc. cit.

Page 201: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

politikalar izleyip uygulamak, AB ve BAB üyesi olmayan ülkelerin varlığı nedeniyle henüz

mümkün görünmemektedir.561

Maastricht Antlaşması, Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nın ileride bir savunma

politikasıyla da tamamlanmasını öngörmektedir. Savunma boyutunun da, AB içindeki

entegrasyon hareketine eklenmesi hedeflenmektedir.562 Ortak Dış ve Güvenlik Politikası

coğrafi sınırlamalara değil, siyasal sınırlamalara tabidir. Ülkeler bireysel olarak daha

özgürce hareket etmelerine rağmen, Birlik’in dış politikasında diğer üye ülkelerin

paylaşmadığı kararlar alınabilmektedir.563 BAB’ın güçlendirilip etkin hale getirilmesiyle

entegrasyon çalışmaları hızlanacak, Batı Avrupa’nın güvenliği ve savunma işbirliğinin

güçlenmesiyle de, bölgesel ve global sorunlara karşı daha bağımsız politikalar

üretilebilecektir.564

Maastricht Antlaşması’nın J1 maddesinin 2. paragrafında, Ortak Dış ve Güvenlik

Politikası’nın hedeflerinin şunlar olduğu yazılmaktadır: 1- Birlik’in bağımsızlığı, temel

çıkarları ve ortak değerlerini koruma, 2- Birlik’in ve üye ülkelerin güvenliğini her açıdan

güçlendirme, 3- barışı koruma ve uluslararası güvenliği güçlendirme adına, BM Şartı’nda

belirtilen kurallara olduğu kadar, Helsinki Son Senedi’ndeki kurallara ve Paris Şartı’nın

hedeflerine de uyma, 4- uluslararası işbirliğini destekleme, 5- insan hakları ve temel

özgürlükler ile hukukun üstünlüğü ve demokrasiyi güçlendirerek geliştirme.565

561Hurd, op. cit., s. 426.

562Alanat, loc. cit.

563Hurd, op. cit., s. 423.

564Taylor, op. cit., s. 2.

565Ibid., s. 7-8.

Page 202: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

4.4. Amsterdam Antlaşması (1997)

Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’ndaki işbirliği düzenlemelerindeki en son adım

Amsterdam Antlaşması ile atılmıştır. Bu antlaşma, 16-18 Haziran 1997 tarihinde

Amsterdam’da Avrupa Konseyi toplantısında kabul edilmiş, 2 Ekim 1997 tarihinde

imzalanmıştır. Tüm üye ülkeler tarafından onaylanmasından sonra 1 Mayıs 1999 tarihinde

de yürürlüğe girmiştir. Maastricht Antlaşması’nın Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nı

düzenleyen V. Başlığı’ndaki J1’den J18’e kadar olan maddelerini revize etmiştir. Bu

maddeler Amsterdam Antlaşması’nın metninde 11’den 28’e kadar olan maddeler kapsamına

alınmıştır.566

1 Mayıs 1999 tarihinde yürürlüğe giren Amsterdam Antlaşması, Birlik ve

Topluluk’un kuramsal sisteminde bütünüyle kapsamlı bir reform yapmamıştır. Bununla

birlikte, Ortak Dış ve Güvenlik Politikası'nın kimi alanlarında, önemli kuramsal

değişiklikler öngörmektedir. Konsey Genel Sekreteri’nin, Ortak Dış ve Güvenlik

Politikası’nda merkezi bir rol üstlenmesi sağlanmıştır. Buna göre, Konsey Genel Sekreteri,

AB Antlaşması’nın 26. maddesine (madde J16) göre, Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nın

yüksek temsilcisi olarak önemli görevler üstlenmiştir. Bu görevlendirme sayesinde, ortak

tutumun sürekliliği sağlanabilecektir. Genel Sekreter, herhangi bir üye ülkenin hükümetine

bağlı olmadığından, Birlik’in güçlenmesine katkıda bulunacaktır.567

Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nı etkileme çerçevesinde ağırlık, üye ülkelerin

dışişleri bakanlarından alınarak, Brüksel’deki Daimi Temsilciler Komitesi’ne verilmiştir.

566Kurylowicz-Rodzoch ve Zawistowska, op. cit., s. 155.

567Arsava, Amsterdam Anlaşmasının..., s. 73.

Page 203: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Böylece Amsterdam Antlaşması, ağırlığın Birlik doğrultusunda kullanılmasını hedeflediği

görülmektedir. Yani, Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nın hazırlanması ve uygulanması

aşamalarında, -Siyasal Komite değil- Konsey Genel Sekreterliği yetkilidir.568 J3

maddesinin 1. paragrafı, Devlet ve Hükümet Başkanları’ndan oluşan Avrupa Konseyi’ne;

savunma konusunu da içine alan, Ortak Güvenlik ve Dış Politika konularında genel

yönelimleri ve ilkeleri belirleme yetkisi vermektedir.569

Amsterdam Antlaşması’yla, güvenlik politikasının bundan böyle AB’ye mal

edilmesi kabul edilmiştir (madde J7). Bu amaçla BAB, AB’nin entegral bir unsuru olmakta

ve NATO’daki yükümlülükler de güvenlik politikası içine alınmaktadır. Böylece, AB

kararları ve eylemlerinin hazırlanması ve yürütülmesinde BAB yetkili olacak, Avrupa

Konseyi’nin istekleri doğrultusunda hareket edecek, AB ve BAB arasında örgütlenme ve

çalışma konularındaki ilişkiler güçlendirilecektir. Barışın, korunması, tesisi ve kurtarma

önlemleri ortak görevler olarak saptanmıştır. Ancak AB, BAB ve NATO farklı üyelere

sahip olduğundan, yapılan düzenlemelerin yerine getirilmesinde bu durumun dikkate

alınması öngörülmüştür. İleride gerçekleşmesi düşünülen AB ve BAB arasındaki

entegrasyonun, BAB’ın AB’ye entegrasyonuyla sağlanması hedeflenmiştir.570

Maastricht Antlaşması’nda olduğu gibi, Amsterdam Antlaşması’nda da BAB-NATO

ilişkileriyle ilgili çok kısa bir takım hükümler bulunmaktadır. J7 maddesinin 1. paragrafının

568Ibid., s. 74-75.

569Tezcan, op. cit., s. 152.

570Arsava, Amsterdam Anlaşmasının..., s. 81-82, 92-93; Ifantis, op. cit., s. 17.

Page 204: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

3. fıkrası, Birliğin güvenlik ve savunma politikasının gerçekleştirilmesinde NATO

Antlaşması’ndaki yükümlülüklerin ihlal edilemeyeceğini vurgulamaktadır.571

Amsterdam Antlaşması ayrıca, NATO’nun, Avrupa savunmasındaki merkezi

rolünü tanımaktadır. Amsterdam Antlaşmasının yeni yasal çerçevesi içinde, Petersberg

görevleri arasında sayılan kriz yönetiminde siyasal sorumluluk da yüklemektedir.572

571Tezcan, op. cit., s. 153.

572Rotfeld, op. cit., s. 40.

Page 205: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

IV. BÖLÜM:

NATO’YA ALTERNATİF BİR “AVRUPA GÜVENLİK VE SAVUNMA

POLİTİKASI”

Batı Avrupa ülkeleri, Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle ortaya çıkan belirsizlik karşısında,

üyesi oldukları bölgesel örgütler (NATO, AGİT ve AB) aracılığıyla bir takım önlemler almaya

çalışmışlardır. Önceki bölümde incelediğimiz bu önlemlerle, yaşanan gelişmelerin olumlu bir

düzeyde gerçekleşmesini ve herhangi bir istikrarsızlığa neden olmasını engellemeyi

amaçlamışlardır. Çalışmamızın bu bölümünde, Avrupa savunma ve güvenlik mimarisinin son

halkasını oluşturmakta olan Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’nı (AGSP)

incelemekteyiz.

Bilindiği gibi AGSP, AB’nin Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nın bir açılımıdır.

AGSP, bağımsız bir aktör olarak uluslararası sisteme dahil olmak isteyen AB’nin, kendi

savunma ve güvenliğinin yine kendisi tarafından sağlanması amacıyla geliştirmeye çalıştığı

politikasıdır ve NATO bünyesinde geliştirilen AGSK (Avrupa Güvenlik ve Savunma

Kimliği) kavramından farklıdır. Bu bölümde bu farklılığı da ortaya koyarak, literatürdeki

olası yanlış anlamaların önüne geçmeyi de hedeflemekteyiz.

Soğuk Savaş sonrasında tehdit algılamalarındaki farklılaşmalar nedeniyle Avrupa’da

savunma ve güvenlik ile ilgili tartışmalar iki aşamada gerçekleşmiştir. Birincisi 1990’lı

yılların başlarında yapılmış ve ikincisi de 1990’ların sonu ile 2000’lerin başlarında

yapılmaktadır. Birinci tartışma Soğuk Savaş’ın bitmesiyle birlikte ortaya çıkmış, dört

alternatif ve karşıt düşünce ileri sürülmüştür. Fransa ve Belçika’nın AB’nin savunma kimliği

için ileri sürdükleri görüşe göre, bu kimlik NATO’dan ayrı olmalı ve ayrılabilmelidir.

Page 206: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Almanya ve Çek Cumhuriyeti, Avrupa için genişletilmiş AGİK/T temelli bir kolektif

güvenlik düzenlemesi geliştirilmesini desteklemişlerdir. Rusya, güçlerin uyumundan oluşan

bir “Avrupa Güvenlik Konseyi” oluşturulmasını açıkça ortaya koymuştur. ABD ve İngiltere

ise, NATO’nun vazgeçilmezliğini ileri sürerek, NATO merkezli düzenin değişmezliğini

savunmuşlardır. On yıl boyunca bu dört düşünce iyice olgunlaşarak, “NATO” ve “Avrupa

Kimliği” biçiminde ikiye indirgenmiştir. 2000’lerin başında “Avrupalılaştırılmış NATO” ve

“Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası” 1990’ların başlarına göre fark edilir bir biçimde

birbirine yaklaşmıştır.573 Asıl sorun bu gelişmenin NATO bünyesi içinde mi, yoksa AB

bünyesinde mi oluşturulacağı noktasında çıkmaktadır. Bu bağlamda, AGSK tartışmaları

NATO’da, AGSP tartışmaları da AB’de yapılmaktadır.

1. Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği

1990’lı yılların başında, NATO’nun Avrupa ayağını oluşturan ülkelerce, ortak

güvenlik ve savunmalarında daha fazla sorumluluk almalarına olanak sağlayacak bir süreç

başlatılmıştır. NATO içindeki imkan ve yetenekleri tekrarlamadan gerçek bir Avrupa askeri

yeteneği oluşturulmak istenmiştir. Ayrıca bu yaklaşım ile, hem Atlantik’in iki yakası

arasında dengeli bir ortaklık oluşturulacak, hem de Avrupa entegrasyonu sürecinde, Ortak

Dış ve Güvenlik Politikası geliştirme isteği karşılanacaktı.574

NATO içerisinde, bir Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği geliştirmek,

NATO’nun siyasal ve askeri yapılarındaki uyarlamaların bir parçası olmuştur. Bu aynı

zamanda Avrupa Birliği’nin gelişiminde de önemli bir unsuru oluşturmaktadır. AB’nin

573Croft, op. cit., s. 1-2.

574NATO Handbook, s. 98-99.

Page 207: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

gelişim sürecinde, 1991 Maastricht, 1997 Amsterdam Antlaşmalarına, BAB’ın bunlarla ilgili

açıklamalarına ve NATO’nun 1990 Londra, 1994 Brüksel, 1997 Madrid ve 1999

Washington Zirve Kararlarına dayanmaktadır.575

Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği (AGSK-ESDI), Avrupa uluslarının kendi

savunma sorumluluklarını arttıran bir kavram olarak kullanılmaktadır.576 AGSK ilk kez 10

Aralık 1991 tarihinde Maastricht’teki “AB üyesi ülkelerin BAB’ın rolü ve AB ile ve

Atlantik İttifakı ile olan ilişkileri hakkındaki” deklarasyonu ile resmen kabul edilmiştir.

Böylece Topluluk Zirvesi’nde kabul edilen Avrupa Birliği Antlaşması’nda da (Maastricht

Antlaşması) yer almıştır. Avrupa güvenlik kimliği düşüncesi, 7-8 Kasım 1991 tarihindeki

Atlantik İttifakı’nın Roma Zirvesi kararlarında ortaya çıkmıştır. Bu tarihten sonra da NATO

üyesi ülkeler arasında AGSK’nin “NATO bünyesinde mi? yoksa NATO’nun dışında mı?

oluşturulması gerektiğine” yönelik yoğun tartışmalar başlamıştır.577

NATO ve AB arasındaki olası rekabet düşüncesi, Avrupa Birliği Antlaşması’nda

(Maastricht Antlaşması) yer alan ortak savunma konularının belirlenmesi, savunma

politikası ile güvenlik politikasının ayrılması ve BAB’ın “alan-dışı” sorunlara yönelik

operasyonel görevlerini içeren konularda da yoğun tartışmalar yapılmaya başlamıştır.578 Bu

konuya ileride tekrar döneceğimizden bu kadarıyla yetiniyoruz.

575Ibid., s. 99.

576Yüksel İnan ve İslam Yusuf, “New European Security Identity And Turkey”, The Turkish Yearbook of International

Affairs, No. XXIX, 1999, s. 35.

577Stanislaw Parzymies, “The European Security and Defence Identity: Myth or Reality?”, The Polish Quarterly of

International Affairs, C. 8, No. 2, İlkbahar 1999, s. 11.

578Gnesotto, loc. cit.

Page 208: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

BAB üyesi ülkelerin Maastricht Deklarasyonu’nda, AGSK’nin aşama aşama

geliştirileceği vurgulanmıştır. Buna göre BAB, AB’nin entegral bir unsuru haline

dönüştürülecek ve Atlantik dayanışmasına katkısı arttırılacaktır. AGSK’nin amacı, “AB

çerçevesinde ortak bir savunma politikasının nihai gelişimi, Kuzey Atlantik İttifakı

çerçevesindeki savunma ile tutarlı, ortak bir savunma politikası oluşturmak” olarak

belirlenmiştir.579

Deklarasyonun Atlantik İttifakı ilişkileri ile ilgili bölümünde BAB, NATO’nun

Avrupa kanadını güçlendiren ve genişleten, ayrıca İttifak’ın BAB üyesi ülkelerinin

NATO’daki katkılarının ve sorumluluklarının genişlemesine neden olacak bir faktör olarak

tanımlanmaktadır. Vurgu, “Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği ile NATO’nun ortaya

çıkması” arasındaki karşılıklı saydamlık ve bütünleyiciliğe yapılmaktadır. Bu tanımlama,

NATO içindeki sorumluluk ve yükümlülüklerini arttırmalarına yönelik, ABD’nin Avrupalı

müttefiklerine zaman zaman dillendirdiği arzusunu da ortaya koymaktadır.580

10-11 Ocak 1994’de Brüksel’de düzenlenen NATO Devlet ve Hükümet Başkanları

Zirvesi’nde 1 Kasım 1993 tarihinde Maastricht Antlaşmasının yürürlüğe girmesi

memnuniyetle karşılanmıştır.581 İkinci ayağında Ortak Dış ve Güvenlik Politikası

oluşturulmasını öngörmesi nedeniyle, doğal olarak NATO’nun Avrupa ayağının da

gelişmesi gündeme geldiğinden, bu gelişme NATO tarafından olumlu karşılanmıştır.

579Parzymies, loc. cit.

580Ibid., s. 12.

581NATO Handbook, s. 99.

Page 209: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Brüksel Zirvesinde Devlet ve Hükümet Başkanları Kuzey Atlantik Konseyi’ni,

NATO’nun siyasal ve askeri yapılarının şu üç amaca ulaşmada nasıl geliştirilip

uyarlanabileceğini incelemekle görevlendirmiştir: Barışı koruma da dahil, tüm NATO

misyonlarının daha etkin ve esnek olarak yerine getirilmesi; BAB ile işbirliğinin arttırılması;

ve geliştirilmekte olan AGSK üzerinde dikkatle düşünülmesi. Önceki bölümde bahsettiğimiz

Birleşik Müşterek Görev Gücü (BMGG) kavramı da bu sürecin bir parçası olarak

geliştirilmiştir. Bu kavram operasyonel esnekliği arttırmayı ve tüm NATO misyonlarının

ihtiyaçlarını karşılayabilmek için kuvvetlerin daha esnek ve hareketli biçimde

konuşlandırılmasını amaçlamıştır. NATO veya BAB tarafından kullanılabilecek, “ayrılabilir

fakat ayrı olmayan” (separable but not separate) biçiminde ifade edilen askeri yetenekler

sağlanması da amaçlanmıştır.582

Haziran 1996 tarihindeki Kuzey Atlantik Konseyi’nin Berlin’deki Bakanlar

Toplantısı’nda, AGSK’nin NATO içerisinde kurulması düşüncesi kabul edilmiştir. Böylece

NATO ve BAB’ın, Kuzey Atlantik Konseyi ile bağlantılı bir biçimde çalışacakları

anlaşılmıştır.583 Berlin Sonuç Bildirgesi, Soğuk Savaş sonrası Avrupa güvenlik yapılanması

açısından dönüm noktası olmuştur. NATO’nun önceliği, ABD’nin NATO’daki liderliği,

Avrupalı üyelerin NATO’ya katkıları ve Avrupa güvenliği ve savunma kimliğinin kısa ve

orta vadedeki başarı şansı gibi temel konular üzerinde -Atlantik’in her iki yakasındaki üyeler

arasında- pazarlık gücünü etkilemiştir.584

582Ibid., s. 100.

583Margarita Mathiopoulos and Istvan Gyarmati, “Saint Malo And Beyond: Toward European Defence”, Washington

Quarterly, C. 22, No. 4, Güz 1999, s.65.

584Ifantis, op. cit., s. 15.

Page 210: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

8 Temmuz 1997 Madrid Zirve Toplantısında da NATO bünyesinde AGSK

oluşturulması memnuniyetle karşılanmış ve Kuzey Atlantik Konseyi Daimi Oturumu’ndan

BAB ile işbirliği içinde bu alandaki çalışmaları hızlandırması istenmiştir.585

Bu gelişmelerden sonra NATO’nun, BAB liderliğindeki operasyonlara586 vereceği

desteğin her boyutu karşılayabilecek şekilde uyarlanmasının bir parçası olarak yapacağı

düzenlemeler tanımlanmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır:

“NATO’nun kuvvet ve yetenek geliştirmesi ile ilgili yeni savunma planlama

yöntemleri içinde BAB gereklerinin göz önünde bulundurulması...;

BAB’ın Kuzey Atlantik Konseyi’nin onayıyla kullanmak isteyebileceği NATO varlık ve yeteneklerini belirleyecek yöntemler oluşturması;

NATO içinde BAB’ın politik kontrolü ve stratejik yönetimi altındaki bir operasyonu

hazırlamak, desteklemek, komuta etmek ve yürütmekte kullanılabilecek çokuluslu Avrupa

komuta düzenlemeleri yapmak...;

NATO desteği ile yürütülen bir BAB operasyonu sırasında gerek duyulan eşgüdümü

sağlayacak danışma ve enformasyon paylaşma düzenlemelerini yapmak;

BAB misyonları için askeri planlama ve tatbikatler [tatbikatlar] geliştirmek.”587

Uygulamada bu düzenlemeler: BAB’ın müdahale etmeye karar verdiği bir kriz

durumunda, -NATO bu müdahaleden kaçınıyorsa- BAB kendi kontrol ve idaresi dahilinde

bir operasyon gerçekleştirmek için NATO varlık ve yeteneklerini (BMGG Karargahı dahil)

kullanmak isteyebileceği anlamına gelmekteydi. İstenen varlıklar Kuzey Atlantik Konseyi

585NATO Handbook, s. 100.

586Petersberg görevleri.

Page 211: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

tarafından her bir durum için ayrı ayrı değerlendirilerek ve iki örgüt arasında yapılacak özel

bir anlaşmayla BAB’ın kullanımına verilebilmektedir. NATO operasyon sırasında

varlıklarının kullanımını takip ederek BAB ile siyasal irtibatını düzenli olarak devam

ettirmektedir.588

NATO bünyesinde AGSK geliştirilmesinde bundan sonraki aşama NATO

varlıklarının ve komuta yapısının kullanımı ve enformasyon paylaşımı ile ilgili

düzenlemelerin tamamlanması veya geliştirilmesi, kriz yönetimi metotlarının ortaklaşa

denenmesi ve değerlendirilmesi gibi çalışmalar biçiminde -AB’nin Köln Zirve kararlarına

kadar- devam etmiştir. Haziran 1999 Köln Zirvesi’nde (AB bünyesinde geliştirilmekte olan)

ortak bir Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’nın (AGSP-ESDP) uygulanması için

ihtiyaç duyulan araç ve yetenekleri AB’ye vermek amacıyla kararlar alınmıştır. Bu kararlara

uygun olarak AGSK’nin gelişmesi ile ilgili olarak BAB’ın üstleneceği rol de AB tarafından

belirlenecektir.589 Çünkü bu Zirvede BAB’ın feshedilerek AB’nin entegral bir unsuru

haline getirilmesine de karar verilmiştir.

Bu müdahale periyodu içinde NATO BAB ile birlikte çalışmaya devam etmiştir. Bu

işbirliğinin amacı NATO varlık ve kapasitelerini kullanan BAB liderliğindeki bir kriz

yönetimi operasyonu durumunda, iki örgüt arasındaki işbirliği olanağını sağlayacak

düzenlemeleri tamamlayarak uygulamaya koymaktı. Daha ileri bir çalışma bu tür varlıkların

ve bilgi paylaşımının kullanımı ile ilgili düzenlemeleri daha da rafine etmek için yapılmıştır.

Ayrıca prosedürlerin ortak bir teste tabi tutulup değerlendirilmesiyle, ortak unsur ve

587NATO El Kitabı (50. Yıldönümü Sayısı), s. 86-87.

588Ibid., s. 87.

Page 212: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

güçlerin incelenmesi de gerçekleştirilmiştir. NATO ve BAB’ın ortak kriz yönetimi tatbikatı

2000 yılı Şubat ayında yapılmıştır. Kasım 2000 Marsilya toplantısında, BAB Bakanları –

BAB’ın AB’nin entegral bir unsuru olması sürecinde- rutin NATO-BAB danışma

mekanizmalarını genişletmeye karar vermişlerdir.590

NATO ile AB arasındaki ilişkilerin etkili bir biçimde çalışması önemli kriz

yönetimi görevlerinin başarısı ile yakından ilgilidir. İki örgüt arasındaki resmi ilişkiler Ocak

2001’de kurulmakla birlikte, 16 Aralık 2002 tarihinde NATO ile AB arasında AGSP

konusundaki deklarasyonun kabul edilmesiyle gelişmiştir. Bu tarihten sonra AB ve NATO

arasında kriz yönetiminde işbirliği konusunda bir seri doküman üzerinde müzakereler devam

etmiştir. Bunların arasında “Berlin-Artı” (Berlin-Plus) olarak bilinen paket, 1 Nisan 2003

tarihi itibariyle Makedonya’daki barışı koruma sorumluluğunu NATO’dan alarak AB’ye

devretmeyi olanaklı kılmıştır.591

Berlin-Artı terimi, Berlin’de yapılan 1996 yılındaki NATO Dışişleri Bakanları

Toplantısı’na işaret etmektedir. Bu toplantıda bakanlar bir AGSK oluşturulması konusunda

anlaşmışlardı. Berlin-Artı düzenlemeleri kaynakların gereksiz yere tekrarından (duplication)

kaçınmayı ve şu dört unsuru kapsamaktadır: 1- NATO’nun operasyonel planlamasına

AB’nin katılımını sağlama, 2- NATO imkan ve kabiliyetlerinden AB’nin olası yararlanması,

3- SACEUR’da NATO’nun Avrupalı üyelerinin rolünün geliştirilmesini de içeren AB’nin

yüklendiği görevlerde yönetimin NATO’nun Avrupalı üyelerinde olması seçeneği, 4- NATO

589NATO Handbook, s. 101.

590Ibid., s. 101-102.

591“Building Peace and Stability in Crisis Regions”, NATO Briefing, Ekim 2003, s. 5, <http://www.nato.int/docu/briefing/crisis-

menagement-e.pdf> (15.12.2003).

Page 213: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

savunma planlama sisteminin AB operasyonları ile ortaklaşa hareket edebilmesinin

sağlanması. Berlin-Artı düzenlemeleri, günümüzde AB’nin ilk askeri görev yeri olan

Makedonya’da uygulanmaktadır.592

2. Batı Avrupa’da Özerk Savunma Düşüncesinin Gelişimi ve AGSP’nin Ortaya

Çıkması

Avrupa savunmasına en azından teorik çerçeveden bakıldığında, nispeten uzun bir

tarihi olduğu görülecektir. BAB, -çalışmamızın daha önceki bölümlerinde belirttiğimiz gibi-

Avrupa’nın ortaklaşa savunulması amacıyla oluşturulan ilk girişimdir ve 1948 yılında

şekillenmiştir. Fakat bir yıl sonra NATO kurulunca, Avrupa savunması görevini BAB’dan

devralmıştır. Aslında bu durum -çalışmamızın ilk iki bölümünde ayrıntısı ile incelediğimiz gibi-

zorunlu olarak gerçekleşmiştir. Avrupalılar ikinci Dünya Savaşı’ndan kalma sıkıntılarından

henüz kurtulamadıkları için, savunma ve güvenliklerini NATO-ABD aracılığıyla sağlamak

durumunda kalmışlardır. Zaman zaman bu durumdan hoşnutsuz olmuşlar ama ekonomik ve

sonrasında da siyasal güçlerine tekrar kavuşmak adına bu duruma katlanmışlardır.

Atlantik İttifakı’nın kurulduğundan beri sürekliliğini koruyan ABD de, Avrupalı

müttefiklerinin 17 Mart 1948 tarihinde kolektif savunma sistemi kuran Brüksel

Antlaşması’nı daha sonra feshetmeyerek, NATO ile birleşmemeleri durumunu kaygıyla

izlemiştir. Bu kaygısını güçlendiren gelişme ise, 23 Ekim 1954 tarihinde Paris’te Brüksel

Antlaşması’nın genişletilerek Batı Avrupa Birliği’nin kurulmasıdır.593

Sadece Avrupa savunmasına dayalı tek örgüt olan BAB’ın, -kurulmasından sonraki

30 yıl boyunca- 1984 yılı Ekim ayında üye ülkeler dışişleri ve savunma bakanlarının

592Ibid.

593Parzymies, op. cit., s. 12.

Page 214: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Roma’da olağanüstü toplanmalarına kadar, herhangi bir faaliyeti olmamıştır. Roma’da yedi

BAB üyesi ülkenin temsilcileri ilk kez -NATO yapılanması dışında- olası ortak askeri

işbirliğini değerlendirmişlerdir. Roma Deklarasyonu, bu toplantıda “BAB’ın daha etkin hale

getirilebilmesi için güvenlik politikası alanında üye ülkeler arasında yoğun işbirliğinin

kurulması görüşü”nü benimsemiştir. Bu yönde atılan somut adım ise, üyeleri arasında

“Avrupa güvenliği konusunda platform” adıyla kabul edilen ortak bir belge ile, 27 Ekim

1987 tarihinde Hague’deki (La Haye) BAB Bakanlar Konseyi toplantısında atılmıştır. BAB

üyesi ülkeler Batı Avrupa savunmasını arttırmak amacıyla, üzerlerine düşen sorumlulukların

gereklerini yapmaları konusunda hazır olmaları düşüncesini tartışmışlardır. Doğal olarak bu

gelişmeler NATO’dan ayrılarak, kendi savunmalarını tamamen kendilerinin yapmaları

gerektiği anlamına da gelmemekteydi.594

Ancak Doğu Bloku’nun dağılması ve Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra ortaya

çıkan siyasal ortamda Batı Avrupa ülkeleri ABD’ye, “Atlantik İttifakı içinde daha fazla

özerkliğe sahip olmaları konusunda” yoğun baskılar yapmaya başlamışlardır. Kuzey

Atlantik Konseyi’nin 6 Temmuz 1990’da Londra’da yaptığı toplantısında NATO’nun karar

verme süreci içerisinde, bu sorunun ciddi biçimde düşünülmeye başlaması, özellikle

Fransa’nın başını çektiği bazı Batı Avrupalı NATO üyesi ülkelerin yoğun baskıları

sonucunda gerçekleşmiştir. Batı Avrupa’dan gelen özerk bir savunma sistemi isteği

karşısında ABD, ilk anda NATO’nun altını oymayı planladıklarını düşünmüştür. 7-8 Kasım

1991’de Roma’da devlet ve hükümet başkanları arasında düzenlenen Kuzey Atlantik

Konseyi toplantısında, Avrupa güvenlik kimliğinin ve savunma rolünün gelişmesi,

594Ibid., s. 13.

Page 215: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

“NATO’nun Avrupa ayağının daha fazla güçlendirilmesi” biçiminde yorumlanmış ve

“Atlantik İttifakının etkinliğini ve uyumunu güçlendirdiği” değerlendirmesinin yapılmasına

neden olmuştur. Roma Deklarasyonu ile ayrıca, Avrupalı müttefikler için, “Ortak Avrupa

Dış ve Güvenlik Politikası ve onun savunma rolü ile ilgili gerek duyulan düzenlemelere

karar verilmesi” de benimsenmiştir. Son olarak Deklarasyonun imzacıları, “NATO’nun

ortak savunma politikasıyla tutarlı bir Avrupa güvenlik kimliği ve onun savunma rolünün

acilen kademeli olarak geliştirilmesi konusunda yapılan ortak tartışmalara” dikkat

çekmişlerdir. ABD de ilave olarak, “Avrupa’nın bütünlüğünü ve etkinliğini güçlendirdiği

kadar, Atlantik’in iki yakası arasındaki bağlantının gerekliliğini de ortaya koyduğunu”

belirtmiştir. 1991 yılı Kasım ayında Roma’da kabul edilen NATO’nun Yeni Stratejik

Kavramı’nda da, Avrupa savunma kimliği ile ilgili bu gelişmenin, NATO’nun savunma

gücüne ek bir katkı sağlayacağı vurgulanmıştır. 595

Bu önemli gelişmeden sonra, ABD ile Batı Avrupalı ülkeler arasında AGSP’nin

gelişimi ile ilgili tartışmalar AGSK bağlamında gerçekleştirilmiştir. 1998 yılının sonuna

kadar, Avrupa savunma birliği kavramı, tartışmasız bazı kurallara dayandırılmıştır.

Birincisi, AGSK, NATO bünyesinde geliştirilecek ve böylece ABD’nin onayını da almış

olacaktır. İkincisi, BAB, Avrupa savunma işbirliğinin askeri örgütlenmesi biçiminde

görülecektir. Son olarak da, AB’nin, Avrupa savunmasında etkin bir rol oynaması

beklenmeyecektir. Böylece, Ortak Dış ve Güvenlik Politikası örgütsel olarak Avrupa

savunmasından ayrı tutulacaktır. Bu kurallar, AB çerçevesinde birleşen ve gelişen

Avrupa’nın, siyasal, ekonomik ve diğer konulardaki çabalarının askeri açıdan da

595Ibid., s. 13-14.

Page 216: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

desteklenmesine gerek olmadığını ortaya koymaktadır. Gelişmekte olan AB, henüz

gelişmesini tam anlamıyla sağlayamadığı için, NATO varlık ve yeteneklerine bağımlılığını

sürdürmek durumunda kalmıştır.596

AGSP’nin temelleri, 4 Aralık 1998 tarihinde Saint Malo’da, Fransa Cumhurbaşkanı

Jacques Chirac ile İngiltere Başbakanı Tony Blair arasında gerçekleştirilen zirvede

atılmıştır. Bu zirvede İngiltere, daha önce savunduğu görüşlerinden vazgeçerek, Fransa’nın

AB yapılanması içinde “savunma ve güvenlik” alanlarında faaliyet göstermek amacıyla yeni

bir birimin oluşturulması görüşünü kabul etmiştir. Zirve sonunda yayınlanan ortak bildiride

şu konular üzerinde görüş birliği sağlandığı duyurulmuştur: 1- Amsterdam Antlaşması’nda

yer alan “Ortak Dış ve Güvenlik Politikası”nın hızlı bir biçimde uygulamaya konulması, 2-

AB’nin uluslararası krizlere müdahale edebilecek, kendi başına harekat gerçekleştirebilecek

kapasiteye ulaşması ve bu gelişmenin yeterli askeri güç ile de desteklenmesi, 3- AB’nin;

NATO’nun tek başına müdahale etmediği sorunlara, müdahale amacıyla karar alabilmesi

için uygun bir yapı ve askeri kapasiteye sahip olmasının sağlanması, 4- Avrupa’nın

güçlendirilmiş bir silahlı kuvvetlere ihtiyacı vardır ve bu da tam rekabet şartlarının hüküm

sürdüğü bir ortamda Avrupa savunma sanayii ile desteklenerek gerçekleştirilecektir.597

Ancak Saint Malo’da sağlanan gelişmenin akabinde Mart 1999’da NATO’nun Sırp

saldırganlarına yönelik Kosova operasyonunun başlaması sonrasında AB üyesi ülkeler

oluşturdukları savunma düzenlemesinin NATO ve özellikle de ABD’nin sahip olduğu

olanaklar ile kendi olanaklarını karşılaştırdıklarında ortaya çıkan teknolojik boşluğun

596Mathiopoulos ve Gyarmati, loc. cit.

597Ülger, op. cit., s. 102-103; John C. Hulsman, “The Guns of Brussels”, Policy Review, No. 101, Haziran/Temmuz 2000, s.

35.

Page 217: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

giderek büyümesinden telaşlanmışlardır. Bu konuda gerekli düzenlemeleri yapmak üzere

hızla yeni çareler araştırmaya koyulmuşlardır.598

23-24 Nisan 1999 tarihleri arasında gerçekleştirilen Washington Zirvesi sonunda

yayınlanan Bildiri ile, Amsterdam Antlaşması’nda kabul edilen ODGP’nin güçlendirilmesine

yönelik girişimler de olumlu karşılanmıştır.599

1990’lı yılların sonlarına doğru AB, kendi ordusunu oluşturma çabasına hız

vererek, NATO eski Genel Sekreteri Javier Solana’yı AB Ortak Dış ve Güvenlik Politikası

Yüksek Temsilcisi ve BAB Genel Sekreteri olarak atamıştır. 3-4 Haziran 1999 tarihleri

arasında gerçekleştirilen Köln Zirvesi’nde, AB’nin uluslararası bir aktör olarak üzerine

düşenleri yerine getirebilmesi için ortak bir Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası

uygulama kararlılığında olduğu duyurulmuştur.600 Böylece AGSP ile, AB’nin bağımsız bir

uluslararası aktör olarak gelişiminde önemli bir adım atılmaktadır. Bu adım ile AB askeri

konularda otonom karar alma ve uygulama olanağına kavuşmaya başlamaktadır. Ancak

AGSP’nin gelişimindeki en büyük sorun NATO’ya ve NATO olanaklarına bağımlı olması

dolayısıyla ortaya çıkmaktadır. Çünkü AB’nin şu anki 11 üyesi aynı zamanda da NATO

üyesidirler ve AB üyesi olmayan NATO üyesi ülkeler nedeniyle sıkıntılar ortaya

598Ibid., s. 36.

599Parzymies, op. cit., s. 15.

600Ülger, op. cit., s. 103.

Page 218: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

çıkmaktadır.601 Bu zirvede ayrıca BAB feshedilerek, AB bünyesine alınmasına da karar

verilmiştir.602

Aralık 1999 tarihindeki AB’nin Helsinki Zirvesi’nde, tüm Petersberg Görevlerini

uygulamaya koyabilecek bir askeri gücün kurulması “Temel Hedef” (Headline Goal) olarak

kabul edilmiştir. Bu hedefi gerçekleştirmek amacıyla da -Kolordu düzeyinde- 50-60 bin

kişilik bir silahlı gücün (Acil Müdahale Gücü–Rapid Reaction Force-RRF) Aralık 2003

tarihine kadar oluşturulması öngörülmüştür. Bu gücün; gerektiğinde süratle harekat

bölgesine yerleşebilecek, her türlü ihtiyacını kendi başına sağlayabilecek, hava ve deniz

güçlerince desteklenecek bir yapılanmaya ulaşmasına karar verilerek uygulamaya

geçilmiştir.603 Ancak bu gücün sürekli silah altında bulundurulması yerine, gerek

görüldüğünde toplanması öngörülmüştür.604 Temel Hedef gerçekte 150-200 bin kişi olarak

belirlenmiş ve 1996-1997 yıllarında yapılan hükümetlerarası konferanslar sonrasında 50-60

bine çekilmiştir. Savunma harcamalarının arttırılmasına karşı olan ülkelerin muhalefeti

nedeniyle bu rakama ulaşılmıştır. Bu durum ekonomik ve parasal birlik ile AGSP arasındaki

601Mark Webber, Terry Terrif, Jolyon Howorth ve Stuart Croft, “The Common European Security and Defence Policy and the

‘Third-Country’ Issue”, European Security, C. 11, No. 2, Yaz 2002, s. 75-76.

602İlhan Uzgel, “ABD ve NATO ile ilişkiler”, Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar,

C. II, 3. Baskı, Baskın Oran (der.) (İstanbul: İletişim Yayınları, 2002), s. 313.

603Ali L. Karaosmanoğlu, “Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği Açısından Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri”, Doğu Batı

Düşünce Dergisi, S. 14, Şubat-Mart-Nisan 2001, s. 160.

604Ülger, op. cit., s.103.

Page 219: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

gerilimleri ortaya koymaktadır. Çünkü 11 Eylül saldırıları sonrası ABD’nin ilave askeri

harcama yapmasına rağmen, bu politika Avrupalı müttefiklerinde karşılık bulamamıştır.605

2000 yılının sonuna kadar BAB’ı absorbe etmek amacıyla 1999 Köln Zirvesi’nde

anlaşıldığı üzere AB, Helsinki Zirvesi’nde; Brüksel’de AGSP’nin gerekli altyapısını

oluşturmak üzere bir dizi askeri ve sivil komite ve kadro örgütlenmesini tesis etmeye karar

vermiştir. Büyükelçilik düzeyinde ODGP’den sorumlu Siyasal Komite, Siyasal ve Güvenlik

Komitesi (Political and Security Committee-PSC) haline gelecekti. Bu yeni haliyle de PSC,

AB’nin dış, güvenlik ve savunma politikasının tüm boyutlarıyla ilgilenecekti. Ulusal

savunma şeflerinin askeri temsilcilerinden oluşan bir Avrupa Birliği Askeri Komitesi

(European Union Military Committee-EUMC) kurulmuştur. Bu komite, PSC’ye danışmanlık

yapacak ve bu danışmanlık ayrıca AB Genel Kurmayı’nı da yönlendirecekti. EUMC erken

uyarıyı yapacak, durum değerlendirmesinde bulunacak, Petersberg Görevleri için, ulusal ve

çokuluslu güçlerin tanımlanmasını da içeren durum değerlendirmesi yapacaktır.606

Haziran 2000’de Portekiz’in Feira şehrinde düzenlenen AB zirvesinde, Türkiye ve

Norveç gibi NATO üyesi olup, AB üyesi olmayan ülkelerle; AB üyeliğine aday

konumundaki Slovenya, Bulgaristan gibi ülkelerin kriz durumlarına katkıları ile ilgili ilkeler

geliştirilmiştir. AB’nin NATO olanaklarını kullanmasını kolaylaştırıcı ve bilgi alış verişini

sağlayacak sistemlerin oluşturulmasına yönelik önemli adımlar atılarak iki örgüt arasındaki

605Richard Youngs, “The European Security and Defence Policy: What Impact on the EU’s Approach to Security

Challenges?”, European Security, C. 11, No. 2, Yaz 2002, s. 107; Rainer Schuwirth, “Helsinki Hedeflerini Yakalamak”,

NATO Dergisi, S. 3, Sonbahar 2002, s. 1, <http://www.nato.int/docu/review/2002/issue3/turkish/art4.html> (04.02.2003).

606Paul Cornish ve Geoffrey Edwards, “Beyond the EU/NATO Dichotomy: the Beginnings of a European Strategic Culture”,

International Affairs, C. 77, No. 3, Temmuz 2001, s. 594.

Page 220: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

işbirliği yoğunlaştırılmıştır.607 Ayrıca bu toplantıda Türkiye, Norveç, Polonya ve Çek

Cumhuriyeti’nin ileride oluşturulması düşünülen Acil Müdahale Gücü’ne katkıda bulunma

önerileri de memnuniyetle karşılanmıştır. Operasyonların başlaması aşamasında

katılımcılardan bir ad hoc komite oluşturulması ve operasyon öncesi aşamaların bu komitede

yoğun olarak görüşülmesi üzerinde anlaşılmıştır.608

21-22 Haziran 2002 tarihler arasında Sevilla’da gerçekleştirilen AB Zirvesi’nde,

AB’nin kriz yönetimi görevlerini üstlenecek durumda olduğu teyit edilerek, 1 Ocak 2003

tarihinden geçerli olmak üzere, Bosna-Hersek’te BM’nin yerine, AB’nin Polis Misyonu

(EUPM) görevini üstlenmeye hazır olduğu bildirilmiştir. Makedonya’da da NATO’nun

görev süresinin dolmasından sonra, AB’nin bu görevi devralma isteği de açıklanmıştır.609

Bu görev 14 Mart 2003 tarihinde, NATO Genel Sekreteri Lord Robertson ile AB Dönem

Başkanı Yunanistan Dışişleri Bakanı Giorgos Papandreou arasında Atina’da imzalanan

antlaşma ile AB’ye devredilmiştir.610

24-25 Ekim 2002 tarihleri arasında Brüksel’de düzenlenen AB Devlet ve Hükümet

Başkanları Zirvesi’nde; -Türkiye, İngiltere ve ABD arasında, AGSP içinde NATO üyesi

olup AB üyesi olmayan ülkelerin AGSP’ye katılımları ile ilgili durumları tanımlanarak

Aralık 2001’de kabul edilen- Ankara Dokümanı üzerinde anlaşma sağlanmıştır. Bu yeni

doküman NATO ve AB’ye, Kuzey Atlantik Konseyi’nin 13 Aralık 2002 tarihindeki kararına

607Uzgel, loc. cit.

608Cornish ve Edwards, op. cit., s. 590.

609<Http://www.mfa.gov.tr/turkce/grupa/ab/abab/Sevilla Zirvesi.Sonuc.htm> (27.04.2003).

610“NATO-EU Security of Information Agreement Signed Today”, NATO Press Release (2003) 022, 14 Mart

2003,<http//:www.nato.int/docu/pr/2003/p03-022e.htm> (16.03.2003).

Page 221: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

dayanarak bir antlaşma yapmalarının yolunu açmıştır. NATO ile AB arasında stratejik

ortaklık temelinde, 16 Aralık 2002 tarihinde NATO-AB Ortak Deklarasyonu

imzalanmıştır.611

2.1. Avrupa Ordusu (Eurocorps)

Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra, ikincil bir konu olarak NATO dışında bir

Avrupa savunma politikası oluşturulması çalışmaları da başlatılmıştı. AB’nin gelişme süreci

içinde Avrupa’nın güçlü devletleri, AB’yi, Ortak Dış ve Güvenlik Politikası çerçevesinde

tartışmaya zorlamışlardır. Bir AGSP hayali ve bunun mantıksal sonucu olarak, geleneksel

askeri doktrin, iç ve dış politikada değişiklikler yapılmasını gerektirmiştir.612 Gelecekteki

çok uluslu Avrupa ordusunun filizini oluşturacak bir Avrupa Ordusu oluşturulması

düşüncesi, 1991 yılının Ekim ayında Fransız-Alman önerisi olarak ileri sürülmüştür.613

Avrupa Ordusu düşüncesi 21-22 Mayıs 1992 tarihlerinde La Rochelle’de

düzenlenen 59. Fransız-Alman Zirvesi’nde kabul edilmiştir. Üç ülke; Belçika 25 Haziran

1993’de, İspanya 10 Aralık 1993’de ve Lüksemburg 7 Mayıs 1996’da olmak üzere daha

sonra buna katılmışlardır. Avrupa Ordusu 50 bin kişiden oluşmaktadır ve 30 Kasım 1995

tarihindeki Pegasus-95 tatbikatının ardından operasyonel hale getirilmiştir.614

Avrupa Ordusu, BAB’ın Cevap Verebilir Güçleri’nin (FAWEU) bir parçası olarak

yapılanmıştır. BAB içinde V. madde ve NATO bünyesinde de 5. madde kapsamında görev

611<Http://www.mfa.gov.tr/grupa/af/secure.htm#11> (27.04.2003).

612Craig MacKinnon, “A New Direction for European Defence?”, Peacekeeping & International Relations, C. 29, No. 1,

Ocak/Nisan 2000, s. 19.

613M. Dedman and C. Fleay, “Britain and The European Army”, History Today, C. 42, Nisan 1992, s. 11.

614<Http://europa.eu.int/scadplus/printversion/en/cig/g4000e.htm> (16.03.2003).

Page 222: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

yapabilmektedir. BM veya AGİT himayesinde; insancıl görevlerde, üye ülke halklarının

tehlike bölgesinden uzaklaştırılması ve barışın tesisi veya korunması görevlerinde

kullanılabilmesi mümkündür. Avrupa Ordusu’nun sorumluluğu, BAB’ın siyasal kontrolü

altındadır. Bu konu, 24 Eylül 1993 tarihinde imzalanan antlaşma ve 21 Ocak 1993

tarihindeki antlaşma ile NATO otoritesine verilen sorumlulukla yerine getirilmektedir.615

Avrupa başkentlerinde Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nın nasıl olması gerektiği

tartışılırken, Birlik daha geniş uygulamalarla yüz yüze gelmiştir. Atlantik arası bağlantı

sürecek mi? Yoksa Avrupa Ordusu, bağımsız bir dış politika aracı olarak kullanılabilecek

mi? İkinci soruya, Avrupa Ordusu’nun mevcut konumu ve yapısı ile olumsuz bir cevap

vermek gerekmektedir. Çünkü Avrupa Ordusu’nun görev alanları NATO’nun stratejik

çıkarları ile ikileşmeye neden olmamaktadır. Avrupa Ordusu’nun görev alanına giren

konular daha çok, düşük yoğunluktaki çatışmaları (insani yardım ve çatışma önleme)

içermektedir. Böylece, bütünleşmiş bir AB gücü, fonksiyonel olarak NATO’dan

ayrılmaktadır. Bu bağlamda İngiltere, uzun süre NATO’ya alternatif bir yapılanmanın

karşısında durduktan sonra, bağımsız bir savunma birliğinin kurulması gereğini kabul

etmiştir. Başbakan Tony Blair ile Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, 1998 yılının

Aralık ayında düzenledikleri ikili zirvede, modernize edilmiş Atlantik İttifakı’nın dışında

görev yapacak bağımsız bir Avrupa savunma gücünün gerekli olduğunu tartışmışlardır. Bu

görüşme, geleneksel savunma örgütlerinin dışında, Avrupa siyasal hedeflerinin yeniden

tanımlanması gereğinin bir sonucu olarak yapılmıştır. ABD’nin Avrupa üzerindeki

otoritesinin kırılmasını amaçlamıştır. Bunun üzerine ABD’de yoğun tedirginlik baş

615Ibid.

Page 223: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

göstermiş ve NATO’nun Avrupa ayağının zayıflamasına izin vermeden, “ayrılabilir fakat

ayrı değil” (seperable but not separate) şeklinde ifadelendirilen yeni bir sistem önerilmiştir.

Böylece AGSK’nin, NATO doktrininin dışına çıkmadan otonomiye doğru küçük bir adım

atması mümkün olmuştur.616

2.2. Petersberg Bildirisi (Görevleri)

19 Haziran 1992 tarihinde, BAB üyesi ülkeler Petersberg Bildirisi üzerinde

anlaşmışlardır. Bu bildirinin, BAB’ın, AB’nin savunma kolu olarak geliştirilmesinde ve

NATO’nun Avrupa ayağının güçlendirilmesinde çok önemli bir yeri vardır. Bildirinin üç

bölümü, BAB’ın gelecekteki gelişmesine rehberlik edecek biçimde düzenlenmiştir. Birinci

bölümde BAB üyesi ülkeler, BAB otoritesi altında gerçekleştirilecek askeri görevler için

konvansiyonel silahlı güçlerini kullanılabilir halde hazır bulunduracaklarını bildirmişlerdir.

İkinci bölümde, BAB’ın üzerine alacağı askeri görevlerin ne şekilde olacağı şöyle

tanımlanmaktadır: NATO’nun 5. maddesi ve BAB’ın V. maddesini ilgilendiren ortak

savunmanın desteklenmesine katkıda bulunmanın dışında, BAB üyesi ülkelerin askeri

birlikleri şu görevlerde kullanılabilecektir: 1- insani yardım ve kurtarma görevleri, 2- barışı

koruma görevleri ve 3- silahlı güçler aracılığıyla, barışın yeniden tesisini içeren kriz

yönetimi görevleri.617

AB başkanlığında yürütülecek kriz yönetimi operasyonları; toplu savunma hariç,

tüm askeri görevleri içermektedir. Bu görevler, doğal afetlerin yaşandığı bölgelerde sivil

halka destek verme; AB vatandaşlarını kriz alanlarından uzaklaştırma; ateş-kes, sınırlar,

616MacKinnon, op. cit., s. 2.

617<Http://europa.eu.int/scadplus/leg/en/cig/g4000p.htm#p1> (16.03.2003).

Page 224: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

hava ve denizlerde uygulanan ambargoları denetleme; güvenli bir ortam oluşturma ve bunu

koruma; düşmanca eylemleri sona erdirme; güç kullanarak tarafları ayırma ve diğer

uygulama görevlerini kapsamaktadır. Bu tür görevler AB sınırları içindeki topraklar hariç,

siyasal bir karar alındığında, herhangi bir yerde ve zamanda uygulanabilecektir. Bu olası

görevlerin ne kadar geniş kapsamlı olduğu düşünüldüğünde, bu görevler için gerekli askeri

yeteneklerin de çok çeşitli olması kaçınılmazdır.618

Petersberg Bildirisi’nin üçüncü bölümünde ise, üye ülkelerin, BAB’ın üstleneceği

muhtemel görevlere ayırabilecekleri güçlerin belirlenmesi ve oluşturulacak çok uluslu

yapılarının BAB komutası altında kullanılması olasılığına yönelik planlar ile, gerekli komuta

kontrol ve haberleşme mekanizmalarına ilişkin önerileri hazırlayacak bir “Planlama

Hücresi”nin Brüksel’de kurulmasına da karar verilmiştir.619

Amsterdam Antlaşması, Petersberg görevlerini özellikle antlaşma metnine dahil

etmiştir (madde 17). Petersberg Bildirisi, BAB’ın, her olay için ayrı ayrı ve kendi görev

alanını ilgilendiren, çatışma önleme ve AGİT veya BM Güvenlik Konseyi’nin barışı koruma

görevlerini içeren kriz yönetimi görevlerini desteklemeye hazır olduğunu bildirmiştir. Aynı

zamanda Bildiri, Maastricht Antlaşması’na eklenen BAB Bildirisi’nin uygulanmasının

önemini belirtmekte ve Atlantik’in iki tarafı arasındaki işbirliğinin güçlendirilmesini

desteklemektedir. Bildiri BAB’ın genişlemesini de değerlendirmiştir. Buna göre, BAB üyesi

ülkeler, NATO ve/veya AB üyesi diğer ülkelerin ve gelecekteki üyelerinin, gözlemci

618Schuwirth, loc. cit.

619“Batı Avrupa Birliği ve Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği”, İktisadi Kalkınma Vakfı Dergisi, S. 133, Kasım/Aralık 1996,

s. 37.

Page 225: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

üyelerin ve ortak üyelerin hakları ve sorumluluklarını da tanımlamaktadırlar.620 Böylece

NATO üyesi olup da AB üyesi olmayan ülkeler “ortak üye” statüsü kazanmış ve AB üyesi

olup BAB üyesi olmayan ülkeler de “tam üye” veya “gözlemci” olmuşlardır. Norveç,

İzlanda ve Türkiye ortak üye, AB üyesi olan Danimarka, İrlanda, Avusturya, İsveç ve

Finlandiya da gözlemci olmuşlardır. Petersberg Bildirisi Yunanistan’ın 1992 yılının sonunda

BAB’a tam üyeliği yolunu açmıştır, ancak Yunanistan’ın Türkiye ile arasındaki

uyuşmazlıklarda yürürlüğe girmeyecektir.621

2.3. BAB ve AGSP

BAB’ın temel fonksiyonu belki de, Avrupa güvenlik ve savunma çabalarına bir

“kimlik” kazandırması olmuştur. Ayrıca BAB 1990’ların başlarında, İran Körfezi’nin

mayınlardan temizlenmesi, Yugoslavya’ya yönelik yaptırımların uygulanması, Bosna-

Hersek’in Mostar şehrinin yönetimi gibi önemli görevlerde bulunmuştur. Bu görevleri

gerçekleştirmesi ile de BAB’ın askeri operasyonlardaki öncelikli amaçları tartışılmaya

başlamıştır. AB bünyesinde bu gibi görevleri yerine getirebilecek bir yapılanmanın

olmaması nedeniyle, BAB’a sahip olduğu olanakların üzerinde bir görev yüklenmesi

durumu ortaya çıkmıştır. Adriyatik Denizi’nde 1992-1993 yılları arasında Yugoslavya’ya

yönelik silah ambargosu uygulanması gibi bazı operasyonlarda, BAB’ın çabaları,

operasyonun etkinliği ve sürekliliği nedeniyle görevini hakkıyla yerine getirmesini

620<Http://europa.eu.int/scadplus/leg/en/cig/g4000p.htm#p1> (16.03.2003).

621Taylor, op. cit., s. 3-4. BAB’da dört türlü üyelik kategorisi bulunmaktadır: 1- Hem NATO ve hem de AB üyesi olan tam

üyeler (full members), 2- Avrupa ülkelerinden NATO üyesi olup AB üyesi olmayan ortak üyeler (associate members), 3-

AB üyesi olup, NATO üyesi olmayan (Danimarka hariç) geleneksel tarafsız ülkelerden oluşan gözlemci üyeler (observers),

ve 4- AB üyesi olmayı uman Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinden oluşan eş ortaklar (associate partners). Hojberg, op. cit.,

s. 25.

Page 226: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

zorlaştırmıştır. Ayrıca Kasım 1993 yılında zorlama tedbirlerinin birleştirilmesine kadar,

NATO ile BAB arasında hangi görevi kimin yapacağı konusunda bir belirsizlik ortaya

çıkmıştır. Avrupalılara göre, bir Avrupalı “kimliği” geliştirilmesi, Soğuk Savaş’ın sona

ermesinden sonra AB’nin bir “birlik” oluşturmak amacıyla, aralarındaki mevcut

dayanışmanın, diğer konulardan çok savunma ve güvenlik alanlarında geliştirilmesi daha

fazla önem arz etmiştir. Bu amaçla NATO ile daha yakın ilişkiler içine girilmiştir. Atlantik

İttifakı bu gelişmeleri olumlu karşılamış ve Ocak 1994 bildirisi ile de, Avrupa Savunma ve

Güvenlik Kimliği’nin gelişmesini desteklemiştir. Haziran 1996 yılındaki antlaşma ile de

BMGG kurularak BAB ile ilişkiler arttırılmıştır. Bu iki önemli adım, uluslararası güvenlik

alanında Avrupalıların daha fazla görünmelerine neden olmuştur.622

Zaman geçtikçe BAB’ın Avrupa ve uluslararası güvenlik ile ilgili rolü, NATO ile

dayanışması sonucunda, sembolik olmaktan uzaklaşarak, daha gerçekçi hale gelmeye

başlamıştır. Maastricht Antlaşması’ndan bir yıl sonra, 19 Haziran 1992’de kabul edilen

Petersberg Görevleri de bu ilerlemenin önünü açan bir gelişmedir.623

Petersberg’deki gelişmeden sonra, BAB’ın operasyonel kapasitesinin arttırılmasına

yönelik bazı adımlar atılmıştır. BAB’ın karargahı Brüksel’e taşınmış; Savunma Planlama

Hücresi oluşturulmuş; askeri birliklerin BAB’a cevap verecek şekilde kataloglanması

yapılmış; Helios I uydusundan gelecek bilgileri çevirmek amacıyla İspanya’nın Torrejon

şehrine bir Uydu Çeviri Merkezi kurulmuş; anlaşılabilir bir ortak askeri tatbikat politikası

başlatılmış; Paris’te Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü kurulmuş ve yaşanabilecek gelişmeleri

622Philip H. Gordon, “Does The WEU Have A Role?”, Washington Quarterly, C. 20, No. 1, Kış 1997, s. 127.

623Ibid., s. 128.

Page 227: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

daha iyi değerlendirebilmek için 24 saat çalışabilecek bir Durum Değerlendirme Merkezi

oluşturulmuştur. Bu gelişmeler sonrasında BAB, daha önceki durumundan uzaklaşarak,

gerçek bir askeri yapılanma sürecine girmiştir.624

Bosna-Hersek ve Kosova olaylarından sonra Avrupa kamuoyu, hükümetlerini

kıtalarında yaşanan etnik çatışmaları önleyememeleri ve savaş suçlularını adalete teslim

edememeleri nedenleriyle eleştirmeye başlamışlardır. Böylece Avrupa’nın kendi özerk

savunma yapılanmasına yönelik gelişme ve AGSP’nin oluşturulma süreci ivme

kazanmıştır.625

3. Eski Yugoslavya’da Yaşanan Gelişmeler ve Avrupa Güvenliğine Etkisi

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da çıkmayacağı düşünülen bir savaş

Yugoslavya’da -bir iç savaş biçiminde de olsa- 1991 yılında yaşanmaya başlamıştır. 1991

yılında başlayan çatışmaları sona erdirmek için gereken araç ve yöntemler üzerinde görüş

birliğinin olmaması nedeniyle, Yugoslavya’nın dağılmasına yol açan iç savaş kısa sürede

sonlandırılamamış ve yıpratıcı olmuştur. Avrupalı ülkeler bu savaşa hazırlıksız

yakalanmışlardır.

Krizin başlamasıyla birlikte AB ortak bir politika geliştirmeye çalışmış, ancak üye

ülkelerin ferdi hareket etmeleri bunu engellemiştir. Başlangıçta, Yugoslavya’nın toprak

bütünlüğünün korunması ve bütünden ayrılarak bağımsızlık ilan eden ülkeleri tanımama

biçiminde bir politika izlenmeye çalışılmışsa da başarılı olamamış,626 askeri güç

kullanılmadan, barışçıl yöntemlerle sonuçlandırılamayacağının farkına varılmıştır.

624Ibid., s. 128-129.

625İnan ve Yusuf, The Turkish Yearbook..., s. 33.

626Dursun Arslan, “Soğuk Savaş Sonrası Uluslararası Krizler ve Almanya”, Avrasya Dosyası, C. 5, S. 4, Kış 1999, s. 106.

Page 228: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Yugoslavya’nın dağılma sürecinde yaşanan etnik çatışmaları AB’nin müstakil silahlı

bir gücünün olmaması nedeniyle mevcut ODGP ile çözememiştir. Öncelikle NATO

bünyesinde bir AGSK oluşturma627, sonrasında da AB bünyesinde ODGP’nin bir açılımı

olarak AGSP oluşturma çabaları yapılan bu hataların tekrarlanmaması umudunu

taşımaktadır. Bunun nedenlerini Bosna-Hersek iç savaşında ve Kosova krizinde izlenen

politikalar bağlamında değerlendirmek gerekmektedir.

3.1. Bosna-Hersek İç Savaşı’nda NATO ve BAB’ın İzlediği Politikalar

BM Güvenlik Konseyi 9 Ekim 1992 tarihinde 781 sayılı kararı ile Bosna-Hersek

üzerinde “uçuşa yasak bölge” kurulmasını benimsemiştir. Ancak bu karar gerçek anlamda

uygulanamamıştır. Bununla birlikte 30 Mart 1993 tarihindeki 815 sayılı kararı ile Güvenlik

Konseyi, BM üyesi ülkeleri bu yasağı ihlal edenlere karşı gerekli önlemleri almaları

konusunda yetkilendirmiştir.628 Bu kararın en önemli özelliği, zorlama yöntemlerinin

uygulanmasına yönelik yetkiyi, sadece genel olarak üye ülkelere değil, aynı zamanda bu

ülkelerin oluşturdukları bölgesel düzenlemelere ve örgütlenmelere de vermesidir. Bundan

sonra NATO, diğer ülkelerle birlikte yetkilendirilmiştir.629

Bosna-Hersek’e NATO’nun olası müdahalesine olanak sağlayan bu kararın kabul

edilmesi sonrasında bazı ilginç dönüşler de yapılmıştır. Nisan 1993 tarihinde, BM Güvenlik

Konseyi Bosna-Hersek’te “güvenli bölgeler” oluşturmuş, daha sonra Haziran 1993’te 836

sayılı kararı ile BM Koruma Gücü’ne (UNPROFOR), gerektiğinde bu alanların savunması

627İnan ve Yusuf, The Turkish Yearbook..., s. 42.

628Gülnur Aybet, NATO’s Developing Role in Collective Security (Ankara: SAM Press, 1999), s. 13.

629Laszlo Valki, “Kosovo, International Law and Humanitarian Intervation”, Perspectives, No. 15, Kış 2000/2001, s. 62.

Page 229: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

için askeri güç, özellikle de hava gücü yerleştirilmesine yetki vermiştir. 836 sayılı karar

önemli bir adım daha atarak şöyle devam etmektedir; “... üye ülkelerin, UNPROFOR’un ...

görevlerini ifa etmesine yardımcı olmak üzere, ... tek başlarına veya bölgesel örgütler ya da

düzenlemeler yoluyla, Bosna-Hersek Cumhuriyeti’ndeki güvenli bölgelerde ve civarlarında

hava gücü kullanarak her türlü gerekli tedbiri alabileceklerine karar verir.”630

Bu yolla kararı yazanlar NATO’ya neredeyse anlamsız bir yetki vermişlerdir.

Bazıları iki yıl sonra NATO’nun bu karara dayanarak, Yugoslavya’da barışı sağlama adına

yapmış olduğu müdahale için kaygılı bir bekleyiş içine girmişlerdir. Aynı zamanda bu

karar, ABD ile Rusya arasında yaşanmakta olan iyi ilişkilerin sona ermesine de neden

olmuştur.631

Ambargonun kalkması ve NATO’nun müdahalesi Dayton uzlaşısının sağlanmasına

neden olmuştur. Bosna-Hersek’teki iç savaş, 1995 yılının Kasım ayında BM, AB, NATO ve

AGİK’in632 girişimleriyle yapılan Dayton Antlaşması ile sona erdirilmiştir. Antlaşma

devletin yapısı, sınırların belirlenmesi, savaş suçlularının yargılanması, serbest ve

demokratik seçimlerin yapılması gibi hükümler içermekle birlikte Uygulama Gücü’nün

(Implementation Force- IFOR) de buraya yerleşmesine izin vermektedir. Resmi barış

antlaşmasının 14 Aralık 1995 tarihinde Paris’te imzalanmasından sonra Rusya dahil 30’dan

fazla ülkenin dahil olduğu633 ve çoğunluğunu NATO’nun sağladığı 60 bin kadar IFOR

630Birleşmiş Milletler Kararlarında Eski Yugoslavya ve Bosna Hersek, Çev: Nejat Özdemiroğlu (İstanbul: Dayanışma

Vakfı Yayını, 1996), s. 228.

631Valki, op. cit., s. 63.

632Eski Yugoslavya’daki yaşanan çatışma dört yıl boyunca devam etmiş ve daha sonra barış sağlanabilmiştir. Bu da farklı

uluslararası örgütlerin birlikte çalışmalarının ne kadar güç olduğunu göstermiştir. Hojberg, op. cit., s. 23.

633Javier Solana, “NATO’s Success in Kosovo”, Foreign Affairs, C. 78, No. 6, Kasım/Aralık 1999, s. 115.

Page 230: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

askeri, 20 Aralık 1995’den geçerli olmak üzere askeri kontrolü üstlenmiştir. Bir yıl sonra da

daha küçük bir sayıdaki SFOR (Stabilization Force) bu görevi devralmıştır.634 SFOR’un

görevi barışı korumaktan çok barışı tesis etmek olarak belirlenmiştir. 18 aylık görevi için

NATO ve BİO üyesi toplam 36 ülkeden gönderilen 32 bin askerden oluşmuştur. Bu güce 8

bin 500 kadar askeri ABD sağlamıştır.635

IFOR’un görevi Haziran 1998 tarihine kadar belirlenmişti ve bu tarihte de birlikler

çekileceklerdi. Ancak 20 Aralık 1996 tarihinde bu görevi SFOR’a devretmesi nedeniyle

IFOR’un varlığı fiilen sona ermiştir. Haziran 1998 tarihine kadar SFOR’un devraldığı bu

görevi yerine getirmesi ve bu tarihte tasfiye edilmesi kararlaştırılmıştır.636

1997 yılı sonuna kadar SFOR görevi gereği çoğunlukla barışın tesisine

odaklanmıştır. Görev süresi sona ermeden SFOR’un yenilenerek faaliyetlerinin sürmesi

konusunda dile getirilen isteklerden sonra bu konu tartışılmaya başlamıştır. 18 Şubat 1998

tarihinde NATO, SFOR misyonunun, 6 binden fazlası ABD askeri olmak üzere en az 13 bin

500 askerden oluşmasına ve 30 Haziran 1998 tarihinin ötesinde, gerekli görülen zamana

kadar, genişletilerek devam etmesine karar vermiştir. Yeni SFOR yeniden yapılanma ve

barışı sağlamadan oluşan benzer yetkilerle donatılmıştır. Haziran 1998’den beri askeri

634Thomas G. Weiss, Military-Civilian Interactions: Intervening in Humanitarian Crises (Lanham: Rowman & Littlefield

Publications, 1999), s. 129.

635Charles-Philippe David, “‘At Least 2001’: US Security Policy and Exit Strategy in Bosnia”, European Security, C. 9, No. 1,

İlkbahar 2000, s. 6.

636Ibid., s. 5-6.

Page 231: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

güvenlikten çok sivil halk arasında, barışın yeniden tesis edilmesini sağlamaya

çalışmaktadır.637

Bosna-Hersek’in iç yapısı ve burada ortaya çıkan olayların, Avrupa’nın ortasında

yaşanması ve Batı Avrupa’ya giden yol üzerinde bulunması nedeniyle, bu ülkeleri

kaygılandırmıştır. İngiltere ve Fransa Bosna-Hersek’te yaşanan çatışmaları sona erdirme ve

Bosna-Hersek’in güvenliğini sağlamada, tek başına Avrupalı güçlerin yetersiz kalacağının

farkına varmışlardır. Bunun üzerine ABD bölgeye yaklaşık 25 bin askerden oluşan bir

tümen göndermiştir. Bu güce ek olarak, İngiltere ve Fransa bir tugay, diğer Avrupa ülkeleri

de bir tugay kadar asker göndermişlerdir. ABD’nin bölgeye askeri güç göndererek yaşanan

kaygı verici olayları önlemesiyle Avrupalılar rahat bir nefes almışlardır.638

Bosna-Hersek’te dört yılı aşkın süren iç savaş sonrasında, siyasal, sosyal ve

ekonomik anlamda yeniden yapılanma, barışın tesisi ve saldırganların durdurulmasının,

askeri bir destek olmadan gerçekleşmediği anlaşılmıştır. Böylece Avrupa güvenliği için eski

“kolektif savunma” anlayışından “kriz yönetimi” ve “müdahale”ye dayanan yeni bir

anlayışa doğru kayma başlamıştır.639

1992’den 1995 tarihine kadar BM ve NATO ikili olarak karar vermişlerdir.

ABD’nin girişimleri sonucu, 1995 tarihinden sonra bu görevin ABD’nin kontrolündeki

637Ibid., s. 7.

638Taylor, loc.cit.

639Arslan, op. cit., s. 111.

Page 232: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

NATO’ya verilmesiyle, tekrar (duplication) giderilmiştir. BM’nin devreden çıkarılarak

NATO’nun kullanılması Bosna-Hersek’te barışın korunmasını sağlamıştır.640

3.1.1. NATO’nun Politikası

Bu ülkede yaşanan olaylar NATO üyesi ülkelere yönelik doğrudan bir tehdit

oluşturmamasına rağmen, BM atlanarak barışı kurma ve sağlama görevini neden büyük

çapta NATO üstlenmiştir? Bu soruya ABD cephesinden bakarak cevap vermek gerekirse;

uluslararası barış ve güvenliği sağlaması ve koruması gereken BM, karar alma sürecinin

yavaş ve zor işlemesi nedeniyle, Bosna-Hersek’teki olayların bu kadar uzun sürmesini ve

yaşanan iç savaşın bu ülke halklarına çok büyük zararlar vermesini engelleyememiştir.

Ayrıca barışçıl-diplomatik çabalar da yetersiz kalmıştır. BM bünyesinde sürekli görev yapan

askeri bir güç bulunmaması nedeniyle NATO’nun -sahip olduğu olanaklar ve deneyim- bu

görevi üstlenmesi için geçerli nedeni oluşturmaktadır. Bu ülkede yaşanan geçmiş deneyimler

göstermiştir ki, askeri önlemlerin desteği olmadan kalıcı barışın sağlanması mümkün

değildir.641 Bu nedenle NATO bu bölgedeki barışı sağlayarak, Avrupa güvenliğini daha

fazla tehdit etmesini engellemek için yoğun çaba harcamış ve sahip olduğu askeri olanakları

kullanmıştır.

Eski Yugoslavya’daki kriz NATO’ya askeri becerisini gösterme fırsatını da

vermiştir. IFOR’da üstlendiği görevlerdeki başarısı ve BİO çerçevesindeki çalışmaları

NATO’nun, Avrupa’daki siyasal istikrar için ne kadar gerekli olduğunu göstermiştir.642

640David, op. cit., s. 9, 16.

641Edward McWhinney, The United Nations And A New World Order For A New Millennium (The Hague: Kluwer Law

International Press, 2000), s. 69-70.

642Ifantis, loc. cit.

Page 233: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

3.1.2. AB ve BAB’ın Politikası

Bosna-Hersek’te yaşanan olaylar ve yapılan müdahale Avrupalı ülkelerin dikkatlerini

iyice Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’na çevirmelerine neden olmuştur. Hatta, Ortak Dış

ve Güvenlik Politikası’nın başarısız olduğu veya başarışız yapıldığı üzerinde tartışmalar bile

yapılmıştır. Çünkü bu politika Bosna-Hersek’teki iç savaşı sona erdirememiştir. Batı

Avrupa’nın on iki ülkesi kendi sınırları dışındaki savaşı engelleyememişlerdir. Dışarıdan

desteklenmesi ve cesaretlendirilmesi bile söz konusu olması nedeniyle, ortak dış politika

düzenlemelerinin sonu olacağı dile getirilmeye başlamıştır.643

3.2. Kosova Krizi’nde Uygulanan Politikalar

NATO’nun 24 Mart - 10 Haziran 1999 tarihleri arasında Yugoslavya’ya (Sırbistan-

Karadağ) yönelik düzenlediği hava saldırısının, Soğuk Savaş sonrası uluslararası güvenlik

sisteminin şekillenmesinde önemli bir yeri olmuştur. NATO’nun müdahalesi, Soğuk Savaş

sonrası güvenlik sisteminin temel unsuru üzerinde yani, NATO’nun fonksiyonu, uluslararası

güvenlik örgütleriyle NATO’nun ilişkileri ve NATO-Rusya ilişkilerinde önemli değişiklik

anlamına gelmektedir. 1990’larda Avrupa güvenliği konusundaki önemli kararlar NATO-

AB-Rusya üçgeninde kabul edilmiştir. NATO’nun Yugoslavya’ya müdahalesi, hem Soğuk

Savaş sonrası Avrupa’sının uluslararası güvenlik yapılanmasındaki gerçek yeri ve hem de

NATO’nun kavramsal yapısı üzerinde önemli etkileri olmuştur.644

643Hurd, op. cit., s. 424.

644Stolarczyk, op. cit., s. 144.

Page 234: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

3.2.1. NATO’nun “Kosova Gücü-KFOR” Oluşturarak Müdahalesi

Kuzey Atlantik Antlaşması kuvvet kullanma açısından iki olası yol sağlamaktadır.

Birincisi, herhangi bir üyesine karşı gerçekleşecek bir saldırı durumunda, Kuzey Atlantik

bölgesinin güvenliğini yeniden sağlamak için, bir üyenin bireysel olarak veya diğerleriyle

birlikte “gerekli görülen” önlemleri alması durumudur (madde 5). İkincisi ise, üyelerden

herhangi birinin toprak bütünlüğü, siyasal bağımsızlığı veya güvenliğinin tehdit edildiğini

düşündüğü zaman tüm taraflarla danışmalarda bulunması durumudur (madde 4).

Kuzey Atlantik Antlaşması BM Güvenlik Konseyi’nin uluslararası barış ve

güvenliği sağlama konusundaki öncelikli sorumluluğuna etki etmemektedir. Fakat BM Şartı,

üyelerinin bireysel ya da kolektif savunma hakkını göz önünde bulundurmakta (madde 51),

ayrıca -diğer konularla birlikte-, uluslararası barış ve güvenliği korumak ve barışa yönelik

tehditleri önlemek, global ekonomik ve insancıl sorunları çözme konusunda uluslararası

işbirliği ve insan haklarını koruma (madde 1) konularında da kuvvet kullanımına izin

vermektedir.

BM, Güvenlik Konseyi’nin izin verdiği konular dışında devletlerin ulusal yetkisi

içinde bulunan işlere karışmayı yasaklamaktadır (madde 2/7). Her ne kadar madde 24 ile

uluslararası barış ve güvenliğin korunmasında başlıca sorumluluk Güvenlik Konseyi’ne

verilmekteyse de, bu durum bireysel veya kolektif savunma hakkını engellememektedir.645

Aynı şekilde BM 2/4 maddesi de üyelerinin “uluslararası ilişkilerinde ... herhangi

bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığına karşı ... kuvvet kullanma

tehdidine ya da kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar” demektedir. Bu ifade kendi

645John Borawski, “NATO Beyond 2000: A New Flashpoint for European Security”, European Security, C. 9, No. 2, Yaz

2000, s. 2.

Page 235: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

savunmasını sağlayacak önlemleri alma, insani müdahale veya vatandaşlarını yurt dışında

kurtarma operasyonları gibi diğer amaçlar için tehdit veya kuvvet kullanmanın yasak olduğu

biçiminde okunmamalıdır.646 NATO’nun Kosova’ya müdahalesi sonrasında BM 2/4 ve

Bölüm VII bağlamında insani müdahale hakkı konusunda yoğun tartışmalar da

yaşanmıştır.647

Sırbistan’a yönelik 78 gün süren hava saldırısında müttefik güçlerin, BM Güvenlik

Konseyi’nin aldığı önlemler dışında hareket ettiği iddiaları ortaya atılmıştır. Rusya ve

Yugoslavya BM Şartı’nın çiğnendiğini ileri sürmüşler ve Rusya, NATO ile olan ilişkilerini

Şubat 2000 tarihine kadar sembolik olarak askıya aldığını duyurmuştur. Belgrad da

NATO’yu saldırı suçu işlemekle suçlamıştır. Diğer taraftan NATO, BM Güvenlik

Konseyi’nin 23 Eylül 1998 tarihli 1199 sayılı kararına uygun hareket ettiğini ileri sürerek

müdahalesini meşrulaştırmıştır.648 NATO’ya göre, Kosova’daki durum bölgesel güvenliği

tehdit etmektedir, Yugoslavya uluslararası hukuku çiğnemektedir, bu müdahale insani bir

felaketi acil olarak önlemek için BMGK’nin otoritesinin bir istisnası olarak

değerlendirilmektedir. Bu BM Şartı’nın 51. maddesine uygun -ve bu maddenin yeni bir

yorumu- olarak devletlerin sadece egemenliklerini değil, demokratik değerlerini de savunma

hak veya sorumlulukları olduğu biçiminde anlaşılmalıdır.649

646Ibid.

647Chiristine Gray, International Law And The Use Of Force (New York: Oxford University Press, 2000), s. 31; ayrıntılı bilgi

için ayrıca bakınız: ss. 24-50.

648Aybet, op. cit., s. 29.

649Borawski, “NATO Beyond 2000...”, s. 3.

Page 236: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

NATO’nun 1999’daki Stratejik Kavramı “Avrupa-Atlantik sahasında güvenlik ve

istikrarı güçlendirmek amacıyla: ... Washington Antlaşması’nın 7. Maddesinde öngörüldüğü

üzere, her bir vakayı tek tek ele alarak ve oybirliği içinde, çatışma önlemeye etkili biçimde

katkıda bulunmaya ve kriz mukabele operasyonları dahil, kriz yönetimine faal olarak

katılmaya hazır olmak” biçiminde tanımlanmaktadır.650

Bununla birlikte NATO Kosova’daki etnik Arnavutlar’ın maruz kaldıkları saldırılar

karşısında KFOR651 aracılığıyla yapmış olduğu müdahaleyi meşrulaştırmak için sadece

insani gerekçeleri ileri sürmemiştir. Kuzey Atlantik Konseyi’nin Şubat 1999 tarihindeki

izninde, Kosova krizinin bölge barışı ve güvenliğini de tehdit ettiği ileri sürülmüştür.652

NATO Genel Sekreteri Javier Solana bu duruma şöyle dikkat çekmiştir: “İttifak’ın

Kosova krizine cevap vermesi, Atlantik topluluğunun; özgürlük, demokrasi, insan hakları ve

hukukun üstünlüğü gibi temel değerlerinin savunulmasının güçlü bir işareti olmuştur.”653

NATO’yu kuran 4 Nisan 1949 tarihli Kuzey Atlantik Antlaşması da başlangıç bölümünde bu

değerlere yer vermektedir. Solana’ya göre; bu müdahale ile NATO, kuruluş amacını

oluşturan değerleri korumayı amaç edinmiştir. Bunun dışında toprak kazanımı veya işgal söz

konusu değildir.654

650Cragg, op. cit., s. 21.

651KFOR, NATO bünyesinde oluşturulan 50 bin askerden oluşmaktadır. Michael Clarke ve Paul Cornish, “The European

Defence Project and The Prague Summit”, International Affairs, C. 78, No. 4, Ekim 2002, s. 778.

652Gray, op. cit., s. 32.

653Javier Solana, “A Defining Moment for NATO: The Washington Summit Decisions and The Kosovo Crisis”, NATO Review,

C. 47, No. 2, Yaz 1999, s. 3.

654Javier Solana, “NATO’s Success in Kosovo”, s. 114.

Page 237: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Yugoslavya’daki savaş, uluslararası güvenliğin ve Avrupa’da barışın devamına

yönelik tehlike ve tehditlerin varlığını göstermesi bakımından önemlidir. Böylece AGSP’nin

ve NATO bünyesinde korunan Avrupa güvenliğinin geleceğine yönelik tartışmaların

başlamasına, NATO’nun yapısı, görevleri ve stratejisinin gözden geçirilmesine neden

olmuştur. NATO’nun 1990’lardaki “askeri-siyasal” ittifak olma özelliği, “siyasal-savunma”

örgütlenmesi biçiminde geliştirilmiştir. NATO’nun temel görevleri, kolektif savunma,

dışarıdan gelebilecek krizlerle mücadele ve düzenin korunması biçiminde özetlenmekte iken,

1999’daki Kosova krizinde üyelerinin herhangi birinin topraklarında olmayan, tamamen

farklı bir ülkeye yönelik müdahalesi biçiminde gerçekleşmiştir.655 Yani bir savunma örgütü

olan NATO, topraklarına yönelik doğrudan bir saldırı olmadan, İttifak’ı ve temel değerlerini

etkilediği gerekçesiyle saldırıda bulunmuştur.

3.2.2. AB ve BAB’ın Politikası

AB, -uluslararası toplumun temel değerleri olduğunu savunduğu,- demokrasi, insan

haklarının korunması, self-determinasyon ve serbest pazar ekonomisine önem vermektedir.

Bu değerler, Amsterdam Antlaşması’nın Ortak Dış ve Güvenlik Politikası bölümünde

(Başlık V, madde J.1.1.): “... demokrasiyi geliştirme ve güçlendirme, hukukun üstünlüğü

ve insan hakları ve temel özgürlüklerin korunması” biçiminde özellikle sıralanmıştır. Bu

değerler 1991’deki Körfez Savaşı, Somali, Bosna-Hersek müdahalelerinde olduğu gibi,

Mart 1999’daki Kosova krizinde de askeri güç kullanımının gerekçesi olarak ileri

sürülmüştür.656

655Stolarczyk, op. cit., s. 138-139.

656Alistair J. K. Shepherd, “Top-Down or Bottom-Up: Is Security and Defence Policy in The EU a Question of Political Will or

Military Capability?”, European Security, C. 9, No. 2, Yaz 2000, s. 18.

Page 238: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

NATO güçleri Ağustos 2001’de Makedonya’da silahsızlanma görevi de

üstlenmişlerdir. Bunu sağlamak üzere gönderilen silahlı güce, 700 kişilik AB ve AGİT

gözlemcileri de katılmıştır.657

4. Rusya Federasyonu ve AGSP

Sovyetler Birliği ve Doğu Bloğu’nun dağılmasıyla birlikte, Avrupa ile Rusya

arasında yaşanan ideolojik çatışma ve mücadele sona ererek, aralarında ortaklık temelinde

yeni ilişkiler başlamıştır. İki taraf da ekonomik, siyasal, askeri ve diğer olanaklarını

kullanarak, Avrupa kıtasında ve dünyanın diğer bölgelerinde istikrarı sağlama konusunda

görüş birliğine ulaşmışlar; terörizm, narkotik ve kitle imha silahlarının yayılması gibi yeni

tehditleri önlemede işbirliğinin önemini vurgulamışlardır. Rusya Federasyonu yeni dönemde

güvenlik örgütlerinde ve yeni güvenlik yapılanmalarında etkin bir rol almak istemektedir.

Bu amaçla Avrupa’da daha aktif olacağı bir güvenlik yapılanması düşüncesini

desteklemektedir. Rusya’nın Bosna-Hersek ve Kosova’daki barış operasyonlarına katılması

bu politikasını güçlendirmektedir.658

Rusya’nın Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’na bakış açısı, istikrarlı bir

şekilde olumlu ve çoğu zaman da hayranlık dolu olmuştur. Haziran 1999’daki AB’nin Köln

Zirvesi kararlarıyla AGSP başlatıldığında, Rusya’nın NATO ile olan ilişkileri

bozulmaktaydı. 1999 yılının Baharı’nda Rusya, NATO’nun Kosova müdahalesini protesto

etmek amacıyla, Daimi Ortaklık Konseyi (PJC) ve Barış İçin Ortaklık Projesi’ni (BİO-PfP)

askıya almıştır. Rusya’nın AB ile olan ilişkileri, NATO ile olan ilişkilerinden daha gerçekçi

657Clarke ve Cornish, loc. cit.

658Fahrettin Canbaş, “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Rusya’nın Avrupa Güvenlik Politikası”, Avrasya Dosyası, C. 5, S. 4,

Kış 1999, s. 93.

Page 239: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

olmuştur. Çünkü Rus karar vericileri tarafından Rusya’nın jeopolitik çıkarlarına yönelik

olarak AB, NATO’dan daha az düşmanca algılanmaktadır.659

4.1. Rusya’nın NATO’dan Duyduğu Kaygılar

Rusya Federasyonu Balkanlar’da ortaya çıkan Bosna-Hersek krizinin sona

erdirilmesi amacını güden diplomatik çabalara, BM kararlarına destek vermiş, IFOR ve

SFOR misyonlarına asker göndermiş ve 1995 tarihinde ABD girişimiyle sağlanan Dayton

barışına da yardımcı olmuştur. 1999’daki Kosova krizinde ise Rusya’nın duruşu farklılık arz

etmektedir. Bosna-Hersek sorunundan farklı olarak bu krizde Batı’dan ayrı bir politika takip

etmiştir. NATO’nun, Avrupa güvenlik ilişkilerinde baskın güç olması ve bu özelliğini

giderek arttırması, -Rusya Federasyonu içerisindeki askeri ve sivil önderlerin etkili olduğu

Parlamentoda yoğunlaşan tepkilerle SSCB sonrası- NATO ile Rusya arasında sağlanmaya

çalışılan iyi ilişkilerin bozulmasına neden olmuştur. Bu yüzden, Kosova Krizinde

NATO’dan duyduğu kaygılar dolayısıyla, yapılan müdahaleye karşı çıkmıştır.660

Bundan sonra Rusya, Balkanlarda ortaya çıkan sorunlara en iyi çözümün askeri

yöntemlerle değil, barışçıl yöntemlerle sağlanması gerektiğini savunmaya başlamıştır. Bu

duruş Rusya’nın ortaya çıkan sorunlara pragmatik açıdan yaklaştığını göstermektedir.

Çünkü Rusya’nın, NATO’nun Kosova sorununun çözümüne yönelik gerçekleştirdiği

müdahaleye getirdiği eleştiriler ile, Çeçenistan’da kendisinin uyguladığı yöntemler birbiriyle

tamamen çelişmektedir.661

659Clelia Rontoyanni, “So Far, So Good? Russia and The ESDP”, International Affairs, C. 78, No. 4, Ekim 2002, s. 813.

660Webber, op. cit., s. 47-48.

661Ibid., s. 48.

Page 240: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Rusya ile NATO arasındaki ilişkilerin gerginleşmesi, AGSP ile ilgili AB

bünyesinde gerçekleştirilmeye çalışılan çabaların desteklemesine neden olmuştur. Çünkü

böylece AB uluslararası alanda bağımsız bir aktör haline gelecek ve ABD’nin Avrupa

güvenliği ve NATO’daki öncü rolü erozyona uğrayacaktır. Bu sayede de Rusya tekrar eski

güçlü konumuna daha kolay ulaşabilecektir. “Primakov Doktrini” ile de bunu sağlamaya

çalışmaktadır. 1996-1998 yılları arasında Rusya’nın Dışişleri Bakanı olarak görev yapan

Yevgeny Primakov’un adıyla anılan bu doktrine göre, iki kutuplu dünya düzeninin yıkılması

ve Rusya’nın eski gücünü kaybetmesiyle, ABD’nin etkin olduğu tek kutuplu dünya düzeni

yerine, çok kutuplu bir dünya düzeninin oluşması sağlanmalıdır.662

Ayrıca NATO’nun Doğuya doğru genişleme stratejisi de, Rusya’yı oldukça tedirgin

etmekte ve bu politikaya karşı olduğunu sürekli tekrarlamaktadır. Rusya, Avrupa güvenliği

için AGİT’in daha işler hale getirilmesini ve bu bölgede ortaya çıkabilecek sorunlara, AGİT

aracılığıyla müdahale edilmesini de savunmaktadır. Kasım 1999 tarihinde İstanbul’da

düzenlenen AGİT Zirvesi’nde “Avrupa Güvenlik Şartı”nın kabulü Rusya’nın girişimleriyle

gerçekleşmiştir. Buna göre Avrupa güvenlik mimarisi AGİT’in düzenleyici rolü ile,

örgütlerarası işbirliğine dayanacaktır. NATO’nun 1999’daki Doğuya doğru genişlemesinin

ilk aşaması ile Avrupa-Atlantik bölgesinin en önemli güvenlik örgütü olma durumunu

pekiştirmesi üzerine, Rusya AGİT temelli alternatif güvenlik örgütlenmelerinin ortaya

çıkmasını yönlendirmekte ve destek vermektedir. Rusya’nın AB ile güvenlik alanında

işbirliği yapması ve destek olması, NATO merkezli Avrupa güvenlik örgütlenmesinden

uzaklaşılmasını sağlamak amacını taşımaktadır. Bu amaçla AB ülkeleri ile, NATO’ya üye

662Rontoyanni, op. cit., s. 814.

Page 241: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

AB ülkeleri arasında AGSP’nin geliştirilmesine yönelik yapılan tartışmalardan da bilinçli

olarak uzak durmaktadır.663

Rusya’nın, NATO’dan ayrı olarak geliştirilmekte olan AGSP’ye yakın durmasının

bir nedeni de, AGSP’nin gelişiminin tamamlanması sonrasında, NATO’nun etkisini ortadan

kaldıracağını düşünmesinden ve yeni oluşumun NATO benzeri bir örgüt olmasını

engellemek istemesinden kaynaklanmaktadır.664

4.2. Rusya’nın AGSP’yi Algılayışı

AGSP’ye yönelik Rusya’nın başlangıçtaki tepkisi ihtiyatlı olmuştur. AGSP’yi

geliştirmeye yönelik ilk dönem gelişmelerden beri, Rus diplomasisi, AB ile güvenlik

alanında iki taraflı işbirliğinin korunması konusunda sağlam bir diyalog kurmuştur. AB’nin

bu politikaya cevabı, Ekim 2000 tarihinde Paris’te yapılan AB-Rusya Zirvesi’nde gelmiştir.

Bu zirvede AB ile Rusya arasında savunma ve güvenlik alanlarında danışmalarda

bulunmanın açık tutulacağı ilan edilmiştir. Kriz yönetimi konusundaki ikili işbirliğinin

devamı ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Rusya, AB tarafından gerçekleştirilecek olan barışı

destekleme operasyonlarına katkıda bulunmayı ve planlama sürecine katılma konusunda

hazır olduğunu bildirmiştir. Ayrıca BM veya AGİT tarafından idare edilecek bu gibi

operasyonları da destekleyeceğini ifade etmiştir. Bir yıl sonra Rusya, AGSP’nin temel karar

alma organı olan, AB’nin Siyasal ve Güvenlik Komitesi (COPS) ile aylık değerlendirmelere

katılan ilk -üye olmayan- ülke durumuna gelmiştir. 2002 yılının Mayıs ayındaki Moskova

663Ibid., s. 815-816.

664Ibid., s. 820.

Page 242: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Zirvesi, kriz yönetimine yönelik ortak bir yaklaşımın adımlarının atıldığını ve ikili askeri

temasa geçildiğini ilan etmiştir.665

Rusya’nın NATO ve ABD ile ilişkilerini yeniden düzeltmesine neden olan gelişme,

ABD’ye yönelik 11 Eylül saldırısından sonra uluslararası anti-terörist koalisyonu

destekleyen açıklama ve politikalarıyla mümkün olabilmiştir. Rusya Devlet Başkanı

Viladimir Putin’in, “Rusya Federasyonu’nun, uluslararası terörizme yönelik yürütülen

mücadelede işbirliği yapmaya istekli olduğunu” açıklamasından sonra, ABD-Rusya ilişkileri

hızla düzelmiştir. Kurumsallaşmış, güçlü bir NATO-Rusya işbirliği için karşılıklı öneriler

ileri sürülmeye başlamış, 1994-1997 yılları arasında hakim olan gerginlik de azalmıştır.666

Bu gelişmeden sonra Rusya ile AGSP arasındaki ilişkilerin düzeyi düşürülmüştür.667

5. ABD ve AGSP

ABD, AB’nin temellerini oluşturan Roma Antlaşmalarına taraf olmamasına rağmen

AB ile çok özel ilişkiler kurmuştur. Soğuk Savaş süresince Avrupa’nın siyasal, ekonomik ve

askeri ilişkilerinde tamamlayıcı bir aktör olarak hareket etmiştir. Soğuk Savaş sonrasında ise

Rusya Federasyonu ve Doğu Avrupa ülkeleri ile ilişkileri geliştirme amacıyla, Avrupalı

ortakları ile birlikte NATO’nun değişimi için çalışmıştır. ABD Avrupalı ülkelerle uzun ve

başarılı ilişkiler kurmasına rağmen zaman zaman aralarında bazı anlaşmazlıklar da

yaşanmıştır. AB’nin NATO’dan ayrı bir AGSP geliştirme ve uygulama çalışmaları

665Ibid., s. 813-814.

666James M. Goldgeiger, “Ne Zaman Değil, Kim?”, NATO Dergisi, S. 1, İlkbahar 2002, s. 2,

http://www.nato.int/docu/review/2002/issue1/turkish/art2.html (04.02.2003).

667Rontoyanni, op. cit., s. 814.

Page 243: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

nedeniyle günümüzde de aralarında anlaşmazlık yaşanmaktadır.668 ABD AB tarafından

geliştirilmeye çalışılan AGSP’ye karşıdır. O’na göre bu oluşum NATO’ya alternatif bir

yapılanma olarak değil, aksine NATO bünyesinde, NATO’nun Avrupa ayağının

güçlendirilmesi biçimindeki AGSK çerçevesinde gerçekleştirilmelidir. ABD Avrupa’nın

kendi savunmasına olan katkısını arttırmasından memnunluk duymaktadır ve Petersberg

görevleri çerçevesinde bazı sorumlulukları yerine getirmesine de olumlu yaklaşmaktadır.

Zaten Kosova müdahalesi de Avrupalılar ile ABD arasındaki askeri kapasite boşluğunu

ortaya koyduğundan, AB’nin Petersberg görevlerinin ötesinde, katı güvenlik gerektiren

sorunlara müdahale edemeyeceğinin de farkındadır. AB de bu gerçekliğin farkındadır.

Ancak var olan ciddi sıkıntılara rağmen, uluslararası sistemde bağımsız bir aktör olarak

gelişimini tamamlayabilmesi için gerektiğinde kendi savunmasını ve güvenliğini yine

kendisinin sağlayabileceği bir yapılanmaya doğru gitmek istemektedir. Bu amaçla da

Petersberg görevleri çerçevesinde yavaş yavaş bu duruma alışmaya ve gelişimini devam

ettirmeye çalışmaktadır. ABD’deki son Bush yönetimi de, Balkanlar’daki sorumluluklarını

büyük çapta AB’ye devretmeye karar vermiştir.669

Avrupa güvenliğinin çoğunlukla Avrupalılar tarafından sağlanması, bu kıtadaki

askeri yükünü hafifleteceğinden, ABD’nin çıkarına gözükmektedir. Ancak AGSP’nin

geliştirilmesine olumlu yaklaşmakla birlikte, bu oluşumun NATO bünyesinde

geliştirilmesini özellikle savunmakta, Avrupa güvenliğinden tamamen soyutlanmak

istememektedir. Çünkü NATO’dan bağımsız bir güvenlik yapılanmasının gerçekleşmesi

668Webber, Terrif, Howorth and Croft, op. cit., s. 81-82.

669Morton Abramowitz ve Heather Hurlburt, “Can the EU Hack the Balkans?”, Foreign Affairs, C. 81, No. 5, Eylül/Ekim 2002,

s. 2.

Page 244: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

durumunda, NATO’nun varlık nedeni ortadan kalkacak ve dolayısıyla ABD’nin

Avrupa’daki varlığı ve denetimi de sona erecektir.

ABD, AGSP’nin NATO bünyesinde (AGSK biçiminde) gerçekleşmesini

savunurken, NATO’nun yeni üyelerle genişlemesini desteklemekte, NATO’yu daha aktif

kılmaya çalışmaktadır. Ancak, AB’nin NATO’dan daha hızlı genişlemesi ve yeni üyelere

kapılarını açması nedeniyle, AB ile ABD -ve dolayısıyla NATO- arasında bir rekabet

olduğunu ortaya koymaktadır. NATO üyesi Avrupalı ülkeler ile, AB üyesi Avrupalı

ülkelerin sayısı, AB lehine daha hızlı değişmektedir. Böylece ABD, NATO’dan bağımsız

olmaması koşuluyla AGSP’nin oluşumunu desteklerken, AB’nin gelişimini ve Rusya

Federasyonu ile ilişkilerini dengeleyebilmek ve denetleyebilmek için, AGİT çerçevesinde

yeni girişimleri de desteklemektedir. Çünkü AGİT, daha geniş bir platform

oluşturduğundan, dengelerin kurulması açısından önem arz etmektedir.670

5.1. ABD’nin Avrupa Merkezli Güvenlik Anlayışından Vazgeçmesi

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra zayıflayan Batı Avrupalı ülkeler, tüm Soğuk Savaş

süresince, Sovyetler Birliği’nden gelecek saldırılardan ABD’nin desteği ve aktif katılımıyla

korunmuşlardır. Bu yıllarda zayıf olan Avrupa ekonomilerinin -dolaylı da olsa- güçlendirilmesi

adına, savunma harcamalarının ve yatırımlarının neredeyse tamamını ABD

gerçekleştirmiştir. ABD’nin sahip olduğu nükleer güce güvenmeleri nedeniyle Avrupalılar da,

kaynaklarını askeri harcamalar yerine, ekonomik kalkınmalarına ayırmışlardır. Böylece

savunma ve güvenliklerini, müttefikleri ABD’ye havale etmişlerdir. ABD bu durumun

bilincinde olmasına rağmen, iki kutuplu dünyada, lideri olduğu Batı Bloku’nun ve kendi

670Beril Dedeoğlu ve Mesut Hakkı Caşın, “Yeni Avrupa Güvenlik Kimliğinde Stratejik Arayışlar: NATO - BAB - AB - AGİT

İlişkilerinin Dünü, Bugünü ve Geleceği”, Avrasya Dosyası, C. 5, S. 4, Kış 1999, s. 175.

Page 245: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

güvenliğinin sağlanması adına, -zaman zaman Avrupalıların konvansiyonel düzeyde askeri

katkılarını arttırmalarını istese de- bu durumu kabullenmiştir.

Soğuk Savaş sonrasında, SSCB’nin ve Doğu Bloku’nun dağılması sonucu ABD tek

süper güç olarak varlığını korumuştur. Eski düşmanlarının, ABD ve Batı Avrupa’yı tehdit

edemez duruma gelmesi ve global ölçekte savaşların çıkma olasılığının azalması üzerine,

ABD’nin askeri olanaklarını Avrupa’dan yavaş yavaş dünyanın diğer riskli bölgelerine

kaydırmasına neden olmuştur. Ayrıca ABD ekonomisinde yaşanan daralma nedeniyle, artan

askeri harcamalarında kısıntı yapmak durumunda da kalmaktadır.

20. yüzyılın sonunda, Avrupalı ülkeler ekonomik yönden gelişmelerini

sağladıklarından, kendi savunma ve güvenliklerini kendilerinin sağlayacakları bir

yapılanmaya yönelik girişimlerini arttırmaya başlamışlardır. Ancak, Kosova’da

gerçekleştirilen müdahale sonrasında, ABD’nin Avrupalı müttefiklerinden çok ileri bir savaş

teknolojisine sahip olduğu gerçeği, operasyonun neredeyse tamamen ABD olanaklarıyla

yapılması ve Avrupalı müttefiklerinin üzerlerine düşen yükümlülükleri gerektiği gibi yerine

getirmede pasif kalmaları üzerine, ABD’nin bu tip operasyonları tek başına gerçekleştirme

yolunu tercih etmesine neden olmuştur. 671

Bosna-Hersek ve Kosova’daki misyonlar, SSCB’nin dağılmasından sonra NATO

için bir varoluş nedeni olmuştur. Fakat, ABD’ye yönelik gerçekleştirilen 11 Eylül 2001’deki

saldırılar dikkate alındığında, bu tür misyonlar gelecek yıllarda NATO’nun varlığı için

yeterli olmayacaktır. Atlantik’in iki yakası arasındaki ülkelere yönelik tehditler artık, -kıta

671David S. Yost, “Transatlantic Relations and Peace in Europe”, International Affairs, C. 78, No. 2, Nisan 2002, s. 297;

Hulsman, op. cit., s. 42-43.

Page 246: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Avrupası’ndan değil- Avrupa’nın dışından kaynaklanmaktadır.672 Bu nedenle –aşağıdaki

başlıkta değineceğimiz konuyla birlikte- ABD de, savunma ve güvenliğini artık Avrupa

merkezlilikten uzaklaştırmaya ve global ölçekte genişletmeye başlamıştır. 2001 Afganistan

ve 2003 Irak savaşları bunun güncel örneklerini oluşturmaktadır.

5.2. Uluslararası Terörizmle Mücadele

11 Eylül 2001 tarihinde ABD’ye yönelik gerçekleştirilen terörist saldırılar, ABD’nin

geleneksel tutumunu değiştirmesine neden olmuştur. Çünkü artık ülkesini ve halkını tarih

boyunca rahat korumasına neden olan iki okyanus, -yaşanan teknolojik gelişmeler ve

globalleşme nedeniyle- yetersiz kalmaktadır.673 Bu saldırılar sonrasında “Sonsuz

Özgürlük” operasyonu ile ABD, tüm dünya genelinde uluslararası terörizme karşı bir savaş

başlatmıştır.674

ABD’nin terörizme karşı başlattığı savaşa NATO’nun yapmış olduğu katkı, ABD’yi

biraz rahatsız etmektedir. Çünkü, Bosna-Hersek ve Kosova müdahalelerinde NATO’nun

Avrupalı üyelerinin performans ve teknik kapasitelerinin yetersiz olması nedeniyle,

ABD’nin terörizmle mücadelesinde NATO imkan ve yeteneklerinden yararlanmak

istememesine neden olmuştur. 12 Eylül 2001 tarihinde Kuzey Atlantik Konseyi tarafından,

NATO Antlaşması’nın 5. maddesinin işlerlik kazandığı, kurulduğundan beri -terörizmle

672Goldgeier, op. cit., s. 3.

673Frank J. Cilluffo, “Fighting Terrorism”, NATO Review, C. 49, No. 4, Kış 2001, s. 12.

674Çağrı Erhan, “Soğuk Savaş Sonrası ABD’nin Güvenlik Algılamaları”, Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye, Refet

Yinanç, Hakan Taşdemir (der.) (Ankara: Seçkin Yayınları, 2002), s. 80.

Page 247: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

mücadele için- ilk ve son kez ilan edilmiş olmasına rağmen675, ABD’nin NATO’dan

bağımsız hareket etme tercihi, Avrupalı müttefikleri de kaygılandırmaktadır.676

Afganistan’da El Kaide ve Taliban’a karşı yürütülen mücadele, Kosova krizi

sırasında ortaya çıkan ve ABD’nin tek taraflı hareket ettiği yönündeki eleştirilerin

doğrulanmasına neden olmuştur. Çünkü, NATO’nun 11 Eylül saldırılarının hemen

ertesinde, Washington Antlaşması’nın 5. maddesini yürürlüğe koymasına rağmen, ABD’nin

NATO’nun imkan ve yeteneklerini kullanmak yerine, bu mücadeleyi duruma özel

koalisyonlarla gerçekleştirmeyi tercih etmiştir. Ayrıca bu mücadeleyi tek başına yürütme

kararı, ABD’nin NATO’ya karşı giderek ilgisizleştiği izlenimini güçlendirerek İttifak’ın

marjinalleşmekte olduğu korkularına da neden olmaktadır.677 Bu nedenle Avrupalı

müttefiklerinin Kıta’daki sorumluluklarının doğal olarak artması beklenmektedir.678

Ancak, 12 Eylül 2001’de dile getirilen İttifak dayanışmasından bu yana,

NATO’nun söylemleri eyleme dönüşememiştir. Üye ülkeler, bireysel olarak ABD’nin

Afganistan’a yönelik yürüttüğü operasyona destek vermelerine rağmen, NATO, siyasal

destekten ötesine uzun süre geçememiştir.679

675Aslında bu kararın sembolik bir anlam ifade ettiğini söylememiz mümkündür. Çünkü ABD NATO’dan bağımsız hareket

etmekteydi ve NATO’nun atlanması (by-pass) durumu söz konusuydu. ABD’nin Afganistan savaşını tek başına yapmayı

tercih etmesine rağmen, İngiltere, Türkiye, İtalya, Almanya, Kanada gibi NATO müttefiki ülkeler önemli miktarda birlik ve

personelle bu savaşa katkıda bulunmuşlardır.

676Clarke ve Cornish, op. cit., s. 781.

677Guillaume Parmentier, “İttifak’ı Yeniden Canlandırmak”, NATO Dergisi, S. 2, Yaz 2002, s. 1,

<http://www.nato.int/docu/review/2002/issue2/turkish/art4.html> (04.02.2003).

678Stuart Croft, “Guaranteeing Europe’s Security? Enlarging NATO Again”, International Affairs, C. 78, No. 1, Ocak 2002, s.

101.

679Klaus Naumann, “İttifak İçin Karar Zamanı”, NATO Dergisi, S. 2, Yaz 2002, s. 1, <http://www.-

nato.int/docu/review/2002/issue2/turkish/art3.html> (04.02.2003).

Page 248: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Kabil ve yakın çevresinde güvenliği sağlayan Uluslararası Güvenlik Destek Gücü

(ISAF)680, 28 ülkenin yaklaşık 5 bin askerinden oluşmakta ve kuruluşundan Haziran 2002

tarihine kadar İngiltere, Haziran 2002’den Şubat 2003’e kadar Türkiye, Şubat 2003’den

Ağustos 2003’e kadar da Almanya ve Hollanda tarafından yönetilmiştir. Bu tarihten sonra

ise NATO Konseyi ISAF komutasını devralmayı kararlaştırarak, “organizasyon, planlama

ve komuta unsurlarının” üstlenilmesini istemiştir. Fakat, bazı müttefiklerin çekinceleri

nedeniyle, operasyonun isminin “ISAF” olarak kalmasına ve bir “NATO operasyonu”ndan

söz edilmemesine özen gösterilmiştir. Çünkü Fransa ve Belçika’nın “Kabil’de NATO

bayrağı”nın bulunmasına yoğun itirazları olmuştur. Bu iki ülkeye göre, “NATO güçleri” ile

“Afganistan’da savaşan ABD askerlerinin” karıştırılması durumu bulunmaktadır.681

Böylece bu duruma dikkat edilerek operasyonun ismi aynı kalmış ve NATO Konseyi ISAF

komuta ve yönetimini, 11 Ağustos 2003 tarihinde “resmen” devralmıştır.682

Dikkat edilmesi gereken bir nokta ISAF’ın –ve dolayısıyla NATO’nun- görev alanı

Kabil ve yakın çevresi ile sınırlıdır ve bu bölgenin güvenliğinin sağlanmasına destek

vermektedir. Afganistan’da Taliban ve El-Kaide mensuplarına karşı sürdürülmekte olan

mücadele ABD askerleri tarafından gerçekleştirilmektedir.

680ISAF BM Güvenlik Konseyi’nin 20 Aralık 2001 tarihinde kabul ettiği 1386, 1413 ve 1444 sayılı kararları ile, Oluşturulan

Geçici Afgan Yönetimi’ne yardım etmek amacıyla Kabil ve yakın çevresinde, hem bu yönetimin hem de BM personelinin

güvenli bir ortamda çalışabilmesi amacıyla kurulmuştur.

681“NATO ISAF Yönetimini Almaya Hazırlanıyor”, <http://www.ntvmsnbc.com/news/211132.asp> (30.04.2003).

682“Working to Bring Peace and Stablity to Afghanistan”, NATO Briefing, Ekim 2003, s. 1,

<http://www.nato.int/docu/briefing/afghanistan-e.pdf> (15.12.2003). Mayıs 2002 tarihinde Reykjavik’de yapılan NATO

Bakanlar Toplantısı’nda, Afganistan dahil Avrupa-Atlantik bölgesi dışında ihtiyaç duyulan her yerde ve zamanda

NATO’nun görev yapmaya hazır olduğu kabul edilmiştir. İttifakın Kasım 2002 Prag Zirvesi de bu kararı desteklemiştir.

Ibid., s. 4.

Page 249: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

5.3. 2003 Irak Savaşı

2003 yılı Mart ayında gerçekleştirilen Irak savaşında ABD’nin tek başına hareket

etmesi uluslararası hukuka önemli bir gölge düşürmekle kalmamış, ABD’nin İkinci Dünya

Savaşı sonrasında kurulmalarında önemli rol oynadığı üç uluslararası ve bölgesel örgüt

düzenini gözden çıkardığını da ortaya koymuştur. Bu örgütler BM, NATO ve AB’dir.683

5.3.1. NATO’da Yaşanan Bunalım

ABD’nin Türkiye’nin Irak savaşında korunmasına yönelik talebinin, Fransa, Belçika

ve Almanya tarafından NATO Konseyi’nde reddedilmesi, Atlantik’in iki yakasındaki görüş

ayrılıklarının daha da derinleşmesine neden olmuştur. ABD’nin bu isteğinin

reddedilmesinden sonra Türkiye’nin, Washington Antlaşması’nın 4. maddesine işlerlik

kazandırılması başvurusu ise, NATO’yu tam anlamıyla bir çıkmaza sokmuştur.684

10 Şubat 2003 tarihinde Türkiye, NATO Genel Sekreteri nezdinde, “Washington

Antlaşması’nın 4. maddesine işlerlik kazandırılması” başvurusunda; NATO’dan, savunma

önlemleri alınması amacıyla görüşmelerin ve hazırlıkların başlatılmasını istemiştir.685

Türkiye Kuzey Atlantik Konseyi’nde “NATO’nun savunma mekanizmasında pürüz

683Hasan T. Kösebalaban, “Yeni Dünya Düzensizliği”, <http://liberal-dt.org.tr/guncel/Kosebalaban/-htk_yeni dunya.htm>

(30.04.2003).

684<Http://www.dwelle.de/turkish/oezel/349146.html> (12.03.2003).

685Dışişleri Bakanlığı Basın Açıklamaları Şubat 2003, No. 24 (12 Şubat 2003), http://mfa.gov.tr/-

turkce/grupc/ca/2003/2/default.htm (30.04.2003). Türkiye 1991’deki Körfez Savaşı sırasında da, hava savunma kalkanı

oluşturulması için başvuruda bulunmuş ve derhal gerekli sistem Türkiye’ye konuşlandırılmış, ancak Saddam Hüseyin’in

herhangi bir misilleme yapmaması nedeniyle bu silahlar kullanılmamıştı, “Ankara’da NATO’ya Başvuracak”, Milliyet,

17.01.2003, <http://milliyet.com.tr/-2003/01/17/guncel/gun01.html> (30.04.2003).

Page 250: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

olmayacağının gösterilmesinin önemini” vurgulamış ve “böyle bir tavrın, Irak’ta savaşı

körüklemek anlamına gelmeyeceğini, aksine caydırıcı etki yapacağını” ileri sürmüştür.686

Bu gelişmelerden sonra Müttefikler arasında Türkiye’nin olası Irak saldırısına karşı

desteklenmesi konusunda yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Tartışmaların yoğun geçmesinin bir

nedeni de, NATO’daki kararların oybirliği ile alınıyor olmasından kaynaklanmıştır. Irak’a

yönelik saldırı üzerine, dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi, Atlantik’in her iki yakasında

da, yoğun protesto gösterileri yapılmıştır. Ayrıca bazı NATO üyesi ülkelerde yaklaşan

seçimler nedeniyle de, siyasal yaklaşım farklılıkları ortaya çıkmıştır. Zor da olsa sonuçta

İttifak, Türkiye’ye yönelik olası Irak tehdidine karşı savunma yardımı sağlama adına yeterli

görüş birliğine ulaşmayı başarmıştır.687

NATO’nun entegre askeri yapısına üye 18 ülkeden (Fransa üye değildir) oluşan

Savunma Planlama Komitesi (DPC), 16 Şubat 2003 tarihinde yapmış olduğu toplantısında,

“Kuzey Atlantik Antlaşması’nın 4. maddesi çerçevesinde Türkiye’ye NATO desteği

verilmesi” hakkındaki kararı kabul etmiştir. Bu bağlamda tüm müttefikler, Türkiye’nin

savunmasının desteklenmesi adına, NATO’dan kaynaklanan kolektif yükümlülüklerini

yerine getirmeye hazır olduklarını bildirmişlerdir. Karar uyarınca, Türkiye’nin istekleri

doğrultusunda, NATO askeri makamları DPC’yi şu olası görevlerle ilgili tavsiyelerde

bulunmakla görevlendirilmiştir: Türk Hava Sahasının bütünlüğünün korunması ve gözetimi

için savunma amaçlı olarak NATO havadan erken uyarı uçaklarının (AWACS) Türkiye’de

konuşlandırılması, füze savunma sistemlerinin konuşlandırılmasına verilecek NATO desteği

686“Türkiye’nin Dördüncü Madde Başvurusu”, Hürriyet (10.02.2003).

687Lord Robertson, “Transforming NATO”, NATO Review, No. 1, İlkbahar 2003, <http://www.nato.int/-

docu/review/2003/issue1/english/art1.html> (30.04.2003).

Page 251: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

ve kimyasal ve biyolojik savunma yeteneklerinin konuşlandırılmasına sağlanacak NATO

desteği.688

Türkiye 17 Şubat 2003 tarihinde DPC’nin bu yönde almış olduğu karardan

memnun olduğunu bildirmiştir.68919 Şubat 2003 tarihinde yapılan DPC toplantısında

NATO Genel Sekreterinin önerileri doğrultusunda, NATO askeri makamları tarafından

hazırlanan Türkiye’nin savunmasının desteklenmesine yönelik tavsiyelerin uygulamaya

konulması kabul edilmiştir.690 Bu gelişmeden sonra AWACS uçaklarının, Patriot hava

savunma sistemlerinin ve kimyasal ve biyolojik saldırılara karşı savunma sistemlerinin

yerleştirilebilmesi mümkün olabilmiştir.

Bu gelişmeler 54 yıllık NATO tarihinde, İttifak’ın yaşamış olduğu en ciddi

krizlerden birini oluşturmuş ve NATO’nun birlikteliğine önemli bir darbe indirmiştir.

5.3.2. AB’de Yaşanan Bunalım

AB’yi meydana getiren ülkeler arasında savunma ve güvenlik alanlarında ulusal

çıkarlarını birbirlerine yaklaştırma çabaları; AGSP’nin oluşturulması ve AB’nin genişleme

sürecinin sağlıklı bir şekilde gerçekleşmesi amacıyla, son yıllarda yoğun bir uğraş

verilmektedir. AB içerisinde ekonomik, askeri ve siyasal açıdan güçlü ülkeler olan İngiltere,

Fransa ve Almanya arasında, özellikle savunma ve güvenlik alanlarında ulusal çıkarlarının

uyuşma zeminine oturtulması, AB’nin gelişimini ve istikrarını güçlendirecektir.

688“Decision Sheet of The Defence Planning Committee”, NATO Press Release - 16 Şubat 2003,

<http//:www.nato.int/docu/pr/2003/p030216e.htm> (02.03.2003); Dışişleri Bakanlığı Basın Açıklamaları Şubat 2003,

No. 26 (17 Şubat 2003), <http://mfa.gov.tr/turkce/grupc/ca/2003/2/-default.htm> (30.04.2003).

689<Http://mfa.gov.tr/turkce/grupc/cb/2003/02/18.2.2003.htm> (30.04.2003).

690Dışişleri Bakanlığı Basın Açıklamaları Şubat 2003, No. 27 (20 Şubat 2003), <http://mfa.gov.tr/-

turkce/grupc/ca/2003/2/default.htm> (30.04.2003).

Page 252: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Ancak 2003 yılındaki son Irak Savaşı kapsamında AB üyesi ülkeler arasında

yaklaşım farklılıkları ve yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Bu durum AB’nin günümüzde henüz

siyasal bir aktör olarak gelişimini tamamlayamadığının ve ulusallıklarını en aza

indiremediğinin bir göstergesi olmuştur. Çünkü, İngiltere, İspanya, Portekiz ve Danimarka

gibi ülkeler ABD ile birlikte hareket etmelerine karşılık, özellikle Almanya ve Fransa,

ABD’nin Irak’a müdahale etmesine karşı çıkarak, bu ülkenin desteklenmemesini

istemişlerdir.691

AB içinde; Kuzey-Güney, Doğu-Batı, İngiltere ve diğerleri, geleneksel-merkez sol,

eski-yeni, küçük-büyük ülkeler arasında, ciddi nitelikteki yaklaşım farklılıklarının

günümüzde varlığını koruması ve “Avrupalı” üst kimliğinde birleşememeleri durumu, Irak

krizinde ABD’ye karşı ortak bir tavır alınmasını engellemiştir.692

6. Türkiye ve AGSP

Türkiye Avrupa güvenlik sisteminin temel bir aktörüdür. Bunun üç nedeni

bulunmaktadır. Bunlar; NATO üyeliği, askeri kapasitesi ve jeostratejik konumudur. Türkiye

NATO üyesi olması nedeniyle, bu örgütteki oy hakkı ile AB’nin savunma ile ilgili isteklerini

etkileyebilecek bir olanağa sahiptir. Türkiye ciddi bir askeri kapasiteye sahiptir ve Avrupa

güvenlik bölgesindeki operasyonlar için önemli bir güçtür. Güneydoğu Avrupa, Balkanlar,

691Bülent Sarper Ağır, “Soğuk Savaş Sonrası Avrupa Güvenlik Düzenine Kurumsal Bir Bakış”, Avrasya Dosyası, C. 9, S. 2,

Yaz 2003, s. 117.

692Şanlı Bahadır Koç, “Savaş Saatinin ‘Tik-takları’ - AB’nin Irak Pozisyonu - Türkiye ve ABD”, Avrasya Stratejik Araştırmalar

Merkezi Bülteni, <http://www.avsam.org/gunlukbulten/arsiv/-2003/2901.htm#amerika> (30.04.2003).

Page 253: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Kafkaslar ve Ortadoğu bölgeleri arasındaki konumlanışı nedeniyle, bu bölgelerde önemli bir

aktör olarak öne çıkmaktadır.693

Türkiye’nin Avrupa’nın kendi güvenlik örgütünü geliştirmesine yönelik görüşleri

şöyledir: Böyle bir gelişme NATO’ya alternatif olmamalıdır. NATO 50 yılı aşkın bir

süredir başarısını kanıtlamıştır. Avrupa’nın güvenliği konusuna sadece entegrasyon mantığı

ile değil, bölgedeki gerçek stratejik ortama ve güvenlik gereksinimlerine cevap verecek

biçimde hareket edilmelidir. NATO’nun tüm Avrupalı üyeleri, BAB’a otomatik olarak üye

olmalı ve AGSK içinde yer almalıdır. AB mutlaka kendi güvenlik yapılanmasına gidecekse,

bu NATO’nun Avrupa ayağını oluşturacak biçimde yapılmalıdır. Atlantik arası ilişkiler

korunmalıdır. Türkiye NATO üyesi olup da BAB üyesi olmayan diğer ülkelerden (Norveç,

İzlanda, Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya) farklıdır. NATO içinde ABD’den sonra

ikinci büyük orduya sahiptir ve 50 yıldan fazla bir süredir Avrupa güvenliğine katkıda

bulunmaktadır.694

6.1. Türkiye’nin BAB’a Ortak Üye Olarak Kabulü

Türkiye 1987 yılı Nisan ayında AB’ye tam üyelik için başvururken, BAB’a da başvurmuştur.

O yıllarda BAB Tek Avrupa Senedi ile yeniden canlandırılmaya çalışılmaktaydı. Bu örgüte

Avrupa güvenlik kimliğinde özel bir yer öngören AT üyesi ülkeler, AT’ye tam üye olmayan

ve bu olasılığın da orta vadede gerçekleşmeyeceği düşüncesiyle,695 NATO üyesi olan

Türkiye’yi aynı konumdaki İsveç ve İzlanda ile birlikte, BAB’a ortak üye olmaları amacıyla

693Meltem Müftüler Baç, Türkiye ve AB: Soğuk Savaş Sonrası İlişkiler (İstanbul: Alfa Yayınları, 2001), s.183-184.

694Uzgel, op. cit., s. 314-315.

695Ibid., s. 314.

Page 254: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

davet etmişlerdir. Bu daveti kabul eden her üç ülke ile BAB üyesi ülkeler 20 Kasım 1992

tarihinde Roma’da “Ortak Üyelik Belgesi”ni imzalamışlardır. Ortak üyelik statüsü 6 Mart

1995 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye BAB’a ortak üyelik davetini, ulusal çıkarları, AB

ve BAB’a tam üyelik hedefi doğrultusunda bir adım olarak değerlendirdiğinden kabul

etmiştir.696

Ortak Üyelik Belgesinin Türkiye’ye sağladığı olanaklar şunlardır: 1- Türkiye bu

sıfatını kullanarak, BAB Konseyi toplantılarına, Konseyin çalışma gruplarına, Konseye bağlı

organlara ve diğer BAB toplantılarına katılabilecektir. 2- Türkiye bu toplantılarda konuşma,

önerilerde bulunma hakkına sahip olacak ve böylece alınan kararlara ve bu doğrultudaki

uygulamalara katılabilecektir. 3- Türkiye kuvvet tahsis edeceği BAB askeri operasyonlarına,

üye ülkelerle aynı koşullarda katılabilecektir. 4- Türkiye, BAB askeri operasyonları ve

gereksinimleri ile ilgili tüm çalışmaların yapılacağı ve bir karargah niteliği taşıyacak olan

Planlama Hücresi ile bağlantı kurmak için bir subay görevlendirecektir. 5- Türkiye NATO

tarafından BAB’a devredilmesi kararlaştırılan “Avrupa Grubu” ile “Avrupa Bağımsız

Program Grubu” faaliyetleri alanında tam üyelerle aynı hak ve sorumluluklara sahip olacaktır.

6- Türkiye’nin BAB’a ortak üye olmasıyla, daha önce imzalamış olduğu antlaşmalardan ve

üyesi olduğu uluslararası örgütlerden kaynaklanan hak ve yükümlülükleri etkilenmeyecektir.

7-Türkiye’nin onayı olmadan ortak üyelik belgesi değiştirilemeyecektir ve 8- Türkiye BAB’ın

bütçesine mali katkıda bulunacaktır.697

Ancak 1994 yılında BAB üyeliği için AB üyesi olmanın zorunlu tutulmasıyla,

Türkiye’nin BAB’a tam üyelik yolu kapanmıştır. Ortak üyeler BAB Konseyi’ndeki

696“Batı Avrupa Birliği ve ...”, İktisadi Kalkınma Vakfı Dergisi, s. 37.

697Ibid., s. 38.

Page 255: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

toplantılara katılma hakkına sahip olmakla birlikte oy kullanamamaktadırlar. Dolayısıyla

Türkiye oy kullanamayacağı için, burada alınacak kararları etkileme şansına da sahip değildir.

Türkiye BAB’ın Kasım 1997 tarihinde aldığı ve ortak üyelerin de askeri operasyonlara

katılırken planlama ve karar verme konusunda diğer üyelerle aynı haklara sahip olmasına

olanak sağlayan kararını, yeterli bulmasa da olumlu karşılamıştır. Ayrıca AGSK çerçevesinde

kurulması planlanan orduya da 3 bin kişilik bir askeri birlikle katılmayı önererek, bu

yapılanmanın içinde yer almayı istemiştir.698

6.2. Türkiye’nin AB’ye Aday Ülke Olarak Kabulü ve AGSP ile İlgili Gelişmeler

Türkiye’nin AB’ye aday ülke olarak kabulü 1999 yılı Aralık ayında AB’nin Helsinki

Zirvesi’nde olmuştur. Bu sonuç Türkiye’nin 30 yıldan fazla bir sürenin sonunda

gerçekleşebilmiştir. Fakat Türkiye bir aday ülke olarak resmen kabul edilmesine rağmen, yine

de AB tarafından tam üyelik için ortaya konulan çeşitli siyasal, hukuksal ve ekonomik

koşulları karşılamak üzere uzun ve zor bir yolla karşı karşıyadır. Giriş müzakereleri 1993

yılında ileri sürülen ve demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını ve azınlıklara

saygıyı garanti eden, istikrarlı bir kurumsallaşmayı şart koşan “Kopenhag Kriterleri”nin

tamamının Türkiye tarafından yerine getirilmesi sonrasında başlayacaktır.

Türkiye büyük bir olasılıkla uzun bir süre daha AB üyesi olamayacaktır. Buna

rağmen Türkiye, AB için kritik ve ivedi bir meydan okumayı ve AGSP’nin gelişiminde

önemli bir engeli ifade etmektedir.699 Türkiye, yukarıda da bahsettiğimiz gibi AB’nin

NATO’yu dışlayarak özerk bir savunma sistemi kurmasına sıcak bakmamaktadır. Çünkü

böyle bir oluşumun gerçekleşmesi demek Avrupa’da NATO’nun etkinliğini yitirmesi

698Uzgel, loc. cit.

699Webber, Terriff, Howorth ve Croft, op. cit., s. 85.

Page 256: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

demektir ve NATO üyesi olan Türkiye’nin de etkileme gücü için net bir kayıp anlamına

gelmektedir.

AB, kısmen ABD’den gelen baskılar altında Türkiye’nin (ve diğer 5 AB üyesi

olmayan NATO üyesi Avrupa ülkesinin) kaygılarını 1999-2000 yılları arasında, olası bir

askeri güç kullanımında bu altı ülkenin düşüncelerini de dikkate alan çeşitli düzenlemeleri ile

yumuşatmaya çalışmaktadır. Nice’deki Avrupa Konseyi Toplantısı’na sunulan, Fransa

başkanlığındaki AGSP ile ilgili raporda da belirtildiği gibi bu düzenlemeler şunları

içermektedir: Barış zamanında AB bu altı ülke ile, bakanlardan uzmanlara kadar tüm

seviyeden kişilerin katılabileceği düzenli danışma toplantıları yapacaklar, bu ülkeler kendi

toplantı ve gündemlerini önerebilme haklarına sahip olacaklar, AB’nin askeri birliklerine

kendi irtibat subaylarını atayabilecekler, bir kriz öncesindeki “operasyon öncesi aşama”da AB

ile bu altı ülke arasındaki danışmalar, -bakanları da içerebilecek- her seviyede

yoğunlaştırılacaktır. Operasyon aşamasında ise, bu altı ülke NATO güçlerinin kullanıldığı AB

operasyonlarına otomatik katılma hakkına sahip olabilecekler ve aynı zamanda AB’nin kendi

güçlerini kullanamadığı durumlarda da operasyonlara katılmaya davet edilebileceklerdir. Altı

ülke operasyonlara birlik göndermeleri durumunda, Katılımcılar Komitesi’nde AB üyesi

ülkelerle aynı haklara ve yükümlülüklere sahip olabileceklerdir. Katılımcılar Komitesi

operasyonun günlük işleyişinden sorumlu olacaktır.700

Yukarıda belirttiğimiz düzenlemelerin istisnası ise, bir kriz durumunda Acil

Müdahale Gücü’nün (RRF) kullanılıp kullanılmayacağına ilişkin AB’nin alacağı kararda bu

altı ülkeye söz hakkının verilmemesidir. Ankara bu istisnayı kabul edilemez görmektedir ve

dahası AB tarafından oluşturulan danışma mekanizmalarını, daha önceden katıldığı BAB

700Ibid.

Page 257: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

ortak üyeliği ile karşılaştırdığında, daha aşağı noktada görmektedir. Bu bağlamda Türkiye’nin

kaygıları büyük oranda RRF’nin nereye müdahale edeceğine ilişkin kendi varsayımlarından

kaynaklanmaktadır. Bu nedenle Türkiye özellikle AB’nin tek başına Balkanlar’da, Ege’de ya

da Doğu Akdeniz’de (Kıbrıs’ı da içine alabilecek) olası güç kullanması ile ilgili güçlü

çekinceler ileri sürmüştür. Buradaki gerekçesi böyle bir gücün Yunan çıkarlarının bir aracı

olabileceği olasılığı nedeniyledir.701

Bu bağlamda Ankara’nın düşünceleri uzun zamandan beri devam etmekte olan

uyuşmazlıkları nedeniyledir. Ayrıca, NATO’nun formal emir komuta zinciri dışında

gerçekleştirilen daha önceki askeri müdahale örneklerinden duyduğu kaygılarını da

yansıtmaktadır. Türkiye 1991 Körfez Savaşı süresince yaşadığı deneyimleri çok öğretici

olarak değerlendirmektedir. Çünkü, Türkiye’nin 1991 operasyonlarının planlanması,

yürütülmesi ve sonuca ulaştırılması üzerinde herhangi bir etkisinin olmaması ve aynı

zamanda Irak’ın Kuzeyinde Uçuşa Yasak Bölge’nin tesis edilmesiyle birlikte Kürtlerin

korunmasına yönelik alanın genişlemesinin ardından, bu bölgede ayrılıkçı PKK ile

sürdürdüğü mücadele çerçevesinde iç güvenliği daha da kötüleşmiştir. Bu gibi kaygılar

Türkiye’nin RRF’nin kullanımında kendisine AB üyesi ülkelerle aynı hakların verilmesini

istemesine neden olmuştur. Ancak AB bu isteği kesin bir biçimde geri çevirmiştir. Çünkü

Türkiye AB üyesi değildir. Bunun üzerine, Türkiye bu konudaki ısrarını arttırarak, 2000

Aralık’ında KAK’da ABD destekli önerinin geçişini engellemiştir. ABD’nin getirmiş olduğu

bu öneri, AB’ye NATO’nun planlama kapasitelerine katılımını sağlamaktaydı. Türkiye bu

öneriyi engellerken şu gerekçeyi ileri sürmekteydi: “AB’nin bu kaynaklara ulaşması ile ilgili

olarak önceden alınmış bir karar olmamalı, her olay için AB NATO’dan talepte

701Andrew Borowiec, “Turkey Fears EU Force will Aid Greece”, Washington Times, 20 Haziran 2001,

<http://www.washtimes.com/world/20010620-163643.htm> (24.12.2003).

Page 258: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

bulunmalıdır”. Türkiye ABD ve NATO Genel Sekreteri Lord Robertson’ın ikna çabalarına

katı bir biçimde direnmiştir. Ankara’nın bu direnişi kaygılarının ne kadar güçlü olduğunun bir

göstergesi de olmuştur.702

Türkiye’nin bu pozisyonu, 2001 yılı Ocak ayında sürdürülen AB-NATO danışma

toplantılarında daha geniş bir anlaşmaya ulaşmayı engelleyememiştir (bu doğrultuda KAK ve

PSC’nin (Siyasal ve Güvenlik Komitesi) ilk tarihi toplantısı Şubat 2001’de yapılmıştır). Fakat

NATO kaynaklarına giriş ile ilgili bir antlaşmanın olmayışı bunun çözülmemiş bir konu

olarak kalmaya devam etmesine yol açmaktadır. Bu nedenle daha önce de bahsettiğimiz gibi,

-AB’nin NATO’nun planlama varlıklarını tekrara (duplication) neden olmadan kullanma

isteği nedeniyle- AGSP’nin NATO’ya kilitli kalmasına yol açmaktaydı. Bu durum da

ABD’nin canını sıkmaktaydı. Çünkü NATO olanaklarının AGSP’nin kullanımına

verilmemesi, AB’yi NATO’dan tamamen uzaklaştırma anlamına gelmekteydi ve AB’nin

geliştirmeye çalıştığı AGSP’nin NATO’nun Avrupa ayağının güçlendirilmesi biçiminde

gerçekleşmesini isteyen ABD’nin bu isteğini engellemekteydi. Bu nedenle Ankara’nın

taleplerinin dikkate alınacağı bir uzlaşmanın sağlanmasına gereksinim bulunmaktaydı. Bu

anlaşmazlığı çözmek için Türkiye, AB’nin karar alma süreçlerinde kendisine istisnai bir veto

hakkının verilmesini istemekteydi. Ama bu isteğin kabul edilmesi mümkün değildi. Bu

sorunu çözmek amacıyla İngiliz, Amerikan ve Türk diplomatlar arasında birkaç ay süren

görüşmelerin ardından, bir formül geliştirilmesine çalışılmıştır. 2001 yılı ortalarında AGSP’de

üye olmayan ülke katımı ile ilgili olarak daha önceki AB hükümlerini mümkün olan en uç

noktaya kadar zorlayarak bir çözüme ulaşılmıştır. Buna göre; AB üyesi olmayan altı NATO

üyesi PSC ile kriz dönemlerinde olduğu kadar, barış dönemlerinde de periyodik olarak

702Webber, Terriff, Howorth ve Croft, op. cit., s. 86.

Page 259: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

görüşme yapacak görüşmecilere sahip olacaktı.703 Böylece bir kriz ortaya çıktığında ve AB

öncülüğünde bir operasyon gündeme geldiğinde NATO’nun AB üyesi olmayan üyelerinin de

çıkarlarının komisyon üyeleri tarafından korunabilmesi ima edilmektedir.

Uzlaşmanın bir başka boyutu da şu idi; Katılımcılar Komitesi AB tarafından Nice’de

üzerinde anlaşmaya varılan güçlerinin ötesinde bir güç oluşturabilecekti. Son olarak -ve daha

da önemlisi- antlaşma şöyle bir siyasal garantiyi de içermekteydi; RRF (Acil Müdahale Gücü)

NATO müttefiklerinin yer aldığı siyasal çatışmalara müdahil olmayacaktı.704 Bu Türk-

Yunan anlaşmazlığına açık bir göndermeydi. Sivil liderler tarafından bu durum kabul

edilebilir olmasına rağmen (Mayıs 2001’de NATO Dışişleri Bakanları Toplantısı’nda

antlaşmanın genel hattını Türk Bakan İsmail Cem kabul etmişti) Türk Genel Kurmay

Başkanlığı bu öneriyi reddetmiştir.705

Bu nokta AGSP üzerine yürütülen Türkiye-AB müzakerelerinin en taban noktasını

işaret etmektedir. Haziran 2001’de AB Dışişleri Bakanları’nın bir toplantısında AB Dönem

Başkanlığı’nı yürüten Belçika’nın Dışişleri Bakanı AB’nin dış ve güvenlik politikasının

Birlik dışındaki bir ülkeye bağlanamayacağı konusunda uyarıda bulunmuştur. Alman

yetkililer ise Türkiye üzerine ekonomik yaptırımlar uygulayarak konunun çözümünü ileri

sürmüşlerdir.706

Türkiye’nin muhalefeti NATO ve AB işbirliğine yönelik kurumsal yapılanmanın

gelişimi üzerinde çok ciddi bir engel oluşturmuştur. Türkiye ile ilgili konular 11 Eylül

saldırılarından sonra daha da şiddetlenmiştir. Bu saldırılardan sonra -NATO’nun tek

703Ibid., s. 86-87.

704Ibid., s. 87.

705Borowiec, loc. cit.

Page 260: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Müslüman (Islamic) üyesi ve Orta Asya üzerinde bir miktar etkisi olması nedeniyle-

Türkiye’nin stratejik önemi tekrar artmıştır. Bundan sonra AGSP ile ilgili antlaşma ve bu

yüzden de AGSP ile ilgili potansiyel katılım ve destek çok daha önemli hale gelmiştir.707

Türkiye ile İngiltere ve ABD arasındaki müzakereler 2001 yılı Kasım ve Aralık

aylarında tekrar yapılmaya başlamış ve sonunda bir antlaşmaya ulaşılmıştır. Bu antlaşma ile

Türkiye, AB’nin NATO planlama kabiliyetlerine doğrudan girişini engelleyen vetosunu

kaldırmıştır. Bunun karşılığında ise şu güvenceler verilmiştir; AGSP operasyonları NATO

ülkeleri arasındaki çatışma alanlarına yönelmeyecektir (bir başka deyişle Kıbrıs ve Ege).

NATO varlıklarının kullanılmasını da içeren AGSP operasyonları hakkındaki danışmayla

ilgili spesifik olarak belirtilmemiş başka imtiyazlar da verilmiştir.708

Konunun bu şekilde sonlandırılması sorunun çözüldüğü anlamına gelmemekteydi.

Çünkü bu sefer Yunanistan antlaşma ile ilgili muhalefetini belirgin hale getirmiş ve 2001

Aralık’ındaki AB’nin Laeken Zirvesi’nde kararın geçmesini engellemiştir. Yunanistan

Dışişleri Bakanı George Papandreou, Türkiye ile yapılan özel düzenlemelerin aynı durumdaki

diğer beş ülke için de yapılması gerektiği ve AB’nin karar alma sürecindeki özerkliğinin

tehlikeye atıldığını ifade etmiştir.709 Böylece Yunanistan aynı anda hem NATO ve hem de

AB üyeliği nedeniyle, her iki platformda da Türkiye lehine getirilebilecek iyileştirmeleri

engelleme fırsatını yakalamıştır. Bu nedenle de istenen ilerleme ve fayda sağlanamamıştır.710

706Webber, Terriff, Howorth ve Croft, op. cit., s. 87.

707Charles Grant, “The Eleventh of September and Beyond: The Impact on the European Union”, Political Quarterly, Ek

Bölüm 1, C. 73, No. 4, Ağustos 2002, s. 144.

708Webber, Terriff, Howorth ve Croft, op. cit., s. 87-88.

709Ibid., s. 88.

710Youngs, op. cit., s. 109.

Page 261: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Türkiye ile aynı durumdaki altı ülke arasında bulunan Çek Cumhuriyeti, Macaristan

ve Polonya, AGSP’nin uygulamaya girmesinden daha önce AB üyesi olacaklarından

etkilenmeyeceklerdir. Norveç ve İzlanda ise kendi istekleri ile AB’ye katılmamaktadırlar.

Ama isterlerse tam üye olabileceklerdir. Bu iki ülkenin AGSP dışında kalmaları kendi siyasal

tercihlerinin mantıksal bir sonucudur. Sonuçta bu sorun sadece Türkiye ile

sınırlanmaktadır.711 Yunanistan’ın elindeki argüman da böylelikle boşa çıkmasına rağmen

bu politikasını günümüzde de sürdürmektedir.

7. Avrupa Güvenliğinin Geleceği

Soğuk Savaş yıllarında Avrupa güvenliğini garanti eden NATO, Soğuk Savaş sonrası

dönemde de bu misyonunu başarıyla yerine getirmiştir. Avrupa’da meydana gelen etnik

temelli sorunların engellenmesini ve barışın tesisi ve devamını; ne BM, ne AB, ne de AGİT

sağlayamamıştır. Bu örgütler temelde diplomatik çözüm yollarını kullanmaktadırlar. Ancak bu

sorunların çözülmesi barışçıl yöntemlerle mümkün olamamış ve askeri olanaklara sahip olan

NATO’nun girişimleriyle sağlanabilmiştir.

ABD ve Avrupalı müttefikleri arasında, Kosova savaşında ortaya çıkan adaletsiz

işbölümü, zarar görmüş bir strateji ortaya koymuştur. Bu strateji Avrupa-Atlantik Birliğinin

geleceğine kötü bir geleneğin yerleşmesine neden olmaktadır. Şöyle ki; ABD “savaşı”

yapacak, Avrupalılar da “barışı” yapacaklar. Gelecekte ortaya çıkması beklenen

çatışmalarda, ABD savaş uygulayıcısı olarak görülürken, Avrupalılar “barışı koruma”

711Çınar Özen, “Consequences of the European Security and Defense Policy for the European Non-EU NATO Members”,

Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, C. 1, S. 1, Güz-2001, s. 150-151; Lothar Rühl, “Avrupa Güvenlik ve Savunma

Kimliği ve AB’nin Türkiye ile Olan İlişkileri – NATO Müttefiki ile Sorunlar”, Avrupa Yolunda Türkiye ve Polonya –

Değişim Sürecinde İki AB Aday Ülkesi (Ankara: Konrad Adenauer Vakfı Yayınları, 2001), s. 43.

Page 262: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

yaklaşımına sahip olacaklardır. Bu da NATO’nun askeri bir örgüt olarak sonunun gelmesi

anlamını taşımaktadır.712

Yugoslavya’nın dağılma sürecinde Bosna-Hersek ve Kosova’da yaşanan olaylar ve

sorunların NATO’nun katkısıyla çözüme ulaşması, bu örgütün Avrupa barışı ve güvenliği

için ne kadar gerekli olduğunu ortaya koymuştur. Avrupa güvenliğinin geleceğini öncelikle

NATO güvence altına almaktadır.713

Kosova’ya yönelik hava saldırısı, ABD ile Avrupalı ülkeler arasında askeri

olanaklar ve teknik kapasite bakımından var olan boşluğun ne kadar büyüdüğünü göstermesi

bakımından da önemlidir. Atlantik savunmasında dikkati çeken teknolojik boşluk, İttifak’ın

siyasal temelde de farklı uygulamalara doğru yönelmesine neden olmaktadır.714

Kosova Savaşı’nda ABD kullanmış olduğu silahlarda %85 oranında isabet

kaydetmiş, atılan Curuise füzelerinin %95’ini sağlamıştır. Hava saldırısı sona erdiğinde,

Avrupalıların, ortak askeri güçleri yaklaşık 2 milyon civarında iken, barışı koruma

misyonuna 40 bin civarında asker göndermişlerdir. Bu Avrupalı liderlerin, bir Avrupa

askeri gücü oluşturma düşüncesi etrafında birleştiklerini ortaya koymaktadır.715

Bununla birlikte, siyasal karar vericiler arasında görüş birliğinin sağlanamaması ve

Avrupa kamuoyunun böyle bir ordunun hayata geçirilebilmesi için gerekli olan finansmanı

sağlamak amacıyla, yapılabilecek vergi artışlarına sıcak bakmadığı da ortadadır. 1992

712Hulsman, op. cit., s. 44.

713Peter W. Rodman, “The Fallout From Kosovo”, Foreign Affairs, C. 78, No. 4, Temmuz/Ağustos 1999, s. 46.

714John Deutch, Arnold Kanter ve Brent Scowcroft, “Saving NATO’s Foundation”, Foreign Affairs, C. 78, No. 6, Kasım/Aralık

1999, s. 54-55.

715Soojin Yim, “Best Defence”, Harvard International Review, C. 22, No. 3, Güz 2000, s. 14.

Page 263: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

yılından beri, NATO’nun Avrupalı üyeleri savunma harcamalarını %22 oranında

kısmışlardır. Bu nedenle AB bünyesinde bir Avrupa Ordusu kurulması düşüncesi hayata

geçirilememekte ve “bir düşünce” olarak gelişimine devam etmektedir.716

Avrupa ülkeleri arasında, ABD ile aralarındaki bu farkı kapatmak ve bu ülkeye

olan bağımlılıklarından kurtularak; ekonomik, askeri ve siyasal bağımsızlıklarını yeniden

sağlamayı düşünenler bulunmaktadır. Ancak mevcut durum ve olanaklar ile, Avrupa

ülkeleri arasındaki görüş ayrılıkları göz önünde bulundurulduğunda, kısa ve orta vadede

Avrupa’nın bu düşüncesini gerçekleştirebilmesi olası görünmemektedir. Tek başına

düşünüldüğünde Avrupa’nın sahip olduğu yetenekler, AB’nin üstlenmeyi amaçladığı tüm

görevleri başarıyla yerine getirmesi için yeterli düzeyde değildir.717

Ayrıca, NATO bünyesinde ABD’nin tartışmasız liderliği söz konusudur. AB’nde

liderlik konusunda Fransa, Almanya ve İngiltere gibi büyük ve etkili üyeler arasında yarış

bulunmaktadır.718 Tartışmasız bir liderden yoksun (2004 Nisan’ından sonra) 25 üyeli

örgütte, Avrupa savunmasına yönelik karar alma sürecinin güçlüğü dikkat çekicidir.

Uzun vadede AB’nin NATO ile karşılaştırılabilir bir askeri güç geliştirip

geliştiremeyeceği belli değildir. Eğer geliştirebilirse, NATO’nun mal varlığı ve yapısı iki

parçalı bir duruma gelecektir. Bu durumun meşruluğu tartışması şu an için çok erkendir.719

716Ibid., s. 14-15.

717Schuwirth, op. cit., s. 3.

718Parzymies, op. cit., s. 25.

719Croft, “Garanteeing Europe’s Security?...”, s. 102.

Page 264: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Bazı operasyonların (sivillere yardım ve önleyici güç kullanmak gibi) NATO’dan

ayrı olarak (ayrılabilir fakat ayrı değil-separable but not separate) yapılabileceği tartışmaları

devam etmektedir. NATO’dan ayrı olarak bu tip operasyonların gerçekleştirilebilmesi global

ölçekte mümkün değildir. AGSP planlayıcıları bu duruma dikkat ederek, Avrupa içi veya

Avrupa çevresine odaklanarak politikalar geliştirmektedirler. Fakat Balkanlar’da bile bu tip

operasyonların kısa vadede NATO’dan ayrı ve bağımsız bir şekilde gerçekleştirilebilmesi,

mevcut durum göz önünde bulundurulduğunda mümkün gözükmemektedir.720

Uzun dönemde AB’nin silahlı kuvvetlerinin daha da büyütülmesi ve “Petersberg

Görevleri”nin ötesinde, NATO’ya destek olarak (ya da NATO’dan bağımsız) ortak savunma

görevlerini de üstlenmesi düşünülmektedir. Avrupalılar bu konuyla ilgili başka bir noktanın

daha altını çizmektedirler. Buna göre: AB’nin özerk bir dış ve güvenlik politikası

geliştirmesi, AB’nin uluslararası bir kimlik kazanması için gereklidir. AGSP sadece ABD

ile Avrupalı müttefikler arasındaki yük paylaşımı değil, AB’nin kendi karar verme

süreçlerinin oluşturulması amacını taşımaktadır.”721

Bununla birlikte son tahlilde Avrupa, giderek artan küresel riskler tehdidi ile karşı

karşıya olmasına rağmen, bu tehditlere cevap verebilecek küresel yeteneklere sahip değildir

ve kısa ve orta vadede güvenliği ve istikrarı için ABD’ye ve NATO’ya bağımlıdır.722

720Ibid., s. 102-103; Stephen Blank, “The Transatlantic Security Agenda: A Conference Report and Analysis”, European

Security, C. 11, No. 2, Yaz 2002, s. 7.

721Karaosmanoğlu, loc. cit.

722Naumann, loc. cit.

Page 265: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

SONUÇ

İkinci Dünya Savaşı sonrasında, dünya iki kutuplu bir yapılanmaya girmiş, Avrupa da,

bu yapılanmadan nasibini almıştır. Birinci Dünya Savaşı’ndan gerekli dersleri alamadığı için,

ikinci bir büyük savaşı yaşamak zorunda kalan kıta, bu savaştan tüm enerjisini yitirerek

çıkmıştır. Çünkü savaşın hem kazananları ve hem de kaybedenleri ekonomik varlıklarını

tüketmişler, şehirleri ve sanayileri tahrip olmuş, çok sayıda insan ölmüş veya sakat kalmıştır.

Bu nedenle de, yoğun bir işgücü ve ekonomik kayba uğramışlardır. Dolayısıyla savaştan

galip çıkanlar bile, aslında fiili olarak mağlup olmuşlardır.

İkinci Dünya Savaşı, Avrupa’da bir daha yaşanması istenmeyen acılara ve büyük

yıkımlara neden olmuştu. Savaş sonrasında Avrupa bu acıları bir daha yaşamama adına

kolektif güvenlik örgütleri oluşturma yolunu tercih etmiştir. Bu örgütler BAB ve

NATO’dur. 1948 yılında Brüksel Antlaşması ile temeli atılıp, 1954 Paris Antlaşması ile

kurulan BAB, savaş sonrası Batı Avrupa’sının savunma ve güvenliğini sağlama konusunda

yetersiz kalmıştır. Çünkü bu örgütü oluşturan Avrupa devletleri tüm enerjilerini savaşta

kaybetmişler ve savaştan sonra da tekrar eski güçlerine kavuşamamışlardır. Bu nedenle

savunma ve güvenliklerini Atlantik arası bağ oluşturarak, NATO aracılığı ile sağlama

yolunu tercih etmişlerdir. NATO kurulduğu tarihten bugüne kadar üyelerinin savunma ve

güvenlik gereksinimlerini sağlamıştır ve sağlamaya da devam etmektedir.

Soğuk Savaş yılları boyunca güvenliklerini ABD’ye havale eden Avrupalılar,

kaynaklarını ekonomik kalkınmalarına ayırarak, bir an önce eski güçlerine ulaşmaya

çalışmışlardır. Bu amaçla 1951’de AKÇT’yi, 1957’de de AET ve AAET’yi kurmuşlar,

Soğuk Savaş’ın sonlarına doğru, 1986’da Avrupa entegrasyonuna yönelik önemli bir adım

olan Tek Avrupa Senedi’ni imzalamışlardır.

Page 266: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

1970’li yıllarda iki kutup arasında silahlanmanın çok ileri düzeylere ulaşması ve

olası bir nükleer savaşta, kazananın olamayacağı anlaşıldıktan sonra ve silahlanmanın

yüksek olan maliyeti nedeniyle, Karşılıklı ve Dengeli Güç İndirimi (MBFR) görüşmeleri ve

1973 yılında iki blok arasında AGİK konferansları yapılmaya başlamıştır. 1975 yılında

Helsinki Son Senedi’nin imzalanması ile de yumuşama sürecine girilmiştir.

1980’lerin sonunda ve 1990’ların başında Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı

dağılmış, iki Almanya birleşmiş ve böylece Soğuk Savaş da sona ermiştir. Soğuk Savaş’ın

galibi ABD’nin liderliğindeki Batı Bloku olmuştur.

Ancak Soğuk Savaş sonrasındaki iyimser hava çok uzun sürmemiş ve eski Doğu

Bloku ülkelerinde etnik temelli sorunlar ve hatta iç savaşlar ortaya çıkmıştır. Avrupa’nın

ortasında yaşanan bu çatışmalar üzerine, NATO “tehdit algılaması”ndan “risk algılaması”na

geçmiş ve kendisini bu duruma uydurmak amacıyla yeni bir strateji kabul etmiştir.

Diğer taraftan, 1991 yılında Maastricht Antlaşması’nın imzalanmasıyla Avrupa

entegrasyonu yolunda önemli bir adım daha atılmıştır. Bu antlaşma ile, ODGP yönünde

ciddi bir ilerleme süreci de başlatılmıştır. Bu yöndeki ilerleme 1997 yılında imzalanan

Amsterdam Antlaşması’yla zirveye ulaşmıştır. 1948 yılındaki Brüksel Antlaşması’yla

kurulan BAB, AB’nin entegral bir unsuru haline gelmiştir.

1992 yılında kabul edilen Petersberg Kararları ile Avrupa ülkeleri, kendi savunma

ve güvenliklerini NATO’dan ayrı olarak sağlama yolunda önemli bir adım atmışlardır.

Ancak sahip oldukları olanaklar düşünüldüğünde, daha küçük çaptaki sorunlara müdahale

etmeyi amaçlamışlardır. Böylece bir AGSP oluşturma amacıyla 1994 yılıyla birlikte, AB ve

NATO bünyesinde yapılan çeşitli zirve toplantılarında önemli ilerlemeler sağlanmıştır.

AGSP’nin gelişiminin ivme kazanmasına Bosna-Hersek ve Kosova’da izlenen politikalar ve

Page 267: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

ABD’nin Soğuk Savaş sonrası tek süper güç olarak varlığını koruması nedeniyle, “Avrupa

merkezli güvenlik anlayışı”ndan, “global ölçekte bir güvenlik anlayışı”na geçmesinin de

önemli bir payı olmuştur. Özellikle 11 Eylül 2001 tarihindeki saldırılardan sonra, -

NATO’yu atlayarak- Afganistan’da gerçekleştirdiği terörizmle mücadelede ve son Irak

Savaşı’nda bu tercihini açıkça ortaya koymuştur.

NATO’nun 1999 yılında gerçekleştirmiş olduğu Kosova müdahalesi, ABD ile

müttefikleri arasındaki askeri ve teknolojik boşluğun ne kadar büyüdüğünü göstermesi

bakımından önemlidir. Müdahale neredeyse tamamen ABD tarafından gerçekleştirilmiştir.

Bu durumdan rahatsızlık duyan Avrupalı ülkeler, bir taraftan NATO’dan ayrı bir AGSP

geliştirmeye çalışırken, diğer taraftan ortaya çıkan bu boşluğu kolayca kapatamayacaklarının

da farkına varmışlardır. ABD’nin içinde olmayacağı bir savunma ve güvenlik yapılanmasını

yakın gelecekte gerçekleştiremeyecekleri durumuyla karşı karşıya kalmalarına rağmen, bu

yöndeki çabalarına da devam etmektedirler.

Yarım yüzyılı aşkın bir süredir savunma ve güvenliklerini ABD’nin katkısıyla

gerçekleştirmeye alışmış Avrupalı ülkeler, Doğu ve Batı blokları arasında yaşanan Soğuk

Savaş’ın sona ermesinden on yılı aşkın bir süre geçtikten sonra, kendi savunmaları ve

güvenlikleri için, daha fazla sorumluluk almalarının zamanının artık geldiğini

düşünmektedirler. Avrupalıların, ABD ile aralarındaki savunma olanakları ve

harcamalardaki farkı kapatmak adına, kendi aralarındaki işbirliğini hızla arttırmaları

gerekmektedir.

Soğuk Savaş sonrası dönemde Avrupa’da yaşanan olaylar uluslararası güvenlik

sisteminin geleceği için ipuçları vermektedir. Yugoslavya’nın dağılma sürecinde uygulanan

politikalar tüm dünya güvenliği için adeta bir “örnek olay” olmuştur. Yani iç içe geçmiş

Page 268: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

olan Avrupa güvenlik örgütlenmesinin başarısızlığı, BM merkezli güvenlik örgütlenmesinin

de başarısızlığına etki etmektedir.723

NATO Soğuk Savaş yıllarında beklenilenin aksine büyük bir silahlı çatışmaya

girmemiştir. Ancak Soğuk Savaş sonrası dönemde, Balkanlar’da ortaya çıkan etnik temelli

askeri çatışmaların sona erdirilmesi ve Avrupa güvenliğinin korunması amacıyla küçük de

olsa askeri müdahalelerde bulunmuştur. Son on yıl içinde gerçekleşen bu müdahaleler,

Avrupa güvenliği için -NATO’nun dışında- yeni oluşumların hızlanmasına neden olmuştur.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’daki savunma ve güvenlik, “güçlülerin

hayatta kaldığı” bir sistem biçiminde değil, buna karşılık birbiriyle bağlantılı, -karşılıklı

etkileşimler sonucunda,- bir gelişme çizgisi takip etmiş ve etmektedir. Avrupa güvenlik ve

savunması ile ilgili kurumları oluşturan Avrupa-Atlantik Bölgesi’ndeki ülkeler, aralarında

oluşacak ortak görüşler temelinde gelişme çizgisine devam edeceklerdir.

Avrupa güvenlik örgütlenmelerinin, gelecekteki güvenlik riskleri ve tehditlerine

karşı koyabilmesi için, gereken düzenlemeleri yapma konusunda cesur ve yaratıcı adımlar

atması gerekmektedir. Atlantik arası ilişkileri güçlendirme ve bu örgütlerin eylemlerini

uyumlaştırma amacıyla, ABD’nin, üyesi olduğu NATO ve AGİT’de ve AB ile ve bireysel

olarak Avrupa ülkeleri ile kurduğu ilişkilerindeki baskın konumundan vazgeçerek, gerçek

bir işbirliğinin üyesi haline gelmesi gerekmektedir.

Ancak, son Irak Savaşı’ndan sonra, ABD’nin, görece BM ve NATO’dan bağımsız

hareket etmesi, bu örgütlerin ve uluslararası hukukun ciddi bir biçimde gözden

geçirilmesine ve bu kurumlara olan güvenin sarsılmasına neden olmuştur. Uluslararası

723Sloan, “US Perspectives on NATO’s Future”, s. 222.

Page 269: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

sistemin kaosa ve anarşiye doğru sürüklenmemesi için bir an önce, uluslararası hukuka ve

örgütlere olan güvenin yeniden tesis edilmesi gerekmektedir. Ayrıca bu savaşta Atlantik

arası ilişkiler de ciddi bir darbe almış, NATO’nun ve hatta AB’nin dağılabileceği

düşünülmeye başlamıştır. Dünya ve Avrupa güvenliğinin kalıcı olabilmesi için,

kurumsallaşmaların yanında, bu kurumsallaşmalara işlerlik de kazandırılmak zorundadır.

Hukuksal olarak var olan değerler, uygulamaya dönüşmedikten sonra, başarı beklemek

mümkün değildir. Yani ülkelerin yükümlülüklerine her durum ve koşulda sadık kalmaları

gerekmektedir. Ortaya çıkabilecek tehditlere ve risklere başarıyla karşı konulabilmesi için,

yükümlülüklere uyma, ortak hareket etme, karşılıklı güven ve işbirliği iradeleri

gerekmektedir.

Gelecekte Avrupa güvenliğinin kalıcı ve başarılı olabilmesi için, bu ülkelerin,

üzerlerine düşen yükümlülükleri yerine getirme konusunda istekli ve kararlı olmaları

gerekmektedir. Ayrıca, Avrupa ülkelerinin tamamını içine alan bir güvenlik yapılanması

bulunmamaktadır. Yani bazı ülkeler hem NATO ve hem de AB üyesi, bazı ülkeler sadece

NATO üyesi ve yakın gelecekte de AB üyesi olmaları beklenmemekte, bazı ülkeler AB

üyesi oldukları halde NATO üyeliğini tercih etmemekte, bazı ülkeler ne NATO ne de AB

üyesi ancak yakın gelecekte bu iki örgüte de üye olma amacı taşımakta, bazı ülkeler ise bu

iki örgütten de uzak durmayı tercih etmektedirler.

Yunanistan hariç tüm AB üyesi ülkeler, savunma harcamalarında kısıntıya

giderlerken, NATO imkanlarını kullanmadan müstakil bir AGSP geliştirememektedirler.

Bununla birlikte NATO’ya tahsis ettikleri olanaklarını kullanabilseler bile, ABD ile

aralarında var olan askeri teknolojik boşluğu kısa ve orta vadede doldurabilmeleri mümkün

gözükmemektedir. Yani kısa ve orta vadede Avrupa ülkelerinin ABD’nin katkısı ve desteği

Page 270: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

olmadan savunma ve güvenliklerini sağlayamayacakları bir gerçeklik olarak ortaya

çıkmıştır.

Bu noktada, çalışmamızın başında ileri sürmüş olduğumuz “İkinci Dünya

Savaşı’nın sona ermesinden günümüze kadar geçen dönemde, Avrupa’nın savunma ve

güvenliği NATO ittifakı aracılığıyla sağlanmıştır ve kısa ve orta vadede de bu durumun

devamı söz konusu olacaktır” şeklindeki tezimiz doğrulanmaktadır.

Günümüzde NATO, başlangıçtaki Avrupa ve Atlantik bölgesinin savunma ve

güvenliğini sağlama amacının ötesinde, artık global ölçekte bir barış ve güvenlik örgütüne

dönüşeceğinin ciddi ipuçlarını vermektedir. Bu ipuçlarının en belirgini, 11 Ağustos 2003

tarihi itibariyle ISAF komuta ve yönetiminin resmen NATO tarafından devralınmasıdır. Bu,

Mayıs 2002 Reykjavik NATO Bakanlar Toplantısı ve sonrasında Kasım 2002 Prag Zirve

kararları ile başlayan bir süreçtir. Bu süreç, bize NATO’nun uzun dönemli vizyonunun,

“Avrupa-Atlantik Bölgesi dışına taşarak görev ifa etmek” olacağını göstermektedir.

NATO’nun böyle bir vizyon değişikliğine gitmesinin temelinde de, ABD’nin etkisi olduğu

açıktır. Çünkü ABD, kuruluşundan günümüze kadar NATO’da söz sahibi olmuş ve ittifakı

istediği doğrultuda yönlendirmeyi başarmıştır. Özellikle 11 Eylül sonrası global ölçekte bir

güvenlik politikası takip eden ABD yine kendi politikaları çerçevesinde NATO’yu

yönlendirmeye devam etmektedir.

Avrupa ülkeleri gelecekte, bir “Avrupa Birleşik Devletleri” oluşturulması

konusunda kararlı iseler, bağımsız bir uluslararası aktör olarak sisteme dahil olabilmeleri

için kendi savunma ve güvenliklerini yine kendilerinin sağlaması gerekmektedir. Elli yıllık

bir süre bunu gerçekleştirmek için yeterli değildir. Bu süre, -insan yaşamında uzun gibi

gözükse de,- ülkelerin tarihinde fazla bir anlam taşımamaktadır. ABD’nin bu günkü

Page 271: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

durumuna gelebilmesi için 2 yüzyılı aşkın bir sürenin geçmesi ve uluslararası ilişkiler

tarihinin bu ülke lehine gelişmesi gerektiği unutulmamalıdır. Ayrıca ABD’yi meydana

getiren federe devletler, ortak değerler etrafında bir araya gelerek Amerikan üst kimliğini

benimsemiş ve Amerikalı bir halk ve federal bir ülke meydana getirmişlerdir.

Avrupa Birliği’ni oluşturan ülkelerin de, gelecekte federal bir ülke oluşturabilmeleri

için, ortak değerler ve amaçlar etrafında toplanmaları ve aralarındaki farklılıkları bir an

önce gidermeleri gerekmektedir. Güçlü bir yapılanma oluşturmaları ve bağımsız bir aktör

olarak hareket edebilmeleri için bu şarttır. Ancak bu günden, böyle bir oluşumun ne zaman

olacağı veya olup olmayacağını tahmin etmek çok güçtür. Çünkü, Avrupa tarihi ABD

tarihinden çok farklı bir seyir izlemiştir. Avrupalı ülkelerin aralarındaki farklılıklar yüz

yıllardır devam etmektedir ve imparatorluklardan ayrılıp birer bağımsız devlet olmaları da

bu farklılıklar nedeniyle gerçekleştiğinden, kısa bir sürede bunların uyumlaştırılması

beklenmemelidir. Buna rağmen uluslararası sistem hızlı bir devinime sahiptir ve her an bir

sürpriz yapması mümkündür.

Page 272: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

ÖZET

Bu çalışma, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’da Savunma ve Güvenlik oluşumu

ve gelişimini incelemektedir. Konu giriş ve sonuç bölümleri dışında dört ana bölümden

oluşmaktadır. Birinci bölümde, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’daki savunma ve

güvenliğin temelleri araştırılmış ve nedenleri incelenmiştir.

İkinci bölümde Batı Avrupa ülkelerinin, Soğuk Savaş süresince savunma ve

güvenliklerini NATO aracılığıyla sağlamaları nedeniyle, kırk yılı aşan bu sürede izlenen

politika ve stratejilere yer verilmiştir.

Üçüncü bölümde, Soğuk Savaş sonrasında, Avrupa savunma ve güvenliği ile

doğrudan bağlantılı örgütler olan NATO, AGİT ve AB’de yaşanan gelişmeler ve Avrupa

Savunma ve Güvenlik yapılanmasındaki önemleri değerlendirilmiştir.

Dördüncü bölümde ise, AB bünyesinde Avrupa’nın savunma ve güvenliğini

bağımsız bir şekilde gerçekleştireceği düşünülen AGSP konusu incelenmiştir. AGSP ile

ilgili yaşanan gelişmelere, AGSK-AGSP ayırımına, eski Yugoslavya’nın dağılma sürecinde

Bosna-Hersek ve Kosova’da izlenen politikalara, Rusya, ABD ve Türkiye’nin AGSP’yi

algılamalarına yer verilerek, Avrupa güvenliğinin geleceği üzerinde durulmuştur.

Çalışmanın sonunda, Avrupa’daki savunma ve güvenliğin uluslararası ilişkilerde

yaşanacak gelişmelere göre şekilleneceği, ancak kısa ve orta vadede NATO’dan tamamen

bağımsız bir yapılanmaya ulaşamayacağı tespiti yapılmıştır.

Page 273: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

ABSTRACT

This study examines the establishment and development of the defence and security in

Europe after the World War II. The topic contains four major chapters in addition to

‘introduction’ and ‘conclusion’ chapters. In the first chapter, the roots of the defence and

security in Europe after the Second World War, and needs for such a construction are

examined.

In the second chapter, policies and strategies of NATO that have been

implemented over forty years are reviewed because of the fact that Western European

countries obtained their defence and securities via NATO during cold war period.

In the third chapter, new developments in NATO, OSCE, and the EU -

organizations directly related with the defence and security of Europe- and importance and

implications of these developments to the architecture of the defence and security in Europe

are evaluated.

In the fourth chapter, ESDP is examined because it is generally thought that ESDP

can realize defence and security of Europe separately and independently. Also in this

chapter, the future of the security of Europe is discussed by including the arguments on new

developments regarding ESDP, ESDI-ESDP distinction, policies over Bosnia-Herzogovina

and Kosovo in the process of disintegration of former Yugoslavia, and on the perceptions of

Russia, USA and Turkey about ESDP.

At the end of the study, it is concluded that European defence and security will be

shaped in accordance with the developments in international relations, but, will not take a

shape completely independent from NATO in the short and medium term.

Page 274: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

KAYNAKÇA

Kitaplar

Alkan, M. Nail, Avrupa’da Sınırlar (Ankara, ATAUM Yayınları, 2002).

Alpkaya, Gökçen, AGİK Sürecinden AGİT’e İnsan Hakları (İstanbul, Kavram

Yayınları, 1996).

Ambrose, Stephen E., Dünyaya Açılım: 1938’den Günümüze Amerikan Dış

Politikası, çev: Ruhican Tul (Ankara, Dış Politika Enstitüsü Yayınları, 1992).

Arı, Tayyar, Uluslararası İlişkiler Teorileri: Çatışma, Hegemonya, İşbirliği

(İstanbul, Alfa Yayınları, 2002).

Arı, Tayyar, Uluslararası İlişkiler, 2. Baskı (İstanbul, Alfa Yayınları, 1997).

Armaoğlu, Fahir, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1980, 5. Baskı (Ankara, İş Bankası

Kültür Yayınları, 1988).

Aron, Raymond, Peace and War: A Theory of International Relations (London,

Weidenfeld and Nicolson Press, 1966).

Arsava, A. Füsun, Amsterdam Anlaşmasının Avrupa Birliği Hukukuna Katkıları

(Ankara, AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 2000).

Ataöv, Türkkaya, Amerika, NATO ve Türkiye (Ankara, Aydınlık Yayınları, 1969).

Avrupa Birliği El Kitabı, 2. Baskı (Ankara: TC Merkez Bankası Personel Genel

Müdürlüğü Yayını, 1995).

Aybet, Gülnur, NATO’s Developing Role in Collective Security (Ankara, SAM

Press, 1999).

Baç, Meltem Müftüler, Türkiye ve AB: Soğuk Savaş Sonrası İlişkiler (İstanbul, Alfa

Yayınları, 2001).

Page 275: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Bayülken, Ümit Haluk, Değişen Dünya Koşullarında Ortak Güvenlik ve Savunma

Kuruluşları (Ankara, Dışişleri Akademisi Yayınları, 1977).

Beaufre, Andre, NATO And Europe (New York, Alfred A. Knopf Press, 1966).

Bostanoğlu, Burcu, Türkiye-ABD İlişkilerinin Politikası (Ankara, İmge Kitabevi

Yayınları, 1999).

Burçak, Rıfkı Salim, Moskova Görüşmeleri (26 Eylül 1939-16 Ekim 1939) ve Dış

Politikamız Üzerindeki Tesirleri (Ankara, Gazi Üniversitesi Yayınları,

1983).

Buzan, Barry, An Introduction to Strategic Studies: Military Technology and

International Relations (London, The Macmillan Press, 1987).

Buzan, Barry, Morten Kelstrup, Pierre Lemaitre, Elzbieta Tromer ve Ole Weaver, The

European Security Order Recast: Scenarios for the Post-Cold War Era

(London, New York, Pinter Publishers, 1990).

Buzan, Barry, People, States and Fear: An Agenda for International Security

Studies in the Post Cold War Era, 2. Baskı (Boulder, CO, Reinner, 1991).

Cerny, Karl H. ve Henry W. Briefs (der), NATO in Quest of Cohesion (New York,

Washington, London, Hoover Institution Publications, 1965).

Claude, Inis L., Power and International Relations, 2. Baskı (New York, Random

House Press, 1964).

Clogg, Richard, Modern Yunanistan Tarihi, çev: Dilek Şendil (İstanbul, İletişim

Yayınları, 1997).

Cohen, Warren I., America in the Age of Soviet Power, 1945-1991 (New York,

Cambridge University Press, 1995).

Page 276: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç (Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayını,

1999).

Çayhan, Esra ve Nurşin Ateşoğlu Güney, Avrupa’da Yeni Güvenlik Arayışları

NATO-AB-Türkiye (İstanbul, Afa Yayıncılık ve TÜSES Vakfı Ortak Yayını,

1996).

De Senarclens, Pierre, From Yalta to The Iron Curtain: The Great Powers and

The Origins of The Cold War (Oxford, Washington, Berg Press, 1995).

Denitch, Bogdan, The End of the Cold War: European Unity, Socialism, and the

Shift in Global Power (Minneapolis, University of Minnesota Press, 1990).

Dougherty, James E. ve Robert L. Pfaltzgraff, Contending Theories of

International Relations, 3. Baskı (New York, Harper Collins Publishers Inc.,

1990).

Fischer, Dietrich, Nonmilitary Aspects of Security: A System Approach

(Aldershot, Dartmouth Publishing Company, 1993).

Fodor, Neil, The Warsaw Treaty Organization - A Political And Organizational

Analysis (London, Mac Millan Press, 1990).

Gaddis, John Lewis, The United States and the End of the Cold War:

Implications, Reconsiderations, Provocations (Oxford University Press:

New York, Oxford, 1994).

Gönlübol, Mehmet, Milletlerarası Siyasi Teşkilatlanma, 3. Baskı (Ankara, Siyasal

Bilgiler Fakültesi Yayını, 1975).

Gönlübol, Mehmet, Uluslararası Politika, 3. Baskı (Ankara, AÜSBF Yayınları, 1985).

Gray, Chiristine, International Law And The Use Of Force (New York, Oxford

University Press, 2000).

Page 277: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Gündüz, Aslan, Milletlerarası Hukuk Temel Belgeler Örnek Kararlar, Geliştirilmiş

3. Baskı (İstanbul, Beta Yayınları, 1998).

Heller, Agnes ve Ferenc Feher, From Yalta to Glasnost: The Dismantling of

Stalin’s Empire (Cambridge, Basil Blakwell Press, 1991).

Hilderbrand, Robert C., Dumbarton Oaks: The Origins of The United Nations and

The Search for Postwar Security (Chapel Hill, London, The University of

North Carolina Press, 1990).

Hogan, Michael J. (der.), The End of the Cold War: Its Meaning and Implications

(New York, Cambridge University Press, 1994).

Hogan, Willard N., International Conflict and Collective Security (Lexington,

University of Kentucky Press, 1955).

Hoskins, Halford L., The Atlantic Pact (Washington, Public Affairs Press, 1949).

Ismay, Lord, NATO İlk Beş Sene 1949-1954, Çev: Suat Bilge (Ankara, TTK

Basımevi, 1956).

Katzenstein, Peter, The Culture of National Security: Norms and Identity in

World Politics (New York, Colombia University Press, 1996).

Keeton, George W. ve Georg Schwarzenberger (der.), Power Politics: A Study of

World Society, 3. Baskı (London, Stevens & Sons Limited, 1964).

Kennedy, Paul, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri, 3. Baskı (Ankara, Türkiye

İş Bankası Kültür Yayınları, 1991).

Kissinger, Henry, Diplomasi, çev: İbrahim H. Kurt, 2. Baskı (Ankara, Türkiye İş

Bankası Kültür Yayınları, 2000).

Krasner, Stephen D. (der.), International Regimes (Ithaca, London, Cornell

University Press, 1991).

Page 278: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Krasner, Stephen D., Structural Conflict: The Third World Against Global

Liberalism (Berkeley, Los Angles, London, University of California Press,

1985).

MacCloskey, Monro, Pacts for Peace: UN, NATO, SEATO, CENTO and OAS (New

York, Richards Rosen Press, 1967).

McWhinney, Edward, The United Nations And A New World Order For A New

Millennium (The Hague, Kluwer Law International Press, 2000).

NATO’da 30 Yıl 1952-1982 (Ankara, Türk Atlantik Derneği Yayını, tarih yok).

Oran, Baskın (der), Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular,

Belgeler, Yorumlar, C. I, 5. Baskı (İstanbul, İletişim Yayınları, 2002).

Oran, Baskın (der.), Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular,

Belgeler, Yorumlar, C. II, 3. Baskı (İstanbul, İletişim Yayınları, 2002).

Öztürk, Osman Metin, Rusya Federasyonu Askeri Doktrini (Ankara, Avrasya

Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM) Yayınları, 2001).

Palmer, Norman D. ve Howard C. Perkins, International Relations, 2. Baskı

(Boston, The Riberside Press, 1957).

Pfaltzgraff, Robert L. Jr., The Study of International Relations: A Guide to

Information Sources (Detroit, Gale Research Company, 1977).

Sander, Oral, Siyasi Tarih Birinci Dünya Savaşının Sonundan 1980’e Kadar

(Ankara, İmge Kitabevi Yayınları, 1989).

Sander, Oral, Türk Amerikan İlişkileri (Ankara, AÜSBF Yayınları, 1979).

Sönmezoğlu, Faruk (der), Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, Genişletilmiş Üçüncü

Baskı (İstanbul, Der Yayınları, 2000).

Page 279: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Ülger, İrfan Kaya, Avrupa Birliğinde Siyasal Bütünleşme (Ankara, Gündoğan

Yayınları, 2002).

Walt, Stephen M., Revolution and War (Ithaca, London, Cornell University Press,

1996).

Walt, Stephen M., The Origins of the Alliences (Ithaca, New York, Cornell

University Press, 1987).

Waltz, Kenneth N., Theory of International Politics (Reading, Addison-Wesley

Publishing Company, 1979).

Waltz, Kenneth ve George H. Quester, Uluslararası İlişkiler Kuramı ve Dünya

Siyasal Sistemi, Çev: Ersin Onulduran (Ankara, AÜSBF Yayınları, 1982).

Weiss, Thomas G., Military-Civilian Interactions: Intervening in Humanitarian

Crises (Lanham, Rowman & Littlefield Publications, 1999).

Yinanç, Refet, Hakan Taşdemir (der.), Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye

(Ankara, Seçkin Yayınları, 2002).

Makaleler

Abramowitz, Morton ve Heather Hurlburt, “Can the EU Hack the Balkans?”, Foreign

Affairs, C. 81, No. 5, Eylül/Ekim 2002, ss. 2-7.

Acheson, Dean, “The Practice Of Partnership”, Foreign Affairs, C. 41, No. 2, Ocak

1963, ss. 247-260.

Adenauer, Konrad, “The German Problem, A World Problem”, Foreign Affairs, C.

41, No. 1, Ekim 1962, ss. 59-65.

Page 280: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Ağır, Bülent Sarper, “Soğuk Savaş Sonrası Avrupa Güvenlik Düzenine Kurumsal Bir

Bakış”, Avrasya Dosyası, C. 9, S. 2, Yaz 2003, ss. 107-126.

Alanat, Mümin, “Ortak Dış ve Güvenlik Politikası ve Siyasal Birlik”, Avrupa Birliği El

Kitabı, 2. Baskı (Ankara, TC Merkez Bankası Personel Genel Müdürlüğü

Yayını, 1995), ss. 125-136.

Aragona, Giancarlo, “Lisbon and Beyond: The OSCE in an Emerging European

Security Structure”, NATO Review, C. 45, No. 2, Mart 1997, ss. 7-10.

Arat, Tuğrul, “Avrupa Toplulukları Hukuku”, Avrupa Birliği El Kitabı, 2. Baskı

(Ankara, TC Merkez Bankası Personel Genel Müdürlüğü Yayını, 1995), ss.

29-52.

Armaoğlu, Fahir Hadi, “Sovyet-Amerikan Münasebetlerinin Üç Yılı 1945-1948”,

Siyasal Bilgiler Okulu Dergisi, C. IV, S. 1-4, 1949, ss. 375-445.

Armaoğlu, Fahir Hadi, “Sovyet-Amerikan Münasebetlerinin Üç Yılı 1945-1948”,

AÜSBF Dergisi, C. V, S. 1-4, 1950, ss. 186-236.

Arsava, Füsun, “Avrupa Birliği’nin Kurumsal Yapısı ve Karar Alma Süreci”, Avrupa

Birliği El Kitabı, 2. Baskı (Ankara, TC Merkez Bankası Personel Genel

Müdürlüğü Yayını, 1995), ss. 53-70.

Arslan, Dursun, “Soğuk Savaş Sonrası Uluslararası Krizler ve Almanya”, Avrasya

Dosyası, C. 5, S. 4, Kış 1999, ss. 101-115.

Asmus, Ronald D. ve F. Stephen Larrabee, “NATO and The Have-Nots”, Foreign

Affairs, C. 75, No. 6, Kasım-Aralık 1996, ss. 13-20.

Balanzino, Sergio, “A Year After Sintra: Achieving Cooperative Security Through The

EAPC and PfP”, NATO Review, C. 46, No. 3, Güz 1998, ss. 4-8.

“Batı Avrupa Birliği ve Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği”, İktisadi Kalkınma

Vakfı Dergisi, S. 133, Kasım/Aralık 1996, ss. 36-44.

Page 281: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Baylis, John, “Britain, The Brussels Pact And The Continental Commitment”,

International Affairs, C. 60, No. 4, Güz 1984, ss. 615-629.

Baylis, John, “NATO Strategy: The Case For a New Strategic Concept”,

International Affairs, C. 64, No. 1, Kış 1987/8, ss. 43-59.

Bertram, Christoph, “Europe’s Security Dilemmas”, Foreign Affairs, C. 65, No. 5,

Yaz 1987, ss. 943-944.

Betts, Richard K., “NATO’s Mid-Life Crisis”, Foreign Affairs, C. 68, No. 2, İlkbahar

1989, ss. 37-52.

Blank, Stephen, “The Transatlantic Security Agenda: A Conference Report and

Analysis”, European Security, C. 11, No. 2, Yaz 2002, ss. 1-32.

Borawski, John, “NATO Beyond 2000: A New Flashpoint for European Security”,

European Security, C. 9, No. 2, Yaz 2000, ss. 1-12.

Borawski, John, “Partnership for Peace and Beyond”, International Affairs, C. 71,

No. 2, Nisan 1995, ss. 233-246.

Bowie, Robert R., “Tensions Within The Alliance”, Foreign Affairs, C. 42, No. 1,

Ekim 1963, ss. 49-69.

Bowker, Mike ve Phil Williams, “Helsinki and West European Security”, Internatıonal

Affairs, C. 61, No. 4, Güz 1985, ss. 607-618.

Bozkurt, Ömer, “Maastricht Antlaşması ve Avrupa Birliği’nin geleceği”, Avrupa Birliği

El Kitabı, 2. Baskı (Ankara, TC Merkez Bankası Personel Genel Müdürlüğü

Yayını, 1995), ss. 89-106.

Brzezinski, Zbigniew, “A Plan for Europe”, Foreign Affairs, C. 74, No. 1, Ocak-Şubat

1995, ss. 26-42.

Page 282: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Brzezinski, Zbigniew, “The Framework of East-West Reconciliation”, Foreign Affairs,

C. 46, No. 2, Ocak 1968, ss. 256-275.

Buchan, Alastair, “The Reform Of NATO”, Foreign Affairs, C. 40, No. 2, Ocak 1962,

ss. 165-182.

Bull, Hedley, “European Self-Reliance And The Reform of NATO”, Foreign Affairs,

C. 61, No, 4, İlkbahar 1983, ss. 874-892.

Bundy, McGeorge, George F. Kennan, Robert S. McNamara ve Gerard Smith,

“Nuclear Weapons And The Atlantic Alliance”, Foreign Affairs, C. 60, No. 4,

İlkbahar 1982, ss. 753-768.

Canbaş, Fahrettin, “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Rusya’nın Avrupa Güvenlik

Politikası”, Avrasya Dosyası, C. 5, S. 4, Kış 1999, ss. 89-99.

Carrington, Lord, “European Political Co-operation: America Should Welcome It”,

International Affairs, C. 58, No. 1, Kış 1981/82, ss. 1-6.

Chernoff, Fred, “Negotiating Security and Disarmament in Europe”, International

Affairs, C. 60, No. 3, Yaz 1984, ss. 429-437.

Cilluffo, Frank J., “Fighting Terrorism”, NATO Review, C. 49, No. 4, Kış 2001, ss. 12-

15.

Clarke, Michael ve Paul Cornish, “The European Defence Project and The Prague

Summit”, International Affairs, C. 78, No. 4, Ekim 2002, ss. 777-788.

Clemens Jr., Walter C., “The Soviet World Faces West: 1945-1970”, International

Affairs, C. 46, No. 3, Temmuz 1970, ss. 475-489.

Cornish, Paul ve Geoffrey Edwards, “Beyond the EU/NATO Dichotomy: the

Beginnings of a European Strategic Culture”, International Affairs, C. 77,

No. 3, Temmuz 2001, ss. 587-603.

Page 283: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Cragg, Anthony, “Yeni Bir Çağ İçin Yeni Bir Stratejik Kavram”, NATO Dergisi, C. 47,

S. 2, Yaz 1999, ss. 19-22.

Croft, Stuart, “Guaranteeing Europe’s Security? Enlarging NATO Again”,

International Affairs, C. 78, No. 1, Ocak 2002, ss. 97-114.

Croft, Stuart, “The EU, NATO and Europeanisation: The Return of Architectural

Debate”, European Security, C. 9, No. 3, Güz 2000, ss. 1-20.

David, Charles-Philippe, “‘At Least 2001’: US Security Policy and Exit Strategy in

Bosnia”, European Security, C. 9, No. 1, İlkbahar 2000, ss. 1-21.

Davis, Lynn E., “Lessons Of The INF Treaty”, Foreign Affairs, C. 66, No. 4, İlkbahar

1988, ss. 720-734.

de Rose, François, “Inflexible Response”, Foreign Affairs, C. 61, No. 1, Güz 1982,

ss. 136-150.

de Wijk, Rob, “Towards a New Political Strategy for NATO”, NATO Review, C. 46,

No. 2, Yaz 1998, ss. 14-18.

Dedeoğlu, Beril ve Mesut Hakkı Caşın, “Yeni Avrupa Güvenlik Kimliğinde Stratejik

Arayışlar: NATO - BAB - AB - AGİT İlişkilerinin Dünü, Bugünü ve Geleceği”,

Avrasya Dosyası, C. 5, S. 4, Kış 1999, ss. 155-196.

Dedman, M. ve C. Fleay, “Britain and The European Army”, History Today, C. 42,

Nisan 1992, ss. 11-14.

Deutch, John, Arnold Kanter ve Brent Scowcroft, “Saving NATO’s Foundation”,

Foreign Affairs, C. 78, No. 6, Kasım/Aralık 1999, ss. 54-67.

Dulles, John Foster, “Policy For Security And Peace”, Foreign Affairs, C. 32, No. 3,

Nisan 1954, ss. 353-364.

Page 284: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Eberle, James, John Roper, William Wallace ve Phil Williams, “European Security

Cooperation and British Interests”, International Affairs, C. 60, No. 4, Güz

1984, ss. 545-560.

Edmonds, Robin, “Yalta And Potsdam: Forty Years Afterwards”, International

Affairs, C. 62, No. 2, İlkbahar 1986, ss. 197-216.

Erhan, Çağrı, “‘Avrupa’nın İntiharı’ ve İkinci Dünya Savaşı Sonrasında Temel

Sorunlar”, AÜSBFD, C. 51, S. 1-4, Ocak-Aralık 1996, ss. 259-273.

Erhan, Çağrı, “ABD ve NATO’yla İlişkiler”, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından

Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, C. I, Baskın Oran (der.), 5. Baskı

(İstanbul, İletişim Yayınları, 2002), ss. 522-575.

Erhan, Çağrı, “Ortaya Çıkışı ve Uygulanışıyla Marshall Planı”, AÜSBFD, C. 51, S. 1-

4, Ocak-Aralık 1996, ss. 275-287.

Erhan, Çağrı, “Soğuk Savaş Sonrası ABD’nin Güvenlik Algılamaları”, Uluslararası

Güvenlik Sorunları ve Türkiye, Refet Yinanç, Hakan Taşdemir (der.)

(Ankara, Seçkin Yayınları, 2002), ss. 55-82.

Erler, Fritz, “The Alliance And The Future of Germany”, Foreign Affairs, C. 43, No.

3, Nisan 1965, ss. 436-446.

Erler, Fritz, “The Basis of Partnership”, Foreign Affairs, C. 42, No. 1, Ekim 1963, ss.

84-95.

Eyal, Jonathan, “NATO’s Enlargement: Anatomy of A Decision”, International

Affairs, C. 73, No. 4, Ekim 1997, ss. 695-719.

Feis, Herbert, “The Secret That Traveled To Potsdam”, Foreign Affairs, C. 38, No.

2, Ocak 1960, ss. 300-317.

Page 285: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Flynn, Gregory ve Henry Farrell, “Piecing Together The Democratic Peace: The

CSCE, Norms, and The ‘Construction’ of Security in Post-Cold War Europe”,

International Organization, C. 53, No. 3, Yaz 1999, ss. 505-535.

Gaddis, John Lewis, “The Cold War, the Long Peace, and the Future”, The End of

the Cold War: Its Meaning and Implications, Michael J. Hogan (der.) (New

York, Cambridge University Press, 1994), ss. 21-32.

Gaddis, John Lewis, “Was The Truman Doctrine A Real Turning Point?”, Foreign

Affairs, C. 52, No. 2, Ocak 1974, ss. 386-402.

Gaitskell, Hugh, “The Search For Anglo-American Policy”, Foreign Affairs, C. 32,

No. 4, Temmuz 1954, ss, 563-576.

Gelber, Lionel, “A Marriage of Inconvenience”, Foreign Affairs, C. 41, No. 2, Ocak

1963, ss. 310-322.

George, Bruce, “The Negotiations on Confidence- and Security-Building Measures

The Vienna Agreement and Beyond”, NATO Review, C. 39, No. 1, Şubat

1991, ss. 15-20.

Ghebali, Victor-Yves, “The OSCE’s Istanbul Charter for European Security”, NATO

Review, C. 48, No. 1, İlkbahar-Yaz 2000, ss. 23-26.

Gnesotto, Nicole, “European Union After Minsk and Maastricht”, International

Affairs, C. 68, No. 2, Nisan 1992, ss. 223-231.

Gordon, Philip H., “Does The WEU Have A Role?”, Washington Quarterly, C. 20,

No. 1, Kış 1997, ss. 125-140.

Gorka, Sebestyen L. v., “NATO After Enlargement: is the Alliance better off?”, NATO

Review, C. 47, No. 3, Güz 1999, ss. 33-35.

Page 286: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Grant, Charles, “The Eleventh of September and Beyond: The Impact on the

European Union”, Political Quarterly, Ek Bölüm 1, C. 73, No. 4, Ağustos

2002, ss. 135-153.

Günuğur, Haluk, “Avrupa Birliği Bütünleşmesinin Tarihsel Gelişimi (Dünü, Bugünü,

Yarını)”, Avrupa Birliği El Kitabı, 2. Baskı (Ankara, TC Merkez Bankası

Personel Genel Müdürlüğü Yayını, 1995), ss. 13-20.

Günuğur, Haluk, “Avrupa Birliği’nin Kurucu Antlaşmaları, Gümrük Birliği ve Tek Pazar

(İç Pazar)”, Avrupa Birliği El Kitabı, 2. Baskı (Ankara, TC Merkez Bankası

Personel Genel Müdürlüğü Yayını, 1995), ss. 71-88.

Hahn, Walter F., “Nuclear Balance in Europe”, Foreign Affairs, C. 50, No. 3, Nisan

1972, ss. 501-516.

Healey, Denis, “The Sputnik And Western Defence”, International Affairs, C. 34,

No. 2, Nisan 1958, ss. 145-156.

Hendrickson, Ryan C., “The Enlargement of NATO: The Theory and Politics of

Alliance Expansion”, European Security, C. 8, No. 4, Kış 1999, ss. 84-99.

Herter, Christian A., “Atlantica”, Foreign Affairs, C. 41, No. 2, Ocak 1963, ss. 299-

309.

Hoag, Malcolm W., “NATO: Deterrent or Shield?”, Foreign Affairs, C. 36, No. 2,

Ocak 1958, ss. 278-292.

Holbrooke, Richard, “America, A European Power”, Foreign Affairs, C. 74, No, 2,

Mart-Nisan 1995, ss. 38-51.

Hulsman, John C., “The Guns of Brussels”, Policy Review, No. 101,

Haziran/Temmuz 2000, ss. 35-50.

Hunter, Robert E., “Enlargement: Part of a Strategy for Protecting Stability into

Central Europe”, NATO Review, C. 43, No. 3, Mayıs 1995, ss. 4-8.

Page 287: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Hunter, Robert E., “NATO’s Evolving Partnerships: Getting Cinderella to The Ball”,

NATO Review, C. 49, No. 3, Güz 2001, ss. 10-12.

Hurd, Douglas, “Developing The Common Foreign and Security Policy”,

International Affairs, C. 70, No. 3, Temmuz 1994, ss. 421-428.

Hyland, William G., “U.S.-Soviet Relations: The Long Road Back”, Foreign Affairs,

C. 60, No. 3, Özel Sayı 1982, ss. 525-550.

Ifantis, Kostas, “Conceptual and Institutional Adaptation of Security: Redefining

NATO’s Role, Identity and Strategy in The New European Condition”, The

Turkish Yearbook of International Relations, No. XXVI, 1996, ss. 1-21.

İnan, Yüksel ve İslam Yusuf, “New European Security Identity And Turkey”, The

Turkish Yearbook of International Affairs, No. XXIX, 1999, ss. 33-48.

İnan, Yüksel ve İslam Yusuf, “Partnership For Peace”, Perceptions, C. IV, No. 2,

Temmuz-Ağustos 1999, ss. 68-84.

Jannuzzi, Giovanni, “The European Union’s Common Foreign and Security Policy

and Its Contribution to Global Security”, NATO Review, C. 42, No. 1, Ocak

1995, ss. 13-16.

Kaiser, Karl, “A View from Europe: The US Role in The Next Decade”, International

Affairs, C. 65, No. 2, İlkbahar 1989, ss. 209-223.

Kaiser, Karl, “Europe And America: A Critical Phase”, Foreign Affairs, C. 52, No. 4,

Temmuz 1974, ss. 725-741.

Kaiser, Karl, Georg Leber, Alois Mertes ve Franz-Josef Schulze, “Nuclear Weapons

And The Preservation of Peace”, Foreign Affairs, C. 60, No. 5, Yaz 1982,

ss. 1157-1170.

Page 288: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Karaosmanoğlu, Ali L., “Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği Açısından Türkiye-

Avrupa Birliği İlişkileri”, Doğu Batı Düşünce Dergisi, S. 14, Şubat, Mart,

Nisan 2001, ss. 156-166.

Keskin, Funda, “ABD Başkanlarının Ünlü Doktrinleri”, Türk Dış Politikası: Kurtuluş

Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, C. I, Baskın Oran (der.),

5. Baskı (İstanbul, İletişim Yayınları, 2002), ss. 527.

Khrushchev, Nikita S., “On Peaceful Coexistence”, Foreign Affairs, C. 38, No. 1,

Ekim 1959, ss. 1-18.

Kissinger, Henry A., “Force And Diplomacy in The Nuclear Age”, Foreign Affairs, C.

34, No. 3, Nisan 1956, ss. 349-366.

Kissinger, Henry A., “Missiles And The Western Alliance”, Foreign Affairs, C. 36,

No. 3, Nisan 1958, ss. 383-400.

Kissinger, Henry A., “Strains on the Alliance”, Foreign Affairs, C. 41, No. 2, Ocak

1963, ss. 261-285.

Kissinger, Henry A., “The Unsolved Problems Of European Defense”, Foreign

Affairs, C. 40, No. 4, Temmuz 1962, ss. 515-541.

Kissinger, Herry A., “The Search for Stability”, Foreign Affairs, C. 37, No. 4,

Temmuz 1959, ss. 537-560.

Kober, Stanley, “Can NATO Survive?”, International Affairs, C. 59, No. 3, Yaz

1983, ss. 339-349.

Kozyrev, Andrei V., “Russia and NATO: A Partnership for A United and Peaceful

Europe”, NATO Review, C. 42, No. 4, Ağustos 1994, ss. 3-6.

Kramer, Mark N., “Civil-Military Relations in The Warsaw Pact: The East European

Component”, International Affairs, C. 61, No. 1, Kış 1984/5, ss. 45-66.

Page 289: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Kramer, Mark, “NATO, the Baltic States and Russia: a Framework for Sustainable

Enlargement”, International Affairs, C. 78, No. 4, Ekim 2002, ss. 731-756.

Kurylowicz-Rodzoch, Anna ve Malgorzata Zawistowska, “Development of

Cooperation in EU Common Foreign and Security Policy”, The Polish

Quarterly of International Affairs, C. 8, No. 2, İlkbahar 1999, ss. 145-160.

Lellouche, Pierre, “Europe And Her Defense”, Foreign Affairs, C. 59, No. 4, İlkbahar

1981, ss. 813-834

Luard, Evan, “A European Foreign Policy?”, International Affairs, C. 62, No. 4, Güz

1986, ss. 573-582.

Lysyshyn, Ralph J., “Open Skies Ahead”, NATO Review, C. 40, No. 1, Nisan 1992,

ss. 23-26.

MacKinnon, Craig, “A New Direction for European Defence?”, Peacekeeping &

International Relations, C. 29, No. 1, Ocak/Nisan 2000, ss. 19-20.

Mandelbaum, Michael, “Ending The Cold War”, Foreign Affairs, C. 68, No. 2,

İlkbahar 1989, ss. 16-36.

Mandelbaum, Michael, “Preserving The New Peace: The Case Against NATO

Expansion”, Foreign Affairs, C. 74, No. 3, Mayıs-Haziran1995, ss. 9-13.

Mathiopoulos, Margarita ve Istvan Gyarmati, “Saint Malo And Beyond: Toward

European Defence”, Washington Quarterly, C. 22, No. 4, Güz 1999, ss.65-

76.

Matser, Willem, “Towards a New Strategic Partnership”, NATO Review, C. 49, No. 4,

Kış 2001, ss. 19-21.

May, Ernest R., “The U.S. Government, a legacy of the Cold War”, The End of the

Cold War: Its Meaning and Implications, Michael J. Hogan (der.) (New

York, Cambridge University Press, 1994), ss. 225-235.

Page 290: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

McCalla, Robert B., “NATO’s Persistence After The Cold War”, International

Organization, C. 50, No. 3, Yaz 1996, ss. 445-475.

MccGwire, Michael, “A Mutual Security Regime For Europe?”, International Affairs,

C. 64, No. 3, Yaz 1988, ss. 361-379.

Morgan, Roger, “Washington And Bonn: A Case Study In Alliance Politics”,

International Affairs, C. 47, No. 3, Temmuz 1971, ss. 489-502.

Nitze, Paul H., “Strategy in The Decade of the 1980s”, Foreign Affairs, C. 59, No. 1,

Güz 1980, ss. 82-101.

Odom, William E., “Soviet Military Doctrine”, Foreign Affairs, C. 67, No. 2, Kış

1988/89, ss. 114-134.

Onulduran, Ersin, “NATO Enlargement And The Balkans”, KOÜHFD, S. 2, 1998-

1999, ss. 489-495.

Onulduran, Ersin, “Political Consultation in NATO”, The Turkish Yearbook of

International Relations, C. XX, 1980-1981, ss. 217-227.

Oran, Baskın, “Dönemin Bilançosu”, Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından

Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, C. I, Baskın Oran (der.), 5. Baskı

(İstanbul, İletişim Yayınları, 2002), ss. 655-680.

Özen, Çınar, “Consequences of the European Security and Defense Policy for the

European Non-EU NATO Members”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi,

(Güz-2001), C. 1, S. 1, ss. 139-153.

Parzymies, Stanislaw, “The European Security and Defence Identity: Myth or

Reality?”, The Polish Quarterly of International Affairs, C. 8, No. 2,

İlkbahar 1999, ss. 11-42.

Payne, Keith B. ve Colin S. Gray, “Nuclear Policy And The Defensive Transition”,

Foreign Affairs, C. 62, No. 4, İlkbahar 1984, ss. 820-842.

Page 291: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Petersen, Niels Helveg, “Towards a European Security Model for The 21st Century”,

NATO Review, C. 45, No. 6, Kasım-Aralık 1997, ss. 4-7.

Pfaltzgraff, Robert L., Jr., “International Relations Theory: Retrospect and Prospect”,

International Affairs, C. 50, No. 1, Ocak 1974, ss. 28-48.

Pierre, Andrew J., “Can Europe’s Security Be ‘Decoupled’ From America?”, Foreign

Affairs, C. 51, No. 4, Temmuz 1973, ss. 761-777.

Pipes, Richard, “Is Russia Still an Enemy?”, Foreign Affairs, C. 76, No. 5, Eylül-

Ekim 1997, ss. 65-78.

Pleven, Rene, “France in The Atlantic Community”, Foreign Affairs, C. 38, No. 1,

Ekim 1959, ss. 19-30.

Ravenal, Earl C., “Europe Without America: The Erosion of NATO”, Foreign Affairs,

C. 63, No. 5, Yaz 1985, ss. 1022-1035.

Rodman, Peter W., “The Fallout From Kosovo”, Foreign Affairs, C. 78, No. 4,

Temmuz/Ağustos 1999, ss. 45-51.

Rontoyanni, Clelia, “So Far, So Good? Russia and The ESDP”, International

Affairs, C. 78, No. 4, Ekim 2002, ss. 813-830.

Rosner, Jeremy D., “NATO Enlargement’s American Hurdle”, Foreign Affairs, C. 75,

No. 4, Temmuz-Ağustos 1996, ss. 9-16.

Rotfeld, Adam Daniel, “NATO Enlargement and the Reinforcing of Euro-Atlantic

Security Structures”, The Polish Quarterly of International Affairs, C. 8,

No. 1, Kış 1999, ss. 23-52.

Ruge, Friedrich, “The Need for a Common Nuclear Strategy”, NATO in Quest of

Cohesion, Karl H. Cerny ve Henry W. Briefs (der.) (New York, Washington,

London, Hoover Institution Publications, 1965), ss. 199-214.

Page 292: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Rühl, Lothar, “Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği ve AB’nin Türkiye ile Olan

İlişkileri – NATO Müttefiki ile Sorunlar”, Avrupa Yolunda Türkiye ve

Polonya – Değişim Sürecinde İki AB Aday Ülkesi .(Ankara, Konrad

Adenauer Vakfı Yayınları, 2001), ss. 39-54.

Salmon, Trevor C., “Testing Times for European Political Cooperation: The Gulf and

Yugoslavia, 1990-1992”, International Affairs, C. 68, No. 2, Nisan 1992, ss.

233-253.

Salter, Noel, “Western European Union: The Role of The Assembly 1954-1963”,

International Affairs, C. 40, No. 1, Ocak 1964, ss. 34-46.

Schelesinger Jr., Arthur, “Some Lessons from the Cold War”, The End of the Cold

War: Its Meaning and Implications, Michael J. Hogan (der.) (New York,

Cambridge University Press, 1994), ss. 50-64.

Sharp, Jane M., “After Reykjavik: Arms Control And The Allies”, International

Affairs, C. 63, No. 2, İlkbahar 1987, ss. 239-257.

Shepherd, Alistair J. K., “Top-Down or Bottom-Up: Is Security and Defence Policy in

The EU a Question of Political Will or Military Capability?”, European

Security, C. 9, No. 2, Yaz 2000, ss. 13-30.

Sloan, Stanley R., “NATO’s Future in A New Europe: An American Perspective”,

International Affairs, C. 66, No. 3, Temmuz 1990, ss. 495-511.

Sloan, Stanley R., “US Perspectives on NATO’s Future”, International Affairs, C.

71, No. 2, Nisan 1995, ss. 217-231.

Smith, Michael ve Stephen Woolcock, “Learning to Cooperate: The Clinton

Administration and The European Union”, Internation Affairs, C. 70, No. 3,

Temmuz 1994, ss. 459-476.

Solana, Javier, “A Defining Moment for NATO: The Washington Summit Decisions

and The Kosovo Crisis”, NATO Review, C. 47, No. 2, Yaz 1999, ss. 3-8.

Page 293: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Solana, Javier, “NATO’s Success in Kosovo”, Foreign Affairs, C. 78, No. 6,

Kasım/Aralık 1999, ss. 114-120.

Solana, Javier, “The Washington Summit: NATO Steps Boldly into The 21st Century”,

NATO Review, C. 47, No. 1, İlkbahar 1999, ss. 3-6.

Sommer, Theo, “For an Atlantic Future”, Foreign Affairs, C. 43, No. 1, Ekim 1964,

ss. 112-125.

Soysal, İsmail, “Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK-AGİT) Helsinki, 1975”,

Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç (Ankara, Türk Tarih Kurumu

Yayını, 1999), ss. 495-500.

Spaak, Paul-Henri, “A New Effort to Build Europe”, Foreign Affairs, C. 43, No. 2,

Ocak 1965, ss. 199-208.

Spaak, Paul-Henri, “New Tests For NATO”, Foreign Affairs, C. 37, No. 3, Nisan

1959, ss. 357-365.

Spaak, Paul-Henri, “The Atom Bomb And NATO”, Foreign Affairs, C. 33, No. 3,

Nisan 1955, ss. 353-359.

Stefanova, Boyka, “The Baltic States’ Accession to NATO and the European Union:

An Extension of the European Security Community?”, Journal of

International Relations & Development, C. 5, No. 2, Haziran 2002, ss.

156-181.

Stehlin, Paul, “The Evolution of Western Defense”, Foreign Affairs, C. 42, No. 1,

Ekim 1963, ss. 70-83.

Stolarczyk, Mieczyslaw, “The Concept of European Unity Against International

Security in Post-Cold War Europe”, The Polish Quarterly of International

Affairs, C. 8, No. 2, İlkbahar 1999, ss. 119-144.

Page 294: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Strauss, Franz Josef, “An Alliance of Continent”, International Affairs, C. 41, No. 2,

Nisan 1965, ss. 191-203.

Strauss, Franz-Josef, “Soviet Aims And German Unity”, Foreign Affairs, C. 37, No.

3, Nisan 1959, ss. 366-377.

Strausz-Hupe, Robert, “The Crisis of Political Leadership”, NATO in Quest of

Cohesion, Karl H. Cerny ve Henry W. Briefs (der.) (New York, Washington,

London, Hoover Institution Publications, 1965), ss. 135-147.

Taft, William H., “European Security: Lessons Learned from The Gulf War”, NATO

Review, C. 39, No. 3, Haziran 1991, ss. 16-21.

Taylor, Trevor, “West European Security and Defence Cooperation: Maastricht and

Beyond”, International Affairs, C. 70, No. 1, Ocak 1994, ss. 1-16.

Tellal, Erel, “SSCB’yle İlişkiler”, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne

Olgular, Belgeler, Yorumlar, C. I, Baskın Oran (der.), 5. Baskı (İstanbul,

İletişim Yayınları, 2002), ss. 499-521.

Tezcan, Ercüment, “Maastricht ve Amsterdam Antlaşmaları Çerçevesinde Avrupa

Birliği ve Batı Avrupa Birliği İlişkileri”, AÜSBFD, C. 54, S. 1, ss. 143-158.

Treverton, Gregory F., “The New Europe”, Foreign Affairs, C. 71, No. 1, Kış

1991/1992, ss. 94-112.

Tugendhat, Christopher, “Europe’s Need for Self-Confidence”, International Affairs,

C. 58, No. 1, Kış 1981/2, ss. 7-12.

Türkmen, İlter, “Diyalog Arayan Caydırıcılık”, NATO’da 30 Yıl 1952-1982 (Ankara,

Türk Atlantik Derneği Yayını, tarih yok), ss. 25-29.

Ulusoy, Hasan, “Collective Security in Europe”, Perceptions, C. VII, No. 4, Aralık

2002-Şubat 2003, ss. 156-195.

Page 295: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Uzgel, İlhan, “ABD ve NATO ile İlişkiler”, Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından

Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, C. II, Baskın Oran (der.), 3. Baskı

(İstanbul, İletişim Yayınları, 2002), ss. 243-325.

Ülman, Haluk, “Türk Dış Politikasına Yön Veren Etkenler (1923-1968) I”, AÜSBFD,

C. XXIII, S. 3, 1968, ss. 241-273.

Valki, Laszlo, “Kosovo, International Law and Humanitarian Intervation”,

Perspectives, No. 15, Kış 2000/2001, ss. 45-67.

von Hassel, Kai-Uwe, “Organizing Western Defense”, Foreign Affairs, C. 43, No. 2,

Ocak 1965, ss. 209-216.

Von Moltke, Gebhard, “Building a Partnership for Peace”, NATO Review, C. 42, No.

3, Haziran 1994, ss. 3-7.

Walters, F. P., “Dumbarton Oaks And The League”, International Affairs, C. XXI,

No. 2, Nisan 1945, ss. 141-154.

Warner, Geoffrey, “The Truman Doctrine And The Marshall Plan”, International

Affairs, C. 50, No. 1, Ocak 1974, ss. 82-92.

Weaver, Robert, “NATO’s Evolving Partnerships: Building Security Through

Partnership”, NATO Review, C. 49, No. 3, Güz 2001, ss. 6-9.

Webber, Mark, “A Tale of a Decade: European Security Governance and Russia”,

European Security, C. 9, No. 2, Yaz 2000, ss. 31-60.

Webber, Mark, Terry Terrif, Jolyon Howorth ve Stuart Croft, “The Common European

Security and Defence Policy and the ‘Third-Country’ Issue”, European

Security, C. 11, No. 2, Yaz 2002, ss. 75-100.

Weber, Steve, “Shaping The Postwar Balance of Power: Multilateralism in NATO”,

International Organization, C. 46, No. 3, Yaz 1992, ss. 633-680.

Page 296: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Wiebes, Cees ve Bert Zeeman, “The Pentagon Negotiations March 1948: The

Launching Of The North Atlantic Treaty”, International Affairs, C. 59, No. 3,

Yaz 1983, ss. 351-363.

Williams, Phil, “The United States’ Commitment to Western Europe: Strategic

Ambiguity And Political Disintegration?”, International Affairs, C. 59, No. 2,

İlkbahar 1983, ss. 195-209.

Williams, Phil, “US-Soviet Relations: Beyond The Cold War?”, International Affairs,

C. 65, No. 2, İlkbahar 1989, ss. 273-288.

Williams, Phil, Paul Hammond ve Michael Brenner, “Atlantis Lost, Paradise

Regained? The United States and Western Europe After The Cold War”,

International Affairs, C. 69, No. 1, Ocak 1993, ss. 1-17.

Wilmot, Chester, “Britain’s Strategic Relationship to Europe”, International Affairs,

C. XXIX, No. 4, Ekim 1953, ss. 409-147.

Wilmot, Chester, “If NATO Had To Fight”, Foreign Affairs, C. 31, No. 2, Ocak 1953,

ss. 200-214.

X [George F. Kennan], “The Sources Of Soviet Conduct”, Foreign Affairs, C. 25, No.

4, Temmuz 1947, ss. 566-582.

Yim, Soojin, “Best Defence”, Harvard International Review, C. 22, No. 3, Güz 2000,

ss. 14-15.

Yost, David S., “Transatlantic Relations and Peace in Europe”, International Affairs,

C. 78, No. 2, Nisan 2002, ss. 277-300.

Youngs, Richard, “The European Security and Defence Policy: What Impact on the

EU’s Approach to Security Challenges?”, European Security, C. 11, No. 2,

Yaz 2002, ss. 101-124.

Page 297: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Yüksel, M. Süreyya, “NATO-Turkey-The Middle East”, Türk-Arap İlişkileri

İncelemeleri Yıllığı, C. 6, 1991, ss. 119-124.

Zielonka, Jan, “Europe’s Security: A Great Confusion”, International Affairs, C. 67,

No. 1, Ocak 1991, ss. 127-137.

İnternet Kaynakları

“Ankara’da NATO’ya Başvuracak”, Milliyet, 17.01.2003,

<http://milliyet.com.tr/2003/01/17/guncel/gun01.html> (30.04.2003).

Archer, Clive, “Aspects of Soft Securit”, ss. 1-2,

<http://www.bd.1st.se/dimensionen/rapport/1.pdf> (13.10.2003).

Borowiec, Andrew, “Turkey Fears EU Force will Aid Greece”, Washington Times, 20

Haziran 2001, <http://www.washtimes.com/world/20010620-163643.htm>

(24.12.2003).

“Building Peace and Stability in Crisis Regions”, NATO Briefing, Ekim 2003, s. 5,

<http://www.nato.int/docu/briefing/crisis-menagement-e.pdf> (15.12.2003).

“Decision Sheet of The Defence Planning Committee”, NATO Press Release - 16

Şubat 2003, <http//:www.nato.int/docu/pr/2003/p030216e.htm>

(02.03.2003).

Dışişleri Bakanlığı Basın Açıklamaları Şubat 2003, No. 24, 12 Şubat 2003,

<http://mfa.gov.tr/turkce/grupc/ca/2003/2/default.htm> (30.04.2003).

Dışişleri Bakanlığı Basın Açıklamaları Şubat 2003, No. 26, 17 Şubat 2003,

<http://mfa.gov.tr/turkce/grupc/ca/2003/2/default.htm> (30.04.2003).

Page 298: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Dışişleri Bakanlığı Basın Açıklamaları Şubat 2003, No. 27, 20 Şubat 2003,

<http://mfa.gov.tr/turkce/grupc/ca/2003/2/default.htm> (30.04.2003).

Goldgeiger, James M., “Ne Zaman Değil, Kim?”, NATO Dergisi, S. 1, İlkbahar 2002,

s. 2, <http://www.nato.int/docu/review/2002/issue1/turkish/art2.html>

(04.02.2003).

<Http://europa.eu.int/scadplus/leg/en/cig/g4000p.htm#p1> (16.03.2003).

<Http://europa.eu.int/scadplus/printversion/en/cig/g4000e.htm> (16.03.2003).

<Http://mfa.gov.tr/turkce/grupc/cb/2003/02/18.2.2003.htm> (30.04.2003).

<Http://www.armscontrol.org/FACTS/cfe499.htm> (20.02.2003).

<Http://www.dwelle.de/turkish/oezel/349146.html> (12.03.2003).

<Http://www.mfa.gov.tr/grupa/af/secure.htm#11> (27.04.2003).

<Http://www.mfa.gov.tr/turkce/grupa/ab/abab/Sevilla Zirvesi.Sonuc.htm>

(27.04.2003).

<Http://www.osce.org/publications/handbook> (24.02.2003).

Koç, Şanlı Bahadır, “Savaş Saatinin ‘Tik-takları’-AB’nin Irak Pozisyonu-Türkiye ve

ABD”, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Bülteni,

<http://www.avsam.org/gunlukbulten/arsiv/-2003/2901.htm#amerika>

(30.04.2003).

Kösebalaban, Hasan T., “Yeni Dünya Düzensizliği”,

<http://liberaldt.org.tr/guncel/Kosebalaban/-htk_yeni dunya.htm>

(30.04.2003).

McClausland, Jeffrey D., “NATO and Russian Approaches to Adapting The CFE

Treaty”, Arms Control Today, Ağustos 1997,

<http://armscontrol.org/act/1997_08/-cfeadapt.asp> (20.02.2003).

Page 299: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

“NATO ISAF Yönetimini Almaya Hazırlanıyor”,

<http://www.ntvmsnbc.com/news/211132.asp> (30.04.2003).

“NATO-EU Security of Information Agreement Signed Today”, NATO Press Release

(2003) 022, 14 Mart 2003, <http//:www.nato.int/docu/pr/2003/p03-022e.htm>

(16.03.2003).

Naumann, Klaus, “İttifak İçin Karar Zamanı”, NATO Dergisi, S. 2, Yaz 2002, s. 1,

<http://www.-nato.int/docu/review/2002/issue2/turkish/art3.html>

(04.02.2003).

Parmentier, Guillaume, “İttifak’ı Yeniden Canlandırmak”, NATO Dergisi, S. 2, Yaz

2002, s. 1, <http://www.nato.int/docu/review/2002/issue2/turkish/art4.html>

(04.02.2003).

Robertson, Lord, “Transforming NATO”, NATO Review, No. 1, İlkbahar 2003,

<http://www.nato.int/-docu/review/2003/issue1/english/art1.html>

(30.04.2003).

Schuwirth, Rainer, “Helsinki Hedeflerini Yakalamak”, NATO Dergisi, S. 3, Sonbahar

2002, s. 1, <http://www.nato.int/docu/review/2002/issue3/turkish/art4.html>

(04.02.2003).

Treaty of Economic, Social and Cultural Collaboration and Collective Self-Defence

(“The Brussels Treaty”), <http://www.nato.int/docu/basictxt/b480317a.htm>

(15.04.2002).

“Working to Bring Peace and Stablity to Afghanistan”, NATO Briefing, Ekim 2003, s.

1, <http://www.nato.int/docu/briefing/afghanistan-e.pdf> (15.12.2003).

Diğer Kaynaklar

Ayın Tarihi, Ağustos 1947.

Page 300: ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da savunma ve güvenlik

Ayın Tarihi, Mart 1948.

Birleşmiş Milletler Antlaşması ve Uluslararası Adalet Divanı Statüsü (Ankara,

Birleşmiş Milletler Enformasyon Merkezi Yayınları, 1997).

Birleşmiş Milletler Kararlarında Eski Yugoslavya ve Bosna Hersek, Çev: Nejat

Özdemiroğlu (İstanbul, Dayanışma Vakfı Yayını, 1996).

Keesing’s Contemporary Archives, 1955-1956, ss. 14617-14620.

NATO After Prague: New Members, New Capabilities, New Relations (Brussels,

NATO Office of Information and Press, 14 Ocak 2003).

NATO Belgeler (Brüksel, NATO Enformasyon Servisi Yayını, 1971).

NATO El Kitabı (50. Yıldönümü Sayısı) (Brüksel, Basın ve Enformasyon Bürosu,

1998).

NATO El Kitabı (Brüksel, NATO Basın ve Enformasyon Bürosu Yayını, 1995).

NATO Fact And Figures (Brussels, NATO Information Service Press, 1981).

NATO Handbook (Brussels, NATO Office of Information and Press, 2001).

NATO Today: Building Better Security and Stability for All (Brussels, NATO

Office of Information and Press, 2002).

OSCE Handbook, 3. Baskı (Vienna, Published by the Secreteriat of the OSCE,

2002).

Resmi Gazete, S. 8038, 18 Şubat 1952.

“Türkiye’nin Dördüncü Madde Başvurusu”, Hürriyet, 10.02.2003.