291
T . C . S T A N B U L Ü N V E R S T E S A Ç IK V E U Z A K T A N E T M F A K Ü L T E S 2 0 1 0 Yar.Doc.Dr.Hülya Kesici Çalışkan MAKRO İKTİSAT İŞLETME

İsletme_Makro_iktisat

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: İsletme_Makro_iktisat

1

T.C. STA

NBUL

ÜN

VERS TES AÇIK VE UZAKTAN E

TM

FAKÜLTES

2010

Yar.Doc.Dr.Hülya Kesici Çalışkan

MAKRO İKTİSAT

İŞLETME

Page 2: İsletme_Makro_iktisat

  1  

Makro İktisat

1.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü

Page 3: İsletme_Makro_iktisat

  2  

1.KISIM

1)MAKRO İKTİSAT NEDİR?............................................................2

2)MAKRO İKTİSADİ TEMEL KAVRAMLAR…………………….6

2.1)GAYRİ SAFİ YURT İÇİ MİLLİ HASILA…………………6

2.2) İKTİSADİ BÜYÜME ……………………………………….12

2.3) GAYRİSAFİ YURT İÇİ HASILA DEFLATÖRÜ ve ENFLAS-

YON……………………………………………………..14

2.4) KONJONKTÜR DALGALANMA…………………………17

ÖZET:

Makro iktisat ekonominin bir bütün olarak incelenmesidir. Bütün bir eko-

nominin anlaşılabilmesi için öncelikle bazı kavramların açıklanması gerek-

mektedir. Toplumun tümünü ilgilendiren önemli fakat az sayıdaki büyüklük-

ler gayrisafi yurt içi milli hasıla, iktisadi büyüme, enflasyon ve konjonktür

dalgalanma öncelikle irdelenmesi gerekenlerdir.

Page 4: İsletme_Makro_iktisat

  3  

1. MAKRO İKTİSAT NEDİR?

İnsanlar toplumda yaşar toplum bireylerden oluşur ancak yaşanan bu süre içerisinde insanların

kurup oluşturduğu toplumsal kurumlar ve bu kurumlar da uyulan toplumsal kurallar vardır.

İnsanlar tarım ile uğraşarak toplumsal düzene geçmişlerdir. Yerleşik,düzene geçilmesi ile

birlikte korunma, barınma, beslenme, giyinme gibi günlük ihtiyaçların giderilmesi ile üretim

tüketim,tasarruf dolayısıyla ekonomi başlamıştır.Tarım toplumu olarak başlayan ekonomik

hayat sanayi devrimi ve teknolojide meydana gelen inanılmaz gelişmeler ile birlikte toplam

üretim de tarımın payının düşmesine yol açtı.Üretkenlikteki yükseliş beraberinde refahı

arttırdı,refahla beraber insan ömrünün artması da eğitimin artmasına neden oldu. İktisat bili-

mi kıt kaynaklarla sonsuz ihtiyaçların karşılanması sorunu ile karşı karşıya kalan bir kişinin

yada toplumun tatmin düzeyini en yüksek noktaya çıkarma yollarını arar. İktisat bilimi makro

iktisat ve mikro iktisat olmak üzere ikiye ayrılır. Mikro iktisat tekil olarak bireyleri yada fir-

maları inceler.Makro iktisat ise bütün bir ekonomiyi inceler.Ekonomide yaşanan durgunluk-

lar,krizler gibi konular makro iktisadın ilgilendiği konulardır. Makro iktisadın teorik çerçevesi

gelişmiş ülkelerin karşılaştığı ekonomik sorunlara çözüm ararken oluşmuştur. Makro iktisat

hem soyuttur ,hem somuttur. Makro iktisat az sayıda fakat önemli büyüklükleri içermektedir.

Makro iktisat 20. Yüzyıl'da ayrı bir disiplin olarak ele alınmıştır. Makro iktisadın geliş-

mesinde üç olay özellikle önemlidir. Birincisi, ekonomi istatistikçilerinin, makro iktisadi

araştırmaların bilimsel temelini oluşturan verileri toplamaya ve sistematikleştirmeye başlama-

larıdır. İkincisi, ekonomik dalgalanmaların tekrarlanan ekonomik sorunlar üzerindeki etkileri-

nin tespit edilmesi. Üçüncüsü ve adeta bir katalizör işlevi gören olay Büyük Buhran(1929)

olmuştur.

Dünya’da çoğunlukla modern makro iktisadın başlangıcının Keynesyen iktisat olduğu kabul

edilmiş durumdur.1883-1946 yılları arasında yaşayan ünlü İngiliz ekonomist John Maynard

Keynes, Büyük Buhran'ı açıklayan ve devletin belli politikalarla ekonomik çöküntülerin üste-

sinden gelebileceğini iddia eden yeni bir teorik çerçeve ortaya koyarak modern makroekono-

minin öncülüğünü yapmıştır. Keynes'in ekonomik dalgalanmalara ilişkin temel düşünceleri,

1936 yılında yayımladığı "istihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi" Keynes'in ekonomik dal-

galanmalara ilişkin temel düşünceleri, 1936 yılında yayımladığı "istihdam, Faiz ve Paranın

Genel Teorisi" “General Theory of Employment, Interest and Money” adlı eserinde yer al-

maktadır.

Page 5: İsletme_Makro_iktisat

  4  

Bu eser yayınlandığı zaman iktisadi problemlerin anlaşılmasında ve çözümünde yeni bir

ekol yaratmıştır. Keynes, Uluslararası Para Fonu'nun kurulmasına ve 2. Dünya Savaşı sonrası

uluslararası para sisteminin oluşumuna da katkı sağlamıştır. Keynes'in temel tezi, piyasa eko-

nomilerinin her zaman kendilerini düzeltecek bir mekanizmaya sahip olmadığı, yani düşük

işsizlik ve yüksek üretim düzeylerini her zaman garanti edemeyeceği biçimindedir. Do-

layısıyla devlet müdahalesini savunmuştur. Bu çalışma da incelenecek olan makro iktisat

okulları sırasıyla aşağıdaki gibidir.

1-Klasik Makro İktisat Okulu

2-Keynesyen Makro İktisat Okulu

3-Monetarist Makro İktisat Okulu

4-Yeni Klasik Makro İktisat Okulu

5-Yeni Keynesyen Makro İktisat Okulu

M..Friedman Chicago Üniversitesi'ndeki meslektaşlarıyla beraber monetarizm (para-

salcılık) olarak bilinen ve Keynesyenciliğin antitezi olan bir doktrini ortaya koydular. Mone-

taristler, ekonomilerin kendi hâline bırakılırsa tam istihdama dönme eğiliminde olduğunu id-

dia etmişlerdir.

Keynesyen düşünceye karşı monetaristlerce başlatılan karşı atak 1970'li yılların baş-

larında, Robert Lucas, Thomas Sargent, Neil Wallace ve Robert Barro gibi ekonomistlerin

öncülüğünde neo-klasik makro iktisatçılar tarafından sürdürülmüştür. Bu iktisatçılar piyasa

ekonomilerinin müdahaleye gerek kalmadan kendi kendilerini düzeltebileceğini iddia etmiş-

lerdir. Bu teoriyi savunanlar, John F. Muth tarafından ortaya atılan rasyonel beklentiler kav-

ramını makroekonomik analizlerde kullanarak desteklemişlerdir. Rasyonel beklentiler hipote-

zi, bireylerin ve işletmelerin gelecekteki ekonomik olaylar hakkındaki beklentilerini oluştu-

rurken "rasyonel" bir biçimde davrandıklarını, yani mevcut bilgilerini en iyi biçimde kullana-

rak geçmişte yaptıkları hatalara düşmekten kaçındıklarını öne sürmektedir.

1970'lerde gelişmiş ekonomilerde verimlilik artışı ve ekonomik büyümedeki yavaşlama,

bu soruna çözüm bulmak amacına yönelen ve oldukça farklı görüşleri olan, Robert L. Bartley

ve Arthur Laffer gibi ekonomistlerce geliştirilen arz yönlü ekonomi yaklaşımını ön plana

çıkartmıştır. ABD'de 1980'lerde Reagan yönetimi döneminde etkili olduğu için Reaganomics

olarak da adlandırılan arz yönlü ekonomide, vergilemenin piyasalardaki itici güçler üzerindeki

Page 6: İsletme_Makro_iktisat

  5  

etkisine büyük önem verilir. Vergi oranlarının düşürülmesinin ekonomiyi canlandıracağı, mil-

li geliri ve vergi gelirlerini artıracağı ve enflasyonu azaltacağı iddia edilir.

Son dönemlerde yeni düşünce okulları da tartışmaya dâhil olmuştur. Reel ekonomik dalga-

lanmalar teorisinin taraftarları hem Keynesyenlerin, hem de monetaristlerin ekonomiyle

isabet eden şokların kaynağını belirlemede hatalı olduklarını iddia etmektedirler. Bunlar, şok-

ların ekonomide gözlenen dalgalanmaların bunlarla açıklanabileceği biçiminde bir görüş orta-

ya koymuşlardır.

Aktivist makroekonomik politikaları yeniden ön plana çıkarmaya çalışan Yeni Keynes-

yenler özellikle uzun dönemde monetarizmi ve rasyonel beklentiler yaklaşımını kabul ederler

Yeni Keynesyenler, asimetrik bilgi, fiyatların ve ücretlerin yapışkanlıkları ve katılıkları gibi

nedenlerle piyasaların temizlenmediğini (arz - talep dengesinin sağlanmadığını) ileri sürerler.

Bunlara göre eksik rekabet ve piyasa başarısızlıkları önemlidir, hatta ekonomik dalgalanma-

ların nedeni olarak piyasa başarısızlıkları gösterilmektedir.

2) MAKRO İKTİSADİ TEMEL KAVRAMLAR

Makro iktisat ekonomiyi bir bütün olarak inceler. Makro iktisat temelde ekonomide top-

lam üretim, istihdam düzeyi, faiz oranları v.b.diğer değişkenlerin belirlenmesiyle ilgilenir.

Değerlendirmenin yapılabilmesi için bazı temel büyüklüklere ihtiyaç vardır. Bu değişkenlerin

bir anlam ifade etmesi için, bir zaman boyutu içerisinde ve evrensel bir niteliği olmalıdır. Re-

fahın artması azalması, üretimin artması azalması bir zaman boyutu içerisindeki durumları

ifade etmektedir. Evrensellik niteliği taşıması da önemlidir. Zira ekonominin diğer ekonomi-

lerle mukayesesi ve değerlendirilmesi değerlendirmeyi anlamlı kılar.

2.1) GAYRİSAFİ YURTİÇİ MİLLİ HASILA

Bir ülkenin toplam üretimi ya da çıktısı ile ilgili çeşitli değişkenler vardır. En önemli milli

gelir ölçüsü Gayrisafi Yurtiçi Hasıladır. GSYİH ekonomide üretilen ve hukuken serbestçe

piyasalarda satılan bütün kalemleri kapsar. Bir ülke sınırları içerisinde belirli bir yılda üretilen

nihai mal ve hizmetlerin, üretildikleri yılın piyasa fiyatı üzerinden değerine nominal gayri safi

yurt içi hasıla denilmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken nominal kavramıdır. Örnekle

açıklarsak, 2011 yılında sadece 2 TL değerinde 50 birim X malı üretilmiş olduğunu ve 2010

yılın da sadece aynı miktarda X malının üretildiğini fakat fiyatının 1 TL olduğunu varsayarak

açıklamaya çalışalım.2011 yılındaki nominal GSYİH = 2 x 50=100 TL olacaktır. Oysa geçen

yıl aynı miktarda mal üretilmiş olduğu halde fiyatı 1 TL olduğundan,2010 yılındaki nominal

Page 7: İsletme_Makro_iktisat

  6  

GSYİH=5 x 1 = 50 TL olarak gerçekleşmiştir. Dolayısıyla cari fiyatlarla ölçülen nominal

GSYİH aynı miktarda üretimi ölçerken ekonomi iki kat büyümüş gibi göstermektedir.

Zira, nominal GSYİH üretimi üretildiği yılın piyasa fiyatları ile ölçen bir kavramdır ve

gerçekte iktisadi gelişim ile ilgili bir fikir vermez. Fakat ele aldığımız ülkedeki fiyatlar genel

düzeyinin etkilerini ortadan kaldırarak üretim düzeyindeki gelişimi ele alacağımız reel gayri

safi yurt içi hasıla bu yöndeki eksikliği ortadan kaldıracak niteliktedir. Bu durumda reel gayri

safi yurt içi hasıla, bir ülkenin sınırları içerisinde belli bir yılda üretilen nihai malların temel

bir yılın piyasa fiyatları üzerinden değerine verilen isimdir. GSYİH hesaplanırken tüm üre-

tim cari piyasa fiyatlarından hesaba katılır. GSYİH sadece nihai malların piyasa değerini

kapsar; ara malların piyasa değeri hesaba alınmaz GSYİH’nın içinde mallar kadar hizmetler

de yer alır gıda, giyim, otomobil, deterjan, vs. elle tutulabilen mallardır, ev temizliği, doktor

vizitesi, eğitim vs. elle tutulmayan hizmetlerdir. GSYİH cari dönemde üretilen tüm mal ve

hizmetleri kapsar fakat geçmişte üretilmiş malların el değiştirmesi(ikinci el otomobil yada

eski ev alım-satımı) hesaba girmez

Nominal ve reel ayırımı matematiksel olarak aşağıdaki şekilde ifade edebiliriz:

Nominal GSYİH= ∑PiQi, i=1……..n

Reel GSYİH=∑PiQBi, i=1……..n

Yukarıda ele alınan durumu daha kapsayıcı bir örnekle ele alalım. Aşağıdaki tabloda

nominal ve reel gayri safi yurt içi hasıla değerleri gösterilmiştir.

Nominal ve Reel Gayri Safi Yurtiçi Hasıla

2010 2011 2012

Miktar Fiyat Miktar Fiyat Miktar Fiyat

X malı 50 2TL 100 4TL 150 5TL

Y malı 10 1TL 30 2TL 50 3TL

Nominal GSYİH 110TL 460TL 600TL

Reel GSYİH 110TL 230TL 350TL

Page 8: İsletme_Makro_iktisat

  7  

Yukarıdaki tabloda da görüleceği gibi iki mal üreten bu ekonomide her bir yıl üretilen X

malının miktarı (Qi) ve fiyatı (Pi) çarpılarak nominal gayrisafi yurtiçi hasılalar elde edilmiştir.

(2010=(50x2)+(10x1), 2011=(100x4)+(30x2), 2012=(150x5)+(50x3)). Reel gayri safi yurt içi

hasıla ise, her yıl üretilen miktarlar temel yıl olarak kabul edilen (baz yılı) 2010 yılı fiyatları

ile çarpılarak oluşturulmuştur.

(2010=(50x2)+(10x1), 2011=(100x2)+(30x1), 2012=(150x2)+(50x1)

Yukarıdaki gayri safi yurt içi hasıla tanımında nominal kavramının dışında vurgulan-

ması gereken bazı noktalar daha vardır. Hatırlanacağı üzere yukarıdaki tanımda, gayri safi

yurtiçi hasılanın, “bir ülke sınırları” içerisinde üretilen nihai mal ve hizmetlerin piyasa fiyat-

ları üzerinden değerini ifade ettiği belirtilmişti.

Dolayısıyla bir ülke sınırları burada önemlidir ve kullanılan üretim faktörlerinin yerli ya

da yabancı sahipliğinden bağımsız bir durumu ifade etmektedir. Nominal Gayri Safi Yurt İçi

Hasıla da(GDP) ülke sınırları içinde olması, belirli bir yılda üretilen olması, nihai mal olması

gerekmektedir .Bu üç özelliğe bakacak olursak

Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GDP) bir ülkede gerek o ülke vatandaşları gerekse diğer ülke

vatandaşları tarafından üretilen nihai malların piyasa değerini kapsar. Örneğin Türkiye'nin

2008 yılı GDP'si, 2008 yılında Türkiye'de gerek Türk vatandaştan gerek diğer ülke vatandaş-

ları tarafından (gerek Türk vatandaşlarının gerek yabancı ülke vatandaşlarının sahip oldukları

emek, sermaye ve teşebbüs gücü kullanılarak) üretilen nihai malların piyasa değerini ifade

eder. Buna karşılık GDP bir ülke vatandaşlarının diğer ülkelerde ürettikleri malların piyasa

değerini kapsamaz: Bir ülke vatandaşlarının diğer ülkelerde ürettikleri malların piyasa değeri,

ilgili ülkelerin GDP'sinde yer alır. Örneğin Türkiye'nin 2008 yılı GDP'si, 2008 yılında Türk

vatandaşları tarafından Fransa'da üretilen malların değerini kapsamaz; söz konusu değer Fran-

sa'nın 2008 yılı GDP'sinde yer alır. Bu açıklama ışığında nominal GDP'yi, bir ülkede belirli

bir yılda hem o ülkenin vatandaşları hem diğer ülkelerin vatandaşları tarafından (hem o ülke

hem diğer ülkeler vatandaşların sahip oldukları emek, sermaye ve teşebbüs gücü kullanılarak)

üretilen nihai malların üretildikleri yılın piyasa fiyatları üzerinden değeri şeklinde tanımlamak

mümkündür. Belirli bir yılda üretilen olması ifadesi, GDP'nin önceki yıllarda üretilen malların

piyasa değerini kapsamadığını belirtir. Bu bağlamda 2008 yılı GDP'si 2007 yılında üretilen ve

2008 yılında satılan veya 2008 yılında yeniden satılan Honda marka bir arabanın piyasa değe-

rini kapsamaz. Bir oto galerisinin 2007 model arabanın 2008 yılında satışı-yeniden satışı için

Page 9: İsletme_Makro_iktisat

  8  

ürettiği hizmet 2008 yılı GDP'sinde yer almakla beraber, arabanın 2007 yılı GDP'sinde zaten

kapsanan piyasa değeri 2008 GDP'sinde yer almaz. Dolayısıyla GDP, bir ülkenin sınırları

içinde bir yılda üretilen yeni nihai malların ve hizmetlerin üretildikleri yılın piyasa fiyatları

üzerinden değeri diye de tanımlanabilir .

Nihai mal olması özelliği ise başka malların üretiminde girdi olarak kullanılan veya ye-

niden satılmak için satın alınan mallara ara mallar (intennediate goods), başka malların üre-

timinde girdi olarak kullanılmayan veya yeniden satılmak için satın alınmayan mallara da

nihai mallar (final goods) denir. Bu bağlamda GDP kavramı, hem ara mallarını hem nihai

malları değil, sadece nihai malları kapsar.

Nitekim tüm mallar doğrudan tüketicinin kullanımına yönelik değillerdir. Bazı mallar,

üretimde girdi olarak üretilirler veya yeniden satılmak için satın alınırlar. Ara mallar olarak

kategorize edilen bu mallar gayrisafi yurtiçi hasıla içerisinde yer almazlar. Gayrisafi yurtiçi

tanımı içerisinde bir başka malın üretiminde girdi olarak kullanılmayan veya yeniden satılmak

için satın alınmayan nihai mallar kategorisindeki mallar yer almaktadır. Bu durumu ve aksi

taktirde olabilecek hataları aşağıdaki örnekle değerlendirelim.

Üretim Aşamaları Üretim Miktarı Piyasa Fiyatı Piyasa Değeri Katma Değer

(Kg/Adet) (TL) (TL) (TL)

Ara Mallar

Buğday/Çiftçi 100 1 100 100

Un/ Değirmenci 90 3 270 170

Ekmek/Fırın 400 5 2000 1730

Nihai Mal

Ekmek/Bakkal 400 6 2400 400

4770 2400

Yukarıdaki tabloda nihai ürünün piyasa değeri, bu ürünün üretimi için gerekli olan ara

malların piyasa değerleri ile birlikte gösterilmiştir. Bir nihai ürün olan ekmeğin tüketiciye

ulaşana kadar geçirdiği aşamalar şu şekilde gösterilmiştir. Çiftçi 100 kilo buğday üreterek

kilosunu piyasa fiyatı 1TL’den satmış ve 100 TL değerinde bir piyasa değeri elde etmiştir.

Üretimin bu aşamasında yaratılan katma değer 100TL’dir. Üretilen buğday çiftçi tarafından

Page 10: İsletme_Makro_iktisat

  9  

90 kilo un haline getirilmiş ve kilosu piyasa fiyatı olan 3TL’den satılarak 270 TL piyasa değe-

ri elde edilmiştir. Değirmencinin üretimin bu aşamasında yarattığı katma değer 170TL olarak

gerçekleşmiştir. Nihayet elde edilen un fırıncı tarafından 400 ekmeğe dönüştürülmüş ve tanesi

5TL’den 2000TL piyasa değeri oluştururken 1730TL’lik bir katma değer meydana getirmiştir.

Son olarak ekmeğin bakkala ulaşmasıyla ekmeklerin piyasa değerleri 2400TL’ye ulaşmış ve

400TL’lik bir katma değer yaratılmıştır.

Bu örnekten de anlaşılacağı gibi üretimin diğer tüm aşamaları ekmeğin üretiminde girdi

olarak kullanılan ve yeniden satılmak için satın alınan ara malları kapsamaktadır. Dolayısıyla

bunların gayrisafi yurtiçi hasıla hesabında yer alması söz konusu olamayacaktır.

Katma değer, mal ve hizmetlerin piyasa değerlerinde üretim sürecinin her bir aşamasında

meydana gelen artışı ifade etmektedir. Yukarıdaki örnekte de görüleceği gibi bir ekonomideki

katma değer toplamı, ekonomide üretilen gayrisafi yurtiçi hasıla değerine eşittir ve gayrisafi

yurtiçi hasılayı doğru olarak hesaplayabilmek için ekmek üretim sürecinde katma değerlerin

sadece bir kez sayılması gerekmektedir.

2.2) İKTİSADİ BÜYÜME

Bir ülkede üretilen mal ve hizmet miktarının zaman içinde artmasına iktisadi

büyüme (economic growth) denir.Büyümenin en önemli özelliği toplam kişi başına üretimde

yaşanan artıştır.Uzun dönemde milli gelirin büyüme hızı toplumların yaşam kalitesini belir-

lemektedir.

İktisadi büyüme reel GSYİH’ nın zaman içinde sürekli artması anlamına gelir, iktisadi

büyüme, bir ülkede yaşayan insanların yaşam standartlarını sürekli biçimde yükseltmenin tek

yoludur.Bu nedenle tüm ülkelerin temel makro ekonomik hedeflerinden bir tanesi,hızlı bir

iktisadi büyüme gerçekleştirmektir.

Türkiye'nin iktisadi büyüme deneyimi, 1968-2002 dönemi itibariyle Şekil 1.3'de gösterilmiş-

tir. Şekil 1.3 incelendiğinde görüleceği gibi, Türkiye ekonomisi son 34 senede, 1968 yılında

31425 bin YTL olan reel GDP'nin 2002 yılında 118439 bin YTL düzeyine yükselmesini veya

kısaca reel GDP'nin 3.8 kat artmasını sağlayan bir büyüme gerçekleştirmiştir.

Page 11: İsletme_Makro_iktisat

  10  

Belirli bir yıldaki gayrisafi yurtiçi hasıla ile bir önceki dönemdeki gayrisafi yurtiçi

hasıla arasındaki oransal fark, ekonominin büyüme hızını göstermektedir. Büyüme hızı ise,

reel gayrisafi yurtiçi hasılanın yıllık artış oranını göstermektedir. Büyüme hızı reel ve nominal

olarak ölçülebilen bir büyüklüktür. Ancak nominal gayrisafi yurtiçi hasıla içinde fiyat

artışlarını da barındıran bir büyüklük ölçütü olduğundan dolayı büyüme ile ilgili yapılacak

değerlendirmenin bir anlam ifade etmesi için büyüme oranının reel gayrisafi yurtiçi hasıla

üzerinden yapılması gerekmektedir.

Büyüme hızı aşağıdaki formülle hesaplanabilir;

t yılındaki Büyüme Hızı= [ (GSYİHt-GSYİHt-1)/GSYİHt-1]x100

Aşağıdaki tabloda bu formüle göre hesaplanmış reel büyüme oranları verilmiştir.

TABLO1

Cari GSYİH Reel GSYİH Reel Büyüme

(2008 taban yılı) (% Değişim)

2008 75 75 -

2009 118 90 %20

2010 162 112 %24,4

Yukarıdaki verilere göre, 2009 ve 2010 yılındaki reel büyüme;

2009 yılındaki reel büyüme= [ (90-75)/75]x100=%20 ve

2010 yılındaki reel büyüme= [ (112-90)/90]x100=%24,4 olarak gerçekleşmiştir.

Bir ülkede reel üretimin sürekli artması söz konusu olmadığından büyüme rakamları ek-

si işaretli de çıkabilecektir. Bu durum ekonominin küçüldüğünü ifade etmektedir. İktisatçılar

ekonomik büyümeyi incelerken doğal olarak enflasyon oranını da incelerler. Bunun içinde

gayri safi yurt içi hasıla deflatörünü kullanırlar.

2.3) GAYRİSAFİ YURT İÇİ HASILA DEFLATÖRÜ ve ENFLASYON

İktisadi süreç içerisinde bir ekonominin başarı grafiği gayrisafi yurtiçi hasılanın büyü-

mesi ve fiyatlar genel düzeyinin istikrarı ile ölçülür.

Enflasyonun ölçümü ekonominin değerlendirilmesinde önemli bir kriterdir. Cari ve reel

gayrisafi yurtiçi hasıla enflasyonun ölçülmesinde önemli bir gösterge niteliğindedir. Bu iki

Page 12: İsletme_Makro_iktisat

  11  

göstergeden yararlanarak zımni gayrisafi yurtiçi hasıla fiyat deflatörüne ve bu yolla da enflas-

yon oranına ulaşılabilinir. Ekonomide yurtiçinde üretilen her şeyi içeren fiyat endeksine

GSYİH deflatörü denir.Gayri safi yurt içi hasıla deflatöründe içeride üretilen tüm mal ve hiz-

metler yer alır,ithal mallar yer almaz,cari yılda üretilen mal ve hizmetlerle ölçülür.

GSYİH Fiyat Deflatörü= (Cari GSYİH/Reel GSYİH)x100

Daha önce cari ve reel GSYİH hesabında kullanılan verileri bu kez enflasyon haddi ko-

nusunda fikir sahibi olmak için değerlendirebiliriz.

TABLO 2

Cari GSYİH Reel GSYİH GSYİH Fiyat Enflasyon

(2008 taban yılı) Deflatörü (%)Değişim

2008 75 75 100 -

2009 118 90 131,1 31,1

2010 162 112 144,6 10,2

Yukarıdaki verileri zımni gayrisafi yurtiçi hasıla formülü içerisine yerleştirerek oluştur-

duğumuz deflatör endeksindeki (%) değişimlerle, enflasyon oranlarına ulaşılmıştır. Bu şekilde

oluşturulan, GSYİH deflatörünün en önemli özelliği, bir ekonomide üretilen tüm nihai mal ve

hizmetlerin fiyatlarındaki değişimin yol açtığı enflasyonu kapsamasıdır. Nitekim yukarıdaki

tabloda enflasyon oranları, cari gayrisafi yurtiçi hasılanın reel gayrisafi yurtiçi hasılaya

oranıyla oluşturulan endeks değerlerindeki değişmelerden hareketle enflasyon oranları oluştu-

rulmuştur.

Ancak GSYİH deflatörü enflasyonun ölçümünde kullanılan tek araç değildir. Enflasyo-

nu ölçmek için kullanılan diğer başlıca araçlar ise, Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) ve Üretici

Fiyat Endeksidir (ÜFE).

TÜFE:Bir tüketici tarafından satın alınan malları içeren tüketici fiyat endeksine denir.

ÜFE’yi oluşturan beş ana kategori ve ağırlıkları şöyledir: tarım (% 20.23), Balıkçılık (%

0.42), Madencilik (% 1.51), İmalat Sanayi (% 72.07) ve Elektrik,gaz,su(% 5.77)

ÜFE: Üreticiler tarafından satılan mal, hizmet bedeli üzerindeki vergiler ve ulaştırma giderle-

ri göz önüne alınmaksızın hesaplanmaktadır. Devlet sektörü,özel sektör ayrımı ÜFE’de yer

almamaktadır. ÜFE ve TÜFE arasındaki farklar şöyledir: ÜFE firma girdileri düzeyinde enf-

Page 13: İsletme_Makro_iktisat

  12  

lasyonu ölçer teorik olarak iki endeks arasında ayırım yapmak kolaydır. TÜFE’de sadece tü-

keticinin satın aldığı nihai ürünler, ÜFE’de sadece ara mal ve girdiler yer alır.Örneğin gömlek

ve pantalon TÜFE’de, kumaş,iplik ÜFE’de olmalıdır.

TÜFE’nin yarısından fazlası hizmetler ve kiradır ,ÜFE’de hizmetler ve işyeri kiraları yer al-

maz.

Enflasyon haddi (ᴨ),ise cari dönemde meydana gelen artışla önceki dönem fiyat düze-

yindeki artış oranının 100 ile çarpımına eşittir.

ᴨ=[(Pt-Pt-1)/Pt-1]x100

ᴨ=(ΔP/Pt-1)x100

Enflasyon Oranı=(O dönemin fiyat düzeyi -_Geçen dönemin fiyat düzeyi) x100

Geçen dönemin fiyat düzeyi

Yukarıdaki formül belli bir dönemdeki enflasyonun ölçülmesini sağlayacaktır. Bunun

için bilinmesi gereken tek değişken cari dönemdeki ve geçmiş dönemdeki fiyatlar genel düze-

yidir.

2.4) KONJONKTÜR DALGALANMA

Konjonktür, ekonomik faaliyetlerde görülen dönemsel dalgalanmanın adıdır.

Konjonktür Dalgalanma (İş Çevrimi); bir iktisadi zaman serisinde belli maksimum ve

minimum değerler arasında birbirini takip eden, mükerrer olan fakat dönemsel olmayan, dal-

galanmalara verilen isimdir. Bu dalgalanmalar esnasında zaman serisinin uzun dönem büyü-

me eğilimin ifade eden trendler oluşur.Trendleri etrafında oluşan dalgalanma oranını da vola-

tilite ile ifade ederiz.

“Boom”(Patlama) döneminde ekonomi hareketlidir: talep,tüketim ve yatırımlar yüksek,

işsizlik oranı düşüktür. Sonra talep durağanlaşır ve işsizlik artmaya başlar,ekonomi “reses-

yon”(Durgunluk) dönemine girer.Bazen resesyon iyice derinleşir ve “kriz”e (Çöküntü) dönü-

şür.Çevrim bir süre sonra ekonominin tekrar canlanması yani yeni bir “boom” döneminin baş-

laması ile biter.Tam bir salınımın süresi, boom ve resesyon dönemlerinin süreleri ve yoğunlu-

ğu salınımdan salınıma büyük farklılıklar gösterir.

Tüm bu kavramlar ile birlikte aşağıda konjonktür dalgalanmaları gösteren şekli

açıklamak mümkündür.

Page 14: İsletme_Makro_iktisat

  13  

ŞEKİL1

Zirve Reel GSYİH

Reel

GSYİH Patlama

Genişleme Reel GSYİH

Zirve Daralma Büyüme trendi

Zirve

Genişleme Toparlanma

Toparlanma

Dip Kriz(Çöküntü)

0 t1 t2 t3 t(Zaman)

Yukarıdaki şekilde reel GSYİH uzun dönem büyüme trendi etrafında dalgalanmaktadır.

Bu dalgalanmalarda aşağıya doğru olanı daralma (durgunluk), yukarı doğru olan ise genişle-

medir. Ekonomiler kimi zaman ani beklenmedik çok sert düşüşler ile karşılaşılabilir. Bunlar

kriz (çöküntü) olarak isimlendirilir. Tam tersi yönde yukarı yönlü hareketler de patlama nok-

talarıdır ve bu noktalar diğer zirve noktalarının daha üzerindeki GSYİH düzeylerini ifade et-

mektedir. Ekonomiler krizler ile patlamalar arasındaki dönemlerde çeşitli dalgalanmalar ya-

şarlar. Bu salınımlar içerisinde volatilite ne kadar düşük ve yumuşak karakterli ise ekonomi o

kadar sağlıklıdır.

Page 15: İsletme_Makro_iktisat

  14  

SONUÇ:

Gelişmiş ülkeler de dahil olmak üzere çeşitli ülkelerin ekonomik hayatlarının

daima olumlu olmadığını zaman zaman ekonomik dalgalanmaların ya-

şandığın görmekteyiz. Bu dalgalanmaların büyüklükleri sebepleri ve sonuç-

larını incelerken makro iktisat ve makro iktisadın temel değişkenlerine ihti-

yaç duymaktayız. Bu değişkenlerden gayrisafi yurtiçi hasıla, bize ülkedeki

üretimin değerini göstermektedir. Üretim ile ülkede gerçekleşen büyüme ve

büyüme oranı ne şekildedir. Meydana gelen ekonomik dalgalanmanın enflas-

yonun sonuçları nasıl yorumlanabilir.

KONUYA İLİŞKİN SORU ÖRNEKLERİ

Soru 1:Makro iktisat kaçıncı yüzyılda ayrı bir disiplin olarak ele alınmıştır?

A.18

B.19

C.20

D.21

E.15

Soru 2:Büyük Buhran kaç yılında olmuştur?

A.1987

B.1786

C.1453

D.1931

E.1929

Soru 3:Aşağıdakilerden hangisi makro iktisat okullarından değildir?

A.Yeni Keynesyen

B.Keynesyen

Page 16: İsletme_Makro_iktisat

  15  

C.Yeni Klasikler

D.Klasikler

E.Fizyokratlar Okulu

Soru 4: GSYİH hakkındaki bilgilerden aşağıdakilerden hangisi yanlıştır.

A.Ekonomide üretilen ve hukuken serbestçe piyasalarda satılan bütün kalemleri kapsar

B.Reel bir kavramdır.

C. İlgili yılın piyasa fiyatları ile ölçülür.

D. Milli gelir ölçüsü için kullanılır.

E.Cari dönemde üretilen tüm mal ve hizmetleri kapsar fakat geçmişte üretilmiş mal-

ların el değiştirmesi hesaba girmez.

Cevaplar:1-c 2-e 3-e 4-b

Yaralanılan Kaynaklar:

Heilbroner R.L.; İktisadi Sorun II., Makro İktisat, (Çeviren: D.Demirgil), Çağlayan Ki-

tabevi, İstanbul, 1974

Paya M.; Makro İktisat, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2001

Pentecost E.; Macroeconomics, Mac Millan, London, 2000

Phelps E.S.; Seven Schools of Macroeconomic, The Arne Ryde Memorial Series, Clar-

endon Press, Oxford, 1990

Savaş V.; Keynesyen İktisat Yıkılırken, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1986

Savaş V.; Politik İktisat, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1994

Shaw G.K.; Keynesian Economics: The Permanent Revolution, Edward Elgar, Alders

hot, 1998

Page 17: İsletme_Makro_iktisat

  16  

Snowdown B., Howard R.V.; Reflections on the Development of Modern Macroeco-

nomics, Edward Elgar Publishing Co. Cheltenham, 1997

Snowdown B., Vane B., Wynarczyk P.; A Modern Guide to Macroeconomics, An Intro-

duction to Competing School of Thought, Edward Elgar Publishing Limited, Cambridge, 1994

Tunca Z.; Makro İktisat, Filiz Kitapevi, İstanbul, 1997

Ünsal E.; Makro İktisat, İmaj Yayıncılık, Ankara, 2000

Yetkiner H.; Sorularla Makro İktisat, Efil Yayınevi, Ankara, 2010

Page 18: İsletme_Makro_iktisat

  16  

2. KISIM

Makro İktisat

2.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü

3)GAYRİSAFİ YURTİÇİ HASILANIN ÖLÇÜLMESİ.…………21

3.1) ÜRETİM (KATMA DEĞER) YÖNTEMİ…………………21

3.2) TOPLAM HARCAMA YÖNTEMİ………………………...23

3.3) GELİR YAKLAŞIMI………………………………………..27

4)GAYRİSAFİ YURTİÇİ HASILA ile İLGİLİ BÜYÜKLÜKLER

………………………………………………………………………..30

4.1) GAYRİSAFİ MİLLİ GELİR (GSMG) ……………………30

4.2) NET YURTİÇİ HASILA (SAFİ YURTİÇİ HASILA)……31

4.3) YURTİÇİ GELİR …………………………………………...32

4.4) MİLLİ GELİR ………………………………………………32

4.5) KİŞİSEL GELİR ……………………………………………33

4.6) HARCANABİLİR KİŞİSEL GELİR ……………………...34

5)İŞSİZLİK…………………………………………………………..34

5.1) İŞSİZLİK TÜRLERİ …………………………………..…….36

5.1.1) AÇIK İŞSİZLİK………………………………………..…...36

5.1.2) GİZLİ İŞSİZLİK …………………………………………….37

ÖZET:

Page 19: İsletme_Makro_iktisat

  17  

Bir ülkedeki üretimin ölçülmesinde çeşitli yöntemler söz konusudur. Aynı zaman-

da gayrisafi yurtiçi hasıladan türeyen bazı büyüklükler de söz konusudur. Ekonomideki

üretim seviyesinin sonuçlarından işsizliğin tasnif edilmesi de makro iktisadın önemli

konularındandır.

3) GAYRİSAFİ YURTİÇİ HASILANIN ÖLÇÜLMESİ

Gayrisafi yurt içi hasıla üç farklı yöntemle hesaplanmaktadır. Bu yöntemler;

1) Üretim (Katma Değer) Yöntemi

2) Harcamalar Yöntemi

3) Gelir Yöntemi

3.1) ÜRETİM (KATMA DEĞER) YÖNTEMİ

Milli gelir muhasebesinde önemli bir tehlike nihai mal ve hizmetlerin üretimde kul-

lanılan girdilerin çok kere hesaba dahil edilmesidir (çifte kayıt).Örneğin ,ekmeğin içinde buğ-

day, un, taşımacılık,enerji, fırın, vs. çok sayıda girdi vardır.

Ekmeğe ek olarak onları da GSYİH’ya katarsak birden fazla kere saymış oluruz.

Katma Değer satışlardan diğer firmalardan satın alınan girdilerin değeri çıkartılarak elde

edilir

Katma değer tanımı icabı faktör gelirlerine (ücret,kar, faiz ve rant) eşittir . Katma De-

ğer Vergisi KDV bu sistemle çalışır. GSYİH katma değeri hesaplar.

Bu yöntemde her bir sektördeki cari satışlardan cari girdi maliyetlerinin çıkarılmasıyla

üretimin miktarı hesaplanmaktadır. Daha önce katma değerin, mal ve hizmetlerin piyasa de-

ğerlerinde üretim sürecinin her bir aşamasında meydana gelen artışı ifade ettiği belirtilmişti.

Bu yöntemde de, cari satışlardan cari girdilerin çıkarılmasıyla elde edilen miktarlar, her bir

sektörün yarattığı katma değeri göstermektedir. Dolayısıyla üretim yöntemi her bir sektörün

yarattığı katma değerler toplamını ifade etmektedir.

Durumu bir örnekle açıklayalım. Aşağıdaki tabloda X firması deri üretmekte, Y firması

ise boya üretmekte ve Z firması ise ayakkabı imal etmektedir. Z firması X ve Y firmalarının

mallarını kullanarak üretim yapmaktadır.

TABLO 3

Page 20: İsletme_Makro_iktisat

  18  

X Firması (Deri)

Satış Gelirleri

500 TL

Ücret Ödemeleri

200 TL

Amortisman Giderleri

50 TL

Kira Giderleri

100 TL

Y Firması (Boya)

Satış Gelirleri

300 TL

Ücret Ödemeleri

100 TL

Amortisman Giderleri

30 TL

Z Firması (Ayakkabı)

Satış Gelirleri 1500TL

Ücret Giderleri 200TL

Deri Alımı 500TL

Boya Alımı

300TL

Amortisman Giderleri

200TL

Page 21: İsletme_Makro_iktisat

  19  

Yukarıdaki verilerden yararlanarak üretim yöntemine göre GSYİH büyüklüğüne

ulaşılması şu şekilde olacaktır:

X Firması: Hiç ara mal (girdi) kullanmadan 500 TL değerinde satış hasılatı elde etmiştir

(Bu durum gerçek hayatta mümkün olmasa da, örnek veriler üretim yönteminin

açıklayabilmek için oluşturulmuştur). Bu durumda, X firmasının yarattığı katma değer 500 TL

olarak gerçekleşmiştir. Yukarıdaki verilerde ücret ödemeleri ve amortisman giderleri de söz

konusudur. Ancak bunlar X firmasının girdilerini değil, giderlerini teşkil etmektedir ve hesap

içerisinde yer almayacaktır.

Y Firması: Bu firmada hiç girdi kullanmamış ve 300 TL satış geliri elde etmiştir. Y

Firmasının çeşitli giderleri söz konusu iken, girdi maliyeti sıfırdır. Bu durumda bu firmanın

yarattığı katma değerde 300 TL olacaktır.

Z Firması: Z Firması ayakkabı satışından 1500TL satış geliri elde etmiş ve bu satışı ger-

çekleştirebilmek için, çeşitli maliyetleri söz konusu olmuştur. Bu maliyetler içerisinde ücret

ödemeleri, amortisman giderlerinin yanı sıra, deri ve boya alımı gibi girdi maliyetleri de söz

konusudur. Dolayısıyla Z firmasının ürettiği katma değeri oluştururken, girdi maliyetlerinin

düşülmesi gerekecektir. Bu durumda Z firmasının yarattığı katma değer 700 TL olacaktır

((1500-(500+300)).

Bu durumda yukarıdaki örnekten hareketle sadece ayakkabı üreten bu ekonomide üre-

tim yöntemiyle GSYİH, her üç firmanın yarattığı katma değerlerin toplamından oluşacaktır.

GSYİH= Tüm Firmaların Katma Değerler Toplamı (X,Y ve Z Firması)

GSYİH= 500+300+700=1500

Yukarıdaki eşitlikte de görüldüğü gibi ekonominin GSYİH değeri 1500TL olarak ger-

çekleşmiştir. Bir diğer GSYİH hesaplama yöntemi Toplam Harcama Yöntemidir.

3.2) TOPLAM HARCAMA YÖNTEMİ

Bu yöntem, bir ekonomideki bir yıllık dönem içerisinde elde edilen gelirin harcanması

üzerine kurulmuştur. Bir ekonomideki harcamalar ise, tüketim, özel yatırım, kamu harcama-

ları ve ihracat ithalat farkını ifade eden net ihracat kalemlerinden oluşmaktadır.

GSYİH (Y)= C+I+G+(X-M)

Page 22: İsletme_Makro_iktisat

  20  

Tüketim (C) haneler tarafından tüketim amacı ile satın alınan tüm mal ve hizmetleri

kapsar (yeni konut hariç)Yatırım (I) firmalar, haneler ve devlet tarafından sermaye malları,

binalar (yeni konut dahil) ve stoklar için yapılan tüm harcamaları kapsar.Kamu tüketimi (G)

yerel ve merkezi idare tarafından satın alınan tüm mal ve hizmetleri kapsar fakat transfer har-

camaları dahil değildir.Net ihracat (X-M) mal ve hizmet ihracatından mal ve hizmet itha-

latının çıkarılması ile bulunur.

Nitekim kişilerin yaptıkları harcamaların bir kısmı yurt dışında üretilen mal ve hizmet-

lere yönelikken, üretilen mal ve hizmetlerin tümü yurt içindeki iktisadi birimlerce harcamaya

dönüştürülmez. Oysa GSYİH yönteminde aradığımız “yurtiçinde üretilen mal ve hizmetlerin”

değeridir. Bu doğrultuda, üretilmiş ve yurt dışına satılmış olan mal ve hizmetlerle yurt dışında

üretilmiş fakat ülke içerisinde harcanmış malların değeri de dikkate alınmalıdır.

Daha önce üretim yöntemi ile yapılan hesaplamada kullandığımız örneği benzer verileri,

bu yöntemle yapacağımız hesaplama için de kullanacak olursak aşağıdaki sonuçlara ulaşırız:

TABLO 4

X Firması (Deri)

Satış Gelirleri

500 TL

Ücret Ödemeleri

200 TL

Amortisman Giderleri

50 TL

Kira Giderleri

100 TL

Y Firması (Boya)

Satış Gelirleri

300 TL

Ücret Ödemeleri

Page 23: İsletme_Makro_iktisat

  21  

100 TL

İhracat 50 TL

Amortisman Giderleri

30 TL

Z Firması (Ayakkabı)

Satış Gelirleri 1500TL

Ücret Giderleri 200TL

Deri Alımı 500TL

Boya Alımı

300TL

Boya Stoku 50 TL

Amortisman Giderleri

200TL

Kamu Harcamaları

Ordu için ayakkabı alımı

300TL

Yukarıdaki verilerden yararlanarak, harcama yöntemini değerlendirirken dikkate ala-

cağımız değişkenler, tüketim, yatırım, kamu harcamaları ve net ihracattır. Bu doğrultuda veri-

leri değerlendirelim;

Tüketim; Ekonomideki toplam tüketim harcamaları, tüketiciyle buluşan Z firmasının

yaptığı 1200 TLdir. Çünkü ayakkabı satışlarının (1500TL) 300 TL kadar kısmı kamunun (or-

dunun gereksinimi için) yaptığı harcamalardan oluşmaktadır. Bu durumda hane halkının

yaptığı ayakkabı harcaması 1200 TL olacaktır. Diğer firmaların yaptığı boya ve deri satışları

tüketiciye yapılan satışlar içerisinde değerlendirilemeyeceği açıktır.

Page 24: İsletme_Makro_iktisat

  22  

Yatırım: Yukarıdaki örnekte yatırım kapsamında değerlendirilecek tek kalem Z fir-

masının stok yatırımları olan 50 TL olmuştur. Z firması girdi olarak aldığı 300TL değerindeki

boyanın 50 TL değerindeki kısmını kullanmamıştır. Dolayısıyla bu miktar firmanın stok

yatırımını gösterecektir.

Kamu Harcaması: Kamunun yapmış olduğu 300 TL değerinde ayakkabı alımı söz konu-

sudur ve bunun dışında bir kamu harcaması söz konusu değildir.

Net İhracat: Bu kapsamda ele alınması gereken ihracat ve ithalat değerlerinden sadece

boya firması olan Y firmasının gerçekleştirdiği 50 TL kadar ihracat söz konusudur. Bu du-

rumda;

GSYİH= C+I+G+X-M

GSYİH= 1200+50+300+50=1600 TL

Yukarıdaki örnekte, harcama yöntemiyle oluşturulan GSYİH değeri 1600 TL olarak öl-

çülmüştür.

3.3) GELİR YAKLAŞIMI

Gelir yönteminde, bir ekonomide bir yıllık süre içerisinde üretim sürecine katılan üretim

faktörlerinin elde ettikleri gelirler dikkate alınmaktadır. Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için

diğer tüm gelirleri brüt kar eşitliği biçiminde ifade edelim;

Firmaların Brüt Karları= Üretilen Mal ve Hizmetin Piyasa Değeri- Firmaların Ödemele-

ri

Firmaların brüt karları, ürettikleri mal ve hizmetin piyasa değerinden yaptıkları harca-

malar düştükten sonra geriye kalan miktar olarak tanımlanabilir. Yukarıdaki eşitlikte firma-

ların yaptıkları ödemeler ise şöyle olabilecektir. Firmalar üretim sürecinde, diğer firmalara

ödemelerde bulunurlarken, mal ve hizmet alımı sırasında, devlete dolaylı vergi ödemesinde

bulunurlar. Ayrıca firmalar kullandıkları emek içinde ücret öderler ve kullanılan sermaye için

bir faiz ödemesi söz konusudur. Bunların yanı sıra kullanılan bina ve arsa gibi varlıklar için

kira ödemesi söz konusu olacaktır. Bu tür harcamalar için elde edilen gelire rant denilmekte-

dir. Bu durumda firmaların brüt karları şu şekilde ifade edilebilinir;

Firmaların Brüt Karları= Üretilen Mal ve Hizmetin Piyasa Değeri- Diğer Firmalara

Ödenenler- (Ücret+Faiz+Rant)-Dolaylı Vergiler

Page 25: İsletme_Makro_iktisat

  23  

Yukarıdaki eşitlikte üretilen mal ve hizmetin piyasa değeri ile diğer firmalara yapılan

ödemeleri “katma değer” olarak ifade edebiliriz. Bu durumda,

Firmaların Brüt Karları= Katma Değerler- (Ücret+Faiz+Rant)-Dolaylı Vergiler

Eşitlik aşağıdaki şekilde de ifade edilebilinir;

Firmaların Katma Değerleri= (Ücret+Faiz+Rant+ Brüt Kar)+Dolaylı Vergiler

Firmaların sahip oldukları sermaye stoku zaman içerisinde eskir, sermaye stokunda bir

yıl içerisinde meydana gelen bu eskimeye amortisman (yıpranma) adı verilir. Firmanın net

karı ise brüt kardan bu yıpranmanın düşülmesiyle elde edilir.

Net Kar= Brüt Kar-Amortisman(Yıpranma)

Brüt Kar=Net Kar+ Amortisman (Yıpranma)

Tekrar eşitliğe dönecek olursak;

Firmaların Katma Değerleri= (Ücret+Faiz+Rant+ Net Kar)+Dolaylı Vergi-

ler+Amortisman(Yıpranma)

Firmaların katma değerler toplamının GSYİH değerine eşit olduğu daha önce ifade

edilmişti. Bu durumda yukarıdaki eşitlik şöyle ifade edilecektir;

GSYİH= (Ücret+Faiz+Rant+ Net Kar)+Dolaylı Vergiler+Amortisman(Yıpranma)

Şimdi X,Y ve Z firmalarından oluşan ekonomi varsayımına dayanan örneği gelir yön-

temiyle çözelim;

TABLO 5

X Firması (Deri)

Satış Gelirleri

500 TL

Ücret Ödemeleri

200 TL

Page 26: İsletme_Makro_iktisat

  24  

Amortisman Giderleri

50 TL

Kira Giderleri

100 TL

Y Firması (Boya)

Satış Gelirleri

300 TL

Ücret Ödemeleri

100 TL

İhracat 50 TL

Amortisman Giderleri

30 TL

Z Firması (Ayakkabı)

Satış Gelirleri 1500TL

Ücret Giderleri 200TL

Deri Alımı 500TL

Boya Alımı

300TL

Boya Stoku 50 TL

Amortisman Giderleri

200TL

Kamu Harcamaları

Ordu için ayakkabı alımı

300TL

Page 27: İsletme_Makro_iktisat

  25  

Yukarıdaki örnekte elde edilen gelirleri şu şekilde ifade edebiliriz;

Ücretler: X Firması 100TL ücret ödemesi yapmış ve Y ve Z firmaları ise 200TL ücret

ödemesinde bulunmuştur. Bu ödemeler işçilerin gelirini oluşturmaktadır ve toplam emek geli-

ri 500 TLdir.

Kira (Rant): X Firmasının yaptığı 100TL kira ödemesi söz konusudur. Dolayısıyla eko-

nomide 100 TL değerinde kira geliri vardır.

Kar: Sırasıyla X,Y ve Z firmalarının karları şöyledir; 150+220+350 =720 TL dir.

Amortisman: Bu kalem bir harcama kalemi gibi görünmekle birlikte aslında elde edilen

karın bir parçası niteliğindedir. Çünkü firmalar elde ettiği gelirin bir kısmını eskiyen makine

ve teçhizatı için harcamakta ve bir muhasebe zorunluluğu olarak amortisman hesabında ak-

tarmaktadırlar. Bu şekilde değerlendirilmesi gereken amortisman kalemi yukarıdaki örnek

itibarıyla toplam 280 TL olarak gerçekleşmiştir(50+30+200=280).

Bu durumda GSYİH toplamı, 1600 TL olacaktır(500+100+720+280=1600).

4) GAYRİSAFİ YURTİÇİ HASILA ile İLGİLİ BÜYÜKLÜKLER

Gayrisafi yurtiçi hasıla bazı küçük ayarlamalarla başka büyüklükler haline getirilmesi

mümkündür. Bunlar; gayrisafi milli gelir, net yurtiçi hasıla, yurtiçi gelir, milli gelir, kul-

lanılabilir kişisel gelir ve harcanabilir kişisel gelirdir.

4.1) GAYRİSAFİ MİLLİ HASILA (GSMH)

Gayrisafi Milli Hasıla (GSMH) bir ülkede yerleşik kişilerin elde ettikleri toplam gelir-

dir.GSYİH’ya yurt dışından net faktör gelirlerinin eklenmesi ile elde edilir.

Bir ülke vatandaşları tarafından belirli bir dönemde (bir yıl) sahip oldukları doğal kay-

naklar, emek ve sermaye ve teşebbüs gücü faktörlerini kullanarak, gerek o ülkede gerekse

diğer ülkelerde üretilen nihai mal ve hizmetlerin piyasa değerine gayrisafi milli gelir denmek-

tedir. Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi, GSMH üretimin yapıldığı yer itibarıyla değil, üretim

faktörlerinin sahipliği itibarıyla tanımlanan bir kavramdır. Bir diğer ifadeyle, GSMH ölçütün-

de, yabancı ülke vatandaşlarının ülke içerisindeki üretime katkıları hesaba katılmazken, ülke

vatandaşlarının yabancı ülkedeki üretime katkılar hesaba dahil edilmektedir.

Bu durum net faktör gelirleri kavramıyla daha net bir şekilde ifade edilebilinir. Bir ülke

vatandaşlarının belirli bir dönemde (bir yıl) dış ülkelerden kazandıkları ve ülkelerine getirdik-

Page 28: İsletme_Makro_iktisat

  26  

leri üretim faktörü gelirleri (ücret,faiz,rant,kar) ile ülkede elde edilen üretim faktörü gelirleri

(ücret, faiz, rant, kar) arasındaki farka net faktör gelirleri denmektedir. Bu durumda GSMH

aşağıdaki şekilde ifade edilebilinir;

GSMH= GSYİH+ Net Faktör Gelirleri

4.2) NET YURTİÇİ HASILA (SAFİ YURTİÇİ HASILA)

Bir ülkenin sınırlan içinde belirli bir yılda üretilen nihai mallann üretildikleri

yılın piyasa fiyatlan üzerinden net değerine, net yurtiçi hasıla (net domestic

product, NDP) denir.

Daha önce GSYİH içerisinde yer alan büyüklüklerin tüketim, yatırım, kamu harcamaları

ve net ihracat olduğunu görmüştük (GSYİH=C+G+I+XN). Net Yurtiçi Hasıla değerine ise,

GSYİH değerinden amortismanların çıkarılmasıyla ulaşabiliriz.

Net Yurtiçi Hasıla (SYİH)= GSYİH-Amortismanlar

GSYİH içindeki değişkenlerden, yatırım kalemi (I) brüt bir büyüklüktür. Bir diğer ifa-

deyle bu büyüklük hem üretim sürecinde kullanılacak makine teçhizat gibi net yatırımlardan

hem de amortismanlardan oluşmaktadır. Bu durumda net yatırım, brüt yatırımdan, yıpranma

(amortismanların) düşülmesiyle ulaşılabilecek bir büyüklüktür. Bir diğer ifadeyle net

yatırımlar, üretim sürecinde sermayenin tüketilen kısmına yapılan yatırımların dışında kalan

yatırımlardan oluşmaktadır.

Net Yatırım (IN)= Brüt Yatırım-Amortisman (Yıpranma)

Bu durumda SYİH aşağıdaki eşitlikle de ifade edilebilecektir;

SYİH=C+ IN +G+XN

Bu kategori ile yapılan değerlendirme içinde üretken sadece yatırım harcamaları yer

aldığından, ekonominin net üretim gücünü göstermektedir.

4.3) YURTİÇİ GELİR

Bir ülkenin sınırlan içinde bir yılda gerçekleştirilen nihai mal üretimi

karşılığında üretim faktörlerine yapılan ödemeler toplamına (ücret-emek, rant

doğal kaynaklar-faiz-sermaye, kâr-teşebbüs gücü), yurtiçi gelir denir.

GSYİH’yi aşağıdaki biçimde de ifade edebileceğimizi daha önce belirtmiştik;

GSYİH= (Ücret+Faiz+Rant+ Net Kar)+Dolaylı Vergiler+Amortisman(Yıpranma)

Page 29: İsletme_Makro_iktisat

  27  

Bu eşitliği aşağıdaki biçimde de ifade edebiliriz;

(Ücret+Faiz+Rant+Net kar) = GSYİH +Dolaylı Vergiler+Amortisman(Yıpranma)

Yukarıdaki tanımdan hareketle, ülke sınırları içerisinde, üretim faktörlerinin gelirleri

(ücret+faiz+rant+ net kar) yurtiçi gelir olarak ifade edildiğine göre;

YİG= GSYİH -Dolaylı Vergiler-Amortisman(Yıpranma)

Eşitlik son halini, GSYİH ile amortisman farkı safi yurtiçi hasılayı oluşturduğuna göre

(SYİH) aşağıdaki biçimde alacaktır (SYİH= GSYİH-Amortismanlar).

YİG= SYİH-Dolaylı vergiler

4.4) MİLLİ GELİR

Milli gelirde üretim faktörlerinin sahipliği cinsinden ifade edilen bir büyüklüktür. Bir

ülke vatandaşlarının, bir yıllık bir dönemde, sahip oldukları üretim faktörleri karşılığında elde

ettikleri gelirler toplamına milli gelir denilmektedir. Dikkat edilecek olursa, yurtiçi gelir

(YİG) ile milli gelir (MG) arasındaki tek fark birinin ülke içerisinde olması koşulunu diğeri-

nin de ülke vatandaşlığı koşulunu taşıyor olmasıdır.

Bu durumda bir ülke vatandaşlarının belirli bir dönemde (bir yıl) dış ülkelerden ka-

zandıkları ve ülkelerine getirdikleri üretim faktörü gelirleri (ücret,faiz,rant,kar) ile ülkede elde

edilen üretim faktörü gelirleri (ücret, faiz, rant, kar) arasındaki farka net faktör gelirleri denil-

diği hesaba katılırsa aşağıdaki eşitlik ifade edilebilinir.

MG=YİG-NFG

4.5) KİŞİSEL GELİR

Yukarıdaki tanımlardaki gelir türleri üretim faktörlerinin üretim sürecine katılmaları yo-

luyla elde ettikleri gelirleri ifade etmektedir. Kişisel gelir ise (KG), üretim sürecinde elde edi-

lip edilmediğine bakılmaksızın bir yıl içerisinde elde edilebilecek tüm gelirleri kapsamaktadır.

Daha net bir ifadeyle, bir ülkede ülke vatandaşlarının gelir vergisi öncesi ellerine geçen gelir-

ler toplamına kişisel gelir denmektedir. Bu gelirler kısaca, transfer ödemeleri ve kamu borç-

lanma faizleri olarak ifade edilebilinir. Kişilerin bu gelirleri elde etmek için üretim faaliyeti

içerisinde yer almalarına gerek yoktur.

Page 30: İsletme_Makro_iktisat

  28  

Milli gelir içerisinde yer almasına karşın, kişilerin ceplerine girmeyen gelir kalemleri de

söz konusudur. Emeklilik kesintileri, sosyal güvenlik katkıları, dağıtılmayan şirket karları ve

kurumlar vergisi gibi kalemler kişilerin ceplerine girmeyen gelirler olduğundan kişisel gelir

ifadesinde yer almazlar.

Yukarıda anlatılanlardan hareketle kişisel gelir aşağıdaki eşitlik biçiminde gösterilebili-

nir;

KG= MG-( Sosyal Güvenlik Katkıları+Kurumlar Vergisi+Dağıtılmayan Kurum Karları-

Transfer Ödemeleri-Kamu Borçlanma Faizleri)

4.6) HARCANABİLİR KİŞİSEL GELİR

Kullanılabilir gelirden gelir vergisi çıktıktan sonra kalan miktar harcanabilir kişisel gelir

(HKG) olarak ifade edilmektedir.

HKG=KG-Gelir Vergisi

5) İŞSİZLİK

İşsizlik, iktisadi bir büyüklük olarak nüfus ve işgücü kavramları içerisinde ifade edilme-

si gereken bir kavramdır. Nüfus kavramı içerisinden çıkarılan büyüklük olan kurumsal olma-

yan sivil nüfus, hapishane, hastane, otel, kışla, yurt gibi yerlerde yaşayanlar çıkarıldıktan son-

ra kalan kişi sayısını ifade eder. Bunun yanı sıra, geriye kalan kişi sayısından çalışma çağında

olmayanlar (14 yaş altı) çıkarıldığı zaman geriye kalan nüfus sayısı ise, “kurumsal olmayan

çalışma çağındaki nüfus” veya çalışma çağı nüfusu” ifade etmektedir.

Kurumsal olmayan çalışma çağındaki nüfus, çalışanlar ve işsizler olarak ikiye ayrılan

kısmı ise işgücü olarak ifade edilmektedir. Bu tanım içerisinde yer alan işsiz nüfus, çalışmak

istediği halde iş bulamayanları göstermektedir. Dolayısıyla işsiz olduğu halde iş aramayanlar

işgücü içerisinde değerlendirilecek bir büyüklük değildir. İşgücü miktarı sadece çalışanlar ve

çalışmak istediği halde iş bulamayanlardan oluşmaktadır.

Bir ekonomideki “çalışma çağındaki nüfus”un ne kadarının çalışmak istediğini yansıtan

kavram işgücüne katılım haddi olarak nitelendirilir ve matematiksel ifadesi şöyledir;

İşgücüne Katılım Haddi=(İşgücü/Kurumsal Olmayan Sivil Nüfus)x100

Çalışmak isteyen kişilerin (işgücünün) bir kısmının işsiz olması durumunu ise, işsizlik

oranı ifade etmektedir.

İşsizlik Haddi(u)=(İşsizler /İşgücü)x100

Page 31: İsletme_Makro_iktisat

  29  

Yukarıdaki tabloda yer alan işgücü büyüklüğü çalışanlar ve işsizlerden oluştuğu için

aşağıdaki biçimde de ifade edilebilir;

İşsizlik Haddi(u)=(İşsizler /(Çalışanlar+İşsizler))x100

Bu büyüklüklerin ne anlama geldiğini bir örnek üzerinden değerlendirelim. Aşağıdaki

tabloda X ülkedeki bazı emek piyasası verileri verilmiştir.

TABLO 6

Çalışma Çağı Nüfusu İşgücü İstihdam İşgücü Katılım Oranı İşsizlik Oranı

(milyon) (milyon) (milyon) (%) (%)

2008 50 45 41 %90 %8

2009 51 44 42 %86 %4.5

2010 51,5 47,5 43 %92 %9.4

Yukarıdaki verilerde işgücüne katılım oranı sırasıyla, %90,%86, %92dir (45/50=%90,

44/51=%86, 47.5/51.5=%92). İşsizlik ise işgücü içerisinde istihdam edilmeyenleri ifade etti-

ğine göre yıllar itibarıyla işsiz sayısı sırasıyla,4, 2, 4.5 milyondur. Bu durumda işsizlik oran-

ları ise sırasıyla %8, %4.5, %9.4 (4/45=%8, 2/44=%4,5, 4.5/47.5=%9.4).

5.1) İŞSİZLİK TÜRLERİ

Çok sayıda işsizlik tasnifi söz konusu olmakla birlikte burada başlıca iki işsizlik türü

üzerinde durulacaktır. Bunlar açık işsizlik ve gizli işsizlik.

5.1.1) AÇIK İŞSİZLİK

Çalışma istek ve yeteneğinde olup, cari ücret seviyesinde ve belirlenmiş çalışma saatle-

rinde, iş aradığı halde iş bulamayanların oluşturduğu işsizliğe açık işsizlik denir. Yukarıdaki

tanımdan da anlaşılacağı gibi bu işsizlik türünde, kişinin çalışma saatini çok bularak veya

ücreti yeterli bulmayarak işi kabul etmemesi durumunda açık işsiz olarak değerlendirilme-

mektedir. İşçinin emek piyasasında belirlenmiş (veya kanunla) tüm şartları kabul etmemesi

durumunda iş bulamaması açık işsizlik kategorisini ifade etmektedir.

Başlıca açık işsizlik türleri geçici işsizlik (friksiyonel), yapısal işsizlik ve konjonktürel

işsizliktir.

Page 32: İsletme_Makro_iktisat

  30  

a) Geçici İşsizlik: Bazı durumlarda gerek işgücüne yeni katılanlar gerekse de

işinden yeni ayrılanların niteliklerine göre iş bulmaları zaman alabilmektedir. Dolayısıyla bu

kişiler iş bulana kadar işsizdirler ve bu gurubun oluşturduğu işsizlik türüne geçici veya friksi-

yonel işsizlik denir. Aynı zamanda makro iktisadi analizlerde geçici işsizliğin kapsadığı kabul

edilen bir diğer işsizlik türü mevsimsel işsizliktir. Özellikle turizm ve inşat sektörlerinde üre-

tim ve buna bağlı olarak istihdam düzeyi çeşitli dalgalanmalar gösterir. Bu dalgalanmaların

sebep olduğu işsizlik mevsimsel işsizlik olarak tanımlanır.

b) Yapısal İşsizlik: Tüm ekonomilerde zaman içerisinde talep yapısında ve tekno-

loji düzeyi zaman içerisinde değişime uğramaktadır. İşgücünün bu değişime uyum sağlaması

ise zaman alabilmektedir. Teknoloji ve talep yapısındaki değişime sonucu bir kısım kişinin

işsiz kalması yapısal işsizlik olarak ifade edilir.

Makro iktisadi analizde çokça kullanılan doğal işsizlik haddi kavramı da geçici ve

yapısal işsizlik ile ilgili bir orandır. Bu oran aşağıdaki biçimde ifade edilebilinir:

Doğal İşsizlik Haddi (uN)= (Geçici İşsizler+Yapısal İşsizler)/İşgücü

c) Konjonktürel İşsizlik: Ekonomilerin gayrisafi yurtiçi hasılaları (üretimleri) be-

lirli bir trend etrafında dalgalanır. Bu dalgalanmalar belirli daralma ve genişleme periyot-

larından oluşmaktadır. Bu dalgalanmaların sebep olduğu işsizlik türüne konjontürel (devrevi)

işsizlik denilmektedir.

5.1.2) GİZLİ İŞSİZLİK

Açık işsizliğin dışında yer alan bir diğer işsizlik kategorisi gizli işsizliktir. Bu işsizlik

türünde kişi aslında işsiz değildir. Ancak çalıştığı alandaki marjinal verimliliği sıfırdır. Bir

diğer ifade ile, gizli işsizlerin çalıştıkları bir işleri vardır fakat üretime katkıları yoktur. Daha

çok tarım kesimindeki ve yanlış istihdam politikaları izlenerek optimal sayının çok üzerinde

işçi istihdam eden kamu kurumlarında görülen bu işsizlik türüne gizli işsizlik denilmektedir.

Page 33: İsletme_Makro_iktisat

  31  

SONUÇ:

Ekonominin makro dengesi birbiri ile iç içe çalışan bir dizi piyasa aracılığı ile ger-

çekleşir. Üretim, toplam harcama ve gelir yöntemleri gayrisafi yurtiçi hasılanın ölçülme-

sinde kullanılan yöntemlerdendir. GSYİH büyüklüğünden türetilen büyüklüklerden

çeşitli iktisadi analizlerin yapılmasında yararlanılmaktadır. İktisadi analizlerde işsizlik

ve işsizlik tasnifleri de çok önemlidir. Bunlardan açık işsizlik, çalışma istek ve yetene-

ğinde olup, cari ücret seviyesinde ve belirlenmiş çalışma saatlerinde iş aradığı halde iş

bulamayanların oluşturduğu işsizliğe denilmektedir. Bir diğer işsizlik türü olan gizli

işsizlik de, gizli işsizlerin işleri vardır, fakat üretime katkıları yoktur.

KONUYA İLİŞKİN SORU ÖRNEKLERİ

1.Aşağıdaki yaklaşımlardan hangisi ile hesaplanan gayrisafi yurtiçi hasılada

(GSYİH) tüketim, yatırım, kamu harcamaları ve net ihracat gibi büyüklükler dik-

kate alınır?

A)Üretim Yöntemi

B) Tüketim Yöntemi

C) Gelir Yöntemi

D)Karma Yöntem

E) Harcama Yöntemi

2.Aşağıdakilerden hangisi yurtiçi geliri ifade eder?

A.YİG= GSYİH+GSMG-Dolaylı Vergiler

Page 34: İsletme_Makro_iktisat

  32  

B.YİG= GSYİH-Amortismanlar

C.YİG= Safi Yurtiçi Hasıla- Dolaylı Vergiler

D.YİG= MG-Dolaylı Vergiler

E.YİG= Kişisel Gelir-Gelir Vergisi

3.Aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?

a) İşsiz nüfus sadece çalışmak istediği halde iş bulamayanları gösterir.

b) Çalışanlar ve işsizlerden oluşan nüfus işgücü olarak ifade edilir.

c) İşgücüne katılım haddi, işgücünün kurumsal olmayan sivil nüfusa

oranıdır.

d) İşsizlik haddi, işsizlerin işgücüne oranıdır.

e) İşsiz olduğu halde iş aramayanlar gizli işsiz olarak kabul edilir.

4.Gayrisafi milli hasıla (GSMH) ve Gayrisafi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) için

aşağıdakilerde hangisi söylenebilir?

a) Gayrisafi milli hasıla (GSMH) nihai malları, Gayrisafi Yurtiçi Hasıla

(GSYİH) ara malları temel almaktadır.

b) Gayrisafi milli hasıla (GSMH) üretim faktörlerinin sahipliğini, Gayrisafi

Yurtiçi Hasıla (GSYİH) ise üretimin yapıldığı yeri temel almaktadır.

c) Gayrisafi milli hasıla (GSMH) piyasa fiyatları üzerinden hesaplanırken,

Gayrisafi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) üretim mallarını temel almaktadır.

d) Gayrisafi milli hasıla (GSMH) bütün ülkeyi kapsarken, Gayrisafi Yurtiçi

Hasıla (GSYİH) yurtiçindeki kişi başına geliri temel almaktadır.

Page 35: İsletme_Makro_iktisat

  33  

e) Hepsi

Cevap anahtarı:1-E 2-B 3-C 4-E

Yaralanılan Kaynaklar

Heilbroner R.L.; İktisadi Sorun II., Makro İktisat, (Çeviren: D.Demirgil), Çağlayan Ki-

tabevi, İstanbul, 1974

Paya M.; Makro İktisat, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2001

Pentecost E.; Macroeconomics, Mac Millan, London, 2000

Phelps E.S.; Seven Schools of Macroeconomic, The Arne Ryde Memorial Series, Clar-

endon Press, Oxford, 1990

Savaş V.; Keynesyen İktisat Yıkılırken, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1986

Savaş V.; Politik İktisat, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1994

Shaw G.K.; Keynesian Economics: The Permanent Revolution, Edward Elgar, Alders

hot, 1998

Snowdown B., Howard R.V.; Reflections on the Development of Modern Macroeco-

nomics, Edward Elgar Publishing Co. Cheltenham, 1997

Snowdown B., Vane B., Wynarczyk P.; A Modern Guide to Macroeconomics, An Intro-

duction to Competing School of Thought, Edward Elgar Publishing Limited, Cambridge, 1994

Tunca Z.; Makro İktisat, Filiz Kitapevi, İstanbul, 1997

Ünsal E.; Makro İktisat, İmaj Yayıncılık, Ankara, 2000

Yetkiner H.; Sorularla Makro İktisat, Efil Yayınevi, Ankara, 2010

Page 36: İsletme_Makro_iktisat

  34  

Makro İktisat

3.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü

3.KISIM

1)KLASİK MAKRO İKTİSAT TEORİSİ ……………………………40

2)KLASİK SİSTEMİN TEMEL FELSEFESİ. ……………………….41

3)KLASİK SİSTEMİN VARSAYIMLARI ve DAYANDIĞI

YASALAR

…………………………………………………….……………..42

4)İSTİHDAM ve ÜCRET TEORİSİ ………………………………....44

4.1) İŞGÜCÜ TALEBİ. …………………………………………47

4.2) İŞGÜCÜ ARZI………………………………………………49

5)SAY KANUNU ………………………………………………..50

5.1)YATIRIM ve TASARRUF PİYASASI …………………51

5.1.1) YATIRIM ve TÜKETİM FONKSİYONU

ve SAY KANUNUN İŞLEYİŞİ………………………………………51

6) PARANIN MİKTAR TEORİSİ ……………………………………56

6.1) FISHER YAKLAŞIMI ……………………………………56

6.2) CAMBRIDGE YAKLAŞIMI……………………………..58

Page 37: İsletme_Makro_iktisat

  35  

ÖZET:

Makro iktisatta hemen hemen bütün konularda iktisatçılar arasında görüş

farklılığı vardır. Birbirine zıt görüşlerden biride Keynesyenler ve Klasikler-

dir. Üretim ve bölüşümle ilgili yasaların belirlenmesinde ilk ele alınacak olan

Klasik Okuldur. Bu okulun genel işleyiş yasalarının anlaşılabilmesi için İs-

tihdam teorisi, Say Kanunu ve Miktar Kuramı son derece önem arz etmekte-

dir.

1) KLASİK (NEOKLASİK YORUM) MAKRO İKTİSAT TEORİSİ İktisadi düşünce tarihinde çok önemli bir yere sahip olan Klasik Dönem’in başlangıç ta-

rihi 1776 yılı kabul edilir ve 1936 yılına kadar olan 160 yıl Makro İktisat teorisinde Klasik

Dönem olarak kabul edilir. Adam Smith, David Ricardo, John Stuard Mill ve Jean-Babtiste

Say ile başlayan Klasik iktisat geleneği, Leon Walras Alfred Marshall ve Arthur Cecil Pigou

ile devam eder. Birçoklarınca yukarıda sayılan iktisatçılardan Arthur Cecil Pigou 20. Yüzyılın

son klasik makro iktisatçısı olarak kabul edilmektedir.

Aslında birçok konuda birbiriyle çatışan fikirlere sahip olsalar da Klasikleri belirli bir

sınıflandırma içerisinde değerlendirmemizi sağlayacak bazı ortak özelliklere de sahiptirler.

Öncelikle Klasik iktisatçılar kendilerinden önce gelen Merkantilist ve Fizyokratların gö-

rüşlerinden önemli ölçüde etkilenmişlerdir. Aslında iktisat biliminin olmasa da iktisadi konu-

larla ilgili düşünceler üretmenin tarihi Aristoteles’e kadar dayandırılmaktadır ve Aristote-

les’ten Klasiklere kadar filozof ve entelektüellerin cevabını aradıkları soru değişmemiştir;

zenginliğin (servetin) kaynağı nedir? Değişen iktisadi koşullar, bu soruya kişilerin verdikleri

cevabı da değiştirmiş ve birbirlerine belirli konularda benzeşen fikirler belirli ekoller etrafında

toplanmıştır. Ekonomi politiğin konusu olan bu tartışmalara girmeden burada genel kabul

görmüş haliyle Klasik okulun görüşlerine değineceğiz.

2) KLASİK SİSTEMİN TEMEL FELSEFESİ

Page 38: İsletme_Makro_iktisat

  36  

Aşağıdaki gösterim doğada zaten var olduğu düşünülen “doğal düzen”in içinde yer alan

insana ait bazı özelliklerin veri olması durumunu ifade etmektedir. Bir diğer ifade ile, doğal

düzen içerisinde insanda bir takım özellikler söz konusudur ve insanların bir araya gelerek

oluşturdukları toplumsal düzen de, dolayısıyla bu doğal düzene uyum içerisinde hareket eder.

Doğal düzen

İnsanın Özellikleri Toplumun Özellikleri

Klasikler XVI. ve XVII. yüzyıllarda gelişmekte olan doğa bilimleri ve doğal düzen fi-

kirlerinin etkisi altındadırlar. Bu fikirlerin birleştiği durum toplumda bir doğal düzen olduğu

yönündedir. Bu doğal düzenin bir parçası olan insan ise özellikle ekonomik faaliyetlerinde

yalnız kendi çıkarlarını düşünür. Bir diğer ifade ile tüm insanlar ekonomik faaliyetlerinde

bencildirler (bireysellik). Bu şekilde tanımlanan insana homo economicus denilmektedir.

Gündelik hayatında çeşitli alternatifler ile karşılaşan homo economicus, bunlar içerisinde en

iyisini seçebilme yeteneğine sahip olduğundan aynı zamanda rasyoneldir.

Bir arada yaşayan bencil ve rasyonel insanlar topluluğunun bu özellikleri birbirleriyle

işbölümü yapmalarını gerektirir. Aynı zamanda bu işbölümü içerisinde belirli bir alanda uz-

manlaşmaları da rasyonel olmalarının doğal bir sonucu olacaktır. Ortaya çıkan toplum birey-

lerin iktisadi konularda kendi çıkarlarını gözettikleri, rasyonel olan belirli alanlarda uzman-

laşmış ve işbölümü içerisinde olan bir topluluktur. Tüm bu özellikler toplumların verimliliği-

nin artmasına yol açacaktır. Özetle doğanın insanlara bahşettiği özellikler toplumun (do-

layısıyla insanların) verimlerini ve dolayısıyla refahlarını arttırırken aynı zamanda insanların

bireysel özellikleri ile toplumun çıkarları bir ahenk içerisindedir. Sıkça kullanılan ifadesiyle,

adeta bir “görünmez el” tüm bu toplumsal düzeni ve ahengi yönetmekte ve düzenlemektedir.

3) KLASİK SİSTEMİN VARSAYIMLARI ve DAYANDIĞI YASALAR

Page 39: İsletme_Makro_iktisat

  37  

Diğer tüm makro iktisat okulları gibi Klasik sisteminde analizinde bazı soyutlamalar ve

varsayımlar söz konusudur. Klasikler itibarıyla bunlar kurguladıkları felsefi tabanla da uyum-

ludur. Örneğin, firmalar ve hanehalkları rasyoneldirler. Her iki iktisadi kategoride de “para

yanılgısı” söz konusu değildir. Bir diğer ifade ile elde ettikleri ücret veya karı nominal de-

ğerleri itibarıyla değil bunların alım güçleriyle değerlendirebilirler. Aynı zamanda bu iktisadi

birimlerden firmalar karlarını maksimize etmeye çalışırlarken, hanehalkı ise faydasını maksi-

mize etmeye çalışır.

Klasik sistemin makro iktisadi analizinde tüm piyasalarda tam rekabet koşullarının

hakim olduğu kabul edilirken, ekonominin yabancı ülkelerle ihracat ve ithalat ilişkisinin ol-

madığı durumu kabul edilir. Bir diğer ifade ile ekonomi dışa kapalıdır.

Gerek firmalar gerekse de hanehalkının tüm piyasa şartları ile ilgili tam bir bilgiye

(tam enformasyon) sahiptirler. Tam bilgi şartlarına sahip olan firmalar ve hanehalklarının ne

kadar üretip tüketeceklerine mal piyasasında oluşan tam esnek fiyatlara göre karar verirler.

Ücretler ve faiz oranları da tam esnektir. İşçiler ne kadar çalışacaklarına ve işveren-

ler ne kadar istihdam edeceklerine karar verirlerken emek piyasasında oluşan tam esnek reel

ücretlere göre karar verirlerken, para piyasasında da dengeyi sağlayan faiz oranları tam esnek-

tir. Bir diğer ifade ile, tasarruflar(ödünç verilebilir fon arzı) ve yatırımların(ödünç verilebilir

fon talebi) oluşturdukları faiz oranları dengeyi sağlamaktadır.

Klasiklere göre para emek ve mal piyasalarında oluşan denge ücret, denge faiz ve denge

fiyat düzeyini sağlayan Walras tarafından makro sisteme dahil edilen müzayedecidir. Bu ha-

yali aracı tarafların birbirleriyle yanlış alışverişi önlemekte ve denge ücret, denge faiz ve den-

ge fiyatların oluşumunun sağlanmasına yardımcı olduğu varsayılmaktadır.

Bu varsayımlar doğrultusunda hareken eden Klasiklerin iktisadi analizlerini kavraya-

bilmek için belirtilmesi gereken için bir diğer önemli nokta dikotomi ilkesi olarak ifade edi-

len parasal ve reel sektörün birbirinden ayrı değerlendirilmesidir.

Page 40: İsletme_Makro_iktisat

  38  

Dikotomi ilkesine göre, parasal büyüklüklerdeki değişmeler reel büyüklüklerin değerle-

rini etkilemez. Örneğin, para arzının artması veya azalması sadece nominal milli gelirde bir

değişikliğe sebep olurken, böyle bir değişiklik istihdam, üretim, büyüme gibi reel değişkenler

üzerinde etkisi yoktur. Reel değişkenler parasal değişkenlerden etkilenmediğine göre, para

nötr (yani yansız) bir değişkendir.

Reel ve parasal sektörün iki ayrı parça olarak ele alındığı Klasik makro teorinin

açıklanabilmesi için aşağıdaki üç ayrı teori ve yasa grubunun açıklanması gerekmektedir.

1) İstihdam ve Ücret Teorisi

2) Say Kanunu

3) Miktar Kuramı

Yukarıda ifade edilen teorilerden İstihdam ve ücret teorisi ile Say kanunu reel sektörün

denge şartlarını ortaya koyarken, Miktar kuramı parasal sektörün denge şartlarını

açıklamaktadır.

4) İSTİHDAM ve ÜCRET TEORİSİ

Klasik sistemde üretim fonksiyonu denge istihdam seviyesinde üretim hacminin ne ola-

cağını göstermektedir. En genel anlamıyla üretim fonksiyonu ise, bir firmanın faktör girdileri

(emek ve sermaye) miktarı ile üretebileceği maksimum üretim miktarını göstermektedir. Üre-

tim sürecinde kullanılan işgücü ve sermaye (L ve K) ne kadar kullanılırsa bu iki girdinin etkin

kullanımı durumunda üretilen çıktı (Y) miktarı o kadar büyük olacaktır.

Bu noktada belirtilmesi gereken bir diğer durum ise, kısa dönemde sermaye (K) mik-

tarının sabit kabul edilmesidir. Bu durumda artıp azaltılabilen tek üretim girdisi işgücü olmak-

tadır. Bu durumda üretim fonksiyonu;

Y=F(K,L)

Üretim fonksiyonunun iki özelliğinin burada belirtilmesinde fayda vardır.

Page 41: İsletme_Makro_iktisat

  39  

1) Sermaye (K) değeri veridir ve işgücü (L) ile çıktı arasında doğrusal yönlü bir

ilişki söz konusudur.

2) Fonksiyon azalan getiri yasasına tabidir. Bu durum tek değişken olan işgücü ar-

tarken üretimin azalarak arttığını ifade etmektedir. Bu şekilde ifade edilebilinecek üretim

fonksiyonun eğimi (ΔY/ ΔL) ile gösterilir. (ΔY/ ΔL) ise işgücünün marjinal getirisini ifade

etmektedir. İşgücünün marjinal getirisi (marjinal product of labor,mpl) çalıştırılan son işçinin

üretime katkısıdır. Azalan getiri durumu ile birlikte değerlendirildiğinde ise ortaya çıkan du-

rum şöyle olacaktır; İstihdam seviyesindeki bir artış (L↑) işgücünün marjinal getirisini düşü-

recektir (mpl↓).

Yukarıda anlatılanlar aşağıdaki şekilde gösterilebilinir.

ŞEKİL 2

Y

Y1 B Y=f(K,L)

ΔY Y0 A

0 L0 L1 L

W/P,MPL

(W/P)a=MPLa. A

Page 42: İsletme_Makro_iktisat

  40  

(W/P)b=MPLb B DL=mpl L 0 L0 L1

Yukarıdaki grafikte de görüleceği gibi istihdam seviyesindeki bir artış (ΔL=L0-L1) üre-

timi ancak ΔY(ΔY=Y0-Y1) kadar arttırabilmektedir. Bu durumun yansıması olarak işgücünün

marjinal verimliliğini ifade eden grafikte ise, işgücünün verimliliği gittikçe azalan bir eğriye

sahip olmaktadır. Bunun nedeni işgücünün marjinal verimliliği ΔY/ΔL ile ifade edildiğinden

her bir istihdam artışında paydanın değeri daha çok artacağından kesrin değerinin azalmasıdır

(ΔY/ΔL↑)↓.

Klasiklerin işgücü talebi incelendiğinde grafikte gösterilen işgücünün marjinal getirisi

eğrisinin neden işgücü talep eğrisine eşit olduğu ve işgücünün marjinal getirisinin aynı za-

manda reel ücretleri ifade ettiği anlaşılabilecektir.

4.1) İŞGÜCÜ TALEBİ

İşgücü talebi ile ilgili ilk belirlenmesi gereken durum firmaların hangi saikle ve ne ka-

dar işçi talep edeceği ve bunun nasıl belirlenebileceğidir. Bu sorunun cevabının an-

laşılabilmesi için konunun mikro temelleri ile birlikte ele alınması gerekmektedir.

Kuşkusuz kapitalist üretim ilişkilerinde firmalar kar maksimizasyonu ile hareket ederler.

Bu maksimizasyon için ise gerekli olan koşul marjinal maliyetlerin marjinal gelire eşit ol-

masıdır.

Daha açık bir ifade ile, firmalar emek kullanımlarını (emek talebini) kullandıkları emek

miktarındaki bir birimlik artışın sağladığı getiri, bunun maliyetinden fazla olduğu sürece artar.

Bunu eşitlikler halinde ifade edecek olursak;

Son giren işçinin üretime katkısı= son giren işçinin firmaya maliyeti

Firmanın Getirisi= Ürünün Piyasa Fiyatı(P) x Marjinal Ürün(ΔY)……………..(1)

Page 43: İsletme_Makro_iktisat

  41  

Firmanın Maliyeti= İşçinin aldığı parasal ücret(W) x İşgücüne katılım miktarı

(ΔL)……………………………………………………………………………..(2)

Bu eşitliklerden hareketle aşağıdaki eşitlikler yazılabilir;

P x ΔY=W x Δ L…………………………………….(3)

ΔY/ ΔL=W/P………………………………………. (4)

4 numaralı denklemde eşitliğin sol tarafında emeğin marjinal getirisi (mpl) yer alırken

eşitliğin sağ tarafında ise reel ücretler bulunmaktadır. Bir diğer ifade ile, firmalar için kar

maksimizasyonu emeğin marjinal getirisinin reel ücrete eşitlendiği noktaya kadardır.

Buradan elde edebileceğimiz bir diğer sonuç, firma eşitliğin sağlandığı noktada kar

maksimizasyonunu sağladığından işgücünün marjinal getirisi doğrusu ile işgücü talep doğrusu

aynı doğru olacaktır ve emek talebi reel ücretlerin bir fonksiyonu olacaktır.

ŞEKİL 3

W/P

W/P1 A

W/P2 B

DL

0 L 1 L 2 L

4.2) İŞGÜCÜ ARZI Klasik makro teoride emek arzı reel ücretin artan bir fonksiyonudur. Üretim ihtiyaçların

karşılanması için yapılacağından emeğin ne kadar arz edileceği emek sahiplerinin ihtiyaç-

Page 44: İsletme_Makro_iktisat

  42  

larına bağlıdır. Bu durumda reel ücretler arttıkça kişilerin emek arzını arttırmaları rasyonellik

ilkesine uygun bir davranış olacaktır.

SL=f(W/P)

Emek arzının reel ücretin bir fonksiyonu olması işçilerde bir “para yanılgısı” durumu-

nun söz konusu olmadığını, yani, işçilerin fiyatlar genel seviyesindeki değişiklikleri dikkate

aldıklarının da bir ifadesidir.

Emek piyasasında; emek arzı ile emek talebi denge istihdam seviyesini ve denge reel

ücret seviyesini oluşturmaktadırlar.

ŞEKİL 4

(W/P) 2                                                                                                          

(W/P) 3                                                          

0 L1 L0 L2 L

5) SAY KANUNU

Say Kanunu her arzın kendi talebini yarattığını ifade etmektedir. Bir diğer ifade ile, çıktı

seviyesi ne olursa olsun, bu çıktının üretimi sırasında yaratılan gelir kendisine eşit bir harca-

maya yol açacak ve bu harcama üretilen çıktıya eşit olacağından, çıktının tamamının tüketil-

mesini sağlayacaktır. Bu durum şu şekilde ifade edilmektedir;

Arz  fazlası  W/P

E  

Talep  fazlası  

(W/P) 1  

Page 45: İsletme_Makro_iktisat

  43  

Çıktı≡Gelir≡Harcama

Eşitliğin ilk kısmı ile anlatılan her bir liralık çıktıya bir liralık gelirin tekabül ettiğini

göstermektedir. Eşitliğin ikinci kısmı ise, gelirdeki her artışın harcamada eşit miktarda bir

artışa yol açtığını göstermektedir.

Özetleyecek olursak, bireyler çalışarak mal üretirler ve elde ettikleri gelirle ürettikleri

malların değeri kadar bir toplam talep yaratırlar. Bu nedenle yapılan toplam üretim daima

yapılan toplam talebe eşittir. Genel bir toplam talep yetersizliği ise ortaya çıkmaz.

Uygulamada bazı durumlarda kaynakların yanlış alanlara tahsis edilmesi mümkündür.

Bir başka ifade ile bazen istenmeyen malların üretimine kaynak ayrılmış olabilir ve bu karar o

malın talebinde bir eksiklik yaratılmış olabilir. Ancak bu durum, geçicidir ve kısmidir; yani

bütün malları kapsamaz. Nitekim bu firmalar zarar ederler ve piyasadan silinirler.

Reel ekonomide meydana gelen aksaklıklar yukarıda ifade edildiği gibi kendi dinamik-

leriyle sorunu çözmekte ve Say yasasının işlemesine engel bir duruma yol açmamaktadır. Oy-

sa ilk etapta akla gelen bir başka sorun daha vardır. Kişiler tasarruf yaparlarsa Say Kanunu

yine de işleyecek midir? Bu önemli bir aksaklığa sebep olabileceği gibi, Say yasasının işle-

memesine sebep olacak kadar önemlidir. Nitekim bu durumu bertaraf edici bir sigorta meka-

nizması yoksa denkliğin ikinci ve üçüncü terimi birbirine eşit olmayacaktır.

Bu durumun Say yasasının işlemesini engelleyip engellemeyeceğini anlamamız için

Klasiklerde faiz teorisini inceleyip, işleyişi test etmeliyiz.

5.1) YATIRIM ve TASARRUF PİYASASI

Tüm iktisadi modeller için yatırım ve tasarruf hayati bir öneme sahiptirler. Nitekim ikti-

sadi büyümenin lokomotifi niteliğindeki yatırımların hangi saiklerle hareket ettiği, nasıl

arttırılabileceği v.b konular oldukça büyük bir önem taşımaktadır. Bu durumun önemi Klasik-

ler içinde söz konusudur. Nitekim Klasiklerin iktisadi modellerin can damarlarından birisi

olan Say kanununun işleyip işlememesi bunun açıklanmasına bağlıdır. Yatırım ve tasarruf-

Page 46: İsletme_Makro_iktisat

  44  

ların belirlediği faiz düzeyi ekonomide toplam talepte meydana gelebilecek bir talep açığını

gidermede hayati bir rol oynamaktadır.

5.1.1) YATIRIM ve TÜKETİM FONKSİYONU ve SAY KANUNUN İŞLEYİŞİ

Klasiklerde yatırım fonksiyonu faiz haddinin azalan bir fonksiyonudur, bir diğer ifade

ile negatif eğimlidir. Yatırımların negatif olmasının en önemli sebebi her bir yükselen faiz

düzeyinde daha fazla getirili yatırım projelerinin devreye girecek olması ve bunun da birçok

firmanın yatırım yapamamasını sağlamasıdır. Kaldı ki, azalan verimler kanununa göre

yatırımlar arttıkça elde edilen gelir de azalacak ve yüksek faizle borçlanmak firmalar için

mümkün olamayacaktır.

I=f(i)

dI/di˂0 Yatırımın tersine tüketim ise pozitif eğimlidir. Tüketimin pozitif eğimli olmasının se-

bebi faiz yükseldikçe kişilerin tüketimden daha çok vazgeçebilecekleri ve tasarrufa yönelebi-

lecekleridir.

S=f(i)

dS/di˃0 Her iki durum birlikte değerlendirildiğin de ise aşağıdaki grafikte de gösterildiği gibi

denge faiz haddine ulaşabiliriz.

Page 47: İsletme_Makro_iktisat

  45  

ŞEKİL 5

i S

i0 E

I

0 I= S I,S

Yukarıdaki eşitlikte de görüldüğü gibi denge faiz haddi yatırım-tasarruf eşitliğinin sağ-

landığı noktada oluşmaktadır. Yukarıda ifade ettiğimiz durumu matematiksel olarak da göste-

rebiliriz. Bunun için durumu basitleştirmek için kamu harcamalarının olmadığı kapalı bir

ekonomiyi ele alalım. Böyle bir ekonomide yalnız firmalar ve tüketiciler söz konusu olacaktır.

Böyle bir ekonomide Say Kanunun ileri sürüldüğü gibi toplam arzın toplam talebe eşit olması

durumu aşağıdaki gibi ifade edilebilir;

AD= C(i)+I(i)=Y………………………….(1) Yukarıdaki eşitlikte;

AD= toplam talep

C = tüketim harcamaları

I = yatırım harcamaları

i = faiz haddi

Y = toplam arz

Page 48: İsletme_Makro_iktisat

  46  

Yukarıdaki eşitlikte toplam talebi oluşturan büyüklüklerden birisi hanehalkının tüketim-

lerinden, bir diğeri de firmaların yaptıkları yatırımlardan oluşmaktadır. Bu iki büyüklükte

faizin bir fonksiyonudur (Klasik sistemde tüketim harcamaları faiz haddinin azalan bir fonk-

siyonudur. Bir diğer ifade ile faiz artınca tüketim harcamaları azalır).

Gelirin tüketilmeyen kısmı tasarruf olarak ifade edildiğine göre yukarıdaki denklem şu

şekilde gösterilebilir.

Y-C(i)=S(i)…………….................................. (2)

1ve 2 nolu denklemler birlikte değerlendirildiğinde ise;

S(i)=I(i)……………………………………(3)

Burada ortaya çıkan sonucun bize gösterdiği gelirin tüketilmeyen kısmının tasarrufa yö-

nelmesiyle Say Kanunun etkilenmeyeceği ve ekonomide buna eşit miktarda bir yatırım ger-

çekleşeceğidir.

Şimdi konuyu tasarrufların arttığı durumu gösteren bir örnekle aşağıdaki grafik üzerinde

görelim.

Page 49: İsletme_Makro_iktisat

  47  

ŞEKİL 6  

i

S0

S1

i1 a

i0 b

Io E

0 450 I0 I1 I,S,C,AD

Y* e

 

             Y  Yukarıdaki grafikte başlangıç denge noktası (a) ile gösterilmiştir. Bu noktada ekonomi

I0 yatırım miktarı ve S0 yatırım düzeyindedir. Ekonomideki yatırım ve tasarruf miktarının

oluşturduğu faiz ise i0 düzeyindedir. 450 doğrusu ile gösterilen grafik ise toplam arz toplam

talep eşitliğini göstermek amacıyla kullanılmıştır.

Hatırlanacak olursa, emek arz ve talebi ekonomideki reel ücret düzeyini ve istihdam dü-

zeyini göstermekte idi. Kısa dönemde tek değişken olan emek miktarı ise üretim düzeyinin ne

olacağını belirlemekteydi. Dolayısıyla veri durumda ekonominin toplam üretim, toplam arz

miktarı belirlidir.

Gelelim Say kanununa; Say kanunu gereği de her arz kendi talebini yaratacaktır. Bu

doğrultuda toplam üretim toplam talep (AE) miktarına eşittir. Peki varsaydığımız gibi ekono-

Page 50: İsletme_Makro_iktisat

  48  

mideki tasarruf miktarı artar ise ne olacaktır? İlk bakışta tasarrufların artması çıktı

karşılığında elde edilen gelirin tamamının harcamaya dönüşmediğini göstermektedir. Buradan

sonrasını grafik üzerinden değerlendirelim.

Hemen belirtmek gerekir ki başlangıçta ekonomideki tasarruf miktarı (0-Io) düzeyinde-

dir ve bu noktada yatırım miktarı tasarruflara eşittir. Bu durumda geri kalan (E-Io ) aralığı ise

tüketim miktarını (C) göstermek zorundadır (Y=AE=C+I basitleştirici varsayımıyla).

Şimdi başlangıçtaki soruya geri dönelim, kişilerin gelirlerinin tamamını harcamaya dö-

nüştürmemeleri, tasarruf yapmaları (veya tasarruflarını arttırmaları) çıktı≡gelir≡harcama şek-

linde ifade edilen Say kanunun işlemesine engel olur mu? Şekilde görüldüğü gibi tasarrufların

artması durumunda yatırım tasarruf eşitliği (0-I1) noktasında sağlanmıştır. Bu durumda tüke-

time giden kısım ise (E-I1) kadar olacaktır.

Sonuç olarak ekonomideki tasarruf miktarı arttıkça tüketim azalmakta ve tasarruf kadar

yatırım söz konusu olmaktadır. Bir diğer ifadeyle toplam harcama miktarı değişmemekte top-

lam harcamanın bileşenlerinin büyüklüğü değişmektedir (Y=AE=C+I).

6) PARANIN MİKTAR TEORİSİ

Paranın miktar teorisi iktisat yazınında iki farklı biçimde ifade edilmektedir. Bunlardan

birisi Irving Fisher’in Fisher Yaklaşımı diğeri ise, Alfred Marshall ve Cecil Pigou tarafından

ortaya konulmuş olan Cambridge yaklaşımıdır.

6.1) FISHER YAKLAŞIMI

Para miktarı ile fiyat düzeyi arasındaki birebir ilişkiiktisadın en eski teorilerinden birini

oluşturur.Paranın miktar teorisi (Quantity Theory of Money)ekonomide para miktarının pa-

ranın değerini belirlediğini ifade eder.

Para arzı ile paranın dolaşım hızının çarpımı bize fiyat düzeyi çarpı reel geliri verir

M x V = P x y

Denklemin sağ tarafı nominal GSMH’dır.Eğer V ve y’nin sabit olduğunu düşünürsek,

fiyat

Page 51: İsletme_Makro_iktisat

  49  

düzeyi P’deki değişme para arzı M’deki değişmeye eşit olacaktır.Yani M iki katına

çıkarsa, P de iki katı olur

Yukarıda ifade edilen değişkenler;

Ms= Nominal para arzı

V= Paranın dolanım hızı

P= Fiyatlar genel seviyesi

y= Reel milli gelir düzeyini ifade etmektedir.

Fisher denklemi bir takım varsayımları da içermektedir. Bunlar;

(V) ile ifade edilen paranın dolanım hızı kurumsal unsurlar ve uzun yıllarda oluşmuş

bazı alışkanlıklar tarafından belirlendiği için kısa dönemde değişmesi beklenmez ve sabit ka-

bul edilir ( =V).

Ekonominin tam istihdam düzeyinde dengede olduğu ve üretilen mal miktarının da tam

istihdamda dengede olduğu düşünülür. Bu değişkende kısa dönemde sabittir.

Bu varsayımların belirlenmesi ile aslında başlangıçta özdeşlik halinde olan formül bir

değişim denklemi halini alır. Ancak burada belirtilmesi gereken önemli nokta para arzı ile

fiyatların (M-P) arasındaki ilişkinin yönünün belirlenmesidir. Bir diğer ifade ile başlangıçta

dört tane olan değişkenlerden ikisi kısa dönemde sabit olduğundan eşitlik (kısa dönemde)

M=P şekline dönüşmüştür. Bu durum para arzının fiyatları belirlediği anlamına geldiği gibi

fiyatların da para arzını belirlediği sonucunu çıkarmamıza yol açabilir. Oysa bu doğru değil-

dir. Bunun için bir diğer varsayıma daha ihtiyaç duyulmaktadır. Burada ortaya koyabileceği-

miz varsayım para arzı (M) ile fiyatlar (P) arasındaki ilişkinin yönünün para miktarından fi-

yatlara doğru olduğudur. Yani, dolaşımdaki para miktarının fiyatlar genel düzeyini belirledi-

ğidir. Özetle piyasadaki para miktarı artınca fiyatlar genel düzeyi de aynı oranda artacaktır.  

Eşitlikte kritik öneme sahip unsurlardan birisi V terimi (paranın dolanım hızı)dır. Bu te-

rim belirli bir dönemde piyasada var olan paranın (M) nominal milli geliri (Py) satın almak

için kaç kez kullanıldığını göstermektedir. Örneğin, nominal geliri 5000 TL olan bir ekono-

Page 52: İsletme_Makro_iktisat

  50  

mideki para miktarı 100TL ise, paranın dolanım hızı (V) 50 dir. Bir diğer ifade ile, piyasadaki

her TL milli gelirin satın alınmasında 50 kere kullanılmıştır.

Fisher yaklaşımında ifade edilen denklemin en önemli özelliklerinden birisi de denkle-

min sol tarafının nominal para arzı ile paranın dolanım hızının çarpımından oluşan toplam

satın alma gücünü yani toplam talebi gösteriyor olmasıdır. Piyasaya sürülen nominal para

arzı, kaç kez dolaşıyorsa o büyüklükte bir satınalma gücü doğuracaktır.

Denklemin sağ tarafı ise, üretim miktarı ile fiyatlar genel düzeyinin çarpımından oluş-

maktadır ve toplam arzı göstermektedir. Dolayısıyla Fisher yaklaşımı toplam arz toplam talep

teori olarak da değerlendirilebilir.

6.2) CAMBRIDGE YAKLAŞIMI

Bu yaklaşımın Fisher yaklaşımından en büyük farkı, kişilerin ne kadar para tutmak iste-

dikleri üzerinde yoğunlaşmasıdır. Bu yaklaşımda kişilerin iki sebeple para talep ettikleri kabul

edilmektedir;

Bunlardan birincisi paranın işlemlere aracılık etmesi fonksiyonu ile ilişkilidir. Bir diğer

ifade ile bu, harcamaların finanse edilmesi için gelirin bir kısmını nakit ve vadesiz mevduat-

larda tutulması durumudur.

Bir diğer para tutma nedeni ise, paranın servet saklama fonksiyonu ile bağlantılıdır. Bu

yaklaşımı benimseyenlere göre para aynı zamanda diğer birçok servet unsurundan farksızdır.

Dolayısıyla kişilerin servetleri artınca diğer servet saklama unsurları gibi paraya da yönelebi-

lirler.

Cambridge para talebi fonksiyonu aşağıdaki gibi yazılabilinir;

Md=kPy

Bu eşitlikteki değişkenlerden Md para talebini ifade ederken, k katsayısı firmaların ve

kişilerin yıllık nominal milli gelirlerinden ne kadarını nakit ve/veya vadesiz mevduat olarak

tutmak istediklerini göstermektedir.

Page 53: İsletme_Makro_iktisat

  51  

Cambridge denklemi de Fisher denklemi gibi bazı varsayımlara sahiptir. Bunlardan üre-

tilen mal miktarının tam istihdam denge düzeyinde olması ve kısa dönemde sabitliği, Fisher

denklemindeki gibidir.

Cambridge denklemindeki en önemli unsurlardan birisi olan kişilerin para tutma isteğini

ifade eden (k) katsayısıdır. Bu katsayının ifade ettiği durum nominal para talebinin nominal

gelirin bir kısmından oluştuğunu ifade etmektedir. Ancak Cambridge’li iktisatçılara göre bu

katsayı (k) çeşitli kurumsal unsurlar tarafından belirlenmektedir ve kısa dönemde sabittir. Bu

katsayı ile anlatılmak isteneni bir örnekle anlatmak gerekirse; k=0,2 olması, kişilerin nominal

gelirlerinin yüzde yirmisini ceplerinde veya vadesiz mevduatlarında tutmak istediklerini gös-

termektedir ve kısa dönemde değişebilir nitelikte değildir.

Burada belirtilmesi gereken bir diğer nokta Klasiklerde para arzının dışsal (otonom) bir

büyüklük olduğudur. Dolayısıyla para piyasası dengede iken para arzı para talebine eşit oldu-

ğundan Cambridge denklemi aşağıdaki gibi yazılabilir (Ms =Md ) ;

Ms =kPy

Bu şekilde başlangıçta bir para talebi teorisi olan denklem para arzı ile fiyatlar genel se-

viyesini açıklamaya yönelik bir hale sokulmuş da olmaktadır.

Bu noktada elde ettiğimiz sonuç Fisher denklemiyle büyük bir benzerlik sergilemekte-

dir. Her ikisinin de bize gösterdiği para arzı ne kadar artarsa fiyatlar genel seviyesinin aynı

miktarda artacağıdır. Aslında denklemlerin birbirleriyle ilişki bununla da sınırlı değildir, pa-

ranın dolanım hızı (V) ile para tutma isteği (k) arasındaki ilişkinin de gösterdiği bir başka du-

rum söz konusudur. Her iki denklemdeki gerekli işlemlerin yapılması durumunda görülecektir

ki, paranın dolanım hızı ile para tutma isteğinin çarpımları bire eşittir.

Ms =kPy (Cambridge), ve Ms =Py/V (Fisher)

kPy=Py/V ise V= 1/k

Page 54: İsletme_Makro_iktisat

  52  

Bu ilişkinin ifade ettiği durumu bir örnekle açıklayalım. Örneğin V=5 ise, bunun ifade

ettiği durum, piyasadaki para miktarının nominal gelirin satın alınmasında 5 kez kul-

lanıldığıdır. Cambridge denklemine göre ise, kişiler nominal gelirlerinin (1/5=0,2) %20’sini

para olarak tutmak istemektedirler (V=1/k).

SONUÇ:

Klasik Sistem, her arz kendi talebini yaratır şeklinde ifade edilen Say Kanunu ile

parasal büyüklüklerin reel kesim büyüklüklerini etkilememesi işleyişin ortaya

çıkmasında büyük öneme sahiptir. Para piyasasının işleyişinde, Fisher ve Cambridge

Yorumu olarak ifade edilen Miktar Kuramı para piyasasındaki dengenin oluşumunu

göstermektedir. Miktar Kuramın da iki önemli varsayım vardır. Dolaşım hızı istikrarlı

olmalıdır,gelir esas itibariyle üretim fonksiyonu tarafından belirlenmelidir.

KONUYA İLİŞKİN ÖRNEK SORULAR

1)Aşağıdakilerden hangisi Klasik Sistemin varsayımlarından değildir?

a) Tam rekabet koşulları söz konusudur.

b) Piyasa aktörleri tam bir bilgiye sahiptir.

c) Dikotomi ilkesi geçerlidir.

d) Ücretler ve fiyatlar katıdır.

e) Tüm piyasa aktörleri rasyoneldir.

2)Cambridge Yaklaşımdaki (k) katsayısı (kişilerin para tutma isteği) ile paranın

dolanım hızı arasında nasıl bir ilişki vardır?

a) k=1/V b) k=V+(k/V) c) k= V(1-k)/V d) k= V/(k-V)

Page 55: İsletme_Makro_iktisat

  53  

e) k=V/(k+V)

3)Klasik Sistemde tasarrufların artması durumu için aşağıdakilerden hangisi doğ-

rudur?

a) Üretim artar, faizler düşer, nominal ücretler yükselir.

b) Üretim azalır, faizler düşer, nominal ücretler yükselir.

c) Üretim artar, faizler artar, nominal ücretler azalır.

d) Üretim azalır, faizler artar, nominal ücretler azalır.

e) Faizler düşer, üretim, reel ve nominal ücretler değişmez.

Cevap Anahtarı: 1-D 2-A 3-E

Yararlanılan Kaynaklar

Heilbroner R.L.; İktisadi Sorun II., Makro İktisat, (Çeviren: D.Demirgil), Çağlayan Ki-

tabevi, İstanbul, 1974

Paya M.; Makro İktisat, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2001

Pentecost E.; Macroeconomics, Mac Millan, London, 2000

Phelps E.S.; Seven Schools of Macroeconomic, The Arne Ryde Memorial Series, Clar-

endon Press, Oxford, 1990

Savaş V.; Keynesyen İktisat Yıkılırken, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1986

Savaş V.; Politik İktisat, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1994

Shaw G.K.; Keynesian Economics: The Permanent Revolution, Edward Elgar, Alders

hot, 1998

Page 56: İsletme_Makro_iktisat

  54  

Snowdown B., Howard R.V.; Reflections on the Development of Modern Macroeco-

nomics, Edward Elgar Publishing Co. Cheltenham, 1997

Snowdown B., Vane B., Wynarczyk P.; A Modern Guide to Macroeconomics, An Intro-

duction to Competing School of Thought, Edward Elgar Publishing Limited, Cambridge, 1994

Tunca Z.; Makro İktisat, Filiz Kitapevi, İstanbul, 1997

Ünsal E.; Makro İktisat, İmaj Yayıncılık, Ankara, 2000

Yetkiner H.; Sorularla Makro İktisat, Efil Yayınevi, Ankara, 2010

Page 57: İsletme_Makro_iktisat

Makro İktisat

4.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü

4.KISIM

6.3) PARA PİYASASINDA DENGE ve CAMBRIDGE DENKLEMİ

………………………………………………………………………………….62

7) KLASİK SİSTEMDE GENEL DENGE ve SİSTEMİN İŞLEYİŞİ

…………………………………………………………………………………64

7.1) PARA ARZINDAKİ ARTIŞIN ve SİSTEMİN

İŞLEYİŞİ…………………………………………………………………………

…….66

7.2) EMEK ARZINDAKİ ARTIŞIN ve SİSTEMİN İŞLEYİŞİ

……………………………………………………………………………….…68

8) KLASİK SİSTEMDE TOPLAM ARZ TOPLAM TALEP

…………………………………………………………………………………70

8.1) TOPLAM TALEP ………………………..……………...........70

8.2).TOPLAM ARZ…………………………………………………….72

9) KLASİK SİSTEMDE TOPLAM ARZ VE TOPLAM TALEP

EĞRİLERİ VE MALİYE POLİTİKASININ ETKİNLİĞİ

…………………………………………………………………………………76

10) WALRAS KANUNU ve KLASİK MODELİN MATEMATİKSEL

GÖSTERİMİ …………………………………………………………………78

11) KLASİK SİSTEMDE İKTİSAT POLİTİKALARI ve DEVLETİN

EKONOMİDEKİ YERİ…………………………………………………….81

Page 58: İsletme_Makro_iktisat

56  

 

  56  

ÖZET:

Klasik Sistemde mal ve para piyasası tanımlandıktan sonra, sistemin genel işleyişi

gösterilebilinir. Toplam arz ve talep eğrilerinin gösterilmesiyle iktisat politikası uygula-

malarının sonuçları daha net görülebilecektir. Grafiksel gösterimin yanı sıra, matema-

tiksel gösterim de Klasik Sistem’in işleyişini özetler niteliktedir.

6.3) PARA PİYASASINDA DENGE ve CAMBRIDGE DENKLEMİ

Para piyasasının dengede olduğu durumda fiyatlar genel seviyesinin nasıl arttığını ve

parasal değişkenlerin reel değişkenler üzerinde bir etkisi olmadığını aşağıdaki grafik

yardımıyla görebiliriz. Burada unutulmaması gereken sistemin işleyişinde para arzının dışsal

(otonom) olduğudur.

ŞEKİL 7

Y M0* M1

* Md=kY

Y1=Py* B

Y0=Py* A

0 Ms=Md Ms=Md

Yukarıdaki grafikte başlangıçta M0 para arzı ile para talebinin oluşturduğu denge (A)

noktasında sağlanmıştır. Bu denge noktasında para arzı ve para talebi birbirine eşit olup, bu

Page 59: İsletme_Makro_iktisat

57  

 

  57  

denge noktasına tekabül eden nominal gelir düzeyi Y0 dır ( Burada unutulmaması gereken bir

diğer nokta, nominal gelirin fiyatlar genel düzeyi reel çıktı miktarının çarpımına eşit olduğu-

dur. Nitekim grafikte de anlatımı kolaylaştırmak için bu şekilde kullanılmıştır: Md=kPy ve

Y=Py ise, Md=kY).

Yukarıdaki grafikte para arzının artması durumunda ne olduğu gösterilmektedir. Şekil-

den de takip edilebileceği gibi para arzının artması durumunda yeni denge noktası artık (B)

noktasıdır. Bu noktada da para arzı ve talebi birbirine eşittir ve bu noktanın sağladığı nominal

gelir düzeyi Y1dir.

Kısa dönemde reel çıktı miktarı emek piyasasında oluşan istihdam düzeyi (işgücü) ta-

rafından belirlendiğinden para arzının reel çıktıyı değiştirmesi söz konusu değildir. Oysa şe-

kilde de görüleceği gibi nominal gelir artmıştır. Bu durumda bu artışın kaynağının fiyatlar

genel seviyesindeki artıştan kaynaklandığı açıktır. Dolayısıyla para arzındaki artış reel değiş-

kenleri etkilememiş sadece nominal değişkenleri etkilemiştir.

Page 60: İsletme_Makro_iktisat

58  

 

  58  

Page 61: İsletme_Makro_iktisat

59  

 

  59  

7) KLASİK SİSTEMDE GENEL DENGE ve SİSTEMİN İŞLEYİŞİ

Aşağıdaki gösterimde buraya kadar elde ettiğimiz sonuçlar toplu olarak gösterilmiştir.

ŞEKİL 8

i (A) y (B) Y (D)

S y Y=f(K,N) Ms Md=kY

i Y=P0 y*

I

0 I=S I,S 0 N0 N 0 MS=MD M W/P (C) W

NS (E ) W/P

W0/P0 W0

Nd

0 N0 N 0 P0

Page 62: İsletme_Makro_iktisat

60  

 

  60  

Yukarıdaki gösterimde (A) panelinde yatırım tasarruf eşitliği görülmektedir. Ödünç ve-

rilebilir fonlar piyasasında yatırım ve tasarruflar arasında sağlanan eşitlik, denge faiz oran-

larının da oluşmasına yol açmaktadır. Daha sonraki uygulamalarda da görüleceği gibi gerek

tasarruf gerekse de yatırımlardaki bir artışın (kısa dönemde) ele alınan büyüklükler üzerinde

arttırıcı veya azaltıcı yönde bir etkisi söz konusu değildir.

(B) ve (C) panelleri ekonominin reel kısmını teşkil etmektedirler. Burada azalan verim-

ler kanununa göre işleyen reel üretim ile bu üretimin seviyesini belirleyen emek arz ve talebi

yer almaktadır. Kısa dönemde tek değişken olan emek arz ve talebindeki bir değişiklik üretim

miktarının değişmesine yol açmaktadır. Varsayımsal olarak tam istihdam denge noktasındaki

emek piyasasının oluşturduğu üretim miktarı kısa dönemde sabittir. Uzun dönemde ortaya

çıkabilecek bir sermaye şoku (yeni fabrikaların açılması, savaş, deprem v.b) üretim fonksiyo-

nunun değişmesine yol açabilecektir.

(D) panelinde ise, para piyasasında oluşan denge durumu gösterilmiştir. Buradaki göste-

rim daha önce açıklanan Cambridge denkleminden yararlanılarak oluşturulmuş ve para arzı ve

talebinin eşitliğini ve bunun belirlediği nominal milli gelir seviyesini ifade etmektedir. Bura-

daki denge ekonominin bir anlamda nominal dengesidir ve fiyatlar genel düzeyindeki değişi-

mi göstermektedir.

(E) paneli ise, reel ücret oranlarını ifade etmektedir. Bu şeklin uygulamada bize sağla-

yacağı katkı fiyatlar genel düzeyindeki değişimin nominal ücretleri nasıl etkileyeceğini net bir

şekilde görebilmemiz olacaktır.

Aşağıda yalnız iki örnek durum seçilerek ekonomi üzerindeki etkiler tartışılacaktır.

Page 63: İsletme_Makro_iktisat

61  

 

  61  

7.1) PARA ARZINDAKİ ARTIŞ ve SİSTEMİN İŞLEYİŞİ

ŞEKİL 9

i (A) y (B) Y (D)

S y Y=f(K,N) Ms0 MS1 Md=kY

i Y=P0 y*

I

0 I=S I,S 0 N0 N 0 MS=MD MS=MD M W/P (C) W

NS W1 (E ) W/P

W0/P0 W0

Nd

0 N0 N 0 P0 P1

Page 64: İsletme_Makro_iktisat

62  

 

  62  

Yukarıdaki grafikte para arzındaki bir artışın etkileri ele alınmıştır. Konunun beşli di-

yagram ile gösterilmesi yoluyla, bu artışın etkilerinin sadece para piyasası ile sınırlı olmaya-

cak şekilde tüm ekonomi için görebilmek mümkündür.

Şekilde de görüleceği gibi para arzındaki artışın ilk etkisi para piyasasında artan para ta-

lebi ile yeni bir dengenin meydana gelmiş olmasıdır. Artan nominal gelir kişilerin servet sak-

lama nedeniyle tutmak istedikleri para miktarının artmasına neden olmuştur. Burada vurgu-

lanması gereken nokta, reel değişkenlerin etkilenmediği yalnız fiyatlar genel seviyesinin

artmış olduğudur.

Bu çeşitli konularda tekrarlanmış olan bir durumdur. Oysa şimdi ortaya çıkan durum

bunun şüpheli hale gelmesine yol açmıştır. Çünkü fiyatlar genel seviyesindeki bir artış, aynı

zamanda reel gelirin düşmesi anlamına gelmektedir (W/P )↓. Bu durumda ortaya çıkan du-

rum tüm Klasik sistem argümanlarını çökertebilecek güçtedir. Nitekim reel ücretlerin azal-

masıyla, reel ücretlerin fonksiyonu olan emek arz ve talebi etkilenebilecektir. Bir diğer ifade

ile reel üretim miktarı değişecek, nominal değişkenler reel değişkenleri etkilemiş olacaktır.

Bu durumda ne olacağını ve hangi koşulda sistemin dengeye kavuşabileceği (E) pane-

lindeki gösterimden anlaşılabilmektedir. Reel üretim düzeyindeki dengeyi gösteren (W/P) reel

ücret seviyesi ancak fiyatlar genel seviyesindekine eşit bir nominal ücret artışı durumunda

ekonomik sistemin reel değişkenlerini etkilemeyebilecektir. Nitekim (E) panelinde de bu du-

rum gösterilmiştir.

 

 

Page 65: İsletme_Makro_iktisat

63  

 

  63  

7.2) EMEK ARZINDAKİ ARTIŞIN ve SİSTEMİN İŞLEYİŞİ (ŞEKİL 10)

i (A) y (B) Y (D)

S y Y=f(K,N) Ms Md=kY

i Y=P0 y

I Y=P1↓y↑

0 I=S I,S 0 N0 N 0 MS=MD M W/P (C) W

NS0 NS1 (E ) (W/P)0

W0/P0 W0 (W/P)1

W1/P1 Nd0 W1

0 N0 N1 N 0 P1 P0

Page 66: İsletme_Makro_iktisat

64  

 

  64  

Yukarıdaki grafikte emek arzında bir artış olması durumunda nasıl değişikliklerin olabi-

leceği ele alınmıştır. Öncelikle (C) panelinde de görülebileceği gibi emek arzındaki artış bir

taraftan çalışan işgücünün artmasına diğer taraftan da reel ücretlerin düşmesine yol açmıştır.

Reel üretim miktarını kısa dönemde çalışan emek miktarı belirlediğinden üretimde de

bir artış söz konusudur. Azalan verimler kanunu geçerli olduğundan artan emek miktarı

çıktıyı daha az miktarda arttırmıştır.

Daha önce reel ücretlerin arttığını görmüş bulunuyoruz. Ancak bu artış nereden kaynak-

lanmaktadır? Zira böyle bir artışı fiyatlar sabitken nominal ücret artışı sağlayabileceği gibi

nominal ücretler değişmese bile fiyatlar genel düzeyindeki azalma da sağlayabilecektir. Bu-

nun için para piyasasına bakmamız faydalı olacaktır. Burada fiyatlar genel seviyesinin değişip

değişmediğini değiştiyse bu değişimin artış yönünde mi yoksa azalış yönünde mi olduğu tes-

pit edilebilecektir.

(D) panelinde de görüleceği gibi nominal gelir seviyesi değişmemiştir, çünkü para

arzında bir değişim söz konusu değildir. Bu durumda daha önceki bulgularımıza geri dönelim.

Daha önceden biliyoruz ki reel çıktı miktarı artmıştır. Oysa para piyasası dengesinden gördü-

ğümüz nominal çıktı miktarının artmadığıdır. Bu durumda, Y=P.y olduğuna göre, nominal

çıktı miktarının değişmeden kalabilmesi için fiyatlar genel seviyesinin bu eşitliği sağlayacak

biçimde azalmış olması gerekmektedir.

Bu durumda tek eksik nominal ücretlerin ne olduğudur. Reel ücretler azalmış ve fiyat-

larda düşmüş olması durumu kaçınılmaz olarak reel ücretlerin fiyatlardaki azalmadan çok

daha fazla azalmış olmasının gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Zira nominal ücretler fiyatlar

kadar azalmış olsa idi reel ücretler değişmeyecekti.

8) KLASİK SİSTEMDE TOPLAM ARZ TOPLAM TALEP

Page 67: İsletme_Makro_iktisat

65  

 

  65  

Yukarıdaki anlatımlarda para politikasının etkinsiz olduğu sonucuna ulaşabildik. Nite-

kim para arzının artması sonucunda ne üretim düzeyi ne de istihdam miktarında bir artış ger-

çekleşti. Ancak bununla yetinilmesi durumunda devletin ekonomiye maliye politikası yoluyla

müdahale edebileceği gibi bir sonuçla karşılaşabiliriz. Oysa Klasikler için bu doğru değildir.

Bunun anlaşılabilmesi için toplam arz ve toplam talep eğrilerinden yararlanmamız faydalı

olacaktır.

8.1) TOPLAM TALEP

Toplam talep eğrisinin oluşturulmasında miktar kuramından yararlanabiliriz.

Hatırlanacağı gibi Fisher yaklaşımından bahsederken burada elde ettiğimiz denklemin aslında

bir toplam arz toplam talep denklemi olduğunu belirtmiştik. Burada Fisher denklemindeki

MV=Py eşitliğinden yararlanarak P=MV/y sonucuna ulaşmamız mümkündür.

Page 68: İsletme_Makro_iktisat

66  

 

  66  

ŞEKİL 11

P P2= M2V/y*

P1= M1V/y*

P2

P1

AD2(M2)

AD1(M1)

0 y* y

Ekonomi tam istihdam noktasında dengede ve paranın dolanım hızı sabit iken, veri para

arzı ile satın alınabilecek çıktı miktarı fiyatlar genel düzeyinin ne olacağını göstermektedir.

Şekildeki gösterimle ifade edecek olursak emek piyasasındaki istihdam düzeyinin belirlediği

üretim düzeyi, M1 kadar para arzıyla satın alınmak istendiğinde fiyatlar genel düzeyi P1 ola-

caktır. Para arzının artması durumunda ise, üretim miktarı ve paranın dolanım hızı değişmedi-

ğine göre fiyatlar genel seviyesinin artması gerekmektedir (P2).

Bir diğer ifade ile fiyatlar genel seviyesiyle üretim düzeyi arasında ters yönlü bir ilişki

söz konusudur ve toplam talep eğrisinin konumunun değişmesi para arzının artmasına

bağlıdır.

8.2) TOPLAM ARZ

Page 69: İsletme_Makro_iktisat

67  

 

  67  

Klasik sistemde toplam arz eğrisi emek piyasası ve buna bağlı olarak üretim seviyesine

göre belirlenmektedir. Piyasada bilginin tam olduğu ve ücretlerin esnekliği varsayımlarına

bağlı olarak oluşan bu denge noktasından hareketle fiyatlar genel seviyesinin değişmesi du-

rumunda fiyat ve çıktı arasında nasıl bir ilişkinin ortaya çıkacağı, bize toplam arz eğrinin bi-

çimi hakkında fikir verebilecektir.

Aşağıdaki şekilde fiyatlar genel seviyesinin artmış olduğu varsayımı ile bu ilişkinin

nasıl olduğu anlaşılmaya çalışılacaktır.

Page 70: İsletme_Makro_iktisat

68  

 

  68  

ŞEKİL 12

Y (B) Y (C)

y Y=f(K*,N) Y=Y

0 N0 N 0 450

W (A) (D)

NS1 (P1) P AS

W1 b NS0 (P0) P1 B

a Nd1(P1)

W0 Nd0(P0) P0 A

0 Ns=Nd N 0 Y Y

Page 71: İsletme_Makro_iktisat

69  

 

  69  

Yukarıdaki gösterimde şeklin (A) panelinde emek piyasası yer almaktadır. Amaçlanan

fiyat değişmeleri karşısında üretimin nasıl değişeceğinin tespit edilmesi olduğundan emek

piyasası niteliği değişmeyecek şekilde farklı bir biçimde gösterilmiştir. Burada belirli bir no-

minal ücret(W0) ve fiyat(P0) seviyesinde ekonomi (a) noktasında dengeye gelmektedir. Bu

denge noktasındaki reel ücretler (W0/P0) kadardır. Bu denge noktasında Ns0 kadar emek arzı

Nd0 kadarda emek talebi söz konusudur. Bu miktarda emek arz ve talebinin oluşturduğu üre-

tim miktarı ise yo kadar gerçekleşmiştir.

Şimdi fiyatlar genel seviyesindeki değişim karşısında emek piyasasında dolayısıyla üre-

tim miktarında nasıl bir değişiklik olduğuna bakalım. Fiyatlar genel seviyesi P0’dan P1’e yük-

seldiğinde bunun anlamı reel ücretlerin düşmesidir. Düşen reel ücretler bir taraftan emek

arzının azalmasına yol açacak diğer taraftan da emek talebinin artmasına yol açacaktır. Böyle-

ce emek arzı azalarak sola doğru kayarken emek talebi artarak sağa doğru kayacak ve emek

arz ve talebinin bu şekilde hareketi (b) noktasına kadar devam edecektir. Bu noktada istihdam

miktarı değişmediğinden üretim düzeyinde de bir değişiklik söz konusu değildir.

Ancak burada önemli bir nokta vardır. Neden gerek emek arzı gerekse de emek talebi

eski istihdam seviyesinin ve dolayısıyla üretim düzeyinin değişmeyeceği bir noktaya kadar

hareket etmiştir? Nitekim bu noktanın dışındaki herhangi bir noktada hem istihdam hem de

üretim düzeyi değişmektedir.

Bu soruyu yanıtlayabilmek için alternatif durumlarda ne olacağını inceleyelim. Emek

arz eğrisinin daha az miktarda sola gitmesi gibi bir durumda işçiler eskisine göre daha düşük

bir reel ücret seviyesinde daha düşük bir reel ücret seviyesinde daha düşük bir seviyede emek

arz edecekleri gibi bir durum ortaya çıkmaktadır. Kuşkusuz bu durum rasyonellik ilkesiyle

bağdaşmamaktadır. Daha fazla sola kayma durumu daya yüksek bir reel ücreti ifade etmekte-

dir. Aslında bu durum işçiler için oldukça rasyoneldir. Böyle bir durumda işçiler daha yüksek

Page 72: İsletme_Makro_iktisat

70  

 

  70  

bir reel ücret seviyesinden, daha az emek arz etmektedirler. Oysa bu durum da işverenler için

rasyonel değildir. Ayrıca bu noktada da hem tam istihdam noktasının altındadır hem de işsiz

kalanların daha düşük ücretten çalışma isteklerinin yaratacağı baskı reel ücretleri aşağı çeke-

cektir.

Sonuçta başlangıçtaki ilke ve varsayımlara da bağlı kalarak fiyatlardaki değişimin istih-

dam ve üretim düzeyini etkilemeyeceğini gördük. Buradan sonra yapmamız gereken elde etti-

ğimiz sonuçları fiyat ve üretim miktarlarındaki değişmeleri aynı düzlem üzerinde gösterebile-

ceğimiz bir toplam arz grafiğine taşımak olmalıdır.

Şeklin (C) paneli elde edilen sonuçları toplam arz eğrisine ulaştırmaya yarayan 450li bir

ayna fonksiyondur. Bu ayna fonksiyon ile ulaştığımız toplam arz eğrisi bir tarafta fiyatlar ge-

nel seviyesi artarken diğer tarafta üretimin değişmediği durumu yansıtır niteliktedir. Bir diğer

ifade ile toplam arz eğrisi uygulamamız sonucunda elde ettiğimiz noktaların bileşimlerinin

geometrik gösterimi şeklindedir.

Şimdi hem toplam arz ve talep eğrilerinin birlikte gösterimini sağlamak hem de şu ana

kadar yapılmamış olan bir maliye politikalarının etkileri daha açık bir biçimde ifade edilebili-

necektir.

9) KLASİK SİSTEMDE TOPLAM ARZ VE TOPLAM TALEP EĞRİLERİ VE

MALİYE POLİTİKASININ ETKİNLİĞİ

Maliye politikası yani kabaca kamunun harcamaları, transfer ödemelerini veya vergileri

artırıp azaltması yoluyla uyguladığı politikaların etkilerine geçmeden önce bir konunun

Page 73: İsletme_Makro_iktisat

71  

 

  71  

açıklanması gerekmektedir. Klasiklere göre maliye politikası da aslında para arzının

arttırılması demektir. Bir diğer ifade ile para arzını arttırmadan yapılacak maliye politika-

larının tanım gereği hiçbir etkisi yoktur. Örneğin devletin para arzını arttırmak dışında ger-

çekleştirdiği harcamaları finanse ederse bunu gerçekleştirebileceği uygulamalar tahvil arz

etmek ya da vergileri arttırmak olacaktır. Her iki yöntemde de harcamaların karşılığı halktan

alınmış olacağından, kişilerin harcamalarının azalmasına yol açacaktır. Sonuç olarak toplam

harcama miktarı değişmemektedir. Dolayısıyla da maliye politikası tanım gereği etkin değil-

dir.

Aslında bu durumun tersi de özellikle Klasik iktisatçıların bulundukları dönem dikkate

alındığında pek mümkün görülmemektedir. Daha açık bir ifade ile daraltıcı maliye politikası

devletin yalnız savunma, eğitim gibi asgari düzeyde iktisadi hayata bulunduğu dönemlerde

harcamaların azaltılması söz konusu değildir. Kaldı ki bunu bir iktisat politikası aracı olarak

ele almak dönemin iktisat anlayışının da çok ötesindedir. Yine de şu ana kadarki bilgilerimiz-

le böyle bir durumun gerçekleşmesi durumunda Klasiklere göre üretim miktarının değişmeye-

ceğini söyleyebiliriz. Bir diğer ifade ile devletin harcamalarını azaltması, örneğin, daha az

vergi alması kişilerin harcamalarını arttırırken Klasiklere göre üretim miktarı değişmeyece-

ğinden değişecek olan fiyatlar genel seviyesi olacaktır.

Page 74: İsletme_Makro_iktisat

72  

 

  72  

Y (A) Y (B)

y Y=f(K*,N)

0 N0 N 0 450 Y*

W (C ) P (D) AS

NS(P1)

W1/P0 b NS(P0) P1 B a W0/P0 Nd(P1) P0 A AD1

Nd(P0) AD0

0 Ns=Nd N 0 Y *

Y

Page 75: İsletme_Makro_iktisat

73  

 

  73  

Şeklin oluşumu daha önce belirtilen toplam arz eğrisi ile aynıdır. Buradan sonra

yapılacak olan kamunun uyguladığı genişletici bir maliye politikası durumda ne gibi değişik-

likler olduğunu incelemektir. Genişletici maliye politikası durumunda artan toplam talep (D)

panelinden izlenebileceği gibi fiyatlar genel seviyesinin artmasına yol açarken üretim seviyesi

değişmemiştir.

Fiyatlar genel seviyesinin yükselmesinin emek piyasasındaki yansıması ise reel ücretle-

rin düşmesi şeklinde olacaktır (W1/P1). Bu durumun doğal sonucu da işverenlerin emek tale-

bini arttırması (Nd1) ve emek arzının azalması (Ns1) olacaktır. Daha öncede belirtildiği gibi

bunun daha az veya daha çok istihdama yol açması kişilerin ve firmaların rasyonelliği ile

bağdaşmayacaktır. Emek piyasası değişmediği için tam istihdam seviyesinde dengede olan

ekonomideki dengenin değişmesi de söz konusu değildir.

Sonuçta istihdam ve üretim seviyesi değişmemiş, sadece fiyatlar genel seviyesi yüksel-

miştir. Dolayısıyla Klasiklere göre uygulanan bir maliye politikasının etkisizdir ve sadece

fiyatların artmasına yol açmıştır.

10) WALRAS KANUNU ve KLASİK MODELİN MATEMATİKSEL

GÖSTERİMİ

Klasiklere göre, reel piyasalarla birlikte para piyasası da dengeye gelmektedir. Örneğin,

mal piyasasında bir arz fazlasının olması durumunda para piyasasında bu arz fazlasını

karşılayacak bir talep fazlası vardır. Bir diğer ifadeyle piyasalardan birinde arz veya talep

fazlası olması durumunda diğer piyasada ters yönlü bir etki bu arz veya talep fazlasının etkile-

rinin ortadan kalkmasına yol açacaktır ve bunu sağlayacak eğilim sistemin içerisinde mevcut-

tur.

Walras Kanunu olarak ifade edilen bu durum (n-1) piyasa dengede iken (n) inci piyasa-

da dengededir şeklinde ifade edilir.

Page 76: İsletme_Makro_iktisat

74  

 

  74  

Walras kanunun daha geniş bir analizine girmeden Klasik sistemin bir bütün olarak ma-

tematiksel gösteriminde yeterli olacak biçimiyle değinilmiştir. Aşağıdaki matematiksel ifade-

ler en son aşamada Walras Kanundan yararlanılarak çözüme kavuşturulacaktır.

1) ND=ND (W/P)…………Emek talebi reel ücretin fonksiyonudur.

2) NS=NS(W/P)……………..Emek arzı reel ücretin bir fonksiyonudur.

3) ND=NS…………………..Emek piyasasında denge

4) ΔODm= f(i)……………… Hanehalkının tahvil talebi (ΔOD

m) faizin bir fonksi-

yonudur.

5) ΔOSe= f(i)……………….. Firmaların tahvil arzı (ΔOS

e) faizin bir fonksiyonu-

dur.

6) ΔOSe+ ΔOS

g= ΔOSm…………Toplam tahvil arzı= Firmaların ve devletin

(ΔOSg) tahvil arzlarından oluşur.

7) MS=M-1+ΔMS………………….Miktar kuramı

8) MD= (1/V)Py………………… Miktar kuramı

9) MS= MD……………………….Para piyasasında denge

10) y= f(K*N)……………………..Üretim fonksiyonu

11) Py=WND+R…………………..Bölüşüm denklemi;emeğe ödenen ücret ve üc-

ret dışı gelirler (kar,faiz,rant)

12) PCD= WNS+R-Em-Tm………..Tüketim harcamaları(PC), ücretlere ödenenler

ve ücret dışı gelirlerden, hanehalkı tasarrufları (Em) ve vergilerin (Tm) farkına eşittir.

13) PGD= Tm-Eg……………………Kamu harcamaları; vergilerden kamu tasarruf-

larının (Eg) farkına eşittir.

Page 77: İsletme_Makro_iktisat

75  

 

  75  

14) PID=ΔOeS……………………….Yatırımların parasal değeri, özel firmaların

tahvil arzına(ΔOeS) eşittir.

15) Em=ΔOmD+ΔMm

D………………..Hanehalkının tasarrufları (Em)hanehalkının

tahvil talebi ve para talebinden oluşur (ΔMmD).

16) -Eg=ΔMS+ΔOgS…………………..Kamu kesiminin tasarruf açığı (-Eg), para

arzı (ΔMS)ve iç borcun (ΔOgS)toplamından oluşur.

17) Py=PID+PCD+PG………………..Mal piyasasında denge

Yukarıdaki denklemlerden 17. Denklem yerine karşılıkları olan diğer eşitlikleri kullana-

cak olursak;

WND+R= ΔOeS+ WNS+R-Em-Tm+ Tm-Eg

Yukarıdaki eşitlikte gerekli sadeleştirme yapıldıktan sonra Em ve Eg değerleri yerine

karşılıkları olan 15 ve 16. Denklemler yerleştirilirse aşağıdaki denklemlere ulaşılır.

WND= ΔOeS+ WNS-(ΔOm

D+ΔMmD)+( ΔMS+ΔOg

S)

Yukarıdaki eşitlikte ücret arz ve talebi, tahvil arz ve talebi ile para arz ve talep değişkin-

lerinin kaldığı görülmektedir. Bu eşitliklerdeki her bir ilgili değişkeni bir araya getirirsek;

W(ND+NS)= ( ΔOeS -ΔOm

D+ΔOgS) +ΔMS- ΔMm

D

Yukarıdaki eşitliği aşağıdaki şekilde ifade edebiliriz;

W(ND+NS)- ( ΔOeS -ΔOm

D+ΔOgS) +(ΔMS- ΔMm

D)=0

X Y Z

X-Y-Z=0

Page 78: İsletme_Makro_iktisat

76  

 

  76  

X-Y=0 Z=0 (WALRAS KANUNU) Yukarıda görüleceği Klasik sistemin bir bütün olarak ele alındığında bir piyasada talep

fazlası varsa diğer piyasalarda ise arz fazlası vardır. Bir diğer ifade ile (n-1) piyasa dengede

ise sonuncu piyasa da (n.) dengede olacaktır. Burada belirtilmesi gereken bir diğer önemli

nokta ise Walras Kanununda Say Kanunundan farklı olarak para arz ve talebi diğer malların

arz ve talebinden ayrılmaktadır. Yukarıdaki gösterim cinsinden ifade edersek, (n-1) piyasa-

ların reel piyasalar olduğu varsayılmaktadır ve dengede olmak zorunda olan sonuncu piyasa

(n.) para piyasasıdır.

11) KLASİK SİSTEMDE İKTİSAT POLİTİKALARI ve DEVLETİN

EKONOMİDEKİ YERİ

Klasik sistemde çıkartılabilecek en önemli sonuç devletin ekonomiye müdahale etmesi-

nin faydalı olmayacağıdır. Aslında faydalı olmak bir tarafa yukarıdaki analizlerde detaylı bir

şekilde gördüğümüz gibi zararlı sonuçlara da yol açmaktadır. Yukarıdaki analizlerimizde ele

aldığımız konuları statik bir şekilde ele aldık. Böyle bir yöntemde yeni denge oluşana kadar

ekonomideki dinamik süreçleri izleyebilmek mümkün değildir. Bunu bir örnekle açıklayacak

olursak uygulanan bir para politikasında üretim artmamasına karşın fiyatlardaki artış

kaçınılmaz olarak reel ücretleri de etkileyecektir. Dolayısıyla emek arz ve talep eski üretim

düzeyini tutturabilecekleri yeni denge noktasına kadar bir belirsizlik ortaya çıkmaktadır.

Klasikler sadece böyle durumlarda olmasa da, tüm piyasalarda denge fiyat, ücret, faiz

değerlerini belirlediği varsayılan ve yanlış alışverişleri önlediği düşünülen bir müzayedeci

(auctioneer) olduğunu varsaymışlardır. Walras tarafından makro sisteme sokulan müzayede-

cinin bugünkü fiyatları doğru olarak bilmekte ve yarınki fiyatları da önceden öngörebildiği

varsayılmaktadır. Buradaki amaç piyasadaki doğal fiyatların piyasa fiyatlarından sapmaya-

cağını ve denge noktalarının herhangi bir gecikmeye mahal vermeyecek çabuklukta sağlana-

Page 79: İsletme_Makro_iktisat

77  

 

  77  

bileceği bir doğal düzen vurgusunu güçlendirmektir. Böylece sistemde kısa dönemde de bir

aksama söz konusu değildir.

Böyle bir varsayıma rağmen devletin ekonomiye müdahalesinin ortaya çıkarabileceği

açıktır. Ancak her şeye rağmen devletin ekonomiye müdahalesini gerektiren savaş, kıtlık gibi

durumlar ile ani değişebilecek konjonktürel durumlarda devlet ekonomiye müdahale edecek-

tir. Zorunlu durumlardaki devlet müdahalelerinde ise uygulanması gereken iktisat politikası

mutlaka para politikası olmalıdır. Bir diğer ifade ile sadece bir iktisat politikası aracı olarak

değil, devletin harcamalarını arttırmak zorunda olduğu dönemlerde de bu harcamalar para arzı

artışı ile finanse edilmelidir. Çünkü aksi taktirde, vergilerin arttırılması ve tahvil arzı gibi du-

rumlar kişilerin harcayabilecekleri miktarı azaltmakta ve sadece harcayan iktisadi birim de-

ğişmektedir.

Ancak bu devletin hiçbir şekilde normal koşullarda hiçbir zaman iktisat politikası araç-

larına başvurmaması gerektiği anlamına gelmemelidir. Nitekim para arzı artışı Miktar ku-

ramına göre büyüme oranına yakın bir ölçüde arttırılması gerekmektedir. Burada kısa dönem-

de sabit kabul edilen üretimin artması durumu kastedilmektedir. Miktar kuramından hareketle

(ΔM x V =P x Δy), üretim artışı kadar (Δy) para arzı arttırılmalıdır.

Sonuçta devlet bütçesi küçük ve denk olalı ve devletin ekonomiye müdahalesi ancak ik-

tisadi gerekliliklerde ve zorunlu durumlarda ve yalnız para arzı arttırılarak yapılmalıdır.

Burada belirtilmesi gereken en önemli durumlardan birisi sendikaların varlığıdır. Kla-

siklere göre sistemin (mükemmel) işleyişindeki aksaklıklardan birisi sendikalardır. Monopol-

cü işçi sendikaları emek piyasasına müdahale ederek reel ücretlerin denge reel ücret seviyesi-

nin yükselmesine, bu da işsizliğe sebep olduğu gibi ekonomi potansiyel üretim miktarının

altında kalacaktır. Böyle bir durumda önerilen devlet müdahalelerinden(!) sadece iktisat poli-

tikalarına değinecek olursak, devletin para miktarını arttırarak fiyatları yükseltmesi halinde

Page 80: İsletme_Makro_iktisat

78  

 

  78  

reel ücretler düşecek ve tam istihdam yeniden sağlanacaktır. Ancak böyle bir durumda sendi-

kaların nominal ücretleri arttırmaları durumda yine tam istihdamın altında bir noktaya

ulaşılacak ve potansiyelin altında bir üretim gerçekleşecektir. Dolayısıyla işleyişi bozan sen-

dikaların gücünün kırılması Klasikler için çok bu durum sadece karları azaltan bir durum ol-

manın ötesinde sistemin işleyişini etkileyen bir durumdur.

Her şeye rağmen Klasiklerin öngördüğü şekilde işlemeyen sistem, işsizlik ve konjonktü-

rel dalgalanmalara sebep olmuştur. Oysa Klasiklere göre, bunlar kısa dönemde mümkün olsa

da uzun dönemde söz konusu bile değildir. Konjonktürel dalgalanmalar bir tarafa, birçok ikti-

sadi kriz ortaya çıkmıştır. Bunlardan Büyük Dünya Bunalımı (1929-1934) yıllarında işsizlik

yüzde 25’lere çıkmış ve ekonomi işlemez hale gelmiştir. Klasiklerin böylesi durumlarda öne-

recekleri iktisat politikaları olmadığı gibi, iktisadi sistem onların öngördüğü biçimde de işle-

memektedir. Sistemin işleyişinin önündeki tek engel olarak görülen sendikaların güçlerinin

kırılması ve devletin ekonomiye gereksiz müdahaleleri olarak görülmesine karşın, 1929 bu-

nalımında devletin ekonomiye müdahalesi söz konusu olmadığı gibi reel ücretler de düşürül-

müştür. Her şeye rağmen kriz ortadan kalkmamıştır ve bu Klasikler için sözün bittiği yerdir.

Özellikle 1929 bunalımı Klasik sistemin gözden düşmesine sebep olmuştur.

SONUÇ:

Klasik sistemde çıkartılabilecek en önemli sonuç devletin ekonomiye müdahale

etmesinin faydalı olmayacağıdır. Zorunlu durumlardaki devlet müdahalelerinde ise uy-

gulanması gereken iktisat politikası mutlaka para politikası olmalıdır. Bir diğer ifade ile

sadece bir iktisat politikası aracı olarak değil, devletin harcamalarını arttırmak zorunda

olduğu dönemlerde de bu harcamalar para arzı artışı ile finanse edilmelidir. Çünkü aksi

takdirde, vergilerin arttırılması ve tahvil arzı gibi durumlar kişilerin harcayabilecekleri

miktarı azaltmakta ve sadece harcayan iktisadi birim değişmektedir.

Page 81: İsletme_Makro_iktisat

79  

 

  79  

KONUYA İLİŞKİN ÖRNEK SORULAR

1)Aşağıdakilerden hangisi Klasik Sistemin sonuçlarından değildir?

a) Maliye politikası etkin değildir.

b) Devlet zorunlu ihtiyaçlar dışında ekonomiye müdahale etmemelidir.

c) Para arzı büyüme oranındaki artış kadar arttırılmalıdır.

d) Para ve maliye politikaları birlikte kullanılmalıdır.

e) Devlet bütçesi denk olmalıdır.

2)Klasik Sistemde genişletici bir maliye politikası sonucu olarak aşağıdakilerden

hangisi söylenebilir.

a) Reel ücretler azalır.

b) Reel ücretler artar.

c) Reel ücretler değişmez.

d) Nominal ücretler artar.

e) Fiyatlar genel seviyesi düşer.

3.) (n-1) piyasa dengede ise, n. piyasanın da dengede olması hangi kanun veya il-

keyle ifade edilir?

a) Walras Kanunu b) Dikotomi İlkesi c) Azalan Verimler Kanunu

d) Say Kanunu e) Etkin Piyasalar İlkesi

Page 82: İsletme_Makro_iktisat

80  

 

  80  

4.)Klasik Sistemde toplam arz eğrisi için aşağıdakilerden hangisi doğrudur?

a) Fiyatlar genel seviyesi arttıkça üretim miktarı artar.

b) Fiyatlar genel seviyesi arttıkça üretim miktarı azalır.

c) Fiyatlar genel seviyesi arttıkça üretim miktarı değişmez.

d) Fiyatlar genel seviyesi hiçbir şekilde değişmez.

e) Üretim düzeyi yükseldikçe fiyatlar da artar.

Cevap Anahtarı:1d -2c-3a-4-c

Yararlanılan Kaynaklar

Heilbroner R.L.; İktisadi Sorun II., Makro İktisat, (Çeviren: D.Demirgil), Çağlayan Ki-

tabevi, İstanbul, 1974

Paya M.; Makro İktisat, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2001

Pentecost E.; Macroeconomics, Mac Millan, London, 2000

Phelps E.S.; Seven Schools of Macroeconomic, The Arne Ryde Memorial Series, Clar-

endon Press, Oxford, 1990

Savaş V.; Keynesyen İktisat Yıkılırken, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1986

Savaş V.; Politik İktisat, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1994

Shaw G.K.; Keynesian Economics: The Permanent Revolution, Edward Elgar, Alders

hot, 1998

Snowdown B., Howard R.V.; Reflections on the Development of Modern Macroeco-

nomics, Edward Elgar Publishing Co. Cheltenham, 1997

Page 83: İsletme_Makro_iktisat

81  

 

  81  

Snowdown B., Vane B., Wynarczyk P.; A Modern Guide to Macroeconomics, An Intro-

duction to Competing School of Thought, Edward Elgar Publishing Limited, Cambridge, 1994

Tunca Z.; Makro İktisat, Filiz Kitapevi, İstanbul, 1997

Ünsal E.; Makro İktisat, İmaj Yayıncılık, Ankara, 2000

Yetkiner H.; Sorularla Makro İktisat, Efil Yayınevi, Ankara, 2010

 

Page 84: İsletme_Makro_iktisat

  83  

Makro İktisat

5.Hafta e-Ders Kitap Bölümü

5. Bölüm

1) KEYNES …………………………………………………………….86

2)KEYNEZYEN ve KLASİK SİSTEMİN FARKLILIKLARI

…………..……………………………………………………………………88

3) KEYNESYEN ANALİZ ve YÖNTEM……………………………..91

4)BASİT KEYNESYEN MODEL I ve VARSAYIMLARI…………..91

4.1) TOPLAM HARCAMA ve DENGE GELİR DÜZEYİ

………………….……..………………………………………………………92

4.2) TÜKETİM FONKSİYONU …….………………………………..92

4.3) TASARRUF FONKSİYONU ………..……………………………97

4.4)TOPLAM HARCAMA DENKLEMİ ……….……………………101

Page 85: İsletme_Makro_iktisat

  84  

ÖZET:

Modern Makro İktisadın temeli olarak kabul edilebilecek Keynesyen Sistem’in

analizi çok önemlidir. Keynesyen Sistemin analizi, bir iktisat okulunun analizinden çok

daha fazla şey ifade etmektedir. Nitekim bu analizin sonucu olarak ulaşılabilecek olan

toplam talep diğer analiz yöntemlerinde de temel alınacaktır. Bu kısımda ele alınacak

olan analizde, dış alem yoktur, devletin iktisadi sistem içerisinde olmadığı kabul edile-

cektir, para ve kredi piyasası yoktur ve yatırımlar otonomdur.

1) KEYNES

Klasik iktisat ideolojisinin hakim olduğu dönemlerde çeşitli büyüklüklerde krizler ya-

şanmıştır. Piyasa ekonomisi iki asırlık tarihinin en büyük krizini 1930’larda yaşadı

1929 yılında New York borsasında ani ve büyük bir düşüş oldu.Ancak kısa sürede dün-

ya ekonomisini etkisi altına alan büyük bir talep yetersizliğine dönüştü.Başta ABD ‘de ve

sanayi ülkelerinde milli gelir, dış ticaret ve fiyatları hızla gerilerken işsizlik hızla rekor dü-

zeylere tırmandı.Banka iflasları krizi derinleştirdi,etkileri dünya savaşına kadar sürdü

1929 Büyük Dünya Bunalımı olarak adlandırılan bu kriz tartışmasız gerek etkileri ge-

rekse de süresi itibarıyla günümüze değin kapitalizmin en büyük krizi olmuştur. Konumuz

açısından Büyük Bunalımın en önemli sonucu Klasik argümanların iflas etmesidir. Bu krizde

Klasik iktisatçıların hiçbir çözüm önerisi olmadıkları gibi, o güne kadar sistemin işleyişi ile

ilgili tüm görüşleri de iflas etmiştir. Nedenleri bugün dahi tartışma konusu olan Büyük Bu-

nalım sadece iktisadi yaşamda değil iktisadi düşüncede de büyük bir deprem etkisi ya-

ratmıştır.

Page 86: İsletme_Makro_iktisat

  85  

Keynes işte böyle bir dönemde ortaya çıkmış ve çeşitli versiyonlarıyla uzunca

sayılabilecek bir dönem gerek iktisadi düşünce ortamına gerekse de iktisadi yaşama egemen

olmuştur.

Keynesyen analize geçmeden önce belirtilmesi gereken önemli bir nokta vardır. Günü-

müzde özellikle ders kitaplarında yaygın olarak Keynesyen iktisat olarak sunulanlar Key-

nes’in sadece bir yorumudur. Hidrolik yorum, Neoklasik Keynesyen yorum, Melezlenmiş

yorum gibi çeşitli isimlerle anılan bu yaygın yorum Hicks, Modigliani, Samuelson, Hansen

gibi iktisatçılar tarafından oluşturulmuştur. Günümüzde IS-LM analizi ile ifade edilen bu yo-

rumun Keynes’in iktisadını ifade etmediği yönünde şiddetli eleştiriler söz konusudur. Nitekim

bu eleştiriler Post Keynesyen İktisat olarak anılan yeni bir iktisat okulunun doğmasına yol

açmıştır.

Bizim de burada anlatacağımız yukarıda ifade edilen Neo-klasik Keynesyen İktisat ola-

caktır. Konuya ilgi duyanların yapması gereken Keynes’in kısaca Genel Teori olarak bilinen,

İstihdamın, Faizin ve Paranın Genel Teorisi isimli kitabını okumasıdır.

Keynesyen sistemin analizine daha önce ele alınan Klasik Sistem ile Keynes’in görüşle-

rinin karşılaştırması ile başlamak faydalı olacaktır.

2) KEYNESYEN ve KLASİK SİSTEMİN FARKLILIKLARI

1) Klasik sistemde tüketim faizin bir fonksiyonudur. Keynesyen sistemde içsel

bir değişken olan tüketim harcanabilir kişisel gelirin bir fonksiyonudur.

2) Klasiklerde yatırım faizin bir fonksiyonudur. Keynesyen sistemde ise,

yatırımlar konusunda sermayenin marjinal etkinliği kavramı çok büyük bir önem taşımaktadır.

Bir diğer ifade ile yatırım yapılmasında yatırımdan beklenen karlılık büyük önem taşırken,

yatırımlar konusunda faizin oranı borcun maliyetini göstermesi açısından önem taşımaktadır.

Page 87: İsletme_Makro_iktisat

  86  

3) Klasiklerde tüketim ve yatırım miktarı toplam harcamaları oluştururken,

bunlar toplam üretime eşittir. Keynes’deki en büyük yeniliklerden birisi efektif talep ka-

ramıdır. Efektif talep; cari istihdam seviyesinde girişimciler tarafından satılacağı düşünülen

yani talep edileceği düşünülen tüketim ve yatırım toplamını ifade etmektedir. Burada efektif

talep bir beklenti büyüklüğü olarak düşünülmektedir. Efektif talep miktarı ise üretim düzeyi

ve istihdam düzeyini belirlemektedir.

4)

Tüketim Talebi Yatırım Talebi Efektif Talep Üretim İstihdam

Düzeyi Düzeyi Düzeyi Düzeyi Düzeyi

5) Klasiklerde kısa dönemde tüketim ve yatırım miktarının artması (toplam

talep artışı) üretimi değil fiyatlar genel seviyesini arttırır. Keynes de ise eksik istihdam

seviyesindeki ekonomideki efektif talep artışı üretimi arttırmaktadır.

6) Klasiklerde yatırımlar ve tasarruflar birbirine eşittir ve tasarruf artınca

eşit miktarda yatırımlar artar. Keynes de tasarruflar sürekli yatırımları aşma eğilimindedir.

Ayrıca yatırım miktarında ani ve hızlı değişiklikler söz konusu olabilmektedir.

7) Klasiklere göre ekonomi daima tam istihdam seviyesinde dengededir.

Keynesde ise dengenin mutlaka tam istihdam seviyesinde olmasını gerektirecek hiçbir durum

söz konusu değildir.

8) Klasiklerde devletin iktisadi hayatın içerisinde aktif bir aktör olarak gir-

mesi doğru değildir. Keynes de ise, yatırımları arttırarak tam istihdam seviyesine

ulaşılmasını sağlamak devletin görevidir. Bu durum aşağıdaki gösterilen ilişkilerde çok daha

açık bir şekilde görülebilecektir.

Y=C+I+G

Yukarıdaki denklem şu şekilde gösterebilinir.

Page 88: İsletme_Makro_iktisat

  87  

(Y/Y)=(C/Y)+(I/Y)+(G/Y) 1=apc+(I/Y)+(G/Y)

Keynes’e göre gelir arttıkça ortalama tüketim eğilimini ifade eden (C/Y,apc,average

propensity to consume) azalacaktır. (I/Y) ise istikrarsız bir büyüklüktür. Bu durumda kontrol

altında tutulabilecek tek büyüklük kamu harcamaları (yatırımları da kapsayan) ile devletin

iktisadi sürece katılması bir zorunluluktur.

9) Klasiklerde faizler yatırım ve tasarruflar tarafından belirlenmektedir.

Keyneste faiz parasal bir olgudur ve likidite tercihi ve para arzı tarafından belirlenir. Bir başka

boyutuyla Klasiklerde faiz bugünkü tüketimi ertelemenin bir ödülü (pozitif zaman tercihi)

iken Keyneste parayı likit olarak tutmamanın ödülüdür.

10) Klasiklerde para talebi istikrarlı bir büyüklüktür. Keynesteki yeniliklerden

biri olan spekülasyon saikiyle para talebi para talebinin istikrarlılığını bozar. Bu durumda

Klasiklerin kısa dönemde sabit kabul ettikleri paranın dolanım hızının (V) kısa dönemde sabit

ve istikrarlı olması durumu ortadan kalkmaktadır. Bu durumda para arzındaki bir artış Klasik-

lerde olduğu gibi sadece fiyatları etkilemez, böyle bir artış hem paranın dolanım hızını (V),

hem fiyatları hem de üretimi etkileyebilir.

11) Klasiklerde para yansızdır, üretim ve istihdam üzerinde hiçbir etkisi yok-

tur. Keynesde ise para arzı ile üretim arasında faiz ve çarpan mekanizmasıyla işleyen bir ak-

tarım mekanizması söz konusudur.

12) Klasikler gerektiği durumlarda para politikasının önemine vurgu yap-

maktadırlar. Keynesde ise maliye politikası daha ön plandadır.

13) Klasiklerde emek piyasasında ücretler esnektir ve bu esneklik tam istih-

damı sağlar. Keyneste ise ücretler katıdır fakat ücretler esnekte olsa bu kendiliğinden tam

istihdamı sağlamaz. Bir diğer ifade ile ücretlerin katı olması tam istihdamın oluşmasına yol

açarken, esnek olması durumunda da bu otomatik olarak tam istihdamı sağlayacak olması

Page 89: İsletme_Makro_iktisat

  88  

anlamına gelmez. Parasal ücretlerin azalması durumunda ortaya çıkacak durum firmaların

maliyetlerinin azalması ve bu firmaların ürettikleri ürünlerin fiyatlarının düşmesine sebep

olur. Bu durumda düşen fiyatlar reel para arzını artırarak faizlerin düşmesine ve yatırımların

artmasına yol açar (Keynes Etkisi). Ancak para arzını doğrudan arttırmak bir alternatifken ve

sendikaların düşen ücretlere tepkisi hesaba katıldığında bu bir iktisat politikası olarak değer-

lendirilemez.

3) KEYNESYEN ANALİZ ve YÖNTEM

Öncelikle belirtilmesi gereken, tüm iktisadi modeller oluşturulurken bazı soyutlamalar

ve varsayımların yapılması kaçınılmazdır. İktisadi model, gerçek hayatın basitleştirilmiş bir

kopyası olarak düşünülebilinir. Gerçek hayatın bu şekilde basitleştirilmesi bazı varsayımların

yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Soyutlamada ise, bir olguyu belirleyebilecek birçok değişken

söz konusu olabilir. Ancak bunlar içerisinden bazıları önemsiz ve/veya daha az önemli kabul

edilerek modele dahil edilmez. Örneğin gerçek hayatta seçimlerin veya önemli iklim olay-

larının v.b ekonomi üzerinde çeşitli etkilerinin söz konusu olduğu açıktır. Ancak bir model bu

etkileri hesaba katarak oluşturulamaz. Bizim için şu aşamada önemli olan durum var-

sayımlardır. Basitleştirici nitelikte olan bu yöntem ile gerekli sonuçlar elde edildikten sonra

ortadan kaldırılarak daha geniş bir açıklayıcılığa kavuşulması amaçlanır.

4) BASİT KEYNESYEN MODEL I ve VARSAYIMLARI

Basit Keynesyen Model Keynesyen modelin genel işleyişini göstermek amacıyla kurgu-

lanmış ve ekonomide sadece mal piyasasının olduğunu varsayan bir modeldir. Bu piyasada

üretim veri fiyatlardan sınırsız üretim söz konusudur. Burada Basit Keynesyen Model üç bö-

lüme ayrılarak analiz edilecektir. Birinci kısımda incelenecek olan modelin varsayımları

aşağıdaki gibidir.

Page 90: İsletme_Makro_iktisat

  89  

1) Modelde dış alem yoktur. Bir diğer ifadeyle model yabancı ülkelerle ihracat,

ithalat, sermaye hareketleri gibi durumlar inceleme dışı tutulmuştur.

2) Modelde devlet ve devlet harcamaları yoktur. Devlet sadece iktisat politikası

araçlarına sahip bir iktisadi aktör değildir. Aynı zamanda gelirleri ve zorunlu harcamaları olan

bir iktisadi aktördür. Model daha sonra modele dahil edecek olmasına karşın şimdilik bu ikti-

sadi birimin etkisini yok kabul etmektedir. Dolayısıyla ilk kısımda sadece tüketiciler ve firma-

lar söz konusudur.

3) Para ve kredi piyasası modele dahil edilmemiştir. Bu durum aynı zamanda faiz

haddinin veri olması durumunu ifade etmektedir.

4) Yatırım harcamaları (I) modelin dışsal değişkeni (otonom değişken) olarak ka-

bul edilir. Dışsal değişkenler değeri modelin dışında belirlenen büyüklüklerdir. Bu doğrultuda

yatırım harcamaları modelin içindeki değerleri etkileyebilecekken, kendisi modelin dışında

belirlenir ve veridir.

4.1) TOPLAM HARCAMA ve DENGE GELİR DÜZEYİ

Bir ekonomide tüm sektörler tarafından satın alınmak istenen net hasılaya toplam har-

cama (aggregate expenditure,AE) denilmektedir. Bunlar yukarıdaki varsayımlar çerçevesinde

tüketim ve yatırım harcamalarından oluşmaktadırlar. Bu durumda;

AE=C+I0

Yukarıdaki eşitlik milli gelirin tüketim ve otonom yatırımlardan oluştuğunu göstermek-

tedir.

Burada yatırımlar otonom olduğu için tüketimin incelenmesi ile denge gelir düzeyini

belirleyebiliriz.

4.2) TÜKETİM FONKSİYONU

Page 91: İsletme_Makro_iktisat

  90  

Tüketim, hane halkı tarafından mal ve hizmet alımı için yapılan harcamaları ifade et-

mektedir. Keynesyen modelde tüketimi belirleyen unsur ise harcanabilir kişisel gelirdir (dis-

posable personel income,DPI). Bir diğer ifade ile tüketim harcanabilir kişisel gelirin bir fonk-

siyonudur.

Keynesyen sistemde tüketim ile harcanabilir kişisel gelir arasında doğrusal bir ilişki söz

konusudur. Yani, harcanabilir kişisel gelir artınca tüketim de artar, azalınca azalır. Bu bilgiler

doğrultusunda;

C=C0+c(DPI)

Burada,

C=tüketim harcamalarını

C0= otonom tüketim harcamalarını

c= marjinal tüketim eğilimini

DPI= harcanabilir kişisel geliri göstermektedir.

Burada belirtilmesi gereken en önemli durumlardan birisi bu noktadan sonra harcanabi-

lir kişisel gelir yerine milli gelir kullanılacağıdır. Çünkü başlangıçta ortaya koyduğumuz var-

sayımlardan birisi devletin olmadığı ekonominin firmalardan ve kişilerden oluştuğu şeklinde-

dir. Harcanabilir kişisel gelir ise milli gelire transfer harcamalarının ilave edilmesi ve vergile-

rin çıkartılması ile elde edilir (DPI=Y+TR-T). (Bu tanım sosyal güvenlik katkıları,

dağıtılmayan kurum karları ve borçlanma faizlerinin olmadığı varsayımıyla yapılmıştır. Do-

layısıyla devletin olmadığı modelimizde kullanılabilir kişisel gelir yerine milli gelir kul-

lanılabilecektir (DPI=Y)

Denklemdeki otonom tüketim (C0), sıfırdan büyük ve pozitif bir sayıdır ve milli gelir

(harcanabilir kişisel gelir) sıfırda olsa kişilerin tüketim harcamalarını ifade etmektedir.

Page 92: İsletme_Makro_iktisat

  91  

Denklemdeki otonom tüketim harcamaları dışında milli gelire (harcanabilir kişisel geli-

re) bağlı olarak değişen tüketim miktarına ise uyarılmış tüketim denmektedir (cDPI=cY).

Uyarılmış tüketim, milli gelirin (harcanabilir kişisel gelirin) ne kadarının tüketime ayrıldığını

göstermektedir.

Bu noktada uyarılmış tüketimin parametrelerinden marjinal tüketim eğiliminin de (c)

açıklanması gerekmektedir. Marjinal tüketim eğilimi, reel milli gelirdeki bir artışın ne ka-

darının tüketim harcamalarına gideceğini gösteren bir katsayıdır. Kısa dönemde sabit olan bu

katsayı aşağıdaki şekilde ifade edilebilinir.

c= ΔC/ΔY

Yukarıdaki eşitliğin anlamını bir örnekle açıklayacak olursak; c=0.6 ise 100TL’lik bir

harcanabilir kişisel gelir artışı 60TL’lik bir tüketim harcamasına yol açacaktır.

Yukarıdaki şekilde ifade edilen tüketim fonksiyonu aşağıdaki şekilde gösterilebilinir.

ŞEKİL 14

C C= C0+c(Y)

b

a

C0 c d C0

0 Y0 Y1 Y

Page 93: İsletme_Makro_iktisat

  92  

Yukarıdaki şekilde görüleceği gibi gelir sıfır olduğunda da kişilerin yapmış oldukları

tüketim 0-C0 kadardır. Her bir artan gelir miktarı kişilerin tüketim miktarlarını arttırmaktadır.

Şekilde görülen Y0 gelir düzeyinde tüketim miktarı (a-Y0) kadarken bunun (c-Y0) kadarını

otonom tüketimler (a-c) kadarını ise uyarılmış tüketimler oluşturmaktadır. Milli gelir miktarı

Y1 düzeyine yükseldiğinde ise otonom tüketim miktarı değişmezken (0C0) gelir artışına bağlı

olan tüketim miktarı (b-d) kadardır. Bir diğer ifadeyle milli gelir artışının yarattığı ilave tüke-

tim miktarı (a+b)-(b+d) kadar olacaktır.

Şekil de görüleceği gibi tüketim doğrusu ile milli gelir arasındaki ilişkiyi ifade eden po-

zitif yönlü tüketim doğrusu belirli bir eğime sahiptir. Bu doğrunun eğimi marjinal tüketim

eğilimine bağlıdır. Marjinal tüketim eğilimi ne kadar artarsa tüketim doğrusunun eğimi o ka-

dar artar ve tüketim doğrusu dikleşir. Tersi durumda da tüketim doğrusu yatıklaşacaktır.

Aşağıdaki şekilde farklı eğimlere sahip iki tüketim doğrusu görülmektedir.

ŞEKİL 15

C C1= C0+c1(Y)

C0= C0+c0(Y)

a

c C0 C0

0 Y Y

Page 94: İsletme_Makro_iktisat

  93  

Şekilde görüleceği gibi C0 ve C1 ile gösterilen iki tüketim doğrusu söz konusudur. Bu

doğruların eğimleri, marjinal tüketim eğilimleri, birbirinden farklıdır. Gelir düzeyi her ne

olursa olsun iki tüketim doğrusuda (c-Y) kadarlık bir otonom tüketime sahiptir. Belirli bir

gelir düzeyinde C0 ile gösterilen ve daha küçük eğime (dolayısıyla marjinal tüketim eğilimine)

sahip olan tüketim doğrusunda uyarılmış tüketim (c-Y) kadarken C1 ile gösterilen ve daha

büyük eğime sahip (dolayısıyla marjinal tüketim eğilimine) tüketim doğrusundaki uyarılmış

tüketim (a-Y) kadardır. Dolayısıyla marjinal tüketim eğilimlerinin farklı olması (c1˃c0) tüke-

tim miktarını (a-c) ölçümü kadar değiştirmiştir.

Tüketim doğrusu bütün ülkelerde ve tüm koşullarda aynı olması da söz konusu değildir.

Yukarıdaki şekilde marjinal tüketim eğiliminin büyüklüğünün yarattığı etkileri gördük. Aynı

durum otonom tüketim için de geçerlidir. Ayrıca otonom tüketim miktarının değişmesi tüke-

tim doğrusunun konumunu da değiştirecektir.

ŞEKİL 16

C C2= C02+c(Y)

d C1= C01+c(Y)

C02 a C2

C01 b C1

0 Y Y

Page 95: İsletme_Makro_iktisat

  94  

Yukarıdaki şekilde gösterilmek istenen otonom tüketim miktarındaki değişimin tüketim

miktarını nasıl etkileyeceğidir. Başlangıçta C01 otonom tüketim miktarına sahip olan ekono-

minin (a-Y) kadarlık bir tüketimi söz konusudur. Bu tüketimin (b-Y) kadarlık kısmını otonom

tüketim (a-b) kadarlık kısmını da uyarılmış tüketim oluşturmaktadır. Otonom tüketimin art-

ması ile birlikte eğimi değişmeyen tüketim doğrusu da sağa doğru kayacaktır. Bu durumda Y

gelir düzeyindeki tüketim miktarı da (a-Y)’dan (d-Y)’ ya yükselmiş olacaktır.

Yukarıdaki gösterimlerden de anlaşılacağı gibi tüketim doğrusunun eğimi tüketim doğ-

rusunun konumunu değiştirmemektedir. Tüketim doğrusunun konumu ancak otonom tüketim

miktarının değişmesiyle değişmektedir.

4.3) TASARRUF FONKSİYONU

Harcanabilir kişisel gelirin tüketilmeyen kısmı olarak ifade edilebilen tasarruf da Key-

nesyen modelde harcanabilir kişisel gelirin (bu modelde milli gelirin) bir fonksiyonudur. Ta-

sarruf konusunda da (tüketimde olduğu gibi) kritik öneme sahip bir kavram söz konusudur.

Marjinal tasarruf eğilimi (s) olarak isimlendirilen bu katsayı tasarruflardaki değişmenin har-

canabilir kişisel gelirdeki değişime oranını ifade etmektedir.

Marjinal Tasarruf Eğilimi (s)= ΔS/ ΔDPI

(veya bu modelin varsayımları gereği, s= ΔS/ ΔY)

Sıfırdan büyük olan marjinal tasarruf eğilimi katsayısı tanım gereği birden küçüktür. Bu

durum aşağıdaki denklemler yardımıyla anlaşılabilir.

Y= C+S

ΔDPI=C+S(=Y)

ΔDPI/ ΔDPI =C/ ΔDPI +S /ΔDPI

1=c+s, s=1-c

Page 96: İsletme_Makro_iktisat

  95  

Aynı şekilde yine harcanabilir kişisel gelirden yararlanarak tasarruf fonksiyonu denkle-

mini elde edebiliriz.

DPI= C+S

DPI=C0+c(DPI)+S

S=-C0+DPI-c(DPI)

S=-C0+DPI(1-c)

S=- C0+SDPI (modelin varsayımları gereği, S=- C0+SY)

Yukarıdaki denklemde milli gelirin (harcanabilir kişisel gelirin) tüketim ve tasarruf top-

lamından oluşması durumundan hareket edilmiştir. Tüketim büyüklüğü yerine daha önce elde

ettiğimiz tüketim eşitliği yerleştirilmiş ve tasarruf denklemine ulaşılmıştır.

Tasarruf eşitliğinin de otonom ve uyarılmış kısımlardan oluşmaktadır. Denklemdeki

otonom tasarrufu ifade eden (C0) teriminin negatif işaretli olması gelirin sıfır olması duru-

munda kişilerin harcayabilecekleri gelirlerinin kaynağının tasarruflar olduğunu göstermekte-

dir. Nitekim kişilerin gelirlerinin (milli gelirin) sıfır olması durumunda tüketim yapacakları

miktar ya daha önceki tasarruflarından karşılanacak ya da borçlanılacaktır. Borçlanmanın da

bir başkasının tasarrufunun kullanılması olduğu durumunu göz önünde bulundurduğumuzda

denklemin otonom kısmının negatif işaretli olması anlaşılabilir. Denklemdeki ikinci terim

denklemin uyarılmış tasarruflar kısmını ifade etmektedir. Buradaki ifade gelirin ne kadarının

tasarruf olarak tutulacağını göstermektedir.

Page 97: İsletme_Makro_iktisat

  96  

Aşağıdaki şekil yardımıyla tüketim ve tasarruf arasındaki ilişki ortaya konabilir.

ŞEKİL 17

C (A) 450

Y=C

Y˂C A C=C0+C(Y)

C0 Y˃C

0 450

Y Y C0= - C0

S (B)

S= -C0+s(Y)

S˃0

0 S˂0 Y (Y)

S=0

-C0

Page 98: İsletme_Makro_iktisat

  97  

Yukarıda tüketim ve tasarruf eşitliklerinin birlikte gösterilmiştir. Şeklin (A) panelinde

tüketim doğrusu, tüketim ve gelirin eşit olduğu noktanın tespit edilmesi için 450 doğrusu ile

birlikte gösterilmiştir. Bir diğer ifade ile 450 doğrusu üzerindeki her bir noktada harcanabilir

kişisel gelir ile tüketim birbirine eşit olmak zorundadır. Dolayısıyla bu doğrunun tüketim eğri-

siyle kesiştiği nokta da bu eşitliği gösterecektir. Yukarıdaki çizimde bu eşitliğin sağlandığı

noktanın (A) noktası olduğu görülmektedir. Ayrıca bu noktanın belirlenmesi tüketim doğrusu

üzerinde bu noktanın sağında ve solunda kalan noktaların durumunu belirlememiz açısından

da önemlidir. Şekilde de belirtildiği gibi bu noktanın solunda kalan alandaki tüketim doğrusu

üzerindeki her bir noktada tüketim milli gelirden büyük iken (Y˂C) sağında kalan noktalarda

ise tüketim milli gelirden küçüktür (Y˃C).

Şeklin (B) panelinde ise tasarruf fonksiyonu yer almaktadır. Burada ise şeklin takip

edilmesiyle anlaşılacağı gibi, gelirin sıfır olduğu noktada tasarruf miktarı sıfırdır. Bu noktanın

solundaki noktalarda negatif tasarruf söz konusudur. Bir diğer ifade ile daha önceki tasarruflar

kullanılmaktadır. Eşitliğin sağlandığı noktanın sağında ise tasarruflar artmaktadır.

Şimdi bu iki şekli birlikte değerlendirelim. Önce milli gelirin sıfır olduğu durumu ele

alalım. Böyle bir durumda kişilerin varlıklarını sürdürebilmek için gelirden bağımsız harcaya-

cakları miktar (C0) kadardır. Bu tüketimin karşılanacağı yer ise tasarruflardır. Nitekim gelirin

sıfır olduğu noktada buradaki tasarruflar da (-C0) kadardır. Dolayısıyla iki terim de mutlak

olarak birbirlerine eşittirler.

Şimdi de gelirin arttığını varsayalım. Dikkat edilecek olursa gelir artarken tüketim de

artmakta ve sonuçta gelir tüketime eşit olmaktadır. Aynı şekilde tüketimin gelirden büyük

olduğu noktalarda aradaki fark tasarruflardan karşılanmaktadır. Eşitliğin sağlandığı (A) nok-

tasında milli gelirlerin tümün tüketime ayrıldığında tasarrufları da sıfır olacaktır. Eşitliğin

Page 99: İsletme_Makro_iktisat

  98  

sağındaki noktalarda ise milli gelir tüketimden büyüktür. Dolayısıyla gelirin tüketilmeyen

kısmı tasarruf olduğundan bu noktanın karşılığı (B panelinde) olan noktalarda tasarrufların

sıfırdan büyük olduğu, yani kişilerin tasarruf yaptıkları görülür.

4.4) TOPLAM HARCAMA DENKLEMİ

Başlangıçta koyduğumuz sadece firmaların ve kişilerin olduğu ekonomi varsayımından

hareketle analizimizi sürdürecek olursak yapmamız gereken toplam harcamanın neye eşit ol-

duğunu bulmaktır.

AE=C+I0

AE=C0+c(Y)+I0

Yukarıdaki eşitlikteki otonom terimleri otonom harcamaları ifade eden bir terim içeri-

sinde toplarsak; A0=( C0+I0)

AE= A0+c(Y)

Bu eşitlik aşağıdaki şekilde gösterilebilinir.

ŞEKİL 18

AE AE=A0+cY

b

a e

A0 c d A0

I0 C0

0 Y0 Y1 Y

Page 100: İsletme_Makro_iktisat

  99  

Şekilde farklı gelir düzeylerinde gelir ve harcama arasındaki ilişki görülmektedir. Top-

lam harcama doğrusu otonom tüketim ve otonom harcamaların toplamından oluşan otonom

harcamalar noktasından başlamaktadır (A0). Bu noktadan hareketle gelir ile doğrusal bir iliş-

kiye sahip olan toplam harcama eğrisi, Y0 gelir düzeyinde (a-Y0) kadarlık bir toplam harcama

gerçekleştirmiştir. Bu harcamaların (Y0-c) kadarı otonom tüketim ve otonom yatırımlardan

oluşurken (a-c) kadarlık kısmı gelirdeki artıştan kaynaklanmaktadır. Nitekim gelirdeki artış ile

birlikte (Y1) otonom harcamalar değişmezken, gelir artışının uyardığı harcama artışı (b-e)

kadardır. Yeni gelir düzeyindeki toplam harcamalar artık (a-c) kadar değil (b-d) kadar olmuş-

tur.

Bu şekilde ifade edilebilecek tüketim fonksiyonunun eğimi belirli bir gelir düzeyindeki

toplam harcama miktarını da etkileyecektir.

ŞEKİL 19

AE AE2=A0+c2Y

AE1=A0+c1Y

b

a A0

0 Y1 Y Şekilde iki farklı eğime sahip olan durumlarda toplam harcamaların nasıl değiştiği gö-

rülmektedir. Böyle bir durumda daha büyük eğime sahip toplam harcama eğrisi (AE2) belirli

bir gelir düzeyinde (b-Y1) kadarlık bir harcamayı ifade ederken, eğimin daha küçük olması

durumunda gelir seciyesi değişmemesine karşın toplam harcama miktarı (a-Y1) kadar gerçek-

leşmektedir. Bu doğruların eğimini belirleyen ise marjinal tüketim eğilimidir.

Page 101: İsletme_Makro_iktisat

  100  

Tüketim fonksiyonunda olduğu gibi burada da toplam harcama eğrisinin konumunu be-

lirleyen otonom harcamalar olacaktır.

ŞEKİL 20

AE AE2=A02+cY

AE1=A01+cY

A02 ΔA0 b A01 a

0 Y1 Y Grafikte eğimleri aynı fakat otonom harcama miktarları farklı iki toplam harcama eğrisi

söz konusudur. Burada belirli bir gelir düzeyinde daha fazla otonom harcama miktarına sahip

olan AE2 eğrisinin (a-b) aralığı kadar fazla toplam harcamaya sebep olduğu görülmektedir.

Yukarıdaki şekilden elde edilebilecek bir diğer sonuç ise toplam harcama eğrisinin konumu-

nun ancak otonom harcama miktarının değişimiyle mümkün olabileceğidir.

Page 102: İsletme_Makro_iktisat

  101  

SONUÇ:

İktisat teorisinin mikro ve makro adı altında ikiye bölünmesini Keynes’e ve Büyük

Bunalıma borçluyuz. Keynes kamu müdahalesinin işsizlik ve bunalımla mücadele yaralı

olabileceğini gösterdi.Para arzı ,faiz,istihdam,bütçe dengesi v.s bugün makro büyüklük

adını verdiğimiz temeldeğişkenlerde uzmanlaşan yeni bir teori oluştu.Ekonomide dış

alemin, devletin ve para piyasasının olmadığı varsayımında toplam harcamalar sadece

tüketim ve yatırımlardan (varsayım gereği otonom) oluşmaktadır. Toplam harcama

eğrisinin konumunu otonom tüketim ve yatırım belirlerken, bu eğrinin eğimi ise marji-

nal tüketim eğilimi tarafından belirlenmektedir.

KONUYA İLİŞKİN SORU ÖRNEKLERİ

Soru 1: 1929 Büyük Dünya Bunalımının ana sebebi nedir?

A.Arzın fazla olması

B.Talebin az olması

C.Arzın az olması

D.Talebin fazla olması

E.2. Dünya Savaşı

Soru2: Aşağıdakilerden hangisi tüketim eğrisinin eğimini belirlemektedir?

Page 103: İsletme_Makro_iktisat

  102  

a) Otonom Tüketim

b) Marjinal Tüketim Eğilimi

c) Kullanılabilir Kişisel Gelir

d) Milli Gelir

e) Tasarruf Düzeyi

Soru 3. Toplam harcama denklemi (Model I) içerisinde hangisi yer almaz?

a) Otonom yatırımlar

b) Otonom tüketim

c) Marjinal tüketim eğilimi

d) Marjinal tasarruf eğilimi

e) Gelir seviyesi

Soru 4.Tüketim ve tasarruf arasındaki ilişki için aşağıdakilerden hangisi söylene-

bilir?

a) Tüketim gelire eşit olduğu noktada tasarruf miktarı sıfırdır.

b) Tasarrufların negatif olması durumunda gelir tüketimden büyüktür.

c) Tasarrufların pozitif olması durumda gelir tüketimden küçüktür.

d) Tüketim ve tasarruf her zaman birbirine eşittir.

e) Tüketim tasarrufun artan bir fonksiyonudur.

Cevaplar:1-B 2-B 3-D 4-A

Page 104: İsletme_Makro_iktisat

  103  

KAYNAKÇA:

Blanchard O.; Macroeconomics, Second Edition, Prentice Hall, New Jersey, 2000

Bocutoğlu E.; Karşılaştırmalı Makro İktisat Teorisi ve Politikalar, Derya Kitapevi,

Trabzon, 2003

Bocutoğlu E.; Makro İktisat: Keynesyen Teori ve Politikalar, Derya Kitabevi, Trabzon,

2001

Dornbush R., Fisher S.; Macroeconomics, Fifth Edition, Mc Graw-Hill Book Co., New

York,1990

Heilbroner R.L.; İktisadi Sorun II., Makro İktisat, (Çeviren: D.Demirgil), Çağlayan

Kitabevi, İstanbul, 1974

Paya M.; Makro İktisat, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2001

Pentecost E.; Macroeconomics, Mac Millan, London, 2000

Phelps E.S.; Seven Schools of Macroeconomic, The Arne Ryde Memorial Series, Clar-

endon Press, Oxford, 1990

Savaş V.; Keynesyen İktisat Yıkılırken, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1986

Savaş V.; Politik İktisat, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1994

Shaw G.K.; Keynesian Economics: The Permanent Revolution, Edward Elgar, Alders

hot, 1998

Snowdown B., Howard R.V.; Reflections on the Development of Modern Macroeco-

nomics, Edward Elgar Publishing Co. Cheltenham, 1997

Snowdown B., Vane B., Wynarczyk P.; A Modern Guide to Macroeconomics, An Intro-

duction to Competing School of Thought, Edward Elgar Publishing Limited, Cambridge, 1994

Page 105: İsletme_Makro_iktisat

  104  

Tunca Z.; Makro İktisat, Filiz Kitapevi, İstanbul, 1997

Ünsal E.; Makro İktisat, İmaj Yayıncılık, Ankara, 2000

Yetkiner H.; Sorularla Makro İktisat, Efil Yayınevi, Ankara, 2010

 

Page 106: İsletme_Makro_iktisat

  105  

Makro İktisat

6.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü

6.KISIM

4.5) BASİT KEYNESYEN MODEL ve MİLLİ GELİR

DENGESİ……………………………………………………………….105

4.6) ÇARPAN MEKANİZMASI ………………………………...109

5)BASİT KEYNESYEN MODEL II ve VARSAYIMLARI ………...114

5.1) TOPLAM HARCAMA ve DENGE GELİR DÜZEYİ

……………….……………………………………………………..114

5.2) TÜKETİM FONKSİYONU ………………………………115

5.3) TOPLAM HARCAMA DENKLEMİ……………………...116

5.4) ÇARPAN……………………………………………………...119

Page 107: İsletme_Makro_iktisat

  106  

ÖZET:

Modelin devam eden aşamasında, toplam harcama ve milli gelir eşitliğinin sağ-

lanması ile Model I ile ifade edilen yapının çarpan katsayısına ulaşılmaktadır. Model I

varsayımlarından farklı olarak, burada ele alınacak Model II’de devlet sektörü de ele

alınmaktadır. Bu şekilde genişletilen analiz ile de mal piyasasındaki denge oluşturulmuş

ve bu modelin çarpan katsayısına ulaşılmıştır.

4.5) BASİT KEYNESYEN MODEL ve MİLLİ GELİR DENGESİ

Başlangıç varsayımlarına bağlı olarak oluşturulan durumda oluşan toplam harcama ile

gerçekleşen milli gelir arasındaki ilişki bize denge durumunu gösterecektir. Keynesyen mo-

delde mal piyasasındaki denge koşulu toplam harcamalarla reel milli gelirin eşit olmasıdır.

AE=Y, AE= A0+c Y

Burada Y’yi yalnız bırakarak denklemi çözecek olursak;

Y= A0+c Y ise (Y-c) Y=A0

Y(1-c)=A0

Y=A0/(1-c)

Y=A0/(1-c) ile ifade edilen durum mal piyasasındaki denge koşuludur. Bu denge koşulu

üretim düzeyinin marjinal tüketim haddine ve otonom harcamalara bağlı olduğunu göstermek-

tedir. Bu eşitlik marjinal tüketim haddi ve otonom harcamalar arttıkça hasılanın denge düze-

yinin artacağını göstermektedir. Burada unutulmaması gereken önemli bir noktayı tekrar

hatırlatmakta fayda vardır. Başlangıçtan beridir uyguladığımız analizde devlet modelin

dışındadır. Daha sonra bu varsayım kaldırılarak, yani modelin içerisine kamu sektörü de soku-

larak analiz geliştirilecektir.

Page 108: İsletme_Makro_iktisat

  107  

Şekil üzerinden analize geçmeden önce elde ettiğimiz eşitlik üzerinden bazı durumların

açıklanması gerekmektedir. Öncelikle yukarıdaki denklemdeki eşitlik mal piyasasının denge-

de olduğu durumu ifade etmektedir. Oysa toplam harcamalar ile toplam üretimin eşit olmasını

gerektirecek bir durum yoktur. Böyle bir durumda ne olacaktır sorusunun da yanıtlanması

gerekmektedir.

Bir ekonomide toplam harcamalar reel milli hasıladan fazla ise (AE˃Y), firmalar kendi-

lerine yönelik talebi karşılamak için stoklarını kullanacaklardır. Bir diğer ifade ile böyle du-

rumlarda firmalar ürettiklerinden fazla mal satarlar ve stoklarında bir azalma meydana gelir.

Harcama fazlasının olduğu böyle bir durumda ise, doğal olarak beklenen firmaların üretimle-

rini arttırmalarıdır. Bu durum kısaca şöyle ifade edilebilinir;

AE˃Y Stok Azalması, Y

Tam tersi bir durumda, kişilerin harcamalarının üretilen reel hasıladan daha düşük ol-

ması durumunda ise (AE˂Y) firmaların ürettikleri ürünlerin bir kısmı satın alınmamıştır. Bu

durum firmaların stoklarındaki (satılmayan mallar) bir artışı ifade edecektir. Üretilen mal

miktarına göre harcama açığının olduğu böyle bir durumda ise firmaların üretimlerini

arttırmaları değil azaltmaları beklenmelidir. Bu durumu da şöyle ifade edebiliriz;

AE˂Y Stok Artışı, Y

Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı gibi ekonomide denge dışı durumlar söz konusu

olabilmektedir. Böylesi denge dışı durumların kendiliğinden dengeye yöneldiği durumlara

istikrarlı denge (stable equilibrium) denilmektedir. Keynesyen modelde, mal piyasasında is-

tikrarlı bir denge durumu söz konusudur ve denge dışı durumlar kendiliğinden dengeye doğru

yönelmektedir. Bu yönelmenin firmalar tarafından toplam harcama miktarına bağlı olarak, el

yordamı bir süreçle sağlanmaktadır. Bir diğer ifade ile harcama miktarına göre üretim artırılıp

azaltılarak dengeye ulaşılacaktır. Bu şekilde oluşturulan durum, bir diğer ifadeyle, değişme

Page 109: İsletme_Makro_iktisat

  108  

eğiliminde olmayan bu duruma denge denirken böyle bir durumda milli hasıla da değişme

eğiliminde değildir.

AE=Y Stok değişimi yok, Y

Şimdi elde ettiğimiz bu sonuçları şekil üzerinde inceleyelim:

ŞEKİL 21

AE Y=AE

E AE=A0+cY

STOK ARTIŞI F

STOK DEĞİŞİMİ YOK A B

A0 C STOK AZALIŞI

0 Y1 Y0 Y2

Yukarıdaki şekilde 450’lik doğruyla gösterilen doğru üzerindeki her bir noktada toplam

harcamayla reel toplam hasıla eşittir. Bu matematiksel gerçekten hareket ederek toplam har-

cama doğrusunun bu noktayla kesişen (A) noktası içinde aynı şeyi söyleyebiliriz. Bu nokta

üzerinde de toplam harcama ile reel milli hasıla birbirine eşittir. Bir diğer ifade ile bu nokta

üzerinde mal piyasası dengededir ve bu nokta dışındaki tüm noktalarda bu eşitlik bozulmak-

tadır.

Şimdi eşit olmayan noktalardan birisini seçip bu durumu tahlil edelim. Örneğin, (B)

noktasında Y1 gelir düzeyinde toplam harcama reel hasıladan büyüktür. Bu noktada bir eşitlik

söz konusu olsaydı 450’lik doğru ile toplam harcama doğrusunun kesişmesi gerekirdi. Oysa

toplam harcamalar reel milli hasılanın (B-C) aralığı kadar üzerindedir. Yukarıda anlatılanlar

Page 110: İsletme_Makro_iktisat

  109  

ışığında böyle bir durumda firmaların kendilerine yönelik bu talep artışını stoklarından

karşılamaları gerekecektir. Bir diğer ifade ile firmaların stokları azalacaktır. Böyle bir durum-

da ise firmalardan beklenen üretimlerini arttırmalarıdır. Dikkat edilecek olursa üretimin art-

ması denge noktasına (A) doğru yönelmeyi gerektirecek bir durumdur.

Şimdi de eşitliğin sağındaki bir noktayı seçelim. Örneğin, (F) noktasında ise Y2 gelir

düzeyinde Bu nokta üzerinde ise ekonominin reel hasıla düzeyi toplam harcamadan (E-F)

aralığı kadar büyüktür. Bu durumda da firmalar ürettiklerini satamamaktadırlar. Firmaların

stoklarındaki artış anlamına gelecek böyle bir durumda firmaların üretimlerini azaltılmaları

doğal bir sonuçtur. Burada da benzeri bir durum söz konusudur. Firmalar denge noktasına (A)

doğru yönelmektedirler.

Sonuç olarak, (A) noktasının dışındaki her bir noktada ekonomideki dengeye doğru yö-

nelme eğilimi devam edecektir. Bir diğer ifade ile denge dışı durumlar kendiliğinden dengeye

doğru yönelmektedirler. Yukarıda anlatılan Keynesyen modelde kabul edilen denge dışı du-

rumların dengeye yönelmesi ve dolayısıyla mal piyasasında istikrarlı bir dengenin olmasının

işleyiş mekanizması böyledir.

4.6) ÇARPAN MEKANİZMASI

Mal piyasası dengesinin oluşturduğu denklemde reel milli hasıla ile otonom harcamalar

arasında bir ilişki ortaya konmuştu. Bu ilişkiden yararlanarak ortaya konabilecek bir diğer

sonuç söz konusudur. Bu sonuç aşağıdaki şekilde ifade edilebilinir.

Y= (1/1-c).A0 denklemini değişim cinsinden ifade edecek olursak,

ΔY= (1/1-c). Δ A0 şeklinde bir eşitliğe ulaşırız.

Burada da görüleceği gibi otonom harcamalardaki değişim ile reel milli hasılanın deği-

şimi arasındaki ilişkiyi belirleyen (1/1-c) ile ifade edilen katsayıdır. Matematiksel olarak (1/1-

Page 111: İsletme_Makro_iktisat

  110  

c) şeklinde ifade edilen bu katsayı otonom harcamalardaki artış ve azalışların reel milli hasıla

üzerinde yaratacağı etkinin derecesini belirlemektedir.

Bu noktada bu katsayının aldığı değer itibarıyla konunun tartışılması faydalı olacaktır.

Hatırlanacağı üzere (1/1-c) teriminde (c) ile ifade edilen marjinal tüketim eğilimi sıfır ile bir

arasında bir değerdir. Bu (1/1-c) teriminin her durumda birden büyük olacağı anlamına gele-

cektir. Bir diğer ifade ile otonom harcamalardaki bir artışın (veya azalışın) reel milli

hasıladaki etkisi daha fazla olacaktır.

Dolayısıyla otonom harcamalardaki bir artışın sonucu olarak reel milli gelirdeki değiş-

me ile otonom harcamalar arasındaki ilişkiyi gösteren bu terime harcama çarpanı (veya

harcama çoğaltanı) denir ve bu katsayı otonom harcamalardaki artışın milli hasıla üzerindeki

etkisini arttırır. Örneğin, marjinal tüketim eğilimini 0,5 (c=0,5) olan bir ekonomide otonom

harcamalar 100 birim artmışsa, bunun milli gelir üzerindeki etkisi 200 birim olacaktır

(Y=(1/1-0,5)100, Y=200).

Aşağıda vereceğimiz sayısal örnek yardımıyla hem çarpan formülünün elde edilişini

hem de mekanizmanın işleyişini görebiliriz. Diyelim ki bir ekonomideki marjinal tüketim

eğilimi 0,9 dir (c=0,9) ve bu ekonomideki otonom harcamaların 1000 birim artmış olduğunu

(varsayım gereği ekonomide sadece firmalar ve kişiler vardır) varsayalım. Böyle bir temsili

durumda milli gelirdeki değişim aşağıdaki şekilde olacaktır.

Birinci Aşama; öncelikle otonom harcamalardaki 1000 birimlik artış toplam harcama-

ları bu ölçüde arttırmış ve buna bağlı olarak milli gelirde de 1000 birimlik bir genişleme ol-

muştur (ΔAE= ΔA0+cY).

İkinci Aşama; birinci aşamada elimizde 1000 birimlik bir milli gelir artışı kalmıştır. Bu

aşamada beklenen bu artışın tüketim harcamalarını uyarması ve bu yolla milli gelir artışının

Page 112: İsletme_Makro_iktisat

  111  

devam etmesi olacaktır (ΔAE= ΔA0+cY). Bu şekilde toplam harcamalardaki değişim

(ΔAE=1000+0,9.1000) 1900 birim olacaktır.

Üçüncü aşama; benzer şekilde milli gelirdeki artışın harcamalar ve takip eden dönem-

deki milli gelir artışı sürecektir (ΔAE= 1000+0,9.1900=2710).

Dördüncü aşama; toplam harcama miktarı ve buna bağlı olarak artan milli gelir miktarı

bu dönemde kümülatif olarak artmaktadır (ΔAE=1000+0,9.2710=3439) olarak geçekleşmiştir.

Burada dikkat edilmesi gereken nokta her bir aşamadaki milli gelir artışının marjinal tü-

ketim eğilimi ile ilişkisidir. Şöyle ki, birinci dönemde ΔA0 kadar olan toplam harcama ve mil-

li gelir artışı ikinci dönemde milli geliri 900 birim arttırmıştır(1900-1000= 900). Dolayısıyla

artış miktarı cinsinden bu durum (c ΔA0) şeklinde ifade edilebilir. Üçüncü dönemde ise artış

miktarı 810 birimdir (2710-1900=810). Bir diğer ifadeyle bir önceki dönem artışı olan (c.

ΔA0)’nin marjinal tüketim eğilimi ile çarpımı kadar bir artış olmuştur. Bu durumda artış mik-

tarı: c(c. ΔA0)=c2. ΔA0 kadardır. Aynı şekilde takip eden dönemde de bu artış miktarı, c.( c(c.

ΔA0)=c3 ΔA0 şeklinde gerçekleşecektir.

Otonom harcamalardaki artışın sonucu olarak ortaya çıkan durum şu şekilde ifade edi-

lebilinir.

ΔY=[1+c+c2+c3+c4+c5…………………….+cn-1] ΔA0

Bu ifade sınırsız bir geometrik dizidir ve bir geometrik dizinin toplamı aşağıdaki gibi-

dir:

ΔY=[1+c+c2+c3+c4+c5…………………….+cn-1] ΔA0

Eşitliğin her iki tarafını (c) ile çarpacak olursak;

c ΔY=[c+c2+c3+c4+c5…………………….+cn] ΔA0

Eşitliğin her iki tarafından cΔY’yi çıkartırsak;

Page 113: İsletme_Makro_iktisat

  112  

ΔY- c ΔY= ΔY=[1+c+c2+c3+c4+cn-1] ΔA0 -[c+c2+c3+c4+cn] ΔA0

Geriye kalan büyüklük aşağıdaki gibi olacaktır;

ΔY- c ΔY=(1- cn) ΔA0

ΔY(1-c)= =(1- cn) ΔA0

Burada belirtilmesi gereken bir diğer önemli nokta c’nin sürekli küçülmesi ve sıfıra yak-

laşmasıdır (0.9-0.81-0,72-0,59…). Dolayısıyla cn, sıfır kabul edilebilir. Bu durumda;

ΔY(1-c)= ΔA0

ΔY = ΔA0/(1-c) olacaktır.

Bu durum aşağıdaki tabloda özetlenmiştir.

TABLO 8

Matematiksel Gösterim

Aşamalar AE Artışı Y Artışı Kümülatif (Y) Artışı

1 ΔA0 ΔA0 ΔA0

2 cΔ A0 cΔ A0 (1+c) ΔA0

3 c2A0 c2A0 (1+c+c2) ΔA0

4 c3A0 c3A0 (1+c+c2+c3) ΔA0

5 c4A0 c4A0 (1+c+c2+c3+ c4) ΔA0

……. ……

n 0 0 (1/1-c). ΔA0

Sayısal örnek

Aşamalar AE Artışı Y Artışı Kümülatif (Y) Artışı

1 1000 1000 1000

2 (0,9)*1000 (0,9)*1000 1900

Page 114: İsletme_Makro_iktisat

  113  

3 (0,81)*1000 (0,81)*1000 2710

4 ….. …… …….

5

……

n 0 0 10000

1931 yılında F.Kahn tarafından geliştirilen çarpan etkisi bugün Keynesyen sistem olarak

adlandırılan makro ekonomik yapının çok önemli bir yapı taşı niteliğindedir. Aşağıdaki şekil

hem çarpan etkisinin hem de mal piyasasındaki dengenin işleyişinin görülebilmesi açısından

faydalı olacaktır.

ŞEKİL 21

AE Y=AE

AE2=A02+cY

AE1=A01+cY

A2

A1

450

0 Y1 Y2 Y

Yukarıdaki şekilde otonom harcamaların arttığı varsayımından hareketle çarpan etkisi-

nin işleyişi ve mal piyasasındaki dengeye gelinmesi gösterilmiştir. Sürecin işleyişi şöyle ol-

maktadır;

Page 115: İsletme_Makro_iktisat

  114  

Başlangıçta otonom harcamalardaki artış toplam harcama eğrisinin A1 konumundan A2

konumuna gelmesiyle ifade edilebilecektir. Harcamaların üretimden yüksek olduğu bu nokta-

da firmalar üretimi aşan harcamalarını stoklarından karşılamaktadırlar. Üretimin artmasını

gerektirecek bu durumda üretim artışı toplam harcamaları marjinal tüketim eğilimi ile çarpımı

kadar uyaracaktır. Artan harcamaların uyarması sonucu artan üretim bir önceki dönemin stok

erimesini karşılayabilecek ölçüdedir. Ancak üretimdeki artış karşılığında oluşan gelir tüketim

harcamalarını ve dolayısıyla toplam harcamaları da uyarmıştır. Takip eden dönemde üretim

yine artmaya devam edecek ve üretimdeki artış harcamaları uyaracaktır. Bu durum dengeye

gelinen noktaya kadar devam edecektir.

1) BASİT KEYNESYEN MODEL II ve VARSAYIMLARI

Basit Keynesyen Model I’de konunun basitleştirilmesi için bazı varsayımlar yapılmıştı.

Şimdi bu varsayımlardan kamunun olmadığının varsayıldığı durum ortadan kaldırılacaktır.

Bir diğer ifade ile bu modelin içerisinde firmalar, kişiler ve devlet söz konusudur. Fakat mo-

delde dış alem yoktur. Bu durumda ele alınacak durumlar içerisinde döviz kuru, ödemeler

dengesi gibi büyüklükler söz konusu değildir. Ve hala sadece mal piyasasının ele alındığı bir

durum söz konusudur. Para piyasasının da modele dahil edilmesi daha sonra ele alınacak IS-

LM modeli içerisinde söz konusu olacaktır. Yatırımlar da bu modelde otonom kabul edilmek-

tedir.

Şimdi daha önceki sistematiği takip ederek yeni durumda ortaya çıkan değişmeleri orta-

ya koyarak, devletin iktisadi sürecin içerisine girmesinin makro modelde nasıl değişikliklere

yol açacağını inceleyelim.

5.1) TOPLAM HARCAMA ve DENGE GELİR DÜZEYİ

Bir ekonomide tüm sektörler tarafından satın alınmak istenen net hasılaya toplam har-

cama (AE) olarak tanımlamıştık. Ancak birinci modelimizde kamuyu bir iktisadi aktör olarak

Page 116: İsletme_Makro_iktisat

  115  

modelimize sokmamıştık, şimdiki modelimizde ise devlet çeşitli harcamalar yapan ve vergi

toplayan bir iktisadi aktördür. Bu durumda toplam harcama denklemimiz aşağıdaki gibi ola-

caktır.

AE=C+I0+G

Yukarıdaki eşitlik milli gelirin tüketim ve otonom yatırımlar ve kamu harcamalarından

(G) oluştuğunu göstermektedir.

5.2) TÜKETİM FONKSİYONU

Daha önceki modelde Keynesyen tüketimi belirleyen unsurun harcanabilir kişisel gelir

(DPI) olduğu belirtilmiş ve devletin olmadığı bir modelde bunun milli gelire eşit kabul edile-

bilir olduğunu ifade etmiştik(Y=DPI). Oysa şimdiki modelimizde devlet modelin içerisine

dahil edilmiştir. Bu durumda milli gelirle kullanılabilir kişisel geliri eşit kabul edemeyiz. Bu-

nun yerine aşağıdaki eşitliklerden yararlanmak durumundayız.

C=C0+c(DPI)

Kullanılabilir kişisel gelir aşağıdaki eşitlikle ifade edilebilinir.

DPI=Y+TR-T

TR= Transfer harcamaları

T= Vergiler

Bu durumda tüketim fonksiyonu aşağıdaki şekli alacaktır.

C=C0+c(Y+TR-T)

Page 117: İsletme_Makro_iktisat

  116  

Konuyla ilgili yaygın görüş, transfer harcamalarının otonom olduğu ve vergilerin ise

otonom ve gelire bağlı iki kısımdan oluştuğu yönündedir. Biz de takip eden kısımlarda aynı

yöntemi uygulayacağız.

TR=TR0

T=T0+tY, t=ΔT/ ΔY

Yukarıdaki eşitlikteki T0 terimi otonom tüketimleri, (tY) terimi ise milli gelire bağlı ola-

rak değişen vergileri ifade etmektedir. (t) katsayısı ise reel milli gelirdeki artışın ne kadarlık

bir vergi artışına yol açtığını göstermektedir. Sıfırdan büyük ve birden küçük olan bu terim

marjinal vergi haddi olarak isimlendirilmektedir.

Bu eşitliklerin yardımıyla tüketim fonksiyonu aşağıdaki şekilde gösterilebilinir:

C=C0+c(Y+TR0-T0-tY)

5.3) TOPLAM HARCAMA DENKLEMİ

Tüketim fonksiyonu denkleminin değişmesi ile toplam harcama denkleminin de değişe-

ceği açıktır. Ancak burada belirtilmesi gereken bir diğer durum kamu harcamalarının gelirde-

ki değişmeye bağlı olarak değişmediği, yani otonom bir büyüklük olduğudur (burada ve iler-

leyen IS-LM analizinde kamu harcamalarının bir politika aracı olma özelliğine vurgu

yapılacaktır).

Bu bilgiler ışığında toplam harcama denklemi;

AE=C+I0+G0

AE =C0+c(Y+TR0-T0-tY) +I0+G0

AE= C0+cY+cTR0-cT0-ctY +I0+G0

Yukarıdaki denklemde otonom harcamaları A0 teriminin içerisinde toplarsak aşağıdaki

denklemlere ulaşabiliriz.

Page 118: İsletme_Makro_iktisat

  117  

AE= C0+cY+cTR0-cT0-ctY +I0+G0, A0= cTR0-cT0+I0+G0

AE= A0+cY-ctY

AE= A0+c(1-t)Y

Bu durumda oluşan toplam harcama denkleminin belirleyicileri arasında artık marjinal

vergi haddi de söz konusudur. Bu durumda elde edeceğimiz toplam harcama eğrisinin şekli

nicelik itibarıyla değişmese de daha önce uyguladığımız modeldekinden farklı parametrelerle

çalışır hale gelmiştir.

ŞEKİL 22

AE AEMODEL(I)=A0+cY

a b AEMODEL(II)=A0+c(1-t)Y

A0 (C0+I0+Adiğer) G0,cTR0,T0 e A0MODEL(II)

A0 (C0+I0) d f A0MODEL(I)

I0 C0

0 Y0 Y1 Y Yukarıdaki grafikte daha önceki varsayımlara dayalı olan Basit Keynesyen Model ile

(Model I) ile devletin de dahil olduğu model (Model II) birlikte verilmiştir. Şekilde ilk dikkat

çeken nokta Model II’deki toplam harcamaların daha yukarıdan başlamasıdır. Yukarıdaki

gösterimde A0 teriminin içerisinde yer alan otonom harcamaların toplamı Model I’dekilerden

daha büyüktür.

C0+I0+ G0+cTR0+T0˃ C0+I0

Bu durumun doğal bir sonucu olarak Model II’deki toplam harcamaları ifade eden doğ-

rusu daha yukarıdan başlamaktadır.

Page 119: İsletme_Makro_iktisat

  118  

Bir diğer belirtilmesi gereken durum ise modele devletin de dahil olmasıyla toplam har-

cama doğrusu daha yatık bir hal almıştır. Hatırlanacağı üzere Model I ele alınırken toplam

harcama eğrisinin eğiminin marjinal tüketim eğilimi tarafından belirlendiği ifade edilmişti.

Yeni durumda ise marjinal tüketim eğrisinin yanı sıra marjinal vergi haddi (t) eğimin oluşu-

muna katkı sağlamaktadır. Bu durumda her şekilde (marjinal vergi haddi sıfır olmadıkça)

Model I Model II’ye göre daha dik olacaktır. Örneğin, her iki model için de marjinal tüketim

haddinin 0,7 olduğunu varsayalım(c=0,7). Marjinal vergi haddinin de 0,1 olduğunu kabul

edelim. Bu durumda devletin de modele dahil olduğu Model II’nin eğimi 0,63 olacaktır (c(1-

t)=0,63). Bir diğer ifadeyle c(1-t)˂ c olduğundan Model II’nin toplam harcama doğrusu Mo-

del I’e göre daha yatık olacaktır.

Bu durumda ortaya çıkan yeni durumdaki toplam harcama doğrularının eğimi ve konu-

mu aşağıdaki gibidir.

ŞEKİL 23

AE AE2=A0+c2 (1-t2)Y

AE1=A0+c1(1-t1)Y

b

a A0

0 Y1 Y

Yukarıdaki şekilde ifade edilen duruma göre, farklı eğimlere sahip iki toplam harcama

eğrisi söz konusudur. Reel milli gelirin meydana getirdiği toplam harcamanın değeri c(1-t)

değerine bağlıdır. Daha önceki modelimizde bunun sadece marjinal tüketim eğilimini ifade

eden (c) terimi ile ilişkili olduğunu belirtmiş ve (c) terimi ne kadar büyükse toplam harcama

Page 120: İsletme_Makro_iktisat

  119  

eğrisinin o kadar dik olduğunu belirtmiştik. Nitekim bu durum belirli bir gelir seviyesinde

daha fazla bir toplam harcamayı ifade etmekte idi. Şimdi ortaya çıkan marjinal vergi haddi (t)

için ise tersi bir durum söz konusudur. Bir diğer ifade ile nispi olarak daha düşük bir marjinal

vergi haddinin oluşturacağı toplam harcama miktarı daha büyük olacaktır. Yukarıdaki göste-

rim itibarıyla ifade edecek olursak, (c2˃c1) olduğundan daha dik ve sebep olduğu toplam har-

cama daha fazla olup, (t2˂t1) olduğundan daha dik ve yarattığı toplam harcama miktarı daha

fazladır.

ŞEKİL 24

AE AE2=A02+c(1-t)Y

AE1=A01+c(1-t)Y

A02 ΔA0 b A01 a

0 Y1 Y

Gerek Model I gerekse de Model II için geçerli olan durum toplam harcama eğrisinin

kayması için otonom harcamaların değişmesi gerektiğidir. Devletin modelin içerisine dahil

olmasıyla değişen toplam harcama doğrusunun eğimi ve toplam harcama doğrusunun daha

yukarıdaki bir noktadan başlaması durumudur.

5.4) ÇARPAN

Yukarıda çarpan katsayısını yalnız iki iktisadi birimin varlığı varsayımına göre

yapmıştık burada devletin de modele dahil hale gelmesiyle, çarpan aşağıdaki biçimi alacaktır.

AE= Y (Mal piyasasında denge koşulu)

AE= A0+c(1-t)Y

Page 121: İsletme_Makro_iktisat

  120  

Y= A0+c(1-t)Y

Y- c(1-t)Y= A0

Y[(1-c(1-t)]= A0

Y=[1/1-c(1-t)] A0

Konunun anlaşılması için bazı sayısal örnekler yapalım.

Sayısal Örnek: Temsili kapalı bir ekonomide marjinal tüketim eğilimi 0,7 dir. Marjinal

vergi haddinin 0,2 olması durumunda kamu harcamalarının 100 birimlik artışının milli gelir

üzerindeki etkisi nedir?

ΔY=1/(1-c(1-t))* ΔA0

ΔY=1/(1-c(1-t))* ΔG0

ΔY=1/(1-0,7(1-0,2))* 100

ΔY=2,27* 100

ΔY=227 birim

Yukarıdaki örnekte çarpanın değeri 2,27 dir ve bu değer kamu harcamalarındaki bir

artış milli gelirin değerini artışın iki katından fazla arttırmıştır.

Burada belirtilmesi gereken bir diğer durum tüm otonom harcamalardaki artışın milli

geliri eşit miktarda etkilemeyeceğidir. Nitekim yukarıdaki örnekte artan kamu harcamaları bu

etkiye sebep olmuştur. Ancak kamunun elindeki milli gelir seviyesini etkileyebilecek diğer

araçlar için bu durum farklı sonuçlar verecektir. Örneğin yukarıdaki örnekte kamu harcama-

ları değil de transfer harcamalarının aynı miktarda artması durumunda sonuç aşağıdaki gibi

olacaktır.

Page 122: İsletme_Makro_iktisat

  121  

ΔY=1/(1-c(1-t))* ΔA0

ΔY=1/(1-c(1-t))* ΔcTR0

Yukarıdaki ifadedeki farklılığın sebebini anlamak için otonom harcamalar terimi içeri-

sindeki terimleri hatırlamak faydalı olacaktır. A0= cTR0-cT0+I0+G0 bu terimlerden transfer

harcamaları artmıştır. Dolayısıyla doğru sonuca ulaşabilmek için transfer harcamalarındaki

değişimin marjinal tüketim eğilimi ile çarpılması gerekmektedir. Bu durumda

ΔY=1/(1-0,7(1-0,2))* (0,7)*100

ΔY=2,27* (0,7)*100

ΔY=159 birim

Görülmektedir ki uygulanan politikanın milli gelir üzerindeki etkisi de farklı olabilmek-

tedir. Örneklerde de görüleceği gibi tek bir çarpan söz konusu değildir ve uygulanan politika

aracına göre çarpan katsayısının değeri gibi ismi de değişmektedir. Birinci uygulamamızdaki,

yani kamu harcamalarının değiştirilmesi yoluyla milli gelirin etkilenmesinde kullandığımız

çarpan harcama çarpanı olarak isimlendirilirken, daha sonraki uygulamamızdaki çarpan

transfer harcamaları çarpanıdır. Bir diğer iktisat politikası aracı olan otonom vergileri de-

ğiştirerek bir politika uygulamış olsa idik bu durumda karşılaşacağımız çarpan vergi çarpanı

olacaktır.

Page 123: İsletme_Makro_iktisat

  122  

SONUÇ:

Model I varsayımları ile oluşturulan analizde, mal piyasasındaki denge, üretim

düzeyinin marjinal tüketim haddine ve otonom harcamalara bağlı olduğunu göstermek-

tedir. Bu çerçevede ortaya çıkan çarpan katsayısı (1/1-c) otonom harcamalardaki bir

değişimin durumunda, bunun milli gelir üzerindeki etkisinin otonom harcamalardaki

değişimin çarpan katsayısı ile çarpım kadar olduğunu göstermektedir. Model II var-

sayımlarında da benzer bir durum ele alındığında çarpan katsayısının değeri 1/1-c(1-t)

biçiminde gerçekleşmektedir.

KONUYA İLİŞKİN SORU ÖRNEKLERİ

1)Basit Keynesyen Modelde (Model I) harcama çarpanı katsayısı

aşağıdakilerden hangisidir?

a) 1/c b) 1/(1-c) c) 1/(1+c) d) c/(1-c) e) c/(1+c)

2) Toplam harcama denklemi (Model I) içerisinde hangisi yer almaz?

a) Otonom yatırımlar

b) Otonom tüketim

c) Marjinal tüketim eğilimi

d) Marjinal tasarruf eğilimi

e) Gelir seviyesi

3) Aşağıdakilerden hangisi Model I varsayımları gereği mal piyasasındaki

dengeyi gösterir?

Page 124: İsletme_Makro_iktisat

  123  

a) Y=A0/(1-c) b) Y=(A0/c)-(1-c) c) Y= A0+(1+c) d) Y=(A0+1)/c

e) Y= (A0/c)-c

4) Marjinal tüketim eğilimi aşağıdakilerden hangisidir?

a) c=C/Y b) c=ΔC/ ΔY c) c= S/Y d) c= ΔS/ ΔY e) c=(ΔC+ ΔS)/ ΔY

Cevap Anahtarı

1-B 2 D-3 A-4-B

Yararlanılan Kaynaklar

Heilbroner R.L.; İktisadi Sorun II., Makro İktisat, (Çeviren: D.Demirgil), Çağlayan Ki-

tabevi, İstanbul, 1974

Paya M.; Makro İktisat, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2001

Pentecost E.; Macroeconomics, Mac Millan, London, 2000

Phelps E.S.; Seven Schools of Macroeconomic, The Arne Ryde Memorial Series, Clar-

endon Press, Oxford, 1990

Savaş V.; Keynesyen İktisat Yıkılırken, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1986

Savaş V.; Politik İktisat, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1994

Shaw G.K.; Keynesian Economics: The Permanent Revolution, Edward Elgar, Alders

hot, 1998

Snowdown B., Howard R.V.; Reflections on the Development of Modern Macroeco-

nomics, Edward Elgar Publishing Co. Cheltenham, 1997

Page 125: İsletme_Makro_iktisat

  124  

Snowdown B., Vane B., Wynarczyk P.; A Modern Guide to Macroeconomics, An Intro-

duction to Competing School of Thought, Edward Elgar Publishing Limited, Cambridge, 1994

Tunca Z.; Makro İktisat, Filiz Kitapevi, İstanbul, 1997

Ünsal E.; Makro İktisat, İmaj Yayıncılık, Ankara, 2000

Yetkiner H.; Sorularla Makro İktisat, Efil Yayınevi, Ankara, 2010

Page 126: İsletme_Makro_iktisat

  125  

Makro İktisat

7.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü

7.KISIM

5.5) OTOMATİK STABİLİZATÖRLER……………………….124

5.6) ENFLASYONİST AÇIK DEFLASYONİST AÇIK ………126

5.6.1) ENFLASYONİST AÇIK ….………………………127

5.6.2) DEFLASYONİST AÇIK…………………………..129

6)IS-LM ANALİZİ……………………………………………………..132

6.1)IS LM MODELİN VARSAYIMLARI…………………..…..133

6.2) YATIRIM FONKSİYONU…………………..……………..133

6.3) IS EĞRİSİNİN OLUŞUMU………………………...............137

6.4) IS DOĞRUSUNUN KONUMU…………………..………….143

Page 127: İsletme_Makro_iktisat

  126  

ÖZET:

Mal piyasasında dengenin gösterilmesi ile Keynesyen analizin bazı sonuçları görü-

nür hale gelebilmiştir. Otomatik stabilizatörler, Enflasyon ve Deflasyonist açık bunlar-

dan bazılarıdır. IS-LM analizi ise, diğer modellerden farklı olarak yatırımlar otonom

değildir ve para piyasası modele dahil edilmiştir.

5.5) OTOMATİK STABİLİZATÖRLER

Tüm ekonomilerin reel milli gelirleri belirli bir uzun dönem trend etrafında dalgalan-

maktadırlar. Otomatik stabilizatörler ise, otonom harcamalardan kaynaklanan bu dalgalanma-

ların etkilerini hafifleten mekanizmalardır. Bir diğer ifade ile bunlar kendiliğinden dalgalan-

maları önleyici bir rol oynamaktadırlar.

Otomatik stabilizatör kavramının ardındaki süreç şöyle işlemektedir; daha önce ele

alındığı gibi toplam harcama kalemlerindeki otonom harcamalardaki artış ve azalışlar milli

gelirin değerini arttırmakta ve azaltmaktadırlar. İktisadi sistemlerde ise bu dalgalanmaların

(artış ya da azalış yönünde) büyük ölçüde dalgalanması istenen bir durum değildir. Böyle bir

durum daha çok ekonomideki istikrarsızlığın bir işareti olarak kabul edilebilir.

Böyle bir durumda ilk akla gelen otonom harcamalardaki artışın hangi mekanizmayla

milli gelirdeki etkiyi yumuşatacağı olacaktır. Sorunun cevabı açıktır: çarpan katsayısı. Do-

layısıyla çarpan katsayısı ne kadar düşük olursa milli gelirdeki dalgalanma ve milli gelirdeki

değişim o kadar az olacaktır.

Konu bu doğrultuda düşünüldüğünde Model I ve Model II arasındaki en önemli farklar-

dan birisi çarpan katsayılarının farklı olduğunun hatırlanması gerekmektedir. Model II’de bir

diğer ifadeyle devletin iktisadi bir aktör olarak modele dahil edilmesiyle elde edilen çarpan

Page 128: İsletme_Makro_iktisat

  127  

katsayısı daha düşük çıkmaktaydı. Buradaki farka sebep olan tek unsur ise marjinal vergi

haddini ifade eden (t) terimi olduğu da açıktır.

Bu durumda en önemli otomatik stabilizatörün ne olduğu konusu netleşmeye başlamış

olmalıdır. Gelir düzeyine bağlı olarak alınan vergi, yani gelir vergisi en önemli otomatik sta-

bilizatördür. Bu durumu bir örnekle açıklayalım;

Diyelim ki Keynesyen sistemde en istikrarsız toplam harcama kalemi olan otonom

yatırımlarda bir azalma meydana gelmiştir ve yatırım miktarı 100 birim azalmıştır. Ekonomi-

deki marjinal tüketim eğilimi ise 0,8dir(c=0,8). Durumu birinci modele göre ele alırsak, bu

modelde devlet yoktur ve dolayısıyla vergide yoktur. Böyle bir durumda çarpanın değeri

aşağıdaki gibi olacaktır.

I.Model Çarpan Değeri= 1/1-c

I.Model Çarpan Değeri= 1/(1-0,8) ise çarpanın değeri 5 olacaktır.

Bu durumda milli gelirdeki etki;

ΔY= (1/(1-c))* ΔI0

ΔY=5*-100=-500

Bu örnekte otonom yatırım kalemlerinden birinde 100 birimlik bir azalmanın milli geli-

rin 500 birim azalmasına yol açtığı görülmektedir.

Şimdi ikinci modele yani devletin olduğu ve gelir vergisi aldığı modelimize geçelim.

Burada ise devletin aldığı gelir vergisi %10 olsun (t=0,10). Bu durumda çarpan katsayısı;

Model II çarpan katsayısı=1/1-c(1-t)

Model II çarpan katsayısı= 1,82

Bu durumda milli gelirdeki etki;

ΔY= 1/1-c(1-t) * ΔI0

Page 129: İsletme_Makro_iktisat

  128  

ΔY=1,82*-100=-182

Örnekten de anlaşılacağı gibi gelir vergisi bir otomatik istikrar unsuru şeklinde işlemek-

te ve milli gelirdeki dalgalanmayı önemli ölçüde engellemektedir. Burada vurgulanması gere-

ken nokta buradaki olası etkilerin bir hükümet müdahalesi olmaksızın işliyor olmasıdır. Aynı

şekilde işsizlik sigortası, sübvansiyonlar da otomatik stabilizatörler arasında kabul edilebilir-

ler.

Devletin modele sokulmasıyla sadece mal piyasası ele alınıyor olmasına karşın Keynes-

yen sistemle ilgili fikir elde etmeye başladık. Otomatik stabilizatör bunun örneklerinden biri-

sidir. Konu ile ilgili IS-LM analizinde detaylı analizler yapılacaktır. Ancak şimdilik elimizde-

ki araçlarla mal piyasasında dengenin sağlanamadığı durumlarda uygulanabilecek yöntemlerle

ilgili ilk işaretleri de elde etmek mümkündür. Enflasyonist ve Deflasyonist araçlar ve mal

piyasasında dengenin sağlanması bunlara verilecek örneklerden birisidir.

5.6) ENFLASYONİST AÇIK DEFLASYONİST AÇIK

Klasiklerin tersine Keynes’e göre ekonominin kendiliğinden tam istihdam denge nok-

tasında bulunmasını gerektirecek hiçbir neden yoktur. Denge dışı durumlarda ise ekonomi

enflasyonist ya da deflasyonist boşluk olarak ifade edilen alanlarda yer almaktadır. Bu konu

bir aktarım mekanizması sunması açısından olmasa da devletin denge dışı durumlara müdaha-

lesinin görülmesi açısından faydalı olacaktır.

5.6.1) ENFLASYONİST AÇIK

Ekonominin kendiliğinden tam istihdam üretim düzeyinde dengede olması için hiçbir

sebebin olmadığı Keynesyen modelde, tam istihdam düzeyindeki toplam harcama tam istih-

dam reel milli gelir seviyesinden büyük olabilir. Aşağıdaki şekilde bu durum gösterilmiştir.

Page 130: İsletme_Makro_iktisat

  129  

Şekilden de anlaşılacağı gibi Yf tam istihdam reel milli gelir seviyesindeki toplam harcama

miktarı Yf-B kadarken bu tam istihdam harcama düzeyinden (B-C) kadar daha büyüktür. Enf-

lasyonist açık bu tür farkları ifade etmek için kullanılmaktadır. Özetle tam istihdam denge reel

milli gelir seviyesinde toplam harcamanın reel milli gelirden büyük olması durumunda arada-

ki bu fark enflasyonist açığı ifade etmektedir.

ŞEKİL 25

AE

AE=Y

AE

B A

A0 C Enflasyonist Açık

0 YF Y1

Kurulan model gereği para politikasının olmaması nedeniyle enflasyonist açığı ortadan

kaldırmak ve tam istihdam denge seviyesine ulaşmak için eldeki tek araç daraltıcı maliye poli-

tikasıdır. Hatırlanacağı üzere otonom harcamalardaki bir artış ve/veya azalış toplam harcama

doğrusunun konumunu değiştirmekte idi. Bu durumda toplam harcamaların azaltılması ge-

rekmektedir. Böyle bir durumda devletin elinde maliye politikası kapsamındaki araçlardan

birisi kamu harcamalarını azaltmaktır(G0). Diğer araçlar ise transfer harcamalarının kısılması

veya otonom vergilerin arttırılması olacaktır (TR0, T0).

Page 131: İsletme_Makro_iktisat

  130  

ŞEKİL 26

AE

AE=Y

AE1

B D AE2

A0 C E

A1

0 YF Y1 Y

Benzer şekilde bir diğer uygulama alanı marjinal vergi haddindin (t) yükseltilmesi sure-

tiyle de tam istihdam reel milli gelir seviyesine gelinmesi amaçlanabilir. Marjinal vergi haddi

toplam harcama eğrisinin eğimini verdiğinden bunun artması veya azalması toplam harcama

doğrusunun eğimini değiştirecektir. Aşağıdaki şekilde marjinal vergi haddi arttırılarak toplam

harcama doğrusunun tam istihdam üretimi sağlayacak şekilde (c) noktasından (AE2) şeklini

alması sağlanmıştır.

Page 132: İsletme_Makro_iktisat

  131  

ŞEKİL 27

AE

AE=Y

AE1

B D AE2

A0 C E

0 YF Y1 Y

5.6.2) DEFLASYONİST AÇIK

Enflasyonist açıktan farklı olarak tam istihdam denge üretim düzeyinde reel üretim dü-

zeyinin harcamalardan büyük olduğu durum ise deflasyonist açığı ifade etmektedir. Aşağıdaki

şekilde (B-C) aralığını ifade eden bu durumda para politikası dışında kullanılabilecek maliye

politikaları ise genişletici nitelikte olmalıdır.

Page 133: İsletme_Makro_iktisat

  132  

ŞEKİL 28

AE

AE=Y

B AE

A C Deflasyonist Açık

A0

0 Y1 YF

Aşağıdaki şekilde tam istihdam denge reel milli gelir seviyesine ulaşmak için gerçekleş-

tirilen genişletici maliye politikasını sonuçları görülmektedir. Daha önce belirtilen (B-C) ka-

darlık üretim ve tüketim arasındaki fark kamunun otonom harcamalar kapsamındaki araçlarını

kullanmak suretiyle giderilmektedir. Şekil üzerinde de görüleceği gibi genişletici maliye poli-

tikası araçları ile toplam harcama eğrisinin konumu değiştirilerek deflasyonist açık ortadan

kaldırılmakta ve ekonomi tam istihdam reel milli gelir seviyesine ulaştırılmaktadır.

Page 134: İsletme_Makro_iktisat

  133  

ŞEKİL 29

AE

AE=Y AE2

B AE1

A C

A0

0 Y1 YF

Benzer bir durum aşağıdaki şekil için de geçerlidir. Deflasyonist açığı temsil eden Y1

üretim düzeyi gelir vergisi oranları azaltılarak toplam harcamaların uyarılması şeklinde orta-

dan kaldırılmıştır. Marjinal vergi haddi ile ifade (t) edilen gelir vergisinin değişmesi toplam

harcama eğrisinin eğimini değiştireceğinden şekildeki gösterimde de azalan vergi oranı top-

lam harcama eğrisi daha dik hale gelmesini sağlamış ve ekonomi tam istihdam reel milli gelir

seviyesine ulaşmıştır.

Page 135: İsletme_Makro_iktisat

  134  

ŞEKİL 30

AE

AE=Y AE2

B AE1

A C

A0

0 Y1 YF

1) IS-LM ANALİZİ

1960’ların ortalarına kadar makro ekonomi politikalarına damgasını vuran Keynesyen

İktisat yalnız Keynes’in 1936 yılında yazdığı meşhur Genel Teori’den oluşmamaktadır. Bir-

çok iktisatçının da Keynesyen iktisat olarak ifade edilen bu disipline katkıları söz konusudur.

Bu bölümde ele alınacak IS-LM modeli bu katkıların en fazla olduğu alanlardan birisidir. Bu

analiz bizzat birçok Keynesyen iktisatçının yoğun eleştirisine sebep olmuştur. Bir diğer ifade

ile John Hicks tarafından başlatılıp Franco Modigliani tarafından geliştirilen ve 1950’li

yıllarda Alvin Hansen tarafından popülerleştirilen IS-LM modeli birçok Keynesyen için Key-

nesyen iktisat değildir. IS-LM modelinin Keynes’in orijinal fikirlerinden büyük sapmaları

ifade ettiği öne sürülse de günümüzde özellikle ders kitaplarında Keynesyen iktisat an-

latılırken yaygın biçimde kullanılmaktadır. Biz de konuyla ilgili tartışmalara girmeden bundan

sonraki kısımlarda bu model tanıtmaya çalışacağız.

6.1) IS-LM MODELİN VARSAYIMLARI

Page 136: İsletme_Makro_iktisat

  135  

1) Bu model, kapalı bir ekonomi varsayımından hareketle oluşturulmuştur.

2) Modele fiyatlar genel seviyesi dahil edilmemiştir. Daha sonraki kısımlarda bu

varsayım kaldırılarak Keynesyen modelin tanıtılacağı kısım, AS-AD analizi olacaktır.

3) Modelde yatırım harcamaları önceki modellerden farklı olarak içsel olarak be-

lirlenmektedir.

4) Modele para piyasası da dahil edilmiştir. Dolayısıyla faiz haddi de IS-LM ana-

lizi çerçevesinde içsel olarak oluşturulacaktır.

IS-LM analizini daha önce ele alınan Model I ve Model II’de oluşturduğumuz yapı üze-

rine burada sadece bazı ufak ilavelerle oluşturabiliriz. Kaldı ki daha önceki modellerde mal

piyasasındaki denge durumunu detaylı bir şekilde ele almıştık. Burada mal piyasasındaki den-

ge durumunu ifade eden IS doğrusuna ulaşabilmek için tek eksiğimiz daha önce otonom kabul

ettiğimiz yatırım harcamalarını otonom olmaktan çıkarıp içsel bir değişken olarak ele almak

olacaktır. LM doğrusunu türetmek için ise reel para talebini incelememiz gerekmektedir.

6.2) YATIRIM FONKSİYONU

IS-LM modeli çerçevesinde yatırımı belirleyen unsur faiz haddidir. Yatırımın faizle ters

yönlü bir ilişkiye sahip olduğu kabul edilen IS-LM modelinde yatırımlar otonom ve faize

bağlı olarak değişen iki kısımdan oluşmaktadır. IS-LM modelinde yatırım fonksiyonu

aşağıdaki eşitlikle ifade edilebilinir;

I=I0-bi b˃0

Yukarıdaki eşitlikte I terimi yatırım harcamalarını ifade etmektedir. I0 terimi ise otonom

yatırımları göstermekte olup, faizden bağımsız olarak yatırım harcamaları üzerinde etki yap-

maktadır. Uyarılmış yatırımları ifade eden (bi) terimleri içerisindeki (i) terimi faiz haddini

Page 137: İsletme_Makro_iktisat

  136  

gösterirken (b) katsayısı yatırımların faize duyarlılığını ifade etmektedir. Bir diğer ifade ile

örneğin, eşit otonom yatırıma sahip iki ülkede faizlerdeki eşit ölçüdeki bir azalmanın

yatırımlar üzerindeki etkisini bu ülkelerdeki yatırımların faizdeki azalmaya nasıl tepki göste-

receklerine bağlıdır. Bunu belirleyen ise yatırımların faize duyarlılığıdır. Kısaca yatırımların

faize duyarlılığı faizdeki bir birimlik değişme karşısında yatırımların ne kadar değişeceğini

göstermektedir (b=ΔI/Δi).

Aşağıdaki şekil yukarıda açıkladığımız yatırım fonksiyonunu göstermektedir.

ŞEKİL 31

i I0

I=I0-bi

i2 B

i1 A

y x 0 I1 I2 I0 I

Yukarıdaki şekil de görüleceği gibi faiz haddi sıfır da olsa I0 miktarında bir yatırım söz

konusudur. Yukarıdaki anlatımlarda otonom yatırımlar için yatırımların faizden bağımsız olan

kısmı ifadesi kullanılmıştı. Burada da görüleceği gibi ekonomide I0 kadar bir yatırım söz ko-

nusudur. Ancak faiz haddi ile birlikte değerlendirildiğinde her bir faiz artışı toplam yatırım

miktarını azaltıcı bir etki yapmaktadır. Bu etkinin azaltıcı yönde olması tanım gereğidir. Nite-

kim yatırımlarla faiz haddi arasında ters yönde bir ilişkinin olduğu durumu kabul edilmekte-

dir. Ancak faizlerdeki her bir artışın yatırımları ne kadar etkileyeceğini belirleyen unsur

Page 138: İsletme_Makro_iktisat

  137  

yatırımların faize duyarlılığı paremetresidir. Bir diğer ifadeyle yukarıdaki şeklin eğimini

belirleyen yatırımların faize duyarlılığıdır (b). Yukarıdaki gösterime göre faizlerdeki bir birim

artmanın faizler üzerindeki etkisi, yani b=ΔI/Δi formülüne göre oluşacak değer (x) ise yatırım

eşitliği ile birlikte değerlendirildiğinde otonom yatırımlardan çıkarılacak değeri ifade edecek-

tir (I=I0-bi, I=I0-x). Dolayısıyla bu faiz haddinde yatırım miktarı (I0-x) kadar olacaktır. Faizle-

rin i2 seviyesine yükselmesi durumunda ise bu miktar (I0-y) kadardır.

Yatırımların faize duyarlılığının yatırım miktarı üzerindeki etkisini daha detaylı

açıklayabilmek için aşağıdaki şekilde farklı eğimlerde (farklı yatırımın faize duyarlılığı) doğ-

rusuna sahip iki örnek durumu ele alalım.

ŞEKİL 32

i I0

I2=I0-b2i

I1=I0-b1i

i1 A B

Page 139: İsletme_Makro_iktisat

  138  

0 I1 I2 I0 I

Yukarıdaki şekilde iki farklı yatırımım faize duyarlılığına sahip yatırım fonksiyonu söz

konusudur. Bunlardan daha yatık olan I1 yatırım fonksiyonunda faizdeki artış (şekildeki gös-

terimde sıfır faiz seviyesinden i1 seviyesine) yatırımların I1 seviyesinde oluşmasını sağlamıştır.

Bir diğer ifadeyle faizin etkisi söz konusu değilken, (yani faiz sıfırken) otonom yatırımların

toplam yatırım miktarını belirlediği bir durumdan (I=I0-bi, I=I0-b*0, I=I0) I1 seviyesine geri-

lemiştir. Bunu sağlayan ise bir birim faiz değişiminin ne kadar yatırım değişmesine yol

açtığını gösteren yatırımın faize duyarlılığıdır (b). Bir diğer yatırımın faize duyarlılığı kat-

sayısında ise bu değişme daha az miktarda gerçekleşmiştir. Bu durumda ortaya çıkan sonuç,

yatırımın faize duyarlılığı ne kadar büyükse her bir alternatif faiz haddindeki yatırım miktarı

da o kadar küçük olacaktır (b1˃b2).

Keynesyen iktisatta istikrarsız bir büyüklük olarak görülen yatırım harcamalarında bu

istikrarsızlığın en önemli nedenlerinden birisi otonom yatırımlardır. Nitekim otonom

yatırımların artıp azalması yatırım doğrusunun konumunu belirlemektedir.

ŞEKİL 33

i I01 I02

I2=I02-bi

I1=I01-bi

Δ I

Page 140: İsletme_Makro_iktisat

  139  

0 I01 I02 I

Şekilde farklı otonom yatırım düzeylerine sahip iki yatırım fonksiyonu verilmiştir. Bun-

lardan I1 şeklinde verilmiş olan yatırım fonksiyonunda otonom yatırım düzeyi I01 kadardır. I2

yatırım fonksiyonunda ise otonom yatırım miktarının I02 kadardır. Şekilde görüldüğü gibi

otonom yatırımların artmasıyla yatırım doğrusu sağa doğru kaymakta ve yatırım miktarı oto-

nom yatırımlardaki artış miktarı kadar artmaktadır.

6.3) IS EĞRİSİNİN OLUŞUMU

Yatırım fonksiyonun elde edilmesinden sonra Model II’de elde ettiğimiz toplam harca-

ma denklemini yeniden hatırlayalım. Burada elde ettiğimiz toplam harcama denklemi

aşağıdaki gibi idi:

AE= C0+cY+cTR0-cT0-ctY +I0+G0, A0= cTR0-cT0+I0+G0

AE= A0+cY-ctY

AE= A0+c(1-t)Y

Burada mevcut bilgilerimize bir ilave söz konusudur. Bu da yukarıda anlatılan yatırım

fonksiyonudur. Dikkat edilecek olursa yukarıdaki eşitlikte yatırım harcamaları otonomdur.

Oysa şimdi oluşturacağımız IS-LM modelinde bu durumu ortadan kaldırdık ve yatırımları

sadece otonom olarak değil faize bağlıda değiştiğini ifade ettik (I=I0-bi). Bu durumda toplam

harcama denklemimiz aşağıdaki şekli alacaktır.

AE= C0+cY+cTR0-cT0-ctY +I0-bi+G0, A0= cTR0-cT0+I0+G0

AE= A0-bi+cY-ctY

AE= A0-bi +c(1-t)Y

Page 141: İsletme_Makro_iktisat

  140  

Şimdi artık yukarıdaki ilişkiye dayalı olarak mal piyasasındaki dengenin faiz ve gelir ile

ilişkisini ele alabiliriz;

ŞEKİL 34

AE Y=AE

B A0-bi2+ c(1-t)Y

A0-bi1+ c(1-t)Y

A0-bi2 A

Page 142: İsletme_Makro_iktisat

  141  

A0-bi1

450

0 Y1 Y2 Y

i

i1 A

i2 B

IS 0 Y1 Y2 Y

Daha önceki ele aldığımız durumlarda görmüş olduğumuz durum toplam harcama doğ-

rusunun konumunun otonom harcama kalemindeki artış ve azalışla değişeceği idi. Nitekim bu

doğrunun eğimi marjinal tüketim eğilimi ve marjinal vergi haddi tarafından belirlenmekte idi.

Burada karşımıza çıkan ilk durum artık konumu belirleyen sadece otonom harcamaların ol-

mamasıdır (A0-bi). Yatırım harcamaları incelenirken görülmüştü ki faiz haddinin sıfır olduğu

bir durumda yatırımları tek belirleyen otonom harcamalar iken otonom yatırım miktarı faizle-

rin her bir artışında yatırımın faize duyarlılığı katsayısı ile faiz seviyesiyle çarpımı kadar

azalmakta idi (I=I0-bi).

Bu durumun bize gösterdiği durum faizler genel seviyesi arttıkça otonom harcamaların

azalacağıdır. Çünkü hatırlanacağı üzere bu büyüklük içerisinde otonom yatırımlarda söz ko-

nusudur (A0= cTR0-cT0+I0+G0). Nitekim yukarıdaki temsili gösterimde de faizlerin i1 seviye-

sinden i2 seviyesine yükselmesiyle toplam harcama doğrusunun konumu değişmiştir. Bu du-

Page 143: İsletme_Makro_iktisat

  142  

rumun arkasındaki iktisadi mantık ise faiz miktarı yükseldiğinde artan maliyetlerin daha az

yatırım yapmayı gerektirmesidir.

Bizim IS eğrisini oluştururken aradığımız mal piyasasındaki dengeyi oluşturan nokta-

ların da tespit edilmesidir. Bu 450’lik bir doğru yardımıyla anlaşılmaktadır. 450’lik doğru üze-

rindeki her bir noktada milli gelir ile toplam harcamalar birbirine eşit olduğu açıktır. Bu du-

rumda toplam harcama doğrusu üzerindeki A ve B noktalarında da toplam harcama ile gelir

birbirine eşittir.

Şekilde bu eşitliklere karşılık gelen gelir düzeyleri Y1 ve Y2 dir. Bir diğer ifade ile faiz

haddi i1 ve gelir düzeyi Y1 iken ve faiz haddi i2 ve gelir düzeyi Y2 iken mal piyasası dengede-

dir. Toplam harcama doğrusu üzerinde bu iki noktanın dışındaki hiçbir noktada eşitlik söz

konusu değildir.

Şimdi elimizde hangi faiz ve hangi gelir düzeylerinde mal piyasasının harcama ve geli-

rin eşit olduğunu gösteren veriler mevcuttur. Aşağıdaki şekilde bunu göstermektedir. Çeşitli

faiz haddi ve hasıla düzeylerinde mal piyasasındaki dengeyi gösteren noktaların geometrik

yerleri IS doğrusunu vermektedir. Bu doğru üzerindeki her bir noktada mal piyasası dengede

olacaktır. Bir diğer ifade ile IS doğrusu üzerinde ki noktalar dışındaki noktalarda mal piya-

sasında arz veya talep fazlası söz konusu olacaktır. Bu durum aşağıdaki şekil yardımıyla gös-

terilebilinir.

ŞEKİL 35

AE Y=AE

(A) MAL TALEP FAZLASI

B A0-bi2+ c(1-t)Y

C A0-bi1+ c(1-t)Y

A0-bi2 A D

Page 144: İsletme_Makro_iktisat

  143  

A0-bi1

MAL TALEP FAZLASI 450

0 Y1 Y2 Y

Yukarıdaki şekilde mal piyasasının denge durumunu gösteren A ve B noktalarının yanı

sıra denge dışı durumları ifade eden C ve D noktaları ifade edilmiştir. C ve D noktaların se-

çilmesinin sebebi, bu noktalardaki faiz oranı ve gelir düzeylerinin görülebilecek olmasıdır.

Önce (C) noktasından başlayalım. Bu nokta 450’lik doğru üzerinde yer almamaktadır.

Bu durumda mal piyasasında eşitliği temsil eden bir nokta değildir. Bu noktanın bir başka

özelliği de bu noktada toplam harcamaların gelirden büyük olmasıdır (AE˃Y). Bir diğer ifade

ile (C) noktasında mal talep fazlası söz konusudur.

(D) noktası da 450’lik doğru üzerinde yer almamaktadır. Bu durumda bu noktada da mal

piyasasında bir eşitsizlik durumu söz konusu olacaktır. Bu noktada ise gelir toplam harcama-

lardan büyüktür. Dolayısıyla bir mal arz fazlası durumu söz konusu olacaktır.

Kısaca i2 faiz haddi ve Y1 gelir düzeyinin deki (C) noktasında mal talep fazlası varken,

i1 faiz haddi ve Y2 gelir düzeyinin deki (D) noktasında mal arz fazlası söz konusudur. Şimdi

bu noktaların IS denklemindeki karşılıklarının nereler olduğunu bulalım.

ŞEKİL 36

i

(B)

i1 A D MAL ARZ FAZLASI

Page 145: İsletme_Makro_iktisat

  144  

i2 C B

MAL TALEP FAZLASI IS 0 Y1 Y2 Y

Yukarıdaki IS eğrisinde daha önce belirlemiş olduğumuz (C) ve (D) noktaları gösteril-

miştir. IS doğrusu üzerinde her bir noktada mal piyasası dengede iken bu noktalarda mal arz

ve talep fazlaları söz konusudur. Bu durumda matematiksel olarak mal arz ve talep fazlası

durumu söz konusu olduğunda dengeye gelinmesi için ya faizlerin değişmesi gerekecek ya da

gelirin değişmesi gerekecektir. Ancak daha önceki konularda da değinildiği gibi mal piya-

sasındaki denge gelirdeki artış ve azalışlarla sağlanacaktır. Bir diğer ifade mal piyasasında bir

dengesizlik olması durumunda firmalar üretim miktarını arttırıp azaltarak dengenin oluş-

masını sağlarlar. Örneğin ekonomideki toplam harcamaların üretimden fazla olması duru-

munda (mal talep fazlası) firmalar üretimlerini arttırarak bu durumu ortadan kaldırmaya

çalışacaklardır. Tersi bir durumda ise firmaların üretimleri azalacaktır. Sonuç olarak ele

aldığımız noktalarda;

C noktası Mal Talep Fazlası (AE˃Y) ve Y↑

D noktası Mal Arz Fazlası (AE˂Y) ve Y↓

(IS modelinde denge hemen anında (instantaneously) gerçekleşmektedir. Milli gelir ve

harcama (AE=Y) eşitliği statik (durağan) olarak tanımlanmıştır ve statik modellerin içerisinde

zaman değişkeni (time variable) yer almadığı için denge hemen anında gerçekleşmektedir).

6.4) IS DOĞRUSUNUN KONUMU

IS eğrisini oluştururken toplam harcama eğrisinin konumunun (A0) teriminin içinde yer

alan değişkenlerin belirlediğine değinmiştik. Nitekim IS eğrisi de bu değişkenlerden birisi

olan faizlerdeki değişim sonucunda elde edilmişti. Şimdiye kadar elde ettiğimiz bilgiler bize

IS doğrusunun belirli bir faiz haddi ile üretim miktarında mal piyasasının dengede olduğu

Page 146: İsletme_Makro_iktisat

  145  

noktalardan oluştuğunu göstermektedir. Şimdi ise bu faiz haddi değişmeden otonom harcama-

lar değişirse toplam harcama ve gelir arasındaki ilişkinin nasıl şekilleneceğini inceleyeceğiz.

Aşağıdaki şekilde belirli bir faiz haddinde otonom harcamaların değişmesi durumunda IS eğ-

risinin nasıl şekilleneceğini göstermektedir.

ŞEKİL 37

AE Y=AE

(A)

B A02-bi1+ c(1-t)Y

A01-bi1+ c(1-t)Y

A02-bi1 A

A01-bi1

Page 147: İsletme_Makro_iktisat

  146  

450

0 Y1 Y2 Y

i

(B)

i1 A B

IS1 IS2

0 Y1 Y2 Y

Şeklin (A) panelinde bi1 faiz haddinde ve Y1 gelir düzeyinde toplam harcama ve gelirin

(A) noktasında oluştuğu görülmektedir. Bu durumda şeklin (B) panelinde gösterilen IS doğru-

sunun da i1 ve Y1 noktalarının kesiştiği yerden geçeceği açıktır. IS doğrusunu oluştururken

bildiğimiz bir diğer durum ise gelir ile faiz arasında ters yönlü bir ilişkinin olduğudur. Sonuç

olarak belirli bir eğimdeki (eğim konusuna daha sonra değinilecektir) IS doğrusu (A) nok-

tasından geçecektir.

Şimdi otonom harcamaların arttığı varsayımında bulunalım. Bu durumda ise yine i1 faiz

haddinde mal piyasasındaki yeni denge (B) noktasında sağlanmaktadır. Bu noktadaki gelir

düzeyinin ise Y2 olduğu görülmektedir. Şeklin (B) panelinde ise bu faiz ve gelir düzeylerine

karşılık gelen nokta mal piyasasındaki dengeyi göstermektedir. Bu durumda buradan da geçe-

cek bir IS doğrusu olmak zorundadır.

Sonuç olarak (A0) terimi ile ifade edilen otonom harcamalar değişince IS eğrisinin ko-

numu da değişmektedir.

Page 148: İsletme_Makro_iktisat

  147  

IS doğrunun denklemi ise mal piyasasında dengenin sağlandığı durumun ifade edilme-

siyle elde edilebilinecektir.

SONUÇ:

Otomatik stabilizatörler ise, otonom harcamalardan kaynaklanan bu dalgalanma-

ların etkilerini hafifleten mekanizmalardır. Kurulan model gereği para politikasının

olmaması nedeniyle enflasyonist ve deflasyonist açığı ortadan kaldırmak ve tam istih-

dam denge seviyesine ulaşmak için eldeki tek araç genişletici ve daraltıcı maliye politika-

larıdır. IS-LM analizinde, mal piyasası dengesini gösteren IS eğrisinin sağında mal arz

fazlası, solunda ise mal talep fazlası söz konusudur. Bu eğrinin konumu otonom harca-

malar tarafından belirlenmektedir.  

 

KONUYA İLİŞKİN SORU ÖRNEKLERİ

1)Belirli bir gelir düzeyinde para arzının azalması durumunda;

a)LM eğrisi sağa doğru kayar ve faizler düşer.

b)LM eğrisi sola doğru kayar ve faizler düşer.

c)LM eğrisi sağa doğru kayar ve faizler yükselir.

d)LM eğrisi sola doğru kayar ve faizler sabit kalır.

e)LM eğrisi sola doğru kayar ve faizler yükselir.

2)Aşağıdakilerden hangisi IS-LM varsayımlarından hareketle oluşturulacak top-

lam harcama denklemini ifade eder?

a) AE=A0-bi+c(1-t)Y

b) AE=A0+bi+c(1-t)Y

Page 149: İsletme_Makro_iktisat

  148  

c) AE=A0-bi-c(1-t)Y

d) AE=A0+bi-c(1-t)Y

e) AE=A0-bi+c(1+t)Y

3) IS’in konumunun değişmesi için aşağıdakilerden hangisi gerçekleşir?

a)Otonom harcamaların ve faizlerin değişmesi gerekir.

b)Yalnız otonom harcamaların değişmesi gerekir.

c)Yalnız faizlerin değişmesi gerekir.

d)LM’ deki faizlere bağlı olarak faizlerin değişmesi gerekir.

e)Yukarıdakilerin hepsi

4 IS doğrusu için aşağıdakilerden hangisi söylenemez?

a) IS doğrusu üzerindeki her bir noktada toplam harcama gelire eşittir.

b) IS doğrusunun solunda mal talep fazlası vardır.

c) IS doğrusunun sağında mal arz fazlası vardır.

d) IS doğrusunun konumunu otonom harcamalar belirler.

e) IS doğrusunun eğimini para talebinin faize duyarlılığı belirler.

Cevap anahtarı 1e-2a-3b-4e

Yararlanılan Kaynaklar

Heilbroner R.L.; İktisadi Sorun II., Makro İktisat, (Çeviren: D.Demirgil), Çağlayan Ki-

tabevi, İstanbul, 1974

Paya M.; Makro İktisat, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2001

Page 150: İsletme_Makro_iktisat

  149  

Pentecost E.; Macroeconomics, Mac Millan, London, 2000

Phelps E.S.; Seven Schools of Macroeconomic, The Arne Ryde Memorial Series, Clar-

endon Press, Oxford, 1990

Savaş V.; Keynesyen İktisat Yıkılırken, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1986

Savaş V.; Politik İktisat, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1994

Shaw G.K.; Keynesian Economics: The Permanent Revolution, Edward Elgar, Alders

hot, 1998

Snowdown B., Howard R.V.; Reflections on the Development of Modern Macroeco-

nomics, Edward Elgar Publishing Co. Cheltenham, 1997

Snowdown B., Vane B., Wynarczyk P.; A Modern Guide to Macroeconomics, An Intro-

duction to Competing School of Thought, Edward Elgar Publishing Limited, Cambridge, 1994

Tunca Z.; Makro İktisat, Filiz Kitapevi, İstanbul, 1997

Ünsal E.; Makro İktisat, İmaj Yayıncılık, Ankara, 2000

Yetkiner H.; Sorularla Makro İktisat, Efil Yayınevi, Ankara, 2010

Page 151: İsletme_Makro_iktisat

  150  

Makro İktisat

8.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü

8.KISIM

6.5) IS DOĞRUSUNUN MATEMATİKSEL GÖSTERİMİ…147

6.6) IS DOĞRUSUNUN EĞİMİ ………………………………..148

6.7) LM EĞRİSİ VE PARA PİYASASI………………………..149

6.7.1)İHTİYAT VE İŞLEM NEDENİYLE PARA

TALEBİ………………………………………………………………………….150

6.7.2) SPEKÜLASYON NEDENİYLE PARA

TALEBİ…………………………………………………………………151

6.8) TOPLAM PARA TALEBİ ……………………………….154

6.9) PARA ve TAHVİL TALEBİNİN KARŞILIKLI İLİŞKİSİ VE PARA PİYASASI

DENGESİ ……………………………………..155

6.10) LM EĞRİSİNİN TÜRETİMESİ………………………..158

6.11) LM EĞRİSİNİN ÖZELLİKLERİ………………………161

ÖZET:

Keynesyen Sistemin analiz edilebilmesi için IS eğrisinin eğiminin belirlenmesi ge-

rekecektir. Para piyasasının denge durumunu ifade eden LM eğrisinin analizinde ise,

para talebinin sebeplerinin ele alınması gerekmektedir. LM eğrisinin oluşturulmasının

ardından, bu eğrinin eğimi ve konumu da belirlenmelidir.

6.5) IS EĞRİSİNİN MATEMATİKSEL GÖSTERİMİ

Yukarıda toplam harcama doğrusunun denkleminin aşağıdaki gibi ifade edilebileceğini

görmüştük;

AE= A0-bi +c(1-t)Y, A0= C0+cTR0-cT0+I0+G0

Page 152: İsletme_Makro_iktisat

  151  

Mal piyasasında denge koşulu ise Y=AE eşitliğinin sağlanması durumunda gerçekleşe-

ceğinden toplam harcama (AE) yerine gelir (Y) büyüklüğünü yerleştirebiliriz:

Y= A0-bi +c(1-t)Y, A0= C0+cTR0-cT0+I0+G0

Y- c(1-t)Y= A0-bi

Y [1-c(1-t)] = A0-bi

Y=1/[1-c(1-t)]*A0-bi

Yukarıdaki eşitlik IS denklemi olarak ifade edilmektedir. Bu eşitlik içerisinde yer alan

1/[1-c(1-t)] terimi çarpan katsayısını göstermektedir. Bu katsayının yerine gösterimi kolay-

laştırmak amacıyla em (harcama çarpanı, expenditure multiplier) terimi kullanılacaktır. Bu

durumda IS denklemi aşağıdaki eşitlikle ifade edilebilinir.

Y= em (A0-bi) , em=1/[1-c(1-t)]

Yukarıdaki denklemin gösterdiği durumlardan birisi de IS’in eğiminin em terimine bağlı

olarak değiştiğidir.

6.6) IS DOĞRUSUNUN EĞİMİ

Şimdi ise gerek faiz haddini gerekse de otonom harcamaları değiştirmeden oluşturulan

bir IS doğrusunda tek değişikliğin yatırımın faize duyarlılığı (bi) ve harcama çarpanı (em )

olduğunu varsayalım. Bu durumda elde edeceğimiz şekil aşağıdaki gibi olacaktır.

ŞEKİL 38

i

(B)

i1 A B

IS2(em2,b2)

IS1 (em1,b1)

0 Y1 Y2 Y

Şekilde de görüleceği gibi daha yatık olan IS doğrusunda belirli bir faiz haddinde oluşan

gelir daha fazladır. Bu duruma neyin sebep olduğunu IS denklemini yeniden değerlendirerek

anlayabiliriz.

Y= em (A0-bi) IS denklemi

Page 153: İsletme_Makro_iktisat

  152  

Denklemde de görüleceği gibi harcama çarpanı (em) ne kadar büyükse belirli bir faiz

haddinde gelir daha fazla olacaktır. Bir diğer ifadeyle IS eğrisi daha yatık olacaktır. Bundan

farklı olarak yatırımın faize duyarlılığı ise ne kadar büyükse milli gelir düzeyi daha düşük

olacaktır. Şekil itibarıyla ise IS eğrisi daha dik olacaktır.

Dolayısıyla buradan elde edeceğimiz sonuç IS doğrusunun eğiminin harcama çarpanı ve

yatırımın faize duyarlılığına bağlı olduğu ve harcama çarpanı ne kadar büyük ve yatırımın

faize duyarlılığı ne kadar küçük olursa IS eğrisi o kadar yatık olacağı ve belirli bir faiz düze-

yinde gelir düzeyinin o kadar fazla olacağıdır:

(em2 ˃em1) ,(b1˃b2)

6.7) LM EĞRİSİ VE PARA PİYASASI

Bir ekonomide reel aktiflerin yanı sıra para, tahvil ve hisse senetlerinden oluşan finansal

aktifler de söz konusudur. Kişiler servetleriyle çeşitli reel aktiflere sahip olurlarken, finansal

servetlere de yönelirler. Bir diğer ifadeyle kişilerin para tahvil ve hisse senetlerinden oluşan

portföyleri vardır. Bu finansal portföy içerisinde para dışındaki diğer varlıkların bir getirisi

varken paranın ise bir getirisi yoktur. Bu durumda kişilerin nakit ve/veya vadesiz mevduat-

larında harcanabilir şekilde tuttukları para miktarına para talebi dendiğine göre, kişiler neden

para talep ederler?

Keynesyen sistemde bu soruya verilecek cevap ile para piyasasındaki işleyiş mekaniz-

ması çözümlenebilirken para arz ve talebinin eşitlendiği noktaları ifade eden LM doğrusuna

da ulaşılabilinir.

Burada belirtilmesi gereken noktalardan birisi Keynesyen para piyasası ele alınırken fi-

nansal piyasanın yalnız para ve tahvilden (bond) oluştuğu varsayılmaktadır. Ayrıca faizlerin

belirleneceği bu piyasada paranın faizi belirlemekteki gücü aslında tahvil piyasasından kay-

naklanmaktadır. Dolayısıyla para piyasasını temsil eden LM doğrusu incelenirken aslında bir

başka piyasa olan tahvil piyasası da (bond market) analiz edilmektedir.

Keynesyen sisteme göre kişiler üç sebeple para talep etmektedirler. Bunlar;

1)İhtiyat nedeniyle

2)İşlem nedeniyle

3)Spekülasyon nedeniyle

6.7.1) İHTİYAT VE İŞLEM NEDENİYLE PARA TALEBİ

Yukarıda ifade edilen ilk sıradaki para talebi geleceğin belirsizliği ile ilişkilidir. Ortaya

çıkabilecek planlanmayan durumlara karşı kişiler yanlarında para bulundurmak isterler. Kuş-

kusuz bu saikle para talep edilmesinin kişilerin gelirleriyle kuvvetli bir ilişkisi vardır. Do-

layısıyla ihtiyat nedeniyle para talebi milli gelirin bir fonksiyonu olarak kabul edilmektedir.

Page 154: İsletme_Makro_iktisat

  153  

İkinci sıradaki işlem nedeniyle para talebinin nedeni ise parasal gelirin elde edilmesi (ayda

veya haftada) bir günü ifade etmesine karşın harcamanın sürekli olmasıdır. Bu durum firmalar

içinde söz konusudur. Kazançlar ve harcamalar çoğu kez eşanlı yürümemektedirler. Gerek

kişiler gerekse de firmalar için işlem nedeniyle para talebi gelir düzeyine olduğu kadar ödeme

alışkanlıkları, bankacılık sisteminin gelişmişlik düzeyi faktörlerine de bağlıdır. Ancak Key-

nes’e göre gelir düzeyi dışındaki faktörlerin kısa dönemde sabit olduğu kabul edilir. Do-

layısıyla gerek işlem gerekse de ihtiyat saikiyle para talebi gelirin bir fonksiyonudur. İşlem ve

muamele nedeniyle para talebinin faizle ilişkisi aşağıdaki şekilde gösterilmektedir.

ŞEKİL 39

i L1(Y1) L2(Y2)

i1

0 L1 L2 L

Yukarıdaki şekilde görüleceği gibi ihtiyat ve muamele saikiyle para talebi faizden

bağımsızdır. Gelir düzeyi (Y1) seviyesindeyken L1 kadarlık para talebi söz konusu iken, geli-

rin artması ile (Y2) talep edilen para miktarı da artmaktadır.

6.7.2) SPEKÜLASYON NEDENİYLE PARA TALEBİ

Spekülasyon nedeniyle para talebi ise faizin bir fonksiyonu olarak görülmektedir. Bu

şekilde oluşan para talebi Keynesyen modelin en çarpıcı tarafı olduğu açıktır. Çünkü bu şekil-

de para ve mal piyasaları belirli bir etkileşim içerisinde birlikte hareket edebilmektedir. Bura-

da çapıcı olan bir diğer durum faiz getirmeyen bir finansal aktifin (para) faiz oranını belirle-

mesidir. Keynesyen sistemde bu durumun oluşması tahvil piyasası ile gerçekleşmektedir. Bir

diğer ifade ile tahvile olan talep para talebini belirlemektedir.

Page 155: İsletme_Makro_iktisat

  154  

Keynesyen sistemde kişilerin mali servetlerini para ya da tahvil olarak tuttukları var-

sayılmaktadır. Tahvil ise, aynı zamanda, piyasada alınıp satılabilen bir finansal varlıktır. Fi-

nansal piyasada satılan bu tahvilin fiyatı ile faizler arasında ters yönlü bir ilişki söz konusu-

dur. Dolayısıyla faizler düştüğü zaman tahvil fiyatları yükselecektir. Piyasadaki tüm aktörle-

rin ise “normal” olarak belirledikleri bir faiz haddi söz konusudur. Faiz bu kişilere göre “nor-

mal” olarak belirlenen seviyenin altına düştüğünde tahvil almak rasyonel olmayacaktır. Çün-

kü faiz “normal” seviyeye geldiğinde, yani yükseldiğinde eldeki tahvil fiyatı da düşecek ve

bir sermaye kaybı söz konusu olacaktır.

Durumun açıklığa kavuşturulması için tahvil (konsol) üzerinde biraz durmak gerekmek-

tedir. Tahvil finansal kaynak temini için devletin ya da özel şirketlerin çıkarttıkları bir senet-

tir. Tahvillerin satılma prensibi ise “ıskonto”(discount) esasına dayanmaktadır. Bir diğer ifade

ile borç alan kişi tahvili alıcıya eksik bir ödemeyle satar ve vade sonunda tahvili alan kişi tah-

vilin nominal değerini tahvil çıkarandan geri alır. Örneğin, 1000 TL nominal değerli bir tahvi-

le, tahvili alan kişi veya kurum 900TL ödemiştir. Dönem sonunda tahvili alan kişi 1000TLsini

geri aldığında ise 100TL kazanmış olacaktır.

Şimdi tahville ve paranın para talebiyle olan ilişkisini bir örnekle açıklayalım. Diyelim

ki, 1000TL nominal değerli bir tahvil vardır. Bu tahvilin fiyatı 900TL ıskonto değerli olarak

satılmış ise aslında kişinin elde edeceği faiz %11,1dir ((1000-900)/90=%11,1). Şimdi bu tah-

vilin fiyatının piyasadaki arz talep ilişkilerine göre oluşmuş fiyatının) 950TL olduğunu varsa-

yalım. Bir diğer ifadeyle tahvili 950TL’ye alan kişi dönem sonunda tahvili borçlu kuruma

iade ettiğinde alacağı para 1000TLdir. Bu durumda 950TL’ye çıkmış tahvilin faizi %5,26’ya

düşmüş olacaktır ((1000-950)/950=%5,26). Bir başka örneği de tahvilin fiyatının 800TL’ye

düşmesi durumdan verelim. Bu durumda ise kişinin faiz kazancı %25 olacaktır ((1000-

800)/800=%25).

Aynı durumun bir başka boyutu da yeni çıkacak tahvilin ne kadardan ıskonto edileceği

olacaktır. Yeni çıkacak tahvil, örneğin, 800 TL’den çıkar ise 950TL’ye tahvil alan kişi hem

faiz hem de sermaye kaybına uğrayacaktır. Aynı şekilde 700TL olursa da 800TL’ye tahvil

alan kişi hem faiz hem de sermaye kaybına uğrayacaktır.

Yukarıdaki örnekler göstermektedir ki tahvil fiyatı ile faiz arasında ters yönlü bir ilişki

söz konusudur. Burada ise başka bir durum ortaya çıkmaktadır. Verilen örneklerde tahvil 950

TL de olsa 800 TL’de olsa birileri alıp satmaktadır. Dolayısıyla alış veriş içerisinde olan kişi-

lerin beklentileri farklıdır. Bu durumda kişilerin “normal” kabul ettikleri bir faiz haddi söz

konusudur. Faiz bu seviyenin altına düştüğünde kişilerde faizlerin yeniden yükseleceği bek-

Page 156: İsletme_Makro_iktisat

  155  

lentisi hakim olacağından finansal servetlerini tahvil olarak değil para olarak tutacaklardır. Bu

durum aşağıdaki şekilde gösterilmiştir.

ŞEKİL 40

i

LİKİDİTE TUZAĞI

ilt

Md

Yukarıdaki şekil para talebi eğrisini ifade etmektedir. Görüldüğü gibi faiz haddi düştü-

ğünde yeniden yükseleceği beklentisinde olanlar faiz ve sermaye kaybına uğramamak için

finansal servetlerini tahvil olarak değil para olarak tutmaktadırlar. Likidite tuzağı ile ifade

edilen nokta ise piyasadaki tüm kişilerin hepsinde faizlerin düşebileceği en son nokta olarak

gördükleri bir sınırın olduğunu ve faizlerin yeniden yükselmesini beklemelerinden kaynak-

lanmaktadır. Yukarıdaki örneklerden hareketle bu oran %5 ise, en son tahvil 950 TL’den alıcı

bulmuş ve %5,26’lık bir getiri elde etmeye razı olunmuştur. Ancak faizlerin daha fazla düş-

mesi beklenmiyorsa piyasadaki tüm aktörler tahvil almayacaktır ve herkes finansal aktiflerini

para olarak tutacaktır.

6.8) TOPLAM PARA TALEBİ

İhtiyat ve işlem ile spekülasyon nedeniyle para talebinin oluşturduğu toplam para talebi

Keynesyen modelin işleyişinde hayati bir öneme haizdir. Nitekim bu şekilde para talebinin

hem gelirle hem de faizle ilişkisi kurulmuş olmaktadır. Bu şekilde ele alınan para talebi

aşağıdaki şekilde değerlendirilebilinir.

Md=f(Y+,i-)

Para talebinin gelirle ve faizle olan ilişkisi aşağıdaki eşitlikle gösterilebilinir:

Md =kY-hi

Para talebinin gelirle pozitif faizle ise negatif ilişkisi aşağıdaki şekilde gösterilmiştir.

Page 157: İsletme_Makro_iktisat

  156  

ŞEKİL 41

i

i1 L2i,m i2

L1i,m Ls1 Ls2

0 L1i,m L2i,m Lt1 Lt2 L

Likidite tuzağı durumunun ihmal edilerek gösterildiği yukarıdaki şekilde ihtiyat ve iş-

lem nedeniyle para talebi ile spekülasyon nedeniyle para talebi birlikte gösterilmiştir. Gelir

düzeyine bağlı olarak değişen ihtiyat ve işlem motifli para talebi gelirden bağımsızdır. Nite-

kim faiz haddi i1 ve i2 olduğu durumlarda L1 para talebi değişmemektedir ve i1 faiz haddinde

spekülasyon nedeniyle para talebi ise Ls kadardır. Dolayısıyla toplam para talebi ise Lt kadar

olacaktır. Gelirin artması durumunda ise ihtiyat ve işlem nedeniyle para talebi artmaktadır.

Böyle bir durumda faizlerinde düşmesi spekülasyon nedeniyle para talebini de arttıracak ve

toplam para talebi Lt2 seviyesine yükselecektir.

6.9) PARA ve TAHVİL TALEBİNİN KARŞILIKLI İLİŞKİSİ VE PARA

PİYASASI DENGESİ

Karşımızda finansal aktif olarak ele aldığımız iki değer vardır; tahvil ve para. Bir diğer

ifade ile kişiler reel servetlerini ya para ya da tahvil olarak tutmaktadır. Ancak varsayım gere-

ği servetin bir kısmının para bir kısmının da tahvil olarak tutulması söz konusu değildir. An-

cak duruma toplamda iktisadi aktörler olarak bakıldığında kişilerin reel servetlerini para veya

tahvil olarak tuttuklarını söylenebiliriz.

Reel Finansal Servet=Bd +Md , (Bd =Tahvil talebi, Md= Para talebi)

Aynı şekilde tanım gereği finansal aktif olarak sadece para ve tahvil söz konusu ise,

Page 158: İsletme_Makro_iktisat

  157  

Reel Finansal Servet=Bs +Ms , (Bd =Tahvil arzı, Md= Para arzı)

Bu durumda,

Bd +Md= Bs +Ms

Yukarıda ele alınan eşitlik gerek para piyasasındaki dengenin oluşumunda ve faizlerin

belirlenmesinin de belirleyicisidir. Durumu aşağıdaki şekil yardımıyla açıklayalım.

ŞEKİL 42

i Ms

i1 B D

i0 A

i2 C Md

0 Ms˃Md Ms=Md Ms˂Md Md,Ms

Şekilde ele alınan i0 faiz düzeyinde (A) noktasında para arz ve talebi birbirine eşittir. Bu

noktanın oluşturduğu faiz haddi denge faiz haddidir. Dengenin olmadığı durumlardan (B)

noktasını ele aldığımızda ise bu noktada para arzının para talebinden fazla olduğu görülmek-

tedir. Böyle bir durumda ne olacağını yukarıda oluşturduğumuz eşitlik yardımıyla çözümleye-

lim;

Bd +Md= Bs +Ms

Eşitliğini aşağıdaki eşitlik şekline dönüştürebiliriz.

Bd - Bs = Ms -Md

Bu durumda para arzı para talebinden büyük ise tahvil talebi de tahvil arzından büyük

olacaktır.

Ms ˃ Md ise Bd ˃ Bs

Tekrar yukarıdaki gösterime geri dönecek olursak (B-D) kadarlık bir para arz fazlası söz

konusudur. Bu durumda kişiler bir diğer finansal aktif olan tahvil piyasasına yöneleceklerdir.

Tahvil talebinin artması anlamına gelen bu süreç tahvilin fiyatının artması anlamına gelmek-

tedir. Tahvil ile faiz arasında ters yönlü bir ilişki olduğundan tahvilin fiyatı arttıkça faizi düşe-

Page 159: İsletme_Makro_iktisat

  158  

cektir. Düşen faiz ise spekülasyon nedeniyle para talebinin artmasına yol açacaktır. Bu süreç

para arz ve talebinin eşitleneceği denge faiz haddine kadar devam edecektir.

Ms ˃ Md ise Bs ˃ Bd→PB↑ →i↓ → Md↑

Tersi bir durumda ise, yani para talebinin para arzından fazla olduğu bir durumda ise (C

noktası);

Ms ˂Md ise Bd ˂Bs

Ms ˂Md ise Bd ˂Bs → PB ↓→i ↑→ Md ↓

Yukarıdaki ilişkilerde de sırasıyla izlenebileceği gibi, para talebi para arzından fazla ise,

kişiler paraya olan gereksinimlerini tahvil piyasasına yönelerek çözmeye çalışacaklardır. Bu

durum tahvil satışları artacak, kişiler elerindeki tahvilleri satarak para taleplerini karşılamaya

çalışacaklardır. Tahvil arzının tahvil talebinden fazla olması ise tahvil fiyatlarını düşürecek ve

faizlerin yükselmesine yol açacaktır. Yükselen faizler ise para talebinin azalmasına yola aça-

cak ve para arzı ile para talebi arasındaki denge kurulmuş olacaktır.

6.10) LM EĞRİSİNİN TÜRETİMESİ

Para piyasasındaki dengeyi gösteren LM eğrisi faiz haddi ve gelir düzeyindeki ilişkiye

bağlı olarak oluşacak para arz ve talebini göstermektedir. LM eğrisi oluşturulurken bir kez

daha hatırlatılması gereken durumlardan birisi Keynesyen sistemde para arzının Merkez Ban-

kası tarafından belirlenen dışsal bir değişken olduğudur. Para arzı ile ilgili söylenmesi gereken

bir diğer önemli ayrıntı IS-LM modelinde fiyatlar dahil olmadığından para arzı reel para

arzını ifade ediyor olmasıdır (M=M/P).

Page 160: İsletme_Makro_iktisat

  159  

ŞEKİL 43

i Ms/P i

LM

i2 C i2 B

i1 A Aı i1 A

Md2(Y1)

Md1(Y1)

0 Md =Ms Md,Ms 0 Y1 Y2 Y

Yukarıdaki şekilde para arzı ve para talebi başlangıçta (A) noktasında dengededir. Bu

denge noktasındaki faiz haddi i1 ve gelir düzeyi Y1 dir. Burada unutulmaması gereken nokta,

(A) ile ifade edilen denge noktasındaki para talebi toplam para talebidir. Nitekim toplam para

talebinin gelire ve faize bağlı olan iki kısımdan oluştuğu daha önce de belirtilmişti.

Burada LM eğrisi oluşturulurken bulmaya çalıştığımız gelir seviyesi değiştiğinde faizle-

rin ne yönde değişeceğidir. Sistemin işleyişini anlayabilmek için gelir düzeyinin Y1 seviye-

sinden Y2 seviyesine yükseldiğini varsayalım. Bu durumda gelire bağlı olarak ihtiyat ve mu-

amele nedeniyle olan para talebi artacak ve para talebi eğrisi de sağa doğru kayacaktır (Aı).

Yeni oluşan durumda ise para arz ve talebi dengede değildir. Bir diğer ifadeyle para talebi

para arzından büyüktür (Ms ˂Md).

Para talebinin para arzından büyük olması durumunda kişilerin bu talep fazlasını

karşılayacakları tek piyasa söz konusudur, tahvil piyasası. Kişilerin ellerindeki tahvilleri para

çevirmek amacıyla yöneldikleri tahvil piyasasında ise tahvil arzı tahvil talebinden büyük ola-

cak bu da faizlerin artmasına yol açacaktır.

Başlangıçta tüm bu sürece sebep olan durum para talebinin para arzından büyük olması

idi. Bu durumda matematiksel olarak yeniden eşitliğin sağlanabilmesi için ya para arzı artacak

ya da para talebi azalacaktır. Oysa para arzı değişmemiştir. Bu durumda para talebinin azal-

ması gerekmektedir. Şimdi gelinen noktada da faizlerin yükseldiğini belirtmiştik. Bunun do-

Page 161: İsletme_Makro_iktisat

  160  

ğal sonucu olarak da para talebi azalacaktır. Bu azalma yeniden para talebi ile para arzı eşit

olana kadar sürecektir (B). Bu süreç aşağıdaki şekilde özetlenebilinir;

Ms ˂Md ise Bd ˂Bs → PB ↓→i ↑→ Md ↓

Gelinen noktada gelirin artması sonucu faiz haddi yükselmiş ve para arz ve talebi den-

gededir. Şimdi para arz ve talebinin eşit olduğu iki noktaya sahibiz. Bunlardan birisi (A)ve

diğeri (B) noktalarıdır. İşte bu noktaların geometrik yerleri LM eğrisini ifade etmektedir. Bir

diğer ifade ile, LM eğrisi para arz ve talebini eşit kılan alternatif gelir ve faiz düzeylerinin

geometrik yeridir ve şekilde bu durumu ifade eden (A) ve(B) noktalarıdır.

6.11) LM EĞRİSİNİN ÖZELLİKLERİ

1) Yukarıda oluşturulan LM eğrinin (A) ve (B) noktalarından geçmesi gerektiğini gör-

dük ancak bu eğrinin eğimi nasıl olacaktır? LM doğrusunu oluştururken başlangıçta “gelir

arttığı için artan para talebi” ve sonuçta “faiz düştüğü için azalan para talebinden” bahsettik.

Bu durumda bu artış ve azalışların şiddeti de önemlidir. Örneğin gelirdeki artışın sebep oldu-

ğu para talebi çok zayıfsa veya çok kuvvetli ise yeni oluşacak denge noktası bundan hiç etki-

lenmeyecek midir?

Kuşkusuz burada vereceğimiz cevap evet olmalıdır. Bu durumda karşımıza iki kavram

çıkmaktadır. Bunlar para talebinin gelire duyarlılığı ve para talebinin faize du-

yarlılıklarıdır. Bu iki katsayıyı LM eşitliği üzerinden tartışalım.

ΔMd=kΔY-hΔi

ΔMd=kΔY-hΔi

Yukarıdaki LM eşitliği bize bu iki ayrı katsayıyı göstermektedir (k,h). Yukarıdaki eşit-

liğin bir diğer okunuşu da şöyle yapılabilir. Para talebindeki artış, gelirdeki artışın para talebi-

nin gelire duyarlılığı ile çarpımı ve para talebinin faize duyarlılığının faize duyarlılığının de-

ğişen faiz ile çarpımınca belirlenmektedir.

Bu durumda, örneğin, para talebinin gelire duyarlılığı ne kadar büyükse para talebi de o

kadar çok artıracaktır. Yeniden dengeyi sağlayacak olan faiz ise o ölçüde fazla düşmelidir ki

denge yeniden sağlanabilsin. Bu durumu ifade eden şekil aşağıda verilmiştir.

Page 162: İsletme_Makro_iktisat

  161  

ŞEKİL 44

i

i2

i1 k1 ˃k2

iB

iA

ΔY

0 Y1 Y2 Y

Yukarıdaki şekilde görüleceği gibi LM1 eğrisi için gelirin Y1 düzeyinde olması para pi-

yasasında dengenin sağlanabilmesi için faizlerin i1 seviyesinde olmasını gerektirmektedir.

Aynı gelir seviyesinde LM2 eğrisinde faizler sadece iA seviyesindedir. Bir diğer ifade ile LM1

eğrisi ile ifade edilen durumda Y1 gelir düzeyi çok daha yüksek bir para talebi artışına sebep

olmuş ve bunu ortadan kaldıracak olan faizde o ölçüde çok yükselmiştir. Bu durum gelirde

ΔY kadarlık bir artış gerçekleşmesi durumunda artan para talebini karşılayabilecek olan faiz

haddindeki artış için de geçerlidir. Bu durumda para talebinin gelire duyarlılığı ne kadar yük-

sekse, LM ne kadar dikse, faizler genel seviyesi o kadar yüksek olacaktır.

LM eğrisinin eğimini belirleyen bir diğer katsayı ise para talebinin faize duyarlılığını

ifade eden (h) terimidir. Bu durumu ifade eden şekil aşağıda verilmiştir.

LM1(k1)  

LM2(k2)  

Page 163: İsletme_Makro_iktisat

  162  

ŞEKİL 45

i

i2

i1 b2 ˃b1

iB

iA

ΔY

0 Y1 Y2 Y

Yukarıdaki şekilde gelirdeki bir artışın faizler üzerindeki etkisi gösterilmiştir. Para tale-

binin gelire duyarlılığının her iki LM eğrisi için eşit olduğu durum da sadece para talebinin

gelire olan duyarlılığının farklı olması durumunu ifade eden durum şöyle açıklanabilir; Her

iki para piyasasında da gelirdeki artış para talebini eşit ölçüde arttırmıştır. Her iki piyasada da

kişiler artan para taleplerini karşılamak için tahvil piyasasında tahvil satışına yönelmişlerdir.

Böylece tahvil fiyatları düşmüş ve faiz yükseliş eğilimine girmiştir. Ancak LM1 ile ifade edi-

len durumda dengenin yeniden sağlanabilmesi için faizlerin daha fazla yükselmesi gerekmek-

tedir. Ancak LM1 ile ifade edilen durumda para talebinin faize duyarlılığı daha düşük oldu-

ğundan (h terimi küçük olduğundan) para arz ve talebinin eşitlenmesi için faizlerin çok daha

fazla yükselmesi gerekmektedir. Sonuç olarak para talebinin faize duyarlılığı ne kadar düşük,

LM ne kadar dikse, belirli bir gelir düzeyinde para piyasasında para arz ve talebini eşitlemek

için faiz haddinin de o kadar yüksek olması gerekmektedir.

2) LM eğrisinin belirli bir faiz ve gelir düzeyindeki para arz ve talebini eşitleyen nokta-

ların geometrik ifadesi olduğunu belirtmiştik. Dikkat edilecek olursa şu ana kadar bahsedilen

para arz ve talebinden para talebinin veri para arzına nasıl uyum sağlayacağı olmuştur. Nite-

kim LM doğrusunu oluştururken ve eğimleri açıklarken belirli bir para arzı söz konusudur ve

bu para arzı karşısında faizlerin ve gelirin değişmesinin etkileri çeşitli boyutlarıyla ele

LM1(b1

)  

LM2(b2)  

Page 164: İsletme_Makro_iktisat

  163  

alınmıştır. Dolayısıyla burada ele alınması gereken bir diğer durum ise para arzının değişmesi

durumunda yeni dengenin nasıl oluşacağı olmalıdır.

Öncelikle Keynesyen sistemde para arzının dışsal bir değişken olduğunu ve fiyatlar ge-

nel seviyesinin veri olduğunu bir kez daha hatırlatarak başlayalım. Bu durumda reel para

arzının artması ve/veya azalması durumunda ne olacaktır?

Yukarıdaki aktarım mekanizmaları sunulurken gelirdeki artışın etkilerini ele almıştık ve

bu etkiler ilk etapta para talebini etkilemişti. Buna bağlı olarak da faiz oranları değişmişti.

Burada ise para piyasası dengede iken para arzının artması durumunu ele almaktayız. Böyle

bir durumda para arzının para talebinden büyük olacağı açıktır. Para arzının para talebinden

büyük olması durumunda, kişilerin yöneleceği piyasa yine tahvil piyasası olacak ve kişiler

talep ettiklerinden fazla olan para yerine artan para miktarını tahvil alımında kullanmak iste-

yeceklerdir. Tahvil piyasasında da eşit olan tahvil arz ve talebi ise tahvil talebinin lehine bo-

zulmuş olacaktır. Bu durumda artan para arzı tahvil talebini arttırmış ve buna bağlı olarak

tahvil fiyatları yükselerek faizler düşmüştür. Faiz ile para talebi ters yönlü bir ilişkiye sahip

olduğundan para talebi artacak ve başlangıçta para arzının para talebinden fazla olmasından

kaynaklanan eşitsizlik para talebinin yükselmesiyle sağlanmış olacaktır.

Yukarıda ifade edilen durum LM eğrisi üzerinde nasıl bir değişikliğe sebep olabilir?

Dikkat edilecek olursa gelir düzeyinde bir değişiklik söz konusu değildir değişen sadece faiz-

dir. Bir diğer ifade ile para arzı arttığı için faizler genel seviyesi düşmüş fakat gelir düzeyi

değişmemiştir. Bu durumu ifade eden şekil aşağıda verilmiştir.

ŞEKİL 46

i LM2(M2)

LM0(M0)

i2 C LM1(M1)

i0 A

i1 B

0 Y0 Y

Para arzındaki artış ve/veya azalışın etkileri yukarıda gösterilmiştir. Para arzı ve talebi

eşitliği başlangıçta (A) denge seviyesinde i0 denge faiz haddi ve Y0 denge gelir seviyesinde

Page 165: İsletme_Makro_iktisat

  164  

sağlanmıştır. Artan para arzı gelirde bir değişikliğe yol açmaksızın, yukarıda anlatılan aktarım

mekanizmasının etkisiyle, faizlerin yükselmesine sebep olmuştur. Bu durumda düşen faiz

haddi ve değişmeyen gelir düzeyinden geçen bir LM eğrisinin de olması gerekmektedir. Çün-

kü LM eğrisi alternatif faiz ve gelir düzeyinin her birinde bir para arz ve talebi söz konusudur

ve LM bu eşitlikleri ifade etmektedir. Bu durum (B) noktası için de geçerlidir. (B) noktası

alternatif faiz ve gelir düzeylerinden sadece bir tanesidir ve para arzının artması ile düşen faiz

haddi böyle bir noktayı işaret etmektedir. Dolayısıyla LM eğrisinin geçmesi gereken nokta-

lardan birisi (B) noktası olmalıdır. Bu eğrinin eğimi ise yukarıda ifade edilen para talebinin

gelire ve faize duyarlılığınca belirlenecektir.

Aynı durum para arzının azalmasını ifade eden (C) noktası için de geçerlidir. Burada da

benzer şekilde gelir değişmeksizin (Y0) faizlerin i2 seviyesine yükseldiği görülmektedir. Do-

layısıyla i2 faiz ve Y0 gelir düzeyinden geçen bir LM eğrisi söz konusu olacaktır.

Sonuç olarak reel para arzındaki bir artış LM eğrisini sağa doğru kaydırmakta, reel para

arzındaki bir azalma ise sola doğru kaymasına yol açmaktadır.

3)Yukarıdaki tüm ifadeler para arz ve talebindeki değişmeler ile para piyasasının nasıl

dengeye geldiğini göstermektedir. Dengeye gelinmesini sağlayan ise faizlerin değişmesi ve

buna bağlı olarak para talebinin değişmesiyle sağlanmaktadır. Bu durumda buradan çıkan

sonuçlardan birisi de para piyasası dengede değilken mutlaka para arz ve talebinin eşit ol-

madığı durumudur. Bu eşitsizlik noktalarında ya para arzı para talebinden büyük ya da para

arzı para talebinden büyüktür.

Page 166: İsletme_Makro_iktisat

  165  

ŞEKİL 47

i

REEL PARA ARZ FAZLASI

i1 A

REEL PARA TALEP FAZLASI

0 Y1

Yukarıdaki şekilde (Şekil 46) (B) noktası denge dışı bir durumu ifade etmektedir. Bu

denge dışı durumda faiz olması gereken noktanın üzerindedir. Dolayısıyla faizler genel sevi-

yesi düşecek ve denge sağlanacaktır. Faizlerin düşmesine yol açan mekanizma ise para arzının

para talebinden fazla olması durumu olduğu daha önce belirtilmişti. Faiz denge faiz haddinin

üzerinde ise para arzının para talebinden fazla olması gerekmektedir. Nitekim bu durumda

faiz düşerek denge sağlanabilecektir. (C) noktasında ise faizler denge faiz haddinin altındaki

bir seviyededir. Hangi durumda faiz denge seviyesinin altında olabilir? Yukarıdaki an-

latımlarda gelir düzeyinin artması koşulunu tartışırken artan para talebinin tahvil piyasasında

tahvil arzında bir artışa yol açtığını bunun da faizleri arttıracağını belirtmiştik. Dolayısıyla

belirli bir gelir seviyesinde faiz denge faiz haddinin altında ise para talep fazlası söz konu

olmalı ve bununda faizleri yükselterek dengeyi sağlaması gerekmektedir.

Page 167: İsletme_Makro_iktisat

  166  

SONUÇ:

IS eğrisinin eğimi, harcama çarpanı ve yatırımın faize duyarlılığına bağlıdır. Key-

nesyen Sistemde para talebi, ihtiyat, işlem ve spekülasyon nedeniyle gerçekleşmektedir.

Sonuçta para talebi gelir ve faizin bir fonksiyonudur. Para piyasasındaki dengeyi göste-

ren LM eğrisinin eğimi ise para talebinin gelire ve faize duyarlılığına, konumu ise para

arzındaki değişime bağlıdır. LM eğrisinin solunda para arzı fazlası sağında ise para ta-

lep fazlası söz konusudur. Para piyasası para arzı = para talebi ise dengededir.

KONUYLA İLGİLİ SORULAR

1. İhtiyat ve muamele saikiyle para talebinin faizle durumu nasıldı?

A.Faize duyarsızdır

B.Sonsuz esnek durumundadır

C.Tam esnek durumundadır

D.Esnekliği birebirdir.

E.Hiçbiri

2. ‘Ortaya çıkabilecek planlanmayan durumlara karşı kişiler yanlarında para bulundur-

mak isterler.’ifadesi aşağıdakilerden Keynes para talebi çeşidinin anlamına gelmektedir.

A.İhtiyat

B.İşlem

C.Spekülasyon

D.Piyasa

E.Döviz

3.Aşağıdakilerden hangisi IS veya LM’ nin eğimini etkileyen etkenlerden değildir?

A. Harcama çarpanı

B. Yatırımın faize duyarlılığına

Page 168: İsletme_Makro_iktisat

  167  

C Para talebinin gelire duyarlılığı

D. Faize duyarlılığına

E.Para arzının gelire duyarlılığı

Cevap Anahtarı:1-a 2-a 3-e

Yaralanılan Kaynaklar

Heilbroner R.L.; İktisadi Sorun II., Makro İktisat, (Çeviren: D.Demirgil), Çağlayan Ki-

tabevi, İstanbul, 1974

Paya M.; Makro İktisat, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2001

Pentecost E.; Macroeconomics, Mac Millan, London, 2000

Phelps E.S.; Seven Schools of Macroeconomic, The Arne Ryde Memorial Series, Clar-

endon Press, Oxford, 1990

Savaş V.; Keynesyen İktisat Yıkılırken, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1986

Savaş V.; Politik İktisat, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1994

Shaw G.K.; Keynesian Economics: The Permanent Revolution, Edward Elgar, Alders

hot, 1998

Snowdown B., Howard R.V.; Reflections on the Development of Modern Macroeco-

nomics, Edward Elgar Publishing Co. Cheltenham, 1997

Snowdown B., Vane B., Wynarczyk P.; A Modern Guide to Macroeconomics, An Intro-

duction to Competing School of Thought, Edward Elgar Publishing Limited, Cambridge, 1994

Tunca Z.; Makro İktisat, Filiz Kitapevi, İstanbul, 1997

Ünsal E.; Makro İktisat, İmaj Yayıncılık, Ankara, 2000

Yetkiner H.; Sorularla Makro İktisat, Efil Yayınevi, Ankara, 2010

Page 169: İsletme_Makro_iktisat

  168  

Page 170: İsletme_Makro_iktisat

  168  

Makro İktisat

9.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü

9.KISIM

6.12) IS- LM SAYISAL ÖRNEKLER. ………………………..170

6.13) IS-LM ve İKTİSAT POLİTİKASININ İŞLEYİŞİ……..174

6.13.1) IS-LM MODELİ ve PARA POLİTİKASININ İŞLEYİ

Şİ……………………………………………………………………....175

6.13.2) PARA POLİTİKASI UYGULAMASINDA ETKİNLİK VE

ÖZEL DURUMLAR…………………………....................................179

6.14) IS-LM ve MALİYE POLİTİKASININ İŞLEYİŞİ……..183

Page 171: İsletme_Makro_iktisat

  169  

ÖZET:

IS ve LM eğrilerinin denklemleri oluşturulduktan sonra bu eğrileri oluşturan ma-

tematiksel denklemler bazı sayısal öneklerle pekiştirilmelidir. Aynı zamanda IS ve LM

eğrilerinin eşanlı dengesinin gösterilmesi ile iktisat politikaları durumunda işleyiş görü-

lebilecektir. Burada bazı uç durumlarda Keynesyen İktisadın bazı özellikler de ele

alınabilecektir.

6.12) IS- LM SAYISAL ÖRNEKLER:

1.a) Aşağıdaki veriler doğrultusunda denge faiz ve denge gelir seviyelerini oluşturunuz.

Tüketim fonksiyonu; C= 90+0,625Y

Yatırım fonksiyonu; I= 150-100i

İhtiyat ve işlem nedeniyle para talebi; M1=0,25Y

Spekülasyon nedeniyle para talebi; M2=50-200i

Para arzı; Ms=180

CEVAP:

Bu ekonomideki parasal denge; Mal Piyasası Dengesi;

Ms=M1+M2 Y=C+I

180=0,25Y+50-200i Y=90+0,625Y+150-100i

200i=0,25Y-130 100i=240-0,375Y (IS)

100i=0,125Y-65 (LM)

IS=LM

100i=0,125Y-65

Page 172: İsletme_Makro_iktisat

  170  

100i=-0,375Y+240

0= 0,500Y-305

0,5Y=305

Y=610 100i=0,125Y-65

100i=0,125(610)-65

i=0,1125

1.b) Denge faiz ve gelir düzeyini gösteriniz.

CEVAP:

ŞEKİL 48

i

LM

i*=0,1125

IS

0 Y*=610 Y

1.c) Yukarıdaki veriler doğrultusunda otonom yatırımlarda 10TL azalma durumunda

denge gelir ve denge faiz üzerindeki etkisini hesaplayınız.

CEVAP:

Parasal Denge Mal Piyasası Dengesi

100i= 0,125Y-65 Y=90+0,625Y+140-100i

100i= 0,125Y-65 100i=230-0,375Y

Page 173: İsletme_Makro_iktisat

  171  

100i= 0,125Y-65

100i=230-0,375Y

0=0,500Y-295

Y=590 100i=0,125-65

i=0,0875

3)Bir ekonomide likidite tuzağı yoktur ve faiz haddi sıfıra düştüğünde 500 birimlik

yatırım talebi ve 400 birimlik spekülasyon güdüsüyle para talebi olmaktadır. Yatırım fonksi-

yonunun eğimi 10000 birimdir. Faiz oranında bir birimlik değişme spekülasyon güdüsüyle

para talebinde 10000 birimlik değişime yaratmaktadır. Marjinal tasarruf eğilimi 0,2 dir. İhti-

yat ve işlem nedeniyle para talebi gelirin %20’sine eşittir. Tasarrufların gelirden bağımsız

kısmı 200 birimdir. Para arzı 500 birimdir.

Bu ekonomide IS-LM eğrilerini ve ekonominin denge koşullarını bulunuz?

CEVAP:

I= 500-10000i (yatırım fonksiyonu)

M2=400-10000i (spekülasyon nedeniyle para talebi)

s= 0,2 ise (s=1-c olduğundan) c=0,8 (marjinal tüketim eğilimi)

M1=0,2Y (ihtiyat ve işlem nedeniyle para talebi)

C0=200 (otonom tüketim)

Ms=500 (para arzı)

Page 174: İsletme_Makro_iktisat

  172  

Para piyasası Mal Piyasası

Ms=M1+M2 Y=C0+cY

500= 400-10000i+0,2Y Y=200+0,8Y+500-10000i

10000i= -100+0,2Y (LM) 0,2Y= 700-10000i

10000i= 700-0,2Y (IS)

10000i= -100+0,2Y

10000i= 700-0,2Y

20000i= 600-0

i= 0,03 10000i= -100+0,2Y

10000*(0,03)= -100+0,2Y

300= -100+0,2Y

Y=2000

ŞEKİL 49

i

LM

i*=%3

IS

Page 175: İsletme_Makro_iktisat

  173  

0 Y*=2000 Y

6.13) IS-LM ve İKTİSAT POLİTİKASININ İŞLEYİŞİ

İktisat politikası aracı olarak kullanılan para ve maliye politikasının gerek işleyişi ge-

rekse de bu işleyişin mekanizmaları çeşitli iktisat disiplinlerinde farklılıklar sergilemektedir.

Akademik çalışmalarda bu farklılıklar çeşitli ekonometrik tekniklerle teste tabi tutulmakla

birlikte burada konumuz gereği sadece uygulanan politikalarının işleyişi ve etkinliği ele

alınacaktır.

Bir diğer ifadeyle uygulamaya konu olacak olan para ve maliye politikalarının denge

faiz ve denge gelir düzeyleri itibarıyla aktarım mekanizmaları ve etkinlikleri değerlendirile-

cektir. Etkinlik konusu ilerleyen bölümlerde daha çok ön plana çıkacak bir kavram olmakla

birlikte burada sadece uygulanacak politikanın denge milli gelir seviyesini arttırıp

arttırmaması açısından önemlidir. Nitekim aslında bu kavramın önemi uygulanan iktisat poli-

tikasının gerek istihdam ve üretim seviyesini arttırması gerekse de enflasyona yol açmadan bu

artışı sağlaması açısından bir değerlendirme sunmasıdır. Fakat IS-LM modelinde fiyatlar ge-

nel seviyesi veri olduğundan şimdilik gerçek anlamda bir “etkinlik” analizi yapabilmemiz söz

konusu olamayacaktır. Ancak ilerleyen modellerde ve diğer iktisat okulları açısından bu ol-

dukça büyük bir öneme kavuşacaktır.

6.13.1) IS-LM MODELİ ve PARA POLİTİKASININ İŞLEYİŞİ

Para politikası, Merkez Bankasının belirlediği amaçlara ulaşmak için para arzını değiş-

tirmesi durumunu ifade etmektedir. Bu politika para arzını arttırmaya yönelik genişletici para

politikası şeklinde olabileceği gibi para arzını azaltarak daraltıcı bir nitelikte de olabilecektir.

Merkez Bankasının reel para arzını etkilemekte kullandığı en önemli politika araçları

emisyon ve açık piyasa işlemleridir. Bunlardan emisyon piyasaya yeni para sunumu şeklinde

mevcut para stokunun arttırılması şeklinde gerçekleştirilir. Açık Piyasa İşlemlerinde ise, Mer-

Page 176: İsletme_Makro_iktisat

  174  

kez Bankasının tahvil alıp satarak piyasadaki para miktarını etkilemesi söz konusudur. Örne-

ğin, Merkez Bankasının tahvil satın alarak piyasadaki para arzını istediği seviyeye çekmeye

çalışması durumunda öncelikle piyasadan aldığı tahvile karşısında para vereceğinden, para

miktarı artmış olacaktır. Burada ortaya çıkacak bir diğer sonuç ise, tahvil alımına yönelince

tahvilin piyasa fiyatının yükselmesi ve faizi düşmesidir. Tahvil fiyatı ile faiz arasındaki ilişki

bir iktisadi kuraldan çok matematiksel bir durumu ifade etmektedir. Örneğin, 1000TL nomi-

nal değerli bir tahvil %80 faiz getiriyorsa ve Merkez bankasının piyasaya girerek tahvil

alımına yönelmesiyle tahvil fiyatları 1500 TL’ye yükselmişse artık, 800TL, 1500 TL’lik tah-

vilin faiz getirisidir.

Bir diğer ifade ile tahvilini satmayan bir kişi dönem sonunda faizini almak istediğinde

1500 TL değeri olan bir finansal aktiften 800 TL(1000TL’nin %80’i) faiz geliri elde edecek-

tir. Bu durumda açıktır ki, faiz basit bir orantıyla hesaplayacak olursak;

1500TL 800 TL faiz getirirse

100TL kaç TL faiz getirir?

Basit orantı bize faizlerin %53,3 seviyesine gerilediğini göstermektedir. Sonuç olarak

tahvil fiyatı yükseldiğinde faizi düşmüştür. Aynı zamanda da bir diğer etki de para arzının

artmış olmasıdır. Ancak IS-LM analizinde genişletici veya daraltıcı para politikası ile ifade

edilen durum işleyiş mekanizmasını görebilmemiz için açık piyasa işlemleriyle değil emisyon

yoluyla para arzının artması veya azalması durumudur. Aşağıdaki şekil bu durumu ifade et-

mektedir;

Page 177: İsletme_Makro_iktisat

  175  

ŞEKİL 50

i LM1(M1)

LM2(M2)

i1 A

C i2

    B IS

         0                                                                  Y1 Y2 Y

Yukarıdaki şekilde başlangıçta denge (A) noktasıyla ifade edilen i1 ve Y1 denge faiz ve

gelir seviyesinde kurulmuştur. Merkez Bankası genişletici para politikası ile para arzını

arttırdığında fiyatlar genel seviyesi sabit kabul edildiğinden reel para arzı artmıştır.

Dikkat edilecek olursa başlangıçta dengede olan bir ekonomi söz konusudur. Bir diğer

ifade ile para arzı para talebine eşit ve toplam harcamalar milli gelire eşittir. Böyle bir durum-

daki bir ekonomide para arzı arttırılmaktadır. Bunun doğal sonucu olarak para arzı artık para

talebine eşit değildir, yani para arzı para talebinden büyüktür.

Para arzı para talebinden büyük ise (LM konusundan hatırlanacağı gibi) dengedeki tah-

vil piyasasında tahvil arzı tahvil talebinden büyük olacak, tahvil fiyatları yükselerek faizler

düşecek ve para talebi artacaktır. Aşağıda simgelerle gösterilen bu durum para arz ve talebinin

eşitlendiği noktaya kadar sürecek ve para piyasası (B) noktasında dengeye gelecektir.

Ms ˃Md Bd˃ Bs Pb↑ i↓ Md ↑

Gelinen (B) noktası para piyasasında dengeyi ifade ederken mal piyasasında toplam

harcama ve gelir eşitliğini ifade etmemektedir. Bu noktada mal talep fazlası söz konusudur

Page 178: İsletme_Makro_iktisat

  176  

(AE˃Y). Mal talep fazlası durumu da milli geliri arttırıcı yönde bir baskıya sebep olacak ve

eşanlı denge (C) noktasında sağlanacaktır.

Bu şekilde başlangıçta faizlerin düşmesine sebep olan etkiye likidite etkisi denirken,

milli gelirin artması durumu hasıla etkisi ile ifade edilmektedir.

Şimdi ortaya çıkan durumu IS ve LM denklemleri yardımıyla inceleyelim;

Md=kY-hi Y= em (A0-bi)

1) Ms ˃Md→ Bd˃ Bs→ Pb↑ → i↓ → Md ↑

Faizler genel seviyesi düşmüştür, bunun mal piyasasındaki etkisi gelirin artması yönün-

de olacaktır (Y↑)

Y= em (A0-bΔi), (Y↑)

2) Gelirdeki artış dengede olan para piyasasında (B noktası) dengenin bu kez para tale-

binin para arzından büyük olması şeklinde bozacaktır.

Md ˃Ms Bs˃ Bd Pb↓ i ↑ Md↓

Faizler bir miktar yükselmeye başlamış ve buna bağlı olarak mal piyasasında bunun et-

kisi gelirin artış hızının azalması yönünde olmaktadır. (Şekilde yukarı yönlü hareketle ifade

edilen durum)

3) Ekonomide bir taraftan başlangıçtaki faiz düşüşünün bir kısmını ortadan kaldırıcı bir

etki söz konusu iken diğer taraftan gelir artışı söz konusudur. Bu dinamik süreç (C) noktasına

gelindiğinde son bulacak yeni denge gelir ve faiz haddi oluşmuş olacaktır.

Kuşkusuz burada dikkat edilmesi gereken nokta gerek IS gerekse de LM eğrisi eşitlikle-

rindeki katsayıların değerleridir. Bu konunun detaylı analizine girmeden katsayılarla ilgili

Page 179: İsletme_Makro_iktisat

  177  

özet bir bilgi verilecek ve konu para politikasındaki özel durumlarla açıklanmaya

çalışılacaktır.

6.13.2) PARA POLİTİKASI UYGULAMASINDA ETKİNLİK VE ÖZEL

DURUMLAR

IS-LM eğrilerinin katsayılarından hareketle gerek para politikasının ne kadar etkin ola-

cağını gerekse de her bir katsayının uygulanacak para politikası üzerinde ne kadarlık bir etki-

ye sahip olduğunu ortaya koyabiliriz. Bunun için IS ve LM’in eşit olduğu denge durumundan

hareket edebiliriz;

Y=emA0-embi (IS) i=(k/h)Y-(1/h)M/P (LM)

Y=emA0-emb[(k/h)Y-(1/h)M/P] (IS=LM)

Y=emA0-emb(k/h)Y+emb(1/h)M/P

Denklemin her iki tarafını para talebinin faize duyarlılığı (h) ile çarparsak;

hY= emhA0-embkY+emb(M/P)

Y terimlerinin eşitliğin solunda toplanması durumunda;

hY+ embkY= emhA0+emb(M/P)

Y(h+embk)= emhA0+emb(M/P)

Bu durumda IS-LM eşitlikleri denge durumunda gelir cinsinden şöyle ifade edilebilir;

Y= [(emh)/ (h+embk) ] A0+[(emb)/ (h+embk)](M/P)

Otonom harcamalarda bir değişiklik yoksa; (ΔA0=0)

Y/ (M/P)= [(emb)/ (h+embk)]

Yukarıdaki denklemi değişim cinsinden ifade edecek olursak;

ΔY/ Δ(M/P)= [(emb)/ (h+embk)] (PARA POLİTİKASI ÇARPANI)

Page 180: İsletme_Makro_iktisat

  178  

Yukarıdaki durumun ifade ettiği durum şöyle değerlendirilebilir; para arzındaki bir

artışın hasıla üzerindeki etkisi [(emb)/ (h+embk)] teriminin değerine bağlıdır. Para politikası

çarpanını olarak tanımlanan eşitlik içerisindeki terimlerden (em) ve (b) terimleri ne kadar

yüksek olursa (IS ne kadar yatık olursa) çarpanın değeri o kadar yüksek ve para politikası o

kadar etkin olur. Buna mukabil (h) ve (k) terimleri ne kadar büyük olursa hasıla o kadar az

değişecektir.

Durumu uç durumlar olarak ifade edilen yatırımın faize duyarlılığı ve para talebinin fai-

ze duyarlılıklarının sıfır olduğu durumlara göre değerlendirecek olursak;

ŞEKİL 51

i IS b=0 i LM1 LM2 h=0

LM1

LM2 i1 A i1

i2 B i2

IS 0 Y1 Y 0 Y1 Y2 Y

Yukarıdaki şekillerden yatırımın faize duyarlılığının sıfır olması (b=0) uç durumu ile

ifade edilen durumda genişletici para politikası uygulamasına rağmen milli gelirde bir artış

söz konusu değildir.

Şimdi ortaya çıkan durumu IS ve LM denklemleri yardımıyla inceleyelim;

Md=kY-hi (LM) Y= em (A0-bi) (IS)

Page 181: İsletme_Makro_iktisat

  179  

Uygulanan genişletici politika (A) noktası ile ifade edilen başlangıç dengesinin

bozulmasına yol açmıştır:

Ms ˃Md → Bd˃ Bs → Pb↑ → i↓ → Md ↑

Faizler genel seviyesi düşmüştür, bunun mal piyasasındaki etkisi gelirin artması yönün-

de olacaktır (Y↑). Ancak bu uç durumda faizlerin düşmesinin gelir üzerinde hiçbir etkisi söz

konusu olmayacaktır. Çünkü yatırımın faize duyarlılığı sıfırdır.

Y= em (A0-bΔi), (ΔY=0)

Bu durumda sadece faizlerin düşmesine sebep olacak likidite etkisi ortaya çıkacak fakat

hasıla etkisi söz konusu olmayacaktır.

Bir diğer uç durum da ise, para talebinin faize duyarlılığı sıfırdır (h=0). Ortaya çıkan

etkiler şöyle ifade edilebilinir;

Normal koşullarda para piyasasında başlangıçtaki dengenin (A) para arzının artmasıyla

bozulması ve faizlerin düşerek para talebinin artmasıyla neticelenen süreç ortaya çıkmıası

beklenmektedir.

Ancak, Md=kY-hi şeklinde ifade edilen denklemde para talebinin faize duyarlılığı

sıfırdır. Bu durumda para arzı artışı hasıla artışını (1/k) kadar arttıracaktır.

Ms=Md=kY-hi

Ms=Md=kY-(0).i

ΔY/ΔMs=1/k

Bir diğer uç durum ise ekonomideki likidite tuzağının varlığıdır.

Page 182: İsletme_Makro_iktisat

  180  

ŞEKİL 52

i

LM1 h=∞ LM2

i1 A

0 Y1 Y

Yatırımın faize duyarlılığının sonsuz olduğu ve dolayısıyla para piyasasında likidite et-

kisinin ortaya çıkmadığı bu durumda, piyasanın tüm aktörleri için faizler “normal” olarak

kabul edilebilecek sınırdadır. Bu durumda herkes için faizlerin yeniden yükseleceği beklentisi

söz konusudur. Böyle bir durumda tahvil piyasasına yönelmek ve tahvil talep etmek hem ser-

maye hem de faiz kaybı anlamına gelecektir. Bu durumda kişiler artan para miktarını atıl an-

keslerinde tutacak ve tahvil piyasasına yönelmeyeceklerdir. Faizlerin para arzı artışına du-

yarsız kaldığı bu likidite tuzağı durumunda para arzı artışının hasıla üzerinde hiçbir etkisi

yoktur.

Ortadoks Keynesyen teori, yatırımların faize duyarlılığının düşük olduğunu ve para ta-

lebinin faize duyarlılığının ise yüksek olduğunu kabul ederler. Bu durumda LM doğrusunun

eğimi düşüktür ve dolayısıyla daha yatıktır. Buna karşılık IS doğrusu daha diktir. Bu durumu

ifade eden şekil aşağıda verilmiştir;

Page 183: İsletme_Makro_iktisat

  181  

ŞEKİL 53

i

LM1 LM2

A

B

IS

0 Y1 Y2 Y

Keynesyenlerin kabul ettiği biçimde gösterilmeye çalışılan şekilde uygulanan bir geniş-

letici para politikasının hasılayı sadece Y1-Y2 aralığı kadar arttırdığı görülmektedir. Bu durum

para politikasının doğası gereği etkin olmadığı bir durumu ifade ederken, özellikle likidite

tuzağı ve yatırımın faize duyarlılığının çok daha düşük olduğu depresyon dönemlerinde hiç

etkin olmayacağı anlamına gelmektedir.

6.14) IS-LM ve MALİYE POLİTİKASININ İŞLEYİŞİ

Özellikle ekonominin kendiliğinden tam istihdama gelemeyeceğini öne süren Keynes-

yen iktisat için maliye politikası büyük önem taşımaktadır. Maliye politikası en genel

tanımıyla kamu harcamaları, transfer harcamaları ve vergi oranlarını değiştirmesidir. Kamu

harcamaları ile transfer harcamalarının arttırılması ve vergi oranlarının azaltılmasına dayanan

maliye politikasına genişletici maliye politikası denir. Buna karşılık, kamu harcamaları ile

transfer harcamalarının azaltılması ve vergi oranlarının artırılmasına dayanan maliye politi-

kasına daraltıcı maliye politikası olarak isimlendirilmektedir. Aşağıdaki şekilde genişletici

maliye politikasının milli gelir denge seviyesi üzerindeki etkisi gösterilmiştir.

Page 184: İsletme_Makro_iktisat

  182  

ŞEKİL 54

i

LM i2 C

A

i1 B

ΔY=emΔA0

IS2

IS1

0 Y1 Y2 Y3 Y

Yukarıda gösterilen genişletici maliye politikası uygulanmasından önce ekonominin (A)

noktasında dengede olduğu görülmektedir. Bu noktada para ve mal piyasaları dengededir.

Böyle bir durumda uygulanan maliye politikasının etkilerine geçmeden bir hatırlatma yap-

makta fayda vardır. Basit Keyesyen Model I ve II olarak sunduğumuz durumlarda faiz haddi

veri olduğu için hasıladaki artış (Y1-Y3) aralığı kadar olacaktır. Bir diğer ifade ile A0 teriminin

içerisinde yer alan kamu harcamaları, transfer harcamaları ve vergileri ifade eden terimlerdeki

artışın çarpan katsayısıyla çarpımı kadar hasıla artışı söz konusu olacaktır.

Oysa şimdi kullanmakta olduğumuz IS-LM modelinde faizler sabit değildir ve bunun

nihai olarak hasıla düzeyinin belirlenmesinde önemli etkileri söz konusudur.

Hatırlanacağı üzere otonom harcamalardaki bir artış IS eğrisinin sağa doğru kaymasına

yol açmakta idi. Böylece IS1 konumundan IS2 konumuna gelen IS eğrisi üzerindeki (B) nok-

tası mal piyasasındaki denge durumunu ifade etmektedir. Bir diğer ifade ile mal piyasasında

toplam harcamalar ile hasıla dengede iken toplam harcamalar kamu yoluyla arttırılmış ve bu

da çarpan etkisiyle çarpım kadar hasılayı arttırmıştır. Ancak yeni gelinen (B) noktasında para

piyasası dengede değildir. Bu noktada artan gelir ihtiyat ve işlem motifiyle para talebini

Page 185: İsletme_Makro_iktisat

  183  

arttırmıştır. Artan para talebi tahvil piyasasında tahvil arzını arttırarak tahvil fiyatlarının düş-

mesine yol açarken faizlerinde yükselmesine neden olmaktadır. Faizlerdeki bu artışın mal

piyasasındaki etkisi ise artan faizlerle yatırımın faize duyarlılığıyla çarpım kadar hasılanın

azalması yönünde olacaktır. Böylece artan para talebini dengeleyecek faiz yükselmesi para

piyasasını dengeye gelmesine yol açarken diğer taraftan hasılada da bir azalma durumu söz

konusudur. Faizlerdeki bu artışın yatırımın karlılığını azaltarak özel sektör yatırımlarını

azaltmasına silme-dışlama (crowding-out) etkisi denilmektedir. Buraya kadar anlatılanları IS-

LM denklemleri ile ifade edelim

1) Başlangıçta A0 teriminin içerisinde yer alan terimlerden maliye politikası aracı olarak

kullanılan kamu harcamalarının arttığını varsayalım (A0=C0+cTR0-cT0+I0+G0). Bu durumda

mal piyasasındaki hasıla artışı şöyle olacaktır;

Y=em(A0-bi)

ΔY=em(ΔG0-bi)

ΔY=emΔG0

2) Para piyasasındaki etki ise gelir artışına bağlı olarak para talebinin artmış olmasıdır.

Md=k ΔY –hi

Md˃Ms→Bs˃Bd→Pb↓→i↑→Md↓

3) Faiz artışı bir taraftan artarken diğer taraftan mal piyasasında da etkileri söz konusu-

dur. Gelirdeki ilk etapta ortaya çıkan artışın bir kısmı ortadan kalkmaktadır (crowding out).

Bu durumun da para piyasasında bir etkisi olacak ve karşılıklı etkileşim her iki piyasanın da

dengeye gelmesiyle son bulacaktır.

ΔY=em(G0-bΔi)

Page 186: İsletme_Makro_iktisat

  184  

SONUÇ:

Keynesyen sistemde bir para politikası uygulamasında, para politikası çarpanı

[(emb)/ (h+embk)] biçiminde ifade edilebilinir. Dolayısıyla eşitlik içerisindeki terimler-

den (em) ve (b) terimleri ne kadar yüksek olursa (IS ne kadar yatık olursa) çarpanın

değeri o kadar yüksek ve para politikası o kadar etkin olur. Buna mukabil (h) ve (k)

terimleri ne kadar büyük olursa hasıla o kadar az değişecektir. Uç durumlar olarak ifa-

de edilen yatırımın faize duyarlılığının sıfır ve para talebinin sonsuz olması durumunda

para politikası etkin değilken, para talebinin faize duyarlılığının sıfır olması durumunda

tam etkindir.

KONUYLA İLGİLİ SORULAR

1.Keynesyen sistemde para politikası çarpanı nasıl gösterilir?

A. [(emb)/ (h+embk)]

B. [(emb)*(h+embk)]

C. [(emb)-(h+embk)]

D. [(emb)+ (h+embk)]

E. 2[(emb)/(h+embk)]

3) Likidite tuzağı durumunda para talebinin faize duyarlılığı için ne söylenebilir?

a) Para talebinin faize duyarlılığı sıfırdır.

b) Para talebinin faize duyarlılığı birdir.

Page 187: İsletme_Makro_iktisat

  185  

c) Para talebinin faize duyarlılığı sıfırla bir arasındadır.

d) Para talebinin faize duyarlılığı sonsuzdur.

e) Para talebi tuzaklara karşı duyarlıdır.

3.) Aşağıdakilerden hangisi likidite etkisini ifade etmektedir?

a) Uygulanan bir maliye politikası sonucu hasıla düzeyinin artmasıdır.

b) Uygulanan bir para politikasının hasıla düzeyini arttırmasıdır.

c) Uygulanan para ve maliye politikasının faizleri değiştirmesidir.

d) Uygulanan para ve maliye politikasının faizleri ve hasılayı değiştirmesidir.

e) Hiçbiri

Cevap Anahtarı: 1-A 2-D 3-C

Yararlanılan Kaynaklar

Heilbroner R.L.; İktisadi Sorun II., Makro İktisat, (Çeviren: D.Demirgil), Çağlayan Ki-

tabevi, İstanbul, 1974

Paya M.; Makro İktisat, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2001

Pentecost E.; Macroeconomics, Mac Millan, London, 2000

Phelps E.S.; Seven Schools of Macroeconomic, The Arne Ryde Memorial Series, Clar-

endon Press, Oxford, 1990

Savaş V.; Keynesyen İktisat Yıkılırken, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1986

Savaş V.; Politik İktisat, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1994

Shaw G.K.; Keynesian Economics: The Permanent Revolution, Edward Elgar, Alders

hot, 1998

Page 188: İsletme_Makro_iktisat

  186  

Snowdown B., Howard R.V.; Reflections on the Development of Modern Macroeco-

nomics, Edward Elgar Publishing Co. Cheltenham, 1997

Snowdown B., Vane B., Wynarczyk P.; A Modern Guide to Macroeconomics, An Intro-

duction to Competing School of Thought, Edward Elgar Publishing Limited, Cambridge, 1994

Tunca Z.; Makro İktisat, Filiz Kitapevi, İstanbul, 1997

Ünsal E.; Makro İktisat, İmaj Yayıncılık, Ankara, 2000

Yetkiner H.; Sorularla Makro İktisat, Efil Yayınevi, Ankara, 2010

Page 189: İsletme_Makro_iktisat

  187  

Makro İktisat

10.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü

10.KISIM

6.14.1) MALİYE POLİTİKASI UYGULAMASINDA ETKİNLİK VE

ÖZEL DURUMLAR…………………………………………….……188

6.15) TOPLAM ARZ TOPLAM TALEP MODELİ ………….192

6.15.1) TOPLAM TALEP EĞRİSİ…………………….............192

6.15.2) TOPLAM TALEP EĞRİSİNİN ELDE

EDİLMESİ……………………………………………………………………….

.194

6.15.3) TOPLAM TALEP EĞRİSİNİN EĞİMİ

…………………………………………………………………………...197

6.15.4) TOPLAM TALEP EĞRİSİNDEKİ KAYMALAR ve

KEYNESYEN SİSTEM………………………………………………..197

6.16) TOPLAM ARZ……………………………………………...202

Page 190: İsletme_Makro_iktisat

  188  

ÖZET:

Keynesyen Sistemde bir diğer iktisat politikası aracı olan maliye politikasındaki

sonuçlar da değerlendirilmelidir. Ayrıca IS-LM analizinde varsayım gereği sabit kabul

edilen fiyatlar genel düzeyi toplam arz ve toplam talep eğrileri analizinde ortadan

kaldırılmakta ve fiyatlar ile üretim arasındaki ilişki ele alınmaktadır.

6.14.1) MALİYE POLİTİKASI UYGULAMASINDA ETKİNLİK VE ÖZEL

DURUMLAR

Para politikasında ortaya konulan duruma benzer şekilde maliye politikası uygula-

masında da hasıla üzerindeki etkiler IS-LM eğrilerinin katsayıları tarafından belirlenmektedir.

Etkinliği belirleyecek olan katsayıları bir diğer ifade ile maliye politikası çarpanını IS ve

LM’in eşit olduğu denge durumundan hareketle oluşturabiliriz;

Y=emA0-embi (IS) i=(k/h)Y-(1/h)M/P (LM)

Y=emA0-emb[(k/h)Y-(1/h)M/P] (IS=LM)

Y=emA0-emb(k/h)Y+emb(1/h)M/P

Denklemin her iki tarafını para talebinin faize duyarlılığı (h) ile çarparsak;

hY= emhA0-embkY+emb(M/P)

Y terimlerinin eşitliğin solunda toplanması durumunda;

hY+ embkY= emhA0+emb(M/P)

Y(h+embk)= emhA0+emb(M/P)

Bu durumda IS-LM eşitlikleri denge durumunda gelir cinsinden şöyle ifade edilebilir;

Page 191: İsletme_Makro_iktisat

  189  

Y= [(emh)/ (h+embk) ] A0+[(emb)/ (h+embk)](M/P)

Para arzında bir değişiklik yoksa; (ΔM/P=0)

Y/ (A0)= [(emb)/ (h+embk)]

Yukarıdaki denklemi değişim cinsinden ifade edecek olursak;

ΔY/ Δ(A0)= [(emh)/ (h+embk)] (MALİYE POLİTİKASI ÇARPANI)

Yukarıda eşitlik görüleceği gibi çarpanın değeri (em) ve para talebini faize duyarlılığı

(h) ne kadar yüksek ise maliye politikası o kadar etkin olacaktır. Bundan farklı olarak para

talebinin gelire duyarlılığı (k) ve yatırımın faize duyarlılığı (b) ne kadar yüksekse maliye poli-

tikası o kadar az etkin olacaktır. Aşağıda gösterilecek bazı uç durumlarda bu etkilerin izlen-

mesi mümkündür.

ŞEKİL55

i IS1 b=0 IS2 i LM1 h=0

LM

i2 B i2 B

i1 A i1 A

IS1 IS2 0 Y1 Y2 Y 0 Y1 Y

Yukarıdaki şekillerden yatırımın faize duyarlılığının sıfır olduğu (b=0) durumda, geniş-

letici maliye politikası sonucu artan hasıla para talebinde de artışa yol açmakta ve buna bağlı

olarak faizler yükselmektedir. Ancak faizdeki yükselmenin milli gelirdeki artışın bir kısmını

ortadan kaldırmasına neden olabilecek olan durum yatırımın faize duyarlılığının olmaması

Page 192: İsletme_Makro_iktisat

  190  

nedeniyle söz konusu değildir. Bu durumda kamu harcamaları artışı çarpanla kadar hasıla

artışına neden olmaktadır.

Y=em(A0-bi) olduğundan, A0 terimi içerisindeki kamu harcamaları artışı ile çarpım ka-

dar bir hasıla artışı söz konusudur (ΔY=emA0). Bu durumun para piyasasında yaratacağı etki

para talebinin artması ve faizlerin yükselmesi olacaktır;

ΔMd=kΔY-hi,

Md˃Ms→Bs˃Bd→Pb↓→i↑→Md↓

Ancak faizdeki yükselmeye karşın bu durum yatırımın faize duyarlılığının sıfır olması

nedeniyle hasılayı etkilememektedir. Bir diğer ifade ile crowding-out etkisi söz konusu ol-

mamaktadır.

ΔY=em(A0-bΔi)

ΔY=em(A0-0Δi)

Bir diğer uç durumda ise, para talebinin faize duyarlılığı sıfırdır. Bu durumda ise,

hasıladaki artış para talebinin artmasına yol açmakta ve faizler yükselmektedir. Ancak bu du-

rumda faizler yatırımların kamu harcamalarındaki artışı ortadan kaldıracak kadar yükselmek-

tedir. Buradaki durumda ise kamu harcamalarındaki artış kadar özel sektörün yükselen faizler

nedeniyle yatırımlarını azaltmaları söz konusudur. Bir diğer ifade ile tam bir dışlama

(crowding-out) etkisi meydana gelmektedir.

Keynesyenler’e göre yatırımın faize duyarlılığının düşük olduğunu kabul ettiklerini da-

ha önce belirtmiştik. Ancak yukarıdaki örnekte de görülmektedir ki bu durumda da maliye

politikası tam bir etkinlik sağlamaktadır. Oysa bu durumda para politikası etkin değildi. Bu

Keynesyenlerin maliye politikasını daha üstün bir politika aracı olarak görmelerinin sebeple-

rinden birisidir. Bir diğer neden ise likidite tuzağı durumunda maliye politikasının tam etkin

olmasıdır.

Page 193: İsletme_Makro_iktisat

  191  

ŞEKİL 56

i

h=∞

i1 LM

IS1 IS2

0 Y1 Y2 Y

Kişilerin servetlerini tümüyle para olarak tuttukları bu özel durumda, faizler tüm kesim-

ler için düşebileceği en alt sınırdadır ve herkeste faizlerin yeniden yükseleceği beklentisi söz

konusudur. Böyle bir durumda genişletici maliye politikasının yarattığı hasıla artışı para talep

fazlasının tahvil piyasasında tahvil arzı ile karşılanması mümkün değildir. Bu durumda faiz

artışı söz konusu olmayacak ve dolayısıyla özel sektörün yatırımlarının azalmasına yol açacak

etkilerde oluşmayacaktır. Bir diğer ifade ile sadece hasıladaki artış durumu söz konusudur,

hasıla kamu harcamalarındaki artışın çarpan katsayısıyla çarpımı kadar artmıştır.

6.15) TOPLAM ARZ TOPLAM TALEP MODELİ

Toplam arz toplam talep modeli, iktisadi analizin merkezine fiyatlar genel seviyesindeki

değişmeleri yerleştirmektedir. Özetle Basit Keynesyen Modeller toplam harcama ve üretim

arasındaki ilişkileri, IS-LM Modelleri faiz oranları ile üretim arasındaki ilişkileri incelerken;

toplam arz-toplam talep modeli fiyatlar genel seviyesi ile üretim arasındaki ilişkileri temel

almaktadır.

Page 194: İsletme_Makro_iktisat

  192  

Bu modelde IS-LM modelinin tüm varsayımları sabit kabul edilerek yalnız fiyatlar ge-

nel düzeyinin sabit olduğu varsayımı ortadan kaldırılmaktadır. Ayrıca emek piyasası da ince-

leme alanı içerisine dahil edilmektedir.

6.15.1) TOPLAM TALEP EĞRİSİ

Bir ekonomide tüketiciler tarafından talep edilen tüketim mallarının, firmalar tarafından

talep edilen yatırım mallarının, devlet tarafından talep edilen mal ve hizmetlerin ve dış alem

tarafından talep edilen net ihracatın değerleri toplamına toplam talep denir.

Toplam talep eğrisi, fiyatlar genel seviyesi ile üretim arasında ters yönlü bir ilişkinin

varlığını göstermektedir. Bu eğrinin negatif eğimli olmasının üç nedeni vardır. Bunlar;

1)Reel Balans Etkisi:

2)Zaman İkame Etkisi

3)Uluslar arası İkame Etkisi

1)Reel balans etkisi, reel servet etkisi, para-mal ikame etkisi, Pigou etkisi olarak da ifa-

de edilen bu durum, fiyatlar genel düzeyindeki değişmelerin toplam talebi etkileme derecesini

ifade etmektedir. Bir diğer ifade ile fiyatlardaki değişim kişilerin reel servetlerini etkilemekte

ve bu durum kişilerin harcama miktarı artıp azalmaktadır.

(P)↓→ (W/P)↑→(C)↑→(AE)↑

(P)↑→(W/P)↓→(C)↓→(AE)↓

Yukarıdaki ilişkilerin gösterdiği birinci durum şöyle ifade edilebilinir; fiyatlar genel se-

viyesi düşmüş ve kişilerin reel servetleri (W,wealth) artmıştır. Reel servetleri artan kişilerin

tüketim harcamalarına arttırırlar ve dolayısıyla toplam harcama (toplam talep) artar. Tersi bir

durumda ise reel servet ve buna bağlı olarak tüketim ve harcamalar azalacaktır.

Page 195: İsletme_Makro_iktisat

  193  

Burada anlatılmak istenen kişilerin varlıklarını para ve mal şeklinde tuttukları ve bunun

bir dengede olduğudur. Fiyatlar genel seviyesinin artıp azalmasıyla değişen satın alma gücü

ile bu denge daha fazla veya daha az mal alarak yeniden kurulur.

2)Zaman İkame Etkisi, pozitif zaman tercihi veya faiz etkisi ile ifade edilen durum ise,

şu anda satın almak ile gelecekte satın alma seçeneklerinin toplam talep üzerindeki etkisini

ifade etmektedir. Aslında tüketimi faizin bir fonksiyonu olarak gören neoklasik bakış açısını

çağrıştırsa da, Keynesyen sistem bu etkiyle faizlerin yatırım üzerindeki etkisine vurgu yap-

maktadır;

(P)↑→(M/P)↓→(i)↑→(I)↓→(AE)↓

(P)↓→(M/P)↑ →(i) ↓ →(I)↑ →(AE)↑

Simgesel gösterimde de görüleceği gibi, fiyatlar genel seviyesindeki artış veya azalış

reel para arzını etkilemektedir. Hatırlanacağı üzere IS-LM analizi uygulanırken para arzının

artıp azalması LM eğrisini sağa sola kaydırmakta ve bu da likidite etkisine yol açarak faizlerin

düşmesini sağlamakta idi. IS-LM uygulamasında nominal para arzı artışı (fiyatlar genel sevi-

yesi sabit kabul edildiğinden) reel bir artış olarak kabul edilmekte idi. Oysa fiyatlar genel dü-

zeyindeki bir artma veya azalma nominal para arzı artmasa da reel para arzının değişmesine

sebep olacaktır. Bir diğer ifade ile,örneğin, fiyatlar genel seviyesi azaldığında reel para arzı

artarak, LM eğrisinin sağa doğru kaymasına ve faizlerin düşmesine yol açmaktadır. Düşen

faizler ise yatırımları uyararak toplam harcamaların artmasına yol açmaktadır.

3)Her ne kadar kullandığımız varsayım gereği ekonomi dışa kapalı olsa da burada belir-

tilmesi gereken bir diğer durum fiyatlardaki değişimin yerli üretim ve ithalat talebi üzerindeki

etkisi nedeniyle toplam talebin artıp azalmasıdır.

(P)↑→(CD)↓→(CM)↑→(AE)↓

(P)↓→(CD)↑→(CM)↓→(AE)↑

Page 196: İsletme_Makro_iktisat

  194  

Fiyatlar genel seviyesi düştüğü durumda, tüm sektörlerin yerli mal talebi (yukarıda sa-

dece tüketim itibarıyla gösterilmiştir) artarken ithal mal talebi azalmaktadır. Tam tersi durum-

da ise ithal mal talebi artmaktadır.

6.15.2) TOPLAM TALEP EĞRİSİNİN ELDE EDİLMESİ

Yukarıda ifade edilen etkiler göstermektedir ki fiyatlar genel seviyesiyle toplam harca-

malar (toplam talep) arasında ters yönlü bir ilişki söz konusudur. Toplam talep eğrisi, para ve

mal piyasalarını eşanlı olarak dengeye getiren fiyatlar genel seviyesi ve milli gelir bileşimle-

rini göstermektedir. Bu doğrultuda yapılması gereken para ve mal piyasalarını dengeye geti-

ren noktaların fiyat değişimleri neticesinde nasıl hareket edeceğinin ortaya konmasıdır.

Daha önce fiyatlar ile toplam harcamalar arasındaki ilişki ele alınmış ve ters yönlü ilişki

ortaya konmuştu. Şimdi bu ilişkilerden faiz etkisini ele alarak toplam talep eğrisini oluştu-

ralım;

Page 197: İsletme_Makro_iktisat

  195  

ŞEKİL 57

i

LM1(M1/P1) LM2(M1/P2)

i1 A

i2 B

0 Y1 Y2 Y P

P1 A

P2 B

AD

0 Y1 Y2 Y

Yukarıdaki şekilde başlangıçta para ve mal piyasalarındaki dengeyi gösteren (A) nok-

tasında denge faiz haddi i1 ve denge gelir düzeyi Y1dir. LM eğrisi ise nominal para arzı de-

ğişmemesine karşın fiyatlar genel seviyesi düştüğü (P↓) için reel olarak artmıştır (M/P↓)↑.

Daha önce incelenen IS-LM analizinde hatırlanacağı üzere fiyatlar genel seviyesi modelin

Page 198: İsletme_Makro_iktisat

  196  

içerisine alınmadığı için nominal para arzı artışı reel para arzı artışı olarak ele alınmaktadır.

Oysa AS-AD analizinde fiyatlar genel seviyesi modelin içerisinde değerlendirilmektedir. Bu

doğrultuda LM1 olarak ifade edilen eğride nominal para miktarı (M1) ve fiyatlar genel seviye-

si ise P1 dir. Burada toplam talebi oluştururken ihtiyacımız olan büyüklükleri hatırlayalım;

denge seviyelerindeki fiyat ve hasıla (P ve Y). Bu durumda toplam talep eğrimiz için gerekli

olan ilk denge noktalarımız P1 ve Y1 noktalarını aşağıdaki şekilde belirleyelim.

Şimdi fiyatlar genel seviyesinin düştüğü varsayımıyla hasılanın nasıl değişeceğini belir-

leyelim. Fiyatlar genel seviyesi düşünce reel para arzı artmış olacağından LM eğrisi sağa doğ-

ru kayacaktır. Bu durumda mal ve para piyasalarının karşılıklı etkileşimi (B) noktasına gelene

kadar devam edecektir. Bir diğer ifade ile yeni denge noktasındaki (B) faiz ve gelir düzeyi i2

ve Y2 olmuştur. Fiyatlar genel seviyesini düşmesi denge gelir seviyesinin Y2 seviyesine gel-

mesine yol açmıştır.

Toplam talep eğrisinin oluşumu için bir diğer nokta daha belirlenmiştir; P2 ve Y2. Bu iş-

lemi ne kadar artırırsak artıralım bu ters yönlü ilişkiyi elde edecek yeni denge noktalarına

ulaşacağımız açıktır. Bu durumda elde edeceğimiz denge noktalarını birleştirerek toplam talep

eğrisine ulaşabiliriz. Elde ettiğimiz bu doğru, alternatif fiyat ve hasıla düzeylerinde, üzerinde-

ki her bir noktada para ve mal piyasalarının dengede olduğunu göstermektedir.

6.15.3) TOPLAM TALEP EĞRİSİNİN EĞİMİ

Öncelikle toplam talep eğrisinin IS-LM eğrisinden türettiğimizi unutmamalıyız. Bu şu

açıdan önemlidir; buradaki IS ve LM eğrilerinin eğimleri toplam talep eğrisinin de eğimini

belirleyecektir. Bu doğrultuda eğimi belirleyen katsayıları hatırlamak faydalı olacaktır: (ΔY/

Δ(M/P)= [(emb)/ (h+embk)]).

a) Yatırımın faize duyarlılığı (b) ne kadar büyükse toplam talep eğrisi o kadar yatık

olacaktır.

Page 199: İsletme_Makro_iktisat

  197  

b) Harcama çarpanı (em) ne kadar büyükse toplam talep eğrisi o kadar yatık olacaktır.

c) Para talebinin faize duyarlılığı (h) ne kadar büyükse toplam talep eğrisi o kadar dik

olacaktır.

d) Para talebinin gelire duyarlılığı (k) ne kadar büyükse toplam talep eğrisi o kadar dik

olacaktır.

6.15.4) TOPLAM TALEP EĞRİSİNDEKİ KAYMALAR ve KEYNESYEN

SİSTEM

Yukarıda toplam talep eğrisinin nasıl oluştuğunu ve eğiminin neler tarafından belirlen-

diğini gördük. Şimdi ise bu eğrinin hangi koşullarda kayacağını belirlememiz gerekmektedir.

Burada önemli bir noktanın ortaya konması gerekmektedir. Toplam talep eğrisinin oluşumu

ve hangi koşullarda sağa sola kayacağı genel olarak diğer iktisat okullarınca da kabul edilen

bir konudur. Ancak bu kaymanın derecesini belirleyen IS ve LM eğrilerinin eğimleridir ve bu

çeşitli iktisat okullarında önemli farklılıklar söz konusudur. Bu durumda hangi iktisat politi-

kası aracıyla toplam talebin daha çok etkileneceği de iktisat okullarına göre

farklılaşabilecektir.

Ortadoks Keynesyen teoride, yatırımın faize duyarlılığı düşük ve para talebinin faize

duyarlılığı yüksek olarak kabul edilmekte olduğu daha önce belirtilmişti. Buradan sonraki

toplam talepteki kaymaları bu doğrultuda değerlendirerek konuyu açıklamaya devam edelim.

Page 200: İsletme_Makro_iktisat

  198  

ŞEKİL 58

i

LM(M/P1)

i2 B

i1 A

IS2

IS1 0 Y1 Y2 Y

P

P1 A B

AD2

AD1

0 Y1 Y2 Y

Page 201: İsletme_Makro_iktisat

  199  

Toplam talep eğrisinin konumunun IS-LM eğrileri tarafından belirlendiği daha önce be-

lirtilmişti. Yukarıdaki şekilde gösterilen durumu kısaca şöyle özetleyebiliriz: Başlangıçta para

ve mal piyasalarının denge noktasındaki (A) faiz oranı i1 ve gelir düzeyi Y1 olarak ifade edil-

miştir. Bu noktadaki fiyat düzeyi ise P1dir. Bu verilerden hareketle Toplam talep eğrisinin P1

ve Y1 noktalarının kesiştiği noktadan geçeceği sonucuna ulaşabiliriz. Nitekim yukarıdaki top-

lam talep eğrisi (A) noktasından geçen bir eğri ile ifade edilmiştir.

Şimdi genişletici bir maliye politikası uygulandığı varsayımından hareket ederek bunun

toplam talep eğrisi üzerindeki etkilerini ele alalım. Bu durumda IS eğrisi dışa doğru kaya-

caktır. Yeni oluşan denge noktası olan (B) noktası da para ve mal piyasalarının dengede oldu-

ğu durumu ifade etmektedir. Bu durumda denge gelir düzeyi artık Y2 olmuştur. Burada dikkat

edilmesi gereken nokta fiyat düzeyinin değişmemiş olduğudur. Bir diğer ifade ile IS eğrisinin

dışa doğru kaymasıyla fiyat düzeyi değişmemiş olduğu halde gelir düzeyi Y2’ye yükselmiştir.

Bu durumda P1 fiyat ve Y2 gelir düzeylerinden de geçecek bir başka toplam talep eğrisi de

olmak zorunda olduğundan toplam talep eğrisi dışa doğru kayacaktır.

Bu noktada hatırlatılması gereken nokta Keynesyen sistemde yatırımın faize du-

yarlılığının ve çarpanın değerinin büyük kabul edildiği için IS eğrisi daha yatık olacağı ve bu

nedenle de AD eğrisinin de daha yatık olması gerektiğidir. Bir diğer ifade ile genişletici bir

maliye politikası durumunda alternatif fiyat seviyelerinde toplam talep eğrisi daha fazla

hasılayı ifade edecektir.

Genişletici para politikalarının toplam talep üzerindeki etkisi ise aşağıdaki şekilde gös-

terilmiştir.

Page 202: İsletme_Makro_iktisat

  200  

ŞEKİL 59

i

LM1(M1/P1) LM2(M2/P1)

i1 A

i2 B

0 Y1 Y2 Y

P

P1 A B

AD1 AD2

0 Y1 Y2 Y

Page 203: İsletme_Makro_iktisat

  201  

Şekilde görüleceği gibi fiyat düzeyi değişmeden nominal para arzı arttırılmıştır (do-

layısıyla reel para arzı). Bu durumda başlangıçtaki denge noktası (A) noktasından (B) nok-

tasına kaymıştır. Bu noktanın ifade ettiği gelir düzeyi ise Y1 den Y2’ye yükselmiştir.

Bu durumda toplam talep eğrisi başlangıçta P1 ve Y1 doğrularını oluşturduğu (A) nok-

tasından geçen bir eğri iken genişleyici para politikası uygulaması ile (B) noktasından geçen

bir eğriye dönüşmüştür.

Hatırlanacağı üzere Keynesyen sistemde özellikle para talebinin faize duyarlılığı yüksek

olduğundan LM eğrisi yatıktır. Bu nedenle de toplam talep eğrisi de alternatif fiyat düzeyle-

rinde genişleyici para politikalarıyla daha az artan hasıla noktalarını ifade edecektir.

6.16) TOPLAM ARZ

Toplam arz doğrusu farklı fiyat düzeylerinde firmaların satmak/üretmek istedikleri top-

lam hasılayı göstermektedir. Toplam talep eğrisinin aksine toplam arz eğrisinin şekli konu-

sunda iktisat okullarında bir fikir birliği yoktur. Bu durum çeşitli yaklaşımların emek arz ve

talebine ilişkin farklı görüş ve varsayımlarından, beklentilerin modele farklı varsayımlarla

dahil edilmesi gibi sebeplerden kaynaklandığı gibi ele alınan zaman dilimine göre de

farklılaşabilmektedir. Örneğin Basit Keynesyen Model’de fiyatlar genel düzeyi sabit kabul

edildiğinden firmaların bu fiyattan istenildiği kadar üretim yaptıkları kabul edilir. Bu durumda

ortaya çıkacak toplam arz emek arzı ve talebi tarafından belirlenecek ve aşağıdaki gibi ola-

caktır:

Page 204: İsletme_Makro_iktisat

  202  

W/P ŞEKİL 60

W0/P0 Ns

Nd2

Nd1

0 N0 N1 Nf N

Y

Y2 Y=f(K*,N)

Y1

0 N1 N2 N

P AS

P0

Page 205: İsletme_Makro_iktisat

  203  

0 Y1 Y2 Yf Y

Keynesyenlerin emek piyasası ile ilgili bakış açıları iki farklı zaman aralığında değer-

lendirilebilinir: çok kısa dönem ve kısa dönem. Keynesyenler çok kısa dönemde reel ücretle-

rin ve reel ücretlerin, dolayısıyla fiyatlar genel seviyesinin sabit olduğunu kabul ederler. Bu

durumda üretim, fiyat ve ücretlerde bir değişim olmadan istenildiği kadar değiştirilebilir.

Yukarıdaki şekilde bu durum gösterilmektedir. Emek arzı veri ücret seviyesinden

sınırsız emek arz etmektedir. Böyle bir durumda emek talebinin arttığını varsayarsak emek arz

ve talebi daha yüksek bir istihdam seviyesinde dengeye gelecektir (N2).

Üretim azalan verimler kanununa tabidir. Kısa dönemde sermaye sabit olduğundan tek

değişken emek miktarı üretim seviyesini belirlemektedir. Bu doğrultuda üretim seviyesi daha

fazla emek girdisi kullanıldığından Y1 seviyesinden Y2 seviyesine yükselmiştir.

Dolayısıyla veri fiyat seviyesinde ve sınırsız emek arzı koşullarında işverenler üretimi

istedikleri kadar arttırabilmektedirler. Bu da toplam arz eğrisinin eksene paralel bir biçimde

gösterilmesiyle mümkündür. Şekilde gerek emek arzının gerekse de toplam arz eğrisinin yu-

karı doğru kıvrılmasının nedeni tama istihdam denge noktasının ifade edilebilmesi içindir.

Ekonomi tam istihdam seviyesine geldiğinde, artık ekonomide emek arz edecek de kimse

yoktur. Dolayısıyla böyle bir noktadan sonra üretimi belirleyecek emek ve sermaye miktarının

kısa dönemde değişmesi de mümkün değildir.

Keynesyenlerin kısa dönem analizlerinde ise, fiyatların değişiminin özellikle emek tale-

bi üzerindeki etkisi emek arz eğrisinin oluşumunu da belirlemektedir. Bu noktada belirtilmesi

gereken iki farklı yorum söz konusudur. Birincisi fiyatların ve nominal ücretlerin arması du-

rumunda fiyat artışları nominal ücret artışlarından çok daha hızlı ve esnek olduğudur. Do-

layısıyla her iki değerde de bir artış olduğunda reel ücret düşmekte ve emek talebi artmak-

tadır. Buna bağlı olarak da artan fiyatlar üretimi arttırmaktadır. Bu noktada işçiler bir para

yanılgısı içerisindedirler ve nominal ücretlerdeki artışı reel ücret artışı olarak algılamakta ve

Page 206: İsletme_Makro_iktisat

  204  

emek arzlarını arttırmaktadırlar. Bir diğer yorum ise, işçilerin nominal ücret düzeyindeki bir

azalmayı kabul etmedikleri ve bu nedenle de emek arzı belirli bir nominal ücret seviyesinde

aşağıya doğru katı ve sonsuz esnek kabul edilmesidir. Bir diğer ifade ile, nominal ücretlerde

aşağıya doğru bir azalma olduğu zaman emek arzı sıfıra inmektedir.

ŞEKİL 61

(A) (B)

W/P W/P Ns

W1/P1

W0/P0 e

W* a b c d

0 N0 N1 N 0 N0 N1 N2 N3,4 N

Y Y Y1 Y=f(K*,N) Y=f(K*,N)

0 N0 N1 N 0 N0 N1 N2 N3,4 N

P W/P

P2 AS AS

P1 P3,4

P2

P0 P1

P0

Ns1(W1/P1)  Ns0(W0/P0)  

Nd1(W1/P1)  Nd0(W0/P0)  

N(P0)  Nd(P1)  Nd(P2)  

Nd(P3)  Nd(P4)  

Y0  

Y3,4  Y2  

Y0  

Page 207: İsletme_Makro_iktisat

  205  

0 Y0 Y1 Yf Y 0 Y0 Y1 Y2 Y3,4 Y

Her iki yorumla oluşacak emek arz eğrisi yukarıda gösterilmiştir:

Şeklin (A) panelinde görüleceği gibi, kısa dönemde fiyatlar genel seviyesindeki yük-

selme, fiyat artışı nominal ücret artışından daha hızlı olduğu için, reel ücretlerin azalmasına

neden olmuştur. Düşen reel ücretler denge ücret seviyesinin (A) noktasından (B) noktasına

kaymasına yol açmış, istihdam düzeyi ve buna bağlı olarak üretim seviyesi Y0’den Y1 seviye-

sine yükselmiştir. Bu durumda artan fiyatlar genel düzeyi (P0-P1) üretim miktarının yükselme-

sine yol açmıştır. Bir diğer ifadeyle artan fiyatlar genel düzeyinde firmalar daha fazla mal

üretip satmak eğilimindedirler. Elde ettiğimiz noktalar fiyat ve hasıla arasında, işçilerin artan

fiyatlar karşısında ücretlerini reel ücretlerini eski seviyesinde koruyamamaları nedeniyle, doğ-

rusal yönde bir ilişki olduğunu göstermektedir. Bu şekilde oluşacak olan noktaların geometrik

ifadesi toplam arz eğrisini göstermektedir.

Şeklin (B) panelinde ise, emek arzı reel ücrete değil nominal ücrete bağlı olarak değiş-

mektedir. Ayrıca işçiler nominal ücret düzeylerinde bir azalmayı kabul etmeyecekleri için

aşağıya doğru katıdır. Emek arzının sadece nominal ücrete bağlı olması, fiyat düzeyindeki

değişmelerden etkilenmediği anlamına gelmektedir. Bu durum işçilerde bir “para yanılgısı”

durumunun varlığını ifade etmektedir. Sonuç olarak, aşağıya doğru katı olan nominal ücret

seviyesinde, tam istihdam noktasına kadar belirli bir nominal ücret seviyesinde iş aleminin

istediği kadar emek arzı söz konusudur. Emek talebi ise reel ücretin ters bir fonksiyonudur.

Bir diğer ifadeyle reel ücret artınca emek talebi azalmaktadır.

Bu şekilde tanımlanan emek arz ve talebinin başlangıçta oluşturduğu istihdam düzeyi

(a) noktasıyla ifade edilmiştir. Bu noktadaki fiyatlar genel düzeyi P0dır ve dolayısıyla reel

ücretler (W*/P0) düzeyindedir. Bu ücret seviyesinde emek arz ve talebinin oluşturduğu N0

istihdam düzeyinin oluşturduğu denge üretim miktarı ise Y0 kadardır.

Page 208: İsletme_Makro_iktisat

  206  

Şimdi fiyatlar genel düzeyinin arttığını varsayalım. Bu durumda işçilerde para yanılgısı

olduğu için ve dolayısıyla nominal ücretler değişmediği için veri ücret seviyesinden emek arz

etmeye devam edeceklerdir. İşçiler artan fiyatların reel ücretlerini azalttığını fark etmemişler-

dir. Emek arzının nominal ücretlerin fonksiyonu olmasının tersine, emek talebi reel ücretlerin

fonksiyonu olduğundan, artan fiyatlar reel ücretleri azaltmış (W*/P1) ve dolayısıyla emek

talebini arttırmıştır. Bu durumda istihdam miktarı ve buna bağlı olarak üretim düzeyi

artmıştır.

Fiyatların artması durumunun devam etmesi halinde bu süreç tam istihdam noktasına

kadar üretimin artmasına devam edecek ve bu noktadan sonra istihdam miktarı artamayacağı

için üretim de artmayacaktır. Elde ettiğimiz sonuçlar itibarıyla görülmektedir ki, fiyatlardaki

artış üretim düzeyini tam istihdam noktasına kadar arttırmakta ve bu noktadan sonra fiyat

artışlarının üretim düzeyini etkilemesi mümkün olmamaktadır. Bu doğrultuda, elde edilecek

noktaların geometrik ifadesi toplam arz eğrisini vermektedir.

Page 209: İsletme_Makro_iktisat

  207  

SONUÇ:

Maliye politikası uygulamasının etkinliğini maliye politikası çarpanı belirlemekte-

dir [(emh)/ (h+embk)]. Eşitlikte (em) ve para talebini faize duyarlılığı (h) ne kadar yüksek

ise maliye politikası o kadar etkin olacaktır. Bundan farklı olarak para talebinin gelire

duyarlılığı (k) ve yatırımın faize duyarlılığı (b) ne kadar yüksekse maliye politikası o

kadar az etkin olacaktır.

Toplam talep eğrisinin eğimi ise fiyat ve üretim arasındaki ilişkiyi göstermekte

olup negatif yönlüdür. Bu eğimi sağlayan ise, reel balan etkisi ile faiz etkisi olarak ifade

edilebilinir. Keynesyen sistemde, emek talebi reel ücretin emek arzı ise nominal ücretin

bir fonksiyonu olarak kabul edilmektedir. Bu varsayımdan hareketle oluşturulan top-

lam arz eğrisi ise sonsuz esnektir.

KONUYLA İLGİ SORULAR

1) Aşağıdakilerden hangisi dışlama etkisini (crowding-out) ifade etmektedir?

a) Faizlerdeki artışın yatırımların karlılığını azaltarak özel sektörün yatırımlarını

azaltmasına dışlama etkisi (crowding-out) denir.

b) Kar oranlarındaki artışın faiz oranındaki artışı geçmesi durumuna dışlama etkisi

(crowding-out) denir.

c) Uygulanan maliye politikasının etkilerinin para politikası uygulaması ile orta-

dan kalkmasına dışlama etkisi (crowding-out) denir.

Page 210: İsletme_Makro_iktisat

  208  

d) Likidite ve hasıla etkilerinin birbirine eşit hale gelerek birbirlerinin etkilerini

ortadan kaldırmasına dışlama etkisi (crowding-out) denir.

e) Ekonomik etkileri itibarıyla diğer parametrelerin etkilerini ortadan kaldıran her

türlü değişkenin yarattığı etkiye dışlama etkisi (crowding-out) denir.

2) Reel balans etkisi için aşağıdakilerden hangisi söylenebilir?

a)Fiyatlardaki değişimin reel serveti değiştirmesi ve bunun tüketimi ve dolayısıyla

toplam harcamaları tetikleyerek üretimi etkilemesi durumudur.

b) Faizlerdeki değişimin reel serveti değiştirmesi ve bunun tüketimi ve dolayısıyla

toplam harcamaları tetikleyerek üretimi etkilemesi durumudur.

c) Fiyatlardaki değişmenin reel serveti değiştirmesi ve bunun kişilerin daha fazla

tasarruf yapmalarına yol açarak servetlerin değişmesine yol açmasıdır.

d) Faizlerdeki değişmenin reel serveti değiştirmesi ve bunun kişilerin daha fazla

tasarruf yapmalarına yol açarak servet düzeyinin değişmesine yol açmasıdır.

e) Faiz ve fiyatlardaki değişmenin reel serveti değiştirmesi ve bunun kişilerin daha

fazla tasarruf yapmalarına yol açarak servetlerin değişmesine yol açmasıdır.

3.Aşağıdakilerden hangisi toplam talep eğrisini etkileyen etmenlerden değildir?

A.Yatırımın faize duyarlılığı (b) ne kadar büyükse toplam talep eğrisi o kadar yatık ola-

caktır.

B.Harcama çarpanı (em) ne kadar büyükse toplam talep eğrisi o kadar yatık olacaktır.

C.Para talebinin faize duyarlılığı (h) ne kadar büyükse toplam talep eğrisi o kadar dik

olacaktır.

D.Para talebinin gelire duyarlılığı (k) ne kadar büyükse toplam talep eğrisi o kadar dik

olacaktır.

Page 211: İsletme_Makro_iktisat

  209  

E. Yatırımın faize duyarlılığı (b) ne kadar büyüklüğü ile harcama çarpanının (em)

küçük olması toplam talep eğrisi o kadar dik oluşturacaktır.

4) Klasik sistemde toplam talebin artması durumunda;

a)Yalnız fiyatlar genel düzeyi artar

b)Yalnız üretim artar.

c)Fiyatlar genel düzeyi ve üretim düzeyi birlikte artar.

d)Talebin eğimine bağlı olarak değişir.

e)Faiz oranının değişimine bağlı olarak üretim artar.

Cevap Anahtarı:1A- 2D- 3E- 4A

Yararlanılan Kaynaklar

 

Heilbroner R.L.; İktisadi Sorun II., Makro İktisat, (Çeviren: D.Demirgil), Çağlayan Ki-

tabevi, İstanbul, 1974

Paya M.; Makro İktisat, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2001

Pentecost E.; Macroeconomics, Mac Millan, London, 2000

Phelps E.S.; Seven Schools of Macroeconomic, The Arne Ryde Memorial Series, Clar-

endon Press, Oxford, 1990

Savaş V.; Keynesyen İktisat Yıkılırken, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1986

Savaş V.; Politik İktisat, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1994

Shaw G.K.; Keynesian Economics: The Permanent Revolution, Edward Elgar, Alders

hot, 1998

Page 212: İsletme_Makro_iktisat

  210  

Snowdown B., Howard R.V.; Reflections on the Development of Modern Macroeco-

nomics, Edward Elgar Publishing Co. Cheltenham, 1997

Snowdown B., Vane B., Wynarczyk P.; A Modern Guide to Macroeconomics, An Intro-

duction to Competing School of Thought, Edward Elgar Publishing Limited, Cambridge, 1994

Tunca Z.; Makro İktisat, Filiz Kitapevi, İstanbul, 1997

Ünsal E.; Makro İktisat, İmaj Yayıncılık, Ankara, 2000

Yetkiner H.; Sorularla Makro İktisat, Efil Yayınevi, Ankara, 2010

Page 213: İsletme_Makro_iktisat

  211  

Makro İktisat

11.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü

11.KISIM

6.16.1) TOPLAM ARZ –TOPLAM TALEP ve MİLLİ GELİR DENGE

SEVİYESİ……………………………………………………..………..211

6.17) KEYNEZYEN SİSTEM TOPLAM ARZ TOPLAM TALEP ve UÇ

DURUMLAR ………………………………………………………….214

7)PHILLIP EĞRİSİ ve KEYNEZYEN İKTİSAT …………………..219

Page 214: İsletme_Makro_iktisat

  212  

ÖZET:

Keynesyen Sisteme göre ekonominin kendiliğinden tam istihdamda olmasını gerektire-

cek hiçbir durum söz konusu değildir. Bu durumda iktisat politikası uygulayanların

yapması gerekenler için, toplam arz-toplam talep eğrileri ile gösterim çok açıklayıcı ol-

maktadır. Ayrıca Phillips eğrisi analizinin de Keynesyen politikaların uygulama alanı

içerisinde yer almasıyla Keynesyen sistem çok daha anlaşılır hale gelmektedir.

6.16.1) TOPLAM ARZ –TOPLAM TALEP ve MİLLİ GELİR DENGE SEVİYESİ

Toplam arz ve toplam talep modelinin amacı, milli gelir denge seviyesini belirlemek, fiyatlar

genel seviyesi ile milli gelir arasındaki ilişkiyi göstermektir. Bu doğrultuda, toplam arz- top-

lam talep modelinde milli gelirin denge şartı, toplam talep ile kısa dönem toplam arzının bir-

birine eşit olması ve bu eşitlikte stok değişmelerinin sıfır olmasıdır.

Aşağıdaki şekilde toplam arz ve toplam talep eğrileri birlikte ele alınmıştır.

ŞEKİL 62

P AS

P1 A

P0

AD

0 Y1 YF Y

Yukarıdaki şekilde görüleceği gibi ekonomi tam istihdam denge seviyesinin altında bir nokta-

dadır. Toplam arz ve toplam talep eğrilerinin kesiştiği (A) noktasında Y1 kadar bir üretim söz

Page 215: İsletme_Makro_iktisat

  213  

konusu iken ekonominin tam istihdam denge üretim düzeyi YF kadardır. Keynes’e göre eko-

nominin tam noktasında kendiliğinden dengede olmasını gerektirecek hiçbir durum söz konu-

su değildir.

Şekilde (A) noktası ile ifade edilen dengede emek piyasasında emek arzı emek talebinden

fazladır. Böyle bir durumda emek talebini arttırıcı politikalar yoluyla emek talebi tam istih-

dam denge seviyesine kadar arttırmak da mümkün değildir. Bu durum şöyle açıklanabilir;

eğer emek arzı reel ücretler ile ters yönlü bir ilişkiye sahipse nominal ücretler düşürülerek bu

durum gerçekleşebilecektir. Ancak bu çeşitli sebeplerle mümkün değildir. Bunlardan birisi

nominal ücretlerdeki azalma işçi sendikalarının güçlü tepkisi ile karşılaşacaktır. Dolayısıyla

nominal ücretlerin düşürülmesinin sistemin işleyişinde önemli sorunlara yol açabilecektir. Bir

diğer sebep ise, teknik bir nedenden kaynaklanır. Keyes’e göre, nominal ücretlerin azaltılması

sonucu işletmelerin maliyetleri de düşecek ve piyasadaki rekabet fiyatların da düşmesine yol

açacaktır. Bir taraftan nominal ücretlerin düşmesi diğer taraftan fiyatların düşmesi (W↓/P↓)

reel ücretlerin değişmemesine dolayısıyla da emek talebinin aynı kalmasına yol açacaktır.

Ancak bu durum dolaylı olarak toplam talebin artmasına yol açabilecek bir durumdur. Düşen

nominal ücretler, fiyatlarında düşmesine yol açınca bu durum reel para arzının arması an-

lamına gelecektir (M/ P↓). Artan reel para arzı ise, faizlerin düşmesine ve yatırımların art-

masına yol açar. Toplam talebin artmasına yol açacak bu durum hasıla düzeyinin artmasına

neden olacaktır. Bu durum Keynes Etkisi olarak ifade edilmektedir.

Yukarıdaki ifadeler emek piyasasında geçerli olan veri ücret seviyesinde dengede olan eko-

nominin hangi hasıla düzeyinde faaliyet göstereceğinin toplam talep eğrisine bağlı olduğunu

göstermektedir. Bu durumda ekonominin tam istihdam denge seviyesine karşılık gelen üretim

düzeyinde bulunması toplam talebi genişletici politikalarla mümkün olabilecektir. Aşağıdaki

şekilde bu durum gösterilmiştir.

Page 216: İsletme_Makro_iktisat

  214  

ŞEKİL 63

P AS

Z

A

AD

0 Y1 YF Y

6.17) KEYNESYEN SİSTEM TOPLAM ARZ TOPLAM TALEP ve UÇ DURUMLAR

Keynesyen sistemde yatırımın faize duyarlılığının düşük ve para talebinin faize duyarlılığının

yüksek kabul edildiği daha önce ifade edilmişti. Bu durum üzerinden hükümetlerin uygulaya-

cağı politikaların etkinliği toplam arz-toplam talep eğrileri üzerinden tartışmak mümkündür.

Aşağıdaki şekilde tam istihdama ulaşmak için uygulanacak aktivist politikalar yatırımın faize

duyarlılığının sıfır (b=0) olduğu uç durumlar üzerinden tartışılacaktır.

Page 217: İsletme_Makro_iktisat

  215  

ŞEKİL 64

b=0

i IS LM(M/P1)

LM(M/P1)

Y1 Y

P AD AS

0 Y1 YF Y

Yukarıdaki şekilde görüldüğü gibi, yatırımın faize duyarlılığının sıfır olduğu durumda fiyat

düzeyinin düşmesi sonucunda artan reel para arzının faizleri düşürmesiyle likidite etkisi

oluşmaktadır. Ancak toplam talep yatırımların faize duyarlılığı olmadığından artmamakta ve

dolayısıyla hasıla da yükselmemektedir. Ayrıca böyle bir durumda fiyat düzeyinin düşmesi

sonucu toplam hasıla artmayacağı için toplam arz eğrisi de dik bir doğru şeklinde ifade edile-

cektir. Sonuç olarak böyle bir durumda uygulanacak para politikası etkin değildir. Oysa böyle

bir durumda uygulanacak maliye politikası hasılayı arttıracaktır.

Page 218: İsletme_Makro_iktisat

  216  

Benzer şekilde düşük para talebinin faize duyarlılığının uç noktasını ifade eden likidite tuzağı

durumunda genişletici para politikası işlemeyecektir. Aşağıdaki şekilde bu durum gösterilmiş-

tir.

ŞEKİL 65

i h=∞ LM(M/P1) LM(M/P2)

IS

Y1 Y

P AD AS

0 Y1 YF Y

Yukarıdaki şekilde para talebinin faize duyarlılığının sonsuz olduğu likidite tuzağı durumunda

fiyat düzeyinin düşmesi sonucunda reel para arzının artması faiz haddini değiştirmemektedir.

Bunun sonucu olarak yatırımlar ve toplam talep artmayacaktır. Görüldüğü gibi bu durumda da

para politikası etkin değildir.

Bu nedenlerle, Ortodoks Keynesyenlere göre, maliye politikası üretim ve istihdamı

arttırmada, para politikasından daha etkindir.

Page 219: İsletme_Makro_iktisat

  217  

Ancak Keynesyenlerin bu görüşleri makro iktisat literatüründe oldukça büyük tartışmalara

sebep olmuştur. Örneğin, ilerleyen bölümde ele alınacak çeşitli sebeplerle, Monetaristler ma-

liye politikalarının ekonomi üzerindeki olumsuz etkilerine vurgu yaparak, para politikasının

üstünlüğünü öne sürmüşlerdir.

Keynesyen iktisatçılar ise, Pigou etkisi (reel servet,reel balans etkisi) hesaba katıldığında

yatırımın faize duyarlılığının sıfır olduğu ve likidite tuzağı durumlarında da toplam talep eğri-

sinin negatif eğimli olduğunu öne sürmektedirler. Aşağıdaki şekilde bu durum gösterilmekte-

dir.

ŞEKİL 66

i h=∞ LM(M/P1) LM(M/P2)

IS

Y1 YF Y

P AS

P1

P2

AD

0 Y1 YF Y

Page 220: İsletme_Makro_iktisat

  218  

Yukarıdaki şekilde fiyat düzeyindeki düşme özel durumunda da yatırım ve böylece toplam

talep artmamakla birlikte ortaya çıkacak servet etkisi kişilerin reel servetlerinin artmasına yol

açmaktadır. Reel serveti artan kişiler ise tüketimlerini arttıracak ve böylece toplam talep

artmış olacaktır.

(P)↓→ (W/P)↑→(C)↑→(AE)↑

Dolayısıyla servet etkisi hesaba katıldığında, fiyat düşünce toplam talep artmaktadır. Burada

öncelikle anlatılmak istenen her şekilde toplam talep eğrisinin negatif eğimli olduğu ve en uç

durumlarda dahi maliye politikasının etkinliğinin ortaya konmasıdır.

7.)PHILLIP EĞRİSİ ve KEYNESYEN İKTİSAT

Makro iktisat teorisinde ve iktisat politikasında önemli bir yere sahip Phillips eğrisi olarak

bilinen konu çeşitli iktisat okullarınca farklı şekillerde ele alınmaktadır.

Phillips eğrisinin ortaya çıkışı, Phillips’in parasal ücretlerdeki değişme ile işsizlik oranı

arasındaki ilişkiyi İngiltere’nin 1861-1913 yılları arasındaki dönem için incelemesiyle ortaya

çıkmıştır. Bu dönem için yapılan çalışma, bu iki değişken arasında doğrusal olmayan ters yön-

lü bir ilişkinin mevcut olduğu yönündedir. Bir diğer ifade ile işsizlik oranı yükseldikçe parasal

ücretlerdeki artış oranı da azalmaktadır.

Page 221: İsletme_Makro_iktisat

  219  

ŞEKİL 67

w=ΔW/W

0 u0 5.5 u

Yukarıdaki Orijinal Phillips eğrisi, parasal ücretlerdeki yüzde değişme ile işsizlik oranı

arasındaki ilişkiyi göstermektedir. Bu ilişkiye göre, işsizlik oranı %5.5 iken ücretler değiş-

memektedir (w=0). Bir diğer sonuç ise, parasal ücretler işsizlik oranı düşerken hızlı, işsizlik

oranı artarken ise yavaş hareket ettiği yönündedir.

Phillips eğrisinin tarihsel süreç içerisinde üç farklı yorumu söz konusudur. Bunlar;

1) Enflasyon oranı ile işsizlik oranı arasında ters yönlü ve istikrarlı bir ilişkinin varlığının

kabulünden hareketle Lipsey ve Samuelson tarafından oluşturulmuş olan Keynesyen yorum.

2) Phillips eğrisinde kısa ve uzun dönem ayırımı yapan Friedman ve Phelps tarafından gelişti-

rilmiş Monetarist yaklaşım

3) Phillips eğrisindeki enflasyon ve işsizlik arasında bir ilişkinin olmadığını öne süren Rasyonel

Beklentiler Okulu yaklaşımı.

Page 222: İsletme_Makro_iktisat

  220  

Biz burada sadece Keynesyen yaklaşımın konuya yaklaşımını net bir şekilde görebilmek için

diğer katkıları ele almadan, sadece Samuelson ve Sollow’un Phillips eğrisine katkısını ve

Phillips eğrisi modelinin Keynesyen yorumunu ele alacağız.

Samuelson ve Sollow’in modele katkısı, parasal ücretlerdeki değişim yerine enflasyon oranı

ile işsizlik arasındaki ilişkinin ele alınması olmuştur. Böylece iktisat politikaları oluşturulur-

ken alternatif işsizlik ve enflasyon oranlarının bileşimlerini içeren politika seçenekleri elde

edilebilmiştir.

Burada yeniden tanımlanan ilişki, “markup” fiyatlama varsayımıyla kurulmaktadır. “Mark-

up” fiyatlama, firmaların üretim maliyetleri üzerine sabit bir kar marjı ilave ederek belirlen-

mesi esasına dayanmaktadır. “Markup” oranının (z) olduğunu varsayarsak, birim ürünün fi-

yatı aşağıdaki gibi olacaktır;

P=(1+z)WL/Y

P= Ürün fiyatı

W= Birim emeğe ödenen parasal(nominal) ücret

L= İstihdam edilen işgücü miktarı

Y= reel hasıla düzeyi

Bu durumda yukarıdaki ilişkideki fiyat düzeyi, birim emek maliyetinin (WL/Y), (1+z) katına

eşit olmaktadır.

Y/L birim emek başına üretilen hasıla miktarını, yani emek verimliliğini göstermektedir. Bu-

nu (α) ile gösterecek olursak;

P= (1+z) (WL)/Y=(1+z).W/(Y/L)= (1+z) W/ α

Yukarıdaki eşitlikteki değişkenlerin logaritmasını alırsak;

lnP=ln[(1+z)]+ [lnW-ln α]

Page 223: İsletme_Makro_iktisat

  221  

Bu logaritmik denklemin diferansiyelini alarak her bir değişkendeki nispi değişmeyi birbiriyle

ilişkilendirirsek;

dP/P=dW/W-d α/ α

ᴨ=w- α

Yukarıdaki eşitlikte ifade edilen durum, verimlilik artışı oranında ücret artışının enflasyona

sebep olmamasıdır. Örneğin, emek verimliliğinin %2 olduğu durumda ücretlerde %2 oranında

arttırılırsa fiyatlar genel düzeyi artmayacaktır.

Bu yorumların Keynesyen analize dahil edilmesi ile hükümetler belirledikleri enflasyon

oranının ne ölçüde işsizliğe sebep olabileceğini ve bunun hangi verimlilik düzeyinde gerçek-

leşebileceği ortaya konmuş olmaktadır. Bu durumu aşağıdaki şekil üzerinden açıklayalım;

ŞEKİL 68

ᴨ w

%4,5 B %6

%3 C %4,5

A %1,5 0 %2 %3,5 %6 u

Şekilde (A) noktası ile ifade edilen noktada işsizlik %6 ve enflasyon sıfırdır.(B) ve (C) nokta-

larında ise sırasıyla %2 ve %3,5 işsizlik söz konusudur. (B) ve (C) noktalarında %2 ve

%3,5işsizlik seviyelerine karşılık gelen enflasyon oranları ise %3 ve %4 dür. Şekilde %2’lik

işsizlik tam istihdam durumunu temsil etmektedir. Bu işsizlik seviyesinde talep yetersizliğin-

den doğan bir işsizlik olmadığını ve %2’nin friksiyonel ve yapısal işsizlik olduğunu kabul

Page 224: İsletme_Makro_iktisat

  222  

edelim. Bu durumda yukarıdaki şekilde gösterilen Phillips eğrisi aşağıdaki eşitlikle ifade edi-

lebilir;

ᴨ=-�(u-uN)

Şekilde ifade edilen bu noktalar arasında hükümetlerin seçiş durumu söz konusudur (trade

off). Hükümet önceliklerine göre, daha yüksek bir enflasyon oranını ve buna karşılık daha

düşük bir işsizlik oranını seçebilecektir (C). Enflasyonun çok yüksek olduğunu düşünüyorsa

işsizliğin bir miktar yükselmesi pahasına enflasyonu düşürebilecektir (B).

Şimdi yukarıda oluşturduğumuz eşitlikten hareketle bu seçimlere uygun ücret artışlarının ne

olabileceğini ele alalım. Varsayalım ki bu ekonomideki verimlilik artışı %1,5 dir. Bu durumda

(A),(B) ve (C) noktalarında bulunulabilmesi için gerekli olan ücret artışları aşağıdaki gibi

olacaktır.

ᴨ=w- α olduğuna göre,

A noktası için→ %0=%1,5-%1,5

Hükümetin %1,5 emek verimliliği olan bir durumda veri Phillips eğrisi koşullarında sıfır enf-

lasyon tercih etmesi durumunda nominal ücretleri %1,5 arttırmalıdır. Bu durum yukarıdaki

şekilde dikey olarak çizilmiş nominal ücret artışını gösteren doğru ile gösterilmiştir.

B noktası için→ %4,5=%6-%1,5

Hükümetin %1,5 emek verimliliği olan bir durumda veri Phillips eğrisi koşullarında %4,5

enflasyon tercih etmesi durumunda nominal ücretleri %6, arttırmalıdır.

C noktası için→ %3=%4,5-%1,5

Hükümetin %1,5 emek verimliliği olan bir durumda veri Phillips eğrisi koşullarında

%3, enflasyon tercih etmesi durumunda nominal ücretleri %4,5 arttırmalıdır. Enflasyon-

büyüme ilişkisini gösteren önemli bir analitik ve ampirik araç Phillips eğrisidir. Phillips, İn-

giltere’de yüksek işsizlik oranlarına da daha düşük enflasyon, düşü işsizlik oranlarına da ise

Page 225: İsletme_Makro_iktisat

  223  

daha yüksek enflasyon gözlemlemişti işsizlik oranını ekonominin büyüme hızının bir göster-

gesi olduğunu kabul edebiliriz.

SONUÇ:

Keynesyen sistemde kendiliğinden tam istihdam seviyesinde olmayan ekonominin tam

istihdam seviyesine ulaşması için, toplam talep artışını sağlayan genişletici para ve mali-

ye politikalarıyla ekonomi tam istihdam seviyesine ulaşmaktadır. Ancak Keynesyenler’e

göre ekonomide yatırımın faize duyarlılığının düşük olması ve para talebinin faize du-

yarlılığının sonsuz olduğu durumlarda para politikalarının etkisi yoktur. Phillips eğrisi

enflasyon ile büyüme ilişkisini gösteren önemli amprik ve analitik bir araçtır.

Yüksek işsizlik oranlarında daha düşük enflasyon,düşük işsizlik oranlarında daha yük-

sek enflasyon tesbit edilmiştir. Phillips eğrisinin de Keynesyen analizlere dahil edilme-

siyle Keynesyen iktisat politikaları şekillenmeye başlamış, iktisat politikası uygu-

layıcıları politika uygulamalarında enflasyon ve işsizlik arasında seçim yapabilme ola-

nağına kavuşmuşlardır.

Page 226: İsletme_Makro_iktisat

  224  

KONUYLA İLGİ SORULAR

1) Aşağıdakilerden hangisi Yeni Keynesyenlerin varsayımlarındandır?

a) Uyarlayıcı bekleyişler

b) Piyasaların sürekli temizlenmesi

c) Ücret katılıkları

d) Mal piyasasında eksik rekabet

e) İşçi yanılma modeli

2) Aşağıdakilerden hangisi Klasik ve Keynesyen Sistemin farkları için

aşağıdakilerden hangisi söylenemez?

a) Klasiklerde faiz ve yatırım ve tasarruf tarafından belirlenmekte iken Keyneste

faiz parasal bir olgudur.

b) Klasiklerde para talebi istikrarlı bir büyüklük iken Keyneste değildir.

c) Klasikler uyarlayıcı bekleyişler varsayımını Keynes ise rasyonel bekleyişler

varsayımı benimsenir.

d) Klasik Sistemde tüketim faizin Keyneste ise gelirin fonksiyonudur.

e) Hiçbiri

3) Aşağıdakilerden hangisi Keynesyen Sistemde üretimin temel belirleyicisidir?

a) Efektif Talep b) Toplam Arz c) Spekülasyon Motifi d) Sermayenin Marji-

nal Etkinliği e) Sermayenin Arz Fiyatı

Page 227: İsletme_Makro_iktisat

  225  

4) Keynesyen iktisatçılar’da Pigou etkisi (reel servet,reel balans etkisi) hesaba

katıldığında yatırımın faize duyarlılığının sıfır olduğu ve likidite tuzağı durum-

larında toplam talep eğrisinin nasıl olur?

A.Sonsuz

B.Dik

C.Esnek

D.Negatif eğimli

E.Pozitif eğimli

Cevap Anahtarı:1 C-2 C-3-A 4-D

Yararlanılan Kaynaklar

 

Heilbroner R.L.; İktisadi Sorun II., Makro İktisat, (Çeviren: D.Demirgil), Çağlayan Ki-

tabevi, İstanbul, 1974

Paya M.; Makro İktisat, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2001

Pentecost E.; Macroeconomics, Mac Millan, London, 2000

Phelps E.S.; Seven Schools of Macroeconomic, The Arne Ryde Memorial Series, Clar-

endon Press, Oxford, 1990

Savaş V.; Keynesyen İktisat Yıkılırken, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1986

Savaş V.; Politik İktisat, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1994

Shaw G.K.; Keynesian Economics: The Permanent Revolution, Edward Elgar, Alders

hot, 1998

Page 228: İsletme_Makro_iktisat

  226  

Snowdown B., Howard R.V.; Reflections on the Development of Modern Macroeco-

nomics, Edward Elgar Publishing Co. Cheltenham, 1997

Snowdown B., Vane B., Wynarczyk P.; A Modern Guide to Macroeconomics, An Intro-

duction to Competing School of Thought, Edward Elgar Publishing Limited, Cambridge, 1994

Tunca Z.; Makro İktisat, Filiz Kitapevi, İstanbul, 1997

Ünsal E.; Makro İktisat, İmaj Yayıncılık, Ankara, 2000

Yetkiner H.; Sorularla Makro İktisat, Efil Yayınevi, Ankara, 2010

Page 229: İsletme_Makro_iktisat

  256  

Makro İktisat

12.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü

12.KISIM

1)MONETARİST SİSTEM…………………………………………………………226

1.1) DOĞAL İŞSİZLİK ORANI………………………………………………....227

1.2) YENİ MİKTAR KURAMI…………………………………………………..228

1.2.1) YENİ MİKTAR KURAMININ İŞLEYİŞİ ve KURAMIN TEMEL

İŞLEYİŞİ…………………………………………………………………………………...231

1.2.2) MONETARİST VE KEYNEZYEN BAKIŞ AÇILARIYLA IS-

LM…………………………………………………………………………………….…...234

1.3) UYARLANMIŞ BEKLENTİLER………………………………..………….235

1.4) İŞÇİ YANILMA MODELİ……………………………………………………237

1.4.1) KISA VE UZUN DÖNEM ARZ EĞRİLERİ ve GENİŞLETİCİ

POLİTİKANIN SONUÇLARI………………..…………………………………………242

1.5) UZUN ve KISA DÖNEM PHILLIPS EĞRİSİ……………………………....245

2)MONETARİSTLER ve ARZ YANLI POLİTİKALAR………………………......252

Page 230: İsletme_Makro_iktisat

  257  

ÖZET:

Keynesyen sistemin elde ettiği işleyiş yasalarından büyük ölçüde farklılıklar içeren

Monetarist modellerin iktisat politikası sonuçları da önemli farklılıklar içermektedir.

Makro iktisat modelleri açısından Monetarizm’in kurucusu Friedman’ın en önemli

katkılarından birisi makro iktisat konularını dinamik bir model çerçevesinde ele alması

olmuştur. Bu doğrultuda uygulanacak bir iktisat politikasının etkilerinin bir süreç

çerçevesinde irdelenmesi mümkün hale gelmiştir.

1) MONETARİST SİSTEM

Monetarist (Paracı) İktisat Teorisi, 1955 ve 1965 yılları arasında Milton Friedman

tarafından kurulmuştur. Ortadoks Paracı İktisat okulunun gelişimine katkıda bulunan çok

sayıda kişi olmasına karşın önde gelenler, Karl Brunner, Alan Meltzer, Harry Johnson,

Michael Parkin ve David Laidler olarak kabul edilebilir.

Friedman’ın kurucusu olduğu Monetarizm iktisat literatürüne yeni kavramlar

getirmiştir. Bunlar;

1) Doğal İşsizlik Oranı

2) Modern (Yeni) Miktar Kuramı

3) Uyarlanmış Beklentiler

4) İşçi Yanılma Modeli

5) Uzun ve Kısa Dönem Phillips Eğrisi

6) Ödemeler Dengesine Paracı Yaklaşım

Page 231: İsletme_Makro_iktisat

  258  

1.1) DOĞAL İŞSİZLİK ORANI

Bu kavram ile ifade edilen, herhangi bir andaki fiyatlar genel seviyesinin değişmesi

yönünde baskısı yaratmayan işsizlik düzeyidir. Aslında, Milton Friedman ve Edmund Phelps

tarafından geliştirilen doğal işsizlik oranı “gönüllü işsizlik oranı” ile aynı anlamda bir ifade

olarak kabul edilebilir. Bu kavram ile ekonomide gözlemlenen işsizliğin bir kısmının geçici

işsizlik (frictional unemployment), bir kısmının da yapısal işsizlikten (structural

unemployment) kaynaklandığı kastedilmektedir. ᴨ=�(u-uN) şeklinde ifade edilen Phillips

Eğrisi denkleminde (uN) terimi, doğal işsizlik düzeyini ifade etmektedir. Bu denklemden de

anlaşılacağı gibi işsizlik (u) doğal işsizlik düzeyindeki kadar olursa enflasyon artmayacaktır

(ᴨ=0).

Yukarıda ifade edilen Phillips Eğrisi denkleminin ifade ettiği durum 1970’lerde yaşanan

petrol krizine kadar geçerli olan bir durumu ifade etmektedir. Oysa bu dönemde yaşanan

kronik enflasyondan sonra ekonomide sürekli bir enflasyon beklentisinin pozitif olması

durumu söz konusudur. Daha sonra ele alınacak olan bu durumda, Monetaristler Phillips

Eğrisine beklenen enflasyon oranını da ilave etmişlerdir ᴨ= ᴨe+�(u-uN). Dolayısıyla bu

durumda işsizliğin doğal işsizlik oranı kadar olması cari dönemde beklenen enflasyon kadar

bir enflasyon olmasını gerektirmektedir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir diğer

durum vardır. İşsizlik doğal işsizlik haddine eşit olduğunda enflasyon artmamaktadır. Çünkü

Monetaristler’e göre beklenen enflasyon bir önceki dönemin enflasyonuna eşit olacaktır.

Özellikle 1960’ların ikinci yarısından sonra Monetarist modele dahil edilen Beklentilerle

Genişletilmiş Phillips Eğrisinden sonra doğal işsizlik oranı yerine Enflasyonu Arttırmayan

İşsizlik Oranı (Non-Accelerating Inflation Rate of Unemployment-NAIRU) kullanılmaya

başlanmıştır.

Page 232: İsletme_Makro_iktisat

  259  

1.2) YENİ MİKTAR KURAMI

Milton Friedman, Klasiklerin miktar kuramında bazı değişiklikler yaparak, bu kuramı

farklı bir şekilde ifade etmiştir. Öncelikle Friedman parayı diğer mallar gibi ele alarak bir para

talebi teorisi oluşturmaktadır. Herhangi bir malın talebini belirleyen gelir, para talebi için de

geçerlidir. Para öylesine diğer mallardan ayrılmamaktadır ki, diğer malların talep

fonksiyonları içerisinde yer alan zevk ve tercihler gibi faktörler para talebi için de geçerlidir.

Para talebini belirleyen diğer faktörler, servet ve paraya kıyasla diğer finansal ve reel

aktiflerin getirileri tarafından belirlenmektedir. Bu durumda nominal para talebi;

Md= f(P,W,im,ib,ie,ᴨe,u)

Yukarıdaki fonksiyonel ilişkide;

Md= Nominal para talebi

P=Fiyatlar genel seviyesi

W=Servet

im=Paranın getirisi

ib=Tahvilin getirisi

ie=Hisse senedinin getirisi

u= Zevk ve tercihler

Bu durumda reel para talebi;

Page 233: İsletme_Makro_iktisat

  260  

Md/P= f(W,im,ib,ie,ᴨe,u)

Yukarıdaki eşitlikte W, serveti ifade etmektedir. Servetin ölçülen bir büyüklük olan

ifadesi edilmesi ise neredeyse imkânsızdır. Bu nedenle kişilerin sahip oldukları beşeri ve

beşeri olmayan servet ile her yıl sürekli olarak beklenen ortalama geliri ifade eden “sürekli

gelir”(Yp) servetin bir göstergesi olarak kabul edilmekte ve sürekli gelir arttıkça para talebinin

arttığı kabul edilmektedir. Bu durumda yukarıdaki ilişki şu şekilde ifade edilebilir;

Md/P= f(Yp,im,ib,ie,ᴨe,u)

Denklemdeki diğer değişkenlere geçmeden önce, “paranın beklenen getirisi”nden

bahsetmek faydalı olacaktır. “Paranın beklenen getirisi” veya “paranın faydası” ile ifade

edilen, paranın likiditesidir. En likit finansal varlık olarak para gerek kişiler gerekse de

firmalara bazı imkanlar sunmaktadır. Bu kişiler için beklenmedik, öngörülmeyen acil

durumların daha kolay aşılması imkanını sağlarken firmalar için aniden ortaya çıkan kar

fırsatlarının aşılmasını olanaklı kılmaktadır.

Yukarıdaki eşitlikteki diğer değişkenler ise tahvil ve hisse senedinin (ib,ie) getirisi de

para talebini belirleyen unsurlardandır. Nitekim bu finansal aktiflerin getirilerinin artması para

talebinin azalmasına yol açacaktır. Yeni Miktar Kuramı’nın en önemli farklılıklarından birisi

de beklenen enflasyon haddinin (ᴨe) para talebi denklemine dahil edilmesidir. Bu büyüklükte

ile para talebi arasında ters yönlü bir ilişki söz konusudur. Bir diğer ifade ile beklenen

enflasyon oranı arttıkça para talebi azalmaktadır.

Bu eşitliği Klasik Para Talebi eşitliği ile karşılaştırabilmek için P ve Y dışındaki

faktörleri “k” terimi ile gösterecek olursak;

Md=kPy

k= f(im, ib, ie, ᴨe, u) + - -

Page 234: İsletme_Makro_iktisat

  261  

Öncelikle hatırlanacağı üzere, “k” katsayısı Klasik Miktar Kuramı’nda sabit bir katsayı

idi. Yeni Miktar Kuramında ise, yukarıdaki büyüklüklere bağlı istikrarlı bir büyüklüktür.

Burada istikrar ile kastedilen bu katsayının kendi kendine belirsiz biçimde değişmemesidir.

Nitekim yukarıda da belirtildiği gibi, tahvilin getirisi (faiz) ve beklenen enflasyon oranı

düştüğünde para talebi artmaktadır. Bu durumda para talebi k,P ve y artınca artacaktır.

Yukarıdaki eşitlik k=1/V olmasından hareketle aşağıdaki biçimde de ifade edilebilinir;

Md1/k=Py MdV=Py

Md= Ms MsV=Py

Para talebinin paranın dolanım hızıyla ifade edilmesi durumunda da (k=1/V)

olduğundan “k”yı belirleyen faktörler “V” yi ters yönde etkileyecektir.

V= f(im, ib, ie, ᴨe, u)

+ + +

Yukarıdaki eşitlikte görüleceği gibi, tahvilin getirisi (faiz) azaldığında “k” artarken, “V”

azalmaktadır. “V” terimi de belirli sayıda değişkenin istikrarlı bir fonksiyonudur.

Keynes’de istikrarsız bir büyüklük olan ve para arzındaki değişmelerden ters yönde

etkilenen “V” teriminin Yeni Miktar Kuramındaki rolü Keynes’in yorumundan taban tabana

zıttır ve aktarım mekanizmasının işleyişinde büyük önemi vardır.

1.2.1) YENİ MİKTAR KURAMI ve KURAMIN TEMEL İŞLEYİŞİ

Yeni Miktar Kuramında, kişinin fayda maksimizasyonu yaptığı varsayılarak, paranın

finansal ve reel aktiflerin marjinal getirilerinin eşit olmaması durumunda kişilerin eşitlik

sağlanana kadar servetin para ve farklı aktifler arasında paylaştıracağı kabul edilir. Buna

portfolyo ayarlama süreci denilmektedir.

Page 235: İsletme_Makro_iktisat

  262  

Bu durumda ekonomideki para arzının artması durumunda bireylerin ellerindeki para

miktarı artınca (para talebinin) paranın marjinal getirisi azalacaktır. Portfolyo ayarlama

sürecine girişecek olan kişiler ellerine geçen fazla para (para balansı fazlalığı) ile hisse senedi

ve tahvil gibi finansal aktiflere ve ev, araba gibi reel aktiflere yöneleceklerdir.

(Hatırlanacağı gibi, daha önceki analizlerde para arzında bir artış olduğunda çeşitli

aktarım mekanizmalarıyla para talebi de artmakta ve para arz ve talebi arasında denge yeniden

kurulmaktaydı. Oysa burada para arzı artarken, para talebi azaldı. Dolayısıyla bu dengenin

yeniden sağlanmasını sağlayacak bir mekanizmaya ihtiyaç vardır).

Para arzındaki fazlalık hem finansal hem de reel aktiflere yönelince bir taraftan finansal

aktiflerin fiyatları artıp, faiz oranları düşerken, diğer taraftan reel malların da fiyatları artmaya

başlamaktadır. Fiyatlardaki bu artış ise mal ve hizmet üretiminin artmasını teşvik

edebilecektir. Kısa dönemde gerçekleşecek bu üretim artışı daha yüksek bir milli gelir

seviyesinde para arzı ve para talebinin eşitlenmesini sağlayacaktır. Bu durum aşağıdaki

şekilde gösterilmiştir;

ŞEKİL 69

İ Ms1 Ms2 i Ms1 Ms2

(A) (B)

i1 i1

i2

i2 Md1(P1,Y1) Md2(P2,Y2)

0 Ms,Md 0 Ms,Md

Page 236: İsletme_Makro_iktisat

  263  

Yukarıdaki şekillerden (A) Keynesyen durumu göstermektedir. Para arzının artması

finansal aktiflerden tahvil alımında kullanılacağı ve bu nedenle tahvil fiyatları yükselerek faiz

düşmektedir. Sistemde para sadece finansal aktiflerin ikamesi olduğundan faize duyarlılığı da

fazladır.

Monetaristlerde ise, para sadece finansal aktiflerin değil tüm aktiflerin ikamesi

olduğundan para arz ve talebi sadece faizdeki değişimle kurulamayacaktır. Nitekim şekilde de

görüldüğü gibi, artan tüketim harcamaları fiyatları arttırmış ve geliri uyarmıştır. Diğer taraftan

faizlerde de bir miktar azalma söz konusudur. Ancak Friedman’ın ilk çalışmalarında para

talebinin faize duyarlılığının hesaba katmaya değer bir özellikte dahi olmadığını

belirtmektedir. Sonuç olarak para arz ve talep dengesi daha yüksek bir nominal gelir

seviyesinde kurulmaktadır.

Aktarım mekanizması ele alınırken paranın dolanım hızı ile para arzının nominal milli

gelirle olan ilişkisine özel bir vurgu yapmak gerekmektedir. Çünkü Ms.V ekonomideki toplam

harcamaları ifade etmektedir. Monetarist sistemde para arzında bir artış durumunda, paranın

dolanım hızı da (V) aynı yönde değişmektedir. Bir diğer ifade ile, genişleme dönemlerinde

(V) artarken, gerileme dönemlerinde (V) azalmaktadır. Bu nedenle, para arzındaki bir artış

kısa dönemde (V)deki artış nedeniyle daha yüksek oranda toplam harcamaları arttırmaktadır.

Toplam harcamalardaki değişmeler de nominal geliri (Py) belirlemektedir. Kısa dönemde

nominal gelir büyüklüklerinden P ve y’nin her ikisi de artabilir. Ancak uzun dönemde yalnız

fiyatlar değişmektedir (P). Bu durumda para kısa dönemde nötr değildir; yani, reel

değişkenleri etkilemektedir. Buna karşılık uzun dönemde nötr’dür.

Sonuç olarak Yeni Miktar Kuramı’nın özellikleri şöyle özetlenebilir;

1.Nominal milli gelirdeki değişmeleri açıklayan ana unsur para arzındaki değişmelerdir.

2.Ekonomideki istikrarsızlığın kaynağı merkez bankasının para arzı ile oynamasıdır.

Page 237: İsletme_Makro_iktisat

  264  

3.Para arzındaki değişmeler ile nominal milli gelirdeki değişmeler arasındaki zaman

gecikmesi uzun ve değişkendir. Bu nedenle ekonomiyi düzenleyecek bir müdahaleci para

politikası ekonomide istikrar bozucu bir etki yaratabilir.

4.Uzun dönem fiyat istikrarını sağlamak için, para arzı iktisadi büyüme hızı oranında

arttırılmalıdır. Örneğin iktisadi büyüme oranı %4 ise, para arzı artış oranı da %4 olmalıdır.

Buna, sabit parasal genişleme oranı kuralı denir.

1.2.2) MONETARİST VE KEYNESYEN BAKIŞ AÇILARIYLA IS-LM

Öncelikle her iki okulu IS-LM analizi doğrultusunda ele almanın sadece pratik bir

faydası söz konusudur. Bu da farklı eğimlere sahip olunduğunu göstermekten ibarettir. Çünkü

Monetarist ve Keynesyen analiz, farklı modellerle ele alınmaktadır. Keynesyen IS-LM

modeli, para arzındaki değişmelerin etkilerini incelerken, para arzının bir kez (sürekli değil)

arttığını varsayar ve bunun yarattığı etkileri statik bir yapı içerisinde gösterir.

Monetarizm’in kurucusu Friedman ise konuyu, dinamik bir model çerçevesinde ele

almaktadır. Friedman modelinde, para arzının, belli bir hızda sürekli arttığı denge sürecinden,

para arzı artış hızının yükseldiği yeni denge sürecini ve yeni denge sürecinin etkilerini inceler.

Her şeye rağmen uygulanacak politikanın etkinliğinin görülmesi açısından Monetarist

görüşleri IS-LM analizi ile göstermek faydalı olacaktır.

Page 238: İsletme_Makro_iktisat

  265  

ŞEKİL 70

i LM

i2

i1 IS2

IS1

0 Y1 Y2 Y

Şekilde Monetarist görüşler IS-LM analizine uyarlanarak ifade edilmiştir. Dolayısıyla

para talebinin faize duyarlılığı düşük olduğundan LM daha dik bir şekilde gösterilmektedir.

Buna karşılık yatırımların faize duyarlılığı yüksek olduğu için IS eğrisi oldukça yatık bir

biçimdedir.

Yukarıdaki şekilde genişletici maliye politikasının etkileri de ele alınmıştır.

Görülmektedir ki, Monetarist görüşler doğrultusunda oluşturulan maliye politikasında hasıla

üzerindeki etki oldukça sınırlı olmaktadır. Bir diğer ifadeyle kamu harcamalarının dışlama

etkisi çok fazla olmaktadır.

1.3) UYARLANMIŞ BEKLENTİLER

Ortodoks Keynes sonrası iktisat teorisinde beklentilerin iktisat modellerinin içine dahil

edilmesi çok büyük bir öneme sahiptir. Ancak enflasyon beklentisinin modelin işleyişi

açısından bir sonuç verebilmesi için birtakım varsayımlara ihtiyaç vardır. Aksi takdirde,

beklenen enflasyonun ne olduğu konusunda bir fikre sahip olunması mümkün değildir.

Monetarist modelde, beklenen enflasyon aşağıdaki şekilde ifade edilebilinir;

Et(Pt+1)=Et-1(Pt)+β[Pt-Et-1(Pt)]

Page 239: İsletme_Makro_iktisat

  266  

Yukarıdaki denklemdeki terimler aşağıdaki şekilde ifade edilebilinir:

Et: (t+1) dönemindeki fiyat düzeyi (Pt+1) ile ilgili olarak (t) dönemindeki beklentileri

ifade etmektedir.

Et-1: Cari dönemdeki fiyat düzeyi (Pt) ile ilgili olarak önceki dönem beklentileri ifade

etmektedir.

β[Pt-Et-1(Pt)]: Cari dönem fiyat düzeyi ve cari dönem beklenen fiyat düzeyi arasındaki

farkın belirli bir kısmını göstermektedir. Bu durum aslında kişilerin fiyat düzeyinin tahmini

konusunda hata yaptıklarının da ifadesi olarak kabul edilebilinir.

Monetarist yaklaşımda, (β) katsayısı bire eşit (β=1) kabul edilmektedir. Böylece

aşağıdaki denkleme ulaşılırken, kişilerin fiyat düzeyleri ile ilgili yaptıkları hataların sistematik

hatalar olmadığının da ifadesi olacaktır.

Et(Pt+1)=Pt

Bu eşitlik şu şekilde de ifade edilebilinir;

Pe=Pt-1

Yukarıdaki eşitliklerin gösterdiği durum (t+1) dönemindeki fiyat düzeylerinin (t)

dönemindeki veya (t) dönemindeki fiyatların (t-1) dönemindeki fiyatlara eşit olduğunu

göstermektedir.

1.4) İŞÇİ YANILMA MODELİ

Monetarist modelin toplam arz ve talep eğrileri ile gösterilmesinde sıklıkla kullanılan

modellerden birisi işçi yanılma modelidir. Bu model ile Monetaristlerin emek piyasası ile

ilgili varsayımlarının ortaya konması olanaklı hale gelirken kısa ve uzun dönem arz eğrilerine

ulaşılabilmektedir.

Page 240: İsletme_Makro_iktisat

  267  

İşçi yanılma modeli fiyatlar genel seviyesi hakkında firmaların işçilere göre daha doğru

tahminlerde bulunduklarını varsaymaktadır. Bir diğer ifade ile firmalar üretim sürecinde diğer

girdi fiyatlarını ve kendi mallarına benzer veya yakın ikame malların fiyatlarını doğru ve net

olarak bilmektedirler. İşçiler ise emek arz ederlerken fiyat düzeyinin ne olduğunu tam olarak

bilemezler. Bu durumda emek arz eden işçilerin ve emek talep eden firmaların emek arz ve

talep fonksiyonları aşağıdaki gibi olacaktır.

LDt=f(Wt/Pt)

LSt=f(Wt/Pte)

Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı gibi, emek talebi reel ücretlerin fonksiyonu iken

emek arzı beklenen reel ücretlerin bir fonksiyonudur. Yukarıdaki eşitliği uyarlayıcı

bekleyişler modeli çerçevesinde değerlendirecek olursak (Pte =Pt-1);

LDt=f(Wt/Pt)

LSt=f(Wt/Pt-1)

Dolayısıyla (t) dönemindeki firmaların emek talebini reel ücret belirlerken, işçilerin

emek arzı ise bu dönemin nominal ücretleri ve geçen dönemin fiyatlar genel düzeyi tarafından

belirlenmektedir.

Bu durumu ekonomideki fiyat düzeyinin ve nominal ücretlerin arttığı fakat fiyatlardaki

artışın nominal ücretlerden daha fazla artması varsayımıyla aşağıdaki şekilde gösterebiliriz

(ΔP˃ ΔW).

Page 241: İsletme_Makro_iktisat

  268  

ŞEKİL 71

W/P LD1 LD2

W1/P0 C W0/P0 A

W1/P1 B

Ls

0 L1 L2 L

Şekilde görüldüğü gibi emek piyasası başlangıçta (A) noktasında dengededir. Bu denge

noktasında fiyatlar genel düzeyi (P0) iken nominal ücret düzeyi ise (W0) seviyesindedir. Böyle

bir durumdaki ekonomide fiyatlar genel düzeyinin yükseldiğini ve artan ürün fiyatları

karşılığında nominal ücretlerin fiyatlardaki artıştan daha az miktarda arttığını varsayalım

(ΔP˃ ΔW).

Bu durumda fiyatlardaki artış nominal ücretlerdekinden fazla olduğundan reel ücretler

düşecektir. Firmalar fiyat artışlarını doğru olarak tahmin ettiklerinden emek talebi reel

ücretlerin düşmesiyle daha fazla emek talep edeceklerdir. İşçiler ise, parasal ücretlerdeki artışı

reel ücret artışı olarak algılayacaklarından emek arzını arttıracaklardır.

Ortaya çıkan yeni durumda işçiler fiyatlar genel seviyesiyle yanlış öngörüde bulunmuş

ve emek arzını arttırmışlardır. Bu yanılgı ile reel ücretlerin arttığını düşünmeleri, şekilde (C)

noktası ile ifade edilmiştir. Oysa gelinen nokta (B) noktasıdır ve bu noktada reel ücretler

düşmüştür.

Yukarıda elde edilen sonuçlara bu yanılgının ne kadar süreceğini belirleyebileceğimiz

uyarlayıcı bekleyişleri ilave ederek (Pe=Pt-1) kısa dönem arz eğrisine ulaşabiliriz.

Page 242: İsletme_Makro_iktisat

  269  

ŞEKİL 72

Y (B) y Y1 Y1 (C)

Y0 Y0

450 0 L0 L1 0 Y0 Y1 Y

W/P (A)

Ls0 (D) SRAS(Pe=P0) P1 B

Ls1 A W0/P0 A P0

W1/P1 B

Ld

0 L0 L1 L 0 Y0 Y1 Y

Page 243: İsletme_Makro_iktisat

  270  

Yukarıdaki şeklin (A) panelinde emek piyasasında emek arz ve talebinin oluşturduğu

denge reel ücret seviyesindeki istihdam düzeyi gösterilmiştir. Bu şekilde oluşmuş istihdam

düzeyinin meydana getirebileceği hasıla düzeyi azalan verimler kanununa göre Y0 düzeyinde

bir hasılaya sebep olacaktır (B paneli). Şeklin (C) panelinde 450’lik doğru ile ifade edilen bir

ayna fonksiyon görevini görmektedir. (D) paneline geçişi sağlayan bu ayna fonksiyonda

hasıla düzeyinin Y0 olduğu görülmektedir. Kısa dönem arz eğrisini gösteren (D) panelinde

ise, P0 fiyat düzeyindeki hasıla miktarının Y0 olduğu görülmektedir. Bu iki denge noktasının

kesişim noktası (A) olarak belirtilmiştir.

Şekilde fiyat değişimlerinin hasıla üzerindeki etkilerinin izlenebilmesi ve bu yolla kısa

dönem arz eğrisinin oluşturulabilmesi için fiyatların ve nominal ücretlerin arttığı

varsayılmıştır (ΔP˃ ΔW). Böyle bir durumda daha önce ifade edildiği gibi, reel ücretler

düşecek ve istihdam düzeyi artacaktır (A paneli). Artan istihdamın yol açtığı hasıla düzeyinin

(B paneli) ayna fonksiyon aracılığıyla, kısa dönem arz eğrisi şekline taşınması durumunda (D

paneli) bir diğer kesişim noktası elde edilmiş olunmaktadır. Yeni denge noktasında (B

noktası) fiyat düzeyi (P1) ve hasıla düzeyi (Y1) dir.

Böylece işçi yanılma modeli çerçevesinde elde edilecek noktaların geometrik

noktalarının birleştirilmesiyle kısa dönem arz eğrisine ulaşmış olmaktayız (SRAS). Kısa

dönem arz eğrisi ile beklenen fiyat seviyesinin P0 olduğu durumda fiyatlar arttıkça hasılanın

da arttığını göstermektedir (Pe=P0).

Ekonominin başlangıçta doğal işsizliğe karşılık gelen doğal hasıla noktasında dengede

olduğu varsayımı altında bu durum matematiksel olarak şöyle ifade edilebilinir:

Y=YN+α(P-Pe)

Page 244: İsletme_Makro_iktisat

  271  

Denklemle, ifade edilmek istenen beklenen enflasyon haddinin gerçekleşen enflasyona

eşit olması durumunda doğal hasıla düzeyinin gerçekleşen hasılaya eşit olacağıdır,

Pe=P ise Y=YN

Bu durumun ifade edilmesi kısa dönem arz eğrisinin ne yönde ve nasıl hareket

edeceğinin belirlenmesi ve uzun dönem arz eğrisinin oluşturulması açısından çok

belirleyicidir. Çünkü artık her bir fiyat seviyesinden geçecek kısa dönem arz eğrisinin eğimi

bilinmektedir. Ayrıca her bir fiyat seviyesinde beklenen enflasyon ile gerçekleşen

enflasyonun eşitliğini sağlayan noktalar, aynı zamanda doğal hasıla noktalarını da ifade

etmektedir.

ŞEKİL 73

P LRAS SRAS1(Pe=P1)

SRAS0(Pe=P0) P1

P0

0 YN Y

Yukarıdaki şekilden de anlaşılacağı gibi, her bir fiyat seviyesinde beklenen enflasyon

haddini gerçekleşen fiyat seviyesine eşitleyen noktalar aynı zamanda da hasılayı doğal hasıla

seviyesine eşitlemektedir. İşte bu noktaların oluşturduğu noktaların geometrik ifadesi uzun

dönem arz eğrisi olarak ifade edilmektedir (LRAS).

Şekilden elde edebileceğimiz bir diğer sonuç ise, kısa dönem arz eğrisinin konumunu

yalnız beklenen fiyat seviyesinin belirleyeceğidir (Pe). Her bir fiyat seviyesinden geçecek bir

kısa dönem arz eğrisi oluşturabileceğimizden fiyat düzeyi yükseldikçe kısa dönem arz eğrisi

Page 245: İsletme_Makro_iktisat

  272  

sola doğru kayacaktır. Nitekim bu koşullarda başlangıçta oluşturduğumuz matematiksel

eşitlik de bu durumu desteklemektedir.

Y=YN+α(P-Pe) şeklinde ifade ettiğimiz ilişki ile yukarıda ifade edilen durum

karşılaştırıldığında bu sonuç ortaya çıkmaktadır. Gerek P0 gerekse de P1 fiyat seviyelerinde

beklenen ve gerçekleşen fiyatlar birbirine eşit olduğundan, hasıla da doğal hasılaya eşit

olmuştur.

1.4.1) KISA VE UZUN DÖNEM ARZ EĞRİLERİ VE GENİŞLETİCİ

POLİTİKANIN SONUÇLARI

Yukarıda elde edilen bilgilere uyarlayıcı bekleyişler varsayımı sonucu elde ettiğimiz

durumun (Pe=Pt-1) uygulanmasıyla bir iktisat politikasının ekonomi üzerinde nasıl etkiler

yaptığını görebiliriz. Aşağıdaki şekilde genişletici bir para politikanın etkileri ele

alınmaktadır.

ŞEKİL 74

SRASz(Pe=PZ)

P LRAS SRAS2(Pe=P1) z SRAS0,1(Pe=P0)

PZ c P2

P1 b

P0 a

AD1

AD0

0 YN Y2 Y1 Y

Page 246: İsletme_Makro_iktisat

  273  

Şekilde başlangıçtaki denge noktasındaki (a) durum şunu ifade etmektedir. Bu nokta

beklenen enflasyon haddinin P0 olduğu durumu ifade eden kısa dönem arz eğrisinin geçtiği

noktadır(Pe=P0). Ayrıca bu nokta ile ifade edilen durum sadece bu noktada beklenen ve

gerçekleşen enflasyon haddi (Pe=P0) birbirine eşit ve dolayısıyla da hasıla doğal hasılaya

eşittir.

Böyle bir noktada (a) dengede olan ekonomide genişletici para politikanın uygulanması

sonucunda toplam talep eğrisi (AD0) konumundan (AD1) konumuna geçecektir.

AD1 konumuna geçilmesiyle ortaya çıkan yeni durumda fiyatlar genel seviyesi ve hasıla

düzeyi artmıştır (P1 ve Y1). Oysa uyarlayıcı bekleyişler varsayımı gereği kısa dönem arz

eğrisinin kaymasına yol açabilecek olan beklenen fiyat seviyesi hala P0 düzeyindedir (Pet=Pt-1

). Bir diğer ifadeyle birinci dönemde (t=1), beklenen enflasyon bir önceki dönemin

enflasyonuna eşittir (Pe1=P1-1 olduğundan Pe

1=P0 olacaktır). Bu doğrultuda birinci dönemde

kısa dönem arz eğrisinin konumu değişmemiştir (SRAS0,1).

İkinci dönemde bu durum değişecektir. Yine uyarlayıcı bekleyişler varsayımı gereği

fiyatlar genel düzeyi ile ilgili beklentiler bir önceki dönem gerçekleşen fiyatlar seviyesine eşit

olacağından artık beklenen enflasyon haddi bir önceki dönemin gerçekleşen fiyat düzeyi olan

P1 olarak gerçekleşmiştir (Pe2=P2-1 olduğundan Pe

2=P1 olacaktır).

Devam eden dönemlerde de bir taraftan hasıla düşerken diğer taraftan fiyatlar genel

seviyesi artmaktadır. Nitekim (c) noktasının ifade ettiği durum bunu göstermektedir.

Sonuç olarak bu durum (z) noktasına kadar devam edecek ve ekonomi bu nokta aynı

zamanda kısa dönem ve uzun dönem arz eğrileri ile toplam talep eğrilerinin kesiştikleri

noktayı da ifade etmektedir.

Page 247: İsletme_Makro_iktisat

  274  

Yukarıdaki şekilde ortaya çıkan sonuçlardan birisi de bir taraftan fiyatlar genel seviyesi

yükselirken diğer taraftan hasılanın düşmesidir (Y2-Y1). Bu durum stagflasyon olgusunu ifade

etmektedir. Bir diğer ifadeyle, fiyatlar genel seviyesi yükselirken hasılanın düşmesi veya

değişmemesi durumunu ifade eden stagflasyon olgusu uygulanan genişletici para politikasının

sonuçlarından birisidir. Yukarıdaki ilişki dinamik bir analiz doğrultusunda ele alınmış olsa idi,

ekonominin yeni denge merkezine (z noktası) intibak edene kadar enflasyonun, başlangıçta

arttırılan para arzından daha fazla artarak yeni denge noktasına fiyatların düşmesiyle

ulaşılabileceği görülebilecekti. Bir diğer ifadeyle fiyatların yeni denge noktası olan Pz

noktasının üzerine çıkıp sonra yeniden düşerek gelmesi durumu söz konusu olacaktır. Bu

durum enflasyonun sınır aşımı (overshooting of inflation rate) olarak ifade edilmektedir. (Bu

çalışmada dinamik süreçler ele alınmayacaktır).

Parasal genişlemenin enflasyon ve hasıla üzerindeki etkileri ile ilgili olarak belirtilmesi

gereken bir diğer konu ise Fisher etkisi olarak ifade edilen durumdur. Fisher etkisi, uzun

dönemde nominal faizlerin de enflasyon oranı kadar artacağını ifade etmektedir. Bu sonuca

şöyle ulaşılabilmektedir;

Bir ekonomide reel faiz haddi (r), nominal faiz haddi ile beklenen enflasyon haddi (ᴨe)

arasındaki farka eşittir;

r= i- ᴨe

Yukarıdaki şekilde de görüldüğü gibi uzun dönemde beklenen fiyatlar düzeyinin

gerçekleşen fiyatlara eşit olması durumu söz konusudur (ᴨe =ᴨ). Bu durumda;

r= i- ᴨ

Eşitlikte yer alan reel faiz düzeyini (r), ekonominin doğal hasıla düzeyinde olmasını

sağlayan reel faiz düzeyi (rN) ile gösterilmesi, parasal bir genişleme sonrası ekonominin doğal

Page 248: İsletme_Makro_iktisat

  275  

hasıla düzeyinde durağan denge durumuna geri dönmesi, reel faiz haddinin rN düzeyine geri

dönmesi anlamına gelecektir. Bu durumda eşitlik aşağıdaki şekli alacaktır:

rN =i- ᴨ , i=rN+ ᴨ

Uzun dönemde enflasyon haddi nominal para arzı büyüme haddine (m) eşit olacağından

(ᴨ=m);

i=rN+ m

Yukarıdaki denklemin ifade ettiği durum, reel faiz haddinin doğal hasıla düzeyinde sabit

olduğu uzun dönemdei (i) nominal faiz haddi (m) nominal para arzı büyüme haddiyle ve

enflasyon haddiyle aynı ölçüde değişecektir.

1.5) UZUN ve KISA DÖNEM PHILLIPS EĞRİSİ

Daha önceki Phillips eğrisi analizinde kurulan modelde fiyat beklentileri modelin

içerisinde yer almamakta idi. Oysa Monetaristler için Phillips eğrisinin ne anlam taşıdığını ve

nasıl çalıştığının açıklanması için beklentilerin modelin içerisine alınması gerekmektedir.

Zira, bu modellerde emek arzı reel ücretin bir fonksiyonu olmakla birlikte, işçilerin

gerçekleşen fiyatlar konusunda tam bir bilgiye sahip olmadıkları ve beklenen fiyatlar

üzerinden emek arz ettikleri kabul edilmiştir.

Dolayısıyla daha önce matematiksel yapısı ᴨ=-�(u-uN) şeklinde ifade edilen Phillips

eğrisine beklenen enflasyon haddinin de (ᴨe) ilave edilmesi gerekmektedir;

ᴨ= ᴨe-�(u-uN)

Bu şekilde ifade edilen Phillips Eğrisine, beklentilerle genişletilmiş Phillips Eğrisi

(expectations augmented Phillips Curve) denilmektedir.

Aşağıdaki şekilde beklentilerle genişletilmiş Phillips Eğrisine dayanılarak oluşturulmuş

kısa ve uzun dönem Phillips Eğrileri gösterilmektedir.

Page 249: İsletme_Makro_iktisat

  276  

ŞEKİL 75

ᴨ LRPC

ᴨ2 C

ᴨ1 B

A SRPC(ᴨe= ᴨ2) 0 uN u

SRPC(ᴨe=ᴨ1)

SRPC(ᴨe=%0)

Yukarıdaki şekilde ifade edilen durum, beklenen enflasyon haddinin gerçekleşen

enflasyon haddine eşit olması durumunda işsizlik de doğal işsizlik düzeyine eşit olduğunun

gösterilmesidir (ᴨe=ᴨ, u=uN). Bu ilişki Phillips eğrisine beklentilerin dahil edilmesiyle ortaya

çıkan durumu ifade etmektedir. Nitekim [ᴨ= ᴨe-�(u-uN)] şeklinde ifade edilen beklentilerle

genişletilmiş Phillips eğrisinde, beklenen enflasyonun gerçekleşen enflasyona eşit olduğunda

işsizliğin de doğal işsizliğe eşit olduğunu göstermektedir.

Şekilde ifade edilen A,B ve C noktaları bu eşitlik (ᴨe=ᴨ, u=uN) noktalarını

göstermektedir. Uzun dönem Phillips Eğrisi (LRPC) ise, her bir enflasyon seviyesindeki

eşitlik noktalarının geometrik ifadesidir.

Bu doğrultuda daha sonraki uygulamalarda faydalı olacak bir diğer durumun da

belirtilmesi gerekmektedir. Kısa dönem Phillips Eğrisi beklenen enflasyon düzeyi yükseldikçe

sola doğru kaymaktadır ve her bir enflasyon düzeyinden geçecek bir kısa dönem Phillips

Eğrisi olmak zorundadır. Zira her bir enflasyon seviyesi aynı zamanda beklenen enflasyon

Page 250: İsletme_Makro_iktisat

  277  

olabilecek niteliktedir ve beklenen enflasyon seviyesinin değişmesiyle kısa dönem Phillips

eğrisinin konumu değişmektedir.

Bu sonuçlar doğrultusunda genişletici bir politikanın enflasyon ve işsizlik üzerindeki

etkileri aşağıdaki şekilde olacaktır.

ŞEKİL 76

ᴨ LRPC

ᴨ1 B C

A

0 u1 uN u

SRPC2(ᴨe=ᴨ1)

SRPC0,1(ᴨe=%0)

Yukarıdaki şekilde ekonomi başlangıçta (A) noktasındadır. Bu noktada enflasyon

beklentisi %0dır (ᴨe=%0) ve işsizlik doğal işsizlik düzeyindedir (u=uN). Bu durumda kısa

dönem Phillips eğrisi beklenen enflasyonun gerçekleşen enflasyona eşit olduğu noktada

işsizliğin de doğal işsizlik düzeyinde olduğu noktadan geçecek bir eğri şeklinde olacaktır.

Bu ekonomide genişletici bir politikanın uygulanması durumunda başlangıçta hasıla

artacağından işsizlik de doğal işsizlik haddinin altına inecektir (u1). Ancak uyarlayıcı

bekleyişler varsayımı gereği beklenen enflasyon bir önceki dönemin gerçekleşen

enflasyonuna eşit olacağından (ᴨe=ᴨt-1) kısa dönem Phillips Eğrisinin konumunun değişmesi

söz konusu değildir. Nitekim kısa dönem Phillips Eğrisinin konumu ancak beklenen enflasyon

Page 251: İsletme_Makro_iktisat

  278  

haddi değiştirdiğinde değişecektir. Bu durumda genişletici politikanın sonuçlarının ortaya

çıktığı birinci dönemdeki sonuçlar şunlardır:

1) İşsizlik doğal işsizlik seviyesinin altındadır (uN˃u1).

2) Enflasyon seviyesi yükselmiştir (ᴨ1˃ %0).

3) Beklenen enflasyon seviyesi değişmediğinden kısa dönem Phillips Eğrisinin

konumu değişmemiştir (SRPC0=SRPC1).

Takip eden dönemde ise, kişilerin beklenen enflasyon seviyesi artık bir önceki dönemin

enflasyon seviyesi olacaktır (ᴨ2e=ᴨ2-1, ᴨ2

e=ᴨ1). Bu durumda beklenen durum kısa dönem

Phillips Eğrisinin konumunun değişmesidir. Phillips eğrisinin yeni konumu ise, beklenen ve

gerçekleşen enflasyon haddinin birbirine eşitlendiği ve işsizliğin doğal işsizliğe eşit olduğu

noktadan geçecek bir Phillips eğrisi olacaktır. Şekilde (C) noktası ile ifade edilen bu nokta

ekonominin yeni denge noktası olacaktır. Uygulanan genişletici politika sonrası ulaşılan bu

yeni denge noktasında ise genişletici politika öncesine göre tek değişiklik enflasyon

düzeyidir. Sonuç olarak uygulanan genişletici politikanın işsizlik üzerinde bir etkisi olmamış

sadece enflasyonun artması yönünde bir etki yaratmıştır.

İktisat politikası uygulamalarında sıkça görülen durumlardan birisi de, hükümetlerin

belirli dönemlerde sürekli genişletici para politikaları uygulayarak işsizliği çok daha düşük

seviyelerde tutmak yönündeki istekleridir. Böyle bir politikanın etkileri ise aşağıdaki şekilde

ifade edileceği gibi hiperenflasyona gidebilecek bir sürece sebep olacaktır.

Page 252: İsletme_Makro_iktisat

  279  

ŞEKİL 77

ᴨ LRPC

ᴨ4 D ᴨ3 C ᴨ2 B

ᴨ1 A

SRPC(ᴨe= ᴨ3)

0 u1 uN u

SRPC(ᴨe=ᴨ1) SRPC(ᴨe=ᴨ2)

SRPC(ᴨe=ᴨ0)

Yukarıdaki şekilde işsizlik devamlı doğal işsizlik haddinin altında (u1) bir noktada

tutulmak için sürekli olarak genişletici para politikası uygulanması durumunun sonuçları ele

alınmıştır. Bir diğer ifade ile kamu uyguladığı para arzını arttırma politikasıyla nominal ücret

artışının üzerinde bir fiyat artışına sebep olmaktadır. İşçilerin fiyatlar konusunda tam bilgiye

sahip olmamaları bunun reel ücret artışı olarak algılanmasına sebep olmakta ve böylece emek

arzının artması yoluyla üretim artışı sağlamaktadırlar.

Şekilde A,B,C,D ile gösterilen noktalar ekonominin geldiği değil, gelme eğiliminde

olduğu noktaları ifade etmektedir. Zira bu noktalar, her bir genişletici para politikasını takip

eden dönemde genişletici politikaların son bulması durumunda, ekonominin yöneleceği

noktalardır. Örneğin, birinci dönemin sonunda para arzı bir kez daha arttırılmaz ise, işçiler

daha önceki dönemde fiyatların ücretlerden daha hızlı arttığını anlayacak ve beklenen

enflasyon oranları ile gerçekleşen enflasyon oranı eşitlenecektir. Dolayısıyla da işsizlik doğal

işsizlik haddine eşit hale gelecektir. Oysa buradaki durumda sürekli genişleyen bir para arzı

Page 253: İsletme_Makro_iktisat

  280  

vardır. İşçiler her bir yeni dönemde fiyatların arttığını fark etmelerine rağmen para arzının

artması nedeniyle yeniden yanılabilecekleri bir sürecin içerisine girmektedirler.

Böyle bir politika uygulamasının bazı sonuçları söz konusudur. Bunlardan birisi

ekonominin sürekli olarak doğal işsizlik haddinin altında tutulmak istenmesi durumunda

enflasyonun sürekli yükselmesi durumudur. Şekilde de, ᴨ 1, ᴨ 2, ᴨ 3, ᴨ 4 ile gösterilen enflasyon

oranları böyle bir politikanın sonucunda ortaya çıkan ve hiperenflasyona giden bir süreci ifade

etmektedir. Bu durum hızlandırıcı enflasyon hipotezi (accelerationist hypothesis) olarak

ifade edilir.

Ortaya çıkan bir diğer durum da sabit bir enflasyon hızının sağlanabilmesi için gerekli

olan işsizlik oranının doğal işsizlik oranı olduğudur. Nitekim A,B,C,D noktalarında da

enflasyon söz konusudur. Ancak bu noktalarda beklenen ve gerçekleşen enflasyon oranları

eşit olduğundan enflasyonu arttırıcı bir dinamik mevcut değildir. Bu nedenle de ekonominin

doğal işsizlik haddi, bu düzeyde bulunan bir ekonomide enflasyon oranının artmayacağını

ifade eden NAIRU (nonaccelerating inflation rate of unemployment) ile isimlendirilir.

Kuşkusuz bir diğer ve en önemli sonuç ise, enflasyonun sadece parasal bir olgu

olmasıdır. Kaldı ki, buradan bir diğer sonuca da ulaşılması mümkündür. Eğer enflasyon

parasal bir olgu ise, enflasyonu düşürmek de parasal bir olgu olmalıdır. Bir diğer ifadeyle,

enflasyonu düşürmek için uygulanacak politikalar da bu kez daraltıcı para politikaları

olmalıdır.

Ancak bu kez de bir takım ters yönlü etkiler ortaya çıkacaktır. Bunların en önemlisi

işsizliğin artması ve doğal işsizlik seviyesinin üzerinde bir işsizlik yaratılmasıdır.

Ayrıca para arzının ne kadar azaltılacağına bağlı olarak gerek anti-enflasyon

politikalarının süresi gerekse de katlanılacak işsizlik oranı değişecektir. Bir diğer ifadeyle

para arzı artış hızı tedrici bir yaklaşımla zamana yayılarak mı yoksa ani bir şokla mı aşağıya

Page 254: İsletme_Makro_iktisat

  281  

çekilecektir? Para arzının zamana yayılarak aşağıya çekilmesi ve bu yolla enflasyonun

azaltılmasına tedrici/aşamalı yaklaşım denmektedir (gradualist policy). Bunun yanı sıra

uygulanacak politikanın zamana yayarak değil de aniden ve bir defada uygulanmasına ise, şok

politika veya soğuk hindi yaklaşımını ifade etmektedir.

Parasal bir olgu olan enflasyonu düşürmenin toplum üzerindeki etkileri de önemli

olmaktadır. Bir diğer ifadeyle enflasyonu düşürmenin bir maliyeti söz konusudur. Bu maliyet

fedakarlık haddi ile ifade edilmekte (sacrifice ratio) ve aşağıdaki formülle hesaplanmaktadır;

Fedakarlık Haddi=[(Y1-YN)/YN+(Y2-YN)/YN+(Y3-YN)/YN]/( ᴨ1-ᴨ3)

Bu oran, hangi anti enflasyon politikası uygulanırsa uygulansın (şok veya tedrici) bir

dönemde enflasyonu %1 indirmek için bu dönem içerisinde doğal hasılanın (%) kaçından

yoksun kalınması gerektiğini ortaya koymaktadır. Örneğin, hasıla doğal hasıladan sırasıyla

%12,%10,%8,%5 daha düşük olarak gerçekleşmişse ve enflasyon %5 azalmışsa;

Fedakarlık Haddi=(12+10+8+5)/5=7

Bu örnekteki fedakarlık oranın ifade ettiği duruma göre, ekonomi dört yıl süren anti

enflasyon politikaları sonucunda her dönem (her yıl) doğal hasılasının %7’sini feda etmiştir.

Friedman başta olmak üzere birçok Monetarist, tedrici politikaların uygulanması

gerektiğini savunmaktadırlar. Bu politikaların yanı sıra enflasyonun düşeceğine yönelik

inancın yerleşmesi de bu konuda uygulanacak politikaların başarısını belirleyecektir.

2) MONETARİSTLER ve ARZ YANLI POLİTİKALAR

Daha önce Monetaristlere göre, ekonomideki istikrarsızlığın sebebinin merkez

bankasının para arzı ile oynaması olduğu ve uzun dönemde fiyat istikrarının sağlanabilmesi

için para arzının iktisadi büyüme hızı oranında arttırılması gerektiği ifade edilmişti. Ancak

devletin daha yüksek bir üretim ve istihdam düzeyine ulaşmak için bir niyeti varsa bunun yolu

talep yönlü politikalar olmayacağı açıktır. Bunun yerine devletin (hükümetlerin) arz yönlü

Page 255: İsletme_Makro_iktisat

  282  

politikaları tercih etmesi gerekmektedir. Bunlar kısaca emek ve mal piyasalarındaki etkinliğin

arttırılmasıyla gerçekleştirilebilinir;

1) Özelleştirme ile mal piyasasındaki etkinlik arttırılabilinir.

2) Kurumsal yapıda düzenlemeler yapılabilinir. İşsizlik ve sosyal güvenlik

ödemelerinde indirim yapmak bunlardan birisidir.

3) Vergi oranlarında da indirimler hem işvereni teşvik edecektir hem de bu

indirim gelir vergisiyse işçiler de daha çok çalışmak isteyeceklerdir.

4) Devlet özel sektörün ihtiyacı olan alanlarda mesleki yeterliliğini arttırarak özel

sektörü teşvik edebilir.

5) Sendikaların da işçiler üzerinde monopol gücü kırılmalıdır. Böylece emek

piyasasındaki ücretler esnek hale getirilebilir ve çalışma şartları firmaların lehine

değiştirilebilinir.

Page 256: İsletme_Makro_iktisat

  283  

SONUÇ:

Monetarist sistemin elde ettiği sonuçlara göre, ekonomilerde kısa dönem ve uzun

dönem arz eğrileri söz konusudur. Bunlardan uzun dönem arz eğrisi ekonominin

normal koşullarda bulunması gereken üretim düzeyini ve bu üretim düzeyine karşılık

gelen işsizlik düzeyini göstermektedir. Uygulanacak para ve maliye politikaları

beklentilere bağlı olarak kısa dönemde üretim düzeyini değiştirse de, uzun dönemde

ekonominin geleceği nokta uzun dönem arz eğrisi ile toplam talebin kesiştiği nokta

olacaktır. Dolayısıyla üretimi arttırmak ve işsizliği düşürmeye yönelik olarak

uygulanacak iktisat politikalarının uzun dönemde bir etkisi yoktur. Devletin daha

yüksek bir üretim ve istihdam düzeyine ulaşmak için talep yönlü politikaları değil arz

yönlü politikaları tercih etmesi gerekmektedir.Kısa dönem Phillips eğrisi büyüme ile

enflasyon arasındaki ilişkiyi yansıtır.Uzun dönemde Phillips eğrisi diktir ve enflasyon

düzeyinin konjonktürel işsizliğe etkisi yoktur.

KONUYA İLİŞKİN ÖRNEK SORULAR

Monetarist (Paracı) İktisat Teorisinin kurucusu kimdir?

A. Milton Friedman

B. Karl Brunner

C.Alan Meltzer

D. Harry Johnson

E. Michael Parkin

2.Friedman’ın kurucusu olduğu Monetarizm iktisat literatürüne yeni kavramlar

getirmiştir. Aşağıdakilerden hangisi bunlardan değildir?

A. Doğal İşsizlik Oranı

Page 257: İsletme_Makro_iktisat

  284  

B.Modern (Yeni) Miktar Kuramı

C.Uyarlanmış Beklentiler

D.İşçi Yanılma Modeli

E.Ortalama Maliyet Kavramı

3.Beklenen enflasyon ile gerçekleşen enflasyon oranın eşit olması durumunda

Aşağıdakilerden hangisi ortaya çıkar?

A.Doğal işsizlik oranındadır

B.İşsizlik oranı yüksektir

C.İşsizlik beklenen orandan daha düşüktür

D.İşsizlik sıfırdır.

E.Ekonomi tam istihdamdadır

Cevap Anahtarı:1-a 2-e 3-a

Yararlanılan Kaynaklar

 

Heilbroner R.L.; İktisadi Sorun II., Makro İktisat, (Çeviren: D.Demirgil), Çağlayan

Kitabevi, İstanbul, 1974

Paya M.; Makro İktisat, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2001

Pentecost E.; Macroeconomics, Mac Millan, London, 2000

Phelps E.S.; Seven Schools of Macroeconomic, The Arne Ryde Memorial Series,

Clarendon Press, Oxford, 1990

Savaş V.; Keynesyen İktisat Yıkılırken, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1986

Page 258: İsletme_Makro_iktisat

  285  

Savaş V.; Politik İktisat, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1994

Shaw G.K.; Keynesian Economics: The Permanent Revolution, Edward Elgar, Alders

hot, 1998

Snowdown B., Howard R.V.; Reflections on the Development of Modern

Macroeconomics, Edward Elgar Publishing Co. Cheltenham, 1997

Snowdown B., Vane B., Wynarczyk P.; A Modern Guide to Macroeconomics, An

Introduction to Competing School of Thought, Edward Elgar Publishing Limited, Cambridge,

1994

Tunca Z.; Makro İktisat, Filiz Kitapevi, İstanbul, 1997

Ünsal E.; Makro İktisat, İmaj Yayıncılık, Ankara, 2000

Yetkiner H.; Sorularla Makro İktisat, Efil Yayınevi, Ankara, 2010

Page 259: İsletme_Makro_iktisat

  286  

Makro İktisat

13.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü

13. KISIM

1)YENİ KLASİK MAKRO İKTİSAT TEORİSİ…………………….255

1.1) RASYONEL BEKLENTİLER HİPOTEZİ………………...........256

1.2) ARTIKSIZ PİYASA MODELİ……………………………....257

1.3)SÜRPRİZ ARZ FONKSİYONU ve TOPLAM ARZ………..258

2)YENİ KLASİK MAKRO İKTİSAT TEORİSİNİN POLİTİK

SONUÇLARI………………………………………………………………………………..26

1

3)YENİ KLASİK REEL İŞ ÇEVRİMLERİ TEORİSİ…………….....263

Page 260: İsletme_Makro_iktisat

  287  

ÖZET:

Monetarizmden sonra iktisat bilimin de önemli bir yer tutan Yeni Klasik iktisat

modelleri kendinden önce gelen iktisat okullarından gerek kurdukları modellerdeki var-

sayımları gerekse de ulaştıkları sonuçlar itibarıyla önemli farklılıklar göstermektedirler.

Benzer bir durum Yeni Klasikler içerisinden çıkan Reel İş Çevrimleri teorileri için de

geçerlidir. Her iki okulda da iktisat politikaları etkisizdir. Ancak Reel İş Çevrimlerinde

bu vurgu çok daha kuvvetlidir.

1) YENİ KLASİK MAKRO İKTİSAT TEORİSİ

1970’lerde Monetarist iktisadın içinden çıkmış olan Yeni Klasik okulun önemli temsil-

cileri, Robert Lucas, Edward Prescott, Thomas Sargent, Robert Barro ve Patrick Minford ve

Neil Wallace’dir. Yeni Klasikler enflasyon analizinde Monetaristler ile aynı görüşlere sahip

olmakla birlikte önemli farklılıkları da söz konusudur. Yeni Klasik okulun iktisat teorisinin

temelleri aşağıdaki şekilde sıralanabilir:

1) Rasyonel Beklentiler Hipotezi

2) Artıksız Piyasa (market clearing) modeli (Piyasaların sürekli dengelenmesi hi-

potezi)

3) Sürpriz arz fonksiyonu

1.1) RASYONEL BEKLENTİLER HİPOTEZİ

Page 261: İsletme_Makro_iktisat

  288  

Daha önce ele aldığımız uyarlayıcı bekleyişler varsayımında, emek talep edenlerin fiyat

beklentileri doğru olmakla birlikte, emek arz edenler sürekli olarak geçmiş fiyatları temel al-

maktadırlar. Bu nedenle de fiyatlar genel düzeyindeki artışı gecikmeyle öğrendiklerinden ar-

tan parasal ücretleri reel ücret artışı olarak algıladıklarından emek arzlarını arttırmaktadırlar.

Yeni Klasikler’de emek arz edenlerin eksik bilgiden dolayı yanılmalarını ve geçmiş fi-

yatları referans alarak fiyatlar hakkında fikir sahibi olmaları durumunu ifade eden uyarlayıcı

bekleyişler hipotezi yerine, rasyonel bekleyişler hipotezi kullanılmaktadır. Bu hipoteze göre,

tüm iktisadi birimler bir değişkenin gelecekte alacağı değerle ilişkili olarak tahminlerinde,

eldeki tüm bilgileri kullanarak tahmin yaparlar. Bu tahminler, sübjektif tahminler olmaktan

çok, objektif ve tahmini yapılan değişkeni etkileyebilecek tüm diğer değişkenlerdeki değişim-

leri de hesaba katarak gerçekleştirilir.

Rasyonel Beklentiler Hipotezi’ne göre, iktisadi birimlerin iktisadi değişkenlerle ilgili

beklentileri ortalama olarak doğru olacaktır. Hipotezin en önemli vurgusu, kişilerin tahminle-

rinde sistematik (sürekli) hata yapmayacaklarıdır. Bir diğer ifade ile tahminlerle gerçekleşen

değerler arasında fark varsa, tahmin yöntemleri değiştirilecek ve sistematik hatalar ortadan

kaldırılacaktır.

Bu hipotezin matematiksel ifadesi genellikle aşağıdaki şekilde gösterilmektedir;

P et+1= Pt+1+ɛt

Burada;

P et+1= gelecek yılki fiyatlar genel seviyesi tahmini

P t+1= gelecek yılki gerçekleşen fiyatlar genel seviyesi

ɛ= rastgele hata terimi

Page 262: İsletme_Makro_iktisat

  289  

Rasyonel Beklentiler Hipotezi’ne göre, rastgele hata terimleri sıfır ortalamaya sahiptir.

Bu durumda karar birimleri gelecekteki fiyatları bugünden doğru ve tam olarak değerlendire-

bilecekleri sonucuna ulaşılabilinir.

1.2) ARTIKSIZ PİYASA MODELİ

Bu modele göre, tüm piyasalar sürekli olarak dengededir. “Sürekli olarak dengede ol-

mak” ile kastedilen, denge durumunda bir bozulma olması durumunda piyasa mekanizmasının

anında devreye girerek denge değerleri hızla gerçekleştirecek olmasıdır. Fiyatların ve ücretle-

rin esnek olması ve piyasada arz ve talep fazlasının bulunmaması piyasa modeline artıksız

piyasa modeli (market clearing model) adı verilmektedir.

Arz ve talebin tüm piyasalarda dengeyi hızla oluşturması durumu, Yeni Klasiklerin

kendinden önceki teorilerden en önemli farklılıklarındandır. Örneğin Yeni Klasiklerin içinden

çıktıkları Monetaristlerde bu durum ancak uzun dönemde gerçekleşebilmektedir. Bu modelin

meydana getirdiği çeşitli sonuçlar olmakla birlikte en çok tartışılanlardan birisi, emek piya-

sasına yönelik olanıdır. Artıksız Piyasa Modeli’ne göre, veri ücret seviyesinde iş arayan her-

kesin iş bulabileceği varsayılmaktadır. Bir diğer ifade ile eğer ekonomide bir işsizlik varsa bu

gönüllü işsizliktir.

Yeni Klasiklerin artıksız piyasa modelinde diğer okullardan bir diğer önemli

farklılıklardan bir diğeri ise, fiyatlar ve miktarların eşanlı olarak değişmesi durumudur. Oysa

yine içlerinden çıktıkları Monetaristler’de bu, önce miktarların değişmesi ücret ve fiyatların

bunu izlemesi yönündedir.

1.3) SÜRPRİZ ARZ FONKSİYONU ve TOPLAM ARZ

Lucas’ın sürpriz arz fonksiyonuna göre, işletmeler ellerindeki tüm verileri değerlendir-

mekle birlikte bazı durumlardaki tahminlerinde yanılabilirler. Örneğin para arzındaki bek-

lenmedik bir artış karşısında fiyatlar genel düzeyini doğru bir şekilde öngöremezler.

Page 263: İsletme_Makro_iktisat

  290  

Bunun en önemli sebebi firmaların en iyi ve net bir şekilde kendi ürettikleri malların fi-

yatlarını bilmeleri ve diğer fiyatlarla ilgili olarak ise sahip oldukları bir enformasyon setindeki

verilerden hareketle tahminde bulunmalarıdır. Örneğin para arzındaki beklenmedik bir artış

karşısında artan fiyatlar, firmaları şu ikilem içerisinde bırakacaktır. Kendi mallarına yönelen

ve fiyat artışına yol açan talep artışı sadece kendi mallarına yönelik bir talep artışımıdır yoksa

tüm mallara yönelik bir artıştan mı kaynaklanmaktadır?

Bu noktada verilecek karar tüm ekonomi ölçeğinde önemli sonuçlara yol açabilecektir.

Zira talep artışının sadece kendi mallarına yönelik bir artış olduğunu değerlendiren firmalar

üretimini arttıracaklardır. Bu durum tüm ekonomideki firmalar ölçeğinde düşünüldüğünde

ekonomideki hasıla düzeyi artabilecektir.

İşte bu noktada para arzındaki artışın beklenen daha önceden açıklanmış bir para arzı

artışı olması durumunda firmaların enformasyon setinde yer alan bu bilgi tüm ekonomide

fiyatların artacağı yönünde değerlendirilecek ve üretimin artmasını gerektirmeyecektir. Aksi

durumda ise, firmalar eksik bilgi nedeniyle artışın reel bir artış olduğunu, sadece kendi mal-

larına yönelik bir artış olduğu şeklinde bir değerlendirmeyle üretimlerini arttıracaklardır.

Çünkü para arzı artışı konusunda eksik bilgiye sahip olan firmalar için bekledikleri fiyatlar

genel düzeyini değiştirmelerini gerektirecek bir durum söz konusu değildir. Oysa ortada so-

mut bir durum vardır ki kendi mallarının fiyatları artmıştır. Bu şekilde oluşan yanlış sinyal

üretimin artmasına yol açmıştır.

Bu durum aşağıdaki grafiklerle gösterilmektedir;

Page 264: İsletme_Makro_iktisat

  291  

ŞEKİL 78

LRAS SRAS1(Pe=P1) LRAS

P (A) SRAS0(Pe=P0) P (B) SRAS2(Pe=P2)

P1 B SRAS0,1(Pe=P0)

P2 C

P1 B

P0 A P0 A

AD1(m1) AD1(m1)

AD0(m0) AD0(m0)

0 YN Y 0 YN Y1 Y

Şeklin (A) panelindeki durum şunu yansıtmaktadır; başlangıçta (A) noktasında dengede

olan ekonomide, karar birimlerinin bilgisi dahilinde para arzı artışı (m0-m1) oranı yükseltil-

miştir. Para arzındaki artışın sonucu olarak fiyatlar genel seviyesinin yükseleceğini doğru

olarak öngören tüm iktisadi birimlerin bekledikleri fiyat seviyesini P1 olarak belirlemişlerdir.

Bir diğer ifadeyle rasyonel bekleyişler hipotezine göre, Pte=Pt+1 olacağından, kişiler fiyat dü-

zeyinin artacağını doğru olarak tahmin etmekte ve üretimlerini arttırmamaktadırlar.

Durumu matematiksel ifadelerle şöyle gösterebiliriz;

Y=YN+�(P-Pe)

Yukarıdaki şekillerde de görüleceği gibi beklenen ve gerçekleşen fiyatlar eşit olduğunda

hasıla doğal hasılaya eşittir. Nitekim Friedman’ın doğal işsizlik hipotezi Yeni Klasiklerde de

Page 265: İsletme_Makro_iktisat

  292  

kabul edilmektedir. Ancak aradaki en belirleyici farklardan birisi olan rasyonel beklentiler

hipotezine göre (Pte=Pt+1) beklenmedik bir para arzı artışı durumunda kişiler fiyatların ne öl-

çüde artacağını öngörebildiklerinden beklenen ve gerçekleşen fiyatlar aynı olacağından hasıla

miktarı değişmemektedir (Y=YN).

Şeklin (B) panelinde ise, para arzı artış hızının artması kişilerin ve firmaların bekleme-

dikleri bir durumdur. Dolayısıyla fiyatlar genel seviyesi artmış olmasına karşın bu durum fir-

malar tarafından kendi mallarına yönelik reel bir artış olarak algılanmış ve üretimlerinin art-

masına yol açmıştır. Ancak takip eden dönemde kendi mallarına yönelik olan talebin genel bir

talep artışından kaynaklandığı anlaşılmış olduğundan üretim düzeyi eski seviyesine geri çe-

kilmiştir.

Matematiksel denklem itibarıyla değerlendirildiğinde ise beklenmedik fiyat artışı kişile-

rin bekledikleri ve gerçekleşen fiyatların farklılaşmasına yol açmaktadır (P˃Pe). Bu durumda

hasıla da doğal hasıladan büyük olmaktadır (Y˃YN). İlerleyen dönemde ise fiyatlarla ilgili

yanılgı ortadan kalkacak ve kısa dönem eğrisi beklenen fiyatlar gerçekleşen fiyatlara eşit ola-

cak şekilde yukarı doğru kayacaktır. Nitekim bu nokta (C) beklenen fiyatların gerçekleşen

fiyatlara eşit olduğu dolayısıyla da hasılanın doğal hasılaya eşit olduğu bir durumu ifade et-

mektedir.

2)YENİ KLASİK MAKRO İKTİSAT TEORİSİNİN POLİTİK SONUÇLARI

Yeni Klasiklere göre, toplam hasılayı arttırmaya yönelik olarak ele alınabilecek maliye

politikaları hiçbir koşulda başvurulmaması gereken bir politikadır. Nihayetinde bu politika-

ların uygulanmasının uzun dönemde fiyat artışlarının yanı sıra istihdam ve üretimi azaltıcı

etkileri de söz konusudur. Para politikası ile ilgili olarak ise, yukarıdaki uygulamadan da an-

Page 266: İsletme_Makro_iktisat

  293  

laşılacağı üzere önceden ilan edilen bir para politikasının reel değişkenler üzerinde kısa dö-

nemde de hiçbir etkisi yoktur. Bir diğer ifadeyle gerek para gerekse de maliye politikaları

hasıla üzerinde etkisizdir. Bu durum Politika Etkisizliği Hipotezi olarak isimlendirilmekte-

dir.

Yeni Klasikler, 1960’lı yıllara kadar yaygın olarak kullanılan optimal kontrol modelle-

mesine de şiddetle karşı çıkmaktadırlar. Belirli iktisadi amaçlar doğrultusunda, kullanılacak

olan parasal ve mali araçlar seti ile oluşturulan optimal kontrol modellemesine karşı Yeni

Klasiklerin en temel karşı çıkış sebebi beklentiler rasyonel olduğundan bu modellerin çoğu

durumda işlemeyecektir. Bu durumda ise, merkez bankaları önceden ilan ettikleri politikaları

haber vermeden değiştirmeyi düşünebilecektir. İlan edilen ile uygulanan politika arasında bir

farkın oluşması durumuna yol açan bu durum ise piyasada güveni ve kırılganlığı artırabileceği

gibi politikaların da etkinliğini ortadan kaldıracaktır. İlan edilen ve uygulanan politikaların

faklılığı dinamik zaman tutarsızlığı olarak ifade edilmektedir.

Yeni Klasiklerde rasyonel bekleyişler hipotezi sadece genişleyici politikalarda değil anti

enflasyonist politikalarda da işlemektedir. Dolayısıyla enflasyonu düşürme yönünde bir poli-

tika uygulamasında da kişiler fiyatların düşeceğini doğru tahmin ettiklerinden fedakarlık had-

di sıfır olacaktır.

Fedakarlık Haddi=[(Y1-YN)/YN+(Y2-YN)/YN+(Y3-YN)/YN]/( ᴨ1-ᴨ3)

Yukarıdaki eşitlikte ifade edilen Fedakarlık Haddi hasıla doğal hasıladan sapmayacağı

ve dolayısıyla sadece fiyatlar düşeceği için sıfır olacaktır. Dolayısıyla anti enflasyonist bir

politikanın ne cari üretim ne de doğal hasıla üzerinde hiçbir etkisi söz konusu değildir.

Yeni Klasiklerin politika uygulamalarına karşı yönelttikleri eleştirilerden birisi de eko-

nomik modellemenin yapısıyla ilişkilidir. Zira ekonomik modeller içsel olarak belirlenen be-

lirli büyüklükleri ifade etmektedir. Oysa Lucas eleştirisi olarak ifade edilen duruma göre, po-

Page 267: İsletme_Makro_iktisat

  294  

litika değişikliklerinde sadece ele alınan büyüklükler değil bunları belirleyen katsayılar da

değişecektir. Dolayısıyla gerek ekonomik modeller gerekse de bu modellere dayalı olarak

oluşturulan ekonometrik modeller alternatif politika senaryolarını değerlendirmede yetersiz

kalacaktır. Bu durumda uygulanacak politika teorik olarak öngörülen sonuçları da

yansıtmayacaktır.

Yeni Klasikler’e göre ekonomide Phillips Eğrisi ilişkisi söz konusu değildir. Kaldı ki,

işsizliği açıklamak için sıkça kullanılan “zamanlar arası ikame modeli”nde işsizlik ancak

isteğe bağlı olarak gerçekleşebilecek olan bir durumdur. Tüm diğer iktisadi birimler gibi ras-

yonel olan işçilerin önünde iki seçenek vardır: çalışmak veya boş zaman. Bu iki seçenek

arasındaki ikame ilişkisi zamanlar arası ikame olarak isimlendirilir. İşçiler reel ücretlerdeki

değişim karşısında bu iki durumdan birisini seçebilirler. Dolayısıyla boş zamanlarını tercihini

gönüllü olarak seçmiş bir işçi reel ücretler yükselince çalışmayı tercih edebilir. Veya reel üc-

retler düşünce işçilerin bir kısmı çalışmak yerine boş zamanı tercih edebilirler. Her iki du-

rumda da istihdamı belirleyen rasyonel işçilerin seçişleri olmaktadır. Dolayısıyla işsizliği or-

tadan kaldırmaya yönelik politikalar anlamsızdır.

Ancak hükümetlerin yine de ekonomi için yapacağı şeyler söz konusudur. Bunlar ise

Monetaristlerin ileri sürdüğü politika önerileri ile aynıdır. Burada da tüm piyasaların etkin

şekilde işlemesine yönelik politikalar ile firmaların önünü açacak koşulların yaratılması ön

plandadır.

3)YENİ KLASİK REEL İŞ ÇEVRİMLERİ TEORİSİ

1970’ler boyunca hakim olan Yeni Klasik Teori kendi içinden çıkan bazı iktisatçıların

iktisadi dalgalanmaların sebeplerini reel şoklara dayandıran farklı bir anlayışla tanıklık etmiş-

tir. Bu okulun temsilcileri olarak Edward Prescott, Charles Plosser, Finn Kydland, Nelson ve

Robert Barro en bilinen iktisatçılarındandır.

Page 268: İsletme_Makro_iktisat

  295  

Yeni Klasik makro teoriden filizlenen ve ekonomideki istikrarsızlığın sebebini parasal

şoklardan çok reel şoklara dayandıran Reel İş Çevrimcilerine göre, ekonominin talep yanına

değil arz yanına önem verilmelidir.

Reel İş Çevrimcileri ile Yeni Klasikler arasındaki en önemli farklılık, Yeni Klasiklerin

üretim ve istihdamdaki dalgalanmaların sebebi olarak para arzında beklenmedik değişimler

olarak görmelerine karşılık Reel İş Çevrimcileri bunu teknoloji seviyesindeki rastgele değiş-

melere bağlı olduğunu ileri sürmektedirler.

Bu önemli bir ayırım noktasıdır. Çünkü kendinden önceki neredeyse tüm yaklaşımlara

göre, ekonomi trend büyüme oranı etrafında bir yol izleyerek büyümekte olduğu kabul edil-

mektedir. Solow’un büyüme modelindeki genel kabul görmüş bu duruma göre, üretimin uzun

dönemdeki trend bileşenleri doğrusaldır ve üretimin de bu trend etrafındaki kısa dönem dalga-

lanmaları esasen talep şokları tarafından belirlenmektedir. Bu durum 1980’lere kadar Keynes-

yenler, Monetaristler ve Yeni Klasikler tarafından da kabul edildi. Tüm iktisat okulları da

üretimin trend seviyesinden sapmasını geçici olarak kabul ettiler.

Keynesyenler daha çok sapmaların tüketim yatırım gibi IS doğrusunun bazı bileşenle-

rinden doğduğunu kabul etmektedirler. Ayrıca, Keynesyenlere göre, bu sapmalar geçici ol-

makla birlikte uzun sürebileceğini ve bu nedenle de kamunun müdahale etmesi gerektiğini

öne sürmektedirler. Monetaristler ve Yeni Klasikler ise, sapmalar para arzı gibi LM doğrusu-

nun bazı bileşenlerinden kaynaklanmaktadır ve kamu müdahalesi olmaksızın piyasanın kendi

kendini dengeleyebileceğini kabul etmektedirler.

1982’de Nelson ve Plosser bu yaklaşıma karşı çıkarak üretimdeki dalgalanmaların para-

sal şoklardan oluştuğunu gösteren modellerin dalgalanmaların sebeplerini açıklayamayacağını

ve dalgalanmaların temel sebebinin reel şoklardan kaynaklandığını öne sürmüşlerdir. Ayrıca

üretimdeki değişmelerin çoğunun geçici değil kalıcı olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Bir an-

lamda trend ile dalgalanma arasındaki ayırıma son veren bu anlayışa göre, üretimdeki dalga-

Page 269: İsletme_Makro_iktisat

  296  

lanmalar doğal üretimdeki dalgalanmalar olup, üretimdeki sapmalar doğrusal ve deterministik

(düzenli) türden sapmalar değildir.

SONUÇ:

Ekonomik karar alıcılar daima bir bilinmeyen gelecek hakkında karar almak zo-

rundadır. Kararlar gelecek hakkındaki beklentilerini yansıtır. Tüketicilerin harcama,

firmaların yatırım ve maliyet kararları ekonominin seyri hakkındaki bekleyişlerine çok

yakından bağlıdır. Faiz, enflasyon,döviz kuru beklentileri mali piyasanın davranışlarını

çok etkiler.

Yeni Klasik iktisat okulunun elde ettiği sonuçlara göre, maliye politikası hiçbir şe-

kilde uygulanmaması gereken bir iktisat politikasıdır. Aynı durum bazı istisnalar

dışında para politikası için de geçerlidir. Para politikasının reel değişkenler üzerinde

kısa dönemde de hiçbir etkisi yoktur. Yeni Klasiklere göre, ilan edilen ile uygulanan

politika arasında bir farkın oluşması durumuna yol açan durumlarda piyasalardaki

güven ve kırılganlık artırabileceği gibi politikaların da etkinliğini ortadan kalkacaktır.

Yeni Klasik makro teoriden filizlenen ve ekonomideki istikrarsızlığın sebebini parasal

şoklardan çok reel şoklara dayandıran Reel İş Çevrimcilerine göre, ekonominin talep

yanına değil arz yanına önem verilmelidir.

KONUYLA İLGİ SORULAR

1.Aşağıdakilerden hangisi Yeni Klasik Teorinin temsilcilerinden değildir?

A. Edward Prescott,  

B. Charles Plosser  

C.Finn Kydland,  

Page 270: İsletme_Makro_iktisat

  297  

D. Robert Barro  

E. Alban William Housego

2.Aşağıdakilerden hangisi Yeni Keynesyenlerin görüşlerinden değildir?

A.Piyasanın sürekli dengeye geleceği

B.İşsizlik yoktur, olsa bile gönüllü işsizliktir

C.Fiyatlar esnektir

D.Ücretler katıdır

E.Arz ve talep fazlası yoktur

3. Yeni Klasiklerin kendinden önceki teorilerden en önemli farkı nedir?

A. Arz ve talebin tüm piyasalarda dengeyi hızla oluşturması

B.Eninde sonunda piyasada dengenin oluşması

C.İşsizliğin olmaması

D.Arz ve talebin hiçbir zaman dengede olmaması

E.Sadece gönüllü işsizlik olması

Cevap Anahtarı:1-e 2-d 3-a

Yararlanılan Kaynaklar

Heilbroner R.L.; İktisadi Sorun II., Makro İktisat, (Çeviren: D.Demirgil), Çağlayan Ki-

tabevi, İstanbul, 1974

Paya M.; Makro İktisat, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2001

Pentecost E.; Macroeconomics, Mac Millan, London, 2000

Phelps E.S.; Seven Schools of Macroeconomic, The Arne Ryde Memorial Series, Clar-

endon Press, Oxford, 1990

Page 271: İsletme_Makro_iktisat

  298  

Savaş V.; Keynesyen İktisat Yıkılırken, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1986

Savaş V.; Politik İktisat, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1994

Shaw G.K.; Keynesian Economics: The Permanent Revolution, Edward Elgar, Alders

hot, 1998

Snowdown B., Howard R.V.; Reflections on the Development of Modern Macroeco-

nomics, Edward Elgar Publishing Co. Cheltenham, 1997

Snowdown B., Vane B., Wynarczyk P.; A Modern Guide to Macroeconomics, An Intro-

duction to Competing School of Thought, Edward Elgar Publishing Limited, Cambridge, 1994

Tunca Z.; Makro İktisat, Filiz Kitapevi, İstanbul, 1997

Ünsal E.; Makro İktisat, İmaj Yayıncılık, Ankara, 2000

Yetkiner H.; Sorularla Makro İktisat, Efil Yayınevi, Ankara, 2010

Page 272: İsletme_Makro_iktisat

  299  

Makro İktisat

14.Hafta e-Ders Kitap Bölümü

14. Bölüm

1)YENİ KEYNESYENLER……………………………………………267

2)YENİ KEYNESYENLERİN DİĞER OKULLAR ile FARKLILIK ve

BENZERLİKLERİ…………………………………………………….268

3)YENİ KEYNESYENLERİN BAŞLICA HİPOTEZLERİ………...271

3.1) KATI YAPIŞKAN FİYAT VE ÜCRET MODELLERİ………..272

3.1.1) NOMİNAL ÜCRETLERİN YAPIŞKANLIĞI………..272

3.1.2) REEL ÜCRETLERİN YAPIŞKANLIĞI………….…...277

3.1.3) FİYATLARIN KATILIĞI…………………………..…..279

4)HYSTERESIS ETKİSİ ve YENİ KEYNESYENLER……………..284

Page 273: İsletme_Makro_iktisat

  300  

ÖZET:

Yeniklasiklerin kullandığı birçok varsayımı kullanarak çalışmalar yapan Yeni

Keynesyenler, mevcut iktisat literatüründe Yeni Klasiklerin en önemli

karşıtlarındandır. Yeni Keynesyenler birçok konuda diğer iktisat okullarından

farklılaşmaktadır. Bu iktisat okulunun en önemli motivasyonunun Keynesyen modelin

arz yönünün zayıflığı üzerine yapılan eleştirilere karşılık bu zayıflığı ortadan kaldırmak

ve Keynesyen iktisadın mikro temellerini güçlendirmek olduğu söylenebilir. Ancak be-

lirtilmelidir ki, Yeni Keynesyenlerin bu bakış açısı birçok kesim tarafından kabul gör-

mediği gibi, özellikle Keynesyen iktisat ile ilişkilendirilmemesi gerektiği yönünde güçlü

bir karşı cephede söz konusudur. Nitekim Post Keynesyen iktisat bu cephenin en önemli

savunucusu olarak ortaya çıkmış ve Keynes’in orijinal fikirlerinden hareketle bu mirası

devam ettirmeyi amaçlayan bir iktisat okuludur.

1) YENİ KEYNESYENLER

1980’li yılların başlarında eksik olduğunu iddia ettikleri Keynesyen iktisadın mikro te-

mellerini kurmak ve Keynesyen modelin arz yanını güçlendirmeyi amaç edinmiş olan Yeni

Keynesyenler’in ortaya çıkışındaki bir diğer motivasyon Yeni Klasik okula karşı bir tez ola-

rak ortaya çıkmaktır. Birçoklarınca kökleri 1970’lere dayandırılsa da Yeni Keynesyen ifadesi

1984 yılında ilk kez Parkin tarafından kullanılmıştır. Yeni Keynesyenleri diğerlerinden ayıran

en önemli farklardan birisi de literatürlerinin daha ziyade makale ağırlıklı olması ve tek bir

Yeni Keynesyen teoriden bahsedilemeyecek olmasıdır. Bir diğer ifade ile bir yönüyle hetero-

jen iktisatçılar gurubu şeklinde görülebilecek olan bu ekolün başta gelen temsilcileri şunlardır:

Stanley Fischer, Ben Bernanke, George Akerloff, Gregory Mankiw, David Romer, Joseph

Page 274: İsletme_Makro_iktisat

  301  

Stiglitz, John Taylor, Olivier Blanchard, Robert Hall, Janet Yellen, Edmund Phelps, Bruce

Greenwald, Dennis Snower, Laurence Ball.

2) YENİ KEYNESYENLERİN DİĞER OKULLAR ile FARKLILIK ve

BENZERLİKLERİ

Yeni Keynesyenler birçok konuda diğer iktisat okullarından farklılaşmaktadır. Burada

diğer okullarla kastedilen karşı tez olarak çıktıkları Yeni Keynesyenler ve kendilerini yakın

gördükleri Keynesyen iktisattır.

Keynesyen İktisat ve Yeni Keynesyenler:

Ortodoks Keynesyen iktisatla ile Yeni Keynesyen iktisat arasındaki temel fark, Neokla-

sik Sentezle birleşen Ortodoks Keynesyen iktisadın sabit parasal ücret varsayımı yapmasıdır.

Yeni Keynesyenler ise, ücret ve fiyat katılıklarını açıklamaya yönelik olarak mikro temeller

getirmeye çalışmaktadırlar.

Gerek Ortodoks Keynesyen iktisat (Neoklasik Sentez) gerekse de Yeni Keynesyenlerde

fiyatlar ve ücretler kısa sürede arz talep dengesini sağlayacak hız ve ölçüde değişmemektedir.

Bu noktada en önemli farklılıkları, nominal ücret ve fiyatların sabit varsayıldığı Ortodoks

Keynesyen iktisattın (IS-LM modeli) aksine, Yeni Keynesyenler, hem ücret hem de fiyatların

dengenin bozulmasından sonraki şartlara geç ayarlanmasının mikro temellerini aramak-

tadırlar. Ancak her ikisinde de para kısa dönemde nötr değildir ve ekonomiye gelen tüm şok-

lar reel etkiler yapmaktadır.

Yeni Keynesyenler diğer tüm Keynesyen modellerde olduğu gibi istek dışı işsizliğin

varlığını kabul ederler. Bir diğer ifadeyle her iki yaklaşımın ortak noktası ekonomide iş ara-

yanların kendi arzuları dışında işsiz kalabilecekleridir.

Yeni Keynesyen modellere gelene kadarki Keynesyen modellerin konjonktür kuramları

da önemli farklılıklar göstermektedir. Keynesyen modellerde, talep şokları karşısında üretim

Page 275: İsletme_Makro_iktisat

  302  

düşüp işsizlik arttıkça değişmeyen nominal ücretler nedeniyle reel ücretler yükselmektedir.

Bir diğer ifadeyle üretim ve reel ücretler arasında ters çevrimsel (counter-cyclical) bir ilişki

söz konusudur. Yeni Keynesyenlerde ise, çevrim süreçlerinde üretim ve reel ücretler arasında

bir ilişkinin olmadığı (acyclical) öne sürülmektedir.

Her iki yaklaşımda da parasal değişkenler kısa dönemde reel değişkenleri etkilediğin-

den, para kısa dönemde nötr değildir.

Yeni Keynesyen modeller, diğer Keynesyen modeller gibi aktivist politikaların önemine

ve gerekliliğine vurgu yaparlarken, politika etkinliği tezini benimsemektedirler.

Yeni Klasikler ve Yeni Keynesyenler:

Yeni Klasikler ile Yeni Keynesyenler arasındaki en önemli farklılıkların başında fiyat-

ların oluşumu gelmektedir. Yeni Klasiklerde fiyat tam rekabet şartlarında belirlenirken, Yeni

Keynesyenlerde, fiyat tam rekabetçi değil tekelci firmalar tarafından belirlenir. Bu nedenle

Yeni Klasiklerde fiyat alıcısı olan firmalar, Yeni Keynesyenlerde fiyat yapıcısıdır.

Yeni Keynesyenler Yeni Klasiklerden farklı olarak artıklı piyasa (nonmarket clearing)

tezini benimserler. Bu farklılık çok temel bir farklılıktır. Yeni Klasiklerin tüm modelleri esnek

ücret ve fiyatlara dayanırken, Yeni Keynesyenler ücret ve fiyat yapışkanlıklarını veri olarak

almakla kalmaz bunun mikro temellerini incelerler.

Yeni Klasiklerde uygulanacak iktisat politikaları etkinsiz iken, Yeni Keynesyenlerde ik-

tisat politikaları etkindir. Bir diğer ifade ile Yeni Klasikler Politika etkinsizliği tezini kabul

ederken, Yeni Keynesyenlerde Politika etkinliği tezi kabul edilmektedir.

Yeni Keynesyenler, Yeni Klasiklere tam ters tezleri savunmakla birlikte beklentilerin

rasyonel olduğunu, yani rasyonel beklentiler hipotezini savunmaktadırlar. Ancak bu hipotezin

modellere dahil edilmesi bir normdur, yoksa her durum için geçerli olan bir durum değildir.

Her iki modelde NAIRU (doğal işsizlik oranı tezini) kabul etmektedirler.

Page 276: İsletme_Makro_iktisat

  303  

Tüm bu farklılık ve benzeşmelerden ortaya çıkan sonuca göre, Yeni Keynesyenler bir-

çok alanda Yeni Klasiklerin araçlarını kullanarak önemli ölçüde Keynes’in orijinal görüşlerini

ve hatta Neoklasik Keynesyen görüşleri tahrip etmek pahasına Keynesyen iktisadı geliştirme-

ye yönelmektedirler. Bu çaba gerek Yeni Keynesyen cepheden gerekse de Keynes’in orijinal

fikirlerine sahip çıkanların önemli ölçüde tepkisini çekmiş bir durumdur. Nitekim Post Key-

nesyen okul bu tepkinin ortaya çıkardığı bir okul olup, Keynesyen iktisadı aslına sahip kal-

mak, bizzat Keynes’in görüşlerine sadık bir şekilde, yeniden gündeme getirmeyi amaçlamak-

tadır.

3) YENİ KEYNESYENLERİN BAŞLICA HİPOTEZLERİ

Oldukça geniş bir alana yayılmış olmakla birlikte Yeni Keynesyenler, aşağıdaki görüş-

leri benimsemektedirler.

1. Katı yapışkan ücret ve fiyat modelleri

2. Artıklı Piyasa (Piyasaların Sürekli Temizlenmemesi, nonmarket clearing)

3. Mal Piyasalarında Eksik Rekabet

4. Rasyonel Beklentiler Hipotezi

5. NAIRU veya doğal işsizlik oranının kabul edilmesi

Page 277: İsletme_Makro_iktisat

  304  

Konu ile ilgili olarak vurgulanması gereken en önemli nokta şudur. Yeni Keynesyenler,

çoğunlukla Yeni Klasik bir dil ve araçlar kullanmanın yanı sıra, onların asla kabul edemeye-

cekleri diğer hipotezlerle kendi tezlerini açıklamaya çalışmaktadırlar. Rasyonel Beklentiler

Hipotezi ve NAIRU bu ortak dil ve araçların örneklerinden sayılabilir. Diğer bütün hipotez ve

varsayımlar ise tam tersi sonuçlara varılmasına yol açacak niteliktedir. Örneğin, mal piyasa-

larında eksik rekabet (tekelci rekabet) durumunu ele alan Yeni Keynesyen kimi modellerde,

fiyatların brüt kar payı (mark-up) yöntemiyle saptanması, daha başından, Yeni Klasiklerin

varoluşuna aykırı olan ve tüm argümanlarını ters-düz edecek olan durumdur.

Şimdi kısaca temel farklılıklar üzerinden hareketle, oldukça dağınık nitelikteki bu hipo-

tezlerin mikro temellerini özetlemeye çalışalım.

3.1) KATI YAPIŞKAN FİYAT VE ÜCRET MODELLERİ

Fiyat ve ücretlerin katı ve yapışkanlığını açıklamaya yönelik çeşitli yaklaşımlar söz ko-

nusudur. Burada fiyat ve ücretlerin yapışkanlığı ayrı ayrı ele alınacaktır

3.1.1) NOMİNAL ÜCRETLERİN YAPIŞKANLIĞI

Sanayileşmiş ekonomiler, önemli ölçüde, örgütlü piyasalardan oluşmaktadırlar. Bu pi-

yasalarda nominal ücretler, gelecekteki belli bir süre için toplu sözleşmelerle belirlenmekte ve

toplu sözleşme süresince bu ücretler değişmemektedir. Bu durum gerek toplam arz eğrisinin

belirlenmesinde gerekse de işleyiş mekanizmasında önemli farklılıklara yol açmaktadır.

Konuyla ilgili en bilinen örneklerden birisi, Stanley Fisher’in 1977 yılında geliştirdiği

modeldir. Modelde işçiler ve firmaların rasyonel olmalarına karşın veya işçilerin “para haya-

Page 278: İsletme_Makro_iktisat

  305  

li” içinde olmamaları durumunda da iktisat politikaları etkin bir yöntem olarak ortaya

çıkmaktadır. Bir diğer ifade ile Yeni Klasiklerin argümanları doğrultusunda, rasyonellik ilkesi

çerçevesinde dahi, Keynes’in ileri sürdüğü aktivist politikalar gerekli hale gelmektedir.

Modelde firmalar ve işçilerin emek arz ve talebi beklenen reel ücretin bir fonksiyonu-

dur. Bir diğer ifadeyle işçiler ve firmalar, sözleşme dönemi boyunca, fiyat düzeyinin ne ola-

cağını bilmezler ancak tahminde bulunurlar. Dolayısıyla gerek işçilerin gerekse de işverenle-

rin bekledikleri bir reel ücret söz konusudur (wt). Bu durumda beklenen reel ücret aşağıdaki

eşitlikle gösterilebilinir:

wt=W/Pe ise W= wt Pe

Nominal ücretler bu şekilde tanımlandığına göre, eşitliğin her iki tarafı fiyatlar genel

düzeyine bölünerek aşağıdaki eşitlik elde edilebilinir:

W/P= wt (Pe/P)

Yukarıdaki eşitliğin ifade ettiği duruma göre, beklenen fiyatlar (Pe) gerçekleşen fiyat-

lardan farklılaşırsa reel ücretlerde (W/P) beklenen reel ücretlerden(wt) farklı olacaktır.

Modeldeki bir diğer varsayım ise, istihdam düzeyinin firmalar tarafından belirlendiğidir.

Bu iki koşul bir arada değerlendirildiğinde fiyatlar genel seviyesinin beklenen fiyatlar-

dan daha yüksek bir seviyeye ulaşması durumunda (P˃Pe), reel ücretlerin de beklenen reel

ücretlerden (W/P˃ wt) küçük olacağıdır. Bu durumun doğal sonucu ise firmaların daha az

emek talep etmesi olacaktır.

Bu durumda oluşacak emek arz eğrisi aşağıdaki şekilde gösterilmiştir;

Page 279: İsletme_Makro_iktisat

  306  

ŞEKİL 79

Y Y (B) (C) Y1 Y0

450

0 N0 N1 N 0 Y0Y1 Y W/P P (A) (D) SRAS(Pe=P0)

P1

W0/P0 a P0

W0/P1 b

0 N0 N0 N 0 Y0 Y1 Y

Yukarıdaki şeklin (A) panelinde, sadece emek talebinin belirlediği bir emek piyasası söz

konusudur. Reel ücretlerin ters yönlü bir ilişkiye sahip emek talebinde başlangıçta W0/P0 reel

ücretlerin oluşturduğu emek talebi N0 kadardır.

Şeklin (B) paneli ise, azalan verimler kanununa tabii olan ekonomide, kısa dönemde

sermaye sabit olduğundan tek değişken olan emek ile üretim arasındaki ilişkiyi göstermekte-

dir.

(C) paneli ise 450’lik doğruyla ifade edilen bir ayna fonksiyondur. Bu doğru ile elde edi-

len noktaların bir diğer panele geçmesi amaçlanmaktadır.

Page 280: İsletme_Makro_iktisat

  307  

Şeklin (D) paneli fiyat ve hasıla arasındaki ilişkiyi ortaya koymaya yönelik olarak oluş-

turulan kısa dönem arz eğrisini ifade etmektedir. Nitekim başlangıçta elde edilen noktalar, P0

fiyat düzeyinde Y0 kadar bir hasılanın olduğudur.

Bu şekilde tanımlanmış ekonomide fiyatlar ile hasılanın nasıl bir ilişki içerisinde oldu-

ğunu ve dolayısıyla nasıl bir kısa dönem arz eğrisine ulaşılabileceğini anlayabilmek için fiyat-

lar genel seviyesinin arttığını varsayalım;

Böyle bir durumda fiyatlar yükseldiği için reel ücretler düşecek (W/P) ve dolayısıyla

emek talebi artacaktır. Ekonominin tam istihdamın altındaki bir noktada olduğu varsayımıyla,

mevcut reel ücret seviyesine (b noktası) karşılık gelen istihdam düzeyi N1 olacaktır.

N1 düzeyine yükselen emek miktarı (A paneli) azalan verimler kanununa göre işleyen

ekonomide Y1 kadar bir hasılaya sebep olacaktır (B paneli). Varsayılan fiyat artışı, hasılanın

da artışına yol açmıştır (D paneli).

Sonuç olarak başlangıçtaki fiyat ve hasıla noktalarının yanı sıra fiyat artışından sonra

yeni bir hasıla noktasına ulaşılmıştır. Bu şekilde oluşturulan noktaların geometrik ifadesi ise

kısa dönem arz eğrisini vermektedir (SRAS).

Bu şekilde ifade edilen kısa dönem arz eğrisi ile oluşturulacak olan bir denge durumun-

da ekonominin işleyişi de önemli farklılıklar gösterebilecektir. Görünüşte Yeni Klasiklerin

kısa dönem arz eğrilerinden farklı olmayan bu kısa dönem arz eğrisinin farkı işleyişi itibarıyla

önemli farklılıklar gösterecektir.

Page 281: İsletme_Makro_iktisat

  308  

ŞEKİL 80

P LRAS

SRAS(Pe=P0,w0)

SRAS(Pe=P2,w1) A

P0

P1 B

P2 C

AD0

AD1

0 Y1 YN Y

Yukarıdaki şekilde başlangıç dengesi (A) noktasında oluşmuştur. Bu nokta fiyat beklen-

tilerinin P0 olduğu durumda (Pe=P0) ve buna bağlı olarak w0 reel ücret düzeyindeki kısa dö-

nem arz eğrisi ile toplam talep (AD0) ve uzun dönem arz eğrilerinin kesiştiği yeri göstermek-

tedir. Bir diğer ifade ile işçi ve işverenler w0 reel ücret beklentisiyle uzlaştıkları toplu sözleş-

me sürecinde YN kadar bir üretim gerçekleştirmektedirler.

Böyle bir durumda ekonomiye gelen bir talep şoku ile toplam talep eğrisinin AD0’dan

AD1 konumuna gerilediğini varsayalım. Fiyatların düşmesine yol açacak bu durumda gerçek-

leşen reel ücretler (W/P) artarken, gerçekleşen ve beklenen reel ücretler farklılaşacaktır

(W/P˃ wt). Bu durumda firmalar da istihdam ve üretimi azaltacaklardır.

Ekonomi sözleşme döneminin sonuna kadar Y1 istihdam seviyesinde kalacağı böyle bir

durumda, sözleşme dönemi sonunda gerek işçiler gerekse de işverenler rasyonel beklentiler

hipotezine göre davranarak fiyat beklentilerini doğru olarak öngöreceklerdir. Sözleşme döne-

Page 282: İsletme_Makro_iktisat

  309  

minin sonunda w1 beklenen ücret seviyesine göre yeniden sözleşme imzalınca ekonomi yeni-

den doğal işsizlik seviyesinde dengeye gelecektir.

Yeni Keynesyen nominal ücretlerin yapışkanlığı modeline göre, sözleşme döneminin

sonuna kadar daha düşük bir üretim ve istihdam düzeyine katlanmayı gerekli kılacak hiçbir

durum söz konusu değildir. Böyle bir durumda devlet toplam harcamaları arttıracak politika-

lar uygulayarak ekonominin eski dengesine daha kısa sürede ulaşmasını sağlayabilir. Bir diğer

ifade ile AD1 seviyesine düşmüş olan toplam talep yeniden AD0 konumuna gelinceye kadar

genişletici politikalar uygulanmalıdır.

3.1.2) REEL ÜCRETLERİN YAPIŞKANLIĞI

Yeni Keynesyenler tam istihdamdan sapmaları açıklarken tüm dikkatlerini emek piya-

sasına çevirmektedirler. Burada göstermeye çalıştıkları durumların başında, ücret ve fiyat

katılıkları (sticky) sebebiyle emek piyasasında emek arz ve talebinin dengesinin sağlanama-

yacağını göstermektir. Böyle bir durum ise piyasaların sürekli temizlenemediği artıklı piyasa-

da özellikle toplam talep şokları karşısında ekonominin yeniden dengeye gelmesi yavaş ol-

maktadır.

Yukarıda nominal ücret yapışkanlığı durumunda nasıl işsizliğin oluştuğunu gösterdik.

Yeni Keynesyenler’in reel ücretlerin yapışkanlığı konusunda da çeşitli modelleri söz konusu-

dur. Bunları üzerinde fazla detaya girmeden aşağıdaki modelleri özetleyerek açıklamaya

çalışalım.

Etkin Ücret Modeli (Efficiency Wages): Aslında bu teorinin temelleri H.Leibensein’in

1950’lerde az gelişmiş ülkelerdeki işçilere daha yüksek ücret ve beslenme imkanları

tanınmasıyla verimliliğin artacağı iddiasına dayanmaktadır. Yeni Keynesyenler bu iddiayı

genişleterek gelişmiş ülkelere taşımışlardır.

Page 283: İsletme_Makro_iktisat

  310  

Bu modelde, reel ücretlerle işçilerden sağlanan verim arasındaki ilişki ele alınmaktadır.

Model, maksimum verimi sağlayan reel ücret düzeyi ile emek arz ve talebinin sağladığı ücret

düzeyinin uyuşması gibi bir zorunluluğun söz konusu olamayacağını göstermektedir. Bu du-

rumda emek piyasasında arz ve talep dengesi oluşamayacak ve arz fazlasının ifade ettiği du-

rumda istek dışı işsizlik söz konusu olacaktır.

İçerdekiler Dışarıdakiler (Insider Outsider) veya İşçi Giriş Çıkış Maliyetleri (Turnover

Costs): Her iki model de firmaların işsizleri işe alıp istihdam etmektense, halen çalışmakta

olanları muhafaza etme eğiliminin daha güçlü ve rasyonel bir davranış olduğunu farklı gerek-

çelerle ileri sürmektedir.

Kısaca içerdekiler dışarıdakiler modelinde, içerdekilerin ücret düşürülmesine karşı dire-

neceklerini ancak dışarıdakilerin yarattığı korkuyla bunu kabul etseler de bunun verimlilik

düşüşü ile sonlanacağını ileri sürmektedir. Bu durumda reel ücretlerin düşürülmesi firmalar

için rasyonel bir davranış olmayacaktır. Kaldı ki, her şeye rağmen, firma yüksek ücretli işçile-

ri çıkararak (içerdekiler) düşük ücretlileri (dışarıdakiler) istihdam etmesi durumunda, bu kez

de, dışarıdakiler içerdeki konumuna gelecek ve reel ücret düşürülmesine karşı direnecekler-

dir.

İşe giriş çıkış maliyetleri modeli ise bir yönüyle içerdekiler- dışarıdakiler modelini ta-

mamlayıcı niteliktedir. Nitekim işten ayrılmalar nedeniyle doğan işçi giriş ve çıkışları firmala-

ra ek bir maliyet getirecektir. Bu maliyet hukuki zorunluluklardan kaynaklandığı gibi, yeni

girecek olana verilecek eğitim ve bunların yeni işlerine uyum sağlamalarının firmaya yükledi-

ği çeşitli maliyetler olabilecektir. Böylesi durumlarda piyasaların tekelci yapısı da göz önünde

bulundurulduğunda, tekelci firmaların rakiplerinden yüksek ücretler vererek işten ayrılmayı

azaltmayı ve işe giriş çıkış hızını azaltmayı seçmeleri rasyonel bir davranış olacaktır. Bu du-

rumda da reel ücretlerin hem arz talep dengesinin üzerinde olunmasını hem de bunun sonucu

olarak istek dışı işsizliğin oluşmasına yol açacaktır.

Page 284: İsletme_Makro_iktisat

  311  

İşten Kaçma Modeli (Shirking Model): Bu model yüksek reel ücret alanların işini kay-

betme korkusuyla işine daha sıkı sarılacağını varsaymaktadır. Bu durum tersten okunursa,

işçilerin düşük olduğunu düşündükleri ücret düzeylerinde iş verimi düşecektir. Dolayısıyla bu

durum firmalara reel ücretlerin makul bir seviyeye yükselmesi ve belli bir seviyenin altına

düşürememeleri yönünde bir baskı yapacaktır. Bu durumun doğal sonucu da reel ücretlerin

katılığı ve emek piyasasında arz talep dengesinin sağlanamamasıdır.

3.1.3) FİYATLARIN KATILIĞI

Birçok Yeni Keynesyen üretim düzeyindeki dalgalanmaların açıklanmasında ücretler-

den ziyade fiyatların katı olmasının daha önemli olduğunu ileri sürmektedir. Zira fiyatların

katı olduğu durumda, toplam talepteki bir artış ancak üretim ve istihdamın artmasıyla sağla-

nabilecektedir. Bir diğer ifade ile eksik istihdam seviyesinde dengede olan bir ekonomide

talep şokları, fiyatların katı olması nedeniyle üretimi etkileyecektir.

Aslında nominal ücretlerin yapışkanlığı aynı zamanda fiyatların da katılığı anlamına

gelmektedir. Ancak konuya farklı yönleriyle ele alan çeşitli yaklaşımlar söz konusudur. Bun-

ların başında mal piyasalarının tekelci koşulları gelmektedir. Diğer yaklaşımlar ise koordinas-

yon eksikliği ve menü maliyetler yaklaşımlarıdır.

Koordinasyon Yetersizliği: Fiyatların değişen iktisadi koşullara hızlı bir şekilde uyum

sağlayamaması durumunu ifade eden koordinasyon yetersizliği modelleri, Walras’ın müzaye-

deci sisteminin reddinin mikro temellerini ortaya koymaktadır. Bu modelde ekonomide fiyat-

ların artmasına yönelik bir gelişme olduğunda, firmalar rasyonel olduklarından bunu biliyor

ve doğru olarak öngörüyor olsalar bile ürettikleri ürünlerin fiyatlarını arttırmayabileceklerini

ifade etmektedir. Örneğin, para arzının arttığı bir ekonomide, fiyatlar genel seviyesinin arta-

cağını öngören firmaların diğer firmalar fiyatlarını arttırmadan arttırmasının bazı sıkıntılara

yol açabilecektir. İlk fiyatı arttıran firmanın müşteri kaybedebileceği gibi, piyasadaki imajı da

zedelenebilmektir. Tüm firmaların aynı anda fiyatlarını arttırabilecekleri bir yapı fiyatların

Page 285: İsletme_Makro_iktisat

  312  

değişen koşullara anında intibak etmesini sağlayabilecekken, iktisadi yapıda firmalar arasında

bu koordinasyonu sağlayacak mekanizmalar bulunmamaktadır. Bu nedenle de fiyatlar belirli

süreler için katı olarak kabul edilmektedir.

Menü Maliyetler: Kısa dönemde fiyatların hemen ayarlanamamasının bir diğer nedeni

de fiyat değişikliklerinin bir maliyet içermesidir. İktisadi hayat içerisinde üretim ve satış ke-

sikli bir süreci değil bir devamlılığı ifade etmektedir. Bir diğer ifadeyle firmalar bir taraftan

üretimlerine devam ederlerken diğer taraftan bu ürünleri satmak için çeşitli yöntemler belir-

lemektedirler. Örneğin, pazarlama stratejileri, reklam kampanyaları, fiyat listeleri(menüler)

gibi uygulamalar bir taraftan mallarının tüketici için ne kadar büyük kullanım değerleri ifade

ettiğini gösterirken diğer taraftan bunlar bir maliyeti ifade etmektedir. Örneğin bir malın satışı

için ışıklı reklam panoları hazırlamış, televizyonlar için reklam filmleri yapmış ve herkese

kolaylıkla ulaşabilecek fiyat listeleri oluşturmuş bir firma fiyatlar arttığı durumda hemen fi-

yatlarını arttıramayacaktır. Nitekim tüm bu satış çabaları bir maliyet içermektedir ve bunları

değiştirmek bu maliyetlere bir kez daha katlanmayı gerektirmektedir. Gündelik hayat içerisin-

de neredeyse tüm mal ve hizmetler için bu koşullar geçerli olduğundan fiyatların artması du-

rumunda, kısa dönemde, fiyatların hemen artması bu nedenle söz konusu olamayabilecektir.

Aşağıdaki şekillerde fiyat katılıklarının nasıl iktisadi dalgalanmalara ve üretim

kayıplarına yol açabileceği açıklanacaktır.

Page 286: İsletme_Makro_iktisat

  313  

ŞEKİL 81

P

W N (D) (A) Ls

K LRAS SRAS(P0)

P0 E1 E0 W0 E1 E0

E2 AD0

LD AD1 0 L1 L0 0 Y1 Y0

Y (C) Y (B)

Y0 E0 Y0 E0

Y1 E1 Y1 E1

450

0 L1 L0 0 Y1 Y0

Şeklin (A) panelinde ekonomi (E0) denge seviyesindeyken, para arzındaki bir azalmanın

toplam talebi AD0’dan AD1’e düşürdüğünü varsayalım. Eğer fiyat katılıkları söz konusuysa

toplam talepteki bu azalma ekonominin E0 seviyesinden E1 seviyesine gerilemesine yol aça-

caktır. Üretimin Y0’dan Y1 seviyesine gerilemesi efektif emek talebini L0’dan L1 seviyesine

gelmesine yol açacaktır. Burada vurgulanması gereken noktalardan birisi; efektif emek talebi-

dir. Zira efektif emek talebi, firmaların gerçekleşen emek talebini ifade ederken, nominal

emek talebi, firmaların çalıştırmak niyetinde oldukları emek talebini göstermektedir.

Page 287: İsletme_Makro_iktisat

  314  

(C) panelinde, efektif emek talebi doğrusu (LD), farklı seviyelerde üretim yapmak için

gerekli işgücü miktarını göstermektedir. Y1 kadar üretim yapmak için gerekli emek miktarı L1

olmaktadır. Reel ve nominal katılıklar nedeniyle fiyat ve ücretler P0 ve W0 seviyelerinde sa-

bittir ve bu nedenle firmalar nominal emek taleplerini, (D) panelindeki NKL1 ile gösterilen

efektif talep doğrusu üzerindeki E1 noktasına doğru hareket ettirirler. Katı (W0) nominal ücret

seviyesinde, firmalar L0 kadar emek istihdam etmek isterler fakat istihdam etmek istedikleri

bu emek gücü ile yapacakları üretimi satabilecekleri bir pazar yoktur. Negatif talep şoku, L0-

L1 kadar bir istek dışı işsizliğe yol açmıştır.

Yeni Keynesyen kısa dönem toplam arz eğrisi SRAS, P0 sabit fiyat seviyesinde sonsuz

esnektir. Bir diğer ifadeyle, P0 fiyat seviyesinden sonsuz mal arz edilebilir. Bu mal bolluğu-

nun fiyatlar ve ücretler üzerinde yapacağı baskı ekonomiyi E1 noktasından E2 noktasındaki

tam istihdam dengesine götürebilir. Ancak ekonominin kendiliğinden tam istihdam seviyesine

gitmesi çok uzun zaman alabilecek bir süreç olabilecektir.

Bu tür durumlarda Yeni Keynesyenler müdahaleci politikaların gerekli olduğunu sa-

vunmaktadırlar. Nitekim şekilde görüldüğü gibi parasal şoklar kısa dönemde üretim ve istih-

dam üzerinde reel etkiler doğurmaktadırlar ve bu etkiler uygulanacak ters yönlü etki yapacak

politikalarla ortadan kalkabilecektir.

4) HİSTERESİS (HYSTERESIS) ETKİSİ ve YENİ KEYNESYENLER

Daha önceki konularda Yeni Keynesyenler Yeni Klasiklerin bazı kavramlarını kullana-

rak onların tam tersi sonuçlara ulaştıklarını belirtmiştik. Enflasyonu hızlandırmayan işsizlik

oranı olan, NAIRU kavramı da bunlardan birisidir. Genellikle kısa dönemde sabit kabul edi-

Page 288: İsletme_Makro_iktisat

  315  

len bu büyüklük, yapılan çalışmalarda tam tersi sonuçlar verdiği görülmüştür. Bir diğer ifa-

deyle, fiili işsizlik haddi doğal işsizlik haddinden (NAIRU) yüksekse, takip eden dönemde

doğal işsizlik haddi de yükselmektedir.

Yeni Keynesyenler önceki dönem fiili işsizlik haddinin (ut-1) önceki dönem doğal işsiz-

lik haddinden büyük olması durumunda (uNt-1), cari dönemki doğal işsizlik haddinin önceki

dönem doğal işsizlik haddinden büyük olması durumuna histeresiz (çekim) etkisi veya histe-

resiz (çekim) hipotezi olarak isimlendirmişlerdir. Bu ifade ile anlatılmak istenen durum cari

işsizlik haddinin bir çekim merkezi olarak hareket etmesi ve doğal işsizlik haddini peşi sıra

sürüklemesidir. Histeresiz (çekim) etkisi veya histeresiz (çekim) hipotezi aşağıdaki matema-

tiksel terimlerle şöyle ifade edilebilinir.

ut-1>uN-1

uN>uNt-1

Bu birçok yönden çok önemli sonuçlar verecek bir durumdur. Örneğin, anti-enflasyon

politikalarının uygulanması durumunda hesaba katılan fedakârlık haddi kapsamında değerlen-

dirildiğinde sürekli olarak artan bir işsizlik ve üretim kaybı toplumun katlanması gereken be-

delin çok daha büyük olmasına yol açacaktır.

Page 289: İsletme_Makro_iktisat

  316  

SONUÇ:

Yeni Keynesyenler, çoğunlukla Yeni Klasik bir dil ve araçlar kullanmanın yanı

sıra, onların asla kabul edemeyecekleri diğer hipotezlerle kendi tezlerini açıklamaya

çalışmaktadırlar. Rasyonel Beklentiler Hipotezi ve NAIRU(Enflasyon yaramayan işsiz-

lik) bu ortak dil ve araçların örneklerinden sayılabilir. Diğer bütün hipotez ve var-

sayımlar ise tam tersi sonuçlara varılmasına yol açacak niteliktedir. Örneğin, mal piya-

salarında eksik rekabet (tekelci rekabet) durumunu ele alan Yeni Keynesyen kimi mo-

dellerde, fiyatların brüt kar payı (mark-up) yöntemiyle saptanması, daha başından, Ye-

ni Klasiklerin varoluşuna aykırı olan ve tüm argümanlarını ters-düz edecek olan du-

rumdur. Bir cümle ile ifade etmek gerekirse, Yeni Keynesyenler piyasa aksaklıkları,

emek piyasasının özel durumu, fiyat katılıkları gibi çeşitli sebeplerle, bazı durumlarda

devletin ekonomiye müdahalesinin olumlu sonuçlar verebileceğini ileri sürmektedirler.

KONUYLA İLGİ SORULAR

1.Yeni Keynesyen, hangi okula karşı ortaya çıkmıştır?

A. Yeni Klasik

B.Keynesyen

C.Klasikler

D. Monetarist (Paracı) İktisat Teorisi

E.Arz Yanlı İktisat Okulu

2. Yeni Keynesyenler önceki dönem fiili işsizlik haddinin önceki dönem doğal işsizlik had-

dinden büyük olması durumunda, cari dönemki doğal işsizlik haddinin önceki dönem doğal

işsizlik haddinden büyük olması durumuna ne demişlerdir?

A. Histeresiz (çekim) Etkisi

B.Gizli işsizlik

C.Normal Etki

D.Koordinasyon Yetersizliği

E.Etkin Ücret Modeli

3. Yeni Keynesyenlerin benimsediği görüşlerden değildir

A. Katı yapışkan ücret ve fiyat modelleri

B.Artıklı Piyasa (Piyasaların Sürekli Temizlenmemesi, nonmarket clearing)

Page 290: İsletme_Makro_iktisat

  317  

C.Mal Piyasalarında Tam Rekabet

D.Rasyonel Beklentiler Hipotezi

E.NAIRU veya doğal işsizlik oranının kabul edilmesi

Cevap Anahtarı:1-a 2-a 3-c

KAYNAKÇA:

Blanchard O.; Macroeconomics, Second Edition, Prentice Hall, New Jersey, 2000

Bocutoğlu E.; Karşılaştırmalı Makro İktisat Teorisi ve Politikalar, Derya Kitapevi,

Trabzon, 2003

Bocutoğlu E.; Makro İktisat: Keynesyen Teori ve Politikalar, Derya Kitabevi, Trabzon,

2001

Dornbush R., Fisher S.; Macroeconomics, Fifth Edition, Mc Graw-Hill Book Co., New

York,1990

Heilbroner R.L.; İktisadi Sorun II., Makro İktisat, (Çeviren: D.Demirgil), Çağlayan

Kitabevi, İstanbul, 1974

Paya M.; Makro İktisat, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2001

Pentecost E.; Macroeconomics, Mac Millan, London, 2000

Phelps E.S.; Seven Schools of Macroeconomic, The Arne Ryde Memorial Series, Clar-

endon Press, Oxford, 1990

Savaş V.; Keynesyen İktisat Yıkılırken, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1986

Savaş V.; Politik İktisat, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1994

Shaw G.K.; Keynesian Economics: The Permanent Revolution, Edward Elgar, Alders

hot, 1998

Page 291: İsletme_Makro_iktisat

  318  

Snowdown B., Howard R.V.; Reflections on the Development of Modern Macroeco-

nomics, Edward Elgar Publishing Co. Cheltenham, 1997

Snowdown B., Vane B., Wynarczyk P.; A Modern Guide to Macroeconomics, An Intro-

duction to Competing School of Thought, Edward Elgar Publishing Limited, Cambridge, 1994

Tunca Z.; Makro İktisat, Filiz Kitapevi, İstanbul, 1997

Ünsal E.; Makro İktisat, İmaj Yayıncılık, Ankara, 2000

Yetkiner H.; Sorularla Makro İktisat, Efil Yayınevi, Ankara, 2010