60

Keçi Özel Sayı

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Keçi Edebiyat

Citation preview

Page 1: Keçi Özel Sayı
Page 2: Keçi Özel Sayı
Page 3: Keçi Özel Sayı

Edebiyattan yaşam odalarına açılan yol...

Üç ay önce, bir Haziran günü çıktık yola... Edebiyatı dert edinece�imizi, zirvelere ve uçurumlara dikenli, sarp yollardan yürüyece�imizi söyledik. Keçi’yi çıktı�ı ilk yolculukta yol boyunca kar�ılayan, selamlayan ve yolda�lık edece�ini i�aret eden edebiyat, sanat, medya, e�itim ve akademi dünyasının deste�i çok de�erli.

Keçi projesini ilk tasarladı�ımız zaman, edebiyatımızın pek çok usta kalemine yer veren ÖZEL SAYI’nın neye benzeyece�ini az çok biliyorduk. Günı�ı�ı Kitaplı�ı’nın 2010 yılından bu yana düzenledi�i 10 konferansın içeri�i önümüzde duruyordu. E�itimci, kütüphaneci, akademisyen, yayıncı, sanatçı, çevirmen, tasarımcı ve editörler için dopdolu, kılavuz niteli�inde bir içerikti bu.

Keçi’nin bu sayıda da dü�ünceye yol açan soruları var: Edebiyat gerçek midir ? Fantastik edebiyat okumaya zamanımız var mı ? Okul sahiden çocu�un özgürle�me alanı mıdır ? Luther neyi çevirmek için kasaba gitmi�ti ? Fareler ve �nsanlar ne kadar müstehcendir ? Ejderhalardan asıl kimler korkuyor ?

John Steinbeck “Ya�ayan her �ey kutsaldır,” diyor; çünkü insana inanıyor. �nsanın kar�ısında duran her �eyi, özellikle de sistemi, edebi gücüyle de�ifre ediyor. �lk sayıda, bu dünyanın çocuklarının rüyalarını onlar ölmeden, öldürülmeden kaleme almak gerekti�ini vurgulamı�tık. Keçi, �imdi bu çocukların ya�am odalarına girdi ve onlarla büyüyor, yürüyor. Tıpkı Steinbeck gibi, ya�ayan her �eye, enkaz altındaki vicdanlara, insana ve sanata inanarak yeni yollar açıyor.

Siz bu sayıyı okurken, Keçi çoktan ba�ka yollara çıkmı� olacak. 18 Ekim’de Kadir Has Üniversitesi’nde dördüncüsü düzenlenecek çocuk ve gençlik edebiyatı ve yayıncılık konferansı Zeynep Cemali Edebiyat Günü’nde, sonra da 8 -16 Kasım tarihlerinde 33. Uluslararası �stanbul Kitap Fuarı’nda bulu�mak, edebiyatı konu�abilmek umuduyla...

Halil Türkden

Page 4: Keçi Özel Sayı
Page 5: Keçi Özel Sayı
Page 6: Keçi Özel Sayı

6

Edebiyat nedir? Yeniden tanımlanma-lı mıdır? Edebiyatı nasıl sevdim? Neden sevdim? Tüm bu sorular, iyi bir yazarın veya edebiyat okurunun kendisine ya da ba�kalarına sorabilece�i sorular. Bazı in-sanların �ansına hayat, okumayı sevme-leri için bir takım olanaklar tanıyor.

Benim edebiyatla olan sevgi ba�ım, evimizde kitabın hiç eksik olmamasına dayanıyor. Şanslı oldu�um taraf, aile-min okumu� yazmı� insanlar olmasıdır.

Bundan neredeyse 55 yıl kadar önce-sinde ba�ladı edebiyat maceram. Evimi-ze giren gazetelerdeki tefrika romanları için ailem, “Onları büyükler okur,” de- di�inden, bu kı�kırtma sonucunda onlarıgizli gizli okumaya heves ettim. Gazete-lerin tefrika romanları, edebiyat tarihimiz-de hep küçümsenmi�tir. Bunlar ço�u kezya macera romanlarıdır, ya pehlivan ya da a�k romanlarıdır. Hâlbuki bugün ga-zetelerde, o üç tür tefrika romanından

da eser yok. O romanlardan aldı�ım haz-zı hiç unutamadım.

Okuma evrenine yapışıp kalmak !

Çok sayıda kitap okuyarak yeti�tim ben. �lkokulda okuma yazmayı herkes ekim ayının sonunda sökebilmi�ti. Yalnızca iki ö�renci, Erdal adında bir arkada�ımla ben, nisanda sökmü�tük okumayı. Her-kese kurdeleler takılmı�tı okumayı sök-tükleri için, ama bize takılmamı�tı. Bir kere okuma yazmayı söktükten sonra, hiç bırakmadım okumanın pe�ini. Farklı alanlardan, farklı kaynaklardan ve farklı ülkelerden birçok �ey okudum. O okuma evrenine hiç ayrılmamacasına yapı�ıp kaldım. Hâlâ en yakın dostlarımın kitap-lar oldu�una bütün kalbimle inanıyorum.

Kitapları okuyordum, ama yazarlar ko-nusunda hiçbir fikrim yoktu. Yani yazar-lar kimlerdir, ne acılar çekerek yazarlar,

Edebiyattan yaşama süzülen öyküler

Selim ‹leriÇa�da� edebiyatımızın en önemli temsilcilerinden

Selim �leri, okuma ve okurluk deneyimini; yazar,

eser, okur ve hayat arasında olu�an dünyayı

önemli edebiyat eserlerinden alıntılarla anlatıyor.

2. eyne emali Edebiyat ünü, Ekim 2012

Page 7: Keçi Özel Sayı

7zel sayı 201

amaçları nedir, o be�enilmeyen tefrikaromanlarını yazarken acaba neler ya-�arlar? Uzun yıllar sadece eserleri oku-makla yetindim ve yazarların çabaları üzerine pek fazla kafa yormadım.

1960’lı yıllarda okuldaki ders kitabımız-da, büyük �air, ça�da� �iirimizin bence en büyük ustası olan Behçet Necatigil’in “Kır Şarkısı” adlı bir �iiri vardı. O �iiri oku-duktan sonra, Necatigil’in ba�ka �iirleri-ni okuma arzusu duydum. O dönemde elime Varlık Yayınları’ndan çıkmı�, Arada adlı bir kitabı geçti Necatigil’in. Behçet Hoca on yıl sonra, yani 1970 yılında, kita-bı bana, “Selim �leri’ye; yolu açık olsun,” diye imzalamı�. Artık mürekkebi gitgide solan bir yazı ve bir imza... Necatigil’in bu güzel kitabında “Kitaplarda Ölmek” adlı bir �iiri de yer almaktadır. Yazar kim-dir sorusunu daha iyi hissedebilmek için bu �iire göz atılabilir.

Yazarlar siyasetçiler kadar kötülük yapar mı?

Yazar dedi�imiz ki�i, galiba biraz iyi edebiyat, biraz da kötü edebiyat... Sa-nıyorum, iyi ya da kötü bütün yazarla-rın, yazma tutkusu olan insanların hepsi-nin kalbinde var bu sıkıntılar. Necatigil’in vurguladı�ı gibi, bütün bu endi�eler hep vardır. Yazarlar, dünya görü�leri ne olur-sa olsun, yeryüzünde hiçbir zaman siya-setçiler kadar kötülük yapamazlar. Ör-ne�in, Kavgam kitabının Adolf Hitler’in kendisinden daha masum oldu�u söy-lenebilir.

Eserlerin insan üzerinde öyle derin etki-leri vardır ki, o etkinin kaç yıl sonra ne-reden kar�ınıza çıkaca�ını kestirmeniz olanaksızdır. �lkokul üçüncü sınıf kitabı-mızda, Re�at Nuri Güntekin’in “Kirazlar” adlı bir öyküsü vardı. Bu öykü, beni çıldı-rasıya etkilemi� çok acı bir öyküdür. Bu, Güntekin’in edebi ba�arısını yansıtan bir öyküdür. Bütün mahallenin yargıladı�ı, cimrilikle suçladı�ı, birer kocakarı, acu-ze, ihtiyar ve bunak diye baktıkları çif-tin gerisindeki asıl iç gerçekli�i yansıtır.

Re�at Nuri Bey’in tipik tekni�idir; bize çıplak dı� gerçekli�i gösterdikten son-ra, yani insanların yargılama biçimlerini yansıttıktan sonra, onların iç dünyaların-daki iç gerçekliklerini de yine bir anlatı-cı olarak aktarır. Böylece, edebiyatın en büyük güçlerinden birini verir okuruna. Bizim dı�tan gördü�ümüzün iç dünyada hiç de aynı olmadı�ını yansıtabilir. Bunu edebiyat dı�ında yapabilecek tek alan psikiyatri ve psikolojidir belki de. O da kuru kuruya...

Hayatı örne�iyle yansıtabilecek tek alan sanattır; edebiyattır, sinemadır, tiyatro-dur; do�rudan do�ruya sanatın kendi-sidir. “Kirazlar” hikâyesi içimde yıllarca

Adı, soyadı Açılır parantez Doğduğu yıl, çizgi, öldüğü yıl, bitti Kapanır, parantez.

O şimdi kitaplarda bir isim, bir soyadıBir parantez içinde doğum, ölüm yılları.

Ya sayfa altında, ya da az ilerdeEserleri, ne zaman basıldıklarıKısa, uzun bir listeKitap adlarıCan çekişen kuşlar gibi elinizde.

Parantezin içindeki çizgiNe varsa ordaÜmidi, korkusu, gözyaşı, sevinciNe varsa orda.

O şimdi kitaplardaBir çizgilik yerde hapis,Hâlâ mı yaşıyor, korunamaz ki,Öldürebilirsiniz.

Page 8: Keçi Özel Sayı

8

sürebilecek derin bir üzüntüye sebep ol-sa da, ona halen ba�lı olu�umun nedeni, dı� dünyaya kar�ı daha farklı bakabilme-mi sa�lamasıdır. Bu hikâye, kar�ımızda-kiyle bir özde�lik kurabilme dü�üncesi-nin tohumudur.

Ya� itibariyla ilkokul üçüncü sınıftayken böyle �eyleri bilemezsiniz. Ama o içiniz-de biriken bir sezgi, insana ait bir �eydir herhalde ki, öyle bir ı�ıma olarak belirir ve kaybolur. “Kirazlar”ı yerine oturtabil-mem, anlamam, yıllar sonra çok ba�ka bir eser ve yazar sayesinde oldu.

Anna Karenina’yı anlamak !

Lev Tolstoy’a dair daha önce sade-ce Anna Karenina ’yı okumu�tum. Çok sevdi�im bir romandı. Tolstoy’un ya�a-mına ili�kin bir kitabı okudu�umda, An-na Karenina ’yı ba�langıçta hiç de An-na’yı savunmak amacıyla yazmadı�ını ö�rendim. Tolstoy, Pu�kin’in kızına bi-raz bozulurmu�; çünkü Pu�kin’in kızı biraz hafif me�rep bir hanımmı�. O za-manın Çarlık Rusya’sında, bu tarz flör-töz bir hanım, kemikle�mi� klasik ahlak de�erleri tarafından pek de ho� kar�ı-lanmıyordu. Tolstoy bu olumsuz yakla-�ımına ra�men, Pu�kin gibi çok önemli bir yazarın kızı olması nedeniyle, onun babasına verdi�i zararı dü�ünmü� ve bundan esinlenmi�tir. Tolstoy, böylesi bir hanımın cemiyet hayatında ailesine ve tüm o kemikle�mi� kurumlara verebi-lece�i zararı yansıtmak amacıyla, roma-nın yarısına kadar ondan söz etmi�tir.

Ancak Tolstoy, öyle bir noktaya gelir ki, romanın ortasını geçtikten sonra hikâye-yi götüremez. Belki de yazarlı�ın kudreti kadar, bir roman kahramanının da yazar üzerinde kudreti olabiliyor.

Tolstoy’un kafasında önyargılarla yakla�-tı�ı Anna’yla romanda kendi kurdu�u, ya�attı�ı, ama artık hakikaten ya�amak-ta olan Anna’nın söyledikleri birbiriyle çeli�meye ba�lar. Suçlamak için yola çıktı�ı Anna, ona kendi iç gerçekli�ini yansıttı�ı için en ba�a dönüyor yazar. Ardından, Anna Karenina ’yı yeniden, bu-gün okudu�umuz haliyle yazmaya ba�-lıyor. Bu sefer suçlamak için de�il, anla-mak için... Tolstoy, Anna Karenina’yla özde�lik kur-manın üzerinde duruyor ve daha önce yazdı�ı kısımları yok ederek, sil ba�tan Anna Karenina ’yı yazıyor. Eser bu açı-dan okundu�unda, çok çarpıcı ve ça�ı-nın ötesinde bir roman.

Tolstoy’un Anna’yı yeniden ya�atma ça-bası, benim de o iç gerçekli�i kavrayıp dünyaya ba�ka türlü bakabilmemi sa�la-dı. Bu beni yeniden “Kirazlar”a götürdü. Halide Edip ve Yakup Kadri’nin yanın-da hep üçüncü isim olarak anılan, ama aslında çok önemli bir yazar, sevgi ve �efkatin yazarı oldu�unu dü�ündü�üm Re�at Nuri’nin “Kirazlar”ı bunu ba�ar-dı. Anladım ki, Re�at Nuri, iç gerçeklikle dı� ya�amın somut bakı� açısı arasındaki farkı, bizim edebiyatımızda ilk ve en çok de�erlendiren ki�ilerdendir.

Sanatın gençlik için, bizim için, herkes için iyilik, sevgi ve anlam dı�ında bir �ey getirece�ini dü�ünmemize olanak yok-tur. Sanatın, özellikle bugün gelmi� oldu-�umuz korkunç ileti�imsizlik döneminde, birbirimizi anlamakta, birbirimizle ba� kurmakta çok daha derin anlamlar ta�ı-dı�ına inanıyorum. :

Page 9: Keçi Özel Sayı

9zel sayı 201

NOTOS �LAN

notoskitap.com

Page 10: Keçi Özel Sayı

10

Ünlü rock grubu Pink Floyd’un The Wall albümü, dünya müzik tarihinin en önemli ba�yapıtlarından biri kabul edilir. Albüm-deki parçalardan, Another Brick In The Wall ’un klibi, bir dönemin önemli ba�kal-dırı arketiplerinden biridir. Özellikle e�i-timdeki tektiple�tirmenin i�lendi�i sözlere ve görüntülere yer verilmektedir. Klipteki çocuklar bir bant üstünde a�ır a�ır yürür-ler. �nsandan kuklaya dönü�tükleri bu i�-lem bandında büyük bir kıyma makinesi-ne dü�er, oradan da homojenle�mi� bir biçimde kıyma olarak çıkarlar. Bir ba�ka deyi�le, torna i�idirler artık.

Duvarın ardında...

�kinci Dünya Sava�ı sonrası ku�a�ının dü�tü�ü büyük bo�lu�un arka planının anlatıldı�ı albümde, insan dedi�imiz can-lının ba�ta sava�lar olmak üzere, toplu-mun genel harcını olu�turan aile ve okul

gibi kurumlarla nasıl üniformala�tırıldı�ı, tektiple�tirildi�i anlatılır. Bu ku�a�ın asla umutsuz olmadı�ının da altını çizmek ge-rekir. Çünkü tektiple�tirmeye kar�ı birey olma seçene�i, ancak bunun ko�ullarını yaratabilecek vicdanlı ve umutlu insanlar-la sa�lanabilir.

Pink Floyd ve ekibinin klipteki ilk adımı, çe�itli kalıplara tutunarak me�ruiyet sa�layanları afi�e etmektir. Kar�ımızda insanın dü�ü�ü ve yeniden yükseli�i an-lamında, ça�da� bir tragedya var. Sa-�altımımıza yardımcı olacak koroyu ise, özgürlük fikrini yeniden dü�ünmemizi sa�layabilecek vicdanlı insanlar olu�tu-rur. Onlar, küllerinden do�mayı ba�ara-bilmi� insanlardır. Yangın yerine dönmü� olan yeryüzünde, farklı yeryüzü cennet-leri yaratabilmek adına i�neyle kuyu kaz-mayı göze alabilen insanlar... Bu a�ama-da, �u soru sorulabilir: Ça�ımızın çetrefil

. Eğitimde Edebiyat Semineri, ralık 2012

izilmiş sınırları aşan bir zgürlük

Müge ‹plikçiGazete yazıları ve kitaplarında toplumsal meseleleri

büyük bir duyarlılıkla i�leyen, içinde sistemin bir

türlü öldüremedi�i bir çocuk ta�ıdı�ını söyleyen

gazeteci, yazar Müge �plikçi de�i�im için, duvarları

tümden yıkmak için çaba harcamak yerine edebiyat

ve sanatla tu�laları yerinden oynatabilece�imizin

önemli olabilece�ini dü�ündürüyor.

Page 11: Keçi Özel Sayı
Page 12: Keçi Özel Sayı

12

okullardaki e�itime yönelik ve özellikle de gençlere yalan söylemememiz ge-rekti�ine yönelik yazılar da kaleme al-mı�tır. “Kanımca, onlara dünyayı en ya-lın haliyle anlatmak durumundayız,” der.

Çocukları ve gençleri re-torikten arınmı� metinlerle bulu�turmalıyız. Dünyanın toz pembe bulutlarla çev-rili bir yer olmadı�ını; bir grup azınlı�ın büyük bir ço�unlu�u nasıl yönetti-�ini anlatmalıyız. Dünya-daki açlı�ı, yoksunlu�u, yoksullu�u, milliyetçili�i,

dincili�i, cins ayrımcılı�ını, otomasyonu, ekolojik felaketleri, tutuculu�u, etnik farklılıkları, ahlakın ne oldu�unu, erde-min nerede ya�adı�ını, hukukun nasıl i�ledi�ini, e�itsizliklerimizi, anadil hak-kını, ensesti, travmayı, ya�ı büyütülerek gencecik ya�larda asılanları, sömürü-nün çok katmanlı ve çok yüzlü bir olgu oldu�unu anlatmamız gerekiyor. Çünkü dünyamız gerçekte bu aks üzerinde dönmektedir.

Arendt bu noktada, “Ancak bunları onla-ra anlatabilirsek, dünyayı farklı bir yörün-geye oturtmak mümkün olabilir,” demi�tir. Çünkü onlar da tıpkı bizim gibi bu dünya-da ya�ıyorlar. Arendt’in de vurguladı�ı gi-bi, ancak ve ancak bunları anlatırsak, kö-tünün sıradanla�amayaca�ı, sava�ın cevap olamayaca�ı bir dünyayı yakalama �ansımız ortaya çıkabilir.

Ta� atan çocukları anlattı�ım Yalancı Şa-hit adlı kitabımın okur bulu�malarından bi-rinde, genç bir okurum e�itim ve sanatın insan ruhunda yaratabilece�i farklılıklara vurgu yaptı�ım sırada, “Size katılmıyo-rum,” dedi. “Bu i� e�itimle, sanatla falan çözülemez. Her öfkelenen ta� mı atarmı�? Ben de birçok �eye öfkeliyim, ama ben ta� atmıyorum,” diyerek devam etti. Ona

�öyle bir cevap verdim: “Gel bunu birlikte dü�ünelim. Seni ta� atmamaya hangi ko-�ullar hazırlamı�tır; buna bakalım. Hangi ko�ullar sayesinde ta� atma ihtiyacını duymuyorsun? Gelelim ta� atanlara. On-lar hangi ko�ullar yüzünden ta� atıyorlar acaba?”

Bunu dü�ünebilmemiz bile, kafamızdaki bir tu�layı duvardan çekip almak anlamı-na gelebilirdi. Benim için hâlâ öyledir. Kar�ı tarafı görmek için bütün duvarın yı-kılmasını beklememize gerek yok. Bazen tek bir tu�la, bakı� açımızı farklıla�tırabilir. Bunu da edebiyat ya da sanattan daha iyi yapabilecek ba�ka bir araç yoktur.

Bir gün gelecek...

Yalancı Şahit ’i yazarken oldukça zorlan-dım, çünkü ortada farklı bir gerçek vardı. Normalde, yeti�kinler için yazan bir yazar oldu�um için, kar�ımdaki kitle ürkütücü gelmi�ti. Ö�retmenlik geçmi�im olmasına ra�men, edebiyatın insanlarla bamba�ka bir köprü kurdu�unu da deneyimledim. Elimizde çok önemli bir potansiyel var ve bu potansiyel, yakla�ık yirmi yıl sonra biz-lere farklı yerlerden sesleniyor olacak.

Bir gün gelecek, insanlar kendi özgür-lük kavramları kar�ısında da özgür ola-cak. Bu gelecek hakkında, Avusturyalı yazar Ingeborg Bachmann’ın dile�i nok-tayı koyacaktır: “Bir gün gelecek, insan-ların siyah ama altın gibi parlayan gözle-ri olacak. Onlar, güzelli�i görecekler, pisliklerden arınmı� ve tüm yüklerden kurtulmu� olacaklar, havaya yükselecek-ler, suların dibine inecekler, sıkıntılarını ve ellerinin nasır ba�lamı� oldu�unu unutacaklar. Bir gün gelecek, insanlar özgür olacaklar. Kendi özgürlük kavram-ları kar�ısında da özgür hissedecekler. Bu, daha büyük, ölçüsüz bir özgürlük olacak, bütün bir ya�am boyunca süre-cek.” :

Page 13: Keçi Özel Sayı

13zel sayı 201

Hayal gücü mü, bilgi mi?li oyrazoğl

Yazdı�ı, sahneledi�i ve çevirdi�i sayısız oyunun yanı sıra denemeleri ve öyküleriyle de tanıdı�ımız usta tiyatrocu

Ali Poyrazo�lu, sanatı ve edebiyatı ya�amdan uzakla�tıran e�itim anlayı�ını ele�tiriyor.

* 13 -17. yüzyıllarda Floransa’da ya�ayan Medici ai-lesi, bilim insanları, �airler, ressamlar, filozoflardan olu�an farklı insanları bir araya getirmi� ve yaratıcılık anlamında önemli bir patlamaya öncülük etmi�tir.

. Eğitimde Edebiyat Semineri, Mayıs 2012

Edebiyatın ve sanatın okullarda ne ka-dar hor görüldü�ü, hâlâ çocu�unu oku-la gönderirken, “Ö�rensin, okusun, dip-loması ve i�i olsun, zengin olsun,” gibi hedefleri �art ko�an ebeveynler oldu�u biliniyor. Bu hedeflerin bir hayal bile ola-mayaca�ını, sanatla ve edebiyatla u�-ra�anlar olarak, anne ve babalara an-latmak durumundayız. “Medici* etkisi” dedi�imiz durum göz ardı edilmemeli. Rönesans devriminin tohumlarını eken bu etkiyi bugün de dü�ünmek mümkün. Ayrı dallardan, farklı disiplinlerden, farklı alanlardan bakı�ların aynı yerlerde top-lanması ve buradaki bilginin birbirine sürtünmesiyle kıvılcım çakacaktır. Okul-larda yaratıcı bir bakı� açısını ve doku-nu�u, bu etki ortaya çıkarabilir.

Bilgi, nasıl bilgi olur?

Çocukların, herhangi bir dersi ya da ko-nuyu, “Benim ne i�ime yarayacak bu?” diyerek reddetti�i anlarda, okuldaki ö�-retmenlerin farklı dersler ve disiplinler arasında nasıl bir bilgi akı�ı oldu�unu, fi-zikten bir parça bilgiye sahip olmayanın, tarih ya da co�rafyada da çözüme ula-�amayaca�ını ö�renciye aktarması ge-rekir. Yalnızca çocukların de�il, her bire-yin bilgiyi kendi bilgisi haline getirmesine yardım etmemiz gerekiyor.

Aynı biçimde, çocuklara kitap alıp oku-malarını, kitapla olan ili�kilerini hep sür-dürmelerini ve ya�amlarının içine yer-

le�tirmelerini sa�layabiliriz. Çünkü ki�i ancak kitap okursa, dönüp ba�a tekrar bakarsa, kitabını arkada�ına verirse, o kitap üzerine konu�abilirse, zihninde bir dü�ünme faaliyeti ba�layabilir. Di�er tür-lü, Google’daki gibi kirli bilgiyle ve her �eyi bildi�ini zanneden insanlarla do-luyor çevremiz. Çocukların, derslerde anlatılanların alt metnini anlayabilmeleri için hayal gücünü devreye sokmak ge-rekiyor. Bakın Einstein ne diyor: “Hayal gücü bilgiden daha önemlidir. Ben fizik kimya bilgimi, matematik bilgimi hayal gücünün emrine verdi�im zaman, ken-dimden büyük bir âlim çıkardım.” Çocuk e�er bilgisini hayal gücüyle destekle-yerek kuvvetli bir bilgiye dönü�türmez-se ve hayal gücünün bilgiden daha önemli oldu�unu anlamazsa i�in için-den çıkamaz.

Heidegger der ki: “Dil bizim evimizdir. Biz orada otururuz.” Birkaç yabancı dil bildi�im için bana, “Ya sen nerelisin?” di- ye soruyorlar. “Türkçeliyim,” diyorum. Ben Türkçe’nin içinde do�dum, dü�ün-meye burada ba�ladım... Yeti�kinler ola- rak, dü�ünmeli, çocukların okudu�u �ey- leri okumalı ve onlarla tartı�malıyız. O zaman çocuklar bilgi ve derinlik sahibi olacak ve bizim de bakı� açılarımızı de-�i�tirmemizi isteyecekler. :

Page 14: Keçi Özel Sayı

14

1950 yılında Dicle Köy Enstitüsü’ne gitti-�imde üç salon vardı. Birincisi okul kü-tüphanesi, ikincisi müzik odası, di�eri de resim salonuydu. Türkiye’de bugün uygarlı�ın bu üç simgesi geriletilmi�tir.

O zamanlar okul kütüphanesinde, Ha-san Ali Yücel dönemindeki o muhte�em klasikler ve di�er kitaplar bulunuyordu. Bugün Diyarbakır’da Kültür Bakanlı�ı’na ba�lı tek bir kütüphane var. Oysa sözü-nü etti�im zamanlarda, halkevinde bi-le bilimsel çalı�ma yapılacak zenginlikte bir kitaplık vardı. Bugünse, kitabın suçlu olarak, boynu bükük kaldı�ı bir dönemi ya�ıyoruz. E�er bir ülkede Fareler ve �n-sanlar müstehcen diye tanıtılıp okullar-dan uzak tutuluyorsa, o toplum uygarlık kar�ısında utanmalıdır.

Müzik ve resim odaları da nicelik ve ni-telik olarak dopdoluydu. Özellikle müzik odasında koca bir piyano, mandolinler ve konser verebilmek için gerekli bir-

çok alet vardı. Ba�larda belli bir bilgiye sahip de�ildik; ama bir ay sonra, kula-�ımız o müziklerle dolmaya ba�ladı. �n-san, ortamın ürünüdür. Nasıl her a�aç her toprakta aynı de�ilse, insan da öy-ledir. Kavunun iyi yeti�ti�i tarla vardır, üzümün iyi yeti�ti�i tarla vardır.

Kültür ve sanat kurumları nereye?

Bugün neredeyse resim ö�retmenle-ri okullardan kovuluyor; ne resim, ne de müzik derslerine önem veriliyor. Müzik ko-nusu açılınca, “Batı müzi�i kilisenin müzi-�idir,” diyorlar. Ke�ke biz de dinsel müzi-�i, örne�in Itrî müzi�ini, Mevlevi müzi�ini o düzeye çıkarıp, belli bir müzik kalitesi sunabilsek. “Biz bin yılların toplumuyuz!” diyerek tarihle övünmek biraz sı�ınmak-tır. Özellikle, “At ko�turduk, it ko�turduk!” gibi laflar, hiçbir zaman bir toplumu yü-celtici ve bir adım ileriye götüren �eyler de�ildir.

Edebiyat ğretmez ama...

Adnan BinyazarEdebiyatımızın usta kalemi Adnan Binyazar,

okuma yazma kültürünün insanın dilsel ve

dü�ünsel varlı�ını nasıl biçimlendirdi�ine

ili�kin deneyimlerini payla�ıyor.

6. Eğitimde Edebiyat Semineri, Mayıs 2013

Page 15: Keçi Özel Sayı

15zel sayı 201

Bugünkü örnekler saymakla bitmez. Kü-mesleri bile gökdelen yapanlar, tiyatro-ların, sinemaların canına okudular. �s-tanbul’un göbe�indeki Atatürk Kültür Merkezi (AKM) harabeye döndü. AKM, bugün devletin elindeki olanaklarla kısa sürede faaliyete geçirilebilecek durum-dadır. Bu, bir tür kültür dü�manlı�ıdır.

Aydınlanma, kurumla�malarla olur. Biz-ler bir �ekilde kurumla�ıyoruz. Dü�ünce-miz ne olursa olsun, biz kitapla, bilgiy-le, sanatla ortak bir dü�ünce toplulu�u haline geliyoruz. Bu kurumla�maların en önemlilerinden biri de Dil Kurumu’dur. Dilin nasıl geli�ti�ini ve aydınlanmanın ne demek oldu�unu iyi anlamak gere-kir. Örne�in, kelime anlamı Katolik kili-sesine kar�ı durmak olan Protestanlı�ın babası olarak bilinen Martin Luther, sa-

dece din alanında de�il, dil üzerinde de önemli çalı�malarda bulunmu�tur. Ör-ne�in, Latince olan �ncil ’i halkın anlaya-bilmesi için o zamanlar geli�memi� bir dil olan Almanca’ya çevirmeye çalı�ır. Halkın arasına karı�ır ve kasaba, mana-va sorular sorup, onlarla alı�veri� yapar gibi diyalo�a girerek halkın dilini ö�re-nir. Bu nedenle, Luther salt bir din ada-mı de�ildir. O aynı zamanda dil ve bi-

lim insanıdır. Ondan sonradır ki, Grimm Karde�ler’in 32 ciltlik Alman dili sözlü-�ü; Rapunzel, Külkedisi, Bremen Mızı-kacıları, Pamuk Prenses, Kırmızı Ba�lıklı Kız ve Uyuyan Güzel gibi Alman dilinin ve dünyanın en zengin masalları orta-ya çıkar. 17. yüzyılın ünlü filozoflarından Wilhelm Leibniz, “Luther’de akıl almaz bir dil bilinci var; o halkın diliyle konu�-tu,” demi�tir.

Ne Pecos Bill, ne Kerime Nadir...

Ben ne Pecos Bill, ne Kerime Nadir, ne Esat Mahmut Karakurt, ne O�uz Özde� okuyabildim. Ama edebiyatçı oldu�um-dan biliyordum. �lk ba�ta, oradaki a�klar bana çok yapay geldi. Bir gün Diyarba-kır’da, Romeo ve Juliet yazlık sinemada

oynuyordu. Diyarbakır, o zamanların en büyük kültür merkeziydi ve orduevinde her hafta Türkiye’ye gelen en yeni film-ler gösteriliyordu. Ben de gidip buluyor-dum en iyisini. Tıpkı bir fare gibi, koklaya koklaya... Henüz 14 ya�ındaydım, param da yoktu ve sinemaya gidemiyordum. Romeo ve Juliet 17 gece boyunca yaz-lık sinemada oynadı ve ben o kadar ge-ce, bir in�aat aralı�ından a�layarak o fil-

Page 16: Keçi Özel Sayı

16

mi seyrettim. “A�k ve sevda budur!” dedim, Juliet’e â�ık olarak, mücadeleye girerek... Köy Enstitüsü’ne geçti�imde ilk i�im, kütüphanede Romeo ve Juliet ’i bulmak oldu. Do-kuz, ı�ıkların söndürüldü�ü saatti ve ben yorganın için-de el feneriyle onu okuyor-dum. Okuma, böyle bir �ey-dir. Okuma tutkudur, insanın bir parçasıdır.

Köy enstitülerinde tatil, bir buçuk aydı. Di�er zaman-larda enstitünün i�lerini gö-

rürdük. Bir yaz tatilinde, at otu aramaya çıktım. Ama bir elimde atın yuları, di�er elimde Shakespeare’in Othello ’su... Öy-ledir ki, onca yıl öncesinden bu zamana halen ezberimde olan cümleleri vardır. Iago, karısı Emilia’yla yaptı�ı konu�ma-da, “Ya�ayıp durdu�un �u dünyada öyle �atafatlı elbise giyip böbürlenme. Kibir ve gurur bütün saltanatları devirir. Alçakgö-nüllü ol, köhne cübbeni üstüne çek,” di-yor. Bunları anlayan birini, ne Pecos Bill tatmin eder, ne Kerime Nadir, ne Esat Mahmut Karakurt.

Sonrasında yolum Dostoyevski’ye, Tols-toy’a, Balzac’a, hatta Halit Ziya U�aklıgil’e kadar uzandı. Bugün hepsini hâlâ aynı heyecanla okuyorum. 1250 sayfalık Ha-ruki Murakami kitabını aylarca yanımdan ayırmadım. Ya�ın ne olursa olsun, okur-sun; okuma, böyle bir �eydir.

Okumanın yanı sıra kitaba ula�manın ve ula�tırmanın yollarını da bulmak gerekir. Anadolu’da bir buçuk yıla yakın görev yaptı�ım bir okulda, gitti�imde iki kitap vardı. Bakanlı�ın gönderdi�i Celal Esat Arseven’in Türk Sanatı Tarihi kitabı ve bir de Karınca adlı bir dergi. �lginçtir ki, ben oradan ayrıldı�ım zaman kütüphanede 2500 kitap vardı. Herkesin katkıda bu-

lundu�u kumbarada 25 kuru�ların birik-mesi ve yayınevleriyle ili�ki kurup, büyük indirimler almamla olu�turulan bir okul kitaplı�ıydı bu. Çorum’da çalı�tı�ım bir ö�retmen okulunda da benzeri bir ça-bayla kitap kulübü kurmu�tum. Orada daher çocu�un her ay üç kitabı oldu. Bun-lar prati�e ili�kin örneklerdir ve kitaba ula�manın yolunu, aradı�ımızda bulabi-lece�imizi gösterir.

Edebiyat özgürlük ortamı yaratır.

�nsan bir akıl varlı�ıdır. Hümanizma, “Her �eyin ölçüsü insandır,” diyor. �nsan ne-den her �eyin ölçüsüdür ? Çünkü insan bir akıl ta�ıyor. Okumak bu aklı i�lek ha-le getirir ve insanı duyarlı kılar; sanat be-ceriyi geli�tirir. Kesinlikle bunların hiçbiri ö�retme aracı de�ildir. Hele ki edebiyat, kesinlikle ö�retme aracı de�ildir; duyum-satma aracıdır. Edebiyat ö�retmez, ama edebiyatın ö�retti�ini de hiçbir �ey ö�-retmez.

Bunu anlamak için Voltaire ya da Bal-zac gibi yazarları ele alabiliriz. Eserlerin-de do�rudan do�ruya dayatıcı hiçbir �ey yoktur; hayatı sererler gözlerinizin önüne. Edebiyat özgürlük ortamı yaratır. Önem-li olan, çocu�a bir �eyler tavsiye etmek de�il; onun önüne kaliteli bir �eyler ko-yabilmek ve seçim yapabilecek bilinci aktarabilmektir.

Özetle, insan üç varlıktır. Birincisi, beden-sel bir varlık. �nsanın bunda hiçbir eme�i yoktur. Yaratan yaratmı� zaten ve iyi ya-�amanı ö�ütlemi�. �kincisi, sosyal varlık olması. Sosyal varlık olarak insan, o za-mana kadar üretilmi� kültürel ürünlerle �ekillenir. Ama üçüncünün, yani insanın kendisini var etmesinin, kültürünü, du-yarlılı�ını, dü�üncesini, aklını geli�tirip insanlı�a yararlı hale getirmesinin kay-na�ı kitaptır. :

Page 17: Keçi Özel Sayı

17zel sayı 201

Beraber ÜretmekGülten Dayıoğlu1. eyne emali Edebiyat ünü, asım 2011

Yıllar önce kolumun altında içi öykü dolu dos-yamla ve yanımda dört ya�ındaki o�lumla kendimi Bâb-ı Âli’ye attı�ım zaman, hiç sek-tirmeden kapı kapı yayınevlerine girip öyküleri-min basılmasını önermi�tim. O günlerde ö�ret-menlik yapıyordum. Aynı zamanda usanmadan yayınevlerini dola�ıyordum. Çünkü öykülerimi yazarken büyük bir co�ku içindeydim. “Şöyle olaca�ım, böyle olaca�ım, �unu yapaca�ım,” derken, elimde dosyayla kalakaldım. Anladım ki, bu bir ekip i�i, beraberlik i�iydi. �ki yıl boyun-ca dosyama kimse ilgi göstermedi. Hatta adres soruyormu�um gibi beni kapıdan savanlar oldu. “Bir ay sonra gel; okuyaca�ız, haber verece-�iz,” diyenlere bir ay sonra gitti�imde yüzüme bakmıyorlar, gözlerini ba�ka yöne çeviriyorlar-dı. Çünkü dosyamı okumamı�lardı.

Böylece iki yıl geçti. Sonunda birlikte üretebi-lece�imi anladı�ım Milliyet Yayınları’na girdim. O gün bugündür yazmaya devam ediyorum. 1979’da Altın Kitaplar’la ba�layan yolculu�um hâlâ sürüyor. Yayınevi bir yazar için çok önem-lidir. Ne yazarsanız yazın; yayınevi yazdı�ınız �eyin hakkını da verebilir, yerin dibine de so-kabilir. Yazarı, çizeri, editörü, yayın yönetmeni, tasarımcısı, her �eyiyle yayınevi çok önemlidir. Tüm bu ö�eler olmadan yapılan kitapları, ya-zarları görüyorum. Ne yazık ki, yayınevi yazar i�birli�i olmazsa, bu tür i�lerin sonu gelmiyor, yalnızca zaman kaybı oluyor. :

Öğrenmenin Büyüsü Osman Şahin3. Eğitimde Edebiyat Semineri, ralık 2011

Antik ça�daki üç büyük kütüphanenin bulun-du�u bu co�rafyada, 75 milyonluk bu ülkede 1360 kütüphane var. 1984’te ilk kitabım Kırmı-zı Yel, �sveççe’ye çevrilmi�ti. O yıl �sveç’in nü-fusu 8 milyondu ve 8 bin kütüphane vardı. Ya-ni, �sveçli bir yazarın kitabı en az 10 bin adet basılıyordu ve her kütüphaneye en az bir tane alınmak zorundaydı. Bu, yazarı da, okuru da, kütüphaneyi de, yayıncıyı da memnun eden bir düzen.

Bugün 1360 kütüphanemiz var, ama epeyce fazla kitap basıyoruz. Bunu kitap fuarlarında görmek mümkün. Halk teknolojik cihazların her türlüsünü kullanıyor, oysa evlerde kitaplık yok. Toplumlar seçimini yapar, ama bizde seçimler önemli bir tehlikeyi i�aret ediyor. Türkiye’de her yıl yüzlerce kadın öldürülüyor. 14 ya�ın altında evlendirilen kız çocuklarımız var. Bu çocukları evlendiren insanlar, bu çocuklar özgür mü?..

Bir de ö�retmenler var bu toplumda. Çocuklar, anne babalarından sonra en çok ö�retmenle-rine güvenirler. 2200 yıl önce, Sokrates hayata gözlerini yummadan hemen önce ba�ında arp çalan ö�rencisine, “Ne güzel çalıyorsun, bunu bana da ö�retebilir misin?” demi�. Ö�rencisi-nin, “Hocam, siz ölüyorsunuz, ne zaman ö�re-neceksiniz?” sorusuna Sokrates, “Ö�renmek önemli de�il, ö�renmeye çalı�mak önemli,” ce-vabını vermi�. :

Page 18: Keçi Özel Sayı

18

Özgürleşmekten kim korkar ?

Feyza Hepçilingirler Dr. Müren Beykan

Editör Müren Beykan’ın, “dil gönüllüsü” usta

yazar Feyza Hepçilingirler’le gerçekle�tirdi�i

söyle�i, fantastik, bilimkurgu ve polisiye

gibi türlerin, çocukların edebiyatla

bulu�masındaki önemine ili�kin

ipuçlarıyla dolu.

Müren Beykan: Edebiyatın haylaz tür-leri diye adlandırabilece�imiz fantastik, bilimkurgu, polisiye, çizgi roman üzeri-ne dü�ündü�ümüzde, bu türler genel edebiyat evreninin neresinde duruyor?

Feyza Hepçilingirler: Edebiyat denildi-�inde polisiye belirmiyor insanların zih-ninde. Mizah öyküleri ve bilimkurgunun da edebiyatın içinde mi, dı�ında mı ol-du�u hâlâ tartı�ılıyor. Edebiyattan konu açıldı�ında, �iir, öykü, roman, tiyatro eseri, biyografi, otobiyografi ve anı bi-çiminde sıralıyoruz. Ama bu haylaz tür-lerimize sıra biraz zor geliyor. Bu türler edebiyatın içinde mi diye dü�ünürsek, kıyısında, ama içinde yine de. Ba�ka bir deyi�le, kapsama alanı içinde.

MB: Son yıllarda hem ö�retmenler, hem de biz yayıncılar, çocukların sevdikle-ri türlere, hangi kitaplara el uzattıklarına

bakıyoruz. Fantastik edebiyatın çocukla-rın en sevdi�i türler arasında oldu�unu ve bu romanların gözle görünür tırmanı-�ını izliyoruz. Fantastik sözcü�ü Yunan-ca “phantasia”dan geliyor ve neredeyse her dilde “tuhaf, acayip, mantıksız, haya-li, gerçekten uzak” gibi anlamlar ta�ıyor. Bu durumda yeti�kinler de duraksıyor ve böylesine hayal gücüne dayalı dünyalar nedense insanları tedirgin ediyor. Çocu-�umuzun Hobbit okuyunca, Hobbit olma tehlikesi mi var acaba ?

FH: Hayal gücünün üstünde durmak gerekir. Son yıllarda hayal gücü üzeri-ne fazlaca dü�ünüyorum. Her �ey o ka-dar görselle�ti ki... Türkçe konferans-larına gitti�imde bana sorulan ilk soru, görsel malzeme kullanıp kullanmayaca-�ım. Neden kullanayım ki? Her taraf za-ten görsel dolu. Televizyonda, internette,akıllı telefonlarda, her yerde görüntü var.

6. Eğitimde Edebiyat Semineri, Mayıs 2013

Page 19: Keçi Özel Sayı
Page 20: Keçi Özel Sayı

20

hakikidir; olgulara dayanmaz ama hakikidir ve çocuklar bu-nu bilir. Onlar özgürle�mekten korkmaz; bundan korkan ye-ti�kinlerdir,” diyor. Günı�ı�ı Ki-taplı�ı’nın deneme seçkisine, “Yeti�kinler Ejderhalardan Ne-den Korkar ?” adını verdik. Bu seçki en çok çocukların ilgisi-ni çekti ve ço�u da Le Guin’in denemesini okudu. Çocuklar özgürle�mekten korkmuyor.

Hayal kurmaktan korkmuyorlar, hayal güçleri geni�.

Yeti�kinler için hayal kurmak, biraz kay-bolmak, tedirginlik verici sanki. Oysa de-di�iniz gibi, bilimin de temelinde hayal gücü var. Biliminsanları tezlerinden ve deneylerinden önce bir hayal kuruyorlar.

FH: Hayal kurmadan neyi icat edebilir ki? Önce kafasında yaratması gerekiyor. Örne�in, ‘Bir insanla nasıl ileti�im kura-rım, ne yaparsam görmedi�im bir insa-na ula�ırım?’ diye dü�ünüyor bir bilimin-sanı. Graham Bell’in zihninden geçenler de telefonu icat etmeden önce böyledir. Tamamıyla bir hayal...

Antolojiler zeytinyağlı tabağına benzer.

MB: Osmanlı padi�ahlarından da polisi-yeye çok dü�kün olanlar var. Abdülha- mid’in böyle bir polisiye merakı varmı� ve büyük bir hızla okuyup bitirirmi�. Ye-nisini bekleyen padi�aha, alelacele otu-rup polisiyeler yazılırmı�. Ünlü yazarları-mızdan, padi�ahlar için polisiye yazanlar bile var.

FH: Polisiye de edebiyatın kıyısında du-ran bir tür. Okuma alı�kanlı�ımızı nasıl kazandı�ımızı dü�ündü�ümde, “Tom-miks” ve “Teksas” geliyor hemen aklıma. Okuma biçimimizde kandırmacalara da

ba�vurur, ders kitabının arasına koyar okurduk; biz o sayede kitap okumayısevdik.

Kemalettin Tu�cu’nun Köprü Altı Çocuk-ları ’nı çok okudum; acımayı ö�rendim o kitaptan. O zamanlar çok okudu�umuz pembe dizilerin ve a�k romanlarının mi-marı Kerime Nadir’di. Üvey annem ço-cuk bakarken, bebe�in altını temizlerken,ben ona Mike Hammer romanı okurdum. Tutkunu olmu�tum o romanların. Bizim �ansımız, bizi oyalayacak �eylerin faz-la olmamasıydı. Kitap okumak en büyük zevkimizdi. Oysa bugün, günümüz ço-cukları bir ellerinde biberon, bir ellerin-de akıllı telefonla do�uyorlar. Dolayısıy-la, bilgisayar ve internet onların giderek daha fazla zamanını alacak ve bu gör-sel olana�a daha yatkın olacaklar. Böy-le bir zamanda, onları kitaba yakınla�tır-mak çok daha önemli hale geldi.

MB: Her türden okuyabilmek önemli, de�il mi?

FH: Polisiye, bilimkurgu ve fantastik ede-biyatı hep onları okusunlar diye önermi-yoruz. Edebiyatın bir zevk aracı oldu�u-nu, zevk veren, keyif veren bir okuma vaat etti�ini bildirmek için öneriyoruz.

Edebiyat sadece roman demek de�il-dir. �yi bir edebiyat okurunun, öykü se-ven bir edebiyat okuru oldu�unu dü�ü-nüyorum. Çünkü, öykü gerçekten sabır gerektirir; yazarken de, okurken de. O be� sayfaya bir ya�am sı�dırılmı�tır. �çi-ne girebilmek için, onu ayrı�tırmanız ve yo�unlu�undan biraz uzakla�tırmanız lazım. O nedenledir ki, antolojiler lokan-talardaki zeytinya�lı taba�ına benzer. Her zeytinya�lıdan azar azar bulunan bir tabak. Antolojiler sayesinde, hangi yazarın size hitap etti�ini anlayabilirsi-niz. O yazarı anlamak için tabaktakiler-den birer çatal almak gerekir. :

Page 21: Keçi Özel Sayı

egoistokur.com

Yeni kitaplar. Tekrar tekrar okumaktan sıkılmadıklarımız, klasikler. Edebiyatçılardan yazma dersleri. Derin okumalar, eğlenceli fikirler.

Page 22: Keçi Özel Sayı

22

“Çocuk ve gençlik edebiyatı”, “e�itim” ve “kullanma” ifadelerini bir araya getir-di�imiz zaman, ortaya çıkan �ey bir ka-os. Çocuk ve gençlik edebiyatından söz edebilmek için de, bazı önemli soruların yanıtını bulmak gerekiyor. Çocuk kimdir; çocuk nedir; bir özne midir yoksa bir nesne midir, bir kimlik, ki�ilik midir? Bi-zim için ve kendisi için nedir; toplum için nedir ?

Çocukla iletişim kurmak

Bu sorular önemlidir, çünkü tanımlama-dı�ınız, sizde tanımsız kalan bir varlık-la ileti�im kuramazsınız. E�er, çocuklar-la ya da gençlerle kar�ı kar�ıyaysanız ve onları kendi gerçekli�i içinde tanımlama becerisini gösteremiyorsanız; elbette on-larla ileti�im kurmanız mümkün de�ildir.

Bu anlama sürecini gerçekle�tirdiktensonra onunla nasıl ileti�im kuraca�ı-nız çok önemlidir. �leti�im, salt konu�-

ma eylemini gerçekle�tirmek de�ildir. Toplumun �u anda en çok ya�adı�ı so-runlardan biri, konu�ma eyleminin ger-çekle�mesi, ama ileti�imin kurulamaması-dır. Önemli sorulardan biri de, “Çocuk bir �ey midir?” sorusuydu. “Şey” sözcü�ünü özellikle kullanıyorum. �leti�imsizli�in ve çocu�a nesneymi� gibi yakla�ımın en açık görüldü�ü yerler okullardır. Okul, çocu�un özgürle�me alanıdır, ama siz onu fabrikasyon bir ürüne dönü�türür-seniz, özgürle�tiremezsiniz. Çocuk ora-da hem bilgilenir, hem sosyalle�ir. Ama bizim e�itim sistemimiz, çocu�un sos-yalle�mesine izin veren bir sistem de�il-dir. Çocu�un kendini ifade etmesine de izin vermez.

Çocu�u ya da genci tanımlarken, ne kut-salla�tırmalı, ne de yerin dibine batırma-lı. Sadece kendisi olarak tanımlamalı ki, onu tanıyabilmeli. Birini tanırsanız mu-habbetiniz olur; tanırsanız, ona bir �eyler söyleyebilirsiniz; tanırsanız, onun söyle-

ayatın ta kendisi Yard. Doç. Dr.

Necdet NeydimAkademisyen, çevirmen, yazar Yard. Doç. Dr.

Necdet Neydim, çocuklarla ileti�im, e�itimdeki

tektiple�tirmeler, ahlaki yakla�ımlar ve

tanımlamalar üzerine önemli soruları

gündeme getiriyor.

6. Eğitimde Edebiyat Semineri, Mayıs 2013

Page 23: Keçi Özel Sayı
Page 24: Keçi Özel Sayı

24

azınsal e g rsel ok ma

Behiç AkMizah ustası, karikatürcü yazar Behiç Ak, sanatın

rastlantısal olu�u, çocu�un soru sormasının önemi,

resimli kitapların okurla nasıl bir ili�kiye girdi�i ve

görsel okumanın sundu�u mucizeler gibi noktalara

de�inerek, çocuk ve yeti�kinin ilk entelektüel

ili�kisinin yol haritasını çıkarıyor.

Çocuk ve gençlik edebiyatındaki kitap-lar, e�itimde kullanılmak amacıyla yazıl-mıyor. Yıllar içinde e�itimcilerin ilgisi ve ke�ifleriyle çocuk kitapları önemli olma-ya ba�ladı ve biz çocuk kitabı yazarları da fark edilmeye ba�landık. �lk a�ama-da çocukların kitaplara ula�ması zor ol-sa da, e�itimcilerin olu�turdu�u ba�larla kitaplar do�rudan çocuklara ula�abilir ve e�itimde kullanılır hale geldi. Bugün bu duruma bakıldı�ında, kitabın e�itimde kullanılabilir olmasının olumlu ve olum-suz yanları görülebilir.

Sanat tesadüfidir.

1980’lerin ba�ında çocuk kitabı yapma-ya ba�ladı�ımda, mimarlı�ı bırakmı� ve tamamen çocuk edebiyatına odaklan-mı�tım. Çocuklarla büyükler arasında köprü kurabilecek, Batılılar’ın “picture book” dedikleri, bizde ise “resimli kitap” denilen okulöncesi kitaplar yaptım. Ama onları Türkiye’de yayımlatamadım. Bil-

medi�im bir alan olmasına ra�men, yap-mak, gerçekle�tirmek istedim. �lk kitabım Yüksek Tansiyonlu Çınar A�acı ’ ydı. Ama bu kitap ve sonraki kitaplarım Türkiye’de de�il, Japonya’da basıldı. Birdenbire Ja-ponya’da çok tanınan, ama Türkiye’de hiç tanınmayan bir yazar oluverdim. Yıl-larca Japon çocuklardan mektuplar gel-di, onlara cevaplar yazdım. Herkes kita-bını önce Türkiye’de, sonra yurtdı�ında yayımlatmak için çaba gösterir. Benim durumum tam tersi oldu ve bu, tamamen tesadüftü.

Yıllar geçtikçe Türkiye’yle de ba�lantı kuruldu ve kitaplarımı burada da yayım-latma �ansı buldum. Eserlerim giderek e�itimde de kullanılmaya ba�landı. Öte yandan, edebiyat kitaplarının e�itimde kullanılı�ıyla ilgili önemli sorunlar da var. Yedi yıllık mimarlık e�itimimde, bu e�iti-min temelinin tasarım oldu�unu gördüm. Tasarımda araçsal bir akla ihtiyaç vardır. Yapılmak istenen, öncelikle i�aretler ve

. Eğitimde Edebiyat Semineri, ralık 2012

Page 25: Keçi Özel Sayı

25zel sayı 201

semboller sistemiyle çizilir ve plan ger-çekle�tirilir.

Sanat bu noktada tasarımdan farklıdır. Çünkü, sanatta böyle bir araç i�levine ihtiyaç yoktur. Yola çıkarken amaçladı-�ınız �eyin yönü ve biçimi de�i�ebilir, hatta amacınız bile farklıla�abilir. Sana-tın tesadüfe bu kadar açık olu�u, bilgi alı�veri�ine kapalılı�ı, sanatçının neyi, neden yaptı�ını tam olarak bilmeyi�i ve haliyle esteti�in varolu�u, bu i�levselli-�i kaldıramaz.

Sanat eseri araç olur mu?

Sanat eserini bir araç olarak dü�ünsey-dik, bir mimari proje çizer gibi çocuk kitabı yapabilirdik. Ancak bırakın ede-biyatı, mimari projeler bile artık böyle çi-zilmiyor. Öte yandan, e�itimin içinde is-ter istemez bu eserler bir araç gibi ele alınıyor. Ö�retmen soruları soran, çocuk da cevapları veren ki�i haline dönü�üyor. Oysa bir sanat eseri, araç kavramından soyutlanarak analiz edilebilir. Bunun tek ko�ulu, soruları çocu�un sormasıdır; ce-vapları vermesi de�il. Çünkü analitik dü-�üncenin temelinde, soru sorabilme ye-tisi vardır.

Birey soru sorabiliyorsa ve bu sorusun-dan ba�ka sorulara geçip ba�lantı ku-

rabiliyorsa, yorum yapabiliyor demek-tir. Önemli olan da budur ve bu yorum, do�ru ya da yanlı� gibi de�erlere kapa-lıdır. Sanatın da bilim gibi kavramları var-dır, ama katı kurallarla çevrili bir de�er dünyası yoktur.

Sanat eserinin doğrusu yanlışı olur mu?

Edebiyat okuru çocuk, bir metni okuyup zevk alıyorsa, soruları kendisi sormalı ki, oradan ba�ka sorular da çıkarabilsin ve cevap arayı�ına girsin. Mimarlıktan bir ör-nek daha vereyim: Bu alanın e�itiminde en önemli �ey tasarımdır, ama tasarım kadar önemli olan di�er �ey de anlamak-tır. Örne�in, Danimarka’daki mimarlık e�i-timinde analitik bir yakla�ım vardır. Ora-da ilk üç yıl asla proje yaptırılmaz; çünkü bu süreç anlama sürecidir.

Anlama süreci, soruları olu�turabilmektir, do�ru cevapları vermek de�il. Bu ba�-lamda, sanat eserinin e�itimde kullanıl-ması hassasiyet gerektirir; sanat eseri-ne sanat eseri gibi davranmak gerekir. Ona bir tasarım nesnesiymi� gibi, araç gözüyle bakmamak gerekir.

Okulda birçok �eyi kategorize edersek, çocuk do�ru cevap pe�inde ko�an ve analitik dü�ünme yetisi olmayan birine dö-nü�ür. Sonrasında, üretti�i her �ey için bu tür do�ru kurgunun pe�inden gider ve bugün oldu�u gibi ezber üretimlerden biri olur. Oysa sanat eseri, do�ru ya da yanlı� bir �ey de�ildir. Bu ba�lamdan da öte, sanat eseri bir yakla�ımdır.

Oyuncak olarak kitap !

Kitaplar, çocu�un soru sorma alı�kanlı-�ını ve analitik dü�üncesini ilk geli�tiren oyuncaklar, nesnelerdir. Bu kitaplardaki hikâyeleri çocuklar ba�kalarına aktara-bilmeli, de�i�tirebilmelidir. Çocu�un ak-

Page 26: Keçi Özel Sayı

26

tarma ve taklit etme yetisi, her zaman de�i�tirme �evkiyle birlikte var olur. De-�i�tirilemeyen katı hikâyeler, çocuk ta-rafından benimsenmez. Çocuk, yazarın öznele�tirmedi�i yan tipleri öznele�tir-me ihtiyacı da duyabilir. Çizgiler tüm bunlara olanak tanımalıdır.

Özellikle, “picture book” denilen resim-li kitaplarda, bu de�i�ime ve dolayısıyla resmin bir dil olarak algılanmasına dikkat edilmezse, resim bir dil olarak de�il de, yazının resimlenmesi olarak ortaya çıkar. Bu, resimli kitabın okunurlu�unu zedeler. Dolayısıyla, resmin yazı gibi algılanması-nı sa�lamak, resimli kitapları okuyan 3-6 ya� grubu için oldukça önemlidir.

3-6 ya� grubundaki çocukların bir hikâ-ye kitabıyla kar�ıla�ması oldukça ilginç-tir. Yazar ya da çizer, eseri olu�turur-ken i�levi üzerine hiç dü�ünmese bile, bu kitaplar bazı önemli i�levleri yerine getiriyor. Çocuk kitaba baktı�ında, “��-te bir hikâye, hem de resimlenmi�,” di-yebiliyor. Kitapla arasında gerçekle�en bu kar�ıla�ma çocu�un gerçek dünya, sembol, sözcük, kavram ve yazı arasın-da bir ili�ki kurmasını sa�lıyor. Bu ili�ki aslında, dü�üncenin temelidir.

Yetişkinler değişmek istemiyor mu?

Resimli kitapların ço�u zaman öngörü-lemeyen önemli bir i�levi daha vardır. Bu kitaplar, henüz okuma yazma bil-meyen çocukla ebeveyn arasında bir ili�ki kurulmasına neden oluyor: Birlik-te okuyorlar.

Çocuk ve ebeveyn arasındaki ilk ve ge-nellikle tek entelektüel ili�ki, bu kitaplarla oluyor. Her iki taraf da gerçekten ilgiliy-se, ebeveyn 3-6 ya� arasındaki çocu-�uyla entelektüel bir ili�ki kurabilir. Ço-cuk okuma yazmayı ö�renince, bu ili�ki zayıflıyor ve giderek yok oluyor. Çünkü, çocuk kendi kitaplarını seçmeye ba�-lıyor.

Bu tür kitaplar ba�lamında, insanlar bü-yüdükçe özellikle i� hayatının tek boyutlu yanlarına yenik dü�üyorlar. Yeti�kinlerin dü�üncelerinde çok fazla paradigma-sal de�i�im olmuyor. Birçok soruyu sor-mamaları gerekti�i ö�retiliyor ve do�al olarak soru sormayı unutuyorlar. Oysa çocukken, aynı birey o soruları sorabi-liyordu.

Des

en: B

ehiç

Ak

Page 27: Keçi Özel Sayı

27zel sayı 201

Herkesin kedisi kaybolur mu?

�nsanların ba�arı odaklı ya�amlarında tek boyutlu olu�una tanıklık ediyoruz. Asıl tehlike, tek boyutlu yeti�kinin çocu-�u da ba�arı odaklı bir yola sokup, tek boyutlu hale getirmesidir. Bu nedenle, çocuk kitaplarında farklı paradigmasal de�i�imlere ihtiyaç var.

Ya�amı anlamlı kılan farklılıkları öyküle�-tirmeye çalı�tı�ım Kedilerin Kaybolma Mevsimi ’nde herkesin kedisi kaybolu-yor. Bütün kediler 18 Haziran’da kaybo-luyor. “Neden 18 Haziran?” diye soru-yorum. Burada önemli bir paradigma de�i�imi var. Çünkü aslında tek bir kedi kaybolmu�, ama bu kedi herkesi kendi-sinin kedisi oldu�una ikna etmi�; herkes ona kendi ki�ili�iyle davranmı�.

Buradaki önemli de�i�im sadece çocuk- ların de�il, yeti�kinlerin de dü�ünce dün-yasını ilgilendiriyor. Çünkü öyle bir nok-taya geldik ki, yeti�kinler de�i�mek iste-miyor, her �eyi biliyorlar artık.

Bir güven ilişkisi...

Çocuklar bütünlüklü, güvenli bir ortam-da gözlerini açıyorlar. Gökyüzünde uçan ku�la yıldız arasında; yerdeki karınca, babası, annesi ve ya�mur arasında ba-rı�çı ve e�zamanlı, güvenli bir ili�ki kur-maya ihtiyaçları var.

Çocuk, öncelikle çevresini içselle�tir-mek istiyor. Hikâyedeki güven ve sevgi ili�kisi, daha sonra ona hayatında reh-

berlik edecek güven ve sevgi ili�kisinin ilk adımı oluyor. Çünkü güven ve sevgi de ö�renilen bir �ey; çocuk bunları bi-lerek do�muyor, ö�reniyor. Bu kitaplar-da tanıklık etti�i ili�kileri gerçek hayatta deneyimledi�inde, çocuk bu dünyanın onun dünyası oldu�una inanmaya ba�-lıyor. Bu inanç çocukta ileri ya�larda gü-ven yaratıyor.

Bu sevgi ve güven hissi çok önemli. Özellikle hikâyelerde olumsuz birçok �ey anlatılabilir, ama hikâyenin kendisi olumlu olmak zorundadır. Yani, hikâye-nin bütünü asla bu güven ili�kisini sar-sacak �ekilde olmamalıdır. Dramatik bir �ey anlatılabilir, ancak güven ve sevgi ili�kisi temelinde anlatılmalıdır.

Görsel okumaya izin vermek

Görsel okumada önemli olan, ya� gru-bu büyüdükçe yazıyla resim arasındaki ölçünün de de�i�mesidir. Büyük çocuk resme yazı gibi davranmak istemiyor; ya-zıya yazı gibi, resme de resim gibi dav-ranmak istiyor. Resme yazı gibi davra-nan bir anlayı� ön planda olursa, “Ben bebek miyim?” diyor.

Sonuç olarak, çocuklara izin vermemiz gerekiyor. Çocukların görsel okumayı ö�retmemize de�il, görsel okuma yap-malarına izin vermemize ihtiyaçları var. Bir yerlere yeti�mekten, ne durup çocu-�un dü�ünmesine izin verebiliyoruz, ne de onunla konu�abiliyoruz.

Çocukla on dakikalık bir diyalo�a bile zaman ayıramadı�ımız için, belli kalıp-lar içinde kalıyoruz. Görsel okuma, ço-cu�a bu kalıplardan sıyrılma �ansı ve-recektir. Bu �ansı de�erlendirmesi için çocu�a zaman tanımalı ve bu zamanın öncesinde, görsel okuma e�itimine kal-kı�mamalıyız. :

Page 28: Keçi Özel Sayı

28

Yaratıcı okuma uygulamasıSera Özy rt

Kütüphaneci Serap Özyurt, Behiç Ak’ın sevilen �stanbul öyküsü Vapurları Seven Çocuk üzerine FMV I�ık Okulları’nın 3. sınıf

ö�rencileriyle gerçekle�tirdi�i yaratıcı okuma uygulaması sürecini aktarıyor.

Çalı�ma için öncelikle, “Gülümseten Öy-küler” dizisindeki 10 kitabın bütün tema-larının hangi konularda kullanılabilece�ini inceledim. Behiç Ak kitapları, neredeyse altı ana temayla birle�tirilip, 2, 3 ve 4. sı-nıflarda rahatlıkla uygulanabilirdi.

Kütüphaneci olarak benim dikkatimi çe-ken �eylerden biri, kitapları okuyup öner-me çalı�malarını yaparken, birçok temay-la birle�tirilebilen kitapların özellikle “kim oldu�umuz” temasıyla çok e�le�ti�ini fark etmekti. �nsan oldu�unu anlama, özellik-le çevresinin farkına varma, kendinin far-kına varma gibi konuları belirledik. Te-malara dair sorgulayıcı sorular çıkardık. 3. sınıfların bu ünitesi altı hafta sürüyor-du. Biz ilk haftayı okuma sürecine, kalan be� haftayı da inceleme sürecine ayır-dık. Ana sorgulamalarımızdan birincisi, zaman hakkında sorgulama ve evlerdi. �nsanların ya�adı�ı yerlerin zamanla de-�i�ime u�raması ve özellikle, kitaptaki Fı-rat’ın bu konudaki tutumu ve davranı�ları üzerine tartı�tık.

Kitabı aile açısından da sorgulattık. Kita-bın temelinde, aileyle ilgili do�rudan bir tema olmamasına ra�men, kitabın kah-ramanı Fırat’ın ailesinin yalnızca anne-sinden ve karde�inden olu�tu�una dik-kat çektik. Kitapta açıkça bir baba figürü verilmemi�ti. Buna kar�ın Fırat, çok mut-lu ve ba�arılı olabilen bir çocuktu. Kitap bunları do�rudan söylemiyor ve anlat-

mıyordu, ama biz çocuklardan soru-ce-vap yöntemiyle bunun yorumunu aldık. Bu örnekte oldu�u gibi, ö�retmenleri-miz mevcut sorulara eklemeler yaptılar. Bu sorulardan bazıları, ya�adı�ımız ye-rin geçmi�ine nasıl sahip çıkarız; ya�a-dı�ımız yerlerde hangi açılardan de�i-�imler oluyor idi.

Çocuklarla �ehri gezerek, nasıl de�i�im-ler oldu�unu, evlerindeki ve ailelerinde-ki de�i�imleri sorgulamalarını istedik. Bu sorgulamaya, örgütlerin yapısı ve i�le-vinde ailenin konumunu, topluluk içinde nasıl ya�anabilece�ini de ekledik. Ço-cuklar, �stanbul Çocuk ve Gençlik Sa-nat Bienali’ne katılarak, kendi tasarladık-ları vapurların nereye götürülmesini iste-diklerini çizdiler. Çok görkemli bir �ey ol-sun istediler ve ortaya çıkanlar saltanat vapuru gibi oldu. Bir ö�rencimiz, çalı�-masının altına, “Uçan dondurmaların ol-du�u bir yere gitmek istiyorum,” yazmı�tı.

Çocuk Bienali sırasında ö�rencilerimiz, tamamen atık malzemelerden bir üretim süreci de geçirdiler. Üçboyutlu karakter kartları yaptılar. Kitabın karakteriyle ilgili bazı özellikleri yazmalarını ve konularıy-la ilgili sorgulama maddelerini, soruların cevaplarını da bunların altına yazmalarını istedik. Bienal; farklı materyal, teknik ve disiplinleri kullanmaları, ürünlerini nitelik-li bir platformda izleyiciyle bulu�turmaları açısından iyi bir deneyimdi. :

. Eğitimde Edebiyat Semineri, Mayıs 2012

Page 29: Keçi Özel Sayı

29zel sayı 201

Prof. Dr. Selahattin Dilidüzgün

. Eğitimde Edebiyat Semineri, ralık 2012

Evetleyerek, sorgulamadan okumak dedi�i-miz afirmasyonlu okuma, e�itim sistemimizi ku-�atmı�, oldukça tehlikeli bir kavramdır. Asıl is-tenilen, ileride ele�tirel okurlar yaratabilmektir. Çünkü edebiyat okuru olmak, sadece bir amaç de�il, aynı zamanda bir araçtır. Türkçe ve ede-biyat ö�retimi de, ham insandan bir birey ya-ratma sanatıdır.

Kurmaca olan hikâyeyle sınırlı kaldı�ımızda, metnin estetik keyfini ya�atma olana�ımız sili-niyor. Örne�in, afirmasyonlu okumanın nedeni, böyle alı�tırılmı� olmamızdır. Ama ben, yazarın her söyledi�ini do�ru kabul etmek, yorumuna katılmak zorunda de�ilim.

Okuma e�itimi, edebiyat e�itimi, yüzeysel ola-rak söylenenden asıl ifade edilene gitme süre-cinde iyi bir araçtır. �fade edileni mutlakla�tıra-mayız; çünkü edebiyat ve sanatın do�asında, metnin bir adet donmu� anlamı olması mümkün de�ildir. Edebiyat dersleri, söylenenden kaste-dilene gitme yolunda bir araçtır. Bulanık olanı, metin içi ba�lantılarla yakalayan okur, bu sırada estetik haz dedi�imiz süreci ya�ayabilir. Bunu ya�atmak ö�retmenler olarak, ders kitabı yazar-ları olarak, hepimizin boynunun borcu. Ancak bunu ba�ardıktan sonra, bir alı�kanlıktan söz edebilece�iz. :

Dilde gezintiler Yusuf Çotuksöken1. eyne emali Edebiyat ünü, asım 2011

“�nsanlar, dillerinin kendilerine sundukları dün-yada ya�arlar,” der Wilhelm Von Humboldt. Tıp- kı yazarların, aydınların bize sundukları dünya-da ya�adı�ımız gibi. Salt onun açısından ba-kıldı�ında dil, seslerin anlamlı bir bütün olu�-turmak ve kurmak üzere bir araya gelmesiyle olu�an bir dizgedir.

Dil, birey açısından, duyguları, dü�ünceleri ve tasarımları ba�kalarına aktarmaya yarayan, kuralla�mı� ya da standartla�tırılmı� bir dizge-dir. Dü�ünce ba�lamında dili, dü�ünceyi hem var eden, hem de destekleyen bir varlık, bir dizge olarak görüyoruz. �leti�imdeyse, ki�ile-rin ve kurumların bilgi akı�ını sa�layan yazılı ve sözlü bir araçtır. Kültür anlamında dil, kül-türün hem olu�turucusu, hem de ta�ıyıcısı bir kurumdur. Ulus içinse dil, tek tek bireyleri ya da toplulukları bir arada örgütleyebilen top-lumsal bir kurumdur.

Bu dilin önemli ö�elerinden biri olan argo hak-kında, çocuk edebiyatı ele�tirmenlerinin tavrı-na katılmıyorum. Bazı kitap ele�tirilerinde, “Bu metinde çok �ükür argo kullanılmamı�tır,” ifa-desini görüyorum. Bu ele�tiriyi yapanlara, ar-go sözlüklerini bir kez alıp okumalarını öneririm. Do�an Hızlan’ın deyi�iyle argo, dilin baharatı-dır. Ortak dili besleyen müthi� bir hazinedir. Çocukları mikropsuz bir ortamda yeti�tirmenin anlamı yoktur. :

Evetleyerek okumak

Page 30: Keçi Özel Sayı

30

Çocuklarım büyürken, bizimki hep “açık -ev”di. Bütün arkada�ları bizde toplanır-dı. “Sahi Zeynep Teyze, bütün bu kitap-ları okudun mu?”, “Okudun da ne oldu?”, “Neye yaradı?” Bunlara benzer sorular birbirini izlerdi.

Bir gün içlerinden biri, “Ben bu kadar ki-tap okuyaca�ıma, üniversite diye canımı çıkaraca�ıma, babam bana �imdi bir tost-çu büfesi açsın, çok daha kısa zamanda hayatımı kurarım,” dedi... (O sırada orta-okuldaydılar.)

Eme�in horlandı�ı, rantın yüceltildi�i çar-pık ekonomilerde belki de o çocu�un söyledi�i do�ruydu. Elbet bunu ona söy-lemedim. “Belki daha çabuk, daha çok para kazanırsın ama... Ama aynı insan ol-mazsın, ba�ka bir insan olursun,” dedim.

Anlatmaya çalı�tım: Edebiyat, sanat, nite-likli müzik... Bunlar, bakmakla yetinmeyip görmeyi ö�retir insana. ��ittiklerini, duy-makla kalmayıp de�erlendirmeyi önerir. Okudu�umuz bir kitap, kendi ya�adıkla-rımızı fark etmemizi sa�layabilir. Bunlar algılarımızı açar. Zihnimizi ve duyarlı�ımı-

zı biler. Kısacası kavramayı, sorgulamayı, ele�tirmeyi, dü�ünmeyi ö�retir insana...

Dü�ünmeye ba�ladı�ımız an, ancak o an ve o andan sonra yorumlamaya ve de-�erlendirmeye, ba�layabiliriz. ��te o za-man kendimize bir de�erler ölçüsü yara-tabiliriz. Ele�tirel dü�ünmeyi ö�rendi�imiz zaman, edindi�imiz bilgileri kullanabiliriz. Edebiyat ve sanat, insanın edindi�i bilgi-leri kullanabilmesine yarar. Kullanılmayan bilgi, yok olmaya mahkûmdur.

Çocuklar, de�erleri ya�ayarak ö�reniyor-du, ama yine de... Yine de sırf de�erler ölçüsüne sahip olmak için bunca kitap okumak �art mı, diye de sormaktan geri kalmıyorlardı.

Siyah ile beyaz arasında yüzlerce renk ve gölge vardı. �nsan, kendisi ile do�a, ken-disiyle toplum ve kendisiyle çevre, gide-rek dünya ile her tür sorunu çözmeye ça-lı�ırken, ili�kiler kuruyordu. Bu ili�kilerdeki binlerce rengi, binlerce ayrıntıyı de�erlen-dirmek için de okudu�umuz kitaplar, izle-di�imiz oyunlar, dinledi�imiz müzik bize yardımcı olabilirdi.

Çocuklar büyürken...

Zeynep Oral

Gazeteci, yazar Zeynep Oral, edebiyat ve sanatın

bireyin ya�amına nasıl dokunabildi�ini, dünyaya

dair hangi soruları sordurttu�unu ve nasıl “ba�ka

bir insan”a dönü�türdü�ünü kendi ya�am ve

yazarlık deneyimleriyle aktarıyor.

KONUK

Page 31: Keçi Özel Sayı

31zel sayı 201

Oldu�umuz yer, vardı�ımız yer, dünya görü�ümüz, bakı� açımız, ya�ama biçimi-miz, dü�ünce �eklimiz, bir rastlantı ya da rastlantılar zinciri de�ildir. Hayır, bunların tümü her an yaptı�ımız ve yapmakta ol-du�umuz seçimlerin bir sonucudur.

Hangi kitabı okuyaca�ımızı, hangi konse-re gidece�imizi seçerken... Arkada�ımızı, giyece�imiz giysiyi, evimize koyaca�ımız vazoyu ya da tabloyu seçerken, hep bir �eyler seçiyoruz... Ama aslında hep ken-dimizi seçiyoruz. Nasıl bir insan olaca�ı-mızı seçiyoruz.

Örneklerle anlatıyordum: Yalnız fotoroman okuyan biriyle, Çehov, Ya�ar Kemal, Sa-it Faik okuyan bir insan aynı olamaz. Yal-nız arabesk dinleyenle Beethoven dinle-yen de... Bir insanın dünyası okudu�u kitapla, dinledi�i müzikle, yürüdü�ü yolla bütünle�ir, zenginle�ir, ço�alır.

Edebiyat, sanat, dü�ünmeyi, ele�tirmeyi, yorumlamayı, de�erlendirmeyi ö�retir in-sana, dedim ya... ��te bu de�erler hiye-rar�isi içinde insan yalnız kendi ki�ili�ini de�il, içinde ya�adı�ı toplumun da düze-yini geli�tirirken bütün bunların bir ya�am biçimine dönü�türece�ini bilir.

Bugün ya�adı�ımız be�eni yozla�ması, kentlerimizdeki, kasabalarımızdaki çar-pık yapılanmalar, çevre bilincinin geli�e-memesi, demokrasinin yerle�ememesin-de ve daha pek çok, pek çok gerçekte, edebiyat ve sanat e�itiminin eksikli�ini görüyorum ben...

Aradan yıllar geçti. Bugün bakıyorum, çocuklarım ve arkada�ları, yıllar önce anlattıklarımı kendi çocuklarına anlatı-yorlar... :

Yalvaç UralOkullar çocukları yarışa, at

yarışına hazırlıyorlar. Çoğu

öğretmen, başarılı ve puanları

yüksek öğrenci yetiştirdiğinde

kendisini başarılı sayıyor. Ve

edebiyat rafta, kenarlarda

bir yerde yerini alıyor..

Prof. Dr. Üstün ErgüderEdebiyat kitapları çocuğa ve

gence duygu, dil ve sanat

eğitimi verebilecek yetkinlikte

olmalı, çocuğu okur olmaya

özendirmelidir.

Prof. Dr. Onur Bilge Kula

Kültür dediğimiz zaman

tarlasında çiftini süren köylü

de kültür üretir, filozof

da, ressam da... Kültür

sadece değer üretmez,

değersizlikler de üretir.

Kısa notlar

Sedef ÖrselOkuduğu kitabı seçen,

okumaktan keyif alan,

edebiyatın tadına varan,

şeker gibi onu ağzında

çeviren çocuklar… Kitabı

alırsınız, dokunursunuz,

sayfalarını karıştırırsınız,

resimlerine bakarsınız,

hayal dünyanızı onlara

yansıtabilirsiniz.

Levent Erdenİnsanlar artık her türlü baskıcı

otoriteye karşı çıkıyor. Öğretmen,

patron, baba; hepsi otoriter !

Çünkü insanların her gün

baktıkları ve içinde yaşadıkları

dijital ekranlarda otorite yok.

Page 32: Keçi Özel Sayı

32

Edebiyattan söz ederken yaratıcılık gün-deme gelir. Edebiyat metinleri, yaratıcı metinlerdir ve onu ortaya çıkaran yazıdır.Edebiyattaki yaratıcılık, öteki alanların hiçbirinde olmayan bir özelli�e sahiptir. Bu nedenle, hem edebiyatı öteki alanlar-dan ayırt eder, hem de onu iyi anlatmak için sürekli olarak yaratıcılıkla birlikte anı-lır. Yaratıcılık denildi�inde, yaratıcı dü-�ünce akla gelecektir. Söz gelimi, felse-fenin de kendisini yaratıcı bir dü�ünce içinden geçerek ortaya koydu�unu, bu yolla anlattı�ını ve yine o yaratıcı dü�ün-ce içinde anla�ılması gerekti�ini söyle-yebiliriz.

Öte yandan, edebiyatı da felsefenin ya-ratıcı dü�üncesinden ayıran bamba�ka bir yaratıcılık var. Edebiyatın do�asın-daki yaratıcılıktan söz etti�imiz zaman, gerçekle olan ili�kisine bakmak ve ede-biyatı do�al yaratıcı bir gerçeklik olarak ortaya çıkaranın ne oldu�unu sorgula-mak gerekir. Bir edebiyat metninin, öy-

küyü, romanı ortaya çıkaran birçok ö�esi vardır. Bunlar arasında en önemlisi ve ilk akla geleni, hiç ku�ku yok ki, dildir. Ede-biyat metni, dil varsa vardır, yoksa yok-tur. Hangi dildir bu ? Evde ya da sokakta ya�ayan dil mi?..

Edebiyat dili, dilin doruk noktası...

Yaratıcı dil, yazınsal dil dedi�imiz, ötekialanların hiçbirinde olmayan ve öteki alanların hiçbirinin kullanmak zorunda olmadı�ı, kullanması gerekmeyendir. Örne�in, tarih, siyaset ya da akademik alanların herhangi birinde yaratıcı yazın-sal dil kullanılır mı? Edebiyatın dı�ındaki bütün alanlar, hangisi olursa olsun, asıl olarak do�rularla yanlı�ları ayırt etme-ye, do�ruları bulmaya, onları aktarma-ya ve dile getirmeye çalı�ır. Dil, di�er alanlarda asıl olarak bu i�levleri yerine getirmek için vardır. Bu edebiyatta da böyle midir?

ilin e ger eğin zir esinde, edebiyat

Semih GümüşEdebiyat ele�tirmeni, yazar ve yayıncı Semih Gümü�,

edebiyatın dönü�türücü bir güç olan dilsel yaratıcılı�ı

barındırması; edebiyatın dilin doruk noktası olması;

yazınsal dilin çokanlamlılı�ı, yeni nesil yazarların

sorunları ve edebiyatın gerçekle ili�kisi üzerine

deneyimlerini aktarıyor.

2. eyne emali Edebiyat ünü, Ekim 2012

Page 33: Keçi Özel Sayı

33zel sayı 201

Edebiyatta yargılayıcı, kural koyucu bir dil kullanılmasına hiç gerek yoktur. Ede-biyat, gerçek hayatın içindeki do�ru-lardan çıkar, ama sonrasında yaratıcı yazınsal dil içinde o do�ruları öylesine dönü�türür ve ba�kala�tırır ki, sonunda hiçbir zaman tekrar dönüp o do�ruların gerçek hayatla sınanması gerekmez. Sonuçta edebiyatın bu yaratıcı yazınsal dili, öteki bütün alanların dilinden daha yüksek bir noktadır. Yani edebiyat dili, dilin doruk noktasıdır. Bu, bizim ona key-fi bir biçimde yakı�tırdı�ımız herhangi bir özellik de�ildir.

Edebiyatın doğası

Edebiyat dilini, yazınsal dili öteki bütün alanlardan daha çok geli�tiren, zengin-le�tiren hepsinin üstünde doruk noktası-na çıkaran, edebiyatın do�asıdır. Çünkü yazınsal dil dedi�imiz �ey, bir edebiyat metni içinde do�rudan ta�ıdı�ı anlam-ların dı�ında, aslında açıkça görülme-yen ve dile getirilmeyen, ba�ka birçok anlamı da ta�ıyabilme özelli�ine sahip olan dildir.

Söyledi�iniz sözün do�rudan bir anla-mı vardır ki, onu okuma sırasında önce-likle görür, ilk okumada fark edebilirsi-niz. Ama o dil, bazen ilk okumada fark etti�iniz, bazen de ancak sonraki oku-malarda fark edebilece�iniz öyle ba�ka anlamlar da ta�ıyabilir ki, bu özellik ba�-ka herhangi bir alanda yoktur. Örne�in, gazetedeki bir kö�e yazarının yaratıcı yazınsal dili kullanarak do�rudan söy-lemek istediklerinin dı�ında ba�ka an-lamlar da ça�rı�tırması aslında yalnız-ca fantezidir.

Bir bilim kitabında, tarih kitabında böyle bir dil kullanmaya gerek var mıdır? Hiç mi hiç gerek yoktur. Edebiyat niçin böy-le bir dili kullanır? Çünkü onun gerçekle ili�kisi, öteki bütün alanlardan farklıdır.

Kitaplar kitaplardan...

Edebiyat nerden çıkıyor? Öncelikle ger-çek hayattan, ya�adı�ımız hayattan çı-kıyor. Ama yalnızca onunla yetinmiyor. Edebiyatın ba�lıca iki kayna�ı oldu�u söylenir. Gerçek hayat, büyük bir malze-me elbette. Ama bazen gerçek hayatın da önüne geçen ikinci bir kaynak daha var ki, o da öteki kitaplardır.

Edebiyat gerçek hayattan çıkıyorsa, ya-ratıcı yazar malzemesini hangi hayatın içinden alıyor ? Birincisi, kendi ya�adı�ı hayattan, ikincisi tanık oldu�u hayattan. Bu durumda, bizim ya�adı�ımız ve tanık oldu�umuz, kendimize bir malzeme ola-rak seçece�imiz o hayat, bizim ula�abi-lece�imizle sınırlı de�il midir ?

Oysa kitaplar, bizim ula�abilece�imiz-den çok daha fazla. Sayısız kitap, bizim hiç bilmedi�imiz, tanımadı�ımız, bilme-mize olanak olmayan bamba�ka dün-yalardan çıktı�ına göre, ortada kaynak olarak kullanabilece�imiz sonsuz zen-ginlikte bir dünya var demektir. Her ya-zar da zaten bunu yapar. Edebiyatçılar arasında çok kullanılan bir deyim vardır. Kitaplar kitaplardan, yazarlar yazarlar-dan çıkar. Bu gerçekten do�rudur. Ya-zar olarak bilemeyece�imiz dünyaları ba�ka kitaplarda, ba�ka yazarların yaz-dıklarında buluruz.

Franz Kafka, modern edebiyatın en önemli yaratıcılarından biridir. Kafka, gerçekten 20. yüzyılın ba�ında, moder-nist edebiyatın ilk büyük yazarlarının ar-dından gelen çok önemli bir yaratıcıdır. Şa�ırtıcı ve sert konuları, edebi anlam-da öyle iyi romanlara dönü�türüyor ki, o romanlar dünya edebiyatını bir yerden ba�ka bir yere götürüyor. Yani Kafka, keskin bir dönüm noktasında duruyor. Asıl yazdıklarını yazmadan önce, ba�-ka yepyeni bir biçimde yazmak istiyor.

Page 34: Keçi Özel Sayı

34

Kafka henüz o biçimi bulamadı�ı zaman-larda, Zürih’te birtakım aydınların ve ede-biyatçıların bir araya geldi�i toplantılara katılır. O toplantılarda Albert Einstein da vardır. Einstein’la öteki sanatçılar ve ay-dınlar, kendi dü�üncelerini ve ne yaptık-larını anlatırlar birbirlerine. Einstein bu sırada görecelik ve belirsizlik kuramıyla ilgili dü�üncelerini yeni yeni olu�turmak-tadır. Onun görecelik ve belirsizlikle il-gili dü�üncelerini sürekli dinleyen Kaf-ka, sonunda nasıl yazması gerekti�ine karar verir.

Gregor Samsa gerçekten uyandı mı?

Kafka seçti�i biçime inanmaya ve öyle yazmaya kararlıdır. Einstein’ın dü�ün-celerinden çıkarak Dönü�üm romanını yazar. Romanda, Gregor Samsa bir sa-bah böcek olarak uyanır. Samsa’nın bir böcek olarak uyanması, edebiyatta ger-çekli�in, gerçek hayatın nasıl bamba�ka bir biçimde dile getirilebilece�ini anla-tır. Bu, bize edebiyatın aslında ne kadar sınırsız oldu�unu gösteren bir örnektir. Samsa’nın bir böcek oluvermesi, dü�le-rin ve hayallerin edebiyatta nasıl ortaya çıkabilece�ini, içinde ya�adı�ımız haya-tın gerçekli�ini, insanın yabancıla�ma-sını ortaya koyan çok çarpıcı ve önem-li bir örnektir.

Oscar Wilde der ki: “Edebiyat gerçek-ten daha gerçektir.” Edebiyatın gerçek-ten daha gerçek olması ne demektir ? Edebiyat gerçekten daha gerçek olmaz elbette, ama Wilde �unu anlatmak isti-yor: Yaratıcı yazarlar, edebiyatla içli dı�-lı insanlar ya da nitelikli birer edebiyat okuru olarak, ya�adı�ımız hayata baktı-�ımızda, edebiyat gerçe�i ne kadar yan-sıtmalı ? Yansıtıyor mu ya da nasıl yansı-tır ? Gerçek hayata yalnızca bir yaratıcı yazar olarak de�il, sokaktaki sıradan bir insan olarak da baktı�ımızda, edebiya-tın gerçe�i oldu�u haliyle kullanamaya-ca�ını dü�ünebiliriz.

Gündüz rüyası

Edebiyat, aslında edebiyatı zayıflatan bir güdüdür. �nsanın önünü alamadı�ı, ken-di do�asındaki bir özelliktir. Ama bunu yaptıkça da, yazılanların daha da arttı-�ını görüyorum. Bunun en önemli nede-ni, merak eksikli�idir. Çünkü iyi bir yazar, yazmaya ba�ladı�ı zaman, kendinden önce yazılanlardan farklı, özgün bir �ey yazmaya çalı�ır.

Borges’in çok güzel bir sözü vardır; der ki: “Edebiyat nedir ? Gündüz rüyasıdır.” Edebiyatı gündüz rüyası olarak tanım-lamak çok parlak bir bulu� gerçekten. Gündüz dedi�imiz, ya�adı�ımız gerçek hayat; edebiyat da onun rüyası. Peki rü-yalar ? Rüyalarımızı ortak görebilir mi-yiz ? Hayır; herkes kendi rüyasını görür.

Aynı gerçek hayatın içinden çıktıktan sonra herkes kendi rüyasını gördü�ü-ne ve edebiyat gerçek hayattan çıkan o rüyalar oldu�una göre, edebiyatı özgün hale getiren, ötekilerden farklı kılan her-kesin kendi yazdı�ıdır. Demek ki, birbi-rine benzerli�i çok fazla olan genç ya-zarlar, gece rüyalarıyla de�il de, daha çok gündüz rüyalarıyla me�gul olmak-tadırlar. :

Page 35: Keçi Özel Sayı
Page 36: Keçi Özel Sayı

36

Amazon herkese karşı mı ?

Bu yıl ABD’deki en önemli yayıncılık ola-yı amazon.com ile Hachette Grubu’nun kamusal sava�ıydı. Seattle’ın online pe-rakendecisi Amazon, Fransız yayıncılık grubunu e-kitap satı� ko�ullarında ve da-ha pek çok konuda kö�eye sıkı�tırmakla suçlandı. Pazarlıklarla ilgili gerçekler tam olarak bilinmemekle birlikte, Hachette’in Amazon’la kar�ı kar�ıya gelen tek yayın-cı olmaması dikkate de�er. Almanya’nın

büyük yayın gruplarından Bonnier’le de sorunlar ya�ayan Amazon’un gerçekle�-tirmeye çalı�tı�ı sözle�me reformlarında Penguin, Random House, HarperCollins, Simon & Schuster ve Mac Millan gibi pa-zar lideri olmayan büyük yayınevlerini de-neme tahtası olarak kullandı�ı ve sorunlar ya�adı�ı biliniyor. Bu büyük yayınevleri-nin Amazon’un taleplerine boyun e�me-si, tüm dünyadaki yayıncılarda domino ta�ı etkisi yaratabilir.

Latin Amerika’da dijitalin yükselişi!

Dünya genelinde 500 milyon konu�anıy-la �spanyolca, e-kitap satı�ları için büyük bir potansiyel. Ancak bu pazardaki pat-lama �spanya’da de�il, ABD’deki His-panik okurlarca gerçekle�tirildi. ABD ve Güney Amerika’da �spanyolca e-kitap pazarının geli�ece�i dü�ünülüyor. Bu nedenle Kolombiya, Meksika, Arjantin, Şili ve ABD’deki yayıncıların daha kap-samlı e-kitap projeleri geli�tirdi�i haber-leri geliyor.

Almanya’da yükselen kitaplıklar

Avrupa’nın ana kitap pazarı Almanya’da neler oldu�una bakmadan, Avrupa’yı tartı�mak olanaksız. Almanlar kitap kur-du olmaya devam ediyorlar. 2013’te Al-manlar’ın 50 gözde hobisi içinde kitap okumak 11. sıradaydı. Ara�tırma portalı statista.com’a göre 13,1 milyon Alman haf-tada en az bir kitap okuyor. Almanya’da 2012 satı�larının yalnızca %2,5’u e-ki-tap formatında. Bir önceki yıl bu oran %0,8’di. Ancak bu durum da hızla de�i-�iyor. Almanya, e-kitap satı�larında en büyük yıllık artı�a sahip ülke. Ülkede 2012’ye kıyasla, 2013’te e-kitap pazarı iki katına çıkarak %5’e yükseldi. :

Dünya fuarlarında

Dünyadan Frankfurt 2014’e yansıyan yayıncılık gündemi

8-12 Ekim 2014 tarihinde düzenlenecek Frankfurt Kitap Fuarı’nın bu yılki Onur Ko-nu�u ülkesi Finlandiya. Dünyanın en büyük kitap fuarı özelli�ini ta�ıyan Frankfurt’ta geçti�imiz yıl 102 ülkeden 7275 stant yer almı�tı. Keçi, fuara az bir süre kala, dünyada

yayıncılık sektöründe ya�anan son geli�meleri ve öne çıkanları sizler için derledi.

* Bu yazı Publishing Perspectives dergisinin Eylül 2014’te yayımlanan Frankfurt Kitap Fuarı sayısından alınmı�tır.

Türkçesi: Banu Ünal

Page 37: Keçi Özel Sayı
Page 38: Keçi Özel Sayı

38

Edebiyata dair, “edebiyat yapmak” ve “edebiyat parçalamak” gibi yaygın de-yi�ler vardır. Bu deyi�lerin, içindeki “edebiyat” sözcü�üyle ba�lantısını ol-dukça ironik bulmu�umdur. Aslında bü-tün yazarlar, “edebiyat yapmamak” noktasına gelerek ustala�ırlar tuhaf bir �ekilde. Ve yine tuhaftır ki, bunu ö�re-ten çocuk edebiyatı olmu�tur.

Çocuk edebiyatında yazmaya ba�lama-dan önce, bir öykü kitabı yazmı�tım. 23-24 ya�larındayken, bir yayınevinin açtı�ı yarı�mayı vesile ederek çocukluk anı-larını yazmayı iyi bir sı�ınak olarak gör-düm ve bir çocuk romanına giri�tim. Evimizde elektrik kesintisi oldu�unda kafelere gidip oralarda yazıyordum ro-manımı. O zorlu süreci, yarattı�ım ka-rakterlerin beni alıp götürmesiyle atlat-tım diyebilirim. Ay Denizle Bulu�unca, o dönem çocuk romanı olarak çıktı. Yıl-lar sonra Günı�ı�ı Kitaplı�ı’nın, bu kita-bın yanlı� ya� grubuna ula�tı�ına yöne-

lik uyarısına kulak verdi�imde, aslında gençlerin okuması gereken bir roman yazdı�ımı anladım. Ay Denizle Bulu-�unca’nın yayınevinde geçirdi�i süreci ve kendimdeki düzeltileri görünce, kita-bımın benim için yeni bir okul oldu�unu anlamaya ve edebiyata dair yeni sorular sormaya ba�ladım.

Yanlış zaman, yanlış kitap!

“Edebiyat yapmaktan kurtulup, dili nasıl sade kılabilirim; çocu�un ve gencin dili nedir; yeti�kinin çocuk ve gençlik roma-nında konumu ne olmalıdır,” gibi soru-ları sorarken, kendimi yepyeni bir e�iti-min içinde buldum. Bir kitap beni e�itti ve bana edebiyatı ba�ka bir yolla ö�ret-ti. Bu ö�retim, hayatımın her a�amasın-da, farklı alanlara yansıdı. “Kitap yararlı-dır, gereklidir,” cümlesi çok duyulur, ama kimse yararlı oldu�u için bir �eyi yap-maz. Çocu�un kitaptan zevk almasını,

ita araba kazası gibi ol r m ?

Karin KarakaşlıGazeteci, yazar, �air Karin Karaka�lı, ya�amından ve

yazarlık deneyiminden yola çıkarak do�ru kitabın,

do�ru okurla, do�ru zamanda bulu�masının

önemini vurguluyor ve güzel bir dünya kurma

yolunda edebiyatın katkısını tartı�ıyor.

. Eğitimde Edebiyat Semineri, Mayıs 2012

Page 39: Keçi Özel Sayı
Page 40: Keçi Özel Sayı

40

Duyu algılarını uyarmadan, dü�ünceyibeslemeden birey yeti�mez. Ça�da� top-lumun etkin dü�ünen duyarlı insanı ye-ti�mez. Yeti�mezse ne olur ? Duyarlık gü-dükle�ir. Duyarlık güdükle�irse ne olur ? Dü�ünce tortulanırsa, dü�ünce damar-ları gittikçe yosun tutmaya ba�larsa ne olur? O toplum, ça�da� demokratik top-lumun gereksinim duydu�u nitelikli, dü-�ünen, duyarlı insanı yeti�tiremedi�i için, toplumsal ya�amda ileti�imle çözülmesi gereken sorunların yerini, hoyratça ili�ki-ler almaya ba�lar.

Sevgi yeter mi?

Hep Cahit Külebi’nin �u dizeleri gelir, bel-le�ime dü�er: “Bir nazlı ku�a benzer çocuk dedi�in. / Ev ister, ekmek ister, öpülüp ok�anmak ister.” Çocu�un te-mel gereksinmesi, sevgidir. Ben de di-yorum ki, sevgi yetmez ! Sevgi, temel bir gereksinme. Siz gelin, do�du�u an-dan ba�layarak onun bir ba�ka gerek-sinmesine öncelik tanıyın; uyaran olun. Çünkü sevgi, duyu algılarını uyarıyor. Çocuk, duyu algılarını uyaranlarla e�er erken dönemden ba�layarak bulu�a-mazsa, bu kez ortamı gittikçe çorakla-�ıyor. Erken dönemde çocu�un görme duyusunun devindirilmesi, temel önce-lik olarak kar�ımıza çıkıyor. Ona, duyu-larına dokunacak, harekete geçirecek yeni sözcükler verilmeli. Sözcük da�ar-cı�ının geli�mesi ö�retimle de�il, gere-

kirse çocukların yeni sözcüklerle bu-lu�ması sayesinde gerçekle�ir. Çocuk, öykünür. Okulöncesi dönemde öykünme çok ba�at bir ö�renme yoludur. Yeter ki, siz onun ya�am alanına, öykünebilece-�i sanatçıların hazırladı�ı kitapları katın. Okurken yaratıcı olmayı deneyimlesin. Okurken, yanınıza alıp saçını ok�arken, sevgi gereksinmesini yanıtladı�ınız ço-cu�a kitaptaki karakterleri canlandırın. Çocu�un ilgisini çekin.

Türkçe, yapı ve anlatım olanaklarıyla öz-gün dü�ünceler olu�turma, özgün ba�-da�tırmalarla, derin ve etkili duygular uyandırma gücü olan bir dil. Türkçe bi-zim ses bayra�ımız. Ama siz onu sürekli yüzüne tükürürseniz, dil sevgisi, dil du-yarlılı�ı, dil bilinci bellekte, yürekte do-�allıkla olu�mazsa, çocuk o zaman kendi dilinin olanaklarıyla kurgulanmı� yapıtları okuma gereksinmesi de duymaz.

Çocu�u, ona duyma ve dü�ünme sorum-lulu�u veren sanatçılar tarafından, ya-�am ve insan gerçekli�ini alımlaması için Türkçe’nin olanaklarıyla kurgulanmı� me-tinlerle bulu�turursanız, bilin ki, dü�ünen, duyarlı insan olmanın da artık çatısı örül-meye ba�lar. Siz çocu�a, özerkli�ini ta-nıyabilece�i, özerkli�ini geli�tirebilece�i, özgüvenini örebilece�i e�itim ortamla-rı hazırladı�ınız oranda, çocuk da özerk benlik duygusu geli�mi�, dü�ünen, du-yarlı bir insan olacaktır. :

Dil duyarlığı ve öykünmero . r. Sedat Se er

Ankara Üniversitesi Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Uygulama ve Ara�tırma Merkezi (ÇOGEM) Ba�kanı Prof. Dr. Sedat Sever,

çocu�un birey olma yolundaki duyarlılık e�itiminde edebiyatın önemine de�iniyor.

3. Eğitimde Edebiyat Semineri, ralık 2011

Page 41: Keçi Özel Sayı

41özel sayı 2014

Page 42: Keçi Özel Sayı

42

Jean Paul Sartre, Edebiyat Nedir ? adlı kitabında, “Dil, kabu�umuz ve duyar ala-nımızdır; bizi ba�kalarına kar�ı korur ve onları bize tanıtır, duyularımızın uzantısı-dır. Dil içinde tıpkı bedenimizdeki gibiyiz-dir; tıpkı ayaklarımızı ve ellerimizi hissedi-�imiz gibi, onu da ba�ka erekler u�runa a�arken hissederiz. Konu�an ba�kası ol-du�u zaman, dili tıpkı ba�kalarının elini kolunu algıladı�ımız gibi duyarız,” diyor.Felsefe ve edebiyat sözcükleri varolu�-sal olarak birbirlerinden etkilenen iki kav-ramdır. Felsefe ve edebiyatın bu bir ara-dalı�ını daha da peki�tiren ana çerçeve ise, edebiyat e�itiminde de, e�itimde edebiyatta da felsefe perspektifi; felsefe edebiyat birlikteli�i perspektifidir.

Okuma uğraşı

Dil felsefede de, edebiyatta da kendini yücelten bir �eydir. Ama nasıl bir dil bu ve dil ortamı olarak, bu iki alanın e�itimle olan ba�lantısı nasıl bir ba�lantıdır ? Bu

noktada tekrar felsefeye dönmek gerek. Felsefeyi daha belirgin kılmaya çalı�ırsak, dı� dünya, dü�ünme ve dil arasındaki ili�kileri inceliyor. Felsefe, bu çerçevede edebiyata da ilgisini yöneltip, edebiyat-taki gerçeklik alanlarının, dü�ünme ve dil arasındaki ili�kinin dı� dünyada nasıl ol-du�unu ele almaya çalı�ıyor.

Okuma kavramı üzerine bir deneme ka-leme alan ve felsefe-okuma tartı�mala-rına bu denemesiyle dahil olan Simone de Beauvoir �öyle der: “Hayatımız, dı� dünya nesnelerini okumaktan tutun, kâ-�ıt üzerinde mürekkep izi olarak, yer alan metinleri okumaya kadar, bizim en önem-li edimimizdir ve insan olarak en önem-li faaliyetimiz okuma faaliyetidir.” Ak�it Göktürk de, “Okumak, o kadar önemli bir nokta ki, bir u�ra�, okuma u�ra�ıdır,” di-yor ve ekliyor: “Okunmak için yazmayan kimse var mıdır? Tüm yapıtlarını yakıl-mak üzere yazan Kafka da bilincindeydi bu gerçe�in. Gizli bir günce tutan, yalnız

ir kaldıra olarak else e e edebiyat

Prof. Dr. Betül ÇotuksökenMaltepe Üniversitesi Felsefe Bölümü Kurucusu

ve Uluslararası Felsefe Kurulu�ları Federasyonu

yöneticilerinden Prof. Dr. Betül Çotuksöken,

e�itim, edebiyat ve felsefe arasındaki köprüleri

farklı açılardan ele alıyor ve ö�renim sürecinde

felsefi çabanın önemini vurguluyor.

. Eğitimde Edebiyat Semineri, Mayıs 2012

Page 43: Keçi Özel Sayı

43zel sayı 201

kendim için yazıyorum, diyen ki�inin du-rumunda da kâ�ıt üstüne dökülen metnin göndericisiyle alıcısı aslında birle�mi�-tir.” Göktürk son yapıtlarından biri olan; dil, okuma u�ra�ı ve dü�ünmeyle ilgi-li denemelerinin yer aldı�ı Sözün Ötesi adlı kitabında da, “okur her yazın yapı-tının orta�ıdır,” diyor.

Bu noktada, okura da de�inmek gere-kir. Özellikle yeti�kin okur, kendi birey-sel bilgi donanımı, kendinden önceki ku-�akların biriken deneyimi, ça�ının bakı�ı, duygusu, be�enisiyle yakla�ır her yazın ürününe.

Okurken özgürleşmek

Bir okur olarak, elimize aldı�ımız kitaba kendimizi gönüllü olarak kaptırıp gide-riz. Bu sürükleni� gerçekte bir iç kıvanç, dı�tan kendine gelen bir arma�anın alın-ması, okuma ediminin bir a�ama sonraki bilinçli evresinden, artık akılla da açıkla-nabilecek her türlü bencilli�in ötesinde, insanca bir duygunun boy atmasıdır. Okurda bir olu�, büyüme, özgürle�me, kendi geninin dı�ına ta�ma sürecinin uyandırılmasıdır. Di�er bir deyi�le, büyü-me ve kendi geninin dı�ına ta�ma olarak adlandırabilece�imiz bir özgürle�medir, insanla�madır.

Edebiyat yapıtıyla kar�ıla�an ki�i, yazarak özgürle�en ki�iyle metin üzerinden kar�ı-la�ır. Yazarken özgürle�iyoruz, okurken özgürle�iyoruz; metin bizim ortak payda-mız. Edebiyat yapıtı bir bakıma hep sö-zün içindedir, ama sözün ötesine gider. Buradaki a�ma ediminde felsefenin bir kaldıraç gibi yardımı olacaktır.

Edebiyat bir anlamda, toplumsal ahlakı önümüze koyuyor. Edebiyat felsefe ili�-kisinde, okuma yazma ili�kisinde, bü-tün bu ili�kilerde yazarın konumlanı�ına Sartre’ın gözüyle bakıldı�ında, yazara

da, okura da önemli ça�rılarda bulundu-�unu görüyoruz. Yazar okuyucuların öz-gürlü�üne ça�rıda bulunmak için yazar ve insanlardaki özgürlük durumunun ya-pıtı canlandırmasını bekler. Okuyucular-dan onlara gösterdi�i güveni kendilerine de göstermelerini, kendi yaratıcı özgür-lüklerini tanımalarını, simetrik bir ça�rıy-la bu özgürlü�e de seslenmelerini ister. Böylece, okumanın bir ba�ka gerekli çe-li�kisi ortaya çıkar. Kendi özgürlü�ümü-zü hissetti�imiz oranda, ba�kasının öz-gürlü�üne saygı duyarız. Çok önemli bir ça�rıdır bu. “Ba�kası bizden ne kadar çok �ey beklerse, biz de ondan o kadar çok �ey bekleriz,” diyor. Okurla yazarın metin üzerindeki bulu�malarında, kendi özgürlü�ümüzü ne kadar hissediyorsak, ba�kalarının özgürlü�ünü de o anlamda hissedebiliriz. Çünkü, okuma ve yazma birbirlerini kar�ılıklı var eden yapılardır.

Deneme ve hesap verme !

Edebiyat ve felsefe tartı�malarında de-neme, ba�lı ba�ına önemli bir yazınsal türdür. Felsefenin ço�ul söylemiyle ken-dini var etmesi, dile getirili�inin deneme türünde olmasından kaynaklanıyor. Fel-sefe bunu yaparken, aslında edebiyatın içindeki denemeye de göz kırpıyor. Çün-kü deneme, hesap verme i�idir.

Denemede, insan tüm var olu�uyla yer alır; nesnel dünyanın öznel dünyaya ta-�ınan özne üzerinde bıraktı�ı izlenimler kendine yer bulur. Denemenin söylemi ne salt kurmacadır, ne de salt nesnel içeriklidir. Denemede insan kendini bu-lur, kendisi ve ba�kalarıyla kar�ıla�ır. Bu nedenle tıpkı insan gibi, arada olandır. �nsanın, bir yandan imge zengini ede-biyatla, öte yandan da kavram zengini felsefeyle birlikte olması, deneme üze-rinden gerçekle�ir. �nsanı anlamanın ve anlatmanın yolu deneme okumaktan, deneme yazmaktan geçer. :

Page 44: Keçi Özel Sayı

44

Bir öyküyü bize sevdiren; sözcüklerin gü-cüyle olu�an büyülü bir dünyanın kapısı-nın aralanması ve önümüze açılan yolda yalnızca ona odaklanarak yürümemizdir. Yazarın gösterdiklerinin ardındakileri (ya-ni sezdirdiklerini) görmeye ba�ladı�ımız-da öyküyü yeniden üretmekle kalmaz, kendi öykümüze do�ru da yol almaya ba�larız.

Yazardaki görmek – göstermek edimi okurda, algıladıklarıyla kendi görüntüleri-ni olu�turmaya ve anlamlandırmaya yöne-lir. Bir bakıma okurun yazara dönü�me bi-çimidir bu. Çünkü yazar her �eyi anlatmaz ve bilinçli olarak bıraktı�ı bo�lukları oku-run doldurmasını bekler. Öykü her oku-yanda de�i�ik bir algıyla zenginle�ir.

Öykünün gizine giden yol, “bakmak”tan “görmek”e geçmekle ba�lar. Günlük ya-�amda birçok kez gördü�ümüz, duydu-�umuz halde önemsemedi�imiz, belki de farkına varmadan geçip gitti�imiz küçük ayrıntılarla bir öyküde kar�ıla�tı�ımızda hazine sandı�ının anahtarını bulmu� gibi oluruz. Yazar çok iyi bildi�imiz bir �eyden söz ediyordur. Bu, bizde bir sahicilik duy-

gusu uyandırmasını ve ona inanmamızı sa�lar. Öyle ki, yazılanların kurgu oldu-�unu bildi�imiz halde, gerçekmi� gibi al-gılarız. Bunun sırrı da, yazarın ayrıntı se-çimindeki titizli�idir. Sözgelimi, odadaki kilimin üstünde pencereden giren güne� ı�ı�ının lekesi soluvermi�tir, parktaki bankta oturan ya�lı adam ayaklarının di-binde dola�an güvercinlere dalıp gitmi�-tir, bir sokak köpe�i durup arka aya�ıyla karnını ka�ır, evlerin birinde bir çocuk a�-lıyordur... Bütün bunların yan yana gel-mesiyle bamba�ka bir resim çıkar kar�ı-mıza. Do�rudan öyküyle ilgisi yokmu� gibi görünseler de, yazar, kendi dünya-sına giden yolun çakıl ta�larını dö�emi�tir önümüze.

Pek de önemsemeyece�imiz bu parça-lar nasıl olur da yazarın kurdu�u dünya-da bamba�ka bir niteli�e bürünürler? Se-çilen ayrıntılar, öykünün oda�ındaki etkiyi peki�tiren, onun güçlenmesine hiz-met eden yan unsurlardır. Bakmaktan görmeye geçen yazar, bunu okurundan da bekler. Ya�ama dair bu küçük ayrın-tılarla ne büyük i�ler yapılabilece�ini gösterir bize.

Öykü öykü

emil a k

Edebiyatımızın usta öykücüsü Cemil Kavukçu,

öykünün evreninde okur ve yazarın çıktı�ı

yolculu�u anlatıyor. Öykü ustası, genç

öykücülere önemli ipuçları ve öneriler

arma�an ediyor.

KONUK

Page 45: Keçi Özel Sayı

45zel sayı 201

* Şubat 2014 tarihli bu yazının tamamını okumak için http://gunisigikitapligi.com/usta-oykucuden-genc- oykuculere/ adresini ziyaret edebilirsiniz.

Bir makale, kö�e yazısı, ele�tiri, incele-me ya da kompozisyon okudu�umuzda, yazarın seçti�i konu hakkında bilgilenir ya da belle�imizi tazeleriz. Ama gözümü-zün önünde bir görüntü olu�maz. �yi bir öyküyü okudu�umuzda ise bilgilenmez, belle�imizi tazelemez ama bamba�ka bir âleme girer ve orada ya�amaya ba�larız. Sözcüklerle betimlenenleri görür, sesleri ve kokuları duyarız. Romanlarda oldu�u-nun tersine, kesin bir sonuca ba�lanma-yan öyküyü bitirdi�imizde –aslında yazar bitirdi�inde– biz onu sürdürürüz.

Öykünün son cümlesi çok önemlidir. Bi-zi, ba�ka bir öyküye ba�layamayacak kadar sımsıkı ku�atmalı, oturdu�umuz yerde kalakalmalıyız. �lk cümle de son cümle kadar önemlidir. Bilinmeyen yer-lere do�ru ba�layacak yolculu�un bile-tidir o cümle. Bizi hemen kavramazsa ikinci, belki üçüncü cümleyi de okuruz, ama öyküyü sonuna dek sürdüremeye-biliriz. Çünkü öykü okuru, roman okuru kadar sabırlı de�ildir.

Bir öyküye giremememiz, onu duyum-sayıp ya�ayamamamız, kendi dünyamı-za ait ipuçları bulamamamızın sorumlu-su, ya okuma birikimiyle kendimizi geli�tiremedi�imiz için bizizdir ya da öy-künün dinamiklerini yeterince kullanama-yan yazardır.

Yazar öncelikle okuruna güvenmeli, onu küçümsememeli ve anla�ılmayaca�ını dü�ünüp gereksiz açıklamalara girme-melidir. Bir öykü, ki�isi için “mutsuzdu” demek yerine, onun davranı� ve ili�kile-rinden, duygu ve dü�üncelerinden oku-run bu sonuca varmasını sa�lamalıdır. Anlatan de�il, gösteren olmalıdır yazar. Okuru bilgilendirmek, bilinçlendirmek amacıyla bir görü�ü, dü�ünceyi ya da inancı öykü aracılı�ıyla aktarmaya çalı�an yazar da, bu “narin” türü, ta�ıyamayaca-�ı bir yükün altına sokmu� olur. Öykü, sa-

dece yazan ki�iyi ilgilendiren sorunları, iç dökümlerini de ta�ıyamaz. Duyarlılık de-�il ama duygusallı�ı ise hiç kaldırmaz.

Gençler için düzenlenen yarı�maların ço-�unda bir tema ya da anahtar cümle ve-rilerek bunun üzerine bir öykü yazmaları istenir. Söz konusu yarı�ma, kompozis-yon yazmak olsa gençler bunun üstesin-den daha kolay gelirler, ama öykü olun-ca i� biraz de�i�ir. Çünkü bu hiç de kolay de�ildir. Bir kavram, cümle ya da dize-den yola çıkarak öykü kurgulayacaktır genç yazar. Sınırları çizilmi� bir alan ya-ratılmı� gibidir. Oysa, belirlenen temanın dünyasında uyandırdı�ı her ne ise, onu öykülemesi gerekirken anahtar cümleyi açıklamaya giri�ince kompozisyon met-nine dönü�ür yazdıkları.

Belirlenen bir tema üzerine yazdıkları için kompozisyon sınırlarını a�amayan öykü-le�ememi� metinlerle çok sık kar�ıla�ıyo-rum. Oysa gençlerde bir öykü potansiye-li oldu�u ama bunu dı�avurmakta güçlük çektiklerini görüyorum. Mekânı çizerken ayrıntı seçmekte ve kullanmakta yetersiz kalıyorlar. Diyalog yazmakta zorlanıyorlar. Dikkatimi çeken bir konu da, son derece karamsar olmaları ve sürekli acıları dile getirmeleri. Ya�adı�ımız tek duygu acı mı? De�il elbette. Öykü, duyguları dile getiren bir tür de de�il üstelik. Hayatın her alanından seçilmi� bir kesit ya da ke-sitler anlatılabilir öyküde. Gerçekli�in farklı türleriyle dü� gücü el ele tutu�turu-larak bamba�ka dünyalar canlandırılabi-lir. Yeter ki, inandırıcı olsun.

Öykü yazmanın tek bir sırrı vardır: Ola-bildi�ince iyi öyküler okumak. Ö�ren-mek istedi�imiz her �ey onların içinde vardır. :

Page 46: Keçi Özel Sayı
Page 47: Keçi Özel Sayı

47zel sayı 201

CEREN KURAN • 2012 üçüncüsü • �stanbul • 6. sınıf ö�rencisi

Kırlarda ko�uyorum; ona do�ru, kendi etrafında dönen arkada�ıma do�-ru. Durdum. Aramızda en fazla be� metre var. O da durdu. �fadesiz bir bakı�la bana kilitlenmi�ti. Her zaman yaptı�ım �eyi yaptım. Çimlerde yu-varlandım, a�a�ıya do�ru. Sonra durdum ve onun da yava� yava�, göz-leri kapalı bir �ekilde yuvarlanmaya ba�ladı�ını fark ettim. Dönmeyi ve yuvarlanmayı seviyor benim gibi. Aramızda kurulan en güçlü ba�lardan biri bu. Ba�ta annem onunla görü�meme izin vermedi; ama ben pes et-

medim ve onu ikna ettim... (Bir Demet Çiçek öyküsünden)

NURBUKE TEKER • 2011 birincisi • Ankara • 6. sınıf ö�rencisi

�nsanlar, çimlerin üzerine, a�aç altlarına, yol kenarlarına, bo� bulduk-ları her yere oturur, kimileri piknik yapar, kimileri termosta çayını getirip çekirdek çitlerdi. Kimileri de oltasıyla balık tutmaya çalı�ırdı. Kendisine güvenenler Bo�az’da yüzmek için denize atlardı. Tabii atladı�ı yerden çıkamaz biraz sürüklendikten sonra parkın sonundan çıkar, kıyıdan yü-rüyerek geri gelirdi. Gelip geçen gemileri, vapurları, sürat teknelerini iz-lemek ise daha büyük e�lenceydi. Hele bazı ak�amlar havai fi�ek atıldı-�ında daha da keyiflenir, havai fi�eklerin gökyüzüne da�ılı�ını hayranlıkla izlerdik... (Zeynep öyküsünden)

BEYZA NUR MUSLU • 2012 birincisi • �stanbul • 8. sınıf ö�rencisi

Yeni günün ilk habercilerinin ardından sokaktaki bitmek bilmeyen ko-�u�turmaca da ba�lamı� oldu. Kö�e ba�ındaki manav elmalarını parlat-maya, bakkal bisküvileri, çikolataları düzenlemeye koyulmu�tu bile. Ay-�e Teyze balkondan sepetini a�a�ıya uzatmı�, sipari� etti�i iki ekme�i bekliyordu. Ö�renciler de yava� yava� formalarını giyip birer iki�er yola çıkmaya ba�ladılar. Herkes büyük bir hevesle ilerliyordu. Hatta bazıları

kendi aralarında okulun bahçesine kadar yarı�ıyordu... (Bir Parça Hoşgörü öyküsünden)

Page 48: Keçi Özel Sayı

48

D�LARA KARABEKMEZ • 2013 birincisi • Edirne • 7. sınıf ö�rencisi

Herkes biliyordu ki, Berfin sınıftaki nefretin odak noktasıydı. Neden mi? Çünkü onlar güçlüydüler, her ne kadar küfürlü konu�salar da, konu�mala-rı onunkinden daha iyiydi, ten renkleri daha açıktı, “köy gibi” kokmuyorlar-dı, ayakkabıları markaydı; en önemlisi de omuzları dü�ük, gözleri mahzun de�ildi. Tüm bunlar onları güçlü kılıyor, Berfin’in canını yakma arzularını körüklüyordu. Bütün a�ızlar aynı anda açıldı, Berfin’le ilgili suçlamalar, iftiralar havada uçu�maya ba�ladı... (Işık Yağmuru öyküsünden)

N�HAL DEN�Z KÖKSAL • 2011 ikincisi • Ankara • 7. sınıf ö�rencisi

Çöplü�ün �ehre en uzak yerine gelmi�lerdi. Adımları gitgide yava�lıyor-du. Kocaman açılmı� bir çukurun ba�ında durdular. Karar verilmi�ti bir kez. Dilan’ın kaderi kocaman bir çukurdu. �ki karde� sımsıkı sarıldılar. Mehmet cebinden silahı çıkardı. Çöplük iki el silah sesiyle inledi. Silah sesiyle birlikte havalandı çöplükteki bütün ku�lar kara bulutlarla dolu in-

ceden ya�an ya�murlu gökyüzüne do�ru... (Çukur öyküsünden)

BEYZA ÇEL�K • 2013 üçüncüsü • �stanbul • 8. sınıf ö�rencisi

Gidece�i yere fazla ki�i gelmezdi. O yüzden rahat olaca�ını dü�ündü ve yemye�il kırlara do�ru ko�maya ba�ladı. Ko�tu... Ko�tu... Çok yoruldu-�undan hemen oturacak gölgelik bir yer arıyordu. Sonunda meyveleri-ni olgunla�tırmı� bir �eftali a�acının altına oturdu. Artık güne� kendisi-ne dokunamıyor, uzaklardan hissettiriyordu varlı�ını. Ba�ladı mızıkasını çalmaya. Tüm ku�lar birer birer konmaya ba�ladı dallara. Sesle birlikte rüzgâr nereye savurursa, bir o yana bir bu yana sallanarak dans ediyor-du çimenler... (Mızıka öyküsünden)

SIDIKA SEL�N ÇOLAK • 2013 ikincisi • Mersin • 6. sınıf ö�rencisi

Ya�lı balıkçı eski sandalla denizden döndü�ünde, deniz feneri onu ka-ranlı�ı altın bir hançer gibi yaran parlak ı�ı�ıyla kar�ıladı. Sandalı gör-meye çalı�tı. Sandal yorgun bir �ekilde, onun için yava�ça denizde sal-landı. Bunu fark eden deniz feneri daha istekli bir �ekilde döndü, hep onu tekrar görebilmek için döndü. Sabaha kadar sessizce anla�tılar. On-ları gören insanlar, rüzgârın kuvvetli esti�ini dü�ünüp paltolarına sarın-dılar. Sıcak, güvenli evlerine do�ru yol aldılar... (Bir Deniz Feneri Vardı: Yalnız... öyküsünden)

Page 49: Keçi Özel Sayı
Page 50: Keçi Özel Sayı

50

Şiir üzerine ilk dü�ünmeye ba�ladı�ım-da, 15 karde�li bir ailenin çocu�u ola-rak “yeri gö�ü dinleyen” adıyla biliniyor-dum. Bu “yeri gö�ü dinleyen” ifadesine önce içerlemi�tim, ama sonradan anla-dım ki, iyi bir tanı koymu�lar bana. Çün-kü ben sürekli do�ada, a�aç altlarında, dere kenarlarında, tarla diplerinde ya da ba� evlerinde, �iirin insana nereden ve nasıl geldi�ini dü�ünürdüm.

Şiirin do�adan geldi�ine inanıyorum. Ör-ne�in, mekanik bir zil sesi bende güzel duygular uyandırmaz. Oysa bu mekanik sesi, sabırsızlıkla bekledi�iniz bir telefo-nun ya da kapının çalınmasında duydu-�unuzda iyi hissettirir. Bu ses ve sözcük, düz de�i�mecedir. Bu ses bir �iir de�il-dir, ama o nesne �iiri ça�rı�tırır.

Şiir, nesnelerle ya da olgularla yaratılan gerilimin imgelerle beslenmesi ve insan-daki duyguların titre�tirilip sanat yönü-ne davet edilmesiyle olu�ur. Ama yine de bu, gerçek bir tanım de�ildir. Bu bir yak-la�ımdır. �nsanlar henüz konu�mayı bil-mezken, avcılık ve toplayıcılık ça�ında bile de�ilken, a�aç kavuklarında ya da duvarlarda bıraktıkları eserlerle, beyin-deki �iir mekanizmasının varlı�ını gös-termi�lerdir.

Wilhelm von Humboldt ve Ferdinand de Saussure, �iirin nereden do�du�unu söylemezler, ama dilin nasıl do�du�u-

nu, geli�ti�ini anlatırlar. Ben dilden çok �iiri dü�ündüm; her insanın içinde �iir vardır diye dü�ünüyorum. Bu duyguyla geli�tikleri ve böyle ya�adıkları için o �i-ir dürtüsü, insanların do�adaki nesnele-re öykünerek dilleri olu�turmalarının yo-lunu açmı�tır.

Herkesin içinde �iir vardır, ama herkes �air de�ildir. Dünyaya �air yetene�iyle gelen, �air dürtüsü çok olan ki�i de çalı�-malıdır; ama bu dürtü ve yetenek yoksa, Paul Valery’nin dedi�i gibi, “Sözcüklerhiçbir zaman sıraya girmez. Her biri çe-�itli yerlere gider; �iir olmaz, söz yı�ınıolur.”

Şiirin gerçekli�i kendine göredir; edebi-yatın gerçekli�i de öyledir. Şiir ve ede-biyat ba�ka bir gerçeklik kurarsa, kalıcı olur. Özellikle de, yazılı ve sözlü ürünler ya�amla aynı anda var olabiliyor, hare-ket edebiliyorsa. Anadolu’daki çifte ça-pa manileri, Karadeniz’de a�k türküleri, Toros’larda bozlaklar, Ege’de efe türkü-leri, Trakya manileri bunun örnekleriy-le doludur.

50 yıla yakın bir süre edebiyatla ve e�itim-cilikle u�ra�tım, henüz edebiyatın e har-findeyim diyebilirim. Edebiyat çok derin bir denizdir. O derin denizden büyük bir balık elde edebilmek bir ya�am gerekti-rir. Bazen, küçük balıklarla da yetinecek-siniz, küçük mutluluklarla... :

Şiir insana nasıl gelir?Müslim elik

Ça�da� �iirin çok ödüllü özgün �airi, edebiyat ö�retmeni Müslim Çelik, insanın �iirle nasıl yakınla�abilece�ini,

�iirin nasıl bir havzada aktı�ını ve e�itimde neden olabilece�i yansımaları anlatıyor.

. Eğitimde Edebiyat Semineri, Mayıs 2012

Page 51: Keçi Özel Sayı
Page 52: Keçi Özel Sayı

52

Onur konukluğu için ne gibi hazırlıklar yapıldı, beklentiler neler?

Fuara 20 yayıncı, 10 yazar, 10 gazeteci ve 8 telif hakkı ajansıyla katılıyoruz. 3 stantta toplam 950 metrekarelik bir alan-da yer alıyoruz. 20 yayınevimizin de stan-dı var. Buradaki esas amaç, tüm ulusla-rarası fuarlarda oldu�u gibi, konuk ülke olmamızın da verdi�i avantajla, di�er ül-kelere telif hakkı satı�ı yapabilmek. Bu-nun yanı sıra, fuara katılan di�er ülkeler-le ortak yayıncılık olanaklarını ara�tırmak da önemli.

Bu beklentilerin gerçekleşebilmesi için yayıncılar, meslek birlikleri ve bakanlı-ğın birlikte çalışabildiklerini düşünüyor musunuz?

2006 yılından bu yana, yakla�ık 8 yıldır, Kültür ve Turizm Bakanlı�ı, yayıncılar ve yazarlar birlikte çalı�ıyoruz. Birlikte çalı�-ma kültürümüz olu�tu. Türkiye, onur ko-nukluklarımız da dâhil olmak üzere, bu yıl 17 kitap fuarında temsil edildi. Önü-

müzde, Frankfurt ve �stanbul gibi iki bü-yük kitap fuarı var, oralarda da çalı�ma-larımız sürecek.

Çin ve Türkiye’nin yayıncılık pazarları-nı karşılaştırdığınızda temel benzerlikler ve farklılıklar nelerdir?

Çin, dünyanın en büyük ikinci yayın pa-zarı, çok büyük bir ülke. Yakla�ık 1,5 mil-yar nüfusu var, ama hâlâ çok içe kapalı-lar. Dünyayla yayın anlamında çok fazla bir ili�kisi olmamı�, örne�in çok az çeviri kitap var. Öte yandan, bu fuarlarda 1,5 milyar nüfusa hitap edecek bir kitabın telif hakkını satmak tüm dünyaya cazip geliyor. Zaten dünyanın en önemli yayın-cıları bu fuarda, genelde yayın grupları halinde gelmi�ler.

Yayınevlerinin en önemli sorunları Çince bilmemeleri, Çinli yayıncıların da �ngiliz-ce bilmemesi. Dolayısıyla, alı�veri� de kolay bir ortamda olmuyor. Yine de hem yayıncı arkada�larımız, hem telif ajansla-rımız çok önemli sonuçlar aldılar; bu yıl ileriye do�ru bir adım daha attık.

Geçtiğimiz yıl �stanbul Kitap Fuarı’nda biz Çin’i onur konuğu ülke olarak ağır-lamıştık. Yaklaşık bir yıllık sürede baş-layan ya da sonuçlanan somut işbirlik-leri oldu mu?

Telif hakları ajansları ve yayıncı arkada�-ların söylediklerine göre 40 civarında ki-

Dünya fuarlarında

‹stanbul’dan Pekin’e yayıncılığımız...�lk sayısında 2014 yılı içinde düzenlenen Bolonya ve Budape�te kitap fuarlarından haberler veren Keçi, Çin’de edebiyatın ve yayıncılı�ımızın nabzını tutmaya devam ediyor. Keçi, Türkiye’nin Onur Konu�u olarak katıldı�ı 2014 Uluslararası Pekin Kitap Fuarı’nda Türkiye Yayıncılar Birli�i Ba�kanı Metin Celâl’le bir araya geldi.

Söyle�i: Banu Ünal

Page 53: Keçi Özel Sayı

53zel sayı 201

tabın hakları satıldı ya da satılmak üzere. Bundan sonra çok daha fazla Türk ya-zarın kitabını Çince’de görece�iz. Çin’in de Türkiye’ye ilgisi çok büyük, bu yılki �s-tanbul fuarına da Çin’den büyük bir ka-tılım olacak.

Onur konuklukları bu anlamda çok önem-li. Kültür ve Turizm Bakanlı�ı bu konuda önemli bir adım atıyor. Ama bu adımdan sonrası, yayıncıların ve telif hakları ajans-larının i�i. Çin’in Türkiye’ye bakı�ı, Avru-pa ya da Amerika’ya bakı�ından daha farklı ve olumlu. Görü�tü�ümüz insanlar Türkiye’ye ve kültürüne dair sorular soru-yor, ilk fırsatta Türkiye’ye gitmek istedi�i-ni söylüyorlar.

Fuarın açılı�ında konu�ma yapan Çin Ba-sın Yayın Bakanı’nın açıklamasına göre, �u âna kadar 96 kitap Türkçe’den Çin-ce’ye çevrilmi�. Bu kitapların 17’si TE-DA deste�iyle çevrildi. En önemlisi Or-han Pamuk kitapları. Pamuk, Çin’de çok seviliyor. Onun dı�ında Elif Şafak da �n-gilizce kitapları oldu�u için kolayca çev-rilip yayınlanmı�.

Önümüzde önemli bir çevirmen handika-bı var. Türkçe’den Çince’ye, Çince’den Türkçe’ye çevirmen sayısı çok fazla de-�il. Yayıncı arkada�larımız Çin’den aldık-ları eserlerde en çok bu konuda zorlanı-yorlar, do�rudan çeviri yaptıramıyorlar. Yine de umutluyum bu konuda. Çünkü, Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulu�unda üniversitelerde ilk açılan bölümlerden biri Türkçe olmu�. Türkiye’de de öyle.

Çok fazla sayıda çevirmen potansiye-li olan insan yeti�tiriliyor okullarda, ama bu ki�iler bir türlü çevirmene dönü�türüle-memi�. Çeviri alı�veri�inin artmasıyla bu insanlar da çeviriye özenecektir. Ayrıca, her yıl �stanbul Kitap Fuarı sırasında TE-DA’nın deste�iyle çeviri atölyeleri yapılı-yor. 10’dan fazla dilde çeviri atölyesi ger-

çekle�tiriliyor ve bunlardan biri de Çince. Sanıyorum ki, orada da çeviri yetene�i olan insanlar ortaya çıkacaktır.

Fuara, Kültür Bakanlığı’nın davetlisi ola-rak katılan yazarlar, illüstratörler, yayı-nevleri ve telif ajansları var. Seçimler na-sıl yapılıyor?

Kararlar Uluslararası Kitap Fuarları Milli Komitesi’nde alınıyor. Orada yazar ve ya-yınevi temsilcilerinin yanı sıra bakanlık temsilcisi de var. Hangi ülkeye gidecek-sek, o ülkenin diline çevrilmi� eseri olan yazarlara öncelik veriliyor. Özellikle, ki-tabı �ngilizce’ye çevrilmi� yazarlar öne çıkıyor. Son olarak da, gitti�imiz ülkede i�lemek istedi�imiz konular oluyor. Ör-ne�in, Türk-Çin ili�kilerinin tarihi üzerine eseri ya da çalı�ması olan yazarlar Pekin Kitap Fuarı’na davet edildi.

Her yıl onlarca uluslararası kitap fuarı gerçekleştiriliyor. Katılacağımız fuarlar nasıl belirleniyor?

Türkiye bu yıl 17 kitap fuarına katıldı. Bunların arasında Londra, Bolonya ve Frankfurt’u çok önemli görüyoruz. Bunun dı�ında TEDA programına ba�lı, çeviri sayısı az olan dillerde çalı�mayı arttırmak için katıldı�ımız fuarlar da var. Çince için Pekin’e, Rusça için Moskova’ya ya da Arapça için Abu Dabi’ye katılabiliyoruz.

Bu hızlı ve kolay iletişim çağında, fuar buluşmalarının sektörel işbirliklerine es-kiden olduğu kadar büyük boyutlu bir katma değer sağladığını düşünüyor mu-sunuz?

Fuara katılmak, stant açmasanız bile pahalı bir i�. Ama insan ili�kisinin çok önemli oldu�u yayıncılıkta, mutlaka bir kere yüz yüze gelmek gerekiyor. Bir gö-rü�me, aylarca süren yazı�malara bedel olabiliyor. :

Page 54: Keçi Özel Sayı

54

Halk Kütüphanelerinden

ÇOCUK SESLER�

“Ailede kitap okuma durumu kötü. Ne annemin, ne de babamın zamanı var. O nedenle abimle ben okuyoruz.”

Şevval 12 İstanbul

“Sürükleyici olduğu için fantastik romanları tercih ediyorum.”

Melike 13 Ankara

Kübra 14 Manisa“Kütüphane dışında kitap alacak durum pek olmuyor. Bazen arkadaşlarla kitapları değiştirerek okuyoruz. Değiş tokuş yapıyoruz.”

Ceren 15 İzmir

“Öğretmenler genelde biyografi okumamızı öneriyorlar, bazı önemli kişileri tanımalıymışız.”

İrem 12 Ankara

“Macera ve polisiye temalı kitaplar çok ilgimi çekiyor.”

Dilek 12 Anamur

“Annem, kardeşim ve ben kitap okuyoruz. Sadece babam okumaz.”

Kübra 14 Manisa

“Özellikle takip ettiğim bir yazar yok, çünkü her yazarın ayrı bir özelliği var ve ben o özellikleri tanımak istiyorum.”

Zehra 15 Bitlis

“Kütüphanede kendimi özel hissediyorum, çünkü kitapları ödünç alabiliyorum ve kendimi yetiştirebiliyorum.”

Firdevs 13 Bitlis

“Evde sadece babaannemle ben kitap okuyoruz.”

Deniz 13 Ankara

Keçi, ilk sayısında Türkiye’nin dört bir yanında düzenlenen kitap fuarları üzerine

çocuk ve genç okurların görü�lerini almı�tı. Keçi ÖZEL Sayı’da, bu kez Türkiye’nin

çe�itli bölgelerindeki halk kütüphanelerini kullanan çocuk ve genç okurlar,

okudukları kitapları, kütüphanede olmanın nasıl hissettirdi�ini, kütüphaneyi

ne amaçla kullandıklarını, ailelerinde ve okullarındaki okuma hallerini anlatıyorlar.

Page 55: Keçi Özel Sayı

55zel sayı 201

“Çalışkan olduğumu hissediyorum.”

Elif 1 1 Ankara

“Kütüphanede kendimi büyümüş, bilgili ve akıllı hissediyorum. Oranın sessizliğinde, kafam rahat bir şekilde kitap okuyunca tüm stresimi attığımı hissediyorum.”

Kübra 14 Manisa

Ceren 15 İzmir

“Öğretmenim bana genelde bilimkurgu okumamı öneriyor.”

Eda 1 1 Ankara

“Kütüphane dışında kitap almak için kitap fuarlarına gidiyoruz annemle.”

Nisa 9 Bursa

“Her gün kardeşime kitap okutmaya geliyorum. Burayı ikinci evimiz gibi görüyoruz.”

Dilşat 13 Anamur

“Okul kütüphanemiz olmadığından halk kütüphanesine geliyorum. Yaz tatilinde kitap okumaya gelmek iyi hissettiriyor.”

Sibel 12 Bitlis “Kütüphaneye ayda iki üç kez geliyorum, kitap okuyup ders çalışıyorum. Bunları kütüphanede yapınca kendimi iyi hissediyorum. ”

Azra 10 Bitlis

“Fantastik, bilimkurgu, macera ve yolculuk konulu kitapları çok seviyorum.”

Can 16 Mersin

“Kütüphane çok güvende hissettiriyor, kitap ve kâğıt koktuğu için çok seviyorum burada olmayı.”

Melike 13 Ankara

“Kütüphanede okuyor ve çalışıyorum, çünkü evde böyle rahat bir ortam bulmak zor.”

Ece 12 İzmir

“Kendimi huzurlu hissediyorum, kitapları görünce hevesim artıyor.”

Şevval 12 İstanbul

“Kütüphane beni mutlu bir serüvene çıkarıyor. ”

Berivan 15 İzmir

Page 56: Keçi Özel Sayı
Page 57: Keçi Özel Sayı
Page 58: Keçi Özel Sayı

ww

w.o

n8ki

tap.

com

www.on8kitap.comwww.facebook.com/ on8kitap

www.twitter.com/ on8kitap

58

ALEVE DOKUNMAK

Zoran Drvenkar

Türkçesi: Murat Özbank

33. İstanbul Kitap Fuarı’nın

konuğu Zoran Drvenkar’dan,

bir baba ve oğulun

yakınlaşma çabaları!

AĞAÇTAKİ Janne TellerTürkçesi: Abdulgani Çıtırıkkaya

“Anlamsızlığı” reddeden bir

grup gencin, hayatlarının

anlamını korumak için

buldukları sıradışı yol!

ONLARDAN BİRİ Zoran Drvenkar

Türkçesi: Suzan Geridönmez

33. İstanbul Kitap Fuarı’nda

okurlarıyla buluşan Zoran

Drvenkar’dan metropoldeki

göçmenler üzerine!

YOKUŞ AŞAĞIWolfgang Herrndorf

Türkçesi: Suzan Geridönmez

Kabullenmişlikle yaşadıkları

hayatta kendilerini

bulamamış iki arkadaşın

sıradışı dostluğu ve

yolculuğu!

VAR MISIN? YOK MUSUN? Guido Sgardoli

Türkçesi: Nilüfer Uğur Dalay

Hem birbirine zıt hem de

birbirini tamamlayan iki

arkadaşın ortak yarınlarını

çizecek bir yol hikâyesi!

BİR ADIM DAHA Mark O’Sullivan

Türkçesi: Müren Beykan

Ailelerinin onlar için istemli

istemsiz çizdiği yollarda

kendilerini bulmaya çalışan

üç gencin öyküsü!

100DÜNYA’NIN GİZLİ YÜZÜ

BAŞKADENİZ’E

DÖNÜŞABİSLER’İN ÇAĞRISI

Medya, siyaset ve ekoloji üçgeninde, insanlığın

galaksilerarası, sıradışı yolculuğu!

Türkçesi: Azade Aslan

Page 59: Keçi Özel Sayı

dünya ve insan dayanırken, edebiyatın da onlarla

direnmesi vazgeçilmezdir.

PERİ EFSA

Sevgi Saygı

Dünya çalkalanır,

Türkiye yeni

kuruluşun

sancılarını

yaşarken, bir

ailenin başı kendi

“mucizesiyle”

dertte...

SAKLAMBAÇ

Müge İplikçi

Bazen çok tatsız

bir oyun bu

saklambaç.

Hele ki senden

istenen, belleğini

gizlemense...

UZAKTA

Mine Soysal

Binalar yükseldikçe

hayatlar küçülüyor,

varsıllık arttıkça

yoksunluk yayılıyor,

yakınlar uzağa

dönüşüyor...

MEVZUMUZ DERİN

Ahmet Büke

Genç Bedo için hayat,

cevapları sürekli ertelenen

bir sorular zinciri, derin

bir mevzu...

ww

w.o

n8ki

tap.

com

www.on8kitap.comwww.facebook.com/ on8kitap

www.twitter.com/ on8kitap

Page 60: Keçi Özel Sayı