32

Kızıl Bayrak 2013-15

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Kızıl Bayrak 2013-15/12 Nisan

Citation preview

Page 1: Kızıl Bayrak 2013-15
Page 2: Kızıl Bayrak 2013-15

2 * Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLER

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk

Sultan Cami Sk. No 2 / 9 Fatih / İstanbulTlf. No: (0212) 621 74 52 - 0536 285 73 25

e-mail: [email protected]: @kizilbayraknet

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: Esmat MatbaacılıkM. Nezih Özmen Mh. Yüksel Sk. No 19

Güngören / İSTANBUL Tel: 0 (212) 637 10 35

Sayı: 2013/15 * 12 Nisan 2013Fiyatı: 1 TL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Tayfun AltıntaşEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tan... Sayı: 2013/15 * 12 Nisan 2013

Sınıf devrimcileri tarafından Kürt sorunu veemperyalist savaş başlıklı iki gündem üzerinden birsüredir çalışmaları yürütülen Sınıfa Karşı SınıfKurultayları, İstanbul, İzmir, Bursa ve Adana'da 7Nisan tarihinde gerçekleştirildi. Gazetemizin busayısında 4 ilde gerçekleştirilen kurultayların haberve yorumlarına yer vermiş bulunuyoruz. 14 Nisangünü Ankara ve Kayseri'de yapılmasıyla birliktetamamlanacak olan kurultay çalışmasının ortayaçıkardığı sonuçları ilerleyen günlerde okurlarımızlapaylaşacağız.

***

2013 1 Mayısı’na sayılı günler kaldı. İşçi sınıfı veemekçiler 1 Mayıs’a kendilerini hedefleyen çokyönlü saldırıların yanı sıra direnişler, grevler veçeşitli eylemlerle yürüyorlar. Sağlık emekçilerindenmetal işçilerine, özelleştirmelere karşı mücadeleyibüyüten karayolları işçilerinden demiryolu işçilerinekadar geniş bir işçi ve emekçi kesimi 1 Mayıs’ı eylemve direnişlerle karşılamaya hazırlanıyor. Sermayeninçok yönlü saldırıları karşısında işçi sınıfının farklıkesimleri bu saldırılara direnişlerle, grevlerle veeylemlerle yanıt veriyor.

Öte yandan, 1 Mayıs hazırlıklarına hız verildiği şugünlerde Kürt halkının haklı ve meşru mücadelesinitasfiye etmeyi amaçlayan politikalar da sermayedüzeni tarafından dolu dizgin hayata geçiriliyor. AKPiktidarının “çözüm süreci” olarak kodladığı tasfiyecialdatmacaya karşı Kürt halkını uyarmak, gerçek vekalıcı çözümün işçi sınıfının birleşik devrimcimücadelesinden geçtiğini döne döne anlatmak büyükbir önem taşıyor.

2013 1 Mayısı’nın bir başka gündemi ise hergeçen gün tırmanan emperyalist savaş ve saldırganlıkoluyor. Özellikle Ortadoğu merkezli yaşanangelişmeler bu coğrafyada yükseltilecek anti-emperyalist sınıf mücadelesine ve önümüzdeki 1Mayıs’a ayrı bir anlam kazandırmış bulunuyor.

Tüm bu tablo sınıf devrimcilerinin kurultay

çalışmalarında öne çıkardığı işçilerin birliği halklarınkardeşliği çağırısını ve bu temelde verilmesi gerekenmücadeleyi 1 Mayıs hazırlıklarının da merkezineoturtmaktadır. 1 Mayıs hazırlıklarının startını verensınıf devrimcileri, Kürt sorunu üzerinden gündemegetirilen tasfiyeci sürecin dolu dizgin ilerlediği,Suriye ve tüm bölgeyi hedefine alan emperyalistsaldırganlığın yıkıcı bir savaşı kapımıza getirdiği birdönemde bu çağırıyı fabrikalara, emekçi semtlerinegüçlü bir şekilde taşımalı, işçi sınıfının birliği vehalkların kardeşliği davasını büyütmelidir.

***

Genel merkez yöneticilerinin istifalarıyla birliktegündeme gelen DİSK Olağanüstü Genel Kurulugeçtiğimiz hafta sonu gerçekleştirildi. Sınıfhareketinin ihtiyaçlarından uzak, tamamen koltukkavgası ve pazarlıklarına sahne olan olağanüstü genelkurul tablosu DİSK'in içerisine düşürüldüğübürokratik yozlaşmayı da gözler önüne sermiş oldu.Olağanüstü genel kurul tablosu, DİSK'in üzerindeçöken bu ağırlığın işçi sınıfının tabandan gelendinamizmiyle sökülüp atılmadan DİSK'in işçisınıfının ihtiyaçlarına yanıt veren devrimci birsendikal mevziye dönüşmesinin mümkünolamayacağını bir kez daha kanıtlamış oldu.

***

Son dönemde üniversite gençliğini hedef alansaldırılara geçtiğimiz hafta içerisinde yenilerieklendi. Bir taraftan polis-ÖGB terörü olarak yaşananbu saldırganlık öte yandan dinci-gerici ve sivilfaşistlerin saldırıları eşliğinde devam ediyor. Sonolarak Dicle Üniversitesi’nde, ODTÜ'de, İstanbulÜniversitesi’nde yaşananlar gençliği hedefleyensaldırganlığın boyutlarını da gözler önüne seriyor.Gençlik mücadelesini hedefleyen bu saldırganlığaverilecek yanıtın önemi ise her geçen gün daha daartıyor.

1 Mayıs alanlarında işçiler birlik,

halklar kardeş olmalı! . . . . . . . . . . . . . . . . 3

“Çözüm sürecinin” yeni manevraları ve

temelsiz hayaller… . . . . . . . . . . . . . . . . . . 4

Kürt sorununda “Akil insanlar” sahnede! 5

Savaş baronlarından Ankara’daki

işbirlikçilerine aktif bir rol. . . . . . . . . . . . . 6

Devrimci tutsaklar aldatmalara

alet olmayacaklar! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7

Sınıfa Karşı Sınıf Kurultayları 4 kentte

gerçekleştirildi... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8

DİSK Olağanüstü Genel Kurulu’nun

ardından... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 10

DİSK’in Olağanüstü Genel Kurulu

gerçekleşti . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 11

MESS’e karşı eylemler 3. haftasında . . . 12

PMR Kauçuk’ta direniş sürüyor! . . . . . . 13

Koç Üniversitesi taşeron işçileri

direndi ve kazandı! . . . . . . . . . . . . . . . . . 14

Sermaye elini Emek’ten çek! . . . . . . . . . 15

Kürt Sorunu Üzerine Konferanslar... 5

Kürt açılımı ve burjuva gericiliği

H. Fırat. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 16-19

Tarihselliği içinde 1 Mayıs... . . . . . 20-21

2013 1 Mayısı: Kavganın rahmi

Volkan Yaraşır . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 22

Margaret Thatcher öldü... . . . . . . . . . . . 23

Kore Yarımadası’nda gerginlik

tırmanıyor. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 24

Nazi terörü ve ırkçılığa karşı Almanya

çapında yürüyüş . . . . . . . . . . . . . . . . . . 25

“Görünmeyen emeğin” ekonomi-politiği

B. Aziz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 26

Kadının kurtuluşu sosyalizmde!. . . . . . 27

Devlet katletmeye,

saldırmaya devam ediyor! . . . . . . . . . . 28

Üniversitelerde dinci-gerici-faşist çeteler,

polis terörü... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 29

Özgürlük ve eşitlik için

gençlik buluşması! . . . . . . . . . . . . . . . . 30

Mücadele Postası . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Kızıl Bayrak’tan...Kızıl Bayrak’tan...

EEkkiimm GGeennççll iiğğii ’’nniinn

yyeennii ssaayyııssıı ççııkkttıı .. .. ..

Page 3: Kızıl Bayrak 2013-15

Kapak Kızıl Bayrak * 3Sayı: 2013/15 * 12 Nisan 2013

Hem ülkede hem bölgede giderek ivme kazananolaylar, Türkiye işçi sınıfıyla emekçilerinin olduğukadar bölge halklarının da geleceğini tehdit edecekboyutlar kazanmaktadır. Olayların mahiyeti vekapsam alanının genişliği, halkların kaderinibirbirine bağlı hale getirmiştir.

İçinde bulunduğumuz bu kritik tarihsel evrede,bölge genelinde halklar arası kardeşlik, ülke içindeise işçiler arası birlik, ulaşılması gereken somuthedefler olarak önümüzde durmaktadır.

Savaş kapımızda sermaye iktidarısuç ortağı…

Türkiye dahil bölge halklarının karşısındaki enciddi tehdit emperyalist/siyonist güçlerin, köktendinci çeteler eliyle Suriye’ye karşı yürüttükleri yıkıcısavaştır. AKP iktidarının bu savaşın birincidereceden suç ortağı olması, savaşın Suriye’ninkomşularına sıçrama olasılığı ile birlikte elealındığında, Türkiye işçi sınıfı ve emekçileriningeleceğinin ciddi bir tehditle karşı karşıya olduğukolaylıkla anlaşılır. Zira onlarca ülkeden devşirilerekTürkiye üzerinden Suriye’ye taşınan kökten dincikatil sürüleri, girdikleri her coğrafyayı kanabulamaktadırlar. Afganistan, Pakistan, Irak, Libya veSuriye’de olanlara bir göz atmak, bu çeteleringirdikleri ülkeleri ne hale getirdiklerini anlamak içinyeterli olacaktır.

Öte yandan birçok yerden Suriye’deki silahlıçetelere gönderilen silahların geçiş noktası, yineTürkiye topraklarıdır. Bundan dolayı sermayeninvurucu gücü olan AKP iktidarı, Suriye’de dökülenkanın sorumluları arasında yer almaktadır. Filistinhalkının celladı olan siyonist İsrail’le kucaklaşan buiktidar, Suriye’yi kan gölüne çeviren savaşıkörüklemek için elinden geleni ardına koymuyor.

ABD-İsrail ikilisiyle “üçlü şer koalisyonu” kuransermaye devleti, halklara karşı icra edilen savaştadaha aktif bir rol üstlenmeye hazırlanıyor. İsrail’ikorumak için füze kalkanı,Suriye’ye karşı NATO’nunPatriot füze rampalarıyerleştirilmesi, bu yöndeyapılan hazırlıkların sadecebir kısmıdır.

AKP iktidarı bu yıkıcısavaşa ne kadar batarsa, işçisınıfı ve emekçilerinödeyeceği fatura da o kadarağır olacaktır. Bundandolayı işçi sınıfının Birlik,Mücadele ve DayanışmaGünü 1 Mayıs’ta komşuhalklara karşı yürütülenemperyalist savaşa karşı,güçlü bir çıkışın sağlanmasıgerekiyor.

İlle de halkların kardeşliği…

Emperyalist/siyonist güçlerin Ortadoğu’dasınırları yeniden çizme planın bir parçası, Suriye’deiki yıldır devam eden yıkıcı savaştır. Ancak planbundan ibaret değil. Bu uğursuz planın bölgeaçısından taşıdığı en büyük risk, halkları etnik,dinsel, mezhepsel, bölgesel temelde parçalamayıhedeflemesidir. ABD-İsrail ikilisi ile AKP iktidarıtüründen suç ortaklarının derdi, hem on yıllarayayılabilecek kanlı savaşlara kapıyı aralamak hembölge halklarını emperyalist/siyonist güçler nezdindeköleleştirmektir.

Tam bu esnada Kürt sorununu çözeceğipalavrasını ortaya atan AKP, halklar arası

parçalanma için çaba harcayan güçlerin başındagelmektedir. Suriye ve Irak’ta mezhep çatışmalarınıkışkırtan bir politika izleyen dinci-Amerikancıiktidar, ülke içinde de ırkçı-ayrımcı bir politikaizliyor. Yıkıcı savaşları körükleyen, komşu ülkehalklarını birbirine düşürmek için birçok ipteoynayan AKP iktidarının Kürt halkının ulusal eşitlikve özgürlük taleplerini karşılaması mümkün mü?

Türkiye-ABD-İsrail koalisyonu ile Körfezşeyhleri, bölge çapında parçalanmaya yol açabilecekateşe her gün benzin döküyorlar. Etnik, dinsel,mezhepsel parçalanma peşinde olan bu gerici güçler,katliam ve yıkımda sınır tanımayan bir zihniyetin detemsilcileridir. İki yıldır Suriye’yi yakıp kavuran buateşi körükleyenler, şimdiden alevleri Irak veLübnan’a yönlendiriyorlar.

Yıkıcı savaşları yayma ve halkları parçalamataarruzuna karşı, işçi sınıfı ve emekçiler halklarınkardeşliği için 1 Mayıs alanlarına akmalı, Kürt halkıbaşta olmak üzere tüm bölge halklarına kardeşlikmesajını güçlü bir şekilde iletmelidirler.

İşçilerin birliği için…

Burjuvazi için iç politika dış politikadır, dışpolitika iç politikadır. Bundan dolayı yıkıcı savaşta“aktif taşeron” rolü üstlenen AKP iktidarı, işçi sınıfı

ve emekçileri hedef alansaldırıları daha dasertleştirecektir. Sosyal hakgaspları, hak aramamücadelesinin polisterörüyle bastırılması,kölece çalışma koşullarınındayatılması, savaşharcamalarının işçi sınıfınınsırtına yıkılması vb.…

Sermaye iktidarının bupervasız saldırılarına karşıetkili bir duruş işçilerinbirliği sağlanmadanmümkün değildir. İşçisınıfının hem emperyalistsavaşa hem halklarınparçalanmasına hem de

sermayenin hak ve özgürlükleri hedef alansaldırılarına karşı mücadele etme sorumluluğu var.Farklı boyutlar taşıyan ve bölge halklarınıngeleceğini tehdit eden bu saldırı furyasına karşı etkilibir mücadele, ancak işçi sınıfı önderliğiüstlendiğinde mümkün olacaktır.

Tarihsel süreç, işçi sınıfından öncü rolünüoynamasını bekliyor. Sınıf devrimcileri başta olmaküzere ilerici-devrimci güçler ile sınıfın ilerici/öncükesimi dönemi böyle okumalı, önceliklerini bunagöre saptamalı, güç olanak ve araçlarını bu uğurdaseferber etmelidir.

Hem toplam 1 Mayıs faaliyeti, hem alanlara çıkışhazırlığı bu perspektife göre yapılmalı, işçilerinbirliği/halkların kardeşliği şiarı işçi ve emekçilerinçalışma ve yaşam alanlarında yankılanmalı oradan da1 Mayıs alanlarına taşınmalıdır!

Tarihsel süreç, işçi sınıfından öncürolünü oynamasını bekliyor. Sınıfdevrimcileri başta olmak üzereilerici-devrimci güçler ile sınıfınilerici/öncü kesimi dönemi böyleokumalı, önceliklerini buna göresaptamalı, güç olanak ve araçlarınıbu uğurda seferber etmelidir. “

Savaş ve saldırganlığa karşı...

1 Mayıs alanlarında işçiler birlik, halklar kardeş olmalı!

Page 4: Kızıl Bayrak 2013-15

Güncel4 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/15 * 12 Nisan 2013

AKP’nin tasfiyeci “çözüm süreci” iki komisyonunkuruluşu ve Kürt hareketinin görüşme-mektuptrafiğiyle ilerliyor. Düzen cephesi soluğunu tutmuşhalde, PKK tarafından “geri çekilme” kararının deklareedilmesini bekliyor. Zira AKP iktidarı kendince bununkoşullarını yerine getirdiğini varsayıyor. Newrozmesajından sonraki açıklamalar sürecin kilitlenmeyedoğru gittiği izlenimi veriyorken, AKP hem “Akilİnsanlar Komisyonu”nun kuruluşunu ilan etti, hem de“meclisi sürece dahil etmek” olarak lanse edebileceği“Çözüm Sürecini Değerlendirme Komisyonu” adımınıattı.

AKP’nin komisyonları

Gerçekte tam bir şark kurnazlığı örneği olan vedinci-gerici akımın karakterine yakışansamimiyetsizliğin göstergesi sayılması gerekenkomisyon manevraları, Kürt hareketi tarafından kerhende olsa benimsenmiş durumda. Zira yapılan eleştirilererağmen, iki komisyonun da önemsendiği ve anlamlıolduğu yönünde vurgular eksik bırakılmıyor. İtirazdaha çok AKP’nin, her şeyi kendince belirlemesine,dolayısıyla süreci kendi başına yürütmesine yapılıyor.

Oysa komisyonlar isimlerinden, bileşimlerinden vegerekçelendirilmelerinden de anlaşılacağı üzere,sadece dinci-gerici akımın hedeflerine hizmet etmekiçin teşkil edilmiştir. Daha baştan AKP ve BDP’ylesınırlı kalan meclis komisyonunun kuruluş amacı“terör sorununu ve bundan kaynaklanan sorunlarıçözmek” olarak ilan edilmişti. BDP, AKP’nin buradakipişkinliğine aldırmadan komisyonda yer alarakAKP’nin işini epeyce kolaylaştırdı. Kürt hareketiningeri çekilme için öne sürdüğü temel bir şartıngöstermelik olarak yerine getirilmesi dışında,komisyonun ne işe yaradığı dahi belli değil. Belki Kürthareketinin çekilme konusunda istediği yasalteminatların pazarlığında rol oynayabilir, ki böyleyseşimdiden AKP’nin pek bir sıkıntı yaşamadan yinekendi hesaplarına uygun bir çerçeve oluşturacağısöylenebilir. Hem sürecin bugüne kadarki seyri, hemde AKP’nin pişkin tavrını yok sayan BDP’nin biryerinden masaya oturmuş olmaktan duyduğumemnuniyet, bunun ipuçlarını yeterli açıklıkta veriyor.

AKP’nin sürecine hizmet konusunda “Akil İnsanlarKomisyonu”nun misyonu daha açık ifade edilmişsayılır. “Halkla ilişkiler çalışması yürütmek, halkısürece kazanmak” görevini üstlenenlerin eziciçoğunluğu zaten dinci akımın yeminli yandaşları. Buda yetmezmiş gibi önemli bir kesimi Kürt düşmanıkimlikleriyle biliniyor. Ortadaki komediye rağmenKürt hareketi kısmi eleştiriler dışında bunu da sineyeçekmiş oldu. İşte öneminden, ciddiyetinden vs.sindendem vurulan süreç böyle ilerliyor. Bir halkınkurtuluşunu tüm halklara düşman dinci-gerici birakımın tasfiyeci hedeflerini en baştan ilan ederekkurduğu bir masaya bağlayanlar, görüşmeleri istihbaratajanlarının yapmasına, hemen her şeyin gizli kapaklıyürütülmesine, muhataplarının hiçe sayandayatmalarına amenna dedikten sonra süreç nedenilerlemesin ki?

“Çözüm kararlılığın”ın semeresi

Hemen öncesindeki açıklamalarla, örneğin “tek

muhatap hükümettir”, “silahlarını gömsün gitsinler”vb. gibi söylemlerle tezat oluşturan bu manevralar,hem Kürt hareketinin hem de AKP’nin “çözümkararlılığını” bir kez daha göstermiş oldu. AKP’ninkararlılığın gelinen yerde planları, zamanlaması,yolları dahi ifşa edilen geri çekilmeyi sağlamayayönelik olduğunu, herhalde yalnızca tasfiyeci çözümsürecinden halkların barışının çıkacağını sananlargörmezden geliyordur. Şimdi sırada bu görmezdengelmenin yardımıyla çok da uzun etmeden atılacakadımlar bekleniyor. AKP’nin, geri çekilme aşamasınınbu denli gerçekliğe büründüğünü gördükten sonra,örneğin istenen yasal teminatları vermesinin önündebir engel bulunmuyor. Bunun düzen cephesinden öylebüyük tepkilere konu edilecek bir tarafı da yok. Enfazlasından CHP ve MHP’nin mevcut düzeydekiatışmalarıyla karşılanır. Ki dönemsel hedefleri,elindeki iktidar aygıtları, özellikle de medya gücüdüşünülürse AKP payına bunlar tolere edilebileceksorunlardır.

Kürt hareketinin AKP’nin son manevralarıkarşısında ne yapacağı kendi cephesinden net olarakaçıklanmış değil. Bunlar hala da ancak satır aralarındaokunabiliyor. Komisyonların kurulmasıyla birlikte ilkadım bir kez daha İmralı ziyareti ve mektup trafiğioldu. Tabii açıklık, şeffaflık üzerine edilen iddialılaflara rağmen her şey yine gizli kapaklı sürüyor. Başlıbaşına ele alınması gereken bu zavallıca tutum biryana açıklamalardan, yazılıp-çizilenlerden sızanlarabakıldığında AKP’nin geri çekilme sonrasına kadarneredeyse hiçbir şey vermeden tasfiyeci oyununusürdüreceği görünmektedir. Kürt basını uzun birsüredir üç aşamalı bir plandan bahsediyor. MuratKarayılan’ın El Cezire televizyonuna verdiğimülakatta planı şu sözlerle özetliyor:

“Üç aşamadan oluşan kapsamlı bir proje var. İlki,çatışmanın durması ve silahlı PKK’lıların çekilmesi.İkincisi, anayasa değişikliği. Şimdi Türkiye’de, bütünmilletleri kucaklaması gereken asıl anayasayıoluşturma çabaları var. Türkiye’de pek çok millet varve yeni anayasa bütün milletlerin haklarını vekimliklerini garanti altına almalı. Anayasa onlarıtanımlamalı. Bu olur da gerçek demokrasigerçekleşirse Kürt halkı kendi diliyle konuşabilir ve

kendini yönetebilirse bölgesini geliştirebilir, özgür veTürk kardeşi ile eşit olabilirse üçüncü aşamaya gireriz.Bu da normalleşme aşaması olur.” (T24, 9 Nisan2013)

Buna göre süreç hala ilk aşamada ve bu aşamanıntamamlanması “silahlı PKK’lıların çekilmesi” ilesağlanacak. Buraya kadar AKP’nin attığı(komisyonların kurulması) ve atacağı (yasal teminat)adımların Kürtler’in hakları içinde hiçbir karşılığı yok.Bir başka deyişle silahlı güçlerin çekilmesine kadarAKP’nin yapacağı tek şey, sözler vermek vekomisyonlar örneğinde olduğu gibi göstermelikmanevralar yapmaktan ibaret.

Olmayacak duaya amin demek…

İkinci aşamada, yani anayasa değişikliği sürecininnasıl yürüyeceği, daha doğrusu bu aşamadakioyalamanın nasıl sürdürüleceği ise AKP’ninhesaplarına bağlı. Yalnız şimdiden Kürt hareketininanayasa konusunda kapıldığı hayalin ne denli temelsizolduğunu, AKP’nin anayasa taslağı bilegöstermektedir. Mesele sadece millet tanımı olsa, “hertürlü milliyetçiliği ayaklar altına” aldığını kamuoyuönünde ilan etmeyi göze alan Tayyip Erdoğan, bukonuda pek de zorlanmadan göz boyayan bir kırıntıyıçok görmez herhalde. Ama dinci-gerici akımdan“bütün milletlerin haklarını ve kimliklerini garantialtına almak ve gerçek demokrasi” beklemek, olmayanduaya amin demekten başka bir anlam taşımıyor.

Emperyalist hesaplara dayalı beklentiler

Kürt hareketinin bu hayali neredeyse tüm yazar-çizerlerinin ağız birliği etmişçesine işledikleri birkonjonktür değerlendirmesine dayanıyor. Düşünülen oki bu süreçte onarımdan geçirilen ABD-İsrail-Türkiyepaktı, tüm parçalardaki Kürtleri kendi eksenineçekmek istiyor ve bu Kürt halkının özgürlüğü içinmuazzam bir fırsat sunuyor. Zira bunun önündekitemel engel, dahası yaşadığımız “bütün sorunlarınanası” Kürt sorunu, dolayısıyla dört parçada da enetkili güç olan Kürt hareketidir. Bunu yokedemeyeceğine göre, yedeklemesi için belli taleplerinikarşılaması zorunludur.

Tüm Ortadoğu halklarına tarihsel ve güncel olarakiliğine kadar düşman emperyalist bir saldırıittifakından medet ummanın adı, çoktandıremperyalistler arası çelişkilerden yararlanmak oluncakurulan hayal de gerçekleşecekmiş gibi görünüyor.Bunun barışla, gerçek demokrasiyle, halklarınkardeşliğiyle ne alakası var? Buna cevap vermeönceliği ise “tüm devrimcileri, ilericileri, muhalifleri”tasfiyeci “çözüm sürecine” destek vermeye çağırankuyrukçu solculara düşüyor.

Bu temelsiz hayaller kurulurken unutulan sadeceemperyalizmin ve başında AKP’nin bulunduğusermaye düzeninin doğası gereği işçilere, emekçilere,gençliğe, ezilen halklara düşmanlığı değil. Hermilliyetten işçilerin, emekçilerin ve gençliğin gerçeközgürlük, demokrasi ve kurtuluştan ne anladığı da biryana bırakılıyor. Her eylem alanından yansıyan öfkeve kararlılık ise gerçeği ısrarla hatırlatmaya devamediyor ve devam edecek, egemenlerin oyunlarını veoyuna kapılanları boşa çıkararak…

“Çözüm sürecinin” yeni manevraları ve temelsiz hayaller…

Page 5: Kızıl Bayrak 2013-15

Güncel Kızıl Bayrak * 5Sayı: 2013/15 * 12 Nisan 2013

“Kürt sorununu çözme” adı altında AKP iktidarıtarafından “Akil insanlar” devreye sokulmuş durumda.Esas olarak Kürt hareketinin tasfiyesini ve Kürthalkının haklı istemlerini kırıntılarla geçiştirmeyihedefleyen bu yeni manevrayı sadece AKP veErdoğan’ın girişimi olarak algılamak elbette büyük biryanılgı olur. “Akil insanlar” mucidinin mevzu hergündeme geldiğinde “Kürt sorunu yoktur, terör sorunuvardır” diyen Erdoğan olmadığı açıktır. Bu yeniprojenin akıl hocası emperyalist-kapitalist sistemin takendisidir. AKP’yi bu metoda yönlendiren gelişmeninarkasında, Kürt halkının taleplerinin artık zor yoluylabastırılamayacağının bilince çıkarılmış olmasıbulunmaktadır.

Öte taraftan AKP hükümeti ve sermaye sınıfı, bucoğrafyada yaşayan çeşitli milliyetlerden işçi veemekçilerin bir “akıl tutulması” yaşadıklarınısanmaktadırlar. Çünkü topladıkları “Akil insanlar”grubunun siyasal geçmişinin dikkat çekmeyeceğinidüşünmüş olmalılar. Zira “akiller” grubunun yüzdedoksanını AKP ve cemaate yakın insanlaroluşturmaktadır. Yine medyadan gruba dâhiledilenlerin büyük bolümü PKK’yi “terörist” olarakgören, KCK operasyonlarında AKP’nin yanında saftutan kalemşörlardan oluşmaktadır. Onlar da Erdoğangibi meseleyi Kürt sorunu olarak değil de bir terör veasayiş sorunu olarak görmektedirler. Çözüm yollarınıda güvenlik çerçevesinde ele alan bu “akiller”grubunun görevleri böylece ortaya çıkmaktadır.

“Akıl tutulmasının” ne kadar etkili olduğu,coğrafyamız insanında zihinsel ve kültürel tahribatınne kadar fazla olduğu “yeteneksizsiniz” gibi yarışmaprogramlarına verilen jürilerin basiretsizliğinden vecehaletinden anlaşılmaktaydı. Milyonların, uzmanlıkgerektiren dallarda karar merciinde bulunanlarındüzeysizliklerini kanıksamış olmalarından hareketleşimdi de “akilsizsiniz” jürisi oluşturuldu. Hem de Kürtsorunu gibi ancak toplumsal bir devrimleçözülebilecek bir sorunu çözme iddiasıyla!

Çok uzağa gitmeye gerek yok, Roboski katliamındadevleti temize çıkarmaya çalışanlar, bir devletpolitikası olarak cumhuriyetin kuruluşundan bu yanaimha ve inkâra tabi tutulan Kürt ulusunun yaşadığıtrajediye nasıl bir çözüm olabilirler.

Akil insan seçilen 62 kişiden 26’sı gazeteci vebunların çok önemli bir bölümü AKP ve Cemaat’eyakınlığıyla bilinen medya kuruluşlarında köşetutmaktalar. Taraf, Yeni Şafak, Star, Bugün, Zaman veYeni Akit’ten tam 19 isim akiller listesinde bulunmakta.Yine Cemaat’in kurduğu Gazeteciler ve Yazarlar VakfıBaşkanı Cemal Uşşak da bu listede. Ayrıca dikkatçeken liberallerinde siyasal İslamcılarla birlikte saftutmaya devam ettiğidir.

Listede Taraf Gazetesi’nden 5 (Oral Çalışlar,Yıldıray Oğur, Mithat Sancar, Murat Belge, VahapCoşkun), Yeni Şafak’tan 4 (Ali Bayramoğlu, HilalKaplan, Hayrettin Karaman, Kürşat Bumin), Star’dan4 (Sibel Eraslan, Fehmi Koru, Beril Dedeoğlu, FadimeÖzkan), Bugün’den 3 (Vedat Bilgin, Ahmet Taşgetiren,Doğu Ergil), Zaman’dan 2 (Mustafa Armağan, EtyenMahçupyan), Radikal’den 2 (Tarhan Erdem, AvniÖzgürel), Akşam’dan Deniz Ülke Arıboğan, Agos’tanBaskın Oran, Yeni Akit’ten (Abdurrahman Dilipak,

Hasan Karakaya), Habertürk’ten Nihal BengisuKaraca, Hürriyet’ten Hüseyin Yayman gibikalemşörler yer almaktalar.

Yine Kürt Alevileri’ni inkâr eden, bütün AlevileriTürk göstermek için büyük bir çaba gösteren, Kürtleriterörist olarak gören şimdinin Hızır Paşası İzzettinDoğan da akiller arasında. Akademik kariyerleri olançeşitli liberallerin yanı sıra Türk-İş Genel BaşkanıMustafa Kumlu ve Hak-İş Genel Başkanı MahmutArslan’da sermayeye hizmet için akiller listesindedir.Bu sendika ağalarının Rifat Hisarcıklıoğlu ve ArzuhanDoğan Yalçındağ gibi sermaye sınıfına mensupburjuvalarla birlikte yer almaları şaşırtıcı değildir. Zira12 Eylül generallerine de zamanında bakan veren aynıTürk-İş’tir.

Ancak dikkat çeken ve şaşırtıcı olan Van depremiiçin yürütülen yardım kampanyası, sendika binalarındayapılan toplantıları, insan hakları ihlallerine karşı İranBüyükelçiliği’ne siyah çelenk koyması, izinli gösterive toplantılara katılması, KESK’e ve diğer kitleörgütlerine yönelik baskı ve gözaltıları protesto etmesi,Roboski katliamı ile ilgili basın açıklaması yapması, 8Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü örgütlemesivb. eylem ve etkinlikleri suç sayılarak soruşturmabaşlatılan, hakkında 1140 sayfadan oluşan biriddianame hazırlanan bir sendikanın genel başkanınınsermaye ve AKP’nin akilleri arasında yer almasıdır.

Akiller arasında kendine yer açılan KESK GenelBaşkanı Lami Özgen aynı zamanda ‘KCK’ye üyeolmakla yargılanmaktadır. Yine onlarca KESK üyesikamu emekçisi gerek KCK’den gerek başka siyasalnedenlerle hapishanededir. Lami Özgen “bir yandanörgüt üyeliği ya da iddia makamı ve hükümetindeyimiyle bölücülükle suçlanıyorum. Bir yandan da bubaşlayan diyalog sürecine paralel gelişen barış zeminigeliştirmeye yönelik oluşturulan komisyonun içindeyer alıyorum. Bu trajedi sadece benim değil, Türkiyetoplumunun trajedisidir” diye bu durumu tariflese de

esasında ortaya çıkan çelişki sermaye devletinin değilkendisine aittir. İnkârı ve imhayı tek çözüm yöntemiolarak gören bir devlet geleneği için kaygı duyulan hiçde “anaların gözyaşını dindirmek” değildir. Aksinegözyaşını bile oy deposu olarak görenlerin esas derdibu son isyanı bastırmak, Ortadoğu’da değişendengelerle birlikte daha da önlenemez hale gelmeden,yangını daha fazla yayılmadan söndürmektir. Akilleringörevi bu tasfiye faaliyetinde süreci hızlandırmak,Kürt halkını kırıntılara razı etmektir.

Akiller listesi ile farklı inanç ve toplumsalgruplardan temsilcilerin bir araya getirildiği izlenimiyaratılmaya çalışılsa da esasta bir araya getirilenlersiyasal islamcısından liberaline, sendika ağasındankapitalistine, gazetecisinden sanatçısına hepsinin varlıknedeni sermaye sınıfının çıkarlarıdır. Hangi ayrımnoktalarına sahip olurlarsa olsunlar bu yegâne ortakamaçları onları bu listede yan yana getirmiştir. Arayakarışan üç-beş kişi ise düzenin yaydığı ham hayallerile oyalanmaktadır.

Sınıflar mücadelesinin bu dönemecinde bir kezdaha esas çatışma alanları ve gerçek çözümplatformları karşı karşıya gelecektir. Ya mesele sınıfakarşı sınıf duruşuyla ele alınarak, Kürt ulusununayrılma hakkı da dâhil kaderini özgürce tayinedebileceği yegâne çözüm yolu yaratılmış olacaktır. Kiancak böylelikle gönüllü birlikteliğe dayalıkardeşleşme mümkün olacak ve işçi ve emekçilerinsosyalist cumhuriyetler birliğinde eşit koşullarda birarada yaşanabilecektir.

Yahut ta kapitalist-emperyalist sistemin çözümplatformuna yedeklenerek ve burjuvazinin bayrağıaltında toplanarak tasfiye sürecine omuz verilecektir.Muhtemeldir önümüzdeki günler, sınıfa karşı sınıfbakışıyla işçileri birliğe halkları kardeşliğe çağırankomünistlerle, işçi ve emekçileri “akillerin” çözümplatformuna çağıran reformist-liberallerin iki farklıtutumuna tanıklık edecektir.

Kürt sorununda “Akil insanlar” sahnede!

Page 6: Kızıl Bayrak 2013-15

Güncel6 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/15 * 12 Nisan 2013

ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin bir ay içindeikinci kez Türkiye’yi ziyaret etmesi, hayra alametdeğil. Kerry’nin 9 gün süreceği açıklanan Ortadoğu veAsya gezisinin ilk durağının Türkiye olmasını, BeyazSaray şeflerinin Ankara’daki işbirlikçi iktidara biçtiğiuğursuz rolün göstermesi saymak gerek.

“Ortadoğu’yu yeniden dizayn etme planı”kapsamında gerçekleşen ABD’li bakanın ziyaretiningündeminde Türkiye-İsrail ilişkilerinin daha dapekiştirilmesi, Suriye’ye karşı yürütülenemperyalist/siyonist saldırının kapsamınıngenişletilmesi, Filistin direnişinin bitirilmesi ve İranüzerindeki kuşatmanın sıkılaştırılması gibi başlıklarvardı.

“İsrail’le aranızdaki pürüzlerihemen giderin”

Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmeye çaba harcayanABD emperyalizmi, Irak bataklığında on yılçırpındıktan sonra, bu bölgede kendi ordusunudoğrudan çatışmalara bulaştırmak istemiyor. Oysa,bölge bir yana, ülkeleri yeniden dizayn etmek bile esasolarak savaş aygıtları tarafından yapılıyor. Afganistan,Irak, Bahreyn, Libya, Suriye örnekleri ve daha niceleribunu gösteriyor.

Ortadoğu halklarına karşı savaş yürütecek bir güçgerekiyorsa, ABD kendi ordusunu bu işebulaştırmayacaksa, bu kirli/kanlı iş taşeronlara düşecekdemektir. Kökten dinci silahlı çeteleri bir yanakoyarsak, ABD’nin bölgedeki en sadık taşeronlarıTürkiye-İsrail ikilisidir. Bundan dolayı ikili arasındakisorunların giderilmesi, büyük bir aciliyet taşıyor. İşteTürkiye-İsrail ilişkilerinin pekiştirilmesi, bundandolayı birkaç yıldan beri ABD başkanı BarackObama’nın gündeminde idi.

Benyamin Netanyahu-Tayyip Erdoğan ikilisinibarıştıran Obama, şimdi bu işbirlikçilerin aralarındakipürüzleri derhal giderip, emperyalist/siyonist plan içinbirlikte işe koyulmalarını istiyor. Nitekim TayyipErdoğan-Ahmet Davutoğlu ikilisiyle görüşenKerry’nin, AKP iktidarının şeflerine, “İsrail’learanızdaki pürüzleri biran önce giderin” talimatıverdiğini, sermaye medyasındaki kalemşör takımı bileaçıkça yazıp-çiziyor. Türkiye-İsrail ikilisinin,Washington güdümünde sıkı bir işbirliği içinde hareketetmeleri ise, vurgulamak gerekiyor ki, bölge halklarınakarşı daha saldırgan bir pozisyon takınacaklarındanbaşka bir anlama gelmez.

Esad yönetimini yıkmak için ABD-Türkiye-İsrail koalisyonu

ABD yönetiminde Kerry, emperyalistlergüdümündeki Suriye muhalefetine daha güçlü destekverenlerin temsilcisi kabul ediliyor.

Nitekim Kerry’nin hem AKP şefi Erdoğan hemAhmet Davutoğlu ile yaptığı görüşmelerde,Suriye’deki silahlı muhalefet ile siyasi muhalefetarasında koordinasyonun sağlanması ve bu gericigüçlere verilen desteğin arttırılması öncelikli gündemmaddeleri arasında yer aldı.

Diplomatik girişimlerin, Suriye’deki yıkıcı savaşın

durdurulmasında etkin mekanizmalar olmadığıkonusunda mutabık kalan ABD emperyalizmi ileAnkara’daki işbirlikçileri, savaşı daha da azdıracakortak adımlar atmaya hazırlanıyorlar.

‘Suriye’nin Dostları’ adlı oluşumun misyonunudoldurduğu sonucuna varan taraflar, Suriye’ye dekigerici muhalefeti destekleyen ülkelerin katılacağı‘çekirdek’ bir temas grubunun oluşmasına ve bu aytoplanmasına karar verdiler.

Suriye’nin yıkımı pahasına da olsa Başar Esadrejimini yıkmak amacı etrafında birleşen ABD-İsrail-Türkiye koalisyonunun yaratılması, Amerika’nınsağladığı Ankara-Tel Aviv uzlaşmasının en önemlisonuçlarından bir kabul ediliyor. Uzlaşma, bu karşıdevrimci koalisyonun, Suriye’deki yıkıcı savaşı dahada körüklemek için, birlikte hareket etmeyebaşlayacaklarına işaret ediyor. Zira Esad yönetimininiki yıldır devam eden kuşatma ve yıkıcı savaşa rağmenayakta durması, dahası askeri alanda silahlı çetelereüstünlük sağlamaya başlaması, özellikle AKPşeflerinin uykularını kaçırmaya başladı.

ABD’nin Suriye’deki yıkıcı savaşa doğrudanmüdahale etmesi için iki yıldır çırpınan Erdoğan-Davutoğlu ikilisi, emellerine ulaşmış görünüyorlar.Ancak ABD’nin kendi askerini bölgeyegöndermeyeceği açık olduğuna göre, aktif tetikçilikTürkiye-İsrail ikilisine, ama özellikle AKP iktidarınadüşecektir.

“AKP Filistin direnişini bitirmelidir”

Bilindiği üzere Kerry, Türkiye’den İsrail’e geçti.Oradan da Mahmut Abbas’la görüşmek üzere BatıŞeria’ya… Yani Filistin direnişini bitirmek de ABDemperyalizminin gündemindeki öncelikler arasındadır.Zira bu, hem İsrail’in rahatlatılması için gerekli hem“bakın biz Filistin sorununu çözmek için de çabaharcıyoruz” görüntüsü yaratmak için gereklidir.

Görünen o ki, bu konuda Erdoğan-Davutoğluikilisi, ABD için “bulunmaz nimet” sayılıyor. ÇünküFilistin adına demagoji yapmak konusunda kimse buikili ile yarışamaz. Hem dinci hem Amerikancı hemİsrail işbirlikçisi olabilmek, ancak AKP gibi gerici birodağa nasip olabilir. Nitekim AKP şefinin Hamas’la dailişkide olması, bu konuda Obama yönetimini

umutlandırmış görünüyor. Bundan dolayı Kerry,(Ortada barış süreci varmış gibi) AKP şeflerinin “Barışsürecinde” aktif rol oynayabileceklerini söyleyerek,Ankara’daki işbirlikçilere verdikleri önemi dile getirdi.Oysa ne Filistin yönetimi ne İsrail, Türk devletiniarabulucu olarak görmek istiyor.

Görüldüğü üzere, AKP iktidarının aktif taşeronluğutetikçilikten ibaret değil. Bununla birlikte Filistindirenişini bitirme misyonunu da üstlenmeye dündenrazı. Geçerken belirtelim ki, Filistin direnişini bitirmekne siyonistlerin ne ABD’nin ne Ankara’daki işbirlikçitakımının haddine düşmüştür.

İran kuşatmasını sıkılaştırma…

Ortadoğu’da emperyalist/siyonist güçler önündesecde etmeyen İran-Suriye-Hizbullah-Filistin direnişikoalisyonunu parçalamak ve bu koalisyonun en güçlütarafı olan İran’ı izole etmek, ABD-İsrail ikilisi ilekörfez şeyhlerinin temel önceliği durumundadır. Aynışeyin AKP iktidarı için de öncelikli olmaya başladığınıgösteren veriler de giderek çoğalıyor. Özellikle Suriyekonusunda İran’la zıt taraflarda durmaları ve İsrail’ikorumak için Malatya Kürecik’e füze kalkanınınyerleştirilmesi, iki devlet arasındaki ilişkilerigerginleştirmeye başladıktan sonra…

ABD-İsrail-Türkiye karşı-devrimci koalisyonununasıl hedefinin İran olduğu konusunda bir tartışmabulunmuyor. Siyonist rejim gibi Obama yönetimi de,İsrail-AKP kucaklaşmasını, İran’ın etrafındakikuşatmayı sıkılaştırmanın olanağına çevirmek içinsabırsızlanıyor. Bundan dolayı Kerry’nin Türkiyeziyaretinin temel gündemlerinden biri de bu konu oldu.

İsrail-Türkiye anlaşmasından sonra gerçekleşenKerry’nin Türkiye ziyareti, her yönüyle uğursuzgelişmelerin habercisidir. Tayyip Erdoğan’ın 16Mayıs’ta Obama ile görüşeceğinin kesinleşmiş olmasıda ayrıca bunu teyit ediyor.

Pentagon’un savaş baronları Ankara’dakiişbirlikçilere bölgede daha aktif bir rol vermekistediklerini ilan ederken, Ankara’daki işbirlikçiler ise,bu alçaltıcı role dünden razılar. Vahim sonuçlaryaratmaya aday bu mutabakat, emperyalizme,siyonizme ve işbirlikçi sermaye iktidarına karşımücadelenin önemini daha da arttırmaktadır.

Savaş baronlarından Ankara’dakiişbirlikçilerine aktif bir rol

Page 7: Kızıl Bayrak 2013-15

Güncel Kızıl Bayrak * 7Sayı: 2013/15 * 12 Nisan 2013

Cezaevlerinin tarihi işkence, baskı, şiddet vekatliamların tarihidir. Sermeyenin vahşet uygulamamerkezi olmasının yanı sıra aynı zamanda devrimci vemuhalif güçlerin şanlı direnişlerine sahne olan birbaşka tarihi daha vardır. Her dönem toplumsalmuhalefeti bastırmak için ilk saldırıya geçilen yercezaevleridir. Çünkü sermaye cezaevlerindekidevrimci iradeyi teslim alırsa toplumsal muhalefetirahatlıkla sindirebileceğini görür. Ancak sermayedevletinin bu alandaki her saldırısı güçlü bir devrimcidirenişle karşılaşmıştır. Devrimci tutsaklar ölümleripahasına her saldırıya karşı bedenlerini siper etmekararlılığı göstermiş, devrimci iradenin teslimalınamayacağını sayısız kez kanıtlamıştır. F tipicezaevleri bu saldırının uç noktasıdır. Hücrelerdevrimci tutsakları kişiliksizleştirme, kimliklerindenarındırma amaçlı devreye sokulmuştur. Ancak 19-22Aralık 2000 katliamı görkemli bir direnişlekarşılaşmıştır.

Bugün cezaevlerinin halen sistematik baskı veişkence merkezleri olduğu açıkça görülmektedir.Hatırlanacağı üzere, F tipi cezaevleri devreyegirmeden önce yularları sermayenin elinde olan boyalıbasın F Tipi cezaevlerinin son derece lüks olduğunugünlerce kitlelere pompalamışlardı. Kuşkusuzsermayenin en önemli saldırı ayaklarından biri işte busatılmış basın ve onun kalemşörlarıdır.

Bugün yine cezaevlerine dönük çıkarılan birgenelge ile yine bu aynı boyalı basın devrede. AKPşefi Erdoğan’ın, “aile görüşmesi” adıylacezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülere “eşleriyle 24saat görüşme imkânı tanıyacaklarını” açıklamasıüzerine, uygulamanın nasıl olacağı tartışılmayabaşlanmıştı. Gelinen yerde bunun nasıl olacağıaçıklanmış bulunuyor. Nasıl uygulanacağı, yetkinincezaevi idaresine mi, yoksa yeni oluşturulacak birkurula mı verileceği henüz belirlenmiş değil. Kuşkusuzhangi kurumsal yapının yetki alanında olursa olsun birkeyfiyetin olacağı tartışma götürmez bir gerçekliktir.Cezaevlerindeki tutsakların 10 saatlik sohbet hakkınınyanı sıra birçok hakkı cezaevi idaresince keyfi olarakengellenmektedir. Zira yasal düzenlemeler ucu açık birşekilde düzenlenmiş ve idarenin keyfi tutumuna havaleedilmiştir. Birçok cezaevinde ‘personel yetersizliği’gerekçesiyle başta sohbet hakkı olmak üzere birçokhak gasp edilmektedir. Çünkü yasal düzenleme bunaçok fazla imkan tanımaktadır.

Şimdi de “eş görüşü” tartışması AKP’nincezaevlerine dönük yeni bir reformu olarak kitlelereempoze edilmektedir. AKP iktidarı cezaevlerisorunuyla fazlaca ‘ilgi’lenmiş, sıklıkla şu veya bunedenle gündeme getirerek toplum nezdinde yanılsamayaratma çabasına girişmiştir. Hitler’e rahmet okutanişkenceleriyle ünlü Diyarbakır Cezaevi’nin kapatılmasıile katliam ve işkence merkezi Ulucanlar Cezaevi’ninmüzeye çevrilmesi, bu yanılsama yaratma çabalarınıngörünen en belirgin yüzüdür. Oysa bilinmektedir ki,cezaevleri konusunda sermayenin AKP’sinin diğerhükümetlerden hiçbir farkı yoktur. 19-22 Aralıkkatliamı mimarlarından Cezaevleri Genel Müdürü’nünAKP iktidarınca terfi ettirilerek ödüllendirilmesi,AKP’nin de hangi yanılsamayı yaratmaya çalışırsa

çalışsın diğerlerinden farklı olmadığınıispatlamaktadır. Zira, AKP’nin on yılı aşkın sürediriktidar basamağını adım adım tırmandığı bir süredecezaevlerine yaklaşımını salt Tekirdağ 1 ve 2 No’lu FTipi Cezaevi’nde yaşananlar dahi yeterincekanıtlamaktadır. Devrimci tutsaklara yönelik tecrit vetredman politikasının derinlemesine uygulanmayaçalışıldığı bu cezaevlerinde baskı, işkence, disiplincezaları vb. günlük birer uygulama halini almıştır.Kamuoyuna yansıyanlar bile F tipi cezaevlerindekitecrit ve tredman politikalarının ne denli vahşiolduklarını gözler önüne sermektedir.

İşte AKP’nin eş görüşü tartışması cezaevlerindekibu genel saldırganlığın sadece bir parçasıdır. AdaletBakanı Sadullah Ergin, “bu tasarının kapsama alanıhenüz belli değil” şeklinde açıklama yapsa da aslındatasarının kapsama alanı belli. 3. Yargı Paketi 7TİP’linin katillerini dışarı salan bir işlev görmüştü. Elikanlı katilleri, yeni katliamlar için dışarı salan yargıpaketi “demokrasi” naralarıyla karşılanmıştı. Aynınaralarla karşılanan 4. Yargı Paketi ise anadildesavunma ile cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlüleredönük eş görüşü serbestisi ile gündeme geldi. Büyükyaygaralar koparan yargı paketleri, ondan medet umanreformist sol güçleri de hayal kırıklığına uğrattı. Dağınfare doğurması cinsinden ortaya çıkan bu ‘demokrasi’paketleri koca bir hiç olarak karşımıza çıkmıştır. Eşgörüşü genelgesinde belirgin olan şey bu yasatasarısının bir “ödül” niteliğinde olduğudur. Nitekimaynı Adalet Bakanı uygulamanın temel hak olmadığını,bir ayrıcalık olduğunu vurguluyor. Dolayısıyla eşgörüşünden faydalanabilecek tutuklu ve hükümlülerecezaevi idaresinin belirlediği sosyal-kültürel-sportiffaaliyete katılma esası getiriliyor. Yani F tipicezaevlerinde bulunanlara tecrit-tredman politikasınınbir ürünü olarak sunulmaktadır. Nitekim devrimcitutsaklar tredman politikasının içerdiği ve cezaeviidaresinin belirlediği hiçbir sosyal ve kültürel faaliyetekatılmamaktadırlar. Dolayısıyla devrimci tutsaklar bugenelgeden faydalanamayacaktır. Eli kanlı katiller,uyuşturucu, çete suçundan cezaevlerinde bulunanlar buçerçevede bu genelgeden faydalanabilecekler. Yani 3.Yargı Paketi’yle katiller dışarı salınırken, dışarısalınmayanlar adeta sermaye devlet tarafındanödüllendirilmektedir.

Eş görüşünden faydalanabilmek için bir başka şartise tutuklu ve hükümlünün cezaevinde hiçbir disiplincezası almamış olması gerekmektedir. Oysa F tipicezaevlerinde bulunan devrimci tutsaklar en uydurmagerekçelerle disiplin cezası alabilmektedir. Keyfiuygulamaların sürgit gittiği F tipi cezaevlerinde tecritve tredman uygulamalarına karşı slogan atan tutsaklarıdahi ‘sebepsiz yere slogan atmak’ suçlamasıyla disiplincezasına çarptırıldığı bilinmektedir. Dahası enuydurma gerekçelerle mektup cezası, kapalı-açık görüşcezasının uygulandığı F tipi cezaevlerinde, eşgörüşünden bahsetmek komediden başka bir şeydeğildir. Tekirdağ 1 ve 2 No’lu F Tipi Cezaevi’ndeyılları bulan kapalı-açık görüş cezası alan devrimcitutsakların yaşadıkları kamuoyuna yansımaktadır. Yenigenelge devrimci tutsakların eş görüş hakkındanfaydalanamayacağı gerçeğini gözler önüne

sermektedir. Sistemin zorlandığı bir başka alan adli tutuklu ve

hükümlülerin de yer yer isyan ettiği gerçeğidir.Geçtiğimiz yıl birçok cezaevinde, koşullara isyan edenadli tutuklu ve hükümlülerin nasıl vahşi uygulamalarlakarşı karşıya kaldıklarını gördük. Devlet bu alanı daıslah etmek istemektedir. Dolayısıyla yasa tasarısına‘firar, isyan gibi eylemlerden hücre cezası alanmahkûma cezaevi yönetimi belli sürelerle eşlegörüşme yasağı koyabilecek’ maddesi de eklenmiştir.Böylelikle huzursuz olan adli tutuklu ve hükümlüleribir parça olsun dizginleyebilmek amacıyla bu yasadevreye sokulmuştur. Bir başka madde ise cezaevindebulunan adli tutuklu ve hükümlüleri kapsamaktadır.Olabilecek herhangi bir yasadışı eylemi, idareye ihbareden kişi de bu yasadan faydalanabilecek. Muhbirliközendirilerek, muhbirler ödüllendirilerek, dışarıya aynımuhbirlik görev ve bilinciyle çıkması hedeflenmiştir.Tüm bu kurallara uyanlar genelgedenfaydalanabilecek. Cezaevlerindeki devrimci tutsaklarise tecrit ve tredman politikası çerçevesinde sistematikolarak, baskı, işkence ve kötü muameleye maruzkalmaya devam edecek.

Sermaye devleti, F tipi tecrit hücrelerinin projesininereden aldıysa, bu genelgenin projesini de aldığı yeraynıdır. Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in sık sıkABD’ye vurgu yapması tesadüf değildir. ABD’de 6ayda bir hiçbir şiddet olayına karışmayan tutuklu vehükümlüler, eş görüşünden faydalanabilmektedir. OysaTürkiye daha ‘demokratik’ bir ülke olduğu için, yıldadört kez 24 saat boyunca eş görüşündenfaydalanılabilecek denilmektedir. Bu zehirli birpropagandadır. Kitlelerin bilincini dumura uğratmaya,belleğini karartmaya dönük bu girişimin maskesi er-geç düşecektir. Devrimci tutsaklar böylesi aldatmalaraalet olmayacaklardır. Eş görüşü değil, hücrelerinparçalanması gerektiği gerçeğinden yola çıkarak canbedelli mücadelelerine devam edeceklerdir. Kuşkusuzişçi sınıfı ve emekçiler, bu mücadelenin en önemliayağıdır.

Devrimci tutsaklar aldatmalara alet olmayacaklar!

Page 8: Kızıl Bayrak 2013-15

Sınıf8 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/15 * 12 Nisan 2013

Sınıf devrimcilerinin bir süredir çalışmalarınıyürüttüğü ve 6 kentte gerçekleştirilmesi planlanan“İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği için SınıfaKarşı Sınıf Kurultayları’nın ilk ayağı 7 Nisan Pazargünü gerçekleştirildi.

İstanbul, İzmir, Bursa ve Adana’dagerçekleştirilen kurultaylarda, “Emperyalist savaş vedevrimci sınıf tutumu” ile “Kürt sorunu ve devrimcisınıf tutumu” tebliğlerinin okunmasının ardından sözişçi ve emekçilere bırakıldı. Açılış konuşması iletartışmanın başlatıldığı kurultaylarda, onlarca işçisöz alarak halkların kardeşliğinin işçilerinbirliğinden geçtiğini haykırdı.

Mücadele kürsüsüne dönüşen kurultaylardaörgütlenme ve sınıfın tavrını ortaya koyma çağrısıyapıldı. Kurltaylar, işçi sınıfının birlik, mücadele vedayanışma gününe yapılan çağrılarla son buldu.

Kurultaylarda BİR-KAR ve Sttutgart BİR-KAR’ın gönderdiği ile birlikte birçok mesaj okundu.Ayrıca kurultaylarda Eksen Yayıncılık standı açılarakkitap ve gazete satışı yapıldı.

İstanbulEminönü Halk Eğitim Merkezi’nde

gerçekleştirilen kurultay divan adına açılış

konuşması ile başladı. Etkinlik programınınduyurulmasının ardından kurultay devrim vesosyalizm şehitleri için yapılan saygı duruşu ilesürdü. Sonra işçi kürsüsü bölümü iki oturumhalinde gerçekleştirildi. Kurultayın ikincibölümü Bağımsız Devrimci SınıfPlatformu’nun (BDSP) konuşması ile başladı.Konuşmanın ardından, Türkiye Komünist İşçiPartisi (TKİP) dava tutsaklarının kurultayagönderdiği mesaj okundu.

Ekim Gençliği adına yapılan konuşmadaemperyalist savaş ve saldırganlığa üniversiteyönetimlerinin de su taşıdığı ifade edildi.

Etkinlikte grevdeki Daiyang işçileri, YurtiçiKargo işçileri, Hey Tekstil işçileri, Genel-İşİstanbul Anadolu Yakası 1 No’lu ŞubeYönetim Kurulu Üyesi Murat Aydoğan,Sosyalist Kamu Emekçileri ve farklısektörlerden çok sayıda işçi söz aldı.

Öncü-devrimci işçilerdenmücadele çağırısı

Daiyang-SK Metal grevcisi Ali Rıza Köse,Daiyang’daki grev süreci ve Kürt sorunuüzerinde durdu. Daiyang’da ve bölgedeki köleceçalışma koşullarına karşı mücadeleyürüttüklerini söyleyen Köse, sendikanın grevsürecini sürekli bir suskunluk içerisinesürüklediğini ifade etti. 4,5 aylık grevsürecinde uzlaşmacı sendikal anlayışınaşılması gerektiği dersini çıkardıklarınısöyleyen Köse, fiili-meşru mücadeleyi hayatageçirmenin önemini vurguladı.

Bir başka Daiyang işçisinin eşi vemücadele arkadaşı Çiçek Aksu dasalondakilere seslendi. Daiyang’taki grev

sürecine değinen Aksu, bu süreçte kendileriyledayanışma içinde olan sınıf devrimcilerine teşekküretti. Eski Ontex direnişçisi Gamze Kayhanemperyalist savaşların kadın işçilere etkileri üzerinekonuştu. İşten atmaların kadın işçileri daha fazlaetkilediğini ve kadınların düşük ücretlere mahkumedildiğini vurguladı.

“Kürt ve Türk emekçilerdirenişlerde kardeşleşiyor!”

İşçi kürsüsünün ikinci oturumu, öncelikle sürenve yakın zamanda tamamlanan direnişlerden işçilerinkonuşmalarıyla başladı.

Teknopark direnişini kazanımla sonuçlandıranişçilerden Burçin Kuz, direniş sürecinde Türk veKürt işçiler olarak sınıf kimlikleriyle direnerekkazandıklarını belirtti. Bundan sonra da bütündirenişlerde böyle kazanacaklarını ve kardeşleşmeyisağlayacaklarını ifade ederek konuşmasını noktaladı.

Nakliyat-İş üyesi Yurtiçi Kargo direnişçisiMurat Doğan, şu anda binlerce işçiyi örgütlemekiçin mücadele yürüttüklerini ifade etti. AKP eliyleyürütülen emperyalist savaş politikalarına da değinenMurat Doğan, mevcut sürecin onurlu bir barışgetirmeyeceğini, Kürt hareketinin tasfiye edilmek

istendiğini belirtti. “Selam olsun işçi sınıfınınkomünist partisine!” sözleriyle konuşmasınınoktalayan Doğan, işçi sınıfının komünist partisiylesınıfın birliğinin sağlanması ihtiyacına vurgu yaptı.

Kürt açılımı aldatmacası ve TEKEL direnişiüzerine konuşan Elta işçisi Zeynel Kızılaslan,işçilerin birliği halkların kardeşliği şiarınınTEKEL’deki direniş sürecinde görüldüğünü ifadeederek konuşmasına başladı. Farklı milliyetlerdenişçilerin direniş içerisinde nasıl kardeşleştiğininTeknopark ve TEKEL gibi direniş süreçlerdegörüldüğünü dile getiren Kızılaslan, işçilerin birliğihalkların kardeşliği mücadelesinin işçi sınıfınınkurtuluş mücadelesinin bir programı olarakfabrikalarda hayata geçirilmeyi beklediğinisöyleyerek konuşmasını noktaladı.

Konuşmaların sona ermesinin ardından divanadına kapanış konuşması yapıldı ve kurultayın işçisınıfının Kürt sorunu ve emperyalist savaşkonusunda irade beyanı anlamına geldiği belirtildi.Sınıfa karşı sınıf iradesini ete kemiğe büründürmekiçin kurultayın bir adım olduğu ifade edildi ve 1Mayıs çağrısı yükseltildi. Kurultay, Adalılar’ınezgileriyle sona erdi.

İzmirFuar Gençlik Tiyatrosu’nda gerçekleştirilen

kurultay, hazırlık komitesi sözcüsü tarafındanyapılan açılış konuşması ile başladı. Saygı duruşu iledevam edilerek, divan tarafından kurultay gündemiaktarıldı.

Tebliğlerin okunması ile süren kurultayda,konuşmacılardan ilk söz ÇHD adına Avukat İmdatAtaş’a verildi. Ataş konuşmasında ÇHD’ye yönelikoperasyonlara değinerek, tüm muhalif kesimlerinbaskı altına alınmaya çalışıldığını ifade etti. Ataş,ÇHD olarak, ilericilerin, devrimcilerin ve ezilenlerinyanında olmaya devam edeceklerini belirterek vekurultayı selamladı.

Çeşitli sektörlerden öncü işçilerin konuşması ileilerleyen kurultayda 75 gün boyunca Senkromeçfabrikasında direnen Muharrem Subaşı birkonuşma yaptı. Subaşı, ilk olarak sermaye sınıfının

Sınıfa Karşı Sınıf Kurultayları 4 kentte gerçekleştirildi...

Kurultaylarda birlik ve kardeşlik çağrısı!

7 Nisan 2013 / İzmir

7 Nisan 2013 / İstanbul

7 Nisan 2013 / İstanbul

Page 9: Kızıl Bayrak 2013-15

Sınıf Kızıl Bayrak * 9Sayı: 2013/15 * 12 Nisan 2013

işçi sınıfının bilincini bulandırarak sınıfmücadelesini manipüle etmeye çalıştığını söyledi veişçi sınıfının sınıf temelinde birleştiği oranda tümayrımları ortadan kaldıracağını ifade etti.

BDP İl Başkan yardımcısı Orhan Ayhan,TÜMTİS İzmir Şube Başkanı Şükrü Günseli ile işçive emekçiler kürsüsünden söz aldı.

Türkiye işçi sınıfıayaklanmaya hazırlanmalı!

Kısa bir ara verildikten sonra kurultayın ikincibölümüne geçildi. İkinci bölüm Çiğli Belediyesi’ndeçalışan devrimci bir işçi tarafından yapılan konuşmaile açıldı. Konuşmada emperyalist savaşların çarpıcısonuçlarına değinilerek, savaşların haklı haksızayrımlarına vurgu yapıldı. İşçi sınıfının vedevrimcilerin haklı savaşları desteklemesi gereğineişaret edilerek, Kürt halkının haklı savaşınıdesteklemek gerektiği ancak gerçek anlamda barışın,kapitalist ilişkilerin özel mülkiyetin olmadığı birdüzenle sağlanabileceği vurgulandı.

Yine ikinci bölümde Çiğli’den emekçi bir kadınsöz alarak savaşın emekçi kadınlar üzerindekiyıkıcılığını anlattı ve emekçi kadınları bir adım öneçıkmaya ve mücadele etmeye çağırdı.

BDSP adına yapılan konuşmada işçi sınıfınıntarihsel misyonuna işaret edilerek, dünyadakiayaklanmaların Türkiye’ye de yansıyacağı ancakTürkiye işçi sınıfının bu ayaklanmalara hazırlanmasıgerektiği ifade edildi. İşçi sınıfının siyasallaşmasıgerektiğine dikkat çekildi.

Ayrıca ikinci bölümde Manisa ve İzmir’den çoksayıda metal işçisi, Dicle ve İzmir Üniversitesi’ndenöğrenciler, Çiğli ve Buca’dan emekçiler ve EkimGençliği söz alarak birer konuşma gerçekleştirdi.

Metal işçilerinin ağırlıklı olarak katıldığıkurultayda kürsüde de işçiler ağırlıklı olaraksözlerini söylediler. Son yıllarda sendikal mücadeleile örgütlenen Micha, Schnieder, Senkromeç işçileriile belediye işçileri de kurultaya katıldılar.

Kurultayda DHF, PSA Çiğli Şubesi, Eğitim Sen 3No’lu Şube Başkanı Ulaş Yasa ve Tüm Bel-Senkadın sekreteri Aygün Öğrendi’nin mesajları okundu.Ayrıca, kurultaya TÜMTİS, DHF, BDP, TKP 1920katıldı. Kurultay

Manisa’dan işçilerin hazırladığı müzik dinletisieşliğinde çekilen halaylar ve marşlarla sona erdi.

Adanaİnşaat Mühendisleri Odası’nda yapılan kurultay,

çeşitli iş kollarında çalışan işçiler ve kurultayöncesinde biten Mersin Liman direnişindeki işçilerinkatılımıyla toplandı.

İlk olarak saygı duruşuyla başlayan kurultay,örgütlenmeye çağrı yapan açılış konuşması iledevam etti. Kurultay divanına Av. AdnanEryılmaz ve KHK sözcüsünün çağrılmasınınardından bir konuşma yapan Eryılmaz kitleyiArapça selamlamayla başladığı konuşmasınaSuriye’de son yaşananlara kısaca değinerekdevam etti. Halkların kardeşliğine vurgu yaptı.KHK sözcüsü ise kurultay hazırlık çalışmalarınıaktardı. Tebliğlerin okunmasının ardından söz işçive emekçilere bırakıldı.

Patronların karşısına birlikte çıkmalıyız!

İlk olarak söz alan Mersin LimanDirenişi’nden bir işçi “Yaşasın işçilerin birliği,halkların kardeşliği” şiarıyla konuşmasınabaşladı. Liman işçisinin yaptığı coşkulukonuşmada işçilerin ayrımlardan önce sınıfbilincine sahip olmasına vurgu yaptı. “Patronlarkarşımıza çıkarken ayrımlarla çıkmıyorlar. Büyük birgüç olarak polisiyle, emniyetiyle karşımızaçıkıyorlar.” ifadelerini kullanarak işçilerin de bir güçolarak, örgütlenerek patronların karşısına çıkmasıgerektiği vurgulandı. Liman direnişçisi sözünüdireniş sürecini anlatarak devam ettirdi.

Sonrasında kürsüden Sosyalist KamuEmekçileri adına konuşma yapıldı. Konuşmadasermayenin saldırılarına değinilerek, sendikalarayönelik yapılan itibarsızlaştırma girişimlerine dikkatçekildi. KESK’ e yönelik saldırılara da değinilenkonuşmada, örgütlenmenin önemi vurgulandı.“Sınıfa karşı sınıf, düzene karşı devrim, kapitalizmekarşı sosyalizm!” şiarıyla mücadele edilmesigerektiği ifade edildi.

BES Şube Başkanı Sinan Tunç halklarınkardeşliğini öne çıkaran ortak mücadele vurgusuyaparak, kurtuluşun birlikte mücadeleden geçtiğiniifade etti. Tek kalıcı çözümün böyle mümkünolacağını belirtti.

Genel-İş üyesi bir taşeron belediye işçisi taşeronişçilerin örgütlenme mücadelesine değindi.“Gücümüz birliğimizden gelir” diyen belediye işçisikonuşmasında mücadele vurgusu yaptı.

Limanda çalışan bir işçi örgütlenme süreçlerinedeğindi ve mücadeleci sendikalarda örgütlenmeninönemine dikkat çekti. Nasıl patronlara karşımücadele etmek gerekiyorsa sendika bürokratlarınakarşı da mücadele edilmesi gerektiğini belirtti. Kürtkökenli olduğuna değinen Liman işçisi patronun dakendi çıkarlarını kabul ettirmek istediğindekendisiyle Kürtçe konuştuğunu ancak önemli olanınişçilerin sınıf birliği ve kardeşliği olduğunu anlattı.

Kürsü konuşmalarından sonra kısa bir araverilerek tiyatro gösterimi yapıldı. Türk, Kürt,Arap milliyetinden işçilerin anadillerindehayatlarını özetleyen cümlelerle başlayan tiyatrobeğeniyle izlendi. Gösterim sonunda hazırlanansonuç bildirgesi okundu ve divan tarafındankapanış konuşmaları yapıldı. Kurultay bir limanişçisinin bağlama eşliğinde söylediği türküler vehalaylarla bitirildi.

BursaHalkların kardeşçe yaşayacağı, sınıfsız ve

sömürüsüz bir dünya için ortaya konulmuş biriradenin ifadesi olan kurultaya çeşitli işkollarındanişçiler, sendikalar ile ilerici ve devrimci kurumlarkatıldı.

Kurultaya katılanların selamlanmasının ardındanişçi sınıfının devrim ve sosyalizm davasında şehitdüşenler adına saygı duruşu gerçekleştirildi.Program, açılış konuşmasıyla devam etti.

İki ana tebliğin sunulduğu kurultayda Bosch

direnişçisi Akan Yılmaz ve diğer kurultayıselamlayan mesajlar okundu.

Maslak’taki Bosch Genel Merkezi önündedirenişlerini sürdüren direnişçi işçilerinden AkanYılmaz mesajında Bosch’taki süreci aktarırken,direnişlerine destek istedi.

Kurultayın serbest kürsü bölümünde ilkkonuşmayı TAT işyeri temsilcisi gerçekleştirdi.Toplusözleşme süreçleri hakkında bilgi verentemsilcisi, Pakmaya direnişçilerinden selamgetirdiklerini dile getirerek direnişe destek olmaçağrısında bulundu.

Bir metal işçisi, mücadelenin sınıf kimliğinigeliştirdiğine dair vurgu yaptı. İşçiler sınıf kimliğininasıl edinir sorusunu cevaplayan işçi, sendikalaşmasüreçlerinin deneyimlerini aktardı. Laz’ın,Çerkez’in, Türk’ün ve Kürt’ün aynı tozun içindekimlik edinmeye çalıştığını belirtti. Buradadüşmanın açık olarak tanındığını sözlerine ekledi.

Ardından devrimci bir genç işçi, Denizler’lesembolleşen anti-emperyalist mücadele geleneğinevurgu yaptı. “Emperyalizme karşı şimdi Denizolunmalı” denildi.

Metal İşçileri Birliği çalışanı bir Coşkunözişçisinin konuşmasında ise emperyalistsaldırganlığın ekonomik ve sosyal yıkım boyutunadikkat çekildi. Savaşın faturasının işçilereçıkarıldığını belirtildiği konuşmada, “Patriotların,füze kalkanlarının, emperyalist saldırganlığınfaturasını ağır çalışma koşulları, düşük ücretler,yoğun sömürü olarak ödüyoruz” denildi.Konuşmasını devrimci sınıf partisinin bayrağıaltında birleşme çağrısıyla sonlandırdı.

Kurultaya çağrıları görerek katılan bir inşaatişçisi ise kurultayı anlamlı bulduğunu, ama arkasınıngelmesi gerektiğini belirtti ve “kurultay yarın bananasıl ulaşacak?” sorusunu sordu.

Bir emekçi ise gündemdeki barış tartışmalarınadeğinerek “Sınıfa karşı sınıf demek devrimdemektir!” dedi. Proletaryanın devrimi fabrikalardaaradığını söyledi.

TÜMTİS Şube Yönetim Kurulu Üyesikonuşmasında iki sınıf olduğuna dikkat çekti,ezenlerin saldırılarını yoğunlaştırdığını ifade etti.Örgütlülüğün güç olduğu belirterek, “sınıfmücadelesinde birarada durmayı bilmeliyiz” dedi.

Partizan temsilcisi ve Halkevleri Bursa ŞubeBaşkanı Ahmet Keskin birer konuşma yaparak,kurultayların ve dayanışmanın önemine vurguyaptılar.

Serbest kürsüsün ardından konuşmalarıtoparlayan ve 1 Mayıs’a çağrı yapan bir kapanışkonuşması yapıldı. Kurultaya Partizan, Halkevleri,TÜMTİS, DHF ve Dersimliler Derneği’nden katılımoldu.

Kızıl Bayrak / İstanbul-İzmir-Adana-Bursa

7 Nisan 2013 / Adana

7 Nisan 2013 / Bursa

Page 10: Kızıl Bayrak 2013-15

Sınıf10 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/15 * 12 Nisan 2013

Birleşik Metal-İş yöneticilerinin “anlayış farklılığı”gerekçesiyle DİSK yönetimindeki koltuklarını terketmesi ve Erol Ekici’nin DİSK Genel Başkanlığı’ndanistifasıyla birlikte gündeme gelen DİSK OlağanüstüGenel Kurulu 6 Nisan’da toplandı.

Sınıf mücadelesinin gündemlerinden veihtiyaçlarından uzak, tamamen koltuk kavgasıüzerinden gündeme gelen Olağanüstü genel kurulsüreci, DİSK’te yaşanan bürokratik yozlaşmayı bir kezdaha gözler önüne sermiş oldu. Genel kurul gününe deDİSK’i bekleyen görev ve sorumluluklarından ziyadebu tablo rengini verdi.

Hesaplar, kulisler, hezimetler, sürprizler...

DİSK Olağanüstü Genel Kurulu belli ki günlerceönce oluşturulan kulislerde toplanmaya başlamış,kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıklarla adaylar velisteler belirlenmiş, mutabakatlar oluşturulmuştu.Genel kurula ise önden alınan kararların ve varılanmutabakatların oylanması kalmıştı.

Bütün bu planlar genel kurul gününe de olduğu gibiyansıdı. Olağanüstü genel kurulun DİSK üyelerine vedevrimci-ilerici güçlere yasaklanmak istenmesi, delegeve sendika yöneticilerinin genel kurul salonunda topluhalde o kulisten bu kulise dolaşması, koltuk hesabıüzerinden kurulan pazarlık masaları vb. görüntüler,bugün DİSK’e hakim olan mevcut anlayışı da gözlerönüne serdi.

Fakat olağanüstü genel kurul sürecini bu temeldeele alanlar, tam da üzerinde hareket ettikleri bu kaypakzeminin sonuçları ile de karşılaşmış oldular. BirleşikMetal-İş Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu’nun genelkurulda yaşadığı hezimet bu açıdan dikkat çekicidir.Sınıf mücadelesinin çıkarları ve ihtiyaçlarından ziyadekoltuk hesabı ve pazarlığı üzerinden hareket eden, gizlikapaklı kulislere bel bağlayan, bu açıdan burjuvapolitikacılara parmak ısırtacak yöntemlere başvuranBirleşik Metal-İş yönetimi parçası oldukları builişkilerin sonuçlarıyla da karşı karşıya kaldılar. Bututumlarıyla tepki toplayan Serdaroğlu ve BirleşikMetal-İş yöneticilerinin, sözde “anlayış farklılığı”üzerinden gündeme getirdiği olağanüstü genel kurulmacerası da nihayetinde böyle bir pazarlık masasındason buldu.

Olağanüstü genel kurulda Arzu Çerkezoğlu’nunGenel Sekreter seçilmesi ise belki de kendisinin dahibeklemediği sürpriz bir sonuç oldu. Bu sonucun ortayaçıkmasının gerisinde önden oluşturulan ittifaklarınçatırdaması ve kimi hesapların genel kurul günübozulması kadar, taşeronlaştırma saldırısına karşıyürütülen mücadelede Dev Sağlık-İş Sendikası’nın katettiği mesafenin ve DİSK içerisinde yarattığıdinamizmin de payı olmuştur.

Yasakçı tutum karşısında kaçak dövüşmek, bu suça ortak olmaktır!

DİSK Olağanüstü Genel Kurulu’nda yaşanan birbaşka ayıp ise, devrimci ve ilerici güçlerin yanı sıradelege olmayan DİSK üyelerine karşı kurulanbarikatlar oldu. Olağanüstü genel kurul salonunadelegeler dışında kimse alınmak istenmedi. Kürsükatılımcılara kapatıldı.

DİSK adına genel kurulda ortaya konan bu tutumuve kendilerine yönelik dayatmaları kabul etmeyen sınıfdevrimcileri, DİH ve Şişli Belediyesi işçileri fiiliolarak yasakçı tutumu kırarak salona girdiler. Kürsüyasaklansa da kendi tutumlarını salona dönükkonuşmalarla ve sloganlarla ortaya koydular. Yasakçı-dayatmacı tutum karşısında doğru olan ve yapılmasıgereken de buydu. Zira sınıf mücadelesi, onun birparçası olan sendikal mücadele ve DİSK hiç kimsenintekelinde değildir. Hele hele işçi sınıfı karşısındabürokratik bir kasta dönüşmüş olanların eline aslabırakılmamalıdır.

Fakat bugün kendisine ilerici-devrimci misyonlarbiçen, dahası “mücadeleci-sınıf sendikacılığı”iddiasıyla boy gösteren bir dizi çevre DİSKyönetiminin bu dayatmacı tavrına boyun eğdi. Sözegelince sınıf davasını temsil etme işini kimselerebırakmayan bu çevreler, olağanüstü genel kurulaönlerine kurulan barikatları yıkıp aşarak girmek yerineDİSK yönetimine “çaktırmadan” girmeyi tercih ettiler.Ve bu davranışlarıyla DİSK bürokrasisinin işlemişolduğu suça ve utanca ortak oldular.

Halkevi, ESP gibi siyasi çevrelerin yanı sıraLimter-İş, Nakliyat-İş vb. kendisini mücadelecisendika atfedenler, DİSK bürokrasisinin yasakçı-dayatmacı tutumuna karşı sessiz kalmakla yetinmeyip,kendileri de dahil olmak üzere genel kurula katılmakisteyenlerin önüne kurulan barikatları da uzaktanizlemekle yetindiler.

Olağanüstü genel kurul tablosu sınıf devrimcilerini bir kez daha doğruladı

Sınıf devrimcileri olarak DİSK’in verili tablosuüzerinden “sorunun parçası olanlar, onu çözemezler”demiştik. Nitekim son olağanüstü genel kurul süreci butespiti doğrulamış oldu.

DİSK Olağanüstü Genel Kurulu’nda ne işçi sınıfınıhedefleyen güncel saldırılar karşısında neler yapılacağıtartışıldı ne de bu doğrultuda bugüne kadar orta yerdebırakılan sorumlulukların hesabı verildi. Sözde“DİSK’i yeniden kurma” iddiaları dışında hiç kimsegerçek bir mücadele programı ile çıkmadı. Gerçek biryenilenme ve mücadelenin ihtiyaçlarına yanıt veren birDİSK yaratmak ancak böyle mümkün olabilirdi.

Elbette koltuk derdine düşmüş bürokratik kasttanbunları yapmalarını beklemek boşuna bir çaba olurdu.Zira DİSK’i yeniden kurmak, sınıf mücadelesininihtiyaçlarına yanıt verecek bir konuma getirmek altıboş laflarla, ya da koltuk pazarlıklarıyla gündemegelen genel kurullarla olacak bir iş değildir. Bu ancakgerçek anlamda taban dinamizmine dayanarakbaşarılabilir. Sınıfın mücadele gündemlerine yanıtvererek gerçekleştirilebilir. Tıpkı DİSK’in ilk çıkışındaolduğu gibi. Sınıfın devrimci dinamizmine dayanarakve yüzünü devrime, devrimcilere dönerek. BugünDİSK’i takatsız bırakan, mücadele dinamiklerinikörelten uzlaşmacı-icazetçi anlayışın bunu başarmasımümkün değildir. Son olağanüstü genel kuruldanyansıyanlar tüm açıklığıyla bu gerçeği teyit etmiştir.

DİSK’te Beko-Çerkezoğlu dönemi

Birleşik Metal-İş yönetiminin “anlayış farkı”

gerekçesiyle istifa etmesiyle başlayan sürecinsonunda Kani Beko DİSK’e Genel Başkan seçildi veOlağanüstü Genel Kurul’da yaptığı konuşmasındanasıl bir anlayışı temsil ettiğini de ortaya koydu.

Konuşmasında sınıfın mücadele gündemlerinehemen hemen hiç değinmeyen, sınıfa dönük bir diziönemli saldırıyı ise es geçen Beko, devletkurumlarıyla ilişkileri düzeltmekten, partilerüstüburjuva bir sendikal anlayışı DİSK’e hakimkılmaktan bolca bahsetti. Bugüne kadar Genel-İşşahsında bu tutumu eksiksiz yerine getiren ve düzenpartileri ve siyasetiyle ile kol kola yürüyenlerdenfarklı bir yaklaşım sergilemeleri elbette beklenemez.Birleşik Metal-İş şahsında karşımıza sık sık çıkan buaynı anlayışı olağanüstü genel kurul vesilesiylekaleme aldığımız broşürde şu sözler ile mahkumettik: “DİSK’i devrimci politika ve müdahaleyekapatacak ve onu kendinden menkul bir bürokratikyapı haline getirecek bir anlayışın kendisinidayatmasından başka bir şey değildir. Burjuva‘partilerüstü sendikacılık’ anlayışının bir çeşit türeviolan bu tehlikeli tutum, DİSK’in değerlerineyabancıdır. Zaten sınıf devrimcileri Birleşik Metal-İş’in genel kurulu sürecinde bu anlayışla sert birmücadele de yürütmüşlerdi. Unutulmasın ki, bu genelkurullarda sınıf devrimcilerine ve devrimci işçilere‘iç işlerimize karışamazsınız’ diyerek kürsülerikapatmaya çalışanlar, düzen partilerinin kendilerinesendikacılık dersi vermelerini suskunluklageçiştirmişlerdi.”

Genel kurulda sürpriz bir şekilde DİSK GenelSekreterliğine seçilen Arzu Çerkezoğlu ise yaptığıkonuşmada sınıfın gündemlerine ve pratik olarakkendi mücadele süreçlerine değindiyse de DİSK’ehakim olan anlayışı eleştirmekten, hatta dokunmaktandahi geri durdu. Taşeronlaştırmaya karşı verilenmücadelenin dinamizmini ve etkisini arkasına alanÇerkezoğlu, yukarıda ifade ettiğimiz tutumuylamevcut sendikal anlayışın uzağında olmadığını dagöstermiş oldu.

Öncü-devrimci işçilereçağırımızı yineliyoruz...

DİSK Olağanüstü Genel Kurulu sınıfmücadelesinin ihtiyaçları doğrultusunda bir içmücadeleye ve yenilenmeye vesile olmak şöyledursun, tamamen koltuk pazarlıklarına sahneolmuştur. Bu haliyle DİSK sınıf mücadelesininihtiyaçlarına yanıt verememekte, dahası var olanmücadele dinamiklerini uzlaşmacı-icazetçi-yasalcıanlayış üzerinden köreltmektedir.

İşçi sınıfını hedef alan kapsamlı saldırılarıngündemde olduğu bir dönemde işbirlikçi-icazetçi birçizgiyle, sınıf mücadelesini sermaye ile masa başındayürütülen pazarlığa indirgeyen bürokratik yapıylaartık bir yere varılamaz. Sermayenin kapsamlısaldırıları ise bu yapıyla asla geri püskürtülemez.

Tüm bu tabloyu ancak işçi sınıfının tabandinamizmine dayanan yeni bir çıkış değiştirebilir. Budinamizmi açığa çıkaracak, yönlendirecek vebüyütecek olan ise öncü ve devrimci işçilerdir. Yenibir devrimci ve mücadeleci bir sendikal hareket ancakböyle bir sürecin ürünü olabilir.

DİSK Olağanüstü Genel Kurulu’nun ardından...

Taban dinamizmine dayanan yeni bir çıkışa ihtiyaç var!

Page 11: Kızıl Bayrak 2013-15

Bir süre önce genel merkez yönetim kurulundayaşanan istifalar sonucunda olağanüstü genel kurulagitme kararı alan Devrimci İşçi SendikalarıKonfederasyonu’nun Olağanüstü Genel Kurulu 6Nisan Cumartesi günü Beşiktaş’taki Mustafa KemalMerkezi’nde gerçekleşti.

2. turda yeter sayısına erişilmesi ile sonuçlananseçimlerde, genel başkanlığı Genel-İş Sendikası GenelBaşkanı Kani Beko, genel sektereterliği Dev Sağlık-İşSendikası Arzu Atabek Çerkezoğlu kazandı.

Genel Kurul’da yasakçı anlayış!

Genel kurula bir kez daha yasakçı ve bürokratikanlayış damgasını vurdu. Delegelerin genel kurulsalonuna girişi sırasında basın açıklaması yapanDevrimci İşçi Hareketi üyeleri, “DİSK’te patronsendikacılığına izin vermeyeceğiz” pankartı açtılar.

Açıklamanın ardından genel kurul salonuna girmekisteyen ve delege olmayan DİSK üyeleri, BağımsızDevrimci Sınıf Platformu, direnişçi Şişli Belediyesiişçileri ve DİH’lilerin salona girişi, DİSKyöneticilerinin talimatıyla engellendi.

Salona girişe izin vermeyen görevliler ve DİSK’ebağlı çeşitli sendikaların bürokratları uzun süre girişiyasakladılar.

Genel kurul başlamadan önce salona giriş yapan birgrup BDSP’li ise açılış konuşması yapıldığı sırada tümsalona seslenen konuşmalar gerçekleştirdiler. DİSK’ehakim bürokratik ve yasakçı anlayışın teşhir edildiğikonuşmalarda salona görevli kollukları ile girmeyeçalışanların ‘kaçak dövüşü’ de teşhir edildi. Dışarıdada sloganlarla devam eden protestonun ardından birsüre sonra kapıya yüklenilerek içeriye giriş yapıldı.Barikat ve kapı yüklenilerek aşıldıktan sonra, sloganlarve teşhir konuşmaları eşliğinde yasakçı anlayışa karşıbir süre protesto gerçekleştirildi.

Genel kurulun başlamasının ardından divan üyeleriapar topar kürsüye gelirken delegelere yönelik serbestkürsü de fiilen yasaklandı. Şişli Belediyesi’nde bir dizisorun yaşandığını ve bu sorunları genel kurulda dilegetirmek istediğini belirten bir delegenin itirazı dahidikkate alınmadı ve divan tarafından “burası yeri

değil” denilerek geçiştirildi. Yaşanan gerginlikler nedeni ile verilen aranın

ardından genel kurul devam etti. Divan ilk olarakyönetim adaylıklarını duyurdu. Konuşmalarageçilmeden önce hızlı biçimde kurulların raporlarıokundu ve tüzük değişikliği kararı alındı. DİSKYönetim Kurulu üye sayısı 9’dan 7’ye düşürüldü.

Daha sonra sırasıyla Başkanlık için aday olan KaniBeko, Ali Rıza Küçükosmanoğlu ve Genel Sekreterlikiçin aday olan Arzu Çerkezoğlu, Adnan Serdaroğlukonuşmalarını gerçekleştirdiler.

Serdaroğlu’nun konuşmasının ardından ara verildi.Ara sonrası seçimler yapıldı.

Genel Başkan Beko,Genel Sekreter Çerkezoğlu

Başkanlık için yeter sayısı olan 248 oyaulaşılamadığı için ikinci tur seçim yapıldı. İlk turda206 oy alan Kani Beko ikinci turda 280 oy alarakGenel Başkan, ilk turda 119 oy alan Arzu Çerkezoğluikinci turda 181 oy alarak Genel Sekreter seçildi.Sonuçların tamamlanması ile birlikte, sürpriz birşekilde yönetimde yer bulan Arzu Çerkezoğlu’na ilgioldukça yoğundu.

Olağanüstü genel duruldan notlar: - Olağanüstü Genel Kurul, gergin konuşmalar ve

pazarlıkların gölgesinde, mücadele perspektiflerinintartışılmadığı bir düzlemde gerçekleşti,

- Genel İş, Birleşik Metal İş, Lastik İş sendikalarısalona toplu giriş ve çıkışlarla gövde gösterisi yarışınagirdiler,

- Salona girmeleri kısa süreliğine de olsaengellenen direnişçi işçiler, sloganları ile kurula coşkukatan tek unsurdu,

- Katılım zayıf olurken, salonun yarısı boştu, - Sınıf devrimcileri, “Devrimci bir DİSK için öncü

işçiler görev başına” başlıklı broşürle genel kurulamüdahale ettiler. Ayrıca dağıtılan bildirlerle kurultayçağrısında bulundular.

- Kızıl Bayrak, YDİ Çağrı, Birgün gazeteleri veGenç Sen stand açtı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Sınıf Kızıl Bayrak * 11Sayı: 2013/15 * 12 Nisan 2013

Sağlıkçılar 17Nisan’da grevde!

Sağlıkta neoliberal saldırılar ile birlikte hekimve sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olayları dabirbirini izledi. Kimi zaman yoğun iş yükünedeniyle genç doktorların intihar haberleri geldi,kimi zaman ise öfkesi yanlış hedefe yönlendirilenhasta yakınları sonu ölümle biten saldırılardabulundular.

Geçtiğimiz yıl da Gaziantep Avukat CengizGökçek Devlet Hastanesi’nde (sonradan Dr ErsinArslan Devlet Hastanesi olarak değiştirildi) GöğüsCerrahisi Uzmanı Dr. Ersin Arslan, bir hasta yakınıtarafından odasında bıçaklanarak katledilmişti.

Sağlık örgütleri Arslan’ın birinci ölümyıldönümünde hem Arslan’ı anmak, hem de baytaşiddet olmak üzere sağlık alanındaki sorunlarınıdile getirmek için bir günlüğüne grevegideceklerini duyurdular.

Sağlık alanında örgütlü sendikalar, derneklerve meslek odalarının girişimleri ilegerçekleştirilecek olan ve “Böyle sağlık sistemiolmaz bu şiddet sona ersin!” şiarıyla örgütlenengrevde, sağlık çalışanlarına yönelik şiddetibesleyen sebeplerin ortadan kaldırılması talepediliyor.

Atanur: “Sağlık emekçilerindebu irade mevcuttur”

Greve dair sorularımızı yanıtlayan SağlıkHizmetleri Sendikası (SES) İzmir Şube Başkanı Dr.Veli Atanur, Türkiye Sağlık Meslek ÖrgütleriPlatformu olarak alanlara çıkılacağından ve işbırakılacağından bahsederek şu talepleri sıralıyor:

“Emekliye yansıyacak sağlık hizmettazminatını içeren temel ücretlemenin esasalınarak performans uygulamasınınsonlandırılması,

İş güvencesi teminat altına alınarak güvencesizsağlık işçilerinin kadroya alınması, taşeronuygulamalarına derhal son verilmesi,

Birlik bünyesinde genel sekreterin insafına terkedilen gereksiz ve usulsüz yer değişikliklerinindurdurulması,

Angarya çalışma ve mobing’e karşı mücadeleyişiddete hayır başlığını öne çıkararak grevigerçekleştireceğiz”

Atanur greve hazırlık için genel merkezdenhazırlanan bildiri, afiş ve el ilanlarınınkullanıldığını, iş yeri toplantıları gerçekleştirildiğiniifade ediyor. Atanur, grevin sağlıkçıların tepkisiniörgütlü bir şekilde kamuoyuyla paylaşarak iradebeyanında bulunacağını ifade ediyor ve “Sağlıkemekçilerinde bu irade mevcuttur” diyor.

Sağlık örgütlerinden greve katılım!

17 Nisan’da gerçekleştirilecek grevi örgütleyenkurumlar şunlar:

Türk Tabipleri Birliği (TTB), Türk DişhekimleriBirliği, Sağlık ve Sosyal Hizmet EmekçileriSendikası (SES), Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası(Dev Sağlık-İş), Türk Hemşireler Derneği, TürkEbeler Derneği, Tüm RadyolojiTeknisyenleri/Teknikerleri Derneği, Türk MedikalRadyoteknoloji Teknisyenleri Derneği, SosyalHizmet Uzmanları Derneği, Türk PsikologlarDerneği, Sağlık Çalışanlarının Sözü Sendikası veSağlık Hizmetleri Sınıfı Çalışanları Derneği

DİSK’in Olağanüstü GenelKurulu gerçekleşti

Page 12: Kızıl Bayrak 2013-15

Sınıf12 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/15 * 12 Nisan 2013

Metal iş kolunda toplu iş sözleşmesigörüşmelerinde uyuşmazlık zaptının tutulmasınınardından MESS dayatmalarına karşı Birleşik Metal-İş’in gerçekleştirdiği eylemler 3. haftayı geridebıraktı. Cuma yürüyüşleri kapsamında 5 Nisan’daBursa ve Gebze’de yürüyüşler gerçekleştirildi.

BursaSCM işçileri, saat 7.30’da Beyçelik önünde

toplanarak SCM’ye yürüyüş gerçekleştirdi. “MESSdayatmalarına hayır / Birleşik Metal-İş” pankartıarkasında yürüyen işçiler “SCM işçisi direnişinsimgesi!”, “MESS, MESS şaşırma sabrımızıtaşırma!”, “Sefalete teslim olmayacağız!”, “Sadakadeğil toplusözleşme!”, “Kurtuluş yok tek başına yahep beraber ya hiçbirimiz!”, “İnadına sendika, inadınaDİSK!” sloganlarını attılar.

Yoldan geçen servisler ve araçlar korna çalarakişçilere destek verdi. Eyleme Metal İşçileri Birliği dedestek verdi.

Gebze Alstom fabrikasında çalışan işçiler 16.00 vardiyası

girişinde Gebze Center Kavşağı’nda buluştular.“MESS dayatmalarına hayır! / DİSK Birleşik Metalİş” pankartını açan işçiler fabrika önüne kadarsloganlarla yürüyüşlerini sürdürdüler.

Fabrika önüne gelindiğinde temsilci yaptığıkonuşma ile uyuşmazlık sürecine dair bilgilendirmeyaptı. Yapılan konuşmaların ardından işçilerfabrikaya girdiler.

Çayırova Boru işçileri saat 6.40’ta OsmangaziMahallesi Aşıroğlu Caddesi’nin girişinde buluşup“MESS’in dayatmalarına hayır! / DİSK - BirleşikMetal İş” yazılı pankartı açarak sloganlarla yürüyüşegeçtiler. Eylem fabrika önünde sonlandırıldı.

Sarkuysan işçileri de saat 6.45’te FenişKöprüsü’nde buluşup yolun tek şeridini kapataraksloganlarla yürümeye başladılar. Fabrika bahçesinegiren işçiler, temsilcinin konuşmasının ardındaneylemi sonlandırdılar.

Kroman Çelik işçileri ise saat 07.50’de FenişKöprüsü Durağı’ndan yolu keserek yürüyüşegeçtiler. Kroman Çelik fabrikasının önüne kadarsloganlarla yürüyen işçiler eylemi buradasonlandırdılar.

Eylemlerde sık sık “MESS MESS şaşırmasabrımızı taşırma!”, “Kurtuluş yok tek başına ya hepberaber ya hiçbirimiz!”, “İnadına sendika inadınaDİSK!”, “İş, ekmek yoksa barış da yok!” ve “Direnedirene kazanacağız!” sloganları atıldı.

Gebze’de gerçekleşen eylemlerden KromanÇelik’e katılım öne çıkarken, en çoşkulu ve öfkelieylem Sarkuysan işçileri tarafından gerçekleştirildi.

Kızıl Bayrak / Gebze-Bursa

MESS’e karşı eylemler3. haftasında

Tersanelerdemücadele sürüyor

Elta işçileri kararlıElta patronu, işe iade edilen işçileri ayak

oyunlarıyla yıldırmaya çalışıyor. İşçiler, işebaşladıkları ilk gün kendi çalışma alanı dışındakidepoda çalıştırılmak istendi. Ancak işçiler “işireddetme” haklarını kullandılar.

Sonraki gün tersaneye gönderilen işçiler, işçisağlığı ve güvenliği olmayan koşullarda çalışmayazorlandılar. İş güvenliği ekipmanlarınınkullanılmadığı Nuh İstanbul Tersanesi’nde işçiler işgüvenliği ekipmanları talep ettiler. Buna karşı Nuhİstanbul Tersanesi patronu iş güvenliği ekipmanları(eldiven, baret, toz maskesi, kulak koruyucu,gözlük) kullanan Elta işçilerini “iş yerinin düzeninibozmaktan” tersaneden kovdu. İşçilerse tersaneönünde beklemeye başladı.

Nuh İstanbul Tersanesipatronundan tehdit

Yaşanan sorundan kendisinin sorumluolmadığını belirten tersane patronu, Elta işçilerinintersane önünden çekilmesini istedi. Kendiişçilerinin rahatsız olduğunu iddia eden patron,tersane önünden çekilinmediği takdirde kendiişçileri ile müdahale edeceğini belirtti.

7 Nisan günü sabah iş başı yapmak isteyenişçilere asılsız savunma imzalatmaya çalışıldı.Bunun üzerine imzalamayacaklarını belirtenişçilere işten çıkarıldıkları bildirildi .

Med-Marine’de işçi kıyımıMed-Marine Elektirik firması, işçileri “uzun

süreli iş” vaadiyle işe alıyor. Alınan işçilere türlüvaadlerde bulunuluyor, fakat hiçbiri yerinegetirilmiyor. Örneğin; ikramiye olduğu belirtilenfirmada, ikramiye hakkı patronun insafınabırakılıyor.

Son aylarda ise düzenli olarak işçileri iştençıkartıyor. Her ay başı işçi çıkarmanın yaşandığıfirmada en son Nisan ayı başında 4 işçi iştençıkarıldı.

Tersane İşçileri Birliği de “işten çıkarmalara vehak gasplarına karşı” Med-Marine işçilerinimücadeleye çağırdı.

Kızıl Bayrak / Tuzla

BMC işçilerinin eylemleri sürüyor

Ücretlerini alamadıkları için sürekli eylem yapma kararı alan BMC işçileri, 5 Nisan’da Basmane Meydanı’ndatoplanarak Konak Meydanı’na yürüyüş gerçekleştirdi. Toplanan binlerce işçi halayların çekilmesinin ardındanıslıklarla yolun tek şeridini kapatarak yürüdüler.

Eylemde “BMC işçisinin emek yürüyüşü/Türk Metal Sendikası” pankartının yanı sıra Cevher Döküm, CMS,Delphi işçileri ve işten atılan Simaco işçileri kendi pankartlarını açtılar. Demiryol-İş ve KESK de kendipankartlarıyla yürüdüler.

Konak Meydanı’na gelindiğinde ilk önce eyleme katılan metal işçileri ve desteğe gelenler selamlandı.Ardından basın metnini Türk-İş Genel Sekreteri ve Türk Metal Genel Başkanı Pevrul Kavlak okudu.

Basın açıklamasının ardından BMC işçileri alandan ayrılmayarak eylemlerini sürdürdüler. İşçileri bueylemlerin şalter indirilerek yapılması gerektiğini ve asıl o zaman sonuç alınabileceğini söylediler. Kendileriningreve hazır olduklarını belirten işçiler, sendikanın da hazır olması gerektiğini, yoksa tüm bu eylemlerin işçilerioyalamak için yapılmış olacağını ifade ettiler.

Eyleme Türk-İş, KESK, DİSK ve bağlı sendikalar, sendikalaştıkları için işten atılan Pakmaya ve Simaco işçileri,TTB, Haber-İş, Kamu-Sen, BDSP ve birçok kitle örgütü katıldı.

Ayrıca, her gün Eski Sümerbank önünde bekleyen işçiler 9 Nisan günü itibariyle imza kampanyası başlattılar.İlk gün 10 bin imza toplayan işçiler, İzmir’den 100 bin imza toplayıp Başbakan’a göndereceklerini belirttiler.

Kızıl Bayrak / İzmir

Page 13: Kızıl Bayrak 2013-15

Sınıf Kızıl Bayrak * 13Sayı: 2013/15 * 12 Nisan 2013

3 Nisan’da direnişe başlayan PMR işçilerine, içerdebulunan işçi arkadaşları da gün boyu destek vermiş,direniş alanı sınıf dayanışmasına sahne olmuştu.Direnişin ilk gününde arkadaşlarına desteğe gelenişçilerden 4’ünü PMR Kauçuk sermayedarı işten attı.Üç işçinin atıldığı gece söylenirken, 1 işçiye defabrikanın güvenliği işten atıldığını sabah işe gitmedenönce söyledi. İşten atılan işçiler de direnişe katıldı vedirenişçi işçi sayısı 10’a yükseldi.

PMR Kauçuk işçileri direnişlerinin 2. gününde08.00’den itibaren fabrika önündeki bekleyişlerinedevam ettiler. Fabrika önüne geldikleri andan itibarenişçiler kapının önünü keserek, içeriye araçların girişiniyasakladılar. Patronla görüşme talebinde bulunanişçiler muhatap buluncaya kadar araçların girişine izinvermeyeceklerini ifade ettiler. Çay molasında iseçalışan işçiler, direnişteki arkadaşlarını yalnızbırakmadılar. Arkadaşlarının yanına gelen işçilersloganlar atarak işten atmaların gözlerinikorkutmadığını gösterdiler.

Araç girişine izin verilmemesi sonucu ise patronpolislere haber verdi. Sendikalar masasından gelensivil polisler patron ve işçilerden bilgi aldıktan sonragitti. Fabrikaya Arçelik’e mal götürmek üzere ikincidefa gelen kamyonun, fabrikaya girişine yine izinverilmedi. Bunun üzerine gelen ÖGB’ler ile sendikayöneticileri arasında kısa süre tartışma yaşandı.

Yeniden gelen polisler ile birlikte araçlar içerigirdi.

İşçiler yemek boykotu eylemigerçekleştirdi...

Öğlen yemeğinde ise patronun saldırılarınakarşı içerde yemek boykotu eylemigerçekleştirildi. Fabrikada bulunan sendikalıişçilerin neredeyse tamamı boykot eyleminekatıldı. İşçiler tabldotlara yemek aldıktan sonramasaya bırakıp ayranlarını alarak direnişçilerinyanına geldiler ve yemek molasını burada

geçirdiler.Direnişin başlamasıyla birlikte PMR Kauçuk ve

yine petro-kimya işkolunda üretim yapan Yapıserservisleri fabrika içerisine alınmaya başladı.

PMR Kauçuk direnişinde 7. gün

PMR Kauçuk işçileri direnişlerinin 7. gününde yinesabah 08.00’de fabrika önüne gelerek direniş alanına“Sendikalı ol, güçlü ol!” pankartını astılar. Çalışan işçiarkadaşları, gün boyunca direnişçileri yalnızbırakmadılar. Gece vardiyasında çalışan işçiler iştençıktıktan sonra direnişçi işçilerle bekleyişlerinisürdürürken gündüz vardiyasında çalışan işçiler de çayve yemek molalarında direnişçilerin yanında oldular.

Çay molasında direnişçilerin yanına gelen işçilerçaylarını işçilerle paylaştılar ve sloganlar atarakörgütlülüklerine sahip çıktılar.

Yemek molasında da direnişçileri yalnızbırakmayan işçiler burada sloganlar attılar. “İşçilerinbirliği sermayeyi yenecek!”, “İşgal, grev, direniş!Yaşasın Petrol-İş!”, “İnadına birlik, inadına direniş!”,“Sendika hakkımız söke söke alırız!” sloganları atarakfabrika önündeki bekleyişlerini canlı tutmayaçalışıyorlar.

Gün içinde sendikanın şube başkanı ve BDSP’lilerde direnişi ziyaret ederek işçileri yalnız bırakmadılar.

Kızıl Bayrak / Tuzla

PMR Kauçuk’ta direnişsürüyor!

BDSP’den direnişçiişçilere ziyaret

BDSP’liler Tuzla’da İsmacco ve PMR Kauçukdirenişlerine 10 Nisan’da ziyaret gerçekleştiripdirenişleri büyütme çağrısı yaptılar.

PMR direnişine ziyaretSınıf devrimcileri, ilk olarak Tuzla Deri Organize

Yan Sanayi’de direnişe devam eden PMR Kauçukişçilerini ziyaret ettiler. Petrol-İş Sendikası’na üyeoldukları için işten atılan işçiler BDSP’lilerisloganlarla karşıladı.

Fabrikaya 100 metre kala BDSP’liler ozalit vekızıl flamalarını açarak direniş yerine doğrusloganlarla yürüyüş gerçekleştirdiler. Sanayiiçindeki yürüyüş esnasında “PMR işçisi yalnızdeğildir!”, “Kahrolsun ücretli kölellik düzeni!”,“İşgal, grev, direniş!” sloganlarını sıklıkla attılar.PMR Kauçuk fabrikası önüne geldiklerindedirenişteki işçiler de sloganlara eşlik ettiler.

Direniş yerine gelindiğinde BDSP adına birkonuşma gerçekleştirilerek PMR Kauçuk işçilerininonurlu mücadelesi selamlandı. Direnişçi PMRKauçuk işçileri adına konuşan işçi ise katkılarındandolayı BDSP’lilere teşekkür etti, içeride yaşanansüreçten ve dışarıdaki direnişten bahsetti.

Konuşmalardan sonra karşılıklı sohbetleregeçildi. İşçiler öğle yemeklerini BDSP’liler ilepaylaştılar. İşçilerle sohbet edildikten sonra direnişhalayı çekildi.

Yemek saatinde içeride çalışan işçilerden,direnişte olan arkadaşlarına destek geldi. Kapınınarka kısmında duran işçiler ile direnişçi işçiler ortaksloganlar atmaya başladılar. PMR Kauçuk işçileri,“İşgal, grev, direniş!”, “Yaşasın halklarınkardeşliği!”, “Direne direne kazanacağız!”, “Vur vurinlesin, PMR dinlesin!” sloganlarını attılar.

İsmacco’ya ziyaretErmenegildo Zegna İsmacco fabrikasında

sendikalaştıkları için işten atılan işçiler direnişisürdürüyor. İşçiler 111. günü geride bıraktılar.Sendikal haklarının tanınması ve engellerinkaldırılması için uluslararası sendikalarla dabağlarını geliştiren İsmacco işçileri, ilerleyengünlerde uluslararası bir destek eylemiörgütleneceğini belirttiler. Mücadeleyi her koldanörgütlediklerini belirten işçiler direnişkararlılıklarını koruyorlar. Direnişçi işçiler iş çıkışsaatinde içeride çalışan İsmacco işçilerinisloganlarla karşılıyorlar.

Sınıf devrimcileri de, Deri-İş üyesi İsmaccoişçilerini de yalnız bırakmadı. İşçilerle direnişsürecine dair gelişmeler konuşuldu.

Kızıl Bayrak / Tuzla

31 Mart 2013 / Gebze

Page 14: Kızıl Bayrak 2013-15

Sınıf14 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/15 * 12 Nisan 2013

Koç Üniversitesi’nde çalışan taşeron işçileriüzerlerindeki baskının sürekli artması ve iştençıkarılma tehdidi ile karşı karşıya kalmalarına karşı birmücadele süreci başlatmışlardı. Öğrenciler, öğretimelemanları ve idari personelin de desteğiyle hareketegeçen işçiler, Mart ayının son günlerinde kadrotalebiyle görüşmeler gerçekleştirmiş, 28 Mart akşamıise 500 kişilik bir toplantı yaparak birlikte mücadeleyebaşladıklarını duyurmuşlardı.

İşçilerin üzerinde baskıyı arttıran Koç yönetimi işkanununa da aykırı biçimde sürgünlere başladı. Bununüzerine 1 Nisan günü işçiler, öğrenciler ve öğretimelemanlarından oluşan kitlesel bir eylemgerçekleştirildi ve “taşerona karşı kadro” talebiyükseltildi.

Mücadelenin yanıtı işten çıkarma!

Başlatılan mücadele nedeniyle paniğe kapılan Koçyönetimi ise işçilerin sözleşmeleri 13 Mayıs’ta dolacakolmasına rağmen işçileri işten attı. İşçilerin “sorun”yaratmasından ve sürecin eylemli bir hal almasındançekinen yönetim, işçileri servislerle kampüsün 2 kmuzağına götürdükten sonra işten çıkarıldıkları haberiniverdi.

Yaşanan bu hukuksuzluğa karşı ise işçiler geridönerek üniversite kapısına geldiler ve burada öğrencive öğretim üyeleriyle buluştular. Ancak güvenlikkapıda barikat kurarak işçilerin kampüse girmesineengel oldu. Aynı saatlerde rektörlük taşeron firmayıdeğiştirdiğini ve yeni firma ile anlaştığını duyurdu.

Rumelifeneri Kampüsü önünde toplanan kitle iserektörlüğün saldırısına karşı direnişe başlama kararıalarak kapının önünde sabahladı. Sabah saatlerindefarklı taşeron firmaların içeri yeni işçi sokmasınıengelleyen direnişçiler, direnişe başladıklarını basınaçıklamasıyla ilan ettiler.

Basın açıklamasının ardından üniversitenin kapısına“Taşerona hayır!” pankartı asılarak çadırlar kuruldu vedireniş başladı.

Direniş Koç’u masaya oturttu

Direnişin 4. günü olan Cuma sabahı ise bugünekadar taşeron sistemini savunan rektörlük, müzakeretalebinde bulundu. İşçilerin yanısıra direnişin bileşenihaline gelmiş olan öğrenciler, öğretim elemanları ve

destekçi avukatlar Koç Üniversitesi temsilcileriylegörüşmeler gerçekleştirdiler.

Yapılan görüşmelerde işçilerin talepleri arasındabulunan taşeron şirketin değişmesi durumunda işçilerinyeni taşerona devri ve üniversitede bağımsız bir“Taşeronu İzleme Komisyonu” kurulması gibi talepler,taşeron köleliğini sınırlandıran maddeler olarak dadikkat çekti.

Direnişin 6. gününde yapılan görüşme sonucundarektörlük, işçilerin taleplerinin büyük bir kısmını kabulettiğini açıkladı ve müzakere heyetinin huzurundaişçilerin öne sürdüğü 22 maddeden 19’u üzerineanlaşılarak rektörlük tarafından protokol imzalandı.

Bu haber üzerine işçiler gece direnişin kazandığınıbelirterek kutlamalar yaptılar. Ancak sabah saatlerinderektörlük, işçileri oyalama yoluna giderek öncekiaçıklamasının zaman kazanma manevrası olduğunugösterdi. Açıkça yalan söyleyen rektörlük, sabahişçilere yeni bir protokol dayattı. Yeni protokoldeişçilerin iş güvencesini sağlayan madde çıkarılmış veüst işvereni değil alt işvereni bağlayacak şekildedüzenlenmişti.

Rektörlüğün yalanları ve ayak oyunları üzerine iseişçiler ve işçilere destek veren güçler, direniş çadırlarınıyeniden kurarak direnişi sürdürdüler ve yeni protokolüdeğerlendirmeye başladılar.

18 madde üzerinden anlaşma sağlandı

Gün boyu yapılan eylemlerle rektörlüğün yalanlarıteşhir edilirken bir yandan da toplantılar yapılarak yeniprotokol değerlendirildi ve direnişin seyri konuşuldu.Yapılan tartışmaların ardından işçiler, iş güvencesimaddesinin eksikliğine rağmen mevcut kazanımüzerinden anlaşmaya varılması konusunda hemfikiroldular.

Özellikle taşeron izleme komitesi gibi olumlu veörnek düzenlemelerin yer aldığı sözleşmeyi imzalamakararı alınarak direniş sona erdirilirken işçilerin içerdede örgütlülüklerini sendikal biçimlerde koruyacağıüzerinde fikir birliğine varıldı.

Koç Üniversitesi işçilerinin direnişi, rektörlüğünayak oyunuyla son anda taleplerinin birini yitirse dehayli önemli kazanımlar elde ederek sona erdi. Enönemlisi ise işçiler, direniş sürecini örgütlülüklerinigüçlendirerek ve yeni mücadelelere hazır olaraktamamladılar.

Yurtiçi Kargo’dadirenişçiler kararlı

İşçi kıyımına ve sendika düşmanlığına karşıEsenyurt Haramidere’deki aktarma merkeziönünde direnişlerini sürdüren Yurtiçi Kargoişçileri, patron-polis saldırılarına karşı kararlı birmücadele veriyorlar.

4 Nisan sabahı direniş alanına gelenNakliyat-İş üyesi direnişçi işçiler, YurtiçiKargo’nun aktarma merkezinden 17 farklışubeye giden araçları durdurarak, şoförarkadaşlarına sendikalaşma ve direnişe sahipçıkma çağrısında bulundular.

Yaklaşık yarım saat boyunca devam edeneylemin ardından öğle saatlerinde ise aktarmamerkezinde şube müdürleri toplantı yaptığısırada eylem gerçekleştirildi.

İşçilere gözaltı saldırısı

Eylem Yurtiçi Kargo patronu ve onunhizmetindeki polisler tarafındantahammülsüzlükle karşılandı. Çok sayıda ekiparacıyla direniş alanına gelen polisler, işçilerinifadelerini alma bahanesiyle gözaltına almakistediler. Darp edilerek zorla arabalarabindirilmek istenen direnişçi işçiler yaklaşık 3saat boyunca direniş alanından gözaltınaalınamadılar. Gözaltı saldırısını görüntülemek vehaberleştirmek için alanda bulunan basınemekçileri de polis tarafından engellenmekistendiler.

“Baskılar bizi yıldıramaz!”, “İnadına sendikainadına DİSK!” sloganlarını haykıran işçilerinpolisin gözaltı girişimine karşı direnişi sürerkenilerici ve devrimci güçler ile mahalle sakinleri deişçilere destek için direniş alanına geldiler.

BDSP, Halkevleri, EMEP’in destek verdiğidireniş sırasında etrafta bulunanlara ve yoldangeçenlere yönelik ajitasyon konuşmaları yapıldı.Polis saldırısının teşhir edildiği konuşmalarsürerken onlarca insan direniş alanına geldi veişçileri sahiplendi.

Uzunca bir direnişin ardından saat 19.00sıralarında gözaltına alınarak Esenyurt MerkezPolis Karakolu’na götürülen 5 işçi geç saatlerdeserbest bırakıldılar. İşçiler susma haklarınıkullanarak karakolda ifade vermediler.

Gözaltı saldırısı protesto edildi

5 Nisan’da direniş alanına tekrar gelenişçiler, yaptıkları yürüyüşle direnişkararlılıklarını gösterdiler. BDSP, Halkevleri veEMEP’in de destek verdiği eylem, direnişalanına yakın bir noktadan başlayarakgerçekleştirildi.

Direnişteki Yurtiçi Kargo işçilerine yönelikpolis saldırısı 6 Nisan Cumartesi akşamı daailelerin ve devrimci ilerici kurumlarınkatılımıyla yapılan yürüyüşle protesto edildi.Esenyurt Depo kapalı cadde girişindetoplanılırken direnişçi işçilerin ve ailelerindetoplanma yerine gelmesiyle yürüyüş başladı.Yurtiçi Kargo önüne kadar süren yürüyüşsırasında etrafta toplanan emekçiler dealkışlarıyla destek verdi. Eyleme BDSP,Halkevleri, YDİ Çağrı, KÖZ, EMEP destek verdi.

Kızıl Bayrak / Esenyurt

Koç Üniversitesi taşeronişçileri direndi ve kazandı!

Page 15: Kızıl Bayrak 2013-15

Kızıl Bayrak * 15Kültür-sanatSayı: 2013/15 * 12 Nisan 2013.

Emek Bizim İstanbul Bizim Platformu’nunçağrısıyla birçok sanatçı, demokratik kitle örgütü 7Nisan günü Taksim Tramvay Durağı’nda buluşarakEmek Sineması’na doğru yürüyüşe geçti.

Yürüyüş boyunca sık sık “Emek bizim, İstanbulbizim” sloganı atılırken trampetlerle de sloganlara ritmtutuldu. Eylemciler, Emek Sineması’nın önünegeldiklerinde polis barikatıyla karşılaştı. Polis eyleminsinema önünde yapılmasına izin vermeyeceğinibelirtince burada Av. Can Atalay bir konuşma yaptı.Atalay, eylemlerinin Emek Sineması’nın sokağınagirilmeden sonlanmayacağını söyledi. Atalay’ınardından sanatçılar Emek Sineması’nın önemi üzerindedurarak, Avrupa başkentlerinde tarihi sinemaların varolduğunu ama Türkiye’de Emek Sineması’nınsermayeye peşkeş çekildiğini ifade ettiler.

Sanatçıların konşmalarının ardından eylemcilerEmek Sineması’nın sokağına yürüdü. Polis,eylemcilere biber gazı ve tazyikli suyla saldırdı. Polissaldırısı karşısında eylemciler taş ve sopalarlakendilerini savundu. Polis, 4 kişiyi gözaltına alaraksaldırısını sürdürdü.

“Emek Sineması için mücadele bitmedi!”

Emek Sineması’nın yıkılmasına karşı yapılaneyleme yönelik polis saldırısı bir gün sonraÇağlayan’daki İstanbul Adliyesi önünde protestoedildi.

İstanbul Adliyesi C Kapısı önünde gerçekleşeneylemde ilk olarak Sinema Yazarları Derneği’nin(SİYAD) açıklaması okundu. Açıklamayı okuyanSİYAD üyesi Senem Aytaç, “ileri demokrasi”açıklamalarına atıfta bulundu. “‘İleri demokrasi’yegeçtiği iddia edilen Türkiye, sinemaseverlerine vesinema sanatçılarına polis terörü uygulayan ilk ülkeolarak tarihe geçmiştir” dedi.

SİYAD Onursal Başkanı Atilla Dorsay’ın uğradığısaldırı da hatırlatılarak “Emek Sineması yıkıcıları”tarafından uygulanan şiddetle dünkü saldırınınişaretinin verildiği söylendi.

Açıklamanın ardından Mimarlar Odası İstanbulBüyükkent Şubesi Yöneticisi Mücella Yapıcı söz aldı.Yapıcı, yıkıma proje aşamasından itibaren karşıçıktıklarını belirterek evrensel, etik, hukuksaldeğerlerinin hepsinin bu dönüşümde hiçe sayıldığını

söyledi. Yapılanların şimdi de şiddete dayandırılarakhayata geçirilmek istendiğini söyleyen Yapıcı,yetkililere seslenerek Emek Sineması’nı kendilerineiade etmelerini istedi.

Eylemde yönetmen Seren Yüce de söz alarak buprojeyi kabul etmediklerini söyledi. Emek Sineması’nıkorumanın ve yaşatmanın hala mümkün olduğunusöyleyen Yüce konuşmasını tamamlarken “Bu dahabaşlangıç mücadeleye devam!” sloganı atıldı.

Eylemde, polis saldırısı sonucu gözaltına alınanBerke Göl de söz aldı. Göl, yaşanan olayların“Türkiye’nin geldiği noktayı gösteren bir örnek”olduğunu ifade etti.

Yapılan konuşmalardan sonra polisler hakkında suçduyurusunda bulunmak için adliyeye girildi.

Emek Sineması saldırısına tepkiler

Başta sinema emekçilerinin kurumları olmak üzereçeşitli kesimler tarafından saldırıya yönelik kınamaaçıklamaları arka arkaya geldi.

Saldırıya ilişkin İstanbul Kültür Sanat Vakfı(İKSV) tarafından yapılan açıklamada şunlar ifadeedildi: “İstanbul Film Festivali’nin konuğu olarakİstanbul’da bulunan yönetmenler Costa-Gavras, MikeNewell, Marco Becchis ile Jan Ole Gerster’in yanı sıraTürkiye’den birçok yönetmen ve oyuncu ile yerli veyabancı birçok sinema yazarının da katıldığıyürüyüşte, Emek Sineması’nın sokağına girmekisteyenlere müdahalede orantsız güç kullanılmıştır.İstanbul’un kültürel hafızasına sahip çıkmaktan başkadüşüncesi olmayan sinemaseverlere yapılanları

kınıyoruz.”Uluslararası Film Eleştirmenleri Federasyonu

(FIPRESCI) ise şunları ifade etti: “Saygınmeslektaşımız film eleştirmeni ve İstanbul FilmFestivali’nin FIPRESCI jüri üyesi Berke Göl’ün birpolis memuru tarafından neredeyse boğulduğunuKanal D’deki yayında açıkça görülüyordu. YetkililerinBerke Göl’ü hemen serbest bırakmasını ve busaldırının sorumlusunu cezalandırmasını talepediyoruz.

Bu barışçıl protesto sırasında gaz bombasınamaruz kalanlar arasında Türkiye film endüstrisininaktörleri ve yönetmenlerinin dışında Costa Gavras,Mike Newell, Marco Bechis de vardı.”

Sinema Yazarları Derneği (SİYAD)açıklamasında şunlar ifade edildi: “En küçüktoplumsal eylemde dahi orantısız güç kullanmayı, gazve su sıkmayı alışkanlık haline getiren polisin başsorumlusu olduğu olaylar sonucu, derneğimizin veUluslararası Film Eleştirmenleri Federasyonu(FIPRESCI) üyesi, Altyazı dergisi editörü arkadaşımızBerke Göl, üç kişiyle birlikte yaklaşık 6 saat gözaltındatutulmuştur. Olaylar sırasında kaydedilen görüntüler,gözaltındakilerin saldırgan değil polis terörününmağduru olduklarını açıkça kanıtlamaktadır.”

Sinemacılardan “Sevgi Emek’tir” çağrısı

350 kadar sinemacı yayınladıkları bir mektup ileEmek Sineması’na sahip çıktıklarını ve yıkımındurdurulmasını istedi. Metinde ayrıca yaşanan devletterörü de protesto edildi.

350 kişinin imzaladığı “Sevgi Emek’tir” metninde2009 yılından itibaren yapılan eylemlere destekverdikleri belirtilerek şunlar ifade edildi: “İstanbul’unen eski ve görkemli salonu olan Emek Sineması’nın birkültür mirası olduğunu ve mevcut haliyle restoreedilerek korunması gerektiğini her platformda barışçıyöntemlerle savunduk. Aslen bir kamu mülkü olanEmek Sineması ile ilgili yaşanan süreçte, Emek’in asılsahipleri olan bizlerin, kamunun görüşleri yok sayıldı.Emek Sineması’nın yıkımını öngören proje, sadece tekbir kültür varlığının değil ‘kültür’ün ve ‘sinematarihinin’ de yıkımı anlamına geliyor.”

Emek Sineması’nın yıkılmayacağı, varolan haliyleyeni yapılacak alışveriş merkezinin üst katına ‘aynen’taşınacağı iddiasına değinen açıklamada “EmekSineması’nın yıkılmaya başlandığı kayıt altına alındı”denerek yapılan tahribata değinildi.

Sermaye elini Emek’ten çek!

RedHack’ten Emek’e destek

Usta yönetmen Costa Gavras’ın tepkisel açıklamaları ve Atilla Dorsay’ın istifası ile gündemdeki yerinikoruyan polis terörü, RedHack tarafından da protesto edildi.

Polis saldırısı sırasında eylemcilere su satmayan Mado’nun sitesi önce belirli bir süreliğine hacklendi veMado yöneticilerine özür dileme çağrısı yapıldı.

Ancak firmanın herhangi bir açıklama yapmaktan kaçınması üzerine Mado’nun sitesi yeniden çökertildi.Hacker grubu eylemi twitterdan şöyle duyurdu:

“Dun gece cokertilen ve sinema severlerden ozur dilemesi icin muddet verilen MADO’nun sitesimado.com.tr yeniden cokertilmistir.”

Page 16: Kızıl Bayrak 2013-15

CMYKCMYK

(4 Haziran 2011)Devletin Kürt açılımının kısa bir süre sonrasında,

konuyu bir dizi boyutuyla ele alan kapsamlı birkonferans vermiştim (3-4 Ekim 2009 tarihli bukonferansın bir kısmı bu dizi içinde üç bölüm olarakyayınlandı -Red). Sorunun o konferansta ortayakonuluşu bugün de esası yönünden geçerlidir. Bunedenle mümkün mertebe tekrardan kaçınarak,yalnızca önemli gördüğüm noktalara işaret etmekleyetineceğim.

Bölgede yeni durum ve Kürt açılımı

Gelinen yerde, başta ABD olmak üzere batıemperyalizmi, artı bütün kesimleriyle Türkiye’ninişbirlikçi büyük burjuvazisi, Kürt sorununun bellitavizler verilerek artık yatıştırılmasını, hiç değilsedenetim altına alınmasını, tam çözülemese bile idareedilebilir hale getirilmesini istiyorlar. Bunun gerisinde,ABD’nin 2001’den beri Ortadoğu’ya yeni emperyalistmüdahalesi, bu çerçevede 2003’te Irak’ın işgali, bunabağlı olarak Güney Kürdistan’da bir Kürt devletininfiilen kuruluşu, Türkiye devleti ile bu yeni fiili devletarasındaki ilişkiler sorunu var. Irak’a emperyalistmüdahale ile Güney Kürdistan’daki fiili devletinyarattığı tümüyle yeni durumun Türkiye ile ilişkilerdeortaya çıkardığı sorunları ortadan kaldırmak, böylecebu güçleri aynı cephede mevzilendirebilmek ihtiyacı,ABD emperyalizmini ve onunla kader birliğiiçerisindeki işbirlikçi büyük burjuvaziyi içerdeKürtlere taviz verme çizgisine getirdi.

Türkiye’nin Güney Kürdistan’a ilişkin o ünlü“kırmızı çizgileri”, Irak işgaliyle ortaya çıkan yenidurumun ardından artık sürdürülemezdi. Bunların artık

bir yana bırakılması gerekiyordu, belli sancılarınardından sonuçta öyle de oldu. Ama bu durumda, helede ortada 20-25 yıllık mücadele birikimi de varken,Türkiye Kürtlerini hesaba katmamak ve buna yönelikbelli adımlardan geri durmak artık mümkün değildi.Devletin “Kürt açılımı” işte bu çerçevede, bu yenidurumun ürünü bir zorunlu ihtiyaç olarak gündemegeldi.

Kürt açılımının ilan edildiği dönemde yaptığımızdeğerlendirmede, ki Ekim’in “Devletin Kürt Açılımı”başlıklı bir başyazısıdır (Sayı: 259, Ekim 2009 -Red),biz net bir biçimde, sonuçta bir çözüm getirmeyecekolsa bile, ortada basitçe bir oyun değil fakat bellisınırlar içerisinde bu sorunu denetim altına almaya veyatıştırmaya, bu arada hareketin silahlı biçimini tasfiyeetmeye yönelik bir girişim olduğunu dile getirdik.Ekim’in sözkonusu başyazısında ayrıntılı birdeğerlendirme var. Bu değerlendirmede, SovyetlerBirliği’nin dağılmasının ardından dünyadengelerindeki köklü değişmeler, bu çerçevedeOrtadoğu’daki ve iç Asya’daki gelişmeler, buna bağlıolarak Amerikan emperyalizmi ile Türk burjuvazisiarasında yeni düzeyde ilişkiler ve bu ilişkilerdegiderilmesi gereken bir pürüz olarak Kürt sorunuüzerinde duruluyor. İlişkilerdeki pürüz gerçekteyalnızca Kürt sorunundan da ibaret değildi. YanısıraKıbrıs sorunu ve Ermenistan ile ilişkiler sözkonusu idi.Bütün bu konulardaki açılımların aynı zaman dilimiiçerisinde ve birbirini izleyerek gündeme gelmesi debunun bir ifadesidir.

Amerikan emperyalizmi örneğin Kafkasya’dakikonumunu güçlendirmek, Rusya’yı çevrelemestratejisini bu cephede de güçlendirmek, bu amaçlaGürcistan’ı, Türkiye’yi, Azerbaycan’ı ve Ermenistan’ı

kendi çizgisinde ve tek cephede birleştirmek istiyordu.Ama bu da ancak Türkiye-Ermenistan ile Ermenistan-Azerbaycan ilişkilerindeki sorunları gidermekölçüsünde olanaklı olabilirdi. Kolay bir iş değildiyapmaya çalıştığı. Kolay olmadığını gelinen yerdekitıkanmadan da biliyoruz. Ermeni açılımı dahabaşlamadan bitti denebilir.

Ermenistan ile ilişkiler sorunu ertelenebilirdi amaKürt sorunu için bu kolay değildi. Eğer Türkiye etkinbir bölgesel güç olarak Amerikan emperyalizmiyleOrtadoğu’da ve İç Asya’da işbirliği içinde olacaksa,öncelikle Güney Kürdistan’ı kabul etmek, buradakiyeni devlet gerçekliğini içine sindirmek zorundaydı.Zira Güney Kürdistan, ABD emperyalizmi payına,Irak’a yapılmış emperyalist müdahalenin önemli birkazanımı ve bölgede güvenilir bir yeni mevzisi idi.Geleneksel kırmızı çizgileri bir yana bırakmak,sınırları dibinde bir Kürt devleti gerçeğini sindirmekkolay değildi ama olayların da gösterdiği gibi busanıldığı kadar da zor olmadı. Asıl zorluk bu adımındevamında ortaya çıkıyordu. Güney Kürdistan’dakidevlet olgusunu kabul edip sindiren Türk burjuvazisiiçin artık Türkiye’deki Kürtleri hesaba katmamak,dikkate almamak, onların istemlerini belirli sınırlariçinde karşılamaya çalışmaktan geri durmak olanağıyoktu. “Kürt açılımı” bu açmazın ürünü oldu.

Açlımın kapsamı ve dolayısıyla amacı, sınırlı bazıtavizlerle sorunu yatıştırmak ve denetim altınaalmaktan ibaretti. Bunu tüm açıklamalardan olduğukadar olayların gerçek seyrinden de biliyoruz. Amaçve hedef, Cumhurbaşkanı Gül’ün o dönemparlamentonun açılışı vesilesiyle yaptığıkonuşmasındaki ifadeyle, sorunu denetim altına almakve idare edilebilir hale getirmekti. Çağdaş politikasorunları çözemeyebilir ama onları kontrol altınaalmasını ve yönetmesini başarabilmek durumundadır,diyordu Abdullah Gül. Bu, sorunu çözmek değil amamümkün mertebe yatıştırmak, olabildiğince denetimaltına almak, özellikle düzenin meşruiyeti içineçekmek ve orada oyalayıp süründürmek anlamınageliyordu. Bu, sözkonusu olanın salt retorikten ibaretbir oyun olmadığını gösteriyor, ama onun güdüksınırlarını ve gerçek amacını da ortaya koyuyordu.

Ama devlet Kürt sorununu bir açılıma konu etmekzorunda kalarak, böylece istemeyerek de olsa Kürthareketine geniş bir manevra alanı da açmış oldu. Sizsorunun adını koyup sözümona çözümünü gündemegetirdiğinizde, karşınızda da sorunun muhatabı olarakörgütlü güçler varsa, onlar bu çatlağı alabildiğinegenişletirler, sizi arzuladığınız sınırların ötesineçekmeye bakarlar. Kürt hareketi de böyle davrandı;açılımın tuzağına fazlaca düşmeden, bu adımla oluşanzemini mümkün mertebe kullanmaya çalıştı. Kürthareketinin kendini bulması ve Kürt sorunununmeşruluğunun toplumun daha geniş kesimlerinemaledilebilmesi önemli bir gelişme oldu kuşkusuz.Bugün en değişik görüşlerden birçok insan, sonuçta bu

Kürt Sorunu Üzerine Konferanslar... / 5

Kürt açılımı ve b

Kürt sorunu üzerine 16 * Kızıl Bayrak * Sayı: 2013/15 * 12 Nisan 2013

Page 17: Kızıl Bayrak 2013-15

sorunu adını koyarak tartışıyor ve bir biçimde çözmekgerektiğini dile getiriyor. Ama bu, henüz yalnızcabugünkü konjonktürü anlatıyor. Öyle gelişmelerolabilir, öyle durumlar ortaya çıkabilir ki, bugün buatmosfer bir anda pekala tuz-buz olur.

Gelişmelerin seyri gündemdeki seçimler sonrasındadaha bir açıklık kazanacaktır. Halen birçok şeybelirsizliğini koruyor. Görüşmelerden sözediliyor amakim kiminle görüşüyor, bu görüşmelerde ne gündemegeliyor, isteyen ne istiyor, veren ne veriyor, bunlarınhiçbirini henüz bilmiyoruz. Zira herşey meşru olmayanbir biçimde tümüyle gizli görüşmeler, pazarlıklarhalinde yürütülüyor. Kürt halkının kaderi, Türkiyehalklarının kaderi, bölge halklarının kaderi üzerineböyle gizli pazarlıklar olamaz, bu hiçbir biçimde kabuledilemez, meşru da görülemez. Ne tartışılıyorsa açıkçatartışılmalı, neyin pazarlığı yapılıyorsa bu açıkçaortaya konmalı, olup bitenler herkesçe bilinmelidir.Abdullah Öcalan her hafta değişik, dahası birbiriyleçelişen açıklamalar yapıp duruyor. Çok umutlu ya datersinden çok karamsar olabiliyor. Heyet çok yetkisiz,bu yetkisiz heyetle birşey yapamam diyor. Sonra heyetçok güçlü ve samimi, ben gelen heyete güveniyorum,ortaya çözüm gücü koyabilir diyor. Bunlar üzerine,belirsizlikler üzerine demek istiyorum, doğal olarak birdeğerlendirme yapılmaz. Hele de önemli bir genelseçimin (12 Haziran 2011 Seçimi -Red) hemenöncesine gelen şu günlerde.

Öte yandan başkaca gelişmeler de var. Gelinenyerde AKP’nin Kürtleri çok geren açıklamalarıbirbirini izliyor. Tayyip Erdoğan’ın son zamanlarda,özellikle de seçimler yaklaştıkça, gerisin geri gerici-inkarcı söyleme kaydığını, artık Kürt sorunu yoktur,olduğu kadarıyla çözmüş durumdayız deme noktasınageldiğini biliyoruz. Gündemdeki seçimi kazanmakAKP için, bu parti bünyesindeki gerici dinci güçkoalisyonu için bir hayat memat meselesi. Bugünekadar elde ettikleri kazanımları sürdürebilmeleri, buseçimi kazanmalarına, üstelik daha etkili bir güçlekazanmalarına sıkı sıkıya bağlı. Bunun için her türlüyolu ve yöntemi kullanıyorlar, her türden kirlimanevraya başvurabiliyorlar. Seçime yalnızca bir haftavar. Bugüne kadar Kürtleri yeterince oyaladığı,buradan elde ettiği avantajları gereğince kullandığıiçin, AKP şu son günlerde artık tümüyle farklı birsöyleme kaymış bulunuyor. Kürtlerden alacağı oyunçok anlamlı olmadığını, zaten alabildiğinin ötesine çokgeçemeyeceğini de biliyor. Bu nedenle MHP oyları,şoven-milliyetçi oylar üzerine yapıyor hesabını, buoylara oynuyor ifade uygunsa.

Devrimciler sorunları devrimle çözer

Biz gelişmelerin bu güncel görünümüne fazlacatakılmak zorunda da değiliz. Biz soruna ilkesel vestratejik ölçülerle bakmak zorundayız. Bizdevrimciyiz, devrim yapmak istiyoruz. Her soruna

olduğu gibi Kürt sorununa da buradan bakarız. Herkeskendi bayrağını taşır, herkes kendi amaç ve hedefleriniizler. Herkesin kendi sınıfsal bakışı, buna dayalı birprogramı, buna bağlı olarak şekillenen stratejisi vetaktiği vardır. Sorun aynı olabilir; ama onu nasıl elealıp nasıl çözmeye çalıştığınız, ideolojik-sınıfsalkonumunuza sık sıkıya bağlıdır. Dolayısıyla bu her birsınıfa, her bir siyasal akıma göre değişir, dahasıtemelden çelişebilir.

Devrimciyseniz eğer, kendi devrim stratejinizvardır, herşey anlamını bunun içinde bulur. Kürtsorunu, çevre sorunu, kadın sorunu, demokrasi sorunuvb., bütün bunlar bunun içinde bir yere oturur. Bukonferans kapsamında birazdan “Kapitalizm ve çevresorunu” üzerinde ayrıca duracağım. Örneğin bu sorunuda reformlarla çözmek isteyenler var, bildiğiniz çevreciakımlar. Bu akımlar, kapitalizmi ıslah ederek insanlığıve gezgenimizi muhtemel bir felakettenkurtarabilecekleri inancındalar. Hükümetlere baskıuygulayarak, büyük tekelleri biraz denetim altınaalarak, bunun başarılabileceğini sanıyorlar.

Ama bir marksistin bu soruna bakışı temeldenfarklıdır. Bu alanda reformlar sınırları içerisindeyapılabilecekler elbette vardır, ama bu hiçbir biçimdebu sorunu, üstelik o yıkıcı kapsamıyla, ortadan

kaldırmaz. Kapitalizm, özel mülkiyet düzeni, kar hırsı,piyasa rekabeti ve sermayenin o sınırsız birikim arzusuolduğu sürece, çevre böyle hesapsızca öğütülecektir,kaynaklar ölçüsüzce tüketilecektir ve tüm dengelersürekli biçimde olumsuz yönde bozulacaktır. Dengelerdeğişecektir, iklim değişecektir, insan türü, canlı türü,bunlar hep tehdit altında kalacaklardır. Bunlar hepkapitalizmle bağlantılı sorunlar. Çevre sorunu dasiyasal boyutları olan toplumsal bir sorundur; buna birmarksistin, bir sosyal demokratın, bir çevrecinin, birliberalin ya da bir gericinin bakışı aynı olamaz. Sorunortak olabilir; ortak olan o aynı soruna herkes başka birsınıfsal prizmadan, bunun ürünü başka bir dünyagörüşünden bakar ve bu nedenle çözümleri de farklıolur. Anlaşılabilir nedenlerle bir marksistinki temeldenfarklı olur.

Bu, ulusal sorunda, dolayısıyla Kürt sorununda daböyledir. Türkiye’nin gerçek devrimcisinin görevi Kürtsorununu genel devrim sorunu içinde anlamlandırmak,çözümüne de buradan bakmaktır. Kürt hareketininbugünkü gücüne, hele de yönelimine bakarak, kendihedef ve amaçlarından vazgeçmek, devrimdenvazgeçmekle aynı anlama gelir. Bugün Kürthareketinin bir gücü var ve kendi çözüm çizgisinigündeme getirmiş diye devrimci olan kendi çözüm

CMYKCMYK

burjuva gericiliği H. Fırat

Biz gelişmelerin bu güncel görünümüne fazlaca takılmak zorunda dadeğiliz. Biz soruna ilkesel ve stratejik ölçülerle bakmak zorundayız. Bizdevrimciyiz, devrim yapmak istiyoruz. Her soruna olduğu gibi Kürtsorununa da buradan bakarız. Herkes kendi bayrağını taşır, herkes kendiamaç ve hedeflerini izler.

e konferanslar... / 5 Sayı: 2013/15 * 12 Nisan 2013 * Kızıl Bayrak * 17

Page 18: Kızıl Bayrak 2013-15

Kürt sorunu üzerine konferanslar... / 518 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/15 * 12 Nisan 2013

çizgisini bir yana bırakarak düzen içi çözümün birparçası olmaz. Olursa eğer, ideolojik-politikbağımsızlığını yitirir, devrimci olmaktan çıkar, sıradanbir kuyrukçu reformist olmaktan öteye gidemez.Herkes kendi bayrağını taşır, her konuda olduğu gibiulusal sorun konusunda da.

Kürt hareketinin kendi çözümünü gerçekleştirdiğiya da öyle sandığı noktada gerçekte sizinçözümünüzün dönemi başlar. Ama siz kendidöneminize şimdiden hazırlanmak durumundasınız.Bunun için de herşeyden önce ideolojik-politik birbağımsızlığa sahip olabilmelisiniz. İdeolojik ve taktiksorunlarda ilkesel konumunuzu yitirirseniz, bağımsızvaroluşunuzu anlamsızlaştırırsanız, olayların etkisialtında o tarafa bu tarafa sürüklenirseniz. Sizindöneminiz başladığında, olayların seyri nesnel olaraksizin çözümünüze daha elverişli bir alan açtığındazaten yapabileceğiniz bir şey kalmaz.

Kurulu düzen tepeden tırnağagericilik yüklüdür

PKK doğumunda Marksizmin etkisi altındaşekillenmiş bir harekettir. PKK’yi halen yönetenlerulusal sorun konusunda marksist klasikleri okuyarakyetişmiş bir kuşağa mensuplar. Ulusal özgürlüksorununa oradan gelen bir bakışları var. Ulusalözgürlük ve tam eşitlik istemelerinin gerisinde bu var.Bizim için mesele devlet olmak değil diyorlar amaortaya koydukları tam da bir devlet olmaya çıkıyor.Bunun şeklen bağımsız olup olmamasıysa esasa ilişkinbir sorun değil. Parlamentomuz olacak vekanunlarımızı kendimiz yapacağız, maliyemiz olacakve vergimizi kendimiz toplayacağız, polisimizjandarmamız olacak ve iç güvenliğimizi kendimizsağlayacağız diyorlar. Peki devlet dediğiniz bütünbunların vücut bulmuş, kurumlaşmış organik birbütünlüğünden başka nedir ki? Öcalan’ıninandırıcılıktan yoksun o liberal anarşizan söylemlerinigözü kapalı yineleyerek, devleti verseniz de almayızdiyorlar ama istedikleri herşey, biçimsel yöndenbağımsız olmak dışında, tamı tamına bir devleteçıkıyor, özerk ya da federal bir devlete. Ama tüm sorunşu ki, bunu bu düzen içinde uzlaşmayla elde etmekolanağı yok. Buna karşı taraftan razı olacak, bunları biruzlaşma çerçevesinde kabul edebilecek bir güç, birirade yok. Ve bütün sorun da bu! Bütün bunlar mazlumbir ulus olarak Kürtlerin, analarının ak sütü kadarhakkı. Ama Türkiye’nin kapitalist düzeni sınırlarıiçerisinde böyle bir taviz alanı yok, buna rıza

gösterebilecek bir egemen sınıf katmanı da yok. Adıüzerinde, amaç ve hedef sınırlı tavizlerle yatıştırmak!Bu düzenin temelleri üzerinde gerçek özgürlüğe vetam eşitliğe ulaşamazsınız. Düzenin yapısal toplumsalmantığına, tepeden tırnağa gerici sınıfsal karakterineaykırı bu.

Bu düzenin bir sınıfsal özü ve niteliği var. Ve bu,tepeden tırnağa gericilik yüklü. Emekçiye de, ezilenede, Kürde de özgürlük vermez. Aleviye gerçek bir dinve vicdan özgürlüğü tanımaz. Tam tersine, bütünbunlar üzerindeki gerici tekelini kıskançlıkla korumayabakar. Ekonomideki sermaye tekeli kendini siyasalalan başta olmak üzeretoplumsal yaşamın tümalanlarında yeniden yenidenüretmeye yapısal olarakeğilimlidir. Siz buna bir deTürkiye cumhuriyetininkuruluş felsefesini ve bunun90 yıllık evrim içindekikemikleşmesiniekleyeceksiniz.

Öte yandan, siz bu düzenidevrimci bir tarzdadönüştüremediğiniz sürece,sıradan Türk emekçisineKürdün kendisiyle eşitolduğunu, onun da kendisiyleaynı haklara sahip olmasıgerektiğini de kabulettiremezsiniz. Çünkü budüzenin emekçisi, budüzenin bilinciyle yoğrulmuşinsan demektir. Marx’ın önemle altını çizdiği gibi,devrim, yalnızca kurulu toplumsal düzen başka türlüdeğişemediği için değil, fakat aynı zamanda kuruludüzen içinde şekillenmiş emekçinin buradan edindiğibilinci, kültürü, önyargıyı, her türden düşünsel veruhsal kiri pası mücadelenin ateşi içinde yıkayıptemizleyebilmesi, böylece devrimcileşip değişebilmesiiçin de zorunlu bir ihtiyaçtır. Yığınlar devrim ateşiiçerisinde tepeden tırnağa yeni bir bilinç, yeni bir ruh,yeni bir kültür, yeni bir gelenek, yeni bir değerlersistemiyle yoğrulmak zorundadır. Devrimci sürecingelişimi içinde yoğrulurlar da zaten. Devrimin gelişmesüreci emekçinin devrimcileşme sürecidir de aynızamanda. Burada diyalektik bir iç içelik vardır. Devrimsürecini ileriye taşıyan sınıf bunu yaparkendevrimcileşir. Böylece sözünü ettiğim yeni kimliğiadım adım kazanır, tam da devrimi gerçekleştirme

süreci içinde. Devrim süreci içinde yoğrulmuş bir işçi,bir emekçi, kadına, çocuğa, öteki milliyetlerdenemekçilere, öteki inançlardan insanlara saygıduymasını bilir, onların gerçek özgürlüğünü ve tamhak eşitliğini tanır. Ama bu düzenin kiriyle, pasıyla,bilinciyle, önyargısıyla yüklü emekçi katmanlara sizmasa başı görüşmeleriyle Kürtlerin de temel ulusalhakları olduğunu ve bunları tanımanın zorunluluğunuanlatamazsınız.

Sorunun öteki yanı ise, bizzat egemen sınıfınkendisiyle ilgilidir. Mevcut düzenin kendisi tepedentırnağa gericilik yüklü bir düzendir, bunu yinelemişoluyorum. Burjuvazi yalnızca sınırlı bazı tavizlerle buişi yatıştırmak istiyor, idare edilebilir bir kültürelzenginlik sınırlarında tutmak istiyor. Ama neözgürlüğü ne de eşitliği kabul ediyor. Başbakan çıkıyorkürsüye, “biliyorsunuz, bu Alevi, Alevi!” diyebiliyor,ana muhalefet partisi liderini hedef alarak. Bu işteböyle bir düzen. Diyeceksiniz ki oy almak içinyapıyor. Kuşkusuz! Ama burjuva politikasındamilliyetçilik, dincilik aynı zamanda bu amacayöneliktir. Zira bu, bunları istismar edene politik güçolarak döner. Ama politik güç aynı zamanda temelönemde bir ekonomik olanak demektir. AKP olup dinide istismar ederek iktidar gücü haline geldiğinizde,böylece devletin elindeki tüm rant kaynaklarınahükmetme olanağı elde ediyorsunuz. Sizi destekleyenburjuva katmanlar da, sunduğunuz muazzam olanaklarve rantlar sayesinde, çok geçmeden büyük tekelcigruplar arasına katılmak olanağı buluyorlar.

Ekonomik güç olmak aynı zamanda politik güçolmaktan geçiyor, burjuva toplumun kendi iç dengeleriiçinde. Belçika’da bir takım tekeller neden ulusalayrımcılığı kaşıyor? Çünkü bundan ekonomik çıkarumuyor. Ayrıca Flaman emekçisinin sosyal öfke vetepkisini de bu yolla Valonlara yöneltiyor, biz buasalakların sosyal yüklerini taşımak zorunda değilizdiyerek. Flaman burjuvazisi bu yolla gericilik,

milliyetçilik, giderek deırkçılık yapıyor. Ama işteburjuvazi budur,toplumları da gerektiğindebu tür yol ve yöntemlerleyönetiyor. Burjuvatoplumun sınırlarıiçerisinde kalındığı süreceTürk milliyetçiliği de Kürtmilliyetçiliği dekaçınılmazdır.Burjuvazinin farklıkatmanları ulusalfarklılıkları hep kaşıyacak,bundan çeşitli yararlarumacaklardır. Hele desosyal sorunlarınağırlaşması, sosyalmücadelelelerin gelişmesiölçüsünde.

Kürt hareketi tutarlıolmak zorundadır, bunu hep yineliyoruz. Ya busorunun düzen içinde reformlarla anayasal birçözümünü aramalıdır, ki bunun da sınırları bellidir. Yada gerçek özgürlük ve tam eşitlik istiyorsa eğer,devrime yönelmek zorundadır. Ancak devrimlekazanılabilir olanı anayasal reformlar eldeedebileceğini sanmak boş hayallerle oyalanmaktır.Muhatap alınmak, görüşmelere oturmak bir adımolabilir ama bunun kendi başına sorunun çözümüylebir alakası yoktur. Sri Lanka’da da görüştüler, üstelikbuna ilişkin girişim bizzat devletten geldi. Norveçhükümetinin aracılık ettiği görüşmeler dört seneboyunca sürdü. Bu dört senelik oyalamanın vegevşetmenin ardından, ani bir darbeyle tüm hareket biranda yok edildi. Kürt hareketini yok etmek kolaydeğil, burası Sri Lanka türünden bir ada devleti değil,bunu saklı tutuyorum. Ama işin nasıl yokuşa

Öcalan’ın inandırıcılıktan yoksun oliberal anarşizan söylemlerini gözükapalı yineleyerek, devleti versenizde almayız diyorlar ama istedikleriherşey, biçimsel yönden bağımsızolmak dışında, tamı tamına birdevlete çıkıyor, özerk ya da federalbir devlete. Ama tüm sorun şu ki,bunu bu düzen içinde uzlaşmaylaelde etmek olanağı yok. “

Page 19: Kızıl Bayrak 2013-15

Kürt sorunu üzerine konferanslar... / 5 Kızıl Bayrak * 19Sayı: 2013/15 * 12 Nisan 2013

sürülebildiğini örneklemek için sözünü etmişoluyorum. Mesele görüşmek değil, görüşme şimdi devar, gizli biçimlerde halen İmralı üzerinden sürüyor.Asıl sorun görüşmelerin nasıl bir sonuca bağlanacağı,ya da bağlanıp bağlanamayacağı.

Kürt hareketi ya stratejisini değiştirmeli, anayasalçözümden vazgeçip devrim yolunu tutmalı, ya daancak devrimle elde edilebilir olan şimdikiistemlerinden vazgeçmeli. İkisinden de vazgeçmezsene olur? Vazgeçmezse, kısa süreli geçici“çatışmasızlık” durumları döne döne uzun süreliçatışmalı durumlar haline gelir. Bundan da hiçbir şeyçıkmaz. Aynı kısır döngü sürer gider. Silahlı mücadelebu sınırlar içinde oynadığı rolü çoktan oynamışbulunuyor. 2005 yılında, önce Abdullah Öcalan’ın BirHalkı Savunmak kitabında ve hemen ardından daPKK’nin yeniden kuruluş kongresinde, silahlımücadele stratejisi yeniden ve yeterince açık birbiçimde tanımlanmıştır. Bu stratejinin hedefi, düşükyoğunluklu bir savaşla devleti masaya oturtmak olaraktanımlanmıştır.

Ulusal sorun, bunu Filistin sorunu üzerinden degörebiliriz, devrimci bir tarzda çözülemediği sürecekuşaklar boyu sürünür. Sınırlı çözümler bulur amaçözülmez. Bugün İspanya’da da çözülmüş değil.İspanya’da bir kriz her an ulusal sorunualevlendirebilir. Geçen sene Katalonya’nın Barselonakentinde bir milyon kişi bağımsızlık için yürüdü.Katalonya dediğiniz bölgenin toplam nüfusu topu topualtı milyondur. Bunun bir milyonu bağımsızlık içinsokaklara dökülüyor. Oysa Katalonya halen fazlasıylaözerk bir bölge, kendi kendini yöneten, parlamentosuolan, dili İspanyolca’nın yanısıra resmi dil olan. Aynışekilde Bask bölgesi, aynı şekilde öteki özerkbölgeler... Ama buna rağmen sorun çözülmüş değil.

Burjuva düzen ulusal sorunu çözemez. Çözemediğigibi döne döne de yeniden üretir. Hele de büyük tarihikrizler döneminde. Yeni bir tarihi dönemdengeçiyoruz. Artık bunalımlar ve savaşlar dönemindeyiz,devrimler dönemine de yaklaşıyoruz. Bir de sorunuböyle bir tarihsel dönem boyutu var. Kapitalizminbunalımlar ve çatışmalar ürettiği zamanlardayız...Kapitalist dünya sistemi istikrarsız bir döneme girmişbulunuyor demek istiyorum. Barışa, sorunların masabaşında çözümüne, giderek uygar ilişkilere doğruevrildiğimiz falan yok. Bunlar ham hayal.

Şu günlerde İzmir’den Libya harekatı yönetiliyor,Türk savaş gemileri NATO hizmetinde Akdenizsularında. Suriye’ye müdahale gündeme gelebilir. Yanibir savaş, bir kargaşa, bütün dengelerin bozulduğu,bütün bu dengelerin bir tarihi evrenin ardındanyeniden kurulması sorunuyla yüzyüze kaldığımız birdönemdeyiz. Bu ya yeni bir büyük savaş, yıkım vekapitalizmin savaşın yıkıntıları içerisinden yenidenyaşam dönemi kazanmasıyla, ya da toplumsaldevrimlerle dünyanın çehresinin değişmesiyle olur.Nasıl yaşanacağını bilemiyoruz, önümüzdeki tarihievrenin açıklığa kavuşturacağı bir sorun bu.

Kuyrukçu solun acınası tablosu

Herkesin kendi bayrağı var demiştim. Türkiyesolunun kuyrukçu kesimleri acınası bir tutarsızlıkiçerisindedirler. Kürt hareketinin eteğine tutunmanınKürt halkına karşı kendi enternasyonalistsorumluluklarını yerine getirmekle zerre kadar biralakası yok. Bu, sosyal-demokrat kimliğe bürünmüşbir burjuva ulusal hareketin kuyruğuna takılmaktanbaşka bir şey değil. Bu, kendi ideolojik ve örgütselbağımsızlığını yitirerek, bir başka hareketin yedeğihaline gelmekten başka bir şey değil.

Bazıları için bu güya enternasyonal bir dayanışma,böylece ezilen bir ulusa karşı görevlerini yerinegetirdiklerini zannediyorlar. Başka bazıları içinse bubelli siyasal çıkarlar anlamına geliyor. İşte son anakadar bu kuyrukçu partilerden biri blokun içinde yok,

son yerel seçimden hemen sonra terketmiş burayı,umduğunu bulamamanın hayalkırıklığı ile. Ama şimdi,son anda, listelerin verilmesine birkaç gün kala, gelinüçüncü bölgeden başkanınızı milletvekili adayıyapalım denince, bir anda dönüp blokun içine giriyor.O ana kadar blokun içinde olan ve aynı doğrultuda birbeklentisi olan bir başka grup ise, bu beklentikarşılanmadığı için, son anda bloktan ayrılıyor,görevimiz devrimin ve sosyalizmin bayrağınıdalgalandırmak diyor, ciddi ciddi! Halbuki bloktakalsa, toplumu demokratikleştirme bayrağınısallayacak. Bir anda bayraklar değişiyor. Traji-komikbir durum örneği! Bu, gerçek bir politik ve moral iflas!Bu akıl almaz boyutlarda bir tutarsızlık! Buradaideolojik bakışın ve ilkesel tutumun zerresi yok.Burada tam bir ilkesizlik, bayağı bir pragmatizm, dizboyu bir oportünizim var. Ve bu aşağı yukarı Türkiyesolunun kuyrukçu kesimlerinin genel tablosu.

Konuyu dağıtacak ama anmadan geçemeyeceğim.Yakın zamanda yıllardır blok üyesi yasal bir troçkistçevre Merkez Komitesi adına bir açıklama yayınladı.Açıklama bloktan çekilmeleri üzerine. Burada sunulantablo kuyrukçu sol payına içler acısıdır ve bizimyıllardır yaptığımız kuyrukçuluk nitelemesinin tam birdoğrulanmasıdır. Kürt hareketi, diyor açıklama, tümkararları blokun dışında bir yerlerde alıyor ve bloktoplantısında bunları yalnızca deklere ediyor. Blokbileşenlerinin önemli bir kısmı hiç itirazdabulunmuyor, ne deklere edilmişse onu olduğu gibibenimsiyor. Bazıları ise kendi beklentilerine göre birşeyler söyleyecek gibi oluyorlar, ama sonuçdeğişmiyor. Açıklama blok bileşenlerini ilkesizlikle,kişilikli davranmamakla, kuyrukçulukla suçluyor.Oysa kendisi de yıllardır o kuyrukçu platformuniçinde. Bizim yıllarıdır blok bileşenlerineyakıştırdığımız nitelemeyi, kendisi geriye kalanlar içintekrarlamış oluyor. Peki kendisi niye dışına çıkmışdiyeceksiniz. Bir bölgeden milletvekili adayıbeklentileri karşılanmamış da ondan! Açıklama açıkçada dile getiriyor bunu. Son ana kadar bu böyleolacaktı, ama nedense olmadı diyor. Olmadığı için deaçıklamanın sahipleri bloktan çekiliyorlar veözetlediğim acınası tabloyu açığa vuruyorlar. Bloktakimsenin Kürt hareketi adına ortaya konulanlara itirazedecek politik ve manevi gücü olmadığını itirafediyorlar. Nasıl olsun ki? Sonuçta ortada Kürt oylarıvar, bu Kürt oylarla Adana, Mersin, İstanbul veİzmir’den hangi sol adayların seçileceği sorunu var.

Tartışma bu, hesap ve kaygılar bu eksende! Bu nedevrimcilik, ne enternasyonalizm, ne de Kürt halkı iledayanışma... Kürt halkının dostları derneği demek biledeğil bu. Dostluk derneklerinin bir mantığı var, birtoplumsal karşılığı var. Ama siyasal akımlar bukonuştuklarımız.

İşçi sınıfının kendi çözümü var. Kendi çözüm gücüve kendi çözüm anlayışı var. Bunun Kürt halkınınçözüm gücü ve anlayışıyla kesişecek yanları olacaktır.Ama herkes kendi eksenini kurmaya, sağlamca burayaoturmaya bakmalıdır. Köylünün iradesiyle işçisınıfının iradesinin Ekim Devrimi’nde kesiştiğinoktaları da biliyoruz. Ama Bolşevikler işçi sınıfınıtutuyorlardı. Küçücük bir işçi sınıfıyla toplumunyüzde doksanını oluşturan köylülüğü arkalarındansürüklediler. Bu budur.

Bizde ne oluyor peki? Sosyal davayı temsil etmekiddiasındaki parti ve gruplar, ulusal dava sınırlarındakibir hareketin yedeğine düşüyor, kuyruğundasürükleniyor. Bu konum ve davranış, onlarakuyruğunda sürüklendikleri Kürt hareketi nezdindebile en ufak bir saygınlık yaratmaz. Değil kiTürkiye’nin işçi ve emekçileri nezdinde. Öcalan’ınson açıklamlarıyla bu konumdaki bir solun ideolojikve moral önderliğine soyunması şaşırtıcı değil. Songörüşmesinde, Mustafa Suphi ile başlayan Denizler veMahirler ile süren geleneğin bugünkü temsilcisi benimdiyor. Devletle düzen içi bir uzlaşma peşindeki sosyal-demokratik bir hareketin temsilcine bunu söyleten,kuyrukçu solun yılları bulan ilkesiz ve kişiliksiztavrıdır.

Kürt hareketi bir takım tavizler alır, düzeninmeşruiyeti içine girerse, böylece resmi politikaalanına, kurulu düzenin parlamenter sahasına geçmişolacak. Peki bu durumda devrimci olmak iddiasıtaşıyan sol hareket bayrak mı indirecek? Hani düzenekarşı devrim nerde? Siz politikayı Kürt hareketi ilebirlikte yapmaya başlarsanız, Kürt hareketi düzenle biruzlaşma noktası gerçekten yakalayabilirse, bu sorunubarış içinde çözmek, yumuşatmak olur ki, siz de ozaman düzenin politika alanına kaymış olursunuz.Peki devrim ne olacak? Bütün sorun şu ki, bukonumdakilerin artık devrim diye bir sorunları yok.Gerçekte onu bir yana bırakalı, ona olan inançlarıkırılalı yıllar olmuş. Tüm tercih, tutum vedavranışlarının gerisinde bu katı gerçeklik var.

(Devam edecek…)

Page 20: Kızıl Bayrak 2013-15

1 Mayıs Sayı: 2013/15 * 12 Nisan 201320 * Kızıl Bayrak

İşçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele vedayanışma günü olan 1 Mayıs yaklaşıyor. 1 Mayısişçi sınıfının insanca yaşam ve çalışma koşulları içinverdiği mücadeleden doğmuştur. Ancak bundan daöte 1 Mayıs, işçilerin birlik, halkların kardeşçeyaşayabileceği, sömürüsüz, sınıfsız ve sınırsız birdünya için verilen mücadelenin simgesi olmuştur.

1 Mayıs’ı dünya işçi sınıfının mücadele günühaline getiren tarihsel sürecin gerisinde ilk olarakAvusturalyalı işçilerin 1856’da sekiz saatlik işgünüiçin başlattıkları mücadele vardır. Avusturalyalıişçilerin örneğini izleyen Amerikan işçi sınıfı da,günde 12 saat, haftada 6 gün olan çalışma takviminekarşı, günlük 8 saatlik çalışma talebiyle 1 Mayıs1886’da Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonuönderliğinde iş bırakırlar. Şikago’da yapılangösterilere yarım milyon işçi katılır.

1 Mayıs’ın tarihçesi bugün bizlereyol göstermeye devam ediyor!

1 Mayıs’ın tarihsel kökeni halklar kardeşolduğunda işçilerin birlik olmasının kolaylaştığınınve ancak işçiler birlik olmayı başardığında halklarınkardeşleşebileceğinin en güzel örneğidir. Amerikanınegemen sınıfının siyahilere karşı ırkçı düşüncesinintoplumsal yaşamda her alanda hissedildiği 1886yılının 1 Mayısı’nda, Luizvil’de (Kentaki) 6 bindenfazla siyah ve beyaz işçi 8 saatlik iş günü talebiylebirlikte yürür. O dönemde Luizvil’deki parklar,siyahlara kapalıdır. İşçiler, sokaklarda yürüdüktensonra hep birlikte Ulusal Park’a girer. Her eyalet vekentte, siyah ve beyaz işçilerin birlikte yaptığıgösteriler, gazeteler tarafından, “böylece önyargıduvarı yıkılmış oldu” şeklinde yorumlanır. 1 Mayısırkçılığa karşı duruşun, işçi sınıfının her türdenayrımı ortadan kaldıran kardeşliğinin vedayanışmasının en güzel örneklerinden biri olarakbugüne örnek olma özelliği taşımaktadır.

Çeşitli eyaletlerde bu gösterilerin devam etmesisonucu Amerika’nın egemen burjuvazisi veyönetiminin işçilerin birlikteliğinden ve eylemindenne denli korktuğunun göstergesi ise, devlet tarafından4 Mayıs’ta gerçekleştirilen provokasyon sonucuyaşanan Haymarket Olayı ve öncü işçilerin idamıolmuştur.

Dört yiğit işçi önderi Albert Persons, AdolphFischer, George Engel ve August Spies, 1 Mayıs1886 yılında 8 saatlik iş günü mücadelesinde önderlikyaptıkları için idam edildi. İşçilerin idamının tüm işçisınıfına bir gözdağı olduğu idam edilen işçi AlbertPersons tarafından şu şekilde özetlenir: “Bütün dünyabiliyor suçsuz olduğumu. Eğer asılırsam caniolduğumdan değil, emekçi olduğumdan asılacağım.”4 işçi önderinin asılması Amerikan burjuvazisininistediği gibi işçilerde korku salmaz. İşçi önderlerinincenazeleri büyük gösterilere tanık olur, yüz binlerceişçi katılır.

Amerikan işçilerinin bu mücadelesinin örnekolması ve sekiz saatlik işgünü talebi mücadelesinibüyütme kararının alındığı 1889’da Paris’te

düzenlenen II. Enternasyonal’de Fransızsendikalarının temsilcisi, Bordeauxlu işçi Lavigne, butalebin tüm ülkelerde evrensel bir iş bırakma ile dilegetirilmesini teklif eder. 1890’dan başlamak üzere 1Mayıs “Uluslararası Birlik, Mücadele ve DayanışmaGünü” olarak kabul edilir.

Yasaklarla yazılan bir tarih: Türkiye’de 1 Mayıs...

Yaşadığımız topraklarda 1 Mayıs ilk kez Osmanlıdöneminde, 1905 yılında İzmir’de kutlandı. Bunu1909 Üsküp kutlaması izledi. İstanbul’daki ilk 1Mayıs kutlaması ise 1910’da yapıldı. Sonra 1911’deişçi örgütlenmesinin en gelişmiş olduğu Selanik’tetütün, liman ve pamuk işçilerinin 1 Mayıs gösterisidüzenleyerek bugünü kutladıkları bilinmektedir.

1 Mayıs 1912’de ise, Dersaadet Tetebuatıİçtimaiye Cemiyeti (İstanbul Toplumsal İncelemelerDerneği) ve ona bağlı işçi dernekleri, Pangaltı’dakiBelvü Bahçesi’nde kutlama yaparlar. Yine bu yılSelanik’teyse 7 binden fazla işçi iş bırakır, toplanmakisteyen gösterici işçiler askerler tarafından dağıtılır.İşçi sınıfının bu mücadele gününün kutlanması butarihten sonra da dişe diş bir mücadelenin konusuolur.

İşgal altında ve Osmanlı hükümetinin yoğunbaskılarına karşın 1920 yılında 1 Mayıs İşçi Bayramıolarak kutlandı. 1921’in 1 Mayısı’nda ise İstanbul’unhemen tüm işçileri 1 Mayıs’a katılmış, Haliçvapurları, tramvaylar, fabrikalar işlememiştir. 1Mayıs’a işçiler kızıl bayraklarla katıldı veKasımpaşa’dan Şişli Hürriyet-i Ebediye Tepesi’nekadar yürüdüler. Bu 1 Mayıs, İşgal kuvvetleri zabıtakomisyonu adına Amiral Ballar’ın şu tehdidinerağmen yapılmıştır: “…amelenin işi bırakması vetatil yapması halinde…”, çıkacak olayların, “…askerisuç sayılacağı ve faillerinin askeri mahkemedeyargılanacağı…” Bu tehditkar bildiriye rağmenişçiler Türkiye Sosyalist Fırkası da İştirakçi Hilmi

önderliğinde, sokağa çıkmışlardır. Maden-İşarşivlerinde, işgalcilerin ve onların işbirlikçilerinikorkutan bu heybetli gösteride İstanbul sokaklarına“Bütün ülkelerin işçileri birleşin!” diye yazılaryazıldığı belirtilmektedir.

1921 yılında Ankara’da ise Sovyetler Birliği elçisiRilov’un anılarında 1 Mayıs şöyle bir not edilmiştir:

“Elçilik binası içten ve dıştan komünist liderlerinportreleriyle donatıldı. Çeşitli meslek kesimleri veyeni idarelerden pek çok kimse de törene iştirak edip,tebrik mesajları teati ediyorlar…”

1 Mayıs 1922 de büyük gösterilere tanık oldu.Dönemin komünistleri, sosyalistleri ve çeşitli işçiörgütlenmeleri bir araya gelerek, 1 Mayıs’ ta işçihaklarıyla ilgili (çalışma gününün sınırlanması,kadın, çocuk emeği gibi) konular ve bir an öncesavaşın sona ermesi, barış gibi siyasal taleplerleyürüdü. “Türkiye amelesi sendika ister”,“Burjuvazinin zulmünü protesto ediyoruz”,“Mürteciler, muhtekirler, kapitalistler, emperyalistlerkahrolsun!”, “Bütün dünya işçileri birleşin!” gibisloganlar atılıp, dövizler taşınır.

Ankara’daki 1 Mayıs kutlamalarında ise, bütündünya işçisinin 1 Mayıs bayramını tebrik içinMoskova’ya telgraf çekilmesi kararlaştırılır, sonraAnkara’daki Rus Sefarethanesi’ne yirmi beş-otuzkişilik bir grup giderek bayramlaşma yapılır.

1921 ve 1922 yıllarının 1 Mayıs gösterileriağırlıklı olarak Şefik Hüsnü TKP’sinin etken olduğusöylenebilir.

Yeni kurulmak üzere olan Türkiye Cumhuriyet’iaçısından önemli olan 1923 İzmir İktisatKongresi’nde işçiler adına da katılım olur. Burada birtakım işçi haklarının yanı sıra , 1 Mayıs’ın işçibayramı olarak resmen tanınmasını istenir. 1923 1Mayısı’nda bu kongrede istenen haklar için İstanbuldışında Ankara, İzmir ve Adapazarı’nda da toplantılarve gösteriler yapılır. İstanbul’da tütün işçileri, askerifabrika ve demiryolu işçileri, fırıncılar, İstanbultramvay, telefon, tünel, gazhane işçileri 1 Mayıs’ı

Tarihselliği içinde 1 Mayıs...

Page 21: Kızıl Bayrak 2013-15

Kızıl Bayrak * 211 MayısSayı: 2013/15 * 12 Nisan 2013

sokakta kutladılar. “Yabancı şirketlere el konsun!”, “8saatlik iş günü!”, “Hafta tatili!”, “Serbest Sendika veGrev Hakkı!” pankartlarını taşıdılar. ÖzellikleAnkara’da ilk kez yasal olarak kutlanan 1 Mayısoldukça kalabalık geçer.

1924 yılına gelindiğinde, Türkiye Cumhuriyetiyeni ve ilk anayasasını belirlemiştir. Bu yasaylabirlikte birçok işçi örgütü yasal olarak kurulur.Örneğin İşçi Tesanüd ve Teavvün Cemiyeti İstanbulGenel İşçi Birliği gibi… Ardından 12 Ağustos1924’te “Amele Teali (yükseltme) Cemiyeti” kurulur.O yıl ilerici gibi görünen bu oluşumlara rağmen 1Mayıs’ın kutlanması hükümetçe yasaklanır. Sekizsaatlik iş günü için bildiri dağıtan birçok işçitutuklanır. Buna rağmen Ankara’da İmalat-ı Harbiyeişçileri tarafından bir toplantı şeklinde kutlamayapılır. Aynı biçim İstanbul’da da uygulanır veTürkiye Umum Amele Birliği genel merkezinde birtoplantıyla 1 Mayıs 1924 kutlanmış olur. Bu yılitibarıyla burjuva cumhuriyeti tüm muhalifleriniortadan kaldırma yolunu seçer.

1925 yılına gelindiğindeyse işçi birlikleri vesosyalist örgütlenmeler yeniden hareketlenme yolunagirseler de 1 Mayıs yine geniş yığınlarca kutlanamaz.Çünkü iktidardaki tek parti CHP, “sendikacılığın veamele birliklerinin sınıfsal bir nitelik taşımamasıgerektiği”ni düşünmektedir. Şeyh Sait isyanınıbahane ederek, 1925 yılında “Takrir-i SükunKanunu” adıyla bir sıkıyönetim yasası ilan edilir.Böylelikle Türkiye sosyalist hareketi başta olmaküzere muhalefetteki tüm siyasi partileri ve işçibirliklerini ortadan kaldırma yoluna gidilir. 1 Mayısgösterilerini düzenleyenler “hükümeti devirmeyeteşebbüs” suçlamasıyla yüz yüze kalıp, “Hıyanet-iVataniyye” (vatan hainliği) yasasının gereğince işlemgörür. Tutuklamalar başlar. Her türlü gösteriyasaklanır. İstiklal Mahkemeleri kurulur. ÇıkanTakrir-i Sükun Yasası, her türlü gösteri ve yürüyüşyasaklanınca, 1 Mayıs da yasaklanır ve uzun yıllar buyasak geçerliliğini korur. 1935 yılına kadar hemenhemen her yıl ancak gizli kutlanır. İşçi sınıfınasaldırılar bitmez, devamında grevler yasaklanır,yönetici pozisyonlarındaki muhalifler yerlerindensürülür ya da işten atılır. Hükümet kendi yandaşlarınabir Amele Birliği kurdurur.

Böylesi bir dönem sonrasında 27 Mayıs 1935’te“Ulusal Bayram ve Genel Tatiller HakkındakiKanun’la, 1 Mayıs “Bahar ve Çiçek Bayramı” olarakücretsiz tatil günü kabul edilir.

Yıl 1947’ de CHP iktidarı “işçi ve işverensendikaları ve birlikleri hakkında” yeni bir yasa dahaçıkarır. Bu yasayla sendikalar devletçe denetlenecekve politikayla uğraşmaz bir hale sokulmakistenmektedir. İşçi sınıfına yönelik bu baskıdöneminde bir başka parti Demokrat Parti, işçilere

grev hakkı dahil pek çok vaatlerde bulunur. Ancak 14Mayıs 1950-27 Mayıs 1960 tarihleri arasında DPiktidara geldikten sonra işçilere verile hiçbir vaadinyerine getirilmediği bir kez daha görülür. Her nekadar dönemin Başbakanı Adnan Menderes, 1 Mayıs1960’ta Tercüman gazetesinde 1 Mayıs’ı “işçibayramı” olarak kutlayan demeçler verse de, bunlarınsadece işçileri kendi denetimlerinde tutmak içinbaşvurdukları bir manevra olduğu ortadadır.

27 Mayıs 1960 darbesi sonrasında da işçi sınıfıaçısından bakıldığında yasaklamaların devam ettiğigörülmektedir. Toplu Sözleşme, Grev ve LokavtKanunu’nun kabul tarihi olan 24 Temmuz, işçisınıfına 1 Mayıs’ın yerine bayram olarak dayatılır.Ancak bu, kararlı mücadeleler sonucu geripüskürtülür.

31 Temmuz 1952’de DP hükümeti zamanındakurulan Türk-İş bünyesindeki; Türkiye Maden-İş,Lastik-İş, ve Basın-İş Türk-İş’ten ayrılarak, 13 Şubat1967’de Devrimci İşçi SendikalarıKonfederasyonu’nu yani DİSK’i kurarlar. 1976’yagelindiğinde DİSK,1 Mayıs’ın “işçi dayanışmagünü” olarak kutlanması kararı alır ve 1925 yılındansonra, ilk kitlesel 1 Mayıs, 1976’da İstanbul’da 400bin emekçi tarafından Taksim Meydanı’nda kutlanır.Bu 1 Mayıs, Türkiye’de kitlesel 1 Mayıskutlamalarının başlangıcı olur.

Her ne kadar devlet bundan rahatsız olsa da 1977yılında Taksim Alanı’na beşyüz bin emekçininakmasını engelleyemez. Kutlamalar için alan, sabahınerken saatlerinde itibaren dolmaya başlar. İşçiler,emekçiler, öğrenciler, kadınlar, çocuklar...Coşkulu birşekilde geçen mitingde dönemin DİSK GenelBaşkanı Kemal Türkler’in konuşmasının sonlarınadoğru, çevredeki binalardan halkın üzerine ateş açılır.Yaşanan paniğin ardından 37 kişi yaşamını yitirirken,200’den fazla yaralı vardır. 1977 yılının 1 Mayısgünü, tarihe Kanlı 1 Mayıs olarak geçer. Resmiyetkililer ve medyanın olayı sol gruplar arasındakiçatışmayla ilişkilendirme çabalarına karşın,yargılama sonucunda bir çatışma olmadığı olaylarınbir provokasyon sonucu patlak verdiği belirlenmesinekarşın sorumlular yakalanmaz. 1 Mayıs 1997’de, 20yıllık hukuki zamanaşımı süresi dolar.

Sermaye devletinin bu kanlı provokasyonu işeyaramaz ve 1978 1 Mayısı önceki yıl yitirilen 37insanın acısını içinde taşıyan yüzbinler yine TaksimAlanı’na akar. Bundan dolayı 1979 yılındaSıkıyönetim Komutanlığı İstanbul’da mitinge izinvermez ve sokağa çıkma yasağı ilan eder. Ama bunarağmen İstanbul sokaklarında onbinlere ulaşanrakamlarla korsan 1 Mayıslar kutlanır.

12 Eylül 1980 Askeri darbesinin yasaklarındakuşkusuz 1 Mayıs da yer alıyordu. Böylece 1 Mayısiçin yeni bir yasaklı dönem başlar. 1981’de Milli

Güvenlik Konseyi 1 Mayıs’ı resmi tatil günüolmaktan çıkarır. Ama tüm yasaklara rağmen; kısasüreli iş bırakmalar, bayramlaşmalar ve bildiridağıtılması gibi etkinliklerle, işçi sınıfı bir şekildebayramına sahip çıkma çabasını sürdürür.

1987’de 7 yıllık aradan sonra sendikalaröncülüğünde bazı milletvekilleri, aydın, sanatçı vebilim insanları ile birlikte yaklaşık 1000 kişilik birgrup Taksim Anıtı’na 1 Mayıs şehitlerini anmaküzere çelenk bırakılmak istenir, ancak polis sadecemilletvekillerinin araçla anıta ulaşmasına izin verir.

Bedeller ödenerek kazanılan bir gün!

1989’ da tekrar 1 Mayıs’ ı kutlamak için girişimlerolur. İstanbul’da 1 Mayıs’ı kutlamak için İstiklalCaddesi’nden Taksim’e yürümek isteyen 2 bin kişilikgruba polis saldırır ve Mehmet Akif Dalcı bu saldırısonucu ölürken, 400’ü aşkın gözaltı olur. 1990yılında da İstanbul’un çeşitli semtlerinde yapılan 1Mayıs eylemlerinde 40 kişi yaralandı, 2 bin kişigözaltına alındı. Yaralılardan Gülay Beceren felç olur.1994 yılında da 1 Mayıs’a polis saldırırken, 1996’daTaksim Meydanı’nın yasaklı olduğu gerekçesiyleKadıköy`de düzenlenen 1 Mayıs kutlamalarınayaklaşık 150 bin kişi katılır. Yine polis Kadıköy’deyapılan bu 1 Mayıs kutlamalarına saldırır ve 3 kişiölür, 67 kişi yaralanır.

2006 yılında 1 Mayıslar kitlesel bir şekildekutlanır. 2007 yılında tekrar Taksim’de olma iradesigösterilir. Ancak polis yine azgınca silah, biber gazı,gaz bombası kullanarak saldırır. Valiliğe göre 580,diğer kaynaklara göre 700’e yakın gözaltıgerçekleşirken, İbrahim Sevindik adındaki birvatandaş hayatını kaybeder.

2008 yılına gelindiğinde hükümetçe 1 Mayıs’ın“Emek ve Dayanışma Günü” olarak kutlanması kabuledilir. Ancak Taksim hala yasaklıdır. Taksimkararlılığına devletin yanıtı biber gazı, gaz bombası,tazyikli ve boyalı su kullanmak olurken, pek çokyaralanma gerçekleşir.

2009 Nisanı’nda Türkiye Büyük Millet Meclisi’neverilen önergeden sonra 1 Mayıs 1981’den sonratekrar resmi bayram olarak kabul edilir, ancak Taksimhala yasaklıdır. Başta devimciler olmak üzere işçi veemekçiler yine Taksim’e çıkma iradesi gösterirler. Buirade ve kararlılık sonucu 2010 yılında 32 yıl aradansonra 200 bini aşkın katılımcıyla Taksim’de görkemlibir kutlama gerçekleştirilir.

Yakın tarihimizin de gösterdiği gibi 1 Mayıs’la ikiayrı sınıfın burjuvazi ve işçi sınıfının karşı karşıyageldiği bir gündür. Çıkarları zıt olan bu sınıflarçatışmalı bir şekilde 1 Mayıs alanında bir mücadeleyürütmektedirler. Bu yıl da sermaye devleti yineTaksimi yasaklama yolundadır. Ancak biliyoruz kiyine kazanan devrimci irade olacaktır.

Her yer Taksim, her yer direniş!

Bu irade ülkenin her yerinde gösterilmeli, işçisınıfı ve ezilen emekçi halkların kurtuluşu yolundaönemli bir mücadele günü olan 1 Mayıslar şanlıtarihine yaraşır bir şekilde her alanda kutlanmalıdır.

“İşçilerin burjuvazi ve egemen sınıf karşısındakimücadelesi devam ettiği sürece, ve tüm taleplerikarşılanmadığı sürece, l Mayıs, işçi sınıfının butaleplerinin her yıl dile getirildiği gün olacaktır. Vedaha iyi günler doğduğunda, dünya işçi sınıfıkurtulduğunda, büyük bir olasılıkla insanlık o zamanda l Mayıs’ı, geçmişte verilen zorlu mücadelelerin veçekilen acıların anısına yine kutlayacaktır.” (RosaLüksemburg)

* Veriler sendikal kaynaklardan derlenmiştir.

Page 22: Kızıl Bayrak 2013-15

22 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/15 * 12 Nisan 20131 Mayıs

T.C. yeniden yapılanma ya da transformasyonsürecinden geçiyor. Dışarıda agresyon politikalarıizleyen T.C., içeride Çin çalışma rejimini inşaediyor. Agresyon politikaları ile, sistematikneoliberal karşı devrimci saldırılar birbirinitamamlıyor ve besliyor. Hatta agresyonpolitikalarının realize olması, içeride işçi sınıfınınköleleştirilmesi, atomize edilmesi ve boyundurukaltına alınmasıyla doğrudan bağlantılı.

Asgari ücretin bölgeselleştirilmesi yönündekidüzenlemeler, yeni sendikalar yasası ve radikalözelleştirilmelerin yanında, taşeronlaştırma,sistematik mülksüzleştirme, güvencesizleştirme,yoksullaştırma, işsizleştirme ve sendikasızlaştırmaşeklinde biçimlenen neoliberal saldırılar, sınıfınvaroluş dinamiklerini yok ediyor. İşçi sınıfı sonderece rafine ve soğukkanlı bir şekildegerçekleştirilen bu saldırılara, yanıtlar üretmeyeçalışıyor. Ağırlıkta lokal direniş ve eylemlerle karşıduruşlar gerçekleştiriyor.

Bu gün 5 ya da 6 bölgeye yayılan (Çorlu-Çerkezköy, İzmit-Gebze, Eskişehir-Bozüyük,Adana-Çukurova, Gaziantep-Adıyaman vb.) anaişçi havzalarının yanı sıra, Bursa, Manisa, İzmir,Kayseri, Denizli gibi sınıf hareketi açısından özelillerde ve Türkiye çapında var olan 249 organizesanayi bölgesinde, patlak veren lokal direnişlersınıfsal öfke ve kinin en çıplak bir biçimdedışavurumu oluyor.

Yine aynı bölgelerde son derece yaygın vemuhteşem direnişler, Bosch, Renault, Arçelik veGaziantep tekstil işçilerin gerçekleştirdiği gibibüyük mobilizasyonlar, örgütlenme arayışları vefiili grevler gerçekleşiyor.

Ne var ki eylemlerin senkronizasyonunda,yaygınlaşmasında, havzayı tutuşturmasında bazıyapısal sorunlar yaşanıyor. Her şeye rağmen işçisınıfı bir şekilde örgütlenmeye, sendikalaşmayaçalışıyor.

2013 yılının ilk çeyreği yaygın lokal direnişleresahne oldu. Sermaye bu çabaları bertaraf etmekistedi. Hemen hemen her sektörde (özellikle metal,enerji, tekstilde) işten atılma, işyeri kapatma,yaygın hak gasplarına karşı eylem ve direnişler

gerçekleşti. Bu eylem ve direnişlerin yakındönemde dikkat çeken en önemli özelliği uzunsolukluluğu ve bir düzeyde başarıyla bitirilmelerioldu. Hala hazırda devam eden lokal eylemler deuzun solukluğuyla dikkat çekiyor.

Önümüzdeki günlerde yeni direniş odaklarınındoğması yüksek bir olasılıktır. PTT direnişibunlardan biridir. PTT’nin özelleştirilmesiningündeme gelmesi, bir anonim şirkete (TürkTelekom, Petkim, Tüpraş gibi) dönüştürülmesi,kargo, posta, bankacılık gibi hizmetlere ayrılarakyağmalanması, PTT işçisi için işsizlik, yoksulluk vegeleceksizlik anlamına geliyor. Bunun yanı sıra 200bin kamu işçisinin toplu sözleşme dönemi başladı.Toplu Sözleşme sürecindeki tıkanıklıklar sınıfınkolektif reaksiyonlarına yol açabilir.

2013 1 Mayısı’na her işçi havzasında giderekartan ve yaygınlık kazanan lokal direniş veeylemlerle, PTT’de olduğu gibi sınıfa stratejiksaldırıların yaşandığı koşullarda ve kamu toplusözleşme görüşmelerinin gerilimli bir şekildesürdüğü bir atmosfer de giriyoruz.

Kürt özgürlük hareketinin ulaştığı moment veiçine girilen yeni koşullar, “Batı Yakası”nda sınıfhareketinin yaratacağı yeni ve sarsıcı örgütlenme vedireniş pratikleriyle beslendiğinde muazzamgelişmelerin önü açılabilir.

Lokal direnişlerin ve eylemlerinsenkronizasyonuyla doğacak bir havza grevi, BursaBosch pratiğinde ve Gaziantep tekstil işçilerininfiili grevlerinde kaçırdığımız olası kent grevleriyaşanan yüksek konjonktürde sarsıcı sonuçlar vebirikimler yaratacaktır.

2013 1 Mayısı, 2013 Newrozu’nun ruhunukavrayacak ve onunla inanılmaz bir rezonanskuracak içerikte gerçekleştirilmelidir.

2013 1 Mayısı sınıfın büyük öfke ve kinpatlamalarının rahmi olmalıdır.

1 Mayıs hazırlıklarından...

KartalKartal İşçi Kültür Evi’nde 1 Mayıs hazırlıkları çerçevesinde bir toplantı gerçekleştirildi. Yaklaşan 1 Mayıs’ın tarihsel ve güncel önemine işaret eden kısa bir konuşmanın ardından, 1 Mayıs

gündemini işçi ve emekçilere “nasıl taşıyabiliriz?” tartışıldı. Tartışmalar nezdinde 1 Mayıs’a hazırlıkkapsamında bir piknik organize etme kararlaştırıldı. Pikniğin kararlaştırılmasının ardından piknik hazırlıklarınadair teknik, yemek, şiir vb. hazırlık grupları oluşturuldu.

Ardından pikniğin programına ilişkin belli tartışmalar yürütülerek tarih ve program kesinleştirildi. Programve hazırlıklar kapsamında planlamalar yapılarak toplantı sonlandırıldı.

Tuzla Tuzla’da Kızıl Bayrak gazetesi işçi ve emekçilere ulaştırılıyor. İş çıkış saatinde TEKSİF Sendikası’nda örgütlü

Rimaks fabrikası önünde Kızıl Bayrak gazetesi satışı yapıldı. Gazete satışı esnasında işçilere kölece çalışmakoşullarına karşı mücadele çağrısı yapıldı.

ÜmraniyeSınıfa Karşı Sınıf Kurultayı Ümraniye Hazırlık Komitesi, 1 Mayıs Komitesine dönüştürüldü ve komite

toplantılarını almaya başladı. Toplantılarda 1 Mayıs faaliyetinin nasıl ele alınması gerektiği üzerine tartışmalaryapıldı.

Ayrıca 20 Nisan Cumartesi akşam saat 20.00’da Sarıgazi Vatan İlköğretim Okulu önünden SarıgaziMeydanı’na kadar yürüyüş yapılacak. Meydanda ise 1 Mayıs etkinliği gerçekleşecek.

Her hafta düzenli olarak sabah işe giriş saatinde İmes A Kapısı’nda yapılan gazete satışı bu hafta da devametti. Gazete satışı süresince ajitasyon çekilerek işçiler 1 Mayıs’ta Taksim’e çağrı yapıldı.

Kızıl Bayrak / Kartal-Tuzla-Ümraniye

Lokal direnişlerden havza grevlerine, fiili grevlerden kent grevlerine...

2013 1 Mayısı: Kavganın rahmiVolkan Yaraşır

Page 23: Kızıl Bayrak 2013-15

Kızıl Bayrak * 23Sayı: 2013/15 * 12 Nisan 2013 Dünya

İşçi sınıfının en büyük düşmanlarından MargaretThatcher öldü.

Thatcher 1979-1990 yıllarında, iktidarda kaldığı11 yıl boyunca, ekonomik, sosyal ve siyasal alandakiicraatlarıyla sermaye sınıfının en azgıntemsilcilerinden biriydi. Sadece İngiliz işçisine değil,dünya işçi sınıfına dayatılan neo-liberal politikalarınen azgın savunucusuydu.

Apartheid rejimini destekleyip, ona karşımücadelenin sembolü Mandela’yı terörist ilan eden,Şili’de binlerce insanı gözaltında yok eden veonbinlercesini hapishanelere dolduran faşistPinochet’nin tutuklanmasından sonra Londra’dakihastanede ziyaretine giden ve serbest bırakılmasınıtalep eden Thatcher tam bir komünizm düşmanıydı.

İngiliz sermayesinin “Demir Lady”si, İngiliz işçive emekçileri arasında, ilkokullarda öğrencileredağıtılan parasız sütü bile kaldırdığı için “süt hırsızı”ünvanı kazanmıştı.

İktidardaki ilk yıllar:Özelleştirmeler, tensikatlar ve IRA

1979 yılında İngiliz sermayesinin “milli felaket”çığlıkları arasında süren grev dalgası, İşçi Partisihükümetinin sonunu hazırladı ve Thatcher’ı iktidarataşıdı. Thatcher’ın ilk işi “ülkesini kurtarmak” içinözelleştirmeler oldu, İktidarını borçlu olduğusermaye sınıfına kamu kurumlarını peşkeş çekti.Kamu kuruluşları özelleştirilmesine kitleseltensikatlar eşlik etti. İşsizlik 1980 yılında birmilyona çıkmış ve birkaç sene içinde 4 milyonaulaşmıştı.

Hükümet İrlanda sorununda da oldukçasıkışmıştı. 1981 yılında Kuzey İrlanda’da, tutukluIRA militanlarından Bobby Sands ve arkadaşlarıaçlık grevine başladılar. Açlık grevi 60. günündeBobby Sands aday gösterildiği kendi bölgesindeThatcher’dan daha fazla oy alarak milletvekiliseçildi. Sands açlık grevinin 66. gününde öldüğünde27 yaşındaydı. Thatcher Sands ve 9 arkadaşınınölümünü sadece seyretti.

Thatcher’a karşı toplumsal muhalefet büyüyordu.

Falkland savaşıThatcher’in yardımına koştu

Arjantin’de can çekişen askeri faşist cunta sınıfmücadelesinin önüne geçebilmek için, 1982’deİngiltere’ye ait Falkland adalarını işgal etti. BuThatcher için bulunmaz bir fırsattı ve yarattığımilliyetçi atmosfer sayesinde halkın yüzde 80’inindesteğini alarak savaşa girdi. Bölgeye 40 bin kişilikaskeri güç gönderdi. 72 gün süren savaş sonucundaArjantin askerleri adadan çıkarıldı. Savaş Thatcher’ıikinci kez başkanlık koltuğuna oturttu.

Artık sıra işçi sınıfına gelmişti!

Sandıkta aldığı desteği rakiplerini ve toplumsalmuhalefeti ezmek için kullanan Thatcher, ülkeninneo-liberal dönüşümünün önündeki tüm engellerikaldırmaya girişti. Bunun için önce işçi sınıfı

sindirilmeliydi. İşçi Partisi’nin siyasi ve maddidestekçisi olan sendikaları yetkisizleştirilmesi işçisınıfını savunmasız bırakacaktı.

Bu amaçla 1984’te Sendikalar Yasası çıkarıldı.Sendikalar siyasi alandan uzaklaştırıldı, içdemokratik işleyişlerine müdahalenin önü açıldı,sınıf dayanışması yasaklandı.

Büyük maden direnişi

İşçi sınıfı ile burjuvazi 1984-85 Maden Grevi’ndekarşı karşıya geldi. İngiltere tarihi 120 bin işçinin biryıl sürecek grevine ve işçi eylemlerine sahne oldu.

Thatcher hükümete gelmeden önce, işçi sınıfınınve özellikle 1974 yılında hükümeti deviren madenişçilerinin gücünü kıracağına söz vermişti.Thatcher’in 30 bin işçiyi işten çıkarmak için yaptığıdüzenleme 50 bin demiryolu işçisisinin greviylekarşılandı. Thatcher hükümeti bu direniş karşısındageri adım atmak zorunda kaldı.

Ulusal Kömür İşletmesi’nin 20 madenininkapatılacağı ve 20 bin işçinin işten çıkarılacağınınduyulmasının ardından, 5 Mart 1984’te madenişçileri greve çıktı. Gezici grev gözcüleri aracılığıylagrev yayıldı.

Thatcher bu büyük grevi bastırmaya kararlıydı.Sendikaların gücünü azaltan ve polis yetkileriniartıran yasaları çoktan parlamentodan geçirmişti.Grev gözcülüğü yasa dışı ilan edildi. Grev polisablukasına alındı. Böylece maden bölgeleriarasındaki iletişim, grevdeki işçiler ile henüz greveçıkmamış işçiler arasındaki bağlantı koptu.

İşçi sınıfı grevdeki maden işçilerine destekvermeyi sürdürdü. Onlarla dayanışmak için, kömürtaşımayı reddetti.

Haziran’da Orgreave’da Çelik Fabrikası’nıkapatmak için giden 6 bin madenciye 10 bin polissaldırdı. Burada yüzlerce işçinin yaralandığı vegözaltına alındığı şiddetli çatışmalar yaşandı.

Tüm dünyanın işçileri İngiltere’deki bumücadeleyi izliyor ve madencilerin militanmücadelesinden güç alıyordu.

Bu militan ve kitlesel grevin ezilmesi için polisdevleti uygulamaları devreye sokuldu. İşçiler kamerasistemleriyle gözetlendi, greve destek veren işçilerinailelerine her türlü yardım kesildi, çocuklarına ilaçdahi verilmedi. İşçiler yerel ve sınıfsaldayanışmalarla hayatta kalmaya çabalıyorlardı. Birsüre önce açığa çıkan bir belgeye göre, Thatcher,Sovyetler Birliği’ndeki maden işçilerinin bir milyondolar tutarındaki bağışının da İngiliz madenişçilerine ulaşmasını engellemişti.

Kışa doğru binlerce işçi grevi bırakıp işedönmeye başladı. Mart ‘85’te kitlesel işe dönüşlerbaşladı.

Grev süresince maden işçileri, tüm saldırılarakarşı militanca mücadele ettiler. Polis saldırılarında20 bin işçi yaralandı, 2 işçi grev gözcülüğü yaparkenöldürüldü, 13 bin işçi gözaltına alındı, bunlardan200’ü tutuklandı. Binin üzerinde işçi işten atıldı.

Farklı sektörlerde grevde olan işçiler birbirindenyalıtıldı. Grevler başarısızlıkla sonuçlanırken madenişçileri de aynı akibete uğradı. Maden ocaklarınınbüyük bir kısmı kapatıldı, geriye ancak birkaç bin

maden işçisi kaldı.

Kelle vergisi

Thatcher’in maden işçileri karşısında kazandığızafer, yeni saldırıların yolunu açtı. Kelle vergisigündeme getirildi. 18 yaşının üzerindeki herkes kayıtaltına alınacak ve vergilendirilecekti. Buna karşıİskoçya’da başlayan “sivil itaatsizlik eylemleri” kısasürede “biz kelle değiliz insanız” şiarıyla tüm ülkeyeyayıldı. Londra’da onbinlerin eylemleri giderekyüzbinlerin protesto gösterilerine dönüştü, militansokak çatışmaları yaşandı. Thatcher hükümeti buyasayı geri almak zorunda kaldı.

Son söz

1984-1985 yılında yaşanan İngiliz madencileriningrevi dünyada neo-liberal politikalarınuygulanmasında çok önemli bir rol oynadı. Buradaçıkarları birbirine zıt iki dünya, uzlaşmaz iki sınıfkarşı karşıya gelmiş ve bir yıl sürecek bir iradesavaşına girişmişti. İşçi sınıfı ile devlet arasındaadeta bir savaşa dönen bu mücadele sadece İngiltereişçi sınıfının değil, Avrupa’daki sınıfmücadelelerinin de seyrini belirledi.

Bugün işçi sınıfı ve emekçi kitlelerinyaşamlarında her geçen gün daha fazla hissettikleri,yıkıcı sonuçlarını yaşadıkları neo-liberal saldırılar,kamu hizmetlerinin ve işletmelerinin özelleştirmesive kamu harcamalarının kısıtlanması, sendikalarınetkisizleştirilmesi, anti-demokratik yasalar, polisdevleti ve kirli savaş uygulamalarının mimarlarıMargaret Thatcher ve Ronald Reagan’dır.

İşçi sınıfı ve emekçi kitleler bu sınıf düşmanlarınıasla unutmayacak!

Margaret Thatcher öldü...

Burjuva gericiliğininkudurgan temsilcisi!

Page 24: Kızıl Bayrak 2013-15

Dünya24 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/15 * 12 Nisan 2013

Güney Kürdistan’dapetrol gerilimi

Bir gericilik odağı olarak AKP iktidarının izlediğibölgesel politika, son aylarda Irak merkezi yönetimiyleilişkilerin alt seviyeye inmesine yol açtı. Zira Irak’ıniçişlerine doğrudan müdahale eden ve ülkedemezhepsel parçalanma için çalışan güçlere açıktandestek veren AKP iktidarı, kendi sefil çıkarları için -bölgedeki diğer Amerikancılarla birlikte-, bu komşuülkeyi kirli elleriyle pervasızca karıştırmaktadır.

Irak’la gerilimin temel nedenlerinden biri de,Mesut Barzani yönetimindeki Güney Kürdistan’lakurulan ilişkilerdir. Bağdat’ı bir kenara bırakarakBarzani yönetimiyle işbirliği yapan AKP iktidarınınderdi, Irak’ta Şii-Sünni parçalanma yaratarak, işbirliğiyaptığı odaklarla birlikte bu komşu ülkede etkiliolmak. Bunun yanı sıra, Kerkük petrolleri için salyalarıakan Türk burjuvazisi ile onun AKP öncülüğündekiiktidarı, Bağdat yönetimini devre dışı bırakarak, bupastayı yutmak istemektedir.

Nitekim Tayyip Erdoğan’ın “Kuzey Irak’tan hampetrol sevkiyatı konusunda anlaştık” açıklamasınınardından Erbil’den yüklenen ilk tankerler, Haburkapısından Türkiye’ye giriş yaptı. Ham petrolsevkiyatının başlatılması Bağdat-Erbil ilişkilerinin dahada gerilmesine yol açtı. Ankara-Erbil arasındakianlaşmanın bizzat AKP şefi tarafından ilan edilmesiise, Nuri El Maliki yönetiminin rahatsızlığını daha daarttırdı. Zira açıklamayı yapan Tayyip Erdoğan’ıntutumunda, Bağdat yönetimine bir çeşit meydanokuma da var.

Hem Erbil-Ankara anlaşmasına hem ham petrolsevkiyatının yapılmasına tepki gösteren Nuri El Malikihükümeti, Barzani yönetimini yasadışı işler yapmaklasuçladı.

Irak anayasasına göre, Kürt yönetimi, Irak petrolgelirlerinin toplamından %17 pay alıyor. Dolayısıyla,bu anayasaya göre, Erbil yönetimi, merkezi hükümetigöz ardı ederek, ham petrol satma hakkına sahipbulunmuyor.

Bağdat-Erbil gerginliği yeni değil elbet. Sonhaftalarda hem Kürt milletvekilleri hem kabinedebulunun dört Kürt bakan, parlamento ve hükümetiboykot ediyordu.

Taleplerinin kabul edilmemesi durumunda, “tümseçeneklerin” masada olduğunu belirten Kürtsiyasetçiler, gerekirse Irak’tan ayrılabileceklerini desöylüyorlar. Türkiye’ye ham petrol sevkiyatınınbaşladığı günlerde yapılan bu açıklama, gerilimitırmandıran bir rol oynadı. Tüm bunlara rağmen, hampetrol sevkiyatı ve AKP şefinin fütursuzluğu, gerilimintırmanmasında özel bir rol oynuyor.

El Maliki-Barzani ikilisi, sorunları çözmek içinmüzakereye hazır olduklarını ilan etseler de, bu işin okadar kolay olmayacağı anlaşılıyor. Zira Erbil-Bağdatilişkilerini dinamitlemek için çabalayan AKP iktidarı, buuğursuz politikalarını ısrarla sürdürmektedir.

Kuzey Kore’nin bugün orta menzilli iki Musuduanfüzeyi harekete geçirerek fırlatma sistemlerineyerleştirdiğine dair haberler resmi olarakdoğrulanmazken, Güney Kore askeri yetkililerincefüze kalkanına sahip iki savaş gemisinin doğu ve batıkıyılarına yerleştirilmek üzere harekete geçirildiğibelirtildi. Japonya da, Kuzey Kore’ye karşı ABD veGüney Kore’yle yakın işbirliği içinde olduğunuduyurdu.

Pasifikte sular ısınıyor

Kuzey Kore’nin, 12 Şubat’ta üçüncü nükleerdenemesini yapması üzerine emperyalistlerin sözcüsüişlevi gören BM Güvenlik Konseyi, 7 Mart’ta, KuzeyKore’ye karşı uygulanacak yeni yaptırım paketinionaylamıştı. Ardından ABD emperyalizminin savaşuçaklarını ve savaş gemilerini bölgeye gönderdiğini,birkaç hafta içinde ise Pasifik Okyanusu’ndaki Guamadasına füze savunma sistemi kurulacağınıduyurmuştu. ABD emperyalizminin Güney Kore ilebaşlattığı ortak tatbikat ve en son Kuzey Kore’ninGüney Kore ile “savaş durumuna” girdiğini, NükleerSantralı’nı tekrar açacağını duyurması, gerginliği iyicetırmandırdı.

Burjuva medya ve Kuzey Kore

Burjuva medyanın Yugoslavya, Irak, Libya, Malive Suriye’yi hedef alan savaşlarda olduğu gibi,kamuoyunu manipüle etmek konusunda tam bir savaşkışkırtıcılığı yaptığına bir kez daha şahit olduk.Şimdilerde de, Kuzey Kore’nin “savaş tehditleri” ileilgili haberler burjuva medyada ayyuka çıkmışdurumda.

Rusya’nın sesi radyosu, 30 Mart’ta tarihliyayınında, Kuzey ve Güney Kore’nin savaşla ilgiliresmi beyanlarının Batılı haber ajansları tarafından“yanlış” çevrildiği yorumunu yapıyor ve Pyongyang’ınsözlerinin özgün metinde, “düşman provokasyonlarıdurumunda Kuzey Kore savaş döneminin kanunlarınagöre hareket edecektir!” anlamına geldiğini belirtiyor.Yani gerçekte Kuzey Kore tehdit eden değil, tehditedilen konumundadır. Vietnam internet medyasında da

geçtiğimiz günlerde Güney Kore’nin Şubat ayındaKuzey Kore sınırına 20 km. mesafede askeri tatbikatyaptığını gösteren ve kimin kimi provoke ettiğinigözler önüne seren fotoğraflara, batı medyasında hiçbiryerde rastlanmadığı gözleniyor.

Kuzey Kore üzerineyazılanlar yazılmayanlar

Kuzey Kore üzerine az şey biliniyor. Burjuvamedya döne döne Kore’deki hastalık, kuraklık ve kıtlıkile ilgili haberlerin yanında arz sıkıntısı ve yasadışısilah ticaretini işliyor. Tüm bunların yanında dadünyanın alay ettiği çılgın bir diktatörden söz ediyor.

Oysa Kuzey Kore nadir toprak ve mineralkaynaklar açısından zengin bir ülke. Mevcutkaynakların değerinin 6 trilyon doların üzerindeolduğu tahmin ediliyor. Tüketici elektroniği ve askeriteknoloji üretimi için gerekli kaynaklara sahip olmasıda ayrıca ilgiyi üzerine çekiyor.

Kuzey Kore’de demir cevheri, kömür, çinkocevheri, altın cevheri, bakır cevheri, kireçtaşı,molibden ve grafit gibi yaklaşık 200 farklı hammaddebulunduğu tahmin ediliyor. Ayrıca burada dünyanınikinci manyezit yatakları ve altıncı büyük tungstenyatakları bulunuyor. Asia Times bir haberinde KuzeyKore’de bulunan hammaddenin işlenmeyi beklediğinibelirtiyor.

Kuzey Kore sınırları içinde “nadir” toprakelementleri bulunduğu söyleniyor. Bunlar, rüzgartürbinleri, güneş pilleri, hibrid motorlar, akıllıtelefonlar, düz ekran TV, dizüstü bilgisayarlar,arabalar, bilgisayarlar, tanklar, uçaklar, füzeler vs.üretimi için gerekli olan elementler. “Yeni PasifikEnstitüsü Projesi”ne göre Güney Kore hükümetitarafından bu hammaddelerin toplam değerinin 6trilyon ABD doları civarında olduğu tahmin ediliyor.

Çin şu anda nadir toprak elementlerinde dünyanınen büyük ihracatçısı durumundadır. Kanada Montrealgazetesi, Çin’in Pyongyang yönetimi ile birlikte KuzeyKore’deki doğal kaynakları keşfetmek için çalıştığıyorumunu yapıyor. Güney Kore’de işbirliği için taleptebulunmuştu. Japonya ve Tayvan’lı mikroçipendüstrisinden çeşitli şirketler de... Bunlar arasındaEric Schmidt (Google) gibi batılı şirketler debulunuyor.

Almanya merkezli FAZ gazetesinin Ocak 2013’teyayınladığı haberde; Kuzey Kore’nin yabancıyatırımcılara sınırlarını açmak istediği ve bunun içinKore’ye Alman ekonomistler ve hukukçular tarafındangizlice danışmanlık sunulacağı bilgisi yer aldı.

Şimdiye kadar, Kuzey Kore öncelikle Çinliyatırımcıları çekmişti. Çinli yatırımcılar da özellikledevasa doğal kaynakları ile ilgilenmişti. “NadirTopraklar”a gelince, bunlar Çin ve Kuzey Kore’de bolmiktarda bulunurken ABD, İngiltere’de nadir ve diğerbatılı emperyalist ülkelerde son derece sınırlıdır.

Günümüzde emperyalist rekabet ve savaşlarıntemel nedenlerinden biri hammadde kaynakları vedoğal zenginliklerin paylaşımıdır. İşte bu nedenleKuzey Kore’nin nükleer silah denemelerinden çok,ülkenin maden kaynakları emperyalistlerin iştahınıkabartıyor. Tıpkı en son Mali’ye karşı başlatılanemperyalist hegemonya savaşında olduğu gibi…

Kore Yarımadası’ndagerginlik tırmanıyor

Page 25: Kızıl Bayrak 2013-15

Dünya Kızıl Bayrak * 25Sayı: 2013/15 * 12 Nisan 2013..

17 Nisan 2013´te Münih´te “Nasyonal-SosyalistYeraltı örgütü” (NSU) isimli faşist örgüt üyesi 5kişinin duruşması başlıyor.

13 Nisan’da Münih’te antifaşist kurum vekuruluşlar tarafından kitlesel bir protesto yürüyüşüdüzenlenecek. Protesto gösterisine Almanya çapındankitlesel bir katılım bekleniyor.

Hatırlanacağı gibi, Kasım 2011 tarihinde birarabada iki kişinin intihar(!) etmesinin ardından BeateZschäpe isimli kadının bir evde çıkardığı yangın, 9yabancının öldürülmesi ve iki bombalı saldırı ile ilgibelgeleri ve “Nasyonal-Sosyalist Yeraltı örgütü” adlıfaşist cinayet şebekesini açığa çıktı.

7 yıldır “döner cinayetleri” olarak lanse edilencinayetlerde ırkçı ipuçları göz ardı edilmiş, yıllarcaölenlerin aileleri ve yakınları izlenirken, ölenlerinmafya ilişkileri araştırılmıştı. Hatta bir eylemde birBND (Alman İstihbarat Örgütü) ajanının olay yerininyakınında görünmesine ve Kassel’deki olayda iseinternet kafe sahibinin öldürüldüğü sırada BNDajanının internet kafede bulunduğu ispat edilmesinerağmen...

Skandallar ve derin devlet

Nasyonal-Sosyalist Yeraltı Örgütü’nünsuikastlarının açığa çıkmasından bu yana ipuçları yokedilmeye devam ediyor. Cinayetlerdeki polis ve gizliörgüt teşkilatlarının rolünü aydınlatmak için yapılanlarise bugüne kadar sonuçsuz kaldı.

Ölü bulunan iki faşist ve yakalanan Beate Zschäpeisimli faşist kadının, arandığı sürelerde bile, AnayasayıKoruma Teşkilatı ajanlarının bulunduğu toplantılarakatıldığı, gizli servis elemanlarının kullandığı türdekimliklere sahip olmaları, bomba yapımındakullandıkları maddelerin sadece Alman ordusundabulunduğu, bu kişiler hakkında yapılan ihbarların,

haklarında açılan davaların hasıraltı edildiği, bazıdairelerde saklanan ve tahrip edilen dosyalar, araştırmakomisyonlarında söylenen yalanlar, araştırmaların dahaderinlere inmesini engellemek için bir iki gizli serviselemanının istifası vb… Tüm bunlar “dönercinayetleri” failleri ile Alman “derin devleti”arasındaki bağlantılara işaret ediyor.

Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın geçmişi

1950’de eski Naziler tarafından kurulan bu gizliörgüt, faşizme karşı direnenleri tekrar hapishanelereatmak için faaliyet gösterdi, 60’lı yıllarda öğrencihareketini ezmek için çaba harcadı, 70’li ve 80’liyıllarda ise sol militanlara karşı meslek yasağı içinbelge topladı. 2002 yılında Faşist parti NPD’yikapatma davasının başarısızlığa uğramasının nedeni debu gizli örgütün ajanlarının NPD’nin en üst yönetimdüzeyine kadar tüm sorumlu kademelerde çalışmaktaolmasıydı. NSU adlı faşist çete de polis ve AnayasayıKoruma Teşkilatı muhbirleri ile dolu bir örgüttür.

Almanya’da ırkçılık

Irkçılık Almanya’da derin köklere sahip.Almanya’da yabancılara ve sığınmacılara karşısertleştirilen yasalarla en insani haklar ellerindenalınırken, faşist örgüt ve partiler aracılığı ile sokakortasında saldırıya ve hakarete uğruyor, Rostock,Mölln, Solingen ve Hoyerswerda’da evleri, kaldıklarıyurtlar ateşe veriliyor, Hitler döneminden kalmapogromlar yaşanıyor. 1989’dan bugüne Almanya’da200’ün üzerinde göçmen, antifaşist, punk ve evsizöldürüldü.

Bu kirli/kanlı olaylar, Alman burjuvazisinin faşistçeteleri kullanmaktan hiçbir zaman vazgeçmediğinikanıtlamaktadır.

Müslüman-Hıristiyançatışması kışkırtılıyor

Mısır’ın başkenti Kahire’de bulunan HıristiyanKıptilere ait Katedral’e düzenlenen saldırı ile başlayanolaylarda iki kişi hayatını kaybederken, 90’ı aşkın kişide yaralandı. Hıristiyanların Mısır’daki en önemli dinikurumu kabul edilen Katedral’in dinci-gerici çetelertarafından pervasızca hedef alınması, dinsel çatışmariskini arttırdı.

Çeteler-polis suç ortaklığı

Katedral’in içine Molotof kokteyli atan çeteler,Hıristiyanlar için büyük önem atfedilen bu dinikurumu kundaklamaya çalıştılar. Olaylara tanık olanpolis saldırıyı engellemek bir yana, Katedral’e gazbombaları atarak, çetelerin işini tamamlamaya çalıştı.

Dinsel çatışmaları kışkırtan dinci çetelerin ilk kezsokaklara salınmadığı, Müslüman Kardeşler (İhvan)yönetimine karşı düzenlenen eylemleri, muhalifgazetecileri, greve çıkan işçileri hedef alan saldırılardada bu tetikçilerin kullanıldığı belirtiliyor.

Bu çetelerin polisle içli/dışlı olduğunu belirtenMısır’daki sol/sosyalist muhalefet, buna rağmen İhvanyönetiminin olayları “faili meçhul” olaraknitelemesini, suç ortaklığının kanıtı sayıyor.

İhvan yönetimi, vaazlarda olayları kınadığınısöylüyor. Oysa pratikteki tutum tersine işaret ediyor.Dinci-mezhepçi zihniyeti benimsemesi, İhvanyönetimini failleri korumaya sevk ediyor. Suçlularortada olmasına rağmen, resmi açıklamalarda olaylarıkışkırtanların “meçhul” olduğu iddiası, İhvan yönetimiile dinci çetelerin suç ortaklığının kanıtlarından birikabul ediliyor.

Tehlikeli gelişmeler

Dinci çeteler-polis işbirliği ile düzenlenen saldırınınardından, Kıpti gençlerin de, savunma gerekçesiylesilahlanmaya başladığı belirtiliyor. Kıptilerin milisoluşturma hazırlığı, Mısır’da Müslüman-Hristiyançatışması riskinin arttığına işaret ediyor.

Dinci-mezhepçi bir üslup kullanan kökten-dinciçetelerin İhvan yönetimince hoş görülmesi, hattayönetime bağlı bazı milletvekili veya bakanların daaynı üsluptan mustarip olması ve bu üslubun hemHristiyanlara hem Sünni olmayan Müslümanlaradüşmanca yaklaşması, Mısır’da olası birdinsel/mezhepsel çatışmanın kimler tarafındankışkırtıldığını gözler önüne seriyor.

Halkların kardeşliği için…

Dinci-gerici saldırının duyulması ile harekete geçenbinlerce kişi, olayı protesto etti. Katedral’in önündetoplanan kitle, Mısır halkının bir bütün ve kardeşolduğunu, rejimin başarısızlıklarını örtmek ve dikkatitoplumsal sorunlardan başka yöne çekmek için dinselçatışmayı kışkırttığı bildirildi.

Halkların kardeşliği için alanlara inenler, Mısır’daolası bir dinsel çatışmayı önlemek istediklerinişiarlarıyla haykırıyorlar. Tersinden ise dinci-gericiçeteler de bu çatışmayı kışkırtmak için uğraşıyorlar.Müslüman Kardeşler’in yönetimde olması ise, kökten-dinci çetelerin işini kolaylaştırıyor.

Bu olaylar, henüz yolun başında sayılan MüslümanKardeşler yönetiminin, Mısır halklarının başına türlübelalar saracağına işaret ediyor. Dinsel bir çatışma,Mısır halkları için tam bir yıkım olur. Umalım ki,halkların kardeşliği için mücadele eden sol/sosyalistparti ve örgütler ile işçi ve emekçilerin gücü, olası biruğursuz dinsel savaşı önlemeye yetebilsin…

Nazi terörü ve ırkçılığa karşıAlmanya çapında yürüyüş

Page 26: Kızıl Bayrak 2013-15

Kadın26 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/15 * 12 Nisan 2013

8 Mart tartışmalarının ana eksenini oluşturan temelkavramlardan biri olan “görünmeyen emek”,metinlerimizde değinilip geçilen fakat üzerinde çokdurmadığımız bir kavram. Reformist çarpıtmalaraneden olduğu için, bu kavramın nasıl ele alınmasıgerektiği üzerinde durmak yararlı olacaktır.

“Görünmeyen emek” kavramı genel planda,sermaye birikimi sürecinin kesintisiz biçimdesürmesinin temel koşulu olan “emek-gücü”nünyeniden üretiminde kadınların harcadığı ev içi emeğiifade etmektedir. Bu emeğin kendisi de ikiyeayrılabilir. Birincisi kapitalizmin ihtiyaç duyduğu yeninesil emek-gücünün üretimi (yani çocuk doğurulmasıve bakılması) için kadınlar tarafından ortaya konmasıgerekli olan emek. İkincisi ise gün boyu üretimsürecinde emek-gücü fiili olarak tüketilen erkek emek-gücünün ertesi güne aynı üretebilme potansiyeli ileçıkabilmesi için gerekli olan hizmetlerin yerinekonulması için gerekli emek.

Açmak gerekirse, günümüz kapitalist toplumundaerkek işçinin tükettiği emek-gücünün yerinekonulabilmesi, böylece aynı verimlilikle ertesi günsömürülebilmesi için yemeğe, ısınmaya, yaşadığıortamın asgari hijyen koşullarında tutulmasına,çamaşır-bulaşık vb. işlerin yapılmasına ihtiyacı vardır.Kaldı ki bunun dışında çocuk bakımı (geleceğinpotansiyel emek-gücü), evde bakıma muhtaç yaşlılarınve hastaların yaşamını idame ettirebilmesi için de biremek harcanması gereklidir.

Emek-gücünün yeniden üretimi için gerekli tüm buihtiyaçların karşılanması, kapitalizmin kendindenönceki üretim tarzlarından devraldığı ve kendiihtiyaçları doğrultusunda biçimini değiştirdiği fakatözüne dokunmadığı erkek egemen ideoloji ilebirleşince, günümüzde kadınların “doğal” göreviolarak kabul edilmiş/ettirilmiştir. Toplumsal cinsiyetbağlamında tüm bu ihtiyaçlar ev içi emeğin konusuolarak kadınların sırtına yüklenmiştir. Bu emeğin“görünmez” olarak nitelenmesinin sebebi ise,kendisinin bir “değeri”nin olmamasıdır.

Emek-gücü kendi değerinin üzerinde değerüretebilen tek meta olması sebebiyle diğer metalardanfarklı bir metadır. Bir metanın meta olabilmesi içingerekli olan iki temel koşul emek-gücü metası için degeçerlidir. Bunlardan ilki kullanım değeri olarak ifadeedilir ki, bu, o metanın talep edilmesini sağlayan ve birihtiyacı karşılamaya yarayan değer biçimidir. Diğeri vekapitalizm açısından asıl “değerli” olanı ise, “değişimdeğeri” olarak ifade edilen değer biçimidir. Birmetanın değişim değerini belirleyen, o metanınüretilmesi için toplumsal açıdan gerekli emekzamandır. Emek gücü metası için ele alınırsa, bumetanın kullanım değeri emek harcayarak üretimyapabilme yeteneği iken, değişim değeri isetüketildikten sonra yeniden üretilmesi için gerekli olantoplumsal açıdan belirlenmiş emek zamandır.

Örneğin, bir ayakkabı işçisinin 10 saatlik işgünüiçerisinde, kapitalist 3 saatlik üretim sürecinde eldeedilen üründen emek-gücünün değerini (değişimdeğeri) öderken, diğer 7 saatlik emeğin ürününe elkoyar, ki buna da artı-değer denir. Burada ifade edilensüreçte işçi 3 saatte kendi ücretinin değeri kadar değeryaratır, geri kalan 7 saat kapitalist için çalışır. Çalışıpçalışmamakta köleden farklı olarak “özgür”dür, fakatüretim araçlarına sahip olmayan bir kişi olarak hayatta

kalabilmek için satabileceği tek metasını, yani emek-gücünü satmak zorundadır. Tersinden kapitalist de kârelde etmek için emek-gücüne muhtaçtır. Sermayegenişleyerek büyümek için vampirin kana ihtiyaçduyduğu gibi emek-gücüne ihtiyaç duyar. Emek-sermaye çelişkisi olarak ifade edilen bu süreçkapitalizmin ontolojisini oluşturur.

Görünmeyen emeğin görünmezliğinin asıl sebebi,kapitalizmin ihtiyaç duyduğu emek-gücünün yenidenüretim sürecinde kadınların harcadığı emeğin birkullanım değeri olduğu halde bir değişim değerininolmamasıdır. Bu nedenle herşeyin değişim değeriölçüsünde görünür ve “değerli” olduğu bu sömürüdüzeninde kadının ev içi emeği “görünmez”.

Kendinden önceki patriyarkal ideolojiyi devralıpkendi artık-değer sömürüsü ile uyumlulaştıranburjuvazi, bu sayede emek-gücünün değişim değerinidüşürerek kâr kitlesini arttırırken, aradaki farkın“maliyetini” kadın cinsine ödetir. Yemek, temizlik,bulaşık, çamaşır, çocuk bakımı vb. ev içi emeğinkonusu olan ve emek-gücünün ücretine dahil edilmesigereken bu maliyetleri toplumsal cinsiyet bağlamındakadının “doğal” işleri olarak kadın cinsine yükleyenburjuvazi, böylece ücretleri olması gereken düzeyinaltında tutma olanağı bulur. Şayet bu “doğal” işlerikadınlar yapmasa ve erkek işçi bu hizmetleri piyasadanbir ücret ödeyerek almak durumunda olsa ücretlerinoldukça yükselmesi gerekir ki, bu doğası gereğiburjuvazinin işine gelmez.

Bu açıklamalardan sonra asıl önemli soruyusormanın vakti geldi. “Görünmeyen emek” tümkadınları ilgilendiren sınıflar üstü bir kavram mıdır?Feminist ve reformist hareketin iddiası bu yönde. Busebeple 8 Mart’ı, Dünya Emekçi Kadınlar Günü yerine“Dünya Kadınlar Günü” olarak kutluyorlar. Tezleri iseşu: Tüm kadınlar emekçidir fakat emekleri görünmez.Bu sebeple “emekçi” ön eki ile bugünü kutlayanlarkadın sorununu işçi ve emekçi kadının sorunu olarakalgılarlar ve kadın sorununa sığ bir şekilde yaklaşırlar.Zaten Marks’ın Kapital’i de “görünmeyen emeği”ekonomi-politiğin eleştirisine yansıtmamasından ötürü

“cinsiyet körü”dür, vb...Öncelikle Kapital’in “cinsiyet körü” olduğu

iddiaları temelsizdir. Zire Marks, bu eserindekapitalizmin temel hareket yasalarını ortaya çıkarmakiçin sistemi en saf ve piyasa dışı etkenlerdensoyutlayarak analiz eder. Bu sebeple piyasa ile dolaylıilişkilenen ev içi emeği analizinin dışında tutar, tıpkıdiğer piyasa dışı faktörleri dıştaladığı gibi.

Sorumuza dönersek; “görünmeyen emek” tümsınıflardan kadınların ortak bir mücadele eksenindebirleşeceği bir kavram değildir. “Görünmeyen emek”,işçi ve emekçi kadının çifte sömürüsünü ifade eden birkavramdır, orta burjuva-burjuva kadının değil. Emek-gücünün yeniden üretilmesini ifade eden bu kavramdoğal olarak işçi ve emekçi ailesini varsayar, çünküemek-gücünü satan emekçidir. Emekçi kadından kasıtyalnızca ücretli çalışan kadın da değildir. “Emekçi”tanımlaması yapılırken, aile gibi mülkiyet ilişkilerinincisimleştiği bir kategorinin üzerinden atlanamaz. Birişçi erkeğin eşi/kızı, üretim sürecinde bulunsun ya dabulunmasın, hem ev içi emeğinden ötürü hem de ailekurumu üzerinden onun sınıfsal taşıyıcısı olduğu içinemekçidir. Kaldı ki ücretli olarak da çalışıyorsa, buonun hem evde hem de iş yerinde sömürüldüğüanlamına gelir. Tersinden burjuva kadın yalnızcaüretim araçlarına sahip kadını tanımlamaz. Burada daburjuva erkeğin eşi/kızı, üretim aracına sahip olsun yada olmasın, bir mülkiyet ilişkisi olarakdeğerlendirdiğimiz ailenin sınıfsal taşıyıcısıdır,dolayısıyla sınıfsal konumu burjuvadır.

Burjuva bir ailenin kadın üyeleri, ev içi emeğinkonusu olan temizlik, çocuk bakımı, yemek vb.hizmetleri hizmet sektöründe çalışan kadın emekçilereyaptırırlar. Satın aldıkları bu hizmetlerin karşılığını neile ödedikleri ise yeterince açıktır. Üç kuruş parakarşılığı evlere temizliğe giden emekçi kadınlar ile buhizmeti satın alan ve bunu da artı-değer sömürüsüsayesinde yapan burjuva kadınları aynı kefeye koymakve bunu da “görünmeyen emek” kavramı ileaçıklamaya çalışmak doğal olarak marksistlerin işiolamaz.

“Görünmeyen emeğin” ekonomi-politiğiB. Aziz

Page 27: Kızıl Bayrak 2013-15

Kadın Kızıl Bayrak * 27Sayı: 2013/15 * 12 Nisan 2013

Geçtiğimiz haftalarda kadının istihdam sorunu,istatistiki verilerden istihdamı artırmaya dönükpolitikalara dek bir dizi başlık üzerinden tartışılırken,verili tabloya ilişkin timsah gözyaşları akıtılmaktan dakaçınılmadı. Sonuçta ortaya çeşitli projeler vedüzenlemeler atıldı. Sadece bunlara göz atmak dahikapitalist sistemin ikiyüzlü karakterini görmeyeyeterlidir. Ancak bu yazımızda kapitalizminmutfağında hazırlanan saldırı politikalarından çokmutfağın kendisini ele alacağız.

Kapitalizmde kadın istihdamı

Kapitalist sistem doğası gereği ikiyüzlüdür.İnsanların canı ve kanı üzerinden hayat bulan busistem, “kâr için her yol mübahtır!” anlayışıylapolitikalar üretmektedir. Böyle olunca da, onlar için“yaşamsal” olan bizler için “ölümcül” olmakta, “hak”ise “saldırı” ile eşanlam kazanmaktadır.

Kadının istihdam sorununda da bu ikiyüzlüpolitikalar kendini ortaya koymaktadır. Kadınınüretim sürecine çekilmesi ya da evin dört duvarıarasına sıkıştırılması kapitalizmin dönemsel çıkar veihtiyaçlarına bağlıdır. Savaş dönemlerinde kadınlarkitlesel olarak üretime çekilirken, kriz dönemlerindeişsizliğin boyutlanmasıyla, “analığın kutsallığı” vb.söylemlerle gerisin geri üretimin dışına itilmektedir.

Kapitalizmin “vahşi” dönemi 1800’lü yıllardakadın ve çocuk emeğinin sınırsız sömürüsündenbugüne, sömürünün derecesinde, sınıfmücadelesinin seyrinin belirlediğisınırlamaların dışında pek birdeğişiklik olmamıştır. Çünkü kadın veçocuk emeği burjuvazininvazgeçemediği nimetler arasındadır.İhtiyaç duyduğu ölçüde keyfince ucuzişgücü olarak sömürür, ihtiyaç fazlasıdurumlarda ise “baba ocağına” ya da“koca evine” gönderir. Çocukbakımı, ev işleri vb. gibi toplumsalolarak karşılanması gerekenhizmetleri kadınların omuzlarınayıkarak, ona ev içi köleliğini dayatır.

“Hareket etmeyenler,zincirlerini fark edemezler!”*

Emekçi kadın kapitalist sistemaltında çifte sömürünün girdabındaboğulmaktadır. Onun bu girdabıniçinden çıkmasının ilkkoşulu, Engels’in sözleriile, “bütün kadın cinsininyeniden toplumsal üretimedönmesidir.” Ancaktoplumsal üretim sürecindeyerini alan kadın, yüzyıllıkzincirlerini parçalayaraközgürleşmenin yolunu açabilir.Kendisini boyunduruk altına alan

kapitalist sistemi ancak üretim süreci içerisindetanıyabilir ve ona karşı koyabileceği silahlarıedinebilir. Sınıf mücadelesinin dönüştürücü etkisinianlamak için salt işçi direnişlerine bakmak bileyeterlidir.

Bundan dolayıdır ki, komünistler kadınıntoplumsal üretime katılmalarını önemserler. Kadınınüretime katılmasını ileri bir adım olarak görürler.Sosyalist sistemde ise sorun başka bir boyut kazanır.

Gerçek “özgürlük ve eşitliğin” yolu!..

Sosyalizmde üretim ilişkilerini belirleyen kardeğil toplum için üretimdir. Kadınların kitlesel olaraküretim sürecinde yerini alması da çerçeveye oturur.Emek sömürüsünün son bulduğu sosyalizmde, kadının“eşitlik ve özgürlüğü” bir söylem olmaktan çıkar.

1917 Büyük Ekim Devrimi’nin ardından SovyetlerBirliği’nde kadın istihdamında (Savaş Komünizmi veNEP dönemlerinde dalgalanmalar söz konusu olsa da)muazzam gelişmeler yaşanmıştır. Tarım dışı kadın işçive hizmetlilerin sayısı 1917’de 2.300.000 iken1932’ye gelindiğinde bu sayı 6.007.000’e ulaşmış,1940’da ise 11 milyon kadın toplumsal üretimiçerisinde yer almıştır. Kadının kitlesel olarak üretimekatılmasının yanında kadın-erkek iş ayrımısilikleşmiş, kadın, üretimin her alanında “varım”diyebilmiştir.

Sosyalist sistem kadını toplumsal üretimin birparçası yaparken, aynı zamanda kadının omuzlarınayüzyıllardır terk edilmiş toplumsal görevleri de asılsahibi olan topluma tekrar iade etmiştir. Böylecekadının üretime katılmasının önündeki engellerortadan kalkmış, toplu çamaşırhaneler, yemekhaneler,

çocuk bakım evleri, kreşler vb. toplumsalkurumlaşmalar yoluyla, kadının sosyal-kültürelgelişiminin önü açılmıştır.

Kadının üretim sürecindeki yerini alması kadıncinsinin kurtuluşu doğrultusunda önemli bir ilkadımıdır. Sosyalist toplum bunu bir yük olarak değilkendisine düşen bir görev olarak kabul eder. Dahaönemlisi, tek başına bunun yeterli olmadığı bilinciylehareket eder.

Bu çerçevede TKİP Programı’da “Kadınınkurtuluşu” başlığı altında şunlar ifade edilmektedir:

“Toplumsal yaşamın tüm alanlarındakadın-erkek eşitliğinin sağlanması için

kararlı ve sistematik bir mücadeleyürütülür. Eski toplumdan miras fiilieşitsizliklerin giderilmesi için heralanda kadın lehine ayrımcılıkgözetilir.

Analık toplumsal bir işlevdir,kadının bundan doğan tüm hakları

tanınır. Eski düzende kadınıköleleştiren çocuk bakımı ve ev

işleri toplumsal kurumlaşmalaryoluyla çözülür.”

* Rosa LüksemburgT. Tanya

Kadının kurtuluşusosyalizmde!

Eğitimde gericilik hızkazanıyor

Dinci-gerici AKP hükümeti, emperyalizm vesermayenin ihtiyaçları doğrultusunda gerçekleştirilen12 Eylül darbesinin açtığı yolda, bu geçmişten aldığıbirikimle ilerlemeye, yaşamın her alanında dincigericiliği derinleştirmeye ve toplumu tektipleştirmeye devam ediyor.

Sermayeye ucuz iş gücü sağlayan aynı zamandadinci gericilikle yarının uysal işçilerini yetiştirmeyihedefleyen 4+4+4 eğitim modeli her geçen gün yenitakviyelerle genişletiliyor.

4+4+4 dinci-gerici, piyasacı eğitim modelikapsamında gündeme gelen okullarda dini içeriklikitapların dağıtımına, fiilen zorunlu hale getirilen dinderslerine, sırası olmayan okullarda olmazsa olmazdenilen mescitlere, özgürlük söylemleriyle duyurulupkız çocuklarını küçük yaşta türbana saran kılık kıyafetserbestliğine, 12 Eylül’den tanıdığımız kitaplarauygulanan sansür ve yasaklara şimdi deOsmanlıca’nın sosyal bilimler liselerinde zorunlu,diğer lislerde ise seçmeli ders olarak okutulmasıeklendi.

AKP Manisa milletvekili Selçuk Özdağ’ın TBMM’yeOsmanlıca’nın zorunlu ders veya seçmeli ders olmasıyönünde verdiği kanun teklifi, Milli Eğitim Bakanlığıve TBMM Milli Eğitim Komisyonu’ncadeğerlendiridildi ve MEB Talim Terbiye Kurulutarafından Osmanlıca’nın Sosyal Bilgiler Liseleri’ndezorunlu ders, diğer liselerde ise seçmeli ders olarak2013-2014 eğitim öğretim yılı müfredatınakonulmasını karara bağlanmış oldu.

Osmanlı İmparatorluğu boyundurluğu altındaezilen halkların cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte“tek dil, tek din, tek devlet” bakışı çerçevesindekıyımdan geçirildiği, ulus devlet oluşumununengellendiği, ulus birliğini ifade eden dil ve kültürdeğerlerinin yok edilmeye çalışıldığı gerçekleri ortayerde duruyorken, Türkiye’nin çeşitliliğinden vezenginliğinden bahseden Selçuk Özdağ’ın; Kürtler’inanadillerinin yok sayılması gerçeğine de gözlerinikapatarak “atalarımızın mezar taşlarını okuyamazolduk” serzenişleriyle sunduğu ve devletin deonayladığı Osmanlıca’nın zorunlu bir ders olarakliselerde okutulması kararını sevinçle karşılaması,kapitalist sistemde demokrasi ve özgürlüğün ezensınıfın tekelinde bulunduğu ve bunların ezilen sınıflariçin ise faşizm ve baskıdan başka bir şey ifadeetmediğini ortaya koyuyor.

Osmanlıca’nın zorunlu bir ders olarak sosyalbilimler liselerinde okutulması devlet sözcüleritarafından memnuniyetle karşılanırken kimi “muhalifçevreler”in ise tepkisini çekti.

Kamu kurumlarında türbana alan açılması, diniiçerikli deslerin çoğaltılması ve son olarakOsmanlıca’nın zorunlu ders olarak okutulmasıcumhuriyetin değerlerinin yok edilmesi olarakgörüldü.

“Biz Türkler büyük medeniyetler kurmuş milletinçocuklarıyız. Selçuklu, Osmanlı bizimmedeniyetimizdir. Onların küllerinden deCumhuriyet kurulmuştur” diyen Selçuk Özdağ’ın dabelirttiği gibi bu adımlar Cumhuriyetin değerlerinekarşıt değil tam da Türk-İslam senteziyle ilerleyenCumhuriyetin devamıdır.

Bugün AKP eliyle yürütülen burjuva Cumhuriyet,sömürgeci Osmanlı imparatorluğunun küllerindennasıl oluşmuşsa, artık çürümüş ve tarihin çöplüğüneatılması gereken kapitalist düzenin içinden de yarınınsömürüsüz, sınıfsız, sosyalist dünyasını kuracakdevrimci toplumsal güç olan işçi sınıfı, oynamasıgereken tarihsel rolü oynayacaktır.

Page 28: Kızıl Bayrak 2013-15

Gençlik28 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/15 * 12 Nisan 2013

Sermaye devletinin Kürt gençliğine yöneliksaldırıları yoğunlaşıyor, polis katletmeye devamediyor.

Diyarbakır’da polisten kaçarken kendini nehreattığı iddia edilen Murat İzol’un cesedi 7 Nisan’daortaya çıktı, hem de başında bir kurşun iziyle!

Murat İzol’un başından tek kurşunla vurularakkatledilmesi, ardından Murat İzol’un evine yürümekisteyen öğrencilere azgınca saldırılması “barışrüzgarlarının estiği” bir dönemde nasıl açıklanabilir?

Bir yandan “barış” söylemleri sermaye devletininsözcülerinin dilinden düşmezken diğer yandan daKürtlere, özellikle de son dönemde Kürt gençliğineyönelik gerçekleşen bu saldırılar, devletin ikiyüzlütutumunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Muratİzol’un katledilmesi, daha geçtiğimiz günlerdeRoboski katliamını aklayan bir rapor hazırlayandevletin, Kürt ulusuna yönelik imha, inkar,asimilasyon politikalarında değişen bir şey olmadığınıgösteriyor.

Gerçek niyetinin “barış” ve “çözüm” olmadığınıyaptıklarıyla tekrar tekrar gösteren devlet, kendi eliylebeslediği dinci-gerici yapılanmaları Kürdistan’dagüçlendirerek, Kürt ulusunun bilincini kırmaya vedinci-gerici abluka altına almaya çalışıyor.

Dicle Üniversitesi’nde, hafta başında “KutluDoğum Haftası” adı altında etkinlik yapmak isteyendevlet destekli dinci-gerici yapılanma Hizbullah’ınKürt gençlerine saldırması tesadüf değildir. Üsteliksaldırıların planlı ve devlet destekli olduğu da,Hizbullah’ın üniversiteye polis eşliğinde gelmesiyleispatlanmıştır. Kürt gençliği burada da devletinikiyüzlü tutumunu görmekte ve buna karşı mücadeleetmektedir.

Dinci-gerici yapılanmaların Kürdistan’da yenidenboy göstermesi, Murat İzol’un katledilmesi, kirlisavaşın sürdüğünün bir göstergesidir. Devletcephesinden söylenen hiçbir söylem bu gerçekliğinüzerini örtemeyecektir.

Bugün tüm sahte “çözüm” tartışmalarına karşıgençliğin görevi, Kürt halkının ve özellikle Kürtgençliğinin yanında olmak, Kürdistan topraklarındanyürütülen kirli savaşa karşı birlikte mücadele etmektir.

Bizler de genç komünistler olarak sermayedevletinin yalandan estirdiği “barış” rüzgarlarınakapılmayarak, bulunduğumuz her alanda özgürlük veeşitlik mücadelesini büyüteceğimizi bir kez daha ilanediyoruz.

Ekim Gençliği10 Nisan 2013

Devlet katletmeye,saldırmaya devam ediyor!

Beytepe’de devrimcigençlik faaliyeti

Hacettepe Üniversitesi’nde soruşturma terörühız kesmiyor. 4 Ekim Gençliği okuru hakkında dabirçok soruşturma açılmış bulunuyor. Arka arkayaaçılan soruşturmalarla devrimci öğrencilerisusturmaya çalışan üniversite yönetiminin busaldırısına yanıt, faaliyetin ısrarla sürdürülmesiyleveriliyor.

1 Mayıs’ın yaklaşmasıyla birlikte çalışmalarınıhızlandıran Ekim Gençliği okurları işçi sınıfınınsesini, devrim ve sosyalizm şiarlarını kampüsetaşımaya devam ettiler. Kızıl Bayrak ve EkimGençliği’nin dağıtımı yapılırken kampüsün birçoknoktasında yazılamalarla devrim ve sosyalizmpropagandası yapıldı.

Ekim Gençliği okurları “Yeni Ekimler için ileri!”,“İşçi sınıfı savaşacak sosyalizm kazanacak!”,“Gençlik gelecek, gelecek sosyalizm!”, “Yaşasın 1Mayıs!” yazılamaları yaptılar.

Ayrıca, Hacettepe Üniversitesi Rektörü MuratTuncer’in 98 devrimci-ilerici öğrencinin yemekücretini 1 TL’den 5 TL’ye yükseltmesinin ardındanverilen tepkiler sonucu yemek ücreti tekrar 1 TL’yedüşürüldü. Haksız yere kendilerinden 5 TL yemekücreti alınan öğrencilere bu para iade edildi.

Ekim Gençliği / Beytepe

Manisa”da “eğitimdedönüşüm” paneli

5 Nisan Cuma günü Manisa Egitim Sen’deyapılan panel iki bölümden oluştu. İlk olarakTürkiye’de 80’lerden bugüne eğitimin yapısı veYÖK’ün kuruluşunu anlatan kısa bir açılış konuşmasıyapıldı. Ardından sözü alan Ekim Gençliği temsilcisi,dünya ve Türkiye’deki neo-liberal saldırıları vebunun işçi, emekçi ve gençliğe yansımalarını içerenbir konuşma yaptı.

Birinci bölümün bitmesinin ardından 15 dakikaara verildi. İkinci bölüm serbest kürsüyle başladı.Kurulan serbest kürsüde canlı konuşmalargerçekleştirildi. Özellikle liselerden doğru stajsömürüsüne, sınav sömürüsüne maruz kalanliseliler karşılaştıkları sorunları paylaştılar.

Panel sorularla, serbest kürsü konuşmalarıylacanlı bir atmosferde gerçekleştirildi. Manisaüzerinden gençliğin mücadelesini yükseltmek içinçeşitli mücadele araçları önerildi. Liseler veüniversite üzerinden film gösterimleri, daha yaygınetkinlikler ve yerel fanzinlerin ihtiyaç olduğu öneçıktı.

Panel türkü ve halaylarla son buldu. Ekim Gençliği / Manisa

Kocaeli’de Ekim Gençliği okurlarına polis tacizi

Sermaye devleti, devrimci gençlik mücadelesini engelleyebilmek için her türlü yöntemi kullanıyor. Faşistbaskı ve zorbalıkla devrimci faaliyeti kırmak isteyen devlet, ajanlaştırma gibi alçakça yöntemlerle de devrimcifaaliyeti engellemeye çalışıyor.

Bunun son örneklerinden biri, geçtiğimiz haftalarda Kocaeli’de yaşandı. Polis, bir Ekim Gençliği okurunayakınları aracılığıyla ajanlık teklifinde bulundu.

Yine bir Ekim Geçliği okurunun ailesi TEM polisleri tarafından aranıp karakola çağrıldı. Polisler, “kızınızbirçok eyleme katılıyor ve önlerde yer alıyor, hakkında birçok dosya geldi örgüt üyesi ve ileri aşamaya doğrugidiyor” diyerek aileyi korkutmaya çalıştı. Aileye içerisinde birçok resmin bulunduğu dosyalar gösterdi.

Son olarak ise Ekim Geçliği okurlarının oturduğu apartmana gelen bir sivil polis, apartmanda oturan diğerailelerden bilgi almaya çalışmış, sorular sorarak çevredekileri tedirgin etmeye çalışmıştır.

Ekim Gençliği okurları ise, ısrarlı devrimci mücadelenin ortaya koyduğu irade karşısında Kocaeli polisininbilindik bu yöntemleri kullanmasının ilk olmadığı gibi son olmayacağının da farkında olduklarını, sonzamanlarda sıklıkla uygulanan bu tacizlerin kendilerini yıldıramayacağını bir kez daha ifade ettiler.

Ekim Gençliği / Kocaeli

Page 29: Kızıl Bayrak 2013-15

Gençlik Kızıl Bayrak * 29Sayı: 2013/15 * 12 Nisan 2013

Geride kalan hafta boyunca bir dizi üniversitedegençliğe yönelik saldırılar yaşandı. Faşist beslemeler,dinci-gerici çeteler ve polis, üniversite yönetimleri vedevletin doğrudan desteği ile devrimci ve ilericiöğrencilere saldırdı. Ancak yanıt her seferinde direnişoldu.

Anadolu Üniversitesi Anadolu Üniversitesi’nde TGB’nin bildiri dağıtımı

ile başlayan gerginliklerin ardından TGB-polisişbirliğiyle saldırı gerçekleştirildi. Yunus EmreKampüsü İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi önündeilk olarak ÖGB’ler saldırıya geçti. Çok sayıda özelgüvenlik elemanın yaralanmasının ardından çevikkuvvet TOMA’larla okula girdi. Öğrencilere tazyikli suve biber gazıyla saldıran polis Ebediyat Fakültesi’neçekilen öğrencilere saldırmak için camları kırdı.

Kampüste öğrenci avı başlatan polis fakülteleri vekantinleri dolaşarak devrimci ve ilerici öğrencilerigözaltına aldı. Çevik kuvvet otobüsünde de öğrencileresaldıran polis bir öğrencinin burnunu kırdı.

Dokuz Eylül Üniversitesi Dokuz Eylül Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde

Azadiya Welat ve Özgür Gündem gazeteleri için standaçan Kürt öğrencilere faşistler saldırdı. Ertesi gün,saldırıyı protesto etmek için eylem yapan devrimci veilerici öğrenciler ise polis terörüne hedef oldu. Üçöğrencinin yaralandığı polis saldırısında 23 kişigözaltına alındı.

Polis saldırısı Konak’ta yapılan eylemle protestoedilirken, gözaltına alınan öğrenciler ertesi gün serbestbırakıldı.

Öğrenci yurduna polis baskınıMuğla’da geçtiğimiz günlerde faşistler devrimci ve

ilerici öğrencilere saldırdı. Çatışma sırasında faşistlerhavaya ateş açtı. Faşistleri uzaklaştıran polisin saldırısıda bir kez daha Kürt öğrencileri hedef aldı.

Ertesi gün ise polis terörü, yurdun bin polistarafından basılması ile sürdü. Gece, YURTKUR’a

bağlı Prof. Dr. Ethem Ruhi Fığlalı Öğrenci Yurdu’nagelen polis, 4 saat süreyle arama yaptı. Baskındagözaltına alınan olmadı.

DÜ’de Hizbullah-polis saldırıları8 Nisan günü Dicle Üniversitesi’nde bir grup

Hizbullahçı önce “Kutlu doğum” adı altındaprovokasyon yarattı, sonra da satır ve sopalarla Kürtgençliğe saldırdı. Gerici güruhun saldırısı bir süresonra polis saldırısı ile de birleşti, geç saatlere kadarkentin farklı noktalarında çatışmalar sürdü.

9 Nisan günü saldırıyı protesto etmek için EğitimFakültesi önünde toplanan öğrencilere polis gazbombalarıyla saldırdı. Sloganlar atarak saldırıyıprotesto eden öğrenciler, gerici faşistlerin konferansdüzenlediği Kongre Merkezi’ne doğru yürüyüşe geçti.Polis ise barikat kurarak yürüyüşe engel olmaya çalıştı.Barikatın aşılmasının ardından yürüyüşü sürdürenöğrencilere polis engel olabilmek için helikopterlerdengaz bombası attı.

10 Nisan günü de sabah saatlerinde okul dışındangelen birçok gerici, otobüslerle okula girdi. Yaşanançatışmada 1’i ağır olmak üzere 5 kişi yaralanırken Kürtöğrencilere saldıran polis 30’dan fazla öğrenciyigözaltına aldı.

Çatışmalar nedeniyle derslere 3 gün ara verilenüniversitede kapılarda polisler nöbet beklerken, içeriraporlu hastalar dışında kimse alınmadı.

İÜ’de faşist saldırıDicle Üniversitesi’nde dinci çeteler ve devlet

tarafından hayata geçirilen saldırılar, İstanbulÜniversitesi Beyazıt Ana Kapı önünde yapılan bireylemle protesto edildi. Eylemde okunan basınaçıklamasında, öncelikle Dicle Üniversitesi’ndeyaşanan süreç aktarıldı.

Eskişehir’deki saldırılara da değinilen basınaçıklamasının ardından kitle Ana Kampüs ve Fen-Edebiyat Fakültesi’ne yönelerek ikiye ayrıldı.Sınavlara girmek için Fen-Edebiyat Fakültesi’ne doğruyola çıkan devrimci ve ilerece öğrencilere faşistlersaldırdı. Faşistlerin taş ve soda yağmuruna devrimci veilerici öğrenciler de karşılık verdi.

Bu sırada sivil polisler Ekim Gençliği okuru ÖzcanÇolak’ı gözaltına aldılar. Beyazıt Polis Karakolu’nagötürülen Çolak, Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’ndeyapılan savcılık sorgusunun ardından serbest bırakıldı.

ODTÜ’de polis saldırısıDicle Üniversitesi’nde Hizbullahçılar’ın saldırısına

uğrayan Kürt öğrencilere yönelik polis terörüODTÜ’de yapılan eylemle protesto edildi. Üniversitegirişinde toplanan öğrenciler, burada yaptıkları basınaçıklamasında Dicle Üniversitesi’ndeki saldırılarıkınadılar.

Basın açıklamasında polisle yaşanan geriliminardından polis öğrencilere biber gazı ve tazyikli su ilesaldırdı. Polis saldırısının ardından öğrenciler kampüsiçinde “ODTÜ’den Dicle’ye selam!” sloganıyla biryürüyüş gerçekleştirdiler.

Üniversitelerde dinci-gerici-faşist çeteler, polis terörü...

Faşist baskı ve terör sökmedi,sökmeyecek!

Gençlikten faşist saldırılara eylemli yanıt

10 Nisan günü, Galatasaray Lisesi önünde Demokratik Öğrenci Dernekleri Federasyonu’nun (DÖDEF)çağrısıyla bir araya gelen gençler katledilen üniversitelileri unutmadıklarını haykırdılar.

Galatasaray Lisesi önünden yapılan yürüyüşün ardından Taksim Tramvay Durağı’nda gerçekleştirilen basınaçıklaması hem Türkçe hem de Kürtçe okundu. Açıklama “Birçok kesim tarafında ‘barış’ süreci olarakadlandırılan bir dönemde kara bulutlar tepemizde dolanmaya devam ediyor” denerek başlarken son bir haftaiçerisinde yaşanan gelişmelere dikkat çekildi. Açıklamada panzer altında ezilen Şahin Öner hatırlatılırkenMurat İzol’un ölümüne dikkat çekildi. Açıklama şöyle devam etti: “Murat İzol yoldaşın devlet tarafındankatledildiği günlerin ardından Kürdistan ve Türkiye’deki üniversitelerde yaşanan gelişmeler sistemin kanlı, failimeçhul cinayetlerle, kontra güçleri devreye sokarak gençliğe yönelik saldırılar geliştirileceğini ortayakoymaktadır.”

Açıklamada Afyon, Muğla, Kayseri gibi bir dizi ilde gerçekleşen faşist saldırılara dikkat çekilerek devleteliyle bu provokasyonların organize edildiği ifade edildi. Hizbullah’ın “Hizbul-Şeytan” olarak tanımlandığıaçıklamada devletin en kanlı yüzü olduğu söylendi.

Açıklamada burjuva basının sansürüne dikkat çekilerek Murat İzol’un ölümüne bir kelime bile yerverilmemesi eleştirildi.

Çerxa Şoreşe Marşı’nın okunmasının ardından bitirilen eyleme SGD ve Ekim Gençliği de destek verdi.

Page 30: Kızıl Bayrak 2013-15

Gençlik30 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/15 * 12 Nisan 2013

Dostlar, kardeşler! Krizin gün geçtikçe kendini dayattığı ve bu

dayatmanın yansımaları olarak işçi-emekçilerinkapitalizm içinde yaşama imkanı kalmadığı,öğrencilerin Bologna Süreci ve bu sürecinTürkiye’deki izdüşümü ile -Yeni YÖK Yasa Tasarısı-geleceksizliğe, işsizliğe sürüklendiği, yanıbaşımızdaki topraklara emperyalist saldırganlığınölüm kutuğu bir dönemden geçiyoruz.

Kardeşler, Sermaye devleti ve onun sözcüleri saldırganlıkta

sınır tanımıyor. Gözleri görmeyen insanlara ‘işbulduğuna şükret’ diyen, çiftçilerin isyanına küfür ilekarşılık veren, işçi ve emekçilerin hak talebieylemlerine fütursuzca saldıran bir avuç asalak veonun sözcüleri bizleri açlığa yoksulluğa sürüklemekistiyorlar. Ailelerimizi ve bizleri köleleştirirken onlarkârlarına kâr katıyor. Lüks hayatlarına işçi veemekçilerin emeğinden sömürdüğü paralarla yenizevkler katıyorlar. Bu yoksullukta hayatını idameettiremeyen halklar dünyada yani uyanışlarlahaklarını ve özgürlüklerini istemeye başlıyor.Gençlik içinde yeni bir dünya talebi kendinihissettirmeye başlıyor.

Suriye üzerinde ilerleyen kapitalizmin kendiniyeniden var etme çabası emperyalist bir savaşdayatıyor. Bizler emperyalist savaşın gerçek yüzünüIrak’tan, Afganistan’dan, Libya’dan ve Filistin’denbiliyoruz. Yüz binlerce insanın katledildiği,kadınların taciz ve tecavüze uğradığı, çocukların yasoğuk bir mermiden ya da açlıktan öldüğü, insanların

barınacak yerlerden ya sürüldüğü ya da evlerinsavaşın yansımaları yüzünden yıkıldığı gerçeğinibiliyoruz. Emperyalist savaş bizlere ölüm dışındahiçbir şey getirmeyecek. Aktif taşeron olma hevesiniher seferinde yineleyen Türkiye egemenleri bizleribize ait olmayan bir savaşa sürükleyecekler. GençlikIrak’ta gördüğü manzaraları tekrar göreceğininfarkında. Kampüsler “Bizim savaşımız kardeşSuriye halkıyla değildir!” demeye hazırlanıyor.

Sermaye devleti Kürt halkına da ‘çözüm’ adıaltında tasfiye planları dayatıyor. Sermaye devletiningerçek yüzünü bizler Roboski’den biliyoruz.Gözlerini kırpmadan insanları katletmektençekinmediklerini gördük. Kürt halkının mücadeleazmi ve dinamiği on yıllardır asimilasyon ve inkarınönünde set gibi durmuştur ve gençlik her zaman busetin bir parçası olmuştur. Gerçek kurtuluş ve barış,bize nimet gibi sunan katillerde değil, Kürt ve Türkişçi emekçilerin elindedir.

Dünya ve Türkiye böyle zorlu bir dönemdengeçerken kampüsler de saldırıların hedefikonumundadır. Bu saldırın bugünkü ismi “YeniYÖK Yasa Tasarısı”dır. Tasarı ile birlikteüniversitenin gerçek sahipleri bizler, müşteridenfarklı olmayacağız. Üniversiteler şirketleşecek, bilimartık iyiden iyiye ‘kâr’ın konusu hale gelecektir.Üniversitelere dönük saldırılara gençlik cevapvermekten çekinmemiştir.

ODTÜ direnişi ve diğer üniversitelerindüzenlediği destek eylemleri, Hacettepe Üniversitesi,Ankara Üniversitesi, Ege Üniversitesi’nde 6Kasım’dan bu yana üniversite öğrencilerinin verdiğitok tutum, gençliğin yarınları kurma düşüncesinigözler önüne sermektedir. Üniversite gençliğigeleceksizliğe karşı baş kaldırmıştır ve geleceğinialacaktır.

Kardeşler! Tüm bu saldırılara karşı gençliğe de büyük

görevler düşüyor. Bizler de İzmir Ekim Gençliğiolarak gençliğin sözünü söylemek için “Özgürlük veEşitlik Beyannamesi”ni kaleme aldık.

Üniversiteli dostlarımızla birlikte gençliğikapitalizmin haksızlıklarına karşı taraf olmayaçağırıyoruz. Bu çağrı “Gündüzlerindesömürülmediğimiz, gecelerinde aç yatmadığımız”günleri kurma niyetinde olanlar için başlangıçadımıdır.

Bu sürecin finalini de bir konserletaçlandıracağız. “Özgürlük ve Eşitlik için GençlikBuluşması!” şiarlı etkinliğimizin amacıbeyannameden farklı değildir. Hep bir ağızdanyarınların bizim ellerimizde olduğunu bir avuçasalağın bizlerin emekleri üzerinden varolamayacağını anlatmaktır.

Tüm üniversite gençliğini üniversitede bizedayatılan yoz kültüre karşı, emperyalist savaş vesaldırganlığa, Kürt halkına dayatılan inkar vetasfiyeye karşı gençliğin sözünü söylemek içinbuluşmaya çağırıyoruz

İzmir Ekim Gençliği

Esenyurt Devrimci Liseliler Birliği, 1 Mayıs gündemligerçekleştirdiği okul toplantılarında, çalışmaları örgütlemeküzere 1 Mayıs komiteleri kurdu.

2013 1 Mayısı’nın anlam ve öneminin tartışıldığıtoplantılarda 1 Mayıs’a kadarki süreçte okul içlerindeki vedışarıda yaygın bir 1 Mayıs çalışması yürütmek üzereplanlamalar yapıldı.

1 Mayıs hazırlıkları çerçevesinde kurulan komitelerüzerinden 1 Mayıs şenliği düzenleme kararı alındı. 1 Mayıshazırlıkları çerçevesinde düzenlenen etkinlik, 20 NisanCumartesi günü saat 14.00’te Esenyurt İşçi Kültür Evi’ndebaşlayacak.

Etkinlik programında tiyatro, şiir ve müzik dinletisininyanısıra serbest kürsü bölümü de yer alacak.

“Paralı, gerici eğitime, geleceksizliğe karşı buluşuyoruz”başlıklı etkinliğin hazırlıklarını sürdüren DLB’liler el ilanları,afiş ve ozalit gibi araçları kullanarak etkinlik hazırlıklarınıyoğunlaştırıyorlar.

Etkinliğe çağrı yapan ozalitleri Köyiçi Meydan, DepoKapalı Cadde ve Esenyurt Lisesi civarında kullanan DLB’lilerafişlerle de etkinliğin duyurusunu yapıyorlar.

Liselilerin Sesi / Esenyurt

Esenyurt DLB şenliğe hazırlanıyor

Özgürlük ve eşitlik içingençlik buluşması!

Tarih: 18 Nisan PerşembeSaat : 19.00

Yer : Ege Üniversitesi EdebiyatFakültesi

Page 31: Kızıl Bayrak 2013-15

CMYK

EKSEN Yayıncılık Büroları

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel / BURSA Tel: 0 (224) 220 84 92 Atatürk Bulvarı 109/19 Erciyes İşhanı, Kızılay / ANKARA

Rant uğruna kentsel ve doğal çevrenin yağma ve talan edilmesinin önünü açanyasal düzenlemelerden biri daha geçtiğimiz günlerde sermaye hükümeti tarafındanhayata geçirildi. 5 Nisan’da Resmi Gazete’de yayınlanan yönetmelik değişikliği ile3. köprü, baraj, nükleer ve termik santral projeleri Çevresel Etki Değerlendirmesi(ÇED) Yönetmeliği dışı bırakıldı. Böylece defalarca hayata geçirilmeye çalışılanancak her defasında açılan davalarla iptal edilen, yağma ve talan demek olandüzenleme için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı aracılığıyla bir adım atılmış oldu.

Çevre Mühendisleri Odası da 5 Nisan tarihinde yaptığı açıklamada ÇEDYönetmeliği değişikliği gerekçesinin “manidar” olduğunu belirtti. Yapılanaçıklamada Yönetmelik değişikliği şöyle değerlendirildi:

“Çevresel Etki Değerlendirme süreci her ne kadar ülkemizde yeterince sağlıklıbir şekilde uygulanmasa da, toplumun, ilgili kişi ve kuruluşların yapılacak olan buprojelere dair fikirlerini belirtmeleri, proje nedeniyle oluşacak olan olası halksağlığı, çevre sorunlarının irdelenmesi ve önlemlerin planlama aşamasındaalınması adına zorunlu bir gerekliliktir. ÇED süreci bir engel değil, aksine kamuyararının geliştirilmesi adına önemli bir adımdı.

…Kamu yararı gözeten, mesleğin ve meslektaşların haklarını kendisine dert eden

ve bilimsel-teknik bilgiyi halk yararına kullanmaktan geri durmayan TMMOBÇevre Mühendisleri Odası olarak, halk sağlığını ve doğayı tehdit eden bu olumsuzve hukuksuz düzenlemenin iptali için bugün tekrar dava açtık.”

“Çılgın projeler” içinhiçbir engel tanınmıyor…

Çevreci örgütlerin 3. Boğaz Köprüsü, Ilısu Barajı, İstanbul-İzmir otoyolu gibi“dev çılgın projeler”i ÇED’den muaf tutan ÇED Yönetmeliği 3. maddesinin iptaliiçin açtıkları dava Nisan ayı başında sonuçlanmış ve Danıştay 14. Dairesi 3.maddenin iptaline karar vermişti. Bu kararın ardından sermaye için “maliyetarttırıcı bir unsur” olan ÇED zorunluluğu, sermaye hükümetinin araya girmesi ilejet hızıyla engellenmiş oldu. Böylece burjuva hukukunun sermayenin çıkarlarıkarşısındaki esnekliği de bir kez daha görüldü.

Sermaye hükümeti Çevre ve Şehircilik Bakanlığı aracılığıyla yeni biryönetmelik maddesi yayınladı. İptal edilen 3. madde yerine “23/6/1997 tarihindenönce yatırım programına alınmış olup 5/4/2013 itibariyle planlama aşamasıgeçmiş olan veya ihalesi yapılmış olan veya üretim veya işletmeye başlamış olanprojeler ile bunların gerçekleştirilmesi için zorunlu olan yapı ve tesisler için” ÇEDYönetmeliği’nden muafiyet sağlayan madde getirildi. Daha önceki düzenlemedeişletmeye başlamış ve üretim aşamasında bulunan faaliyetleri kapsayan düzenlemeyerine yeni madde ile “Planlama aşaması geçmiş, ihalesi yapılmış” gibi muğlakifadelerin kullanılmasıyla 1997’den önce yatırım programına alınan termiksantrallar, HES’ler gibi pek çok enerji santralı ve 3. köprü gibi projelere ÇEDmuafiyeti getirilmiş oldu. Kararın ardından da medyada 3. köprü inşaatınınbaşladığı, İstanbul-İzmir otoyol projesinin de hızla sürdüğüne dair haberlerin yeralmaya başladı.

Yeni uygulama ile AKP hükümetinin “Hedef 2023” projesi kapsamındaki devprojelerinin önündeki engellerin kıvrak manevralarla nasıl atlatıldığının bir örneğidaha görülmüş oldu. Çevre Mühendisleri Odası ve çevreci örgütlerin açtıkları iptaldavalarının sermayenin çıkarlarına ters olduğu düşünülürse ne kadar zamandasonuçlanacağı belli olmadığı için, ÇED Yönetmeliği’nin jet hızıyla geçirilenmaddesi ile insan yaşamını ve doğal çevreyi ranta kurban edecek bir düzenlemenindaha önü açılmış oldu.

Yağma ve talan projeleri ÇED’den muaf!

Mücadele Postası

Antakya Organize Sanayi Bölgesi’nde çalışan bir işçiyim. Türkiye’de çalışanişçi ve emekçilerin sorunları olduğu gibi bizim de iş yerimizde benzersorunlarımız var. Örneğin, kışın açıkta, soğukta ve yağmur altında yazın ise,güneşin altında çalışmaktayız. Kışın yağmurun altında çalıştığımız için birkaçişçi arkadaşımız zatürre oldu. Hasta olmalarına rağmen işten çıkarılma korkusunedeniyle izin alıp dinlenememektedirler. Ayrıca ayda iki pazar ücretsizçalıştırılmaktayız. Sabah 07.00’den akşam 22.00’ye kadar asgari ücretleçalıştırılmaktayız.

“Şirket zarar yapıyor!” bahanesiyle bizi daha çok koşturarak çalıştırıyorlarve maaşımızı zamanında vermiyorlar. Fazla çalışma ücretlerimizin ancakyarısını keyiflerine geldiği gibi veriyorlar. Bütün bu sorunlardan kurtulmak içinbirlikte hareket edip haksızlığa karşı çıkmaktan ve bu bozuk düzeni yıkmaktanbaşka çare yoktur! Bütün işçi ve emekçilerin birlik olup bu mücadeleye katkısağlamalarını istiyorum.

Antakya Organize Sanayi Bölgesi’nden bir işçi

“Haksızlığa karşıçıkmalıyız!”

Hacı Halil Mah. Hükümet Cad. No:24 / B, Gebze / KOCAELİ

Page 32: Kızıl Bayrak 2013-15