101
Dikkat! Değerli okuyucular, Kitapların tüm telif hakları Talat Turhan'a ait olup izinsiz çoğaltılamaz, alıntı yapılamaz, başka sitelerde kullanılamaz. © Copyright 2008 Talat Turhan KAPIDAKİ ZİNCİR İlhan SELÇUK Kontrgerilla var mı? Yok mu? Tartışma sürüyor. Aradan kaç yıl geçti? Bir sonuç yok. Neredeyse bu konu 'bir varmış, bir yokmuş olacak... İki İstanbullu Tepebaşı'ndaki Meclisi Mebusan Kıraathanesi'nde bahse tutuşmuşlar... İkisi de inatçı. Biri: —Kapalıçarşı’nın demiş, Nuruosmaniye tarafındaki kapısında bir zincir asılıdır. Öteki: —Öyle bir zincir yoktur. Vardır, yoktur, derken iş büyümüş; "haydi gidip bakalım" demişler; Nuruosmaniye'ye ulaşmışlar, Kapalıçarşı'nın kapısına varmışlar, görmüşler ki zincir asılı duruyor, ama "yoktur" diyen inatçı diretiyor: —Hani nerede? Kahve ihvanı, adamı yakalamış, zinciri kafasına vur-lar, ama nafile! Bizimki, "inadım inat adım Kara Murat" diyerek söylediğinde diretirmiş: —Yoktur, yoktur, yoktur. Kontrgerillanın tezgahından kaç kişi geçti? Kaç kişi işkence gördü? Yüz mü? Bin mi? On bin mi? Bilinmiyor. Ziverbey Köşkü'nden kaç kişi geçmişti? Kapalıçarşı'nın Nuruosmaniye tarafındaki kapısında eskiden bir zincir vardı. Şimdi var mı? Kontrgerilla konusunda çok kitap yayımlandı. Bu konunun uzmanı, dostum Talat Turhan'dır; incelemeleriyle, anılarıyla, araştırmalarıyla çoğu karanlık soruyu aydınlattı. Kontrgerillanın kökeni Amerika'dır. Soğuk Savaş döneminde "komünizm korkusu" sermaye düzenlerinin karabasanıydı. Çin ve Vietnam gibi ülkelerde gerilla

kontrgerilla cumhuriyeti

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: kontrgerilla cumhuriyeti

Dikkat! Değerli okuyucular, Kitapların tüm telif hakları Talat Turhan'a ait olup izinsiz çoğaltılamaz, alıntı yapılamaz, başka sitelerde kullanılamaz. © Copyright 2008 Talat Turhan KAPIDAKİ ZİNCİR İlhan SELÇUK Kontrgerilla var mı? Yok mu? Tartışma sürüyor. Aradan kaç yıl geçti? Bir sonuç yok. Neredeyse bu konu 'bir varmış, bir yokmuş olacak... İki İstanbullu Tepebaşı'ndaki Meclisi Mebusan Kıraathanesi'nde bahse tutuşmuşlar... İkisi de inatçı. Biri: —Kapalıçarşı’nın demiş, Nuruosmaniye tarafındaki kapısında bir zincir asılıdır. Öteki: —Öyle bir zincir yoktur. Vardır, yoktur, derken iş büyümüş; "haydi gidip bakalım" demişler; Nuruosmaniye'ye ulaşmışlar, Kapalıçarşı'nın kapısına varmışlar, görmüşler ki zincir asılı duruyor, ama "yoktur" diyen inatçı diretiyor: —Hani nerede? Kahve ihvanı, adamı yakalamış, zinciri kafasına vur-lar, ama nafile! Bizimki, "inadım inat adım Kara Murat" diyerek söylediğinde diretirmiş: —Yoktur, yoktur, yoktur. Kontrgerillanın tezgahından kaç kişi geçti? Kaç kişi işkence gördü? Yüz mü? Bin mi? On bin mi? Bilinmiyor. Ziverbey Köşkü'nden kaç kişi geçmişti? Kapalıçarşı'nın Nuruosmaniye tarafındaki kapısında eskiden bir zincir vardı. Şimdi var mı? Kontrgerilla konusunda çok kitap yayımlandı. Bu konunun uzmanı, dostum Talat Turhan'dır; incelemeleriyle, anılarıyla, araştırmalarıyla çoğu karanlık soruyu aydınlattı. Kontrgerillanın kökeni Amerika'dır. Soğuk Savaş döneminde "komünizm korkusu" sermaye düzenlerinin karabasanıydı. Çin ve Vietnam gibi ülkelerde gerilla

Page 2: kontrgerilla cumhuriyeti

savaşlarının sonuçları ortalığı allak bullak etti; klasik savaşın kurallarını altüst eden yöntemlere, düzenli ordular karşı koyamıyorlardı; kontrgerilla kuramı bu gerekçeyle geliştirildi. Eğer düşman (namı diğer komünist) gerilla savaşını yeğliyorsa, kontrgerilla ile yanıt verilecekti. Bizim Genelkurmay'da bu amaçla 'Özel Harp Dairesi' kuruldu; ama özellikle 12 Mart döneminden bu yana "kontrgerilla" başka marifetleri meslek edindi. 12 Mart ve 12 Eylül, sözde kontrgerillayı aydınlara karşı işkence yöntemleriyle yürüttü. Peki, ne oldu? Sonuç ortada! Ziverbey Köşkü'nde beni sorguya çeken emekli albay, sözde kontrgerillacıydı; bir aylık işkence sürecinden sonra, son gün söyledikleri ilginçti: "-Seni şimdi gönderiyoruz, ama izleyeceğiz. Bundan böyle gözümüz üstünde olacak. Bu teşkilatta 22 albay ve general bulunmaktadır. Teşkilatı Mahsusa gibidir, bak görürsün bu teşkilat neler yapacak!.." "Teşkilat" yapacağını yaptı. 12 Mart'ın ikinci perdesi 12 Eylül'de açıldı; Diyarbakır Hapishanesi bugün sonuçlarını derlediğimiz bir okul görevi üstlendi; memleketin canına okuyup emekli oldular o generaller; "Özel Harp Dairesi"nin olanaklarını dar kafalarının yörüngesinde kullanmışlardı... 1990'ların dünyası çok değişik. Sovyetler yıkılınca, komünizm ürküşü sermaye sınıfının karabasanı olmaktan çıktı. 21'nci yüzyıla az bir şey kaldı. Sosyalizmin gerilla yöntemleriyle gerçekleşmesine dönük kuramlar geriye itildi; 'devrim ihracı'ndan vazgeçildi, çünkü ihracatı yapacak firma yok! Her ülke katılımcı demokrasi içinde derinleştikçe sosyalizme giden yollar emekle döşenecek. Bu yollarda devlet içinde devlet gibi yuvalanmış hiçbir örgüte yer yoktur. Kontrgerilla Türkiye'ye bir hayır getirmedi, bundan sonra da getiremez; ama, "faili meçhul cinayetler" sürdükçe kuşkular da silinemeyecek. (Cumhuriyet, 9 Aralık 1992) DÜNYA POLİSİ AMERİKA Somali'deki açların kurtarılmasına yönelik "Umut Operasyonu" devam etmekte. Ancak bütün iyimserliğe karşın, Amerikalıların bu ülkede bulunmalarının, ülkeye uzun süreli bir barışı getirip getirmeyeceğini hiç kimse bilmemektedir.

Page 3: kontrgerilla cumhuriyeti

"Müthiş bir tasarımız var" "International Airport"a indiğimizde, dolunay büyük bir ampul gibi harap olmuş Mogadişu'nun üzerinde asılı duruyor. Nemli, sıcak bir hava ve denizin kokusuyla doluyoruz. Ufak Cessna'mızdan inerken Pakistanlı Birleşmiş Milletler (BM)-askerleri bizleri selamlıyorlar. Her tarafta Amerikan nakliye makineleri görülüyor, oradan oraya dolaşan jipler ve koşuşturan insanlar. Dört ay önce bu havaalanına indiğimde tek bir makina bile bulunmuyordu burada. Piste yalnız bir köpek uzanmış, güneşleniyordu. On metre kadar yürümüştük ki, ellerinde ateşe hazır kalaşnikoflarla bir grup Somalili üzerimize yürümeye başladı. İçlerinden biri İngilizce bağırdı: "Defolun! Burası BM bölgesi değil, burası Somali ülkesi!" O zamanlar tercümanımız olan Abdi, "Bu insanları mutlu kılamıyorsak bile en azından mutsuz olmalarına neden olmayalım" dedi. Hemen ayrıldık oradan. Bir hafta öncesine kadar, Mogadişu dünyanın en yalnız başkenti, Somali'de en tecrit edilmiş ülkesiydi. İki yıl boyunca Birleşmiş Milletler, Somalilerin birbirlerini öldürmelerine ve ülkelerini tahrip etmelerine seyirci kaldı. Ülkeye ayak basmaya cesaret edenler, çarpıcı bir haber peşinde koşan gazeteciler, 500 çaresiz Pakistanlı BM-mavi berelileri ve kendileri yardıma muhtaç yardım organizasyonlarının çalışanlarıydı yalnızca. Bir yanda yüz binlerce insan ölürken, yardım ekipleri, yerel çete reisleri tarafından haraca kesiliyor; açlar için getirilen gıdalardan ülkeye girerken, ton başına o kadar çok yükleme, boşaltma ve diğer bazı harçlar isteniyordu ki, yardım artık tuhaf bir farsa dönüşmüştü. Son zamanlarda Somali'ye gönderilenlerin yaklaşık %80'i çalınıyordu. Ülkedeki durum son derece ciddiydi. iç savaşı finanse etmeye katkıda bulunan yalnızca yardım organizasyonları değildi. BM askerlerinin kendileri, "Technicals" diye adlandırılan, fantazi üniformalı, boyunlarında atkıymış gibi sardıkları fişeklikleri bu-lunan, kalaşnikoflarla, M–16 silahlarıyla ve "Bazuka" marka tanksavar toplarıyla oynayan, sarhoş eden kat bitkisini ağızlarından eksik etmeyen ve genellikle, uçak savar roketini jip ya da pick-up'larına monte ederek meydana getirdikleri "Mad Max" adlı araçlarında görülen genç, kötü adamları oyalıyorlardı. "Amerikalılar geldi ve artık her şey değişti", diyor havaalanındaki Pakistanlı asker ve" gülüyor. Birden, liman arkasından şık giyimli genç bir Somalili ortaya çıkıyor ve "Bu insanlardan 400 dolarlık ülkeye giriş harcı tahsil etmenizi istiyorum sizden, hemen şimdi", diyor. "Böyle bir şeye niyetim yok", diyor Pakistanlı, "isim, adres, amir, saat!" Somalili yanıtları bekliyor. Daha birkaç gün önce silahına davranan, şimdi yalnızca not defteriyle yetiniyor. Pakistanlı bilgileri soğukkanlılıkla veriyor. Korkacak hiçbir şey yok artık. Somalili notunu aldıktan sonra, "Buranın şefi benim", diyor ve kendini bir nakliyat firmasının sahibi olarak tanıtıyor. Bizi -iki televizyon timi, Stern foto muhabiri Perry Kretz ve beni- bir kamyonete bindiriyor ve karanlıkta hızla yol alıyoruz.

Page 4: kontrgerilla cumhuriyeti

Amerikalılar burada ama Mogadişu'da geceleri hiçbir şey değişmemiş. Geceleri, kent her zamanki gibi ürkütücü. Karanlıkta bir yerlerden silah sesleri geliyor, roketler ateşleniyor. Bir süre sonra kamyonetimiz duruyor. "Bir metre daha ilerlerseniz, ateş ederiz!" diye Fransızca bağırıyor karanlığın içinden birisi. Silahlarını gergin bir biçimde bize doğrultan yabancılar lejyonunun üç askeriyle karşılaşıyoruz. Biraz önce üzerlerine ateş açılmıştı, onlar da cevap veriyordu. "Geri dönün, geri dönün. Geçiş yasak. Yoksa ateş ederiz." En sonunda başka tümsekli çukurlu yollardan hedefimize, Mogadişu'daki bütün Avrupalı televizyon istasyonlarına yönelik dört katlı bir bina olan "European Broadcasting Union"a (EBU) ulaşıyoruz. Burada, bu silah seslerinin ortasında, bir santimetre kare yer için mücadele eden ve birbirine bağırıp çağıran 500'ün üzerinde gazetecinin yanlarında getirdikleri, ishal ilaçları, viski şişeleri, cibinlikler ve su mataraları arasında geceyi geçirebilmeyi umuyoruz. Bu arada, geçmemize izin verilmeyen kontrol noktasında, gergin yabancı lejyonerlerin silah aramak amacıyla durdukları bir kamyonette iki Somaliliyi öldürdükleri haberini alıyoruz. Mogadişu, aldatıcı kent; gündüz herhangi bir Afrika kasabası gibi görünür. Taşıt trafiği felce uğrar, muz ve papaya satılır, berberleri ufacık kulübelerinde erkekleri traş ederler, çay evleri iyi iş yapar ve şu an Amerikan donanmasının bulunduğu yerde insanlar dolaşır. "Ho, ho, ho Amerika", diye bağırıyor çocuklar hayran hayran. QI'lere ve kamera timlerine taş fırlatıyorlar. "Çocuklar bunu alışkanlıklarından ötürü yapıyorlar", diyor, bir zamanlar Somali Hava Kuvvetlerinde albay ve mühendis olan 70 yaşındaki Osman Makaran. Mogadişu'nun tam ortasındaki yeşil kuşağa, yani Somali'nin iki zorba "Warlord"u rakip milis şefleri Ali Mahdi Mohamed ile Mohamed Farah Aidid'in arasındaki sınır çizgisine bizimle birlikte gitmek isteyip istemediğini soruyoruz. "Deli miyim ben", diyor Osman, "iki yıl oldu oraya gitmeyeli" - "Ama Aidid ile Ali Mahdi daha yeni görüşüp adamlarını silahsızlandırma konusunda birbirlerine söz verdiler." —Buna inanabilmek için gerçekten Amerikalı olmak gerek", diyor Osman. "Onlar gelmeden önce bu ikisi Baidoa ve Kismayu'ya, önceki günlerde kırk kişinin öldüğü yere, en azılı birliklerini gönderdiler. Diğerleri silahlarını gömdüler ve şimdi sevimli görünmeye çalışıyorlar. Ama Amerikalılar gider gitmez her şey yeni baştan başlayacak." Havaalanında, ağır bir sırt çantasıyla uçaktan inen Deniz Kuvvetlerinden Teğmen David Steele ile karşılaşıyoruz. "Kaliforniya'dan geliyorum", diyor ve alnındaki teri siliyor. "Sanırım müthiş bir tasarımız var, on iki ülkeyle birlikte insani bir müdahale". Somali üzerine yazılmış ve bütün ABD askerlerine dağıtılmış olan bir kitapçığı gösteriyor. "Hiçbir zaman ve hangi koşulda olursa olsun, Somalili bir kadını öpmeyiniz." diye yazıyor bir yerinde. Ve yine: "Her zaman ve hangi koşulda olursa olsun, bir Somalili ile tokalaşınız." "Somali bir yığın pislik yalnızca", diyor bir Fransız yabancılar lejyoneri ve tükürüyor. "Biz bunu biliyoruz. Hemen hemen yalnızca Somalilerin yaşadığı komşu ülke Cibuti'deki üste bulunduk. Pis dolandırıcılar. Şimdi de silahlarını bile ellerinden alamıyoruz." Biraz sonra başkomutanı Michel Toulon kısa ve öz olarak şunları söylüyor: "Biz burada yalnızca Amerika'nın emrine uyuyoruz, o da şöyle: Somalilerin

Page 5: kontrgerilla cumhuriyeti

yalnızca ağır silahlarını alabiliriz, o da onları görebiliyorsak eğer. Araçların kontrol edilmesi yasak. Kalaşnikof, M–16 veya G3 gibi makineli tüfekler ağır silah değildir. Oh, ne güzel." "Ben bütün silahlara karşıyım" diyor, en sonunda ziyaret ettiğimiz UNICEF Başkanı Mark Sterling. "Ama Somalilinin elinden silahları almak için alternatif sunulmalıdır -iş, para, bir gelecek. Umarım, Amerikalılar bu ülkenin acele bir askeri çözüme değil, politik bir başlangıca ihtiyacı olduğunu anlarlar. Bu arada, Ami'lerin gelmelerine çok sevindim, çünkü o şekilde devam etmemiz mümkün değildi. El bombalarıyla ortalıkta dolaşan ve her şeyi bombalamak isteyen insanların arasında, bir büroda çalışmayı kim ister?" UNICEF binasının önünde genç bir çocuk, Mohammed bekliyor ve tercüman olarak iş bulmayı umuyor. Somali'nin geleceği ile ilgili dilekleri ne? "Tekrar okula gitmek istiyorum. İki yıldır kapalı. Dünyanın bir şekilde, benim yeniden okula gitmemi sağlamasını umuyorum." Richard Cheney'e bakılırsa, deniz piyadelerinin açlıktan ölen Somali'ye çıkarma yapmaları, kendi görev süresindeki son Amerikan askeri operasyonu değildi. Başkan George Bush gibi 20 Ocak 1993'te görevinden ayrılacak olan ABD Savunma Bakanı, Brüksel'deki NATO Kongresi'nde Avrupalı meslektaşlarına açıkça şunları belirtiyor: ABD, eski Yugoslavya'da silahlı müdahaleye hazırdır. "Bosna'da bir uçuş yasağı talimatını yerine getirebilecek gücümüz var", diye vurguluyor (Cheney), ve dahası: "Doğru olan budur ve bunu yapmalıyız." Ancak (Cheney) "uluslararası çerçeve içinde" ve "BM'lerin denetiminde" hareket etmek istiyor. İşte pürüzlü nokta da burada. Geçen Cuma Brüksel'de İngiliz ve Fransız meslektaşlarının yüz çevirdiklerini gördü Cheney. Çünkü Ekim'den beri süren uçuş yasağına karşın sürekli havada bulunan Sırp uçaklarına ABD uçakları ve roketleri tarafından ateş edilmesi durumunda, BM'ye bağlı İngiliz ve Fransız askerleri bir misillemeyi göze almak durumunda kalacaklardı. Cumhuriyetçi Cheney'e, beklenilmeyecek şekilde, yeni seçilen demokrat başkan Bili Clinton destek verdi. "Katliamın azalması için orada yapabileceğimiz her şey", diyordu Clinton, Little Rock'ta basına, "denemeye değer". Bu "herşeyi"i tanımlarken de işte, söz konusu uçuş yasağından söz ediyordu, "çünkü kara birliği kullanılmadan olay havada gerçekleştirilebilir." Somali operasyonuyla, neredeyse, müdahaleci Amerikan politikası kırılmış gibi görünüyordu. "Güçlü müdahale ve aktivist Amerikan dış politikası" diye söz vermişti kısa bir süre önce Clinton'un danışmanlarından Madeleine Albright; bu durumda da Birleşmiş Milletler'in barışı sağlama rolü ön planda olacaktı. Bili Clinton'un adamları, "USA Today" gazetesinin şimdiden "Clinton-Doktrini" diye adlandırdığı, insanlık ve demokrasi adına müdahale politikası için gerekli ilkeler üzerine çalışıyorlar bile. "ABD son 50 yılda komünizmin önünü aldı", diyor askeri uzman Chris Morris, "ve gelecek 50 yıl içinde barbarlığı sona erdirmek için uğraşacak". Bu, Mogadişu'daki çeteler için ne kadar geçerliyse, Sarayevo'nun Sırp kundakçıları için de o kadar geçerli.

Page 6: kontrgerilla cumhuriyeti

Her zaman olduğu gibi, yabancı kıyılarda hücuma geçen deniz kuvvetlerini televizyondan izleyip büyülenen halk, bu fikrin yanında yer alıyor: CNN anketlerine göre halkın %74'ü Somali çıkartmasına katılmayı, hatta %57'si Bosna'ya askeri yardımı onaylıyor. Avrupalılar ise, Balkan Savaşı'na seyirci kalmaları birçoklarını utandırsa bile, çok daha kuşkucu davranıyorlar. Hollanda Başbakanı Rund Lubbers, "Somali'de yaptığımızı, Yugoslavya'da yapmamız bir skandaldır", diyor. Ancak bu karşılaştırma sakıncalı; çünkü Bosna-Hersek'te, Mogadişu'daki gibi bir TV merasimi yeterli olmayacaktı. "Dünyanın şimdiye kadar görmediği denli masif bir gücün kullanılmasına gereksinim var.", diyor Britanya Savunma Bakanı Malcolm Rifkind. Yüzbinlerce insanı bir iç savaşa göndermek hiç uygun olmazdı, bu son derece büyük bir sorumsuzluk olurdu ve hiçbir işe yaramazdı." Yıldıran örnek: Beyrut 1983. Amerikan ve Fransız müdahale birliklerinde, o dönem yüzlerce ölü olmuştu; yine de Lübnan'da yıllar yılı kan aktı. Bu durumda Somali belki de -bir hiç için- emsaldir. Clinton'un yardımcısı Al Göre, "benzer kuvvetlerin olası durumlarda kullanılması" beklentisine karşı uyarılarda bulunuyordu. O zamanlar, kuzeydeki Arap hanedanlıklarının güneydeki siyahlara karşı yürüttükleri etnik tasfiyelerin hüküm sürdüğü ve hemen hemen aynı ölçüde kanlı iç savaşların yapıldığı Liberya'da ya da Sudan'da Washington'un güçlerini kullanması hiç kimsenin aklına gelmiyor. 20.000 personel ve iki milyar dolar bütçeli en büyük BM-Barış Operasyonu'nun, artan oranda Kızıl Khmer'lerin direnişiyle karşılaştığı Kamboçya'dan da uzak duruyor ABD. Kaldı ki Mavi Bereliler, Kaşmir'den Kıbrıs'a kadar güçlerin bilançosunun kanıtladığı gibi, barışın garantisi değildirler. Başarılar bile tersine dönebilir: 1990 sonlarında Birleşmiş Milletler Haiti'deki serbest seçimleri gözetirken, dokuz ay sonra askeri bir darbeyle her şey boşa çıktı. Ve devam eden BM operasyonlarının sonucunda, Angola ve Mozambik'teki iç savaşların sona erdirilmesi, Fas'ın işgalindeki Batı Sahradaki seçimler, Irak'a silahlanma konusunda denetimi hala çok belirsiz. Bununla birlikte BM barış birliklerinden ve yaptırımlarından daha iyi bir araç da yok. Bölgesel güvenlik gücü olarak NATO, Balkanlardaki büyük felaketi durduracak çok az şey yaptı. Barış birliklerini Liberya'ya gönderen Batı Afrikalılar bile Avrupalılardan daha fazla şey yapmışlardı - aynı şekilde başarılı olmamakla birlikte. Amerika Bosna'ya müdahale etmeye hazırsa, bu çatışmanın, Kosova'ya, Makedonya'ya ve eski Yugoslavya'nın sınırlarını aşarak Arnavutluk ve Yunanistan'a kadar yayılmasından endişe duyduğu içindir. Richard Cheney'e göre bu: "Gerçek bir sorun". Yabancı gönüllü ve paralı askerlerin artan sayıdaki katılımı da çatışmayı kolaylaştırmıyor: Bir tarafta Bosnalı Müslümanlar, Pakistanlı, İranlı ve yaklaşık 400 Suudi din kardeşleriyle birlikte savaşıyorlar. İçlerinden biri, Hussam al Din al-Sedat

Page 7: kontrgerilla cumhuriyeti

Eylül'de vuruldu. Rusya'dan gelen çeteler, bir şeflerinin dediği gibi, "Avrupa'da Sırplığın ezilmesine karşı" Sırpların yanında yer alıyor. İçlerinden biri, Sergej Meleschko, yediği bir kurşunla öldü. St.Petersburglu silah arkadaşı Jüri Beljajew daha ürkütücü bir şey hakkında kehanette bulunuyor: "Burada Üçüncü Dünya Savaşı çıkabilir." Stefanie Rosenkranz "Yasalar değiştirilebilir" ABD Generali H.Norman Schzvarzkopf'la Stern'in, Almanya'nın BM'ye askeri güç sağlaması, Somali operasyonu ve Yugoslavya Savaşındaki ikilemler konusunda yaptığı görüşme. * Stern: Şu an Somali'de olmak ister miydiniz? — Schwarzkopf: Tabii, Somali benim eski komuta saham Central Command'da. Olaylar başladığında heyecanlandım. Sanki senin futbol sahanda oynanıyor da sen artık oynamıyorsun. * Bu operasyon size biraz abartılmış gibi gelmiyor mu? —Bunu kolayca eleştirebilirdim, ama Körfez Savaşı’ndaki kendi felsefem şuydu: Güç yayılmasının çoğu azından iyidir. Bazı taarruzlar üstün kuvvetlerle püskürtülebilir. * Politik araç olarak güç kullanma tehdidi de varken böyle bir şey Somali'de denenmedi. —Güç kullanma tehdidi yalnızca devletler ve kuruluşlarda etkili olabilir. Somali'de ise bir kabile ve çete savaşı var. Bu yeni bir şey değil. Ben Central Command'm başkanıyken, kendi bölgemde 13 silahlı çatışma vardı. * Ve bu sayı artıyor da, özellikle kuzeyde, Kafkasya'da Orta Asya'da. Bu çatışmalar Amerika'nın çıkarlarına dokunuyor mu? —Bilmiyorum. Bu geleceğin çatışma şekli. Artık Varşova Paktı ve NATO'nun orduları karşı karşıya gelmiyor, ama büyüyen ve birden taşıp diğerlerinin çıkarlarına dokunan bir dizi bölgesel anlaşmazlıklar var. * Ordunun rolü nedir burada? Şimdi Somali'de barış birliği olarak bir deniz kuvvetleri kolordunuz var. —Bence bunu ordunun değerlendirmesi uygun. Ama şimdiden yardım organizasyonlarıyla ordu arasında, gıda malzemelerini kimin dağıtacağına yönelik tartışmalar var. "Operation Restore Hope"un diğer ülkelerin kuvvetleri ve BM ile birlikte hareket etmeleri beni sevindiriyor. Gelecekte, bu doğrultuda gerçekleştirdiğimiz her şeyde, dünyada bizim dışımızdakilerle fikir birliğinin olmasını umut ediyorum. * Gelecek için ne tür kuvvetler tasarlıyorsunuz? — Mobil kuvvetlere ihtiyaç var, uçakta ya da gemide mobil. Nerede ihtiyaç duyulursa arada kullanılabilecek durumda olabilmeli ve bunu hızlı bir şekilde yapabilmelidirler.

Page 8: kontrgerilla cumhuriyeti

* ... Dünyanın her yerinde mi? —Bu bölgesel çatışmalar, birliklerin dünyanın her yerinde kullanılmalarını gerekli kılmaktadır. Onları her hangi bir yerde bulundurmak kolaydır. Sorun yeni elemanlar. *Bu askerler her tür görevde hazır olacaklarsa, kapsamlı bir birlik azaltmasına gidilmeli. —Hayır, bu zorunlu değil. Gelecek 30 ya da 40 yıla yönelik stratejik tehlikeleri analiz etmeliyiz. Ardından kuvvetleri uygun bir şekilde azaltabiliriz. * Almanya için bu, efektif mevcut bakımından ne anlama gelir? — Zor bir soru. Kuvvetleri anında toplayabilecek durumda olunduğu sürece, güçlü bir mevcudiyetin gerekli olduğuna inanmıyorum. * Amerikan kuvvetlerinin Yugoslavya'da, Bosna'da bir rol üstlenmelerini düşünebiliyor musunuz? — Hayır, şimdi değil. Bu çok karmaşık bir iç savaş, ve içine girip iyileri kötülerden ayırmak ve kökeninde etnik, dinsel ve kültürel anlaşmazlıkları askeri bir yöntemle çözümlemek çok güç. Yabancı bir ülkenin iç sorunlarını askeri yolla halletmek konusunda hiçbir zaman başarılı olamadık. * Peki, Bosna'daki Müslüman halk tümüyle püskürtülse ya da çoğu imha edilse, ABD bu durumda müdahale yükümlüğü altında kalmaz mı? — Tabii ki. Ben hiçbir şeye yapmayalım demiyorum zaten, yalnız tek taraflı bir şeye kalkışmayalım. Açık bir BM mandasına gerek var -Körfez'deki gibi. * Amerikalılar politik bataklığa çekilmekten pek hoşlanmıyorlar... —Yine de bazılarının içinde bulunduk ve her zaman iç çatışmaların içinde. Vietnam’da yalnızdık. Yugoslavya'ya girmemiz için, bütün dünyanın, ABD'nin askeri güç kullanması gerektiği (ve kime karşı, -Sırp yönetimi, Sırp ordusu?) konusunda hemfikir olmalıdır. * BM, Bosna üzerindeki bütün askeri uçuşları yasakladı. Ama yine de uçuşları devam ediyor ve buna karşı bir şey yapılmıyor. Bu, güçle tehdit edilmesini hatta uçakların düşürülmesini gerektiren bir durum olabilir mi? —Bunun sorumluluğunu kim taşıyacak? Kimin güçleri kullanılacak? Almanya bu askeri operasyona katılmaya hazır mı? * Avrupalılardan neler bekliyorsunuz? — Avrupalılar komutayı üstlenmelidirler. Kökeninde bu Avrupa'nın sorunudur. * Almanya'nın, (ana) yasasıyla sınırlandırıldığını biliyorsunuz. —Yasalar değiştirilebilir ve dünyanın konumu değiştiğine göre yasalar da, bana göre, değiştirilmelidirler. Bu çok güzel bir bahane: Yasaların yasakladığı için katılamıyorum.

Page 9: kontrgerilla cumhuriyeti

* Eski başbakanın Helmut Schmidt, bizim ekonomik bir dev, ama yayılma politikası bakımından bir cüce olduğumuzu belirtti. - Hımm, buna kendisi bile inanmamıştır, öyle değil mi? Almanya bugün yeniden birleşmiştir. Almanya önemli bir ekonomik ve politik güçtür ve Avrupa Top-luluğu'nun bir parçasıdır. Bu kesin! Ve bu durum ona Yugoslavya da dahil Avrupa'da bazı görevler yükler. * Peki ABD'nin biricik süper güç olması hakkında ne söylersiniz? —Bu durum, ABD için inanılmaz sorumluluklar yüklemektedir. Halkımız gelecekte nasıl bir rol oynayacağına karar vermelidir. * Bili Clinton'un dış politika ve askeri konulardaki deneyimsizliği sizi tasalandırıyor mu? —Hayır. Bu konularda deneyimsiz olan birçok politikacı vardır. Bunlar uzmanların önerilerini dikkate alırlar. Sonuçta hiç kimse her şeyi bilemez. * Körfez Savaşı'ndan önce subaylara, "Iraklıların beş yıl içinde yeniden üzerimize saldırmalarını istemiyorum", demiştiniz. Bu konu hakkında ne diyebilirsiniz? —Şimdi, biz orada başarılı olduk. Tamam, Irak, Körfez'deki ikinci büyük petrol üreticisiydi ve bütün ambargoları kaldırıp silahlanmasını seyretseydik, beş ya da on yıl içerisinde başımıza yeniden bela olurdu. Ama bu noktadan sonra değil. * 20 Ocak 1993'ten sonra Saddam Hüseyin hala iktidarda olacaktır, ama Başbakan Bush olmayacaktır. — Ancak Saddam bugün hiç kimse için bir tehlike arz etmemektedir. Dünya Polisi ABD Ne yağmur bulutları korkutabiliyor ne de karanlık. 10.000 metre yükseklikten askerler, solunum cihazları, silahları ve hücum bagajlarıyla birlikte uçaktan atlıyorlar. "Bazen, paraşütü açmadan 300 metrenin altına kadar gidiyoruz", diye anlatıyor üsçavuş Daniel Yaliyas. "Geceleri yön bulmayı sağlayan tek şey bileklerdeki yükseklik ölçerler." Yaklaşık üç dakika sonra en fazla 15 metrelik bir sapmayla hedefe ulaşıyorlar. Yüzü siperli futbol başlığı ile eklem yeri korumalı üniformalar yere çarpma sırasında kazaları önlüyor. "Free Fail", seçkin ABD "Özel Kuvvetler" (Special Operations Forces, SOF) askerlerinin gözü pek yöntemlerinden yalnızca birisi. Çok iyi antrenmanlı ve çok yönlü, "Yeşil Bereliler" şeklinde, Bask başlıklarına göre anılan 11.000 savaşçı küçük gruplar halinde, askerlik ile macera arasındaki karanlık sınırda operasyonlar düzenliyor. Bunlar, içinde silahlı kuvvetler sınıflarının (Armee-Ranger) özel uçucu birlikleri, deniz kuvvetlerinin SEAL - komandolarının ve "Delta Force" gibi anti-terör savaşçılarının da yer aldığı 47.000 kişilik Amerikan Özel Kuvvetleri"nin bir elemanı durumunda. Görev alanları, "düşük yoğunluklu çatışmalardı" (LIC); ayaklanmaların, terörizmin ve uyuşturucu (gangsterliğinin) bastırılması gibi -ne tam savaş, ne tam barış.

Page 10: kontrgerilla cumhuriyeti

"Newsweek" dergisi, SOF'u "geleceğin savaş gücü" olarak niteliyor. Komutanları Cari Stiner, profesyonellerini, "ulusal savunma stratejisinin desteklenmesi için Amerikan dış politikasında kullanılacak ideal gruplar" şeklinde övüyor. Çünkü "adamlar gerçek-ten her şeyi yapabiliyorlar." Bunu şimdi de Somali'de kanıtlıyorlar. Deniz Kuvvetleri ülkeye ayak basmadan önce Armee ve Navy timleri çevreyi kolaçan edip karaya iniş yerlerini emniyet altına almışlardı. Sivil yardım birimleri, gıdanın açlara dağıtılması konusunda ilk ve sonuncular: Askerler yuvalarına döndüklerinde bile onlar orada bulunacaklar. Daima en önde yer alırlar. Kuveyt'le ilgili savaşta Özel Kuvvetler, ağır MG'ler ve özel kum arabalarının üzerindeki roket atarlarla birlikte, Iraklıların arkasında ispiyoncu ve sabotajcı olarak görev aldılar. Gece görüş cihazları, helikopter pilotlarına, alacakaranlık çöldeki radar istasyonlarına alçak uçuş saldırıları yapmalarını mümkün kılıyordu. El Salvador'da SOF'lar gerillalara karşı hükümete ait birlikleri yönetmişler, Afganistan'da ihtilalcileri Stinger roketleri konusunda yetiştirmişler ve Kolombiya ordusu için uyuşturucu mafyasının karargahını tespit etmişlerdi. "Civil-Affairs" birlikleri Bangladeş ve Florida'da baskın kurbanlarına yardım etmişlerdi. Her şeyi yapabilenler, her şey olmak istiyorlar: G.I Joe ye iyi bir Samariten (gönüllü hastabakıcı -çn.), öğretmen ve katil. Ancak, bıçağını dişlerinin arasında taşıyan, sınıra, sivile, devletlerarası hukuka ve savaş hukukuna aldırış etmeyen cangıl savaşçıları imajlarını etkiliyor. Fort Bragg'deki 7. Özel Kuvvetler grubu, "A-Takımı" komando biriminin başçavuşu Wade Chapple, "Rambo olmak istediği için bize gelenlerin", diyor, "burada işi yoktur". İki subay ve çeşitli teknik konularda uzman on kişiden (patlayıcı madde uzmanı, keskin nişancı, telsizci, sıhhiye eri) gözü kara kahramanlar olmaları istenmiyor. Adamların seçilmesi çok dikkatli bir biçimde gerçekleşiyor. Tipik seçkin er 32 yaşlarında, evli, ondört yıllık okulunu ve oniki yıllık askeri hizmetini tamamlamıştır. A-Takımı'nın haftalarca düşman sahasında kalabilmesi için, yabancı bir ülkenin diline, kültürüne ve mantalitesine karşı duyarlılık belirleyicidir. Fort Bragg'da, aralarında Farsça, Çekçe ve Tay dilinin bulunduğu 13 yabancı dil öğretilmektedir. John-F.Kennedy özel savaş okulunun öğretim planında "Bölgesel Araştırmalar" mevcuttur. Avrupa grubu, Sırpların "sıcakkanlı" ve Almanların "pasifizme eğilimli" olduklarını öğreniyor böylece. Özel Kuvvetler, Vietnam Savaşı'nda mitlerinden çok şey kaybettiler. Vietkong bölgesinde 254 görevli teröre, karşı terörle yanıt verdiler. Fort Bragg'deki dev askeri kompleksin bir caddesinin adı Son Tay'dır. (Son Tay), 350 Amerikan savaş tutsağını kurtarmak için 60 komandonun 18 Kasım 1970'de girdikleri Hanoi'da bir karargahın adı. 27 dakikada 60'm üzerinde Kuzey Vietnamlıyı öldürmüşler ve bütün tutsakları da kaçırmışlardı. . Bir başka komando faaliyeti de 24 Nisan 1980 tarihinde İran çölünde başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Başkan Jimmy Carter, Tahran'da rehine olarak tutulan Amerikan büyükelçiliği personelinin kurtarılmasını istiyordu, ancak Delta Force'un bir ara inişi sırasında bir transporter

Page 11: kontrgerilla cumhuriyeti

(nakliye uçağı) ile bir helikopter infilak etmişti: Sekiz ölü. Albay Charles Beckwith faaliyeti yarıda kesmiş ve ağlamıştı: "Bu yaşamımdaki en büyük başarısızlık." Yine 1983, Grenada'daki istilayı, komünikasyon arızaları ve yanlış hedefe açılan ateşlerle Delta, SEAL’s ve Rangers'ler yüzüne gözüne bulaştırmışlardı. 1989, Panama'da diktatör Manuel Noriega neredeyse özel birliğin elinden kaçacaktı; psikolojik harp ve sevk idare timi, onu Vatikan'ın papalık elçiliğinden rock müziği ile çıkarmıştı. Ve Körfez Savaşında, o en büyük galibiyetlerinde, on bir Yeşil Bereli Bağdat'taki düşman keşfinden geri dönmediler; isimleri, görevleri gibi gizli kaldı. "Özel Kuvvetler mitindeki çoğu şey fazlasıyla abartılıdır" şeklinde hüküm veriyor Washington Politika Enstitüsü'nden (CDI) David Isenberg. Kongre delegeleri Özel savaşçıların, "kendilerinin onayı olmaksızın operasyon düzenledikleri" konusunda endişelidirler. 1987'de Pentagon'un başındaki subaylar, Special Operation Command (USSOCAM)'m emrindeki askerleri diğer birliklerle çok az işbirliği yaptıkları konusunda eleştiriyorlardı. Bu nedenle, Deniz Kuvvetleri 1987'de Delta ve Seal'in İran hücumbotlarının peşinde olduklarını bilmiyordu "legalitenin dışındaydılar". Komando sözcüsü Carig Barta ısrar ediyor: "Biz yalnızca emirlere göre hareket ederiz." Özel Kuvvetler'in, Amerikan gizli politikasında ne ölçüde kullanıldığı henüz büyük bir sırdır. 1953'ten 1991'e kadar Bad Tölz kışlasındaki 10. SOF grubu, soğuk savaşta ileri karakol işlevindeydi. "Bir keresinde", diye anlatıyor SOF uzmanı Neil Livingstone (Washington Georgetohon Üniversitesi profesörü) "Sovyet topraklarında bir timimiz bulunuyordu. Se-weromorsk'daki denizaltılarını gözlemliyorlardı. Hiç fark ettirmeden onları oradan çıkardık." Gizli müdahalelerde hiçbir sakınca görmüyor Livingstone: "Özel Kuvvetler, daha büyük çatışmaları önlemek ve bizim düşündüğümüz anlamda dünyayı değiştirmek için her zaman önemli bir araç olmuşlardır." Bunun arkasında, gerek Cumhuriyet-çilerin, gerekse Demokratların pek sevdikleri, ABD'nin biricik süper güç olması felsefesi yatmaktadır. "Amerika dünyanın en büyük askeri gücü olarak kalmalıdır", diye vurguluyor yeni Başkan Bili Clinton. Özel Kuvvetlerden başka hiçbir birlik tam yetkiyi açıktan açığa bu ölçüde temsil etmiyor. "Haklı ya da haksız", diyor Fort Bragg'deki 7. SF-G grubundan Wade Chapple, "ülkem için her şeyi yaparım." 1991'de 13.937 Amerikan özel askeri, genelde gizli bir görevle, 41 ülkede 195 faaliyette bulunuyorlardı. SOF sözcüsü Barta ise, "dost kuvvetleri arasında" yardım-laşma ve eğitimin şimdi en önemli konular olduğunu ileri sürüyor. 3. SF grubundan A-takımlarının çalıştığı Afrika ise bir ağırlık merkezi teşkil ediyor. Fildişi Sahili'nde vahşilerle savaşmaktan Botsvana'da paraşüt antrenmanına kadar uzanıyor çalışmalar. "Soğuk Savaşı kazandık", diyor Albay Peter Stankovich, "şimdi de dışarı açılıp demokrasiyi sağlamalıyız". Etnik çatışmalar, İslami köktendinciler, atom silahlarının yaygınlaşması, uyuşturucu ticareti, terörizm -Özel Kuvvetler sahip oldukları özel yetenekleriyle bu yeni tehditlere karşı koymaya elverişlidirler", diyor SOF Generali Stiner.

Page 12: kontrgerilla cumhuriyeti

Bu, özellikle de, terörizme karşı savaşan gizemli "Ninja'lar için geçerli. Delta Force şimdiden yeni askerler arıyor. Her 22 yaşın üzerindeki Amerikan erkeği, en azından E–5 üsçavuş rütbesinde, sır taşıyabileceği kabul edilen ve kamuflaj üniforması ve teçhizatıyla 100 metre yüzebilmesi önkoşuluyla (buraya) başvurabilirler. "Uç haftalık eğitim süresinden sonra 100 kişiden yalnızca altısı ya da onu geriye kalıyor; onları yanımıza alıyoruz." Charlottesville'deki küçük bir gölde Yeşil Bereliler gösteri yapıyorlar. Ağır, özel bir helikopter iki dakika boyunca bir adacığın üzerinde havada süzülüyor. 30metre yükseklikten bir düzine adam, naylon halatlarla aşağı iniyorlar. Sonra helikopter suya lastik botlar bırakıyor; onu silahlı altı dalgıç izliyor. Kurtarma ve yardım amacıyla helikopterin kıç kapağı suya sarkıtılıyor. Bottakiler seri ateşe başlayınca, helikopter yeniden yükseliyor. Göl kenarındaki Yeşil Bereliler Kulübü'nde yüzlerce yaşlı adam bu parlak başarıyı alkışlıyor. Bu gün 60 yaşında olan eski Vietnam muharibi Maurice Davis büyülenmiş bir halde anlatıyor: "Hayatım boyunca yaşadığım en heyecanlı anlardı onlar. Tekrar şansım olsa, aynı şeyleri yapardım". Mario R. Dederichs 16.9.1992 tarihli Stern 'den çeviren: Nihal Polat Şen

BİRİNCİ BÖLÜM KONTRGERİLLA CUMHURİYETİ

KONTRGERILLA CUMHURİYETİ 1992 yılının Mart ayında 'Özel Savaş Terör ve Kontrgerilla başlığını taşıyan çalışmam yayımlandı. Bu çalışmayla, bu konuda Türkiye'de var olan kavram kargaşasına son vermeyi amaçlamıştım. Ama o günden bu yana geçen sürede, Kontrgerilla tartışmasında ne yazık ki, yeni bir mesafe alınabilmiş değil .Belgesel olarak ortaya koyduğum gerçekleri gerek iktidar yetkilileri ve gerekse bürokrasinin her iki kanadının temsilcileri, bugün de yadsımayı sürdürüyorlar. Uğur Mumcu'nun hunharca katledilmesinden ve Kontrgerillayı da hedef alan geniş kitle gösterilerinden sonra, 14 SHP milletvekilinin TBMM'ye sundukları görüşme önergesi, önce bu partinin yetkili kurulları tarafından engellendi. Kontrgerilla tartışmalarında alman sonuçların gene hasıraltı edileceği anlaşılıyor. Konunun derli toplu bir biçimde Türk kamuoyunun gündemine yeniden getirilmesinin gerekli olduğunu düşündüğüm için yeni çalışmamı bir kitap olarak yayımlamanın uygun olacağına karar verdim. Elinizdeki kitap böyle bir kararın ve sorumluluk duygusunun ürünüdür. Kitapta sunduğum yeni belgelerin ve bilgilerin ışığında, konunun kamuoyu tarafından yeniden ele alınacağına ve tartışılacağına inanıyorum.

Page 13: kontrgerilla cumhuriyeti

Özel Harp Dairesi'nden Özel Kuvvetler Komutanlığı'na 22 Ekim 1992 tarihinde Genelkurmay Harekat Daire Başkanlığı'na bağlı Özel Kuvvetler Komutanlığı, basın mensuplarının çağrılı olduğu bir öz sunuş düzenledi. Bu öz sunuştan önce Özel Kuvvetlere mensup olan özel timlerin gösterileri izletildi. Bu timlerin özel donanımlı olduğu ve özel eğitimden geçirilmiş, attığını vuran elemanlardan oluşturulduğu anlatılmaya çalışıldı. Kuşkusuz birçok ülkenin silahlı kuvvetlerinde olduğu gibi, Türk Silahlı Kuvvetleri içinde de böyle özgün bir birliğin bulunmasından, her yurtsever gibi biz de kıvanç duyarız. Ancak Türkiye'de bu kuruluş üzerinde yoğunlaşan kuşkuların varlığı da bir gerçektir. Bu öz sunuş ve gösteri, özel eğitimli timlerin varlığı; düşünen, irdeleyen gerçekleri araştıran çevrelerdeki kuşkuların daha çok artmasına neden oldu. Bu arada Türk kamuoyu kuruluşun adının değiştirildiğini de ilk kez öğrenmiş oldu. Türkiye'nin 1952 yılında NATO' ya girmesinden hemen sonra, Eylül ayında bugünkü Milli Güvenlik Kurulu'nun işlevlerine sahip Milli Müdafaa Yüksek Kurulu'nun bir kararıyla bugünkü Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın atası olarak bilinen Seferberlik Tetkik Kurulu adı altında yeni bir organizasyona gidildi. İşlevi ile ismi arasındaki uyumsuzluk görülmüş olmalı ki, daha sonra kuruluşun adı Özel Harp Dairesi olarak değiştirildi. Şimdi de Özel Kuvvetler Komutanlığı adının yeğlendiği örülüyor. Gerçekten de Özel Kuvvetler Komutanlığı, gerek kuramsal bakımdan, gerekse kuruluş amacı ve işlevi bakımından, örgüte verilebilecek en uygun isimdir. Eski isimlerinden vazgeçilerek gerçeğe dönüş yeğlenmiştir. Daha doğrusu isimlendirme düzeyinde de ABD Ta-limnameleri esas alınmıştır. Çünkü ABD kaynaklı bütün belgeler, talimnameler ve yönergeler Türkiye için de aynen geçerlidir. ABD kaynaklı FM 31-20 resmi talimnamesinin ismi Special Forces Operational Techniques, yani Özel Kuvvetler Harekat Teknikleri'dir. Aynı şekilde FM 31–21 Amerikan resmi talimnamesinin ismi Special Forces Operations, yani Özel Kuvvetler Harekatı'dır. Örneğin bu talimname Türkiye'de aynı simgeyle, ST 31–21 Gerilla Harbi ve Özel Kuvvetler Harekatı ismiyle yayımlanarak uygulamaya konulmuştur. Bunun, gibi FM 31-21A Special Forces Operations (U), (Gizli) Özel Kuvvetler Harekatı resmi ABD talimnamesi de bu örgütlerin kullandığı yöntemleri içermektedir. (Belge-1) Daha önemlisi de, Kara Kuvvetleri Komutanlığı tarafından yayımlanan ST (Sahra Talimnamesi) simgeli talimnameler, ABD kaynaklı FM (Field Manuel) simgeli talimnamelerden aynen çevrilmiştir. (Belge- 2) FM 31-16 simgeli ve. Counter Guerilla Operations (Kontrgerilla Harekatı) adlı ABD resmi talimnamesinde yer alan Komando Alayı kuruluş şeması, FM 31-15 simgeli ABD talimnamesinden, ST 31- 15 simgeli Gayrinizami Kuvvetlere Karşı Harekat Talimnamesine aynen aktarılmıştır. Bu durum ST 31- 15 talimnamesinin de, aynı zamanda bir Kontrgerilla talimnamesi olduğunu kesinlikle kanıtlamaktadır.

Page 14: kontrgerilla cumhuriyeti

Kaldı ki ST 31-15 talimnamesinin adını etimolojik açıdan incelersek, gene aynı sonuca ulaşabiliriz: Silahlı kuvvetler örgütlenmesi, nizami ve gayrinizami olarak ikiye ayrıştırılabilir. Birinci bölüm düzenli ordular için, ikincisi gerilla güçleri için kullanılır. Bu durumda: GAYRİNİZAMİ KUVVETLERE KARŞI GERİLLAYA KARŞI

HAREKAT TALİMNAMESİ KONTRGERILLA HAREKATI olarak da adlandırılabilir. Bunu belgelemek için, ST 31- 15 simgeli Gayrinizami Kuvvetlere Karşı Harekat Talimnamesi'nin şemasını ve karşılığı olan FM 31-16 simgeli Talimnameden alınan şemayı örnek olarak aktarıyorum. (Belge- 3-4) ABD resmi talimnamelerinin bazılarında 'secret-gizli' kaydı bulunmaktadır. Türkiye ve dünya kamuoyunun bir türlü çözemediği Özel Kuvvetler Harekatı yöntemleri de, bu gizli kaydın arkasına saklanmaktadır. 'Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri' ve Kissinger Genelkurmay adına konuşan Özel Kuvvetler Komutanı Tümgeneral Kemal Yılmaz, yukarıda sözünü ettiğim öz sunuş sırasında "Türk Silahlı Kuvvetleri literatüründe kontrgerilla sözcüğü yoktur" cümlesini kullandı. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin eski bir mensubu olarak, tüm yasal devlet kuruluşlarını gözümüzün bebeği gibi korumayı temel bir ilke sayıyoruz. Bazı çevreler bizim gerçekleri ortaya çıkarma çabamızı, Türk Silahlı Kuvvetleriyle, güvenlik ve istihbarat örgütlerini yıpratma propagandası ile eşdeğerli tutmaktadırlar. Oysa bugüne kadarki çabalarımızla, bir avuç işbirlikçi, aşağılık, satılmış kişinin yasadışı eylemlerini sergilemek suretiyle anılan örgütleri temize çıkartmak istiyoruz. Örneğin Ziverbey Köşkü'nde başlayan ve benzeri işkence merkezlerinde binlerce yurtsevere uygulanan işkence günümüze değin artarak devam etmiştir. Ziverbey İşkence Köşkü'nde, lider kadro dışında, MİT ve polis görevlilerinin, Silahlı Kuvvetler mensupları olmadıkları, ilgili kişilerin açıklamalarıyla da ortaya çıkmıştır. Bu ekip, işkence eylemlerine Silahlı Kuvvetleri de ortak ederek, işkence kurbanlarıyla Silahlı Kuvvetleri karşı karşıya getirmek gibi aşağılık bir yol izlemişlerdir. Ben 8 Haziran 1973 tarihinden bu yana İstanbul Sıkıyönetim Askeri Mahkemesine, Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na vermiş olduğum sayısız dilekçeyle ( Talat Turhan, Savunma-7. Klasör,Dilekçelerin Eleştirisi-Yay unlanmadı) sadece bu tertibin ortaya çıkarılmasını değil aynı zamanda Türk Silahlı Kuvvetlerinin de temize çıkartılmasını istiyordum. İşkenceye karşı çıkan her kişi, sadece kendi onurunu korumakla kalmaz, insanlık onurunu da temsil eder. İşkence yapanlar, işkenceye destek olanlar, bulundukları bataklıkta ne kadar çırpınırlarsa çırpınsınlar, sorumluluktan kurtulamazlar. Ben Kara Harp Okulu, Topçu Okulu, Kara Harp Akademisi, Yüksek Komuta Akademisi mezunu bir kurmay subayım. Bana işkence yapanlar, aynı zamanda geçmişte elde ettiğim kazanımlara, kariyerime saldırmak istemişlerdir. Silahlı Kuvvetlerin, kendisini, işkencecilik suçlamasından kurtarmasının tek yolu, işkence olgusunu kabul ederek işkencecileri

Page 15: kontrgerilla cumhuriyeti

teşhir etmesidir. Eğer yetkili ve sorumlu kişiler böyle bir tavrı benimserlerse, kurumlarına en büyük hizmeti yapmış olurlar. Oysa 3 Aralık 1990 tarihinde Özel Harp Dairesi ile ilgili yapılan özsunuşta dönemin Genelkurmay Harekat Dairesi Başkanı Korgeneral Doğan Beyazıt, ÖHD'nin Ziverbey Köşkü sorgulamaları ile ilişkisinin olmadığını açıklama gereğini duymuştur. Gene 22 Ekim 1992 tarihli Özel kuvvetler Komutanlığı öz sunuşunda da, kuruluşun komutanı Tümgeneral Kemal Yılmaz, aynı tutumu sürdürmüştür. Bu tutumlar Ziverbey Köşkü'nde işkence gören yurtseverlere yapılmış, yapılabilecek en büyük saldırıdır. Bu tip demeçler vermeye, hangi makamda bulunursa bulunsun hiç bir kimsenin hakkı yoktur. Ziverbey Köşkünde işkence yapmakla görevlendirilmiş satılmışların kendilerine 'Kontrgerilla' adını taktıkları 20 yıldan bu yana yazılıp çiziliyor. Bizim 20 yıldan bu yana sürdürdüğümüz kavga, kendi kirli emellerine Silahlı Kuvvetleri alet eden kişilerin gerçek yüzlerinin ortaya çıkarılması amacını taşımaktadır. Halbuki 20 yıldan bu yana, parlamento dahil devletin tüm organları, ortaya koyduğumuz somut gerçeklere karşın sadece susmayı veya örgütün varlığını dahi yadsımayı yeğlemişlerdir. Parlamento adeta kilitlenmiş, kontrgerilla tabu olma konumunu sürdürmüştür. Türk halkının gerçek demokrasiye ulaşma özlemi, kontrgerilla tabusunun yıkılmasına doğrudan bağlıdır. Bir örgüt ya da kişi, bu tabunun yıkılması için ne ölçüde çaba gösterirse, o ölçüde demokrattır. Bunu yapamayanların kendilerini, zaman zaman Yassıada'da, Hamzakoy'da veya Zincirbozan'da bulmalarından daha doğal bir şey olamaz. Sayın Demirel'in HEP milletvekilleriyle yaptığı görüşmede söylediklerini Milliyet gazetesinin 23 Ocak 1993 tarihli sayısındaki köşesinde" Demirel'in HEP'lilerle Buluşması" başlıklı yazısı ile Yalçın Doğan aktardı: "Sizin davranışlarınız Türkiye'ye zarar veriyor. Bu zarar sadece Güney için değil, hepimiz için işler. Öyle bir zaman gelir ki, beni de bir kenara iterler ve sonra sıkıyönetim gelir." Bu sözler olası bir yeni 12 Eylül'ün bir işareti olarak algılanabilir. Sıkıyönetimin ilan edilmesi ile başbakanlar bir kenara itilmezler. Çünkü sıkıyönetim yasal bir zorunluluktur ve yasalara göre de yürütmenin denetimi altındadır. Başbakanı bir 'kenara itecek' güç hangisidir? Bu ve benzeri soruların cevaplarının tartışıldığı bir siyasal ortamda, demokrasinin bütün kurum ve kurallarıyla işlediğinden nasıl söz edilebilir? Özel Kuvvetler Komutanı Tümgeneral Kemal Yılmaz'ın, 22 Ekim 1992 tarihli öz sunuşu ile yeniden tartışma gündemine gelen 'literatürde kontrgerilla sözcüğü yoktur' sözüne dönelim yeniden. Resmi yetkililerin 'vardır' 'yoktur' tartışmalarına açıklık getirmek amacıyla, Mart-1992 tarihinde 'Özel Savaş Terör ve Kontrgerilla1 başlığı ile yayımlanan çalışmamda, Encyclopedia Americana'dan konuyla ilgili bölümü aktarmıştım. Şimdi de Encyclopedia Britannica'nın İngilizce orijinalinde yer alan 'Kontrgerilla Savaşı' ile ilgili bölümü kaynak olarak kitabıma alıyorum. (EK- 1) Aktardığım bölümüyle de görülebileceği gibi, 'Kontrgerilla' bir yöntemin adıdır. Bütün dillerde kullanılır, ansiklopedilere de geçmiştir. Ansiklopedide yer alan, konuyla ilgili kaynaklar incelenirse, bunlar arasında bulunan 'David Galula- Counter Insurgency Warfare'

Page 16: kontrgerilla cumhuriyeti

(1964) başlığının dikkat çekici olduğu görülecektir. 1975 yılında İstanbul Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinde sürdürülmekte olan Bomba Davası'nda mahkeme kuruluna bir belge olarak da sunduğum bu kitap 'Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri-Teori ve Tatbikatı1 başlığı ile Cevdet Sunay'ın Cumhurbaşkanı, Süleyman Demirel'in Başbakan olarak görev yaptığı 1965 yılında, Genelkurmay Basımevi (çeviren: Hasan Lambet) ^rafından Türkiye'de de yayımlanmıştır.(Belge - 5 ) Kitabı yayımlayan Frederick A. Praeger Publisher Inc.'in CIA'nın finanse ettiği bir yayınevi olduğu CIA'nın eski başkanlarından Stanfield Turner'in 'CIA- Gizlilik ve Demokrasi' başlığını taşıyan 'anılar'mda da açıklandı. David Galula'nın maske bir isim olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü kitap Harvvard Üniversitesi'nden bir grup tarafından yazılmıştır. Yazarları arasında, eski Başbakanlardan Bülent Ecevit1 in 'hocam' olarak takdim ettiği ABD'nin eski Dışişleri Bakanlarından Henry Kissinger de vardır. Henry Kissinger'in, ABD'nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında ( Belge -6) Almanya'da Nazi artıklarının toparlanarak yeniden örgütlendirilmesi faaliyetinde oynadığı rolü ek olarak aktardığım bir yazı ile de belgeliyorum. (EK-2) 'Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri' başlığı ile yayımlanan kitap, ülkede sol akımların ve sol muhalefetin hangi yöntemlerle ve nasıl hizaya getirileceğini kuramsal ve eylemsel açıdan göstermektedir. Kitap 'Temizlik Harekatı' sonrasında yapılacak seçimlerin yöntemine varıncaya kadar her türden yol ve yöntemi, her türlü öneriyi içermektedir. , 'Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri'nde yer alan öneri ve yöntemler, 12 Mart'tan bu yana kelimesi kelimesine uygulanmıştır, uygulanmaktadır. İçeriği konusunda bir fikir vereceğini düşündüğüm için, Genelkurmay Başkanlığı tarafından yayımlanan kitaptan bazı ilginç pasajları ek bir metin olarak aktarıyorum. I ( EK- 3) Burada ileri sürülen önerilerle, ülkemizde 1965 yılından bu yana süregelmekte olan uygulamalar arasındaki uygunluğa da dikkati çekmek istiyorum. Bütün bu gelişmeler karşısında suskun kalmış iktidarların/ geçmiş ve gelecek 12'li darbelere karşı çıkma haklarını*1 olamayacağını düşünüyorum. Kendilerini tanımlarken özenle demokrat sözcüğünü seçen güçleri, tanımlamaların3 uygun bir tutum almaya çağırıyorum. 46 Vardır - Yoktur' Tartışmalarının Özü Tümgeneral Kemal Yılmaz'ın 'Kontrgerilla yok' demeci başka bir ağdan da talihsizcedir. Çünkü, kendisinden yaklaşık 25 gün önce, Milliyet gazetesinin 5–6 Eylül 1992 tarihli sayılarında yayımlanan bir söyleşide, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş, Nilüfer Yalçın'ın sorularını şöyle yanıtlıyordu: "Önce şu Kontrgerilla sözü tamamen yanlış kullanılıyor. Bu teşkilatın amacı şudur: Karşıda savaşa giren bir düşman vardır. Kontrgerilla, düşman bölgesine sızarak oradaki halkı mukavemet için organize eder. Ya da düşman toprağına girmiştir, teşkilat işgal bölgesinde kalıp halkı direnişe teşvik eder, organize eder. Bu kuruluşlar her ülkede var. İngiltere'de SAS Alayı, ABD'de Delta Forces budur. Bizde de Özel Kuvvetler Komutanlığı var." (Yazarın Notu: Yapıtlarımda Sayın Güreş'in bu tanımlamalarına

Page 17: kontrgerilla cumhuriyeti

aynen yer verilmektedir. 20 yıldan beri tüm yetkililer gerçeği yadsımaktadırlar, ama Sayın Güreş bu örgütün varlığını zımnen de olsa kabul etmektedir. Düşündürücü olması gerekir: Eylül ayı başında Genelkurmay Başkanı'nın kabul ettiği gerçeği, Ekim ayında Genelkurmay'a bağlı bir kuruluşun komutanı yadsıyabiliyor. Ortada gizlenen bir şeyler olduğu açık. Demokrasi açıklık rejimidir. Olayın taraflarından birisinin retçi tutumuyla, gerçekler ortaya çıkarılamaz. Demokrasilerde en üst denetim organı, şüphesiz ki, parlamentodur. 1973 yılında, yasal hakkımı kullanarak parlamentoyu bu konuda göreve çağırdım. Gladio Skandalının patlak verdiği 1990 yılında, MÇP hariç tüm partilerin desteklediği pır Meclis Araştırması önergesi, 'Özel Savaş Terör ve Kontrgerilla' kitabımda ayrıntılarıyla açıkladığım gibi, 1991 yılı Aralık ayına bırakılmıştı. Aradan bir buçuk yıllık bir süre geçmiş olmasına ve dahası yeni Soruşturma Önergeleri verilmiş olmasına karşın, o günden bu yana tek bir adım dahi atılmamıştır. TBMM bu konudaki işlevini yerine getirmemiştir. Demokrasinin geleceğinin, Kontrgerilla konusunun açıklığa kavuşturulmasına bağlı olduğuna inanıyorum. TBMM'yi bir kez daha göreve çağırıyorum. Bu konuda kuşku altında bulunan örgüt ve kişilerin, kuşkudan arınması gerektiğini düşündüğüm için de, ısrarımı sürdürüyorum. İçişleri Bakanı ismet Sezgin, göreve başladığı günden bu yana verdiği demeçleriyle, Kontrgerillayı yadsıyan tutumunu sürdürdü. Güneydoğu'daki 'faili meçhul' cinayetlerin arkasında Kontrgerillanın bulunduğuna dair iddialar üzerine, İçişleri Bakanı Cumhuriyet gazetesinin 1 Aralık 1992 tarihli sayısında yayımlanan bir demecinde, "Kim Kontrgerilla konusunda bir şey biliyorsa, belgeleriyle beraber çıksın ortaya, söylesinler. Kontrgerillayı 1980 Döneminde de Mecliste söyleyenler (Yazarın Notu: Sezgin, kontrgerilla konusunda kendi partisinin girdiği angajmanı unutmuş gibi gözüküyor), görev yaptıkları 2 yıl içinde Kontrgerilla ile ilgili tek bir belge koyamadılar ortaya. Devleti töhmet altında bırakıyorsunuz, ama elinizde belge yok, devlet adam öldürmez" diyordu. Bakan en son olarak da "Kontrgerillanın varlığını ispat edin, istifa edeyim" açıklamasında bulundu. Sayın Sezgin'in bu şekilde konuşmaya hakkı olduğunu sanmıyorum. Tüm yöntemlerini benimsediğimiz ABD'nin, özellikle de istihbarat örgütlerinin cinayet işleme birimlerine sahip olduğu, devletin en yetkili şahsiyetleri tarafından itiraf ediliyor. İktidar çevrelerince 'büyük dost ve müttefik1 olarak kabul edilen ABD cinayet işleme örgütleri kuruyorsa, onunla yakın ilişkisi olan devletlerin benzeri örgütleri neden cinayet işlemesin? Devleti bu tip kuşkulardan arındırmanın bir tek yolu vardır: 'Faili meçhul’ tüm siyasal cinayetlerin faillerini, doyurucu bir biçimde kamuoyuna açıklamak... Bu konuda en büyük sorumluluk da İçişleri Bakanının omuzlarındadır. Özel Harp Dairesi üzerindeki kuşkuların yoğunlaşmasına neden olan iki önemli devlet yetkilisinin açıklamalarından söz edelim.

Page 18: kontrgerilla cumhuriyeti

Bunlardan birincisi eski Başbakanlardan Bülent Ecevit'tir. Ecevit'in konuyla ilgili olarak Kasım 1990 tarihinde Milliyet ve Cumhuriyet gazetelerinde çıkan açıklamalarını ek olarak sunuyorum . ( EK- 4) ikincisi ise eski Genelkurmay Başkanlarından, Devlet Başkanlığı ve Cumhurbaşkanlığı da yapmış olan emekli orgeneral Kenan Evren'dir. Kenan Evren, 26 Kasım 1990 tarihli Hürriyet gazetesinde yayımlanan demecinde şunları söylüyordu: "Benim Genelkurmay Başkanlığım sırasında dönemin Başbakanı Süleyman Demirel bana geldi. Özel Harp Dairesi'nin anarşi ve terörle mücadelede kullanılmasını istedi. Ben 'olmaz' cevabını verdim. Demirel 'ama 1971'deki sıkıyönetim döneminde bu amaçla kullanılmıştı' dedi. Ben yine kullanamayacağımı söyledim. Ben izin vermedim, ama haberim olmadan belki bazı olaylarda kullanılmıştır." (Yazarın Notu: Kenan Evren'in söyledikleri gizli örgütlerin doğasında vardır. Nitekim Batı Almanya gizli örgütü BND'nini kurucusu Reinhard Gehlen, Servis başlığı ile yayımladığı kitabında, Mehmet Eymür’ün Analiz isimli anılarında aktardığına göre "bir istihbarat servisinin devletin diğer kuruluşları için konulan kurallarla yönetilmesi her zaman mümkün değildir" demektedir.) Üçüncü bir olay da Başbakan iken Turgut Özal'a 1988 yılında yapılan suikast girişimidir. Suçun faili olarak yakalanan Kartal Demirağ, 4 yıl cezaevinde kaldıktan sonra tahliye olunca yazdığı 'anılar'ında Dazkırı’da Kontrgerilla eğitiminden geçtiğini açıklamıştır. Bu konu ile ilgili olarak Turgut Özal tarafından kurulan Soruşturma Komisyonu'nda görev alan Yargıtay emekli üyelerinden Uğur Tönük tehdit edildiğinden dolayı görevi bıraktığı için, suikast girişimi olayı bugün de gizini sürdürmektedir. Bu demeçlerle Türkiye'de yaşanan olayları karşılaştırdığımızda, Kontrgerilla konusunda kamuoyuna mal olan kuşkuların nedenleri kolaylıkla anlaşılabilir. Konuyla ilgili olarak, ÖHD'nin eski Başkanlarından emekli General Cihat Akyol'un yazdıklarını da göz ardı edemeyiz. Cihat Akyol, 1971 yılında Silahlı Kuvvetler Dergisi'ne yazdığı bir makalede şunları dile getiriyordu: "Mukavemetin en verimli tohumunun zulüm olduğu bilinmelidir. Bazen gayrinizami kuvvetlerin bu gerçeği bile bile sahte operasyonlarla, halkın mukavemet cephesine iltihakına çalışır. (..) Halkı mukavemetçilerden ayırmak için sanki ayaklanma kuvvetleri tarafından yapılıyormuş gibi, mücadele kuvvetlerince zulme kadar varan haksız muamele örnekleri ile sahte operasyonlara başvurulması tavsiye edilir." (Silahlı Kuvvetler Dergisi Eki, Mart-1971) 1971 yılından bu yana meydana gelen tüm kuşkulu olayların Cihat Akyol'un bu önerileri doğrultusunda gerçekleşmiş olması da, var olan kuşkulara daha büyük bir haklılık kazandırmaktadır. Demokratik hukuk devletinde kendi halkına 'zulüm' yapmayı öneren bir general, bu yetkiyi hangi yasanın hangi maddesinden almaktadır? Generalin 'sahte operasyon' önerisi hangi olaylarda uygulanmış, bu 'operasyonlarda hangi örgüt veya kuruluşlar kullanılmıştır? 'Hukuk devleti' ilkelerine bağlı olduğunu iddia eden yetkililer, bu soruların yanıtlarını bulmak gibi bir görevle karşı karşıyadırlar.

Page 19: kontrgerilla cumhuriyeti

Ve nihayet Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu, 10 Aralık 1992 tarihinde Show TV'de yayımlanan 'Arena' Programında, Uğur Dündar'ın "Kontrgerillanın varlığına inanıyor musunuz?" sorusuna yanıt olarak "hayır" diyebilmektedir. Eylül 1992'de Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş'in varlığını kabul ettiği bir örgütü, Kontrgerillayı, Devlet Bakanı Kilercioğlu reddediyor. Aynı Kilercioğlu, sözü edilen programın ilerleyen dakikalarında, programın sunucusu Uğur Dündar'ın bir sorusu üzerine, TBMM'ye gelecek muhtemel bir 'Kontrgerilla önergesine de destek olacağını' vaat ediyor. Varlığı yadsınan bir örgütün 'araştırılması'na nasıl destek olunacağını anlayabilmek bizim açımızdan olanaklı değildir. (Yazarın Notu: Nitekim Orhan Kilercioğlu, 2 Mart 1993 tarihli TBMM oturumunda kontrgerilla ile ilgili araştırma önergesine ret oyu kullanmıştır.) Görüldüğü gibi, tüm çabalarımıza karşın, kontrgerilla konusu gizini ve varlığım sürdürmektedir. Yapıtlarımla bu konudaki gerçeklerin gün ışığına çıkarılmasına, demokrasimize katkıda bulunmaya çalışıyorum. Yukarıdaki örneklerde sergilenen çelişkiler, Kontrgerilla konusundaki kuşkuları daha büyük ölçüde yoğunlaştırmaktadır. 'Vardır', 'yoktur' kolaycılığı ile konuyu geçiştirmeye çalışan yetkililer, var olan kuşkuları ortadan kaldırmak gibi tarihsel bir yükümlülüğün altındadırlar. Kendilerini yeniden göreve çağırıyorum. 16 Kasım 1992 tarihinde Show TV'de yayımlanan 32. Gün Programının ilk 15 dakikası Kontrgerilla konusuna ayrılmıştı. Bu programa hazırlık olmak üzere, program Danışmanı Erbil Tuşalp, Antalya'da benimle bir saat süren bir söyleşi yaptı. Sunulan programda yapılan söyleşinin sadece birkaç cümlesine yer verildi. Bu cümleler dahi, bazı çevrelerde büyük bir tedirginlik yarattı ve aynı programın devamında yer alan Osman Öcalan röportajı bahane edilerek, program yapımcısı Mehmet Ali Birand üzerindeki baskılar yoğunlaştırıldı. Sırası gelmişken şu noktayı yeniden belirtmeliyim ki, hiçbir gücün tehdidi bizi yolumuzdan döndüremez. Bildiğimiz gerçekleri son nefesimize kadar söylemeye ve yazmaya devam edeceğiz. Bizler, hiçbir zaman ilkel-öç alma duygusunun esiri olmadık ve olmayacağız. Söylediklerimizin ve yazdıklarımızın yanlış olduğu iddia ediliyorsa, karşı tezi ilgililer belgeleriyle birlikte açıklamak zorundadırlar. 32. Gün Programının yayımından sonra, Kanal 6 TV, 6 Aralık 1992 tarihinde gösterilmek üzere benimle 'İşkenceler, Cuntalar ve Kontrgerilla' konusunda bir söyleşi yaptı. (Bkz. İkinci Bölüm) Bu amaçla 3 Aralık 1992 tarihinde stüdyoda çekim yapıldı. Daha program yayımlanmadan, 4 Aralık 1992 tarihinde Hürriyet gazetesi, bana atıf yaparak Orhan Kilercioğlu hakkındaki bazı savları da gene bana mal ederek haber haline getirdi. Programın gösterilmesinden sonra da, aynı yöndeki haberler Hürriyet ve diğer basın organlarında sürdü. Hürriyet gazetesi, tüm düzeltme başvurularımı bugüne kadar göz ardı etti. Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu bu maksatlı yayınlara dayanarak, benimle bir tartışmaya girişti. Orhan Kilercioğlu-Talat Turhan tartışması kamuoyunun gündemine girdi. Gerçeğe olan saygımdan dolayı, Kilercioğlu'nu Cumhuriyet

Page 20: kontrgerilla cumhuriyeti

gazetesi aracılığı ile açık tartışmaya çağırdım. (Cumhuriyet ve Milliyet gazeteleri, 8 Aralık 1992) Bu açık çağrıma karşın, Orhan Kilercioğlu, Kontrgerilla konusunda bir tartışmaya girmeyeceğini açıklamakla yetindi. (Cumhuriyet, 9 Aralık 1992) 52 Daha önce de belirttiğim gibi, Devlet Bakanı Kilercioğlu, Arena Programında Kontrgerilla'nın olmadığını belirtiyordu. Hâlbuki 1978 yılından 1990 yılına kadar geçen 12 yıl boyunca, Kilercioğlu-ÖHD ilişkisi konusunda basın-yayın organlarında (Aydınlık, 22 Eylül 1978 – 2000' Doğru, 27 Ağustos 1989 - Yüzyıl, 25 Kasım 1990) çeşitli savlar ileri sürülmüş ve bu yayınlarla ilgili olarak Kilercioğlu’ndan hiçbir tepki gelmemiştir. Kilercioğlu, sadece bir dergi hakkında, Aktüel dergisinin 541 Aralık 1991 tarihli 22. sayısında 'Kilercioğlu Ne Kadar Şeffaf başlıklı yazıda yer alan görüşler hakkında, şahsına yönelik savlarla ilgili olarak dava açmıştır. Bununla da kalmamış, ikinci bir davanın hedefi olarak da beni seçmiştir. Yayımlanmasının üzerinden 10 ay geçtikten sonra, 'Özel Savaş Terör ve Kontrgerilla' başlığını taşıyan kitabınım 31–33. sayfalarında kendisi hakkında sıralanan savları dava konusu yapmıştır. Orhan Kilercioğlu, 1993 yılında açtığı davayı, 12 yıl geriye götürerek kendisini aklama çabası içerisine girmiştir. Sonuçlandığında, bu dava hakkında ayrıntılı açıklama yapabileceğimi umut ediyorum. Burada çok daha önemli bir noktanın gözden kaçırılmaması gerekiyor: Orhan Kilercioğlu'nun Hürriyet gazetesinin 4 Aralık 1992 tarihli maksatlı yayınına dayanarak yaptığı başvuru üzerine, Ankara 18. Asliye Hukuk Mahkemesi, 4 Aralık 1992 tarih ve 1992/477–284 İş sayılı kararıyla, Medeni Kanunun 24/a maddesi gereğince, Kanal 6'da 6 Aralık 1992 tarihinde gösterime girecek 'Bizim Koltuk' Programının yayınını 'tedbiren' durdurma kararı aldı. Türkiye'de ilk kez, bir TV Programı yayından önce ve içeriği görülmeden, bir mahkeme kararıyla yayımdan kaldırılmak etendi. Basın-yayın özgürlüğüne saygılı kurumların, Türkiye barolar Birliği'nin, Baroların bu olayın üzerine gitmesi gerekirken, kamuoyu mahkeme kararı karşısında sessiz kalmayı yeğledi. Zaman tümüyle geçmiş sayılmaz. Kişisel bir kaygı ile hareket etmediğimin bilinmesini istiyorum. Amacım, siyasal iktidarın, yargı üzerindeki somut baskılarını açığa çıkaran bir örneği gündeme getirerek, 'yansız' bir adalet mekanizmasının yaratılmasına, katkıda bulunmaktır. Kontrgerilla Örgütlenmesinin Devasa Boyutları Bunu izleyen süreçte, Nokta dergisi, 13–19 Aralık 1992 tarihli 51. sayısında Kontrgerilla konusunda benimle yaptığı bir söyleşiyi kapaktan yayımladı. (Bkz. Üçüncü Bölüm) Bugüne kadar sürmekte olan Kontrgerilla tartışmalarında OHD'nin, Gayrinizami Kuvvetlerin 'yeraltı' ve 'yerüstü' olmak üzere iki gruptan oluştuğu, yerüstü örgütlenmesinin komando birliklerinden, yeraltı örgütünün ise vatanseverlerden meydana geldiği genel kabul görmüştür. Bu kabul, özel savaş örgütünün boyutunu küçültmeyi, lokalize etmeyi, olduğundan daha az göstermeyi amaçlamaktadır. Halbuki 1975 yılında İstanbul Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi'ne sunduğum Savunma'da (Bkz. Bomba Davası, Savunma–1,1986) özel savaş örgütlenmesinin çok boyutlu olduğunu, toplumun tüm kesitlerine kadar yayıldığını, resmi ABD

Page 21: kontrgerilla cumhuriyeti

belgelerine dayanarak açıklamıştım. 1975 tarihinde mahkemede yaptığım Savunma'mın yeterince yankı bulmaması üzerine, 14 Eylül 1977 tarihli 7 Gün dergisinde, özel savaş örgütlenmesinin boyutları tarafımdan yeniden gündeme getirildi. 1977 yılında da belirttiğim gibi "Amerikan emperyalizminin azgelişmiş ülkelerin kuramsal düzenlerini, uygulamada kendi sömürü olanaklarını korumaya yönelik sivil-asker karması örtülü faşizme dönüştürmede kullandığı yöntemlerden en etkili olanı Kontrgerilla örgütlenmesidir." FM 31-16 simgeli, Counterguerilla Operations (Kontrgerilla Harekatları) adlı Amerikan Talimnamesinin 34. sayfasının İngilizce aslını metin içi bir ek olarak sunuyorum. Sözü edilen Talimname'nin ilgili bölümünde, azgelişmiş ülkelerdeki 'Temizlik Harekatının gerçekleştirilmesi için, Kontrgerilla örgütlenmesinin içinde, ACC (Bölge Koordinasyon Merkezi) emrinde de görevlendirilecek şekilde kimlerin birlikte bulunacağı belirtilmekte ve ek olarak CMAC (Civil Military Advisory Committee), sivil-asker İstişare Komitesinin kurulması da önerilmektedir. Böyle bir örgütlenme içinde bulunması gereken kişi- a. Like the ACC, the organization of the CMAC will vary depending on local requirements and must be flexible enough to meet changing situations. it wiH ordinarily be headed by the appointed or elected civilian leader of the community or area, such as the state governor (province chief), mayor or other political appointee, and may include the following: (1) Local police chief. (2) Süperintended of schools or school principal(s). (3) Senior members of dominant religious faiths. (4) Judges and/or other judiciary representatives. (5) Labor union president(s). (6) Editors of influential publications. (7)Representatives of majör business or commercial interests. (8) Other influential persons. b. The CMAC will meet as necessary, on cali of the chairman °f the committee. it should be noted that possibly some persons, such as the poliçe chief, may be members of both the ACC and the

ler anılan talimnameye göre: “(1) Yerel polis müdürü (2) Okul idaresi ve müdürleri (3) Önde gelen din temsilcileri (4) Yargıçlar ve diğer hukuk temsilcileri (5) Sendika lideri veya liderleri (6) Etkili basın-yayın organlarının yayımcıları (7) Büyük iş ve ticaret kuruluşlarının temsilcileri (8) Diğer etkili kişiler" den oluşmaktadır, Kontrgerilla örgütlenmesinin boyutu bu denli geniş ve kapsamlıdır.

Page 22: kontrgerilla cumhuriyeti

İtalya'da Gladio' adlı kontrgerilla örgütlenmesinin P- 2 Mason Locası ile ilgisini gösteren bir haberi, bu konuda iyi bir örnek oluşturduğu için ek olarak sunuyorum. (EK-5) Şimdi kamuoyunun önünde çok önemli bir görev durmaktadır: CMAC örgütlenmesi içinde yer alan işadamları ve işçi temsilcileri kimlerdir? Hangi din adamları ve polis şefleri bu örgütlenme şeması içerisinde görevlendirilmiştir? Yukarıda sayılan diğer grupların temsilcileri kimlerdir? Kontrgerilla örgütlenmesinin bu geniş yelpazesi içerisinde yer alanlar, 1950'li yıllardan bu yana Türkiye'yi 'Küçük Amerika' yapmak için ABD emperyalizminin çıkarlarına hizmet eden siyasi iktidarlar ve onların yardakçıları arasında aranmalıdır. 1950'li yıllardan beri, gerek olağan ve gerekse olağanüstü siyasal koşullarda, bulundukları makamlardan „ hiç 'oynamayan' kişiler arasında kimlerin kontrgerilla örgütlenmesi içinde bulunduğu saptanmalıdır. Kontrgerilla örgütlenmesi içerisinde yer alan kişileri tanımak için, AFC'den Fullbright'a, Fullbright'tan EEF (Eisenhower Exchange Fellowship) bursuna kadar uzanan sayısız ABD bursundan yararlananların listeleri incelenmelidir. 1973 yılında İstanbul Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinde yaptığım Savunmada Süleyman Demire!' in EEF'li bursundan yararlanan ilk Türk olduğunu belirtmiştim. Bu burstan bugüne kadar 23 kişi yararlanmıştır. Bu yıl Türkiye ABD' nin gözdesi olduğu için, tüm kontenjan Türkiye' ye ayrılmıştır. Şimdi Nejat Eczacıbaşı başkanlığında kurulan bir heyet tarafından, EEF'li bursuna gidecek kişilerin tespiti yapılmaktadır. AID ve CIA burslarından yararlanarak ABD ve Batı Almanya'daki özel okullarda özel eğitimden geçirilen, güvenlik ve istihbarat örgütlerine mensup sivil ve asker kişilerin kimlikleri saptanmalıdır. Bu konuda en iyi tanıklardan birisi, daha önce sözünü ettiğimiz CIA eski başkanlarından Stanfield Turner'dir. Turner, gene 'CIA- Gizlilik ve Demokrasi' başlığı altında yayımlanan anılarında şunları söylüyor: "1967 yılında CIA'nın yurt dışındaki 'yararlı dost ve unsurları' desteklemek için harcadığı para yılda on milyon dolara yükselmişti. Bu paranın büyük bir bölümü bizim sendikalar, öğrenci dernekleri, özel kuruluşlar aracılığıyla yurt dışındaki benzeri kuruluşlara aktarılıyordu. Bizim sendikalar, demekler bir tür paravan kuruluş görevi yaparak, para kaynağının CIA olduğu gerçeğinin öğrenilmesini önlüyordu. Böylece, bizden para alan yabancı sendika ve derneklerin 'Amerikan kuklası' diye anılmasını da önlüyorduk Bu öylesine büyük bir operasyondu ki,Ford, Rockefeller ve Carnegie Vakfı dışındaki yabancılara burs veren kurumların 1963-1967 arasında harcadığı paranın üçte biri CIA'dan geliyordu." (Aktaran: Şahap Balcıoğlu, Görüşler--Görüşmeler, s. 390) Sinai Kalkınma Bankası, bu alanda çok önemli bir kuruluştur. Sinai Kalkınma Bankası, Türkiye'de işbirlikçi özel sektörü palazlandırmak için kurulmuştur. Bankanın yabancı kökenli sermayesi, Avrupa Kalkınma Bankası, Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası (IBRD) ile International Finance Cooperation'a aittir. Sinai Kalkınma Bankası'nın iştirakçileri arasında çok önemli bir kuruluş daha vardır:

Page 23: kontrgerilla cumhuriyeti

Amerikan Kalkınma Teşkilatı (AID). AID konusuna aşağıda tekrar döneceğiz, ama hemen belirtelim ki AID, ABD'nin bir casusluk örgütüdür. Eski CIA ajanı Philip Agee 'CIA Günlüğü' adıyla yayımladığı kitabında AID'ı "geri kalmış ülkelerde CIA için paravan görevi yapan bir örgüt" olarak tanımlamaktadır. Daha 1989 yılında AID'ın Türkiye'nin önde gelen özel sektör örgütleri ile işbirliği yapacağı açıklanmıştı. Hatta ABD Büyükelçisi Abramowitz ile TOBB Başkanı Ali Coşkun'un imzaladıkları bir de anlaşma parafe edilmişti. Anlaşmanın imzalanmasından bir hafta kadar önce, Ali Coşkun "bu uzman kuruluşun bilgi birikiminden yararlanacağız" (Cumhuriyet 2 Ağustos 1989) diye demeç de vermişti. AID'ın bilgi birikiminden' nasıl 'yaralanıldığını' araştırmak önemlidir. Kontrgerilla örgütünün işadamları arasına uzanan kollarını saptayabilmek için, Sinai Kalkınma Bankası 'teşviki' ile palazlanmış sermaye grupları üzerinde bir araştırma yapılmalıdır. 12 Mart Muhtırası'nın altına Genelkurmay Başkanı olarak imza atan Orgeneral Memduh Tağmaç'ın, emekli olduktan sonra Sinai Kalkınma Bankası'nın Yönetim Kuruluna getirilmiş olmasından da ilginç bir rastlantı olarak söz edebiliriz. AID 19601ı yılların sonunda, gelişen anti-emperyalist öğrenci hareketinin de boy hederi haline geldi ve deşifre oldu. Bunun üzerine ABD 1971 yılından itibaren, AID'ın etkinliklerini bir yandan bir kısım vakıflar aracılığı ile sürdürmeye çalıştı, bir yandan da AAFLI (Asya-Amerika Hür Çalışma Enstitüsü)' yi devreye soktu. Bu tarihten itibaren AID'ın bir kolu olarak çalışan AAFLI, özellikle sendikalara mali destekte bulunmakta ve sendika ağalarını ABD'de özel eğitimden geçirmektedir. Kontrgerilla örgütlenmesinin, işçi sendikalarındaki ve işçi temsilcileri arasındaki kolları için, ABD'de eğitim gören sendika bürokratlarının listelerine göz atmak gerekir. Kontrgerilla örgütlenmesinin, basın-yayın organlarındaki uzantıları, ABD emperyalizmine sözcülük yapan ve aynı zamanda uluslararası tekellerin mümessilliğini üstlenen kişiler arasında aranmalıdır. AID Askeri Darbe Örgütlenmesinin de İçinde Yeniden AID konusuna dönmemiz gerekiyor. Çünkü AID'in etkinlikleri ve işlevi, yukarıda izah etmeye çalıştığımız sınırların çok ötesindedir. AID örgütü, Belge - 7' 'deki şemada da görülebileceği gibi ABD istihbarat temsilcilerinin yanında, azgelişmiş ülkelerdeki askeri darbe örgütlenmesi içerisinde de yer almaktadır. İlgili şemaya 1977 yılında 7 Gün dergilerinde yayımlanan 'iktidarların Çeteleşmesi ve Bürokrasi' başlıklı bir dizi yazıda yer vermiştim. 1989 yılında Doruk Operasyonu adlı kitabıma yeniden alma gereğini duymuştum. Şimdi tekrar ediyorum. Şemadaki ACC simgesi, Area Coordination Center ibaresinin kısaltılmışıdır ve Bölge Koordinasyon Merkezi anlamına gelmektedir, Ev Sahibi Ülke Koordinasyon Merkezi şeklinde de düşünülebilir.

Page 24: kontrgerilla cumhuriyeti

Bölge Koordinasyon Merkezi'nin örgütlenme şemasında Amerikan Uluslararası Kalkınma Örgütü temsilci(leri)si, USAID Representative (s) ve Amerikan İstihbarat Ajanları temsilci(leri)si, USIA Representative (s) resmi ABD talimnamelerinde yer almaktadır. Şema'da görüldüğü gibi Kontrgerilla örgütlenmesinde, "u askeri ve sivil güçleriyle, ABD'yle işbirliği içine giren ülke anlamında kullanılan Host Country-Ev Sahibi Ülke'nin asker ve sivil güçleri işbirliği içinde çalışmaktadırlar. Bu örgütlenmenin Türkiye'deki benzeri, Belge - 8' de örgütlenme şemasını verdiğimiz Bölge Koordinasyon Merkezi veya Sıkıyönetim Eşgüdüm Merkezi'dir. Bu örgütlenme içerisinde de, aynı örgütlerin temsilcileri yer almaktadır. ACC'nin görevi, bu örgütlenme modeli ile bölgesel-ülkesel planda Sıkıyönetim Eşgüdüm Merkezi'ne aktarılmıştır. AID, bu işlevlerine koşut olarak, aynı zamanda, 'temizlik ve pasifikasyon harekatı' düzenleyerek olağanüstü dönemlerde, ABD çıkarları karşısındaki yurtseverlerin etkisiz hale getirilmesinde ve azgelişmiş ülkelerin güvenlik örgütü mensuplarına adam öldürme yöntemlerinin öğretilmesinde de görev almaktadır. Burada ilginç bir koşutluğa daha dikkati çekmemiz gerekiyor: Kontrgerilla-Gladio türü örgütlenmelerin koordinasyonunu sağlamak için Belçika'daki NATO karargahında kurulan örgütün simgesi de ACC'dir, ACC, Allied Coordination Comitee, (Yazarın Notu: Leo A. Müller'in Gladio-Kontrgerilla, Soğuk Savaşın Mirası/Pencere Yayınları, çeviren Emin Karaca, kitabının 43. sayfasında bu örgütün ismi Clandestine Coordination Comitee olarak geçmektedir) Müttefik Koordinasyon Komitesi isminin kısaltılmış şeklidir. 1990 ve 1991 yıllarında, bu konuda Alman basınında, özellikle Der Spiegel dergisinde ve Die Tageszeitung gazetesinde ayrıntılı açıklamalar yayınlanmıştır. Koordinasyon Görevi Cumhurbaşkam'nda Nokta dergisinin yukarıda sözünü ettiğim sayısında yayımlanan demecimde, Kontrgerilla örgütlenmesinin bilinen sınırlarının da ötesine geçerek Cumhurbaşkanlarına da görev yüklediğini açıklamıştım. Son derece iddialı bu saptama, basın organlarında yankı bulmadı, sadece Özgür Gündem gazetesinin 13 Aralık 1992 tarihli sayısında bir haber olarak yer aldı. Nokta dergisinin, daha sonraki sayılarında yayımlamaktan kaçındığı şemayı bir belge olarak ekte sunuyorum. (Belge- 9) ST 31-15 simgeli Gayrinizami Kuvvetlere Karşı Harekat Talimnamesi'nin 'Harekat Anafikri ve Sevk-i İdaresi' başlığını taşıyan İkinci Bölüm Birinci Kısım 'Komuta ve Kontrol' 'Soğuk Harp Durumları' ara başlığının 11. maddesinin (b) ve (c) şıklarında Cumhurbaşkanına verilen görev şu şekilde formüle edilmektedir:

Page 25: kontrgerilla cumhuriyeti

"b. Her memleketteki Türk diplomatik misyon şefi, Türkiye Cumhuriyetinin bir mümessili sıfatıyla, kaide olarak dış politika konusunda bir hükümet ve Türkiye Cumhuriyetinin bu memleketlerdeki bütün makam ve hizmetlere mensup tem-silcilerinin faaliyetlerinde kıdemli koordinatör durumundadır. Bazı hallerde, diplomatik temsilcilik mevcut olmayabilir veya diplomatik temsilci ile askeri komutan arasındaki münasebet, Cumhur reisi tarafından ayrıca çizilebilir.(Şekil 3) c. Bir soğuk harp durumunda birleşik kuvvet karargahları veya müşterek ya da kombine komutanlıklar gayrinizami kuvvetlere karşı harekatı idare edebilirler. Bu harekata, ev sahibi durumundaki memleketin iştiraki normaldir ve genel olarak bir kombine komutanlığı zaruri kılar. d. Sivil kontrol ve idare ile ilgili sorumluluk, ev sahibi hükümetle varılan anlaşmalarda açıkça belirtilir ve kaide olarak, mümkün olan azami ölçüde, meşru şekilde kurulmuş hükümete verilir. Askeri kuvvet komutanına, eğer sivil sorumluluk verilmişse taşmalarda, genel olarak, kurtarılmış ve emniyet altına alınmış bölgelere ait bütün sorumlulukların, askeri durum müsaade eder etmez, mahalli makamlara devredileceği ifade edilir." Gayrinizami Kuvvetlere Karşı Harekat Talimnamesinde ve ekli şemada da görülebileceği gibi, 'gayrinizami savaş' içinde Cumhurbaşkanı da, bir koordinatör olarak bulunmaktadır. Sadece Türkiye'de değil, tüm NATO ülkelerinde Cumhurbaşkanlarına bu görevi yükleyen, ABD kaynaklı FM 31-15 simgeli talimatnamedir. İtalyan Cumhurbaşkanı Cossiga'nın Gladio ile ilişkisi açığa çıktıktan ve Gladio Skandalının bütün Avrupa'yı sarsmasından sonra "Ulusa hizmet eden bir sırrın parçası olduğumu söylemekten gurur duyarım" (International Herald Tribüne, 13 Kasım 1990) şeklindeki demeci anımsanmalıdır. ABD'nin yeni Başkanı Clinton, selefleri gibi, ABD'nin ulusal ve evrensel çıkarlarını korumak için yemin ederek görevi teslim aldı. Kuşkusuz bir ülke Başkanının, kendi ülkesinin çıkarlarını korumasından daha doğal bir şey olamaz. İtirazımız bu noktada değil. İtirazımız, sözünü ettiğimiz talimnameye uyarak, ABD dışındaki ülkelerin Devlet Başkanlarının veya Cumhurbaşkanlarının ABD çıkarlarını savunma konumunda olmalarıdır. Sorunun çok ilginç bir boyutu daha var: Talimname uyarınca Kara Kuvvetleri Komutanı, Cumhurbaşkanına görev vermektedir. Bu durum, Anayasa'nın görev-yetki hükümleri ve hiyerarşik örgüsü ile nasıl bağdaşmaktadır? Dahası Cumhurbaşkanları talimname ile kendilerine verilen görevin farkında mıdırlar? ABD kaynaklı FM 31–15 talimnamesinden aynen tercüme edilerek 20 yıldan bu yana ülkemizde uygulanmakta olan ST 31- 15 simgeli Kara Kuvvetleri Komutanlığı Sahra Talimnamesi'nin önemli bazı maddelerini ek olarak kitabıma alıyorum. (EK- 6)Anayasa ve yasal sistemin üzerinde olduğunu kendi resmi Talimnamesi ile 1965'den beri açıklayan bir kuruluşun, demokrasi anlayışıma aykırı olduğunu 1973 yılından beri iddia ediyorum. Başta parlamento olmak üzere, tüm demokratik kuruluşların yetkililerine ve resmi devlet yetkililerine yeniden sormak istiyorum: Bu tip kuruluşların denetimden çıkabileceğinin eski bir Genelkurmay Başkanının ağzından dahi itiraf edildiği bir

Page 26: kontrgerilla cumhuriyeti

ülkede, kendini yasaların üstünde bir statüye oturtan böylesine bir yapı(lanma)ya daha ne kadar tahammül edilebilir? 'Güneyden Gelen Tehdit' ve ABD Özel Kuvvetler Komutanlığı 19. yüzyılın başında, ABD'nin çocukluk döneminde, Başkan Monroe Amerika Amerikalılarındır' şeklinde ifade edilen ve kendi adıyla anılan bir doktrini formüle etti. ABD, tüm Amerikan kıtasını, kendi mutlak egemenliği altında görüyordu. İkinci Dünya Savaşından sonra ilan edilen Soğuk Savaş Döneminin kurumlarını 'Özel Savaş Terör ve Kontrgerilla' başlığı ile yayımlanan çalışmamda açıklamıştım. Orada da görülebileceği gibi, bu konudaki kuramların bir bölümü, John F. Kennedy tarafından formüle edildi. Nitekim bu amaçla, Ford Bragg'da kurulan okula J.F. Kennedy Özel Savaş Okulu adının verilmesi uygun görüldü. ABD, özellikle Birinci Dünya Savaşından sonra, yavaş yavaş İngiliz emperyalizmini teslim almaya başladı, İkinci Dünya Savaşından sonra da dünya emperyalizminin tek sözcüsü konumuna yükseldi. AGİK'e kadar devam eden süreçteki özel savaş yöntemlerinin ABD açısından bir başarı olduğunu söyleyebiliriz. Günümüzün 'Yeni Dünya Düzeni1 yutturmaca sı ve abartılmış Kuzey-Güney çelişkisi olgusu temelinde formüle edilen Hafif ve Orta Yoğunlukta Çatışma Doktrinleri, petrol üreticisi İslam ülkeleri başta olmak üzere hammadde kaynaklarına sahip üçüncü dünya ülkelerindeki her türden karşı-çıkışı/koyuşu bastırmayı hedeflemektedir. İçinde bulunduğumuz koşullarda 'host country-ev sahibi ülke'nin (daha geniş bilgi için bkz.Talat Turhan, Doruk Operasyonu, Sorun Yayınlan, 1989 ,s. 155-166) ya da emperyalist tanımlama ile 'sadık müttefik' olduğunu kanıtlayan ülkelerin güvenlik-istihbarat örgütleriyle silahlı kuvvetlerinin, ABD emperyalizminin çıkarları doğrultusunda yeniden düzenlenmesi sürecini yaşamaktayız. 1990 yılından bu yana ülkemizin bir Kontrgerilla Cennetine dönüştüğünü iddia ediyorum. Nedenlerini de açıklıyorum: 1990 yılında imzalanan AKKA Anlaşması gereğince, 39. paralelin güneyi ve ek olarak da Mersin Limanı, hem konvansiyonel, hem de paramiliter güçler açısından indirim kapsamı dışında tutuldu. Eski NATO stratejisine hakim olan 'Kuzeyden gelen tehdit1 olgusunun, yeni NATO stratejisine göre 'Güneyden gelen tehdit' olgusuna dönüştürülmesi suretiyle, özel savaş örgütlenmesinin de stratejik gerekçesi hazırlanmış oldu. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin değişen dünya koşulları çerçevesinde yeniden örgütlendirilmesi olgusu, ABD ve NATO tarafından gündeme getirilmiş ve yeni planlamaya uygun olarak da özellikle Körfez Savaşından sonra Türkiye adeta askeri malzeme akınına uğramıştır. Yeni örgütlendirme projesine göre, Türk Kara Kuvvetlerinin üçte ikisinin komando tugaylarından oluşacağı öngörülmektedir. 'Özel Savaş Terör ve Kontrgerilla' çalışmamda da açıkladığım gibi, komando birlikleri özel savaş örgütlenmesinin, görünen legal bir biçimlenmesidir. Kennedy'nin tanımlamasına göre, "bu savaş gerillaların, yıkıcı unsurların (..) yaptığı bir savaştır. Çarpışma yerine pusu kurma, tecavüz yerine sızma, düşmanla yüz yüze dövüşme yerine onu yıpratma ve takatten düşürme yolu ile zafere ulaşmak istenen bir savaştır.

Page 27: kontrgerilla cumhuriyeti

Bu savaşlar, ekonomik huzursuzluklar ve ırk mücadelesinden istifade eder. Yepyeni bir strateji, tamamen farklı bir kuvvet ve dolayısı ile yeni ve bambaşka bir eğitime ihtiyaç vardır." (Talat Turhan, Özel Savaş Terör ve Kontrgerilla, s. 44) Özel Harp Dairesi eski Başkanlarından emekli orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu'nun tanımlaması ile de "en basit direnişten başlayarak, şiddet kullanmaya kadar uzanan bir seri mukavemet faaliyeti" (Silahlı Kuvvetler Dergisi, Mart-1976, sayı: 257) özel savaş kapsamı içinde değerlendirilmektedir. Bu durumda, böyle bir örgütlenmeyi öngören güçlerin, ülke içindeki demokratik eylemlilikleri ve etnik oluşumları bastırmanın yanında, ülkemizi, kendi amaçları doğrultusunda İslam ülkelerine yönelik olarak kullanmayı düşündüklerini varsaymalıyız. ABD'nin ilk kez, Amerika Amerikalılarındır' sloganıyla Amerika kıtasını mutlak egemenliği altına alması, özel savaş örgütlenmesi ile birleşti. Panama ABD üslerinde Southern Command'a bağlı Kontrgerilla Okulları (Escuela De Las Americas) kuruldu. 40 değişik kursta, bugüne kadar 30-40 bin askeri personel eğitildi. Bunlardan 170'i, ülkelerinde Devlet Başkanlığı, Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı gibi üst düzey görevlerine geldiler. Şili ve Arjantin cunta liderleri de bu kurslardan geçmişlerdir. Meksika eski Devlet Başkanlarından Luis Echeverria aynı zamanda ^ CIA ajanıdır ve örgüt arşivinde Litempo–14 kod adıyla kayıtlıdır. (Cumhuriyet, 5 Ocak 1975 ) Kosta Rika eski Cumhurbaşkanlarından Jose Figures CIA hesabına 30 yıl çalıştığını ve örgütle 200 değişik konuda işbirliğine girdiğini, Latin Amerika ülkelerinin birçok devlet adamı için de aynı şeyin söylenebileceğini ifade ediyor. (Talat Turhan, Savunma, 8. Klasör, sayfa 4; Cumhuriyet, 15 Mart 1975) Kuşkusuz ABD'nin özel savaş örgütlenmesi sadece Amerika kıtası ile sınırlı kalmadı, bütün dünyaya yaygınlaştırıldı. NATO ve Avrupa ülkeleri, Belçika'daki NATO karargahından yönlendirilmekte ve açıkladığımız gibi ACC (Allied Coordination Comitee) tarafından idare edilmektedir. Bu örgütlenmenin askeri kuruluşu Al-manya'dadır. ABD'nin Almanya'daki Komutanlığı Badötlz'dedir. Bu komutanlığa bağlı olarak Oberammergau'da 20. Özel Kuvvetler Komutanlığı, Ayaklanmalara Karşı Koyma Okulu ile İstihbarat Okulu bulunmaktadır. Paraşüt Okulu da Songau'dadır. Bütün NATO ve Avrupa ülkelerinde görev yapan özel kuvvet birimlerinin elemanları bu okullarda yetiştirilmektedir. Kuruluş şeması aşağıdadır.

ABD ÖZEL KUVVETLER KOMUTANLIĞI

A Özel Harekat Timi A+A= 2 Özel Harekat Müfrezesi B Özel Harekat Timi A+A+A= 3 Özel Harekat Müfrezesi C Company Özel Kuvvetler Komutanlığına bağlı birim ve timlerim amacının doğrudan savaşmak olmadığı, müttefik ülkelerdeki benzeri örgütleri 'savaştırmak, savaşa hazırlamak' olduğa bunun gerçekleştirilmesi için de:

Page 28: kontrgerilla cumhuriyeti

1. Mahalli gerillayı ya da kontrgerillayı örgütlemek 2. Donatmak 3. İndoktrine etmek 4. Eğitmek 5. Yönetmek olduğu formüle edilmektedir. Bir özel harekat timi subay sınıfından 1 komutan ve subay/astsubay sınıfından 10 eleman olmak üzere toplam 11 kişiden oluşmaktadır. Bu açıklamalardan ve örgütsel modellerden iki önemli sonuç çıkarabiliriz: Birincisi, ABD Özel Kuvvetler Komutanlığı kendisini rizikoya atmıyor. Bu görevi, 'ev sahibi' ülkelerin koşut örgütlerine veriyor. ABD kendi amaçlarının gerçekleştirilmesi için 'ev sahibi' ülkelerin özel kuvvetlerini kullanıyor. ikincisi, Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın yerüstü birimlerinin 11 kişilik çekirdek bir kadrodan oluşması, ülkemizde yetkililerin bu konuda yaptıkları açıklamalarla paralellik gösteriyor. 'Özel Savaş Terör ve Kontrgerilla' adlı çalışmamda, Özel savaşın yeraltı birimi olan Gladio türü örgütlerden yeterince söz etmiştim. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş, Milliyet gazetesinin 5/6 Eylül 1992 tarihli sayılarında yayımlanan demecinde, İngiltere'de SAS'a, ABD'de Delta Forces'a gönderme yapıyordu. Bunlara Alman Grenz Schütze Gendarmerid Neuen (GSG-9) örgütünü eklemek gerekir. GSG-9 timleri, Alman polisinin en önemli birimi olarak biliniyor. Milliyet gazetesinin 11 Aralık 1992 tarihli sayısında, Doğu ve Güneydoğu Bölgelerinde görev yapmakta olan özel harekat timlerinden seçilecek 10 kişilik bir grubun, GSG-9 timlerinde eğitilmek üzere Almanya'ya gönderileceği, üçer aylık periyotlarla bu grupların sürekli yenileceği haberi yer alıyordu. Kural olarak bu tip örgütler, CIA'nın denetimindedir. Buna karşın, adı geçen örgütler kendi ülkelerinin istihbarat örgütlerinden bağımsız çalışırlar, gerektiğinde sadece işbirliği yaparlar. Bu konudaki tek istisna, İsrail'de benzer amaçlarla kurulan Shin Beth örgütüdür. ShinBeth Mossad'ın denetimi altında çalışır. Adı ve varlığı da, bir örgüt ajanının 4 Ocak 1993 tarihinde Hamas tarafından öldürülmesi olayı (Bkz. Cumhuriyet, 5 Ocak 1993) üzerine kamuoyunca bilinir hale geldi. Sonuç Görüldüğü gibi ABD emperyalistleri kendi çıkarlarını güvence altına almak için, bütün dünyaya tepeden tabana kadar örgütlenmişlerdir. Sivas Kongresinden başlayarak Ulusal Kurtuluş Savaşımızın temelinde, Amerikan mandacılığına karşı tam bağımsızlığı savunan yurtseverlerin hamuru vardır.

Page 29: kontrgerilla cumhuriyeti

Türkiye'yi 'Küçük Amerika' yapmak için yola çıkmış olanların, ülkemizi getirmiş oldukları bağımlılık bataklığı bütün iğrençliği ile artık gizlenemez olmuştur. Türkiye'nin önünde sadece demokrasi savaşımı değil, İkinci Kurtuluş Savaşı da vardır..Bu savaş demokratik yöntemlerle yürütülmesi gereken uzun erimli bir mücadeleyi gerektirmektedir. 1947'dan bu yana ABD emperyalizminin ülkemiz üzerinde ilmik ilmik ördüğü ihanet ağları tek tek sökülüp atılmadan ve bağımsızlık bilinci benimsenmeden, Kontrgerilla tartışmalarını sürdürmeye devam edeceğiz. 20 yıldan bu yana bu konuda öne sürdüğüm savları doğruladığı için, Tempo dergisinin 5 Ocak 1993 tarihli sayısında yer alan ve Diplomalı Ramolar-Hem Katil Hem Kurtarıcı' başlığı ile yayımlanan bir yazıyı ekte aktarıyorum. (EK- 7) Bizler, bu tip örgütlerin, 'kurtarıcı' olarak kullanılması amacıyla, 20 yıldan bu yana kavga veriyoruz. EK–1 ANSİKLOPEDİK BİLGİ KONTRGERİLLA SAVAŞI Encyclopedia Britannica Aşağıdaki metin, Encyclopedia Britannica'nın İngilizce baskısının 10. cildinin 1000-1005. sayfaları arasında yer alan Guerrilla Warfare maddesinin, Countrguerilla Warfare ara başlığı altında yer alan bölümünden aktarılmıştır. Devamına kaynaklarını da koyuyoruz. Kaynaklar arasında yer alan David Galula-Counter Insurgency Warf are (1964) başlığı ile yer alan kitabın, Türkiye'de Genelkurmay Basımevi tarafından 1965 yılında Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri adıyla yayımlandığını kaydetmemiz gerekiyor. Kontrgerilla Savaşı: Tüm gerilla yapısının askeri ve politik olarak, tecrit ve yok edilmesini öngören bu tip savaşı sürdürmede Ortodoks görüşlü askeri komutanlar, geleneksel bir savaş durumuna, sonuçlarına bakıldığında, daha uygun düşen geniş çapta silah ve taktikler kullanmaya başlamış ve kullanmaya da devam etmektedirler: Şüpheli sığınak ve barınak bölgelerinin topyekûn bombalanması ve yoğun top ateşine tabi tutulması, sonunda sadece birkaç gerillanın ele geçirilmesi ya da öldürülmesi ancak tüm köylerin, tümen ve kıtaların gerçekleştirdiği "temizlik" operasyonları sonucu imha edilmesi, (...) ileri karakollar zinciri oluşturulması yoğun halde kitle tutuklamaları ve sorgulardan dikkate değer bir başarı sağlanamamıştır. Albay Trinquier'in, devrimci mücadeleyi konu alan kitaba yazdığı bir önsözde Berrard Fail, konuyla ilgili şunları yazıyordu: "Amerikalı okuyucular, özellikle bugünkü, Güney Vietnam'daki operasyonlarla ilgilenenler, ABD'nin, stratejik

Page 30: kontrgerilla cumhuriyeti

köylerden başlayarak geniş çaplı pasifikasyona kadar uzanan uygulamalarının, görünürde 'yeni' isyan-karşıtı oyunlarının, yalnızca eski taktiklerin provaları olduğunu hayretle göreceklerdir. Helikopterler, yabani otları öldüren zehirli ilaçlar ve hızlı ateş eden tüfekler, bu eski taktikleri, mücadelenin karakterini ve sonucunu, Fransızların yaptığı politik yanlışlar tekrarlandığı sürece, değiştirmez, onun sadece hız ve akışına yeni bir boyut getirir." Fall'ın çıkarsaması, her ne kadar, Mao Zedung'un devrimci mücadeleyi belirli yasalara bağlama çabasının gerçekçi bir değerlendirmesinden kaynaklanıyor olsa da, diğer isyancı önderlerin de belirttiği gibi devrimci bir bildiri sayılamazdı. Tarih boyunca uluslar, ayaklanmalara politik hatalar yüzünden katılmışlardır ve askeri komutanlar da politik belirsizlikleri yüzünden bu ayaklanmaları bastırmada başarısızlığa uğramışlardır. Politik faktör daima önemlidir, komünist devrimci mücadelede her şeyin üstündedir. Eğer komünist gerilla halkın desteğini alamazsa —eğer denizinde barınan bir balık gibi değilse— hiçbir zaman rahat hareketlilik sağlayamaz. Sonuç olarak, hükümet, gerek gerillayı halk desteğinden yoksun bırakmak, gerekse de onu yok etmek için gerek duyduğu bilgiyi sağlamak için halkın desteğini kazanmak zorundadır. Gerilla birliklerini dağıtmak ve tek tek gerillaları öldürmek meseleyi çözmez. Bir hükümet her bir isyanın arkasında bulunan yıkıcı örgütü tamamen ortadan kaldırdığında, güçlü ve istikrarlı bir yapıya kavuştuğunda ancak başarıya ulaşmış sayılabilir, bu da Fransız subayı General Allardın, "imha" ve "inşa" gibi çok yerinde sözcüklerle tanımladığı zor bir süreçtir. Filipinler ve Malaya örneklerinin ortaya koyduğu gibi, is-yan-karşıtı hareketlerle, komünist gerilla güçleri nihai olarak yenilgiye uğratılabilir, ancak tamamen ortadan kaldırılamaz. Ancak galibiyet, bir dizi sivil ve askeri önlemin -sosyal, ekonomik, polisiye ve askeri etkenlerin bileşimi- sabırlı ve basiretli bir uygulaması sonucunda elde edilebilir. İsyan-karşıtı kampanya süresince bu etkenlerden biri ya da diğeri geçici olarak ön plana çıksa da, sonunda hepsi de politik etkene bağlı kalmak zorundadırlar. Gerçekten de karşı-isyancı bir mücadelenin yürütülmesinde politik gerçekçilik en başta gelen öğedir. Güçlülüğün olduğu gibi zayıflığın; başarının olduğu gibi başarısızlığın da taranması gerekir. Bir ayaklanma hükümetteki bir bozulmayı ifade eder, zira bu durumda bir azınlık grup, diğer insanları da kendi davalarını, aktif ya da pasif olarak desteklemeye zorlayarak, kanun ve düzene karşı baş kaldırabilmiştir. Komünist bir ayaklanmanın başlangıç gamasında "seçici terörizmin beslediği yıkım" olarak tanımlanabilecek olan olay olduğu gibi kabul edilmeli ve özel hükümet önlemleriyle -açık ya da kapalı- karşılanmalıdır. Çünkü bu safha genelde kapalı safhadır. Hükümet, genellikle de polis, iç zayıflığın, beceriksizliğin ve çürümenin hakim olduğu böyle bir ortamda ya da bir dış etkenin -genellikle savaş- hükümetin normal işlerliğini engellediği koşullarda, çok ustaca hareket etmek zorundadır. Bu durumlarda ayaklanma genellikle, gerilla mücadelesini gündeme getiren ikinci "silahlı mücadele" aşamasına girer. Bir ayaklanmanın başlangıç aşaması ya da aşamalarında, hükümet genellikle savunma durumundadır. Bu, Malaya'da, hükümetin "isyancıların hükümeti ele geçirmesini engellediği ve isyanın büyümesini durdurduğu" bir süreçti. Esas görev,

Page 31: kontrgerilla cumhuriyeti

polisiye ve askeri önlemlerle, gerilla birliklerini —tamamını imha etmeye teşebbüs etmeden— parçalayıp dağıtmak idi. Bu operasyonlar, "düşman gücünün parçalandığı" bir ikinci aşama olan saldırı aşaması için hükümete, güçlerini -sadece asker ve polis değil- sevk edip harekete geçirmede zaman kazandırmıştı. Son aşama ise, bir yandan bağımsız ve kalıcı bir hükümet inşa ederken, diğer yandan gerilla güçlerinin son kalıntılarının da yok edildiği zafer aşaması idi. (R.L. Clutterluck, The Long, Long War) Malaya'daki kontrgerilla savaşına katılmış emekli bir asker, hükümetin başarısını, herhangi bir isyan-karşıtı hareketin yürütülmesinde esas olan bazı temel ilkelere bağlar: 1) Hükümet, politik ve ekonomik olarak dengeli ve güçlü, özgür, bağımsız ve bütünlüğünü sağlayabilmiş bir ülke inşa edip varlığını koruyacak net bir politik amaca sahip olmalıdır; 2) Gerillaları ortaya çıkarma, tesirsiz hale getirip imha etmede hükümet, ne kadar tahrik edilirse edilsin, yasalar çerçevesinde hareket etmeli ve de yalnızca gerillaları yenilgiye uğratmayı değil, temelde tüm politik yıkıcılığı yok etmeyi esas alan bir isyan-karşıtı plan geliştirmelidir; 3) Saldırı aşamasında, hükümet saldırı taktiklerinden önce üs bölgeleri kurmalıdır (Thompson). Bu ilkelerin kontrgerillanın faaliyetlerini gereksiz yere sınırlandırmaması gerekir. Pek çok yetkili, çoğunlukla sert olsa da, olağanüstü hal yasalarının gerekli olduğu konusunda hemfikirdir. Malaya'da bu önlemler şunları içeriyordu: Mecburi nüfus sayımı, kimlik kartı taşıma zorunluluğu, ihzar emrinin askıya alınması, arama belgesine gerek duymadan kişilerin özel eşya ve makamlarının aranması, ruhsatsız silah taşıyanların idam cezasına çarptırılması, komünistlere yardım edenlere sert cezalar verilmesi, sokağa çıkma yasağının rahatça uygulanması… Daha sonra bunlara ek olarak, tüm köylerin yerleşim düzenini değiştirmek, yiyecek dağıtımını, isyancı güçlere yardım etmekle suçlananlar için ölüm cezasını da içeren ağır cezalara başvurarak denetlemek gibi olağanüstü önlemlere de başvuruldu. Elbette bu uygulamalar ya da önlemler cazip değildir. Eğer ayırım yapılmadan bunlara başvurulursa, halkın, zaman zaman olduğu gibi ne yazık ki hükümete yabancılaşmasına, soğumasına neden olur. Ama yerinde ve makul bir tarzda uygulandığı taktirde bu önlemler, güvenlik güçlerinin ve polisin halkın güvenliğini, kanun ve düzen hakimiyetini sağlamasını büyük ölçüde kolaylaştırmış olur, aynı zamanda kontrgerilla operasyonlarının daha sağlıklı ve güvenlikli yürütülmesi için de gerekli istihbaratı sağlar. Böylesi operasyonlar tümüyle düşmanın (isyancıların) gücü ve operasyon bölgesi hesaba katılarak planlanıp yürütülmesi gerektiğinden değişiklik gösterirler. Hükümetin, her şeyden önce yükümlü olduğu şey kanun ve düzen hakimiyetini -polisin görevini kırlara da kaydırarak- sağlamaktır. Bu yöndeki askeri harekat esas olarak, gerilla güçlerini parçalayıp dağıtacak ve daha sonra güvenilir istihbarata dayanan devriye ve pusu taktikleriyle, onları inisiyatiften yoksun kılacak olan "temizlik" operasyonları üzerinde yoğunlaşır. "Temizlik" operasyonunu, "hükümetin otoritesini restore edecek ... ve güçlü bir güvenlik bünyesi oluşturacak olan" "kontrolü sağlama" operasyonu izler (Thompson) "Kontrolü sağlama" operasyonunun amacı, birinci olarak, gerektiğinde hükümet güçleriyle işbirliği içerisinde çalışacak olan örgütlü köy milislerinin desteklediği stratejik köylerle güvenliği sağlamak, ikinci olarak da, hükümeti, halkın en hayati çıkarları ile bütünleştirecek olan sosyal reformları (toprak reformu, okullar, hastaneler, kamu projeleri gibi) gerçekleştirerek halkın

Page 32: kontrgerilla cumhuriyeti

"gönlünü ve kafasını" kazanmaktır. Bu hareket, bir kez başarılınca, halk, yerel komünist örgüte ulaşıp onu yok etmek için güvenlik güçleri ve polise gerekli olan istihbaratı sağlarken, aynı zamanda gerillayı da yaşamsal desteğinden yoksun bırakacaktır. Gerillaları ele geçirmek -ki bunlar sonradan kendilerine karşı döndürülecektir''- her türlü çabayı göstermesi gerektiği gibi, hükümet aynı zamanda 1950'lerde Filipinler'de uygulanan Ramon Magsaysay'in klasik programıyla aynı çizgide olan bir 'defector' programı da oluşturmalıdır. (N. D. Valerino ve C.T.R Buhaman, Kontrgerilla Operasyonları) "Temizlik" ve "kontrolü kurma" operasyonları kontrgerilla savaşının başarısı için temeldir. Malaya'da olduğu gibi, niteliksel olarak uygulandığı yerlerde başarılı olduğu, Vietnam gibi niceliksel olarak uygulandığı yerlerde ise başarısız olduğu kanıtlanmıştır. Hatta en uygun ortamlarda bile, çoğu hükümetler, "temizle ve ele geçir" operasyonlarını, tüm bölgelerde aynı zamanda yürütmek için gerekli sivil, polis ve askeri kaynaklardan yoksundurlar. Bu nedenle, askeri hareket ikincil derecede operasyonları sadece daha az önemde olan yerlere yöneltmek zorunda kalabilir. Bu operasyonların amacı sivil destek sağlanıncaya kadar gerillanın dengesini bozmaktır. Böylesi operasyonlar, çok sayıda uçak ve helikopterin kullanıldığı geniş çaplı "silip süpürme" eylemlerini; ayrıca, zaman zaman dost kabilelerin yardımıyla sürekli pusular kurmayı, askeri birliklerin, hava desteğinde, gerilla sığınaklarının bulunduğu bölgeye paraşütle indirildiği uzun dönemli gizli sokulma operasyonlarını kapsayabilir. İsyancıların gücü ve yerel hükümetin zayıflığı nedeniyle, Vietnam'da olduğu gibi dış yardıma başvurulabilir. Araç, malzeme, teknik eğitim ve danışmayla sınırlı kalmadıkça dış yardım iki kenarı keskin kılıç gibidir. Eğer yardımı veren ülke, çelişkinin boyutlarını olduğundan daha az değerlendirirse - Vietnam'da ABD'nin başına geldiği gibi- iş askeri müdahalenin eşiğine gelebilir ve hatta inisiyatifi yerel hükümetin elinden alabilir, bu durumda da, "ülkede emperyalist işgal var" şeklindeki komünist propagandaya zemin hazırlanmış olunur. Yasal Durum: Makul nedenlerden dolayı, Ortodoks görüşlü askeri bir komutan gerillayı daima yasal konumun dışında saymıştır. Devrimci Savaşta Francis Merion tarafından birkaç kez darbe yedikten sonra, İngilizler O'nun ne bir "centilmen" ne de "Hıristiyan" gibi savaşmamasından yakındılar. Napolyon'un mareşalleri İspanyol Yarımadasında İspanyol-Portekiz gerillalarına karşı şiddetli misillemeye giriştiklerinde, öldürülen her gerillaya karşılık, gerillalar da bir Fransız tutsağını öldürüyordu. Bu "barbarca sistem" her iki taratın karşılıklı anlaşmasıyla sonuçlandı. Aynı problem Amerikan İç Savaşında General Elazar A. Paine, gerillalarca uygulanan usulsüz DİT saldırıya hedef olduğunda şunları söylüyordu- "Benim bölgemde ele geçen her gerillayı kurşuna dizeceğim, şayet Güneyli kardeşlerimiz karşılığında bir federal askeri öldürerek misillemede bulunurlarsa, gidip 5 zengin bankerinizi ve pamukçunuzu diz çöktürüp kurşuna dizeceğim. Bunu yapacağım, bunun için bana yardım et Allahım." 1874 tarihli Uluslararası Brüksel Konferansı, yasal olarak savaşan bir taraf olarak tanınmak için, gerillaların belirli bir komutana bağlı olmaları, belirli bir elbise giymeleri ya da arma takmaları, silahlarını açıkça taşımaları ve savaşın yasa ve geleneklerine uygun davranmaları gerektiğini karara bağlamıştır. 1899 ve 1907de, savaş alanının kuralları üzerine yapılan Hague konferanslarında, bu karar birkaç değişiklikle tekrar benimsenmişti.

Page 33: kontrgerilla cumhuriyeti

Hague kuralı esas olarak, gerilla savaşının avantajlarını geçersiz kıldığı için değil, fakat aynı zamanda, sabotaj ve terörist taktiklerin, normal savaş kurallarının dışında cereyan ettiği ve insanlık dışı sonuçlar doğurduğu için de geçerli olmuştur. Filipin ayaklanmasından (1899-1902) bu yana gerillalar daima av gibi görülmüş, işkenceye maruz bırakılmış ya da yargısız idama uğramıştır. Eski bir Fransız gerilla savaşı emeklisi Albay Trinquier, Cezayir savaşı ile ilgili şunları yazıyordu: "Eğer mahkum istenen bilgiyi verirse, sınav çabucak sona erer, yok vermezse, uzman elemanlar bu bilgiyi ondan zorla almalıdırlar. Bu yüzden, bir asker olarak bugüne kadar sıyrılmayı başardığı bu acıyı ya da ölümü göğüslemelidir. Terörist, bunu mesleğinin ve mücadelenin bir gereği olarak görmelidir." 19. yüzyılın başlarındaki Yarımada Savaşı'nda olduğu gibi, adil bir muamele bekleyemez durumda olan gerilla, İspanya İç Savaşı'nda ve II. Dünya Savaşının partizan savaşında doruğuna ulaşan bir korku çemberindeki haksız uygulamayı hep sürdüre gelmiştir. Devrimci mücadelenin ortaya çıkışı, gerilla savaşının yasal yönlerini daha da güçleştirmiştir. Uluslararası yasanın hangi maddesi gerilla güçlerine barınak sağlayan bir komşu ülkenin yasallığını sorgulayabilir? Gerilla kılığına bürünen bir kontrgerillanın yasal konumu nedir? Bir hükümetin, sıradan, masum vatandaşları öldüren gerillalara genel af çıkarması, hatta bazen ödüllendirmesi ahlaki açıdan doğru mudur? Yakalanan bir gerillanın kaderini kaprisli, kötü huylu bir askeri komutanın eline bırakmak ahlaki yönden doğru mudur? Bir sivil hükümet, elde edilecek istihbarat ne derece önemli olursa olsun, işkenceye göz yumabilir mi? Vietnam örneğinde olduğu gibi ilan edilmeyen bir savaşta taraf olarak savaşan bir dış güç olan Amerikan askerinin yasal konumu nedir? Belki de, bu tür soruların güçlüğünden dolayı, gerillayı çeşitli defector programları yardımıyla ehlileştirme, tutsakları da politik eğitim ve psikolojik ikna yoluyla rehabilitasyona tabi tutma şeklinde bir eğilim gündeme gelmiştir. Bu yeni yaklaşıma rağmen, gerilla belki de savaş alanının bir eşkıyası olarak kalmaya devam edecektir. KAYNAKÇA. —Sir John Fortescue, Wellington (1925); Deneys Reitz, Commando (1929); Kari von Clausevvitz, On War, trans. by }. J. Graham, 3 vol. (1940); Stuart Schram, Mao Tse-tung (1966); Richard Goocbvin, Triumph or Tragedy: Reflections on Vietnam (1966); V. D. Sokolovskii, Soviet Military Strategy, trans by H. S. Dinerstein et al. (1963); Charles Oman, A History of the Peninsular War, 6 vol. (1902); Gabriel Jackson, The Spanish Republic and the Civil War, 1931-1939 (1965); James Cameron, The African Revolution (1961); Jan Henderson and Philip C. Goodhart, Man Hunt in Kenya (1958); Sun Tzu, The Art of War, trans. by S. B. Griffıth (1963); George K. Tanham, Communist Revolutionary VVarfare, trans. by S. B. Griffıth (1961); Peter Paret, French Revolutionary VVarfare from Indochina to Algeria (1964); David Galula, Counterinsurgency VVarfare (1964); T. E. Lawrence, Seven Pillars of VVisdom (1935); J. C. Beckett, The Making of Modern Ireland, 1603-1923 (1966); Richard Bennett, The Black and Tans (1959); Edgar Holt, Protest in Arms (1960); Otto Heilbrunn, VVarfare in the Enemy's Rear (1963); N. D. Valerianö and C. T. R. Bohannan, Counter-Guerrilla Operations (1962); G. Grivas, General Grivas on Guerrila VVarfare (1965); Abdul H. Nasution, Fundamentals of Guerrilla VVarfare (1965); Ernesto Guevara, Che Guevara on Guerrilla VVarfare (1960); Roger Trinquier, Modern VVarfare (1964); Richard L. Clutterbuck, The Long, Long

Page 34: kontrgerilla cumhuriyeti

War (1966); Bernard B. Fail, Hell in a Very Small Place (1966); L. Huberman and P. M. Sweezy, Cuba: Anatomy of a Revolution (1960); Charles Thayer, Guerrilla (1963). EK–2

NAZİ ARTIKLARININ KULLANMASI VE KISSINGER’İN ROLÜ

Leo A. Müller

Nazi bilim adamları tarafından, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Amerikan Donanım Araştırması (Operation Poperclip) ve Amerikan Gizli Servisi,CIC için Nazi savaş suçlarına yardım hakkındaki araştırmalar o kadar açık gösterdi ki, komünistlere karşı savaşta Amerikalılar hiçbir ideolojik, ahlaki vicdan azabı çekmiyordu. Gestapo'nun adamı Klaus Barbie olayında açıkça görüldüğü gibi Amerikan CIC'ı aranan savaş suçlularına gizli servis çalışmaları için silah temin etmişti. Sert anti-komünist saldırıların bu döneminde Washington'da 'Psikolojik Savaş Önderliği Şubesi' (PSB) kuruldu. Bu örgütlerin politik ve propagandif etkinlik içindeki görevleri Avrupa'daki ilişkilerine yansıdı. Komisyonda, Dışişleri Bakanının sürekli temsilcisi olarak Savunma Bakan Yardımcısı ve Haber alma Servisi'nin direktörü temsil ediliyordu. Başkan Truman'ın 4 Nisan 1951'deki "Psikolojik Strateji Şubesi" (PSB)'nin kuruluşuna ilişkin direktifi yeni hükümet organizasyonunun dalı olarak alındı: "Ulusal politika çerçevesi içinde psikolojik operasyonların yürütülmesi ve koordinasyonunun gerçekçi bir planı". Truman'ın yönetimi altındaki ABD hükümetinin sonuç olarak ne yapmak istediğini, Temmuz 1952'de Henry A. Kissinger'in geniş kapsamlı bir analiz içinde nasıl formüle ettiği, 1985 Aralığında açıldığında Truman'ın arşivinde görüldü. Kissinger, 1945'den 1946'ya' kadar ABD'nin Avrupa'daki haber alma servisinde faaliyet göstermişti. Kissinger, savaşı ABD ordusunun Avrupa Savunma bölümünde yaşamıştı. 1946'da Kissinger, Oberammergau'daki European Command Intelligence School'da Alman tarihi doçentiydi. 1946'dan 1949'a kadar da askeri haber alma servisinde yüzbaşıydı. Bundan sonra Harward Üniversitesi'ndeki bir incelemesiyle bilimsel kariyeri başladı.* 1952'de genel karargahın Psychological Strategy Board'rn bilimsel kariyerini edindi. Henry A. Kissinger; analizinde, özellikle Almanya'daki psikolojik bir kliniğin "Birleşik Devletlere güvendeki genel eksikliğinin" nasıl eşitlenebileceğinden hareket etti:

Page 35: kontrgerilla cumhuriyeti

"Almanya'da Sovyetler Birliği'ne karşı büyük bir kin vardır. Özellikle Doğu Almanya'da daha da yoğundur. Rusya'daki o zamanki savaş tutsakları ve Doğu Almanya'da Rusların koşulları altında kalanlar tarafından daha şiddetle duyulmaktadır bu kin. Buna rağmen bu duygu hiçbir şekilde ifade edilememektedir, çünkü örgütsüzdür ve hiçbir odağı yoktur. Bu duyguyu yönlendirmek için Alman örgüt yapıları olabildiğince zorunludur: İlk savaş tutsakları tarafından oluşturulacak birliklerin seçkin taşıyıcıları haline gelmek." Sonraki yılların başarılı dış politikacısı Henry Kissinger'in bu yazdıklarının somutlaşıp somutlaşmadığını hep birlikte görecektik. ' Fakat Kissinger daima bu psiko-stratejinin bir bileşik problematiği olduğuna dikkat çekmişti: "Bu önlemlerin çoğu kabul edilemez görülebilir. Henüz Birleşik Devletlerin de başka bir seçimi yoktur. Eğer Amerika bu gruplardan yararlanamazsa, o zaman onlar komünistler tarafından kullanılacaktır." (Leo A. Müller, Gladio-Kontrgerilla, Pencere Yay, Çeviren: Emin Karaca, 1992, s.54- 55) *Yani Kissnger'in kökeninde özel savaşçılık,kontrgerillacılık, vardır. H. Kissinger aynı konuda Harvvard Üniversitesi'nde bir kurulun üyesi olarak hazırlamasına katıldığı ve Türkiye' de Genelkurmay Basımevi tarafından 1965 yılında tercüme edilerek Türkçeye kazandırılan Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri çalışmasıyla da bu özelliğini geliştirmiştir.(YN) EK–3

"AYAKLANMALARI BASTIRMA HAREKETLERİNDEN

Genelkurmay Basımevi–1965

Teşebbüs (ihtilal) tehlikelidir. Burada üzerinde durduğumuz komünistlerin 'müstemleke' ve 'yan müstemleke' ve bizlerin de 'azgelişmiş' dediğimiz memleketlerdeki ihtilal hareketlerinin bastırılması hareketidir. (Sayfa: 6) Ayaklanma ve ayaklanmayı bastırma hareketi bir mücadelenin ayrı iki yüzü olup, bütünü 'ihtilal harbi1 diye ifade etmek maksadına hizmet edecektir. (Sayfa: 7) İhtilal, hükümet darbesi ve ayaklanma, iktidarı zor yolu ile ele geçirmenin üç yoludur. (Sayfa: 8) (...) Hiç bir ihtilal harbi tamamen dahili bir mesele olarak kalamaz. (Sayfa: 10)

Page 36: kontrgerilla cumhuriyeti

Yunanistan'daki isyan (ayaklanma) da (...) halkın kafi olarak anti-komünist ve itimada şayan olması bu güçlüğü (...) izole etti. (Sayfa: 11) Herhangi bir ihtilal harbi durumunda halkı kontrol etmek için dört çeşit kontrol organı vardı: Politik Kuruluş, İdari Bürokrasi, Polis ve Silahlı Kuvvetler. (Sayfa: 26) Polis teşkilatları isyanı bastırmakla görevli ilk teşkilat olduklarından içine hulul edilmeli ve tarafsız hale getirilmelidir.* Adli sistemin bir ayaklanma hadisesinin fevkalade durumuna hemen tatbik edilmesi bir ihtiyaçtır. (Sayfa: 30) Bir hakimin tövbekar olmamış bir asiyi zamanından evvel serbest bırakmasının tesirleri kısa bir zaman içinde polis, memur ve askerler tarafından hissedilecektir.** (Sayfa: 75) Politika yok vazifesi yalnız düşmanı mağlup etmek olan bir askerin normal bir harpteki tabii bir reaksiyonudur. Fakat ayaklanmaları bastırma hareketlerinde askerin vazifesi halkın yardımını kazanmak normal bir harpteki tabii bir reaksiyonudur. Fakat ayaklanmaları bastırma hareketlerinde askerin vazifesi halkın yardımını kazanmak olduğu için, asker pratik siyasetle meşgul olmalıdır. Ayaklanmaları bastırmakla görevli olan tarafın bu mücadelenin gaye ve maksadını anlayan liderlere şiddetle ihtiyacı vardır. Böyle liderleri temin etmekle iki yol vardır: Biri lider olabilecekleri ayaklanmaları bastırma tekniği mevzuudunda yetiştirerek indoktrine etmek. Diğeri ise tabii seçimlerdir. (Sayfa: 80) (...) Seçimlerde seçilen bütün liderlerin hiç birinin bir işe yaramaması (...) mümkündür. Bu kadarı da artık talihsizliktir, mahalli olan bu seçimlerde civar komşulardan daha iyi birini getirip seçimlerde bir hile yapmaktan başka şey yapılamaz. (Sayfa: 109) Bu gibi şahısların sorgulaması profesyonel kimseler ve halkın yardımını kazanmaya çalışan personelden ayrı bir teşkilat gayet dikkatli bir şekilde yapılmalıdır. Mevcut polis teşkilatına itimat edilmiyorsa, sırf bu maksat için yeni bir polis teşkilatı ya-ratılmalıdır. (Sayfa: 104) İlk adım: Asi kuvvetlerin yok edilmesi veya defedilmesi. İkinci adım: Statik birliklerin kullanılması. Üçüncü adım: Halk ile temas etmek ve halkı kontrol altında bulundurmak. Dördüncü adım: Asinin siyasi teşkilatının ortadan kaldırılması.*** Beşinci adım: Seçimler (Temizlik Harekatı'ndan sonra)

Page 37: kontrgerilla cumhuriyeti

Altıncı adım: Liderlerin denemesi. Yedinci adım: Bir partinin kurulması.**** Sekizinci adım: Son çetecilerin kazanılması veya baskı altında tutulmaları. * "CIA para vererek, polis örgütü gibi kuruluşların elemanlarını eğitip araç ve gereç sağlayarak (...) elde edilemeyecek bilgileri öğrenebilir. (...) Polis gibi güvenlik görevlileri, devlet memurları arasında en az para kazananlardır ve bir armağanı geri çevirdikleri ender görülür." (Philip Agee, CIA Günlüğü, s. 80-82) ** Bkz. ST 31-15 Gayrinizami Kuvvetlere Karşı Harekat Talimnamesi. *** 12 Eylül 1980 sonrasında tüm partilerin kapatılması örnek olarak verilebilir. **** ANAP’ın kurulması buna örnektir. EK- 4

BÜLENT ECEVİT:

"EDİNDİĞİMİZ BİLGİLERDEN DEHŞETE KAPILDIK"

"... 1977 yılında çok ilginç bazı olaylar oldu. Çok kuşku uyandırıcı, karanlık olaylar oldu. Bunların en önemlisi kuşkusuz 1 Mayıs 1977'de Taksim Alanı'nda 30'u aşkın insanın ölümü ile sonuçlanan olaydı. Bu, gözler önünde yapılan bir kışkırtma sonucunda çıkmış bir olaydı. Kışkırtmanın nereden, kimlerden geldiği, herkesin gözleri önünde cereyan ettiği için belliydi. Ve ciddi olarak üzerine yüründüğü takdirde bu olayın sorumlularının, kışkırtıcılarının mutlaka ortaya çıkması gerekirdi. Biz o sırada ana muhalefet partisiydik. Bu olayları soruşturmak üzere bir araştırma komisyonu kurduk. Ama bir noktadan sonra izler kayboluyordu. Adeta bir bilgi boşluğu ile, direnişlerle karşılaşıyorduk. Yıllarca üzerinde durduğumuz halde, Taksim olayının içyüzü anlaşılamadı. O olayın faillerinin saklanmak istendiği daha ilk günlerde belli olmuştu ve çok acayip bir şekilde tezgahlanan bir olay olduğu görülüyordu. Onun için benim aklıma bir olasılık olarak, bunun Özel Harp Dairesi'nin sivil uzantısı ile bağlantısı olabileceği olasılığı geldi. Ve bunu Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e bildirmeyi, kaygımı sunmayı görev bildim. Kendisiyle görüşerek Özel Harp Dairesi ile ilgili bilgileri aktardım. Taksim olayının arkasında bu kuruluşun sivil uzantısının bulunabileceğini söyledim. Korutürk bunu benden yazılı olarak da istedi. Korutürk bu konuyu dönemin Başkanı Sayın Süleyman Demirel'e açmış. Demirel buna büyük tepki gösterdi..." (Cumhuriyet, 17 Kasım 1990) "... 1974'deki Başbakanlığım sırasında, zamanın Genelkurmay Başkam rahmetli Orgeneral Semih Sancar, Başbakanlığın örtülü ödeneğinden acil bir ihtiyaç için, birkaç milyon lira istedi. O yıllarda milyonlar büyük paraydı ve benden istenen miktar

Page 38: kontrgerilla cumhuriyeti

da örtülü ödenekteki paranın tümüne yakındı. Üstelik ben, örtülü ödeneği ancak sosyal yardımlar için kullanıyordum ve mecbur olmamakla beraber, bu kaynaktan yapılan tüm ödemeleri belgelere bağlatıp, Başbakanlık Müsteşarı'nın kasasında saklatıyordum. Onun için Genel-kurmay'dan bu paranın ne amaçla istendiğini sormak zorunda kaldım. 'Özel Harp Dairesi için istiyoruz' yanıtı geldi. Öyle bir resmi dairenin, o zamana kadar adını bile duymamıştım. Devlet bütçesinde de öyle bir daire adına ayrılmış bir ödenek görülmüyordu. 'Şimdiye kadar bu dairenin giderleri nereden karşılanıyordu?' diye sordum. O zamana kadar bu dairenin tüm giderlerini bir gizli ödenekle Amerika Birleşik Devletleri'nin karşıladığı; ancak artık ABD'nin bu parasal katkıyı kestiği, o nedenle Başbakanlığın örtülü ödeneğinden para istemek zorunda kalındığı bana bildirildi. O zamana kadar benim, Bakan olarak, Parti Başkanı olarak, Başbakan olarak adını bile duymamış olduğum ve herhangi bir resmi belgede izine rastlanamayan bu dairenin, Özel Harp Dairesi'nin nerede bulunduğunu sordum. 'Amerikan Askeri Yardım Heyeti ile aynı binada' yanıtını aldım. Bu yanıtlar beni hayrete düşürdü ve kaygılandırdı. Adından ulusal güvenlikle ilgili olduğu anlaşılan bir devlet dairesinden, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nın o zamana kadar haberi olmuyordu ve Amerikan Askeri Yardım Kurulu ile aynı binada çalışıyordu. Hayrete düşmem ve kaygılanmam herhalde doğaldı. Onun için bu dairenin işlevleri ve kuruluş biçimi hakkında bilgi istedim. Onun üzerine, çalışma yeri olarak kullandığım Başbakanlık Konutunda benim için bir özsunuş (Brifing) düzenlendi. Özsunuştan önce, Başbakanlık Konurunun duvarları gizli mikrofon bulunması olasılığına karşı elektronik aygıtlarla iyice tarandı. Özsunuş toplantısına rahmetli Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık la birlikte katıldım. Bilgi vermek üzere de rahmetli Genelkurmay Başkanı Semih Sancar'la, o sırada Özel Harp Dairesi Başkanı olduğunu öğrendiğim General Kemal Yamak (Yazarın Notu: Halen Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri) ve bir-iki subay katıldı.” "Anlattıklarının özeti şu idi: Özel Harp Dairesi, Türkiye'nin veya bir kısım topraklarımızın düşman istilasına uğraması durumunda, istilacılara karşı gerilla yöntemleriyle ve her türlü yeraltı etkinliğiyle mücadeleye hazırlanmak üzere kurulmuştu. Adları gizli tutulan bazı 'Vatansever gönüllüler' de Özel Harp Dairesi'nin sivil uzantısı olarak çalışmak üzere ömür boyu görevlendirilmişlerdi. Gereğinde bu gönüllü sivil vatanseverlerin kullanmaları için de, Türkiye'nin bazı yerlerinde gizli silah depoları oluşturulmuştu.

Page 39: kontrgerilla cumhuriyeti

Bu açıklamalar rahmetli Hasan Esat Işık'ın da benim de kaygılarımızı büsbütün artırmıştı..." "... Edindiğimiz bilgilerden dehşete kapılmamız doğaldı. Gerçi benim aklıma da rahmetli Işık'ın aklına da Özel Harp Dairesi'ni yöneten komutanların, daireye bağlı sivil elemanları bile bile iç olaylarda kullanacakları olasılığı gelmemişti. Bugün de böyle bir olasılığı düşünmek bile istemiyorum. O sırada Özel Harp Dairesi Başkanı olan Kemal Yamak'ın iyi niyetinden de herhangi bir kuşkumuz yoktu. Nitekim özsunuştan kısa bir süre sonra Kıbrıs'taki Yunan darbesi üzerine, 17 Temmuz 1974 akşamı, ben Londra'ya Kemal Yamak ile birlikte gidecektim. Barış Harekatı sırasında da kendisiyle birlikte çalışacaktım. Hiçbir zaman General Yamak'ın iç politikayla ilgilendiği izlenimini de edinmedim. Ancak, dairenin başındaki komutanlar ne kadar iyi niyetli ve siyasetten uzak olurlarsa olsunlar, ömür boyu görevlendirilmiş gönüllü Vatanseverlerden bazılarının, yani Özel Harp Dairesi'ne bağlı sivil Örgütte görev almış olanlardan bazılarının zamanla ideolojik kutuplaşmalar içinde yer alabilecekleri ve türlü etkiler altında kalarak, görevlerini kötüye kullanabilecekleri kuşkusuna kapılmak elde değildi." "Onun için özsunuştan sonra Hasan Esat Işık'la baş başa yaptığımız görüşmede, konunun duyarlılığını göz önünde tutarak yapacağımız ön hazırlıklardan sonra, Özel Harp Dairesi'nin sivil uzantısını ortadan kaldırmak ve bu daireyi dış etkilerden arındırarak asli görevi ile sınırlamak üzere gereken adımları atmayı kararlaştırdık. Ne var ki bizim bu bilgileri edinişimizden kısa bir süre sonra Kıbrıs'ta Yunan darbesi oldu ve garantör devlet olarak Kıbrıs'ta askeri harekata giriştik. Edindiğimiz bilgilere göre, Özel Harp Dairesi, Rum baskısına karşı Kıbrıs'taki Türk direnişiyle ilgili bazı işlevler de üstlenmişti. O yüzden sorunun üzerine gitmeyi, Kıbrıs Barış Harekatı sonrasına ertelemek zorunluluğunu duyduk. Fakat Kıbrıs Barış Harekatı'nın hemen ardından da hükümetten ayrıldık. Bana özsunuşta verilen bilgiler çok gizli olduğu için; yeraltına kök salmış, adı sanı bilinmeyen kimselerden oluşan bir örgüte karşı muhalefetteyken önlem alabilmemiz olanaksız olduğu için; hatta yapacağım açıklamalar üzerine, kuruluşun sivil uzantısında yer alanlardan bazılarının korunma içgüdüsüyle ülkede çok tehlikeli tertiplere yönelebileceklerinden kaygı duyduğum için, o acı devlet sırrını bir zehir gibi içimde saklamak zorunda kaldım." "... 1978'de yeniden Başbakanlığa gelince, Orgeneral Sayın Kenan Evren Genelkurmay Başkanlığı'nı devralır almaz, ilk iş olarak kendisine, Özel Harp Dairesi'yle ilgili olarak edindiğim bilgileri ve bu dairenin sivil uzantısı ve gizli silah depoları hakkındaki kuşkularımı açıkladım. Özel Harp Dairesi'nin demokratik hukuk devleti kurallarına ve açık rejime uygun biçimde çakşır duruma getirilmesi ve çalışmalarının asli işleviyle sınırlandırılması konusundaki isteklerimi bildirdim. Sayın Evren kaygılarımı paylaştığını söyledi ve isteklerimi yerine getireceği sözünü verdi.

Page 40: kontrgerilla cumhuriyeti

Daha sonra her sorduğumda da, isteklerimin gereklerini yapmakta olduğuna dair bana güvence verdi. O arada kaygılarımı, kuşkularımı doğrulayan ilginç bir şey de oldu. 1978-1979'daki Başbakanlığım sırasında bir Doğu ilçemizi ziyaret ederken, oradaki askeri birliğin komutanı olan generalle görüşüyordum. Kendisinin bir ara Özel Harp Dairesi'nde çalışmış olduğunu öğrenince, kuşkularımı belirterek, kendisinden bilgi almaya çalıştım. Generalin kuşkularımı yersiz bulması üzerine bir soru yönelttim: — Farz-ı muhal, bu ilçedeki Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Başkanı aynı zamanda Özel Harp Dairesi'nin sivil uzantısındaki gizli elemanlardan biri olamaz mı? General, — Evet öyledir, ama kendisi çok güvenilir vatansever bir arkadaşımızdır, yanıtını verdi. (Milliyet, 28 Kasım 1990) EK-5

İTALYAN P–2 MASON LOCASI HALA FAALİYETTE

Özgür Gündem İtalya'da aşırı sağcı gizli mason locası P2'nin dağılmadığı ve faaliyetlerini sürdürdüğü haber veriliyor. Şu sıralarda İtalya'nın çeşitli şehirlerinde kollan bulunan gizli bir şebeke ile ilgili araştırmalar yapılıyor. Tam olarak açıklanmayan sayıdaki şebeke üyesi hakkında polis soruşturması yapıldığı bildirildi. İtalyan basınında Yargıç Agostino Cordova'nın, 1980'li yıllarda bir darbeyle hükümeti devirmeyi planlayan P2 locası ile özdeş bir yapıyı açığa çıkardığı yolunda yazılar yer alıyor. P2'nin terörist faaliyetlerle de yakın ilişki içinde olduğu kaydediliyor. Hıristiyan Demokrat Parti milletvekili Tina Anselmi La Republica gazetesine "bu yaz bana P2'nin faaliyetlerine yeniden başladığı ve gizli grupların kurulduğu haber verildi" dedi. Anselmi, P2'nin ve ardındaki en önemli kişi olan milyoner Lido Gelli'nin faaliyetlerini soruşturan parlamento komisyonunun üyesiydi. Bu günlerde açığa çıkarılan locanın üyeleri arasında yargıçlar, politikacılar, gazeteciler ve mafya üyelerinin bulunduğu bildirildi. Bu üyelerden birçoğunun adının 1981 yılında Licio Gelli'de yakalanan üye listesinde de bulunduğu belirtiliyor. Bunlar arasında 4 bakan, üç bakan yardımcısı, 38 parlamento üyesi 195 yüksek rütbeli

Page 41: kontrgerilla cumhuriyeti

subay, Komünist Parti ve Riadikal Parti dışındaki bütün partilerden politikacılar, işadamları, bankacılar, gazeteciler istihbarat servisi üyeleri ve polis müdürleri bulunuyor. (Yazarın Notu: Burada sayılan gruplarla Civil Military Advisory Comitee'de sayılan gruplar arasındaki koşutluk anlamlıdır.) P2 locasının üstadı Gelli dünyanın elit tabakasından pek çok kişiyle, kişisel dostluk kurmuş. Bunlar arasında ABD'nin eski Başkanı Ronald Reagan, Arjantin eski Devlet Başkanı Juan Peron, Sicilyalı Bankacı Michele Sindona gibi isimler bulunuyor. P2 açığa çıkarıldığında Gelli kaçmıştı. Daha sonra Güney Amerika'ya gitmek üzereyken İsviçre'de tutuklandı. Yedi yıl sonra İtalya'ya iade edildi. Ancak iadesi çok tartışmalı oldu. İadesi için yapılan özel anlaşma aşağı yukarı ceza muafiyeti sağlıyordu. P2'yi soruşturan parlamento komisyonunun üyesi Anselmi, "şunu unutmamak gerekir ki, P2 başlangıçta gizli bir locaydı. Örgütlenmesinin bu boyutlara vardığını çok az kişi tahmin edebilmişti. P2 ve onun temsil ettiği tehlike keşfedildiği zaman, olanların bir daha tekerrür etmemesi için hiçbir tedbir alınmadı" diyor. Anselmi'nin üyesi olduğu parlamento komisyonu yaptığı araştırmaların sonucunda Gelli'nin locasının aşırı sağcı teröristlerle kontakları olduğunu açığa çıkarmıştı. Komisyonun elde ettiği kanıtlar, seçimlerde komünistlerin çoğunluk sağlayıp iktidara gelmeleri halinde P2'nin hükümet darbesi yapmayı planladığını gösteriyordu. Soruşturma sırasında ayrıca Gelli'nin CIA, mafya ve uluslararası silah tüccarlarıyla ilişkisi olduğu yolunda bulgular elde edilmiş, ancak bunlar resmen kanıtlanmış olgular olarak komisyon raporuna geçmemişti. Milyoner Gelli 1991 yılında tekrar soruşturmaya uğradı. Yargıç Agostino Cordova, N'drangheta-Calabria mafyası ile ilgili soruşturma yaparken araştırmaları onu Gelli'nin ismine götürmüştü. Bunun üzerine Cordova, mahkeme kararıyla Gelli'nin Arrezzo'daki malikanesine el koymuştu. P2 locasının mafyayla yakın ilişki içinde olduğu, mafya babası Antoninq Calderone'nin geçen hafta verdiği ifadeyle de kanıtlandı. Calderone, Roma'daki yargılama sırasında şunları söyledi: "Mason locası ile mafya oldum olası yakın ilişki içinde olmuştur. Catani'deki mahkeme ile bir sorunumuz olduğu zaman yerel locanın şefi ile kontak kurardık. Birçok yargıcın loca üyesi olduğunu biliyorduk. Yerel lider sayesinde ceza mahkemesine bile müdahale edebiliyorduk." İtalya'da loca faaliyetlerine ilişkin yapılmakta olan soruşturma ile ilgili olarak pek az şey yayımlandı. Birçok kişi, soruşturma sonuçlarının gizli kalması için çeşitli mekanizmaların çalıştırıldığını ve geride cevaptan çok soruların kalacağını söylüyor. (Yazarın Notu: Başka ülkelerde de Mason Localarının bu tip faaliyetler içinde olduğu biliniyor. Ülkemizde İttihat Terakki'den bu yana Masonların istihbarat ve güvenlik örgütleri içine sızdıkları ve özellikle de İçişleri Bakanlığında önemli mevkileri ellerinde tuttukları bir gerçektir. (Özgür Gündem, 14 Kasım 1992)

Page 42: kontrgerilla cumhuriyeti

EK-6

ST 31- 15 GAYRİNİZAMİ KUVVETLERE KARŞI

HAREKAT TALİMNAMESİ’NDEN Bir gayrinizami kuvvetin yeraltı unsurları kaide olarak kanuni statüye sahip değillerdir.*

(Madde: 9/b) Tarih, kanuni statülerin gayrinizami kuvvet üyelerini pek az ilgilendirdiğim ve bunların gayrinizami faaliyetlere katılma kararlarında pek az müessir olduğunu göstermektedir.*

(Madde: 9/d) Bazı hallerde (...) diplomatik temsilci ile askeri komutan arasındaki münasebet, Cumhur reisi tarafından ayrıca çizilebilir.

(Madde: 11/b) Bir soğuk harb durumunda birleşik kuvvet karargahları veya müşterek ya da kombine komutanlıklar gayrinizami kuvvetlere karşı harekatları idare edebilirler.

(Madde: 11/c) Arama ve müsadere gece ve gündüz, her saatte yapılır, a. Bir arama ve müsadere faaliyeti, ilgili topluluğa, kontrolle bir rahatsızlık verme maksadını güder. Evi barkı aranan, eşyası müsadere edilen kimseler, gayrinizami kuvvet üyelerini ilerde barındırmaya veya desteklemeye cesaret edemeyecek şekilde heyecanlandırılmak ve sindirilmelidir.**

(Madde: 18) C) Ele geçirilen gayri nizami kuvvet mensuplarının, kendilerini gayrinizami faaliyetlere katılmaya zorlayan tutumlarını devam ettirmeleri beklenebilir. Bu sebeple: 1) Tutuklu bulunmalarına lüzum vardır ve bu hal uzunca bir süre devam edebilir. 2) Özel suçlarla suçlandırılabilecek durumdaki esirler(***), süratle adalet huzuruna getirilmelidir. Suçlamaları mümkünse, şahıslara karşı işlenmiş, katil nevinden suçlardan olmalı, doğrudan doğruya mukavemet hareketine bağlanmış suçlardan ileri gelmemelidir. Aksi halde, bir kahramanlık mahiyetini kazanır ve gayrinizami faaliyetlerin artması için bir bahane teşkil eder.(****)

(Madde: 22) (*) Ayaklanmaları bastırmakla görevli olan taraf harbi bir an evvel bitirmek isterse, normal zamanlarda tatbik edilebilecek olan bazı kanuni telakkilen ihtilal harplerinde nazarı itibare almamalıdır. (**) Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun (CMUK) 96. maddesi "gece vakti arama yapılamaz" kuralını getirmektedir. 353 sayılı Askeri Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 68. maddesi CMUK'a gönderme yapmaktadır. 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu'nun 9/a maddesinde farklı bir kayıt bulunmamaktadır. (***) 12 Mart 1971 Askeri Darbesi'nden sonra Ziverbey Köşkü'nde işkenceye alınanlara (Esir) oldukları söylenmiştir. (****) Bomba Davası'nda Talat Turhan ve birkaç kişi bu anlayışla Boğaz Köprüsü'nü havaya uçurmayı düşünmek savı ile suçlanmışlardır. Mahkeme savın gerçek olmadığına karar vermiştir.

Page 43: kontrgerilla cumhuriyeti

EK–7

"DİPLOMALI RAMBOLAR: HEM KATİL HEM KURTARICI"

Tempo Dergisi Ne yağmurdan ne kardan ne de karanlıktan çekiniyorlar. Yüzlerinde oksijen maskesi, sırtlarında teçhizatları, kendilerini 10 bin metre yükseklikten boşluğa bırakıyorlar. Çavuş Daniel Galiyas, gece harekatlarında tek yön tayin etme aracının bileklerine taktıkları saat olduğunu söylüyor. "Yere 300metre kala açılabilen paraşütle hedefin 15 metre yakınına inebiliriz" diyor. Amerikan "Özel Askeri Birimi'ni oluşturan 11 bin "Yeşil Bereli"nin gerçekleştirdiği "Serbest inişler", aslında askerlikle macera arasındaki ince çizgide yer alıyor. 11 bin "Yeşil Bereli", 47 bin kişilik Amerikan "Özel Harekat Birliği'nin sadece bir parçası. Özel Harekat Birliği kara komandolarının özel paraşütçülerin deniz komandolarının ve "Delta Forces" olarak bilinen anti-terör gruplarının benzeri bir birimin birleşmesinden oluşuyor. "Yeşil Bereliler"in asıl görev alanı savaş değil asayişle ilgili çatışmalar. Ayaklanmaları teröristleri, uyuşturucu gangsterlerini "halletmek" için icat edildiler. Bu yüzden de kayıtlarda "Light Intensity Conflicts-Hafif Çatışmalar" olarak geçen işleri yapıyorlar. "Newsweek" dergisi, Özel Harekat Birliğine, "Geleceğin Ordusu" adını veriyor. Birliğin komutanı General Cari Stiner kara, hava ve deniz birliklerine dağıtılmış durumdaki adamlarını, "Amerikan dış politikasının en önemli unsuru ve ulusal güvenlik stratejisinin en sağlam desteği" olarak tanımlıyor. Ne kadar iyi eğitilmiş olduklarını şimdi Somali'de kanıtlıyorlar. Kara ve deniz birliklerinde görevli olan bu özel askerler, Somali'ye çıkmadan çok önce yörenin özelliklerini öğrenmiş, gerekli istihbarat sağlamış durumdaydılar. Kaldı ki, asıl becerilerini Körfez Savaşı'nda göstermişler, Irak askerlerine karşı hem ajan hem de sabotajcı olarak büyük bir üstünlük sağlamışlardı. Kullandıkları otomatik makineli tüfekler, roketatarlar, kumda giden araçlar ve elektronik "göz'lerle çöl karanlığında radar istasyonları vurmuşlardı. Özel Harekat Birliği El Salvador'da hükümetin güvenlik güçlerini gerillalara karşı eğittiği gibi Afganistan'daki rejim karşıtlarına da Stinger füzelerini kullanmayı öğretmiş, Kolombiya Ordusu'na uyuşturucu mafyasına karşı mücadelede destek vermişti. Aynı birliğin "Batış Grubu" da Bangladeş ve Florida'daki kasırga kurbanlarına yardım etmişti. Bu becerikli askerler grubu aslında her şeyi birden yapabiliyor. Öğretmen de oluyorlar, din adamı da. Hem katil hem de kurtarıcı olarak görev yapıyorlar. Fort Bragg'deki yedinci komando biriminin başındaki komutan Wade Chapple, "Rambo olmak için bize gelenler burada zamana meydan okuyorlar, hiç yaşlanmıyorlar" diyor. Yine de iki başkan ve çeşitli ihtisas dallarında eğitilmiş 10 adamdan oluşan "A-Takımları"nda* gözü kara maceracılara yer yok. . Bu gruplara yalnızca seçkinler alınıyor. Önceliği olanlar, 32 yaşında, evli, 14 yıl okula gitmiş ve 12 yıl askerlik yapmış durumdakiler.** Ayrıca yabancı dil bilmek ve yabancı kültürlerden insanların mantalitesini kavrama yeteneği tercih nedeni oluyor. Fort Bragg'deki okulda, Farsça, Çekçe ve Thai dili de dahil olmak üzere tam 13 dil öğretiliyor. John F. Kennedy Özel

Page 44: kontrgerilla cumhuriyeti

Savaş Okulu'ndaki ders kitaplarında Sırplar'ın "sıcakkanlı", Almanların da "pasifist eğilimli" oldukları yazıyor. Aslında Özel Harekat Birliği'nin her harekatta başarılı olduğu da söylenemez. Fort Bragg'deki dev eğitim tesislerinde bir sokağa, Vietnam'daki yenilgilerden birini hatırlatmak ve Hanoi yakınlarındaki bir kampın anısını canlı tutmak amacıyla, Son Tay adı verilmiş. 24 Nisan 1980'de Tahran'da Amerikan elçiliğine baskın düzenleyerek rehineleri kaçırmak istediklerinde yaşadıkları yenilgi ve verdikleri 8 kurban, o sırada ağlayarak "yaşadığım en büyük yenilgi" diyen Albay Charles Beckwith gibi, diğerlerinin de hafızasından silinmiyor. "Delta Grubu" da neredeyse Noriega'ya yenik düşmek üzereydi. Körfez Savaşı sırasında Bağdat'ta ortadan kaybolan 11 "Yeşil Bereli'nin ne isimleri ne de ne iş yaptıkları biliniyor. Pentagon generalleri de 1987'den bu yana Özel Harekat Birliği'nin kendi başına iş yapmaya başlamış olmasından çekiniyorlar. Pentagon generalleri bu birliğin işbirliğine yatkın olmadığını ve 1987'de bazı gruplarının İran gözcü gemilerinin peşini bırakmadıklarını çok sonradan öğrendiler. Özel Harekat Birliği'nin hangi ölçüde Amerikan Gizli Servisi'nin emrinde olduğu hala "top secret". 1953–1991 arasında Avrupa'da Bad Tölz'deki özel birimin, Sovyet topraklarına girerek, Severomarsk'taki denizaltıları gizlice gözleyip, sonra da f arkedilmeden bölgeyi terkettiğini söyleyen Neil Livingstone, VVashington'daki Georgetown Üniversitesinde hoca. Özel Harekat Birliği, ister Demokrat olsun, ister Cumhuriyetçi, Amerika'nın, "dünyanın en büyük askeri gücü" olarak kalması gerektiğini düşünenlerin sorgulamayı düşünmedikleri bir askeri birim. Bili Clinton da aynı eğilimde olduğunu açıklamadı mı? Albay Peter Stankovich, "Soğuk savaşı kazandık, şimdi de demokrasiyi kuracağız" diyor. Özel Harekat Birliğinin özel birimleri, 1991'de 41 ülkede 195 değişik görev gerçekleştirdi. Bu faaliyetlerde tam 13 937 özel savaşçı çalıştı ve Fildişi Kıyısındaki gerilla savaşından Botswana'da paraşütçü yetiştirmeye kadar her yerde aktif rol aldı. General Stiner'a göre etnik çatışmalarda Radikal İslamcıların eylemlerinde, atom silahlarının yaygın satışını önlemekte, uyuşturucu mafyasıyla savaşta ve terörü ortadan kaldırmakta sadece bu çok özel eğitimden geçirilmiş adamlar etkin olabilirler. Şimdi teröre karşı yeni kurulan "Ninja" grubuna başvuran 100 adamdan sadece 10 tanesini aldıklarını söyleyen Stiner, "üç hafta eğitimden sonra kimi alacağımız belli olur" diyor. Charlottesville'de "Yeşil Bereliler"in kutlama törenine katılan 60 yaşındaki Vietnam gazisi Maurice Davis de, "bıçak sırtında yaşamak zevklidir" diyor, "bugün fırsatım olsa, yine yapardım"... (Stern dergisinde çıkmış bir haberden aktaran Tempo,5 Ocak 1993) "Elinizdeki kitabın bu bölümünde yer alan A Özel Hareket Timi'nin benzeri. (YN) ** Paralı profesyonel askerlik olgusunun bu zorunluluktan kaynaklandığını söyleyebiliriz.(YN)

Page 45: kontrgerilla cumhuriyeti

BELGE–1

FM 31* Kod numaralı Amerikan Sahra Talimnamelerinden bazı örnekler

FM 31–10 Barriers and Denial Operations FM 31–12 Army Forces in Amphibious Operations

SİLAHLI KUVVETLER AMFİBİK HAREKÂTI FM 31–15 (ST 31–15) GAYRİ NİZAMİ KUVVETLERE KARŞI HAREKÂT (**) FM 31–16 Counterguerilla Operations (***) FM 31–20 Special Forces Operational Tecniqııes

ÖZEL KUVVETLER HAREKÂT TEKNİĞİ FM 31–21 Special Forces Operations

ÖZEL KUVVETLER HAREKÂTI (ST 31–21) GERİLLA HARBİ VE ÖZEL KUVVETLER HAREKÂTI (S) FM 31-21 A Special Forces Operations (U)

(GİZLİ) ÖZEL KUVVETLER HAREKÂTI FM 31–22 U.S. Army Counter in surgency Forces

ABD ORDUSU AYAKLANMALARI BASTIRMA KUVVETLERİ

(S) FM 31-22 A U.S. Army Counter in surgency Forces (U)

(GİZLİ) ABD ORDUSU AYAKLANMALARI BASTIRMA KUVVETLERİ

FM 31–73 Advisor Handbook for Counter in surgency

AYAKLANMALARI BASTIRMA EL KİTABI Yayınlayan : (*) DEPARTEMENT OF THE ARMY FIELD MANUEL HEAD-QUARTERS, DEPARTEMENT OF THE ARMY (**) Bir kopyası Talat Turhan tarafından 1975 yılında savlarını doğrulamak için İSTANBUL Sıkıyönetim As. Mah. ne savunma ile verilmiştir. (***) Talat Turhan'ın savunma ve yapıtlarında irdelenmiştir.

Page 46: kontrgerilla cumhuriyeti

İKİNCİ BÖLÜM "12 MART, CUNTALAR

VE KONTRGERILLA Kitabın bu bölümündeki metin 6 Aralık 1992 tarihinde Kanal 6 TV'de yayımlanan Bizim Koltuk Programında Ahmet Altan ve Neşe Düzel'in sorularının yanıtlarını içermektedir. Metne programın hemen başında yer alan 'cuntacı mısınız?1 sorusunun yanıtı dahil edilmemiştir. Kapsamının ve içeriğinin tam olarak kavrandığına inanmadığım bu soruyu, programda da tam olarak yanıtlamadım. Çünkü ta etimolojik kökenine kadar inilirse, bir cunta yönetimini destekleyen herkese 'cuntacı' demek pek de yanlış olmaz. Örneğin, bir askeri darbenin ürünü olan 1982 Anayasasına % 92lik bir çoğunlukla oy veren halkı, bu durumda, 'cuntacı' ilan etmeniz de mümkündür. Bana gelince, cuntacılık bataklığının tüm iğrençliğini, alçaklık ve kalleşliğini hapishanelerde ve İşkence Köşklerinde yaşamış birisi olarak, bu konudaki özeleştirimi, İstanbul Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinde 1975 yılında yaptığım Savunmamla vermiş bulunuyorum, ilgilenenlerin Savunmama bir göz atmaları yeterlidir. Fakat gene de bir eksiklik kalmaması için, bu konuda Uğur Mumcu'nun Cumhuriyet gazetesinin 9–13 Kasım 1985 tarihli sayılarında 'Bomba Davası' başlığı altında yazdığı ve Celil Gürkan' m da 12 Marta Beş Kala kitabına aldığı dizi yazısının ilgili bölümlerini özetleyerek ve Teoman Erel'in Milliyet gazetesinin 22 Kasım 1985 tarihli sayısında yayımlanan makalesini tam metin olarak, bölüm sonuna ekliyorum.

12 MART, CUNTALAR VE KONTRGERİLLA

Bizim Koltuk- A.Altan/ N.Düzel Türkiye genelinde sırf orduda değil, bir yerde oturan kişiler, bir yeri yöneten kişiler oranın kültürü ile yetişmedikleri için o yetenekte olmadıkları için bu gibi yanlışları yapıyoruz ve yaşıyoruz. Girdim, sonra bu örgüt genişledi, bütün Silahlı Kuvvetleri kapsadı, Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay da dahil olmak üzere, şimdi bu anlayışla Silahlı Kuvvetler Birliği cunta ise, Cevdet Sunay'da cuntacıların başı. Şimdi düşünebiliyor musunuz, demokrasi yapıyoruz diye cuntacıların başını getiriyorsunuz, cumhurbaşkanı yapıyorsunuz. Yani, bir sakatlık var Türkiye'de. Ahmet Altan-Peki, bu sakatlık nerden kaynaklanıyor? Bu oportünizmden kaynaklanıyor. Yani bir devlet felsefesinde belirli ilkeler olur, o ilkeler yok. Pragmatizm ve oportünizm bir ülkede esas olursa. Bugün çok yetkili bir kişi çıkıyor, ben pragmatistim diyor. Batıda bir insana pragmatist demek, bir anlamda hakaret sayılır. Felsefi anlamı bu.

Page 47: kontrgerilla cumhuriyeti

Ahmet Altan-Yani siz bizim cumhurbaşkanlarımızdan birisinin, Cevdet Sunay'ın bir cunta şefi olduğunu söylüyorsunuz. Türk Silahlı Kuvvetler Birliği'nin başkanı bu adam. MİT Neşe Düzel — Siz 1961 yılında size MİT'in İstanbul Bölge Başkanlığının teklif edildiğini söylüyorsunuz. Sizin o dönemde MİT'le bir ilişkiniz var mıydı? O dönemde MİT'in başında Türkiye'de tanıdığım en onurlu kişilerden biri vardı. Tümgeneral Naci Aşkun. Eğer o olsaydı MİT bugünkü noktaya gelmezdi. Yahut onun anlayışında insanlar MİT'in başında olsaydı MİT bu noktaya gelmezdi. Çok onurlu ve ilkesel bir adamdı. Bu adam benim komutanımdı. Dörtyol'da 1959–60 yıllarında. Dolayısıyla kültür düzeylerimiz uyuştuğu için askeri hiyerarşi dışında dosttuk. Çok açık her şeyi konuşurduk. O Milli Emniyet başkanı olunca, beni de çok yakın tanıdığı için yanma almak istedi. Bir örgüte girmeden evvel örgütün içyapısını bilmem lazım. Beni aldı, örgütün her tarafını gösterdi. Ben o örgütte hizmet yapamayacağımı anladım, ve kabul etmedim. Oysaki, biliyorsunuz, MİT raporunu okudunuz, MİT İstanbul Başkanı olmak için insanlar ne entrikalar çeviriyorlar. Yüzelli bin türlü entrikalarla, yüzelli bin türlü ilişkilerle yeraltında, yerüstünde çeşitli olaylar yapıyorlar. Bir yere oturup ta, oranın imkanlarından yararlanmak için. İstanbul MİT Bölge Başkanı demek, 9 il valisinin üzerinde bir statüde bulunmak demektir. O gizliliğin verdiği avanta hariç. Bir de istihbaratçı megalomanisi var ki, en dipteki ajan bile istihbaratçıyım dediği vakit kendisini çok üstte görüyor. Bu tavırlar tabii demokratik bir çerçeve içine sokulursa, Türkiye'de belki birçok şey düzelebilir. Ahmet Altan — Neşe birşey sordu, ben onu tekrar etmek istiyorum. Bugünkü haline gelmezdi MİT dediniz, bugünkü halinden şikayetçi olduğunuzu mu söylüyorsunuz? Ben söylemiyorum. MİT'in sayın başkanı ayrılırken MİT'in acz içinde olduğunu söylüyor. Buraya gelmeden önce dosyalarıma baktım. Bende MİT'le ilgili 3–4 klasör var. 30 kere MİT'e kumanda eden kişiler, MİT'e egemen olmadıklarını söylemişler. MİT'in başında olan kişiler, bakanlar, "kayden benim emrimde" diyor. Ahmet Altan — MİT sizin için dosya tutarken, siz de MİT için mi dosya tutuyorsunuz? Hayır, ben açık istihbarat yapıyorum. Yani gazete kupürlerini topluyorum. Zaten istihbaratın da normalde %75'i açıktır, %10'u teknolojiktir, geri kalanı da iğrençtir. Yani ajan vs. gibi. Onların içinde de en çok olanı parayla elde edilen kişilerdir. Yani bu işi yaptırmaya herkesi bulamazsınız. Bir istihbarat örgütünün iyi olması için, açık istihbarat çoğunlukta olacak, teknik istihbarat çoğunlukta olacak, bu ajanlarla filan, eski zaptiye metoduyla, insanların peşine giderek, yatak odalarına girerek, bu anlayışı ortadan kaldırdığınız zaman örgüte sağlık getirebilirsiniz. 12 Mart

Page 48: kontrgerilla cumhuriyeti

Neşe Düzel — Türkiye orduda cuntalar arasındaki en büyük, en kanlı iktidar kavgasını 12 Mart muhtırası döneminde yaşadı. O dönemdeki cuntalar hakkında biraz bilgi verebilir misiniz? Bu cuntaların lider kadroları hangi generallerden oluşuyordu? 12 Mart muhtırasından başlayalım. 12 Mart muhtırasına imza koyan 4 kişi var. Kim bunlar; Memduh Tağmaç, Faruk Gürler, Muhsin Batur ve Celal Eyiceoğlu. (Yazarın Notu: Memduh Tağmaç, emekli olduktan sonra iştirakçileri arasında AID'in de bulunduğu Sinai Kalkınma Bankası'na yönetim kurulu üyesi olarak atandı. Faruk Gürler, Cumhurbaşkanı olmak için Genelkurmay Başkanlığından istifa etti, fakat seçilemedi. Muhsin Batur, CHP tarafından 1980 öncesinde Cumhurbaşkanlığına aday gösterildi. Celal Eyicioğlu ise, önce sahibi asker kaçağı olan bir denizcilik şirketinde yönetim kurulu üyeliği görevinde bulundu, sonra Tokyo Büyükelçiliğine atandı. Elçilik yaptığı dönemde de büyük holdingler ile Japonya arasındaki ticari ilişkilere aracılılık yaptı.) Üçü orgeneral, biri oramiral. Bunların dünya görüşleri birbirinden çok farklı. Zaten muhtıra ortaya çıktığı anda prematüre bir çocuktu. Ben bunu algıladığım için 11 Mart 1971 günü Sadi Koçaş'a "Sunay ve Tağmaç'la Türkiye'de devrim yapılmaz, ancak hıyanet yapılır, bu hıyanetin içinde olan herkese acıyorum, size de acıyorum" dedim. Yani muhtıranın bir piç olarak doğduğunu bir gün evvelden algılamış bir insanım. Neden? Onu anlamak için 3 Mart 1971 günü yapılan toplantıya bakmak lazım. Bir provokasyon toplantısı söz konusu. Ben de ordayım. Bir tarafta ordunun 5 generali- ayrıntıya giremiyorum, program nedeniyle - bir tarafta 5 tane eski ihtilalci sayılan kişi, ben de içindeyim. Generallerden birisi ajan, cebinde teyp var. O toplantıyı teybe alıyor. Ahmet Altan — Bu on kişi bir ihtilal hazırlığı içinde mi? Hayır, darbeye giden, muhtıraya giden bir ordu var, onun görüşmesini yapıyorlar. Ama bunun provokesini yapan Korgeneral rütbesinde bir ajan var, içerde. Ahmet Altan - Siz, bizzat o toplantıda mısınız? Evet, ben de oradayım, ve o adamın ajan olduğunu da biliyorum. Türkiye'nin bir sorunu konuşuluyorsa, ben orda olmakta bir sakınca görmem. Provokasyon o boyutta ki ev sahibi kalkıyor, "Paşalar, paşalar, somut olarak Türkiye'nin bugün bir devrime ihtiyacı var mı, yok mu, bunu algılamak lazım, buna karar vermek lazım. Siz iradenizi bir kişiye bağlamışsınız, Faruk Gürler'e bağlamışsınız. Eğer Türkiye bir hareketi gerektiriyorsa Faruk Gürler de aşılır. Sizin gücünüz yetmiyorsa, biz aşalım" diyor. Bu bir provokasyon. Ahmet Altan- Faruk Gürler o sırada Kara Kuvvetleri Komutanı. Evet, bu bir provokasyon, yani stratejik bir provokasyon. Kimin arasında, ev sahibi ile ajan korgeneral arasında bir provokasyon. Korgeneral bu teybi alıyor, götürüyor, Faruk Gürler'e dinletiyor. "Bak" diyor, "senin adamların seni öldürmeyi düşünüyorlar". Faruk Gürler gidiyor, tam karşısındaki adamın kucağına oturuyor. Ahmet Altan -Kim, tam karşısındaki adam?

Page 49: kontrgerilla cumhuriyeti

Memduh Tağmaç. Ahmet Altan — Kara Kuvvetleri Komutanı ile Genelkurmay Başkam birbirine karşı mı? Karşı adamlar, Faruk Gürler Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na zorla gelmiş oturmuş. Biliniyor bu artık. Buradaki 1. Ordu Komutanı'na telefon ediyor, iktidar, hanımını da, kendisini de tebrik ediyor. Ertesi gün geliyor, Faruk Gürler oturuyor. Bunlar normal bir düzende olan işler değil ama Türkiye'nin de bir gerçeği. Neşe Düzel- Yani, iki ayrı cunta mı var? Faruk Gürler'i ürkütmek suretiyle, Faruk Gürler'i götürüyorlar, tam karşısındaki adamın yanma koyuyorlar. Bir muhtıra çıkıyor ortaya. Dolayısıyla başından zaten olay prematüre olarak doğmuş bir şey. Onun sonuçları da o tarz da devam edecek. Başında bir çatlama var, o çatlama daha sonraki cuntalaşmaları beraberinde getirdi. Ahmet Altan-Yani, bu erken doğum olmasa, yani o gün o Korgeneral, ajan o bantı götürüp dinletmese, Faruk Gürler'e bağlı bir cunta mı iktidarı ele geçirecekti? Muhtıra verecekti veya darbe yapacaktı? Orduda o zamanki hava şöyle: Ordunun üst düzeyinde ne kadar insan varsa bir şeye inandırılmış. Nasıl inandırmış, kim inandırmış, kim propaganda yapmış, bunu bilmek mümkün değil. Faruk Gürler Kara Kuvvetleri Komutanı olacak, belki de adam ikbalini bu prosedür üzerine kurmuş. Yani Faruk Gürler önce Kara Kuvvetleri Komutanı, sonra Genelkurmay Başkanı, sonra Cumhurbaşkanı olacak, Türkiye'de her şey düzelecek. Ahmet Altan- Peki, siz bu cuntanın içinde misiniz? Hayır, değilim. Ahmet Altan — Söylediğinize göre o toplantıda varsınız? Türkiye'nin menfaati olan her yere girerim, girmek imkanım olursa. Orada Türkiye'nin kaderi konuşuluyor. Onu bilmem lazım. Ahmet Altan- Orada on kişi bunu konuşuyor. Nasıl o on kişiden biri olabildiniz? Silahlı Kuvvetlerde bir dalgalanma olduğu zaman Silahlı Kuvvetler inandığı ve güvendiği adamları arar. Silahlı Kuvvetlerde dalgalanma olduğu için beni de aradılar. Neşe Düzel- O on kişi arasında size güvenen kimdi? O harekete giderken, o hareketin oluşumunda ben de varım, zaten. Neşe Düzel- Siz, bu iktidar kavgasında, bu 12 Mart muhtırası dönemindeki iktidar kavgasında sağ cuntanın kazandığını ama sol görüşlü olduğu söylenen cuntanın kazanması halinde de zaten pek bir şeyin değişmeyeceğini, fark etmeyeceğini söylüyorsunuz. Bu kanaate nasıl varıyorsunuz?

Page 50: kontrgerilla cumhuriyeti

Ahmet Altan- Bunu isimlendirirsek şöyle: Faruk Gürler cuntasıyla, Memduh Tağmaç cuntası var anladığım kadarıyla. 3 Mart 1971 toplantısı, 9 Mart'ta 50 subayla olan, bir ikinci toplantıya dönüştü. O toplantıda provokatör olan Korgeneral orda da aynı şeyi yaptı ve dolayısıyla o sağ kanat denen kanadın galebesiyle bir formül ortaya çıktı. Şimdi "sol" kanada gelince, bu "sol" kanat tabirini kullanıyorsak -ben kullanıyorsam bile- hata yapıyoruz, tabii solun içeriğini iyi saptamak lazım. Nerden başlıyor, nereye kadar gidiyor. Faşist anlayışta, komünizmle, sosyal demokrasi aynıdır. Silahlı Kuvvetlere "sol" dediğiniz vakit, belki "ilerici" diyebilirsiniz. Henüz daha Silahlı Kuvvetleri sola doğru yaklaştırmak çok zor, yapısından gelen bir olay. Şimdilik "ilerici" kanat diyelim. Daha doğru olur. Ahmet Altan - Yani Faruk Gürler cuntası. İlerici kanat diyelim. Ben Faruk Gürler cuntasında gösteriliyorum. Ama ben hayatımda hiç Faruk Gürler'i görmedim. Ahmet Altan-Ama onun ekibinin toplantılarına katılıyorsunuz. Hayır, son toplantıya katıldım. Faruk Gürlerin böyle bir yere gitmesi beni rahatsız etti. Bir adamın bir yere gelmesiyle hiçbir şey değişmez. Silahlı Kuvvetlerde kaynaşmada bana da başvuruyorlar. Ben o kaynaşmaya da girdim. 69–70 arasında İstanbul'daki Silahlı Kuvvetler örgütlenmesinin başındaki adamlar bana geldiler. Neden? Eski, deneyimli ve güvenilir olduğum için geldiler. Fakat Silahlı Kuvvetlerde bir kompleks var, başına rütbeli bir adam arıyor, yani siz deha da olsanız bir rütbeli adamın peşinden gitmek istiyor. İş o noktaya gelince devreye Celil Gürkan girdi. Celil Gürkan'ın arkasına takıldılar. Celil Gürkan devreye girince, bana dediler ki; "biz sivillerle beraber sırtımda yaralar vardı, her türlü hakaret. Neşe Düzel -Ziverbey Köşkü'nde diğer tutuklulara neler yapıldı. Orda dünya tarihinin yaşamadığı bir vahşet vardı. Bu vahşetin sorumluları hala daha ikbalde oturuyorlar. Bu Türkiye'nin ayıbıdır. Bir ülkede bir insana dahi işkence yapılıyorsa, orda ki insanlar susuyorsa, bu suçun iştirakçısıdır. Onun için ben yapıtlarımda diyorum ki, savunmamda diyorum ki, mahkemede diyorum ki, ben böyle bir ülkede işkence edilenlerin arasında bulunmayı onur sayıyorum. Şimdi bir insana işkence yapmaya hiç kimsenin hakkı yok. Ben yapıtlarımda bunun çok detayını yazdım. Ahmet Altan — Siz, Ziverbey Köşkü'nde olan işkencelerin bir numaralı sorumlusunun o sırada 1. Ordu ve İstanbul Sıkıyönetim Komutanı olan Faik Türün olduğunu söylüyorsunuz. Evet, mahkemede kalkıyorum, zapta geçmiş sözüm var. "Türkiye'de işkence şebekesi vardır, bu şebeke Faik Türün tarafından yönetilmektedir, aynı zamanda işkence örgütünün başında da Memduh Ünlütürk var" diye zapta geçirtiyorum. Ahmet Altan-Sizin başka bir iddianız, Faik Türün'ün bu işkenceleri yaptırmasının nedeni sizin elinizden o sırada Kara Kuvvetleri Komutanı olan Faruk Gürler aleyhine

Page 51: kontrgerilla cumhuriyeti

ifade almak, bunları götürüp Ankara'da cumhurbaşkanına vermek ve kendisi yükselmek istiyor. Onu anlatmak istiyorum. Ahmet Altan— Sizin iddianıza göre, Faik Türün’e, Süleyman Demirel Genelkurmay başkam olacağına dair söz vermiş. O da kendi yolunu açmak istiyor, Faruk Gürler'i kenara iterek. Bu iddianızı neye dayandırıyorsunuz? 72 yılının Temmuz ayında, içerde bir ay Faruk Gürler, Muhsin Batur ve Kemal Kayacan aleyhine ifade aldılar. Düşünebiliyor musunuz? Kemal Kayacan İstanbul Sıkıyönetim Komutan Yardımcısı ve de kızma küfür ediyorlar. Komutan yardımcısının aleyhinde ifade alıyor, böyle bir işkence karargahı. Bu ifadeleri ikiye böldüler. Bunu çok açık yazıyorum yapıtlarımda. Faruk Gürler, Muhsin Batur, Kemal Kayacan'a ait olanları ayırdılar. Onları kulise gönderdiler. O dönemde Genelkurmay Başkanı değişecek. Bunun kavgası yapılıyor. Bu malzemeydi kulislerde. Bu ifadeler mahkemeye gelmedi. Yani iki parti ifade. Birisi Faruk Gürler, Muhsin Batur, Kemal Kayacan'ı suçlayan ifadeler, bir bölümü de diğer ifadeler. Birdenbire bunlar bir gayrete geliyorlar. İki askeri savcı, bir adamı çekiyor, ifade alıyor. Resmen suçlanıyor, Faruk Gürler-Muhsin Batur-Kemal Kayacan. 5 Ağustos 1972. Faik Türün bu ifadeyi cebine koyuyor, Ankara'ya gidiyor. Cumhurbaşkanlığına, Cevdet Sunay'a. "Faruk Gürler; Marksist-Leninist bir cuntanın başı" diyor. Bunu ben söylemiyorum, Türün Tercüman gazetesinde 1985 veya 86 yılında yayınlanan, "Kore'den 12 Mart'a" adındaki anılarında söylüyor. Yani Gürler'i Cumhurbaşkanına gammazlıyor. Bir ülkede Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları Marksist-Leninist ise, bu iddia araştırılmıyorsa, orda bir eksiklik vardır. Şimdi, ben konuştuğum zaman bana diyorlar ki; sen, şu, şu, şu örgütleri yıpratıyorsun, hayır, ben o örgütleri koruyorum. Neşe Düzel -Faik Türün'e Genelkurmay Başkanlığı sözü verilmiş miydi? Ahmet Altan -Süleyman Demirel tarafından. Türün'ün anılarında var. "Bana Genelkurmay Başkanı olmam sözü verildi" diyor. Bütün bu kavgalar olurken 15/16 Ağustos günü gene Ankara’nın semalarında jetler uçuyor. Faruk Gürler Genelkurmay Başkanı oluyor. Bomba Davası yattı. Ve de bu yasal olarak geçerli olan ifadeler saklandı. 1 yıl biz içerde yatıyoruz. Bu siyasal oluşumun sonuca gelmesini bekliyoruz. O arada uydurma şeyler getiriyorlar, davayı canlandırmak için. Mesela bana Anayasa yaptırıyorlar, bana üç tane adam geldi, anayasa yaptırdı, şimdi anılardan anlıyoruz ki anayasayı yapanlar ordunun içindeki insanlar. Ahmet Altan- Faruk Gürler nasıl galip geldi? Nasıl Genelkurmay Başkanı oldu? Arkasında Muhsin Batur vardı. Uçaklar uçtu, Genelkurmay Başkanı oldu. Ahmet Altan — Türkiye’de Genelkurmay Başkanı böyle mi olunuyor? Realite bu. Söylediğim bir realite. Gerçek. Gazete arşivlerini karıştırdığınız zaman bunları göreceksiniz. Buyurun gelin evde, ben arşivden göstereyim. Şimdi bu doğal

Page 52: kontrgerilla cumhuriyeti

değil, tabii de, dünyanın her yerinde teori ile pratik arasında farklılık var. Az gelişmiş ülkelerde bu tip farklılıklar daha çok var. Faruk Gürler'i cumhurbaşkanı yapacağız diye Genelkurmay Başkanlığından indirip, açıkta bıraktıktan sonra, bir ek iddianame geldi. Bomba Davasına. Gürler cunta başı, Batur ve Kayacan da cunta üyeleri. Ben bunu kitaplarımda açıklıyorum. Şimdi, bunları içeri getirecekler, karşı taraf bunlarla mücadele ediyor, tutuklamak için. Ahmet Altan-Tutuklayacaklar mı? Faruk Gürler'i, Muhsin Batur'u. Evet, tutuklamak için, o arada hemen bir tutuklama yaptılar, Celil Gürkan ve 6 arkadaşını tutukladılar. Benden Celil Gürkan'a atlıyorlar. Celil Gürkan'dan onlara atlayacaklar. Ahmet Altan - Ama atlayamadılar. Celil Gürkan içerde 6 gün kaldı. Bir güç onu çekti ve Bomba Davası iyot gibi açıkta ve benim üzerimde kaldı. Ben orada Silahlı Kuvvetlerin onurunu savundum, bugün dahi onu savunuyorum. Bu kadar tertibin döndüğü bir ülkede, bu kadar tertibin devam et-tiği yerde kurumların kendisini açığa çıkartmak için bunun ardına gitmesi lazım. Bugün dahi ben bu davanın görülmesini istiyorum. Ki bu tip hataların bir daha bu tip örgütlerde tekrarlanmaması için. Kontrgerilla Neşe Düzel- Sizin bir konuda daha kitabınız var. Siz kontrgerilla üzerine araştırmalar yapıyorsunuz. Ahmet Altan -"Özel Harp, Terör ve Kontrgerilla" diye bir kitap yazdınız. Neşe Düzel- Kontrgerilla ile ilk kez Ziverbey Köşkü'nde karşılaştığınızı söylüyorsunuz. Halk arasında kontrgerilla diye bilinen bu resmi örgütün adı nedir aslında? Kontrgerilla iddiası 1973 yılı 12 Haziran'ından itibaren benim başlattığım bir olayla devam ediyor. İki bölümde olaya bakmak lazım. Bir, Ziverbey Köşkü'nden kaynaklanan kontrgerilla iddiaları, ikincisi eski adı Seferberlik Tetkik Kurulu veya Özel Harp Dairesi, bugünkü adı Özel Kuvvetler Komutanlığı olan kuruluşa bağlı olan örgütten kaynaklanan iddialar. Ahmet Altan -Kontrgerillanın resmi adı Özel Harp Dairesi mi? Bugün Özel Kuvvetler Komutanlığı adını taşıyan daireye baktığımız zaman, bir özel tim var, yani yerüstü örgütü var, talimnameye baktığımız zaman diyor ki; Bu tip kuruluşlar iki bölümden oluşur. Yerüstü örgütü, yeraltı örgütü. Yerüstü örgütü komando birlikleridir, yeraltı örgütleri bugün "vatansever" diye tanımlanan insanlardan sivillerden oluşuyor. Neşe Düzel- Yani yer üstünde subaylar ve askerler var, erler var, yeraltında da sivil, halktan kişiler var. Komando birlikleri var, bir de Özel Harp Dairesinin özel timleri var. Bir de gizli siviller yar.

Page 53: kontrgerilla cumhuriyeti

Ahmet Altan- Peki bu örgütün yani hem yeraltında, hem yerüstünde olan ve ordunun içinde bulunan bu örgütün görevleri nasıl tarif ediliyor, resmi belgelerde? Ziverbey'den kaynaklanan kontrgerilla iddialarına gelelim. Ziverbey'deki sorgulayıcılar, sizi alır almaz "burası kontrgerilla örgütüdür, burada kanun, anayasa, babayasa geçmez, şu andan itibaren bizim esirimizsiniz, her dediğimizi yapacaksınız" diye başlıyorlardı. Herkes Türkiye'de kontrgerilla lafını Ziverbey işkencecilerinden öğrendi. Kontrgerilla konusunda gerçeği öğrenmek için bugün dahi o işkenceciler sorguya çekilmelidir. Af kanununa girmez bu olay. Neden girmez, orası bir sağ cuntaydı. Suçları 146–1. Bugüne kadar etkinliklerini sürdürdüler. Ahmet Altan- Devletin içinde. Evet, devletin içinde. Hatta orayla işbirliği yapan bir savcı çeşitli kombinezonlarla hala daha devlette... Ahmet Altan- Orada görev yapanlar hangi birime bağlı. Ordu mu, sivil mi? Orası bir karma örgüttü, bu konuda dilekçeler verdim, açıkladım, yani 12 Haziran 1973 günü başbakanlık, Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na bir dilekçe verdim. Kontrgerilla diye bir sağ örgüt, bir cunta var dedim, bunlar insanlara şu, şu, şu işkenceleri yapıyorlar, şu, şu kuramlara küfür ediyorlar, hakkında meclis araştırması istiyorum dedim. Aradan 20 yıl geçtiği halde bir meclis araştırması bugün dahi yapılmadı. Yüz kere kontrgerilla Türkiye'nin gündemine geldi ve yapılamıyor. Şimdi gelelim Özel Harp Dairesi'nden kaynaklanan kontrgerilla iddialarına. Şimdi bu olay "Gladio" olayıyla Türkiye'nin gündemine geldi. "Gladio" olayını bir laboratuar olarak kabul edebiliriz. İtalya'da 90 yılında savcı, yargıç Felice Casson "Gladio" örgütünün İtalya'da sağ terörizm ile çok sıkı ilişki içerisinde, çeşitli eylemler içinde olduğunu saptadı, buna araştırmaya başladı. Bu araştırmaya baktığımız vakit olayın arkasında hem başbakan var, özellikle Cossiga, Cumhurbaşkanı var, yani Cossiga bir nevi "Gladio"nun ağa babası. "Gladio" denilen örgüt bu Özel Harp Dairesinin yeraltı örgütünün muadili. Neşe Düzel -Eşiti... Eşiti, koşutu... Ahmet Altan- Yani bu örgütler, bütün NATO ülkelerinde, ordunun içinde var? Bütün^NATO ülkelerinde olduğu, o tartışmada ortaya çıktı. Yani bütün NATO ülkelerinde bir yeraltı örgütü var. Ahmet Altan — Peki, şimdi rica etsek bize bu örgütlerin, bütün NATO üyelerinde olan ve Avrupa'da açığa çıkan ve ortadan kaldırılan, ama halen Türkiye'de varlığı resmen. Avrupa da kalkmış değil. Bazı yerlerde... Ahmet Altan- Ama açığa çıktı. Yani Türkiye'de hala varlığı İçişleri Bakanı tarafından bile reddedilen bu örgütün görevlerinin ne olduğunu söyler misiniz? Bu örgüt, ülke

Page 54: kontrgerilla cumhuriyeti

işgal edildiği zaman işgal eden düşmana karşı, iç direnişi organize edecektir. Ahmet Altan -Resmi amacı bu. Evet veya bir legal harpte, gayri nizami savaş diyorlar buna, bir de normal savaş var, normal savaşta, eylemleriyle savaşan güçlere destek verecek. Yani askeri maksatla kullanılması amacı kutsal. Yapısı itibariyle bu örgüt iç, politikaya karışabilir diye bir imaj var. Karıştığımda işte "Gladio" örneği gösterdi. Somut bir olay. Türkiye'ye geldiğimiz zaman, Türkiye'de kuşku arttıran etkenler benden kaynaklanmıyor. Çok yetkili kişilerden kaynaklanıyor. Ecevit diyor ki; bana suikast tertip edildi. Bir Amerikan silahıydı, bir poliste yakalandı, bir yere kadar gittim, olayın sonunu ala-madım. Sonra, başka bir başbakana suikast tertip ediliyor. Suikast tertip eden adam ben, kontrgerilla da eğitim gördüm diyor. Başbakan bir heyet kuruyor, heyetin içinde Uğur Tönük var. Tehdit ediyorlar, geri çekiliyor. Şimdi, bir ülkede başbakana suikast tertip ediliyor, olay karanlıkta. Ve de bunun başında bulunan, uzun zaman burayı kumanda etmiş olan Genelkurmay Başkanı, Devlet Başkanı Kenan Evren benim zamanımda olmadı ama diyor, elimden kaçmış olabilir. Şimdi bundan daha açık... Neşe Düzel -Türk hükümetleri ve parlamentosu bu kontrgerillanın sivil ve asker üyelerini denetleyemiyor anlaşılan, değil mi? Neden denetleyemiyor. Gene dünya ve Avrupa genelinde bu örgütlerin CIA denetiminde olduğu ortaya çıktı. Şimdi CIA zaten devletler üzerinde bir devlet, yani kendi ülkesinde dahi kontrolden kaçmış ve bir cinayet örgütü CIA. Ben yapıtlarımda açıkça söylüyorum. Size bir örnek vereyim. Mondial Amerikan Başkan Yardımcısı. Biz Şili genelkurmay başkanını kaçırıp öldürmekle çok büyük hata yaptık diyor. Yani, bir örgüt düşünebiliyor musunuz, genelkurmay başkanını öldürüyor. Ahmet Altan-Biraz somuta getirelim. Ben size bir soru sordum. Tam cevabım alamadım ama onun cevabını ben sizin kitaplarınızdan zaten biliyorum. Bu Özel Harp Dairesi'nin talimatnamelerde yazdığına göre gerek subay üyeleri, gerekse siviller adam öldürebilirler, sabotaj yapabilirler, adam kaçırabilirler, sakat bırakabilirler, yaralayabilirler, bunlar onların resmi görevleri arasında. Neşe Düzel -Sahte operasyonlar düzenleyip, halka zulmedip karşı tarafa yüklerler. Ahmet Altan- Sizin kitaplarınızdan okuduğumuza göre bu örgüt, yani Özel Harp Dairesi gerek gizli olan sivil uzantıları, gerek resmi asker üyeleri kanuni bir statüye sahip değiller. Elimizde kanuni bir statüye sahip olmayan, ordunun içinde askerler tarafından yönetilen ama kimsenin bilmediği gizli sivil uzantıları olan, adam öldürme yetkisine sahip bir örgüt varsa ve bu içerdeki olaylara da karışabiliyorsa ki siz karıştığını iddia ediyorsunuz... Ben etmiyorum, ben çok yetkili kişilerin bu konudaki kanılarını aktarıyorum. Ahmet Altan -O zaman Türkiye'de faili meçhul kalmış birçok cinayetin bu örgüt tarafından işlenmiş olabileceğini söylüyorsunuz. Şöyle bir kural koydum, devamlı bunu söylüyorum. Herhangi bir ülkede sürekli faili meçhul cinayet işleniyor, failleri meçhul kalıyorsa, kuşkuların birinci odağı istihbarat

Page 55: kontrgerilla cumhuriyeti

örgütleridir. Çünkü istihbarat örgütlerinin ağa babası kirli işler bölümünde bunu yapıyor. Ahmet Altan - CIA mi? CIA. Çok yetkilileri, yapıtlarıma aldıra, şu kadar yılda 20.000 kişiyi öldürdük diyor. Ahmet Altan-Türkiye’de de bunu devletin yaptığını mı söylüyorsunuz? İstihbarat örgütleridir diyorum. Neden? Yapısı bunu yapmaya müsait. İstihbarat örgütleri bunu nereden alıyor. Gestapo'dan alıyor. Bütün istihbarat örgütlerinin kaynak modeli Gestapo'dur. Ahmet Altan- Siz bugün Türkiye'de kontrgerillanın cinayet işlediğine inanıyor musunuz? Bunu mu söylemek istiyorsunuz. Kontrgerillanın cinayet işleyip, işlemediğini ortaya çıkartmak için; geçenlerde 22 Ekim 1992 günü oranın başkanı olan sayın general bir brifing verdi. Bir tek temennisi var. Bir an evvel bu faili meçhul cinayetlerin açıklığa kavuşturulması. Ben de bu temennideyim. Eğer faili meçhul cinayetler açıklığa kavuşmazsa, halk bu kuşkuyu taşıyor, bilhassa Güney Doğu Anadolu'daki halk bu kuşkuyu taşıyor. Şimdi, demokratik bir ülkede yönetimde olan kişiler halkın kuşkularına saygı duyarlar. Yoktur, vardır tartışmasına girmezler. Nitekim Genelkurmay Başkanı 5–6 Eylül 1992 günü Milliyet gazetesinde Nilüfer Yalçınla yapmış olduğu söyleşisinde kontrgerillanın yanlış anlaşılmış olmasından şikayet etti. Ve de neler yaptığını, böyle bir örgütün varlığını kabul etti. Oradan 15 gün sonra bakıyorsunuz, bir general çıkıyor diyor ki; Türk askeri literatüründe kontrgerilla tabiri yoktur. Oysaki ben Britannica'dan alıntı yayınladım. Ansiklopedi bile var. Şimdi bir kaynak daha buldum, Antalya'da buldum, 32. Gün'de de söyledim. Britannica'nın İngilizce kopyasında 9 sayfa gerilla ve kontrgerilla var. 50 de kaynak var. Türkiye'de gerilla ve kontrgerillayı öğrenmek isteyen sivil, asker herkes o kaynaktan öğrenip uzman olabilir. Başka bir şey söylemek istiyorum. O kaynaklara baktığımız zaman T.S.K'nin tercüme ettiği "Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri" Britanica'nın İngilizce kopyasının kaynakları içerisindedir. Ahmet Altan-Peki, şöyle bir bakarsak bir örgüt var, Özel Harp Dairesi, bunun sivil uzantıları var ve halk arasında bu örgüte kontrgerilla deniliyor. Bu örgüt resmen Türk ordusu içinde yer alıyor. Özel Harp Dairesi, genelkurmaya bağlı. Eğer Özel Harp Dairesi subayları ya da sivil uzantılarıyla cinayet işliyor, terörü kışkırtıyorsa ki böyle iddialar var ve bunların eğer bir gün doğru olduğu ortaya çıkarsa, bütün bu yapılanların sorumlusu kim olacak? Tabii, yürütmenin başındaki kimse sorumlu odur. Ahmet Altan- Kim? İktidarın başındaki kimse sorumlu odur. Çünkü genelkurmay, başbakanlığa bağlı. Ahmet Altan- Yani başbakan mı bundan sorumlu olur?

Page 56: kontrgerilla cumhuriyeti

Birinci sorumlu odur. Ahmet Altan -Peki askeri hiyerarşi içinde? Şimdi, eğer böyle bir olay varsa sorumluluk müteselsildir. Yani sorumluluk bir kişide kalmaz, ama baş sorumlu böyle bir oluşumun varlığına müsaade eden kişilerdir. Ahmet Altan- Bizde Özel Harp Dairesi'nin yapmış olduğu varsayılan eylemleri, eğer yaptıysa bunlardan genelkurmay başbakanlarının haberdar olmaması mümkün müdür? Bu mümkün değil. Çünkü başlangıçta, biliyorsunuz Genelkurmay II. Başkanlığına bağlı. Şimdi Genelkurmay II. Başkanı eğer Genelkurmay Başkanından saklıyorsa bu bir olasılıktır. Yani saklayabilir de. Daha sonra bu Genelkurmay Harekat Başkanlığı’na bağlanmış. Dolayısıyla Harekat Başkanlığı’nın inisiyatifi içinde; her şeyi her yere bildirmek zorunda olmayabilir. Neşe Düzel- Darbe önceleri Türkiye'de terör olayları tırmanır ve bu terör olaylarının darbe önceleri dalgalanmasında kontrgerillanın rolü olduğu ve kışkırttığı iddiaları var. Sizce darbe öncesi terör olaylarını kontrgerilla mı hazırlıyor? Özel Savaş, soğuk savaşın ürünü bir yöntem. Özel savaş kavramı içinde askeri kavramlar var. Sivillere yönelik kavramlar var. Teorisine baktığımız zaman bunlar var. Teorilerinden bir tanesinde İstikrar Harekatı diye bir bölüm görüyoruz. Yani stabilizasyon, destabilizasyon, yani bir bölüm var. Özel Harbin içerisinde istikrar harekatı yapan bir bölüm var. Neşe Düzel- Yani... Yani, destabilize ediyor, sonra stabilize ediyor. Bu bölüm var olduğu sürece bu kuşkuyu taşımakta haklılık var, somut gerçekler de bizi doğruluyor. Neşe Düzel -Sizce, bugünkü terör olaylarında kontrgerillanın parmağı olabilir mi? Bütün bunların ortaya çıkması için 20 yıldan beri çok kesin olarak, çok sık yinelediğim gibi Meclis araştırması gerekiyor. Bugünkü parlamento bundan 2 yıl evvel bu konuda çok yoğun tartışmalar yaptı. Biliyorsunuz Sayın Demirel'le, Sayın İnönü par-lamentoda muhalefette bulunuyorlardı. Bu olayın üzerine gittiler. Ahmet Altan -Sonra iktidara geldiler. Çok istekte bulundular, iktidara geldiler. Ve de o günkü parlamentoda yapılan kontrgerilla konusundaki tartışmada' mecliste bütün partiler ortak karar aldı. Bir istisnası dışında. Mecliste 91 Aralığında bu konu tartışılacaktı. Bakın aradan ne kadar zaman geçti, 1 yıl geçti, bu mecliste şimdi tartışma şöyle dursun, bir parti dışında büyük bir suskunluk var. Özellikle Er-bakan buraya yeni bir isim takmıştı: Gizli Amerikan Ordusu. Gizli Amerikan Ordusu hakkında hiç ses seda çıkmıyor. Orhan Kilercioğlu

Page 57: kontrgerilla cumhuriyeti

Neşe Düzel-Bugünkü hükümette yer alan devlet bakanlarından emekli General Orhan Kilercioğlu'nun bir askeri cuntanın üyesi olduğunu, Özel Harp Dairesi ile ve 1977 Taksim Meydanı Katliamı ile ilişkisi olduğunu söylüyorsunuz siz. Bu iddianızı neye dayandırıyorsunuz? Dikkat ederseniz bunu yazdığım zaman bir kaynağa atıf yapıyorum. Yani, ben söylemiyorum, söylenileni yansıtıyorum. 1978 yılının içinde "Hürriyet" Gazetesi "Science Monitör" gazetesine gönderme yaparak bu olayı iddia etti. Daha sonra, sanıyorum 1978'in Eylül ayında "Aydınlık" Gazetesi bu konuyu manşete çıkarttı. Sayın Kilercioğlu'nun 1 Mayıs'ın içinde bulunan bir cuntanın içinde bulunduğunu ve burada parmağı olduğunu ifade etti. Şimdi burada bir olay var, parmak basmamız gereken bir olay var. Bir yerde bir iddia varsa, bir kişiye yönelik, o iddiayı eğer o kişi tekzip etmezse veyahut ta başka yasal yollardan kişilik haklarını kullanmazsa o iddianın altında kalır. Olay bu gibi geliyor bana. Ahmet Altan- Biz kontrgerillanın sivil uzantıları olduğunu ve bu sivil uzantıların köylerden kentlere kadar her yerde yaygın olduğunu biliyoruz. Peki, bu yaygınlık içinde politik partilerde kontrgerillanın uzantıları... II. Dünya savaşından sonra dünyaya ihraç edilen ideoloji anti-komünizmdir. Amerika anti-komünizmi ideolojiye çevirdi, dünyaya ihraç etti. Anti-komünizmin doğal müttefikleri içinde en önde gelenleri neo-nazist, neo-faşist'lerdir. Her ülkedeki neo-nazist, neo-faşist partilerin üyeleri doğal olarak en büyük anti-komünist oldukları için... Ahmet Altan-Türkiye’deki partiler içinde kontrgerillanın uzantıları var mıdır? Bunu yapıtımda ima ediyorum. Çok değerli de bir tanık getiriyorum: Sezai Orkunt. Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanlığı, milletvekilliği var. Olayların içinde yaşayan bir adam diyor ki, "Silahlı Kuvvetler sağdan çok soldan korkar. Türkeş'e bazı imkanlar sağlanmıştır". Ahmet Altan-"Sağdan çok soldan korkar, onun içinde Türkeş'e imkânlar sağlanmıştır" diyor. Şimdi "Gladio" olayı var. Oradaki neo-faşistler bu işi yapıyorlar. Antikomünist-milliyetçilik, 1950–52 yıllarında Alman Gençlik Birliği diye bir örgüt var. Bu örgüt de o eylemlerin içindeydi... Ahmet Altan — Türk basınında kontrgerillanın uzantıları var mı? Psikolojik savaş da özel savaşın bir bölümüdür. Psikolojik savaş insanın beynini yıkar. Beyin yıkamanın açık olan yöntemi massmedia ile yapılır. Massmedia kesin kontrol altındadır. Ahmet Altan -Kontrgerilla tarafından... Hem MİT'in psikolojik savaş dairesi var. Hem de psikolojik savaş bölümü ( TİB) var. Bunların amacı insan beynini yıkamak. Hangi doğrultuda? Amerikan doğrultusunda insan beynini yıkamak.

Page 58: kontrgerilla cumhuriyeti

Neşe Düzel — Bütün NATO ülkelerinde kontrgerillanın varlığı ortaya çıkarıldı ve bazılarında da soruşturuldu, biraz önce söylediğimiz gibi. Yalnızca Türkiye'de bu konunun üstüne gidilemedi. Türkiye bir gün bu konuyu gerçekten ciddi bir şekilde araştırabilecek mi? Eğer araştırmazsa Türkiye'de gerçek bir demokrasi kurmak mümkün müdür? Kontrgerilla gölgesi altında? Çok teşekkür ederim. Çok haklısınız bu soruyu sormakta. Benimde iddiam bu, kontrgerilla değil, bir ülkede iktidarın denetlemediği herhangi bir örgüt varsa demokrasi yoktur. Oysa ki Türkiye'de birçok örgütler iktidarın denetimi dışında ve bir güç odakları olarak yaşıyorlar, iktidarlar da onlarla uyum halinde yaşamayı kendisine yediriyor. Bu böyle devam ettiği sürece işte bu kadar demokrasi olacak bu ülkede. EK–1

CUNTACININ ÖZELEŞTİRİSİ

Teoman Erel Her türlü koşul altında ve herkese karşı, hatta kendisine karşı sürekli olarak gerçeği savunabilecek kadar cesur insan var mıdır? Eski ihtilalci emekli Yarbay Talat Turhan, bu onurlu çabayı gösterebilen yurttaşlarımızdan biridir. Talat Turhan'ın Cumhuriyet'e gönderdiği açıklamasındaki özeleştiri bölümü, özetle şöyle: "22 Ekim 1962 günü Mürted Protokolü’ne imza koyan bütün generaller, albaylar içinde en genç rütbeli bir iki yarbaydan biri de bendim. Örgütün tüm faaliyetlerine aktif olarak katıldım. Bugün de, katıldığım eylemin tarihi süreç içindeki doğruluk ve yanlışlığına bakmaksızın, özeleştirimi yaparak sahip çıkıyorum. Oysa Mürted Protokolü’ne imza koyan (bazı) sayın kişiler gibi imzalarının onuruna sahip çıkmak cesaretini kendilerinde bulamadılar. Şimdi vurgulayarak bir gerçeği açıklamak istiyorum. Bu ve benzeri cuntasal örgütlenmelerin dün olduğu gibi bugün de ulusa hiçbir yararı olmamıştır, olmayacaktır. Emekçilere ve vatansever tüm kişiler ile siyasal parti ve demokratik örgütlere ülkemizin gerçek demokrasiye dönüştürülmesinde yasal olarak kavga vermelerini tek seçenek olarak öneriyorum. Böylece günah da çıkartmış oluyorum. Tekrar başa dönelim. 21 Ekim 1961'de İstanbul'da 22 Ekim 1961'de Ankara-Mürted'de, 15 Ekim 1961 günü yapılan seçimlerde müdahale karan alınıyor ve parlamentonun açılmamasını öneriliyordu. Gerekçesi ise, seçimle gelen kişilerin nitelikleri ile 27 Mayıs 1960'da devrilen kişilerin nitelikleri ve dünya görüşleri arasında paralellik bulunması, çoğunluğu bu kişilerden oluşan bir parlamentonun 1961 Anayasası gibi, sosyal içerikli, emekten ve özgürlüklerden yana bir yasayı uy-gulayamayacağı, ülkenin yeniden geçmişte olduğu gibi bir kısır döngü içinde zaman kaybedeceği endişesiydi. İhtilalci nitelikteki bu kararda yer almama karşın, bugün demokrasiyi savunuyorsam da, gerçek değerlendirmeyi tarihe bırakıyorum, ancak bir kanımı da açıklamamın sırası gelmiştir. Şöyle ki, gerçekten 1961'den sonra gelen

Page 59: kontrgerilla cumhuriyeti

siyasi iktidarlar bir yandan Çankaya protokolü ile Silahlı Kuvvetler (Birliği'nin) vermiş olduğu sözleri tutmaması nedeniyle ordu içindeki devrimlerin tarihsel suçluları durumuna düşerken, diğer yandan 1961 Ana-yasası'nı uygulamak şöyle dursun, onu değiştirmek için yoğun bir çaba harcayarak ülke içindeki siyasal kargaşanın teşvikçisi ve tahrikçisi durumuna düşüp iki kez Türk Silahlı Kuvvetleri'ni politikanın içine çekmişlerdir. Bu durumda eğer alınan müdahale kararları uygulamaya konulsa idi, belki bugün ülkenin daha iyi bir siyasal ortamda bulunacağını... bir varsayım olarak düşünülebilirdi. Ancak Silahlı Kuvvetler Birliği üyelerinin çoğunun ipliğinin pazara düştüğü günümüzde, bu konuda da iyimser olamıyoruz." Bu açıklamanın her satırına, her virgülüne aynen katıldığımızı söyleyemeyiz. Talat Turhan'ın belirttiği gibi kişilerin tutumları ve olayların seyri ile ilgili yargılamayı tarih daha iyi yapacaktır. Bize ilginç gelen bir cuntacının, bir ihtilalcinin, cuntacılığı böylesine açık üslupla eleştirebilmesidir. Talat Turhan, düşüncesinin değiştiğini, daha önce yanılgı içinde olduğunu mertçe açıklamıştır. Aslında on yıl önce mahkemede de özeleştiri yapmıştı. Şimdi bunu zenginleştirmiştir. Talat Turhan, bir ara bomba davasına da adı karıştırılmış, işkence görmüş, eziyet çekmiş bir idealisttir. Osmanlının son zamanlarında vatan için ölümü her an göze alabilen delifişek ittihatçılara da benzetilebilir. Onlardan farkı gerçeğe ulaşma amacına yönelen, korkunç araştırma yeteneği ve gücüdür. İnatla araştırır, bulur ve yazar. Okuyacağı, yazacağı sayfaların binleri, onbinleri bulması onu korkutmaz. Yeter ki bilgiye, belgeye ve gerçeğe ulaşsın. Gerçeklerin cesurca söylenmesi ve topluma yayılması hakikaten çok yararlıdır. Özal gibi, muhaliflerini gittikçe sertleştiren korkusuz ve frensiz bir Başkan'ın yönetiminde, seçimlere kadar geçirilecek dönem içinde Talat Turhan’ın özeleştirisi hiç unutulmamalıdır. Yüzen gezen oyların arttığı, yakında dedikodum transferlere sahne olacak, askeri dönemi özleyen bazı devlet adamlarının duman ve korku ürettiği bir meclis... Özeleştiriye hiç yanaşmayan, konuşan ama resmen siyaset yapamayan, "ne olursa olsun" anlayışı ile yürüyüşe geçen eski liderler... Ana muhalefet partisi içinde slogancılığa kayabilecek bazı unsurlar... İktidar partisi içinde isyancılar... Evet evet, böyle bir döneme girilirken cuntacılığın bir cuntacı tarafından açıkça yargılanması yurdumuz ve zayıf demokrasimiz için yararlı olmuştur. Seçimle gelenin seçimle gitmesi ilkesinin sahibi ne kadar artarsa o kadar iyidir. (Milliyet, 22 Kasım 1985)

Page 60: kontrgerilla cumhuriyeti

EK–2

TALAT TURHAN' İN ELEŞTİRİ VE ÖZELEŞTİRİSİNİN DERSLERİ

Uğur Mumcu

"Turhan, en hünerli hukukçuları bile kıskandıracak nitelikteki savunmasında, iddianame ile olaylar kronolojisi arasında bir ilgi kuruyor"(..) "CIA’nin azgelişmiş ülkelerde bu ölçüde etken olduğu bir dönemde hakiminden hekimine kadar herkes doğru teşhis yapmak durumundadır. Özellikle sağ örgütlerde gerçekten milliyetçi duyguları alet edilen gençlerimizi uyarmak isterim. Örgütlerini besleyen paranın nereden geldiğini arayıp öğrendiklerinde bir hıyanete araç olduklarını anlayacaklardır. Bu bölümü bitirirken siyasi cinayetlere kadar varan sağ örgütlenmenin adının kontrgerilla olduğunu vurgulamak isterim. Şimdi soruyorum. Şu tablo içinde suçlu kimdir? Elbette ben değilim. Gerçek suçlular, Atatürk'ün tam bağımsız Türkiye'sini Amerikan emperyalizmine peşkeş çekerek Türkiye'yi bugün silah ambargosuna kadar varan müdahalelerin hedefi yapanlardır." (…) "Talat Turhan'ın savunması, hem iddianameyi eleştirir, hem de 'jakoben' ya da 'ittihatçı' yol ve yöntemleri savunan görüş için bir özeleştiri niteliğindedir. Bu yüzden, yıllarca "ittihatçı1 ya da 'jakoben' geleneğini savunan bir kurmay subayın olayları değerlendirmesi ve gerek kendisi, gerek arkadaşlarını bir 'özeleştiri' süzgecinden geçirmesi çor yararlı olmuştur, Talat Turhan'ın bu eleştiri ve özeleştirilerinde bugün ve yarın için dersler doludur. Askeri müdahalelerin bir daha olmamasını istiyorsak, bu müdahalelerin öncesi ve sonrasını ve bu müdahalelere yön veren insanların bir süreç içinde ne yaptıklarını, hangi rüzgarlara kapıldıklarını bilmek gerekir. Bu bilinirse olayların neden ve sonuçları daha net görülür, kurulan tuzaklar daha açık seçik biçimde ortaya çıkar. Talat Turhan'ın savunmasını bu açıdan çok yararlı buldum. Emekli Tümgeneral Celil Gürkan ile yaptığımız söyleşiden sonra Talat Turhan'ın savunmasını okuyunca, tablo bütünü ile ortaya çıktı." (...) "Sol literatürde 'küçük burjuva'nın kaypak olduğu yazılıyor. Benim bütün hayatım, bu gözlemin doğruluğunu yansıtmaktadır. Evet, 'küçük burjuva' kaypağın kaypağı, kalleşin kalleşidir. Aslında benim kavgam hiçbir zaman, küçük burjuvanın, her iki kanadının, yukardan aşağı oluşturmayı yeğledikleri, Jöntürk gelenekli, iktidar girişimlerinden yana

Page 61: kontrgerilla cumhuriyeti

olmamıştır. Belki ülkenin bulunduğu ekonomik ve sosyal koşullar içinde bu yolu, ehveni şer olarak kabul etmişimdir. 27 Mayısa gönül verişim bundandır. Ama 12 Mart, hem 'hiyerarşik ihtilal', hem Jöntürk gelenekli iktidar mücadele yöntemlerinin, hem de ehveni şerci görüşlerin iflasını belgelemiştir. Bütün bu özlemlerin faşizmle noktalandığını, benim gibi faşist özentisi uygulamalarının hedefi olmuş herkes bugün anlamış bulunuyor. Emperyalizmle bütünleşmiş, uydu bir politikanın çirkefine batmış ve bu amaçla, kurdukları gizli örgütlerle, dışarıdan aldıkları strateji ve taktiklerle, devrimciler üzerinde provokasyon düzenleyenlerin, bu kokuşmuş düzeni yaşatma girişimleri boşunadır. Bunu onlar da biliyorlar ve bugün için sadece zaman kazanmaya çalışıyorlar. Çırpınmaları boşunadır, çırpındıkça batacaklardır. Evet, sahte milliyetçilerin, dümenlerine baktıkları bu düzen mutlaka değişecektir. Düzen iki yolla değişir. Oyla, zorla..." (...) "Bir ülkede sosyo-ekonomik koşullar, düzen değişikliğini zorluyorsa ve o ülkede, oyla düzen değiştirilemiyorsa, düzen zorla değişir." (Aktaran Celil Gürkan, 12 Mart 'a Beş Kala, Tekin Y. s. 395–405)

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

"KONTRGERILLA CUMHURBAŞKANLARINA DA

GÖREV YÜKLER" Nokta dergisinden Mehmet Güç' ün Kontrgerilla üzerine yaptığı söyleşi derginin 13–19 Aralık 1992 tarihli sayısında özet olarak yayımlandı. Nokta’nın ilgili sayısında çıkan bu söyleşiyi, bir belge olarak olduğu gibi aktarıyorum.

Page 62: kontrgerilla cumhuriyeti

"KONTRGERİLLA CUHURBAŞKANLARINA DA GÖREV YÜKLER"

Sanki sıradan, basit bir şeyi anlatır gibi ağzından dökülüyor sözcükler emekli Yarbay Talat Turhan'ın; "ST 31–15 kodlu talimnameye bakın" diyor ve ekliyor, "Orada, bu işlerin tek bir ülkenin işi olmadığı, müttefiklerle müşterek bir çalışmayı gerektirdiği, bunun şeklini de cumhurbaşkanının tayin ettiği yazılı." Şaşırıyoruz. Talat Turhan'ın "bu işler" diye tanımladığı çalışmalar, "kontrgerilla faaliyetleri" çünkü. "Kontrgerilla cumhurbaşkanına görev mi veriyor?" diye soruyoruz. Talat Turhan sakin sakin cevaplıyor; "Tabii, tabii..." Yani kontrgerilla faaliyetlerini anlatan bir Talimnamede Cumhurbaşkanının koordinasyonla görevlendirildiğini söylüyor Talat Turhan. Bizim şaşkınlığımız karşısında "Evet, bunu ilk kez Nokta'ya açıklıyorum" diye de ekliyor. Cumhurbaşkanı'nın Görev Talimnamesi. Cumhurbaşkanlarına görev veren ST 31–15 kodlu "Gayrinizami Kuvvetlere Karşı Harekat Talimnamesi", Amerikan Savunma Bakanlığı'nın FM 31–15 kodlu talimnamesinden aynen tercüme edilerek hazırlanmış. Türkiye'deki kontrgerilla faaliyetlerinin legal bölümünü yürüten Özel Harekat Birliği ile illegal faaliyetleri yürüten sivil oluşumların genel hatlarını çizen bu talimnamenin Türkçeye çevriliş tarihi 1964. Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Ali Keskiner'in imza ve onayı ile yürürlüğe giriş tarihi ise 1965. Talat Turhan bu noktada şu soruyu soruyor; "Şimdi bu talimnamenin yürürlükte olduğu 1965 yılından bugüne kadarki cumhurbaşkanlarına sormak gerekir; bu talimnamedeki görevinizi yerine getirdiniz mi, getirmediniz mi? Anayasa dışındaki bir talimname sana görev veriyor..." Asker mi, Sivil mi? Kara Kuvvetleri Komutanı'nın imzalayarak yürürlüğe koyduğu bir talimname ve bu talimname ile görevlendiren cumhurbaşkanı!... Burada bir soru geliyor akla: "Yoksa yıllardır Türkiye'de Cumhurbaşkanının asker mi, sivil mi olması konusunda yapılan yoğun tartışmalara sebep bu talimname mi?" Ve Talat Turhan sorularına devam ediyor; "Bugüne kadar hiçbir cumhurbaşkanı merak edip de kendisine görev veren bu asker talimnamelerinin çıkış noktası üzerine düşündü mü acaba?" En azından şimdilik yanıtsız kalacak bu soruyu bir yana bırakıp, Talat Turhan'a cumhurbaşkanlarına görev veren bu talimnamede başbakana ait bir görev olup olmadığını soruyoruz. Turhan, bu soruya bir başka soruyla yanıt veriyor; "Bugüne kadar hangi başbakan, kontrgerilla faaliyetleriyle ilgili iddialar için bir şey yaptı?" Turhan'a göre bu iddiaları duymamazlıktan gelmek, araştırmamak, saklamak an-lamına gelir ki, bu da bir görev olmalı herhalde. Köşk’teki Kontrgerillacılar

Page 63: kontrgerilla cumhuriyeti

Peki, cumhurbaşkanlarının kontrgerilla tarafından kendilerine verilen görevi nasıl yürüttüklerine ilişkin bir yorum yapılabilir mi? Talat Turhan bu noktada da Çankaya Köşkü'ndeki eski ve yeni "kontrgerillacı" danışmanlara dikkat çekiyor ve "bunların Köşk'teki varlık sebepleri bu görevin yürütülmesi olabilir" diyor. Bu danışmanlardan birinin kısa süre önce ölen bir gazeteciyi yıllar önce döverek kamuoyunun gündemine geldiğini de öğreniyoruz bu arada. O yıllarda attığı yumruklar karşılığında Londra Ateşemiliterliği ile ödüllendirilen kontrgerillacı (Yazarın Notu: Sözü edilen kişi İlhami Soysal'ın dövülmesine fiilen katılmamıştır. ÖHD Başkanı olan bu kişi, Soysal'ın kaçırılması ve dövülmesi olayına emir vererek katılmıştır.) gibi bir yeni danışmanın kökeni de Silahlı Kuvvetler. Ama kontrgerillacılar sadece Köşk'te değil. Konut'a bağlı kontrgerillacılar da var. Turhan, Başbakanlığa bağlı olarak çalışan kontrgerillacılardan ünlü isimler veriyor. "Ya Kilercioğlu?" diyoruz. Talat Turhan'a, isteksiz isteksiz, "Kilercioğlu ortada hiçbir şey yokken, bir gazetenin oyununa geldi" diyor. Turhan'a göre, Kanal 6'da yayınlanan "Bizim Koltuk"daki tartışmasını, programın yayına üç gün kala "Talat Turhan kontrgerillayı anlattı" başlığı ile haberleştiren bu gazetenin haberine "Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu'nun 1977'deki 1 Mayıs Katliamı'nda parmağı olduğunu öne süren Talat Turhan" diye başlaması yol açmış bütün gelişmelere. Turhan, ne programda, ne de başka bir yerde bu tür bir açıklamasının olmadığını söylüyor ve "bu, programın yayını engellemek için yapılmış bir oyun" diyor. Gazetenin yayınlandığı gün, "Bizim Koltuk" programının yayınını durdurmak için mahkemeye başvuran Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu ile Harbiye Orduevi'nde özel bir görüşme yaptığını anlatıyor. Bu görüşme sonucunda karşılıklı olarak anlaştıklarını söyleyen Turhan, bir sonraki gün Kilercioğlu'nun "Talat Turhan yalan söylüyor" biçimindeki açıklamasına çok kızmış. Hem de çok. Üstelik Kilercioğlu, bir de bu açıklamanın ardından "ben tartışmadan çekiliyorum" deyince... Kilercioğlu'nun Yöntemleri Bu kızgınlık, Talat Turhan'ı polemiğe girmek istemediği Kilercioğlu ile ilgili bazı duyumlarını açıklamaya itiyor: "Orhan Kilercioğlu uzun süre eski Genelkurmay Başkanı Semih Sancar'ın Özel Kalem Müdürlüğü'nü yaptı. Dolayısıyla Semih Sancar'ın 12 Mart dönemindeki Sıkıyönetim Komutanlığı sırasındaki yasadışı bütün davranışlarından haberdar. Sonra sıra, Semih Sancar'ın Kıbrıs Harekatı'nı birlikte yaptığı Bülent Ecevit'le olan dostluğuna geliyor. Bu dostluk bazı çevreleri rahatsız ettiği için, ayrıntılarını açıklamaktan rahatsızlık duyduğum bazı yöntemlerle ve bazı aracılarla Semih Sancar'ın Ecevit yerine Demirel'e yaklaşması sağlandı. O olayda Kilercioğlu'nun rolü var mıdır acaba? Bugünkü yerine bakınca insan düşünmüyor değil." Dönemin Genelkurmay Başkanı Semih Sancar'ı Bülent Ecevit'in dostluğundan, Süleyman Demirel'in dostluğuna iten kişiler arasında Orhan Kilercioğlu dışında kimler bulunduğu soruları şimdilik karanlıkta kalacak gibi. Hiç değilse Semih Sancar'a dost değiştirten rahatsızlık verici yöntemleri öğrenebilir miyiz diye ısrar ediyoruz. Ama nafile...

Page 64: kontrgerilla cumhuriyeti

Kilercioğlu ile ilgili bilgiler arasında yıllar öncesine ait bir gazete kupürü de var. Bu kupüre göre; 12 Mart'a doğru koşan günlerde Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde öğrencilerin yakalayıp teşhir ettikleri bir Amerikan ajanının cebinden bir not defteri çıkıyor. Bu defterin sayfaları arasında ise Orhan Kilercioğlu'nun ad ve telefonu yazıyor. Neden, nasıl bilinmez... O geçmiş döneme ait bir başka anekdot ise Namık Kemal Ersun'a ait. 5 Haziran 1978 seçimlerinin ardından Kara Kuvvetleri Komutanı Namık Kemal Er-sun ile birlikte bazı subayların emekli edildiklerini anlatıyor Talat Turhan ve bu emekliliklerin o günden bugüne bilinmediği iddiasını ileri sürüyor. Turhan, "Nasıl açıklık rejimi bu? Bu kadar önemli olayların nedenini bilmiyoruz" diyor. Namık Kemal Ersun ve diğerlerinin darbe hazırlığı içinde oldukları gerekçesiyle emekliye ayrıldığını söyleyen Turhan, idamla cezalandırılabilecek önemde bir suçu işleyen Ersun Paşa'nın 12 Eylül'den sonra İş Bankası Yönetim Kurulu üyeliğine atanarak ödüllendirildiğini belirtiyor. Biz tekrar kontrgerilla konusuna dönmek istediğimizde, anlattığı hiçbir kişi veya olayın bu konunun dışında olmadığını söylüyor Talat Turhan ve devam ediyor; "Nerede dokunulmaz, hiçbir dönemde yerini kaybetmemiş bir kişi varsa o kişi bana kontrgerilla ilişkilerini çağrıştırır. Nerede karanlıkta kalmış bir cinayet, suikast, üzeri kapatılmaya çalışılan bir bilinmez varsa şüphelenirim." Talat Turhan'ı bu denli şüpheci kılan, biraz da duyarsızlık. Yıllarca bu konu ile ilgili kamuoyuna belge ve isim sunduğunu, ne bu isimlerden ne de bu belgelerden bir karşılık alabildiğini anlatıyor Turhan. "Biz yine de bir kez daha soralım" deyince, "Mesela Halit Narin" diyor Talat Turhan. Turhan'a göre hiçbir zaman gündemden düşmeyen, hep önde, yukarıda kalmış bir isim Halit Narin. "Adam hem müflis, hem devlete borçlu, hem de evinde bakanlar ağırlıyor, bakanlarla beraber. Ben bu tür dokunulmaz insanlardan ürküyorum" diyor Turhan ve "80'den bu yana başbakan ve cumhurbaşkanının yurt dışı seyahatlerine katılanlar arasında Narin var, o gezilerde acaba Narin para ödüyor mu? Yoksa onun parasını birisi mi veriyor" sorusunu soruyor. Ama anlattıkları arasında asıl ilginç olanı biraz geçmişe uzanıyor. Abas'ın Narin İlişkisi 12 Eylül'den hemen sonraki günlerde o zamanın Konsey üyesi Nurettin Ersin Paşa'nın Muğla'ya geleceği duyulunca Muğla Valisi ve komutanı valilikte karşılama protokolünü hazırlamak üzere bir araya geliyor. Çalışmanın ortalarında bir yerde kapı açılıyor ve içeri iki kişi giriyor. Talat Turhan olayın devamını şöyle anlatıyor: "Girenlerden biri Halit Narin, diğeri bodyguard gibi iki adım gerisindeki o sırada devlet hizmetinden ayrı olan MİT üst düzey görevlilerinden Hiram Abas'tır. Konuşmanın nasıl başladığını bilemiyorum ama Hiram Abas ile Mülkiye'den arkadaşı Muğla Valisi arasında yüksek perdeden bir tartışma başlar. Konu Nurettin Ersin'in gelişinden sonra nerede kalacağı üzerinedir. Son sözü Hiram Abas 'Nurettin Ersin yarın gelecek ve bizim misafirimiz olacak' diye söyler ve Narin'in ardından kapıyı çarpıp çıkar." (Yazarın Notu: Nokta dergisinde bu yazı yayımlandıktan sonra müflis Halit Narin'i kurtarmak ve kendisine yeni krediler açmak için banka olanaklarının zorlandığı, basma haber olarak da yansıdı. Bkz: Cumhuriyet, 26 Şubat 1993)

Page 65: kontrgerilla cumhuriyeti

Bir sonraki gün Muğla'yı onurlandıran (Yazarın Notu: Karşılama töreni Marmaris'te yapılıyor) Konsey Üyesi Nurettin Ersin resmi devlet töreni ile karşılandıktan kısa bir süre sonra Marmaris'in yolunu tutuyor. Vali ve komutanın değil, Abas ve Narin'in dediği kendiliğinden oluyor. Talat Turhan'ın sözleriyle, "Ersin Paşa Halit Narin'in Marmaris'teki otelinin üst katında bulunan karargahına konuk olur. Ertesi gün de oradan helikopterle Gümüşlük'e gider." Talat Turhan bu olayı ve ilişkiyi anlayamadığını söylüyor ve ekliyor: "O olayın ertesi günü Muğla Valisi oradan sürüldü. Narin'in body guardı Hiram Abas'ı ise bir güç oradan aldı ve MİT'in başına doğru itti. Onu MİT'in başına koymak devletin onuruna yakışmaz. Eğer MİT Raporu olayı olmasaydı gerçekten de MİT'e başkan olacaktı." Hiram Abas'ın MİT'e başkan olarak getirilmek istenmesinin nedeni ise asker-sivil çekişmesinin ardında yatıyor. Turhan, sivil kanadın başındaki Hiram Abas'ın ilişkileri ve bağlılıkları üzerine "Doruk Operasyonu" adlı kitapta yazdıklarını örnek veriyor. Bu dokunulmazların kontrgerilla örgütlenmesi içindeki olası yerini ise bir belgeyle işaretliyor Turhan. Bu belge de hayli ilginç. FM 31–21 kodlu ve "Special Forces Operations" ( Yazarın Notu: Doğrusu ST 31- 16 Conterguerilla Operations olacaktır.) başlıklı bir talimname belgesi bu. Turhan'a göre son derece ilginç bir sivil örgütlenmeyi göz önüne seriyor bu belge. Ve basın-yayın yöneticileri, polis şefleri, sendikacılar, din adamları, iş dünyası temsilcilerinin kendilerine yer bulduğu bir örgütlenmeyi anlatıyor. Bu kişiler kimler olabilir sorusu geliyor akla tabii ki ve biz de soruyoruz. Turhan'ın imaları var elbette; "Yeri hiç değişmeyen sendika temsilcileri, iş dünyasının hep gündemdeki temsilcileri, parlamenterlere oturduğu yerden hakaret edip koltuğu dahi sallanmayan yargı temsilcileri ile flaşları hiç sönmeyen yay m dünyası yöneticileri" gibi imalar bunlar. "Bir örgüt içinde, polis ile yargı yöneticilerini bir araya getiriyorsanız, bu çok tehlikeli bir durumdur" diyen Turhan, anayasal sistemi reddeden bu oluşumun CIA ve AID tarafından kontrol edildiğini ve denetlendiğini de sözlerine ekliyor. Turhan'ın DGM'lere yönelik sözleri ise "12 Mart'ın bütün pisliklerine bulaşmış insanların göreve getirildiği olağanüstü mahkemelerin doğası, zaten istihbarat örgütleriyle birlikte çalışmalarına uygundur" oluyor. Bütün bu anlatılanlardan sonra "kontrgerilla yoktur" denilemez belki ama kontrgerilla gerçekten yok. Çünkü kontrgerilla bir kurum değil bir yöntem. O yöntemi uygulayan yeraltı kuruluşuna kamuoyunun koyduğu bir ad bu. Çünkü hala ortaya çıkartılabilmiş değil. "Ancak bu arada bir şeyin de karıştırılmaması gerekir" diyor Turhan. Ona göre karıştırılmaması gereken Özel Kuvvetler Komutanlığı adlı legal oluşumun işlevlerinin, illegal oluşumlarla beraber yorumlanması. Bunu şöyle anlatıyor: "Bir savaşta, iç savaşta direniş örgütlemek, devlet güçlerinin kendini savunma hakkı. Ama bu işin CIA tarafından finanse edilmesi ve illegal sivil askeri uzantılarla farklı alanlara kaydırılması başka şey." Bu sivil ve asker uzantıların kimler adına ne işler yaptıklarının bilinemediği gibi bilinenenlerin de denetlenmediği kanısında Turhan. "1 Mayıs Katliamı'nı zamanın yöneticileri önceden biliyorlardı da ne oldu, engelleyebildiler mi?" diyor. Son sözü daha da ilginç: "O 1 Mayıs gösterileri sırasında orada silah kullanan kalabalığa ilk ateşi açan birkaç kişi biliniyordur herhalde, bu kişiler şimdi nerede ve hangi görevdeler"

Page 66: kontrgerilla cumhuriyeti

Ecevit'e suikast girişiminde kullanılan silahın ve balistik raporunun nerede olduğu sorusu da var ortada. Ya Özal'a suikast girişimindeki bilinmezler. Turhan'a göre örnekleri çoğaltmak mümkün ama soruların yanıtlarına ulaşmak o kadar mümkün görünmüyor. Kontrgerilla yöntemleri, suikastlar, cinayetler, bombalamalar, rüşvet ve yolsuzluk ve yozlaşma anlatılmakla tükenmiyor kuşkusuz. İlginç dokunulmazlıklar ve dokunulmazlar hep var. Aslında "dokunulmazlık" güzel bir şey olsa gerek. Yasal ve bize özel olunca... Ama gelin görün ki yıllardır "dokunulamazlar"ın baskısı altında yaşama talihsizliğinden kurtulabilmiş değiliz. "Dokunulamaz" kişi ve kurumların fena halde "dokunduğu" bir demokrasiyle yaşayıp 'gidiyoruz. Nedense hiçbir şey "dokunmuyor" bize, "dokunmadan" yaşayıp gidiyoruz.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM BASINDAN SEÇMELER

Kontrgerilla varmış meğer... Genelkurmay Başkanı Org. Doğan Güreş, Milliyet gazetesinde yer alan açıklamalarında kontrgerilla mevzuuna temas etmiş. Faili meçhul cinayetleri kontrgerillanın işleyip işlemediğini soran Nilüfer Yalçın'a şu cevabı veriyor Güreş: "Önce şu kontrgerilla sözü tamamen yalan yanlış kullanılıyor. "Bu teşkilatın amacı şudur: Karşıda savaşa giren bir düşman bölgesine sızarak oradaki halkı mukavemet için organize eder. Ya da düşman Türk toprağına girmiştir, kontrgerilla işgal bölgesinde kalıp halkı direnişe teşvik eder, organize eder. Bu kuruluşlar her ülkede var. İngiltere'de SAS alayı, ABD'de Delta Force budur. Bizde Özel Kuvvetler Komutanlığı var. Fevkalade iyi eğitilmişlerdir, ama görevleri bellidir. Bunlar bölgede neden adam öldürsün? Devlet kesinlikle böyle bir şey yapmaz." Biz 18 Haziran tarihli "Türkiye'de kontrgerilla hala var mı?" başlıklı yazımızda, ilgililerin bu hususta hiç konuşmadığını belirtmiştik. Evet, şimdi üst seviye bir ilgili konuşuyor. Adı ne olursa olsun, böyle bir örgütün varlığı tescil edilmiş oluyor böylece... Peki, acaba bu örgüt mensuplarının 12 Eylül öncesinde bazı olayları provoke ettikleri söyleniyordu. Şimdilerde de böyle provokasyonlarda bunların parmağı, var mı ki? Bilmiyoruz. Bizimki sadece merak. Türkiye'de henüz şeffaflık olmadığı için buna cevap verecek bir babayiğit de kolay kolay çıkmaz herhalde...

Page 67: kontrgerilla cumhuriyeti

Hâlbuki birçok Batılı ülkede bu tür örgütlerin foyaları bir bir ortaya çıkıyor. (Atilla Yargıcı, Yeni Asya, 9 Eylül 1992)

Ajanın not defterinden Kilercioğlu çıktı Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) öğrencileri, üniversite iç hizmetler başkanı Mehmet Avcı'ya bağlı olarak çalıştığını söyleyen Hikmet Turgut adlı kişiyi "ajan provokatör" olduğu gerekçesiyle üniversite içerisinde teşhir ettiler. ODTÜ'lü öğrenciler, 9 Ekim tarihinde "şüpheli davranışları" nedeniyle yakaladıkları Hikmet Turgut'un üzerinde yaptıkları aramada bir telsiz bulduklarını belirterek "not defterinde de Emniyet'e ait çeşitli telefon numaralarının yanı sıra öğrencilerin konuşmaları, toplantı tarihlerini içeren kağıtlar, Adalet Bakanlığı Müsteşarı'nın referansı ile Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu'nun adresinin bulunduğunu" iddia ettiler. Olayın tanığı olan ve güvenlik nedeni ile isimlerinin açıklanmasını istemeyen öğrenciler, Gündem'e yaptıkları açıklamada, "Geçen sene de bir sivil astsubayın öğrenciler arasında ajan olarak bulunduğu ortaya çıkartılmıştı" dediler. Turgut'un okuldaki jandarma tarafından da sahiplenilmediğini söyleyen öğrenciler şöyle konuştu: "İç hizmetler başkanı Mehmet Avcı'nın jandarmayla işbirliği içerisinde olduğu ve devrimci demokrat öğrencilerin isimlerini jandarmaya verdiği biliniyordu. Öğrencilerin tartışmasına katılmak isteyen Turgut'un çeşitli davranışlarının dikkat çekmesi üzerine kendisine kimliği soruldu. Fakat üzerinden hiçbir tanıtıcı kimlik çıkmadı. Hikmet Turgut daha sonra durumu haber alan jandarmaların da hazır bulunduğu dekanın odasının önüne götürüldü. Jandarmalar öğrenciler tepkisi karşısında ajanı sahiplenemeyip geri çekildiler. Bunun üzerine Hikmet Turgut, okul içerisinde öğrencilere teşhir edildi."

(Özgür Gündem, 18 Ekim 1992)

Kontrgerilla iddiası MÇP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, "Ne şahsen ne de başkan olduğum MHP ve MÇP'nin, MİT, CIA ve kontrgerilla ile ilgisi düşünülemez" dedi. Türkeş, önceki akşam özel bir televizyonun yayımladığı haber programda ortaya atılan, Türkiye'de kontrgerilla teşkilatı bulunduğu, bunun sivil uzantısında MHP'nin de yer aldığı şeklindeki iddiaları cevaplandırmak üzere bir basın toplantısı düzenledi. Alparslan Türkeş, haber programının "Asılsız, hayal mahsulü iddialara" dayandığını, geçmişte de "Türkeş-MHP-kontrgerilla ve CIA uzantısı" iddialarının ortaya atıldığını ve milliyetçi hareketin kamuoyunda küçük düşürülmeye çalışıldığını söyledi.

(Cumhuriyet, 17 Kasım 1992)

Gladio şeffaflaştıramadıklarımız...

Page 68: kontrgerilla cumhuriyeti

Özal'ın yetkisine tırpan." "Keçeciler emanetçi. "Siyaseti sarsan tablo." "ANAP'ın sonu." Hay huyları arasında, Kontrgerilla, Gladio veya Özel Harp Dairesi diye çeşitli isimler altında anılan mesele güme gitti. Kimse üzerine gitmedi... Geçtiğimiz Pazartesi günü akşamı, Mehmet Ali Birand'ın takdim ettiği 32. Gün programı çerçevesinde, dile getirilen Gladio meselesinden bahsediyoruz. Gazeteler manşetlerle, yazarlar çarşaf çarşaf yazılarıyla bu meselenin üzerine gitmeli değil miydi? Ama her ne hikmetse, bir-iki cılız sataşma ve cevaptan başka bir ses gelmedi...

* * * CHP eski ve DSP yeni Genel Başkanı Bülent Ecevit, dehşetli ifşaatlarda bulundu. "Özel Harp Dairesi örtülü ödenekten besleniyor. Aldığı paraları nereye harcadığı belli değil. Her yere silah depoluyor. Komünistlere karşı teşkilatlanıyor. Pek çok masrafını ABD finanse ediyor. Ve anarşik hadiselerin birçoğunu provoke ediyor izlenimi var..." Falan, filan...

* * * Gladionun bulunduğu birçok NATO ülkesi, meselenin üzerine üzerine gitti. Gerekli girişimlerde bulundu. Gladio'larım dağıttı. Türkiye'de bir-iki çalkantıdan başka bir şey yok. Neden? Bu sual, kamuoyunun zihnini meşgul ediyor...

* * *

MHP eski ve MÇP yeni Genel Başkanı Alpaslan Türkeş. TBMM'de yaptığı basın toplantısında şöyle dedi: "Kenan Evren ve Bülent Ecevit gibi, devletin en üst kademelerinde görev almış kişilerin bu beyanları talihsiz. MHP Sarıkamış İlçe Başkanının Özel Harp Dairesi elemanı olduğunu Sayın Ecevit'in açıklamasından öğrendim. Kars'ın diğer ilçesindeki CHP ilçe başkanının da aynı kuruluşun görevlisi olduğunu.." Açıklamalara dikkat ediniz... İnkar yok. Ancak, bir diğerinin ne olduğunun açıklanması altında itiraf var...

Page 69: kontrgerilla cumhuriyeti

Bu şunu gösteriyor: Gladio, Kontrgerilla veya Özel Harp Dairesi sivil elemanı her partide yer aldı... Ama ağırlığı hangisinde? MHP'de mi, MSP'de mi, AP'de mi, CHP'de mi, yoksa diğer partilerde mi? Her partinin durumuna yapısına göre hepsinde yer aldılar... Bizce bunun sivil uzantıları dahil, en çok ANAP'ta yer aldılar. 12 Eylül 1980 İhtilalini olgunlaştırmak için elbirliği yaparak, memleketin mukadderatına el koydular. Biliyorsunuz ANAP, dört partiden gelenleri birleştirmişti... İşte bunlar, Kontrgerillanın sivil uzantıları idi... Şimdi dağılmak üzereler mi?... Bir başka bahara veya bir başka "memleketi kurtarma" operasyonunda birleşmek üzere! Evet, bu Kontrgerilla mı diyeceğiz, Gladio mu diyeceğiz, yoksa Özel Harp Dairesi mi diyeceğiz, ne diyeceksek diyelim; bir an önce, ne olduğu, ne ettiği, ne yapacağı, vazife ve sınırları, şeffaflık çerçevesinde, kamuoyunun gözü önüne serilmelidir... Şeffafçasına!

(Ali Ferşadoğlu, Yeni Asya, 21 Kasım 1992)

Gerilla mı? Terörist mi? PKK'lılar için "gerilla" mı "terörist" mi yoksa "militan" mı diyeceğiz? Hangisi doğru? Güneydoğu'da yaşanan, bir ayaklanma ise o zaman PKK için "gerilla" denmesi uygundur. Askeri terminolojide "gayri nizami harp" iki anlama gelir. Bu kavramın birinci anlamı "düşman ülkede veya düşmanın işgal etmiş olduğu bir bölgede egemen otoriteyi yıkmak ve zayıflatmak için" yerli halkın desteği ile yapılan askeri ve yarı askeri hareket demektir. Bu anlamda "gayri nizami harp" düşman ülkede ya da işgal edilmiş topraklarda devlet kuvvetlerince yönetilir "Özel harp" olarak adlandırılan "gayri nizami harp"in ikinci anlamı, devlete karşı ayrılıkçı güçlerce yönetilen ayaklanmadır.

Page 70: kontrgerilla cumhuriyeti

Gerillalar, "şehir gerillası" ve "kır gerillası" olarak ikiye ayrılır. Askeri terminolojide ayaklanma "gerilla birlikleri" tarafından yönetilen başkaldırmadır. Bu birlikler, üç aşamadan geçerler. Stratejik savunma Stratejik denge Stratejik taarruz. Gerilla birlikleri, tabur, alay, tugay ve tümen olarak örgütlenmişlerse, ayaklanma başlar. PKK, Güneydoğu'daki eylemlere "serihıldan" diyor. "Serihıldan" Kürtçe'de ayaklanma anlamına geliyor. Olaylara bu açıdan bakarsak PKK'lılara "gerilla" denmesi gerekir. Terör, "toplumsal ya da ideolojik bir görüşü ya da bir sistemi yerleştirmek amacıyla şiddet yöntemleri kullanmak" biçiminde tanımlanabilir. Terörde amaç, şiddetin korku yaratmasıdır. Terör, gizli örgütlerce yapılır; terörün hedefleri yalnızca güvenlik güçleri değil, sivil halktır. Terörist eylemler iki amaca yönelirler. Birinci amaç, toplumda korku, yılgınlık ve sürekli tedirginlik yaratmaktır. İkinci amaç bu yöntemlerle ulaşılmak istenen siyasal çözümdür. Gerilla eylemleri, amaçlarına erişmek için terör yöntemleri kullanırlar. Bu açıdan PKK'lılara "terörist" denebilir. Devletler, terörist eylemleri önlemek için çeşitli sözleşmeler yaparlar. "Tedhişçiliğin Önlenmesine Dair Avrupa Sözleşmesi", "Tedhiş Hareketlerinin Önlenmesi ve Cezalandırma Sözleşmesi" ve "Paris Şartı" bu sözleşmelerden bazılarıdır. Her devlet, ceza yasalarında terörizmi suç sayar. Hiçbir devlet, ayaklanmaya hoşgörü ile bakmaz. Bakarsa varlık nedenleri ile çelişir. Silahlı eylemler, ancak silahla bastırılır. "Gerillanın kullandığı terör yöntemleri görmezlikten gelinemez. Ne görmezlikten gelinir ne yok sayılır. Bu nedenle PKK'lılara "terörist" demek uluslararası hukuka da uygun düşer. PKK'lılara "militan" denir mi?

Page 71: kontrgerilla cumhuriyeti

Her görüşün savaşçısı vardır. "Militan", bir görüşün yerleşmesi için savaşan insan demektir. Bu anlamda genel bir kavramdır. "Militan", silahlı eylemlere de başvurabilir. Ancak bir düşünce savaşçısı da "militan"dır, ama "gerilla" ve "terörist" sayılmaz. Her gerilla bir teröristtir, ancak her militan terörist sayılmaz. Bu gibi kavramlarda ölçü, kullanılan yöntemdir. Militan, silahlı eylemlere başvuruyorsa, bu militan aynı zamanda "terörist'tir. Kullanmıyorsa, örneğin yasal partilerin militanlarına "terörist" de denmez,'"gerilla" da. Her kavramın kendine özgü anlamı vardır. Bu anlamları kavramların içeriklerine uygun olarak kullanmak gerekir. PKK, bir "ayaklanma" başlattı. Bu ayaklanmayı da kendi yayın organlarında açık açık duyurdu. PKK'nın kendisi bu eylemlere "ayaklanma" dedikten sonra bizlerin bu eylemlere başka ad takmamızın anlamı yoktur. Anlamı olmadığı gibi gerilla ve terör eylemlerine başka başka adlar bulmak da inandırıcı olmaz. Yıllardır terör olayı ile iç içe yaşıyoruz. Artık bu konularda geçerli kural ve tanımları da öğrenmek zorundayız. Yoksa, kamuoyunu yanlış yönde koşullandırmış oluruz.

(Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 24 Kasım 1992)

RP: Meclis Kontrgerilla'yı araştırsın Refah Partisi (RP) İstanbul Milletvekili Hasan Mezarcı ve 21 arkadaşı, "Türkiye'de darbeler, dış ve iç dayanakları, Özel Harp Dairesi ve Kontrgerilla" hakkında Meclis araştırması açılması istemiyle bir önerge verdi. RP İstanbul Milletvekili Hasan Mezarcı, Meclis araştırma önergesinde, İsviçre merkezli olan Kontrgerilla'nın Türkiye'de de uzantısının bulunduğu ve Özel Harp Dairesi ismiyle faaliyet gösterdiği iddia ve itiraflarının uzun zamandır kamuoyunu meşgul ettiğini bildirdi. 32. Gün programında bu konunun ele alındığım ve bu çok gizli örgütün varlığı ve faaliyetleriyle ilgili bilgi ve belgelerin bir kısmının ortaya konulduğunu belirten Mezarcı, Genelkurmay Başkanlığı'nın Özel Harp Dairesi'nin nasıl çalıştığını göstermek için bir basın toplantısı düzenlediğini ancak, bunun kamuoyunu tatmin etmediğini kaydetti. Mezarcı, 1960 ihtilali de dahil olmak üzere darbe ve muhtıra öncesi ortamların ve darbelerin oluşumunda bizzat devlet kurumlarının aktif rollerinin bulunduğu iddiasının devleti de orduyu da zan ve şaibe altına soktuğunu bildirdi. Mezarcı, "Türkiye'nin Meclis üstü ve Meclis dışı gizli kurum ve örgütlerle yönetilip yönlendirildiği iddiaları meclislerimize de, hükümetlerimize de gölge düşürecek boyutlardadır. Meclisimizin, ordumuzun ve devletimizin bu zan, töhmet ve

Page 72: kontrgerilla cumhuriyeti

şaibelerden kurtarılarak yıpratılmaması için çok kapsamlı ve ciddi bir Meclis araştırması ile konunun aydınlatılması gerekmektedir" dedi.

(Özgür Gündem, 28 Kasım 1992)

Kilercioğlu, Demirel'i ne kadar sever? Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu'nun Başbakan Süleyman Demirel'e bağlılığını ispatlamak için gündeme getirdiği telefon dinletme olayına ilişkin tartışma sürüyor. Orduda henüz çiçeği burnunda bir tuğgeneral iken Demirel'e hatır sormak için açtığı telefonlar nedeniyle Evren'in emriyle emekliye sevk edildiğini söyleyen Kilercioğlu'nun bu suçlamasına Evren'in yanıtının bir bölümü basına yansıdı, ama tümü değil. Öğrendiğimize göre Evren, bazı yakınlarına ilişkin değerlendirmeleri arasında şunları da söylüyormuş: "1987 seçimleri sonrasıydı. Kilercioğlu, Demirel tarafından İzmir'den aday gösterilmiş, fakat kazanamamıştı. Bir gün bana geldi ve Süleyman Demirel için öyle şeyler söyledi ki bugün bile bunları tekrarlamaktan hicap duyuyorum."

(Cumhuriyet, 28 Kasım 1992)

İkinci Cumhuriyet, Kontrgerilla ve Demokrasi Dört günlük bir ayrılıktan sonra Türkiye’ye dönerken, uçaktaki gazetelerden ülkemizdeki havayı koklamaya çalışıyorduk. Gördük ki, "İkinci Cumhuriyet" kavramının güncelliği popülaritesini arttırarak sürüyor. Üstelik kavramın talipleri de çoğalmış. Kimisi tembel, kimisi de kötü niyetli olan bir kısım gazeteci makalesi de, iki yıllık SABAH koleksiyonlarını taramak yerine, masa başında "işkembe-i kübradan" İkinci Cumhuriyet'e "teorisyen ve sahip politikacı" peydahlamaktalar.

* * * "İkinci Cumhuriyet" kavramının özüne değil de gündemdeki yerine niyetlenen kimi uyanık politikacıların gazetedeki demeçlerine göz atarken, birden bir habere rastladım. Tek bir gazetenin, 26'ncı sayfasındaki haber şöyleydi: "Türkiye’de Kontrgerilla tartışmasını ilk başlatanlardan ve yaptığı araştırmalarla tanınan emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan Kanal-6'da Pazar günü yayınlanacak Bizim Koltuk programının dünkü çekimlerine katıldı. Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu'nun, 1977 yılında Taksim Meydanı'nda meydana gelen kanlı olayda parmağı olduğunu öne süren Turhan (o zamanlar çeşitli gazetelerin ortaya attığı bu iddia, Kilercioğlu tarafından tekzip dahi edilmedi) dedi." Talat Turhan'ın sözleri şöyle devam ediyordu:

Page 73: kontrgerilla cumhuriyeti

"Bir ülkede faili meçhul cinayetler çoksa ve bunlar aydınlanmıyorsa, istihbarat örgütlerinden şüphelenmek gerekir. Kontrgerilla eylemlerini Genelkurmay Başkanının bilmemesi mümkün değildir. Darbe öncesi terörü bu örgütün hazırladığı konusunda kuşkular vardır. Bunun somut olarak ortaya çıkması için Meclis araştırması gerekir."

* * *

"Bizim Koltuk" programındaki "Kontrgerilla" konusunu bir an önce seyretmek için sabırsızlanırken, Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu'nun haberin yayınlandığı gün acilen Ankara 8. Asliye Hukuk Mah-kemesi'ne "kendisiyle ilgili bölümlerin yayından çıkarılması" için başvurduğunu öğrendim. Mahkeme de, "Türkiye'de adalet yavaş işler" eleştirilerinin tümünün köküne kibrit suyu ekecek bir biçimde hızlı karar vererek, programı izlemeden "istenilen bölümlerin" çıkarılmasını karara bağlamıştı. Sürdüğüm iz bu noktada kayboldu. Pazar günü saat 12’de "Kontrgerilla" programı yayınlanacak mı, yayınlanmayacak mı bilmiyorum.

* * *

Ama bildiğim bir şey var; "devletin içinde bir çete olduğu" iddiasının aydınlatılması sürekli engelleniyor. Mehmet Ali Birand, bugün Devlet Güvenlik Mah-kemesi'nin önünde ise, 32. Gün'de "Turgut Özal'ın suikastı" Kontrgerilla'nın yaptığını söylediği içindir. Osman Öcalan bunun kamuflajıdır. Ve ne gariptir ki, normal bir demokraside, böyle bir iddia, tüm kamuoyunu ayağa kaldıracakken, bizde sağır geçiştirilmiştir. Hatta tam tersine, Mehmet Ali Birand, Kontrgerilla'nın basındaki uzantısı "muhbir'ler tarafından savcılara, genelkurmaya jurnal edilmiştir. Şark kurnazdır. Genellikle basında "Özal saplantısına" sahip olanlar Kontrgerilla ile ilgili iddialar karşısında tavana bakarlar. Hâlbuki hem Özal'a karşı şiddetli muhalif olunabilir hem de "devletin hukuksal temeline" hançer saplayan Kontrgerilla iddiası üzerine gidilebilir. Bizde "Özal takıntısı" bulunanlarda bu çakışmıyor. "Cumhurbaşkanını devlet içindeki silahlı bir çete öldürmek istedi" iddiası duyulmadan, sadece Özal'a karşı kin ateşi körüklenmekle yetiniliyor.

* * *

"İkinci Cumhuriyetçi" olan ile olmayan, bu noktada kolayca ayırt edilebilir.

Page 74: kontrgerilla cumhuriyeti

"İkinci Cumhuriyet" bizimki gibi "asker kökenli" bir devleti,"üretken ve demokratik" yapma önerisidir. "Kontrgerilla" teşkilatının Türkiye'de de var olduğu bizzat, bu kuruluşu vaktiyle kuran CIA tarafından açıklandı. Tüm NATO ülkelerindeki varlığı belirlendi. Hepsinde de tartışıldı, soruşturuldu, meclisler gereğini yaptı. Türkiye hariç... Ve bugün "İkinci Cumhuriyeti kuracağız" diyen politikacılar, Kontrgerillayı soruşturmak için Millet Meclisi'nde kıllarını bile kıpırdatmadılar.

* * * Devlet, "askeri yapısı" nedeniyle ne üretken hale gelebiliyor, ne de demokratik bir yapıya kavuşuyor. Türkiye hala tüm demokratik ülkelerin başardığı, "Kontrgerilla"yı Mecliste soruşturmayı beceremiyor. Beceremiyor çünkü buradaki tüm ekonomik vanalar da, tüm siyasal mekanizmalar da "asker ve sivil bürokrasi" elinde... Kontrgerillayı soruşturamayan meclis ve siyaset sistemi, bu yapının gücünü besleyen devlet bankalarını özelleştiremiyor, KİT'leri de tasfiye edemiyor...

* * * Neyse ki, "İkinci Cumhuriyet" elektrik gibi... Sahtesi olamıyor... Tüm karanlığı ile Kontrgerilla konusu bir turnusol kâğıdı gibi bekliyor. Onu halkoylarıyla kurulmuş olan Meclis'te aydınlatamadan "Cumhuriyet" olunmuyor ki, üretken ve demokratik bir "ikinci" aşamaya geçebilelim.

(Mehmet Altan, Sabah. 6 Aralık 1992)

"Bizim Koltuk'ta" Müthiş İddia... Öyle sinirleniyor ki, bizim arkadaşların suratına telefonu "şırakkk" diye kapatıyor Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu... Oysa sadece birkaç soruyu yanıtlaması için arıyor kendisini bizim arkadaşlarımız... Sinirlendiğine göre, demek ortada sinirlenecek bir durum var, diye düşünüyor insan ister istemez... Neşe Düzel ile Ahmet Altan her pazar olduğu gibi, Kanal 6'da saat 12'de "Bizim Koltuk" programında yeni bir konukla halkın karşısına çıkıyor. Bugünkü konuk Talat Turhan. Kontrgerilla konusunda uzman sayılanlardan biri Talat Turhan. Bu konuda kitapları var, yazıları ve gazetelerde yayınlanmış dizileri var. Emekli bir asker, emekli asker oluşu önemli, çünkü bazı bilgilere sahip bu nedenle...

Page 75: kontrgerilla cumhuriyeti

Programda kontrgerillayı çeşitli yönlerden anlatan Turhan'ın, bir soruya şu çok çarpıcı karşılığı verdiği iddia ediliyor: "1977 yılında Taksim'deki Kanlı 1 Mayıs'ta bugün Devlet Bakanı olan Orhan Kilercioğlu'nun da parmağı vardır. Kilercioğlu o tarihte askerdi. Ve yine o tarihte askeri cuntalardan biri olan Namık Kemal Ersun cuntasının içinde yer alıyordu." Kilercioğlu Ne Diyor? Önceki gün ve dün "Bizim Koltuk" önemli sahnelerle karşılaşıyor. Çünkü haberi duyan Kilercioğlu kendisiyle ilgili bölümün yayından çıkarılması amacıyla mahkemeye başvuruyor. Milliyet de onun görüşüne başvuruyor. Devlet Bakanı Kilercioğlu aynen şunları söylüyor: "Olay yargıya intikal etmiştir. Bunlar tamamen yalandır, uydurmadır ve iftiradır. Konuyla ilgili olarak yaklaşık sekiz ay önce Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesi'nde açılmış bir dava var. Ancak, mahkeme devam ettiği için bir açıklama yapamam." Arkadaşlarımız üsteleyince, Kilercioğlu telefonu arkadaşlarımızın yüzüne kapatıyor. Önce, Neşe Düzel ile Ahmet Altan'ı kutlamak gerekiyor. Kontrgerilla gibi Türkiye'de tabu sayılan bir konuyu ekrana getirdikleri için... Ardından iddialara kulak vermek gerekiyor. Konu, Kilercioğlu'nun da bizzat söylediği gibi, madem mahkemeye yansıyor, o zaman bu işin peşini çok iyi izlemek gerekiyor. İddiaların doğruluğunu, eğriliğini bizim bilmemiz elbette mümkün değil. Ama ortada bir iddia var. Üstelik çok ciddi. Çünkü Talat Turhan'ın sözünü ettiği bildirilen 1977 Kanlı 1 Mayıs olaylarında yüze yakın insan yaşamını yitiriyor. Ve tarihin karanlık raflarındaki yerini alarak, olayın nedeni ve nasılı bir türlü açıklık kazanmıyor. 'Konuşan Türkiye'ye Çağrı Son zamanlarda ilgi çekici hazımsızlıklar birbirini izliyor. Çeşitli TV'lerde Demirel'in sevdiği deyimle "Konuşan Türkiye" örnekleri sergileniyor. Ne var ki, bu programlar hakkında ardından suç duyuruları, mahkeme yoluyla yayından bölüm çıkarma girişimleri gözleniyor. Kilercioğlu mahkemeye başvuruyor. Ne var ki, Kanal 6'nın yönetimi programı yine de yayınlama kararı alıyor. "Sayın Bakan'a bir hafta sonra cevap hakkı tanıyarak..." Bize kalırsa, Sayın Bakan kendisine tanınan cevap hakkını gelecek hafta mutlaka kullanmalı ve bu müthiş iddialara karşılık vermeli. Çünkü iddia öyle kolayca geçiştirilecek türden değil. Türkiye, her askeri darbeye işte Kanlı 1 Mayıs benzeri provokasyonlarla geliyor ve ardından bunlar unutuluyor. Hayır! Unutulmamalı! Dosyalar açılmalı! Demokrasi ile bu tür gruplar ve insanlar artık bir kez hesaplaşmak! Yanlış anlaşılmasın, biz Kilercioğlu ile ilgili hiçbir iddianın sahibi değiliz. Bilmiyoruz ki, olalım...

Page 76: kontrgerilla cumhuriyeti

Ancak, biz bu tür iddiaların mutlaka ve mutlaka gün ışığına çıkartılmasını istiyoruz. Türkiye gerçekten demokratik bir ülke olacaksa, kendi tarihiyle hiçbir komplekse kapılmadan hesaplaşmak. Görev, Başbakan Demirel'e düşüyor. Bir yandan kendisinin de istediği gibi, "Konuşan Türkiye'yi" tüm kurumlarıyla yerleştirmek, ama öte yandan da tarihle hesaplaşmak... Elbette her önüne gelenin iddiasının da peşine düşülsün, demiyor kimse... Ama işe "kurumsal" açıdan bakılması gerektiği de ortada...

(Yalçın Doğan, Milliyet, 6 Aralık 1992)

Bakandan 'Bizim Koltuk'a engelleme girişimi Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu, bugün saat 12.00'de Kanal 6 televizyonunda yayımlanacak olan "Bizim Koltuk" programının yayınını durdurma girişiminde bulundu. Kilercioğlu, Ahmet Altan ile Neşe Düzel'in sunduğu, Talat Turhan'ın konuk olarak katıldığı programın "Kişilik haklarına tecavüz tehlikesi teşkil ettiği" savıyla kaldırılmasını istedi. Programı hazırlayan Artı Yayıncılık, programın kesintisiz olarak yayımlanacağını bildirdi. Çekimi 3 Aralık'ta yapılan ve bugün saat 12.00'de Kanal 6'da yayımlanacak olan "Bizim Koltuk" programı engellenmek istendi. Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu, kontrgerilla tartışmalarını başlatan Talat Turhan'ın katıldığı "Bizim Koltuk" programında kendisiyle ilgili yer alacak açıklamaların çıkarılması kararı aldırdı. Önceki gün Ankara 18. Asliye Hukuku Mahkemesi 992/477 esas ve 992/284 sayılı karar ile Kanal 6 televizyonu aleyhine ihtiyati tedbir kararı aldı. Kararda, önceki gün Hürriyet Gazetesi'nde çıkan habere göre, Talat Turhan'ın, 1977 yılında Taksim Meydanı'nda meydana gelen kanlı olaylarda Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu'nun parmağı bulunduğu yolundaki ifadelerinin Medeni Kanun'un 24'üncü maddesi gereğince kişilik haklarına tecavüz tehlikesi oluşturduğu iddia edildi. Talat Turhan, önceki gün Hürriyet Gazetesi'nde "Talat Turhan kontrgerillayı anlattı" başlıklı haberde yer alan "Orhan Kilercioğlu"nun 1977 yılında Taksim Meydanı'nda meydana gelen kanlı olaylarda parmağı olduğunu öne süren Turhan" şeklindeki tümceyi kendisinin söylemediğini belirterek, "Haberin çıkmasının ardından Sayın Kilercioğlu beni aradı. Konuyla ilgili özel bir görüşme yaptık. Kendisine, gazetede yer aldığı gibi bir tümce sarf etmediğimi söyledim. Zaten bu iddialar 1978'de bazı gazetelerde de yer almıştı. Programda Ziverbey'deki işkenceler, içinde bulunduğum cuntasal faaliyetler ve kontrgerillayla ilgili konular yer aldı. Bu kadar cüretkâr konuşma yapılmamıştı" dedi Turhan, Hürriyet'e de bir açıklama gönderdiğini söyledi. Programın engellenmek istenmesi üzerine bir toplantı yapan yapımcı Artı Yayıncılık ve Filmcilik Sanayi ve Ticaret A.Ş. yetkilileri, kararın infazı için gelen Şişli icra memurlarına avukatları aracılığıyla, Kanal 6'nm İngiltere'den yayın yapan şirketin amblemi ve logosu olduğunu, mahkeme kararlarının ancak hukuki ve hükmi şahıslara karşı infaz edilebileceğini söyledi. İcra memurları kararı bildirecek kimse bulunmadığına dair zabıt tuttu.

Page 77: kontrgerilla cumhuriyeti

Daha sonra yapılan açıklamada, "Bizim Koltuk" adlı programın kesintisiz ve saatinde yayınlanacağı, önümüzdeki hafta yayınlanacak programa da Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu'nun cevap hakkını kullanmak üzere davet edildiği bildirildi.

(Cumhuriyet. 6 Aralık 1992)

Ecevit'le Sezgin'in kontrgerilla tartışması DSP Genel Başkanı İsmet Sezgin'in kontrgerilla konusunda kendisine yönelttiği eleştiriler üzerine "konunun üstünü örtüyorlar. Oysa şimdi sorunun üstüne gitmek için koşullar elverişli" dedi. DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit'in, İçişleri Bakanı İsmet Sezgin'in, kendisinin kontrgerillaya ilişkin açıklamalar yapmasına karşın, iktidar olduğu dönemde konunun üzerine gitmediği yolundaki eleştirileri yanıtladı. Ecevit, şunları söyledi: "Son bir iki yıl içinde ortaya çıktı ki, NATO'ya bağlı hiçbir Batı ülkesinde bu soruna çözüm getirmek kolay olmadı. Çünkü elle tutulamayan bir örgütle karşı karşıyasınız. Resmi belgelerde görünmeyen, köklerinin nereye kadar yaygınlaştığı bilinmeyen bir örgütle karşı karşıyasınız. Ben, özellikle 1978–79 hükümet dönemimizde, Genelkurmay Başkanı'ndan öncelikle bu soruna çözüm getirmesini istedim ve o da bir ölçüde bir şeyler yapabildi. Ama o bile bunun çekirdeği bir askeri birim olduğu halde, istediği sonucu elde edemediğini itiraf ediyor. Bugün daha elverişli bir ortamdayız, bu soruna çözüm getirilebilmesi için"

(Cumhuriyet, 6 Aralık 1992)

Kilercioğlu: Beni Yıldırmak İstiyorlar

Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu, yayının tedbiren durdurulması karan aldırmasına rağmen, Kanal 6'nın dün sansürsüz verilen 'Bizim Koltuk' programında, emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan'ın, 1 Mayıs 1977 katliamında kendisinin de parmağı olduğunu iddia etmesini, 'komplo' olarak değerlendirdi. Programda, Ahmet Altan ile Neşe Düzel'in sorularını yanıtlayan Talat Turhan, "1977'de, Taksim'deki kanlı 1 Mayıs'ta bugün Devlet Bakanı olan Orhan Kilercioğlu'nun da parmağı vardır. Kilercioğlu, o tarihte askerdi. Yine o tarihte, askeri cuntalardan biri olan Namık Kemal Ersun cuntası içinde yer alıyordu" dedi. Benzer iddiaların daha önce başka basın organlarında da yer aldığını belirten Kilercioğlu, kendisinin yolsuzluklarla uğraşan bir bakan olduğunu hatırlatarak, "Amaçları kararlılığımı engellemek, beni yıldırmak" diye konuştu. Tehdit edildiğini de açıklayan Kilercioğlu, şunları söyledi: "9-10 ay önce, Aktüel dergisinde de benzer bir iddia yer aldı. Tekzip kararı çıktı. Bu arada benim açtığım bir başka karşı dava da, devam ediyor. Yine benzer bir iddianın Kanal 6'da yayınlanacağını öğrenince, mahkemeye başvurdum. Yayının durdurulması için Kanal 6'ya mahkeme kararı götürüldüğünde, 'Burası Kanal 6 değil' diyerek tebligatı almamışlar. Yolsuzluklarla mücadelede, doğru yolda olduğumun delili bunlar. Ben, bu konularda çok titizim. Usulsüzlük ve yolsuzluklarla ilgili hiç kimsenin ismini, basın toplantılarında söylemedim. Yapılan, belli menfaat çevrelerinin

Page 78: kontrgerilla cumhuriyeti

karalama kampanyası. Benimle ilk günden beri uğraşıyorlar. İddiaları ispat etmelerini istiyorum. Bu mücadeleden kimse beni yıldıramaz."

(Hürriyet, 7 Aralık 1992)

Devletin gizlenen yüzü

Talat Turhan, eğer ordudaki sol cunta son anda ipleri elinden kaçırmasaydı, muhtemelen 20 yıl önce Bakanlar Kurulu sıralarında oturacaktı.* Belki de 12 Mart sonrasında Sadi Koçaş'ın işgal ettiği başbakan yardımcılığı koltuğunda... ** Ancak işler ters gidince, Sadi Albay bakan oldu, Talat Yarbay da 12 Mart'a gelinen yolda yaşanan bir dizi eylemin sorumlusu olarak işkence hanelerden geçti. Talat Turhan'a yüklenen suçlar dehşet vericiydi: Araba vapurunu kundaklamak, Boğaz Köprüsü'nü havaya uçurma planları yapmak, soygunlar gerçekleştirmek... O dönemde, "Bomba Davası" adıyla ünlenen davanın baş sanığı oydu. Kontrgerilla sözcüğünü icat eden Talat Turhan değil, ama ordu saflarında ve emekli olduktan sonra edindiği deneyimlerle kavrama muhteva kazandıran o. Bugüne kadar yazdığı kitaplarla, Zaman dahil gazete ve dergilerde çıkan röportajlarıyla, Talat Turhan, devletin zaafını açığa vurmaktan geri kalmadı yıllar boyu... Televizyon bizim toplumumuzda kitaplardan çok daha etkili. Talat Turhan'ın yıllarca gazete-dergi-kitap üçlüsünü kullanarak anlatmaya çalıştığı gerçekler, Kanal-6'da pazar günü yayınlanan 'Bizim Koltuk' konuşmasından sonra daha geniş halk yığınlarınca bilinir hale geldi. *12 Mart öncesi örgütlenmelerinde dışlanan kanadın Bakanlar Kurulu listesinde benim adım bulunmamaktadır. (YN) ** Sadi Koçaş," Atatürk'ten 12 Mart'a" adlı yapıtında 12 Mart günü 12 Mart 1971 darbesine karşı çıktığımı açıklamaktadır. (YN) Bizim Koltuk'ta ne söyledi Talat Turhan? Bir kere, ordudaki, 12 Mart öncesi cunta çatışmalarına ışık tuttu. 9 Mart'ta darbeyle idareye el koymaya hazırlanan Talat Yarbay'ın da üyelerinden biri olduğu Faruk Gürler Cuntası, on subayın katılımıyla 3 Mart günü yapılan toplantıdan sonra bir çıkmaza girdi. Talat Turhan'ın 'ajan' olmakla suçladığı korgeneral cuntayı birbirine düşürdü. Kara Kuvvetleri Komutanı Gürler, Yavuz Bey takma adını kullanarak cunta arkadaşlarının niyetlerini öğrenince, Memduh Tağmaç ile ittifakı tercih etti. 'Ajan' korgeneralin bir teyple tespit ettiği Yavuz Bey'in niyeti, darbe sonrasında, Gürler'i değil, kendisini genelkurmay başkanı ve cumhurbaşkanı yapmaktı. Programda adı verilmedi, ama 'ajan korgeneral', daha sonra evine bir suikast düzenlenince adından kamuoyunun haberdar olduğu Atıf Erçıkan'dı. Bir teyple niyetini tespit ettiği Yavuz Bey ise, daha sonra Ecevit CHPsi'nin cumhurbaşkanı adayı Orgeneral Muhsin Batur'du. Türkiye'de, yasal bir çerçevesi olmasa bile, hep karacılardan atanan genelkurmay başkanı koltuğuna, Muhsin Batur emellerinde başarılı olsaydı, ilk kez bir havacı oturacaktı. Muhsin Paşa, oradan da Çankaya'ya

Page 79: kontrgerilla cumhuriyeti

atlayabilecekti. Bunu anlayan Gürler, Memduh Tağmaç'a gitti ve ardından 9 Mart darbesi iptal edilerek, 12 Mart'taki farklı eylem gerçekleşti. Muhsin Paşa da, kuzu kuzu duruma uydu.* *Demirel'inde Faik Türün'ü cumhurbaşkanı adayı göstermesinin nedeni açıklanmamıştır. (YN) Benim hiç anlayamadığım, yakın tarihimizin olaylarına vakıf bazı kişilerin, çelişkili tavırlarıdır. Darbelere ve darbecilere karşı çıkan Bülent Ecevit, nasıl oldu da, 1980 öncesinde, 'çifte' darbeci Muhsin Batur'u cumhurbaşkanı adayı yapabildi? Talat Turhan'ın programdaki en önemli katkısı Kontrgerilla konusundaki açıklamalarıydı. Çok akıllıca sözler etti Talat Bey. Devletin gizlilik perdesi arkasına sığınmasının ne kadar zararlı olduğunu onu dinlerken daha iyi hissettik. Bütün NATO ülkelerinde kurulduğu anlaşılan Gladio türü gizli örgütün bizdeki eylemlerine de işaret etti. Benim aklımın almadığı bir konu da bu: Gladio'nun ortaya çıkartıldığı İtalya’da, Meclis ve adalet kurumu, konunun üzerine giderek birçok kirli çamaşırı sergiledi. Belçika da aynı yolu izledi. Öteki Avrupa ülkelerinde de benzeri birer örgütün varlığı resmen açıklandı, her biri kendi üslubuyla konunun üzerine gitti. Tek istisna biziz. Neden? Oysa Gladio'nun eylemlerine benzer en fazla olayın görüldüğü ülke bizimki. Bu, "Böyle şeyler yapmayız" mantığının sebebi ne? Talat Turhan, yargılandığı bomba davasından beraat etti. Bu, o eylemlerde onun parmağının olmadığının ispatı demek. Peki ama, her şeyiyle provokasyon kokan o eylemleri kim yapmıştı? Kimse bu soruyu sormaya yanaşmıyor. Talat Bey ne kadar doğru söylüyor: Eğer bir ülkede cinayetler işleniyor ve bunların faili meçhul kalıyorsa, ilk akla gelmesi gereken ihtimal, bu cinayetleri istihbarat örgütünün işlemesidir. Bunun illa MİT veya hatta Kontrgerilla olması gerekmez, bir yabancı istihbarat örgütü de bu işleri yapabilir. Ancak, cinayetler faili meçhul kaldıkça devlet sorumluluğu üzerinden atamaz. Bizde, sorumlu başka bir yöntem buldu: İşlenen cinayetlerin faillerini 'canlı' yakalayıp ibret-i alem için mahkeme önüne çıkaracağına, örgüt evine baskın düzenleyip orada öldürülen bir takım insanları eylemleri gerçekleştirmekle suçluyor ve dosya ka-patıyor... Bu sağlıklı bir yol değil elbette. Öteki NATO ülkelerinde gizli örgütün üzerine giden kurumlar, bu işin bizde de nasıl yapılması gerektiğini gösteriyor. Gizli örgütlerin ve faili meçhul cinayetlerin üzerine gitmesi gereken iki kurum var Türkiye'de: TBMM ve Adalet Bakanlığı... Ne yazık ki, ikisi de şu anda sessiz. Gizli-kapaklı işlerden hoşlanmadığım bildiğimiz TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk bu konuda elinden gelen çabayı sarf etmelidir. Meclis komisyonlarından biri, Kontrgerilla konusundaki şikâyetleri dinleyip gereğini yapmakla görevlendirilebilir. En garip durumda olan Adalet Bakanlığı'nın tutumu. Bu bakanlığın başındaki Seyfi Oktay, kendini yalnızca örgütlenme ile görevli bilen bir zihniyetin sahibi. Yandaşlarını

Page 80: kontrgerilla cumhuriyeti

yükseltmek ve bütün kilit noktalara aynı azınlık görüşe mensup kişileri getirmek dışında bir derdi yok. Oysa üyesi olduğu SHP, muhalefetteyken, Talat Turhan'ın dile getirdiği konularda hassas görüntüsünü verirdi. Hassas iseler, üzerlerine düşen görevi yapsalar ya! Kontrgerilla'nın üzerine mutlaka gidilmeli.

(Taha Kıvanç, Zaman. 7 Aralık 1992) Şu Kontrgerilla... Kontrgerilla konusundaki tartışmalar bitmiyor. Bizler, 70'li ve 801i yıllarda bu konuyu elimizden geldiği kadar belgeledik. O zaman susuldu. ''Kontrgerilla" 12 Mart döneminde Ziverbey Köşkü sorguları sırasında ortaya çıkmıştı. Sorgular, "Burası Genelkurmay'a bağlı Kontrgerilladır, burada anayasa yoktur" diye başlıyordu. Aynı işkenceli sorgular Ankara'da da yapıldı. Atatürk Orman Çiftliği'ndeki Marmara Köşkü, Bahçelievler'deki eski Gönen Koleji ve Mamak Muhabere Okulu'ndaki Radyoevi'nin altındaki odalar işkence yerleri olarak kullanıldı. Bu sorgular, MİT, siyasal polis ve sıkıyönetim görevlilerinden oluşan "karma timler" tarafından yapıldı. Bizler, "kontrgerilla" sözcüklerini ilk kez bu sorgulardan öğrendik. İstanbul'daki ünlü Ziverbey Köşkü sorgularından geçen emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan, konuyu mahkeme önünde ortaya attı. Bununla da yetinmedi. 12 Haziran 1973 günü Genelkurmay Başkanlığı'na, 11 Şubat 1973 günü de Başbakan Ecevit'e mektup yazarak konunun araştırılmasını istedi.* Talat Turhan, savunmasına Amerikan silahlı kuvvetler yayını "Counterguerilla Operations"s adlı kitabı *12 Haziran 1973 günü gereği için Başbakanlık'a Genelkurmay Başkanlığı'na ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na, 4 Şubat 1974 günü Başbakan Ecevit'e telgraf çektim. (YN) da ekleyince konu büsbütün önem kazandı. Önce bu kavram neydi ne değildi, bu konu araştırıldı. Özel harp, bir savaş terimiydi. Bu askeri terim, üç ayrı kavramı içine almaktaydı. "Gayri Nizamı Harp" gerilla birlikleri tarafından başlatılan ayaklanma, "psikolojik savaş" gerilla savaşma karşı ulusal amacı desteklemek için yapılan propaganda

Page 81: kontrgerilla cumhuriyeti

çalışmaları, "ayaklanmaya karşı koyma" da gerilla birlikleri tarafından başlatılan ayaklanmaları bastırmak için alınacak askeri, siyasal, psikolojik ve ekonomik önlem ve eylemler demekti. Bu anlamda özel savaş birlikleri, dünyanın bütün ordularında vardır. Bu tür kuruluşların askeri amaçları yasal çerçevede yürütülür. Bu konuda emir vardır, komuta vardır, yetki vardır, sorumluluk vardır. Hiç kimse "silahlı kuvvetlerde özel harp dairesi olmamalıdır" diyemez. Bu birlikler, Amerikan ordusunda da Yunan ordusunda da vardır, Suriye ordusunda da İran ordusunda da... Her ordu bu savaş tekniği ile yetişmiş birliklere sahiptir. Eski Milli Savunma Bakanlarından Hasan Esat Işık, arkadaşımız Cüneyt Arcayürek'e bakın bu konuda neler demiş: —Fikir planında geçerli ve doğru. Kontrgerilla her ülkede var. Genelkurmay bunu planlarına almış. Amacı şu: Ülke işgal edilecek olursa iç direniş nasıl yapılacak? Bu, fikir planında geçerli ve doğru. Yalnız şu durumlar var: 1- Fikri ABD vermiş. 2-Finansmanını yapmış. 3-Bu örgüte sızmalar olmuş. Bu uzmanlar, Pentagon'dan başlar CIA'nın sızmasına kadar sürer (Arcayürek, De-mokrasinin Sonbaharı, s: 371). Türkiye'de "Özel Harp Dairesi" ilk kez başka adla 1952 yılında DP döneminde kurulmuş. Bugün bu daire "Özel Birlikler Komutanlığı" adını almış. O yıllar, soğuk savaş yıllarıdır. Türk Milli Emniyeti ile CIA o tarihlerde iç içedir. Öyle ki, o zamanki adı "Milli Emniyet" olan MİT'in İstanbul'daki bir kısım görevlisinin aylıkları CIA tarafından ödenmişti. 12 Mart sorgularında "kontrgerilla" adının kullanılması, David Galula adlı Amerikalı'nın yazdığı "Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri Teori ve Pratiği" adlı kitapta yer alan konuların bazı terör olaylarında ordu malı bomba ve tabancaların kullanılması bu kuşkuların doğmasına yol açmıştır. İtalya'da ortaya çıkartılan "Gladio" örgütü NATO ülkelerinde milliyetçi sivil örgütlerle askeri örgütlerin yaptıkları işbirliği konusundaki kuşkuları büsbütün arttırmıştır. Bizler bu konuda ad vererek ve kanıt göstererek yayınlar yaptık. O tarihte, gerek Genelkurmay gerek sivil savcılar soruşturma yapsalar, bu konu da o zaman aydınlığa kavuşurdu. Bugünkü kargaşanın nedeni o günkü suskunluktur. Aradan geçen sürede bu sorgularda bulunan emekli Tümgeneral Memduh Ünlütürk ve MİT müsteşar yardımcısı Hiram Abas bilinmeyen örgütlerce öldürdüklerinden bu konunun aydınlığa kavuşması güçleşmiştir.

Page 82: kontrgerilla cumhuriyeti

Bu konularda somut bilgi, kanıt ve belge göstermeden soyut ve genel suçlamalarla sonuç alınamaz. "Komplo teorileri" de olayları açıklamaz, tersine, karanlıktan hoşlananların işlerine yarar. Evet, beyler, daha önceleri nerelerdeydiniz? Okuma yazmayı yeni mi öğrendiniz?

(Uğur Mumcu, Cumhuriyet. 7 Aralık 1992)

Karanlıkta Kara Mizah Orhan Kilercioğlu cuntanın kilit adamlarından biriyse, sivilleşme ve demokratikleşme iddiasıyla kurulan DYP-SHP hükümetinde işi ne? Süleyman Bey, Orhan Kilercioğlu ve Nevzat Ayaz gibi 12 Eylül döneminin önemli unsurlarına hükümetinde yer veriyor ise askerlerle işbirliği bakımından DYP'nin Anavatan'dan farkı ne? Aslında Süleyman Bey'in sicili bu konularda hayli yüklüdür. 12 Mart döneminin Ziverbey işkencelerinden sorumlu İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün'ü parlamentoya sokup Cumhurbaşkanı adayı yapan da Sayın Demirel'di* Demirel 12 Mart döneminin Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Kemalettin Gökakın'ı Konya'dan milletvekili seçtirmekte yarar ummuştu... Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Biz, tartışma güncel olduğu için sayın Kilercioğlu üzerinde duracağız. Asker olduğu dönemde Kilercioğlu'nu tanımazdık ama hakkında bol bol şikayet ve iddia dinlerdik. *Ziverbey İşkence Köşkünden kaynaklanan Kontrgerilla savlarının açıklığa kavuşturulabilmesi için Faik Türün'ü yargılanması gerekir. (YN) Orgeneral Semih Sancar'ın Özel Kalem Müdürlüğü'nü yaptığı dönemde Kilercioğlu arada bir televizyon konuşmaları yapar, dış düşmanlara karşı etkili olmak için önce içeride temizlik yapılması gerektiğini anlatırdı! Şimdi, Taksim'deki 1 Mayıs katliamında Kilercioğlu'nun katkısı olduğuna dair iddialar ortaya atılıyor. Sayın Kilercioğlu ise karanlık ve gayrikanunî işleri ortaya çıkarmakla görevli bir Bakan olarak, hakkındaki iddiaların televizyondan söylenmemesi için mahkemeye başvuruyor... "Açıklık" ilkesinin uygulanışına bakın... Nedense bizim politikamızda böyle çelişkilere sıkça rastlanıyor...

Page 83: kontrgerilla cumhuriyeti

Ecevit 1979'daki Başbakanlığı sırasında bir sohbette, karanlık işleri ve yolsuzlukları ortaya çıkarmak için sağ kökenli bir bakanı görevlendirdiğini bize müjdelemişti. İsmini sorduk. Adı karanlık iddialara bulaşmış ünlü bir politikacıyı söyledi. Dayanamadım saygı sınırlarını zorladım. "İsabet etmişsiniz" dedim, "Görevlendirdiğiniz sayın Bakan karanlık işlerin kaynağını 20 saniyede ortaya çıkarır." "Nasıl?" diye sormuştu Ecevit. "En yakın aynaya gidip kendi yüzüne bakarak!" Şimdi Süleyman Bey'in, kendisi çeşitli iddialara muhatap olan bir emekli generali, geçmiş dönemin karanlığını ortaya çıkarmakla görevlendirmesi "kara mizah" örneğidir... Orhan Kilercioğlu ile emekli olduktan sonra tanıştık. Temiz giyinen, ölçülü, kültürlü, kibar bir insandır. Ama askerliği sırasında hakkındaki şikayetler bir başka kişiliği düşündürüyordu. Ali Dinçer, 12 Eylül döneminde Ankara Belediye Başkanlığı'ndan koparılıp uzun süre demir parmaklıklar arkasında tutulmasının baş sorumlusu olarak Orhan Kilercioğlu'nu gördüğünü, bu satırların yazarına birçok kez anlatmıştır... Kilercioğlu'nun Kıbrıs ve İtalya görevlerindeki temasları ile ilgili hayli iddia yayılmıştır. 12 Eylül öncesinde, yapılacak darbenin Demirel'e zarar vermemesi konusunda bazı aracılık faaliyetlerinden söz edilmiştir. Orhan Kilercioğlu'nun zamanında Evren ile Demirel arasında arabuluculuk faaliyeti yürüttüğü basına da geçmişti. Orhan Kilercioğlu'nun kritik konularda Evrenle yaptığı bir görüşmenin notunu Süleyman Demirel'e ulaştırdığını Yavuz Donat sütununda yazmıştı... Cunta döneminin karanlıklarından gerçek bir demokrasinin aydınlığına çıkmak isteniyorsa, bu konularda patlayan tartışmanın boğuntuya getirilmemesi gerekir. DYP-SHP koalisyonu kuruluşundan bu yana en ciddi sınavlardan biriyle karşı karşıyadır. (Teoman Erel, Meydan. 7 Aralık 1992) Torumtay Kontrgerillayı yalanladı Genelkurmay eski Başkanı Emekli Orgeneral Necip Torumtay, Özel Harp Dairesi'nin kontrgerilla, Gladio gibi teşkilatlarla bir alakasının bulunmadığını ve karanlık, işlerle uğraşmasının söz konusu olmadığını söyledi. Torumtay askeri gizlilik gerektirecek bir

Page 84: kontrgerilla cumhuriyeti

konu olmadığı sürece TBMM'nin her şeyi aydınlatabileceğini belirterek, "Hiçbir şey TBMM'nin denetimi dışında kalamaz, yeter ki arzu etsin" dedi. Torumtay, GATA'da sağlığıyla ilgili açıklamalarda bulunduktan sonra gazetecilerin sorularını yanıtladı. Torumtay, Emekli Yarbay Talat Turhan'ın bir televizyon programında, kontrgerilla konusundaki açıklamalarıyla ilgili değerlendirmesinin sorulması üzerine, Genelkurmay Başkanlığı görevinden istifa ettiği gün, Özel Harp Dairesi'nde basın mensuplarına açıklama yapıldığını bildirdi. Torumtay, şunları söyledi: "Özel Harp Dairesi'nin kontrgerilla, Gladio gibi teşkilatlarla bir alakası yok. Görevleri açık, seçik belli olan, hükümetin, arzu edildiğinde Meclis'in denetimine tamamen açık, gizliliği olmayan, (Tabii gizliliği askeri açıdan var. Her müessesenin bir gizliliği vardır) ama söylendiği şekilde, kontrgerilla falan diye karanlık işlerle uğraşması bahis konusu değil. Her şeyi sorabilirsiniz. Eğer sorduğunuz askeri planda gizli bir şey değilse, size zannediyorum rahatlıkla her türlü bilgileri verebilirler. Hiçbir şey TBMM'nin denetimi dışında kalamaz. Yeter ki arzu etsin." Torumtay, bir gazetecinin Bülent Ecevit'in başbakanlığı döneminde bazı şeylerin kendisinden gizlendiğini açıkladığını hatırlatması üzerine şöyle dedi: "Bu konuda eski bir başbakanla polemiğe giremem. Ne pozisyonum müsait, ne çizgim müsait. Ancak şunu rahatlıkla söyleyebilirim. Genelkurmay, anayasaya göre vazife ve sorumluluk bakımından Başbakan'a bağlıdır. Dolayısıyla Başbakan, Silahlı Kuvvetlerde ne oluyor, neler yapılıyor, bunu sorma hakkına sahiptir. Bu onun yetkisidir. Onun için ben de şahsen tam anlamış değilim. Sayın Ecevit o zamanlar sorsaydı, herhalde kendisine her şey söylenirdi. 'Aman efendim gizlidir, bunu size söyleyemeyiz' diyen bir genelkurmay başkanı da düşünemiyorum. Bir genelkurmay Başkanı, bir Başbakana hiç zannetmiyorum böyle bir şey söylesin." Torumtay, "Sizin döneminizde böyle bir talep olmadı mı?" sorusuna "Benim zamanımda da bu memlekette demokrasi vardı, şimdi de var ve kime ne yönden bağlı olduğumu çok iyi biliyordum. Benden bir Başbakan, herhangi bir bilgi istemişse, vermememe imkan yok, ihtimal yok. Benim hiçbir sıkıntım olmadı" karşılığını verdi. Darbe söylentilerini "Komik" bulduğunu bildiren Torumtay, "Köprünün altından çok sular geçti. Dünya değişirken generallerin oturdukları yerde durmalarına imkan var mı?" diye sordu.

(Cumhuriyet, 8 Aralık 1992

Almak: Kontrgerillayı Meclis araştırsın HEP Şırnak Milletvekili Mahmut Almak, Özel Harp Dairesi'ne bağlı olarak çalıştığı öne sürülen ve kamuoyunda kontrgerilla olarak bilinen örgütün tasfiye edilmesi amacıyla, TBMM Başkanlığı'na başvurarak, Meclis araştırması yapılması istedi. Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu, konuyla ilgili sorulara, "Benden artık yorum yok" diyerek yanıt vermedi.

Page 85: kontrgerilla cumhuriyeti

Yıllardır Türk kamuoyunun gündeminde olan ve son günlerde Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan ile Devlet Bakanı Kilercioğlu'nun karşılıklı konuşmalarıyla yeniden alevlenen "kontrgerilla tartışması" devam ediyor. Eski Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay'ın, önceki gün "TBMM her şeyi aydınlatabilir, yeter ki arzu etsin" yönündeki açıklamasının ardından, HEP Şırnak Milletvekili Mahmut Alınak, TBMM Başkanlığı'na başvurarak konuyla ilgili Meclis araştırması yapılmasını istedi. Kontrgerillanın, eski adı "Özel Harp Dairesi" olan Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın "Yeraltındaki, illegal birimi" olduğunu savunan Alınak, başvurusunda, Emekli Yarbay Turhan'ın bugüne kadar ki başvurularının işleme konulmadığını söyledi. Almak, "Özel Harp Dairesi'nin bu illegal biriminin MİT, bürokrasi, emniyet mensubu ve siviller içinde örgütlenerek 'devlet içinde bir devlet' haline geldiğine ilişkin yaygın bir kanı vardır" dedi. Sayısız faili meçhul cinayet, sabotaj, bombalama gibi eylemlerin arkasında kontrgerillanın arandığına işaret eden Almak, "1 Mayıs 1977 katliamı birçok örnekten sadece biridir. Son birkaç ay içinde yaklaşık 80 kişi cinayetlere kurban gitti. Hiçbirinin faili yakalanmayan bu cinayetlerden de yine bu yeraltı örgütü sorumlu tutulmaktadır" diye konuştu. Bazı emekli askerler ile eski Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in bu örgütün Kızıldere olaylarına karıştığı yönündeki açıklamalarının da kontrgerillaya ilişkin iddiaları doğrular nitelikte olduğunu savunan Alınak, şunları kaydetti: "Hukuk devletinde böyle karanlık bir örgütün varlığını kabul etmek mümkün değildir. Bu örgüt, demokrasi ve kendisinden olmayan her insanımız için bir tehlikedir. Bu illegal örgütün tasfiye edilmesi, TBMM için tarihi bir görevdir. Bu örgüt dağıtılmadığı sürece ülkemizin esenliğe çıkması, barışın sağlanması, darbe tehlikesinin ortadan kaldırılması ve demokratikleşme hedefine ulaşılması mümkün değildir. TBMM, kendi güvencesi, halkın ve demokrasinin güvencesi için bu yasa dışı örgütü ortadan kaldırmalıdır." Alınak, kontrgerilla tartışmalarının yoğunlaştığı 1990 yılı kasım ayında, bütün DYP, SHP, ANAP, RP ve DSP liderlerinin "sorunun açıklığa kavuşturulması" düşüncesinde birleştiklerini anımsatarak, "Meclis araştırması yapılarak, devlet içindeki yasadışı bu örgütün bütün bağlantıları ile birlikte ortadan kaldırılmasına karar verilmesini" istedi.

(Cumhuriyet, 9Aralık 1992)

Talat Turhan: 'Hürriyet yalan yazdı' Talat Turhan, Kanal 6'da yayınlanan "Bizim Koltuk" programından önce Hürriyet gazetesi'nde çıkan ve kendisine aitmiş gibi gösterilen bazı cümleler nedeniyle Orhan Kilercioğlu ile arasındaki sürtüşmenin büyüdüğünü söyledi. Talat Turhan, dün Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı ve Basın Konseyi Başkanlığı'na da gönderilmek üzere bir açıklama yaptı. Açıklamada, 3 Aralık 1992 günü stüdyoda program çekimi yapıldığını ve 4 Aralıkla ise Hürriyet gazetesi'nde "Talat Turhan kontrgerillayı anlattı" başlığıyla bir haber çıktığını belirten Turhan, "Bu haberde 'Orhan Kilercioğlu'nun 1977 yılında Taksim Meydanı'nda' meydana gelen kanlı olayda parmağı olduğunu

Page 86: kontrgerilla cumhuriyeti

öne süren Turhan' şeklinde bir tümce kullanılmıştır. Ben böyle bir tümceyi kullanmadım. 6 Aralık günü yayınlanan Bizim koltuk programında da kesinlikle böyle bir tümce yoktur" dedi. Hürriyet gazetesi'nin bu yayını üzerine Kilercioğlu'nun kendisiyle konuşmak istediğini kaydeden Turhan, Kilercioğlu ile 4 Aralık'ta Harbiye Orduevi'ndeki odasında görüştüklerini söyledi. Talat Turhan, bir gün sonra Hürriyet gazetesi Yazı işlerinden Uğur Cebeci ile telefonda görüştüğünü, ayrıca faksla da düzeltme geçtiğini belirtti. Turhan, "Cebeci bana, 'Benim başında olduğum bir yerde böyle bir yanlışlık olmaması gerekir' dedi. Ancak onu da aşan güçler araya girmiş olmalı ki, açıklamama bugüne kadar yer verilmedi ve oyalama taktiği yeğlendi" dedi. Talat Turhan, bu görüşmenin ardından Kilercioğlu'nun mahkeme kanalıyla yayını durdurmak isteğini de kaydederek, "Türkiye'de ilk kez Mah-keme'nin, bir televizyon yayınını, bir gazetede yer alan yanlış bir habere dayanarak, durdurma kararı ver-diğini" söyledi. Mahkeme'nin bu tavrının adalet tarihine "Kapkara bir leke" olarak geçeceğini savunan Turhan, Hürriyet gazetesinin her şeye rağmen 7 Aralık günü "Amaçlı ve kasıtlı bir şekilde yeni bir habere" daha yer verdiğini söyledi. Gazetede "Kilercioğlu: Beni yıldırmak istiyorlar" başlıklı bir haber yayınladığına dikkat çeken Turhan şunları söyledi: "Bu haberde de, 'Talat Turhan: 1977'de Taksim'deki kanlı 1 Mayıs'ta bugün Devlet Bakanı olan Kilercioğlu'nun parmağı vardır. Kilercioğlu o tarihte askerdi. Yine o tarihte askeri cuntalardan biri olan Namık Kemal Cuntası için yer alıyordu' ifadelerini kullanmış gibi gösterildim. Bunlar da gerçek dışı ve bana ait değildir. Bu yanlışta ısrarın amacı, benimle Kilercioğlu'nu karşı karşıya getirmekten yarar uman çevrelerin taktiği olabileceği gibi, daha büyük olasılıkla, Hürriyet gazetesi ile Kilercioğlu ve ardındaki güçlerin böyle bir yöntemle büyük yankı bırakan televizyon yayınını karartmak amacı olabilir. 7 Aralık'ta Kilercioğlu bu haberin üzerine basında beni yalan söylemekle suçladı. Ben de basına ulaştırdığım açıklamada, çirkin sözlerini Kilercioğlu'na iade ettim ve gerçeğe olan saygımdan dolayı kendisini basın önünde açık tartışmaya davet ettim. Bu açıklamam da Hürriyet gazetesinde yine yer almadı. 9 Aralık'ta ise, Kilercioğlu 'Benden artık yorum yok' diyerek tartışmadan çekildi ve savlarımızın altında kaldı."

(Gündem, 10 Aralık 1992)

Ecevit: Türkeş komutanlardan iyi mi biliyor? DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit, MÇP Genel Başkanı Alparslan Türkeş'in Özel Harp Dairesi'ne ilişkin sözleriyle ilgili olarak "Sayın Türkeş ilgili komutanlardan daha mı iyi biliyor" diye sordu. Kendisinin hiçbir açıklamasının bugüne kadar " ya-lanlanmadığını anımsatan DSP lideri "Demek ki Sayın Türkeş, kimlerin Özel Harp Dairesi'nin sivil uzantısı olduğunu, Özel Harp Dairesi komutanlarından ve Ge-nelkurmay Başkanlığından çok daha iyi biliyor" diye konuştu.

(Cumhuriyet, 10 Aralık 1992)

Page 87: kontrgerilla cumhuriyeti

"Bizim Koltuk" "Yaşamımızı etkileyen görünmez gerçekler. Generallerin kurduğu cuntalar. Gizli raporlar. Ceplerde küçücük ses kayıt aygıtları bulunan ajan korgeneraller. Askerler arasındaki iktidar kavgaları. Başa Orgeneral Cevdet Sunay mı geçecek? Orgeneral Tağmaç ile Orgeneral Faruk Gürler birbirine karşı mı? İşkence. Cunta teröre yol açtı mı? Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan'ın evini 34 kişi bastı. Ziverbey Köşkü'nde Kontrgerilla'nın yol açtığı işkence vahşeti. 1971 yılından sonra Ziverbey Köşkü'nde Kontrgerilla'nın yaptığı işkencenin sorumluları hala iş başında." Bitti mi? Biter mi? Daha çok sav ileri sürüldü. "Süleyman Demirel, Orgeneral Faik Türün'e Genelkurmay Başkanlığı sözünü verdi. Türün, Faruk Gürler'i Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'a Marksist-Leninist diye gammazladı. İstanbul Sıkıyönetim Kumandan Yardımcısı Kayacan aleyhinde Ziverbey Köşkü'nde ifade alındı. Uçaklar uçtu, Faruk Gürler Genelkurmay Başkam oldu. Kontrgerilla’nın yerüstü örgütünde askerler, komandolar ve özel timler var. Ye-raltı örgütünde ise siviller... Hükümetler bizde Kontrgerilla'yı denetlemiyor. Kontrgerilla adam öldürebilir, halka zulüm yapabilir. Sürekli olarak işlenen faili meçhul cinayetlerle ilgili kuşkuların başında CIA ve Kontrgerilla var. Tüm istihbarat örgütlerinin kaynağı da Gestapo'dur. Kilercioğlu'nun MİT ve Cunta ile ilişkisi yadsınamaz. Kaynağına dayanarak ileri sürülüyor tüm bunlar. Sorumlular bu savları tekzip etmezlerse hepsinin altında kalırlar. Bir ülkede iktidarın denetlemediği bir örgüt varsa, o ülkede demokrasi yok demektir. Tüm bu suçlamaları, savları ve görüşleri Neşe Düzel ve Ahmet Altan'ın sorularına verdiği yanıtlarla Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan "Bizim Koltuk" adlı Kanal 6 izlencesinde sergiledi. Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu da bu izlencede kendisiyle ilgili savların yayınını engellemek için yasal yolları denedi. Tüm bunlar neyi göstermektedir? Önce Türkiye'nin kimlerin elinde ne gibi serüvenlere sürüklendiğini görüyoruz. İşkencenin nasıl kurumlaştığını anlıyoruz. Ülkenin "sivil-toplum" olma yolunda daha çok adım atması gerektiğini kavrıyoruz. İnsan haklarının cuntaların muntaların elinde nasıl paramparça edildiğine tanıklık ediyoruz. Arada sırada da olsa, yayınlarına genellikle karşı çıktığımız özel ve tecimsel televizyonlardan birinde yayımlanan "Bizim Koltuk" gibi bir izlence, devletin TRT'sinde hiçbir zaman yer alamazdı. Eğer TRT böyle bir yapımı yayımlayacak olsaydı, Devlet Bakanı Kilercioğlu da, yasalara başvuracağı yerde, küçücük bir buyruğu ile "Bizim Koltuk"u yasaklardı. Talat Turhan, kitle iletişim araçlarının da Kontrgerilla'nın ve MİT'in etkisi altında olduğunu söyledi. Yani TRT'nin ve basının... Yalan mı?

(M. Tali Öngören, Cumhuriyet, 11 Aralık 1992)

Page 88: kontrgerilla cumhuriyeti

Karanlıklar prensi

1 Mayıs 1977 Taksim katliamından 15 yıl sonra geçtiğimiz Haziran ayı başlarında bir Amerikan gazetesinde yer alan, "Orhan Kilercioğlu'nun 1 Mayıs katliamı ile ilgisi olduğu" haberi, o günlerde Hürriyet gazetesinde de yer aldığında, fazlaca gürültü koparmadı, hatta görmezlikten bile gelindi. Ancak "kontrgerilla uzmanı" olarak ünlenen emekli yarbay, Talat Turhan'ın, geçtiğimiz pazar günü Kanal 6 TV'de Ahmet Altan'ın hazırladığı sohbet programında Orhan Kilercioğlu'nun kontrgerilla mensubu olduğu yolundaki iddiaları ortalığı bir anda toz duman içinde bıraktı. Çekimleri yapıldıktan sonra program hakkında bilgi sahibi olan Kilercioğlu yayınlanmasını engelleme girişimlerinde bulundu. Ardından programın kendisiyle ilgili bölümlerinin çıkarıldıktan sonra yayınlanması için Kanal 6 yöneticilerine baskı yaptı. Ancak program tümüyle kesintisiz olarak yayımlandı. Kilercioğlu, bütün bu engelleme girişimlerinin ardından basına verdiği demeçte Talat Turhan'ın yalan söylediğini iddia etti.

Karanlık Geçmiş Bugün koalisyon hükümetinde Kıbrıs'tan Sorumlu Devlet Bakanı olan. Kilercioğlu'nu bu kadar tepki göstermeye iten iddiaların kaynağında neler yatıyor ve nasıl bir geçmişe sahip? Kilercioğlu ile Başbakan Demirel arasında sıkı bir bağ olduğu biliniyor. Demirel'e ilk hizmeti de 12 Mart döneminde, onun adına casusluk yaparak oluyor. Ordu içinde subayların Demirel hakkındaki görüşlerini, düşüncelerini aktarıyor kendisine. Bu dönemde albay rütbesinde olan Kilercioğlu, "vatana hizmet tertibinden" yapmış olmalı bu casusluğu. (...) Gürler'in ardından Genelkurmay Başkanlığı'na Orgeneral Semih Sancar getiriliyor. Ve Mustafa Özkan, Demirel'le Sancar'ı buluşturup anlaşmalarını sağlıyor. Bunun ardından Kilercioğlu, Sancar'la çalışmaya başlıyor. 1977 yılına gelindiğinde Türkiye'de kontrgerilla eylemlerinde büyük bir tırmanış görülüyor. Bunların en örgütlüsü ve en kanlısı 1 Mayıs 1977 Taksim katliamı. Katliamın olduğu bugün bilinen bir gerçek. Talat Turhan, "Özel Savaş, Terör ve Kontrgerilla" kitabında, katliamın, o tarihlerde gerçekleştirilmesi düşünülen bir askeri cunta harekatının zeminini oluşturmak için sahnelendiğini söylüyor. Ve bu cuntanın başında da dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Namık Kemal Ersun var. Ersun cuntasının, listesi içinde general rütbesindeki Recai Engin, Musa Öğün ve Rüştü Naipoğlu yanında albay rütbesiyle Orhan Kilercioğlu da var. '77 yılında cuntanın, Ersun'dan sonraki ikinci adamı ve Genelkurmay Başkanı Sancar'ın özel kalem müdürü olan Kilercioğlu'nun, Özel Harp Dairesi'nin en etkin subaylarından biri olduğu iddiaları oldukça yaygın ve bu etkinliğiyle de ÖHD içindeki cuntacı subaylarla bağlantıyı kuruyor. Ordu içerisinde çoğunluğu kurmay albaylardan oluşan on kişilik bir ekibin de başında. Bu ekibin '77 ilkbaharında bütün provokasyonların ter-tipçisi olduğu da uzmanlar tarafından belirtiliyor. Ancak gerek "1

Page 89: kontrgerilla cumhuriyeti

Mayıs Taksim katliamı'nın cunta özlemcilerinin umdukları ölçüde "başarılı" olamayışı, gerekse başka etmenler cuntanın sonunu getiriyor. KKK Orgeneral Ersun ve diğer cunta üyeleri '77 yılı içerisinde emekliye sevk ediliyorlar. Bir tek isim hariç; Orhan Kilercioğlu. Acaba bu temizlik harekatından yakayı sıyırabilmiş olmasını, hala Demirel'e sunduğu "vatana hizmet tertibinden" çalışmalarına mı borçlu? Orası bilinmiyor. Ancak Semih Sancar'ın emekliliğe ayrılmasından hemen sonra, "kontrgerillanın yuvası" olarak bilinen Kıbrıs'a tayin edilen Kilercioğlu burada sağcı bir teorisyen gibi ünleniyor. Daha sonraları bir "kontrgerilla üssü" olarak Kıbrıs'ın önem kazanmasında ve bugün devlete yerleşen ırkçı politikada Kilercioğlu'nun "başarılı" katkıları var mıdır? O da bilinmiyor. Yürü ya Kulum Kilercioğlu 1984 yılında tuğgeneral rütbesindeyken emekliye ayrılıyor. Ayrılır ayrılmaz da Demirel'in "şefkatli" elleri ona uzanıyor. Yaşar Holding'e ait bir süt ve süt mamulleri şirketinin ortağı oluyor. Aynı anda da Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'nin yönetim kurulunda görev alıyor. İş alanıyla ilgili bir derneğin de başına getiriliyor. Geçmişin "casusu" şimdi de iyi bir "iş takipçisi" olarak çıkıyor ortaya. 1991 yılında DYP listesinden TBMM üyeliğine seçilmeden önce Yaşar Holding'in Ankara temsilciliğini yapıyor. Milletvekili adayı olarak yeni yeni tanınmaya başlandığı günlerde Yaşar Holding'in yan kuruluşu olan Yaşar Dış Ticaret AŞ'nin, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı'nda hayali ihracat dosyası bulunuyor. İşte tam bu sırada koalisyon hükümetin kurulmasıyla Yaşar Holding ve Koç Holding'den bakan olması konusunda hükümete öneri geliyor. Orhan Kilercioğlu bugün yolsuzluklardan ve Kıbrıs'tan Sorumlu Devlet Bakanı. Anlaşılan o ki uzun yıllar "hizmet" ettiği kişiler, onun "uzmanı" olduğu bu iki konuda bakan olmasında sayısız faydalar görüyorlar..

(Gerçek, 12 Aralık 1992)

Basındaki Kontrgerilla Ajanları Geçen hafta 'Bizim Koltuk' Programına konuk olan Talat Turhan, ordunun içindeki cuntalarla, iktidar kavgalarıyla, işkencelerle, Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu'nun kontrgerillayla ilişkisi olduğu iddialarıyla, kontrgerillanın yapısıyla ilgili çok ilginç açıklamalar yaptı... Konuşması büyük de gürültü kopardı. Turhan'ın konuşmasında çok ilginç bir iddia daha vardı... Ama birkaç kişinin dışında bütün Babıali bu iddianın karşısında kulağının üstüne yatıp duymazdan geldi. Yolsuzluklar konusunda çok hassas olan, zavallı eski devlet bakanı Güler İleri'yi beş milyonluk yemek faturası yüzünden istifa etmeye zorlayan basınımız Turhan'ın iddiasını duymamayı tercih etti.

Page 90: kontrgerilla cumhuriyeti

Ne diyordu yirmi yıldır Kontrgerilla konusunu inceleyen Talat Turhan? "Basın ve televizyon, Kontrgerilla ile MİT'in denetimi altındadır. Basında Kontrgerillanın ajanları vardır," diyordu. Biliyorsunuz, Kontrgerilla'nın kendilerine "vatansever" denen sivil uzantıları var... Turhan, bu "vatanseverlerin" basını ele geçirdiğini söylüyordu. Mahmut Tali Öngören dışında kimse bu konuya değinmedi. "Bizim aramızda kontrgerillanın ajanları yoktur", demediler. Ama bu iddiayı duymazdan gelmek, gerçeği ortadan kaldırmıyor. Şimdi biz merak ediyoruz.. Kontrgerilla'nın Babıali'deki ajanları kimlerdir? Kimler, Kontrgerilla'ya bağlı "vatanseverler" olarak Babıali'de görev yapıyor. Gazete patronları, gazete yöneticileri, köşe yazarları ve hatta muhabirler arasında kimler Kontrgerilla ve MİT hesabına çalışıyor. Kontrgerilla'nın istekleri doğrultusunda kimler Türk halkına yanlış bilgiler verip, halkı kandırıyor. Kimler Kontrgerillanın ajanı olarak yazı yazıyor? Babıali bu soruların cevabını vermekten kaçamaz. Bin türlü melanete bulandıktan sonra öyle kolayından tüyemezler. Ya da bu sorular karşısında ortaklaşa susarlar. O zaman da sorunun yapısı biraz değişir: Babıali'de Kontrgerilla'nın ajanı "olmayanlar" kimler acaba, diye sorulur.

(Ahmet Altan, Nokta,13–19 Aralık 1992)

YAZARIN NOTU Kanal 6 TV de 6 Aralık 1992 tarihinde yayımlanan Bizim Koltuk Programı nın öncesinde ve sonrasında Hürriyet gazetesinin sürdürdüğü yayının yalan üzerine bina edildiği bugün daha net bir biçimde ortaya çıkmıştır. Hürriyet gazetesinin yalan haberlerinin düzeltilmesi için yapmış olduğum başvurulardan sonuç alamadığım için, gazeteye noter aracılığına başvurdum. Gene sonuç alamayınca bu kez gazete yetkililerine mahkeme kanalıyla açıklama gönderme gereğini duydum. Hürriyet gazetesi, mahkeme kararma karşı itiraz hakkını kullandı. Bunu izleyen süreçte, gazetenin itirazının geçersizliğine dair mahkemeden karar

Page 91: kontrgerilla cumhuriyeti

aldırdım ve yeni bir düzeltme yazısı gönderdim. Kitap basılmak için matbaaya verilinceye kadar Hürriyet gazetesi düzeltme yazısını yayımlamamıştı. Bu durumu Gazeteciler Cemiyeti'ne ve Basın Konseyi'ne de ilettiğim halde, bu kuruluşların sessizlik duvarı ile karşılaştım. Bu olgu basın özgürlüğü hakkının kötüye kullanılmasının tipik bir örneğini oluşturmaktadır. Bu durumda bu ülkenin yurttaşları, kendilerini ve haklarını bir kısım basın organlarına karşı nasıl koruyacaklardır? Düşünülmesi gerekiyor.

SONSÖZ YERİNE

TALAT TURHAN’IN OCÜ Ertuğrul KÜRKÇÜ Türkiye "Kontrgerilla" denilen ucubenin farkına ilk kez 12 Mart'ta vardı. "Kontrgerilla" ile ilk tanışanlar, 12 Mart rejimine karşı siyasal faaliyet yürüten grupların 1971-72 kışında gözaltına alman üyeleriydi. Gözaltına alınanlar "Kontrgerilla" diye bir kavramı belki de ilk kez gözleri bağlı olarak götürüldükleri sıkıyönetim sorgulama merkezlerinde sorgucularının ağzından duydular. Kimileri askeri, kimileri sivil giyimli, birbirlerine askeri rütbelerle hitap eden adamlar sorguya alınanlara şöyle diyorlardı: "Genelkurmay'a bağlı 'Kontrgerilla' teşkilatının erindesin! Burada anayasa yok! Yasalar yok! Yalnızca biz varız! Sorduklarımıza doğru cevapları verirsen kurtulursun. Yoksa ölümlerden ölüm beğen! İstersek seni yok bile ederiz ve kimse de bizden hesap soramaz!" Dediklerini de yaptılar. İnsanlar kimi zaman "bir devrim olsun" diye yaptıkları eylemleri, kimi zaman da hiç yapmadıkları şeyleri "itiraf" etmeye direnebildikleri nispette "Kontrgerillacı"ların gazabından paylarını aldılar. Aralık 1971-Mayıs 1973 arasında Ankara, İstanbul, Adana, Diyarbakır askeri cezaevleri, ayaklarının tabanları falakada patlamış, bedenleri elektrik akımıyla kavrulmuş, tecavüze uğramış, ruhları örselenmiş insanlarla doldu taştı. Ateş düştüğü yeri yakarmış... 12 Mart tutuklularının da en az 30'ar gün her türlü bedensel ve manevi acının pençesinde sorgulandıkları bu merkezlerde kendilerine "Kontrgerilla" adını verenlerde "işkencecilik"ten başka bir nitelik görmemeleri doğaldı. Ama tutuklulardan biri, bir emekli kurmay yarbay, açık duruşmaya çıktığı ilk andan başlayarak avaz avaz bir başka şeyi haykırıyordu: "Kontrgerilla CIA güdümünde bir politik örgüttür. Doğrudan doğruya Pentagon'dan yönetilen dünya karşı-devrim örgü-tünün Türkiye'deki koludur. Atatürk Kültür Merkezi'ni yakan, tersanelerdeki gemileri ateşe veren 'Kontrgerilla'dır... Bütün bu işleri 'sol'a yıkmak için düzmece davalar icat eden onlardır."

Page 92: kontrgerilla cumhuriyeti

Kara Kuvvetlerinden emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan'ın 1973 baharında tutuklu sanık sandalyesinden "Kontrgerilla"ya uzanan parmağı tam yirmi yıl boyunca bu "uluslararası karşı devrim örgütü"nü işaret etmekten usanmadı. Başkalarına neredeyse bir "obsesyon", bir tür takıntı gibi gelmesine aldırmaksızın Talat Turhan, durmaksızın belge ve bilgi biriktirdi, sıradan gazete haberlerinin gerisindeki süreçler arasında bağıntılar kurdu, bunları ordu ve politikayla ilgili dolaysız deneyimleriyle birleştirdi ve her kuşkulu "şiddet" olayından sonra insanların dikkatlerini bir kez daha "Kontrgerilla"ya çekti. Talat Turhan'ın "ifşaatlar"ı ne denli somut kanıt ve belgelere dayansa da, sorgusuz sualsiz can alan, devlet yapıları dahil gerekli gördüğü her şeyi yakıp yıkan, kitlesel haberleşme aygıtlarını yanlış bilgilerle yönlendiren, toplumun ve devletin her hücresini çekip çeviren bu anti-komünist yapı resmiyet düzeyinde hep "yok"tu. Demirel için "yok"tu, Ecevit için "yok"tu, Evren için, Özal için "yok"tu. SSCB'nin dağılmasından sonra "düşman" tanımını değiştiren Batı Avrupa, bu "düşman"a karşı oluşturduğu yapıları tasfiye ettiği sırada kendi "Kontrgerilla'larını da çöplüğe atınca Talat Turhan'ın yirmi yıldır durmaksızın "var" dediği bir uluslararası "karşı devrim sistemi"nin bütün gövdesiyle 1960'lardan bu yana var olduğu ve işlerliği bütün kanıtlarıyla ortaya çıktı. İtalya'yı kasıp kavuran neo-faşist terörün gerisinden bütün haşmetiyle İtalyan "Kontrgerilla"sı Gladio çıkıverdi. Baş "Kontrgerillacı"nın sa İtalya Cumhurbaşkanı Cossiga'dan başkası olmadığı herkesin bildiği bir "sır" artık. Belçika "Kontrgerilla"sını keşfetti, Fransa geri kalmadı ve gerisi çorap söküğü gibi geldi. Bugün Türkiye kendi "Kontrgerilla"sının nerede olduğunu sormaya başlamışsa Batı'da bütün olup bitenlerin bu merakta bir payı var elbette. Ama hiçbir sorumlu politikacı ve devlet adamının en az yirmi beş yıldır sürüp giden cinayet, suikast, sabotaj ve darbeler silsilesinin gerisindeki örgütün üzerindeki perdeyi aralamaya cesaret edemediği, devletle ilişkiye geçmiş hemen herkesin şu ya da bu şekilde, kimi zaman susarak bile olsa "Kontrgerilla" ile suç ortaklığı ettiği Türkiye bugün Bakanlar Kurulu koltuklarında oturan "Kontrgerillacı'lara parmaklarını yöneltebiliyorsa bunu herkesten önce Talat Turhan'ın 20 yıl boyunca dinmek bilmeyen öfkesine ve inadına borçlu olduğunu teslim etmek zorunda. Talat Turhan'ın kendisi bile başta "Kontrgerilla"nın devletin ve toplumsal egemenlik mekanizmalarının her yanını bir ağ gibi saran bir genişliğe varacağını hayal etmemiş olabilir. Kendisinin başlangıçta, etinde kemiğinde yaşadığı işkence ye aşağılamaların öcünü, o günkü İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün başta olmak üzere dönemin askeri sorumlularından alma duygusu gütmüş de olabilir pekâlâ. Ama Talat Turhan kişisel olarak bütünüyle meşru olan bu duyguyu, olabilecek en kamusal ve rasyonel biçime büründürmeyi başardığı için de ayrıca övgüye değer bir profil ortaya koyuyor. Daha önemlisi, zalimi affetmeyisin böylesine derin bir inatla sürdürülmesindeki takip ve tutarlılık.

Page 93: kontrgerilla cumhuriyeti

Kimilerinin, kendilerine, arkadaşlarına, sevgililerine, eşlerine işkence edenlerle gözlerinin içine bakarak kadeh tokuşturmayı seçtikleri ve bu seçişin bir er-demmişçesine yüceltildiği bir dünyada Talat Turhan, hepimiz adına, bütün acı çekenler ve horlananlar adına, kendi kendini görevlendirdiği bir gözetleme nöbetini 20 yıldır bir gün aksatmadan sürdürdüğü için ona borçluyuz. Onu ayakta tutan zalimden öç alma tutkusu hepimize yaygınlaştığı gün Türkiye de onursuzluğun erdem sayıldığı bir ülke olmaktan çıkmanın eşiğine adım atmış olacak.

(Özgür Gündem, 17 Aralık 1992)

BİTİRİRKEN

AMERİKANCI İKTİDARLAR HESAP SORAMAZ 1992' yılının Mart ayında basılmış olan 'Özel Savaş Terör ve Kontrgerilla' çalışmamı hazırlarken, kontrgerilla konusuna angaje olmuş iki büyük partinin, DYP ve SHP, bu konunun üzerine gidebileceğini düşünmemekle birlikte, onların bu çelişkisini gündemde tutmak ve demokrasinin varlığı ve yokluğu gibi yaşamsal bir konuda yapıtımın kamuoyu oluşturulmasına katkıda bulunacağına inanmıştım. Aradan geçen bir yıllık sürede, düşüncemin gerçekleştiğini gördüm. Şöyle ki: Meclis kararıyla, görüşülmesi 1991 Aralık ayma ertelenen kontrgerilla tartışmasının gündeme getirilmesi yerine SHP ve DYP tarafından unutulması yeğlenmiş, dahası SHP'liler dahil olmak üzere, bu konuda diğer partilere mensup milletvekillerince verilen Meclis Araştırma önergelerinin görüşülmesi de, 3 Mart 1993 tarihli gazetelerde yer alan haberlerde de görülebileceği gibi engellenmiştir. HEP, CHP ve RP ile SHP' den 5 milletvekili araştırma açılması için oy kullanırken, önerge DYP, ANAP, SHP ve MHP oyları ile reddedilmiştir. İktidarda bulunan partiler MHP ile aynı konuma düşmüşlerdir. 1990 yılında yapılan Genelkurmay Özsunuşunda, Özel Harp Dairesi'nin Güneydoğu'da da kullanıldığı resmen kabul edilmesine karşın, 2 Mart 1993 tarihli Meclis görüşmelerinde Milli Savunma Bakanı Nevzat Ayaz, ÖHD'nin kullanıldığı yerler arasında sadece Kıbrıs ve Diyarbakır Uçağı olaylarını saymakla yetinmiştir. 22 Ekim 1992 tarihli Özsunuşta, ÖHD Başkanı Tümgeneral Kemal Yılmaz, "komando erinin kendi vatandaşına karşı eğitilip eğitilmediği" sorusuna "bakmam lazım" diye yanıtlamıştı. Ek bir metin olarak aktardığım Meclis Görüşmeleri seçmelerinden de görülebileceği gibi, bu sorunun yanıtını, belki de farkında olmadan 'sivil personel'le ilgili yaptığı açıklamalarla Nevzat Ayaz vermektedir. Bu açıklama korkunç bir tablo ile karşı karşıya olduğumuzun bir kanıtı ve itirafıdır.

Page 94: kontrgerilla cumhuriyeti

Kontrgerilla araştırmasının Mecliste bir kez daha tıkanmasına karşın, sorun, kamuoyuna mal olmuş, bu nedenle de güncelliğini sürdürmüştür, sürdürmektedir. Konunun 16 Kasım 1992 tarihinde Show TV'de yayımlanan 32. Gün Programında, 6 Aralık 1992 tarihinde Kanal 6 TV'nin Bizim Koltuk Programında ve Nokta dergisinin 13–19 Aralık 1992 tarihli sayısında tarafımdan gündeme getirilmesinden kitabın ilk bölümünde söz ettim. Uğur Mumcu'nun katledilmesi üzerine BRT Televizyon kanalında 25 Ocak 1993 tarihi akşamı yayımlanan ve izleyiciden gelen yoğun istek üzerine daha sonra yinelenen Ali Sirmen'in yönettiği ve kontrgerilla olgusunun da tartışıldığı açık oturuma benimle birlikte Toktamış Ateş, Alev Coşkun ve Abdurrahman Dilipak katıldı. Elinizdeki kitabın ilk halini Uğur Mumcu'nun katledildiği gün yayınevine teslim etmiştim. O günden bu yana geçen bir ayı aşkın sürede, Kontrgerilla konusundaki tartışmalar, her ne kadar Başbakan Süleyman Demirel tarafından "havanda su dövmek" şeklinde ve DYP milletvekili Süleyman Ayhan'ın "Kontrgerilla iddialarını devleti tahrip edip rejimi yıkmak isteyenler gündeme getiriyorlar" (Milliyet, 26 Şubat 1993) sözleriyle nitelendirilse de, sürmektedir. DYP'nin koalisyon ortağı olarak hükümette bulunan SHP, Türkiye'nin en büyük kenti olan İstanbul'da, 30 Ocak 1993 tarihinde, SHP İl Başkanı Yüksel Çengel'in yönettiği ve konuşmacı olarak da benim, ilhan Selçuk'un, SHP Adıyaman Milletvekili Celal Kürkoğlu'nun ve Veli Yılmaz'ın katıldığı ve beş saat süren bir panel düzenledi. SHP Paneli 1 Şubat 1993 tarihli günlük gazetelerin hemen hepsinde yer aldı, Günaydın gazetesi ise paneldeki tartışmaları sürmanşetten verdi. Bu anlamda DYP milletvekili Süleyman Ayhan, koalisyon ortağını 'devleti tahrip etmek', 'rejimi yıkmakla suçlamaktadır. Bu çelişki korkunçtur. Bu duruma bakarak, DYP milletvekili Süleyman Ayhan'ın suratındaki kılcal damarlarına kan gelip gelmediğini doğrusu merak etmekteyim. Aynı günlerde, Milliyet gazetesinin 31 Ocak 1993 tarihli sayısında Nail Güreli'nin, 12 Eylül öncesinde İstanbul Emniyet Müdürlüğünde bomba uzmanı olarak görev yapan Süleyman Nazif Ak'ın yaptığı bir söyleşi yayımlandı. Bu söyleşide, Süleyman Nazif Ak, ucu MHP'ye giden bir eylemde, kendisi tarafından verilen bir 'Bomba Raporu'nun siyasal iktidarın isteği doğrultusunda nasıl değiştirildiğini açıklamaktadır. Daha da önemlisi, eski bomba uzmanı, Nail Güreli'nin "Kontrgerilla diye bir şeyden söz ediliyor zaman zaman. Burada da olamaz mı?" sorusunu, "Kontrgerilla yaptıysa, tabii olur" cümlesi ile yanıtlamaktadır. Emniyet örgütünden gelen bir kişinin tanıklığı karşısında, Kontrgerilla olgusunu yadsımakta direnenler utanacaklar mıdır bilemiyorum. Bu arada, SHP Adıyaman Milletvekili Celal Kürkoğlu'nun ANKA Ajansına 10 Şubat 1993 tarihinde yaptığı bir açıklama, bir gün sonrasının Cumhuriyet gazetesinde yer aldı. "Türkiye'de demokrasi konusundaki en büyük gücün parlamento olduğunu" belirten Kürkoğlu, "30-40 yıldır Kontrgerilla tartışılıyor. Parlamentodan daha üstün ve büyük bir güç varsa, gerçek anlamıyla demokrasi ve bağımsızlıktan söz edilemez. Eğer bir ülkede bir süper güçten para alarak yeraltı faaliyetleri yapan bir örgüt varsa,

Page 95: kontrgerilla cumhuriyeti

bağımsızlık olmaz. 20 yıldır Kontrgerilla üzerine kimse gidemiyor. Demokrasinin üzerindeki gölge kalkmalıdır."

(Cumhuriyet, 11 Şubat 1992) diyordu. Daha sonra Celal Kürkoğlu'nun da içlerinde yer aldığı 20 SHP milletvekilince verilen Meclis Araştırma Önergesi, Genel Başkan Erdal İnönü ve Yönetim Kurulu tarafından, 'Koalisyon ortaklığını tehlikeye atar1 gerekçesiyle engellenmiştir. Bu tartışmalar sürerken yeniden konuya dahil olma gereğini duyan Başbakan Süleyman Demirel, 12 Şubat 1993 tarihinde Kahramanmaraş’ta "devletin cinayet işleyen bir teşkilatı yoktur"

(Cumhuriyet, 13 Ocak 1993) diye konuşmuştur. Halbuki Avrupa'daki merkezi Oberammergau'da olan Amerikan Özel Kuvvetler Komutanlığı'na bağlı Ayaklanmaları Bastırma Okulu'nda, sadece NATO ülkelerinin değil, tüm Avrupa ülkelerinin 'özel savaşçıları' eğitilmekte ve eğitime katılanlara nasıl cinayet işleyecekleri öğretilmektedir. Nitekim kitabın daha önceki bölümlerinde yer alan Stern dergisinden yapılan bir aktarma, bu konuyu ayrıntıları ile açıklamaktadır. 'Özel Savaş Terör ve Kontrgerilla1 kitabımın sonunda yer verdiğim şema da, kurumsal açıdan bu mekanizmanın nasıl işlediğini göstermektedir. Her ne kadar İçişleri Bakam İsmet Sezgin, "Kontrgerilla'yı ispat edin, istifa edeyim" (Milliyet, 7 Şubat 1993) diyorsa da, öne sürdüğümüz gerekçelere karşın böyle bir istifanın gerçekleşebilmesi ebetteki mümkün değildir. Çünkü istifa mekanizmasının en az işlediği ülkelerin başında Türkiye gelmektedir. (Yazarın Notu: Bu konuda Genelkurmay eski Başkanlarından Orgeneral Necip Torumtay'm onurlu tavrı bir örnek olarak sürekli anımsanacaktır.) Bir yıl içinde sadece Güneydoğu bölgesinde 881 cinayetin işlendiği bir ülkede, İçişleri Bakanının hala görevinin başında bulunuyor olmasını, ancak böyle açıklayabiliriz. 19 Şubat 1993 tarihinde Bursa Çağdaş Gazeteciler Derneği lokalinde, Bursa Olay gazetesinden Zafer Opsar'ın yönettiği bir söyleşiye konuşmacı olarak katılarak, Kontrgerilla konusundaki görüşlerimi açıkladım. (Bursa Olay, 21 Şubat 1993) 23 Şubat 1993 tarihinde Flash TV de yayımlanan ve bir saat süren bir programda da M. Yılmaz Tunca'nın kontrgerilla konusundaki sorularını yanıtladım. Son olarak da İstanbul-Ümraniye SHP İlçe örgütü tarafından 26 Şubat 1993 tarihinde düzenlenen Kontrgerilla Paneline gazeteci-yazar Veli Yılmaz ile Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul Şube Başkanı Avukat Ali Rıza Dizdaroğlu katılmıştır. Görüldüğü gibi kitabın yayıma hazırlandığı bir aylık süre içerisinde Kontrgerilla tartışmaları durmamış, Uğur Mumcu'nun katledilmesinden sonra cinayete ilişkin olarak türetilen varsayımlar arasında Kontrgerilla da suçlanmıştır. Bu amaçla çeşitli şehirlerde düzenlenen panellere ve toplantılara katılma için de yeni çağrılar almaktayım.

Page 96: kontrgerilla cumhuriyeti

Sonuç olarak, DYP Milletvekili Süleyman Ayhan'ın korktuğu başına gelmekte ve rejimi yıkmak isteyenlerin sayısı hızla artmaktadır.

Ulusal Kurtuluş Savaşı Tanıdığım kontrgerillacılardan birincisi Orgeneral Faik Türün, ikincisi ise Tümgeneral Memduh Ünlütürk'tür. Orgeneral Faik Türün Yankı dergisinin 17 Ekim 1973 tarihli sayışma verdiği bir demeçte "... ben Kadıköy'deki Köşkü, Kontrgerilla örgütüne özel olarak hazırlattım" demiş, 1974 yılında da 'Kontrgerilla'yı Talat Turhan uydurdu" (Faik Türün'ün Cüneyt Arcayürek'le Söyleşisi, Hürriyet, 8 Şubat 1974) diye yeni bir demeç verme gereğini duymuştur. 12 Mart döneminin 1. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı olan Faik Türün, emekli olduktan sonra, AP listesinden İstanbul’dan senatör yapılmak istenmiş, seçilemeyince de sonraki yıllarda, seçim sisteminin boşluklarından da yararlanarak Manisa'dan AP Milletvekili olarak TBMM'ye girmiştir. 1980 öncesinde de AP tarafından Cumhurbaşkanı adayı gösterilmiştir. 1973 yılında Kontrgerilla Köşkü'nü kuran bir kişinin, daha sonra AP'li olması ve Cumhurbaşkanlığına aday gösterilmesi, kuşkusuz ki rastlantı değildir. Türün'ün yapmış olduğu açıklamalara karşın, 20 yıl sonra hala Kontrgerillanı olmadığını söyleyenlerin, düştükleri durum, ebetteki kendileri tarafından sap-tanmalıdır. Ziverbey İşkence Köşkünün Memduh Ünlütürk tarafından yönetildiği de Faik Türün'ün açıklamaları arasında yer almıştır. Kontrgerilla olgusunu araştırmak isteyenlerin, ilk başvuracakları mekân, dün olduğu gibi bugün de Ziverbey İşkence Köşküdür. Bana gelince, 12 Haziran 1973 tarihinde gereği için Başbakanlığa, bilgi için Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na dilekçeler vererek, Ziverbey'de Türk gençliğine ve Türk aydınlarına karşı yöneltilen ihanetin bir Meclis Araştırması ile ortaya dökülmesini istedim. Bir sessizlik duvarı ile karşılaştım. 20 yıl boyunca suskun kalanlar, tarihin sanık sandalyesinde hesap vereceklerdir. 12 Martın darbesini yiyenlerden birisi de, kuşkusuz ki, Uğur Mumcu'dur. Uğur Mumcu'nun katledilmesi üzerine, bugün bütün devlet protokolü harekete geçiyorsa ve Uğur Mumcu'nun yanında yer alma tavrı sergiliyorsa, bu durum, geçmişte sürdürülen baskı ve işkencelerin kabul edilmesi anlamına gelir. Bugün Uğur Mumcu' ya sahip çıkan kamuoyu, bir anlamda, dün ona haksızlık edenleri protesto etmektedir. İnsanlar geçici, kurumlar kalıcıdır. Aydınlarına baskı ve zulüm yapan toplumlar, 12 Eylülde olduğu gibi faşizmin karanlığında yaşarlar.

Page 97: kontrgerilla cumhuriyeti

Bu ayıptan kurtulmanın tek yolu, kendilerine Kontrgerillacı adını takan ve halkına işkence yapmayı meslek haline getirmiş satılmışların maskesinin düşürülmesidir. Bu maske tüm çabalara karşın, hale neden düşürülemiyor? Önceden de işaret ettiğim gibi, dünya çapında faaliyet göstermek için yetiştirilen 'Özel savaşçıların karargahı Almanya'daki Oberammergau'dadır. ABD, özel eğitimden geçirdiği kişileri kendisinden yana rejimlere egemen kılmakta, Gladio tipi yeraltı örgütlerini finanse etmektedir. ABD emperyalistleri tüm dünyada iktidarını, toplumun çeşitli kanatlarından seçilmiş kişileri, bürokrasinin her iki kanadındaki lider kadroları, işbirlikçileri kullanarak, sadece bunları kullanmakla da yetinmeyip yeraltı örgütleri kurarak, yapay düşmanlar yaratarak yaşatmakta, dünyanın bütün alanlarındaki çıkarlarını bu ve benzeri yollarla garanti altına almakta, daha da önemlisi ulusal kurtuluş savaşlarını engellemektedir. AGİK ve 'Yeni Dünya Düzeni' sürecinde, bir yandan Birleşmiş Milletler Örgütü ABD'nin dümen suyuna sokulmakta, bir yandan da bu örgütlenme tarzı eski 'Sosyalist Blok' ülkelerine taşınmaktadır. Polonya'daki oluşumun gerçekleştirilmesinde Papa'nın ve ABD'de Başkanlık Danışma olarak görevli Polonya asıllı Z.Brezinski'nin oynadığı rol bilinmektedir. Eski sosyalist ülkelerin düşürülmesinde, lider olarak seçilen kişilerin, çoğunlukla, mason olmaları da bir rastlantı değildir. 'Yeni Dünya Düzeni' sürecinde, liderden lidere olan ilişkinin, locadan locaya biçiminde işlemesi, bu olgunun kapitalizmin diğer örgütleriyle de pekiştirilmesi yöntemiyle, ABD emperyalizmi, dünyanın mutlak lideri olma hedefine ulaşmaya çalışıyor. Ülkemizde bugüne kadar kontrgerilla olgusu, hep askeri işlevleri ile ön plana çıkarıldı, yeraltı ve yerüstü örgütü olarak lokalize edilmeye boyutları küçültülmeye çalışıldı. Kitabın ilk bölümündeki şema ve belgelerden de anlaşılabileceği gibi, Kontrgerilla, Cumhurbaşkanından işadamlarına, işçi temsilcilerinden yargıçlara, emniyet ve istihbarat örgütleri mensuplarından basın-yayın organlarının mensupları ve din adamlarına kadar uzanan bir örgütsel ağa sahiptir. Bu sistem, ABD emperyalistleri tarafından, ABD'nin egemenlik alanına dahil tüm ülkelerde aynı biçimde oluşturulmuştur. Bu ülkelerdeki rejimleri ister Birinci Cumhuriyet, ister İkinci Cumhuriyet isterseniz Beşinci Cumhuriyet olarak isimlendirin, durum değişmez. Bu ülkelerin tümü, 'Kontrgerilla Cumhuriyetleri' adıyla tanımlayabileceğimiz bir rejim içerisinde ve ABD emperyalizminin dümen suyunda idare edilmektedir. Büyük Atatürk' ün ifade ettiği gibi, 'gaflet ve hıyanet’ içinde bulunan iktidarları yola getirmenin tek yöntemi, İkinci Kurtuluş Savaşıdır. Her ne kadar burada 'savaş' sözcüğünü kullanıyorsak da, bu 'savaş' demokratik yöntemlerle ve halkın demokratik bilinci ile başarıya ulaşacaktır. Sivas Kongresi'nde, 'ABD mandacılığına ilişkin politika ve tezleri bir kenara iterek yoluna devam eden Mustafa Kemal, bizlere özellikle gençliğe Kurtuluş Savaşından sonra tam bağımsız bir ülke emanet etmiştir.

Page 98: kontrgerilla cumhuriyeti

Türkiye'yi 'Küçük Amerika' yapacağız diye, ülkemizi, bağımlılık batağına sokan iktidarlar, ebetteki, ABD emperyalistlerinden ve onların uzantılarından hesap soramazlar. Bu bataklıkta filizlenen terör eylemlerini aydınlatamazlar. 'Bağımlılık' bataklığından kurtuluşun tek çözüm yolu, değerli bilim adamı ve hukukçu H. Veldet Velidedeoğlu'nun da yapıtlarında belirttiği gibi Yeniden Ulusal Mücadeledir.

M. Talat Turhan Kuzguncuk,5 Mart 1993

Yeniğim Sokak,No. 19 81200 Kuzguncuk/İSTANBUL

TBMM KONTRGERİLLA GÖRÜŞMELERİ’NDEN

2 Mart 1993 " Özel timlerde görev alan subay ve astsubaylar, komando nitelikli personelden oluşmaktadır. Bu personelin ikinci coğrafi bölgede hizmet etme mecburiyetleri, yaş ve sağlık durumları dışında görev süreleri Daire Başkanlığınca uzatılabilmektedir. Zira bu personel, üç- üçbuçuk yıl gibi uzun süreli eğitim görerek görevlerine hazırlanmaktadırlar. Örneğin; özel timlerde görevli personel, komando, kurbağa adam, paraşüt, savaş, beden eğitimi, gayri nizami harp ve özel kurslara tabi tutulmakta, bazıları ise görevleriyle ilgili olmak üzere yurt dışı kurslarına da gönderilmektedir. Yine, anılan özel timler, yıllık eğitim faaliyet planlarında öngörülen eğitim ve uygulamalarının yanı sıra, Genelkurmay Başkanlığınca uygun görülen müşterek eğitimleri de NATO tatbikatları içerisinde icra etmektedirler." "Savaşta gerilla birliklerinde görev alacak sivil personel, askerlik hizmetlerini komando birliklerinde yapan personel arasından seçilerek, kısa süreli gayri harp kursuna tabi tutulmaktadır. Terhislerini müteakip, bunlardan uygun evsafta olanlara sefer görev emri verilmek suretiyle Bakanlar Kurulu kararıyla seferberlik tatbikatlarına katılmaktadırlar. Bu tatbikatlarda, komando nitelikli gerilla eğitimi yaptırılmakta ve bu kişiler tümüyle bu tatbikatlara katılmaktadırlar. Savaşta, yeraltı ve kurtarma, kaçırma teşkilatlarında görev almak üzere seçilen personel, uzun süre devam eden tahkik işlemlerini müteakip, savaşta işgal bölgesinde ihtiyaç duyulabilecek sabotaj ve mukavemet faaliyetlerini icra etmek mak-sadıyla kısa süreli genel mahiyette kursa tabi tutulmaktadırlar." (…)

Page 99: kontrgerilla cumhuriyeti

"Gayri nizami harp teşkilatında görev alacak sivil personel görevinin ne olacağını bilmekle beraber, savaş zamanında birliği teşkil edildiğinde kimin emrine gireceğini veya kimlere emir komuta edeceğini barışta bilmemektedir. Gayri nizami harp unsurlarının savaşta kendi içerisindeki emir komuta sistemi, teşkilatlanmalarını tamamlayınca oluşacaktır. Savaşta, işgal bölgesinde icra edilecek gayri nizami harp harekatı, başkomutanlıkça ve Silahlı Kuvvetler Komuta Harekat Merkezinden sevk ve idare edilecektir," (...) "Özel Harp Dairesi, 1963–1974 yılları arasında Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatının kurulması, geliştirilmesi ve desteklenmesinde görev almıştır. Kıbrıslı soydaşlarımızın korunması için ve olayların zorlamasıyla kurulan bu teşkilatın görevi, 1974 Kıbrıs Barış Harekatı ile sona ermiştir. Yine, 1980 yılında teröristlerce Diyarbakır'a kaçırılan Türk Hava Yolları uçağında rehin tutulan kişilerin kurtarılması operasyonunda bir özel tim görev yapmıştır. O tarihlerde polis ve jandarma teşkilatında özel timler bulunmadığından bu görev Özel Harp Dairesi'nin özel timine verilmiştir. Bugün polis teşkilatında bu timler teşkil edilmiş bulunduğundan, bu tür görevlerin özel timler tarafından yapılmasına gerek bulunmamaktadır." "Devletimizin yıpratılması gayesine yönelik asılsız iddiaların Yüce Meclisimiz tarafından araştırma konusu yapılması Hükümetimizce müspet olarak mütalaa edilmemektedir." (Nevzat Ayaz - DYP, Milli Savunma Bakam) "Son kırk yıldır demokrasimizin üzerine bir karabasan gibi çöken kontrgerilla konusunda gerçeklerin ortaya çıkabilmesi için perdeyi hep beraber aralamaya çalışacağız." "NATO Genel Sekreterinin dahi yıllarca süren suskunluktan sonra varlığını kabul ettiği bir örgütün uzantılarının ülkemizde olmadığına inanmak fazla iyimserlik, hatta saflık olurdu. " "12 Mart sonrası dönemin Başbakan Yardımcısı Sayın Sadi Koçaş birkaç yazısında, kontrgerillanın kanun dışı kurulmuş, yönetilmiş ve kanun dışı çalışmış bir örgüt olduğunu açıkça vurgulamıştır." (...) "Özel Harp Dairesi yasalara göre kurulmuş bir örgüt olmadığından, amacında, işleyişinde ve eylemlerinde yasal dayanak aranması olası değildir." (...) "Sosyal demokrat Halkçı Partinin bir Diyarbakır Meclis üyesi, bir yüzbaşı tarafından kiralık katil tutularak öldürülmek istenmiştir. Bu olay, bu Meclis çatısı altında daha evvel de konuşuldu. Sayın Başbakanın ve İçişleri Bakanlığı Müsteşarının da tanık olduğu cinayet siparişi, kiralık katilin cayması ve olayın açıklığa çıkması sonucu akim kalmıştır." (...) "Sayısı bir yılda 600'ü aşan faili meçhul cinayet koalisyon Hükümetinin, hepimizin ve demokrasimizin ayıbı ve yüzkarası olarak önümüzde durmaktadır." (...)

Page 100: kontrgerilla cumhuriyeti

"Eğer bu araştırma açılmasıyla ilgili önerge bugün burada kabul edilmezse, demokratik parlamenter rejimimiz ciddi bir yara alacaktır. Yüce Meclisimiz, bu fırsatı kaçırırsa, tarih önünde sorumlu olacaktır."

(Algan Hacaloğlu - CHP) "Sayın Demirel burada diyor ki: 'biz genel görüşme istedik kontrgerillayla ilgili; bize haber yolladılar bu işleri kurcalamayın diye'. Herhalde şimdi Sayın Demirel'e de, Sayın İnönü'ye de birileri haber yollamış ki, onlar da kurcalamayın diye bugünün muhalefetine haber yolluyor ve kendi gruplarını baskı altında tutmaya çalışıyorlar."

(Hasan Mezarcı - RP) "Bu teşkilatların hedef alınmasının nedenleri vardır. Nedenleri: Güvenlik güçlerini yıpratmak, moral açıdan çökertmek, iç politika sorunlarına çekmek, taraf yapmak, toplumu bu güçler hakkında tereddüde sevk etmek ve toplumu yanlarına almaktır. İki kelimeyle ifade etmek gerekirse, devlete karşı olan güveni sarmaktır. Devlete karşı olan güven sarsıldığı takdirde toplumda anarşi meydana gelir, terör meydana gelir, şiddet meydana gelir."

(Baki Tuğ - DYP) "Bu örgütü, Özel Harp Dairesi denen olayı, daha doğrusu Genelkurmay emir ve talimatları içerisinde görev yapan bu kuruluşu, kontrgerilla ya da illegal örgüt olarak ve faili meçhul cinayetlerin müsebbibi olarak kabul etmek mümkün değildir. Böyle bir şeyi Türk vatandaşı, hiçbir Türk parlamenteri içine sindiremez."

(Cemal Şahin - SHP) "Bu kadar geniş bir kitlenin yeterli bilgiye sahip olmadığı bir dönemde, malum kişi ve çevreler ve hatta kuruluşlarca başlatılan ve zaman zaman çeşitli eylemlere de dönüşen yoğun bir kampanyaya girişilmişti. Maksat açıkça zihinleri bulandırmak ve bu suretle Türk Devleti ve onun bazı müessese ve kuruluşlarını zaafa uğratmak ve yıpratmaktır."

(M. Bahri Kibar - ANAP) "Bugün gerçekten de tarihi bir gün. Bugün önemli bir gün. Çünkü bugün bizler, bu sıraları dolduran insanlar demokrasi tercihimizi ortaya koyacağız. Bu ülkede yeniden darbeler olacak mıdır, olmayacak mıdır? Bunun kararını vereceğiz. Gelecek kuşakların, çocuklarımızın geleceği hakkında karar vereceğiz, demokrasi için karar vereceğiz. Biraz sonra oylama yapılacak. Ya büyük bir vebal altında bu salondan çıkacağız, ya da adımızı, 19'uncu dönem milletvekillerinin adlarını ve bu parlamentonun adını altın harflerle tarihe yazdıracağız."(...) "Kontrgerillanın mevcut olduğu Devletin resmi kayıtlarıyla sabittir. Sayın Bakanın beyanıyla, Sayın Tuğ'un beyanıyla, ANAP Grubunun sözcüsünün beyanıyla kontrgerillanın mevcut olduğu apaçık ortadadır. Çünkü bu sözcüler, Özel Harp Da-iresi savaş zamanında işgal edilen vatan topraklarında sadece işgal kuvvetlerine karşı mukavemet etmektedir dediler. Oysaki Genelkurmay Başkanlığı 3 Aralık 1990 günü basma verdiği birifingte, Özel Harp Dairesi'nin Güneydoğuda kullanıldığını söylemiştir, bunu açıklamıştır, bütün bilgiler gazete arşivlerinde mevcuttur. Ve bu sözcüler 'Özel Harp Dairesinin görevi gayri nizami kuvvetlere karşı harp yapmaktır' diyor. Biz okur-yazarız ve burada bu koltukları dolduran insanlar, sanıyorum ki oku-muşlardır yazmışlardır, kara cahil insanlar değillerdir. Gerilla nedir; gerillanın tanımı

Page 101: kontrgerilla cumhuriyeti

ortada; gayri nizami kuvvetlere karşı harp yapmaktır. Biz ilkokul çocuğu muyuz; karşı olmak nedir, kontr olmaktır. Dolayısıyla, kontrgerillanın varlığı bizzat bu sözcülerin, önergenin aleyhinde konuşan sözcülerin beyanlarıyla sabit hale gelmiştir." (...) "Deniyor ki, 'faili meçhul cinayetlerle ilgili bir araştırma önergesi kabul edildi, araştırma komisyonu kuruldu.' Bu komisyon, Doğan Güreş'i ifadeye çağırabilecek midir? Bu komisyon MİT'in, Genelkurmayın, ÖHD'nin arşivlerine inebilecek midir? İnemeyecektir. Bu komisyon, Kültür Sarayı yangınını inceleyebilecek midir, Marmara Gemisi yangınını inceleyebilecek midir? Çünkü Kültür Sarayı yangını faili meçhul bir olay değildi. Eminönü Araba Vapurunun batırılmasını inceleyebilecek midir? İnceleyemeyecektir."

(Mahmut Almak - Bağımsız)