Upload
others
View
8
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
T.C YÜZÜNCÜ YIL ÜN ĐVERSĐTESĐ
SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ TEMEL ĐSLAM BĐLĐMLERĐ ANABĐLĐM DALI
TEFSĐR BĐLĐMDALI
KUR’AN’DA GEÇEN YER ADLARI
YÜKSEK LĐSANS TEZĐ
Đbrahim SÜRÜCÜ
2006-VAN
KABUL VE ONAY SAYFASI
SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜMÜDÜRLÜĞÜ’NE
Bu çalışma jürimiz tarafından………………………………………………………………..
………………..ANABĐLĐM DALI…………………………………………………………
………………..BĐLĐM DALI’ ında YÜKSEK LĐSANS TEZĐ olarak kabul edilmiştir.
Đmza
Başkan: ………………………………………………………………………………………….
Üye (Danışman): ………………………………………………………………………………..
Üye: ……………………………………………………………………………………………..
Üye: ……………………………………………………………………………………………..
Üye: ……………………………………………………………………………………………..
ONAY: Yukarıdaki imzaların, adı geçen öğretim üyelerine ait olduğunu onaylarım.
…/…/2006 ……………………….
Enstitü Müdürü
ĐÇĐNDEKĐLER ĐÇĐNDEKĐLER ..........................................................................................................................I ÖNSÖZ................................................................................................................................... IV KISALTMALAR ………………………………………………………………………..……V GĐRĐŞ………………………………………………………………………………………….1
BĐRĐNCĐ BÖLÜM 1.1. KUR’AN’DA GEÇEN YER VE ŞEHĐR ĐSĐMLER Đ…………………………………..4 1.1.1 Kur’an’da Geçen Şehir Đsimleri………………………………………………..5 1.1.1.1. Mekke, Beke, Ummu’l-Kur’a………………………………………………5 1.1.1.2. Medyen……………………………………………………………………...9 1.1.1.3. Medain……………………………………………………………………..14 1.1.1.4. BeldetunTayyibetun …………………………………...………………….15 1.1.1.5. Eyke…………………………………………………………..……………16 1.1.1.6. Babil……………………………………………………………………….18 1.1.1.7. Đrem …………………………………………………………………...…..21 1.1.2. Kur’an’da Geçen Muhtelif Yer Đsimleri……………………………………24 1.1.2.1. Maş’ari’l Haram …………………………………………………………24 1.1.2.2. Beyt ……………………………………………………………………...25 1.1.2.3. Huneyn …………………………………………………...........................26 1.1.2.4. Mescid-i Dırar ……………………………………………………..…….28 1.1.2.5. Mescid-i Aksa ……………………………………………………….….31 1.1.2.6. Babe Sücceden ……………………………………………………………35
1.1.2.7. Sarhan……………………………………………...……………...……….39 1.1.2.8. Seylü’l-Arim ……………………………………...……………………….41 1.1.2.9. Beytu’l-Ma’mur ………………………………….………….……………44
ĐKĐNCĐ BÖLÜM 2.KUR’AN’DA GEÇEN DAĞ, DENĐZ VE NEHĐR ĐSĐMLER Đ……………….….47 2.1. KUR’AN’DA GEÇEN DAĞ ĐSĐMLER Đ……………………………..…………48 2.1.1. Safa, Merve…………………………………………………………………...48 2.1.2. Arafat ………………………………………………………………………...50 2.1.3. Tûr……………………………………………………...……………….…….53 2.1.4. Cûdî…………………………………………………………………………...55 2.1.5. Tuvâ…………………………………………………………………………...61 2.2. KUR’AN’DA GEÇEN DEN ĐZ VE NEHĐR ĐSĐMLER Đ……………………....64 2.2.1. Bedir ………………………………………………………………………..64 2.2.2. Yemm …………………………………………………………......................66 2.2.3. Bi’r’i Muattala Kasrin Meşid…………………………………………..…….68
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3. KUR’AN’DA GEÇEN KAV ĐMLER VE YA ŞADIKLARI YERLER… ……......71 3.1. Ad Kavmi ……………………………………………………………………..71 3.2. Semud Kavmi…………………………………………………………………….75 3.3. Lût Kavmi …………………………………………………….............................78 3.4. Sebe Halkı ………………………………………………………………...……81
3.5. Musa Kavmi ……………………………………………………………….…...86 3.6. Sabiîler …………………………………………………………..……….………93 3.7. Rumlar……………………………………………………………………………97 4. SONUÇ………………………………………………………………...….…..……101 5. KAYNAKLAR …………………………………………………...………….……..103 6. ÖZET………………………….………………………………………….…………109
ÖNSÖZ
“…Ve Âdem'e bütün isimleri öğretti…”1
Sosyal bir varlık olan âdemoğlunun hayatında isimlerin yeri en az kendi yaşantısı
kadar önemlidir. Hayatın anlamı isimlerde ortaya çıkar. Duygular düşünceler hep eşyaların
isimleriyle telaffuz edilegelmiştir. Eşyalara isim verme, eşyaların isimlerini bilme ‘ilim’
cümlesinden sayılmıştır.
Biz de bu çalışmamızda Kur’an’da geçen ve daha önce üzerinde bir topluluğun
yaşadığı yer isimlerini konu edindik. Mezkûr yerlerden haberdar olma, konumlarını bilme,
bizi hem o yerler hakkında bilgi edinmeye hem de o yerler üzerinde yaşayan topluluklar
hakkında bilgi sahibi olmaya sevkeder. Bu bilgi bizi tarihi hatalardan, tarihte yaşayanlar
hakkında hatalı bilgilerden ve tarihi önyargılardan uzaklaştıracaktır.
Eğer bu çalışmamızda bilimsel bilgiye bir katkıda bulunabildiysek kendimizi bahtiyar
hissedeceğiz.
Konunun seçilip hazırlanmasında değerli yardımlarını esirgemeyen danışman hocam
Sayın Doç. Dr. Mehmet Faik YILMAZ Beyefendiye, meşguliyetine rağmen zaman ayıran,
deneyimlerini benimle paylaşan Sayın Burhan KIRICI Bey’e, Bilgisayar işlemleri ve
dizgideki yardımlarından dolayı dostum M.Emin SULAR Bey’e evdeki ortamı çalışmama
göre ayarlayan ve manevi desteklerini esirgemeyen eşim Sayın Filiz Hanımefendiye,
Okumam için çabalayan, şefkat timsali, pir-i fani, babam Muhterem Hacı Mirza Mehmed
Bey’e ve burada adını zikredemediğim bütün değerli dost ve hocalarıma teşekkürü bir borç
biliyorum.
Đbrahim SÜRÜCÜ
2006-VAN
1 Bakara, 2/31.
KISALTMALAR
a.g.e. : Adı geçen eser
A.s. : Aleyhi Selam
Ansk. : Ansiklopedi
a.y. : Aynı yer b. : Bin
Bkz. : Bakınız
C. : Cilt cc : Celle Celaluhu
Çev. : Çeviren
DĐA. : Diyanet Đslam Ansiklopedisi
Hz. : Hazretleri ĐFAV. : Đlahiyat Fakültesi Yayınları Mad. : Madde
MEB : Milli Eğitim Bakanlığı Nşr. : Neşreden s. : Sayfa S.a.v. : Sallahü aleyhi ve sellem Thk. : Tahkik Eden Ty. :Tarihsiz Vkf. : Vakıf Yay. : Yayınları
8
GĐRĐŞ
Tevhid akidesinin sarsıldığı her zaman dilimi, karanlıktır. Zira semâvât ve arzın
nûru olan Allah (c c) inancının, bütün sînelere hâkim olmaması ruh ve vicdanları
simsiyah hâle getirir. Böyle bir kalb ve vicdanın eşya ve hâdiselere bakış keyfiyeti
miyop ve bulanık olacağından, o insan kapkaranlık bir dünyada, hep yarasalar gibi
yaşayacaktır.
Peygamberlerin gönderiliş gayesi, insanın yaratılış gayesiyle aynı noktada
birleşir. O da Allah’a kul olma çizgisidir. Cenâb-ı Hakk, Kur’ân-ı Kerim’de : “Ben
cinleri ve insanları ancak Bana kulluk yapsınlar diye yarattım”2 buyurarak bu hususa
işaret etmektedir. Beşeriyetin Cennetten indikten sonra tarihi, Nebilerin ve meliklerin
tarihidir. Bazılarını Kur’an haber verse de haber vermedikleri pek çoktur.3
Sâmî ailenin muhtemel beşiği olarak Arap yarımadası, sonradan
Mezopotamya’ya hicret eden ve burada Babilliler, Asurîler, Fenikeliler ve Đbraniler
diye anılan halk kitlelerine yurt vazifesi görmüş bir ülkedir. Araplar halen yaşamakta
olan Sâmî ırkın iki temsilci kolundan biri olarak, Yahudilerden daha da geniş bir
nisbette, hem fiziki hatları hem de düşünüş tarzları itibariyle bu ailenin
karakteristiğini taşımaktadır.4
Araplar sadece bir imparatorluk kurmuş değiller onlar aynı zamanda bir kültür
manzumesi ortaya koymuş bulunuyorlar. Arapların tevarüs ettiği Mezopotamya
medeniyetini kendi boyasıyla boyaması ve daha sonra oluşan kültürü batıya
aktarması, batı dünyasının kalkınmasına ve daha sonra da Rönesans’ın
gerçekleştirilmesinde önayak olmuştur.5
Allah Kendi vahyini insanlara tarihin her döneminde elçileri vasıtasıyla
ulaştırmıştır. Elçiler, insanlara Rab’lerini anlatmış, onlara Yaratıcı’larının sözlerini
iletmişlerdir. Nebiler, yaşadıkları topraklara ab-ı hayat olmuş girdikleri tüm beldeleri
ihya etmişlerdir.
2 Zâriyât, 51/56. 3 Muhammed Hamidullah, Đslâm Müesseselerine Giriş, (Ç. Đhsan Süreyya Sırma), Beyan yay., Đstanbul, 1992, s. 98.
4 Philip K. Hitti, Siyasi ve Kültürel Đslam Tarihi, (Ç. Prof. Dr. Salih Tuğ), ĐFAV yay. Đst. 1995, I, 19-24.
5 Philip Hitti, a.g.e. I, 22.
9
Tefsir Đlmi sistematik bir şekilde literatürdeki yerini almaya başladığı ilk
andan itibaren müfessirler, çoğu kişi tarafından merak konusu olan ‘yer adlarını’
eserlerinde işlemişlerdir.
Belirtmek gerekir ki ayetlerde geçen yer adlarına karşı duyulan merak
Kur’an’ın indiği ilk andan itibaren varolmuştur. O dönemde, bizzat Hz. Peygamber
bu konuya değinmiştir. Zira Sahabedeki öğrenme iştiyakı, Efendimize sorularla
gitmeleri bu konuda değişik bilgilerin verilmesine vesile olmuştur. Özellikle Kur’an
Kıssalarının anlatıldığı sürelerde yeri geldikçe açıklamalarda bulunulmuştur. Hz.
Salih ve Lut kavmi hakkında verilen bilgiler de bu cümleden olarak hadis
müdevvenatı içindeki yerini almıştır.6
Kur’an’ın yer adlarından bahsetmesi ve insanları “geçmiş ümmetlerin
yaşadıkları yerleri gezip görmeye ve ibret almaya” teşvik etmesi mevzunun
ehemmiyetini ortaya koymaktadır. Nitekim medeniyetlerin olgunlaşması, kabul
edilebilir evrensel değerlere ulaşması ancak geçmişten ibret alıp, geçmişin hatalarına
düşmemekle olur. Eğer Semud Kavmi, Ad Kavminin yapıp ettiklerinden dolayı
uğradıkları azaptan bir ders almış olsalardı, belki Đlahi azaba müstahak bir konuma
gelmezlerdi.
Biz bu çalışmamızda özellikle Nebilerin dolayısıyla Kur’an’ın kendilerinden
bahsettiği toplulukların yaşadıkları yerleri ele almaya ve bu yerlerin konumlarını
belirlemeye çalıştık. Đlk başta bu konuda yapılan çalışmaların az olması sebebiyle
asıl konuyla alakalı bilgilere, özellikle modern bilimin yardımıyla gün yüzüne
çıkarılmış tarihi bilgilere, ulaşmada zorlandık. Lakin klasik dönem müfessirlerinden
Taberî; Çağdaş müfessirlerden de Mevdûdî’nin eserlerinde kapsamlı bilgiler bulduk.
Sadece bu iki müfessirle iktifa etmedik. Mevzumuzla alakalı mümkün mertebe ilk
kaynaklara inmeye gayret ettik. Bilimin gelişmesiyle beraber yeryüzünde kadim
kavimlerin hayatları hakkında günyüzüne çıkarılmış bilgilere de ulaşmaya gayret
ettik.
Hadis kitapları dahil konuyla alakalı bilgiler ihtiva eden, ulaşabildiğimiz
bütün eserlerden yararlanmaya çalıştık. Bilgiye ulaşmanın zor olduğu bir dönemde
neşet etmesine rağmen, bu konuyla alakalı en kapsamlı bilgileri Yakut el-Hamevî’nin
eserinde bulduk
6 Muhammed b. Đsmail el-Buhârî (256/869) Sahihu’l Buhârî (8 c), Đstanbul, 1979, 3366.
10
Asıl gayemiz, üzerine fazlaca çalışılmamış bir mevzu olan “Kur’an-ı
Kerimdeki yer adlarını” günümüzdeki konumlarını da belirterek vermektir. Zira
böyle bir çalışmanın, tefsir bilginlerine yorumlarında tenakuza düşmemeleri için
yardımcı olacağı kanaatindeyiz. Sadece tefsirciler değil, tarihçi, coğrafyacı ve
arkeologlar için de bir yardımcı olacağı temennisiyle yola çıktık.
Tezimizin adı ‘Kur’an’da geçen yer adları’ olmasına rağmen biz, Kur’an’da
geçen bütün yer adlarını işlemedik. Takdir edilecek ki sınırları ve hacmi belli olan bir
yüksek lisans tezinde bütün yer adlarını işlemek mümkün olmayacaktır. Onun için,
Ümmü’l Kur’a/Şehirlerin Anası olan Mekke’ye yakınlıkları baz alarak, en yakın yer
isminden başlayıp tarihteki önemi ve halk arasında en çok bilinen yerleri işlemeye
gayret ettik.
Kur’an’da yer adı olarak zikredildikleri halde metafizik âlemle alakalı yer
isimlerine değinmedik. Madde sıralamalarını, şehir ve deniz-nehir isimlerinde
Mekke’ye yakınlıkları temel alarak yaptık Nitekim, Kur’an Mekke’yi Ummu’l
Kur’a/Şehirlerin Anası diye taltif etmektedir. Kavim isimlerini de tarihi sıralamaya
göre yaptık.
Çalışmamızı kısa bir sonuçla bitirdik.
11
BĐRĐNCĐ BÖLÜM
1.1. KUR’AN’DA GEÇEN YER VE ŞEHĐR ĐSĐMLER Đ
Kur’an’da birbirine benzeyen/müteşabih ayetler ile farklı yönlere vurgu
yapılan konu ve kıssaların tekrarları vardır. Ama asla Kur’an fazla olanı havi; olması
gerekeni de anlatmaktan beri değildir.
Her mevzuyu insanların ihtiyaçları ve izanları nisbetinde anlatan Yüce Allah,
şehir ismlerini de insanların gidip görebileceği, ibret alabileceği nisbette
anlatmıştır.Bu başlık altında yüce kitabımızda adı geçen sınırlı sayıdaki şehirleri ele
almaya çalıştık. Çerçevesi belli olan bu çalışmamızda, tarihi açıdan önemli
bulduklarımızı ele aldık. Sadece tarihsel önemi değil, mevzubahis olan şehre
peygamber gönderilip gönderilmediğini de kıstas olarak aldık. Yesrib’i, tarihi bir rol
üstlenmiş olmasına rağmen işlemedik. ‘Mısır’, Hz. Musa’nın Kavmi işlenirken
değinildiği için ayrıyeten burada işlemedik. Değişik yerlere işaret olduğu için
‘Mevatin’, ‘ Karye’, ‘ Müdün’, ‘ Beled’ gibi maddeleri işlemedik. Ele aldığımız
maddeleri mümkün mertebe tarihi seyrine vurgu yaparak işlemeye çalıştık.
12
1.1.1. KUR’AN’DA GEÇEN ŞEHĐR ĐSĐMLER Đ
1.1.1.1. MEKKE, BEKKE, UMMU’L-KUR’A
Kur’an’da değişik adlarla anılan Mekke, Suudi Arabistan’da, merkezinde
Müslümanların kıblegâhı Kâbe’nin yer aldığı mukaddes şehrin adı.
Tarihi bir şehir olan Mekke, Ebu Zerr’den nakledilen bir hadise göre Allah
rızası için yeryüzünde inşa edilen ilk mescid ve Beytullah’ın bulunduğu Mukaddes
şehirdir.7
Bu şehrin, Kur'ân-ı Kerim'de geçen, Bekke8, Ümmü'l-Kura9 ve Beledü'l-
Emin10 şeklinde değişik isimleri vardır. Đbn-i Kesir gibi bazı müfessirler, Mekke'nin,
hem şehir hem de "Beyt"i karşılayan bir isim11 olduğunu söylerlerken12, diğer
bazıları da Mekke'nin, Harem'in tamamını kapsayan kısmına; Bekke'nin ise mescide
has bir isim olduğunu ifade etmişlerdir.13 Malik b. Enes’in Muhammed b. Şihaba
dayandırdığı rivayete göre Mekke, şehrin adı, Bekke ise, Haremin adıdır. Mücahide
göre ise, Bekke’den kasıt Mekke’dir.14 Çünkü Araplar ‘mim’ harfi ile ‘be’ harfinin
arasını birleştirirler.15
Âyet-i kerimede geçen ve "Mekke" diye tercüme edilen Bekke kelimesinin
asıl mânâsı "Kalabalık" demektir. Kâbe tavaf edilirken, orada çokça izdiham olduğu
için mecazi anlamda Mekke’nin kendisine "Kalabalık" denmiştir. Hatta sadece
‘kalabalık’ değil; Mekke, "Kalabalık yer" demektir.16
7 Nesâî, Ebu Abdirrahman (330/941), es-Sünenü'l-Kübrâ, (6 c) Beyrut, ty, Mesâcid, H.no:772, I, 256; Ebû Abdillah Muhammed b. Yezid el-Kazvînî Đbn Mâce, (275/888) Sünenu Đbn-i Mâce, Đstanbul, 1981, Đkâme, 196, H.no:1408; Đbn Hıbbân, Tabakat, IV, 511-512, H.no:1633. 8 Alu Đmran, 3/96. 9 Şûrâ, 42, 7. 10 Tin, 95/3. 11 Îmaduddîn Ebu’l Fida b. Îsmâîl b. Kesîr el-Kureşî ed-Dımaşkî,(ö:H.774) Tefsîru’l Kur’ani’l Âzîm, Mısır, 1987, I, 258. 12 Đbn Kuteybe, Tefsiru Garîbi'l-Kur'an, Beyrut 1978,107–108; Hasan Đbrahim Hasan, Tarihu'l-Đslâm, (trc. Komisyon, Kayıhan yay. 1989, Đst.) I, 45. 13 Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberî,(224-310) Taberi Tefsiri,(Terc. Kerim Aytekin, Hasan Karakaya) Hisar Yayınevi, Đstanbul, 1996, II, 319-321. 14 Nasr b. Muhammed b. Ahmed b. Đbrahim es-Semerkandî, Tefsiru’l Kur’ân, (terc. Mehmet Karadeniz), 1975, Mısır, I, 325; Ebu’l Berekât Abdullah b. Ahmed b. Mahmud en-Nesefî, (v. 710/1310), Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları, Đst. 1984, II, 335-337; Ebu Abdillah Muuhammed Bin Ahmed Bin Ebu Bekr Bin Ferh El Ensarî, El-Kurtûbî, el-Camiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Terc. M. Beşir Eryarsoy) Buruç Yayınları, Đstanbul, 1996, IV, 281-282. 15 Beğavî, Ebî Muhammed Hüseyin b. Mesud el-Ferra el-Beğavî eş-Şafiî (ö:516) Meâlimu’t- Tenzîl (4 c) Beyrut, 1993, II, 342. 16 Taberî, Taberî Tefsiri, II, 320.
13
Mekke, Arap yarımadasının Hicaz bölgesinde Kızıldeniz kıyısındaki Cidde
limanının 100 km. doğusunda olup güneyinde aynı uzaklıkta sayfiye (yazlık) yeri
olan Taif şehri bulunmaktadır. Medine'ye olan uzaklığı ise yaklaşık olarak dört yüz
km.dir. Yengeç dönencesinin güneyinde, 21° 30' enlem ve 40° 20' boylamları
arasında bulunmaktadır.17 Mekke, doğu tarafındaki Ebu Kubeys dağı ile batı
yönündeki diğer dağlar arasında güneye meyilli dar bir vadide, adı geçen dağın
eteğinde bulunmaktadır. Bu vadi bir hilâl şeklinde aşağılarda Kızıl denize doğru
yönelmektedir. Burası Arabistan'ın Tihame ve Necid bölgeleri arasında bir set
oluşturan Hicaz dağlarının iki boğazının kesiştiği noktadır. Kâbe ve onu çevreleyen
Mescid-i Haram, şehrin ortasında bulunur. Hemen yanında Safa ve Merve tepeleri
bulunmaktadır. Bu vadide şehrin kurulduğu kısım Batn-ı Mekke olarak
adlandırılmakta, Mescid-i Haram'ın bulunduğu çukur yere ise el-Batha
denilmekteydi.18
Mekke'nin ortaya çıkışı Hz. Âdem (a.s.)'a kadar uzanır. Âdem (a.s.)
yeryüzüne indirildiğinde Mekke'de19 Beytullah'ın bulunduğu bu günkü yerde bir
mabet inşa etmekle görevlendirilmişti.20 Tarihçiler, Âdem (a.s)'in Hindistan
tarafından yeryüzüne indiğini kabul etmişlerdir.21 Onun, kırk defa Mekke'ye giderek
haccettiği kabul edilirse bu durum bizi Mekke vadisinin ilk insanla birlikte, seçilerek
kutsal kılındığı sonucuna ulaştırır.22
Đsmail (a.s.)'in nesli burada çoğalıp dururken, Yemen'den göç edip buralara
gelen Huzaalılar, Curhümîlerden yerleşme izni istemiş, red cevabı almaları üzerine
onlarla savaşarak şehri ele geçirmişlerdi.23 Đsmailoğulları bu savaşta tarafsız
kaldıkları için Huzaalılar onlara dokunmamışlardı. Huzaalılar Mekke'ye hâkim
olmuşlar ve bu hâkimiyetlerini üç yüz yıl sürdürmüşlerdir. Huzaalılar, Mekke'de,
Đbrahim (a.s.)'in dininden büyük sapmalar göstermiş ve putperestliğin
17 Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları, Đst. 2002, XIII, 114-121. 18 Kurtûbî, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, IV, 281-282; Şemseddin Sâmî, Kamusu'l-A'lam, Đstanbul, 1308, Mekke Mad. s. 256. 19 Kurtûbî, el-Câmiû Li Âhkâmi’l Kur’ân, I, 124. 20Carullah Muhammed b. Mahmud b. Ömer ez-Zemâhşerî, el-Keşşaf an Hakaiki’t Tenzil ve uyunu’l Ekavil, Kahire, 1977, I, 386. 21Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et- Taberî,(H: 771-774) el-Bidâye ve'n-Nihâye fi't-Tarih, Beyrut, 1967, I, 122. 22 Đzeddin Ebi Hasan b. Ali b. Ebi Kerem Mahmud b. Muhammed b. Abdülkerim b. Abdulvahid es-Siyebânî, Đbnü'l-Esir, el-Kâmil fi't-Tarih, Beyrut, ty, I, 36–38. 23Philip Hitti, Siyasi ve Kültürel Đslam Tarihi, I, 55; Muhammed Hamidullah, Đslam Tarihine Giriş, s.34.
14
yaygınlaşmasına sebep olarak insanları dalâlete sürüklemiş, Hubel adında bir put
dikip ona tapınmışlardı.24 Bu putperestlik Đsmail (a.s.)'ın soyunu da etkisi altına
almış; istisnalar hariç Hanif dinine mensup kimse kalmamıştı. Huzaalılar Đsmail
(a.s.)'in nesli olan Kureyş'in güç kazanmasına kadar Beytullah'ın sahibi olma
durumlarını korumuşlardı. Daha sonraki dönemlerde Kusay, Kureyş'i toparlayıp,
Huzaalılarla savaşa tutuşmuş ve onları şehirden uzaklaştırmıştı.25 Kusay,
Huzaalılarla olan mücadelesi esnasında Kuzey Arabistan'ın büyük kabilelerinden biri
olan Kuda'a kabilesinin başkanı olan üvey kardeşi tarafından desteklenmişti.26
Peygamberimizin neşet ettiği yer olması hasebiyle Mekke’nin dini, ticari ve
sosyal yaşantısına da değinmeyi zaruret olarak görüyoruz. Mekke'de dini hayat
tamamen putperestlik üzerine bina edilmişti. Bu putperestlik, Hz. Đbrahim'in tevhid
dini çerçevesinde ortaya koyduğu ibadetlerle iç içe girdirilmişti. Mekke'li müşrikler
Allah'ı, her şeyin yaratıcısı olarak kabul ederken birçok meselede putları ona ortak
koşarlar, onları kendilerine ilâhlar edinirlerdi. Beytullah ve haccın Arabistan'ın diğer
bölgelerini de ilgilendiren bir husus olması, Mekke'ye, yarımadanın dini merkezi
olma konumunu kazandırıyordu.27 Đçindeki Mukaddes mekân olan Kâbe’nin
kuruluşu Beyt-i Makdisin kuruluşundan kırk yıl öncedir.28
Mekke'deki ticari faaliyet yaz-kış yoğun bir şekilde kesintisiz olarak sürerdi.
Yaz seferleri Suriye taraflarına, kış seferleri ise Yemen taraflarına gönderilen
kervanlardı.29 Bu ticarî kervanlar Mekke için o kadar önemli idi ki, Allah Teâlâ;
“Kı ş ve yaz yolculuklarında kendilerini güvenlik ve esenliğe kavuşturduğu için onlar
bu Beyt'in Rabbine ibadet etsinler"30 buyurmaktadır. Mekke civarında Ukaz,
Mecenne ve Mina panayırları, Mekke'ye ihtiyaç duyduğu malları sağlarken aynı
zamanda ticaretin hareketlenmesine ve Mekkeli tüccarların bolca kazanç
sağlamalarına imkân veriyordu.31
24El-Hafız Ahmed b. Ali, Đbn Hacer el-Askalânî, Fethu'l-Bâri bi Şerhi Sahihi Buhârî, (Thk., Abdulaziz b. Abdillah b. Baz) Mısır, 1959, V, 359. 25Đbn Hacer, a.g.e., V, 359; H. Đ. Hasan, Tarihu’l Đslam, I, 45-46. 26M. Hamdullah, Đslâm Peygamberi,(Terc. Prof. Dr. Salih Tuğ) (2 c) Đstanbul, 1990, II, 884. 27 Şevkânî, Fethu’l Kâdîr, Beyrut, 1990, I, 144; Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, XIII, 114-121. 28 Muhammed b. Đsmail el-Buhârî (256/869) Sahihu’l Buhârî (8 c), Đstanbul, 1979, 3366; Müslim; 520. Ahmed, Müsned; V, 160,166. 29 H.Đ. Hasan, Tarihu’l Đslam, I, 62. 30 Kureyş, 106/2-3. 31 A. Köksal, Đslâm Tarihi, Mekke Devri, Đstanbul, 1981, III, 88.
15
Mekke'nin coğrafi açıdan bulunduğu özel konumu, etrafındaki devletlerin
dikkatini çok eski devirlerde bile üzerine çekmekte idi. Beytullah'ın bulunduğu yer
olması sebebiyle de büyük bir saygınlığı vardı. Mekke, birçok teşebbüslere rağmen
yabancı güçler tarafından işgal edilememiş ve tarihi boyunca bağımsızlığını
korumuştu. Rivayetlere göre, Yemen melikleri olan Tubba'lar ve hatta Farslar bile
Hac maksadıyla Mekke'yi ziyaret etmekte idiler. Abdulmuttalib'in Zemzem
kuyusunu kazdığı vakit çıkardığı altından mamul geyik heykeli buna delil olarak
gösterilmektedir.32 Arapların geleneksel rivayetlerine göre, Đskender Mekke'ye gelip
Kâbe'yi ziyaret etmişti. 33
Resulullah'ın, risaletle görevlendirilmesinden sonraki on üç sene boyunca
Mekke'deki cahilî yaşantıda ve siyasî ilişkilerde pek bir değişiklik olmamıştı.
Hicretin sekizinci yılında Resulullah (s.a.s.)'a boyun eğen Mekke, bu tarihten sonra
yeni bir dönemi yaşamaya başladı. Allah Teâlâ'nın mübarek kıldığı, Đslâm dininin
merkezi olan bu belde, şirkten, putperestlikten ve bütün diğer hurafelerden
arındırılmış yeni bir hayata kavuştu.34
Mekke'nin birçok ismi vardır: Mekke, Bekke, Ümmü Rahm, Küveysâ,
Beşâşe, Hatime (kendisini hafife alanları kırıp döken), Ümmü'l-Kurâ. Nitekim
Cenâb-ı Hak, "Ümmü'l-Kura'yı ve onun etrafındakileri inzâr edesin..." (Şûrâ, 42/7)
buyurmuştur. Mekke, bütün beldelerin kökü olduğu ve yeryüzü onun altından
yayıldığı için Ümmü'l-Kurâ (Beldelerin anası) diye adlandırılmıştır. Bütün bu tarihi
ve dini özelliklerinden dolayı Mekke, yeryüzünün dörtbir köşesinden gelenler
tarafından ziyaret edilegelmiştir.35
32 Đbn-i Haldun, Mukaddime, Terc. Z.K. Uğan, Đstanbul, 1988, II, 243. 33 Hamidullah, Đslâm Peygamberi, II, 834; Ebû Hanife Ahmed b.Davûd ed-Dineverî, Ahbaru't-Tıval, (Neşreden Ömer Faruk Taba) Kahire, 1985, s. 325. 196, 33-34. 34 A. Köksal, Đslâm Tarihi, III, 88. 35 Râzî, Tefsir, VI, 488-489.
16
1.1.1.2. MEDYEN
Mısır ile Filistin arasında bulunan, tarihte Hz. Şuayb’ın peygamber olarak
gönderildiği şehrin adıdır.
Medyen, Şuayb (a.s)'ın memleketidir.36 Hz. Şuayb da Araplara gelen
peygamberlerdendir. Medyen toprakları, Hicaz'ın kuzeybatısında, oradan
Kızıldeniz'in doğu sahiline, Maan kenti yakınlarında şimdiki Ürdün’ün doğusuna,37
Akâbe Körfezi'ne ve Sina Yarımadası'nın bir bölümüne kadar uzanan bölgelerde yer
alır.38 Bugün Ürdün'ün batısında, Akabe taraflarında Medyen diye anılan bir kent
harabesi vardır. Medyenlilerin yurdunun burası olması kuvvetli bir ihtimaldir 39
Medyen halkı Yahudi ve Hristiyanların kutsal kitaplarında "Mudyâniler"
(midianites) diye geçer. Bu ad, Kuzey batı Arabistan'da Akabe körfezinin doğu
kıyılarına uzanan alan içerisinde yer alan çöl şehri sakinlerine Hz. Đbrahim'in
Keturah'dan40 olma oğlu Midian'dan geldiği söylenir. Hz. Yusuf'u yurdundan Mısır'a
giderken alıp götüren Midyâni tüccarlardır.41
Hz. Şuayb için Yahudi ve Hristiyan kutsal kitaplarında Hz. Musa'nın
kayınpederi olarak Yetro (Jethro, Revel)diye bahsedilir. 42 Kur'an-ı Kerim'de on yerde
adı geçmektedir: A'râf 85, 88, 90, 92 ve Hud 84 87, 90, 95, 177; Ankebut 36. Hz.
Şuayb’dan kardeşleri diye bahseden Kur’an burada nesep kardeşliğini
kastetmektedir.43 Şu'ayb Aleyhisselam da bu kavmin soylularındandır. Bildirildi ğine
göre nesebi: Medyen oğlu Yeşcür oğlu Mekil oğlu Şu'ayb'dir. Ve kavmine karşı
güzellikle yaptığı uyarılardan ve öğütlerden dolayı Peygamberlerin hatibi ünvanıyla
anılır.44 Aynı şekilde, Hz. Đbrahim'in (a.s.) çocuklarından biri olan Midyan'ın etkisi
altına giren tüm bölge sakinleri Benî Medyen (Medyenoğulları), bunların oturduğu
yerler de Medyen bölgesi diye anılır oldu.45
36 Kurtûbî, el-Câmiu li-Ahkâmil’l-Kur’an, VII, 403-404; Şevkânî, Fethu’l Kadîr, V, 356. 37 Đbn-i Kesîr, Tefsiru’l Kur’ani’l Âzîm, III, 352; Seyyid Kutub, Fî-Zilal, III, 10. 38 Đbnü’l Cevzî, Zadü’l Mesîr, III, 228; Seyyid Ebu'l A'la el-Mevdûdî, Tarih boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamber (3 c) (Çev. Ahmed Asrar) Pınar yay. 1992, Đstanbul, I, 447. 39 Süleyman Ateş, a.g.e. , a.y. 40 Kitab-ı Mukaddes, Tekvin, 25/1. 41 Kitab-ı Mukaddes, Tekvin, 37/25-28-36. 42 Kitab-ı Mukaddes, Çıkış, 2/15; 3/1. 43Taberî, Taberî Tefsiri, IV, 82-83; Râzi, Tefsir-i Kebîr Mefâtihu’l-Gayb, X, 503-504 44 Taberî, Taberî Tefsiri, II, 167; Sa'lebî, el-Arâis, Mısır, 1951, s. 164; M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, III, 114. 45 Kurtûbî, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, III, 71-72; Mevdûdi, Tefhimu’l Kur’an, II, 63-64.
17
Medyende yaşayanlar büyük tüccar idiler. Onların yerleşim merkezleri,
Kızıldeniz sahilini takip eden Yemen-Mekke ve oradan Suriye ticaret yolu güzergâhı
ile Irak'tan Mısır'a giden yolun kesiştiği mevkide yer alır. Bundan dolayı da onlar
Araplar arasında iyi bilinirler. Helâk olmalarından sonra bile, Suriye ve Mısır'a giden
kervan yollarının, onların arkeolojik kalıntıları arasından geçmesi nedeniyle
hatırlanırdı.46
Medyen, Mısır yolu üzerindeki Tur dağının yanı başındadır.47 Medyen, Hz.
Đbrahim evlatlarından Medyen'in nesli olan bir kavim olup,48 merkezleri Şap Denizi49
kıyısında onun kurduğu bir şehir idi.
“Kur’an’ın Medyen halkı hakkında anlattıklarının önemini kavramak için, bu
insanların, Hz. Đbrahim’in üçüncü hanımı Katurah'tan olma oğlu Midyan'ın soyundan
geldikleri iddialarına dikkat edilmelidir. Doğrudan doğruya onun neslinden gelmemiş
oldukları halde, tümü onun soyundan olduklarını iddia etmişlerdir. Çünkü eski bir
geleneğe göre, büyük bir zata bağlı olan herkes, daha sonra yavaş yavaş onun
torunları arasında sayılmaya başlanırdı. Nitekim Hz. Đsmail'in (a.s) soyundan
gelmemesine rağmen bütün Araplara "Đsmailoğulları" denmiştir. Hz. Yakub (a.s)'ın
soyu (Đsrailoğulları) için de durum aynıdır. Aynı şekilde, Hz. Đbrahim (a.s)'in
çocuklarından biri olan Midyan'ın etkisi altına giren tüm bölge halkına Benu Medyen
(Medyenoğulları) ve onların oturduğu yerlere de, Medyen bölgesi dendi.50
Yüce Allah'tan Şuayb (a.s)'a kitap veya sahife gönderilmedi. O, Âdem, Şit,
Đdris, Nuh ve Đbrahim’e indirilen sahifeleri okudu ve onlarla tebliğde bulundu.51
Şuayb (a.s) büyük bir hatipti. insanları güzel söz ve nasihatlerle aydınlatmaya
çalıştı.52 Şuayb (a.s) aynı zamanda Musa (a.s)'ın kayınpederi idi. Kızı Safura'yı Musa
(a.s) ile evlendirmişti.53
46 Yakut b. Abdillah el-Hamevî,(626-1228) Mu'cemü'l-Büldan,(7 c ) Beyrut 1956, V, 77; Seyyid Ebu'l A'la el-Mevdûdi, Tefhimu’ Kur’an, (7 c) 1996, Đstanbul, VII, 85. 47 Seyyid Kutub, fî-Zilal, III, 10. 48 Semerkandî, Tefsiru’l Kur’ân, II, 95. 49 Bizim "Şap Denizi" dediğimizin aslı "Đsaf" denizidir. Bugün 'Kızıldeniz" adıyla anılmaktadır. "Kulzüm" şimdiki Süveyş'in yerinde kurulu bir şehirdi. Kulzüm esasen yutmak anlamına gelmektedir. Ona "Kulzüm Denizi" denilmesi, bu şehirden ve Firavun'un adamlarıyla birlikte orada suda yutulmuş olmasından dolayıdır. (Bkz. Elmalılı, Hak Dini, I, 236.) 50 Zirikli, Kâmûsû'l-A'Iâm, VI, 4244; Yakut el-Hamevî, Mu'cemü'l-Büldan, V, 77. 51 Đbn-i Asakir, Tarih, Beyrut, 1979, VI, 322. 52 Zemahserî, el-Kessâf, II, 118; Semerkandî, Tefsîru’l Kur’an, II, 95-96. 53 Đbnü'l Esîr, el-Kâmil fi t-Tarih, II, 177.
18
Şuayb (a.s)'ın Peygamber olarak Medyen'e gönderilmesi ve Medyenlilerle
mücadelesi, Kur'an'da söyle bildirilir: "Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik).
Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, sizin ondan başka ilahınız yoktur. Size
Rabbinizden açık bir delil geldi. Ölçüyü ve tartıyı tam yapın, insanların eşyalarını
eksik vermeyin, düzeltildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Eğer
inanan (insan)lar iseniz böylesi sizin için daha iyidir! Ve her yolun başına oturup da
tehdit ederek insanları Allah yolundan çevirmeğe ve O (Allah yolu)nu eğriltmeye
çalışmayın. Düşünün siz az idiniz, O sizi çoğalttı ve bakın bozguncuların sonu nasıl
oldu! Fakat Medyen halkı Şuayb (a.s)'ın nasihatlerini dinlemediler ve kötü
hareketlerinde daha ileri gittiler.54 Bunun üzerine Yüce Allah Onlara azabını
gönderdi.55
Yüce Allah da, onlara verilen azabı, söyle haber veriyor: "O'nu yalanladılar.
Nihayet o gölge gününün azabı, kendilerini yakaladı. Gerçekten o, büyük bir günün
azabı idi. Muhakkak ki, bunda bir ibret vardır. Ama yine çokları inanmazlar."56
Ayette söz konusu olan "gölge gününün azabı" hakkında, müfessirler söyle
bir açıklamada bulunuyorlar: Eykeliler57 azab isteyince, güneş yedi gün müthiş bir
sıcaklık yaydı. O sırada gökyüzünde bir bulut belirdi ve serin bir rüzgâr esti.
Eyke'liler serinlemek gayesiyle bulutun gölgesinde toplandılar.58 Birden o buluttan
bir şimşek indi ve Eyke halkı yeryüzünden silindi.59
A'râf ve Ankebût sûrelerinde Şu'ayb'(a.s) ın gönderildiği kavim, Ashab-ı
Medyen olarak nitelenmiş iken Kaf, Sâd, Şu'arâ, Hûd ve Hicr sûrelerinde ashâbu'l-
eyke olarak anılır. Şu'arâ sûresinde anlatılan Eyke halkının vasıfları, A'râf ve Hûd
sûrelerinde anlatılan Medyen halkının vasıflarına uymaktadır. Çünkü bunların temel
vasıfları olan ölçü ve tartıya hile karıştırmak, böbürlenmek ve bozgunculuk
yapmaktır.60 Şu'ayb'ın Medyenlilere: "Ölçüyü ve tartıyı tam yapın, insanların
54 Hûd, 11/ 91-93; eş-Şuarâ, 26/ 185-188. 54 el-A'raf, 7/ 85-86-87. 55 Đbn-i Kesîr, Tefsiru’l Kur’ani’l Âzîm, III, 352. 56 eş-Şuarâ, 26/189, 190. 57 Đbn-i Kesîr, Tefsiru’l Kur’ani’l Âzîm, III, 352; Mevdûdî, Tarih boyunca Tevhid Mücadelesi, I, 447; Elmalılı, Hak Dini, III, 26. 58 Kitab-ı Mukaddes’te de Medyenlilerin helakinden bahsedilmiş ve başkalarına ibret olarak sunulmuştur: “Ey Allah! Susma, durma, bu azgınlara Midyana yaptuğın gibi yap…” Mezmur, 83/1-9. 59 Nasıruddin Ebî Said Abdillah b. Ömer b. Muhammed eş-Şirazî el-Beydâvî, Envaru't-Tenzil ve Esrâru’t-Te’vîl (5 c), Beyrut, ty, II, 84. 60 Ebu’l FazlŞihabuddin es-Seyyid Mahmud Âlûsî (1270/1854), Ruhu’l Meânîfî Tefsiri’l Kura’ani’l Âzîm ve Seb’il-Mesânî, (16 c), Daru’l Fikr, Beyrut, 1987, XV, 117.
19
eşyalarını eksik vermeyin; yeryüzünde bozgunculuk yapmayın” dediği, yine
Şu'ayb'ın, Eykelilere: "Doğru terazi ile tartın, insanların haklarını kısmayın,
yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.”61 dediği anlatılmaktadır.
Bu anlatımdan, Medyen ile Eyke'nin aynı kent olma olasılığı vardır.62
Ancak bir dizi peygamber kıssasının anlatıldığı Şu'arâ Sûresi'nde Nûh, Hûd,
Salih ve Lût kavimlerinin kardeşi olarak nitelendirilmiş iken Şu'ayb kavminin
kardeşi olarak nitelendirilmemiştir. Halbuki A'râf Sûresinde Şu'ayb, kavminin
kardeşi olarak nitelendirilir. Bunu düşünen bazı müfessirler, "Eykelilerin",
"Medyenliler"'den ayrı bir toplum olduğunu, Şu'ayb'ın iki topluma gönderilmiş bir
peygamber olduğunu ileri sürmüşlerdir.63 Ancak A'râf, Şu'arâ ve Hûd sûrelerinde
Şu'ayb'ın gönderildiği halka verdiği öğütlerin aynı olması ve buralarda anılan
halkların aynı niteliklerle anılması, bunların aynı toplum olduğu görüşünü
güçlendirir.
Đbn Kesîr şöyle diyor: "Eykeliler, Medyen halkıdır. Eyke adlı bir ağaca
taptıklarından dolayı Şu'ayb -soyca bunlardan olduğu halde- bunların kardeşi olarak
nitelendirilmemiştir. Bâtıl inanç sahibi olan toplumu ile kardeşlik bağı kesilmiştir.
Bunu anlamayan bazı insanlar, Eykelilerin Medyenlilerden ayrı bir kavim olduğunu
sanmışlardır. Oysa ikisi aynı kavimdir. Her yerde aynı vasıflarla
nitelendirilmişlerdir.64
Çıkış Kitabına göre Mûsâ, Medyen kâhini Yetro'nun kızıyla evlenmiştir.65
Müfessirlerimize göre de Şu'ayb, Hz. Musa'nın kayınbabası olan zâttır.66 ‘Sayılar’ da
da Musa'nın kayınbabası olarak Medyenli Reuel oğlu Hobab'dan söz edilir.67 Bu isim
üzerinde Arapçanın etkisi açıktır. Hobab adı, Şu'ayb şeklinde Arapçaya geçmiş
olabilir.68 Nitekim Đbn Asâkir, iyi bir soybilimcinin: “Şu'ayb, Đbrânîcede Yesro
(Yetro)dur. O da Yavbab oğlu Avfâ'nın oğludur." dediğini saptamıştır. Bu rivayette
61 A'râf, 39/85; Hûd, 52/84; Şuarâ, 47/181–183. 62 Đbn Kesîr, Tefsîr, III, 346. 63 Âlûsî, a.g.e. , VIII, 175. 64 Đbn Kesîr, Tefsîr, III, 346. 65 Çıkış, 2/15; 3/1. 66 Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, XIX, 417-425. 67 Sayılar, 10/29. 68 Âlûsî, Rûhu'l-Meânî,VIII, 175.
20
Yesro diye geçen ismin Kitâb-ı Mukaddes'teki Yetro, Yavbab isminin de Kitâb-ı
Mukaddes'teki Hobab olduğu açıktır.69
Kitâb-ı Mukaddes'te Şu'ayb'ın veya Hobab'ın peygamberliğinden söz
edilmez, sadece ‘Medyen Kâhini’ olduğu söylenir ki bu da onun, halkı arasında
saygın bir din adamı olduğunu gösterir. Kavminin onu yalanladığı belirtilmez.
Eykeliler, Şu'ayb kavmi, Resliler ve Tubba' kavmi hakkındaki hikâyeler, Hûd ve
Salih kıssaları gibi Arap kökenlidir. Sanıyoruz ki Peygamber(s.a.v.)in yetiştiği
ortamdaki Araplar arasında Hûd, Salih kıssaları gibi Eyke ve Tubba' kıssaları da
anlatılmakta idi. Kaf, ve Sâd gibi ilk Mekke devri sûrelerinde bu halkların sadece
peygamberlerini yalanlayıp helak olduklarının anımsatılması, toplumun bu kıssaları
bildiğini kanıtlar. Aksi takdirde bu kısa işaret bir şeyi anımsatmaz ve ibrete vesile
olmazdı.70
Orta boylu, buğday benizli biri olan Şuayb (a.s), hayatının sonuna doğru
gözlerini kaybetmişti, âmâ olarak yaşıyordu. Mekke'de vefat etti. Türbesinin,
Kâbe'nin batısında, Darünnedve ile Benu Semh kapısının arasında olduğu rivâyet
edilir.71
1.1.1.3. MEDAĐN
Hz. Musa’nın gösterdiği mu’cizelere karşı kendi sihirbazlarının üstün
olduğunu kanıtlamak isteyen Firavun, memleketin değişik yerlerine adamlar
göndererek sihirbazlarını toplamak istemiştir. Medain’den kasıt tellalların
gönderilmek istendiği şehirlerdir.
"Medâin", medeniyet kelimesinin aslı olan medine’nin çoğuludur ki, şehirler
demektir. Bu kelimenin iştikakında başlıca iki görüş vardır: Birincisi Medine:
Başındaki mîm harfi kelimenin aslından olmak üzere "feîle" vezninde olup aynı
kökten alınmış ve türetilmiştir.72 Đkincisi "Müdün": Belli bir yerde ikâmet etmek
mânâsınadır. Fakat kelimeleri gibi çekimi terk edilmiştir. Bu şekilde medine insan
hayatına ilişkin her türlü ihtiyacın karşılanmasını içine alan yer veya böyle bu
69 Âlûsî, a.g.e. , a.y. 70 Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, XIX, 417-425. 71 Taberî, Taberî Tefsiri, IV, 167; Đbn-i Kuteybe, Kitabü'l-Maârif, Beyrut, 1970, s. 19; Ibn Asakîr, Tarih, VI, 322. 72 Râzî, Tefsir, X, 544.
21
özellikteki bir yerde ikâmet eden sosyal topluluk kavramıyla büyük şehirlere isim
olmuştur. Üçüncüsü “Medyûne”: Başındaki "mîm" harfi zâit ve "yâ" harfi asıl olmak
üzere kökünden alınmış olup, "ma'îşet" gibi "mef'ile" vezninde veya medyûnenin
muhaffefi olmakla aslında "mef'ûle" veznindedir. Medain ise mülk ve taat, ceza ve
siyaset mânâsına olduğundan bu şekilde medîne, mülk ve taat yeri, memleket veya
inzibat, siyaset altında, memlûke anlamıyla büyük şehirlere isim olmuş olur.73 Birinci
takdirde çoğulu hemze ile ikinci takdirde ise ‘yâ’ gibi olması lazım gelir. Hâlbuki
kırâatlerin hepsinde hemze ile varit olmuş ve öyle okunmuştur. Demek ki, tercih
edilen birinci görüştür.74
Medain diye ayette geçen yer Medine’ye 347 km uzaklıkta75 Hicr vadisinin
bulunduğu bölgedeki şehirlere76 verilen isimdir. Lut Kavminin oturduğu bu bölge, en
büyüğü Sedum olan dört yahut yedi şehirden oluşmaktaydı.77 Nitekim ayette şöyle
geçmektedir: “Şehir halkı sevinerek geldiler.”78
Kur’an’da geçen “Dediler ki: Onu da kardeşini de beklet; şehirlere/Medain,
toplayıcılar (memurlar) yolla. Bütün bilgili sihirbazları sana getirsinler.”79ayetinde de
Firavun’a bağlı şehirler kastedilmektedir.80 Burada (medâin)'den murad, Mısır'ın
Saîd şehirleri idi. 81 Sihirbazların büyükleri ve en mahirleri, Saîd/Çöl deltası,
içlerinde idi. Buralarda yetmiş kadar usta sihirbaz toplanmıştı.82
73 Râzî, a.g.e, X, 545. 74Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili, III, 265. 75 Elmalılı, a.g.e. , a.y. 76 Taberî, Taberî Tefsiri, IV, 94. 77 Ali Akpınar, Kur’an Coğrafyası, fecr yay. 2002, Ankara, s. 160. 78 Hicr, 15/67. 79 A’raf, 7/111. 80 Semerkandî, Tefsîru’l Kur’an, III, 211. 81 Râzî, Tefsir, X, 545. 82 Zemahşerî, el-Keşşaf, II, 135.
22
1.1.1.4. BELDETUN TAYYĐBETUN
Yüce Allah’ın Sebe ülkesine bahşettiği nimetleri sıralarken işaret ettiği
‘Güzel bir şehir’ diye tavsif ettiği Sebe ülkesinin bir şehri.
Kur’an’da bir sürenin adı olarak da geçen Beled (Belde) sınırları belirlenmiş
olan yer, yerleşim yeri, vatan anlamlarında bir kelimedir. Birkaç ayette83 Mekke için
kullanılmıştır. Çoğulu ‘bilad‘ veya ‘büldan’ gelir. Aynı anlama gelen ve sadedinde
olduğumuz maddede de Sebe Kavmi’nin güzel şehri için kullanılmıştır.84
Kur’an-ı Kerimde “Yemin olsun, Sebe' için kendi meskenlerinde bir ibret
vardı. Sağ ve soldan iki bahçe. Rabbinizin rızkından yiyin de O'na şükredin. Tertemiz
bir belde/Beldetün Tayyibetün, ve affeden bir Rab...’’85 Şeklinde bahsedildiği üzere,
güzel bir ülke olarak tarif edilen bu yerin Mekke olduğunu söyleyenler olmuştur.
Hamevî, burası Ubade bin Samit’in feth ettiği belde olan Cebele’deki Şam denizine
yakın bir Sahil kentidir.86 Diğer bazı tefsir bilginlerine göre de bu ‘memleketten’
Yemen'in San'a şehri kastedilmektedir.87
Ayrı bir ilim dalı olarak veya ayrı bir uğraş gerektiren ‘cifir’ ilmi
hesaplayıcıları ‘Beldetün Tayyibetun’ cümlesinin Arapça yazılışından yola çıkarak
bu ayetin Đstanbul’un fethedileceğine dair işaretler barındırdığına hükmetmişler.
0"Ne güzel bir belde" diye çevirdiğimiz "beldetün tayyibetün" cümlesinin
lafızları ebcet hesabıyla Đstanbul'un fethedildiği hicrî 857 tarihine denk
düşmektedir.88 Böyle bir mu’cize, tamamı mu’cize olan Kur’andan beri tutulamaz
lakin bu ayetin asli anlamı Sebe ülkesindeki güzelliklere işaret etmektedir. Buradan
da sadece tek şehrin güzel olduğu anlamı çıkarılamaz, bütün Sebe ülkesinin bir bahçe
gibi olduğu anlamı çıkarılabilir.89 Đnsan nereye otursa sağında bir bahçe, solunda bir
bahçe görebilirdi. Yani bu belde öyle bir beldedir ki orda sizin rızkınız var.90
83 Đbrahim, 14/ 35; Bakara, 2/126. 84 Đsfehânî, el-Müfredât, s, 77; Ali Akpınar, Kur’an Coğrafyası, s. 134–135. 85 Sebe, 34 /15. 86 Hamevî, Mu’cemu’l-Buldan, I, 483. 87 Şevkânî, Fethu’l Kâdir, III, 324; Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları, 2003, Đstanbul, XIII, 299-302. 88 Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. Đbrahim Kâfi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu, IV, 382–384. 89 Đzzet Derveze, et-Tefsiru’l-Hadis, Ekin Yayınları, III, 198-199. 90 Zemahşerî, el-Keşşaf, III, 575.
23
1.1.1.5. EYKE
Sık ve karışık orman anlamına gelen, kendilerine peygamber olarak Hz.
Şuayb’ın gönderildiği kavimdir.
Eyke, Kuar’an-ı Kerimde kendilerine gönderilen peygamberi yalanladıkları
için cezalandırıldıkları bildirilen bir kavimdir.
‘Eyke’ kelime itibariyle sık ve birbirine karışmış ağaç,91 yumuşak ağaç
bitiren bataklık, ‘sık ormanlık alan’ veya ağaçlı vadi anlamlarına gelir.92
Sadedinde olduğumuz ‘Eyke’ için bu tariflerin yapılmasında isabet payı
yüksektir. Zira Hz. Şuayb’ın kendilerine Peygamber olarak gönderildiği Eyke,
sarmaşık şeklinde büyümüş bir ağaçlık (mıntıka)tan ibaretti. Medyen’e yakın, deniz
kenarında, Tebuk’un kuzeyinde, Ürdün nehrinin doğu yakasında bir bölgenin adı
olan bu şehir Leyke diye de isimlendirilmiştir.93 Taberî’ye göre, Eyke yerleşim
merkezinin adı, Leyke ise genel olarak bu bölgenin adıdır.94 Nitekim ilk Mushaflarda
Şuara suresinin 176. ayetinde ‘leyke’ şeklinde; Kaf suresinin 24. ayetinde de ‘el-
Eyke şeklinde yazıldığı Kaynaklarımızda geçmektedir.95
Eyke halkından maksat, Hz.Şuayb'ın kavmidir.96 Ayet-i Kerime bu kavmin,
zalimler olduğunu beyan etmektedir. Bunların zulümleri, Allaha ortak koşmaları, yol
kesmeleri, ölçü ve tartıyı eksik yapma gibi fiillerdi. Allah teâla bu kavmi de çığlıkla,
zelzele ile ve üzerlerini siyah bir bulutun kaplaması ile cezalandırmıştı.97
Bu kavim Lût kavmine yakın bir yerde yaşıyordu.98 Bu sebeple kaynaklarda,
Lût kavminin ve Eyke halkının geride bıraktıkları harabeler hâlâ işlek bir yol
üzerinde bulunmaktadır." Deniliyor.99
91 Taberî, Taberi Tefsiri, V, 167. 92Suyûtî, Tefsîru’l Celaleyn, s.158; Esed Muhammed, Kur’an Mesajı, işaret yay. 1999, Đstanbul, s. 568; Đbrahim Mustafa, el-Mu’cemu’l Vasit, Çağrı yay. 1992, Đstanbul, ’Eyke’ Maddesi, s. 166. 93 Kurtûbî, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, X, 71-72 94Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberî, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, MEB yay. Ankara 1987, II,457. 95 Ali Akpınar, Kur’an Coğrafyası, s. 147. 96 Bkz. Hz. Şuayb’ın Peygamber olarak gönderildiği Eyke ve Medyen’in karşılaştırması için ‘Medyen maddesinde geniş açıklama yapılmıştır. 97 Taberî, Taberi Tefsiri, VII, 528-529. 98 Đbn-i Kesîr, Tefsir-i Kebir, I, 194. 99 Taberî, Taberi Tefsiri, VII, 530.
24
Taberî’nin Katâde'ye dayandırdığı bir rivayete göre Ashab-ı Ress ile Ashab-ı
Eyke, Allahın, kendilerine bir peygamber gönderdiği iki ayrı kavimdir. Allah bu
kavimlerden her birini belli bir azap ile helak etmiştir.100
Suyûtî, ‘Eyke peygamberimizin gazveye çıktığı Tebuk’tur.’ Demiştir. Zira
Eyke ile Medyen’in birbirlerine komşu oldukları ayetlerden de anlaşılmaktadır. 101
Bu gün itibariyle Medyen’e en yakın eski yerleşim yeri olarak Tebuk vardır.102
Eyke’lilere Peygamber olarak Hz. Şuayb gönderilmiştir. Hz. Şuayb’ın onları
Allah’tan korkmaya, O’na itaat etmeye, ölçü ve tartıda dürüst davranmaya,
bozgunluk çıkarmamaya davet etmesine karşılık onlar peygamberlerini
yalanlamışlardır. Bunun üzerine yedi günlük şiddetli sıcaklık ve ardında Allah, bir
bulut göndermiştir. Serinlemek gayesiyle bulutun altına giren halk, bulutun verdiği
bir sıcaklıkla helak olmuşlardır.103 Kur’an onların durumlarını şöyle haber
vermektedir:
“Eyke halkı da gerçekten zalim idiler.”104
“Eshabı Eyke gönderilen Resulleri tekzib etti.”105
“Eyke halkı ve Tübba' kavmi de. Bütün bunlar peygamberleri yalanladılar da
tehdidim gerçekleşti!” 106
1.1.1.6 BABĐL
Bâbil, Eski Mezopotamya'nın en büyük ve en ünlü şehridir.
“Şeytanların Süleyman’ın hükümdarlığı hakkında söylediklerine uydular.
Oysa Süleyman kâfir değildi, ama insanlara sihri öğreten şeytanlar kâfir olmuşlardı.
Babil'de, melek denilen Harut ve Marut'a bir şey indirilmemişti. Bu ikisi "Biz sadece
imtihan ediyoruz, sakın inkâr etme" demedikçe kimseye bir şey öğretmezlerdi.
100 Taberî, a.g.e. a.y. 101 Suyûtî, Tefsiru’l Celaleyn, s. 159. 102 Hamevî, Mu’cemu’l-Büldan, I,291. 103 Hicr, 15/78; Şuara, 26/276. 104 Hicr, 15/78. 105 Şuarâ, 26/176. 106 Kaf, 50/14.
25
Hâlbuki bu ikisinden, koca ile karısının arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı. Oysa
Allah’ın izni olmadıkça onlar kimseye zarar veremezlerdi. Kendilerine zarar verecek,
faydalı olmayacak şeyler öğreniyorlardı. And olsun ki, onu satın alanın ahiretten bir
nasibi olmadığını biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şeyin ne kötü
olduğunu keşke bilselerdi!”107
Akkadça ‘tanrının kapısı’ anlamına gelen Babil, Đbranicide Babel/Bâvel,
Persçe’da Babiruş ve Gekçe’de Babylon şekillerinde kullanılmıştır. Babil eski bir
Sümer şehridir. Sümerlerdeki adı ‘Ka- dingir- ra’dır. Bu isim de ‘tanrının kapısı’
anlamına gelir. Bu şehir Akkadlarca tahrip edilerek şimdiki harabelerin yerine inşa
edildiği bilgisine ulaşılmıştır.108
Tevrat’a göre de Babil, Nuh tufanından sonra ilk güçlü adam olan Nemrut’un
krallığının başladığı Sümer ülkesindeki dört şehirden biridir.109 Babilin en az 2000
yıl devam ettiği bilinen tarihi ömrünün safhalarını, Ammurular (Eski Babil Krallığı.
m.ö. 1894–1595), Kssitler (1595–1174), Asur Hâkimiyeti (745–626), Keldaniler –
Yeni Babil Krallığı-(626–539), Ahameniler –Đran Hâkimiyeti-(539–332), Đskender-
Selevki(332–275) dönemleri teşkil etmektedir.110
Bağdat’ın 88 km güneyinde Hile kasabası yakınlarında, Fıratın doğu
kıyısında yer alan ve Babil, Kasr, Armam, Đbn Ali, Đsnu’l-Esved, Cümcüme,
Hümeyra ve merkez adlı yedi tepe üzerine yayılmış bulunan kalıntıların Babil’e ait
olduğu çok eskiden beri Araplar arasında biliniyordu. Bu yöreye ‘Atlalu Babil,
(Babil Harabeleri) deniliyordu.111
Son dönemlerde yapılan kazılarda şehrin tarihi seyri içinde özellikle iki
dönem göze çarpmaktadır. Biri kanunlarıyla ünlü Hammurabi ikincisi de Kitab-ı
Mukaddeste de anlatılan Keldaniler dönemi. Keldaniler devrindeki Babil bugün
yatağını değiştirerek harabelerin biraz uzağından geçen Fırat’ın iki yakasından 1000
hektarlık dikdörtgen planlı bir arazi üzerine kurulmuş dıştan ve içten çift sıralı
surlarla koruma altına alınmıştır.112
107 Bakara, 2/102. 108 Sargon Erdem, Babil maddesi,, DĐA, Đstanbul, 1991, IV, 393. 109 Kitab-ı Mukaddes, Tekvin, 10/10. 110 Sargon Erdem, IV, 394. 111 Sargon Erdem, a.g.e. 112 Sargon Erdem, a.g.e.
26
Hamevi: ‘Babil, Hile ve Fırat - Dicle bölgesinden Kûfenin arka bölgelerine
kadarki bölgenin adıdır. Hz. Nuh, tufandan sonra kavmiyle buraya gelip yerleşmiş ve
bu şehri kurmuştur.’ Yine Mu’cem’in sahibi, Hz. Ömer’e dayandırdığı bir habere
göre de Babilin yedi şehirden oluştuğunu rivayet etmiştir.113
Bâbil şehri, Süddiye göre "Denbâvend" diye adlandırılan bölgedeki Bâbild'ir.
Urve b. Zübeyrin Hz. Aişeden naklettiği başka bir rivayete göre âyette zikredilen
Bâbil'den maksat, Iraktaki Bâbil'dir.114 Bu da Keldanilerin hükümet merkezi olan
şehirdir. Bağdatın doksan kilometre kadar güneyinde Nemrut tarafından
yaptırılmıştır. Bu şehir, birçok hükümdarın eline geçtikten sonra harap olup
gitmiştir.115
Bâbil Eski Mezopotamya'nın en büyük ve en ünlü şehridir. Bağdat'ın
güneyinde, Fırat'ın doğu kıyısındaki yedi tepe üzerinde kalıntıları bulunan ve 2000
seneden fazla tarih sahnesinde kaldığı bilinen şehrin adına ilk defa milâttan önce
binyılın sonlarına ait Akkad vesikalarında rastlansa da kuruluşunun çok daha eski
olduğu tahmin edilmektedir. Şehir, içinde çeşitli medeniyetleri barındırmıştır.
Bunların en önemlileri, kanunlarıyla ünlü hükümdar Hammurabi'nin yetiştiği
Amumılar dönemiyle, Bâbil'e en parlak çağını yaşatan Keldâniler dönemindekilerdir.
Bâbîl'e dünyanın yedi harikasından biri sayılan ünlü asma bahçeleriyle, Büyük
Đskender'in de içinde öldüğü muhteşem sarayı kazandıran Buhtunnasır da (II.
Nebukadnezzar) bir Keldânî hükümdarıydı. Milâttan önce 598'de Kudüs'ü işgal eden
Buhtunnasr, kral olarak görevlendirdiği Tsedekiya'nın Bâbil'e vergi Ödemeyi
reddetmesi üzerine şehri 586’da ikinci defa işgal ve tahrip etmiş; Yahudilerin
tamamını Bâbil'e götürmüş ve Yahudi tarihine "Bâbil esareti" diye geçen bu olay
kırk yedi yıl sürmüştür.116 Bâbil, ne zaman yapıldığı bilinmeyen, bugün harabesi
bulunan, yaklaşık 85m. genişliğinde bir plan üzerine oturtulan 75 m. yüksekliğindeki
ünlü kulesiyle de şöhret bulmuştur.117
Bâbil'in diğer bir özelliği ise, tarihi boyunca Mezopotamya'nın astronomi,
113 Hamevî, Mu’cemu’l Büldan, I, 309–311. 114 Kurtûbî, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, I, 245-247. 115 Taberî, Taberi Tefsiri, I, 282–292. 116 Sargon, Erdem, Babil, IV, 393. 117 Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. Đbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu, I, 92-100.
27
astroloji, kehanet ve sihir merkezi olmasıdır. Nitekim konumuz olan ayette de şehrin
bu özelliği zımnen dile getirilmektedir.118
1.1.1.7. ĐREM
Kur’an-ı Kerimde anılan bir kabile veya sütunlarıyla meşhur şehir adı.
Đrem, sözlükte iki sınır arsındaki hududu belirleyen taş anlamındadır.119
Halk arasında; Âd'ın oğlu Şeddâd120 tarafından, Cennete karşılık olarak bina
edildiğine inanılan, bağ ve bahçeleriyle ünlü bir şehir olarak bilinir.121 Đrem,
Yemen’de Hadramevt ile Sana arasında yer alan Ahkâf çölünün kumlarıyla örtülmüş
Ad Kavminin efsanevi başkenti olarak bilinir.122
"Đrem"in bir kabile veya kavim olduğunu söyleyenler çoktur.123
Mu'cem sahibi Yakut el-Hamevî, "Đrem"in, Eyle ile Benî Đsrâil çölü arasındaki
Cüz'am diyarında, Hısmey Dağlarından yüksek bir dağın adı olduğunu; badiye
halkının, burada bağlar ve çam ağaçları bulunduğuna inandıklarını zikreder.124
‘Görmedin mi ne yaptı Rabbin Âd kavmine? Sütunların sahibi Đrem'e.’125
Đrem sözcüğü bu ayette Ad Kavmine mensup olanlara isim olmuştur. ‘Đrem
ismi, kavmin anne veya babalarının veyahut bulundukları bölge, kabile adı olduğu
için Ad Kavmine mensup olanlara isim olmuştur.’ denilmiştir.126
Bunun bir belde adı olduğunu söyleyenler, bu beldenin; Dımaşk, Đskenderiye,
Şeddâd'ın yaptırdığı şehir; Yemen'de bir kasaba, Irak'ta bir kasaba ya da Şam'da bir
kasaba olabileceği ihtimali üzerinde dururlar ki, çoğu zaman görüşleri farklıdır.127
Zemahşeriye göre Đrem, Đskenderiye kentidir.128 Bunun yanında ulemanın
118 Daha geniş bilgi için bkz. Ömer Faruk Harman, "Buhtunnasr", DĐA, Đstanbul, 1991, VI, 380–381; Sargon Erdem, "Bâbil", IV, 392-395. 119 Đbnu’l Manzûr, Lisanu’l Arab, ‘Đrem’ maddesi, 524; Hamevî, Mu’cemu’l-Büldan, I,155. 120 Râzî, Tefsir-i Kebîr, XXIII, 122-123. 121 Semerkandî, Tefsiru’l Kur’an, II, 123. 122 Bahattin Dartma, Kur’an ve Arkeoloji, (Yayımlanmamış, Doçentlik Tezi)2006, Van, s. 25. 123 Bkz. a.g.e. a.y. 124 Yakut el-Hamevî, Mu'cem, I, 212. 125 Fecr, 89/6-7. 126 Şevkânî, Fethul Kadir, VI, 254. 127 Ebû Bekir Đbnü'l-Arabî, Ahkâmü'l-Kur'an, IV, 130; Yakut el-Hamevî, Mu'cemü'l-Büldân, I, 212; Đbn-i Kesir, Tefsîrü'l-Kur'ani'l-Azîm, VIII, 417–418. 128 Zemâhşerî, el-Keşşaf, IV, 847.
28
çoğu Đrem’in Dımaşk olduğunu söylemektedirler.129 "Đrem"in bir şehir olduğunu
iddia edenlerden bazıları, Vehb b. Münebbih'ten gelen, bir rivayete dayanırlar. Şöyle
ki: Abdullah b. Kılâbe isimli biri kaybolan devesini çölde ararken; etrafı sularla
çevrili, içinde göz kamaştıran çeşitli taşlardan yapılmış binlerce köşkü olan bir şehre
rastlar. Buradan ayrılırken yanına aldığı çok kıymetli bazı eşyayı da arkadaşlarına
gösterir. Bu haber Muaviye'ye ulaşınca, bilgi almak üzere Ka'bü'l-Ahbâr'ı çağırtır.
Ka'b da bunu teferruatlı bir şekilde Muaviye'ye anlatır.130 Đslâm âlimlerinin büyük
çoğunluğu bu rivayeti reddederek, ravisini de eleştirmişlerdir. Đbn Hacer el-Askalânî,
Đbn Haldûn, Yakut el-Hamevî, Đbn Kesîr, eş-Şevkânî, Alûsî ve Đzmirli Đsmail Hakkı
gibi bilginler, bunu şiddetle reddedenler arasında sayılabilirler.131
Ad kavmi için "Zatü'l imad" (yüksek sütun sahibi) kelimesi kullanılmıştır.
Çünkü onlar yüksek binalar inşa ediyorlardı. Dünyada bu gibi binalar ilk önce onlarla
başlamıştır. Başka bir yerde Kur'an onların özelliklerini şöyle zikreder: "Siz her
yüksek yere koca bir bina kurup, boş şeyle mi uğraşırsınız? Temelli kalacağınızı
umarak sağlam yapılar mı edinirsiniz”.132 Bundan anlaşılıyor ki bu kavim, kendi
devrinde benzersiz bir milletti. Şan, şöhret ve kuvvet itibariyle onlardan üstünü
yoktu. Kur'an'ı Kerim başka bir yerde onlar hakkında şöyle buyurmuştur: "Sizi
uyarmak üzere aranızdan bir adam aracılığıyla Rabbinizden size bir haber gelmesine
mi şaşıyorsunuz? Allah'ın sizi Nuh kavmi yerine getirdiğini ve vücutça da onlardan
üstün kıldığını hatırlayın. Kurtuluşa erebilmeniz için Allah'ın nimetlerini anın."133
Âd, Âd b. Avs b. Đrem b. Sâm b. Nuh'un soyundan gelen kabiledir. Bunun
ismi, kabilesine isim olarak verilmiştir. Nitekim Haşimoğullarına "Hâşim";
Temimoğullarına "Temîm" denilmiştir. Sonra bu kabilenin önce yaşamış olanlarına;
Âdu'l-ûlâ" (ilk Âd) denilmiştir. Allah Teâlâ da, "Âdu'I-ûlâyı (ilk Âd'ı) Allah helak
etti" (Necm, 53/50) buyurmuştur. Yine bu kabilenin sonrakilerine de, "Âdu'l-Ahire"
denilmiştir.134
129 Hamevî, Mu’cemu’l-Büldan, I, 155. 130 Đbn Kesîr, Tefsîrü'l-Kur'ani'l-Azîm , I, 418; Đbnu’l Cevzî, Zâdü'l-Mesir, IX, 115. 131 Abdullah Aydemir, Tefsirde Đsrailiyyat, Ankara, 1979, s. 216–222. 132 Zemâhşerî, el-Keşşaf, IV, 847; Şuara, 26/128–129. 133 A'raf, 7/ 69. 134 Râzî, Tefsîr-i Kebîr, XXIII, 122-123; Şevkânî, Fethul Kadir, VI, 254; Đbn-i Kesîr, Tefsîr,VI, 431.
29
1.1.2. KUR’AN’DA GEÇEN MUHTEL ĐF YER ĐSĐMLER Đ
1.1.2.1. MAŞ’AR Đ’L HARAM
Arafât dönüşünde akşam ile yatsının bir arada kılındığı ve vakfenin yapıldığı
yerdir.
Meş'ar; bilmek, anlamak, hissetmek anlamındaki "şuur" mastarının yer
ismidir. Hissetme, duyma, bilme yeri, hac sırasında ziyaret edilecek yerlerden her
biri. Harâm da; yasak, saygı duyulan demektir. Meş'aru'l-Harâm tamlaması, sözlükte
saygıya değer, ibadet alâmeti taşıyan yer anlamına gelir.135
Ayette geçen "Meşar-ı Haram"a Müzdelife de denir.136 Müzdelife'nin adı
yanında, Meş'aru'l-Harâm, Müzdelife'de bulunan ve ‘Cebel-i Kuzâh’ da denilen,
üzerinde "mikade" adlı silindir biçiminde bir taş olan tepenin de adıdır.137
Meş'aru'l-Haram, Arafât dönüşünde akşam ile yatsının bir arada kılındığı ve
vakfenin yapıldığı yerdir.138 Mina ile Arafat arasında Mina'ya üç mil mesafede bir
yerde bulunmaktadır. Aslında burası, iki Müzdelife dağı arasında kalan yer olup,
Arafât geçidinden başlar ve Muhassır'da son bulur.139 Arafât geçidi buna dahil
değildir.140 Burası, Arafat'tan Müzdelife'ye doğru gidilirken Arafat'ın iki geçidinden
geçtikten sonra Muhassır vadisine kadar olan kısmın adıdır.141 Önceleri burada
odunlarla ocaklar, Halife Harun Reşid zamanında büyük mumlar, sonraları da büyük
kandiller yakılırdı. Daha sonra bu kısım üzerine bina yapılmıştır.142
Müzdelife ve orada bulunan Meş'aru'l-Harâm Hac menâsikinin îfa edildiği
yerlerdendir. Kurban Bayramı akşamı sabahleyin şafağın sökmesiyle güneşin
doğması arasında Müzdelife'de bir an da olsa durmak (vakfe yapmak) vacip, geceyi
orada geçirmek sünnet, Meş'arul-Harâm denen Kuzah dağına gitmek ise
135 Şevkânî, Fethu’l Kadîr, I, 195; Elmalılı, Hak Dini, I, 723; Đbnu’l Cevzi, Zadu’l Mesîr, I, 212; Đzzet Derveze, et-tefsiru’l Hadis, V, 211. 136 Taberî, Tefsîr, II, 287; Râzi, Tefsir-i Kebîr, IV, 519. 137 Razi, Tefsir, IV, 517; Đbnu’l Cevzî, Zadu’l Mesîr, I, 212 ; Hamevî, Mu’cem, V, 133-134; Đzzet Derveze, et-Tefsiru’l Hadis, V, 211 ; Seyyid Kutub, fî-Zilâl, I, 98. 138 Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, XIII, 327. 139 Taberî, Taberi Tefsiri, I, 492-494. 140 Taberî, a.g.e., II, 287. 141 Buharî, Kitâbu'l-Menâsik,508; Taberî, a.g.e., II, 287 142 Elmalılı, Hak Dini, I, 723.
30
müstehaptır.143 Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: Arafat'tan sel gibi akıp inerken
Meş'ar-i Haram'da Allahı zikredin".144 Hadis-i şerifte de şöyle buyrulmuştur: ‘Kim
bizim şu sabah namazımızda hazır bulunur, biz ayrılıncaya kadar bizimle birlikte
vakfe yapar ve daha önce gece veya gündüz, Arafat vakfesini de yapmış durumda
ise, onun haccı tamam olur."145 Taberî, “ Meş'aril Haramın sınırları bu zikredilen
yerler olmasına rağmen ben, hacıların Kuzah dağı ve çevresinde vakfeye durmalarını
tercih ederim.” Zira Hz. Ali şöyle buyurmuştur:146
"Resulullah müzdelifede sabahlayınca Kuzah tepesinin üzerinde vakfeye
durdu ve Buyurdu ki: "Burası Kuzahtır ve burası vakfe yeridir. Müzdelifenin her
tarafı da vakfe yeridir.147
1.1.2.2. BEYT
Ev anlamında olmakla beraber daha çok Ka’be için kullanılan bir kelimedir.
Đnsanın geceleyin sığındığı ev, yer anlamına gelen bir kelimedir.148
Kur’an’ın pek çok ayetinde Ka’be’nin karşılığı olarak kullanılmıştır.
Bunlardan yedi ayette el-Beyt ve Beyt şeklinde, iki ayette de kelimeyi, Yüce Allah
kendi zatına izafe etmiş ve ‘Beytî’ (evim) şeklinde geçmiştir.149
Kur’an’da bu kelime, genel olarak ev, han, mescid, Ka’be, cennet evi, arı
kovanı, mağara gibi anlamlarda kullanılmıştır. Bundan başka genel olarak ev
anlamında tekil ve çoğul olarak da kullanılmıştır.150
143 Alûsî, Ruhu'l-Meânî, II, 88. 144 Bakara, 2/198. 145 Nesaî, Menâsik, 211; Tirmizî, Hacc, 57. 146 Taberî, Taberi Tefsiri, I, 492-494. 147 Ebu Davud, Menasik. bab: 65, Hadis No: 1935. 148 Đsfehanî, Müfredat, s, 211. 149 Bakara, 2/125-127-158; Alu Đmran, 3/ 96-97; Enfal, 8/ 35; Kurayş, 106/ 3. 150 Bakara, 2/125-127-158-189; Alu Đmran, 3/ 96-97; Enfal, 8/ 35; Tevbe 10/87; Meryem, 24/27-28-61; Kasas, 29/41; Kurayş, 106/ 3.
31
1.1.2.3. HUNEYN
Mekke ile Tâif arasında Mekke’ye on küsur mil mesafede yer alan geniş bir
vadinin adıdır.
Rasûlüllah (s.a.v) Mekke'nin fethi için Medine'den ayrıldığı zaman, nereye
gideceğini açıklamamıştı. Havazin kabilesi, Rasûlüllah'ın kendi üzerlerine
gelebileceği endişesiyle savaş hazırlıkları yapmıştı. Müslümanlar Mekke üzerine
yürüyüp orayı fethedince, Havazin kabilesi artık sıranın kendilerine geldiğini
anladılar ve savaş hazırlıklarını tamamlayıp kendilerinin saldırmalarının daha uygun
olacağını hesapladılar. Rasûlüllah, bütün Arabistan'ı tevhid bayrağı altında
birleştirmek kararında olduğu için, Müslümanlarla müşriklerin er veya geç
çatışmaları kaçınılmazdı.151
Havazinliler; Taifli Sakifoğulları ve diğer müşrik Arap kabileleri ile ittifak
kurarak kısa bir zaman içinde yirmi bin kişilik bir ordu hazırlamışlardı.
Havazinlilerin lideri Mâlik bin Avf, bu savaşın bir ölüm kalım savaşı olduğunun
farkında idi. Askerlerinin bütün güçleriyle savaşmasını sağlamak için kabilesinin
bütün çocuklarını, kadınlarını ve mallarını birlikte getirmişti. Bu hareketiyle, bir
yenilginin onlar için top yekûn yok olma anlamı taşıyacağını herkese anlatmak
istiyordu.152
Rasûlüllah (s.a.s), müşrik kabilelerin bu ittifaklarını ve savaş hazırlıklarını
haber alır almaz derhal savaş hazırlıklarına başladı. Hazırlıkları süratle
tamamladıktan sonra 12.000 kişilik bir orduyla Mekke'den çıktı. Đslâm ordusunun
dört bini Ensardan, bini Muhacirlerden, beş bini Müslüman olan Arap kabilelerinden,
iki bini de Mekkelilerden oluşuyordu. Hatta Seksen kadar Mekkeli müşrik de onlarla
birlikte idi. Müşriklerin başlıca amacı, galibiyet halinde ganimetten pay almak ve
Müslümanların durumlarını görmekti.153
Huneyn, Mekke ile Tâif arasında154 Mekke’ye on küsur mil mesafede yer
alan, Tihame bölgesinde birçok inişli çıkışlı, dar geçitleri ve gizli yolları olan geniş
bir vadidir. 155
151 Taberî, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, III, 128-129. 152 Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, VIII, 493-494. 153 Bkz. a.g.e. , a.y. 154 Taberî, Tefsir, IV, 272; Beğâvî, Meâlimu’t-Tenzîl, III, 211. 155 Hamevî, Mu’cem, II, 356; Taberî, Tefsir, II, 786.
32
Đslâm ordusunun öncü süvari birliğinin kumandanı Halid b. Velid idi. Ordu
Huneyn vadisine doğru hareket etti. Halid b. Velid gururlu bir şekilde, düşmanın
pusu kurması ihtimalini hiç hesaplamaksızın düşmanın işgal ettiği tahmin edilen yere
doğru ilerledi. Fakat hiç ummadıkları bir anda müthiş bir saldırıya uğradılar.
Askerler ne yapacaklarını şaşırdılar. Bu ani ve amansız saldırı, Halid b. Velid'in
komuta ettiği Süleymoğulları atlıları arasında büyük bir bozguna yol açtı. Geriye
dönüp hızla kaçmaya başladılar. Korku ve panik bir anda asıl ordu içinde de yayıldı.
Ordu şaşkın bir vaziyette kaçışmaya başladı.156
Ebu Đshak bir rivayette diyor ki:"Kays kabilesinden bir adamın, Bera b.Azib'e
şunları sorduğunu işittim. "Siz, Huneyn savaşında Resulullah'ı bırakıp kaçtınız mı?"
Bera b. Azib de dedi ki: "Fakat Resulullah kaçmamıştı. Hevazin kabilesi atıcılıkta
maharetli insanlardı. Biz onlara hücum edince dağıldılar. Biz, ganimetlere üşüştük.
Bunun üzerine onlar bize oklarla karşılık verdiler. Ben, Resulullahm, beyaz katırı
üzerinde olduğunu gördüm. Ebu Süfyan b. el-Haris katırın yularını tutuyordu.
Resulullah da: "Ben Peygamberim bunda yalan yok. Ben Abdülmuttalib’in
torunuyum." Diyordu.157
Rasûlüllah, Yanında sadece Hz. Ali, Hz. Abbas, amcası Haris'in oğlu, Ebu
Süfyan ve iki oğlu (ki birisi ilk anda şehid olmuştur) Fazl ibn Abbas, Eymen ibn
Ubeyd (Rasûlüllah'ın azadlısı Ümmü Eymen'in oğlu) ve Üsame Đbn Zeyd'den oluşan
sekiz kişi kalmıştı. Buna rağmen büyük bir kahramanlık ve dayanaklılık örneği
göstererek yanında kalan bir avuç Müslümanla birlikte savaşa koyuldu. Hz. Abbas,
Rasûlüllah (s.a.s)'e bir zarar gelmemesi için atının dizgininden tutmuş, çevrelerini
saran düşmanı yarmaya çalışıyordu. Bu hengâmda hiçbir kurtuluş çaresi yokken
Allah size yardım ettiği gibi Huneynde Beni Kureyzayla olan savaşınızda ve daha
birçok yerde Allah size yardım etmiştir. Bunlar bir nimet olarak zikredilmekte
Peygambere teselli, orduya cesaret olsun diye.158 Ayet, Müslümanların kazandıkları
savaşların çoklukla, güçle alakalı olmayıp tamamen Allah’ın ancak yardımıyla
kazandıklarını haber verir. ‘Andolsun ki Allah, birçok yerde (savaş alanlarında) ve
Huneyn savaşında size yardım etmişti. Hani çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş,
156 Taberî, Tefsir, IV, 272. 157 Buhârî, Meğâzi, bab: 54. 158 Zemahşerî, el-Keşşaf, I, 259.
33
fakat sizi hezimete uğramaktan kurtaramamıştı. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen
size dar gelmişti, sonunda (bozularak) gerisin geri dönmüştünüz.’159
1.1.2.4. MESCĐD-Đ DIRAR
Müslümanlara zarar verme amacıyla Münafıklarca Medine'de inşa edilen
mescittir. Kur'an'da Mescid-i Dırâr olarak nitelenmiş ve daha sonra bu adla
anılmıştır.
Münafıklarca Medine'de inşa edilen mescittir. Müslümanlara zarar verme
amacıyla yapıldığı için Kur'an'da Mescid-i Dırâr olarak nitelenmiş ve daha sonra bu
adla anılmıştır.160
Peygamberimizin hicretinden önce "cahiliye" döneminde Hıristiyan bir rahip
olan Ebu Amir adındaki şahıs kutsal metinler hakkındaki bilgisinden dolayı meşhur
bir âlim ve dindar bir rahip olarak çok saygı görüyordu.161 Fakat âlim olması ve
zahitliği onu gerçeğe götüreceği yerde bilakis buna engel olmaktaydı. Bundan dolayı,
Đslam'ı sadece inkâr etmekle kalmayıp aynı zamanda Hz. Peygamber (s.a.v) ve O'nun
davetinin amansız düşmanı olmuştu. Zira o, Hz. Peygamber'i papazlığın "mukaddes
vazifesi"ne rakip olarak görüyordu. Kureyş'in gücünün Hz. Peygamber ve davetini
ezip yok etmeye kâfi geleceği ümidi ile Ebu Amir önceleri Hz. Peygamber'i
önemsemedi.162 Fakat Kureyş ordusunun Bedir harbinde tam bir hezimete uğradığını
gördüğü zaman artık daha fazla bu hareketi görmezlikten gelemezdi. Bundan dolayı
da Đslama karşı şiddetli bir fesat kampanyası başlattı.163
Ayrıca, bu Hıristiyan rahip, Huneyn harbine kadar meydana gelen bütün
savaşlarda, Đslam'a karşı müşriklere destek sağlamada aktif olarak faaliyette
bulunmuştu. En sonunda Arabistan'da, Đslam'ın hamlesini durdurulabilecek hiçbir
güç kalmadığını anlayınca Arabistan yarımadasını terk etti ve Medine'den
159 Tevbe, 9/25. 160 Taberî, Tefsir, II, 838; Hüseyin Algül, Mescid-i Dırar, Đsalâmda Đnanç ve Günlük Yaşayış Ansk. III, 206. 161 Đbnu’l Cevzî, Zadu’l Mesîr, III, 412; Ali Akpınar, Kur’an Coğrafyası, s. 172. 162 Mevdûdî, Tefhîm, III, 175. 163 Seyyid Kutûb, fî-Zılal, III, 217.
34
yükselmekte olan "tehlike" konusunda Roma Kayser'ini uyarmaya gitti.164 Roma
Kayser'inin, Hz. Peygamber'in (s.a) Tebûk seferine mukabil Arabistan'ı istila etmek
için hazırlıklara başlaması, Ebu Amir'in gösterdiği çabaların bir sonucudur. 165 Yine
bu şahsa Allah Rasulu bizzat ‘fasık’ ismini vermiştir.166
Ebu Amir, Arabistan'a saldırması konusunda Kayser'i ikna etmeye
hazırlandığı sırada, onlarda kendilerini ayrı bir hizip olarak örgütleyebilmeleri için
emin bir toplanma yeri olarak işlev görecek bir "cami" yapma planı tasarladılar.
Çünkü bu sayede, din maskesi altında şeytanca faaliyetler yürüttüklerini kimse fark
etmeyecekti. Ayrıca, bu mescit Ebu Amir'in ajanlarının yolcu ve dilenci gibi
gözükerek hiçbir şüphe uyandırmadan kalabilecekleri bir karargâh olarak da hizmet
görecekti.167
Aslında, biri Kuba'daki Kuba Mescidi, diğeri Mescid'i Nebevi olmak üzere
Medine'de halen iki cami zaten bulunmaktaydı. Şehirde üçüncü bir camiye ihtiyaç
olmadığı gün gibi aşikârdı. Bunu münafıkların kendileri de biliyorlardı, bundan
dolayı üçüncü bir camiye ihtiyaç olduğunu göstermek üzere bir takım "nedenler"
uydurmaya başladılar. Bu maksada binaen, Hz. Peygamber'e (s.a) gittiler ve "Bu
bölgenin halkı ve bilhassa yaşlı, hasta, sakat olanlarımız için, kış mevsimi ve
yağmurlu havalarda bu iki mescidden birisine, günde beş defa gidip gelmek çok zor
olduğu için bir başka mescide ihtiyacımız vardır. Kuba Mescidi ve Mescid'i
Nebevi'den uzak bir mahallede oturan ve namazlarını cemaatle kılmak isteyen bu
kimselere yeni bir mescit yapmayı arzu ediyoruz." dediler.168
Böylece bu fitne-fesat odakları, güya temiz niyetlerinden kaynaklanan
sözkonusu istekleri neticesinde yeni bir cami yaptılar. Daha sonra Hz. Peygamber'e
gelerek "Efendimiz, yeni mescidimize gelmenizi ve açılış merasimi olarak ilk
cemaatle namazı sizin kıldırmanızı rica ediyoruz" dediler.169 Fakat Rasulullah (s.a.v)
"Şu an, Tebûk'e yapılacak sefer hazırlıklarıyla meşgulüm. Konuyu sefer dönüşünde
düşünürüm." diyerek teklifin yerine getirilmesini bir süre erteletti. Daha sonra Hz.
Peygamber Tebûk'e sefere çıkınca bu münafıklar da, haince seri faaliyetlerine
164 Kurtûbî, el-camîu li Ahkâmi’l Kur’an, III, 511. 165 Đbn-i Kesîr, Tefsir, II, 387-388. 166 Zemâhşerî, el-Keşşaf, II, 310. 167 Taberî, Tefsir, II, 838; Mevdûdî, Tefhîm, III, 175. 168 Beydâvî, Envaru-t Tenzîl, III, 431. 169 Elmalılı, Hak Dini, III, 324; Ali Akpınar, Kur’an Coğrafyası, s. 178.
35
başladılar. Bu yeni mescitle kendilerini teşkilatlandırmaya ve Đslam'a karşı komplolar
düzenlemeye devam ettiler. Hararetle bekledikleri Müslümanların yenildiği ve
Romalıların onları bütünüyle imha ettikleri haberini alır-almaz Abdullah b. Ubey'i
kendilerine kral yapmayı kararlaştırdılar. Fakat Tebûk'te olanlar ise bunların bütün
umutlarını boşa çıkarmıştı.170
Daha sonra seferden dönüş esnasında, Medine'ye yakın Zi-Evan denilen
yerde “Ey Nebi! Bu mescitte asla namaza durma. Şüphesiz ki başlangıcından itibaren
takva üzere kurulan mescitte namaz kılman daha hayırlıdır. O mescitte kendilerini
maddi ve manevi kirlerden temizlemeyi seven adamlar vardır. Allah kendisini
temizleyenleri sever. Binasının temelini Allah'tan korkma ve O’nun rızasını kazanma
esası üzerine kuran mı, yoksa binasını bir uçurumun kenarına kurupta onunla
Cehennemin ateşine göçen mi daha hayırlıdır! Allah zalimler güruhunu doğru yola
sevk etmez. Yürekleri paramparça oluncaya kadar yaptıkları o mescit daima bir
şüphe kaynağı olarak kalplerinde kalacaktır. Allah Alîm'dir, Hakîm'dir.”171 ayetinin
inmesiyle Hazreti Peygamber şehre girmeden önce bu "mescidi" yerle bir etmek
üzere birkaç kişiyi bulunduğu mahalleye gönderdi.172 Böylece bu ‘mescidin’
Müslümanlar arasında fitne kaynağı olmasına izin verilmemiştir.
1.1.2.5 MESCĐD-Đ AKSA
Kudüs’te eski Süleyman mabedinin bulunduğu yerde inşa edilmiş olan cami.
"En uzak mescit" veya ‘münezzeh kılınmış mescit’ anlamlarına gelen.
Mescid-i Aksâ, Kudüs'te eski Süleyman mabedinin bulunduğu yerde inşa edilmiş
olan caminin adıdır.173 Mescid-i Aksâ'ya "Đliya"174 veya günahlardan temizlenme yeri
anlamında "Beyt-i Makdis" yahut "Beyt-i Mukaddes" adı da verilmiştir. Beyt-i
170 Elmalılı, Hak Dini, III, 324. 171 Tevbe, 9/107-110. 172 Zemâhşerî, el-Keşşaf, II, 230; Kadı Beydâvî, Envaru-t Tenzîl, III, 431; Mevdûdî, Tefhîm, IV, 421; Tevbe, 9/107-110. 173 Kurtûbî, El-Câmiu li Ahkâmi’l Kur’an, III, 129. 174 Đbn-i Kesîr, Tefsir, III, 324.
36
Makdis, Đbranice "bethammikdaş" kelimesinden alınan ilhamla kullanılmış olup
"Mabed" anlamına gelir ve bununla Hz. Süleyman'ın mabedi kastedilir.175
Mescid-i Aksâ'ya en uzak mescit anlamında bu ismin verilmesi, Mekke'deki
Mescid-i Haram'a yaya yürüyüşü ile bir aylık mesafede bulunmasından dolayıdır.176
Mescid-i Aksadan murat Kudüs'deki "Beytü'l-Makdis"dir.177 Nitekim Đsrâ
hadisinde de "Burak'a bindim Beytü'l-Makdis'e vardım"178 diye geçmiştir. Bunun
etrafı da, Kudüs ve civarı demek olur.179 Bu tabire ilk olarak Kur'ân-ı Kerim’in
Mirac'la ilgili ayetinde şöyle yer verilir: "Kulu Muhammed'i, gece vakti,
ayetlerimizden bazılarını göstermek için El-Mescidü'l-Haram'dan, çevresini mübarek
kıldığımız el-Mescidü'l-Aksâ ya götüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir. O,
her şeyi işitir ve görür."180 Hz. Peygamber miraç gecesinde; "Burak'a bindim Beytu'l-
Makdis'e gittim"181 buyurmuştur.
Yeryüzünde Mescid-i Haram'dan sonra yapılan en eski mescitlerden birisi
Mescid-i Aksa'dır. Yapımına Davud (a.s) başlamış ve Hz. Süleyman tarafından
tamamlanmıştır.182 Mescid-i Aksâ, hicretin l6. ayına kadar Müslümanların kıblesi
idi. Hz. Peygamber (s.a.s), niyet ile ziyaretine izin verdiği üç mescit arasında
Mescid-i Aksâ da vardır.183
Hz. Ömer (r.a.) devrinde Kudüs fethedilince, oraya giden halife bir gece vakti
Beytü'l-Makdis'e girdi ve bütün gece orada namaz kıldı. Sabah olunca ezan okutarak
cemaat ile namaz kıldı. Bundan sonra Hz. Ömer (r.a.) Kâ’bu’l Ahbâr'ı çağırarak
Müslüman mescidinin nerede yapılabileceğini sordu. Kâ’b, es-Sahrâ (kaya)'ya işaret
etti ve hatta bunun kıble olmasını istedi. Hz. Ömer (r.a.) ona Đslâm kıblesinin Kâbe
olduğunu hatırlattı. Fakat Beytü'l-Makdis'in mukaddes hatırasına da bir mescit
yaptırdı ve kıblesini Kâbe tarafı olarak tespit etti. Burası daha sonra Kubbetü's-
Sahrâ'nın yeri oldu. Kubbetü's-Sahrâ depremlerden zarar görmüş ve bir çok kez tamir
175 Zerkeşî, Đ'lâmü's-Sâcid, Kahire, 1397, s. 277; Râzî, Tefsir-i Kebir, XIV,389; Elmalı, Hak Dini Kur'an Dili, IV, 314; Đslâm Ansiklopedisi, ' Mescid-i Aksa", "Kudüs" mad. 412. 176 Şevkânî, Fethu’l Kadîr, III, 420. 177 Đbnu’l Cevzî, Zadu’l Mesir, V, 5; Suyûtî, Tefsîr-u Celaleyn, s. 213. 178 Müslim, el-Fiten, bab: 82, Hadis No: 2922 ; Ahmed b. Hanbel. II, 417 179 Hamevî, Mu’cem, V, 166; Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili, IV, 254. 180Đsrâ, 17/1. 181 Zemâhşerî, el-Keşşaf, II, 647; Müslim, Îman, 259; Nesaî, Salât, 10.
182 Zerkeşî, Đ'lâmü's-Sâcid, s. 281, 282, 287.
183 Buhârî, Mescid-i Mekke, 1, 6; savm, 67.
37
edilmiştir. Burası, dört yandan merdivenlerle çıkılan geniş bir seddin ortasında, sekiz
köşeli ve yüksek kubbeli bir bina idi. Dördü merdivenlere açılan, sekiz tane yaldızlı
tunç ve sedir ağacından kapısı vardı. Đçeride iç içe dairevi sütün sıralarına ve
mozayıklı bingilere dayanan kubbenin altında sahra (kaya) durmaktaydı. Bakır,
demir kafes ve tahtadan üç tabaka olarak inşa edilmiş bulunan yüksek kubbenin
tahtadan dış tabakası altın varak ile kaplı idi.184
Kubbetü's-Sahra'nın bulunduğu seddin üç tarafından, daha küçük üç kubbeli
yapı bulunuyordu. Bunlar Kubbetü's-Silsile, Kubbetü'l-Mirac ve çok köşeli bir yapı
olan Kubbetü'n Nebî idi. Bugün bunların şekilleri kısmen değişmiş bulunmaktadır.185
Mescid-i Aksa deyince; Đslâm kaynaklarında Halife Abdülmelik'den, Osmanlı
padişahı Kanuni Sultan Süleyman'a kadar gelip geçen pek çok halife ve padişah
tarafından inşa edilen Kubettü’s Sahra anlaşılmış. Kubbetü's-Sahrâ, mezar, türbe,
tekke, zaviye ve sebil gibi dini amaçla yapılmış yaklaşık 150 dönüm kadar bir arazi
üzerine serpilmiş binalar topluluğudur. Dar anlamda Mescid-i Aksâ deyince,
Kubbetü's-Sahra'dan uzakta olmayan ve Abdülmelik tarafından inşa edilmiş bulunan
cami kastedilir. Bu caminin yapımında Đran hükümdarı, II. Hüsrev tarafından tahrip
olunmasına kadar ayakta duran Jüstinyen tarafından inşa edilmiş bulunan, Meryem
Ana Kilisesi'nin harabelerinden çıkan malzeme kullanılmıştır. Özetle, Kubbetüs-
Sahrâ'nın bir ziyaret yeri olmasına karşılık, Mescid-i Aksa, bunun bir ibadethanesini
teşkil eder. 186
Kaynaklar, Mescid-i Aksâ'nın, Süleyman Ma'bedi olduğunu söylüyorlarsa da
Peygamber(s.a.v.)in döneminde Süleyman Ma'bedi, bir harabeden ibaretti, adı da
Mescid-i Aksa değildi. Zaten Đsrâ Sûresi'nin 7. âyeti de Mescid'in düşman tarafından
harâbedildiğini belirtmektedir. Gerçi âyette Süleyman Ma'bedi, mescid olarak
adlandırılıyor ama Mescid-i Aksa şeklinde özel bir unvanla anılmamaktadır. Kur'ân
'da mescid, ma'bed anlamında kullanılmıştır. Bu bakımdan Süleyman Ma'bedi de
elbette mescittir. Fakat bu Ma'bed'in, Hz. Peygamber'in yürütüldüğü Mescid-i Aksa
olduğuna dair Kur'ânî bir kanıt yoktur.187
184 Ömer Faruk Harman, Mescid-i Aksa, Günlük Yaşayış Ansk., ĐFAV yay. 1997, Đstanbul, III, 205. 185 Bkz. a.g.e. , a.y. 186 Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. Đbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu, III, 402-405. 187 Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Đstanbul, 1991, IV, 412.
38
Hz. Ömer döneminde Süleyman Ma'bedinin yerine yapılan mescide, Mescid-i
Aksa adı verilmiştir. Bu durumda Hz. Peygamber döneminde Mescid-i Aksa
olmadığına188 göre Đsrâ Sûresi'nin bu ilk âyetinde sözü edilen Mescid-i Aksâ'nın,
Süleyman Ma'bedi 'nden ayrı bir mescid olması gerekir.189
Alfred Guillaume, bir araştırma yazısında Mescid-i Aksâ'nın yeri hakkında
iki kaynaktaki rivayete dikkat çekmektedir. Bu kaynaklardan biri Vâkıdî'nin
Mağâzîsi, diğeri de Ebû'l-Velîd Ahmed ibn Muhammed el-Ezrakî (ö. 212, 217 veya
219)nin, Ahbâru Mekke adıyla basılan kolleksiyonudur.190
Vâkıdî (130-201), Hz. Peygamber'in, Zî'1-Ka'de'nin son beş gününde,
Perşembe günü Ci'râne'ye gelip orada on üç gece kaldıktan sonra, karşı yakada
bulunan Mescid-i Aksâ'ya geçip orada ihrama girdiğini, Resullah'ın namazgâhının
Ci'râne'deki Mescid-i Aksa olduğunu; Mescid-i Ednâ(Yakın Mescid) adını taşıyan
Mescidi ise Kureyşli bir adamın yaptığını; Resulullah'ın, Ci'râne Vâdîsini ihrâmsız
geçmediğini yazıyor.191
Ezrakî ise bu konuda şöyle diyor: "Mücâhid'le birlikte Ci'râne'de Vâdî'nin
arka tarafından ihrama girmiş olan Muhammed ibn Târik, Hz. Peygamber'in de
buradan ihrama girdiğini söylemiş ve demiştir ki: 'Ben Ci'râne'de birlikte ihrama
girdiğim Mücâhid bana dedi ki: Mescid-i Aksa, Vâdî'nin öte yakasında,
Peygamber'in namaz kıldığı yerdir. Bu Mescid-i Ednâ(Yakın Mescid) ise Kureyşli
bir adamın bir duvar çevirerek yaptığı namazgâhtır.192
Öte yandan Muhammed Hamîdullah, âyette geçen, "en uzak mescid"
anlamına gelen Mescid-i Aksâ'nın Kudüs'teki mescid olamayacağını, bunun "semavî
bir mescid" olması gerektiğini savunan görüşü tercih eder. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm'de
Filistin'den "en yakın yer" diye söz edilmektedir.193
Her ne kadar eski tefsirlerde Mescid-i Aksa, Mirac ile ilgili görülmüş hatta
onunla, gökteki bir yerin kastedildiği öne sürülmüşse de,194 Müfessirlerin tamamına
yakını195 bunun Kudüs'teki Süleyman mabedi olduğunda müttefiktirler.196
188 Şevkânî, Fethu’l Kadir, III, 421. 189 Süleyman Ateş, Kur’an Asiklopedisi, XIII, 270. 190 Süleyman Ateş, a.g.e. , XIII, 271-272. 191 Bkz. a.g.e. , a.y. 192 Süleyman Ateş, Kur’an Asiklopedisi, XII, 270. 193 Muhammed Hamîdullah, Đslâm Peygamberi, I, 92. 194 Ömer Faruk Harman, Mescid-i Aksa, Günlük Yaşayış Ansk. III, 205. 195 Râzî, Tefsir-i Kebîr, XIV, 389.
39
Tarih içinde pek çok el değiştiren Kudüs yani Đsrâ ve Mirac'ın ilk durağı olan
Mescid-i Aksâ, bugün Yahûdilerin işgali altında bulunmaktadır.197
1.1.2.6. BABE SÜCCEDEN
Kur’an’da Hz. Musa’nın kavminin şehre girerken secde ederek girmeleri
istenen kapının Tefsir edebiyatındaki adıdır.
Bab: Bir mekânın giriş kısmına verilen addır. Aslı böyle olsa da bu kelime
mecaz anlamıyla da kullanılır. Đlim erbabının konu aralarını ayırmak için ‘bab-ı
Zekât’ demeleri gibi.198
Burada, ‘Bab’ kelimesi yerine bu kelimeden önceki ‘karye’ kelimesine
değinilmesi mevzuyu daha anlaşılır kılacaktır. “(Đsrailoğullarına) Bu kasabaya girin,
orada bulunanlardan dilediğiniz şekilde bol bol yeyin, kapısından eğilerek girin/babe
sücceden, (girerken) «Hıtta!» (Ya Rabbi bizi affet) deyin ki, sizin hatalarınızı
bağışlayalım; zira biz, iyi davrananlara (karşılığını) fazlasıyla vereceğiz,
demiştik.” 199 Ayetinde Yahudilere şehre ‘af dileyerek’ girmeleri emredilir lakin
Yahudiler mizaçları gereği emre uymaz bildikleri gibi davranırlar.
Bu olay, Đsrailoğulları, Sina Yarımadası ile Kuzey Arabistan arasında
gezindiği sırada meydana geldiği için, büyük bir ihtimalle oralarda bir şehir olması
gerekir. Bu durumda bu şehrin, Ürdün'ün doğusunda, Eriha şehrinin tam karşısında
Şittim olması muhtemeldir.200 Ve hani demiştik ki, şu beldeye, Beyt-i Makdis
mevkiine yahut Eriha201 beldesine giriniz de onun neresinde isterseniz yahut nasıl
isterseniz dilediğiniz şekilde bol bol yiyiniz.202 Ve girerken kapısından giriniz, hem
de başlarınızı eğerek, şükür secdesine kapanarak giriniz, kibir ile çalımla, azgınlık ve
serkeşlik yaparak girmeyiniz.203 Kitab-ı Mukaddes'e göre Đsrailoğulları Hz. Musa'nın
196 Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. Đbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu, III, 402-405. 197 Seyyid Kutub, fî-Zilâl, IV, 384. 198 Isfahânî, Mufredat, s. 151. 199 Bakara, 2/58. 200 Mevdûdî, Tefhîmu’l Kur’an, I, 79. 201 Taberî, Tefsîr, I, 53; Nesefî, Nesefî Tefsiri, I, 303. 202 Komisyon, Kur’an’ın Türkçe Açıklamalı Meali, Bakara, 2/58. 203 Zemâhşerî, el-Keşşaf, I, 132; Bakara,2/58; Elmalılı, Hak Dini, I, 305.
40
(a.s.) son yıllarında bu şehri fethettiler ve sefahete düştüler. Sonunda Allah onlara
veba şeklinde bir azap gönderdi ve içlerinden yirmi dört bin kişi öldü.204
Bazı rivayetlere göre burada sözü edilen kasaba Mukaddes toprak
"Kudüs"tür.205 Yüce Allah Yahudilere Mısır'dan çıktıktan sonra oraya girmelerini ve
o güne kadar orada oturan Amalikalıları kasabadan çıkarmalarını emretmişti. Fakat
Yahudiler, yüce Allah'ın bu emrine uymayarak şöyle demişlerdi: 206
"Ya Musa, orada zorba bir millet yaşıyor. Onlar çıkmadıkça biz oraya
kesinlikle girmeyiz. Eğer çıkarlarsa o zaman oraya gireriz."207
Yine Yahudiler, bu kasaba ile ilgili olarak peygamberleri Hz. Musa'ya şöyle
demişlerdi:
"Onlar orada oldukları sürece biz oraya kesinlikle girmeyiz. Sen ve Rabbin
gidin, onlarla savaşın. Biz burada kalacağız." 208
Bunun üzerine yüce Allah Yahudileri kırk yıl boyunca çölde perişan bir halde
dolaşmaya mahkûm etti. Bu dönemin sonunda yetişen yeni kuşak Nuh oğlu Yuşa
peygamberin liderliği altında bu kasabayı fethederek içeri girdiler. Fakat kasaba
kapısından içeri girerlerken Allaha saygının ve alçakgönüllülüğün belirtisi olsun diye
secdeye kapanarak "günahlarımızı bağışla, affet bizi" anlamına gelen "Hıddatan"
diyerek içeri girmeleri gerekirken, kendilerine emredilenden başka bir tarzda kapıdan
girmişler ve girerken yüce Allah'ın kendilerine emrettiğinin dışında bir söz
söylemişlerdi.209
“Kapıdan Secde Ederek Girin" Demenin Manası
Taberi ‘secde ederek girin’ lafzı üzerinde bazı görüş farklılıklarını ele alır:
‘Onun, sözüne gelince, bunda iki bahis bulunmaktadır:
1) Âyetteki "kapı" konusunda, âlimler iki görüş belirtmek üzere ihtilaf
etmişlerdir.
a) Birinci görüşe göre bu kapı, Beyt-i Makdis'de "Hıtta kapısı" diye anılan bir
kapıdır. Bu, Đbn Abbas, Dahhâk, Mücahid ve Katâde'nin görüşüdür.210
b)Bazı müfessirlere göre, bu kapı ile şehrin cihetlerinden bir cihetle, şehre
204 Kitab-ı Mukaddes, Sayılar, 25/1-9. 205 Taberî, Tefsir, I, 52. 206 Maide, 5/21. 207 Maide, 5/22. 208 Maide, 5/24. 209 Bakara, 2/59. 210 Taberî, Tefsîr, I, 52; Razî, Tefsîr, II, 24-25.
41
varılan bir giriş veya ibadet için yönelinen kıble demektir.211
2) Âlimler secde ile neyin murad edildiğinde ihtilaf etmişlerdir. Buna göre
Hasan Basri, bununla bizzat yüzün yere konulduğu secdeyi kastetmiştir" demiştir. Bu
uzak bir ihtimaldir. Çünkü ayetin zahiri, secde etmeleri durumunda karyeye
girmelerinin vücubunu iktiza eder. Bu sebeple secdeyi biz zahirine hamledersek, bu
imkânsız olur.212
Âlimlerden, bu lafzı secdeden başka bir şeye hamledenler de vardır. Bunlar
da iki görüş zikretmişlerdir.
a) Said ibn Cübeyr'in Đbn Abbas'tan yaptığı rivayettir. Buna göre secdeden
maksat rükûdur. Çünkü kapı dar ve küçük idi. Oraya giren kimsenin başını eğmesi
gerekir. Bu da, uzak bir ihtimaldir; çünkü şayet kapı dar olsaydı, onlar oraya rükû
ederek girme mecburiyetinde kalırlar ve oraya girmek için bu emre muhtaç
olunmazdı.
b) Allah bununla hudû ve huşu etmelerini ve bunu da göstermelerini
kastetmiştir. Bu doğruya en yakın olan görüştür.213 Çünkü bu lafzı secdenin
hakikatine hamletmek uygun olmayınca, onu tevazuya hamletmek gerekir.214 Onlar
tevbe etmeye başladıklarında, günahlarından tevbe eden kimsenin mutlaka huşu ve
hudû içinde olması gerekir.215
Bu olay hangi zaman diliminde ve ne şekilde meydana gelmiş olursa olsun,
Kur'an-ı Kerim, Yahudilere bildikleri bir mesele vesilesi ile sesleniyor, onlara aşinası
oldukları bir olayı hatırlatıyor. Bu olayda Yahudiler yüce Allah'ın yardımı ile belirli
bir kasabaya girerler. Yüce Allah onlara bu kasabanın kapısından alçakgönüllü ve
saygılı bir şekilde geçmelerini, günahlarının affedilmesi için O'na dua etmelerini
emretmiş ve böyle davrandıkları takdirde günahlarını bağışlayacağını, aralarındaki
iyilere bunun ötesinde nimetler ve imtiyazlar bağışlayacağını vadetmişti. Fakat onlar,
alışılagelmiş. Yahudi geleneği uyarınca bütün bu emirleri çiğnemişler, tersine
çevirmişlerdir.216
211 Kurtûbî, el-Camiû li-Ahkâmi’l Kur’an, II, 109. 212 Râzî, a.g.e, a.y. 213 Kurtûbî, El-Camiû li-Ahkâmi’l Kur’an, II, 109. 214 Nesefî, Nesefî Tefsiri, I, 303. 215 Razî, Tefsîr, II, 24-25. 216 Seyyid Kutûb, fî-Zılâl, I, 56.
42
Sonuç olarak denilebilir ki ‘Bab’dan kasıt, Kudüs kentinin girişidir. Şehirler
eskiden küçüktü, site devlet yapısı hâkimdi. Bu devlet veya devletçikleri savunan
surlar vardı. Doğal olarak surlarda kapılar bulunuyordu. Kur’an’da bundan dolayı
Kudüs yerine ‘Kapı’ kelimesini kullanmıştır.217
1.1.2.7. SARHAN
Firavun’un Hâman’dan yapmasını istediği yüksek kuledir.
Sarh, lugatte, müşerref tüm yüksek tepelere verilen isimdir. Türkçe’de bu
kelimeye verilen en yakın anlam ‘kule’ kelimesidir.218 Ayrıca ‘köşk’ diye meal
verenler de olmuştur.219 Kur’an’da kendisinden söz edilen Firavun’un zamanla
azgınlaşarak rab iddiasında bulunmasından sonra Allah, uyarıcı olarak Hz. Musa’yı
göndermiştir. Fıravun Hz. Musa’yı yalancılıkla itham etmiş davasını reddetmiştir.
Hatta daha ileri giderek veziri Hâmân’a ‘Musa’nın Rabbini öldürmek için bir kule
inşa etmesini bile istemişti. “ Firavun: Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir
ilâh tanımıyorum. Ey Hâmân! Haydi benim için çamur üzerine ateş yak (ve tuğla
imal et), bana bir kule yap ki Musa'nın tanrısına çıkayım; ama sanıyorum, o mutlaka
yalan söyleyenlerdendir, dedi.”220
Kur'an, Firavun'un gerçekten böyle bir kule inşa ettirip de onun üzerinden
Allah'ı görmeye çalışıp çalışmadığı konusunda herhangi bir açıklama getirmez.221
Sadece Firavun’un sözlerine yer verir. Đslâm bilginleri bu mevzuya ihtiyatlı
yaklaşarak gerçekten böyle bir kulenin inşa edilip edilmediği konusunda farklı
görüşler ileri sürmekteler. Râzî karşılıklı iki delili anlattıktan sonra şöyle devam
eder: "O, böyle bir şey yapmayı düşündü ama yapmadı." Veyahut da, bu ifadenin,
Firavun'un, "Sizin benden başka bir tanrınızı bilmiyorum" şeklindeki sözünün bir
devamı olmasıdır. Yani, "bir yaratıcının varlığını delil ile ispat etmeye imkân yoktur.
Çünkü yıldızların hareketten, bu âlemlerin değişmesi hususunda yeter sebeptir. O
217 Seyyid Kutub, a.g.e. , a.y. ; Bakara, 2/58. 218 Đsfahanî, Müfredat, s, 456. (Bkz. DĐB, Diyanet Vakfı, Suat Yıldırım, Ali Bulaç, Süleyman Ateş, Elmalılı, Davudoğlu mealleri.) 219Bkz. Ömer Nasûhî Bilmen, Taha, 28/38. ayet meali. 220 Kasas, 28/ 38. 221 Taberî, Tefsîr, VI, 324-325.
43
yaratıcıyı histerimizle de ispat etmenin imkânı yoktur. Çünkü O'nu hissetmek, ancak
göklere yükselmekten sonra mümkün olur. Bu ise, yapılmasına imkân bulunmayan
şeylerdendir." demektedir. Đşte bu noktada Hâmân'a, "Haydi benim için, çamurun
üzerinde ateş yak da bana büyük bir kule yap" dedi. O, bu sözü alay olsun diye
söyledi. Yani, "saydığım bu şeylerin toplamıyla da, o yaratıcının varlığına dair bir
delilin olmadığı tespit edilmiş oldu" demektir. Daha sonra bu delillerin neticesini de
buna bağlayarak, "Mamafih, onu kesin yalancılardan sanıyorum" demiştir. Bu
açıklama, bunun dışında kalan açıklamalardan daha evlâ ve uygundur.222
Çağdaş Âlimlerimiz de bu görüşü paylaşır: ‘Firavun'un böyle bir şeyi
yapmadığı aşikârdır. O yalnızca halkı aldatmak kastıyla böyle söylemişti. Ayrıca
Firavun'un, Âlemlerin Rabbi olan bir varlığı gerçekten inkâr mı ettiği, yoksa sırf
inatçılık yüzünden mi böyle münkirce konuştuğu da açık değildir.’ 223 Firavun’un
sözleri küstahlıktan, eğlenmekten, ağız burun etmekten ve dalga geçip alaya
almaktan ibarettir ‘… Ey Haman, haydi, benim için çamur üzerinde ateş yak ve
tuğla imal et, bana bir kule yap ki, Musa'nın tanrısına çıkayım; Ancak sanıyorum ki,
O mutlak yalan söyleyenlerdendir.' dedi"224 Burada Firavun, gerçeği öğrenmede ve
Musa'nın ilahını bulmada kararlıymış gibi görünüyor ama aslında Musa'yla
eğleniyor, onu alaya alıyor.225
Başka bir görüşte var ki bu kulenin gerçekten yapıldığıdır.226 Taberî,
tarihinde bu olaya geniş olmamakla beraber şöyle yer verir: ‘Firavun emriyle
yapılan yüksek saray tamamlandıktan sonra, onun üzerine çıktı, bir yay getirilmesini
emrederek semaya doğru nişan aldı. Ok kana bulanmış halde ona geri geldi. Bunu
gören Firavun: Ben Musa’nın ilahını öldürdüm, dedi.’227
Hamevî, ‘Kur’an da zikri keçen Sarh, Babil yakınındaki ‘Buhtu n-Nasr
Kasrı’ denilen büyük bir yapıdır.’228 Demektedir.
222 Râzî, Tefsir-i Kebîr, XVII, 521-522. 223 Mevdûdî, Tefhîm, IV, 324; Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. Đbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu, IV, 223-224. 224 Kasas, 28/38. 225 Seyyid Kutub, fî Zılâl, IV, 451. 226 Semerkandî, Tefsiru’l Kur’an, IV, 231; Kurtûbî, el-Camiû li Ahkâmi’l Kur’an, XIII, 312; Đbn-i Kesîr, Tefsîr, VI, 214. 227 Zemâhşerî, el-Keşşaf, II, 252; Taberî, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, II, 573. 228 Hamevî, Mu’cem, III, 400.
44
Serdedilen görüşleri mantıki bir açıyla incelediğimizde, yüksek dağın
tepesinde bulunan bir kimsenin gökyüzünü yeryüzünde iken de olduğu gibi
göreceğini bilmelerine rağmen, onlardan aklı başında olan kimselerin, kulenin
yüksekçe yapılmasıyla gökyüzüne yaklaşabileceklerini sanmaları uzak bir ihtimaldir.
Bunun böyle olduğundan şüphe eden, akıl sınırları dışına çıkmış olur. Yeryüzüne
atılan ok ve onun, kana bulanmış olarak geriye dönmesi hususundaki görüşte
böyledir.229 Çünkü aklı başında olan herkes, o ok’un gökyüzüne ulaşamayacağını bu
hususta çaba gösteren herkesin, ancak deli olabileceğini bilir. Binaenaleyh, Allah
Teâlâ'nın, Kur'ân'da naklettiği bu kıssayı, yanlış olduğu aklın bedahetiyle bilinebilen
bir manaya hazfetmek, akla ve dine uygun düşmez. Bu, Kur'an-ı tenkid etmeyi içten
içe arzu eden herkes için kapı açmak olur.230
1.1.2.8 SEYLÜ’L-ARÎM
Sebe ülkesinde inşa edilmiş olan barajın patlamasıyla oluşan sel sularına
verilen addır.
“Ne var ki onlar yüz çevirdiler; biz de üzerlerine “Seylelarimi” (Arîm selini)
gönderdik. Onların iki bahçesini, buruk yemişli, acı ılgınlı, birazcık da sedir ağacı
bulunan iki bahçeye çevirdik.”231
Metindeki "seylelarimi" ifadesinde kullanılan 'arîm' kelimesi "baraj, set"
anlamına gelen ve Güney Arapçasında kullanılan "arimen" kelimesinden
türemiştir.232 Yemen'de yapılan kazılarda ortaya çıkarılan harabelerde bu kelime sık
sık bu anlamda kullanılmıştır. Mesela, Yemen'in Habeşli hükümdarı Ebrehe'nin
büyük Me'arib seddinin tamirinden sonra yazdırdığı M.S 542 ve 543 tarihli bir
kitabede bu kelime tekrar tekrar baraj (set) anlamında kullanılmıştır. O halde Seyl el-
arîm bir set yıkıldığında meydana gelen sel felaketi anlamına gelir.233 Nitekim bazı
229 Seyyid Kutub, fî-Zılâl, IV, 451. 230 Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. Đbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu, IV, 223-224. 231 Sebe, 34/15. 232 Zamâhşerî, el-Keşşaf, III,576 ; Đsfahânî, Müfredat, s. 121; Beğâvî, Meâlîmu’t-Tenzîl, VI, 336. 233 Mevdûdî, Tefhîm, IV, 453.
45
müfessirlerin kelimeye verdiği anlam sel ve yağmur suyunu alıkoyan set
şeklindedir.234
Yani "Set’in” (baraj) yıkılmasından sonra meydana gelen selden dolayı bütün
ülke harap oldu. Sebelilerin dağların arasına setler inşa ederek kazdıkları kanallar
yıkıldı ve bütün sulama sistemi bozuldu. Bunun sonucu daha önceden bir bahçe gibi
olan ülke yabani otların yetiştiği bir cangıl haline geldi ve küçük bodur ağaçların
kiraza benzer yemişi dışında yenebilecek hiçbir meyve kalmadı.235
Razî, kitabında Ayette bahsedilen Arîm'in ne olduğu hususunda şu izahları
yapar:
1) Arîm, seddin adıdır. Bu da sel sularıyla taşların bir araya gelmesi halidir.
2) Ya da Arîm, kendisinden o suyun kaynaklanmış olduğu vadinin adıdır.”
3) Bu seddin, harap olmasına sebep olan, köstebeklerdir. Çünkü Belkıs,
aralarında yollar bulunan dağlara yöneldi. Böylece de, o yolların (çıkış noktalarına)
geçitlerine setler yaptı. Derken, yağmur suları ve kaynak suları oralarda toplandı ve
âdeta bir deniz haline geliverdi. Buralara, sırayla birbirinin üzerinde olmak üzere üç
kapı yerleştirdi. Öyle ki kapılardan biri açıldıktan sonra diğeri açılıyordu. Derken
köstebekler o seddi deldiler. Böylece de o setler harab oldu. Biriken sular, onların
aleyhine bir tehdit oluşturmaya başladı.236
Keşşaf'ta da denilir ki: "Bu sed (baraj) Belkıs'ın yaptığı sedd idi ki, iki dağın
arasını taş ve zift ile kapatarak kaynak ve yağmur sularını biriktirmiş ve sulama için
gereği kadar haklar bırakmıştı." Bu barajların yıkılmasıyla da Allah onları
cezalandırmıştır.237
Kur’an-ı Kerimde bu seddin ne zaman meydana geldiğiyle alakalı bir bilgi
yoktur. Bu konuda müfessirlerimizce farklı görüşler ileri sürülmüştür. Đslami
kaynaklar genellikle Güney arabistandaki kabilelerin kuzeye göçlerini barajın
yıkılması dolayısıyla meydana geldiğini ileri sürerler. Đsfahani seddin yıkılışını
Đslam’dan dört asır önceye götürürken, Đbn-i Hişam ve Mesudi’ye göre olay
Kehlanlılar’ın Ezd kolundan Amr b. Amir’in hükümdarlığı zamanında vuku
234 Đzzet Dervaze, et-Tefsiru’l Hadis, II, 145. 235 Hamevî, Mu’cem, IV, 115; Mevdûdî, Tefhîmu’l Kur’an, IV, 517; Komisyon, Đslamda Đnanç Đbadet ve Günlük Yaşayış Ansk. IV, 112. 236 Râzî, Tefsîr-i Kebîr, V, 394. 237 Zamâhşerî, el-Keşşaf, III, 575.
46
bulduğunu söylüyorlar. Yakut ise sel felaketinin Yemendeki Habeş hâkimiyeti
döneminde meydana geldiğini söylemektedir.238
Sebe, Yemen bölgesinde yaşayan bir kavmin adıdır. Âyet-i kerimede, Sebe'
kavminin kıssası zikredilmektedir. Bir kişi Peygamber efendimize gelip: "Ey Allahın
Resulü, Sebe' nedir? O bir yer midir yoksa bir kadın mıdır?" diye sormuş, Resuullah
(s.a.v.) de:"O, ne bir yer ne bir kadındır. Sebe Araplarda bir adamın ismidir. Onun on
çocuğu olmuştur. On çocuğundan altısı Yemene yerleşmiş dördü de Şam’a
yerleşmiştir. Şam'a yerleşenler: Lalı, Cüzam, Gassan ve Âmile'dir. Yemen'de
yerleşenler ise: Ezd, Eş'arî, Himyer, Muz-he, Enmar ve Kinde'dir." buyurmuştur.239
Sebeliler, çok verimli topraklara sahiptiler ve bu sayede de medeniyetlerini
oldukça geliştirme imkânı bulmuşlardı. Yüksek bir yaşam seviyesine sahip olan bu
topluluk, göz kamaştırıcı güzellikte bağ ve bahçelere sahipti. Yağmur suları, inşa
edilen su seddinde toplanmakta ve kanallar vasıtasıyla ekili araziler mükemmel bir
şekilde sulanmaktaydı. Đki dağ arasında inşa edilen bu set, meşhur ve tarihi Ma'rib
seddidir.240 Me’rib şehrinin denizden yüksekliği 1300 m. kadardır. Bu şehirde
bulunan su seddi ciddi bir mühendislik tekniğiyle inşa edilmişti. Seddin ilk
kısımlarını Mö. Yedinci asrın ortalarında Yesa’amer ile babasının inşa ettiği
kaydedilir. Tarihçiler, Şurahbil Yafur ve Ebrehe nin de bu seddi tamir ettiklerini
kaydeder. Diğer taraftan efsanevi bir kişi241 olan Lokman adındaki bir zatın bu seddi
inşa ettiğini beyan eden ilim adamları olmuştur. 242
Allah Telâla, Sebelileri çeşitli nimetlerle rızıklandırmış ve onlara
peygamberler göndermiştir. Sebeliler bu peygamberlere tabi olarak, onların
emirlerini yerine getiriyor ve kendilerine ihsan edilen nimetler için Rablerine
şükrediyorlardı. Ancak bir zaman sonra, Allah'ın dininden yüz çevirerek taşkınlıkta
bulunmaya başladılar. Allah Teâlâ da onları "Arîm" seli'ni göndererek cezalandırdı
ve Sebeliler bölük pörçük bir halde zelil olarak, etrafa dağıldılar.243
238 Hamevî, Mu’cem, V, 35. 239 Tirmizî, Tefsir,VII, 3222; Taberî, Tefsîr, IV, 421. 240 Philip Hitti, Siyasi ve Kültürel Đslam Tarihi, I, 87. 241 Philip Hitti, a.g.e. a.y. 242 Hamevî, Mu’cem, IV, 383. 243 Đbn Kesîr, Tefsirul-Kur'anil-Azîm, VI, 491.
47
1.1.2.9. BEYTU’L-MA’MUR
Mâmur ev veya mâmur mabed anlamına gelen bu yer, Kâbe hizasında
olduğuna inanılan, meleklerin tavafgâhı olan kutsal mekândır.
Ma'mûr, bayındır, bakımlı ev. Kâbe'nin üst hizasında bulunan bir yerdir.
Diğer bir adı da "Durâh"dır.244 Beytü'l-Ma'mûr'dan Kur'an'ı Kerîm'de şöyle
bahsedilir: "Tür'a, yayılmış ince deri üzerine satır satır dizilmiş Kitâb'a, bayındır eve
(beytü'l-ma'mûra), yükseltilmiş tavan gibi göğe, kaynayacak denize andolsun ki,
Rabbi'nin azabı hiç şüphesiz gelecektir".245
Müfessirler bu ayet-i kerimede sözü geçen Beytü'l-Ma'mûru genellikle,
yedinci kat semada (Zemahşerîye göre dördüncü semada)246, Kâbe'nin üst hizasında
bulunan bir ev olarak tefsir etmişlerdir.247 Onu günde yetmiş bin melek namaz
kılmak, tavaf etmek için ziyaret eder ve kıyamete kadar da bir daha geriye
dönmezler.248 Beytü'l-Ma'mûr Kâbe'nin üst hizasındadır.249
Enes b. Malik, Resulullahın şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
"Beytül Ma'mur yedinci-göktedir. Her gün ona yetmiş bin melek girer (ve
çıkıp gittikten sonra) bir daha ona geri dönmezler. Malik b. Sa'd(r.a.) Resulullahın,
Miraca çıktığını beyan eden hadis-i şerifi rivayet etmiştir. Bu hadis-i şerifin bir
bölümünde şu ifadeler zikredilmektedir:
"Biz, yedinci kat göğe vardık. "Bu kimdir?" diye soruldu. "Cebrail'dir."
denildi. "Onunla beraber kim var?" diye soruldu. "Muhammed var." denildi. "Ona
peygamberlik verildi mi?" diye soruldu “evet” denildi. Bunun üzerine "Merhaba hoş
geldin." denildi. Ben, Đbrahim'in yanına vardım ona selam verdim. Đbrahim bana:
"Merhaba ey oğul, merhaba ey peygamber" dedi. Beytü’l Ma'mur önüme getirildi.
Ben, Cebraile onun ne olduğunu sordum. Cebrail: "Bu, Beytül Ma'murdur. Bunun
içinde her gün yetmiş bin melek namaz kılar. Onlar oradan çıktıktan sonra bir daha
244 Zemâhşerî, el-Keşşaf, II, 367. 245 Tûr, 52/1-7. 246 Zemâhşerî, el-Keşşaf, II, 367. 247 Taberî, Tefsîr, IV, 412. 248 Buhârî, Bed'ül-Hâlk, bab: 6/ Müslim, Îman, bab: 364, Hadis no: 164. 249 Đbn-i Kesîr, Muhtasar'u Tefsir-i Đbn Kesîr, Nşr. M. Ali es-Sâbûnî, Beyrut, 1401, III, 388-389; Beydâvî, Envâru't-Tenzîl ve Esrâru't-Te'vîl, IV, 467; Đsmail Hakkı Bursevî, Rühu'l-Beyân fî Tefsîri'l-Kur'an, IV, 123. Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, VI, 4551.
48
oraya dönmezler, onların oradan son çıkışları olur.250 dedi.
Hadis-i şeriften de anlaşıldığı gibi Beytü’l Ma'mur, yedinci katta ve gök
sakinlerinin Kâbesi konumundadır. Hz. Đbrahim, yeryüzündeki Kâbeyi yaptı. Yedinci
kat gökte de aynen Kabe'ye tekabül eden bu Beytü’l Ma’mur bulunmaktadır. 251
Beytü’l Ma'murun gökte bir mabed olduğu görüşü, Hz. Ali'den, Abdullah b.
Abbas'tan, Đkrime'den, Mücahid'den, Katade'den ve Đbn-i Zeyd'den nakledilmiştir.252
Bazı müfessirler Beytü'l-Ma'mûru Kâbe olarak tefsir ederler.253 Delil olarak
da şöyle bir yorum yaparlar: Çünkü bir yerin bakımlı ve ma'mûr oluşu, meskûn
olması, ziyaretçilerinin çok olması ve güzel bakılması ile olur. Kâbe'nin ma'mûr
oluşu ise her sene binlerce hacının ziyareti iledir. "Allah onu her sene binlerce kişi ile
ma'mûr kılar, eğer insanlar ondan eksik olursa melâike ile doldurur denilmiştir".254
Müfessirler, Beytü'l-Ma'mûru, tasavvufî bir anlatımla "müminin kalbi" olarak
da tefsir edip; bayındır ve bakımlı oluşunu marifet ve ihlâsla da açıklarlar.255
250 Buhârî, Kitabu’l Halk, bab: 6; Müslim, Kitabu’l Îman, bab: 364, Hadis no: 164 251 Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, I53. 252 Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 143; Taberî, Tefsîr, VIII, 7-10. 253Beydâvî, Envâru't-Tenzîl ve Esrâru't-Te'vîl, IV, 467; Đ.H. Bursevî, Rühu'l-Beyân fî Tefsîri'l-Kur'an, IV,123; Elmalılı, Hak Dini, VI, 451. 254 Elmalılı, a.g.e. a.y. 255Beydâvî, Envâru't-Tenzîl ve Esrâru't-Te'vîl, IV,123; Bursevî, Rühu'l-Beyân fî Tefsîri'l-Kur'an, IV,123; M. Hamdi Yazır, a.g.e. VI, 451.
49
ĐKĐNCĐ BÖLÜM
2. KUR’AN’DA GEÇEN DA Ğ, DENĐZ VE NEHĐR ĐSĐMLER Đ
Kur’an’da anlatılan olayların mübhemlikten uzak olması için hiç şüphesiz
bahsedilen olayın cereyan ettiği yerin adının verilmesi elzemdir. Bu tarz bir anlatım,
kıssayı hikaye olmaktan çıkardığı gibi tarihi olaylara ışık tuttuğu için, Kur’an’ın
Allah kelamı olamısının da delili kabul edilir.
Bu bölümde Kur’an’da vurgulanarak anlatılan, Peygamberlerin hayatında
mühim bir yer kaplayan yerleri işlemeye çalıştık. Doğrusu bu, anlatılan sair yerlerin
ehemmiyetsiz olduğunu göstermez. Lakin bir tezin sınırları içine bütün dağ, deniz ve
nehir ismlerini sığdırmak mümkün olmadığı için ‘Beyne Seddeyn’, ‘Sahra’,
Sadafeyn’, Sebate Ebhur’, ‘Bahr’, ‘Mecmael Bahreyn’,’Sahil’ gibi ele alınabilecek
yerleri işlemedik. Ele aldığımız konuları mümkün mertebe kıssalarıyla beraber
işlemeye çalıştık.
50
2.1. KUR’AN’DA GEÇEN DAĞ ĐSĐMLER Đ
2.1.1. SAFA-MERVE
Hac menasiklerinden olan Sa’y’in, aralarında yapıldığı iki tepenin adıdır.
Safa, Mekke'de, Beytullah'ın yanında bulunan küçük bir tepe. Hemen
karşısında Merve tepesi bulunmakta olup, bunlar arasında sa'yetmek haccın
menâsikindendir.256
Safa, bir şeyi, onu bulandıran şeyden arındırma, 257 düzgün taş anlamlarına
gelir.258 Safa ile Merve Mekke bölümü ile mescid arasında kalan iki dağdır.259 Safa,
Ebu Kubeys tepesinden daha yüksektir. Merve tepesi ise yine Safa tepesiyle anılan,
kırmızımsı bir renge sahip dağdır. Bu iki tepe arasındaki mesafe yaklaşık 350 m.
dir.260
Merve ise lügatte, "sert kaya" veya “parlak kaya" anlamındadır.261 Hz. Hacer,
Đbrahim (a.s) tarafından oğlu Đsmail ile birlikte Beytullah'ın bulunduğu yere
bırakıldığı zaman yanlarındaki azık ve su bittiğinde Safa tepesine çıkmış ve birilerini
görebilmek için etrafa bakınmıştı. Kimseyi göremeyen Hz. Hacer, buradan inerek
karşı taraftaki Merve tepesine çıkmış ve aynı şekilde etrafa bakınmıştı. Bir şey
göremeyince tekrar Safa tepesine geri dönen Hz. Hacer, bu gidiş gelişi yedi defa
tekrarlamıştı.262 Daha sonra, Đbrahim (a.s), Allah Teâlâ'nın bildirmesiyle haccın
menâsikini tespit ederken, bu iki tepe arasında sa'yetmeyi de katmıştır.263
Ancak, bir zaman sonra, Đbrahim (a.s)'ın dini unutulmuş ve insanlar,
kendilerine putlar edinerek onlara tapınmaya başlamışlardı.264 Safa tepesinin üzerine
Đsaf, Merve tepesinin üzerine de Nâile adlarında iki put dikilmişti.265 Đslamdan sonra
haccın ne şekilde yapılacağını amelî olarak insanlara öğreten Rasûlüllah (s.a.s) bu iki
tepe arasında sa'yetmiş ve yanındakilere de sa'yetmelerini bildirmiştir.266 Cahiliye
döneminde menat adlı putun bu tepede olması ayrıca bazı heykellerin burada 256 Taberî, Tefsîr, I, 377; Muhammed Ali Sabunî, Safvetü’t-Tefasir, I, 198-199. 257 Đsfahânî, Müfredat, s, 488. 258 Kurtûbî, el-Camiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, II, 408-409. 259 Nesefî, Nesefi Tefsiri, I, 483-484. 260 Đzzet Derveze, et-Tefsiru’l-Hadis, V, 152. 261 Salim Öğüt, ‘Merve’ mad., Đnanç Ansk. III, 193. 262 Tirmizî, Hacc, 33, Tefsir, 14. 263 Kurtûbî, el-Camiû li-Ahkâmi’l Kur’an, I, 452. 264 Đzzet Derveze, et-Tefsiru’l-Hadis, V, 152. 265 Taberî, Tefsir, I, 379. Nesefî, Nesefi Tefsiri, I, 483-484. 266 Mevdûdî, Tefhim, I, 87; Zemahşerî, el-Keşşaf, I, 208; Elmalılı, Hak Dini, I, 324.
51
bulunması Müslümanları burada sa’y yapıp-yapmama konusunda tereddüde sevk
etmişti.267 Konu Hz. Peygambere açılınca bu ayet nazil oldu.268
‘Şüphe yok ki, Safa ile Merve Allah'ın koyduğu nişanlardandır. Her kim
Beytullah'ı ziyaret eder veya umre yaparsa onları tavaf etmesinde kendisine bir
günah yoktur. Her kim gönüllü olarak bir iyilik yaparsa şüphesiz Allah kabul eder ve
(yapılanı) hakkıyla bilir.’269
Hz. Peygamber döneminde Mekkelilerin evleri bu tepelerde de bulunurdu.270
Bazı rivayetlere göre Hz. Âdem ile Hava cennetten çıkarıldıktan sonra, Hz. Âdem
Safa, Hz. Hava’da Merve tepesine indirilmiştir.271
2.1.2. ARAFAT
Hacıların Farz olan vakfeyi yapmaları gereken bu yer, Mekke’nin doğusunda
Taif dağ yolu üzerinde küçük kum tepecikleri ve kayalarla çevrili geniş ve yassı bir
bölgedir.
Sözlükte, bilme, anlama, tefekkürle bir şeyi tanıma ve güzel koku anlamlarına
gelen Arafat sınır olarak, Müşerref dağından Urene dağına, ehl-i Malik kasrından
Arefe vadisine kadar uzanan bir alanı kaplar.272 Burada bulunan Nemire Mescidinin
güney kısmı Arafat bölgesinin dışında kalır.273
Arafat, Mekkenin Yirmi bir km doğusunda taif dağ yolu üzerinde küçük kum
tepecikleri ve kayalarla çevrili geniş ve yassı bir bölgedir.274 1368 km olan Arafat
alanı batın tarafı hariç dağlarla çevrilidir.275
Arafat’ın tamamı Hill denilen bölge içindedir. Günümüzde sınırları
belirlenmiştir Hz peygamber (s.a.v) ‘Arafatın tamamı vakfe yeridir.’ 276Buyurur.
267 Beğâvî, Meâlimu’t-Tenzîl, 412. 268 Đbnu’l Cevzî, Zadu’l Mesîr, I, 165; Đbn-i Kesîr, Tefsir, II, 139; Beydâvî, Envaru’t-Tenzîl, I, 131; Kurtûbî, el-Camiû li-Ahkâmi’l Kur’an, I, 452. 269 Bakara, 2/158. 270 Hamevî, Mu’cem, III,412. 271Hafız Đmaduddin Ebil Fida Đsmail Đbn-i Kesir, Kısasu’l Enbiya, Daru Cîl, Beyrut, 1990, s. 30. 272 Đsfahânî, Mufredat, (ARF) maddesi, s. 215; Hamevî, Mu’cem, IV,104; Abdullah Boks, DĐA, III, 261; Buhârî, Savm, 2, 251. 273 Đrfan Yücel, Menasiku’l Hacc, Diyanet vakfı yay.1988, Ankara, s. 39. 274 Đzzet Derveze, et-Tefsiru’l Hadis, IV, 341. 275 Ali Akpınar, Kur’an Coğrafyası, s. 98. 276 Müslim, Hacc, 1211/23.
52
Başka bir hadiste de “hacc arefedir.”277der. Vakfe zilhicce ayının 9. günü burada
yapılır.
Hz. Đbrahim ve Hz. Đsmail zamanından beri bütün hacılar, Zilhicce'nin
dokuzuncu günü Mina'dan Arafat'a giderler ve aynı günün akşamı oradan
Müzdelife'ye dönerlerdi. Fakat sonraları Kureyşliler kendi kendilerine bir kural
koydular ve: "Diğerleriyle birlikte Arafat'a gitmek bizim şerefimize leke sürer; çünkü
biz, Allah'ın evinde yaşayan halkız" dediler. Buna uygun olarak o gün, diğerleri
Arafat'a giderlerken kendileri Mina'da kalmaya başladılar.278 Daha sonra bu ayrıcalık
Kureyş'in müttefikleri ve akrabalarına da tanındı ve onlar da Arafat'a gitmemeye
başladılar.279 Bu durum Kur’an-ı Kerimde şöyle anlatılır:
‘(Hac mevsiminde ticaret yaparak) Rabbinizden gelecek bir lütfu (kazancı)
aramanızda size herhangi bir günah yoktur. Arafat'tan ayrılıp akın ettiğinizde Meş'ar-
i Haram'da Allah'ı zikredin ve O'nu size gösterdiği şekilde anın. Şüphesiz siz daha
önce yanlış gidenlerden idiniz.’280
Bu ayette bu ayrıcalık hakkı ortadan kaldırılmakta, Kureyş'in bu kibri
kırılmakta ve bütün insanların Mekke'ye dönmeden önce aynı ibadetleri yapması
gerektiği bildirilmektedir. Aynı zamanda onlara, Hz. Đbrahim'in (a.s) yaptığı hac
ibadetine aykırı olan eski âdetler için bağışlanma dilemeleri söylenmektedir.281
Mekke'nin yirmi km. uzaklığında ve doğusunda bulunan bu dağ, Aynı adı
taşıyan ova içinde yaklaşık yetmiş metre kadar yükseklikte bir tepe görünümündedir.
Tepeye koyu yeşil taş yığınları hâkimdir. Arafât'a "Cebelü'r-rahme" (Rahmet Dağı)
de denir. Hac ibadetinin rükünlerinden biri olan Vakfe’nin yapıldığı yer olmasından
dolayı büyük bir önem taşımaktadır.282
Bu dağın, ismini nasıl aldığı hakkında çeşitli görüşler vardır:
Bazıları Cebrail (a.s)ın burada Allah Resulüne hac menasikini öğretmesinden
dolayı bu isim verilmiş, demişlerdir.283 Başka rivayetlere göre Hz. Âdem (a.s.) ile
eşi Hz. Havva Cennet'ten çıkarıldıktan sonra yeryüzüne indirilmiş ve bir müddet ayrı
kalıp nihayet Arafât Dağı'nda buluşmuşlardır. Buluşma anlamına gelen "Ta'arrefe"
277 Tırmizî, IV,214,Đbn-i Mace, II, 100. 278 Đbn-i Kesîr, Tefsir, II, 215. 279 Zemahşerî, el-Keşşaf, I, 236. 280 Bakara, 2/198. 281 Zemahşerî, el-Keşşaf, I, 236; Mevdûdî, Tefhîm, I, 129. 282 Buhârî, Tefsîr, bab: 34. 283 Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, II, 234.
53
kelimesinden alınmış ve buraya Arafât denmiştir.284 Bu ismin ve rivayetin Hz Âdem
(a.s.) zamanından beri nesilden nesile aktarılmış olduğu ifade edilmektedir. Đsmin
nereden geldiğine dair diğer bir rivayet de hacıların Arafât dağındaki vakfeleri
sırasında Allah'ın yüceliğini, kendilerinin ihtiyaç ve kulluklarını "i'tiraf" ettiklerinden
dolayı buraya Arafât adının verildiği söylenmiştir.285 Bu konu ile ilgili diğer bir
görüş ise şöyledir: Hac ibadetinin önemli bir rüknü olan vakfeyi tamamlayanlar
manevî bir kokuya ("Arf") büründükleri için bu anlamda bu dağa Arafât adı
verilmiştir.286 Taberî, Hz. Đbrahim’e Arafat dağı gösterildikten sonra “burayı
tanıdım” anlamında, “ariftu’ demiş. Arafat ismi buradan gelmektedir.287demiştir.
Hac ibadetini yerine getirmek üzere orada bulunan Müslümanlar Teriye'den
(yani Zilhicce'nin sekizinci günü sabah namazını Mekke'de kıldıktan) sonra Mina'ya,
sonra Arefe günü sabah namazını kıldıktan sonra Arafât'a çıkarlar. Haccın
farzlarından biri olan vakfe Arefe günü zeval vaktinde başlar, nahir günü yani
bayramın birinci günü sabah namazı vaktine kadar süren zaman içinde yapılır.
Genellikle Arefe günü akşamı Arafat’tan ayrılma işlemleri başlar.288
Arafatla alakalı Efendimizden şu hadisler de nakledilmiştir: "Ben Allah'dan
umuyorum ki Arefe günü tutulan oruç, içinde bulunulan seneden önceki ve sonraki
seneye keffâret olur.289 Bu hadis şöyle yorumlanır: Eğer küçük günahlar işlemişse
yahut işleyecekse onlar afvedilir, eğer küçük günahı yoksa büyük günahları
hafifletilir, büyük günahı da yoksa derecesi yükseltilir. 290 Başka bir hadis-i şerifte de
şöyle buyrulur: "Ben şurada kurban kestim, Mina'nın her tarafı bir kurban yeridir.
Konakladığınız yerde kurban kesiniz. Ben şurada vakfe yaptım. Arafât'ın her tarafı
vakfe yeridir..." 291
284 Zemahşerî, el-Keşşaf, I,246; Đbnu’l Cevzî, Zadu’l Mesir, I, 212. 285 Beğâvî, Meâlimu’t-Tenzîl, II, 184. 286 Đsfahânî, Müfredat, s. 561; Hamevî, Mu’cem, IV, 104; Ali Akbulut, Kur’an Coğrafyası, s. 124. Elmalılı, Hak Dini, I, 365, Razi, Tefsir, IV, 513. 287 Ebu Davûd, Menasik, bab: 65/1935; Buhârî, Tefsir, bab: 35; Taberî, Tefsir, I, 492-494. 288 Mevdûdî, Tefhîm, I, 129. 289 Đbn Mâce, Siyam,40; Dârimî, Savm, 54; Ahmed Hanbel, V, 296-297. 290 Đbn-i Kesîr, Tefsir, III, 475. 291 Müslim, Hacc, 100/123.
54
2.1.3. TÛR
Hz. Musa’nın üzerinde Allah(cc) ile görüştüğü dağdır.
‘And olsun Sina dağına.’292 ; ‘Tûr-i Sînâ'da da yetişen bir ağaç daha meydana
getirdik ki, bu ağaç hem yağ hem de yiyenlerin ekmeğine katık edecekleri (zeytin)
verir.’293
Tûr: üzerinde ağaç, orman bulunan dağ demektir. Üzerinde ağaç olmayan
çıplak dağa da ‘cebel’ denilir. Burada Tûr’dan kasıt, Hz. Musa'nın vahiy aldığı
dağ(Sînâ Dağı)dır.294 Müfessirlerin bazılarına göre Tûr, Süryânîce dağ demektir.
Fakat âlimlerin birçoğuna göre ise Tûr, Arapça bir kelimedir, muarraba (sonradan
Arapça’ya girmiş yabancı kelime) değildir.295 Bazı âlimlerimiz muarraba olduğunu
kabul etmekle beraber başka bir yorum getirirler. ‘Tûr'un asıl mânâsı dağ
demektir.296 Ayetteki Tûr'dan maksada gelince, Allah'ın Hz. Musa'yı üzerinde
peygamberlik ile şereflendirdiği özel bir dağdır.’297
Kur'an-ı Kerîm'in muhtelif ayetlerinde geçen Tûr, Hz. Musa'nın Allah Teâlâ
ile konuşmaya mazhar olduğu dağdır.298 Tûr açık bir şekilde Kur'an-ı Kerîm'in on
ayetinde geçer. Allah'u Teâlâ, kadrini yüceltmek için Tûr (52) suresinin ilk, Tin (95)
suresinin ikinci ayetinde Tûr dağına yemin etmiştir. Ayrıca Tûr, Müminûn (23)
suresinin yirminci ayetinde "Tûr-i Seynâ", Tin suresinin ise, ikinci ayetinde "Tûr-i
Sînîn" tarzında geçmektedir.
Sînîn veya Seynâ, Tûr dağının yer aldığı bölgenin adıdır. Đbn Ebi Hatim, Đbn
Münzir, Abd Đbn Humeyd, Đbn Abbâs'tan Sînîn'in güzel anlamına geldiğini rivayet
ederler. Dahhak da buna benzer bir rivayette bulunur. Îkrime ise Sînîn'in Habeş
dilinde güzel manasında olduğunu ifade eder.299
Cemaatleri adına, Đsrailoğulları'nın işlemiş oldukları buzağıya tapma
günahından dolayı, Rablerinin önünde af dilemek ve nihayet O'na itaat etme 292 Tin, 95/2. 293 Mü’minun, 23/20. 294 Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, XXI, 386-389. 295 Şihâbüddin el-Hafâci, Đnâyetü'l-Kâdî ve Kifâyetu'r-Râdî, Kahire, (H. 1283), VIII, 101; Elmalılı, Hak Dini, IX, 125; Mevdûdî, Tefhîm, VII, 272. 296 Kurtûbî, el-Camiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, XIV, 202-203. 297 Mevdûdî, a.g.e. a.y. 298 Đbn-i Kesîr, Tefsir, III, 475. 299 Beğâvî, Ma'âlimüü’t-Tenzîl, Beyrut, 1987, IV, 236; Beydâvî, Envâru't-Tenzil Esrâru't-Te'vil, Kahire 1375/1955, II, 232; Muhammed Huseyn et-Tabatabaî, el-Mizân fi Tefsîri'l-Kur'an, Kum, 1987, XIX, 6.
55
konusundaki sözleşmeyi yenilemek üzere Beni Đsrail'den yetmiş kişi Tur-i Sina'ya
çağrıldı.300 Đncil ve Talmud bundan bahsetmez. Fakat Đncil, bunun yerine, kavminin
üzerine fırlattığı zaman parçalanan levhaların yerine yenileri verilmek üzere, Hz.
Musa'nın (a.s) Tur-i Sina'ya davet edildiğini söylemektedir.301
Tûr dağının nerede olduğu konusunda Âlimlerimiz arasında ihtilaf çıkmış
dağın yeri konusunda tam bir görüş birliğine varılmamıştır.302 Râzî, Eyke kasabasına
yakın bir dağ adıdır. Bu dağın yakınındaki yerleşim yeri de daha Hz. Peygamber
hayatta iken fethedilmişti demiştir.303 Hamevî ise Cevherî’nin beyanına dayanarak bu
yerin Şamda304 olduğunu söylemektedir.305Mevdûdi, Kur'an-ı Kerim’de adı geçen ve
Mısır civarında bulunan bir dağdır der.306
Bu dağ, Mısırda, deniz seviyesinden yaklaşık 7359 fit yükseklikte ve çoğu
zaman bulutlarla kaplı Sina dağıdır. Dağın tepesinde, Hz. Musa'nın (a.s) kırk gün ve
geceyi geçirdiği dolayısıyla ziyaret için kutsal bir mahiyet kazanmış olan mağara
bulunur. Mağaraya yakın Müslümanların bir camisi, Hıristiyanların bir kilisesi ve
dağın eteğinde de, Bizans Đmparatoru Jüstinyen devrinde inşa edilmiş bir manastır
vardır.307
Tûr'un açık olarak zikredildiği diğer sure ve ayetler şunlardır: 2/63, 2/93,
4/154, 19/52, 20/80, 23/20, 28/29, 28/46, 52/1, 95/2.
300 A’raf, 7/155. 301 Kitab-ı Mukaddes, Çıkış: bölüm, 34. 302 Râzî, Tefsir-i Kebîr, XVI, 407-408. 303 Râzî, a.g.e. a.y. 304 Şevkânî, Fethu’l Kâdir, VII, 356. 305 Hamevî, Mu’cem, IV, 48. 306 Mevdûdî, Tefhîm, V, 489. 307 Mevdûdî, Tefhimu’l-Kur’an, II, 86.
56
2.1.4. CÛDÎ
Hz. Nuh’un gemisinin tufandan sonra üzerine indiği dağdır.
Cûdi, Güneydoğu Torosların güneyinde, Türkiye-Irak sınırına 15 km.
uzaklıkta Dicle ırmağının kıyısında bulunan Cizre ilçesinin 32 km. kuzeydoğusunda
Şırnak il merkezine 17 km. mesafede yüksekliği 2114 metre olan bir dağın adıdır.308
Kur’an-ı Kerime göre Hz. Nuh’un gemisinin tufandan sonra oturduğu dağın
adıdır. “(Nihayet) «Ey yer suyunu yut! Ve ey gök (suyunu) tut!» denildi. Su çekildi;
iş bitirildi; (gemi de) Cûdî (dağının) üzerine yerleşti. Ve: «O zalimler topluluğunun
canı cehenneme!» denildi”.309
Geminin nereye indiği konusunda iki görüş mevcuttur. Zira Kitab-ı
Mukaddese göre gemi Ararat’a(Ağrı Dağı) inmiştir.310 Meselenin tartışmasına
girmeden Hz. Nuh (a.s)’un yaşadığı vefat ettiği bölgeyi tespit edersek, geminin
nerede indiği konusunda ipuçları verecektir.
Arkeolojik kazılarda elde edilen verilere göre Nuh (a.s) daha ziyade Dicle ile
Fırat arasında kalan Rafideyn ve Mezopotamya denilen (Şimdiki Irak) bölgenin
kuzeyinde yaşamıştır.311
Taberî, Nûh (a.s.)'ın, kavmini Đslâm'a dâvet edişi, gemiyi yapmaya başlaması
ve kavminin onunla alay edişi hakkında, Âişe (r. anhâ)'dan rivâyetle, Rasûlullah
(s.a.s.)'ın şöyle söylediğini nakletmektedir: “Nûh, kavminin arasında dokuz yüz elli
sene kalmıştı. Bu zaman zarfında onları hakka dâvet etti. Son zamanlarına doğru bir
ağaç dikti. Ağaç her taraftan çok büyüdü. Sonra onu kesip gemi yapmaya başladı.
Onun yanından geçerlerken, ona ne yaptığını soruyorlar ve onunla dalga geçerek
şöyle diyorlardı: ‘Onu yap; karada gemi yapıyorsun; bakalım nasıl yüzdüreceksin?’
Nûh (a.s.) da onlara; ‘yakında bileceksiniz!’ diyordu” Ve yine ona; "Nebîliği bırakıp
marangozluğa mı başladın?" diyerek eğleniyorlardı.312
Hz. Nuh’un kavmi inanç bakımından biraz cahilliye müşriklerine benziyordu.
Onları Allah’a inanmakla beraber şirke düşmüşlerdi. Ayetlerden anlaşıldığı kadarıyla
308 Komisyon, Đslâm’da Đnanç Đbadet ve Günlük Yaşayış Ansk. III, 453. 309 Hûd, 11/44. 310 Kitab-ı Mukaddes, Tekvin VIII/4. 311 Bahattin Dartma, Kur’an ve Arkeoluji, s.25. 312 Taberî, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, I, 180, 183.
57
Allaha hatta meleklere inanıyorlardı.313 "Ulul-Azm" peygamberlerin ilki olan Nûh
(a.s.)'un, kavmini tevhide döndürmek için verdiği mücâdele, Kur'an-ı Kerim'de
uzunca zikredilmektedir. Adı, kırk üç ayrı yerde zikredilen Nûh (a.s.)'un kıssası, şu
sûrelerde mufassal olarak ele alınmıştır: A'râf, Hûd, Mü’minûn, Şuarâ, Kamer ve
kendi adıyla adlandırılmış olan Nûh sûresi. 314
“Nûh; ‘Rabbim! Beni yalanlamalarına karşılık bana yardım et’ dedi.” ; “O da;
‘Ben yenildim, bana yardım et!’ diye Rabbine yalvarmıştı” 315
Allah Teâlâ da ona, kavmini sularla helâk edeceğini, bunun için bir gemi
yapmasını bildir. “Nûh'a; ‘Senin kavminden iman etmiş olanlardan başkası
inanmayacaktır. Onların yapa geldiklerine üzülme. Nezaretimiz altında, sana
bildirdiğimiz gibi gemiyi yap. Haksızlık yapanlar için Bana başvurma. Çünkü onlar
suda boğulacaklardır’ diye Allah tarafından vahyolundu.”316
Nûh (a.s.)'ın yaptığı geminin şekli ve büyüklüğü hakkında Đbn Abbas
(r.a.)'dan şöyle bir rivâyet nakledilmektedir: "Geminin uzunluğu, Nûh'un babasının
dedesinin (yani Đdris (a.s.) zirâ'ıyla üç yüz zirâ317, eni elli zirâ'; yüksekliği otuz zirâ';
su seviyesinden yukarısı ise altı zirâ' idi. Katlara ayrılmış olan geminin üç kapısı
bulunmaktaydı. Bu kapılar üst üste açılmıştı.318
Nûh (a.s.), gemiyi inşâ ederken, tahtaları birbirine mıhlar kullanarak çakmıştı:
"Onu, tahtadan yapılmış, mıhla/çiviyle çakılmış bir gemiye bindirdik.319
Nûh gemiyi yapıyor, kavminden ileri gelenler yanından geçtikçe onunla alay
ediyorlardı. "Siz bizimle alay ederseniz, sîzin alay ettiğiniz gibi biz de sizinle alay
edeceğiz!" dedi. "Yakında bileceksiniz: Đnsanı rezîl eden azâb kime geliyor, sürekli
azâb kimin başına konuyor? " Nihayet buyruğumuz gelip de tandır kaynayınca (iş
ciddîleşip sular kaynamağa başlayınca, Nuh’a) dedik ki: "Her şeyden ikişer çifti ve
aleyhlerinde hüküm verdiklerimiz hâriç olmak üzere aileni ve inananları gemiye
yükle!" Zaten onunla beraber inanan pek azdı. "Haydi, gemiye binin, dedi. Gemi,
onları dağlar gibi dalga(lar) arasından geçirirken Nûh, bir kenarda duran oğluna.
313 Mevdûdî, Tefhîm, V, 213; Abdulbaki Güneş, Kur’an ve Arkeoluji, s.25. 314 Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. Đbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu, III, 172-173. 315 Şuarâ, 26/117-118 ; Mü'minûn, 23/26; Kamer, 54/10. 316 Hûd, 11/36-37. 317 Abdullah Aydemir, Đslami Kaynaklara Göre Peygamberler, TDV. Yay.1996, Ankara, s.48. 318 Taberî, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, I, 182. 319 Kamer, 54/13.
58
"Yavrum, bizimle beraber bin, kâfirlerle beraber olma!" diye seslendi. (Oğlu): 'Beni
sudan koruyacak bir dağa sığınacağım," dedi. (Nuh): "Bugün, Allah'ın emrinden
koruyacak hiçbir şey yoktur, ancak O'nun acıdığı (kurtulur)." dedi. Ve aralarına dalga
girdi, o da boğulanlardan oldu.320
Taberî'nin Resulullah (s.a.s.)'e dayandırılan bir rivâyetine göre Tûfan, altı ay
sürmüştür. Recebin ilk günlerinde başlayan Tûfan, Muharremin onuncu gününde son
bulmuş ve gemi Cûdî dağının üzerine “Karda”321 denilen yere oturmuştu. Nûh (a.s),
şükür için, herkese oruç tutmasını emretmişti.322
Đnkâr edip yeryüzünde fesad çıkaran topluluk yok edilip sular çekildikten
sonra, Allah Teâlâ peygamberine artık emniyet içerisinde gemiden inebileceğini
bildirmişti: "Ey Nûh! Sana ve seninle beraber olan topluluklara bizden bir selâmet ve
bereketle gemiden in"323
Nûh (a.s), gemiden indikten sonra, Semânîn diye isimlendirilen bir yerleşim
yeri inşa etmişti. Bu yer ve Cûdî dağı, Ceziretu Đbn Ömer (Cizre)'nin yakınında
bulunmaktadır.324
Kur'an'a göre gemi, Doğu Anadolu'da (eskiden) Cezire-i Đbni Ömer olarak
anılan bölgenin Kuzey-doğusunda bulunan Musul yakınlarındaki325 Cudi Dağı'nın
üzerine oturmuştur.326 Fakat Kitab-ı Mukaddes'e göre geminin oturduğu yer Ararat
(Ağrı) dağıdır.327 Kadim tarihler de geminin oturduğu yerin Cudi Dağı olduğunu
teyid etmektedirler. Sözgelimi M.Ö. 250 yıllarında yaşamış olan Babil kentinin dini
lideri Berasus Keldanilerle ilgili tarihinde Hz. Nuh'un gemisinin Cudi Dağı üzerine
oturduğunu söylemektedir. Aristo'nun öğrencisi Abydenus ise aynı rivayeti te'yid
etmekle kalmaz, aynı zamanda kendi çağındaki birçok Iraklının geminin parçalarına
sahip olduklarını, bu parçaları batırdıkları suları da hastalara şifalı su olarak
içirdiklerini yazar.328
320 Hûd, 52/25-49 321 Abdullah Aydemir, Đslami Kaynaklara Göre Peygamberler, s. 42. 322 Taberî, a.g.e. I,190. 323 Hûd, 11/48. 324 Taberî, a.g.e. I, 189; Semerkandî, Tefsiru’l Kur’an, IV, 330; Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, IV, 359. 325Taberî, Taberi Tefsiri, IV, 492; Zemahşerî, el-Keşşaf, II, 397; Beğâvî, Meâlimu’t-Tenzîl, III, 455; Şevkânî, Fethu’l Kâdîr, IV, 364; Semerkandî, Tefsiru’l Kur’an, IV, 329; Muhammed Ali es-Sabunî, Safvetu’t-Tefâsir, 1993, Beyrut, II,16. 326 Hamevî, Mu’cem, II, 179; Mevdûdî, Tefhîm, II, 396. 327 Kitab-ı Mukaddes, Tekvin, VIII/4. 328 Mevdûdî, Tefhîm, II, 397.
59
Tarihi ve arkeolojik veriler geminin, kitab-ı Mukaddesin dediği gibi Ararat
(Ağrı) değil Cudi Dağına indiğini ispatlar.
1- Ararat, Asurluların Uraratu ülkesine verdikleri addır. Asur dilinde asıl
adı “Uruatri”dir. Kitab-ı Mukaddeste yanlış telafuz edilerek ‘Ararat’ şeklini almıştır.
Bu isim ilk defa MÖ: 1274 yılına ait asur kralı 1. Salmanasar’ın kayıtlarında
rastlanmaktadır. Bundan da Van gölü’nün güneydoğusundaki dağılık bölge
kastedilmektedir.
2- Ararat olarak Tevrat’ta geçen dağ ismi değişik anlamlarda
kullanılmıştır.
a-Gemi, yedinci ayda, ayın on yedinci gününde ‘Ararat dağları’ üzerine
oturdu. Burada ‘dağ silsilesi’ anlamında kullanılmıştır.
b-‘…Ve ararat diyarına kaçtılar.’ Burada, ülke, yurt, vatan anlamlarında
kullanılmıştır.
c-‘Memlekette bayrak dikin, milletler arasında boru çalın, milletleri ona karşı
hazırlayın Ararat Mini ve Aşkenaz krallıklarını ona karşı çağırın.’ Burada Krallık,
Devlet anlamında kullanılmıştır. Bu durumda Ararata’a dağ yerine bir devlet adıdır
demek daha doğru olur.
3- Eğer geminin Ağrı (Ararat) dağı üzerine indiğini kabul edersek bu
durumda sellerin bütün Anadolu’yu, Arap yarımadası, Doğuda Đran,
Hindistan gibi yerleri de kaplaması gerekirdi. Ama Şu ana kadar böyle çaplı bir su
baskınının delillerine ulaşılamamıştır.329
4- Ağrı dağının yüksekliği, orada yaşamı imkânsız kılar. 4000 metre
yükseklerde hava soğukluğu -80 dereceyle yazın bile yaşamı imkânsız hale getirir.330
5- Ağrı dağının üstünde, oraya inecek hayvanların hayatiyetlerini idame
edebilecekleri yiyecek bulunmaz.331
6- Eski Süryanice'de Kardû olarak bilinen bu dağ, Van Gölü bölgesinde,
bugünkü Suriye'nin el-Cezire eyaletinin merkezi olan Đbni Ömer Cezîresi adındaki
şehrin takriben yirmi beş mil kuzey batısındadır. Ağrı Dağı'nın değil de sözü geçen
bu dağın Hz. Nûh'un gemisinin oturduğu dağ olarak şöhret bulmasını sağlayan
Mezopotamya'nın sözlü geleneğidir. Hz. Nûh'un gemisinin oturduğu yerin burası
329 Abdullah Aydemir, Đslami Kaynaklara Göre Peygamberler, s. 42. 330 Mevdûdî, Tefhimu’l-Kur’an, II, 86. 331 Muhammed Esed, et-Tefsiru’l Mesaj, Hûd suresi, 66.dipnot.
60
olarak gösterilmesi, şüphesiz, Babil efsanesine dayanmaktadır. Ama hatırlanmalıdır
ki, Ararat ismi (Asurcası Urartu) bir zamanlar Cûdî Dağı'nı da içine alacak tarzda
Van Gölü'nün güneyine kadar bu bölgenin tamamı için kullanılıyor olabilir: Kitâb-ı
Mukaddes'deki “gemi Ararat dağlarının üzerine oturdu”332 ifadesi de bununla
açıklamasını buluyor.333
Nûh (a.s.) gemide yüz elli gün kalmış, Allah Teâlâ, gemiyi Mekke’ye
yöneltmiş; gemi kırk gün Beytullah etrafında dönmüş ve sonra da Cûdi'ye yönelterek
orada durdurmuştu.334 Geminin kalıntıları muhtemelen indiği dağın üzerinde hâlâ
bulunuyor olmalıdır. Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de, insanlara ibret olsun diye onu,
bulunduğu yerde bıraktığını zikretmektedir: “And olsun ki Biz, o gemiyi bir ibret
olarak bıraktık; öğüt alan yok mudur?”335
Gerek Cûdî dağının yapısı gerekse konuyla ilgili ulaştığımız tarihî bilgi ve
rivayetler, âyette geminin "üzerine oturduğu" bildirilen ‘Cûdî’ dağının bu dağ olduğu
şeklindeki kanaati destekler mahiyettedir.336
Kur'ân-ı Kerîm'in anlattıkları ana çizgileriyle Kitâb-ı Mukaddes'în
anlattıklarına uyar. Ancak Kitâb-ı Mukaddes'teki ayrıntı, Kur'ân'da yoktur. Bu
ayrıntının, insan eliyle Kitaba sokulduğunda şüphe görmüyoruz. Kitâb-ı Mukaddes'te
geminin, Ararat dağlarına oturduğu ifade edilirken Kur'ân'da Cûdî dağına oturduğu
belirtilmektedir. Bundan anlıyoruz ki Kur'ân'ın indiği dönemde Yahudilerin ellerinde
bulunan nüshada Ararat yerine Cûdî geçmekte idi. Nitekim Yakut el-Hamavî,
Mu'cemu'l-buldân'da Kitâb-ı Mukaddes'ten bir parça aktararak Nûh gemisinin,
Cûdî'ye oturduğunu yazmaktadır. Yakut bunu Kitâb-ı Mukaddes'ten aktardığına göre
demek ki onun gördüğü Kitâb-ı Mukaddes nüshasında Cûdî dağı geçmekte idi.
Zamanla bu nüsha kaybolmuş ve Cûdî yerine Ararat konmuş olabilir. Maamâfîh,
Cûdî dağı da Ararat dağ zincirinin bir parçasıdır.337
Rivayete göre Nûh (a.s) ile birlikte Tufandan kurtulanlardan, Nûh (a.s) ve
oğulları dışında kalanlar, yok olup gitmişler ve sonraki nesiller Sam, Ham ve
Yafes'ten türemişlerdir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Biz onun soyunu sürekli
332 Tekvîn, 4. 333 Muhammed Esed, a.g.e. , a.y. 334 M.Ali Sabûnî, en-Nübüvve ve’l-Enbiyâ, Dımaşk, 1985, 154. 335 Kamer, 54/15. 336 Hikmet Tanyu, "Cûdî Dağı", DĐA, Đstanbul, 1991, VI, 79. 337 Hamevî, Mu’cem, II, 179; Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, XVI, 259-288.
61
kıldık”338 Rasûlullah (s.a.s.) bu ayeti okuduğu zaman, sürekli kılınanlardan kastın,
Ham, Sam ve Yafes olduğunu söylemiştir.339 Tarihçiler; Sam'ı, Arapların ve
Fars'ların atası; Ham'ı, Zenciler ve Habeşlilerin atası ve Yafes'i de Türkler, uzak
doğu milletleri, Berberîler, Çinliler ve Mâverâünnehir kavimlerinin atası olarak kabul
etmektedirler.340
2.1.5. TUVÂ
Allah ile görüşmek için Tûr dağına çıkan Hz. Musa’nın geldiği kutsal vadinin
adıdır.
Kur’an-ı Kerimde mukaddes vadi olarak tavsif edilen Tûva Hz Musa (a.s) nın
Allah (c.c) ile görüştüğü yerin adıdır.341
"Tuvâ" hakkında şu izahlar yapılmıştır:
1) Bu, o vadinin özel ismidir. Đkrime, Katade ve Đbn Zeyd'in görüşü budur.342
2) Bu tıpkı, "mesnâ" (iki kere, ikişerli) kelimesi gibi, "iki defa" demektir, yani
"Vadiyi iki kez takdis et" manasınadır. Yahut "Musa (a.s)'a iki kez nida edildi"
demektir. Nitekim Arapça'da "Ona iki kez seslendim" denilir.343
3)Tuvâ, "Tayyen" demektir. Đbn Abbas(r.a) şöyle der: "Hz. Musa" (a.s), o
vadiye gece vakti uğrayıp, orayı tayy etti, yani katetti." Buna göre mana, "Sen
katedip, yolunu geçip, en ucuna ulaştığın mukaddes bir vadidesin" şeklinde olur. Bu
görüşü benimseyenler, "Tuvâ" kelimesinin, fiille aynı lafızda olmayan bir mef'ûl-ü
mutlak olduğunu söylemişlerdir. Bu tıpkı, ‘hedyen’ (Tam hidayete erdi) denilmesi
gibidir.344
4)Mücahid'den nakledilen diğer bir görüşe göre "Tuva" kelimesinin manası:
"Ayakkabılarını çıkar ve yere yalınayak bas" demektir. Buna göre âyetin manası:
338 Saffât, 37/77. 339 Taberî, Tefsir, I, 192. 340 Đbnu’l-Esîr, el-Kâmil fi't-Tarih, I, 78. 341 Đsfahânî , el-Mufredat, s. 554. 342 Taberî, Tefsîr, VIII, 471; Đbn- Kesîr, Tefsîr, II, 231. 343 Şevkanî, Fethu’l Kadir, III, 427. 344 Râzî, Tefsir-i Kebîr, XV, 445-446; Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, III, 329.
62
"Hani bir zaman Rabbi Musa'ya nida etmiş ve ona: "Yere yalınayak bas. Firavuna git
zira o azdı." şeklindedir.345
5)Alûsî, ‘bu, hudâ gibi bir masdardır.’ der. Muhammed Tâhir ibn Âşûr'un
açıklamasına göre tuvâ, ism-i mefûl anlamında masdardır. Yani geceleyin Mûsâ
tarafından yürünmüş, üstünden geçilmiş Vâdî demektir. Bir görüşe göre de tuvâ,
kelimesi, Mukaddes Vâdî'ye gelen Musa'ya emirdir. Ona vahyi alması için Vâdî'yi
yürüyüp doruğa çıkması emredilmektedir.346
Genelde müfessirler Tuva'nın bir vadi olduğu görüşündedirler, fakat
bazılarına göre "o an için mukaddes hale getirilen bir vadi" anlamına gelir.347
Zemahşerî, Tuva’yı vadi ismi olarak kabul etmiyor. “Tuven” şeklindeki okumayla
kelimeyi mefûlu mutlak olarak ele alıyor. “Tuvan” yahut “tivan” tabirinden yola
çıkarak, sözcüğü “iki kere” anlamına yormuştur; yani, “iki kere kutsanmış” yahut
“iki kere kutlu kılınmış yer.” Anlamını veriyor.348
Kur’an-ı Kerim Hz. Musa’nın Tuva’ya gidişi ile alakalı hikâyeyi etraflıca ele
alır: Hz. Musa, yaşlı kişiyle (Hz. Şuayb) yaptığı anlaşmaya uydu. Yıllarca
Medyen’de kaldı. Konuştukları süre dolunca artık Hz. Musa’nın anlaşması da sona
ermiş oluyordu. Süre tamamlanınca Hz. Musa ve ailesi Medyen’den ayrıldılar. Hz.
Musa ailesiyle yolda giderken, yakınından geçtiği Tur Dağı tarafında bir ateş gördü.
Bu ateşi gidip getirebileceğini, ondan ısınabileceklerini ya da orada bulunan
kişilerden bir haber alabileceğini düşündü.349 O, Tur Dağı’ndaki ateşin yanına
vardığında, çok büyük bir gerçekle yüz yüze geldi. Allah, Hz. Musa’ya bir çalıdan
seslendi, ona vahiyde bulundu. Derken oraya geldiğinde, o kutlu yerdeki vadinin sağ
yanında olan bir ağaçtan: “Ey Musa, Âlemlerin Rabbi olan Allah benim.” diye
seslenildi. 350
Nitekim ona gidince, kendisine seslenildi: “Ey Musa gerçekten Ben, senin
Rabbinim. Ayakkabılarını çıkar; çünkü sen, kutsal vadi olan Tuva’dasın.”351
345 Taberî, Tefsîr, VIII, 471. 346 Âlûsî, Rûhu'l-Ma'ânî, XVI, 170; Muhammed Tahir ibn Aşur, Tefsir, III, 2632; Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, XXII, 59-61. 347 Mevdûdî, Tefhîm, III, 341. 348 Zemahşerî, Keşşaf, IV, 9. 349 Kasas, 28/23-29. 350 Kasas,28/30. 351 Taha, 20, 12.
63
Müfessirler, Mukaddes Vadinin nerede olduğunu açıkça belirtmiyorlarsa da
Hz. Mûsâ, Medyen’den Mısır'a doğru giderken uğradığı bir yer olduğuna göre
buranın, Filistin'in batısında, Medyen yöresinde bir yer olması gerekir.352 Bu vadi
Ahd-i Kadim'de varid olduğu üzere Tûr-i Sina'da Hureyb dağının yakınlarında bir
yerdir.353
Râzî ise tasavvufî yorumunda burayı Allah'ın bilgi denizi olarak
açıklamaktadır. "Sen artık ma'rifet denizine ulaştın, artık bu makamda dünya ve
âhiretle ilgilenme, her ikisini de gönlünden çıkarıp at, Allah'tan başka varlıklarla
ilgini kes" demektir.354
352 Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, XXII, 59-61. 353 Đzzet Derveze, et-Tefsiru’l-Hadis, II, 164. 354 Râzî, Tefsir-i Kebir, XV, 444-445.
64
2.2. KUR’AN’DA GEÇEN DENĐZ VE NEHĐR ĐSĐMLER Đ
2.2.1. BEDĐR
Mekke ile Medine arasında, Allah Rasulu’nun ilk savaşının cereyan ettiği
yerin adıdır.
Bedir kelimesi, etine dolgun atik delikanlılar için kullanıldığı gibi, ayın on
dördü dediğimiz dolunay için de kullanılır.355 Sadedinde olduğumuz ayetler de ise
malum bir mevki olan Mekke ile Medine arasındaki,356 Medine’ye yakın, suyu bol,
meyve ağaçları çok, cahilliye devrinde panayır yeri olarak kullanılan bir yer
kastedilir.357 Bedir, kuzey ve doğu tarafları dağlarla güneyi küçük tepelerle ve batısı
sahile kadar uzanan küçüklü büyüklü kum yığınlarıyla çevrili bir ovadır.358
Medine’nin 120 km kadar güneybatısında, Kızıldeniz sahiline 20 km
uzaklıkta, Medine-Mekke yolunun Suriye kervan yoluyla birleştiği yerde bulunan
küçük bir kasaba idi. Bura halkı, buralarda konaklayan kervanlara hizmet etmekle
geçinen ve hayvancılıkla uğraşan bedevilerdi.359
Bedir, Mekke ile Medine arasında, Beni Nadir Oğullarından Bedir b.
Kinane’nin kazdığı bir kuyudan360 dolayı bu ismi almıştır. Başka bir rivayete göre bu
kuyu ismini, sahibi Bedr b. Kelde'den alır.361 Bu adamın yüzü ay gibi parlak ve
yuvarlak olduğundan ve kuyuda ona ait olduğundan dolayı Bedr diye
isimlendirilmiştir. O yere veyahut vadiye Bedr denildiği de rivayet edilmiştir.
Đkrime'den nakledildiğine göre burası cahiliye devrinde bir ticaret yeriydi.
Peygamberimizin, müşriklerle ilk savaşı olan Bedir gazası burada olmuştu ki,
hicretin ikinci senesine rastlıyordu. Yerleşik bir yer olan bu yerin adı Bedir dir.362
Müslümanlar hicretin 2. yılının (624) Ramazan ayında burada Mekkeli
müşriklerle yaptıkları ilk savaşta yüce Allah'ın yardımıyla kendilerinden sayıca çok
355 Hamevi, Mu’cemu’l Buldan, I, 357. 356 Suyûtî, Tefsir-u Celâleyn, s. 73. 357 Nuri Ünlü, Đslam Tarihi, I, 49. 358 Hamevi, Mu’cemu’l Buldan, I , 357 359 Hamevî, a.g.e. , a.y. ; Komisyon, Đslam da Đnanç Đbadet ve Günlük Yaşayış Ansk. I, 231. 360 Şevkânî, Fethu’l Kâdir, I, 411. 361Taberî, Taberi Tefsiri, II, 353; Hamevî, Mu’cemu’l Buldan, I, 357. 362 Taberî, a.g.e. II, 353; Elmalılı, Hak Dini, I, 211.
65
daha fazla, silâh bakımından daha üstün olan düşmanlarını yenmişlerdi.363 Kur’an bu
durumu şöyle ifade etmektedir. ‘Andolsun, sizler güçsüz olduğunuz halde Allah,
Bedir'de de size yardım etmişti. Öyle ise, Allah'tan sakının ki O'na şükretmiş
olasınız.’364
Bu âyette Allah'ın yardımıyla kazanılan o zafer hatırlatılarak Müslümanların
Allah'a şükretmeleri, O'nun emrinden çıkmamaları, savaşta korkaklık ve zaaf
göstermemeleri gerektiğine işaret edilmiştir.
Bedir Savaşı, Đslâm'ın gelişinin 15'inci, hicretin ikinci, miladın 624'üncü
yılında Medine'ye 80 millik mesafedeki Bedir köyünde meydana geldi.365 Kâfirlere
karşı korunmak ve Allah Teâlâ'nın dinini yaymak için verilen savaş izninden sonra
yapılan ilk gazâ olan Bedir'in, tarihteki yeri çok büyük ve mühimdir. Hazırlıklardan
sonra, iki ordu 17 Ramazan'a rastlayan Mîlâdî 13 Mart 624 Cuma günü sabahı karşı
karşıya geldi.366 Peygamberimiz (s.a.s.) mü'minlerin orucunu bozdurdu. Gece yağan
yağmurla su ihtiyaçlarını da karşılamışlardı. Çünkü su kuyusu müşriklerin elinde
bulunuyordu.367
Bedir Savaşı, putperest Kureyş ile genç Medine Müslüman toplumu
arasındaki ilk açık çatışmadır.368 Bununla birlikte, bazı müfessirlere göre369
yukarıdaki Kur’an pasajı genel bir muhtevaya sahiptir ve tarihte sıkça şahit olunan
bir olaya -yani, sayıca az ve zayıf donanımlı olan, ama dâvâlarının haklılığına olan
güçlü bir inançla dopdolu bir grup insanın, benzer bir inançtan yoksun, sayıca ve
maddî bakımdan üstün düşmana karşı zafer kazanmasına işaret etmektedir. Bu
ayette, müminlerin “kendi sayılarının iki katı” büyüklüğündeki (oysa Bedir
Savaşı'nda, Kureyş müşrikleri Müslümanlardan üç kat fazla idiler) bir düşmanla
karşılaştıklarından bahsedilmesi gerçeği, bu yoruma -özellikle, sonraki ayette maddî
zenginliğe ve dünyevî güce yapılan atıf göz önüne alındığında- büyük önem
kazandırır.370
363 Đbn Kesîr, Tefsir, II, 93; Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. Đbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu, I, 492-494. 364 Al-u Đmran, 3/123. 365 Mustafa Fayda, Bedir Gazvesi, DĐA, V, 325. 366 Đbnu’l Cevzi, Zadu’l Mesir, III, 174; Nuri Ünlü, Đslam Tarihi, I, 49. 367 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 21/30, 36. 368 Nesefî, Nesefi Tefsiri, II, 379-381. 369 Menâr III, 234. 370 Muhammed Esed, Tefsiru’l Mesaj, (Đlgili ayetin tefsiri), s. 431.
66
Savaş meydanını yüksekten kontrol edecek bir şekilde yüksekçe bir tepe
üzerinde Peygamber efendimize bir çardak yapıldı. Peygamber burası filanın yıkılıp
devrileceği yerdir, burası filanın yıkılıp devrileceği yerdir, burası da filanın yıkılıp
devrileceği yerdir inşallah, deyip eliyle işaret ediyordu. Adını verdiği hiçbir kimse
eliyle gösterdiği yerden başka bir yerde yıkılıp devrilmedi.371
2.2.2. YEMM
Firavun Hz. Musa’yı öldürtmek istediğinde, Annesine Hz. Musa’yı sandığa
koyup suya bırakması emredilen Nil nehridir.
Yemm, kenarı ve derinliği anlaşılmayan deniz, suyu tuzlu ve acı deniz veya
suyu tatlı nehir anlamlarına gelir.372
Kur’an’da iki yerde geçen Yemm kelimesi birinde Kızıldenizi373 işaret
ederken diğerinde Nil Nehri kasdedilmektedir.374
Kur’an’da A’raf suresinde geçen şekliyle deniz demektir.375 Biz de
âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil kalmaları sebebiyle kendilerinden
intikam aldık ve onları Yemm’(deniz)de boğduk.376 Burada zikri geçen deniz
Kızıldeniz’dir ki bu deniz, Hz. Musa kavmiyle firavun’dan kaçarken asasını vurarak
yardığı ve içinden geçtiği denizdir.377 Ama Hz. Musa’nın yaşadığı çevre göz önüne
alındığında ve Tâhâ 20/39. ayete baktığımızda, bu ayette Yemm’den kastın Nil nehri
olduğu anlaşılır. “Musa'yı sandığa koy; sonra onu Yemm’e (denize, ) bırak; deniz onu
kıyıya atsın da, benim düşmanım ve onun düşmanı olan biri onu alsın. (Ey Musa!
Sevilmen) ve benim nezaretimde yetiştirilmen için sana kendimden sevgi verdim.”378
371 Đbnu’l Cevzi, Zadu’l Mesir, III, 175-176; M. Fethullah Dahhak, Sonsuz Nur, Nil yay. 1991, Đsatanbul, I, 252. 372 Đbnu’l Cevzî, Zadu’l Mesîr, VI, 161; Đbnu’l Manzûr, Lisânu’l Arab, Ymm maddesi, s. 541; Hamevî, Mu’cemu’l Büldân, V, 510. 373 Bkz. A’raf, 7/136. 374 Bkz. Tâhâ, 20/39. 375 Đsfahanî, Müfredat, s. 893. 376 A’raf, 7/136. 377 Bkz. 10, Yunus, 90-92; 26 Şuara, 61-63. 378 Tâhâ, 20/39.
67
Nitekim Hz. Musa’nın annesi çocuğunun akıbetinden korkunca onu Nil’e
bıraktı.379 Tefsir âlimlerimizin çoğu bu görüştedir. Taberîye göre de Hz.Musa
öldürülme tehlikesiyle karşı karşıya kalınca annesi onu bir sandığa koyarak Nil
Nehrine bıraktı.380
Taberi, îbn-i îshak'ın özetle şöyle söylediğini rivayet ediyor: Hz. Musa'nın
annesi, Firavun'un, Đsrailoğullan'nın her doğan erkek çocuğun öldürülmesini
emrettiği yılda, Hz.Musa'yı dünyaya getirmiş ve Firavun'un, kendi çocuğunu da
öldürteceğinden korkmuştur. Bunun üzerine Allah Teala Hz. Musa'mn annesine, ya
zamanındaki Peygamberler vasıtasıyla veya bizzat kalbine ilham ederek Musa'yı
küçük bir sandığın içine koymasını ve onu Nil nehrine bırakmasını bildirmiştir.
Musa'nın annesi, Allah Teala'nın, kendisine ilham ettiği şeyi yapmıştır.381
Firavun şehirdeki bütün yeni doğmuş erkek çocuklarını öldürmeye başlayınca
Hz. Musa (a.s)'ın annesi, yeni doğmuş olan Hz. Mûsa için bir tabut yaptırıp tabanına
atılmış (çırpılmış) pamuk döşedi ve içine Musa (a.s)'ı yerleştirdi. Sonra tabutun
ağzını, çatlaklarını zift ile ziftledi. Tabutu Nil'e (Yemm) bıraktı. Nil'in Firavun'un
sarayına doğru giden büyük bir kolu vardı. Firavun, hanımı Âsiye ile birlikte o kol ile
meydana getirdiği havuz kenarında oturuyordu. Suyun taşıyıp getirdiği o tabuta
rastladı. Firavun onu görünce, kölelerine ve cariyelerine onu çıkarmalarını emretti.
Onu çıkardılar ve kapağını açtılar. Đçinden insana sevimli gelen Musa (a,s) çıktı.
Firavun onu görür görmez sevdi.382
2.2.3. BĐ’R’ Đ MUATTALA KASR ĐN MEŞĐD
Harap edilmiş yer ve memleket anlamına gelen bu tabir.
“Nitekim birçok memleket vardı ki, o memleket (halkı) zulmetmekte iken,
biz onları helâk ettik. Şimdi o ülkelerde duvarlar, (çökmüş) tavanların üzerine
yıkılmıştır. Nice kullanılmaz hale gelmiş kuyular ve (ıssız kalmış) ulu saraylar
vardır.”383
379 Đbn-i Kesîr, Kısasu’n- Nebiyyîn, s. 385. 380 Taberî, Tefsir, III, 652. 381 Taberî, Tefsir, III, 652-653; Semerkandî, Tefsiru’l Kur’an, VI, 289. 382 Râzî, Tefsir-i Kebir, XV, 506; Kurtûbî, el-Camiû li Ahk^mi’l Kur’an, VIII, 423. 383 Hac, 22/45
68
Muattal, ‘atıl olma’ yani atıl bırakma anlamında kullanılmıştır. Muattal kuyu
suyun çekildiği hatta kuyunun suyunu çıkartmak için kullanılan malzemenin de
harab olması anlamını taşıyor. Meşîd ise yüksek bina anlamındadır. Yani nice
beldeleri helak ettik ki onların kuyuları su vermez olmuş ve nice kavimleri
yerlerinden ettik ki koca saraylarını yıkmış viranelere döndürmüşüz.384
Arapçada kuyu, yerleşim bölgesiyle eşanlamlı kullanılmaktadır. ‘Nice
kullanılmaz olmuş kuyu’ cümlesi ‘nice memleket helak olmuştur.’ Anlamındadır.385
Taberî, sıyak ve sıbak bağlamında ayeti tefsir ederken ayetlerde geçen yerlere
atıfta bulunarak bu yerlerin ayetlerde geçen herhangi bir saray veya belde
olabileceğine vurgu yapar.386
Bir rivayete göre Hz. Salih kendisine iman etmiş dört bin kişiyle bir kuyunun
başına geldi. Allah onları ateşin azabından kurtarmıştı. Bu kuyu Hadramevt’te idi.
Salih (a.s) buraya gelince vefat etti. Geride kalan kavmin üzerinden yıllar geçti
çoğaldılar. Güçlenip çoğalmalarına rağmen onlar da yok olup gittiler. Bahsedilen
kuyu ve binadan maksat budur.387
Bazı Đslâm bilginlerine göre de “bi’r’i muattala kasrin meşid”den maksat
Yemende refah içinde hayat sürümüş kavimlerdir.388
Seyyid Kutub tasvir ederek olayı şöyle ele alır: ‘Zalim oldukları için yok
edilen birçok belde vardır. Ayetin ifade tarzı onların harap olmuş hallerini son derece
hareketli ve oldukça etkin bir sahnede sunmaktadır:
"Yapılarının duvarları, yere inen tavan yıkıntılarının üzerine çökmüştür."
Kurulu çatılar, binanın bitiminde duvarlara dayandırılarak çatılırlar. Duvarlar
yıkılınca çatılar da çöker ve üstüne bina yıkılır. Görüntüsü bu kadar ürkütücü, bu
kadar iç karartıcı ve bu kadar etkileyici olur. Böyle manzaralar boş insanı ve bayındır
hallerini düşünmeye sevk eder. Harap ve terkedilmiş evler son derece ürkütücü
olurlar. Bu gibi yerler insanı geçmişi anmaya, olaylardan ibret alıp ürpermeye iter.
Çatıları çökmüş beldelerin yanında, terkedilmiş, kullanılmaz durumda olan kuyular
yer alıyor. Đnsan bu kuyuların başlarında konaklayanları, gelip geçenleri hatırlıyor
birden. Kurumuş ve terkedilmiş bu kuyuların çevresinde hayaletler dolaşıyor. Öte
384 Zemahşerî, el-Keşşaf, III, 162; Beğâvî, Meâlimu’t-Tenzîl, IV, 342. 385 Mevdûdî, Tefhim, III, 373. 386 Taberî, Tefsir, III, 250. 387 Zemahşerî, el-Keşşaf, III, 163. 388 Beğâvî, Meâlimu’t-Tenzîl, IV, 342.
69
yandan, terkedilmiş durumdaki harap saraylar, köşkler yer alıyor. Canlı namına bir
şey yok buralarda. Anılar, hayaller, karartılar ve hayaletler uçuşup duruyorlar.’389
Taberî’nin âyeti tefsiri, hemen hemen bütün tefsircilerin ortak yorumu
gibidir: Allah tealâ bu âyet-i kerimede, nice yerlerin sakinlerini cezalandırdığını ve
bunların yerlerini âleme ibret kıldığını, çok beğendikleri köşk ve saraylarının yıkılıp
virane olduğunu beyan ediyor böylece, Hz. Muhammed (s.a.v.)i yalanlayanların,
bunlardan ibret almaları bildiriliyor. Evet, nice yerlerde, yıkılmış binaların kalıntıları,
terkedilmiş kuyular, ıpıssız kalmış köşk ve saraylar birer ibret levhası olarak ortada
durmaktadırlar. Đşte bunlara iyi dikkat edip ibret almak lazımdır.390
389 Seyyid Kutub, fi Zilâl , IV, 2428-2429. 390 Taberî, Taberi Tefsiri, VI, 34; Râzî, Tefsir, VI, 457; Semerkandî, Tefsiru’l Kur’an, V, 251; Seyyid Kutub, fi Zilâl, IV, 2428-2429; Mevdûdî, Tefhîm, III, 373.
70
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
2. KUR’AN’DA GEÇEN KAV ĐMLER VE YA ŞADIKLARI
YERLER
“Akıl sahipleri için apaçık bir uyarı” olan yüce kitabımız, Đnsanların ibret
alacakları olayları ve kavimleri işareten veya detaylı olarak anlatmaktadır. Önceki
kavimlerin hatalarından dolayı başlarına gelenler, sonraki ümmetlere hep bir ibret
tablosu olarak anlatılmıştır.
Kur’nda, üçü kesin olmamakla birlikte yirmi sekiz peygamberden
bahsedilmektedir. Başlı başına bir dal olan ‘Paygamberlerin Hyatları’nı bu
çalışmamızda işlememiz mümkün değildir. Konumuzla alakalı olmasından dolayı hiç
değinmemekte olmazdı. Biz de bu çalışmamızda, Kur’an’da insanlığa ibret olarak
gösterilmiş kavimleri ele aldık. Ele almadıklarımızda da muhakkak ibretler vardır.
Lakin konunun mahdut oluşu, içlerinden en mühim bulduklarımızı seçmeye bizi
yöneltmiştir.
3.1. AD KAVM Đ
Ahkâf bölgesinde yaşayan ve kendilerine Hz. Ad’ın Peygamber olarak
gönderildiği kavimdir.
Âd kavminin yaşadığı beldenin ismi Ahkâf'tır. Ahkaf, hikf'in çoğuludur.
Sözlük manası dağ kadar büyük olmayan "kum tepeleri"391 veya uzun bir şekilde
yığılmış olan kum yığını demektir.392 Istılâhî manada ise Arabistan çölünün (Rub’ul-
Halî) güney-batı kısmının ismidir. Bugün ise bu bölgede kimse yaşamamaktadır.393
Ayette zikredilen Ahkâf'tan nerenin kastedildiği hakkında farklı görüşler
zikredilmiştir: Abdullah b. Abbas'tan nakledilen bir görüşe göre Ahkâf, Yemen'de
Umman ile Hadramevt arasında bir yerdir. Đbn-i Đshak da bu görüştedir.394
391 Isfahani, el-Mufradat, s. 4129; Beydavî, Envaru’t Tenzîl, IV, 356. 392 Taberî, Taberî Tefsiri, VII, 410; Râzî, Tefsir, XX, 43-44; Kurtûbî, el- Camiu, li-Âhkâmi’l Kur’an, XVI, 72-80. 393 Isfahani, el-Mufradat, s. 4129; Mevdudi, Hz. Peygamberin Hayatı, I, 431. 394 Beydavî, Envaru’t Tenzîl, IV, 356; Đzzet Derveze, et-Tefsîru’l Hadis, III, 446.
71
Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe ve Dehhak'a göre, Şam
topraklarında bir dağın adıdır.395 Katade dedi ki: Bunlar Şihr denilen yerde yüksekçe
tepelerdir. Şihr Aden'e yakın bir yerdir. Umman Şihr'i ya da Uman Şihr'i denilir. Bu
ise Umman ile Aden arasındaki deniz sahilidir. Yine ondan nakledildiğine göre bize
Ad kavminin Yemende birtakım kabileler olduğu zikredilmiştir. Bunların
bulundukları yer kumluk olup denize bakardı ve buraya Şihr denilirdi.396
Mücahid ise Ahkâf’ın, yeryüzü manasına geldiğini söylemiştir.397
Taberi, Ahkâf’ın, "Uzunca yığılan kum yığını" demek olduğunu, bunun
Şam'da da Yemen'de Şuhr'da da olabileceğini ifade etmiş ve bunun yerini bilmenin
farz olmadığını, bilmemenin de herhangi bir sorumluluk getirmediğini söylemiştir.398
Tarihçi ve müfessirlerimiz Ad kavmini Ad-ı Ula ve Ad-ı Uhra diye ikiye
ayrılırlar. Kur’an-ı Kerim’in bahsettiği Ad kavmi işte bu Ad-ı Uladır. Bu kavim,
Arabu'l-âribe denilen Arabistan yarımadasına ilk yerleşen kavimlerdendir.399
Hadramevt'e ve Yemen'e kadar uzanan yurtlarda oturan bu kavmin yurdu otu, suyu
ve çeşitli nimetleri bol olan bir yerdi. Yerin üzerinden akan ırmakları, bağları,
bahçeleri, sürü sürü davarları, yeraltında da, su depoları ve köşkleri vardı.400
Son dönemlerde bulunan kitabeler hem Kur’an-ı Kerimi hem de bu tezi
doğrular mahiyettedir. Ahkâf bölgesinde bulunan bir kitabe de Ad kavmini
anlatmaktadır: “Biz bu kalede uzun bir zaman rahat ve müreffeh yaşadık. Hayatımız
her türlü sıkıntıdan uzaktı. Hükümdarlarımız ise her türlü işkence ve zulümden
uzaktı, Hz. Hud’un şeriatına göre hüküm veriyorlardı. Bizler mucize ve ölümden
sonraya inanırdık.401 “Âd kavminin kardeşini de an! O, kendinden önce ve sonra
uyarıcıların gelip geçtiği Ahkaf'ta, toplumunu şöyle uyarmıştı: "Allah'tan başkasına
kulluk/ibadet etmeyin! Gerçek şu ki, ben sizin büyük bir günün azabına
uğramanızdan korkuyorum."402 Buradan çıkarak civarındaki ülkeler ve zayıf ülkeler
üzerine hâkimiyet kurmuşlardı. Bugün bile, Arap Yarımadası'nın güneyinde
395 Râzî, Tefsir, XX, 43-44. 396 Kurtûbî, el- Camiu, li-Âhkâmi’l Kur’an, XVI, 72-80; Elmalılı, Hak Dini, VI, 384. 397 Elmalılı, Hak Dini, VI, 384. 398 Taberî, Taberî Tefsiri, VII, 410. 399 Philip Hitti, Siyasi ve Kültürel Đslam Tarihi, I, 53; Mevdudi, Hz. Peygamberin Hayatı, I, 432; Şevkî Ebu Halil, Atlasu’l Kur’an, s. 31.” 400Muhammed Hamidullah, Đslam Tarihine Giriş, s.29; eş-Şuarâ, 26/129-134. 401 Mevdûdî, Hz. Peygamberin Hayatı, I, 434; Đzzet Derveze, et-Tefsiru’l-Hadis, III, 446; Seyyid Kutub, fi-Zilâl , VI, 3266. 402 Ahkaf, 46/21.
72
yaşamakta olan halklar, bu bölgede bir zamanlar Ad Kavminin yaşadığını
bilmektedirler.403
Şimdiki Mükella şehrinden 125 mil kuzeyde Hadrammevt taraflarında bir
makam vardır. Burada Hud'un (a.s) mezarının olduğuna inanılır. Kabr-i Hud ismiyle
meşhurdur. Her yıl Şaban ayının 15'inde Arap Yarımadası'nın değişik yerlerinden
binlerce kişi burada toplanarak bir merasim düzenlerler. Her ne kadar tarihsel olarak
bu mezar ispatlanmamışsa da burada bir kabrin inşa edilmiş olması ve Güney
Arabistan halkının çoğunun oraya rağbet etmesi, mahalli rivayetlere göre Ad
kavminin yurtlarının buralar olduğunu ispatlamaktadır. Öte yandan yöre halkı
Hadramut'ta bulunan birçok harabeyi (ruins) bu güne kadar Ad kavminin evleri
olarak anmaktadır. El-Ahkaf'ın bu günkü halini gören kimse, bir zamanlar buralarda
şanlı ve pek güçlü bir medeniyetin yaşamış olduğunu düşünemez.404
Âd kavmi Hz. Nûh tûfanından sonra putperestliğe dönen ilk kavimdir.405
Peygamberimiz (s.a.s) vedâ haccında, Usfan vadisine vardığı zaman, Hz. Ebû
Bekr'e: "Ey Eba Bekr! Bu hangi vadidir" diye sormuş. Hz. Ebû Bekir "Usfan
vadisidir" diye cevaplayınca: Hz. Peygamber (s.a.s) Hûd (a.s)'un, beline aba
tutunmuş, belinden yukarısını alacalı bir kumaş ile bürümüş, genç ve kızıl, yuları
hurma liflerinden örülmüş dişi bir deve üzerinde, hac için buradan telbiye ederek
geçmiş olduğunu haber vermiştir.406
Ad kavmi helâk olunca Hz. Hûd kendisine inananlar ile beraber Mekke'ye
gelmiş ve vefat edinceye kadar orada kalmıştır.407
Âd kavminin, Hz. Hûd'a karşı çıkarken ileri sürdükleri itirazlar, diğer
Peygamberlere karşı muarızlarının ileri sürdükleri itirazların aynıdır. Ona itirazda baş
çekenler de, diğer peygamberlere itiraz gibi kavmin ileri gelenleridir. Đtirazın
temelinde ise, dönmekte olan çıkar çarklarının devam etmesi vardır. Hz. Hûd'a
yaptıkları itirazlarını şu maddelerde özetlemek mümkündür:
a- Hz. Hûd'u beyinsizlik ve sapıklıkla itham etmek:
"Kavminden ileri gelenler dediler ki: Biz seni açık bir sapıklık içinde
görüyoruz"408.
403 Komisyon, Đslam’da inanç ve Günlük Yaşayış Ansk. I, 46. 404 Mevdûdî, Tefhim, I, 430. 405 Đbn Kesîr, Kasasu'l-Enbiyâ, I, 149. 406 Ahmed b. Hanbel, I, 232. 407 Mevdudi, Tefhim, I, 431.
73
"Kavminden ileri gelen inkârcılar dediler ki; biz seni bir beyinsizlik içinde
görüyoruz ve biz seni yalancılardan sanıyoruz.''409
b- Atalar dinine bağlılık:
"Dediler ki: demek sen, tek Allah'a kulluk edelim ve atalarımızın taptıklarını
bırakalım diye mi bize geldin"410 "Dediler: sen bizi tanrılarımızdan çevirmek için mi
geldin?"411
c- Kendilerinin güçlü kuvvetli olduklarını söyleyip Hz. Hûd tarafından
gelebilecek bir zararın olamayacağını ileri sürmeleri:
"Ad kavmi, yeryüzünde haksız olarak büyüklük tasladılar ve bizden daha
kuvvetli kim var? Dediler"412
d- Âhireti inkâr etmeleri ve hayatın sadece dünya hayatından ibaret olduğunu
ileri sürmeleri:
"Ne ise hep bu dünya hayatımızdır; ölürüz ve yaşarız (bir kısmımız ölürken
bir kısmımız doğar). Biz öldükten sonra diriltecek değiliz" 413
3.2. SEMUD KAVMĐ
Hz. Salih’in Peygamber olarak gönderildiği, kuzey Arabistan da yaşayan
kavimdir.
Kur'an-ı Kerim'de adı geçen ve kendilerine uyarıcı olarak Salih (a.s)'ın
gönderildiği, Hicaz ile Suriye arasında Vadi’l-Kura'da yaşamış eski bir Arap
kabilesidir. Bugünkü Ürdün civarında,"Hicr" denen bölgede yaşayan414 "Semud"
kavmi ile onlara Peygamber olarak gönderilen Salih (a.s.)ın kıssası Kur’an’da
anlatılmaktadır. Semud kavmi, Ad kavminden sonra ve Hz. Đbrahim'den önce gelen
bir kavimdir.415
Kur'an-ı Kerim'de bu kabilenin ismi yirmi altı yerde geçmektedir.
408 el-A'raf, 7/60. 409 el-A'râf, 7/66. 410 el-A'râf, 7/70. 411 el-Ahkâf, 46/22. 412 el-Fussilet, 41/15. 413 Mü'minûn, 23/37. 414 Şevkî Ebu Halil, Atlasu’l Kur’an, s. 36. 415 Taberî, Taberi Tefsiri, VI, 236.
74
Semud Kavmine Hz. Salih Peygamber olarak gönderilmiştir. Semud kavmi,
Semud b. Casır b. Đrem b. Sam b. Nuh'un neslidir.416 Arab-ı baide, helak ve yok
olmuş en eski Araplar'dır ki Âd, Semûd, Tasm ve Cedis bunlardandır.417
Hz. Salih Arap yarımadasının Kuzeyinde yaşamaktaydı. Hz. Salih’in yaşadığı
yere, bu gün ‘Medainu’s-Salih’ denilmektedir.418 Yaşadığı dönem kesin olarak
bilinmemektedir.419 Lakin Kur’an-ı Kerim o dönemle alakalı bazı bilgiler
vermektedir. Mesela evlerini dağlardan oyarak yaptıklarını haber verir.420 M.Ö. 715
tarihli Sargon kitabesinde Semud kavmi, Asuriler'in hâkimiyeti altına aldıkları, Şarkî
ve Merkezî Arabistan kavimleri arasında zikredilmektedir. Aristo, Batlamyus ve
Plinus, Semud kavmini (Thamudaei) belirten isimden bahsetmişlerdir. Plinus'un
Semud kavminin oturduğu yer olarak zikrettiği Domatha ve Hegra'nın, Đslâmi
kaynaklarda bu kavmin oturduğu yer olarak kaydedilen Hicr ile aynı yer olduğu
kabul edilebilir.421
Hadis-i Şeriflerde, Rasûlüllah (s.a.s)'in H. 9. yılda Tebük seferine giderken
Semud kavminin yaşadığı Hicr'e uğradığı ve bu yerin Salih (a.s)'ın kavminin yaşadığı
yer olduğunu söylediği nakledilmektedir.422
Salih (a.s)'ın kavmini imana davet edip uyarma ve korkutmaya ısrarla devam
etmesi üzerine, o’na şöyle dediler: "Ey Salih; bayramımızı kutlayacağımız zaman sen
de bizimle gel (Semud kavminin putlarını alıp şehir dışına çıkarak kutladıkları bir
bayramları vardı). Bize bir âyet (davanı ispatlayacak bir şey) göster. Sen ilâhına
duada bulun; biz de ilâhlarımıza duada bulunalım. Eğer senin ilâhın duana icabet
ederse sana uyarız. Yok, bizim ilâhlarımız bize icabet ederse bize tabi olursun." Bu
isteklerini kabul eden Salih (a.s) bayramda onlarla birlikte gitti. Putperestler,
putlarından istekte bulundular. Ancak bir karşılık bulamadılar. Bunun üzerine
kavmin reisi, Salih (a.s)'a: "Ey Salih; bize şu kayadan bir deve çıkar. Eğer bunu
yaparsan seni doğrulayacağız" dediler. Salih (a.s), onlardan, Allah Telalâ kendileri
için böyle bir deveyi bu kayadan çıkartırsa iman edeceklerine dair söz vermelerini ve
416 Taberî, Tarih, I, 226. 417 Đbn Haldun, Mukaddime, s. 125 ; Mevdûdî, Hz. Peygamberin Hayatı, I, 434. 418 Şevkî Ebu Halil, Atlasu’l Kur’an, s. 36. 419 Philip Hitti , Siyasi ve Kültürel Đslam Tarihi, I, 32; Muhammed Hamidullah, Đslam Tarihine Giriş, s, 32. 420 Şuara 26/149. 421 Mevdûdî, Hz. Peygamberin Hayatı, I, 434; Muhammed Hamidullah, Đslam Tarihine Giriş, s, 32. 422 Buhârî, Enbiya, 17; Ahmed b. Hanbel, I, 66, 73.
75
yemin etmelerini istedi. Onlar, bu konuda yemin edip söz verdikten sonra, Salih (a.s),
namaza durdu ve Allah'a dua etti. Bunun üzerine kaya yarıldı ve içinden onlara
istediği gibi gebe, karnı aç bir deve çıktı. Bu olay üzerine, onlar daha önce vermiş
oldukları sözden cayarak iman etmediler.423
Allah Telalâ, hayvanların sulandığı kuyunun suyunun mucize deve ile
diğerleri arasında nöbetleşe kullanılacağını bildirmişti: "Onlara, suyun aralarında
taksim olunduğunu haber ver. Her biri su nöbetinde hazır bulunsun424. Salih (a.s)
kavmine; "Đşte şu devedir. Su içme hakkı belirli bir gün onun ve belirli bir gün
sizindir" dedi425. Deve onların arasında bir süre kaldı. Bu süre içerisinde, bir gün
kuyunun suyunu deve içiyor, bir gün de onlar kuyunun suyundan istifade ediyorlardı.
Semud kavmi devenin su içtiği günlerde onun sütünü sağıyor ve kaplarını
dolduruyorlardı.426
Semud kavminin Salih (a.s)'ın davetine duydukları düşmanlık ve kinleri
artınca, deveyi öldürmeyi planladılar. Allah Telalâ bu durumu Salih (a.s)'a bildirdi.
Salih (a.s), gördükleri mucizeye rağmen iman etmekten kaçınan kavmine eğer böyle
bir iş yaparlarsa helâk edilecekleri uyarısında bulundu. Ancak onlar, onun bütün
uyarılarına kulak tıkayarak deveyi kestiler: Fakat O'nu yalanladılar. Ve derken
deveyi kestiler. Bunun üzerine Rableri günahları yüzünden onları kırıp geçirerek
yerle bir etti".427
3.3. LÛT KAVM Đ
Kendilerine peygamber olarak Hz. Lût’un gönderildiği Sedum kavmidir.
“Lût'u da (peygamber gönderdik). Kavmine dedi ki: «Sizden önceki
milletlerden hiçbirinin yapmadığı fuhuş’u mu yapıyorsunuz?”428
Bu kavim, şimdi Ürdün'ün doğu yakası denilen ve Irak ile Filistin arasında
yer alan topraklarda yaşamıştı. Kitab-ı Mukaddes'e göre merkezleri ölü Deniz'e yakın
423 Đbnu’l-Esîr, el-Kâmil fi't-Tarih, I, 89-90. 424 el-Kamer, 54/28. 425 eş-Şuara, 26/155. 426 Đbn Kesîr, Tefsîrul-Kur'anil-Azîm, III, 437. 427 eş-Şems, 91/14. 428 A’raf, 7/80.
76
yerlerde,429 ya da tamamıyla suyun altında kalmış Sodom şehridir.430 Talmud,
bunların Sodom'un dışında dört büyük şehirlerinin daha olduğunu ve bu
şehirlerarasındaki arazilerin, kilometrelerce devam eden büyük bir bahçeyi
andırdığını ve seyredenleri büyülediğini anlatır. Fakat zamanımızda şehirlerin yerleri
tam olarak belli değildir. Çünkü bu alanların tümü, Lût Gölü ya da diğer bir adıyla
Ölü Deniz'in altında kalmıştır.431
Hz. Lût (a.s), sapıklığın, ahlâksızlığın, edepsizliğin en adîsi olan livâtanın
yaygın olduğu Sedum halkına peygamber olarak gönderilmiştir.432 Sedum halkı, daha
önceki milletlerde görülmeyen bu ahlâksızlık suçunda çok ileri gitmişti. Đffet, namus
ve hayânın unutulduğu bu toplumda Lût (a.s) gibiler, onların bu tür ahlâksızlıklarına
engel olmak istemişler, ancak susturulmuş ve etkisiz hale getirilmişlerdi.433 Sedum
halkı dünyada daha önce kimsenin yapmadığı sapık işleri, ahlaksızlıkları yapıyor,
eşcinsel davranışlarda bulunuyor, azgınlıkta birbirleriyle yarış ediyorlardı.434 Hz.
Lût, kavmini doğru yola davet ettiyse de aldırmadılar.435 Yaptıkları kötü işleri devam
ettirdiler. Karısı da ona inanmayanlardandı.436
Hz. Lût, "âlemlerden hiç kimsenin sizden önce yapmadığı hayâsızlığı mı
yapıyorsunuz? Siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz, doğrusu çok
aşırı giden bir milletsiniz"437; "Yol kesiyor ve toplantılarınızda fena şeyler yapmıyor
musunuz?" diyerek onları doğru yola davet etti, içinde bulundukları delâlet ve
cehaletten kurtarmağa çalıştı.438
Hz. Lût'un yaptığı ikazlara aldırmayan Lût kavmi de peygamberi yalanladı.
Kardeşleri Lût onlara; "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size
gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.439 Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Buna
karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak âlemlerin rabbine aittir.
Rabbinizin sizin için yarattığı eşleri bırakıp da, insanlar arasında, erkeklere mi
429 Şevkî Ebu Halil, Atlasu’l Kur’an, s.60. 430 Zemahşerî, el-Keşşaf, II, 80. 431 Đbn-i Kesîr, Kısasu’l Enbiya, s.182; Mevdûdî, Tefhîm, VI, 241. 432 Taberî, Taberi Tefsiri, IV, 78. 433 Zemahşerî, a.g.e. , a.y. 434 Müslîm, Cennet, bab: 77, 2874 ; Buharî, Cenaiz, bab: 87. 435 Şevkânî, Fethu’l Kadîr, V, 356. 436 Semerkandî, Tefsiru’l Kur’an, III, 457. 437 el-A'raf, 7/80-81; el-Ankebût, 29/29. 438 Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, VI, 324. 439 Râzî, Tefsir, X, 275
77
yaklaşıyorsunuz? Doğrusu siz azmış bir milletsiniz" dedi.440 Bunun üzerine kavmi
de ona cevaben. "Ey Lût! Bu sözlerinden vazgeçmezsen, mutlaka kovulacaksın".441
Doğru sözlü isen bize Allah'ın azabını getir."diyerek Hz. Lût ve kendisine
inananlarla alay ettiler ve şehirden çıkarmak istediler. Lût Peygamber, kavminin
azgınlıklarına karşı Allah'tan yardım istedi. "Rabb'im şu bozguncu kavme karşı bana
yardım et"; "Rabb'im, beni ve ailemi bunların yaptıklarından kurtar."442 diye dua
etti.
Bunun üzerine Allahü Teâlâ, Hz. Lût'un öğütlerine ve davetine uymayan
kavmini yok etmek üzere "elçiler" (melekler) görevlendirdi. Melekler, önce Hz.
Đbrahim (a.s)'a uğradılar ve orada Hz. Lût'un kavmini cezalandırmak üzere
geldiklerini söylediler. "Biz şüphesiz suçlu bir millete gönderildik. Lût'un ailesi (Hz.
Lût'a inananlar) bunun dışındadır. Karısı hariç hepsini kurtaracağız.443 Karısının
geride kalanlardan olmasını gerekli bulduk." "Biz bu kasaba halkını yok edeceğiz,
çünkü oranın halkı zalim kimselerdir. Hz. Đbrahim: "Ama Lût oradadır"444 dedi.
Elçiler (melekler): "Biz orada olanları daha iyi biliriz, onu ve geride kalanlardan
olacak karısı dışında ailesini kurtaracağız." Dediler."445
Melekler, Hz. Đbrahim'den ayrıldıktan sonra Hz. Lût'un bulunduğu Sedum
şehrine geldiler. Melekler gelince, Hazreti Lût onları tanıyamadı. Melekler ona. "Biz
sadece şüphe edip durdukları azabı getirdik, sana gerçekle geldik. Şüphesiz biz doğru
söyleyenleriz" diyerek kendilerini tanıttılar. Melekler geldiğinde Hazreti Lût çok
sıkıldı. "Bu çetin bir gündür" dedi. Sıkılma sebebi, melekleri insan zannetmesi idi.
Çünkü melekler genç ve yakışıklı erkekler suretinde gelmişlerdi. Hz. Lût, kavminin
yaptığı ahlâksız hareketleri ve kötü huylarını biliyordu. Korkusu bundandı.
Misafirlerin geldiğini duyan "şehir halkı sevinerek geldiler".446
"Lût'un konukları olan melekleri elde etmeye (onlara tecavüz etmeye)
kalkıştılar".447 "Hz. Lût onlara: "Bunlar benim konuklarımdır; onlara karşı beni
rüsvay etmeyin. Allah'tan korkun, beni utandırmayın" dedi". Misafirlere
440 Mevdûdî, Tefhîm, VI, 241; eş-Şuara, 26/160-166. 441 eş-Şuara, 26/167. 442 el-Ankebût, 29/29; el-A'raf, 7/82; el-Ankebut, 29/30; eş-Şuara, 25/169. 443 Đbn-i Kesîr, Kısasu’l Enbiya, s.182. 444 el-Hicr,15/58-60. 445 el-Ankebût, 29/31-32. 446 el-Hicr, 15/63-64; Hûd 11/77; el-Hicr, 15/67. 447 el-Kamer, 54/37; el-Hicr, 15/68-69; Hûd, 11/78.
78
dokunulmaması için. Ey milletim işte bunlar benim kızlarım, onlar sizin için daha
temizdir (size nikâhlayabilirim). Konuklarımın önünde beni rezil etmeyin. Đçinizde
aklı başında kimse yok mudur? dedi". Sedom halkı sapıklıktan başka bir şey
düşünmüyordu. "Andolsun ki senin kızlarınla bir işimiz olmadığını biliyorsun:
Doğrusu ne istediğimizin farkındasın". diyerek bunu reddettiler. Hz. Lût, bu defa:
"Keşke size yetecek bir kuvvetim olsa ve ya sağlam bir yere sığınsam" dedi. Hz. Lût
iyice sıkılmıştı. Bunun üzerine melekler; "Ey Lût! Biz rabbinin elçileriyiz, onlar sana
ili şemeyecekler" diyerek kimliklerini açıkladılar ve onu teselli ettiler. 448
Artık Allah Teâlâ'nın Lût kavmine takdir ettiği azabın vakti gelmişti.
Melekler, Hazreti Lûta: "Geceleyin bir ara, ailenle beraber yola çık. Karının dışında
kimse geri kalmasın. Doğrusu onların başına gelenler onun baçına da gelecektir.
Vadeleri gün doğana kadardır. Gün doğması yakın değil mi?".449 "Bu kasaba
halkının yaptıkları yolsuzluklardan ötürü gökten elbette bir azap indireceğiz".450
Sabahleyin Sedom müthiş bir zelzele ile sarsıldı. Halkın üzerine kime isabet edeceği
yazılı taşlar yağdırıldı. Böylece ahlâksızlıklarının cezasını görmüş oldular.451
Sedum halkının ahlâksızlık ve edepsizliğini ifade eden ayette şöyle
buyurulur: "Lut'u da hatırla. Hani o, kavmine şöyle demişti: Âlemlerde hiç kimsenin
sizden önce yapmadığı bir hayâsızlığı mı yapıyorsunuz?"452 Ancak diğer ayetlerde,
bunların yaptığı kötülüklerin cezasız kalmadığı vurgulanarak, gökten gelen acı bir
azab ile yerle bir edildikleri belirtilmiştir.453
Hz. Đbrahim'in (a.s.) yeğeni idi. Ne yazık ki, Yahudiler tarafından tahrif
edilmiş olan eldeki Kitab-ı Mukaddes'te Hz. Lût'un (a.s.) şahsiyeti lekelendirilmeye
çalışılmıştır. Başka hususlar bir tarafa, Ürdün topraklarında icra ettiği vazife,
Đbrahim'in sığır sürüleri ile Lût'un sığır sürüleri arasında çıkan bir anlaşmazlık
sonunda"454 münbit bir toprağa göç olarak tanımlanmıştır. Fakat Kur'an bu iddiayı
448 Zemahşerî, el-Keşşaf, IV,421; Hûd, 11/79. 449 Hûd, 11/80-81. 450 el-Ankebût, 29/34. 451 Abdulfettah Tabbara, Ma'al Enbiya fil-Kur'an, s, 142-146; Muhammed Ahmed Cad, Kısasu'l-Kur'ân, s, 68-76. 452 el-Ankebût, 29/28. 453 Taberî, Taberi Tefsiri, IV, 78. 454 Tekvin, 13/10-11.
79
çürütür ve Hz. Lût'un (a.s.) bir resûl olarak tayin edilmiş olduğunu ve oraya, halkı
ıslah etmek için gönderildiğini söyler.455
3.4. SEBE HALKI
Güney Arabistan'da yer alan, halkı ticaretle tanınmış, Hz. Süleyman
vesilesiyle Allaha inanmış Belkıs’ın Melike olduğu ülkedir.
Andolsun, Sebe' kavmi için oturduğu yerlerde büyük bir ibret vardır. Biri
sağda, diğeri solda iki bahçeleri vardı. (Onlara:) Rabbinizin rızkından yeyin ve O'na
şükredin. Đşte güzel bir memleket ve çok bağışlayan bir Rab!456
Sebe': Yemen'deki San'â yöresinde bulunan bölgenin adıdır. Esasen bir kabile
adı olan bu kelime, zamanla kabilenin oturduğu bölgenin adı olmuştur.457 Bu
bölgenin başkenti Me'rib idi. Bu kavmin başında Şurâhîl kızı Belkîs kraliçe idi.
Gerek bu kavmin, gerek ülkenin adı Tevrat'ta Hz. Süleyman ve Sebâ Melikesi
öyküsünde birkaç kez geçmektedir.458
Sebâ ülkesinin çekirdeğini oluşturan bölge ikiye ayrılmıştı. Orta Yemen'in
dağlık bölgesini kaplayan yüksek bölge ve bu bölgenin doğu ve güneydoğusunda
uzanan Edne Vadisi.459 Çevreye yağan yağmur suları, içinden bir derenin de aktığı,
denizden 1100 metre yüksekliğindeki bu vâdîye toplanıp alçak bir araziden geçer,
Balak Dağı kayalarının arasından akar, Rub'u'1-Hâlî çölünün batı uzantısı olan
Ramlat Sabatain'da kaybolur. Irmağın Balak Dağı kayalıklarında açtığı yolun
ağzında Sebâ başkenti Me'rib bulunur. Irmağın, Balak Dağına girdiği noktanın, baraj
yapımına çok uygun olması, hemen gerideki vâdînin sulanmasına imkân
verimiştir.460
Âyet-i kerimede, Sebe' kavminin kıssası zikredilmektedir. Bir kişi Peygamber
efendimize gelip:
"Ey Allahın Resulü, Sebe' nedir? O bir yer midir yoksa bir kadın mıdır?" diye
455 Elmalılı, Hak Dini, VI, 451. 456 Sebe, 34,15. 457 Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, 18, 467-475. 458 Kitab-ı Mukaddes, Krallar, bab, 10. 459 Beğâvî, Meâlîmu’t-Tenzîl, VI, 336. 460 Süleyman Ateş, a.g.e. , a.y.
80
sormuş, Resulullah (s.a.v.) de:"O, ne bir yer ne ile bir kadındır. Sebe’ Araplarda bir
adamın ismidir. Onun on çocuğu olmuştur. On çocuğundan altısı Yemen'de
yerleşmiş dördü de Şam'da yerleşmiştir. Şam'da yerleşenler: Lalı, Cüzam, Gassan ve
Âmile'dir. Yemen'de yerleşenler ise: Ezd, Eş'arî, Himyer, Muzhe, Enmar ve
Kinde'dir." buyurmuştur.461
Peygamber Efendimizin de beyan ettiği gibi, Sebe' aslında Yemen'de yaşayan
insanlardır.462 Bu kişi Seb'e bin Yeşhup bin Kâhtan'dır. Yemen'de «Ezd»
kasabalarında Merip adında bir şehirde oturuyorlardı. Bu şehir Hadremevt dağlarının
etek tarafındadır.463 Bu şehrin banisi Sebe’ olduğu için o adla isimlendirilmiştir.
Rivayete göre Sebe’, Yemen'in ilk hükümdarının adıdır. Asıl adı «Abdüşşems» dir.
Đlk esir alan hükümdar olduğu için kendisine “Sebe” denmiştir. Sebe, esir alan
demektir. Rivayete göre dört yüz seksen dört sene hükümdarlık yapmıştır.464
ibn Abbas (r.a.)ın rivayetine göre ise Sebe, Yemen'de bir şehrin adıdır.
Allahü Teâlâ Yemen'in üç şehrine 13 peygamber göndermiştir. Bunların bir kısmı
sonradan gönderilmiştir. Bu peygamberler Sebe’ halkını ve çevresindeki kasabaların
halkını imana davet edip Allah'ın kendilerine vermiş olduğu nimetleri hatırlatarak
şükretmelerini istemişlerdir. Fakat onlar peygamberlerinin davetini kabul etmeyerek,
imandan yüz çevirip bağ-bahçelerindeki mahsulden dolayı şımarıp azmışlardır.465
Süddî'nin rivayetine göre de onların memleketi çok mümbit, her çeşit meyve
ve sebzenin bol olduğu bir yerdi. O kadar bolluk vardı ki, kadınlar başlarına sele alıp
bağ ve bahçelerin arasında dolaşırken dökülen meyvelerle sepetleri dolar taşardı.466
Sebeliler medeniyet eşiğinden adım atan ilk Arabistanlılardır. Bunlar geç
devrin çivi yazısı kitabelerinde yer almışlardır. Bu ülkeye, yağmur bereketi, denize
yakınlık, Hindistan yolu üzerinde oluş, stratejik bir konum kazandırmıştır.467
Başşehri de, şimdiki Kuzey Yemen'in merkezi Sana'nın kuzey-doğusunda,
takriben 55 mil mesafede olan Ma'rib kenti idi.468 Çağdaş tarihçi Hitti ye göre ise Bu
461 Tirmizî, Tefsir, Bab: 3, No: 3222. 462 Taberî, Taberî Tefsiri, XXII, 76-77 463 Semerkandî, Tefsiru’l Kur’an, V, 324. 464 Kurtubî, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, XIV, 253-254 465 Đzzet Derveze, et-Tefsiru’l-Hadis, III, 195. 466 Beğâvî, Meâlîmu’t-Tenzîl, VI, 336; Semerkandî, Tefsiru’l Kuır’an, V, 324. 467 Philip Hitti , Siyasi ve Kültürel Đslam Tarihi, I, 79. 468 Mevdudi, Tefhim, V, 115.
81
ülkenin başkenti Ma’arib’in batısına doğru bir günlük mesafedeki Sirvah idi.469
Tevratta ‘ Şeba’ diye geçen bu devletin hükümdarlığı Yemen’den Necran’a kadar
uzanırdı. Demek ki yalnız Sebe' değil, Yemen’den Şam'a kadar470 Arabistan
baştanbaşa böyle bayındırmış ki, bu çok dikkat çekicidir.471 Tarihçilere göre
MÖ:750 de başlayıp yine MÖ:115 senesine kadar varlığını sürdürür.472
Main krallığının yıkılışından sonra, M.Ö. yaklaşık 1100 yıllarında güç
kazandılar ve bin yıl boyunca Arabistan'da hüküm sürdüler. Daha sonra, M.Ö. 115
yılında onların yerini Himyeriler aldı.473
Sebe halkı, ticaretle tanınmıştı. Sebeliler, bir taraftan Afrika kıyıları,
Hindistan, Uzak Doğu ve Arabistan'ın iç kısımlarının dâhil olduğu yerlerde cereyan
eden tüm ticarî faaliyetleri, diğer taraftan Mısır, Suriye, Yunanistan ve Roma'ya
yönelik ticareti ellerinde tutuyorlardı. Eski çağlarda servet ve refahları ile meşhur
olmaları işte bundandı.474 Hatta öyle ki, Yunan tarihçilerine göre o devirde dünyanın
en zengin kimseleri bunlardı. Ticaret ve alışverişin yanında, ulaştıkları bu refahın
başka bir nedeni de, ülkelerinin birçok yerinde barajlar inşa etmiş ve sulama
maksadıyla yağmur suları toplamış olmalarıydı. Bu tesislerle ülkeyi gerçek bir
bahçeye çevirmiş bulunuyorlardı. Yunan tarihçileri, Sebe’ ülkesinin olağanüstü
yeşilliklerine dair ayrıntılı bilgileri bize kadar ulaştırmışlardır. Kur'an-ı Kerim de,
Sebe Suresinin 15. ayeti de buna işaret eder.475
Sebeliler güney denizlerinin Fenikelileridir. Zamanlarında Muson
rüzgârlarına hâkimiyet sağlamayı başarmış, kayalık alanları tanımış, liman ve deniz
yollarını iyi öğrenmiş olmaları, onları 1250 yıllık bir dönemde deniz yollarının
hâkimi yapmıştır.476
Hz. Süleyman (a.s.) ile Sebe Melikesi arasında geçen kıssa, Đncil, Tevrat ve
Đsrailî rivayetlerde çeşitli şekillerde anlatılmıştır. Fakat Kur'ân-ı Kerim'in bu kıssayı
nakledişi, diğerlerinden tümüyle farklıdır. Tevrat'ta geçtiği şekliyle kıssanın özeti
şöyledir: "Ve Sebe Melikesi (kraliçesi) Süleyman'ın şöhretini duyunca, bazı zor
469 Philip Hitti, Siyasi ve Kültürel Đslam Tarihi, s. 85. 470 Kurtûbî, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,; XIV, 254-255 471 Elmalılı, Hak Dini, IV, 256. 472 Nielsen Handbuch, I, 64. (Philip Hitti, Siyasi ve Kültürel Đslam Tarihi’nden naklen.) 473 Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, 18, 467-475. 474 Zemahşerî, el-Keşşaf, III, 255; Hayrettin Karaman… Kur’an Yolu, IV, 382-384. 475 Mevdûdî, Tefhim, V, 115. 476 Philip Hitti, a.g.e. s. 80.
82
sorularla onu sınamak üzere, kalabalık bir maiyet ile Kudüs'e geldi. Süleyman'ın
huzuruna vardığında, içinde sormayı tasarladığı her şeyi sordu. Ve onun bütün
sorularına Süleyman cevap verdi; (...) ve Süleyman'ın derin hikmetini, yaptırdığı
sarayı, sofrasındaki yemekleri, görevlilerin (bakanlar) oturuşunu ve elbiselerini,
hizmetçilerin duruşu ve kıyafetlerini, sakileri ve giydiklerini ve nihayet Rabbin evine
çıkan merdivenin ihtişamını görünce Sebe Melikesi'nde bu ihtişam ve debdebeye
karşı dayanacak takat kalmadı. Ve Sultan'a şöyle dedi: Senin yaptığın işler ve sahip
olduğun hikmet hakkında, ülkemde duymuş olduklarım tümüyle doğru imiş. Buraya
gelip bizzat kendi gözlerimle görünceye kadar onların sözlerine inanmamıştım: Ve
ben görüyorum ki, sahip olduğun hikmetinin yarısı bile bana anlatılmamış; hâlbuki
Senin şöhretin, duyduğumun çok çok üstündedir. Ne mutlu senin adamlarına, ne
mutlu senin hizmetçilerine! Onlar daima senin huzurunda duruyor ve her zaman
senin hikmetini dinliyor ve işitebiliyorlar! Seni, kendi tahtına oturtan Rabbin ne
Yücedir! (...) Ve o krala yüz yirmi kantar altın, bol miktarda baharat ve paha
biçilmez kıymetli taşlar verdi. …ve Sebe Melikesi'nin kral Süleyman'a verdiği
baharatın bir benzeri dünyada yoktu (...) ve Kral Süleyman da, kraliçenin bütün
arzularını yerine getirdi ve istediği her şeyi ona verdi (...) ve böylece Kraliçe maiyeti
ve kulları ile beraber memleketine dönüp gitti.477
Đncil'de ise, Hz. Đsa'nın, Sebe kraliçesi hakkında yaptığı konuşmasından
sadece aşağıdaki cümle nakledilmiştir.
"Cenup kraliçesi, hesap günü bu neslin adamlarıyla kalkacak ve onu
ayıplayacak; çünkü o, Süleyman'ın hikmetini dinlemek üzere, dünyanın uzak
bölgelerinden buraya geldi ve işte Süleyman'dan daha büyüğü buradadır
(huzurumuzdadır)."478
Bazıları Hüdhüd'ün söylediği "Senin bilmediğin şeyler hakkında bilgi
edindim" anlamındaki cümleyi, Hz. Süleyman'ın (a.s) Sebe ülkesi hakkında hiç
bilgisi olmadığı şeklinde yorarlar. Hitti bunu kabul etmez: ‘Sınırları Kuzey
Kızıldenizine (Akabe Körfezi ve çevresine) kadar uzanan Filistin ve Suriye
hükümdarının, aynı denizin güney (Yemen ve çevresi) kıyılarını idare eden ve dünya
ticaretinin de en önemli bir kısmını ellerinde tutan bir kavimden haberi olmaması
477 Kitab-ı Mukaddes, Tarihler, 9:1-12, I. Krallar, 10:1-13. 478 Matta, 12/42; Luka, 11/31.
83
imkânsızdır (düşünülemez).479 Kaldı ki, Mezmurlar'a göre, Hz. Süleyman'ın (a.s.)
babası Davud (a.s.) Sebe ülkesini biliyordu. Mezmurlar'da nakledilen duasında
aşağıdaki kısımlara rastlamaktayız: "Ey Allah(ım), krala senin hükümlerini ve kralın
oğluna senin adaletini (doğruluğunu) ver. Senin kavmine adaletle ve zayıf kullarına
hak ile hükmetsin."480 "Tarşiş ve adaların kralları ona baç getirsinler; Şeba ve Sebe
(Yemen ve Habeş kolları) kralları hediyeler takdim etsinler."481
Bu krallığın başındakilere Mukarrıb denilirdi. Sebe’nin bilinen en eski
mukarribi Yasa’amar ve II. Sargondur. En meşhuru ise Kur’an da zikri geçen Melike
Belkıs’tır.482
Aataları Sebe' b. Yeşcüb b. Ya'rub b. Kahtan'ın483 adıyla yâd olunan Sebe'
kavmi Neml Suresi’nde hikâyeleri geçtiği üzere önceleri güneşe taparlarken, Belkıs
idaresinde Hz. Süleyman'a itaat ederek tek tanrılı bir inanca kavuşmuşlar.
Meskenleri, merkezleri Yemen'de Me'rib şehri idi.484
3.5. MUSA KAVM Đ
Hz. Yakub’un soyundan gelen, kendilerine Hz. Musa’nın Peygamber olarak
gönderildiği kavimdir.
Benu Đsrail veya Türkçesiyle Đsrailoğulları, Hz. Ya'kub (a.s)'ın oniki oğlunun
soyundan gelenlere verilen isimdir. Đsrail, Hz. Ya'kub'un lakabıdır. Đbranicide manası
Safvetullah veya Abdullah demektir.485 Tevrata göre Hz. Musa, Hz. Yakub’un
çocuklarından Levi’nin soyundandır. Babası Armam, annesi ise Yokebed’dir.486
Bu kavme Peygamber olarak gönderilen Hz. Musa, Firavunların Memleketi
olan Mısırda dünyaya gelmiş sonra Medyene Şuayb (a.s) ın memleketine gitmiştir.
479 Philip Hitti, a.g.e. s.80. 480 Mezmurlar, 72: 1-2. 481 Mezmurlar, 72: 9-10. 482 Mevdûdî, Tefhîm, V, 115. 483 Taberî, Tefsir, XXII, 82-83; Đbn Atıyye, Tefsir, IV, 415; Şevkânî, Fethu’l Kadir, IV, 367-368; Prof. Dr. Hayrettin Karaman-Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı-Prof. Dr. Đbrahim Kafi Dönmez-Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu, IV, 382-384. 484 Taberî, Tefsir, XXII, 76-77; Elmalılı, Hak Dini, VI, 337-338; Mevdûdî, a.g.e. , a.y. 485 Elmalılı, Hak Dini Kur'ân Dili, I, 334. 486 Kitab-ı Mukaddes, çıkış, 6/18-20.
84
Kavmin yaşadığı yer ise Mukaddes topraklardır. Zamöanla buradan çıkarılmışlar
Mısırda Firavunlara adeta kölelik yapıyorlardı.487
Mısır tarihinin en önemli olayları, Đsrailoğulları’nın bu ülkedeki varlıklarıyla
ilgili olarak gelişmiştir. Hz. Yakup’un oğulları “Đsrailoğulları” olarak bilinen,
sonradan “Yahudi” olarak da anılan kavmi oluşturmuştur. Đsrailoğularının Mısır’a
gelişleri ise Hz. Yakub’un küçük oğlu Hz. Yusuf zamanında olmuştur.488
Mısır'a egemen olan krallar dünyada eşi az bulunur zalimlerdendi. Ortak
adları Firavun olan bu zalimler, Mısır'daki azınlık durumunda olan yabancıları çok
ağır işlere koşarlar; bazen bir vehim, bazen bir rüya, bazen bir dedikodu, bazen da
hiç bir neden olmadan asar keserler, akla gelmedik işkenceleri onlara reva
görürlerdi.489
Kuran’dan anladığımıza göre, ilk başlarda barış ve güven içinde yaşayan
Đsrailoğulları zamanla Mısır toplumu içindeki statülerini kaybetmeye başlamışlar ve
sonunda köle konumuna gelmişlerdi.490 Mısır’ın III. Firavun’u olan Firavun Velîd,
Đsrailoğullarını, köle ve hizmetçi olarak çalıştırırdı. Onları, sınıflara ayırıp bir
sınıfını, yapı işlerinde, bir sınıfını, çift sürme ve ekin ekme işlerinde, Bir sınıfını da,
pislik temizleme işlerinde kullanırdı. Đsrail oğullarından, sanatı bulunmayanları ise,
cizyeyle, vergiyle mükellef kılar, onlara, işkencenin en kötüsünü yüklerdi.491
Ayetlerden, Hz. Musa’nın geldiği dönemde Đsrailoğulları’nın böyle bir
konumda yaşadıkları görülmektedir. Hz. Musa, Kuran’da anlatıldığına göre
“kölelikte bulunan bir kavmin” bir üyesi olarak Firavun’a gitmiştir. Firavun ve
adamlarının Hz. Musa ve Hz. Harun’a karşı verdikleri şu kibirli cevap, bu konuda
bizi bilgilendirmektedir:492 ‘Bu yüzden dediler ki: Kavimleri bize kölelik ederken,
bizim gibi olan bu iki adama inanır mıyız?’493
Mısır toplumu içinde Đsrailoğulları’na yapılan baskı o kadar ileri gitmişti ki
onların nüfusları bile denetim altında tutuluyordu. Kendileri için tehlikeli olacağını
487 Şevqî, Ebû Halil, Atlasu’l Kur’an, s. 81; Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, X, 333, 335. 488 Đsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları, s. 454-455. 489 Beğavî, Tefsir, I, 74; Bkz. Đsmail Yiğit, a.g.e, a.y. 490 Beydâvî, Tefsir, I, 324. 491 Taberî, Tarih, I, 199; Đbn. Esîr, el-Kâmil fit-Tarih, I, 17O. 492 Muhammed b. Muhammed Ebu's-Suüd, (982/1574) Đrşadu’l Aklı’s-Selim, (9 c) Beyrut, ty, I, 102. 493 Taberî, Taberi Tefsiri, IV, 109-110; Müminun, 23/ 47.
85
düşündükleri erkek nüfusunun artışına engel olunuyor, hizmet için kullanacakları
kadınlar sağ bırakılıyorlardı.494
Firavun insanları fırkalara ayırıp o dönemin en hayırlı insanları olan Đsrail
oğullarının yok edilmesini amaçlıyordu. Çünkü bunlar Hz. Yakub’un torunlarıydılar.
Beni Đsrail bu haldeyken, Mısırı helak edecek bir kurtarıcının kendi zürriyetinden
geleceklerini bekliyorlardı.495
Đnsanlar bunu kendi aralarında konuşadururken Firavun’un adamları bunu
Firavuna ulaştırdılar. Süddi’nin Đbn-i Abbasa dayandırdığı hadise göre Firavun
rüyasında Beyti Makdis tarafından bir ateşin çıktığını beni Đsrail hariç herkesi
yaktığını görür. Kâhinler bunu, beni Đsrail içinden çıkacak bir çocuğun Mısırı ve
Fıravun’un saltanatını yıkacağına yorarlar. Bunun üzerine Firavun da beni Đsrail
çocuklarının öldürülmesini emreder.496
Baskı ve zulmün iki dönemi vardı. Đsrailoğulları ilk defa, Hazreti Musa'nın
doğumundan önce II. Ramses'in yönetimi sırasında zulme uğradılar. Ayette anlatılan
ikinci zulüm dönemi ise Hz. Musa'nın (a.s) Allah'ın elçisi olarak gönderilmesinden
sonra, Mineftah'ın497 hükümdarlığı esnasında başladı. Bununla beraber bir nokta
ortak idi ki: Đsrailoğulları'nın yavaş yavaş soyları kuruyacak şekilde erkek çocukları
öldürülüyor, kız çocukları hayatta bırakılıyor ve sağ kalanlar da diğer ırklar arasında
kayboluyordu.498 1896 senesinde yapılan arkeolojik kazılarda muhtemelen bu
döneme ait bir levha bulundu. Mineftah'ın kahramanlık ve zaferlerinden bahseden
sözkonusu levhanın üzerinde "Đsrailliler imha edilmiştir ve onları yeniden türemeleri
için geride hiçbir tohum bırakılmamıştır" diye bir cümle geçer.499
Firavun, Hz. Musa (a.s.)'ı öldürmek ve taraftarlarını şiddetle cezalandırmakta
kesin kararlıydı. Bu yüzden başına nelerin gelebileceğini hiç mi hiç düşünmüyor, Hz.
Musa (a.s.)'ı öldürmek için çeşitli plânlar hazırlıyordu. Đnananlara yapılan zulmün
had safhaya ulaştığı bu günlerde Allah Telalâ, Firavun ve adamlarının zulmünden ve
onların ölüm tuzaklarından kendisine sığınan Hz. Musa(a.s.)ya mü'minlerle birlikte
494 Đbnü’l-Cevzî, Tefsir, I, 83; Bakara, 2/ 49. 495 Şevkânî, Tefsir, 1, 86; Abdullah Aydemir, Đslami Kaynaklara göre Peygamberler, s. 114. 496 Đbn-i Kesîr, Kısasu’l Enbiya, s.58-59; Abdullah Aydemir, Đslami Kaynaklara göre Peygamberler, s. 114. 497 Şevqî, Ebu Halil, Atlasu’l Kur’an, s. 81. 498 Seyyid Kutub, fî-Zilâl, III, 354; Kasas, 10. 499 Mevdûdî, Tefhîm, I 291.
86
bir gece gizlice Mısır'dan ayrılmasını emretti.500 Peşlerine düşecek olan Firavun ve
askerlerinin denizde boğulacaklarını haber verdi. Asasıyla vurarak denizde açacağı
yolu kendi halinde bırakmasını emretti ve arkalarından gelen Firavun ve ordusunun
orada boğulacağını bildirdi.501 Hz. Musa (a.s.), aldığı ilâhî emre uyarak, bir gece
kavmiyle birlikte gizlice Mısır'dan ayrılarak Filistin'e doğru yola çıktı. Bundan
haberdar olan Firavun, hemen askerî hazırlıklara başladı. Firavun, bir sabah vakti,
Kızıldeniz sahilinde Süveyş körfezi yakınında, Đsrailoğulları'na ulaştı. Onun
kalabalık ordusuyla kendilerine yetiştiğini gören Đsrailoğullan, çok korktular. Đşte tam
bu esnada, Allah Teâlâ, Hz. Musa (a.s.)ya elindeki asa ile denize vurmasını
emretti.502 Hz. Musa (a.s.) asasıyla denize vurunca, deniz yarılıp sular kenara
çekilmiş ve denizin ortası geçmeleri için düzgün ve kuru bir yol haline gelivermişti.
O ve kavmi, açılan bu yoldan Kızıldeniz'in karşı sahiline doğru yürüdüler.
Arkalarından yetişen Firavun da, onları kaçırmaktan korkarak peşlerinden ordusuyla
birlikte denizdeki yola girdi.503 Ancak Hz. Musa (a.s.) ve kavmi bu yolu takiben karşı
sahile ulaştıktan hemen sonra, kenara çekilmiş olan sular dev dalgalar halinde
Firavun ve ordusunun üzerini kaplayıverdi. Firavun ve askerlerinin tamamı denizde
boğuldu. Hz. Musa (a.s.}, Firavun ve ordusunun boğulmasının ardından Filistin
istikametinde504 yürüyüşünü devam ettirdi.505 Ancak çok geçmeden, kavminin garip
bir teklifiyle karşılaştı. Đsrailoğullan, bir peygamber jle birlikte olmalarına,
Firavun'un zulmünden büyük bir mucize neticesinde kurtularak Allah'ın sınırsız
kudretini açıkça görmelerine rağmen, bu olaydan kısa süre sonra peygamberleri Hz.
Musa (a.s.)'a kendileri için bir put yapmasını teklif ettiler.506
Đsrailoğullan' nın kurtuluştan sonra küfre ilk meyilleri olan ibret dolu bu ger-
çek, Kur'ân-ı Kerim'de şöyle anlatılır: ‘Đsrailoğulları'nı denizden geçirdik. Onlar bir
kavme uğradıklarında, halkı kendilerine ait bir takım putlara tapmakta iken gördüler.
Bunun üzerine Musa'ya şöyle dediler: 'Ey Musa! Bunların nasıl ilâhtan varsa, bizim
için de öyle ilâhlar yap!' Musa, 'Şüphesiz ki siz, cahillik eden bir kavimsiniz. Çünkü 500 Râzî, Tefsir-i Kebîr, XI, 120. 501 Đsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, s. 448-454. 502 Semarkandî, Tefsiru’l Kur’an, III, 421. 503 Prof. Dr. Đsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, s. 448-454. 504 Bkz. “îsrailoğulları doğuda Şam, batıda Ürdün ve Filistin arasındaki havaliye yerleşmişlerdir. Bu topraklar hububat, meyve ve yemiş için elverişliydi. Suyu boldu. Bereketi çoktu. (Semarkandî, a.g.e. a.y.) 505 Ebu's-Suûd, Tefsir, I, 102. 506 Seyyid Kutub, fî Zilâl, III, 354.
87
şu gördüğünüz putlara ibadet edenlerin, üzerinde bulundukları din yıkılmaya
mahkûmdur. Ve yaptıkları ameller batıldır. Ben, size Allah'tan başka bir ilâh mı
isterim! Hâlbuki O, sizi âlemlere üstün kılmıştır.' dedi.507 Hz. Musa (a.s) Allah'tan
talimat almak üzere kırk günlüğüne Tur-i Sina'ya çıktığı zaman, kavmi konakladığı
er-Raha ovasında, O'nun yokluğundan istifade ederek bir heykel yaptılar.508
Buzağıya tapınma, Mısır'da bulundukları süre içinde Đsrailoğulları'nda
vukubulan ikinci bir değişikliktir. Kur'an-ı Kerim: "... Onlar (Đsrailoğulları) inkâra o
derece meyilli idiler ki, kalplerinde buzağıya ta'zim taşıyorlardı" diyerek Beni
Đsrail'in, Mısırlıların buzağıya tapıcılığından etkilenmiş olduğunu söyler.509
Gerçekten ne ilginç bir durumdur ki, Mısır'dan, mucizevî kaçışlarının üzerinden daha
üç ay bile geçmeden, Đsrailoğulları, peygamberlerinden kendileri için yapay bir tanrı
yapmasını istemiş510 ve Hz. Musa (a.s) Sina'ya çıkmak üzere onları terk eder etmez
de hemen kendi kendilerine sahte bir tanrı uydurmuşlardı.511 Kitab-ı Mukaddes'e
göre, onlara tanrı olarak altından bir buzağı heykeli yapma suçunu Harun (a.s)
işlemişti. Şöyle ki: "Ve Musa'nın dağdan inmesinin geciktiğini görünce, kavmi
Harun'un yanında toplandı ve ona dediler: Kalk bize, önümüzden gidecek tanrılar
yap, çünkü Musa'ya, bizi Mısır'dan çıkaran bu adama, ne oldu bilmiyoruz. Ve Harun
onlara dedi: Hanımlarınızın, oğullarınızın ve kızlarınızın kulaklarındaki altın küpeleri
söküp çıkarın ve onları bana getirin. Ve bütün kavim mensupları kulaklarındaki altın
küpeleri söküp çıkardılar ve onları Harun'a getirdiler. Ve O, onları ellerinden aldı ve
ona (eritilmiş altın külçesine) oymacı aleti ile şekil verdi ve ondan dökme bir buzağı
yaptı. Ve şöyle dediler: Ey Đsrail, seni Mısır diyarından çıkaran ilâhlar bunlardır. Ve
Harun onu gördüğü zaman, onun önünde kurbanların kesileceği bir yer yaptı.’512
Kur'an, bu iddiayı redderek çürütmüş ve bu meselede o iğrenç günahın sorumlusunun
Allah'ın peygamberi Hz. Harun (a.s) değil aksine "Samirî" adındaki bir âsi olduğu
gerçeğini nakletmiştir.513
Hz. Musa (a.s.)'a, Sînâ dağında bulunduğu sırada Sâmiri'nin Đsrailoğulları'nı
507 Taberî, Taberî Tefsiri, IV, 109-110; Araf, 7/138-141. 508 Bkz. Nesefî, Tefsir, I, 439. 509 Seyyid Kutub, fî Zilâl, III, 354. 510 Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. Đbrahim Kâfi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu, II, 466. 511 Mevdûdî, Tefhîm, I 291. 512 Kitab-ı Mukaddes, Çıkış, 32: 1-6. 513 Taberî, Taberî Tefsiri, IV, 120; Tâhâ, 20, 85.
88
dinlerinden döndürmesiyle ilgili bu olayı da haber vermişti. Dolayısıyla Hz. Musa
(a.s.), kavmine bu sapıklıkları yüzünden duyduğu büyük bir öfke ve üzüntü ile
döndü. Kavmine ulaştığında, Allah'ın kendilerine hidâyet ve nur kaynağı olan
Tevrat’ı vermeyi vâdettiğini ve yanlarından bu maksatla ayrıldığını hatırlatarak, buna
rağmen küfre dönmelerine hayret ettiğini söyledi.514
‘Ve bir vakit Musa, kavmine şöyle dedi: Ey kavmim! Cidden siz, o buzağıya
tapmakla kendinize zulmettiniz. Gelin tevbe ederek yaratanınıza dönün ve
nefislerinizi öldürün.515 Böyle yapmanız, yaratanınız yanında sizin için daha
hayırlıdır.' Böylece tevbenizi kabul buyurdu. Gerçekten o, tevbeleri çok kabul eden,
çok merhamet edendir."516 Đsrailoğulları, kendilerini şirke düşüren bu büyük günah-
tan tevbe etmeye karar vermişlerdi. Hz. Musa (a.s.), bu tevbenin içlerinden seçeceği
70 kişi ile birlikte, Sînâ dağında yapılacağını açıkladıktan sonra, bu maksatla seçtiği
şahıslara, oruç tutmalarını, nefislerim ve elbiselerini temizlemelerini emretti.
Ardından onları Sînâ dağına götürdü. Orada Cenab-ı Hak, Hz. Musa (a.s.)'a tekrar
hitap etmişti. Fakat yanındaki adamlardan bazıları, Allah'ı açıkça görmedikçe ona
seslenenin Allah olduğuna inanmayacaklarını söylediler. Bu haksız ısrarları
yüzünden onları korkunç bir sarsıntı sarıverdi. Hepsi bir anda düşüp bayıldılar, hatta
bir rivayete göre öldüler.517 Ama Kur’an-ı Kerim Hz. Musa’nın dua etmesiyle Yüce
Allahın onları af ettiğini haber verir.518 Daha sonra Yahudiler Rablerinin isteklerini
yine kabul etmediler. Allah’ın Sina Dağını onların üzerine kaldırması üzerine onlar
geçici bir süre iman ettiler. Bu huy Yahudilerin içinde bir alışkanlık olmuştu. Allah
bunu şu şekilde haber verir: "Verdikleri sözü bozdukları için onları lanetledik ve
kalplerini katılaştırdık. Öyle ki, onlar, kelimelerin yerlerini değiştirirler (kitaplarını
514 Prof. Dr. Đsmail Yiğit, a.g.e. s. 461-467 515 Bakara sûresi, 2/54. Ayette geçen "fa'ktülû enfuseküm/nefislerinizi öldürün, ibaresi, müfessirler arasında Đhtilaf konusu olmuştur. Bazı müfessirler, bu emir Đle, buzağıya taparak şirke düşenlerin tövbelerinin, nefislerini şehvetlerden arındırmaları, her türlü süflî arzu ve istekleri terketmek suretiyle nefislerini itaat altına almaları ve buna kesin söz vermeleri şartıyla kabul edileceğinin kastedildiği görüşünü tercih etmişlerdir (bkz. Nesefî, Tefsir, I, 44; Beydâvî, Tefsir, I, 324; Ebu's-Suüd, Tefsir, I, 102). Ancak bu emir, müfessirlerin çoğu tarafından, buzağıya tapanların Öldürülmesi olarak anlaşılmıştır. Buna göre, buzağıya tapanlar ölüm cezasına çarptırılmışlar ve bu onların tövbelerinin kabulü sayılmıştır. Onları buzağıya tapmayanların öldürdüğü veya birbirlerini öldürdükleri şeklinde rivayetler vardır (Taberî, Tefsir, I, 285-287; Kurtûbî, Tefsir, I, 401; Đbnü’l-Cevzî, Tefsir, I, 83; Đbn Kesir, Tefsir, I, 93; Kasasul-enbiyâ, II, 443; Salebi, 211; Beğavî, Tefsir, I, 74; Şevkânî, Tefsir, 1, 86). Bu yaygın görüşü benimseyenlerden Elmalılı, "nefislerinizi öldürünüz" şeklindeki açıklamanın işâri tefsir olduğunu söyler {Hak Dini, I, 300). 516 Bakara, 2/54. 517 Đbnü’l Cevzî, Tefsir, I, 83; Đbn Kesîr, Kısasu'l Enbiyâ, II, 445. 518 A'râf , 7/155-156.
89
tahrif ederler), kendilerine öğretilen ahkâmın önemli bir bölümünü de unutmuşlar.
Đçlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir hainlik görürsün. Yine de sen onları affet
ve yaptıklarına aldırış etme. Şüphesiz ki Allah, iyilik yapanları sever.’519
Hz. Musa’ya eziyetleri, verdikleri sözde durmamaları, yasakları çiğnemeleri
Yahudileri kaçınılmaz sona yaklaştırmıştır. Kur’an-ı Kerim bunu şöyle haber
vermektedir: 'Ey Musa! Bir çeşit yemeğe dayanamayacağız, bizim için Rabbine
yalvar, bize, yerin bitirdiği sebze, hıyar, sarımsak, mercimek ve soğan yetiştirsin.'
demiştiniz de, Musa, 'Hayırlı olanı daha düşük şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz?
(öyleyse utanç ve zillet içinde) Mısır'a dönün, şüphesiz orada istediğiniz vardır.' de-
mişti. Onlara yoksulluk ve zillet damgası vuruldu, Allah'ın gazabına uğradılar. Bu,
Allah'ın âyetlerini inkâr etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmelerindendi.
Bu, isyan etmelerinden ve taşkınlık yapmalarından ileri gelmekte idi.520
Kur'an-ı Kerîm Đsrailoğullarından şu başlıklarla ifade edilebilecek şekilde
uzun uzun bahsetmektedir: Đsrailoğullarının üzerlerine dağın kaldırılması (el-Bakara,
2/63-64); Đsrailoğullarının Arz-ı mukaddese girmekten menedilmesi (el-Mâide, 5/20-
22-2426); Đsrailoğullarının hezimete uğraması ve tabut'un ellerinden alınması (el-
Bakara, 2/58-59); Đsrailoğullarının bir hükümdar istemesi (el-Bakara, 2/246):
Đsrailoğullarının sapıklığı (en-Nisâ, 4/160-161); Đsrailoğullarının Đsa'ya olan
düşmanlıkları (en-Nisâ, 4/157).
3.6. SABĐÎLER
Kur’an’da, adları Hristiyan ve Yahudilerle birlikte zikredilen, kendilerine
Peygamber gönderilip gönderilmediği kesin bilinmeyen topluluktur.
Sabiîn, "Sabie" kökünden gelen, tanınmış bir dinden çıkıp başka dine girmek
demektir.521 "Şüphesiz iman edenler, yahudiler, hristiyanlar ve sabiîler'den Allah'a,
ahiret gününe iman edenler ve salih amel işleyenlerin Rableri katında mükâfatları
519 Mâide, 5/13. 520 Bakara, 2, 60-61. 521 Zemahşerî, el-Keşşaf, I, 254; Şevkânî, Fethu’l Kadir, I, 159; Beğavî, Meâlimu’t-Tenzîl, I, 241; Nesefî, Nesefî Tefsiri, I, 315-316.
90
vardır..."522 Ayetinde zikredilen "Sâbiîn"den kimlerin kastedildiği hususunda ise
farklı görüşler zikredilmiştir.
Mücahid, Katade Hasan-ı Basrî, Ebu Necih ve Atâ b. Ebi Rebah’tan nak-
ledilen bir görüşe göre bunlar, dinleri olmayan bir topluluktur. Bunlar, Yahudilik,
Hıristiyanlık ve Mecusilik arasında bocalayan bir topluluktur. Đbn-i Zeyd'e göre ise
bunlar, Musul civarında yaşayan ve "Lailahe Đllallah" diyen fakat herhangi bir dine,
kitaba uymayan, hiçbir amel işlemeyen ve Resulullah'a da iman etmeyen bir
topluluktur.523 Şevqî Ebu Halile göre Sabiîlerin asli yurtları Harrandır daha sonra
Bağdata göç etmişler, günümüzde de az bir topluluk olarak Bağdat’ın kuzeyinde
yaşamaktadırlar.524
Hasan-ı Basri, Katade ve Ebu Âliyeden nakledilen diğer bir görüşe göre de
bunlar, meleklere tapan, aynı zamanda kıbleye doğru dönüp namaz kılan ve Zebur
okuyan bir kavimdir.525
Bazı Müfessirler Đslam, Yahudi ve Hıristiyanların dışında kalan diğer
dinlerin mensupları diye açıklarlar. Ayrıca meleklere veya yıldızlara tapan insanlar
olduğu söylenmiştir. 526 Âlemin tek Yaratıcısına inanmakla birlikte, dünyanın ve
insanların yönetiminin gök cisimlerine bırakıldığını ileri sürerler. Hz. Đbrahim (a.s)
bunları irşad etmek için gönderilmişti. Günümüzde yıldız falına inanma ve yıldızların
gücüne sığınma bunlardan kalmadır.527
Başka bir görüşe göre Sabiî kelimesi, eski bir dine mensup olan topluluğa
verilen isimdir.528 bunlar Hıristiyanlık ve Yahudilikten önce gelmiş semavî bir
dindir. 529 Arapça bir kelime olmayıp, aslı "sabî" olan süryanice bir kelimedir.
Kelimenin aslının bu olduğu kabul edilirse, müşriklerin Rasûlüllah (s.a.s)'e sabiî
demelerinin530 sebebi olarak, onların onu "Lailahe illallah" demekle sabiîlere
benzettikleri sonucu ortaya çıkar. 531 Seyyid Kutup: "Sabiîlere gelince onlar, en
tercih edilen rivayete göre, bi'setten önce kavimlerinin puta tapmasından 522 Bakara. 2/62; Ayrıca bkz. Maide, 5/69; Hac, 22/17. 523 Taberî, Tefsîr, I, 225. 524 Şevqî, Ebû Halil, Atlasu’l Kur’an, s. 140. 525 Taberî, a.g.e. I, 227. 526 Taberî, Tarih, II, 318-320; Đbn Kesir, Tefsirul-Kur'ânil-Azim, I, 148-149. 527Razî, Mefatihu’l-Ğayb, III, 53-54. ; M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, I I,1750; Suat Yıldırım, Kur’an-ı Hakîm ve Açıklamalı Meali, Işık Yayınları, 2001, (Đlgili ayetin açıklaması) 528 Beğavî, Meâlimu’t-Tertîl, I, 241. 529 Şevqî, Ebû Halil, Atlasu’l Kur’an, s. 140. 530 Müsned, IV, 341. 531 Taberî, Tarih, II, 319; Đbn Kesir, Tefsirul-Kur'ânil-Azim, I, 149.
91
hoşlanmayarak, gönüllerine hitap eden ve samimiyetle bağlanabilecekleri bir itikat
arayan Araplardır. Bunlar tevhid dinini kabul etmişlerdi ve ilk haniflerin yani
Đbrahim (a.s)'ın dini üzere ibadet ediyorlardı. Müşrikler, bu kimselere "Atalarının
dininden dönenler" anlamında sabiîler adını vermişlerdi.532 Sonradan müslümanlara
sabiî demelerinin533 sebebi de budur".534
Đbnu’l Esîr’e göre Sabiî, Hanûh olarak isimlendirilen, Đdris (a.s)'ın torunu
Lamek'in diğer bir adıdır. Ve Sabiîler adlarını ondan almaktadırlar.535 Đbnü'l-Esir,
Nuh (a.s)'ın gönderildiği kavmin Sabiîlerden bir topluluk olduğunu ve onların putlara
tapındıklarını kaydetmektedir. Onların inançlarının temeli ruhanî varlıklara ibadet
etmekti. Bu ruhanîler melâikeler olup, onlar aracılığı ile Allah Teâlâ'ya
yaklaşıldığına inanmaktaydılar. Onlar, her şeyi Allah Teâlâ'nın yarattığını ve güç,
kudret sahibi olduğunu kabul ederlerdi. Onlara göre insan O'nun zatını kavramaktan
acizdir. Dolayısıyla O'na yaklaşmak ancak ruhanîlerin aracılığıyla mümkün
olabilir.536
Zerdüştlükten önce Farsların, Hıristiyanlıktan önce de Rumların tabi olduğu
din Sabiîlikti. Rumların Sabiîler'de olduğu gibi, adlarını yedi gezegenden alan yedi
tane putları vardı. 537
Sabiîliğin esas itibarı ile münzel bir din olması da muhtemeldir. Ancak
zamanla felsefi ve siyasi etkiler çerçevesinde bozulma ve sapmalara uğramış ve bir
gizlilik, bâtınilik özelliği kazanmıştır. Sabiîler, ilk sabiîler ve sonraki sabiîler olmak
üzere iki kısma ayrılmaktadır. Bu iki ekolün arasında müşterek oldukları noktalar
yanında birbirinden ayrıldıkları noktalar da vardır. Đlk sabiîlik, Hindistan, Eski Mısır,
Suriye ve Keldânîlerin tabi oldukları ekoldü. Eski Yunan ve Rum dinleri de bu
532 Şevkânî, Fethu’l Kadir, I, 192. 533 Buhârî, Teyemmüm: 6; Đbn Hanbel, Müsned: IV, 434-435. Aslında olay şöyle cereyan etmiştir: Peygamber (s.a.v.) bir seferde suları tükenmiş. Alî ile bir başkasını su aramaya göndermiş. Yolda rastladıkları, devesiyle su getirmekte olan bir kadına suyun yerini sormuşlar. Kadın suyun 24 saat uzakta olduğunu söylemiş. Allah Elçisi'ne götürmek istedikleri kadın kendisini nereye götürdüklerini sormuş. Allah'ın Elçisi'ne götüreceklerini söylediklerinde kadın: Şu sâbi'î denilen kimseye mi? diye sormuş. "Evet işte o dediğine diye yanıtlamışlar. Allah'ın Elçisi bu kadının kırbalarının ağzını açtırıp içinden istediği kadar su aldıktan sonra: - Biz senin suyundan bir şey eksiltmedik, fakat Allah bizi suladı. demiş ve kadına hurma, un, sevîk toplatıp hayvanına yükletmiş Bir süre sonra bu kadın, kavmiyle birlikte müslüman olmuştur (Buhârî, Teyemmüm: 7). 534 Seyyid Kutub, fi-Zilali’l-Kur'ân , I, 156-157. 535 Đbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi't-Tarih, I, 62. 536 Đbnü’l-Esîr, a.g.e., I, 67-68. 537 Đbnü’l-Esîr, a.g.e., a.y.
92
inancın bir yansımasından ibarettir. Sonraki sabiîler, Đsrail, Đran, Yunan ve Roma gibi
değişik kültürlerin tesiri altında şekillenen Süryanî ve Keldânî sabiîleridir.538
Sabilerle ilgili olarak ilk dönem Đslam âlimlerinin tanımlamaları genelde bir
birlik bütünlük arz etmektedir. Onlara göre Sabiîler monoteist bir yapıya sahiptiler.
Sabiilik, Hıristiyanlık ve Mecusilik arası bir dindir. Bu din mensupları Irakta
yaşamaktadırlar. Me’mun sonrası kaynaklara göre ise Sabiîler genelde yıldız ve
putlara tapan putperestlerdir.539 Lakin Kur’an-ı Kerimin Sabiîleri anlatışına bakılırsa
ilk dönem Đslam âlimlerinin daha bir haklı oldukları anlaşılacaktır. 540
Fahruddin Râzî diğer görüşleri zikrettikten sonra Sabiîlerin, yıldızlara tapan
bir topluluk olduğu görüşünü doğruya en yakın olarak kabul etmektedir.541
Son dönem Đslam Âlimleri ve batılı bilginlerce Sabiîlerle hakkında müstakil
eserler hazırlamış hatta bazı üniversitelerin bünyelerinde Sabiîlerle alakalı hususi
paneller düzenlenmiştir.
Bu konuda araştırmaları ve sunumları bulunan Şinasi Gündüz’e göre Sabiîler,
Filistin-Ürdün bölgesinden Yahûdilerin zulmünden kaçtıktan sonra Harana
Yerleşmişlerdir. Kesin olmamakla beraber böyle bir tespitin doğru olabileceğini de
delillendirir: Sabiîler hakkında bilgi veren en eski kaynak olan ‘Haran Gaveyta’nın
verdiği bilgi bu tezi doğrular niteliktedir: Burası Yahûdî Yöneticilerin
Hegemonyasından uzak bir yerdir. Burada Nasuralar yaşamaktalar. Bundan yola
çıkan batılı bilim adamları Haran’ı yani Şimdiki Urfa’yı Sabiîlerin inkişaf ettikleri
yer olarak tanımlarlar.542 Diğer taraftan bazı araştırmacılar, Sabiîlerle Harranilerin
birbirinden farklı olduklarını düşünmekteler: Abbasî Halifesi Me’mun(ö: 813) Valisi
olduğu Harran’ı Müslüman olmak, Kitabî olmak ya da imha olunmak seçenekleri
538 Elmalılı, Hak Dini, II, 1751. 539 Ömer Faruk Harman, Sabiîler, Đsalamda inanç Ansk, IV, 38. 540 Yahudi ve Hıristiyanların kitap ehli olduğu hususunda görüş ayrılığı yoktur. Kitap ehli olduklarından dolayı kadınları ile evlenmek ve yemeklerini yemek caizdir. Şu kadar var ki sabiîler hakkında görüş ayrılığı vardır. es-Süddî der ki: Onlar kitap ehlinden bir fırkadır. Đshak b. Rabeveyh de bu görüştedir. Đb-nu'1-Münzir der ki: Sabitlerin kestiklerini yemekte bir mahzur yoktur. Çünkü onlar da kitap ehlinden bir taifedirler. Ebu Hanife der ki: Onların kestiklerinden yemekte, kadınlarıyla evlenmekte bir beis yoktur. Çünkü ona göre kitaba iman ederler, Zebur okurlar, yıldızlara da tapmazlar. Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre ise bunlar yıldızlara taparlar. O bakımdan onlarla evlenmek caiz değildir. (V. ez-Zuheylî, el-Fıkhu'l-lslamî, VII, 156-157) 541 Razi, Tefsir-i Kebir, II, 105. 542 Şinasi Gündüz, Manden/Sabiî Geleneğinde Harran, Din Ve Felsefe Tarihinde Harran Okulu Sempozyumu, 2006, Şanlıurfa, I, 55.
93
arasında muhayyer bırakınca Harraniler, Sabiî olduklarını ilan ederek imha olmaktan
kurtulmuşlardır.543 Gerçek Sabiîler ise Güney Mezopotamya’da yaşamışlardır.544
Bu son görüşün kuşkulu olduğunu düşünen bazı tarihçiler: Me’mun Hadisesi,
Harranlıların Sabiî ismini nasıl aldıklarını anlatmak için kurgulanmış intibaını
vermektedir görüşündedirler.545 Bu olayın hikâye edilişi dahi Harranlı Sabiîlerin o
zamana kadar adeta Abbasi halifelerince hiç bilinmediğini ima eder ki bu da
imkânsızdır.546 Batıdaki bilgi birikimi çoğunlukla Harranlı Sabiîlerin çalışmalarıyla
Đslam kültürü içindeki yerini almıştır. Harranlı Sabiîlerin Putperest olmaları ve bunda
ısrarları onların büyük dinlerin tahakkümünden uzak özgür bir ortamda gelişmelerini
sağlamıştır. Bu ortam Felsefe ve bilginin serbestçe dolaşmasına imkân sağlamıştır ki
bu durum Harranlı Sabiîleri Güney Mezopotamya’daki Sabiîlere göre tarihte daha
avantajlı kılmıştır. Bu çalışkanlıkları yaşadıkları Harran bölgesini kendi özyurtları
konumuna getirmiştir.547
3.7. RUMLAR
Bölge olarak Anadolu toprakları dahil doğuya ve batıya yayılmış,
Arabistanda da etkileri olan Bizanslılardır.
Rum kelimesi, Araplar tarafından Yunanlılar, Slavlar ve Latin asıllı
Romalılardan oluşan halkı anlatmak üzere kullanılan bir isimdir.548 2. âyette bu
isimle, Doğu Roma olarak da bilinen Bizans Đmparatorluğunun kastedildiği
anlaşılmaktadır.549
543 Ramazan Altıntaş, Harranîlerin Teolojisinde Tanrı Tasavvuru, Din Ve Felsefe Tarihinde Harran Okulu Sempozyumu, 2006, Şanlıurfa, I, 121. 544 Ramazan Altıntaş, a.g.e. , a.y. 545 Musatafa Demirci, Helen Bilim ve Felsefesinin Đslam Dünyasına Đntikalinde Harranlı Sabiîlerin Rolü, Din Ve Felsefe Tarihinde Harran Okulu Sempozyumu, 2006, Şanlıurfa. 546 Musatafa Demirci, a.g.e. , a.y. 547 Mehmet Azimli, Bir Emevi Başkenti Harran; Şinasi Gündüz, Manden/Sabiî Geleneğinde Harran; Musatafa Demirci, Helen Bilim ve Felsefesinin Đslam Dünyasına Đntikalinde Harranlı Sabiîlerin Rolü, Din Ve Felsefe Tarihinde Harran Okulu Sempozyumu, 2006, Şanlıurfa, a.y. 548 Đbn Âşur, Tefsiru’t-Tenvîr ve’t-Tahrîr, XXI, 42. 549 Prof. Dr. Hayrettin Karaman-Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı-Prof. Dr. Đbrahim Kafi Dönmez-Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu: IV, 270-274.
94
“ Elif. Lâm. Mîm. Rumlar, yenildi. Arapların bulunduğu bölgeye en yakın550
bir yerde. Hâlbuki onlar, bu yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip
geleceklerdir. Onların bu yenilgilerinden önce de sonra da emir Allah'ındır. O gün
müminler de Allah'ın yardımıyla sevineceklerdir.”551
Müfessirler bu ayetlerle ilgili birçok rivayet nakletmişlerdir. Makul çerçevede
özeti şudur: Bu ayetler Arap yarımadasına komşu Şam ve Fırat bölgelerinde
Rumlarla Farslar arasında harp olduğu bir dönemde inmiştir. Bu savaşta Đranlılar
Rumları mağlup etmiş ve Mekke müşrikleri buna çok sevinerek Müslümanlara karşı
sevinçlerini izhar ederek onlarla alay etmeye başlamışlardı. Çünkü Müslümanlar
kaynak ve özün bir olduğunu, bunun kendileriyle Ehli Kitap arasını birleştirdiğini
söylüyorlardı. Hıristiyan Rumlar da onlardandı.552
Bu durum Müslümanlara çok ağır geldi ve üzüldüler. Allah onları bu
ayetlerle müjdeleyerek rahatlattı. Ayetlerin içeriğinde her ne kadar açık olarak
Farsların bahsi ve müşriklerin sevinip alay etmeleri geçmese de, yukarıdaki özet
bilgiyi te'yid etmektedir.553
Rum suresinin ilk ayetleri, M. 615 yılında Rumların Đranlılara yenildiği sırada
indirilmiştir ki bu yıl, Habeşistan'a hicret edilen yıla tekabül etmektedir.554
Hz. Muhammed'in (s.a) peygamber olarak ortaya çıkışından sekiz yıl önce
Phokas, Bizans Đmparator'u Maurice'i tahtından indirip onun yerine kendisini
Đmparator ilan etti. Bu olay, Đran'ın Sasani Kralı Hüsrev Perviz'e, Bizans'a saldırması
için iyi bir fırsat vermiş oldu.555 Çünkü Đmparator Maurice, Hüsrev'in dostuydu,
Hüsrev onun yardım ve desteğiyle tahta geçmişti. Bunun üzerine MS. 603'de
Bizans'a karşı savaş açtı.556 Ve birkaç yıl içinde Phokas'ın ordularını peşpeşe
yenilgiye uğratarak bir taraftan Anadolu'da Edessa'ya (bugünkü Urfa), diğer taraftan
Suriye'de Halep ve Antakya'ya kadar ilerledi. Hüsrev, Phokas'ın ölümünden sonra
savaşa devam etti ve savaşa Mecusilik (ateşperestlik) ve Hıristiyanlık arasındaki bir 550 “Edne’l-Arz” kelimeleriyle kinaye olarak Hicaz'a sınır bölgelerin kastedildiği anlaşılmaktadır. Bir kısım müfessir, buranın Şam bölgesi olduğunu söylemişlerdir. Bazıları da Fırat nehri kıyısı olduğunu söylemişlerdir. Her iki görüş de isabetli olabilir; çünkü Rumlar, Farslar-Đranlılar karşısında Fırat nehri bölgesinde, sonra da Peygamber'in döneminde Şam bölgesinde hezimete uğramışlardı.( Đzzet Derveze, et-Tefsiru’l-Hadis, IV, 287-289.) 551 Rum, 30, 1–2–3–4. 552 Elmalılı, Hak Dini, VI, 399. 553 Đzzet Derveze, et-Tefsiru’l-Hadis, IV, 287-289. 554 Taberî, Tefsir, IV, 1748. 555 Elmalılı, Hak Dini, VI, 399. 556 Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, XII, 9-10.
95
anlaşmazlık niteliği kazandırdı. Herakliyus bu güçlü saldırıyı durduramadı. Tahta
geçtikten sonra doğudan aldığı ilk haber, Antakya'nın Đranlılar tarafından işgal
edildiği oldu. Bundan sonra, MS. 613'de Şam düştü. MS. 614'de Kudüs'e giren
Đranlılar Hıristiyan dünyasını da yerle bir ettiler.557
O günlerde Mekke'de daha büyük tarihî sonuçlara yol açacak başka bir
çatışma devam ediyordu. Sasanilerin Bizanslılara karşı zafer kazanması, Mekke'de
çok konuşulan bir konu idi. Müşrikler bu olaya çok seviniyor558 ve müminlerle şöyle
alay ediyorlardı: 559 "Bakın, Đran'ın ateşperestleri zafer kazanıyor ve vahye,
peygamberliğe inanan Hıristiyanların kökü kurutuluyor. Aynı şekilde biz de
Arabistan putperestleri olarak sizi ve dininizi kökten yok edeceğiz."560 diyorlardı.
Tam bu esnada şu Kur’an ayetleri nazil oldu: “ Elif. Lâm. Mîm. Rumlar, yenildi.
Arapların bulunduğu bölgeye en yakın561 bir yerde. Hâlbuki onlar, bu yenilgilerinden
sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir. Onların bu yenilgilerinden önce de sonra
da emir Allah'ındır. O gün müminler de Allah'ın yardımıyla sevineceklerdir.”562
Bu ayetler nazil olduğunda, Mekkeli müşrikler Müslümanlarla çok alay
ettiler. Ubeyy bin Halef, Hz. Ebu Bekir'le (r.a) Romalılar üç sene içinde zafer
kazanması şartıyla on deve üzerinde bahse tutuştu.563 Hz. Peygamber (s.a) bu bahsi
duyunca şöyle dedi: "Kur'an, Bid'i Sinin ifadesini kullanıyor. Arapça "Bid" kelimesi,
on’a kadar olan sayıları kapsar. O halde bahsi on seneye, develerin miktarını da yüze
çıkarın." Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir (r.a), Ubeyy'le tekrar konuştu ve bahis on yıl
ve yüz deve üzerinden yapıldı.564 Hudeybiye günü ki bu gün iddianın yedinci
senesinin başıydı Rumlar Sasanilere galebe çaldı. Ubey öldüğü için Hz. Ebubekir
develeri Ubey’in varislerinden alarak Rasulullaha getirdi.565
557 Mevdûdî, Tefhim, V, 425. 558 Râzi, Tefsir-i Kebîr, XVI, 71. 559 Kurtûbî, el-Câmi' li Ahkâmi'l-Kur'ân, IV, 110. 560 Tirmizî, Tefsir, Rum, 3190. 561 “Edne’l-Arz” kelimeleriyle kinaye olarak Hicaz'a sınır bölgelerin kastedildiği anlaşılmaktadır. Bir kısım müfessir, burasının Şam bölgesi olduğunu söylemiştir. Bazıları da Fırat nehri kıyısı olduğunu söylemiştir. Her iki görüş de isabetli olabilir; çünkü Rumlar, Farslar-Đranlılar karşısında Fırat nehri bölgesinde, sonra da Peygamber'in döneminde Şam bölgesinde hezimete uğramışlardı.( Đzzet Derveze, et-Tefsiru’l-Hadis, IV, 287-289.) 562 Rum, 30, 1–2–3–4. 563 Đbn Kesîr, Tefsir, III, 425. 564 Tirmizî, Tefsir, Rum, 3190. 565 Zemahşerî, el-Keşşaf, III, 467.
96
MS. 622'de Hz. Peygamber (s.a.v) Medine'ye Hicret ettiğinde, Đmparator
Herakliyus gizlice Konstantinopol'dan ayrılıp Trabzon'a, oradan da Karadeniz'e gitti
ve Đran'a arkadan saldırma hazırlıklarına girişti. Bunun için Kilise'den para yardımı
istedi. Papa Sergius ona Hıristiyanlığı, Ateşperestliğe karşı koruması için Kilise
hazinesinden faizle borç para verdi. Heraklius, karşı saldırısına M.S 623'de başladı.
Ertesi yıl MS. 624'de Azerbeycan'a girdi ve Zerdüşt'ün doğum yeri olan Cloromia'yı
yerle bir edip Đran'ın en önemli ateş tapınağını yıktı.566 Allah'ın kudreti ne kadar da
büyük! Aynı yıl Müslümanlar da Bedir'de müşriklere karşı ilk defa zafer kazandılar.
Böylece Rum Suresi'nde verilen iki gaybî haber de on yıl içinde gerçekleşmiş
oldu.567
Kur’an, içinde barındırdığı temel esaslardan biri olan ve insanları buna karşı
uyardığı şirk, burada da Yüce Allah’ın yerdiği bir düşünce olduğu ortaya çıkıyor.
Nitekim Allah’ın dışında bir Ma’buda tapan Mecusilere karşı Hıristiyan Bizansın
kazanmasını Mü’minlerin nazarında güzel gösteriyor.
Rumların yenilecekleri ama kısa zaman sonra muzaffer olacaklarını anlatan
ayetlerde sözkonusu olan ‘Rum’lar, önceleri kurmuş oldukları medeniyetle sınırları
zorlayan bir imparatorlukken daha sonra Batı ve Doğu Roma olarak ikiye ayrılan
ülkedir. Doğu Roma 1453’te Fatih Sultan Mehmet tarafından yıkılmış böylece Roma
imparatorluğu yeryüzündeki miadını tamamlamıştır.568
566 Meydan Larousse, Herakleios maddesi, V, 785; Bizans maddesi: II, 424; Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, XVIII, 118-124. 567 Mevdûdî, Tefhim, V, 425. 568 Mevdûdî, a.g.e. , a.y.
97
SONUÇ
Kur’an diğer kutsal kitaplara göre kişi ve yer isimleri üzerinde daha az
durmasına rağmen, kişi ve yer isimleri Kur’an’da azımsanmayacak derecededir.
Kur’an’ın temas ettiği her konu gibi adların da üzerinde durulması elzemdir. Kur’an
hangi adlara neden yer vermiştir. Hangi ayetlerde bu adlara değinir. Zikredilen
ayetlerde konu edinilen yer veya kavmin nazara verilme sebebi nedir. Bütün bu ve
buna benzer sorulara verilecek cevaplar için Allah (cc), Kur’an’da adlar zikretmiş
insanların bununla ‘eşyanın mahiyetini’ anlamasını istemiştir.
Çift yönlü yaratılan Âdemoğlu, sadece dünya ile sınırlı bir hayat
yaşamayacaktır. Đnsanın yaşadığı hayatın bir de uhrevi boyutu vardır. Sonraki
ümmetlerin, önceki ümmetler hakkında bilecekleri hadiseler sonrakilere bir ders olur.
Kur’an, Eyke, Semud, Lut halkından bahsederken onların düştükleri duruma bizim
düşmememiz için adlarıyla anlatır. Öyle ki Yüce Allah, insanın geçmiş ümmetlerin
yerlerini gidip görmemizi, onların durumlarından ibret almamızı ister.
Günümüzde müstakil bir bilim dalı durumuna gelen ‘Yer Adları Bilimi’
(Toponumy) siyasi, sosyal, ahlâkî ve kültürel bakımdan insanı daha çok
ilgilendirmeye başladı. En eski kavimler hakkındaki bilgilere ulaşmak isteyen bilim
adamları, bu bilgilere ulaşmak için kutsal kitapların işaret ettiği veya adını zikrederek
bahsettiği bilgilere karşı bigâne kalamaz.
Kur’an’ın içerdiği bu türden bilgiler azımsanmayacak çoğunluktadır. Çağdaş
ilim adamlarımızdan Mevdûdî ve Muhammed Hamidullah, Kur’an’da geçen yer
adlarına eğilmişler, mümkün mertebe bu yerleri dolaşarak bilgiler vermişlerdir. Bu
yerleri tanıma, tarihten ibret almayı, yeni bir medeniyet kurarken dikkat edilmesi
gereken kurallara uymayı öğretecektir.
Bu çalışmamızda Yüce Allah’ın, insanlara hidayet rehberi olarak gönderdiği
Nebilerin, bir manada geçtiği yolların izlerini sürdük. Đnsanlar Hak yolunu bulsunlar
diye çektikleri eziyetlerin yanında, doğru yolu bulanlarında Rablerine nasıl ibadet
edeceklerini öğrettiklerini de işledik.
Günümüzde insanların merkını daha çok eski zamanlardaki olaylar
çekmektedir. Eski dönemlere ait bilgilerin semavi kitaplar dışında hiçbir mevsuk
eserde bulunmaması nazarları bu bilgilerin doğru olup olmadığı üzerine yöneltmiştir.
98
Burada, bir mu’cize olarak Kur’an’ın, bahsettiği olayların bilim tarafından
desteklendiğini görmekteyiz.
Çalışmamızda Kur’an’ın bahsettiği yerlerin aslında hayal ürünü yerler
olmadığını, ibret almak için insanların gidip görmeleri gerektiğini gördük. Görmediği
şaye karşı cahilane düşmanlık ve önyargı yerine; bilimsel bir çaba, mütecessis bir
dimağ, tarihe ve tarihi olaylara ışık tutacağı fikrini taşıyoruz.
Allah kelamı olduğu asla şüphe götürmeyen Kur’an, ‘Sakınanlar için bir
hidayet rehberi’ olagelmiştir. Bu meyanda anlattığı hiçbir tarihi olayı hikâye olsun
diye anlatmamıştır. Her hadisede insanların ibret alacakları bir tablo sergilemiştir.
Bazen de aynı olayı tekrar anlatıp olayın farklı bir vechesine dikkatleri çekmiştir.
Elverirki insan, Kur’an’daki ‘Murad-ı Đlahiye’ ulaşmak için çaba sarfetsin.
99
KAYNAKLAR
__ABDULBAK Đ, Muhammed Fuad, el- Mu’cemü’l-Mufehres li Elfazi’l-
Kur’ân’il-Kerim, Kahire, 1998.
__ACLÛNÎ , Đsmail b. Muhammed (1162/1748), Keşfü’l- Hafâ ve Müzîlü’l-
Elbas, (2.c), Kahire, “ty”
__AHMED B. HANBEL , el-Müsned, (6 c) Đstanbul. 1982.
__AKPINAR , Ali, Kur’an Coğrafyası, Ankara, Fecr Yay., 2002.
__ALGÜL , Hüseyin, Mescid-i Dırar, Đsalâmda Đnanç ve Günlük Yaşayış
Ansk., ĐFAV yay. Đstanbul, 1997.
__ALTINTA Ş, Ramazan, Harranîlerin Teolojisinde Tanrı Tasavvuru, Din
Ve Felsefe Tarihinde Harran Okulu Sempozyumu, 2006, Şanlıurfa.
__ÂLÛSÎ, Ebu’l Fazl Şihabuddin es-Seyyid Mahmud, (1270/1854), Ruhu’l
Meânîfî Tefsiri’l Kura’ani’l Âzîm ve Seb’il-Mesânî, (16 c), Daru’l Fikr, Beyrut, 1987.
__ARSLAN, Ali, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları, 2003.
__ATEŞ, Süleyman, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, ( 10 c) Đstanbul, 1989.
________Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları, Đst. 2002.
__AYDEMĐR, Abdullah, Đslamî Kaynaklara Göre Peygamberler, Ankara,
1992.
________ Tefsirde Đsrailiyyat, Ankara, 1979.
__AZĐML Đ, Mehmet, Bir Emevi Başkenti Harran, Din Ve Felsefe Tarihinde
Harran Okulu Sempozyumu, 2006, Şanlıurfa.
__BEĞAVÎ, Ebî Muhammed Hüseyin b. Mesud El-Ferra El-Beğavî Eş-Şafiî,
(ö:516) Meâlimu’t- Tenzîl (4 c) Beyrut, 1993.
__BEYDÂVÎ , Nasıruddin Ebî Said Abdillah b. Ömer b. Muhammed eş-
Şirazî, Envaru't-Tenzil ve Esrâru’t-Te’vîl (5 c), Beyrut, ty.
__BOKS, Abdullah, “Arafat” DĐA, Đstanbul, 1991.
__BUHÂRÎ , Muhammed b. Đsmail (256/869) Sahihu’l Buhârî (8 c), Đstanbul,
1979.
__DARTMA , Bahattin, Kur’an ve Arkeoloji, (Yayımlanmamış, Doçentlik
Tezi)2006, Van.
100
__ DEMĐRCĐ, Musatafa, Helen Bilim ve Felsefesinin Đslam Dünyasına
Đntikalinde Harranlı Sabiîlerin Rolü, Din Ve Felsefe Tarihinde Harran Okulu
Sempozyumu, 2006, Şanlıurfa.
__DERVEZE, Đzzet, et-Tefsirü’l-Hadis, (Çev ), ( 10 c), Đstanbul,1991.
__DĐNEVERÎ , Ebû Hanife Ahmed b.Davûd, Ahbaru't-Tıval, (Neşreden
Ömer Faruk Taba) Kahire, 1985.
__DĐA, Türkiye Diyanet Vakfı Đslam Ansiklopedisi, Đstanbul, 1998.
__EBU DÂVÛD, Süleyman b. Eşas-es-Sicistâni, Sünen (4c) Beyrut, “ty”
__EBU HAL ĐL, Şevqî, Atlasu’l Kur’an, Daru’l Fikr, 2003, Beyrut.
__EBU'S-SUÛD, Muhammed b. Muhammed (982/1574) Đrşadu’l Aklı’s-
Selim, (9 c) Beyrut, ty.
__ELMALILI , Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, (9c)
Đstanbul, 1995.
__ ERDEM, Sargon, Babil maddesi,, DĐA, Đstanbul, 1991.
__ESED, Muhammed, Kur’an Mesajı, işaret yay., Đst. , 1999.
__ FAYDA, Mustafa, Bedir Gazvesi, DĐA, V, 325.
__FĐRUZABADÎ, Muhammed b. Ya’kub, Besaru Zevi’t- Temyiz Fi Letaifi’l
Kur’an’il-Azîz (6c) Beyrut, “ty.”
__ GÜNDÜZ, Şinasi, Manden/Sabiî Geleneğinde Harran, Din Ve Felsefe
Tarihinde Harran Okulu Sempozyumu, 2006, Şanlıurfa,
__HARMAN, Ömer Faruk "Buhtunnasr", DĐA, Đstanbul, 1991.
________ “Mescid-i Aksa”, Günlük Yaşayış Ansk., ĐFAV yay. Đstanbul,
1997.
__HASAN ĐBRAHĐM HASAN , Tarihu'l-Đslâm, (trc. Komisyon), Kayıhan
yay. 1989, Đst.
__ HAMEVÎ , Yakut b. Abdillah, (626-1228) Mu'cemü'l-Büldan,(7 c ) Beyrut
1956.
__ĐBN HACER EL-ASKALÂNÎ, El-Hafız Ahmed b. Ali, Fethu'l-Bâri bi
Şerhi Sahihi Buhârî, (Thk., Abdulaziz b. Abdillah b. Baz) Mısır, 1959.
__ĐBN KUTEYBE , Tefsiru Garîbi'l-Kur'an, Beyrut, 1978.
________Kitabü'l-Maârif, Beyrut, 1970.
__ ĐBNÜ'L-ARABÎ, Ebû Bekir, Ahkâmü'l-Kur'an, Beyrut, 1989.
101
__ĐBNÜ'L-ESÎR , Đzeddin Ebi Hasan b. Ali b. Ebi Kerem Mahmud b.
Muhammed b. Abdülkerim b. Abdulvahid es-Siyebânî, , el-Kâmil fi't-Tarih, Beyrut,
ty.
__ĐBNU’L CEVZÎ, Ebu’l Ferec, Zadu’l Mesir fî ilmi’t-Tefsir (9c) Beyrut,
1984.
__ĐBN-Đ KESÎR, Îmaduddîn Ebu’l Fida B. Îsmâîl B. Kesîr El-Kureşî Ed-
Dımaşkî,(ö:H.774), Tefsîru’l Kur’ani’l Âzîm, Mısır, 1987.
________Kısasu’n-Nebiyyin, Daru Cîl, Beyrut, 1990.
__ĐBN-Đ HALDUN , Mukaddime, Terc. Z.K. Uğan, Đstanbul, 1988.
__ ĐBN MÂCE, Ebû Abdillah Muhammed b. Yezid El-Kazvînî, Sünenu Đbn-i
Mâce, Đstanbul, “ty”
__ĐBRAHĐM , Mustafa, el-Mu’cemu’l Vasit, Çağrı yay., Đstanbul, 1992.
__KĐTAB-I MUKADDES , Eski ve yeni Ahit, Kitab-ı Mukaddes Şirketi,
Đstanbul, 1997.
__KOM ĐSYON, Đslamda Đnanç Đbadet ve günlük Yaşayış Ansiklopedisi(4c),
Đstanbul, 1997.
__KÖKSA L, M.Asım, A. Köksal, Đslâm Tarihi,(18 c) Đstanbul, 1981.
________Peygamberler Tarihi, (2c) Ankara, 1992.
__KURTÛBÎ , Ebu Abdillah Muuhammed Bin Ahmed Bin Ebu Bekr Bin
Ferh El Ensarî, el-Camiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, (Terc. M. Beşir Eryarsoy) Buruç
Yayınları, Đstanbul, 1996.
__MEVDÛDÎ, Ebu’l-Âla, Tefhimu’l Kur’an, (7c) Đstanbul, 1992.
________Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamber. (3c), (Terc.
Ahmed Asrar), Đstanbul, 1994.
__HAMĐDULLAH, Muhammed, Đslâm Peygamberi,(Terc. Prof. Dr. Salih
Tuğ) (2 c) Đstanbul, 1990.
________Đslâm Müesseselerine Giriş, (Trc. Đhsan Süreyya Sırma), Beyan
yay., 1992, Đstanbul.
__NESÂÎ, Ebu Abdirrahman (330/941), es-Sünenü'l-Kübrâ, (6 c) Beyrut, ty
__NESEFÎ, Ebu’l Berekât Abdullah b. Ahmed b. Mahmud, (v. 710/1310),
Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları, Đst. 1984.
__ÖĞÜT, Salim ‘Merve’ mad., Đnanç Ansk, ĐFAV yay. Đstanbul, 1997.
102
__PHĐLĐP K. HĐTTĐ, Siyasi ve Kültürel Đslam Tarihi, (Ç. Prof. Dr. Salih
Tuğ), ĐFAV yay.1995, Đst.
__RÂZÎ , Muhammed b. Hüseyin Fahruddin, et-Tefsiru’l Kebir, (32c), Daru’l
Kitabu’l Đlmiye, Tahran, “tarihsiz”.
__es-SABUNÎ, Muhammed Ali, Safvetu’t-Tefâsir, 1993, Beyrut.
________ en-Nübüvve ve’l-Enbiyâ, Dımaşk, 1985.
__SEMERKANDÎ, Nasr b. Muhammed b. Ahmed b. Đbrahim, Tefsiru’l
Kur’ân, (terc. Mehmet Karadeniz), 1975, Mısır.
__ŞEVKÂNÎ , Fethu’l Kâdîr, Beyrut, 1990.
__ŞEMSEDDĐN SÂMÎ , Kamusu'l-A'lam, Đstanbul, 1308.
__ŞĐHÂBÜDDĐN EL-HAFÂC Đ, Đnâyetü'l-Kâdî ve Kifâyetu'r-Râdî, Kahire,
1283.
__et-TABATABÂÎ, Muhammed Huseyn, el-Mizân fi Tefsîri'l-Kur'an, Kum,
1987.
__TABERÎ, Ebu Cafer Muhammed Đbn Cerir,(224-310) Taberi Tefsiri,(Terc.
Kerim Aytekin, Hasan Karakaya) Hisar Yayınevi, Đstanbul, 1996.
________el-Bidâye ve'n-Nihâye fi't-Tarih, Beyrut, 1967.
__TANYU, Hikmet, "Cûdî Dağı", DĐA, Đstanbul, 1991.
__YILDIRIM, Suat, Kur’an-ı Hakîm ve Açıklamalı Meali, Işık Yayınları,
2001, Đstanbul.
__YĐĞĐT, Đsmail, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları, 1990, Đstanbul.
__YÜCEL, Đrfan, Menasiku’l Hacc, Diyanet vakfı yay.1988, Ankara.
__ZEMÂH ŞERÎ , Carullah Muhammed b. Mahmud b. Ömer, el-Keşşaf an
Hakaiki’t-Tenzil ve Uyunu’l Ekavil, , Kahire, 1977.
__ZERKE ŞÎ, Bedruddin, Đ'lâmü's-Sâcid, Kahire, 1397.
103
ÖZET
Çağımızda müstakil bir bilim haline gelen “Yer adları bilimi” Toponumy,
sosyal, siyasal ve ahlaki bakımlardan insanlığı ilgilendirmeye, insanların zihinsel ve
ruhsal durumları hakkında fikir vermeye devam etmektedir.
Canlı bir hayat tarzı sunan Kur’an, zaman zaman kişi ve yer adlarını vererek
onlar hakkında bilgi vermektedir. Đnsanlığın saadetini ön planda tutan Yüce Kitap,
milletlerin hayatlarında çarpıcı sahneler sunarak tabilerine aynı hataya
düşmemelerini salıkverir. Mesela Hz. Lut kavminin işledikleri kötü fiilleri nazara
vererek nasıl helak edildiklerini anlatır. Hikâyenin sonunda da Allah’a tabi olanların
nasıl kurtuluşa erdiklerinden bahseder.
Geçmiş milletlerin lüks ve şatafat içinde yaşadıklarını; bunlardan Allah’a
şükredenlerin kurtuluşa erdiklerini, nankörlük edenlerin de azaba uğradıklarını haber
verir ki Đrem ve Sebe Halkı bu cümledendir.
Yine Kur’an yer isimleri vererek bu yerlerin kutsallıklarına ve bu yerlerde
yapılacak ibadetler hakkında bilgi verir: Arafat’ta durma, Kâbe’yi tavaf, Mescid-i
Aksa gibi yerlerin önemi hep bu şekilde vurgulanmıştır.
Yerleşik hayat tutkunu olan insanoğluna, Kur’an, Yerleri ve üzerinde yaşayan
halkların durumlarını anlatarak dersler vermektedir.
104
PLACE NAMES ĐN THE HOLY QURAN
SUMMARY
Toponmy ‘science of place names’, which has become an independent
scicnce in our age has continued cobcern the people politically, socrally and
ethically. And it has becn going on giving an idea about people’s mentaland
psychologrical situations.
Quran which presents a vivid way of life. Sometimes give’s informationby
giving place and person names.
About them. The Holy Quran whichgives the priority to the happines of
people warns their predeccessors against moking the same mistake by exhibiting
impressive scenes fromthe life of the nations. For instance by droplaying the
condemned bhaviour which was performed by the nation of the Prophet Lut it
explainshowthey were destroyed. At the end of the story it makes mention of how the
people who surrenderal to the Allah reachedto salvation. Đt informs that the ancient
nations lived in luxury and pomp and some of them who thanked Allah reached
salvation but the others who showed igonatitude suffered torment. Đrem and Sebe
societies are in this group.
Đn the some way by giving place and person name Quran informs about their
holiness and the prayers to be performeol at these places. The importance of Kâbe,
Arafat And Mescid-i Aksa is emphasized in this way. Quran tcaches lrssors to the
huma-being whot is ford of the estabilisted life by explaning the places and the
situations of societies that live in thase places.