Upload
hoangkien
View
239
Download
2
Embed Size (px)
Citation preview
T.C. Sağlık Bakanlığı Haydarpaşa NumuneEğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Nöroloji Kliniği Şef: Doç.Dr.Hülya TİRELİ
MİGRENLİ KADIN HASTALARDA
ATAK SIRASINDA VE ATAKLAR ARASI DÖNEMDE
SEKS HORMON DÜZEYLERİ
(Uzmanlık Tezi)
Dr.Mithat DEMİRKAYA
İstanbul-2006
1
T.C. Sağlık Bakanlığı Haydarpaşa NumuneEğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Nöroloji Kliniği Şef: Doç.Dr.Hülya TİRELİ
MİGRENLİ KADIN HASTALARDA
ATAK SIRASINDA VE ATAKLAR ARASI DÖNEMDE
SEKS HORMONU DÜZEYLERİ
(Uzmanlık Tezi)
Dr.Mithat DEMİRKAYA
İstanbul-2006
2
ÖNSÖZ
Nöroloji uzmanlık eğitimim süresince engin deneyim ve bilgilerinden
yararlandığım değerli klinik şefim Sayın Doç. Dr. Hülya TİRELİ’ye;
Sağladığı uygun çalışma ortamı nedeni ile Başhekimimiz Sayın Prof. Dr.
Yusuf ÖZERTÜRK’e
Eğitimime katkıları dolayısı ile 1. Nöroloji Klinik Şefi Sayın Dr. Nuri Yaşar
ERENOĞLU’na, Şef Yardımcımız Sayın Dr. Cihat ÖRKEN’e ve 1. Nöroloji Klinik
Şef Yardımcısı Sayın Dr. Handan MISIRLI’ya;
Rotasyonlarım sırasında birlikte çalışma fırsatı bulduğum Sayın Prof. Dr.
Ayşin DERVENT, Sayın Dr. Latif ALPKAN, Sayın Dr. Arslan DAĞAR’a;
Çalışmalarım sırasında her türlü desteğini benden esirgemeyen Dr.Yılmaz
ÇETİNKAYA’ya;
Birlikte çalışmaktan her zaman mutluluk duyduğum, tüm uzman ve asistan
doktor arkadaşlarıma ve nöroloji servisinin diğer çalışanlarına;
Her konuda desteğini esirgemeyen sevgili aileme;
Sonsuz teşekkürlerimle.
Dr. Mithat DEMİRKAYA
İstanbul – 2006
3
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ VE AMAÇ.........................................................1
GENEL BİLGİLER.....................................................3
YÖNTEM VE GEREÇ................................................32
BULGULAR.................................................................34
TARTIŞMA..................................................................42
SONUÇ..........................................................................50
ÖZET.............................................................................52
KAYNAKLAR..............................................................54
4
GİRİŞ ve AMAÇ
Migren, ataklarla seyreden ve ataklar arasında semptom göstermeyen
kronik tekrarlayıcı bir bozukluktur. Baş ağrısı ve eşlik eden belirtiler, migrenli
kişinin yaşantısını her zamanki gibi sürdürmesini engeller ve belirgin bir
işgörmezliğe yol açar. Migren atakları tedavi edilmez ya da yapılan tedavi etkin
olmazsa 4-72 saat sürebilir.
Migren ağrıları, genellikle tek taraflı yerleşim gösteren, zonklayıcı
özellikte olan, kişinin günlük yaşam aktivitelerini engelleyecek derecede ve
başın hareketleri ile artan ağrılardır. Ağrı sırasında bulantı ve zaman zaman
kusmaya rastlanır. Hastalar ışık ve ses gibi çevreden gelen uyarılardan rahatsız
olur.
Migren tanısında dikkatli bir öykü alınması çok önemlidir. Fizik
muayene temel olarak normaldir ve bugün için doğrulayıcı hiçbir tanı testi veya
tetkiki yoktur.
Migren genel olarak iki alt tipe ayrılır: Auralı ve aurasız migren. Aura,
baş ağrısı döneminden önce ortaya çıkan ya da ona eşlik eden, genellikle bir
saatten kısa süren, görsel, duyusal ve motor bozuklukların eşlik ettiği bir
dönemdir. Hastaların % 10-30’unda auralı migren bulunmaktadır.
Migren sıklığı çocuklukta ve ileri yaşlarda cinsiyet farkı gözetmezken,
puberteden sonra kızlarda erkeklerdekinin iki katına çıkar ve kadınların
5
doğurgan olduğu yaşlar boyunca görülme sıklığı erkeklerden yüksektir.
Menstruasyon, oral kontraseptifler, hormon replasman tedavisi, gebelik
ve menapoz migrenin seyrinde değişikliklere neden olmaktadır. Bu durum kadın
seks hormonları ile migren arasında bir bağlantının varlığını düşündürmektedir.
Yapılan çalışmalarda, başta östrojen hormonu olmak üzere, dişi seks
hormonları seviyelerindeki dalgalanmalar, migrenin tipini ve seyrini önemli
ölçüde etkilemektedir.
Bu çalışmada; auralı ve aurasız migren tanısı almış kadın hastalarda,
migren atağı sırasında ve ataklar arası dönemde serum östrojen, progesteron,
folikül stimülan hormon, luteinizan hormon ve prolaktin hormon düzeyleri ile
baş ağrısı ve aura durumu arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi
amaçlanmaktadır.
6
GENEL BİLGİLER
Migren, vasküler başağrıları içinde en sık olanı ve en fazla işgücü
kaybına yol açanıdır. Çocukluk yaşlarından itibaren başlayabilen bir hastalık
olup 50 yaşın üzerinde başlaması ise enderdir.
Migren tanısı öyküye dayanarak konan bir tanıdır. Fizik ve nörolojik
muayene, laboratuvar ve görüntüleme incelemeleri normaldir. Muayene ve
gereğinde incelemeler, başka bir hastalığı dışlamak için yapılır.
Migren, başağrısı atakları ile seyreden bir hastalıktır, bununla birlikte
nadir olarak, başlangıcından beri her gün ağrılı olgular da olabilmektedir.
Migrenli hastaların dörtte birinde ise ataklar halinde gelen başağrısı, aşırı ilaç
kullanımı, diğer arttırıcı faktörler veya eşlik eden diğer durumlar nedeniyle
zaman içinde sıklaşıp günlük veya gün aşırı gelen başağrısı karakterine bürünür.
Migren tanısı konarken, öyküde tipik başağrısı atağının özellikleri
yanısıra bu atakların zamansal seyri bilgi vericidir. Migren ataklarının sıklığı
migrenli kişi için zaman içinde değişiklik göstermekle birlikte aylarla ifade
edilebilecek daha kısa zaman dilimleri içinde genellikle belirgin değişimler
göstermez. Migrenlilerin % 60 kadarında başağrısı atakları ayda bir ya da daha
seyrek olurken, % 10 olguda ise ataklar ayda 5 veya daha fazladır.
En sık rastlanan migren formu "aurasız migren" olup migrenlilerin % 90
kadarında yalnızca bu tür migren bulunmaktadır. Geri kalan olgularda ise "auralı
migren" atakları tek başına veya aurasız migren atakları ile birliktedir.
7
Epidemiyoloji:
Gelişmiş ülkelerde yapılan migren prevelans çalışmaları bu tür
başağrısının erişkin kadınlarda % 12-24, erkeklerde ise % 5-12 oranlarında
görüldüğünü göstermektedir. Ülkemizde 15-55 yaş grubunda migren prevelansı
% 16.4 olarak bulunmuş olup, bu oran kadınlar için % 21.8, erkekler için % 10.9
belirlenmiştir.Bu değerler göreceli olarak yüksek izlenimi vermekle birlikte
yakın zamanda batıda yapılmış çalışmalar ile uyumludur.
Migren prevelansı ırklara göre değişim gösterebilir. Örneğin beyaz
Amerikalılarda migren prevelansı % 20.4, Afrika kökenli Amerikalılarda %
16.2, ve asya kökenli Amerikalılarda % 9.2 olarak bulunmuştur (1).
Migrenle karşılaşma sıklığı çocukluk döneminde anlamlı bir cinsiyet
farkı göstermezken, puberteden sonra kadınlarda artmakta ve erişkin nüfusta
kadın-erkek oranı 2/1’e ulaşmaktadır.
Toplumumuzda migrenin en çok görüldüğü yaş grubu 30-39 olarak
bulunmuştur. Bu batı toplumlarında da aynıdır. Bu yaş aralığında kadın erkek
oranı 3-4 katına çıkar (2).
Aile bireylerinin birinde migren olması, o ailenin diğer fertlerinde
migrenle karşılaşma olasılığını, ailesinde migreni olmayanlara göre 2-4 kez daha
arttırmaktadır.
Amerikan migren çalışmasında migren atak sıklığı ayda birden az
olanların oranı % 36, 1-3 arası olanlar % 38, daha sık olanların oranı ise % 26
olarak bulunmuştur (1).
8
Tipik migren atağı, çoğunlukla yalnızca başağrısı ile sınırlı değildir.
Atakta 4 evre bulunabilir: "Prodrom evresi", "aura evresi", "başağrısı evresi"
ve "postdrom evresi".
Prodrom evresi:
Başağrısından saatler, hatta bazen günler önce başlayabilen,
semptomlarından hipotalamusun sorumlu olduğu düşünülen bu evre
migrenlilerin yarısından fazlasında bildirilmektedir. Başlangıç anı, hasta
tarafından migren aurası denli net farkedilmeyen bu dönemde iştah değişikliği
(acıkma, susama), duygu durum değişikliği (depresyon, öfori, huzursuzluk),
kognitif bozukluk belirtileri ortaya çıkabilir. Bu dönemde başağrısı başlamamış
olduğu için hasta bu değişiklikleri başağrısıyla yanlış ilişkilendirebilir (3).
Aura evresi:
Migrenlilerin % 25-30 kadarında, auralı migren atakları bulunmaktadır.
Başağrısından sıklıkla önce olan bu evre hasta tarafından prodrom evresine göre
çok daha net olarak ifade edilir. Dört dakikadan uzun ve 60 dakikadan daha kısa
süren bu evreyi takiben hemen veya en çok 60 dakika içinde başağrısı başlar.
Ender olarak başağrısıyla birlikte de başlayabilir ve yine seyrek olarak aura
evresi 60 dakikadan uzun sürebilir. Aurayı bazen başağrısı takip etmeyebilir.
Aura bulguları çoğunlukla görsel bulgulardır. Görsel aura bulguları; yarı alanı
görememe (hemianopi), yarı alanda (bazen tüm görme alanında) parlak ışıklar
veya karanlık noktalar görme, zigzag çizgiler görme şeklindedir. Nadir olarak
aura bulguları duysal (hemihipoestezi veya parestezi), motor (hemiparezi veya
pleji), afazi, oftalmopleji, beyin sapı disfonksiyonu (baziler semptomlar: çift
9
görme, bulantı, kusma, baş dönmesi, motor ve duysal kusurlar, dizartri gibi
bulguların tümü veya birkaçı) şeklinde olabilir ve bunlara vizüel bulgular eşlik
edebilir veya etmeyebilir (3,4,5).
Başağrısı evresi:
Başağrısının karakteri, süresi, şiddeti, eşlik bulguları kişiden kişiye veya
ataktan atağa değişebilir. Bununla birlikte genel karakter olarak ağrı çoklukla
başlangıçta tek yanlı olup ilerleyen saatlerde diğer yana da yayılabilir ya da aynı
yanda devam eder (% 30 olguda başlangıçtan itibaren iki yanlı). Ağrı zonklayıcı
karakterde olup şakak ve göze yayılım gösterir, çoğu kez ensede de ağrı
hissedilir. Migren ağrısının şiddeti daha çok orta veya ileri derecede olup, hafif
şiddette ağrılar daha seyrek görülür. Migren ağrısı tipik olarak fıziksel aktiviteyle
(yürümek, merdiven çıkmak gibi) artış gösterir. Ağrı sırasında çoklukla ışığa
(fotofobi) ve sese (fonofobi) duyarlılık vardır, hasta loş ve sessiz bir ortam
arayışı içinde olur. Sıklıkla kokuya da artmış duyarlılık (osmofobi) bulunur. Ağrı
başladıktan genellikle bir süre sonra bulantı hissi ve bazen kusma olur.
Ağrı genellikle 4 saatten daha uzun ve 72 saatten daha kısa sürelidir (atak
ilacı kullanılmadığında). Nadir olarak 4 saatten daha kısa ya da 72 saatten daha
uzun atakları olan migrenliler de olabilmektedir. Uyku çoğunlukla ağrıyı
dindiricidir (4,6).
Postdrom evresi:
Ağrıyı takip eden dönemdir. Ağrının bitişiyle birlikte çoğu kez atak
sonlanmaz. Postdrom evrede hasta yorgunluk, bitkinlik, tedirginlik hisseder.
Bazen de aşırı iyilik hissi de oluşabilir. Bu evre saatler veya gün boyu sürebilir.
Migren atağı sırasında başağrısının neden olduğu yetersizlikler hesaplanırken
10
ağrıdan sonraki bu dönem de göz önünde bulundurulmalıdır, çünkü başağrısının
olmadığı bu evrede hasta postdrom belirtileri nedeniyle hala normal günlük
fonksiyonlarına dönemeyebilir (7).
Migrenin tetikleyicileri:
Migrenli kişiler bazen nedensiz olarak başağrısı ataklarının ortaya
çıktığını ifade ederler. Bununla birlikte atağı davet eden çoklukla iç (hormonal
değişimler gibi) veya dış (koku, hava değişimi gibi) bir veya birkaç tetikleyici
neden bulunur. Her migrenli, tetikleyicilere aynı derecede duyarlı olmayabilir.
Bazı migrenlilerde tek bir tetikleyici ile migren atağı başlayabilirken bazılarında
birkaçının birlikte bulunmasıyla ancak atak oluşabilir. Migreni en sık olarak
tetikleyenler stres, menstrüasyon, az veya fazla uyku, öğün atlamak, yorgunluk,
hava değişikliği (basınç, nem, rüzgar), alkol (özellikle şarap, bira), koku (parfüm
veya keskin kokulu kimyasal maddeler), parlak ışık, sigara dumanı, yüksek
rakım, öksürük, bazı gıdalardır. Bununla birlikte bu tetiklerin çoğu migren dışı
başağrılarında da benzer tetikleyici özelliğe sahip olup, migrene özgü
tetikleyiciler olarak "koku", "sigara dumanı", "hava değişikliği" ve "parlak ışık"
sayılabilir. Gıdalar migrenlilerin küçük bir kısmında tetikleyicidirler ve bunlar
içinde peynir, alkol (özellikle kırmızı şarap), nitratlı besinler sayılabilir. Az
sayıda hastaya özgü başka gıdalar da bildirilmiştir (4,7).
Diğ er migren tipleri:
Baziler tip migren
11
Baziler migren terimi, vasküler bir etyolojiyi ima ettiği için yanlış
yönlendirici olabilir; aslında ilgili mekanizmaların vasküler değil nöral
mekanizmalar olduğu düşünülmektedir. Baziler tip migren her cinsten ve her yaş
grubundan hastaları etkileyebilir; ancak migrenin bir özelliği olan kadınlarda
baskınlık burada da söz konusudur. Tek özelliği klinik olarak beyinsapına
lokalize edilen aurasıdır. Baziler tip migrende tipik hemianopik aura bazen her
iki görme alanını kapsayarak geçici körlüğe yol açabilir. Bu görsel auranın
ardından sıklıkla ataksi, vertigo, kulak çınlaması, çift görme, bulantı-kusma,
nistagmus, iki yanlı paresteziler veya uyanıklık kusuru ya da mental durum
değişikliği görülebilir. Her aura semptomu genellikle 5 dakika ya da üzerinde
sürer ve 60 dakikadan kısadır (8).
Konfüzyonel migren
Konfüzyonel migren, tipik bir aura, baş ağrısı ve konfüzyonla
karakterizedir. Konfüzyon baş ağrısından önce olabilir veya baş ağrısını
izleyebilir. Burada asıl olay başlıca uyanıklığı ve bilinç durumunu kontrol eden
merkezlere ait bir auradır. Konfüzyon başlıca dikkatsizlik, dikkatin kolay
dağılabilmesi ve konuşma ile diğer motor aktivitelerin sürdürülmesinde zorluk
şeklinde karşımıza çıkabilir (9).
Oftalmoplejik migren
Oküler kranyal sinir parezisi (sıklıkla okülomotor sinir) ve pupil
dilatasyonu ile tek taraflı migrenöz göz ağrısıyla karakterize en az iki atak olması
gerekmektedir. Nadiren dördüncü ve altıncı kranyal sinirler de etkilenir.
Oftalmoplejinin süresi saatlerden aylara değişebilir. Oftalmoplejik migren
muhtemelen bir migren varyantı değildir de, idyopatik bir inflamatuar nevrittir
(10).
12
Hemiplejik migren
Hemiplejik migrenin başlangıç yaşı tipik migrenden daha erken olabilir.
Ataklar sıklıkla minör kafa travması ile tetiklenebilir. Hemipleji auranın bir
parçası olabilir ve bir saatten kısa sürebilir veya günlerce, haftalarca devam
edebilir. Baş ağrısı hemipareziden önce olabilir veya hiç bulunmayabilir.
Hemiparezinin başlangıcı ani olabilir ve inmeye benzeyebilir. Hemiplejik migren
prevalansı tam olarak bilinmemektedir.
Ailesel hemiplejik migren otozomal dominant geçişlidir. Sorumlu genin,
ailelerin üçte birinde 19. kromozom , bir kısmında birinci kromozom üzerinde
lokalize olduğu gösterilmiştir; diğerlerinde bağlantı bulunamamıştır.
Sporadik hemiplejik migrende, migren atakları aile öyküsü olmadan,
genellikle tek tarafta, motor güçsüzlük ile giden aura ile olur. Temel bulgu
tamamen geri dönüşlü motor güçsüzlüktür, bazen görsel, duyusal ya da disfazik
aura ile de birlikte olabilir (11).
Migren ba şa ğ rısının pato genezi:
Migren başağrısı, genetik yatkınlığı olan kişilerde endojen ve/veya
ekzojen faktörlerle tetiklenen nöronal vasküler olaylar zinciri sonucu ortaya
çıkmaktadır. Bu olaylar zinciri sırasında trigeminal vasküler sistemin
aktivasyonu migren başağrısının esasını teşkil eder. Son yıllarda elde edilen
bilgiler ışığında, migren patofizyolojisinde vasküler teoriden uzaklaşılmış integre
norövasküler teori benimsenmiştir (12,13). Vasküler teori kranyal damarlardaki
13
vazospazm ve vazodilatasyon ile migren semptomlarının ortaya çıktığını öne
sürerken, nörovasküler teoriye göre migren başağrısında nöronal aktivasyona
ikincil olarak vasküler değişiklikler görülmektedir. Nöral olaylar sonucunda
ağrıya duyarlı yapılardaki kan damarları dilate olmakta bu ise daha fazla
trigeminal sinir aktivasyonu ve ağrıya yol açmaktadır (14,15,16).
Migren başağrısının patogenezini anlamak için başın ağrı duyusunu
taşıyan trigeminal siniri ve vasküler innervasyonu iyi bilmek gerekmektedir.
Trigeminal sinir oftalmik dalı aracılığı ile pia, araknoid ve dura materdeki
damarları, intrakranyal damarların proksimalini yoğun bir biçimde inerve
etmektedir.
Trigeminal aksonların ve nosiseptörlerin perivasküler lokalizasyonu
nedeniyle meninksler ve büyük damarlar ağrıya duyarlı iken trigeminal
inervasyondan yoksun beyin parenkiminde ağrı duyusu bulunmamaktadır
(17,18). Küçük çaplı trigeminal sinir liflerinin bir kısmı aksonal dallanma
nedeniyle hem pia-araknoid (orta serebral arter) hem de dural damarları (orta
meningeal arter) inerve etmektedir (19,20). Trigeminal sinirin periferik
aksonlarının aktivasyonu ağrı duyusunu trigeminal ganglion ve santral aksonları
aracılığı ile 2. nöronlarını oluşturan C2’den bulbusa dek uzanan trigeminal
nucleus caudalise (TNC) iletir. Periferik trigeminal aksonların aktivasyonu bir
yandan da antidromik olarak içerdiği nöropeptitlerin (CGRP, substance P, NKA)
perivasküler alana salınması ile vazodilatasyon, kan akımı artışı ve protein
ekstravazasyonuna yani nörojenik inflamasyona neden olur. Bu vazodilatasyon
ve ödem perivasküler trigeminal aksonların daha fazla uyarılmasına ve daha
fazla ağrıya yol açmaktadır (13,21).
Ağrı duyusu TNC’den çıkarak beyin sapında orta hatta çapraz yapıp
14
trigeminal lemniskusu oluşturarak talamusun posteromediyal ventral
çekirdeğinde sonlanır, daha sonra primer somatosensoriyel korteks ve singulat
kortekse ulaşır. Ağrıya eşlik eden afektif ve emosyonel durumdan ise parabrakial
nukleus, talamusun intralaminar nukleusu, amigdala ve insuler korteksi içine
alan farklı bir yolağın aktivasyonu sorumludur (24,25).
Beyin sapı yapılarının migren atakları sırasında aktive olduğu PET ve
fonksiyonel MRI çalışmalarıyla gösterilmiş, buna dayanarak beyin sapının
migren jeneratörü olabileceği de öne sürülmüştür (26).
Migrenlilerin 1/5’inde ağrıdan 20-40 dakika önce ortaya çıkan görsel
semptomlara bir oksipital lobdan kaynaklanan, yayılan nöronal ve glial
eksitasyon neden olmaktadır. Son zamanlarda fMRI ve PET çalışmaları ile görsel
aura semptomlarının altında yatan patofizyolojik mekanizmanın Leao’nun
yayılan kortikal depresyon dalgaları olduğu gösterilmiştir (27,28,29,30). Bu
fenomen yayılan kortikal potansiyelde ani azalma, ekstrasellüler iyon ve
nörotransmitterlerde geçici artış ve buna eşlik eden hiperemiyi takip eden uzun
süreli nöronal uyarılabilirlikte ve kan akımında azalma ile karakterize yavaş
yayılan (3 mm/dk) bir dalganın korteks boyunca ilerlemesidir. Migren ağrısı
sırasında da oksipital korteksten başlayarak öne doğru yayılan hiperemi ve
ardından oligemi dalgasının görsel semptomlarla korele olarak ortaya çıktığı
gösterilmiştir. Daha ötesi korteksteki oligemi migren ağrısı sırasında da sürmekte
bazı aurasız migren ağrılarında da gözlenebilmektedir. Auranın başağrısına
neden olabileceği 60 yıla yakın bir süredir öne sürülmesine karşın aura ve
migren arasındaki sebep sonuç ilişkisi 2002 yılında gösterilmiştir (16,17). Laser
spectle adı verilen yeni bir görüntüleme yöntemi kullanılarak serebral korteks ve
dura materdeki kan akımı aynı anda görüntülenebilmiş ve intrinsik beyin
aktivitesinin, yayılan kortikal depresyonun meningeal trigeminal sinir uçlarını
15
aktive edebildiği gösterilmiştir. Yayılan kortikal depresyon sonrası korteks
oligemi fazında iken ağrıya hassas dura materde 45 dk süren kan akımı artışı,
vazodilatasyon gözlenmiş, bu cevabın trigeminal sinirin oftalmik dalı aracılığı ile
ortaya çıktığı ve beyin sapındaki ağrıya duyarlı çekirdeklerin de aktive olduğu
gösterilmiştir. Ayrıca yayılan kortikal depresyonun trigeminal sinir
aktivasyonuna yol açarak durada nörojenik inflamasyona neden olduğu da
gösterilmiştir (15,16).
Migren başağrısı endojen (aura, stress, uykusuzluk v.b) ve ekzojen
(yiyecekler, nitrogliserin) çok çeşitli faktörler ile tetiklenebilmektedir. Nitrik
oksitin migen ağrısındaki rolü değişik çalışmalarda gösterilmiştir (31,32). Nitrik
oksit donörü olan nitrogliserinin başağrılarına yolaçtığı uzun yıllardır
bilinmektedir. Nitrogliserin akut dönemde herkeste kısa süreli bir başağrısına
neden olmakta ancak sadece migren hastalarında 4-6 saat sonra tipik migren
atağını başlatmaktadır.
Migren patofizyolojisine açıklık getiren bir diğer gelişme de serotonin
reseptörlerinin alt tiplerinin ve dağılımlarının keşfi ile birlikte vazokonstriktör
özellikleri nedeniyle kullanılan ergot alkaloidlerinin 5HT-1BD reseptör agonisti
olduğunun anlaşılmasıdır. Daha sonra bu reseptörlerin spesifik agonisti olan
triptanlar etkin migren ilaçları olarak geliştirilmiştir. 5HT-1BD reseptörleri
trigeminal akson uçlarında yoğun olarak bulunmakta ve trigeminal aktivasyonu
ve dolaylı olarak nöropeptid salınımını ve nörojenik inflamasyonu inhibe
etmektedir (21,36,37). Ergotamin, dihidroergotamin ve sumatriptan 5-HT1A
reseptörü agonisti olup akut migren tedavisinde etkilidir.
Migrenli hastalarda transkranial manyetik stimülasyonla yapılan
çalışmalarda beyinin uyarılma eşiğinin daha düşük olduğu ve antiepileptik
16
ilaçlardan sodyum valproat ile bunun normale çevrildiği gösterilmiştir. Bu
değişiklikler özellikle auralı migrenlilerde daha belirgin saptanmıştır.
Migren genetik olarak multifaktoriyal bir hastalık olarak ele
alınmaktadır. Auralı migrenin en ağır formunu oluşturan otozomal dominant
geçişli ailevi hemiplejik migren hastaları gibi homojen alt grupların genetik
incelemesi hastalığın patogenezine ait çok önemli keşiflerin yapılmasını
sağlamıştır. Yaklaşık ailelerin yarısında 19. kromozomdaki nöronal P/Q tipi
kalsiyum kanallarının alfa-1a alt ünitesini kodlayan CACNA1A genindeki
missense mutasyondur. Son zamanlarda 2. FHM gen (FHM2) mutasyonu 1.
kromozomda (1q23) Na,K-ATPaz geninde saptanmıştır. Diğer kanal
patolojilerinin de migren patofizyolojisinde yer alması olasıdır. Aurasız migrende
daha farklı genlerin etkilenebileceği düşünülmektedir.
Migrenin Tedavisi
Migren tedavisinde amaçlar; migren atak sıklığını, süresini ve şiddetini
azaltmak, migrenden kaynaklanan kayıpları azaltmak, yaşam kalitesini arttırmak,
ilaç aşırı kullanımını engellemek, migrenli hastayı normal fonksiyonlarına geri
döndürmek, hastanın hastalığı ve tedavisi konusunda bilgilendirip eğitmektir.
Bu amaçlara ulaşmak için değişik yaklaşımlar bulunmaktadır. Atakların
gelmesini engellemek amacıyla "profilaksi" ve başlayan bir atağı dindirmek için
"akut atak tedavisi" şeklinde farmakolojik tedaviler uygulanabileceği gibi,
farmakolojik tedavi olsun veya olmasın, hastayı tetikleyicilerden kaçınması
yönünde uyarmak ve eğitmek de migrenle başa çıkmada önemlidir.
17
Farmakolojik Tedavi
Migren ataklarının ilaçla tedavisi "profilaksi" (engelleyici tedavi) ve/
veya "akut tedavi" (abortif tedavi) olarak farklı tedavi algoritmalarını içerir. Akut
tedavi, başlamış olan bir başağrısı atağını azaltmak veya sonlandırmak için
yapılan tedavidir. Bazı hastalar sadece akut tedavi alarak migrenleriyle baş
edebilirler. Profilaksi ise atakları sık olan migrenli hastalarda baş vurulan, atak
tedavisine ek bir tedavi yoludur (38).
Akut Tedavi
Migrenin akut tedavisi, profilaksi uygulanıyor olsun veya olmasın her
atak için geçerlidir.
Akut tedavide amaçlar:
Akut tedavide amaçlanan iyiliği her yönüyle sağlayan ilaç henüz yoktur.
Varolan ilaçlar ise kimi ilaçlar bazı yönlerden kimisi ise diğer yönlerden birbirine
üstünlük taşırlar. Bununla birlikte, akut tedavide hasta özelinde hangi amacın
öncelikli olduğu, ilaç seçimini etkiler. Bu amaçlar:
Hızlı etkinlik: Kullanılan ilaç hangi gruptan olursa olsun, migrenin
doğasından ötürü, atak ne kadar erken iyileştirilmeye çalışılırsa başarı şansı o
denli yüksek olur. Tüm oral preparatların, gastrointestinal yoldan emilimi için
zamana ihtiyacı vardır. Emilimi iyileştiren bir uygulama, atak dindirici ilaçtan
15-20 dakika önce antiemetik alımıdır. Daha hızlı etki başlangıcı istenen
durumlarda ağız dışı yollar öne çıkar. İntranazal preparatlarla, oral preparatlara
göre ortalama 15 dakika kadar daha erken etki sağlanabilir. Subkutan
18
sumatriptan ile etkinlik, uygulamanın ilk 5-10 dakikası içinde beklenebilir (38).
Tutarlı etkinlik: Migren hastasının migren atağında iyi gelen bir ilacın
her atakta benzer iyiliği göstermesi olarak tanımlanabilir. Triptanlar ile yüksek
tutarlılık bildirilmiştir. NSAİ ilaçlarla da hafif ve orta şiddette ağrılarda tutarlılık,
şiddetli ataklara göre daha yüksektir (38).
Uzun süreli iyilik: Migren atağının kendiliğinden sonlanması halinde, ilaç
aşırı kullanımı gibi komplike durumlar dışında, 24 saat içinde yinelemesi
alışılmış değildir. Akut tedavi ilaçlarının etkinliğini ölçmede uygulanan bir ölçek
olarak uzun süreli iyilik, ilaç alımından sonra 2-4 saat içinde iyilik oluştuğunda
bu iyiliğin yeniden artış veya yeni bir atak olmaksızın en az 24 saat sürmesidir.
Yarı ömrü uzun ilaçlar (basit veya kombine analjezikler, NSAI ilaçlar gibi) ile bu
amaca ulaşılmaktadır. Triptanların ise yarı ömürleri kendi aralarında farklar
gösterir. Tüm triptanlarla, 24 saat içinde ağrının yineleme riski, diğer gruplara
göre yüksektir (38).
Hastayı yeniden fonksiyonel kılma: Hastanın migren atağı nedeniyle eğer
varsa fonksiyon kaybını giderme, hastanın fonksiyonlarına göre edinilecek bir
amaçtır. Fonksiyon kaybı nedeniyle kişisel ve toplumsal maliyeti yüksek olan
kişilerde veya migrene bağlı olarak ağır fonksiyon kaybı olanlarda akut tedavi
olarak, en hızlı etki gösteren etkin bir ilaç grubunu seçmek mantıklıdır (38).
Tekrar ilaç alımını en aza indirme: Her bir atak için alınan ilaç sayısı
arttıkça ilaç kötüye kullanım riski ve ilaç yan etki riski artacaktır. Bu amaca
yönelik yaklaşımlar şunlar olabilir; akut tedavi ilacının etkinliğini arttırmak için
önce antiemetik alınması, mümkün olan en erken dönemde atağı dindirici ilaç
19
kullanılması, veya etkili bir abortif ilaç kullanılması (38).
Kendi başına tedaviye yöneltme: Hastanın, migren atağının dindirilmesi
için hastaneye veya bir sağlık kurumuna başvurmasına gerek duyurmamak için,
hastanın ağrısı ne kadar şiddetli olursa olsun kendisinin planlayıp kullanabileceği
bir tedavi şeklini hasta ile birlikte belirlemek gerekir (38).
Az ya da hiç yan etki: Basit analjezik ilaçlar yan etki yönünden en masum,
fakat etkinlik olarak da en düşük etkinlikte ilaçlardır. NSAİ ilaçlar daha etkin
olmakla birlikte gastrointestinal yan etki riskleri yüksektirler, riskli hastalarda
kullanımları tercih edilmemelidir. Bu olgularda NSAİ ilaç seçilecekse COX2
selektif inhibitörleri, gastrointestinal yan etki riskleri daha düşük olduklarından
seçenek olabilir. Ergotaminin kronik kullanımda yan etkileri yaşamı tehdit
edicidir. Triptanların komplike migrenliler, koroner arter hastalıklılar ve
kontrolsüz hipertansiyonlular dışında kullanımının kısıtlandığı hasta grubu
olmamakla birlikte, olguların %20-25'inde görülen yan etkiler bazen hasta
tarafından tolere edilemez (38).
Akut tedavide kullanı lan ilaçlar:
Migren atağını dindirmek için kullanılan ilaçlar "spesifik ilaçlar"
(triptanlar, ergot alkaloidleri) ve "nonspesifik ilaçlar" (antiemetikler, NSAİ
ilaçlar, basit ve kombine analjezikler, opioidler) olarak gruplanabilir (38,39) .
Basit Analjezikler: Parasetamol veya metamizol gibi, antiinflamatuvar
olmayan basit analjezikler bulantısız hafif migren ataklarında etkilidirler (39).
20
Kombine analjezikler: Ülkemizde en yaygın olarak bulunan
kombinasyonlar parasetamol ve kafeindir. Kombine analjezikler, migren atağının
dindirilmesinde basit analjeziklere göre daha etkili olmalarına karşın sık
kullanıldıklarında bağımlılık riskleri yüksektir (39).
Nonsteroid antiiflamatuvar (NSAİ) ilaçlar: NSAİ ilaçlar, akut tedavide
özellikle hafif ve orta şiddette migren ataklarında etkinlikleri kanıtlanmıştır. Akut
tedavide en çok kullanılan ilaçlar bu gruptandır (39,40).
Ergot alkaloidleri: Ergotamin migren için spesifik ilaç olmakla birlikte
özellikle tedavi için agonist etkinin gerektigi 5-HTI reseptörü için selektif
degildir, hem 5-HT1 hem de 5-HT2 reseptörüyle etkileşime girer ve bu da yan
etkileri için nedeni oluşturur. Gerek periferik damar daraltıcı etkisi, gerek
kolayca kötüye kullanımın gelişebilmesi, özellikle sık ataklarda kullanımını
sakıncalı hale getirir (38,39).
Triptanlar: Migren spesifik ilaçların en son keşfedilen molekül grubu olan
triptanlar 5-HT1 reseptörüne selektif agonistik etkiye sahip olduklarından
ergotaminin periferik damar daraltıcı yan etkisinden arınmışlardır. Aynı
zamanda, çok düşük emilim oranlarına sahip ergotamine kıyasla çok yüksek
emilim oranlarına sahiptirler.
Triptanlar, NSAI ilaçlar gibi atağın yalnızca erken evresinde değil tüm
evresinde etkilidirler fakat erken evrede etkinlikleri daha yüksektir. Triptanlar,
yüksek emilim oranlarına sahip olmaları nedeniyle, antiemetik ardından alınmayı
gerektirmez. Tümünde "gögüste sıkışma hissi"; "sersemlik", "fenalık hissi" gibi
yan etkiler, degişik oranlarda görülürler. Tüm triptanlar, koroner iskemililerde,
kontrol edilemeyen hipertansiyonlu hastalarda ve komplike migrenli olgularda
21
(hemiplejik migren, baziler migren, oftalmoplejik migren gibi) kullanılmamalıdır
(38,39).
Profilaksi
Migrende profilaksi genel kural olarak sık migren atağı geçirenlere
uygulanmakla birlikte, atak tedavisine rağmen günlük aktiviteleri engelleyen
ataklar, 2-3 gün süren ve fonksiyon kaybına yol açan ataklarda da profilaksi
uygulanabilir.
Farmakolojik tedavide kullanılan ilaç grupları başlıca beta blokerler,
antikonvülzanlar, antidepresanlar, kalsiyum kanal blokerleri ve daha seyrek
kullanılan diğer grup ilaçlardır. Profılakside çok etkili bir ilaç bulunmamaktadır.
Bu ilaçların etki mekanizmaları 5HT2 reseptör antagonizmi (beta blokerler),
antitrombosit etkiler (aspirin), vazodilatasyonun engellenmesi,
vazokonstriksiyonun engellenmesi, serotonerjik iletimin kuvvetlendirilmesi,
lökotrien antagonizması, prostaglandin ve monoamin aracılıklı etkilerdir.
Profilaksi ilaçları seçilirken birlikteki diğer durumlar (depresyon, obezite
gibi) dikkate alınmalıdır. Hipertansiyonun olduğu durumlarda öncelikli ilaç
olarak beta bloker, koroner iskemisi olduğunda kalsiyum kanal blokeri, stresin
yoğun olarak bulunduğu durumlarda beta bloker, depresyon eşlik ettiğinde
trisiklik antidepresan veya SSRI, uykusuzluk eşlik ettiğinde trisiklik
antidepresan, epilepsi ile birlikteyse valproat seçilebilir (39,41).
Beta blokerler: Profilakside en çok kullanılan ilaç grubudur. Bu grupta
propranolol, ilk kullanıma girmiş olanıdır. Atak sıklığında % 50 veya daha fazla
azalma, olguların % 60-80'inde görülür. Propranolol ve timolol profilakside en
etkili olanlarıdır. Propranolol non selektif beta bloker olup 4-6 saat yarı
ömürlüdür. Profilakside etkili dozları günlük 40-200 mg'dir. Beta blokerlerin
22
profilaktik etkisi haftalar sonra başlar (39,41).
Antidepresanlar: Etkinliği kanıtlanmış olanlar yalnızca trisiklik
antidepresanlar ve bu grup içinde de amitriptilin'dir. Bununla birlikte sedasyon
etkisinin fazla oluşu nedeniyle çalışanlarda kullanımı zor olabilir. Etkili dozları
25-200 mg olmakla birlikte yaşlılarda başlangıç dozu olarak 10 mg
yeğlenmelidir. Etki günler içinde gözlenebilir. Günlük 75 mg doza çıkmadan,
etkili olmadığına karar verilmemelidir. Venlafaksin, günlük 150 mg dozda hem
serotonin hem norepinefrin geri alım inhibitörü olarak çalıştığı için amitriptiline
mekanizma olarak SSRI'lardan daha yakındır. Uzun etkili formunun başlangıç
dozu 75 mg olarak günlük 150-300 mg dozları profilakside etkilidir. SSRI ilaçlar
tek başına migren tedavisi için ilk seçenek ilaçlar değildir. Bununla birlikte,
depresyonun eşlik ettiği durumlarda, yan etki istenmediğinde SSRI grubu ilaçlar
seçilebilir (39,41).
Kalsiyum kanal blokerleri: Verapamil ve flunarizin en çok
kullanılanlarıdır. Verapamil uzun etkili formları günlük 240-720 mg kullanılır.
Flunarizin ise günlük 10 mg tek doz kullanılır. Flunarizin, iştah açıcı yan etkisi
ve hareket bozukluğu ortaya çıkarma riski nedeniyle ilk seçenek değildir (39,41).
Antikonvülzanlar: Antiepileptik ilaçlar içinde valproat ve topiramat en
etkin profilaksi ilaçlarıdır. Valproat uzun etkili formu günlük tek doz 1000 mg
kullanılmalıdır. Kullanımını en çok kısıtlayan yan etkileri belirgin iştah artışı ve
saç dökülmesine neden olmasıdır. Ayrıca, karaciğer hastalığı olanlarda
verilmemelidir. Topiramat, migren profilaksisinde valproat kadar etkili bir diğer
antikonvülzandır. Topiramat'ın migren profilaksisi için önerilen günlük dozları
100-200 mg'dır. Kilo kaybına neden olması , ayrıca el ve ayaklarda uyuşmalar,
23
kullanan hemen herkeste görülen yan etkiler olup genellikle tolere edilebilir
düzeyde kalırlar. Böbrek taşı öyküsü olanlarda kullanımı, taş oluşum riskini
artıracağı için kontraendikedir (41).
Migren ve hormonlar:
Kadın seks hormonlarıyla migren arasında bir ilişki söz konusudur.
Çocuklukta ve ileri yaşlarda migren sıklığı cinsiyet farkı gözetmezken, 14
yaşında kızlarda artık erkeklerdekinin iki misline çıkmıştır ve kadınların
doğurgan olduğu yaşlar boyunca kadınlarda görülme sıklığı erkeklerden yüksek
olarak devam eder (22).
Menstrüasyon, oral kontraseptifler, hormon replasman tedavisi, gebelik
ve postpartum dönemde ortaya çıkan hormon değişiklikleri migrenin seyrinde
değişimlere neden olabilir (23). Migren atakları periyodik olarak
menstrüasyonun 2 gün öncesinden mens başlangıcından 3 gün sonraya dek
zaman içinde geliyor ve bunun dışında hiç gelmiyor ise bu duruma "gerçek
menstrüel migren" adı verilir. "Menstrüasyonla ilintili migren" ise, menstrüasyon
döneminde oluşması yanı sıra, bunun dışındaki dönemde de ortaya çıkabilen
migren atakları için yapılan tanımlamadır. Gerçek menstrüel migren ve
menopozla ortaya çıkan migren, östrojen düzeylerinin düşmesi ile tetiklenir ve
çoğunlukla aurasız migrendir.
Gebelik veya oral kontraseptiflerle olduğu gibi, yüksek östrojen hormon
düzeyleriyle tetiklenen migren ise daha sıklıkla auralı migrendir. "Oral
kontrasepti.f" kullanımı migreni iyileştirebilir, kötüleştirebilir veya
etkilemeyebilir.
Bunun dışında, oral kontraseptiflerin migrenlilerde kullanımında önemli
24
bir konu, tıkayıcı beyin damar hastalıklarına eğilim oluşturmasıdır. Özellikle, 50
µg üzerinde etinilöstradiol içeren oral kontraseptifler auralı migreni olanlarda
inme riskini 10 kat arttırabilmektedir. Bu nedenle auralı migrenlilerde 50 µg
üzerinde etinilöstradiol içeren oral kontraseptiflerin kullanılması inme riski
yönünden sakıncalı olarak kabul edilmiştir (33, 34). Aurasız migrenlilerde ise bu
risk daha düşüktür, oral kontraseptiflerin kısıtlanması şeklinde bir görüş birliği
oluşmamıştır. Östrojen ve progesteron içeren "hormon replasman tedavisi" ile
migren yeniden canlanabilir, fakat iskemi riski için yeterli veri birikmediğinden
kısıtlanmasına yönelik bir fikir birliği oluşmamıştır (33).
"Menopoz" ile birlikte migren ataklarının şiddeti ve sıklığı çoklukla
azalır veya migren tümüyle diner. Bununla birlikte, fızyolojik ve cerrahi
menopozların seyri farklılık gösterir. Fizyolojik menopozluların üçte ikisinde
migren dinerken, cerrahi menopozluların üçte ikisinde migren artış gösterir (23).
"Gebelik" de migren seyrini etkiler. Gebelikte migrenlilerin % 70
kadarının migren atakları ikinci ve üçüncü trimesterde azalır veya kaybolur (35).
Migren öykülü kadınların % 58'inde "postpartum dönem" içinde migren atakları
tekrar başlar.
Prolaktin
Prolaktin, ön pituiter bezden, laktotrof hücrelerce salınır. Prolaktin
molekülü, üç disülfid bağı içeren 199 aminoasidden oluşur. Memelilerde,
laktasyondan sorumlu anahtar hormondur. Prolaktin, diğer ön pituiter hormonlar
gibi epizodik olarak salınır. Bu salınım hipotalamik prolaktin-inhibe edici
hormon olan dopamin ve değişik prolaktin salıveren faktörler aracılığı ile regüle
25
edilir. Dopamin laktotrof hücreler üzerindeki D2 reseptörlerini uyararak adenilat
siklaz enzimini inhibe eder ve prolaktin sentez ile salınımını engeller. Prolaktin
salınımını artırıcı etkileri olduğu düşünülen faktörler ise tirotropin salan hormon
(TRH), vazoaktif intestinal peptid(VIP) ve PHM-27(VIP homoloğu) peptididir.
Prolaktin 24 saat boyunca belirli bir düzeyde salınır. En düşük prolaktin
düzeyleri gün ortasında izlenip, öğleden sonra gittikçe yükselmeye başlar.
Uykudan hemen sonra artan düzeyler, gece yarısı ve sabaha karşı en yüksek
düzeylere ulaşır. Ayrıca akut baş ağrısında prolaktin seviyeleri yüksek
saptanabilir.
Hipofizden salgılanan ve kadınlarda laktasyonu sağlayan prolaktin,
hamilelikte artar. Prolaktin hamilelik ve süt vermenin dışında, normal düşük
seviyelerinde bulunur (5-16 ng/mL). Adölesans döneminde bir miktar artar.
Uyku, egzersiz, hipoglisemi, stres insanlarda prolaktin salgısını arttıran diğer
durumlardır. Normal prolaktin düzeyi kadınlarda siklusun her fazında değişimler
gösterse de, 16 ng/ml düzeyini aşmaz. Prolaktin serumda ölçülen en yüksek
düzeyine korpus luteum fazında ulaşır. Menarş öncesi serum prolaktin seviyesi,
reprodüktif fazdaki seviyeden daha düşüktür.
Prolaktin, meme, karaciğer, over, testis, prostat, pituiter bez, böbrek,
akciğer, lenfoid doku, adrenal bez ve hipotalamus üzerindeki reseptörleri
aracılığı ile etki eder (42,43).
Menstrüel Döngü
Menstrüel döngü düzenli aralıklarla görülen siklik menslerle
karakterizedir. Menstrüasyonun düzenliliği hipotalamus, hipofiz ve over
26
arasındaki koordinasyona ve buna bağlı olarak hedef organ endometriumda
meydana gelen siklik değişikliklere bağlıdır.
Tanım gereği her döngü menstruasyonun birinci günü başlar ve bir
sonraki menstruasyonun başlayacağı gün öncesi biter. Ortalama döngü 28 gün
sürerse de bu süre 21-40 gün arasında değişir. Siklus uzaması en çok menarş
sonrası ve menapoza yaklaşırken görülür. Menstrüel döngünün en düzenli olduğu
dönem 20-30 yaşları arasıdır. Menstrüasyon siklusunun üç fazı vardır. Foliküler
faz, ovülasyon ve lüteal faz. Luteal faz uzunluğu fazla çeşitlilik göstermez ve 14
gün sürer. Bunun aksine foliküler faz çok değişkenlik gösterir ve 7 gün ile 3
hafta arasında değişir.
Menstrüasyon, yeni bir siklusun başlangıcını işaret eder. Plazma folikül
stimulan hormon, bir önceki siklusun lüteal fazının sonlarına doğru yükselmeye
başlar ve folikül olgunlaşmasını sağlar. Bu fazda gelişen folikül gittikçe artan
miktarda östradiol salgılar, luteinizan hormonun ovülasyon sırasındaki
yükselişinden yaklaşık 12 saat önce salgı zirveye ulaşır. Östradiol düzeyindeki
bu ani yükseliş, ön hipotalamusa pozitif geri-besleme etki ile LH/FSH artışına
sebep olur. Siklus ortasında görülen gonadotropin artışı, ovulasyona sebep olur.
Ovülasyonu takiben yırtılan folikül, korpus luteum haline dönüşür. Luteal fazın
başlangıcında serum östradiol düzeyinde hızlı bir düşme ve serum progesteron
düzeyinde ise yükselme olur. Gelişen korpus luteum, gittikçe artan miktarda
progesteron ve östradiol salgılar ve bunların düzeyleri ovülasyondan sonra
yaklaşık yedinci günde zirveye ulaşır. Daha sonra, korpus luteumda regresyon
olur ve serum hormon düzeyleri düşer. Siklusun 28’inci gününde, östrodiol ve
progesteron seviyeleri en düşük seviyededir ve menstrüasyon meydana gelir,
yeni siklus başlar (44).
27
Menstruel siklus sırasındaki hormonal dalgalanmalar
Foliküler faz Luteal faz
Foliküler toplanma Baskın folikül Korpus luteum
Gonadotropinler
Gonadotropinler (Follikül stimülan hormon ve Luteinizan hormon) hipofiz
gonadotrop hücrelerinden salgılanan glikopeptidlerdir. FSH ve LH’nun uyarıcısı
hipotalamustan salgılanan Gonadotropin salgılatıcı hormon(GnRH) dur (44).
Folikül stimülan hormon (FSH)
28
Bir yandan granüloza hücrelerinden östrojen salgısını uyarırken öte yandan
da kendi reseptörlerinin çoğalmasını da stimüle eder. Ayrıca artan östrojen
düzeyleri negatif geri besleme ile FSH düzeylerinin düşmesine neden olur.
Bunun sonucu olarak FSH düzeyleri döngünün 5-7. günlerinden sonra düşer.
FSH reseptörü açısından en zengin olan folikül, büyümesine devam ederken
diğerleri atreziye uğrarlar.
Dolaşımdaki FSH düzeyleri foliküler fazın 2. yarısında yükselen östrojen
ve granüloza hücrelerinden salgılanan inhibin etkisi ile baskılanırken bazal
Lüteinizan hormon düzeyleri de yavaş yavaş yükselir. Östrojen ve FSH
sinerjistik olarak foliküler fazın sonuna doğru granüloza üzerinde LH
reseptörlerinin oluşumunu indüklerler.
FSH gebelikte baskılanır. Menopozda ve östrojen yetmezliğine neden olan
over hastalıklarında yükselir (44).
Luteinizan Hormon(LH)
Folliküler fazda overler tarafından salgılanan östrojen seviyelerinin
artışıyla LH salgısı artar. Östrojenin kritik seviyeye ulaşmasıyla LH pik yapar.
Buna FSH artışıda eklenince ovulasyon gerçekleşir. LH daha sonra korpus
luteumun progesteron salgılamasını sağlar. LH gebelik oluşmamışsa, menstrüel
siklusun luteal fazında düşer, korpus luteum atrofiye uğrar (44).
Östrojen
18 karbonlu steroidlerdir. Esas olarak folliküllerin teka interna ve
29
granüloza hücrelerinden FSH kontrolü altında salgılanır. Ayrıca korpus luteum,
plasenta tarafından ve az miktarda adrenal korteks ve testisten salınır. Yine
karaciğer, böbrek, beyin ve yağ dokusu da sentezlenebildiği yerlerdir.
Overlerde prekürsörü androstenediondur. Bu madde overlerde testosteron
ve östrona dönüşür. Testesteron sonradan östradiol(E2)’e dönebilir. Estron
(E1)’da östradiole dönüşebilir. Vucutta en etkin olan östradiol, en az etkin olan
ise % 90 fetal kaynaklı olan östriol(E3)’dür.
Östradiol düzeyi 20-60 pg/ml’dir. Ovulasyon sırasında 200 pg/ml’yi aşar.
Erkeklerde 50 pg/ml’nin altındadır. Dolaşımdaki östradiol’ün yaklaşık 1/3’ü
serbesttir, geri kalanı proteinlere bağlıdır. Albümine % 60, gonadal steroid
bağlayan globuline % 37 oranında bağlanır.
Karaciğerde östrojenler okside olurlar veya glukronit ve sulfat
konjugatlarına çevrilirler. Dikkate alınacak miktarı safraya salınır ve kan akımına
geri absorbe olurlar(enterohepatik sirkülasyon). İnsan idrarında en az 10 farklı
östradiol metaboliti vardır.
Östrojenlerin arttığı durumlar; gebelik, ovulasyon, luteoma, HCG üreten
tümör varlığı ve granüloza hücreli tümördir.
Östrojenin etkileri:
1. Endometriumda proliferatif dönemden sorumludur. Uterus kan akımını
arttırır. Servikste mukus sekresyonunu, ovaryan folikül maturasyonunu sağlar.
Fazlalığı endometriumda hiperplazi ve uterus kanamaları yapar.
2. Vajina, uterus, dış genital organ gelişimi, memede duktal sistem gelişimi
ve büyümesi, dişi sekse yönelik fenotipin sağlanması gibi dişi seksin gelişimi
30
üzerine etkileri vardır.
3. Östrojenlerle kadın sekse özgü davranış kazanılır ve libido artar.
4. Epifizlerin puberte sırasında kapanmasını sağlar.
5. Faktör 2, 7, 9, 10 düzeylerini arttırır. Plazminojeni arttırır. Antitrombin 3
düzeylerini azaltır. Sonuç olarak pıhtılaşmayı arttırıcı etki yapar. Venöz tromboza
eğilim yaratır.
6. HDL kolesterol artar, LDL kolesterol azalır. Yağ dokusunda lipid
oksidasyonu azalır, trigliserid sentezi artar. Anti insülin etkisi vardır.
7. İntraselüler sıvının ekstraselüler bölgeye geçişini arttırarak ödem
oluşumunu kolaylaştırır.
8. Kemik yıkımını engeller, parathormon etkisini azaltır.
9. Barsak hareketliliğini azaltır. Karaciğerde taşıyıcı proteinleri arttırır (44).
Serum östrojen seviyesindeki değişimler migren atağı ve tipini
yakından ilgilendirmektedir. Aurasız migrenli hastalarda bu birliktelik daha sık
olmakla beraber, olayın etyopatogenezi henüz tam aydınlatılamamıştır.
Progesteron
Progesteron korpus luteum, plasenta ve az miktarda adrenal kortekste
yapılan 21 karbonlu steroiddir. Endometriumun sekretuvar döneminden
sorumludur. Steroid hormon salgılayan bütün dokulardaki steroid biyosentezinde
önemli bir ara üründür. Progesteronun dolaşımdaki yaklaşık % 40’ı transkortine,
31
% 50’si albumine bağlı, % 1-2’si ise serbesttir. Karaciğerde pregnanediol’e
çevrilir ve idrarla atılır. Kadınlarda lüteal evrede 220 ng/ml, folliküler evrede 2
ng/ml den az, erkeklerde 2 ng/ml den azdır.
Progesteronun arttığı durumlar;
- menstrüel siklusun lüteal dönemi,
-gebelik,
-ovaryumda lüteal kistler,
-ovaryum tümörleri,
-adrenal tümörlerdir.
Progesteronun etkileri:
1. Fertilize ovumun yerleşmesi için endometriumu hazırlar, kontraksiyonları
engeller, servikal mukus viskozitesini arttırır. Memede glandüler gelişim sağlar.
2. Protein, yağ, karbonhidrat metabolizmasını değiştirir. Hipoglisemik etki
yapar.
3. Sodyum geri emilimini azaltır (özellikle gebelikte). Aldosteron sentezi
artabilir.
4. Hipotalamus termik merkezini etkiler, bazal vucut ısısını yarım derece
arttır.
5. Gevşetici ve mammotropik etkilidir.
6. Virilizan etkilidir.
7. Hipnotik etkilidir (44).
Progesteron hormonu ve migren arasındaki ilişki net değildir.
Yapılan çoğu çalışmada progesteron hormonu ve migren arasında bir ilişki
32
saptanmamasına rağmen, progesteronun santral serotoninerjik ve opioid
reseptörler üzerinde güçlü etkiler göstererek nöronal aktiviteyi değiştirdiği
bilinmektedir.
2003 Uluslararası Başağrısı Sınıflaması
Migren BA;
1.1 Aurasız migren
1.2 Olası aurasız migren
1.3 Auralı migren
1.3.1 Tipik auralı migren
1.3.2 Tipik aura,migren olmayan başağrıları
1.3.3 Tipik başağrısız aura
1.3.4 Familyal hemiplejik migren
1.3.5 Sporadik hemiplejik migren
1.3.6 Baziler migren
1.4 Olası auralı migren
1.5 Çocukluk çağının periyodik sendromları
1.5.1 Siklik kusma atakları
1.5.2 Abdominal migren
1.5.3 Çocukluk çağı benin paroksismal vertigosu
1.6 Retinal migren
1.7 Migren komplikasyonları
1.7.1 Kronik migren
1.7.2 Migren statusu
1.7.3 İskemi olmaksızın dirençli aura
1.7.4 Migrenöz infarktlar
1.7.5 Migrenin uyardığı epileptik nöbetler
33
Aurasız Migren İçin Tanısal Kriterler
A.B-D kriterlerini dolduran en az 5 atak
B.Başağrısı ataklarının 4-72 saat sürmesi (tedavi edilmemiş ya da başarısız
tedavi edilmiş)
C.Başağrısının aşağıdaki özelliklerden en az ikisine sahip olması:
-tek taraflı yerleşim
-zonklayıcı nitelikte
-orta ya da şiddetli ağrı
-günlük fiziksel aktivite ile artması ya da bu aktiviteden kaçınılmasını
sağlaması (örneğin yürümek,merdiven çıkmak vb.)
D. Başağrısı sırasında aşağıdakilerden en az biri:
-bulantı ve/veya kusma
-fotofobi ve fonofobi
E. Başka bir bozukluğa bağlanamaması
34
Auralı Migren İçin Tanısal Kriterler
A.B-D kriterlerini dolduran en az 2 atak
B.Motor güçsüzlük olmadan auranın aşağıdakilerden en az bir tanesini içermesi
-Pozitif özellikleri (örn. Yanıp sönen ışıklar, noktalar ya da çizgiler) ve/veya
negatif özellikleri (görme kaybı) içeren tümüyle geri dönebilen duyusal
semptomlar
-Pozitif özellikleri (örn. İğnelenme) ve/veya negatif özellikleri (uyuşma)
içeren tümüyle geri dönebilen duyusal semptomlar
-Tümüyle geri dönebilen disfazik özellikte konuşma bozukluğu
C.Aşağıdakilerden en az ikisi:
-Homonim görsel belirtiler ve/veya tek yanlı duyusal belirtiler
-En az bir aura semptomunun 5 dakika veya daha uzun sürede yavaş yavaş
gelişmesi ve/veya farklı aura belirtileri 5 dakika veya üzerindeki sürede ard
arda olması
-Her bir belirtinin 5 dakika veya üzerinde ve 60 dakika veya daha altında süre
devam etmesi
D.Aurasız migrenin B-D kriterlerini dolduran başağrısı, aura sırasında ya da
auradan sonra 60 dakika içinde başlaması
E.Başka bir bozukluğa bağlanamaması
35
YÖNTEM VE GEREÇ
Çalışmaya, Mayıs 2005 ve Şubat 2006 tarihleri arasında İstanbul
Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2.Nöroloji Başağrısı
Polikliniğinde, 15-45 yaş arasında migren tanı kriterlerine uyan ve sistemik
herhangi bir hastalığı olmayan 81 kadın hasta alındı. Bu hastalardan 35’i atak
döneminde kontrole gelmediğinden çalışma dışı bırakıldı, bundan dolayı
çalışmada toplam 46 hasta değerlendirildi.
Başağrısı polikliniğimize gelen 15-45 yaş arasındaki kadın hastaların
anamnez, özgeçmiş ve soygeçmiş bilgileri alındı. Ayrıntılı sistemik ve nörolojik
muayeneleri yapıldı.
2003 uluslararası başağrısı sınıflamasına göre hastalar auralı ve aurasız
migren olarak iki gruba ayrıldı.
Hormon düzeyi değişikliği ile giden sistemik hastalığı olan, 15 yaşından
küçük ve 45 yaşın üzerinde olan, hormon replasman tedavisi veya herhangi bir
nedenle hormon tedavisi gören, oral kontraseptif kullanan, menarş öncesi ve
menopoz sonrası olan, gebe veya puerperal dönemde olan hastalar çalışmaya
alınmadı.
Hastaların atak sırasında menstrüasyonun hangi evresinde olduğu
sorgulandı. Atak sırasında ve ataklar arası dönemde alınan iki kanın, menstruel
döngünün aynı evresine denk gelmesine dikkat edildi.
Hastalardan, Clot activator’lü Becton-Dickinson marka tüplere atak
36
sırasında ve ataklar arası dönemde olmak üzere, iki kez 5 cc kan alındı.
Haydarpaşa Numune Hastanesi Biyokimya laboratuarında 1800 g de 10
dakika santrifüj edilerek serumları ayrıldı. Roche Modular E-170 cihazında,
Roche kitleri kullanılarak, elektrokemiluminesans metodu ile serumda Östrojen,
Progesteron, LH, FSH ve Prolaktin hormonu düzeyleri ölçüldü.
İstatistik
Çalışmada yapılan istatistiksel analizler SPSS 10.0 paket programıyla
yapılmıştır.
Verilerin değerlendirilmesinde ortalamaları karşılaştırmaya yönelik
istatistiksel metodlardan çift örneklem t testi ve bağımsız örneklem t testi
kullanılmıştır. Çift örneklem t testi uygulamasında, örneklemlerden birini atak
sırasındaki hastalar oluştururken diğerini ataklar arası dönemdeki hastalar
oluşturur. Atak sırasındaki hastaların hormon seviyelerinin ortalamaları ile,
ataklar arası dönemdeki hastaların hormon seviyeleri ortalamaları karşılaştırılır.
Bağımsız örneklem testinde ise ataklar arası dönemde ve atak sırasında
seviyeleri ölçülen 5 hormonun, auralı ve aurasız hastalardaki ortalamaları
karşılaştırılır. Tüm sonuçlar % 5 hata payı (p = 0.05) anlamlılık düzeyinde
değerlendirilmiştir.
37
BULGULAR
Tablo 1: Ataklar arası dönemde ve atak sırasında ortalama hormon
seviyelerindeki değişiklikler
-2,5035 12,82622 1,89112 -6,3124 1,3054 -1,32448,4830 84,44290 12,45043 23,4066 73,5595 3,894-2,8686 14,59625 2,15210 -7,2031 1,4660 -1,333-1,6598 6,89805 1,01706 -3,7082 ,3887 -1,632
,7772 3,55457 ,52409 -,2783 1,8328 1,483
PROLA1 - PROLA21.ÇiftESTRA1 - ESTRA22.ÇiftLH1 - LH23.ÇiftFSH1 - FSH24.ÇiftPROGES1 - PROGES25.Çift
OrtalamaStandartSapma
StandartHata Alt Sınır Üst Sınır
95 % de GüvenAralıkları
t değeri
46 hastanın atak sırasında ve ataklar arası dönemde ölçülen hormon
değerlerine bakıldığında, atak sırasında estradiol hormonu anlamlı derecede
düşük bulunmuştur(mutlak değer t>1,96).Diğer hormonlarda istatistiksel olarak
anlamlı fark bulunmamıştır(mutlak değer t<1,96).
38
0,00
20,00
40,00
60,00
80,00
100,00
120,00Ö
LÇÜ
M D
EĞ
ER
LER
İ
PROLAKT İN ESTRADIOL LH FSH PROGESTERON
HORMONLAR
AĞRI YOK AĞRI VAR
Grafik 1: Ağrı durumuna göre ortalama hormon seviyeleri.
39
Tablo 2-A: Ataklar arası dönemde, aura durumuna göre ortalama hormon
seviyelerindeki değişiklikler
1,529 4,4097 2,88359 -1,40182 10,22117,499 14,2942 28,65099 -43,44806 72,03649
-1,461 -4,7036 3,21895 -11,19096 1,78379-1,887 -13,5762 7,19544 -28,07769 ,925221,277 1,2328 ,96520 -,71247 3,17801
PROLA1ESTRA1LH1FSH1PROGES1
t değeriOrtalamaFarklar
StandartHata Alt Sınır Üst Sınır
95% de GüvenAralıkları
Ortalamaların Eşitliği Testi
Baş ağrısı yokken incelenen 31 aurasız ve 15 auralı migrenli hastada ölçülen
hormon değerlerine bakıldığında, auralı ve aurasız grup arasında istatistiksel
olarak anlamlı fark bulunamamıştır(mutlak değer t<1,96).
40
0,00
20,00
40,00
60,00
80,00
100,00
120,00Ö
LÇÜ
M D
EĞER
LER
İ
PROLAKTİN ESTRADIOL LH FSH PROGESTERON
HORMONLAR
AURASIZ AURALI
Grafik 2-A: Ataklar arası dönemde, aura durumuna göre ortalama
hormon seviyeleri
41
Tablo 2-B: Atak sırasında, aura durumuna göre ortalama hormon
seviyelerindeki değişiklikler
-1,792 -7,5466 4,21021 -16,03171 ,938552,656 43,3539 16,32038 10,46236 76,24547,410 2,0146 4,90918 -7,87920 11,90842
-1,719 -12,4492 7,24089 -27,04222 2,143902,165 1,1715 ,54113 ,08093 2,26206
PROLA2ESTRA2LH2FSH2PROGES2
t değeriOrtalamaFarklar
StandartHata Alt Sınır Üst Sınır
95% de GüvenAralıkları
Ortalamaların Eşitliği Testi
Baş ağrısı varken incelenen 31 aurasız ve 15 auralı hastada ölçülen
hormon değerlerine bakıldığında auralı hastalarda estradiol ve progesteron
seviyelerinde anlamlı farklılık tespit edildi (mutlak değer t>1,96).
42
0,00
10,00
20,00
30,00
40,00
50,00
60,00
70,00
80,00
90,00Ö
LÇÜ
M D
EĞ
ER
LER
İ
PROLAKTİN ESTRADIOL LH FSH PROGESTERON
HORMONLAR
AURASIZ AURALI
Grafik 2-B: Atak sırasında, aura durumuna göre ortalama hormon
seviyeleri
43
Tablo 3:Aurasız migren hastalarında, atak sırasında ve ataklar arası
dönemde hormon seviyeleri arasındaki değişiklikler
-6,4023 13,01019 2,33670 -11,1744 -1,6301 -2,74057,9590 78,54733 14,10752 29,1476 86,7704 4,108
-,6779 7,14571 1,28341 -3,2989 1,9432 -,528-1,2923 7,88051 1,41538 -4,1829 1,5983 -,913
,7573 2,60221 ,46737 -,1972 1,7118 1,620
PROLA1 - PROLA21.ÇiftESTRA1 - ESTRA22.ÇiftLH1 - LH23.ÇiftFSH1 - FSH24.ÇiftPROGES1 - PROGES25.Çift
OrtalamaStandartSapma
StandartHata Alt Sınır Üst Sınır
95% de GüvenAralıkları
t değeri
31 aurasız migren hastasının baş ağrısı yokken ve baş ağrısı varken hormon
seviyeleri ölçüldü, prolaktin ve estradiol hormon değerlerinde istatistiksel olarak
anlamlı farklılık tespit edildi(mutlak değer t>1,96).
44
0,00
20,00
40,00
60,00
80,00
100,00
120,00Ö
LÇÜM
DEĞ
ERLE
Rİ
PROLAKTİN ESTRADIOL LH FSH PROGESTERON
HORMONLAR
AĞRI YOK AĞRI VAR
Grafik 3: Aurasız migren hastalarında, atak sırasında ve ataklar arası
dönemde hormon seviyeleri
45
TARTIŞMA
Migrenle karşılaşma sıklığı çocukluk döneminde anlamlı bir cinsiyet farkı
gözetmezken, puberteden sonra kadınlarda artmakta ve erişkin nüfusta kadın-
erkek oranı 2/1’e ulaşmaktadır.
Genel olarak kadınlarda sık görülmesi, bir çok kadında menstrüasyonla
ilişkili migrenin olması, hamilelik ile migrenin göreceli olarak hafiflemesi ve
doğum kontrol hapı kullanan bazı kadınlarda migren sıklığının değişmesi, kadın
seks hormonlarının migren patofizyolojisinde rolü olduğuna açıkça işaret
etmektedir.
Somerville bir çalışmasında normal ve migrenli kadınlardaki serum
hormon seviyelerini ölçmüştür. Bu çalışmada, östradiolun iki kez yükselmekte
ve düşmekte olduğu; preovulatuar yükselmeyi hızlı bir düşüşün, luteal fazdaki
yükselmeyi ise menstrüasyona kadar devam eden yavaş bir düşüşün izlediği
tespit edilmiştir. Progesteronun ise foliküler fazda düşük kalmakta, siklus
ortasında yükselmeye geçip, luteal faz süresince yüksek kalmakta ve
menstrüasyon öncesi düşmekte olduğu saptanmıştır. Somerville normal ve
migrenli kadınlardaki bu dalgalanmalar arasında bir fark tespit edememiştir.
Ancak migren atağının östrojen ve progesteron en düşük değerlere indiğinde
veya hemen akabinde ortaya çıktığını gözlemlemiştir.
Somerville bu hormonlardan hangisinin etkili olduğunu anlamak için,
premenstrüel devrede hastaların altısına östradiol, altısına da progesteron
46
hormonu vermiştir. Progesteron verdiklerinde menstrüasyonun geciktiğini, ancak
migren atağının beklendiği zamanda ortaya çıktığını gözlemlemiştir. Östradiol
enjeksiyonunun ise kanamayı geciktirmediğini, ama migreni 3-9 gün
ertelediğini, östradiol 20 ng/100ml’nin altına düştüğünde ise migren atağının
başladığını tespit etmiştir.
Bu çalışmayı izleyen 3 çalışmasında, Somerville en az 6 ay boyunca,
özellikle menstrüasyonla ilişkili migren hikayesi olan 14 migrenli kadın hasta ile
çalışmıştır. Normal menstrüel döngünün geç luteal fazında östrojen seviyesinin
düşmesinin migreni tetiklediğini göstermiştir. Uzun etkili östradiol valerat ile
yüksek plazma östradiol seviyesi korunduğunda, migren atağının ertelenebildiği
saptanmıştır. Endojen progesteron seviyelerinin düşmesi ile normal menstrüel
kanamanın ortaya çıktığı, fakat bunun migren atağına neden olmadığı
gözlemlenmiştir. Bununla birlikte sadece serum östradiol seviyesindeki düşüşün
migren atağı oluşturduğu, fakat kısa etkili bir östrojen preparatı uygulandığında
aynı etkiyi ortaya çıkarmadığı tespit edilmiştir. Bu durum Somerville’e,
ovulasyonda değil ama geç luteal evrede olduğu gibi, uzamış östrojen etkisinin
ardından östrojen seviyesinin düşmesinin migreni tetiklediğini düşündürmüştür
(45,46).
Somerville’in, yüksek östrojen seviyelerine maruz kalındıktan sonra
östrojen hormonu azalması ile bağlantılı migren atakları teorisini destekleyen
durumlar:
-Kombine oral kontraseptif ilaç kullanan çoğu kadında, 21 gün yüksek
östrojen seviyelerine maruz kaldıktan sonraki bir haftalık ilaçsız dönemde,
östrojen seviyeleri düşünce migren ataklarının oluşması.
47
-Migrenin hamilelik sırasında östrojen seviyeleri yükselince kısmen
düzelmesi, ama doğum sonrası östrojen seviyesi düşünce tekrar şiddetlenmesi.
- Eskiden uygulanan hormon yerine koyma tedavisinde, 21 gün östrojen
aldıktan sonraki 7 günlük ilaçsız dönemde migrenin ortaya çıkması.
-Migrenin, menapozdan sonra over siklusu sona erip östrojen ufak
dalgalanmalar ile birlikte düşük seviyelerde kalınca düzelmesi.
Östrojen düşüşünün hangi mekanizma ile migrene sebep olduğu tam
anlamıyla açıklığa kavuşmuş değildir. Grant “başağrısına eğilimli” kadınlardan
söz etmiştir. Bu kadınların uterus arterleri hipertrofik bulunmuştur. Aynı
değişikliklerin karotis arter sisteminde de görülebileceğini öne sürmüş ve
normal hormon oynamalarının patolojik bir damar cevabına yol açacağına
dikkati çekmiştir (47).
Literatürde Somerville’in yaptığı çalışmaları destekleyen birçok çalışma
vardır. Bunları aşağıda özetlemeye çalışacağız.
Mc Gregor ve arkadaşları 29-49 yaşları arasında , menstrüel veya
menstrüasyon ilintili migreni olan 40 kadın ile yaptığı çalışmada, idrarda
östrojen, progesteron, FSH ve LH değerlerini ölçmüştür. Bu çalışmanın
sonucunda migren atağının, menstrüel siklusun geç luteal veya erken foliküler
fazında, östrojen hormonunun ani düşüşü ile ilişkili olabileceği sonucuna
varılmıştır. Progesteron seviyeleri ile migren atağı arasında hiçbir ilişki
bulunamamıştır (48).
Epstein ve arkadaşları, migreni olan 14 kadında östrojenin azalma
48
miktarını migreni olmayan 8 kadınla karşılaştırmış; migreni olan kadınlarda
östrojen düşüş miktarı daha fazla bulunmuştur. Bu çalışma sonucunda östrojen
hormonu aktivitesindeki değişimin migrenli tüm kadınlarda etyoloji ile ilgili bir
faktör olabileceği sonucuna varılmıştır (49).
Lichten ve arkadaşları östrojen verilen 28 menopoz sonrası kadın ile
çalışma yapmıştır. Menopoz öncesi menstrüasyonla ilişkili migren hikayesi olan
kadınlarda plazma östrojen konsantrasyonundaki bir düşüşün migren ataklarını
başlatabileceğini göstermişlerdir (50).
Bizim çalışmamızda 46 kadın hastanın atak sırasında ve ataklar arası
dönemde ölçülen hormon değerlerine bakıldığında; atak sırasında ölçülen
estradiol hormonu seviyesi ataklar arası dönemde ölçülen estradiol hormonu
seviyesinden anlamlı derecede düşük bulunmuştur. Fakat progesteron, prolaktin,
FSH ve LH hormon seviyeleri ile ilgili anlamlı bir fark saptanmamıştır.
Literatürde, migrenin iki alt tipi olarak bilinen auralı ve aurasız migrenin,
iki farklı antite olduğunu iddia eden çeşitli çalışmalar vardır.
Akut migrende bölgesel beyin kan akımı çalışmalarında, auralı migrende
olan fakat aurasız migrende olmayan, yayılan hipoperfüzyon durumu
gösterilmiştir. Bu iki migren formu arasındaki patofizyolojik farklılığı
göstermektedir. Bununla birlikte; bölgesel beyin kan akımı ve transkranyal
doppler kullanılarak yapılan yeni çalışmalarda, her iki migren tipinin ağrı fazında
benzer hemodinamik değişiklikler saptanmıştır. Ek olarak auralı ve aurasız
migren tipinin ağrı fazı aynı tür ilaçlara cevap vermektedir. Yine de her iki
migren tipindeki epidemiyolojik çalışmalar, aile hikayesi, semptomatoloji ve
tetikleyici faktörler dikkate alınırsa, auralı ve aurasız migrenin iki ayrı sendrom
49
olduğu sonucuna varılmaktadır (52).
Çeşitli çalışmalar auralı ve aurasız migrenin, dişi seks hormonlarına farklı
derecede duyarlılığının olduğunu öne sürmektedir.
Kaiser ve Meienberg, migren öyküsü olan ve menopoz tedavisi için
günlük 50 mikrogram transdermal östrojen yaması kullanan 10 kadın hasta ile
çalışma yapmıştır. Bunlardan 3 auralı migren öyküsü olan hastada, hormon
yerine koyma tedavisi başlandıktan sonra başağrısı şiddetinde ve görsel aura
süresinde artış olduğu belirtilmiştir. Bunun dışında daha önceden migren tanısı
almamış bir hastada baş ağrısı olmadan sadece görsel aura ortaya çıktığı tespit
edilmiştir (51).
Bu ve benzeri çalışmalar sonucunda; aurasız migren atağı ile östrojen geri
çekilmesi arasındaki bağlantının aksine, auralı migren ataklarının yüksek plazma
östrojen konsantrasyonu ile ilişkili olduğu sonucuna varılmıştır.
Cupini ve arkadaşlarının 88 auralı ve 180 aurasız migrenli kadın hastada
yaptığı çalışmada kadın seks hormonları ve migren arasındaki bağlantı
araştırılmıştır. Menstrüasyon sırasında migren atağı geçiren hastaların aurasız
migrenli grupta daha sık olduğu saptanmıştır. İlk atağın gebelik sırasında
başlaması auralı migrenli grupta anlamlı derecede sık bulunmuştur. Oral
kontraseptif kullanımı ve menapozun auralı ve aurasız migrenli grubu benzer
şekilde etkilediği saptanmıştır. Bu çalışma sonucunda auralı ve aurasız migrenin
her ikisininde hormonal değişikliklerden etkilendiği sonucuna varılmıştır (52).
Mac Gregor ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada, migren atağı sırasında
auralı migrenli kadınlarda ortalama östradiol seviyesi(94,4 pg/ml), kontrol grubu
50
(50,6 pg/ml) ve aurasız migrenli kadınların(41,6 pg/ml) iki katı civarı
yükseklikte bulunmuştur. Ayrıca gebelikle(özellikle 3. trimesterde) yeni başlayan
aura arasında anlamlı bir ilişki saptanmıştır (53).
Granella ve arkadaşlarının tipik auralı migreni olan 100 kadın hasta ile
yaptıkları çalışmada, auralı migreni olan kadınlarda, kontrol grubu ile
karşılaştırınca, oral kontraseptif kullanımı ile migren atağı sıklık ve şiddetinde
artış saptanmıştır. Bunun aksine aurasız migreni olan kadınlarda kombine oral
kontraseptif kullanımının ataklar üzerine olumlu sonuçlar sağladığı saptanmıştır
(54).
Bu çalışmalar bize, aurayı tetikleyen kritik bir östrojen konsantrasyonun
olabileceğini göstermektedir.
Yüksek östrojen seviyeleri trombosit agregasyonunu arttırmaktadır; bu
durum inme için bir risk faktörüdür. Kombine oral kontraseptif kullanımı ve
gebelikte östrojen yüksekliğine bağlı trombosit agregasyonu artar. Kombine oral
kontraseptif kullanımı ile aura gelişmesini gösteren çalışmalar, aura oluşumu ile
trombosit agregasyonu arasında bir ilişki olduğunu savunmaktadır. Kombine oral
kontraseptiflerin kesilmesinden sonra auranın kaybolması, trombosit
agregasyonunun azalması ile ilişkili bulunmuştur. Artmış trombosit agregasyonu,
görsel korteksteki damarlarda trombosit mikroembolilerine neden olduğu, bu
durumunda auraya neden olduğu iddia edilmektedir (55,56).
Beckham ve arkadaşları yaptıkları çalışmada, luteal evrede serum
progesteron seviyeleri ile baş ağrısı indeksi arasında pozitif bir ilişki saptamıştır.
Hafif-orta serum progesteron seviyesi migrende koruyucu olabilirken, yüksek
progesteron seviyesinin migreni arttıracağı sonucuna varılmıştır. Fakat bu
51
çalışmada auralı veya aurasız migren ayırımı yapılmamıştır (57).
Biz çalışmamızda atak sırasında auralı migreni olan hastalarımızda
östrojen ve progesteron düzeylerinde anlamlı bir artış olduğunu tespit ettik.
Literatürleri incelediğimizde östrojen artışının auralı migren ile ilişkisi tespit
edilmesine rağmen, progesteron artışı ile auralı migren arasındaki ilişkiyi
gösteren çalışma yoktur.
Literatürde migren patogenezi ile prolaktin hormonu arasındaki ilişkiye
değinen önemli çalışmalar vardır.
Epstein ve arkadaşları, 14’ü migren tanısı almış, 8’i migren başağrısı
olmayan 22 kadın hasta ile çalışma yapmıştır. Yaş ortalaması 18-43 olan
hastaların çalışmaya başlamadan 2 hafta önce migren tedavisi için kullandıkları
ilaçlar kesilmiş, çalışma süresince de ilaç verilmemiştir. Migren hastalarında ve
kontrol grubunda ortalama serum FSH benzer düzeyde, ortalama serum LH
seviyeleri migren hastalarında kontrol grubundan biraz daha düşük bulunmuştur.
Migren hastalarında ve kontrol grubunda serum prolaktin hormonunda belirli
döngüsel değişimlere rastlanmamıştır, hormon düzeyinde önemli dalgalanmalar
ve siklus boyunca rastgele yükselmeler saptanmıştır. Ortalama serum prolaktin
düzeyleri, migren hastalarında kontrol grubu ile kıyaslandığında anlamlı fark
göstermediği tespit edilmiştir (49).
Cassidy ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada, 10 auralı migren, 10 aurasız
migren ve 10 kontrol grubu olmak üzere 30 kadına 5HT1A reseptör agonisti olan
buspiron verilmiştir. Endokrin cevap prolaktinin taban değeri ve buspiron sonrası
maksimum prolaktin artış miktarı arasındaki fark ölçülerek değerlendirilmiştir.
Gruplar arasındaki prolaktin taban değeri eşit bulunmuştur. Auralı migrenli
52
hastalarda buspirona prolaktin cevabı, sağlıklı kontrollerle aynı olmasına
rağmen, aurasız migrenlilerde buspirona prolaktin cevabı kontrol grubundan 4
kat fazla saptanmıştır (58).
Bu çalışma göstermiştirki, aurasız migrende olan santral amin reseptör
aşırı duyarlılığı, auralı migrende yoktur. Bu bulgular, merkezi 5HT fonksiyonun
migren alt tipleri arasında değiştiği hipotezini desteklemektedir.
Cavestro ve arkadaşlarının 17-57 yaşları arasında, başağrısı atakları
tarifleyen 27 kadın hasta ile yaptıkları çalışmada, 7 kadın hastada prolaktin
seviyeleri yüksek bulunmuştur. 7 hastadan 4’ünde saf aurasız migren, 3’ünde
aurasız migrenle birlikte gerilim tipi başağrısı saptanmıştır. 6 ila 16 ay arası bir
süre kabergolin tedavisi uygulanan 7 hastadan 6’sı tedaviye olumlu yanıt
vermiştir (59).
Prolaktin hormonunun akut faz reaktanı gibi davrandığı, bu nedenle
migren atağı sırasında kan düzeyinin arttığı düşünülmektedir. Literatürde
özellikle aurasız migren hastalarında atak sırasında prolaktin hormonu yüksekliği
tespit edilmiştir.
Bizim çalışmamızda 31 aurasız migrenli kadın hastanın atak sırasında kan
prolaktin hormonu seviyesi, ataklar arası dönemdeki düzeyden anlamlı derecede
yüksek bulunmuştur. 46 hasta auralı ve aurasız migren diye ayrılmadan
incelendiğinde, atak sırasında serum prolaktin seviyesi ataklar arası dönemde
ölçülen değerden yüksek saptanmasına rağmen, istatistiksel olarak anlamlı
bulunmamıştır.
53
SONUÇ
Mayıs 2005 ve Şubat 2006 tarihleri arasında, 15-45 yaş aralığında olan,
migren tanı kriterlerine uyan, 31’i aurasız ve 15’i auralı migren olan toplam 46
kadın hasta ile yapılan bu çalışmada, migren atağı sırasında ve ataklar arası
dönemde östrojen, progesteron, FSH, LH ve prolaktin hormon seviyeleri
değerlendirilmiştir.
46 hasta auralı ve aurasız migren olarak ayrılmadan değerlendirildiğinde,
östradiol hormonu atak sırasında, ataklar arası dönemle kıyaslanınca, düşük
bulunmuştur. Bu durum pek çok çalışmada saptanan belli bir süre yüksek
östradiol seviyelerine maruz kalındıktan sonra, östradiolun düşmesi ile migren
atağı ortaya çıkması hipotezi ile uyumludur. Çalışmamızda diğer hormonlar ile
ilgili anlamlı bir fark saptanmamıştır.
46 hastada ataklar arası dönemde, auralı ve aurasız migrenli grup arasında
hormon seviyelerinde anlamlı bir fark saptanmamıştır.
Migren atağı sırasında 46 hasta değerlendirildiğinde, aura sırasında ölçülen
östradiol ve progesteron hormonlarının ortalaması, aura yokken ölçülen
seviyelerden anlamlı şekilde yüksek saptanmıştır. Östradiol hormon seviyesinin
yüksekliği ile auranın tetiklendiğini gösteren bir çok çalışma vardır. Fakat
literatürde progesteron hormonu yüksekliği ile aura arasında anlamlı bir
bağlantıdan söz edilmemektedir; sadece progesteron seviyesinin yüksekliğinin
başağrısını provake ettiğine değinilmektedir.
54
Sadece 31 aurasız migrenli hastayı değerlendirdiğimiz zaman, migren atağı
sırasında, ataklar arası dönemle kıyaslandığında östradiol hormonu düşmekte ve
prolaktin hormonu yükselmektedir. Literatürde çalışmamızla uyumlu olarak
östradiol geri çekilmesinin –uzun süre yüksek östradiole maruz kalındıktan sonra
östradiolun aniden düşmesi durumu- özellikle aurasız migrenli kadınlarda
migren atağına sebep olduğu saptanmıştır.
Sonuç olarak migrenli kadın hastalarda, atak sırasında ve ataklar arası
dönemde östrojen ve prolaktin hormon düzeylerinde anlamlı değişiklikler
olmaktadır. Migren başağrısı olan hastalarda bu hormon değerlerinin takibi,
migrenin etyopatogenezi ve tedavisinde faydalı olabilecektir.
55
ÖZET
Migren, nörolojik, gastrointestinal ve otonom değişikliklerin çeşitli
kombinasyonlarda eşlik ettiği, birincil epizodik bir baş ağrısı bozukluğudur. Baş
ağrısı 4-72 saat arasında sürer; ataklar arası dönemde hasta genellikle
semptomsuzdur.
Tüm migrenli hastaların % 70-90'ı aurasız migren, % 10-30'u auralı
migrendir. Migrenin iki alt tipi olarak bilinmelerine rağmen, son zamanlardaki
çalışmalarda saptanan patogenetik ve klinik farklılıkları nedeniyle iki ayrı
sendrom olarak değerlendirilme eğilimi vardır.
Menstrüel siklus hipotalamus, hipofiz ve overler arasındaki etkileşimler
dizgesinin sonucunda oluşur.
Çocukluk çağında her iki cinste eşit sıklıkta saptanan migrenin, puberteden
sonra kadınlarda 2 kat sık görülmesi kadın seks hormonları ile ilişkilendirilir.
Menstrüasyon dışında, oral kontraseptifler, menapoz, hormon yerine koyma
tedavisi ve gebelik de migrenin seyrini değiştiren diğer durumlardır.
15 auralı ve 31 aurasız migrenli kadın hasta ile yaptığımız bu çalışmada,
kadın seks hormonları ile migren atağı ve aura durumu arasındaki ilişkiyi
inceledik.
Çalışmamızda; özellikle aurasız migrenli hastalarda östradiol geri
çekilmesinin migren atağını başlattığını saptadık. Auralı migrende ise, aurasız
56
migrenin tam tersine, yüksek serum östradiol seviyelerinin migren atağını
tetiklediğini saptadık. Ayrıca aurasız migrende, atak anında ölçülen prolaktin
seviyesini, ataklar arası dönemdekinden yüksek bulduk. Özellikle 15-45 yaş
arasındaki kadın hastalarda östrojen ve prolaktin hormon düzeylerine bakılarak
migrenin etyopatogenezi hakkında bilgi elde edilebilir. Migrenin profilaktik
tedavisinde östrojen preparatlarının kullanımı yararlı olabilir.
57
KAYNAKLAR
1.Lipton RB, Stewart WF, Diamond S, Diamond ML, Reed M. Prevalence and burden of migraine in the United
States: Data from the American Migraine Study 2. Headache 2001; 41:646-57.
2.Özge A, Buğdaycı R, Şaşmaz T, Kaleağası H, Kurt Ö, Karakelle A, Tezcan H, Siva A. The Sensitivity and
Specificity of the Case Definition Criteria in Diagnosis of Headache Cephalgia, 2002; 22: 791-8.
3.Silberstein SD, Young SD, Young WB, Migraine aura and prodrome. Sem Neurol 1995; 45: 175-82.
4.Jensen K, Tfelt-Hansen P, Lauritzen M, Olesen J. Classic migraine, a prospective recording of symptoms. Acta
Neurol Scand 1986; 73:359-62.
5.Blau JN. Classical migraine: symptoms between visual aura and headache onset. Lancet 1992; 340: 355-6.
6.Olesen J. Some Clinical features of the acute migraine attack. An analysis of 750 patients. Headache 1978;
18:268-71.
7.Sacks O. Migraine: understanding a common disorder. Berkeley: University of California Press, 1985.
8. Bickerstaff ER. Migraine variants and complications. In: Blau JN, ed. Migraine: Clinical and Research
Aspects. Baltimore: Johns Hopkins University Press, 1987, 55-75.
9.Hosking G. Special forms: variants of migraine in childhood. In: Hockaday JM, ed. Migraine in childhood.
Boston: Butterworths, 1988, 35-53.
10.Marks As, Casselman J, Brown D et al. Ophthalmoplegic migraine: reversible enhancement and thickening of
the cistemal segment of the oculomotor nerve on contrast-enhanced MR images. Am J Neuroradiol 1988; 19:
1887-91.
11.Bradshaw P, Parsons M. Hemiplegic migraine, a clinical study. Q J Med 1965; 133: 65-85.
12.Graham, JR. &Wolff, HG. Mechanism of migraine headache and action of ergotamine tartate. Arch
Neurol Psychiat 1938;39,737-63 (Abstract).
13.Moskowitz MA. Neurogenic versus vascular mechanism in migraine headaches. Trend Pharmacol Sci.
1992;13:307-11.
14.Goadsby PJ, Lipton R, Ferrari M. Migraine: current understanding and management. N Engl J Med
2002;346(4): 257-70
15.Bolay H, Reuter U, Dunn A, Huang Z, Boas D, Moskowitz A. Intrinsic brain activity triggers trigeminal
meningeal afferents in a migraine model. Nature Medicine, 2002; 8(2): 136-42.
58
16.Iadecola C. From CSD to headache: a long and winding road. Nature Med, 2002; 8(2): 110-12.
17.Penfield, W.&McNaughton,F. Dural headache and innervation of the dura mater. Arch Neurol Psychiatr
1940;44,43-75 (Abstract).
18.Ray, BS. & Wolff, HG. Experimental studies on headache: pain sensitive structures of the head and their
significance in headache. Arch Surg 1940;41,813-56 (Abstract).
19.Mayberg M, Langer RS,Zervas NT,& Moskowitz MA. Perivascular meningeal projections from cat
trigeminal ganglia: possible pathway for vascular headaches in man. Science 1981; 213,228-30.
20.Feindel W, Penfield W. &McNaughton F. The tentorial nerves and localization of intracranial pain in man.
Neurology 1960; 10,555-63 (Abstract).
21.Buzzi MG. & Moskowitz MA. The antimigraine drug, sumatriptan (GR43175), selectively blocks
neurogenic plasma extravasation from blood vessels in dura mater. Br J Pharmacol 1990; 99,202-6.
22.Sillanpaa M. Changes in the prevalence of migraine and other headaches during the first seven school years.
Headache 1983;23:15-9.
23. Silberstein SD, Capobianco DJ, Dodick DW. Migraine in special populations. Neurology 2003;60
(Suppl. 2):S50-57.
24.Allen GV, Barbrick B. & Esser MJ. Trigeminal-parabrachial connections: possible pathway for nociception-
induced cardiovascular reflex responses. Brain Res 1996; 715, 125-35.
25.Bolay H, Moskowitz MA, Mechanisms of Pain Modulation in Chronic Syndromes. Neurology, 2002; 59 (5
suppl 2): S2-7.
26.Weiller C, May A, Limmroth V, Jupther M, Kaube H, Schayck RV, Coenen HH, Diener HC. Brain stem
activation in spontaneous human migraine attacks. Nat Med. 1995; 1(7): 658-60.
27.Leao, A.Spreading depression of activity in the cerebral cortex. Journal of Neurophysiology, 1944; 7:32
(Abstract).
28.Hadjikhani N. Et al. Mechanism of migraine aura revealed by functional MRI in human visual cortex. Proc
Natl Acad Sci USA, 2001; 98: 4687-92.
29.Cao Y, Welch KM, Aurora S. &Wikingstad Em. Functional MRI-BOLD of visually triggered headache in
patiens with migraine. Arch Neurol, 1999;56: 548-54.
30.Lauritzen M, &Olesen J. Regional cerebral blood flow during migraine attacks by Xenon-133 inhalation and
emission tomography. Brain, 1984;107:447-61.
31.Olesen J, Iversen HK, Thomsen LL. Nitric oxide supersensitivity: a possible molecular mechanism of
59
migraine pain. Neuroreport. 1993; 4: 1027-30.
32.Lassen LH, Ashina M, Christiansen I, Ulrich V, Olesen J. Nitric oxide synthase inhibition in migraine.
Lancet 1997; 349: 401-2.
33. Bousser MG, Conard J, Kittner S, de Lignieres B, MacGregor EA, Massiou H, et al. Recommendations on
the risk of ischemic stroke associated with use of combined oral contraceptives and hormone replacement
therapy in women with migraine. Cephalgia 2000;20(155-6).
34. Becker WJ. Use of oral contraceptives in patients with migraine. Neurology 1999;53(Suppl. 1):S19-25.
35. Bousser MG, Ratinahirana H. Migraine and pregnancy: a prospective study in 703 women after delivery.
Neurology 1990;40:437 (Abstract).
36.Ferrari MD, &Saxena PR. Clinical and experimental effects of sumatriptan in humans. Trends Pharmacol Sci
1993; 14, 129-33.
37.Cumberbatch MJ. Williamson DJ. Mason GS. Hill RG, & Hargreaves RJ. Dural vasodilation causes a
sensitization of rat caudal trigeminal neurones in vivo that is blocked by a 5-HT1B/1D agonist. Br J
Pharmacol 1999;126, 1478-86.
38.Silberstein SD. Preventive treatment of migraine: an overview. Cephalgia 1997; 17:67-72
39.Matchar DB, Young WB,Rosenberg JA et al. Evidence-based guidelines for migraine headache in the
primary care setting: pharmacological management of acute attacks.
40. Lange R, Schwarz JA, Hohn M. Acetylsalicylic acid effervescent 1000 mg (AspirinH) in acute migraine
attacks; a multicentre, randomized, double-blind, single-dose, placebo-controlled parallel group study.
Cephalalgia 2000;20:663-7.
41. Silberstein SD, Freitag FG. Preventive treatment of migraine. Neurology 2003;60(Suppl. 2):S38-S44.
42. Cecil Essentials of Medicine. Bölüm 9: S463-S464.
43. Bükülmez O, Arıcı A. Temel Kadın Hastalıkları ve Doğum Bilgisi. Bölüm 6: S1113-S1114.
44. Oktay K, Bükülmez O, Arıcı A. Temel Kadın Hastalıkları ve Doğum Bilgisi. Bölüm 6: S1119-S1144.
45. Somerville BW. The role of estradiol withdrawal in the etiology of menstrual migraine. Neurology
1972; 22:355-65.
46. Somerville BW. The role of progesterone in menstrual migraine. Neurology 1971; 21: 853-59.
47. Grant ECG. Relation between headaches from oral contraceptives and development of endometrial
arterioles. Br Med J 1968; 3: 402-5.
48. MacGregor EA, Frith A, Ellis J, Aspinall L, Estrogen ‘withdrawal’ : a trigger for migraine? A double-
60
blind placebo-controlled study of estrogen supplements in the late luteal phase in women with migraine.
Cephalgia 2003; 23:684.
49. Epstein MT, Hockaday JM,Hockaday TD. Migraine and reproductive hormones throughout the
menstruel cycle. Lancet 1975; 1: 543-48.
50. Lichten EM, Lichten JB, Whitty A, Pieper D. The confirmation of a biochemical marker for women’s
hormonal migraine : the depo-estradiol challange test. Headache 1996; 36: 367-71.
51. Kaiser HJ, Meienberg O. Deterioration of onset of migraine under estrogen replacement therapy in the
menopause. J Neurol Neurosurg Psychiatry 1993; 240: 195-97.
52. Cupini LM, Matteis M, Troisi E, Calabresi P, Bernardi G, Silvestrini M. Sex-hormone-related events in
migrainous females. A clinical comparitive study between migraine with aura and migraine without aura.
Cephalgia 1995; 15: 140-4.
53. MacGregor A. Estrogen replacement and migraine aura. Headache 1999; 39: 674-678.
54. Granella F, Sances G, Pucci E, Nappi RE, Ghiotto N, Nappi G. Migraine with aura and reproductive life
events: a case control study. Cephalgia 2000; 20: 701-7.
55. Hanington E, Jones RJ, Amess JA. Platelet aggregation in response to 5-HT in migraine patients taking
oral contraceptives. Lancet 1982; 1: 967-968.
56. Mazal S. Migraine attacks and increased platelet aggregability induced by oral contraceptives. Aust N Z
J Med. 1978; 8: 646-648 (Abstract).
57. Beckham JC, Krug LM, Penzien DB. The relationship of ovarian steroids, headache activity and
menstruel distress: a pilot study with female migraineurs. Headache 1992; 32:292-297.
58. Cassidy EM, Tomkins E, Sharifi N, Dinan T, Hardiman O, O’Keane V. Differing central amine receptor
sensitivity in different migraine subtypes? A neuroendocrine study using buspirone. Pain. 2003 Feb; 101:
283-90 (Abstract).
59. Cavestro C, Rosatello A, Marino MP, Micca G, Asteggiano G. High prolactin levels as a worsening
factor for migraine. J Headache Pain. 2006 Apr; 7: 83-9 (Abstract).
61