Upload
wolfgang06
View
238
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
8/18/2019 Müziğin Toplumsal Temelleri
1/26
8/18/2019 Müziğin Toplumsal Temelleri
2/26
Toplumsal yapıdaki dönüşümlerin Batı müziğindeki yansı
malarını kolayca görebiliriz. Batının geçirdiği ekonomik ve top
lumsal dönüşümler müziğe büyük ölçüde yansımıştır. Batı müzi
ği tarihi Batının toplumsal tarihinin bir aynası gibidir.
Akla şöyle bir soru daha gelebilir: Müziğin yapısı ve özün
deki değişimlere bakarak toplumsal değişme hakkmda düşünce
sahibi olabilir miyiz? Daha açık bir deyişle, müzik toplumsal de
ğişmenin bir göstergesi olarak kabul edilebilir mi? Örneğin Ba
tıda, Barok çağdan Klasik ve Romantik çağa geçişte müzik öz ve
biçim olarak büyük değişimlere uğramıştır. Yine biliyoruz ki ay
nı dönemde Batıda büyük toplumsal dönüşümler meydana gel
miştir. Bu koşutluk rastlantısal mıdır, yoksa belirli kurallar için
de mi gerçekleşmektedir? Geleneksel müziğimizi ele aldığımız
da. Batıdakine benzer değişimler göze çarpmamaktadır. Bu Os
manlı toplumunun Batıya oranla daha dural (statik) bir yapı
ya sahip oluşundan mı kaynaklanmaktadır?
Akla gelebilecek bir başka soru da, yine yukarıda söylenen
lere bağlı olarak, müzik ve ideoloji aras ınd ak i ilişkilerin neler
olabileceğidir.
Biliyoruz ki, üretim ilişkilerince belirlenen hukuksal ve si
yasal üstyapı, yine bir üstyapı kurumu olan sanatı da biçimlen
dirir. Bu üstyapı ideolojik bir nitelik taşır. Üretim tarzındaki de
ğişme, toplumsal ilişkiler zincirinde ve giderek üstyapıda değişik
likler yaratır ve yeni ideolojik oluşumlar sanatta yeni akımların,
yeni biçimlerin doğmasına neden olur.
Plehanov, «her sanat yapıtı, her felsefe sistemi gibi, belirli
bir çağın düşünce ve davranış biçimleriyle açıklanabilir,»' der. Bu
düşünce ve davranış biçimleri o çağın başat ideolojisidir ve mü
zik, sanatın bir dalı olarak ister istemez bu ideolojiyi yansıtacak
tır. Toplumsal yapıdaki herhangi bir değişme anında müzik, top
lumun yeni ekonomik ve toplumsal yapısına eklemlenir. Bu di
yalektik ilişki müziğin bir önceki müzik biçimlerine ve anlayışı
na eklemlenmesi gibi bir görünüm taşır. Bununla birlikte top
lum sal değişme dikk ate alınm adıkça , mü zik-toplum ilişkisi ortaya konmadıkça, yapılacak her açıklama bir betimlemeden öte
ye gidemez. Ancak bu ilişki göz önünde bulundurulduktan sonra
müziğin iç diyalektiği önem kazanır. Bu arada müziğin diğer sa
nat dalları ve özellikle çağın düşünce sistemi ile olan ilişkilerini
gözden kaçırmamak gerekir.
Çoksesli Düşünce-Çoksesli Müzik
İlkel insan güneş, yağmur, doğum, erginlik, sağlık, ölüm, av
ve savaş için tanrılarına yalvarırdı. Tanrılara seslenirken günlük
59
8/18/2019 Müziğin Toplumsal Temelleri
3/26
anlaşma biçimlerinden değişik bir tonla seslenir, değişik hare
ketler yapardı. Böylece ilk müzik ve dans birlikte doğdu. Bunlar
zamanla yinelene yinelene ayinler halini aldılar ve kalıpsal dav
ranışlar olarak değişmezlik kazandılar. Bu kalıpsal davranışla
rın ardında kökleşmiş bir kalıpsal düşünce vardı. İnsanlık tarihi
nin büyük bir bölümü bireyi, kalıpsal ya da tek değerli düşünen
bir varlık olarak çıkarır karşımıza. Bu tür toplumlara genel ola
rak
teksesli toplumlar
da diyebiliriz. Toplum sal işbölüm ünün he
nüz ekonomik ve toplumsal yapıya tam olarak damgasını vura
madığı bu tür toplumlarda tekseslilik güçlüdür. İşbölümüyle bir
likte teksesli düşünce gücünü yitirmeye başlar ve çoksesli düşün
ce burjuva top lumunda doruğuna erişir. İşte müzikteki çoksesli
lik de bu tür toplumlara tekabül eder. Toplumsal yapıdaki dönü
şümler nasıl bir gece içinde olmadı ve yüzyılları gerektirdiyse, ay
nı dönüşüm müzik için de böyle uzun bir süreyi gerektirmiştir.
Aynı tarihsel gelişimi Weber, akılcı-olmayandan akılcılığa uza
na n bir süreç olarak niteler. W eber'e göre, bü yü nün yeryüz ün
den yok olmasıyla başlıyan bu süreç, akılcı ekonomi tekniklerinin
gelişmesine neden olmuş ve çağdaş kapitalizme kadar uzanan yo
lu açmıştır.
1
Marx da burjuva toplumunun ve düşüncesinin o za
mana kadarki en akılcı toplum ve düşünce biçimi olduğunu ka
bul eder.
Demek ki çağdaş çoksesli müziğin gerisinde çoksesli bir dü
şünce, akılcı ve gelişmiş ekonomi teknikleri yatmaktadır. Çoksesli
müziği belki burjuva sınıfı yaratmamıştır ama bu müzik burju
vazinin bir sınıf olarak gelişmesine koşut bir gelişme izlemiştir.
Batı Müziğinin Toplumsal Evrimi
«Batıda müzik sanatının, evrimini kiliseye borçlu olduğu söy
lenir. Kuşkuyla karşılanması gereken bir görüş. Gerçi kilise, bir
sanatın evrimiyle ilintili kaygılarından çok dinsel kaygılarla tö
ren müziği düzenlemeyi gerekli görmüş, böylece bireysel yaratı
şa bir ortam hazırlamıştır»
3
.
Müzik, Hıristiyanlığın ilk on yüzyılında gözle görülebilecek
bir gelişme göstermemiştir. Karanlık çağlar olarak adlandırılan
bu zaman devresi gerek insanlık, gerek sanat ve bilim açısından
adına yaraşır bir görünüm sergiler.
Nedir bu dönemin özellikleri? Düşünce, toplum ve sanat açı
sından bu dönemin insanlık tarihindeki yeri ve etkileri neler ol
muştur?
Eski Yunan sanatı ve düşüncesi İskender'in bir kıvılcım gibi
parlayıp sönen imparatorluğu ile birlikte son demlerini yaşadı ve
eski Yunanın tüm kalıtı Roma İmparatorluğuna geçti. Roma, dü-
6
8/18/2019 Müziğin Toplumsal Temelleri
4/26
şünce açısından Yunan temeli üzerinde kendi duvarlarını ördü.
Nedir ki sanat için aynı şeyleri söylemek oldukça güç. Evet, Ro
m alılar da iyi şairler yetiştirdiler, am a o kada r. Ne yontu ne de
müzik, eski Yunan'm o güzel ve görkemli günlerine dönemedi.
Romalılar mükemmel heykeller yontamadılar ama mimarlık sa
natı onların zamanında çok ileri boyutlara ulaştı. Çünkü Roma,
geniş imparatorluk sınırları içinde daha pragmatik çözümlere yö
nelmişti. Tarihin o zamana dek gördüğü en iyi mühendis toplum
onlardı. Geniş ordularının kolayca yer değiştirmesi için yollar yap
tılar. Büyük kentler ve su yolları inşa ettiler. Nedir ki tüm yapı
lanla rın gerisinde güncel yaşam kayg ıları, askersel ve siyasal
amaçlar yatıyordu.
Müzik Roma'da, Yunan'da olduğu gibi parlak bir dönem ya
şamadı. Bununla birlikte, Romalılar Yunanlılara derin bir hay
ranlık besliyorlardı. Onların tanrılarını nasıl benimsediler ve ko-
rudularsa, müziklerini de derin bir sevgiyle kucakladılar ve ko
rudular.
Roma, barbar saldırılarıyla yıkıldığında artık birleşmiş olan
eski Yunan-Roma düşünce ve sanatı, bu görkemli ve geniş impa
ratorlukla birlikte tarih sahnesinden çekiliyordu.
Eski Roma'dan kala kala bir tek katolik kilisesi kalacaktır.
Tarihin garip cilvesi, onca horlanan ve itelenen kilise, eski Yu
na n ve Roma kü ltür ün ün başlıca aktarıcısı olacak ve Rom a'yı
yıkan barbarlar, Romalıların uzun süre horladığı bu dinin etki
siyle Latinleşeceklerdir.
Kilise, Avrupa'da feodalitenin yükselme devrinde ilk tarih
sel misyonunu yüklenmiş ve çıkar ilişkileriyle bağlandığı feodal
beylerle birlikte halkın üzerinde bir korku kasırgası estirmiştir.
Kilise tü m feodalite dönem inde sistemin ideolojik yönü nü
oluşturmuştur. Hıristiyanlığın o ilk günlerindeki devrimci dü
şünce, Romalı kölelerin kurtuluş umudu, feodal beylerin ve kilise
önderlerinin bir baskı aracı durumuna dönüşmüştür.
Kilisenin en önemli baskı araçlarından biri, İslam düşünür
leri ve özellikle İbni Sina ve İbni Rüşt aracılığıyla öğrenilen Aris
toteles ve bu filozofun m an tığ ına teme l yap tığı tasım (kıyas)
yöntemidir. Tasım yöntemiyle kilise, gerçek Hıristiyanın ne ve
nasıl olması gerektiğinin ilkelerini belirlerdi. Bu ilkelere uyma
yanlar şiddetle cezalandırılırdı. İyi bir Hıristiyan, doğal olarak du
rumu hakkında fazla soru sormayan ve bu dünyadan çok, öte-
dünya kaygıları içinde olması gereken kişiydi. Kişinin dünyada
eziyet çekmesi doğaldı, çünk ü çekilenler he p o ilk günah ] n ba ğış
lanması için gerekliydi. İnsan, doğuştan suçluydu ve bu suçunun
bağışlanması için işkence görmeli eziyet çekmeliydi.
61
8/18/2019 Müziğin Toplumsal Temelleri
5/26
Feodal beyler ve din adamları tarafından sömürülen halka
bir de bunun akılcı açıklaması sunuluyordu böylece. Ortaçağın bu
akılcılığı Aristoteles mantığı üzerine kuruludur ve daha sonraki
çağda burjuva akılcılığına yol açacak olan Descartes akılcılığın
dan çok farklıdır. Ortaçağ akılcılığı, bireyi yok sayarken Descartes
akılcılığı bireyi ön plana çıkarmaktadır. Ama arada yine Orta
çağda ortaya çıkan adcıları (nominalistleri) unutmamak gerekir.
Çünkü onlar olmasaydı ne birey ne de deneysel düşünce olamazdı.
Buraya bir nokta koyalım ve Ortaçağ düşüncesiyle müzik
arasındaki ilişkileri ele alalım; müziğin feodal düzendeki ideolo
jik yönünü açıklamaya çalışalım.
-Feodal sistem, yaşamını, Althusser'in deyimiyle «iki devlet
aygıtı»yla sürdürüyordu. Bunlar bastına ve ideolojik devlet ay
gıtlarıydı
1
. Bastına devlet aygıtları olarak bu dönemde orduyu
ve kilisenin yargı gücü olan engizisyonu gösterebiliriz.
Nedir ki kilise, daha çok bir ideolojik devlet aygıtı olarak gö
rev yap m aktay dı. Bu nu n işleyiş biçimini yuk arıda gördük. Bu
ideolojinin müziğe yansıma biçimini ya da müziğin kilisede ne
amaçla söylendiğini Hegel'in şu sözlerinde tüm açıklığıyla göre
biliriz:
«Eski dinsel müzikte, örneğin İsa'nın çarmıha gerilmesinin
temsilinde, İsa'nın çektikleri, duyduğu kutsal acı, ölümü ve gö
mülüşünü anlatan ana düşünce öyle tasarlanmıştır ki bu olay
karşısında yalnız öznel bir duygu, öznel bir acıma duygusu ve bu
olaylardan kaynaklanan kişisel bir acı değil, en derin anlamıyla
bu olaym kendisi dile gelir. Kuşkusuz, bu son anlatımın müzikal
uyu m u ve ezgisel düzeni bile dinleyeni duy gulan dırm a a m acını
taşır. Kişi ça rm ıha gerilme ve göm ülme o layının acılarını yalnız
izlemekle, bu olayla ilgili genel bir düşünce edinmekle kalmaz.
Amaç, onun bu ölümü ve kutsal acıları varlığının derinliklerinde
duyarak yeniden yaşaması, ölüm açılarıyla sınanması, anlatılan
ların gerçekliğini yaşantısının bir parçası yaparcasına özümleme
si,
tü m du yar lığını yalnız o na adam asıdır»'.
Fischer de, Hegel'in bu örneğinden yola çıkarak Ortaçağ ki
lise mü ziğinin görevinin, «inan an ku lların pişm anlık içinde bir
eziklik duymalarını sağlamak, her türlü bireyciliğin izlerini silerek boyun eğen bir topluluk yaratmak»
6
olduğunu söyler ve şun
ları da ekler:
«Gerçi herkes ayrı ayrı günahlarını anımsıyordu, ama mü
ziğin yardımıyla herkes, evrensel bir günah duygusuna gömülü
yor ve evrensel bir ku rtu lu ş özlemi duy uyo rdu. Bu çeşit mü ziğin
özü her zaman aynıydı: Sen, değersiz, çaresiz, günahkâr bir var
lıksın; İsa'nın acılarını benimse ve kurtul».
7
62
8/18/2019 Müziğin Toplumsal Temelleri
6/26
İnsanlar üzerinde sağlanan bu ortak ruh durumu ise onların
daha çok eziyet çekerek, yani din adamları ve feodal beyler tara
fından sürekli sömürülerek yaşamalarına ve cennetin kapılarının
ardına dek açılacağı gün düşleyerek ses çıkarmamalarına olanak
sağlıyordu.
Kilisenin müziğe olan ilgisi işte buradan kaynaklanıyordu.
Bu müzik doğal olarak sözlerle güçlendiriliyor ve daha etkili ol
ması sağlanıyordu. Dahası, asıl önemli olan sözlerdi. Bunlar de
ğişmezlik kazanmış metinlerdi.
Kilise doğal olarak bu düzeni bozacak her harekete karşıydı ve
özellikle din dışı halk müziğinin, kilise kapılarını aşmasından kor
kuyor; sürekli olarak bu hareketi engelliyordu.
Oysa kilise dışında halk, kendi şarkılarını söylüyordu. Haçlı
savaşları ise Doğudan yeni şarkı biçimleri, yeni kon ular getirm işti.
Bu çağlarda dindışı müziği,
troubadour
adı verilen soylu şa
irler temsil eder. Bu çağlar şövalyelik anlayışının egemen olduğu
çağlardır ve şarkıların konuları kahramanlık ve sevgi üzerine
dir. Kavga, dövüş, av ve içkiden başka bir konuyla ilgilenmiyen
şövalyeler, troubadourların ortaya çıkışıyla deri değiştirdiler. Bu,
ince davranışın, sanat müziğinin ve şiirin gelişmesi demek oldu .
Troubadourlar soylu kişilerdi. Yazdıkları şarkıları genellikle
köyden köye, şatodan şatoya gezerek söylerlerdi. Troubadourun
yanında halktan gelme bir çalgıcı bulunur, onun şarkılarını not
eder ve belki de müzik yaratıcılığında efendisine destek olurdu.
Bu yolla troubadour müziği, daha başından halkla içice gelişti,
halk müziğiyle kaynaştı. Aşkı ve kahramanlığı işleyen bu müzik,
kilisenin çileci ve dinsel ruhuna taban tabana karşıttı
9
.
M utlakçı krallıkların (m onarşilerin) güçlenmesi, şatoların
desteğine bağlı bu kültürün yok olmasına neden oldu. Bu kültü
rün çöküşüyle birlikte troubadour sanatı da çöktü. Çünkü ozan
ların geçim kapısı kapanmıştı. Orta sınıflar henüz bu ozanları
besleyebilecek kadar zenginleşmemişti
10
. Troubadourların işlevle
rini bir süre sokak çalgıcıları üstlendiler, loncalar halinde örgüt
lendiler. Bu ça lgıcıların yaptığı müzik de din dışıydı. H atta zam an
zam an kiliseyi alaya alır bir ha va içindeydi ve ha lkt an büyük
destek görüyordu. Nedir ki bu çalgıcılar korumasızdılar ve kili
senin insafsız gücü keskin bir kılıç gibi enselerinin üzerindeydi.
Troubadour müziği başından beri burjuva sınıfından büyük
bir yakınlık görmüştü. Burjuvazi kendisini kısıtlıyan kiliseye kar
şı hınçla doluydu; bu müzik ve giderek her türlü din dışı müzik,
burjuvanın dünyasının bir parçası olmuştu.
Kilisenin kapıları din dışı müziğe daha fazla kapalı kalama
dı ve XIV. yüzyıldan başlayarak din dışı müzik, sanat müziğin-
63
8/18/2019 Müziğin Toplumsal Temelleri
7/26
de ön planan geçmeye başladı. Halk müziğiyle yüksek müzik ara
sındaki geçit vermez perde artık kalkmıştı .
Bu din dışı müziğin sanat müziğinde yerini alması, kiliseye
yönelen tepkinin yavaş yavaş ortaya çıkmasıydı.
X. yüzyıldan başlıyarak kilisenin düşünce alanındaki üstün
lüğü ve tartışılmaz otoritesi de sarsılmaya başlamıştı. Kilise, in
sanı yok sayıyordu. Oysa din dışı müzikte insan ön plana çıkı
yordu. Ayrıca müzik kendi içinde bir devrim geçiriyor, bir yan
dan din dışı müzik kiliseye sızarken, öte yandan çağdaş çoksesli
liğe doğru ilk adımlar atılıyor ve organum denen müzik türü düz
şarkı içinden kendisine yol açıyordu. Giderek 1300'lerde yeni sa
nat (ars nova) adıyla yeni bir müzik akımı kontrpuan m, yani
notaya karşı nota, öncülüğünü yapıyor ve çağdaş armoniye giden
yolun kapılarını aralıyordu.
İnsan, skolastiğin tek sesli düşüncesinden çoksesli bir dü
şünceye evrim geçiriyordu. Çoksesli müziğin ortaya çıkması ve
tek değerli klişe müziğinin, halk müziğine karşı koyamaması bu
nun bir göstergesiydi. Burjuvazi bir smıf olarak yavaş yavaş ör
gütleniyor ve kilise düşüncesinin kapılarını zorluyordu. Burjuva
zi insanın değerini savunuyor, kilisenin baskıcılığına karşı tavır
alıyordu.
Gerçekçilik - Adcılık
Tüm bu gelişmeler, insan ın önemini Ortaçağ karanlıkla rı
içinde ilk vu rgu laya n düşünce olan ve Yeniçağın akılcılığını ve de
neyciliğini, Rönesansı ve Hümanizmayı, bilimsel düşünceyi ve tüm
bu gelişmelerin sanata yansımasmı hazırlayan adcılık (nomina
lizm) bir yana bırakılarak açıklanamaz.
Troubadourların din dışı şarkıları, insanın değerinin vurgu
lanması, seslerin zenginleşmesi nedeniyle eski nota sistemleri ye
rine yeni nota sistemlerinin aranması ve çoksesli düşünülmeye
başlanan müziğin çağdaş nota yazısına dökülmesinin ilk deneme
leri ile adcı düşünce arasında sıkı bir bağ vardır. Bu bağıntı doğ
rudan olmayabilir. Ne var ki, kilise düşüncesine ilk ağır darbeyi
vuran ve aydınlanma çağına ilk adımları atanlar adcılar olmuş
tur. Adcı düşünce olmasaydı deneysel düşüncenin, yani bilimsel
düşüncenin gelişmesi de çok zor olurdu.
Adcı düşünce, kilise düşüncesine bir tepki olarak doğmuş
tur. Hauser, özellikle gotik sanatta belirginleşen bir ikilikten söz
eder. Bu ikiliğin, ekonomik, dinsel, felsefi bütün toplum boyutla
rında görüldüğünü söyler. Çatışma ve ikilik; tüketim ekonomisi
ile ticaret ekonomisi, feodalizm ile burjuvazi, ötedünya ile budün-
ya; kısaca, gerçekçilik ile adcılık arasındadır
12
.
64
8/18/2019 Müziğin Toplumsal Temelleri
8/26
Felsefi gerçekçilik, platon'un, düşüncesine bağlı olanlarca sa
vunuluyordu. Bu düşünce, tümel kavramların insan anlığı (kav
rayış gücü) dışında gerçek olduklarını ileri sürüyordu. Gerçekçi
liğe göre soyut daire, güzellik ya da doğru; yuvarlak cisimlerin,
güzel nesnelerin ve doğru davranışların dışında gerçek varlıkla
ra sahiptirler. Adcılar ise bunun tersini ileri sürüyorlar ve gene
hiçbir şeyin var olmadığını söylüyorlardı. Bunlar, yalnızca birer
addı; bunlar, insan anlığının ürünleriydi. Daire, insanların tüm
yuvarlak cisimlere verdikleri bir addı ve tek başına, bağımsız bir
daire varlığı yoktur.
Tüm Ortaçağ, adcı düşüncenin ılımlılıktan aşırılığa doğru
kaydığını gösterir ve bu kayış, Ockhamlı William'm düşüncesin
de doruğuna erişir. Ona göre, insan ya da at diye bir şey yoktur,
ancak tek tek insan lar ve atla r vardır . İnsa nlar ya da atla r ara
sındaki benzerlikler bizi bunları aynı kavramla adlandırmamıza
neden olur. Bu kavramın, bu nesneler dışında herhangi bir ger
çekliği yoktur. Bu düşünüre göre bilgi de tek tek nesneleri tanım
lamak ve ardından bunlar arasındaki benzerlikleri saptamaktır .
Ona göre gerçek olan tek şey bireydir.
Bireyin anlığı kişiliksiz de
ğildir. Her birey kendi anlığına sahiptir.
Ockhamlı William'm, metafiziğe ve tanrıbilime gerek gör
meden mantık ve bilginin olabileceğini ileri süren düşüncesi, bi
limsel, araştırmaları güçlendirici bir etki yapmıştır
13
. Bireyin ön
pla na çıktığı bu düşünce Rönesans ve Hüm anizmay ı y aratm ış, bire
yi yok sayan kilise düşüncesi ise yavaş yavaş etkisini yitirmiştir.
Çünkü insanı ve insan anlığını ortaya çıkaran, insanları arama
ya ve araştırmayı sürükleyen adcı düşünce, doğal olarak, insa
nın Tanrıyı bulması için de artık din adamlarının aracılığına ge
rek görmeme sonucunu doğuracaktır. Nitekim Luther ve Calvin'-
le birlikte, din adamlarının büyülü gücüne de son verilecek ve
feodal katolik düşüncesinin karşısına burjuva protestan düşünce
si konacaktır.
Adcılığın sanatta açtığı doğalcılık (natüralizm) çığırı, mü
zikte
yeni sanat (ars nova)
akımını doğurdu. XV. yüzyılın baş
larında son bulan bu akım, müziğin evrimine büyük katkılar yap
tı. Bu akım ın belirgin özellikleri olan doğaya ilginin uya nışı, in
san ve dünya yaşamı, müziğe olanca güzelliğiyle yansıdı ve geli
şen din dışı müzikle yan yana yürüdü, bazen bu müzik, dinsel
müziğin üzerine çıktı. Ritim,
yeni sanatın
ürün lerinde giderek
karmaşıklaştı. Müzik doğayı betimleyici ve gerçekçi bir içerik ka
zandı. Halk müziğinin dans biçimleri olan rondo, balad gibi tür
ler sanat müziğine sokuldu. Madrigal, yani kilise dili olan Latin-
ceye karşı ana dildeki şarkı, müzik literatürünün içine girdi.
65
8/18/2019 Müziğin Toplumsal Temelleri
9/26
Ortaçağın sonlarına gelindiğinde, müziğin çağdaş çokseslili
ğe evriminde büyük adımlar atılmıştı. Bununla birlikte müzik
hâlâ, büyük ölçüde sese dayanıyordu ve bağımsız çalgı müziği,
yani tam anlamıyla soyut müzik henüz gelişmemişti.
Müzik Ve Burjuvazi
Müziğin sözden ve sesten a rınabilm esi de burjuvazinin evri
mine bir koşutluk taşır. Ortaçağlarda burjuvazi, din dışı müziği
desteklemiş ama henüz yeterli birikime sahip olmadığı için trouba-
dour müziğinin çöküşüne engel olamamıştı. Oysa Rönesans, geli
şen burjuvazinin, eğitilmiş orta sınıfların ve kent aristokrasisi
nin bir hareketidir. Ve burjuvazi bu dönemde, sanatta patronlu
ğunu ilan etmiş, sanatı ve müziği kendi ideolojisi doğrultusun
da belirlemeye başlamıştır. Müziğin insan sesinden arınma süreci
tüm Rönesans boyunca sürmüş ve tam gelişmiş çalgı müziği an
cak burjuvazinin iktidara aday olma çağında ortaya çıkmıştır.
Bu arada kapitalist üretim, tüm sistemi akılcı ekonomi teknik
leri ve pazar ekonomisi yönünde bir dönüşüme uğratmış; gelişen
sanayi burjuvazisi, o zamana dek ortaya çıkan en akılcı sınıf ola
rak sisteme el koymuştur.
Rönesans ticaret burjuvazinin yarattığı bir harekettir. Oysa
gelişen sanayi burjuvazisi insan düşüncesini, toplumu ve sana
tı çok daha akılcı bir yöne sürüklemiştir.
Yeni sanat sonrasında, müzikteki üstünlüğün kuzeye Hollan
da'ya kaymasının nedenleri de burada aranmalıdır. Hollandalı
ların, İspanyollara karşı ayaklanmaları, bağımsızlıklarını elde et
meleri ve İngiltere'ye karşı başarıyla mücadele vermeleri sonu
cunda Avrupa'nın en zengin, en özgür, en sanayileşmiş ulusu ol
m aları, san atın bura da gelişmesine neden olmuştur . Büyüyen
Hollanda sermayesinin İngiltere'ye akışı ve İngilizlerin iç savaş
sonrasında hızla kapitalistleşmeleri, sanatın İngiltere'de de par
lak boyutlara ulaşmasını sağlamıştır.
1400'lerden başlayarak yüz elli yıl boyunca, müzikteki üs
tünlük Hollandalıların elinde kalmıştır. İtalyanlar Ronesansm bu
süresinde büyük ressam ve yontucular ortaya çıkarmalarına karşın büyük besteciler yaratamamışlardır.
Rönesans İtalyasmda sanat, aristokratik zevklere sahip bü
yük kent burjuvazisinin koruması altında gelişti. Bu dönem ge
nelde, burjuvazinin tüm Avrupa'da kendisini eğitme ve iktidara
hazırlama dönemidir.
Burjuvazinin karşısındaki en büyük engel katolik kilisesidir.
Feodal ideolojinin temsilcisi olan bu kiliseye karşılık, burjuvazi de
66
8/18/2019 Müziğin Toplumsal Temelleri
10/26
kendi kilisesini kurma yoluna gitti. Bu kilise protestan kilisesi-
dir. Protestan düşüncesi ve özellikle püriten Calvin düşüncesi, in
sanın bu dünyada ancak çalışarak kurtuluşa ulaşabileceğini öne
süryordu. Bu düşünce çileci (ascetic) düşünceyi de içinde taşı
yordu. İnsanlar çalışmalı, kazanmalı, ama zenginliklerini zevk
leri için kullanmamalıydılar. Bu düşünce özellikle lüks madde tü
ketimini yasaklıyordu.
Böylece insanlar sürekli kazanacaklar ama harcamıyacaklar-
dı. «Bunun anlamının,» diyor Weber, «kapitalizmin gelişmesi ola
cağı açıktır»
15
. Çünkü harcanmayan kazanç, sermaye birikimini
doğuracaktır .
Calvinizm, burjuva sınıfının kendi sınıfsal inanç sistemi, ge
lişme olanaklarını kısıtlayan feodal katolikliğe bir karşıt ideoloji
olarak böyle ortaya çıkmıştır. Püriten ahlak, doğum sancıları çe
ken burjuvazinin maddi yaşam koşullarından kaynaklanmıştır .
Luther, yeni kilisenin önderi olduğu kadar, iyi bir müzisyen
di de. Luther eski kilise müziğini tümden değiştirme yolunu seç
m işti. O ve çevresindeki müzisyenler, kiliseye Alman halk şark ı
larını soktular. Dinsel müzik bu halk şarkılarıyla yer değiştirdi.
Ezgi olduğu gibi almıyor, yerel sözler dinsel şiirle yer değiştiri
yordu
16
.
Görüldüğü gibi, burjuva düşüncesinden kaynaklanan protes
tan kilisesinin müziği de, doğal olarak, çürüyen feodallere karşıt
olan burjuvaya ve halka dayanıyordu. Protestan kilisesi Luther'in
şu sözlerinde müzik anlayışını buluyordu: «Tanrı'nm hizmetin
deki her türlü müzik güzeldir. Şeytana neden her zaman en güzel
ezgileri bırakalım?» Bu anlayış, din dışı konuları işleyen müziğin,
kilise kapılarından resmen kabul edilmesiydi. Bunun en güzel ör
neklerini Bach'm kantatları ve Hendel ' in hemen tüm yapıtları
olu şturu r. (Hendel ta m anlam ıyla burjuva olan ilk bestecidir.
Zamanındaki tüm bestecilerin içinde onun kadar halkla içice olan
halkm zevklerini onun kadar bilen bir başkası çıkmamıştır. İşe bu
nedenle Hendel, yaşamı süresinde büyük bir üne sahip olurken,
Bach ölümünden çok sonra tanınmıştır. Burjuvazi Hendel'in mü
ziğini kendisine daha yakın bularak sevmiş, Bach'm müziğini ise
ancak kendi geçmiş kültür değerlerini araştırırken keşfetmiştir.)
Rönesans, küçük dükkancıların, zanaatkarların ya da yarı
eğitilmiş orta sınıfların uygarlığı, değildi. Rönesans kültürü, bü
yüyen ticaret kentlerinde ortaya çıkmakla birlikte, tüm kentlile
rin bu uygarlığı paylaştığı söylenemez. Rönesans, aynı zamanda
kapitalizme doğru hız kazanan bir gelişme demek olduğundan,
kent vatandaşları , her ne kadar eşit haklara sahip görunürlerse
görünsünler, akılcı emek sömürüsüne dayalı sınıf ayrılıkları gi-
67
8/18/2019 Müziğin Toplumsal Temelleri
11/26
derek belirginleşmeye başlamıştır. İtalyan kentlerinde aşırı ölçü
lere varan bu sınıf farklılıkları, zaman zaman patlama noktala
rına erişmiş ve İtalya, kent demokrasilerinden uranlıklara dönü
şen bir siyasal yapı ortaya koymuştur.
Rönesans sanatının öncüleri, Ortaçağın şövalyevari saray kül
türüne derin bir hayranlık besliyorlardı. Hauser, Rönesansın sa
nat evrenine iki sınıfın ve iki zevkin egemen olduğunu söyler.
Bunlar kentli orta sınıflar ve aristokratik geçmişe sahip saray
lılardır. Bu iki zevk ayrı kökenlerden gelmelerine kar şın ayn ı
noktada birleşiyorlardı. Bir yandan orta sınıfların sözünü ettiği
miz şövalyevari yaşama olan hayranlıkları (alt sınıflar için de
çekiciliğini hiçbir zaman yitirmemişti bu yaşam) saray kültürü
zevkine dayalı bir sanat anlayışının doğmasına neden oldu. Öte
yandan saraylılar da kendilerini orta sınıfların akılcılığından ve
gerçekçiliğinden soyutlayamadılar ve kökünü kent yaşamından
alan bu sanat ve dünya görüşüne katılmak zorunda kaldılar .
Böylece kentlere göç etmek ve kentin ekonomik ve toplum
sal yapışma uymak zorunda kalan soylular ve aristokratik zevk
lere sahip burjuvalar Rönesansın egemen sınıfını oluşturdular ve
sanata yön verdiler.
Bununla birlikte sınıf kavgaları da biçim değiştirmeye baş
lamış ve çatışma bir yandan aristokratlaşan üst orta sınıflarla alt
orta sınıflar arasında, öte yandan da proletarya ve tüm orta sı
nıflar arasında işlerlik kazanmıştır.
Rönesans basit dükkan sahibinin kültürü değildir dedik. Rö
nesans işte bu ince zevklere sahip seçkinlerin kültürüdür. XIV.
yüzyıl İtalyan yazarları, ya kent aristokratlarının ya da hali vak
ti yerinde burjuvaların çocuklarıdır.
13
Toplumun geri kalan çoğunluğunun ise sanatla fazla bir iliş
kisi yoktur. Eğitilmiş azınlıkla eğitim görmemiş çoğunluk arasın
daki aşılmaz uçurum ve eğitilmişlerin her dönemde sanata yön
vermeleri Rönesansın bu yapısından kaynaklanmış ve bu uçurum
giderek derinleşmiştir.
19
Bu rad a bir ayraç açalım ve çoksesli müzik terim inin bazı
kavram karışıklıklarına neden olması açısından bir açıklama ya
palım. Çoksesli müzik Batıda
Organumla
başlayan, kontrpuan ve
armoni dönemlerini de kapsayan dönemdir. Organum, aynı ezgi
yi seslendiren solist ve eşlikçilerin birbirlerinden farklı aralıklar
la ses vermelerinden doğdu. Solo şarkıcılar giderek ayin ezgisini
(cantus firmus) eşliğin altın da söylemeye başlad ılar. Böylece eş
lik özgürleşti ve ayin ezgisine bir ya da bir kaç karşı ton biçimi
ne girdi. Giderek eski eşlik asıl ezgiyi oluş turm aya başladı ve bu
kez de ayin ezgisi eşlik yapıcı bir görev üstle ndi. Ko ntr pu an ise ars
68
8/18/2019 Müziğin Toplumsal Temelleri
12/26
nova ile birlikte ortaya çıktı. Burada üst ve alt sesler birbirlerine
karşılık vererek ilerliyorlardı. Yani «notaya karşı nota» anlamı
na gelen kontrpuanm özü buydu. Armoni ise ayrı tonların ve ez
gilerin ayni anda seslendirilmesi, birbirinin içine geçmesiyle or
tay a çıkıyordu. K on trpua n yaklaşık 1600'lere dek geçerli olan
yöntemdi. «Barbar» Flaman müziğine Floransa'da başlayan reak
siyon sonucunda
tek ezgi (monodi)
denen bir müzik türü ortaya
çıktı. Bu yeni müzik kontrpuandan bağımsız bir biçimi öngörü
yordu. Tek ezgi ve eşliğe dayanan bu müzik Monteverdi ile doru
ğuna erişti ve armoniye dayanan çağdaş müziğin temellerini at
tı
20
. Bu müzik yanısıra operayı da yarattı ve armoni kuralları ilk
kez Rameau'nun kitabında (1722) belirlendi
21
.
Müzikologlar bir sınflama yaparlarken genellikle organumla
başlayan ve kontrpuana dek uzanan döneme çoksesli (polifon)
dönem derler ve kontrpuanla armoniyi ayırırlar. Bununla birlik
te her üç dönem çoksesli müzik dönemi olarak kabul edilir. Bu
dönemler adlarını müzik tekniklerinden almakla birlikte, bunlar
bazı sanat dönemlerinde önem kazanmışlardır. 1400'lert dek çok
seslilik başat tarzken, 1400-1600 arasında kontrpuan en çok kul
lanılan teknik olmuştur. Armoni 1600'lerde ortaya çıkmasına kar
şın kontrpuan tüm Barok dönemde kullanılmıştır. Armoni Barok
müzikte önem kazanmaya başlamış olmakla birlikte en olgun bi
çimine Haydn, Mozart ve Beethoven'le erişmiş ve Romantik mü
ziğe damgasını vurmuştur. Armoninin gelişmesindeki en önemli
etken, klavyeli çalgıların; özellikle de piyanonun gelişmesidir.
Ayracımızı kapatalım ve sözü kaldığımız yerden sürdürelim.
1500'lere dek Flaman okulunun elinde olan müzikteki üstünlük,
bu yıllardan sonra yeniden İtalyanların eline geçti; monodi akı
m ı,
müziğe yeni bir yön verdi. Monodi aynı zamanda eski Yunan
ve Roma'nın teksesli müziğine dönüşü simgeliyordu.
İngilizler yeni İtalyan müziğine en yatkın ulus olarak orta
ya çıktılar. İngilizler iç savaş sonrasında hızla kapitalistleşme sü
recine girmişlerdi. İç savaş, dinsel bir görünüm taşımakla birlik
te bugün tarihçiler ve sosyal bilimciîerce bu savaş bir burjuva dev
rimi olarak kabul edilir. Dolayısıyla daha Tudor İngilteresinde
olgunlaşmış bir burjuvazinin varlığı söz konusudur. Tudor soyu
nun kurucusu olan VII. Henri bile gücünü burjuvaziden alıyor
du. Tudor dönemi ayn ı zam anda İngiliz m üziğinin parlam aya
başladığı dönemdir. Bu dönemin en önemli bestecisi olan Byrd ve
özellikle Elisabeth dönemi bestecileri, yani Morley, Bull ve Gib-
bons, saf çalgı müziğinin ilk örneklerini vermişlerdir. Tudor bes
tecileri consort adını verdikleri bir biçimi geliştirmişlerdi. Con-
sort aynı aileden (kırılmamış consort), ya da değişik ailelerden
69
8/18/2019 Müziğin Toplumsal Temelleri
13/26
gelen (kırılmış consort) çalgılar topluluğuydu. Bu yeni tür, çok
sesli oda müziği ile orkestra müziği arasında bir yarı yoldu.
Venedik'te ise Andrea ve Giovanni Gabrielli, Venedik motet-
lerini, çalgı toplulukları için sonatlar adını verdikleri biçime dö
nüştürüyorlardı.
Floransalılarm eşsesli monodisi işte tam bu döneme rastlar.
Floransalıların çoksesliliğe karşı eşsesliliğe yönelmiş olmaları yu
karıda belirttiğimiz gibi, Rönesansm eski Yunan'a olan özlemin
den kaynaklanmış olsa gerekir. Burada tüm çalgıların seslendir
diği ana ezgiye karşılık olarak, lavtalar ve klavsenin eşliği söz ko
nusuydu. Barok dönemde oldukça sık rastlanacak olan bu eşliğe
sürekli bas (basso continuo) adı veriliyordu. Bu and an başlayarak
çalgı müziği tüm Avrupa'ya İtalyanların etkisiyle yayıldı. Çalgı-
sal monodiye bağlı sonatlar ve özellikle Corelli ve Torelli'nin ön
cülüğünü yaptıkları bir müzik biçimi, yani solo çalgılardan olu
şan bir topluluğa tüm orkestranın karşılık verdiği Concerto Grosso
yaygınlık kazandı. Çalgı müziğinin önü açılmıştı ve burjuva dü
şüncesi bu yolu senfoniye dek götürecek ve çoksesli müzik so yu t
luğunun doruğuna Beethoven'le erişecektir.
Müzik ve Pazar İlişkileri
Müzikle toplumsal ve düşünsel sistem arasındaki ilişkileri bu
raya dek başbaşa götürmeye çalıştık. Bu dönemin sonrası, müzi
ğin evrimi açısından önemli olduğu kadar, sanatçıların değişen
statüleri ve değişen toplumsal yapı açısından da önemlidir.
XVIII. yüzyılın sonu ve XIX. yüzyılın başları Batıda büyük
devrimlerin, toplumsal çalkantıların art arda geldiği dönemdir.
Bu dönemde burjuva sınıfı hemen hemen tüm Avrupa'da siyasal
iktidarı eline geçirmiş ve soylular sınıfı, tarihin ölü sayfaların
daki yerini almıştır. Bu değişim sanatçının toplumsal durumun
da da büyük değişimlere yol açmış; sanatını etkilemiş ve biçim
lendirmiştir.
Romantizm diye adlandırılan bu dönem, burjuvazinin sana
ta bütünüyle el koyduğu dönemdir. Bilindiği gibi Rönesans ve
sonrasında sanattaki etkinlik, biçim değiştiren aristokrasi ve aris-
tokratik zevklere sahip üst orta sınıfların elinde idi. Özellikle geç
Barok dönemin ağır havasına duyulan tepkiyle ortaya çıkan Ro-
coco,
müzikte de, olgunlaşan orta sınıfın zevklerine yakınlık için
deydi. Bu du rum a en belirgin k an ıtı op eranın değişen niteliği gös
terir. O zamana dek konularını Yunan mitolojisinden ve tarih
ten alan ve tüm kıtaya egemen olan İtalyan operasının aristok
rasiyle birlikte çöküşünü görürüz. Opera seria nm yerine konula
rını güncel yaşamdan alan alaycı, halka özge ve sade, zaman za-
7
8/18/2019 Müziğin Toplumsal Temelleri
14/26
man konuşmala r l a kes i l en opera buffa al ı r . Perg olesi 'nin La Ser
vet
Padrona (1733) ad l ı ya pı t ı bu tü re bir örnek ola rak gö steri le
b i l i r . Almanya 'da i se singspiel adın ı taş ıya n bu tü re en iy i örnek
Bee thoven ' in Fidelio sudm (1805).
Bu dönem de m üzik te ik i değiş im da ha gerçekleşm ektedi r .
Bunlar çağdaş orkest ra ve senfoninin ve y ine çağdaş p iyano ve
piya no m üziğinin o r tay a ç ık ış ıd ı r.
Yen i b i r an la t ım. . . İnsan duygu la r ın ın ve düşünce le r in in sa f
bi r b iç imde anla t ımı ; insanın müzik a rac ı l ığ ıy la dolaysız d ışavu
rumu; bur juva idea l le r i o lan eş i t l ik ve özgür lüğün ve bur juvala
r ın görkeml i başar ı la r ın ın yansıyacağı güç lü ve görkeml i b i r mü
z ik , bu çağın yeni a rayış la ra yönelmesindeki en öneml i e tkenler
dir.
Örneğ in singspiel, özell ikle A lm an kü çü k bu rjuv asın ın zevk
le r ine dönük bi r opera anlayış ıydı . Fransız devr imi i se operayı ,
devr imi ve devr im kahramanla r ın ı pohpoh layan s iyasa l b i r po l i
t ika a rac ı ha l ine çevi rd i . O rke st ra la r ın n ice likse l büy üm eler i ,
öze l l ik le Almanya 'da , Napolyon savaşlar ın ı ve Viyana kongresin i
k u t l am a çal ış m alarıy la il int i l idir . F ra n sa 'd a ise, 1830, 1837, 1841,
1848 ve 1851 siyasal gösteri ler i ve toplumsal olayları nedeniyle
Berl ioz, dev orkestralar oluşturmuştur . 1837'de 146 kişi l ik orkest
raya, dört yan orkestra eşl ik ediyordu
23
. Çağdaş koro da görkeml i
biç imini , koronun s iyasa l b i r i ş levi yer ine ge t i rd iğ i Fransız Dev
r im inden a lm aktay d ı . 1795 'de Konvans iyon , u lusa l bay ram la r ın
evrensel korolarla
ku t l anmas ın ı ka ra ra bağ l ıyordu . Daha 1784 'de
Par is ' t e , 2400 kiş i l ik k i t le korolar ı düzenlenmişt i . Bunlar , a r t a r
da ge len devr imler iç in düzenlenen ki t le korolar ına örnek oldu
la r . Almanya ve Fransa 'da Napolyon savaşlar ıy la 1848 devr imle
r i a ras ında ka lan dönemde, u lusa l coşku ve sosya l i s t eği l imler ko
rolar ın ve koro örgüt le r in in kurulmasına neden oldu
24
.
Geçmiş yüzyı l la rda güçlü ve haf i f a ras ındaki karş ı t l ık la r b i
raz işlenmişt i . Bu genel l ikle forte ve piano bö lümle r i a ra s ındak i
karş ı t l ık la rdı . XVIII . yüzyı lda crescendö ve decrescendo, ya ni sesin
yavaş yavaş gür leşmesi ve yavaş yavaş aza lması anlayış ı müziğe
soku ldu . P iyanonun evr imin in bu müz ik an lay ı ş ın ın ge l i şmes indebü yü k y er i vard ı r .Piyano ayr ıca ta m bi r bur juva ça lg ıs ıd ı r. Çü nk ü
piyanonun yayg ın l ık kazanmas ında (bu ça lg ın ın a rmoniy i kend i
iç inde taş ıması ve yukar ıda anla t t ığ ımız yeni müzik öze l l ik le r in i
içermesinin yanıs ı ra ) pazar ekonomisin in , rekabet in , k i t lese l pa
zar ın müzik tüke t iminin ve ge l i şen teknoloj in in büyük e tk is i var
dır.
P iyanonun geçmiş i b i r yandan Or taçağdak i «monokord»dan
kaynak lanan «k lav ikord»a , ö t e yandan da k l avsene dayan ı r . XV
ve XV I. yüz yı l larda klavsen , ezgisel ve r i tm ik ni te l ik ler tpş ıyan
71
8/18/2019 Müziğin Toplumsal Temelleri
15/26
müziğin gelişmesine büyü k ka tkıla r yap m ıştır. Da ha önemlisi
klavsen, polifon müziğe karşı armoniye dayalı müziğin aracısı ol
muştur
25
. Klavyeli çalgıların armoniyi içermeleri ve barok müzi
ğin sürekli bas anlayışı, klavsene, 1750'lere kadar en önemli eş
likçi çalgı olma niteliğini kazandırmıştır.
Bununla birlikte klavsen, burjuvazinin yeni ve coşkun duy
gularını, görkemli başarılarım dile getirebilmekten çok uzaktı.
Klavsen crescendo ve decrescendoları, forte ve piano karşıtlıkların ı ta m olara k verem iyordu . 1710'larda, ilk çekiçli pianoforte,
İtalya'da Cristoferi tarafından yapıldı. «Dış görünüşü klavsene
benziyordu, ancak onun mızraplı mekanizması yerine bugünkü
piyanolarımızın karmaşık levyeli mekanizması, tele vuran çekici,
vurduktan sonra, tuş kaldırılmamış bile olsa geriye dönen, yani
otomatik işleyen vuruş düzeni daha başlangıçta uygulanmış bu
lunuyordu»
26
. Bu mekanizma sayesinde, hızlı bölümlerin çalınma
sı kolaylaşıyordu ve özellikle Bach'a göre, klavsendeki en önemli
eksiklik de buydu
27
.
«Aynı sıralarda Roma'daki bazı orkestraların hiç duyulma
dık bir şeyi ortaya attıkları söylenir: Sesin yavaş yavaş azaltıl
ma sı ve birden ta m gürlüğ e dönülm esi. Nicolo Jomelli 1753'te
Stu tga rt 'a geldiğinde bu yeni sistemi de oraya getirmişti Orkest
ranın crescendo ve decrescendosunu duyan dinleyicilerir nasıl do
nakaldıklarını tanıklar anlatıyor»
28
. Bu yeni anlayış hemen Mann-
heim'a sıçramış ve Mannheim orkestrası Stamitz'in yönetiminde
çağdaş orkestranın ilk örneğini oluşturmuştur. Coşkulu ve doku
naklı müziğe yol açan piyano ve çağdaş orkestra, İtalya'dan kay
naklanmasına karşın kuzeyde, kapitalist ilişkilerin daha yoğunolduğu yörelerde gelişmişti.
Piyanonun pazar durumlarına bağlı kapitalist üretimi, Fran
sa'da Erhard ve Pleyel, İngiltere'de Broadvvood, Almanya'da Stein
firmalarınca sürdürülüyor; piyano teknik açıdan giderek mükem-
melleşiyordu. Mannheim okulunun ve Cari Philipp Emmanuel
Bach'm piyano müziğine olan katkıları, sonat biçiminin ve sona
tın orkestra türü olan senfoninin gelişmesine neden oldu. Senfo
ni ve kardeşleri; yaylı çalgılar dörtlüsü ve piyano sonatı, bugün
kü biçimini Haydn'm ellerinde buldu. Mozart ve Beethoven'in ya
pıtlarında ise, insan düşüncesi, çoksesliliğin doruğuna erişiyordu.
Aynı dönem, müzikte bir başka devrimin de habercisiydi. Bu,
sanatçıların toplum yaşamında değişen durumlarıydı. 1700'lere
kadar sanatın koruyuculuğunu kiliseler, saraylar ve yüksek aris
tokrasi üstlenmişti. XVIII. yüzyıl bu durumun yok olmasını içe
rir. Bu tarihten başlayarak sanatçı yalnızlık ve belirsizlik içine
sürüklenm iş ve kapitalist pazarın koşullarına uyar ak sana tını
72
8/18/2019 Müziğin Toplumsal Temelleri
16/26
satmak zorunda kalmıştır. Müziğin saray odalarından kent mey
danlarına inişi ve orta sınıfların sanat anlayışına yakınlaşmasıy
la müzik tüketimi artmış, halk konserleri ve profesyonel müzik
eleştirisi gelişmiş, emprezaryolar ve müzik ajanları sahneye çık
mıştır
29
. Besteci zaman zaman kâr eden zaman zaman zarar eden
bir işadamı gibi bu düzen içinde yerini almıştır.
Müzik ürünlerinin özgür bir pazara sahip olmaları, müziğin
o güne değin pratik amaçlar için kullanılma niteliğinde değişik
lik yarattı. Resim ve yazın bu özgürlüğü çoktandır elde etmişler
di. Oysa o güne değin kullanım değeri olmayan müzik diye bir şey
var olmamıştı ve amacı yalnızca duyguların anlatımı olan saf
konser müziği, XV III. yüzyıldan başlay arak ya ygınla ştı Besteci
yapıtlarını artık ısmarlama ve bir kez seslendirilme esası üzerine
yaratmıyordu. Karşısında, değişik toplumsal katmanlardan oluş
muş ve konserden konsere parasını ödeyerek gelen bir halk var
dı.
Bu halkın memnun edilmesi ve beğenisinin kazanılması gerekliydi. Dinleyiciler daha önceleri kilisede, dansta, bayram ve sa
ray konserlerinde olduğu gibi konsere belirli bir amaçla gelmi
yor yalnızca zevk almak amacını güdüyorlardı.
Müzik tüketimindeki bu değişiklikler, yani müziğin bir an
lamda kullanım değerinden çok değişim değerinin önem kazan
ması, müzik üslubunda tüm XIX. yüzyılı etkileyecek değişiklik
lere neden oldu. Bu üslubun özellikleri, yoğunlaşma ve anlatımın
giderek güçlenmesi üzerine kuruluydu.
Orta sınıfın müziğe duyduğu bu ilgi, bestecinin tüm yapıt
ları içindeki
tek
tek ürün lerinin kazandığı yeni bir anlam ı da
beraberinde getirdi. Daha önceleri bir prens, bir kilise büyüğü
tarafından ısmarlanan yapıtlar bir kez seslendirilirdi ve besteci
için bu yapıtlar bir görev niteliği taşırdı. Oysa yeni konser par
çaları defalarca seslendirilmek üzere besteleniyordu. Bu neden
le sanatçı, her yapıtının üzerinde dikkatle durmak zorundaydı.
Çünkü bestelerini artık kendi tutkuları ve doyumları için yapı
yor, ortay a ölümsüz yap ıtlar koyma ama cını güdüyo rdu 104 sen
fonisine karşın Haydn, kendisinden öncekilere oranla daha özen
le beste yapmıştır. Bu sayı Mozart'ta hemen hemen yarıya, Beet
hoven'de ise yalnızca dokuza iner. Bu durum, zanaat ve sanat
arasınd aki ayrılman ın göstergesidir. Bu ayrılış M ozart'ta yarı
lanırken Beethoven'in yapıtında tamamlanmıştır
30
.
Barok sonrası dönemde yüzünü halka dönen müzik, Roman
tizmle birlikte yeniden halk tabakalarından kopmaya başlar. Mü
zik yeniden bir seçkin sanatı durumuna gelir ve beğenisi incel
miş bir azınlığa yönelir. Bunun nedeni, iktidarı tümüyle eline ge
çiren burjuvazinin, egemen bir sınıf olarak gerek ekonomik, ge-
73
8/18/2019 Müziğin Toplumsal Temelleri
17/26
rekse kültürel açıdan kendini toplumun diğer katmanlarından so
yutlamasında yatar. Aristokrasi, müziği sarayına kapatmıştı, bur
juvazi ise karmaşıklaşan öz ve biçimiyle onu kendi beğenisinin
içine kapattı. «Çünkü burjuvalar tüm insanlığın üzerinde, yeni
bir aristokrasi olarak yükseltmek istiyorlardı»
3
'.
Kısacası, müziğin zanaattan sanata geçişinin tamamlanma
sı,
bestecinin düzenin içinde yoğrularak bir işadamı haline gel
mesi; dahası, müziğin bir işkolu olmasıyla profesyonel müzisyenlerin yetişmesi; halk konserleriyle birlikte yorumcuların eşsiz ça
lış teknikleri geliştirmeleri; bestecilerin özenle ölümsüz yapıtlar
ya ratm a tutk ula rı, müziğin giderek karm aşıklaşan bir yapıya
yönelmesine neden oldu. Besteler bu dönemde giderek karmaşık-
laştı. Bunlar artık orta sınıf amatörlerin seslendirebileceği yapıt
lar değildir. Beethoven'in bile son piyano ve oda müziği yapıtları
ancak profesyonel sanatçılarca yorumlanabilecek ve ancak yük
sek müzik zevkine ve eğitimine sahip kişilerce anlaşılabilecek ve
rimlerdir. Weber, Schumann, Chopin ye Liszt ise yalnızca virtü-
ozlar ve konser salonları için beste yapmışlardır
32
.
Senfoni Ve Burjuva Düşüncesi
Düşünürler, müzik ve burjuva toplumu arasındaki ilişkileri
ele aldıklarında, genellikle inceleme konusu olarak senfoniyi se
çerler. Bu son derece doğru bir tavırdır. Çünkü senfoni saf çalgı
müziğinin doruğudur; müzik, senfonide soyut anlatımının en te
pe noktasına ulaşır. Senfoni, sınır tanımaz, coşkulu, çılgın, sevgi
dolu, vahşi bir duygudur. Senfoni, düşüncenin de ötesinde, saf
duyguyu tüm boyutlarıyla dile getirir, denebilir.
Dikkatli bir göz, senfoni ve burjuva toplum yapısı arasında
ki benzerlikleri hemen sezebilir. Bu yapısal benzerlikler, her iki
sinin de aynı toplumsal, ekonomik temellerden ve özellikle bur
juva düşüncesinden kaynaklanmış olmalarından gelir.
XV III. yüzyıl sonu ve XIX. yüzyıl baş larınd a yazılmış senfo
nilerle XIX. yüzyılda üretilmiş toplumsal düşünce arasında önem
li benzerlikler göze çarpar. Bu, bilinçli ya da bilinçsiz olsun, sen
foni ve kapitalist toplum arasındaki benzerliklerin bir sonucudur.
Kapitalist toplum üzerine söylenenler aşağı yukarı senfoni için
de söylenebilir. Gerek toplumbilimsel düşünce, gerekse senfoni
burjuva toplum yapısının sonuçlarını, hatta bir yerde ideoloji
sinin bir bölümünü oluştururlar.
Kapitalist toplumun doğurduğu bir bilim dalı olan toplum
bilim, doğal olarak önce kendisini yaratan toplumu inceleme ko
nusu yaptı. Çağın düşünürleri değişmenin nedenlerini ararlar-
74
8/18/2019 Müziğin Toplumsal Temelleri
18/26
ken temel bir kavram üzerinde durdular: toplumsal işbölümü. İlk
toplumbilimciler sayılabilecek olan Marx, Spencer ve Durkheim'm
kuramlarının odağını, bu kavram oluşturur. Bunların arasmdan
özellikle Durkheim, işbölümünün üzerinde önemle durmuş ve bir
topluluk içindeki bireylerin birbirleriyle dayanışma içinde yaşa
dıklarını ve bu dayanışmanın, tarih içinde
inorganikten organik
dayanışmaya dönüşmüş olduğunu söylemiştir. İnorganik toplum
larda bireyler birbirlerinden farklı işler yapmazlar, yani bireyler
arasında bir işbölümü gelişmemiştir. Oysa organik toplumlarda
bireyler birbirleri olmaksızın yaşayamazlar. Çünkü artık her bi
rey değişik bir iş, değişik bir üretim yapmaya başlamıştır ve o işi
belirli birisi üstlendiğinden, diğer bireyler daha başka işler yap
maya yönelmişlerdir. Böylece her birey, yalnızca kendi alanında
uzmanlaşmaya başlamış ve öteki üretim alanlarıyla olan ilişki
sini kesmiştir. Böyle bir toplumda artık uzmanlaşma söz konusu
olduğundan, her kesim bir diğer kesime gereksinme içinde ya
şar. Bu görüş işlevci düşünceyi de içinde taşır.
Organizman mo
deller
de denen bu düşünüş biçimi, toplumu bir insan vücuduna
benzetir; insan vücudu nasıl tüm organlarının işlevsel bağımlı-
lığıyla çalışıyorsa, toplumun da, çeşitli kurumların işlevsel ba-
ğımlılığıyla çalıştığını ileri sürer.
Görüldüğü gibi işbölümü ve uzm anlaşm a, gerek ka pitalist
toplumun işleyişinde, gerekse bu toplumu inceleyen modellerde
önemli bir yer tutmaktadır.
Müziği ele aldığımızda bu çerçeve içinde neler söyleyebiliriz?
Durkheim'cı terminolojiyi kullanırsak, şöyle bir görünüm çıkar
karşımıza: Tek sesli ya da eşsesli müzik inorganik bir müziktir.
Müzisyenler arasında herhangi bir işbölümü ya da uzmanlaşma
yoktur. Örneğin geleneksel müziğimizi ele aldığımızda, şarkıcının
ve çalgı topluluğunun seslendirdikleri parçalar arasında bir fark
lılık bulunmaz. Şarkıcının ya da çalgılardan bir ya da birkaçının
susması bütünlüğe büyük bir zarar vermez. Burada kimse kim
seyi tamamlamamaktadır. Bir işbölümü ya da uzmanlaşma söz
konusu değildir. Bu tür müziği üç kişinin ya da yüz kişilik bir
koronu n seslendirmesi arasınd a büyük bir fark yoktur.
Oysa orkestra müziğini, senfoniyi, hatta bir dörtlüyü ya da
ikili bir sonatı ele aldığımızda, her çalgının ayrı bir görevi oldu
ğunu görürüz. Doğal olarak senfoni, bu tür müziğin en karma
şık Örneğidir. Eğer bir dörtlü, toplumsal bir kurumsa, senfoni top
lumun ta kendisidir. Senfonide her çalgı topluluğunun ayrı bir
görevi vardır. Bu tıpkı toplumsal işbölümüne benzer. Her çalgı
topluluğu, toplumu oluşturan ve yalnızca kendi işlevini yerine
getiren ve ötesine karışmayan bir yapı gibidir. Senfoni sanki top-
75
8/18/2019 Müziğin Toplumsal Temelleri
19/26
lumsal ilişkilerin iyice karmaşıklaştığı bir burjuva toplumudur.
Orkestra üyelerinin her biri ayrı bir mesaj iletir ama orkestranın
ilettiği bir birlik ve bütünlüktür. Değişik çalgıların bireysel mesaj
ları yalnızca bütünü ele aldığımızda bir anlam kazanırlar
33
. O hal
de senfoni, çalgı topluluklarının organik dayanışmasıyla gelişir.
Hegel, Mozart'ın senfonilerindeki ustalığa değinirken şöyle
der:
«...dramatik bir almaş, değişik çalgılar arasındaki karşılıklı
konuşma... Bu öyle bir konuşmadır ki, belli bir çalgı topluluğu,
bir başka topluluğun ortaya çıkmaya hazırlandığı yere kadar iler
ler... ve onun (yapısal özellikleri nedeniyle) anlatamadıklarını
anlatarak bütünün oluşmasına katkıda bulunur»
3
-.
G. Thomson da, bir orkestra yapıtı için şöyle diyor:
«...Marx'ın, 'katıksız aklın hareketi'ni Hegel'in nasıl tasar
ladığını an lattığı bölümü anımsıyalım: 'e ve tin ha yıra dön üşm e
si, hayırm evete dönüşmesi, evetin hem evete hem hayıra dönüş
mesi, hayırm da hem hayıra hem evete dönüşmesi. ' Bir yaylı saz
lar dörtlüsün ün hareketini andırmıyor mu ? Bu nun alanını ge
nişletin, çalgıların sayısını ve türlerini çoğaltın, ortaya senfoni
çıkar»
35
.
Senfoniyi yar ata n çoksesli düşünc edir dedik. Ba skılarda n
arınmış çok değerli, özgür düşünce... Ama gerçekte engelleri, bas
kıları yıkıp özgürlüğüne kavuşmak isteyen, burjuva sınıfıdır. İk
tidar mücadelesi veren burjuvazi, düşüncenin özgürlüğünü savu
nurken henüz devrimci çağını yaşamaktadır. Ne var ki iktidarı
ele geçirdikten sonra, özgürlük ve eşitliği yalnızca kendisi için
istemiş olduğunu çok kısa bir sürede ortaya koymuştur. Emek sö
mürüsü ve toplumsal eşitsizlik, yeni sistemin özünü oluşturuyor
du. Kapitalist sistem belirli bir ideoloji doğrultusunda kitleleri
eğiterek kendi iç çelişkilerini bastırma yoluna gitti . Bu düşünce
nin en önemli sloganı uyumdu. Bu toplamsal uyum kavramı ara
cılığıyla çelişkiler ve eşitsizlikten doğan çatışma başarılabilecek
ti. Burjuva müziğinin ve bunun en gelişmiş biçimi olan senfoninin
de uyum yasalarıyla işlemesi yalnızca bir rastlantı değildir.
Bu bağlamda, senfoni yalnızca burjuva toplum yapısını yan
sıtmakla kalmaz aynı zam anda ideal ve uyu mlu bir toplum u da
yan sıtır. Yukarıdak i örnek leri düş üne lim: farklı çalgılar, farklı
görevler, farklı kurumlar. Aynı zamanda farklı sınıflar ve kat
manlar da değil mi? Her sınıf kendine düşen görevi yapacak ve
uyumlu bir toplumun oluşmasına katkıda bulunacak. Ve yasalar
da sözü edildiği gibi herkes «eşit» haklara, tartışma ve düşünce
sini açıklama özgürlüğüne sahip olacak. Çalgıların karşılıklı ko
nuşmaları da bu düşünceye uymuyor mu?
76
8/18/2019 Müziğin Toplumsal Temelleri
20/26
Bununla birlikte, gerek burjuva toplumu gerekse senfoni ça
tışmayı bağırlarında taşırlar. Thom son'un M arx'tan aktardığ ı
sözler, bu çatışmayı çok iyi anlatıyor. Gerek burjuva toplumu ge
rekse senfoni çatışmayı bastırmaya ve uyum içinde tutmaya ça
lışırlar. Senfonide yapıları gereği çatışan çalgılar, çatışan sesler
uyum içinde bütünü oluştururlar Değişik çalgı toplulukları yal
nızca kendi olanakları ölçüsünde ve ancak bir noktaya kadar ko
nu şu rlar ve ötesini bir başka çalgı topluluğu na bırakırlar Bu tıp
kı çoksesli bir toplumda farklı sınıfların kendi özel durumlarını
dile getirmeleri ama fazla ileri gitmeden yalnızca görevlerini ya
parak uyumlu toplumun oluşmasına katkıda bulunmaları gibidir.
Mili de toplumsal uyumdan benzer şeyler anlamıyor muy
du? Toplumsal birlik, kardeşlik ve türdeşlik üzerinde durmuyor
muydu; sınıf ve sınıf çatışmalarını büyük toplumsal kötülükler
olarak görmüyor muydu?
36
Evet, Mili sınıfı, «aynı uğursuz çıkar
lara sahip insanlar topluluğu»
37
olarak tanımlıyordu.M ill'den yüzyıl sonra bile bazı Am erikalı toplum bilimc iler
benzer şeyleri söylemeyi sürdürmüşlerdir. Yapısal işlevci olarak
adlandırılan bu okul, çatışmayı reddederek toplumun, belirli iş
levleri yerine getiren yapılardan oluşan sarsılmaz bir dengeye
sahip olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu okulun var olduğunu sa
vunduğu uyum ve tanrısal denge bir çok toplumbilimci tarafın
dan eleştirilmiş, özellikle Dahrendorf bu düşüncenin bir ütopya
olduğunu belirtmiştir
38
.
Kısacası senfoni kapitalist toplumun yapısını yansıttığı ka
dar düşüncesini ve ideolojisini de yansıtmıştır. Çatışma ve uyum...
Bu karşıtlıklar gerek toplum, gerek düşünce alanında yeni siste
min iki karşıt sınıfını anlatmaktadır. Müzik bu karşıtlığı tüm bo
yutlarıyla yaşamış, yaşatmıştır. Thomson şöyle diyor:
«...sonat ve senfonideki diyalektik karakterin, o dönemin fel
sefesinde görülen diyalektik harekete uygun olduğunu söyleyebi
liriz. Her ikisi de XVIII. yüzyılda Avrupa'nın dört bir yanını sa
ran ve Fransız Devrimiyle doruğ una ulaşa n burjuva dem okratik
hareketinin birer yansımasıdırlar»
39
.
Yabancılaşma: Schönberg Ve Stravinsky
Kapitalist toplumda uyum yaratma çabaları uzun süreme
di.
Şiddeti artan sınıf çelişkileri ve çalışan sınıfların burjuva de
mokratik devriminden beklediklerini bulamayışları, 1830'larda ve
1840'larda tüm Avrupa'yı saran bir dizi ayaklanmaya neden ol
du ve sınıflar arası çatışmalar giderek yoğunlaştı. Çalışan sınıflar
eşit haklar istiyorlar ve sık aralıklı ekonomik bunalımlardan ya-
77
8/18/2019 Müziğin Toplumsal Temelleri
21/26
kınıyorlardı. «Sanatçılar arasında da genel bir memnuniyetsizlik
vardı ve özgürlük istiyorlardı. Ama özgürlüğün yolu neydi? Sa
raylara hizmet sunma günleri geçmişte kalmıştı. Sanatçı artık
bir düşünür, bir öğretmen, tanınmış bir kişilik ve aydınlanmanın
taşıyıcısıydı. Ama aynı zamanda umutsuz bir biçimde pazar eko
nomisinin ağlarına takılmıştı.»
40
Sanatçının bir işadamına dönüşmesi sürecini yukarılarda an
lattık. Hem sanatçı hem girişimci olan ilk besteci Hendel'di.
1781'-
de Mozart, bağımsızlığını ilan ediyordu. Bu yalnızca kendi namı
na yaptığı bir haraket değildi. Bu.bestecinin ve genelde sanatçı
nın feodalizme bağlı bir hizmetkâr olmayı reddedişinin de ila
nıydı
4
'.
Bu tarihten başlıyarak sanatçı bir işadamına dönüşmüş, acı
masız pazar koşullarında bir başına kalmıştır. Beethoven de bu
durumu acıyla fark eder. Yayıncı Hoffmeister'e yazdığı bir mek
tupta para işlerinden hiç anlamadığından yakınarak şöyle yazar:
«Yeryüzünde büyük bir sanat emanetçisi olmalıdır. Sanatçı
eserlerini buraya vermeli ve karşılığında kendisi için gerekli şey
leri almalıdır. Ama günümüz koşullarında sanatçı yarı tüccar ol
mak zorundadır. Buna yürek dayanır mı?»
42
Sanatın bir meta haline gelişi önce resimle başlamış ve mü
zik metalaşan son sanat dalı olmuştur. Bu sürecin doğal sonucu
yabancılaşmadır.
Marx burjuva toplumunu incelerken, kapitalist üretim tar
zından kaynaklanan yabancılaşmanın birbirleriyle ilişkili iki kay
nağından söz eder. Bunlardan biri üretim süreci içinde, işçinin
üretim sel etkinliğind e ortay a çıkan «teknolojik yabancılaşm a»,
ötekiyse işçinin ürettiği nesneye olan yabancılaşması yani üretim
sürecinin sonuçlarını denetliyemeden doğan «pazar yabancılaş-
ması»dır
43
. Bunların her ikisi de kapitalist üretimdeki işbölümün-
den kay naklan m aktadır. ,
Yalnızca işçi değil, sanatçı da artık pazara mal süren bir kişi
olduğundan ve fetişleşen bir mal halini alan üretiminin sonuçla
rını denetleyemediğinden özellikle pazar yabancılaşmasının içine
düşmüştür.
Orkestra üyelerinin yabancılaşması ise, belki daha kuramsal
platformda kalıyor gibi görünse de, teknolojik yabancılaşmaya ya
kınlık gösterir. Üretim zincirinin bir parçası olan işçiyi düşünün.
Bu işçi bütün olan hiçbir şey yaratmaz, yalnızca bütünü oluştura
cak parçalardan birini monte eder. Şimdi de bir orkestra üyesini
düşünün. Yapıtın yeniden üretimi sırasında, üretim hattındaki
işçinin yaptığı işe benzer bir etkinlik içindedir. İşte bu nedenle
Stravinsky ideal müzik yorumcusunu bir robota benzetir. «Bir
78
8/18/2019 Müziğin Toplumsal Temelleri
22/26
adam bir ip çekiyor, ama öteki uçta ne olduğu onun için önemli
değildir. Zilleri daha alçak ya da daha yüksek çmlatamaz...»
44
.
Aynı konuya değinen Adorno da «kapitalizm öncesi müzik
le kapitalist müzik arasında, yorumlayıcı açısından büyük bir
fark olduğunu belirtir. Kapitalizm öncesi müzikte üretim, yeni
den üretim ve çeşitleme vardır»
45
. Yorumcu kendinden bir şeyler
katabilmektedir yapıta. Özellikle kadans kavramını ele alalım.
Besteci yapıtının genellikle son bölümünün bir yerini boş bıra
kır ve burayı doldurm a özgürlüğünü yorum cuya bırakırdı. Yo
rumcu burada artık tüm ustalığını gösterme olanağını elde eder
di.
Oysa romantizmle birlikte yorumcunun bu hakkı elinden alın
mış ve yapıtların seslendirilmeleri giderek standart bir hal alma
ya başlamıştır. «Kapitalist müzikte beste, yorumcudan ayrılmış
yalıtılmış bir mal gibidir.»
46
«Bireyin tasfiyesi,» diye yazar Ador
no,
«yeni müziğin kendine özgü damgasıdır»
47
Müzikteki pazar yabancılaşması ise müziğin bir meta halinegelmesinden kaynaklanır. Kapitalizmle birlikte tüm mallar gibi
müziğin de kullanım değerinden çok değişim değeri önem ka
zandı. Bu fetişleşme, Marx'm da belirtmiş olduğu gibi yabancı
laşmış kapitalist kültürün bir sonucuydu. Bu tür kültürde insan
lar kendi ürettikleri mallara şeyleşmiş maddeler olarak kör bir
saygı duyarlar.
Adorno'ya göre fetişleşme yalnızca ruhbilimsel bir kategori
değildir. Bunun, kullanım değerinden çok değişim değerine ba
ğımlı bir toplum dan ka yna klan an ekonomik yönleri de vardır.
Adorno sürekli olarak san at dün yasm daki yıldızlardan (örneğin
Toscanini), Stradivarius ve Amati kemanları gibi çalgı marka
larından söz eder
48
. Görüldüğü gibi her şey pazara ve satışa dö
nüktür .
Kapitalist toplumun çelişkileri ve yabancılaşma, Schönberg'in
müziğinde açık bir biçimde görülür. Bu müzik büyük bir yalnız
lığın müziğidir. Schönberg yabancılaşmayı müziğin kendi içinde
çözmeye çalışmış, çağdaş toplumun çözümlenmemiş uyumsuzluk
larıyla uzlaşmayı reddetmiştir. Schönberg'in müziği sanki toplu
ma düşman birinin korku dolu çığlığıdır. «Onun müziğinde in
sanların birlikte geçirdikleri deneyimlerin hiçbir yansıması yok
tur»
49
.
Schönberg kendini sürekli olarak toplumsal dış baskılar
da n koru ma ya ve. yabancılaşm aya çalışmıştır. Ama bund a başa
rısız kalmıştır. «Schönberg'in yenilgisi yabancılaşma sorununu
sadece müzikte (içrek olarak) çözümlemek istediği için meyda
na gelmiştir»
50
.
Adorno'ya göre Stravinsky, Schönberg'e karşıt bir noktada
durur ve Schönberg ne denli psikoiojikse Stravinsky o denli an-
79
8/18/2019 Müziğin Toplumsal Temelleri
23/26
tipsikolojiktir. Adorno'ya göre Stravinsky antipsikolojik, neokla-
sik nesnelliği temsil eder
51
. Bu nesnelik, çağdaş toplumun çelişki
lerini ve yabancılaşmasını bilmez görünüp burjuvazi öncesi, kla
sik tona l biçimlere dönüşü an latm ak tad ır. Gerçekten de Stra-
vinsky'nin müziği bir kaçış müziğidir. Stravinsky, Schönberg gibi
çağdaş topluma boyun eğmek yerine kaçmayı yeğlemiştir. Ador-
no,
Stravinsky'nin eski müzik biçimlerine dönerek yaptığı müzi
ğin faşist ideolojiyi dile getirdiğini söylemektedir. Oysa Nazi Al-
manyası, onun müziğini yıkıcı ve bolşevik bulmuştu.
Adorno, Schönberg ve Stravinsky'yi karşılaştırırken oldukça
duygusal davranmakta ve açıkça taraf tutmaktadır. Stravinsky'
nin müziği için belki neoklasik denebilir ama asla antipsikolojik
denemez. Stravinsky de yalnızlığı ve yabancılaşmayı ruhunun de
rinliklerinde duymuştur. Schönberg'in kendisini topluma karşı
kapatması nasıl başarılı olamadıysa, Stravinsky'nin kaçma ça
baları da öyle başarılı olamamıştır. Üstelik Stravinsky, Schönberg
gibi yabancılaşmayı yenmeye de çalışmamıştır. Çünkü yenik düş
tüğünün bilincindedir. XX. yüzyılın başyapıtlarından olan
Petruş-
ka
balesinde, Stravinsky'nin iç yalnızlığını açık bir biçimde du
yabiliriz. Çünkü yapıt yaşayan insanları kuklalar, kukla Petruş-
ka'yı (ya da Stravinsky'nin kendisi) ise yaşayan bir kişi olarak
göstermektedir
52
. Toplumun çelişkilerini ve yabancılaşmayı bun
dan daha güzel anlatan imgeleme düşünülemez. «Stravinsky'nin
yap ıtlarındak i sert nesnellik ma skesinin ardın da, Schönbe rg'm
dehşet dolu çığlıklarını andıran sonsuz bir yalnızlık yatar. Bu kor
ku verici yalnızlık dün yad aki insan lar için hiçbir şey hissetme
yen içinde yaşadığı dü nyadan nefret eden ve ya rın için hiç
bir umudu olmayan birinin yalnızlığıdır»
53
.
Sonnot
Türkiye'de çoksesli müziğin yüzyıllık bir geçmişi bile yoktur.
Çoksesli müziğe duyulan ilgi toplumun Batı ile olan ilişkilerinin
bir sonucudur. Batının tüm üstyapı kurumlarının ithal edilme
siyle Batılılaşmanın sağlanacağına olan inanç, doğal olarak çok
sesli müziği de ithal etmeyi düşünecekti.
Gerek Osmanlı saray müziği, gerekse halk müziği çoksesli
değildi. Monodik düşünce yapısına sahip olan Osmanlı toplumun
da çoksesli bir müziğin var olması zaten beklenemezdi.
Osmanlı İmparatorluğunda devletin egemen gücünün, eko
nomik ve toplumsal yaşantıya büyük ölçüde yön verdiğini görü
rüz. Batının tersine Osmanlı, üstyapının altyapıyı belirlemede ol
dukça etkin oluşuyla göze çarpar. Devletin bu etkin rolü, ekono-
8
8/18/2019 Müziğin Toplumsal Temelleri
24/26
mideki kapalı köy komünlerinin üzerine olanca ağırlığıyla çök
müş ve bu yapıların dönüştürücü olma işlevlerinin ortaya çıkma
sını engellemiştir. Bu nedenle Osmanlı toplumu oldukça dural
(statik) bir yapıyı ortaya koyar. Toplumun bu dural yapısı, sa
nata da yansımaktadır. Bu nedenle Osmanlı sanatında, şiirinde,
müziğinde Batıdaki gibi büyük dönüşümler göze çarpmaz. Os
manlı sanatındaki değişmeler, ister mimarlık, ister şiir, isterse
müzik olsun hep Batının etkisiyle gerçekleşmiştir.
Batı ile olan etkileşim sonucunda Doğunun notalama teknik
leri bıra kılara k, Batı sistem i b enim senm iştir. Oysa Batı nota sis
temi bir gereksinmeden doğmuş ve ithal ettiğimiz diğer tüm ku
rumlar gibi yüzlerce yıllık deneme ve yanılmalardan geçerek bu
günkü biçimini almıştır. Batıda, eski sistem, coşkunlaşan, özgür-
leşen, zenginleşen sesleri zaptetmede yetersiz kalmaktaydı. Oysa
biz bu nota sistemini, bir gereksinme olarak değil, bir kolaylık
yolu olarak almışızdır. Çoksesli müzik Batı nota sistemini getir
miş ama bu nota sistemi bize çoksesliliği getirmemiştir. Çünkü
birisi neden, birisi sonuçtur. Ve sonuç nedenin nedeni olamazdı.
Çünkü iş salt müzikle bitmiyordu. Batının çoksesli müziği
nin ardında çoksesli, çok değerli bir düşünce, akılcı bir ekonomi
ve toplum yapısı vardı.
Aklımıza ilginç bir düşünce geldiğinde ne yaparız? Bu dü
şünceyi ya geliştiririz y a da bir hik m et gibi saklarız. «Hikmet» in
yazıya dökülmesi gerekmez. Oysa bu düşünce geliştirildiğinde (ki
bunu geliştirmek ya da geliştirmemek yine düşünce yapısına bağlıdır) yeni düşünceler birbirini izler, birbirinin içinden çıkar ve
bir ağaç gibi dal budak salmaya başlar. Artık düşünceler zapte-
dilemez olmuştur ve mutlaka bir yere yazılmaları gerekmektedir.
Tek sesli m üzik akılda tu tu la n bir hik m et gibidir Çok sesli
müzik ise sistematik düşüncenin, felsefenin ta kendisidir. Ve biz
de çok sesli müzik olmadığı gibi felsefe de yoktur. Batıyla olan
ilişkisinden önce müziğimiz neden teksesli kaldı diye suçlamak
da son derece yanlıştır. Sentetik bir düşünceye sahip olmayan
ve sürekli ayr ıntılarla uğraş ıp bü tün ü bir ya na bıraka n hikmetçi
Doğu düşünce sinden senteze daya lı çok sesli müziği beklemek
yanlıştır. Oysa Batı düşüncesi sentetiktir. Descartes'tan bu yana
Batı, bütünü parçalarına ayırmakta ve yeni bir sentezde yeni
den toplamaktadır. Bu düşünce senfoniyi yaratan düşüncedir.
81
8/18/2019 Müziğin Toplumsal Temelleri
25/26
i. G. Plekhanov,
T h e D e v e l o p m e n t of t h e M o n i s t V i ew of H i s t o r y .
1969,
s.
177.
2. N. Birnbaum , «The Rise of Capitalism,» R e a d i n g s o n E c o n o m i c S o -
ciology.
N.J., 1965, s. 12.
3. İ. Mim aroğlu, M ü z i k T a r i h i . İst., 1961, s. 20.
4. L. Althusser,
L e n i n a n d P h i l o s o p h y .
Surrey, 1977, s. 136-137 .
5. G. W. Hegel, E s t h e t i q u e . Paris, 1Q44, C. 3. I. bölüm, s. 342.
6. E. Fischer, S a n a t ı n G e r e k l il i ğ i. İst, 1979, s. 250.
7.
y.a.g.e.,
s. 250.
S. C. Sachs,
K ı s a D ü n y a M u s i k i s i T a r i h i .
İst., 1965 , s. 54.
9. A. Hauser, T he Soc ia l, H i s to ry of Ar t . London , 1968, C. I, s. 202.
10. y.a.g.e., s. 238.
11.
Sach s, a.g.e., s. 67.
12 . Hauser, a.g.e., ş. 217.
13. B. Russell H i s t o r y o f W e s t e r n P h i l o s o p h y . London, 1962,, s. 465
14. Plekhanov, a.g.e., s. 176.
15. M. Weber, T h e P r o t e s t a n t E t h i c a n d T h e S p i r i t o f C a p i t a l i s m , N.Y.
1958, s. 170.
16. Sach s, a .g.e., s. 99.
17. Hauser, a.g.e., C . 2, s. 13.
18.
y.a.g.e.,
s. 71.
19.
y.a.g.e.,
s. 44 - 45.
20. M. Bauer, E. Payser, H o w M u s i c G r e w . N. Y. 1925, s. 179.
21 .
y.a.g.e., s. 228.
22 H. Engel, «Music and Society». I n t e r n a t i o n a l E n c y c l o p e d i a of S o c ia l
S c i e n c e s . N. Y., 1972, C . 9, s. 569.
23. y.a.g.e.,
s. 570.
24.
y.a.g.e., s.
570 - 571.
25. M. Weber, T h e I n t e r p r e t a t i o n o f S o c i a l R e a l i t y . J. E. T. Eldridge (ed.)
London, 1971, s. 236.
26. Sachs, a.g.e., s. 183.
27. Weber,
T h e I n t e r p r e t . , s .
238.
28. Sachs, a.g.e., s. 183.
29. Engel, a.g.e., s. 568.
30. Hauser. a.g.e., C. 3, s. 75 - 77.
31.
y.a.g.e.,
s. 168.
32. y.a.g.e., s. 212.
33 .
E. Leach, «Structuralism in Social Anthropology», S t r u c t u r a l i s m . D .
Robey (ed.), Ozford 1973, s. 44.
34. Hegel, a.g.e., s. 329
-
330.
35. G. Thomson, İ n s a n ı n Ö z ü . İst, 1979, s. 117 -118.
36. G. Buncan,
M a r x a n d M i l i.
Cam bridge, 1977, s. 269.
37. J. S. Mili, R e p r e s e n t a t i v e G o v e r n m e n t . London, 1960, s. 254.
38. R.
Dahrendorf
«Out of Utopia», B ssa y s i n t h e T h e o r y o f S o c i e t y .
London, 1968.
39. G. Thomso n, a.g.e., s. 121.
40. S. Finkelstein, C o m p o s e r a n d N a t i o n . London, 1960, s. 123.
82
8/18/2019 Müziğin Toplumsal Temelleri
26/26
41.
y.a.g.e.,
s. 60.
42. G. Thomson, a.g.e., s. 129.
45 .
A. Giddens, C a p i t a l i s m a n d M o d e r n S o c i al T h e o r y . Cambridge, 1971,
s. 228. Teknolojik ve pazar yabancılaşması terimleri Marz a değil
Gidd ens e aittir.
44. zikreden, Finkelstein, a.g.e.,
s. 26i.
45.
M. Jay,
T h e D i a l e c t i c a l I m a g i n a t i o n ,
Lond ori. 1973 , s. 184.
46 .
y.a.g.e.,
s. 184.
47.
y.a.g.e.,
s. 189.
48 .
y.a.g.e.,
s. 190.
49. Finkelstein, a.g.e., s. 218.
50. Ü. Oskay, «Müzik ve Yabancılaşma»,
S B F , B Y Y O Y ı l l ığ ı .
Ank., 1981,
s. 231.
51. Jay, a.g.e., s. 183.
52 . F ınklestein, a.g.e., s. 261.
53. y.a.g.e., s. 265.