21
Diğer güzel sanatlarda olduğu gibi hat sanatında da güzel eserlerin meydana gelmesinde yaratıcı güç, gayret ve zekânın yanında tekniğin de önemli bir ye- ri vardır. Yazıda kullanılan aletlerin, malzemenin mükemmelliği sanatkârın başarısına tesir eder. "Kem âlet ile tahsîl-i kemâlât olmaz" denir. Yazı sa- natında kullanılan kamış kalemin ıslahı, mürekkebin ve kâğıdın istenilen vasıfta hazırlanması uzun tecrü- be ve bilgi mahsulüdür. YAZI ALET VE MALZEMELERİ Kalem Yazı vasıtalarının başında gelen kalemin şerefi, Al- lah ve Hz. Muhammed tarafından yüceltilmiştir. İn- san için söz gibi yazının da faydası büyüktür. Yazı öğretimini kendi nefsine bağlayan Allah Teâlâ, "Ka- lem ile yazıyı öğreten, o vasıta ile ilmi belleten de O'dur" buyurmuş, yazının ve ilmin insanoğluna ve- rilmiş sayısız nimetlerinin başında geldiği, ayrıca ya- zıya vasıta olan kalemin de şerefinin pek yüce oldu- ğu beyan edilmiştir. Çünkü ilâhî kalemle şuur ve ze- kâlara tesbit edilen mânalar beşerî kalem vasıtasıyla ortaya çıkar, kaydolur. Kalem, hikmetinin büyüklüğü sebebiyle bir sûreye ad olmuş, ilk âyetlerinde üzerine yemin edilerek in- sanlar bu konuda uyarılmıştır. "Hokka, kalem ve ehl-i kalemin (müdrik insanlar) satıra dizdikleri ve dizecekleri hakkı için" mealindeki bu âyetlerde, Al- lah'ın ilk halkedip, yazmasını emrettiği ve onun da kıyamete kadar olacak şeylerin kitâbetiyle cereyan edeceği ilâhî kalem ile beşerî kaleme işaret edilmiş- tir. 1 Hangi nevi kalem olursa olsun kalem, ilme ve sanata vasıta olması bakımından övülmüştür. Kalem çeşitleri Hüsn-i hatta, ekseriya kamış kalem, cava kalemi, me- nevişli kalem, kargı kalem ve tahta kalem kullanılır. Kamış kalem Yontulmuş kamış, yazının en tabii aletidir. Romalı- ların kalamus, Rumlar'ın kalamos, müslümanların kalem dedikleri kamışın (Farsça, "hâme, kilk") çok eski zamanlardan beri yazı malzemesi olarak kulla- nıldığı bilinmektedir. Kamıştan başka, milâttan son- ra V. yüzyılda kaz ve kartal gibi hayvanların tüyleri de yazı aleti olarak kullanılmaya başlanmıştır. En yaygın yazı aleti madenî uçlu kalemlerin milâttan sonra XVIII. yüzyılın ortalarına doğru Fransa'da icat edilmiş olduğu ileri sürülürse de demir kalemin çok eski zamanlarda patrikhâne ve manastırlarda kullanıldığı zannedilmektedir. Avrupalılar, Osmanlı yazıları için de demir kalem imal etmişler ve 1830 senesinden sonra Osmanlı ülke- sinde, günlük hayatta kullanımı yaygın hale gelmiştir. Fakat hattatlar madenî uçlarda istedikleri kıvraklık ve esnekliği elde edemedikleri için madenî uçlara fazla itibar etmemişler, terbiye edilmiş kamış kalemi yazı- nın 2 hareket ve cereyanına daha uygun ve tabii bul- muşlardır. Hüsn-i hatta kullanılan kamış, ekseriya İran Hazar denizi kenarı ve Irak Dicle nehri kenarın- 1 Yazır, Hak Dîni Kur'an Dili, VII, 5252-5267; VIII, 5952; Sahîh-i Tirmizî, Kahire 1934, VIII, 320; Taşköprizâde, Mevzûâtul- ulûm, I, 119; Müstakimzâde, Tuhfe, s. 7. 2 Necib Asım, Kitâb, s.

nevişli kalem, kargı kalem ve tahta kalem kullanılır.edeceği ilâhî kalem ile beşerî kaleme işaret edilmiş tir.1 Hangi nevi kalem olursa olsun kalem, ilme ve sanata vasıta

  • Upload
    others

  • View
    20

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Diğer güzel sanatlarda olduğu gibi hat sanatında da

güzel eserlerin meydana gelmesinde yaratıcı güç,

gayret ve zekânın yanında tekniğin de önemli bir ye­

ri vardır. Yazıda kullanılan aletlerin, malzemenin

mükemmelliği s a n a t k â r ı n başarıs ına tesir eder.

"Kem âlet ile tahsîl-i kemâlât o l m a z " denir. Yazı sa­

natında kullanılan kamış kalemin ıslahı, mürekkebin

ve kâğıdın istenilen vasıfta hazır lanması uzun tecrü­

be ve bilgi mahsulüdür .

YAZI A L E T V E M A L Z E M E L E R İ

Kalem

Yazı vasıtalarının başında gelen kalemin şerefi, Al­

lah ve Hz. M u h a m m e d taraf ından yüceltilmiştir. İn­

san için söz gibi yazının da faydası büyüktür . Yazı

öğretimini kendi nefsine bağlayan Allah Teâlâ, "Ka­

lem ile yazıyı öğreten, o vasıta ile ilmi belleten de

O ' d u r " buyurmuş, yazının ve ilmin insanoğluna ve­

rilmiş sayısız nimetlerinin başında geldiği, ayrıca ya­

zıya vasıta olan kalemin de şerefinin pek yüce oldu­

ğu beyan edilmiştir. Ç ü n k ü ilâhî kalemle şuur ve ze­

kâlara tesbit edilen m â n a l a r beşerî kalem vasıtasıyla

ortaya çıkar, kaydolur.

Kalem, hikmetinin büyüklüğü sebebiyle bir sûreye

ad olmuş, ilk âyetlerinde üzerine yemin edilerek in­

sanlar bu k o n u d a uyarılmıştır. " H o k k a , kalem ve

ehl-i kalemin (müdrik insanlar) satıra dizdikleri ve

dizecekleri hakkı iç in" mealindeki bu âyetlerde, Al­

lah'ın ilk halkedip, yazmasını emrettiği ve o n u n da

kıyamete kadar olacak şeylerin kitâbetiyle cereyan

edeceği ilâhî kalem ile beşerî kaleme işaret edilmiş­

tir.1 Hangi nevi kalem olursa olsun kalem, ilme ve

sanata vasıta olması bakımından övülmüştür.

Kalem çeşitleri

Hüsn-i hatta, ekseriya kamış kalem, cava kalemi, me­

nevişli kalem, kargı kalem ve tahta kalem kullanılır.

Kamış kalem

Yontulmuş kamış, yazının en tabii aletidir. Romalı­

l a r ı n kalamus, Rumlar'ın kalamos, müslümanların

kalem dedikleri kamışın (Farsça, "hâme, kilk") çok

eski zamanlardan beri yazı malzemesi olarak kulla­

nıldığı bilinmektedir. Kamıştan başka, milâttan son­

ra V. yüzyılda kaz ve kartal gibi hayvanların tüyleri

de yazı aleti olarak kullanılmaya başlanmıştır. En

yaygın yazı aleti madenî uçlu kalemlerin milâttan

sonra XVIII. yüzyılın ortalarına doğru Fransa'da

icat edilmiş olduğu ileri sürülürse de demir kalemin

çok eski zamanlarda patrikhâne ve manastırlarda

kullanıldığı zannedilmektedir.

Avrupalılar, Osmanlı yazıları için de demir kalem

imal etmişler ve 1830 senesinden sonra Osmanlı ülke­

sinde, günlük hayatta kullanımı yaygın hale gelmiştir.

Fakat hattatlar madenî uçlarda istedikleri kıvraklık ve

esnekliği elde edemedikleri için madenî uçlara fazla

itibar etmemişler, terbiye edilmiş kamış kalemi yazı­

nın 2 hareket ve cereyanına daha uygun ve tabii bul­

muşlardır. Hüsn-i hatta kullanılan kamış, ekseriya

İran Hazar denizi kenarı ve Irak Dicle nehri kenarın­

1 Yazır, Hak Dîni Kur'an Dili, VII, 5 2 5 2 - 5 2 6 7 ; VIII, 5 9 5 2 ; Sahîh-i Tirmizî, Kahire 1934, VIII, 320; Taşköprizâde, Mevzûâtul-ulûm, I, 119; Müstakimzâde, Tuhfe, s. 7.

2 Necib Asım, Kitâb, s.

da kurulmuş Vâsıt şehrinden getirilirdi. Tabii rengi sa­

rı olan kamışlar sıcaklığını muhafaza etmekte olan

gübre içine yatırılır, birtakım kimyevî değişimlerden

sonra koyu kahverengini alır, sertleşirdi. Kalem ancak

bu ıslah ve terbiye ameliyesinden sonra kullanılırdı.

Bu ıslah sıcak ülkelerde güneş altında yapılırdı.

Vasıfları

Kamış kalem ne çok ince, ne de çok kalın olmalı,

rengi parlak ve siyaha yakın, düzgün ve yuvarlak,

boğum araları bir karış olmalıdır. Bu evsafı haiz bir

kalem, mermer taş veya cam üzerine atıldığı zaman

tiz bir ses çıkarır. Yazma bir eserde kamış kalemin

vasıfları şöyle anlatılmaktadır: "Evvelâ, hüsn-i hat

yazanlara kalemin âlâsın ve mürekkebin rânâsın ve

kâğıdın zîbâsın görmek gerektir. Kalemin âlâsın ol­

dur ki kızılı pek ola ve aklığı pek az ola ve damarla­

rı doğru ola, zira damarları doğru olmazsa, kalemi

şak itdikte eğri şak olur doğru şak olmaz. Eğri şak

olan kalemden hüsn-i hat gelmez ve kalemin kalınlı­

ğı evsat ola ve uzunluğu on parmak ola!" 3

Cava kalemi

Cava'da yetişen bir cins ağacın yaprak diplerinden çı­

kan sert, ince ve siyah renkli uzantılarıdır. Çok sert

olması, uzun süre yazmakla bozulmaması sebebiyle,

bilhassa mushaf ve kitap yazmakta hattatlar tarafın­

dan tercih edilmiştir. XIX. yüzyılın birinci yarısından

itibaren İstanbul hattatlarının Cava kalemini kullan­

dıkları tahmin edilmektedir. Yalnız ince olduğu için

bir kamış kalemin içine yerleştirilerek veya tutulacak

kısmına bir bez parçası sarılarak kullanılır.

Menevişli kalem (Hindî kalem)

Hindistan'da yetişen içi dar, uzun boğumlu ve mene­

vişli, gayet sert bir kamıştır. Hattatlar buna sertliğin­

den dolayı pek rağbet etmemişlerdir.

Kargı kalem

Kargıdan yapılan bu cins kalem, celî yazıları yazmak

için kullanılır.

Tahta kalem

Adından da anlaşılacağı üzere tahtadan yapılan bu

kalem daha iri yazıları yazmada kullanılır.

Tahta kalem. TİEM, nr. 3366.

a. Kamış, b. cava, c. kargı, d. hindî kalem.

3 Seyyid Halil Vehbî, Hat Risâlesi, vr. 1b. 4 Nefeszâde, Gülzâr-ı Savâb, s. 101.

Kalem açma ve kalem tutma usulü

Güzel yazı, yazanın kabiliyetine bağlı olmakla bera­

ber yazı çeşitlerine göre kalem açma sırrı da bilinme­

lidir ki kalemden güzel hat çıkabilsin. Reîsülhattâtîn

Kâmil Akdik, yazısına istediği tekâmülü verebilmek

için uzun zaman katt-ı kalem (kalem maktaa vurma)

usullerini araştırdığını, ancak kalem açma sırrını

çözdükten sonra yazıda muvaffak olduğunu söyle­

miştir.5 Kalem yontma (naht) ve kesme (kat) meleke­

ye muhtaç bir iştir. Yazı meşkine başlayanlar evvelâ

kalem açma usulünü öğrenmelidir. Bu mevzuda Hz.

Ali şöyle buyurmuştur: "Kalemi iyileştirirsen, yazını

da iyileştirirsin; kaleme bakmazsan, yazıyı yüzüstü

bırakmış olursun, çünkü yazı kaleme tâbidir."6

Rehber-i Sibyân'ın arka yüzünde, kalem açmakla il­

gili şu bilgi verilmektedir: "Kalem ince tarafından ev¬

velâ sol avucun içine yatırılarak, başparmak bükümü

miktarınca aşağı ucuna doğru ince tarafından badem

biçiminde kesilir. Sonra ortasından bir miktar yarık

(şak) yapılır. Kalemin iki yanlarından istenilen kalınlık

derecesine göre kesilir. Kalem maktam yuvasına ko­

nur; sol elin başparmağı ile kalemi ve diğer parmaklar­

la altından maktaı tutarak ucu aşağı doğru hafifce traş

edilir. Eğer sülüs ve nesih kalemi ise eğrice, rik'a, diva­

nî kalemi ise biraz düzce kat edilir. Kalemi sağ elin baş

ve şehâdet parmaklarıyla tutarak orta parmağı onlara

yardım ettirmelidir. Fakat kalem hakkının lâyıkı ile ic­

ra olunması için kalemin kesilmiş olan tarafını satırın

üzerine çevirerek hareket ettirmelidir."7 Kalem açılışı

itibariyle çakşırlı ve çakşırsız olur.8

Kalem ağzını çok kısa ve uzun açmamalı; kısa açılır­

sa eli kirletir, uzun açılırsa da kalemin sevk ve idaresi

güçleşir. Ayrıca kalem üzerindeki parlak kısım mürek­

kep almayacağından tebeşirli çuhayı bu kısma sürmeli­

dir. Menâkıb-ı Hünerverân'da, "şakk-ı kalem" hakkın­

da şu malûmat verilmektedir: "Şakk-ı kalemin kâtipten

cânibe olan şakkına ünsî ve hat yazısından olan yana

vahşî ıtlak ederler. Nesih, sülüs ve rik'ada vahşî taraf

ünsî canibinin zı'fı miktarı ola. Kalem-i dîvânî yani

hatt-ı çepte ve kırmada ve deştîde ünsîsi vahşîsinin zı'fı

miktarı ola nesta'likte ünsîsi vahşîsi beraber ola!"9

Kaleme hürmet

Kur'ân-ı Kerîm ve hadislerin ve daha pek çok ilmin

tesbitine nice sanat eserlerinin de yaratılmasına vesi­

le olan kaleme müslümanlar saygı ve hürmet göster­

mişlerdir, îlim ve sanat yolunda ömür tüketmiş âlim­

ler ve sanatkârlar, açtıkları kalem yongalarını hiç za­

yi etmeden biriktirmişler, âhir ömürlerinde yakınla­

rına, "Cenaze suyumu bu kalem yongaları ile ısıtı­

nız" diye vasiyet etmişlerdir.

Kalem yongaları bu anlayış içinde asırlardır ya ya­

kılmış ya da toprağa gömülmüştür. Öyle ki halk da­

hî kâğıt ve kaleme saygısızlığın fakirliğe ve benzeri

çeşitli belâlara sebep olacağına, böyle hürmetsizlik

eden bir kimseye Allah'ın bütün hikmet ve feyiz ka­

pılarını kapatacağına inanmışlardır.

Bu inanışın en güzel misalini Hz. Ali'nin sözlerinde

buluruz. Halifeliği esnasında savaşla sonuçlanan an­

laşmazlıkların içinde mustarip iken, Allah'a şöyle ni­

yaz eder: "Yâ rab ! Koyun sürüsü arasından geçmedim

(yani müslümanlar arasında fitneye sebep olmadım,

birliği dağıtmadım), kalem yongası üzerine oturma¬

dım (yani ilim ve hikmet ehline saygısızlık etmedim),

iç d o n u m u ayakta giymedim (yani sadece insanlar

arasında değil, tenhada dahî haya elbisemi çıkartma­

dım), bu kaygı bana nereden geldi?"1 0 Bu sözüyle Hz.

Ali fitneyi, ilme saygısızlık ve ahlâksızlığı bir milletin

ölümünü hazırlayan sebepler olarak zikretmiştir

Kalemtıraş

Kalemtıraş kıymetli ustaların elinde her biri bir sanat

eseri olarak yapılmış, uzunca saplı, nisbeten küçük

ve kısa ağızlı, kamış kalem açmaya mahsus bıçaktır.

Kalemtıraşların kesici kısmına tığ, fildişi, kemik,

abanoz, yeşim, sedef, mercan, akik, ödağacı, ünnâb,

pelesenk gibi maddelerden yapılan kısmına sap denir.

Altından yapılanlar veya altın kakmalı olanlar da var­

dır. Sapla tığı birbirine bağlayan çelik, gümüş, altın­

dan yapılan kısma da parazvâne denir. Her sanatkâr

kendi eseri olan kalemtıraşa, tığın parazvâneye yakın

kısmına pirinç, altın veya gümüşten kendi adı bulunan

5 Melek Celâl, Reîsul-Hattâtın Kâmil Akdik, s. 13. 6 Nefeszâde, Gülzâr-ı Savâb, s. 103.

7 Rehber-i Sıbyân, İstanbul 1297, s. 8 Süleymaniye Ktp., A. Süheyl Ünver, Dosya, nr. 84/A., sıra nr. 3 4 6 , demirbaş nr. 117.

9 Alî Mustafa, Menâkıb, s. 10. 10 Nefeszâde, Gülzâr-ı Savâb, s. 103.

5. YAZI ALET VE MALZEMELERİ, HÜSN-I HAT EĞİTİM VE ÖĞRETİMİ: MEŞK

damga koyardı. Bazı meşhur kalemtıraşçılar bu kısmı

altından yapardı. Üstat Galatalı Recâi, parazvâne ile

sap arasına altın varak yapıştırılmış bağa ilâve ederdi.

Osmanlılar'da kalemtıraşçılık güzel sanatlardan sa­

yılırdı. Kalemtıraşçıların en meşhuru XII. (XVIII.) yüz­

yılda yaşamış Baba, Galatalı Recâi ile Eyüplü Recâi idi.

Fennî ve Yümnî, Recâiler'den sonra adlan hürmetle yâ¬

dedilen üstatlardır. Sıdkî, Ruhî, Zeki Şeref ve Muhyî,

XIX yüzyılın başlarında Sâfî, Kemâlî, Sıdkî ve Bursalı

Hüsnü gibi üstatlar bu sanatın son temsilcileridir.11

Bunlardan başka demir üzerine altın kakmalı,

sapların içinde saklı "yavru" denilen kalemtıraş da

vardır. "Gülzâr-ı Savâb"da kalemtıraşla alâkalı şu

bilgiler verilmektedir: "Ve dahî malûm ola ki, kâti­

bin kalemtıraşı müteaddit olması lâzımdır. Bari hiç

olmazsa iki gerektir. Birini tırâşe-i kalem (kalem aç­

mak) için istimal edeler. Birini dahî ancak kat'-ı ka­

lem için hıfzederler. Zira kalemtıraş ki gayet tîz (kes­

kin) olmaya, katı dahî tîz ve saf olmaz."

Kalemtıraş nevileri

"Kalemtıraşların birçok nevi vardır. Bunlardan ucu

dönük olarak yapılanlara kâtibi kalemtıraş, söğüt yap­

rağı biçiminde olanlara kan', tashih için, ufak boyda

ve yine küçük söğüt yaprağı biçiminde olanlara tashih

kalemtıraşı derler. Bundan başka, burunları mukavves

olmayıp müselles şekilde büyük yazıları düzeltmek için

yapılmış tashih kalemtıraşları da vardır."12

Makta'

Kataa kökünden ism-i âlet olan mikta', "kesecek

alet, üzerinde kamış kalemin ucu kesilen kemikten

yassıca alet" anlamına gelir. Türkçe'de ikinci mâna

ile kullanılması galattır. Doğrusu katta'dan mikat¬

ta'dır. Dilimize galat, ayrıca yanlış olarak yerleşmiş

de olsa burada meşhur olduğu için makta' kelimesi

kullanıldı. Makta' fildişi, bağâ, kemik, sedef ve aba­

nozdan yapılmış; üzerinde kalem kat' edilen yazı ale­

tidir, kalemin yastığıdır. "Gümüş ve altından yapı­

lan makta'lar da vardır. Yalnız ucuna doğru küçük

bir kemik parçası konur. Makta', ekseriya 10 cm.

uzunluğunda, 2-3 cm. kadar enindedir. Sırrî, Fahrî,

Cevrî, Resmî, Rızâ, Reşid ve Fikrî adlı sanatkârların

yaptıkları makta'lar meşhurdu."1 3 Baş tarafına bir

Mevlevî sikkesi işlenmiş olan Mevlevî dedelerinin

eseri oymalı, murassa' makta'lar Topkapı Sarayı ve

diğer müzelerde teşhir edilmektedir.

Kâğıttan Önce yazı malzemesi

Mezopotamya, Anadolu ve Mısır medeniyetlerinden

günümüze ulaşan en eski yazılar taş, kil tabletler,

tahta ve bez üzerine, Roma kanunları bal mumu ile

cilâlanmış meşe tahtası üzerine yazılmıştır. Mısır,

Roma ve Yunanlılarda ağaç levhaların yan yana ge­

tirilmesiyle codex denilen kitaplar meydana getiril­

miştir. Uzakdoğu'da bambu denilen kamış levhacık­

larının da yazı malzemesi olarak kullanıldığı bilin­

mektedir. Demir kalem ile oyarak yazmak için taş,

tunç, mermer ve kurşun kullanılmış, bunların üzeri­

ne ya hak veya resim yoluyla yazılmıştır. Tesviye

edilmiş kemik ve ağaç yaprakları da kâğıttan önce

yazı malzemesi olarak kullanılmıştır.

Papirüs, bilinen en eski yazı malzemelerindendir.

Mısır'ın Nil nehri bataklıklarında yetişen papirüs, 2-

4 m. boyunda, 5-6 cm. eninde bir cins kamıştır. Es­

ki Mısırlılarda özünden yiyecek, saplarından çeşidi

ev eşyaları ve sandal yapılan papirüs bitkisinin asıl

önemi kendisinden kâğıda benzer bir yazı malzeme­

sinin yapılmasıdır. Bitki sapları, 5-6 cm. eninde, 20-

30 cm. boyunda ince tabakalar halinde kesilerek,

usulüne uygun yan yana ve uc uca, kendisinden çı­

kan zamklı madde ile yapıştırılarak yaprak haline

getirilir. Fildişinden bir mühre ile mührelenip, za­

manla bozulmaması için, üzerine sedir yağı sürül­

dükten sonra yazı yazmaya hazır hale getirilirdi. Mi­

lâttan sonra II. yüzyıla kadar Akdeniz havzasında

yazı malzemesi olarak kullanılmış, daha sonra yerini

yavaş yavaş parşömene bırakmıştır.

11 Pakalın Târih Deyimleri ve Terimleri Söz lüğü, II, 146-147; Büngül, Eski Eserler Ansiklopedisi, s. 117-118; Necib Âsım, Kitâb, s. 90-94.

12 Nefeszâde, Gülzâr-ı Savâb, s. 102-103 (Kilisli Rifat Bey'in dipnotu). 13 Pakalın, Târih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, II, s. 534; Büngül, Eski Eserler Ansiklopedisi, s. 162.

YAZI ALET VE MALZEMELERİ

A Maktalar. Ekrem Hakkı Ayverdi koleksiyonu.

Parşömen

Avrupa'da kâğıt imalinin yayılmasına kadar kulla­

nılmış yazı malzemesidir. Keçi, oğlak, dana ve başka

cins hayvan derisinin hususi bir şekilde terbiye edil­

mesiyle elde edilir.

Deri, yazı malzemesi olarak çok eski samanlarda

biliniyorsa da yaygın değildi. Milâttan önce II. yüz­

yılda Bergama Kralı II. Eumenes zamanında Mısırlı­

lar'ın papirüs ihracını yasaklamaları üzerine Berga­

ma'da parşömen imali arttırılmış ve geliştirilmiştir.

Bergama'dan (pergamon) dolayı pergamina denilen

bu derinin adı sonradan parşömen oldu. Bütün Or­

taçağ milletleri arasında yayıldı.

Parşömenin beyaz, sarı ve kırmızı üç çeşidi vardı.

Nadiren iki yüzüne yazılır, parçalar birbirine yapış­

tırılarak tûmar haline getirilirdi.

Kâğıt (Kırtâs)

Hamur haline getirilmiş pamuk, keten, ipek, pirinç

samanı gibi bitkilerden çeşitli kimyevî maddelerin de

ilâvesiyle yapılan ince ve kuru yaprak, yazı yazma,

temizlik ve anbalaj gibi pek çok işte kullanılan en

önemli tüketim maddesidir.

Kültür ve uygarlıkların ilerlemesinde büyük rol

oynayan kâğıdın, ihtilâflı olmakla beraber milâtta

sonra 105 tarihinde Çin'de Ts'ay Lun tarafından icat

edildiği ileri sürülmektedir. Hükümdarın saray mu­

hafız alayı mensuplarından Ts'ay Lun, kâğıt hamuru

olarak bitki kabuklarını, bilhassa böğürtlen liflerini,

pamuklu elbise paçarvalanın hurda balıkçı ağlarını

kullandığı bilinmektedir.

Türkistan'a önceleri ithal malı olarak giren kâğıt,

Talas Savaşı'ndan sonra 134'te (751) ilk defa

Çin'den başka Semerkant'ta da kâğıt imal edilmeye

başlanmış, Semerkant dünya kâğıt merkezi haline

gelmiştir. Kısa zamanda Semerkant kâğıtları dünya

piyasalarına hâkim olmuş, IX. yüzyıldan itibaren de

papirüs ve parşömenin yerini almıştır,

Türkler, medenî dünyanın kurulması ve gelişme­

sinde büyük payı bulunan kâğıdın, dünya milletleri

arasında yayılmasına hizmet etmişler, böylece tarihî

ve önemli bir rol oynamışlardır.

Semerkant'tan sonra Bağdat, Şam ve Mısır'da kâğıt

imalâthaneleri kurulmuş, daha sonra kâğıt, müslü­

manlar vasıtasıyla Avrupa'da yayılmıştır. XII. yüzyıl­

da ispanya kâğıt sanayiini, XIII. yüzyılda İtalya kâğıt

sanayii, bunu da diğer Batı ülkeleri takip etmiştir.15

Doğu kaynaklı kağıtlar

Eskiden Doğu kaynaklı kâğıtlar daha çok Semerkant ve

Hindistan'ın Devletâbâd şehrinde imal edilirdi. Ağaç

liflerinden yapılan kâğıtlara haşebî, ipekten yapılan kâ­

ğıtlara da harîrî denirdi ki yapıldıkları yere göre harîrî¬

i Hindi, harîrî-i Semerkandî diye isimlendirilirlerdi.

Şark'ta imal edilen kâğıtların cinsleri hakkında,

Menâkıb-ı Hünerverân'da şu bilgiler verilmektedir:

"Kâğıt cinsinde dahî zinhar Haşebîye ve Dımaşkîye

(Şam kâğıdı) itibar etmeyeler. Kâğıdın Semerkan¬

dî'sinden (Buhara kâğıdı) aşağı tenezzül etmeyeler.

Kâğıdın en aşağısı Dımaşkîdir ki kaderi mâlûmdur,

İkincisi Devletâbâdî'dir ki herkesçe mefhumdur (hat­

tatların en çok rağbet ettikleri en makbul kâğıttır),

üçüncü Hatâî'dir; dördüncüsü Âdilşâhi'dir (XVII.

yüzyılın başlangıcında kullanıldığı anlaşılan bu kâ­

ğıt, son zamanlarda mevcut değildir), beşincisi harî­

rî-i Semerkandî'dir (İpek Buhara kâğıdı), altıncısı

Sultan Semerkandî'dir, yedincisi Hindî'dir, sekizinci­

si Nizâm-ı Şâhî'dir, dokuzuncusu Kasım Begî'dir,

onuncusu harîrî-i Hindî'dir (Hint ipek kâğıdı), on bi­

rincisi gûn-ı Tebrîzî'dir ki şeker renktir, işlemesi

Tebrizlîler'e mahsustur, on ikincisi muhayyerdir ki

ol dahî şeker renkt i r . " 1 6

Batı kaynaklı kâğıtlar

XV. yüzyıldan itibaren Avrupa kâğıtlarının Osman­

lı Devleti'nde kullanıldığı ve bunların çoğunun İtal­

ya, Orta Avrupa ve Venedik menşeli olduğu, İstan­

bul arşivlerinde kâğıtların filigranları üzerinde yapı­

lan inceleme neticesi anlaşılmıştır.1 7

İtalya'nın Ligurya şehrinde imal edilen kâğıtlara

üzerine soğuk damgayla vurulan Fratelli Palazzuoli

Ligurya kelimesi zamanla tahrife uğradığı için Ali¬

kurna kâğıdı denilmiş, böylece şöhret bulmuştur.

Şapka ve hilâl filigranları ile tanınır.

Alikurna kâğıdının iki boyu vardır; Birine battal,

diğerine evsat denilirdi. Battalların kıtası büyüktü,

evsat olanlar eser-i cedîd kâğıdı cesametinde idi. Bu

kâğıdın çifte olanlarına, çifte alikurna denirdi. Renk­

li olanlarına da alikurna boyalısı ismi verilirdi. Kâğıt­

lar âhar sürülmeden evvel ya kına, yahut koyuca çay

suyu ile boyanır, kuruduktan sonra âharlanırdı.1 9

Anadolu'da Amasya ve Bursa'da XVI. yüzyıldan

14 Tekin, Eski Türkler'de Yazı, Kâğıt, Kitap ve Kâğıt Damgaları, s. 25. 1 5 Necib Asım, Kitâb, s. 74-81; Habîb Zeyyât, "Suhufü'l-kitâbeti ve sanâati'l-varak fi'l-lslâm", el-Meşrik, 1954; Kâğıtçı,

Kâğıtçılık Tarihçesi, s.; Sabih Alaçam, İnkılâp Türkiyesinde Kâğıtçılık, İstanbul 1940, s . ; Süheyl Ünver, "XV'inci Asırda Kullandığımız Filigran Kâğıtlar", V. Türk Tarih Kongresi; Tekin, Eski Türkler'de Yazı, Kâğıt, Kitap ve Kâğıt Damgaları, s. 25.

16 Âlî Mustafa, Menâkıb, s. 11. 17 Ersoy, a.g.e., s. 19-20. 18 Ersoy, a.g.e., s. 21 19 Pakalın, Târih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, I, 52.

itibaren de Yalova, Kâğıthane, Beykoz, İzmit, Hami¬

diye kâğıt fabrikalarında kâğıt imal edildiğini biliyo­

ruz. Gerek ithal gerek yerli kâğıtların kullanılabilme­

si, kalemgîr olması, yazı yazılırken kalemin kâğıda

takılmaması, kolaylıkla yürümesi için evvelâ isteni­

len renge boyanır, sonra pürüzleri gidermek maksa­

dıyla ahar ve mühre yapılır.

Kâğıdın boyanması

Hat, tezhip ve minyatür gibi kitap sanatlarında kul­

lanılan kâğıtlar, istenirse evvelâ nebatî boyalarla al,

yeşil, mavi, siyah, pembe renklere boyanır. Boyama

işi şöyle yapılır: Renk elde edilmek istenen bitki top­

lanır, derin ve genişçe bir kaba konularak bir miktar

şapla suda kaynatılır. Bir müddet sonra bitkinin ren­

gini alan su başka bir kaba boşaltılır. Kâğıtlar renk­

li suya bir bir batırılarak banyo usulü ile boyanır; ay­

rı ayrı kurumaya bırakılır. Bazı yazma eserlerde kâ­

ğıtların orta kısmıyla kenar kısımları ayrı renkte bo­

yanır; bu tarz boyamaya akkâse denir.

An'anevî usulde kâğıt boyamada kullanılan nebat­

lardan bazıları şunlardır: Badem yaprağı: İlkbaharda

toplanan bu yapraklar, 3-10 gram şap ile bir miktar

su içinde kaynatılarak altın sarısı, güzel bir renk elde

edilir. Nohut: Bu bitkinin unu suda kaynatılır ve adı­

nı kendisinden alan "nohudî" renk elde edilir. Kına:

Bir miktar su içine konarak kaynatılır, hünnâb rengi

olur. Soğan: Dış kabukları şapla kaynatılarak kırmı¬

zımtrak, gayet güzel bir renk elde edilir. Ceviz ve yaş

nar: Kabukları su içinde kaynatılarak, kahve rengi el­

de edilir. Menekşe yaprağı ve mürver çiçeği tohumu

birlikte dövülür ve güzelce sıkılıp suyu şapla kaynatı­

lir, menekşe rengi elde edilir. Kurt kulağı: Safran ve

şap su içinde kaynatılarak yeşil renk elde edilir.

Ayrıca cehri boyası su ile kaynatılarak, sarı renk

elde edilir. Bugün kâğıt sanayinin de selüloz hamuru­

na ölçülü miktarda boya maddeleri ve pigmentler ka­

tılarak arzu edilen renk ve tonları elde edilmektedir.20

Kâğıdın âharlanması

Türkçe "ak, düzgün bir şekilde perdahlama perdah

kolası" veya Farsça "kuvvetli yiyecek, kahvaltı, par­

latılmış çelik", Arapça sakl aynı kökten saykal "âhar

ve cila yapan kimse ve mühre" anlamlarına gelir.

Hat, tezhip ve minyatür sanatlarında bir terim olarak

kullanılan âhar, kâğıtların pürüzlü satıhlarını düzgün

ve kolay yazılabilir hale getirmek, dokusunu kuvvet­

lendirmek maksadıyla kâğıtların üzerine sürülen ko­

ruyucu bir tabakadır. Böyle terbiye edilmiş kâğıtlar

üzerinde kalem ve fırça çok rahat hareket eder, mü­

rekkep kâğıdın dokusuna nüfuz etmediği için hatalı

desen ve yazılar hiç iz bırakmadan ıslak süngerle ve­

ya yalamakla silinebilir. Osmanlı resmî kayıtlarında

silinti ve kazıntıya meydan verilmemesi için sadece

âharsız mührelenmiş kâğıtlar kullanılmıştır.

Çeşitli âhar usulleri arasında yumurta ve nişasta

aharı daha yaygındır. Nişasta ve yumurta aharından

başka marangozların cilâ işinde kullandıkları goma­

lak, ispirto içinde eritilerek kâğıda sürülür. Kâğıda ek­

seriya yumurta veya nişasta âharı tatbik edilmiştir.

Yumurta âharı

Taze ördek veya tavuk yumurtasının akları bir kâse­

ye alınır. Yumruk cesametinde bir şap parçasıyla yu­

murta akı kesilinceye kadar çalkalanır. Birkaç saat

bekledikten sonra tülbentten süzülür. Sünger veya

tülbent sarılmış bir parça pamukla kâğıda sürülerek

gölgede kurutulur.

Tuğrakeş İsmail Hakkı Bey'in bizzat tarif ettiği

âhar usulü şöyledir: "Şekersiz olarak muhallebi tar­

zında pişirilmiş nişasta gayet ince süngerle kâğıdın

her iki yüzüne sürülür. Sonra kâğıt ipte kurutulur.

Bundan sonra yumurta akı az miktarda şapla çalka­

lanarak köpürtülür. Bu suretle köpürtülen yumurta

akı, bir müddet haliyle bırakılır. Köpükler tamamen

sönüp zeytinyağı şeklini alınca, nişasta sürülmüş ve

kurutulmuş kâğıt üzerine ince süngerle bu yumurta

akından sürülüp, yine kurutulmaya bırakılır. Kâğıt

lâyıkıyla kurutulduktan sonra evvelâ saplı mühre ile,

sonra billur mühre ile parlatılır,"2 2

20 Bu konuda daha geniş bilgi için bk. Boya, Mürekkeb, Âhar, Ebru Mecmuası, Millet Ktp., Ali Emîrî Efendi, Tarih, nr. 809; Yazır, Kalem Güzeli, II, 192; Nefeszâde, Gülzâr-ı Savâb, s. 107.

21 Nefeszâde, a.g.e., s. 75. 22 Pakalın, Târih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, I, 27-28.

Nişasta âharı

Bu tarz âharın yapımında buğday nişastası kullanılır,

önce soğuk suda ezilen nişastaya sonra bir miktar je­

latinle kaynar su ilâve edilir. İyice piştikten sonra sü­

zülür ve kâğıt üzerine sürülür. Nişasta âharı üzerine

bir kat da yumurta âharı çekilirse daha güzel olur.

Âhar, yazının ve kâğıdın cinsine göre yapılır.

Mushaf yazmak için hazırlanan kâğıtların her iki ta­

rafına da ince bir âhar çekilir. Çok tashih ve emek is­

teyen celî yazıların kâğıtlarının yalnız bir tarafı bir­

kaç kat kuvvetlice âharlanır, Üzerine bir defa âhar

sürülmüş kâğıda tek âharlı iki defa veya daha fazla

âhar sürülmüş kâğıda da çift âharlı (çiftâlî) kâğıt adı

verilir. Hususiyle nesta'lik kıtalar için hazırlanan kâ­

ğıtların âharlanmasına daha da ihtimam gösterilme­

lidir. Bu sebeple kâğıdın âharlanması hat sanatında

ayrı bir hüner ve ustalık ister. Geçen yüzyılda kâğıt¬

ların sol alt köşelerinde basılı soğuk damgalarından

tanıdığımız Kadri, Seyyid Ahmed, Hasan, Remzi,

Memduh meşhur kâğıt âharcılarındandır.

Kâğıtların mührelenmesi

Kâğıda âharı iyice tesbit etmek, yüzündeki pürüzleri

gidermek ve ileride çatlamasını önlemek için cam ve­

ya çakmaktan yapılmış mühre ile kâğıtlar mührele¬

nir. Aharlanmış mührelenecek kâğıtlar, ıhlamur ağa­

cından yapılmış yekpâre, ortası çukurca mühre tah­

tası, pesterek üzerine konur. Mührenin hareketini

kolaylaştırmak için kuru sabun sürülmüş bir çuha,

kâğıt üzerinde gezdirilir. Daha sonra çakmak veya

cam mühre muhtelif yönlerde kâğıt üzerinde gezdiri­

lir. Böylece mührelenen kâğıtlar üst üste sıralanır.

Üstüne de bir ağırlık konarak kullanılmak üzere en

az bir yıl bekletilir.

Yapıldığı maddeye göre mühre nevileri şunlardır

: Böcek mühre: Deniz böceği kabuğundan yapılır.

Billûr Mühre: Kaz yumurtası şeklinde camdan yapı­

lan mühredir. Çakmak mühre: Çakmak taşından ya­

pılan mühredir. Çakmak taşı, saplı bir tahtanın orta­

sına yerleştirilmiştir. Zer mühre: Sert akikten yapı­

lan bu mühre, yaldız ve altın parlatmada kullanılır.

Kâğıt makası

Kâğıt, kumaş gibi ince şeyleri kesmeye mahsus orta­

dan bir vida ile bağlı iki bıçaktan meydana gelen kes­

me aletidir. Kâğıt makası, mum makası, terzi maka­

sı, oya makası gibi çeşitleri ve farklı şekilleri vardır.

Bunlar içinde kâğıt makasları hat sanatına verilen

önem sebebiyle özenle yapılır, sanat değeri taşırdı.

Bir yazı takımında kalemtıraş, makta' yanında mut­

laka kâğıt makası da bulunurdu. Büyük tabakalar

halinde imal edilen kâğıtları istenilen kıtada düzgün

kesebilmek için kâğıt makas kullanılırdı. Ustaları

Türk olan makaslar İstanbul ve Sivas gibi merkezler­

de yapılırdı. Nâdiren Bosna ve Prizren'de de güzel ve

zarif işlenen makaslara tesadüf edilirdi. Kâğıt ma­

kaslar çelikten, zarif ve uzun gövdeli, içi oluklu,

ağızları bir birine uyumlu olurdu. Ekseriya gövde ve

sapları altın kakma, mine kaplamalı yapılırdı. Sapla­

rı yaylı, açılır kapanır, içine giripte yuvarlak bir şiş

gibi olanları da vardı. Saplarında iki parmağın geçip

tutması için halkalı kısımları, Allah'ı hatırlatmak

için sülüs hatla "ya fettâh" veya çifte "Ali" şeklinde

yazı ile yapılır, bazan makası yapan sanatkârın adı

oymak suretiyle yazılırdı. A Çakmak mühre

A Mıstar. TSMK, GY, nr. 18.

Mıstar

Kâğıda satır çizmeye mahsus bir alettir. Üzerinde sı­

ra sıra muntazam ibrişim gerili bir mukavvadan iba­

rettir ki, yazılacak yazıya göre kâğıtlar, parmak yar­

dımıyla üzerine bastırılarak, kabartma çizgiler mey­

dana getirilir. Böylece sayfalar arasındaki satır ni­

zam ve ahengi sağlanmış olur.

Mürekkep ve mürekkep çeşitleri

Mürekkep (midâd, hıbr), yazı yazmaya mahsus si­

yah sıvı boyadır. Renkli sıvı boyalara da mürekkep

denir, yalnız kırmızı mürekkep, sarı mürekkep, yeşil

mürekkep gibi ifade ettiği renkle beraber kullanılır.

Mürekkebin icat edildiği tarih kesin olarak tesbit

edilmemişse de milâttan önce 2500 yıllarından itiba­

ren yazı malzemesi olarak bilindiği tahmin edilmek­

tedir. Eski medeniyetlerde kullanılan ilk mürekkebin

kömür tozu ve tutkalın birleşimi ile yapıldığı zanne­

dilmektedir. Zaman içinde tecrübeyle mürekkep ter­

kibindeki e c z â zenginleşmiş ve gelişmiştir.

Hat sanatında kullanılan mürekkebin pek çok

formülü, Gülzâr-ı Savâb gibi hat risâlelerinde kayde­

dilerek günümüze kadar ulaşmıştır. En sade bir şe­

kilde ana maddesi is, zamk-ı arabî ve saf su olan bu

terkiplere mürekkebe farklı hususiyetler kazandırdı­

ğı için çeşitli maddeler ilâve edilmiştir. İs, bezir yağı,

çıra, gazyağı, zeytinyağı ve bal mumu gibi maddele­

rin yakılmasıyla elde edilir. Eski mürekkep yapımın­

da kullanılmak üzere is imal eden, bu işi meslek

edinmiş kimseler ve ishâneler bulunurdu. Süleymani¬

ye Camii'ndeki is odası, bu gaye ile yapılmıştır. Mi­

mar Sinan, yaptığı planla camide yanan kandillerin

islerinin hava cereyanı vasıtasiyle bu is odasında top­

lanmasını sağlamıştır.

Gülzâr-ı Savâb'da, isin (dûde) elde edilişi şöyle

anlatılır: "Beziryağı toprak çanağa konulur, çanak

rüzgâr almayan bir yere toprak seviyesine kadar gö­

mülür. Serçe parmağı kalınlığında bir fitil içine ko­

nularak yakılır. Çanağın üzerine başka bir çanak ka­

patılır. Fitilin yanmasından üst çanakta hâsıl olan is,

kuş veya tavuk kanadıyla alınarak bir kâğıda nakle­

dilir. Çanak tekrar kapatılır, sonra tekrar açılarak

biriken is alınır. Bu suretle elde edilen is, sünger kâ­

ğıdı gibi mesamatı çok bir kâğıda alınarak üç kere

sarıldıktan sonra h a m u r u n içine konulur ve fırında

pişirilir. Bu suretle sertliği giderilen ve yağı alman is,

zamk-ı arabî ile d ö v ü l ü r . " 2 3

Yukarıda da belirtildiği gibi is mürekkebi, is,

zamk-ı arabî ve saf suyun usulüne uygun olarak hal¬

lolmasıyla elde edilir. En iyi mürekkep ise beziryağı

isinden yapılır. Buna bezir isi mürekkebi adı verilir.

Hattat lar an'anevî usulde yapılan mürekkebi kale­

min ucundan yavaş yavaş akması, kaleme tâbi olma­

sı, âharlı kâğıt üzerinde kolaylıkla silinip kazınmaya,

yalanmaya müsait olması, solmaması sebebiyle Batı

sanayii mürekkeplerine daima tercih edilmiştir.

Bir yazma eserde is mürekkebinin yapılışı hakkın­

da şu izahat verilir: "6,5 dirhem (bir dirhem 3,2

gramdır) dûde (bezir isi), 26 dirhem zamk-ı arabî, 13

dirhem mazı, 6,5 dirhem şap. Evvelâ mazıyı kayna-

Nefeszâde, Gülzâr-ı Savâb, s. 94.

tıp sonra şapı yakıp, mazının suyuna katılır; sonra

zamk-ı, arabî bu su ile ıslatıp ba'dehû dudeyi yavaş

yavaş alıştırıp, dövülerek süzülür . "

Daha basit bir usulde is mürekkebi şöyle yapılır:

Önce zamk-ı arabî soğuk suda eritilir.Boza kıvamına gelince süzülür. Sonra mermer havan içinde ölçü ise

dört ölçü zamk-ı arabî konur. İs, zamk-ı arabî içinde iyice halloluncaya kadar yavaş yavaş tokmakla dövülür.

Mürekkebin tam kıvamında olması için eskiler

"Seksen bin tokmak vurmak gerekir" demişlerdir.

Böylece yapılan mürekkep çuha veya keçeden yapılmış

mibzeleden süzülür, on misli sulandırırak kullanılır.

Hat sanatında, is mürekkebinden başka la'li mürekkep,

sarı mürekkep ve zer mürekkebi de yapılmakta

ve kullanılmaktadır.

L a ' l î mürekkep

La'lî mürekkebin (kırmızı mürekkep) esası kırmız

böceği denilen ufak bir böcekten çıkarılan boyadır.

Kırmızı mürekkep imalinde çeşitli formüller vardır.

Eyüplü diye tanınan bir ustanın la'l mürekkebi for­

mülü şöyledir: 5 dirhem lotur (şekercilerin kullan­

dıkları bir nevi boya) 0,5 dirhem şap, 5 dirhem çö­

ğen. İşbu terkibe altı fincan su koyup, güzelce kay­

natıp, tülbentten süzüp, suyunu alıp, sonra 6 dirhem

kırmızı iyice döğüp işbu suyun içine atıp, kaynatıp

indire. Tabak içine koyup, bir bezden süzüle. Taba­

ğın dibinde kalanı alıp bir kâğıda koyalar. Evvelki

tabaktan rûh-ı la'l alınır, gayetle güzel la'l olur. İkin­

CIDEN kaymak tabir olunur. Bu da güzel. Üçüncü la'l

24 Boya, Mürekkeb, Âhar, Ebrû Mecmuası, Millet Ktp., Ali Emiri Efendi, Tarih, nr. 809

A Hokka takımı. Ekrem Hakkı Ayverdi koleksiyonu.

aşağıdır. Kurutulup kullana. Ehlinden mesmû' olun­

du. Bunun gibi pek çok la'lî mürekkep formülleri

varsa da bugün artık imal edecek erbabı kalmamış,

yapılışındaki sırları ile mâziye gömülmüştür.

Sarı mürekkep

Siyah zemin üzerinde celî kalıp yazıların yazılmasın­

da kullanılır. Bu mürekkebin hazırlanması şöyledir:

Sarı zırnık (zırnık-ı asfar) veya altınbaş zırnığı (zır­

nık-) ahmer) destesenkle mermer üzerinde iyice ezi­

lir. Buna arap zamkı da ilâve edildikten sonra iyice

karıştırılarak sarı mürekkep elde edilir.

Zer mürekkep

Altın varakların, zamk-ı arabî ve jelatinle iyice edilme­

siyle elde edilir. Bu mürekkep fırça ile kalemin ağzına

konularak yazılır ya da daha evvel çizilmiş yazılar fır­

ça ile doldurulur. Zer mühre ile de parlatılır. Altınla

yazılmış böyle celî yazılara zerendûd adı verilir.

Mürekkeplik (hokka)

Sözlükte "küçük kutu" anlamına gelen ve içine mürek­

kep, boya, macun ve yağ gibi malzeme konan küçük

yuvarlak kaba hokka denir. En yaygın kullanılışı kü­

çük ve yuvarlak mürekkep hokkasıdır. Mürekkep

hokkası yerine devât, mihbere (mahbera, mahbura),

furza kelimeleri de kullanılır. Türkçe'de devâttan bo­

zulmuş olan divit kelimesi, hokkası ve kalemliği birlik­

te olan bir yazı aleti için kullanılır. Kare biçiminde kö­

şeli madenî hokkalara mecma' denir. Farsça'da hokka

yerine devât, âme, hâlistan, hâliste (Dihhudâ, Lugatnâ¬

me, XII, B, 817) kelimeleri de kullanılır. Devâta, kar­

nında taşıdığı mürekkeple eserler yazılması, ilmin ya­

yılmasına vesile olmasından kinaye lütuf ve ihsanların

anası mânasına ümmü'l-atâya denir. Bazı müfessirler

Kalem sûresinin başındaki çanaktı yazılan nûn harfi­

nin mürekkep hokkası devât mânasına geldiğine işa­

retle, Allah'ın hokka ve kalem üzerine yemin ederek

hokkanın önemine dikkat çektiğini ifade etmişlerdir

(M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, VII, 5258).26

Divit veya devât ise kalem koymak için boru şek­

linde uzun sapı ve ucunda mürekkebe mahsus bir de

hokkası bulunan eski usulde yazı aletidir. Bakır, pi­

rinç ve gümüş gibi madenlerden yapılır. Bu sanatın

geçmiş büyük ustaları arasında Kanbur Ahmed,

Mehmed Usta, Rûmî, Fennî, Abdüllâtif Recâi en

meşhurları olarak zikredilir (N. Rüştü Büngül, Eski

Eserler Ansiklopedisi, s. 78).

Kullananın zenginlik derecesine ve mevkiine göre

cam, porselen, abanoz, kukadan; altın ve gümüşten

yapılanları olduğu gibi, üzeri kıymetli taşlarla süslen­

miş sanat değeri olan hokka takımları, ayrıca Çin gü­

lâbdânların boğazı kırılarak ağızları ve dipleri altın

veya gümüşle tezyin edilmiş hokkalar da vardır.

Bir hokka takımında, siyah ve kırmızı (surh) mü­

rekkep hokkası, rîkdan (rîk veya rıh, kum, kurut­

mak maksadıyla yazıya dökülen ince kum), bir de

kalem konacak yer bulunur.

Hokkanın içine mürekkep koymadan evvel kabar­

tılmış, didilmiş lika (ham ipek) yerleştirilir. Böylece ka­

lemin ağzı sert kısımlara çarpmaktan korunmuş ve ar­

zu edildiği kadar mürekkep alınması sağlanmış olur.

Yazı altlığı (zîr-i meşk)

Hattat lar, yazı çalışmalarını sol ayak üzerine oturup

sağ ayaklarını dikerek dizleri üzerinde ve altlık kul­

lanarak yapmışlardır. Böylece hem gözün kâğıtla

olan münasebeti en iyi şekilde ayarlanmış, hem de

harflerin yazılış vaziyetlerine göre kâğıdın bükülme­

si ve değiştirilmesi kolaylığı sağlanmış olur.

Hattat için lüzumlu olan bu alet, 4-5 mm. kalınlık­

ta, nesta'lik için ayrı, sülüs-nesih kıtaları için ayrı ebat­

larda müzehhip ve mücellitler tarafından hazırlanırdı.

İnce bir zevk mahsulü olan bu altlıklar, yapıştırıl­

madan bir araya getirilmiş pek çok kâğıdın alt ve üs­

tüne traş edilmiş meşin veya e b r û kaplamak suretiy­

le yapılır. Bunlar arasında ortası çiçekli veya manza­

ralı pek sanatkârane olanları vardır.

2 5 Uğur Derman, "Eski Mürekkebciliğimiz", İslâm Düşüncesi, sy. 2, İstanbul 1967, s. 104. 2 6 Müstakimzâde, Tuhfe, İstanbul 1928, s. 6 0 3 ; Yazır, Kalem Güzeli, II, 177-180; Pakalın, Osmanlı Târih Deyimleri ve

Terimleri Sözlüğü, I, 845, 846; M. Uğur Derman, "Eski Mürekkepçiliğimiz", İslâm Düşüncesi, 2/1967, s. 106-107; Muîz b. Bâdîd, Umdetü'l-küttâb ve 'uddetü zevi'l-elbâb, Meşhed 1409, s. 3 1 ; Sûlî, Edebül-küttâb, s. 92-98; Kütükoglu, Osmanlı Belgelerinin Dili (diplomatik), s. 47; Arseven, "Hokka", Sanat Ansiklopedisi, II, 7 5 6 - 7 5 7 .

HÜSN-I HAT EĞİTİM VE ÖĞRETİMİ: MEŞK

Hocanın güzel yazmayı öğretmek için talebeye verdi­

ği örnek yazı, meşketmek, öğrenmek için yapılan ça­

lışma, el alıştırması, meşk vermek ders vermek, meşk

almak ders almak mânalarına gelir.

Hat sanatı eğitim ve öğretimi, yüzyılların tecrübesi­

ne dayanan köklü bir metotla geleneksel usul ve kaide­

lere bağlı kalınarak usta-çırak ilişkisi içinde yürütül­

müştür. Osmanlı öncesi meşk sistemi ve uygulamaları

hakkında yeterli bilgilerin bulunmamasına rağmen gü­

nümüze ulaşan, en eski İbn Mukle'nin yazdığı Risâle

fi'l-hatt ve'l-kalem adlı eserinde yazı çeşidine göre ka­

lem kalınlıkları, harflerin hendesesi (hendesetü'l-hu­

rûf) oranlan, kaideleri, isimleri tesbit edilmiş, örnekler

verilmiş, hat sanatkârları bu sisteme bağlı kalarak hat

eğitim ve öğretimini sürdürmüşlerdir. Daha sonra Ib¬

nü'l-Bevvâb bu ekolü geliştirmiş, Râiyye Kasidesi adlı

eserinde harflerin fizikî estetiğini, nisbetlerini, incelik­

lerini açıklayarak kendi yazı üslûbunu ortaya koymuş,

hattatlara rehber olmuştur. Üstatlar, aklâm-ı sittenin

estetik oranlarım belirleyerek yeni bir çığır açan Yâküt

el-Müsta'sımî'yi Şeyh Hamdullah'a kadar örnek aldı­

lar. Bu usul üzerine harflerin oran ve biçimlerinden

bahseden "risâle-i kavâid-i hat", "mîzânü'l-hat" adı

altında Arapça, Türkçe ve Farsça pek çok eser kaleme

alınmıştır. Kalkaşendî'nin Subhu'l-a'şâ adlı eserinin

III. cildinde bu konulara geniş yer ayrılmıştır. Abdur¬

rahman Yûsuf b. Sâyi'ın Tuhfetü üli'l-elbâb fî sanâ¬

ati'l-hatt ve'l-kitâb adlı eseri de hat kaidelerini konu

alan ve üstatlara rehber olmuş bir risâledir.

Osmanlı döneminde hat sanatı, sarayın da destek

ve himayesiyle büyük ilgi görmüş, İstanbul'un fet­

hinden günümüze kadar hat eğitim ve öğretimi resmî

kurum ve vakıflarla yaygınlaştırılmış, yazı zevk ve

geleneği disiplinli uygulamalarla en yüksek seviyeye

ulaşmıştır. Başta Topkapı Sarayı Enderun Mektebi,

Galata Sarayı, Muzika-i Hümâyun gibi müesseseler­

de hâce-i Enderûn-ı Hümâyun, kâtib-i sarây-ı sult­­

nî, gibi unvanları alan devrin en seçkin üstatları ka­

biliyetli gençlere hat meşkederek, hat sanatının geliş­

mesinde ve ekol sahibi hattatların yetişmesinde bü­

yük rol oynamışlardır. Osmanlı sultan ve şehzadele­

ri de saray geleneğine uyarak disiplinli bir sanat eği­

timi alır, ilgi duydukları şiir, mûsiki ve hat gibi sanat

dallarında iyi bir mevki tutarlardı. Hâfız Osman gi­

bi pek çok ünlü hattat şehzade ve sultanlara hat ho­

calığı yapmış, himaye ve destek görmüşlerdir.

A Şevki Efendi'nin sülüs hurufât ve mürekkebât ile bunların arasında nesih mürekkebât meşk örnekleri. Ekrem Hakkı Ayverdi koleksiyonu.

Hulusi Efendi'nin talebelik nesta'lik meşki altında hocası Sâmi Efendi'nin Çıkartma yaptığı, kaftan giydirdiği meşk örnekleri. Muhittin Serin'den.

HÜSN-I HAT EĞİTİMİ VE ÖĞRETİMİ: MEŞK

Osmanlı sıbyan mekteplerinde çocuklara Kur'an

ve ilmihal bilgilerinin öğretilmesi yanında güzel yazı

da meşkedilirdi. I. Mahmud'un validesi tarafından

Galata'da yaptırılmış olan mektep vakfiyesinde:

"Fenn-i kitabette mahareti müsellem ve ta'lîm-i

meşk-ı hatta alem bir kimesne hâce-i meşk olup..." I.

Abdülhamid'in yaptırdığı mektep vakfiyesinde: "Bir

hattat üstat, ta'lîm-i hatta sâhib-i i'tiyâd kimesne da­

hi mekteb-i şerife müdâvemet eden sübyana hâce-i

meşk olup edâet ve sınâat-i hat ile edâ-yı hizmet eyle¬

ye!" şeklinde geçen vakıf hükümlerinden ilk öğretim­

de yazı meşkinin şart koşulduğu, mektep hocasının

bu görevi yerine getirecek vasıfta olmaması halinde

meşk için bir hocanın belirli günlerde mektebe gele­

rek çocuklara yazı meşketmesi hükme bağlanmıştır.

Sıbyan mektebinde verilen yazı öğrenimi hattat yetiş­

tirmek olmayıp, çocuklara güzel yazmayı öğretmek,

sanat yeteneklerini geliştirmek maksadına yöneliktir.

1908'den sonra medreselerin programlarında sü­

lüs, nesih, rik'a, nesta'lik yazılarının öğretilmesi zo­

runlu olarak yer almış, ayrıca Evkaf Nâzırı Hayri

Efendi tarafından 23 Nisan 1331'de (6.5.1915) hat­

tat yetiştirmek maksadıyla Medresetü'l-hattâtîn açıl­

mıştır. Bu medresede her çeşit yazı dönemin meşhur

hat üstatları tarafından talebelere meşkedilmiştir. Bu

mektep 1921'de kapatılmış, 11 Ekim 1927 tarihinde

Hat ta t Mektebi adıyla, tekrar açılmış 1929'da yine

kapatılmış, dört ay sonra Şark Tezyini Sanatlar Mek­

tebi adı altında Güzel Sanatlar Akademisi'ne bağlan­

mıştır. Hüsn-i hat eğitim ve öğretimi Tanzimat dev­

rinde ibtidâî, rüşdî, idâdî mekteplerin programların­

da da yer almıştır.

Kâmil Akdik'in el melekesini geliştirmek için yaptığı sülüs karalama. Muhittin Serin'den.

R e s m î eğitim kurumlarının dışında hat üstatları

evlerinde veya zenginlerin konaklarında haftada bir

veya iki gün genellikle ücretsiz yazı meşkederlerdi.

Ancak r e s m î kurum veya vakıflarda yazı öğreten

hattatlar günlük veya aylık ücret alırlardı. II. Baye¬

zid'in meşk hocası saray hattatı Şeyh Hamdullah'ın

30, Kanunî Sultan Süleyman devri saray ehl-i hıref

teşkilâtı kâtipler bölüğünde görev yapan Ahmed Ka¬

rahisârî'nin 14 akçe yevmiye aldıkları saray arşivin­

de kayıtlıdır (TSMA, nr. D 9706/4).

Bazı külliyelerde "meşkhâne" veya "yazı odası"

adıyla haftanın belli günlerinde hat meşkedilen bir

hücre bulunurdu. Amasya II. Bayezid Külliyesi'nde

dârütta'lîm adıyla hat meşkine mahsus bir odanın

bulunduğu, Hattat Abdullah Zühdü, Filibeli Arif

efendilerin Nuruosmaniye Medresesi, Sâmi Efen­

di'nin Kemankeş Mustafa Paşa Medresesi meşk oda­

sında yıllarca hat meşkettikleri ve pek çok hattat ye­

tiştirdikleri bilinmektedir. Divanî, celî divanî ve tuğ­

ra Dîvân-ı Hümâyun da öğretilirdi.

Osmanlı hat eğitim ve öğretiminde üstatların tale­

beye yazdıkları örnek yazılar ve tâlimler yanında hat

üstatları büyük bir titizlikle hurufat ve mürekkebat

meşk murakka'ları (örnek meşk yazı albümü) hazır­

layarak tarihî ve tecrübî hat estetiğini korumuşlar­

dır. Eğitim ve öğretim kurumlarının artması üzerine

İstanbul ve taşra mektep ve medreselerinde ehil üs­

tatlar bulunmakla beraber öğrencilerin kalabalık ol­

ması ve tek tek meşk yazmanın güçlüğü sebebiyle

matbu meşk mecmuaları yaygınlaşmıştır. Mekteb-i

Sultanî hat hocası Mehmed İzzet ve Dârüşşafaka hat

hocası Hâfız Tahsin efendilerin hazırladığı sülüs, ne­

sih, nesta'lik, divanî, celî divanî, rik'a yazılarını içine

alan Meşk Mecmuası (İstanbul 1306/1889) ve Hu¬

tût-ı Osmâniyye (İstanbul 1309/1892), İzzet Efendi,

Rehber-i Sıbyân, İsmail Zühdü, sülüs, nesih Meşk

Mecmuası (İstanbul 1294/1877) en çok tutulan ve

bilinenen meşk mecmualarıdır.

XV. yüzyıldan günümüze İstanbul hat sanatında

İslâm âleminin merkezi olma özelliğini korumuş, Ka­

hire, Bağdat ve Şam gibi ilim ve sanat merkezlerinde

de Osmanlı üslûbu örnek alınarak meşk uygulama­

ları yapılmıştır.

1922'de Melik Fuâd'a mushaf yazmak üzere İstan­

bul'dan Kahire'ye davet edilen Hattat Aziz Efendi,

mushafın kitâbetini tamamladıktan sonra yine meli­

kin isteği üzerine Medresetü tahsîni'l-hutûti'l-Arabiy¬

ye adıyla hat ve tezhip eğitim ve öğretimi yapılan bir

mektep kurmuş, on beş yıl burada hat hocalığı yapa­

rak İslâm âlemine pek çok hattat yetiştirmiştir.

Diğer sanat dallarında olduğu gibi hat sanatı da

üstatlarından öğrenilir. Pratik yollardan kendi ken­

dini yetiştirmek uzun zaman alacağından zor, ve be­

nimsenmeyen bir yol olarak kabul edilir. İnsan yara­

tılışında var olan sanat gücünün ve yeteneğinin kısa

zamanda uyanması, disipline edilmesi, gelişmesi ge­

leneksel usulde yetişmiş bir hat üstadının eğitimiyle

olur. Hz. Ali'ye izâfe edilen şu söz bu görüşü kuvvet­

lendirir: "Güzel yazı, hocanın öğretişinde gizlidir, ol­

gunlaşması çok yazmakla, devamı da İslâm dinî üze­

re bulunmakla o lur . " Hoca feyizli ve ehil, talebe ye­

tenekli, istekli ve dikkatli olmalıdır.

H a t eğitim ve öğretiminde XV. yüzyıldan günü­

müze kadar yapılan uygulama ve metoda göre, hat

öğrenmek isteyen yetenekli bir talebe müfredat ve

mürekkebât meşk safhasından sonra yazı öğrenimini

tamamlar. Talebenin öğreneceği yazı çeşidine göre

eliften yâ harfine k a d a r teker teker harflerin, hende­

sesi, oranları ve şekilleri öğretildikten sonra bâ ile

elif, bâ ile bâ, bâ ile cim... bâ ile yâ, sonra cim ile elif,

cim ile bâ, cim ile cim ... cim ile yâ, böylece şekil ba­

kımdan birbirine benzeyen harflerden birer örnek

yazmak suretiyle bitişen harflerin teker teker diğer

harflerle bitişme şekil ve oranları gösterilir. Yazı öğ­

reniminde bu safhaya müfredat meşki denir.

Yalnız sülüs nesih yazıya "Rabbi yessir ve lâ tüas¬

sir, rabbi temmim bi'l-hayr" duasıyla başlanır. Henüz

harf bünyelerini meşketmemiş bir öğrencinin satır ni­

zamında bir cümle yazması çok güçtür. Böylece daha

bu ilk derste talebenin, yeteneği, sabrı, hevesi denen­

miş, birçok defa yazdığı halde hocanın istediği seviye­

yi elde edemeyen talebeler kendiliğinden elenmiş olur.

Hoca yazı örneğini talebenin önünde yazar ve sa­

tır altına çalışma mânasına gelen sa'y işaretini kor.

Bu safhada üstatlar tarafından hazırlanmış meşk

mecmualarından da istifade edilebilir.

Talebe bir hafta sonraki derse kadar hoca meşkini

taklide çalışır, alıştırmalar yapar ve hocaya götürmek

üzere bir meşk hazırlar. Hoca, talebenin yazısında

gördüğü kusurlu, beğenmediği harfleri, talebe meşki­

nin altına harf nisbetlerini, kaidelerini, kalemin akışı­

nı tarif ederek yazar. Buna harf çıkartmak veya çı­

kartma denir. Harf şekillerini daha iyi açıklamak için

kâse, tekne, küp, göz, baş, ağız, zülfe gibi misaller ve­

rilir. Bu teşbihler talebenin şekilleri zihnine daha ça­

buk almasına ve taklit etmesine yardımcı olur. Tale­

be hocanın bu tashihlerini dikkate alarak aynı meşki

tekrar çalışır ve ertesi derse getirir. Eğer hoca harfler­

de bir bozukluk görürse tekrar meşk altına çıkartma

yapar. Hoca talebenin meşkinde beğendiği satırın al­

tını ve üstünü kalemiyle çizer buna kaftan giydirme

denir, veya kendi yazısının altına koyduğu sa'y işare­

tini talebe yazısının altına atarak, "Aferin, benim ka­

dar yazmışsın" anlamında takdirlerini belirtir. Hoca­

nın bu hareketi talebeye şevk, gayret ve güven verir.

Daha başarılı olmasına yardımcı olur. Böylece her

meşk, hoca tarafından öğrenildiğine kanaat getiril­

dikten sonra diğer yazı örneğine geçilir. Harfler ve iki

harfin birbirine bitişmiş şekilleri meşkedildikten son­

ra hoca, sülüs, nesihte "Temmeti ' l-hurûf bi-avnillahi

meliki'r-raûf" (Allah'ın yardımıyla harfler tamam­

landı) ibaresi, nesta'likte " Ç ü n halâsı zî-müfredat

âmed / vakt-i meşk-i mürekkebât â m e d " (Müfredat­

tan kurtulunca mürekkebât meşkinin vakti geldi)

beytini ilk mürekkebât meşki olarak yazar. Mürekke­

bât meşki, yazı öğreniminde feyizli ve zevkli olduğu

kadar da en güç olan safhadır. Çünkü her harf ve ke­

limenin cümle içinde ve satır nizamında aldığı ayrı bir

şekil, satıra mahsus bir bünyesi vardır. Talebe yazı

kompozisyon kurallarını ve tertibini bu safhada ya­

pacağı çalışmalarla öğrenir.

Mürekkebât meşkinde ekseriya sülüs, nesihte

"Kasîdetü'l-bür'e, Elif Kasidesi, Kasîdetü' l-bürde"

nesta'likte Molla Câmî'nin "Besmele Kasidesi" ve­

ya Hâkânî Mehmed Bey'in Hilye-i Hâkânî 's inden

seçme beyitler yazılır. Müfredat ve mürekkebât

"meşklerini taklit ve tekrar ederek sanat melekesini

geliştiren talebeye hoca, örneksiz metinler vererek

yeni terkipler yaptırır.

Her hafta muntazam bir şekilde devam eden ve

başarılı olan bir talebe üç veya dört yılda müfredat

ve mürekkebât meşklerini bitirerek sanat gücünü ortaya koyar ve icâzet almaya hak kazanır.

İcâzet

İcâzet izin, ruhsat, müsaade, ilim veya sanat tahsili¬

ni tamamlayan talebelere imtihanla verilen şehâdet¬

nâme, diploma mânalarına gelir. H a t sanatında bir

üstattan yazının usul ve kaidelerini meşkederek me­

zun olma; hat sanatını, icra ve imza atma salâhiyeti­

ne hak kazanmaktır. Verilen izin vesikasına icâzet¬

nâme denir.

Yazı tahsilini ikmal ederek icâzet alacak seviyeye

erişen talebe, hocası tarafından seçilen, eski üstatlar­

dan birinin kıtasını taklit eder. Bu sahada kazandığı

hünerini gösterir. İcazetnâmenin bazan bir murak¬

ka', hilye veya hattat şeceresini gösteren bir mecmua

şeklinde hazırlanmış olanları da vardır, İtina ile ha­

zırlanan taklit kıtanın (ketebe kıtası) altına hocası,

kıta sülüs, nesih ise rika' (hatt-ı icâze), nesta'lik ise

incesi ile Arapça izin cümlesi yazar. Bu izin cümle­

sinde ekseriya kullanılan Arapça metnin Türkçe'si

şöyledir: "Bu güzel kıtayı yazana (talebenin adı) ya­

zılarının altına ketebesini koyması için icazet ver­

dim. Allah ö m r ü n ü ve marifetini a t t ı r s ı n . Ben onun

muallimiyim (hocanın adı), ta r ih . " Tertip olunan

icâzet merasiminde hazır bulunan diğer üstatlar da

hocanın izin cümlesinin yanına tasdik cümlesi yazar­

lar. Böylece meşkettiği yazıda mücaz olan talebe hat­

tat unvanını ve ketebe koyma salâhiyetini almış olur.

İcâzetname alan hat ta t eserlerine ketebe koyma salâ­

hiyetine sahiptir. M ü c a z olmayan kendiliğinden im­

za koyamaz manen mesuldür. Böylece sanatın yüz­

yıllar boyunca ulaştığı nizam ve kaidelerinin ehil ol­

mayan ellerde bozulması önlenmiş, sanatın değeri,

sanatkârın şeref ve haysiyeti korunmuştur .

Hat ta t imzaları ekseriya ketebe kelimesiyle başlar

bu sebeple imza atmaya ketebe koyma da denir. Ke­

tebe kelimesi yerine yazının mahiyetine göre nema­

kahû, harrerehû, rakamehû, sevvedehû, meşşekahû,

nesehahû, satarehû, kalledehû kelimeleri de kullanıl­

mıştır. H a t t a t imzaları bu kelimelerden sonra teva¬

zua delâlet eden "el-fakîr, el-müznib, el-hakîr" gibi

kelimeler, hattatın ismi ve bir dua cümlesini ihtiva

eden bir cümle ilâve edilir.

İsmail Zühdü Efendi'nin Ali Haydar Bey'den aldığı nesta'lik icâzetnamesi. Ekrem Hakkı Ayverdi koleksiyonu.