40
Ocak 2012 Yıl:2 Sayı:5 Aylık süreli yayın Paradigma Vetvendosje Sırbistan Mallarını engellemek için sokaklara döküldü Sundance Kosova filmine ödül verdi. Dr. Erhan Türbedar Balkanlar’da terör sorunsalını irdeliyor. Müzakerelerde kritik konular gündeme gelmeye başlıyor.

Paradigma Ocak 2012

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Paradigma Ocak 2012

Citation preview

Page 1: Paradigma Ocak 2012

Ocak 2012 Yıl:2 Sayı:5 Aylık süreli yayın

Paradigma

Vetvendosje Sırbistan Mallarını engellemek için sokaklara döküldü

Sundance Kosova filmine ödül verdi.

Dr. Erhan Türbedar Balkanlar’da terör sorunsalını irdeliyor.

Müzakerelerde kritik konular gündeme gelmeye başlıyor.

Page 2: Paradigma Ocak 2012

2 paradigma/ocak 2012

İçindekiler

Asım Vetim’in analiz ettiği Vetvendosje eylemleri 13. sayfada ilginize sunuluyor.

Sarpa Saran müzakere konusunun gidişatını Mediha Yarımhoroz 15. sayfada ele alıyor.

“”

“ ”

Barış Karamuço “Olağanüstü Hal ve Kosova” adlı makalesini 30. sayfada bizimle paylaşıyor.

“”

Sundance’ten ödülle dönen ilk Kosova yapımı film “Dönüş”ün haber 36. sayfada.“ ”

Balkanlar’ın en kapsamlı Belgesel Festivali Dokufest New York seyircisiyle buluştu. Sayfa 39’da.

“”

Esin Muzbeg “Kardeşlik Birlikten Çok Etnikliliğe” adlı makale özetiyle 18. sayfa yer alıyor.

“”

Page 3: Paradigma Ocak 2012

Sunu paradigma/ocak 2012 3

Paradigma Research Center’ın süreli yayınıdır. Ayda bir yayınlanır. Yayın hakları Paradigma RC’ya aittir.

Genel Yayın Yönetmeni: Bengi Muzbeg

Editörler: Dr. Erhan TürbedarEsin Muzbeg

Haber & Röpörtaj:Mediha YarımhorozEnis TabakElif TokmakAsim VetimTaner BoynikBarış Goriça

Kültür & Sanat:Lucida VAS tarafından hazırlanmaktadır

Mizanpaj:Davut Şala

Hesap no: BKT Pejton Şubesi 1901447372031126Yıl 2 Sayı 5; Ocak 2012 Adres: Shpend Berisha 11 Prizren/KosovaTel: +377 44 893 122 Faks: +381 29 623 [email protected] www.paradigmarc.org

Yazılarda ileri sürülen görüşler Paradigma’nın resmi görüşü değildir. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Paradigma © 2012

Paradigma

Paradigma Bengi [email protected]

Merhabalar.

6 aylık bir aradan sonra 2012 yılı itibarı ile Paradigma dergisinin Ocak sayısı ile tekrar karşınızdayız. Paradigma dergisi yayınlanmaya başladığı günden itibaren karşılaştığı sorunları, olumsuzlukları görerek yavaş yavaş ilerledi. 2012 Ocak ayı sonu itibarı ile yeni sayısını yayınlama kararı alırken bundan böyle internet sitesinin de her gün yenileneceği müjdesini okuyucularımızla paylaşmak istiyorum. Dergimiz internet üzerinden haberleri paylaşmaya devam ederken ayda bir basılı bir şekilde yayınlanmaya devam edecek. Amacımız analitik kriterlere uygun olarak sağlanan veri toplama sürecini yine akademik bir kaygıyla, polemik ve sansasyondan uzak bir şekilde haber analiz formatında okuyucularımızla paylaşmak. Web sitemizde haber-analizler daha sık yer alacak ama ayda bir olsa da bu analizleri basılı bir şekilde okuma fırsatı bulacaksınız.

Yukarıda da değindiğim üzere 6 ay aradan sonra Paradigma dergisi tekrar baskı yapma kararı aldı. Bu sürede hem yayın ekibi olarak bizler ilk girişimlerimizin nasıl algılandığı konusunda geri beslemeleri topladık hem de bize gerçek anlamda yardım edebilecek ve edemeyecekleri daha yakından tanıdık. Dergi için gerçekten çaba harcayan ve ayakta durmasını sağlamaya, böyle bir yayına Kosova’nın ihtiyacı olduğuna inananları da gördük, elinden geleni bize sağlamaya çalışan gerçek dostları tanıma fırsatı bulduk.

2012 yılı itibarı ile tekrar yayınına başladığımız Paradigma dergisinin Ocak sayısını yayınlarken yanımızda olan, destek arayışı içine giren, bizi samimiyetle (olumlu veya olumsuz anlamda) eleştiren herkese teşekkürlerimizi sunarız. Onlar sayesindedir ki bugün biraz daha güçlüyüz.

Paradigma dergisinin Ocak sayısında yakın süreçte yaşanan gelişmeleri haber-analiz formatında bulabilecekseniz. Erhan Türbedar, Esin Muzbeg ve Barış Karamuço makaleleri ile ikinci bölümümüze konuk olurken, Kosova’daki kültür-sanat gelişmeleri üçüncü bölümümüzde kendine yer buluyor.

Okuyucularımızın beğeneceği ümidi ile Ocak sayımızı yayınlarken Şubat sayısı hazırlıklarını yaptığımızı ve analitik kriterlere uygun olan haber analiz ve makaleleri kaleme alan düşün insanlarının her zaman bu dergide yeri olduğunu bildirmek isterim.

Saygılarımla.

Page 4: Paradigma Ocak 2012

4 paradigma/ocak 2012 Haber Analiz

Kosova’da Uluslararası Misyonlar Karmaşası(ICO 2012’de kapanacak mı?)

Misyonlar Karmaşası

Kosova’da sivil yönetimden sorumlu, (BM’nin ilgili daimi organlarını, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı AGİT ve benzeri kuruluşları saymazsak) sırf Kosova için ve Kosova’ya özel oluşturulan halihazırda 3 uluslararası misyon bulunuyor. Bunlardan görev ve yetkisi en dolaylı ve en tartışmalı olan ICO gitmeye hazırlanıyor. UNMIK sessizce görevine devam ederken, EULEX yargı, polis ve gümrük alanına sıkışmış gözüküyor.

UNMIK

Kosova’da ilk uluslararası yönetim, NATO müdahalesinin ardından Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1244 sayılı kararı ile 10 Haziran 1999 tarihinde UNMIK (Birleşmiş Milletler Kosova Geçici Yönetim Misyonu / United Nations Interim Administration Mission in Kosovo) olarak kuruldu. Meşruiyetini Birleşmiş Milletlerden alan ve Sırbistan ile Kosova’nın iletişim kanalını açık tutan uluslararası organ olarak hala faaliyetlerini sürdürüyor. UNMIK, 1999 yılında tam yönetimi ve denetimi sağlamasına rağmen, Kosova kurumlarının oluşması ile kademeli olarak yetkilerini yerel organlara devretti. Ancak Kosova’nın nihai statüsüne Birleşmiş Milletler nezdinde bir çözümün bulunamamış olması, adında da geçicilik bulunan UNMIK’in tamamen ortadan kaldırılmasına imkân tanımadığı gibi, farklı uluslararası misyonların da sürece dahil olmasına neden oldu. Bugün, yetkilerinin çok büyük bir kısmını Kosova kurumlarına devretmiş olmasına rağmen, Kosova’nın Birleşmiş Milletler’e ve BM’de Güvenlik Konseyine ulaşımının ve uluslar arası iletişiminin bir kanalı olarak varlığını sürdürüyor. Kosova kamuoyunda BMGK’nin 1244 sayılı kararı yok gibi görünse de, en canlı örneğini UNMIK yaşatmaya devam ediyor.

Paradigma

Kosova’nın nihai statüsüne ilişkin hukuki çözümün, Birleşmiş Milletler nezdinde uzlaşmayla bulunamaması, bölgeyle ilgili uluslararası misyonların çoğalmasına da neden oldu. Yetki ve sorumlulukları ince ayrıntılarla birbirinden ayrılan, zaman zaman da çakışan kurumlar, Kosova’da çoklu yönetim odakları ve yetki karmaşasını ortaya attı. Bunlardan en karmaşık olanı ve bölgeden çekilmeye hazırlanan Uluslar arası Sivil Ofis oldu. Görülen o ki, uluslararası yönetim grubunun iradesi ve Kosova’nın talebi ile ICO 2012’den sonra misyonunu tamamlayacak!

Page 5: Paradigma Ocak 2012

Haber Analiz paradigma/ocak 2012 5

EULEX

Avrupa Birliğinin Kosova Hukukun Üstünlüğü Misyonu (European Union Rule of Law Mission in Kosovo) EULEX olarak tanımlanan oluşumu Kosova bağımsızlığını ilan etmeden önce kuruluş deklarasyonunu bildirmesine rağmen varlığını oluşturması uzun sürdü. Tüm yönetim mecralarında etkin olmayan EULEX, polis, adalet ve gümrük konularına odaklandı. EULEX, Avrupa Birliğinin tüm üyelerinin Kosova’yı tanımamasından da kaynaklı meseleler nedeniyle UNMIK’i tam anlamıyla ikame eden bir kuruluşa dönüşemedi. EULEX’le birlikte Uluslar arası sivil yönetim ve onun oluşumları bu boşluğu kapatmaya çalıştı.

ICO

Kosova’nın Avrupa geleceğini desteklemek, Ahtisari planına göre statü anlaşmasının uygulanmasını sağlamak ve Avrupa entegrasyonlarına katkı sunmak amacıyla kurulan Uluslararası Sivil Ofisinin (International

Civilian Office – ICO) bu yılın sonunda kapanması öngörülüyor. Kararlarının bağlayıcılığı olmayan ICO, Kosova hükümetine ve topluluk liderlerine bir nevi akıl hocalığı yapıyordu. ICO’nun görevlerinden biri de Kosova’nın bağımsızlık deklarasyonundan sonra, BM Genel Sekreteri Özel Elçisinin önerdiği statü planına göre uygulamanın yapılıp yapılmadığının denetlenmesiydi. Kosova bağımsızlığını ilan ettiği 17 Şubat 2008’de, uluslar arası topluma belli taahhütlerde de bulunmuştu. İşte bu sürecin takibi için oluşturulan Uluslararası Sivil Temsilciliğin (ICR) bölgedeki uygulayıcı asistanı olarak ICO kurulmuştu. Uluslararası Sivil Temsilcilik (International Civilian Representative - ICR) ise Uluslararası Yönetim Grubu (International Steering Group - ISG) tarafından 28 Şubat 2008’de atanmıştı.

Bu noktaya da 17 Şubat 2008’de yapılan bağımsızlık deklarasyonu ile gelinmişti. Kosova Parlamentosunda ilan edilen bağımsızlık deklarasyonunda

uluslar arası bir denetime açık davet bulunmaktaydı. Bugün bu açık davet, uluslar arası toplumun da iradesi ile terse dönmüş gözüküyor.

Kosova’da Uluslararası Kurumlar Kosova için hala en bağlayıcı uluslar arası belge Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1244 sayılı kararı… Ancak şu durumda en pasif olanı da o! Kosova’da hali hazırda uluslar arası kurumlar ve bunların konumu bir sonraki analizimizin konusu olacak.

Page 6: Paradigma Ocak 2012

6 paradigma/ocak 2012 Haber Analiz

Kuzey OlayıParadigma

Kosova ile Sırbistan arasında bir toprak meselesinden çok kişisel ekonomik çıkar meselesine dönüşmeye başlayan Mitroviça’nın kuzey bölgesine ilişkin soruna politik çözüm yolu bulanabilir mi? Meselenin ekonomik ile siyasi boyutunun kesiştiği noktalar neler? Hükümetler siyasi çözüm bulma konusunda, ekonomik çıkar elde etmek için işbirliği içinde olan çeteler kadar, işbirliğinde cesur olabilecek mi? Cevabı bilinen soruyu referanduma götürmenin altında yatan sebep ne?

”Mitroviça’nın kuzeyinde 3 Sırp belediyesini (Zveçan, Leposavic, Zubin Potok) ve Mitroviça şehrinin kuzey kısmını kapsayan bölgede odaklanan Sırp paralel yönetimi Kosova’nın egemenliğini tanımamakta direniyor. Birleşmiş Milletler’in 1999 yılında oluşturduğu UNMIK yönetimi ile fiili bir ‘Sırp bölgesinin’ oluşturulması, sorunu bugüne kadar taşıdı. Kosova’nın 2008’deki bağımsızlığından sonra Kosova kurumları, uluslar arası mekanizmaları da arkasına alarak barışçıl yollarla egemenliğini kuzeyde tesis etme girişimleri bir sonuca ulaşamadı. Bu fiili egemenlik boşluğu, kuzey bölgede haksız ekonomik çıkar elde eden grupların veya çetelerin oluşmasına neden oldu. Kosova makamları bir yandan egemenliğini ve toprak bütünlüğünü sağlamak, öte yandan ise Kosova ekonomisine önemli zararlar veren kuzey bölge kaçak ticaretini önlemek amacıyla 2011 yılında ilk defa fiili önlemler almaya yöneldi. Ancak uluslar arası toplumun çözüme katkı sağlamaya çalışmasına rağmen Kosova’nın kuzey olayı olarak nitelenebilen Mitroviça’nın kuzey sorunu henüz tatmin edici bir çözüme kavuşamadı.

Artık Kosova’nın da bir sorunu var! Kosova’nın aslında temel sorunu olan ve 10 yıldan fazla bir süredir önce UNMIK daha sonra da EULEX tarafından idare edilen; başat sorun olarak dile getirilse bile kamuoyunu tehdit edecek nitelikte bir sorun değilmiş gibi gözüken Mitroviça’nın kuzeyindeki egemenlik eksikliğinin yarattığı kaosun gerçek bir sorun olarak Kosova’nın gündemine oturmaya başlaması Kosova’nın Sırbistan’la ilişkilerde karşılıklılığı esas alacağını açıklaması ve bunu uygulamaya çalışmasıyla başladı. Alınan karar ekonomikti! Kosova Başbakan Yardımcısı, aynı zamanda Sanayi ve Ticaret Bakanı Mimoza Kusari Lila, 20 Temmuz 2011’de aldığı bir kararla Sırbistan’ın Kosova’ya ihracatını durdurdu. Gerekçe karşılıklılık esası idi.

17 Şubat 2008’de bağımsızlığını ilan eden Kosova, gümrük idarelerini de kademeli olarak UNMIK yönetiminden devraldı. Gümrük idarelerinin Kosova makamlarına geçmesiyle Sırbistan, Kosova’nın gümrük mühürlerini tanımayarak Kosova ürünlerinin Sırbistan’a girişini engelledi. 3 yıl aradan sonra Kosova da

Page 7: Paradigma Ocak 2012

Haber Analiz paradigma/ocak 2012 7

karşılıklılık esasına dayanarak aldığı bir kararla Sırp ürünlerini engelleme girişiminde bulundu. Ancak teknik bir karar olarak görülen konu bir anda siyasi ve egemenlik meselesine dönüştü.

Sırbistan’la yasal ticaretin yapıldığı ana kapı olarak sayılan Merdare’de Bakanlığın talimatı uygulanmaya başlayınca, ticaret, Kosova makamlarının denetleyemediği Mitroviça’nın kuzey bölgesindeki Jarinje ve Brnjak sınır kapılarına kaydı. 10 yıldan fazla bir süredir zaten denetlenemeyen bölgede, Sırbistan’la yapılan kayıt dışı ticaretin boyutu 200 Milyon €’nun üzerine çıkmıştı. Bu ekonomi döngüsünden faydalanan Sırp çeteler, çarklarına çomak sokulmasına sert tepki gösterdi.

Ancak kararı uygulamak ve Kosova’nın tüm bölgelerinde egemenliği sağlamak amacıyla hükümetin müdahalesi gecikmedi. 25 Temmuz 2011 gecesi Başbakan Hashim Thaçi’nin talimatıyla, Kosova polisi özel birlikleri Mitroviça’nın kuzey bölgesindeki iki sınır kapısını kontrol altına almak amacıyla operasyon düzenledi. Operasyon kısmen başarılı oldu ama bölgede kök salan kaçakçı çetelerinin desteği ile yerel Sırplar sert bir direniş gösterdi. Gösteriyor!

Operasyonun akabinde bölgeye giden yollar kapatıldı, sınır noktaları ateşe verildi, Kosova özel birlikleri mensubu bir polis kafasından vurularak öldürüldü, yollara barikatlar kuruldu. Uluslar arası toplum önce kararsız, daha sonra kararlı olarak müdahale etse bile meseleye bir çözüm getiremedi.

Kosova’nın kuzey sorunu, Avrupa Birliği arabuluculuğunda düzenlenen müzakerelerin konusu oldu. Mühürlerin karşılıklı olarak tanınması yönünde karar alınmasına rağmen, kuzey bölgedeki barikatlar kaldırılmadı. Başbakan Hashim Thaçi, 16 Eylül 2011’e kadar süre tanıdığını açıkladığı ve bölgede egemenliği sağlamaya dönük olarak bir eylem planı hazırladıklarını bildirdiği zaman, yerel Sırpların

direnişi sertleşti, barikatlar yükseldi. Olaya KFOR birlikleri müdahale etti ancak bölge istikrara kavuşamadı. Karayoluyla kuzeydeki sınır kapılarına ulaşamayan Kosova gümrük yetkilileri helikopterlerle görev yerlerine bırakılıyor. Bölgede istikrarsızlık bir yandan politik bir yandan da ekonomik bir mesele olarak gündemde tutuluyor. Artık Kosova’nın da uluslar arası arenada müzakere edilmesi gereken bir sorunu ortaya çıkmış oluyordu.

Ekonomik ile Siyasi Mesele Arasında Sıkışan Bölge! Mitroviça’nın kuzeyinde Kosova makamlarının egemenliği sağlamaya dönük operasyonlarını sabote etmeye ve statikoyu korumaya dönük Sırp direnişini bölgede ekonomiyi ve yasa dışı ticareti kontrol eden çete liderlerinin desteklediği ortaya çıktı. KFOR tarafından kuzeydeki iki sınır kapısını ateşe vermekle suçlanan Zvonko Veselinovic, aslında Sırbistan’da da silah kaçakçılığı başta olmak üzere, yasa dışı üretim ve ticaret yapmak suçlardan aranıyordu. Ancak radikal milliyetçi Sırp liderlerle olan politik teması ve onların milliyetçi söylemlerini geliştirmelerine Mitroviça’nın kuzeyinde zemin hazırlaması, kendine de bir koruma kalkanının oluşmasına neden olmuştu. Veselinovic, 19 Aralıkta Belgrat’tan gelen bir talimatla ve uzun süren bir takiple özel polis birlikleri tarafından Kopaonik’te sahte bir kimlikle tutuklandı. Yargılama süreci devam eden Veselinoviç’in, leasingle alınan yüzün üzerinde kamyonu gasp etme ve kaçakçılık konularındaki soruşturması derinleştiriliyor. İddialara göre Veselinoviç’in kamyonları, Kosova otoyolu inşaatında bile kullanıldı. Novi Magazin’de yayınlanan ve daha sonra Kosova medyasına da yansıyan haberlere göre, Sırp kaçakçı Zvonko Veselinoviç, Kosova’da kontrolü siyasilere kadar ulaşan Arnavut çetelerle işbirliği içinde idi. Meselenin bu boyutu ekonomik.

Ancak meselenin yadsınması mümkün olmayan bir de siyasi tarafı

var. Kosova toprak bütünlüğünü ve egemenliğini sağlamak adına kararlı adımlar atınca, Belgrat yönetimi de ciddi ekonomik çıkar elde eden çetelere karşı mesafe koymaya başladı. Dolayısıyla meselenin öteki yüzü olan egemenlik ve toprak bütünlüğü konusu gün yüzüne çıktı. Konunun siyasi boyutu gündeme taşınınca iki taraf da uzlaşılması pek mümkün gözükmeyen siyasi argümanlarını ortaya koymaya başladı. Belgrat yönetimi bu çerçevede siyasi olarak paralel Sırp kurumlarını desteklemeye devam etti. Fakat Boris Tadiç’in Avrupa yanlısı Demokratik Partisi, bu bölgede radikal milliyetçiler kadar etkili değil… Sırbistan’da seçimler yaklaşırken Mitroviça’nın kuzey bölgesi de seçim malzemesine dönüştü.

Kosova açısından mesele oldukça net: Konu toprak bütünlüğü ve egemenlik meselesidir. Sırbistan ise Kosova’yı tanımamakta direndiği için kendi varlığını paralel kurumlar üzerinden yaşatmaya çalışıyor. Gerek Priştine gerekse Belgrat yönetimleri için ise mesele aynı zamanda iç politika aracı olarak da kullanılıyor. Cevabı bilinmesine rağmen, kuzey bölgedeki Sırp belediyeler, 14-15 Şubat tarihlerinde bir referandum düzenleyerek halka Kosova kurumlarını isteyip istemediklerini soracak. Avrupa yanlısı Sırp yönetimine göre, cevabı bilinen bu referandumun yapılması, Sırbistan hükümetini uluslar arası camia nezdinde zora sokmaktan başka bir işe yaramayacak. Radikal milliyetçilerin söylemini ise güçlendirmeye devam edecek.

Page 8: Paradigma Ocak 2012

8 paradigma/ocak 2012 Haber Analiz

İlerleme Raporunda Kosova’ya Ödev var

Her yıl yayınlanan İlerleme Raporu, diğer ülke durumlarında olduğu gibi, Kosova’nın da Kopenhag kriterleri hususundaki konumunun yıllık anlamda kapsamlı bir değerlendirmesi olup siyasi, ekonomik ve sosyal reformlar üzerinde ayrıntılı olarak durmaktadır. Avrupa Komisyonu tarafından İlerleme Raporunun bir ülkeyi ölçmek için en güvenilir ve nesnel araç olarak dikkate alması, rapordaki bulgular 2011 Genişleme Paketinin bir parçası olarak ortaya çıkmaktadır. Raporun ortaya atmış olduğu sonuçlar, Kosova’nın kendi mevzuatını Avrupa standartlarıyla uyumlu hale getirmek için çalışmalarda bulunduğunu tespit etmesine rağmen, uygulamada zorlukların mevcut olmaya devam ettiğini belirlemiştir.

Avrupa Komisyonu her yılın sonbaharında, AB genişlemesine dair kendi politikaları ve her ülkenin kaydettiği ilerlemeleri rapor eden bir dizi belgeden oluşan “Genişleme Paketi” çerçevesinde Yıllık Çerçeve Belgesini de dahil etmektedir. Bu belge, bir sonraki yıl için hedef ve beklentileri ile her aday ve potansiyel aday ülkelerin son on iki ayda kaydettiği ilerlemelerin

Taner Boynik

2011 yılının başlarını da kapsayan zahmetli seçim süreci, Kosova’nın 2011 yılında reformlar kapsamında ilerleme kaydetmesine engel olmuştur. Avrupa Komisyonu 2011 Kosova İlerleme Raporunda, Kosova başarısız bir ülke olarak tanımlanmaktan ziyade, Kosova’nın üzerinde ciddiyetle durması gerektiği ve başarıya ulaştıramadığı konuların altı çizilmiştir. Bu yıl en fazla öne çıkan sorunlardan bazıları hukukun üstünlüğü, organize suçlar ve rüşvet olmuştur.

özetini içermektedir.

İfade edilenlerden de anlaşılabileceği gibi, mevcut yıl için belirlenen hedef ve beklentiler ile ilgili yıl kapsamında kaydedilen ilerlemelerin karşılaştırılmalarıyla elde edilen bulgular, ülkenin ilerleme ¬seviyesini ölçmekte ve sonuç itibariyle AB perspektifi açısından ülkenin atması gereken adımların yönünü belirlemektedir. Bunun yanı sıra, Avrupa Komisyonu Kosova’yı tanımayan AB ülkelerine de çağrıda bulunarak, Kosova statüsü üzerindeki görüş farklılıklarının üstesinden gelmenin AB ve Kosova ilişkilerine katkı sağlayacağını belirtmektedir.

Genel itibariyle Kosova’nın sergilediği ilerleme; siyasi, ekonomik ve AB mevzuatına uyum açısından değerlendirilmiş, tespit edilen konularda karşı karşıya kalınan zorluklar ile Kosova kurumlarının bunların üstesinden gelmek için yapmış olduğu çalışmalara değinilmektedir.

Siyasi Kriterler

Kosova’nın, Cumhurbaşkanı seçim sürecinde yaşanan usul hataları açısından, 2011 yılında uzun süreyle tamamlanamayan seçim süreci etkisi altında kaldığı ve dolayısıyla da reform çalışmalarındaki ilerlemelerin kısıtlı olduğunun altı çizilmiştir. Bunun sonucunda, seçim sürecinde ciddi eksikliklerin mevcut olduğuna vurgu yapılmıştır. İstenmeyen bu gelişmelerin ortadan kaldırılması açısından, Kosova’nın uluslararası standartlar çerçevesinde seçim sistemini daha basitleştirmesi ve seçimlerde yaşanan usulsüzlük vakalarını soruşturması ve yasal tatbikata tabi tutması tavsiye edilmektedir.

Demokrasi ve özellikle de hukukun üstünlüğü konularında ciddi sıkıntıların mevcut olduğunu belirten rapor, bunların acil olarak Kosova hükümeti, meclisi ve yargı makamları tarafından dikkate alınması talep edilmektedir. Bununla ilgili olarak Kosova Meclisinin mevzuat tasarılarını dikkatle incelemekte yetersiz kaldığı ve hükümet çalışmalarının zayıf olmaya devam ettiği görülmektedir.

Rüşvetçilik konusunda Kosova’nın bazı somut örnekler üzerine gitmesiyle az da olsa ilerleme kaydetmiştir. Ancak, buna rağmen rüşvetçiliğin, görevi kötüye kullanmanın birçok alanda hüküm sürmekte ve aynı zamanda vatandaşların hizmetlere olan erişimlerini etkileyen ciddi bir sıkıntı arz etmeye devam etmektedir. Belirtildiği üzere, birkaç yasanın kabul edilmiş olmasına rağmen, bunların daha da geliştirilmeleri ve güçlendirilmeleri gerekmektedir. Diğer taraftan da, siyasi partilere gelince, ilgili finansman yasasının büyük ölçüde eksikliklerinin bulunduğu ve uygulanmasıyla ilgili denetimin

Page 9: Paradigma Ocak 2012

Haber Analiz paradigma/ocak 2012 9

geliştirilmesi gerekli olduğu bir unsur olarak ortaya çıkmaktadır.

Kamu idaresi reformu konularında, İlerleme Raporu dönemi kapsamında Kosova kısıtlı ölçüde ilerleme kaydetmiştir. Bu konudaki düzenleme çerçevesinin güçlendirilmiş olmasına rağmen, tamamlanması için çalışmaların hızla devam etmesi gerekmektedir. Bunun yanı sıra, 2010-2013 yıllarına ait olan yeniden düzenlenmiş kamu idaresi stratejisi uygulamaya geçememiştir. Dolayısıyla, Kosova kamu idaresi reformu büyük zorluklar karşısında kalmakta ve keza kamu idaresi de Avrupa perspektifi açısından çok zayıf olarak değerlendirilmektedir.

Ortaya atılan konular ve yetersizliklerden de görülebileceği gibi, neredeyse tamamen olumsuz bir görüntü ortaya çıkmaktadır. Ancak, az veya kısıtlı olarak tanımlanan ilerlemelerin de bir diğer yandan olumlu gelişme olarak değerlendirilebilir olması, Kosova’nın atmış olduğu adımlar açısından daha tutarlı ve istikrarlı bir tutum sergilemesinin

gerekli olduğunun altı çizilebilir. Zira, İlerleme Raporunda da ortaya konduğu şekilde, ister Cumhurbaşkanı ister de Hükümetin, Kosova’nın Avrupa perspektifine yönelik bir taahhüt sergilediği görülmektedir. Avrupa Komisyonu büyük zorlukları teşkil eden organize suçlar ve rüşvetçilik ile kamu idaresinin güçlendirilmesi gibi bu tür olumsuzluklara rağmen, bunların zorlukların üstesinden gelebilmek ve yargı reformuna destek olmak açısından hukukun üstünlüğü alanında Kosova’yla daha yapısal bir diyalog başlatma önerisinde bulunmaktadır.

Diğer yandan, insan hakları ve azınlıkların korunması alanından bahsederken, Kosova’da mevcut olan kurumsal yapıdaki eksikler ortaya çıkmaktadır. Bu eksikler, yetersiz kalan görev tanımlamaları ile dağılımları yüzünden bir o kadar iç açıcı olmayan bir durumun altını çizmektedir. Burada değinilmesi gereken önemli bir diğer husus, temel hakların geliştirilmesi, güçlendirilmesi ve denetlenmesi alanlarında faal olan değişik

kurumların kendi çalışmalarını yeterli ölçüde birbirleriyle koordine etmediğidir. Ancak, bilinen o ki, devlet kurumları haricinde ister sivil toplum ister de yabancı kurum ve kuruluşlar da Kosova’da bu alanda çalışmalarını yürütmekteler. Dolayısıyla, raporun ortaya koymuş olduğu tanımlama ve koordinasyon yetersizliklerinden, bu kurum ve kuruluşlar da payını almaktadır. Kosova’nın konuyla ilgili olarak gerçek bir sahip olarak davranmaya başlaması ve gerekli adımları atıp istikrarlı politikalar sürdürme girişiminde bulunmasına kadar, Kosova’daki azınlık meselesi (İlerleme Raporunda görülebileceği gibi) sadece Sırp ve bir nebze de Roman toplulukları üzerinde odaklanmaya devam edeceği gibi gözükmektedir. Buna keza, Kuzey Kosova sorunları da eklenirse, azınlık ve insan hakları meselelerine kurumsal ve sistematik olamayan, doğaçlama ve uluslararası baskılara karşılık veren bir yaklaşım sergilenecek şeklinde bir izlenim verilmektedir. Bu nedenledir ki, Avrupa Komisyonu azınlıklardan bahsederken, Sırp toplumu ile Kuzey Kosova sorunlarına değinmekte ve Kosova’nın kuzey meselesiyle ilişkin daha geniş kapsamlı bir gündem belirlemesi istenmektedir.

Kosova vatandaşları arasında en yaygın taleplerden biri olan vize kolaylığı konusunda ise, Kosova açısından olumlu değerlendirmelerde bulunulmuştur. İlerleme Raporu, Kosova’nın Avrupa perspektifinin daha da güçlendirilmesi için Avrupa Komisyonunun destek sunmaya devam edeceği belirtilmektedir. Bilhassa, bu destek 2009 Bildirisi çerçevesindeki vize, ticari anlaşmalar ve Kosova’nın AB programlarına katılımıyla ilgilidir. Bu Bildiri, vize diyalogu yardımıyla Kosova vatandaşlarını AB’ye yakınlaştırmak için daha

Page 10: Paradigma Ocak 2012

10 paradigma/ocak 2012 Haber Analiz

yapısal bir yaklaşım sergilenmesi gerektiğini ve yapılması gereken reformlar neticesinde vizesiz serbest dolaşıma doğru gidilebileceğini tavsiye etmektedir. Bunu dikkate alarak ve Kosova’nın gerekli mevzuat ve anlaşmalarda gösterdiği ilerlemeleri değerlendirerek, Avrupa Komisyonu Kosova’yla vize kolaylığı görüşmelerine başlayacağı sonucuna varmıştır.

Ekonomik Kriterler

Ekonomik kriterler çerçevesindeki Kosova değerlendirmesi, işlevsel olan bir pazar ekonomisinin oluşturulamadığı yönündedir. Rekabet baskıları ile Avrupa Birliği içerisindeki piyasa güçlerin uzun vadede üstesinden gelebilecek konuma ulaşması için büyük ölçüde reformların ve yatırımların gerekli olduğunun altı çizilmiştir. Ekonomi genel itibariyle büyüme göstermesine rağmen, bütçenin uzun vadeli sürdürülebilirliği üzerinde endişeler mevcuttur. Zayıf ekonomi politikaları planlama ve uygulaması, 2010 yılında IMF’yle varılan Stand-By Anlaşmasından uzaklaşılmasına neden olmuştur. Diğer taraftan, şirketler genel anlamda zayıf politika planlaması ve kamu idaresi, zayıf hukuk üstünlüğü, güvenilebilir elektrik tedarik yetersizliği, uygun olmayan altyapı ve vasıfsız işgücü gibi olgularla karşı karşıya kalmaktadırlar.

Birçok unsurun kapsamlı olarak değerlendirildiği ekonomik meseleler çerçevesinde, rekabet politikaları, enerji sektörü ve bilgi toplumu ile medya alanlarındaki bazı mevzuat gelişmelerinin bulunduğu tespit edilmiştir. Bunların yanı sıra, vergilendirme, fikri mülkiyet hakları, istihdam, sosyal politikalar ve kamu sağlığı, finansal kontrol, istatistik, gümrük yönetimi ve insan kaçakçılığıyla başa çıkma gibi konularda ilerlemeler görülmüştür. AB iç pazarı açısından bazı

konularda mevzuat kapsamında AB müktesebatıyla uyumun yakınlaştığı belirtilirken, eksikliklerin bulunduğu birçok diğer konu hakkında yapılması gerekenlerin de altı çizilmiştir.

AB Mevzuatıyla Uyum

Kosova mevzuatının Avrupa standartlarıyla uyumlu hale getirilmesi çerçevesindeki ilerlemeler değişiklik göstermektedir. Yasal çerçeve özellikle ticaret konuları ile kamu tedariki alanlarıyla ilgili olarak güçlendirilmiş vaziyette olduğu belirlenmektedir. Avrupa standartları konusu iç piyasa, sektör politikaları ile adalet, özgürlük ve güvenlik gibi temel başlıklar altında değerlendirilmiştir. Bunların her birine tekabül eden farklı alanlardaki bulgulardan görülebileceği gibi yapılması gereken reformlar ve atılması gereken adımlar yüklü miktardadır.

Başlıca birkaç alana değinmek gerekirse, gümrük ve vergilendirme ile rekabet alanlarında ilerlemeler rapor edilmesine rağmen, gerekli seviyeye ulaşmak için daha fazla reformların ve mevzuatın geliştirilmesi gerekli olduğu ortay çıkmaktadır. Kamuoyundaki yaygın olan ihale usulsüzlükleri konusuna gelince, Kosova mevzuatının halen Avrupa standartlarıyla uyum içerisinde olmadığı kesin bir şekilde belirtilmektedir. İstihdam, sosyal politikalar ve kamu sağlık sektöründe ilerlemelerin bulunduğu değerlendirilirken, eğitim ve araştırma konularındaki önceliklerine doğru Kosova’nın yaklaştığı belirtilmektedir. Sektör politikaları kapsamındaki istatistik, finansal kontrol ve enerji alanlarındaki mevzuatla ilgili bazı gelişmeler görülürken, diğer taraftan da adalet, özgürlük ve güvenlik kapsamında değerlendirilen para aklama, uyuşturucu, organize suçlarla

savaşma ve kişisel bilgilerin korunması gibi konularda ilerlemenin gerçekleşmediği belirtilmektedir.

Kosova makamları

İlerleme Raporu’nun açıklanmasının hemen ardından Kosova Hükümeti adına açıklama Avrupa Entegrasyon Bakanı Vlora Çitaku tarafından yapılmıştır. Çitaku açıklamasında İlerleme Raporu’nda Kosova açısından bazı tespitlerin olumlu olduğunu belirtmiştir. İlerlemelerin gerçekleşmediği ve Avrupa Komisyonunun Kosova’nın üzerinde durmasını ifade ettiği konularda ise gerçekçi bir yaklaşımın sergilendiği ve makul bir değerlendirmenin ortaya çıktığını belirtmiştir. Diğer yandan, ortaya konan eksiklikleri tamamlamak ve zorlukların üstesinden gelebilmek için, önümüzdeki yıl boyunca Kosova kurumlarının yapılan tavsiyeler doğrultusunda çalışacağı ifade edilmiştir. Ancak, yapılan açıklamalar ve verilen tepkilerden de anlaşılacağı gibi, Kosova kamuoyunun uzun zamandır duymak istediği vizesiz serbest dolaşım sürecinin başlama durumu, kamuoyunda rapordaki diğer olumsuzlukların önüne geçmiş gibi gözükmektedir.

Her şey rağmen Kosova henüz bir “Yol haritası” olmamasına rağmen vize görüşmelerine başladı.

Page 11: Paradigma Ocak 2012

Haber Analiz paradigma/ocak 2012 11

Yeni Cumhurbaşkanı Halk Oyuyla Seçilecek

Kosova’da Anayasa değişikliği çalışmasıyla bu yıl sonbaharda düzenlenmesi planlanan önümüzdeki seçimlerde ülkenin cumhurbaşkanını vatandaşlar seçecek.

Bağımsızlığa kavuşmasından üç yıl sonra Kosova Anayasasında değişiklik yapılmasına Kosova Meclisi onay verdi ve Kosova Meclisi Anayasa Değişikliği Komisyonunun yaklaşık sekiz aylık çalışmasının ardından yapmış olduğu anayasa değişikliği taslağını meclise sundu.

Komisyon, çalışma süresi boyunca Kosova’nın farklı şehirlerinde kamuya açık oturumlar düzenledi ve konuyla ilgili mevzuatı vatandaşlara açıklayarak, gelen önerileri değerlendirdi. Komisyon Başkanı Arsim Bajrami ve komisyon üyeleri kamuya açık oturumlarda Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili sorunlar olduğunu ve bu konu üzerine çalıştıkları süre içerisinde yoğun çaba sarf ettiklerini dile getirdi.

Cumhurbaşkanlığı Seçim Prosedürü:

Kosova’da Cumhurbaşkanı seçimi meclis tarafından gizli oy esasına göre yapılıyor. Cumhurbaşkanlığına 30 Milletvekili imzası ile her Kosova vatandaşı aday gösterilebiliyor.

Geçen yıl Şubat ayında Kosova Meclisinin olağanüstü toplantısında yapılan üçüncü tur oylamayla, tek aday olan Behgjet Pacolli, 62 milletvekili oyu ile Kosova Cumhurbaşkanı görevine seçildi. Bir ay sonra Pacolli seçiminin Anayasaya uygun olmadığına karar veren Anayasa Mahkemesi, Pacoli’nin istifa etmesi gerektiğini bildirdi ve bu çağrı üzerine Pacolli cumhurbaşkanlığı görevinden istifa etti.

Pacolli’nin İstifası ve Jahjaga Formülü

7 Nisan tarihinde Kosova Demokratik Partisi (PDK) Lideri Hashim Thaçi, Kosova Demokratik Birliği (LDK) Lideri Isa Mustafa ve Yeni Kosova İttifakı (AKR) Lideri Behgjet Pacolli ABD’nin Priştine Büyükelçisi Christopher Dell ile bir görüşme gerçekleştirdiler. Görüşmede varılan uzlaşma sonucu Kosova Polisi Müdür Yardımcısı Atifete Jahjaga isminde anlaşıldığı bildirildi. Liderler ortak basın toplantısı düzenleyerek uzlaşmaya vardıklarını bildirdiler.

Aynı günün akşamı için PDK’nın başvurusu üzerine Kosova Meclisi olağanüstü toplandı. Saat 18.00’de yapılan oturumda Atifete Jahjaga ile Suzan Nobırdalı Cumhurbaşkanlığı için aday gösterildi. İki kadın adaydan anlaşma olduğu üzere Atifete Jahjaga seçildi.

Asım Vetim

Page 12: Paradigma Ocak 2012

12 paradigma/ocak 2012 Haber Analiz

Cumhurbaşkanı seçiminin yapıldığı oturuma 100 milletvekili katılırken radikal Vetvendosje Hareketi üyeleri oturumu terk etti. Oylamaya katılan 100 milletvekilinin 80’i Atifete Jahjaga’yı, 10’u Suzan Nobırdalı lehine oy kullandı. 10 oyda geçersiz sayıldı.

Seçimden hemen sonra yemin töreni yapıldı ve Cumhurbaşkanı Atifete Jahjaga milletvekilerine hitaben teşekkür konuşmasını yaptı.

Yeni Tasarıda Neler Var

Yeni yapılan düzenlemeye göre ise Cumhurbaşkanlığına aday olabilmek için 15 bin vatandaşın imzasını almak gerekiyor. Adayların 35 yaşını doldurması istenirken %51’lik oy oranını alan aday Cumhurbaşkanı olacak. Kimsenin bu orana ulaşamaması durumunda en çok oyu alan 2 aday ikinci turda yarışacak. Yeni düzenlemeye göre Cumhurbaşkanı 5 yıllık görev süresi ile seçilecek. Anayasa Değişikliği Komisyonu halka açık oturumlarda değişiklikle ilgili mevzuatı vatandaşa açıkladı ve oturumlara katılan vatandaşlar,

Cumhurbaşkanı yardımcısının da olmasını, Cumhurbaşkanı adayının çifte vatandaşlığı olmaması şartını ve Cumhurbaşkanı’nın halkın önünde yemin etmesi seçeneğini desteklediği de duyuruldu.

Yasanın değişimiyle ilgili çalışma süresi boyunca Kosova’ya Fransa modelinin uygun olabileceği tartışmalar gündemde yerini aldı ve konuyla ilgili medyaya konuşan Anayasa Değişikliği Komisyon Başkanı Arsim Bajrami, “Bu sistemle artık vatandaş ülkenin cumhurbaşkanını seçecek ve yetki verecek. “Bununla ülkemizin, parlamenter-başkanlık cumhuriyet sistemi ülkeler yoluna girdiğini söyleyebiliriz. Temiz olmayan bir yönetim modeli, karışık. Meclisin ve başkanlığın egemenliğinin olmadığı ve pek çok ülkede var olan anayasal güç dengesinin olduğu bir model.” dedi.

Anayasa Değişikliği Komisyonu Başkanı Arsim Bajrami, Kosova Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesine ilişkin değişiklikler içeren taslağı, Kosova Meclis Başkanı Jakup Krasniqi’ye takdim

ettiğini açıkladı.Kosova medyasında yer alan haberlerde, iktidarın seçimleri erteleme düşüncesi ifadeleri, komisyonun çalışmalarıyla ek süre istemesi kamuoyunda yankı uyandırdı. Ancak Bajrami, Anayasa Değişiklileri Komisyonu’nun, cumhurbaşkanının yetkilerinin görüşülmesi ve yeniden düzenlenmesi için ek süre talep etmesinin, Kosova’da bu yıl sonbaharda yapılması planlanan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ertelenmesi anlamına gelmediğine işaret etti. Kosova Meclisi, bu yıl 20 Ocak 2012 tarihli ilk toplantısında, Anayasa Değişikliği Komsyonun çalışmalara ek süre verilmesi talebini, 62 evet, 2 hayır ve bir çekimser oyla kabul etti.

Page 13: Paradigma Ocak 2012

Haber Analiz paradigma/ocak 2012 13

Vetvendosje Yollarda!!!

Kendin Karar Al Hareketi’nin (Vetëvendosje) Sırbistan’a karşı karşılıklı önlemlerin alınması yönünde Kosova Meclisine sunduğu önerge Aralık ayının başında kabul edilmişti. Ancak Kosova kurumlarının bu kararı uygulamadığı gerekçesiyle, Kendin Karar Al Hareketi (Vetëvendosje) Kosova’nın kuzeyinde bulunan iki sınır noktasında protesto yapacaklarını ve Sırbistan’dan gelen ürünleri engelleyeceklerini duyurdu. Yapılan uyarılara rağmen Vetëvendosje hareketi 14 Ocak 2012 tarihinde Sırp ürünlerinin Kosova’ya gelişini engelleme amacıyla iki sınır noktasında protesto gösterisi ve yol kapatma eylemi düzenledi.

Bilindiği üzere Kosova’nın 17 Şubat 2008 tarihinde bağımsızlığını ilan etmesinden sonra Sırbistan Kosova’dan gelen malları ülkesine sokmuyor ve geçişine izin vermiyor. Kosova Ticaret ve Endüstri Bakanı Mimoza Kusari-Lila, Sırbistan’ın Kosova ürünlerine önlemler uyguladığı gerekçesiyle, 21 Temmuz 2011 tarihinde Sırbistan’a karşı karşılıklı tedbir alma kararı aldığını açıkladı ve kısa bir süreliğine bu kararı uyguladı. Ancak, Kosova ile Sırbistan arasında Brüksel’de gerçekleşen son müzakerelerde varılan anlaşma gereği iki komşu ülke karşılıklı önlemleri kaldırdı.

Vetvendosje hareketi ise bu anlaşmanın Sırbistan’ın lehine olduğunu vurguladı ve yerel üretimi geliştirmek için Sırbistan’dan ithalatın durdurulması gerektiğini belirtti. Yasal temelini karşılıklı muameleye dayandıran Vetvendosje Sırbistan menşei ürünlerin Kosova’ya girişinin durdurulması talebini içeren bir önergeyi meclise sundu.

Diğer muhalefet partileri Kosova Demokratik Birliği (LDK) ve Kosova’nın Geleceği İttifakı (AAK) başta önergeye karşı olduklarını belirtseler de önerge Kosova Meclisi’nin 7 Aralık 2011 tarihli oturumunda 42 evet ve 33 hayır oyu ile kabul edildi. Kabul edilen önergeyle beraber bu tedbirlerin hemen uygulanmasını talep eden Vetvendosje istediğini elde edemedi. Vetvendosje hareketi daha sonra hükümete ültimatom vermeye başladı. Önce yılsonuna kadar hükümete süre tanıdığını açıklayan Vetvendosje daha sonra 14 Ocak 2012 tarihinde Kosova’nın kuzeyinde bulunan Merdare ve Dheu i Bardh sınır kapılarında protesto eylemi düzenleyeceklerini belirtti. Makedonya ve Arnavutluk’taki “vatanseverlerden” de destek istediğini belirten Vetvendosje protestolar ile Sırp ürünlerinin ülkeye girişlerini engelleyeceklerini duyurdu.

Asım Vetim

Page 14: Paradigma Ocak 2012

14 paradigma/ocak 2012 Haber Analiz

Öte yandan Kosova Polisi, Vetvendosje’nin 14 Ocak tarihinde yol kapatma eylemi düzenleyecekleri konusunda bilgi aldıklarını ve buna kesinlikle izin vermeyeceklerini belirttiler. Kosova Polisi ile Vetvendosje arasında 13 Ocak’ta yapılan görüşmede kurallar belirlendi. Medyaya, protestolar için uzlaşmaya varıldı şeklinde haberler yayılsa da görüşmede Kosova Polisi’nin neye izin verip neye izin vermeyeceğini belirttiği, Vetvendosje’nin de niyetini beyan ettiği biliniyor. Dolayısıyla 14 Ocak protestoları gergin bir atmosferde başladı.

Gün ortasına doğru iki sınır kapısında 500 civarında Vetvendosje üyesi toplanırken Arnavutluk ve Makedonya’dan geçişlere izin verilmediği bildirildi. Sakin başlayan protesto, Vetvendosje üyelerinin yol kapatma girişiminde bulunmasından sonra gerginleşti ve polisin sert müdahalesine sahne oldu. Polisin cop, tasdikli su ve göz yaşartıcı bomba kullandığı eylemde aralarında Vetvendosje milletvekillerinin de olduğu

onlarca kişi gözaltına alındı. Eylemde ayrıca hem protestocular hem de polis memurları yaralandı. Protesto Tartışmaları:

Vetvendosje Hareketi üyeleri 15 Ocak’tan itibaren Kosova Polisi’nin haksız olduğunu ve Kuzey’deki yolları kapatan Sırplara müdahale edilmediği ama kendilerinin protesto bile yapmalarına izin verilmediğini belirttiler. Hükümet kanadından gelen tepkilerde ise Vetvendosje’nin Kosova Meclisi’nde yer alan bir siyasi parti olmasına rağmen çözümü sokaklarda aramasının kabul edilemez olduğu vurgulandı. Kuzey Kosova’da yolları kapatan kişilerin Kosova devletini kabul etmek istemeyen bir grup Sırp olduğu vurgulanırken, Vetvendosje’nin Kuzey Kosova’daki Sırplar’a benzer eylemler düzenlemesinin şaşırtıcı olduğu ifade edildi. Vetvendosje ise protesto gösterilerine devam edeceğini vurgularken taraftarlarını 22 Ocak’ta tekrar aynı noktaya

çağırdı. 22 Ocak’ta yapılan protesto gösterisinde ise hem Vetvendosje üyelerinin daha sakin davranmaları hem de gelen tepkiler üzerine Kosova Polisi’nin güç kullanmakta mesafeli durması protestoda sorun çıkmamasını sağladı.

Vetvendosje Hareketi, istedikleri tedbirler alınana kadar çeşitli eylemlerde bulunacaklarını bildirmesine karşılık hükümet kanadı Vetvendosje’yi çözüm için Meclis’te faaliyet göstermeye davet ediyor.

Öte yandan gerçekleşen gösterilere uluslar arası camiada kayıtsız kalmadı. Uluslar arası camia temsilcileri tarafından yapılan açıklamalarda Vetvendosje’nin bu davranışı yanlış olarak değerlendirilirken, Kosova Polisi’nin de sert müdahalede bulunduğu ve orantısız güç kullandığı ifade edildi.

Page 15: Paradigma Ocak 2012

Makale paradigma/ocak 2012 15

Müzakereler’de aşılan yol

Kosova ile Sırbistan arasında Mart 2011 de başlayan ve görüşmelerin ilk somut adımları atılmaya başlandığı Temmuz ayında Kosova gümrük mührünün masaya yatırılması beklenen 20 Temmuz’daki görüşmelerin iptalinin ardından Kosova, Sırbistan ile sınır kapıları olan 1 ve 31 noktalarında kontrolü eline almaya çalışması, bir Kosovalı polisin ölümü ile sonuçlanan ve aylarca sürecek olan Sırpların yolları ulaşıma kapatması ile bölgede çıkan olaylar müzakereleri tehlikeye atmıştı.

Temmuza kadar beş görüşme yapılmış olsa da konuşulan sivil kayıtlar, tapu kadastro, telekomünikasyon, enerji, kimlik kartları, pasaportlar, kayıp kişiler ve Kosova kültür mirası gibi konularda bir sonuca varılamamıştı. Sırpların yolları kapattığı ve çatışmaların olduğu dönemde, taraflar arasında 2 Eylül’de Brüksel de yapılan görüşmelerde Kosova gümrük damgası konusunda anlaşmaya varılmış olsa da uygulamada bir değişiklik görülmedi. Anlaşma gereği damgada hiçbir devlet sembolü yer almayacak, İngilizce “Kosova Customs” -Kosova Gümrüğü yazısı kullanılacaktı. Taraflar sağlanan anlaşmayı kendi lehine çekmeye çalışarak, kamu oylarına kabul edilen gümrük mührünün aleyhlerine yönelik bir mühür olmadığını savundu. Kosova’nın müzakere ekibi “çığır açan anlaşma” dedi, Sırp tarafı da mühürde hiçbir ülke sembolünün yer almamasına gönderme yaparak Sırbistan’ın Kosova’ya yönelik tutumunun değişmeyeceği yönünde açıklamalar geldi. Ancak Sırp muhalefeti varılan kararı Kosova`dan vazgeçiliyor diye yorumladı.

Kosova siyasileri ve analizcileri ise ağırlıklı olarak anlaşmayı olumlu değerlendirdiler. AB temsilcileri de somut adımların atılmasından dolayı memnundu.

Eylül ayının sonuna gelindiğinde de yapılması öngörülen bir sonraki müzakereler, sınır kapıları ile mevcut olan sorunlar da masaya yatırılmayacağı için Sırp tarafının boykotu ile yine karşı karşıya kaldı. Bu dönemde de, müzakerelerin teknik mi yoksa siyasi bir platformda mı devam etmesi gerektiği her iki tarafın da tartıştığı konular oldu. Her iki taraf muhalefetinden diyalogun kesilmesi gereği yönünde yükselen sesler oldu. Kendin Karar Al (Vetëvendosje) Hareketinin lideri Albin Kurti, Kosova ve Sırbistan arasındaki teknik müzakerelerin Kosova’ya zarar vereceğini, bundan yalnız Sırbistan’ın kazançlı çıkacağını iddia edip Vetëvendosje Hareketi Genel Kurulu’nun açılış toplantısında, Sırbistan ile yapılan her görüşmede bir o kadar da daha fazla topraklar kaybedildiğinin altını çizip Kosova makamlarının Sırbistan ile toprak kaybetme görüşmeleri yerine Arnavutluk`la birleşme görüşmelerini yapması gerektiğini savundu.

Aynı dönemde Uluslararası Kriz Grubu’nun Kosova ile ilgili raporu yayınlandığında, Kosova Başbakanı Thaçi, ne toprak değişimi, ne özerklik ne de Kosova Sırplarının konuları için Sırbistan ile müzakerelerin olmayacağı yönünde açıklamalarda bulundu. Oysa Express Gazetesine açıklamada bulunan Başbakan

Mediha Yarımhoroz

Page 16: Paradigma Ocak 2012

16 paradigma/ocak 2012 Makale

Yardımcısı ve Kosova Müzakere Heyet Başkanı Edita Tahiri, yeni bir müzakere sürecinin başlamasına ihtimal vermiyordu. Tahiri, Thaçi’nin “siyasi” bir terminoloji kullandığını, Sırbistan ile ilişkileri diğer komşu ülkelerle gibi yapılandırmasından söz ettiğini belirtiyordu. “Zeri” gazetesine verdiği bir demecinde Tahiri, müzakerelerde Sırbistan’ın yıkıcı ve hayalperest politikası ile “mat” pozisyonunda bulunduğunu, Belgrat’ın müzakerelere sırf gösteri ve Avrupa Birliği entegrasyonu için girdiğini söylüyordu.Kosova Başbakan Yardımcısı Hajredin Kuçi, Sırbistan ile yapılması muhtemel siyasi diyalog konusunda yapılacak olan her faaliyetin Kosova Cumhuriyeti Anayasası ve Meclis kararlarıyla tam bir uyum içinde olacağını savundu.

Başbakan Hashim Thaçi’nin siyasi danışmanı ve Kosova müzakere ekibinde yer alan Lirim Graiçevci, Klan Televizyonuna ilginç açıklamalarda bulunup müzakerelerde konuşulduğu tahmin edilen fakat dile getirilemeyeni, dile getirdi ve Kosova kuzeyinin ayrılması daha doğrusu Kosova ile Sırbistan arasında sınırın İbre nehri olması için Sırpların toprak hayalini Borislav Stefanoviç’in uzun bir süre gizlemediğini, Kosova, kuzeyin ayrılmasını kabul ettiği takdirde Sıırbistan’ın Kosova’yı hemen ertesi gün tanıyacağını söylediyse de, Stefanoviç tarafından hemen akabinde bu açıklama yalanlandı.

AAK Başkan Yardımcısı Blerim Shala, Sirbistan`in müzakerelerdeki yıkıcı tutumu nedeniyle de Avrupa Birliği’nin Sırbistan’ı cezalandırması gerektiğini savunmuş, Kosova kurumlarına tamamıyla bütünleşene kadar kuzey için geçici uluslar arası yönetim teklifinde bulundu. Bu teklifi Kosova Radyosuna değerlendiren Başbakan Yardımcısı Edita Tahiri, Hükümet planının kuzeyde egemenliğin güçlendirilmesi ve Ahtisaari Planı’nın ülkenin o bölümünde hayata geçirilmesi olduğunu ve Kosova’nın artık bağımsız bir devlet olduğunun altını çizdi.

Temmuz ayındaki olaylar Sırbistan`da da ateşli tartışmalara neden olurken, partiler arasında yeni bölünmelere yol açtı. Sırbistan meclisinde Kosova konusu tartışılmak istenmediğinden dolayı iki muhalefet partisi (Sırbistan Demokrat Partisi ve Sırp Radikal Partisi) oturumu terk etti. Gündemin ateşli olduğu dönemde Sırp hükümetinden Sırbistan’ın Kosova’dan Sorumlu Bakanı Goran Bogdanoviç ve müzakere heyet başkanı Borislav Stefanoviç hemen Kuzeye gelip görüşmelerde bulundu ve özel güçler çekilene kadar Sırplar’ın barikatları kaldırmamaları çağırısında bulundu. Stefanoviç, Novi Sad’ın “Dnevnik” günlük gazetesine verdiği demecinde Kosova kuzeyi Sırp siyasi liderlerini de eleştirerek, Kuzeydeki Sirp liderlerden bazılarının gerçeklilik kavramıyla sorunları olduğunu ve bu liderlerin olaylara genelde siyasi çıkarlar açısından baktığını söyledi. Belgrad`ta yayinlanan “Blic” gazetesi de Avrupa Birliği yetkililerinin, Belgrad’ın, özellikle Kosova’nın kuzeyiyle ilgili, politikasına şüpheci ve negatif tutumlarının var olduğu ve Sırbistan yetkililerinin tutumunun yaklaşan seçimlerle ilgli olduğu yönünde haber yayınlandı.

Sırp Cumhurbaşkani Tadiç, Kosovadaki olaylarda ABD yönetimini suçlu ilan edip Kosova`nin bu tür hamleleri yapmasına teşvik etme ihtimalini ortaya attı ve bunun müzakereleri tehlikeye atabileceğini söyledi. Sırbistan müzakere ekibi şefi Borislav

Stefanoviç’de barikatların olduğu bu dönemde bir sonraki görüşmelerin konusunun Jarinje ve Brnjak sınır kapılarında durumun çözümüne ait öneriler konusunda olmasını beklediğini belirtmişti. Sırbistan’ın Kosova Bakanlığı Devlet Sekreteri Oliver İvanoviç’de, teknik konular üzerinde görüşmelere başlamadan önce siyasi konular için hazırlığın yapılması gerektiğini, her ne kadar Kosova’nın üst düzey siyasilerinin, siyasi diyalogu istemese de bu tür müzakerelerin, iki tarafın seçkin siyasileri tarafından temsil edilmesi gerektiği yönündeki görüşünü açıkladı. Priştine’nin sınır kapılarını kontrol altına almasını, Belgrat Siyasi Bilimler Fakültesi öğretim üyesi Predrag Simiç SETimes’a verdiği demecinde, Nisan ayında Sırbistan’da yapılması beklenen genel seçimlerle karşı karşıya olan Belgrat hükümetini kışkırtmak amacıyla yapıldığı şeklinde yorumladı.

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Avrupa’da “siyah bir nokta” ve Batı Balkanlarda kontrol dışında kalmaması için, Kosova kuzeyine barışçıl bir çözümün bulunması yönünde görüşmeler gerçekleştirildiğini bildirdiler. Kosova ile Sırbistan arasındaki teknik müzakerelerin AB arabulucusu olan Robert Cooper, müzakerelerin kestirilmesinden sonra tarafları tekrar bir araya getirebilmek için Belgrat ve Priştine’ye ziyaretler gerçekleştirdi. Cooper’in Belgrat ziyareti öncesi Stefanoviç`in, Jarinje ve Brnjak’ın bu görüşme

Page 17: Paradigma Ocak 2012

Makale paradigma/ocak 2012 17

odağını oluşturacağı yönündeki açıklamalarının ardından, bu konuların gündeme gelmeyeceğine dair Sırp medyası haberlerinin gerçek olmadığına dikkat çekti. Aynı dönemde Belgrat’ın “Danas” gazetesine verdiği bir demeçte Başbakan Thaçi, yeni görüşmelerin yapılmasına ihtimal vermeden Jarinje ve Brnjak sınır kapıları konusunun tamamlandığını söyledi.

Belgrat temaslarının ardından Kosova’ya geçen Cooper tarafların teknik diyalogun devam etmesinde anlaştıklarını açıkladı. Masaya yatırılacak ilk konunun anlaşmaların uygulanması olduğunu belirten Kosova baş müzakerecisi Tahiri, Kosova heyetinin 20 Kasım tarihine kadar Belgrat’la varılan tüm anlaşmaların uygulanmasına başlaması talebinde bulunduğunu, ayrıca Sırpların sınır noktaları konusunda görüşmek talebinin AB tarafından geri çevrildiğini söyledi. Kosova Başbakanlığı da bildiri yayınlayıp Kosova Hükümeti’nin, kuzey komşusu Sırbistan dahil, Priştine’nin devletlerarası pratik sorunlarını müzakerelerle çözmeye hazır olduğuna dair tutumunu iletti.

AB’de yapılan açıklamalarda, Robert Cooper’in geliştirdiği görüşmelerden olumlu sinyaller aldıklarını, Priştine ile Belgrat arasındaki görüşmelerin yakın zamanda yapılmasını beklediklerini belirtmişlerdi ve Kosova bölgesel işbirliği toplantılarında Kosova tarafının Kosova Cumhuriyeti ve Sırp tarafının da 1244 sayılı BMGK kararı esasınca adlandırılması tekliflerine göre değil, yalnız Kosova olarak adlandırılacağı yönünde açıklamada bulunuldu.

Aralık ayında AB Konseyi’nin Belgrat’a AB aday statüsü verilip verilmeyeceği konusunda karar vereceği dönem öncesi askıya alınan müzakerelerin başlaması için Belgrat yönetimi olumlu adımlar atmaya başladı. Belgrat, ülkeye aday statüsü vermesinin en önemli koşulu olan Priştine ile teknik konularda diyaloga Yarinye sınır kapısında kuzey Kosovalı Sırplar ve KFOR arasında yaşanan çatışmaların

durmasından neredeyse iki ay sonra, sürdürmeye karar verdi.

Beklendiği üzere Kasım ayında görüşmeler başladı. İlki 21 Kasım ikincisi de 30 Kasım olmak üzere yıl sonuna doğru VII ve VIII. görüşme gerçekleşti. İnişli çıkışlı devam eden Priştine -Belgrat görüşmeleri 2011 yılını serbest dolaşıma ilişkin anlaşmayla tamamladı. Tahiri, anlaşmanın Kosova Cumhuriyeti yasaları ve Anayasası ile uyum içinde olduğunu, Sırp tarafı ise “geçiş noktaları” konusunda anlaştıklarını ve Kosova tarafının da Sırbistan anayasasına saygı gösterdikleri yönünde açıklamalarda bulundu. Avrupa Birliği tarafından yapılan yazılı açıklamada da “sınır” ifadesi yerine “geçiş noktaları” ifadesi kullanıldı. Taraflar arasında anlaşmaya varılan serbest dolaşım kararı 26 Aralık 2011 tarihi itibarıyla uygulanmaya başlandı.

Teknik müzakerelerin gelecek turundaki zorlu konunun bölgesel işbirliğinin olması bekleniyor. Şimdilik taraflar, bölgede Kosova’nın temsilli konusunda aynı görüşü paylaşmıyor. Priştine, Kosova’nın devlet olarak temsil edilmesinde ısrar ederken Belgrat, Kosova’nın Birleşmiş Milletler’in 1244 sayılı kararına uygun olarak temsil edilmesinde ısrar ediyor.

Durum böyle iken Priştine’de muhalefet müzakerelere karşı tutumunu her geçen gün daha yüksek sesle duyurmaya çalışıyor ve müzakereleri devlete zarar verici ve Kosova çıkarlarına karşı olarak atfediyor. Baş müzakereci Edita Tahiri ise müzakerelerde, Anayasa ve Meclis’in verdiği yetkiye dayanarak hareket ettiklerini yineliyor. Tahiri bir de Sırbistan’dan geçecek Kosova araçları için ücretlerin kaldırılmasını ve Kosova’ya giriş yapan Sırp araçları için de karşılıklı önlemlerin uygulanmasının beklendiğini belirtti.

Kosova tarafının tutumu bu olurken, Zveçan’ın “Most” TV’sine konuşan Sırbistan Cumhurbaşkanı Boris Tadiç, Güvenlik Konseyi’nin 1244 no’lu Kararı’ndan vazgeçmesi durumunda Sırbistan’ın AB aday

üyeliği statüsünü almış olacağını fakat hukuki temeli olan bu karar çerçevesinde Kosova için çözümün bulunacağı inancını ifade etti. Sırp Baş müzakereci Borko Stefanoviç de Brüksel temaslarına Sırpların dönüşünün, Priştine’nin 1244 sayılı kararınca bölgesel işbirliğindeki Kosova’nın temsil edilmesini kabul edip etmemesine bağlı olduğunu açıkladı.

Müzakereler bir de Sırbistan’da esen seçim öncesi rüzgarın etkisinde de kalıyor. Her iki taraftan da bu yönde kaygılar var. Edita Tahiri’nin sözcüsü Visar Xani, konuyla ilgili “Zëri” gazetesine yaptığı açıklamada diyalogun devamı için aşılmaz bir engelin su yüzüne çıktığı izleniminin belirdiğini vurguladı. Belgrat’ın Politika gazetesi yorumcusu Boşko Jakşiç seçim döneminde oldukları için diyalogun devamının çok önemli olduğunu söylüyor. Jakşiç ayrıca, seçimlerde oyları kazanabilmek için siyasi partilerin Priştine-Belgrat diyalogunu istifade ettiklerini, bu olgunun yan tesiri ihtimallerine de işaret etti.

Müzakerelerin devam edeceği tarih henüz kesinleşmezken, Kendin Karar Al hareketi Sırbistan’dan malların Kosova’ya girişini protesto etmek amacıyla Sırbistan ile sınır kapılarında gösteriler düzenledi. Gösterilerde hem Vetvendosje hem de Kosova polisi tarafından yaralananlar oldu. Vetvendoje lideri hükümeti ve Başbakanı, Sırbistan ile imzalanan anlaşmalarda taviz verildiği yönünde suçlarken, yapılan gösterilerle halkın asıl iradesinin belli olduğunu bunun da Sırbistan’la müzakereleri kesip Arnavutlukla birleşme müzakerelerinin başlaması yönünde olduğunu söyledi. Müzakerelerin henüz tarihi belli olmayan toplantısında Enerji, telekomünikasyon ve Kosova’nın bölgesel işbirliğinde temsili konularının görüşüleceği bildiriliyor.

Page 18: Paradigma Ocak 2012

18 paradigma/ocak 2012 Makale

Kardeşlik Birlikten Çok Etnikliliğe(Tito Yugoslavya’sından, UNMIK Kosova’sına Değişimin ve Dönüşümün Portresi)

Balkanlarda ne Doğu Bloğunun katı bir sosyalizmini yaşayan, ne de batı dünyasının demokrasi anlayışıyla şekillenen Eski Yugoslavya’da etnik kimliklerin tanımlanışı ve pratik hayata yansıması bugün bu coğrafyalarda kurulan ülkeler için de bir teamül oluşturmuştur. Bu makalede, eski Yugoslavya’nın Cumhuriyetlerinden birinin – Sırbistan’ın - özerk bir bölgesi olan Kosova’da yaşayan etnik kimliklerin tanımlanışı ve konumlanışı tarihsel bir perspektif içinde Tito Yugoslavya’sından, bugünkü Kosova’ya giden bir eksende ele alınmaktadır. Tanımlamalarda esas alınan nirengi noktaları, dönemin ve bugünün anayasaları olmakla birlikte, sistemin işleyişi bakımından ulusal – etnik kimliklerin tanımlanışı, toplumsal olarak çoğunluk karşısında konumlanışı ve bunun pratik hayata yansıması değerlendirilmektedir. Sonuç olarak tanımlamalarda değişimin ve dönüşümün izleri takip edilirken, pratikte sadece söylemsel bir değişimin daha çok ise dönüşümün gerçekleştiği gözler önüne serilmeye çalışılmaktadır.

Eski Yugoslavya için, dönüşse bile değişmeyen bir gerçek bu bölgenin çok uluslu – çok etnikli bir yapıya

sahip olduğudur. Bu etnik mozaik yapıyı tanımlamak adına dönemin rejimleri farklı tanımlamalar yapmanın yanı sıra bu ahengi korumak için çeşitli popüler söylemler de geliştirmişlerdir. Bunlardan en çarpıcı olanı, Tito Yugoslavya’sı için ‘kardeşlik birlik’ iken, bugünkü Kosova için ‘çok etnikliktir.’

Bir devletin ve o devleti oluşturan toplumun nasıl ilişkiler yumağı içinde olduğunu, toplumun farklı katmanları arasında yönetsel düzenlemelerin nasıl ayarlandığını görmek için incelenebilecek en iyi metinlerden biri şüphesiz ki anayasalardır. Bu makalede de anayasalar (1974 Yugoslavya Anayasası ve 2008 Kosova Anayasası) temel nirengi noktaları olarak belirlenerek Tito Yugoslavya’sından günümüz Kosova’sına etnik yapıların nasıl tanımlandığı, aralarındaki ahengin nasıl sağlandığı ve çoğunluk toplumunun karşısında nasıl konumlandığı ele alınacaktır.

ETNİK KİMLİKLERİN TANIMLANMA VE KONUMLANMA SORUNSALI

Etnik temelli kimliklerin evrensel geçerliliği olan bir

Esin Muzbeg

Page 19: Paradigma Ocak 2012

Makale paradigma/ocak 2012 19

çerçeveye oturtulamamış olması, bu sahayı düzenleme konusunda oldukça engebeli bir yol ortaya koymaktadır. “Milliyet ilkesi, ulusal self – determinasyon hakkına sahip olmak demektir. Buna göre kendini yönetmek isteyen her ulus, bağımsız devletsel bir varoluş hakkına sahiptir” (Habermas, 2002:48). Ancak hangi ulusların bu hakka haiz uluslar olduğu konusunda net bir tanımlama ortaya konulamamaktadır. Hangi etnik temelli ulusal tanımlama içindeki milletlerin kaderini tayin hakkına sahip olduğunun çerçevesinin çizilmesi, çözümlenmesi gereken tek mesele değildir: kategorik olarak hangi hakların, nasıl kullanılacağı ve mekanizmalarının ne olacağı konusu da başlı başına bir sorundur. Bu çerçevenin iyi çizilmesi ve işlevlik kazanması, çok uluslu ve çok etnikli, ya da hem çok uluslu hem de çok etnikli devletlerin belli bir ahenk içinde yaşaması için başat koşullardan birini oluşturmaktadır. Çünkü aksi takdirde “Devlet ne zaman azınlığın ayrı ulus olma duygusuna saldırırsa, sonuç genelde sadakatsizliğin artması ve ayrılıkçı hareket tehlikesinin azalacağı yerde çoğalması olmuştur” (Kymlicka, 1998:16).

ULUSAL - ETNİK KİMLİKLERİN TANIMLANMASI SORUNSALI

İdeolojik paradigmalar çerçevesinde ulusal kimliklerin, milliyetlerin, milli kimliklerin, etnik grupların, eski Yugoslavya’nın terminolojisine göre de ulus ile halkların tanımlanışı, aralarına farklar konuşu ve bu farklara göre belli hakların oturtulması, bu hakların kullanımı için uygulama mekanizmalarının geliştirilmesi sistemin işleyişi içinde o kadar kolay değildir. Kolay olmayan sadece etnik temelli hak talepleri ve çoğunluk toplumları karşısında sayıca azınlık olan toplumların konumlanışlarının bir çerçeveye oturtulması değil; konunun çetrefilliği, meselenin insan hakları düzenlemeleri ile de harmanlanması

ve çoğu zaman soruların cevapsız, sorunların çözümsüz kalmasından da kaynaklanmaktaydı. Preece’in (2001:22) vurguladığı gibi azınlıkların uluslararası korunması konusunda bir araştırmada karşılaşılan ilk sorun, evrensel geçerlilik kazanmış azınlık kavramının bulunmayışı ve kavramsal açıklığın olmayışı sorunudur.

Birleşmiş Milletler nezdinde yapılan çalışmalar en geniş tanıma ulaşılması konusunda bir nebze ilerlemeler kaydettiyse de kavrama tam açıklık getirmekten uzak olduğunu vurgulamamız gerekmektedir. En geniş tanımlardan biri gene temel farklar olan ırk, din ve dil konuları nirengi noktası olarak alınarak biçimlendirilmektedir. “Bir devletin nüfusunun geri kalanına göre sayıca azınlıkta olan, yönetici konumlarda olmayan bireyleri (devletin uyrukları olarak) nüfusun geri kalanından sahip oldukları etnik, dini veya dil gibi özellikleriyle farklılaşan gizli de olsa kültürlerini geleneklerini dinlerini ve dillerini korumaya yönelik dayanışma güdüleriyle hareket eden bir toplumsal gruptur” (Preece, 2001:22). Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin 1950 yılında okuduğu bildiride yapılan tanımlama genel kabul gören tanımlamalardan birini oluşturmaktadır: “Azınlık, kendine özgü nitelikleri olan, devlete egemen olan kesimlerden farklılaşan, bir ulusal kimliğe veya ulus olma niteliklerinin bir kısmına sahip bir topluluktur” (Preece, 2001:38).

HAKLAR BAKIMINDAN KİMLİKLERİN TANIMLANMA VE KONUMLANMA SORUNSALI

Dünyadaki çoğu ülke hem çok uluslu hem de çok etniklidir. Ama genelde çok etnikliliğe dair bir kabul varken çok ulusluluk reddedilmektedir. Çok ulusluluğun, çoğunluk olan toplumca reddi, azınlık olan diğer parçanın kendini potansiyel olarak özyönetme ve egemenin kurumlarına kendi varlığı ile katılma

endişesinden kaynaklanmaktadır. Bu endişe ülkeden kopma taleplerinin geleceği kaygısından duyulmaktadır.

Bir grubun ulusal azınlık mı yoksa etnik grup mu; kültürel farklılık içeren bir grup mu, dini bir grup mu yoksa marjinal bir grup mu olduğuna ilişkin tanımlama bu grubun gösterdiği iradeyle ve çoğunluğun karşısındaki konumlanışı ile doğrudan bağlantılıdır. Çoğunluk toplumundan, ırksal, dilsel, dinsel, kültürel farklılık veya marjinal bir yaşam biçimi ile ayrılan bir grubun, egemenin karşısında varlığını yaşatmak için ortaya koyduğu irade ve ileri sürdüğü talepler kendini nasıl bir kategoride konumlayacağı ve tanımlayacağına esas teşkil etmektedir.

Yukarıda açıklamaya çalıştığımız bu ayrımlardan hareket ederek bir sınıflandırmaya ve tanımlamaya gitmek, bu kavram karmaşası çerçevesinde oldukça zordur. Ama haklar bakımından bir kategorileştirmeye dikkat çekmek önem arz etmektedir. Hangi grup, hangi kategorideki hakları talep eder ve kullanma iradesi gösterirse o kategoriye uygun olarak tanımlama ve çoğunluk toplumu karşısındaki konumlanışı kabul etme daha sağlıklı bir sonuca götürecektir. Kymlicka’nın özyönetim hakları (1998:62), çok etniklilik hakları (1998:66), ve özel temsil hakları (1998:68), çerçevesinde yaptığı haklar bakımından bu kategorileştirme oldukça açıklayıcıdır: Özyönetim hakları: çok uluslu devlette yapıyı oluşturan ulusal kültürlerinin tam gelişimini sağlamak ve insanlarının çıkarlarını en iyi gözetmek üzere belli bazı politik özerklik ya da toprak esasına dayalı yargı biçimleri talep etme eğilimi taşır. Birliktelik esası teşkil etmesine rağmen aşırı örneklerde uluslar, büyük devlette kaderini tayin hakkının imkansız olduğuna karar verirlerse ayrılmayı da isteyebilirler.

Çok etniklilik hakları: ana

Page 20: Paradigma Ocak 2012

20 paradigma/ocak 2012 Makale

toplumdan gelecek önyargı ya da ayrımcılıklardan korkmaksızın kendi özgünlüklerini özgürce ifade etme talebidir. Kendilerini kendi ortamlarında ifade etme eğilimi gösteren bu etnik topluluklar, faaliyetleri için kamu desteği talep etmektedirler. Özel temsil hakları: ulusal azınlık ve etnik gruplarla ilgili olmakla birlikte marjinalleşmiş diğer grupları da kapsamaktadır. Örneğin halkın ekonomik olarak daha fakir kesiminin temsilini içerecek düzenlemeler içeren bir sistem kurma durumu...

1974 YUGOSLAVYA ANAYASASINDAN 2008 KOSOVA ANAYASASINA

Tito Yugoslavya’sı devletin ideolojik temelini bu ülkede yaşayan, adına ne derseniz deyin tüm milletlerin, milli azınlıkların, ulusların, halkların, etnik grupların, etnik toplulukların, çoğunluk toplumunun, azınlık toplumunun, diğerlerinin, etnik bir yapıyı tanımlamaya yönelik diğer tüm adlandırmaların ve etnik bir kimlik olarak kendini tanımlamayanların ‘kardeşlik ve birliği’ üzerine kurmuştu.

Bugünkü UNMIK temelli Kosova’da bahse konu etnik yapıların bir arada oluşunu ifade etmek için ‘çok etnikli’ kavramı kullanılmaktadır; arkasına çok kültürlülük ve çok dinlilik ifadeleri de eklenerek... Çoğu zaman kast edilenin aynı olmasına rağmen yukarıda sıraladığımız kavramlar farklı zamanlarda yan yana, bazen eş anlamlı bazen nüanslarla birbirinden ayrılmak suretiyle beraberce kullanılmışlardır. Bu kavramlardaki beraberlik ve iç içe geçmişlik, bir yandan bu topraklarda yaşayan insanların karmaşıklığını ve iç içe geçmişliğini anlatırken diğer yandan da aralarındaki farklara dikkat çekmektedir.

Habermas’a göre (2002:37), “İmparatorluğun çöküşüyle devletler milli tarihten gelen kökene bağlı sınırlar içerisinde

yeniden biçimlenmektedirler.” Tito Yugoslavya’sından sonra da bu topraklarda şekillenen ülkeler ve devletler, yaşadıkları acı tecrübelerin ardından kendi barış süreçlerini, öncesinde olduğu gibi sonrasında da bölgenin çok etnikli yapı mirasını devralarak kendi yapılarını da çok etnikli temeller üzerine kurma gayretinde bulunmuşlardır. Bu gayret uluslararası toplum tarafından da sarf edilmiştir ve etnik temelli çatışmalara, etnik kimliklerin kabulü ve haklarının detaylıca tanımlanması ile çözüm aranma yoluna gidilmiştir. Bu topraklarda meydana gelen savaşların gerekçeleri etnik ayrımcılık temeli üzerine inşa edilmesinin karşıtı olarak, barış ve istikrar da etnik toplulukların kardeşliği üzerine inşa edilmeye çalışılmaktadır. Tito Yugoslavya’sı bunu ideolojik bir söylem haline gelen-getirilen ‘kardeşlik birlik’ üzerine inşa etti; UNMIK Kosova’sı ise çok etnikli yapıyı kültürel zenginlik, dini farklılık ve hoşgörü üzerine temellendirmeye çalıştı.

1974 YUGOSLAVYA ANAYASASI Yugoslavya’nın 1974 Anayasası, 1963 ve 1969’lardan itibaren başlayan anayasalardaki değişikliklerin ve değişiklik çalışmalarının bir zirve tezahürü olarak kendini göstermektedir. Tito Yugoslavya’sının kendi ideolojik temelleri üzerinde göreli daha demokratik, daha eşitlikçi ve halkın – emekçinin karar süreçlerine daha iştirakçi olmasını hedefleyen bir düzenleme ile yola çıkılan 1974

Anayasası, etnik tanımlamalar üzerine inşa edilmese bile, özellikle ulus ile halklara ve bunların kardeşliğine yapılan vurgu bu sonuca doğru götürmektedir.

1974 Anayasasında ortaya çıkan ve toplumun temel yapılanmasına işaret eden başlıca kavramlar, dönemin Yugoslavya’sının dayandığı ideolojik çerçeveye de işaret ediyordu. Emekçiler (radni ljudi), ulus ile halklar (narodi i narodnosti), kardeşlik birlik (bratstvo i jedinstvo), özyönetim (samoupravlanje), hak eşitliği (ravnopravnost) bu kavramların başlıca olanları idi.

Sistemin temel taşını işçi sınıfının da özünü, etnik kökenine bakılmaksızın şüphesiz ki emekçiler oluşturuyordu. Marksist ideoloji çerçevesinde bu emekçileri bir arada tutan elbette ki işçi sınıfının ortak çıkarı idi ama pratikte bu ‘çıkar’ tek başına bir toplumsal bilinç oluşturmaya yeterli değildi.

Bu nedenden dolayı emekçilerin yanı sıra ulus ile halklar da en önemli öğelerden birini oluşturuyordu. Uluslar, eşitler arası daha eşit olan Yugoslav milletlerinin asil olanlarını teşkil ediyordu, halklar ise milli azınlıklar için; biraz da azınlıklara azınlık dememek için, üretilen bir kavramdı. Halklar eşitler arası ikincil olanları oluşturuyordu. Kastedilenin azınlık olmasına rağmen, azınlık dememek üzere bir ideolojik kılıf uydurulmuştu. Bunun yanı sıra Arnavutlar gibi, Yugoslavya genelinde azınlık olan bazı etnik unsurlar, kendi bölgelerinde (Kosova) azınlık değillerdi. Örneklendirmek gerekirse, uluslar, Sırplar, Hırvatlar, Slovenler gibi Slav ırkına dayanan ve başka bir ana ülkesi bulunmayan devletin de adını taşıdığı Güney Slavlardı. Halklar ise Yugoslavya’nın içinde yaşayan ve Slav olmayan, başka bir ana ülkesi bulunan Arnavutlar, Türkler, Macarlar gibi milli azınlıkları ya da ana ülkesi olmayan Roman – Çingene, Ulah gibi toplulukları tanımlamak için kullanılıyordu.

Page 21: Paradigma Ocak 2012

Makale paradigma/ocak 2012 21

Uluslar olarak nitelenen Yugoslav milletlerine bir öncelik vermek için sayımlardaki sıralamalarda bazı milletlerin sayıları az olsa bile ön sıraya taşınmış ve sıralama önce Yugoslav milletleri gelecek şekilde bir kurgulama yapılmıştı. Örneğin, Arnavutlar, Karadağlılardan çok olmasına rağmen, sıralamada altlarında yer almıştır (Mrdjen, 2002:82-84). Bu öncelik sembolik olarak ortaya çıkan sayımların dışında kamusal alanda bir realite olarak da uygulanmaktaydı.

1974 Anayasasının öne çıkardığı bu temel kavramlar, sistemin işleyişini ve uyumunu da beraberinde getirmek üzere tasarlanmıştı. Ve büyü bozuluncaya kadar tasarlanan yönetim sistemi işledi.

1974 Anayasasında Milli Haklar ve Bunların Tanımlanışı - Konumlanışı1974 Anayasasının 245. Maddesine göre Yugoslavya’da tüm ulus ile halklar hak eşitliğine sahiptir. Bundan kast edilen tüm milletler ve milli azınlıklardır. Mrdjen’e, (2003:80) göre nüfus sayımlarında 1000 kadar mensubiyeti bulunan bir etnik grup, Yugoslavya’da bir halk olarak kategorize edilebiliyordu. Yugoslavya’da yapılan tüm sayımlarda (1948 – 1991) 30’a yakın etnik topluluk mensubu kategorileştirilmiştir (Mrdjen, 2003:83). Ancak Anayasanın verdiği bu geniş hak, uygulamada aynı genişlikte yer bulamamıştır. Yasalar ve diğer alt düzenlemeler, hakkın kullanım çerçevesini çizerken belli sınırlamalar getirmek suretiyle uygulama alanlarını daraltmışlardır.

Örneğin tüm ulus ile halkların dillerinin ve yazılarının eşit olduğuna vurgu yapıldıktan sonra, bunların kullanımının düzenlenmesi anayasadaki kesin hükümlerin dışında, diğer mevzuata bırakılmaktadır. Yasalar ve kamusal – politik birliklerin tüzükleri, özyönetim kurumlarının normları ve diğer özyönetim örgütlerinin kurallarıyla dillerin ve yazıların ‘kullanım eşitliği’

sağlanmaktadır. Belirli halkların yaşadığı bölgelerde bu eşitliğin nasıl kullanılacağı ve bu kullanımın şartlarının nasıl belirleneceğine ilişkin düzenlemeler mevcuttur (Yugoslavya Anayasası, 1974:Madde 246).

1974 Anayasası ile izlenen daha geniş haklar politikası çerçevesinde bu anayasaya uygun diğer mevzuat da oluşturulmuştur ve örneğin Türkçe ile ilgili somut düzenlemeler yer almıştır (Muzbeg, 2003:115). Tam adı Kosova Sosyalist Özerk Bölgesinde Dil ve Yazıların Hak Eşitliğine Dair Yasa olan 1977 diller yasasının 1. Maddesi, Arnavut, Sırp-Hırvat ve Türkçe dili ve yazılarının hak eşitliğine sahip olduğunu düzenlemektedir. Aynı maddenin bir alt paragrafında ise Türkçenin, Türklerin yaşadığı yerlerde kullanımı ile sınırlandırılmıştır. 1974 Yugoslavya Anayasanın 247. maddesinde, tüm halklara kendi halk kültürünü ifade etmesi ve serbestçe kendi dili ve yazısını kullanması garanti altına alınır. Bu çerçevede örgütlenme hakkının yanı sıra anayasayla düzenlenmiş diğer hakların kullanım hakkı da düzenlenir.

Anayasada ayrıca halklar adına – milli azınlıklar – etnik topluluklar adına pozitif bir ayrımcılık uygulamasına da zemin hazırlanmıştır. “Anayasa ve diğer toplumsal – politik kurumlarda belirlenmiş hakların yanı sıra, halklar, özyönetim ve temel toplumsal politik kurum olarak belediyelerde de özel egemen haklara sahiptir” (1974 Anayasası: Madde 248) denilmektedir.

2008 KOSOVA ANAYASASI

Kosova’nın 17 Şubat 2008 tarihindeki bağımsızlık ilanının ardından 9 Nisan 2008’de kabul edilen ve 15 Haziran 2008’de yürürlüğe giren Kosova Anayasası, Kosova’nın nihai statüsüne çözüm arayan Marti Ahtisari müzakere turları neticesinde kabul edilen planın bir tatbiki olarak

ortaya çıktı. Ancak gerek eski Yugoslavya’nın, gerekse Birleşmiş Milletler Misyonu UNMIK’in çizdiği çerçevenin çok da dışına çıkılmadı. Liberal demokrasi anlayışı içinde oluşturulan yeni anayasada etnik kimliklerin tanımlanması ve bu etnik gruplar arası ilişkilerin belirlenmesi, pozitif ayrımcılık uygulamaları eskiye nazaran değişimden çok bir dönüşüm yaşadı.

Kosova Anayasası liberal demokrasilerin bir tezahürü olarak ortaya çıkmaktadır. Ancak bu liberal demokrasi teamülünün yanı sıra, Anayasanın şekillenmesinde, Kosova sorununun bu noktaya gelişi, bölgenin iç dinamikleri ve temel çatışma unsurları etkili olmuştur; bu sorunlara üretilen çözüm mekanizmaları, iç dinamiklerin doğal yansımaları ve çatışma konularına çözüm odaklı düzenlemeler rol oynamıştır. Yugoslavya’nın dağılma süreci etnik temelli çatışmalara endekslenmesi ve bu dağılmanın son halkası olarak Kosova konusunun gündeme gelmesi, Kosova Anayasasında etnik ilişkilerin çok detaylı olarak tanımlanmasına vesile olmuştur.

Kosova Anayasasında, yasalar önünde eşitlik, güçler ayrılığı ilkesine dayanan parlamenter demokrasi, insan hak ve özgürlüklerine saygı, özgürlük ve barış gibi vurgulanarak öne çıkan temel kavramların yanı sıra tamamen ayrı bir başlık olarak düzenlenen ve anayasadaki göreli geniş yerinin ötesinde yasal düzenlemelerde de önemli bir yer tutan çok etnikli Kosova toplumu ve topluluk haklarının düzenlenmesi konuları öne çıkmaktadır.

2008 Kosova Anayasasında Milli Haklar ve Bunların Tanımlanışı Kosova Anayasası etnik toplulukların haklarını ayrı bir başlık altında toplayarak düzenlemiştir. Anayasada etnik azınlık grupları, diğer azınlık grupları ile aynı çatı altında değerlendirilip şöyle bir tanımlama yapmakta ve özel haklar sunmaktadır: “Aynı milli veya etnik kimliğe; dilsel veya

Page 22: Paradigma Ocak 2012

22 paradigma/ocak 2012 Makale

dini ya da Kosova’da mevcut gelenekselliğe sahip bir grubun mensupları Topluluk olarak addedilip özel haklara sahiptirler” (Kosova Anayasası, 2008:Madde 57).

Anayasada ayrıca devletin sorumluluklarına ilişkin tanımlamalar da mevcuttur. Devlet, topluluk haklarını korumak bakımından şu taahhütlerde bulunmaktadır (Kosova Anayasası, 2008: Madde 58): Hakların korunası için gerekli şartların temini ve desteklenmesi (finansal destek dahil); hoşgörü ve diyalogun desteklenmesi; ulusal, etnik, kültürel, dilsel veya dini kimliklerine karşı her türlü saldırı, şiddet, ayrımcılık, düşmanlık vs. karşısında gerekli önlemlerin alınması; topluluklar için, tam eşitliği sağlamak amacıyla ayrımcılık içermeyen promove edici önlemler / düzenlemelerin yapılması; dini ve kültürel mirasın korunması ve bu konuda özel önlemlerin alınması; topluluk haklarını engellemeye çalışanlara karşı etkili eylemlerde bulunulması.

Devletin sorumluluklarının yanı sıra garanti altına alınan topluluk hakları şu şekilde sıralanmaktadır (Kosova Anayasası, 2008: madde 59): Din, dil, gelenek ve kültürünü koruma ve yaşama hakkı; resmi dillerden birinde tüm seviyelerde eğitim alma hakkı; ana okul, ilkokul ve lisede kendi dilinde eğitim hakkı (yasanın bu dilde eğitim verilmesine izin verdiği sürece… sınıf açılması vs.) ; özel eğitim kurumları kurma ve bunlar için kamu desteği alma hakkı; kamusal ve özel alanlarında kendi dillerini ve alfabelerini kullanma hakkı; belediye organları veya merkez yönetimin taşra teşkilatlarında kendi dillerinde yazılı ve sözlü iletişim kurma hakkı. (yasanın öngördüğü miktarda bir topluluğa sahip iseler... diller yasası bu yüzdeliği belirtmektedir.) ; topluluk sembollerinin kullanımı; isimlerinin orijinal olarak yazılması; yerleşim yerleri ve sokak isimlerinin olması; kamu yayıncılığında kendi

dillerinde pay; kendi medyalarını kurma ve kullanma hakkı; örgütlenme hakkı.

Anayasanın haricinde, Dillerin Kullanımına Dair Yasadaki düzenlemelere göz atmak gerekir. Özellikle Türkçenin düzenlenmesi bakımından 1977 dil yasası ile kıyaslandığında kayda değer büyük değişikliklerin olmamasına rağmen, Sırpça hariç, sayıca azınlıklara ilişkin dil statülerini baştan itibaren yerel düzeylerde tutmakla farklılaşır. Kosova’da Dillerin Kullanımına Dair Yasanın 1.1 Maddesinde resmi ve hakça eşit dillerin Arnavutça ve Sırpça olduğunu düzenlemektedir. 1.2 maddede ise Türkçe, Boşnakça ve Romanca’nın belediyeler düzeyinde bu yasaya uygun olarak resmi dil statüsünde kullanılabileceğini ifade etmektedir.

UYGULAMADA HAKLAR VE MEKANİZMALAR

Gerek eski Yugoslavya Yönetimi gerekse Kosova yönetimi ve onu yönlendiren aktörler, bölgede barış ve istikrarın milli kimliklerin ahengi üzerine kurulabileceğini biliyordu. Habermas’ın da vurguladığı üzere (2002:23), etnik merkezli bir milliyetçilik anlayışı ile devletin üst kimliğini oluşturan kozmopolit devlet vatandaşlığı arasındaki çatışma devam ediyordu. Yugoslavya, üst kimlik olarak Yugoslavlık bilincini oluşturamadığı gibi, Kosova da Kosovalılık bilincini inşa etmekten uzaktır. Ama bir dönem Yugoslavya için içindeki tüm milli kimlikleri barındıran bir vatanseverlik bilinci hakimken, bugünkü Kosova için de bir vatanseverlik kavramı üzerine Kosovalılığı inşa etmek mümkündür. Bu vatanseverlik kavramının içinde, tüm etnik – milli grupların ahengi yatmaktadır. Yugoslavya bu ahengi kardeşlik ve birlik temeline oturtmuştu. Kosova mimarları bunu çok etniklilik, çok kültürlülük ve çok dinlilik ahengine oturtmaya çalışmaktadırlar. Bu ahengi ve düzeni korumak

için birçok yasal düzenleme ve mekanizma oluşturulmaktadır. Sistem işlediği sürece barış ve istikrar, ahengin ayarı bozulduğu zaman da çatışma ve kaos hakim olmaktadır.

NOT: Bu makalenin tamamı “Uluslar Arası Üç Deniz Havzası Ülkeleri Ortak Yönetim Kültürü ve Yeniden Yapılanma Sorunları” Sempozyumunda (13-16 Ekim 2011) sunulmuştur. Dergide makalenin özeti yayınlanmıştır. Tam metne www.paradigmarc.org adresinden ulaşılabilir.

KAYNAKÇA ALTHUSSER, Louis (2000) İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları (çev) Yusuf Alp – Mahmut Özışık, İletişim yayınları İstanbul. HABERMAS, Jürgen (2002) Öteki Olmak Ötekiyle Yaşamak - Siyaset Kuramı Yazıları (çev) İlknur Aka, YKY İstanbul. KYMLICKA, Will (1998) Çokkültürlü Yurttaşlık – Azınlık Haklarının Liberal Teorisi (çev) Abdullah Yılmaz, Ayrıntı Yayınları İstanbul. MRDJEN, Snjezana (2003) “Narodnost u popisima. Promenljiva i nestalna kategorija”, Stanovnistvo, 1-4, ss.77-103MUZBEG, Bengi (2009) “Balkan Savaşlarından UNMIK Yönetimine Kosova Türklerinin Siyasi ve Hukuki Statüsü” Ankara Ün. SBF – yayınlanmamış tez. MUZBEG, İskender (2003) “Hukuki Belgeler Çerçevesinde Kosova Türkleri”, Balkan Türkleri Balkanlarda Türk Varlığı, (Ed) Erhan Türberdar, ASAM yayınları, Ankara, ss.98-123PREECE, Jennifer Jackson (2001) Ulusal Azınlıklar ve Avrupa Ulus Devlet Sistemi (çev) Ayşegül Demir, Don Kişot Yayınları, İstanbul.

DİĞER BELGELER: Kosova Anayasası, 2008. Yugoslavya Anayasası, 1974. Kosova Sosyalist Özerk Bölgesinde Dil ve Yazıların Hak Eşitliğine Dair Yasa, 1977. Kosova Cumhuriyetinde Dillerin Kullanımına Dair Yasa, 2006.

Page 23: Paradigma Ocak 2012

Makale paradigma/ocak 2012 23

BALKANLAR’DA TERÖRİZM TEHDİDİ: GERÇEK Mİ, HAYAL Mİ?

I. GİRİŞ

Terör neredeyse her toplumda baş gösterebilen, dünyanın en aktüel sorunlarından biridir. Özellikle son yirmi yılda terör dünyada en büyük tehdit ve en büyük risk olarak algılanmaya başlamıştır. 1990’lı yıllarda eski Yugoslavya coğrafyasında “terörizm” kavramı neredeyse günlük hayatın ayrılmaz bir parçası haline gelmişti. Özellikle 1989-2000 döneminde Slobodan Miloşeviç önderliğindeki Sırbistan’da bu kavram, Kosovalı Arnavutların ve Bosna-Hersek ile Sancak bölgesindeki Boşnakların kötülenmesi için kullanılmıştır. Günümüzde Sırplara terörizm ile ilgili soru sorulduğu zaman, genellikle “Arnavut terörizminden” bahsetmeye başladıkları, Sırp silahlı güçleri tarafından öldürülen Arnavut siviller hakkında ise daha farklı şeyleri savundukları gözlenmektedir. Aynı soru Kosovalı Arnavutlara yöneltildiğinde, Sırbistan’ın geçmişte Arnavutlara terör uyguladığını söyleyecekler. 1999 sonrasında birçok Sırp sivilin Arnavutlarca öldürülmüş olmasını ise muhtemelen “intikam saldırıları” olarak değerlendirecekler. Benzer bir düşünce tarzı diğer Batı Balkan ülkelerinde de mevcuttur. Örneğin bir Bosna-Hersekli Boşnak, Bosnalı Sırpları “etnik terör” işlemiş olmakla suçlayacak, Bosnalı Sırplar ise Boşnakları İslam adına yapılan uluslararası terörizmle bağdaştıracaktır.

Amerika’da 11 Eylül 2001’de gerçekleşen terör saldırısının ardından, El-Kaide’nin Balkanlar’daki bağlantılarının varlığından bahseden yazılara daha sık yer verilmeye başlanmıştır. Amerika’nın liderliğinde uluslararası terörizme karşı açılan savaş, özellikle Balkan kökenli bazı politikacı

ve yazarlar tarafından kötüye kullanılmış ve ağırlıklı olarak Arnavut ve Boşnakların yoğunlukta yaşadıkları ülke ve bölgeler, İslam adına yapılan terörizmin yuvaları olarak gösterilmeye çalışmıştır. Boşnak ve Arnavutları bu şekilde kötüleyenler, bölgede var olan bazı siyasi sorunların karşısında uluslararası toplumun desteğini daha kolay sağlayabileceklerine inanmıştı. Örnek vermek gerekirse, Kosova’nın nihai statüsünün bir şekilde Sırbistan’ın lehine belirlenmesini sağlamak ümidiyle, Kosovalı Arnavutlar sistematik bir şekilde uluslararası terörizm ile bağdaştırılmıştır. Bazı Balkan medya kaynaklarında yer alan bu tür yazıların etkisiyle, Batılı medya kaynakları da, yeterince araştırma yapmadan, El-Kaide’nin Balkanlar’ı ciddi bir şekilde nüfuzu altına aldığını zaman zaman yazabilmektedir.

Bu çalışmanın amacı İslam adına yapılan terörizmin kimi Balkan ülkeleriyle ilişkilendiriliyor olmasının temel nedenlerini irdelemektir. Bu çerçevede önce Balkanlar’da yapılan köktendincilik propagandasına değinilecek ve bunun Batılı ülkelere nasıl yansıtıldığına ışık tutulacaktır. Bunun ardından İslam adına yapılan terörizmin Balkan ülkelerindeki bağlantılarına ilişkin iddialar değerlendirilecek, Balkanlar’ın Avrupa ve dünyaya bir terörizm tehdidi oluşturup oluşturmadığı anlaşılmaya çalışılacaktır.

II. BALKANLAR’DA KÖKTENDİNCİLİK PROPAGANDASI

Resmi rakamlara göre Balkanlar’daki Müslüman nüfusun sayısı yaklaşık 8 milyon 250 bin (bölgenin toplam

Dr. Erhan TürbedarTEPAV Dış Politika [email protected]

Page 24: Paradigma Ocak 2012

24 paradigma/ocak 2012 Makale

nüfusunun yüzde 12’si) civarındadır. Bölgedeki Müslüman nüfus içinde en büyük iki grubu sırasıyla Arnavutlar ve Boşnaklar oluşturmaktadır. Bu yüzden Balkanlar’daki bazı Müslüman olmayan politikacı, akademisyen ve gazeteciler, İslam adına yapılan terörizmden bahsedilirken, genel olarak Arnavut ve Boşnakları hedef almaktadır. Özellikle kriz dönemlerinde Arnavut ve Boşnaklara “köktendinci” damgasının vurulmaya çalışıldığı görülmektedir.

Ülkeden ülkeye farklar gözlenmekle birlikte, merkezi planlı dönemde din Balkanlar’da önemli ölçüde yasaklanmıştı. Örneğin Arnavutluk’un önderi Enver Hoca 1967 yılında dini tamamen yasaklamış ve Arnavutluk’u dünyanın ilk ateist devleti ilan etmiştir. Dinin yasaklanmasının paralelinde Arnavutluk’ta çoğu imam ve rahip tutuklanmış, evlerde kutsal kitapların bulundurulması ve dini ibadetlerin yapılması ise suç sayılmıştır. 1991 yılına kadar dini yasağın sürdüğü Arnavutlukta cami ve kiliseler ya yok edilmiş, ya da kültür merkezlerine, depolara, hatta sinemalara dönüştürülmüştür. 1991 yılında Arnavutlar hakkında yapılan bir değerlendirme, Müslüman olduklarının bilincine rağmen, İslamiyet hakkında çok az bilgi sahibi oldukları yönündeydi.

Arnavutluk’un aksine, Tito Yugoslavyası’nda din yasaklanmamıştı. Ancak ülkedeki sosyalist sistem dini hep geri planda tutma çabasındaydı. Bu yöndeki siyasetin amacına ulaştığını gösteren olgu, Yugoslavya nüfusu içinden ateist olanların oranının 1953’teki yüzde 12,6’dan, 1964’te yüzde 29,2’ye, 1968’de ise yüzde 51’e yükselmiş olmasıydı. 1990 yılına gelindiğine ise, Yugoslavya nüfusunun yüzde 48’inin ateist olduğu kayda geçmiştir. Yugoslavya içinde, özellikle 1960’lı ve 1970’li yıllarda Müslümanların dini ibadetlerinde de önemli bir azalma gözlenmiştir. 1985 yılında yapılan bir kamuoyu yoklamasından, inançlı vatandaşların sayısının Bosna-Hersek’te yüzde 17, Makedonya’da yüzde 19 ve Kosova’da yüzde 44 olarak tespit edilmiştir. Bosna-Hersek’teki dindarların sayısının düşüklüğüyle birlikte, bu ülke Boşnaklar, Sırplar ve Hırvatlar arasında gerçekleştirilen karma evliliklerle de meşhurdu. Örneğin, 1988 yılında

Mostar kentindeki evliliklerin yüzde 28’i, Saraybosna’daki evliliklerin yüzde 22’si ve Zenica’daki evliliklerin yüzde 19’u karma nitelikteydi. Yukarıda anlatılanlardan hareketle, Soğuk Savaş döneminde hem Arnavutlar hem de Boşnakların önemli bir kısmının Müslümanlığın bazı şartlarını, yalnızca bir kültür ve gelenek anlayışı çerçevesinde yaşamış oldukları sonucuna varılabilir.

Merkezi planlı dönemde bir şekilde İslam’a daha yakından ilgi duyanlar, Komünist Parti tarafından takip altına alınmıştır. Örneğin 1983 yılında, aralarında Bosna-Hersek’in eski cumhurbaşkanı Aliya İzetbegoviç’in de bulunduğu 13 Boşnak, Bosna-Hersek’i İslam devletine dönüştürmeye çalışmakla suçlanmış ve hapis cezasına mahkum edilmiştir. İzetbegoviç’e yönelik suçlamalarda, kendisinin yazdığı “İslami Deklarasyon” isimli eseri temel teşkil etmiştir. Sırp propagandacılar bu çalışmayı, Bosna’nın köktendinci bir İslam devletine dönüştürülmesinin tasarısı olarak göstermişlerdir. Oysa 1960’ların sonlarında yazılan bu kitap, bütün İslam alemine hitap eden genel bir inceleme eseri olup, kitapta Bosna’nın adı bile anılmamaktadır. Ünlü Balkan tarihçisi Noel Malcolm’un da belirttiği gibi, İslami Deklarasyon’da ele alınan ve Sırplar tarafından “köktendinci” olarak nitelenen bazı görüşler, dünyadaki bütün Müslümanların kabul edeceği temel dini ilkelerdir. İzetbegoviç köktendinci olmadığını ve hoşgörü anlayışına sahip olduğunu, 1990 yılında Bosna-Hersek’te düzenlenen ilk çok partili seçimlerin ardından açık olarak göstermiştir. İzetbegoviç’in liderliğinde olan “Demokratik Eylem Partisi” (SDA) söz konusu seçimlerde en çok oy alan parti olarak, koalisyon hükümetini sadece “Hırvat Demokratik Birliği” (HDZ) ile kurabilecekken, ikinci sırada yer alan Sırpların “Sırp Demokratik Partisi”ni (SDS) de yönetime dahil etmeyi kararlaştırmıştır.

1990’lı yıllarda sadece Boşnakların değil, Sırbistan’daki bazı çevreler tarafından Balkanlar’daki bütün Müslümanların da karalandığı görülmüştür. Örneğin, Sırp akademisyen Mirolub Yeftiç, Avrupa’nın içine sızmanın bir ön aşaması olarak, İslam dünyasının, Balkanlar’daki Müslümanların aracılığıyla bütün Sırbistan’ı İslamlaştırmaya çalıştığını

savunmaktaydı. Diğer bir Sırp akademisyen olan Darko Tanaskoviç’e göre ise, 1992-1995 yılları arasında Bosna’da yaşanan savaş “köktendinci Boşnaklar” ile laik Sırplar arasındaki bir savaştı. Bütün bu kötüleme kampanyaları içinde, Türkiye de asılsız bir şekilde suçlanmıştır. Miloşeviç döneminde, Türkiye’nin dış politikasının temel amacının, Adriyatik Denizi’nden Çin Seddi’ne kadar uzanan coğrafyada bir “Türk imparatorluğunun kurulması” olduğu görüşü, birçok Sırp lider ve aydın tarafından benimsenmişti. Bunun dışında Türkiye özellikle bazı Sırplar ve Yunanlılar tarafından İstanbul, Bulgaristan, Batı Trakya, Makedonya, Arnavutluk, Sancak bölgesi, Kosova ve Bosna-Hersek üzerinde uzanan yolda, Müslümanlardan oluşan ve Avrupa’nın içine doğru ilerleyen radikal bir “yeşil kuşak” oluşturmaya çalışmakla da zaman zaman asılsız bir şekilde suçlanmıştır. Bu arada, Bosna Savaşı’na daha çok Sırp gönüllüsünü çekmek için, Boşnakları Türk olarak gösteren çoğu Sırp medya kaynakları “Türklerle tekrar savaş içindeyiz, ölüme kadar savaşmalıyız” yönünde mesajlar vermekten çekinmiyordu.

İslam’a ilgi duyan Boşnaklara ve belli ölçüde Arnavutlara karşı köktendinci propagandası yürütülürken, 1980’lerin ortalarından itibaren, bütün Sırpların dini duyguları yükselişe geçmiş, Sırp Ortodoks Kilisesi ise tekrar ön plana çıkmaya başlamıştır. 1985’te kilise yayınları Sırpların tarih içinde sürekli acı çektiklerini, Sırpların öldürüldüğünü, Sırp kiliselerinin yakıldığını ve buna benzer vurguları yapan yazılara yer vermiştir. 1988’de ise, Sırp kilisesinin organizasyonu altında Sırbistan’ın değişik kentlerinde “Sırpların geçmişteki acılarını” anlatan gösteriler düzenlenmiş ve bu yoldan Yugoslavya’nın farklı etnik grupları arasında düşmanlık kışkırtılmıştır. 1990’ların başlarına gelindiğinde, Sırp Ortodoks Kilisesi sadece ulusal sınırlar içinde değil, uluslararası alanda da faal hale gelmişti. Örneğin, Sırp Ortodoks Kilisesi’nin Patriği Pavle, Yugoslavya’ya ilişkin bir barış konferansına başkanlık eden Lord Carrington’a Ekim 1991’de gönderdiği bir mektupta, “bütün Sırplar bir araya gelmelidir; Sırplar, geçmişte kendilerine karşı soykırım işlemiş ve bunu muhtemelen gelecekte de tekrarlamaya çalışacak olanlarla bir arada yaşayamaz” şeklinde

Page 25: Paradigma Ocak 2012

Makale paradigma/ocak 2012 25

ifadelere yer vermişti.

Buraya kadar anlatanları özetlemek gerekirse 1980’li ve 1990’lı yıllarda radikal İslam propagandası, özellikle Sırbistan tarafından, bölgedeki Müslümanlara yönelik baskı ve savaşların meşrulaştırılması maksadıyla yürütülmüştür. Bu çerçevede Boşnaklar ve Arnavutlardan “terörist” olarak bahseden haberler, neredeyse günlük hayatın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Bir taraftan bölgedeki dindar Müslümanlara “terörist” muamelesi yapılırken, diğer taraftan Sırp Ortodoks Kilisesi tam anlamıyla yeni bir “altın çağını” yaşamıştır.

Merkezi planlı dönemin sona ermesiyle birlikte, Boşnakların dinlerini daha çok sahiplenmeye başladıkları söylenebilir. Nedenine gelince, Hırvatlara göre Boşnaklar Hırvat kökenli, Sırplara göre ise Sırp kökenlidir. Böyle bir durum karşısında Boşnaklar, en ayırıcı özellikleri olan dinsel kimliklerini daha fazla ön plana çıkararak milliyetçiliklerini güçlendirmeye çalışmışlardır. Arnavutlara gelince, Boşnakların yaptığı şekilde, milli kimliklerini savunmak doğrultusunda İslami unsura vurgu yapmaya ihtiyaç duymamışlardır. Tam tersine, AB’nin bir parçası haline gelmeyi arzulayan Arnavut aydınların bir kısmı, bu amaç doğrultusunda İslam dininin reddedilmesi gerektiği görüşünü bile yaymıştır. 1990’ların başlarında, Kosovalı Müslüman Arnavutlar içinden de, Arnavutların Katolikliğe toplu bir dönüş yapması gerektiği görüşünü savunanlar olmuştur. Bu tür görüşlere bile yeri olan bir toplumun mensuplarının radikal İslam ile suçlanmasının ne kadar asılsız olduğu ortadadır.

III. KÖKTENDİNCİLİK PROPAGANDASININ BATI DÜNYASINA ETKİLERİ

Temmuz 2011’de çifte terör saldırısıyla Norveç’i kana bulayan Anders Behring Breivik, internet üzerinden yayımladığı “terör manifestosunda”, Balkanlar’a yönelik dikkat çekici görüşlere yer vermiştir. Breivik manifestoda, NATO’nun 1999 yılında Sırbistan’ı bombalaması yüzünden harekete

geçtiğini belirterek, söz konusu bombardımanla Sırpların “İslam’ı kendi toplarlarında durdurma hakkının” ellerinden alındığını yazmıştı. Diğer taraftan, Bosna savaşında işlediği suçlar nedeniyle yargılanmakta olan Radovan Karaciç Breivik’e göre, İslam’a karşı savaşmış onurlu bir Hristiyan kahramandır. Bu yöndeki sözler, Breivik’i terörizm gibi sapkın davranışlara iten nedenler arasında, hakkında çok az şey bildiği Balkanlar’daki olayların da bulunduğuna işaret etmektedir.

Batılılar 1990’larda Balkanlar’da yaşanan savaşları anlamaya çalışırken, bölgede yaşayan Müslümanlar karşılarına çıkan en büyük bulmacalardan biriydi. Avrupalılar genel olarak Tito Yugoslavyası’nın dağılmasına kadar, bu ülkede yaşayan Müslüman toplulukların yeterince farkında bile olmadı. 1990’lı yılların başlarında ise Batılılar Balkan ülkelerindeki İslam’ın doğasını sorgulamaya başlamış ve köktendinciliğin bölgedeki Müslümanların arasında yeri olup olmadığını anlamaya çalışmıştır. Neticede Balkanlar’da Boşnak ve Arnavutların aleyhine yürütülen köktendincilik propagandasının Batılılar arasında da etkileri olmuştur. Gerçi Batıda İslam’a ve Müslümanlara karşı yüzyıllarca biriken bazı önyargıların günümüzde bile varlığını koruduğu ayrı bir gerçektir. O nedenle, bazı İslam ülkelerindeki köktendincilerin Avrupa’ya sızmak üzere Balkanlar’daki Müslümanları kullandıkları yönündeki propagandalar, en azından aşırı sağcı Avrupalılarda kolaylıkla zemin bulabilmektedir. Örneğin, Breivik’in tanışmayı çok arzuladığı Karaciç bir seferinde, Sırpların 600 yıl önce Avrupa’yı İslam’dan koruduklarını, Bosna savaşında da Avrupa’yı İslami radikalizminden korumakta olduklarını söylemişti. Karaciç’in bu tür söylemleriyle, Boşnakların katledilişini meşrulaştırmaya çalıştığı apaçıktı. Ne var ki Breivik gibi aşırı sağcılar, Sırpların bütün Batının iyiliği için Bosna ve Kosova’da savaştığına inanmakta gecikmemiştir.

Batılı ülkelerdeki kimi karar vericilerin Boşnaklara karşı yapılan köktendincilik propagandasından etkilenip etkilenmediklerini veya ne ölçüde etkilendiklerini kestirmek

zordur. Ancak ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi ülkelerin, 1992-1995 yılları arasında yaşanan Bosna savaşının önlenmesi ve bir an önce sona erdirilmesi konusunda yeterince çaba göstermedikleri bilinmektedir. Bosna savaşı 3,5 yıl boyunca güç ve imkan yetersizliğinden değil, isteksizlikten durdurulamamıştır. Batılılar görünürde bir şeyler yapmaya çalışıyor gibiydi, oysa gerçekte Bosna’yı ve Boşnakları yok olmaya terk etmişti. Genel olarak Boşnakların öldürülüyor olması sürekli kınamış, ancak bu kıyımı durdurmak için ciddi çabalar sarf edilmemiştir. Hazırladığı raporlarında Balkanlar’daki kanlı savaşların gerçekçi yüzünü yansıtmaya çalışan BM İnsan Hakları Komisyonu’nun Özel Raportörü Tadeusz Mazowiecki, Bosna’da Srebrenitsa soykırımının gerçekleşmesine müsaade edilmiş olmasından dolayı 27 Temmuz 1995’te sunduğu görevinden istifa dilekçesinde belirttiği gibi, “Suçlar acımasız ve hızlı bir şekilde gerçekleşiyor, uluslararası toplumun buna cevabı ise yavaş ve verimsiz oluyordu”.

IV. İSLAM ADINA YAPILAN TERÖRİZMİN BALKANLAR’DAKİ BAĞLANTILARI

Bazı Balkan ülkelerinin, özellikle de Bosna-Hersek’in İslam adına yapılan terörizmle ilişkilendiriliyor olması, Arap ülkelerinden gelen tecrübeli savaşçıların Bosna savaşına katılmasıyla birlikte başlamıştır. ABD’de 11 Eylül 2001’de gerçekleşen terör saldırısının ardından ise, El-Kaide’nin Balkanlar’daki olası bağlantıları daha ciddi bir şekilde tartışılmaya başlanmıştır. Özellikle Balkan ülkelerinin medyasında, 11 Eylül terör saldırısını gerçekleştirenler arasında, Bosna savaşına katılmış yabancı gönüllülerin de yer aldığının vurgulanması bir gelenek haline gelmiştir. Bazı Sırp ve Hırvat medya kaynakları ise, Mayıs 2011’de Usame Bin Ladin’in öldürülmesinden bile istifade edip, Boşnakları ve Bosna-Hersek’i El Kaide ve uluslararası terörizm ile bağlantılı göstererek haber yapmıştır.

A. Bosna-Hersek’e İlişkin İddialar

Bosna savaşı yıllarında Mısır, Suudi

Page 26: Paradigma Ocak 2012

26 paradigma/ocak 2012 Makale

Arabistan, Cezayir, Yemen, Sudan ve Türkiye gibi ülkelerden yüzlerce (bazı kaynaklara göre birkaç bin) gönüllü Boşnakların yardımına koşmuştur. Bunların arasında bazıları daha önce Afganistan ve Çeçenistan’da Ruslara karşı savaşa girmiş olan mücahitlerdi. Bu yabancıların Bosna’ya intikali en çok Zagreb ve Viyana üzerinden gerçekleşmiştir. Boşnakları, yabancı gönüllülerden gelen desteği kabul etmeye iten temel sebep çaresizlikti. Eylül 1991’de BM Güvenlik Konseyi’nin 713 numaralı kararıyla, eski Yugoslavya coğrafyasının tamamına silah ambargosu uygulanmıştır. Bu durum, Bosna Savaşı’nın başlamasıyla silahsız olan Boşnakları zora sokmuştur. Bütün Tito Yugoslavyası ordusunun silahlarını kendine çekmiş olan Sırbistan, Bosnalı Sırplara en modern silahlardan ulaştırırken, Boşnakların böyle bir imkanı olmamıştır. Bu yüzden Boşnaklar kaçak yollardan silahlara ulaşmak durumunda kalmıştır. Örneğin, İran ve diğer bazı İslam ülkelerinden silahların, Hırvatistan üzerinden Boşnaklara iletildiği bilinmektedir. Bunun dışında Suudi Arabistan ve diğer bazı Körfez ülkeleri Boşnaklara finansal destek sağlarken, bazı hayır kurumları insani yardım dışında, Boşnakların saflarında savaşacak olan gönüllülerin de Bosna’ya ulaştırılmasında rol oynamıştır.

Boşnakların yardımına gelen yabancı gönüllüler ilk kamplarını Travnik, Zenica, Bugoyno ve Teşany kentlerinin dağlık köylerinde kurmuşlardır. Ölümden korkmayan ve cesurca savaştıkları söylenen bu gönüllülerin içinden yaklaşık 750’si bir araya gelip “El-Mücahit” olarak adlandırılan bir birliği 13 Ağustos 1993’te oluşturmuştur. Bu birlik Bosna-Hersek Ordusu’nun (ABiH) 3. Kolordusunun 7. Tugayı bünyesinde fiili olarak görev almış ise de, Boşnakların söz konusu birlik üzerindeki siyasi ve askeri kontrolü sınırlıydı.

Boşnak yetkililer hiçbir zaman yabancı gönüllülerin Boşnak saflarında savaştıklarını yalanlamamışlar, ancak Boşnakların tarafında savaşmış olan bütün yabancıların terörist olarak nitelenmesine de karşı çıkmışlardır. Ne var ki bunun aksini düşünenler bulunmaktadır. Örneğin, Christopher Deliso’ya göre, yabancı mücahitler

Bosna savaşını sadece bahane etmiş, asıl amaçları küresel eylemleri için bu ülkede yer edinmek olmuştur. Evan Kohlmann’a göre ise Bosna savaşına katılan mücahitlerin bir kısmı El-Kaide bağlantılı olup, asıl amaçları Bosna üzerinden Batı dünyasına sızmaktı. Deliso ve Kohlmann’ın bu yöndeki görüşlerini paylaşanlar da, yabancı mücahitlerin asıl amacının Bosna’da ideolojik ve lojistik merkezler kurmak, yeni kimlikler elde etmek, ardından da savaşlarını sürdürmek maksadıyla fark edilmeden dünyanın diğer yerlerine yayılmak olduğuna inanmaktadır. Bu anlayışta ise Bosna’da savaşmış olan bütün yabancı mücahitler terörizm ile bağdaştırılmaktadır.

Bosna savaşını sona erdiren 1995 tarihli Dayton Barış Anlaşması’nın 1-A ekinin 3. maddesinde, Bosna’da savaşmış olan bütün yabancı güçlerin, anlaşmanın yürürlüğe girmesini izleyen 30 gün içinde Bosna-Hersek topraklarını terk etmeleri gerektiği belirtilmiştir. Bunun yanında, barışın uygulanması için Dayton Barış Anlaşması’yla, aralarında binlerce Amerikan askerinin de bulunduğu yaklaşık 60 bin yabancı askerlerin Bosna-Hersek’te görev yapması öngörülmüştür. Söylentilere göre, Boşnakların bu koşulları kabul etmiş olmasını yabancı mücahitler kendilerine karşı yapılmış bir ihanet olarak algılamıştır. Diğer bir söylentiye göre ise, Bosna Savaşı sona erdikten sona Amerikan ve İngiliz istihbaratının Bosna-Hersek’teki en önemli görevi, yabancı mücahitlerden kurtulmak olmuştur.

Bazı yabancı savaşçıların, evlilik yolu veya siyasi destek sayesinde Bosna-Hersek vatandaşı olmayı ve bu ülkede kalmayı başardıkları bilinmektedir. Boşnak gazeteci Esad Heçimoviç’e göre, haklarında yürütülen ulusal ve uluslararası ceza soruşturmalarından kaçmak maksadıyla bazı yabancı mücahitler Bosna-Hersek’te vatandaş olarak kalmayı tercih etmiştir. Bazı mücahitlerin Bosna pasaportlarına savaş döneminde bile, Viyana’daki Bosna Büyükelçiliği üzerinden ulaştıkları yönünde iddialar bulunmaktadır. Hatta Almanya’nın Der Spiegel gazetesinin muhabiri Renata Flottau, 1993 yılında Saraybosna’da Üsame Bin Ladin’e rastladığını ve Bin Ladin’in Viyana’da edindiği Bosna pasaportunu

gördüğünü iddia etmiştir. Bosnalı yetkililer Flottau’nun iddiasını yalanlamış, bunun yanında 1990’lı yıllarda 420 Arap kökenlinin Bosna vatandaşlığına kabul edildiği bildirmiştir.

Bazı kişiler Arap kökenli Bosna-Hersek vatandaşlarının sayısının daha fazla olduğuna ve bunların içinden bir kısmının El-Kaide ile bağlantılarının devam ettiğine inanmaktadır. Dahası, günümüze kadar herhangi bir kampa rastlanmamış olmasına rağmen, bazı medya kaynaklarında Bosna-Hersek’te gizli terörist kampların varlığından söz edildiği görülebilmektedir. Irkçı önyargılara sahip olanlar ise, beyaz tenli olan Balkanlar’daki Müslümanlara atıfta bulunarak, başta Bosna-Hersek’te olmak üzere, bölgede “Beyaz El-Kaide”nin yaratıldığını iddia edecek kadar ileri gidebilmektedir. Bu çerçevede Beyaz El-Kaide’nin daha az dikkat çektiği ve Avrupalı görünümleri sayesinde diğer Avrupa ülkelerinde daha rahat eylemlerde bulunduklarının altı çizilmektedir. Oysa günümüze kadar sadece Bosna-Hersek kökenli İsveç vatandaşı Mirsad Bektaşeviç, terörist eylemi planlama suçundan dolayı hüküm giymiştir.

El-Mücahit birliğinin bazı mensupları El-Kaide ile bağlantılı olmuş olabilir. Nitekim 11 Eylül terör saldırısın ardından başlatılan uluslararası terörizm ile mücadele kapsamında dünyanın değişik yerlerinde tutuklanan bazı şahısların, Bosna Savaşı’nda yer aldıkları veya Bosna-Hersek pasaportuna sahip oldukları ortaya çıkmıştır. Bu gelişmeler çerçevesinde Bosna yetkilileri, Bosna Savaşı sırasında dağıtılan vatandaşlıkları gözden geçirmeye zorlanmıştır. Ülkede yapılan araştırmalar sonucunda onlarca kişi gözaltına alınmış, bunların içinden Cezayir kökenli olan altısı uluslararası terörizm ile bağlantılı olabilecekleri gerekçesiyle yargılanmış ve Amerika’ya teslim edilmiştir. Şubat 2002’ye kadar ise eski mücahitlerden toplam 104 kişinin Bosna-Hersek vatandaşlığı iptal edilmiştir. Bütün bunların dışında, Bosna-Hersek’te faaliyet yapan İslami hayır kurumlarından bazıları, uluslararası terörizm ile bağlantılı oldukları gerekçesiyle kapattırılmıştır. İslami hayır kuruluşlarından bir kısmının

Page 27: Paradigma Ocak 2012

Makale paradigma/ocak 2012 27

terörist gruplara yardım ettiği veya terörist gruplarla bağlantılı şahısları istihdam ettiği yönündeki iddialar daha önceleri de ileri sürülmekteydi.

Şüpheli bulunan şahıslara verilen vatandaşlıklar yüzünden Bosna-Hersek’e yönelik eleştiriler devam ettiği için, Bosna-Hersek’te, 1992-2006 yılları arasında verilen vatandaşlıkları incelemeye alan bir devlet komisyonu kurulmuştur. Bu komisyonun tespitlerine göre 1992-2006 dönemi içinde Bosna-Hersek vatandaşlığı için 18.506 kişi başvurmuş, ancak elçiliklerin eksik kayıtları yüzünden başvuranlardan kaç kişiye vatandaşlığın verildiği tam olarak tespit edilememiştir. Aynı komisyonun bir raporuna göre, Ocak 2008’e kadar toplam 661 kişinin vatandaşlığı iptal edilmiştir. Vatandaşlığı iptal edilenlerin arasında en çok Türkiye, Mısır, Suriye, Sudan, Cezayir, Rusya ve Ukrayna kökenlilerinin bulunduğu belirtilmiştir.

B. Arnavutlara İlişkin İddialar

İslam adına yapılan terörizmin ilk bağlantılarının Arnavutluk’ta, 1990’ların başlarında oluşmaya başladığı şeklindeki yazılara rastlamak mümkündür. Merkezi planlı dönemden sonra yoksulluk ile karşı karşıya kalan Arnavutluk’un ilk Cumhurbaşkanı Sali Berişa, dış yardımlara hayati derecede ihtiyaç duymuştur. Ne var ki 1990’ların başlarında Batılı ülkelerden Arnavutluk’a pek fazla yardım gelmemiştir. Günümüzde Balkanlar’daki Arnavutlarla yakından ilgilenen Amerika bile, 1990’ların başlarında Arnavutluk’a uzun vadeli yardım ve ilgi sinyali vermiyordu. Batılı ülkelerden pek fazla yardımın gelmeyince, Berişa İslam ülkeleri ile yakınlaşma seçeneğine yatırım yapmaya başlamıştır. Netice olarak İslam ülkelerinden değişik gruplar ve heyetler Arnavutluk’u ziyaret etmeye başlamış ve yardım projeleri geliştirilmiştir. 1992’de ise Arnavutluk İslam Konferansı Örgütü’nün (İKÖ) üyesi olmuştur. Berişa’nın dini güdülerinden çok, ekonomik çıkar beklentisi yüzünden İKÖ üyeliğine başvurduğunu iddia edenler bulunmaktadır. Sebebi ne olursa olsun, Arnavutluk’un İslam dünyası ile yakınlaşmasının paralelinde, İslami

hayır kurumlarının Arnavutluk’ta faaliyet göstermesine de izin verilmiştir.

Bazı medya kaynakları hayır kurumlarının aracılığıyla Üsame Bin Ladin’in de o dönemde rahatlıkla Arnavutluk’a girmiş olabileceğinden bahsetmektedir. Dahası, Interpol’e atıfta bulunularak, Bin Ladin’in 1994’te gizli bir şekilde Arnavutluk’u ziyaret ettiği ve bazı devlet yetkilileriyle görüştüğü belirtilmektedir. Ağustos 1998’de ise Tiran’daki Amerikan Büyükelçiliği’nin bombalanmasına yönelik girişimde bulunulduğu ve Amerika’nın bu girişimi Üsame Bin Ladin ile bağlantılı kıldığı bildirilmiştir. Bunun üzerine Arnavutluk, Suudi Arabistan ve Mısır gibi ülkelerden gelen bazı İslami grupların üzerine gitmiştir.

1997 yılında Arnavutluk’ta yaşanan ayaklanmada 100 bin civarında boş Arnavutluk pasaportunun ele geçirildiği ve bu pasaportların bazılarının teröristlerin eline geçmiş olabileceği üzerine de spekülasyonlar yapılmaktadır. Bütün bunların dışında Arnavutluk, bazı Sırp ve Makedonlar tarafından, topraklarında terörist kampları bulundurmakla suçlanmıştır. Örneğin, 19 Eylül 2001’de Arnavutluk’u ziyaret eden dönemin Makedonya Savunma Bakanı Vlado Buçkovski, Makedonya’ya döndüğünde, Arnavutluk’ta terör kamplarının varlığından bahsetmiştir. Sırp ile Makedonların Arnavutluk’taki terör kamplarına ilişkin iddiaları, Kosova’da 1999’da ve Makedonya’da 2001’de savaşmış olan Arnavut militanlarla alakalı olduğu belirtilmelidir. Miloşeviç döneminde zaten Kosovalı Arnavutlara “terörist” ve “bölücü” şeklinde hitap edilmiştir. Kosova Kurtuluş Ordusu (UÇK) ortaya çıkınca ise, işin içine İslam adına yapılan terör boyutu da katılmaya başlanmıştır. Sırp kaynaklarında genel olarak İslam adına terör işleyenlerin, Arnavutluk üzerinden Kosova’ya sızdıkları yönünde bir inanç var olmuştur.

UÇK’nın, “İslami Ordu” olarak algılanmaktan herhangi bir çıkarı olmamıştır. Tam tersine, Arnavutlar baştan beri, sadece Batılı ülkelerin desteğiyle bağımsızlık elde edebileceklerinin farkındaydı. Nitekim 1999’daki Kosova Savaşı’nın

sona ermesinden sonra, görev yapmak üzere Kosova’ya giren NATO birlikleri ve BM polisleri, karşılarında teröristleri değil, Miloşeviç terörüne uğramış insanları bulmuştur.

Makedonlar da 2001’de ülkede ayaklanan Arnavutları, o dönemde popüler isim olan Üsame Bin Ladin ile bağdaştırmışlardır. Bununla medya kaynakları ve Makedon yetkililer, Amerika’da 11 Eylül 2001’de gerçekleşen trajediden siyasi çıkar sağlamaya çalışmışlardır. Nitekim dönemin Amerika’nın Makedonya Özel Temsilcisi James Pardew, Makedon yetkilileri bu konuda uyarmıştı. Makedon propagandası Mayıs 2004’te trajik bir boyut kazanmıştır. Çünkü Makedonya’da 2002 yılında terörist diye öldürülen altı Pakistanlı ve bir Hindistanlının, terörle bağlantılarının olmadığı ve Makedonya’dan Avrupa’ya geçmeye çalışan kaçak göçmenler olduğu Makedon yetkililerince itiraf edilmiştir. Kısacası söz konusu göçmenler Makedonya İçişleri Bakanlığı’nın bir senaryosuna kurban gitmiştir. Dönemin Makedonya İçişleri Bakanı Lyube Boşkovski, öldürülen bu göçmenleri Makedonya’daki Amerika ve İngiltere Büyükelçiliklerine saldırıya hazırlanan teröristler olarak göstererek, Arnavutlarla olan anlaşmazlıkları konusunda Batıdan, Makedonlardan yana destek toplamaya çalışmıştır.

BM Güvenlik Konseyi’nin 15 Ekim 1999 tarihli ve 1267 sayılı kararı (ayrıca buna istinaden kabul edilen diğer ilgili kararlar) gereğince, 11 Eylül terör saldırısından sonra Arnavutluk hükümeti ülkede faaliyet gösteren yabancı İslami hayır kuruluşlarını incelemeye alarak, terör gruplarıyla bağlantılı olabilecekleri şüphesiyle bir kısmının Arnavutluk’taki faaliyetlerine yasak getirmiştir. Bunun dışında, 1267 sayılı karar çerçevesinde hazırlanan El-Kaide bağlantılı kişiler, gruplar ve kuruluşlar listesinde adı geçenlerin üzerine gidilip, malvarlıkları dondurulmuştur. Bu yoldan Arnavutluk’ta el konulan malların toplam değeri 2010 yılının sonu itibariyle 6.848.893 dolardı.

22 Aralık 2009’da Arnavutluk Ciddi Suçlar İlk Derece Mahkemesi Arap kökenli Hamzeh Abu Rayyan’ı, terörizmi finanse etmek için kullanılan

Page 28: Paradigma Ocak 2012

28 paradigma/ocak 2012 Makale

fonları bulundurmaktan suçlu bulmuştur. Dıraç’lı imam Artan Kristo (Muhamed Abudllahi) ise, Arnavutluk tarihinde terörizm suçlamasıyla mahkum edilen ilk Arnavut asıllıdır. 10 Aralık 2010’da Dıraç yerel mahkemesi Kristo’yu, AlbSelefi.net isimli internet forumu üzerinden alenen terör eylemlerini tahrik etmekten dolayı suçlu bulmuştur.

V. MADALYONUN ÖBÜR YÜZÜ

Balkanlar’da terörizmden bahsedilirken, genel olarak olaylara tek yönden bakılmaktadır. Öncelikle Bosna Savaşı’nda Boşnakların yanında savaşmış olan yabancı gönüllülerin hepsini terörist olarak damgalamak doğru bir yaklaşım değildir. İkincisi, Boşnakların saflarında savaşmış olan yabancıların varlığından bahsedilirken, Bosnalı Sırpların tarafında Ortodoksluk uğruna savaşmış olan Rus, Ukraynalı, Romen, Yunanlılar ve diğerleri anılmamaktadır. Kaldı ki Hırvatlardan yana savaşan gönüllüler de olmuştur. Ayrıca Bosna-Hersek’te 8 binin üzerinde Boşnak erkeğin katledildiği Srebrenitsa soykırımında, en azından Srebrenitsa’nın ele geçirilmesi esnasında, Bosnalı Sırpların kuvvetlerine yaklaşık yüz kişilik Yunanlı ve belli bir miktar Rus ve Ukraynalı gönüllülerin de eşlik ettiği belirtilmektedir. Asker ve silah sevkiyatı dışında, Yunanistan’dan kara yoluyla, Rusya ile Ukrayna’dan ise Tuna nehri yoluyla, o sıralarda BM ambargosu altında olan Sırbistan’a ve Bosnalı Sırplara petrol ve diğer yardımların sevkiyatı yapılmıştır.

Bütün bunların dışında, devlet eliyle işlenen terörün üzerinde de fazla durulmamaktadır. Srebrenitsa soykırımı, Bosnalı Sırpların entitesi Sırp Cumhuriyeti’nin eliyle gerçekleştirilmiştir. Diğer bir örnek ise 2001’de Sırbistan’da “keşfedilen” Arnavut cesetleriyle dolu toplu mezarlarıdır. 1999’daki Kosova Savaşı sırasında katledilen binin üzerinde sivil Arnavutun cesetleri, katliam izlerini gizlemek amacıyla, Sırbistan’ın değişik yerlerindeki toplu mezarlara nakledilmiştir. Azınlıklara yönelik işlenen cinayetlere devletin seyirci kalmış olması da örnekler arasında gösterilebilir. Örneğin, “Syeverin” olayı, eski Yugoslavya coğrafyasında işlenen ilk savaş

suçlarından biri olarak bilinmektedir. 22 Kasım 1992’de Sancak bölgesinde bulunan Syeverin köyünden Priboy kentine işçileri taşıyan bir yolcu otobüsü Sırp milis güçleri tarafından durdurulmuş ve içinden 16 Boşnak kaçırılarak katledilmiştir. Sırbistan yetkilileri uzun süre bu tür suçların aydınlanması üzerine gitmemiştir.

En şiddetli El-Kaide propagandasının Balkan ülkeleri içinden Bosna-Hersek’e karşı yapılıyor olması tesadüf değildir. Nedenini açıklamadan önce, 1990’lı yıllarda Balkanlar’da yaşanan savaşlar üzerine farklı tarafların “farklı gerçeklerinin” bulunduğu belirtilmelidir. Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesindeki (ICTY) duruşmalardan Balkanlar’daki savaşlar üzerine kanıtlanmış gerçekler henüz ortaya çıkarılmadan, bölge ülkelerinin yöneticileri kendi çıkarlarının gerektirdiği “gerçekleri” üretmiş ve bunu halklarına “kesin gerçek” olarak kabul ettirmiştir. 1990’lı yılların ilk yarısında Hırvatistan ve Bosna-Hersek’in toprak bütünlüklerine ciddi zarar vermeye kalkışan Sırbistan’daki Slobodan Miloşeviç rejimi, işlediği suçları örtbas etmek için, tekeli altında tuttuğu medya kaynakları sayesinde yıllarca Sırp halkını yalanlarla oyalamıştır. Bu nedenden dolayı günümüzde bile Sırpların çoğu hem Hırvatistan hem de Bosna-Hersek’teki savaşta Sırpların özgürlükleri için mücadele ettiklerine, bir çeşit kurtuluş savaşı yürüttüklerine inanmaktadır. Bu yüzden, çocuk ve kadınları bile öldüren Radovan Karaciç ve Ratko Mladiç gibi şahıslar Sırplar tarafından “milli kahraman” olarak algılanabilmektedir. Miloşeviç rejimi Bosna savaşına ilişkin yürüttüğü propaganda çerçevesinde, saldırgan kişiler ile ülkelerini savunan Boşnaklar arasındaki sınırları sürekli bulanıklaştırmaya çalışmıştır. İşin kötüsü, günümüzde bile Sırbistan’da, Sırpların Bosna’da işlediği suçları Boşnakların bazı eylemleriyle eşitlemeye çalışan, Sırpların işlediği suçları önemsizleştirmeye çalışan çevreler oldukça güçlüdür. Bosna-Hersek’i El-Kaide yuvası olarak göstermeye çalışan propagandanın arkasında işte bu nedenler yatmaktadır. Adeta bununla Bosna Savaşı yıllarında Müslümanların yaşamış oldukları dram gölgelenmeye, Boşnaklar ise savaşın eşit sorumlularından biri

olarak gösterilmeye çalışılmaktadır.

VI. BALKANLAR’DA VAHABİLİKTEN KAYNAKLANAN TEHDİT İDDİALARI

Soğuk Savaş döneminde Balkanlar’daki Müslümanlar İslam dünyasındaki gelişmelerden önemli ölçüde soyutlanmış olmakla beraber, Osmanlılardan öğrendikleri ve yüzyıllarca uygulayıp durdukları İslam anlayışını korumayı başarmışlardır. Nitekim günümüzde Balkanlar’daki Müslümanların ezici çoğunluğu Sünni Hanefi mezhebine bağlıdır. Bunun yanında, Arnavutluk’ta Bektaşiler, Dobruca bölgesinde ise Aleviler de yaygındır.

Bosna’da savaşmış olan El Mücahit birliğinin, Arap ülkelerine ait hayır kuruluşlarının ve Arap ülkelerinde din eğitimi gören bazı bireylerin neden oldukları en önemli sonuç, Balkanlar’da Vahabi inancının da varlık göstermeye başlamış olmasıdır. Vahabiler, Hanbeli ekolü içinden yetişmiş bir alim olan Muhammed bin Abdul-Vahhab’ın öğretilerini benimseyen, 18. yüzyılda başlayan ve İslam coğrafyasında karşıtları tarafından yaygın şekilde Vahabilik olarak tanımlanan inanç sistemine mensup kişilerdir. Söz konusu kişiler, İslam tarihi içindeki yer ve önemlerinin sulandırılması maksadıyla kendilerine Vahabi dendiğine inanmakta, bu yüzden Vahabi yerine kendilerini Selefi olarak takdim etmektedirler.

Vahabiler kendilerinden olmayanları “gevşek Müslümanlar” olarak görmektedirler. Temel hedefleri ise, “orijinal İslam’a” dönüş yapılmasını sağlamak ve bunu dünyanın her köşesine yaymaktır. Bu kapsamda İslam’ın “temizlenmesi”, reform edilmesi ve bu yoldan köklerine geri dönülmesi gerektiğine inanmaktadırlar. Bu yöndeki tutumları yüzünden ise, Balkanlar’da var olan İslam anlayışı ve bölgedeki dini kurumlarla bir çekişme içindedirler.

Suudi Arabistan’dan gelen bağışla inşa edilen Saraybosna’daki Kral Fahd Camisi örneğinde olduğu gibi, Vahabilerin kontrolü altındaki camiler üzerinde ilgili ülkenin İslam Birliği’nin pratikte herhangi bir yetkisi yoktur. Bulundukları Balkan ülkesinin Müslümanları arasına daha fazla nüfuz etmek amacıyla

Page 29: Paradigma Ocak 2012

Makale paradigma/ocak 2012 29

ise, Vahabilerin bazı camileri şiddet yoluyla ele geçirmeye çalıştıkları ve cami imamını dövdükleri durumlar yaşanmıştır. Dahası, Vahabiler bazı Balkan ülkelerinin İslam Birliği’nin yetkilerine meydan okumakla, ayrıca imamların bilgi ve uzmanlıklarını sorgulamakla da zaman zaman gerginlik yaratmaktadırlar.

Sancak bölgesinin Yeni Pazar kenti defalarca cami cemaati ile Vahabiler arasında yaşanan kavgalara sahne olmuştur. Bunların içinden en ciddi olanı, silahların da kullanıldığı Aralık 2006’da Arap Camii önünde gerçekleşmiştir. Benzer kavgalar Arnavutluk, Bosna-Hersek, Kosova ve Makedonya’da da yaşanmıştır. Makedonya’da Vahabilerin İslam Birliği’ne baskınlar yapıp tehditlerde bulundukları da rapor edilmiştir. Arnavutluk’ta ise Mart 2010’da “Arnavut İmamlar Birliği” adı altında Vahabiler, mevcut “Arnavutluk Müslümanlar Cemaati”nden ayrı bir örgüt kurmuşlardır.

Balkanlar’a ithal edilen Vahabi inancı bölgedeki Müslümanlar için kültürel bakımdan yabancıdır. Bu nedenle söz konusu inanç sadece bazı küçük grupları etkilemeye başarabilmiştir. Bölgedeki Müslümanların çoğu kendi “Avrupalı Müslüman” imajının zarar gördüğü düşüncesiyle, Vahabilerin varlığından ve görünümlerinden rahatsız olduklarını gizlememektedir.

Türkiye’nin de dahil olduğu Balkan ülkeleri İslam Birlikleri temsilcilerinin Mart 2011’de Üsküp’te gerçekleştirdikleri bir toplantının bildirisinde, Balkanlar’da dış destekle varlığını sürdüren bazı küçük grupların (Vahabilerin) bölge için dini aşırıcılık tehdidi oluşturduklarına dikkat çekilmiştir. Ayrıca söz konusu İslami grupların üyelerinin 15 yıldan beri bölgedeki devlet kurumlarına sızmak için çaba gösterdikleri belirtilerek, siyasilere bunlara destek sağlamama uyarısı yapılmıştır.

Müslüman olmayanlara gelince, Balkan coğrafyasında Vahabi kelimesinin dini aşırıcılık dışında, terörizm kelimesi ile de eşanlamlı olarak kullanıldığı görülebilmektedir. Bu yüzden medyada, Vahabi grupların bölgedeki varlığı yüzünden Balkanlar’da radikal İslam’ın artışta olduğu, bunun ise bölge ile AB’nin

güvenliğine tehdit arz ettiği yönünde haberler yapılmaktadır. Sırbistan İçişleri Bakanı İvica Daciç’e göre, Balkanlar aşırı İslamcı gruplara asker sağlayan önemli bir bölgeye dönüşmüş durumdadır. İsrail’in aşırı sağcı Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman ise “küresel cihad ağının” Balkanlar’a da yayılma riski bulunduğundan bahsetmektedir. Bunların aksine, Bosna-Hersek’teki AB Polis Misyonu (EUPM) Başkanı Stefan Feller, Batı Balkanlar’da Vahabi grupların varlığının Avrupa veya dünya güvenliğine terörizm tehdidi oluşturmadığı görüşündedir.

Saraybosna Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Prof. dr. Reşid Hafizoviç’e göre, Vahabilerin bir kısmı sakin bir hayat yaşıyor ve kimseye zararları olmuyor, diğer bir kısmı ise dinin arkasında gizlenerek, pratikte dinle alakası olmayan eylemleri gerçekleştirebiliyor. Balkan ülkelerindeki Vahabilerin varlığı hakkında böyle bir ayrım yapmak belki de en doğru yaklaşım olmalıdır. Çünkü Vahabiliğin aşırı şekli üyelerini şiddet olaylarına ve belki de terörizm eylemlerine sevk edebilir. Ancak, bu inancın genel öğretilerinin insanları teröre sevk ettiği istikametinde yorumlar yapmak yanlış ve bilgisizce bir davranıştır. Bazı eylemlerden dolayı hiçbir din suçlanamayacağı gibi, bu dine bağlı farklı mezhep veya yorumlar da sorumlu tutulamaz.

VII. SONUÇ

Günümüzde bütün Balkan ülkelerinde çok partili sistemler, buna bağlı olarak da halkın desteğiyle iktidara gelen hükümetler bulunmaktadır. Artık bazı şahısların yıllarca ülkelerini yönetebildiği dönemler Balkanlar’da kapatılmıştır. Durumun böyle olması nedeniyle Balkanlar’da eskisi gibi halk direnişlerine ihtiyaç kalmamıştır. Buna bağlı olarak da, solcu ve anarşist grupların zaman zaman Yunanistan’da gerçekleştirdikleri terör eylemleri hariç, Balkan ülkelerinde ciddi sayılabilecek yerel terör örgütleri bulunmamaktadır. Ne var ki, yoğun Müslüman nüfusa sahip olan bazı Balkan ülkelerini terörizm açısından bir tehdit olarak göstermeye çalışan bazı çevreler bulunmaktadır. Balkanlar’daki Müslümanlara yönelik yöneltilen suçlamaların bir kısmı,

İslam’ı tanımamaktan kaynaklanıyor olabilir. Ancak söz konusu suçlamaların önemli bir kısmı, bilinçli karalama propagandasından başka bir şey değildir.

Sırp, Hırvat ve Karadağ milliyetçi hareketleri Bosna-Hersek’teki Müslümanlara ilişkin bazı gelişmeleri her zaman çarpıtarak, mümkün olduğunca kötü göstermeye çalışmıştır. Özellikle Bosna savaşı döneminde yürütülen propagandayla, Bosna-Hersek’in ve Boşnakların öldürülüyor olmasının meşrulaştırılmasına çalışılmıştır. Muhtemelen bundan sonda da, ortada herhangi bir delil olmadan, Boşnaklar İslam adına yapılan terörizmle bağdaştırılmaya devam edecektir. Oysa sadece Boşnaklar değil, Balkanlar’daki Müslümanların tamamı dini aşırıcılık yapamayacak kadar hoşgörülü ve ılımlıdır. Dinin radikal yorumlarına ne Balkan ülkelerinin resmi İslam Birlikleri bünyesinde, ne de siyasi partiler düzeyinde destek vardır. Orta Doğu kökenli bazı şüpheliler geçmişte bölgede varlık göstermiş olabilir. Ancak sırf bu durumdan hareketle, Balkan ülkelerinden yüzlerce Müslüman gencin terör eğitiminden geçirildiğini, ayrıca Avrupa ülkelerinde İslam adına eylem yapmaya hazır hale getirildiğini iddia etmek iyi niyetli yaklaşım sayılamaz.

Balkanlar örgütlü suçların nüfuzuna açık bir bölgedir. Bölgede yaşanan savaşlar, yaygın rüşvet oranları, sınır kontrol noktalarının zayıf olması gibi nedenler, suç teşkil eden faaliyetler için uygun bir zemin hazırlamıştır. Oysa örgütlü suçların kullandığı kanallardan terörist gruplar da istifade edebilir. Bir başka ifadeyle, Batılı ülkelere ulaşmak isteyen teröristler Balkanlar’ı transit rotalardan biri olarak kullanmaları mümkündür.Dünyanın birçok bölgesinde olduğu gibi, İslam adına yapılan terörizmin Balkanlar’da bazı bağlantı noktaları oluşmuş olabilir. Ancak bu bağlantıların çok daha tehlikeli dozunun Batılı ülkelerin kendisinde bulunduğu söylenebilir. Nitekim Amerika’daki 11 Eylül terör saldırısını gerçekleştiren eylemcilerin uçaklardaki komutanlarının, uzun süre Batılı ülkelerde normal bir vatandaş gibi yaşadıkları unutulmamalıdır.

Page 30: Paradigma Ocak 2012

30 paradigma/ocak 2012 Makale

Olağanüstü Hal ve Kosova Örneği

Her ne kadar farklı dinamikler olsa da Yugoslavya’nın çözülüşü 1980 yılında Tito’nun ölümüyle başladı dersek yanlış demiş olmayız. Tito’nun ölümü Yugoslavya’da iktidar boşluğu yaratmış ve bu süreçte milliyetçi söylemleri ön planda tutan Milošević, Yugoslavya’nın liderliğine yükselmek için her yolu denemiştir. Milošević önce Sırbistan üzerindeki otoritesini kurduktan sonra tüm Yugoslavya’yı merkezileştirerek denetimi eline almaya çalışacaktı; fakat bunun olamayacağını gördüğü vakit 1991 yılından itibaren parçalanan Yugoslavya’nın mümkün olan bölgelerini ele geçirmeye yöneldi.1 Bu yazıda Milošević’in iktidarı ele geçirme sürecinden çok, iktidara ulaşmak için Yugoslavya’nın iki özerk bölgesinden biri olan Kosova üzerinden yürüttüğü siyaset ve Kosovalı Arnavutların bu siyasi emele karşı takındıkları tavır üzerinde durulacaktır.

Yugoslavya Federatif Halk Cumhuriyeti, ülke içinde milliyetçi söylemlerin önüne geçmek, gelecekte olası ayrılma sürecini sorunsuz halletmek için 1974 anayasasında değişikliğe gitmiştir. Yeni anayasaya göre Yugoslavya’yı oluşturan bütün cumhuriyetler, yapacakları referandum sonucu federasyondan ayrılma yetkilerine kavuşmuştur. Bu anayasanın bir diğer özelliği Yugoslavya’da cumhuriyet statüsü olmayan iki bölgeye

Barış Karamuço

Voyvodina ve Kosova’ya geniş yetkili özerklik verilmiştir.2 Miloşeviç, 1988 yılında Sırbistan Cumhuriyeti’nin başına geçmesi ile, ilk yaptığı icraatlardan biri 1974 Anayasası’nın kaldırmak olmuştur. Miloşeviç, 25 Kasım 1988’de Kosova’nın özerkliğini ortadan kaldıracak olan yeni Sırbistan Anayasası’nı devreye sokmuştur. 28 Mart 1989’da Kosovalıların direnişlerine ve Yugoslavya’nın diğer cumhuriyetlerinin muhalefetine rağmen Sırbistan’ın yeni Anayasası onaylanmış ve Kosova fiilen Sırbistan’ın bir parçası olmuştur.

Kosova, tamamen Belgrat’ın milliyetçi hegemonyasına maruz kalarak aynı zamanda yeni anayasa içinde kendi kendilerini temsil etme haklarını kaybetmişlerdir. Çok partili ve çok sesli politikaların yeşerdiği Yugoslavya’da bu durum resmi bir şekilde olurken Kosova’da politika yeraltına inmiştir; bunu fiziksel olarak madencilerin maden ocaklarının 9’cu katına inmeleri 3 , AzemVlasi’nin hapsedilmesi ve bir iki yıl sonra sırasıyla parlamento, okullar, hastaneler ve sergilerin de yeraltına inmelerinde görebiliriz. Yeraltına inmekten çok merkezin yanında ondan bağımsız olarak var olmak diyebiliriz buna, ya da daha net ifade edersek buna paralel kurumlar şeklinde faal göstermek diyebiliriz. Öyle ki Kosovalı Arnavut

Page 31: Paradigma Ocak 2012

Makale paradigma/ocak 2012 31

öğrenciler, devlet okullarında değil de çeşitli hangarlarda, özel evlerde veya kulüplerde eğitim görmeye başlamışlardır.

Sırbistan merkezi otoritesi, Kosova’da faaliyet gösteren Arnavut çoğunluğunu kamusal alanlardan uzaklaştırma işlemine başlamıştır. Devlet yöneticileri hapishanelere gönderilirken, 1974 anayasası ile resmiyete dökülen Arnavutça eğitim de zorluklar ve aşırılıklar ortaya çıkarılmış böylece Arnavutların bu şartları kabul etmemeleri sağlanmıştır. Bölgede yaşayan Arnavut çoğunluk, Boynik’in de ifade ettiği gibi çareyi yeraltına inmekte bulmuştur. Sırbistan merkezi otoritesi tarafından getirilen yasaklara rağmen Arnavutlar, 1999 yılındaki Nato müdahalesine kadarki süreçte, yaşadıkları yerin kamusal alanını ‘gizli’ bir şekilde kullanmaya başlamışlardır.

Bu yazı, Sırbistan merkezi otoritesinin Kosovalılar üzerine uygulamaya koyduğu dışlama politikasını; Giorgio Agamben’in çıplak hayat, kamp ve olağanüstü hal kavramlarına getirmiş olduğu düşünceler üzerinden araştırılmasını amaçlamaktadır.

Agamben Kutsal İnsan kitabında çıplak hayatı, zoe ve bios’un üzerinden açıklama yolunu tutar. Zoe; bütün canlı varlıkların ortak özelliği olan yalın yaşamı ve canlılık olgusunu ifade ederken, bios; bir bireyi ya da toplumun bir özelliği olan yaşam biçimine (hayat tarzına) işaret eder. Bu düşünceye göre insanların ortak yaşama geçip, sınırları belli olan topografyalarda ikamet etmeleri sonucunda, zoebios’tan ayrılmak zorunda kalmıştır. Bios, yalın doğal hayatı değil, çevresi belli olan belli bir hayat tarzına sahip olmuş bir bölgede ikamet eden insanları temsil eder. Demek ki ilk yaşam alanları; sınırlar koyularak, zoe’nin dışlanması yolu ile oluşturulmuştur. Agamben’e göre çıplak hayat, tam da dışlanması ile siyasete dâhil olan, çünkü dışlanmasıyla kentin/toplumsal yaşamın/siyasetin sınırını çizen, dolayısıyla bunların kurulmasını mümkün kılan şeydir. Demek ki, ilk siyasal etkinlik dışlamadır (ki bu aynı zamanda

toplumsal yaşamın dışına terk etmedir), ve çıplak hayat en başından beri bu etkinliğe eşlik eder.

Yardımcı’nın Agamben alıntısı,Miloşeviç’in Kosova’da yapmaya koyulduğu işi açıklar niteliktedir. O güne kadar Kosovalılar, diğer ülkelerdeki Yugoslav vatandaşlarla aynı haklara sahip iken yasanın askıya alınması sonucunda Kosova; Yugoslavya içinde sınırı tam olarak belli olmayan bir kampa dönüşmeye başlamıştır. Yine Yardımcı’dan hareketle: Bu tezin bir de topografik karşılığı düşünülebilir: Nasıl ki çıplak hayat, toplumsal-politik hayatın sınırına işaret ediyorsa, çıplak hayatın ikamet ettiği kamplar da siyasal düzenin ve o düzene bağlı mekân düzenlemesinin sembolik/topografik sınırına işaret etmektedir. Kamp, Agamben’in kuramsallaştırmasında, belirli bir siyasal düzen içinde geçerli olan mekânın, zamanın ve yasanın çözüldüğü/askıya alındığı, dolayısıyla çıplak hayatın ortaya çıktığı yerleri betimlemek için kullanılan bir kavramdır. Kentin sanki “çözülmekte” olduğu bu yerlerde, siyasal düzen ve onunla ilişkilenen bios geri çekilirken, insan çıplak hayatıyla baş başa kalır. Burada insan siyasal-toplumsal kimliği (“insanlığı”) değil, biyolojik özellikleri üzerinden tanımlanır. Bu durum aynı zamanda, toplumsal-siyasal düzenin yasasının onu artık korumadığı bu yerde, (insanlığından

sıyrılmış ve çıplak var oluşu ile baş başa bırakılmış) insanın, egemenin hükmüne de terk edilmiş olması anlamına gelmektedir.

Bu görüş; egemen Sırp merkezi gücün Kosova üzerinde yapmaya çalıştığını özetlemektedir. Egemenin hükmüne terk edilmiş insan; çıplak hayatıyla baş başa kalmıştır. Her ne kadar siyasal bir hareket olarak görünse de bu yapılanlar direk bedenle ilişkidedir. Çünkü Kosova’da anayasasını askıya alarak, Arnavutların kendi dillerinde eğitim almasının yolları engellenmiş ve devlet kurumlarında çalışmaları zorlaştırılmıştır. Bu tamamen logos’a yönelik bir hamledir.

Canlı varlığın logos’a sahip olması, logos’ta kendi sesini bastırması ve korumasıyla olur; tam da polis’te yer almasının, kendi çıplak hayatının polis’te bir istisna olarak, dışlanmasıyla olduğu gibi. Dolayısıyla siyaset, canlı varlık ile logos arasındaki ilişkinin gerçekleştiği eşik mekanı işgal ettiği sürece, Batı metafiziğinin gerçekten temel yapısı olarak karşımıza çıkar. Çıplak hayatın “siyasallaştırılması”yla – bu eşsiz metaforik görevle- yapılan şey, yaşayan insanın insanlığına karar vermektir.

Merkezi otorite logos’u ortadan kaldırarak, genelde Kosovalıları özelde ise Arnavutları çıplak hayatlarıyla baş başa bırakmaktır.

Giorgio Agamben’s “The Coming Community”

Page 32: Paradigma Ocak 2012

32 paradigma/ocak 2012 Makale

Çünkü logos’un devreden çekilmesi, bölgede yaşayan insanların vatandaş olarak var olan haklarını ellerinden almaktadır. Böylelikle kamusal alanlardan mahrum bırakılan Kosovalılar, kamusal alanlara sırtlarını çevirerek, yasanın dışına çıkmak suretiyle kendilerini soyutlama yoluna gitmişlerdir. Yasak olmasına rağmen, çalışmayan fabrikalar, hangarlar, ahırlar derslik olarak kullanılmıştır. Aslında bu yapılanlar yasanın çizdiği çizgilerin dışına çıkmak olsa da; otoriter merkez ve polisin yapılanlara göz yumması; merkezin korku duymasından çok Agamben’in dışlayarak içe dahil etme meselesiyle benzerlik gösterir. Yine Agamben’e göre; kamp alanının sınırlarının belli olmaması yasanın işleme şeklinde değişkenlik gösterir, belki de bu bölgelerde yasanın çıplak hayata etkisi yoktur diyebiliriz. Yasanın askıya alınmasıyla insan egemen karşısında çıplak kalmış olur: sadece yalın var oluşuyla vardır ve yasanın çekildiği bu yerde/anda korumasızdır. İşte kamp bu askıya almanın süreklileştiği mekânsal düzenlemedir.

Daha önce belirttiğimiz gibi Miloşeviç yönetiminin ilk icraatlarından biri, Kosovalıları kamusal alanların dışına itmek, dillerini yasaklamak olmuştur. Miloşeviç’in zorlamasıyla, 23 Mart 1989’da toplanan Kosova Meclisi çoğunluk sayısı olmadan; Kosova’da son dönemde yaşanan bölücü faaliyetleri öne sürerek ‘zorunluluk’ yüzünden olağanüstü hal ilan etmiş ve 1974 yıllı anayasasını ortadan kaldırmıştır. Bu olay sonucunda Kosovalılar alınan kararı kabul etmemiş ve kendilerini Sırbistan’dan soyutlayarak pasif direnişe (ki bu direniş, yaklaşık 7-8 sene sonra da silahlı mücadeleye dönüşecektir) geçmişlerdir.

Alınan bu karar tamamen çıplak hayata yöneliktir. Çünkü Agamben’e göre istisna halinden doğan olağanüstü durum, zamanla istisna olmaktan çıkarak süreklilik kazanır. Kosova örneğinde olduğu gibi, 1990’lı yıllardan başlayarak Nato birliklerinin Kosovalı Arnavutları Sırp baskıcı rejiminden kurtarmak için 1999 yılında gerçekleştirdiği operasyona kadar devam etmiştir. Yaklaşık olarak dokuz yıllık bir

zaman diliminde Sırbistan’ın baskıcı rejimi Kosova’yı olağanüstü hal ile yönetmiştir. Bu dönemde olağanüstü hal istisna olmaktan çıkmış ve süreklilik kazanmıştır. Sırp baskıcı rejimi olağanüstü hali kullanarak, Kosova’da otoritesini sağlamlaştırmış ve 1999 yılında sistematik bir şekilde Arnavut asıllı vatandaşları Kosova dışına sürmesi buna örnek gösterilebilir.

Kosova örneğinde gördüğümüz gibi olağanüstü hale karar veren bir egemenden bahsetmek mümkündür. Olağanüstü hal ve egemenlik söz konusu olunca Agamben,Carl Schmitt’in Siyasal Teoloji adlı kitabından“olağanüstü hal ilanında karar veren kişi” önermesini gündeme getirir. Bu olguya göre olağanüstü hal, egemen olan tarafın getirisiyle uygulanmaya konan durumun ta kendisidir. Kosova’da 1989 yılında Arnavutların “karşı devrim” uyguladığı gerekçesiyle getirilen olağanüstü hal, dayanağını iç savaş ve devletin bölünme riskinden almaktadır. Olağanüstü hal, yasal biçimi olmayan şeyin yasal biçimi halini almasıdır” . Sırbistan merkezi gücün, 1989 yılında Kosova’da ilan ettiği olağanüstü hal, Kosova’nın parçalanma sürecine kadar etkili olmuştur. Olağanüstü halin temel niteliklerinden biri –yasama, yürütme ve yargı gücü arasındaki ayrımın geçici olarak kaldırılması- burada kalıcı yönetim uygulamasına dönüşme eğilimini göstermektedir. Sırplar olağanüstü hali kullanarak, uzun süre Kosova’nın yönetimini ellerinde tutmuş, ancak Nato’nun müdahalesi olağanüstü halin sonlanmasına ve Kosova’nın bağımsız bir ülke statüsüne kavuşmasına ön ayak olmuştur.

1SILBER Lora – LITL A., SmrtJugoslavije, s. 13-14, 1996.

21974 Anayasası’na göre Yugoslavya 6 cumhuriyet ve 2 özerk bölgeden oluşmaktaydı. Sırbistan, Bosna, Makedonya, Slovenya, Hırvatistan ve Karadağ cumhuriyetleri oluştururken Kosova ve Voyvodina da özerkbölgelerioluşturmaktaydı. Aynı anayasa ile her iki özerkbölgenin de birliğioluşturan 6 cumhuriyet ile aynı haklara sahipti. Ancak kendi kaderini tayin etme hakkı verilmemiştir. Çünkü Voyvodina nüfusunun çoğu Macar, Kosova nüfusunun çoğu Arnavut’tur. Bu iki bölge, aynı milli kimliğe bağlı ülkelerle sınırdaş, oldukları için

bu haktan yoksundurlar.

3Bütün bu koşulları protesto etmek amacıyla Kosova’nın kuzeyindeki Trepça maden ocağında madenciler 20 Şubat 1989 tarihinde açlık grevine başlamıştır.

4Sezgin Boynik, Kosova’da Gizlilik Prensibi ve Kurumları Eleştirmekteki Zorluk, 2007

5Sezgin Boynik, a.g.m

6Sibel Yardımcı, Kentin Sınırında: Toplumsallaşmanın Yeni Metaforu Olarak “Kamp”

7Sibel Yardımcı, a.g.m.8Giorgio Agamben, Kutsal İnsan (17)

9Sibel Yardımcı, a.g.m. 10Miloşeviç Kosovalı Arnavutları Yugoslavya’yı parçalamaya yönelik karşı-devrimle suçlamıştır. Miloşeviç’e göre Arnavutlar Yugoslav Sosyalist değerlerine karşı gelmektedir.

11Giorgio Agamben, Olağanüstü Hal, s.8 12G. Agamben, a.g.e. s. 15

Kaynakça

AGAMBEN Giorgio, Kutsal İnsan Egemen İktidar ve Çıplak Hayat, Çeviren: İsmail Türkmen, Ayrıntı Yayınevi, 2001.

AGAMBEN Agamben, Olağanüstü Hal, Çeviren: Kemal Atakay, Varlık Yaynları, 1. Basım, 2008BOYNİK Sezgin, Kosova’da Gizlilik Prensibi ve Kurumları Eleştirmekteki Zorluk, 2007http://eipcp.net/transversal/0208/boynik/tuSILBER Lora – LITL A., SmrtJugoslavije, çev: LjiljanaNikolić ve başk., Beograd, Rat i Mir, 1996.YARDIMCI Sibel, Kentin Sınırında: Toplumsallaşmanın Yeni Metaforu Olarak “Kamp”h t t p : / / w w w. e - s k o p . c o m /skopbu l t en/ken t i n - s i n i r i nda -toplumsallasmanin-yeni-metaforu-olarak-kamp/470

Page 33: Paradigma Ocak 2012

Kültür - Sanat paradigma/ocak 2012 33

Türk Eğitimin Ve İlk Kültür Derneklerin 60’ıncı Yılı

Doğru Yol Türk Kültür Sanat Derneği, 60.Yılını Kutladı

Kosova’da Türk halkının gelenek ve göreneklerinin yaşatılmasında önemli rol oynayan “Doğru Yol” Türk Kültür Sanat Derneği, kuruluş ve çalışmalarının 60’ıncı yıldönümünü muhteşem bir konserle kutladı. Doğru Yol Derneği, bir hafta süren ve çeşitli etkinliklerden oluşan kutlama programını düzenlemiş olduğu konserle taçlandırdı. Törende bir konuşma yapan Doğru Yol Derneği Başkanı Tahir Luma, 60. yılını kutlayan derneğin, üstlendiği önemli misyona vurgu yaptı. “1951’de yakılan meşale bugüne kadar hiç sönmedi. Her zaman Türklüğe nasıl daha faydalı olabiliriz düşüncesiyle çalışmalarımızı sürdürdük. Kosova’da gelenek göreneklere sahip çıkmak, örf ve adetlerimizi yarınlara taşımak ve Kosova’da yaşayan halklarla birlikte, bu güzel ortamda, vatan diye bellediğimiz bu topraklarda kardeşlik, dostluk, barış bayrağını gönderde ilelebet dalgalamaktı” şeklinde konuştu. Bir hafta süren etkinlikler çerçevesinde desteklerinden dolayı Kosova Türk Temsil Heyeti Başkan Vekili Kurmay Albay Ertan Varlık ve Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı (TİKA) Kosova Temsilcisi Adem Urfa’ya katkılarından dolayı teşekkür plaketi verildi.

Gerçek Derneği’nden Görkemli Kutlama

Gerçek Kültür Sanat ve Spor Derneğinin 60. Kurluş Yıldönümü görkemli bir törenle kutlandı. İki buçuk saat süren törende koro, folklor grupları ve Kosova’nın önde gelen Türk ses sanatçıları davetlilere unutulmaz anlar yaşattılar.

60 yıldır Kosova’da Türk dilinin ve kültürünün yaşatılmasına faaliyetleriyle hizmet veren, Pristinenin Gerçek Kultur Sanat ve Spor derneginin kurulus yildonumunu kutlama konserine Kosova Ticaret ve Sanayi Bakan Yardımcısı Cüneyt Ustaibo, KDTP Vıçıtırn ve Prizren Şube başkanları, Türk kurum ve kuruluş temsilcileri, dernek başkanları ile çok sayıda davetli katıldı. Görkemli tören derneğin vefat eden üyeleri için saygı duruşunun ardından GERÇEK derneği başkanı Kemal Dobırçanın Konuşması ile başladı. Dobırçan, derneğin kuruluş ve faaliyetleri hakkında bilgi verdi. “Gerçek Derneği’nin kuruluş tarihi Kosova Türklerine resmi haklarının tanındığı 1951 yılına rastlar. Her zaman halktan gücünü alan Gerçek Derneği hiçbir zaman din, dil ve ırk ayrımı yapmadan, Kosova’da yaşayan diğer halkların mensuplarına kapılarını açık tutmuştur. Gerçek

Enis TABAK - Kosovaport

Geçtiğimiz dönemde Kosova türk toplumu tarafından çeşitli etkinlikler düzenlendi. 2011 Kosova’da Türkçe eğitiminin yeniden başlamasının 60’ıncı yılı idi. Doğru Yol ve Gerçek dernekleri 60’ıncı kuruluş yıldönümlerini kutladı. İlgili haberleri aşağıda sunuyoruz.

“”

Page 34: Paradigma Ocak 2012

34 paradigma/ocak 2012 Kültür - Sanat

derneği’nin halka sunduğu 60 yıllık hizmetlerini anarken, büyük ve onurlu jübileyi kutladığımızın farkındayız” şeklinde konuşan Kemal Dobırçan, Gerçek Derneği sayesinde Türk halkının kendine özgü örf ve adetlerinin yaşaması ve yaşatılmasında azımsanamaz katkılarını sunduğunu belirtti. Dernek Başkanı Kemal Dobırçan Gerçek Derneği’nin gelecekte de halkın gelenek ve göreneklerini yaşatmakla birlikte Türk halkının kültür ve sanat hayatına yeni değerler kazandırmayı sürdüreceğini kaydetti. Dobırçan ayrıca, Gerçek Derneği’nin Kosova ile Türkiye arasında kültür bağlarının pekiştirilmesine de her zaman katkı sağladığına vurgu yaptı.

Ardından sahne alan Sebiha Ramadani yönetimindeki koro unutulmaz şarkılarla seyircileri mest etti.

Gecede Gerçek derneğinin folklor ekipleri muhteşem gösteriler sergilerken ilk oyun minikler grubundan geldi. Hemen ardından A takımı folklor gurubu derneğin efsanevi oyunlarından Azize ve Oğuzlu gibi oyunları sergilediler.

Gecede Faks grubu da unutulmadı. Faksın eski üyelerinden adnan Çaya, merhum Necat İliyaz’ın oğlu Ertan İliyaz ve Barış Goriça seyircileri eskiye götürdü.

Geceye konuk sanatçı olarak katılan Reyhan Kantarcı, Cengiz Spahi ve Cengiz Sungur birbirinden güzel şarkılarla davetlileri mest etti. Davetliler şarkılara he bir ağızdan eşlik etti. Güzel şarkıların ardından sahne alan Gerçek karma folklor grubu ve Tanju Goriça yönetimindeki grup ise sunumlarıyla izleyenleri mest etti. Gerçek derneğine uzun yıllar emeği geçen Şerafettin Süleyman, Şükrü Zeynullah ve Enver Baki’ye plaketleri Kemal Dobırçan tarafından takdim edildi. Geceye katkısı geçenlere takdirnameler ile teşekkür edildi. Kutlama konseri Sevim baki Bırvenik’in seslendirdiği şarkılarla son bulurken, gece derneğin kuruluşunun 60.

Yıldönümü vesilesiyle verilen kokteyl ile devam etti

Kosova’da Türkçe Eğitimin 60’Ncı Yılı Kutlan

Kosova’da 1951 yılında Türkçe eğitim ve öğretimin yapılmaya başlanmasının 60’ıncı yılı çeşitli etkinliklerle kutlandı. Türkçe eğitimin 60’ıncı yılı etkinlikleri nedeniyle Kosova Türk Öğretmenler Derneği tarafından Prizren’deki Yunus Emre Türk Kültür Merkezi’nde düzenlenen törene çok sayıda davetli katıldı. Hayatta olmayan Türk eğitimcilere saygı duruşu ile başlayan program, Kosova ile Türkiye Cumhuriyeti milli marşlarının okunmasıyla başladı. Programda bir konuşma yapan Kosova Türk Öğretmenler Derneği Başkanı Ferhat Aşıkferki, öğretmenlerin büyük bir özveri ile zor şartlarda genç nesilleri yetiştirmeye devam ettiklerini vurguladı. Aşıkferki, Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘Dünyanın her tarafında öğretmenler insan topluluğunun en fedakâr ve muhterem unsurlarıdır’ sözleriyle başladığı konuşmasını, Türkçe eğitiminin Osmanlı’nın topraklardan gitmesiyle kesintiye uğradığını ve 1951 yılında tekrar başladığını dile getirdi. Kosova’da Türkçe eğitimde sorunların olduğunu dile getiren Aşıkferki, bu sorunların üstesinden gelindiğini ancak İpek, Vıçıtırn ve Yanova’da şu anda Türkçe dilinde eğitim yapılmaması gibi bazı sorunların aşılamadığını belirtti. Aşıkferki Büyük Öğrenci

Page 35: Paradigma Ocak 2012

Kültür - Sanat paradigma/ocak 2012 35

Projesiyle Türkiye’de eğitim gören ve şu anda Kosova’da eğitim vermeye başlayan öğretmenlerin eğitim kalitesini yükselttiklerini ve öğretmen kadronun daha kalifiyeli olduğunu dile getirdi. Kitapların olmaması sorununa da değinen Aşıkferki, tüm bu sorunlara rağmen öğretmenlerin göstermiş olduğu fedakârlıklar için tebrik etti. ‘Bu topraklarda kalmamızın en büyük nedeni öğretmenlerdir’ şeklinde sözlerine başlayan KDTP Genel Başkanı ve Kamu Yönetimi Bakanı Mahir Yağcılar, bütün öğretmenlerin öğretmenler gününü kutlayarak, Türkçe eğitimin 60. yıldönümü vesilesiyle eğitime katkı sağlayan bütün öğretmenlere ve töreni hazırlayanlara teşekkür etti.Türkçe eğitimde sıkıntıların var olduğunu söyleyen Yağcılar, bu sorunların zamanla aşılacağını vurguladı. Konuşmaların ardından Kosova’da 60 yıllık Türkçe eğitimi anlatan slayt gösterisi yapıldı. Program öğrencileri hazırlamış oldukları şiir dinletisi ve Oyunlarla devam etti.

‘Kosova Türkçe Eğitiminde Gelişmeler’ Kitabi Basımdan Çıktı

Kosova’da Türkçe eğitimin 60’ıncı yılı etkinlikleri çerçevesinde, eğitimci ve yazar Bedrettin Koro tarafından kaleme alınan ‘Kosova Türkçe Eğitiminde Gelişmeler’ kitabı basımdan çıktı.Prizren’de gerçekleştirilen tanıtım gecesine çok sayıda davetli katıldı. ‘Kosova Türkçe Eğitiminde Gelişmeler’ araştırma kitabında; Kosova’da Türkçe eğitiminde 60 yılında bu yana Türkçe eğitimin karşılaştığı zorluklar ve var olan gelişmeler ele alınmış. Kosova Türk Öğretmenler Derneği ve Kosova Demokratik Türk Partisi’nin (KDTP) katkılarıyla basımdan çıkan 200 sayfalık ‘Kosova Türkçe Eğitiminde Gelişmeler’ adlı araştırma kitabında, Türkçe eğitimle ilgili sorunlar istatistik rakamlarıyla belirtilmiş. 1951 yılından bu yana Kosova’da Türkçe eğitimin resmi olarak kabul edilmesiyle bu yıl 60’ıncı yılı kutlamaları çerçevesinde basımdan çıkan kitabın tanıtım gecesinde bir konuşma yapan

Kosova Kamu Yönetimi Bakanı ve KDTP Genel Başkanı Mahir Yağcılar, bu buluşmanın heyecan verici bir buluşma olduğunu belirterek kitabın önemine değindi. Yağcılar, geçmişten ders alıp bu kitap örneğiyle daha başarılı işlere imza atılabileceğini ifade etti. Kosova eğitimine katkı sağlayan öğretmenlere sonsuz teşekkürler eden Yağcılar, ‘Kosova Türkçe Eğitiminde Gelişmeler’ isimli kitabın geleceğe ışık tutan bir kitap olduğunu dile getirdi. Yağcılar, heyecan ve gurur verici bu tür çalışmalara her zaman destek vereceklerini söyledi ve öğretmenlere öğretmenler gününü kutladı. Osmanlı’nın ardından Türkçe eğitimin kaldırıldığını ifade eden kitabın müellifi Bedrettin Koro ise, 1951 yılında Türklerin iradesiyle Türkçe eğitiminin yeniden başladığını söyledi ve bu tarihe göre bugün 60. yılının kutlandığını belirtti. Koro kitabın tanıtımı fırsat bilip Kosova’da eğitim müfredatının değişimi hakkında bilgi verdi. Koro, Kosova’da müfredatın amacı, önemi, kademeleri ve yapısına değindi. Kosova’da Türkçe eğitimi hakkındaki müfredatın hazırlanmasında, Türkiye müfredatı göz önünde bulunduruluyor mu sorusuna Koro, bu alanda Avrupalı ve Türkiye’den uzmanlarla birlikte çalıştıklarını söyledi. Kitabın tanıtımını yapan hukukçu yazar İskender Muzbeg de, ‘60. Yıldönümü coşkusuyla

bir araya geldik. Eğitimimizin emektarı Bedrettin Koro bu coşkuyu pekiştirmektedir’ diyerek değerlendirmesine başladı. Kitapta Kosova’da Türkçe eğitimin tarihçesinin çok önemli noktalarına değinildiğini değerlendiren Muzbeg, Kosova Türkçe eğitiminde 500 yıllık bir birikim olduğunu hatırlattı. Bedrettin Koro’nun birçok çalışması ardından yeni yayımlamış olduğu kitapta eğitimde bazı sorunları masaya yatırdığını ifade eden Muzbeg, Koro’ya yapmış olduğu başarılı çalışmalarından dolayı teşekkürlerini sundu.

Page 36: Paradigma Ocak 2012

36 paradigma/ocak 2012 Kültür - Sanat

Sundance’ten Kosova Filmine Ödül

Dünyanın en büyük Bağımsız Film festivali olan Sundance Film Festivali’ne katılan Kosova filmi “Dönüş” festivalden “En İyi Uluslararası Kısa Film” ödülü ile döndü. Filmin Oscar’a aday gösterilmesi bekleniyor.

Dünyanın en büyük bağımsız film festivali olan Sundance Film Festivali’ne 7,675 film arasından ilk 64’e kalıp gösterilme şansını elde eden Blerta Zeqiri imzalı Dönüş filmi hem kendisi için hem de Kosova için bir rüyayı gerçekleştirdi.

Zeqiri yaptığı ilk açıklamada “Bu bir çok meslektaşım için olduğu gibi benim için de bir rüyaydı. Rüya gerçek oldu. Bu ödülden sonra uzun zaman hayalini kurduğum uzun metrajlı film için daha kolay destek bulabileceğime inanıyorum” dedi.

“Nine Eleven” film festivali’nde ilk yeri alan “Dönüş” filmi bu sayede Sundance katılmaya hak kazanmıştı. İlkleri başaran Zeqiri hem bu denli büyük bir festivale katılmayı hak eden ilk sanatçı olurken, ödül alması ile bu başarısını perçinledi.

Sundance Film Festivali: Sundance Film Festivali, Amerikan bağımsız sinemasının en önemli destekçisi olmuş, Hollywood film endüstrisi ve onun Oscar temelli üretim şemasına alternatif getirme amacında olan bağımsız film festivalidir.

Ünlü aktör Robert Redford tarafından 1981 yılında kurulmuş olan Sundance Enstitüsü’nce her yıl ABD’nin Utah eyaleti’nde gerçekleştirilmektedir.

Sundance Film Festivali, Utah eyaletinin Salt Lake şehrinde her yıl düzenlenen sinema fuarı olan Birleşik Devletler Film Festivali (United States Film Festival) adı altında 1978 yılında kuruldu. İlk kuruluş yıllarında bu Festival daha çok geriye dönük filmler ve film yapım seminerlerine odaklanmıştır. Buna karşılık, başlangıcından bu yana, Hollywood sisteminin dışında yapılan - “bağımsız” sinema olarak adlandırılacak - Amerikan filmlerinde ortaya çıkan karışıklığa dikkat çekmeyi amaçlayan ulusal bir yarışma özelliğini taşımaktaydı.

Birleşik Devletler Film Festivali daha sonra Park

Paradigma

Page 37: Paradigma Ocak 2012

Kültür - Sanat paradigma/ocak 2012 37

City, Utah’a taşındı ve film çekim tahtasıyla birlikte belgeseller ve kısa metrajlı filmleri de içine alacak şekilde kapsamını genişletti.

1985 yılında Sundance Enstitüsü bu Festivali kendi programına dahil etti ve uluslararası filmleri gösterimi yapılan eserler yelpazesine kattı. 1991’de resmen isim değişikliği ile Sundance Film Festivali adını alan Festival, yeni bağımsız film dalında en iyi film ödülünü alabilmek için uluslararası arenada kendini kabul ettirmiş bir vitrin haline gelmiştir.

Savaş ve Film

Dönüş filminde Zeqiri hapisten dönen insanların geride bıraktıklarını aynı bulamayışı konusuna değinirken daha önce de savaşı tema edinen filmler çekmişti. Zeqiri, Dokufest Kısafilm ve Belgesel Festivali’nde çeşitli ödüller almış ve Ulusal yarışma bölümüne jüri üyeliği yapmıştı.

Düşük bütçeli “Dönüş” filmi “Prishtina Film” şirketi tarafından desteklendi.

Dokufest, New York Seyircisiyle Buluştu

Dokufest Kısafilm ve Belgesel Festivali 2012’ye okyanus ötesinde faaliyet göstererek başladı. Dokufest 9 Ocak’ta New York seyircisiyle buluşup hem Dokufest’I tanıttı hem de Dokufest’te ödül alan belgesel gösterimlerini gerçekleştirdi. New York’lular Dokufest seçimi olan 7 belgeseli izledi.

Dokufest Sanat Yönetmenei Veton Nurkollari yaptığı açıklamada Dokufest’in 10’uncu yıl jübilesinden sonra festivale katılan ve en çok beğenilen ödüllü 7 belgeseli New York’ta gösterme fırsatını bulduklarını bildirdi. Nurkollari 9 Ocak tarihinin bilerek seçildiğini çünkü 10 ve 11 Ocak’ta aynı salonda “Cinema Eye Honors” ödüllerinin dağıtılacağını ve çok önemli sanatçıların buraya katılacağını vurguladı.

Nurkollari New York’taki Dokufest tanıtımıyla aynı zamanda Kosova’yı da tanıtma fırsatını elde ettiklerini belirtirken, programın

yarısının Kosova’yı konu eden filmlerden oluştuğunu, diğer yarısı ise deneysel eserlerden seçildiğini belirtti.

Norkollari geçen yıl Dokufest’in 10’uncu jübile yılını yükselen bir çizgiyle tamamladıklarını 2012 yılında ise Belgesel Atölyesi’nin kurulması ve çok sayıda filme destek olunmasının planlandığını bildirdi. Bu sene 11’ncisi düzenlenecek olan Dokufest Kısa Film ve Belgesel Festivali Temmuz ayının ortasında düzenlenecek.

Arta Dobroshi “Mitroviça” Filmi İçin Kosova’ya Geliyor

Kosovalı ünlü sinema sanatçısı Arta Dobroshi bu yıl uzun bir süre Kosova’da ikamet edecek. Çünkü yönetmen Daniel Mulloy’un çekeceği “Mitroviça” adlı uzun metrajının baş rolünde Dobroshi var.

Dardene kardeşlerin çektiği ve Cannes Film Festivali Ödüllü Lorna’nın Sessizliği filmi ile Avrupa sanat ortamına adım atan Arta Dobroshi Avrupa

Page 38: Paradigma Ocak 2012

38 paradigma/ocak 2012 Kültür - Sanat

Filmleri Ödülleri’nden de En İyi Kadın Oyuncu ödülü ile ayrılmıştı.

Dobroshi Mitroviça filmi için yaptığı açıklamada detay vermekten kaçınırken “Uzun zamandan beri Kosova’da çekilecek ve tüm Kosovalıları kapsayacak bir uzun metraj projesinde yer almak istiyordum. O gün geldi” dedi.

Mitroviça filminde başrolde yer alacak olan Dobroshi aynı zamanda filmin yapımcılarından biri. Dobroshi filmin çekimlerine kısa sürede başlanacağını, şu anda ABD, Almanya, Fransa ve İngiltere muhtemel yapımcı şirketlerle temas halinde olduklarını belirtti.

Turkish Jazz Festival

T.C. Priştine Büyükelçiliği ile Hamam Jazz Bar 28 Şubat – 3 Mart 2012 tarihleri arasında Turkish Jazz Festivali düzenliyor.

Dünyaca ünlü Türk cazcılarının katılacağı festivalin açılışı 28 Şubat akşamı Ulusal Tiyatro’da yapılacak. Kerem Görsev, Ferit Odman, İlhan Erşahin gibi dünyaca ünlü sanatçıların katılacağı festival Priştine Hamam Bar’da düzenlenecek. Sanatçıların bir günlüğüne Üsküp ve Prizren’de de konser vermesi bekleniyor.

“Düğün Kaseti”ne Davet

Kosova Almanya ortak yapımı Düğün Kaseti filmi Abu Dhabi’de “En İyi Kısa Film” ödülünü aldıktan sonra 3 diğer festivale davet aldı. Ortadoğu’nun en iyi festivallerinden biri olan Abu Dhabi Film Festivali’nden ödülle dönen Kosova-Almanya ortak yapımı film; Regensburg, Landshuter ve Friburg film festivallerinden davet aldı.

Ariel Shaban’ın senaryosunu yazdığı ve yönettiği film, Kosova Sinematografi Merkezi tarafından desteklenirken Kosovalı Qendra Production ve Alman Detail Production yapımcılığında hazırlandı.

Page 39: Paradigma Ocak 2012

Türkiye Cumhuriyeti Priştine Büyükelçiliği’ni artık Facebook ve Twiter sosyal medya sitelerinden de takip etmek mümkün.

Kosovalılarla daha yakın olmayı hedefleyen Türkiye Cumhuriyeti Priştine Büyükelçiliği artık Facebook ve Twiter sayfasından gelişmeleri ve duyuruları takipçileri ile paylaşıyor.

Büyükelçiliğin düzenlediği ve düzenleyeceği etkinlikler hakkında bilgilere yer verilecek olan sayfalarda ayrıca bildiriler, kutlama mesajları, ziyaretler ve haberler yer alacak.

twitter.com/pristina_be

Facebook Twitter

T.C. Priştine Büyükelçiliği

Page 40: Paradigma Ocak 2012

Paradigma

Şubat’tan itibaren yenilenen web haberlerle karşınızdayız

www.paradigmarc.org